Harmoni-e Magazin Nr.6 Nisan- April

Page 1

Nisan - April 2016 Sayı - Nr 6

IE

F

E

E L E RT A U D N VE AG DER NATIO KIN RÄ NI TÄT UND DES

S

S

O

N

ULUSAL EGEM N A S EN Nİ Lİ OCUK BAYRAM K 23 Ç E I V


Deutsch T端rkische Freundschaft & Kultur Magazin


KAYRA

VISION


DEUTSCH TÜRKİSCHE FREUNDSCHAFT & KULTUR MAGAZIN TÜRK ALMAN DOSTLUK & KÜLTÜR DERGİSİ

Sayı: 6

Nisan 2016

S L

HERAUSGEBERIN Ayşe Çetkin RESORTLEITUNG Ayşe Çetkin

U SL L AUSLANDSVERTRETUNG DTF TÜRK ALMAN DOSTLUK FEDERASYONU DTF DEUTSCH TÜRKISCHE FREUNDSCHAFTSFÖDERATION dtf@harmoni-e.com

R

8

23. April nternati na es in er est 23 Nisan U us ararası u ayra ı

N - L N L S MITTELMEER - REGION ALANYA Berkan Uluşal Kroeblin b.ulusal@harmoni-e.com L S MARMARA REGION Ayşe Nilgün Öztekin a.n.oeztekin@harmoni-e.com L L WERBUNG UND MARKETING Kiraz Sevim reklam@harmoni-e.com S DESIGN Ufuk ASLAN Bahar ŞAHİN U U

N

N JURISTISCHE BERATERIN Av. Gülay Çeviker

L N SL L L DEUTSCHLAND VERTRETUNGEN N MÜNCHEN Ali Mercimek 0049 179 5136190 N U İsa Deveçeken 0049 171 3126277 LN Asım Gürsoy 0049 171 4165744 LN Sefa Doğanay 0049 172 3003327 N

GESCHÄFTSLEITUNG Fener Mah. 1986 Sok. Sinem Apt. 11/1 07160 ANTALYA info@harmoni-e.com DRUCK NAR BASKI MERKEZİ SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ. Gebze Güzeller O.S.B. İnönü Mah. Atatürk Bulvarı No: 2/B Gebze / KOCAELİ T: 0262 751 43 37 / 0850 303 04 80 F: 0262 751 32 75 E: info@narbaskimerkezi.com W: www.narbaskimerkezi.com Harmoni-e Dergisi, DTF Türk Alman Dostluk Federasyonu (Münih) himayesinde yayınlanmaktadır. Die Zeitschrift Harmoni-e steht unter Schirmherrschaft der DTF Deutsch Türkischen Freundschaftsföderation (München). Aylık süreli yayın. Yayınlanan yazı ve fotoğraflar izin almadan kullanılamaz.

Bozburun Yarımadası Bozburun Halbinsel Marmaris

12


INHALT

44

EXPO 2016 nta ya

32

Bodrum an a ina i atası Bodrum s an a ina ra ine

36

Türkiye’den İnsan ve Yaşam Hikayeleri Mensch und Lebensgeschichten aus der Türkei

50

Antalya

Yeryüzü Cenneti Paradies auf Erden


Ayşe ÇETKİN

Evet gururluyuz, her açıdan! Harmoni-e Dergisinin 6. – 23 Nisan Özel Sayısı ile dahil olunması, kabul edilinmesi hiç de kolay olmayan medya pazarında yoluna devam edebiliyor olması gerçek bir başarı. Burada elbette ki dergimizin ayrı bir konsept de, politik zeminden tamamen uzak, dostlukları uzun bir geçmişe dayalı toplumların kültürel yansımalarını ve paylaşımlarını en güncel örnekleri ile anlatarak ayrı bir kulvarda ilerliyor olması fark yaratmakta. 3 milyondan fazla Türk vatandaşın Almanya’da yaşadığını Almanlar muhtemelen biliyorlardır. Peki Almanlar ve hatta Türkler biliyorlar mı ki yarım milyondan fazla Alman‘ın, yaklaşık 118 bin İsviçre’linin ve 120 bin Avusturya’lının Türkiye’de yaşadığını ve çalıştığını? Peki, son yıllarda yurtdışında doğup büyüyen, orada yaşayan yaklaşık 450 bin Türk asıllı Alman vatandaşın ailelerinin memleketine yani Türkiye’ye döndüğünü biliyormuydunuz? Evet son zamanlarda Türkiye terör saldırılarına hedef oldu. Ama bu ne yazık ki başka hiçbir yerde olmuyor değil. Aynı şekilde Avrupa ülkelerinde, son Fransa ve Belçika‘da terör saldırıları oldu. Neticede bu gerçeklere gözlerimizi kapatamayız ama asla da bizi korkutmalarına sindirmelerine izin vermemeliyiz. Her nerede yaşıyorsak -orada veya burada, her kim olursak, göçmen, yabancı, yurtdaş veya mülteci, sonuçta hepimiz insanız, iyiye olan inancımızı yitirmemliyiz! Aşağıdaki linkden Jörg Menke Peitzmeyer’in 12 dakikalık video kaydını izleyin lütfen: https://vimeo.com/154198394, Şifre yabanci. Eminim ki size de, Jörg‘ün Türkiye sevgisini ve neden bugün hala İstanbul’da yaşadığını ve çalıştığını dinlemek çok ilginç gelecek.

6 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi

Ja, wir sind stolz. In jeder Hinsicht! Bereits zum sechsten Mal erscheint Harmoni-e mit der 23. April spezial Ausgabe als Print-Magazin, via ISSU online und auch auf den zahlreichen Social-Mediaplattformen. Ein toller Erfolg. Nein, einfach haben wir es nicht in einem dicht gedrängten Medien-Markt, doch Harmoni-e ist eben anders. Ein Freundschafts- und Kultur-Magazin mit Herz und Verstand. Deutsche wissen vielleicht, dass mehr als drei Millionen Türken und Deutsch-Türken in Deutschland leben. Wissen aber Türken und Deutsche in der Türkei und in Deutschland, in Österreich und in der Schweiz, dass bereits mehr als eine halbe Millionen Deutsche, rund 118’000 Schweizer und 120’000 Österreicher in der Türkei leben und arbeiten? Wer weiss, dass bereits 450’000 Deutsch-Türken in den letzten Jahren in das Land ihrer Eltern und Grosselltern einwanderten? Ja, die Türkei wird aktuell immer wieder von TerrorAnschlägen wie in Ankara oder Istanbul heimgesucht. Doch auch in Paris und zuletzt in Brüssel schlägt der Terror immer wieder zu. Vor diesen Tatsachen können wir die Augen nicht verschliessen. Aber wir dürfen aufbegehren und den Terroristen die Stirn bieten! Wir sind Menschen. Wir sind Ausländer, Einwanderer,Heimatvertriebene, Flüchtlinge. Doch vor allem sind wir Menschen! Hier wie da und dort. Schauen Sie sich das fast zwölfminütige Video-Demo per Vimeo an: https://vimeo.com/154198394, Passwort yabanci. Ich bin davon überzeugt, dass Sie genauso angenehm überrascht wie ich sein werden über Jörg Menke Peitzmeyer (50) Liebeserklärung an die Türkei und warum er tatsächlich heute in Istanbul lebt und arbeitet.


Deutch T端rkische Freundschaft & Kultur Magazine

6


23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmî tatil günlerinden ve ulusal bayramlarından biridir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından dünya çocuklarına armağan edilmiştir.

8 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi


F E I E R TAG D E R N AT I O N A L E N S O U V E R Ä N I TÄT UND DES KINDES Der Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı -Feiertag der Nationalen Souveränität und des Kindes, auch 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, (23 Nisan heisst 23. April) ist seit 1921 ein offizieller Feiertag und Kindertag in der Türkei und der Türkischen Republik Nordzypern. Er ist zudem der nationalen türkischen Souveränität gewidmet und wurde eingeführt, um der Eröffnung der Nationalversammlung sowie der Konstitution des ersten freien Parlaments des Landes am 23. April 1920 unter dem Staatsgründer M . K. Atatürk zu gedenken. Er widmete jenen Tag unter dem Motto Unsere Kinder sind unsere Zukunft (Çocuklarımız geleceğimizdir) den Kindern.

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

9


23 Nisan 1920, Türk milletinin iradesini temsil eden Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini ilân ettiği tarihtir. Bu bayram Saltanatın kaldırılışının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM’nin açılışını kutlamak amacını taşırken, Çocuk Bayramı savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını da taşımaktaydı. En büyük çocuk bayramı olan 23 Nisan’da bütün çocuklar, hangi kültür, etnik köken ve dinden olursa olsun bir araya gelerek kutlamalılar. Etkinliklerin hedefi, uluslararası çocuk haklarını desteklemek ve barış içerisinde birlikte yaşamayı sağlamaktır. 23 Nisan Ulusal Egemelik ve Çocuk bayramı çocuklar arasında ki kardeşliği, sevgiyi ve arkadaşlığı desteklemelidir.

Das 23 Nisan Kinderfest ist das größte Kinderfest in seiner Art. Alle Kinder, gleich welcher Nationalität, ungeachtet der Kultur, Ethnie und Religion, sollen an diesem Tag zusammenkommen und miteinander feiern. Die Zielsetzung der Veranstaltungen ist es, Kinderrechte international zu fördern und ein friedvolles Zusammenleben zu erreichen; das Fest soll zur Brüderlichkeit, Liebe und Freundschaft zwischen den Kindern beitragen.

10 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi


Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, UNESCO’nun 1979’u Çocuk Yılı olarak duyurmasının ardından, bayramı uluslararası düzeye taşımıştır. Günümüzde bayrama birçok ülkeden çocuklar katılmakta, çeşitli gösteriler hazırlanmakta, okullarda törenler ve çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Ayrıca 1933’te Atatürk’le başlayan çocukları makama kabul etme geleneği günümüzde çocukların kısa süreliğine devlet kurumlarının başındaki memurların yerine geçmesi şeklinde devam etmektedir.

Seit 1979, nach verkündigung der UNESCO, trägt der Feiertag den erweiterten Titel Internationales Kinderfest und wird auch in anderen Ländern gefeiert. Es finden Straßenumzüge und Feierlichkeiten in Stadien statt. Alljährlich werden Kindergruppen aus dem Ausland in die Türkei eingeladen, die dann in traditionellen Kostümen ihrer Heimatländer an den Feierlichkeiten teilnehmen. Die Organisation der Paraden liegt beim türkischen Rundfunk- und Fernsehsender TRT.

ALMANYA’DA KUTLAMALAR

FEIERLICHKEITEN IN

Birçok farklı Türk Dernekleri Almanya’da 23 Nisan bayramını kutlamaktadırlar. Zamanında bu kutlamaları sadece Türk çocuklarına yönelik yapılırken artık 1994 yılından bu yana birçok yerde karma kültürden çocukların katılımı ile düzenlenmektedir. Bununla kültürler ve toplumlar arası paylaşım ve diyaloglar güçlendirilmektedir. Uluslararası Çocuk Bayramı, Alman Çocuk ve genç toplulukları ile diğer göçmen Derneklerinin işbirliği ile Berlin ve Stuttgart’ta gerçekleştirilmekte.

DEUTSCHLAND Am 23. April veranstalten verschiedene türkische Vereine, die im Zuge der Einwanderung aus der Türkei in die Bundesrepublik Deutschland entstanden sind, Feierlichkeiten anlässlich des Tag des Kindes. Während sich einige Feste nur an türkische Kinder richten, werden seit 1994 vieler orts auch interkulturelle Kinderfeste organisiert, die den ursprünglichen Gedanken der Völkerverständigung betonen. Diese internationalen Kinderfeste werden in Kooperation mit deutschen Einrichtungen der Kinder- und Jugendarbeit sowie mit anderen Migrantenvereinen unter anderem in Berlin und Stuttgart veranstaltet.

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

11


BOZBURUN YARIMADASI-MARMARİS BURASI, MAVİ YOLCULUKLARIN GÖZDESİ MUHTEŞEM YELKENLİLERİN VE MOTORLU TEKNELERLERİN YAPILDIĞI YER…


MARMARIS LIEGT AUF DER HALBINSEL BOZBURUN HIER WERDEN DIE LEGENDÄREN GULETS, PRACHTVOLLE SEGEL-MOTOR-SCHIFFE, FÜR DIE BLAUE REISE AUF DER ÄGÄIS GEBAUT...


ENTDECKEN SIE DOCH MAL IM FRÜHLING DIE HALBINSEL VON BOZBURUN AN DER ÄGÄIS. JETZT STEHEN DIE MANDEL- UND ZITRUSBÄUME IN VOLLER BLÜTE UND DAS MEER LÄDT BEI BEREITS BEI RUND 19 GRAD CELSIUS ZUM SCHWIMMEN EIN.

EGE’DE BULUNAN BOZBURUN YARIM ADASINI BIR DE İLKBAHAR AYLARINDA KEŞFEDIN. BADEM VE LiMON AĞAÇLARININ ÇiÇEK AÇTIĞI VE YAKLAŞIK 19 DERECE SICAKLIKTA, DENiZiN SiZi ŞiMDiDEN YÜZMEYE DAVET ETTiĞi BiR ZAMAN.

Türkiye’yi keşfetmenin birçok yolu var. En güzel seçeneklerden birtanesi bahar zamanında araba ile keşif gezisi yapmanız. Uçuşunuzu İzmir’e yapın. Havalimanında bulunan birçok RENT A Car’dan araba kiralayabilirsiniz. İzmir Havalimanı’ndan Aydın-Marmaris yönünde, yaklaşık üç saatlik bir kara yolculuğu sonunda Muğla’nın muhteşem Akyaka ilçesine ulaşıyorsunuz. Bizim önerimiz: Akyaka, küçük bir otelde konaklayabileceğiniz, mola verebileceğiniz en hoş seçeneklerden. Orman yürüyüşleri, derede tekne turu, şömine başında ziyafet, keyifleriniz arasında olabilir.

YARIMADADA BAHAR Yol aldıkça yarımadanın, doğal bir körfezle çevrelenmeye başladığını görüyorsunuz. Adacıklar, karşıda Simi ve küçük köyler manzaraya ekleniyor. Bozburun, arazi yapısı nedeniyle tarım ve hayvancılıktan çok, geçimi denize bağlamış bir yerleşim yeri. Tekne yapımı buraların ustalık alanlarından. Etrafta iskeleti meydana çıkmış pek çok tekne görmek mümkün. 14 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi

Es gibt viele verschiedene Arten um die Türkei zu entdecken. Eine der schönsten Möglichkeiten ist mit dem Auto in der Frühlingszeit auf Entdeckungsreise zu gehen. Fliegen Sie nach Izmir. Am Flughafen können Sie bei einer der zahlreichen Rent-A-CAR-Anbietern einen Leihwagen mieten. Fahren Sie Richtung Aydın/Marmaris. Nach rund drei Stunden erreichen Sie die zauberhafte Kleinstadt Akyaka bei Muğla, die sich für eine Rast anbietet. Mein Tipp: Es lohnt sich hier in einem kleinen Hotel zu übernachten. Machen Sie einen Waldspaziergang, eine Bootsfahrt auf dem Fluss und genießen Sie kulinarische Gaumenfreuden vor dem Kamin.

FRÜHLING AUF DER HALBINSEL Bei Ihrer Weiterfahrt passieren Sie paradiesische Buchten und Meeresengen. Kleine Inseln wie die griechische Insel Symi und bezaubernde Dörfer runden das Bild ab. In Bozburun leben die Menschen nicht von der Landwirtschaft und Viehzucht, sondern rund um Arbeiten am Meer. Vor allem auf den Bootsbau sind hier viele spezialisiert. Gerade jetzt ist es beeindruckend, viele Schiffe im Rohbau zu sehen die mitten auf dem Dorfplatz stehen.


