ZAMAN ZiNDAN İÇİNDE ANILAR
HalilGÜVEN
ZAMAN ZiNDAN iÇiNDE AN I LAR
Halil
GÜVEN
Sarı Defter: 13 © TÜSTAV- Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı Bu yapıtın telif hakları TÜSTAV'a aittir, izin alınmadan kullanılamaz.
1. Baskı, Ekim 2 009, İstanbul
ISBN 978-975-8683-83-3 Yayıncı Sertifika No: 1 2 588
TÜSTAV İktisadi İşletmesi Kocatepe Mah. Feridiye Cacl. Tel: 0 2 1 2 237 98 92 1vww.tustav.org
•
•
No: 20 Taksim - İstanbul
Faks: 02 1 2 237 98 93
e-posta: bilgi@tustav.org
Kapak Fotoğrafı:
Halil Güven, 1985
Yayın Hazırlığı: Ofset Hazırlık: Baskı-Cilt:
Ersin Tosun
Hüseyin Vatan
FİT Firma iletişim Tasanın Ltd. Şti.
100. Yıl Mahallesi Matbaacılar Sitesi l.Cad l\o 139 34560 İstanbul
•
Tel: 0212 629 06 0'7
Sarı Defter bir zamanlar ilkokulda herkesin kullandığ ı ortak defterdi. Kağıdın, kalemin
değerli olduğu zamanlar. Sarı Defter. kurşun kalem, tahta kurşun Lılem sapı, boyna asılan silgi ... Bunlar köyele-kentte her ilkokul çocuğunun değişmez okuhı 15aşlaına ara<;larıyclı. Türkiye sosyal tarihinin Sarı Defteri'ni dolduranlar, bu dizicle ,-er bulacak. Bu dizide. Öndeyiş'te sözü edilenler, 20. yüzyılın sos1·al mücadelesinin "k:ıhre>den ve )!aratanları'' ol::ıc.ık. Grev boylarında, toprak işgallerinde. üniversite boykoıbrında, hak ve özgürlük mücadelelerincle. mitinglerde, topbntıl:ırda yer alanlar, cezaederinde yatanlar, si1·::ısal sürgünler yaşayanlar .. Kendi kalemlerinden vey::ı kendi sözleriyle ..
ZAMAN ZiNDAN iÇiNDE AN I LAR
Halil
GÜVEN
ÖNDEYİŞ
Ayinin Giriş Duası Yenilenterin tarihidir bu anlatacağım, tarihleri aniatılmayacak olanların tarihi. Adları sokaklardan adları kitaplardan silinenterin tarihi. Zalime karşı başkaldırdıkları söylenmeyecek olanların tarihi, dünyayı değiştirme çabaları yadsınanların tarihi, dünyayı değiştirmeyi bazen başaranların tarihi, umıtulmaya razı olmayanların tarihi. Dünyanın bir gizli tarihielir bu, dünyayı değiştiren düşüncelerin tarihi ve dünyanın değişmesinin tarihi. Bir düşünceler tarihielir bu ve düşünenierin tarihi, erkeklerin ve kadınların tarihi, coşkularının ve h�ıyal kırıklıklarının tarihi. Bir insanlık destanının tarihielir bu, Kahraınanları, kurbanları korkakları, cellatlarıyla ve ermişleri, engizisyoncuları, havarileri, hainleri ve zalimleriyle insanlık tarihi. Ünsüzlerin, adı bilinmeyenierin destanıdır bu ve işçilerle köylülerin yalın davranışlarını, şairlerin, eylemcilerin ve filozot1arın yüce gönüllü hallerini tanıyanların destanı bir çığlık ve gözyaşı tarihi, bir güller ve tozun tarihi, bir buzul ve yakan kumuUar tarihi, bir akıl ve delilik tarihi, soyluluk ve utancın tarihi. Çünkü tadını yitiren tuzun öyküsünü öğrenecektik, kumların içinde yiten coşkun ırmağın öyküsünü, Kayalara tırmandıktan sonra sakinleşen . ve acı kıyıları yalamaya gelen dalgaların öyküsünü. Ama yenilenen şafakların öyküsünü de öğrendik, aydınlık sabahların, cömert hasatların öyküsünü ve ışığın kalbinde havatman kuşların öyküsünü. Hiç gerçekleşmemiş eski bir düşün tarihidir bu ama toprağı tohumlayan düşün tarihi.
Hep
hayal kırıklığına uğramış
ama kendisiyle barışık bir insanlıktan
d oğ an
insanların gördüğü düşün tarihi, doğru uztın yürüyiişünün tarihi. Umucla ihanet eden bir büyiik düşün tarihidir bu. Ama bu düş karşısında kazanılan zafer unuıtsuz bir zaferdir aslında. Yeraltı mezarlarında oku nacak bir tarihtir bu, bizden çok uzaklardan gelip çok uzaklara gidecek bir tarih!
insanların insanlığa
Francis COMBES, Ortak Dava Çeviri: Özelemir iNCE .
(Cause commune)
HALiLGÜVEN
1 959 yılında Elb istan'da doğdu . Lise 1 ve 2'yi İ zmir Namık Kemal Lisesi'nde, 3. sınıfı Elbistan Mükrimin Halil Lisesi'nde okudu . 1 976 yı lında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap Fa rs Dili Edebiyatı Bölümi.i'ne girdi . Fabrikada çalışarak okumaya çalıştı ama üniversi teyi yarıda bırakmak zorunda kaldı . S iyasi mücadelesini THKP-C Acilciler (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephe/Acilciler) örgütü satlarında yürüttü . 2 5 Aralık 1 979'da yakalandı ve tutuklandı. 12 Eylül öncesi. Alemdağ, Selimiye , Bayrampaşa , Hasdal Cezaevlerinde yattı. 12 Eyl ül soı1rası, toplu d ava yargılamalarının başiatılmasıyla Mamak Cezaevi'ne sevk edildi . 146/ 1 'den i damla yargılandı . 1 46/3'ten-örgüt üyeliğinelen 5 y ı l hapis v e 20 a y Erzincan'da sürgün cezasına çarptırıldı . Savcılık, aldığı cezayı aleyhinde temyiz etti . 1983 yılının mart ayında tahliye oldu . Mamak Cezaevi'nde isyan ve i syana teşvikten hakkında açılan onlarca davanın altısından ayrı ayrı ikişer ay olmak üzere toplam 1 yıl ceza aldı. 1 984 yı lının ekim ayında bu cezalardan dolayı tekrar tutukl a ndı. Bu süreyi Bayrampaşa Cezaevi'nde yattı . 1 985 yılı nda . Erzinca n ' a sürgüne gönderild i . Aynı yıl haz iran ayı nda sürgünün fiili ola rak kaldırılmasıyla b u ceza sona erdi. 1 988 yılına kadar Erzincan'da yaşadı.
1 996
yılında
ÖDP'ye
�
(Özgürlük ve Dayanışma Partisi) katıldı . Bir dönem ÖDP Üsküdar Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. 2002 yılında
ÖDP'den ayrıldı.
Özgür Medya 'da çeşitli makale leri yayımlanıyor. 1 988 yılından bugüne kadar İstanbul da yaşamakta ve 2 kız çoc uğu ba bası . .
.&ı.... . Halil Güven, iki kızı
Duygu
ve
Damla ile. 1993
İÇİNDEKİLER
SUNU
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
GİRİŞ . . .. . .. . . . . .
.
.
. .
. . .
.
. .
.
.
. . .
.. . . . . .. . .... . . .. . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . .
.
.
.
. . .
l7
.. . . .21 .
.
.
.
ANILAR I Bayrampaşa... Tünele Sıkışan Özgürlük .
. . . . . .
. . .. . .
.
.
. . .
.
. . . . . . . .. . . . .. . . . . .. . . .... . .. . .... 27 .
.
.
..
.
Çocu kluğu m, fı st an ım inadım ........................................................................ : ... 32 ,
İk i yakaınız b ir araya g elm iy or . ....................................................... ................... 34
İlk okulu m, il k ayakkabım
. . .. .
....
. . .
.
.
.
. . .
. . ... .. .
. .
.
Kiler bu ğclayla clolu yken biz neden açtık ' . .
. . .
. . .
.
. ..... ... .. . . ..... ... . . .... .. . . ...... 35 . .
. . .
.
. .
.. . .
.
.
. . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . .. . . . .. . . . . . 38 .
.
.
Tavu ğun 'l ayağı va r ............................................................................................ 39 Babamın aksa ka lı üze rinde kan izle ri .............................................................. ..42
Sınıf 3, pant:o lon ilk ............................................................................................ A:ı
Annemin ll. çocu ğu . . . .
Bu çocuğu okutun .
. . . .
.
.
. . . .
. . .. . ... . ..
.
.
.
.
. . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . .
Utancı hiçbir örtü örtemez
. . .
.
. . . . . . .
.
.
.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . .
.
. . . . . .
. . . . . .
.
.
. . . . . ... . . .. . .
. . . .
.
.
. .
.
.
. .
. . . . . . . . . . . . . .. .
.
.
.
. .
.
...
. . .
. . . .
.
.
..
. . .
. .
.
. ... .... . .... . . . . . .. . . . 45 .
.
.... . . .. . . . . . . .
.
. .
.
. . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .. . . .
.
.46 .. .... 48
.
. .
Alevi olmak........ . .............. .... ........................................................... Solcu olmak . . . . . . .
. . .
.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . .. . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . ... . .. . . .
.
İzmir Namık Kemal Lisesi . . ... .
Elbistan Lisesi.. .. ... . . ... .
.
.
.
.
. . .
. .
.
.
.
..
.
.
. .. .. . .
. ..
.. . . . .. . .. .. . ..... .
.
.
.
.
.
. .
. . . . . .. . .. .
.
.
. .
. . . . . . . . . . . .. .
...
... ..... ... .. . ....... .. .
.
.
.
. .
.
.
. . .
.
. .
..
.
.
. . . . ..... . . . .
.
. . .. ..
. .
.
.... . .... .45
. .
.
. . .
.
. .
.
.
.
. .
.
.
. .
.
.
. A9
. .
.50
. . . . .. . ... . . .Sl .
.
.
.
. .
.
.
.
.
Önc ü savaşı ge r ek .. ............................................................................................ 52 .
Vurduğu yerelen ses getirecek sil a hlı mücadele ... ........ . . ...... ... .......... ... . . ..... ......52 Acilciler' e s empati ............................................................................................... .53 Asi ruhumu
s ı ğcl ı ra ma
cl ı ğ ıın fabrika . . . . . . . . . .. . . . . ... . ... .... . . . . ..... . . .... . . ........ . . .. . . . . . . . . . . . . 54
Doğru olan benim a hia kım ................................................................................ .55 "Ac ilcile r"den yavaş gelen h b er ........................................................................ 56 a
Ben olm az s am fabrikada işler dunır .................................................................. 57 Bölünclük, silahlar karşı taraft a kaldı
. . .
.
.
. . . . .
..
.
. . .
.
. . . . . .
Öncü savaşı vereceğiz, kös kös oturmanın a lem i Örgütün y;ıpısı
.. .
. . . . . .. . . . . . .
.
. .
.
.
.
. .
.
.
. .
.
.
.
. . .
.. .. . .
. .
.
. . . . . . . . .57 .
. .
.
.
. .
.
.
.
. .
. .
.
y ok .................................... 59
. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . .
.
. . .
.
.
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . (ıO .
Silahı gören işçi, dev ri me daha hızlı yürüy or ....................................................61 Devrim yakındı. ben enternasyonalisttim .. .
. . . .
.. ... . . .
.
.
.
.
.
. . .
. . ..... . ... . .
.
.
. . . . . . .
.... .
.
.
. .
.
.
. 62 . .
İşveren send ikasını teşhir ey lemi . . . . . . ...... ... . ..... . . . .. . . .. . . . . . . . . . . . .. . ...... ... . . . . ... . ... ... ... . . 62 Örgütıc yeni il i şk iler i m..... ......... .. ... .................................................. .................. 63 1 M:ıyıs 7Tnin he s bını ;ı
sorcluk . . . . . . . . . . ... . .... . . ....... . . . . ... . . . ... . . .. . . . . . . . . ... . . . . .. . . . . . . . . . . . ..64
Eylemi yap;ın bilelirisini de d ağıtır .................................................................. .. 69 Hayclarpaş:ı'dan (Jskücl;ır'a a raba var mı� ... .
. . . .
. . ...... ........ .
.
.
. .
.
. . . . .
.
.
. . . . .
.
. . .
. � . ... .
. .
. .
.
.
71
Üm ra n i ye .. . . . ... . . . . ... ..... . . ... . . .. ...... .. ... .. ..... ... ... . . .. .. . . ... ... .. . . . ... .. . ... ... .. . . .. .... ...... . .. . . .. . .. 73
10 i ZA.'>!AN ZİNDAN İÇİNDE
Finansman
istihbaratı. Ya ni
banka soyacağız uzun namluluyla kalakalmak
Soygundan s on r a
. . . . . . . .
.
. . . .
. . . .
Babam gidişatımı beğenmiyor . . . .. . ... . . .. ... .
ve
Sonsuz güvenim
. . .
.
. .
o u ğursuz gün . .
. . .
.
. .
. . . . . . . . . . .
.
. . .
. . .
. . . . . .
. .. .
. . . . .
. . . . .
.
.
. . .
. .. . .
.
.
. . . . .
. .
.
. 73 .
. . .. . . . . . .. . . . .. . . . . . . . . . ... . . . . . .. . .. . . . . . . . ..78
. ... .
.
.
.
. . . . . .
. . . .
.
. . . . .
. . . . .
.
..
. . .
. . . . .
.
.
. . . .
. ... . . . . . . . . . .
. . .
81
. . ..".....................82
''Merhaba Halil" . . .. . .. .. . .. .. . .. . . . . .8.3 Kendimelen utandığım an ... ................................................................................85 "Paltonu beraber kullanabilir miyiz?" . . . . .. . .. . . . . .. . . . .87 . . . . . . .
. . . . . .
. . . . . . . .
.
.
.
.
. .
.
.
. . . .
. . . . . .
. . . . . . . .
.
. . .
.
.
.
. .
.
. .
.
. .
.
.
.
. . .
.
.
. .
. .
. .
.
. . . . . . . . .
. . . .
.
.
. . . .
.
. .
.
. .
. .
.
. . .
. . . .
.
. .
.
.
.
.
.
. .
.
Tutukianma .................................................................... , .....................................90
Olay gazete manşetlerin de ama "a ramızda kalsın" . .. . . .... . . . .
ve
Özeleştiri
Selimiye . ... . .
.
.
.
.
.
.
.
.
. .
. . .
.
.
. . .. .
. .
. . . . .
. . . . . . 91
örgütün kararı ................................................................................9 1
. .
.
. .
.
.
.
.
. . . . .
.
. . .
. . .. . ... . . . . ...
.
. . . . . . .
. .
.. . .. .
.
. . . . .
... .
.
. .
.
.
. .. .. . . .
.
. . . .
.
.
. . . .. .
.
. .
.
.
.
.
.
. . .
.
. . . .
...92
Selimiye'den firar mümkü n mü? . . . . . .. . . . . . . . ,............................. 93 . .
Bayrampaşa Cezaevi.. . .
. . . .
Komün lıayatımız ... ... . .
. . .
.
. ....
.
.
. .
.
.
.
.
. . . . .
..
.
.
. .
. .
. . .
. . .
. .
.
. .
.
. . . . . .
.
. . .
. . .
.
.
.
. .
.
. . . . . .
. . .
.
.
. .. . . .
.
.
.
.
.
.
. .
. . . .
. .
.
.
.
.
.
. . . .
.
. .
.
. . .
.
. . .
. .. .
. . .
.
.
.
. .
.
.
.
. . .
. . .
.. .
.. . . . .
.
.
. .
.
.
.. .
.. .
. . . .
. . .
.
.
. .. . .
.
.
. . . . . .
.
. .
. 94 .
. . .. . .... . . . . . . .. .95 .
Tüm baliyetim firar üzerine ................................................................................96 Yöneticilerimiz kaçıyor ... .. . .
.
. . . .
....
. . .
...
Firarın ba ş ka bir yolu olmalı . . ... . . . .
.
.
.
. .
. .
.
. . .
...
. . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . . . .... . . . . . . . . 97 . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... .
.
. .
.
. . .. .
. .
. .
.
.
.
. . .. . . . .
.
.
. .
.
.
. . .
.. . .
.
. . .
. 98 .
Fü ze hücrelerinin altına ulaşma k için . . .. . .. .. . .. . . .. .. .. . 100 Güneşin, doğarken yaydığı kızıllığı özlüyoru m . . . .. .. . .. . .. 101 Kavga nasıl bitirilir: Kav g ayı ayırmayız, ilk saldırana saldırırız" ..................... 102 . .
.
.
. . .
.
. .
. .
. .
.
.
.
. .
. .
. . .
.
. . . . . .
. . .
.
. . . .
.
.
.
. . .
.
.
.
. . . .
.
. . . . . .
.
.
.
.
. . . . .
. .
. . . . .
"
Kaçış için tek yol Bl koğuşu. Kim kalıyor? TKP'liler . ... . .
Bl koğuşu ve yen i a rkadaşla rım . .
Tünel kazı planı . . . . .. . .
.
. .
. . . . .
Tünelin başına yolculuk
. .
.
.
. .
..
.
. . .
.
. . . . . .
. .
.
. . .
. . .
.
.
. . .
. .
.
.
. .
.
.. .
. . . .
. . . .
.. . . . . . . .. . . . .
. . .
.
.
.
..
.
.
.
.
. .
.
.
.
.
.
.
..
.
. . .. .. ..... ...... 103 .
.
. .
.
. .
.
. . .. . . . . .
.
. .
. . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . .
. .. .
. .
. . .
.
. . .. . .
.
. . .
.
.
. .
.
. . 104 . .
.
.. . . . . . . . 105
. . . .. . . . . ... . . . . . . . . . . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . . . . . . .. . .. .. . . . . 106 .
"Anti-Sovyeti k1 eri götürmeyin . .. . .
..
. . . .
.
. . .
. . . . . . .
. .. . .
.
.
. . .
.. .
. . .
.
. .
. . . . .. . . . . . . .
. .
.
.
.
. . .. .. .. . . .
.
.
.
. .
.
.
.
.
.. . .
:. 109
Sıra geleli iğneyle beton kırmaya ...................................................................... ll O Tünelin başı göründü
. .
.
. .
.
. .
.
.
.
. .
.
. .. . . . .
. .
. .
.
Tünelele işbölümü . .. .... .. .. .. . . .. . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. .
Kazının 8. günü 9. gün
. . . .
.
.
.
.
.
. .. . . .. . .
.
.
.
. .
.
. . .
.
.
.
..
. . .
. . .
.
. . .
. . . .
Tü nel ekibi ve koınün hayatı . . . . . .
.
.
.
. . .
.
.
.
. .
.
. .. . .. . . . .
. .
.
. . .
.
.
. .
.
.
. . . . . .
.... . .. .
.
. .
.
. . . . . . . . . . ..
.. .
.
.
.
.
.
.
. . .
. .. . . .
. .
. . .
.
. .. . .
.
.
.. ... . . .
. . . ... . . . . ... . . . . . . . . . . .. . . .
. . . . . .
.
. . . .
.
.
. .
. .
. . . . .
. .
. . . . . . .. . . .
.
...... . 1 11 .
. . . .... . . ll2 .
.
.
. . . .
.
.
. . . . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.. . . . .
.
.
.
.. .
.
.
.
.
.
.
. .
. . . . . . .
. . . . .
.
.
.
.
.
114
. . 116 . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
117
Yarın görü ş günü . . . . .. . . . .. . . . . . . .'....................................... 118 10. gün . .. . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . .. .. . . . . .. 118 Tünelden şişman geçemez, genişletmek lazım ................................................ 120 .
.
.
.
Tünclde çay
.
.
.
.
. .
rnol
.
.
.
. .
. .
. .
.
.
.
.
. .
.
.
.
. .
.
.
.
.
. . . .
.
. . . .
.
.
.
. .
.
.
.
.
. .
. . .
. .
.
. . . .
.
.
.
.
.
. . .
. . .
.
.
.
.
.
.
. . .
.
. . .
.
.
.
. . .
.
.
. .
.
.
.
.
.
.
. .
.
.
.
. .
. . . .
ası ...........................................................................................121 .
İç sorgum sürüyor ............................................................................. ...............121
Komite artık h aberelar ................................ ............ ......................................... 122 12. gün. Tünele tesisat döşi.iyoruz . .
.
. . .
Kafam dan atamadığım ölüm korkusu 13 gün de 3 buçuk metre kazı.
. . . . .
..
.
. .
. . . . .
. . . . . . . . .
. . . . . . .. .
.
. .
.
.
.
.
. .
.
.
.
.
. .
. .
. .
.
.
.
. .
.
.. .
.. .. . .
.
.
. .
.
. . .. . . . . . . . . ... . . .
.
. .
.
. . .
. .
.
.
..
.
.
.
. . .... . .. . .. 123 .
. .
. . . . . . . .. . . .
. . . .... . .. .
.
.
.
.
.
.
. .
. .
.
.
.
. . .
. . . . . . .
.
.
.
.
. . .
.
. .
.
.
. . .
.
. .
. .
.
.
.
.
. . .
12ti
.... 125
14. gün . Tünel , tünel e benzemeye başladı. .................................................. ...127 15. gün ve tünelele mezar korkusu . .
. .
.
. .
.. . . . .
.
.
.
.
.. . . .. .. . .
.
.
.
. .
. . .
. . . .
. . .
. ..
.
. .
.
. . .
. . . .
.
. . . .
.
.
. .
.
.
128
16. gün Her şey norm:ıl .................................................................................... 131 .
HALlL GÜVEN 1 ll
l\'Iol a
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
17. gün. Havasızlık sorunu var
.
. .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .
.
.
. .
.
.
. . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . .
..
. . . . .
.
. . .
. . . .
. . . . .
13 3 133
20. gü n . Hav asızlık sorunu devam ediyor ........................................................ 1 34
Havasızlığa körükle çare . .
. . . . . . . .
. . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . .. . . .
.
. .
....
.
. . . . .
..
. .
.
...
. .
.
. . . . . . . . . . .. . . . . . . . . 13-i
Nöbetçiler şüpheleniyor .................................................................................... 13 5 24. gün
. .
.. . .
. .
.. . . . . .
.
. .
..
. . .. . . .. .
. .
. .
. .
.
.. .
. .
.. . . . .
. .
.
. .
.
.
. . .. .
.
. . . . . . . . . . .
. .. . . ... .
. .
.
.
.
.
. .
. .
. .. .
.
. . .
.
.....
. 136
. . . . . .
"Siz bu mü cadeleele ne kadar k::ızanıyorsu nuz?" ....... ...... .................... ............ 1 38 25. gün . An amın sözü aklıma geliyor ............................................................... ı38
Rüyalarımcla kazınaya devam . . . . .
26. gü n. Kımayla kazma . . ... . .
27. gün, 28. gün . .
.
. .
..
. . . . .
.. .
.
. . . .
.
. .
.
.
..
. . .
.. . .
.
. . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . .
. . . . .
. . . .
. . . . .
..
.
.
.. . .. .
.
.
.
. .
. .
.. .
.
.
. .
.
.
.
... . . . . .
. . . . . . . . . .
.
. . . . . . .. . . . . . . . . . .. . . . . . .
.
. . .
. . . . . . ...
.
.
... . . . . . . . . . . . . . .
..
. . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . .
. . . .
.
..
.
.
. .
... . . . . . .
.
. . 139 . 140 .
.
. . . .
.
.
.
. . .
l41
35. gü n. Çökme tehlike sine karşı cle stek .......................................................... 141 Yenielen sorguya karş ı açl ı k grevi ve bir tokadın utan cı
. . . .
. . . . . ..
.
. . . . .
. . . .. . .
.
. . .
.
.
. . .
1'ı2
Özgürlüğe 8 metre kaldı ................................................................................... 143
43_. 45.
gü n . Özgürlüğe 4 metre kald ı . .
. . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. .
.
.
.. .
. . .
. . . . . . . . 144
gün. Tünelin sonu göıiindü ........................................................................ 145
46. gü n . Tünel yazı lmaz , kazılır
. . .
. . .. . . . .. . . . . . . . .. . . . .
Ya hep beraber ya hep beraber ... .
. . . .. . .
.
. .
.
. .. . . . .
. .
.
.
.
. . .
.
Tünel kazıldı, "komite " çıkışı güvenl i bulmuyor . Tünelin uza tılınası ka r arı
. . . .
.
. . . .
. .. . . . .
. .
. . . . . . . . . . . . . . . . . .
... . . . . . .
. ..
.
.
.
. . . . . . . .
. . . .
.
Ve sübyanl::ıra ya ka landık 52 gün
. . .
.. . . . . .
.
. . . .
. .. . .
. . . . . . .
.
.
.
.
. . . .
.
..
. . . . .. . . . . .
.
. . . . .
.. . . . .
.
. .
. . . .
.
. . .
. . .
.. ..
.
. . .
.
. . . . .
. .
.
.
.
... ..
. .
. .
.
.
.
.
. . . . .
.
.
. . .
. . . . . .
.
. . . .
. . .. . . . . . .
Özgü lü k bir adım ileri inde ama kaz m a ya clevam . . r
.
. . . . . . . . . . . .
.
.
.
. . .
.
. . . .
..
.
. .
. .
.
.. .
. . . .
.. . . . . .
. . . . . . . .
. . .
.
. . .
. ..
. . . . . . . . . .
.
. . .
...
. .
.
.
. . .
. . . ..
.
. .
.
...
.
.
..
. . . .
. . . . .
. . .
. . .
. ı46 .
. . . . . 147
..
. . . . .
.
. . 147 . .
. . .
. 148
.. . . . . . . . . .. . . . . 1 t9 .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... . 150
. . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . 151 .
53. gün ve bizi yıkan zi yaret ................................ ............................................ 152 Aşk u ğru na fed a eelilen tü nel ve çok sevd iğim insanın cezası "Devrimci ahlak"a sığmaz, cezasız kalmamalı . . .
. .
Öfkemizi çürüyen dün y a nın d iliyle ifade etmek
.
. .
.
. .
.
. . . .
. . . . . .
.
. . .
.. .
. . .
. . . . . . . ... .
. . . . . . .
.
.
.. . . . .
. . .
. . . . . . . .
. . . . . .
.
. . . . . .
.
154
. . .. . . . . . .. . .. .. . ı56
.
. . . .
.
. .
.
. . .
.
.
.. . ı57
Arama bas kını var ...................................... ............... .........................................1 5 9 Tünele giri ş yeri değişi yor
.
.
. . . . .
.. . . . . ...
.
.
.
.
.
. .
. .. . .. .. . .
..
.
. . .
. . . .
. . .
.
. . . .
.
. . . . . .
.
. . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . .
. 160
54. gün ve beni bırakmayan korkularım .......................................................... 161
Çıkışa 7 metre kala ö lüm korkusu .................................................................... 162 55. gün. yine korkularım ve özgürlük aşkını
. .
. ... . . . .
.
.
. . .
.
. . . . .
.
.
. . . . . ... . . .. . .. . . . . . . . . . . . 165 .
.
56. gün, az kald ı .: ................................................................................ ............. 167 Pa rola: "Aya ğınd a Ku n cluraaaa"
57.
gü n
. . . . .
.
.
.
.
. . .
..
. .
.
. . . . . . .. . . . .. . . . .. . . . . . . . . . .. . .. . . . . . .. . . . . . .
.
Çıkış organiza syonu 60 gü n geri cle kaldı
. . .
.
. . .
.
. . .
.
.
. . . . . . . . . ..
. . .
. .
.
. .. . .. . .. . . . . . . . . . . . . .
. .
.
.
... . . . . .
... . .. . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . .. . . . . . . . . ..
.
. .
.
.
. . .. . . .
.
.
. . . . . . . . .
. . .
.
.
.
.. .
.
. . .
. . . .
.
.
. . .
. . .. .
.. . . . . ... . . . .
. .
. . . . . . .
.
. . . .
.
.
.
. . . . . .
.
.
...
.
..
.
.
. . . . .
..
. . . . . .
.. . .. . . ..
.
. .
.
.
.
..
.
.
. . 167 .
.
.
.
. 169 .
. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . ı/0 .
. . . . .. . . . . .. . .. . . . . . .
..
. . .
.
.
.
. . . .
.. .. 170 .
B aşardı k: Yolun karşısındaki büronun zenıinincleyiz ...................................... ı71 Unutulmaz dostluklarım ... ................................................. .............................. 17 2 Çıkışa 1 gü n kaldı . . .
.
.
. . . .
.. .
Kalanların vereceği ifade
. .
... ... .
. . . .
.
.
. .
.
.
. . . . . . . .. . . . . . . .
.
. . .
. . .. . .
. . . . . .
.
. . . . . . . . . . .
.
. . . . . .
.
. . . . . .
.
. .
..
. .
. 173
. . . . . . .. . . . . . . . . . .. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . .. . . . ı74 .
..
İçimden g itmeyen huzursuzluk. . . . . . .
.
. .
. .
. . . . . .
.. .. .
.
.
.
.
. . . .
..
. . . . .. . .. . . .. . . .. .
.
.
.
.
.
.
.
.
. .
. .
. .
. . . . .
..
. .
.
175
Parolayı beklemek içi n tünele giriyoruz ........................................................... ı77
12 1 ZAMAN
ZiNDAN JÇ[NDE
Ve karşık i ev e baskın gerçekleş iyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . .. . . .. . . . . . . . . .. . . . . . . . 178
Aç:ık pencereden fır la yan ç ocuk ımı , umutlanın mı, özgürlüğüm mü? ........... l79 Bu sonı msu zlu ğ un hesabını kim verecek? .. ... . . . .
Hesap veren yok, kaçış umudu da . . . . ... . .
Delirmeliyim . .. .
. . . .
.
. . .
.
.
. . . . .
. . .
.. ....
. . . . . .
. . . . .. . . . . . . . . .. . . . . . . . . .. . . . . . 179
.. . .. .. . . . . . .
. .
. .
.
. . . .
.
. . . . . .
. . . . . . . . . .. . ..... . 181
. . . . . . . . . . . . . . . .. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . .. . .. . . .. . . . . . . . . .. .. . . . . . . . . . . . . 183
Eylül 1980. . . . . .. . . . . . .. . .. . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .. . .. . . . . . . .. . . . . . .. . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . .185
Hasdal günl eri ....................................................................................................185 Hasdal'da 4 ay . .. .. . . . . . . . . . .
.
. .
.
.
.
.
.
. . .
. . . .. . . . . . .
.
. .
.
. . .
.
. . . .
. . . . . . . . . .. . . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . ... . . .. . . . . ... . . . . . 187
Selimiye'nin d e ği ş en tutumu ve Mamak duyumu . . . . . . . . . . ..... . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . l88
"Ce hennemin diğer adı Mamak"a yo l c u l u k .....................................................189
Anılar II Mamak, CehenneminDiğer Adı
. . .
