099

Page 1

SAYFA

2

SAYFA

Bu da iflçinin canl› yay›n› Tekel iflçilerinin direnifl çad›r›ndan canl› yay›n yapan sendika.org gönüllüleri anlat›yor

9

Bakkallardan cevap var Baflbakan›n, ‘devirleri geçti’ dedi¤i bakkallar Halk›n Sesi’ne konufltu

SAYFA

11

Kentsel dönüflümün izinde Gazeteci Gülflen ‹fleri, farkl› kentlerde y›k›mlar›n sarst›¤› hayatlar› anlatt›

SAYFA

14

Beyazlar›n kara ligi Basketbol sahalar›nda ›rkç› rüzgarlar esiyor. Beyazlar için ayr› bir lig kuruluyor

5 fiubat 2010 • 1 TL

Y›l 4 • Say› 99

AKP neoliberalizmden emekçi haklar›ndan vazgeçmiyor

Tavizsiz saldırı tavizsiz direniş

Balyozdan EMASYA’ya Yeni dönemde iç savafl konseptinde ordunun rolü geriletilirken AKP hükümetinin inisiyatifi artt›r›l›yor S. 3

Hükümet, Tekel iflçisinden doktora, ö¤retmenden eczac›ya emekçilerin hiçbir hak talebine ald›r›fl etmiyor. Ama ald›racak

‹ki ayd›r direnen Tekel iflçisi, meydanlara ç›kan ö¤retmenler, ifl b›rakan sa¤l›kç›lar, haklar›n› isteyen yoksullar meydan okuyor

Art›k Çok-El olunmal›

Bu kölelik düzenine son vermek gibi ‘gizli ve hain planlar›m›z’ varsa yap›lacak olan ifl, gidilecek olan yol bellidir; tek-el olmak, ‘Tekel ateflini’ çok-yerde çok-elle birlikte yakmak…. YOL YAZISI S. 3

Merhamet de¤il çal›flma hakk›

Dosya: Darbeler ve karfl›tlar›

Haiti’deki depremde yaflanan can kay›plar›n›n tek sebebi do¤al afet de¤il. As›l katil kamu hizmetlerini çökerten politikalar S. 5

Maliye Bakan› fiimflek özellefltirme program›n› savunurken iflçilere merhamet gösterdiklerini söyledi. Oysa yap›lan çal›flma hakk›n›n gasp› S. 8

Darbe planlar› yedi y›ld›r biliniyordu. Ancak AKP ayn› 12 Eylülcüler gibi flartlar›n olgunlaflmas›n› bekleyerek harekete geçti S. 12

Eski Yeralt› Mad›n-‹fl Baflkan› Çetin Uygur, Zonguldak maden iflçilerinin eylemlerine benzetti¤i Tekel iflçilerinin direniflini Halk›n Sesi için de¤erlendirdi S. 13

AKP ‹flçisinden eczac›s›na, ö¤retmeninden doktoruna hak arayan herkesi düflman ilan etti. ‘Beni onlar seçmedi’ diyor S. 4

AKP’nin ifli zor. Hükümetin taviz vermek istemedi¤i program karfl›s›nda halk›n muhalefeti giderek S. 16 büyüyor

Haiti’de y›k›m›n sebepleri

‘Zonguldak Tekel’e ışık tutuyor’

Hükümeti kim seçti

Özgürlük için... Dünyan›n kad›nlar› daha özgür ve eflit yurttafllar olmak için bir kez daha yürüyor. Dünya Kad›n Yürüyüflü 8 Mart’ta bafll›yor S. 10

Öğretmen de ‘kadrolu iş’ istiyor

Kadir Topbafl’a bir fren daha Halk›n eylemleri ve Halkevleri’nin açt›¤› dava sonucunda geri al›nan metrobüs zamlar› için Topbafl’a ikinci yarg› freni S. 6

Halk›n Sesi’nden / Sayfa 2

Ferda Koç / Sayfa 4

‹çimde atefl var Atalay

Kedinin asaleti

Tufan Sertlek / Sayfa 9

Umudu büyüten ne?

Atamas› yap›lmayan ö¤retmenler Ankara’da yapt›klar› mitingde 350 bin ö¤retmen aday›n›n atama bekledi¤ini söyledi. Güvenceli ifl istedi S. 9

‹nönü Alpat / Sayfa 13

Geçmiflten gelece¤e

Müzik s›n›r tan›m›yor ‹lk albümleri Pangea’y› ç›kartan Etni-ka dünyan›n ezgisini Anadolu enstürmanlar›yla yorumlad› S. 10


2

MEDYA 5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Halk›n Sesi’nden

Direniş çadırından canlı yayın

‘Benim flu an içimde atefl var Atalay’ ürkiye iki küçük kızı konuşuyor. İlköğretim 3. sınıf öğrencileri Havva’yla Gizem nedense herkesi şaşırtıyor. Onlar sınıf başkanıyla başkan yardımcısı. Öğretmen filme çekmiş, sonra gelsin internette tıklama rekorları, televizyon programları… İki ‘küçük kız çocuğu’ desek olmuyor. Kız desek olmuyor, çocuk desek olmuyor. Onlar kızdıkça koca koca ‘adamlar’ çocukluğa vuruyor. Sanki rekabetçi piyasa toplumu, Başkan Havva’nın küçücük bedeninde tecelli ederek kırıp geçiriyor sınıfı: Kendisi 100 alıyor ve herkesin 100 alması için çaba harcıyor; ama bir türlü başarılı olamıyor. Çabası karşılık görmüyor, değeri bilinmiyor. Öfkesini yenemiyor, ağlıyor. Üstelik gerekli duyarlılığı göstermeyen sınıfa sitem ediyor, öfkeleniyor. İşte o anda başkan yardımcısı Gizem’in tam yerinde bir müdahalesi geliyor. Ezilen sınıfların binlerce yıllık görmüş geçirmişliği, Gizem’in yırtık botlarından ortalığa saçılıyor. Saçılmak ne kelime; Tekel işçilerinin kararlı direnişinin gölgesinde, sınıf mücadelesi, bir ilköğretim sınıfında patlıyor. Sınıftaki masum bir yaramazlık vakasından sınıf savaşımına sıçrıyor ateş. “Öğretmen beni fakir olduğum için sınıf başkanı yapmadı” diyor Gizem. Belli ki bu ezikliği hep içinde taşıyor. Sonra yırtık botlarını gösteriyor. “Botlarım yırtık; annem babam alamıyor. Babam inşaatın 5. katından düştü; parmağını da kesti. Biz çalışalım, okuyalım diye. Ekmek parasını çıkarmaya çalışıyor. Yani bu sizin yaptığınız insanlığa sığar mı?!” Tek tek soruyor arkadaşlarına: “Sığar mı Atalay?!.. Benim şu an içimde ateş var Atalay…” Her şey parayla ama yalandan eşeklik bedava! “Nasıl da kıvrak bir dil!..” “Nasıl da büyümüş de küçülmüşler!..” “Nereden de buluyorlar bu lafları!..” Anlamazdan geliyoruz, pişkinliğe vuruyoruz… Seyrediyoruz, tadını çıkarıyoruz. Yoksulluğun pornografisi bütün çıplaklığıyla, en kaba, acınası, yardım edilesi halleriyle teşhir edilirken keyifle seyrediyoruz. Yoksul, ama onurlu tarihsel özne elbirliğiyle ortadan kaldırılırken biz de onun ekranları başındaki utangaç suç ortakları oluyoruz. Üstelik onun ‘Yaşar Usta’ taklitlerine doyasıya gülüyoruz. O yoksul, ama onurlu Anadolu insanı aç kalır, açıkta kalır, ama gene de muhanete muhtaç etmeden bir şekilde ailesinin geçimini sağlardı. Onun ayakkabılarının altındaki deliği, onu ancak sırtından kalleşçe vurarak “ölü ele geçirdiğinizde” görebilirdiniz. Külyutmaz güvenlik uzmanları suçluyu hemen de nasıl yakalayıverdi. Bursa valisi, öğretmeni, aileyi ve medyayı teşhircilikle suçladı. Vali “sosyal devlet anlayışının yok edildiğini, çocuğunun sırtından para kazanan ailelerin olduğunu” söyledi. Üstelik “aile 2006'dan bu yana kömürden eğitim yardımına kadar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'ndan yararlanıyordu.”Şimdi anladınız mı sosyal devlet anlayışının nasıl yok edildiğini. Dilencilik, liberal-dinci yardımseverlik ve teşhircilik arasına sıkışan sosyal devlet düzenekleri küçük bir yoksulluk patlamasıyla yok edilmiş, düzenek parçalanmıştı. Zaten “küçük Gizem nereden öğrenecekti o kocaman lafları. “Çocuk ruh halini en saf haliyle, biraz da ailenin etkisiyle dışa vuruyordu.” Zaten Tekel işçilerinin talepleri de “masum işçi talepleri değildi.” Tabii paralı eğitimin hiç suçu yok! Aileleri ucuz ve güvencesiz işçiliğe (işsizliğe) mahkum etmenin hiç suçu yok! Yoksulluğu edepsizce teşhir etmek suç! Suça “yardım yataklık” etmek, suç! Tabii yılların efsane valisinden kaçar mı! Gizem’in canlı yayında “Valiler izin vermemişler. Onların kalıplarına tüküreyim. Orada oturuyorlar sıcak yerde” sözleri valiyi çok şaşırtmış! Efsane vali Şahabettin Harput: En can alıcı zamanda Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kaymakamlık, Hakkari, Urfa gibi Kürt illerinde valilik, içişleri bakanlığı müsteşarlığı yapan, ABD ve Almanya’da “özel eğitim”lerden geçen yılların efsane valisi en çok yediği küfre şaşırıyor. Küfrü hak etmediğini, Gizem’in hedefini şaşırdığını düşünüyor. Gizem hedefi şaşırmıyor. Tam isabet! Çocuğu aptal yerine koyan bir zihniyet ancak şaşırır buna. Çocuk aptal değil ki; sadece deneyimsiz. Evin içinde bütün olup bitenlerden haberdar olduğu gibi, işçi sınıfının en genç üyesi olarak sınıf mücadelesinin bütün tarihsel birikimini içselleştirmiş. Neoliberal yönetişimi, dinci dilencileştirme aygıtlarını topuğundan enseliyor. Dili, bilinci, örgütlenme düzeyi daha ilerisine izin vermiyor. Bu nedenle, bütün hikayede Gizem sadece Atalay’ları karıştırıyor o kadar. “İçimde ateş var Atalay” sitemi, bir yangın alarmı değil. Direnen Tekel işçilerinin sendika başkanı Mustafa Türkel’in “Bir çoban ateşi gibi Türkiye'nin her yerine yayılmalı” çağrısının en “masum” dışavurumudur.

Tekel direnişi sendika.org adresinde direniş alanından yapılan canlı yayınla tüm Türkiye’ye ve dünyaya ulaştı. Yayını yapanlar anlatıyor

T

Medyayı Sobeliyoruz

T

ekel işçileri günlerdir Ankara’nın orta yerinde bir direniş sürdürüyor. Bu direniş, 19 Ocak 2010 akşamından başlayarak direniş alanında kurulan bir mobil TV stüdyosu ile beş gece boyunca www.sendika.org adresinden canlı olarak yayınlandı. Bu denli uzun süreli bir canlı yayın, gerek bir direniş alanından, sokaktan yapılması, gerekse de internet üzerinden gerçekleştirilmesi, gönüllülük ve kolektivite temelinde örgütlenmesi nedeniyle Türkiye’de bir ilkti. Bu canlı yayını örgütleyenler, gerçekleştirenler ise İşçi Filmleri Festivali (İFF), Halkevleri, Sendika.Org’dan emekçiler ve Tekel direnişine destek veren gönüllülerdi. Canlı yayını gerçekleştirenlerle bu sürecin nasıl örgütlendiği, nasıl gerçekleştirildiği ve nasıl dene-yimlendiği üzerine bir röportaj gerçekleştirdik. Tekel işçilerinin AnkaraSakarya direnişini internet üzerinden canlı olarak yayınlamaya nasıl karar verdiniz? Biz direniş başladığından bu yana direniş alanında olmaya çalışıyoruz. Orada olmaktan kaynaklanan gözlemlerimiz, işçi arkadaşlarla sohbetlerimiz bu

yayınlandı. Bu dönemde aldığımız geri bildirimler oldukça olumluydu. 3. İFF’nin açılış gecesi de internetten canlı yayınlandı. Tüm bu deneyimler internet televizyonculuğu çalışmalarımızın öncü adımları oldu. Tekel direnişindeki canlı yayın deneyimimiz ise Sendika.Org ‘da 2001 yılından bu yana sürdürülen alternatif iletişim deneyimimizin yeni bir aşaması olarak düşünülmelidir. Canlı yayının amacı neydi? Çok basit bir yerden yola çıktık. İnsanlar kameranın karşısına geçsin, ailelerine telefon edip haber versin, onlara el sallasın, bir şeyler söylesin istedik. Gerçekten de insanlar en doğal halleriyle yanımıza geldiler, masamıza oturdular, yaşadıklarını anlatıp, ailelerine mesajlarını ilettiler… Bizce bütün bu canlı yayının en güzel anları, Adanalı bir kadın direnişçinin kızının doğum gününü kutlaması, bir babanın birkaç gün sonra karne alacak olan oğluna niye direndiğini açıklaması gibi

anlardı. Bu anlar bizim açımızdan yaptığımız şeyi anlamlı kılan anlardı. İlk yayından sonra, ekipten arkadaşlarımıza “Siz cennetliksiniz” diyen işçi arkadaşlar oldu. Burada belirtmek gerekir ki, her ne kadar başından beri onların yanında olsak da, yayına başlayınca, elimizde kameralar ve ışıklarla bizi karşılarında görünce bir tereddüt yaşadı işçi dostlarımız. Çünkü aslında direniş alanında dolaşan bir sürü kamera, fotoğraf makinesi vardı. Onlar sadece direnişçi işçileri en iyi temsil ettiğini düşündükleri bir iki işçiyle konuşuyorlardı. Bizim de kendini en iyi ifade eden, işçiler adına en iyi konuşacak olanla konuşmak istediğimizi düşünerek tereddüt ettiler. Fakat sonradan bu tereddüt geçti. Bizi kendilerinden saymaya, direnişçi olarak kabul etmeye evrildi ve bizimle, kameramızla sohbet etmeye başladılar. İşçi dostlar bizimle konuşurken onlarla aynı koşulları paylaşan, kendilerinden birisi ile konuştular. Medyayı şikâyet ettiler, içlerini döktüler.

En doğal halleri ile mücadelelerini paylaştılar. Bu tam da bizim istediğimiz şeydi. Çünkü var olan medya dilini, onun haber yapma biçimini, temsil düzenlemelerini kullanmak istemiyorduk. Geri bildirimler aldınız mı? Elbette… Örneğin İngiltere’de yaşayan Ergin Yıldızoğlu Cumhuriyet’teki köşesinde “Sendika.org’da olay yerinden yapılan canlı görüntülü yayın sayesinde, internet üzerinden biraz olsun havayı koklama, mücadelenin yüzlerini görme şansım oluyor” dedi. İrlanda’dan ABD’den, Almanya’dan, Avustralya’dan Türkiye’nin her yerinden Tekel Direnişi dostları yayınımızı izledi, bizim aracılığımızla direnişçilere mesajlarını gönderdiler. Yine “işçiler kendi medyasını yarattı” diye bazı sitelerde haber olduk. Yayını izleyen uzaktaki dostların bilgisayar ekranından ayrılamadığını söylemesi, yine bir dostumuzun “Aşk-ı Memnu” reytinglerini altüst ettiğimiz esprisi güzel geri bildirimler

Dünün ayrıcalıklısı bugünün... Beyaz Yaka Mavi Hayat’ta bu kez Türkiye’deki beyaz yakalıların 1980’lerden bugüne dönüşen sınıfsal konumuyla ilgili bir yazıya yer veriyoruz. Kendisi de bir ofis emekçisi olan Ayşe Berna Uçarol’un kaleminden...

‘B

eyaz Yakalılar’ın sınıfsal konumlarının yapısı tarihte oldukça tartışmalı bir konu olmuş ve olmaya devam etmektedir. Özellikle günümüzün ekonomik konjonktüründe, bu tartışmalı konu daha da önemlidir. Türkiye’de beyaz yakalılarla ilgili olarak, özellikle hizmet sektöründe istihdam edilenler için 1980’lerin sonundan bugüne doğru taşınan bir takım önyargılar, bir takım imajlar mevcuttur. Bu önyargılar hafızalardan silinmedikçe beyaz yakalılarla ilgili hem sınıfsal çözümlemeler eksik kalacak, hem de beyaz yakalıların bugünkü deneyimlerini kavramakta zorluk çekilecektir. Peki hafızalarda beyaz yakalılarla ilgili önyargıları besleyen unsurlar nelerdir? Burada en az bir tanesini ele alacak kadar yerimiz var. Bu nedenle yuppilik ya da genç profesyonel kavramının 1980 sonrası Türkiye için ne ifade

beyazyakakosesi@gmail.com

T

araf Gazetesi yayın politikası kadar gazetecilik anlayışı ve kullandığı dil nedeniyle de sıkça tartışma konusu haline geliyor. Gazetenin manşetlerinde genel olarak okuyanın bilinçaltı hedeflenirken, başlıkların sansasyonel olmasına özen gösteriliyor. Gazetenin tüm sayfalarında görülen bu eğilimin geçtiğimiz hafta spor sayfasındaki yansıması tam bir düşüncesizlik örneği oldu. Taraf, farklı ve sansasyonel bir başlık bulacağım derken gazetecilikte sınıfta kaldı. Fenerbahçe’nin Sivasspor’u 5-1 yendiği maçın haberi Taraf Gazetesi’nde “Fenerbahçe Sivas’ı katletti” manşetiyle verildi. İroni yapma düşüncesiyle atılan manşet, Sivas Katliamı gibi çok hassas bir konuyu kullanarak akıllara getirdi.

canlı yayın düşüncesinin oluşmasında tabii ki etkili oldu. Bir de önceden biriktirdiğimiz bir deneyim var. İşçi Filmleri Festivalleri süresince kurduğumuz uluslararası ilişkiler ve bu ilişkiler dolayısıyla bize ulaşan tartışmalar var. Bu tartışmalardan yola çıkarak gerçekleştirdiğimiz başka canlı yayınlar var. Hepsi bir araya gelince bu düşünce şekillendi. Neydi bu tartışmalar ve deneyimler? 1.Uluslararası İşçi Filmleri Festivali kapsamında İstanbul’da Makina Mühendisleri Odası’nda bir panel düzenlemiştik. Panelde internet televizyonculuğu başta olmak üzere yeni teknolojilerin emek mücadelesinde ne tür alternatif olanaklar yaratacağı konuşulmuş ve alternatif deneyimler paylaşılmıştı. Bunlar bizim aklımıza internet üzerinden canlı yayını düşüren ilk tartışmalardı. 2008’de "Manifesto'nun 160. yılında Marksizmin Güncelliği" konulu Ankara’daki sempozyumun tümü Sendika.Org’tan canlı

Beyaz Mavi Yaka Hayat

ettiğini kısaca tartışmaya açabiliriz. Ağustos 1985’te Bravo dergisindeki “Savrulun Yuppiler Geliyor” başlığı, Türkiye’de neoliberal ekonomi politiğin ivme kazanmaya başlaması ile birlikte çalışma hayatı içindeki yeni bir tabakanın doğuşuna dikkat çekmiştir. Yuppies; İngilizce’de ‘genç kentli profesyoneller’ için, bir simge, bir karikatür, genel bir mesaj veren Amerika’da doğmuş bir kavramdır. Yuppie’lik; hem iş yaşamını hem özel yaşamı kapsar. Toplumculuğa karşı bireyciliği, paylaşmaya karşı yarışmayı koyar. Başkaldıraya karşı düzenle özdeşleşmeyi, aşırı yükselme hırsını, statüyü, güç ve tüketim düzlemlerinde daha fazlasına sahip olma arzusunu içermektedir. Bu kelimenin karşılığı, zaten zirvede doğmuş burjuva gençlerinden farklı olarak, eğitim ile yükselme şansını içermektedir. Yuppieler, özellikle hizmet sektöründe yüksek ücret ve primle çalışarak kısa sürede yükselenlerdir. Türkiye’de serbest piyasa ekonomisinin yarattığı gelişme ve dinamizm, ancak Amerika başta olmak üzere Batı dünyasının iş yönetimi tekniklerine vakıf genç kadrolar ile sürdürülebilirdi. Bu nedenle Amerikan tarzı eğitim veren Türk üniversiteleri ile 1980’lerin sonundan itibaren de Amerikan üniversiteleri genç profesyonelleri yetiştiren en önemli merkezler olmuştur. İhracatın artması, yurtdışına açılmak, ürünleri yurtdışına pazarlamak etkenlerine bağlı olarak yabancı dil bilen insanlara daha fazla talep oluşmuştur. Aynı dönemde üniversitelerin en çok talep edilen bölümlerinin başında işletme ve iktisat fakülteleri gelmiş, Batı’da olduğu gibi eğitim ve

öğretim gittikçe artan bir şekilde, gelişmiş kapitalist düzenin endüstriyel ve ticari kuruluşlarının gereksinimleri için düzenlenmeye başlamıştır. Bu dönemde önde gelen üniverisitelerin işletme bölümlerinden mezun olmak, MBA yapmak, yabancı dil bilmek aranan özelliklerin başında gelmiştir. Genç profesyoneller ihracat şirketlerinde çalışmaya başlamışlar daha sonra finans, reklam, halkla ilişkiler, turizm, bilişimin önem kazanmasıyla birlikte bu alanlarda onların istihdamları artmıştır. Genç profesyoneller, bir yandan yeni ekonominin dış bağlantılarının sağlanmasında kilit bir rol oynamışlardır. Diğer yandan toplumsal iş bölümündeki başlıca işlevleri; toplumda küresel kültürün davranış normlarının, kapitalist kültürün ve kapitalist sınıf ilişkilerinin yeniden üretilmesinde üstlendikleri rol olmuştur. Ayrıca medya, genç profesyonellere dair

imajların oluşturulmasında etkili bir araç olmuştur. Türkiye’de özellikle hizmet sektörünün merkezi olan İstanbul’da genç profesyonellerin ivmesi 1980’lerde yükselmeye başlamış, 1990’larda altınçağlarını yaşamışlardır, ancak 2001 krizi özellikle bankacılık sektöründe olan genç profesyoneller için büyük bir çöküş olmuştur. Kısaca, değinmeye çalıştığım genç profesyonellerin, 1980 sonrasının ihtiyaçları doğrultusunda doğma nedenleri ile çalışma hayatındaki öncü rolleri ve ürettikleri imajlar bugünün gerçekleri ile örtüşmemektedir. Bugün, genç profesyonel olmak için sadece üniversite diploması ve yabancı dil bilmek yeterli görünmemektedir. Diploma ve artı niteliklere sahip oldukları için iş görüşmesine çağrılan, sonucun çoğunluk için olumsuz sonuçlandığı testlerden ve mülakatlardan geçen, kısa süreli işbaşı eğitimleri sonunda çalışmaya

başlayan, performans kriterlerinin baskısıyla rekabetçi bir çalışma ortamında statü, gelir ve tüketime odaklanan ve bu nedenlere bağlı olarak özel yaşamları ile çalışma yaşamları arasında sıkışan, bağlı oldukları sınıf kökeninden uzaklaşan aktörlerin deneyimlerini kavramak için önce zihinlerimizin geçmişin ürettiği beyaz yakalı olma durumuna dair imajlardan kurtulması gerekmektedir. Çünkü geçmişin ‘ayrıcalıklı’ olanları bugünün sıradanıdır. Hizmet sektörünün çoğunluğunu oluşturan sıradan ‘beyaz yakalılar’; statüleri, gelirleri, yaşam tarzları ve beklentileri açısından, fabrika emeğinden ziyade işverene daha yakın olarak konumlandırılmakta ve homojenleştirilmektedir. Beyaz yakalıların ayrıcalıklı olduğu yanılsamasının yaratılması, sömürüldükleri gerçeğinin üzerini örtmeye çalışan sermayedarların elinde bir stratejiye dönüşmektedir.


3

GÜNDEM 5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Balyoz’dan EMASYA çıktı T Y araf gazetesinde yayımlandığı andan itibaren gündemden düşmeyen “Balyoz Darbe Planı”nın, hükümet tarafından bilindiği halde neden bu günlerde deşifre edildiği, geçen on günlük bir zaman sonunda daha da netlik kazandı. Gelinen nokta: Başbakan Erdoğan’ın TRT 1’de katıldığı bir programdaki sözleriyle EMASYA protokolü kaldırılıyor. İç Güvenlik Siyaset Belgesi değiştiriliyor. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kuruluyor.

DEfi‹FRE ED‹LEN DARBE AKP’nin iktidar döneminde oldukça sık gündeme gelen “darbe planları”na bir yenisi Taraf Gazetesi’nin yayımladığı ve daha sonra tüm ayrıntılarıyla deşifre ettiği “Balyoz Darbe Planı” ile eklendi. Darbe planı temel olarak, ordu içinde kurulan bir cuntanın 2003 yılında AKP iktidarını devirmek için planlar hazırladığı, bunun için de toplumda infial ortamı yaratacak (cami bombalama gibi) eylemlere başvurmayı kurgulamasına dayanıyor. Gazetecilerin fişlenmesinden, hükümetin başına kimin getirileceğine kadar ayrıntılı olarak hazırlandığı anlaşılan plan yaklaşık 5 bin sayfadan oluşuyor. Plan hakkında gazete ve televizyonlarda neredeyse her gün oldukça hararetli tartışmalar yaşanmakla beraber bazı sorular hala yanıtlanmış değil. Ayrıntıları gazete sayfalarında deşifre edilen planın 2003 yılında hazırlanmış. Erdoğan tarafından bilindiği hatta darbenin AKP’nin müdahalesi ile engellendiği bizzat Erdoğan tarafından duyurulurken planın neden ve hangi amaçla şimdilerde deşifre edildiği sorusu sıkça sorulmaya başlandı. Erdoğan tarafından bu soruya verilen cevap “o günlerde demokrasimiz bu kadar güçlü değildi” sözleriyle gelmekle beraber inandırıcı değil.

eni dönemde iç savaş konseptinin ana belirleyeni ordu olmaktan çıkartılıp İçişleri Bakanlığı’nın inisiyatifi artırılıyor. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, bu yeni sürecin politika ve strateji belirleyici kurumu olarak merkezi rol almaya aday

Liberaller yap›lamayan darbeyi protesto etmek, AKP iktidar›n› desteklemek için yine sokaklara ç›kt›. Bu ‘demokrasi savaflç›lar›’, kontrgerillan›n yeniden yap›land›r›lmas›nda iktidar›n elini güçlendirdiklerinin fark›nda m›? PLAN TESADÜF MÜ? Balyoz Darbe Planı dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan tarafından hazırlandı. Katıldığı programlarda kendini savunan Doğan ise planın “bir oyundan ibaret olduğunu” söyledi. Doğan’ın demokratlığını sorgulayan ve “hukuksuz davranışlar içinde olduğunu” salık veren yazarlar karşısındaki savunması ise EMASYA protokolü ile oldu. 1997 yılında İçişleri ve TSK arasında imzalanan EMASYA protokolü, “bir veya birden fazla

İ

nsanların ilgisini ip cambazlarına çekip, dalgınlıklarından istifade ile ceplerini boşaltmak bir hırsızlık yöntemidir! İnternet ve televizyonun olmadığı, halkın seyirlik oyunlar izleyerek eğlendiği devirlerde; mahalle aralarındaki meydanlık yerlere ara sıra cambazlar gelerek gösteri yaparlarmış! İşte bu gösteriler yankesici ve dolandırıcıların arayıp da bulamadığı yerlermiş! Hararetli hararetli ‘cambaza bak cambaza…’ çığırtkanlığı yaparak, dikkatlerini cambaza çektikleri insanları kaşla göz arası soyup soğana çevirirlermiş! Hırsızlarla cambazlar ortak mı çalışırlarmış bilinmez artık! “Cambaza Bak” deyimi bir süre sonra politik literatürde de yerini almış. Politikacıların, “hoşlarına git-

ilde çıkan ve çıkabilecek olaylarla ilgili güvenliğin, asayiş ve kamu düzeninin sağlanması; terörle mücadelede kuvvet kullanılması, kaydırılması, emir komuta ilişkileri, işbirliği ve koordinasyonun sağlanmasını” amaçlıyor. Protokol kamu güvenliğinin sağlanmasında “gerekli gördüğü taktirde TSK’ya toplumsal olaylara müdahale etme yetkisi” verirken tüm kolluk güçlerini de görevlendirilecek kıdemli askerin emri altına sokuyor. TSK bünyesinde EMASYA komutanlıkları adı altında örgütle-

nen yapı “iç güvenlik tehdidi” kapsamında gerçekleştirilen tüm operasyonları koordine ve kontrol ediyor. İşte bu EMASYA protokolünün altında bulunan imza, darbe planını hazırladığı söylenen Doğan’a ait. Balyoz Planı’nın kısa bir süre içerisinde EMASYA tartışmalarına dönüşmesi bu bakımdan şaşırtıcı değil. EMASYA’DAN KDGM’YE Protokolün tartışmaya açılması ardından geçen kısa bir süre sonra Erdoğan Protokol ortadan

Cambaza bak(ma) meyen” gündemleri değiştirmek için suni gündemler yaratmalarına da bu ad verilir olmuş. Bu yöntemin tartışmasız uzmanı Amerikan siyasetçileri kuşkusuz. Gerek başkanlık seçimleri sürecinde gerekse de Amerikan politikalarında “cambaza bak politikasının” en mükemmel örnekleri sergilenmekte. Amerika’da olur da bizde olmaz mı? Ülkemiz siyasetçileri de bu yöntemi bolca kullanmış/kullanmakta. Hatta “ordumuz” psikolojik savaş taktikleri içerisinde en büyük değeri bu yönteme vermiş.

Son dönemde ise AKP ve AKP destekçileri de yılların birikimi ve deneyimi ile en iyi “cambaza bak” çığırtkanları oldular. Bazen cambazla birlikte bazen cambaza rağmen. Kah Erdoağn’ın “bu da nerden çıktı” dedirten çıkışları kah el altından servis edilen “hiçbir yerde yok” dokümanları artık olağanlaştı. Bir de “İslamcı medya” var ki AKP’nin elleri iyi çalışsın diye bağırıp duruyor.

‹fiTE B‹R ÖRNEK: YEN‹ fiAFAK Tekel işçilerinin direnişinin başladığı 14 Aralık’tan 31 Ocak’a kadar geçen sürede Yeni Şafak’ın birinci sayfalarına bir göz attık. Bu 49 gün içinde Ergenekon ve bağlantılı haberler 34 gün birinci haber olmuş, ergenekonun haber olmadığı hiçbir birinci sayfa olmamış. İsrail 7 kere, Kürt sorunu 6 kere, yargı 1 kere ve YÖK de 1 kere birinci haber olmuş. Tekel işçileri 2 kere, olabilecek en ufak haber şeklinde yer bulmuş birinci sayfada. İlki 2 Ocak’ta

kaldırılacak dedi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu görüşe “günümüz hukuk anlayışıyla bağdaşmıyor” diyerek destek verdi. Aslında Gül bu sözlerle protokolden ziyade protokolün geniş yetkiler verdiği TSK’nın bu haliyle “günümüz şartlarıyla” bağdaşmadığını ifade etmiş oldu. “Günümüz anlayışıyla uyumlu” olacak yeni iç güvenlik konsepti için önerilen temel kurum ise İçişleri Bakanlığı bünyesinde kurulacak Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı. Müsteşarlığın kurulmasına dair çalışmalar çok daha önce başlamış olmasına rağmen bir süreden beri rafta bekletiliyordu. 13 Ocak 2010’da ise kanun tasarısı görüşülmeye başlandı. İlginç bir şekilde hayata geçirilmeye dönük adımları atılan yeni güvenlik konseptini ilk dillendiren, “TSK’ya asimetrik psikolojik harekat yapılıyor, bel altından vuruluyor” sitemlerinde bulunan Org. İlken Başbuğ. Ancak Başbuğ’un yaptığı öneride kurulacak müsteşarlık İçişleri Bakanlığı’na değil Başbakanlığa bağlıydı. Başbakan Erdoğan’ın TSK ile “sürekli paslaşıyoruz” sözleri bu açıdan bakıldığında çok daha anlam kazanıyor. Hedeflenen dönüşüm noktasında TSK ve AKP arasında bir uzlaşının olduğu ancak yaşanan çatışmanın altında bu uzlaşı sürecinden tarafların mümkün olduğunca güçlü çıkmak isteğinin yattığı görülüyor. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı “terörle mücadele kapsamında” politika ve stratejiler belirlemek; Genelkurmay, MİT, Emniyet istihbarat bilgilerini Müsteşarlık bünyesinde toplamak; tüm bu kurumların koordinasyon ve işbirliğini sağlamakla görevli olacak. Yani iç savaş konseptinin temel belirleyeni ordu olmaktan çıkartılıp İçişleri Bakanlığı’nın inisiyatifi artırılacak.

“Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dinçer, 4-C kapsamında çalışanlar ile TEKEL işçilerine yüzde 29'a yakın maaş zammı verdiklerini belirterek, TEKEL işçilerinin eylemlere son vermelerini istedi”. İkincisi ise 29 Ocak’ta “Erdoğan'ın, işçilerin 45 gündür yaptığı eylem nedeniyle üzüldüğünü ve sokaklarda kış şartlarında sıkıntı çektiklerini dile getirerek eylemin bitirilmesini istediği öğrenildi.” Zaman gazetesinin de geri kalır yanı yok. Gazetenin internet sitesi, Tekel işçilerinin haberlerini sadece AKP’yi destekleyecek durumlarda ana sayfaya taşıdı. Haberler Erdoğan, ılımlı mesaj verince öne geldi, direniş öne çıkınca geri gitti. Diğer örnekler; Vakit, Sabah, Yeni Asır, Takvim… da hiç farklı değil. Hepsi “Aaaaa Cambaza Bak” diyor.

Gözleri vardır görmezler ‘B

azı insanların kulağı vardır duymaz, gözü vardır görmez, dili vardır gerçeği söylemez’ R.Tayyip Erdoğan, TRT Genel Müdürlüğü’ne Amasyalı İbrahim Şahin’in gelmesinin ardından hem kurum içinde Amasyalı çalışanların sayısı artmış hem de Amasya ile ilgili her türlü program yapılmaya başlamıştı. Hatta İbrahim Şahin’in doğum yeri olan Akyazı Köyü ile ilgili bir belgesel hazırlanmıştı. İçişleri Bakanlığı’nda kontrolör olarak görev yapan Amasyalı Selami Karanfil, TRT Alım İkmal Dairesi Başkanlığı’na atandı. TRT Personel Dairesi Başkan Yardımcısı Cengiz Parlakyiğit’in yerine Amasya İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nde şube müdürü olarak çalışan Metin Yıldırım getirildi. Amasyalı TCDD Genel Müdür Yardımcısı Şükrü Kutlu’nun akrabası olan Ankara PTT Müdürlüğü’nde görevli Hakan Kutlu ise Şahin’in özel kalem müdürlüğüne atandı. TRT yayınlarında Amasya ile ilgili olarak, ilginç başlıklar taşıyan çok sayıda haber ekranlara getirildi. Amasya’da yapılan ışıklandırmalardan Amasya Tarihi kitabının basılmasına, Amasya’da yapılan deprem tatbikatından Amasya’da yapılan çiftçi yarışmalarına, Amasya’da yeni yapılan kamu binalarından Amasya Belediyesi’nin açtığı kurslara, Amasya’da okuma alışkanlığından Amasya semaverine kadar her şey haber oldu. TRT Amasya ile ilgili her haberi yaptı. Bir tanesi hariç. O da Tekel direnişinde bulunan Amasyalı işçiler. O işçiler Amasya’dan geldiklerini çadırlarına astıkları afiş ile gösterdiler. Ancak o afişi TRT duymadı, görmedi, söylemedi.

Direnişteki ideolojikler Tayyip Erdoğan “aranızda ideolojikler var” diyerek, Tekel işçilerini direnişi destekleyen solculardan uzak durmaya çağırsa da işçiler ideolojiklerin dayanışmasından razı. Ancak ideolojiklerin direniş alanında bulunarak ya da bulunmayarak sergilediği bazı tavırlar, bu rızayı yıpratabiliyor da. Bazı ideolojikler, işçi sınıfından başka Ufuklara yelken açıp parti kurmaya giriştiklerinden alana gelmeye, dayanışma eylemleri örgütlemeye tenezzül etmediler. Rahşan Ecevit bile ileri yaşına rağmen işçilerle sabahladı ama direniş hep Ufuksuz kaldı. Kimi sol grupların işçilere “bu sendikalara güven olmaz” diye sendika karştı propaganda yapması, ya moral bozdu ya da kimi işçilerin solcularla aralarına mesafe koyduğu bir soğukluk yarattı. Yıllardır kendini “devrimin biricik öncüsü” ilan eden partilerin afişlerle yaptığı ayaklanma çağrıları da gazetemiz yayıma hazırlanırken henüz yanıt bulmamıştı. İşçiler şaşkınlıkla, bir komünist partinin, “en çok hangi partinin dayanışmasından memnunsunuz” diye soran anketini yanıtlamakla meşguldü.

Art›k Çok-El olunmal› ‘A

maç, hak arayışı değil, hükümete karşı aleni bir kampanyaya dönüşmüştür. Pankartlara, sloganlara bakın. Şahsımı, partimi hedef alan…’ Ne olmasını bekliyordu Tayyip Erdoğan? Tekel işçileri hak mücadelelerini nasıl sürdürmeliydiler? Kampanyalarını, hükümete karşı değil de İsrail’e, muhalefet partilerine ve Ergenekonculara karşı mı yapmalıydılar? Ona göre Tekel işçilerinin asıl gündemi; Milli Güvenlik Belgesi, Emasya protokolü, Balyoz harekatı falan olmak zorunda. Ve üstelik evlerine gidip oradan izlemeliydiler bu gündemleri. Ve şükretmeliydiler. Çünkü o ve arkadaşları çok merhametliydi, 10 ayı 11 aya çıkartarak bir ay daha çalışmalarına izin vermişlerdi. Çok şefkatliydiler, açlık grevi yapmalarına ve soğukta kalmalarına ay sonuna kadar da sabredeceklerdi. Çok cömerttiler, teklif ettikleri ücretle, bu ülkede çalışacak milyonlarca işsiz, asgari ücretli vardı. Zaten bütün suç CHP’nin, MHP’nin ve Ecevit’indi.

Asıl onlar Tekel işçilerini kapı dışarı etmişti. (Suç ortakları işler kötü gidince suçu birbirine atarlar ya!) Suçun en büyüğü ise sendikacılardaydı. Sözlerinde durmuyor, işçiyi kontrol altına almıyorlardı. Kendisi (Tayyip) her şey gibi sendikacılığı da çok iyi biliyordu; çünkü oradan gelmişti. Ama işçilikten, sendikacılıktan gelip de dünyanın en zengin başbakanlarından biri olmayı nasıl başardığını anlatmıyordu elbette. Ama o külyutmazdı. Kandırılamazdı. Yetimin hakkını kadim dostlarına da ve kadim patronlara da yedirmezdi. Kadim dostu Çalık, ATV ve Sabah’ı alsın diye Vakıfbank’tan kredi vermez, Zapsu ve Boyner ilaç tekeli kursun diye eczacıların kuyusunu kazmazdı. Hele hele Tekel işçilerine yardıma gelenler yok mu, onlar ideolojikti, anarşikti, azılı düşmandı. Niye yardım ediyorlardı ki bırakın sürünsün, açlıktan ölsündü Tekel işçileri. En doğrusunu AKP medyası ve yardım kuruluşları yapıyordu.

Zaman, Yeni Şafak, Sabah görmüyor; İHH, Deniz Feneri duymuyordu. Bir de benzer dertten muzdarip olanlar vardı. Ne diyordu onlar için; komik. “Türk-İş’in önünde birikmiş 300-500 işçi var, bunların yanına gelen birçok kuruluşun da hiç alakası yok. Öğretmen Olamayanlar Birliği... gibi... Ne demek bu ya? Böyle şey mi olur? Türkiye’de bazı şeyler cidden komikleşmeye başladı.” “Adeta peygamber” “son Osmanlı padişahı” Tayyip Erdoğan’ın bu sefer işleri tıkırında gitmiyor. Ekmek mücadelesi, sınıf mücadelesi hilafeti de saltanatı da takmıyor. K›lavuzu Özal olan›n… Turgut Özal’ı hatırlayanınız vardır. Hani işçilerin, hakkında “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” diye slogan attıkları cumhurbaşkanı. 4-C de Özal zamanında icat edilmiş bir statü. Yıllık geçici işçi çalıştırmak için uydurulmuş. “Her şeyi orijinal” AKP iktidarı da 2004 yılında özelleştirilen kuruluşlardaki

çalışanları, kendi iktidarının devamına muhtaç bırakmak amacıyla 4-C’yi kullandı. 4-C statüsündeki işçiler yılın belli aylarında geçici süreyle çalıştırılıyor ve kapı dışarı bırakılıyor. Üstelik bu statüdeki işçilerin yıllık izin hakları yok, kıdem tazminatları yok. Ayrıca pazarlık hakları yok, toplu sözleşme hakları yok ve özellikle sendikaları yok. Biliyorlar ki sendikasızlaştırma güvencesizleştirmenin temelinde yer alıyor. Kısacası devlete göbekten bağlı haksız, hukuksuz “mevsimlik işçiler.” Neoliberal dönemin kapitalist devletinin ideal işçi çalıştırma yöntemi. Üstelik AKP’nin tebaa ve mümin zihniyetine ne kadar uygun. Tayyip Erdoğan’ın bu yöntemden asla vazgeçmem demesinin ilk nedeni bu. İkincisi ise gelecekte (başına) saklı. Çünkü sırada şeker, karayolları, ulaştırma, barajlar, enerji ve sağlık çalışanları var. Ve onun komik bulduğu ücretli öğretmenler. Ve çok daha komik bulacağı diğerleri.

Tekel işçilerinin taleplerini AKP hükümetinin karşılamamasının asıl nedeni; diğerleri. Çünkü sorun tekel işçilerine özgü değil ve çözümü onlarla sınırlı olmayacak. İşsiz, güvencesiz ya da çok az ücretle çalışan on binlerce insan da benzer taleplerle ortaya çıkacak. Ve yaratılan her kararlı direniş AKP’ye geri adım attırıp işçiler için yeni kazanımlar sağlayacak. Tekel işçilerinin yeterli görmediği kazanımlar (çalışma süresinin 11 aya çıkarılması, izin hakkı) bile, şimdiden diğer 4-C’liler için elde edilmiş durumda. Tekel direnifli sola da ö¤retiyor… Solun, Tekel direnişiyle ilişki kurmasındaki gecikmenin asıl nedeni, sınıf mücadelesi reflekslerini kaybetmiş olmasıdır. Uzun yıllardır ana gündemi işçi sınıfı mücadelesi olmayan sol, bu direnişi de bir günlük (en fazla birkaç günlük) bir protesto eylemi olarak algıladı. (Her fırsatta Türk-İş’in yanında yer almayı işçi sınıfı siyaset olarak sunan

EMEP’in nerede durduğu ayrı bir tartışma konusudur). Gecikmişlik, zorunlu olarak dışardanlığı getirdi. Ancak dışardanlığı getiren bir başka faktör ise ezbere dayalı siyaset yapma tarzı. Bu tarz ya kendisini sadece “yardım-yataklıkla” sınırlandırıp siyasal kimliği silikleştiriyor ya da dışarıdan bilinç götürmenin en karikatür biçimlerine bürünüyor. İdeolojik-politik-örgütsel gelişmelerini tamamlamış olan sol gruplar için geriye çok az şey kalıyor; “işçiler ayaklanın” emir kipiyle afişler yapmak, dergi isimlerini büyütmek ya da daha cüretkar olup kendisini teknik direktör ilan edip akıl hocalığına soyunmak. Çok-El olunmal›…. Tek amacımız, tekel işçilerinin eski ücretlerini ve eski haklarını alıp evlerinin yolunu tutmaları değilse bu kölelik düzenine son vermek gibi ‘gizli ve hain planlarımız’ varsa yapılacak olan iş, gidilecek olan yol bellidir; tek-el olmak, ‘Tekel ateşini’ çok-yerde çok-elle birlikte yakmak…


4

GÜNDEM 5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Kedinin asaleti eçtiğimiz günlerde hükümetin düzenlediği Alevi Çalıştayı, “özgürlükçü” İslamcı “aydınlar” Hüseyin Hatemi ve Ali Bulaç'ın “sivil toplum”culuğunun ve “çoğulculuğu”nun “Laik Devlet”e hariçten okunan gazeller olduğunu, konu “din” olunca, “dinin devleti” olunca, bu “özgürlükçü islamcı aydın”ların 12 Eylül'cüleri, DGM savcılarını, “Ergenekoncuları” aratmayan bir “tekçi”, “bölünmez bütünlükçü”, “beka” doktrineri olduklarını bir güzel gösterdi. “Kedinin asaleti fareyi görünceye kadarmış”... Dinci-gericinin “liberalliği”, “demokratlığı” da Alevi'yi görünceye kadar... Konu “Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi”. Ali Bulaç Çalıştay'da yaptığı konuşmada, ''Cemevlerine ibadethane statüsü verilirse bunun İslam'da bölünmeye yol açabileceği endişesini taşıyorum'' buyurmuş. Bulaç'ın bu görüşünün arkasındaki fikir silsilesini ise “tesettürsüz” haliyle Zaman Ferda gazetesindeki köşesinden Koç okuduk. ferdakoc@ Bulaç Zaman'daki hotmail.com köşesinde önce bir memnuniyetini dile getiriyor: “Alevi çalıştaylarının tümünde, Alevi sözcüleri Aleviliğin İslam-içi olduğunu özellikle vurguladılar. Bundan daha sevindirici ve rahatlatıcı bir beyan olamazdı.” diyerek söze başlıyor ve şöyle devam ediyor ‘Cemevleri’, ‘ibadethane’ olarak isimlendirilecekse, Alevilerin Sünnilerden kategorik olarak farklı bir ibadet tarzları olduğu anlamına gelir ki, bu bir dinin, yani İslam'ın içinde ‘iki mabet’ oluşması anlamına gelmez mi? Bir dinin iki mabedi olur mu? İki farklı mabet, iki farklı dini ima eder; mabet ortaksa eğer birden fazla mezhep mümkündür, meşrudur ve din içindeki çoğulculuğun gereği ve tezahürüdür... Aleviliğin bir fıkıh mezhebi olmaktan çok bir tasavvufi yorum olduğunu kabul etmemiz durumunda da, benzer pratikler vardır. Mesela Mevleviler ... Mevlevi dergâhlarını ...ikinci mabet gibi görmüyorlar. Mevlevilik, İslam içinde farklılığını muhafaza eden bir İslam yorumu, bir tarikat, bir inanç grubu olarak yer alıyor.” Alevi Çalıştayı'na Alevi örgütlerinin büyük bir bölümünün katılmadığını, yalnızca AKP'li ve AKP kuyrukçusu “Alevi” unsurların katıldığını biliyoruz. Alevilerin, İslam karşısındaki konumlarını ve genel olarak teolojilerini, Sünniliğe has kavramlar ve sınıflandırmalarla tanımlamadıkları da bir başka gerçek. Bulaç'ın bunları bilmemesi ise düşünülemez. Bulaç'ın Sünni “şovenizmi” ile devletin Türk “şovenizmi” arasında bir fark yok. Tıpkı devletin Kürt'ü Türkleştirdiği ölçüde vatandaş sayması gibi, Bulaç da Aleviliği “Sünnileştiği” ve hatta AKP'lileştiği ölçüde bir “inanç” olarak kabul edebiliyor. Şimdi “Alevi Çalıştayı”nın yerine hayali bir “Kürt Çalıştayı” koyalım. Bu çalıştayı da Kürt Özgürlük Hareketi boykot etmiş olsun ve yalnızca AKP'li veya AKP kuyrukçusu Kürtler katılmış olsun. Konumuz da “Kürt kimliği” ve “Kürtçe'nin ikinci resmi dil olması” teklifi olsun. Bulaç'ın cümlelerini bu tartışmaya adapte ederek yeniden kuralım: “Kürtçeye ikinci resmi dil statüsü verilirse bunun devlette bölünmeye yol açacağı endişesini taşıyorum... Kürt çalıştaylarının tümünde Kürt sözcüleri Kürtlüğün 'Türk milleti kavramının içinde' yer aldığını özellikle vurguladılar. Bundan daha sevindirici ve rahatlatıcı bir beyan olamazdı... Kürtler ayrı bir ulus olarak tanımlanacaksa ve Kürtçe'nin ikinci resmi dil olması istenecekse Kürtlerin Türklerden kategorik olarak farklı bir toplum oluşturdukları anlamına gelir ki, bu bir devletin, yani Türkiye Cumhuriyetinin içinde iki halkın bulunması anlamına gelmez mi? Bir devletin iki halkı olur mu? İki farklı halk, iki farklı devleti ima eder; “Milli birlik” varsa eğer birden fazla etnik-kültürel kimlik mümkündür, meşrudur ve ulus-devlet içindeki çoğulculuğun gereği ve tezahürüdür.” Bu sözleri alışageldiğimiz “evlerinde, sokakta birbirleriyle Kürtçe konuşsunlar, televizyonları da olsun” yaveleriyle devam ettirirsek, “Mevlevilik” örneğiyle de paralellik sağlarız. Bulaç'ın Aleviliğe giydirmeye çalıştığı elbise ile Türk şovenistlerinin Kürtlüğe giydirmeye çalıştıkları elbise arasında ne fark var? Aradaki yöntemsel benzerlik şaşırtıcı değil mi? Prof. Hüseyin Hatemi'nin üslubu ise açıkça “aşağılayıcı”, “otoriter” ve tehditkar... Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesinin, Aleviliği İslamiyet'ten uzaklaştırarak, farklı bir din haline gelmesine neden olabileceğini ileri süren Hatemi, ''Aleviler bunu istemiyorlarsa cemevinin aslında bir tarikat yurdu olduğunu bilmelidirler... Ancak ...tekke ve zaviyelerle ilgili kanun ... cemevlerinin başında Demokles'in kılıcı gibi durmaktadır. Sünni tarikatlar da 'onlara kabul ediyorsunuz, bize niye etmiyorsunuz' diyebilirler. Bu konuda toplumsal bir uzlaşmaya gidilmelidir'' diyor. Hatemi Aleviliğin ayrı bir mezhep bile olamayacağını, ancak bir tarikat olarak kabul edilebileceğini söylüyor. Hateminin bu söyleminin Erdoğan'ın “alt-kimlik Kürtlük, üst-Kimlik Türklük” abukluğundan yöntemsel farkını anlatabilecek olan beri gelsin! Üstüne üstlük Hatemi Alevilere, önce “tarikat” hırkasını giydiriyor, sonra da giydirdiği hırkayı çıkarmamak için Sünni tarikatların “özgürlüğü” için mücadele etmeleri koşulunu getiriyor. Konu “tarih bilinci” olunca Bulaç'ın Hatemi ile aşık atabilmesi mümkün değil. Bulaç Alevileri “Sünniliğe” asimile etme hevesinde, Hatemi ise Alevi Hamidiye Alayları'nın!..

G

Peki hükümeti kim seçti? Tekel işçilerinin direnişi karşısında sıkışan AKP, hak arayan tüm halk kesimlerini düşman ilan etti. İşçisinden işsizine, doktorundan eczacısına emekçileri kendi milletinin dışında gören AKP “benim milletim sermaye” diyor yayınlanan Enine Boyuna programında da çarpıcı biçimde ifade etti. Erdoğan, gazetecilere “Biz bu devleti adeta bir özel sektör mantığı ile mi çalıştıracağız yoksa geçmişten bu yana alışılmış haliyle mi yürüteceğiz?” diye konuştu. Erdoğan bu sözleriyle, sermayenin iktidarı olduğunu, halka sömürülecek, ortak zenginlikleri yağmalanacak, hakkı gasp edilebildiği kadar gasp edilecek öteki milletin, daha doğrusu öteki sınıfın mensupları olarak baktığını açık bir şekilde ifade etmiş oldu.

B

aşbakan, Tekel işçisinden itfaiyecisine, doktorundan eczacısına, öğretmeninden avukatına hak arayan tüm halk kesimlerini karşısına almaya devam ediyor. Erdoğan, “bizim oylarımızla oradasın” diyen emekçilere de “beni siz seçmediniz, millet seçti” diyerek, emekçiyi yurttaş yerine koymadığı düşündürücü bir ‘millet’ tanımı yapıyor. Tekel işçilerinin kararlı direnişini hazmedemeyen Başbakan, işçilerin “Türk-İş salla, hükümet düşüyor” sloganına cevap olarak “Avucunuzu yalarsınız, beni Tekel işçisi seçmedi, millet seçti. 15 milyonun tercihi AKP oldu” ifadelerini kullandı. Başbakan, sözlerini AKP’nin 2 Şubat günü gerçekleştirdiği grup toplantısında açık tehdide vardırdı. Erdoğan, Şubat ayı sonuna kadar Ankara’yı terk etmeleri için mühlet verdiği işçilere evlerine dönmedikleri takdirde saldırılacağını ima etti.

‘ÜN‹VERS‹TEY‹ B‹T‹REN ‹fi BULACAK D‹YE B‹R fiEY YOK’ Erdoğan grup toplantısındaki konuşmasında Tekel işçilerinin yanı sıra, ataması yapılmayan öğretmenlerden medyaya kadar geniş bir kesimi hedef alan açıklamalar yaptı. Erdoğan 310 bin öğretmenin güvenceli iş talebi karşısında, çözüm sunacağına “Her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir şey yok” diyerek siyasi dehasını sergiledi. Başbakan bu sözleriyle, yüz binlerin boş yere üniversitede okuduğu bir eğitim politikası izlediklerini de itiraf etmiş oluyor. Ama nedense, utanmadan etrafına saldırmayı tercih ediyor.

Ortadaki gözlüklü Türkiye Baflbakan›, yan›ndakiler de bakanlar›. Kendi halklar›na o kadar yabanc›lar ki kim hakk›n› isterse bizi siz seçmediniz diye ç›k›fl›yor. Mekanlar› saray, seçmenleri sarayl›, milletleri ise patronlar ‘BAKKAL OLAYI B‹TM‹fiT‹R’ Başbakan’ın gazabından bakkallar da kurtulamadı. “Sokak aralarında bakkal olayı bitmiştir” diyen Erdoğan, süpermarketlerin teşvik edileceği bir sürecin başladığının ve sayıları 100 bini bulan bakkalların kapanacağının sinyalini verdi. Erdoğan, bir çözüm(!) önermeyi de unutmadı: “Birleşip büyük market olun.”

Eczacılar ve doktorlar da AKP’nin milletinden değil. AKP, ilaç tekellerinin önünü açmak ve market eczane kurmak gibi heveslerini kursağında bırakan 25 bin eczacıyı yeni düzenlemelerle kepenk indirmeye zorluyor. AKP aynı tavrını tam gün yasasıyla doktorlara karşı da sürdürüyor. Erdoğan, sağlık hizmetinin ticarileşmesini ilerletecek olan tam gün

yasasına karşı çıkan 108 bin doktoru da milletten saymadı, “sırça köşk kahramanları” ilan etti.

‘BU DEVLET‹ fi‹RKET ‹B‹ YÖNET‹R‹M’ Hükümetin, emekçilere karşı takındığı bu tavra bakılırsa AKP ile işçiler, gerçekten de ayrı milletlerin insanları. Erdoğan bu mantığını TRT 1’de 31 Ocak günü

‘BOL KESEDEN MAAfi YOK’ AKP kurmaylarının, Tekel işçilerinin toplum nazarındaki meşruiyetini yitirmesi için yaptığı çoğu açıklama da aslında AKP’nin meşruiyetinin halk nezdinde sorgulanmasına yol açtı. Ayda 8 bin 200 lira maaş alan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ayda bin 200 lira maaş alan Tekel işçilerine “Artık bol keseden maaş verme dönemi bitti” diyerek çıkıştı. Zengin milletinin bakanının, yoksul milletini bu sözlerle ikna etmesi de pek kolay görünmüyor. Şüphesiz AKP’in hedefleri, eczacılar, doktorlar, öğretmenler, bakkallar ve Tekel işçileri ile sınırlı olmayacak. Tekel işçileri ile aynı saldırıyla yüz yüze olan 30 bin şeker fabrikası işçisi ve şekerde çalışan 250 bin mevsimlik işçi, çay ile geçimini sağlayan 200 bin kişi de AKP’nin gazabına uğrayacağa benziyor. Tüm emekçi kesimlere “beni siz seçmediniz” diye çıkışan, dolayısıyla “beni sadece patronlar seçti” diyen AKP, bunun siyasi sonuçlarını da hesaplamış olmalı.

Türkiye çocuk tutuklamada lider TMK mağduru binlerce çocuk haklarında somut bir delil olmadan tutuklanıyor, ağır cezalara çarptırılıyor

T

erörle Mücadele Kanunu (TMK) mağduru çocuk sayısının 3 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. 1991’de çıkan ve 2006 yılında AKP hükümeti tarafından yenilenen TMK yüzünden Türkiye’nin dört bir yanında yaşları 12-18 arasında değişen çocuklar terör suçlaması nedeniyle tutuklanıyor. Yüzde 95’ini Kürt çocukların oluşturduğu TMK mağdurları yetişkinler gibi gözaltına alınıyor, sorgulanıyor ve Ağır Ceza Mahkemeleri’nde yargılanıyor. Her gün yeni çocukların eklendiği bu sayı ABD ve İsrail’den sonra Türkiye’yi en çok çocuk tutuklayan 3. ülke konumuna getirdi. TMK mağduru çocuklar, gözaltı ve sevkler sırasında fiziki şiddete ve sözlü saldırılara maruz kalıyor. Gönderildikleri cezaevlerinde de infaz memurlarının ve konuldukları koğuşlardaki diğer tutukluların benzer muamelesine maruz kalıyor. Cezaevlerinde çoğu kez ırkçı saldırılara uğrayan ve adlilerin arasına serpiştirilen çocuklar aileleriyle yaptıkları görüşlerde sık sık içinde bulun-

dukları durumu dile getiriyor. Bazı cezaevlerinde yetişkinlerin kaldığı koğuşlara konulan çocuklar, hiçbir eğitim, sağlık hakkından yararlanamazken, pedagojik destek, hijenik ortam ve yeterli beslenme olanaklarından da yararlanamıyor. TMK mağduru çocukların büyük kısmı eylemlerde, okullarında, arkadaşlarının arasından ya da evlerine yapılan baskınlarla gözaltına alınıyor. Bu durum suçsuzlukları kanıtlandığında bile çocukların okulda ve mahallelerinde ayrımcı muameleye maruz kalmalarına neden oluyor. Birçok ilde polisin eylemler sonrasında, terli oldukları, nefes nefese oldukları, ıslandıklarını gerekçe göstererek ve bunu eyleme katılma işareti olarak sayıp gözaltına aldığı bu çocuklar büyük travma yaşıyor. Çocuklar gösterilerde yasadışı sloganlara katıldığı, yüzlerini kısmen ya da tamamen kapattıkları ve polis dağılın çağrısı üzerine taş attıkları iddiası ile 34,5 yıla kadar varan hapis cezalarıyla

Alevisiz ‘uzlaşma’ kolay oldu Alevi örgütlerinin protesto ederek katılmadığı Alevi Çalıştayı’nda zorunlu din dersleri, Diyanet İşleri Başkanlığı, cemevlerinin statüsü, Madımak Oteli gibi konularda “uzlaşmaya varıldı”

2

8 Ocak günü yapılan son Alevi Çalıştayı’nda Diyanet İşleri Başkanlığı'nın mevcudiyetini koruması, içerisinde Alevilerin de temsil edileceği bağımsız kurulların oluşturulması ve bütçeden Alevilere pay verilmesi konularında “fikir birliği sağlandı.” Madımak Oteli konusunda varılan “uzlaşma” ise burasının “güllerle donatılmış bir park” yapılması. Aleviler tarafından aynı alana yapılması talep edilen anıt ve müzenin “kimsenin tepkisini çekmeden uzlaşı içinde yapılmasının yolları

aranacağı” belirtildi. Din derslerinin seçmeli hale getirilmesi, “velilerinden görüş alınarak öğrencilerin kendi inancı doğrultusunda eğitim alması” olarak formüle edilirken uzlaşma, din derslerini zorunlu hale getiren 12 Eylül Anayasası'nın 24. maddesi çerçevesinde oldu. Alevi örgütleri olmaksızın varılan uzlaşma başlıklarının oluştuğu raporun en geç mart ayında tamamlanacağı söyleniyor. Alevi Federasyonu, çalıştay öncesinde bir açıklama yaparak

“AKP’nin sahte Alevi Çalıştayı’na katılmıyoruz” demişti. Açıklamada, CHP ve MHP’nin konuyu istismar etmeye çalıştığı ve AKP’nin çalıştayı Alevilere provakatör diyen Cem Vakfı Başkanı ile yürütmeye çalıştığı belirtilmişti.

Kimlikte din hanesi olmaz Sinan Işık adlı bir Alevi yurttaşın itirazlarını değerlendiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2 Şubat günü verdiği kararla nüfus cüzdanlarında din hanesinin doldu-

rulması zorunluluğunun kaldırmasını yeterli görmedi. Mahkeme, nüfus cüzdanlerında bir din hanesinin bulunmasını da ‘insan haklarına aykırı’ buldu. Işık, Türkiye’deki hukuk mücadelesinden sonuç alamayınca, 2005’te konuyu AİHM’ye taşımıştı. Uygulamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı olduğunu öne süren Işık’ın, Türkiye’deki girişimleri Aleviliğin din olmayıp bir mezhep olduğu gerekçesiyle geri çevrilmişti.

yargılanıyorlar. 24 yıldan 6 yıl 11 ay 10 güne kadar değişen hapis cezası alan çok sayıda çocuk var. Çocuk Hakları “İhlal” Ediliyor! 20 Kasım 1959'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edilen ‘Çocuk Hakları Bildirgesi’ne Türkiye 1990 yılında imza attı. Sözleşmeye göre; tüm dünya çocukları bu bildirgedeki haklardan din, dil, ırk, renk, cinsiyet, milliyet, mülkiyet, siyasi, sosyal sınıf ayırımı yapılmaksızın yararlanacaktı. Ancak hemen bir yıl sonra çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu TMK ile hem bu sözleşme hiçe sayılmış oldu, hem de ardı arkası kesilmeyecek gözaltı ve tutuklamalar başladı. Konunun sürekli meclis gündemine getirilmesine, cumhurbaşkanına iletilmesine ve kampanyalara rağmen yasada gerekli değişiklikler henüz yapılmış değil. AKP’nin gündeme aldığı kanun çerçevesinde sadece 3 maddenin değiştirilmesi öngörülürken, hukukçular ise bu değişikliğin yeterli olmayacağını ve uygulamada hiçbir şeyin değişmeyeceğini belirtiyor.