MARMARİS’TEN BOZBURUN’A Yaz aylarının Türkiye’deki en kalabalık noktalarından Marmaris yılın bu zamanlarında neredeyse bir hayalet şehir. İlçenin tatil merkezi, otellerle bezeli İçmeler’de adres sormak için bile birileriyle karşılaşmayı umabilirsiniz. Ancak bir yemek molası için doğru yerdesiniz. Ege’nin en popüler turizm merkezi Marmaris’ten Bozburun-Datça istikametinde güneye doğru hikaye başkalaşıyor; turizm tesislerinin yerini çam ormanları, tezgahlarda satılan yerel mandalina, portakal ve greyfurtlar, yeşil tepeler ve masmavi bir deniz almaya başlıyor. Kıyıları daha çok Mavi Yolculuk teknelerinin uğrak noktaları olan Bozburun’a yaklaşık yarım saat sonra ulaşıyorsunuz.

VON MARMARIS NACH BOZBURUN Marmaris zählt in den Sommermonaten zu den begehrtesten Ferienzielen für Europäer und Türken, doch von November bis Mai gehört Marmaris wieder den Einheimischen. In der Provinz befindet sich İçmeler, die Hochburg für Urlauber. Hier reiht sich ein Hotel neben dem anderen. Jetzt ist es fast nicht möglich jemanden anzutreffen. Wenn man weiter Richtung Bozburun/Datça fährt, dem beliebtesten Ausflugsziel von Marmaris, wandelt sich die Umgebung. Statt Hotelanlagen säumen hier Pinienwälder die Straße. An Marktständen werden Granatäpfel, Mandarinen, Orangen und Grapefruit aus der Umgebung angeboten. Die Hügel sind grün. Das Meer blau. Nach rund einer halben Stunde erreichen sie Bozburun. Hier legen die legendären Gulets während ihrer blauen Reise gern an.

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

15


BOZBURUN KÖYLERİ Söğüt, denizden içeride konumlanmış, mandalina, limon, badem, zeytin ağaçları ve sardunyalar, kaktüslerle süslü bir köy. Minik bahçeli, tek katlı evleriyle Söğüt’ün ufak bir çarşısı ve ihtiyaçları karşılayabilecek birkaç köy bakkalı mevcut. Bu güzel Ege köyünden ayrılıp Taşlıca’ya ulaşıyorsunuz. Burada ekili alanlar, taş yapılar, yük taşıyan eşekler, köy kahvesini dolduran güler yüzlü, misafirperver Taşlıcalılar yolculuğunuza keyif katıyorlar, içtikleri sıcak adaçayı kekik karışımından ısmarlamayı da ihmal etmiyorlar. Taşlıca’nın taşlarla sınırlanmış, bostanlara dönüştürülmüş sessiz tepelerini geride bıraktıktan sonra Bayır Köyüne varıyorsunuz. Koca çınarlı küçük meydanıyla Bayır arıcılık yapılan küçük bir köy ve diğer köylere ulaşım için merkezi bir nokta. Tepeler üzerine kurulu yerleşimin etrafı güzel bir çam ormanıyla çevrili. Bir sonraki durağımız yarımadanın nadir kumluk plajı Çiftlik koyu. Karşısındaki adası, sahile vuran dalga sesleri ve kışın da burada yaşayan güzel insanlarıyla Çiftlik, Bozburun’da inanılmaz anlarınıza ekleniyor. Tekrar Bayır yönüne geri döndüğünüzde, çok büyük olmasa da Bozburun’nun en pitoresk noktalarından Turgut şelalesine varıyorsunuz. Yazın gözlemeciler ve ziyaretçilerle dolup taşan Turgut’da kış ortasında kimsecikler yok. Sadece coşkun akan dere ve yemyeşil bir vadi eşlik ediyor.

BAŞKA NELER YAPILABİLİR? Tekneyle antik keşfe çıkılabilir. Yarımada’nın deniz tarafı Likya ve Karya dönemlerine uzanan pek çok kalıntıyla dolu. Yunan Adası Simi, tekneyle bir buçuk saat uzaklıkta. Gezi yapılabilecek harika bir yer. Yerel yapım çiçek, kekik ve çam ballarından veya sığla yağında (mide rahatsızlığına iyi geldiği söyleniyor), kekik suyu, Zeytinyağı, keçiboynuzu ve pekmezi harnup alınabilir. Bozburun denizden ve karadan olduğu kadar özellikle yukarıdan, Asar Tepesinden görülmeye değer unutulmaz bir manzaraya sahip. Coşkuyla akan dere eşliğinde ve yeşillikler içerisinde vadi yürüyüşleri ve yaz aylarında mavi yolculuk tekneleri ile yat gezintileri mutlaka yapılması gereken etkinliklerden. Birbirinden güzel koyların keşfi yanısıra, dalış ve yelken yapabileceğiniz aktiviteler arasında.

16 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi


DIE DÖRFER BEI BOZBURUN Das Dörfchen Söğüt liegt direkt am Meer umgeben von Mandarinen-, Zitronen-, Mandel- und Olivenplantagen, die jetzt bis Ende Mai in voller Blüte stehen. Überall blüht wilder Lavendel, Rosmarin, Thymian und Oregano. Die Häuser in Söğüt sind einstöckig gebaut. In den winzige Gärten wachsen Geranien, die die Häuser vor Mücken schützen sollen. Hier und da findet sich ein kleines Lädchen, in denen die Einwohner das Nötigste besorgen können. Von diesem wunderschönen Ägäis-Dorf geht es weiter nach Taşlıca. Hier stechen besonders die Felder ins Auge genauso wie die Häuser die aus Naturstein gebaut wurden. Esel tragen satte Gräser mit Kamille und Tymian, die von Bäuerinnen in bunten Puffhosen und Kopftüchern am Wegesrand geführt werden. Die gastfreundlichen Einwohner im Dorf-Café laden Fremde gern spontan auf einen heißen Tee aus Salbei und Thymian ein. Wir verlassen Taşlıca mit seinen stillen Hügeln, deren Terrassen zu Feldern umgepflügt wurden und gelangen nach Bayır. Der Ort hat einen kleinen, von Platanen eingerahmten Dorfplatz und lebt von der Imkerei. Von hier aus führen die Straßen zu den umliegenden Dörfern. Die Siedlung liegt auf einem Hügel, umgeben von Wäldern. Weiter geht es nach Çiftlik. Die Ortschaft liegt an einer wunderschönen Bucht. Hier befindet sich einer der wenigen Sandstrände der Gegend. Die vorgelagerte Insel, das Geräusch der Wellen und die wunderbaren Menschen, die auch im Winter hier leben, sorgen für unvergessliche Momente. Auf dem Rückweg nach Bayır, erreichen sie den pittoresken Ort Turgut Şelalesi, von Bozburun, der berühmt ist für seinen Wasserfall. Im Sommer pilgern zahlreiche Touristen hierher doch im Winter und Frühling gehört Ihnen diese Idylle mit plätschernden Bauch und grasgrünem Tal allein.

WAS KANN MAN NOCH ALLES UNTERNEHMEN? Mit dem Boot auf antike Entdeckungsreise: An der Uferseite der Halbinsel Bozburun befinden sich zahlreiche historische Gebäude der Lykier und Karier. Die griechische Insel Symi ist mit dem Boot 1,5 Stunden entfernt. Das ist ein hervorragendes Ausflugziel. Interessierte können Blumen, Thymian und Pinienhonig von den Imkern oder auch Amberöl einkaufen, das bei Magenbeschwerden Wunder wirken soll. Es gibt Thymianwasser, Olivenöl, Johannesbrot der Region zu kaufen. Erleben Sie einen unvergesslichen Blick auf Bozburun mit seiner Landschaft und der dem Meer vom Hügel Asar Tepesi. Besonders empfehlenswert sind Blaue Reisen in der Vorsaison, um wunderschöne Buchten zu entdecken, zu tauchen oder zu angeln. Auch Radfahrer und Wanderer erleben hier unvergessliche Momente.

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

17



Alman Caz Piyanisti, Bestekar ve Müzik Pedagoğu Markus Horn: Ein Deutscher Jazzpianist, Komponist und Musikpädagoge:

Resim - Foto: Yavuz Şahin

MARKUS HORN Ülkenin çeşitliliğine, güzelliğine ve insanların samimiyetine hayran kaldım. Tekrar gelmeyi çok istiyorum...

Ich bin begeistert von der Schönheit und Vielfalt des Landes und den freundlichen Menschen. Ich hoffe sehr, noch einmal hierher kommen zu können …

Sayın Horn, elektronik org çalmayı 6 yaşınızda mı öğrendiniz? Pianoya başlama yaşınız ise 16, oldukça ileri bir yaş – sebebi nedir? 6 yaşımdayken piano öğrenmeyi çok istemiştim. Ailemde müzikal yeteneğimin olduğunu farketmişlerdi. Ancak yaşadığımız şehir çok küçüktü ve bir piano öğretmeni bulmaları olanaksızdı. Buna karşılık elektronik org dersleri veren bir müzik okulu vardı. Org da tuşlu bir enstrüman olduğu için iyi bir alternatif olmuştu. Ancak ders çok iyi değildi. 12 org öğrencisi olan bir sınıftaydım o nedenle öğretmenin her bir öğrenci ile ilgilenme süresi çok kısıtlıydı. Birkaç yıl sonra org çalan kuzenimden ders almaya başlamıştım. Gerçi kuzenimden aldığım dersler çok daha iyiydi ama 14 yaşıma geldiğimde bunu da bıraktım. Liseye giderken ders aralarında Müzik sınıfına gidiyor ve orada bulunan piyanoda birşeyler çalıyordum. Bir gün müzik öğretmenimiz okul müzik grubunda piano çalmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Hemen kabul ettim ve orada çaldığımız Jazz parçaları beni o kadar etkiledi ki 16 yaşımdan itibaren artık piano dersleri almaya başladım. Bunu için ailem beni her hafta 40 km götürüp gertirmek zorunda kaldılar. Bunun için kendilerine bugün bile hala çok minnettarım. Ondan sonra herşey çok hızlı gelişti. Kendi müzik grubu projelerimizde çalıyordum. Hatta birkaç ödül bile almıştık ve nihayet müzik yüksek okulunda öğrenim görmeyi başarmıştım.

Herr Horn, mussten Sie elektronische Orgel spielen lernen oder haben Sie als 6-jähriger so lange gequängelt, bis Ihre Eltern Sie zum Unterricht angemeldet haben? Zum Klavier fanden Sie relativ spät mit 16 Jahren – warum? Ich wollte als sechsjähriger sehr gerne Klavier lernen. Meine Eltern bemerkten zu dieser Zeit auch, dass ich musikalisch talentiert war, konnten aber in der Kleinstadt, in der wir lebten, keinen Klavierlehrer finden. Stattdessen fanden sie eine Musikschule, wo man Unterricht in elektronischer Orgel bekommen konnte. Da die Orgel auch ein Tasteninstrument ist, schien es eine gute Alternative zu sein. Leider war der Unterricht nicht sehr gut. Ich war in einer Gruppe von 12 weiteren Orgel-Schülern, und der Lehrer hatte deshalb nur wenige Minuten für jeden Einzelnen Zeit. Nach ein paar Jahren nahm ich dann Unterricht bei meinem Cousin, der auch Orgel spielte. Zwar war der Unterricht besser, aber im Alter von 14 Jahren hörte ich dann auch damit auf. Trotzdem ging ich in den Jahren danach in meinem Gymnasium hin und wieder in den Pausen in den Musikraum und spielte dort etwas auf dem Flügel. Irgendwann fragte mich dann der Musiklehrer, ob ich vielleicht Klavier in der Schulbigband spielen möchte. Ich sagte zu, und die tollen Jazzstücke, die wir dort spielten, begeisterten mich so sehr, dass ich dann mit 16 Jahren zum Klavier wechselte und auch richtigen Klavierunterricht bekam. Dazu mussten mich meine Eltern jede Woche 40 km hin- und wieder zurückfahren. Dafür bin ich ihnen noch heute unendlich dankbar. Dann ging alles sehr schnell: Ich spielte in eigenen Bandprojekten, gewann einige Preise und schaffte es schließlich zum Studium an die Musikhochschule.


Die Dozenten, welche Sie unterrichteten, liest sich wie das „Who-is-who“ der Jazzmusik: John Clayton, Jiggs Whigham, Christof Lauer, Michael Küttner, Ray Brown. Welcher dieser Musiker hat Sie während Ihrer Lehrjahre am meisten musikalisch interessiert und beeindruckt. Wer hat Sie in Ihrer weiteren musikalischen Karriere geprägt?

John Clayton, Jiggs Whigham, Christof Lauer, Michael Küttner, Ray Brown gibi Jazzmuzik Doçentlerinden dersler aldınız. Öğrenimiz süresince bu sanatçılardan hangisi daha çok ilginizi çekti, etkiledi ve gelecekteki müzik kariyerinize damgasını vurdu? Öğrenimim süresi içerisinde hepsi beni birşekilde etkiledi. Ama özellikle basçı John Clayton’un efsanevi Count Basie Orkestrasında ki inanılmaz karizmatik Jazz performansı ve tromboncu Jiggs Whigham’in müzik bilgisi ve becerisi beni en çok etkileyen örneklerden diyebilirim. Hepsi bana müzik sanatçısı olarak ne kadar farklı olunabileceğini ama sonuçta yine aynı dilde – müzik dilinde konuşulduğunu gösterdiler. Devam eden kariyerim süresince elbette ki daha birçok, Keith Jarret, Chick Corea veya Brad Mehldau gibi Jazz piyanistlerinden ama aynı zamanda da birçok klasik Piyanistlerden ve Bestekarlardan fikren etkilendim.

Alle Musiker, bei denen ich im Laufe der Jahre Unterricht hatte, haben mich auf die ein oder andere Weise beeinflusst. Bassist John Clayton, der in der legendären Bigband von Count Basie gespielt hatte, durch sein unglaubliches Swingfeel und seine charismatische Art, Posaunist Jiggs Whigham begeisterte mich durch sein umfassendes Wissen und Können und seine große musikalische Persönlichkeit, um nur zwei Beispiele zu nennen. Sie alle haben mir gezeigt, wie unterschiedlich man als Musiker sein kann und wie man doch letztlich die gleiche Sprache spricht - die der Musik. Für meine weitere Karriere haben mich dann natürlich viele Jazz-Pianisten geprägt wie z.B. Keith Jarrett, Chick Corea oder Brad Mehldau, aber auch viele klassische Pianisten und Komponisten.


Sizi Türkiye’ye ne getirdi ?

Was führt Sie jetzt in die Türkei?

Antalya ve İzmir’de gerçekleştirdiğimiz iki Konser için Türkiye’ye geldim. 1921 yılında çekilen ‘’Nosferatu’’ adlı sessiz filmi, güncel film müziği projesi ile sunuyorum. Bu projede, film eşliğinde icra ettiğim Solo-Piyano bestesi yaptım.

Ich bin gerade für zwei Konzerte in die Türkei gereist, die in Antalya und Izmir stattfinden. Ich präsentiere mein aktuelles Filmmusik-Projekt zu dem deutschen Stummfilm “Nosferatu” aus dem Jahr 1921. Dazu habe ich eine neue Filmmusik für Solo-Klavier komponiert, die ich dann live zum Film spiele.

Siz aynı zamanda bir müzik pedagogusunuz. ‘’Kader’’, ‘’Git’’ ve Kırık Kalpler Durağı’’ adlı çok güzel parçaları besteleyen Türk Müzik pedagogu Candan Erçetin’i tanıyormusunuz? Türk Jazz sanatçılarından en çok beğendiğiniz kim ve kiminle özellikle birlikte bir çalışma yapmak isterdiniz? Candan Erçetin’i maalesef sadece ismen tanıyorum. 1990’lı yılların sonunda Almanya’da birçok kez sahne aldığını hatırlıyorum. Türk müziği, çok farklı tınılardan esinlendiği ve başka enstrümanlar kullanıldığı için biz almanlara daha çok egzotik geliyor. Ben şahsen kendi açımdan, Arap ve İran dünyası esintilerinin Türk müziği ile harmanlanmasını çok heyecanlı buluyorum. Sahne aldığım ‘’İzmir Jazz Festivali’’nin açılışını Orkestrası ile gerçekleştiren Türk Jazz sanatçılarından Saxafoncu Ilhan Ersanhin’i çok ilginç ve sürükleyici buluyorum.