... . . .. . .
.
. . . .
.. . . . . . . . .
.
. .
. .
. . . . . .
. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 191
Aralık 1')80 ......................................................................................................... 193 Manıak':ı sevk başladı. ... ...... ...... ...................................... .......................... ........ 195
Hayat şimdiki zamanda
. . . . . . . . . . .
. .... . . .
.
.
.
. .
. . . .
. . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . .. . . . . . . . . . .. . . . . .. . . 197
Korku terörü başlıyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 198 Ölüm, bi z im için kurtuluş .................................................................................200
Rütbeliler karş ılama dayağını izliyor. . . . . . .
.
. .
.
. . . .
.... . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . . 200
Korkuyorum ama talimatiara uyamam ............................................................. 202 "Emir kulları" .. . . . .
. . .
.. . . . . . .
. .
.
. .
. . .
. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . .. . .. .. . . . . . . . . . . . . 202
Baskı ve t ah akk üm boşa çıkınalı
. . . .
. . . . . . .. . . . . . .. . .. ... . .. . . . .. . .
.
.
.
. .
.
.
.
. . .
. .
.
.
"Komutanın yüzüne bakmak yasak, b ilmiyo r musun?"
.
. . . .
. .
.. . .. .
.
.
. .
. . . . . .
.
. . . . . .
. . .
.
. .
"Tuvalete giclebilir miyim kom u tanım ? " demeyec eğ im . . . . . . . . . . . .' . .
Neden clirenmiyorduk? .
. . . .
. . ... .. . . . .. . . .. .
. .
. .
. . .
.
.
. .
. . . . . .
Devrimci koğuşlarınclan ırkçı marş sesleri .. . .
. . . .
. . .. . .
.
. .
.. ... .
.
.
. . .
. . . . . . . . . .
. . . .
.
.. .
. . .
. . .
. .
.
. . . . . . .. 203
.. . . . . 2Wı . .
.
. . .. . . . . . . . .
. .
.
.
.
. .
. . . . . _.
.
.
.. 20ii
. . .
. 206
. . . .. . . . .. . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . ... 207
''Kafestekileeerrr. .. " ............................................................................................ 210 isyan etmemenin utancı .................................................................................... 212 "Rahat" olmayacağım, "Hazır ol"mayacağım . . . .... . . . . . . . . . . . . .. . .. . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .. . . . 213
Bir çift sıcacık el .... ......... ............. ........... ............. . ................... ... ......... .. .... .. ......215 u y ma ya c a ğı m
Hayır! Hiçbir kurala
................................................................... 216
Mamak: Erin, kendisini general hissettiği yer . . .
Askeri kim tanrı yapll? .. . . . ... . .
.
. .
.
. .
. . .
.... .. . .
. . . . .
. .
. . . . . .
. . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . ... . . . . . .. 218
. . .. .. . .. .
. .
. .
. .
. . .
. . . .. . . . . . . ... . . . . .. . . .. . . . . . . . . . . . . 218
Sayım için de kalkmayacağım ........................................................................... 219
Her ele 165 cop .. ... . . . .. .. .
.
. .
. .
. .
. . . . .
....
. . .
.. . . . . . . . .. . . . . . . . . .. . . .. .. . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . .. . . ... 220
Teslim olanlar teslimiyeri s orguluyor . . .
Dikensiz gül bah çes i Mamak . .
. . . . . . .
. . . . . . . . . .
. ... . . .
. .
. . . . .
. . . .
. . . .
.. .
. . .
. . . .. .
.
.
. . .
. ... .. . . . .. .
. .
. .
. .
. . . . .
. 221 . .
. . . . . . . . . . . . .. . . .. . . . . . .. .. . . . . . . . .. . . . . . .. . . . . .. ... 222
Dayak atan ç av u ş soruyor: "Ya sizin dereliniz ne?" .......................................... 223 "Rahat'' "Hazır ol" .. Olmuyonız! ....................................................................... 224 .
Hamam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 225 Havada götürül ü yoru z ....................................................................................... 226 '' Ham �ı m '' day ız ...................................... :: ........................................................... 227
Ayağı ma dam lay a n gözyaşları . . . . . . . . . .. . . .
. .
. .
.
. .
. .
.
. .
.
. . .
.
. . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 228
HALiL GÜVEN 1 13
Deni z'in hücre si ndeyiz
. . .
. .
. . .
.
. .
.
.
.
.
. .
. . . . . . . . .. . . .
.
. .
.
. . . . . . . . . .. . . .
. .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. . . . .
.
. . . . . .
. .. . . . .
.
. .
. .
.
.229
"Öldüresiye dövdük, ' koınut an ıın· cledirteınedik" ..... ..... ... . . ..... .. . . ....... .... ...... . .. 230 İ ki ki şili k açlık grevi
.
. . .
. . .
.
. . .
.
.
. .
. .. . . . . . . .
.
.
.
.
. .
Bin lerce tutuklu ara sın d a yap ayal n ız ız . Gözlerime baksaydın ız yüzbaşım . . . . . .
.
. .
. .
. . .
.
. .
.
.
. .
.. .
.. . . .
.
.
. . .
.
.
.
. ... . . .
. .
. . . . . . .
. .
.
. .
. .
. .
. . .
. .
. .. . . . .
.
.
.
.
.
.
.
.
. . . . .
.
. . .
.
.
. .
. .
. .
. . . . ..
. .
. .
.
. .
.
.
.
D ayaktan ka lkamıyoru z ama kal kmak için daya k yiyoru z
. . . . .
"Bunlar ya şam az , te slim al amaın " . . .
.
.
.
.
.
.
. .
. .
. . . . . . .
.
Sonra milletve kili olaca k hücre arkadaşım .
. .
Erd al Eren'in hücresindeyim .. . .
. . .
. .
.
. .
. .
. . . . . .
. .
. . .
.. . .
.
İtaa tsizliğe devam, bayılana kadar daya ğa da Ma m ak tutukluluk kural l ar ı . . . . . .. . . .
Günlü k ola ğan muamele
.
. .
.
. .
.
.
.
. . .
.
.
. .
.
.
. . .
.
. .
.
. . . .
.
.
.
.
.. . . . . .
.
.
.
.
.
. . . . . .
.
.
. .
. . .
. .
.
.
.
.
. . . . .
. .
.
.
.
. . .
.
.
.
.
. .
. . .
Acıını az altan tek şey: Geri adım a tma m ak . . .
.
.
.
. .
.
.. . .
. . .
.
.
. .
. .
.
. . .
.
. . .
.
. . .
.
.
.
..
.
.
.
.
. . .
.
. .
.
.
. .
. .
. .
.
.
.
. . . . .
.
. . .
. . .
.
.
.
. . .. . . .
. . . . .
. .
. .
.
. .. .. .
.
.
.
.
. . . .
. . . . . . .
. .
..
.
.
.
.
.
.
. . . . . .
.
. .
. . .. . . . . . . . .. . .
.
. . . . . . . .
.
.. .
. .
.
.
. .
. . . . .
.
. .
.
..
.
. .
.
.
.
.
. . .
.
.
.
.
.
.
.
.
. . . .
. .
.
. . . .
. . . .
. . . .. .
.
.
.
.
. . .
.
.
. .
. . .
.
. .
. .
.
.
.
.
. .
.
.. . . . . . . . . ... . . ... . . . . .
. . . .
.
.
. . .
. . . .
.
. . . . . .
. .
.
.
.
. .
. . .
.
.
. . . .
.
. . . . . .. . .
.
.
.
. .
.
.
. . . . . . . .233
. .
.
.. .. 231
.
.. . . .. ... . . .
.
. . . . . . . . . . 232
.
. .
.
.
.
.
. .
.
.
235
. .
.
.
236
.
.
.
2-i 1
. .
.
. . 242
.
.
. . . .242 .
.
. .
. . .
. .
. .
.
.
243
. . 244 .
.
. . . . . . . . . .
247
"Ben ezelden beridir h ür yaşadım h ür ya şarım, . . .. . .. . . . . . .. . . .. . .. . . . . . . . . .. . . . . . .. . . .. . . . .
Hangi ç ılgın bana zincir vurac akmı ş şaşarım" . . . .. . . . . . . . . . .. . . . . . . . . .. . .. . . .. . . . .. . . . .. . . . . .. 2 47 "Sayıma kal k! ''. K alkm ıyorum . D ayak
.
. .
. . .. .. . .
.
.
.
. . . . .
Mam ak i şkencesinin 7. açlık grevimizin 5. günü Günlük '' n azari " ve " ameli" e ğitim
. . .
.
.
. .
.
.
. . . .
.
.
. .
.
.. . . . .
. . .
. . . . . .. .. . .
.
. .
.
.
.
.
.
.
.
. . . . . .
.
.
. . .
. . ..
. .
.
. . .
. .
.
. .
. . .
. . . . .
.
.
. . .
.
..
. .
.
.
.
. .
.
.
. . . . . .
. . . . . . 248 . .
.
. . . . . . . . . .
. .
.
.
. .
. . . 250 .
.
. . . . . .. . .
. .
.
.
.
.
.
.
.
.
. .
251
"Açlık grevine d evam mı?". "Evet.". Dayak ... .... . . . . . . ... . . . . . . . .. . ... . . . . ... . . . . . . .... . ..... . . . . 2 5 3 ".Sayım düzeni a l . " Almıyoru m . D ayak . . . .
Açlık grevinin
6.
günü
.
. . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
" Devam m ı?". "Evet". D ay a k . . . .
İ d areelen gelen teklif
.
. .
.
. . .
.
.
.
. . . . .
. . .
. . . . .. . . .
.
.
. . . . .. . . . .
.
.
.
.
. .
.
. .
.
.
. .
..
.
. .
. .
.
. . .
"Tamam mı d evam m ı?" "Deva m . " D ayak .. . . .. . . .
. .
.
.
. .
. . .
.
.
. . .
.
. .
.
. . .
.
. .
. .
.
.
.
.
. . .
..
.
. .
. .
.
.
.
.
.
.
.
. .
.
.
. . . . .
.. . . .
. . .
. . . . . . . .
.
.
.
.
. . .
. .
.. . .
Arkadaşl arın s ırtında mahkeme salonundayız. . .. . . .
.
.
.
13. gün. Mahkemeele arkadaşla rımın ka-hreden hali Hiç bu kadar yalnız hissetmeelim JVI ah kemede söz alıyoruz
. . . .
.
. .
.
. .
.
. . . . .
. . .. . . . .
.
.
. . .
. . . .
. . . .
. .
.
.
.
. . .
.
.
.
. . . .
. .
. . . .
Direnmenin intikamı alınıyor . . . . . . .
.
Te slimiyetle yaşa m ak büyi.'ı k a c ı
.
.
.
.
. . . .
. . . . .
.
. .
. . . .
. .. . .. . .
.
. . . .
.
. . .
.
... .
.
. . .
.
. . . . . . . .
.
.
. .
..
.
.
. . .
. . .
.
.
. .
Hi ç de ğil se daya k yiyince " sağ ol" clerneseler! Artık ell erinde kalmak i stiyoru m .
. . . . .
Vazgeçtim ama onlar vazgeçmiyor . . .
.
.
. .
. . . . . . .
.
. . .
.
. .
. . .
..
.
. .
.
. . ...... . .
.
.
.
. . .
.
. . . . .
. .. .
.
.
.
.
. . .
.
. . . .
. . .
.
.
. .
.
. .
.
.
.
. . .
.
. . .
. .
. . .
.
.
. .
.
.
..
. . .
. .
. .
.
. . . . . .
.
.
.
.
. .
.
.
.
.
. .
.
.
.
. . .
.
. .
.
. .
.
. . . .
.
. . . .
. .
.
.
.
. .
.
.
. .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. . .
..
.
. .
.
. .
.
. .
.
.
.
.
. .
... . .
. . .
. . .
.
. .
.
.
. .
.
.
.
.
.
. . . . .
.
. . .
. .
.
.
. .
. .
.
.
.
..
. . .
. .
. .
.
. . .
.
.
. .
.
.
.
.
.
.
.
. .
.
.
. .
. . .
. . .
.
.. . .
.
.
. .
.
. . . .
.
. .
. . .
. . . .
.
.
. .
.
253
.
.
.
. .
.
.
.
. .
.
.
.
.
.
. . .
.
. .
.
.
. .
.
.
.
.
.
.
. .
.
.
. .
.
.
.
.
.
.
255
.
. 257
. 257 .
. .
. . . .
. . . . . .
. . . . .
. .
. 256
. . . . .
. . .
. .
. . .
..
.
.
. ..
. .
.
. .
.
.
.
258
.
259
. 260 .
.
.
.
. 262
. . .. . . . . . 263 .
.
.
. .
. .
. ..
.
. . . 264
. . . .
. . . . .
.
.
. . .
. .
.
. .
.
. .
. .
.
.
.
.
. . .
263
.
.
. .
. 264
. .. . . . . . . . . . 265
.
. . ... . . .
.
.
.
. . . . . . . .
. .. .
.
.
. ...
. . ... . . .
.
.
.
. . .
.
. .
.
. .
. ..
. .
.
.. . .. .
. . .
. . . . . .
. .
.
. ... .
.
. .
. . . . . .
.
. .
. .
. .
.
. .
.
. .
. . . . .
. .. .
.
.
. . . . .
.
. . . . .
. .
.
.
.
. . ..
. . .. .. . . ..
. .
. . . . . .
.
. . . .
. .
.
.
.. . .
.
..
.
.
. .
.. . . . . . . . .
.
. . . .
. . . .. . . .
. .
.
.
.
. . .. .. .
. . . .. . .
.
..
.
.
Direnişi mi i d are değil arkadaşlarım kırıyor . . Tabii ki vaatler tutulmuyor
.
.
. .
.. . . .
.
. . . . . .. . . . . . . . .
. . . . .
. . . .. . . .
. .
. .
9 . g ü n . D ayağa v e Süleynı an ' ı vazgeçirme turl arına devam 10 v e l l . g ü n . Dayak yo k! . . . . ..
. . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. ...
. . . . . . . . . .
Mamak'ta 1 2 , açlı k grevinde 8 . gü n . . .
.
. . .
.
.
.
. . .
.
.
.
. .
. . .
. . . . .
.
.
.
.
.
.
.
.
. . . . .
.
.
.
.
. . 266 .
.
. .
.
267
.. . .
. . . . . .
.. .
. . .. . . 268
. .
. .
.
.
.
.
.
.
. . 268 . .
.
.
.
.
Dilim kabul etmi şti kuralları ama kişiliğim reeleleeliyor . ... . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . . .. . 2 7 1 Direnen, bedelini ödeyen
biz;
Kitlesel direniş gerekli . . .. . .
.
. .
.
.
.
rahatsız olan tutu klular .
. .
.
.
.
.
.
. . . . .
.
. .
.
. . .
..
.
. . ._ . .
.
. .
. . .. . .
. .
1 2 Eylül sonrası Mamak'ta i l k toplu elireniş başl ıyor . . . .
. . . . . .
. .
.
. . .
. .
. .
. . . . . . . . . .
. . .
.
.
. . .
.. . .
. . .. . . . . .
.
.
. . .
.
. . . . . . . . .
. . . .
.
.
. . .
. ..
.
.
.
.
. . .
.
..
.
.
.
. . .272
. . . . . . .
274
. . . . . 275 .
.
.
.
Mam ak, sloganlarını ızl a tanışıyor . . . . . . . . . . ....... . . . ..... . . . . . . . . . . . ..... ..... . . ... . . . . . . . .. . ... . .... . 276
14 i
ZAIJ."u'\i ZiNDAN İÇİNDE
Ma mak idaresi şaşkı n . . . . 51 kişiydik. kararlıyclık . . . . .
. . .
. .
. . .
. . .
. . . . .
. . . .
..
.
. . . . . . . . . . . . . . .
.. . . . .
Sağ görüşlülerin um urunda değiliz
. . .
.
.
.
. .
.
.
. . . . . . . . . .
. . . .. .. .
.
Başkasına yapılana da itiraz ecliyoıuz
.
. .
.
.
.
. . .
.
. . . .
. . .
. . . . .
Her hareketimize ceza, her cezaya direniş . .
.
.
. .
.
. . . .
.
. .
. . . . .
. .
.
. .
. . . .. . . . . . . . . . .. .. . . .
.
. . . . . . . .
.
.
.
..
.
. . .
. . . ... . . . .
. . .
.
. .
. .
. .
.
. .
.
. . .
..
.
.
.
. .
.
. .
.
.
. .
. . . . .
. .
.
.
.
.
. . .
.
.
. .
. .
.
. .
. . .
. .
.
.
.
.
.
.
. . .
. .
. . . .
. . . . . .
. .
.
.
.
. .
.
.
. .
.
. .
. .
.
........ . .
. . . . . . . .. .
. .
. .
.
. .
. .
.
. . .
.
. .
.
. .
.
. . . . .
.
.
.
. . . . . . . . . .
. .
277
. .. 278 .
.
. . . . . 279 .
.
. .. . . .
.
.
. .
.
280 282
Toplu elireni şte 4. gü n . ... . . . . . .. . :....... . . ..... . ..... . . ... . ..... . .. . . . . . ...... ......283 Bir yanda n doktor kontrolü bir yandan dayak . . . . . . . 284 5. g ü n 286 Görüş günü . . . .. . . . . .. . .. . 286 . .
. .
. . . . .
.
.
.
. .
.
.
.
. . . .
. .
. . . . .
. . . . .
.
. . . .
.
.
.
.
. .
.
. . .
.
. . .
.
. . . . . . .
.
. .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. .
. . .
.
. . .
. . . .
.
.
.
.
. .
. .
.
. .
.
.
. . .
.
.
.
.
. . . . .
. .
.
. . . . .
. . . . . . .
.
.
. . . . . .
.
.
. .
. .
. . . . . . . . . .
.
.
. . .
. . . . . .
.
Şekerli su da elimizelen alınıyor. ...... ........ ............. . . . . ....... . ....... . . . . . ......... . . ........ . . 288 6 . gü n
. .
.
7. gün . .
. . . . . . .
. . .
.
... . .
.
.
.
.. .
.
.
. . . . . . . .
.
. . . . . . .
.. . . . .
. .
.
.
.
.
.
. .
.
.
.
.. . . . . . .
.
.
.
. .
. .
.
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . .
.. .
.
.
.
.
.
.
.
.
. . .
.. . . .. . . . .
. . .
.
.
.
. .
. .
.
. .
.
.
. . .
.
. .
.
.
.
. .
.
.
. . . .
.
.
.
.
Şiddetin dozu artıyor . . .
.
.
.
.
.
.
.
. .
. .
. .
.
.
. . . .
. . . . .
.
.
.
. . .
.
. .
.
. . .
.. . . . . .
.
.
.
.
.
.
. . . . . . . . .
. . . . .
. . . .
.
.
. . .. ... . .
.
.
.
.
. .
.
.
.
. .. . .
. . . . .
. . . .
.
.
.
.
. .
.
.
. . . . . .
. . . . . . . . . ..
8. gü n . Dev-Yol destek verse Mamak'ın kaderi değişecek .
Revir işkencesi . . .
.
.
. . ..
. . .
. . . . . . .
. . . .
. . .
.
.
.
. . . .
. . . .
.
. . .
.
.
.
.
.
.
. . .
. . .
. .
. .
.
. .
.
. . .
. . . .
.
.
.
. . . .
.
. . . .
. .. . . .
.
.
. .
.
.
..
.
.
.
. .
.
.
. . 288 . .
.
. . . . . . . . . . . . . . .
. .. . .
.
. .
.
. .
. . .
.
290
. 292
. 293 . .
. . . . . . . . 293 .
.
Koğuşlarda pasif elireniş örgütlenmesi; kapıda aileler . .... . ........... . . . . . . .. . . ... . . . . ...294 Açlıktan değil dayaktan öleceğiz . . . . ... . . . 9. gün. Öldürmekten korkuyorlar . . . . . . . . . 10. gün . Gözlerimiz karıncalanıyor. Ağır cluyuyoıuz . Hiçbir yerel e n .
.
.
. .
. .
. . .
.
.
.
.
.
. . . . . .
. . . . .
. . .
.
.
. .
. .
.
. . . . .
. . . . . . . . . . . .
.
.
. .
.
. .
.
.
. . . . . . .
. .
.
.
. . . . . . . .
. .
.
. .
ele stek gelmiyor .. . .. . . . . .. . . . . . . . .. . . . .. Havahnclırınaya çıkanl ara hücreelen şiir okuyoruz . . . . . . .
. . .
. .
.
. .
.
.
.
.
. . .
. . .
.
Geri dönüşü ol mayan yola 4 gün var 12. gün
. .
. .
.
.
.
.
.
.
.
. .
.
. . . .
.
. . .
.
.
. . . .
.
. .
.
.
. . .
. . .
. . .
. .
13. gü n . Gözler kör, kulaklar sağır 1 8. gün . İlk firemiz .
. .
.
. .
.
.. . . . .
.
19. gün dökül meler başladı .
. . .
.
.
.
.
.
.
.
. .
.
.
. .
. .
. . .
.
.
.
. .
.
.
.
.
. .
. .
..
.
.
.
.
. . .
.
.. .
.
. . . .
. . . . . . . .
.
. .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. .
.
.
. .
. . .
. .
.
.
. . .
. . . .
..
. . .
. . . . . . . . . .
. .
. .
.
.
. . . . . . .
.
.. . .
..
. .
.
.
.
.
. . . . .
. .
.
. . .
. . . . . .
. .
. .
.
.
....
.
.
.
.
. . .
.
.
. . .
.
. . ...
..
.
.
.
.
. . .
.
.
. .
.
. .
.
.
.
. .
. . . .
.
. . . . . . .
.
.
.
.
.
. . .
.
. . .
. .. . .
.
.
.
.
.
. .
.
. . .
..
..
.
. . . .
. .
.
.
.
.
.
. . .
. . .
. . .
.
.
. . . . . . . . . 29 'i .
.
. .
. . 295 .
. .
.
. .
.
. .
. . . . . .. .. . . . .
. .
.
.
. .
.
.
.
. . . .
.
.. . . . .
.
. . . .
. . . .
.
.
. . .
.
.
. . . .
. : . .. . . . . . . . . . . . 296 . . . .297
. . .
. .
. . .
. .
. .
.
. .
. .
.. . .
. . . . . . . .
. . .
.
.
.
. .
.
. . . . . . .
. . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. 297 .
. . 299 .
. . .
. . . . . . ..
. .
.
. .
. 299 .
. . . .
301
, . . . . . . . . . . . . . . . . 30 1
. . . .
3 'i . gü n . 10 kişi kaldık. 6 kişi, 4, 3, 2, 1 .... ... .... .... ... . . .... ... ....... . . . . . . . . . . ...... . ... . . . . 301
Kendi ölüınüme tanıklık ecliyoıuın . . . . . ...... . . . . . ..... . ...... . . . . . . .......... . . . ....................302 Ölümle yaşam arasında gelgitleriın
.
.
. .
.
. . .
.
. . . . . . .
.
.
.
...
Benim güzel annem bu acıya cl ayanamaz .. . . . . Yazın sı cağında her yanı m buz. O an geldi mi? .
.
.
. . .
.
. . . .
Hastaneye kaldırılıyoıuın . Bırakıyonız
. . .
.
.
. .
. . . .
. . .
.
. .
. .
. .
. . . . . . . .
Tekrar aç lığa yatıyoruz . . .
.
.
. . .
. . .
.
. . .
. . .
. . . . . . . .
.
.
Koğu şlara dönüş
. . .
. . . . .
.
.
.
.
. . . .
....
.
. .
.
.
.
. .
. .
.
.
.
.
.
.
.
. .
.
.
.
.
. . .
. .
Tekrar ted aviyi kabul eeliyoruz . Maska ra ettiler bizi
.
.. . .
.
.
.
.
. .
.
. . . .
.
.
.
. . . . .
. . . . .
.
. . . . .
. .
. . . . . .
. .
.
. . .
.. . . .
.
. . . . . . . .
.
. .
.
.
. . . .
.
.
.
.
.
.
.
. . . . . . .
.
. . .
.
.
.
. . .
. . . . . . .
.
.
. . . . . .
.
Taburluk . .
.
.
.
.
.
. . . .. .. .
.
Tabutlukta hayat
.
.
.
.
. . . . . . .
.
.. . . . .
.
.
.
. .
.
. . . .
. .
. . .
.
.
. .
.
. .
.
.
. . .
.
.
. . .
. . .
.....
.
. .
. . .
. . .
. . . .. . . .
. . .
.
.
. . . . .
..
. . .. .
. .
. .
.
. . . . .
. .. . .
. .
..
.
..
.
. . .
. . . .
.
.
. .
.
.
. .
.
.
. . . . . . .
. . . . . . .
.
. .
.
.
. . . . .
.
.
.
. . ... . .
. . . .. . . . .
. .
. .
. .
. .
. . .
.
.
. .
. . .
. .
.
. .
.. . . . . .
.
.
.
.
.
. .. .
.
.
.
. . .
. . . . .
.
.
.
.
. . .. .
....
..
.
.
ve
. .
. .
. .
Tecrit koğuşlarına dönüş ve ilk kom ü n . . . .. . Profesyonel işkenceci Tuna Akkurt
. .
. .
. . . . . . .
. . .
. .
.
.
.
. . . .
.
.
. .
.
. .
..
. . .
. . .
.
.
.
. .
.
. .
. . . . . .
. .
.
. . .
..
. .
.
.
. .
.. . .
.
. . .
.
.
. .
.
. .
.. . . .
. .
. . .
. . .
.
.
. .
.
. .
.
.
.
. . .
.
. . .
.
. . . . . . .
.
.
.
.
. . .
.
. .
.
.
.
.
.
.
.
.
. . . .
. .
.
. .
.. . . . .
.
.
.
.
.
.
.
. . .
.
. . . . 304 .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. . .
.
.
.
. . . .
. . .
.
.
. 308 .
. 309 .
. . .
.. .
.
.
.
. .
.
..
. . . .
.
. .
:
.
.
. .
306
. . . . 307
.
. .
.
. . 305
. . .
.
. .
.
.
. . .
. . ..... . . .
... .
.
. .
. . . .
. .
.
.
.
. .
.. .
. .
. . .
.
. .
. . .
. .
. . . . . . . . . . . . . .. . . .
. .
. , . . . . . . . . .303
. . .
''ölüm hücreleri " . . . . . . .
. . . .
.
.. . . . . . . . . . . . . ...
. .
. . .
.
. .
..
. .
. .
. 310
. 3 10 .
..
312
. . 313
. 314 .
. . . . . .... . . . . . . . ............. . . ............. . . . . . ...... . .. . . . . ... .... ...... . . . . . . ..... . . .. . .. . . . 3 1 5
Çişe clirenmek dayağa direnıneye benzemiyor Ağlamak istiyoru m
.
.
.
.
. . .. .
. .
. . . . . . .
.
. .
.
. . .
.
.
. . .
. .
.
. .
.
. . . . . . . .
.
. .
.
.
. .
. . .
.
. . . . .
.
. . .
.
. . . . .
. . . .
.
.
.
. . . .
. . .
. . . . . . ...
.
.
. . .
. . .
.
.
. .
.
.. .
.. .
. .
. .
. . .
.
.
. .
.
.
.
. . .
. .
.
.
.
.
. . .
317
. 317 . .
HALIL G ÜVEN 1 1 5
Ta butlukta 3 . gün . Beni burdan çıkarmazlar . . .
Zaman kavramı yok ol uyor . . .
. . . .
..
. . . .
. . .
. . .
.
. . . . . . . . .
. . . . . . .
. .
.
. .. . .
.
. . . . . . . .
. . . .
.
.
.
.
..
. . .
.
.
.
. . .
.
.
.
.
.
.
.
. . . . . .
.
. . . . 3 18 .
. .
' . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 320
. . .
4. gün . Tabutlukta a rama var! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 2 1 Günler günleri kovalaclı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .. . . . . . . . . .. . . . . . . . . . ... ... . . . . . . .
.322
Tabutluğa göre h ücre 5 yıldızlı otel . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 323 Uymuyoruz , uymuyoruz , uyınuyoruz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . .. . .. .. . . . .. . . . .. . . . . .. . . . . .
. 3 2 '5
.
Ü ç ayd ır direniyoru z , ama sadece b i z .
. .
.
. . .
.
. . . .
.
. . . . . . . .
. .. .
. . .
.. . .
.
. .
. . . .
.
. .
. . . . .
.
.
.
.
.
.
.
. . .
.
.
. 3 27 . .
Türkiye'de neler oluyor haberimiz y ktu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 327 o
Yeter ki ufacık bir itaatsizlik başlasaydı! . . . . . . .
.
. . .
.
. .
Dışarısı kör, sağır, cli l s i z . . . . . .
. .
. . .
..
. . . . .
. .. .. . .
.
.
En sıkı aramadan bile geçird iğimiz tütün Satranç takımı yapıyoruz
.
.
.
.
.
. . . . .
.
. .
..
Hücrede satranç nerde saklanır? . . .
. . . . .
. . .
.
.
. .
. . . .
.
.
. . . . .
.
. .
.
. . . . .
.
.
.
.
. .
.
. . . .
. . . . . . . . . .
.
. . .
.
.
..
. . . . .
. . . . .
.
. . . .
. . . . . . . . . .
.
. . . . .
. .
. . . .
. . . . . . .
. . . . .
. .
. . . . . . .
.
. .
.
. . .
.
. .
.
.
. .
.
.
. . . . .
.
. . . .
. . . . . . . . . .
.
.
.
. .
.
. . .
. . . . . .
. . .
. . . . . . . . . . .
.
.
.. . .. .. ... . .. . . . .. . . . .
. . .
.
. . .
. .
.
.
.
.
.
. . . . . .
.
.
.
. .
.
.
. . .
.
.
.
.
. .
. . . .
.
.
.
. . . . .
.
. . .
. .
.
. . .
.
.
. .
. .
.
.
.
.
.
.
. 329 . .
. . .
.
.
. 330 . 330
. . . .
331
. . 333 . .
Satrancı bulamama cezası yine bize . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 334
O satranç bulunacak1 . . .
. . . .
...
. . . .
.
. . . . .
.
.
.
.
.
. . . . . .
Bu kez satranç için tabutluktayız . . . . . .
.
. .
Yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor . . . . .
.
.
. .
.
.
. .
.
. .
. .
.
.
. . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . .
. . .
..
. . . .
Ziya ret yasagımız ka lkıyor. Ka rşımda babam Şiddet, uygula ndığı anla sınırlı değil . . Her şeyin bir bedeli var
. . . . .
.
.
.
. . . . . . . . . .
.
.
.
. . .
.
. .
.
. .
. . . . . .
Ta burluk koınşularım bu sefer kadınlar
.. .
.
.
.
.
. . .
. ... .
.
. .
. . . .
