Georg lukacs birey ve toplum günebakan yayınları

Page 1

GYORGY LU�CS birey ve toplanı

GüNEBAKAN YAYlNLARI

·


György Lukacs

BiREY VE TOPLUM

Türkçesi.

Veysel Atayman

GONEBAKA!N Y.A;YINLARI


Kapak

Sait Maden

Garanti Matbaacılık ve Neşrlyat

Tel: 26 TO 20

22 85 15-

İstatıbul

-

1978


İÇlNDEKİLER.

Sunarken/7

Marx'a Yolum/19 «Gerçekçilik Sorunu» Üzerine/27 Gerçekçilik Sonınu/31 Özgür Ya Da Güdüm.lü Sanat/88 cMarx'a Yolum»a Ek (1957)/130 Birey Ve Toplum/148 Kişiler Sözlüğü/211



SUNARKEN

Yirminci yüZyıluı batı kültüründe çok say­ gm .bir yeri olan ünlü markaçı edebiyat eleştir­ meni, estetikçi ve kültür düşünürü György Lu­

p

kacs, bizde genellikle Brecht ile ya tığı «ger­ çekçilik» tartışmasından yenik ayrılinış bir dü­ şünür olarak bilinmektedir, Bu kitaba aldığı­ mız ya.zılıarm seçimin i yaparken, Lukacs'a çeşit­ li dönemlerde yakıııtınlmış kimi nitelikleri önlemek, ne de

pekiştirıİıek kaygısı

ne

taşıdık Amacımız, bir yandan yukarda sözü geçen tar­ tışmaya yeni kuramsal boyutlar getirebilmek. .

bir yandan da Lukacs'ı, bu dar çalışmanın sı.. nırlarına sığabildiği ölçüde, nesnel olarak ta­ nıtmaktı. Çıkış noktası aldığımız Marksçılık Ve Stalincilik (Rowohlts Deutsche Enzyklopaedie­ Ausgewaehlte Schriften IV, Hamburg 1970) ge­ nellikle politik nitelikte yazılardan oluşuyordu; yazıların kuramsal düzeyi ise, derinleştirici ol­ maktan çok sergileyici bir işlev t·�ıyordu. Bu nedenle yazı seçimini Mark8çılık Ve Stalincililc derlemesinin dışına da taşımıayı yeğledik.

7


Sözü geçen kitaptan seçtiğimiz «Ö?«ür Ya Da Güdürnlıü Sanat:. başlıklı yazı, M.aca.ıi$an' da staiinci terörün başlangıç yılları, say'ıla.n 1948'lerde LukacS'ın yayıı'ılladığı (Demokrasi Ve Edebiyıa.b kitab ından alımnı.ştır. Sözkonusu kit&ıp, Lukacs çevresinde k opanlan c: revizyonist:. suçlama-fırtınasına. dayanak olmuştu; Parti ile

Lukacs araSındaki bu tartışma, Lukacs'ın sus­ mayı, yeğlemesiyle Y:atış:m.ıştı. Lu:ka('.9. susması­ na gerekçe olarak Rajk olayını gösterir. Bilindi­ ği. gibi Laszlo Ra.jk, kısa bir süre sonra, 1949 yı­ lında. c:vatana �eb suçlamasıyla idam edil­ mişti; 1953 yılına değin stal inci terör Ma�aıiS­ tan'a egemen olmuştu. Lu·kacs 1957'de c:DeınDk­ rasi Ve Edebi yab adlı kitabındaki tüm ·ya.zı.larnı klmi aksaklıklıa.rına ve. eksikUklerine karşın, gene de genel çizgide doğru bir yöne oturtulmuş olduğunu ileri sürecekt�r. Aynı kitş.ptan al�ız cMarx'a Yolom... 1933:. ve cMarx' a Yolum'a Ek-1957:. başlıklı iki yazıda, Lukacs :bir bakınia. hem kendisiyle, hem de Sta,Jin'le hesa.plaışma.ktadır. Lukacs, Stalin'in gerek ideolojik, �re k toplumsal-kültürel1 geret­ se pollt� alandı k em i kleşnıiş, bağnaz ya.rgıM.n geç er li kıla.ra.k, her üç alanda da. gelişme yi ,....... ği,şik derecelerde olmak üzere- gid erek engell e­ diği sonucuna varır. Kendisinin olup biwruere ses çıkarmak şöyle dursun, Stalin'i 'destekleyici qı.vır almış olmasım da, tarihsel nesnel 4oşulla­ ra �la.yarak, <ı:Bu konuQ.a. yş.pıla.ciı.k her eleşti­ ri. karşı yandaşavaşı gündeme almış faşizmin ekmeğine yağ silrebilecekti,» sözleriyle açıklar. 8


ı,.Ukacs'a göre St8li:ıi1in yanılgısı, dahası tmjedi·· �i, tı.pkı yirmilerde Troçki'niri «�ek ülke9,� dev­ rim» poUtika.sızutı �orunluğunu, k:a.vr.ay� olması gibi, yeni dünya pol�tik�m�, d�ipiekte ollan d�ya.;yı anlayama.ml,\$lİl.dan ve Çin devri­ miyle birlikte (1948) dünyada halk demokrasi­ leri n in yaygınlaşma sürecinin yeni ��tla.ruıı kavtayama.ya.rak, ha.la etek ülkede devrim:. dö­ neminin yöntem ve politikasım geçetli kılmaya çalışmasından ileri gelmektedir. «Gerçekçilik Sorunu» başlıklı yazı, 1937/38 yıllarında Moskova'da ya.yunlanan cSöz:. dergi:.. sindeki ta.rt$naların belki de- en öneı;n:li yazısı­ dır. Bu yaz.ıyla ilgili «giriş» bölümünde, yazıyı

aldığımız kitabın önsözündeki bilgilere dayana­ rak geniş b ir aç:ıJdama. ya.pmayı uygun bulduk. Sözkonusu yazı, sosyalist gersekçilik tartışma.­ lanna özellikle kuramsal yönden derin boyutla.r getireCek niteliktedir; bu yöniiyle de, Güneba­ kan Ya.yınlan'bm daha. önceleri çıkarmış oldu­ ğu, Bertolt Brecht'ten cSosya.lieıt Gerçekçilik Ve Toplum :. derl�n bir tamamıayıcısıdır.

Kitabın son bölümünde ise, Lukacs'ın çağ­ karşısındaki felsefe anlayışını, bu sorunlan kapsayıcı nıarksçı görüş açısım orta­ ya koyan cBirtY Ve Toplum, yer alıyor. Bu yazı, Llıkacs'ia Alman toplumbUilnclsi Kofler arasm­ da geçen, 1967 yılıQ.da. Budapeşte'de gerçekleşti­ rimiş ·bir söyleşi,; özellikM!ı .kura.nlsal yönü ağır basan bu söyleşi, Luka.<:B'm düşüncesinin uza.n­ dığı derin boyutlan da sergilemek bakımından,

ııaş aotunlar

9


onu daha yakmdan tanımaınıza olanak verecek­ tir. Ancak ideoloji ve politika üzerine sayısız ya.pıtla.rıyla [«Tarih Ve Sınıf Bilinci» (1923Berlin), cLenin» (1924-Viya.na), «Moses Hess Ve İdealist Diyalektiğin Sorunları,. (1926-Leib­ zig), «Nietzsche Ve Faiş zm» (1946-Budapeşte), «Edebiyat Ve Demokrasi» (1947-Budapeşte), «Burjuva Felsefesinin Buna11ml» (1947-Buda­ peşte), cGenç Hegel. Diyalektik Ve Ekonomi nişkileri Üzerine» (1948-Zürih), «Kaderin Dö­ nüm Noktası»· (1948-Berlin), « Varolw;ıçu.luk Ya Da Marksçılık» (1948-Paris), «Yeni Demokrasi­ de Marksçı Felsefenin Görevleri» (1948-Buda­ peşte), «Mantığın Yıkılmasi» (1954-Berlin), «Estetik Tarihine Katkılar» (1954-Berlin), cGenç Marx» (1965-Pfullingen), «Eski Alman­ ya'nın Mezara Konuşu», «Faust Ve Faustus:., «Rus Edebiyatı-Rus Devrimi:., cKonuşmalar:. (1968), «İdeoloji Ve Politika Yazılan» (1967) �b.] bir bütün oluşturan bu dü.şünürü, böylesi bir kitabın boyutlan içinde tarotabilmek savı­ nın sınırlılığı ortadadır.

Kimilerine göre chegelleştirilıniş» bir marksçılığı Lukacs'ın yazılannın t ümünde bul­ mak olanaklıdır (Georg Lichtenheim., cGeorg LukacS» Dtv. 1971). Kimi zaman lenincilerin öfkesini üstünde toplamış («Tarih Ve Sınıf Bi­ linci» yapıtı nedeniyle), Macaristan'daki politik gelişmeye kılavuzluk etmek amacıyla hazırladı­ ğı izlence (program) nedeniyle (Blum-tezleri) 10


politik çalışmalardan alıkanduğu olmuştur. Ne var ki, sağlıklı bir toplumcu düşünce, kimin ne olup ne olmadığım aktarma «dedikodularla» de­ ğil, nesnel dayanaklı çalışı:na.larla saptamak du­ rumundadır; yoksa itici cnitelikler» arkasında zengin düşün hazinelerinin de kapağı açılmadan tarihe gömülmesi olasılığı vardır. 1885 yılında Tuna Monarşisi'nin ikinci baş­ kenti Budapeşte'de doğan Lukacs, 1906'da fel­ sefe doktorasını venniş, 1919'da beş ay süren ·�omünist Hükümeti sırasında eğitim komiser­ liği görevi yüklenmiş, daha sonraları 1944' e dek geri dönmernek üzere 'yurc;lunu terk etmek zo­ runda ka.lrruş, yirmi yılı aşkın bu süre içindeki çalışınalarının çoğunu SSCB'de gerçekleştir­ miştir. 1915 yılına değin uzanan gençlik dönemi­ ni, Lukacs, burjuva. felsefesinin etkisi altındaki dönem, diye tanımlar. Bu dönemin ürünü 1915' de yayımla.dığı «Roman Kuramı »dır. Sözünü ettiği, burjuva düşün dünyasındaki 1914-18 savaşı.yla noktalanan bunalım ve pa.rça­ la.n:mışlığın Lukacs'a da. yansıdığı bir dönemdir. Bu dönem, yeni-kantçılık'tan Dilthey'in ınanevi bilimler ve tarih felsefesine, oradan da. Hegel'e doğru gelişen bir felsefe ç�iyle belirlenmiş­ tir. Herman Cohen ve Paul Nathor'un kurdulda­ n yeni--kantçı okul, Ma.rburg okulu diye de anı­ lır. Marburg okulu da tüm yeni-ka.,ntçı okullar gibi hem hegelci, hem de olg.ucu (pozitivist) ma­ teryalist anlayışa ka.rş.ıdır. Kant'm eleştirizmini .mantıkle. birleştiren Marburg okulu, Kant'ın et­ hik'ini de 19, yüzyılın son yııtarı burjuva. toplu11


�yı

muna uy

denemiştir. Marburg

okulu

varolanın ÖZünün bilinemeyeceğini ileri sürer­ ken, Dilthey'in fels�est, toplumsal gerçekleri konu edinen manevi bilimlerin konularınm (ger­

çekleriııln), duygu-özdeşleşmesi (Ei.nfühlung) yoluyla bilinebileceğini sa.vlar. Tadhi ya.rata.:ı;ı. ruhun (aldın) düşünme faaliyeti içinde dışlaşan kanıtıatı ile, tarih içinde gerçekleşen ruh (akıl) özdeştirler. Bu da sonradan yaşanhlaştı�rak tarihin anlaşılm8$ınl sağlar. Sana.tta, kültürde vıb. dışla.şan. ruh (akıl) ile, ta.rib içinde gerçek­ leşen ruh (akıl) arasmda bağ kurulabilir. Kant' �n parça.ladığı gerçeği bir bakuna birleştirme fel­ sefesidir Dilthey'in felsefesi. Ne var ki, Dilthe'y' iıı felsefesinde ruhup. tarihi ancak izlenebilen bir tarihtirı bu tarihi değiştirmek olanaksızdır, çün­ kü tarihi yapan ruhun kendisi değişın�. Lukacs, yeni-kantçı felsefelerle pazitivist (olgucu) :t�se­ felerin yüzeyselijğ.i yanında, Dilthey felsefesinin tarihsel bir haklılık taşıdığını ve bu felsefelere yeğ tutuJduğuı;ı.u söylerken, manevi ·bilimler yÖn­ teminin asimda olguculuğun sorunlarım ne den­ li az aştığın� göremiyorduk, der. 1900'lerin ilk çeyreğinde tüm Alman düşü.. nürlerini etkileyen diğer bir düşünür de Hus­ serl'dir. Salt bE)tirnleyici fenomenolojisi)rle, salt a.şkm bilinç alanını salt sezginin içinde arayan Husseı-1, «Eidetik indirgeme yön�i..-yle (ı) bi'

1)

ne

'

«ÖZe �nelik

iıidlrgeme yöntemb

alma [Einkİ&lnmerung)

(A�

!çi-

yöntemı): Nesnelerin ıszUnü

k&vrayabilmek tom; btit1ln raalaııtılanyla birlikte ger. �ek dün�yı, uzay ve za.mapla

12

Ilgili belirlen1ml�

bakı-


linci a:pıpirik, ve ömel kat,ıklann�n anndlrlp, salt bilince varn1a.k iste.-. Gene savaş arifeslnde NietıscJıe,'nin, a.kıld.ışıCl görüiieri de felsefe ıı.la­ nını doldW'lttuşt.Ui'. Burjuva felsefesinin bu bu­ nalım belirtileri iginde öznel idealizmden nesnel idealizıne doğru yol alan Lukacs, bu kargaşada sula.nd.ınlınl$ marksçı.lığı bulup ta.n.unak için 1917 Devrimi'ni bekleyecektir. Gerçi LUkacs'ın ifa.desiyİe 19231de bile h8l8. hegekn göt;:lüklm"le gtmilen bir Marx't'fr bu (Tarih Ve Sınıf Bilinci,

1923). Dönemin tüm felsefe ta.rtışı:n:alarını enine boyuna sergilemek ne a.macunız içinde, ne de ki­ tabuı çapı buna ·elveritli.• Biz ıbu kısa .açıklama­ ları. 1900'ler ile 1920'1� arasında Kıta. Avrupa­ ' sı nın 'bu kesiminde (Macar.i8ta.n'Qa.) gelişen olaylarm kısa bir yorumunu yaparak t..amamla­ mak istiyoruz: QUı:ıkü.' bir düşününin gelişimi­ niılı igind.e yetiştiği toplumun IQ8ılkantıların,dan önemli ölçüde etkilendiği bir gerçek olduğuna göre, .an.a.yurdunda.lti toplumsal ola.Ylann, başka deği&le sı.p.ıf savaşımla.rtnın •sba. çizgileriyle de ol$& bilinmesi, Luka.es'ın di,ifüııs� oluşumunda etkisi oları. nesnel koşullar hakkında önemli 'ip­ uçlan sij,ğ'laya.ca.ktır. 1902'lerde Erno Szabo (1877-191.8) Ma.rx'ı. Proudhon'u, Bakunin ve Sorel'i birleştiren seçm,ından nesnede bulunan her �yi, özellikle bireysel va. roluşu, gelip .geçici edlmlerlyle yaratıcı ben'itı kendi· Sini bUe a.yraç içine &ltna. (4:P'elsefe Terimleri Sözl'llfü» Bedia Akar13u, TDK ya.yuıla.n.)

13


·

meci (eklektik) bir canarşist-sendikacılik» dü­ şüncesini savunmaktadır. Sosyal demokratlar ve onlara bağlı sendikalar bu görüşlere karşıdırlar. Öğrenciler ve aydınlar arasında yandaş bul an Szabo, 1902'de «Sosyalist Öğrenciler Kulübü:mü kurar. Sendikalann genel grevleriyle proleter devrimin başlatılabileceği ileri sürülmektedir. Genç Lukacs da «Budapeşte Devrimci Sosyalist Öğrencileri» diye bilinen bu kulübün kuruculan arasındadır. Demokratik içerikten yoksun, köh­ ·nemiş, büyük toprak cağalannın» güdümünde olan Macaristan parlamentarizminin değiştiril­ mesi her sol liberalin özlemini çektiği bir deği­ şimdir; bu amaçla., Eduard Bernstein ve Max Adler'in de katıldıklan seminerler düzenlenir. Aynı yıllarda, Kautsky'nin determinist markaçı anlayışına bel bağlamış, işçileri örgütlernek için çaba gösteren sosyal demokratlardan biri olan Oszkar Jaszi'nin çıkardığı «Yirnıi.nci Yüzyıl• dergisi, büyük toprak sahiplerini Macaristan'ın baş sorunu saymaktadır. Dergi çevresinin � ğunluğunu hali vakti yerinde burjuvalar oluştu­ rur. nke olarak demokratik bir hareketin bile çok güç görünınesi, burjuva aydınlann hareketi giderek terk etmelerine yol açınca., dergi de sola. sanayi işçilerine yaklaşm:ak zorunda kalır. Ma.rksçı terminolojiyle bir burjuva devrimidir istenen. SanaYi proletaryasının aydın öncülü­ ğünde kitle bilinci getirilerek yapılacaktır bu devrim. Bu sırada, savaşın neden olduğu mayalaruna süreci içinde yepyeni bir seçkinler ideolojisi 14


oluşmaktadır. Sanayi kesimindeki mühendisler, bilim adamları, teknokratlar, k ısacası tüm üre­ ti m- aydınları birleşerek bir sendika kurarlar. Amaçlan meslek çıkarlarını korumanın yanın­ da, .savaşa karşı çıkanlan da desteklemektir. Bu h arekete sonraları cmühendialer sosyalizmi:. deıuniştir. Baş kuraıncıla.rından Gyula Hevesi, hiç is temediği halde Saint-Simon ideolojisini yeniden diriltir. Tarihçi Jazef Lengyel bu hare­ ket için, « t ek nokra tların ve mühendislerin sabo­ tajlanna dayanan bir devrim planı,» der. Heve­ si, asıl artık-değeri işçil eri n değil de, teknok:Mt ve mühendislerin sağladığı görüşünd edir. İşte böylesine yoğun kavram kargaşası içinde bo­ �ayan Macaris tan'da, 1918 yılında Komünist Parti k urulur. Lukacs da Komünist Parti'ye gi­ rer. Parti başkanı Bela-Kun ve bolşevik yan­ daşları çok geçmeden, 1919 Ş uba tında tutukla­

nırlar. Ancak Cumhurbaşkanı Karolyi b urjuva­ ların desteğini yitirince çekilmek zorunda. kalır. Bunun üzerine yinni dört saat önce hapiste bu­ lunan Kun, Sosyal Demokratlarla bir Jroalisyon kurarak iktidara gelir (22 Mart 1919). Bu dö­ nemde Lukacs, önc e chalk eğitim komise,_-i yar­

dımcısı», daha sonra da cha.lk eğitim komiserb gö revlerini alır. Ancak çoğunluğu tarım kesimi nüfusundan oluşan Macaristan'da, sosyalist ve. kdmün.ist koalisyonu çoğunluk desteğinden yok­ s und ur . Genel olarak burjuva demokratik devri­ minin kısa dön eml i ·bir proletarya. diktatörlüğü­ nü de birlikte getireceği k&�bul edilmektedir. Be­ la-Kun hükümetinin en önemli sorunu, Habs15


bıu-g Monarşi$i'ıı·itı. yıkılması üz.erine Maca:ris­ taın'ın Sıtp, Romen ve Çek istillsı tehdidi altı n­ da bulun:m.a.sıdır. Bu olgu; Bela-Kun'u S()syalirv rt:ıi ulusalcı eğilimlerle birleştiııneye .ıorlar. �V;

wet kuıl ordusunun yardın$ gelınemesi yü:zün.. d� Romeniere yenilgi kaçınılmaz o�unca, Ku n Viy&n&'yıa sığınma.k .zorunda kalır. Be' ay süretı koMQni�-MS'yaUat koalisyonunurt ardından, Miklo& aorthy'ılirt beyaz ordusu BudapeŞte'y� giter, bel bin' kifi öldürülür, yetmişbeş bin kiti tuttiklanır. Bunların �asında, Viyana'da başla· tılan kampanya .iizerJne birkaç ay sonra setbeit bıra.kıla.c&k Olan Lukacs da vardır. Lukacs Viyaı­ na'd&ki ya.sa dışı. Macar Komünist Partisi'ne k� tılır. Bü.yük �lara. neden ()}an «Tarih Ve Sınıf Bilinci» bu tarihlerde yayur\l&nlJ"; Blum­ tezleri bu tarihlerde geligtirilir. Lukacs bu tez.. lerlm:W, Horth'y rejiminin ancak demokratik bir cumhuriyelle atılabilecetfni, arkadan Sos�­ min geleceğini ileri sürer. Bu tezleri nedeniyle Mac&riatan Komünist Partisi ile ça�ır ve tUin polJtJk, itimrlerinden allkonur ; bundan sonra. sırf felsefe ve edebiyat eleştirisine yönelir. �a.yca gö�lebileceği gibi, oldukça. çalkan­ .tılı, smıf savqıın.larının çok ·belil'gin ol dugu bi'r toplumda yetİfD'fiŞtiJ," Lukacs. «Ma.rx'a Y<>l'Wil» bqlıklı yazısında da açık biçimde belirttiği gibi, döneminin toplumsal .ola)'lar�. moda ideolojilai, her aydıtl gibi onu d& ·kimi zaman olumlu, � �lll3.an da olumsuz yönden etkilemiş, düşünce ge­ l�lmini biçimlendlmıiştir. Gençlik döneniliün ki­ mJ ideolojik yanılgıları, onun, «M&rx'a varışınb 16


bir anlamda geeiktirlllıi§t�r Kita.ptald yazıları oldukça geniş bir

aralığu:ı&n

Seçtik (1933�1967) '

zaman

Çevirileri

ger­

çekleştirirken, ö�n metnin daha kolay anlaşıl� masına Y$-rdırp.cı olmak amacıyla kimi küçük

açıkla:yıcı eklemeler yapmayı, ö.zgün metinde bu­ lunmayan bu açıklayıcı �emelerimizi köşeli ay­ raçlarla. belirlemeyi u ygun bulduk. Kitabın sonu­ na bir de kişiler sözlüğü ekledik. Sözlüğe metin­ l erde geçen bütün adlan değil de, bizim için gö­ rece yaba.neı sayılabilecek kişileri almayı yeğle­ dik.

Veysel Ataym.an

F: 2

17



MARX'A YOLUM

Dünya görüşünün aydınlığa kaVU§masını, toplu.rnsal gelişimi, hele hele günümüzdeki duru­ mu ve bu durum içinde kendi konumunu, günü­ müzdeki durum karşısında tavır alışını önem­ seyen her kişi için Marx'la kurduğu ilişki, bir öl­ çüt niteliğindedir. Bu soruyu ne denli derinden ve köklü kavradığına bakıp, dönemimizin dünya:. tarihsel sa vaşıınlan karşısında açık seçik bir tavırdan -bilerek ya da bilmeyerek- kaçınmak mı, yoksa k&Çlnmamak mı istediğini saptayabi­ liriz herkesin. Marx'la olan ilişkinin, m.arksçılık­ la düşünce düzeyinde kapışmanın biyografik bir taslağı, biyografinin kendisi -benim örneğim­ de olduğu gibi- hiçbir şekilde kamu oyunun il­ gisini toplama savı taş:ımas.a. da, emperyalist dö­ nem aydınlannın sosyal tarihine bir katkı ola­ rak, genel anlamda belli başlı bir ilgiyi uyandin­ cı görünüştedir. Marx'la ilk tanışinam (Komünist Fanifes­ tosu'yla) lise dönemlerime raslar. llk etki olağa­ nüstü büyük olmuş, henüz öğrenciyken Marx ve 19


Engels'in birçok yazılarını ( «l� Bruma.ire», cAi• lenin Kökeni» gibi) ve «Kapita;bin birinçi cil­ dini okumuştum. Bu inceleme markaçılığın baıı çekirdek noktalannın doğruluğuna aklımın yat­ masını s�lamıştı hemen. İlk ağızda artlk-değer kur&mının, tarihin sınıf savaşımlarının tarihi olarak kavranmasının ve toplumun s ı ru,flara bö­ lünmütlüğünün e tkisi altında kalmıştım. Bu arada, hani bir burjuva aYitnından en beklenen şeyi yapa.ra.k, bu etkiyi ekonomi ve toplumbilim� le sınırlamıştım. O �nl�rde, diyalektik maddeci felsefe ile arasında hiçbir aynm gözetmediğim maddeci felsefey� bilgi teorisi yön ünden: tıüınüy­ le &Şılmış sayıyordum. Yeni-kantçı felsefenin «bilincin içkinliği!t öğretisi, o zamanki s ınıf k<>­ numuma ve dünya görüşüme bir güzel uyuyordu,. Ben de h�bir eleşt,irel sınamadan geçirxneden, her bilgi-teotik sorunsalın çıkış noktası olarak kayıtsız şartsız kabul ediyordum onu. Gerçi qı­ n öznel idealizmin sorunlan boyu:qa kafa.mı kur­ calayıp c!uruyordu. (Örneğin yeni-kanttW�9 Marburg o kulu olsun, Mach'çılık (1) olsu� ger­ çeği bilince i�in bir kategori [ ulam.] sayıp. doğ­ rudan biliçte11- tUretmelerine bir türlü aklını er­ miyctdu.) Gelgelelim bu tut arsızlıklar maddeci 1)

l!'l.zikçi, filozof

ret;l$1 için Lenin'in

ve

Ernst

Mach'ın

lenincilerin

(1838-l&ı.s> öf­

olumsuz anl$.mda

kullandıkları bfr tanım. Yeni olırucuıutıı etJd yapan Mach için bilim «dü,ürune ekonomisbydi. 'Ş�in gö­ revt, deneyimden elde edflen dlgulan dflz�Jemtktl. Oy. sa olgular da Mach lçin ya.lnısca. duyuınıaınalardı [al. gı�alardıJ.

20


görüşlere ya.kla� yol açmadı, tersine, bu

sorunu

yer

yer

akıl..&şıeı-götececi

yollar�

da:rı., :·:Yer yer de mistisi.ıme kayarak göz­ ıneye �lışan o kullara , (Windelba.tıd/Rickert,

Stmnıel, ,Dflthey)

yaklaştım.

Öğrencisi

oldu­

ğUm Simmel'in etkisi, bu dönemde Marx'dan edindiğim tüm bilgileri böyle bir dünya görüşü i�ine cyerleştirmettıe» yol açtı. Simmel'in «Para Felsefesi» ve Max Weber' in protestaıicılık ya.zıla.rı, içinde Marx'dan bazı inceltilmlş, rengi uçmuş ögelerin zo�u olarak bulunduğu, ama nerdeyse tanınmaz olduğıı «ede­ biyat soşyoloji•ın için örnek alc:bğım. kişilerdi. Simmel'i örne k alatak, bir yandan c toplumb ili· nıh. o çok soyut kavra,nmış ekonomik temelden koparıyordum, bir yandan da ctopluınbilimseb �\emeınde eı:;ıtetiğin asıl bilimsel incelenme­ sinin (c Modern Dramın Gelişim öyküsü», «ıEde· biya� Tarihi Yönteınbilimi-1910:., her ikisi de m acarea yaıılmış.tır) yalnızca. bir ön çalışması­ nı buluyordum. 1907 ile 1911 arasında çıkan de­ neınelerim bu ,yöntem ile mistik bir öznelciiiiltı

araşında

kayıp duruyorlardı. Böyle bir dünya görüşü gelişmesi göz önün­

de tutulacak olursa, Ma rx'a ilişkin gençlik izle­

nimleıimfu de giderek solup belirginliğhı:i yitir­

diği

ve bilimsel etkinliğim içinde daha az

tutmaya başladığ ı anlaşılır. Mar�ô hep

yer

en uz­

ctoplwnbil:imch sayıyordum hala; ancak ekon om i ile tQ�lunıbilim o zamanki etkinlikler!m arasında geçici olarak az yer tu­ tuyordu. Bu öınel idealizmin ·beni felsefi bir buman iktisatçı ve

21


nalıma ittiği o gelişim a.şamasının tek tek so­ nınlan ve ara basamaklan okuyucu için ilginç değildir. Oysa bu buı1alım, emperyalist karşıtlık­ ların giderek daha yoğun ortaya çıkmasıyla nes­ nel yönden belirlenmiş bir bunalımdı ve dünya savaşının patlak vermesiyle daha da arttı. Gel­ gelelim bunalımım ilk önce öznel idealizmden nesnel idealizine geçiş ·biçiminde gösterdi kendi­ ni («Roman Kuramı:., 1914-1915). Doğal olarak da Hegel -ve özellikle «Geist'ın Fenomenoloji' si» benim için artan bir önem taşımaya başladı. Savaşın emperyalist karakterinin giderek daha netleşmesi, daha anlaşılır olması ve He­ gel çalışmalanının derinleşmesiyle birlikte, Feuerbach'ı 'da. --o1 zaman için ya . lnızca insa.n­ bilim (anthropologism) yanıyla- işin içine kat­ mak zorunda kalma.mla, Marx'la ikinci yoğun uğraşma dönemim başlar. Bu kez «Politik Eko­ nominin Eleştirisi»ne (o büyük) girişi didik di­ dik ineelemiş olmama karşın, Marx'ın gençlik döneminin felsefi yazılan ilgimi çekiyordu. Bu kez Simmel'ci değilse de Hegel'ci gözlüklerle ha­ kıla n bir Marx'dı karşnndaki, yoksa «olağanüs­ tü bir bilimci:., iktisatçı, toplumbilimci olan Marx değil. Her şeyi kapsayan düşünür, büyük diya.lektikçi, içimdeki «alacakaranlık»tan gün ışığına çıkmaya başlamıştı artık. Gelgelelim hft.­ la o günlerde bil� maddeeiliğin, somutlaştınna ve birlikleştiıme (bağdaşıklaştın:ua), diyalekti­ ğİn sorunlarını tutarlılaştııma bakımından ta­ şıdığı önemi farkedemiyordum. Ancak hegelci anlamda içeriğin biçini karşısında birinci!, ön22


celikli olduğu görüşün� vanınştım ve büyük öl­ çüde hegelci temele dayanarak, Marx ve Hegel'i bir tarih felsefesi içinde birleştirmeye çalışıyor­ dum. Anayurdum olan Macaristan'da, en etkili «SOl-sosyalist» ideolojinin Ervin Szabo'nun sen­ dikalizıni olması nedeniyle, bu denemem özel bir anlam taşıyordu. Ervin Szabo'nun sendikacılık­ la ilgili yazılan «tarih felsefesi galışmalarıma» olumlu bazı katkılarda bulunurken

(örneğin,

«Goatha İzlencesi'nin Eleştirishni onun sayesin­ de tanıınıştun), yoğun soyut-öznelci, bu neden­ le ahlaksal yönü ağır hasıcı özellikler de kazan­ dırdı. Akademik bir aydın olarak yasa dışı işçi hareketlerinin dışmda kaldığım için, savaş sıra­ smda ne Spartakus yazılarını, ne de Lenin'in sa­ vaş üzerine yazılarını görmem mümkün oldu. Yoğun ve kalıcı bir etkilenmeyle Rosa

Luxem­

burg'un savaş öncesi yazılarını Qkuyordum; Le­

iıin'in «Devlet Ve Devrim»ini ancak 1918-1919 ·

devrimi sırasında tanıyabildim. lşte böyle ideolojik bir mayalaruna içindey­ ken, 1917 ve 1918 devrimleri beni kıskıvrak ya­

kaladı. Kısa bir kararsızlıktan sonra, 1918'de

Macaristan Komünist Partisi'ne katıldım ve o günden sonra devrimci işçi hareketinin safların­ da yer almaya başladım. Pratik

çalı.şmalarım,

çok geçmeden Marx'ın ekonomik yazılanyla da­ ha yoğun bir

biçimde uğraşmamı

gerektirdiği

gibi tarihi, ekonomi tarihini, işçi hareketleri ta­ rihini vb. de daha iyi öğrenmemi, felsefi temel­ lerimi yeniden gözden geçitinemi zorunlu kılı­ yordu. Marksçı diyalektiği gerçekten tümüyle

23


kavraya,bilmem

i�in giriştiğim

bu. boğu�a çok

uzun sürdiL Macar devrbnin · in deneyimleri, her türlü sendikacı kuramın ne denli tutars ız olabi­

leceğim çok kesin gösterdi (Parti'niri dewinldeki rolü); gelgelelim aşırı,aol ömelciliJc içimde daha uzun süre yaşadı. (1920'deki ,l)&rlamentarimı tartlfttl�ındS:. aldığım tavır, Mart eyletnine kar­ şı tututdum, bunun sol)ucudur.) Bütütı bunlar, özellikle diyı':ı.lektiğin maadeci yanını gerçek an­ lamıyla ve doğru kavramaını engell�i. «Tarih Ve Sınıf Bilinci» kitabım (1923) bu geçişi çok net gti$terit. Hegel'i Marx'la «afll'ıak» için giriş. tiğiıh bilinçli denemeye ka�n , diyalektlğin ayırtgan so nıl annı hSJ.a ideaJist�e çözüyordum. (Doğa diyalektiği, imge k;uramı vb.� Sımsıkı sanldığım LUXemb'ı,ırg' un birikim kuraım, a.fttı­ sol-öznelci bir eylemeilikle organik olı'xiayan bir biçimde birleşiyordu hila. A-ncak devrimci işçi hareketiyle uzun yılla­ rın pratiğinden gelen kayriaşmam, Lenin'in ya­ pıtla.ntıı i,nceleyip öğrerunem ve onlan ...,.:.,yavaş yavaş- en tenıel anlam ve önemleriyle kavra­ mam, Marx'la uğraşmarnın üçüncü aş amasını başlattı. Gelgelelim ilk kez şimdi, hemen hemen on yıl süren pratik ·bir çalışmadan sonra, Marx' la en azından on yılı aşan ku ratnsal bir 'boğuf­ madan sonra, maddeci diyalektiğin kapsayıcı ve birlikli lbağda�nk] karakteri gözümün öhün­ de somut okırak açık seçik.leşt'i. Ama özellikle bu açık seçikleşn'le, Ma:rx'ı hakiki anla:mıyla. öğ­ renttıemi'Jl a8ıl ş+mcıi başladığını ve bundan böy­ le de durmak bilmeyeoıeğini g&teri�f bana.

24


Çünkü Lenin'in çok yerinde saptadığı gibi, efe­ nomen yasadan daha zengindir bu nedenle ya­ sa, her yasa dar, eluJik, ya�ık.'tır.:. Yani ; pi· yalektik maddeciliğin gerektirdiği gibi, dop' nuı ve toplumun fenomenlerinin eni·ne-boyuna..:. derinliğine bilgisine dayanarak, bu fenomenleri nihai biçimde kavradığını sanan her kimse, ka­ çınılmaz biçimde, canlı diyale ktikten mekanik donukluğa düşmekten, kapsamlı maddecilikten ..•

idealist tekyanlılığa gerileınekten kurtulamaz. Diyalektik maddecili)ı, Marx' ın öğretisi, her gün, her $8.ıt, pratiğe dayana� işlenıneli, yeniden mal edilmelidir. öte yandan Ma�'ın öğretisi, &ellikle yıkilina.z birliği ve bütünl�yle, prati­ ğin sürdürillm�i, fenomenlerin ve yasalann de­ n�tlenmesi, öğrenilmesi için biricik silAhı oluş�u­ nır. �r bütünlüğün içinden bir öge kopa.nla· cak olursa (ya da en az.ı.ndaJı ihmal edilirse), ge­ ne domıkluk ve tek'yanlılık doğarj uğrakların birbirlerine olan oranlarını bilemezsek, gene ayağımızın altındaki maddeci diyalekt�k zemini yitirebiliriz. «Çünkü her h akikat, :. der Lenin. cabartılmca, geçerliğinin s ınırları aşılınca an­ l�sızlığ'a. dönüşür, dahası böyle durumlarda ka­ çınılmaz olarak anlamsızlığa dönüşm.elidir.:. Komünist Manifestosu'nu çocukken ilk kez okudıığumdan bu yana otuz yılı aşkın bir zaman geçti. Marx'ın yazılan içine --4üz bir çizgid� de­ ğil, çelişkilerle dolu da ol� giderek artan &l­ çüde girmem, toplum açısından bir anlam taşi­ dığı ölçüde, 'benim de entellektüel gelişmm e in ve bundan öteye tüm· yaşantımm öyküsüdür [taıi25


hidir). Bana öyle geliyor ki, Marx'ın ortaya çıkı­ şını izleyen çağda, kendi:ni önemseyen her dü.şü­ nür için Marx'la hesaplaşma, düşünürün baş so­ rununu oluşturmalıdır; Marx'ın yönteminin ve ortaya koyduğu sonuçlann düiünürce benimsen­ me tarzı ve derecesi, düşünürün insanlık gelişi­ mi içindeki yeı-ini, konumunu ·belirler. Bu geliş­ me sınıfsallıkla belirlenmiştir. Ama sözkonusu olan donmuş, kemikleşmiş değil, diyalektik bir belirlenmişliktir: Smıflann savaşımındaki ko­ nurnumuz rnarksçılığı kendimize mal edişimizin [benimseyişimizin] tarz ve derecesini büyük öl­ çüde belirler; öte yandan bu benimseyişimizin [öğrenmernizin] her aşaması, yaşamla ve prole­ taryanın pratiği ile kaynaşmamıza yol �n bir etk i yaptığından, böylelikle yeniden geriye dö­ nerek, Marx'ın öğretisiyle kurduğumuz ilişkileri bir kez daha derinleştirmemizi zorunlu kılar.

1933

26


GERÇEKÇILIK SORUNU ÜZERİNE Yaklaşık otuz yıl kadar önce, edebiyat mi­ �ru sahip çıkma lronu8ttMaki ; değişik düşünceler bir tartışmaya yol açmıa.ştı. Mtras sorunu &ce markaçılar tamfırulmn ortaya at'll mış­ tı. Dışawrumculuk i(ya da gerçekçilik) tarhş­ �sı denüen bu tarti§'IM, 1931·38 yılların® sürgünde sürdüriilen bir tartışmaydı. Aslında faşizmitn AVT'Upa'daki varlığı bu ,tartışmayı be­ lirleyen bir oiguydu; ancak BOOCJŞ'In bitişinden sonra Adcnauer ortcmııımn buyuruou. ve «antiko. münisf» niteliği, sözkonusu tart1§m011&ın verimli uzantılarını (Federal Almanya �) kesip, tartışmayı dOIIıdurm.u.ştur. Ilk kez altmışların sonlarına doğru, Almanya!da bağnaz olf'nlk!Jan bir markaçı estetiği� proleter-devrimci edebiyatı, proletarya yüceltimini kendilerine uğraş edinen­ ler, maddeci bir edebiyat bilimi aracılığıyla «üstyapı» tart�nı 00.,14tmayı başar.m.t.§· 14r, gerçekçilik düşüncesine, markaçı edebiyat kuramına ve estetiğe ymıiJcten artan bir ilgi du­ yt.ılmmın.ı ooğlarruşlardır. Ofyaa o günlere derasına

'

27


ğin gt'Jfçelq;ilik tartışması, Alrru;mya'da olsa oisa

burjwvariyi ilgilendiren bir sorun say..Zmakttm, burjııVMinin bir iÇ sorunu gibi görlinrM'ktm öte­ ye bir anlam taşımamıştır, Saoo.şın. bitişinden 801nra� sü1"günde1ci sol gö­ rüşlü aydınların çoğu Batı yerine İJoğu Al11'14'n­ yP.'ya dönmeyi yeğ"{em.işler� ya da 4-vrupcfnvn öteki ü lkelerinde k<'il>rrı4şlard4r. Sürgündan dö­ nenlerin deneyimlerimiden çt.kanl1M8ı gerekıi so­ ntt.Çlar, Batı Almanya'daki politik ortamın buna clt>eri§li olmaması yüzünden, özellikle böyle bir edebiyat tartışması g.erçekle:şemediu;. 19ih': � rimli olamamt:şt-ır.

1931'de b<ışlayan dıştwuru.mctfluk tart�:o

soı,

sosyalist edebtgaAtt g6lişmeai b�� ol­

�kça a'!l'rtgam, bir yer •tutar. Aynı yıllatrda IJlJt• ler Münih'te açtırdığı sergideı tüm modern sa­ natı ve df.)HWUrumcu/;uğu cy�'laş?ruş sana.t » dotmgasiyla tarihe gömme ça.b<&Mndadır. Sooyet resmi politika.sında da SQ8Y(JU8t gerv;ekçiltk adına d.f.şatıutumculuk «1/00 sıaıtı(lh, cçöiDiintü sam·tı» diye tlını�nmaktajıjır. D�aw� sOSyalist gergekçilik adı­ na bir «Çöküntü sanatı» diye ta.nım?.an.maMmn

6ıg;ı:ı sınt.fsal konuma dek u.wnan nedenleri tıaT>­ dı;· bu tanımlama, edebiyat m.i1'Q.8mitı. f� krtrşı sav� ne denli kulll.ınt.Zabileceğit'f� ya da

k.tilla:n:ıJa�ğına tltşkin 7n4'1"k$çı

bir ae.:

ğerlendirtn.tmf.n iırünüydii. Hitler politika&ı yö­ nünden d�1'ttımcul�ğun «YOO sanat» olarak yOrtumıan.� 1.8(!, aslında Alman klasiğini ktı>­ zey Alman özü ile özdeşleştirm.e, 1w:ynaşftrırlıxı 28


�aırıftdan, 1cayna1ol4ntm(J,'kta, tut'IJ.CU...ahUiksal l«Jfadan doğan bir öfkeyle bütimlen:rrı,ikteydi.

M081cooold(ı. yayınlaınan •Söz» dergmtuıe 19S1�S8 yıll4rı arlJ8ındai si!rdii:rü'Um bu wt�..

salt dışawtutn.oulıüc tartışması mteliğitıde tk­ ğild.f.r.;· bir bakıma marksçı bir getç.,kçiltk ıanla­ Yt.§""tn ctüşünceyle 'floğrul'1'1tLı8tdır da. ·Daha son­ rolcm, Lukacs ile Anna S(J!Jh.ers ams\tıdaki ya,. zeşmalarda, Brecht-Lu.kacs polemiğinde uzar

gi�

der tart�r. Once Alman yazarı (şairi) Gottfried Benn' in. N• Det>Zetif'Ukm YQ/t'la Ç\'lcmll8ıyla ,baş'kı.yam, tF�, Klaus Mann'ın ve Alfred Kurella'nm, �ıŞ�WU't'Umculuğu doğuram düşünce ve ruhun f� de yol açt'lğl»m öne S'iJ.rmeleriyle bir an­ do aJevlemr. OzelUkle Kurella'nın �kırtıcı sai.­ dtrılairı, tartışmaya bir anda on beş ycua.rın ve 8debiyat elsştirm.erıinifı katılma8t.91a neden olur. Bu yazarlar arasında Htmoord Walden, Rıuiolf t.�wJ, Brn8t Bloch gibi eski da§tWUrumcu­ � .da vardır. Tartışmamn. doruk noktaları Oir yandtı w­ kacs ile Bloch, öte ytı.'nda yine Lu1cacs ile Brecht urasındaki görüş aynlıkla:rı'l'l.da ortaya çıkar. Bu d(memde adı g·eçen Alman �arları �inde en ÇQk edebiyat yazm yazmış olaın Lıikac8'dır. .,&ı.sya yrol6terr yazarlar topluluğu»nda &nemıi bir yeri V<t�r !AıkooB'm; ta�tı§maya gerçe'lcçi­ liği en geniş boyutuyla getiren,. «Gerçekçilik Bo­ runu » yazıs'rJila yine o olmruştur. 19S4'de Mosko­ tıa1da yayı?ıkttıl.m «Ulu8laratcısı Edebiyat» dergi,. $inde dışavurumcu.ZUkla. 1ıesarpla.şmrı.ş (.,Dt.�u29


rum.culuğun Bilyüklüğü Ve Çö1ciLtü») ve Brecht' le Bloch/un da belirttikleri gibi, doğru .'birçok gö­ rüş CYrtaya koymA.l.ştur. Orneğin, a1§<Wtırumculu­ ğun. burju'IXIZiye� burjuvalığa karşı çok 8(YJ}ut bir «mlliha.lefet» oluşturduğunu., öznel dwygu:nwn abartı.ld'lğın.ı, gerçek ön.ü.ntle dü§Un.ceye sığımZa­ rak gerçek'ten kaçıldığ&.m, bWtü.n. bunilardan da gm-ç�ten. ua;akla§tif"Wı bir ideoloji doğdA.ığun.u, doğru olarak Baptayabilmiştir. Ancak Bloch� dı­ şavurumculuğun &n.elciliğini, bireyciliğini, içe­ rikten yokswn. oluşum faşizme teslim oluşunun nedeni olarak göstererıı Lukacs'ın., tüm bu Borıın­ Zarı sanat biçimlerinden tammnen 1rnpa:rarak ele alclığmı s(Yyler. Dışavurumculuk tart.,nasına sırf Lulcacs açıMn,dan yakU:J.rmak, doğru bir değerlendirme­ yi en.gelleyebiıir. Bu değerZenilllrmeyi yctparken, otuzlarda Sovyetler Birliği'ne eg emen. olum ger­ çekçilik �' bu sorun iizerin.deki •tartış­ malara, edebiyat miramn.ıın., «haık cephe8i,. ha­ reketinin birleştirici politika8ı ışığmda marksçt açıdan. yeniden işlen.ip değerlendiriJmesi çaba­ larını da göz önünde bulurldu:Nnl.llı� .

30


GERÇEKÇİLİK

SORUNU

Devrimci burjuvazi kendi döneminde sınıfı­ mn davası için amansız bir savaşım sürdür­ mUftür; bu savaşımında tüm araçlan kul· �ır, güzel yazın 1 araçlarım da. Şöval­ yellfin son kalıntılarını genel alay (konu. su) yapan neydi? Cerva.ntes'1n «Don Qui­ jote:.u burjuvazinin, feodaltzme, a.ristok­ raalye kartı ve rditl sa.vaşımda, elindeki en güçlü silA.hdı. Devrimci proletarya da, ona tıpkı böyle bir silAh verebilecek, en azından küçük bir Cerva.ntes'i gereksinmektedir. (Alkışlar, COfkunluk . . . ) Georgl DimitToff (1doskova Yazarlar Binası'nda. k1 Antif&§iznı Gecesi konuşma­ sından.)

cSöz� (das Wort) dergisinin dışavunımculuk (ekspresyonizm) tartışması, dan

katılanlar için belirli

yor ; birçok kişi

tartışmaya

sonra­ bir ·güçlük getiri­

dışavunımculuğu büyük bir tut­ dışavu­

kuyla savundu. Ancak, kim'in örnek bir

rumcu

yazar olduğunun, daha doğrusu kimin dı-

31


şavurumcu diye nitelemneyi hak

ettiğinin

so­

m.ut olaııUt söylenınesi :istendiğinde, görüşler birbirinden öylesine kesin aynlıyor ki, ta.rtl3-­ masız kabul edilen t ek bir ad'a raslamak olası değil. Hatta en ateşli savunma konuşmalannı bile okurken, arasıra : Aoa.ba gerçekten dışa.w­ rumculp.r var mJ, diye düşünüp, ku.şlauya kapll­ maktan kendini alamıyor insan. Burada tek tek ya.zarla.rııı değerlw.di�eaini yapmayıp, edebiyatın gelişmesindeki ilkeler ÜZe­ rinde duraca.ğımızdan, bu sorunun açıklığa ka.· �u.şnıası d� bizim a.çı.m.ızdan öyle pek büyük bir ön�m ta.gımıyor. Edebiyat tarihi açısından, ya­ zanyla olsun. eleşt.iricisiyle olsun, dışawrumcu bir yönelim var kuflWaurı. Aşağıdaki diişürıeelerimde ilkesel sorunlarla sınırlayacağım kendimi. ı.1.

önce bir önsonı : Bıazı yıa.zarların benim eleştiri faaliyetimi sa.ldınlanna. hedef ya-parken özellikle wrgul.adkları gibi, burada [bu tartış­ ınadal sözk�usu edilen, modern edebiyat ile Içl�ik edebiyat a,raşında.ki ktı.l'Şltlık mıdır? So­ ru'nuıi böyle konması temelden yanlıştır sanı­ yorum. Bu tutumun arkasında, çözülmeye yfus tut.muş &>ğakılıktan (ııa�ralizm) ve izlenimci­ likten (empresyonizm) başlayıp, du}a.vunun.cu­ luk (ekspresyonimı:) .üzerinden geçerek gıerçek­ üBtüeülüğe (s\ifrealimı) varan ·bir gelişim çizgi­ siiıin, yani günümüz sanatı ile, bu edebiyat akım­ larının birbiriyle özdeşleştirilmesi gizlidir. Bloch

332 2


ve Hawıs Eisler'in «Yeni Dünya. .8ahM.9iımdeki yazılannda bu kuram en kesin ve tartışıiıa.$ız bi­

çimiyle belirlenir. Bu yazarlar, modern sanattan söz ederlerken, modern sanatın sözcüleri olarak yalnızca yukarıda sözü edilen gelişim çizgisinin temsilcilerinin kastedildiği görülür. Şimdilik önya�da bulunmak istemiyoruz. Yalruzea soruyoruı : Zamanunızın edebiyat tari­ hine bjr dayanak olabilir mi bu kurarn ? Ne olursa olsun, bugün bu konuda başka bir görüş de var . Edebiyatm gelişmesi, -özellikle kapitalizmde (özellikle kapi�i.z.min bunalım dö­ neminde)- al?.bilwğine kannaşık bir görünüm­ dedir. Ancak kabaca söyleyecek olursak, tek tek yazarların gelişiınlt�rinde elbette sık sık kesişen -üç büyük döngüyü (d&ireyi) , günümüz edebiya­ tı içinde birbiri.r:ıden ayırdedebiliıiz. ..Birincisi : Mevcut sistemin [ dizgenin] sa­ vunuculuğunu ve sözcülÜğünü yapan, çoğunluk­ la ye;r yer g�rçekçilik-k&rşltı, yer yer de uydu­ ruk gerçekçi olan ��ebiyat. Buna burada. değin­

meyeoeğiz.

Ikincisi : Öncü ['yenilikçi] denen, dıoğaleı­ ltkbn gerçekü,stüCülüğe değin uzanan edebiyat (asıl öncü edebiyat üzerinde daha sonra duraca­ �) Bu edebiyp_tın temel eğilinıi nedir? Burada konuyu biraz öne alarak y.ınızca şu kadarını söyleyebilirim : Ana eğilim, gt.trçe'kıçüikttm gide­ rek uzaklaşma, gffl'çe� gittikçe artaa öl­ çüde taa.fiyeaf,lir. tJçii.nCii.!ü : Bu dönemin önemli gerçekçile­ ri nin edebiyatı. Bu yazarlar çoğu durumda edeF: 3

33


biyat yönünden kendi kendilerine daya.nma.kta­ dırlar ; edebiyatt:ıki gelişimin akınbsına karşı, edebiyatın yukarda sözü geçen her iki küme'si­ nin oluşturduğu akıntıya karşı kürek çekmekte­ dirler. Bu çağdaş gerçekçiliğin üstünkörü ta­ nımlanması için Gorki, Thol0.8B ve Heinrich sayınam Mann, Romain Rolland vb. adlarını şimdilik yeter. Sözde klasikçilerin

kendini beğen.mişlikleri ve bilgiçlikleri karşısında modern sanatın hak­ larını canla Paşla savunanların tartışma yazı­ larında, günümüz edebiyatının bu doruk kişile­ rinin adı bile geçmu. cÖncüİükten yana» [yeni­ likçi] tarih-yazımında ve bugünkü edebiyatın irdelenmesinde bunlar yok sayılırlar. Ernst Bloch'un ilginç, düşünce ve gereci [malzemesi] bol eBu Dönemin M·iraM» kitabında, eğer belle­ ğim beni yanıltmıyorsa, Thomas Mann adı yal­ nızca bir kez geçer. Yazar onun (Ma.nn'ın) -ve Wasserm.8.nn'ın-

cbakımlı

burjuvalığından»

söz eder. Böylece Bloch için bu olay kapanınıştır. Böyle görüşlerle tüm tartışına başı üzerine dikilmektedir ; onu yeniden ayaklan üzerine yer­ leştirmek ve bugünkü edebiyatın en iyi yanını, anlayışsız küçiUnseyiciler karşısında savunmak zamanı gelmiştir. Demek ki, kavga modeme klasik kavgası olmayıp, şu soruyla belirle­ nir: Günümüz edebiyatında hangi yazarlar, han­ gi edebiyat akımları ilerlemeyi temsil ederler ? Konumuz gerçekçilik S(YT'UIYI.u'dur.

karşı

2.

2.

Özellikle Ernst Bloch, dışavurumculuk üze-

3434


rine

yazdığım o eski yazımda (mu.slatrarası Sayı ı� Moskova-1934) bu akı­

Edebiyat Dergisi,

mın kuramcılanyla, gereğinden fazla 'uğraşmakla suçluyor beni. Bu yaniışı hani burada da yine­ ler, modern edebiyat üzerine eleştirici

�rüşle­

rini burada da irdeleme konusu yaparsaın , b eni bağışlasın. Çünkü -kuramsal yanlışlıklar ta­

şısa da..-,. sanatsal eğilimlerin kuramsal yönden dile getirilmesinin önemsiz olduğuna inanmıyo­ rum. Özellikle bu durumlarda, bu yaııhglıklar akımın aslında özen1e gizlenmiş csırlannı:. [giz­

lE:rini] dışa vururlar. Ve Bloch, döneminin card, Pinthus

h niteliklere

Pi­

vb. gibi kuramcılarından çok fark­ sahip bir kurarncı

olduğundan,

onun kurarnlarını biraz daha aynntılı ele

al­

mlm olağandır. Bloch saldınsırn benim «bütünsellik» an1a­ yışıma yöneltiyor. (Anlayışımı ne kerte doğru yorumladığı sonıs'Llnu bir yana

bırakıyorum ;

önemli olan benirr. haklı olup olmadığım ya da Bloch'un beni doğru

yonımıayıp

yorumlamadığı

değil, esıl konunun kendisidir. ) Bloch, klasiğin sahip olduğu parçala.nm.a7'M§ nesnel geiçekçilik ilkesine karşıdır. Bloch •a göre ben, « her yer­ de kalpalı (bütii:nsel) bir bağlmnlık gösteren bir gerçeğin . • varlığını şart koşuyorum. Devam ediyor: «Bumın gerçeğin kıendisi olup olmıu/Jığt tartı.şUabilir,· ancak eğer bu gm-çek8e, gerek dt­ şavurumcu parçalama ve ekleme girişimleri, ge­ rekse en yeni ara verme ·ve kurgu giri§imleri bo­ şuna eğlenmekten başka bir şey değildir.» . . .

. .