Sie sind unter anderem auch Musikpädagoge. Kennen Sie vielleicht unsere Musikpädagoin Candan Erçetin, die wunderschöne Songs wie „Kader“, „Git“ oder „Kırık Kalpler Durağında“ komponiert hat? Was verbindet sie mit türkischer Musik? Welche türkischen Jazz-Musiker gefallen ihnen besonders und wem würden Sie gern einmal zusammen arbeiten? Candan Ercetin kenne ich leider nur vom Namen her. Ich erinnere mich, dass sie Ende der 1990er Jahre mehrfach in Deutschland aufgetreten ist. Die türkische Musik ist für uns Deutsche natürlich immer sehr exotisch, weil sie durch ganz andere Klangideale geprägt ist und auch andere Instrumente verwendet. Ich selbst finde sehr spannend, wie sich Elemente aus Persien und der arabischen Welt in der türkischen Musik vereinen. Unter den türkischen Jazzmusikern finde ich den Saxofonisten Ilhan Ersanhin sehr spannend. Er hat gerade das “Izmir Jazz Festival”, wo ich auch auftreten werde, mit seiner Band eröffnet.


Türkiye’de hiç tatil yaptınız mı? Bugüne kadar Türkiye’de hiç tatil yapmadım, ilk defa buradayım! Ama ülkenin çeşitliliğine, güzelliğine ve insanların samimiyetine hayran kaldım. İleride buraya tekrar gelmeyi çok istiyor ve diliyorum. 2016 yılı için Müzik planlarınız neler? 2016 yılı oldukça ilginç ve heyecanlı bir yıl öyle de devam edecek! Türkiye’de gerçekleştirdiğim ‘’Nosferatu’’ projemden sonra ABD’ye, daha doğrusu Kaliforniya’ya gideceğim. Orada üç ayrı konserim var ayrıca ‘’Sessiz film – Sessiz film müziği’’ temalı bir panele konuşmacı olarak katılacağım. Sonraki tüm yıl içerisinde Almanya’da Jazz-Trio ile gerçekleştireceğimiz ‘’Solea’’ konserlerimiz var. Mayıs’da ise Koro proje konserlerimiz için Londra’ya gideceğiz. Sonra bakacağız ilerki süreçte başka neler olacak … Teşekkürler!

Haben Sie bereits mal Urlaub in der Türkei gemacht? Ich habe tatsächlich bislang noch nie Urlaub in der Türkei gemacht und bin das erste Mal hier! Aber ich bin begeistert von der Schönheit und Vielfalt des Landes und den freundlichen Menschen. Ich hoffe sehr, noch einmal hierher kommen zu können in der Zukunft. Welche Pläne haben Sie musikalisch für 2016? 2016 ist bereits ein spannendes Jahr und wird es auch bleiben! Der März steht ganz im Zeichen meines Filmmusikprojekts “Nosferatu”. Nach den beiden Konzerten in der Türkei geht es dann ein paar Tage später in die USA, genauer gesagt nach Kalifornien. Dort gebe ich drei weitere Konzerte und halte auch eine Vorlesung zum Thema “Stummfilm und Stummfilmmusik”. Dann stehen das gesamte Jahr über Konzerte mit meinem Jazz-Trio “Solea” in Deutschland an. Mit einem Chorprojekt reise ich dann im Mai zu Konzerten nach London. Und mal sehen, was sich im Laufe des Jahres noch so tut…. Vielen Dank !



DESIGN HOTEL LAMPA IM HERZEN ISTANBULS

KLEIN, ABER OHO... DESIGN HOTEL LAMPA İSTANBUL’UN KALBINDE

KÜÇÜK AMA ...



Orhan Utan hat drei Töchter, 200 Öllampen und ein 140 m² grosses Grundstück in Şişli Das brachte den Ökonomen auf die Idee ein Erbe mit Zukunft zu bauen! Für nahezu jeden Vater dieser Welt stellt es eine große Herausforderung dar, wenn es um den Gedanken des Nachlasses geht: „Was werde ich meinen Lieblingen eines Tages hinterlassen?” Der Wirtschaftswissenschaftler Orhan Utan (65) kam die erlösende Idee als er vor drei Jahren mehr oder weniger zufällig über ein Internet-Angebot stolperte: „Verkaufe ein 140 Quadratmeter großes Baugrundstück in Şişli Istanbul.” „Das ist es, dachte ich spontan. Jetzt schaffe ich für meine Töchter eine Zukunft! Als Ökonom und Politiker dieser Stadt stellte ich bereits 2009 fest, dass der Tourismus in Istanbul stetig wächst. Zählten wir 2009 bereits zwölf Millionen Touristen, waren es 2014 bereits mehr als 33 Millionen! Ein sicheres Erbe als ein eigenes Hotel kann ich meinen drei Töchtern Özge (32), Gözde (28) und Ezgi (25) gar nicht hinterlassen!”, sagt Orhan.

Orhan Utan’nın Şişli’de üç kızı, 200 kandili ve 140 m² arazisi var. Bunlar Ekonomiste, geleceği olan bir mirası inşaa etmek için iyi bir fikir oluşturdu! Hemen hemen her baba gibi Orhan Utan’da, evlatlarına bırakacağı miras düşüncesinden dolayı endişe duymaktaydı. “Ben en sevdiklerime bir gün ne bırakabilirim?” Ekonomist Orhan Utan (65) üç yıl önce şans eseri internet de bir ilana rasgeldi: “Şişli İstanbul da satılık 140 metrekarelik arazi.” Bu ilan üzerine bir fikir oluştu. “Hemen kendime; İşte budur! dedim. Şimdi kızlarıma bir gelecek yaratabilirim! Bir Ekonomist ve siyasetçisi olarak, 2009 yılından bu yana İstanbul da Turizm’in giderek artığını, araştırma sonuçlarımda gördüm. 2009 yılında aşağı yukarı 12 milyon, 2014’te 33 milyondan fazla Turist geldiğini gözlemledim! Üç kızıma, Özge (32), Gözde (28) ve Ezgi (25) ye, daha güzel ve sağlam bir gelecek olarak kendi otellerinden daha güzelini bırakamazdım”, diyor Orhan.

26 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi


Noch während Orhan einen GrundstücksBesichtigungstermin vereinbarte, wusste er bereits den Namen des Hotels: „Lampa Hotel. Endlich sollte ich einen Ort schaffen, in dem ich rund 200 Öllampen, die ich in den letzten 15 Jahren aus allen Ländern dieser Welt mit nach Hause brachte, präsentieren würde”, so der Hotel-Inhaber. Doch ein 140 Quadratmeter kleines Grundstück im begehrten Designer-Viertel Şişli, das nur drei Kilometer vom Taksim Platz entfernt ist, dürfte selbst für einen erfahrenen Architekten eine Herausforderung darstellen. Der Naturliebhaber Orhan Utan sagt schmunzelnd: „Mit meinem langjährigen Freund, dem Istanbuler Architekten Selami Çiçek, fand ich vor allem einen Profi. Gemeinsam besprachen wir meine Wünsche ein sehr persönliches Gästehaus mit 22 Zimmern zu bauen, das an Eleganz mit Natur-Materialien wie Holz und Eisen, Öllampen und moderner Beleuchtung; also klassische Akzente im Zusammenspiel mit Industrie-Design. Es soll unseren Gästen ein Gefühl des Wohlbefinden an Großzügigund Helligkeit suggerieren“, sagt Utan. „In eineinhalb Jahren bauten wir ein Gebäude mit sieben Stockwerken. Zwei davon befinden sich im Souterrain. So entstand aus einem 140 Quadratmeter kleinen Grundstück ein rund 1000 Quadratmeter großes Hotel mit rund 60 Betten!”

Orhan Utan, daha araziyi incelemek için randevulaşmadan, Otelin adını ne koyacağını dahi biliyordu:” Lampa Hotel! nihayet son 15 yıldır dünyanın her tarafından evime getirdiğim kandilleri sunabileceğim bir alan bulmuştum”, dile getiriyor, otel sahibi. Fakat Taksim Meydanı’na sadece üç kilometre mesafede bulunan Şişli semtindeki 140 metrekarelik küçük arazı, deneyimli bir mimar için dahi zorlayıcı görünmekteydi. Orhan Utan bir gülümseme ile anlatıyor: “Benim kadim dostu, İstanbul’lu mimar Selami Çiçek ile özellikle profesyonel olan birini buldum. Birlikte hayallerimi gerçekleştirmek, 22 odalık, çok özel misafirhane inşa etmek için tasarımlar üzerine çalışmalar yaptık. Ahşap ve demir kandiller ve modern aydınlatma gibi doğal malzemeler ile, endüstriyel tasarım ve klasik çizgilerle hepsinin birleşiminden; zarif, ahenkli bir oluşum meydana çıkacaktı. Bu misafirlerimize; cömertlikteki rahatlığı ve aydınlık duygusunu yaşatmak adına tasarlanmalıydı”, diye dile getiriyor Utan. Bir buçuk yıl içinde yedi katlı bir bina inşa ettik. Bunlardan ikisi bodrum katında yer almaktaydı. Yaklaşık 60 yataklı yani, 140 metrekarelik küçük bir arazinin içinde 1000 metrekarelik otel! “


Die Kunst Antiquitäten mit IndustrieDesign harmonisch zu gestalten

Endüstri Tasarım ile Antikayı Uyum İçinde Birleştiren Sanat

Utan Orhans antike Öllampen-Sammlung sorgt für eine persönliche Note. Das Parkett in den Deluxe-Zimmern ist aus Naturholz. Die Treppenaufgänge bestehen aus Marmor. Das «Lampen Labor», der Frühstücks- und Kaffee-Bereich, besteht aus Mosaikfußböden, wie sie noch vor rund 70 Jahren in vielen Häusern in Asien genauso wie in Europa zu finden waren.

Utan Orhan’ının antika kandil Koleksiyonu kişisel bir dokunuş sağlıyor. 70 yıl önce Asya ve Avrupa’da ki evlerde olduğu gibi, deluxe odaların zemini doğal ahşaptan, merdivenler mermerden ve kahvaltı alanı “Lamba Laboratuvarı “, zeminleri ise mermerden. Orhan Utan Anadolu’nun kuzeydoğusunda, Ermenistan sınırında bulunan Kars ilinde büyüdüğünden söz etmeden geçemiyor: “Şuan ki gençlerimiz inanmayabilirler fakat ben okula gittiğim dönemde elektrikli lamba yoktu. Gazyağı lambalarının yaydığı ışık ile etraf aydınlatırlardı. Bir Gaz lambası söndüğünde, tekrar yakmak için karanlıkta sabır ve incelik gerektiriyordu.”

Utan Orhan lässt nicht unerwähnt, dass er im Nordosten Anatoliens aufwuchs – in der türkischen Provinz Kars das an Armenien grenzt. „Unsere Jugend kann sich das heute nicht mehr vorstellen, aber als ich zur Schule ging gab es kein elektrisches Licht. Petroleumlampen spendeten Licht. Ging eine Lampe kaputt, benötigte es Geduld und Fingerspitzengefühl, diese wieder zum Leuchten zu bringen.” Vor 15 Jahren war der Geschäftsmann in Rom unterwegs. Bei der Besichtigung der Sankt Paul vor den Mauern, eine der Papstbasiliken Roms, entdeckte er in einem Antiquitätenladen sein Sammler-Herz. „Als ich die Lampe in den Händen hielt, lief meine ganze Kindheit wie ein davon rasender Zug an mir vorbei und ich konnte nicht anders als diese Öllampe zu kaufen.” Im «Lampa Labor» können die Gäste ihr Frühstück und ihren Nachmittagskaffee genießen. Hier spiegelt sich das Industrie-Design konsequent in einer verschnörkelten Deckenbeleuchtung aus Eisen, einem Holztisch auf runden Stahlbeinen und großen IndustrieRollen, schlichten Mosaikfußboden und antiken Öllampen wider. Eine bemerkenswerte Note gelang der Architektin Nilüfer Kozikoğlu. Sie designte den offenen Wintergarten mit einer Fassade aus Beton mit in sich fließenden Elementen die wie Sanddünen oder abstrakte MeeresWellen wirken. Abgerundet wird dieses Gebilde mit Fem Güçlütürks Terrarium Design-Bepflanzung. In diesem Hotel spürt der Gast, das der HotelEigentümer ein viel bereister Mann ist, der sein Hotel genauso umsetzte, wie er es am liebsten hat: „Gemütlich. Egal, wo ich auf dieser Welt bin, ich möchte mich gern ein Stückchen wie zu Hause fühlen. Im Design Hotel Lampa werden unsere Hotel-Gäste in deutscher, englischer oder türkischer Sprache an der Rezeption begrüßt. Haus gebackene Kekse und ein Kaffee im Empfangsbereich mit der richtigen Lektüre überbrücken kurze Momente des Wartens”, sagt Uhan.

28 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi

15 yıl önce, işadamı Roma yolculuğunda, St. Paul Bazilikasını incelerken, bir antika dükkânını keşfeder. “ Lambaları ellime aldığımda, bütün çocukluğum gözümün önünden hızlı bir tren gibi geçti ve gaz lambalarını almadan gidemedim.” Design Hotel Lampa’nın “Lamba laboratuvarında “ misafirler kahvaltı ve öğlen kahvelerinin tadını çıkarılabiliyorlar. Burada endüstriyel tasarım kıvrımları demir tavan aydınlatması ve basit mozaik zemini ile antika kandiller geri yansıtıyor. Nilüfer Kozinoğlu’nun dikkate değer bir notu var, kış bahçesinin beton çepezinin, kendi içinde akan elementlerle, kum tepeleri ya da soyut deniz dalgaları gibi hareket edercesine bir görüntü yansıttığını belirtir. Fem Güçlütürk’ün Terrerium – Tasarım ekimi ile bu yapıyı tamamladı. Bu otelde konuklar, otel sahibinin otelini istediği gibi, sevdiği şekle dönüştüren, büyük bir sanatçı olduğunu hissedecekler. “ Dünyanın neresinde olursam olayım, kendimi evimdeymiş gibi rahat hissetmek isterim. Design Hotel Lampa otelinde misafirlerimiz de kendi evlerindeymişçesine Almanca, İngilizce ve Türkçe dilinde, ev yapımı kurabiyelerimiz, kahvaltı ve yemek seçeneklerimiz ile en özel şekilde ağırlanmakta’’ diyor Otel sahibi Orhan Utan.


Herzlich Willkommen im DesignHotel Lampa in Istanbul Şişli!

Istanbul Şişli Design-Hotel Lampa’ya Hoşgeldiniz!

Buchen Sie jetzt und sparen Sie für jede Übernachtung 16 Prozent!

Şimdi Rezervasyon yapın, konaklayacağınız her gece için yüzde 16 indirim alın!

Lampa Hotel überrascht alle Harmoni-e-Leser mit einem tollen Städte-Reise-Angebot:

Lampa Hotel, tüm Harmoni-e okurlarını muhteşem bir şehir seyahati teklifi ile şaşırtıyor:

Buchen Sie jetzt und sparen Sie für jede Übernachtung 16 Prozent! Das Frühstück ist Inklusive.

Şimdi Rezervasyon yapın, konaklayacağınız her gece için yüzde 16 indirim alın, Kahvaltı Dahil !

Bei Buchung bitte angeben: Harmoni-e 16.

Rezervasyonunuzu yaparken belirtiniz : Harmoni-e 16.

Das Buchungs-Angebot gilt ab heute bis zum 30. April 2016, das bis Ende Dezember 2016 genutzt werden kann.

Bugünden itibaren 30 Nisan’a kadar geçerli olan rezervasyon teklifi, 30 Aralık’a kadar kullanılabilir.