.
.
. .
.
. . . .
. .
. . . .
. . . . .
.
. .
. ..
. . .
. . . .
. .. ..
.
.
. .
. .
.
.
. .
.
.
. . . .
.
.
..
.
. .
. . .. . .
.
. . .
.
.
.
. . . . .
.
.
.
.
. .
.
. .
.
. . . . . .
. .
.
.
.
. . . . . . . . .
.
. . . . .
.....
.
. .
id arenin amacı gerçekleşıniyor Tecritler artık h uzursuz
. . .
.. ... . .
.
. .
. .
.
. .
.
.
. .
. . . .
.
.
. . .
. . . . . . . . . . . .
"Halil Güven , eşyalarını hazırla ! "
. . .
. . .
.
.. . . .
.
. . . . . . .
. . .
.
. . . . .
. . .
.
. .
.
...
.
.
. . .
. . . .
. . . . .
. . . . . . . . .
. .
.
.
. .
.
. . .
.
.
.
..
.
. . .
. . .
. . . .. .
.
. ... .
.
.
. . . .
.
. . .
.
.
.
. . . . . . . . . .
. .
. . .
. . . . .
.
.
. . . .
.
.
.
. . . . . . . .
. .
. . . . . . . . . .
MHP itirafçısı
. . . . .
...
. . .
.
. . .
.
. . .
. . . .
.
.
. . .
.
.
. .
.
.
.
.
.
.
.
.
. .
. . . . . .
.
.
. .
. . . .
.
. . .
. . . . .
. . .
.
.
... . . .
.
. .
..
.
. .
. .
.
. . . . .
. . . . .
.
.
. . . . .
. . . . . . . .
.
. .
.
.
..
. . . . . . .
Şubat 1 98 3 . işken cecileri asla affetmeyeceğim
. . . .
...
. . . . . . . .
.
. . . . .
.. .
.
.
.
.
. . .
. . .
..
. .
. .
. .
. . . . . . . .
. . .
. .
.
.
.
.
.
.
...
. .
.
.
.
.
. . .
.
.
.
. .
.
. . . . . .
.
.
. . . . .
.
.
.
.
.. . . .
.
.
.
.
.
.
.
. . .
.
.
.
.
.
. .
.
..
. . .
. .
. .
. . . .
.
..
. . . . .
. .
.
.
. . .
. . .
. .
.
.
. . .
.
.
.
.
.
.
.
. . . .
.
. . .
. . . . .
. . . .. .
.
.
.
338
. ,. 3-ı O .
.
. 341 . .
. .
.
. . .
. 342 .
.
.
343
. . .
343
.
346
.
.
. . . . 348 . .
. .
. . . . . . .
.
.
. .
336
. . . 337
. . . . . .
. . . . .
.
.. ..
. . . .
. .
.
.
.
. 335
. . . .
. ... .. .. .
. . . . . . . . . .
.. . . . .
. . . .
.
. . . . . . . .
. .
. .
. . . . . . . . . .
. . . . .
.
. . . . . .
.
. . . . .
.
. .
.... . .. .
. . .
.
. .
.
.
. .
. . .
.
.
.
. .
.
. 349
. . .
.
.
. . . . 349
.
. 350 .
. 350 .
. . . . . 3 'i 1 . .
3 '5 3
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
355
. . . .
. .
.
. . . . . . .
.
.
.
.
. . . . . .
.
.
.
.
. . . . .
. . . . .
. . .
. . . .
.
.
.
352
.
.
. .
. .
. .
Bir kış a kşamı geldiği m Mamak'tan b i r kış sabahı ayrılıyorum
Son Söz
. . . .
. . . . .
. .
. .
.
. .
. .
.
. . .
. .
. . ..
. . . . . .
.
.
. . . .
.
.
. .
.
. . . . ...
. .
. .
. . .
.
. . .
. . . . . . . . . . .
.
.
.
İçim kan ağlıyor
.
..
.
. . . .
. .
. .
. .. . . .
... ..
.
.
.
.
. . ... .. .
7 ay elirenişten sonra kayıtsız şartsız mı vazgeçecekti k' D ireniş bittikten sonra . .
. .
.
.
" Şu tarih li sayıında kurallara uyın amışsınız . Ne diyorsu nuz?" B izi ayınyarlar
. . .
.
.
. .
. . . . . .
.
. . .. . . .
... . . . . .. ....
. . .
.
. . . . . . .
. .. .
. . . . . . . . . . .
. . . . . . . .
.
.
SUNU
Bu kitabın yazarı Halil Güven'i, 1 980 yılının i lk aylarında Bayrampaşa (Sağmalcılar) Cezaevi'nde tanıdım. Acilciler davası sanığı idi. TKEP, Emeğin Birliği, DDKD , DHKD , TKP-B ve zaman zaman TİP ve TSİP'li tutuklulardan oluşan komünümüzün ziyaretçileri ndendi . Ben de koğuş sorumlusu olarak gele ni gideni tanımay·a ve çok yönlü ilişkiler sürdürmeye çalışıyordum. Bu orta ında Halil'le tanıştık. Am a ben size Halil'i anlatmayacağım . Çünkü zaten bu kitap Halil ' i sizlere ta nıtacak. Ben daha çok, birl ikte yaşadığımız cezaevi ortamını anlatmaya çalışacağım. Komünümüz, anti-Sovyetik olmayan radikal sol grupların lider kadrosu ta rafından sıkça ziyaret ediliyordu . Özel likle Acilciler'den Engin E rkiner, Ali Sönmez, Cengiz S arıbay, MLSPB'nin THKPC Savaşçıları grubundan Zeki Yumurtacı ve ismini hatırlayamaclığım da ha birçok arkada ş, komünümüzün ziyaretçilerindendi. Bu ziyaretler daha tüm politik tutuklular Selimiye kışla sında tutulurken ve Aydın Engin, Tamer Kayaş gibi o dönemin bilinen TKP 'li isimleri cezaevindeyken başla mıştı. Kürt grupl arının bizinı le b irlikte olması, TKEP 'li Merdan Yanardağ gibi arkadaşların bizim koğuşumuzda bulunması bu ziyaretleri artıran faktörlerdi. Çünkü o dönem Acilciler'le TKEP arasında bir yakınlaşma hissediliyordu . Bu z iyaretleri artıran bir neden de kütüphanemizcli . Cezaevi koşulla rında zengin sayılacak bir kütüphanemiz vardı. Ziyaretçi lerimiz, özellikle Sovyet kaynaklı çevirileri anında görmek ve incelemek istiyorlard ı . Bu konuda o dönem ed indiğim bir izienim beni şaşırtmıştı. Bizim daha çok silahlı işlerle uğraştığını düşündüğümüz bu insanlardan belli bir grubun entel ektüel dü zeyi b izim ortalamamızın ü zerindeydi. Bu arkaclaşlarıınız Asya ve Afrika'daki u lusal kurtuluş hareketlerini ve yayın organlarını yakından izliyor, sosyalist kamptaki ayrılık ve farklılıklar konusunda geniş bilgi sahibi oluyorlardı .
18 1
ZMv!i>u\1 ZiNDAN iÇINDE
Koğuşumuzun ziyaret edilme sebeplerinden b irisi ele cezaevi konusunda bilgi ve malzeme zenginliğimizdi . Cezaevi personeli ve planları hakkında en geniş bilgi bizde toplanmıştı. Çünkü koğuşumuzda, Halkın Kurtuluşu gru b u ndan Sadık Canaslan'ın vurulması davasından tutuklu bulunan Hüseyin Karaca uzun yıllar bu cezaevinde kalmış ve detaylı bir bilgiyle donanmıştı .
Bu nedenle gerek firar planları gerek ceza evine dışarıdan teknik ve gü ven lik malzemeleri sokulması konusunda bir dan ışman gibiydi . B u , bizim diğer gruplarla ilişkil erimizi oluml u etkileyen bir durumdu . Ayrıca bu tip işbirlik leri b a zen z o runlu oluyo rdu
.
Örneğin 1980 yılında Çemberlitaş'ta cezaevi arabasından inerek Kapalı çarşı'ya karışıp fira r eden 17- 18 kişilik bir grup vardı . B u gru p , o gün m a h kemesi olan başka insanların yerine cezaevi arabasına binmişti . D o ğal olarak o gün ma hkemes i olan tutukluların o a raca b inmemeleri ge re k iyo rdu O gün .
mahkemeye gidecek iki tutuklu b izim koğuşumuzclaydı ve bu durum bir gece önceelen bize bildirilmişti . Bizim komünümüzde cezaevine adli nedenlerle girmiş sol eğilimli tutuk
l ular da bulunuyordu . Bunla r arasında yüksek teknik beceriye sahip a rka daşlarımız vardı. Özellikle demir işleme ve wla yap ımı işlerinde uzmanlaşmış Yahya arkadaşımızın malzemeleri tüm dostlarımız içindi . Bay ra mpaşa Cezaevi ndeki koğuşumuz B - 1 bizden önce, tutuklu polis ve '
memurların yattığı bir yerdi . Bu nedenle tüm koğuşların kapıs ın ın aç ı l d ığı ana koridora olan kapı kapatılmış ve ayrı bir giriş oluşturulmuştu . Bu ko
ğuşu tercih etme nedenimiz güvenlikti . Çünkü Hüseyin Karaca arkadaşımı zın bizimle olması Maocu gruplarla günlük çatışmayı kaçınılmaz hale getiriyordu . Başlangıçta güvenlik gerekçesiyle yaptığııtıız bu tercih daha sonra bu kitapta hikayesini okuyacağın ı z tünel için bir avantaja dönüşmüştü . Haziran 1 980 yılında cezaevinden çıktığımda tünel için tüm hazır lı k lar ta mamlanmış, belki de ilk kazma vu ru lmuştu . Koğuş sorumluluğunu Sefa İn celeme a rkadaşım ı za devrederek çıktım. Firarın olmadığı bilgisi d ışında neredeyse 2000 yı lına kadar bu konuyu bilen birisiyle karşılaşıp konuşma olanağım olmadı. Ta ki 2000 yılında, ÖDP içinde Halil'le karşılaşıncaya kadar. O günlerde Halil 'den Bayrampaşa Cezaevi'nde benden sonrasını, tünelin hikayesini ve hazin sonunu , da ha sonra Mamak günlerini d i n i ed i ğim el e bun ların mutlaka yazılması gerektiğini düşündüm. Bu düşünc e nin oluşmasında TÜSTAV çalışmalarına katıl mış olmamın büyük payı olduğun u ifade etmek is terim. Bu düşüncemi Halil'le paylaştım. Sağ olsun. Büyük gayret gösterdi. Yaşamının önemli ve acılı bir dönemini bizlerle pa yl aştı .
HALiL GÜVE� 1 1 9
Halil Güven'e içten teşekkürlerimi sunuyorum. Çünki..'ı b u yazılanları öğ rendiğimcle hem yüreğimde hem de beyninıcle yeni bir yer açıldı. Bizim ku şağımız devrim ve sosyalizm için kendi örgütlü mücadelesini sürdürürken belki de sürecin doğası gereği kendisini dünyanın merkezine koyuyor ve en büyük zorlukl ara karşın mücadele edebilme kararlılığıyla onurlan ıyorclu . Onurumuz bol olsun. Ama bu süreçte yalnız değildik . Bizim dışımızda bir yaşam vardı. Dışarıda mücadele eden, içeride insan kalabilmek için dire nen ve bunu başaranlar va rdı. Bizden farklı düşünen
ve
davranan bu insan
lar için aklımızcia ve yüreğimizde bir yer açmak bizi güçlendirir ve onurlandım diye düşünüyorum. Sevgili arkadaşım Halil Güven, yiireğimizi ve aklımızı büyiittüğün ve bizi onurlandırdığın içi n sağ ol, var ol. Gültekin Uçar Ağustos 2009
GİRİŞ
Annem beni doğumrken çok büyük acılar çektiğini söyler. Komşu ka dınlar, onu kollarından tavana asarak doğum yaptırmışlar. Belki de o yüzden ben asi oldum; annem ise benim çektiğim acıları hep yüreğinde hissetti. Asi ruhumun bana armağ;in ettiği en güzel hediye onca bedel sonrası ka za ndığım özgürlük bilincidir. Haksızlıklara karşı hep asi oldum ve bedelini ödemekten hiç çekinmedim . Elde ettiklerimin değerli olmasının nedeni, öde cliğim bedeldir. 1 2 Eylül öncesi çeşitli cezaevlerinde kaldım . İdamla yargılandım. Bay
rampaşa Cezaevi'ndeyken 45 metrelik bir tünel kazarak özgürlüğümün önün deki engeli aş ri1ak istedim. 1 2 Eyl ül sonrası Mamak Ce?aevi'ndeydim . Akıl almaz yaptırımlar ve iş kenceler gördüm. Yüzlerce kez ölümden döndüm. Çoğu zaman , yaşadığı mm farkında bile değilcl im. Gülmeyi, konuşmayı , hayal etmeyi , yürümeyi unuttum . Etleriın lime l ime edildi, çoğu kez "öldü" diye bıraktılar. Bir met rekarelik yeraltı ölüm hücrelerinde (tabutluklarda) ayl arca tutuldum. Hitler'in temerküz kamplarından farkı yoktu oraların. Nasıl ki Nazi toplama kampla rında bazı deyimler insanların kafasına vurularak ezberletildiyse, Mamak'ta da İ stiklal Marşı, Onuncu Yıl Marşı, Andımız gibi marşlar ve bazı deyimler her gün öldüres iye dövülerek ezberletilmek istendi . Kimliğimizi , kişiliğim izi yok etmek ve bizi tarihe gömmek için yapmadıklarını bırakmadılar. I ra demize ipotek koymak, değederimizi yok etmek ve geleceğimizi elimizden almak için her şeyi yaptılar. Annem bugün 85 yaşında olmasına rağmen, hala beni karşısında görünce gözyaşiarına hakim olama z . Çünkü ben o işkenceleri fiili olarak bedenimde yaşarken o yüreğinde , ruhunda yaşadı. 1 2 Eylül'de 20 yaşındaydım . Şimdi ise 50'ye merdiven dayaclım. Benim ve
22 1
Zi\MAN ZINDAN IÇINDE
benim gibi on binl erce insanın hayatının en güzel 29 yılını çaldılar. 29 yıl! Bir insan ömründe az bir süre değil bu . Hiçbir il açla tedavisi yapı
lamayan , hatırladıkça kanayan , kanaciıkça daha da derinleşen, içinizi kasıp kavuran yarayla 29 yıl yaşamak çok zor. Hele de bu süre içerisinele yaranıza yeni yaralar eklenmişse! ·'zaman en iyi ilaç" diyorlar. Hayır. Zaman da çare bulamıyor bu yaraya. Sizden çalınan bir hayatı hangi güç size geri verebilir ki? ***
Nihayet 1 2 Eyl ül anayasasını yapanların yargılanamayacağını içeren Ana yasa ' nın geçici 1 5 . maddesin in kaldırılması_ gündeme geldi . 29 yıldır kanayan ve bir türlü iyileşmeyen yaralarımızın tedavi yolu açılabilecek mi? Umarım açılır. Vicdansız 12 Eyl ül paşalarına sormak gerekir. Bir kuşağın geleceğini yok ettiniz . İnsanları öldürdünüz . akıl almaz iş kenceler yaptırdınız, acı çektirdiniz, toplumsal gelişmenin önüne set çekti niz . Hem ele tüm bunları ·'vatanseverlik" adına yaptığınızı söylüyorsunuz. Nasıl vatanseverlik bu? 17 yaşındaki Erdal Eren ' i katietmediniz mi?
Rastgele seçtiğiniz 57 kişiyi , aleme ibret olsun d iye idam sehpalarında sallanclırmad ınız mı? Binlerce insanı işkencehanelerde, sokak ortalarında kafalarına, yürekl erine kalleşçe sıktığınız kurşunlada yok etmediniz mi? Yüz binlerce insana, cezaevlerinde baskı
ve
işkence yapmadınız mı?
Seçilmişterin seç.ilmişliklerini i ptal edip, parlamentoyu kapatmacimız mı? Faşist 12 Eylül anayasasını onayiatmak için halka baskı yapmadınız mı? O güzelim anaları cezaevi kapılarında yerlere yatırıp, sürüklemediniz mi? Bu soruların hangisine, '·Hayır biz bunu yapmadık" cevabını verebilirsiniz? Ne yazık ki bu ülkede size yaptıklarınızın hesabını soracak cesur savcılar yok . O cesur savcıları da yok ettiniz. Su çlusunuz. Aradan 29 yıl geçmesine rağmen bazı geceler ıiiyalarımda o işkenceleri yaşarıın. Kan ter içerisinele uyanırım. M ümkün olduğunca annemle göz göze gelmemeye çalışırım. Göz göze gelirsem bilirim ki yüreğim dayanmaz onun
HALi L G ÜVEN 1 23
gözyaşlarına . Dişleriyle dudaklarını parçalar annem' Yaşadığı acıyı duda kla rını parçalayara k "yok edeceğini" sanır. Cuntacılar sevgiye karşı da suç işlediler. Kendi hayatımı İstemekten vazgeçtim, vazgeçtim en güzel yıllarımclan . " Hed iyem olsun" size . . . Ama a nnelere çektirdiklerinizin hesabını vermek zo rundasınız . Sizler bu hesabı öcleyene kadar ben kendimi annelere " borçlu" hissedeceğim . Evet, CLm tacılar yargılanma lıdır. Yal n ı z benim hesap sorma a nl ayışım, " kısasa kısas " değil . Onlar bizim için, "Asnıayalıın da besleyelim mi?" diyordu . Ben onlar için böylesine ahlaksızca bir tekiifte bulunmayacağım. Evet, asmayalım ve besleyelim. Sadece bedenlerini değil, beyinlerin i , yüreklerini ve ruhlarını da besleye lim. Ç ünkü bu canav<_ırlann ihtiyaç duydukları şey sevgidir. Onl ar, sevgisiz lik seli i çerisinde boğuldukl a rı iÇin bize bu kötülükl eri yaptılar. Kamuoyunda 1 2 Eylül'e ilişkin yanlış bir kanı oluşmaya başladı . Sad ece Kenan Evren,
12 Eylül ile özeleş hale getirildi . Evren bu cuntanın başıyclı ama
onunla aynı zihniyete sahip milyonlarca insan vard ı . Elbette ilk o yargılan malıdır ama onun yargıla nması yetm e z . O döneme ait tüm insan hak ve ih lalleri , faili meçhuller, devlet eliyle işlenen cinayetler ve bu kötül üklere hangi gerekçeyle olursa olsun bulaşmış tüm kişiler yargılanmalıdır. Yargılanmalıdır ki Ra kel Dinkin dediği gibi, "bir bebekten bir
katil ya r a
tan si stem " sorgula nabils i n . Bu işkencecilerin sorumlularından birisi o l a n M a m a k Cezaevi Müdürü Raci Tetik, emekli oldukta n sonra İzmir'de yaşanı aya başladı . G a zetecilere verdiği beyanatta " korkusundan uyuyamadığını" söyledi . Şimdi düşünüyo rum da ben , bunca işkenceye rağmen, bugün aynı du rumla karşılaşsam, yine aynı tavrı göstermekten hiç çekinme m . Belki korkarım ama korkuma rağ men doğru olanı yaparım. Ama Ra ci Tetik, bize yaptıklarından dolayı kor karak öldü . Raci Tetik, ne uğruna yaptı bunu? Zaten kıdemli albayd ı . Kurmay olmadığı için, daha yukarılara ç ıkma şansı yoktu . Belki de sadece üstlerinin gözüne girmek için yaptığı o uygulamalar, kendi hayatının son günlerini ecel terl eri dökerek geçirmesine neden oldu . Kurbanla rından bi risi tarafından öl dürü leceğinin kork usuyla yaşadı . Korkmayın bizde n . Biz sizin gibi korkak ve sevgisiz değiliz k i , size baskı ve işkence yapalım. Şunu bilin ki bizim çocuklarımız b izden utanmayacak ama sizin çocuk-
24 1
ZAMAN ZINDAN
İÇI NDE
larınız , torunlarınız sizden utanacak . Bir gün işkence yapanla i şkence göre nin çocuğu-torunu birbirlerine sevgiyle bakarke n , işkence yapanın, ya ni s izin çocuğunuzun-tonı nunuzun içi sızi ayacak Çünkü bugü n aynı duyguları ben yaşıyorum. Ermenilere karşı ya pılan katliamların belgeleri onaya çıktıkça, siyah beyaz bir resimde üstü başı pe rişan bir Ermeni gördükçe yüreğim sızlıyor ve katliamcı bir a tanın torun ları olmaktan utanç duyuyorum. ***
1 2 Eyl ül faşizminin generall eri , ideoloj ilerinin gereğini yerine getirdi. Bir kuşağın geleceğini kararttı . Peki , sol ne yaptı? Ne ya zık ki sol . i deoloj isinin gereğini yerine getirme d iği gibi, teslimiyetçi tavrıyla kendi kadrola rının , sempatizanlarının dünyalarını çöle çevirdi . Çoğu insan Mamak'tan tahliye olduktan sonra uzun yıllar, o korku psi koloj isiyle yaşadı . Kendine ve çevresine güvenini kaybettiği gibi, hiç kim seye güven duyamadı . Kendisiyle yfızleşeınedi , kendini sorgubyamadı . Çünkü gördükleri ve yaşadıklarına karşı i lkeli bir tutum alamadı . Solun bunu yapmaya hakkı yoktu . Ne yazık ki hala bugün sol hareketler geçmişleriyle hesaplaşmaktan uzak duru yor. Çoğu hareketin liderleri , o günlerde i radelerine ipotek koyduğu kadrolarının gelişimini engelledi . Yin e bu !iderler, yaptıkları yanlışlıkların özeleştirisi n i vermedi . Yaşana n travmayı hiç kimse değerlendirnıedi.
:tH'ıla bugün , bu kadroların birçoğu , bu liderlerin iki d udağının arasında çıkacak bir çift söze göre hareket ediyor. İşte sol içerisindeki bu hegemon yayı anlamak h iç mümkün deği l .
1 2 Eyl ül faşizmi, solu, tarihin b i r döneminde h ayarın h e r al::ınından silmek istedi ve bunu büyük ora nda da başardı. Bu kadar başarılı olmalannda, solu n ve solun liderlerini n de b üyük bir payı var. Yani sol o dönemde, sol gibi d avra nama d ı . Sol o dönem, hem içeride
hem de dışarıda kayıptı . Bence solun o dönemde yapması gereke n , emidere itaatsizlikti . Anca k emre itaatsizlik doğrudan bir eylem yarata bilirdi . Ama sol bunu yapmadı veya yapamadı . Bugün sol, o günl erde yaptığı hataların bedelini çok ağır bir şekilde ödü yor.
HALIL G ÜVEN 1 2 5
Tarihin ihtilalci yanlarını değil, ihlalci ya nlarını e l e a lırsak bugünü daha doğıu yaşar, geleceği kurgulamanın ·yol u n u a ç a rız . Eğer engin denizlerde kulaç atmak istiyorsak, suların yükseld iği " a n " ı doğru t esp i t etmeli ve o an gel d iğin d e kendimizi kapıp koyvermenin
cesa
retini göstermel iyiz . Aksi takelirele yaşam yolculuğumuz her zaman sığ su la rda geçmeye mahkumdur. Halil Güven İstanbu l , Ağustos
2009
ANILAR I
Bayrampaşa . . . \Tünele Sıkışan Özgürlük
HALIL G ÜVEN i 29
Yirmi iki yıl , bir insan ömründe az bir süre değil . Yirmi iki yıl önce yaşa dıklarıının birçoğunu ya h atırlamıyor ya da hatırlamak istemiyordum .
Ta
ki
" Orta klar Evi" diye bir mekan açılana kadar. Ortaklar Evi kurucularından bazılarını önceden tan ıyordum ama o eve ilişkin bir bilgim yoktu . Aslında nasıl bir mekan olduğunu çok mera k edi yordum . Kulağa h o ş gelen b i r a d ı vardı : " O rtaklar Evi" . Ö z e l mülkiyetten u z a k . or taklaşma ve dayanışmayı çağrıştırıyor. Gerçekten de öyle miydi? Adı gibi ortak mıydı? Yoksa popülist bir ya klaşım olarak bu�ı benimsenmişti? Bunu öğrenmenin yolu oraya gitme k , o insanlarla ta nışmaktan geçiyordu . Nihayet bir pazar gün ü , kahvaltı bahanesiyle ziya rete gittiğimde, Yirmi iki yıl önce yaşadığım a nıların kapısını aralayan Gültekin'le1 karşılaştım . Yüreğimin derinliklerinde akıl almaz izler bırakan , h a fızamın ulaştiama yacak kuytu bir köşesinde üzeri açılamayacak bir biçimele çelik zırhlarla ka patılmış hatıra larımı, birileri o ma hzenden alıp gün yüzüne çıkarma k i stiyordu . Ben başlangıçta " Bunun kime ne yararı olur ki" diye düşünüyordum ama o kalıvaltı masasındakiler benimle aynı düşüncede değildi. Özellikle Gülte kin, "geçmişte yaşadıklarımızın bugün ve gelecek için önemli olduğunu , o ta rihin sadece yaşayanlara ait olmadığı gibi, toplumsal açıdan çok b üyük önem taşıd ığını ve yaşanmış hiçbir şeyin gizli kalma masını'" öneriyordu . Ortad a doğru veya yanl ış , yaşanan birtakım gerçekler. göze göz , dişe diş veril en bir mücadele vardı . Her tarihsel olayd a ol duğu gibi bizim tarih imizde de insana özgü ne varsa mevcuttu . Ne yazık ki bu mücadeleyi veren adsız-
1. Gültekin Uçar
30 1 ZAMAN
ZINDAN IÇiNDE
ları kimse b ilmediğinden veya ö nemsemedi ğinde n , herkes o döneme ait eksik veya fazla bir şeyler anlatıyor, bu da gerçeklerin bilinmesinin önüne set çekiyordu . Devletin resmi tarihi gib i , solun da resmi bir tarihi vardı ve bu tarihin ger çeklerle uzaktan yakından hiçbir ilişkisi yoktu .
2000 yılında , yazdan kalma , pastırma sıcağı tacimda bir sonbahar günü , incir ağacının altına atılan masa nın etrafında toplanan dost insanları n , soh betten hüzünle karışık bir keyif aldığı gözlenebi liyordu . Her ne kadar yaşa nanlar geçmişte kalmış olsa da geçmiş çoğu nun y ü reğini sızlatmış, iç dünyalarında derin izler bırakmıştı. Zaten görünen oydu ki g ü ndelik hayat koşull arı onları birbirinden koparmış , her birini bir yana savurrnuş olsa da " Ortaklar Evi"nin açı lmasını sağlayan da bu insanların ortak geçınişiydi . Yok edilen binlerce güzel insanı, ıstırap ve acı çektirilen on binlerce ya şamı u n u rrnak kolay değildi . Sen unutsan dahi hayat unuttı.ırrnuyordu! Çeki len acıl ar, hiç beklemediğin bir anda daha dün yaşa nmış gibi gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyordu . İnsan hafızasının bilgisayar gibi geri dö nüşüm kutusu veya çöplük kısmı yoktu ki hoşa gitmeyenleri , beğenmedik lerini çıkartıp atabilsin . Ta bii iş hatırlamakta da kalmıyordu . Doğrusu , dünü hatırlamak ve keııQ i.ı:ıli yüzleşrnek, geleceği daha güzel yaşarnanın yolunu açabili rd i . Yoksa iç dünyandaki fırtınalar, çekilen acıların bin kat fazlasın ı hiç · acımadan sana yaşatabilirdi . Ya kendimle yüzleşecek, kendimi sorgulaya cak ya da bocalayıp dura caktım. Eğer bocalayıp duru rsam ya ben hayatı ıskalayacaktım ya da hayat beni ıskalamak zorunda kalacaktı. Oysa benim b ayatı ıskalamak gibi bir lük süm yoktu . Her şeye rağmen h ayat yaşamaya değerdi. Yaşadığım acıların bı raktığı derin izlere rağmen , o gün keyfimi hiçbir şey bozamazdı . G ü ltekin, yaşa n a n olayların içerisinele aktif bir özne olduğu için, haklı olarak sonuc,;ları bilmek istediği gibi birilerinin bilerek ya da bil meyerek ya nılttığı tarihin gün yüzüne çıkmasını da istiyordu . Zaten içinde yer aldığı vakıf 2 da böyle bir işlevi yeri ne getirm e uğraşı veriyordu . Ne yazık ki bugüne kadar tarihi yapanla r, tarihi yazmaktan u zak durmuş ,
birileri, birilerinin adına tarihi yazmışt ı . Bu durumda ortaya gerçek ta rihten uzak bir olayla r silsilesi çıkıyor d u . Yeni kuşaklar, görmedi kleri , yaşamadık ları ve bilmedikleri olayları, gerçeklikten uzak birilerinin kaleminden öğre-
2. TÜSTAV ( Türkiye Sosyal Tarih Araştırma
Vakfı)
HALIL
GÜVEN i 3 1
niyorlardı. Yazıla nların genç kuşaklar ta rafı ndan referans olarak alınması, yeni yanlışlıkları gündelik hayatın i çe risine ta şımıştı . Referans a lınan yanlış lıklar çoğu yaşamın alt üst olmasına neden oluyord u . Tarihin üçüncü şahıslar tarafında n yazılması bazen öylesine ·'yüce , ulvi ve mistik bir tarih anlayışı" ortaya çıkarıyordu k i b u anbyış da gelecek ku şakl arın çok büyiik yanlışlık yapmasına davetiye çıkarıyordu . Anlatılan kah ramanlıklar, feda karlıklar genç kuşakları öylesine etkil iyordu ki hayatın · her ala nında lider fetişizmi boy gösteriyordu . B a zıları ise günü n koşullarına uygun mücadele yöntemlerini araştırmak yeri ne, geçmişe övgü ler di zerek, nostalji yapıyordu . Özellikle yaratılan ö nder tapıncı, insa nın kendine özgü ya ratıcı özelliğini her zaman yok eder. Ö znelliğini kaybeden insa n , nesneleş meye doğru yel ken açar. N esneleşen varlıklar iktidar için bulunmaz birer malzeme ola rak istenilen şekilde kullanılabilir. Buradaki kullanma kötü bir amaç için olabil eceği gibi, iyi bir amaç için de olabiliyordu . Amaçlar iyi de olsa , öznenin a raç haline gelmes i , her zaman sonucu olumsuzla ştırır. Ne yazık ki çoğu insan bunu ya hiç anlayamıyor veya çok uzun yıllar sonra far kına varabiliyordu . İşin bir boyutu böyleyd i ama bir başka boyutu da tar
yhi yazmak öyle çok
kolay ve basit bir iş değildi . Kurduğum cümleye , kullan d ığım kelimeye , hatta
k
kelime içerisindeki heceye dahi b ü)iik bir özen ve c!r kat gösternıem gere kiyordu . Yazmak çok ciddi bir etkinlikti .