Bloch bu

«bağlamlık, birlik

durumundaki

35


gerçek:t görüşünü, klasik idealist sistemlerin [ dizgelerin) düşüncemdeki kalıntısından �a bir şey saymıyor ve kendi görüşlerini şöyle dile getiriyor :

«Belki hakiki bir gerçek a.y1ı4 zamanda ke· sirııtilidir de. Lukacs nemıelci-kapalı bir gerçek kavramına sahip olduğundan, d1ŞO.Wrumıculuk 801"U71Unu ele alırken, bir dün.ya tablosunu (bu dii.nya tabloau kapitalist d:ünya tablosu da of8a) p�a.n her türlü sonat8al girişime karfı Ç1· kıyor. Bu nedenle yii.zey-bağlamltklannın par çalanmasttM deyerlendiren ve �lukbrda yeni şeyler ke�fetlen. bir sanatta da yalnızca örmelci parçalama bultıycyr. Oyle olunca da parçalama girişi1t'tlerlm çöküntü duromuyla bir kefeye. ko­ yuyor. » ..

Butada modern

sanatın gelişmesini kuram­

sal yönden temellendiren, kapalı [ içinde tutar­

lı) , ve b ir dünya görüşüne değin gerilere

bir anlayl§la karşılaşıyoruz. Bloch'un

uza!l!! n

yerden göğe kadar hakkı var ; bu sonılan temeliendi­ ren kuramsıı.l bir aç!ldamada şöyle diyor : cDiyale'l«ik maddeci imge kuramının tüm. sonm.Zanntn dile getirilm&i gerekir.-.

Böyle bir tartışmaya ginnekten kişisel ola­ rak çok memnun olurdum, ancak burası yeri de­ ğil ; şimdi ele alınması gereken sorun çok daha basit bir sonıyla ilgili, o da şu : Ekonomik ve ideolojik birliğiyle bir süreç oluşturan kapita­ list sistemin ve burjuva topluın:unun ckapalı bağlamlığı.. , cbütüiıselliği,::. bilinçten oogıınSız n esnel bir bütün ollıştunır mu gerçekt&t 36


Marbçılar arasında -ve Bloch son kitabın­ da tüm gü<riiyle markaç ılığa bağla.ndığını açık­ l.ıYor....:..ı bu konuda herhangi bir ikilik olmamalı­ dır. Marx der ki : cHer toplumıın üretim ilişkileri bir bütün olU§tu.irurUı.r�,. Burada her sözcüğünün altını çimteliyiz ; ç-ünkü Bloch günümUz kapitalizminin özellikle bu «bütunselliğini » kabul etmiyor. Kısacası ara­ mıroaki karş:ıtlık doğrudan, biçimsel, felsefi ol­ mayan, kapitalizmin kendisini ekonomik-top­ lumsal yönden ele alışınuzda ortaya çıkan bir

karşıtlık ; gelgelelim feı.ıefe, gerçeğin düşünce� yansım ası ( yansıtılınası] oldufundan, bura­ da önemli felsefi ayrılıklar ortaya ·çıluyor. Elbette Marx'ın alıntı sını t�rihsel olarak

de

anllunalıyıı, . yani ı Ekonominin bütlliıselliğinin

kendisi de

tarihsel olarak

dönüşen

bir şeydir.

Ancak bu dönÜşıneler aslında her.bir ekonomik fenomaı arasındaki nesnel bağ!a!!'Jığın yaygın­ Ie:ıştırılmasından ve sağlamla..ftırılma.sından, ya­ giderek ağır basmasından

ni «-bütünselliğin�

v.e daha zengin içerikli

olinasından ibarettir.

Marx'a göre kapitalizmin

tayin_edici ilerici rolü,

dünya pazarını oluşturmaktır ; böylece dünya ekonomisinin tümü · ne.mel bağlamlt bir bütün olur. llkel ekonomiler de çok kapalı görü­

özellikle

nen bir yüzey oluştururlatdı ; gerçi ilksel ten köyü, ya da Ortaçağ başın­ dak( bir kıyı kentini düştlneUın. Ancak böyle eski } bir komünist

bir «kapalılık», zaten böyle bir ekonomi alanı­ nın, çevresiıie, insan toplumunun tümiinün geli37


şimine çok az bağlarla bağlı olmasından ileri gelmektedir. Buna karşın kapitalizmde ekono­ minin parçaları, uğraklar, o zamana değin gö­ rülmemiş bir tarzda kendi başına buyruklaşır­ lar. (Kapitalizmde ticaretin ve paranın bağıın­ sızlaşmasım düşünelim ; bu ikincisi, para dönü­ şümünden kaynaklanan pa� bunalımı olasılık­ Ianna değin uzanmıştır.) Kapitalizmin yüzeyi [ dışı] ekonomik sistemin nesnel yapısı sonucu cparçalanınış:. görünür, bu [ yüzey] nesnel açı­ dan oorunlu olarak kendilerini bağıını;ıızlaştıran uğraklardan oluşmuştur. Bu dıa. elbette kapita­ list toplumda yaşayan insanların, giderek yazar ve düşünürlerin bilincinde de yansıyacaktır. Parçasal uğraklann kendi başianna buy­ ruktaşmaya yönelmeleri, kapitalist ekonominin öteden beri nesnel bir olgusudur. Ne ki bu, tüm sürecin yalnızca bir par�, bir uğrak olarak kalır. Nesnel olarak varolan kaçınılmaz bağım­ sızlaşmaya karşın, birlik, bütünsellik, tüm par­ çalann nesnel bağlamlığı, en yoğun ifadesini özellikle bunalımlarda bulur. Marx uğrakların bu zorunlu bağunsızlaşmasındaki diyalektik bağla.mlığı çözer: «Asltnda birbirlerinin parçası olduklarıtı· dan.,' bir arada bulunmaları gereken uğmkların kendi başlanM �n, ancak Z<Yrla­ narak maya Çlkıabilir; bu, yı1cr,ct, silreç ola.rak

belirir. O [bu süreç], onların [uğraklann] bir­ liğintn, farkl�rın birliğimn fcuiliyete geç­ mesinden ileri gelen bunaılınıdır işte. Birbirin e ait olan ve birbirini tamam!aymı uğraklartn Toar38


şılıklı olarak elde ettikleri başına llu:yruJd:uk, zorlanarak yok edilir. Demek ki bunalım, bir­ birine karşı başına bwyruk� uğrakların bir­ liğini kanıtlar.»

ğın

Bunlar kapitalizmdeki toplumsal bağlamlı­ cbUtünselliğinin» temel nesnel uğraklarıdır­

lar. Ve her marksçı, kapitalizmin temel ekono­

mik

kategorilerinin

[ulamlarının]

insaniann

kafasında daima ters yanstdığını [ya.Mıtıldığı­

nı] bilir. Konumuz bakımından bu7 doğrudan doğruya kapit alist yaşamın içinde yer alan in­

sanın, kapitalizmin 4(normal işleme» denen

dö­

nemlerinde l bağımsıztaşmış uğnklar �masın­ da.) bir birlik algıl adığı ve (varolduğunu) dü­ ;;ündüğü, bunalım devrel erinde ise [ bağımsı.zlB§­

mış uğraklann birliğinin ku nılması dönemlerin­ de ise] parçalanmışlığı bir yaşantı olarak alg.ı­ ladığı anlamına gelir. Kanitalist sistemin genel bunalımı sonucunda, bu sonuncu yaşantı [olay] , kapitalizmin fenomenlerini do�dan doğruya kendi yaşantılannın içi ndE> bulanların geniş çev­ relerinde uzun süre yerleşi p k alır.

3. Bütün bunların edebiyatla ilgisi ne'! Edebiyatı n nesnel gerçeklik ile ilişkisini

yadsıyan dışavurumcu ya da gerçeküstücü bir kurama göre hiçbir ilgisi yok ; marksçı bir ede­ biyat kuramı için ise, bütün bunların edebiyatla ilgisi pek çok. Eğer edebiyat gerçekten de nes­ nel gerçeğin özel bir yanaıma biçimiyse, bu ger­

çeği

aslında nasılsa. öyle kavramalı

ve

neyin,

na-

39


sıl doğrudan görii:nclüğünil vermekle yetimne­ meli. Yazar ger�ğin böyle, caslıında nasılsa öy­ le:t k&vranmasına ve gösterilmesine çalışırsa., yani hakikaten bir ger�ekçiyse, gerçek yazarta

düşi,incede nasıl formüle edilirse edilsin, gerçe­

ğin nesnel bütünselliği sorunu 'büyük bir önem taşır.

Lenin bütünsellik kategorisinin pratikte ta­ şıdığı önemi her zaman vurgul8.111.$.ktan geri k al ­

mamıştır : �Bir e:ıyayı [şeyi] gerçekten tanımak ifirı, onun 1ıer yanım, her bağlamlığmı ve 'bağkın.tıla­ rınt' kavramıik� ara:ıtırmmc g81'ekir. Bunuı Mçbir zaman tamamen � r;etiremeyooeği:t, ancak her yanlılığı isteme bizi yanıtmalardan ve kah· laşmalt;ırdan kcmtYactıkhr.» (Tarafımdan altı

çizildi G. L.) Her hakiki gerçek�inin edebiyat pratiği, nesnel toplumsal toplam�bağlamlığın ve ona ege. men olmak için gerekli olan «her yanlılığı : b­ temeı.nin önemini gös�rmektedir Gerçekçi bir yazann canlandırmasının derinliği, etkinliğinin genişliği ve süresi, büyü·k ölçUde, -[gerÇeği} canlandırırken- onun tarafmdan tasarlanmış bir fenomenin gerçekte neyi gösterdiğini açık seçik bilinesine bağlıdır. önemli yazann gerçek ile ilişkisini böyle ele alınak, -Bloch'un düşün­ düğü gibi- toplumsal gerçeğin �yüıin cpar­ çalanmalar:. gösterdiğini ve dolayısıyla [�p­ lumsal gerçeğin yüzeyinin] insanın bilincine bu­ na [bu. parçalanmalara.] uygun biçimde yansıdı­ ğın,ı hiçbir zaman dışlama.z. Gerçeğin ele alını..

.

40


şmdaki bu uğrağı ne denli göz önünde bulundur­ duğumu, dışa:vurtııncuhlk üzerine ya.zdığıtn e8ki yazının dayanağım oiu.,.turan alıntı göstermek­ tedir. Lenin'den dayanak olarak �tiğim alıntı şi)yle başla.r : «

• . .

A.m-ol1J'I(ıyan,

görilmirdt•olo.n.J �

builtt:nan sık sık ka,.yl:Jolur, 1ÖZ' gibi 'sablııtm', -sı.m.� .V�7q· d�. . . :& Anc�k önemli olan, yalnızca. toplam-bağlam­ bfın bu uğrağının varlığını kabul etmek değil; �hele g'ÜllWn� bu uğrağı, toplam bağlarn­ hğın uğ1'ağı olara k tanım.ak, onu Q:üşüncemizde, duygula:rıı;n.ıza kapılarak biricik gerçek sa.yma­ m.aktır; yani öz ile fenomenin diyalektik bir­ liğini doğru ka�tır ; başka deyişle : önem.. li olan, c �yin» dıştan katıştınlmı.ş ·bir a.Çık­ lama.sıha başvundmadan, öz ile fenomen ara­ sındaki bağlamı, anlatılan yaşem kesiti içinde �anatkirca canlandıran, yeniden ya.şattıran, canlı bir tasanmdır.

Öz ile feriomen arasındaki bağlarnın canlan­ dırılf1'M4 karakterinin altı nı çiziyoruz ; çünkü po­ litik tavırlanyla solda yer alan gerçeküstücüie­ rin çok sevdikleri, (gerçeğin pa�a:ı'ıyla) içten hiçbir bağlan bulurunayan tezleri gerçeğin par­ çaları i�ine «yerleştihne» tutwnunu, Bloch'un aksine, bu sorunun sanat düzeyinde bir ç<mimU olarak glJrm,ilyCYrW/4. Thomas Mann'ın cbakımlı kentsoylultiğtı»nu Joyc'e'Ul'ı gerçekWıtücülüğü ile bir karşılaştıTalım. Her iki8inin kalıra.man­ larırün biltncmde, Bloch'un çok haklı olarak em­ peryalist dönemdeki birçok insanın b1lin�-duru41


mu ıçın

karakteristik saydığı bu

parçalanma,

kesiklik, bu ara vermeler ve cıboşluklar» canlan­

dırılmıştır. Gelgelelim Bloch'un yanılgısı, bu gö­ rünt üyü gerçek ile karşılaştırarak, �alannıı:;

göriintünün özünü,

nedenlerini, bağlantılarını

vb. somut olarak ortaya koyma.k yerine, bu bi­ linı� durumunu doğrudan doğruya gerçeğin ken­ disi ile, bu bilinçde bulunan görüntüyü olanca p arçal anmışlığıyla (çarpıtılnuşlığıyla) şeyi n kendisi ile özdeşleştirmektir.

Bloch bu tutumuyla kuramsal olarak d.ışa­ vunımculann ve gerçeküstücülerin sanat-düze·· yinde yaptıklarının aynısını yapmaktadır. Joyce'

Onuıı [Joyce'un] görüntüsü, okuyucunun gözünde be­ nim itici tutumumla yanıltıcı bir görünüş ka­ zanmasın diye, Bloch'u n ona ili şkin sözlerini ak­

u n canlandırma tarzına bir göz atalım.

t!ınyoruın :

«Benliksiz bir ağız burada akan bir sürükle­ nişin arlasıtıd.a.d4r, evet, zaman .zaman onu [sü­ rüklenişi] içer, kekeleyerek a?Uatır, göz önüne serer. Dil bu pa:rçalanmışlığı izler, bitmemi..ştir ama çokton oluşiurulnıuştur, ölçülere bağlanmıı­ mıştır, hem açık, hem kan.şıktır. Aslında yor­ gunluk dönemlerinde, 'kmıu§ma aralarında beli­ ren, ya da haytUci, kararsız insanların konuştu­ ğu, yalan yanlış gevelediği sözcük oyunltın: bu­ rada ipini tümüyle 'lwparmıştır. Sözeilkler i§ görrn,ez olmuş, anlam ilişkilmnden �tın.l­ mıştır; dil bir bakarsınız rparçalara aynlmt.Ş kurt çuk gibi ktvranır, bir bakk:ırsınız sahne ta­ va rı ı, gibi eylemin için e sar�r.-. 42


Bu bir betimleme . . . Son değerlend.inne

de

şöyle :

«Değeri beş para etma (bir §ey), ama aynı Blkış· tırılt.p topaklcı§tınlmış kdğt.tlDrdan oluşan bir keyfilik, maymun gevezeliği_, yılan balığı dilim· leri, hiç'den fragmanlar, ve aynı zamanda kar­ gaşa içine skola8tik kurma girişimi ( . . . ) bir sü­ rü yol arası� yolsuz, bir sürü hedef aırast.tıda hedefsiz. Kurgu şimdi çok iş başany\?1'1 &kiden öyle gelişigüzel yalnızca dil§ünceler yanyaM. du­ rurdu, şimdi şeyler .de, en � su baamtş. böl­ gede, boşluğun dü.§sel balta girmemiş ormamn· zamanda işitilmedik bir rağbet görüyor.

da.» Bu uzun alıntıyı buraya almak .r.orundaydık, çünkü Bloch'un dışavurumculuğu tarihsel de­

ğerlendinnesinde gerçeküstücü kurgu çok önem­ li, hatti belirleyici bir yer tutar. Kitabının daha önceki bir yerinde, dışavurumculuğu savunan herkes gibi, onun [dışavurumculuğun] görünür­ deki ve hakiki temsilcileri arasmda o da ayının g.özetir. Ve Bloch'a göre hakiki dı9,avurumculuk eğilimleri yaşamaya devam etmektedir. Diyor ki : eFakat bugün bile dışavurumcu kökenli ol­ mayan, hiç değilse onun [ d.,awrumculuğun] ala.bildiğine fırtınalı etToisi altmda kalma1'114§ olan büyük bir yetmek �ülemez. Son dışa­ vurumculuğu, gerçekü8tücü diye adlandırıla.n­ lar siirdürdü.ler; bunlar küçük bir küme [grup] oluştu1"Uyorlards, ama gene öncülük [yenilik] onla_rdaydlı. ve: gerçekü.stücülük a8fl-kurgudur... 43


Gerçek:üBtüciilük, ya,w.ntı-ge:rgeğinin karmaka­ rışılol1ğmwı, devrilm.iş uyaklarla ve durakla:rla betim.lerurrtıe8idtri .» (Taraıfımdan altı çizilmiştir G, L.)

savu­ geli... şim çizgisinden ne anladığını. çağıınızın önemli gerç.ek!}ilednin t\imü.oii bile bile, kafasının diki­ ne giderek nasıl edebiyaun dışına koyduğunu açık �k görüyor. Thomas .Mann kendisini bu bağlam i.Ginde bir ka�ı t örnek olarak ele alın.anıamı bağışlasın. Tonio Kröge�'i ,y;a. da Christian Buddenbrook'u ya da Büyiilü DG.ğ'ın l:>aş tiplerini bir düşi,inün. Gene dij,şünün ki, bunlar Bloch'un istediği gibi, kendilerinden b&ğunsız bir gerçek ile karşı k.a.r­ şıya, getirilerek değil de, salt kendi bilinçlerin­ den hareket edilerek canlandınlmış tipler ol· sunla.r. Açıktır �i, olduğu gibi [alınan] bilinç­ leriyle, 'Çağıışım süreçlffini nasıl gerçekleşti;

Okuyucu.

burada, dışavuruınculuğun

nucusu Bloch'un, dönemimiz edebiyatının

ri:yorla.rsa.

öyle, «�)in·

parçala.n.Jnışlığunda

Joyce'unkilerden hiç de aşağı kalmayan bir tar.zda k3.r�ımıf.da duracaklardı ; onlarda. da en az Joyce'daki kadar «boşluk» bulunurdu. Bu yapıtların o bunalımdan önce doğmuş oldu­

ğU söylenmesin -sö.-eli,mi Christian Budd�n­ nesnel bunalım, ruhun, ��·un kahraınanlarında olduğundan daha fazla par­ çalanıiıa,sma yol açıyor. Ve Büyülü Dt;ığ dışa,� vunımeulukla a.ynı döneme düşer. Demek ki , Thomas M.ann eğer bu insanların doğrudan alınmış, fotoğrafı çekilmiş ve sonra birbrook'daki

44


birine ·bağlanmış düş�celerinde -ve yaşa.ntı-par­ çalannd$ takılıp kalmış olsaydı, Joyce'un yaptı­ ği. gibi, Bloch'un hayraı:ılığıı:ıı uyandıran csanat­ tJal. düzeyde ilerich bir abide dikerdi. Thomas Mann böylesine modem koııulard,a neden sanat-dQ�yi bakımından hala «eski mo­ ğal� «eskiye bağlı» kalıyor ve öncülük etmiyor? İşte ha1ciki bir gtf1'çekçi. olduğundan ; bu durum en başta ....yaratıcl ... [canlandırıcı] �natçı ola­ rlık+<- Christi�n �uddenbrook'un, Tonio Kröger' in, Ha.ns Castrop'un, Settembrini ya da Naphta' nın kim olduklarını gayet iyi 'bildiğini gösterir onWl. Bunu soyut-bilimsel bir toplumsal çözüm­ leme [ana.liz] anlamında bilmesine gerek yok­ t�� ; burada yanılıyo:r olabilir1 tıpkı kendisinden önce B:ı.lzıl.c'ın, Dickens'in ve L. TOlstoy'� ya­ nılını.ş olduklım gibi -ancak o, yaratıcı gerçek­ çi anlamında biliyor bunu ; düşünme ile duy· ma'nın toplllll}sal varlığın içinden nasıl bü­ yj.iyiıip bştığ•nı, 'ya.şantıla.rla. dııygulann nasıl gerçeğin tüm kannaşasıiUJl parçaları olduğu­ nu biliyor. Gerçekçi olarak, bu parçanın ye. rinin yaşamın tüm ka��� içinde nerede bulunduğunu, toplum� )'94e.ııtın neresinden geldiğini, nereye gittiğini vb. gösteriyor. Yııni, eğer Thomas Ma.nn 'l'onio Kröger'i yalnızc� «şaşırmış bir .burj�Vib olarak tanım­ lamakla kalmayıp, buııjuv� ile arasındaltı do· laysız karşıtlığa, burjuva yaşamı içinde .yeri yıırd� .bulunmamasına1 burjuva yaşantuJının dı· şına itilmiş olmasına karşın, onun neden ve na. sll «şaşınnış bir burjuva.:. olduğunu ca.nlandı;a45


rak gösteriyorsa ; işte özellikle bu nedenle, -yalnızca yaratıcı olarak değil, aynı zamanda toplumsal gelişimin kavranmasmda da- bur­ juva karşıtı ruh durumları yüzünden küçükbur­ juva kUrklerini -o da çoğun ·estetik yönden­ kabul etmeyişlerinin, kadife koltukları ya da mi­ marideki uyduruk rönesansı küçümseyişlerinin, kendilerini, -nesnel olarak- burjuva toplumu­ nun uzlaşmaz dü.şmanları durumuna. getirmeye yettiğini sanan şu cawn-köktenciler»in bir kule boyu yükseklerine çıkmıştır.

4. Emperyalist dönemde doğalcıiıktan gerçek­ üstücmlüğe değin bi�birinin yerini hızla alan modern edebiyat akımlarının tümü, gerçeği, y&.­ zara ve onun yaratıcılığına [ canlandırmasına] doğrudan nasıl görünüyo� öyle almaları bakı­ mından, birbirlerine benzerler. Bu dolaysız gö­ rünüş biçimi, toplumsal gelişim boyuncu deği­ şip durur. Ve hem kapitalist ge�eğin az önce anlattığımız nesnel görünüş biçimlerinin değiş­ mesine göre, hem de sınıfsal katmanıann değiş­ meEJi�in, sınıf savaşımının, bu yüzeyin çeşitli yan�tı.lış biçimlerini doğunnasına göre, ger­ çeğin bu doğrudan görÜnüş biçimi gerek nesnel, gere}tse öznel olarak değişir. Bu değişme, çeşit-­ li y6İİdiİıllerin özellikle birbirlerinin yerine geç­ melerini ve birbirleriyle amansız bir savaşım sürdürmelerini zorunlu kılar. Bu dönemlerde, eski edebiyatın ve edebiyat kura:Inmın devede kulak gelenekleri ile tüm :mo46


dern akımlar arasındaki karşıtlık, bu akımlara sö1Xle «bildikleri gibi:. yazmayı yasaklayan bir eleştirinin bilgiçliğiJıe karşı sürdürülen a�li bir karşı çıkışla birlikte doruğunıo. ula:şb. Bu çeşitli akımların temsilcileri, (ve yalnızca sanat alanında değil) kendiliği·ndenliğin tabanında, doğrudanlığa bağlı kalınarak gerçek özgürlüğe, emperyalist dönemin tepkici önyargılarından kurtuluşa ulaşılamayacağının ayırırnma varamı­ yorlardı. Çünkü emperyalist kapitalizmin kendi­ liğinden gelişmesi, zaten bu tepkici tsnyar'gılan durmadan yükselen bir merdiven basamağında kesiksiz üretir ve yeniden üretir. (Emperyalist burjuvazinin, bu yeniden üretim sürecini bile­ rek teşvik ettiğini bir yana bıraksak bile. . . ) Ve emperyaliat çevrenin kendi yaşantıları [olayla­ rı] içindeki tepkici etkenliğ!ni bulup çıkannak, eleştirerek bu etkenliğin ötesine geçmek için, zorlu bir çalışma, doğrudanlığın terkedilmesi ve aşılması, toplumsal gerçekteki tüm öznel yaşan­ tılann [ oh.yların] -bu yaşantıların gerek içe­ rik, gerekse biçimlerinin- tartılıp ölçülmesi, gerçeğin derinden araştırılması gerekir. Dönemimizin önemli gerçekçileri bu zorlu çalışmayı, sanat-düzeyi, dünya görüşü ve poli­ tika ?.çısından yapmışlardır, yapmaktadırlar. Ronuin Rolland'ın, Thomas ve Heinrich Mann' ın gelişimlerini ansımak yet�r. Bu gelişiı:qler her yönden birbirlerinden çok farklı olduklan halde --!:'Özkonusu özellik heosinde ortaktır. Çeşitli modem ak�ların doğrudantık düze­ yinde takılıp kaldıklannı şaptarken, doğalcılık·

47


ta n gerçeküstücüıilğe değin ciddi yaurl arın or­

hya. koydukları sanatsal çalışmayı yadsımak is­

tem iyoruz. Çünkü bunlar kendi ya.şantılarınd::ın

sürdü­

h�reket ederek bir anlamda tutarlılıkla

riilmUşı üstün 'yetenek ürünü, �kici ve

ilginç

ifade tarzları yaratmışlardır. Ama tüm bu çalış­

maiar, onlann toplumsal gerçek ile ilişkileriıli gôz önüne alacak olursak, ne

dünya görüşü, ne

de s an at düzeyi bakımından doğrudanlık düteyi­ nirı üstüne çıkarlar.

Ve bu nedenle, bunlarda ortaya çıkan sanat

...

s-ıl ifade soyuttur, tekyönlüdür. (Bu arada söz... konusu akuna eşlik

eden ·esteti!c bir ktıranım sa•

nattaki «soyutlama»dan yana ya da ona

karşı

olmasının hiçbir önemi yoktur. Öte yandan, dı­

şavurumculuktan bu yana, soyutlamanın üzerin­ de kuramsal yönden duruluyor.) Belki anlattık­

larımızda bir çelişki bulunduğunu düşünen oku­

yucular vardır ; doğrudanlıkla sQyutlama birbir­

lerini tam amen dışta btrok,yor'Uıtrnı.o� gibi görü­ nüyor. Oysa diyalektik yöntemin en büyük ka­ zançlarından bir� -daha. Hegel'de- doğrudan­ lık ile soyutlanıanın iç-bi�radalıklarını bulup, doğrudanl1k zemini üzerin;de yaln4ZOO 80'J/Ut bir

düşüncenin Oluşabüeceğini dır.

kanıtlamış

olması­

Marx burada da Hegel felsefesini ayakları

üstüne dikmiştir ve e)mnonıik zümlenmesinde tekrar tekrar,

bağlamlarm �ö­

doğrudanlık ile soyutıa.n:ıamn birbirlerinin parç!tlan oldukları­ nı, ve bu 5zelliğin ekonomik olgulann yan sıma­

sında na81l dile geldiğini kanıtla.mıştır. 48


Burada konum� ancak değinen Çok kısa

bir açıklamayla yetinınek zorundayız. Marx, pa­ ra dolaşımı ile bu dolaşımın aracı, yani pata·ti­ c:arı.�t sermayesi arasındaki bağlamları.n, kapita­

Üat sürecin tümünün en ileri düzeydeki soyutla­ masın� meydana getirdiğini ve tüm bağıntıları sİHp süpüroüğünü göstermiştir. Şimdi bu bağ­ lamlan toplam süreçten bağınısızmış gibi, gö­ ründü.lderi biçimde, aldatıcı bağımsızlıklarına kan.arak ele alacak olursak, duşüneeden yoksun, tarriamen fetişleştirilmiş ,bir şoy\itlama niteli­ ğine bürünürler! «Patl getiren para. » Gelgele­ lim sırf btı lledenle kapitalizmin f�noıpen-yüze· y�nin doğrudanlığında takılıp kalan kaba ikti­ satçılar, bu feti�eştir.ümif soyutlama dünyasın­ c,ia, doğrudanlık görüşlerinin k$ll'ıtlandığı duy­ gusuna kapılıp sudski balı·k gibi rahatıayınca, iktisatçıdan toplumsal yeniden üretim sürecinin tümünü göz önüne alınasını isteyen ınarksçı eleşt·irinin «Ukalalığına:. öfkeyle karşı çıkınak­ tadırhr. Marx'ın Adam Milller için $Öylediği gi­ bi : Bunların bu konudaki melatekolikliğiJ her ıaman olduğu gibi, yiizeyin t� bulutlarını gür· mekten ve bu toza bulatım.tş olanı haksız oJarak g� dolu, anlamlı bir şey gibi g83termelerilıden ileri g-elmektedir. Bu soy düşüncelerden kalkarak, dışavurum­ culuk ü�i'ine yazdığım eski yazımda, dışavu­

rutnculuğu «g�ek'ten uzakİ&48n bir soyutla­ ma» diye nitelenıiştim. Gerçi : soyutlamasız sa­ uat olmaz. 01.abilseydi tipik nasıl meydana gele­ bilirdi ? Ancak -her hareket gibi-- soyutlamaf:: 4

49


nın da bir yönü vardır ve önemli olan bu yöndür. Belli bir yeri olan her gerçekçi [sanatçı] , gerek nesnel gerçeğin yasa demetlerine ulaşmak, ge­ rekse toplumsal gerçeğin daha derinlerde yatan, gizli, dola'ylınlı, algılamalara açık olmayan bağ­ ıarnıarına uzanabilınek için, yaş�ntınm içinden çıkardığı gerecini [ nıa.lı:emesini ] -soyutlama­ nın araçlarından da yararlanar:ı.k- işler. Ancak sözkonusu bağlamlar öyle hemen yü· zeyde b ulunınadıklanndan, ve bu yasa-demetle· ri çok düzensiz, karmaş-dolaş, sırf eğilime göre [gelişigüzel] işlediklerinden, hakiki ge�ekçi için sanat düzeyinde ve dünya görüşü düzeyin­ de olmak üzere bir çifte. çall§llla zorunluğu do­ ğar : Bir yandan sözkonusu bağlamların dilfün­ ceyle kavranıp sanatla canlandırılması, öte yan­ dan -bu ikincisi birinci çalışmaya sımsıkı bağ­ lıdır- soyutlanarak ele alınmış bu bağlamlarm sanatla örtUlınesi, yani soyutlamanın giderilme­ si gerekir. İşte bu çifte çalışmanın sonucunda [sanatla] canlandırılmış yeni bir doğrudanlık doğar ; yaşamın canlandırılmış, biçimlendirilmiş bir yüzeyidir bu ; öyle ki, her an özü açık seçik saydamlaştıTıp göst8T'ir bu yüzey (yaşanıın doğ­ rudanlığında rasıanmayan bir durumdur bu) ; ama gene de yaşamın yüzeyi, yaşamın doğ­ rudanlığı olarak görünür. Başka deyişle, yal­ nızca bu toplam bağlarolann karmaşası içinden yalıtılmış, kopanlmı.ş, öznel olarak algılanmış ve soyutlanarak yükseltilmiş bir uğrak olarak değil, yaşamın öz belirleyicilerinin tümünün yü­ zeyi olarak görünür. so


Bu, öz ile fenomen arasuıdaJci sanatsal di· yalektiktir. Bu diyalektik ne kerte zengin, çeşit­ lenmU,, dolaşık, «kurnaz:. (Lenin) ise, yaşamın canlı çelişkisini, toplumsal belirleyicilerin birliği ile zenginliği arasındaki çelişkinin c:ınlı birliğini ne denli güçlü kavrars l., gerçekçilik o denli bü­ yük, o denli derin olur. Peki bunun karşısında cgerçek'ten uzakla­ şan soyutlama:. ne anlama gelir ? Saydam olma­ yan, parçalan!lrak yansıtılmış, kargaşa içinde görünen, anlaşılmamış, ancP.k doğrudan yaşan­ mış olan dış-yüzey, nesnel bağıntılann hemen hemen bilerek bir kenara bırakılması ve yok sa­ yılınasıyla, düşünceyle bu düzey üzerine yüksel­ tilmeden saptanır. Gerçekte hiçbir yerde hareketsizlik [durgun­ luk] bulunmaz. Zihinsel ve sanatsal çalışına ya gerçeğe doğru, ya da gerçek'ten uzaklaşan yön­ de hareket etmelidir. Bu sonuncu hareket [ger­ çek'ten uzaklaşan] -görünürde çelişik gibi-.. ama daha doğalcılık'da ortaya çıkmıştı. Çevre­ crtam teorisi, fetişleştirilerek mit durumuna gelmiş bir kalıtım, doğrudan yaşamın sıradan­ lıklannı soyutlayarak saptayan bir ifade biçimi ve diğer bazı şeyler, daha burada [doğalcılık'da) öz ile fenomenin diyalektiğine sanatla yaklaş­ ınanın yoUarını tıkaınışlardır; ya da daha açık ifade edersek : doğalcı yazarlarda böyle bir [öz ile fenomenin diyalektiğine ] giden yolun blılu­ namamış olm�sı, sözkonusu ifade biçimini do­ ğurmuştu�. Her ikisi de canlı bir karşılıklı etki­ leşim içinde bulunmaktadırlar. 51


Bu nedenle doğalcılığın gerek fotoğra.fla, gerekse yazıyla öylesiQ.e [gel1Çeğe ] sadık kala­

rak yarısıttığı yaşam yüzeyleri, iç �etten yoksun, ölü kalmaktan öteye gideınemişlerdi:t -dutwnsal olmaktan öteye geçememişlerdir O zaman dıştan alabildiğine birbirinden değişik görünen doğalcı oyunlar ve romanlar nerdeyse birbirleriyle karıştırılacak denli birbirlerine benzerler ; (çağımızın en )>üyük sanat trajedile­ rinden birini bu bağlam içinde ele almak gere­ kirdi aslındıı. : Gerhsrd Ha.uptmann1ın o parlak başlangıçlarından sonra büyük bir gerçekçi ola­ mııyışınm nedenleri bu yönden araştırılmalıydı. ) Bunun yP.rl burası değil. Yalnız Doku�r ve Kastor ICürk'ün yuan için doğalcılığın ·bir kö­ rükleyic;. olmaktan çok bir engel olduğunu (on­ da doğalcılığın aşılma.suıın , doğalcılığın dünya­ görüşsel temelleı."inin öteaine geçmeden gerçek­ leştiğini) belirtmekle yetineeeğiz. .

Doğalc:ı. ift�.de biçimlerinin sanata getirdiği en�lleyici sımrlaın�arın ayrımına çabuk varıl­ dı. Gelgelelim, hiçbir zaman temelden bir eleştiri yöııeltilmedi bunlara. Soyut bir doğiı.tdanhğm karşısına, boyuna, başka soydan, s&de ona kar­ şıt, ama a.slında tıpkı onun gibi soyut bir doğru­ danlık çıkarılıp duruldu. Tüm bu gelişim çizgi­ sinin sanat kuranu ve sanat pratiği yönünden karakteristik yanlanndan biri, geçmişin, özü ge� reği hep bir önceki yönelimle sınıt"lanmasıdır: lzlenimeilik için doğalcılıktır bu geçmiş. vb. Böy­ lece teori ve pratik bu alab ildiğine dışsal (yij­ zeysel) , tamamen soyu� karşıtlık içinde sıkışıp

52


ka'lmt§tlr. Bu inceleme tarzı bizim taırtışmanı.ız

içine bile uza.pmıştır. Rudolf Leonhard d.ışa�� rı,ıın.cul\lğun tarihsel .zorunluğunu da böyle tü­

retiyor: <J; • • •çünilcü ka:tlDntıma.z, olanak81Z duruwı g6lm4' izZrmimciliğm oZU�Şt�rdıığu bu karşıtZt.k, �mcı4lwu.n nedenlmnden biridir.» Böyle

diyor ve bu

görlişü açık seçik; anlaşılır bi�

�ürdürüyor, anııı. diğer

nedenl ere

öyle

fazla so­

kulmuyor. GöMtnürde dı§a.vuruınculuk, da.ha ön• c� o�a� çıkmış olan edebi'yat yönelimlerine ltarşı çok kesin, diğerlerini dışta ,bırakan bir karşıtlık <ılU§turuy(lr. Dışavurumculuk özün or­

taya çıkanımasını kendi canl andırma ( anlatım) tarzının odak noktaısı sayar. Leonhard bunu dı­ şavurUınculuktaki «nihilist olmayan» yan di­ ye ta.nımlıyor. Ne var ki bu öz, geiçeğin, tüm sürecin nes­ nd özü değildir, Bu öz zaten salt öznel olandır. Şimdi burada dişavunımculuğun pek saygın ol· mayan e3ki ku:ramcılanna. el atacak değilim.

Ernst Bloch asıl dışavurumeuiuk ile hakiki ol·

mayanı birbirinden ayınrken özellikle bu öznel yanı vurgular :

c.Ozgün jds.şawrumcıduk

daha çok resim p.a�çalmnasıydı; orijiruil bakı.mjdan !da, yani ZOf'la: ryt.rt-tlıp parçalanan ve birbirine kavu,tu­ ruıoo· �e açı.,ında.n da, �"'!ff.rtılmış yü·

zeyd(�

Öz'ün özellikle ·böyle tanımlanması, onun bi­ le bile, üsluplandınlarak, bağlamlığından soyut­ lanara.k, bağıntılarından koparılarak, kendi ba-

53


şına yalıularak ele alınmasına yol açmıştır. Tu­ tarlı dışavurumculu��, gerçek ile her

bağıntlyı

yadsır ; gerçeğin olanca içeriğine öznel bir vaş açmaktan geri ltalmaz. Burada

sa­

Gottfried

Benn'in ne ölçüde gerçek ya da tipik bir dışavu­ rumcu sayılabileceği tartışmasına katılacak de­ ğilim. Ancak Ernst Bloch'un dışavurumculuk ve gerçeküstücülük

çalışmalarında öylesine

göz

alıcı, öylesine büyüleyici betimlediği yaşam duy­ gusunun, Benn'in Banat 1'e Güç kitabında

en

sert, en dürüst, en görsel ifadesini bulduğunu sanıyorum : «.

. .

Avrupa'da 19 10 ile 1925 arasında doğal­

cılık-karşıtından başka hiçbir üslup yoktu. Ger­ çek de yoktu zaten,

en

fazla bölük pörçü.k [ger­

çek] parçaları vardı. Gffl'çek, kapitalistçe

bir

kavramdı . . . Ruhun gffl'çeği yoktu.» Wangenheim da aslında kendisinin olmayan düşüncelerden bolca yararlan�rak yaptığı dışa­

vurumculuk savunmasında -tabii yalmzca be­

timleyici olmaktan öteye geçmeyen ve düşünce­ yi sonuna dek tutarlı götünneyen bir çal�ma;­ aynı saptarnalara gelip dayanıyor :

«Ortalıkta dtşavurımıculuğa uyarlı bir gfff'­ çek bulunmadığı için, öyle fazla bir şey başarıla­ madı (.

..

) kimi

dışavurunı.cu, ayakları altındo

her zemini yitirince, 1uwaya sıçrayıp bulutlara asılarak yeni bir dünyanın i8tedi.-. Buna karşın

zeminine ulaşmak

Heinrich Vogel'in

yazısında

nesnel-olgu'nun ve sonuçlannın açık seçik getirildiğini görüyoruz. Dışavurumcu

54

dile

soyutlo.-


manın doğru bilgisinden kalkarak doğru sonu­ ca vanyor : «0 (yani dı§aVUTUmC'.!luk) burjuva sanatı­ nın ölüm damsıy&ı. . . Dışavuru:mculuk •eşyaların 'özü'nü verdiğini sawı,yordu, ama vere vere çürü­ meyi verdi.» Gerçeğe yabancı, hatta düşman bir tavnn zorunlu sonucu olarak, cöncü sanabta, giderek· artan ölçüde, gelişim süreci içinde ilkece bir içerikNliğe, ilkece bir içerik-düşmanlığına va­ ran bir içerik-yoksulluğu, durm:ıdan büyüyen bir yoksulluk ertaya çıktı. Gene GQttfried Benn bu bağlanılığı en anlaşılır biçimde dile getiriyor : « . . . içerik kavramının kendisi de su götürür oldu. Içerik ne dernek, tüm bunlar eriyip çözül­ müş, bitmiş tii.kcınmiş, (yalnızca) görüntüyü dol­ durmaya yarayan Şe1J'ler -y-ü.reğin. rahatlıkları, duygu katı�rı, yalana kapılnwı töilerin oluşturduğu küçük bir aüril, yaşam yalan7Drı, umu t�, biçimden yoksun �eyler . . . , Okuyucunun d:ı bir yargıya varahileceği gi­ bi, bu betimleme Bloch'un yaptığı dışa:vurum­ cu ve gerçeküstücü dünya betimlemesine çok Y�­ kın düşüyor. Aslında Benn ve Bloch bu sapta­ malardan birbirine tamamen aykırı sonuçlar çı­ kanyorlar. Bloch kitabında yer yer, tanımını y1ptığı bugünkü dünya anlayışından kaynakla­ nan senat sorunsalını [ Problcmatik] oldukça net görüyor: «Böylece önemli yazarlar konularının içine doğrudan giremeyip, onu parçalty&rlar. Varolan dünya onlar aÇt81ndan öykü.lendirebilecekleri

55


-anlatıza:bilecek bi-r görünüm

ya.ln�a boşluk,

olUŞ,turmuyor;

. >>

Bloch bunun üzerine ·burjuvazinin devrimci döneminde Goet:tıe'ye değin uzanan yolu &raitı­ rarak şöyle devar.n ediyor ; «.Goet'lie'den srmtra eğitim(;i roman devam cdcceğine� Fransız desilltu�icmizmi geldi. Ve htjle bugün büyiik&urju1xwıl boşluğun içinde kusur· suz

kaTş.,.diilny(Uiiı) dünya olma'}#Jn dünyacia ya

da -y•ıkttntı'klr dünyasında fu;:l«şma' (uyuş-ma), somut yazarlar için ne bir tehlikedir, ne de ola­

naklıdıır. Buraikı

di'Yf.ılektik davrtm�tan. ba§ka

dav-r(Jtuşın [yeri yoktur] ,: Ya diyalektik kurgu Için gereç [malutne] oltı.<ıt'(fflWtıil;, y'o da onun Gdiyalektik kurgumı-ni !] deneyi olacaktır [bt.J, dcwranış] ( . . . ) ... Burada Bloch'la aynntılar üzerinde kavga ı edecek değiliz. Yani, ne diyalekUk sözcüğıünü sırf bireysel bir aıılar.:ı verei"ek kullanmasının, ne de düşleri yıkan romanı (Desillusionsroman) Goetlı.e'ye doğrudan -bağl8lnasının üzerinde du­ ruyoruz. (Zaten benim eski Roman Ku.rtım\'m, Bloch'un bu yamlgıaına katkıda bulunmanın ·:g\i­ nahım taşır. ) Şimdi sorun dalı.'\ önemli bir �­ de� O da Bloch'un, -değerietıdirİneye ters işa­ ret koyarak- edebiyat yapıtlannda öykürtün ve kompod.syonun, insanın nesnel gerçek ile Uişki­ sine bağımlı olduğu görüşünü ortaya atmasında. Buray.a dek her şey doğru. Bloch dışavurumcu­ 'lukla gerçeküstücülüğiin tarihsel hakkını (or­ taya çıkma hakkını) kanıtlamak isterken, �ö­ nemimizin eyleyen insanı ile toplum arasındaki

·

56


n�qel ilişkileri araştırınayıp -Jean Oh:ristCYph bu ilişkilerin bir eğitun.ci romana bile olanak ta­ nıdığını g:östetir--, belirli bir aydın tabakasının yalıtılar&Jt alınmış bilinç-dururnundan çıkarak, bugünkü dünyanın nesnel durumunu kuruyor ; tabii bu dünya ona, tutumunun k�ınılma.Z so­

nucu olarak, .-v.e ne yazık ki Benn'in düşünce­ lerin� de çok yakınl8.6arak- «diinya olmayan olarak görünüyor, Gerçeğin karşısında

dü:b.yıb

böyle ta:vır alım yazarlar için elbette «yerleşik, geleneksel türdeıı » hiçbir eylem. hiçbir kunna, hiçbir içerik, hiçbir kompoziayon mümkün de­ ğildir. Dünyayı y�ntılanna böyle g.eçiren in­ sanlann yaşam du;vgulannı dile getirmek i�in gerçekten de dışa.v\lıı(mculuk ve gerçeküstücü­ lük ancak biricik ol:ı.naklı ifade biçimleridir arbk. Dışavunımculuğun ve gerçeküstücülüğün Qöyle felsefe yoluyla aldanıp !>&.klanması, Bloch' un gerçeğe yönelnıek yerine, öylece hiç eleşt ir­ meden d.ışavurumculuğun ve get-çe.üstücülüğün �erçek karşısında pozunu renkli bir kavram di­ line dönüştürmesiyle, oldukça yaralanıyor. Tüm değerlendirmelerdeki bu kesin aykırı­ lıklara. kaJlın, Bloch'un belirli olguhrı saptanla­ sını gene de doğru ve değerli sayıyorınn·. Bloch, dışavunımculuktan gerçekUstücülüğe uzanan zorunlu gelişirtı çizgisinin göSterilmesinde tUm «ÖriQüler»in içinde en tutarlı olanıdır. Hatta kurgiıyU bu gelişim aşamaaının zorunlu sanat­ sal ifade biçimi ob�.rak görebilen ilk kez odur. (Üstelik kurgu."'lun yalnı.ıca ça�daş cöncü sa­ nat» akunında değil, çağdaş burjuva felsefesin57


de de bulunduğunu büyük bir zeka ustalığıyla kanıtlamış olması, onun bu konudaki onur payı­ nı arttırıyor.) Ve işte sırf bu nedenle de, tüm bu gelişi­ min gerçek-karşıtı tek yönlülüğü� onda, bu yö­ nelimin diğer düşünürlerinden çok daha net or­ taya çıkıyor. Bu tek yönlülük -ama Bloch buna değinmiyor- daha doğalcılıktl. varolan bir şey. !zleninıeiliğin doğalcılıktan farklı olarak ge­ tirdiği sanatsal ccililama:. [süsleme] , sanab

karmaşık bağlanndan, nesnel gerçeğin birbirine canlandırılıruş öykülerde

dolanmış yollannd'ln,

ve insanlardeki varlık lle bilincin nesnel diyalek­ tiğinden daha çok canndırmıştır. [kopa.rmış.. tır] . Sembolizm zaten bile bile seçilmiş bir tek­ yönlülUktür. Çünkü sembolün a:ı.Zam8al kı:ıbuğu

ile semboliin içeriği arasındaki ayrışıklık [he­ torojenlik] , öznel [bireysel] ça.ğrışımın dar, tek lıatk yolunda sembolik bağını kurabilir ancak. Kurgu bu gelişimin doruk noktasıdır ; bu ba.-. kımdan Bloch'un kurguyu tam bir kararlılıklı gerek felsefi, gerekse sanatsal yönden cöncü » edebiyatın ve düşiL'lcenin merkezine koymasını saygı He karşılıyoruz. Kurgunun ö� b içimiy­ le fotomontaj olarak şaşırtıcı, hattA arasıra güçlü bir ajitasyon etkisi yapması, özellikle, ta­ mamen aynşık ( heterojen] , nesnel olarak bir­ birleriyle hiç ilişkisi bulunmayan, yalıWarak [ bütünden] kopanlmış gerçek parçalannın şa­ şırtıcı biçimde bir araya getirilmesinden ileri gelir. İyi fotomontaj, iyi bir espiri etkisi yap:ır.

Ancak bu tek yönlü bağlama

58

-espiri

de yerin-


de ve etkili olsa bile- gerçeği (her ne kerte bu gerçek, gerçek olmayan biçiminde kavramyar­ sa da ), bağlamlığı (her ne kerte bu bağlamlık bağl anunzlık biçiminde formüle ediliyorsa da) ve bütünselliği (her ne kerte bu bütünsellik bir kargaşa. olarak yaşantıla§tırılıyorsa. da) can­ landınna. iddiasıyla ortaya atıldığı &lllda, sonuç­ ta yaratacağı etki derin bir tekdüzelik [mono­ tonluk] olmaktan öteye gidemez. Tek tek aynn­ tıla.r en alacalı bulacalı renklerle ışıldayabilir­ ler, �üm hiç de iç açıcı olmayacak biçimde gri­ dir ; tıpkı parçal:ın çeşitli renklerde göze çarpsa da, sokak ortasında topla.nmış suyun bir pis su birikintisinden başka bir şey olamayacağı gibi. Bu tekdüzelik nesnel gerçek-yansısının bir yana bırakılmasının, zengin bir karmaşa oluş­ turan bağlantılann birlik ve çokyanlılığının can­ l:ındınlması ve bu bağlantılerın tipler içinde yansıtılması için sanatsal bir çaba harcanması­ nın kaçımlmaz bir sonucudur. Çünkü bu dünya­ duygusu, canlandınlan yaşam gerecinin [mal­ temesinin] içinden, gerçek tabiatından bir kom­ .pozisyonun, bir yapmın ku.ııJ.:lmasın:ı, bir ses yükseltilmesine, )'a. da yükseltilen sesin kısıt­ masına olanak tanımaz. Eğer bu sanatsal eğilimleri yozlaşma [ çö­ küntü] eğilimleri diye tanımlarsak, hemen, «seç· kin akademicilerin cehaletinden ileri gelen bil­ giçliğe» karşı ·bir öfke ve kızgınlığın bağır­ tılan sık sık duyulur. Bu nedenle, bana karşı çıkanların bile öteki konularda büyük bir oto­ rite saydıkl� değt':l' ı· erdikleri, yozlaşma [ ÇÖ·· 59


küntü] konulannın uzmanı sayılan bir kişiyi , Friedrich Nietısche'yi yardıma çağınnama izin verin. «Her edebi yozlaşma. [çöküntü] neyle bell i olur ?» diye soruyor ve ya.nıtlıyor: « ( . . . ) yaşamın bunclın böyle llütün �e oturmam.a8t içın. S&cük � hale gelir ve ciiimlenin içimten fırlayıp gider: ciLftı.le ağtrlt.k kazanır ve yanın (aynntmın] anlamını kara1'­ tır�· yan [/aıY'Nntt] bütünü yok ederek ca:n :ka­ iJtü artık bütün değildir. Ama bu, zanır .ı.....:...bin

yoelaşmanın [çökü.ntünün] her üslubU için ge­ çerli bir denklemdir: Her keresinde atomların c.:narşim, iradenin da:muula.ğınıkltğı (. . ,) Ya§G­

gelmce, aynı o(.t71.lılı'k� yaşamın titreşimi ve borektJtliliği, en tcüÇÜk ne.mel�n ' içine zorla sıkıştı1't.lm-ış; gm kalan ise� yaşatJIUUm Y'Qksun" m!'ı

luk. Her yanda jt:ıç, acı, donuk'luR: YIJ da �­ manlık ile kargaşa var: Her ikisi de, örgütle­ menin tırmanılan biçimleri ne denli yi).k8ek8e, o denU göze batwı. Bütün ise artik hiç yaşa.m.ı_ yor; bileştirilmiştir o� ölçülüp hlçilmiştir, ya.. paydıt, bir g()zbağcüık'tan başka bir şey değil­ dir.»

Nietısche'nin oldukça kP.rakteristik bu be­ tinıi1 sözkonusu yönelimlerin sanatsal eğilimle­ rinin tıpkı Benn ve Bloch denli iyi bir betimidir. Ve dışavurumculuğun her türlü eleştirel yoru­ munu «kabalaştırma.� diye yadsıyan, dı.Şavu­ rumculu� teori ve pratiğinden alınan her ör­ neği, hiçbir şey kanıtlamayan kaba dışavunım­ culuk, diye görU.p kulak arkası eden Wald.en' den d ilediğimi z, Nietzsche'nin bu yozla.şma ku-

60


raınını, genelleştirilmiş �lsel biçim venne kUra­ nu biçiminde kullanışı kargısında tavır alması. dır :

«Naden yalnızca cümle kavraınabilsin de 8&­ aük kavranam.cısm 1. , . Ve yazarilar egemen Ol­ maya başladıkZ«rı iÇin, hemen sözcüğe aldınş 6t· mcksizin bi� cü:mı� '!/(ı:pıyorlm'. Ama sözcük ege­ men

oluyor. Sözcük cümJe.yi parçalıyur, böylece

edebiyat parçtı·YO.tııt'a döniiş'üyor. Yalnuca soo­ cüieler birleşiyOr'. Cümleler hep dağllfMŞttr. »

İşte bu ckaba�wrumcu» dil kuramı Walden'in eseri. Kuşkusuz ilkeler hani Joyce'da bile yüzde� bir tutarlılıkla sürdürülemez. Çünü yüzdeyüz bir ka.rgqa ancak delilerin ka­ fasına egemendir ve Schopenhauer'in bir kez haklı olarak ileri sürdüğü gibi, yf.i.zdeyiizlük bir kuşkuculu� ancak tımarbanede bulunabilir. An­ cak kargaşa. [kaos] öncü sanatın dünya görüşü dayanağını oluşturdUğundan, birbirine dayan­ miş., tüm ilkeler konuya yabanCı [maddeye ya­ bancı] bir gereçten türemiş olmak sorundadır­ lar. Bu nedenle bu kurgusal yo�a.r, bu bir araya toplama.lıi.r vb. ya.lnızca yedek parça. ola­ bilirler ancak, bunlar bir sanatm tek batlılığı� nın artmasından öteye anlam tqımazlar. 5.

� bu edebiyat yönelimlerinin doğuşu, ekonomıden, toplumsal yapıdaiı, emperyalist dö­ tıemin sınıf savQ.şımlarından çıkılarak �ıla­ cak bir şeydir. Bu bakımdan Rudolf Leonhard dışavunıınculukta zonmlu bir tarih8el fenomen 61 .


bulurken haklıdır. Ancak ünlü Hegel cümlesini şöylece değiştirip düşüncelerini sürdürürken ya­ rıyar:ıya haklıdır :

cDışavurumculuk (eskiden), yani bir manlar,

o

za­

zamanlar mantılclıydı.»