Zimmerausstattung:

Oda da bulunanlar:

Mini - Bar, Flachbild - TV, Pflegeprodukte, Morgenmantel, Hausschuhe u.v.m

Mini Bar Düz ekran TV Bakım ürünleri Sabahlık Oda terliği

lütfen


Baki KARAÇAY

Avrupa Gönüllü Hizmeti

Freiwillige EU Arbeit

Merhaba Sevgili Okurlar,

Liebe Harmoni-e Leser/Innen,

Bugünkü yazımda gençler için Avrupa Birliği’nin sunduğu bir programı tanıtacağım. Kısa adı AGH olarak bilinen Avrupa Gönüllü Hizmeti (AGH), bir Avrupa deneyimi yaşamak isteyen gençlerin yararlanabileceği harika bir fırsat. Hiç bir koşul aramadan 17-30 yaş arasındaki tüm gençlere açık olan AGH, gençlerin AB ülkelerinde sosyal içerikli projelere 2-12 aylık sürelerde katılımcı olmalarını sağlıyor. EVS (European Voultary Service) adıyla da bilinen programın amacı, Avrupa Birliği üyesi ve diğer program ortağı ülkelerde gençlerin gönüllü faaliyetlere ve sivil topluma katılımını desteklemek. Bunun için katılımcı gençlerin tüm masrafları Avrupa Komisyonu tarafından karşılanıyor.

ich möchte gerne bei meinem diesmaligen Schreiben ein Programm der Europäischen Union vorstellen. Kurz geschrieben AGH – Freiwillige EU Arbeit ist ein Programm, welches von Jugendlichen beansprucht werden kann. AGH Programm ist ein Sozial Projekt, welches die Jugendlichen im Alter von 17-30 Jahren für eine Zeit zwischen 2-12 Monaten teilnehmen können. Ziel dieses Programms ist, auch EVS (European Voultary Service) genannt, die Jugendlichen mit einer freiwilligen Arbeit in der EU Mitgliedschaft oder in Partner Ländern das gesellschaftliche Leben des jeweiligen Landes kennen zu lernen. Die Kosten der Teilnehmer werden von der EU Kommission übernommen . Die Jugendlichen in der Türkei nehmen seit 2014, einzeln oder auch in Gruppen, bei verschiedenen Auslandsprojekten teil, in der Türkei wird es ‘’Erasmus Plus’’ genannt. Bisher haben Zehntausende von Jugendlichen von diesem Programm profitiert. Das Kennenlernen ist nicht nur von der Türkei aus nach Europa, sondern auch von Europa in die Türkei.

2014 yılından itibaren Erasmus Plus adıyla bilinen ve Türkiye’nin de ortak olduğu hibe programı içerisinde yeralan bu eylem kapsamında gençler, bireysel olarak ya da gruplar halinde yurtdışındaki bir sivil toplum veya yerel topluluk için sosyal içerikli projelerde çalışmalarda bulunuyorlar. Bugüne dek bu programdan yararlanarak Avrupa Gönüllü Hizmeti kapsamında Avrupa’ya giden onbinlerce gencimiz olduğu gibi Avrupa’dan Türkiye’ye gelen ve gelmek isteyen onbinlerce genç var. AGH gençlerimize ne kazandırıyor? AGH, farklı kültürlerin buluşması, yeni bir dil öğrenme, farklı bakış açıları geliştirme ve hepsinden önemlisi gençlerin kendini keşfetmesine fırsat sağlayan bir AB programı. Her şeyden önce, bir gencin aile ve arkadaşlarından uzakta uzunca bir süre farklı bir toplumda yaşaması ciddi bir deneyimdir. Katılımcı gençler, farklı kültür ve dilleri öğrenme, farklı insan ve kurumları tanıma fırsatı yakalar. Farklılıkları tanırken kendini ve yetiştiği kültürü tanıma ve tanıtma bilinci güçlenir. Yeni bakış açıları geliştirir; yaşama, insanlara ve olaylara daha farklı bir perspektiften bakmayı anlar. Programın ayrıntıları hakkında ua.gov.tr adresinden geniş bilgi alabileceğiniz gibi, bakikaracay.com adresinde hazırladığım online platformdan adım adım başvuru yapmayı da öğrenebilirsiniz.

30 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi

Von was profitieren die Jugendlichen von der AGH ? AGH ist ein EU Programm mit vielen Gelegenheiten, wie z.B. die Bekanntschaft der unterschiedlichen Kulturen, eine neue Sprache zu erlernen, verschiedene Aspekte zu entwickeln. Das aller Wichtigste aber ist sich selbst zu entdecken. Getrennt sein von der Familie und Freunden ist für die Jugendlichen eine ernsthafte Erfahrung. In dem sie die Verschiedenheiten erkennen, wird auch die eigene Erziehung und die Kultur erkannt und damit auch das Bewusstsein für Unterschiede verstärkt - aus einer anderen Perspektive Menschen und Ereignisse zu erleben und zu verstehen und hiermit neue Aspekte zu gewinnen. Die Einzelheiten über dieses Programm können unter der Adresse: www.fua.gov.tr oder auch unter www. bakikaracay.com nachgefragt werden.



Hayatın yazdığı hikayeler

Geschichten, die das Leben schreibt

Bodrum Mandalina Çikolatasının yaratıcısı, çikolata ustası Suat AYDAR (50), ilk röportajını verir ve vefat eder ...

Patissier Suat Aydar (50) kreiert Bodrum’s Mandalina Praline, gibt sein erstes Interview und stirbt...

Jacqueline Jane Bartels’den

Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi

Von Jacqueline Jane Bartels


“Türkei begeistert mit einzigartiger Mandarinen-Schokolade”, titelte die Deutsch Türkischen Nachrichten am 25. Feburar 2016. Diese kleine Meldung führt mich direkt zu Belgüzar Akşit Aydar (45) Bodrum Chocolate & Meyflower Ladengeschäft im Herzen Bodrums, die diese „Mandalina“-Schokolade und –Pralinen herstellen. Das Belkis, so rufen Belgüzars Freunde die Geschäftsinhaberin liebevoll, schwarz trägt, fällt mir erst auf, als ich registriere das die zarte Frau von ihrem Mann Suat fortlaufend in der Vergangenheitsform erzählt. Irritiert frage ich: „Wo ist Ihr Mann jetzt?“ Erstaunt schauen mich Belkis und ihre beste Freundin Nazmiye Aktaş an. Leise sagt sie: „Wussten Sie das nicht, Frau Bartels? Mein Mann ist tot!“ Alman Türk Haberleri 25 Şubat’ta 2016 “Türkiye eşsiz mandalina çikolatası ile heyecanlandırdı” başlığını atmıştı. Bu küçük başlık beni doğrudan Bodrum’un kalbinde bulunan ve “mandalina çikolatasını” üreten Belgüzar Akşit Aydar’ın (45) Bodrum Chocolate & Meyflower dükanına götürdü. Belkıs’ın, Belgüzar’ın arkadaşları dükkan sahibini bu isim ile sesleniyorlar, sürekli kocası Suat’ dan geçmiş zamanda bahsediyor olması dikkatimi çekti. Tedirgin bir vaziyette “ Eşiniz şuanda nerde?” diye sordum. Şaşkınlıkla Belkıs ve onun en iyi arkadaşı Nazmiye Aktaş bana baktılar. Sessizce” Bilmiyormuydunuz Bayan Bartels? Kocam vefat etti!” Tüylerim diken diken oldu. Nazmiye Aktaş bana da bir mendil uzattı. Üç bayan, bir Alman bir Alman-Türk ve bir Türk, önümüzde tatlı çikolata ve Türk kahvesi, hafif esintili bir rüzgar ve 22 derece civarında bahar sıcaklığında öylece oturuyoruz. Mümkün olduğunca Belkıs’a teselli vermeye çalışıyoruz ve nihayet “Gel hadi, konuşmak seni rahatlatır, anlat ne oldu?” dedim. ‘’Çarşamba sabahı Alman Türk Haber muhabiri kocam Suat’ı aradı ve onunla Bodrum Mandalin Çikolatası hakkında röportaj yaptı. Suat bu görüşmeden dolayı o kadar çok mutlu oldu ki, mutfakta sevinçten oynadı, beni kollarına alarak ve şöyle dedi: “Tatlım, biz başardık. Bodrum mandalina çikolatası dünyaca tanınacak. Artık başarımız daha da yükselecek ve yakında bayilikler vereceğiz. Dünya çapında Bodrum Mandalina çikolatamızı satacaklar. Çikolatacılar çeşitlerinin arasına bizim çikolatamızı da alacaklar ve turistler çikolatalarımızı sevdiklerine, evlerine götürecekler.’’ Suatın bana son sözleri şunlar oldu: “Bu kadar çalışma ve çabaya değdi, Allah’ım şu an beni yanına alsa gam yemem.” Bu sözler üzerine birden kocam ellini kalbine götürdü ve o an vefat etti. Aile hekimimiz saat 18:10 de ölümünü bildirdi.

Mich packt eine Gänsehaut. Nazmiye Aktaş reicht nun auch mir ein Taschentuch. Da sitzen wir. Drei Frauen. Eine Deutsche. Eine Deutsch-Türkin und eine Türkin vor süßen Pralinen und türkischem Kaffee bei frühlingshaften Temperaturen um die 22 Grad Celsius bei einer sanften Brise Wind. Abwechselnd umarmen wir uns, spenden Belkis tröstende Worte und ich fordere die junge Witwe auf: Komm’, sprechen hilft. Was ist passiert? “Ein Reporter von den Deutsch Türkischen Nachrichten rief meinen Mann Suat am Mittwoch Vormittag an und interviewte ihn über unsere Bodrum Mandarinen-Praline. Suat war so glücklich über dieses Interview. Er tanzte vor Freude in der Küche, nahm mich in die Arme, küsste mich und sagte: ,Schatz, wir haben es geschafft. Unsere Bodrum Mandarinen Praline wird weltberühmt. Jetzt geht es bergauf. Bald schon werden Franchise-Unternehmen unsere Bodrum Madalina Praline auf der ganzen Welt verkaufen. Chocolatiers werden unsere Schokoladen im Sortiment aufnehmen und Touristen bringen unsere Pralinen mit nach Hause zu ihren Liebsten.’ Suats letzte Worte zu mir waren: ,Sollte Allah mich jetzt zu sich holen, dann hat sich die viele Mühe und Arbeit gelohnt.’ Dann griff sich mein Mann plötzlich ans Herz und war sofort tot. Unser Hausarzt konnte um 18.10 Uhr nur noch seinen Tod feststellen.” Als die Deutsch-Türkischen Nachrichten am Donnerstag, den 25. Februar um 17.16 Uhr über Surats einzigartiger Mandarinen-Schokolade” berichteten, war der Pâtissier Surat bereits beigesetzt.

Alman Türk Haberleri Suat’ın eşsiz mandalina çikolatasının röportajını 25 Şubat Perşembe günü saat 17:16 yayınladıklarında, Çikolata ustası Suat çoktan defnedilmişti.

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

33


“ Ben size kral olacağıma, Belkıs’a köle olmayı tercih ederim”

„Ich bin lieber Belkis Sklave als euer König!“

Belkıs henüz 40 yaşında ve bekardı. Bu bir Türk kadını için çok da alışıldık bir durum değil. Meydan okurcasına “Ben sadece sadece sevgimi hak eden bir adamla evlenmek istiyordum ve bu uzun bekleyişime gerçekten de değdi ! ”dedi.

Belkis war bereits 40 Jahre alt und unverheiratet. Das ist für eine Türkin recht ungewöhnlich. Trotzig sagt sie: „Ich wollte eben nur einen Mann heiraten, der meine Liebe verdient. Das lange Warten hat sich doch gelohnt!“

Beş yıl önce, ortak bir arkadaşları aklından ‘’Belkıs’ı ve Suat’ı tanıştırmalıyım. Her ikisi de, bir ömür için birbirine biçilmiş kaftan gibiler.” Geçirir. Ve gerçekten de öyle olur: Belkıs ve Suat ilk bakışta birbirlerine aşık olurlar. Belkıs “Kısa zaman sonra Suat sürekli peşimde bir kaşıkla dolaşarak, bana “denesene, eksiği var mı? , fazlalığı var mı?” diye sorardı. Benim kalbimi çiçeklerle fethedeceğine, kendi yaptığı çikolatalarla kazandı.” diyerek anılarını tekrar hatırladı . Suat’ın 20 yaşındaki oğlu, babasının başka bir kadına aşık olmasından pek de mutlu değildir. Meydan okurcasına babasına sorar:” Sen nasıl bu kadının kölesi olursun?” Suat kararlılıkla şöyle cevap verir:” Ben sizin kralınız olacağıma, Belkıs’ın kölesi olmayı tercih ederim.” O andan itibaren oğlu ve ikiz kızları, babaların ikinci eşi Belkıs’ı kabul ederler.

So war es ein gemeinsamer Freund, der vor fünf Jahren plötzlich die Eingebung hatte: „Ich muss Belkis und Surat miteinander bekannt machen. Die Beiden sind für ein gemeinsames Leben bestimmt.“ Und tatsächlich: Es war Liebe auf den ersten Blick. „Bald schon lief mir Surat regelmäßig mit einem Kochlöffel hinterher und sagte: „Probier’ mal. Fehlt etwas? Ist etwas zu viel?“ Anstatt mir Blumen zu schenken, eroberte er mich mit seinen selbst gemachten Pralinen und Schokoladen“, erinnert sich Belkis. Suats 20-jähriger Sohn war nicht so glücklich, dass sich sein Vater in eine andere Frau verliebte und heiratete. Trotzig fragte er seinen Vater damals: „Wie kannst du dich zum Sklaven dieser Frau machen?“ Suat antwortete entschieden: „Ich bin lieber Belkis Sklave als euer König.“ Von diesem Augenblick akzeptierten sein Sohn und seine Zwillingstöchter Babas zweite Ehefrau Belkis.

ODTU Makine mühendisi olan Suat , dört yıl önce Belkıs ile ortaklaşa Bodrum’un kalbinde bir dükkan açarlar ve birlikte taze biberli, çilekli, mango ve mandalinadan 200 farklı çeşit el yapımı çikolatalar üretmeye başlarlar. Ürettikleri çikolataların kakaolarını Barry Callebaut İviçre firmasından temin ediyorlar. Aynı zamanda, farklı sırlarla dolu, taze ve günlük meyve birleşimli çikolatalar Meyflowers & Bodrum Çikolata mutfağında ortaya çıkıyor. “Suat ve ben hemfikirdik, Bodruma gelen herkes bizim eşsiz ve aroma dolu mandalinalarımızı bilir. Piyasada zaten mandalina gazozu, mandalina kolonyası, mandalina pastası, mandalina dondurması mevcut ama henüz hiç kimse gerçek Bodrum mandalina tadında, hem de aynı mandalina görünümümde olan mandalina çikolatası üretmemişti” diyor Belkıs.

34 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi

Vor drei Jahren dann eröffneten Suat, der über 30 Jahre als Maschinenbauingenieur arbeitete, und Belkis gemeinsam ein Ladengeschäft im Herzen Bodrums. Hier produzierten sie gemeinsam 200 verschiedene handgemachte Schokoladen mit frischer Chili, Erdbeeren, Mango oder Mandarinen. Den Kakao hierfür beziehen sie aus der Schweiz von der Firma Barry Callebaut. Aber auch frische Früchte mit verschiedenen Schokoladen-Glasuren und täglich frisch produzierte Pralinen entstehen im Meyflowers & Bodrum Chocolate Küche. „Suat und ich waren uns einig: Jeder der in Bodrum war, kennt unsere einzigartig aromatischen Mandarinen. Auf dem Markt gibt es bereits Mandarinen-Limonade, Mandarinen-Parfüm, Mandarinen-Torten und Madarinen-Eiscreme, aber noch keiner hat eine Praline produziert, die tatsächlich nach Bodrums Mandarine schmeckt und auch wie eine Mandarine aussieht!“, sagt Belkis.