5

DÜNYA 5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Haiti’de neoliberal yıkım 7 H

aiti’de yüz binden fazla insanın yaşamını yitirdiği deprem, neoliberal politikaların sebep olduğu sosyal yıkımın doğal afetlerle birleştiğinde nasıl katliama dönüştüğünü gözler önüne serdi. Üretim yapamayan çiftçilerin kentlere göç etmesine, halkın eğitim, sağlık, beslenme gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmesine ve kamusal altyapının tamamen çökmesine neden olan, sömürgeleştirme ve on yıllardır uygulanan piyasa yanlısı politikalar, yaşanan doğal felaketin yüz binden fazla insanın öldüğü bir katliama dönüşmesine neden oldu. 1915 – 1937 yılları arasında ABD işgali altında kalan Haiti, ABD’nin askeri olarak çekilmesinden sonra askeri darbeler ve diktatörlüklere sahne oldu. 1950 yılında askeri darbe ile iktidara gelen General Paul Magloire’nin 1957 yılında genel grev sonucu istifa etmesinin ardından seçimle göreve gelen François Duvalier, daha sonra ülkeyi oğlu Jean Claude Duvalier ile birlikte sert bir diktatörlükle yönetti. Duvalierler döneminde ülke kaynakları ABD ve Fransa’ya peşkeş çekilirken, bu dönemde ülkede 100 bine yakın Haitili, askerler ve Tonton Macoute olarak bilinen milis güçleri tarafından öldürüldü. Soğuk Savaş sırasında ABD’nin müttefiki olan Duvalierlerin, ülkeye verilen dış yardımların yüzde 80’ini servetlerine kattığı tahmin ediliyor. ABD Başkanı Ronald Reagan yönetimini memnun edemeyen Duvalierlerin, 1986’da askeri bir darbe ile devrilmesinin ardından ülkede yeni bir darbeler dönemi başladı. 1988'de askerlerin kontrolünde girilen seçimlerde Laslie Manigat devlet başkanı olarak seçildi. Manigat, General Namphy tarafından yapılan askeri darbe ile iktidardan uzaklaştırıldı, daha sonra Namphy'e karşı General Prosper Avril tarafından bir askeri darbe yapıldı. Avril de kendisinden önceki askeri diktatörler gibi ülkeyi baskıyla yönetmeye devam ederken ABD'nin Haiti'ye müda-

Sucre’yle ilk işlemler başlıyor

L

atin Amerika için Bolivarcı Alternatif (ALBA) tarafından yapılan açıklamada, “sucre” adı verilen ortak para birimiyle ilk işlemlerin başlayacağını duyurdu. Venezüella Ekonomi ve Finans eski bakanı Ali Rodriguez, bu ilk işlemlerin sürecin sağlıklı işlediğini gösterdiğini söyledi. Rodriguez, birçok teknik problemin çoktan çözüldüğü bu dönemde gerçekleşen toplantıyı "ev bitti, artık boyamaya geçtik" diye tarif etti. Sucre'nin ortak para birimi olarak geliştirilmesi, Euro'ya kıyasla rekor hızda gerçekleşti. Rodriguez, “Sucre gibi bir sistem ve para birimine sahip olmak bölgesel birleşmeyi hızlandıracak ve üretim süreçlerini destekleyecektir” dedi.

Honduras’ta darbe rejimi yerleşti

H

onduras’ta 28 Haziran’da gerçekleştirilen askeri darbeyle devrilerek sürgüne gönderilen, ardından ülkeye gizli yollarla girerek Brezilya Büyükelçiliği’ne sığınan devlet başkanı Manuel Zelaya Honduras’tan ayrılarak Dominik Cumhuriyeti’ne gitti. Zelaya’nın ülkeden ayrılmasıyla darbeci rejimin yeni hükümetinin elini güçlendirmiş oldu. Zelaya, Dominik Cumhuriyeti devlet başkanı Leonel Fernandez ile uçağa binerken binlerce kişi uğurladı. Devrik başkan, “geri döneceğini” söyledi.

Haiti’deki depremde 100 binden fazla insanın ölmesinin nedeni yalnızca doğal afet değil. Asıl katil kamu hizmetlerini çökerten politikalar

iklim 5 kıta

Almanyal› iflçilerden grev karar› Almanya'da kamu alanında çalışanlar ücret artışı talebiyle uyarı grevi gerçekleştirecek. Yaklaşık 1,3 milyon kişi için yüzde 5 oranında ücret artışı talep eden sendikalar, hükümete ve işverenlere görüşme masasına dönmeleri çağrısında bulundu. Sendikalar ile hükümet ve işverenler arasında yürütülen görüşmeler sonuçsuz kalarak 10 Şubat'a ertelenmişti. Fransa’da ise demiryolu sendikaları iş güvencesi elde etmek için greve gitti. Sendikaların çağrısı üzerine her iki trenden birinin hizmet dışı kaldığı belirtildi.

Haiti’nin co¤rafi konumu, 10 binden fazla ABD askerinin ülkede bulunma amac› hakk›nda ipucu veriyor hale etmesi üzerine Avril iktidardan uzaklaştırıldı ve ancak Haiti halkı 1990’da yapılan seçimlerde Avril’in yerine IMF’ye direnen bir papaz olan Jean-Bertrand Aristide; oyların yaklaşık üçte ikisini vererek devlet başkanlığına seçti. Ancak Aristide üç yıl sonra askeri bir darbe ile ABD’ye sürgüne gönderildi. Neoliberal politikaların uygulanması koşuluyla ABD desteğiyle ülkesine dönerek ikinci kez seçilen Aristide, bu kez 2004’te askerlerin başkanlık sarayına düzenlediği baskınla tutuklanarak halen

sürgünde bulunduğu Güney Afrika’ya gönderildi. Sürgünde bulunduğu sırada yapılan bir röportajda devrik başkan Aristide, kendisine karşı yapılan darbenin sebebi sorulduğunda şu şekilde cevap vermişti: “Darbenin üç sebebi var: özelleştirme, özelleştirme, özelleştirme. Ben ülkemin diktatörlükten kurtulabilmesi için onların dayattığı neoliberal politikalara evet demiştim. Sadece 3 şeyin özelleşmesine karşı çıktım: Telefonun, elektriğin ve suyun.” Diktatörlüklerin ve IMF-Dünya

Bankası programlarının yol açtığı toplumsal yıkım, depremle birlikte neoliberal felaketin boyutunu gözler önüne serdi. IMF ve Dünya Bankası programlarının dayatmaları nedeniyle Haiti hükümetleri özelleştirme yapmak, asgari ücreti indirmek ve zaten yerlerde sürünen sağlık, eğitim ve altyapı hizmetlerini azaltmak zorunda kaldı. Yoksul Haiti halkı derme çatma barakalarda sağlık hizmetlerinden mahrum bir biçimde yaşıyor. Haiti’de sadece iki itfaiye teşkilatı bulunuyor. Pirinç üretimi 30 yıl öncesine

kadar kendi kendine yeten bir ülke olan Haiti, 1990’lı yılların ortalarında IMF-Dünya Bankası programı dâhilinde gümrük vergilerini indirdi ve ülke pirinç-çeltik üretiminde tamamen dışa bağımlı hale getirildi. Gümrük vergilerinin indirilmesiyle, ABD pirinç üretim fazlasını ithal eden Haiti’de bugün pirinç üretiminin çok küçük bir kısmı ülke içerisinde gerçekleştiriliyor. Pirinç üretimi yapan çiftçilerse, depremle yerle bir olan başkent Port-au-Prince’in varoşlarına göç etmek zorunda kaldı.

Rekor iflsizlik Avrupa’da işsizlik oranları Euro'nun tedavüle girdiği 1999'dan bu yana ilk kez yüzde 10'a ulaştı. Avrupa Birliği'nin istatistik kurumu Eurostat'ın açıkladığı verilere göre, Euro bölgesinde şu an 15 milyon 800 bin kişi işsiz. 27 Avrupa Birliği ülkesindeki toplam işsiz sayısınınsa 23 milyon kişi olduğu belirtildi. Avrupa Birliği ülkeleri arasında işsizlik oranının en yüksek olduğu ülke yüzde 22.8'le Letonya. Euro bölgesinde işsizlik oranının en yüksek olduğu ülke İspanya’da ise Kasım ayında 19,4 olan işsizlik oranı Aralık'ta yüzde 19,5'e yükseldi.

Napolyon’u yenmişlerdi A

merika kıtasının ilk keşfedilen bölgesi olan Haiti, Avrupalı sömürgecilerin ana üslerinden birisi haline geldi. Sömürgeci fetihler sırasında bu bölgede katledilen insan sayısının milyonları bulduğu ifade edilirken, 18’inci yüzyılda ülke Fransız korsanların eline geçti. Fransızların ülkede daha sonra şeker ve kahve üretimine başlamasıyla, Haiti 18’nci yüzyılda en zengin Fransız sömürgelerinden biri haline geldi. Bu dönemde şeker ve kahve üretiminde çalıştırılmak üzere 800 bin kadar Afrikalı kölenin Haiti’ye getirildiği tahmin ediliyor. 1789 Fransız Devrimi’nin ardından ülkede yaşayan siyahlar ve yerliler, Vatandaş ve İnsan Hakları Bildirgesi’ne göre kendilerinin de Fransız vatandaşı olduğunu söyledi. Adada başlayan isyan karşısında geri adım atan Fransa köleliğin yasaklandığını ilan etti. Ancak bu yasak 1802’de Napolyon Bonapart’ın emri ile iptal edildi. Toussaint L’ouverture ve Jean-Jacques Dessalines önderliğinde birleşen eski köleler, 1803’te Napolyon’un gönderdiği orduyu yenerek, ülkenin yerli

E¤itimciler sokakta

dilindeki “Haiti” adıyla bağımsızlığını ilan etti. 1804 yılında bağımsızlığını ilan eden Haiti, Latin Amerika’da bağımsızlığını kazanan ilk ülke oldu. Fransa Haiti’nin bağımsızlığını 1838’de 150 milyon Frank tazminat ödenmesi karşılığında tanıdı. Latin Amerika’nın en zengin ülkesi, Fransa’ya ödediği tazminat nedeniyle en fakir ülkeye dönüşürken, Haiti yönetimi bu tazminatı borçlanarak kapamak

zorunda kaldı. Birinci Dünya Savaşı sırasında 1915 yılında ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın emriyle ABD tarafından işgal edilen Haiti, 1937 yılına kadar doğrudan ABD işgali altında kaldı. ABD’nin askeri birliklerini çekmesinin ardından komşu ülke Dominik askerleri iki ülke arasındaki sınırda yaşayan Haitilileri katletti. Üç gün süren “Parsley Katliamı” sırasında 20 binden fazla Haitilinin katledildiği

tahmin ediliyor. ABD’nin Haiti’deki askerlerinin çekilmesinin ardından ülkede askeri darbeler ve diktatörlükler dönemi başladı. ABD güdümlü yönetimlerin bugüne kadar uyguladığı piyasa yanlısı politikalar ve Fransa’ya 1937 yılına kadar ödenen tazminatın yarattığı borç yükü Haiti’de yaşanan depremin yüz binlerce insanın öldüğü bir katliama dönüşmesinin altyapısını hazırlamış oldu.

Fransa'nın başkenti Paris'te yaklaşık 12 bin eğitim görevlisi eylem yaparak hükümete seslerini duyurdu. Eğitim Bakanlığı önüne kadar yürüyen eğitimciler, kamu sektöründeki işten çıkarmaları ve kamusal hizmetlerdeki kesintileri protesto etti. Eğitim Federasyonu (FSU) çağrısıyla düzenlenen eylem ile öğretim görevlilerinin kısıtlanan haklarına son verilmesi istendi. FSU çağrısına CGT Educ'action, SNALC-CSEN, SNLC-FAEN, FIDL ve ekonomi profesörleri de cevap vererek destek verdiler.

Doğal afetler ve komşu ülke Küba H

aiti’de gerçekleşen deprem ülkenin karşılaştığı ilk doğal afet değil. Geçen yıllarda Karayip ülkelerini vuran kasırgalar, Haiti ve Küba’da büyük tahribata neden olmuştu. Ancak Küba halkı yaralarını kısa sürede sarmayı başarırken, Haiti’de bugün olduğu gibi bir dram yaşanmıştı. 2008’de Haiti’de kasırgalar nedeniyle toplamda 600’den fazla kişinin öldüğü tahmin ediliyor. Küba’da ise kasırgadan önce 200 binden fazla kişinin evlerinden tahliye edildiği ve kasırgalar sonucu

sadece 4 kişinin yaşamını yitirdiği bildirildi. Neoliberal programların Haiti’yi nasıl bir ülke haline getirdiğini istatistiklerde daha net görmek mümkün. Ortalama yaşam süresi Küba’da erkekler için 76 yıl, kadınlar için 80 yılken, Haiti’de bu süre erkekler için 59 yıl, kadınlar için ise 63 yıl. Bebek ölümleri Küba’da binde 5 düzeyindeyken, Haiti’de bu oran binde 80. Küba’da okur-yazarlık oranı yüzde 100’ken, Haiti’de bu oran sadece yüzde 53.

Opel iflçileriyle dayan›flma Belçika'nın başkenti Brüksel'de kapanması planlanan Opel Antwerp fabrikası işçileri ile dayanışmak amacıyla 30 bin kişinin katıldığı bir yürüyüş düzenlendi. Brüksel’in Schuman meydanında başlayan yürüyüş Nord istasyonu önünde son buldu. Eylemde 'İşime dokunma', 'Opel işçileri ile dayanışmadayız' gibi pankart ve dövizler taşındı. Opel Antwerp fabrikasının kapatılması ile 8 binden fazla işçi işsiz kalacak.


6

İNSANCA YAŞAM 5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Topbaş’ın hesabı tutmadı İstanbul’daki ulaşım zammına verilen yürütmeyi durdurma kararına karşı “yürütenler”in itirazları reddedilirken, metrobüslerde başlayan parasız ulaşım hakkı kullanımı eylemleri otobüslere de sıçradı

İ

Dayak kâr etmez öfke büyüyor Ankara’da Bat›kentli kurumlar›n ulafl›m zamm›n›n geri al›nmas› ve paras›z ring otobüsü hakk›n›n geri verilmesi için bafllatt›klar› imza kampanyas› giderek büyüyor. Bat›kent halk› imza föylerini alarak sitelerinde, iflyerlerinde, otobüste, metroda sürekli imza topluyor, toplanan imzalar bir eylemle Büyükflehir Belediyesi’ne teslim edilecek. Zamlarla ulafl›m hizmetini soyguna çeviren ‹.Melih Gökçek, ulafl›m› ucuza getirmek isteyen Ankaral›lara da engel oluyor. Gökçek, daha önce ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi’nin kulland›¤› pasolara el koyma yöntemini gelifltirerek kullanmaya bafllad›. Ankara Büyükflehir Belediyesi’ne ba¤l› EGO 25 Ocak’tan itibaren tüm metro istasyonlar›nda “Paso kontrol noktas›” kurdu. EGO, pasosu olmadan indirimli kart kullanan herkese ya çift kart bast›r›yor ya da 92 lira para cezas› kesiyor. Belediye’den paso alman›n bedeli ise 20 lira. Halkevciler, 27 Ocak sabah› Bat›kent Metro ‹stasyonu’nun turnike girifllerinde imza toplarken güvenlik görevlilerinin sald›r›s›na u¤rad› ancak metro görevlileri, Bat›kent halk›n›n Halkevcilere verdi¤i destek karfl›s›nda çareyi polisi ça¤›rmakta buldu. Halk›n yo¤un deste¤i sonucu polis geri dönmek zorunda kald›. Metro dura¤›ndaki herkes kampanyaya destek verdi.

stanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) metrobüs zammına ilişkin verilen yürütmeyi durdurma kararına karşı bir üst mahkemeye yaptığı itiraz reddedildi. İstanbul 10. İdare Mahkemesi 20 Ocak’ta Halkevleri’nin açtığı dava sonucunda metrobüs zamlarında yürütmeyi durdurma kararı vermişti. İBB ve İstanbul Elektrikli Tramvay ve Tünel İşletmeleri (İETT), 21 Ocak tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’ne metrobüs zamları hakkında verilen yürütmeyi durdurma kararına itiraz etmişti. Mahkeme kararına göre: “Yapılan zam fahiştir ve elediyenin iç kaynak teminine yöneliktir. Şehiriçi ulaşım belediyenin asli görevleri arasındadır. Toplu taşımanın öncelikli amacı kamu yararını sağlamaktır. Belediyenin tüm giderleri vatandaştan karşılanamaz, kar zarar hesabı yapılamaz. Bu zamlar uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğuracağından uygulaması durdurulmaktadır” Mahkeme kararına göre, Kadir Topbaş’ın zammı geri çekmemek için artık bahanesi kalmadı. Ancak, jet hızıyla zam kararı alan Büyükşehir Belediyesi “Ne kadar fazla para koparırsam iyidir” mantığından vazgeçmiyor. İtirazın reddedilmesine karşın Kadir Topbaş “Mahkeme kararı daha elimize ulaşmadı” diyor. Böylece İstanbul Büyükşehir Belediyesi, itirazın reddedildiği 28 Ocak gününden itibaren ulaşım hizmetini kullanan İstanbullu-

ların tek kullanım başına 40 kuruşunu gasp ediyor. Kadir Topbaş daha önce öğrencilere verilen belediye burslarının kesilmesi kararını Resmi Gazete’de yayınlanmadan uygulamış ve bunda bir sorun görmemişti. Mahkeme kararı karşısında Zaman Gazetesi, kararı bir CHP-AKP çekişmesi gibi göstermeye çalıştı. Halkevleri Genel Sekrereteri Oya Ersoy, haberin hükümet yanlısı medyada bu şekilde verilmesini “hak gaspına karşı kazanılan başarının, AKPCHP çatışmasıyla üzerinin örtülme çabası” olarak yorumladı. Halkevleri, itirazın reddinin ardından 29 Ocak günü Belediye’nin önüne giderek bir eylem yaptı. Halkevciler,

“Tobaş’ın kıvıracak yeri kalmadı, kararı Topbaş uygulamazsa halk uygular” dedi. OKMEYDANI’NDA EYLEM Büyükşehir Belediyesi zammın durdurulması kararını uygulamamak için çaba sarf ederken metrobüslerde turnikelerden atlanılarak yapılan parasız ulaşım hakkı kullanımı eylemleri otobüslere de sıçradı. İstanbul Okmeydanı’nda 21 Ocak sabahı erken saatte işlerine giden mahalle sakinleri otobüs durağında karşılaştıkları Halkevcilerle beraber parasız ulaşım haklarını kullandı. Halkevciler sabah erken saatlerde Okmeydanı’ndaki Şark Kahvesi ve Anadolu Kahvesi duraklarında İstanbul’daki

ulaşım sorunu ile ilgili bildiri dağıttı. Bildiri dağıtımının ardından otobüslere binen Halkevciler yolcuların akbil basmadan binmesini sağladı ve birçok yolcu otobüslere akbil basmadan bindi. OTOBÜS fiOFÖRLER‹ DESTEK VERD‹ Okmeydanı halkı parasız ulaşım hakkını 5 otobüste fiilen kullandı. Maaşlarını zamanında alamadıkları için Büyükşehir Belediyesi'nin mağduru olan otobüs şoförlerinin çoğu halkın akbil basmadan otobüslere binmesine destek verdi. Sadece bir şoför kontağı kapatmakla tehdit ettiyse de otobüsteki yolcuların tepkisi üzerine hareket etmek zorunda kaldı.

Kars’ta dolmuş zammı protestosu K

ars Kafkas Üniversitesi öğrencileri, dolmuşlara yapılan zammı yürüyüş ve basın açıklamasıyla protesto etti. Kafkas Üniversitesi’nde okuyan 200 öğrenci 20 Ocak günü, Cumhuriyet Meydanı’ndan Belediye’ye kadar “Müşteri değil öğrenciyiz”, “Dolmuş zamları geri alınsın” sloganlarıyla yürüdü. Öğrencilere esnaf ve caddede yürüyenler alkışlarla destek verirken öğrenciler, dolmuşları yuhaladı. Belediye önünde basın

açıklaması yapan öğrenciler topladıkları 2 bin 500 imzayı Belediye’ye verdi ve zamların geri çekilmemesi durumunda dolmuşları boykot edeceklerini söylediler. Açıklamada eski tarifeyi ödemekte bile güçlük çektiklerini belirten öğrenciler, yeni zamlarla birlikte kış aylarında okula yürüyerek gitmek zorunda kaldıklarını söylediler. Öğrenci-ler 17 Ocak’ta intihar eden Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi ikinci sınıf öğrencisi Mustafa Zeytun'un maddi

sıkın-tılar nedeniyle intihar ettiğini belirterek “Daha Mustafa Zeytun gibi kaç arkadaşımızın ölmesi gerekiyor?” dedi. Kars’ta 1 lira 25 kuruş olan dolmuş fiyatları Ocak ayında 1 lira 50 kuruşa çıkartılmıştı. Kars’ta Belediye otobüsü yok. Şehir içi ulaşım dolmuşlarla sağlanıyor. Öğrencilerin protestosunun ardından dolmuş şoförleri Eğitim Fakültesi’ne giden öğrencilerden 1,25 lira yerine 1 lira almaya başladı.

‘MAZOT PAHALI NE YAPALIM?’ Konuyla ilgili olarak görüştüğümüz Kars Şoförler ve Otomobilciler Odası Başkanı Kıyas Alp, mazotun zamlanması ve araçların yıpranma masraflarının artması sebebiyle zam yaptıklarını söyledi. Mevcut tarifeyle araçların yıpranma paylarını zor karşıladıklarına değinen Alp, Kars’ta bulunan 300’e yakın araçta çalışan şoförlerin günlük yevmiyesinin dahi çıkmadığını belirtti.

Kadıköy’de bağış rezaleti ‘B O

‘Eyvah Mahmut Hoca geldi!’

kullarda zorunlu bağış toplanması çoğunlukla okul-aile birlikleri eliyle olurken istenilen parayı ödemeyen öğrenciler çeşitli yaptırımlara maruz kalıyor. Bu duruma son örnek ise İstanbul Kadıköy’den geldi. Kadıköy’deki Cenap Şehabettin İlköğretim Okulu’nda temizlik, projeksiyon, bilgisayar masrafları adı altında toplanan ve 150 TL’den başlayan “bağış” paralarını ödeyemeyen öğrenciler, isimleri panoya asılarak teşhir edildi. Okulda her dönem çeşitli adlar altında bağış toplandığını belirten veliler, paranın ödenmemesi durumunda çocuklarının isimlerinin okul girişindeki panoya asılarak teşhir edildiğini söylediler. Okul yönetimi ise okul-aile birliğinin temizlik giderleri için her sene “sadece 150 lira” topladığını ve bu parayı velilerin sadece yüzde 30’unun ödediğini, geri kalanların isimlerinin panoya asılmasının ise velilerin önerisi olduğunu söyledi.

urası okul, ticarethane değil!’ Hababam Sınıfı’nın Mahmut Hoca’sı, okullarını satmak isteyen müdüre karşı söylüyor bu sözleri. Mahmut Hoca’nın aksine 2008’de dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ise okulları satmaya kararlı bir şekilde “Öyle bir okul var ki Boğaz’ın yanında. Öğrencisi de kalmamış artık gidin görün” diyor. HABABAM SATILIYOR Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) 2003 yılından bu yana okulları satmak istiyordu ancak açılan davalar sonucunda satışlar durduruluyordu. 26 Temmuz 2008’de Torba Yasa olarak Meclis’e getirilen ve Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun arasına sıkıştırılan bir düzenlemeyle MEB’e bağlı okul arsalarının özelleştirilmesinin önü açıldı. Yetki Maliye Bakanlığı’na verildi. Maliye Bakanlığı, öğrencisi kalmayan ya da çok azalan okulların satılmasının hedeflendiğini söyledi rastlantıya bakın ki, bu okullara 2009’da öğrenci alınmamaya başlandı. Milli Eğitim müdürlükleri ve Valilikler satılacak okulların listesini

Vadi yıkımı unutmadı

A

nkara’da Dikmen Vadisi Halkı, 1 Şubat 2007 günü gerçekleşen yıkım saldırısının üçüncü yıldönümünde, Ankara Büyükşehir Belediyesi önünde bir basın açıklaması yaptı. Çeşitli meslek ve kitle örgütlerinden duyarlı vadi dostları eyleme destek verirken Mamak Barınma Hakkı Bürosu temsilcileri de, 1 Şubat saldırısının yıldönümünde vadi halkını yalnız bırakmadı. “Güzel ülkemizde, gerçek işgalcilerin kimler olduğunu bilenler olarak, evimize, toprağımıza, emeğimize ve onurumuza, her zaman sahip çıkacağız” diyen Vadi halkı, ıslıklarla ve sloganlarla, İ. Melih Gökçek’i ve yıkım politikalarını protesto etti. Basın açıklamasının ardından Vadili kadınlardan oluşan temsili bir heyet, üzerinde “1 Şubat 2007 Unutmadık” yazılı siyah çelengi Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ana giriş kapısına koydu. Vadi halkı, eylem sonrasında Tekel işçilerini ziyaret etti.

HES’lere yargı freni

R

ize İdare Mahkemesi, Fındıklı ilçesinde bulunan birinci derece doğal sit alanı olan Abu Çağlayan Deresi ile Çayeli Senoz Deresi üzerine kurulmak istenen iki ayrı Hidroelektrik Santrali (HES) Projesi, Rize İdare Mahkemesi’nin iki ayrı kararı ile durduruldu. Mahkeme santrallere onay verilmesini sağlayan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarına sadece prosedür gözüyle bakılamayacağına ve havza planlaması yapılmadan HES planlaması yapılmaması gerektiğine hükmetti. Bilirkişi heyeti, projenin yapılacağı bölgede hafriyat hesaplamalarının yeterli olmadığını ve bir derede birden fazla HES projesi planlandığını ortaya koymuştu. Çevreciler mahkemenin kararının halen Türkiye’de yapılmak istenen 1601 HES projesine de emsal teşkil edeceğini savunuyor.

Öğretmenlerden AKP’ye sıfır

İ

belirledi. Böylece İstanbul’da 22 okul, kenti yönetenler tarafından sermayenin kar hırsına teslim edildi. Hababam Sınıfı’nın çekildiği Üsküdar’daki Çamlıca Kız Lisesi de satılması planlanan okullar arasında yerini aldı. Satılması planlanan 22 okula bakıldığında hepsinin rantın yüksek olduğu Şişli, Beşiktaş, Bakırköy, Beyoğlu, Üsküdar,

Kadıköy’de veya ana ulaşım arterlerinin yakınlarında olduğu göze çarpıyor. MAHMUT HOCA YAfiIYOR MEB ve Maliye Bakanlığı her ne kadar okul arazilerinin satılmasını istese de Okuluma Dokunma İnisiyatifi okul arazilerinin satılmasına karşı mücadele yürütüyor. 2009’un

aralık ayında İstanbul’da EğitimSen 3 No’lu Şube’nin çağrısıyla kurulan Okuluma Dokunma İnisiyatifi Eğitim-Sen 3 No’lu Şube, TMMOB, Mimarlar Odası, EMEP, CHP, DSP, TKP, Halkevleri, TDH, ESP, Elele Kadın Derneği’nden oluşuyor. İnisiyatif her Perşembe EğitimSen 3 No’lu şubede toplantı yapıyor, eylemlerinde eğitim

hakkının bileşenleri olan veli, öğrenci ve öğretmenleri bir araya getiriyor. Okul arazilerinin satışının zamana yayıldığını belirten İnisiyatif, arazileri satılarak kapatılması planlanan okulların önünde basın açıklamaları yaparak ve imza kampanyası düzenleyerek kamuoyunda konuyla ilgili duyarlılık yaratmaya da çalışıyor.

lköğretim Okulları tatile girdi. Öğrencilerin büyük kısmı tıkanan e-okul sistemi sebebiyle karnelerini geç alırken, AKP karnesini hemen aldı. Ankara ve İstanbul’da liseliler, İzmir Gültepe’de de Seyfi Gülmez İlkokulu’nda çocukları okuyan veliler Başbakan’a karnesini verirken, Eğitim-Sen ise Ankara’da Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’ya karnesini verdi. Liseliler ve öğrenci velileri Başbakan’nın gericileştirmeye katkısına 5 verirken; işçi hakları ve bilimsel eğitim konularında 0 verdi. Eğitim-Sen üyelerine İşsiz ve Güvencesiz Eğitimciler Platformu’nun (İGEP) da destek verdiği eylemde, Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç sözleşmeli ve ücretli istihdam biçimlerinin yaygınlaştığına, piyasacı uygulamaların hayata geçirildiğine, gerici ve muhafazakar yapılanmaların arttığına dikkat çekti.


7

İNSANCA YAŞAM 5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Engelliye eğitim hakkı yok AKP, 2007 genel seçimleri öncesinde engellilerin eğitimini parasız yapmayı vaadetse de önce eğitimi verenleri adım adım güvencesizleştirdi. Şimdi de engellilerin eğitiminin maliyetini velilere yüklemeye çalışıyor

Özel E¤itim nas›l al›n›r?

M

illi Eğitim Bakanlığı (MEB) 9 Temmuz 2009’da zihinsel engellilerin eğitimini yapan özel eğitim kurumlarındaki ders (seans) sayısını 1 Ocak 2010’dan başlamak üzere 6’dan 8’e çıkarttı. MEB’in bu düzenlemesinin ardından 2010 yılı Bütçe Kanunu ile Maliye Bakanlığı ise zihinsel engellilerin eğitimine ayrılan bütçeyi belirledi. Geçen sene engellilerin seanslarda gördüğü bireysel ve grup eğitimi için 790.2 milyon lira ödenek ayıran Maliye Bakanlığı bu yıl için ise 950 milyon lira ödenek ayırdı. Maliye Bakanlığı ayırdığı ödeneği belirlerken 2010 yılı Ocak ayında eğitim gören öğrenci sayısının 2009 Ocak’ına göre azalmasını baz aldı. Öğrenci sayısı 207 binden 201 bine düşmüştü. MEB’in seans sayısını yüzde 33 arttırmasını dikkate almayan Maliye Bakanlığı ayırdığı ödeneği yüzde 20 arttırırken seans ücretlerine ise sadece yüzde 2’lik zam yaptı. Böylece devletin zihinsel engellilerin eğitimi için harcadığı ders saati parası 50 liradan 38 liraya düştü. Maliye Bakanlığı’nın son düzenlemesiyle özel eğitim kurumlarının ödenekleri azalmış oldu. Uygulamanın devam etmesi durumunda öğrenci sayısı az olan birçok küçük özel eğitim kurumu masraflarını karşılayamayacağı için kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Özel eğitim kurumlarının kapanmasıyla birlikte Türkiye’deki zihinsel engellilerin neredeyse tamamının eğitim hakkı elinden alınmış olacak. “ENGELL‹N‹N MASRAFINI A‹LES‹ ÖDES‹N” Maliye Bakanlığı ayırdığı ödeneğin ardından bir tebliğ yayımladı. Tebliğde zihinsel engellilerin eğitimine ayırdığı ödenekte kesinti yapmasının

Ülkemizde destek e¤itim ad› alt›nda MEB’e ba¤l› rehabilitasyon merkezlerinde bireysel ve grup e¤itimi veriliyor. Engelli yurttafl ilk olarak bir devlet hastanesinde heyet taraf›ndan muayene ediliyor, e¤er bir engel söz konusuysa e¤itim için bulundu¤u ilçenin rehberlik ve araflt›rma merkezinde (RAM) testlere tabi tutuluyor. Yap›lan testlerden sonra engellinin ne tür bir e¤itim alaca¤› belirleniyor. Daha sonra bu kurumlardan al›nan raporlarla istedi¤i bir rehabilitasyon merkezine kayd›n› yaparak rehberlik araflt›rma merkezlerinden verilen ders saati kadar e¤itim al›yor. ‘hesap hatası’ olmadığı ortaya çıktı. Tebliğin 2. maddesinde ayrılan bütçeyi aşan maliyetler için “bu tutarları aşan kısmı ise ilgililer tarafından karşılanır” ibaresi yer aldı. 2. Maddedeki “ilgililer” kısmına Bakanlık tarafından açıklık getirilmese de bu kısmın “veliler” olacağı herkes tarafından biliniyor. ADIM ADIM HAK GASPI AKP, 5 sene öncesinde sağlık güvencesi olan tüm engellilerin parasız verilen eğitim hizmetini MEB bünyesindeki okullarda herhangi bir sağlık güvencesi şartı aranmaksızın vermeye başladı. İki sene geçtikten sonra ise zihinsel engellilere verilen eğitim giderek paralı hale gelmeye başladı. AKP, 2008 yılında yatalak

Politeknik’ten

durumda olan ağır derecedeki zihinsel engellilerin devlet tarafından karşılanan eğitim hakkını ortadan kaldırdı. Ardından yüzde 20’den az engeli olan yani konsantrasyon bozukluğu, bir elini kullanamama gibi bedensel engeli olanların parasız eğitim hakkını ortadan kaldırdı. MEB, 2009 yılında zihinsel engelli çocukların devlet okullarına kaydını zorunlu tuttu. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu kayıt zorunluluğunu “Avrupa Birliği kriterlerine uyum” olarak gerekçelendirdi. Ancak hızla açılmak zorunda kalan özel eğitim sınıflarına ne uzman kişileri güvenceli atadı ne de sınıflar kriterlere uygun oldu. Açılan sınıflar gerekli materyalleri olmadan eğitime başlamak zorun-

da kaldı. Bazı özel eğitim kurumları ise küçük ve eğitim vermeye uygun olmayan bodrum kat gibi yerlerde olmasına rağmen eğitime başladı. Ayrıca 2009 yaz aylarında da okul çağında olan ve bir devlet okuluna devam eden engelli çocukların rehabilitasyonda grup eğitimi alma haklarını ortadan kaldırdı.Yani seans sayıları sadece bireysel eğitimle sınırlı kaldı. Engellilerin eğitimini paralılaştıran AKP, son iki yıl boyunca çıkardığı genelgelerle rehabilitasyon merkezi çalışanlarını da güvencesizliğin kucağına itti. Çocuk gelişimi mezunlarının ve psikolojik danışmanlık ve rehberlik bölümü mezunlarının imza yetkisine, yani ders verme yetkilerine kısıtlama

K›fl aylar›nda yüksek do¤algaz ve elektrik fiyatlar› belimizi büküyor ancak baz› önlemlerle ›s›nma giderlerimizi azaltabiliriz. NASIL TASARRUF EDEB‹L‹R‹M?