Her ne denli Hegel idealizmi, mantık kav­ ramı içine zaman zaman varolanın savunmasını yc:leştiriyorduys:ı. da, «tarihin mantığb Hege1' de bile böylesine basit değildir ; hele hele marks­ çılık için bu cmantıklılık:t ( tarihsel

zorunluk )

hiç de öyle kolay değildir. Tarihsel zorunluğun kabul edilmesi marksçılıkt a ne varolanın haklı gösterilmesi (hatta varolanın dönE'ıninde

bile)

anbmına geliyc;>rdu, ne de tsrihte kaderci zorunluğun ifadesi

sayılıyordu. En iyisi

bir gene

ekonomi alanından bir öt·Jlekle gösterebiliriz bu­ nu. Kuşkusuz ilk pr.ra birikiminin oluşması, ya­ ni küçük üreticiierin üretim araçlarından kopa­ rılmaları, proletaryanın yaratılması vb. tüm in­ sanlığa sığmaya n cana varlıklara karşın tarihsel bir zoruluktu. Gelgelelim hiçbir aklı

başında

marksçı, bu dön�min İngiliz burjuvazisini -He­ gel mantığının taşıyıcısı (gerçekleştiricisi ) ola­ rak kutlamayı düşünmez. Ve gene burada kapi­ talizmden sosywizıne geçişin kaderci bir zorun­ luğunu gönnek, hiçbir markaçının aklına

gel­

mez. Marx daha kendi döneminde devrinin Rus­ ya'sı için ilk birikimden kapitalizme geçme

yo.

lunun biricik kaçınılmaz yol f;S.yılmasına şiddet­ le karşı çıkmıştı ; ve bugün, Sovyetler Birliği'n­ de gerçekleştirilmi.ş sosyalizmin koşulları altın­ da, geri kalmış ülkelerin ancak ilk birikim yo-

62


lundan önce kapitalizme, oradan da. sosyalizme geçebilecekleri görüşleri ka.r§ı-devrimin izlence. sinden [programından] başka bir şey değildir. Kısacası Leonhard gibi düşünerek dışavunımcu­ luğun doğuşunu tarihsel bir 2:orunluk olarak ka­ bul etsek bile, bu hiçbir zaman onun sanat açı­ sından doğru, yerinde bir akım olduğunu, gele­ ceğin sanatı için kaçınılmaz bir uğrak, yaP' tQ.)I'& niteliği taşıdığını kabul etmemiz anlamına gel­ mez. Bu nedenle Leonhard,

dışa.vurumculukta

c:yeni gerçekçiliğin olanaklaştırıl'T11ıl&8ı yolu:nda insanın

sapt anmas ı ve şeylerin

tavlanmasını,

sertleştirilmesinh görürke.n ona katılamayız. Burada

Bloch

gerçeküstücülükde,

yaygınlaşmasındJ.

kurgunun

dışavurumculuğun

kaçınıl­

maz ve zorunlu sonucunu görmekte çok haklıdır. Wangenheim'a gelince,

o

d:ı dışavuruınculuk

içiaden sosyalist gerçekçilikte kullanılmak üze­ re yitirilmemesi gereken bir kalıt

çıkarmaya

çalışıyor. Dışavuruınculuktan kurtarmaya

ça­

lıştığı parçalan şöyle savunu�r :

«Ilk e olo:rak : .Dişavuru.mcuJuk tiyatrosu güçlü etki yaptıysa da, dünyayı bölük pÖ'TÇÜk yansıttı. Sosyalist gerçekçiliğin tiyatrosu, bi­ çimlerinin tüm çeşitliliği içinde, (gene de) birliği �·ansıtır. » Ve bu nedenle dışavurumculuğun, sosyalist ·

gerçekçiliğin temel yapı taşlanndan biri olması gerekiyor demek ? Bu gerekliliği verecek ne

es­

tetik, ne de mantıksal bir kanıt bulama.zsı­ nız. ( . . . ) Eski yazımda açık seçik dile getirilmiş olan

63


dışavunımculuğun tarihsel değerl'endirilnlesin. den hareket eden Bloch, şu suçlamada bulunu­ yor bana karşı : «Ustyapııda geleceği önceden yakalayan [Jıa:ber -veren] hhreketler gerçek ol�t, geç kapitalist toplumda öncülük (yenilikçı1ik) y(Jk• tur. � Bu suçlamanın kaynağı, Blqch'un bugünkü sanatın yolunu yalntZoa gerçeküstücülüğe ve kurguya giden yolda bulmasında yatıyor. Bu y� nelimin öncülük [yenilik.çilik] rolü tar4şılırsa, Bloch'a göre, topluınsa.l gelişim eğilimler� ideolojik düzeyde önceçlen saptanması olanağı da kabul edilın.iyor demektir. Ne ki bu doğru değildir. Marksçılık ideolo. jinin bu önceden görme işlevini her zaman ka­ bul etmiştir. Edebiyat alanmda kalmak istersek, Paul Lafargue'ın ::Marx'a dayanarak Balzaç'a iliş kin neler söylediğine bir kulak verelim : «Bt:ı.hac yaln1ZCa döneminin t()plum. tarihçi8i değil, aynı zamanda lhi'U8 Philippe [zamanı1l­ da] henüz embrio durumunda olatn ve cıncctk onun ölümünden sonnı, Napoleon III zamanın. da tammn-en gelişebilen peygaınbersi tiplerip. de yaratteı81ydı.» (Altını ben çizdim G. L.) Peki bu markaçı anlayış bizim dönemimiz için de geçerli mi ? Elbette. Ancak böyle cpey­ gambersi tipleri� � önemli g�lerde bulabiliyonız. Maksim Gorki'nin romanlarında, uzun öykülerinde ve dramlarında [oyunlarında) böyle tipler sürüsüne bereket. Sovyetler Birli­ ği'ndeki son gelişmeleri [ 1937] dikkatle ve net 64


bir .bakışla izleyebllen kimse, Gorki'nin «Sivri­ sinek » (Kaınora) , •Klim Samgin'in Yaganu :., cDo�Jtiyagev:. gibi yapıtlannda gerçek varlı,klL

şimdi tamamen su yıüzüne çıkabilmiş bir dizi tipi, Marx'ın anlamı�da önceden görıüp rı ancak

saptayabildiğini farkedecektir. . . Benzer örnekleri

Alınan edebiyatında

da

bulabiliriz. Heinrich Mann'm ilk yapıtlarını, söz­ gelimi

cUytuk» ya. da

«Profesör UJll'&bı ve öte­

ki birçok yapıtı düşünelim. Burada Alman bur­ juvasının ve demag�jiyle yolundan aaptınlmış

.A.Jmap. küçükburjuvasının sonradan faşizmle

müyle serpilip gelişen tiksindirici,

tü_

bayağı ..hay­

vanca bir dizi özellikleriıdıı cpeygamberce:. ön­ ceden bildirildiğini kim yadaıyabillr ? Ve bu açı. dan Mann'ın dV. Henri:. ka.rakterine ba.kılsın; gerçekten Y&i&llldaki gibi sahici, tarihsel yön.. den hakiki bir figürdür bu ; ama aynı zamanda, antifqist cephenin savaşıınıarı sırasındaki geli­ şim boyunc;ı&ı ancak faşizmin yenilmesi süreci içinde serpilip gelişen insancıl özelliklerin ön­ ceden ya.kalanm88ldır da.. Gene zamanunızdan 'bir karşı örnek alalım. Savaşa karfı ideolojik sava,ım,

en

iyi dışa:vu­

rumculann ana konularından biriydi. Peki çev­ remizde öfkeyle kuduran, tüm namuslu dünyayı tehdit eden yeni emperyalist sav&§ln [ 1931) ön­ ceden habercisi olarak ne kalmlfbr bu edebiyat­ tan geriye, Saıurıın hiç kimse bugün bu edebi­ yatm tümüyle eakiınif olduğunu. ve günümüze kesinlikle uygulaııam&yacağım yadsın:ıayaca.k­ tır. (Buna kaqın, gerçekçi' Arnold Zweig ÇGW.Ş

F: 5

65


Gri8oha'smda, Verdun Onürıd.6 �ğitWn.'ind.e, sa­ vaş ile onun arka planı arasındaki bağlambğı, « normal» kapitalist hayvanlığın savaştaki top­ lumsal ve bireysel deva.n1ını, boy göstermesini öylesine canlandırmıştır ki, yeni savaşın can alıcı yanlarından birçoğunu önceden haber ve­ rebilnıi.ştir.) Bütün bunlarda öyle gizemli [esrarengiz] ya da aykırı bir yan yok ; özellikle her sahici, önemli gerçekçiliğin özü ( yapısı) budur. Don Quijot(tdan, O!blomov'a, buradan da günümüzün gerçekçilerine uzanan böyle bir gerçel,tçilik ; ka� rakterierin yaratılmasına yönelmiş hir gerçekçi­ lik olduğuıu;lan, insanlarda, insanların birbirle­ riyle ilişkilerinde, insanların eylemlerini gerçek­ leştirdikleri durumların içinde, toplumun, ve hatta tüm insanlık gelişiminin nesnel gelişme eğilimleri olatak uzun dönemler boyunca etkin­ liğini sürdünnüş olan kalıcı, 8Ürekli ymüan aramalı dır.

Bu ooydan yazarlar gerçek bir ideolojik ön­ cülük [akımı] oluşturturlar; çünkü nesnel ger­ çeğin canlı, ama henüz gizlilikten kurtulamamış eğilimlerini öylesine derin ve doğru canlandırır­ lar ki, onların. canlandırmaları [yaratmaları] daha ilerdeki gelişiınce doğrulanır. Hani bu doğrulamayı, başarılı bir .fotoğrafın aslı ile öyle basit bir örtüşmesi, ona tıpatıp benzemesi an­ lamında değil de, özellikle gerçeğin çolt yanlı ve zengin bir biçimde kavraıunasının ifadesi, onun [ge�ğin] daha ilerdeki bir gelişim ibasamağın� da tamamen serpilip açılacak ve herkesçe algı-

66


lanahilirleşeoek bir fenomene dönüşecek yanla­ nnın, (şimdilik) yüzey altında gizlenmiş eği ­ limlerinin yansıması olarak düşünmeliyiz. öy­ leyse büyük gerçekçilikte, gerçeğin, doğrudan doğruya pek büyük önem taşımadığı halde, nes­ nel yönden o denli can alıcı, sürekli bir eğilimi· ni canlandırrn.akta:yız. Yani gerçek ile çok yanlı ilişkileri içindeki insanı ve özellikle bu zengin çok yanlılık, çok çeşitlilik içinde lot:ılwı olarnı, wü­ rakliyi [ canlandınnz] Ve öte yandan, gelişme­ nin, canlandırıldığı, dile getirildiği sıralarda he­ nüz filizimsi varlığını sürdüren ve [ içinde ba­ nndırdığı] tüm nesnel ve öznel olanaklan [be· lirlenimleri] gerek toplumsal, gerekse insana ilişkin yönleriyle açıp geliştiremeyen bİr eğilim de aynmsanıp [farkedilip] canlandırılır. Böyle .

eğilimleri yakalay-ıp canZo/nd4rml!.k, edebiyatta­ ki hakiki öncülüğün görev1dtr. Bir yazarın öncü akıma gerçekten girip ginnediğini gelişmenin kendisi gösterir; onun [yazann] insan karakter­ lerinin önemli özelliklerini, gelişme yönlerini, toplumsal işlevlerini OOğru, ayrım.sayıp, etkUeri kalıcı olacak biçimde canlandınnasına bakar bu. Herhalde şimdiye değin yaptığımız açıklama­ lardan sonra, edebiyatta böyle bir öncülüğü an­ cak önemli gerçekçüeırin oı�tu.rabilecekleri or­ taya çıkmıştır. Hani sorun, öznel yaşantıda dürüst bir ön­ cüWk duygusu taşımak değildir ; önemli olan ön­ cülük duygusu taşıyarak sanat gelişiminin önünde yürümeye çalışmak, dahası, ne denli göz kaınaştıncı olursa <>lsun, bir takım teknik yeni-

67


likler [yapmak] değil -.öncülüğün

toplumsal

V� insana iJiŞkin içmği, . cpeyganıberCe» önce­ den haber verilenbı. .gen.işUği, derinlikliliği ve. doğruluğudur. Kıaaca.sı : üstyapıda önceden haber bir hareket

tartışmanın

olanağının yadsmması,

veren

buradaki

odak noktasını oluşturmaz. Tartış· ma şu sorularda odakla.nmaktadır: Gelipeyi

kim önceden y.a.kal8Jl,l:ış, haber vertniştir?

Nasıl.

ve neyi haber vermiştir? Yukardaki çoğaltılması çok kolay kimi ör· nelderde,

natsal

günümüzün

önemli gerçekçilerinin sa­

neyi ÖJ:l­ gösterdik. Şimdi şu karşı SOnlY\l sorarsak : Dışa.vurumculuk neyi ön­ <lüzeyde, karakterler yaratarak

ceden haber verdiklerini

ceden ha.ber ve:rı:niştir ? Bloch'dan yalnızca şu ' yanıtı alırız : gergeküstücülüğü. Yani, toplumsal gelişm�leri insan karakterlerinde canla.ndıra.rak önceden haber vemıe yeteneğinden ilkJece yok­ sun

olduğu,

en büyük savunucularının

yaptık­

lan karakterietik ·ta.nımlamadan açık seçik bel­ li olan bir batka edelWyat a.kıımnı: cPeyga:mher­ si tipler:.in yarat,ılına.sıyla, ilerki gelişmelerin önceden gerçek anlamda yakalanınası ile, öneü­ lükçülüğün hiçbir ilişkisi yoktur, olımunıştJr� olam·az.

Eğer böylece edebiyattaki öncülüğün ölçii­ tii:nün ne olduğulıu anladıksa., somut �ların

ya.riıtlanınası da zor �lmayacakt.ır artık. Edebi­ ya.tn:nı� öncü kimdir öyleyse ? Gorki gibi «pey­ ga.m.bersi» canlandırmalan gerçekleştirenler mi ;

yoksa. doğalcıilktan gel'Çeküstücülüğe değin her

68


yeni modanın ba.ndobaşun gibi en önünde giden. her akımı modası geçmeden bir yıl önce «aş­ mak» için kasıla kasıla gezinen, tQprağı bol ol­ stm, Hermann Bahr mı ? Bay Bahr elbette bir katikatili-ii bu işin ; dışavurumculuğun inançlı savutıucula.nnı onunla bi:r tutmak aldıının ucun­ dan ,b ile geçmez. .A.ma. gerçek olan bir şeylerin k arikatürüdür o : Biçimci, içerikten yoksun, top--' lumsa.l gelişmenin büyük Sikıntısından kopmuş öncülüğün. Markaçılığın bilinen doğtulan�dan. biri, in­ sanın her faaliyetinin, eylemde bulunan öznenin faAliyetine ilişkin kendisinin ne dilşündüğüne bakılarak değil de, o faaliyetin nesnel olarak toplam bağlamlık içinde neyi temsil ettiğine ba­ kılarak yargılanabileceğidir. (ı) Öyl�yse her yönden bilinçli bir «Öncü» 61mayı isternek zorunlu olmadığı gibi ( kralcı Bal­ he'ı düşünebiliriz) , öte yandan sanatta devrim yapmaya, «kökten yepyeni» bir şey yaratmış olmaya yönelik en ateşli istek, en yürekten inanç bile, sırf istemede, suf inan� kaldığı sürece, hiçbir yazarı geleceğin 'gelişim efilimlerinin ha­ bercisi kılam.a$. l)

N'asıı bir bireyin ne

oldu�

fasından geçeniere bakarak karar

hakkında

onun ka­ böyle

veremezsek,

blr alt.flst olma dönemint de, o d{memin bilincine �­ k arak ysrgılayamayız. Bu bilinç daha çok maddi ya­ şamııı çell,kUerl�en hareket

edilerek,

üretim

güçle·

J'i ile üretim flişkllerl arasındaki *"evcut çelişklye da­ yanılarak açıklaıuhahdlr.

önsözUnden.

[K. Ma.:rx]>

(Politik Ekonommin Elştuisl ,..

69


6.

Bu eski b · ilinen hakikati çok güncel biçimde de dile getirebiliriz : Cehennemin yolu iyi niyet­ le döşenııMştir. Aramızda.n herkes kendi geliş­ mesini ciddiye alıp, gözünü budaktan sakınma­ dan nesnel bir eleştiriden geçirirse, bu eski, bili­ nen doğruyu ·ara sıra öğrenmektedir. Bu uygu­ lanıaya kendimden başlamak istiyorum. 19141915 .kışı : öznel olaralt savaşa, savaşın anlamsız­ lığına, insanca olmayışına, kültür ve uygarlığı yok ediciliğine tutkuyla karşı çıkma. Ç aresizlik­ le bezenmiş karamsar bir ruhsal durwn.. Kapita­ lizmin güncel durumunu Fichte'·nin anlayı§Ula uygun olarak cgüna.hki.rlığın tamam18.1lJlll41 ça­ ğı» diye tanımlama. Yani öznel dilek, itici bir karşı koyma'ya dönüşmüş. Bunun nesnel sonu­ cu : içi-dışı idealist mistisizm kokan, her yanıyla sapma kadar tepkici-gerici ve tarihsel gelişime ilişkin tüm değerlendinneleri yanlış olan Roman Kuramı kitabımdır. 1922'ye gelindiğinde, dev­ rim sabırsızlığıyla bezenmiş bir havanın heye­ canı. Kızıl savaşın emperyalistlere karşı sıktığı kurştJnlar kulaklarıının dibinde vızıldıyor hA­ la ; Macaristan'da yasadışılığın heyecamy­ la tirtir titriyorum ; varlığıının tek bir teli [parçası ] bile, ilk büyük devrimci dalganın geç­ miş olduğunu, komünist öncü [hareketin] ka­ rarlı devrimci iradesinin kapitalizmi yıkma ye­ teneğinden yoksun bulund�u hala kabul et­ mek istemiyor. Yani öznel temel : devriınci sabır­ sızlık. Nesnel sonuç : (bir ürün) Tatrih Ve 8ırı.ıf 70


Bilinci. İdealizminden, yansırna-kuramını eksik

kavra.yışında.n , doğadaki

diyalektiği

yadsıma­

sından dolayı tepkici-gerici bir yapıt. Elbette ben bu dönemde başına böyle şeyler gelen tek in­ san değilim. Tersine, kitlesel bir olay bu. Ve be­ nim şu önceki dışavurumculuk yazımda birçok­ larını ka.rşıma a.lmama 'yol açan görüşüm, yani dlşa.vurumculuğu USPD (2) ideolojisiyle bir bağ içine sokmam, aslında yukarda sözünü ettiğim eski doğruya [hakikate] dayanmaktadır. Bizim dış.avurumculuk tartışmamızda

dev­

rim ( dışavurumculuk) ve Noske -tam dışavu­ rumcu bir .biçimde- karşı karşıya konuyorla.r. Peki ama acaba Noske USPD'nin kararsız, çe­ kingen, komitelerin iktidan almalarını engelle­ yici, karşı tepkicilerin örgütlentnesine ve silah­ lanmasına göz yuman tutumu olmasaydı, kısaca USPD olmasaydı, devrimi

yani

bastırabilir

miydi ? USPD'nin varlığı zaten Alman işçileri­ nin duygusal yönden devrime en çok gönül ver­ miş, en köktenci kitlesinin bile, ideolojik bakım­ dan devrim için henüz donanmamış olduğunun 2) nn

Alman Sosyal Demokrat P$-rtJsi'nden ayrılania­

ltuxduklan grup ( Sosyal Demokrat Parti Birlifi ) .

1916 Martında 1 8 merkezci sosyal demokrat, bütçeye kınnızı oy verince partiden

atılırlar. Bunun üzerine

sosyal-şovenizme karşı açık seçik bir programı olma. yan Sosyal Demokrat !§çı Birli#f kurulur, Savaşa kar.

şı devrimci savaşımı yedsıyan,

kendisini

Sosyal

De­

mokrat Parti'nin bir parçası olarak gören, pasifist nl­ telikteki bu grup, partiden kapı dışarı edilince, USPD'­ yl kurar,

(Çev.) 71


parti düzeyindeki, örgüt düzeyindeki en belirgin i/adesiydi. Spartalma Birliği'nin USPIYden ya­ vaş. yavaş koptnası, ilkece yetersiz eleştirlai, Le­ nin'in daha başta.İı beri Spartaku.s Birliği'nde kı ­ yasıya elettirdiğ� Alman devrimindeki öznel etmenin [faktöi-un] zayülığııun ve gelişlnemlş­ liğinin önenıli bir yanmı dile getiriyordu. Elbette durwn tümüyle böyle basite in4ir­ genecek gibi değildi. Eski yazımda USPD'nin önderleri ile kitle arasında kesin bir ayınm '!Japrmştwn. Kitleler güdüce devrimciydiler. Nes­ nel yönden de devrimciydiler; sa.vaşla doğrudan ilgil'i işletmelerde, fabrikalarda grevler yapmış­ lar, cepheyi parçalıunışlardı ; devriınci heyecan­ lan Ocak devrimine yol açmıştı : Ancak ne olur­ sa olsun, ·kararsızdılar ve durumu '&çık seçik kavraın.Jş değillerdi, paça.larım önderlerinin de­ magojisine ka.tırdılar. önderlerinden kimileri (Kautsky, Bernstein, Hilferding) bilinçli karşı­ devrimcilerdi ; nesnel olarak eski Alman sosyal demokratlan ile işbölümü yaparak (bunu ken­ dileri itiraf etmişlerdir) burjuva egemenliğinin kurtarılması için kendilerine düşeni yerine ge ­ tinnişlerdi Nesnel anlamda gerçekten düriist devrimci önderiere gelince, bunalım döneminde devrime yöneltilın:iş .bu sabota.ja karşı etkili bir direnişte bulunma yeteneğinden yoksunklular. Öznel (kişisel) düriistlüklerine, karşı koyu.şla­ nna ka.rşın, sağ önderlerin halata e.sıJınalanna engel olmadılar; dirençleri giderek bir kınl.ma­ ya, kopmaya, USPD'nin pa.rçalann:iasma, SQ­ nunda da. kendi sonlanmn hazırlanmasına en72


gel olmadı. USPD hareketinde gerçekten dev­ rimci eğilimler, USPD'·nin, USPD ideolojisinin parçalanmasına çalışanlardı. Peki ya. dışa.vurunıcular ? Onbr ideologlar· dır. önderler ile kitleler arasıma dururlar. Ki­ şisel [öznel) olarak çoğunlukla ham, belirsiz, bula.n.J.ık, kann akanşık ina.nçl at ve düşt.inceler taşısılar da, dürüsttürle r. Ama a.ym zamanda, bir tek o ham devrimci kitlelerin kendilerini alama.dıklan ka.yPa.klıktan başka, çok çeşitli kUşı-devrimci parolaların kolaylıkla kullana.. bileceği tüm olasıl tepkici-gerici önyargılarla da tıka basa doluydular. (Soyut pasifizm, şid­ dete ba.şvurmama ideok>jisi, burjuvazinin so­ yut eleştirisi, anarşist çllgınlıkl ar vb. ) Ve ideologlar olarak, bu belirli geçiş . durumunu, gerek düşün.ce, gerekse sanat dür-eyinde dura­ ğanlaştırdılar. Ve devrimci açıdan bakıldığın­ da, bu bazı b&kımlardan k:ir&r81Z, sallantılı USPD kitlelerini n içinde bulundukları ide­ olojik geçiş durumundan çok daha gerici bir geçiş durumuydu. Ancak böyle ideolojik bir geçiş dunıınunun devrimci a nlam ve önemi aktŞ içinde bulunmasından, ileri doğru zorlaınasm­ dan, kendini ��ndan [ bir yerde yerleşmemesiııQen] ileri gelir. Bu geçiş id�lojisinin dıgavurumculu'kça gerek sanat, ge­ rekse düşünce düzeyinde durağanlaştınlması, hem dışavununcula.rı·n kendileri, hem de onla­ rın etkisi altında bulunanlar bakımından , bun­ ların devrimci- yönde :YrürüJnelerin i engelledi. Sallantılı geçiş ideolojilerini·n sistemleş.tirilme73


sinde hep raslanan bu .zararlı etki, d.ışavurum ­ cuh.ı.kta özel bir gerici-tepkici nitelik kıı.za.nmış­ tır. Bir yandan hitlerciliğin o debdebeli, bol ke­ seden atan iddialarında, ukalalı.klanda, hakikatler biçimindeki vaazlarında

ebedi

beliren bu

gericilik-tepkicilik, dışavurumculuğun

devrim

yıllarındaki yapısının ( özünün] belirtilerinden­ di.

öte

yandıı:n

dışavurumculu.kta, yanlış

limlerin sanatm derinden

eği­

kucakladığı bir ger­

ıçeğin yardımıyla denetlenmelerinin ya da a.şıl­ malarının engellenmesi sonucunu doğuran

ö�

gül-gerçek karşıtı eğilimler, dışavurumculuğun bu özelliğine yol açmışlardır. Gördüğümüz ·gibi dışavuıiımculuk, sıkı sıkı­ ya sarıldığı doğrudanlık anlayışına gerek

sa­

nat, gerekse dünya görüşü düzeyinde uyduruk bir derinlik, uyduruk bir tamamlanmışlık zandırmak isterken,

ka­

böyle bir geçiş ideolojisi­

nin durağanlaştınlmasıyla zorunlu

ılıağlamlık

içinde bulunan tüm tehlikeleri de artınr. Eğer dışavurumculuk gerçekten de

ideolo­

jik bir etkinliğe sahip olmuşsa, etki altına al­ dıklarının

devriınci

olumlu yönde

aydınl.anma

körüklememiş,

süreçlerini

tersine, bu süreç­

leri engellemi.ştir. Bu etkisi de USPD ideoloji­ siyle aynı çizgide yürür : Her ikisinin de aym gerçeğe çarpıp parçalanmalan rasıantı değildir. Eğer, Noske'nin yengisi dışavurumculuğu da yıkmıştır, deniyorsa, .bu, gerçeğin bağlamları­ nın dışavurumculuğa özgü biçimde

basitleşti­

rilmesidir. Dışavurumculuk bir anlamda birin­ ci devrim dalgasının sonuyla birlikte hatıp git-

74


miştir ve bu devrimin sonuca ulaşmamasında USPD ideolojisinin suçu büyüktür. Bir başka anlamda da, olgunluktan uzak başlangıç döne­ minin devrimci gevezeliklerinden gittikçe daha güçlü kurtulmaya başlayan kitlelerin devrimci bilincinin arınm.asıyla [ aydınlığa kavuşma.sıy­ ia) çökmüştür. Almanya'da dışa.vurumculuğu yalnızca ilk devrimci dalganın yenilgisi değil, aynı zaman­ da proleter devrimin Sovyet Rusya'da gerçek­ ten yerine oturması da tahtından düşürmüştür. Proletaryanın egemenliği ne denli sağlamlık ·ka­ zanmışsa, sosyalizm Sovyetler Birliği'nin eko­ nomisine ne denli kapsamlı ve derinliğine yer­ leşmiş, emekçi kitleleri kültür devriminin kapsa­ mına ne denli köklü ve yaygın almışsa, «Öncü sa­ nat» da, Sovyetler Birliği'nde gittikçe güçlenen gerÇekçilik tarafından o denli güçlü ve hiçbir umuda yer bırakmaksızın geri itibniştir. öy­ leyse dışavurumculuğun yenilgisi son tah­ lilde devrimci kitlelerin olgunluklarının ürü­ nüdür. Mayakovski ya da bizdeki Becher gi­ bi şairlerin gelişim yolu, dıpvurumculuğun ölü­ münün hakiki nedeninin kitlelerin olgunlaşma­ sında aranıp bulunabileceğini özellikle gösteren örneklerdir. 7. Tartışmamız katıksız edebiyat tartışması mıdır? Sanıyorum ki, değil. Bu tartışmanın en son dayandığı yer, hepimizi ilgilendiren, hepi­ mizi aynı ölçüde harekete geçiren politik bir 75


sorun açısından önemli sayılmasaydı,

sanıyo­ rum edebiyat yönelimleri ile- onlann kuramsal yönden açıklanmalan arasındaki çekişme böy­ lesine geniş dalgalar oluşturmazdı : Halk cep·

hesi oluşmazdı.

Bemhard Ziegler çok sivri bir biçimde hcıik· sorusunu tartışmaya so­ kuyor. Her yanda. bu soru'nun yol açtığı . heye­ canı duyuyoruz ; kuşkusuz bu yoğun ilgi olum­ lu bir şey. Bloch dıŞavururnculukla birlikte halkçılığt. da kurtarmak istiyor. Diyor ki;

{J'llık ( halka özgürlük)

Dışavuru.mouluğun halka yalxıncı boşyüc� liği [gurunı] hiç yoktu, cLaJuısı tam ter8'i: cMa­ 'Vi ıBinici» tablosu (') MurtUJCi (yfn'Eirimn) oam süslemelerini kopya edR!r/ [bu ıtoblô] en OO.,ta dluyguland4�, inanıt.l1'114?: ve giz dolu köylü sa­ natına, çooukla:l'ın t>e tutukluların restmleriıne, aıcıı hastalannın §<!Şıri'ICJ belgelerine, ilkeUerin sanatına bakışa yoı a.çıtl. Böylesine bir halkçılık anlay1şıyla her şey

ilkel cüriliıle­ rin:. [sanat ürünleri] ideolojik seçimden yoksun ola.ra,k, artistik ölçütlere göre, ağız tadına göre kabulü [toplanması] değildir. Gerçek halkçıh­ ğın bütün bunlarla ilgisi yoktur. Ö'yle olsaydı, cam resimleri ya da zenci plastiği toplayan her «meşe odunu:., k afayı üşütünce insanın me­ kanik aklın ' bağlanndan (zincirlerinden ) kurtu,lkarmakarışık oluyor. Halkçılık

3) (Çev. ı 76

Alman

t>ı.aVtırumcu-

ressaım F.

Marc'ın yapıtı


masını kutlayan her züppe, halkçılığın da öncü savaşçılanndan ,biri olurdu.

Kuşku$UZ bugün doğru bir halkçılık anla­ yışını saptamak oldukça. güçtür, Çünkü halkın yaşamının, k apitalizmin aslında ilerici olan eko­

nomik etkenleriyle parçalanması, halkın dünya görüşünde, sanat ça.lışmalarıtıda, zevklerde, ah­ l!ksal yargılarda. bir güvensizlik yaratmaktadır -demagojik zehirlenme olanaklarım doğur­ mak; tadır Ve halk üretiminin eski ürünlerini geli.şig:üzel, seçmeden kendimize yaklaştırma­ mız, her durum ve koşul altında, her bağlamlık içinde kesinlikle ilerici bir tutum olmadığı gibi, halkın her türlü engele karşın gene de yolunda ileriye yöneien canlı g.üdülerirıi körükleyici bir çağrı da d8ğildir. �e aynı nedenlerle, bir eqebiy•t ürününün ya da edebiyat yöneliminin genjş bir yaygınlık gösterınesi de, onun halk­ çılığ� bir ölçütü olamaz. Gerek geri kalmış gelertaksel sanat türleri ( cyutt.ıaaııatı » gibi) , gerekse kötü modern türler (polisiye romanlar gibi) , herhangi bir yönden gerçekten haılkÇt alınamakla birlikte, alabild iğine y.aygınlık gös­ teren türlerdir. Ne var ki, tüm bu karşı çıkmaların ve kay. gılann haklı bir yanı da vardır ; günümüzün gerçek edebiycıtt.ndan. neyin ne ölçüde kitlelere netilebildiği önem1idir. Peki son on yıllann cön­ cülil'kçü . akımından hangi yazar bu yönüyle Gorki ile, Anatale France, Romain Rolland, ya da Thomas Mann ile karş.W..ştıtılabilir ? Sanat­ s:ıl düzeyi böylesirte yüksek B'lllk ldenbroo Aile.

-

77


si gibi bir romanın milyonlan bulan baskısı he­ pimizi düşün(lürmelidir. Halkçılığın tüm sorun­ salı, burada derlenip toparlanamayaca.k denli «geniş bir alan� oluş�unır. Burada halkçılığın iki uğrağma değinmekle yetineceğiz ; hani bun­ ları da tüketici bir biçimde ele alma bilgiçliğine kesinlikle sapmadan tabii. Şimdi önce kalıt [ miras] ilişkisi. Halkın yaşantısıyla kurulan her canlı iliŞki içinde ka­ ht [miras] , ilerlemenin harekete geçirilmiş sü­ reci d�ektir ; gerçek anlamda bir yaşatma, (sentez kurarak) aşma., koruma, halkın tüm geleneklerindeki, acı ve sevinçlerindeki, devrim geleneklerindeki canlı, yaratıcı güçleri daha yüksek düzeye çıkarma demektir. Kalıt ile can­ lı bir ilişki içinde olmak demek, halkın bir ço­ cuğu olmak, halkının gelişim akıntısıyla sürük­ lenmek demektir. İşte Gorki Rus, Romain Rol­ land Fransız, Thomas Mann Alınan halkının bi­ rer çocuğudurlar. Yazılannın içeriği ve sesi, tüm bireysel özgünlüklerine karşın, tüm yapa.y­ lıktan, yapma.cılıktan, .seçip-toplayıcılıktan, il­ kel zevklere yönelik olmaktan unk yanlarına karşı:n, yaşamın içinden çıkınışlardır, halkları­ nın tarihi içinden çıkmışlardır, halklarının ge­ lişiminin birer ürünüdürler. Bu nedenle, yazı­ larının sanat düzeyindeki yüksekliğe karşın, öy­ le bir hava egemendir ki onlarda, bu hava halkın geniş kitlelerinde yankısını bulacaktır ve bul­ muştur. •Öncülükçülüğün» kalıt karşısındaki tavn ise bup.un kesin karşıtı bir durumu oluşturur. 78


öncülükçülüğün halkın .karşısındaki tavrı , büyük bir haraç-mezat satışı karşısında takını­ lan tavır gibidir. Bloch'un yazılan kanştırıla­ cak olursa, kalıtlardan ve kalıttan söz edilirken, ancak şu ifad.elerin kullanıldığı görülecektir: «Kullanılabilir kalıt parçalan,:. cyağmalamak » vb. Bloch, bu sözcükler kaleminden rasla.ntıyla kaçınış olamayacak denli bilinçli bir düşünür ve ü.slupçudur ; bu sözcükler kalıt karşısındaki genel bir tavn dile getirir daha çok. Bloch için kalıt, içini gelişigüzel kanştınp eşeleyebileceği­ niz, içinden o an için kullanılabilecek gelişigü_. zel parçalan kopanp alabileceğiniz ve gene an­ lık gereksimnelere göre gelişigüzel birbirine bağlayabileceğiniz ölü bir yığındır. Bu dilijünceyi Hanns Eisler �loch'la birlik­ te yazmış olduğu bir makalede �k belirgin bir biçimde dile getinniştir. Haklı olarak Berlin' deki Don Carlos göst�ine hayran olmuş Hanns Eisler. Gelin görün ki, Schiller'in ger­ çekten ne olduğunu, onun gerçek büyüklüğünün, sınırlanrun, engellerinin nerede bulunduğunu, kendi halkı olan Alman halkı için ·ne anlam ta6 şımış olduğunu ve hali hangi anlamı taşıdığını irdeleyeeek yerde ; Schiller'in halkçı-ilerici et­ kisini, halk cephesinin, Alman halkının kurtu­ luşunun silihı yapmak bahanesiyle gerici-tep­ kici önyargılar çöpünün nasıl ayıklanması ge­ rektiğini düşünecek yerde -tüm bunla.n bir yana bırakıp, sürgündeki yazarlar için kalıtla ilgili şu eylem izlencesini [prcıgramıru ] düzen­ li'yor : «Peki A'lmanya dlşmda.ki görooi'l'ltıW mı-

79


dir acaba1 Bell�r ki, böyle bir saıvaşıma elv&

rişli olan klasik. gerecin [mal.ze:men-fn] ayıklan­ masına ve ha.zıırlannlasın& ']#:ınilt.m etmek ZOT'Un­ da� YaltU2'Ca. • Eisler, klasikleri antifq.ist bir «.Büch­ mann,. a parça parça ayınp, sonra «elverişli parçaları:. birleştirmemizi öneriyor. Alman hal­ kının parlak edebiyat ge.çmişi karşısında, bun­ dan daha. yabancı, dahP. boşyücelikli, daha �­ dedici davranılama.zdı. Halkın yaşamı nesnel olarak süreklidir. «ÖacülükQ�ler:.ilxki gibi devrimlerde, �nızCa. ça tl&klık, kopukluk, tüm geçmişi yok etmek is­ teyen, büyük, parlak, görkemli geçmiş ile her sürekliliği (bağı) kopartmak isteyerı feli.ket­ lerden başkıı bi·r şey gÖf1neyen öğreti, Cuvier' . in öğretisidir, yoksa Marx ya. da. Lenin'in değil. Bu öğreti, refonnculuğun evrim öğrıeüeinin anarşi st bir tamamlayıcısıdır. Evrim öğretisi yalnızca sürekliliği görürken, öteki yalruzca. çatkıklan, '/oof».Uduklan, uçunıın ve felAketleri görür. Oysa tarih, Biirek:lilik ile kesikliğitı) ev.

rim ile devrimin oanlı diyalektik birliğldir.

Burada. da önemli olan, her yerde olduğu gibi, doğru görülmüş, a.nlaşıtınış, tçeriktir. Le­ nin kalıtçı kalıt anlayışıyla ilgili olarak şun­ l an söyler : cMatrk$Çıl4k, devri'lt'l.Oi proletaryaıtWı 1/leolo­ ji.!i olQ..raJc dünya-- tarihsel. anlamını [ötWımini] , burjuva döneminin en değerli .kuGmmlarım hiç de yad8tmayıp, terrine, i�an dii.şiince8i1tin iki bin '!f'lı aşbn gelişiminin ve insanlık kiilffi-

BO


rünıün d.e;ğer'IA olan herr şeyini kendisine mal ft­ meri ve iŞ:leyip değerlentUrmeriyle dde etmi§­

tir.» öyleyse, önemli olan, bu gerçekten değerli olanın nerttıe aranınası gerektiğidir. Eğer soru halkın yB§&.nbsıyla ve onu·n ile­ rici eğiliml�riyle bağlambkları içinde, yanı doğ� nı ele alınmışsa, bizi oııganik olarak ikinci so­ ru küme'sine, yani �çilik Sörtilarına götü­ rür. cöne1llükçü:. sanat kuramlannm yoğun et­ kisi altında kalan modern halk sanatı anlayış­ lan, halkın sanatsal fılaıiyeti içindeki en-ilk gerçekçUigi ilgi alanının kıyı ve bucağına it­ ın.işlel"dir tümüyle. Gene bu soroyu da burada eiJine boyuna a.çmamız olanaksız ; dogru bii· noktaya dikkati yöneltmekle yetiım:ıeliyiz. Burada edebiyatı yazmaktan söz ediyoruz. Ve Alman tarihinin trajik akışı sonucu , edebi­ yatımı.zdıa.ki [Alman eQebiyatt ) halkçı-gerçek­ �� yönelimin, İngiltere, Fransa ve Rusya'da uzun süre güçlü olmadığım uımtmamalıyız. Anıa özellikle bu olgu, en yoğun dikkatimizle Alman geçmişinin varolan halkçı-gerçekçi edebiyatma eğibnemiz, onun yaşamı körükleyen üretken ge­ leneklerini ayakta tutmamız için bize gayret vermeli. Ve eğer bu yönü tutacak olursak, tüm «Abnaıı sefaletbne kar""' bu halkçı gerçekçi edebiyatın, söıgellıni Grimmelşhausen'in Bimp­ li.zissimus'u (" ) gibi dev bafY,apıtlar yarattığı•> Simpllztua Simplizi.Batmuaı Gnmmel!hausen'ln 1669'd a yayımlanan rornanı, Eserin amacı , okuyuc�ya,

F: 6

81


nı görürüz. Bu başyapıtın parçalanmış ögeleri· nin kurgu değerini takdir etmeyi Eisler'e bıra­ kalım ; bu başyapıt, yaşayan Alman yazın-ya­ pıtları bakırnından büyüklüğüyle (ve sınırla· rıyla) yaşayacak ve güncel bir bütün olarak varlığını sürdürrneye devam edecektir. Çünkü ancak gerçekçiliğin geçmişteki ve günümüzdeki başyapıtıarına bir bütün olarak bakmayı becerebilir, onlardan öğrenir, onlann yaygınlaşması için çaba harcar, doğru anla�J�l­ rnalannı sağlarsak ; büyük gerçekçi canlandır­ manın güncel, kültürel ve politik değeri dile ge­ lir: «Öncülükçülüğün:. -özellikle espri anla­ rnındaki- tekyanlılığına karşın, gerçekçiliğin tükenrnez çokyoolılığı. Okuyucu, Cervantes ve Shakespeare'e, Balzac ve Tolstoy'a, Grimmels­ hausen ve Gottfried Keller'e, Gorki, Thomas Mann ve Heinrich Mann' a halkın geniş kitlele­ rinden, kendi yaşantısından giriş bulur. Büyük gerçekçiliğin yaygın ve kalıcı etkisi, özellikle bu giriş olanağının -diyebiliriz iki- sonsuz sa­ yıda kapıyla sağlanmış olmasıdır. Canlandır­ manın zenginliği, insan yaşamının tipik görü­ nüş tarzlannı doğru ve kalıcı olarak kavrama, bu başyapıtıann büyük, ilerici etkisini oluştuinsanın Tanrı'ya ve dünyaya

karşı takındıgı deAi§ik

tutumlan

göstennektlr. Otuz yıl

allegorik

biçimde

sava§lan romanda yalnız bir dekor olarak bellrmez; bir yandan da bu olay aracılı�yla bireyin dengesizlik­ leri ve tutarsızlıklan yanaıtılmak istenir. Kitabın al­ tıncı bölümü Alman edebiyatındaki ilk \l:robimıonad»tır.

(Çev .)

82


nır : Bunların okuyucuları, sözkonusu yapıtlan benim.sedikleri süreç içinde, kendi yaşantılarını ve yaşam deneyimlerini aydınlığa kavuşturur­ lar, insansal, toplumsal ufuklarını genişletirler ve canlı bir insancılık sayesinde, halk cephesi­ nin politik parolalannı kendilerine mal etmeye, bunların politik insancılığını kavramaya ha.zır­ lanırlar ; insanlığın büyük ilerici ve demokratik gelişim çağlarının gerçekçi sanat yapıtınca ile­ tilen anlayışı, halk cephesinin savunduğu yeni tip devrimci demokrasi için geniş kitlelerin ru­ hunda verimli bir zemin hazırlayacaktır. Anti­ faşist savaşım edebiyatı, bu toprağın içinde ne denli derin kökleşmişse, o denli derinden te­ mellendirilmiş, örnek alınacak ya da nefret edilecek karakterler yaratacaktır �bu edebi­ yatın hxılktaki yankı8t o denli güçlü olacalctır. Joyce ya da cöncülükçü» edebiyatın öteki temsilcilerine ancak �k dar bir kapı açılmak­ tadır : Orada ne olup bittiğini anlayabilmek için «belirli bir hileyi çözmek:. gerekir. Ve büyük gerçekçilikteki kolay giriş yolu insan için zen­ gin bir kaynak oluşturduğu halde, halkın geniş k itleleri cöncülükçii :. edebiyattan hiçbir şey öğ­ renemezler. Özellikle bu edebiyatta. gerçeğin kendisi, yaşamın kendisi bulunmadığı için, oku­ yuculam (politik deyimiyle : tarikatçı bir bi­ çimde) yaşamın dar ve öznel bir a,nla.yışı zor­ l a kabul ettirilirken ; gerçekçilik, canlandınl­ mış zenginliğiyle, okuyuculann koyduğu sonı­ lara yanıtlar getirir -yaşamın koyduğu sonı­ lara yaşamın kendi yanıtını verir! Buna karşın,

83


akl·a kara'yı seçerek anlaş.ılınasına çalışılan ön· cülükçü sanat için, gerçeğin öylesine öznelleşti­ rihtı·iŞ, çarpıtılmış ve saptınlııuş yankılan, ıııh durumuna göre [ dile getirilmiş] yankıları var­ dır ki, halktan gelen adam bunlan ölse kendi yaşam deneyimlerinin diline çeviremez. Halk yaşantısıyla canlı ilişki, kitlelerin ken­ di yaşam deneyimlerinin ilerici bir tutunıla ge· liştirilınesi ....l...,. şte budur edebiyatın büyük gö­ revi [:nıisyonu] . Genç Thomas Mann'ın batı Av­ rupa edebiyatının sorunsalını ve yaşamdan kop­ muşluğunu yapıtlarında acı acı eleştirerek, de­ rinlikli ve yaratıcı bir eleştiriyle edebiyat .bağ­ lamı içindeki doğru yerine koyması, 19. yüzyılın Rus edebiyatına. «kutsal edebiyat» demesi bir rasıantı değildir. Burada sözkonusu edilen, i§" te özelUkle ya.şamı uyandırıcı bu halkçı ilerici­ liktir. Halk cephesi demek : gerçek halkçılık için savaşım vermek, kendi halkının tarihsel olmuş, tarihsel anlamda kendine özgü oinıuş yaşantı­ sına çokyanlı bağlı olmak, demektir ; Pu. halk yaşantısı içinden yeni, politik, etkili bir yaş.a.m.ı · .uyandıraca.k ilerici eğilimleri, tutunulacak yer­ leri ve parolalan bülmak demektir. Halk yaşan­ tıı:nnın tarihsel kendine özgülüğünün bu canlı kavranması, anlaşılması, kendi tarihinin eleş­ tirisini de elbette dışta bırakmaz. -Tersine : böyle bir eleştiri kendi tarihini tanımanın, bil­ menin, kendi halkının yaşantısım gerçekten an­ lamanın �lu bir sonucudur. Qönkü ilerici demokratik eğilimler hiçbir halkta mükemmel,

84


eksiksiz ve a.şınmasız yeri ne yerleşmiş değildir, hele Alman halkının tarihinde bu hiç olınamış­

tıt. �riciliğin ve demokrasinin yoğun tıkanık­ hklannı6 tutukluluklarını (gerek politik, gerek­ se kültürel alanda) emperyal�t dönem yarattı­ ğı için ; bu sürec in politik. kültürel ve sanatsal çöküntü fenomenlerinin (belirtilerinin) sıkı bir elefl.i:rbd, gerçek halkçılığa geçit açmanın

zo­

runlu bir ögesidir. Sanat alanındaki en temel çöküntü gôrüniıin;ıleri arasında, --bilerek ya da bilxn.kyerek- gerçekçiliğe karşı savaşımı, bir de buna b�lı olaııı.k ortaya çıkan edebiyat ve sanatın fakirlc§m.esi v.e yalttilfl'llı81nı

g:östere­

biliriıı:. İncelememizde, bu çökü ntü sürecinin hiç­ bir zaman kaçınılmaz bir yazgı gibi kabul edil­ memesi gerektiğini, bu çöküntüyle, yalnızca po­ littk ve ·kuramsal yönde değil , aynı zamanda sanatsal ()(mlandtrma (yaratma) -.raçlarıyla da ' her yanda savaşım vere güçlerin, canlı güçle,. n rin harekete ge�tiğini, bugün de hareket halin­ de olduğunu gördük. Görevimi�, köklü ve önem­ li gergtikçiliğWı. bu olumlu güçlerine yönelmek­ tir. Sürgünlük, Almanya'daki ve öteki ülkeler­ deki. halk cephesmin savaşımlan, ·bu eğilimleri zorunlu ol arak güçlendirmiş,.,.. Burada, deği­ şik çıkış noktalarından kalkarak, bu yıllarda özellijtle dünya görüşü ve edebiyat değeri bakı­ mından eski yıll ıu-dan daha büyüyen Hemrich ve Thomas Mann'ı örnek almamız yeter. Ancak $Özkonusu olan, antifaşist edebiyattaki yaygın

85


bir gelişme eğilim1/clir. Halktan kopuk tarihsel bir öznelciliğin belirli eğilimlerini aşmak ve ger­ çek halk yaşantısın1n sorunlarını kendisine mal edip canlandırmak amacıyla ne denli canla baş­ la çabaladığını görmek için, Feuchtwa.nger'in «Oğullar:.ım, «Yahudi Savaşı» ile karşılaştır­ mak gerekir. Bundan kısa bir süre önce Alfred Döblin Paris SDS'de bir konferans verdi ; kon­ feransın, edebiyatın politik-tarihsel güncelliği­ ni vurgulaması ve Gorki tipi gerçekçiliği örnek gerçekçilik sayması, edebiyatımızın gelişmesi bakımından küçümsenmeyecek bir değer taşır. Ve Brecht, «SöZ» dergisinin üçüncü · sayısında, faşizmin insana-karşılığına karşı, çok sesli, çok renkli gerçekçi, kendisi için yeni bir tarzda sa­ vaşım verdiği tek perdelik bir oyun (der Spit­ zel-«Muhbir» ) yayımladı. Oyunda Almanya'da­ ki faşist terör korkusunun, insan yaz.gısı aracı­ lığıyla iletilen cP.nlı bir görüntüsünü veriyor, bu [ korku ve terörün] birlikte yaşamanın tüm insancıl temellerini, karı-koca-evlat arasındaki güveni nasıl yok ettiğini, faşist insana-karşılı­ ğın, sözde koruduğunu ileri sürdüğü aileyi, en temel dayanaklanm parçalayarak nasıl parala­ yıp yok ettiğini gösteriyor. Yukarda saydıkla­ rımızdan başka -özellikle en önemli ve en ye­ tenekli- birçok yazar bu yola girmişlerdir, ya da bu yola girmeye başlamışlardır. Gene de bu saptamayla emperyalist döne­ min gerçek-karşıtı geleneğine karşı savaşımın artık bitmiş olduğu ileri sürülmüş olmasın. Tam tersine, tartışmaınız bu geleneklerin birçok 86


önemli, politik yönden ilerici düşüneeli yandaş­ ta kök salmış olduğunu kanıtlaınaktadır. Sırf bu nedenle, böyle bir dostça-sakınm.as� tartış­ ma büyük önem taşımaktaydı. Çünkü yalnız kitleler değil, aynı zamanda ideologlar da (ya­ zarlar ve eleştirmenler de) sınıf savaşıromdaki kendi deneyimleri yoluyla öğreniyorlar. Özel­ likle halk cephesindeki savaşırnların deneyiın­ lerinin sonucunda, sU�günde olmalan nedeniyle bu sorunlar karşısında çok daha başka türlü düşünmüş olan yazarlan da sannaya başlayan, gerçekçiliğe karşı o canlı ve giderek güçlenen eğilimi gönnemek bUyük hata olur. Halk cep­

hesi, edebiyatın halkçılığı ve hakiki gerçe'loçi­

lik arasındaki çokyanlı, çokyanlı iletilen iç b ağlamlığın varlığını kanıtlamak, bu inceleme­ nin göreviydi.

1931

87


OZG"'R YA DA GÜDÜMLÜ SANAT

Günüıniitün bu en önemli, en güncel oldu­ ğu kadar en can sıkıcı sorusu, hemen her yerde karşımıza çıkaroldu İşte çok önemli o�, onu kulak arkası etmemizi engelliyor. Açık se­ çik biçimde yanıtlanması gereken bi� sanı bu. Gelgelelim -günümüzün tüm önemli · sonınla­ rında yapılageldiği gibi- bir çözüm yolu arar­ ken, sorulan -son zamanlarda yaygın olduğu biçimde- ortaya koyacak ve yanıtıayacak olursak, yanlış seçenekler girdabına kaptınnış oluruz kendimizi. Günümüzde iki yaygm seçe­ nek var: Biri sanat ve edebiyatın salt propaganda, olduğunu söylüyor. (Kimi zaman bunların ke-.n­ dilerine özgü araçlan bulunduğunu da ekliyor.) Hangi eğilimin toplumsal yengisini, hangi top­ lumsal sorunun �ö.ıümünü koliarsa kollasın, sa­ natın biricik görevi, gerek çağının, gerekse top­ lumun ve savaşım veren sınıfların uzla.şm:azl�­ larında belli bir yer tutm.aktır, deniyor. Sa.na tın önüne konan bu hedefin dışmda kalan her .

..

88


şeye, csa.nat için sanab, cfildişi kule», vb. ya­ çık ılıyor Upton Sinclair bu anlayışın uluslararası düzeydeki temsilcilerin­ kıştırmalarla karşı

.

den biridir. İkinci seçeneğe gelince, bu da, sanat ve ede­

b)yatın yalnızca kendi başlarına birer amaç oluş­ tuı;'duldan görüşünü yerleştirmeye çalışıyor. Yok, sanat ve edebiyat toplumda olup b itenler karşıs ında kayıtsız kalmalıymış; yok; dolaysız toplumsal sanatlardan ve sorunlardan ıbağımsız­ mışlar,. tarihin büyük sorunları da onları ilgi­ lendhmezmiş, sanatçı ne bir içerik, ne de bir biçim yasasına ·bağhymış, geçerli ve yerleşik a.hliktan, insancıllık düşüncelerinden, derin, boyutltı düşiin(!elerden, kısacası her türlü dü­

şünceden bağıJilSız olunmalıyinlf falan . . . Sana­

tın en yüce ilkesini, sanatçırun kişiliği -daha do�� yaratım anındaki ruh d�nmıu oluş­ tururmuş. Kendisini [ aslına uygun] yanaıtan bir ifa­ denin, ancak, bilinçli yüzeyeel ve duygusal araç­

lar tarafından belidendiği bütünüyle başıboş ve oyu� bir açılma, [serpilme) , sanatın biricik

nesnesi ve ölçüsüymül}. Gerçekten ancak bu iki

tik görüşten yıs?

seçenekten,

este­ mı­

ille de birini seçmek zorunda

I.

l

Neredeyiz? Nereye gideceğiz ? Bu sorulara verebilmek için nereden geldi-

sotnut bir yanıt

89


ğimizi bilmemiz gerekir. [Özgür ya da güdümlü sanat] sorusuna nereden geldik ? Nasıl

orta­

ya çıktı bu soru ? Çünkü insan varlığının ğişmez $nda rını

ögelerini

ilgilendiren sorular

-sözgelimi sağlamak

ıçın

varlığımızın çalışmak

de-·

karşı­

önkoşulla­ zorundayız­

dır...... başka türlü ; toplumsal gelişmenin

her­

hangi bir . belirli tarihsel basamağının ögeleri­ ni, değişkeni ilgilendiren sorular karşısındaysa yine başka türlü oluyor tutumumuz. Gerçekten de : Her çağ, özellikle her çağın estetiği, dün­ ya karşısındaki tutumunu mutlaklaştınnak ve bunu, artık insanın ve sanatın bundan böyle değişmeyecek, bulunabilmiş en son tutumu say­ mak eğilimindedir. Az önce değindiğimiz iki yanlış seçeneğin temsilcilerine tam yakışmak­ tadır bu eğilim. Gerçeğe gelince: Diyelim ki s:ılt düşüneeye dayanarak bir varsayımdan hareket

ediyoruz

ve bir an için Aiskhylos ya da Giotto'nun [öz­ gür ya da güdümlü sanat] tartışmasına değgin n e dü.şünebileceklerini kestirmeye. çalışıyoruz. Herhalde daha neyin tartışmasını yaptığımızı bile onlara anlatmanın olanaksızlığını görürdük. Hiç de rasıantı değil bu olanaksızlık ; çün­ kü yalnızca sanat ve sanat anlayışlarında de­ ğil, bu her iki ayırtgan yaşam gerçeği ve biçi­ minde de -ve doğal ki, bunların kavramlann­ da da- tarihin akışı i�inde derin organik ve nitelikÇe değişmeler getiren bir gelişme görü-; lür. Başta özgürlük kavramı yönünden geçer­ lidir bu gelişme. Odak noktasına. aldığımız bu

90


soruya değinirken, ayn yorumlara açık düşün­ [ ve ifadelere] yer vermemek için, özgürlük sorununa kısa da oLsa değinmek zorundayız. Çünkü bu türden bulanıklıklar, tartışan taraf­ lan yaratıcı ikili konuşmalara götüreceği yer­ de, birbirine koşut yürüyen kendi kendine söy­ lenmelere itecektir kaçınılmaz olarak ; değişik temel kavramlarda-n hareket eden kanıtlamalar birbirleriyle buluşma olanağı bile bulama.yaca.k­ lard.ır. Kısaca ele alacak olursak : Antik çağın öz­ gürlük anlayışmda insan özgürlüğiinün somut önkoşullan ayırtgan bir önem taşırdı. Antik çağın insan ülküsü -gerek insanın toplumsal ilişkileri, gerekse kendi iç yaşantısı bakımın­ dan- her yanıyla uyumlu. özgür insandı. Bu­ radan iki sonuç çıkar. Bir yandan, içinde öz­ gürlüğün ancak insaniann b�birleriyle kur­ duklan etkin, canlı ilişkilerle işlerlik kazana­ bileceği özgür bir toplum gereksinimi doğar. Antik çağın özgürlüğü, öncelikle devlet yurt­ taşlarının (citoyen) özgürlüğüdiir. öte yandan özgürlük, herkesin kendi özgürlüğüne gerçek­ ten �ahip olmasını ve özgürlükle sımsıkı bağ­ lamlı yükümlülüklerini yerine getirebilmesini sağlayan insancıl da.vranışın [tavrm] eğitim ve _kendi kendini sıkıdenetim altına alma yoluy­ l a gerçekleştirilmesi demektir. Antik çağın özgürlüğünün, günümüz deyi­ miyle, entellektüel niteliği bu olgulara bağlı­ dır. Antik çağ ahl&.kları, her ne kadar koyduk­ ları hedefler ve uyguladıklan yöntemlerle birce

91


birlerinden ay rılı rlarsa da.

hep ortak bir yan taşıyagelm.işlerdir:· Özgürlük deni nce -tek in­ sanın özgürlüğü denince- insanın kendi içgü­ dUleri üzerindeki baskısı anlaşılır. Epikurosçu abiakın temel ilkesi hemen hemen budur. Böyle olunca : Antik çağın li:esin inancı, in­ sanın anc ak özgür bir toplum içinde gerçekten özgür olabileceğiydi. Bu özgürlük y'ok edilince, ya da insan elverişsiz tarihsel koşullar altında, özgürlük üzerine kurulmamış bir topluında ya.: şa.mak zorunda bırakılınca, onun iç özgürlüğü, yalm�a tiranlığın isteklerine. boyun eğmemek anl amın a gelmeyip, aynı Z3.manda kendi iç dün­ yasının işleyişinde içgüdülerinin, duygt,ı ve tutkularının, ruhsal durumlannın yaşamın asıl iç, ahlaksal zonınluğuna baskın çıkması sonu­ cunu doğuran, yani salt fiziksel varlığını oluş­ turan bağlara da bo'yUn �ernesi demektir. Antilc çağın özgürlük kavramının bu ni te liği, özgürlük üzerine kurulmuş ah.IAkın daima somut bir ahlak olmasını sağlamıştır. Bu ah­ lik özgür bir ic; ve dış [toplumsal] eylemin; ya­ ni özgür bir varlığı oluşturan tüm basamakla rın k arnıaşık kat1ılıklı etkileşimlerinin ve ön­ koflullannın somu t olarak bilinmesini ön koşar Genel kurallar ve ilkeler, aomutu olgunlqbr­ mak ve insan yetkinliğine ulaşabilmek için, bu somut bağlamlıklan bulnıak zonınd&ydılar. An­ tik ahlikda -.sırf Aristoteles'te değil-:- iki aşı­ rı uç arasında kalan bir ortanın •yırtgan bir nitelik taşıması bundandır ve l'4t8lantıs a.l de­ ğildir. ­

­

.