Tüm bunlara rağmen arkadaşlarımın önerisi beni heyecanlandırmıştı. Geç mişimi sorgulamak ve geçmişi mk yüzleşmek istiyordu m . Ancak böyle ya parsam, geçmişimin bugün ve geleceğim aç ısından b ir a nlamı vard ı . Yoksa geçmişi didiklemenin hiç kimseye bir yararı yoktu . Çünkü hayat ne geçmişte ne de gelecekteycli, hayat şimdi ki zama nda yaşan ıyordu . Şimdi yeni bir soruyla karşı karşıya idim . Yazmak ama nereden başlamak? Sadece birtakım tarihsel olaylara değinmem doğru değildi . Tarihsel öznele rin geçmişinden başlamak daha doğru olurdu . Bu insanlar nereden geldi ler, nereye gittiler? Nasıl oldu da birileri gelişen olayların içerisinde d oğru veya yanlış ama hayatın bir yerin ele bu mücadeleye aktif bir şekilele katılırken , bi rileri buna seyirci kalmıştı. Bunun neden ini öğre nmenin yolu da bu öznele rin geçmiş i n i irdelenıekten geç iyordu . Eğe r yaşadıklarımı yazacaksam ve bu yazd ıklarımın bir yara rı olacaksa , çocukluğumdan başlamanın daha doğru olacağını düşünü yordu m . Otuz yed i y ı l öncesini hatırlamak kolay değil a m a h e n önemli olaylan daha dün gibi hatırlıyordum.
32 1
ZA.'v!A.l\i ZINDAN IÇINDE
Ç ocuklugum, fistanım, inadım Yıl 1 964, Kasım ayını n son g ün l eriydi . O yıl, kış önceki yıllara göre çok erken b a s tırm ış , şeker p a nc arı ü re ticile r i , ya ğm u r ve kar ya ğ ışl a rı n da n dolayı ü rü nlerini henüz
toplama fırsatını bu lama m ışla rdı. Uçsuz bu c aksız , geniş bir
ova ü zerine kurulmuş köyün her tarafı beyaz bir çarşaf gibi kar ö rtü s ü y le k a p l a n m ış tı . Bütün lar
bir ova g e l i nl i ği n i giymiş güzel bir genç kız gi bi b eya z
i ç e ris in d eyd i . S erçel er ve sığırcık kuşl a rı sürüler halinde ağa çla r ı n dalia
rına konup kalktıkla rında dallarda biriken karlar savruluyor, b ey a z bir toz bul utu halinde aşağıya doğru s ü z ü l üyo rdu . Yerlerin kada kaplı olması, kuş
ların yem bulmasını bir hayli zorlaştırmıştı . Anlaşılan kuşlar da kışa hazırlık sız yakalanmıştı . Tedirginlikleri ve telaşları , ka rmakarışık cıvıltıl arından belli oluyordu . İ lkba ha r ve yaz aylarında insa nın kan ı n ı k a ynata n , bah:uın yarat tığı yaşam s evinc iyl e d o l u ö tüş le rd e n bir h ayl i farklıydı bu s e sler. Göçmen kuşları g i bi sıcak böl ge l e re uçamadıkları için, k ışın erken
gelmesi onları d a
perişan etmiş, yem bulma umuduyla s ürü l er halinde sağa s ol a doğru telaşla kanatlarını çırparak buzlar, u cu
d o la ş ıyo rla rclı . Kerpiçten yapılmış evl erin oluklarındaki
sivri keskin bir kılıç g ibi aşağıya doğru sa lk ı m saça k sa l l a nm ı ş t ı .
Her evin d a�b irkaç kişi, damlarda biriken karları temizlemek için ola ğa nü s tü çab a lıyo rdu . Hava oldukça soğu ktu . Beş yaşındaydım. Ayakkab ı sız , hacaklarım ç ı rılçıpl a k , sırtıma geçirdiğim ince bir
fistanla , ye rleri n kar ve buzla kaplı olmasına ve suratımı bıçak gibi
kesen dondurucu s o ğuğa aldı rmadan, a nnemin peşinden a ğlaya rak , " Ben de seninle ta rlaya
geleceğim" diye can havliyle ko ştu ruyordu m . Çıplak ve min
nacık ayaklarım karın içinde kaybolurken üzerime giydiğim fistan ancak diz ka p a klarım ı
ö rtüyordu . Annem, havanın çok soğuk o lduğunu , ya lı nay ak , üstü
başı çıplak üşüye c e ği mi , ha sta ol a cağı m ı yalvararak a n latmaya ç a l ı şıyo rdu ama ben ken,
di nlemiyo rdum bile. Annem, bir ya nda n avazı çıktığı kadar b ağı rı r
bir ya nd an d a h ızl a yoluna deva m e d iyordu . Çalışan ı rga tl a n n kahvaltı
sını bir a n önc e ta rl aya u l a ştırm a telaşı i ç i n d eyd i . Annemin bağ ırması na ve yalva rmasına aldırmada n , 1 0 metre kada r gerisi n de ona ye tişm e k i ç i n ade ta ç ırp ı n ıyordu m . Annem, y a l va r mas ını n bi r i ş e ya ra m a clı ğ ı nı görünce elindeki a zı k torbasını yere in d irdi
ve beni dövmek için geriye do ğ ru bir h amle yaptı.
Ben de geri dönerek annemden daha hızlı bir şekilde ters yöne koşmaya baş ladım. Ayakl arım çıplaktı ama annemden daha hızlı koşuyordum. Annem bana
yetişemeyeceğini a n l a m ı şt ı . Çaresizce yere bıraktığı azık tor
basını bıraktığı yerden aldı ve tekrar tarlaya yöneldi. Biraz ürkek biraz da kor k a rak
ben de aynı istikamete doğru adımlarımı sıklaştırdım .
HALiL GÜVEN 1 33
Annem son bir ü mitle bana dönerek, " Halil, babam, gardaş, kurban ohım beni uğraştırma, benimle gelirsen baban seni döver, gel etme eyleme geri dön, akşam erken geliriz" diye yalvarmaya başlad ı a ma ben geri dönme mekte kararlıydım. Gözlerimdeki kararlılığı gören annemin içi sızlıyorclu ama inadım karşı sında yapabileceği hiçbir şey yoktu . Annemin azık götürdüğü tarla, köye 2 kilometre uzaklıktaydı. Tarlaya yak laştığımızcia ba bam beni görünce, anneme bağırıp çağı rmaya başlamıştı. Ya naklarım soğuktan al al , kıpkırmızı kesilmiş , ayaklarım çamur içerisinde kalmış, burnum akınaya başlamıştı . Babam, "Üşüyor musun" diye soruyordu . Soğuktan zangır zangır titrememe rağmen, çatık karakaşlarımı yuka rı doğru kaldırarak üşümediğimi ifade ediyordum. Ellerim ve ayaklarım buz kesmişti ama direnmenin kazandırdığı mutlulukla kendime olan güvenin gururunu taşıyordum. Ne yapacağını şaşıran baba m, etrafta topladığı çalı çırpıyı ateş ledi ve kendi sırtındaki ceketi ele çıkarıp üzerimi sıkıca kapattı . Bira z sonra ellerim ve ayaklarım ısınınca , sıcacık ateşin başında keyfime diyecek yoktLt . Artık ellerim ve ayaklarım üşümüyordu . B ir külhanbeyi edasıyla babamın ceketini omuzlarımclan geriye doğru attım ve tarlada çalışa �a , özellikle de babama büyüdüğümü ispat etmek istercesine ayağa fırla ctlri1. Babam ve eliğer çalışanlar, meraklı gözlerle beni izliyorlarclı. Pancar sökme aletini (dirgen ) yerden zorla kaldırdığım an arkaya doğru sendeledim ama çevik bir hare ketle ke ndimi çabucak toparlaclım. Babam ne yapacağıının farkına varmış , "Hadi bakalım, b i r pancar sökersen s a n a b e ş kuruş vereceğim" diyerek beni kışkırtıyord u . Kendisinelen büyük bir pa rçayı sürüklemeye çalışan karınca gibi, pancar sökme aleti ni taşımakta bir hayli zorlanıyor ve sendeleyerek panca riara doğru yürüyorclum . Dirgeni kaldırmaya çalışırken sırt üstü yere yı.ıvarlanclım. Hiç kimseye çaktırmaclan kendimi hızla topadarken göz ucı.ıyla da babamı süzüyorclum. Babamdan beş kuruşu almaya kararlıydım . Beş kuruş büyük bir para değileli ama yine de bakkalelan üç beş tane cıncık3 şeker alabilirdim . Babam, pancarı sökmeme yardım ederek, cebinden ç ıkardığı beş kuruşu verdiği zaman, ben muharebede zafer kaza nmış bir kumandan edasıyla göğ sümü kabarttım ve gülümseyerek parayı alıp fi stanımın cebine indirdim. Annem, öğleye doğru beni de yanına alarak eve döndüğünele ayaklarını so-
3 . Şeffaf, parlak, jelatine sa rılışınış şeker
34 1
ZAMAN ZiNDAN iÇINDE
ğuktan şişm iş, adım atamaz hale gelmiştim. Sobanın yanına yaklaşarak buz tutmuş ayaklarımı ısırmaya çalışırken, ayaklarımın sızısı sanki canımı alıyordu ama ben ağlamamak için direniyordu m. Ayaklarımın sızısına da ha fazla da yanama dım ve sobanın karşısında baygın bir halde derin bir uykuya daldım .
İki yakamız bir araya gelmiyor Annem, kırk yaşlarında , on çocuk doğurmuş, üç çocuğunu kaybetmiş ol masına rağmen hala çok sağlıklı ve çok güzel görü nüyordu . Gündüzleri tar lada çalışıyor, akşa mları da ev işleriyle ilgileniyordu . Neyse ki büyük a blam evin tüm işlerini elinden geldiğince çekip çeviriyordu . Varlık içerisinde yok luk çekiyorduk. Çok gen iş arazilerimiz olmasına rağmen , bir türlü maddi ola rak kendimizi toparlayamıyor ve annemin deyişiyle ·'iki yakamız bir araya gelmiyordu". Ben erkek çocukların en
? çüğüydüm . Seneye okula başlayacaktım. En
büyük ağabeyim ilçede ortawkulda okuyordu. Ağabeyim halta sonu tatille
l
rinde köye geldiği zaman o n n kitaplarını defterlerin i karıştırır, kalemle ras gele anlamlı ve anlamsız şeyler çizerdi m . Şimdiden oku maya meraklı olduğum söyleniyordu . Seneye okula gideceğim için zorunlu olarak bana ayakkabı ve önlük ala caklardı. Beş yaşına ayak basmıştım ama hen ü z ayağım ayakkabıyla tanış mamıştı . Beş ya şına kadar yaz k ı ş , yağmur çamur demeden sokaklard a , üstüm başım yarı çıplak, yalınayak dolaşmıştım . Yoksul l u ğa v e yoksunluğa rağmen ben hiç de mutsuz değildim . Şeker pancarı, erken gelen kışa rağmen zor bela sökülmüş , babamın he sabına göre yüz elli ton şeker pancarı, şeker fabrikasın a teslim edilmişti . Alı n a n avanslardan, işçi ücretleri ve diğer giderler çıktıktan sonra elimizde avcumuzda pek bir şey kalmamıştı . Yine bu kış da yoksulluk içerisinde ge çecekti . Annem, " ha lcl ı r hamur haldır saç; elim hamur, karnım a ç " diye ser zenişte bulunu yordu . O yıl kış çok çetin geçti ğinden ilkbaharda tarlaların yen iden ekilmesi ge rek i yordu . Baba m, tarlal a rın ye niden ekimi için faiziyle borç para bulmak zorundaydı. Borç para bul mak onun için çok zor değildi çünkü babam bor cuna sadık, verdiği sözü yerine getiren birisi olduğu i<,)n , köyün en güveni lir kişilerindenciL Sağlam müşteriyi seven bankacılar gibi parası olan köylü de borcuna sadık olan adamı çok seviyordu. O yıl baharın gelmesini dört gözle bekliyordum. Bu ba har, artık beni de
HALI L G ÜVEN
1 35
tarlalara götüreceklerdi . Hem erkek çocuğu olmam hem de tarlada çalışmaya başladığım za man bir işe yaradığırnın farkına varacaklan için bana daha fazla önem vereceklerdi . Ama ne hikmetse bu yıl bahar bir türlü gelmek bilmi yo rdu . Yoksulluk içerisinele üstümün başımın çıplak olması, benim dünyamı , çok fazla etkilemiyordu . Yoksulluk, fırkütücü, korkutucu ve çirkineli ama asla utanılacak bir dunım değildi . Ha tta kaybedeceğimiz bir şeyimiz olmadığı için belki ele özgürleştiriciydi yoksulluk. Taşın toprağın sahibi olanların aş ile işin kölesi olduklarını, çok da özgür davranamadıklarını görebil iyordum. Kom şumuz Şeyh Mustafa , ilerlemiş yaşına ve binlerce dönüm tarla sahibi olma sına rağmen hala gece gündüz koştunıp duruyordu . Yoksulduk ama haya l dünyanı çok zengindi . İlkbaha r gelecek, ayağınıın çıplak olmasına aldırmadan kırlarda koşacak, annem-babam, kardeşlerimle çalışıp çabalayacak, a ile bütçesine katkıda bulunacak, kuşları , börtü böcek leri kovalayacaktım. Belki de özgürlüğün o eşsiz güzelim taelma bu bahar daha iyi varacaktım. Nihayet bahar gelmiş, ailenin diğer üyeleriyle birl ikte ta rlaya gidip gel meye başlamıştım . Onlar tarlada çalışı rken ben de su taşıyor, kesilen otları tarla dışına çıkarıyor, hayvanları otlatıyor. iyi kötü birtakım işlere yanyorclum. Tarladan eve döndüğüm zaman yaptığım işlerden dolayı kendimi büyü müş görüyordum. Eh ne de olsa erkektim. Yaz boyunca tüm aile üyeleriyle beraber, her gün en az iki kez, tek giyeceğim elbise olan fistanla , aya kkabı
�
sız olarak tari ayla ev arasında mekik dokuyup durdL m . Ayakkabısız dolaş maktan ayağıının altı öylesine nasır tutmuştu ki a/t ık dikenierin üzerine bassarn dahi ayaklarımın acısını hissetmiyordum. Yalnız bazı za manl ar, ayak tırnakla rım veya parmak uçlarım ta şa çarpar, çok büyü k bir acı duyar. ci ğerlerimin parçatanelığını hissederelim ama canımın yandığını pek kimselere belli etmezdinı. Sanki acımı ba şkalarına göstermeyi "ayıp" sanırdım. Hani, "kan kusar da kızılcık şerberi içtiğini söyler" elerler ya , işte ben ele aynı tavrı takınanlardanelım.
İlk okulum, ilk ayakkahım Bu yıl ilkokula kaydımın yapılması için babam öğretmenle kon uşmuştu . Hem okula gideceğim hem de ilk defa ayakkabı giyeceğim için çok sevin çliydim . Benden bir büyük ağabeyimin ayakkabısından bir numara küçük bir ayakkabının ayağıma olacağını tahmin ediyorlardı . Ağustos ayının son haftasında babam şehre inmişti . O gün geçmek bil m iyordu . Akşam olduğunda ailemin eliğer üyelerini bekl emeden tarla dan tek
36 1 ZAMAN ZiNDAN İ Ç İ KDE
başıma yıldırım hızıyla köye doğru kısrak bir tay gibi koşuyordurn. Ayakkabı heyecanı içimde öylesine bir coşku yaratmıştı ki bıraksalar avcıdan kaçan tavşam yakalardım Tek isteğirn bir an önce köye ulaşmaktı . Doğduğurnda n bu yan a ilk kez aya kkabı giyecektim . Artık taş , toprak, diken, yağmur, çamur hiçbir şey ayağıma zarar veremeyecekti . 2 kilometrelik yol boyu nca hiç dur madan koştum. Nefes netese eve ya klaştığımcb , ba bamın kapıda bir kom şuyla konuştuğunu görü nce sevincime d iyecek yokttı . Babam , beni gördüğünde ben zor nefes alıyordu m . Telaşımı gören babam , "Ayakkabını giy bakalım, ayağına olacak mı" diye soruyordu . Yıldı rım hızıyla eve girdim ve nayl on bir torba içerisine yerleştirilmiş ayakkabıyı torbanın bağını çözerek çıka rdım . Öylesine heyecanlıydım ki her an kalhim dura bilirdi . Lastik ayakkabıyı ayağıma giydiğim zaman mutluluğum tarif edil mezdi . Nasırlaşmış ayaklarımı saran ayakkabıyla kendimi bir kuş gibi hafif hissettim. Sağa sola zıplayıp duru rke n , yüzünıci e ki kıza rıklık h eyecanımı ele
�
veriyordu . D:: ha fazla dayananı a yıp
\>� gibi dışarı fırladım . �öz ucuyla bir
ayakka bıya bır babama ba kıyor, yure
�m bır ayakkabıya sahıp
olma nın se
vinci içi nde coşkuyla atıyordu. Ayakkabıyı komşu çocukl a rına göstermek i<;in çırpınıp duruyordum ama " lanet olsun'' hiç kimse ayakkabımın farkında bile değildi . Evin önünde bir saat boyunca sa ğda n sola , soldan sağa yürüyüp durdu m . Yürürken bir yan dan ayakkabıma bakıyor bir yandan da çevremi gözetliyordum . Lasti k ayak ka hım yeniliğinelen dolayı parlamasına rağmen hiç kimsenin dikkatini çekmiyordu . Evin önünden gelip geçenleri süzerken, ayakkabımın farkına varmayanlara kızıyor, içten içe küfrediyordum. Annem, "Gel içe riye , ayakkabıyı daha giymeelen yırtacaksın" d iye azarla dığı zaman ayakkabı yırtılır korkusuyla hızla içeri girip ayakkabıyı ç ıkardım ve özenle torbasına yerle!;itirdim. Yüreğim her şeye d ayanırdı ama ayakkabı mm yırtılmasına dayana mazdı. Aya kkabıyı torbaya yerleştirirken öylesine hassas davr:mıyordum ki sevgiyle çocuğunu kundaklayan a nneden hiçbir fa rkım yoktu . B::ıbam ayrıca okul önlüğü için siyah kumaş a l mış ve akrabalarımızdan bir kadın , önlüğü dikmeye söz vermi �ti . Daha şimd iden önl üğün hayalini kuru yor, kendimi bulutların üzerinde hissediyorclum. Annem yemek telaşıyla sağa sola koştu rup dururke n , önlüğü ne zaman diktireceklerini sorsam, bunca telaşın i çinde bana kızabil irdi. Bu durumda onu kızdırmak istemiyordu m ama önlüğün hayaliyl e yerimele duramıyor dum. Cesareti mi toparlayarak, a nnemin yanına yaklaştım . Annem soran göz-
HALIL GÜVEN 1 37
lerle bana bakıyordu . Çekinerek, "Önlüğü ne zam an di ktireceğiz " diye sor dum . Annemin, "Birazdan gideriz'' cevabıyla rahatlamıştım ama içimde "Ya gitmezse " kuşkusu vardı . Annem yemekten sonra kumaşı ve beni yanına alarak önl üğü dikecek kadının evine doğru yöneldiği zama n , kalbim sanki yerinden fırlayacaktı . Akı·abamız olan kad ının evinin eşiğine doğru adım attığımızda , ayakkabımı çıka rarak elime aldım. Sıkı sıkıya yapıştığım ayakkabıları yanıma alarak. a n nemin ayaklarının ucuna iliştim. Ayakkabıları büyük bir özenle dizimin üze rine yerleştirirken kadınla göz göze geldiğim an yüzümdeki kızarıklık utancımı ele veriyordu . Ev salı ibi ele ilk defa ayakkabım olduğunu bildiği için sevincimi anlayabiliyordu. Kadın vücut ölçümü büyük bir titizlik göste rerek alırken, sabırsızlıkla önlüğün ne zaman hazır olacağını soruyorclum . Kadın, benimle alay ederek "Seneye biter" diye cevap verdiğinde karakaşla rımı çatarak suratımı astım. Kıçıma tatlı bir şaplak atan kadının ''Asma sura tını, 2 gün sonra hazır'· cevabıyla içimi sevinç kaplamıştı . Birkaç gün sonra önlük hazırdı . Keyfime diyecek yoktu . Artık hem ayak kabtm hem de önlüğü m vardı . Henüz pantol onum, iç çamaşırım ve çorabım yoktu ama yine de çok sevinçliydim . Önlük, vücudumun büyük bir kısmını kapatıyor, sadece dizkapağımdan aşağısı açıkta ka lıyordu . İ ç çamaşırımın ol mamasını çok da önemsemiyordum. Nasıl olsa hiç kimse külotumun olma dığının farkında değildi . Farkında olsalar ne-yazardı ki? Okul açıldığı gün, abiarn ve ağabeyimle beraber okula gitmek için hazır lanmıştım ki annem " Çorba hazır" diye seslendi. Kısa süre içerisinde bütün a ile sofranırı başında hazırd ı . Kaşık sayısı yeterli olmadığı için ağabeyimle ben aynı kaşıkla çorbayı içmek zorundaydık. Kaşık değiştirme usulüyle çor bamızı içtikten sonra okula gitmek için içim içime sığmıyordu . Ağa beyimin peşinden ona yetişebitmek için hızla koşuyordum ama ona yetişmek çok zordu . Okuldaki öğrencilerin çoğunluğunu tanıyordum. Öğ retmenim ve arkadaşlarım, pantolonumun olmadığını görfıyorlardı ama iç çamaşırımın olmadığının fa rkında değillerdi . Epeyce bir süre ele farkına va ramayacaklardı ki yerlerin kada ve buzla kaplı olduğu bir gün öğle paydo sunda arkadaşlarımla koşarak eve gelirken kayıp yere clüşmemle birlikte ayaklarım havalanmı ş, çıplak popomu lanet olası köylü bir kadın görmüştü . Kadının, ''Am anın oğlanın tumanı da yokmuş " diye bağırmasıyl a , arkadaşla rım külotsuz olduğumun farkına varmiştı . Yine de ben bu durumdan utanç cluymuyordum . Yokluğun , yoksulluğun utanılacak bir şey olmadığının farkındaydım. Hem ne diye çıpla klıkta n uta -
38 1 ZAMAN Z INDAN IÇINDE
nacaktım ki? Doğa rken ele çıplak doğmamış mıydım? Zaten doğada insan dı şındaki tüm canlılar çıplak değil miydi? Kadının sözlerine, arkadaşlarımın ba kışlanna aldırmadan aya ğa fırlaclım ve eve doğru tekrar hiçbir şey olmamış gibi hızla koşmaya başladım . Sınıfın en çalışkan öğrencilerinelen birisiydim. Öğretmen çok sert biri ol masına rağmen, ondan korkınuyordum. Çünkü öğretmen, babamın musa hip4 kardeşiydi . O yıl boyunca , kış ya z demeelen pantolonsuz, külotsuz ve çorapsız ola rak okula gidip geldim. Yalnız ara sıra çorap giyme şansım oluyordu . Eğer a nnemden erken kalkarsam annemin diz üstüne kadar çektiği evin tek nay lon çorabını onelan evvel alıp giyercliın . Annem çorapsız kalmasına rağmen bana hiçbir şey söylemezdi . Sınıfın en gözde öğrencilerinden olduğum için arkadaşlarımla aram çok iyiydi. Ara sıra yaramaz çocuklarla kavga etmekten hiç çekinmez, yumruk yumruğa kıyasıya kavga ederdim .
Kiler bugdayla doluyken biz neden aÇtık? Yaz gelmiş , yine a ifemteb'i rlikte tarlad a çalışmaya başlamıştım . Yaz bizim için kışa göre çok daha iyiyd i . Çünkü yazın yakacak derdi olmadığı gibi , üşümeyecek, tarl alarda topladığımız yemlik otunu da yavan yediğimiz ek meğimize karık yapabilecektik. Ayrıca yazın tarlaya ektiğimiz bostanda do. mates, salatalık, biber, soğan, mısır, ayçiçeği de yetiştirebilecektik . Bütün yazı tarlada çalışarak geçirdi m . Bu yaz da kurak geçmiş , ektiğimiz buğdayların hepsi kurumuştu . O kadar çalışmamıza rağmen bir türlü istedi ğimiz hasadı toparlayamıyorduk . Yoksul bir a ilede , dokuz kişinin aşını ek meğini temin etmek çok kolay değildi . Parayla un satın alıp ekmek yapmak ise bir hayli zordu . O yıl yukarı köydeki akrabalarımızdan biri , buğdayını bizim kil ere depo laınış , kileri kilitleyerek anahtarı kendi cebine koymuştu . Babam, bu akra baya evde unumuzun kalmadığını, tüm a ilenin aç olduğunu anlatmış ve yüz kilo buğday borç istemişti . Bu borcu da fasulye hasat olduğu zaman ödeye ceğini söylemiş ama akrabamızın yüz ifadesi birelen değişmişti . "Olmaz, ben prensib imi bozamam" cevabıyla, babam istediğine bin pişman olmuştu . Üs telik bu akrabamız, " sosyal demokrat" olduğunu iddia eden bir öğretmend i . Prensibini bozamayan b u akrabamızın tavrı çocuk yüreğimi öylesine acıı mıştı ki içten içe bu akrabaya karşı büyük bir öfke duymaya başlamıştım. 4.
Alevilerde
yol yolcl:.ışı
HALIL GÜVE N 1 39
Çocuk aklımla insanoğlunun nasıl bu kadar acımasız olduğunu bir türlü anlamıyor ve kendi kendime bu durumu sorgulamaya çalışıyordum. "Neden" diye soruyor ve cevabını bir türlü bulamıyorclum . "Neden kiler buğdayla dolu dururken biz açtık?'' Bu buğday, yemekten başka ne işe yarardı ki? Babam müsa ade etse kilerin kilidini patlatır, ihtiyacımız olan buğdayı bir güzel alır dım. Ama ne mümkün! Babam öylesine katı b ir ahlakçıyclı ki bu düşünceyi ona söylemek dahi onu akıl almaz derecede kızdırırd ı . O
gün evde ekmek yoktu . B ütün a ile, 2 gün boyunca ağızlarına tek bir
lokma koymamıştı . Kendimin değil ama küçük kız kareleşimin aç kalmasına clayanamıyordum. Neyse ki sofra bezi arasında kalan ekmek kırıntıları onu doyurmuştu . Tarladan gelmiş, aç karnına, hiçbir şey yemeelen cloğnıca yatakla rımıza uzanmıştık O zamanlar köy bakkallarında ekmek satılmaclığı için borca ekmek alma şansımız da yoktu . Annemin, babamın gururundan dolayı kom şulardan ödünç almaya da cesaret eclemiyorduk. Gece yarısına doğru babam, bakkaldan borca aldığı b ir kilo bisküviyle , bizim açl ığımızı az da olsa gider nıeye çalışmıştı . Daha önceden bakkala borçlu olan babam, artık bakkaldan da borçla alışveriş yapmaya uta nıyord u . Babamın sıkıntılı halini gören bak kal bu durumun farkına va rmış, '·istediğin kadar buğdayı gel aL sonra öder sin" diyerek babamın imdadına yetişmişti .
.(
Aitemizin faizli borcu gün geçtikçe artıyord u . Faiz oranları öylesilile yük sekti ki yıllık yüzele yüzü geçiyord u . Borç vadesinele ödenmezse faizi de anaparaya ekleniyor, ikinci sene faizin faizini ödemek zorunda kalworduk. Babam sıkın tıdan ne yapacağını bilemiyorclu ama annem hayat karşısında umudunu bir türlü yitirmez, babama dönerek, " Herif, All ah cömert" diyerek sıkıntısını azaltmaya çalışı rdı . Açlık ve sefalet içindeyclik, madem Allah vardı da cömertliğini neden gös termiyordu? Çocuk aklımla var olan duruma baktığımda annemin dediği gibi Allah'ın cömertliğini hiç de göremiyordum. Küçük yaşıma rağmen daha o yıllarda Allah'ın v a rlığını sorgulamaya başla mıştım. Annemin Allah'a ilişkin söyled iği hiçbir sözün gündelik hayatta karşılığı yoktu . Ben duyduklarıma değil , gördüklerime inanıyorclum. Hatta annemin bu kaderciliğinden dolayı ona çok kızıyordum. Üstelik annemin Allah·a ilişkin söylediği sözlerin, çocuk yüreğimde yarattığı içsel korku , beni ben olmaktan da çıkarıyordu .