Bunlardan ilki enerji sistemini verimli kullanmak. Örne¤in kombimize küçük bir harcama ile oda termostat› takt›rabiliriz. Böylece istedi¤imiz s›cakl›¤› elde eder, cihaz›m›z› da verimli kullanabiliriz. Yo¤uflmal› kombiler düflük su s›cakl›klar›nda daha fazla ›s›t›r. Ancak bu kombiler, kalorifer sistemi kombiye uygun de¤ilse ve kalorifer petekleri küçükse yarar sa¤lamaz. Evimizdeki radyatörlerin üstünü örtmek son derece yanl›flt›r. E¤er odun ya da kömürle ›s›n›yorsak, sobam›z›n 3’te 2’sini doldurmal› ve duvardan en az 50 cm uza¤a kurmal›y›z. Sobam›za hava girifl ç›k›fl›n› sa¤lamaya ve içini temizlemeye özen göster-

meliyiz. Do¤algaz sobalar›nda filtre kullan›ld›¤› sürece, filtrenin her ay kontrol edilmesi gerekir. Tasarrufun bir baflka yolu da ›s› kay›plar›n› önlemektir. Kap› ve pencerelerdeki aral›klar› bant, sünger vb malzemelerle kapatmak ›s›nm›fl havan›n kaçmas›n› önler, bu bize yüzde 10’a kadar enerji tasarrufu sa¤layacakt›r. Hava kaçaklar› bir mum yak›p, alevinin hareket edip etmedi¤i gözlenerek ö¤renilebilir. Is› yal›t›m› yapmak ço¤u zaman pahal›d›r ama az parayla baz› önlemler al›nabilir. Tek katl› bir evde çat› aras›na yap›lacak yal›t›m duvarlara yap›landan dört kat daha ucuzdur. Malzeme yoksa çat› aras›na serece¤imiz eski battaniyeler, s›k›flt›rmadan koyaca¤›m›z paçavralar da ifle yarar.

YET‹fiM‹fi Ö⁄RETMEN AZ Eğitim fakültelerinde sınırlı sayıda kontenjanı bulunan Zihinsel Engelliler Sınıf Öğretmenliği bölümünün az sayıdaki mezunu sayıları hızla artan özel eğitim kurumlarına yetmemeye başladı. Böylece ilgili bölümün mezunları yerine sosyoloji, sınıf öğretmenliği, biyoloji gibi alan dışı bölümlerin mezunları özel eğitim okullarında, sınıflarında güvencesiz olarak çalıştırılmaya başlandı. İstanbul Şişli’deki tüm ilköğretim okullarında Zihinsel Engelliler Sınıf Öğretmenliği bölümü mezunu 2 öğretmen çalışırken, Beyoğlu ilçesindeki ilkokullarda

Radyatör tipi ›s›t›c›lar en güvenli Son dönemde kullan›m›n›n oldukça basit olmas› sebebiyle evlerde ve iflyerlerinde elektrikli ›s›t›c›lar tercih edilmeye baflland›. Ancak ›s›tma yöntemi ve tafl›d›¤› yang›n riski nedeniyle elektrikli ›s›t›c›lar›n büyük bir bölümü insan sa¤l›¤›n› tehdit ediyor. Kalorifer pete¤ine benzer radyatör sistemli ›s›t›c›lar ve hava ›s›t›c›lar› ›s›nma amaçl› kullan›lan di¤er elektrikli cihazlar. Hava ›s›t›c›lar› da radyant ›s›t›c›lar gibi ortamda bulunan oksijenin azalmas›na yol açarken, kumafl benzeri maddelerle temas› yang›n ç›karabilece¤i için dikkat edilmesi gerekir. Kapal› alan kullan›m› aç›s›ndan en uygunu ise radyatör tipi ›s›t›c›lard›r. ‹çerisinde kapal› olarak dolaflan

Is›nam›yorsak tasarruf edelim

getirildi, binlerce eğitimciyi işsiz bırakıldı yada güvencesiz olarak çalışmaya zorlandı.

ya¤› ›s›tarak ortamdaki havan›n ›s›s›n› bütünüyle artt›ran bu cihazlar yang›n ç›karma riski de tafl›mazlar. Ancak pratik olmas›ndan dolay› tercih edilen tüm elektrikli ›s›t›c›lar do¤algaz, odun, kömür kullan›lan di¤er ›s›nma yöntemlerine oranla oldukça pahal›. Uzun süreli ›s›nma için elektrikli ›s›t›c›lar› tercih edenler ne yaz›k ki ay sonunda yüksek elektrik faturalar›yla yüzleflmek zorunda kal›yorlar.

Radyant ›s›t›c›lara dikkat! Son birkaç senedir oldukça yayg›n kullan›lan k›z›lötesi, infrared, ufo gibi isimlerle de an›lan elektrikli radyant ›s›t›c›lar kapal› alan kullan›m›na uygun de¤ildir. Bulutlu bir havada beliren günefl misali anl›k ›s›tma sa¤layan ve sadece do¤rultuldu¤u kiflide ya da bölgede ›s›nma hissi oluflturan bu ›s›t›c›lar, bulundu¤u odan›n ›s›s›n› bütünüyle artt›rmaz. Dolay›s›yla insan› üst k›sm›ndan ›s›tmaya bafllayan bu ›s›t›c›lar, insan vücudunda en serin olmas› gereken bafl bölgesinin en s›cak olmas›na yol aç›yor. Ortamda bulunan oksijen oran›n› azaltan ve kuruluk hissi yaratan ozon gaz› oluflumuna sebep olan bu tip ›s›t›c›lar kapal› ortamlarda uzun süre çal›flt›r›lmamal› ve aç›k b›rak›larak uyunmamal›d›r.

Elektrikte tasarruf yalan m›? Elektri¤e ardarda yap›lan zamlar sonucunda vatandafl elektrik faturas›n› düflürecek tasarruf yöntemleri ar›yor. Bunlardan birisi de son dönemde bolca reklam› yap›lan ve elektrik faturas›nda % 40’a varan azalma yaratt›¤› öne sürülen cihazlar. 60 ile 160 TL aras›nda de¤iflen fiyatlara sat›lan bu cihazlar›n evin herhangi bir prizine tak›larak bofla giden enerjiyi geri kazand›rd›¤›, bu flekilde elektrik

faturalar›nda düflüfl sa¤lad›¤› öne sürülüyor. Hatta yap›lan küçük testlerle cihaz›n herhangi bir devreden geçen ak›m› nas›l düflürdü¤ü gösterilerek elektrik faturalar›ndan ma¤dur kiflilerin bu cihazlar› sat›n almas› sa¤lanmaya çal›fl›l›yor. Bu cihazlar gerçekte elektrik faturas›n› düflürücü hiçbir etki yapm›yor. Elektrik Mühendisleri Odas›’n›n piyasada sat›lan üç farkl› “tasarruf cihaz›” üzerinde yapt›¤› incelemede de cihazlar›n faturalar› düflürecek hiçbir etkisi olmad›¤› ispatland›.

Vatandafl ve ‘di¤erleri’ atandaş; yani yurttaş, yani yurtları, yurt duyguları bir olanlardan her biri. Sözlük böyle diyor. Şimdi bu tanıma göre 49 gündür maaşları, gelecekleri, çocukları için grevde olan Tekel işçileri vatandaş mı? Hayır, onlar ‘çalışmadan para alanlar’. Doktorlar, eczacılar, sağlık çalışanları vatandaş mı? Hayır onlar ‘bıçak parası, ilaç parası’ diyen grup. Peki öğrenciler, çocuklar? Hayır onlar da yemek, okul harcı gibi mevzularda yürüyen, sokakta taş atan küçük anarşikler. Emekliler, çiftçiler, memurlar sayılır mı? Asla onlar ‘analarını’ dahi yanlarına kataraktan ortada gözükmemesi gerekenler. Asgari ücretle çalışanlar, işsizler, Tuzla terSüheyla sanelerinde ölenler, E. Tezel gecekondu sakinleri, evsizler, Kürtler, Ermeniler, Halk›n Sa¤l›k Rumlar, azınlıklar, alevilHakk› Meclisi er, ateistler, deistler, engelliler, yoksullar, eş cinseller, düşünce suçluları –hani öldürmeyip de beslediklerimiz -, sokak çocukları, hayat kadınları, vatandaş mı, eleştirenler, okuyanlar, yürüyenler, düşünenler, konuşanlar, bütün bunları yapmasa bile içten içe sessizce destek verenler vatandaş mı? Hayır! Bütün bu saydıklarımız ‘Diğerleri’. Ne yazık ki sayıya vurduğumuzda -ki biliyoruz Avrupa Birliği kriteri için bile önemli olan istatistiksel anlam- bu ülkenin çoğunluğunu ‘diğerleri’ oluşturuyor, hadi bakalım. Oysa ki insan hakları, demokrasi, eşitlik, hukuk, barınma hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, korunma, insanca yaşayabilme, insanca ve onurlu yaşayabilme koşulları ‘vatandaş’ kavramı üstünden kurgulanmıştı. Şimdi bu ‘diğerlerini’ ne yapmalı ? Ne yapmalı ki görmemeli. Çünkü can sıkıcılar, vitrin bozucular en dibine inersek yanlış ve çirkinler, kısacası yakışmıyorlar ya! Ey ‘diğerleri’ insanca yaşayabilmeniz için önce ‘vatandaş’ olmalısınız. Vatandaş nasıl olunur? Şöyle ki; temiz pak giyineceksiniz, dini bütün olacaksınız -olmasanız bile en azından öyle gözükeceksiniz, besmeleyle başlayacaksınız söze-, eğitimli olacaksınız eğitimi severiz, İmam Hatib’i bir kere mutlaka bitireceksiniz üstüne şık olsun diye üniversite de bitireceksiniz. Erkekseniz ticaretle ve ticari politikayla uğraşacaksınız, kadınsanız üç çocuk yapıp eşinizin sağ omuz başında ama mutlaka bir adım gerisinde, mümkünse –ki niye mümkün olmasın- türbanınızla tatlı tatlı gülümseyip, müşfik ve şefkatli anne ve kadın olacaksınız. Çocuklarınıza yurt sevgisi vereceksin, ama çocuklarınız yurdu İstanbul’un bir semti olarak bilecek, Fatih, Florya, Bebek gibi. Onları dini bütün özel okullara yollayacaksınız, sonra yurtdışında eğitimlerine devam edecekler. Onlara ‘Diğerleri’nin ne kadar kötü, çirkin ve yanlış olduğunu öğreteceksiniz. Sonra ailede herkesin bir arazi aracı olacak, çünkü yollar tehlikeli, yollar ‘Diğerleri’ ile dolu. Vatanınızı 5 yıldızlı otellerde seveceksiniz, yurtdışına çıktığınızda vatanınızı özleyecek, ‘ah vatanım, vatanım’ diyeceksiniz, işte bunu yapabilmek için de sık sık yurtdışına çıkacaksınız. Serbest ekonomiyi, işlerin daha kaliteli olması için rekabeti, ticarette her yolun mubahlığını ve paraseverliği savunacaksınız. Geçmişinize, tarihinize –ama o sadece Osmanlı tarihi olacak, başka tarih yok zaten- sahip çıkacaksınız, gurur duyacaksınız ve yine 5 yıldızlı otellerde zaman zaman bu yönde kutlamalar toplantılar yapacaksınız. Büyükleriniz konuşurken saygıyla dinleyecek, gerektiği yerde başınızı sallayacaksınız. Fikir beyan etmenize gerek yok, gerekirse size söylerler o zaman tabi ki belli bir edep ve saygı doğrultusunda fikrinizi kısaca ifade edeceksin, nitekim burası özgür bir ülke. Eee tüm bunlardan sonra artık vatandaş oldunuz, bundan sonrasında bir şey yapmanıza gerek yok. Büyükleriniz zaten vatandaşını sever ve korur. ‘Diğerleri’ mi ? Onlar sokakta, bir kısmı Türk-İş binasının önünde oturuyor, 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkıyor, bir kısmı beyaz önlükleriyle hastane önlerindeler, bazıları çocuk ve kadın istismarına, şiddetine karşı yürüyorlar, bir çoğu sırtından vurulanlar için 19 Ocak’ta toplanıyor. ‘Diğerleri’ sokakta, ‘Diğerleri’nin cipleri yok, çünkü ciplere ihtiyaçları yok, onlar sokaktan, sokağın gerçeğinden, sokağın soğuğundan korkmuyorlar, sokak onların. Sokak, kendisine uygun görülen kadere razı olmayanların. Ne mutlu ‘diğeri’yim diyene!

V

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) www. halkinsesigazetesi.net / iletisim.halkinsesigazetesi.net 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.


8

EMEK 5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Güvencesiz çal›flt›rma ve “TEKEL etkisi” evrimci Sağlık-İş, Adana Balcalı Hastanesi işçileri önemli bir “kazanım” elde etti. Çalışma Bakanlığı şu günlerdeki düsturlarına taban tabana zıt bir karara imza atmak zorunda kaldı. Ancak herkes TEKEL direnişine odaklandığından olsa gerek, Adana’daki “kazanım”, güvencesiz çalışan işçilerin dışında herkesin “gözünden kaçmış” görünüyor. Hatırlatmakta fayda var: 1200 “taşeron” sağlık işçisi, Çalışma Bakanlığı’nın kararıyla yıllardır hizmet ürettikleri hastanesi’nin “kadrolu işçisi” oldular. TEKEL işçilerine, itfaiyecilere, ataması yapılmayan öğretmenlere tek tek çatarak “işsizliği ve güvencesiz çalışmayı kabul edeceksiniz başka yolu yok” diyen AKP’nin Çalışma Bakanlığı’ndan nasıl olup da böyle bir kararın çıktığı tartışmaya açık. Ama sonuç üzerinden hareket etmek gerekirse ortada “güvencesizliğe karşı mücadele” hanesine yazılmış çok önemli bir kazanımın olduğu bilinmeli. Yani bu kazanımın “hukuki” niteliğinden çok “politik Erhan yönüne” dikkat edilmeli! Peki, Günefl ama neden ve nasıl? Tayyip, TEKEL işçisine (ve Dev Sa¤l›k-‹fl topun ağzında sırasını E¤itim Uzman› bekleyen “güvenceli işçilere”) her seferinde milyonlarca asgari ücretliyi ve işsizi işaret ederek “kaderinize” razı olun, evinize dönün diyor. Yani güvencesizleştirmek istediği işçilere, diğer bir deyişle “yeniden işçileştirilme sürecinde olan geleneksel işçi kitlesine” her seferinde “zaten kronik işsiz olan ve güvencesiz çalışan yeni işçi kitlesini” örnek gösteriyor. Aslına bakarsanız Tayyip, bu örnekle “akıllıca” bir benzetme oluyor. Çünkü bu işçi kitlesinin (yeni işçi kitlesinin) neredeyse tamamı ne sendikalı ne de haklarını alabilmek için herhangi bir “harekete” sahipler. Ne başvurabilecekleri bir kapı ne de bu konuda herhangi bir perspektifleri var. Tayyip için, neoliberalizmin mağduru olan bu “doğuştan lanetlilerden” daha iyi bir örnek var mı? Güvencesiz çalıştırmanın en beter formlarından bir tanesi olan taşeron sisteminde çalışan işçi sayısı sadece sağlıkta 150 bini aşıyor. İşsiz ve güvencesiz çalışan işçilerin sayısı bugün 20 milyonu geçti. Yani günümüzde “ana gövdesi” güvencesiz çalışan bir işçi sınıfı profili var. Peki, bu “ana gövde”de hiç mi kıpırtı yok? Kuşkusuz var. Örneğin eğitim emekçileri. Ataması yapılmayan öğretmenler geçtiğimiz günlerde bir miting yaptılar. Fakat, güvencesiz eğitim emekçileri güvencesizliğe karşı mücadeleyi net bir politik tercih olarak önlerine koydukları ve sürekliliğini sağlayabildikleri bir forma ulaştırabilmiş değiller. Ve bu konudaki adres olabilecek Eğitim-Sen’in konuya ilgisi sıfır. Eğitim-Sen yöneticileri geleneksel iş kolu engelini “bahane” ediyorlar ama sorunun kökeninde fiili ve meşru mücadele geleneğinden gelen bir örgüt olmasına rağmen “geleneksel zemine ısrarla kendini hapsetme, yenilenmeme, politikasızlık” ve “örgütsel atalet” yatıyor. İstanbul’da itfaiyeciler de taşerona karşı başkaldırıya “giriştiler”. Mücadeleleri “güvencesizliğe karşı hak mücadelesi” iken Belediye önünde kurdukları çadırlarına “demokrasi çadırı” ismini vermeleri bile yaptıkları mücadeleye “yabancılıklarını itiraf eden” itfaiyeciler mücadelenin sonunu getiremediler ama bir şeyi açık etmiş oldular: Geleneksel sendikal merkezler neoliberal güvencesiz istihdam saldırısına karşı hangi politik stratejiyle nasıl mücadele edileceğini bilmiyorlar. Bunlara farklı alanlarda gelişen küçüklü büyüklü hareketlenme ve eylemlilikleri de eklemeli. Fakat mücadelenin bütünlüklü ve programlı bir şekilde “güvencesiz işçiler hareketi” içerisinde birleştirilmesi bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor. Devrimci Sağlık-İş’in Adana’daki kazanımının politik niteliği burada anlam kazanıyor. Neoliberalizmin emek piyasasında ana gövdesini işsizlerin ve güvencesiz işçilerin oluşturduğu 20 milyonu aşkın kitle örgütlenmek zorundadır. Örgütlenebilir. Ve “kazanılabilir”. Çünkü Tekel direnişinin de açığa çıkardığı gibi AKP’nin zayıf karnı “güvencesizliğe karşı mücadele ve hak mücadeleleridir”.Tayyip’e yatağında takla attıran TEKEL direnişi yarın bir gün bitecek. Sonucu ne olursa olsun herkes “bu direnişten çok şey öğrendik” diyecek! İşte o zaman Tayyip’in örneğinin akıllarda kalmasından daha iyi bir ders çıkarılabilir mi bilmiyorum. Çünkü Adanalı taşeron sağlık işçisinin yaptığının yanına iki tane daha koyduğumuzda “TEKEL ETKİSİNİN” ikiye katlanmaması işten bile değil.

D

Ercan yüzsüzlüğe devam ediyor B

ursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde bulunan Bükköy Madencilik’te 10 Aralık 2009’da meydana gelen patlamada 19 işçi yaşamını yitirmişti. Aradan geçen sürede işçi ailelerine yardım edebilmesi için tutuklanmaması gerektiğini, yardım edilmezse madeni kapatacağını söyleyen maden sahibi Nurullah Ercan yeni bir sözle gündeme geldi. Daha önce gazete ilanıyla ölen işçilerin ailelerine 15 bin lira yardım edeceğini söyleyip olayı kapatmaya çalışan Ercan bu kez de işçilere “sizi sokaktan kırbaçla toplayıp döve döve mi çalıştırdım?” diye sordu. Kazada kusuru bulunmadığını öne süren Ercan madende yeterli imkânların olduğunu ancak işletme müdürlerinin bu imkânları kullanmadığını söyledi. Ercan madene ihtiyacı olmadığını ve işçiler kendisine destek olmazsa madeni kapatabileceğini söyleyerek ses çıkarmamaları için işçilere gözdağı verdi.

Entes’te kazanan Kobatan

Ü

İşçi ‘merhamet’ değil ‘çalışma hakkı’ istiyor

mraniye Dudullu’da bulunan Entes Elektronik’ten kriz bahane edilerek işten atılan Gülistan Kobatan daha önce açtığı işe iade davasını kazandı. Kobatan 14 Mayıs 2009’dan bu yana Entes Elektronik önünde direnişini sürdürüyordu. Kobatan direnişinin 263. gününde (3 Şubat 2009) Üsküdar 2. İş Mahkemesi'nde görülen “işe iade davası”nı kazanarak çalışma hakkını yeniden kazandı. Entes’in kararı temyize götürmesi bekleniyor.

Liberalizm stajını yurt dışında yapan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bu kez öyle bir laf etti ki adeta tütünü yanlış sardı, sigarasını tersten yaktı. Şimşek’in AKP hükümetinin tek hatasının Tekel işçilerine ‘merhamet’ göstermesi olduğunu söylemesi büyük tepki topladı

M

aliye Bakanı Mehmet Şimşek sonunda neoliberal ekonomi sözlüğüne “merhamet” kelimesini de sokmayı başardı. “Merhamet” kelimesinin neoliberal literatürde tam anlamı, kamuya ait işletme-lerde çalışan işçilerin, işletmelerin özelleştirilmesi ya da kapatılması durumunda işten atılmak yerine 4/C statüsüne geçirilerek köleleştirilmesi. Bakan Şimşek Maliye Bakanlığı’nda düzenlediği basın toplantısında, günlerdir süren TEKEL işçilerinin eylemine yönelik “Bizim hükümetimizin varsa bir hatası, özelleştirme sonrasında ortaya çıkan, açıkta kalan işçilerimize karşı merhamet göstermesi. Eğer bir hata varsa o da merhametli olunmasından kaynaklanıyor" dedi. Bakanı ilk tepki Tek Gıda-İş Genel Sekreteri Mecit Amaç’tan geldi. Amaç, "Bakan yanıltıyor. Biz özelleştirilmedik. Yıllarca çalışıp vergi şampiyonu yaptığımız 43 işletmeyi kapattılar. Biz merhamet istemiyoruz, hakkımızı istiyoruz”

dedi. Bakan Şimşek yaptığı “merhamet” açıklamasını rakam hesaplarıyla süsleyerek, bilgi kirliliği yaratmaya devam etti. Şimşek, ayda 40 milyondan yılda 480 milyon liralık bir meblağı Tekel işçilerine ödediklerini ve bu ödenen meblağın halkın vergilerinden karşılandığını söyleyerek tartışmanın yönünü saptırmaya çalıştı. İşçilere ödenecek olan 480 milyon liranın polemiğini yapan Maliye Bakanı’nın kontrolündeki 2009 yılı Bütçesi’nde 86 milyar lira rantiyeye yönelik harcamalar için yandaşlara ödendi. Yalnızca alınan borçlar için yabancı ve yerli şirketlere 53 milyar lira faiz ödendi. Üretime yönelik hiçbir katkısı olmayan köy korucularına 372 milyon, istihbarat personeline ise 350 milyon lira harcandı. AKP hükümeti iktidara geldiğinden bu yana Tekel’i azar azar yok etmeye yönelik politikalar izledi. Tekel’in tasfiyesinin son hamlesini yapmaya çalışan AKP, bu kez karşısında işçileri buldu.

Hem de AKP’nin merhametine karnı tok olan, yapılan mücadeleler sonucu işçi sınıfının elde ettiği hakların bilinciyle direnen işçileri. Zaten AKP’nin ezberini de bu durum bozdu. AKP’nin bugün 4/C’li çalıştırmayı kamuoyuna “merhamet” gibi gösterme cesareti de bugüne dek işçilerin sessiz kalmasına dayanıyor. Sümerbank’tan başlayan, Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu ve SEKA’yla devam eden hatta Tekel’in daha önce Nurol-LimakÖzaltın-Tutsab Ortak Girişim Grubu’na ve BAT’a satılan bölümlerinin özelleştirilmesi sürecinde bugüne kadar işten atılma veya statü değiştirmesine işçiler böyle tepki göstermemişti. Daha önce işçiler de, sendikalar da özelleştirilmeler sonucu yaşanan iş ve hak kayıpları karşısında sessiz kalmıştı. Sessiz kalınan bu süreçler sonucunda özelleştirilen işletmelerin bir çoğu satılmış ya da kapatılmış, arazilerinin ve binalarının rantiye gelirleri peşkeş çekilmişti. Binlerce emekçi işsiz kalırken yaklaşık 20

bin işçi de özelleştirme mağduru olarak 4/C’li olmuşlardı. Bugüne kadar yapılan özelleştirmelerde kamuyu zarara uğratan başta AKP olmak üzere özelleştirmeci hükümetler zararlarının hesabını yapmak yerine işçilere ödeyecekleri paraların hesabını kamuoyuna sunarak yanılsama yaratıyor. 1985-2007 yılları arasında kamu işletmelerinin özelleştirmeden elde ettikleri gelir 14,3 milyar dolar, özelleştirme giderleri ise 13,9 milyar dolardır. Özelleştirme gelirlerinin tahsilatında ciddi sıkıntı yaşanmış, yalnızca TDİ’ye bağlı limanların özelleştirilmesinde kamu 725 milyon dolar zarara uğratılmıştır. Tekel işçileri bugün, 25 yıllık özelleştirme deneyiminin bir sonucu olan sosyal haklarının ve sendikal örgütlenmenin olmadığı bir statüyü kabul etmiyor. AKP, temel sendikal örgütlülüğü ortadan kaldırarak, güvencesizliği yaymak ve işçi haklarını yok etmek istiyor. Tekel işçileri ise AKP’nin ‘merhameti’ne karşı ‘çalışma hakları’nı korumak için direniyor.

4 - A, B, C, D, E (Hiçbiri) K

amu kurumlarında özelleştirme sonucunda kapatılan kurumlarda çalışan işçiler, tarihe “özelleştirme mağdurları” olarak geçti. Dönemin hükümeti, işçilere ölümü gösterip sıtmaya razı ederek 4/C’li çalıştırma biçimini kamu kurumlarında yaygınlaştırarak uygulamaya başladı. Tekel işçilerinin direnişi ile kamu kurumlarındaki istihdam şekilleri olan 4/A-B-C-D tekrar tartışılmaya başlandı. Devlet Memurları Kanunu’nda kamu hizmetleri olarak tanımlanan bu istihdam şekilleri:

4/A Memur: Devlet kurumlarında asli ve sürekli kamu hizmetlerini yapan ve görevlendirilen, asli ve sürekli personel. 4/A’da, iş güvencesi, çalışma saatleri, doğum, ölüm, yıllık izinler ve fazla mesailerde de ücret ve kamu sendikalarına üyelik ve özlük hakları 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda tanımlanmış ve güvence altına alınmış durumda. 4/B Sözleşmeli Personel: Devlet Personel Başkanlığı ile Maliye ve Gümrük Bakanlığı’nın görüşleri alınarak Bakanlar Kurulu’nca geçici olarak sözleşme ile

çalıştırılmasına karar verilen ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri. “İstisnai durumlara münhasıran” ve “geçici işlerde” istihdamı tanımlayan 4/B, istisnai ya da geçici olması söz konusu bile edilemeyecek sağlık gibi, piyasalaştırılan kamu hizmetlerinde yaygın olarak uygulanıyor. 4/C Geçici Personel: “Bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet olarak, Devlet Personel Başkanlığı’nın ve Maliye ve Gümrük Bakanlığı’nın görüşlerine dayanılarak Bakanlar Kurulu’nca karar verilen görevlerde ve belirtilen ücret ve

adet sınırları içinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kimseler.” 4/C’de, günlük çalışma süresi esnek olup, kıdem-ihbar tazminatı, doğum, ölüm, yıllık ücretli izinler ve örgütlenme hakkı bulunmuyor. 4/D İşçiler: Kamu kurumlarında sürekli çalışan işçileri tanımlıyor. 4857 sayılı İş Yasası’nın hükümlerinin geçerli olduğu bu çalıştırma sisteminde; çalışma saatleri, kıdem – ihbar tazminatı, doğum, ölüm, yıllık ücretli izinler ve fazla mesai ücretleri, sendikalı olma, grev ve toplu iş sözleşmesi hakkı bulunuyor.

Üye sayısı belirsizliği sürüyor H

er yıl sendikaların üye sayıları Çalışma Bakanlığı tarafından Ocak ve Temmuz aylarında olmak üzere yayınlanan istatistikle açıklanıyor. Bu istatistikle sendikaların toplam üye sayıları belirleniyor. İşkolunda çalışan toplam işçi sayısı üzerinden sendikanın örgütlülük düzeyi ve yüzde10 işkolu barajını aşıp aşmadığı ve buna bağlı olarak da toplu sözleşme yapma yetkisi belirleniyor. Ancak uzun zamandır 2821 ve 2822 sayılı sendikalar yasası ve grev ve toplusözleşme yasalarında değişiklik yapılması ve

sendikaların gerçek üye sayılarının SGK kayıtları üzerinden güncellenmesi gündemde. Kayıtlardaki uyumsuzluklar ve teknik nedenler gerekçe gösterilerek Bakanlıkla üç işçi sendikası konfederasyonu ve işveren sendikasının(!) bir araya gelerek imzaladıkları protokol/kanun teklifi ile güncelleme 1 Ağustos 2010 tarihine ertelendi ve son yayınlanan istatistik olan Temmuz 2009 istatistiği geçerli kabul edildi. “Hükümet sendikalara altı ay nefes aldırdı” diye sunulan bu anlaşma yapılmasa idi, işkolu

barajını geçen ve toplu sözleşme yapabilen sendika sayısı bir elin parmakları kadar bile olmayacaktı. Güvencesiz çalıştırma biçimlerinin alabildiğince yaygınlaştırıldığı, işten çıkarmaların, örgütlenme özgürlüğü üzerindeki baskıların arttığı, sendikasızlaştırmanın kural haline geldiği bu dönemde sendikalarla hükümet arasında yürütülen bu diplomasinin kıdem tazminatı, özel istihdam büroları gibi çeşitli unsurları içeren bir pazarlık sürecinin parçası olup olmadığı tartışılıyor.

Silikozislilere ücretsiz tedavi

H

içbir sosyal güvencesi olmayan silikozis hastaları ve Sağlık Bakanlığı'nın bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar listesinde bulunan hastalığı olanlar, sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanacak. Bakanlar Kurulu'nun değişiklik yapılmasına ilişkin kararı, Resmi Gazete'de yayımlandı. Buna göre, sağlık hizmetleri tarifelerinden muaf tutulacakların kapsamı genişletilerek sosyal güvencesi olmayan silikozis hastalarının ücretsiz sağlık hakkı tanındı.

Davutpaşa katliamı unutulmadı

D

avutpaşa’daki 5 katlı iş merkezinde bulunan maytap atölyesinde 21 kişinin ölümüne, 117 kişinin yaralanmasına neden olan patlamanın 2. yıldönümünde olay yerinde anma töreni düzenledi. İş merkezinin bulunduğu Çifte Havuzlar Caddesinde toplanan aileler, “Davutpaşa’yı unutmadık unutturmayacağız” yazılı pankartın arkasında ellerinde karanfiller ve patlamada kaybettikleri yakınlarının fotoğrafları ile patlamanın olduğu yere yürüdü.


9

EMEK 5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Marmaray iflçisi ‘dur’ dedi

M

armaray projesi inşaatında kötü çalışma koşulları, düşük ücret ve sigorta primlerinin düzenli ödenmemesi nedeniyle 16 Ocak’ta iş bırakan taşeron Polat Deniz İnşaat işçilerinin direnişi sürüyor. Marmaray projesinde arkeolojik kazı yapan işçilerden 20’si kötü çalışma koşullarını SSK’ya şikayet ettikten sonra işyerine alınmamaya başlandı. Bu

Grevi k›rmad›lar, sendika dediler

olayın ardından Polat Deniz İnşaat firmasında çalışan işçiler iş bıraktı. İşçiler hukuki mücadele başlattılar. 2007 yılından bu yana projenin Yenikapı şantiyesindeki ana firma Gama-Nurol'un taşeronu Polat Deniz İnşaat, işçilerin maaşlarına zam yapmıyor, sigorta primlerini eksik yatırıyor. Üstelik iş güvenliği için işçilere eldiven ve çizme de verilmiyor.