“Suat çikolatalarımızı herkesin damak tadıyla nasıl buluşturacağını çok iyi biliyordu” “Suat Beş ay boyunca, Bodrum mandalina çikolatısını mükemmel bir sonuç ile tamamlamak için 20 reçete üzerinde denemeler yaptı,çok yoğun çalıştı ve sonunda muhteşem formülü yarattı.’’ Özel sırrın oluşum adımlarını bizimle paylaşan Belkıs’a soruyorum: Peki Bodrum Mandalina Çikolatasının yoğun tadının kılan nedir? Belkıs sevimli bir gülümsemeyle” Bu bizim sırrımız.” diyor. “Ama size şu kadarını açıklayabilirim; biz sadece Bitez Bodrum Mandalinalarını kullanıyoruz. İçlerinde en aromalı olan onlar. Üç farklı Bodrum-Mandalina meyvesinden çikolatamızı üretiyoruz. Yerel pazarlarda bulunan yeşil, sarı ve turuncu renkte olan Bodrum mandalinaları. Her birinin kendilerine özgü tatları bulunmakta, bu mandalinanın meyvesi veya bizim Mandalina çikolatamız olmuş farketmiyor. Araştırmacı olan Suat kendi yaratmış olduğu Bodrum Mandalina çikolatasını Türkiye için patentini almış. Rusya için ise patent başvuru cevabı bekleniyor.

„Suat wusste wie er unsere Schokoladen in aller Munde bringt“ „Fünf Monate lang probierte und kreierte Suat an die 20 Rezepte, um Bodrums Mandalina Praline zur perfekten Vollendung zu bringen“ verrät Belkis. Doch was macht diesen intensiven Geschmack der Bodrum Mandalina Praline nun aus? Belkis lächelt verschmitzt und sagt: „Das ist unser Geheimnis, aber so viel sei verraten: Wir verwenden ausschliesslich Mandarinen-Früchte aus Bitez Bodrum. Die sind einfach am süßesten. Wir stellen drei unterschiedliche Bodrum-Madalina-Pralinen her, so wie die Frucht auch in Bodrum auf den einheimischen Märkten zu kaufen ist: in den Farben grün, gelb und orange. Jede dieser Mandarine hat ihren eigenen Geschmack, ob nun die Frucht oder eben unsere Mandalina-Pralinen.“ Der kreative Suat liess sich seine Eigenkreation der Bodrum Mandalina Praline für die Türkei patentieren. Die Patentanmeldung für Russland läuft noch.

Belkis Schicksalsschlag soll ein Happy End finden!

Belkıs’ın kaderinde mutlu son ! Düşünceli bir şekilde Belkıs “Harmoni-e Dergisi’nin şuan beni bulması kader. Bu sabaha kadar hala işi bırakmayı düşünüyordum. Eminim ki sevgili Bayan Bartels, sizi rahmetli kocam gönderdi. Şimdi yeniden biliyorum, kocamın hayalini sonuna kadar tamamlamam gerekiyor. Bodrum Mandalina çikolatalarımızın tadına tüm Bodrum severler ve dünyanın her yerinden bakabilmeliler” dedi. Kesinlikle! Biz kadınlar güçlüyüz. Biz kadınlar birbirimizi destek çıkarız ve biz erkeklerimizin hayallerini yaşamaya devam ederiz. Bu yüzden: Bodrum Çikolata, Bodrum Mandalina Çikolatasını kendi çikolata çeşitleri içerisine dahil etmek isteyen ve hatta franchising almak isteyen olursa, lütfen irtibata geçsin: Her kim şuan Bodrum’da ise Meyflowers & Bodrum Çikolatasına mutlaka uğramalı. Bodrum Mandalin çikolatalarını web sitesinden de sipariş verebilirsiniz.

Nachdenklich sagt Belkis: „Es ist Schicksal, dass Harmoni-e genau jetzt zu mir findet. Heute Morgen dachte ich noch an aufhören. Ich bin sicher, dass mein verstorbener Mann Sie schickt, liebe Frau Bartels. Jetzt weiss ich wieder, dass ich den Traum meines Mannes zu Ende bringen muss. Unsere Bodrum Mandalina Pralinen sollen alle Bodrum-Liebhaber überall auf dieser Welt verköstigen können.“ Eben! Wir Frauen sind stark. Wir Frauen halten zusammen und wir leben die Träume unserer Männer weiter. Deshalb: Welcher Chocolatier möchte Meyflowers Bodrum Chocolate Mandalina Praline in sein Sortiment aufnehmen oder wer hat so gar Interesse an Franchising? Bitte wenden Sie sich direkt an: Wer gerade in Bodrum-Town ist, der sollte Meyflowers & Bodrum Çikolata besuchen. Alle anderen können sich die Pralinen und Schokoladen auf der Webseite bestellen und nach Hause schicken lassen.

Meyflowers & Bodrum Çikolata Catering & Patissier Belgüzar Akşit Eskicesme Mh. Caferpaşa Caddesi. No: 39 / B 48400 Bodrum (Muğla) Mobile: +90 532 603 3071 Telefon: +90 252 316 0888 http://www.meyflower.com.tr/

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

35








Anni Paare Das Urgestein in Alanya Alanya’ da Bir Demirtaş

02 Nisan’da Anni Alanya’da tüm arkadaşları, tanıdıkları ve St. Nikolaus kilisesi Cemaati ile birlikte 95. Yaş gününü kutladı, İyi ki doğdun Anni ! Anni feierte am 02. April im Kreise aller ihrer Freunde und Bekannten in der St. Nikolaus Gemeinde in Alanya ihren 95. Geburtstag. Ein dreifaches hoch soll sie leben!

İlk defa 1990 yılında eşi ile birlikte Alanya’ya geldi ve sonrasında birçok defa geldiler. Temiz havası, sıcaklığı ve insanların yakınlığı çok cezbediciydi, özellikle de çok ağır darbeler ile savaştan geri dönen ve artık Almanya’da neredeyse nefes alamayan eşi için. Memleketi olan Alanya’da 26 yıldır yaşıyor ve artık yerli halk tarafından Alanya’lı olarak anılıyor. Bu süre içerisinde maalesef ki üzücü dönemler atlattı. 2010 yılında eşini kaybetti ve kendisi de ciddi rahatsızlıklar geçirdi.

42 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi

Gemeinsam mit ihrem Mann machte sie 1990 zum ersten Mal Urlaub in Antalya, um dann regelmässig hier her zurück zu kehren. Die saubere Luft, das Wetter und die sympathischen Menschen hier zu Lande tragen dazu bei, dass sich das Ehepaar hier so glücklich fühlt. Vor allem Anni’s Ehemann, der 1945 stark geschädigt aus dem 2. Weltkrieg zurück kehrte, fand hier die wohltuende Erholung. Anni lebt bereits seit 26 Jahren in Alanya, das ihr zur zweiten Heimat wurde. Einheimische nennen sie liebevoll “Neu-Alanyanerin”, die so ihre Neuankömmlinge herzlich willkommen heissen.


In diesen Jahren hat sie einige Schicksalsschläge hinnehmen müssen - 2010 starb ihr Mann, sie selbst musste einige Krankheiten überstehen. Sie ist eine Frohnatur, lebt mitten in Alanya. Die Wohnung ist sonnig, die Geschäfte sind nah und ihren Alltag macht sie noch selbständig. Sie liebt den Kontakt zu den Menschen, ist immer adrett gekleidet und hat in der St. Nikolaus Gemeinde sehr viele nette Menschen und auch HelferInnen gefunden. 1945 musste sie damals aus Ostpreußen flüchten – sie hat an eigener Haut erfahren, wie es sich anfühlt, flüchten zu müssen, zu Fuß flüchten zu müssen. Sie verfolgt die jetzige Situation sehr genau und sagt, dass Deutschland gute Arbeit leistet, aber man sollte auch genau hinschauen, wer Flüchtling ist und wer nicht. Sie ist klar im Denken – herrlich, sich mit ihr zu unterhalten.

Alanya merkez de yaşayan Anni çok neşeli biri. Evi güneş içerisinde, dükkanlar çok yakınında ve tüm ihtiyaçlarını hala kendisi karşılıyor. Insanlarla iletişim içerisinde olmayı seviyor herzaman güzel giyimli ve başta St. Nikolaus Kilisesi cemaatinden olmak üzere birçok arkadaşları ve kendisine yardım eden insanlar buldu. 1945 yılında Doğu Prusya’dan kaçmak zorunda kalmış. Birebir kaçmak zorunda kalmanın ve hatta yaya kaçmak zorunda kalmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyor. Şuan ki durumu çok yakından takip ediyor ve ‚‘‘Almanya çok iyi bir iş gerçekleştiriyor ama gerçek mültecileri de çok iyi ayırt edebilmek lazım‘‘ diyor. Yaşına rağmen zihni o kadar açık ki, onunla sohbet etmek harika. Alanya’da olmaktan çok mutlu. Erkek kardeşi (88) ve 70 -75 yaşlarında iki oğlu, 7 torunu ve torunlarının 6 çocukları ile çok güzel bir aile. Hepsi Türkiye dışında yaşıyorlar ama sık sık Türkiye’ye ziyarete geliyorlar.

Sie ist sehr glücklich hier in Alanya ist, sie ist zufrieden. Ihr Bruder (88 Jahre), ihre beiden Söhne, mittlerweile beide 70 bzw. 75 Jahre alt, 7 Enkelkinder und 6 Urenkel sind ihre Familie. Alle leben außerhalb und kommen zu Besuch in die Türkei. Ihr ganzes Leben hat sie gearbeitet- zuerst 11 Jahre in der Landwirtschaft, dann als Krankenschwester; sogar im Vorstand des Roten Deutschen Kreuzes hat sie bis 1990 – da war sie 68 Jahre alt - aktive Hilfestellung geleistet. Sie hat mit ihrem Mann sehr viele fremde Länder bereist, sogar in Amerika und Florida war sie. Sie beglückt viele Menschen mit selbstgestrickten Strümpfen – es ist eine Therapie für ihre Kopfschmerzen, die sie damals nach einem Unfall und 90tägigem Koma zurückbehalten hat. Mittlerweile hat sie 101 Strümpfe gestrickt und sie strickt und strickt und verliert dadurch ihre Schmerzen. Das Leben hat ihr viel abgerungen und doch auch so viel geschenkt. Sie kann sich kein Leben mehr woanders vorstellen – hier in der Türkei ist sie zuhause.

Bütün hayatı boyunca çalışan Anni ilk 11 yılını çiftçilik yaparak geçirmiş. Sonrasında hemşire hatta 1990 yılına kadar, o zamanlar 68 yaşındayken, Alman Kızıl Haç yönetiminde görevliymiş. Eşi ile birlikte Amerika ve Florida gibi birçok ülkeye seyahat ettmişler. Anni çevresindeki birçok insana kendi ördüğü çorapları hediye ederek mutlu etmeyi seviyor. Bu onun için zamanında geçirdiği kaza neticesinde 90 günlük koma sonrasında kalan baş ağrıları için terapi gibi oluyor. Bu zamana kadar 101 tane çorap örmüş ve hala daha örüyor böylece ağrılarını unutuyor. Hayat ondan çok şey almış ama ona karşılık birçok şey de hediye ettmiş Başka hiçbir yerde yaşamayı tasavvur bile edemiyor- Türkiye onun memleketi ve evi.

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

43


Teması “Çiçek ve çocuk”, sloganı ise “Gelecek nesiller için yeşil bir dünya” olan, Cumhurbaşkanlığı himayesinde düzenlenen EXPO 2016, 22 Nisan akşamı Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından gerçekleştirilecek resmi açılışın ardından 23 Nisanda kapılarını açıyor. Altı ay açık kalacak Türkiye’nin bugüne kadar üstlendiği en büyük uluslararası organizasyonu olan EXPO 2016, Ulusal ve uluslararası kongrelerin, panellerin, toplantıların ve seminerlerin organize edileceği EXPO 2016 Antalya’da kültürel ve sanatsal etkinlikler de ziyaretçilerle buluşacak. Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi


Türkei freut sich auf die erste Expo 2016 in Antalya, die unter der Schirmherrschaft des Bundespräsidenten organisiert wird. Ab den 23. April bis Ende Oktober 2016 begrüsst die EXPO seine Gäste mit den Themen “Blumen und Kinder” und “Ein grünes Leben für zukünftige Generationen”. Die offiziele Eröffnung der EXPO 2016 wird am 22. April von Recep Tayyip Erdoğan realisiert. Nationale und internationale Kongresse, Foren, Sitzungen und Seminare werden abgehalten und darüber hinaus bietet sie ihren Gästen eine breite Palette kultureller und künstlerischer Aktivitäten an. Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin


BİYOGRAFİ

BIOGRAFIE

1964 Malatya Akçadağ doğumlu olan Aydın, 1988 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Denizli Mühendislik Fakültesi İnşaat Bölümünden mezun oldu. 1988 yılında Erzurum Tarım Kredi Kooperatifleri Bölge Birliğinde göreve başladı. Malatya, Kayseri Bölge Birliklerinde çeşitli kademelerde görev yaptı. Aydın 25 Ocak 2011 tarihli yönetim kurulu kararı ile Teknik İşler Daire Başkanlığı görevine atandı ve 2014 yılı sonunda emekli oldu. Özel sektör tecrübesi de bulunan Kazım Aydın, Kasım 2015’te EXPO 2016 Antalya Ajansı Genel Sekreteri olarak görevlendirildi. Evli ve iki çocuk babası Aydın, İngilizce biliyor.

Aydın ist 1964 in Malatya Akçadağ geboren. 1988 absolvierte er an der Dokuz Eylül Üniversitaet Denizli als Bauingenieur. Er arbeitete in verschiedenen Bereichen der Landwirdschaft in den Regionen Erzurum, Malatya, und Kayseri. Mit Beschluss des Vorstandes wurde er am 25. Februar 2011 als Oberhaupt des Technischen Amtes beauftragt. 2014 ging er in den wohlverdienten Ruhestand. Kazım Aydın wurde 2015 als General Sekretär für die EXPO 2016 in Antalya beauftragt. Er ist verheiratet und hat zwei Kinder. Er spricht als zweite Sprache Englisch.


Harmoni-e, Genel Sekreteri Sayın Kazım Aydın ile Expo 2016 Antalya üzerine sohbet etti

Harmoni-e unterhielt sich mit dem General Sekretär Kazım Aydın über die bevorstehende Expo 2016 Antalya.

Sayın Aydın, Expo 2016’nın Antalya ve Türkiye için önemi nedir?

Herr Aydın, was bedeutet Expo 2016 für Antalya und Türkei ?

EXPO’lar öncelikle küresel çapta tanıtım sağlar. Bu nedenle EXPO 2016 Antalya, Türkiye’nin ve Antalya’nın uluslararası tanıtımına büyük katkı sağlayacak ve ülkemizin ve şehrimizin yeni turizm pazarlarına açılmasına olanak verecek. Uluslararası yatırımcıların yatırım fırsatlarını daha yakından görmesi sağlanacak ve yabancı yatırımcıların sayısı artacak. Şehrin turizm ve kongre alanında yeterliliği EXPO 2016 Antalya alanının sahip olduğu tesislerle bir kez daha kanıtlanmış olacak.

Die Expo ist eine Weltmesse beziehungsweise eine Universalausstellung. Daher hat die Expo 2016 für Antalya und für die Türkei eine grosse Bedeutung. Sie repräsentiert unser Landes auf einzigartige Art und Weise und ermöglicht so die Entwicklungen neuer TourismusPlattformen. Die Expo 2016 wird nachhaltig unter Beweis stellen wie kompetend Antalya und sein Tourismus sind.