Tavugun 4 ayağı var Yoksulluğumuza rağmen babam şehre gidenlere Cumh uriyet Gazetesi si-
40 i
ZAJ>IAN
ZINDAN IÇINDE
parişi verir, gaz l ambasının ışığında gazetenin her köşesini okumaya çalı şırdı. Pilli radyosuyla haberleri ve özellikle de Türkiye' nin Sesi Hadyosu ' n u , yapılan parazite rağmen, h i ç kaçırmadan p ü r dikkat dinlerdi . Özellikle Alevi kültürüyle ilgili çok geniş bir kitap serisine sahipt i . Alevi eledelerinin birçoğu köye geldiği zaman evimize uğrar, gece yanlarına kadar karşılıklı bilgi alış verişinde bulunurlardı. Babam sert görünümlü ve d isiplinli biri olmasına rağmen, insani yön ü gelişmiş duygusal birisiydi. Ama erkek egemen kültüre sahipti. Adalet duy gusu güçlü olduğundan köyde herhangi birisine yapılan haksızlığı, kendisine yapılmış gibi hisseder, ona göre tavır a lırdı. Babam sol eğilimliydi. T İ P'in (Türkiye İ şçi Partisi) seçimlere katıldığı dö nemlerde oyunu T İ P'e vermişti . Onun dışında, oyunu o zama nlar sol olarak bildikleri CHP'den yana kullanırdı . O yıllarda bizim köyde , sağ partilere bir tane dahi oy çıkmazdı. Büyü k ağabeyinıle aramızda on sekiz ay vardı . Ben ilkokul ikiye giderken ağabeyim ilkokul üçe gidiyordu . Okulda yt;r darlığından ve öğretmen eksik liğinden dolayı ikinci sınıt1a üçüncü sınıf aynı sınıfi:a , aynı öğretmen tarafın dan okutuluyordu . Bazen öğretmenimiz ağabeyime takılır, " Babana söyle , Halil'e pantolon alsın, yoksa sınıfın önünde senin pantolonunu çıkartır ona giydiririın" diye takılırdı. İ şte bu durum gururumu incitirdi. Öğretınenime içten içe kızardıın . Halbuki ağabeyim de üçüncü sınıfta pantolon sahibi olmuştu . Büyük bir ihtimalle ben de üçüncü sınıfta pantolon sahibi olacaktım. Pa ntolonsuzluk neyse de iç çamaşırsız olmak artık çekilmiyordu . Kışın soğuğunda üşümeye a ldırmıyordum ama kız arkadaşlarım tarafından fark edil irim korkusuyla huzursuz oluyordum. İkinci sınıfta öğretmen , kız öğren cilerle erkek öğrencileri aynı sırada oturtuyordu . Kız arkadaşlarımın külotsuz olduğumun farkına varmaması için çırpınıp duruyorclum . Sırada otururken önl üğünıü iyice bacaklarımın arasına sıkıştırıyor, kendiınce teclbir almaya ça lışıyorclum ama yine de fa rk edilme tehlikesi buzurumu kaçırıyord u . Özel likle öğretmen sözlüye kaldırdığında, başarılı bir öğrenci olmama rağmen renkten renge girer, kızarır, bozarır ve karatahtanın önünde kendimi çıni çıplak hissederd im. Çoğu arkadaşım bu duruma bir anlam veremezdi . Yaşam koşullarının zorluğundan ve büyük bir ihtimalle genlerimden gelen özelliklerden dolayı çok inatçı ve direngen bir yapım vardı. İ natçılığım öy lesine meşhurdu ki herkesin diline düşmüştüm. İ lkokul ikiye giderken, akrabalarımızdan birisinin kızıyla ders çalışıyorum. Kızın babası kıskançlığından dolayı, beni şaşırtmak amacıyla peş peşe sorular
HALIL GÜVEN
1 cj}
soruyordu . Bir soruya yanılgıyla cevap vermemin alay konusu yapılması beni çok kızdırmıştı. Verdiğim yanıtın yanlış olduğunu bildiğim halde cevabımda ısrar ediyordum. Kızın babası, "Tavuğun kaç tane ayağı var" diye soruyordu . Heyecandan şaşırıp ''Dört" diye cevaplamıştun. Adam kahkahayı patiatmıştı ki babam kızgınlıkla , "Tekrar söyle , tavuğun kaç ayağı var" diye bağırdı. Benimle alay eelilmesine dayanamıyor, ''Dört" cevabında ısrar ediyordum . Babam kızgınlıkla kardeşlerime ''Ahırdan bir tavuk alın getirin" diye haykırd ı . Biraz sonra kümesten getirilen tavuk kardeşimin ellerinde odanın içerisin deydi. Babam kızgın gözlerini bana dikerek tekrar soruyordu: "Bak bakalım, ta ' vuğun ayağı kaç taneymiş?'' Ben cevabıında direniyord um: " Dört." Babam öylesi ne sinirlenmişti ki ayağa fırladı, kardeşime "Tavuğu alın, dı şa rı çıkın" diye bağırdı. Başıma gel eceklerin farkına varmıştım. Baba m, kardeşlerim, ben ve tavuk, kapının ön tarafında evimizin önünde akan de renin başında tam tekmil h azır vaziyetteyelik Yerler kada kaplıydı. Dere boylu boyunca buz tutmuştu . Soğuk insanın iliklerine işliyordu . Derenin ortasında su satırının5 girebileceği kadar bir bölfım , kullanım suyu ve hayvanlar için kırılmıştı . Babam, bana tekrar soruyordu : "Bak baka lım, tavuğun kaç ayağı va r?'' Cevabım cleğişmiyordu : " Dört." Babam, öfkeyle burnundan nefes alıp veriyordu . Birden beni ayakla rım dan yakaladı, baş aşağı çevirerek derenin buzu kırılan, "ka ndık" diye tabir edilen yerinden, hırsla buzlu suya batırıp çıkardı . Baş aşağı bu zlu suda şok olmuştum. Saçlarımdan, elbisemden aşağı doğru sular süzülüyordu. Babam tekrar, ''Bak bakalım, tavuğun kaç ayağı var'' diyordu . Dişlerim zangır zangır birbirine vuruyor ve konuşamıyordum ama elimle dört par mağınu h avaya kaldırıyordum. Babam çaresizlik içinde ne yapacağını şaşırmıştı . Öfkeliydi a ma benim akıl almaz inadım yüzünden daha fazla eziyet etmeyi göze ala mıyordu. Direnmem ka rşısında yenilen babam, büyük ağabeyime "Götür bunu , üs tünü çıkar, sobanın karşısında ısıt, yoksa inadı yüzünden geberecek" diyordu. Dişlerim birbirine vuruyor, "tak tak'' diye ses çıkarıyor ve tüm vücuclum h�tla zangır zangır titriyördu .
5.
Bakırdan yapılmış, yakl a şık 10 litrelik su kovası
42 1 ZAMAN Z INDAN I Ç I NDE
Annem, üzerimi çıkarıp beni sobanın karşısına oturttu . Akrabam ız olan adama öylesine bir bakış fırla ttım ki adam hiçbir şey demeden kızını da ala rak hızla evden kaçmak zorunda kaldı . Babam beni cezalandırmanın sıkıntısıyla burnundan soluya rak içeri gir diğinde ben sıcKık yatağın içinde direnmenin ve geri a dım atmamanın key fini yaşıyordum . İ lkokul ikinci sınıfı d a pantolonsu z , iç çamaşırsız v e çorapsız bitirmiş , yaza adım atmıştım . Yazın gelmesine çok seviniyordum . Üstüm başım çıplak olduğu için en azında n yazın ü şü meyecektim. İçim cl ışım sıcacık olacaktı. Bütün kış boyu nca giycliğim ayakkabının topuk kısmı ve yanları yırtılmıştı ama yine ele ayakkabısız olmaktan çok daha iyiydi .
Babamın aksakalı üzerinde kan izleri O
yaz yine ailemle birlikte tarlada pancar çapalamaya gidiyordu m . 1967 yı
lının ha ziran ayının ilk haftalarında bir gün ba bam şehirden un almaya gir mişti. O gün annem, içinde bir sıkıntı olduğunu söyledi . Annem, içi sıziarsa onu kötüye yorumlar, mutlaka kötü bir şey....o l acağına inanırdı. Köyün Gölbaşı mevkisinde imeceye gittiğimiz bir akrabanın tarlasında şeker pancarı çapalı yord uk . Öğleden sonra tarlaya doğn.ı iki genç yakbştı. Gelen gençlerin ak rabalarımızdan b irileri olduğunu fark ettiğimiz zaman hepimizin yüzünü bir korku ve merak kaplamıştı . Annem, telaşta koşarak niçin gelel i klerini sordu. Gelenler, korkacak bir şey olmadığını , bu tarafa gelirken babama rastla dıklarını, babamın şehirden döndüğün ü , bizlerin biraz erken gelmesini iste diğini söylüyordu ama annem bir terslik olduğunu zaten içinin sızlamasından sezinlemişti . Annem, akrabamız olan gençlere yalvarıyor gerçeği öğrenmeye çalışı yordu ama gelenlerin ağzından tek bir kelime dahi almak mümkü·n olmadı . Zaten duygusa l ve sulu göz olan annemin gözünden dolu tanesi gibi yaşlar süzülmeye başlamıştı . Annemin ağıtla karışık gözyaşları, tüm ka rdeşlerimin ve benim ele ağlamama neden olmuştu . Yürüınüyor, adeta kanat takmış uçuyorduk. Yol boyunca annemin göz yaşları h iç dinmedi . Eve yaklaştığımızcia evimizin önünde gördüğümüz ka labalık bizi daha da telaşlandırdı . Annem, çıldırmış gibi elleriyle dizlerini dövüyor, saçını başını yoluyordu . Evden içeri adımımızı attığımızda gördü ğümüz manzara çok ürkütücüyd ü . Babamın yüzü gözü , elleri ayakları , elbi seleri, tüm vücudu kanlar içerisincleydi . Beyaz atlet ü zerinde kurumuş kan izleri kararmaya yü z tutmuştu . Annem, tüm kardeşlerimi dizlerinin dibine
HALIL GÜVEN 1 4 3
AM·
···
27
Haziran 1 967 tarihli
Akşam
··:-,··· · ·--
G a zetesi'nde Elbistan olayl arını anlatan bir
ya zı
yayıınlanm:ıya b:ışladı . İlk günkü yazının fotoğraflarınch ga zeteciye yarabrını Hayd ar
dizisi
gösteren
Güven de yer al ıyor.
�R:e!�M
........ ····•:•w:-.ai11
13
H:ıziran J 967 tari hli
Akşam
..,
·-
Gazetesi' nde Elbistan olaylarının h aberi ya yıınla nmıştı .
toplamış ve ağıtlada hıçkırarak ağlıyordu . Köylülerden biri, "Mahsuni Şerif'in gece konserinden sonr a , Elbistan'da fa şistler tarafından kışkırtılan Sünni k a l a b a l ı ğı n saldırısına uğradıkla rını, canla rını zor kurtardıklarını, polisin ve janelarmanın olaylara müdahale etmediğini, Alevileı-e ait tüm işyerlerinin yakıldığını, gözü dönm üş kalabalığın yakaladık ları tüm Alevileri öldüresiye dövelüklerini korku ve heyecanla anlatıyordu . Ya şımdan beklenmeyen bir tavırla, "Orospu çocukları" diye bağırıp dışa nya fırladım. Yüreğimin sızısı içimi acıtıyordu . Silahsız , savunmasız yaşlı bir
44 1
z,'"';IAN Z INDAN IÇiNDE
insan , sadece Alevi olduğu için, Aleviliğinin ispatı olarak gördükleri pala bı yıklarından dolayı nasıl böylesine acımasızca dövülürdü! Ka pının önünde büyük bir adam gibi kinle ve öfkeyle volta atıp durdum. Babam dövülürken orada özellikle de eli silahlı olmayı ne kadar isterdim. O zaman onlar günlerini görürlerdi! Hemen ertesi gün, köyde eli silah tutan herkes, silahı olanlar silahlarıyla , silahı olmayanla r orak, tırpan, balta , kalıç , bıçak gibi aletleri yanlarına alarak tra ktörlerle şehre inmişler, şehir içinde saatlerce toplu gösteri yapmışlardı . Karşılarında hiçbir güç göremeyince de tekrar köye dönüp , olayl ar konu sunda esas sorumlu gördükleri, Yukarı Yapalak Köyü'nün yolunu kesip olay ların içerisinele gördükleri bazı köylüleri iyice hırpalamışlardı. Sa ldırıya uğrayan babamla bir röportaj yapılmış ve bu röportaj Akşam Gazetesi'nde ya yımlanmıştı . Olaylardan bir ay kadar sonra , TİP köye bir heyet göndermişti . En büyük ablam , İstanbul'da olduğu için üzülmesin diye bu olaydan ha berdar etmemiştik ama ablam gazeteyi görünce çılgına dönmüştü. Tüm bu olaylar benim belleğimde , çocuk yüreğimele büyük bir yer işgal etmiş, baba mı dövenlere karşı büyük bir ötke ve kin beslemeye başlamıştım. Bu olay çok uzun yıllar boyunca iç dünyamda derin izler bıraktı . Yaşamım boyunca babamın ak sakalı ve ak saçı üzerinde kurumuş kan izlerini u nu tamayacaktım. Çocuk yüreğim yine sızlamıştı . Her türlü fiziki yarayı vücut bir yolunu bul up onarıyordu ama yürek yarasını hiçbir ilaç tedavi edemiyordu .
� sızlamaya hazır vaziyette bekliyor ve yaşam devam ettiği sürece ele aklına 1füştükçe insanın canını yakıyordu .
Sanki o yara her zam
Sınıf 3 , pantolon ilk O yıl ilkokul üçüncü sınıfa gidecektim Büyük bir olasılıkla bu yıl pa nto lonum da olacaktı . Tahminim doğru çıkmıştı . Üçüncü sınıfa başlamadan önce siyah bir kadife pantolona sahip olmuştum . Pantolon biraz boldu ama önemli değildi. Kemerim yoktu. Kemer yerine belime ip bağlayarak tutturmak çok kolaydı . Pantolonumdan dolayı artık ellerim ve haca klarım üşümeyecek, hiç kimse külotumun olmadığının farkına varamayacaktı. Ayrıca ellerimi de pan tolcın umun cebinde ısıtabilecektim . Üçüncü sınıfta okurken öğretmenler, sosyal bir faaliyet olarak tüm okulu şehre sinemaya götüreceklerdi. Kardeşlerimle beraber babama yalvararak si nemaya gitmek için izin almıştık . Ablam beşinci sınıfa gittiği için bize göz kulak olaca ktı . Zaten, annemin, babamın olmadığı yerde abiarn bizleri anaç bir tavuk gibi koruyup kollamaktayclı. Şehre vardığımızda ablam kuruyemiş
HALIL
GÜVEN
1 45
almış ve bizler adını dahi bilmediğimiz kuruyemişleri büyük bir zevkle pay Iaşarak yemiştik. Henüz yeni tattığıınız kuruyemişlerin ne güzel de tadı vardı! Yoksulluğa rağmen tüm kardeşlerimin paylaşma duyguları öylesine ge lişmişti ki paylaşınıda hiçbir kardeşim bencillik göstermezdi. Paylaşmak bizim için doğal bir şeydi.
Annemin on birinci çocuğu Üçüncü sınıfa giderl>:en, annem on birinci kardeşime hamileydi . Annem hamileliğine rağmen dağuracağı güne kadar tarlada çalışmaya devam etmişti . Nihayet o gün geldiğinde doğum sancılarını hissederek tarlaya gitmekten son anda vazgeçmiş, komşu kadınların yardımıyla son çocuğunu doğur muşttı . Yeni gelen kardeşim pamuk gibi beyaz. ağzı burnu ufacık, sanki dün yalar gü zeli mini minnacık bir kızdı . Doğum sonrası a nnemin yatağını
� onu
kuşatma altına almıştık. Kardeşlerinıle birlikte bebenin başına -
sevmeye başladık. Annem doğumdan hemen sonra ayağa kalkıp , çocuğu kundaklayarak aynı gün tarlanın yolunu tutmuştu .
Bize karşı sevgisini pek belli etmeyen babam, yeni doğan kardeşime sev gisini daha fazla gösteriyordu . Babamın bu sevgisini kardeşimizin bebekli ğine yaretuğumuz için onu pek ele kıskanınıyorduk .
Bu çocuğu okutun lıkokul son sınıfta öğretmen, babamı okula çağırıp benim mutlaka oku tulmamı istemi ş, "Eğer şartlarınız müsait değilse bırakın ben okutayım" diye bir önericle bulunmuştu . En büyük ağabeyim lise ikinci sınıfta okulu terk eelerek askere girmişti . Bir büyük ağabeyim ortaokul birinci sınıfa gidiyordu . Babam, tüm olumsuz koşullara rağmen beni kendisi akutmaya karar ver mişti . İlkokulu bitirmiş , pekiyi dereceyle cliploınamı almıştım. Hem ortaokula gideceğim hem de iyi kötü bir ceketim, pantolonum olacağı için yine çok se vinçliydim. Babamın peşine takılıp, okul eksiklerini almak için şehre inmiştik . Tanı dık bir man ifatura mağazasında borç h anesine yazılmak koşu luyla, çok fa zla özen göstermeel e n en ucuzundan ceket, pantol on ve gömlek aldığımızda yüreğimde müthiş sevinç vardı . Babamla beraber okula giderek kayıt yap tırclım. Şehirle köyün arası 1 0 kilometre olduğu için, çetin kış koşullarından dolayı zorunlu olarak şehirde kalmamız gerekiyordu . Sıra şehirde kalacağı mız tek odalı kiralık bir ev bulmaya gelmişti . Tanıdıklar vasıtasıyla tek adalı bir ev kiraladık
46 1
ZAMAN Z INDAN I ÇINDE
Bir an önce köye dönüp hazırlıkları yapmamız gerekiyordu . İlk defa a i lemden ayrı kalacaktım. Okula kayıt yaptırmama seviniyordum ama annem den, babamdan ayrılacağım için çok üzülüyordum. Neyse ki büyük ağabeyim yanımdaydı. Tek kat bir yatak, bir tencere, iki kaşık, iki tabak, bulgur, tarhana gibi kışlık kuru yiyecek torbalarıyla şehre doğru yol a çıktık . Çok ü zgündüm, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Benim için yeni bir süreç başlı yordu . Hafta içi okula gidecek, hafta sonlarını da köyde geçirecektik .
Utancı hi çbir örtü örtemez Ortaokula başladım. Yine çok büyük maddi sıkıntılar içerisindeyelik Gün lük cep ha rçlığım olmadığı gibi, akşam yemeklerinde bulgur pilavı, makarna, çorbanın dışında farklı yemek yeme şansımız pek yoktu . Aylardır meyve ye meıniştik; meyveyi ancak manav tezgahlannda görebiliyorclum. Tezgahlarda sere serpe yayılan meyveler beni öylesine kışkırtıyordu ki bir gün üstü ça dırla kapalı manav tezgahından meyve çalmaya karar verdim. Saat gecenin on ikisinele ağabeyime dışarı çıkacağımı söyleyerek evden ayrıldım . Heyecanım donık noktasındaydı . Evimize 1 kilometre uzaklıktaki manav dükkanına , zifiri karanlık ve çamurlu yollardan bata çıka yürüdüm. Cadele üzerindeki manav tezgahları nın hepsi kapanmıştı. Manavın önünclen1 sessizce geçerken, avını gözetleyen bir avcı gibi sağıını solumu dikkatle gö- 1 zetlemeye başladım. Ortalıkta kimse göıünmüyordu . Heyecanıma ve körkuma rağmen dükkan içindeki meyvelerin görüntüsü beni � yapmak için adeta kışkırtıyordu . Cesaretimi topariayıp manava doğru ya klaştıın . Uzaklardan bir araba gürültüsü geliyordu . Aracın farlarını fark ettim ve geriye döndüm. Ara bir sokağa girerek gözden kayboldum. Gü rültü gittikçe azalıyordu . Yeniden manava doğru yöneldiğiın an arabanın iyice uzaklaşlığını gördüm. içimi ürpertiyle karışık bir sevinç duygusu kap ladı . Kararımı vermiştim . Her ne pahasına olursa olsun, bugün doyasıya meyve yiyecek ve evdekilere de götü recektim. Manav şehrin en işlek ana caddelerinden birindeydi. Mevsimin kış olması ve gecenin ilerleyen saati dolayısıyla cadelede in cin top oynuyordu. Manav tez gahına doğru yaklaştım . Kasaların üzerine örtülmüş bez çadırı ucundan tuta rak kaldırdım . Büyük bir özenle kasalara yerleştirilmiş hurmalar orada duruyor, sanki "Al beni, al beni" diye fısıldıyorclu . Karanlıkta dahi hurmaların görün tüsü o kadar güzeldi ki o güzellik karşısında pes etmemek mümkün değil di. Kasa içerisindeki en güzel hurmaları seçerek ceketimin
iç
ve dış ceplerini
tıka basa doldurdum. Sonra ceketin iç cebini delerek asıarın içerisinden aşa-
HALIL GÜVEN i 47
ğıya doğru hurmaları peş peşe bıraktım. İşimi öylesine hızlı ve severek ya pıyordum ki bir anda her yanım hurmayla dolmuştu . Sevincimden havalara uçacaktım. Hurmaların ağırlığından ceket aşağıya doğru sarkıyordu . Birileri nin görmüş olacağı düşüncesiyle oradan uzaklaşıp ara bir sokağa yöneldim. Sokağa ve cadcleye ölüm sessizliği hakimdi . Bir köşeye gizlenerek ma navın bulunduğu caddeyi gözetl iyordum. ıssızlık bir yandan beni korkun.ır ken bir yandan da yaptığım hırsızlığı gizl iyordu . Uzakta n gelen köpek havlamaları gecenin sessizliğini bozarken, uğultular yankılanarak şehrin üze rinde dolaşıyordu . Sokaktan çıktım ve eve doğru yöneldim. 5 metre kadar ötemcle cam gibi parlayan bir çift göz bana bakıyordu . Korkuyla irkildim. Korkunun yarattığı ka rın ağrısıyla kıvranıyordum. Hırsızlık , görünelüğü kadar kolay bir şey de ğildi . Neyse ki parlayan göz, bir kediye aitti . Heyecan ve korkuyla kanşık bir duygu içerisinele ara sokakların çamuruna bata çıka hızla koşuyorcluın eve doğru . Başarmıştım. Adeta uçuyorclum. Eve ulaştığım zaman nefes nefese kalmıştım. Ağabeyim, oda arkadaşım ve arkadaşımın annesi henüz uykuya dalmamıştı . Hurmaları cebimclen çıkarıp onlarla paylaştı mda niutluydum. Hiç kimse hurmaları nereden aldığımı dahi sormuyorcl u .
�
Daha sonraki günlerde ma navdaki meyveleri eve taşımaya devam ettim. Yine bir gece sessizce manava yaklaştım. Çevredeki tezgahlar kapanmıştı . Sadece caclelenin karşı yakasındaki son tezgah açık görünüyordu . Aramızdaki mesafe 1 00 metre civarındaydı. Meyveleri hızla cebinıe doldunıyordunı . Karşı cadeledeki manav olayın farkına va rmıştı . Hızla manavdan uzaklaşmaya çalışıyordum ki manav koşarak yanıma yak laştı . Beni azarlayarak yaptığımın ayıp olduğunu söyledi . Yüzi.im kıpkırmızı olmuş, utancımdan ne söyleyeceğimi bilemiyordum . Beynimete şimşekler ça kıyordu . Cebimdeki tüm meyveleri sokağa fırlatıp eve doğru koşmaya çalı şıyordum ama ayaklarım vi.icudumu taşıyamıyordu . Sanki vücudumdaki tüm kan çekilmiş , yüıiiyecek takarım kalmamıştı . Koşarak eve geldim. S uçüstü yakalanma , psikolojimi alt üst etmişti . Bir an önce uyumak istiyordum . Yatağımı yere sereli m ve kafam dahil tüm vü cudumu yorgan içerisine gizleyerek gözden kaybolmaya çalıştım. Manava yakala nmam hiç akl ırndan çıkmıyor ve bir türlü uyuyamıyordum . Utanıyor dum ve utancımı üstümü örterek unutacağıını sanıyorclum ama gerek
o
gece
gerek daha sonraki günler insan utancını hiçbir örtünün örtemeyeceğinin farkına vardım. Bu olay bana korkunç bir ders olmuş. b ir daha hırsızlık yap nıayacağıma dair kendi kendime söz vermiştim .
48 i
ZAMAN ZiNDAN !ÇiNDE
Alevi olmak Köyümüzün tamamı Alevi'ydi. Köy halkının geçim kaynağı tarım ve kısmi olarak hayvancılıktı . Kapital ist üretim ilişkileri tam olarak egemen değildi ama feodalizm de gittikçe çözülüyordu . Tarım , büyük çoğunlukla teknolojik araçlarla yapılıyor, üretimin büyük çoğunluğu pazara yönelik gel işiyordu . Her ne kadar üretim pazara yönelik olsa da köylü arasındaki sosyal ilişkide ağırlık feodalizmelen yanayclı. Köylü ayakta kalabilmek için ortak nahırr, top lamak, su kanalları açmak, tarım araçlarını değiş tokuş etmek, çevre köylere karşı güvenlik için birlikte hareket etmek ve bunun için de feodal ahlaka uyma k zorundaydı. Ağalığın tasfiye edilmesine rağmen, toplumsal ilişkilerele izlerinin silin mecliğini, topraksız ve az topraklı olanların, toprak sahibi varlıklı ailelerle eşit ilişki sürclüremediği bariz bir şekilde görü leb iliyordu . Yalnız, Alevi kül türünün birlik, beraberlik, dirlik gibi değerlerinin toplum ü zerinde etkisinin hala devam etmesinden dolayı, yoksul ve zengin arasında çok fazla sorun ya şanmıyordu . Fakat topraksızlar veya az topraklıların şehirdışına , özellikle de yurtd ışına çalışmak amacıyla göç etmeleri her geçen gün daha sık görülü yorclu . Göç edenlerin anne, baba veya akrabaları köyele kaldığı için köyle iliş kileri devam ediyordu . Bunlar yıll ık izinlerini köyde geçiriyorlar, çalışma alanlarındaki yaşam biçimlerini, kent ilişkilerini kısmi de olsa kırsal alana ta şıyorlardı. Her ne kadar köy içerisinde kavga gürültü olsa da dışarıya karş ı birlik ve beraberlik esastı. Köyün bağVı olduğu ilçe merkezinin çok büyük çoğunluğu Sünni köken
� �da Alevilere ta raflı bir davranış sergil eniyordu . Köyün hem
liydi . Devlet d irelerinde çalışanların neredeyse tamamı bu kesime men suptu . Bu cluru
Alevi hem de Alevi köyleri içerisinde adı sanı bilinen bir köy olması, köy halkının resmi da irelerdeki işini daha da zorlaştırıyordu. Aleviler üzerinde uygulanan baskı ve sindirme politikalarından dolayı, devlete karşı içsel bir korku , temkinli ve güvensiz bir ya klaşım egemendi. Ötekileştirilmelerinclen dolayı da mevcut iktidariara karşı büyü k bir öfke ve tepki duyuyorlardı .
Bu
güvensizlik, ötke ve tepki , 1 968 kuşağı ve Tİ P ' in
yarattığı devrimci ruhla b irleşince, egemen ideolojiye karşı bir duruş baş göstermişti . Başlangıçta mezhepsel temeldeki karşı duruş, yerini siyasallaş maya doğru bı rakıyordu . Öyle ki 1 970'li yıllara kadar Alevi eledelerinin önderliğinde yapılan cem törenleri , artık gençlik tarafından reddediliyordu . 6.
Büyükbaş hayvan,
sı
ğ ı r sürüsü
HALIL GÜVEN i 49
Hayat kar�ısında donanımsızlıkianna rağmen insanlar kendi geleceklerine sahip çıkmak için alternatifler aramaya başlamıştı. Çocuk yaşıma rağmen yoksulluğun ve sefa letin üzerimde bıraktığı i z , Alevi kimliğimel e n dolayı d a ötekileştirilmenıiz, yavaş yavaş b i r şeylerin bi lincine varmamı sağlıyordu . Arkadaş çevresiyle çok fazla sorunumuz yoktLı . Birbirimize karşı kırıcı olmamaya özen gösterir, karşıtlarımıza karşı birlik ve beraberlik içinde hareket ederdik . Arkada şlık ilişkilerimizde kardeşlik, cla . yanışnıa ve paylaşım temel bir ilke gibiydi .
Solcu olmak Çok kısıtlı imkanlara sahip olduğumuz için hayat bazen bana çok büyük bir ıstırap ve acı verirdi. Şehirde kiraladığımız evin, elektrik ve sl/ giderleri ev sahibine ait olduğu için ev sahibi akşa m saat sekizele elektriğ0 - sercli. Ben « ele sokak lambasının cama vuran ışığıyla gecenin geç saatlerine kadar ders çalışmak zorunda kalırdım. Camın önündeki dol ap kısmına anne karnındaki cenin gibi oturara k sokaktan cama vuran ışıktan faydalanmaya çalışırdım. Başlangıçta ortaokuldaki arkadaşlarımın tamamı Alevi çocuklarıydı. Şe hirde alışverişlerimizi Alevi esnaftan yaparelık Sünniler ele kendi yandaşları
nın haricinele hiçbir esnafla ilişki kurmazclı. Fakat bir süre sonra bazı Sünni çocukları da sol siyasi yelp a zede yer almaya başlamıştı . Çocukluğumu cloya cloya yaşayamamıştım. Ailenin büyüklüğünden dolayı fa rkına bile vanlmayan bir çocuktum. Sol siyasi ilişkilerele sevgi ve karşılıklı saygı temelinde gelişen insani ilişki, kendimi değerli, güçlü ve güven içeri sinde hissetmemin yolunu açmıştı . Solun eşitlik, kardeşlik, özgürlük, herkese iş, herkese aş, hak, hukuk, demokrasi gibi söylemleri karşısında oldukça et kileniyordum. Özellikle babalanmızın ezilmiş, sindirilmiş kişiliklerine ve kiın liksizliklerine tepki duyuyorclu k . Her geçen gün, isyancı bir ruhla dona nıyorclu m . Ortaokulda clerslerim ç o k iyiydi . Kısa süre içerisinele çalışkanlığını öğret menler tarafında fark ediliyordu . Çalışkanlığımdan dolayı arkadaşlarım içe risinde saygın bir yer ecliniyordum . Ortaokulda olmamıza rağmen şimel iden okulda gruplaşmalar, saflaşmalar başlamı�tı . Oyun oynarken , derste , sırada. okul d ışında gezinirken hep kendi düşüneetne yakın birileriyle olmaya özen gösteriyor ve bu duru mda kendimi d aha fazla güven ve huzur içinde hisse diyordum . Tüm arkadaşlarım birbirinin sorunlarına karşı d uya rlı davranıyor, birbirlerine yardım ediyor, dayanışmaya ve paylaşmaya önem veriyorlard ı . İçinde bulunduğumuz koşulla r, birbirimize sıkı sıkıya sarılmamızı gerektiri-
)0 i ZAMA]\; Z iNDAN i Ç i NDE
yord u . Özellikle ötekileştirildiğimizin farkında olduğumuz için, eşitsizliklere, haksızlıklara karşı gün geçtiktc bilinçli bir öfke duyuyorduk. Okulda sol gö rüşlü öğretmeniere uygulanan haskılara karşı imzalar toplayarak, onların ar kasında dizilerek destek veriyorduk. Benim kuşağım, gücün karşısına güçle karşı çıkan, bunu yaparken de gö zünü daldan budaktan esirgemeyen, kendi geleceğinde söz ve karar sahibi olmak isteyen bir kuşaktı. Var olan sistem içerisinde tutunamamış ve tutun durulmamıştık. Hiçbir donanımımız olmadığı gibi kaybedecek hiçbir şeyi miz de yoktu . Bizim gibi gençlere sol , birey olarak var olmamızın, kişilik lerimize ve kimiikierimize sahip çı kma nın yolunu gösteriyordu . Bu yol un zor yol olduğunu görebiliyorduk . Başka bir seçeneğimiz zaten yokt u .