92


Toplumsal bakış açısının [çıkarların] ön pl ana alınması hiçbi r zaman kişiliğin baskı al­ tına alınması anlamına gelmemişti r, Fi�irlerin, ahlak ve ,bilincin gücü [baskısı} hiçbir zaman keş�liğe yol açmamıştır. Burada kabataslak ahiakın taribini

çizmek

bize düşmez. Ancak günümüzdeki özgürl ük an­ layışının zamana bağlılığını , belirli toplumSal

iliş)dleree koşullanmışlığını yeterli netlikte göz önüne koyabilmek için antik üzerinde böyle ay­ :ttnbh durduk.

Çağıınızırt

ahlak niteliğini belirleyen ayırt­ gan dayanak gerek toplumun kapitalist geliş­ mesi, gerekse bu gelişim basamağına uyarlı

devletlerin, hukuk dizgelerinin ve ahlA.k öğre­ tilerinin türemesidir. Ge-rçi yeni toplum, bilin­ diği

gibi, salt bir etkenliğin

ürünü olmayıp, feo­

dali.tm.i� çözülüp dağılmasıyla, feodalizmin yı­ kıntdan üstünde onun parça.l�ıyla doğup gelişmiştir. Sorunumuz bakınundan bunun an­ lamı şudur : Devrim�i döneminde antik çağın etkisi altında kaldİğı süreoe salt ideolojik ni­ te likte olan yeni ahlak, feodal ilişkilerin parça· laıı.m.asıyla toplUIIl$8.1 gerçek için de geçerlilik ka.zanmışbr. Ancak bu (gelişim) savaşımiarı Slrasmda birey ile toplum arasında k apitalist düzeninin yarattığı yeni ilişkilerden do­

üretıtn

la� ilkece yeni bir özgürlük kavramı meydana çıkmıştır. Feodalizınde insan hep. herhaı:ıgi bir top-­ luluğun üyesi (kast, lonca. vb. ) olagelmişti. Biraz abarta.rak, feodalizmin (ne :llkça.ğ'daki,

93


ne de modem dönemdeki anlamda) özgürlük kavramını hiç tanımadığı ve yalnızca olumlu ve olumsuz kast ayncalıklan ile ödevlerine yer verdiği söylenebilir. Hani bur3.da özgürlükten söz edilebilirse, bu yalnızca ruhun kendi mane­ vi mutluluğunu sağlayan ahlaksal ö�rlüktü, iyi ile kötü arasında bir iç seçim yapma özgür­ lüğüydü , diyebiliriz ; her türlü davranışın içe­ r1ğiyse kast toplumu tarafından saptanmıştı. Böylece oluşan iç ahlak, her türlü kanaldan ge­ çerek (özellikle kapitalizmin çöküş aşamasın­ da) kapitalist toplum ahlakının içine sızmış­ tır. Kendisinden önceki tüm üretim düzenlerin­ den ayrılan kapitalist üretim düzeni, her in� sanın yazgısının toplumun gizli kalmış hare­ ket yasalarına bağımlılığını arttırıp yoğunlaş­ tınr. Aynı zamanda her insana (meta değişimi­ nin öznesine) daha önceki toplumlardan hiçbi­ rinin görmediği denli �ysel ve sözde bir ba­ şına buyrukluk verir. Gerçi meta değişimi lik­ çağ'da ve Ortaçağ'da da vardı. Ancak meta de­ ğişiminin, insaniann aralanndaki ilişkileri ve onlann toplumsal bağlannı kurucu bir belirt­ gen olması : bu tarihte yeni Qir olguydu. Ama işte kapitalist üretim düzeninin nesnel gerçek içinde ortaya koyduğu, özellikle bu yeni bağ­ lamlıktı. Bu bağlarolara uyarlı devletleri yara­ tan devrimler de, insan haklannın propaganda­ sını yaparken, bu dokuyu açığa çıka.rıyorlardı. Yeni yaşamın ahlikı -gerçeği hakikaten cid­ diye alarak ciddiye . alınacak düşünceler ortaya 94


koyunca- teori ve pratikte bu yeni yaşam ol­ g:ularını bir di�e içinde bir araya getirdi. Büyük Fraruıız Devriı:ni'nin doruk .nokta­ sında 1793 Anayasası, özel mülkiyeti (meta de­ ğişiminin evrenselliğini temellendiren hukuk­ sal önkoşullan) ve özgürlüğü (yeni jfadesiyle : meta değişiminin evrenselliğini

temellendiren

ahlwal önkoşullan) belirlerken, herkesin ken­ di mülkiyetinden sınırsız yararlanma

hakkını

güvence altına almayı amaçla.ınıştı. Özgürlük, başkasının sınırsız eylem özgürlüğünü

zedele­

mediği sürece bütünseldir. Günümüze

değin

etkinliğini

sürdüren

Kant'ın felsefesi, haklı olarak, Fransız Devri­ mi'nin felsefi ifadec:ıi s·ayılagelmiştir.

Kant'ın

ahlak öğretisini anımsayan, bu öğretinin tüm yönteminin,

gerçekten de kapitalist

üretim

düze�nin gelişmesiyle ortaya çıkan ye Fransız Devrimi tarafından insaıun temel hakları ola­ rak anayasaya alınan toplumsal olgulann

dü­

şünceyle k:ıvranması olduğunu da bilecektir. Kant'ın bu ahllk anlayışını antik çağınkiy­ le karşılaştırdığımızda, her iki özgürlük kavra­ mı arasındaki ayırtgan karşıtlığı da hemen gö­ rürüz. Eski ahl8.k, toplumun nesnel

dokusunu

belirlemiş ve buradan bireysel eylemin

[davra­

nışınJ ahlak yasalannı türetmi�tir. Yenisi, her insanın bireysel davranışını, biricik çıkış nok­ tası olarak almış, her toplumsal kategori, cak bu da.vranışın ışığında ahl8.ksal bir kazanabilmiıttir. Eskisi, özgürlüğü düzenin kendi ahlaksal hedefleriyle

an­

anlam

toplumsal bağdaşır

95


biçimde somut olarak ve içerik bakımından be· lirlem..iş ; yen isi, yalıtılmış bireyin davraD.l§ını temel aldığı için, soyut ve biçimsel bir özgür­ lük getirınigti r. Eskisi, olgulara dayanan (posi­ ti:v) bir ahlaktır: Gerçek insanın, gerçek, her şeyi kapsayan iç ve dış eyleminin [davra'nlıp­ nm] hakiki yönlerini arar. Buna karşın diğeri, olgula.ra dayanmayaıı (nega.tiv) bir ahla.ktır: Eylem [davranış] olanaklarının sınırlannı yal­ nızca kendinedönük ibireyin ve kapitalist tap­ lurnun dunununu göz önüne alarak koyar. Özet­ lersek: özgürlük antik çağ ·iQm insaniann bir­ likteki somut yaşamlannın ve eylemlerinin en üst düzeydeki biçimidir. Kapitalist topluriıda ise, ruhsal bir olgu sayılıp, bireysel .bir davra­ nış korsesine sıkıştıniır. Karşıl,aştırmalaruruzda buraya değin yal• nı.zca büyük Fransız Devrimi dönemine. yBJJi bugün egemen olan toplum düzeninin doğuş dö­ nemine bağlı kaldık. Yürekli savqım önderleri­ nin. bu toplumu gerçekleştirmek için, toplumun bu kıvranışı,ndan yeni bir antik çağın doğaca­ ğı, insan ve yurttaşilk haklannın yeni bir � luınsal insanın dGğuşunu, devlet yurttaeının [ citoyen] doğuşunu .bqlatacağı yanılsaı:naauıı, coşkulu bir yanıtsamayı yarattıklan .bir dönem­ le bağ kurduk. (Bu yiğitçe yanılsama klasik Alman felsefesinin özgürlük savaşıJ]llanna da felsefi bir heyecan kazandırmıştır.) Ne var ki, feodalizmin yıkılması pni bir (antik çağ) devleti yerine, bir genel meta deği­ şimi toplumu, dünya pazarlannın büyük buna96


lımlarından doğan blr topluın yarattı. -kendisi için genellikl e hiç de saydam

Tek'in olma­

yan-- istisa.di ilişkilere bağıınlılığı ne denli arttıysa, kendi içine kapanmış, görünürde ken­ dinden ba.ş.ka hiçbir şeye gereksbum� olmayan, yaşamın anl�ım yalıij.� kendi iç,inde anı.yan a.to.rnun, .monad'm (Leibniz] .bilinci de, o denli gij.çlendi. Aşağı yukarı yarım yüt}'ıl önce Slın­ .mel, modern özgürlük kavramının yöntelilee gerçi h8.11 Kant'a bağlı kaldığını, ancak o za­ mandan bu yana [bu kaVNm yap.ışmda] temel döııüşUml�rin meydana. çıktığıttJ sa.pta.nuştı. Kant'ın bir.eyciliği a.almda., e&itlik ilkesine dlıye.­ nıyotdu ; Kant eşit değerdeki insandan (meta· değişiminin öznelerindeıı) hareket etmişti. Oy� sa Simmel'e göre yeni insan. için önemli olan, o katıksız bireyseliikti ; bir bireyi nitelikçe di­ ğerinden ayıran şeydi. Ahlak da buna Uym\Jf, özgürlük, böyle anlaşJlan bir bireyin özgürlüğü olmU§tu. Bilindiği gibi Si.mmel'in bu· düşünceıs i, em­ pecyal.ist dönemin düşün�sine egemen olınuş­ tur. Günümüzün moda felsefesi varoluşçulult, kişiliğe ilişkin böyle bir birey k41-vra.mını çOk daha somut, çok daha içerikli ve gerek toplum, gerekse insanla olan ilişkileri bakımından, çok daha dolgun ele alarak Simnıel'den ayrı}lr. Va­ rolu.şÇUluğwı özgij.rlüğü, çoktan atomlşştıııl­ mı.ş insanın kararlannı da atoınlaştlnr : Kişinin kararları onun .l:>ireyııel1 nicelikşel varlığım ne geçınişine., ne de �leceğine bağlar. Böylelikle atomlaştıtılmış insan yanılsaf:

7

97


ması o zamana dek uza.oagelen gelişimin doru­ ğuna varmış oluyor : «�» kavramının içi tamamen oyulup boşaltılmaktan kurtulamıyor ; özgürlük, kendinden başka dayanağı olmayan [başkasına gereksLnimi bulunmayan] b�re'ysel bilincin belli bjr an için kendisinin sandığı şey­ se, sırf bu soyut genelliğinden dolayı yok edili­ yor demektir. Çünk,ü her şey özgürse, özgürlük yok �· mektir. Herhangi bireysel, yalıtılmış bilincin kendinin saydığı her içerik özgürlüğün içeriği ola.bilirse, özgürlük boş laf demektir. Üstelik 19. ve 20. yüzyıldaki gelişmeler, bireyciliğe iliş. kin her şeyin alıliksal geleneklerle bağlarını kopararak, bu ö�lliği daha da artımıışla.rdır. Her ne kadar Kant'ın özgürlük kuramı olumsuz [ olgulara . daya.nmaya.n] ve salt biçim­ sel bir kuraındıysa da: Fransız Devrimi'nin yü reklendirici yanılsama.ların:ın çağdaşı olan Kant, kişilikten, hep tüm kişiliğin kendi salt fiziksel ve ruhsal verileri, dolaysız içgüdüleri üzerindeki egemenliğini anlar. (Bu egemenli· ğin Kant'ta giderek abartık bir keşişliğe dönüş-­ müş olması ayn bir konudur.) Oysa. 19. ve 20. yüzyılın toplumsal ve düşünsel gelişimi, artık her toplumsal ilişkinin, her ahlaksal kuralın (ölçütün) içinde, giderek artan ölçüde, kişili­ ğin, özgürlüğün baskı altına. alınmasını bulmakla kalmamış, aslında bireysel yaşama sağ­ lamlik, kiiiliğe belkemiği ve dayanıklılık kazan­ �ıran ruhsal güçleri, aklı ve anlama yetisini de. özgürlüğü yok edici baskı nedenleri olarak de..

98


ğerlendinniştir. Kant için ise böyle bir özgür­ lük anlayışı, heyecan ve duyguların (ruhsal du­ rumun) , kendi başına bırakılmış içgüdülerin, ansal olanın başıboş bırakılması demekti . Ni­ tekim bu anlayışın şeytanca bir karikatürü, her P.hlakı yadsıyan Hitler ve yandaşlannın «dünya görüşlerbnde kendini göstermiştir. Kant'ta vicdan, henüz ahlaksal özgürlüğün vü­ cud bulması, ve onu ayakta tutan temel ilke­ dir. Hitler ve yandaşlan için ise, ,özellikle bu vicdan, onlann özgürlük dedikleri şeyin, yani tüm dayanaktan yoksun ve aşağılık içgüdüle­ rin sınırsızlığının en büyük engelleyicisidir. Hitler'in bu anlayışı şeytanca bir çarpıtmadır. Gelgelelim [bu anlayışın] karikatür biçiminde birçok öncü düşüncelerin içine sızdığını da unutmayalım. Böylece toplumsal ·büyük-evren (makro­ kozmos) , [yani] kapitalist üretim düzeni, em­ perya:Iist çağın kişilik ve özgürlük anlayışının uydunı.k atomlarının küçük-evreni (mikrokos­ mos) içinde ahlaksal yansısını bulur. Varol'l.lfr çuluğun özgürlük öğretisi, yaşamın içinde za­ ten yıllardan beri yaygın olan bir tutumun yal­ nızca düşünsel bir ifadesidir.

n.

[hilgilerimiz­ Şimdi bu deneyimlerimizle le] «Sanat düzeyinde özgürlük» nedir sorusu­ na yönelecek olursak, öteki alanlarda, özellikle

99


salt kurarn alanında y�rine oturttuğumuz bazı sapta.rtıalann, bu soruya olduğu gibi uygulana­ mayS:Ca�mı açık seçik görfu:'üz. Gerçi · bunu ka· bul etmek, genel toplumsal dene'YiPUerin [bilgi· lerin] sanatın iç sorulanyla bir bağlamlık oluş� turn1adiğı, ya da toplUmsal ahlaktaki Çöküntü­ nUn, sanatuı ,gerçekten kendini bulması anla­ mına geleceği biçimindeki modern önya.tgılara katı lmak demek değildir. Getçi bugün, b&yle ölduRunu kabul etme eğilimi yaygındır: hele

özellikle, az önce üstünde durduğumuz sorun açısından, yani içgü!dtilerln sınıl'Sız egemenli­ ğinin hakiki özgürlüğün nesnelleşınesi sayıldı­ ğı durumlarda. Ne var ki modern çöküntü [dö­ neminin} önde gelen diiŞünürleri bile pek inan­ mamışlardır btina. Hani kimsenin, çağıınızdaki güdüleri yüceitme [tu�unun] iike ce herhal­ de düşmanı slıyanıayacağı Niebl:ıche bile, bir sanatçının güdü dünyasının, sanatçının bilin­ cinde durmadan bir iyiyi bir kötüyü, bir �eğer­ liYi bir değe!'$izi Urettiğini, ve özellikle burada ortaya çıkan seçme teteneğinin [ yoka.a top· lumsal a.lıllktaki çöküntünün deği l ] sana'tç� yı sanat�ı yaptığını açık biçimde söylemiştir. Modern felsefenin an'a dayanan Ö2lgÜrlük kavranıının, olduğu gibi [koşulsuz) sanata :uy.. g.ulartamayacafı her ne denli belliyse de, bu, sa­ natsal özgiirlük eorununun -gene de genel top­ lumsal ve düşünsel gelişimin çerÇevesi �inde­ ama tabii kendi 8telliğiyle kavrartınası gereken özgill bir sorun olduğunu yadsımak anlamına gehtıez. . 1 00


!şt�

bu anlamda sorulabilir ve

ı:ıoruJma.U­

� : Sanatçı e ski den özgür müydü '? Bugün öz­

gürlü k denen ·şey �rlük müdür ?

Bizim

anlaylşı.nııza. göre eskiden sanatçı �­ -Kolaylık sağlasın diye, sanatçının

gür değildi.

içinde bulunduğu bağlann tümünü, azlala.rında.

çok temel aynlfi).ar ·oİduğunu bile bile, bir

ara­

da ele alacajıaı- Geçmişin s�na.tçısı günümü­ zün sanatsal öııg:iirlük kavramından bile ha.ber­ silldi. Sanat, İlkçağ'da, Ortaçağ'da ve hatta Rö­ nesans'ta resmi yaşamın bir parçasıydı ve sa­ natçılar hiç durabamada.n bunun tüm sonuç· larm& katlanıyorlardı ; yani gerek dünya görilş� lerinde, gerekse konularında, ortı,.ya. 'koydUkl�rı biçimlerde ve biçim dilinde, kendi yapıtlannın da içinde yer aldığı kamu yapmınm taşıyıcısı olan toplwnun etkisi. a.ltındaydılar. Daha 'SO· mut ifade edersek ; Doğum y" da ',yqaınlan bo­ yunca oluşan inançları nedeniyle, içine konduk· ları sınıfın dünya. görüşü, konusal, içeriksel ve biçimsel ç ıkış noktaları, onlar i�n birer ölçüy­ dü. Başka türlü de olabileceğini akıllarına bi­

le getiremeztetdi.

·

olması tümüyle bir bağımblığa , bir özgürlük eksikliğine mi yol açmıştır? Ne gezer. Dahası en genel. en kolay Q.vranacak uğraklar olan 4ünya görii§ü ve politika. uğrağı yönünden de, güdümlülükten söz edemeyiz. 'Şt.ı anda bireysel ifadeleri, ya da bireysel ton farklannı falan düşünmüyorum ; bunlar hakiki sanatm ancak çok dar bir «faar Uyet alan�»nı oluştururlar. Bu yaratma sü�Peki böyle

güdümlü bir sanata,

101


cinin ve yaratmanın [yapıtın] billlr parçasını oluşturdukları toplum ·ve resmi yaşam, katı, kemikleşmiş bir birlik oluşturmadıkları gibi, yalnızca. tek bir yönde --.yaratmanın [sanat yapıtının] herhangi bir yerden bu gidişe katıla­ bil�ği- tek bir yönde de yüriimezler. Toplum ve resmi yaşamuı bu birliği, karşıtıann ve 'bir­ birleriyle savaşım veren güçlerin karmaşık, durmadan değişen bir sonucudur. Her etmen, bu hareket içindeki birliğin bir parçası olarak g�erlidir ve [toplum ve resmi yaşam arasın- . daki] bu birliğin kendisi de, çok değişken, çok renkli savaşımıann değişebilen ·bileşkeninden başka bir şey değildir. Herhangi bir bütünün ya da herhangi bir bütün oluşturan bü­ tün parçasının önemli bir tasarımı, yani bir sanat yapıtı doğunca, -biçimsel ve içe­ riksel bağlar, dünya görüşü ve politik düzeyde­ ki bağımlılıklar ne kerte büyük olurlarsa ol­ sunlar-- şeylerin mantığı, diyalektik gerçek ve bu gerçeğin diyalektik yansıması, gene de ide­ olojik bağımaızlık için belirli bir «faaliyet ala­ nı » sağlarlar ; tersi kurumsal olarak olanaksız olurdu. Daha doğrusu : Bu güçlerin toplumsal zorunluyu sırf belli bir anda [ aslına] uygun olarak gerçekleştirebilmek uğruna. bağımlı {gü­ dümlü] bir yapıt istemeleri, kurumsal yönden olanaksızdır. Eğer bu bir sanat ideolojisi, belirli toplum­ sal yönelimlerin ifadesi olarak geçerli bir ku­ ralsa, tüm özgül estetik sorunlar yönünden de bir kat daha geçerlidir. Çünkü gerek modern

1 02


kurarnlarda gerekse günümüzde yaşayan sa­ natçılann önemli bir bölümünün kendi yaratım süreçlerine ilişkin düşüncelerinde görüldüğü gibi, sanat bir «ifadedin. Nesnel bakıldığında, gerçeğin görüntüsünün kendine özgü bir biçimi olan sanat, gerçeğin kendisine ve -eğer sözko­ nusu hakiki bir saiıatçıysa- gerçeğin hareke­ tini ve hareket yöntinü , kısacası varlığın, daya­ nıklılığın [ kalıcılığın] ve değişmenin bellibaş­ lı öz-niteliklerini yansitır. Bir kez daha yinele­ yelim : Eğer sözkonusu hakiki bir sanatçıysa, bu yansıma, yapıtı doğuran öznel niyetten, ira­ deden, kararlılıktan daha büyük ve geniş,, daha kapsamlı ve derin, daha zengin ve hakikate daha yakındır. Büyük bir sanatçının büyük sa­ natı, her zaman onun sandığından ve duyduğun­ dan daha özgürdür ; bu sanat nesnel türeyimi belirleyen toplumsal koşulların gösterdiğinden daha özgürdür. Daha özgürdür, ·çünkü gerçe­ ğin özüne, öznel ve nesnel türeyimin ( genesis] içinde ortaya çıkan eylemin gösterdiğinden da­ ha köklü bağlanmıştır. Gelgelelim bu türden haklı düşünceler eski ve yeni sanatsal özgürlük kavramı arasındaki temel ayrımı gözden silmemelidir. Bu aynm nesneldir. Sorun, sanatç.ının kendisini eskiden özgür saymaması sorunu değildir ; çünkü hak bile iddia etmemiştir özgürlük üzerinde. Oysa modern bir sanatçı için özellikle ö�.ürlük, onun sanat bilincinin temel yaşantılanndan [ olayla­ nndan] bitidir. Sanat nesnel olarak her zaman tcplum�al yaşamın bir parçası olagelmifltir. 103


nk.ece ya.nkıSlZ ve başkalan için anlaşılmaz o­ lan sanat, kendin söyle :kendin ifit'ten öteye geçemeyeceği için, tı,pkı tutarlı bir kuşkucu felsefe gil:Ji, tımarbanede varolabilir. Bir kar­ şılığın ['bul�sı] zorunluğu; yani yankı al­ ma olanağı ---bir sanat yapıtının kendisinden kopanla.tna.ı ayırtgan belirticisi, biçi:nısel ve içe­ riksel özelliği ola.ra.k- b.er zaman her hakiki sanat yapıtının temel y&Jl}.a.tından pirini ol�­ turur. Bir sanat yapıtının izleyicisi'Yle, yani be­

lirli bir topluı:nla, daha doğrusu bu toplumun tarihsel olarak belirlenıniş şu ya da bu parça­ sıyla. kurduğu ilişki, az çok öznel ya· da nesnel olarak varolan yapıta sonra.d.an eklenen b ir şey olmayıp, gerek türeyiroi, gerekse· estetiğ i 4akı­ mından, [yapıtı ] ku'TllhU. bir temeldir. Hem eş. k·i, hem de yeni sanat için aynı ölçüde geçerli· dir bu. Peki ayırım nerede ? Varsa, nerede bulunu� yor ? Kısaca özetlayerek aö'ylemelt gerekirse, deneblıir ki, Antik çağın sanatçısı ile izleyicisi arasında dolayunsız bir bağ, bu nedenle de can­ lı ve verimli bir karşılıklı etkileşim vardı. Bu­ nun da, sanatçının bağlılığı, anlayacağınuz, sa­ ·natın güdülmesi gibi görünmesi aldatıcıdır. Çünkü bugün' ( a,rtık yalnızca oyunda, o da bir­ çok çarpıldılda, sahne ile izleyici arasmda varolan karşılıklı etkileşim, ve etldltıtim.den türeyen bağımlılık, iizerinde yaratıcı bir bulu­ şun ve öz-olanı (pıl'ı) doğru ]tavraY}Şın ger­ çekten özgtirce gerçekleştirildiği o •faaliyet alanı:.nı da yaratır. Tüm eski yapıtların konu ·

1 04


yönünden nasıl bağıtnlı olduklarını qüşünelim. Uk 've Ortaçağ'daki yontu V� mimari ilişkisini �üşün��im. Fresk1in mimari ile illŞldsini düşü­ nelim. Gerçek bir anla.tun'm, epik biçimlerin ve üslubun doğuşunda hangi etkiYi yaptığını dü• şü�liın. Ancak, burada doğan bağımWığın. ne biçime, ne de içeriğin birbi;tinden tamamen ya­ lıtılımş �orunlarına bağlanaınayacağına hep dikkat etmemiz gerekiyor. İsterse doğrudan. bir çıkış noktasına sahip olsun. gene de her ba.: ğımlılık1 biçimsel ya da içeriksel somut uygu­ lanışı . sn•asında, kaçınılmaz olarak başka bir bağıinlılığa dönüşür. Hakiki bir öykü, yalnızca görünürQ.e biçimsel bir zorunluktur ; çünkü tüm kUruhı§a, yapıya, düzenlemeye, karekter­ leriıı ve yazıının gösterilişine öylesine derin­ den etki eder ki, giderek içerik olur çıkar. An­ cak yUzeysel bir inceleme, konunun zorlayıcı.. lığına bakıp, onu içerik olarak kavrayabilir. Oy­ sa biçbir konu, sırf ham (işlenmemiş) bir ge­ reç değildir ve ancak belirli bir dünya götüşü bağlamlığı içinde içerike dönüşebilir. Oysa, ko­ nunun yı,ılnızca ham gereç olmaması ve an­ cak belirli bir dünya görüşüyle bağlam kurduktan sonra içerik'e dönüşebilmesi ne­ de4iyle, konunun içerdiği olanaklar, bu dö­ nüşiiın s:ırasında, aynı zamanda ya.pıta da bi­ çimini veren ve yapıtın yapısını düzenleyen kuvvetiete dönüşürler. (Orestes konusu, Giot­ t:o, �nardö ve Tintoretto'da «Son Akşam Ye. ro�ği» beth'nleri.) Burada daha önce değinilen soru yeniden 1 05


ve daha somut karşımıza çıkıyor. Sözkonusu bağı kuran toplumsal gerçeğin kendisi de dur­ madan değişir. Bu değişme, daha önce değindi­ ğimiz gibi bir 'yandan sanatsal özgürlüğe efaa­ liyet alanl» sağlarken, öte yandan bağlayıcı bir yol da göSterir : Böyle koşullar altında, ancak toplumun değişmeleri karşısında çok önemli şeyler söylemesi gereken sanatçı, gerçek bir sa­ nat yapıtıı meydana getirebilir. Çünkü ancak çok önemli bir bildirim [ haber] , toplumun ço­ ğunlukla yalnızca su altından hareket eden güç­ lerini ve bu güçlerin güncel değişmelerini kav­ rayarak, buradan biçim ile içeriğin organik ve verimli bir gelişimine olanak sağlayacak denli derin �e güçlü olabilir. Böyle zamanlarda biçi­ min gerçekten değişmesi, ancak derinlemesine yeni bir içeriğin varlığıyla olasıdır ; sözgelimi, Aiskh'ylos'un ikinci oyuncuyu oyuna sokması, yalnızca biçimsel bir yeniliktir. Gerçekte ise, rbu yenilikte] trajik çatışma artık sanat düze­ yinde doğmaktadır. Gelgelelim kapitalist gelişme sanat ile izle­ y�cisi arasındaki bu doğrudan ilişkiyi koparıp neredeyse tümden yok etmiştir. Bu sorunun te­ melinde yatan tarihsel süreci kaba taslak da ol­ sa verecek değiliz. Goethe'nin Schiller'e yazdığı bir mektupta, [kapitalistle§en] toplumda sa­ natsal özgürlüğün doğuşuna ilişkin dile getirdi­ ği görüşleri, bir gevşemenin kokusunu aldığını gösteriyor ; eski bağın yitip ,gidişinin kokusu­ dur bu ; ama Goethe bunu gene de kabul edile­ cek bir OOgiirlük, ya da sanatsal özgürlüğün

1 06


eninde sonunda varolması gibi gönnekten ke­ sinlikle kaçınmış, tersine, sanatçıya toplumsal gerçek tara.fmd3.n zorla kabul ettirilen ıbu öz­ güİ'lükte önemseneeek bir tehlikeyi sezinlemiş­ ti. Kapitalist üretim düzeni ne denli yetkin serpilirse, bu özgürlük de o denli sınırsızlaşır. Her türlü konu sınırlaması sona erer; yaratma özgürlüğü burada bir zorlamaya dönüşür artık. Herbir sanat türünün kendi izleyicisiyle ara­ sındaki doğrudan bağlam, yapıtın kapsamı nın, yapısının ve anlatılı�J tarzının karşılıklı etki­ leşimleri, belirli, somut bir a.lg.ılama-yansıtma türünün karşısında yitip gider. Burada da her şey sanatçının bireysel buluş yeteneğine bağlı­ dır ; burada da sanatçının yeni özgürlüğü [bir anlamda] tamamen eksiksiz bir özgürlüktür. (Dramda bu bağlam yalnızca görünürde koru­ nagelmiştir. Tiyatronun kapitalist bir girişime dönüşmesi ve izleyicinin yalnızca eğlenmek iste­ mesiyle, tiyatronun, bu dramatik biçimi somut ve yaratıcı yönde etkileyen karakteri de yitip gitmiştir. Sahne tekniği dramdan bağımsızlaşır ve öznel edebi bir zanaat olup çıkar ; ama 19. yüzyılda dram da -kendi zaranna- bağımsız­ laşır : Kitap dramı doğar.) Bütün bunlar sanatçı ile izleyici arasındaki doğrudan ilişki ve dolayımsız karşılıklı etki­ leşimin yalnızca gevşemesi ya da yitip gitmesi demek değildir. lzleyicinin adsız, belli bir biçim­ den yoksun, çebresiz duruma gelmesi anlamını da taşır. Eskiden sanatçı yapıtıyla k�e yö1 07


netdiğini bilird.i. Bugün ise -nesnel olarak sa· natın topluınaal işlevini incelerken- soyut pa­ zarın karşısında meta üreticist olarak belirir. Sanatçının özgürlüğü ---tıpkıl bir ınal üreticisi­ nin özgürli,iğil gibi, görünüt<le- genellikle sı­ nırsızdır. (Özgürlüksüz pazar o� ; ) ama t,_.. bii pazar yQ.Sa.ları tıpkı bir fabrikatör gibi sa• natçıyı da egemenliği altında tutar. Genel olarak doğru olan bu saptamanın bir yanılglya dönüşüp <I;onmaması için so:mıttıa.,b­ nlınası gerekir � kapitali$t gelişim, $nat )'apı tı ile izleyicisi arasındaki ilişkiyi gitgide bir mal pazarı [ ilişkisine] dönüştürınüştür. Bura­ da olgulan sıralamak boşuna yer �aplaınak olur. Her�es sinemamn, gazetenin ve yayımcı­ lığın büyük sennaye ile iliŞkilerini, bir konser menejerirıin' müzik alanındaki, bir sanat sergi­ sinin güzel sanatlar alanındaki önemini bilir. Sanatçı ile izleyicisi arasındaki ilişki, yalnızca o eski dolş.ysızlığını yitirmekle kalmadı, ara­ lanna yeJıi bir aracı yerleşerek tüm sanat alan­ Ianna el attı : Senna.ye, 19. yüzyıl kapitalizm denizi içinde ancak birkaç kapitalizm�önci'ısi ada tanıyorıdu. Deneysel sahneleri, canını dişine takmış yayımcıları, yazarlar tarafından çıkari­ lan dergileri filan tanıyordu ibu yüzyıl. Kapita­ lizm ise başlangıçta ve esas olarak, gerçek bir k itle bilidirişimihin nesnesini oluşturan ve bu özelliğine karşın gene de hakiki s·a.ı:ı.at olan bir sanatı hedef almıştı. Gelgelelim ·�pitalizıtıin gelişmesine koşut olarak -hele iyi sanatın da bir ticaret olabile<:eği ve hattA en muhalif, en ..


öncü [yeı:ıilikçi] sanatın bile, çok geniş naklı, dahası başanlı

bir

ola­

kazancın

nesnesi ola­ bileceği belli olunca- ,bu adalar � birbiri ar­ dından yitip .gittiler. Sanatın tümü, iyi ve kötü sanat, usta yapıtı� ve zevksiz yıq>ıtlar, klasik­ ler "ye öncüler, hepsi de aynı ölçüde k apitaliz­ me boyun �ğdi. Bu durum, sanatın modern özgürlüğünün niteli.ğini. onun gerçek içeriğini ve bu içeriğe zorunlu b ağlanan yanılsamalan pelirledi. Bu­ ra da da bilinen olguları ta�leyecek değUii. Kapitalist kitlesel üretim.·in *kil>ar» en i'yi sa­ tan<J,an, dahası «<incü:.den (yenilikçiden) -ya da düne k adar yenilikçi sayılanda.n- içgıcıkla­ yıcı, bayağı edebiyattan tutun da, seri imalat ürünü sıradan romanlara değin, bayağılığın çağdaş biçimlerinin en değişik türlerini ortaya koydu ğunu bilmeyen yoktur. BüYük sermaye­ nin, bu alanda da, tıpkı giyim ve ayakkabı sa­ nayindeki gibi, karşı konamaz modalar yarat­ tığını herkes bilir. Ne var ki, bu durumun mekanik olduğunu ve eanatGının özgUrlüğünü yüzde yüz yıkacağı­ nı slUimak, durumu kabaca basitleştirmek de­ m,ektir. Kap italist büyük sanayi bile �Ilik­ le moda yaratırken- bireyı:ıe l katkı, beğeni ve fikirler olmaksızın yaya kalır. Hele sanatın meta (mal) olduğu yerde daha da ·geçerlidir bu. SanatGı kişilik olarak kapitalist için bir değer , bir «marka» temsil eder. Bu kişilik ne kadar açık seçik, elle tutulur, usluluğa varan bir nite­ �ik taşırsa , d�ğeri de kapitalist için o ölçüde 1 09


yükselir. Kuşkusuz;

böylelikle doğan

«Özgür­

lük», kendi geçerliğini kabul ettiren

ltişilik,

hakiki sanatın güvencesi değildir ; tersine : Ka­ pitalizmin edebiyatında « daha yüksek değerde­ ki:..

ckiba.r»

bayağılığı, özellikle kişiliğin, öz­

gür, sanatsal buluş yeteneğinin böylesine abar­ tılması belirler. Karl Kraus'un edebiyat sanat eleştirisi,

kapitalist temeller

ve

üzerinde

doğmuş olan bu özgürlük ve kişilik putlaştır­ masını çok yerinde ve ince bir alayla senelerce kurcalayıp dunnuştur. Peki hakiki

sanat ? Gerçek bir sanatçının

özgürlüğü ? Bu sorunu unutmuş değiliz. Hatta bir taslak çerçevesi olmasma karşın, bu çerçe­ veyi olabildiğince tam çizmeye çalışarak, kapi­ talist toplumdaki hakiki sanatm gerçek «faa­ liyet alanı:mı somutlaştınnak istedik. Andre Gide bir kez çağımızdaki her hakiki edebiya­ tın zamana karşı olduğunu saptamıştı. Bu ta­ mamen doğrudur ; gerek içerik, gerekse biçim bakımından.

Ancak bu muhaliflik,

kapitaliz­

min desteklediği sanatm biçim ve içerik yönün­ den yadsınmasmın çok ötesine uzanır. Bir bakı­ ma tüm sistemi kapsar. Bugüne değin,

sanat­

çıların kapitalizme karşı oldukları gibi, ken­ dilerine karşı da böylesine yabancı davrandık­ ları başka hiçbir toplum düzeni yoktur. Yabancı : Bu sözcüğün içinde modern sa­ natsal özgürlüğün tüm görkemli heyecanı

ve

sınırlılığl içerilmiştir. Bu görkem çaresiz, şaş­ kın, k�ndini savunmanın görkemidir. Yalnızca

1 10


kapitalizmin yarattığı mal üreten ve dağıtan işleyiş değildir hakiki sanatı yutuJma tehdidi al­ tında tutan. Yani yalnızca bu işleyişe, bu işleyi­ şin yaygınlaştırdığı sıradan roman bayağılığına ve diğer uyduruk sanata karşı değil, bu fenomen­ lerio doğurduğu, bu fenomenlerden türeyen tüm yaşam biçimlerine ve insan değerlerine karşı da ölümüne bir savaştın vermek zorunludur. Tıpkı -sanatçıların eskiden safdilce bir olağanlıkla ya {İa bilinçli bir hayranlıkla çağlarının ve toplum­ larının çocukları olmaları gibi, modern sanat­ çılann çoğu da -ve özellikle en iyileri de­ toplumun o içine kondukları ve kendilerinden ona uymaları istenen kalabalığını öfke ve acıy­ la, dahası ürpertici ve tiksintiyle gözlemlem�ş­ lerdir. Böylece sanatsal özgürlük abartılmış bir öznelliğe dayanılarak, ancak ve ancak bu öz­ nelliğin adına istenmiştir. [Bu düzende] sanat­ çı kişilik, sözkonusu toplumu sırf kendi iç esi­ nine göre canlandırabilmek için bu bağunsızlık hakkını ister. öyleyse modern sanatçı sözkonu­ su edilince, özgürlük kavramı da soyut, bi­ çimsel ve olgulardan uzaktır (olumsuzdur) : Onun bağımsızlığına kimseni n karışamayaca­ ğından başka bir içeriği yoktur. Bu biçimsel ve olumsuz soyutlama modern sanatsal özgürlüğün sİnırlarını belirler. Sınır­ lar iki görüngeden göze çarparlar. Birincisi sa­ natçıyı giderek artan bir kararlılıkla kendini kendi öznelliği içine hapsetıneye iter. Sanatçı­ lar gerçekten önemli konulardan, anlatım-can­ landırma biçimlerinden, bunlarla uğraşmak sa111


nat. açısından artık verimsiz sayıldığı �çiıı, git· gide uzakla.şırla:r; .Çünkü onl ar kapiWizıİıin önü alınamaz yavan edebiyatma teslim oJ.muşl&.rd�r. Giderek sanatsal özgUrlük için salt iç yaşa.m.­ daır, ka tıksız öznel yaşantdardan, olaylardan başka bii' efaaliyet alani» kalmaz. Bu kendi bildiğini olçuyım. küstahbkla �rr pıtılmış « içine k apanıklık, • bağuxısJı.Iığın için.· de ancak at oynatabildiji bu dar alanln :yer .eJ­ dığı bit dünyaya. karşı sürdürülen umutsuz bir karşı çıkış.tır ; tüm bu olayların asıl amacı bu­ dur. (Katıksız öznelliğin birçok yllpıtta ve yara­ tıcı dışavururnda evrensel bir fen�men olarak tanıtılması, olguların kendisinde de hiçbir de­ ğişiklik yapmaz. ) Böylece çelişik b ir durum ortaya. çıkmış-­ tır : O eski, bağlı, bajunsıtlığının daha az bi­ lincinde olan öıgür sanat, döneminin toplumU·· nu eleştirirken, bugünkü sanattan çok daha özgür davrammştır. Soyut, olgular&. day�.. yan [olumsuz] , biçimsel bir özgürlük, ancak somut özgürlüğün yok edilmesi pahasına va­ rolur. Modern sanat, öznel özgürlük uğruna nesnel gei'Qeğin ele geçirilmesinden vazgeçmiş.­ tir. Öznel sanatsal bağımsızlığı içinde, kendi­ ni dışa vurduğu toplumsal koşull arla ı:ıo.mut olarak karşılaştınrsak, bu karşıtlık daha da be­ lirginleşir. İşte bu, öznel özgürlüğün nesnel sı· nırlannt.şbğının ikinci uğrağıdır. Bu ic;e yö�l­ me, kapitalizmin kesinlikle y�ası, görü�o. nüş�, �nlam.aız, $anat düşm�ı bir dış dünyaya. 1 12


karşı �anatçının diişUnce dünyasında oluşan alabildiğine devrimci bir davranıştı;r [ jesttir J . Bu davra.nı�ın [jeştin] çok derinden duyulan

heyecanını, inatçı ve uzl�ma bilmez iradesini birçctk :ünll.i sanatçı da yaşarnıştır ve yaşamak­ tadır. Soru yalnızc-a: şudur: Bu davranışın nes­ nel anlamı ve değeri nedir ? Daha somut ölarak : O yadsınan1 yargtlana.n, ve aşağılanan nesne,

yani kapitali�t dış dünya, [ sanatçının] bu tu�

tl;lı:nu kat$lıJ�nda n8$ıl. 'd._vranmakta.dır ? Tari��i·' bir boylamdan bakıldığında tm· jik-komik bir çelişki .göri.inür. İkisi arasındaki ilişki olduk�a iyidir. Çünkü bugü'ı:l, kapitaliz­ min sermaye yatırınıımn ve rtıeta değişiminin sanata hani ııerdeyse sınırsızca egemen oldu­ ğunu kabul etmek ve saptamak, doğrudan doğ­ nıy� [kapitalizmin] ka.r emellerine hizmet et· meyel;i tüm sanat yapıtlarının yasaklandığı, bas­ kı altına alındığı ve susma.k ıorunda bırakıldi· ğı anlamına gelmez kesinlikle. Hani en eleşti­ risel �erçekçiliğin bile duruma göre yağlı bir kazanç sağlayabileceğini ve kaynağı sırf Zola ya da Steinbeck olduğu i�in böyle bir yüksek kazanç olan,ağını geri çevirecek tek bir kapita,. listin bile buluna:mayacağmı da eklemek yersiz. Ne var k:i, burjuva toplumunun genel sanat ti­ carett ve sanat politikası oldukça çokyarılıdır : Gördügütnüz gibi sanatçının k işiliğine v e öznel sanatsal 6-Urı\iğe olanaklar oranında oldukça J;ıüyük bir «fııa.liyet alanııı. açar. Ancak �alışan kitleler için ayııltnış bulunan ve çok yaygın olan bayağılığın olağanüstü sert yasaları varF: 8

1 13


dır (Hollywood. ) Üstteki onbinlerin tüketimi için belirlenmiş sanatta, soyut bir başkaldır­ ma ruhunun egemen olması engel anlamına gel­ meyebilir ; kapitali�in can alıcı çıkarlarına dokunmaz bu başkaldınna, ne kerte içe dönerı soyutlaşırsa, o kerte az zararlı olur bu çıkarlara. Böylece ortaya çıkan özgürlük, içinde sanat­ çının gelişimi bakımından büyük tehlikeler giz­ lemektedir. Kendi-içine-dönmüşlük nesnel top­ lumsal sorunlardan kaçış anlamına gelir aslmda. Bu kaçış [ uzakla.şma] -çok ender olarak a�ıkça söylenen- bir uzlaşmayla, bu temel üzerinde sa­ natçı ile (kapitalistin aracılığı sayesinde) izleyi­ cisi arasında gerçekleşen bir uzla.şmayla daha da artar. (Öte yandan sanatçı tarafından öznel iyimserlikle desteklenen, en yaygın kaçıştır bu.) Bu uzlaşmada belli şeyler üzerine, belli türden, belli tondan konuşmak yasaklanmı.ştır. Ancak böyle [sınırlı ] bir çerçevenin içinde sı­ nırsız bir bağımsızlıkla hareket edebilir sanat­ çı. Uzlaşma sözcüğü gerçi kulağa hoş gelmeye­ bilir, ama bunu örneklerle göz önüne sennek gerektiğine bile inanmıyoruz, çiinkü bu sözcük çok bilinen bir gerçeği dile getiriyor. Tecrübeli her yazar, hangi yazılannın han­ gi dergide, hangi gazetede, ya da hangi yaym­ evinde basılabileceğini bilir ve --dürüst ola­ hm- birçok durumda -az çok açıklıkla söyle­ mek gerekirse- bu olanak, konunun seçimini ve gelişimini bile belirlemiştir. Böyle dile geti­ rilen 'ya da sessizce katlanılan uzlaşmaların, çoğunlukla sanatı yolundan alarak .ince ya da

1 14


kaba, bayağı üretimiere yönelttiği o çok ras­ la.nır durumdan söz etmiyorum. Bizde Franz Molnar böyle bir kapitalist «�lüğün» sa­ nat üzerindeki sözkonusu etkisine en göze ba­ tıcı örnektir. Öyleyse modern sp.natsal özgürlük, dolay­ sız bireysel ifadenin, dolaysız bireysel sanatsal yaşantının, öznel, sınırlanmamış özgürlüğü di­ ye nitelendirilebilir. Buradan -toplumsal ya­ şam ·ve nesnel dış dünya bu ifadenin gereçleri [ma.lzemeai] olsalar da- sanatçılar dolaysız yaşantı içinde birçok durumda n�sıl dışan ta­ şıyorlarsa [ nasıl göze çarpıyorlarsal , kendileri­ n i öyle gösterdikleri sonucu çıkar. Ama herkes bu saptamanın [ ma.nifestation] hiçbir toplumda (hele kapitalist toplumda). toplumsal dünyanın özü ve onun hareket eden güçleri ile özdeş ola­ mayacağını bilir. Modern sana�ılann çoğu, gi­ derek gericHeşen emperyalist dünyanın içinde soyut yaşantı ve ifade özgürlüklerini kurtanna­ ya çalıştıklarından, toplumsal dünyayı tanıya­ mamaktadırlar. Birçok güdü [motif] bunu gös­ termektedir. Burada yalnızca sanat ile iktisadi yapı arasındaki karşılıklı etkileşim anıatıldı ; oysa gerek sanatçının kamu yaşamına yabancı­ laşmasına. yol açan toplumsal zorunluk, gerekse bu kendi içine dönüklüğe, bu topluma yaba.ncı­ laşmaya anlaşılır ve çoğunlukla saygıyla kar­ şılanır bir karşı çıkma niteliği yak�tıran son on-yılların gerici politik gelişimi, hep bu konu­ ya girerler. Bu konuya aynntılanyla değindim. Bu karşı çıkış -bir kez daha yineleyim- ço1 15


ğunlukla saygı duyulur bir karşı çıkıştır, an­ cak: Salt karşı çıkışın öznel ya,şantıaımn ne ide­ olojik, ne de sanatsal bakımdan bir «yükaek değer:. oluştunnadığını, böyle Qluşan biı;,yaili· ği «bodrum bireyciliği» diye tanı.mlayan Dos· toyevski daha o yıllarda açık seçik ayrıınsa­ mıştı. Nedenlerin birbirine dolaşması ve duğilınr­ lenmesi nasıl olursa olsun, şu olgu değişmez : Modern sanatçı özgürlüğü uğruna en büyük üc· teti ödemi ştir : gerçek sanatın hakiki ö7giirlü· ğünden va.zgeçmiştir ; insanın hakiki dünyası· na, tüm insansal ifade olanaklan arasından en derin ve en kapsamlı ifadeyi vennekten vazgeç­ miştir. Derinlere inen bir ilişki ve gerçegin nes­ nel özüne parçalanma� bir bağl�lık : İşte hakiki nesnel sanatsal özgürlük. -Bu ötgürlük rtesnel­ dir, çünkü çoğu durumda sanatçının bildiği,n.. deli, tasa'rlayabUtWeği.nden ve amaçladığından daha büyükt:ür, İşte sanat, modern gelişim yü.: zünden, özgürlüğiin krallığına giden bu yoldan geri çevrilmiştir. Sanatçının karşı Çıkan içe dönüklüğü, toplumun sıı.nat karşıtı eğilim­ leri karşısında öznel bir çelişkidir; nesnel olarak ise : dış etkenlerle doğmuş süre­ cin ivınelendiri�esi ve derinleştirilniesinde'n başka bir şey 4eğUdir. Chestertoh «iç aydın· lanmarun, ay<:lullanmanın en iğrenç tüıii��> oldu­ ğunu .söylemişti. Hem dış, hem de iç gerçeği çarpıttığı için g"erçekten de en ijrencidir. Ve -bu çok öriemıt- ·bu çarpıtma. kendi içine dö­ nüklüğe ne denli köklü dayan'ınıa, sözkonusu 1 16


ige dönüklük ne denli ideolojik nitelik kazanır­ sa, o denli güçl.Udü,r. Bu durum modern geliş­ menin hemen başmda ortaya çıkmıştır. Goethe genel toplumsal dönüşümlerin sanat üzerindeki olumsuz etkilerini betimlerken, kısa. bir süre sonra da Ludwig Tieck, Alınan romantik lru­ şaj'ın.ın bu ilk ve önde gelen temsilcisi, «kendi içine dönüklüğün» 'dünya görüşü bakımından taşıdığı anlamı büyük bir: övgüyle dile getirir:

«Düşünürsek varolur tüm varlıklar, bir uzaklığın ardınd�<lır evren, Ve karanlık çukurlarına evrenin Yanımızda taşıdığımız bir kıvılcımdır düşen : Niçin dönü�üyor evren yabanıl yıkıntılara ? Yazgıyıı biz, ayakta tutan evreni ! . . Ne diye ürpertiyol" öyleyse Donuk :ışıltılannı yarattığun nesneler beni ? V�ın çiftleşsin e:rdeınle kötülük ! Hep$1 4wnan, hepsi sis, gölg.e ! Bir ışık uzanıyor içimden karanlık geceye. Erdem Wni, var yalnizca düşüncemde . »

Buğulu

Kendi içine dönüklüğün böylesine göklere qıkarıldığı ideolojik övgü.ye ekieyecek bir şey olmasa gerek. Belirmekte olan 19. ve 20. yüz­ yılttı sanat düzeyind•ki bireyciliği, aslında ro­ m antik dönemde daha önceden boyutları açık seçik dile getirilmiş olanı değişik bigim•lerde yi· neleme�terı. başka bir şey yapmaz. Gene de önemli bir aynın vardır [ild dönem arasında] : Romantizmin başlangıç evresinde dünya görü117


şünde�i bu öznelciliğin, bu ilkece kendi içine dönüklüğün, dünyanın sanat düzeyinde kavrarı­ masında hareket ettirici bir güç olacağı yazııl­ samaları yaygındı. Oysa romantiğin sanat dü­ zeyindeki gelişmesi bu düşleri yıktı

götürdü.

Bu ideolojik tavır sonrl\dan, günümüzde

yay·

gınlaşınca, pek bilincinde olmasa da, eski yenil­ gisinin ruhsal izlerini taşımaya devam etmiş­ tir. Romantik inancın gerilim

gücü

azaldıkça

-buna koşut olarak- gerçeği çarpıtan bir eği­ lim de yoğunlaşmı.ştır ; çünkü (bilinçsiz de olsa) ancak bu yoldan sanatı kurtaran bir «kendi-içi­ ne-dönük-olma� yanıls:ımasının ayakta durma­ sı

mümkündür. Bu çelişiklik günümüzde iyice açığa çıkmış­

tır. Son on-yıllann öncü yönelimi ıgerçeküstü­ cülük, sanatçının tümüyle bağımsız olması özel­ nes­

liğini kurtarmak amacıyla dış dünyanın

nelliğini bile bile dışta bırakmıştır. Ve kapita­ list toplumun hunharca etkilerine karşı

çıkan

bu etkin karşı koyuş, çelişik bir sonuç vererek, s anatçının insanlıktan uzaklaşmasına yol

aç­

mıştır. «Yazar, insanın insan olmaktan çıktığı yerde, insan olmaya başlar. » Ben demiyorum, Ortega y Gasset söylüyor. Bu ranı olan Gasset

gelişimin hay­

daha da ileriye gidiyor :

Bu

yaşantı ve ifade tarzının nesnel dünyanın özü ile nasıl bağlam oluşturduğunu gösteriyor ; çün­ kü bu en öznelci sanat olan gerçekiiatücülükte de elbette bir dış dünya var. Ama nasıl bir dış dünya? Ortega y Gasset bu konuda şunlan söy­ lüyor : Şeylerin özünü dönüştünnek zorunlu de-:-

1 18


ğildir, onları yeni imlerle belirtmemiz, cyaş.a.­ mın ikincil yanlarının devasa büyüklükte ön planda durduğu bir sanat yaratmamız» yeter.

ın.