Öte yandan EXPO 2016 sayesinde şehre geniş bir yeşil alan kazandırıldı. Bu alan, organizasyon sonrasında da şehrin ekonomik ve sosyal hayatına katkı sağlayacak şekilde değerlendirilecek. EXPO 2016 Antalya’nın bir diğer katkısı da bölgesel kalkınma… Antalya’nın EXPO kenti olduğunun açıklanmasının ardından bölgesel kalkınma büyük hız kazandı. Sergi alanının bulunduğu bölgedeki Aksu ve Tehnelli akarsuları ıslah çalışması ve Aksu – Lara Atık Su Tesisleri Kollektör Hattı çalışması, raylı sistem ve karayolları düzenlemeleri bunlara birer örnek. Türkiye tanıtımına ve turizme positif katkısı ne olacaktır? EXPO’nun Antalya turizmine ilave bir katkı yapacağına şüphe yok. Antalya’ya gelen turistlerin bir bölümü için EXPO çok cazip bir ürün olacak. EXPO 2016 Antalya, şehrin turizm dinamiklerine yeni bir zenginlik olarak katılacak. Bölgede turizm faaliyeti içerisinde bulunan birçok kurum ve kuruluşun hizmet olarak sunabileceği bir cazibe merkezi olacak. Sadece bu yıl değil uzun yıllar bölgenin turizm konusundaki faaliyetlerine her anlamda ciddi katkıları olacak. Dünyada EXPO’ları özellikle ziyaret eden ve takip eden önemli bir kesim var. Bu insanlar, Türkiye’yi ve Antalya’yı EXPO ziyaretleri ile daha yakından tanıma fırsatı bulacak. Türkiye’nin en büyük oditoryumuna sahip, ana salonu 5 bin 3, toplam kapasitesi 9.500 kişi olan kongre merkezi ile de turizmin çeşitlenmesi sağlanacak.

Mit der Expo 2016 hat Antalya als Standort eine umfangreiche grüne Fläche gewonnen. Dieser Naturpark wird nach der Organisation auch weiterhin für das gesellschaftliche Leben in Antalya den Menschen dienen. Die Regionalentwicklung Antalyas hat sich hervorragend gestaltet Dank der Expo 2016 in Antalya. Besonders hervor heben möchte ich die Infrastruktur. Neue Autobahnen entstanden und eine neue Tramlinie von der Innenstadt über den Flughafen bis zum Expo-Gelände sind hervorragende Neuerungen für Antalya von denen alle profitieren – auch die Touristen. Was für ein positiven Beitrag wird es für die Förderung der Türkei und den Tourismus geben? Die Expo wird auf jeden Fall sehr viel bringen. Wir bieten viellerlei für Touristen. Die EXPO 2016 Antalya wird nationale und internationale Kongresse ausrichten, Foren, Sitzungen und Seminare werden abgehalten, und darüber hinaus wird sie ihren Gästen eine breite Palette kultureller und künstlerischer Aktivitäten bieten. Das Kongresszentrum ist eine komplexe Anlage, in der verschiedene Einheiten mit unterschiedlichen Funktionen, auf vielfältigen Leveln untergebracht sind. Eine 455 m² große Bühne mit einem 60 m² Orchestergraben davor eine Haupthalle mit 5003 Sitzplätzen mit einem total kapasitaet von 9.500 wird es die grösste Oditoryum der Türkei.

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

47


Spricht Expo 2016 nur die Botanik interessierten an ?

Expo 2016 daha çok botanik ile ilgilenen ziyaretçi kitlesine mi hitap ediyor? EXPO 2016, botanik expo’dur ancak ziyaretçi kitlesi sadece botanik ile ilgilenenler olmayacaktır. Çünkü EXPO 2016 Antalya sergi alanındaki kule, restoranlar, ülke bahçeleri, mozaik kültür alanındaki bitki heykeller, kongre merkezi, biyoçeşitlilik ve tarım müzesi, çocuk adası, çocuk bilim ve teknolojileri merkezi, biyoçeşitlilik tema parkuru, sera, göl, kültür sanat sokağı ile her yaştan insanın keyifle vakit geçirebileceği cazibe merkezleri olarak öne çıkıyor. Bu cazibe merkezleri ve alan, sergi sonrasında da kalıcı olacağı için, Antalyalıların ve şehre gelen yerli ve yabancı turistlerin de sürekli ziyaret edebilecekleri bir alan olarak hizmet verecek.

Expo 2016 ist ein Botanik Expo aber die Besucher werden bestimmt nicht nur die Botanik interessierte sein. Hier werden Ausstellungsräume für Teilnehmerländer einbezogen um ihre Gartenarbeit-Kulturen zu präsentieren. Die Ausstellungsseite “Expo Turm”, das “Historische Hadrianus Tor”, eines der wichtigsten Symbole Antalyas, die erste Landwirtschaft und das ArtenvielfaltMuseum – das Türkei Kongreß-Zentrum, die KinderInsel, auf der Tätigkeiten festgelegt werden, um Kinder zu trainieren, das Wissenschafts- und Technologie-Zentrum für Kinder, das Tätigkeitsgebiet der ländlichen Gegend, Tätigkeiten für Kinder und ihre Familien - die Terrasse gebildet mit Pfingstrosen, das Symbol der EXPO 2016 Antalya, der Expo Wald-Platz, Kultur- und Kunststraßen und Restaurants spiegeln unsere architektonische Kultur wider. All diese Besonderheiten sollen unsere Besucher ansprechen.

Katılımcı ülke sayısı nedir ve 6 ay süresince ziyaretçi sayısı ile ilgili yaklaşık bir tahminiz var mı? EXPO 2016’ya katılmak amacıyla Katılım Sözleşmesi imzalayan ülke sayısı da her gün artıyor. Bugün itibariyle EXPO 2016 Antalya’ya katılmak amacıyla sözleşme imzalayan ülke sayısı 45’e ulaştı. Bu sayı daha da artacak ve en yüksek katılımlı Expo’yu yapacağız. Sergi alanına, sekiz milyon ziyaret bekleniyor.

48 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi

Wieviel Länder nehmen teil und wieviele Besucher erwarten Sie innerhalb dieser sechs Monate? Jeden Tag melden sich neue Länder für die EXPO 2016 an. Bis heute haben sich 45 Länder für die Teilnahme an der Expo 2016 offiziell angemeldet. Es wird einer der grössten Expo sein. Wir erwarten 8 mil. Besucher.


Açılış için özellikle 23 Nisan tarihinin tercih edilmesinin sebebi nedir?

Warum wurde der 23. April für die offizielle Eröffnung der Expo 2016 bevorzugt?

EXPO 2016 Antalya’nın teması ‘’Çiçek ve Çocuk’’. Çiçek hayatı, çocuk da yarını ifade ediyor. 23 Nisan ise dünyada kutlanan tek çocuk bayramı. Bu nedenle, temasına uygun olarak 23 Nisan’da Çocuk Bayramında açılmasına karar verildi. Açılışı Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gerçekleştireceği ve 23 Nisanda Ankara’da bayram dolayısıyla çeşitli etkinliklere katılacağı için resmi açılış töreni 22 Nisan akşamına alındı.

Am 23.April findet das Internationale Kinderfest in der Türkei statt – das einzige dieser Art, das auf der ganzen Welt gefeiert wird. Thema der EXPO 2016 Antalya ist “Blumen und Kinder”. Der berauschende Duft der Blumen und das Gelächter der Kinder in der ganzen Stadt sollen die Hoffnung auf eine grünere Welt signalisieren. Aus diesem Grund entschieden wir uns für die Eröffnung am 23. April. Die offizielle Eröffnung wurde auf den 22.April vorgezogen, da unser Bundespräsident Recep Tayyip Erdoğan am 23. April in Ankara sein muss.

Teması çiçek ve çocuk üzerine kurulu olan Expo 2016’nın Antalya’dan Dünya’ya vereceği mesaj ne olacaktır?

Was wird die Botschaft der Expo 2016 in Antalya für die Welt sein ?

EXPO, dünyanın gözlerinin çevrildiği gelecek nesillerin yaşama alanları, doğal kaynakları ve bunlara bağlı geçim kaynakları, sürdürülebilir kalkınma, yeşil yaşam gibi kavramların çocuklara aktarımı konularında, kentsel yaşamın çocuklara ve yeşile bıraktığı yer konusunda birlikte düşünme, çözümler üretme, dünyayla paylaşmada eşsiz bir fırsat sunuyor. EXPO 2016 Antalya’nın “Çiçek ve Çocuk” teması da, hem dünya barışı hem de sürdürülebilir kalkınma politikası ve uygulamaları için bir mesaj ve iddia ortaya koymaktadır. EXPO 2016 Antalya, geleceğimizin mirasçısı olan çocuklarımıza doğa ve çevre koruma bilinci aşılayacak.

Expos sind zukunftsweisende Ausstellungen von technologischen, wissenschaftlichen und kulturellen Entwicklungen. Expos gelten als umfangreiche Veranstaltungen in der Welt und ermöglichen den Nationen, Informationen über Kultur, Geschichte und Bildung auszutauschen, mit dem gemeinsamen Ziel für eine bessere Welt. Die EXPO spiegelt den momentanen Zustand der Welt wider und sensibilisiert seine Besucher für Visionen, Möglichkeiten, Probleme und Lösungen für die Zukunft in all’ ihren Aspekten. Themen von universellem Interesse sowohl wissensvermittelnd als auch unterhaltsam sehr wirkungsvoll zu kommunizieren, lassen sich durch die EXPOs auch Menschen der unterschiedlichsten Nationalitäten und Herkunft zusammenbringen. In dieser Hinsicht wird die Expo 2016 mit dem Thema ‘’Blumen und Kinder’’ eine Botschaft für Frieden und eine erträgliche Welt für die junge Generation übertragen. Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

49


BİLİYOR MUYDUNUZ ? - Antalya’nın ‘’ yeryüzü cenneti’’, ‘’ Akdeniz’in incisi’’ ve Türk Rivierası’’ adlarıyla da tanındığını, - Asya ve Avrupa topraklarındaki en görkemli ve en iyi korunmuş antik tiyatronun Antalya’daki Aspendos Tiyatrosu olduğunu, - Antalya’nın pek çok arkeolojik kent ve tarihi yapının yanı sıra kilometrelerce uzanan sahiliyle birçok şelale ve mağarayı da barındırdığını, - Dünya genelinde 35 milyon kişi üzerinde müşteri memnuniyetine dayalı olarak yapılan araştırmaya göre dünyanın en iyi 100 oteli arasında Antalya’dan 15 otelin bulunduğunu, - Antalya’daki uluslararası standartlardaki golf kulüplerinin dünyaca ünlü golfçülerin tercihleri arasında olduğunu, - Antalya’nın Attalos’tan sonra Kleopatra, Hadrian gibi pek çok kraliçe ve imparator tarafından ziyaret edildiğini, - Antalya Müzesi’nin sergilediği antik heykeller sayesinde dünyanın en önemli müzelerinden biri olduğunu,

50 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi


WUSSTEN SİE SCHON, …. - Dass für Antalya die Metonyme ‘’ Paradies auf Erden’’, Perle des Mittelmeers’’ und ‘’ Türkische Riviera verwendet werden ? - Dass das am besten erhaltene und praechtigste Amphitheather Asiens und Afrikas das Aspendos Theater von Antalya ist ? - Dass Antalya neben zahlreichen antiken, Ruinenstaetten und historischen Bauwerken über kilometerlange Straende, zahlreiche Wasserfaelle und Höhlen verfügt ? - Dass 15 der 100 besten hotels der Welt, die unter mehr als 35 Millionen Hotelgaesten ermittelt wurden, in Antalya stehen ? - Dass die Golfplaetze in Antalya auf internationalem Niveau von Weltbekannten Golfspielern bevorzugt werden ? - Dass das nach König Attalos von Pergamon benannte Antalya von Königinnen und Kaisern, wie Kleopatra und Hadrian, besucht wurde ? - Dass das Museum von Antalya wegen den Antiken Statuen, die hier zu sehen sind, zu den bedeutendsten Museen Welt Zaehlt?

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

51


TARİHÇE Antik çağda Akdeniz kıyısında ‘’Pamphilya’’ olarak adlandırılan bölgede yer alan Antalya’nın tarih öncesi kalıntıları Paleolitik Döneme kadar uzanmaktadır. Hititler Döneminde bu toprakların, ‘’Arzava Memleketleri’’ olarak adlandırılan yer olduğu kabul edilmektedir. M.Ö. 13. Yüzyıl sonlarındaki ‘’Kavimler Göçü’’ sonucunda Hitit İmparatorluğu’nun yıkılması ile Antalya ve civarı kent devletçiklerinden oluşan bir siyasi yapıya bürünmüştür. 560-546 yılları arasında Lidyalılar, bu tarihten sonra ise Lidya Devletleri’ni yıkan Persler bölgede hakimiyet kurmuştur. Bu durum İskender’in Anadolu’yu ele geçirdiği 334-333 yıllarına kadar sürmüştür. M.Ö. 323’te İskender’in ölümünden sonra, onun generallerinden Antigonos’un payına düşen bölge, 301 yılındaki İpsos Savaşı’ndan sonra sırasıyla Ptolemaioslar ve Seleukoslar’ın yönetiminde kalmıştır. M.Ö. 2. Yüzyılda Bergama Kralı Attalos, krallığının güney ve güneybatı kıyılarını güvence altına almak ve bir donanma üssü oluşturmak amacıyla ‘’Attaleia’’ kentini kurmuştur. Bergama Krallığı’nın M.Ö. 133 yılında tarih sahnesinden çekilmesiyle Attaleia kısa süreli bir bağımsızlığın ardından korsanların eline geçmiş, ardından M.Ö. 77’de Roma İmparatorluğu topraklarına dahil olmuştur. M.Ö. 67’de Pompeius’u, M.S. 130’da ise Hadrian’ı ağırlayan liman kenti Attaleia, 7. Yüzyıldan sonra Selçuklular ve Bizanslılar arasında sık sık el değiştirmiş, 1207’de I. Gıyaseddin Keyhüsrev kenti Selçuklu topraklarına katmıştır. 1391 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katılan Antalya, Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde mimari ve kültürel açıdan önemli gelişmeler kaydetmiştir. Antalya’nın kuruluşuna dair bir de efsane anlatıla gelir: Bu efsaneye göre II. Attalos bir gün emrindekileri toplar ve “Gidin bana yeryüzü üzerinde öyle bir yer bulun ki, bütün kralların, bütün hükümdarların gözü kalsın; gidin ve bana yeryüzü cennetini bulun.’’ Diyerek onları ülkenin dört bir yanına salar. Aylar boyu diyar diyar dolaşan askerler pek çok güzelliklerle karşılaşmalarına rağmen bir türlü krallarını memnun edecek cennet güzelliğinde bir yer bulamazlar; ta ki bugünkü Antalya’nın bulunduğu topraklara gelene dek… Burada gördükleri eşsiz doğa güzellikler karşısında krallarının tarif ettiği cennetin burası olduğunu düşünürler. Vakit kaybetmeden Bergama’ya dönüp krallarına cenneti buldukları haberini veririler. Bunun üzerine Attalos bölgeyi bir de kendi görmek ister. Askerlerin peşi sıra kral, Akdeniz kıyılarına doğru yola koyulur. Sonunda, çam ağaçlarıyla kaplı Toros Dağları’nın eteklerinden görünen masmavi Akdeniz’e ulaşır. Deniz ve gök mavisinin bakir ormanların yeşiliyle buluştuğu, incecik kumlu kıyıların altın sarısına büründüğü bu bölgenin büyüsüne o da kaptırır kendini. Dünyanın en güzel yeri olduğuna ikna olduğu noktaya derhal bir kent kurulmasını emreder. Kurulan kente de krala ithafen ‘’ Attaleia’’ (Attalos’un şehri/yurdu) adi verilir.