İzmir N amık Kemal Lisesi Okul tatil olmuştu . Karnemi aldım, eşyalarımı köyden tanıdığımız birinin traktörüne yükleelim ve köyün yol unu ruttum. Köye döndüğüm zaman tüm aile tarlada olduğu için kapı kilitliydi. Önceki yıllarda olduğu gibi yine hep beraber tarlada çal ışacağım için mutluydum . Oyu n oynamaya pek zama n bulamadığım gibi, zaten oyun oynamayı da pek sevmiyorclum. Artık sadece gündüzleri değil , bazı günler geceleri de ağabeyimle bera ber, köye 3-4 kilometre uzaklıkta olan tarlalarımızı sulamaya gidiyordum . Gecenin karanlığında a ğabeyimin arkasında küreği taşımak beni oldukça yo rardı . Tarlayı sul a rken, bazı zamanlar su kanallarının öntıne yapılan setin ar kasın da redbir olarak bekletilirdim. S u , seti yıkarsa ağabeyim beni döverdi . Küçiik-Oiduğum için ağabeyime gücü m yetmez, elime ne geçerse ona fırla tırd ım . Kavgalarımız pek uzun sürmez, kısa zamanda tekrar barışırdık. Yoksulluğa rağmen gözüm hiç dışarıda kalmaz, dışarıya karşı büyük bir adam gibi davranırdım . Annemle beraber akrabalarımızın evine gittiğimcle, aç olduğum halde elime tutuşturulmak istenen ekmeği veya herhangi bir yi yeceği a lmak içimden gelmezdi. Büyük ağabeyim askerden sonra polis olmuş , İzmir'de göreve başlamıştı. Ben ise ortaokulu bitirmiş, liseye kayıt yaptırmıştım, Babam maddi imkan sızlıktan dolayı beni ağabeyimin yanına göndermek istiyordu . Elbistan Lisesi' nden kaydımı alarak, nakil işlemini İzmir Namık Kemal Li sesi 'ne yaptırdım. Başlangıçta bu okuldakilere uyum sağlamak ben i oldukça zorluyordu . Namık Kemal Lisesi'nde çok fazla arkadaş edinemeclim. Benelen yaş olarak büyük olan Zenci bir kızla samimi bir arkadaşlığım vardı . Aslında bu arkadaşlık, kızın Zenci olarak ötekileştirilmesinden kaynaklanıyordu .
HALIL GÜVEN
1 51
Namık Kemal Lisesi, İzmir'in en gözde liselerinden biriydi. Zengin ço cuklarının okuduğu , dönemin eğitim seviyesi en yüksek okullarındandı . Bu lisedeki öğrenciler tamamen apoli tikti . Politik olanların büyük çoğunluğu da Ülkücülerdi . Fakat karşılarında solcu öğrenciler olmadığı için kendi halle rindeydiler. Sınıftaki öğrencilerin seviyesi özellikle İngilizce ve matematik derslerinde çok ilerideydi . Onlara yerişebilmek için daha fazla ça lışmak zo rundaydım. Kendimi tamamen derslere vermişti m. Kısa süre içerisinde mahallede epeyce arkadaş edindim. Karşı komşumuzun 12 yaşlarındaki kızı peşimden hiç ayrılmıyordu . Ben bu duruma bir anlam veremiyordum. Kız bana yakın lık cluyuyordu , ben ise ona karşı hiçbir şey hi ssetmiyordum . Kızcağız başka bir komşu kız vasıtasıyla bana mektup yazarak d uygularını açıkl amıştı . Ama ben okuldan başka bir şey düşünmüyordum. Henüz aşkı , sevgiyi düşünecek yaşta olmadığımı anlatıyordum ama kızcağı � da beni anlamıyordt� şılan
gönül ferman dinlemiyordu . Lise bir ve ikiyi ızmir'de okuduktan sonra. ailem, lise ü çüncü sınıfı Elbistan'da okurnama karar vermişti .
Elbistan Lisesi Elbistan Lisesi, her gün sağ-sol çatışmalarının ya şandığı, öğretmenierin de saf1aştığı, karşılıklı olarak güç gösterilerin i n yapıldığı bir okul d u . Artık okul dışında boş zaınanlarımda , Halkevleri , TÖB-DER gibi demokratik kitle örgütlerine gidip gelmeye başlamıştım. Bulunduğum çevrelerele sadece sağ sol çatışması değil, sol fraksiyonlar a rasında da bazen ideolojik bazen de kavgalar düzeyinde çatışmalar yaşanmaya başlamıştı . Sol hareketlerin kavga düzeyindeki çatışmaianna pek bir anlam veremiyordum . Devletin yılla rdır uyguladığı baskı, şiddet ve sindirme politikalarına , sivil faşistterin vuran kıran, yok eden katliamları eklenince, bizim için tek bir yol kalıyordu . Bu baskı, şiddet, sindirme ve katliamlara karşı, ancak ve ancak on ların anladığı dille cevap vermek , dişe di ş göze göz bir mücadeleye girmek ,
zorundaydık. Ama çoğu zaman bırakın onlara cevap vermeyi, can güvenliğimizi dahi sağlamak oldukça zordu . Tüm legal mücadel e alanları, egemen güçler ta ra fından kuşatılıyor, denetim altına alınıyor ve adım atılamaz hale getiriliyordu . 1 4 1 , 1 4 2 , 1 46- 1 . 1 46-2 , 1 46-3 ve daha nice anayasa maddesi, en basit demo
kratik hak mücadelesinin önünü kesmek için sol muhalefetin üzerinde Da mokles'in kılıcı gibi sallanıyordu . Devlet kurumları içerisinde yuvala nan yasadışı örgütlenmelere karşı yasal sınırlar içerisinde mücadele etmenin hiç bir yararı yoktu .
52 1
ZAMAN
ZINDAN IÇINDE
Ö ncü savaşı gerek . . . "Öncü savaşı, silahlı propaganda , politikleşmiş askeri savaş stratejisi" gibi müca dele yönteml erini benimseyenleı·e karşı yakınlık duymaya başlamıştım. Mevcut siyasi d u rumun ö ne çıkardığı hedef1ere göre düşmanın zayıf karnını tespit edip orad an vurarak ses getirmek , a rdında n da ajitasyon ve propa ganda yaparak illegal örgüdenmek gerektiğini söyleyenierin ·'Ma rksist" ol duğuna ina nıyordum . Bu stratejiyle devletin g\."ıcünün kof, boş ve çürük olduğunu gösterebile ceğimizi, askeri yöntemlerle vurarak hem devletin gücünü z ayıflatacağımızı hem ele topluma güven vererek halkı örgütleyebileceğimizi ve sun( dengeyi devlet aleyhine kırabileceğimizi düşünüyorduk . Dıştalanmış, ötekileştirilmiş bir toplumun üyesi olmanın verdiği eziklik, bu ezikliğin yarattığı kişisel güçsüzlük ve kimliksizlik bize iki yol gösteriyordu . Ya
kaderimize boyun eğmek ya da benim gibi düşünen insanlarla beraber,
uğrunda ölüm dahi olsa, yiğitçe, onurlu bir mücadele yüıüterek, daha özgür, daha eşit bir dünya için savaşma k . 1 968 kuşağı, mücadelesiyle egemen ideo lojinin kalıpla rını kısmi olara k kırmış, statükoyu parçalamıştı . Ben ele 1 968 kuşağının yolundan gitmenin daha doğru olduğuna ina nmıştım . Gençtim, enerji ve coşku doluydum. Daha özgür, savaşsız, sömürüsüz, sınıfsız bir dünya yaratmanın yolunun , düşmanla başa baş, dişe diş mücadele ermeden yaratılamaya cağın ı , kurtul uşa kadar savaşmanın devrimci bir görev, bu uğurcia seve seve ölümü göze almanın onurlu bir davranış olduğuna ina nı:yord um. 1975 yılında liseyi bitircl iğim zaman bu duygular içerisindeydim.
Vurduğu yerden ses getirecek silahlı mücadele Liseden sonra ilk yıl ü niversite sınaviarına girmiş fakat ba şarılı olama mıştım. Bir yıl sonra tekrar denemeye karar vermiştim. Ertesi yıl , İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakü ltesi'ni kazanmıştım ama maddi imkansızlıkla r içerisindeyd ik. Okumak için çalışmak zorundaydım İs tanbul'a gelerek okula kaydımı yaptırmış , Pfizer İlaç Fabrikası'nda iş bularak çalışmaya başla mıştım. Okul ta ma men faşistlerin denetimindeydi. Edebiyat fakü ltesinde bırakın solcula rın bir a raya gelmesi, okula gi rmek bile çok zordu . Okula çok fazla gitmiyor, ara sıra uğramakta yetiniyordum . Hem maddi imka nsızlıklar hem de okuldaki negatif durumdan dolayı bir yıl sonra okul dan kaydımı sildirerek fabrikada çalışmayı tercih etmek zorunda kalmıştım.
HALiL G ÜVEN i 5 3
Fabrikada çalıştığım dönemde , sendikal alandaki mücadeleler bana çok pasif geliyordu. Benim kafamda gücün karşısına güçle çıkacak, vurduğu yer den ses getirecek silahlı mücadele vardı .
Acilciler' e sempati 1 978 yılında, THKP-C Acilciler (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephe/Acil ciler) örgütüne sempati duyuyordum . Çevremdeki ilişkilerel e n bu örgüt içe risinde mücadele eden tanıdıktarım vardı. Ara sıra onlarla karşılaştığımda örgüte olan sempatimi belli ediyordum ama hiç kimse benim farkımda bile değildi . Özellikle 1 Mayıs'ta, miting! erde, örgütün kortejinde saf tutmaya baş lamıştım ama henüz örgütsel olarak hiçbir ilişkim yoktu . Gün geçtikçe sa bırsızlanıyor, bir a n önce örgütsel yapı içerisinde yer almak -için -ean ...
atıyordu m. Bu arada Mahir Çayan'ın bütün yazıla rını , Latin Amerika devrimci hare ketlerinin mücadelelerini anlatan, silahlı propaganda , geril l a sava şla rı , hal k savaşlarını içeren kitaplar okumuştum. Zaten zihnimcle önkabul olarak pekişen silahlı mücadeleye olan inan cınıdan dolayı, bu kitapları okudukça inancım daha da pekişiyordu. Artık benim için tek doğru yol , örgütlü silahlı mücadele yoluydu. Devrime giden yolun, politikleşmiş askeri savaş stratejisinden geçeceğine inanıyordum . Bir an önce örgütle ilişkiye girip gerekli politik ve askeri eği timi almak için sabırsızlanıyord u m . Bu düşüncemi önceden tanıdığım ör gütsel ilişki içerisinde olduğunu bildiğim bir arkadaşa a çtığım zaman, arkadaş, benim durumumu gerekli yerlere ileteceğini söyledi . Sevincime di yecek yoktu . Telaşımı ve sabırsızlığımı anlamış olmalılar ki
1 5 gün sonra haber geldi .
Gelen h abere göre "pazartesi günü saat on ikide Beşiktaş'ta Sarıyer dol muş durağı"nda bekleyecektim Gelecek olan arka daş bir kızdı. Elinde Günaydın Gazetesi, önce Yıldız 'a doğru çıkacak, tekrar geri dönüp geçerken onu takip edecektim. Kızın yanına yaklaşıp parola olarak, "Bugün hava ne kadar güzel .. d iyecek, kız da " Evet çok güzel" cevabını verecekti . Haberi aldığım gün çok heyecanlandım ve o gün sabaha kadar uyuya madım. Bu arada fabrikada çalıştığım için izin alınam gerekiyordu . S abah er kenden kalktım, fabrikaya giderek viziteye çıktım ve o gün için izin aklım . Öğleye kadar Beşiktaş'ta dolaşarak zaman geçirecektim ama zaman bir türlü geçmiyorclu . Sabırsızlığıın had satlıadaydı. Nihayet saat on ikiye geliyordu . Sarıyer dolmuş durağına doğnı yiirürken tekrar heyecanlanmaya başlamış-
54 i ZAM.'\ı'i ZINDAN IÇINDE
tım. Çünkü örgüt benim göztirnde çok güçlü , devasa bir yapıydı. İ.şte o de vasa ve güçlü yapıyla bugün tanışacaktım. Gelen geçenleri dikkatle izlemeye başladım . Tam saat on ikide , " Günaydın" yazısı dışarıya katla nmış , sanki b i risine gösterir tarzd a el inde tutan, tahminen yirmi yaşla rı nda, kısa boyl u , çakır gözlü , saçları özenle taranmış, düzgün giyimli, olağanüstü güzel bir kız, du rağın önünden etrafı göz ucuyla süzerek Yıldız yokuşuna doğru yürüyordu . Öylesine narin ve güzeleli ki elikkat çekmemesi imkansızclı . Kız , duraktan geçerken etrafına birisini arıyormuş gibi dikkatle bakıyordu . Kendi kendime " Bu , beklediğim arkadaş olmalı" dedim. K ız 50 metre kadar Yıldız istikame tine yü rüdükten sonra , geldiği yöne dönerek Beşiktaş iskelesine yönelmişti . Kızın peşine takılıp onu dikkatle izlemeye başladım. Kız taki p edildiğinin farkına varınca iyi ce yavaşlaclı . Yanına yaklaşıp, "Bugün hava ne kadar güzel " dedim. O da " Evet, çok güzel" dedi . ·'Merhaba , ben beklediğiniz a rkadaşım" cevabını verirken hala heyecan lıydım. Yan yana yürürken havadan sudan konuştuk. Sahile doğru yürü clük ve uygun bir bank bulup oturduk. İlk konuşan ben oldum. "Handevuyu ayar layan arkadaş birtakım şeyleri anlatmış olmalı" dedim . Kız " evet'' dereesine başını sallıyordu .
THKP-C Acilciler hareketine sempati duyduğumu , öncü savaşı anlayışını benimsediğimi, bu hareketin saflarında mücadeleye katılmak istediğimi dile getirdim . Kız bana sevgiyle bakarak gülümsüyordu. Yirmi dakikalık bir gö rüşmeden sonra ayrılmaya karar verdik. Yeniden görüşmeyi , aynı bul uşmayı organize eden a rka daş vasıta sıyla sağlayacağını belirten kız, ayrılırken "Dik katli..o� n" uyarısında bulunarak iskeleye doğru yürüdü ve gözden kayboldu . Ayrıldıkt'a n sonra sağı solu gözetleel im ve şü pheli bir d urum görmeyince eve dönmeye karar verdim.
Asi ruhumu sıgdıramadığım fabrika Örgütle birebir temasımın ardından fabrikadaki işime devam ediyordum. Fabrikada , ''hapa" denilen, ilaç kutularının ü zerine fiyatların imal ve son kul lanma tarihlerinin baskısının yapıldığı bölümde çalışıyordum. işinıcle başa rılı olduğum için fabrika yetkilileri tarafından el üstünde tutuluyordum . Çalıştığım bölümün üretimde önemli bir yeri olduğundan fazla mesaiye açık bir yerdi . Fazla mesai ücretleri, mesa i saatlerinin iki ve dört katı ücrete tabiydi. Ailemin ihtiyacından dolayı dayana bildiğim kadar, gece gündüz me-
HALlL GÜVEN 1 '5 5
saiye kalıyordum. B a z ı aylar aldığım ücret, asgari ücretin altı-yeeli katrydı . J\llaaş dışında yılda beş maaş tuta rı ikramiye a lıyordum . Çok iyi para kaza n mama rağmen, ülkede gelişen olaylara, yaşanan olumsuzluklara , yapılan hak sızlıklara , katl iamlara seyirci kalmak istemiyordum . Ayrıca da asi ruhum, içimde fırtınalar estiriyordu . Bu rahatsızlıktan kurtulmanın yolunun örgütlü mücadeleye katılmaktan geçtiğini düşünüyordum. Diğer işçilerle çok fazla samimi ilişkim yoktu . Onların d iliyle, davranı şıyla, değer yargılarıyla pek uzlaşamıyordu m . Erkek egemen bir kü ltüre sahip, disiplinli, ahlakçı bir aileele yetiştiğim için karşı cinse yaklaşımırp<la da tutuk ve mesafeli clavranıyordum. Aynı kısımda çalıştığını bir kıza ilgi duymama rağmen a hlakçılığımclan dolayı kıza açılama mıştım. Çünkü kız başkasıyla n işanlıydı . Kız, nişanlısının kendisinden on yaş büyük olduğunu dile getirerek ailesine kızar, başka ça resinin olmadığını söylerdi . Bu durumda dahi kıza duygularımı ifade etme nin ahlaksızlık olduğunu ve hiçbir ahlaka sığmayacağını düşün üyordum.
1 8 yaşındaydım, o zamana kadar hiç sevgilim olmamıştı . Hiçbir kızm elini tutmamış, tertemiz bakir bir erkektiın. Açıkçası bu tür şeylerle zaman öldür meyi çok da doğru bulmuyordum. Benim için tek anlamlı ve tek doğru yol. devrim için savaşmaktı . Çocukluğum, gençliğim, hayarım ertelenebilirdi ama mi.icadele asla erte lenemezdi . " Eşitlik, özgürlük, barış" gibi değerlerin uğruna savaşacağıını söylememe rağmen özgür davranamamak, hayatı ertelemek beni pek rahatsız etmiyordu . Aslında olaylar öylesine hızla gelişiyordu ki kendimi, yaşamımı sorgulaya mıyordum bile . Yani sözde devrimeiyelim ama yaşam biçimim muhafaza kardı.
Doğru olan benim ahiakım Büyük abiamın evinde kalıyor, eşiyle fabrikada aynı kısımda çalışıyor dum. Eniştem, şen şakra k, özellikle kadın işçilerle sıkı fıkı olan, sosyal ola rak gelişmiş birisiycli. Bir gün, eniştemin posta başı kadınla konuşmala rına uzaktan şahit olduğumda tüm dünyam alt üst olmuştu . Posta başı kadının enişteme , ''Seninki izinli gelmiş" dediğinde eniştemin, " B iliyorum, görüştü m ·· cevabını vermesiyle kafamdan aşağıya kaynar sular döküldüğünü sa nmış tım . O anda içimden eniştemi parçalamak geçmişti . Aynı akşa m tüm eşyala rıını toplayarak, diğer abiamın evine yerleştim. Çok duygusal olan abiamın
')6 i ZAMAN ZİNDAN iÇINDE
ağlamalarma dayanamayarak gerçeği anlatmaya karar verdim. Abiama eşin den ayrılmak isterse ona bakabileceğim i anlattım ama abiamın böyle bir ni yeti yoktu . Bana göre ise bu doğru değildi ve doğru olan kendi ahlakınıdı.
"Acilciler" den yavaş gelen haber Örgütle göıi.işmenin üzerinden on g ü n geçmiş, h e n ü z yeni b i r haber gel memişti . ilişkiyi sağlayan arkadaşla görüşerek neden ağır davranıldığını sor dum. Kurye, benimle görüşen arkadaşın şehirdışına çıktığını, dönmesini bek lemekten başka yapacak bir şey olmadığını söyledi . Bu bekleyiş beni kız dırmıştı . B u ne biçim bir örgüttü! Ne kadar ağır aksak davranılıyordu! l-Ialbuki örgütün adı ''Acilciler" değil miydi! Bu kadar ağır davranılması örgütün adına bile yakışmıyordu . Birkaç gün sonra "cumartesi günü saat on birde Maçka Parkı" nda babe rini aldığım zaman sevinmiştim, heyecanıın eskiye oranla a zalmış ama artık kendimi örgüt taraftarı ola rak görmeye başlamıştım bile . Cumartes-i saat on birde 1\tlaçka Parkı'nda buluştuğumuz kız arkadaşla konuşmaya öylesine dal mıştım ki yanımıza yaklaşan Çingene'nin sesiyle i rkildim . Çingene'nin, "Ay ne güzel sevgilin varmış, anam, anam şu gözlere bak, Allah seni sevdiğine bağışlasın, al bakayım sevgiline bir kırmızı gül , ver ba kayım elinizi falımza bakayım" diyen tekerlemelerini duyduğum an yüzüm kızarmaya başlamıştı. Çingene bir türlü u zaklaşmıyor, "Ne güzel de yakışı yorsunuz birbirinize, al bir gül de sevindir ablacığını" diye dil dökmeye devam ed iyord u . Çingene'nin söyledikleri kulağıma çok hoş geliyordu ama o güzel kız, benim için sadece bir '·bacı"ydı . O güzelim kıza, bacıma beslediğim duy guların dışında başka bir duygu beslemem devrime ve devrimcilere "ihanet" '-.!o�m ekti . Tedirginliğimi anlayan kız arkadaş , "Bu kadın bize rahat vermez , had·i kalkalım" diye ikaz ettiğinde huzursuzluğunıu atarak rahatlamıştım. Beşiktaş'a doğru yavaş adımlarla yürürken, a rkadaş, örgütün ''silahlı pro paganda , öncü savaşı, politikleşmiş askeri savaş stratejisini" anlatıyor, ben de ca n kulağıyla dinliyordum . Bundan sonraki buluşrnalanmızı, kitle ilişki sinden7 eski a rkadaş vasıtasıyla değil, ayrılırken kendimiz kararlaştıracaktık. Herhangi bir aksilik olursa eski ilişkiye u laşmak mümkündü . Bir dahaki bu luşmada kız , yeni örgütsel dokümanlar getirecek, birlikte okuyup değerlen7. Örgütün illegal ve riskli eylemlerine bulaşurı l m ayan , demokratik platformda faaliyet
yürüten
kadroları .
HALIL GÜVEN 1 '57
dirmelerde bulu nacaktık B u ndan sonraki buluşmalar için uygun bir eve ih tiyacımız vardı. Buluşma yerini ve saatini kararlaştırıp ayrıldık
Ben o lmazsam fabrikada işler durur Eniştem fabrikadan kendi isteğiyle ayrılmış , aldığı tazminatla ticaret yap maya başlamıştı . Çalıştığım bölümün sorumluluğu geçici olarak bana kal mıştı . Bu durum bana yeni bir "kariyer" sağlamıştı . Fakat çok fazla sürmedi . Askerliğimi yapmamış olduğum için, fabrikanın en e s ki işçilerinde n bir ka dını, çalıştığı rİı böli.imi.in ba ş ı na sorumlu ol arak tayin etmişlerdi. Yeni kısım başkanı olarak tayin edilen kadın, bu bölümele yapılan işlerelen anlamıyor, her organizasyonu benim yapmamı isti yord u . Bu duru mdan ra hatsız olmaya başlam ıştım. Benim anlayışıma göre bu bölümün sorumluluğu benden başkasına verilemezcli. Bölüm şefi olan ka dına işten ayrılacağıını söyledim. Kadıncağız bana yalvarmaya başladı. Eğer istifa gerekçesi kendisi ise bölümelen ayrılabileceğini söylüyordu ama ben düşüncemi açıkça söyleye m iyordum. Ka riyer hasta lığı bana da bulaşmıştı . Adalet duygusuyla hareket ettiğimi sanıyor, bana karşı ''adil'" davranılmadı ğını hissediyorclum . Fabrikadan ayrılırs a m çalıştığım bölümdeki işlerin ak ,
sayacağını düşünerek onları cezalandırmak istiyordum. Fabrikadan ay·rılmaya karar vererek istifa dilekçesi ni yazdım . imalat şefi istifa dilekçemi kabul etmedi. İşimde çok başarılı olduğum için benim gibi bir işçiyi bırakmak istemiyorlardı . istifa dilekçeme bir türlü cevap verilmi yordu ama ben kararlıydım. Nihayet fabrika yetkilileri ısrarlı talebim ü zerine istifamı kabul ederek tazminatımı ödemek zorunda kaldıla r. işten ayrıldığım zama n 1 979 yılının başlarıydı. Tazminatım 45 .000 liraydı. İstersem o parayla bir iş yapabilirdim. Daha sonra bu kararımın yanlış oldu ğu nu n farkına vardım ama iş işten çokta n geçmişti Almış olduğum tazminatla .
iş yapa madığım gibi, birtakım arkadaşlarla birlikte bu parayı kısa süre içeri sinele harcayıp bitirmiştim
.
Bölündük, silahlar karşı tarafta kaldı Bu arada örgütsel faaliyetlerün sadece buluşmalar ve örgütün siyasi an l ayışını kavramak temelinde eğitim s ev iyesinele yürüyordu . Bu durumdan sı kılmış. sadece teorik eğitimin yeterli olmadığını, pratik olarak da kendimi var etmenin gerekliliğine inanmıştım Ben teori ve pratiğin birliğine inanan .
lardandım . Teoride savunulan düşünceler pratiğe uygulanmadığı sürece hiç bir değeri yoktu . Teori, pratiği , pratik de yeni teorileri cloğurmalıydı . Örgütle
58 1
ZAMAN ZINDAN iÇiNDE
fiili olarak altı aydır il işkim olmasına rağmen hiçbir pratik faaliyet içerisinde yer alma mıştım. Örgüt içerisinde bölgesel düzeyde çatışmalar yaşanmaya başlamıştı . An takya bölgesi nde bir grup örgüt üyesi , ha reketi pasifisizmle suçlayarak, ör güte otonom bir yapıyla başkaldırmış ve eylem kararları almışlardı. Bu yeni bir ayrılık de mekti . Bana göre de örgüt pasifist bir çizgi izliyordu . İlk örgüt sel ilişkiyi sağlayan kişiyle irtibat kurduğum zaman o arkadaşın da A ntakya grubuyla h areket ettiğini öğrenmiştim. Ben de onlarla birlikte hareket etme kararındaydım . Arkadaş, " eski sorumluyla il işkiyi kesmememi, eski sorum lumun kafasının biraz ka rışık olduğu nu" söylüyordu . Eski sorumlumla bu luşmalara devam ediyor a ma pratik konusunda herhangi bir adım atılmıyordu . Zaten o dönemde eylem anlamında hiçbir faa liyet yoktu . Nihayet saflaşma netleşmiş, örgüt, "Ha lkın Devrimci Öncüleri" ve "Acilci ler" diye ikiye ayrılmıştı. Benimle ilk ilişki kuran kişi, Halkın Devrimci Ön cüleri saflarında yer almıştı. Yine kitle ilişkisi vasıtasıyla ilişki kurduğüm yen i sorumlum, "örgütün tüm malzemelerinin, Halkın Devrimci Öncüleri'nde kaldığını, İstanbul bölgesinde kendi ellerinde bir tane dahi silah bulunmadığını" belirtiyordu. Arkadaş, "bunun haksızlık olduğunu, bir yolunu bulup o ma lzemeleri onların eli nden almak gerektiğini" dile getirirken , ben de söylediklerini onaylıyorclum . Yeni sorumlum, Halkın Devrimci Öncüleri'ne karşı planını açıklıyordu : Eski sorumlum eliğerlerinin safına geçmişti . Benim onunla irtibatı kesme mem, Acilciler safında yer aldığımı da belli etmemem , onunla görüştüğümcle faş istler ta rafından tehd it eclildiğimi b ahane ederek silah istemem gereki yordu . S ilahı aldıkta n sonra o silahla onların evlerini basıp örgütün diğer si lahlarını ve malzemelerini de onlardan a lacaktık . Ben bu planı hiç sorgulamadan kabul ettim . Örgüt için can verildiğine �öre yalan söylemenin de ayıp bir tarafı yoktlı . Kaldı ki örgütün geleceği belki de bu yalana bağlıydı . "Devrim için her araç meşru '' idi. Çünkü söz ko nusu olan "devrim"di. Yüce bir amaç için kötü de olsa her türlü a raç kulla nılabilirdi . Daha sonraki yaşamımda görecektim ki kötü araçlarla iyi bir amaca hiz met eelilmesi mümkün değildi . O kötü araçlar eninde sonunda amacı da kö tüleştiriyordu . Ama ne yazık ki o sıcak mücadelenin içerisinde bunları benim anlama şansım yoktu . Eski sorumlumla buluştuğum zaman planı uygulamaya başladım. Faşist ler tarafından tehdit eclildiğimi dile getirdim ama eski sonımlum, arkadaşla-
HALIL GÜVEN 1 59
rıyla görüştükten sonra bana haber vereceğini söyledi . Daha sonraki görüş melerde talebimde ısrar edince, sorumlum, " bölge değiştirmemin daha doğru olacağı" önerisini yaptı . Daha fazla dayanamadım ve hareketin pasif bir çizgi izlediğini, teoriele söylenenlerin pratiğe uygulanmaclığını, böyle giderse ha reketin tasfiye olacağını , bunun da ihanetle eşdeğer olduğunu , bu dummcia Acilciler safında yer alacağıını dile getirdim . Kızcağız, acele etmememi , görüşmelere devam etmemizi istiyordu ama ben kararımın kesin olduğunu söyleyerek a rkama dahi bakmadan oradan hızla uzaklaştım . Söylediğim yalan pek bir işe ya?aı� ştı.
Öncü savaşı vereceğiz, kös kös oturmanın alemi yok Yeni sorumlum, gözü pek , becerikti ve atak birisiycli . Örgütün yeni bir atılım yapması gerektiğini, bumın için herkese görev düştüğünü , kısa zaman içerisinde toparlanmayı sağlayacak pratik faaliyetler içerisine girmek gerek tiğini söylüyor, ben ele söylenenl eri onaylıyorclum . Öyle ya kös kös oturma nın alemi yoktu . Madem teoride politikleşmiş askeri sava ş stratejisini savumıyorduk , pratikte ele onun gereğini yerine getirmeliydik. Ne isek o ol malıyclık. Yeni sorumlumla gün aşırı buluşmaya başlamış , onun vasıtasıyla, kod a d larıyla tanıdığım yeni arkadaşla r edin miştim . Yalnız yeni arkadaşların kim ol duğunu, ne iş yaptıklarını, nerede oturduklarını bilmiyordum. Bu arkadaşlarla ilişki, sorumlum vasıtasıyla kurul uyordu . Bir a raya geldiğimizele ya pacağı mız pratik faaliyetlerle ilgili birtakım bilgiler konuşulmaya başlanmıştı . Bu demekti ki yakın bir zaman içerisinde pratik faaliyet içerisinde yer alacaktım . Pratik içerisinde yer almak beni şimdiden heyecanlandırmaya başlamıştı . Yavaş yavaş yapacağımız eylemlerin istihbaratının toplanması için her kese görevler veriliyordu . Yapılacak şeyler, sorumlumuz tarafından söyleni yor, herkese kısmi olarak düşüncesi soruluyordu . Örgüte ve sorumluya güvenimiz sonsuz olduğu için hiçbir şeyi sorgulama gereği duymuyorduk. Tek düşüncemiz verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmekti. Sonu ölü m dahi olsa, yerine getirilemeyecek hiçbir görev yoktu . Hareket içerisinde gö nüllülük esas olduğu için üzerimde hiçbir baskı hissetınediğim gibi, kendimi davaya adamış bir mil itan olarak görüyordum. Yapacağımız eylemin İstihbaratı önceden bir veya birkaç kişi tarafından yapılır, eylemden on, on beş dakika önce bir araya gelinir, gerekli bilgi ve riliı·di . Eylemele kullanılacak silahları topl uca getiren bir kişi, eylemden bir iki dak ika önce silahları dağıtır, eylem gerçekleştikten hemen sonra , eylem
60 i ZAMAN Z INDAN IÇINDE
'
alanına yakın bir yer buluşma alanı olarak seçilirdi . Sila hları getiren kişi, silahl arı toplayara k eylem bölgesinden hızla uzaklaşırd ı . Eylemden hemen sonra herkes kendi bölgesine dönerdi. Polisin bize sorumlumuz dışında ulaş ma sı mümkün değildi. Özellikle randevu öncesi , bul uşacağımız nokta ları dikkatle izler, herhangi bir terslik olmadığına dair daha önce kararlaştırdığı miZ birtakım :;; e kli parolalara dikkat ederdik Eylemler sırasında , birbirimizi koruyup kollamaya alabildiğine özen gösterdiğimiz gibi, riskli bir durum or taya çıktığı zaman birbirimizin önüne adeta siper olu rduk . Bu davranış bir bitimize olan güveni daha da artırırdı. Artık günün yirmi dört saatini , şu veya bu şekilde örgütlü mücadele içe risinde geçirmeye başlamıştım. Kendi adıma hayatta hiçbir beklentim yoktLı . Örgütlü mücadeleye dahil olduktan sonra, bendeki değişiklik çevremdekiler tarafından fark edilmişti . Ablamlar, başıma bir iş getireceğimi sık sık clillen dirmeye başlamışlardı . Eve giriş çıkış saatlerim belli olmadığı gibi, üzerimde veya yatak altlarında gprdükleri silahlar abial arımı korkutuyorclu . i stanbul'a hasta ziyaretine gelen annemin, yatağımın ·altına baktığında gördüğü man zara onu şok etmi:;; t i. Yatağın altında üç tane küçük çapl ı , bir tane büyük otomatik silah gören annem adeta çıldırmıştı . Annem, yalvarır bir tarzda , ·'Babam, gardaş, Allah'tan kork, kuldan utan, kendine acımıyorsan ablana , şu çocuklara acı, onların da başını belaya sokacaksın" diye nasihat eelerken ben kahkahalar atarak ona sarılıp yanaklarına öpücükler konduruyordum.