G

aziantep Organize Sanayi Bölgesi’ndeki Çemen Tekstil işçilerinin 14 Ocak’ta başlattıkları grev sürüyor. İşverenin grev kırma girişimlerini boşa çıkartan grevdeki 525 işçiye Gaziantep’teki ilerici dernek, siyasi parti ve sendikaların desteği sürüyor. Çemen Tekstil işçileri 12 Ocak’ta toplu iş sözleşmeleri görüşmelerinde anlaşma

Öğretmen de ‘kadro’ dedi B

aşbakan Erdoğan 2 Şubat günü gerçekleşen AKP grup toplantısında hükümetin saldırı programına karşı hakkını sokakta arayan herkese çattı. Tekel işçilerine ver yansın eden Başbakan’ın öfkesinden, atanamadıkları için örgütlenen ve eylem yapan öğretmen adayları da nasibini aldı. Erdoğan AKP Grubunun kürsüsünden 31 Ocak günü kadro ve yeni atamaların yapılması talebiyle Ankara Abdi ipekçi Parkı’nda miting yapan eğitimcilere şöyle seslendi: ''Türkiye'de bazı şeyler cidden komikleşmeye başladı. Ne demek Öğretmen Olamayanlar Birliği? Bunun imtihanı vardır, bilgisayar ortamında girersin, kazananlar kazanıyor. İşte bak bu yıl da 40 bin alıyoruz. Bu 40 binin içine giren girecek. Bu 40 binin dışında kalan, 'Biz bunun dışında kaldık, bizim halimiz ne olacak?' Kardeşim dünyanın hiçbir yerinde bir fakülteyi bitiren veyahut da ne bileyim bir eğitim enstitüsünü bitiren, değişik uygulamaları var, öğretmen olmuyor diye bir şey yok ki? Aynı şekilde 'üniversiteyi bitiren herkes iş buluyor' diye bir şey yok ki?” Başbakan’ın ne demek diye sorduğu “Öğretmen Olamayanların Birliği” ile kast ettiği atanamayan veya ücretle çalıştırılan eğitimcilerin oluşturduğu Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu, Eğitim Emekçileri Derneği, İşsiz ve Güvencesiz Eğitimciler Platformu gibi örgütlenmelerdi. Bu örgütlerin her biri atanmayı bekleyen ve sayılarının 310 binden fazla olduğu bilinen eğitim emekçileri tarafından kuruldu. KPSS’ye girerek Bakanlık tarafından açılan

A

taması yapılmayan öğretmenler, dershanelerde düşük ücretlerle çalıştırılan eğitimciler kadro ve güvence istiyor, Başbakan ise oralı değil

kadro sayısı oranında yapılan atamalar ne öğretmen açığına çare oluyor ne de işsiz kalan yüz binlerce öğretmen adayına deva oluyor. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun açıklamalarına göre Türkiye’de 76 bin öğretmen açığı var. Atanamayan eğitim emekçileri bu orana ücretli çalıştırılan 61 bin öğretmenin doldurduğu boşluğun da eklenmesi gerektiğini söylüyor. Üstelik bu boşluğu doldurmak için öğretmenleri

kadrolu atamayı tercih etmeyen bakanlık her yıl yaptığının aksine bu yıl üç yerine iki atama gerçekleştirdi ve şubat ayında yaptığı öğretmen atamalarını bu yıl yapmadı. SORUNLAR M‹T‹NGDE D‹LE GET‹R‹LD‹ Binlerce öğretmenin Şubat ayında kadro açılmaması üzerine duyduğu öfke, ücretli çalıştırma (4/C), dershanelerde ağır koşullar-

da ve düşük ücretle çalışmaya karşı isyanla birleşince 31 Ocak günü eğitim emekçileri Abdi İpekçi Parkı’nda buluştu. Şubatta yapılmayan atamaların yapılması ve eğitim alanında kadrolu, vekil, ücretli, sözleşmeli gibi farklı statülerde çalıştırılmaya son verilmesi talebiyle düzenlenen mitinge farklı eğitimci örgütleri katıldı. Eğitim Sen’in de destek verdiği mitingde Hükümetin eğitim politikalarına eleştiri vardı. Yapılan

konuşmalarda binlerce öğretmenin atamaları yapılmayarak işsiz kaldığı bir o kadarının da işsizliğe mahkum olmamak için düşük ücretlerle ve güvencesiz biçimlerde özel sektörde çalışmak zorunda kaldığı söylendi. KPSS VE FARKLI STATÜDE ÇALIfiTIRMA KALDIRILSIN Mitingde hükümet kadar kamu sendikalarına da eleştiri ve sitem vardı. AYÖP Dönem Sözcüsü Şafak Bay yaptığı konuşmada kendi sorunlarını anlattıktan sonra kamu çalışanları konfederasyonlarına üye eğitim emekçileri sendikalarına seslenerek “Ücretli öğretmenleri asil üyeniz gibi algılayıp gerekli duyarlılığı gösterin. Devlet, bizi öğretmenden sayıp sendikalı olma hakkını tanımıyor, ama siz öğretmenlere sahip çıkın” dedi. Bay’ın çağrısı anlamlıydı; çünkü 4/C statüsünde çalıştırılan veya işsiz öğretmenlerin yasal olarak sendikaya üye olma hakları yok. Fakat bugün eğitim hizmetinde yaşanan sıkıntıların önemli bir parçası da işsiz ve güvencesiz eğitim emekçileri. Bu bağlamda mitinge katılan eğitim emekçileri örgütlerinin talepleri netti: Ataması yapılmayan tüm öğretmenlerin atamasını yapılmasını ve öğretmen yetiştirilen fakültelere ihtiyaç kadar öğretmen adayı alımı yapılması, ücretli öğretmenlik basta olmak üzere öğretmenleri aşağılayan ve mağdur eden apoletlerin koşulsuz kaldırılması, KPSS yerine daha şeffaf bir atama sistemi getirilmesi. Binlerce işsiz öğretmenin çağrısının muhatabı olan hükümetin tavrı ise Başbakan’ın açıklamasıyla anlaşıldı “Her üniversite bitiren iş bulacak değil.”

Devri biten bakkallar değil Başbakan B

aşbakan Erdoğan bir alışveriş merkezi açılışında bakkallara seslendi. Erdoğan, bakkal esnafın şikâyetlerini bildiğini ve bu sorunun çözümünün birleşip süpermarket açmakla aşılacağını söyledi. Erdoğan’ın açıklamalarına karşı bakkallarımızla bu açıklamayı ve şu anki durumlarını konuştuk… Metro Market: Hasan Akdo¤an Başbakan’ın bu sözüne kesinlikle katılmıyoruz. Bakkal işletmek o kadar kolay ve kazançlıysa gelsin işletsin. Avrupa da küçük

esnaflar korunuyor ama Türkiye de eziliyor. Esnaf krizin etkisiyle ayakta zor durur hale geldi borç olmayan kartlarımız şimdi hepsi borç yüklü. Çok kötü durumdayız. Çetin Market: Çetin Soylu İnsanlar geldikleri yeri unutursa ne söylediklerini bilmezler. Şu anki durumum çok bozuk. Böyle insandan böyle başbakanlık beklenir. Ne çektiğimizi biz biliriz, zaten borç batağındayız. Başbakan oğluna verdiği krediyi bize de versin açalım süpermarket. Bu hayat artık zor geliyor.

Baba o¤luyla anlaflam›yor

Bu ak›ldan bu fikir ç›kar

Bakkallar birleflmeli

‹kizler Market: Tayyip her yerde bir laf söylüyor biz onun laflar›na uyacak de¤iliz. Baba o¤lu ile anlaflam›yor biz nas›l baflkas›yla anlaflal›m. Çok meflhur bir laf oldu ama, Baflbakan “te¤et geçti” dedi. Sizce kriz te¤et geçti mi? Kriz bütün esnaf› vurdu kira ödeyemez duruma geldik. Kriz Baflbakan›n dedi¤inin aksine biz esnaf› hiç te¤et geçmedi. Hepimiz krizden etkilendik.

Dimar Market: Ahmet K›z›lkaya Baflbakana helal olsun bu laf›ndan dolay›. Ondan beklenir zaten bir tek. Bakkal sisteminden yararlanan binlerce insan var. Bakkallar kapat›l›rsa insanlar ne yapar Baflbakan’a sormak laz›m. Bizim yeflil sermaye ile ba¤lant›m›z olmad›¤› için ondan da faydalanam›yoruz. Kendisi ve çevresindekiler süpermarket sahibi oldu¤u için hava hofltur. Bakkallar kapand›¤› zaman bu kadar küçük esnaf ne ifl yapacak. Baflbakan unutmas›n ki bugünün yar›n› da var. Biz bakkal amcalar, seçimlerde onu emekli day› yapaca¤›z…

Furkan Market: Hatice Kaplan Çok saçma bir fikir. Bakkal demek mahallenin anas› babas› demektir. Bakkal veresiye verir, yeri gelir halk›na yard›m eder; ama süpermarket nas›ld›r biliriz. Kriz yok diyen Baflbakan duysun kriz bizleri de etkiledi, kimse de ifl yok para yok; gücümüz kalmad› yetti art›k. Bakkallar›n birleflmesi laz›m evet ama yürümek için birleflmesi laz›m. Yak›nd›r bakkallar›n birleflip hükümeti protesto etmesi, tepkilerini göstermesi.

sağlanamadığı için 14 Ocak’ta greve çıkmıştı. Grevin ilk gününde işçiler polisin saldırısına maruz kaldıysa da grev sürdü. Çemen Tekstil’in patronu, DİSK Tekstil Sendikası’nın toplu sözleşme çağrısına rağmen görüşmelere katılmadı, resmi arabulucu davetine de gelmedi. Grev nedeniyle işe alınan 200 işçinin büyük bir kısmı da sendikaya üye oldu.

Umudu büyüten ne? u satırların yazıldığı sırada TÜRK-İŞ’le hükümet arasındaki görüşme sonuçlanmış ve bir anlaşma sağlanamadığı belli olmuştu. Bundan sonrası artık emek güçleriyle hükümet arasındaki mücadeleye bağlı olacaktır. “Merhamet satıcısı” Tayip Erdoğan, peşinde kamera ordusuyla yoksul evlerinden içeri dalarken, valilerine yoksulları ziyaret edin talimatı verirken, çocuklarına biraz daha güvenceli bir gelecek vermek için mücadele eden Tekel işçilerine hiç yüz vermiyor. Çünkü bu “merhamet satıcıları”nın merhametine mazhar olabilmek için “muhtaç” olmak gerekir. Muhtaç olmak yetmez aynı zamanda “çaresiz” olmak gerek. O da yetmez “teslim” olacaksın. Eğer muhtaç olup ihtiyacını gidermek için çabalarsan bu din tüccarlarının ilgi alanına girmezsin, kendini çaresiz hissedip yine de gururunu korumaya çalışırsan yine olmaz. İlla teslim olacaksın, göstermelik de olsa yapacaksın bunu. Ya gidip Tufan AKP’ye üye olacaksın ya Sertlek tarikata gireceksin ya da bir cuma namazında ortalık yerDev Sa¤l›k-‹fl lerde görüneceksin. Böyle Genel Sekreteri yaptığında Tayip Erdoğan uzun boyuyla yüzünü sana doğru hafifçe yaklaştırır ve gözlerinin kenarlarından yüzüne yayılan merhamet çizgisiyle şefkatli ellerini dokunarak seni kutsar. “İşte benim vatandaşım!” diye gururla bahseder senden. Ama eğer haksızlığa uğradığını düşünmüş ve direnmeye karar vermişsen, istediğin kadar yoksul ol, istediğin kadar muhtaç, aç… O senden sadece nefret eder. Çünkü merhamet dilenmiyorsundur. Çünkü o sadece merhamet satabildiği zaman kendini var edebilir. Sen hakkın olan bir şeyi talep ederken, “yetimin hakkını yedirmem” demekten hiç utanmaz. Sen istediğin kadar “Tekel’i kaç kuruşa peşkeş çektin, o zaman yetim hakkı yenmiyor da ben hakkımı isteyince mi yeniyor?” diye haykır. O duymaz, duymazlıktan gelir. Çünkü o, çünkü onlar Muhammed’e inanır gibi inanmakta, Allah’a tapar gibi tapmaktadırlar paranın gücüne. Bu nedenle teslim olmuşlardır kapitalist dünyaya, bu nedenle “van minut” diye fırça atsa da dönüp dolaşıp elini sıkmaktadır İsrail siyonizminin. Lakin hesap bozulmaktadır… Artık çok sıkışırsam bir “van minut” çekerim olur biter dönemi kapanmaktadır. Zira başka şeyler olmaya, yaşanmaya başlamıştır bu topraklarda. Ankara’nın göbeğinden doğup bir Hitit Güneşi gibi ülkeyi aydınlatan bir umut yeşermektedir. Bu umut, alın teriyle çalışıp, emeğine, ekmeğine, geleceğine sahip çıkanların mücadelesiyle yeşermekte, büyümektedir. Bu umut sadece Ankara’daki militanca direnişten almıyor gücünü. Eli böğründeki köylü, devlet okuluna para yetiştiremeyen analar-babalar, fatura görünce artık çıldıracak gibi olan kent yoksulları, güvencesizliğe ve yoksulluğa mahkum edilmiş işçiler, barışa susamış Kürt halkının homurdanmaları Tekel işçilerini cesaretlendiriyor, onlara yaptıkları mücadelenin sadece kendileriyle sınırlı olmadığı gerçeğini anlatıyor. Hafta sonu İstanbul Halkevi’nin kongresine katılan bir Tekel direnişçisi anlatıyor: “Normal zamanda bira kapağına bile tahammülü olmayan muhafazakar kadın işçi kardeşlerimize Ankara’nın ayazında soğukta kalmasınlar diye Sakarya caddesinin birahaneleri sahip çıkıyor, onları gece kalmaları için birahanelerde misafir ediyorlar.” Muhafazakar işçiler, (büyük olasılıkla çoğunun oy verdiği) muhafazakar hükümete karşı mücadelede kendileri gibi olmayanlarla birlikte olmaktan gocunmuyor. Bu basit bir “ihtiyaca binaen” katlanılan bir durum değildir. Bu, emek mücadelesinin emekçi halk kesimlerini yeniden kardeşleştirmesidir. Tekel işçileri Kürt-Türk, dindar-dindar olmayan emekçi halk kesimlerini haksızlığa karşı hak ve onur mücadelesinde bir araya getirdi. Burada yıllardır olanlar gibi basit, geçici, göstermelik bir eylem atmosferinden değil hükümetle dişe diş bir mücadele sürecinden bahsetmekteyiz. Umut budur! Yeni olan budur. Bu nedenle Tekel işçilerinin mücadelesi çoktan kazanılmış bir mücadeledir.

B


10

KİBELE 5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Tütüncü kızlar için dayanışma T

ekel işçileri elli günden fazla süren direnişleri boyunca toplumun her kesiminden destek gördü. Fakat tütün işletmelerinin direnişçi kadınları dayanışmanın özel bir türü ile güçlendiler. Ezilen sınıfların mücadelesi ezilen cinsin mücadelesiyle de buluştu. Kadın mücadelesinin değişmez taleplerinden birisi olan kreş için Ankara’da ilk deneyim Tekel işçilerinin çocuklarıyla oldu.

Oyunbozan Tekel iflçisiyle beraber ünlerdir Ankara’da yağmur soğuk demeden direnen Tekel işçisi herkes için umut oldu. Neydi onları Ankara’nın merkezine sürükleyen şey? Bu sorunun cevabı orada onlarla soğuğu, yağmuru, ekmeği paylaşmadan direniş ateşi için yakacak karton bulmadan, çadır kenti kurarken “siz de odun var mı komşu?” diyerek gülümsemeden verilemez. Sakarya Caddesi’nin ortasına kurulmuş Tekel çadırları yeni bir harita çizdiler. Onlar başkentin göbeğinde dostluğun, barışın, dayanışmanın, kardeşliğin kentini yarattılar… Tüm olumsuz koşullara rağmen esen rüzgara, çatının akmasına, uykusuz geçen nöbetlere dayandılar. Tekel işçisinin bu ilk direnişi değil, Tekel’in üretim yapan her bölümü Nuray satılırken irili ufaklı Erça¤an direnişlerden gelen işçiler Samsun bugün tüm dünya Halkevi halklarına ve işçi sınıfına umudu müjdelediler. “Yok yapamazdık o gazı yemesek, havuza dökmeseler yapamazdık. Kadınlar ve Kürt arkadaşların direnci olmasa yapamazdık” sözleriyle anlattıkları direnişin sübjektif koşulları neydi? Bu biraz geçmiş direniş öykülerinden, birikmiş öfkelerinden, üstlerine sıkılan gazdan (en çok da buna bozulmuşlar), çocuklarına onurlu bir gelecek bırakmak istemelerinden, en çok da haklı olmalarından kaynaklanıyor. “Polisin müdahalesiyle dağıldık, ancak teknoloji sağ olsun hepimiz hemen yine bir araya geldik, Türk-İş binasının olduğu Sakarya Caddesi’nde toplandık. Sloganlarla desteğe gelen demokrasi güçleri ile kaynaştığımız andan beri biz artık başka bir şeyiz. Kesinlikle oturma eylemine gelirken başkaydık ancak her geçen gün biz artık başka bir şeyiz…” Evet, tanımlanamayan durumun hali tam da işçi sınıfına ait olma hali… Tam olarak dillendiremese de hissettikleri, dün tanımlayamasa da bugün bilinçte uyanan yeniden insan olmanın, direnmenin mutluluğu… Ardından sosyalistler, “o üniversite gençleri var ya, yaptıkları eylemlere terörist dediğimiz üniversiteliler, bize onları yanlış tanıtmışlar” derken biraz mahcup, biraz da özür dileyen yakınmalar… “Direnmeye başladığımız ilk günden beri yanımızda bizimle direnen, unuttuğumuz paylaşmayı, dayanışmayı hatırlatan Halkevcilerin haklarını ödeyemeyiz.” “Tüm sol gruplar, akşam yemeğini paylaşan Ankara halkı, Çankaya Belediyesi, bize cafelerini, çay ocaklarını teslim eden Sakarya esnafı, ne diyelim emekli maaşını bize vermeye çalışan amca, küçücük boyuyla bize destek sloganı atan çocuklar, bizimle ısınıp doyan Ankara’nın delileri, ülkenin her yanından yurtdışından destekler. Bunlar olmasa biz yapamazdık…” Saya saya bitiremedikleri Tekel Caddesi’nde yaşadıkları, unutup tekrar hatırladıkları, hatırladıkça gülümsedikleri, çadır kent işçisinin direnirken mutlu olma sebebinin kelimelere dökülememesi hali… Beş vakit namazında diğer bir işçi, “Biz Ankara’ya dayımla gelirdik, buradan geçmez bir de kınardık. Dün dayıma telefon ettim. Dayı hani önünden geçmediğimiz o barlar var ya! Ben orada namaz kılıp orada yatıp kalkıyorum deyince dayım yüzüme telefonu kapattı.” Sloganlar, çadırlardan yükselen farklı dilde türküler ve üste sinen is kokusu, ateş başı sohbetleri, horonlar halaylar artık her şehirden Tekel işçisinin katılımıyla büyüyor… Din, dil, ırk ayrımı yapmadan o güzelim kardeşliğin ülkesini kuran Tekel Caddesi’ne mutlaka gidilmeli, görülmeli onlarla bir gece dahi olsa kalınmalı. Sözlerin kifayetsiz kaldığı, unutulmuş duyguların bir bir hatırlandığı her çadırda ayrı bir umut, her çadırda ayrı hikaye göreceksiniz şaşırmayın. Ben bunları yazarken ve siz okurken, hatta Sakarya’ya gitme kararları alınırken yeni direniş öyküleri Tekel Caddesi’nde yaşanıyor olacak… Haydi!

G

SÖZ VERM‹fiLERD‹ TUTTULAR Direniş alanını sınıf mücadelesi için bir akademiye çeviren emekçiler Tekel halk üniversitesi dayanışma akademisi çadırında 27 Ocak çarşamba günü güvencesizliğin anlatıldığı derslere katılırken Halkevci Kadınlar ve Öğrenci Kolektifleri işçilerin çocuklarıyla ilgilendi. Resimlerle direniş etkinliği yapan çocukların çalışmaları daha sonra alanda açılan sergiyle Ankaralılara sunuldu.

Ders öncesi Halkevleri Genel Merkezi’nde bir araya gelen Tekel işçisi kadınlar ve Halkevci kadınlar çalışan kadınların örgütlü mücadelesini, güvencesizliğe karşı mücadele üzerine sohbet ettiler. Ankara Halkevleri’nden kadınlar 10 Ocak günü yaptıkları bir şenlikle Tekel işçisi kadınlarla buluşmuş, bu şenlikte çocuklarını Ankara’ya getirmek isteyen işçilere Halkevi şubelerini kreş olarak açma önerisi sunmuşlardı.

KARINCA KARARINCA YARDIM Mamaklı kadınlar da 27 Ocak günü kendi yaptıkları yemekleri direniş alanına taşıyarak Tekel işçisine desteklerini sundular. BURSA’DA ORTAK EYLEM Bursa Kadın Platformu 31 Ocak günü Orhangazi Parkı'nda Tekel işçileriyle dayanışma amaçlı bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Yıldırım Halkevi’nden Pınar Koyuncu Platform adına

yaptığı açıklamada, 48 gündür büyüyerek devam eden Tekel işçilerinin güvenceli iş ve insanca yaşam mücadelesinde kadın işçilerin hep en önde durduğuna dikkat çekti ve Tekel işçisi kadınların mücadelesinin tüm kadınların güvenceli, onurlu, insanca bir yaşam mücadelesi olduğunu belirterek, direnişi dayanışmayla büyütme çağrısı yaptı. Tekel için kızkardeşlerin dayanışması, tüm Türkiye’de eylemlerle sürüyor.

Özgür oluncaya dek K

adınlara yönelik yoksulluk ve şiddet kaynaklı ayrımcılığın ortadan kaldırılması için dünyanın bütün kadınları üçüncü kez buluşuyor. Gücünü kadın dayanışmasından alan ve onlarca farklı kadın örgütüyle, karma örgütlerden kadınların oluşturduğu Dünya Kadın Yürüyüşü’nün (DKY) üçüncüsü bu yıl 8 Mart’ta başlıyor. 2010 yılında ilanının yüzüncü yılı kutlanacak olan 8 Mart'tan başlayarak 17 Ekim'e kadar dünya çapında kadınlar seslerini daha güçlü duyuracak. DKY, "Hepimiz özgür oluncaya dek, kadınlar yürüyor" sloganıyla hazırladığı, 8 Mart-17 Ekim 2010 tarihleri arasında sürecek eylem programını açıkladı. 2010 yılı eylemleri, dört ana tema -kadın emeği, kadına yönelik şiddet, barış ve militarizme karşı mücadele ve ortak menfaatetrafında organize edilecek. Dört önemli talep 2010 eylemi DKY'nin dört eylem alanı etrafında harekete geçecek: * ‘Ortak menfaat ve kamusal haklar’ başlığı yaşamın idamesi için gerekli beslenme, barınma, içilebilir su, toprak ve bilgi gibi değerlerin insanlığın tümünün ortak menfaati doğrultusunda kullanılması eğitim, sağlık, enerji gibi kamusal hakların herkes için nitelikli ve ulaşılabilir olması ve özelleştirmelere karşı korunması mücadelesini kapsamakta. * ‘Kadın emeği’ başlığı kadınların ekonomik anlamda özgürleşmesi yalnızca ücretlerin eşitlenmesini değil yasal hakların

şçi, işsiz, yoksul, zengin, uzun, kısa, siyah, beyaz, kara gözlü, çekik gözlü dünyanın kadınları değiştirmek için bir kez daha yürüyor. Dünya Kadın Yürüyüşü üçüncü defa başlıyor

iyileştirilmesini ve sosyal güvenceye kavuşmalarını da içermekte. Dünyanın her yerinde kadın ve erkek bütün işçilerin, herhangi bir ayırımcılığa uğramaksızın, insanca yaşama için yeterli ücrete ve eşit ücrete kavuşması mücadelesi ve neoliberal politikaların yarattığı yıkımın durdurulması çabası da bu madde kapsamında ele alınıyor.

Direniflten mektup var Bu sayıda Kibele sayfasını direnişteki Tekel işçilerinin mesajlarına açtık

Doğru şeyin peşindeyiz

S

evgili kızım, Ben senden 44 gündür ayrıyım ama sen de biliyorsun ki bu istemediğimiz bir ayrılık oldu. Benim 20 yıldır kazanmış olduğum ekmeğim bir kalemde elimden alındı. Ben de ileriye dönük yaşamımız için burada olmak zorundayım. Kendimi bu savaşı yapmak zorunda görüyorum ve her koşula katlanmak. Beni anlamanı bekliyorum. Her ne kadar sen bana her telefonda sitem etsen de, benim geri dönmemi istesen de benim aklımın, kalbimin, yüreğimin seninle olduğunu biliyorsun. Bizler Ankara’ ya gelirken olayların bu boyuta geleceğini hiç kimse tahmin etmiyordu. Ama mücadelede sonuna kadar haklı olduğumuz için sonuna kadar arkasındayız. Doğru şeyin peşindeyiz. Ankara çok soğuk.

Aç kalsak da, donsak da, yağmur altında kalsak da hiçbir şey bizim direncimizi kırmadı. Ankara halkı bize her türlü desteği sundu. Öğrencilerden, esnaflardan ve şu an aklıma gelmeyen bir sürü kesimden gelen destek bizim burada durmamıza yetti de arttı bile. Burada her şeyi öğrendik diyebilirim. Her yerden yani 21 ilden Kürt, Türk, Alevi, Zaza kardeşliği bir arada yaşadık. Öyle anlar oldu ki bizim yanlış bildiğimiz birçok eksiği, hatayı burada kardeşlik içerisinde yaşayarak gördük. O gençler mesela şahsım adına Türkiye’nin bölündüğünü, iç savaş içinde olduğumuzu düşünürdüm ama bu olanlar bize büyük bir ders verdi. Nilüfer Laçin - İzmir

Direnicem, söz veriyorum

B

ir kadın olarak direnişimizin 50. gününde bu onurlu mücadeleye yılmadan devam edeceğime ve çocuklarıma onurlu bir gelecek bırakmak için gururla bu yükü taşıyacağıma tüm Tekel

çalışanları adına söz veriyorum. Bize yapılan bu haksızlığa boyun eğmeyeceğiz. Bu direnişimizde bize destek veren bütün emek dostlarımızla gurur duyuyoruz. Suna Doğucu - Adana

* ‘Barış ve militarizme karşı mücadele’ başlığı savaşlardan, dinsel ve etnik çatışmalardan, soykırımlardan her zaman fiziksel, sosyal, ekonomik ve psikolojik olarak en fazla zarar gören kesim olan kadınların, toplumun militarize edilmesine karşı mücadelesini amaçlıyor. * ‘Kadına yönelik şiddet’ başlığı

bu sorunun bilince çıkartılması amacıyla eylemler düzenlenmesi toplumsal hareketlerle ittifak kurulması ve şiddetin önlenmesi için devletin önlem alması taleplerini içeriyor. DKY'nin her ulusal birimince belirlenecek 2010 eylemleri için önceden düşünülmüş bazı eylemler ise şunlar:

Bir doğrultuda ilerleyen, güzergahları önceden belirlenmiş 10 günlük yürüyüşler. Otobüs ve tren kompartımanlarının güzergahı boyunca durak yerlerinde planlanmış eylemler. Film gösterimleri, tiyatral sunuşlar, araçlar yaratma atölyeleri, afişler. Diğer ülkelerde ve bölgelerdeki DKY tarafından yapılan eylemlerin desteklenmesi için yerel eylemlerin örgütlenmesi. Silah satan ülkelerin diplomatik temsilcilikleri, Birleşmiş Milletler binaları ve silah üreten şirketlerin önünde eylemler. Sömürü ve savaşla ilişkili çok uluslu şirketlerin ürünlerini boykot eden kampanyalar. DKY ayrıca, Amerika kıtası için 21-23 Ağustos’ta Kolombiya’da, Asya ve Okyanusya için 12-14 Mayıs’ta Filipinler’de, Avrupa için 30 Haziran’da Türkiye’de bölgesel eylemler yapacak. TÜRK‹YE TOPLANTILARI BAfiLADI 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken DKY’nin Türkiye katılımcıları da bir araya gelerek eylem programlarını çıkartmaya başladı. İstanbul’da düzenlenen ilk iki toplantıda yürüyüşün Türkiye ayağına katılacak kurumların netleştirilmesine ve Türkiye’ye özel çalışma ilkelerinin belirlenmesine karar verildi. DKY’nin tanıtımı geniş bir bilgilendirme toplantısı için hazırlıklara başlandı. Daha fazla bilgi için DKY’nin internet sayfasını ziyaret edebilirsiniz www.worldmarchofwomen.org

Halkevleri’nde kadın buluşmaları sürüyor K

adınların 4 acil talep için başlattıkları çalışma kapsamında düzenlenen kadın buluşmaları farklı gündemlerle devam ediyor. İstanbul’da Sefaköy Halkevi’nden kadınlar tarafından düzenlenen kadın sağlığı söyleşisinde Kartaltepe Mahallesi’nden kadınlar buluştu. Kadın kanserleri konulu seminerde Dr. Zerrin Kurşun meme ve rahim ağzı kanseriyle ilgili belirtiler, alınabilecek önlemler konusunda bilgi verdi. Kadınların birinci dereceden ulaşabilecekleri

sağlık hizmetlerinin yetersizlikleri ve sağlık hizmetine ulaşmadaki güçlüklerin konuşulduğu seminerde mahallede sağlık ocağının olmamasının yarattığı eksiklikler de dile getirildi. Mahalleli kadınlar, kanser taraması için sağlık merkezlerine beraber gitmek ve yaşanan bu sorunların çözülebilmesi için tekrar bir araya gelmek üzere ayrıldı. ‹ZM‹R’DE UZUN SOLUKLU PLAN İzmir'in Gültepe ve Çiğli Halkevi şubelerinde kadın sağlığı

ile ilgili bilgilendirme toplantıları başladı. Çiğli ve Gültepe Halkevleri kadın sağlığına ilişkin altı farklı konuda her 15 günde bir söyleşi düzenleyecek. Kanserden psikolojiye kadar farklı başlıkların yer aldığı program 3 ay sürecek. Program kapsamında ilk söyleşi 20 Ocak’ta Gültepe Halkevi’nde Ege Tıp Fakültesi öğrencisi Deniz Hava tarafından rahim ağzı kanseriyle ilgili yapılan bilgilendirmeyle gerçekleşti. Çiğli Halkevi’nde rahim ağzı kanseri ile ilgili bilgilendirmeye Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin Onkoloji Bölümü'nde çalışan Nurşen Coşkuner katıldı. KEfiFETMEYE DEVAM Ezilenlerin tiyatrosu akımı tarafından geliştirilen forum tiyatro yöntemi mahallelerde kadınları buluşturmaya devam ediyor. Forum tiyatronun Halkevleri’ndeki yeni durağı Avcılar’dı. 28 Ocak perşembe günü Avcılar Halkevi’nde buluşan kadınlar, tiyatro etkinliğinin ilk bölümünde ısınma, tanışma ve güven egzersizleri yaptılar. İkinci bölümde ise kadın-erkek, ezenezilen olma, mutluluk ve özgürlük kavramları hakkında konuştular. Yaklaşık 2,5 saat süren forum tiyatro etkiliğinde kendi hayatlarından hikayeler anlatan kadınlar, birbirlerini tanımanın keyfini çıkardılar.