Bu gelişim öyle dümdüz ve bun!Llımsız yü· rümüş değildir ; oysa burada da karşı akımlar, şöyle kabataslak da olsa, ayaküstü gösterile­ mez. Kapitalist dönem sanatçılannın büyük gerçekçiliği nasıl yarattıklarını öteki yazılanm­ da ayrıntılarıyla anlatmıştım. Burada yalnız­ ca Carly'nin, Ruskin ve Morris'in, bir yapıtın bir zamanlar varolan bağl,anınışlığını, yani o es­ ki özgürlüğü, doğrudan bir ilişkiyi değişik yol­ larda n kurmayı deneyen sanat eleştirilerine yollamalar yapmak isterim. Şimdi günümüz sa­ natıyia kıyaslanabilecek kadar serpUmemiş olan dönemin sanatını, «sanatsal» bir «taşracılık» di­ ye tanımlayan Tolstoy'a değineceğim. Tolstoy bunu söylerken eski sanatın evrenselliğine kar­ şı çıkıyordu. Halkın yaşam biçimleriyle kuru­ lacak sürekli ve dolaysız bir b ağlantının, sana­ tı, modern yaşamın girdabından kurtaracak bi­ ricik yol olduğunu açıkça ayrımsamıştı. Öteki yapıtlarınıda bu konuyla ilgili 'geniş bilgi var­ dır. Peki sanatsal özgürlük sorununu böylesine güncelleştiren günümüzün yeni sorunu nedir acaba ? MOdern sanatsal özgürlüğün eleştiril­ mesi bugün artık umutsuz bir durumdan yakın1 19


mak! değil, somut, gerçek çıkış yolla.r:ı aramak­ tır. Yeni duruın, sosyalizmin SO�etler Bii-li� ği'ndelti yengisid,ir, Yeni durum için verilen sa­ vaşım, halk denıoira�ilerinin Avruı>a'nın büyük bir bôlümüncieki yengisi içindir. Bu İki feno­ men ilkece temelden birbirinden ayrılır. 1917

Deviimi Rusya 'da ka.pitalist üretim düzenini yıkınış ve bir insan ömrünü dolduracak zama.'l aralığında sınıfsız bir to:plum yaratmıŞtır. Biz­ deki (Macaristan' daki] .-,..ve öteki birçok ülkede­ ki_,. halk demokrasisi henüz bu a.şatnarun baş­ langıç evresindedir. Aralarmdaki ilkesel aynmlata k,arşın -özellikle kültür ve sanat alanın� halk de­ mokrasisi ile ,sosyalizmin sorunlan arasmda kesişme noktalan vardır. Düş:rnıui ise, -kötU niyetle--.; [sosyalizm ile halk demokrasisi] ara­ sına bir eşitlik işareti yerleştirm.ektedir ; işçi­ lerin çıkarlarını savunan tüm önlemleri lomii· nizm diye karalama.ktadır. Kendine halk Özgür­ lüğü adına bir yol aÇmak isteyen hf!r şeyi, sa­ nat ve kültürün baskı altında tutUlması diye ilan etmektedir ; halk demokrasisinin korunma-. sı ve sağlaml�sından söz edildikçe, sos­ yali7Jlle karşı demokrasinin korunmasından dem vurmaktadır Yb. Burada dar ahl amda ekonomik ve politik soru nlardan söz �tmiyoruz. Ama sıı.nat ve kül­ türün sorunlannı ön plana alınca, başka bir bağlam içinde daha önce değişilt biçimlerde de­ ğindiğim göze ba.tıcı bir olguyla karşılaşıyo.. ruz : Bir yandan faşizmin kendisi, eski biçun1 2()


sel demokrasinin bunalımından doğmuştur. Bi­ çimsel demokrasi olmadan olanaksızdı. öte yan­ dan kültür -punalımı tüm emperyalist dönem devletlerinde aynı sanat bunalımı olarak orta­ ya çıkmlŞtır. Yalnızca biçimsel yönden en yet­ kin demokrasinin yaygın olduğu �lerde de­ ' ğil, egemenliğin �e � gericiliğin eıine düş:­ tüğü yerlerde de böyle obnuştur. Bu bakımdan, günümÜZde yeni sorunlara karşı çıkan diren cin1 blçiınsel demokrasinin yand,ıt.şlarında en yoğun durumda bulunması bir rasla.ntı değil­ dir. · &yleee cg.üdümlü sana.b sorusuna gelip dayandık. Demokrasinin. en gelişiniş biçimi olan sosyaMzm gibi halk demokrasisi de, kültür polj tikasının odak noktasına. : biriJıcisi, tüm kültü­ rü ve sanatı, çalışan halk ile -ilk ağızda bu­ gü� değin kültürden hemen he.pıen tümüyle yoksun bırakılmış işçi ve köylüler ile- gene doğnıdan bir ilişki içine sokma. görevini, ikin­ cisi , hem etken henı de edUgen olarak, kültü­ rün Qugüne değin ele geçirilen tüm değerli ka­ za.nçlarını halkın malı yapma, böylece halkı, bu kültürü alabileçek, öıümley,bllecek yeteneği kazanacak düzeye yükseJtme gtsrevini koyar. Ama aynı zamanda halkın malı olabilecek, hal­ kın içinde kendini tanıy$.blleceği ve gerçekten de kendi ınalı olara.k benimseyebil:e.ceği bir kill­ tür yaratııla görevidir bu. İşte dost-düşman bu kültür programına bakıp, cgüdümlü:. sanat gibi yanlış bir parola'yı ortaya. atmaktadır. Açık seçlk ayrımsayabilmemiz için bu tür..

..

1 21


den ayrıntılı felsefi

ve tarihsel açıklamalara

gereksinim vardı : Yanlış bir paroladır sözko­ nusu olan ; -hangi yandan olursa olsun- bi­

zi Upton Sinclair politikası ile, katıksız öznel;.. cilik politikasından birini yeğleme durumunda bırakan bir ikilemin aslında uydurma bir ikilem olduğunu görmemiz için [gerekliydi bu] . Yad· sımayalım: Her iki görüşün de azımsanmaya­ cak taraftarı vardır. Anlattıklan en basit köy­ lü ve en cahil işçi tarafından kolaylıkl a anl�şı­ labilsin ve bunlann tadına vanlabilsin diye, sa­ natçılardan, yeni toplumun kuruluşunun günlük konulanyla. uğraşmalannı ve tüm olaylan (ko­ nuları) , bu 2.landan seÇmelerini isteyen bir eği­ lim yaygındır ; ama öte yandan özellikle

sa­

natçılar arasında yaygın bir eğilim daha var­ dır, bu eğilim der ki : cİsterseniz halkı sanat ile ilişki içine sokun, ama halk neyse o kalır, sa­ natçılar da neyseler odurla.r. » Yani halk, bu sanatı nasılsa öyle

hazmedebileceği

konuma

yükseltilmelidir ; bu başarılamazsa, eh halkın şansı yokmuş diyeceğiz. Böylece son yüZyılın önde gelen düşünürlerinin ikide birde ileri sür­ dükleri bir görüşe vanyoruz ; yani sanatın ilke olarak aristokrat karakter taşıdığı savına. Bu­ radan çıkanlacak vargılar. çok değişiktir. Yer yer demokl'a.Siye karşı politik sonuçlar bile tü· retilir buradan ; kültür düşmanı olduğu baha­ nesiyle bu demokrasiye son bile verilebilir. Yer yer de halk demokrasisinde her şeyin eskiden olduğu gibi kaldığı, yani sanatçıların bildikle­ rini yenilernek zorunda bulunmadıkları ve geri:-

1 22


ci dönemde olduğu gibi gene yalmz kaldıkları saptamasıyla yetinilmektedir. Sanatçıların sa­ natta içkin bir yetkinliğin peşinde oldukları, eskiden dayanılan o eğitimli, yetişkin tabaka­ nın yok edilmesi, ya da eski önemini yitirmesi nedeniyle, bu demokraside konumların daha da kötüleştiği ileri sürülmektedir. Aslında her iki bakış açısını da -özel tartışmalarda bile- ken­ dilerini dışa vuruşlarından daha kesin dile ge­ tiriyorum burada. Öyleyse «güdülen» sanat parolası altında ne yatmaktadır ? Halk demokrasisinin yukar­ da betimlEmen kültür politikasını somutlaştır­ mak istersek, o zaman şu çabayı göstermemiz gerektiğini görürüz: Sanat gelişiminin toplum­ sal y�amın temel dayanaklarındaki değişme­ leri izlemesinin yalnızca sanatçılann değil, ay­ nı zamanda sanatın da yaranna olduğuna sa­ natçılan inandırmak Bunun niçin sanatm da yararına olduğuna gelince. Sanının buraya de­ ğin yapageldiğim açıklamalar buna bir yanıt vermiŞlerdir: Kapitalist kültür ve özellikle em­ peryalist dönemdeki kültür sanatçıları bir çık­ maz sokağa saptırdığı için. . . Sanatçılar Dosto­ yevski'nin «bOdrum» bireyeiliğinden vazgeçer­ lerse; sanatın o en eski durumunu : sanatm ka· mu yaşamının önemli bir parçası olduğu, ve sa­ natçının --özellikle yaratıcı bir insan olarak­ bu kamu yaşamına derinden katıldığı durumu yeniden gerçekleştirme'ye çalışırlarsa, şimdi ye­ niden doğmuş bulunan izleyicileriyle, yani çalı­ şan halk ile doğrudan ilişki kurma olanağından 1 23


yara.rlanırlarşa ; yıllar'Qoyu olağan sayılmış bir tutumu terketmek�

öznel olarak

bir kurban

veremekteri başka bir �y olm ayacağı için, iş­

te bu anlamda bir kurban istenmiş olur s8.n8tt­ çıl ard an ; ama onl�rdan istenen,

gerek sanat, getek&e insancılık yö11Unclen, verimli ol ac ak bir kurbandır.

Yalnıt günümüz koşullan altında akla-uy.. gun olmakl a olştıaklı sayılan her «güdüm» bu ni n dışına taŞamaı:. Çünkü her çok genel ç ne kadar halk demokrasisinin hraftaıı olan jş­

izgi

çilertn ve köyiilierin yaşamlarınını sanatçı ile iı­

leyicisi arasında yeniden doğrudan il�kile� ku­ racak, ka.pitaUst s::ı.nat izleyicisinin nitelij[ siz,

değigken biçimli, çehreden

yoksun karakterini

ortadan k al dıracak olanaklan içerdjğinden, bu

yaşamıann nesnel zenginlikle�i ve gelecek .u­ mutlı;ı.rının yoğunluğuyla, sanatçı için, içine ka­ panık, içe yöneli·k bir ben'in kendinden geçmiş düşlerinden çok daha verimli bir zemin. .sağla­ yabileoefine hiç kuşku yoksa. da ; günümüzde yalnız�a olanak

niteliğinde olup, gerçeğe

dö­

nüşmemiş bulunan bu olanakları , kullansınlar diyen sanatçıların önüne hazırlop koyab ilecek

kimse yoktur ve olamaz. Özellikle bu bağhim i çindeki ller ütopya, her ütopik..()ntab.rninsel de­ ney, a labildiğine tehlikelidir. Büyük dönüfli.m­ lerin ağzında �unıyoruz. Programlı ön..tahmin­ lerin tehlikesi ise, en veri.ınlisinin hahgisi ola­ cağını, geleceğin gerçeğinde •imdiden kimsenin bilemeyeceği mevcut sınırsız olanakları s.ınır­ landınnasıdır. Her ütopyrmm tehlikesi, somut

1 24


gerçek�den esnek yara.rlanıldı,ğınd�. gerçekle�' t�rilebUir ol anakl arm çok çolç şeriıdı:ıde kalma• sı(lır. BöylE;} bir kanıtıamanın inan4J.ncı gucu, ontin yalnııca genel derinliklerinin &;ığruluğun­ dan fleri gelmeyip, bir .halk deroo:\p'tısisinin iz. ledlği genel pç:ılitikanın kültürel aayaınaklarin­ dan da ka;yınakl�ır. Sana� ile izleyici arasın­ da, kapitalist ıarMılığıyla. ortadan kalkmış bu­ lunan bir doğrudanlığın yeniden Jturuloabilece­ ginden söz ediyorsak, somut topİ�sal olanal;t­ l�l'l sözkoı;ıusu ediyoruz demektir. Açıktır ki : kapit�i�i yok eden SQSyalizrn, doğal olarak bu a.r�cıhi'tn pa kökünü kazır. Halk d.emokrasi­ sinln ekonomi politika.smda, birinci hedef ola­ ra�, b4fük . toprak sahibi ile büyük !ermayenin gücünü birleştiren tekelci semıayenin bizde t M�listan Halk Ctımb\lriyetlJ a)"akları üstU­ ne diktiği tek başına egemenliği ortadan ka�­ dırm&k gelir. Toprak reformu, sehdikalarm Yt+�tınlması, san sendikacıhklann önü­ nün · �ası, madenciliğin ve öteki merkezi gi­ rişimlerin devletleştirilmesi, bu durumun eko­ nomik temellerini yaratırlar. Soru kendini gösteriyor : Sanatın kapita­ litmden ileri gelen soruplannın ortadan kalk­ ması, ya da hiç değilse azalınası için bu durum· dan sanat alanında nasü yuarlanllabilir ? Şim­ diye değin uıanagelen deneyinlıei-, bu alanda u.rııut verici pJ$1laklaMn b ulunduğunu göster­ mektedir. Sa,�a�ı ile izleyicisi arasındaki aracı rolü kapitali$t �emenlikten ıdınıp 'i şçilerin 1 25


toplumsal organlarına devredilirse, bir

sanat

yapıtının yalnızca o katıksız meta olma niteliği değil, salt kazanca yönelen bir aracılık da { tüm zararlı sonuçlanyla birlikte) son bulmakh kal­

maz, sanatçı ile izleyicisi arasında yeni, verim· li, öncekilerden

nitelikçe farklı, dolaysız

bir

ilişki kurulabilir. Bir köylü ve işçi kültürünün serpilip açılması, bugün şimdiden hiç de kes­ tirilemeyecek ölçüde bu yeni ve doğrudan ilişki­ leri gerek sanatçı, gerekse izleyici bakımından verimlileştirebilir. Bu yeni, dolaysız ilişkilerin toplumsal ön­ koşullannın bugün çoktan doğmakta oldukları bellidir. Ancak : Henüz doğma [oluşma ] duru­ mundadırlar ; öznel de olsa, nesnel de olsa, hala birer olanaktırlar, gerçek değil. Bunlann ger­ çekleşmesi belirli tarzda, ·evet ancak tarzlarda ivmelendirilebilir. Çünkü son kuşağımn

gerici,

emperyalist

belirli insan

kapitalizminin

oluşturduğu çağdaş sanatçıların büyük bir bö­ lümünün, ve gene bu dizgenin tüm baskı ve se­ faletine katlanmak zorunda bırakılan köylü ve işçilerin önemli bir bölümünün şu anda böylesi­ ne meyve verecek bir karşılıklı etkileşim ger­ çekleştirecek yetenekten uzak oldukları da açık­ tır. Bunlann her ikisi de kendilerini geliştirme­ lidirler ; böyle verimli bir karşılıklı etkileşimin doğabilmesi için hem öğrenmeli, hem de [o za­ mana değin] öğrendiklerini

yeni bir düzeyde

ele almalıdırlar. Burada her iki taraf için de cglidülme:. so­ rusu ortaya çıkıyor. Bu «güdülme� ancak kar-

1 26


şılıklı

yakınlaşmanın engellerinin toplumsal, ideolojik ve sanatsal düzeyde aşılmasından, so­ runların tüm yanlarıyla her iki tarafa da tanı­ tılıp öğretilınesinden, olanakların, boyutların açıklanmasından, bir işbirliğinin maddi, kültü­ rel ve sanatsal ön-koşull�.rmın yaratılmasından oluşabileceği gibi, demokratik devletin ve işçi­ lerin

toplumsal

oluşan bir

örgütlerinin

y&rdımlarından olabi­

«güdümlülük» de sözkonusu

lir. Bu sorunu b · ürokratik kafayla )Önetmelik­ lere, kimi belirlenimiere uygun olarak kavra­ yan herkes ( ister parti yön etmeliği olsun, is­ terse sınıfsal kurallar vb. olsun) en büyük za­ rarlara yol açabilir ve gelecekteki olanakları daha çekirdekteyken boğar. Daha önceki bir yaz.ımda, bir parti edebi­ yatçısının oynadığı rolü çok özel bir tanımla : partizatılık diye belirlemiştim ; amacım, onsuz hiçbir parti edebiyatının varolapıayacağı o özgürlüğü, o vazgeçilemez efaaliyet alanıımı gösterin.ekti. Oysa buradaki sorun daha geniş kapsamlı. Parti edebiyatçısı gerçi edebiyatta önemli bir tiptir, ama edebiyatı (tümüyle) çok az doidurur ; yeni demokratik toplumda yalnız­ ca parti edebiyatçılannın yazı yazacaklarını umanlann aklı hiçbir şeye ermiyor demektir. Bu ciddi bir demokratik ülkü olamaz herhalde. Çünkü bu ülkü, [birimleri] aynı ortak payda altında toplamayı ve yalınlaştırmayı içermeZ, tersine : gerek herbir sanatçının yapıtında, ge­ rekse sanatçilann tümünde zenginlik, çokyan­ Iılık, çokseslilik [ öngörür] . Yukariarda son

1 2'7


�:n-yılJa� gelişiminhı uyutxuıuzluğuna değinir­ ken, amacımız, bir kişisel yapına.Cıklığ'Jn o ge­ lişmiş ton farkianna k3.rşm, gene de ayırtgan sorunıa.-ın [işlenmesinde] bir dar&ltmaııın, bir fakirliğin kanımızca ortaya çllttığını göster�

mektir. Bunun aşılmasında -ina.riıyo� ve bi­ liyoruzı- halkın kurtulU.Şwiun katkısı olacak­ tır; kuşkusuz kendiliğinden, ins� tepe­ sinden gegerek olmayacak bu; �� ınsanla­ rın kararları ve eylemledyle gerçekleşecek. Hiç­ bfr, d)nlelJl, :. «kurum» ya da «güdü.rnJUlük:. sa­ na� �ni bir gelişme yönü getirenıez. Bunu yaıl­ nızca sanatçılar kendileri gerçekleştirebi­ lirler, ama tabii toplumsal yaş amdan , toplum· daki deği�Ierden ba� değiUerdir. Tüm bunlar öyle sanatın kendi sorunu ol­ mayıp1 ideolojik değişinelerin bir parçaaıdırlar. Sanatsal özgürlük her ne kadar özgürlüğün �­ nel toplumsal ve felsefe �runlan'yla ö�eş de• ğilse de bunl udan bağımsız da değildir. Bu dü• şünceler, sanıtçll.arı, şimdi'ye kadar olduğun­ dan başka t(irlü çalışmaları gerektiğine inan­ dırmaınalı�. Üslup soru,nları kararlarla. dü­ zenlenmeyip, sa.natçılann gelişmeleriııin iç di ­ yalektiğince beli�lenirler. Sanatçı ise,' b.ir toplu­ mun içinde yaşar ve �i�ein, istemesin- bir dünya görüşü:ıııe dayanır. Ve b'Q Q.ünya görfişü­ nü üslubunda da dile getiriT. T()�lu:ıiıa bağıınlı olan bu dünya. g-ötüşü yanında sanatçının dünya görüşü sorununu, sanatçmm gözü önüne ser­ meyi denediın. Tüm toplumsal yaşam dönüşüm aşamasındadır. Onunla birlikte, her temel top1 28


luınsal dönüşümlerde olduğıı gibi, özgürlüğün içeri� ve biçimi de değişir. Sanatçıların bu de­ ğ:işmelerle bir ilintile;ıinin bulunmadığuıı, dün­ yadaki deği.şmelerin, onla,rııı içinde, hani şu en c;luyarlı gereç üzerinde herhangi bir iz bırakma� ya,cağını sanmak bit yanılgıdır, Ve ancak en derin inanca dayanan, özgür istem'e dayanan ve özgürlük içinde gerçekleşen �üşüm en ve· rimli dönüşümdür. :,_��l;- cözgütlük» zonııiluğun öğrenil­ meşjnden (bilg.isinden) başka bir şey değildir, der. İşte bura,da -kendi. içine kapanmış bir ben'in «bodrum» dünyasında değil--- yeni, ha­ kiki Özgü:r;-İijlt yat:ınaktadır. Dün,yada bunalım­ ların olma.ıruıdan sanatçılar da sorumlu değil midir? Bu bunalımları kendileri ve sanatları için kullanabilmeleri onlara bağlı değil midir? Kaçıiullnaz zorunluk içinde ne �adar özgürlük bulabUecekleri ve bu özgürliiğü kendileri ve sanatları yönünden ne denli özgür ve yaratıc.ı­ lıkla. )Uılla.nabilecekleri ohlara bağlı değil mi­ dir? .

1.941

F. 9

1 29


«MARX'A YOLUM:.A EK (1957) Okuduğunuz satırlar [Marx'a Yolum (1933) yazısı-Çev. ] , herkesin de görebileceği gibi, gerilimli bir ruh durumunda kaleme alınınıştır. İçine düştüğüm ruh durumunun nedeni, bunca düşünce serüveninin ardmdan, hani elli'ye de merdiven dayamışken, ayağınun altında bun­ dan böyle sağlam bir zeminin varlığını duyunı­ sarnam değil. Geçip giden son on beş yılın olay­ larının da bunda yoğun payı vardı. lık devrim yıllan üzerine hemen konuştum. Ama Lenin'in ölümünden sonraki dönem için bir şey söy­ lemedim. Bir savaşım yandaşı olarak, Stalin'in Troçki ile Sinovyev'e karşı yürüttüğü Lenin'in mirasım koruma savaşımını yaşadl.m ve Le­ nin'in bize sunduğu kazançlann kurtarılışını, [ sosyalizmin] kuruluşunu sürdürmek için bun­ lardan yararlıımlışını gördüm. 1924-30 döne­ mine �lişkin bu yargılarıma aradan geçip giden yıllar, ve geçip giden yıllarm deneyimleri önem­ li bir değişilik ge tirmedi. üstelik, 1929-30 yıllanndaki felsefe tartışmalan, bende, Hegel­ Marx, FeuerbacQ.-Marx, Marx-Lenin arasında­ ki bağıntılan açıklayabileeeğimiz ve bu bağın1 30


tıla.rı Plehanov'un ortodoksiuğundan kurtara­ bileceğimiz, felsefe araştırmasına yeni ufuklar açabileceğimiz umudunu yaratmıştı. Hep kar­ şıtı olduğum Rus Proleter Y�rlar Topluluğu' nun dağılmasıyla da (1932) , ben ve başka bir­ çok kişi için geniş bir perspektif açılmı�ı : sosyalist edebiyatın, markaçı edebiyat kuramı­ nın ve eleştirinin, herhangi bir bürokratik engele çarpmadan atılım yapabilmesi ola­ nağı doğınuştu. Burada iki özelliğin, ede­ biyat kuraınının ve edebiyat eleştirisinin marksçı-leninci kara.kterinin, bir de bürokratik engel ve sınırlarnalann ortadan kalkışının altını aynı kalınlıkta çizmek gerekir. Yine bütün bun­ lara sözkonusu yıllarda genç Marx'ın temel ya­ pıtlannı, özellikle «Ekonomik-Felsefi Elyazma­ lan»nı ve Lenin'in İelsefi mirasını öğrendiğimi­ zi de eklersem, otuzlann başındaki o yoğnn he­ yec:ını ve büyük umutlan doğuran olgulan say­ mış olurum. -Hani iyimser bir ifadeyle-- o yıllarda bi­ le kalıba uymayan her iki düşünceden birinin boğucu ya da saldırgan bir direnmeyle karşı._ laşması, bu umutlara yavaş yavaş yayılan bu­ lanık bir renk katınaya başlamıştı. Başlangıçta ben ve benimle birlikte birçok kişi, henüz ta­ mamen &§ılmamış geçmişin ka1mtılarıyla kar· şı karşıya bulunduğumuzu ( cRapp'çılar», kaba­ toplumbilimciler vb.) �ıyorduk. Derken, tüm bu kuramsal ilerlemeleri engelleyen eğilimlerin sağlam, dirençli bürokratik dayanak noktalan bulunduğunu anladık. Gene de, dogmatizmi sa131


si8.t;eminin son kez, bir rasıantı sonucu ortaya çıkışına tanık olduğumuza bir süre da­ ha. inandık durduk. Aramızdan birçoğu zaman zaman Sta.lin'i kastederek içini çekiyordu : cAh, si le roi le sava.it.» ( cAh, bunu bi,lseydi kral.:.) Böyle bir durum elbette sonsuza dek sürınezdi. neriye doğru sürükleyen, markaçı kültürü zen­ gin.le§tirilen akıntıla.r ili;}, her bağımsız düşün­ vunma

cenin bağna.zca, bürokratça-t.ira.ne& ezilmesi arasındaki çelişkinin kaynağının bizzat Stalin rejiminin kendisinde, dolayısıyla da. Stalin'in kişiliğinde aranması gerektiği g�eğini gör­ mek I.Azımdı a.rtık.

Şimdi bu duruma karşı tavır almak gere­ kince, aklı başında herkesin dün)ıl.-tarihsel ko­ numu göz önünde bulundurarak hareket et­

mem gerekiyordu : Dünya-tarihsel �onum Hitler'in tırmanışını ve sosyalizmi yıkına. savaşına ha�rlanı.şını gösteriyordu. Bu duru­ mun dağuracağı kararlara 'her şeyin -ve kişisel olarak en değerli saydığım şeylerin bile, yaşa­ mım ı verdiğim ye.pıtmim bil&-- kayıtsız şart­ sız boyun eğınesi gerektiğini anlaznışt,ım. !yi

bildiğim alanlarda marksçı-lenincl dünya götii:. şünü doğru uygulalna'yı, ve açığa çıkanlan ye­ ni neanel olgula.ruı, gerektirdiği ölçüde bu dün­ ya göriiiünü �tinneyi yaşamıının temel a;ö­ revi bellemiştim. Ancak etkili olduğum bu dö­ nemlerin tarihsel sa.vaşımı, biricik sosyalist devletin, dolayısıyla da sosYI'olizmin varlığının korunı:nasına yönelik olduğuııdan, tüm göri.lşle­ J'imi, tavırlanmı (hattA kendi yapıtlarıma kar1 32


şı

tavrımı bile) bu g�eri kollayan kararla" rm doğrultusunda ortaya. koydum, Gerçi bu, sözkonusu savaş'ım boyunria, ortaya çıkan, pro" pagandası yapılan, sonra da çekip giden her türlü ideoloj!k eğUime eyvallah dediğimiz an­ lamına ge� elbette. Ancak bu <lönemlerde bir karşı çıkı.şııı yalnız.oo. fiziksel iuılamda ola" naksızhğından başka, aynı ıamanda da can düş­ ma.nımızm, her türlü kültürün yıkıcısının kolay­ ca düşünsel-ahlAksal bir desteğme dönüşebile" ceğini de açık seçik görüyord"WQ.. Bu bak;ımda.n bilimsel fikirlerim uğıı ma bir tür partizan savaşımı veımeye, yani Stalin'den birkaç aluıtı yaparak çalışmal�� yf,.yımlan­ masını sağl,a.ınaya ve sonra bu çalfpıa1arda ka­ lıptan. uzaldaşa.n görtişleri�i varolan tarihsel ha,.reket alanının el verdiği ölçüd• prekli dik" katle ortaya koymaya mecburum. Sonuç olarak arada, bir susma buyruğuyla k:al'fılaşbm. ör­ neğin savaş sıra..smda Hegel'i Fransız Devrimi karşılımda feodal gericiliği-tep�Ilği savunan bir filc)zof olarak ilin edeiı bir )ta.rarın açıklan­ dığı b�Uıımektedir. Ben de genç �el üzerine yazdığıın kita.bımı o günlerde �layamadım W,>it. Ş<>yle düşünüyordum : Savaşı hani böy­ le bilim dışı ahnıaldıklara b8,f\'Uml8dan da ka­ zaluıiılt .Qianaklıdı.İ-, Ama madem Id anti-hit­ lerel p�anda bu yanl� clÜJÜDceye bir kez bulaşmı§tı; artık o an iç� öııenıli olan Hegel'in doğru anlqılınası � kavga çıkarmak de­ ğil, savaşı kazanmaktı. Bilindiği gibi bu yan­ lış ·kuram savaştan sonra da uzun yıllar sürdü 1 33


gitti. Ama benim de cGenç Hegel:. kitabımı ge· ne tek bir satır değiştirmeden yayınılad.ığım bi­ linmektedir (1948) . Ama sözkonusu olan çok daha. önemli top­ lumsal sorunlar vardı ve bu sorunlar stalinci yöntemin olumsuz yamnı gene bu dönemlerde açık seçik dışa vunnuşlardı. Tabii büyük du· ruşmaları düşünüyorum şu anda. Bunların hak­ la hukukla bağdaşırlığını başından beri kuşkuy­ la karşılamıştım, hani büyük Fransız Devri· mi'ndeki Jirodenler ile Danton yandaşlanna karşı yürütülen davalardan pek aynlır yanları yoktu ; yani duruşmalann yasallıklan sorunıma pek büyük bir ağırlık vermeden, ta.rilll;�l zorun­ luklannı kabul ediyordum, hepsi bu. (Bugün Kruşçev, bu duruşmaların politik yönden de gereksiz olduklarını kesinlikle vurgularken hak­ lıdır sanırım.) Tavrım ilk kez, troçkizm ve benzeri düşün­ celerin tüm köklerinin kazınması buyruğu ve­ rildiğinde, temelden değişmeye başladı. Bunun, çoğunluğu suçsuz insanların kitleler halinde y&rgılanıp yok yere hüküm giymesi anlarnma geleceğini dah:ı baştan kavramıştım. Bugün ba­ na tavnmı niçin açıkça ortaya koymadığım so· rulacak olursa, yeniden fiziksel olanaksızlığı ortaya. atacak değilim -o sıralar siyasal sür­ gün olarak Rusya'da yaşıyordum-; bunun ne­ deni ahiakla Uintiliydi : Sovyetler Birliği faşiz­ me karşı bir ölüm kalım savaşının eşiğindeydi. tnançlı bir komünist şöyle diyebilirdi : eRigbt or wrong, my party. » («Doğru da olsa, yanlış 134


da olsa, benim partiın. ») Bu durumda Stalin ön­

derliğindeki parti ne yapıyorsa, �partiden bir­ çok kişi de benim gibi düşünüyordu- bu sava­ şımda onunla koşulsuz bir dayanışma içinde bu­ lımmarnız, ve bu da'yanışmayı her pyin üstün­ de tutmamız gerekiyordu. Zaferle biten savaş durwnu kökünden değiştirdi. Yirmi altı yıllık sürgünden sonra yurduma. geri dönebildiın. Tıp­ kı savaş sırasında olduğu gibi, sosyalist olsun burjuva olsun, dünyanın tüm demokratik güç­ lerinin gericiliğe-tepkiciliğe karşı bağlaşması­ nın mümkün olabileceği bir aşa.ma.ya varmış ol­ duğumuz kanısmdaydım. «Recontres Internati­ onales:.de, Cenevre'de yaptığım 1946 tarihli ko­ nuşmamda bu görüşlerimi dile getirdim. 5 Mart l!Mô'da Churchill'in Fulton'da yaptığı konuş­ madan bu yana, kapitalist dünyadald karşı eği­ limleri, Batı'nın etkili ve yetkili çevl'elerinin sa­ vaş bağiaşımını yok etmek ve savaştaki dü� maruna a:erek politik, gerekse ideolojik yönden yaklaşmak amacı'yla nasıl çırpm4ığını görme­ .ıru.->m için kör olmam gerekirdi Daha Cenevre' de Jean-R. de Salis ve Denis de Rougemont Rus­ ya'yı Avrupa kültürünün dışında bırakmak için hazırlanmış taslaklar ileri sürdüler. Ama öte yıı.zıdan böyle bir girişim karşısında sosyalist kamptan gelen tepkinin, benim ve benim gibi bi11:ok barış yanlısımn, Orta Avrupa'da halk demokrasilerinin kunılnıasıylaı güçlenen sos­ yalizm sayesinde silineceğini umduğumuz ide­ olojinin birçok özelliğini barındırdığmı gönne7 mek için de kör olmak gerekirdi. Dünyadaki 1 35


yeni dnrumun bi r buyruk gibi önümüze çizdiği­ ne inandığrln ve hep inanae&ğım bu yolun gerek­ tirdiği çabalara b ağlı olduğumdan, 1948 Wroc­ la.w Kongrest'nde (t) banş hareketine büyük bir heyecanla kaQldım ve -bugüne kadar da bu

hareketi-n. iııançlı bir yandaıŞı olmayı sürdür., düm. Wroclaw konuşnıamln konusu dünkü ve bugünkü düşmanın: emperyalist gericiliğin-tep­

kiciliğlh diyalektik

birliği ve farklılığıydı,

1948 yılı belki de 1917' den bu yana en bü­

yük dönüm noktalarından biriydi: Çin'de pl'01eter devrimin zaferi. Özellikle bu devrim ara­ cıl ığıyla Statın•m teori ve pratiğindeki çelişki­ ler bir kez daha gün ışığın a çı.kınıştı.

Çünkü bu zafer, nesnel o.kıra:k, Stalin'in 'rroçlti'ye karşı -ve haklı olarak- savun­ duğu, dek ülkede d,evtim» döneminin artık ta­ rihe karıştıfıııı g&teriyordu : Orta Avrupa'da­ ki halk deitıökıUUerinin doğuşu ise, bu yeni duruma tam bir geçişti artık. Öznel yönden ise, Stalin ve yandaşlannın kökten deği§eıi. dünya koşullannd4n teorik ve dolayısıyla da pratik

sonu�ları çıkannak istem.edikleri, dahası çık1raına.dıklari görUldü. Çok akıllı bir kişi olan Stalin, pratiji içinde yeni durumun kinıi belir­ tilerini ve �annı elbette kavramıştı ; an-

1) Wroclaw'da. (Breslau) 26 ve 30 Atustos 194:8 arasında «Bantı Koruma Kongreeb dUzenlendi. LUkacış' ın bu kongredeki konWJimaaı, d.yduıla.rın Sorumlı.ıJuk.

ıbaşlı� altında, 19S5'de «Lukacs'm Yetml.flnct gum YıldönQmib derieıneelıeıd yayunlalıdı.

ları�

1 36

Do­


<:$k

orta.Ya �ıkan bu yeni durumun,

etek ülkede

sosyalizm» döneminin yöntemı�rinden

­

-sana.

yi yönünden gen ka.Jınış Rusya'nın nesnel olarak sürekli tehlike altında kalışınQ.aıı türemiş 'bıa­

hman, ancak Stalin'ni kendisi tarafından

bu

zorunluğun çok ötelerine değin geliştirilen yön­

temlerden kopma ıa:ıilamına geleceği, Stalin'in 1kavram& ufuklarının çok ötesinde kalıyordu. Böylece yeni bir strateji ve taktlğin varlığını buyura.n yeni dünya durumu, eski strateji ve taktiğin kaçınılmaz biçimde yeniden •ivrilmesi­ nin, aşınlıkla gündeme alınmasıtım bir örneği­ ni sa.hneleyen bir girişimle yanı tla� : Sovyet­ ler Birliği ile Yugoslavya'nın arası açıldı. Bu­ nun deV'amı elbette büyük durufmalar zama­ nından artakalan yöntemlerin yeniden tezgah­

lanmasıydı. Bu yeni taban lle eski

�liş�d;

ideoloji ;arasındaki cEdebiyat Ve Deınok.rasjı. adlı kitabım

üzerin� 1949 ile 1950 arasmda sUrdUriilen tar­

tışmalarla benim için daha da kO)ay anlaşılır oldu. Ö!'g.ü.tleyici anlamında yönetici bir eylem-

di olmanıama karşın, 1944 yılında Macaristan'a ortaya çıka:ıı yeni durum­ dan sosyalizme geçişi giderek lk,naya dayanan, kerte kerte açılan yeni yollarda.Jl tıer�kleşti­ rebilnı�in gerekli sonu�larıpı gıkannaya çalışıyorduın. Az önce sözünii ettiğim ��a.ptaki yazı­ lar ve konuşmalar bu çabala.ra. «'YrıJmıştı. Her ne denli bugün bu yazılan bazı yönlerden yeter­ siz, amaçlan açık seçik beliriemnemiş, �ıkarsa­ malan yanlış yazJlar sa.yıyoria.m da, gene de döıı.üşümden bu yana,

137

·


hareket

yönleri

ideolojisini

doğruydu. Oysa

savunanlada

denli umutsuz olduğunu

lar.

bağnazlığın

anlaşabilmenin

ne

gösterdi bu tartışma­

Bu tartışmanın ve tartışmada bilinçli ola­ rak gerilememin -o sıralarda Rajk duruşmaları

vardı (2)�.

birinci yararı, çok dalianmış bu­ daklantnış eylemci işlevimi bir yana bırakarak tümüyle kuramsal çalışınalara yönelı;n.em oldu. Tartışmaların deneyimleri ve günün etkili olay­ ları, marksçılık-leninciliğin sorunlannı bun­ dan böyle Stalin'in ve yandaşlarının yöntemlekarşı daha derinlikli, daha köklü gözden

rine

geçirmeme yol açtı. Dünyanın durumunda or­ taya çıknuş bulunan belirleyici yeniliği Stalin' in kavrayaına.mış olduğu kanısı, geçmişi şöyle didik didik incelemekle yaygmlaşıp genelleşti. Yirminci yüzyılın yirmilerinin ikinci yarısında faşizme karşı savaşım en önde gelen sorun olup çıktığında, Stalin'in, bu savaşıının önemini bi-

le ancak on 'yıl geçtikten sonra kavrayabildiğifaşizmin ni anlanuştım. Sosyal demokrasiyi

2) ııında

Laszlo Rajk

İspanya'da iç

(1909-1949 ) ,

1932-33 yılları ara.

sav•

katılmış, 1941-44 arası Biz­ Iice geri geldi� yurdunda tutuklu kalmlil, 194.4'de Al­ ma.nya•ya götflrfllmflş, 1945'de tekrar Macartstan'a dön. mtıştar. Macar Komünist Partisi I. aekreterll#i, içişle­ ri ve dışiıılert

baka.nlıtı

yapan Rajk, devlete karşı

komplo düzenledili gerekçesiyle idaım edilmiştir, Daha sonraları suçsUzlut'U

anlaşılan

Rajk, Macaristan'da

b&§layan Stalin terörünün ilk kurbanı sayılır.

1 38

1


..

« ikiz kardeşi:. sayan öğretisi, işçi sımfını.Iı, da­ hası tüm demokratik ögelerin oluşturacaldarı birleşik cephenin, insan kültürünün varolma ya da yokolma sorununa dönüştüğü dönemde, böy­ le bir cephe birliğinin kurulmasını olanak dışı yapıp çıktı. Yani 1917'nin devrim fırtınaların­ da ve devrimin hemen ertesinde haklı olan, ama fırtınanın yatışmasından sonra, en gerici te­ kelci sermayenin her yönden saldınsının yay­ gınlaşmasından sonra ·nesnel olarak tümüyle eskimiş bulunan bir strateji ve taktiğe dört el­ le sarıl.mı.ştı h8.la. Bu bakımdan 1948'den sonra olup bitenleri yirmilerin temel ya.ııhşlarının yi­ nelenmesi gibi değerlendinnoktaı, kendimi ala­ ma.dım.

Görüşlerimin iç gelişimi, burada irdeleyece­

ğim bağlamlann asıl konusu. Ancak yanlış gö­

rüşlerin temelinde yatan düşünce sistemini şöy­ le taslağımsı olarak bile çizmeın olanaksız. Ama çelişkinin Stalin'in düşüncesindeki trajik gittikçe daha açık seçik gözlerin:ıhı önüne seril­ �ğini söylemeliyim Lenin emperyalist aşamanın başında öznel etmen'in anlam ve önemini klasikietin öğretile­ rinden de öteye geliştirmişti. Stalin bundan, öz­ nel dogınalardan oluşan bir sistem türetti. Sta­ lin'in trajik çelişkisi, büyük yeteneğinin, .ıen­ gin deneyimlerinin, keskin zekisının bu öznel büyü çemberini sık sık kınnas:ına, dahası öznel­ ciliğin hatalı olduğunu net olarak .görmesine yol açmasıdır. Bu bakımdan, son yapıtında («SS

1 39


CB'de Sosyalimin Ekonomik Sorunları:.) eko­ nomik öznelciliğin doğru bir eleştirisini ortaya koymasına karşın, bu öznel ekonomizinin .tna.ne-­ vi babasının, sabırlı, kararlı kôrükleyicisinin kendisinden başkası olmadığını aklının köşesin­ den bile geçinnemiş olması, bana çok trajik geliyor. öte yandan, böyle bir düşi4:ıce sistemi i�inde birbiriyle kıyasıy� çelişen görüşler hiç rahatsızlık vermeden yanyana buluııablliyorlar. ö�efin, zoruiılu ölarak durmadan �rtan sinıf karşıtlık!� kUramı Ue, sosyalizmin �n son aşa­ masının, koi;nün.izmin elle tutulabilecek kadar yakında bulunduğu kuramının yanyana oluşları gibi. Bu birbiiini karşılıklı olarak dışlayarı sav­ Iann birbirine dolaşması, sonunda, «her�es ye­ teMğiı>e göre, herkese gereksinmesi k adar:. di­ ye özetıenen öqi.ir ilkenin otokratik düzenlen­ miş polis devJetinde gerçekleştiği bir komü·nist devletin do� yol açtı. Lenin'in «tek ülke­ de sc:ısyalizın:tı kuramını Troçki"ye k�1 başany­ la savunmuş olmanın, böylece de büyük bir iç bunalım döneminde sosyaJ.izmi kurtarınanın , onuruna sahip çıkan Stalin, 1948' le birlikte or­ taya çıkan· yeni dönem karşısında, tıpkı bir za. manlar Troçki'nin Sovyetler Birliği'nin gelişim

zonınluğu karşısında takındığı anlayı§sız ku· , ramsal ta.vn takınmıştır. Stalin'in geride kal· ması ve anlayışsızlığı yüzünden, emperyalist dü§manlarımn soğuk savaşı kolaylıkla sürdür­ melerini sağladığı, bugün çok kişi tarafından görülebilnı.iştir artık. Yineliyoııım : Burada yalnızca kendi 140

gö·


rüşlerimin gelişmesi anl&blacaktı ; o da marks­ çılığın kuramsal sonınlan açısından. Buraya değin Stalin üzerinde söylenenler, sorunsalı doğ­ ru olarak ortaya koymamızı kolaylaştıracak ar­ ka planı ·ve ortaını sağlamak içindi. Büyük Sta­ lin' devriminin ilk yılla.rınd& öneı;nli bir bölüm ayf,bıttn o heyeca�lı havası dügünülecek olursat Lenin'in marksçılıkta d:ıhice prçekleştirdiği çifte reform yapıtı bu devrimtil bazırlayıcıları arasındadır. Bir kere Lenlıi.ı mıs.rksçılığın usta­ la.rıyla ilgili yıllardalı beri süregelen önyar­ gılan süpürüp atın.l§tı. Ve bu temizleme işlem­ leritıde, Marx ve Engels'in ya��ın o zama­ na dek henüz Jiin ışığına çıkar11m.amış çok ge­ niş bilgiİerle dolu olduğu görülmüştür. Öte yan­ dan yılmaz gerçekçilik duygusuyla, yaşamın gündeme getirdiği yeni sonınlat �ında, us­ talardan aktarılan · cşaşmaz» alıntılara öylece bel ı.tlamarun. olanaksı.zlığın& dikkati çekmiş­ tt Komünist Parti Merkez Komitesi'nin politik raporunu sunarken, .emperyall..,ln çağdaş gö­ rünüınü konusunda bu türden marltsçılara kar­ şı .iğneleyici bir alaycılıkla şutılan demişti : «.Marx bile bu konuda tek bir sözcük olsun yaz­ mayı aklına getirmem.iş, tam ol an te.k bir alın­ tı� çüriltülemez tek bir değinme bıralmı.adan da ölmüştür. Bu nedenle, şimdi pa.çamızı kendi başımıza, lturi:armalıyız. » Marksçılığm Lenin'ce bir inşası umudunu, purada da belirttiğim gibi, Lenin'in ölümünden sonraki ük yıllarda koruınqtum. Kerte kerte artan, gelişen düş kırıld�l da açık seçik an-

141


lattım burada. Sonuçta, bu durumun bilimsel­ kuramsal yönden önemli olan yanını deriemek kalıyor geriye. Sorun, Stalin'in düşünsel-mane­ vi egemenliği� yerleşmesi ve bir kişi yücelti­ mine dönüşmesi ölçüsünde, marksçı araş­ tırmanın da «kesin hakikatler»in yorumu­ na, uygulanmasına ve yaygınlaştınlması.. na dönüşüp yozlaşması sorunudur. Yaşamın tüm sonınıanna verilen yanıt, yaygın öğretiye bakılacak olursa, markaçılığın ustalarının, özel­ likle Stalin'in yapıtlarmda saptanmıştı. Bu ara­ da başlangıçta Lenin Marx'ı ve Engels'i, sonra da Stalin Lenin'i giderek daha çok arka plana ittiler. Örneğin, diyalektiğin yasalannı Lenin'in «Felsefe Defterleri»ne göre ele alan bir filozo­ fun içine düştüğü güç durumu anımsıyonım. Onu, Stalin'in «Parti Tıa.rihi»nin dördüncü bö­ lümünde diyalektik yasalann sayısını ve tanı­ mını kesimeştirdiğini ileri sürerek suçladılar. Yapılması gereken, işlenen soruna uygun yeri Stalin'den bulup, alıntı biçiminde sapta.maktı. Bir keresinde Alman arkadaşlanından biri, «Bir fikir nedir ?» diye sormuştu, «Fikir [bu] alıntı­ lar arasında bağ kurmaktır.» Gerçi marksçılık­ leninciliğin gellttirilmesine açılan kapının yine de tümüyle kapanmamış olduğunu yadsımak yanlış olur. Gelgelelim, sonsuz hakikatler ha­ zinesini yenileriyle zenginleştirme, ya da o güne kadar çürütülınez sayılan bir hakikati devre dışı bırakma ayncalığın a yalnızca Stalin . sa­ hipti. Bilimsel �ın böylesine bir sistemden 142


çok zarar gördüğünü enine boyuna anlatmaya hiç gerek yok sanırım. Yalnızca, markaçılığın geliştirHip ilerletilmesi için kuramsal yönden en önemli bilimlerden olan politik ekonominin ve felsefenin, o günlerde tümüyle felç edildiğini belirtmek isterim. Doğa bilimlerinin gelişmesi ise, bu yüzden öyle fazla engellenmiş · değildir. Her ne denli bu alanlarda da arada bir sürtüş­ meler, anlaşmazlıklar ve dahası bunalımlar or­ taya çı:kmıŞsa da, bu bilimlerin pratikte gelişti­ rilmesi öylesine yaşama ilişkin bir sorundu ki, doğa bilimleri alanındaki ilerlemenin durdurul­ ması olanaksızdı. Bu vermsiz calıntıbilim»in ( «Zitatologie:.) tehlikeli sonuçları Qrneğin yön­ tembilim (metodoloji) sorunlarında., dünya gö­ rüşünün temellerini sapta.>nada vb. daha belir­ gin su yüzüne çıkar. Bu dondurma, kemikleştirme ruhuna [ dü­ şü,ncesine] karşı partizanca savaşım veren bir tek ben değilim. Stalin'in ölümünden bu yana, özellikle XX. Kongre'den beri bu sorun karma­ şası ,nitelikçe yeni bir aşamada Ç>rtaya çıktı : Tüm bu sorunlar sonunda açıklıkla tartışıldı ; Dtlimin resmi düşüncesi iyi kötü anlaşılır bi­ çi.mde dile getirilmeye başlandı. Gene burada sözkonusu tartışmaların durumuna ve tartış­ mdarda ortaya çıkan eğilimiere şöyle ucundan da olsa değinmemiz, bu çalışmanın görevi dı­ şında kalır. Kendi görüşümü kısaca derlemek­ le yetineceğlm : Bugün markaçılık için en büyük tehlikenin revizyonist eğilimlerde yattığına ina­ nıyorum. Onbeş-yinni yıldır Stalin'in ortaya 143


att�ğı her şey mar�ılılda. q7.deş, hatta marka•

çılığın tuınandığı en uç nokta olarak t�tıl­ dığından ; burjuva ideologları, Stalin'in yanlış.: lığı artık ayyuka çıkan birÇok tezini ve uygu­ ladığı yöntemin ()nemli uğraklarını kullanarak, bunlarla birlikte, bunlarla özdeşıniş gibi gös­ terilmeye çalışılan ustaların vardıklan sonuç­

lan da yadsı:ınaya çalışınakta.dırlar. Ve bu dü­ şünce yönelimi, kalrpçı-ba.ğna.z eğitimleri so­ nucu düşünce yönÜnden savunmasız duruma gelmiş bulunan birkaç komünisti de etkilediğin­ den, burada önemli bir tehlikeden söz edilnieli­ d.ir. Ama bu bağna.zlar1 Stalin'in . markaçılığın ustalan ile özde özdeş olduğu görü.,uııe dört elle �lmaya devanı ederlerse, böyle akıntila­ ra karşı tıpkı saf revizyonistler gibi çaresiz, savunmasız kalacaklardır. MarksÇılık-lenincili­ ğin korunması ve geliştirilnıesinin sürdürülme­ si için bu çıkmaz sokaktan bir ara yol, bir çıkış yolu bulmak gerek ; yani revizyonizmle etkili· bir savaşım için bu bağnazlığın kökünün kazın� ması zorunludur. Az önce de belirttiğim gibi, Lenin burada alınması zorunlu olan tavnn dayanak noktası­ nı açıkça göstermiştir. Eğer markaçılığın bize gelişebilmesi için gerekli güvenilir bir y0ntem, bir dizi sağlam hakikat, birçok �rim.li dayanak bıraktığını; bunlan derinlemesine öğrenip be­ niınseri:ıeden ve değerlendirmeden ileriye doğru tek bir bilimsel adun atamaya.cafı.niızı ; ya.lnw ca markaçılığın tabanı üzerinde evrensel bilim­ lerin oluşturulup geliştirilmeBiniıı bir görev ol• 1 44


duğunu, ancak bunun çoktan hazırlanıp önümU­ ze

konmuş bir şey olmadığını bilirsek --bütii:n

bunlar açık seçik anlaşıl:ırsa, marksçı araştır., ma.da y,�nt bir atılım olanağı ortaya çıkacaktır. Engels ölümünden önce ınar�sçılann önündeki bu göreve di�kati çekmişti. Lenin i� onun uya­

rılarını y�neledi. İnapıyoruın ki : Şimdi bu is­ tekl eri yerine getirmenin zamanı gelm.i§tir. He­ nüı bir markaçı mantığımız; :rnarksçı estetiği­ miz, mar;ksçı etbik'imiz, marksçı psikolojimiz vb. yok dersek, yıldıncı, umut kırıcı bir şey söy­ lemiş �lma'yız. Tersine, birçok kuşağın yaşa­ mını verimlileştirecek, yaşamını dolduracak bü­ yük ve $Ürükleyici bilimsel ödevlerden umut dolu bir coşkuyla söz ediyoruz. Bu çerçeve içinde, böyle bir �J§manın bo­ yutlarına ilişkin somut olarak kon�k ola­ naksız. Daha kendi çalı.şma.lanm. için bile, yer darlığı nedeniyle böyle bir açıklama yapmam olası değil. Yalnızca şunu �yleyebilirim : Marksçılığın ustalanyla uğ'ra§ım, bana ya.şa.­ Jlllmda ilk kez çab�arımın her zaman yönelik o�duğu şeyi gerçekleştin:ne olanağını verdi : Ma­ n�-düşünsel dünyatim fenomenlerini gerçekte olduğu gibi, kendinde olduğu gibi, tarihsel-sis­ temli ya:pılarıyla doğru görmek, bu yapıya bağ­ h kalarak betinılemek ve bunlan hakikatlerine uyarb b{çiınde dile getirmek. Bu açıdan bağnaz­ lığa karşı sa.vaşım da bir bakıma kendini savun­ madır. Çünkü başlangıçta. etkisi altında kalarak faaliyetime başladığım burjuva ideologları, bu fenomenleri hiç kuşkusuz çarpıtmışlard.ır An.

F: 10

1 45


cak dogma.cılık, öznel cçürütülmezliği» ile, nes­ nenin derinlemesine incelenmesine, nesneden hareket eden her türlü genellerneye karşıydı : Düşünce yapısında çevreyi görmesini engelle­ yen bu soy kapakçıklar bulunari herkes, ancak hazırlop dogmalardan birtakım açıklayıcı ta­ nımlamalar türetebilir ve gerçekle her türlü ba­ ğı yitirmeye mahkurndur. Dogınacılığa karşı sürdürdüğüm partizan savaşımım, ya.şa.mla, ya· şamın nesneleriyle olan canlı ilişkimi koru­ makla kalmamış, bu ilişkiyi geliştirmiştir. Bu­ gün bir estetikle uğraşabiliyor ve bir ethik'in düşünü kurabiliyorsam, bunu bu savaşıma borçluyum. Böylece bu satırlan da coşkun umutlann, bekleyişlerin heyecanı içinde yazıyorum. Bili­ yorum : Yeni yollan araştıran çabalann biti­ şine daha çok v·ar ; dogmacılığa kayışiann re­ vizyonizmin ·aynı ölçüde güçlenmesiyle karşı­ landığı kimi durumlan yaşadık, bugün de yaşı­ yoruz. Evrensel nitelikte marksçı bir bilimin oluşturulması doğrultusunda ortaya konacak ciddi çalışmalann -burada öncelikle kendim­ den söz ediyorum- bana sarsılmaz ve tükenmez bir yaşama anlamı kazandıracağı kesindir. (Kendi çalışmalanının hangi nesnel değerleri kazanacağı konusunda tarih karar verecek ; ben bunu yargılayacak yetkide değilim.) Bugün de sayısız engelle karşı karşıyayız, Devrimci işçi hareketi doğuşundan bu yana çok çeşitli dar boğazlan aşmak zorunda kalmıştır. Bugüne dek bunu hep başardı, gelecekte de başaracak, 1 46


bun a inancım sonşuz. Ben de bu taslağımsı ya­ zı'yı Zola'nın biraz değiştirilıniş bir deyişiyle bitirmek istiyorum: «La verite est lentement en marche et a la fin des fins rien ne I'arrete­ ra. » («Hakikat yavaş yavaş ortaya çıkıyor ve sonuçta bunu hiçbir şey; önleyemeyecek. »)

147


B!REY VE TOPLUM

KOFLER : Nicedir belli bir soru süre�li ih gilendiriyor beni ; kafa.mı kurcalayıp duruyor. Bugünlerde ideolojiyi tek ya.nlı ele alıp, onun yanlış bilinç ile aynı şey olduğunu ileri sürer­ ken, sözde bunun k8J'§ıtı olan, «boşlukta duran bilinç ı. diye tanınılanan bilinci, özgür, bağım­ sız bilinç saymak olağan oldu. Am:aç buradan burjuva ideolojisini destekleyici sonuçlar tü­ retmek. Böyle olunca şu soroyla karşılaşıyo­ nÜfusun )IVIStnı ruz : Bunu söyleyen kişiler oluşturan işçi sınıfının da burjuvalaştJlını za­ fer ka.za.llllU§C8SU'la ileri sürmekten geri kalmı­ yorla.r. Söylenmek istenen şu : İşçinin eskiden

yanlış bir sınıf bilinci vardı, bugün sırf budu­ va bi lincini aldığı için doğru bir bilince sahip­ tir. Bu ise bir çelişki anlamına ·gelir: Öyle ya, bir ya.nda.n tanıını gereği doğru bilinci bağım­ sız, özgür, boşta duran bilinçle bir saymak, son­ ra kalkıp işçiÇileri-n bundan böyle baiğlı bir bi­ lince (burjuva) sahip olmalarıyla doğru bir bi­ linçlerinin bulunduğunu ileri sünnek abes olmaz 1 48


mı? Bu çelişki burjuva ideolojisinin kaçınama· yacaiı bir zorunluk mudur, yoksa bir rasiantı­ nın ürünü müdür ? LUKACS : lzin vel'Ü"Seniz, soruyu belli bir öliçüde ya.lınlaştıra.cağını önce. Sanıyorum ki Gr�i, ideoloji sözcüfanü genel olarak bir­ birinden tümüyle ayn iki anlamda kullandığı­ mızı ileri sürerken haklıydı. Bir yanda, her in• sanın topluttıd9. belirli bir sınıfsal konum için­ de yaşadığını, insanın içinde bulunduğu döne­ min kültürünün de bu sınıfsal konumun bir parçası olduğunu1 giderek, verilmil belli bir an­ daki dunmıun belirlemediği tek bir bilinç i� riğinin buluna.mayacağuu gösteren tfiarksçı bir olgu var; öte yanda ise, ideoloji sorununu yu­ kanda.ld gı'bi koyunca, belli başlı bazı çarpıtma­ lara da yol açabiliriz. Sözgeliıtıi ideolojiyi, ger­ çeğ� karşı gösterilen ·oir tepki ....:belli bir biÇim bozWtıwıa 1Jğra.ınl,f- bir tepki saymak alışkan­ lığı da yaygındır. Sanıyoruın ki, ideoloji kav� ramını kullanırken bu iki aıılayışı birbirinden tama.men. a}'ıhl;lalıyız, ve bu aınaçla �di varlıkbilimsel (ontolojik) soruya dönüyorum­ insanın daha başlangıçtan bu yana her orga­ nizma gibi ç�indeki uya:rmılara karşılık ve­ ren bir varlık olduğu gerçeği:(ıden hareket etme­ li�i Yani insan, kendi gerÇeği içinde ortaya çıkan sorunlardan sorular yapıp, bunlara yanıt arar: Gelgelelim öyle b&ŞJ,boş, boşlukta dur­ duğu söylenen, hiçbir katkı olmaksızın ken­ dinden, içten dışa işleyen bir bilinç ne oltnuŞ­ tur, ne de olabileceğini kamtlayan çıkmıştır ..