Ö rgütün yap ısı Örgütte hiyerar:;; i k bir yapılanma mevcuttu . Örgüt sekreteri, genel komite , merkez komite, bölge komitesi, şehir soruml usu , ilçe soruml usu, va rsa ma halle sorumlusu ve sempatizanlar şeklinde bir diziliş vardı . Kararlar en üst ten alınır, bölgelere bildirilir, bölgeler o dönemin siyasi konjonktürüne uygun
e�
eylem ka rarını alırdı . Bu kararların alınmasında kadroların pek fonksiyonu ol mazdı . Merkezi
ara rları alındığı gibi, yerel eylem kararları da alına
bilirdi . Bölgeler her ne kadar merkeze bağlı olsa da otonom bir işieve sahipti . Kadrolar, alınan kara rları her ne pahasına olursa olsun uygulamakla so rumluydu . Yalnız eyleme katılımda alt-üst kadro ayrımı olmazdı . B u katılım örgüt kadrolarının birbirine olan güvenini daha da pekiştirirdi . Zaten kadro lar kendilerini davaya adamış olarak gördükleri için, yerine getirilmeyecek hiçbir görev yoktu . Hiçbir risk onları görevden a l ıkoyamazdı. Mistik bir inançta olduğu gibi, görev bizim için bir ibadet ka dar kutsaldı . Örgütün al dığı kararlar sorgulanmaz, eleştirilmez mutlak doğrular olarak kabul görürdü .
HALI L GÜVEN
1 61
Sadece , sonuç yanlış çıkarsa kısmi olarak eleştiri ve özeleştiri mekanizması çalışırdı. Aynı zamanda "devrim için savaşmayana devrimci denmez"di . Bazen öylesine enteresan olaylar olurdu
ki
biz ele bu du ruma şaşırırdık .
Eylem kara rını alan, eyl emi yapan, eylemin propagandasını ya pan b ilelirileri dağıtan aynı kişi olabil irdi . Bildirilerin dağıtılması bile askeri bir eylem tarzında yapılırdı. Özellikle ge cekondu bölgel erinele yer alan kahvehanelerde bileliri dağıtılırken silahlı iki
�
kişi kapıda nöbet tutar, içeri giren silahlı iki veya ü kişi, bilelirileri masalara dağıtarak çıkardı .
Silahı gören iş ç i , devrime daha hızlı yürüyor Bir gün , Gültepe bölgesinde 1 Mayıs bildirisi dağıtan arkadaşlar, sokak tan geçen bir inşaat işçisine bileliri vermek istiyorlardı. İşçi, bildiriyi alıp iki adım attıktan sonra hiç okumadan yere atmıştı. Buna fena halde kızan bir ar kadaş. silahını çekerek, mermiyi şarjöre sürmüş, işçiye "Kaldır ulan onu ora dan" diye bağırıyordu . İşçi çaresizlik içinde eğilip, çamura batmış bildiriyi alarak çamurunu temizlemişti. Arkadaş, işçilere hitaben yazılmış , " İşçimize" diy e başlay an b ildiriyi , okumasını istiyord u . İşçi kekeleyerek , titrek se
siyle,'' işşşçççimmmiiize" diye okumaya başladığı a n arkadaş, '' kendi sinin işçi olmadığını , ama işçi sınıfının haklı davasına inandığını, onların saflarında mücadele ettiği n i , bu uğurcia ölümü göze alarak savaştığını, bildiriyi yere at manın doğru olmadığını" anlatmıştı . İşçi yalvararak "af cl ilemek" zorunda ka lıyordu . Eh ne de olsa silahlı propagandayı benimsemişlerdi . işçiye hadelini bildirmek, onu devrimin saflarına çekmek gerekiyordu . Silah zoruyla bildi riyi okuyan işçi, sınıf bilincine ulaşmıştı bile . S ilahı gören işçi, devrime doğru daha hızlı, da ha canlı yürüyordu . Yine başka bir gün, Aksaray TÖB-DER lokaline gelen arkadaşlar, "THKP-C Acilciler'clen Halkımıza" başlıklı bilelirileri izinsi z dağıtmaya kalkmışlarclı. O dönem TÖ B-DER'cle örgütlü olan Devrimci Yol hareketinelen biri , "İzin al madan bu bilelirileri burada dağıtamazsınız , çıkın dışarı·' diye uyarınca, si lahlarını çeken iki arkadaş, ada ma "Otur yerine, biz kimseelen izin al mayız'· diyerek adamı söylediklerine bin pişman etmişti. Yani clavamız uğruna ölmeye ve öldürmeye hazırdık DavamiZI haklı ve meşru görüyor, bu dava uğruna ölmenin devrimci bir görev olduğuna ina nıyorduk . B u ina nç bizi cesur, gözü kara ve güçlü kılıyordu . Örgüt ve dava için her şey yapılabilirdi . Günlük yaşantımıza çok fazla
özen
göstermezdik . İyi giyinmek, güzel bir
62 1 ZA,\fAN Z INDAN I Ç I ND E
yemek, bir kızı sevmek , hele de aşık olmak, tatile gitmek gibi şeyler bizim için çok önemli olmadığı gibi, böyle şeyleri düşünme gereği duymazdık bile. Her anımız , her etkinliğimiz ''devrimci değerlerle'' donatılmalıydı . Örgüt her şeyin üzerindeydi. Bir gün parasız ve çok zor durumdayken ve yanımda örgüti.in parası var ken, "örgütün parası harcanmaz" anlayışıyla 5 kilometrelik yol u yürümüştüm.
Devrim yakındı , ben enternasyonalisttim Örgüt içerisinde yoğun bir pratik faaliyetle birl ikte teorik eğitim konu sunda da geri durulmuyordu . Klasikler okunuyor, yorumlar yapılıyor, sık sık teorik tartışmalar yaşa nıyordu . Soru mlu arkadaşa göre, "siyasi" olarak çok geriydik. Yakın zamanda teo rik seviyemizi yükseltmek için seminer çalışmalarına başlanacaktı . Örgütün, siyasi düzeyi yüksek insanl ara ihtiyacı vardı. Bazı zamanlar kendimi mücadelenin havasına öylesine kaptırırdım ki dev rimin kısa zamanda gerçekleşeceğin e inarur, devrimden sonra eğer yaşar sam, diğer ülkelerdeki devrimcilerle birlikte mücadele etmek gerektiği hayalini kurardım . Eh ne de olsa enternasyonalisttim. Enternasyonalizmin gereği olarak da başka ülkelerin devrimine de yardımcı olmak gerekirdi. Ser maye ihracat yapar da devrimciler devrim ihraç edemez miydi? Zaten ülkede de devri mi halk için yapmıyor muyduk? Mücadele konusunda tüm bu anlatılanlar bugün abartılı olarak görülebi lir. Bunların abartılı olmadığ ın ı o zamanı yaşayanlar çok iyi bildiği gibi, mü cadele sırasında verilen kayıplar ise a nlatılanların tanığıdır.
İşveren sendikasını teşhir eyle mi Pratik faaliyet içerisinde epeyce u zmanlaşmıştık Yaptığımız eylemler te reyağından kıl çeker gibi başarıyla yerine getiriliyordu . Örgüt dışındaki ya şamımda çok büyük değişikl ikler olmadığı gibi zaten ben de değişiklik
r
peşinde değildiın.,
1 979 yılının eki ayında , bir işyerindeki greve karşı duyarsız kalan ve lo kavt kararını deste f<: leyen işverenler sendikasının teşhir edilmesi gerekiyordu . İşverenler sendikasının basılmasına karar veril mişti . Galatasaray civarında buluştuğumuzcia beş kişiydik. Haydar ve Cengiz önde , bizler arkada , ara bir sokağa saptık . Cengiz, kapısını açık gördüğü bir apartmandan içeri girdi ğinde biz ele onun peşinden apartmandan içeriye doğru süzüldük. İbrahim, çanta içerisinde getirdiği beş otomatik silahı hızlı bir şekilde bizlere dağıttı . Silahları belimize yerleştirerek apartm andan dışarı çıktık .
HALIL GÜVEN 1 63
Haydar. kendisini takip etmemizi istedi . Haydar önde , bizler ikişer koldan onu izliyorduk. İ şverenler sendikasına geldiğimizde Haydar sakin bir şekilde
kapıya y akl aş tı ve zile bastı . Kısa bir süre sonra uzun boylu biri ka pıyı açtı . Yine Haydar önd e , biz arkasından hı z l a i ç er iye g i rdik . Aniden silahlarımızı çekerek, adama sessiz olmasını , bizi toplantı salonuna götürmesini istedik . Adam korkudan titremeye başlamıştı .
Cengiz, k a p ıyı açan adamın koluna girdi . Adamın t itrr m e s i iyice artmıştı. Süleyman , kapının iç tarafında gözcü ola rak kalırken, Uizler adamın peşin elen topla ntı oda s ın a d oğ ru i l erl iyord u k . Korid orun s ağ ı n d a ve so l u n d a k i odalardan çalışanları silah zoruyla etkisiz hale getirerek toplantı salonunda bir araya getirmiştik . Lokavt ka rarı alınan işyeriyle ilgili tüm dokümanları is tediğimizde sekreter böyle bir dokümanın kendilerinde bulu nmadığını bil d irdi . Tüm dotapiarı sıkı bir a ra mayla gözden geçirdik Sekreter kork u l u gözlerle e l i titreyerek kasayı açtı . B i r miktar para v e sendikal örgütlenmeyle ilgili clokümanı masanın üzerine koydu . Parayı ve evrakları çanraya yerleş tirdik Haydar, " işçi sınıfmın haklı mücadelesine ilişkin" söylev çekiyordu . Söylevin ardında n tü m çalışanları koridortın sonunda bulunan odaya topla dık . i şvereniere hitaben yazılmış bildiriyi masaya bıraka rak , içeridekilerin hepsini yere yatırclığımızda insanların çoğu korkudan titriyordu . Tüm personel yüzükoyun yere k a p a kl a nmı ş tı C eng iz ve diğer ark a d a ş .
lar dış kapıya doğru yönelirken ben, personelin yanında kaldım . Tavırlanın çok sertti . Ayağa kalkmamaları , kapıyı a ç m a maları kapıyı açarlarsa havaya .
uçacakları uyarısını yaptım . Kapıya bomba süsü verilmi.';i kesekağıdı içeri sinde bir top kağıt parçası bıraktım ve kapıyı kapatarak el iğer arka daşların pe şinden
sokağa
fırlaclım.
Tekrar
ara
bir so k ağ a
saparak
elden
ele
dolaştırdığımız pazar ça ntasına silahları yerle.';itirdik. İ brah im torbayı alarak olay bölgesinden herkesten önce uzaklaşmıŞtı . Dört arkadaş, İstiklal Caclde
si'nde vitriniere bakarak, birbirimizle sarmaş dolaş şakaht.';iarak Tak s i m e '
doğru ilerliyorduk . Haydar, sırasıyla önümüzdeki günleri n randevu saatle rini ve yerlerini ayarlamaya çalışıyordu .
Taksime geldiğimizde arkadaşlarla vedataşarak a yrı l dı m .
Ö rgütte yeni ilişkilerim Haydar, ertesi gün beni gecekondu bölgesinde yeni arkadaşl arla tanıştı racaktı . Haydar ile Kadıköy'de iskelede b u lu ştu m 1 Mayıs Mahallesi'ne giclecek .
tik . Minibüste, işverenler sendikası baskınıyla ilgili sohbet ettik . Basın olaya
64 i ZAMAN ZINDAN IÇINDE
çok fazla yer vermemi�ti . Göztepe sapağı civarına geldiğimizde yolun ekip tarafında kesitdiğini gördüm. Baydar' ın tedirginliği yüzünden okunuyordu . Bir tehlike olduğunu sezinledim ve H aydar'a dönerek tehlikenin ne oldu ğunu sordum. Haydar, üzerinde silah bulunduğunu kulağıma fısıldadı ve si lahın kabzasını kazağın al tından sağ eliyle kavrayarak paltasunun cebine yerle�tirdi. Elini paltosunun cebine sokarak çatışmaya hazır bir pozisyon aldı . Eğer minibüs durdurulur ve ara maya kalkarlarsa ateş ederek kaçmaya çalı �acaktı . Benim üzerim boş olduğu için çatışma içerisinde yer almayacaktım . Haydar'ın eli hala cebindeydi. Onun adımı kaygılanıyordum. Eğer çatışma çıkarsa, Baydar'ı vururlarsa , yapabileceğim hiçbir şey yoktı.ı . Beynim, öylesi ne kötü senaryolar üretiyordu ki iyice korkmaya başladım. Polislerin aracı durdurarak ara maya başladığı, Haydar'ın silahı çekerek ateş ettiği, dışarıdaki sivil giyimli bir polisin otomatik silahla onu tarayıp öldür düğü gibi senaryoları beynimde canlandırmaya başlamıştım Sanki bütün vü cudum ateşler içerisinele yanıyordu . Eğer Haydar vurulı.ırsa onu orada nasıl bırakıp da gidecektim! Hayel i bırakıp gittim, ondan sonra o olayın hatırasıyla nasıl yaşardım! Değer verdiğin, saygı cluycluğun insan gözünün önünde öl dürülecek, sen de arkanı dönüp gideceksin . Hayır, böyle bir şeyi asla yapa mazdım . Haya l görmeye başlamış ve gördüğüm hayal ler beni iyice korkutmuştu . Hayda r'a döndüm, silahı bana verme önerisinele bulundum . Haydar kesin bir ifadeyle "Olmaz öyle şey" diyerek önerimi reddetti . Mini büs ekip otosı.ına doğru yaklaşıyorclu . Her ikimiz de nefes alamaz hale gelmiştik. Yüzümüze ölümün soğukluğu çökmü;m:.i . Eğer çatışma çıkarsa hiç kurtulma �ansımız yoktu . Bulunduğu muz alan çatışma için hiç de uygun değildi . Minibüs ekip otosuna iyice yak laşmıştı . Önümüzde sadece iki ta ne araç vardı . Sıra bizim araca geldi. Her an silahlar patlayabilirdi. Araç iyice yavaşlamı�tı . Tam polisle-rin önünde frene basılmıştı ki polislerden bir tanesi "Devam et" işareti yaptı. Rahat bir nefes al mıştım. ı
Mayıs J\İ ahallesi "E Bölgesi"nde bir evin kapısını çaldık . Kapıyı on sekiz
yaşlarınd }
� r genç açtı . Epey bir sohbetten sonra Haydar, bundan sonra on
larla ili�kiyi benim sağlayacağıını söyleyerek ileriki günleric ilgili bul u �ma takvimini ayarlamamızı söyled i . Ben genci dışa rı çağırarak 2 gün sonraya , Ümraniye'de buluşma yerini ve saatini kararlaştırclım. Sonra oradan ayrılclık . I
Mayıs 77'nin hesabını sorduk
Hayda r, yolda
ı
Mayıs katliamının hesabı nın sorulması gerektiğini, bu
HALIL G ÜVEN 1 65
katliamla ilgili ilk ateş açılan yerin İntercontinental Oteli olduğunun bilindi ğini , katliamın bu otelden idare edildiğini , buranın sahibi otelcilik şirketinin haberi olmaksızın buranın kullanılamayacağını söyledi . Şirketin müdürünün , aynı zamanda yedi ya bancı şirketin Türkiye temsilcisi olduğu biliniyordu . Otel daha önce örgüt tarafından Kalaşnikollarla taranmıştı. Daha büyük bir eylem yapılmalıydı . Yeni eylemin İstihbaratı hazırdı . Uygun bir zamanda harekete geçilecekti. Haydar bu eylemin aynı zamanda sansa syonel bir eylem !olacağını ve kri tik bir bölgede gerçekleştirileceğini anlatırken ben can ku � ğıyla dinliyor dum. Minibüse binerek kaldığım eve doğru yöneldiğimizel e her ikimizin de yüzünde görevimizi yerine getirmenin mutluluğu vardı. Bir hafta sonra bu luşa c:ağımız yeri ve saati ka rarlaşura rak ayrıldık Bir hafta sonra saat ikide , Taksim'de buluştuk. Ekipteki diğer arkadaşlar da Haydar'ın yanındaydı. Beyoğlu'nun arka sokaklarında bir kahvehaneye gi derek bir masaya oturduk. Haydar, daha önce ba hsettiği bir eylemin istih baratının geldiğini, bu akşam harekete geçeceğim izi, akşam saat sekizele Taksim'de bul uşacağımızı, saatlerimizi dakikası dakikasına ayarlamamızı söy leyerek , İ brahim ile beraber kahvehaneden uzaklaştı. Yapılacak eylemin ne olduğuna dair bir bilgimiz yoktu . Konuşmadan du ramayan ve oldukça meraklı biri olan Süleyman , akşa mki eylem hakkında bizlerin bir şey bilip bilmediğini soruyordu ama cevabını biz de bilmiyorduk : Akşa m buluşacağımız saate epey bir zaman vardı . Ekipteki diğer arka daşlarla tanışalı iki ay kadar bir zaman olmuştu . Aynı örgüt içerisinde yer alınış olmamıza rağmen, birbirimizi çok iyi tanımadığımız için birbirimize çok fazla samimi davran amıyorduk . "Akşam buluşmak üzere" diyerek ayrıl dığımızcia henüz saat öğleden sonra üç civarındaydı. O çevreele gideceğim bir yer olmadığı için Taksim, Beşiktaş ve Kabataş'ta dolaşarak zaman geçir meye karar verelim. Taksim'den Dolmabahçe'ye oradan da Yıldız Parkı'na yürüdüm. Yıldız Parkı'nelan içeriye doğru süzülürken. kuş cıvıltıları her yanı sarmıştı . Sevgililer el ele, sarmaş dolaş hayatın keyfini çıkarıyorlarclı. Ça lılar arasında bir hışırtı duydum ve hışırtı gelen tarafa baktığımda bir ka dınla bir erkeğin şehvetle öpüştüklerini gördüm; utanarak oradan hızla u zak laştım. Vücudumu hoş bir sıcaklık kaplamıştı. B ir an için karşı cinsle böylesine öpüşmenin nasıl bir duygu olduğunu dü şünmeye ba şladım . Böyle çalılar arasında öpüşınek bana göre ayıptı . Ayıp şeyleri yapmak ise bir " zaaft:ı''. Devrimciler böyle şeyleri yapmamalıydı . İki saat boyunca pa rkta dolaşıp durdum. Zaman bir türlü geçmiyordu.
66 1 ZAMAN ZI NDAN !ÇINDE
Ortaköy sa hiline gitmek için parktan çıktığıında saat altıya geliyordu . Epeyce bir zamanı da Ortaköy sahilinde geçirclim . Buluşma saatimiz yakla şıyorclu . Otobüs durağına yürüdüm ve Taksim otobüsünü beklerneye başla dım. Beş dakika sonra otobüs geleli . S aat sekize doğru buluşacağımız yere doğru yaklaştığımda iki arkadaşın orada beklediğini gördüm . Tam saat se kizde Haydar buluşma yerine doğru geliyordu . İbrahim henüz gelmemişti . Haydar, göz işa reti yaparak kendisini takip etmemizi istiyord u . Elmadağ istikametine yönel diğimizele İbrahim'in elinele bir çantayla bizleri takip etti ğini gördüm. İbrahim !�ızlı a dımlarla bizi geçerek ara bir sokağa saptı. Biz ler de onu takip ediyorduk . İbrahim sessiz ve sakin bir köşeele bizi bekl iyordu . Haydar, ona yaklaşarak çantayı elinden aldı. Kendi silahını ka ranlık bir köşede beline koydu ve çantayı bana uzattı . Sırayla silahları çan tadan çıka rta rak belimize yerleştirdi k . Beş arkadaş hemen bir çember oluşturduk. Hayda r, eylem planını hızla anlatmaya başladı. Eylem bir apartmanda ger çekleştirilecekti ve apartma n Elmadağ'daydı . Apartman kapısını , kapıcının zil ini çalarak açtıracaktık . Kapıcı etkisiz hale getiriJelikten sonra , kendi oda sında denetim a ltına alınacaktı . Cezalanclırılacak kişinin hangi katta oturduğu kapıcıdan öğrenilecekti . Ben, Cengiz ve Süleyman kapıcı dairesinde kala cak, Haydar ve İbrahim infaz eylemini gerçekleştirecekti. Eylemi gerçekleş tird ikten sonra , bizlere haber verecekler ve hızla olay bölgesini terk e decektik. Haydar eylem planını anlatırken oldukça heyecanl ıydı. Haydar ve İbrahim yan yana önden yüıiirken, bizler de birkaç adım ge riden onları takip ediyorduk. Elmadağ' a geldiğimizde yolun sağındaki apart manlara yöneldik . Apartmanın kapısına yaklaştığımızcia İbrahim ele bizim yanımıza geld i . Saat sekiz buçuğa geliyordu . Hayda r, apartmana yaklaşırken adımlarını sıklaştırmıştı. Kapıyı çaldığında biz 10 metre kadar geride onu gö
�) � üç dakika sonra kırk beş yaşlarında , i ri yarı bir adam kapıyı açtı . Diğer
zetliyorduk. Haydar, kapıyı ısrarla çalmasına rağmen kapı bir türlü açılmı yor u Kapının açılmama sı hepimizi tedirgin etmişti.
arkadaşlara dönerek "Kapıcı bu olmalı" d iye fısılcladım . Yanılmamıştım , ka
pıyı açan apartmanın kapıcısıydı . Kapıcı, kapıyı açtığında Haydar silahını çe kerek kapıcıyı içeri ye doğru sert bir şekilele iteklecli . Kapıcı, kendisinden beklenmeyen çevik bir hareketle H aydar'ın üzerine clogru a ni bir ha mle yaptı . Haydar'ın elindeki silahı almak için var gücüyle boğuşan kapıcı bizi şaşkına çevirmi şti . Böyle bir tepkiyle karşılaşacağımız hesapta yoktu . Hazır lıksız yakalanan Haydar'ın kapıcıyı etkisizleştirmekte bir hayli zorlandığı gö-
HALIL
GÜVEN i 67
rülüyordu . Neredeyse kapıcı, Haydar·ın elindeki silahı alacaktı. Kısa bir şaşkınlığın a rdından hep birlikte yıldırım hızıyla kapıdan içeri daldık ve kapıcıyı kollarından yakalayarak etkisiz hale getirdik . Kapıcı hala direniyordu. O esnada silah kullanma şansımız yoktu . Eğer silah kullanırsak yapacağımız eylem kesin olarak başarısızlıkla sonuçlanacaktı . Süleyman, si lahın ka bzasıyla , kapıcının kafasına sert bir darbe indirdi . Kapıc ı işin ciddi yetinin farkına varmıştı . Kapıcıy ı sürükleyerek kendi dairesine soktuk. Bu kez d�kapıcının on sekiz yaşlarındaki kızı "Babamı bırakın" diye bağırıyordu . Kapıcının eliğer çocukları küçük olduğu için hiçbir tepki vermiyorlarclı. Kapıcıyı ve kızını sa kinleştirmek kolay değildi . Oldukça sinidenen Hayda r, merıniyi şarjöre sürdü ve kapıcının alnına silahı dayadı. Eğer problem çıkarmaya devam ederse te tiği çekmek zorunda kalacağını sert bir elille izah etti . Bu kez kapıcı korku cla n titriyordu . Kız ve babası nihayet sakinleşmişti. Haydar sert bir dille , "Reşat Aksan 'ın kaç ımmarada oturduğunu" sordu . Kapıcı, "Reşat Bey evde yok, hem evde dahi olsa ta nımadıkları kişiye ka p ıyı açmazlar" cevabını verdi . Haydar, "O bizim sorunumuz, sen hangi dai reele oturduğun u söyle'· diye ısrar edince, kapıcı, Reşat Aksan'ın beşinci katta oturduğunu söyleyerek, " Ben de sizinle beraber geleceğim" d iye ayaklandı . Haydar'ın iyice sinidendiği görül üyordu . Tavrını sertleştirmekten başka çare göremeyen Haydar, onu itekleyerek çocuklarının yanına otu rttu . Kız yine , "Babamı bırakın" diye bağırıyordu . Kapıcı tekrar ayaklandı . Bu kez de ben, silahın kabzasıyla vurarak onu clivanın üzerine yıkınıştım. Kapıcı, ka pıyı aç tığı için apartman sakinlerinin kendisini cezalandıracağını, işten çıkartılaca ğını söyleyerek duygu söm ürüsü yapıyordu . Haydar, İbrahim ile beraber üst kata çıktı. Biz kapıcı odasındaydık. Kapıcı olayın şokunu hala atlatamamıştı . Meraklı ve soran gözlerle bizleri izliyordu . Oda içerisinde gerginlik had safhaya çıkmıştı . Bizlerle boğuşmaktan bitkin düşen kapıcının nefes alıp vermesinin dışında hiç kimseden çıt çıkmıyordu . Bir ara kapıcı ayağa kalkmak için doğruldu ama Süleyman onu yerinden kı pırdaınaması içi n tekrar sert bir dille uyardı . Cengiz , bu eylemin kapıcıyla hiçbir ilgisinin olmadığını, eylemin ne amaçla yapıldığını kendine özgü sakin bir dille anlatmaya çalışıyordu ama kapıcının onun söylediklerine yabancı olduğu anlaşılıyorclu . Henüz yukarılardan hiçbir ses gelmiyordu . Hepimiz el tetikte, hazır bek liyorduk . Sanki her an çatışma çıkacakmış gibi bir hava ve tedirginl ik vardı . On-on beş dakika kadar sonra koridorcia büyük bir gürültü duyulduğunda
68 1
ZAMAN ZİNIJAN IÇINDE
tedirginliğimiz oldukça arttı. Cengiz neler olduğunu anlamak için dı�arı çık mıştı. İbrahim kapıda göründü ve elini yere paralel saliayarak 'Tamam gidi yoru z '' i�aretini verdi . Sü leyman ve Cengiz onun peşinden dı�arıya çıktılar. Ben, kapıcı ve çocuklarıyla baş başa kalmıştım. Ka pıcı yırtıcı bir kaplan gibi bana bakıyordu . Bu yapıdaki insanla rın her türlü aptallığı yapacağını bildi ğim için geriye doğru adım atarak araınızdaki mesafeyi epeyce açtım. Silahı ona cloğrulttum ve '·Sakın aklından aptalca bir şey geçirme , seni doğduğu na pişman ederim" diyerek kap ıya doğru yöneldi m . Kapıcıya ve çocuklarına yere yatmalarını ve sessiz olmal arını , kapıyı kesinlikle açmamaların ı , kapı tokmağına bomba bağlayacağımı , eğer kapıyı açmaya kalkarlarsa bombanın patiayacağını söyledim. Nihayet odaya sessizlik hakim olmuştu . Kapıcı dai resini kapattım
ve
diğerlerinin peşinelen dışarıya doğru hızla fırladım.
S ilahla r ellerimizde , Taksim-Osmanbey yolunu geçerek ara bir sokağa doğru , birbirimizi takip ederek koşuyorduk. Çevredekiler merak ve korku dolu gözlerle bizleri seyred iyordu .
500
metre kadar sonra d u rduğ umuzcia
İbrahim, ellerimizdeki silahları toparlayarak çanraya yerleştirdi. Koridordan gelen gürülrünün ne olduğunu soran S üleyman'a cevabı veren İbrahim oldu . Bizlerin duyduğu gürültü , infazın ardından koridora çıktıklarında merdiven lerden inerken elektrik kesilmesinden dolayı ayağı kayan Hayda r'ın elinden fırlayan silalım beton zemine düştüğünde ç ıkardığı sesmiş . Haydar, " eylemin başarıyla gerçekleştiğini, hemen bölgeyi terk etmemiz gerektiğini " s öylüyord u . Birbirimize " İyi akşa mlar" dileyerek ayrıldık Be yoğl u 'nun arka sokaklarından hızla yürüyerek İstiklal Caddesi 'ne ve oradan Galatasaray istikametine yöneldim. Yanımetan hızla geçen polis otos u , siren ça larak yolu açmaya çalışıyordu . Tünele yaklaştığımda o istikamete neden geldiğimi bir türl ü a nlayamadım. Yol kenarında sa rhoşlar birbirleriyle şaka laşıyordu . Eminönü'nden vapurla karşıya geçebileceğiınİ düşünerek yürü meye devam ettim. Tünelin yanındaki sokakt a n Karaköy Meydanı·na ve oradan da Eminönü iskelesine ulaştığım zaman saat on buçuğa geliyordu . Bir bu�ı k saattir yü rüyordum. Va p u r ç o k kalabalık değildi. Yapurd a eylem aı<:nı ve özellikle kapıcının davra nışını düşünüyorcl u m . "Mücadele mizin haksızlı ğa, adaletsizliğe , eşitsizliğe ka rşı olduğunu , işçi sınıfının haklı davasına inandığımızı, bu mücadelenin aynı zamanda kendi kurtu luşunun da yolunu açacağını" a nlatan Cengiz' e , kapıcı şaşkınlıkla ba kıyord u . Cengi z ' in söylediklerine karşılık, kapıcı kölelik nıhuyla, aşından, işinelen olacağını dile getiriyordu . Bu düşü nceler içerisinde iyice cla lmıştım ki vapurun i skeleye ya naştığını gördü m .