YÜZ YÜZE

11

5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Kentsel dönüşümün izinde

Gülşen İşeri’nin ilk kitabı olan Metropol Sürgünleri’nde İstanbul, Ankara ve İzmir’de kentsel dönüşüm mağduru 14 mahallede yaşayanların ve yaşananların hikayesi anlatılıyor. 6 yıldır gazetecilik yapan ve uzun yıllar Birgün’de çalışan İşeri, kitabı hazırlamak için iki yıl süren çalışmaları boyunca İstanbul’da Tarlabaşı, Sulukule,

Balat, Gazi, Sarıgazi, Küçük Armutlu, Ayazma; Ankara’da Mamak ve Dikmen; İzmir’de Kuruçeşme ve Kadifekale’deki mahalleleri dolaştı. Metropol Sürgünleri’nin yazarı Gülşen İşeri, kentsel dönüşüm sürecinde “denize ekmek bananların” yaşadıklarını ve kendi yaşadıklarını Halkın Sesi ile paylaştı.

Yıkım, sürgün ve direniş B

aşıbüyük’ten Adalar gözüküyor, Armutlu yıllardır boğaza nazır bir yer bugün finans merkezi olacak diye tutturdular mesela. Yeni farkettiler

M

ahallelerin yapıları farklı, hayatı algılayışları farklı, direniş biçimleri farkıl. Sulukule’deki göbek atarak direniyor, Armutlu’daki taş atarak

M

etropol Sürgünleri’ni yazmak nereden aklınıza geldi? Sorunun ya da kentsel dönüşümün çok uzağında biri değilim. Kitap 2 yıllık çalışmanın ürünü ama çocukluğuma giden bir durum. Kentsel dönüşümün adını 2004 yılında duydum. Ben kentsel dönüşümle 8 - 9 yaşlarındayken tanışmıştım, adı kentsel dönüşüm değildi, yıkımın başka bir adıydı. Kitabı çıkartmadan önce “Kentsel dönüşüm çok konuşuluyor ben bunu yapayım” diye bir fikrim olmadı. Yaşadığım yer varoş olduğu için hep içimde olanı anlatmak istedim. Kitabın yazılmasını tetikleyici şeyler oldu. Mesela ne gibi şeyler... Gazetecilik yaşamımda hep sosyal işler yapmak, ötekini anlatmak gibi dertlerim vardı. Yoksulluğu çeken ya da hayatın gözyaşına dokunan daha iyi anlar derler ya, ben daha iyi anladığımı gördüm. Kentsel dönüşümle ilgili, yoksulluğu anlatan ya da varoşları anlatan gazeteciler gördüm, o mahallelere girip çıkanlar oldu ama bunlar 2 saat dolaştı ya da birkaç kere o mahalleleri dolaşıp film yaptı ya da birkaç kere dolaşıp yazı dizisi yaptı. Şöyle düşündüm. “Hayatım buralarda geçti, buraları iyi bilirim ve anlatmalıyım.” Bende biraz da öfke gibiydi bu. 2 sene öncesinde Birgün’de çalışıyordum orada yazı dizisi yaptım kentsel dönüşümle ilgili. Bir gazete sayfasına ne kadar sığdırabilirsin insanların yaşadıklarını, acılarını… Sonra insanlarla daha fazla konuşmak istedim. O mahallelere gidip geldim, o insanları yakından tanımak istedim. Metropol Sürgünleri, yazı dizisinin adıydı ve kitap haline dönüşmeye başladı. Hikayeler birikti, insanların bana anlattıkları bende büyük bir sorumluluk yaratmaya başladı. “Neden ben o insanları, kendilerine yabancı gözüyle bakanlarla buluşturmayayım” kaygısını taşıdım. Sonra kitap çıktı. Birçok hikayeyi de kitaba koymadım. Kaçırdığım hikayeler de oldu, kaçındığım hikayeler de. Her şeyi deneyimlemek gerekmiyordu ve o kadar acıyı kaldıramayacağımı da anladım. Daha da dramatize etmek istemedim. Çalışırken nasıl bir yöntem izlediniz? Bir gazeteci gibi değil de onlarla bir insan gibi konuştum. Derdim onlardan fikir çalmak değil, fikirlerini paylaşmaktı. Hiçbir şey konuşamadan saatlerce mahallelerde dolaştığımı bilirim. “Buradan güzel bir hikaye alayım da gerisi önemli değil” diye bakmadım. Hissettiğim şeyi yaptım. Kitabı hiçbir dernek ya da siyasi bir kurumla birlikte yapmadım. Siyaset işin içine girdiği zaman insanlar bana samimi olmayacaktı. Derneğin yönlendirdiği insanlara gidecektik ve o da bana dernek üyesi gibi konuşacaktı. Armutlu’dan sol bir kültürden geldiğim için politik mahallelerde neler yaşandığını iyi biliyorum ama derdim insana dokunmak ve onlara yabancı gözüyle bakanların empati kurmasını sağlamaktı. “Bak işte bunlar da insan ama siz bunları sevmiyorsunuz, neler yaşamışlar, siz bu insana ‘Çingene’ deyip ötekileştirdiniz ya da ‘fuhuş yaptı’ dediniz ama bu insan kültürünü yaşatmak için neler yapıyor bakın bu zamana gelene kadar neler

yapmışlar” bunu göstermek de istiyordum. Kitapta mahalleleri sınıflandırmışsınız… Mahallelerin yapıları farklı; hayata bakışı, hayatı algılayışı farklı. Slogan atışları farklı. Direniş biçimleri farklı, Sulukule’deki göbek atarak direniyor, Armutlu’daki taş atarak direniyor. Sistemin bu mahallelere bakışı farklı. Politik mahallelerde “terörist yuvası buraları” denilerek yıkım meşrulaştırıyor, tarihi mahallelerde ise “Burada fuhuş, hırsızlık yapılıyor” diyerek. Mamak ve Dikmen’i neden öteki diye adlandırdınız? Ankara bürokratik bir kent. Kentte öteki olma hali aslında onlarınki de. Mesela Başıbüyük’ü “Ayakların başa başkaldırdığı mahalle” diye kitaba koydum. Başıbüyük yılardır gericilere oy veriyordu, seçimlerde AKP’ye oy verdi ağırlıklı olarak bu mahalle. Ben gittiğim zaman Başıbüyüktekiler hep “Devlete karşı gelinir mi, devletin polisine taş atılır mı?” derdi ama devletin polisi kapılarına geldi, panzer kapılarına dayandı, evlerini yıkmak için. Bu sefer de onlar direndi. Sonra “Biz anladık, ayaklar da birgün başa isyan edermiş” dediler. Başlık da buradan çıktı yani. Kitaba yazmadığınız mahalle var mı? Evet 1 Mayıs Mahallesi var. 1

Metropolün asıl sahibi yoksullardır çünkü bu hayata dokunanlardır. 60 yıl orada yaşayan birine “buradan gideceksin” diyemezsin Mayıs tarih olarak da eksik benim için de önemli bir mahalleydi. Fırsat olamadı. Bu kitap için ötekileştirmelere karşı bir cevap diyebilir miyiz? Evet. Hala “Yoksullar ama para bunlarda” diyenler var. Çünkü onların yoksul olduğunu düşünmüyorlar, onları da rant peşinde gibi düşünüyorlar. Evlerine gitmedikleri yoksulları tanımadan yaftayı yapıştırıyorlar. İnsan niye çamurda yaşasın, niye o kadar rutubetli evde yaşasın, evini yapamaz mı, evine güzel bir eşya alamaz mı insan parası olsa. Neden kentsel dönüşüm yapıyorlar sizce?

Ayazma’nın ortasından fabrikanın atığı dere akıyor. Devlet akıtıyor bunu. O dere çocukları zehirliyor, evlere rutubet getiriyor. Devlet de “buralar çöküntü biz buraları yıkalım” diyor. Devlet hem sebep oluyor hem de yıkıyor. Gecekondu mahalleleri ilk zamanlar terkedilmiş yerlerdi. O insanlar oraları güzelleştirdiler, hayat verdiler. Başıbüyük şimdi muhteşem bir yer, ağaçların içinde. Ankara bozkır, gri bir kenttir ama Dikmen yeşildir. Buraları o insanlar yaptı. Şimdi birileri farketti, “Buralar güzelmiş, buralarda yoksulların ne işi var, biz buradan bir sürü para kazanırız” dediler. Mesela Dikmen Vadisi. Ağaç diktiler, oraya hayat verdiler. Şimdi birileri çıktı. “Ankara’da yeşillik var yahu biz burayı bunlara mı yedireceğiz” dedi ama asıl sahiplik orada oturanlarındır. 60 yılını o mahalleye verene “Sen burayı işgal ediyorsun” diyemezsin. İzmir Kuruçeşme’de devlet “İşgal parası” alıyor. Adam bana çıkarttı kağıdı gösterdi. “Ben devlete kira ödüyorum” diyor. Devlete öfkeliler ama AKP 2007 seçimlerinde buralarda yükseldi. AKP’liler biriken öfkeyi nasıl emiyorlar? Artık AKP’yi anladılar ama hala içten içe bir sevgi duyma hali var. AKP solun yapmadığı bir şeyi iyi yaptı. Mahalledeki insanlar gibi konuştu. “Ananı da al git” dedi

Zozan’ın hikayesi

K

itapta yazmadığım Ayazma’daki Zozan’ın hikayesi beni çok etkiledi. Zozan evinin kapısında elinde 2 tane ekmek ve yanında 5 çocukla kapıda oturuyordu. Zozan 36-40 yaşlarındaydı. Suratının ifadesi çok içimde kaldı. Çok kederli çok acı bakıyordu. Ben o çocuklara “haftaya gelip Zozan’ın hikayesini yazmak istiyorum” dedim. Zozan sadece “Beklerim” dedi. Bir

hafta sonra gitmek için yola çıktım ve televizyonlarda Ayazma’nın yıkıldığı haberlerini gördüm. Telaşlandım. Zozan’a yetişemeyeceğim için korktum. Bir yandan da içimde “nereye gidecek bu insanlar” endişesi var. Hakikaten gittiğimde Ayazma yoktu, Zozan da yoktu. Çok pişmandım, keşke o gün orada olabilseydim. Şimdi o tek kare fotoğrafa bakıp ben yazıyorum hikayesini onun.

mesela. Küfür etti ama mahalledekiler öyle düşünmüyordu. Erdoğan’ı seviyorlar. “Bizim gibi konuşuyor” diyorlar. Bu çok etkili. Çünkü oralarda yaşayanlar o öfkeyi anlıyorlar. Biri kendileri gibi konuşunca empati kuruyor “bizden” diyorlar. AKP’nin etkisinde Erdoğan’ın karizması dışında yardımlar da yok mu? Bu da çok önemli ama bu işler patladı, Deniz Feneri’nden sonra çok da önemsemiyorlar yardımları. Örneğin Tarlabaşı’nda bayat yemek dağıtmışlar. Ben onlarla konuştuğum zaman yemekleri köpeklere verdiklerini söylediler. AKP’nin güçlü olduğu yerlerde belki yardım işe yarar ama Armutlu’ya bu şekilde giremezsin. “Kimi kandırıyorsun” der. Şimdi ise buralarda bir boşluk var bence. Solun çok iyi değerlendirmesi lazım. Nasıl değerlendirilebilir? Kentsel dönüşümün önüne geçmenin solun bu mahallelere girmesiyle mümkün olacağını düşünüyorum. Bu insanlar bir önder, bir kahraman istiyorlar. Erdoğan’ın aslında ne olduğunu anladılar. Ondan vazgeçecekler ama bu mahalledekilerin ihtiyaçları var. Sorunları var. Sol sokağı terkedeli uzun yıllar oluyor. Biz “Cihangir kültürü”nü çok seviyoruz. Sol, çok üstten ilişki kuruyor. Ben bu mahallelerde bunu çok sık gördüm. Mahallelinin derdini dinlemiyorlar. Örneğin seçimlerde bağımsız adaylardan biri, bir mahallede anlatıyor da anlatıyor. Bir amca geldi yanıma, “kızım bu anlatıyor da iyi bir şey mi söylüyor. Ben hiçbir şey anlamadım ama iyi bir şey söylüyorsa oyumu ona vereceğim” dedi. Yani “bizim için iyi bir şey yapacak mı” diyor. Bağımsız aday da oraya ilk defa gidiyor zaten ve o gecekondudaki insanları tanımıyor, hayatı boyunca görmemiş, adam yazmış sadece. Bu insanlar okumamış ama onun yazdıklarını. Şehir plancılarına çok iş düşüyor bence kentsel dönüşüm konusunda. Pek çok üniversitede seminerler veriyorlar. Öğretim üyeleriyle öğrenciler tartışıyorlar. Mahalledeki insanı tartışıyorlar ama mahalleden kimse yok orada. Ya da mahallede bunu tartışmıyorlar, oradaki insanların ne istediğini sormuyorlar. Solun pratikte birşeyler yapması gerekiyor. Yeni bir kitap ya da bir çalışma yapacak mısınız? Aslında kitabın devamı olarak biraz kentsel dönüşüm dışında yoksullar ve yoksulların kentten sökülmesi gibi konuları; barınma hakkı, yol sorunu vesaire gibi geniş sorunları ve çözüm için verilen mücadeleleri irdelediğim bir şey düşünüyorum. Belki daha da genişletebilirim, dünyada barınma hakkı olabilir. Mesela Hindistan. Hindistan’daki kentsel dönüşüm Türkiye’deki gibi ağır. Belki karşılaştırmalı birşeyler yaparım. Kitaba ilgi nasıl, tepkiler var mı? Kitaba beklemediğim bir ilgi var. Durum çok vahim, travmalar çok ağır, insan hikayesi çok ağır. Gecekondunun ne olduğunu bilen gecekonduyu yapmanın nasıl bir şey olduğunu bilen biri olarak onların hayatlarını insanlara anlatmak bence bir başarı.

Bir umudum Dikmen D

ikmen beni çok umutlandırdı. Çünkü onlar hep birlikte mücadele ediyor, Dikmen’in birçok mahallesi birlikte hareket ediyor. Mamak da birlikte hareket ediyor. Kentsel dönüşümle ilgili nerede seminer var nerede bir gelişme var her yere gidiyorlar. Onların Tarık Abileri var. O onlar için o kadar önemli ki, herkes onun sözünü dinliyor ve o da o kadar iyi anlatıyor ki. Hayatın pratiğini yaşamış biri. Ece Temelkuran ile röportajımda çok güzel bir şey söylemişti. “Ya roman yazarsınız ya da romanın kahramanı olarak yazarsınız.” O mahallerdeki insanlar kendi romanlarının kahramanı. Hem yaşıyorlar hem de yazıyorlar.

Dönüşüm tecrit TOKİ de tabutluk T

OKİ, “sizi bu pis yerlerden kurtarıyoruz” diyor ama öyle bir şey yok. Sulukule’deki bir aileyi “tabutluk” gibi bir yerde yaşatamazsın, tecrit etmiş olursun onları. Varoşlarda yaşayanlara 50-60 metrekarelik konutları lüks konut diye satmaya çalışıyorlar. Başıbüyük Mahallesi’nin yaşayacağı konutları gördüm. Birkaç eşya koyduğun zaman hareket etme alanın kalmıyor. Bu çözüm değildir. Bu insanlar semt dışına gönderildiğinde işlerini de değiştirmek zorunda kalıyor. Bu insanlar kentin merkezinde çalışıyorlar. Ulaşım zamlanıyor, kent dışından insanlar kent içine gelemezse devlete daha fazla öfke duyar ve farklı sonuçlar olur. Devlet, yüzyıllık bir tarihi yok edip bunca insanın yaşamaya alıştığı yeri değiştiriyor. Kapsını açtığı zaman komşusunu görmeye alışmış insana, kapısını açtığı zaman bir beton yığını görmesini dayatıyor.


12

DOSYA 5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

A K P

7

Y I L D I R

D A R B E

G ‹ R ‹ fi ‹ M L E R ‹ N D E N

H A B E R D A R D I

Şartların olgunlaşmasını beklediler Ergenekon operasyonu, darbe girişimlerine ve örgüte ilişkin raporlar Başbakan Tayyip Erdoğan’a sunulduktan 4 yıl sonra başlatıldı. Balyoz Eylem Planı yıllardır biliniyordu. Erdoğan’ın dediği gibi o zamana kadar gerçekleşenlerden AKP iktidarının haberi vardı. ABD’nin desteğiyle kendini güvence altına alan AKP, bu bilgileri kullanmak için uygun zamanı bekledi

B

ütün bunlardan haberimiz vardı… Tayyip Erdoğan, Balyoz Eylem Planı adlı başarısız darbe planının sır olmadığını, 22 Ocak’taki AKP İl Başkanları Toplantısı’nda bu sözlerle açıkladı. Yani, planı açığa çıkarmakla övünen Taraf gazetesi, 7 yıl öncesine ait başarısız bir planın bayatlamış istihbaratını vakti gelince servis etmekten başka bir iş yapmamıştı. Peki, sormazlar mı Başbakan’a, “Neden vaktiyle konuşmadın da 7 yıl bekledin” diye. Aslında vaktiyle de konuşuyordu Başbakan. İktidar kapışmaları gündeme geldikçe, sloganlaştırdığı bir sözü yineliyor, “Dik duracağız ama diklenmeyeceğiz” diyordu. Omurgasının değil ama arkasının sağlam olduğu kesindi. Askeri darbe girişimlerini başarısız kılan temel koşul, yani ABD desteği, “rahatsız” subayların değil AKP’nin arkasındaydı. Bu destek sayesinde, subaylar “rahatsız” ama AKP gayet rahattı. AKP B‹L‹YORDU Taraf yazarı Yasemin Çongar, Ergenekon operasyonunu gerçekleştiren polislerle 2008’de yaptığı görüşmelere dayandırdığı bir yazısında, Ergenekon’la ilgili istihbarat raporunun, 2003’te Başbakan’a verildiğini açıklamıştı. Bu, 25 Temmuz 2008’de açıklanan 1. Ergenekon İddianamesi’yle de doğrulandı. Örgütün varlığını ve şemasını oluşturan, yönetici ve üyelerini içeren raporun dört yıl boyunca bekletilmiş olması düşündürücüydü. Bu dört yıl içerisinde Mersin bayrak provokasyonu, milliyetçi kışkırtmalar, linç girişimleri, Danıştay baskını, Şemdinli bombalamaları, Santoro cinayeti, Dink suikasti, Cumhuriyet gazetesine yöne-

lik bombalamalar ve Malatya’da üç Hıristiyan’ın katledilmesi gibi toplumu derinden sarsan olaylar yaşandı. Söz konusu eylemler doğrudan AKP’yi hedef almıyor, AKP çizgisinin pek de hazmedemediği kesimleri hedef alarak sözüm ona AKP karşıtı bir saflaşmaya zemin hazırlıyordu. Ancak, dini gerekçelerle laik yargı üyelerinin hedef alındığı Danıştay baskını gibi kanlı bir eylemde dahi, böylesi bir gelişme yaşanmadı. Aksine AKP gayet soğukkanlı bir şekilde olayın üstüne giderek, saldırının AKP karşıtlarını değil hükümeti hedef aldığını açıkladı. Aslında bunun soğukkanlı ve akılcı bir siyasetten çok, sağlam bir istihbarata dayandığı zamanla açığa çıkacaktı.

Ergenekon operasyonu sürecinde, AKP’nin emrinde tüm bu süreci izleyip rapor ettiği açığa çıkan MİT ve polis söz konusu olayları engellemek için hiçbir adım atmadı. AKP’li oldukları herkesçe bilinen İstanbul Valisi Muammer Güler, eski Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve Trabzon eski Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek’in, Hrant Dink suikastine göz yummaları ve gerekli soruşturmayı yürütmemeleri örneğinde görüldüğü gibi, olaylarda ‘bir şekilde’ rolü vardı. “fiARTLAR OLGUNLAfiSIN” Kenan Evren, 12 Eylül darbesini gerçekleştirirken “kardeş kavgasını bitirmek için geldik” dediğinde, “bugüne kadar neredeydiniz?”

sorusunu “şartların olgunlaşmasını bekledik” diye yanıtlamıştı. AKP’nin, başarısız olacağı baştan belli olan darbe girişimleri ve kontrgerilla operasyonları karşısındaki bekleyişi de 12 Eylül’cülerin “kardeş kavgası” karşısındaki bekleyişiyle önemli paralellikler taşıyor. 12 Eylül, “kardeş kavgasını” bitirmek için değil, emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda bir neoliberal yeniden yapılandırma sürecini başlatmak için yapıldı. AKP’nin “darbelere karşı demokrasi mücadelesi”nin de, bugün artık ekmeği için mücadele eden işçilerin dahi darbecilikle suçlandığı köklü bir neoliberal dönüşüm sürecinin kılıfı olduğu artık sır değil. Şartların olgunlaşmasından kasıt,

bu büyük yeniden yapılanma planlarının gerektirdiği etkili hamlelere gerekçe olarak gösterilebilecek şartların oluşması idi. 12 Eylülcüler yalnızca beklememiş, şartların olgunlaşmasına katkıda da bulunmuşlardı. Kontrgerilla suikast ve katliamlarla şartları olgunlaştırmıştı. AKP’ye yakın polis kadrolarının bilgisi dahilinde ve desteğiyle gerçekleşen kontrgerilla eylemleri de, Ergenekon sürecine uzanan şartları olgunlaştırdı. 12 Eylül’cüler nasıl ki tetikçilerini korudu kolladıysa, AKP de bu olgunlaştırma sürecinde rol alan kendi “adamlarını” korudu ve kolladı. Ramazan Akyürek, Muammer Güler, Celalettin Cerrah sorgulanmadı, yargılanmadı, tersine terfi etti.

fiARTLAR MEYVES‹N‹ VERD‹ Peki, AKP 2003’ten beri haberdar olduğu bu gelişmeler karşısında neden 4 yıl bekledi de 2007 yazında harekete geçti? 2007’nin ikinci yarısında egemenler arası mücadelede kritik bir dönemeç olan cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak ve AKP karşıtlarının o zamana kadarki diğer mevzilerini oluşturan YÖK’ün ve Anayasa Mahkemesi’nin tepesi belirlenecekti. Cumhurbaşkanlığına kimin adaya gösterileceği tartışılırken nisan ortasında AKP karşıtı laik-ulusalcı yüz binlerin katıldığı Cumhuriyet Mitingleri patlak verdi. 24 Nisan’da Abdullah Gül Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterildi. 27 Nisan’da Genelkurmay’ın internet sitesinde, daha sonra e-muhtıra diye anılacak olan bir tepki bildirisi yayınlandı. Bu bildirinin sorumluluğu dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın üzerinden olsa da, ordu içinde alt kademelerden yükselen tepkinin gazını almak için yapılan bir hamle olarak değerlendirildi. 4 Mayıs’ta, Erdoğan ile Büyükanıt arasında, içeriği hala sır olan Dolmabahçe görüşmesi gerçekleşti ve bu görüşme, sonrasında AKP ile TSK arasındaki çatışma hali, belli sınırların ardına çekildiği için Dolmabahçe mutabakatı olarak kayda geçti. Şartlar artık olgunlaşmış olacak ki bir ay sonra Ergenekon operasyonu başlatıldı. Erdoğan’ın dediği gibi o zamana kadar gerçekleşenlerden AKP’nin haberi vardı. Yalnızca haberi değil katkısı da vardı. Onlar da 12 Eylül’cüler gibi ABD destekliydiler. İktidarın sivil kıyafetleri, darbelere karşı olduğu iddia edilen bu sürecin, darbelerle benzerliklerini gizlemeye yetmiyor.

Bizde, Kürde her gün darbe T

ürkiye’de egemenler arası iktidar kavgasının kızıştığı dönemlerde ortaya çıkan en belirgin gelişme, kavganın taraflarının mevzilerini Kürtlere baskıyı arttırarak kurması. TSK toplumsal meşruiyetini Kürt savaşından sağlarken, siyasal iktidarlar da egemenlik alanlarını genişletmeye dönük her adım öncesi Kürt halkına dönük baskıyı arttırıyor. Hafızaları zorlayacak denli gerilere gitmeye gerek yok. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı için adaylığının tartışıldığı günlerde Genelkurmay Başkanı olan Yaşar Büyükanıt, 12 Nisan günü yaptığı konuşmada “Cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde bağlı bir cumhurbaşkanı seçilmesini umut ediyorum” sözleriyle tartışmaya katılırken temel dayanağını bahar aylarında yapacakları operasyonlar üzerine kurmuştu. Medya “Cumhuriyetin temel değerleri” söylemine odaklanmayı tercih ettiyse de, Genelkurmayın söyleminden irtica tehdidi çıkmış ve asli tehdit olarak bölücü terör öne çıkarılmıştı. Bu değişim oligarşinin birliğinin bundan sonra hangi eksende sağlanacağını da ortaya koyuyordu. Dolmabahçe mutabakatıyla devam eden süreçte, TSK’nın dönüşüm seyrinde bir dönemeç geride kalıp Gül Cumhurbaşkanı olurken, Kürt savaşı

Olmayan darbenin naylon karşıtları

sınır ötesine kadar sıçramıştı. Egemenlik alanı giderek genişleyen AKP, TSK’yı dönüşümü hızlandırmaya zorlarken yine aynı yöntem uygulanıyor. Dönüşümü zorlayan da dönüşürken mevzi alan kaybetmek istemeyen de aynı hedefe vurarak güç toplamaya çalışıyor. Onlarca darbenin engellendiği söylenen bugünlerde ise Kürt halkı darbe dönemlerini aratmayacak uygulamalarla karşı karşıya kalıyor. 2 milyondan fazla Kürdün kendisini temsil etme yetkisi verdiği DTP kapatıldı. Belediye başkanlarından parti il başkanlarına kadar parti yöneticileri tutuklanarak cezaevine gönderildi. Ülke çapında yapılan operasyonlar sonucu bir yıl içerisinde tutuklananların sayısı 1000’i aştı. Açılım tartışmalarının yapıldığı günlerde operasyonlar hız kesmeden devam ederken yüzlerce Kürt çocuk TMK kapsamında, ilk celsede verilen, onlarca yıl hapis cezalarına mahkum oldu. DTP kapatıldıktan sonra kurulan BDP hakkında yaptığı ilk kongre sonrası soruşturma başlatıldı. BDP milletvekili Emine Ayna Diyarbakır’da tam da bu yüzden Kürt halkı darbe dönemini yaşıyor dedi. Peki darbe olmadan darbe koşullarını yaşayan Kürt halkı darbe olsaydı daha ne yaşayacaktı?

D

ürüst bir medyaya sahip hiçbir ülkede darbe olmaz.... Taraf yazarı Ahmet Altan bu sözleri Balyoz Darbe Planı’nı manşetten duyurduktan sonra yazdı. Altan’a göre eğer bugün bu ülke, Taraf gibi darbeler karşısında dik duran bir gazeteye sahipse “tüm demokrasi tutkunları buna sahip çıkmalı”. Ahmet Altan’ın darbe karşıtlığı gibi yukarıda söylediği sözün de hiçbir gerçekliği yok.. Türkiye’de darbeler, medyanın dürüst davranıp davranmamasına göre değil darbe yapmaya teşebbüs edenlerin arkalarında ABD gibi emperyalist bir

Darbeler devri kapandı mı? gücün olup olmamasına bağlı olarak gerçekleşti ya da gerçekleşmedi. Bunu da bu ülkede yaşayan aklı başında herkes bilir. Diğer taraftan medyanın böyle bir gücü olmadığı gibi ülkemizde ana akım medyanın konumlanışı tamamen egemenlik ilişkilerine bağlıdır. Dünün darbe yandaşlarının bugün darbe karşıtı kesilmesinin altında bu gerçek yatmaktadır. OLMAYAN DARBEN‹N D‹REN‹fi‹ Sözünü ettiğimiz değişkenlik hali belirgin olarak Nazlı Ilıcak da görülebilir. Egemen güç nerdeyse

‹ddia o ki, dünya de¤iflti ve art›k darbeler devri kapand›. Bu iddia sahipleri, çiçe¤i burnundaki Honduras darbecileri için ne düflünüyor acaba? Chavez ve Castro’ya meyledip ülkedeki ABD üssünü kapatan Manuel Zelaya’y› Haziran 2009’da deviren askerler, ABD deste¤i sayesinde ayakta duruyorlar. Darbeler devrinin geçip geçmedi¤ini de ABD’nin pafla gönlü, daha do¤rusu ç›karlar› belirliyor.

Ilıcak da orada yerini alır. Dün ABD desteği TSK’nın arkasındaydı, Ilıcak da askerlerin yanında darbeci; bugün ABD desteği AKP’nin arkasında, Ilıcak da TSK karşısında darbe karşıtı. İşte birkaç örnek: "13 ilde sıkıyönetim yürürlüğe girdi. Huzura susamış milletimiz yürekten sesleniyor: Merhaba Asker”. (Nazlı Ilıcak, 17 Aralık 1978) ”Bırakalım ikinci sınıf meselelerle hükümet uğraşsın, halkta antipati doğacaksa, o üzerine çeksin. Yıpranacaksa, ordu değil, siyasi iktidar yıprasın. Zira iktidarların alternatifi her zaman bulunur ama Silahlı

Kuvvetlerimiz tek ve alternatifsizdir” (Aralık 1979) “Birkaç gündür 12 Eylül ile 27 Mayıs’ın mukayesesi yapılıyor ve hemen herkes, birincisinin üstünlüğünü ortaya koyuyor. [Biz bu konuda tarafsız olamayız. Çünkü 27 Mayıs, mensubu bulunduğumuz Demokrat Parti camiasına karşıydı. Halbuki 12 Eylül’de açıklanan hedeflerle yıllardır bizim yazdıklarımız arasında, geniş bir mutabakat mevcuttur.] Ümidimiz memleketimizin birlik ve beraberliğimizin son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetleri harekâtının başarı ile neticelenmesidir”. (Eylül 1980)

12 Eylül darbesi “başarıyla” yerine getirildiğinde darbeyi yapanlar ABD tarafından “bizim çocuklar” sözleriyle ödüllendirilmişti. Başarılı darbeyi yapanlara diğer ödül “bizim gazetecilerden” geldi. Onlar darbenin nasıl yapıldığını sorgulamadılar çünkü darbe başarılı olmuştu, yapanlar da kahraman. Ortaya çıkan darbe planları ise başarısız. Planlayanlar beceriksiz, hain… Darbe neden yapılamadı, bir darbe nasıl yapılır, askeri darbeler hangi şartlarda yapılır? soruları ise önemsiz ayrıntılar. Ama gerçek ayrıntılarda gizlidir.