1 49


şimdiye kadar. Boşlukta duran «zek8.» kavra­ · mının da, tıpkı günümüzün o pek hoşa giden «ideolojiden anndınna» kavramı gibi, gerçek insanın gerçek toplumdaki gerçek konumuyla uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. KOFLER : Gene bu bağlam içinde, sınıflar­

dan bağımsız, anlayacağınız sınıfsal konum ta­ rafından pelirlenemeyen ideolojik fenomenler, yani üstyapı fenomenlerinin bulunup bulunma­ dığı sorusu ikide birde ortaya atılıyor. Siz ken­ diniz Bay Prof. Lukacs, eski çalışınalannızda ideoloji sorusunun sınıf ile doğrudan ilişki so­ runu olmadığını, sınıf toplumunun bütünselli­ ğine giren bir sorun olduğunu keı;ıinlikle vur­ gulamıştınız. Ve gerçekten de, ge:rek burjuva­ ziye, gerek işçiliğe ve gerekse küçükburjuvazi­ ye bağlanabilen belli başlı ide-olojik fenomenler bulmak mümkün ; sözgelimi dil alanında, önce­ likle de nesnelleştirme dünyasından türeyen terminoloji alanında ; örneğin : «Teknik bize hükmediyor, » c atom bom'OO.sı bizi tehdit edi­ yor, » «enflasyo n her şe'yi pahalılaştırıyor,:. ya da «ezilme kitle topiumundan (ı) türüyor.» 1)

«Kitle

toplumu »

toplumbillıninin,

çatdaş burjuva

emperyalizmin

gizlemek ve sosyalizmi

felsefe ve

sınıfsal karakterini

yerrnek için ba.şvurduJu bir

kavramdıt. Emek-sermaye çelişkisine defiDmeden, üre­ tim ve nüfusun hızla artışı sonunda, insanın, insanlı­

tım

yitirmesine yol � büyük bir çarkın bir parçası burjuva düştlnUrleri,

durumuna girdi!lni ileri stlren

içinde ya.şadıklan toplum dtlzenini, sınıfsal yapıya de­ tinmeden eleştirme imkAnlan aramaktadırlar

1 50

(Çev.)


Marx olsa alaylı bir bi�imde cSıkıntı burada yoksulluktan türüyor,:. derdi. Sözün kısası dilin bu genel·kulla.nırn biçimleri, gerçekten de, her ne denli sınıflı toplumdan bağımsız biçimler ola­ rak değilse de, sırf belirli bir [tek] sınıfa bağ­ lanamayan [düzenleoimlenemeyen-koordine edi· lemeyen] bi�imler olarak smıflandırılabilirler; çünkü bunlar nesneleştirilmig, fetişleştirilmiş toplumsal bir durum içindeki belli başlı davra­ nış tarzlarının yansıriıalarıdırlar. LUKACS : Gene burada sorunu biraz daha ileri götünnek isterim. İnsan yaşamı doğa ile insan arasındaki bir madde özürnlemesine da­ yandığından, bu özümlerneyi sürdürürken elde ettiğimiz hakikatıerin (örneğin matematiksel, fiziksel, geometrik) genel bir geçerlilik taşı­ dıkları su götünnez. Ne var ki, bu genel geçerii hakikatlerden burjuvasal anla.TIJıcla birer fet� yaratılmıştır ; çünkü bu hakikatler, duruma gö­ re sınıf savaşımına sımsıkı bağlanabilirler ; ve eğer bugün astronominin hakikatleri sıruflara bağlı değildir, diyorsak, doğrudur bu ; ama öte yandan Kopernikus ve Galilei üzerine sürdürü­ len tartışmalarda, kişinin Galilei'nin yanında ya da karşısında tavır almış olması, onun sınıfsal­ lığını belirleyen en önemli uğraklardan biriydi. Toplum ile doğa arasındaki özUmleme de toplumsal bir süreç olduğundan, bu süreç için­ den elde edilen kavramiann bir toplumdaki sı­ nıf sava.t:ı.mJe.rına etkin olmaları olanağı her zaman vardır. Şimdi ben cevrim:. , cilerleme» ve benzeri kavramları geçerken kullandığım söz151


cilider tam, kesin değil ; �4na bakılacak oltn"­ sa, •ev;t"iın;'> sınıflardan bağuxısıı old�u �y­ leyeceğim.ız bir ol�; söıgelimi Darwin'deki türletiıı el/riıni'nde olduğu gibi. Gelg�lellın, öte yande,.n özellikle darvincilik .sorunu nice yıllar toplunusal bir tartwn� da konusu olagel miştir. İnsanlığın bağdaşık bir evrim mi izle­ diği, yoksa değişik kültür hareketleriniri baŞ,ta ve sonda ortaya mı çıktıkları, anlayacağınız, burada bir döngiinün bulum,ıp bulunmadığı �o� rusu daı gene bir topb.unun sınıfsal katma.nlaş­ masından bağımsız yanıtlanacak bir sorU. de­ ğildir. Şimdi burada, bir yanda insan �llnın, in• sanın anlama yetisini.Q, çeşitli sınıfl�m kendi­ sini nasıl değerlendirdiğine aldırmaksızın tüm toplmn, hatt� tüm doğa görünüşii içi,n geçerli şeyler saptayabilmesine, öte yanda insanın olan­ ca kişiliğiyle toplumsal savaşunın içine katıl­ mışlığına bakarak -bu durumda herhangi bir önermenin kabul edilmesi ya da reddedUme$i , insanın sınıfsallığının koşulllldığı bir sonuç­ tur artık....- sınıflar& bağlı olma ve ci� lq)� nusunda kayga.n sınırlar bulunduğunu söylemek istiyorum. Yani� genel bir ayrıml.ama.ya gide­ meyeceğim.iz �ındayım: Burada ideoloji bi­ ter-, burada başka bir şey başlar, diyeıneyiz. Sözkonusu olan, toplumun verilmiş yapışınca ve bu, yapıyla bağlam içindeki sınıf B.ll\TS.Şıı:nlarının mevcut düzeyince belirlenmiş olup, soyut cüııl­ lenin açıklayanıayf,I.C8.ğı kayg.an, akışkan bir şeydir, cBoşlukda. duran» diye tanımlanan sı..

1 52


aynen böyledir. Öyle fazla çalkantılı ohJıayan -diyelim ki- s akin dö­ �Jerde, bir sınıfın, o sırada egemen olan sa­ vaşıı:nlar katı�ısmda. tamamep. tarafsız tavırlar takı;ndığı dtırunılara raslandığı tartışma götür­ mei .Aıncak, toplumun içinde, her türlü olasıl sınıf farklılıklan karşısında taraf'sız kalaca­ ğını hemen bqta.n ileri sürebUeceğimiz b� in� sanın bulunamayacatmı kesinlikle $()yleyebilinıfların durumu da

rlzn.

Pratikte bir bağımsıZhim ve daha da öte­ olasılık dı Şı bağlaşma.laruı �anaklılığı, taribin Çok renkli olmasını �l:atn$.ktadır. 19. Y:üıyılm ilk yansı lngiltere1�n� belli başlı işçi l"ef4r.miımuda, en tutucu &riıstokrasinin burjuvaziye k arşı çiktığmı ve �şma saatleri­ nin kısalblme.sını sağladığını ı.wıırım anımsa­ yacaksımz. Her ne denli bu olgu, bir olgu ol­ maktan öteye, o zamanki sınıf $aVfu}ımlan göz önünde tutulduğunda., ·[ aristukrasi] sınıfının anlaşılır bir eylemj idiyse de, lm!kıp da, aris­ tokrasinin çall§llla saatlerinin lısQltılmasından yana oluşu bu sınıfın sınıfsal çıkarlan gereği ­ dir, gibi bir sonuca varacak qlursak, biraz ile­ ri gitmiş oluru.z. Anlaya�, hakikatin so­ mut olduğunu söyleyen temel diyalektik ilkeyi, ideoloji sorununda da ayakta tutmamız gerekir. KOFLER : Sanınm burada olağanüstü önemli bir açık-seçiklik sağlama zorunllfğuyla karşı karşıyayız. Şimdi bizim çevrelerde çok tartışı1an bır konuya parmak basmak istiyo· rmn. Kavramlarm aknıasmdan, birbirine geç-

ye,

en

1 53


mesinden, kendilerini kabul ettirmelerinden, bir genellemeden. . . söz ettiniz. LUKACS : Evet . . . KOFLER : örneğin ilerleme kavramında ol­ duğu gibi. . . Hatti. biraz daha genişleteyim : Sö­ zünü ettiklerim. soyutlama kavramları. Son gün­ lerde bunun nasıl gerçekleştiği sorusu ortaya atılıp, sonunda akıldışıcılığa gelip dayanıldığı­ nı görüyonız. Akıldışıcılığm insan ruhunun bir yapımı olduğunu yadsıyama.yız kuşkusuz. Ge­ rekirse sezgiyi, boşlukda durduğu söylenen «ak­ lı, bilinci,» yaratıcı olanı vb. saya.bilirim bura­ da. Siz, yazılannızda akıldışıcılığa hep saldırdı­ nız ve gerek kavram.lann oluşturulmasında, gerekse ideolojik somutlaştırma alanında taşı­ dığı tehlikelere dikkati çektiniz. Aşağı yukarı ruhsal yaşantı alanında, içde olup bitenin, a.k­ la-uygun olan karşısında ba.ğımsızlaşbrıl�ğı­ nı, aşın vurgulandığını, böyl�e yaşantının, da· ha. doğrusu iç yaşantının -alabildiğine modern sorulara geçtik bile- yani akıl-clışı olanın, asıl dün'yanın yerine geçtiğini söylemek istiyordu:.: nuz sanırım. Sonra §U mitleştirme sorunu var. Bir yanda akıl ile mantığın, öte yaı;ıda akıl ile iç hakika­ tm karşı karşıya getirilmesi sorusu var. Gide... rek 3.kıldışı anlayışta «ilerleme» kavramını n yadsınması da buna eklenebilir. Sonuçta «yaşan­ th ile, «asıl değerli olan:. ile ve «iç-insanın özel yanı» ile bağda.şamayacağı ileri stirülen insan­ cılık (hümanizm.a) alaya alınıyor. Yani insan­ cıl olan yüzeysel, dışsaldır ; diğeri ise ince, du1 54


yarlı, içsel bir şey olup, ondan üstündür. Sizden, ileride değineceğim. Alınan tarihinde akıldışı­ cılık sdrunundan bağımsız olarak, bu soruya tamamlayıcı ya da yorumlayıcı biçimde yaklaş­ ırtanızı isteyeceğim. LUKACS : Evet, bakın, önce olağanüstü yaygın ve güncel olan bir yanılgıyı bir yana it­ rnek istiyorum ; yani bir yanda içsel bir şey olan sezginin, öte yanda düşünsel çıkarsama­ nın (akıl Y,ürütmenin) kar§ıtlar olarak ele alınmasını. Sezgi, bilgi teorisi kavramı olarak ele alındığında, tümüyle yanlıştır ve arkası bomboştur. Ama salt ruhbilimsel bir kavram o1arak, her zaman ortaya çıkan bir olağanlık­ tır. Bu kavramın ınitleştirilmesine karşı şunu saP,tamak gerekir : Sezgi hep, kişi bir düşünce­ .ka.rınqasıyla. çok uğraşınca ve bu karmaşa ki­ şinin bilinç altında uzun zaman işledikten son­ ra, ca.nsızı·n » ortaya çıkar, -tırnak işaretleri içinde ansızın diyorum- bir sonuca vanr. Böy­ le bir sezgiyi rnatema.tiğin içinde bile bulabilir­ siniz; yalnızca sanatla böylesine sımsıkı bağ­ lanmış olması kesinlikle yanlıştır; ane2.k :.,;_işte şimdi bilgi teorisi yanına geliyoruz- herhangi bir önenne için ya da herhangi bir önermeye karşı, o önemıenin sezgi ile mi, yoksa sezgi­ siz mi bulunduğu konusunda bir şey söyleye­ meyiz. önemıe ya mantıksal, ya da tarihsel olarak doğrulanmalı ve sezgi ile mi yoksa sez­ gisiz mi bulunduğuna bakılmadan, önennenin doğruluğu sınanmalıdır. Bu saptamayı önemli saymarnın nedeni, ka1 55


nımca hani bilgi teorisi yönünden bir nedene dayandırmak gereği bile duymadan, Alman fe1sefesinde �chelling'ten bu yana, hattA daha Kant'ın «Yargı Gücünoo EleştiriS"bnde, sezgi� sel bilgiye, şezgisel olına.dığı varsayı� bilgi karşısında. üstünlük tanınm:ı§ olmasıdır. Sez­ ginin üstünlüğü belirli bir bağnaz tavırla oy� lece kabul ediİıniştir. Bu işin belirli ölçüde öz­ nel olan yam. İşin nesnel yanına gelince ; insa-. nın ne�mel-gerçek pratiğinde somut olan ve man� tık anlarnma gelen akıl ile, yüzyıllar ,boyu abar­ tılmış soyut alol arasında bir uzaklık bulundu­ ğu kanısındayım. Ça.lı.şına.mızdM, nesnel-ger­ çeği altetme ça.bamızdan çıkan şey, akla-uygun olandır, demek istiyorum ; örneğin, gerçek'te işlerliği olan, geçerli bir bağlamlığı bulu.şumda olduğu gibi. Elimden bir taş bırakırsaXD-r o ta§ yere düşerse ve bu deneyi birkaç kez yineler­ sem, Galilei'nin, daha y\iksek bir düzeyde düş­ me yasası bi�inder formüle ettiği ıııan� bir bağlam.h,k bulurum. Ne var ki, yaşamın için· de bulduğwnuz her gerçek akla uygunluk, b'ir «Öyle olursa�bQyle» akla uygunluğlıdur. Her­ hangi somut bir duruni, somut sonuçları ile bağ içindedir ve bu [bağ] , yaşa:ınır:ruz içinde b.ir yasalar d��tiyle birlikte yenideQ. ortaya çıkb.­ ğı için, haklı olarak, böyle bir bağlam akla uy. gundur, d.iy�ruz. Gelgelelim mantığın, .nıantık içinde yak.Ll'-P.anın abartılmaınyla. Q.ünyanın [evrenin] genel bir akla uygunluğuıla varılm.ıf­ tır ki, olgusal olarak (de facto) yoktur böyle bir akla uygupluk. Demek istiyorum ki, bugün ..

1 56


egemen olan doğa yasıı.la.rı için, bir taşın yer­ yUziine düıwıe�i akla uygundur. Ama, taşın yu­ kan doğru uçtuğu ve düzenli olarak hep yukarı uçacağı bir başka dünya tasariayacak olu�m, böyle bir dünyanın insanlan da. bunu [taşın uçuşunu} akla-uygun saya.ca.klardır. Böyle olunca -4.şte burada. .cöyle olursa böyle:. akla u�gunluğu � ltanşıyor---- taşm yere düşmesi herhangi akla.-u'ygtJn. nedenlerden değil de, do­ ğanın o durumda öyle olduğu için (başka türlü değil) y.onı.ıilu kıldığı bir akla uyg:uniuktur. ' Şimdi toplumda da, toplumsal gelişınede de, ikide birde1 dün akla uygun görünenin bugün olgular ile bağdaşmadığı, anlayacağınız, t;op­ lumsal (anl�da) yukan doğru uça.n bir 1;a,fla uğraşmak zorunda kaldığımız durumlar orta­ YA çJkı yor Bu durumda insanlık iki tavır takı­ nQ.bilir. Birinci tavır insanuı çalışına sırasında dpğa brşısında takındığı tavırdır: Eğer bir madde, o zamana değin bilinen yasalara belirli bir ölçüde ters düşüyorsa, o zaman yeni yasal­ lık bulunana değin başka açıklamalara baş vu­ rulur. Bu toplumsal geli§imde de sık sık görü­ len bir olaydır. öte yandan topluDlSal gerçeğin �le bir değişimi, ;.:.,....� gene sınıf durumuna geri döqmüş oluyoruz-- belli başlı sınıflP.r için tamamen saçma, anlamsız bir geydir; [böyle bir değiŞtinnede] , topluıp.sal anlarnda söyleye­ cek olursak, belli başlı sınıflar için çok yalın ve akla-uygun görünen şeylerin, egemen sınıf­ la.r ve onla.ra. yakınlık duyanlar tarafından kar­ gaşamsı ve akıldışı sayıldığı Fransız Devrimi' -

.

1 57


ndeki sınıfiann durwnunu alın. Düşüncemiz da­ ima toplumsal durumunmza bağlı olup, onunla bir bağlamlılık oluşturduğundan, tarihte

her

eden

zaman, önemli s ınıfl.arla onları temsil ·

önemli düşünürler, belirli durumlarda, yeni ·bağ­ toplumun yeni gelişimini

eski

aklın açısından inceleyip yargılamaktan

geri

lamlıkları ve

kalmayacaklardır. Çünkü şunu unutmamalısı­ nız : Her ne denli, Fransız Devrimi sırasında o zamanki feodal sınıfın yandaşlan, akıl-dışı bir feoda­

görüş açısını benimsemiş idiyseler de,

lizm, Aquinalı Thomas döneminde hiç de akıl-dı­ şı değildi. Aquinalı Thomas, feodalizmi

haklı

olarak mantığın vardığı zorunlu bir sonuç ola� rak kavramıştı ; çünkü o dönemin toplum ger­ çeği içinde, o zamanki «Öyle olursa-böyle:. ger­ çeğine uyan birçok şey v ardı.

Oysa Marat

ile Robespierre'in pratiği feo­

dal sınıfin akılcı bir sist�mi içine mezdi ; öyle

olunca da.,

toplumsal

yerleştirile­ konumdan

akıldışıcılık dediğimiz şey çıktı ; modern geli­

şim açısından i§in ayırtgan yanı,

yeni aklın yad­

sınmasında ya da ondan duyulan kuşkuda talr.ı­ lıp kalınmayıp, giderek olağanüstü yaygınla­ şan ve -nasıl desem- bu sistemin kurucula­

rinın hiç de istemediği şeyler üzerinde

etkile­

rini gösteren bir akıldışıcılık sistemini·n masıdır. İyice göz önüne

serebilmek için

oluş­ iki

örnek alacağım . Max Weber'in politik toplum· bilimini ele alın.

Uğraş Olarak Politika

adlı ya­

pıtmda birçok tannmn dünyaya egemen oldu­ ğunu ileri süren öğretisini inceleyin. Bu, Max

1 58


Weber'in, karşısında durduğu toplumda açık seçik bir «Öyleyse-böyle:. akıl kavramına vara­ mayıp, daha fazla. akla uyg:unlaştıramad.ığı söz­ konusu çeşitli güçlerin, birbirleriyle savaşını durumunda bulunduklannda karar kılıp kalınası demektir. Çünkü bu güçleri akla uygunlaştır­ mak, onun bütünleyemeyeceği sonuçları ortaya çıkaracaktı ; bunun üzerine gerçekte birbirleriy­ le savaşını sürdüren tannlar biçimindeki söy­ lencesel (mitolojik) bir tasarıının arkasına sı­ ğındı. Denebilir ki,. . . sanıyorum rahatlıkla di­ yebiliriz ki, bu noktada akıldışıcılık Max We­ ber'in sistemine girmiştir. Ya da yeni-olgucu­ luk [neopozitivizm] gibi tüm dünyayı [ evreni] denetlenebilen bir akılcılığa in.dirgeyen ve bu­ nun dışında kalıln her şeyi reddeden bir düşün­ ce sistemini alın . Asimda yeni-olguculuğun ku­ ruculan arasında bağlangıçta Wittgenstein gi­ bi gerçek bir düşünür vardı. Yeni-olgu.culuğun ilkelerini felsefi yönden temeliendiren Witt­ genstein, bu ilkelerin [temel önemıelerin] kıyı­ sında, deyim yerindeyse, bir akıldışıcılık CJ:Ölü­ niin, yani yeni-olguculuğun akılcılığı ile kendi­ siıie ilişkin hiçbir şey ortaya koyamayacağımız bir yanın bulunduğunu kesinlikle görmüştü. Wittgenstein, olgucu önennelerin ötesinde ka­ lan bu dünyanın varolmadığını aklına getimıe­ yecek denli zeki bir düşünürdü elbette ; ve Witt­ genstein felsefesinin kenarmda -bu yalnızca benim gözlemim değil, çoğu bu gözlernde bu­ lunımtştur- bir akıldışıcıhk .alanı bulunduğunu sanıyorum. Ve 19. ve 20. yüzyıl boyunca �it1 59


li biçimlerde büyük bir a.kıldışıcılık d�ıyla karşılaştığunız kanısındayım. Tümüyle haklı­ sıruz, yalnızca A.lmanya'da değil ; çünkü, örne­ ğin Amerikan pragmatizminin akıl-dışı uğrak­ lan olduğunu, Bergson'un çok tipik biçimde akıl·dışı yanlar taşıdığını, (istesin istemesin) Croce'un akıl-dışı uğraktarla dolu olduğunu kimse yadsımayacaktır ; kısacası akıldışıcılık yalnızca. Alınanya'ya özgü deği� uluslararası bir fenortıendir. Yalnız (.A �anya için). özgül ol an yan, :AJmanya'da akıldışıcılığın gerici ve, en gerici politik gücün ideolojisi durumuna. gelmesidir ki, bu diğer ülkelerde görülmeı:ni$' bir durumdur. KOFLER : Siz bu Alman akıldışıcılığını, d�l olan aldın güçleri karşısında yer alan ıç güçlere, bir iç·�arşıkonulınazlığa duyulan inanç biçiminde taıiımlıyorsunuz. Acaba toplum­ s�, yani dışşal olan ile görünürde bir karşıtlık oluşt\ll"&D. ve iç (ruhsal) olan� duyulan bu a.bar.. tılmış inancı, Alınan tarihi ile -gerçi bunu bir ölçüye değin zaten yapnuşt� belki de tÜJn o talihaiz Alman geçmişi ile bir ilinti içine oturl­ mamız gerekmez mi ? örneğin 1410 ve 146Ö'da.­ ki şövalyelerin yenilgisinden tutun da, 156We §Övalye devJetinin (derebe'yliğin) bölüntr,ı.eSin­ den, ticaret yollan-mn değişmesinden, getirdiği her sonuçla. 30 yıllık savaştan, köylülerin ye­ nilgisiyle sonuçlanan o gerçekten talihsiz yıllar... dan, kla.siğin ya.lıtıJ.mas.ından, 48 Devrizni'nin yenilgisinden ba.şla.mamı.z doğru olmaz mı '! Gerçi daha önce [ diğer yapıtlarda] dağmık da 1 60


olsa bu konulara deginmiştiniz. Ancak öğrenci­ lerim, sizin, Almanya'da, akıldışıcı yollardan çözüm arama ve çözümlenmenıiş sorunlar ıüslu­ bunda yanıt venue eğilimi bulunduğunu ka.mt­ lam.a.ya ça.lışmanızı ilgiyle ka.rşlladılar. Somut olarak [bu düşüncenizi] hangi bağlamilklar içine koyabileceğimizi, alnİdışıcı ideolojinin ne-­ den özellikle Alınanya'da bütünsel bir egemen­ liğe ka.vuşabUdiğini ve Alman halkının (ner­ deyse) ayıngan öz niteliklerinden birine dö­ nUŞtüğünü --elbette tarihsel anlamda- nasıl �çıkla.jabileceğimizi bilmek istiyorlar. LUKACS : Bunun Almanya'm� özgül tari­ hi ile gerçekten bir bağlam içinde bulunduğuna v� özellikle, şimdi cakılcı:. adı altında. toplaya­ bileeeğimiz belli başlı felsefi-toplumbilimsel bi­ çimlerin, batının [öteki] büyük ülkelerinde, in­ sanların kendilerinin ürünü olduğuna inanıy� rum. Yani ulusların büyüyüp kayna.şarak po­ litik birlikler oluştu�ının, modern toplumun ortş.ya çıkışı ile sımsıkı bir yakınlığı olduğu dü­ şüncesindeyim. Doğallık!& her Fransız ya da İngiliz, uluslaşmasını, üzerinde öyle fazla dü­ şW:}meksizin, kendi yapımı olarak duyacaktır. Y4junlaştırıcı mutlakiyatten Fransız Devrimi' ne ve Na.poleon•a, değin halkı bir birlik içinde bağl�ran şeyin Fransız mantığı olduğuna inanıyorum ; kişisel eylem, insan olmak ve yUrt­ sever olmak doğrudan bit-birleriyle bafdaşan, kayn&$&n şeylerdi. BUna karşın Almanya'da, Alman halkını n kendi gücüne dayanarak bir l!iiı.s, modem bir ulus biçiminde birleşme yeteF: 1 1

1 61


neği gösteremediği bir gelişim ortaya

çıkınca,

nesnel gerçek, bir ikileme yol açtı ; belli bir öl­ çüde, hala eski ge�eğin toprağında

yaşayan,

am a mantıklıysa, kendi görüşlerine dayanarak bu eski ger�ğin tutar tarafı ks.lmadığını an­ layan, gene de politik alanda yürürlüğe konabi­ lecek çözümler

bulamayan katıksız

Alınan'ın

i ç duy·gusal dünyasından ileri gelen bir ikilem­ di bu. Böylece 18. yüzyıl Almany�'sında Justus Möser, Herder ve genç Goethe'de dile gelen bir karşıtlık ortaya çıkmıştı. Gerçi bir iç bazı şeyleri değiştirebilirdi, ama

devrim

Alınanya'nın

iç ve dlJ} koşulları buna. yatkın değillerdi, v'e He­ gel gibi büyük bir akıldışıcılık düşmanının, Na­ poleon'un varlığında, bir yandan _:_kendini ger­ çekleştirmeye doğru yol alan- çevresel ruhu,. öte yandan ds. Almanya'nın işlerini Paris'te na­ sılsa bir düzene

koyabilecek devlet

adamını

görmes i bir rasıantı değildi. Bu ikicilik gide­ rek başarısızlığa uğrayan 48 Devrimi'ne dayan­ dı ; ve aslında i� alınan bir dışsalın

akıl-dışı

görüntüsü ile, aslında dışsal olan bir

içselin

akıl-dışı görüntüsünün, Alman h:ılkının

keiıdi

güçlerini gözden uzak tutacak biçimde ters çev­ rilmesiY.le, tepeden inme bir devrim,

oldukça.

karm8.§ık bir çözüme dönüştü. Dış dünyanın ilerici gelişimi karşısında, bu gelişimi beninısemeyip, ona tepki gösteren bir ilksel insan

tözünün varolduğunu ileri

süren

bir bölümü dış kaynaklı çeşitli kuramlar, söz­ konusu ikililiğin (dus.lite) yapıcısı olmuşlardır. Bu görüş yalnız Hitler'in öğretisinde değil, dü-

1 82


şün.ceyi, aklı (tin) ruhun d�manı sayan Klages' in tezlerinde de ortaya çıkar ; Heidegger ideolo­ jisinde de ortaya atılnuş olan bu anlayıştan, Hit­ ler'e yalnızca elle tutulur bir demagoji üretmek kalmıştı; o da bu içiiliğin [akıldışıcılığın] şıyıcısı olarak eski

katıksız ırklı

ta­

Germen'i

seçti. Alınanya'nın iç güçler tarafınd:uı

ger­

çekleştirileıneyen gecikmiş ulusla.şınası, yalnız­ ca batı ülkeleriyle değil, Almanya'dan çok da­ ha geri kalmış toplumsal bir yapıya sahip

ol­

makla birlikte, ulusal birliğin mutlakiyet tara­

fından daha önce gerçekleştirilmiş bulunduğu ,

bu nedenle Fransız Devrimi'nden itibaren, De­ kabristlerden

(ll)

1917'ye değin Çarlığa

karşı

yapılan önü alınmaz ayaklanmalar zincirinin bir­ birini izlediği Rusya'daki gelişme ile de tam bir zıtlık oluşturan toplumsal bir durumun doğ­

masına yol açtı.

!ş.te bu

yüzden,

Alınanların,

heeaplaşanıa.dıkları ve altedemedikleri bir geç­ mişleri bulunduğunu ve gerek bu gerçeğin

he­

nüz tümüyle üstesinden geleınedikleri, gerekse kendi yarattıklan, ilerici bir hrihe sahip olma­ ma bilinci egemen olduğu için, Hitler'le hesap­ laşmalannın da olanaksız olduğunu ileri sürüp

dılJUyorum. Almaniann kendi yarattıklan, cge­ rici -olandır,» Bismarck

Rayhı'dır, Hitler'in 3.

Rayhı'dır. Tüm bunlan bir bakıma kendi yara· tılan olarak kabul ederler ; ve yirmiı:ı,ci yüzyıl boyunca. günümüzde de 2)

geniş

ölçüde--.

libera·

1825'de Petersburg'da yapılan ·başansız btr

su_

baylar ayaklanmasına katılanlar.

1 63


lizm ve demokrasiye Almanya'da ith�l malı gö­ züyle bakılınası elbette bir rasıantı değiıdir. Sosyaljstçe bir değerlell(}irm� yaptıklannda� değil, liberalizm ve demokrasiyi Alman varlı� ğıyla, özüyle bağda.ştıra.ma.dıkları için, batınul ithal malı sayıp kabul etmeyen birçok düşünür vardır orada hala. KOFLER : Hazır Bud.apeşte' de bl,llundu­ ğwna göre, bu kolay ele geçmez olanaktan ya­ rarlanarak, son zamanlarda aydınlar arasmda tartışması sUrdürülen ve batı dünya.s�nı tümi.iy­ le ilgilendiren bir soruna değinmek istiyorum. ..ı\84nda felsefenin, bilimin ve edebiyatın, somn­ l a.rını değil de, ileri sanayi toplwnJa,rın�aki ltit· lelerin kendiliğinden aJuldışıcılığını hedef alan, akıldışıcılıkla bağlam içindeki bir sorun bu, 01-. dukça kendine özgü yanlan olan [Çok özel tarz­ lı ] , yan-markaçı ya da sol burjuva kökenli ta;l' nınmış d'ܧÜll ürleri çok uğraştıran, saptanması [a.çıkla.nınası) güç bir akıld.ışıcılıktan söz edi­ yorum. Be�i bu nedenlerle de, ne olduju P.ek; bilinerneyen bir akıld.ışıcılık ; batı topltımlan� nın yeni bir fenomeni olduğu için yazılarınızd& değinm emişsi.niı. Bu konudan ne anlaşıldığını açıklıkla ortaya koyabilmek için çok S0111Ut \>a­ zı Özetlemeler vennek isterim. Smıflı toplumun. içinde oluşup burada yerleşn:ıelerine ka.rş� sı­ nıfs allıkla ili,şkisi hemen hemen yok 8$1abile­ cek kavram ve düşünceler buıilar. Bugün artık «özgür-istemli bütünleşme:., saf kc;mdiliğinden bilinç için, eski anlamda olduğu gibi, mantıklı d\işÜruneye ve akıllı kararlara dayanarak [ dav1 64


ranışiaral katılmak anlamına gelmeyip, körü­ körüne . bir evet'e akıldışıcı yollardan y9nlendi­ ıoihni� olmanın sonucunda, '[davranışlara] ka­ tılmak anlamına gelmektedir. Bugün «memnun olma:. yazgJ.yla akla dayanan bir uzlaşma sağ­ lamalt ya da gözle görülür bir başarıyla yetilı­ mek anlamına gelmeyip, kendisi de yöneltilen tü�etim-tekniğinin yöneitici güdüsüne bakarak Yön bulan y&Jendirihniş (manipule) bir düşünce demektir. ·

Burada tamamen akıl-d.ı.§ı süreçlerle karşı

karşıya bulunduğUmuz •paçık 6rtada ; tüketim

istemlerinin ideolojik yöneltme sonucu keşişle.. re özgü bir nefis köreitme ölçüsünde sınırlan­ dırılması, zorlama oluşt\U'Ulm'I,IŞ bir tüketim bi­ linci ile nesnel-olgusal yetenekler arasında aşa ğı yukarı bir denge sağlamayı amaçla,r Yıa da günümUzdeki kit lelerin akıld�ı düşünee dünya­ sını incelerken kar§ılaştığunız başka bir ilginç kavram «özeb kavramıdır. «Özel» kavramı bir ...

.

,.

zamanlar olduğunun tersine, çoktan beri kamu­ saım (resminin) karşıtı olmaktan çıkıp, ideolo­ jik ya.rdıtn yapma, hatta bireyin güçlerini ha­ rekete geçirme, çalıştınna bahanesiyle baştan ayağa dış dünyanın etkisi altına sokulmuş bi­ r�)"Bel Ş"aşam arılarnma geliyor Ya da c:mubale­ feh kilovramını alahm. Muhalefet artık «birlik­ te davtanm&»dan (beraber yapma'dan) kaçın­ ma anlamdıa gelmi'yor ; tets�ne --şu anda ak­ lıma Alman Sosyal Demokrat Partisi'ni getire­ rek konuşuyorum.- daha önce denenmiıt. ye.r­ Jetti:rilrn iş olana katılmak için hak iddia etmek, .

1 65


demek. c:ÖZgürlük:. de artık herkesin ya da ço­ ğunluğun yaptığının tersini yapma, ya da ço­ ğunluğun söylediğinin, arzuladığının tersini söy­ leme, arzulama değildir; özgürlük, baskıcı dü­ zenin resmen özgür diye ilan ettiklerini seçe­ bilme hakkıdır artık. Baskıcı düzende a.nlaya­ cağınız! Bu örnekler yoğunlaştırılabilir, ama Budapeşte'ye nutuk çekmeye gelmedim ! Amacım bu konulan olabildiğince ayrıntılı ve a:nlaşılır biçimde açıklamanızdır. Bu sorunların büyük bir önem taşıdıkları kanısındayım, çünkü bir­ kaç açıklama, değirune dışında geleneksel marksçılığın hiç el atmadığı bir sorun demeti bu. LUKACS : Çok doğru. Kanımca tüm bunlar, 1929'un büyük ekonomik bunalımından sonra kapitalizmin belli başlı temel sorunlannda bazı dönüşmeterin görünmesine bağlanabilir. Bu dönüşüm, kapitalizmin kapitalizm ol-i maktan çıktığı, ya da herhangi bir halk kapita­ lizmi filan doğduğu anlamına gelmez ; az sonra kısaca açıklayacağım gibi, çok yalın anlamda bir dönüşmeydi bu bana göre. 80-100 yıl kadar öncesine geri dönersek, Marx'ın yaşadığı yıl­ larda, üretim araçları sanayinin, büyük kapit:ı­ list örgütlenmenin temel direğini oluşturduğunu görürüz. Buna tekstil sanayi h ammaddelerini, öğütme ve şeker sanayini de katacak olursak, o zamanki asıl kapitalist ekonomi kollarının he­ men hemen tümünü saymış oluruz. Derken bu dönemi izleyen 30 yıl içinde tüketimin tümü ka­ pitalistleştirildi. Yalnızca ayakkabı ve giyim 1 66


sanayinden söz etmiyorum ; çok ilginçtir, ev ba­ kınıının tümü de, ne bileyim, aoğutuculardan tutun da, çamaşır, bulaşık makinalanna kadar ne varsa ağır sanayinin bir nesnesi olmaya yüz­ tuttu ; eh buna koşut olarak dP. hizmet alanı bi­ le büyük kapitalistçe bir şeylere dönüşüyor. Marx'ın dönernindeki yarı feodal ev hizmetçlsi bile artık çağın gerilerinde kalan bir olguya dö­ nüştü ; kapitalist hizmetler dizgesi doğuyor ar­ tık. Sorunun ilkin yüzeyde kalan bir yanını ir­ delemek istiyorum . Marx dönemindeki bir bü­ yük fabrika ya da işletme sahibini ele alalım ; böyle bir insanın çok sınırlı bir ticari çevresi olduğunu biliyoruz ; öyle çok olağanüstü bir iş­ leyiş-düzeni kurmadan, ürününü kişilere ulaş­ tırabilirdi ; oysa büyük sanayi araçlarıyla üre­ �ilen bir kitle tüketim ürünü -sözgelimi traş bıçağı....... ortaya çıktıktan sonra, bu milyonlar­ .ca traş bıçağının tek tek tüketicilere götürüle­ bilmesi için özel bir işleyiş düzeni kurnıak zo­ runh.ıdur, ve az önce sözünü ettiğimiz düşünce denetimi (yönlendirilmesi) sistemini.n bu eko­ nomik gereksinmeden doğduğuna ve oradan toplumsal ve politik alanlara yayılmış olduğu­ na hiç kuşkum 'yok. Şimdi bu işleyişin başkan seçiminden boyunbağı ve sigara seçimine değin toplumsal yaşamın hemen her köşesine ege­ men olduğunu görebilmemiz için, elimize her­ hangi bir dergiyi alıp sayfalannı şöyle bir ka­ nştırmamız yetecektir. Ancak bu gelişmenin bir başka sonucu da, işçi sınıfının sömürülmesinin bundan böyle mutlak artık-değer sömürüsün1 67


d�n nispi artık.-değer mürüsüne

doğru

(rela.tiver

kaymasıdır.

Mehrwert)

Anlayacağınız,

işçi sınıfının ortalama yaşam düzeyi yükseltil­ sömürüyle karşı karşıyayız.

dikçe artan bir

Marx'ın zam.a.nmda böyle bir şey yoktu demi­ yorum ; ancak başlangıç belirtileri geziyordu or­ tada. Nispi artık-değeri ekono�k yönden sa­

nırım ilk kez Marx aynmlamıştı. Öte yandan, «Kapitahin basılmamış bir bölümünde, bir �e­

resinde Ç<?k ilginç bir sa.ptama yaparak, mutlak artık-değerde ( absoluter Mehrwert) . üretimin yaln.uca. bi�imsel olarak Seflllayeııin altında yer aldığını v� ancak nispi artık-değerin ortaya çıkmasıyla gerçek anlamda kapitalizmin aıt-ka.. tegorilerinden biri durumuna geldiğini söyler. İşte günümüzilı;l belirtisidir bu. Sözünü ettiği­ niz tüm sorunlar bu sapt�ya bağlanabilir. [Böylece] yabancılaşma sorunu da tamamen yeni bir çebreye bürünüyor. Jfurx E� Fel8e.ji BZyamnalntrt'nı hazırlarken, işçi sınıfı-. nın ya.bancılBş (tırıl) ması, işçiyi nerdeyse h�y­ vansı bir düzeye indirgeyen küçültücü, be.skıcı bir çalışma. demekti ve yabancılaşma belirli an­ lamlarda insanlıktan edilmeyle özdeşleşti.rilıni.ş.. ti ; öyle ki, sınıf savaşımı, uzun yıllar ücret arttıncı ve çalışma. zamanını kısaltıcı istertı­ lerle, işçilerin insan gibi yaşayabilme� ir;in ·en-a.zların güvenceye aluımasına yönelikti. İkinci Enternasyonal'in ünlü üç sekizi [8 saat çalışma, 8 saat uYku, 8 saat boş zaman) bu sı-· ruf savaşımının bir belirtisidir, Oysa bu sorun şimdi belli bir anlamda bir alan kayması gös-

1 68


tıeriyor' ; bell.i bir anlamda diyorum. Şöyle bir anunsamaya çalışın, Federal Alınanya Başba­ kani Erhard, reform girişimlerini sürdürürken, ilk Y,a.puğı. çalışma. saatlerinin haftada bir saat uzatılmas�ni. isternek olmugtu. Bunun mutlak artık-değer ·açısından anlaşılır bir önlem oldu­ ğu ortadadır, İngiltere'de Wilson'un politika­ sına bakarsanız, aynı öykünün yinelendiğini g5rürsünüz. Mutlak artık-değer ölmemiştir kı­ sacası, ancak neden beri Ma.l'x'ın dönemlerinde oynadığı baş�belirleyicilik rolü �erilerde kal­

mıştır. Bundan ne Qıkal' ? Emekçinin ufkunda

yeni

bir sorunu,n , yatıi anlamlı bir yaşam -sağlama sorun�nun kendini gösterdiği. Mutlak artık•de­ ğer döneminin s�if savaşımı, anlamlı bir ya­ şamın nesnel koşullanın sağlamaya yönelikti ; �ugün haftada 40 saatlik çalı�a ve bunun karşılığİnda alınan ücretle anl amlı bir yaşam sağlamanın ilk adımları atılmış sayılır, ancak gününıüzde sigara satışından başkan seçimine değin uzanan düşünce denetiminin (Manipula­ tion) , insan ile anlamlı bir yaşam arasına ara duvarı gibi çekildiğine tanık oluyoruz ; çünkü sözkonusu düşlliıce denetiminin amacı , resmen sık sık ileri sürüldUğü gibi, tüketiciye hangi so­ ğııtuounun ya da hangi traş bıçağının daha kali­ teli olduğunu öğretınek değil, onun bilincini yönlendirmektir. Tek bir örnek alacağım. «Gauloi$es tipi» denen reklam örneğini. Bu ;reklamda Gauloises sigaralan içen bir kişi olş.ğanüstü canlı, güçiii bir insan görüntü1 69


sündedir,

Ya da krem mi, sabun mu, her ney­

se böyle bir malı tanıtan de sözkonusu

malın

reklamlardan birin­

(sabun

ya da

kremin)

çekici erotik kokusun3. kapılnıış iki güzel kadı­ nın sanldığı genç bir adam görürüm. N e demek istediğimi anlıyorsunuz sanırım. Bilincin böy­ lesine yöneltilmesi sonucu, işçi, çalışan boş zamanını nasıl değerlendireceği

insan,

sorusuna

yanıt aramaktan alıkonur ; tüketim, yaşamı dol­ duran bir amaç olarak kabul ettirilir ona ; tıp­ kı 12 saatlik iç gününde çalışmanın zorlayıcı, tepeden inmeci bir hrzda. yaşama egemen ol­ ması gibi . Burada karmaşık ve güç bir çıkıyor karşımıza ; bu sorun yeni bir

sorun .

direnme

biçiminin örgütlenmesi zorunluğundan doğuyor. Basit, kaba ma.rksçılığı değil de, Marx'ın an-la­ dığı marksçılığı ,alaeak olursak, yabancılaşma- ... mn bu yeni biçimler�ne karşı verilecek savaşt­ rnın motifleriyle

karşılaşırız. Marx'ın

�Kap�

tahin 3. cildindeki c özg:ürlük dünyası ve zorun­ luk dünyası »nı sözkonusu eden o ünlü yazısın­ dan { l ) söz ediyorum.

3)

B u «söylegl:.yi aldıtımız kitabın bir başka pö.

lümünde,

«Ka.pitabin 8.

cildindeki

yukarda sözü ge.

çen yazı var. Aynı kitaptaki Marx'ın sözkonusu yazı. sına ilişkin açıkla,mayı

özetledikten sonra, «özgürlük

dünyası ve zorunluk dünyası:ma ili§kin bu bölümü not. larımıza katmaYJl uygun bulduk ( Çev. ) : Marx'ın bu kategori üzerine

yazısı, özgürlük

gibi tartışmalı

Marx'ın yazdıjı en

bir

ünlü yazılardaıı

biridir, Bireysel yetenlik ve gereksinimierin iller yanıy­ la geliştirilmesi anlamına gelen özgUrlük

1 70

( genç Marx


Marx'ın, çalışmanın zorunlu olarak hep bir zorunluklar dünyası içinde kaldığını saptama­ sı çok önemlidir. Marx, sQsyalist

gelişmenin,

çalışm�ya insan onuruna yaraşır ve insanın ge­ lişmesine uygun biçimler ka.zandırnıak anlamı­ n a geldiğini eklemiştir. Çalışmanın, insan için

«bütünsel insarudan söz eder) dotanın teknik-bil.imsıel olanaklarla denetim altına alınmasında, bu imkA.nla.. rın ulqtıkla.rı düzeyle yalın bir orantı olu§tunnaz; !Szgürlüfün sınırlan data denetimini sallayan bilim. sel-telaıik olanaklann toplumsal örgütlenme biçimine baflıdır. Ekonomi alarunı, !Szgürlüfün at koşturablle•

1:egi b&flıca alanlardan biri sayan (ser�st rekabet) liberal kuramıann tersine, bu alan, Marx'da da.lma, dota zorlamalanyla yaşam gereksinmelerinin baskısı altında kalan, yani «� amaca uygunlufun:. dilmen su­ yuna giren bir alandır: Bu alanda özgürlük, Insaniann ortakla9a çabalanyla kendileri lle «dota arasındaki nı.adde özümlemeslni» denetlernede göstereblldikleri ba­ ya baflıdır; bqka detfşle dota tarihini nihayet arkalanna almıalanna batlıdır. Marx Için gerçek öz­ gürlük boş zamanla eş anlamlıdır, ama toplumsal tu­ rizm devrinin «boş zamanı» detfldir bu. Marx'ın yazısı özgün biçimiyle şijyledlr: Toplumun gerçek zenginiili ve onun [toplumun] yeniden üretilme sürecinin sürekli olarak geliştlrilme oltuıafl, ( . . , ) onun üretkenlifUıe ve Içinde onun [bu 1lretkenlitfn] gerçeklettl�i az çok zengin Içerikli üre­ tım k�llanna baflldır. özgf.lrlük dünyası. gerçekte ancak gUçlf.lklerln ve dış amaca uygunlukların �lir­ ledltl çalışmanın blttıtı yente başlar; yani sorunun ta­ biatı geretı, [&:gürlük dünyası] asıl maddi üretım ala­ nının dışında kalır. Yabanın, gereksinimlerini karpla. rnak, yaşa,mını sürdürmek ve yeniden üretmek Için do­ tayla bo�maeı nasıl gerekiyorsa, uygar da, her top�

-{an

. 1 71


bir yaşam gereksinimi olmasını komünizm için ön�kbştuğu cGoatha Izlencesi'nin Elcştiri8'b n­ deki istemiyle tanıatnlay�biliıiz bunu. Günü· müzde bir çalışma bilimi var şimdi, işçilere de ruhsal tedaVi uygulanıyor; ne ki işçilerin ruh- · sal durumlarını düzeltme t.Jydurması altında, günümüzde varolan kapitalist �nolojiyi [ uy­ gulayunbifuni] , düşünceyi yönlendirme araçla­ rıyla işçilere kabul ettirmekten başka bir �a­ cı yok bunun ; ancak çalışm�nın işçi bakımından yaşamın vazgeçilmez gereksinimi olan bir uğ­ raşa dönüşm�ini sağlayacak bir teknoloji 1ie� ğildir bu. Bizde kemikleşmiş bir önyargı şöyl� der : Kapital izm zaten öyle olduğu, teknoloji­ deki her yenüeştirme ki.fın arttınlmasını hedef

lum biçiminde,

her olasıl üretim biçimi

altında

öy)e�

yapmak zorundadır. Onun [uygann] gellşmesl�e. ' ge! · rekainmeler nedeniyle bu dop zorunlukları dünyası dll genişler; ama aynı zamanda b unları [ gereklidn.n\ıtleri] karşılayan üretim güçleri de gelişir. Bu alandaki özgür­

ı.naarun, birlqtlrllmif üretf­ �di aralarındaki madde özümlemesl.

lük, toplu m.allat(tml]tnış cllerin, dofa lle

ni -k6r bir g11ç olan ·bu özüımlemenin egemenlll'in�n kurtularak- akılla düzenlemeleriııden, ortak denetim. leri altına alıru!Janndan, onu [özUmlemeyl] en az güç harcamaslyla ve

kendi Insan

d�lanna {onurıarına]

en yakıp.n, en uygun ko§Ullat altın da gerçekleftlrm'e­ le rtnden Ibarettir. A.m8 o [özüıtıleme] gene de blr

zorun.

luklar dünyası olarak kalır helJ . Bunun ötesinde , J.nea. nın kendi amacı olan insansal g1lç .gelltttrlUneıd, yıtni 8zgürtütün

�rçek

tabanını oluşturan

dün yası başlar ; ama. bu da,

o

kendi

zorunluklar dünyaamın üzerinde

bellrebillr. ݧ gününün kısaltıl ması ternet k oşuld ur.

172


aldığı ve bunun ötesinde her şey önemsiz oldu­ ğu için, teknolojik [uygula.yunbilimselJ yenilik­ lerin ille de ka.pi taı:i.zrnin hizmetinde olma zonırt­

luklatı , teknolojinin varlığının ayrılmaz bir ni­

teliğidir. Bu konuda yalnızca tarihsel bi r örnek, kapi talizmin baf­ lartgıç dönemleri arasında. kalan bir olayd&n,

:...r ...o taÇağın son dönemleriyle çok ilginG

bir geçişten- örnek vereceğim ; yani el zanaa.tlannın yetkinleşmeleriyle birlikte sa­ nat olmaya doğru bir yön tutmaları olayından söz ed�ğlın. Andığım öyle bü'yük sanatlar de­ ğil, mobily.alar, m3.$8.lar, koltuklar ; bunlann o

dönemdeki ü retiminden söz ediyorum . . .

Kapitalizmle birlikte teknolejik uygulama

al11,nında da ....ö ...s zgelimi bir masanın imalatın­

da da- erekbi limsel saptamalardan ( tel�lo­

gische 'Setzung) başka ilkeler ortaya sürüldüğU .. in, adı sanı yitip giden bir gelişmeydi bu.