52 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi


GESCHICHTE Die Spuren vorgeschichtlicher Besiedlung des Gebietes um Antalya, das in der Antike zur provinz Pamphilia gehörte, reichen bis in die Altsteinzeit (Palaeolithikum) zurück. Zur Zeit der Hethiter wurde die Region als Königreich Arsawa bezeichnet. Als das Hethiterreich im Zuge der aegischen Völkerwanderungen gegen Ende des 13. Jahrhunderts v. Chr. Zusammenbrach, etabilierten sich in Antalya und Umgebung verschiedene kleine Stadtstaaten. Spaeter, in den Jahren die die Herrschaft in der Region übernahmen. Dieser Zustand dauerte bis um 334-333 v. Chr., als Alexander der Grosse ganz Kleinasien eroberte. Nach Alexanders Tod im Jahre 323 v. Chr. Fiel das seinem General Antigonos zugeteilte Gebiet nach der Schlacht von Ipsos im Jahre 301 v. Chr. Zunaechst an die Ptolemaeer und dann an die Seleukiden. Im 2. Jarhundert v. Chr. Gründete König Attalos zum Schutze der südlichen und südwestlichen Küste seines Königreichs Pergamon und als Flottenstandort die Stadt Attaleia. Mit dem Verschwinden des Königreichs Pergamon vom Schauplatz der Geschichte im Jahre 133 v. Chr. geriet Attaleia nach einer kurzen Periode der Unabhaengigkeit in die Haende von Piraten, um spaeter, im Jahre 77 v. Chr., Teil des römischen Reiches zu werden. Nachdem 67 v. Chr. Julius Caesars Gegenspieler Pompeius und 130 n. Chr. Kaiser Hadrian die Hafenstadt besucht hatten, wechselte die Herrschaft über Attaleia nach dem 7. Jahrhundert mehrere Male zwischen den seldschuken und Byzanz, bis 1207 der seldschukische Sultan Kai Chosrau (türk. Gıyaseddin Keyhüsrev) die Stadt endgültig seinem Reich einverbleibte. Unter dem osmanischen Sultan Beyazid 1. geriet Antalya dann unter osmanische Herrschaft. Insbesondere unter den Seldschuken und Osmanen hat Antalya aus architektonischer und kultureller Hinsicht wichtige Entwicklungen erfahren. Zur Antalyas Gründung ist folgende leğende überliefert: Eines Tages sammelte der König Attalos II. seine Gefolgschaft um sich und befahl ihr: ‘’Geht hinaus und findet mir einen Orta uf der Welt, um den mich alle Könige, alle Kaiser und alle Herrscher beneiden werden; geht und findet mir das Paradies auf Erden. ‘’So schwaermten seine Maenner in alle Gebiete des Reiches aus. Obwohl die montelang umherstreifenden Soldaten zahlreiche schönheiten entdeckten, fanden Sie dennoch keinen Ort, der ihren König zufriedengestellt haette-bis sie zu jener Stelle kamen, an der heute Antalya liegt…. Wegen der unvergleichlich schönen Natur kamen sie zum Schluss, dass dies das Paradies sein müsse, das ihr König ihnen beschrieben hatte. Ohne Zeit zu verlieren, kehrten sie nach Pergamon zurück und meldeten ihrem Herrscher, das gesuchte Paradies gefunden zu haben. Daraufhin hegte Attalos den Wunsch, das Gebiet selbst zu sehen. So brach auch er an die Mittelmeerküste auf. Schliesslich erreichte er den Ort, wo sich am Fusse des Taurusgebirges das blaue Meer an die Küste schmiegt. Auch er liess sich vom Farbenspiel des Blaus des Himmels und des Meeres mit dem Grün der unberührten Waerlder und dem Gold der Sandstraende verzaubern. Umgehend befahl er, en diesem Ort, von dem auch er überzeugt war, dass es sich dabei um den schönsten Ort der Welt handeln müsste, eine Stadt zu gründen. Diese Stadt erhielt dann dem König zu Ehren den Namen Attaleia (Heimat des Attalos).

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

53


Sonraları, tarihe damgasını vurmuş pek çok kişi ve gezgin gelir buralara; Kraliçe Kleopatra’dan Hadrian’a, Alaaddin Keykubat’tan Atatürk’e… Ve söz birliği etmişçesine Antalya’nın adeta bir cennet olduğu görüşünde birleşirler. Attalos’un ‘’yeryüzü cenneti’’, sıfatını yakıştırdığı yöreyi Atatürk, ‘’ dünyanın en güzel yeri’’ olarak tarif eder. Evliya Çelebi’den öğrendiğimiz kadarıyla yabancılar ona olan hayranlıklarını, o dönemdeki adı Adalya’yı kullanarak, ‘’Ah Adalya’’ nidasıyla dile getirirler. Günümüzde ise Antalya, ‘’Akdeniz’in incisi’’ ve ‘’Türk Rivierası’’ gibi ünvanlarıyla dünyanınen gözde turizm merkezlerinden biridir.

54 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi


In den foldenden Jarhunderten besuchten zahlreiche Persönlichkeiten, die den Verlauf der Geschichte mitbestimmten, die Stadt. Von Kleopatra bis Kaiser Hadrian, von Sultan Kai Kobald bis Atatürk… Und als haetten sich diese Persönlichkeiten abgesprochen, waren sie sich alle einig, dass Antalya ein irdisches Paradies ist. Den Ort, den Attalos den Titel ‘’Paradies auf Erden’’ als angemssen betrachtete, beschrieb Atatürk als den ‘’schönsten Ort der Welt’’. Evliya Çelebi, dem Verfasser des Seyahatname (eines Reiseberichts aus dem 17. Jahundert), zufolge, brachten Besucher der Stadt, die zu jener Zeit Adalya genannt wurde, deren Schönheit mit dem Seufzer ‘’Ach, Adalya’’ zum Ausdruck. Heute wird Antalya mit den Metonymen ‘’ Perle des Mittelmeeres’’ und ‘’Türkische Riviera’’ bezeichnet; die Stadt ist eines der beliebtesten Urlaubsziele weltweit.

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

55


Marc Kevin Goellner Daviscup - Uluslararası tenis turnuvası eski oyuncusu Marc-Kevin Goellner, 4. Kez ‘’MKG’’ Tennis Akademisini Paskalya antremanı için Belek’de kampa aldı. Der ehemalige deutsche Daviscupspieler Marc-Kevin Goellner hat zum mittlerweile 4. Mal mit seiner „MKG“ Tennisakademie ein Ostertrainingslager in Belek bezogen. Von Jörg Fürstenau - Haber Jörg Fürstenau

Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi


Bir Diplomatın oğlu olan Goellner Brazilya’da yetişti ve 16 yaşından itibaren Almanya’da yaşamaya başladı. Marc-Kevin Goellner evli ve iki çocuk babası.

Goellner wuchs in Brasilien als Sohn eines Diplomaten auf und wurde erst mit 16 Jahren in Deutschland wohnhaft. Marc-Kevin Goellner ist verheiratet und hat zwei Kinder.

1993 yılında Nizza’da tekli karşılaşmada Ivan Lendl‘a karşı ilk turnuva galibiyetini alarak aynı yıl içerisinde çiftlerde final oynadı. Aynı yıl Alman takımı ile birlikte kariyerindeki en önemli etiketi olan Davis Cup turnuvasını kazandı.

Er gewann 1993 in Nizza sein erstes Turnier im Einzel gegen Ivan Lendl und erreichte in dem Jahr das Finale der French Open im Doppel.

1996 yılında çiftler karşılaşmasında partneri ile birlikte Atlanta’da gerçekleşen Olimpik oyunlarda Prinosil die Bronzemedaille(Brons Madalya) kazandılar. Profosyonel kariyerinden bu yana Köln’de bulunan kendine ait olan MKG Tennis akademisini yürütüyor. Konsolosluk olarak kendisini Conelia Diamond‘da ziyaret ettik, bende bu vesile ile birkaç soru sorma imkanı buldum:

1993 gewann er mit der deutschen Mannschaft den wichtigsten Titel seiner Karriere, den Davis Cup. 1996 gewann er zusammen mit seinem Doppelpartner Prinosil die Bronzemedaille bei den Olympischen Spielen in Atlanta. Seit seiner professionellen Karriere betreibt er seine eigene Tennisakademie, die MKG TennisAkademie in Köln. Das Konsulat traf ihn zu einem Gespräch im Hotel Cornelia Diamond in Belek und ich konnte ihm dabei ein paar Fragen stellen:

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

57


Herr Goellner, herzlich willkommen in der Türkei, es ist anlässlich der letzten Anschläge innerhalb und außerhalb der Türkei nicht selbstverständlich, dass Sie mit Ihren zum Teil sehr jungen Spielern in die Türkei kommen. Nun, ich habe mich im Vorfeld natürlich erkundigt, sowohl bei Freunden, im Konsulat, beim Auswärtigen Amt und ich bin überzeugt, dass hier in Antalya alles getan wird, um die Sicherheit der Touristen zu gewährleisten. Bay Goellner, Türkiye’ye Hoşgeldiniz. Son zamanlarda Türkiye dışında ve içinde gerçekleşen bombalı saldırılar sebebiyle, birçoğu çok genç olan oyuncularınız ile seyahate çıkmanız, Türkiye’ye gelmeniz ne kadar güzel. Elbette ki buraya gelmeden önce arkadaşlardan, konsolosluktan, Dış ilişkilerden bilgi aldım ve Antalya’da turistlerin güvenliğinin sağlanması hususunda herşeyin yapıldığından emin olarak geldim. Cornelia Diamond, Havasıyla ve tüm atmosferiyle harika bir Otel, muhteşem bir yer, ihtiyaç halinde çok iyi sağlık hizmetleri var ve sevgi dolu insanlar. Biz Antalya – Belek’de olmaktan çok mutluyuz ve burada kendimizi çok keyifli hissediyoruz. Birçok çocuğumuz aileleri ile birlikte geldiler. Antreman kampımız aynı zamanda ekip birliği içerisinde aile tatillerine özellikle önem veriyor. Siz Rio’da doğdunuz. Aileniz Dış ilişkiler de görevli olduğu için çok fazla sehayatleriniz oldu. Bu sizin için bir avantajmı yoksa dezavantaj mı oldu? Bana kesinlikle katkısı oldu. Birçok tenis oyuncularına göre hiç birzaman öyle büyük ev özlemi çekmedim. Ailem neredeyse evim de herzaman orası olmuştur. Markanız ters giyilmiş beysbol şapkasıydı, nasıl oluştu bu? Nizza’da turnuvada oynuyordum. Güneş yüksek binaların ve tribünün arasından çok talihsizce yansıyordu. Bende şapkamı ters giydim ve turnuvayı büyük Ivan Lendl‘e karşı galibiyetle aldım. O zaman Bild gazetesi bundan bir hikaye yazdı. Bu zamana kadar da bu şapkayla hep bir bağlantım oldu. Olympik Brons madalya kazanmanızın üzerinden yaklaşık 20 yıl geçti. Kariyerinizi nasıl yorumluyorsunuz, herşeyi doğrumu yaptınız? Herşeyi doğru yaptığımı söyleyemem, kariyerimde bazı hatalar yaptım. Ama tümüne baktığım zaman harika bir zamandı. Örneğin Davis cup turnuvasını kazanmak öyle olağanüstü bir şey ki, bunu unutmak mümkün değil.

58 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi

Der Wetteraspekt und das Klima allgemein, das wunderbare Hotel (Cornelia Diamond), hervorragende Plätze, im Bedarfsfall eine gute medizinische Versorgung, liebenswerte Menschen, wir sind gern in Antalya/Belek und fühlen uns hier wirklich wohl. Viele unserer Kinder sind mit Eltern gekommen, unser Trainingslager ist auch teambildend und hat einen Anstrich von Familienurlaub. Sie sind ein Kind des Auswärtigen Amtes, wurden in Rio geboren, sind danach viel mit den Eltern gereist, war dieses Leben für Sie im Nachhinein gesehen ein Vor- oder ein Nachteil? Es hat mir auf jeden Fall geholfen, ich hatte, anders als viele andere Tennisspieler, nie das ganz große Heimweh, zu Hause ist und war für mich immer da, wo meine Familie ist. Ihr Markenzeichen war die verkehrt aufgesetzte Baseballkappe, wie kam es dazu? Ich spielte ein Turnier in Nizza und die Sonne schien sehr unglücklich zwischen Hochhäusern und Tribüne. Da habe ich die Kappe anders herum aufgesetzt, ich gewann dieses Turnier gegen den großen Ivan Lendl in 3 Sätzen und die BILD Zeitung hat daraus eine Story gemacht, seither gab es mich immer in Verbindung mit dieser Kappe. Rund 20 Jahre nach dem Gewinn Ihrer olympischen Bronzemedaille – wie beurteilen Sie Ihre Karriere im Nachhinein, alles richtig gemacht? Nicht alles, ich habe einige Doppelfehler in meiner Karriere gemacht, (schmunzelt) aber es war insgesamt eine wunderschöne Zeit. Der Gewinn des Daviscup war so etwas Großartiges, das vergisst man beispielsweise nie.


Sie fördern in Ihrer Tennisakademie junge Talente auf dem Weg nach oben, ist ein neuen Marc Kevin Goellner darunter?

Tenis Akademinizde öğrencilerinizi en iyisi olmaları için yetiştiriyorsunuz, yeni bir Marc Kelvin Goellner yetişiyor mu? Akademimizde, çok iyi yetiştirdiğimiz profosyonel olarak hazırladığımız umut vaad eden yetenekli öğrencilerimiz var. Bunun yanısıra, hergün daha iyi oynamak için gayret gösteren hobby olarak oynayan oyuncularımız da var. En gençleri 12 yaşında, diğerlerinin yaşları biraz daha büyük. Oyuncularımızdan beş veya altısı profosyonel bir tenis kariyeri yapmak için gerekli yeteneğe ve güce sahip olduklarını düşünüyorum. Bugün ki tenis ortamı ile kendi zamanınızı kıyasladığınızda nasıl bir sonuca varıyorsunuz? Bizim zamanımızda ki tipik oyun usülleri artık bitiyor. İzleyici için ne kadar çok oyun olursa o kadar ilgi çekici oluyor. Toplar ve top değişimi artık daha yavaş dolayısıyla bu da vuruşlarda çok avantajlı olmuyor. Bununla birlikte tenis sporunda fiziksel olarak değişimler oldu. Finansal bakımdan, bir tenis kariyeri için yıllık 100.000 € ‘ya ihtiyacınız var. Bunu da ilk önce ödül paraları ve sponsorlarla biraraya getirmek gerekiyor. Aynı çıtada oynayan rakipler artık oldukça fazla. Ama tenis artık geleneksel bir spora dönüştü. Almanya’da yaklaşık 8 milyon üye var. Hiç şüphesiz ki zamanında yaşanan canlılık ile bu kadar ilerledi. Evlisiniz ve üç tane çocuğunuz var, onlar da tenis oynuyorlarmı, profi olma konusunda hırslılar mı? Kesinlikle hayır ! Büyük kızım ve oğlumun hiçbir zaman tenise karşı çok büyük ilgileri olmadı. Ben de zaten kesinlike zorlamadım. Oğlum daha çok Futbol oynamayı seviyor, kızım ise Psikoterapist. Küçük oğlum tenis oynamayı seviyor ama onun ilgili de henüz bir şey söylemek için çok erken. Gelecek yakın zaman için planlarınız neler? Şuan yaptğım işle çok mutluyum. İşlerimin yanısıra biraz tenis oynuyorum onun dışında daha çok ailemle ve Köln Rhöndorf’da bulunan MKG Tenis Akademimle ilgileniyorum. (http://www.mkgoellner.de/)

Wir haben in unserer Akademie einige sehr hoffnungsvolle Talente, die wir behutsam aufbauen und im Idealfall für den Profisport vorbereiten wollen. Wir haben derzeit 31 junge Talente in der Akademie, allerdings auch einige gute Hobbyspieler, die ebenfalls versuchen, jeden Tag noch ein wenig besser zu werden. Die Jüngsten hier sind 12 Jahre, andere etwas älter. Ich denke fünf oder sechs unserer SpielerInnen haben wirklich das Zeug, eine gute professionelle Tenniskarriere einschlagen zu können. Wie beurteilen Sie die heutige Tennisszene im Vergleich zu Ihrer aktiven Zeit? Das damals typische Serve-and-Volley- Spiel stirbt aus, für den Zuschauer werden die Spiele wieder interessanter, da viel mehr gespielt wird. Die Bälle und damit die Ballwechsel sind langsamer geworden, so haben die reinen Aufschläger nicht mehr den Vorteil wie damals, zudem hat sich der Tennissport auch physisch weiterentwickelt. Was das Finanzielle betrifft: Man benötigt für eine Tenniskarriere etwa 100.000 € im Jahr; das muss man erst einmal über Preisgelder und Sponsoren zusammenbringen. Die Konkurrenz relativ vieler ähnlich spielender Spieler, die zudem in etwa auf dem gleichen Leistungslevel sind, ist deutlich höher als damals. Tennis ist aber ein Breiten- oder Volkssport geworden, Deutschland zählt rund 8 Millionen Mitglieder, zweifelsohne hätte es sich ohne den früheren Boom nie so entwickelt. Sie sind verheiratet, haben 3 Kinder. Spielen Ihre Kinder auch Tennis, gibt es möglicherweise Ambitionen in dem Profibereich? Ganz klar nein! Die beiden Großen haben nie das ganz große Interesse am Tennissport gehabt und ich würde sie auch nie gegen ihren Willen dahin bewegen wollen. Mein Sohn ist mehr ein Fußballer und meine Tochter ist glücklich mit ihrer Tätigkeit als Physiotherapeutin. Die Kleinste spielt zwar ganz gern, aber da ist eine Prognose noch zu früh. Welche Perspektiven haben Sie für die nähere und weitere Zukunft? Ich bin sehr glücklich mit dem was ich tue, ich spiele derzeit noch ein wenig Tennis nebenher und kümmere mich ansonsten um meine Familie und meine MKG Tennisakademie in Köln Rhöndorf (http://www.mkgoellner. de/) Dann wünschen wir Ihnen einen wunderschönen Aufenthalt hier in Antalya/Belek und alles Gute für die Zukunft!