13

TARİH 5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Z O N G U L D A K

T E K E L ’ E

I fi I K

T U T U Y O R

Geçmiflten gelece¤e... ünlerdir Tekel’le yatıp Tekel’le kalkıyoruz. Hem de kelimenin gerçek anlamıyla yapıyoruz bunu. Bizimkiler, Tekel işçilerine sokularak uyuyor, Tekel işçileri bizimkilere yaslanarak ısınıyor. Günlerdir Tekel’le yatıp Tekel’le kalkıyoruz. Kelimenin mecazi anlamıyla yapıyoruz bunu. Ülkenin gündemi Tekel direnişine kilitlenmiş bulunuyor. Devlet yanlısı basının yok sayma, görmezden gelme, maniple etme gayretine rağmen Tekel direnişi Ankara’yı ısıtıyor. İşçiler ve devrimciler soluğunu tutmuş, işin nereye varacağını bekliyor. Bırakalım işin varacağı noktayı, haldeki durum bile siyasi iktidarın soluğunu kesiyor. Sınıf mücadelesi denen şey, soluğunu tutanlarla soluğu kesilenler arasındaki göğüs göğüse çarpışma değil midir? Tekel biraz Tariş’e benziyor; devrimciler Tekel’in Yeniçeltek gibi olmasını istiyor. Tariş, işten atılmak istenen işçilerin direnişi ile tarihe geçti. Demirel’in Başbakanlığındaki Birinci Milliyetçi Cephe iktidarı, bütün ülkenin baştan aşağıya ‹nönü faşistleştirilmesi için düğmeye basmış, okulları, fabrikaları, Alpat mahalleleri hedefe almıştı. Tariş işçileri sokağa atılacak, inonualpat@ yerlerine faşist militanlar gmail.com yerleştirilecekti. Nitekim, tanklarıyla, toplarıyla, çelik yelekli elbiseleriyle bunu başaracaklardı. İşçiler fabrikalarını savunacaktı, hayatları pahasına. Çok kan akıtacaktı faşistler, çok can yakacaktı. Tıpkı bugün gibi, tıpkı bugün Tekel’in Ankara’yı yakması gibi, Tariş de İzmir’i kasıp kavuracaktı. Ateşi yakanlardan biriydi, Devrimci Yolcu Hıdır Aslan. 12 Eylülcüler onu, Tariş olayları nedeniyle idam edeceklerdi. Demek hesabı kapatmaya niyetleri yoktu. Tekel, kazanılmış hakların gasp edilmesine ve güvencesizleştirmeye karşı işçilerin direnişi ile tarihe geçti. Tayyip Erdoğan Başbakanlığındaki AKP iktidarı, bütün bir ülkeyi baştan aşağıya neoliberalizme teslim etmek istiyordu. Teslim edilecek yerlerden biriydi Tekel; sırada başka işletmeler de vardı, bir an önce direniş kırılmalıydı. İşçilerin, Abdi İpekçi’de uğradığı saldırı bunun içindi. Kan döküp, can acıtıyordu iktidar. Tariş işçileri için gözünü kırpmadan idam sehpasına çıkan Hıdır Aslan bu ülkenin vicdanıydı. Bugün, Tekel işçileriyle kaderlerini birleştiren devrimciler Hıdır Aslan’ın arkadaşlarıydı. İktidar, çadırlara dayandığında göğüs göğüse gelmekte tereddüt göstermeyeceklerdi; hesabı kapatmaya niyetleri yoktu. Tekel biraz Tariş’i andırıyor; devrimcilerin düşlerini Yeniçeltek süslüyor. Karamsarlıkla, hülyalı hayaller arasında bir yerde durmaktadır Yeniçeltek. Yaşanmıştır, iz bırakmıştır, öğretici olmuştur. Tekel direnişi başladığından bu yana solcular arasında sürdürülen tartışmaları devrimciler lehine nihayete erdirecek önemdedir. Elbette öznel diyen çıkabilir bu değerlendirmeye ama gerçek şudur: Yeniçeltek, devrimcilerin yoksullarla, işçilerle nasıl ilişki kurması gerektiğini öğretmektedir ve bu öğretinin içinde ne sendikal bürokrasiye kümelenmek vardır ne de işçilere dışarıdan bilinç taşıma gayreti. Ne ‘direniş bitecek ve bizim elimizde bir şey kalmayacak’ karamsarlığı vardır ne de işçi sınıfının iktidar yürüyüşünün başladığına dair rüya. Yeniçeltek, sorunu yaşayanların çözümü bulup hayata geçirmesiyle yaratılmıştır. Bu süreçte, devrimcilerin rolü elbette inkar edilemez. Şimdi kimilerine yavan gelebilir ama devrimciler, maden işçileriyle kaderlerini birleştirmiş, kömürü solumuş, yerin yedi kat altına inmiş, yerin üstünde ekmeğini, parasını paylaşmış, ‘ben bilirim’ ukalalığına kapılmamış, bilinç götürme küstahlığının esiri olmamış, işçileri söz, yetki, karar sahibi yapacak mekanizmayı önermekle yetinmiştir. Sonuçları malumumuzdur: Yeniçeltek deneyimi hâlâ anlatılmaktadır. Çünkü, üretenlerin yönetebileceğine dair ilk ve tek örnektir. Devrimci hareket için ise bir nişanedir. Nasıl olmasın ki? Yeniçeltek Devrimci Yol davasında 574 işçi yargılanmıştır. Yerin yedi kat altında kader birliği yapanlar, işkencede ve cezaevinde birbirlerinin yarasını sarmıştır. Devrimcilerle işçilerin birbirlerine yaralarını göstermesinden başka nedir ki devrim.

G

Bu bir kavga davetidir

Y

eraltı Maden-İş Sendikası eski Başkanı Çetin Uygur, Tekel direnişi hakkındaki değerlendirmelerini Halkın Sesi’yle paylaştı. Başbakan’ın işçileri tehdit ettiği grup toplantısının ile aynı gün düzenlenen bir dayanışma etkinliğinin dönüşünde, Uygur’un yol boyunca anlattıklarını aynen aktarıyoruz

T

ekel işçilerinin iktidardan ta-lepleri çok açık ve net. Yasal anlamda kazanılmış olan haklarının tanınmasını ve uygulanmasını istiyorlar. Tekel’in AKP eliyle özelleştirilmesiyle birlikte Tekel fabrikaları kapatıldı ve sadece yaprak tütün düzenleme alanları açık kaldı. Yaprak tütünde uzun süre çalışmış olan işçilerin şimdi bu çalışma ortamı da kazanılmış haklarıyla birlikte ellerinden alınmakta ve çalışma güvenceleri de ortadan kaldırılmaktadır. Hükümet diyor ki, “Kıdem tazminatını veriyorum. Bundan sonrasında seni daha düşük bir ücretle 11 ay daha tutacağım ama 11 ay sonrasının herhangi bir güvencesi yok.” 11 ayın sonrasında işçilerin ne bir tazminat ne de emeklilik haklarından söz etmek mümkün. Bunu gören işçiler, özelleştirme yasası gereği, iktidarın kendilerine devletin diğer işyerlerinde çalışma hakkı vermesini istiyorlar. Herhangi bir kent, bölge, işyeri ayrımı gözetmiyorlar. “Bizi Türkiye’nin herhangi bir yerindeki kamu işletmesinde çalıştırabilirsin. Yeter ki kazandığımız çalışma hakkımız sürsün” diyorlar. ‹fiÇ‹ “YARABB‹ fiÜKÜR” DES‹N İktidar ise bunu reddediyor. Maliye Bakanı “Biz aslında Tekel işçilerine merhametli davrandık” dedi. Toplumun en üst örgütselliği olan devleti yönetme etkinliğini üstlenmiş olan birinin bu devleti var eden topluma bakış açısını sergileyen bir değerlendirmeydi o, ‘merhamet’ sözcüğü. Gelecek için nasıl bir toplum yapısı düşündüklerini açığa vuruyor. Başbakan, Maliye Bakanı’nın bu sözünü pekiştiren söylemlerde bulundu. Yani onlara göre, iktidarda bulunan yönetici güç, tebası olarak gördüğü toplumun tümüne bağışta bulunacak. Ne verirse, toplum “ya rabbi şükür” diyecektir. Yani toplumun teba toplumu haline gelmesini öngören bir bakış tarzı. Ancak işçilerin ekonomik ve demokratik talepleri konusundaki kararlılıkları sonucunda, etraflarında çok ciddi yeni bir güç oluştu. O güç de gene, örgütlü örgütsüz işçileri ve geniş halk kitlelerini barındırmaya başladı. Çünkü, onlara karşı olan iktidarın bu tavrı, toplumun kendi geleceği açısından da gördüğü bir tehlikeye işaret ediyor. ZONGULDAK’TAN TEKEL’E Zonguldak maden işçileri, 12 Eylül faşist darbesiyle engellenmiş olan toplu sözleşme masalarına, ilk kez yeni bir yönetimsel yapıyla oturup taleplerini dile getirdiğinde de iktidar bu taleplere olumlu yanıt vermemişti. O zaman bir ses yük-

selmişti. Türkiye işverenler örgütü adına İshak Alaton, “Devletin ekonomik zorluklarını dikkate alıp, bu ocakları kapatalım; zarar ediyorlar. İşçilere oturdukları yerde paralarını verelim, kömürü dışarıdan ithal edelim. Daha az zarar ederiz” demişti. Bu aslında Türkiye’deki yeni ekonomik düzenin açık ilanıydı. İşçiler, Türkiye toplumu, Türkiye solu da bu çok açık sözle birlikte, mücadelelerini işyerlerindeki ekonomik demokratik taleplerinden, demokrasi talebine sıçrattılar. İşçilerin demokrasi talebini nereye söylemesi, nereden yanıt alması gerekiyordu? Ülkenin siyasi merkezi olarak Ankara’dan. Dolayısıyla Ankara’nın üzerine yürümeye başladılar. Bu eylem o kadar benzerlik taşıyor ki, aslında Zonguldak eylemi ışık tutuyor Tekel işçisine. Tekel işçisinin yanında, sendikal örgütlülük içinde sayıları alabildiğine düşmüş olsa da işçiler, işsizler, geniş halk kitleleri, kamu çalışanları da yer almaya başladı. Çünkü Türkiye’de uygulanan ekonomi politikaları açık seçik göz önüne serilmeye başlamış oldu. Siyasi iktidarın, Tekel işçisinin bu talepleri karşısındaki tavrı bir tedirginliği yansıtmaktadır. İktidar, yeni bir sendikalar yasası, yeni bir toplu iş sözleşmesi düzeni oluşturma ve derneklerin ve odaların ekonomik ve siyasi rollerini sınırlanırma niyetindedir. Hakları gasp edilen emekçi kesimler tepkilerini dile getirdikçe onlara yönelik yeni saldırıların sinyallerini vermektedir. Ve bu tavrı gördüğü için geniş kesimler Tekel işçisinin etrafında büyük oranda güç vermeye başladılar. “‹DEOLOJ‹K BU EYLEM!” Bu durum siyasi iktidarı alabildiğine rahatsız ediyor. Öyle rahatsız oluyordu ki Başbakan, önce “işçilerin bu eylemi ideolojiktir” diye kendince saldırdı. Evet, işçilerin eylemi ideolojik. Çünkü işçiler yaşama kendi sınıf gözlükleriyle bakmaya başlamışlar. İşçiler sınıf gözlükleriyle baktıkça AKP iktidarındaki rahatsızlık büyümeye başladı. Uzun yıllar Türkiye toplumu üzerinde iktidarların, sermayenin kullandığı; devrimci, sosyalist kesimlere yönelik işkencelerle başlayıp idamlara kadar uzanan, yargılamalarda kullanılan bu “ideolojik” suçlamasını, Başbakan’ın ağzından TV ekranlarında, mitinglerde, meclis kürsülerinde duymaya başladık; “İdeolojik bu eylem.” Oysa, daha birkaç ay önce MÜSİAD Başkanı “Bizim zamanımızda Türkiye’de gerçek kapitalist, gerçek burjuva var edildi” dedi. Gerçek burjuva yaratıldı

Madenci Z tütüncüye bir ders bıraktı

onguldak yürüyüşü, o zaman da Türkiye solunun gururlandığı bir eylem olarak çıktı. Çünkü, ücretti, sosyal haktı diye başlayan olay bir anda demokrasi talebiyle toparlanmış ve siyasi merkeze doğru yürüyordu. Türkiye solu da, o zaman 12 Eylül’ün büyük darbelerini yemiş olsak da ayakta kalanıyla, toparlanabilmişliğiyle işçilerin bu eyle-

“AKP’nin asla taviz vermeyece¤ini görmek gerekir. Çünkü Tekel iflçisinin direnifli karfl›s›nda ald›¤› kararlar sistemin kendisinin gere¤i yapmak zorunda oldu¤u ifller.”

“HÜKÜMET ELDEN G‹D‹YOR!” “Size verdiklerimle bugün çalışmaya hazır binlerce işsiz, asgari ücretli var. Destekleyici diye oraya gelenler, hepsi ideolojik gruplar. Etrafınızdakiler bugün çok konuşulan karanlık işlerin, darbelerin destekleyicisi güçler. Bu eylemin hedefi hükümeti devirmektir.” Böyle olunca, AKP’ye sahip çıkmaya çağırıyor. Bu, AKP’nin eylemdeki kararlılığını gösteren işçilere karşı başlatılacak saldırgan bir politikayı haklı gösterme söylemidir. Yabancı sermayenin sömürüsüne açık hale gelmiş olan ve elindeki bütün değer ve hizmet üreten kurumları sermayeye devredilen Türkiye’de devletin yeniden yapılandırılması görevini üstlenmiş olan AKP, arkasında yarattığı yeni sermaye sınıfıyla yoluna devam ederken, anayasayı da kapsayan yasal düzenlemeleri yaparken karşısına çıkan böyle bir eylem, onun açısından bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü bu eylem Türkiye toplumunun, nereye götürüldüğünü görmesini sağlamaktadır. AKP, işçilerin yarattığı bu tehlikeyi aşmak için, her geçen gün büyüyen, güçlenen bu eylemi kırmak, dağıtmak zorundadır. Taviz verme şansı yoktur. Kendi planları açısından, taviz vermemek zorundadır.

HAYAT ONA Ö⁄RETT‹ Hayatın kendisinin öğretisini taşıyor işçiler. Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, aklı başına geliyor ve benim bildiğim kadarıyla Diyarbakır’daki çalışan Tekel işçilerini hatırlıyorum, onların tümü AKP’ye oy vermiş işçiler. Televizyon ekranında mikrofon tutulmuş olan işçiler de, “Biz AKP’ye oy verdik” diyordu. Ama yaşadıkları onlara gerceğin ne olduğunu öğretiyordu. Hayat öğretiyordu. Sendikacı yaşadığı sistemi ona öğretemediyse, ki öğretemedi, sol diye geçinen biz öğretemediysek, hayat ona öğretti.

SAFLARI SIKLAfiTIRIYORLAR Başbakan TBMM’de partisinin grup toplantısında salona doldurulmuş taraftarlarına seslenirken, eylemde Tekel işçilerinin azınlıkta olduğunu, onların etrafında ise birtakım grupların yer aldığını, bu grupların ideolojik örgütlülükler halinde bulunduğu ve de bunların bugün Türkiye’de çok konuşulan darbe ve karanlık işler peşinde koşanları destekleyen gruplar olduğunu söyledi. Sonra olayı öyle bir noktaya getirdi ki, “Bugün Tekel işçilerine sunduğumuz ekonomik hakları kabul etmeye hazır binlerce asgari ücretli, binlerce işsiz var” dedi. Başbakanın bu söylemi ekranlarda defalarca tekrarlanırken, bu gene AKP yanlısı kesimlerde de yankılanmaya başladı. Bu ciddi bir uyarıdır, ciddi bir tehlikenin başlangıç noktasıdır diye düşünüyorum. İşçiler, hükümetin “11 aylık çalışmaya artı 22 gün vereyim, 12 ayı yakalamış olacaksın, o 12 aylık sürenin de tazminatını ödeyeceğiz” gibi söylemlerine ‘evet’ demediler ve mücadelelerinde kararlı olduklarını açıkladılar. İşçilerin bu kararlılığını karşısında, kamu çalışanlarının örgütleri de, diğer konfederal örgürler de işçilerin mücadelesini destekleyeceklerini, üretimden gelen güçlerini kullanma doğrultusunda onların yanında olduklarını söylediler. Tüm bunlar, iktidarın sözcüsü olarak Başbakan’ın bu saldırısını çok açık ilan etmesini getirdi.

AKP KAVGAYA ÇA⁄IRIYOR Kentlerde, kasabalarda, mahallelerde farklı çizgilerden insanlar Tekel işçilerine destek için bir araya geliyor, memleketin durumunu, işçilerin eylemleri ve talepleri üzerinden kendi çevrelerine en duru biçimde anlatıyor. Toplum bu eylem üzerinden kendi çıkarlarının ve AKP iktidarının gelecek tasarımının bilincine varıyor. İşte bu rahatsız etmektedir iktidarı ve iktidar şu anda en tehlikeli saldırısını başlattı. “Bu eylem aslında işçilerin talepleri için değildir. Bizi devirmeyi hedeflemektedir” diyerek destekçilerini bir çatışmaya çağırıyor. Bu eyleme karşı kendi arkasında yarattığı sermaye sınıfının desteğiyle birlikte işsizleri, asgari ücretlileri ve kendisine oy vermiş olanları çatışmaya çağırıyor. Oysa bu işçilerin içinde de çok sayıda “ona oy vermiş ama elim kırılsın” diyen, ama olayın içinde gerçekleri kavrayan kitleler var. AKP bu çatışma içerisinde kendisini toparlayabilmek için, yeni silahlarla donattığı polis teşkilatını da kullanarak eylemi dağıtmaya, açık söylemek gerekirse kanlı bir baskına hazırlanıyor. O zaman çok hızlı bir şekilde ilerici demokratından “sosyalistim” diyenine kadar, sendikasından meslek örgütüne, demokratik kitle örgütünden düşünce gruplarına kadar tüm herkes yaşanan bu olayı dikkate alarak çok hızlı bir şekilde bu saldırıyı göğüslemeye hazırlanmalıdır. Böyle bir çatışma yaşanmasını engellemek zorundayız. Çünkü böyle bir çatışmanın sonuçlarıının üstesinden gelebileceğimizi söylemek oldukça zor.

minden çok büyük bir gurur duyuyor ama uzaktan seyrediyordu. Ayağa kalkmıyordu diğer kentler. Halkı, kitleleri böyle bir eyleme dahil edemiyordu, Ankara’nın üzerine doğru. O bir öğretidir bize şimdi. Belki de o öğretiyi yaşadığımız için mahalleler, meslek örgütleri, diğer sendikalı kesimler, emeklisi, işsizi, esnafı Tekel işçisinin yanına gidiyor.

Çünkü onlar da görüyorlar ki, iktidarın politikalarına ciddi anlamda karşı çıkan bir gücün yaratabileceği bir ortam, kendi durumları açısından daha aydınlık bir gelecek vaat ediyor. Türkiye solu Zonguldak öğretisiyle hareket edip, seyretmekten, izlemekten ve alkış tutmaktan olayın içine girmeye yönelmeli. Bu nitekim oluyor burada. Anadolu kentlerinde eyle-

mi destekleyen yürüyüşler düzenleniyor. İşçiler, halk, kuruluşlar yürüyor. Ve bu ciddi anlamda AKP iktidarının ve özellikle sermaye saldırılarının getirdiği olumsuzlukların aşılabilmesi doğrultusunda, çok ciddi anlamda bir gücün oluşabileceğinin de bir göstergesi olabilir. Belki fazla yüceltiyorum ama mevcut durum bunun ipuçlarını veriyor.

demek ne anlama geliyor? Bir burjuva, bir kapitalist yaratmak, bir toplumda neye dayanmaktadır. Emeğin sömürüsüne, halkın soyulmasına dayanmaktadır. Değerleri üreten beynin ve bedenin sömürüsüne dayanmaktadır. Dolayısıyla bu kadar büyük bir sömürü ve soygun sonrasında var olan yeni bir sınıfın savunusu çok ciddi bir ideolojinin gereği, yani kapitalist ideolojinin gereğidir. Bunun bu derece açık söylendiği noktada, Başbakan işçilerin bu eylemini “ideolojik bir eylemdir” diyerek karalamaya çalıştı. Ama toplum karşısında onları zayıf düşürme, mahkum etmeye dönük saldırısı hiç tutmadı. Üstüne üstlük işçilerin örgütleri, “evet ideolojik” dediler. Bütün bunlara rağmen yıpratılamayan bu mücadele bugün çok ciddi bir noktaya geldi diye düşünüyorum.

Hekimhan destanı* Deveci ve Karakuz'da demiri /Kuluncak ve Bıcır'da / kromu vardır / İstasyonda kırma-eleme / Ve yükleme tesisi vardır / O'su vardır, bu'su vardır / Yıllarca yıkılmaz / bir yanı vardır Bilfer maden ocaklarında / çalışan / Köylü işçinin / Yıllardır biriktirdiği / kini vardır / İsyanı vardır bunun / yanında. / Akacak dere yatağı / aramıştır bu isyan / Bu sınıfsal kin yıllarca / Sonunda bilinçle / yoğrulmuştur / Yatağını bulmuştur / Hekimhan madenci köylü işçisi / Kararını vermiştir: / Grev... Artık bugünden sonra / Hekimhan çarşısı bir düğün yeri / Hekimhan çarşısı grevli çünkü / Hekimhan çarşısı bir yatak / Bir dere yatağı / Grev dere oldu / Düştü yollara aktı nehir oldu... *Veysel Çolak’ın Hekimhan direnişinden etkilenerek kaleme aldığı şiir


SPOR BİLİM

14

5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Beyazların kara ligi ribaund ve blok ile ilgili bütün rekorlar siyah basketbolculara ait. Kariyerleri boyunca 20 bin sayıyı geçebilen 35 basketbolcudan 30'u siyahken bir maçta 60 sayıyı geçen 20 basketbolcudan 14'ü siyah. Bu 20 basketbolcudan biri de Gilbert Arenas. Arenas'ı maçlardan şimdilik süresiz men eden NBA yönetiminin ise ırkçılık konusunda bazı şaibelerinin olduğu 2007 yılında yapılan bir araştırmada ortaya çıkmıştı. Pennsylvania Üniversitesi'nden Profesör Justin Wolfers ve Cornell Üniversitesi'nden Joseph Price'ın yaptığı araştırmada NBA'de hakem kararlarında ırkçılık yapıldığı ortaya çıkmıştı. 600 bin faul kararı incelendiğinde maç içindeki üç hakemin de beyaz olmasının siyah oyunculara çalınan faulleri yüzde 5 arttırdığı belirlenmişti. Siyah oyuncular maç sürelerinin yüzde 83'ünü doldururken maçların yüzde 30'u üç, yüzde 47'si de iki beyaz hakem tarafından yönetiliyor. Üç hakemin de siyah olduğu maçlar ise sadece yüzde 3'lük bir kısmı kapsıyor. Siyahların kısa mesafe koşulardan sonra en başarıla oldukları spor dalı olan basketbolda kurulan yeni lige, sadece Amerikan İç Savaşı'nda köleliğin kaldırılmamasından yana oyan Güney eyaletlerinden takımlar katılacak katılacak. 12 takımlı ligin ne kadar süreceği tartışmalı.

T

arihi siyahlara yönelik ırkçı eylemlerle dolu ABD'de bu kez sadece beyazların oynayabileceği bir basketbol ligi kuruluyor. Ligin kurucuları böyle bir lige ihtiyaç duyulmasının Washington Wizards'ın siyah oyunkurucusu Gilbert Arenas'ın soyunma odasına silah sokmasıyla ilişkilendirdi. Lig komiseri Don Lewis "Arenas salona silahlarıyla geliyor. Kimse kendini güvende hissetmiyor. Bizim de daha iyi koşullarda, kimsenin endişe duymadan maç izleyebileceği bir lig kurma hakkımız var" diyerek ırkçı ligi savundu. Siyahların çok daha başarılı olduğu herkes tarafından kabul edilen basketbol alanında böylesine bir ligin kurulması oldukça çelişkili. Söz konusu ligde ABD'nin gettolarının büyük bir bölümünü oluşturan ve en az siyahlar kadar benzer yakıştırmalara maruz kalan Çin kökenlilerin yer alıp alamayacağı konusunda ise bir açıklama yok. ‘The Answer’ ABD, pek çok siyahi sporcunun "çeteci, kavgacı" yaftalarına maruz kalmasına oldukça alışık. NBA'in gelmiş geçmiş en iyi oyuncuları arasında göste-rilen Allen Iverson. Lisedeyken ırkçı bir grubun saldırısına maruz kalan Iverson, çıkan kavga nedeniyle 5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Dava sürecinde hakime verdiği cevaplar

A

BD’de bir basketbolcunun silahla soyunma odasına girmesiyle başlayan ‘ırkçılık’, beyazlardan oluşan bir basketbol ligi kurulmasına kadar vardı

nedeniyle arkadaşları tarafından "The Answer" (Cevap) lakabı takılmıştı. Iverson daha sonra affedilmiş fakat muhafazakar ve ırkçı grupların Iverson'a yönelik

Küçük klüpler borç içinde

saldırısı devam etmişti. Sonrasında oynadığı mükemmel basketbolu arkadaşları tarafından ‘ırkçıların baskılarına karşı bir cevap’ diye nitelenmiş ve “The Answer” lakabı

D

igitürk, Aralık ayında Süper Lig maçlarının 4 yıllık yayın hakkını (Türk Telekom ile girdiği ihalede) 321 milyon liralık teklifle satın aldı. Vergiler de eklenince 410 milyon lira gibi müthiş bir paraya satın alınan Süper Lig, Avrupa’nın en büyük 5. ligi oldu. 2. Lig klüpleri can çekifliyor Süper Lig takımları bu paradan reklam ve yayın gelirleri vasıtasıyla kasalarını doldurmayı hedeflerken, Türkiye Futbol Federasyonu 2. Lig ve TFF 3.

Anket sonuçlar›n› ve bir teori olarak Suskunluk Sarmal› Anket sosyal bilimlerde s›kça baflvurulan bir yöntemdir. Fakat güvenirli¤i tart›flmal›d›r. Ankete cevap verenin do¤ruyu söyleyip söylemedi¤ini bilmenin bir yolu yoktur. Üstelik de¤erlendirilmesinde yaflanabilecek s›k›nt›larda güvenilirlik sorunu do¤urmaktad›r. Bu s›n›rl›l›ktan da öte anket sonuçlar›n›n kamuoyuyla paylafl›lmas›n›n yol açt›¤› baz› etkiler vard›r. Toplumda ço¤unlukta veya az›nl›kta olan görüflü aç›klaman›n tek tek bireylerin tutum almalar› üzerine etkileri vard›r. 1984 Almanya seçimlerinde, kamuoyu araflt›rmas› yapan bir bilimkad›n›, Elisabeth Noelle-Neumann Hristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratlar aras›ndaki oy fark›n› ölçerken bir kuram gelifltirmifltir. Bu kuram›n ad› ‘Suskunluk Sarmal›’d›r. Suskunluk Sarmal› kuram›na göre insanlar toplumsal onaya önem verdikleri ve farkl› duruma düflerek d›fllanmaktan korktuklar› için ço¤unlukta olan fikri savunanlar karfl›s›nda kendini az›nl›k hissediyorlarsa sessiz kalmay› seçer. Bir fikrin ço¤unlukta oldu¤unun aç›klanmas› o fikre kat›lmayanlar› sessizli¤e sürükleyerek suskun olmalar›na neden olur. Bundan da öte karars›z olanlar›n ço¤unluktan yana tutum almas›na yol açabilir. Türkiye’de Baykal’›n erken seçim tart›flmalar›n› bafllatmas›n›n ard›ndan ilk anketi yap›p aç›klayan, 2009 yerel seçimlerinde en ‘isabetli’ sonuçlara ulaflan Adil Gür’ün A&G isimli araflt›rma flirketi oldu. Adil Gür’ün anket sonuçlar›na göre AKP’nin oylar› %33’e CHP’nin oylar› %19’a indi. Kürtler'in yüzde 79'u, DTP'lilerin yüzde 64'ü kendi meclisi, polisi olan otonom bölge istemiyor. Halk›n yüzde 72,5'u, "Bizi bir arada tutan en önemli fley din" yan›t› veriyor. Bayrak, dil ve toprak sonra geliyor. TSK’ya güven ise azalm›fl. Suskunluk Sarmal› kuram›na dayanarak yorumland›¤› zaman anket sonuçlar›n›n ülkeyi yönetenlerin planlar› ve beklentileriyle örtüfltü¤ünü görmek çok da flafl›rt›c› olmuyor. Elbette Suskunluk Sarmal›’n›n bir kuram oldu¤unu, anket sonuçlar›n›n da onlarca koflulla beraber kullan›ld›¤›n› unutmamak laz›m.

kalıcı olmuştu. Oynayan siyah yöneten beyaz NBA'de siyah oyuncuların bariz üstünlüğü ortada. NBA'deki sayı,

Lig'deki onlarca kulüp ise borç batağında. Takımlar sigorta, vergi, temlik, transfer veya tescil borçları nedeniyle futbolcularını oynatamıyor veya maçlara çıkamıyor. Futbolcuların maaşlarını alamaması üzerine yaptıkları eylemle gündeme gelen Erzurumspor ikinci dönemdeki iki maçına çıkamadı. Erzurumspor'un Federasyon tarafından ihraç edilmesi bekleniyor. Sezon başında ligden çekileceğini açıklayan fakat

Bilim: Aksi ispat edilene kadar...

yardımlar sayesinde lige başlayan Mardinspor'da ise yönetime talip çıkmadı ve kulüp kayyuma kaldı. Türkiye futbolunda önemli bir yeri bulunan Sakaryaspor, Kocaelispor ve Malatyaspor da borçlarına çözüm arıyor. Logo ve isim hakkına haciz konarak satılığa çıkarılan Kocaelispor, TFF 1. Lig'de kümede kalma mücadelesi veriyor. TFF 2. Lig'deki Sakaryaspor ise ilk yarıda birçok futbolcusunun lisansını çıkartamayarak kümeden düşme tehlikesiyle

karşılaştı. Grubunda son sırada bulunan Malatyaspor'un da dağılması gündemde. Taraftar sitelerinde şimdiden Malatyaspor'un kapatılacağı ve Malatya Belediyespor'un 44 Malatyaspor adını alarak Malatyaspor'un yerine geçip geçmeyeceği tartışılıyor. Türkiye'de borçları nedeniyle zor günler yaşayan diğer kulüpler ise şöyle: Kırşehispor, Adıyamanspor, Kahramanmaraşspor, Şanlıurfaspor, Çorumspor ve Çankırıspor.

iPhone’dan sonra PS3’ün flifresi de k›r›ld› Apple iPhone’›n flifrelerini k›ran hacker flimdi de Sony PlayStation 3’ü ‘aç›k’ hale getirdi. BBC’yi aray›p haberi veren George Hotz, PS3’ün flifrelerini befl haftada k›rd›¤›n› söyledi. Üç y›ld›r pazarda olmas›na karfl›n ‘hack’ edilemeyen tek oyun konsolu olan PS3 için “hiç bir cihaz hack edilemez de¤ildir” diye konuflan Hotz, gelifltirdi¤i tekni¤i rafine etmekle meflgul oldu¤unu ve biter bitmez internette yay›nlayaca¤›n› da bildirdi. Baz› internet dedikodular›na göreyse, bu 'hack' olay› asl›nda PS4 ç›kmadan önce yap›lan bir 'dan›fl›kl› dövüfl'.

Bilimden Kopmamak Gerek! Bilim insan› gerçe¤e yaklaflt›r›r. Bu gerçeklik do¤a bilimleri için de sosyal bilimler için de geçgrlidir. Halk›n Sesi’nde bilim konulu bir sayfaya yer ay›rmam›z›n amac› kapitalist düzene muhalif kesimlerin bilime olan ilgilerini, olaylar karfl›s›ndaki bilimsel reflekslerini canl› tutmalar›na mütevazi bir katk› sunmakt›r. Bu bölümde yay›nlamaya bafllad›¤›m›z bilim konulu yaz›lar›n bir tanesi önümüzdeki say›dan itibaren “Bilim Tarihi” üzerine olacak. Bu yaz› dizisiyle

bat› merkezli e¤itim disiplininden geçen bizlere farkl› bir pencere açmaya çal›flaca¤›z. Dünyaya bat›dan de¤il dünyan›n tepesinden bakmaya çal›flaca¤›z. Amac›m›z bilim tarihinde Bat› ve Do¤u’yu dönemsel olarak karfl›laflt›rman›n yan› s›ra ülkemizin siyasaltoplumsal co¤rafyas›n› oluflturan Arap/Pers/Anadolu co¤rafyas›n› biraz daha yak›ndan tan›tmak. Bu konuda okuyucular›m›z›n katk›, soru ve taleplerine aç›k oldu¤umuzu tekrar belirtmek isteriz.

Bunu biliyor muydunuz? Kar ya¤arken hiçbir tanenin birbirine de¤medi¤ini ve hiçbir kar tanesinin yap›s›n›n birbirine benzemedi¤ini biliyor muydunuz? Kar tanecikleri sonsuz say›daki farkl› flekillerden oluflur. Birbirinin ayn› iki kar taneci¤i bulmak olanaks›zd›r. Ancak

tüm kar taneleri 6 köflelidir. Birbirine gevflek bir flekilde ba¤lanan kristallerin her biri farkl› biçimler yarat›r. Tanecikler, düz tabaka, i¤ne ve çubuk fleklindeki buz kristallerinin birleflmesiyle oluflurlar. Üstelik kristaller birbirini itti¤inden birbirlerine de¤mezler.