O 15. y�zyıl bir el zanaatçısının kapita­ lizmle birlikte doğma.kta. olan bu sorunlan ta­ mamen doğal-dışı bir şey olarak algıl.adığından [duyduğundan] emin olabiliriz ; bpkı böyle, gü­ nümüzün bir teknologu da, bir üretim planının, sötkonusu üretimin işçiler bakımından anlamlı z,.man

bir dunıma sokulma.sını sağlayacak biçimde ha·

Zırl anmasını doğal -dışı ve anlamsız bulacaktır. Oysa Rönesans'ın üstün ·niteli klere sahip, sa­ natsal yanı yoğun teknol oj iBJ)'le

karşılaştırıl­

dığında, günümüzün nice! yanı ağır basan kit­ l.esel teknoloji"i oldukça yeni bir. şey olduğu halde, işçiler için anlam taşıyacak bir üretim tt._,layan sözünü ettiğimiz soydan bir tek noloji 1 73


günümüz teknolojisine göre fazla bir yenilik de· ğildir. Teknolojinin

toplum tarafından ne

öl·

çüde belirlenen bir yenilik olduğu unututuyor ve kapitalist teknolojinin yeniliklerinden belir­ li ·anlamda « insan olma»ya bağlı bir .:kendinde şey» yapılıyor. Bu işin çalışmayı

ilgilendiren

yanı ; diğer yanı boş zamanın değerlendirilme· siyle ilgilidir ki, bu da sözünü ettiğimiz düşün· ce denetiminin insanın öz çıkarlarıyla çeliştiği­ ni giderek daha geniş ölçüde aniabm ideolojik bir çalı.şm!ldan, kitleyi ideolojik bir aydınlat­ ma görevinden başka bir şey olamaz. Gene Rz önceki gibi sıradan bir moda örne­ ği almamı bağışlayın, ama moda yazılarını bü­ yük bir toplumbilimsel ilgiyle okuduğumu sak· layamam·. Haute Cauture'de yirmi yıldan beri kadın giyiminde her ne pahasına olursa olsun uzun eteğin yerleştirilmeye çalışılması, bu alan­ dan düşünce yönlendirilmesine yeni bir örnek­ tir. Bu sağlarursa kumaş endüstrisinin kazancı elbette artacaktır. Gelgelelim şu her şeyi yapa­ bilir dediğimiz moda bu noktada başarısızlığa uğramıştır. Paris'teki büyük moda dergilerinde yirmi yıldır uzun

etek şamatası

yapılmaama

karşın, kadınlar işe giderken ağzına kadar tıka basa dolu bir yeraltı taşıyıcısına uzun

etekle­

riyle sıkışma'Yı kabul etmeyip, haklarını savun· maktadırlar. Bu örneklerle ne söylemek istedi­ ğim ortada. Düşünce

denetimi ilkesel

olariık

mutlak-yetkin değildir ; gerçi insanın kişiliğini geliştire n gerçek gereksinimleri onda uyandır­ mak

1 74

[beyin yıkamayla yaratılan gereksipimle-


rin yerine koymak için] elbette çok daha zor bir iştir, Ye bu noktada çok uzun ve uğraştırı­ cı bir süreçle karşı karşıya olduğumuza inanı­ yorum ; gene de son aşamada b:ışanya ulaşacak bir süreçtir bu ; çünkü yalnız işçi sınıfını ilgi­ Iedirmekle kalmayıp, nispi artık-değer ve dü­ şünde denetimi yönünden tüm aydınlan ve kü­ çükburjuvalan ilgilendirmektedir ; çünkü bun­ lar kapiblizme, daha doğrusu k,apitalizmin dü­ şünce denetimine tıpkı işçi sınıfı gibi boyun eğ­ mekten kurtulamazlar. Demek ki görev, ola­ nakları günümüze değin uzanagelmiş ekonomik gelişim tarafından hazırlanıru.ş, gerçekten ba­ şına buyruk kişiliği yaratabilmektir. Çünkü, bütün insanların insanca, uygar [kültürlü] bir varoluşun olanaklarına kavuşabilmeleri ıçın, insanın fiziksel varlığını:p. Y.eniden üretimi için zorunlu olan iş miktarı gitgide azaltılınalıdır. Bu eski kültürde -Marx'ın belirttiği gibL­ ekoııOmik-kurnazlık tarzında gerçekleşmişti ; örneğin Atina'nın köleciliği, bir üst tabakayı, büyük Atina kültürünün doğmasını gerçekle�i­ rebjlecekleri kerte çalışma zonınluğundan uzak tutmuştu. Ya.şarn tarzları içinde kapitalizmin eski kategorilerinin [ulamlarının] hala geçerlik­ lerini koruduklan bazı top1Ulll$8l katmaniann varolduğu yadsınamaz. İş te bunlann ortadan kalkmasına çalışmak, i� iler için yeni bir yaşam düzeyi getirmek, büyük bir görevdir ku�usuz. Gerçi işçinin kendini yeniden üretimi için zerun­ lu olan çalışınasının a.mltılma.sıyla, ge�k kafa, gerekse kol emekçilerinin, yani çalışanların ge1 75


niş bir bölümünün özgÜl' ve insan gibi bir yaşam sürme koşullannın doğmaya bqladığuıı gqruyo­ ruz, ama böyle bir gelişmeyi tama�lanıak için yabancılaşmayı bugünkü düzeyde ele alıp, ilke­ sel yönden iyice irdelememiz gerekir, Gelgete.. lim, bunu yapmak isteyenlerin cgenç Marxı�� ı olgun Marx'a yeğ tutmalan (" ) tarihsel bir sa-

4)

Birçok Marx ele§tlnneni, genç, hümanist Marx'ı

olgun, eko'D(lll\icl Marx'tan ayırma ettıımtndedlr. Tümü kavrayamayarııann ka�ınamadıklan bir amellyattıt bl.l. Sözde genç Marx daha çok kurarncı bir flloı;of, olgun Marx 1ae pratlle dönilk toplum . çi:Sztımleyicisl, el�lr1cıl. sldlr, Lukace'ın bu ırOyleı,lsln1 aktardıtımız kitabm bW,. ka bir bölümünde, Alman dOIJUnilrlerinden dr, fll. Alfred Schmldt özet

ola,rak

şunlan söyler

(Çev. ) :

:Marx'ı böyle bir kesinlikle ikiye ayınnak olanak. sızdır. Marx bir fllozoftan çok, ı�. ytlzyılın bUyük HJ"

gel elefl;lrlcllerindendir. 19. YUzyılda Hegel'den soQ profesörler felsefesi görülmez. Marx felsefeyi leftl.rereb onu Oltımluzlamıştır,

langıçta l(arx'ı

«gerÇek�

Ekonomi biUmi b&§­

duymamazlıktan gelml.şti. Kautsky dö­

nemlerinde de markaçılık önceleri ulusal.ekoDfl'QJik bir sorundu. Derken Paris Taslakları bulundu, Markıiçr k�­ :tamı bir tUr cyabancılagma insanbiUmlne» çevlnne

eti·

limt varoluşçulu&ızn da etkisiyle yoluııiEUJtı. Marx'ın Ilk kez Hegel ve Feuerbach'la hesaplagtı� bu

dönemtnin taslaksı

çalıŞmalan�a.

felsefenin terim ve kavramlarını

henUz

[dilini]

başlanJıç

gelendji�ı

kullanması bla­

!'andı. Ama bu oİgu, onun bu dönemini filozotı� döne· ml diye IlAn etmenin saçmalıfını

önlemeııı. Sıradan bil'

evrtmcU1k anlayıflyla, Insan niteliklerinin, bireysel ye­ tenek ve gerekstni�rln I:Szg11 rlü,te ka.��unılı:nası lçiri olgunluk çaA"ında maddi dayanaklar veren Marx'ı, bu tutumuyla genç döneminden ayınnaya çalışanlara

1 76

en


taklıktır bence. Ekar�Qmik Fel86/i Taslaklar [ elyazmalan] yabancılaşma fenomenini bize oldukça pl�stik ve felsefi bir biçimde gösterir. Ancak bugün yabarıeılaşmanın güncel so­ runu bundan 120 .Yıl kadar önce Marx döneinin­ de olduğundan bambaşka bir çehreye bürün­ müştür, ve görevimiz bu yeni yabancıla.şma bi· çimini sap�yıp ortaya kqymaktır; bunun için bu sorun �armaşasınm tüm tarihsel diyalekti­ ğini bilmek gerekir; çünkü günüm.üme, sanki �eknik gelişme önü alırunaz bir biçimde her şeyi yutan bir canavarmış gibi, tekniğin fetişizrnine kendini kaptırmıljl, birer aydın ve 'insancıl düşü­ nür olarak büyük övgüye değer, olağanüstü ze· ki ve yürekli iyi insanlar var. Bu da yanlış. M.arksçılığa dayanılarak kanıtlanabilir yanlış­ lığı, Kırk yıl önce tekniği ayırtgan üretim gü­ �nden sayan Buharin'in �ayışm$. karşı çık­ rfi!şt� ; günümüade atom enerjisinin kullanıl­ :tlıll$1, gibi büyük yeni buluşlarla bağlantılı ola­ ralt bu yanılgı daha. da bir ya.ygınla.Şm.ıştır. Gö­ revim� daha doğrusu buradaki :mar)tsçı görev, fetrşleştirilmiş k�derciliği insanların kafasm­ dan kazıyıp çıkarmak ve tekniğin hiçbir zaman �tim güçlerinin gelişimini sağlayan bir araç otinaktan öteye geçemediğini, üretim güç­ lennın eninde sonunda insandan ve onun yeteneklerinden başka bir şey olmadığını gıllzel yanıtı gene Marx verir: M&ymunun a.natomaslnl

[&neak]

insandan kalkarak

açıklayab1llr1z, ama tersi

ola.naksızdır.

F: 1 2

1 77


belirtmektedir ; dirilmesi

insanın

görevini od�.k

marksçılıkta

yeniden

biçimien­

noktasına

almanın,

yeni bir aşama

anlamına

gele-­

ceğini göstermek gerekir. Yani, hiçbir biçimde karşı-markaçı bir şey değil bu söylenen ; çünkü genç Marx'ın daha

nin Eleştirisi'nde, disi

olduğunu

Hegel'in Hukuk Felsefesi­

insan için kökün, insanın ken­

söylediğini

unutmayın.

İşte

markaçılığın bu yanı öyle havanda su döven bir propaganda biçiminde değil de, bugünkü kapita­ lizmin çözümlenmesine dayanılarak ön alınmalıdır ; böylelikle günümüzdeki

plana

yabancı­

Ia.şmaya karşı bir savaşım tabanı oluşturulabi­ lir ancak. İşte sorunuza kaba taslak Yerebile­ ceğim yanıt bu aşağı yukarı. KOFLER : Bilinç yöneitiminin

[manipula­

tion] öyle «kudreti mutlak» olmadığını konuş­ mamız kanıtlıyor. Ama bunu şöyle ya d::�. böyle açıklamanın da öyle pek kolay olmadığı görülü-:­

yoı;. Belki sizin şu dirisel tanntanımazlık kav­ ramını, şu salt entellektüel düşünce tarzının bir parçası sayıldığı alandan çıkarıp ele almamıza . . . LUKACS : Evet . . . KOFLER :

. . . ve bu dinsel tanrıtanunazlı­

ğın, günümüzde öznel olarak «&Sil» dünyanın yerine geçirilmiş entellektüel ben'i değil de . . . LUKACS : !Evet . . . KOFLER : . . . tüketimi, tatili (tatil günü­ nü) , keyif yapmayı vb. -ama tabii daha önce sözünü ettiğimiz gibi bilincin yöneltilmesi so­ nundıı.- Tanrı'nın yerine geçirnıe eğilimlerinin

1 78


geniş kitlelerde yaygınlık kazandığını kanıtla­ mama izin verirsiniz sanırım : ve bu nedenle -hani burada birtakım ara halkalara a.yrıritı­ lanyla değinemeyiz ama- kitlelerin ruhsal ya­ bancılaşması öylesine ileri varmıştır ki, Marx' ın işaret ettiği gibi, geleneksel kökenli din bilin­ ci çözülmeye, dağılınaya yüz tutmuştur; Marx' ın öngördüğünden çOk önce, sınıflı toplumu filan beklemeden, her ne denli başka nedenlerden ötü­ rü de olsa. Burada bir soy dinsel tanrıtanımaz­ Iılda karşı karşıyayız ; hani bugün kilise­ lerin yer yer tanrıtanımazlarc:ı tıka basa doldurulınasından da belli bu. Aynı za­ manda büyüye doğru alabildiğine çarpıcı, ilginç kaymalara olanca somutluğuyla tanık oluyoruz. Anlayacağınız, insan yazgısını spor toto ya da yıldız falı yoluyla etkileme çabala­ rının modern cakla-uyma» gelişmesi karşısın­ (h dinsel ya da büyüsel birer mitos olarak sı­ nıflandırılmalan mümkün olduğuna göre, asıJ özgün-dinsel olanın yerine büyünün geçtiğini öne sürebiliriz sanınm. Uyuşturucu maddelere dayanan bir yaşam değeri bulma girişimleri de bu gelişimin parçasıdır. Şu andP. ünlü LSD'yi düşünüyorum. Diişünür Huxley'in uyuşturucu maddeyi öven bir kitap yazdığım duyunca, so­ runa daha da ciddiyetle eğilrnek gerek sanırım. LUKACS : Biliyorum kitabı . . . KOFLER.: Biliyor musunuz! Bilmediğiniz ne var, sayın Lukacs? Ben de tam bilmediğiniz bir şeyi size tanıtmaya hazırlanıyordum. Neyse. Algılamanın Kapıları adlı bu kitapta Huxley 1 79


«yeni bir yobun mitolojisini yaratıyor ; salt öznel soydan bir nıitoloji, ama giicünü uyuştu­ rucudan alen, uyuşturucunun sağladığı bir mi­ toloji bu. Harward Üniversitesi'nin tanuunış ruhbilimcilerinden Leary gibilerinin eaşkın bir yaşa.m� eğitimi için öbek.ler oluşturması, din profesörü Clark gibi, din öğrencileriyle ....ijs .:...:. tü.. ne bılba basa söylüyorum : din öğreneileriyle­ öğreneilerin ve �n adamlannın LSD aracılığıyla Ta.."lrı'ya yaklaştıklannı --cıark da aynen böyle der : Tanrı'ya yaklaşmak- ileri sürdüretek so­ nuçlar veren deneyler yapmaları, old4kça hu.. zuı-suduk verici olsa gerekir . . .

LUKACS : Doğru . . . KOFUER. Olu-o biteni biraz daha bleye' cek olursak, diyalektiğini, insanın modern sorunlarının çözümünde ipini koparmış bir ken­ dinden geçmenin büyüsel biçimlerinden yarar� !anma, diye tanımlayabileceğimiıı, çok ilginç bir süreçle karşılQJJınz. örneğin Beatles gösteri­ leri:riin o kendinden geçirici -spazma tutul­ muşcasına sarsıcı görünüglerini düşünün. SQ;. run, doğal ki ben'in özel alanına giriyor ; ben' in çalışma yerinde, resmi ve toplumsal yaşam· da baskı altında tutulduğu için boşalamamasın· dan ileri gelen, bir soy dinsel gibi gözüken bir bilinç, bir yeni tann yara.tıbyor. Gele gele akıl­ dışıcılığın ve dinsel tanrıtanımazlığın �nf, tü�.ı müyle modern bir biçimine gelip dayanıyoruz ; buiılann incelenmesi, çözümlenmesi, bugün her zamankinden daha yaygln bir gelişim içindeki

1 80


modern markaçılık yönünden büyük bir

önem taşıınaktaciır her halde. LUKACS : . . . Tamamen haklı olduğunuz� inanıyorum. Ancak, müsaade ederseniz bir bü­ tün içinde ele aldığınız sorunu iki P.yn bölüme ayıracağım. Birinci bölüm, bugün içinde yaşa� dıjıınız topluınsal-ekonoınik biçimlerin sava­ ş.ımlara bnık olmuş dönÜfÜlll).erinin g.enel bir tarihidir. Bu geli.fmelerin ve özellikle içlerinde· ki öznel etmen'i n gelişmesinin dümdüz bir doğ­ ru izlediği n i sanmak yanılgılann büyüğüdür. Hani sırf dinsel 'yanı ele ahcak olursak, Orta­ çağın sonlarında ve Rönesans'da dinin, bir soy her yanı aydınlatılmış bir kayıtsızlığa dönüş\.ip sönmesinin ardından, köylü savaşlan ve Re· fonrt' la birlikte yeni bir dinselliğe yol ıı.çaca.k biçlmde alevlenmesi, bir yüzyıl öncesinden kes· tirileırieyecek bir şeydi. Bu anlamda çok önem­ aediğim bir gerçeği di le getirmek istiyorum: 19. � bitimin�e, 19. yü�lm ikinci yanamda aslında 4unnadan sertleşen bir sınıf savaşımı, ilk qünya savaşında ve 1917'de doruğuna ulaş­ tıktan sonra ; İkinci Dünya Savaşı'nın ardından yexü ·bir durumla yepyeni bir şeyler doğdu ve bizim ....:.y .a ıe söyleyeyim : sabırsız- gençleri · mis. solun bugünkü kızgın genç insanlan, geli· şim onlan yeterince hızlı izleyemediğinden, Çin­ ce sapınalara düşmekten, Amerika' da hemen yarm1d bir devrimin düşünü kurmaktan kurtu­ �apıayıp. bu da yetmeyince� yurtseverlik yap­ mak için kalkıp Güney Amerika'ya bile gidi· ybrlar. Markaçılar olarak görevil'niz, birinci bü1 81


yük dönemin ardından bu soy olayları açık se­ çik kavrayabilmektir. Kapitalizmin nispi artık­ değerin müyle

egemenliği birlikte,

hareketin ve

altına

devrimci

bir

b�langnca

itHdiğini

yeni

18.

dönüşü­

hareketinin,

günümüzde sözde çoktan

gereken

girme

işçi

aşılmış

olması

yüzyıldaki «makinaya sa,ldın» gibi

ideolojilerin çarpık ve gülünç

biçimlerde yeni

bir rönesans yaşadıklan bir durumun doğduğu­ nu görüp, bunu çözümlernek zorundayız. Belki bugün kadınlan ve

kızları kapsayan

büyük

seks dalgasmın içinde bir soy kadının bağımsız;.

18�

lığını elde etme . savaşını görmek ve bunu

yüzyılın makina saldırısına benzetrnek size çe­ lişik gibi görünüyor, ama öyle sanıyorum burada makinaya

saldıntya benzeyen bir

ki, şey

var ; ve bugün öznel etmen'i uyandırmak ister... ken, yüzyılı n yirmilerini yenileyip sürdürebile­ ceğimizi sanmıyorum, tersine yeni bir

başla!lo"

gıcın temeli üzerinde bugüne değin uzaııagelen işçi hareketinden ve marksçılıktan edindiğimiz

deneyimlerin tümünden hareket etmemiz gere­ kir. Ancak yeni bir başlangıçb başbaşa

ğumuzu

kesinlikle

kabul

etmek

�bir benzetme yapabilme� için-

oldu­

zorundayız ;

20. yüzyılın

yirmilerinde değil de, belli bir anlamda 19, �­ yılın başlarında, Fransız Devrimi'nden

sonra

işçi hareketinin kıvamını bulmaya başladığı dö­ nem gibi bir dönemdeyiz.

Bu saptamanın

ramcılar bakımından çok önemli olduğu sındayım ; çünkü

belirli hakikatıerin

ku­ kanı­

söylen­

ınesi çok sınırlı bir yankı yaparsa, hemencecik

1 82


bir kuşkudur y&yılır ortaya. Saint-Simone ve Fourier'in söyledikleri çok önemli şeylerin önceleri çok az yankl yaptığını ve ancak 19. yüz­ yılın otuz ve kırklarında işçi hareketinin yeni­ den canlanabildiğini anımsayalım. Elbette ben­ zetmeleri fazla abartamayız, öte yandan ben­ zetmeler koşutluklara dönüşmezler. Ancak yeni bir dönemi n başlarında bulunduğumuzun ke­ sinlikle kabul edilmesi gerektiğini söylerken, ne demek istediğim anlaşılıyor sanırım ; bizim görevimii, kurarncılar olarak vereceğimiz bil­ gilerin kitlelerdeki yansısının şimdilik az ola­ cağını bile bile, içinde bulunduğumuz dönemin insanlarının ellerindeki olanaklara açıklık ka­ zand,ırmaktır. Kuşkusuz, bunun S.S.C.B. ndeki stalinci gelişmeyle, bu gelişmeyi aşmada. görü­ len duraksamayla ve buna uyarlı olarak sosya­ lizmin gecikmiş gelişmesiyle bağlantısı var­ dar; büyük olaylar öznel etmen üzerinde çok olumsuz etkiler yapabilirler-tamamen tarih­ sel bir örnek alayım- Fransız Devrimi'ndeki sol Jakobenlerin korkunç başarısızlığı, sosya­ liztnin, devrimci demokratik hereketle hiçbir ilişkisi bulunmadığı düşünc�ini, ütopyacılığı doğuımuştur. Aslında bu , 1793 ve 94 yılların­ daki Fransız gelişmesinden duyulan hoşnut­ suzlQğun ve gelişmenin yarattığı kırgınlığın di­ le gelmesid.ir ; ancak bu olgu, işçi hareketine çok sonraları etki etmişti ; ve gerçekte ilk kez Marx, demokratik devrim savaşımını devriınci sosya­ lizm için s:ıvaşımın ön basamağına yerleştir­ miştir. Biz bugün elimizdeki bilgileri topluinsal 1 83


pratiğe1 politik pratlğe uygulayabilecek yetell-ek­ teki politikacılardan yoksunuz. Aslında 19l7 döneminde Lenin'in kişiliğinde Çok önemli bir kuranıcı ile politikacının kanşıınını bulabil­ memiz, hani çekici olduğu kadar, bir kezlik bir örnek olmaktan öteye geçmez. Bu bakımdan politikapın gelecekte de böyle bir birleşmeyle eürdürülebileeeğini kesinlikle söylemek olanak­ sızdır. Şu anda teorinin başlangıçları �limizde, aıma bu teoriyi pol�tik sözcüklere çevirebilecek politikacı ufukta. gözükmüyor, gene de hareke­ tin güçlenmesiyle bu politik�ının ortaya çıka.-. cağından kesinlikle eminim . Bu bağlam içinde şimdi sorunun ikinci parçasına, yani din yanına geçiyorum. Bu he-. men hiç kimşece ve özellikle biz marksçılarca değinilmemiş bir soru ; çünkü dogmatik marli�­ çılık daha hala aşamadlğı 19. y�yılın kırkla­ nndan kalma din anlayışını atamadı bir türlü'. Günümüzde uzaya fırlatılan füzelerin higbir ye:rtle Tanrı'yı bulamadıklarını söyleyen yazı­ lar bile okuduk, ve böyle bir kanıtın herhangi bir insanı etkileyebileceğini sanan tanrıtanı­ mazlar var ; günümüzde Dante'nin /ZaM Komed· ya'sındaki, ya da Aquinalı Thomas'ın anladlğı anlamda gökyüzündeki Tann'ya inanan tek bir çamaşırcı kadın bulabilir misiniz acaba? Eski dinin varlıkbilimsel [ ontolojik] temelinin yıkı.ı lip gittiği tartışma götünnez, ve bu varlıkbi... limsel [ ontolojik ] temel insan eylemini her zaman belirleyen bir uğrak olagelmiştir. Bütün dindar insanlar, dünden-bugünden de-

1 84


ğil, neden beri, hattA Schleiermacher'in « En Yal.m İçtenlikli Ba#ımlılık Öğretiabnden ( 6 ) bu yf,l.na, dindeki eski varlıkbilimi [ ontolojiyi] bir

yana bırakıp, · benim cEstetik»de dinsel gerek· sinim dediğim şey için hethangi yeni bir var­ lıkbilim arama zorunluğu.yla k&.rşı katşıyadır1$.r. :Peki nedir bu dinsel gereksinim? Bu, yaga­ :tnı:nın anlamsız bir yaşam olduğunu dÜfÜllen insanın boğucu, sıkıcı duygusudur; ve insan y.a­ şamı.nda yönünü yordarnmı bulamazken, dinin eski varlıkbilimi de yikıldığına göre, -şu an­ lamda y�lidığına göre : bugüp eski ve yeni Tev­ rat'i tarihseı..onto1ojik (varhksal) yönüyle ey­ len;üerine kılavuz yapacak bir kataliğin ya da protest:anln var olduğunu ssnmırorwn- şimdi bu insanlar da bir soy ctüın değerleri yadsıma.:. dutumund&.lar ; ve sizin hani doğru sa.ptadığınız gibi, . bilyü'ye değin uzanan şey, bu şaşkınlığın, bu boıııb ı 0ş. uzayda durmanın sonucunda, ken­ dine yeni bir da'yanak aramaktan başka. bir şey değildir. Kapitalizmin yöneltilen dünyası kar­ ,ı�ında marksçı anl-ayışla ele aldığım anlamlı yaşam sorununun, temelde, bugün dinsel gerek­ siıiim sorunu denen sorunun aynısı olduğu gö­ rülÜyor ; işte burada bir geçit bulmayı deneme­ liYiz. Geçitte iki engelle karşılaşıyoruz. Birinci <'! · ı

'

5) $0hlelemwuıher bu 6J'retide dtnin ögTetilemez oldutunu, ldftnin onu ]'BfQbaıyla, deneyimtyle kavra­ mış oımaaı ge'tekti�ni, t:aıırutaı-ru]laal -tarihael bir dün. :yaya olan y&Jın içten batımııbJın, l!lça.kıönWIUlütQ, MWgfyi, utancı, LDsafı, pişmanbil vb. ötretecetını Ueri sf1rer (Çev,)

1 85


engel,

birçok

marksçının

tanrıtanımazlığın

bugün her türlü etkisini yitirtniş bulunan eski gerekçelerine

dayanan bağnaz

anla.yışlarıdır.

öte yada.n, örneğin Garaudy gibilerinin

belir­

li kişilere, örneğin Teilhard de Chardin'e ideolo­ jik yönden yaklaşmaya çalışmaları bir rasıantı değildir. Elbette gerçekte bir yakınlaşma söz konusu değildir, ve

dinsel gereksinilni

sahici

olan, ancak bu gereksinim için yanlış ideolojik dayanaklara sarılan bu insanlara, dayanakla­ rının yanlışlığını kabul ettirerek yardımcı ola­ mayız. Burada markaçılığın alabildiğine

kar..

maşık sorunlarından biriyle daha karşılaşıyo­ ruz, şöyle söyleyeyim : Genç Marx'ın çalışmasını

Epikuros' dan

doktora

seçmiş olması

bir

rasıantı değildi. AnlP.yacağınız bu epikuroscu­ luk,

tanrıların

dünyanın

Intermund'larında

( Epikuros'a göre sonsuz dünyalar arasmd3. bu­ lunduğu varsayılan yerler) yaşıa.dıklannı,

ya­

ni Tanrı'nın, tanrısal olanın, aşkın, ilkenin in"' san yaşamı üzerinde herhangi bir etkisi bulun­ madığını, bUlunamayacağını ve insanın kendi yaşamına ancak kendisinin bir anlam ka tabile­ ceğini kabul etmesini ve anlamlı yaşam için ve­ rilen bu savaşımda tıpkı «Enternasyonahin de­ diği gibi, ona hiçbir tanrının yardımcı olamaya­ cağını söyler. İşte bu, dinsel tanrıtanımazlığı gerçek bir tanrıtanıma� a. çevirebileeeğimiz noktadır. Bu

ığ

da bir sürü felsefi SOrtlnu gündeme getirir ; şim� di burada birçok soruya açıklık kazandırırkeri yaptığım gibi, Nicolai Hartmann'in bu konuda-

1 86


ki katkılarına dikkati çekmek isterim.

Hart­

mann erekbilim [ teleologie ] üzerine yazdığı kü­ çük kitabında, insanın günlük olaylarını kendisinden

bağımsız

yönetiliyormuş tun ki,

erek

gibi yaşadığını

kendisine

o zaman insan

bir

Tu­

söyler.

yakın bir insan

sanki X'in,

sanki

tarafından ölüyor ;

Y'nin ölilinü,

Z'

nin ahlaksal yaşamını değiştirmesini sağlamak için ereksel bir ölümınüş gibi (amacı önceden belirlenmiş bir ölümmUş gibi) , bu neden benim başıma. geldi diye sormaktadır. İşte sanıyorum ki burası marksçılığın inşasında dayanabilece­ ğimiz diyalektik-epikuroscu noktadır ve bu nok­ tayı açıklığa kavuştura.rak bu tanntanımazla­ ra yardımcı olabiliriz. KuŞkusuz tüm büyük ki­

ideo­

liseler Reform sonrası döneminin büyük

lojik bunalımıyla karşılqtırılabilecek bir buna­ lım içindedirler. Bu konuda, katalik dünyada­ k i Reform bunalımının doğmasına, katalik kili­ sesinin sııf feodalizmin korunmasına göre ayar­ lanmış olması nedendir diyebilirim, ve

buna­

lımdan sonra Loyola'nın büyük başansı, kato­ lik kilisesinin ancak doğma.k ta olan kapitalizm ile bağiaşarak bir kilise olma niteliğini sürdü­ rebileceğini ve genişleyebileceğini aynmlamış oJ.ıııasından ileri gelir. Şimdi gene katalik kili­ sesinin ve diğer kiliselerin, kapitalizm ile

can

yoldaşlığı yapmanın tehlikeli bir şey olduğunu görmeye başladıklan bir bunalım içindeyiz. Pa­ p a XXIII. Johannes'in kapitalizmin dinsel des­ teğine tek yanlı yönelmenin bir yana bırakıla­ rak yeni bir yön bulmanın gerektiğini iyice kav-

1 87


ra-dığı göııiHüyor.

Bu neqenle benzeşmeli ohı.ra�

17. yüzyıldaki Loyöla'yı örnek aldım. Bugünkü

dirisel gereksinimierin ne dogmatik; ne de ide­

daya.na,ks� ])ir çözün:ıleme��lni yapm aktan kaçınmalıyız i çünkü bugün dinsel bunalım içinde bulunanlara ancak hirinoi yol� olojik yönden

dan yardımcı olabiliriz, yani çeşitli yollardan anlamlı bir yaşamın olanaklarını gerçekleştir..: rnek ve bir b:ığlaşım kurabilmek igin savaşım vemıetniz gerekir. Böyle bir;- bağlaşımın Ü.çüıi·

cü bağlaşığı sosyalist ülkelerde sta.linciliği te�

mizlerneye çalışan marksçıla.r olac::ıktır. Çünkü ancak atalineiliğin temizlenmesinden sonra sos­ yalist ülkelerde yaşamı anlaınblll§tıran, ve

as­

lında sosyalizmde, kapitalizmd�n · daha. önce ve çok daha açık seçik ortaya çıkabilecek y�

eğilimleri gerçekleştirilebilecektir. Oysa bu eği� limler, bugüne değin stalinci sistem ve stalinci

yoldan

çabalan nedeniyle geri bırakıl­ Bilmem, burada değişik güçleri n çok

aşılma

mışlardır.

karmaşık biÇimde birlikte etkin olduklannı, ve eğer bilinç yöneltill).ine karıtı savaşırndan her­ hangi spekülatif sonuçlar beklersek, geçici

de

olsa, kendimiıi yanılsamalara kaptıraeağlmııı

anladınız m ı ? En önemli şey, b,aşta markligılı­ ğın bugün ne anlama. geldiğini ve neler Y8ı:l>a­ bileceğini tamamen

kuramsal yönüyl_e açıklığa

kavuştunnamızdır.

KOFLER : Ayrıntılı ve çokyi;Llllı açıldama.

lannızda.

üç

..

şey dikkatimi çekti. Şimdi diğer

iki sorunun hiç değilse varolduğuna işaret

et�

tikten sonra, yaln�a' bir tek sorunu tartışma·

1 88


ya solmıa.k istiyorqm. Dini aynı zamanda bil­

gi-toorisi ve insanbilim (antropoloji) dayanak­ larından

türettini z,

ama galiba

bu

türetme

M:arx'm dini «Sıkıntı iQindeki yaratığın inilti­ sh diye belirle-y�iyle de ba lantı içine sokul­ malıdır. Siıin, «E:Jstetik»in gerek birinci, gerek­ se ikinci .cildinde din sorunu üzerinde çok ay­

ğ

tmbb durduiu:nuı, dik·katimi çekti ; gerç i değin­ diğim bu ilişkiyi ortaya. ltoymuyorsunuz, ama

yok. ve kız­

sanırım burada bunu tartışma.mıza gerek

Yalnız şu sözünü, ettiğimiz kadınların

Iann cmakina18J'a saldırısı»n& ilginç bir biçim­ de katıanıldığını, hatta., tutumun arkalarup teş· vik edildiğini gÖrüyoruz, neden acab a ? Ve bu­ rada bir kuşku doğu,yor ; geleneksel tabulara laı.rşı bu soy başkaldırtna biçimi, diğer yan�n, bu ka,r:maşık

diyalektik içinde, acaba bunları

kurulu düzenle bütünleştirme eğilimlerinin ger­ çekleşmesini de sağlayabilir mi ?

LUKACS : Bakın, çok haklı olduğunuzu sa­ ilişki içinde cinselliği ma­ ki�ala.ra saldınyla. k&rşılaştınyorsak, bu karşı­

nıyorum. Şimdi bu

laştırma en son insansal güdülere

dayanıyqr,

yoksa hareketin kendisine değil. Ma kin a

sal·

dırısı o zamanki kapitalizmle bütünleştirileme­

di,

oysa. bu anla.,ılmaz ideolojik hareketler ga­

güzel bütünleştirilebilirler kurulu düzenle. Burada ilginç bir örnek vermek i sterim : Mann· �eim'ın tanınmış kitabını (Ideoloji ve Vtopya) ele alalım.. Mannheim ideolojiye oldukça sert �:Vramrk en, ütopyaya karşı bağışlayıcı bir za­ rd, Şevgiden doğan bir hoŞ,görü gösteriyor . Beyet·

1 89


lirttiğimiz gibi bir ütopya, ütopya olarak dü­ zenle çok kolay bütünleşebilir -çünkü ideoloji ile ütopya arasında devrimci pratik yitip

gi�

der_._ çünkü hedefleri alabildiğine uzak olduğu için ger�kleşemeyeceği daha baştan belli olan muhalefet, bugünkü soydan bir kapitalizm rafından

düzenle bir güzel

ta­

bütünleştirilebilir.

Kimi şeyler saygı ile karşılanırken, kimilerinin pek de saygı uyandırmayışını anlamak kolay. Hani ciddi bir düşünürü ele almak için, diyelim ki Bloch, sosyalizmıle birlikte doğanın da deği­ şeceğini söylüyorsa, buna kimsenin bir diyeceği olmaz ; sosyalizmi isterse doğayı bile temelden değiştirecek kerte

köktenci olsun ; Bloch

bu

söyledikleriyle saygı duyulan ve övülen bir dü­ şünür olabilir, oysa ben şimdi kalkıp da Nietzsc� he ile Hitler

arasında bir ilişki

bulunduğunu

ileri sürecek olsam, Alman ruhunun kutsal ge­ leneklerini zedeleyen bir hükümet ajanı ya da ne bileyim onun

gibi bir şey olurum,

çünkü

Nietzsche'yi eleştirrnek demek, bugünün milli� yetçiliğine de olanca canlılığıyla dokunmak de­ mektir. Kişisel bir örnek aldığım için bağıŞla­ yın, ama bu örnek gösteriyor ki, -bilinç yön­ lendirilmesine karşı verilen savaşımın genişle­ tilmesinde çok önemli bu

nokta- olağanüstü

köktenci şeyler ilginç diye karşılanabilirken, çok b:ı.sit, ruhsuz, cansız şeyler, -nasıl desem bil� mem ki- bağnaz, akıldan yoksun, ·eskimiş , ne bileyim bunun gibi yargılarla karşılanıyor. Kı­ sacası bugünkü bu durumu açık seçik görmek gerekir.

'1 90


KOFLER : Tabii başka örnekler de verilebi­ lirdi, yoksa sırf Bloch'u . . .

LUKACS : Bloch'u en iyisi saydığım

için

örnek aldığımı söylememe izin verin ; başkala­ nndan çok dah:ı sağlam örnekler alabilirdim . Bloch'un

dürii.stıüğünden

kuşku

duyamayız,

yeteneğinden de öyle . . . KOFLER : Öte yandan sizin dediğiniz gibi, gerçi savaşmak için Vietnam'a gitmemekte dire­ nen, ama öfkeleri içinde yarı devrimci yarı ay­ dınca ka_pitalizm. karşıtı kesilen,

yarı

yarıya da

boyun eğici bir tavn benimseyen şu öfkeli genç­ leri çıkaran

okullar var. Açıkcası

Frankfurt

ekolünün yönü bu. Şimdi aynı zamanda yazı­ larınızda da bir sorun olarak ele alınan soruna, yani o yalnızca öfkeli olmakla kalmayan ve yap­ tıklan el�tirilerden sonra kalkıp da herhangi bir biçimde boyun eğmeyen, c:olumlu örnekler» dediğiniz

istiyorum. Alman

taviz vermeyen, soruna değinmek

Gerçe1r;;ileri

adlı kitabınızda.,

Gottfried Keller'den söz ederken, şöyle sunuz aşağı

yukarı :

diyor­

Keller'in sanatının belli

başlı eğilimleri, büyük geleceğin içlerine değin uzanan bir anlam taşırlar ; bir yaşamın burada canlandırılan gerçek c: örnek kişileri » demokrasi içinde karşımıza çıkarlar ; her sahici demokrasi­ nlıı gersekten insancıl ve demokratik

yanlan,

gerçeklerinden bir şey yitirmeden, ideal bir bi­ çime bürünürler; gerçi bu burada tartışılması olanaksız, ilginç bir biçimde oluyor ama, altını kalın çiziyorsunuz : di ye .

c:gerçeklerini yitirmeden»

Yani burada sözkonusu

edilenler hakiki

191


örnek kişilerdir, özellikle bunun

üstüne

basmak

istiyorum. «Gerçeklerini yitirmeden,. yani, giz­ li bir ütopya. durumuna düşmeden! Peki ama aym za.ına.nda, böyle gerçek insancıl bir demok­ rasiyi n�eleştiren bu tipleri bugünkü yaşam­ da da bulmamız gerekmez mi ? Başka bir şey

daha : Bu tiplere bütünüyle biçim bozulmaama uğramış ve fetişleştirilmiş bir yaşamda

-'ki

bu günümüzün a.yırtgan beUrt;isidir� rasıana­ bilir mi

acaba ? Ve eger belli ölçüde. . . özür di­

lerim. . . bir şey daha. . .

LUKACS : Buyrun ! . . . KOFLER : ve eğer belli ölçüde de olsa . . .

bulunabilir mi. . . sonra eğer düzenle zorla. bü­ t 4ııleftit�Myi ineitmeden sağlayan yöntem ha­ la ağırlığını koruyorsa, burada, görevini belir­

U sınırlar içinde gerçekleştirebilen, ancak

sü­

recin türnü�e dokunmadan önünden geçip gi­ den, hedefi şaşıran ütopik bir ideolojinin üze­ rinde durmuş olmuyor muyuz? Hemen altını çizeyim, bunlar benim göriişleriın değil, öğrenr cilerirnden size sunmak üzere getirdiği.m soru­ lardan. sı,

LUKAG.'): ailinçli bir azınlığın oluşturu.lnı.a.­ kitle hareketinin ön koşuludur, derim. Sanı­

nın

«Ne Yaıpnınh, kitabında Lenin bunu çôk

iyi betiinlemiştir.

Şimdi Keller örneğine

geri

dönüp, öyle odak noktasında duran bir moti.fi değil de, sıradan, ama söylemek istediğimi açık seçik gösterecek bir parçayı seçeceğim. Bayarn

Regel Amrain

uzun-öyküsünü

eğitim sorununu

irdelemek için alıyorum, Bayan Amrain'in, oğ-

1 92


lunun kötü ya da berbat davrandığı her durum­ da, bunlan büyi,ik 'bir hoşgörü ve merhametle kai1:ilarken, orıdfı: insana özgü bir aşağılık "* Iirtisi gördüğünde kesinlikle karşısına çılıpiıası çok üsti,inde durulacak bir olgudur. İşte burada bir cönıek o-lma:. sorunu vardır ve Bayan .Aın­ ra: in'in bildiğimiz g ibi çökıegitınekte olan bir ls­ vi�re toplumuna bağlı c;Irtıası, bu sorunun de­ 'ilın.eısine yol açmaz. Gerçekçilik her zaman bir e�r ve burada da çöken lSV'içre top­ lumu g6$UirilmeıttM.ir. Ne olursa olsun, aşağı­ lı� ve agağılanmaya karşı s:ı.vaşım sorunu, bu ahli.ksal sorun geçerliliğini korur ve bizim «bi­ lincimizin yönlendiriltnesi» sorunu batımından bü'yiik bir önem tr.şır. -Bugün de tamamen ·m�tmdilr....'.._ gen e gilnöel·• bir ·örnek alacağım, Jorge Semprun'un Büyük Geei romanından aôz ediyorum ; i çinde pek ÇOk önemli yan 'Var. Bu­ günkü durumdan ve bunu gösteren edebiyattan söz ettiniz. Son yirmi yılın tüm edebiyatinı in­ celersek -biraz da utanç verici olduğunu s6y1epıeliYlm- . ellilerde yayımlaiUJll§, ölüme mah­ kiun bir antifaşistin son mektuplarım lçleyen ve insanın büyüklüğünü, yürekliliğini ve dire­ n!ş gücünü bol bol dile getiren bu kitabın, ya­ zO.tıara esin kaynağı olmadıtmı söyleıneliyim. Oyııia Seınprun'un kitabı, edebiyabn, yaf"mm iÇindt ge�leştitilmfş bulunan bu mektupların insatıöJl düzeyine y&klaşablldiğt ilk kitapıardan biridir. Hani benzer yapıt1arm bu:lunmadıfını �ylemek istem.iyotı.ım, sözgelimi Hochhuth'un

f �

·n-öyküsl.i Berlinli Atıtıgcm var1 sonra Böll' F. 1 3

1 93


ün Dcikuzbuçtilota Bilardo'sunda çok iyi yerler bulabiliriz. Bakın sanattan değil, yaşamdan söz ediyorum burada. Böll'de tımarbaneye kapatı­ lan ve sonunda delice bir öfkeyle askere

ateş

eden kadın, faşizme gerçekten karşı çıkan bir tiptir, ve bu davranış, Almanya'da

süregiden

yaşamın karşıtı bir tutu.mla, faşizmin içten yok

edilmesine yönelik bir davranıştır. Ve

Semp­

run'da altını çizmeyi çok istediğim bir yer var, çünkü yapıt f8§izmin o korkunç birine

dayanıyor;

olaylarından

anlayacağınız,

çoğunlukla

kaba; şiddete başvuran bir bilinç yöneltiıninin, örneği

olarak gösterilmeyen yahudi sorununa.

Gel�örürı ki bugün Alınanya'da faşizmin a.şılmasını yahudi sına

sorununun

ortadan kaldırılma.­

indirgemek ::ılabildiğine

Aslında

romandaki

sıradan

yanlıştır derim. bir

olaydır

ve

Semptu.ti• olanaktan yararlanarak bunu çok gü­ zel ve yürekli bir biçimde yahudiliğin de eleştirisine

dönüştürebilm.iştir.

bir

Semprun'da

bir komünist Alman yahudisi vP.r,

Fransa'y,ı

geçip pa.rtizanlarla. birlikte savaşıyor ve partf­ zan olarak ölüyor ; Semprun onu şöyle konwr turuyor: «Ben yahudi ölümüyle ölmek iste­ mem. » Çünkü yahudi ölümü, yüzbinlerin, mil­ yohlann çıt çık ann.adan, en ufP.k bir direnç gj.­ rişiminde bulwuna.dan gaz fırınh.rını boyUuna­ lan demekti. Gerçekte Varşova

gettosundaki

yahudi ayaklanması da buna benzer bir şeydi, ama

demek istediğim şu : Gerçeği edebiyat ile,

diyelim ki yahudilik sorunu üzerinden giderek netleştirmek istiyorsunuz , o zaman bu Fransa'

194

·


da ölen yahudi partiza.nı, edebiyat yönünden Varşova'daki ayaklanmayla aynı yaşam dü­ zeyinde duran ilk yahudidir. Bilmem ne demek istediğim anlaşılıyor mu? Ve bura­ da edebiyata büyük sorunlar düştüğü kanı­ sındayım. Örneğin tamamen başka bir alandan bu konuya dikkati çekm.iştim. Sol§enizin'in Ivan Dtmissooiç'in Ya,ıamından Bir Gün roma­ runı, diğer büyük toplama. kamplan romanla­ nyla karşıla.ştırırsamz, büyük bir farkın ay­ rımına va.rırsınız ; bir yanda vahşet girişimleri­ nin doğalcı anlatımı ; öte yanda, 5olşe:ııizin' de, insanın bir toplama kampmda hangi biçim­ lerde, hangi hilelere başvurarak, ne bile�. han­ gi yollardan insansal bütünlüğünü koruyabile­ ceği sorunu. Burada Solşenizi·n'in romanının yeni, değişiklik getiren yanı görülüyor. Burası edebiyatın, cyöneltilme:.ye karşı savaşımda d�tek olabileceği yerdir, yeter ki yöneltilmeyi bir yazgı olarak alıp, yöneltilme kaı,.ısmda �ebiyatçı olarak pes etmeyin. örnekleri belli bir amaçla seçtim, çünkü ölüme hükümlü anti­ faşistin son mektuplannda bulduğunuz bu ger­ Çek başkaldmnanın bugünkü araçlarla ve olay­ larla, ya da eski olaylara geri dönerek, aynı ölçüde, bugünkü insanın ebilinç yöneltimbne karşı verdiği savaşımda onun eylemine örnek oluşturacak tarzda, edebiyatın edebiyatlığındaıi bir şey yitirm.eden, gösterilebileceğine işaret etmek isterim. Böyle edebiyatın varolduğu tar­ tJŞılınaz. Örneğin şu Amerikalı William Sty­ ron'un «Ve Evi Ateşe Verdi» romanı var. Ki1 95


tapta «yöneltilıne• DQIJtoyevslP anlamınd� bü­ yük bir i�sanJıal, patlayıcı traj� olarak alınıyor. Bir yandan

ıeng.in insanın

maz olarak yöneiten bir sanı n da .bu yönettimin

ele

Ju,.çmıl­

tirana, yo�l in­ kurba.nını.. dönüş­

so:ora., şonlara doğru bir karşı çıkma olarak gerçek leştnilen öldürme olayıyla, yoksul insanın «YÖ­ neltilme»ye karşı işyanı dile get�yor; y(>k­ sulun mutlu rasiantılar sonucu c.i.n&Yetin sonuç­ lanndan kurtulabilmesi ve ci.Qa.yetten sonrB: mutl"" anlamlı bir yaşam sürdürebilntesi, bu geniş görüş açısından oldukça ilginç. �y· le ya,wtlara çok az raslanır olmakla 'bir­ likte, örnekler çoğalW...bilir. Yalnızca §U­ nu demek istiyortıın : Bu yöneltilmeye kar­ şı çıkan hareketin çok güçs-üz o�sına ba­ mesi

göaterildikten

kişisel

·

..

kıp da karams:ır oi.nıamıı.lıyız. Olanaklartınlı var, yan�larımız, bağl:a.şlarııruz var, iç hoş­ nutsuzlukları olan insanlar var, sandığJ.JXUzdan

fazla bunlar ve şimdi önemli olan nasıl ve h!Ui· gi luzla burada uyandırıcı bir çalışma yapaQi­ leceğiınizdir. KOFLER: «Yöneltim•e teı:ılim olma konu· sun1 dikkati çekmi ştiniz, bana Thomas Mann çözümlenıenizde Raabe ile bağl�mlı olarak ke· nar ka.hramatıla.rdan söz etttğiniz yeri ımırınsat­ tı . . .

LUKACS : J!Net

. . .

KOFLER : . . savaşımlard& büyük dimya­ ya açılan bir deliği, geçidi yok yere arayah ,

1 96


kenar (dışta kalan) kahramanlar ya da kenar

tipleri . . LUKAOS:

Evet . . KOFLER: Sonuç insanın gatpıt�ıdır -şöyle demek isterim, b'\tgüiıkü dünya açısın­ dan : me.zhepçiliğe vannadır. Çağımııda bUyük dünyaya geçmek için olaganüstü çaba harca­ ,

yan, ancak. • .

LUKACS :

Evet . . .

KOFLER :

. .

ancak

bağnazlıklarından ta­ da başta­ oyaa bu yüzden kendi­

ııihBel değişmeleri yanlış anlayan ya sım

leri

ihanetle s�layan, ya düşleri içinde sıkışıp kalan . .

LUKAcs :

KOJ"LER:

Evet. :. . . .

ya da

tersine

�va-kapi­

aşaln

talist yaşam konumundan insan y ı anla ­ mında;. i.nsa.ıruı demokr�tikleşmeei anJatnıtıda

ketldUeri için bir �yler çıkannak L\JK.A.CS : Evet . . .

is�yeiı...

KOFLER � . ve so.nur.ı� olup bitene razı olan V'e tıpkı uyduruk karşı-u�ar gibi sözünü ettiğim.iı çarpıklıklan gösteren birçok tip ta­ .

.

n1�oruz.

LUKA<:S t Evet

. . .

KOFLER : Şimdi böyle olunca şu sonı çı­ kıyol" ortaya : Acaba hıezhep4lilik, içinde her şe)ıe karşın yeni bir şeylerin oluştuğU bir bu·

naliıh dönemi fenomen! deŞfl midir? alıinc4:ıi, bu kendi bilinçlerine göre ilerici. olan gerek bur­ j'-va. gerekse · Sosyalist kökenli güçlerin böyle dağılıp ha.rcanmfl)arı, ilerici güçlerin bunalım ıto�umuyla açıklanabilecek bir Zorunluk mu-


dur? İkincisi, acaba mezhepçilik gelecekte bir işe yaramaz mı, ve ne işe yarayacağını tarih­ sel-kuramsal bir derinlik içinde önceden sapta­ yamaz mıyız ? İşte kenar kahramanlar ve tipler sorunu günümüzdeki durumuyla bana bunlan düşündürüyor. LUKACS: Gerçekten büyük bir hareket ne kerte az gelişınişse, yanılgıları·n gelişim değeri de o kerte fazladır. Bugün; çalışmanın bir oyuna dönüşeceğini ileri süren Fourier'in düşüncesinin tamamen yanlış bir düşünce olduğunu görüyo­ ruz. Oysa o zaman kapitalist çalışmanın köru­ körüne göklere çıkanlması karşısında, daha önce Schiller'in estetiğinde de karşılaştığımız Fourier'in bu düşüncesi olumlu bir anlam taşı­ yordu. Derken Marx çıkıp doğru yolu bulunca, olumsuz bir değer kazanmaktan kurtula.nıadı. Elbette, bugün cyöneltilme:.ye karşı çıkan bir­ çok girişim (her girişimi buraya katıyor deği­ lim) iyi bir anlam taşıyabilir. Yazıyı henüz okumadım ama, Madem Zamanl.atr dergisinin son sayısında yöneltimin ideologu sayılan Teil· hard de Charoin'e karşı bir el�tirinin tartış­ maya konduğunu duydum. Gerçekteı;t de Teil­ h:ırd de Chardin'in düşünceleri ile -bilmem ki nasıl söylesem- bu yeni-olgucru yöneitim dün­ ya görüşü arasmda sımsıkı bir bağlam vardır. Burada Hegel'e dayanarak, hakikat somuttur, diyeceğim ve belirli bir yönde geleceğe olum­ lu katkısı olacak mezhepler bulunabileceği gi­ bi, etkileri bugün bile olumsuz ol&n mezhep­ ler bulunduğunu sanıyorum. 1 98


KOFLER: Sayın Lukacs, sizi sı.km.ak iste­ ama çok tarlışma.lı bir yönü olan ve be­ nim yönettiğim bir semineri oldukça. uğraştıran bir soru da.ha. sora.bilir miyim a.caba.! Sizin «Es­ tetik:.in birinci cildinin bir bölümünde, yansıt­ ma. sorunuyla ba.ğlamli olarak birlik içindeki l bağdaşık] gerçekten söz ediyorsunuz. LUKACS : Evet. . . KOFLER : Şimdi şu soru çıkıyor ortaya.: 1923'deki Tarih Ve 8t:nııj Bilinci kita.bmızda kla.sik felsefeye d�ya.nara.k, bu felsefenin ger­ çeğin bilinirliğini, bu gerçeğin cdoğuııılmasıy­ la.:. [yara.tı1masıyla.] nasıl bağlam içine soktu­ ğunu ka.nıtlıyorsunuz. Bu felsefeyi elettfrir­ ken, haklı olara.k gerçeğin bilinirliği sorununun anca.k toplumsal pratik kavramının zemini üze­ rinde çözülebileceğini söylüyorsunuz. Pratik kavramı göz önünde tutulmadan bu sorun � zülmez, diyol"Bunuz. Şimdi soru şu : Doturma­ nın (yaratmanın) her iki kavramı olan bUgi-b!o­ risi ve toplum kavramlan iki ayrı gerçek ala­ nına girmezler mi ? Söz yerindeyse, biri maddi üretim alanına ba.ğlıyken, diğeri doğabilimin ve matematiğin nesnelerine yönelik değil mi­ dir ? Gerçi sizin türetmeleriniz arada bir ko­ pukluk yokmuş gibi okunuyor ama, aslında eleştiıiei bir tavırla. diyebUiriz 'ki, iki ayrı cdo­ ğunna:. [yaratma-meydanıı. getirme] kavra­ ınıyla çalışıyorsunuz kitapta. LUKACS : Bir kere, belki sizin de bildiği­ niz gibi, Taırih Ve 8t'YI4j Bilinci kitabımı aşıl­ mış bir kitap &aydığunı belirterek başlamarn mem,

1 99


gerekiyor aöze, bu balpmdan Tarih ye 8ımf Bilinci yapıbındaki tü�timin, Estetik'de gelie­ tirilen sorunla herhaıngi bir bağl!Ultısı yok. Gerç� birliği (bağdaşıklığı) ve cmeydana get�» ne anlanıa: gel iyor, ona bakalım; ger­ çiğin tüın. tenome�ri -anotganik1 organik ya da topl\lll'lS81 fe�enlerı--- gerek kendi i(;· lerinde, gerekse birbirleriyle karşılıklı etkile­ şim du�unda bulunan })elirU karmaşalarda­ ki [kümelerdeki ] bir dizi nedenaelliğe göre oluşt� için, gerçek bir.liklidi:r [ bağdaşıktır] . Yani bir özdeşlik vardır. Ancak daha önce I(.egel kitabımda da ·göstermeye çalıştiğlm gi· bi. JIMel'ln diya.lektiğe getirdiği e� önemli ye-. niliklercien biri, «karıııtların birbiriyle sav&.şı­ mb ck!ğil de, �ö,zdeşli#in özdeşliği,» «Özdeş ol· rnayıııı:.m, diyalektiğin temel ilkesi yerine ko�atndır. İşte ben, gerçeğin, inaanm her türlü saptamasından (Setzung) --buna bi­ razdait �öneeeğim- bağımsız olarak neden­ selligin içinde akıp gittiğine inandığımdan, bil'likli bir gerçeğin, bir özdeşliğin bulunduğu· nu söylüyorum. Hemen eltleyeyim: Bu gerçeğin u� değişik 'btçim içinde dışiaşması gerekiyor� Çalışma iginde �na getinne» ( yara:tmm) , çalı,anın kendine gerçekleşt�eyi dütiin<lüğü erekbilimsel (tefeolojik) bir hedef sa�taınası�la ge�kleşiyor �bette. Bu yönden ba.lnbrsa, do, ğada bulunmaya� yepyeni bir §eyin meydaı:la getirilebilece#bıi görüriiz. Öylct atom bilimlerine değin uzanmaya gerek yok. Tekıerleği alın, as­ lında doğada tekerlek diye bir şey yoktur. İn• 2'00


san, da.lı.a. gelişim aşamasının başl&ng1ç d�n�· lerinde tekerleğin yapıslll9, geldiğinde, bu doğa içJn yepyeru bir kompozisyondı.ı. Erekli köyimi­ lar (teleolc)gisch$ Setzung) , özleri gereji,. ne­ den$ellik dizilerinin öğren.Umesine, ve edmilen bu1 biJgilerin ışığında doğanın bu n.ederuıellik di· ıilerinin insan taratmdan başka ['yeni] bir bi­ reşini d\l.Zen.brle birbirlerine etki y�a.Ia.nQ.a olana" verirler ; öyle IQ., tüm btı olup biten, san· ıp insanın ereksel saptamaları · olmasa da ger­

çekleşebilinn iş gibi g&lir bi.ie. Şiınc1i, biı varolan nedensel bağlamlıklan değiştireın&yiz, yaJ.nızca öğrenir ve ·uygulayabiliriz orilan. Hegel ilk ya­ zılıU1nda çalışmaya değinirken, yerinde 'bir gö­ rüşle, doğanın, insan ın aletleriyle ıkendi' kendini işleyerlık tükettiğini st)yietnişiir. Sözünü ettiti� miz }"a.ra�acıa., «meydana getirme:.de bir özdeş.. liğin .Öf.deşliği ve özde. olmama gizlidir. Şöy­ le ki, tekerlek insanın meydana getirdiği bir ııeydir, ama gene de tekerlekte bısandalıı ba.ğnn­ su olarak doğada egemen olan nedensel diZile­ Pe aykı n hiçbir �Y yoktur. İnsan belirli bir yol­ da. öğrenmiş, tanımış ohnasıydı, elbett& teker­

leği ıneyda.na. getiremezdi. Yani bu meydana ge­ tftme 8erçeğin birliğine (bağdaşıklığına) aykı­ rı olmayan, ancak çok karinaŞık bir silteçi:ir. �tl· fi.tiıdi kalkıp da bu· gerçeğin üst d.beyd� lti biçiiblerirte bt.şiVUrUyors&n)., daha önce d.tn­ �1 sol'Ull(la deği�iğinıiz bir şeyi lWıtediyorurn, tJnıeğin �erek organil( gerekse anorganik-­ �nın, insanın erek'sel saptaınalartnGD. ba­ ğunsız olarak kendi

dijalektiğine göre . akıp 20 1


gittiğini v� gerçekleştiğini, yetkinleştiğini söy­ lemek istiyorum. Şimdi, insanın fizyolojik ya­ pısı da, ruhsal yazgısı da birer raslantıdırlar. Aslında Marx pir keresinde, devrimci bir duru­ mun işçi sınıfı önünde lider olarak kimi bula­ cağı rasiantıdır, diye yazarken çok ha.klıydl; öte ya.nda.n, bu salt fizyolojik ve ruhsal bir şey de değildir burada. Gene de işte ortadan kaldı­ rılmaz bir rasıantı payı kalıyor, ve bu rasıantı doğa-olayının salt nedensel akışından çıkan bir raslantıdır. Bu açıdan, insan pratiği kal'§ısm­ da birlik içinde bir doğa vardır ; ben gim.di kal­ kıp da doğa bilimlerinin ve insan ruhunun vb. bilgilerine gereksinim duyan herhangi toplum­ sal bir faaliyette bulunsam, bu faaliyet karma­

şası içinde benim önünü alamayacağım yasa­ demetleri etkinlikleri karşımıza çıkar, Gerçi bilgilerime dayanarak dış gerçeğin üzerinde de­ ğiştiriei bir etkinlik yaratabilirim, ama gerçe­ ğin yasaları bensiz de etkindirler ; bu ilişki için­ de ben ekonomideki üretici, sanatçı ya da dü­ şünür olarak birlikli, bağdaşık bir geıı;eğin kaşısmda bulunurum ; işte bu birliği özdeşliğin özdeşliği, kiyOI".