Öyleyse size Antalya/Belek’de harika bir zaman geçirmenizi ve gelecek için de herşeyin gönlünüzce olmasını diliyoruz!

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

59


Gabriele BERNDT

Sevdiğim Özellikler, 2. Bölüm

Liebenswerte Eigenschaften, Teil 2

Sizlere, Türk vatandaşlarımızın çok sevdiğim özelliklerini anlatmaya devam edeceğime dair söz vermiştim.

Ich hatte Ihnen ja eine Fortsetzung des Beitrages über die liebenswerten Eigenschaften meiner türkischen Landsleute versprochen.

Türkiye’de yaşadığım 19 yıl içerisinde birçok defa tecrübe ettiğim şeylerden birtanesi: Birisinin bir sıkıntısı mı var, asla yalnız kalmıyor. Herzaman yanında olan ve yardım eden birileri bulunabiliyor. Amcam ve yengem yine bir defasında beni ziyarete gelmişlerdi. Kemer’den yola çıkarak Demre/Myra ve devamında Kaş’a kadar gidecektik. Aslında ilginç hikayeleri olan şehirleri ve muhteşem doğayı gezmenin iklim olarak en uygun olan zamanı olan sonbaharda geleceklerdi. Ama bu sefer yüksek sezonda geldiler ve geziye çıktığımız gün hava sıcaklığı gölgede 40 dereceyi gösteriyordu. Aracımda sıcağa daha fazla dayanamayarak özellikle yokuş yukarı giderken garip garip sesler çıkarmaya başlamıştı. Nerede olduğumuzu bilmediğimiz biryerlerdeydik. Amcam endişeli bir şekilde, eğer araç tamamen ruhunu teslim ederse ne yapacağız diye sordu. Benim çok rahat bir şekilde: ‘’Problem değil, birileri mutlaka durur ve bize yardım eder’’ şeklinde verdiğim cevap karşısında hayretler içerisinde kalmıştı. Arabam o gün için dayandı ve biz yolda kalmadan yine evimize döndük. Dönüş yolunda amcama, tek başına nasıl yolda kaldığımdan ve insanların yardım etmek için hemen nasıl durduklarını anlattım. En muhteşemi yaşlıca bir Bey’in hemen arabamın lastiğini çıkarıp yaklaşık 15 km uzaklıktaki tamir yerine gidip, lastiği tamir ettirip getirmesi ve tekrar takmasıydı. Elbette ona teşekkür edip bir şekilde zahmetine karşılık borcumu ödemek istemiştim am o tamir masrafını bile kabul etmemişti! Buna benzer daha birçok hikayeler anlatabilirim ama bu seferlik bu kadarlık yeter ! Her zaman şundan eminim ki, bir kaza da asla yardımsız kalmam.

Eine Erfahrung habe ich hier in den über 19 Jahren, die ich nun schon in der Türkei lebe, immer wieder gemacht: Passiert einem ein Unglück, bleibt man damit nicht alleine, es finden sich immer mitfühlende und helfende Hände. Mein Onkel und meine Tante waren mal wieder zu Besuch bei mir, und wir machten uns von Kemer auf den Weg nach Demre/Myra und weiter sollte es nach Kas gehen. Normalerweise kamen die beiden immer im Herbst, wo es für Ausflüge zu den interessanten geschichtlichen Stätten und besonders zauberhaften Landschaften klimatisch ideal ist. Dieses Mal waren sie im Hochsommer gekommen, und unser Ausflugstag versprach uns Temperaturen um die 40 Grad im Schatten..... So wollte auch irgendwann mein Auto nicht mehr so wie ich es wollte, und fing bergauf an zu stuckern und zu schnaufen. Wir waren irgendwo im Nirgendwo und mein Onkel fragte mich besorgt, was wir denn nun machenwürden, wenn das Auto ganz seinen Geistaufgäbe. Meine völlig entspannte Antwort “ Kein Problem, irgendeiner wird anhalten und uns seine Hilfe anbieten” brachte ihn ziemlich aus dem Konzept und er sah mich mit grossen Augen an. Mein Auto hielt an dem Tag noch durch, aber während der langen Rückfahrt erzählte ich meinem Onkel von diversen Pannen, wo ich alleine winkend am Strassenrand gestanden hatte und ganz schnell Leute anhielten, um zu helfen. Das Tollste war mal ein älterer Herr, der kurzentschlossen meinen platten Reifen abmontierte, mit diesem in den rund15km entfernten nächsten Ort fuhr, den Reifen dort reparieren liess, zurück kam und mir diesen heil und prall gefüllt wieder anmontierte! Ich wollte mich natürlich irgendwie bedanken und revanchieren, aber letztendlich durfte ich nicht mal die Kosten der Reparatur bezahlen! Ich hätte zu dem Thema noch etliche Geschichten zu erzählen, aber wollen wir es für heute dabei belassen! Auf jeden Fall habe ich hier nie Angst, bei einem Unfall ohne Hilfestellungzu bleiben.....

60 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi


Trans Anatolien Express Im Sonderzug von Istanbul über

die Bagdadbahn bis nach Kappadokien

Reisepreise pro Person

Doppelzimmer – Zweibettabteil 2.590 € Einzelzimmer – Einbettabteil 3.250 €

Teilnehmerzahl mind. 50 Personen.

Reiseleistungen Flug von vielen europäischen Städten in die Türkei und zurück (LH, TK) Bahnreise wie beschrieben im Sonderzug 4 x ÜN im Sonderzug-Schlafabteil 5 x ÜN in ***** Hotels (Landeskategorie) Vollpension ab Tag 1 Abendessen bis Tag 10 Frühstück Getränkeservice im Zug Kaffe, Tee, 1Fl. Mineralwasser 1.5 Liter pro Tag und Person alle Eintrittsgelder für Besichtigungen laut Reiseplan speziell für Studienreisen qualifizierte, sach- und fachkundige deutschsprechende Reiseleiter ausführliches Informationsmaterial

Reisetermine 10. - 19.06.2016 30.09. – 09.10.2016

Steigen Sie ein zu einem Bahnerlebnis durch die westliche Türkei: Entdecken Sie die antiken Städte Ephesos und Pergamon, die Farbenpracht von Pamukkale und die einmaligen Höhlenkirchen in Kappadokien. Alles bequem und sicher vom Sonderzug Trans-Anatolien Express aus! Deutsche Reiseführer begleiten Sie während der gesamten Reise.

Bahnreisen Sutter Sickingerstraße 10a - 79856 Hinterzarten Telefon 07652/91 75 81 - Fax – 82 eisen@bahnen.info www.bahnen.info Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

59


Ostern O s te rn (lateinisch pascha, von h ebräis ch pes s ach) is t im C h ri s te n tum die jährliche Gedäc h tn is feier der Au fers teh u n g J e s u C h risti, der nach dem Neu en Tes tamen t ( NT ) als Soh n G o t te s den Tod über wunden h at . Da J e s u Tod und Aufersteh u n g lau t NT in ein e Pes s ach Wo c he fielen, bestim m t der Termin dies es beweg lic h en j ü d i s c hen Hauptfestes auch das Os terdatu m. E s wird ü ber e i ne n L unisolarkalender bestimmt u n d fällt in der Wes tkirch e i mm e r auf den S onntag nach dem ers ten Frü h lin g s vollmon d, i m g re g orianischen Kalender als o frü h es ten s au f den 2 2 . März und s p ä testens auf den 25. April. Dan ac h rich ten s ic h au ch die Da te n d er beweglichen Festtag e des Os terfes tkreis es .

62 Türk Türk Alman Alman Dostluk Dostluk & & Kültür Kültür Dergisi Dergisi


Paskalya H ı ri s tiyanların inancına g öre H azreti s a’n ın öldü kten s on ra d i ri l diği gündür. Her yıl 2 2 martla 2 5 n is an aras ın daki g ü n lerde , ay ı n dolunay devresinden s on raki ilk pazar g ü n ü ku tlan ır. e l i me, branice pesah ( g eç iş ) s özü n den g elmiş tir. atoliklerl e rtodokslar arasında Pas kalyan ın tarih i bakımın dan ayrılıkla r v a rdır. rtodokslarınki, atoliklerin kin den 1 2 g ü n s on ra g elir. Pa s kalya da boyalı yum u rta yemek, eğ len c eler tertiplemek adet o l muştur.

Deutsch Deutsch Türkische Türkische Freundschaft Freundschaft & & Kultur Kultur Magazin Magazin

63


Hristiyan inancında, sa’nın ms 29 ila 33 yılları arasında öldüğü kabul edilir. Paskalya bayramına dair en eski kayıtlar 2. yüzyıla aittir, bununla birlikte sa’nın dirilişinin anılması muhtemelen daha eski tarihlere dayanır. sa’nın dirildiği günü belirleme hususu, 8. yüzyıla kadar Doğu ve Batı kiliseleri arasında başlıca tartışma konularından biri oldu. Diriliş gününü de haftanın hangi gününe geldiğine bakılmaksızın bundan iki gün sonrası, yani 16 Nisan olarak belirlediler. Ancak Yahudi Takvimi’nde de adı Nisan olan bu ay, günümüzde kullandığımız Gregor yen Takvimi’deki Nisan ayı ile örtüşmemektedir. Modern Mart ve Nisan aylarının bir kısmını kapsamaktadır. Batı iliselerinde ise sa’nın bir Pazar günü dirildiğine inanıldığı için, Yahudi 14 Nisan’ından sonraki ilk Pazar günü Diriliş Günü kabul edildi. amanla diğer kiliseler de bu geleneğe uydu ve kutlamalar Pazar günü yapılmaya başlandı.

In der Alten Kirche wurde Ostern als Einheit von Leidensgedächtnis und Auferstehungsfeier in der Osternacht begangen. Ab dem 4. Jahrhundert wurde das höchste est im irchenjahr als Dreitagefeier ( Triduum Sacrum oder Triduum paschale) historisierend entfaltet . Die Gottesdienste erstrecken sich seitdem in den meisten Liturgien von der Feier des letzten Abendmahls am Gründonnerstagabend – dem Vorabend des Karfreitags – über den Karsamstag, den Tag der Grabesruhe des Herrn, bis zum Anbruch der neuen Woche am Ostersonntag.

64 Türk Alman Dostluk & Kültür Dergisi


Günümüzde uartodesiman (14ncü güncü) denen ve Diriliş gününü haftanın hangi gününe geldiğine bakmaksızın kutlayan kiliselerin sayısı oldukça azdır. 325 yılındaki znik onsili’nde, Pask alya’nın bahar ekinoksundan (21 Mart) sonraki ilk dolunayın ardından gelen Pazar günü kutlanması kararı alındı. Bu nedenle Paskalya, Gregor yen Takvimi’ne göre 22 Mart ile 25 Nisan arasındaki Pazar günlerinden birine denk gelir.

Mit dem Ostersonntag beginnt die österliche reudenzeit („Osterzeit“), die fünfzig Tage bis einschließlich Pfingsten dauert . Im Mittelalter entwickelte sich aus dem ursprünglichen Triduum ein separates Ostertriduum, das die ersten drei Tage der Osteroktav von der restlichen Feier woche abhob. Später wurde dieser arbeitsfreie eitraum verkürzt , bis nur noch der Ostermontag als gesetzlicher Feiertag erhalten blieb.

Deutsch Türkische Freundschaft & Kultur Magazin

65


N

N

Y

n iş em s na ve ündelik s reslerden aklaşmak is edi ini de el seya a lerini i ayr al kl amamen si in er i lerini e re ir aman dilimine sa i lemeden ir r r ram na a l kalmadan seya a r ram n en in e de ay na kadar i şekillendiriy r si e sade e ad n karmak kal y r Y r i i T rlar m er evke ve ü eye re üm l elerimi de en se kin esisler veya er i e re kü ük ik eller ile ayr al kl a il imkanlar s nman n yan s ra de işik l elere dü enledi imi kül ür d a ari e ilerimi ile i me vermek eyi n klar m n ale leriyle ire ir il ilenmek ve yüksek memn niye rensi i ile r üşen ir i me s nmak el ld n isse irmek va e ilme al şma ilkelerimi dendir ma m misa rlerimi in ale leri d r l s nda a illerini eklen ilerine en y n şekilde eva lamak r ileni le arkadaşlar n la irlik e ül ürel keşi er ya may d an n i lere s nm ş ld m eşem ü ellikleri yaşamay arkl y relerin r ve ade lerini da a yak ndan an ma rsa n yakalamay is iy rsan ve en a kişi lmak ü ere aile ve arkadaş r n ile seya a e meyi düşünüy rsan i imle ir i a a e in i i m laka rülmesi ve e ilmesi ereken l elere ürelim ül ürü ari i m eşem d ay ve da a ir k ü ellikleri si e seya a r ani asy n ile keş e me imkan n yakalay n

el

Hizmetlerimiz r dern

en a iş irli i ile Trans erler naklamalar Y üs ile y l l k eneyimli lisansl e er ve eya a i r as İr i a

ravel

arm ni e

m


IHREM URLAUB STEHT NICHTS MEHR IM WEGE!

Mit der perfekten Vorbereitung können sie sicher sein, dass der en al im rla sland T İ nver essli ird nd ie diese er lsamen Ta e ni me r s s nell ver essen erden Für jede Geschmack und Geldbeutel sollte das richtige so schnell e nden sein nd sel s mi eni eld k nnen ie e e ein aar s ne Ta e erna v n da eim ver rin en ev r es an die n e is es ra sam dass ie ers einmal ena den la i res rla es lanen m en ie erne in nd as er ar en ie v n rem er ek en rla nne rand nd eer der en e er r nd s viel l r ie m li nd es m ss ni immer die r e H elanla e sein s ndern mi ler eile i es a eine iel a l v n kleinen ensi nen nd riva en erien sern el e ie mie en k nnen nd as kann s ner sein als in einer r rla ver rin en nd andere nder kennen lernen

e lei esinn er seinen ens en nd l ren

enn ie mi mindes ens r a senen eine eise lanen le en ie ein a re lan n in nsere H nde nd ir erden ie an die erlen der s ns en e i nen ü ren i ns erden ie die r e nd e ens ürdi kei en es en die ie a alle lle ese en a en müssen es a nen ie die n a e ie e v n ein nd Tee lmen nd e ir slands a en der das el l r nd a rer e der Türkei

Unsere Leistungen Trans ers n erkün e H derner klima isier er eise s ali ier e de s s ra i e li en ier e eise ü r n eiseversi er n in sammenar ei mi einer a e rie i en llservi e eise n erne men n ak

ravel

arm ni e

m


Deutsch T端rkische Freundschaft & Kultur Magazin


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.