“Bilim akl›n fliiridir; fliir de yüre¤in bilimidir.” Maksim Gorki

Sahanın ortasında hayatın solunda B

ursaspor taraftarlarının “filozof” adını verdiği İvan Ergiç, 2009-2010 sezonu öncesinde İsviçre’nin FC Basel takımından Bursaspor’a transfer oldu. Marksist futbolcu Ergiç, amatör ruhlu bir profesyonel. Ergiç başarıyı ikinci plana koyup futboldan zevk almak için oynuyor. Bu yüzden kendi lehine çalınan haksız faullerde hakemleri uyarıyor. “Futboldan zevk aldıktan sonra 3. ligde de oynarım” diyen Ergiç, hile yapmadan kazanmayı kendisine ilke edindigini ve bunun devrimci bir ilke olduğunu ifade ediyor. Ivan Ergiç, sahanın içinde gösterdiği örnek davranışları ve futbol tutkusunu sahanın dışında da sergiliyor. Ergiç’in, kale arkası tribününde yağmur altında Basel taraftarıyla birlikte maçın sonuna kadar takımını desteklemişliği de var. Sol kültürü babasına borçlu olan Ergiç, Marksist olduğunu her fırsatta söylüyor. 1981 yılında Hırvatistan'da doğan Sırp kökenli Ergiç, Yugoslavya'nın parçalanma sürecinde ailesiyle birlikte Avusturya'ya göç etmek zorunda kalmış. İç savaşta yaşadıklarından etkilenen Ergiç futbol hayatının zirvesindeyken depresyona girmişse de kendi çabalarıyla sıkıntılarından kurtulmuş. İsviçre’de 103 maçta forma giyip 17 gol atan futbolcu, 10 kez giydiği Sırbistan milli takımı formasını ulusal takımlarda aşırı bir şovenizm yaşandığı için fırlatıp atmış. Sahada liderlik vasfı olan futbolcunun, yeni geldiği Türkiye’de alışmadığı bir kültür içerisinde bu özelliğini kullanması zor gözüküyor. Ergiç, etkili şutları olmsına rağmen şut çekmeyi sevmiyor. Ergiç, sahip olduğu futbol yeteneklerinden ziyade kişiliği ve karakteriyle Türkiye’deki futbola çok şey katabilecek bir futbolcu.

Kepler: Y›ld›zlara tutkun bir bilim insan› Johannes Kepler (d. 27 Aralık 1571 - ö. 15 Kasım 1630), Alman gökbilimci, fizikçi ve matematikçi. Kepler 1571 yılında Almanya'nın güneyinde bulunan Weil'da doğdu. Çocukluğunda çok hasta olmasından dolayı ellerinde ve gözlerinde kalıcı bozukluk olmuştu. Buna rağmen Tübingen Üniversitesi'ne girdi ve öğrenim gördü. 1591'de yüksek lisans derecesi aldı. Graz'da matematik profesörlüğü yaptı. Bu dönemde yazdığı Mysterium cosmographicum (Evrenin Gizleri, 1596) adlı yapıtında açıkladığı gezegen sistemiyle ünlü astronomlar arasına katıldı. 1598'de Graz'daki protestanların kenti terk etmelerinin istenmesi üzerine Kepler dönemin ünlü astronomu olan ve Prag'da devlet matematikçisi olarak çalışan Danimarkalı astronom Tycho Brahe'nin çağrısıyla Prag'a yerleşti. Tycho'nun ölümü üzerine İmparator II. Rudolf tarafından onun yerine atandı. Tycho Brahe'nin derlediği değerli astronomik gözlemlerden yararlanan Kepler, gezegenlerin hareketleriyle ilgili çalışmaları sırasında Mars'ın yörüngesini incelerken kendi adıyla anılan yasaların ilk ikisini buldu. II. Rudolf'un yerine geçen

kardeşi, Kepler'i Yukarı Avusturya devletleri matematikçisi olarak atadı. Linz'de kaldığı 14 yıl içinde iki kitap yazan Kepler, burada üçüncü yasasını keşfetti. 1. yasası: Bütün gezegenler, odaklarından birinde Güneş'in bulunduğu elips biçimli yörüngeler üzerinde hareket eder. 2. yasası: Bir gezegeni Güneş'e bağlayan doğru parçası eşit zaman aralıklarında eşit alanlar tarar. 3. yasası: Gezegenlerin dolanım sürelerinin karesi ile Güneş'e olan uzaklıklarının küpünün oranı tüm gezegenler için aynıdır. 1626'da Avusturya'da Protestanlara karşı başlayan yıldırma ve baskı, Kepler'in önce Ulm, daha sonra Regensburg kentlerinde zor bir hayat sürmesine neden oldu. 1627'de Tabulae Rudophinae (Rudolf Cetvelleri) başlığı altında gezegenlerin temel tablolarını yayınladı. Kepler, astroloji gibi mistik olaylara inanmasına karşın astronomi bilimine olan büyük katkılarıyla bu bilimin çehresini değiştirdi. 1629'da Silezya'ya çağrıldı. Orada bir yıl çalıştıktan sonra, 1630 yılında Almanyanın Regensburg kentinde öldü.


KÜLTÜR SANAT

15

5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

Sanat›n ç›nar› Ak›n Ankara Uluslararası Film Festivali’nin her yıl kültür sanat hayatına katkıda bulunan sanatçılara verdiği “Sanat Çınarı” unvanı bu yıl 21. incisi düzenlenen festivalde şair Gülten Akın’a verildi. Akın, Türkiye edebiyatının en uzun soluklu kadın şairlerinden biri.

M Ü Z ‹ ⁄ ‹ N

Muz Sesleri

Yeni Film ç›kt›

Gazeteciliğin vicdanlı kalemi Ece Temelkuran ilk romanı Muz Sesleri’ni yayımladı. Yazar, Lübnan’da yaşayarak kaleme aldığı romanda bu kentten Fransa’ya ve İngiltere’ye uzanan bir aşk öyküsünü, Ortadoğu ve onun bağrında süren savaşlarla anlatıyor.

Sinema dergisi Yeni Film’in 19. sayısı çıktı. Sinemaya muhalif olanın gözüyle bakan dergide Avatar’dan Nefes’e kadar farklı çizgideki güncel filmlere dair yazılar var. Dergide ünlü yönetmen Theo Angelopoulos’la yapılmış bir de söyleşi bulunuyor.

S I N I R

K›z Ç›kmaz› sahnede Ezilenlerin tiyatrosu akımının izini süren feminist tiyatrocular Nü Kolektif adı altında bir araya geldi. Topluluk, Ülfet Sevindi’nin kaleme aldığı ‘Kız Çıkmazı’ oyununu İstanbul’da sergiliyor. En alttakilerin gözüyle görmek için 27 Şubat’a kadar vaktiniz var.

T A N I M A Y A N

Y O L C U L A R I

Kıtaları birleştiren müzik D‹LEK ERSOY

M

üzik grubu Etni-ka. İnsana ait araştırmalar yapan bir bilim dalı olan etnolojiyle, hem karmaşa hem de her şeyin bir arada olduğu anlamına gelen kaosun birleşmesinden almışlar isimlerini. Yani var olan karmaşayı yaptıkları müzikle çözmeye, insanı anlamaya dair tüm söylemleri. TESADÜFLE BAfiLADI Günümüzde solist saltanatının hüküm sürdüğü, enstrümanistlerin emeğinin es geçildiği anlayışa karşı, iki Anadolulu sazın bir araya gelmesiyle oluşuyor Etni-ka. Grubun müzikal yolculuğu, bağlamada Sinan Ayyıldız, kavalda Serdar Deli’nin hoş bir tesadüfle bir stüdyoda karşılaşmalarıyla başlıyor. Sanata ve müziğe aynı gönül penceresinden bakan iki ruhun birleşmesiyle Etni-ka’nın temelleri atılmış oluyor. Grup daha sonra gitarda Özgür Şahin, bas gitarda Ersan Ergün, ve perküsyonda Ümit Kartal’ın katılımıyla çoğalarak büyüyor ve müzikal zenginliğine ulaşıyor. Her müzisyen gibi, Etni-ka da çalışmalarını insanlarla hatta dünyayla paylaşmak amacıyla bir albüm yapmaya karar veriyor. Maddi-manevi zorlu bir süreçten geçtikten sonra grubun “Pangea”

A

nadolu’nun zengin tınılarından beslenen ama orada kalmayıp kulağını dünyaya vermiş, sınırlarını zorlamış yeni bir müzik grubu Etni-ka ilk albümünü çıkardı

adındaki ilk albümleri, 2009’ un Mayıs ayında doğuyor. “Pangea”, dünyanın kıtalar birbirinden ayrılmadan önceki ilk halinin ismi. Bu anlamda müziğin birleştirici gücüne vurgu yapan bir anlayış taşıyan albümün içerisinde, Gürcüstan’dan Makedonya’ya, Azerbaycan’dan, Yunanistan’a,

Bulgaristan’dan Macaristan’a ve nihayetin de Anadolu’ya uzanan müzikal bir yolculuk var. YEREL VE EVRENSEL Enstrümantal etnik müzik alanında, yerelle evrenselin bütünleştiği, yeni ve yaratıcı bir grup Etni-ka. Seçtikleri ülkelerin halk

müziklerini kendi müzik anlayışlarıyla harmanlayan gruba, Buzuki Orhan Osman, Erol Parlak, Muammer Ketencoğlu, Safa Yeprem, İberya Özkan, Okan Murat Öztürk destek olmuş. Albüm içerisinde yer alan, “ Kartuli popuri” (Gürcü Potpurisi) adlı Gürcüstan halk ezgisi, o

toprakların yerel enstrümanları panduri ve salamuriyle icra ediliyor. Bu ezgiyi Etni-ka’nın yorumuyla dinlediğiniz zaman, bağlama bir panduri, kaval ise bir salamuri adeta. Johannes Brahms’ın Macar Çingeneleri’ nin geleneksel müziğinden etkilenerek yazdığı, “Macar Dansı” uyarlamasında ise, batı müziğiyle Anadolu enstrümanlarının hoş buluşmalarına tanıklık ederek, evrenselliğin sanatta taşıdığı anlama tanık olabilirsiniz. Eğer bu size yetmez ise, Yunanistan’a uzanıp, Omorfi Thesselanoki’yle ( Güzel Selanik) buzuki tadında şelpe bağlama dinleyebilirsiniz. Patuvanje adlı şarkıda Makedon topraklarına ayak basabilirsiniz. İkiparmak Zeybeği’yle ( Tekeler Köyü Zeybeği) Anadolu’ya vararak, kardeşliğin ve kardeş kavgalarının, sevdaların ve en çok da acıların yanından geçebilirsiniz… Bütün bu sentezlerin yanında, Sinan Ayyıldız ve Serdar Deli’ye ait iki de beste bulunan albüm, çivisi çıkmış, piyasalaşmış bir ortamın içinde müzikal bir hazine… Etni-ka birçok farklı ilde ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde konser vermiş, vermeye devam ediyor. Grup şimdilerde ikinci albümlerini yola koyma çalışmaları içersinde. Etni-ka’nın yolu açık olsun...

Bağımsız filmler festivalle geliyor B

ağımsız Film Festivali (İF)’nin dokuzuncusu başlıyor. Şubat ayında İstanbul ve Ankara’da sinema izleyicileriyle buluşacak olan Festival, 64 uzun metrajlı film ve çok sayıda kısa filmi gösterime sunuyor. !f İstanbul 9. AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali İstanbul’da 11-21 Şubat, Ankara’da ise 25-28 Şubat’ta gerçekleşecek. Keş!f’, ‘Hit

Şubatta tiyatro

D

evlet Tiyatroları Şubat’ta yüze yakın oyunla başta bulunduğu kentler olmak üzere Anadolu’nun farklı yerlerinde temsiller vermeye hazırlanıyor. Altı yeni oyunun sahneleneceği Şubat ayı programında yetişkinlerin yanı sıra çocuklar için de oyunlar var. Devlet Tiyatroları Şubat ayına yeni oyunlarla perde diyor. Sevim Burak’ın yazdığı ‘İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar’; Zeki Yorulmaz’ın yazdığı, ‘Orkestra’; Karel Capek’in yazdığı, ‘Ana’; Turgut Özakman’ın yazdığı, ‘Duvarların Ötesi’, Kubilay Tuncer’in yazıp yönettiği ‘Herkes Sihirbaz Olacak’, Cuma Boynukara’nın yazdığı "Yoksun" adlı oyunlar kurumun sahnesinde ilk defa izleyici ile buluşacak. Ay boyunca 99 değişik oyunla 724 ayrı temsil yapacak olan kurum, Devlet Tiyatroları’nın olmadığı kentlere yapılan yolculuklarını on yedi farklı kente giderek sürdürecek.

Filmler’, ‘Sesli Yaşam’, ‘Fantastik Filmler’, ‘Sessiz & İsyankar’, ‘Dünyanın Çivisi’, ‘!f Kült’, ‘Gökkuşağı’, ‘Türkiye’den Kısalar’, ‘Nöbetçi Sinema’ ve ‘Özel Gösterim’ gibi 13 ayrı başlık altında yapılacak gösterimlerde farklı festivallerde ödül almış filmler, Oscar yolcusu filmler ve genç yönetmenlerin amatör filmleri yer alıyor. Bu yıl bir ilke imza atacak olan

Festival, teknolojinin olanaklarından yararlanarak seçtiği 5 filmi İstanbul’la eşzamanlı olarak Diyarbakır, Batman, Çanakkale, Samsun, Mersin ve Türkiye’ye komşu ülkelerde 15 ayrı noktada gösterecek. Bazı filmlerin gösteriminin ardından yapılacak olan yönetmenlerle söyleşiler ise internet üzerinden canlı yayınlanacak. Güncel siyasetle beraber dile

İlk yerli seri katil filmi T

ürkiye’nin ilk seri katil filmini sinemanın usta oyuncusu Uğur Yücel çekti. Filmin kahramanları uğradığı taciz sonrası intihar eden kız kardeşi ve İstanbul’da işlenen bir dizi cinayetin zanlısı olan Ensar (Nejat İşler), onu yakalamaya çalışan yaşlı dedektif Abbas (Uğur Yücel), yardımcısı Celal (Kenan İmirzalıoğlu) ve stajyer polis Ezo (Berrak Tüzünataç). Bu karakterlerin öyküsü etrafında işlenen senaryo yitirilen adalet duygusunun nasıl sağlanacağı sorusu üzerine kurulu. Daha önce Yazı-Tura gibi özgün bir yapıma imza atan Yücel, bu kez Amerikan sinemasının klişelerinden yola çıkarak Türkiye’nin çelişkilerini de anlatan farklı bir gerilim filmi yaptı. Yaygın bir sorun olan tacizi adalet arayışıyla beraber işleyen Ejder Kapanı, 22 Ocak’tan beri vizyonda. Film Türkiye’de 51 farklı kentte ve Kıbrıs’ta gösterime girdi.

yerleşen ‘Açılım’ da festival de kendine yer bularak Kürt filmleri seçkisinden oluşan özel bölüme isim olarak verildi. “Yaman Tilki/Fantastic Mr Fox”, “Precious”, “Hizmetçi/The Maid”, “An Education/Aşk Dersi”, “Çılgın Kalp/Crazy Heart” gibi filmlerin yer aldığı gösterimler için İstanbul’da 1 Şubat, Ankara’da ise 15 Şubat’ta gişelerden bilet satışı başlayacak.

Bandistadan ara atak, Şu Anda Şimdi T

ekel, Seka, Petkim, Erdemir, Şeker adını bilmediğimiz/unuttuğumuz nicesi; derelerin, ormanların, toprakların bizzat hayatların dönüşümü … Kamunun tasfiyesi; eşitlik yok adalet yok, o zaman sokaklara; işçiler, işsizler, memurlar, öğrenciler, rençberler, gettolar ve tam yerinde … Bandista’dan bir “ara” atağı Şu Anda, Şimdi!... MÜZ‹KL‹ D‹REN‹fi MÜZ‹KLE D‹REN‹fi Muhalif müziğin özgün sesi Bandista yeni çalışmasını dinleyicilerin paylaşımına açtı. Tekel direnişiyle yüzlerin yeniden sokaklara döndüğü, umudun canlandığı günlerde Bandista da direnişe müziğiyle ruh vermeye devam ediyor. De Te Fabula Narratur ve Paşanın Başucu Şarkıları albümünün ardından grup üçüncü çalışmasını da yayınladı: Şu Anda, Şimdi. Albümün sloganı içinden geçtiğimiz dönemin gerçeğini yansıtıyor. “Biz işçiler rızkımız için nice cefalar içindeyiz.” Bandista direnişin ezgisinin parayla satılamayacağına inanıyor bu nedenle tüm çalışmalarını

kendi internet sitesinde paylaşıma açıyor. İki ayrı parçada oluşan ‘Şu Anda Şimdi’ Bandista tarafından “ara atak” olarak tanımlanıyor. Albümde İtalyan Bandiera Rossa marşını kendi üslubuyla yorumlayan Bandista marşın sonunu “İsyan, devrim, özgürlük” diyerek bitiriyor. İkinci çalışma ise söz ve müziği Bandista’ya ait olan ve içinde Tekel işçilerine göndermeler olan Birinci Rollama. Tayfa,

şöyle sesleniyor: Tütün kağıda değil de, Biz kefene sarıldık madem, Ölülerin korkusuyla, Titre nev-liberal âlem fiU ANDA, fi‹MD‹ Grup albümle beraber 68 gençlik hareketinin öncülerinden Daniel Bensaid’ın, Köstebek ve Lokomotif kitabından şu alıntıyı dinleyenlerine sunuyor: Nasıl ki su kenarında yetişen

sazlar meşeden uzun yaşarsa, köstebek de lokomotife galip gelir. Yorgun bakışlı o eski dostumuz hâlâ kazıyor. Hadisenin gözden kaybolması, usulca, her şey uykudayken yeni patlamaları hazırlamakta olan o karanlık direniş faaliyetini ortadan kaldırmaz. ... Günün minnacık fesatları ve gizli planları, yarının büyük öfkelerinin mayasıdır. Yepyeni fışkırmaların habercisidir. ... Hiçbir yere götürmez gibi görünen fakat birden bire, kör edici bir ışığın şaşırtıcılığı içinde yeryüzüne çıkan tüneller boyunca uzlaşmaz direnişlerin, yönelim sahibi avareliklerin dik kafalı yürüyüşüdür bu. ... İnatçı köstebek, çevik lokomotiften uzun yaşar. Yumuşak tüylü, yuvarlak hatları, makinenin metalik soğukluğuna, o çalışkan saflığı tekerleklerin ritmik takırtısına, mütebessim sabrı, o çelikten sırıtışa üstün gelir. … Deliğini kazar. Eşeler ve aşındırır. Gelmekte olan krizi hazırlar. ... Kriz, apansız gün yüzüne açılan bir köstebek deliğidir. Şarkı sözleri için www.tayfabandista.org

Hareketin sesini yakala T

ürkiye’nin artık diplomalı pandomim sanatçıları var. 2008-2009 yılında ilk mezunlarını veren İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Pandomim Sanat Dalı’nın mezuniyet etkinliği Barış Manço Kültür Merkezi’nde 14 Ocak’ta yapıldı. Törende, mezun olan öğrenciler halen öğrenimlerine devam etmekte olan öğrencilerle birlikte bir gösteri sahnelediler. Türkiye’nin devlet üniversitesi bünyesinde kurulan ilk pandomim bölümünün ilk mezunları pek çok seyirciye ilk kez izledikleri bir pandomim gösterisi sergiledi. Bu gösteri diplomalı pandomimciler için de ilkti. Bünyesinde birçok ilki barındıran gösteriyi seyirciler ilgiyle takip ettiler. Gösterinin ardından bölümün kurulmasında önemli katkıları olan pandomim sanatçısı Vecihi Ofluoğlu'nun önderliğinde bölümün ilk mezunlarının kep atma töreni gerçekleştirildi.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

5 fiubat 2010 / 18 fiubat 2010

Halk›n Sesi

TEKEL D‹REN‹fi‹ EYLEMLERLE DESTEKLEND‹

Heryerde eylem vardı T

Baflbakan’›n sert ç›k›fllar›, mülki idarenin eyleme kat›lanlara soruflturma tehditleri sökmedi. Binlerce emekçi dayan›flma için alanlarda bulufltu

Çoban ateşi ülkeyi sardı Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel’in ‘çoban ateşini heryere yayalım’ çağrısı destek buldu. İşçiler, kamu çalışanları, öğrenciler, emekliler eylemi destekledi 4 Şubat’ta ülke genelinde TÜRKİŞ, DİSK, KESK, HAK-İŞ, MEMURSEN ve TÜRKİYE KAMU-SEN’in aldığı karar doğrultusunda, Tekel işçilerinin eylemine destek vermek amacıyla “çalışmama hakkını kullanma” eylemi yapıldı. Ankara’da direnen Tekel işçilerine ülke çapında destek eylemleri yapıldı. Üniversitelerden belediye çalışanlarına kadar emekçiler ve yoksul halk kesimleri tekel işçilerini destekleyen çeşitli etkinlikler sergilediler. Kimi yerde ulaşım hizmetleri aksarken kimi yerde “parasız ulaşım” hakkı kullanıldı. Demiryolları fabrikalarında greve tam katılım oldu. Vapur ve metro seferlerinde aksamalar gerçekleşti. Kamu işyerlerinde 25 Kasım’a göre etkin katılım gözlenmezken, DSİ, Karayolları ve liman hizmetleri önemli yavaşlamalar görüldü.

kırmak için çaba gösterdiği görüldü. İstanbul’da eyleme katılmak üzere yola çıkanlar Kadıköy’den tekneye bindirilmedi. TURYOL adlı özel şirketin yetkilileri, "Polisin talimatı var, kimseyi bayrak ya da flamalarla teknelere almayacağız" dedi.

MEMUR-SEN EYLEMDEN ÇEK‹LD‹ 4 Şubat’ta eylem yapılması için karar alan Memur-Sen son anda eylemden çekildi. Karar sürecinde yer alan Hak-İş ise hiçbir yerde eyleme katılım sağlamadı. Memur-Sen Genel Başkan Ahmet Gündoğdu, "İş bırakmaya gerek duymuyorum ama Tekel işçilerine desteğimiz sürüyor" dedi. Memur-Sen’in son anda çark etmesi eylem alanlarında büyük tepkiyle karşılandı.

ANKARA, ‹STANBUL VE ‹ZM‹R’DE K‹TLESEL EYLEMLER Ankara’nın dört bir tarafından gelen binlerce işçi Ziya Gökalp’te buluşarak eylem yaptı. İstanbul’un buluşma adresi Saraçhane Parkı’ydı. Yaklaşık 13 bin kişinin katıldığı bir eylem yapıldı. İzmir’de ise Basmane’den Konak Meydanı’na on binlerce kişi aktı.

BAfiBAKAN TEHD‹TLER‹N‹ SÜRDÜRDÜ Başbakan Tayyip Erdoğan eylem öncesi ve eylem sırasında tehditkar açıklamalar yaparak eylemin yasal olmadığını ve gereğinin yapılacağını söyledi. Çalışma Bakanı Ömer Dinçer katılanların tespit edilerek haklarında soruşturma başlatacaklarını söyledi. Birçok il valisi ise 4 Şubat günü yaptığı açıklamalarda işyerlerine gelmeyen çalışanların tespit edildiğini duyurarak katılımı engellemeye çalıştı. ‹fiÇ‹LERE POL‹S SALDIRISI İstanbul ve Denizli’de yapılan yürüyüşlerde işçilerle polis arasında arbede yaşandı. Polisin grev katılımını

16

ANKARA’DA METROYA PARASIZ B‹N‹LD‹ Ankara’da bir yandan destek eylemlerini kırmak için korsan taksi minibüsler devreye sokulurken, öte yandan Ankara halkı parasız ulaşım hakkını kullandı. Ankara'da ulaşıma gelen zamlara karşı haftalardır eylemde olan Batıkentliler parasız ulaşım hakkını kullandı. Bini aşkın Batıkentli turnikelerden atlayarak metroya parasız bindi. Belediye metro seferini bir buçuk saat gecikmeli hareket ettirdi.

MADENC‹LERDEN TAM DESTEK Zonguldak’ta, Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun ocaklarında çalışan işçiler, TTK’ya bağlı Karadon, Üzülmez, Kozlu, Armutçuk ve Amasra Müessese müdürlüklerinde çalışan madenciler, iş bırakarak Tekel işçilerine destek verdi. Petrol-İş üyeleri İzmir, Batman, Kırklareli ve İzmit’te iş bıraktı. Gölcük’te ise 3 bin askeri tersane işçisi öğlen yemeğine gitmedi ve tersane önünde eylem yaptı. Bodrum ve Marmaris’te ise belediye işçileri iş bırakarak eyleme destek verdiler. Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’da DSİ işçileri ve belediye işçileri iş bıraktı. TEKEL-ÇAYKUR EL ELE GENEL GREVE Rize Pazar ve Artvin Hopa’da

yapılan eylemlerde ise Tekel işçilerinin bugün yaşadıkları sürecin yakında Çaykur’da da yaşanacağı belirtilerek “Tekel-Çaykur el ele genel greve” sloganları atıldı. ‹ZM‹R’DE HAYAT DURDU Greve en yoğun katılım İzmir’de oldu. Belediye işçilerinin üye oldukları sendikaların eyleme katılması nedeniyle belediye otobüsleri çalışmadı. Sabah saatlerinde otobüs duraklarına gelenler, iş yerlerine ulaşmada güçlük çekti. Birçok kişi, ortak taksi tutarak sorunu çözmeye çalışırken, aracı olanlar da duraklarda bekleyenleri araçlarına aldı. Çok sayıda okul ve fabrika servisinin korsan taşımacılık yaparak taleplere yanıt vermeye çalıştığı gözlendi. EMEKL‹-SEN AÇLIK GREV‹NE BAfiLADI Emekli-Sen üyesi bir grup, Tekel işçilerine destek amacıyla açlık grevi başlattı. Emekliler, başlattıkları 1 günlük açlık grevi yanı sıra, iş bırakma eylemi kapsamında yapılacak eylemlere de katılacaklarını bildirdi. Samsun’da Tekel işçilerine destek için miting düzenleyen sendikalar Cumhuriyet Meydanı’nda toplanarak hükümeti protesto etti. Yaklaşık 600 kişi, üzerinde ‘Memurların, işçilerin çığlık sesleri AKP’yi karartacak’ yazılı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kuklasını benzin döküp yaktı.

Bursa Tüm ülkede alanlara ç›kan emekçiler kendilerini güvencesizli¤e ve yoksullu¤a mahkum eden AKP hükümetine öfkelerini dile getirdi

Adana

D‹YARBAKIR’DA K‹TLESEL M‹T‹NG Konfederasyonların çağrısıyla başta Türk-İş ve DİSKve KESK’e bağlı sendikalar olmak üzere pek çok ilerici emek örgütünün öncülüğünde bir miting gerçekleştirildi. Diyarbakır’da Dağkapı Meydanı’nda düzenlenen mitinge yaklaşık üç bin kişi katıldı. HER YERDE EYLEM HER YERDE D‹REN‹fi Adana, Mersin, Niğde, Çanakkale, Konya, Diyarbakır, Burdur, Trabzon, Edirne, Eskişehir ve Giresun’da yapılan eylem, miting ve yürüyüşlerle Tekel işçilerine destek verildi.

Eskiflehir

ekel işçisi ile dayanışma için Türkiye’nin her yerinde dayanışma eylemleri yapıldı. Farklı kentlerde yapılan eylemlerde sınıf dayanışmasının en diri örneklerini sergilendi. Yoksul mahallelerde düzenlenen eylemler direnişin kentlerin en küçük dokularına kadar sirayet ettiğini gösteriyor. Sefaköy Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu İstanbul Sefaköy’de, genel greve hazırlanan Tekel işçilerinin yanında olduklarını duyurmak için 31 Ocak pazar günü bir basın açıklaması gerçekleştirdi. ‹zmir İzmir’de Halkevciler Tekel direnişiyle dayanışma için Konak Meydanı’nda 4 gün boyunca oturma eylemi yaptı. Tekel işçilerinin ailelerinin de katıldığı oturma eylemleri sabah 7 akşam 18 saatleri arasında yapıldı. Zorlu hava koşullarına rağmen yapılan oturma eylemine İzmirliler yoğun ilgi gösterdi. Bodrum Bodrum Emek ve Demokrasi Platformu Tekel işçileriyle dayanışma için 31 Ocak günü bir basın açıklaması yaptı. Bodrum Belediyesi önünde yapılan eyleme Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri, Liseli Genç Umut, Eğitim-Sen Bodrum Şubesi , BüroSen, BES, SES, TKP, EMEP, ÖDP, BDP, İHD, Haber-İş ve Genelİş katıldı. Maltepe İstanbul Maltepe’de 29 Ocak günü Maltepe Demokrasi Platformu tarafından Tekel direnişine destek vermek için bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Eylem Maltepe Meydanı’nda 350’den fazla kişinin katılımıyla gerçekleşti. Kartal Tekel işçileriyle dayanışma eylemlerinden birisi de 26 Ocak’ta İstanbul, Kartal’da yapıldı. Halkevleri, Dev Sağlık-İş, Emekli-Sen ve ESP Girişimi tarafından başlatılan oturma eylemi halktan yoğun ilgi gördü. ‹stanbul Tekel işçilerine destek için Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu bileşenleri, 26 Ocak salı günü Taksim Gümüşsuyu’nda bulunulan Türk İş Bölge Temsilciliği önünde bir oturma eylemi yaptı.

Dayanışma renk renk, ilmek ilmek T

ekel direnişi boyunca sınıf dayanışmasının en güzel örnekleri sergilendi. Maçlarda açılan pankartlardan, berberlerin saç sakal traşı desteğine kadar geniş bir yelpazede seyreden dayanışma etkinlikleri direnişin meşruluğunun ve toplumsallaştığının da kanıtı oluyor. Tribünlerde Tekel sesleri Direniş eylem alanlarından tribünlere yayıldı. Ankaragücü taraftar grubu Sokak üyeleriyle beraber Türkiye Kupası Ligi Galatasaray Ankaragücü maçında eylem yapan işçiler polisin hışmına uğradı. 27 Ocak gecesi gerçekleşen maçın 55. dakikasında üzerlerindeki “4/C’ye hayır – Tekel” yazılı önlüklerle slogan atmaya başlayan 9 işçi ve onlara destek veren 3 Ankaragücü Sokak

taraftar grubu gözaltına alındı. Eylemler yeşil sahalarla sınırlı kalmadı. 25 Ocak günü İzmir Aliağa’da oynanan Aliağa PETKİMTOFAŞ BEKO Basketbol Ligi müsabakasında Petrol İş sendikası üyeleri pankart açarak eylem yaptı. Direnişe taraftar gruplarının desteği hiç eksik olmadı. Beşiktaş, Ankaragücü, Diyarbakırspor, Gençlerbirliği taraftarları direniş çadırlarına ziyaretler yaptılar. Ayd›n ve sanatç›lar yaln›z b›rakmad› Direnişin en başından beri işçileri ziyaret eden Temel Demirer, Sibel Özbudun, Ahmet Telli 23 Ocak Cumartesi günü yaptıkları ziyaret sonrası işçilere çok sayıda yazarın kitaplarını dağıttı. Yasemin Göksu, İlkay Akaya ve Cahit Berkay’da

çadırın ziyaretçilerinden oldular. En anlaml› ziyaret yetimlerden Tekel işçilerine en anlamlı ziyareti yapan ise haklarını helal etmeye gelen yetimlerdi. Ankara Etimesgut Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan çocuklar ve burada yetişmiş bir grup 23 Ocak günü TEKEL işçilerini ziyaret etti. Başbakan’ın “TEKEL işçileri yetim hakkı yiyor” sözleri üzerine geldiklerini belirterek bir konuşma yapan bir kişi, TEKEL işçilerine haklarını helal ettiklerini, ama çocuk esirgeme kurumlarının koşullarını düzeltmeyen ve buralarda yaşananları görmezden gelen iktidara haklarını helal etmediklerini söyledi. Adana’da 24 saat eylem Adana Emek ve Dayanışma Platformu Tekel işçilerinin mücadele-

sine omuz vermek için İnönü Parkı’nda 24 saatlik bir oturma eylemi yaptı. Dayan›flma hiç bitmiyor Tam gün yasası nedeniyle işsiz kalacak olan doktor muayenehanelerinde çalışan kadın emeçiler eyleme destek ziyaretinde bulundu. Öte yandan Sakarya esnafı faaliyetlerine ara vererek bar ve cafelerini Tekel işçilerinin kullanımına açtı. Sakarya’da bulunan Maydanoz Barı’ın sahibi Orhan Abi adeta dükkanının anahtarını işçilere vermiş. İşçiler soğuktan korunmak için buralara sığınıyor. Tabip Odası ve sağlık emekçileri sendikası (SES) üyeleri Türk İş içerisindeki kabinede gönüllü sağlık hizmeti verirken eczacılar ise topladıkları ilaçları bu revire taşıyor.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.