özd�-olmama diye anlarnam gere­

KOFLER : Peki Marx'ın

Fel8efi E1wnomik

Taslaklar'da ileri sürdüğü, doğa'nın insansız bir hiç olduğu yargısıyla bu söyledikleriniz nasıl bir bağlam olugtunıyor? LUKACS: İçinden çeşitli raslanbsallıklar sonun� insanın çıktığı doğa.'nın, onsuz (sözko­ nusu yönden) hiçbir !)ey olmadığım söyleyecek

202


olursahı, hani güzel bir özdeyişten ucuz bir de­ yiş yapıvermiş olurum. Marx, üstünde inaa.n et­ kinlik gösteriyor diye, dünyanın «varolan» bir şey olduğunu, buna karşılık Mars ya da Ve­ nüs'de insan yoksa bunların cvarolma.dıklan­ nl» söylemiş değil ki. Burada Epikuros'un zo­ nınluk fikrini geliştiren genç Marx'ın çelişik gibi görünen bir özetlernesiyle karşı karşıya­ yız. Çünkü eğer tanrılar Intermund'larda yaşı­ yorlarsa, bu, insanların da ancak değiştirici bir etki yapabilecekleri, bunun ötesinde doğa­ mn tabii ki kendi başına insandan tamamen bağımsız geliştiği anlamına. gelir. Marx'ın baş­ ka bir şey kastetmiş olacağını sanmıyorum. KOFLER : Kuşkusuz, böyle de anlaşılması gerekir Z3.ten. Şimdi en son bir noktaya değin­ mek için soru'nun başlangıcına geri dönmek is­ tiyorum. Hegel, gerçeğin mutlak akıldan (tin' den) doğmasını cüremesinb tophımdaki .üretim sorunuyla ilişki içine yerleşti.nniştir, sanki bu ikisi (mutlak akıl ve toplum) aynı düzlem üze­ rindeyınişler gibi. Burada kanştırmalar ya da yanlış anlaşılınalar olmaması için, bir ara koy­ mak gerekmez mi ? LUKACS: Bakın, bilgi-teorik soruların iş, lenmesi konusunda oldukça şüpheci olduğumu söylemeliyim. Çünkü bilgi teorisi sorunlarının, varlıkbilimsel (ontolojik) soru-koyumların uğ­ raklan olarak ele alınmadıkları sürece, sorun­ ları çarpıttıklarından ve eşitlik olmayan yere eşitlik (ݧ&reti) , eşitlik olan yere de tersini koy­ malarından korkanm. Bilgi teorisi konusunda 203


gerekjr. Şimdi önemli Ka.nt'm teorfş.inde çevı;-eleyerı . dünya, . ark�smda aşkın bizi ve bilinem.ez [ öğrenilemez] bir «kendinde şey»� bulunduğu salt b4' görüngtl [feno... men} old\iğluıda.n, bizim somut (algılanır) ger­ çeğin içindeki gijrüngü [feno.r;nen] ve öz ayn­ mıını;ı, Kaneda orta.dan kalkar,, Hegel'de Uıe �� gerçekten v�ola.n bir öz ile, gene keh­ disi de :gerçek �· bir görüngüler dünyasm­ dan (fenome�er d �asından) oluşur. Daha bu da gösteriyor ki, burada yalnızca bilgi teorisi bakımından bir J.ek kurabiliriz ; ve şlı:tıdi markaçı a�da . �üretme»den söz edece}{ oll11'88m; üretme'den elbette Yalnızca çalışma­ nın iir'Qnlerini anlayacağız en geniş anlamıyla ; üre� . KOFLER : ttopluınun üretimi . . . WKACS : :mvet, ama toplumun üretimi ve işböl�ünün yitygınlaşması, birincil ('l'eksel saptam ,nın (�leologische Setzuııg) üstüne ku­ rulan ve d�yulmamış bir ereksel saptanıalar sistemi olu.ştl,lran, gittikçe karrıuu,ıklaşan erelı.. sel saptamalar sonucunda gerçekletir. Herhangi biri toplunı\1 ���kten ÇÖBÜ.mleyecıek olursa, topltttnun kurucu atomunun işte bu eteksel sap­ tamalar olduğu sonucuna varır sanıyolWII. An· cak bil�leri erekli bir bileşim blçiminde ger.. çekleşmemiştir. Her mal satışınııt· ·W satın aJ. manın hep birer ereksel saptama. Ôlduğunu be­ lirtmeliyiz. Kadının biri pazata gidip beş armut abrsa, bu ereksel bir saptamadır. Ancak pazar çok

'qjr

dikkatli olmak

olguya.

değiıl.,yi:nı;

thı

204


yerinde bu ,binlerce ereksel saptamaların sonu­ cunda, diğer pazar nedensellikleriyle birleşen bir �azar nedenselliği doğar, ve bu noktadan sonra artık ereksel sap ta.maı.arın rtedensel sonUÇları­ dır etkinlik gösteren. Herbir eteks&l saptaına­ nın o luştlll'duğu sonucun, bu ereksel saptama­ larda: amaçlanandan başka bir şey göstermele­ ri (meydana geti.ıineleri) toplumsal varlığın igbideki Yasıtllıklarıh ve nesnelliğin öhü alın­ maz uğrağıdır. Diyelim ki ortalama kir, aŞırı kar sağlama çabasından doğar ; o dutumda tek tek sa.ptania.İtrın' içinde &şırı (fazlada.h) kir <;abaları g erçekleşir, hatta �ın [fa.z:ladan] kAr da gerçekl�şir, ne \tar k� toplam-geli$� iQin• de �4me de ortaya çıkin, tüm sUreein kendi si olarak azalan kar haddi belirtis i dir, Bu çekir­

dekten hareketle, toplumdaki özgürlük, ve � r.unluk sorunlarıni da. felseteee işlen:iek tetekir. Kanımca bunu yap&;rken, -ve bu sorun hiçbir zaman felsefe yönünden yetet'ince üstünde du ­ nı.lmuş bir sorun değildir.._ nedensell.iği ve erekselliği, belirlenmi§llğin (determinasydıı ) iki biçbni olarak, yanyana, birbirinden bağımsız ele almak ger�kir. 'Erekse! ola.nıl\ tümüyle yad· sın� dönemler olı:nuştur; oysa. kendi başına ve bağımsız olarak varolan yalnızca nedensel­ liktir, toplumsal varlık içinde buna ereksel sap­ tama eldenir, ancak ereksel bir saptama yal­ nızca nedenseilikle belirlenmiş bir dünyada varolabilir; diyebfJiriz. Burada, ereksellik ile nedenselliği bilgi teorisi yönünden birbirinden b�sız iliŞkiler gibi Çörumleyebilecefimi ıK>y·

205


lerken ne demek istediğimi görüyorsunuz artık. Varlıkbfiin\sel (ontolojik) yönden çözümlerneye girişirsem, gerçi o zaman görünüşte birbirine aykırı yanlar bulunım, çünkü bir yandan erek­ sellik ancak nedenselliğin egemenliğinde işleye­ bilir, öte yandan toplumdaki yeni eşyalar, bi­ çimler ve bağlantılar ancak ereksel saptarnala­ rın sonucunda meydana gelebilirler. Bu bilgi te­ orisi bakımından çok aykın bir şey gibi görü­ nüyorsa da, varlıkbilimsel (ontolojik) yönden yakla.ştığınızda, işbölfunünün yalın bir çözüm­ lenmesinden bqka bir şey değildir. KOFLER : Çok doğru, araya bir açıklama koymanun nedeni, üretim kavramıyla bağlamlı olarak doğabilecek yanlış anlamaları önlemek­ tL . . LUKACS : Tabii, tabii . KOFLER : . hani üretim'den sırf çalışmayı anladığınız sonucu. . . çıkmasın diye, oysa. . . LUKACS: Ben çalişma-hedefinin. . . KOFLER : . . . birincil şey olduğunu . . . .söylemek iStiyoi'Bunuz. LUKACS : Bakın, çalışmanın hedefinden (sapt.a.nması.n.d&n) çalışmanın düzenleijimi (ko­ ordinasyonu) kavramı çıkıyor. Entellektüel ön çalışrııa. kavramı Çalışma'ya doğru gelişiyor vb. Bu süreç toplum&3.1 işbölümü biçiminde geliş­ meye devarn edei'Be, bundan gelenekler ve buna bağlı sonuçlar doğar. Daha ileri bir ba.samakta hukuk doğar buradan ; her hukuksal saptaına aynı zamanda bir ereksel saptamadır ; her hu­ kuksal yönerge : Franz lfüller iki kutu sigara ,

. .

. .

206


çaldığı için üç ay içeri tıkılsın, dememden iba­ rettir. ffiçbir hukuksal yönerge yoktur ki, ya kendisi ereksel bir saptama olınasm, ya da ereksel bir saptamaya geçişi oluşturmasın. De­ mek istediğim, bilimin en yüksek biçimlerinden sa.na.ta değin, ereksel sapta.nıa sorunlarına uğ­ ramadan edemeyiz. KOFLER : Varlıkbilimden söz ederken, ger­ çekte insanbilimi (antropoloji) kastediyofSUlluz sanırım. LUKACS : Hayır, çünkü bir insan olsun ol­ llla$1D, buna bakmaksızın belirli varlıkbilimsel düzenlernelerin varolduğunu söylemek istiyo­ rum. Sözgelimi, bizim güneş sistemindeki çeşitli gezegenleri üzerlerinde organik yaşam var mı diye incelersem , bunun insanla bir alışverişi yok ki Çünkü bir gezegen üstünde ya.şamı;n ge­ lişiyor olması olgusu, burada yaşamm ille de insana varacağı anlamına gelmez. İşte bu nok­ tada elimizdeki bilgilerin, gereçlerin yetersizli­ ği nedeniyle çözümleyemediğimiz bir ikinci sıç­ rama var, ama bu noktadan ilerdeki çözümle­ melerin çok karmaşık sonuçlara varacağından hiç kuşkum yok. Marx, darvinciliğin, ·erek-bi­ limle bir hesaplaşma. olduğunu yerinde bir gö­ r üşle dile getirmişti. Ve dahg, şimdiden canlıla­ nn gelişimine bakarak, geli§imde çıkmaz so­ kaklar bulunduğunu, ve oldukça yüksek bir ge­ lişim düzeyinde, çıkmaz sokaklar bulunduğunu görüyoruz. Hayv&nsal toplumun en yüksek bi­ çbnlerine en yüksek gelişim düzeyindeki hay­ vanlarda değil de, böceklerde raslarsınız ; gelin 207


görUn kij hayvanl�da.ki tophunsa.J4şma. da o�­ larm bundan böyle gelişimini i:ıurd\l,ran bir sı­ nırdır ; 1ş'bölümı1 -Pfileğin anlarda- biyolojik bir jşbölümü olduğunQ.an, a.rı kovanı da kendini ancak biyolojik yönden yeJlileyebilir, ama, kovan· daki kraliçe egem�nllğin.i bir deJnok,rasiyEı dö­ nüştüreqıez. Burada bilerek eski bir anla.nu:ıız­ lığı y,ineliyonun. Çünkü bundan öt�ye bir top­ lu.rnsal gelişme, işböl�ünün biyolojik değil de tophımsa.ı bir n itelik taşıdığı insanlardaki dü­ zenlemeyi� olanaklı yalnızca. KOFLER : Kuşkusuz ; ne ki bu geleı:u�k4el felsef�e başka türlü değil mi ? Bu noktada ne­ yi kabul edersek edelim, insansal-toplumsal alanda her şey başka türlü değil ·mi, yani in­ sa.nbilim böyle �eğil mi ? ÖfJleğin erek�i lim '(te­ leoloji) kavramı. Bundan bir felsefe yap:ınca, felaefeyt uyduruk �nuılara. ve "Qyduruk çözüm­ l ere yol açacağı bir alana kaydırmış oluyOl"'D. LUUCS : Bugün elbette bu soruyu iıısaıı­ biliın alanına indirgerneye çalışan çok yojun bir akım ·V'ar. Ama bu indirgeme, doğım.uı tüm geçmişini ortadan lı�ldırıyor; insanlar da, be"' lirli ıteYlerin sırf aııotganik zorunluğun y�sa.J.a.; rından ileri geldiği�i bir yana bırakıyor. Bakın, bir keresinde aklı b�şında bir\si bana, hareket orga:r:ıhm. tek sayilardan oluşmuş tek bir ca,nlı­ nın bulunnıayışının çok ilginç olduğunıı .WYle­ migtl. ·Tekli -.yııara. bizde de l'IP,S\a.ıuyor, bir ournumuz vaı;", · bir ağızımı.ı, anca� i;iç ya da be, ayağı olan tek bir canlıdan söz ·�Zsiniz, ya iki, ya dört, ya seki�. ya on ayajı var filan ; iş208


te bu hareketin fiziks� yasalanna bağlı bir §ey­ dir ve bu yasalar canWarda böyle yerl�er­ dir. Buna insaııbilim. mi diyeyim şimdi ! Biraz akat.tılrnış bir geliştinne olmaz mı ? �nıy�>rı.ıın insa.JWU.illlfu öylesirıe vurgulallJ;I18.Sının nedeni, doğru v,e ilerici sa-ydığım ,bir düşünceden, yani inam�arı� ruhun bilimi denen şeyden biraz kuş­

kuya düşmüş

olmalıırından kayna,klanıyor. Ruh· belirli davranı� tarzını (dışlaşna bi�imlerini) yalıtara.k, insanın her davranış tar­ z:ının bit çifte nedenselliğin sonucu olduğunu, yani bir yandan insanın fizyolojik yapısıyla ve bu fizyolojik güçlerin etkisiyle k oşullanmı ş bir şey Qld:ıığunt,t, öte yandan da toplumsal olay­ lara gösterdiği tepkiyle belirlendiğini görme­ miıtUr. Bu nıhbilimde birlikli bir ifade kuanır. Ôttıetin bir kokudan tiksin diğimi $()ylerseın, bu katıksız fizyolojik bir tepki değildir ; blli­ yotstınuı, kokular ne denli modaya boyun eği­ yor ve insanların belirl i kokulara göeterdik­ leı:i tepkinin ne den•i toplumsal alduğu ortada. Belki , iyi · bir örnek değil ama, · iki yarılı olma­ bilim insanın

yan, y$ni aynı zamanda. birbirinden ayrılmaz biçimde tapl�al ve fizyolojik alınayan tek bir nıhsa,l tepki bulunmayacağını göstermek iste­ dim yalnızca. Zamanla , araştırmalannı bu iki

'

parçanın karşılıklı etkileşimine

yoğunlaştıran

bir ln.e�bilinıin doğacağuıdan kuşkum· yok, ama b öylelikl e toplumsal gelişmenin önemli sonın­

,

larının çözüleeeğini sanmak bir yanılsam.adır, çünkü toplUmsal gelişme -.-her ne kerte insana baiğlıysa da:..... ekonomideki kendine özgü yas a -

F · 14

209


lann üzerinde gelişir. Ve, hani bir önceki örne­ ğe değinmek için söylüyorum, şu kAr-hadleri­ nin azalmasım insanbi.liıiısel yoldan nasıl açık­ larl·ar, yaman meraklanıyorum. KOFLER. : Eh burada sonsuza değin t:ırtı­ şabiliriz Sayın Lukacs, sabnnız için sonsuz t;e..

şekkürler. 1.961, Btıilatpeşte

210 210


KİŞİLER SÖZLÜĞÜ

Ktştı.ER.

Aiskhyl08: (l.ö. 525-456) Yunanlı trajedi ya­ Yapıtlarından yalnız:ca. yedisi tam olarak bugüne kalmıştır. özellikle adaletin gereklili­ ği üstünde durur, ha.k sonınwıu kurcalar. Ver­ mek istediği ahl8.k dersi, Atina ahlA.kının te­ meli olan üstün erdemliliğe, yani ölçülülüğe çağ­ ndır. Tiyatro san.atına döneminde teknik an­ lamda birçok yenilik getirmiştir. Aquitıal1 Thorrın8 : (i225 [26] - 1274 ) Domini­ kan rahibi. Skolastiğin en önemli temsilcilerin­ den biri. Aristoteles öğretisi ile hıristiyanlık arasmda bir bileşim kurmayı denedi. Doğal ile doğal-üstü Tann bilgisinin birlikte varolduğu­ nu savundu. Doğa ile cGnade:. (kayra-inayet) arasındaki karşıtlığı yadsıdı. Onda cGnade:. do­ ğayı bütünler. Bahr, Harmann (1863 1934) Avusturyalı ya­ zar. Romanlar, oyunlar ve birçok deneme yazdı. . Becker, Johannes : (1891 - 1958) Alman toplum­ cu şairi ve oywı yazarı. nk yapıtlannda dışa.­ vurumculuğun etkisi altında kaldı. Sonralan zarı.

-

21 1


açık, yalın ve ge�ekçi bir üsİuba yöneldi. Benn, Gottjried: ( 1886 - 1956) Alman yazarı Hem Nietzsche'nin, hem de dışavurumculuğun etkisinde kaldı. Kutsal sayılan bütün gelenek­ ıere karşı çıktı. İnsanı� içjne düştüğü nihilizm den ancak sanat alanında çaba harcayarak ku.r­ tulabileceğini savladı. Bergson., Htmri: ( 1859 - 1941) Fransu filozofu. Salt d-üfütı.ı:ne yetisi karşısında s�in (lntu­ ition) üstünlüğünü savundu. « Yaga.mg. atıbmı» anlamındaki celan Vitat:. öğretisi, Avrupa felse­ fesini büyük ölçüde etkiledi. Bu öğretiye göre «YaŞAma �t&lımı», yaşarnı ileriye gotiil'en iç güç'ü belirler; bu güç yaşamın her türlü yara­ tıcı gel i§mesinde kendini belirten, yS:ratmada.n yaratmaya sıçramayı sağlayan güçtür ; kısaca evtenln. ana, ten:iel gücüdür. Bernstein, Ecluara: (1850 - 1932) Alman P,Olit'i· kacısı ve yazan. Reformcu, evrimci sosyalistı&­ rin kurasncılarındandır. Başlangıçta beniDUJe­ diği marksçibktan sonraları vazgegti. 8loch, ET'rll8t : (1885 - 1977) Alman filozofu .Ar.Iato·n�. Hegel'in öğretilerini diyalektik maddeci ta.banla. bağdaştırmaya �4l..tı. Yahudi• hıristiyaıl « öbür dünya bUgisb (Eschatoıotie) üzerinde bir «umut kuramı:. gel iştirdi Bloch'a g.öre doğa ve tQplwn, iç gelişim olanakları sa· yesitıde, tUm yetersizlikleri aştp maddi-manevi evrensel bir birliğin kurulmaı;ıına yönelebilirler. Böyle bir telUJim sonunda insanın gerek topıutn sal, gerekse bireysel yabancılaŞmışlığı da aıı� labilecek.t ir. Bloch bu anlamda diyalektik mad.

­

.

.

...

212


deciliği oldukça uzak, ütopik hedeflerin

gel'­

çeldeştirilmesi ama�a koşar. Ona g<ıire ütop­ ya.lıar her zaman varolml,lşlardır ve tarihin bir bütün olarak ka�a.sını sağlayan toplumsal ütol!J)'&. insanın kendi bilincine varm�ıdır. En ( 1918 ) . önemli yapıtları :· «Ütopya'� Ruhu» «Ca.ğın:uıuı Miras1 » (1933) , «H�el'e Nesnel Açıklamalar:. (],951) , cAvicen.na v e Aristoteles Solu� (1952) , cttke Umut. (1954) ; cDoğal Hak Ve İnsanlı k Onlll'uJ:. (1961 ) , cY·abancıla.şmalar:l} (1964)

.h4tırin, NUwlay:. ( 1888 .. 1�38) Bolgeviltlerın önde gelenlerinden. Bir öğretmenin oğlu olan

Bubari.n, okul dönemlerinde :ViUııl dışı ilin edilen edebiyatla uğraştı, markaçılığı öğrendi ; 1906'da

· '

�klere katıldı. 1908'de bOlŞeviklerin Mos� kova teınsilcilerindeıı biri oldu, ama 191l'de Alı:nanY,B-��8: Blğınmak zorunda kaldı. PoUtbüro üyel.iği, komintern başkanlığı yapan BUlıarin, 1929'da Komünist Parti'den çıkarıl<h ; üçitncü Moskova d\lr\13Ma.Iarmda sekiZ yıl tutuklu kal­ masına karar verildi. Ancak 1938'de ensesine bir kurşun sıkılarak yaşalııma son YerildL En ö�i eserleri : c Kottıünizmin Alfabesi » (1921) , c Tarihsel Maddecilik Kuramı:. (1922), «Prole­ ter Devrim Ve Kültür» ( 1923) .

Ctoce, Bqnedetto: (1866 - 1952) Estetikçi, filo­ zof; tarihçi , siyasal bilimci . Felsefe anlayiŞı büyük ölçüde Hegel'e dayanır. F�lsefenin tarih­ ten a.ynlamayscaf.tnı ileri stirerek, bilgi ala­ ıımdaki en önemli yeri tarihe verdi. 1947'de ıt.ıran Liberal Parti si'nin bıtşuıa gt;tirilen Cro-

213

213


ce'nin en önemli yapıtı «Tin'in Felsefesbdir. Es­ tetik konusunda büyük etkisi olmuştur.

dwvier, Georges: (1769

-

1832) Fransız doğa

bilgini. Ona göre org.anizmadaki tüm değişiklik­ ler birbirlerine bağunlıdır. kimi nitelikler ·birbirlerine

sım nitelikler birbirlerinden Ouver gelişim,

Çeşitli canlılardaki

uyduğu halde, bir kı­ tümüyle

ayndır.

evrim öğretisini kabul

etmez.

Türlerin değişmezliğini, yeryüzünün sürekli bir evrim değil, çeşitli zamanlarda «devrimler» ge­ çirdiğini öne sürer.

Diltkey, Wilhdm : ( 1833 - 1911)

Alman

fil�u.

Bilimsel anlamda geliştirilen bir yaşam felsefe­ si kurdu. Manevi bilimlerin yöntemsel ve bilgi­ teorik bağımsızlığı için çaba harcadı. Tüm dün­ ya

görüşü sorunlarını

tarihsel evrime

ka.tan

Dilthey'e göre bütün varlıklar sürekli bir de­

vinim içindedirler, duran bir şey yoktur ; bu­ nun yanında bütün düşünceler, bilgiler ise gö­ recedir.

Döblin, Alfred: (1878 - 1957) Alman romancısı. Eserlerinde toplumsal

kurunılan ve kişilerin toplumsal konumlarını ınitology.a.dan öykülere, tarihsel olaylara bağladı. Dışavurumculuğa şe­ matik bir soyutlamayla yaklaşan Döblin, bire­ yin öznelliğini, toplumun nesnelliğinden üstUn

tuttu.

Eisler Harnns: (1898

Alman bestecisi. Koro müziği çalışma.l:a.rında üslubunu iyice ya­ lınlaşbrdı.

çağdaş

1962)

Halk ezgilerinden

yararlanırken

yoııımlara yöneldi. Doğu Berlin' e yer­ leştikten sonra Brecht1e birlikte çalışmaya baş-

214

214


la.yan Eisler, süitler, senfoniler, orkestra için çeşitli pa.rça.lar, koro ve sahne için besteler yaz­ dı. Demokratik Alman Cwnhuriyeti ulusal mar­ şının d:ı. bestecisidir. Epikuro8: (lö. 341 - 271) Yunanlı filozof. Ona göre tannlar dünyanın dışında, kendi değimiyle «<ntennund ..larda yaşarlar ve insan yazgısına herhangi bir etkileri yoktur. Ahlak anlayışı in­ sanın mutluluğuna yöneliktir. Mutluluğ�. zevk­ leri akıllıca kullanarak varılabilir. Feıwktwa:nger.� Lron: ( 1884 - 1953) Alman ya­ zarı. «Söz:. dergisini Moskova'da çıkaranlardan. Tarihsel romanı yeniden eanlandı rma.sıyla ün­ lüdür. Hıristiyan ve yahudi tarihinden öyküleri birleştirmiştir. 1919 yılmda Brecht'in yandaş­ lan arasına giren Feuchtwanger, bir süre onun­ la çalışınış br. Epik tiya.troyu benimsemiş, son yapıtlarmda diyalektik tarih incelemesi yön­ temleriyle romanlan ve oyunları değerlendir­ miştir. F'euerback, Luilwig: ( 1804 - 1872) Alman filo­ zofu. Hegel'den yola. ç1lçarak maddeciliğe vardı. Hegelci solu, M:arx'ı, Engels'i etkiledi. Feuer­ bach'ın görüşleri üzerine Marx «Feuerbach Üze­ rine Tezler:., Engels cFeuerbach Ve Klasik Al­ man Felsefesinin YıkılıŞı» ve Lenin «Materya.­ lizm Ve Ampriokritisizın» adlı eserleri kaleme aldılar. Duyumcu bir bilgi öğretisi geliştiren Feuerbach, Ta.nn düşüncesinin insaniann ta.­ sanmlarından ve dileklerinden türediğini öne sürdü. Başlıcıa yapıtları : «Hegelci Felsefenin Eleştirisi» (1839 ) , «Hıristiyanlığın ÖZü» 215


((Gel�ğin Felsefe�iuin' Temellezi» ( 1843) , «Tanrı1arın Doğuşu:. (1857) . Ficht�, Jo�n Gottli6b: (1762 - �814) �an ( 1841) .

filo.z<;>fu. «Tüm VA}ıiyledn l!#eştirisb kitabınqa 0 .79()) Kant'uı ek�ik din felsefe�ini tamamla­ mayı denedi. İlk y�l�ı kozmopolitik ve dev.­ rhnci nitelikteydi ; bilim öğretisi tüm felsefesi­ nin t�elini oh,ışturda. cBUiın Öğretisine Te­ mel», «Töreler Öğretisi Sistemi;. gibi yapıtla­ nnda, bilincin tüm yapısııu, bireyin kendi ko· yurnr..,rı (l;ıeQ.efleri) dışında diyalektik olarak gellltiııneyj denedi. FWJıte'nin diyalektiği, as­ lında, Kant'ı,n usu eleştirme yöntemi olan transzenden�lizminin tutarlı bir d�vaıpıdır. DiJı . felsefesinde maddi 4ünya, dinsel görevi yeri­ ne getirmeye malzeme oluıturur. Bu felli\efede Tanrı, töresel dünya düzeniyle özdeştir. Fichte giderek mist�sizme ka.ya.r. �tnsanın Belirleni­ mb { 1800) adlı ya.pıtında, insanın, kaıa,4�. iradeli olmasını ister. İnsanın eğitilmesini Mrt koşar ve devletin sorumluluğunda ulusal bir eğitim sistemirıin ktı.rulınasını ister. Napoleon'e. karşı çıkıp alınan ulusal birliği için çalışnuş, u1;usal düşüncelerUı y,aygınlaşmaş�a )tatkısı olrnuş.tur. FQUricr, Charles: ( 1772 - 1837) i'ra.ns,ız. sosya­ listi. ütopik�sosy.allst bir sistem kurm&Yl de­ ne�. «Falanj» adını verdiği aşağı yukarı 1600 kişiyi barındıran topluluklar kura.ra.k, bu top­ hillıkiarda çatışma}1 insanlar için cazlp ha­ le getirecek önlemler alıp biiyük çapta üretimi ger�ekleŞtirmeyl, böylece gelir �ı-

216


mını düzene kO}'l:n1l.yı, iktisadi sortınlan QÖ· �ülnler.ı� Warladı. Bu topluluklar, herkesin e� aZ bir ırls�yle katıldığı çok ortaklı �irket ni­ teliğindedir. Elde edlJ.en gelirlerin ( 4/12) si sermayeye, (3/12)si yeterleğe, '(5/l2) si ise

ça­

her ortak hem serm�J,ye!'i­ nin; hem yeteneğinin, hem de çalışnıas�mn pa­ �ı a.lAc8ğında.n; gelir dağılımı sorunu da Çö-

lışma/ya ·dağıtılata)t;

'

ıı:üı'nlenroiş olaeıı.ktıt. Garauily, Roger: (1913) �rıBız Komünist

Par­ tisi polltbüro üyesi ; birçok kez ttıill�tve'killiği

·yaptı, Clemnorıd-Ferrand Üniveraitefri'ıtde öğre­ � görevlist olarak çalıştı ( 1962) . �ki, Ma.ksim : (1868 1936) Rus romancısı. •

Çağıınıını en gi.lçlU, Çbcllklultf ve

birtdi:t.

en ön�mli yazarlarından genQliği çok zor koşullar pratiğinden geçmiş olma­

altmda geçti, hayatın Nn onurunu biq.b�r zaman yadsnnadı. İlk yapıt­ ıartndan sonra büyült bir ün ke�d1, 1902'de «Biliı'nler Akademil!ii»nin onur üyesi oldu. Ekim

DeVrimi'nin gerçekleştirilmesinde büyük katkı­ Si olan Gorki, bu konuda sosyalist gerçekçi ede­ biyat ürünleri verdi, kuramsal yazılar y�ı,

işçilerle edebiyat üzerine sürekli söyleşiler 4ti· zenledi. Son eserlerinde sosyalizmin insanlığa getirdiği, getirmesi gerekli seV'ginin savunusu­

giri.şti.

aÇıklarken

sanatın

oluşum ve gelişim

koşullan­ estetikçllerinden çok farklı davratımtştıt. Çocu.kluğunda, ilk genç­ ijğinde gördüğ\ı, birlikte yaşa.dlğı emekçilerin se.natla yakın ilintisini ge�ekQi gözlemlerle ifa-

Gorki

bu.rjUva .

217


de etmiştir. c:Sanat, » diyor

Gorki,

c:kölelerin

zahmetli, yorucu boğuntulu yaşamına sevinci,

şenliği getirdi.» Kişisel gözlemlerden yola çı­ yararlanarak Uk­ çağ'ın sanat ürünlerine döner. Etrüsk vazola­ kan yazar, gözlemlerinden

rınm, Mısır-Yunan-Roma uygarlıklarındaki ta­

pınakların, heykellerin, kuyum eşyasının kim­

günkü

lerce yapıldığını anımsatır. c:Her

yıpra­

tıcı yqa.mlarını köleler, sonunda sanata dönüş­ türdüler,ı. der.

Gorki sanattairi

arınm ışlığın

bozulmasını,

yozlaşmasını da sınıflı

toplum düzenine

lar � c:Toplum sınıfiara

ayrılınca emek bir zor­

bağ­

lama, bir kölelik durumuna geldi, yaratma alı­ nıp satılır oldu ; namuslu ve onurlu ya.ra.tım sa. natçıların günlük ekmek parasını çıkarmak için giriştikleri mücadeleden doğan rekabete yerini bıraktı ; bu rekabet de 'beyler için' yapılan

nes­

nelerin sayısını arttırarak, nesnelerin değerini düşürdü.» Lukacs'a göre Gorki, « temeli ha­ • . •

yat kültürü

olan yazınsal

kültürünü,

koşullar .altında kazandığından çağının • yük yazarı » olmuştur.

en

güç

en bü-

Grimmelshauaen, H(JIM Jakob Ohristoph: ( 16211676) Alman dilinin ilk büyük roman yazan. Töreleri çokyönlü yansıtabilmesiyle ünlüdür.

Hartrr��Qtn.tı, Nioolai : ( 1882 - 1950) Filozof. Temel kuramında gerçek dünyanın dört ayrı

tabaka­

dan oluştuğunu öne sürer. Bu tabakalar bir anorganik, bir organik, bir ruhsal (seelisch) ve bir de tinsel (geistig) tabakadır.

Hau.ptmmın, 2'1'8

Gt:rhard:

1

( 1862 - 1956)

Alınan


oyun yazarı ve romancısı. Hauptma.nn'ın bü­ yükba.balan dokumacıydı. İbsen'in oyunlannın ve natüralist akımın estetik kuramlarının etki­ si altında kaldı. Olayı-kişiyi yaşamdakine bağ­ lamaya çalıştı. «Dokuma İşçileri» adlı oyunu, gerçekiçilik tartışmalarında hep sözkonusu edildi. Sonraları sağcı yönelimler gösterdi. Heid.egger, Marliln : (1889-1977) Alınan filozofu. FenomenQloji yöntemlerini varlıkbilimsel (on­ tolojik) sorunlara uyguladı. 1947'den sonra ya­ yınlanan eserlerinde, varlık sorununu fenome­ nolojik ve varoluşsal bakış açılan dışmda irde­ lemeye çalıştı. Felsefesinin, varoluşçuluğun kavramianna uygulanaınayacağını. öne slirdü. Heidegger varlığı sonBuz belirlenimleriyle or-. taya koymak yerine, kendi içinde ele alarak kavramaya çalışır. Herder, Jokcvtın Gott/ried wn : (1744 � 1803) Fi­ lozof ve pir. Goethe iizf.ırindeki büyük etkisiyle tanınır. Halkların dili, kültürü ve edebiyatı'y­ la ilgilendi, Alman halk şarkılarını inceledi . HUferding, Rudolf: (1877 - 1941) Avusturya kö­ kenli Alman politikacısı. Sosyal Demokrat Par­ ti'den milletvekili seçildi, 1929'da Maliye Ba­ kanlığı yaptı. Hochhuth, Rol/: (1.931) Alınan oyun yazarı. «Stellvertreter» ( «Temsileb) adlı oyununda, ·Papa."yı nazilerin yahudi katliamına karşı koy­ mamış olmakla suçlar. Bu:cley, Aldous: (1.894 - 1�3) İngiliz yazan. Çelişkili ve yıkıcı kuşkuculuğu, sonralan yeri­ ni budimıin ve hindu felsefesinin etkisiyle bir 21 9


tür gizew.ciliğe bırakır. Romanlannda felsefe çizgisinin dışına çıkmaz.

JcYyce, JOhl'la:

(1882 - 1941) İrlanda asıllı İn­ giliz romancısı. Katolik bir aileden geliyordu, sıkıdüzenli bir katoli.k eğitimi gör(:lü. Çevre• sinin ve okul arkadaşlannın ç�balanna. k8l'lm

ulusçu }ıarekete hiçbir zaman katılmadı. Haya­ tı boyunca siyaseti geri plana. itm.eye ve tr­

landa'nın

ulusçu özlemlerme

karşı koymaya. ça­

lıştı. cSanatçının Bir Genç Adam Olarak Port­ resi:. (1916) romanında kendi gençliğ\ni, l'rlan­ da'dakJ ulusçuluk hareketlerini, ka.tolik eğitimi a.nlatU'; Eleştirel bir tutumu vardır yazann. cUlyssee» (1922) roma.nı, üç Dublinli'nin yaşa­ mından bir gUnü geriye döniiŞlerle,

bilinç akı­

mı çerçevesinde işler. lç monolog tekniğinin bü­ yük ustalıkla kl.ılla.ruidiğı bir eserdir bu. «Fin­ negans Wake� (1936) romanında ise, insanlık tarihini yonımlam.a.ya. kalkan bir meyJıanecf;. nin, başarısızlığa uğramasını, düş kıı:ıklığmı yansıtır. Joyce kilisei bir

dil kulla.nnuş, bilinç a.k,ı,.

şını gündelik sözcükler yerine bu dille yotur­

muştur. Lukacs Joyce'l,lll değerini yadsımamak­ la birlikte, onu geçerli ıte yara.rla.;ı:ıılabilir �Y"' maz. Joyce'un eserleri kopuk, şematik, hayatın

zenginliklerine görece de olsa yakl�tunış ürünlerdir Lukacs'a. göre. Karl: (1854 1938) Sosy�iıst politika· cı ve kura.mcı. Alman Sosyal Demokrat Parti­

Kautsky,

..

si'nin Erturt Prograını':nı h�ayıa.nlardan. Gottf�: (1819 - 1890) taviçre'li yazar,

Keller1 220


Goethe ı;ı.,nlamında. bir hüıiıani st olan KeUer. Feuerbach'ın etkisiyle duyusal-aomut dünyaya rönelmil, dünyanın gii1.e1Uğini ve geçicUiğini etkin politik heyecanla })irleetirmiştir. Tüm tö­ resel ölçülere sımsıkı bağlı kaldığı halde, ge� ne de önya.rg.ılardan uzak ve bağımsız da.vrana� bilmesi, onun yaza.r olarak başansını arttırmış� tır. Bir ahlakçı saya.bileceğimiz Keller, sıradan burjuva y�dan uzak, daha sıcak, daha içten bir dünyayı dile getirir. ŞiinJel gerçekçi­

liğin<ie canlandırılanın nesnelliği ile. ca.nlandı� nlana duyUlan sevgi birleşir. Kıages, Lıulwig : (1872 - 1956) Elyazısı bilimini kurdu. Genel anlamda bir ifade öğretisi ve ka� rakter bilgisi geliştirdi, Onda tin ruha ka!'fı olan, cansız, «yaşama düşman» bir ilkedir. En önemli yapıtı : «Ruhun Ka.rşıtı Olarak Tin». Kofltrr} LeQ: (1907) Alman �1WJ1bilimcisi. En önemli yapı�ı : «Modern Edebiyat Kurarnı Üzi»'i.ne. Sosyalist Açıdan öncülükçülük� ( 19$2) 1 c.Burjuva �oplum1,mun Tarihi Üzerine. Yeni Çağın Açıkl ayıcı Bir Araştırısı» (1966) , •Çileli Eros. Sanayi Kültürü Ve İdeoloji; Tin Ve

t'Oplurn:. ( 1967) . �1'aU8, Kwrl (1874 - 1936)

Avusturya•ı yazar.

Şitrleri� oy\Ul].a� üİılüdür. Birçok eleştiri kale­ me

almış, çevirilel,' yapm13tır.

f..affJtJ)ı4e, Pa�ı : (1842 · 1911) Fransız marksçı politikliC181 ve yazarı. Karl' Marx'ı:o. kımyla ev­ lendi. Fran� işçi partisini kurdu ( 1880 ) . Mil­ ı�tıvekilliii yaptı. Lrxıry, Timothy: (1920)

Harvard

'Universite22 1

.


si'nde klinik psikolojisi okutmanı. Uyuştuıııcu hapların

kullanılmasından

önemli .yapıtları :

yana

cinterpersonal

çıktı.

En

Diagnosis:.,

.:Interpersönal Diagnosis of Personality».

Alman şairi. Devrimi ve evrensel banşı öven, dışaw.rumcu

Lwnho,rd, Rudol/: (1889 - 1953) nitelikte şiirler yazdı. LoydkJ, lgnatus

oon:

( 1491 - 1556) 1540 Yılında

ID. Paul tarafından da. onaylanan Jesu Toplu­ luğunu

(Cizvit Tarikatı)

amacı, kato�ik

kilisesini

kurdu (1.534) .

Ana

sağlamlaştırmak ve

yaygınlaştırmaktı. Her dönemde, katolik yöne­ timlerle çatışan büyük politik etkinliği olmuş­

tur. Mann, Heinrich: (1871 · 1950) Thomas Mann'ın kardeşi. 1930'da Pıı.ısya Sanat Akademisi � kanı oldu, ancak 1933' de nazilerin baskısıyla bu görevi

bırakmak zorunda kaldı. Aynı yıl Fransa'da Barbu.sse, Gide, .Arag.on ve Bloch'la birlikte nazizmi 'yeren Stendhal, Balzac,

toplantılar

düzenledi.

Fla.ubert ve Zola'nın etkisinde

kalmıştır. cDiana:., cMinerva:., cVenüs:. adla­ rındaki üç romanıyla Wilhelm Almanyası top­ lumunu yerer. ToplUlllSal eleştiri taşıyan yapıt­ lanndan cProfesör Unrat:. ( 1905) , c:Mavi

Me­

lek:. adıyla 1930'da sinemaya aktarılmıştır. clm­ rapa.toııın t,hkesi:. romanmda toplum ·eleştirisi doruğuna erişir ; cKüçük Kent:. de en iyi ya­ pıtlanndandır. Heinrich Mann, milliyetçilik ve ınilitarizmle kıyasıyla bir savaşım sürdürmüş,

hümanist bir toplumculuğun yapmıştır.

222

savunuculuğunu


Mmın, Klatus: (1906 - 1949) Thomas Mann'm oğ­

lu. Gen� yaşta. tiyatroya başladı; oyunculllğu­ nun yanı sıra eleştiriler, dramlar, hika.yeler, ro­ :tn.anlar, çeşitli denemeler yazdı. Savaş muhabir­ liği yaptı. En önemli yapıtlan, Çaykovski'nin yaşamını anlattığı cPatetik Senfonb, ve A.ima.n göçmenlerini dile getirdiği cVolkan:.dır. Ma:nn) T�: (1875 - 1955 ) Alman romancıSı. Mann edebiyatı etkilemiş bir yazardır. Lu­ kacs'a göre gerçek�iliğin �k yetkin bir temsil­ cisidir. cBuddenbrook Ailesi» (1901) Mann'ın ilk önemli romanı sayılabilir. Eserde burjuva sınıfının maddi varlığını yitirişi anlatılmıştır. cTristan:. (1903) , «Venedikte Ölüm:. (1913) gi­ bi kısa romanlarmda, sanatsal yaşamla. gerçek­ lik arasındaki çelişmeyi irdeler. cBüyülü Dağ» ( 1924) , «Doktor Faustus:. (1947) Mann'ın so­ runsala yöneli-k bir romancı olduğunu kanıtla­ yan ürünlerdir. Hitler iktidannda ülkesinden kovulup, Amerika'ya gitmiştir. Mann, yaşamı boyunca kaba güce, şiddete, kan dökücülüğe karşı �ıkmış , insancıl değerleri savunmuştur. .Eserleri de bu dünya görüşünün bir yansıması olarak nitelenebilir. Burjuva dün­ yasını, burjuva sınıfını kabalıkla, vahşetle, ba­ yağılıkla su�lamıştır. Burjuva ahl8.kının ikiyüz­ lülüğüne değinmiş, bu ahl8.kın karşısına hü­ manist sorunsalı çıkarmıştır. Mennheim) Karl: ( 1893 - 1947) Toplumbilimci. Ona göre ideoloji, tarihin belli bir anında bir toplwnsal sınıfm çıkarlarının aldatıcı amaçla. ·

223


evrenseUeştinlrri�ldit. Aydının görevi, katma­ şık sıruf çattŞmalatıtu kanayirak ideolojiyi

�maltır.

Ma+ck, Frafı$: ( 1880 - 1916)

Alırian

ressamı.

Genellikle h�yvan resiml�ti çizdi, göz kamaştı­ rıcı renkleri yeğledi. Atlar başlıca ıtutlrlıso.ydu. Atların vai'lıgmda: doğa�ı. an yaşamı bnluyor· du. Son ürünlerinde soyutlamayıı. ;yönelik bir tut\l.ln jÇine ıprdi.

Ma,yakoo8kl, Vladimir, Vlddimir<>ViÇ:

(1893

-

1930) Scivyet şairi. Şiirlerinde serbest �lgüyü çok �anlı bir bi�de kullandı. Yarım uyak, eksnti; söyleyiş araçlan arasmd:ı. sayılabilir. Devrimci şiirin en büyük qstalarındandır. Molnar F1Y11nfe : (1818 - 1952) Macar yazal'i. Ya­ pıtları �enellikle o:Yalayıcı, eğlendirici, ama ;yii­ zeyael niteliktedir. En ünlü romanı cPal Soka­ ğı'nı n Çocuidan »dır (1907) . cLUionl» ( 1909) ve cOlympia� ( 1927) adlı iki oyunu da tanın­

mı�r. Möser, J'lat-..!8: (1720 - 1794)

Alıiıan ya.ıarı. «Aydtnlanma.»ya karşı çıktı. Müller, Ad«m. 1Ieinrich : (1719·· 1829) Alman romantik okul ;l.ktisatçısı ve kamu hukukçusu. Noske, Gttstav: (1868-1946) R. Lux.emburg ile

K. Liebknecht'irl Önderlikterinde gelişen Sparta­ kus işçi hareketini, 6-11 Ocak 1919 tarlblerin· de kanlı bir bi4;imde bastıran Alman savunma bakanı. Sosyalist Parti milletvekfU.ifiyle poli­ tik yaşama atılan Noske, sonradan savıuuna bakam olmuştur. Ortega. y GMset, JoBe: (1883�1953) Madrit'te 224 224


metafizik profesörü oldu (1911) Nietzsche ve Dilthey'in yaşam felsefesinin etkisi altındadır. 'l'a.rırısız bir hıristiy� düşiineesin.iıı çözül­ düğü görüşündedir. Felsefesi spirituel bir ço­ ğulculuk olarak nitelend.irilebilir. cİnsan kişi­ liğinin asıl çekirdeği ruhtur.> Ra1JP1 Gwrg: (1757-1847) Ukel hıristiyanlik· tan esinlenerek, dinsel ve toplumsal nitelikte b�r .;toplulWt» kunna.yı düşündü. ABD'de cNew :mııınony» adı verilen koloniyi kurdu. Bu kolo­ �i bir süre işlettikten sonra, l825'de Robert Owen'e s�ttı. Ohio kıyılannda •New Economy» adlı ikUı.ci bir koloniyi kurdu. R�kert, Betnrich.: (1863-1936) W. Windelband' ın öğrencisi. Omın ölümünden sonra cBaden n Oırjııu»nll y() etti. Değerler ve kültür sorunla­ ..

nyıa,. uğraştı. RtiJlat.nd, R<maain : (1860-1944) Fransız yazarı.

ön� tarihsel ve felsefi dı'amlar yazdı. Sonra­ lan büyük sanatgıla.ııl., özellikle büyük beste­ c.qere iliMin "birçok: piyogı'fiLfi kaleme aldı. Bi­ rinci Dünya Savaşı sırasında yazdığı barış )'an­ bsı bir bildiri, ge�� Fransa'da, gerekse Alman­ ya'da büyük tepkilere yol açtı. Bc11.e'/Mıg, F�h. Wilhelm von: {1775-1854) Alman fi lozofu. Doğa ile tin'in {Geist) özdeş­ liğini . ,&aV\Uldu. İnıjıan ve Tanıı arasında yer alan cdoğa duygus1,ı:.nu felsefeye katmaya ça­ \�ştı. Doğa duyguşu Alman romantik şiirinin de temeli oldu. AhlAk duygusundan da derin olan bu duygu, sanat sezgisidir. Sclıelling'te doğa felsefes i sanat felsefesine uzanır. F: 1 5

225,


Schiller� Frederich : (1759-1805) Alınan oyun yazan ve şairi. Başlangıçta gerçekçiliği, döne­ minin çerçevesinde i�lemi.ştir .Sonradan tarih­ sel konulara yönelmiş, dramatik ögelerin yilk­ sek diiUyde kullanılmasını gerçekleştinneye çalışmıştır. Sehleiermaclıer., Friedt'ick: (1768-1834) Dinbi­ limci ve filozof. Idealist felsefeyle dinbilim ara­ sında bir bağ kurmaya çalıttı. Dinbiliminin ko­ nusu, Tann ·sözünün anlamından çok, insanla­ rın dinsel bilinçlerini kapsar. Sc�, .Arthur: (1788-1860) Alman fi­ lozofu. Öğretisine göre, dünya.nı.p. özü, temelsiz ı ve amaçsız istençtir ( iradedir) . Bu istenç, göriingüler dünyasında yaşama ve çoğalmaya yö­ nelüdir. Ama daha yüksek düzeyde istenç akıl­ dan uzaklığının ve kötülüğünün aynmına varır ve gene akıl yoluyla kurtulur, olgunluğa erişir. Bu, hiçbir çıkar gözetmeden sanat yapıtlanm izleyerek gerçekleşir; tam anlamıy1a kurtuluş, yaşam istencine karşı çıkı.la.rak sağlanabilir. (Schleiermacher budizmin etkisinde kalmıştır. ) Onda. dünya, bir tasarımdan (Vorstelluııg) baş­ ka bir şey değildir. Seghers, Anna: (1900) Alman yazan. Sosyalist goerçekçiliğin baş temsilcilerinden sayılır. Tarih, sanat tarihi ve sinoloji eğitimi gördü. 1933 Yı­ lında ülkesini terk etti, 1947 yılmda Doğu Ber­ lin'ne yerleşti. 1951 Yılında cStalin Ödülü:.nü kazandı. En önemli yapıtları : c St. Barbara Ba­ lıkçılarının Ayalda.nnıası», cGnıbetsch:., eYe­ dinci Haç:., cTransih, «Ölüler Genç kalır». 226


Btm:mel, Gemg: ( 1858 - 1918) toplumbilimcisi.

Alman filozofu ve

Soyutlamayı

yadsıyan

Sim­

mel, bir yaşam ve kültür felsefesi geliştirmeye çalıştı.

S(nclair, Uptcm :

(1878 - 1968) Amerikalı

ro­

mancı . Sanatçı kişiliğinden çok, politik görüş­ leriyle ve polemik�iliğiyle tanınır.

Bt'JI'TW', William: (1925) Amerikalı yazar. Ame­

rikan toplumunun bireyi yok edişini ele alan

ve cyitik kuşak:.m kaynaklannı betimleyen ro­ manlar ve öyküler yazdı. 8acıbo, E1"1Jirn.: ( 1877 - 1918) Macar sosyal mokrasisinin sol kanat

de­

kuramcılanndan, top­

lumbilimci ve tarihçi . cBudapeşte sosyoloji top­ luluğu:.nun kurooularından olan Szabo, anar­

şist-aendikacı eğilimleriyle Lukacs'a gençlik dö­ nemlerinde önemli ölçüde etki etmiş düşünür­ lerdendir.

Teilharltl

de ChardMı..,

Pierre : (1881 - 1955) Ciz­

vit papazı, paleontoloji profesörü. Özellikle ta­ rih öncesi dönemler konusunda uzman sayılır. Tieck, Ludwig: (1773 - 1853) Alman romantik dönem şairi ve y azan . Satirik-ironik tiirler yaz­ dı, halk masalla.rını andıran masallar denedi. cAydınlanma:.yı eleştiren Tleck'in

Y,8Prtlawıd�

lirik, mistik, allegorik bir üslup egemendir. Ma­ sallarında ve komedilerinde zamanla, mekinla, etyalarla ironik ve serinkanlı bir biçimde oy­ nayışı , ilerde, cabsurde:. tiyatro yandaşlannın onunl a ilgilenmelerine

neden olmuştur.

Tieck

caşdınlanma» ile romantik dönem arasında bir

köprü sayılabilir. Yaşlılık dönemlerinde yazdığı

227


kısa romanlar, döneminin tarihi ve toplumu için yol gösterici birer c:rehber» gibidir. Vogel� Hein1'ich: ( 1902) Alman dinbilim pro­ fesörü. Başlıca eserleri : c:Yalvaran lsa», c:Hıris­ tiyanlık ;Bilimi», cHıristiyanlıkta Tanrı:t, c:Buc­ henwald1ı Vaiı», c:Atom Çağında İnsanın Ge­ leceğine Uişldn:». WlJlden, Herworth: ( 1878) - ?) Alman ınüzikçisi ve yazan. Dışa.vurwnculuk hareketinin öncü­ lerinden biridir. Romanlar, dışaVurtuncu oyun­ lar, sanat ve edebiyat eleştirileri yazdı. SSCB'de ölünı tarihi bilinmez. Weber� Maa:.� ( 1864 - 1920) Topl�bilitnci ve fi­ lozof. Toplumbilimi ampirik bir bilim sayarak, değer-bilimlerinden ayırdı. Wiındelbatıd, Wilhelm: ( 1848 - 1915) Alman fi­ lozofu. c:Baden okulu » diye tanınan yeni-kantçı okulun kurucusudur. Şeylerin kendi bagma var­ lığlnı yadsıyarak, kantçıbğın ötesinde idealiz­ me ve mistisizme yöneldi. Wittgenat6in, Lu.illwig JOBerph Joh41ın: (1859 . 1951) Avusturyalı filozof. Olasılık, mantık ve matematik kuramlannı temellendirdi. Daha sonralan felsefi anlatımlan (ifadeleri ) dil ol­ gusuna dayandırmaya çalıştı. Ztoeig, Arnold: ( 1887) Alman yazarı. &vaş1 ve ger�ekçi bir dille eleştirdiği «Çavuş sert Grischa İçin Tartışma')) romanıyh ün kazandı. Oyunlar da yudı.

228


GÜNEBAKAN .

'

YAYINLARI'NIN

önceki kitapl9l'l

e

GİDENI.lER DONMEYENLER Hulki Aldu"''ün uzunca bir süredir kılı kırk yararak sürdürdüğü hikay�ilik çabuının usta. ürünlerini topladığı bu kitabı, TORK Dtt.. KURUMU H1KAYE ÖPÜLÜ'nü kazandı.

e

KANLI

SOYLENTt

8iegfried laız'in ünlü ı'dmatıı . tkinci Dünya Savaşı, faşizm, kaba güç karşısında ötgütsüz bireyin çarpıcı dramı. . .

e

Bt!R

AŞK

romanı . . 1lü sınıf. Y'önsüz tutkular seli. Ve blr aşk.

Dino B�i'nin


BERTOLT BRECHT

e

ME-Tt İnsanlığın yakın tarihine diyalektik maddeci bir yaklaşım.

e

HURDA ALIMI (MEESINGKAUF) Brecht'in tiyatro kurarnlarını topladığı en önemli yapıtı.

e

SOSYALİZM tçtıN YAZlLAR Politikadan felsefeye, sanata faşizmin bir anatomisi.

e

SOSYALİST GERÇEKÇİLİK VE TOPLUM Brecht'in sanat konusundaki yazı ve notlarından derlenen bu kitap, kısa sürede tükendi.



birey ve toplum marx'a yolum gerçekçilik sorunu özgür ya da güdümlü sanat c:marx'a yolum>a ek birey ve toplum

-�


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.