HALi L GÜVEN 1 69
Eve geldiğimde televizyon açıktı . Gece haberleri başlamak üzereyd i . Tel evizyonun karşısına oturdum ve haberl eri beklemeye başladım . Heyecanım birazcık olsun azalmıştı . Eylem ilk haber olarak geçildi . Haber, " Kimliği be lirsiz kişilerin, Elmadağ'da bir apartman dairesinde işadamı Reşat Aksan · ı ka fasına sıktıkları tek kurşunla öldürdü kleri ve olay yerine yasadışı bir örgüt bi ldirisi bıraktıkları" şeklinele veri lmişti . Ablam, "Yazık. adamdan ne istemişler'· diye soruyordu . "DoğrLl , yazık, Mayıs'ta öldürülen
37
kişiye de yazık" d iye sitemele bul undum. A
ne demek istediğimi anlamamıştı.
1
� a ablam
Ertesi gün eylem basında da yer aldı . Ama eyl emin hangi amaçla yapıl elığına ilişkin basın organlarının aranmasına rağmen basın olaya çok yer ver memiş , olayın siyasi boyutunu es geçmişti. Büyük bir ihtimalle polis sa nsür uygulatmış olabilird i . Haydar, basın orga nlarını arayarak, eylemin ama cını tekrar açıkladı, basma namussuzca davrandıklarını tehditkar bir dille anlattı .
Eylemi yapan bildirisini de dağıtır Birkaç gün sonra yine H aydar ile b uluşup Karral bölgesinde yeni ilişki lere ulaşacaktık Hayda r ile buluştuğumuzcia yanında kısa boyl u , sarışın, mavi gözlü , uzu n saçlı b iri vardı . Haydar, yeni arkadaşı "Anarşist" kod adıyla tanıttı . Üçümüz be raber Kartal'a gitmek için minibüse bindik . Karral'da görüşülecek yeni ilişki leri,
An arşist yakından tanıyordu . Karra l 'da gecekondu bölgesinde bir
kahvehaneye oturarak kendimize çay söyledik . Haydar, A narşist'e gideceği yerin uzak olup olmadığını sordu . leceğini bild irmişti . Haydar da
O da on beş dakika içerisinde gidip ge
"O zaman aşağı sokaktaki kahveele bizi bek
leyin " diyerek benimle beraber kahveden çıktı . H aydar, yol boyunca, önümüzdeki günlerde bu bölgede örgütsel faali yete başlayacaklarını, bu bölgenin benim sorumluluğumda olacağın ı , yeni tanıştıracakları kişilerle gerekli organizasyonu ya pmamı, hafta sonu A nka ra 'dan b ildiri geleceğini, bu bildirilerin özellikle bu bölgede dağıtılma sı ge rektiğini sakin bir dille anlatıyord u . Kahveye yakl aştığımızcia Anarşist i l e be raber i k i kişi, az ileride kahveye doğru geliyordu . Yeni gelenler, on sekiz yaşları nda, uzun boylu , sarışın iki a rkadaştı . Gelenlerle tokalaşa rak , kahvenin bir köşesine otu rduk. Mesai saati olmasına rağmen kahve tıka basa doluydu . Üstelik yeni gelenler kahveden b aşka kişi lerle de selamlaşmıştı. Rahat konuşamayacağımızı düşünerek dı şarıya çıkmaya karar verdik . Ç aylarıınızı hızla yudumlayarak çıktık .
70 1 ZAMAN Z iNDAN IÇINDE
Haydar, bu bölgeye artık benim geleceğimi , bölgeye ilişkin benim bilgi lendirilmemi istiyordu . Gelenlerden " Sarı" kod adlı genç, benim yanıma ge lerek, bölgeyle ilgili bilgileri vermeye başladı . Bölgenin gecekondu bölgesi olduğunu, epeyce fabrika bulunduğunu , bölgede Devrimci Yol , Kurtuluş, İGD gibi hareketlerin faaliyet yürüttüğünü , kendi çevresindekilerin Acilciler örgütüne sempati duyduğunu , gençlerin faa liyetlere katılmak için hazır ol duğunu , istikrarlı bir çalışmayla bölgenin kazanılacağını heyecınla anlattı. Yeni tanışmış ol mamıza rağmen birbirimize çabuk ısınmıştık Haydar ile Anarşist beraber uzaklaşmıştı . Hafta sonu bildiri dağıtacağı mızı, şimdilik çok fazla adama ihtiyaç olma dığını, üç kişinin yeterli olacağını, bölgenin emniyetli olup olmadığını sordum. Sarı, bölgenin pek eınniyetli ol madığını . sürekli polis otolarının ve j andarma devriyelerinin bölgede cirit at tığını söyledi. Cumartesi saat beşte aynı kahvehaneye randevu verdim. San, her ihtimale karşı ilişki koparsa kendi oturduğu evi bana göstermek istiyordu . Bulundu ğumuz noktadan geriye doğru dönerek ikinci sokaktan sağa , yokuşa doğru saptık. Bulunduğumuz noktadan denizin göıüntüsü muhteşemciL Kendimizi mikadelenin coşku ve heyecanına öylesine kaptırmıştık ki çev reıi1izdeki hiçbir güzelliği n farkında değildik. Marmara Denizi'nin ortasında yükselen Adalar'ın muhteşem görüntüsü beni büyülemişti. Yıllardır İstan bul 'da otunna ma rağmen bir kez olsun Adalar'dan herhangi b irine gitme miştim. Adalar'ın o güzelim görüntüsü beni oldukça sarsmıştı . O büyü lü atmosferden kendimi bir türlü kurtaramıyordum. Nihayet büyüyü ve sessiz liği bozan Sarı, sol sıradaki pembe renkli gecekonducia oturduklarını söyle diğinde hava kararınaya yüz tutmuştu. Sarı ile vedalaşarak bölgeden ayrıldım . 2 gün sonra tekrar Haydar ile bulu ştuk. Elinde büyük bir paket vardı . Pa
keti bana teslim etti. Haydar, örgütün mali olarak çok zor dunıında olduğunu, mali işlerle çok fazla uğraşmak istemediklerini, büyük bir soygunla bu so runu halletmek gerektiğini, sürekli mali problemle uğraşmanın örgütü riske edeceğini , bu konuyla ilgili çevrede istihbarat yapılması gerektiğini söyledi. Aslında elimin altında bir istihbarat vardı . Sakin bir dille ona anlattım. Önümüzdeki günlerde istihbaratı daha da derinl eştireceğimi , uygun zamanı beklediğimi bildirdim. Haydar' ın sevinci yüzünden okunabiliyordu . Haydar, devamla bileliri dağıtımı için paketin içerisinde iki adet silah ol duğunu , Kartat'da ki arkadaşların pratiklerinin olmadığını, bil dirinin dağıtı ınının sorumluluğunu benim alınam gerektiğini söylüyordu . Bildiri dağıtma eyleminin sorumluluğunu alırken , n e kadar riskli bir görev aldığımın farkına vardım .
HALIL GÜVEN
i 71
Bildiri, "THKP-C-Acilcilerden Halkımıza" başlığını taşıyordu v e Türkiye ge nelinde örgütün tüm eylemlerini açıklıyordu . Kendi kendime "Ne garip'' diye söylenclim. Eylemi yapan kişinin, eylem bildirilerini dağıtması ne kadar doğ ruydu? En ufak bir terslikte yakayı ele verme durumuyla karşı karşıya kala caktım Basit bir bildiri dağıtmak, benim için çok riskli bir eyl emeli ama verilen görevi yerine getirmek de benim için " devrimci ahlak" sorunuydu . Her şeyden önce "devrimci ahlaka" inana n ve o ahlakı önemseyen biri siydim. Eğer bir dev rimci, "devrimci ahlaka" uymazsa , onun "devrimciliği '' şüpheliydi . Paketi alarak evin yolunu tuttu m . E rtesi akşam saat beşte , Kart:al 'da Anar şist ve diğer arkadaşlarıyla buluşacaktım . Ertesi gün, paket içerisindeki silahla rı çıkarıp . belime yerleştirirken , bir buç uk yaşındaki yeğenim görmüş , eliyle " bom bom" işareti yaparak bana gülümsüyordu . Ağlayarak peşimden gelmek isteyen yeğenimi annesi zor zap tetmişti. Yeğenimelen zor bela kurtulmuş, Kartal'a doğru yol a l ıyordum. Karta! Tren İstasyonu 'na adım attığımda saat öğleden sonra dört buçuğu gösteriyordu . Önce sahilde Anarşist ile buluşacaktım . Sahile yön eld i m . Anarşist elindeki çakıl taşla rını elenize doğru fırlata rak zaman geçiriyordu . Dostça birbirimizin elini sıktık ve beraber gecekondu mahallesine doğru yürümeye başla dık . On beş dakikam ı z vardı . Gecekondu bölgesine vardığımızcia uygun bir yer b ulup silahlarda n bir ta nesini Ana rşist'e verdim. Kahvenin önünde Sarı ve uzun boylu iki arkadaşı bizi bekliyordu . Sarı ve yanındaki iki kişi bildirileri dağıtacak , Anarşist ve ben onların koru malığını yapacaktık İllegal bir bildiri olduğu için herhangi bir müdaha lede çatışacaktık . Sarı ve yanındakiler de silahlıydı. Kahvedekiler bildirinin başlığını okuyunca o l u mlu tepkiler gösteriyor, sı radan bir bildiri dağıtma eylemi zannettikleri için bizleri çay içmeye davet ediyorlardı . Halbuki ben kendimi b üyük bir tehlikenin içinde hissediyordu m . Kahvedeki birkaç k i ş i yolda devriyeyle karşılaşabileceğimiz uyarısında b u lunuyord u .
Haydarpaşa'dan Üsküdar'a araba var mı? Bildiri dağıtma eylem i , akşam dokuza kadar sürmüş, herhangi b i r terslik olmadan eylemi bitirmiştik. Bildiri dağıtımının bitmesi beni birazcık olsun ra hatlatmıştı . Hızla silahları topadadım ve Anarşist ile beraber tren istasyonuna doğru yürümeye başladık . On beş dakika sonra tren , Karta! ista syonundayclı. Kompartımanlar fazla kalabalık değildi. Uygun bir yer bulup oturduk.
72 1 ZAMAN Z I NDAN IÇINDE
Trendeki yolcuların konu şmalarında Abdi İpekç i ' n i n katili Mehmet Ali Ağca'nın hapishaneden kaçtığını öğrendim ve tren istasyonlarında alınan ted birlerden tedirginlik duymaya başladım. Anarşist , Feneıyolu'nda trenden inecekti; silahları kendisinin götürebile ceğini söyl üyordu ama ben onu böyle bir riske atamazdım. Çünkü her tren istasyonunda birkaç tan e polis devriye geziyordu . Onu Feneryolu ' nda uğurt a rken ted irginlik ve korkuyla Haydarpaşa'ya doğru yol alıyordum. Tren , Haydarpaşa'ya yakla ştığında görünen manzara hiç de iç açıcı de ğil d i . Onla rca polis gelen geçeni durdurup kimlik sonıyor ve arama yapı yorlard ı . Bir an trenden hiç inmemeyi düşü ndüm. Ama bu daha tehlikeliydi . Vapura doğru yöneisem aynı tehlikeyle yüz yi.i zeydim. Bu çemberclen kur tulmak bir hayli zor görünüyordu . Eğer çatışma çıkarsa onlarca polis arasın dan sıyrılmanın imka nı yoktu . Tren durmuş, yolcular inmeye başlamıştı . Ben h::Ha şa şkınlık içerisindey dim. Vagonlar h ızla boşalırken, zaman gittikçe daralıyordu . Ne yapacağım ı bilemiyord u ın . Hızla karar vermeın gerekiyord u . Kısa bir şaşkınlığın ardın dan aniden tasarladığım planı uygulayacaktım . Trenelen ind ikten sonra hızla polislerden eli telsizli olana yönel dim ve "İyi akşaınlar" dedikten sonra ''Üsküdar'a burada n araba bulunur m u " diye sordum. Polis , Üski.idar'a ancak Kadıköy'den ara ba bulabileceğimi söyledi . Polise teşekkür ederek hızla u zaklaşmaya çalıştım . Ama sanki her an polis lerden birisinin yolumu keserek kimlik soracağını , üzerimi arayacağını , bu durumda da çatışma çıkacağını düşi.ini.iyordum. Her ne kadar adımlarımı sık laştırmaya çalışsam da sanki beynim adımlarımı kesen frene basıyordu . Bir tü rlü hızlı ha reket edemiyordum. Sanki yol geriye doğru kayıyordu . Tehli keden ne kadar uza klaştığımı bilemiyordum . G eriye dönüp bakmak dikkat çekebil irdi. İsta syon merdiveninin basamaklarından aşağı doğru inerken tehlikeyi at lattığımı hissedebiliyordum . Polisler epeyce geride kalmıştı . Kadıköy'e doğru hızla yol aldım. Eve geldiğimde yeğenim hala uyumamıştı . Beni görünce, kendisini dışa rıya ç ıkartmadığım için bana küs olduğunu ima ediyordu . Sevgiyle onu ku caklamaya çalıştığımda , yeğenim yine eliyle "bom bom" diye işaret etmeye başlamıştı . Ablaın , bana dönerek, "Ne olacak, kurt ulusu ndan gördüğünü işler" diye sitem ediyordu . O gün çok stresli bir gün geçirmiştim Kafaını yas tığa koyduğuın an uykuya dalmak zor olmadı .
HALIL GÜVEN 1 73
Ümraniye Sa bah erkenden uyandığımd a kendimi kuş gibi hafif hissediyordu m. Üm raniye'deki yeni ilişkilere ulaşınarn gerekiyordu . Kahvaltıdan sonra , minibüse atlayıp Üm raniye 'ye doğru yola koyul clum . Çarşı durağında minibüsten in cliğiıncle bir saatlik zamanım vardı. O bölgeele oturan halamı görme k hem bana hem ona iyi gelecekti . Cad eleelen ara sokağa saptım. Sokak başındaki Ülkü Ocakları 'nın penceresinelen daha önce fabrikada beraber çalıştığımız Erzuruml u b ir faşist beni gördü ve izlemeye başladı . Hiç bir şey olmamış gibi yoluma devam ettim . Bir anda çevrem tanımaclığım ki şiler tarafından sarılmıştı . Etrafı mdaki çember gittikçe claralıyordu . Faşistler bir hayli kala balıktı . Eğer yakayı ele verirsem onların ellerinden k urtu l m a şansım yoktLı . Koltuk değnekli birisi, " Dur, yat yere " diye bağırıyordu . Bir a n i ç i n yere yatmak aklımdan geçt i . A n i b i r kararla yere yatmaktan vazgeçtim ve hızla çemberin zayıf olan halkasından caclele tarafına doğru tüm gücümü toparlayarak koşmaya başladı m . Faşi stler, " Du r, kaçma " diye bağırıyord u . Çemberi yarmış v e caclelenin karşı tarafına ulaşmıştım . Araç trafiği beni ko valayanların hızını bir hayli kesmişti . Faşistler hala koval amaya devam edi yordu ama yetişmeleri
imkansızdı.
Cadeleden karşıya
geçmiş
aradaki
mesafeyi epeyce açnuştım. Yetişemeyeceklerini anlayan faşistler takipten vaz geçmişlerdi . Büyük bir tehlike atlatmıştım . Ü mraniye'deki ilişkiyle buluşacağımız yer bir pastaneydi . Pastaneden içeri girdiğimcle arkadaşın orada oturduğunu gördü m . Görüşmemiz çok kısa sürdi.i . Başımdan geçenleri anlattığım d a a rkad a ş , kendilerinin sürekli aynı problemle yüz yüze olduğu n u , faşistlerin iyice azıttığını , özellikle bu bölge lerde , solcu bilelikleri veya tanımadıkları kişilere karşı sürekli saldırga n b i r tutum takımiıkiarını söyledi . E ğ e r örgüt uygun görürse bu bölge i ç i n silah gönderilmesini istiyorlardı . Bu isteği gerekli yerlere ileteceğimi , büyü k bir ihtimalle yakın bir zamanda hem faşistterin saldırılarına gerekli cevabın ve rileceğini hem de istedikleri silahların gönderileceğini dile getirdim . Gele cek haftaki buluşma yerini ve saatini kararlaşurarak oradan ayrıldım .
Finansman istihharatı. Yani banka soyacağız O akşam finansmanla ilgili isıihbaratı getirecek ili şkiyle görüşecektim . O gün yapacağım çok faz l a bir işim yoktu . Önce eve uğradım. Ablamla birkaç saat sohbet ederek zaman geçirclim . Sokağa çıkarken, yeğenim yine eliyle "bom bom" işareti yapıyordu . Motorta Beşikta ş ' a geçecektim . Daha önceleri Beşiktaş ' ta tanınan b i risi
74 i
ZAMAN ZINDAN IÇINDE
olduğum ve bir ara takip eclildiğim için çok dikkat etmem gerekiyordu . Zaten daha önceki takipten kurtulmam çok kolay olmamıştı . Fabrikadan ayrıldıktan sonra eski Beş iktaş Parkı kenarında b üyük b i r kaset tezgahtın vardı . Sabahtan akşama kadar devrimci marşlar çalıyordum. Park çevresi sol örgütler tarafından abl ukaya alınmış gibiydi. Kasetlerim i ak şamları Dev- G e n ç i iierin DEMAK Derneği'ne8 bırakıyordum. Bir gece pol is dern eği bası p tüm ka setiere el koydu . Ve böylece benim ticari fa aliyeti m sona erdi . Gündüzleri o bölgede bizden habersiz k u ş uçmuyordu . Şüpheli ş a hısların kimlik kontrolünü yapmak, a z ı l ı faşistleri dövmek gibi nedenlerden dolayı tanınıyordum .
O dönemlerele iletişim araçları b u kadar gelişmemiş olmasına rağmen , is keleclen vapura veya motora hangi saatte binsem, Beşiktaş iskelesinele incli ğim an takipçimi karşımda b u luyorcl u m . Ada m u zaktan u zaktan b e n i izliyordu . Taki pten kurtulmak i ç i n a r a sokaklardan koşturup duruyord u m . Hatta b i r ara takipten kurtulmak i ç i n güzergahımı değiştirerek Kabataş va puruna binmiştim ama Kabataş'a adımımı attığım a n a dam yine uzaktan beni izlemeye almıştı . Bu takip öylesine can sıkıcı bir hal a lmıştı ki bir ara İstan bul 'da n u zaklaşmak zorunda kalmıştım . Motordan inmeden önce çevreyi iyice gözetl eelim ve anormal bir du rum görmediğim için motordan inerek ra ncleVlı yeri olarak kararlaştırclığımız bi rahaneye gidip bir bira söyledim. Beş dakika sonra buluşacağımız arkadaş da birahaneye gelmişti . Arkadaşa da bir bira söyleelim ve sohbete ba şladık . Arkadaş , öğrenmek istediğim tüm bilgileri getirmişti . Gelen İstihbaratın bir an önce Haydar'a aktarılma sı gerekiyordu . Haydar ile ertesi gün buluşacaktım . Finansman için bir banka şubesini soyacaktık Gelen İstihbarata göre , 2 gün sonra bu eylemi gerçekleştirmek zorundayd ık. Yoksa bilinmez bir süre daha beklenilecekti. Arkadaş i çkiyi seven biriydi . Mecburen ona ayak uy durmak zorunda kaldım . Çakırkeyif olmu ştum. Arkadaşa ''Artık kalkalıın" işaretini ya ptığımda itiraz etme d i . Birlikte birahaneden dışanya ç ıktık . Arkadaş, "Gel bugün bizde kal" diye ısrar eelince onu ,kıramadım ve arkadaşın evine doğru yöneldik. Sabah Haydar ile Karaköy'de buluşacaktım . Bir an önce İstihbaratı ona ak tarmam gerekiyordu . H aydar ile buluştuğumuzcia tüm detaylarıyla İstihbaratı a nlattım ve çok za-
8.
iDMMA Öğrenci Derneği
HALIL GÜVE N 1 7 5
manımızın kalmadığı n ı ,
2 g ü n sonra bu soygunu gerçekleştirmek gerekniğini
söyledim . H aydar, "Tamam , zaman kaybetmeyelim, hemen bölgeye g gerekli araŞtilmayı bir an önce yapalım'' dedi .
�
ip,
Tünelden tramvaya atlayarak G a l atasaray ' a doğru yola koyuldu k . Hay dar'ın keyfi yerindeydi . Eylemi gerçekleştireceğimiz yerin girişini çıkışını göz den geçi rerek gerekli araştımıayı en ince ayrıntısına kadar yaptık . Haydar, "Bir an önce diğer arkadaşl ara ulaşmam lazım, b i r aksilik olmazsa bu işi p a z a rtesi bitirmemiz gerekir. seninle pazartesi günü saat on b ir de Çiçek Pasaj ı ' nda buluşalım" diyerek ayrıldı . Galata saray'dan Beşikta ş ' a yürüm eye karar verdim . Stat çevresi bir hayli kalabalıktı. Beşikta ş 'ta n vapura binerek Üsküda r'a geçecektim . Deniz ol dukça dalgalıydı . Günlerdir yeğenimi ihmal ettiğimin farkındaydım. Çoc u k beni sadece silahla özdeşleştiriyordu . O n a çikolata v e bi sküvi alarak gön lünü almak istiyordum . Eve geldiğim zaman evde hiç kimse yokt u . Akşama doğru abiarn ve yeğenim eve döndüler. Çikolata ve bisküvi yeğenimin gön lünü almaya yetmi şti .
2 gün boyunca evde dintenerek dışarıya çıkmadı m .
Pazartesi sa bahı erkenden uyandım . B ir a n önce Çiçek Pasajı'na ulaşmam gerekiyord u . Saat on birde Çiçek Pasaj ı ' na girdim . Hayda r ve İbrahim beni bekliyordu . İstiklal Caddesi'ne yöneldik . Cadele çok kalabalık değildi . Sakin bir pastane b ulup oturduk. Haydar eylem planını kısaca izah etti . Bankaya öğle paydosunda , hiç kimsenin olmadığı bir saatte girecektik. İb rahim, dış güvenliği sağlayacaktı . Temiz bir şekilde giyinecek olan Cengi z , müşteri ler bankayı boşalttıktan o n b e ş dakika sonra bankanın kapısını çala caktı . Biz geride onu izleyecektik. Kapıya gelecek odac ıya , müdürü n adını vere rek randevusu ol duğunu iletecek , büyük bir ihtimal le odacı onu içeriye davet edecekti . O anda bizler de peşinden bankaya girecektik . Bankaya gir dikten sonra gerisi çok kolaydı. Odacıyı etkisiz hale getirdikten sonra onu da alarak yemek salonu olarak kullanılan beşinci kata çıkacak, veznedan alara k aşağıya vezneye indirip tüm paralara el koyacaktık Herhangi bir a ksilik ol mazsa planımız bu şekildeydi. Eylem, içeriye gird ikten sonra tamamen Haydar·m denetim inde olacaktı . İbrahim, daha önceden hazırladığı silahları almak üzere pastan eden ayrıl mıştı . Saat on bir kırk beşte Cengiz ve Sü leyman ile bankanın arka soka ğında buluşacaktık. Artık zam an geliyord u . Hesabı ödeyerek kalktık. Pastaneden çıktığımızda , İbra him'in bir a lt sokaktan elinde çantayla bize doğru geldiğini gördüm. Banka nın arka sokağında kararlaştırdığıı:nız gibi bir a raya geldik . Yine her zaman olduğu gibi sırasıyla kü çük otomatik silahları
76 i ZAMAN ZINDAN IÇINDE
üzerierimi ze yerleştirdik Bankaya doğru yaklaştığımız an öne doğru ç ıkan Cengi z , hızlı adımlarl a bankayı kontrol ederek geri döndü . Kafasıır!a her şeyin yolunda olduğunu işaret etti . Cengiz önde , biz onu takip ediyorduk . İbrahim ,
5
metre kadar geride
20 metre kadar u zağımızda ola nları izliyordu .
Cengiz bankanın kapısına kafasını dayadı ve içeriye doğru baktı . Odacı eliyle " Kapalı" işa reti veriyordu . Cengiz geri döndü , birkaç adım attı ve gerisin geriye bankanın giriş ka pısına doğru g itti . Bizler hiçbir ayrıntıyı gözden kaçınnamaya gayret ediyorduk. P ratik zekasını geliştiren Cengiz, eliyle yalvarır tarz da "Bir dakika bakar mısın" işareti yaptı . Odacı kapıya yaklaşara k , " Öğle paydosundayız , saat bir buçukta gelin" diye bağırıyordu . Kapının açılmadığını gören Cengiz bir an şaşkınlıkla geriye doğru bir adım attı ve tekrar geri dönerek odaemın duya cağı tarzda , " Saat birde müdür beyle randevum va rdı" dedi . Odacı , müdüıiin dışarı çıktığını , saat bir buçukta döneceğini söyledi . Cen giz , "Tamam o zaman, saat bir buçukta gelirim , şunu bankaya bırakabilir miyim ? " diyerek elindeki çantayı odacıya doğru uzatmıştı . Galiba kapı açılı yordu . Odacı , kapıyı açarak çantayı almak istediği a n , Cengi z , paltosunun ce binde sol elinde hazır vaziyette bekleyen silahı kapı aralığından odacıya doğ rultttı . B i zler de onun arkasında hızla bankaya girdik . Gö revlinin gözleri korkudan faltaşı gibi a çılmış, elleri ayakları titriyordu . Bankaya son giren Sü leyma n , kapıyı kilitteyerek her şeyi emniyete almıştı . Bankanın alt katında gö revli dışında hiç kimse yoktu . Çantan ın içerisi ndeki mat otomatik silahı da çıkaran Haydar, odaemın ko luna girerek bunun bir soygun oldu ğunu , en ufa k bir terslik yaprnamasını, ta limatl ar doğrultusun da ha reket etmesini , bizi yemek salonuna çıkarma sını isteyerek , odacıyı yukarı katiara doğru yöneltmişti . Haydar, elinde boşta kala n 1 4 ' lüyü bana doğru uzattı . Haydar'ın u zattığı tabaneayı sol elime aldım. Şu an elimde çifte tabanca vardı . Haydar ve Cen giz' in ardından rnerdivenlerclen yukarıya doğru çıkıyorcluk. Boğazlı kazağı rnın boyun kısmını yukarı doğru çekerek, yüzümü burnumun yarı yerine kadar ka pattım . Sessizce ve hızla merdivenlerden yukarı katiara doğru çı karken, üst katlardan belli belirsiz kon u şmalar geliyordu .
O kadar hızlı dav
ranıyorduk ki beşinci kata bu kadar çabuk çıkmarnıza ben bile şaşırdım. Tüm banka personeli yemekte olduğu için yemek salonu epeyce kala balıktı . Personel eli silahlı soyguncuları karşılarında görünce , ellerindeki çatal
HALIL GÜVEN 1 77
ve bıçaklar havada asılı kaldı . Sadece bazı kadınların korkuyla çıkarttıkları " ay, vay" sesleri sessizliği bozuyordu. Haydar, bunun bir soygun olduğun u . hiç kimsenin kıpırda ma masını , yemek yemeye devam etmelerini , sağa sola bakmamalarını, talimatiara uygun davranmaların ı , birbirl eriyle komışmamala rını , en ufak aksi davranışta hiç acımayaca klarını bağırarak açıklıyordu. Hayclar' ın, aciacıya "Otu r, sen de yemeğini ye bakalım" talima tın ın a rdın dan, "Veznedar kim'" diye bağırd ı . Aslında vezneci a rıo kim olduğunu daha önce yaptığımız çevre incelemesinden bil iyordu k . U z u n boylu, gözlüklü , takım elbiseli biri ayağa kalkarak veznedar oldu ğunu söyl edi . Haydar, ona doğru yöneldi, "Sen bizinıle aşağıya geleceksin" dedi . Cen giz vezneciarıo koluna girerek Haydar ile birl ikte merdivenlere yöneld i . Yemek salonunda mi.'ıthiş b i r sessizlik vardı . H aydar, aşağıya inerken tekrar kendi 1 4 ' lüsü n ü benim elimden alarak, bana büyük otomatik mat silahı verdi. Haydar, Cengiz ile beraber vezned a n alıp aşağıya inmiş , b e n v e Süleyman yukarıda yemek salonunda kalmıştık 4 5 yaşlarında b i risinin mızmızlandığını , sağa sola baktığını fark ett i m . Adama yaktaştım v e doğru durmasını, kafamın tasını attırmamasını , oligarşi nin merkezi noktası olan b uraya kelle koltukta gelcliğimizi, clavamızın top lumsal bir dava olduğunu, herhangi bir terslikte hiç çekinıneden kafasına sıkacağımızı nutuk çekerek anlattım. Ada mı n tavrı Süleyma n ' ın da elikkatini çekmiş ol acak k i adama doğru yaklaşıp silahın kabzasıyla boynuna sertçe bir darbe indirdi . Sendeleyerek yere yuvartanan adam birden süt dökmüş kediye dönm üştü . Personel şaşkın b ir vaziyette , tedirginlik içerisinde , kafala rı öne eğik ye meklerini yemeye devam ediyordu . Merdiven başına geri adımla geldim. Yemek salonunda çıt çıkmıyor, sadece kaşık ve çatal sesleri geliyord u . On dakika kada r sonra ınerdivenlerden yukarıya çıkanların ayak sesleri duyu l u yordu . Gelenler vez nedar, Haydar ve Cengiz 'di . Haydar, çanraya ve pazar torbasına sığdıı·amadığı 1 00'er liralık bir deste banknotu bana uzatıp cebime koymaını istedi ve geriye dönerek merdiven l erden aşağıya doğru gözelen kayboldu . Yüzlük banknotu alarak montumu n iç cebine yerl eştirdim . Cengiz , eliyle " Tamam" işareti yaptı ve merdiven i n ba samaklarına yönelerek gözden kaybol du . Arkadaşların gözden kaybolması nın ardında n personele dönerek, herkesin yüzüstü yere yatmasını, en ufak bir harekette bulunmamalarını, merdiven başına gürültüye hassas bir bomba
78 1 ZA,\!AN ZlNDAN IÇINDE
bırakacağımı , bankadan çıktıktan sonra polise haber vereceğimi, polis gel meden hiç kimsenin yerinden kalkmamasını bildirdim. S üleyman merdivenlerden birkaç basamak aşağıya inmişti . Ben de mer divenlere yöneldim . Mızmız adam yine problem yaratıyor yere yatmak istemiyordu . Geriye dönerek kendisine yaklaştı m . Elimdeki uzun minılulu mat otomatik silahın dipçiğiyle sırtına vurarak adamı yere u zattım . Aklı başına gelmişti . Bütün persone l i yere yatırdıktan sonra , merdiven başına daha ö nce hazırladığım bomba süsü ve ril miş poşeti cebimden çıkararak bıraktım ve basamaklardan aşağıya doğru sessizce süzüldüm.
Soygundan sonra uzun namluluyla kalakalmak Aşağıya in diğiın zaman Haydar ve Cengiz çoktan gitmiş t i . Arkadaşların bizden önce bankayı terk etmesine , Haydar'ın sorumlulu ğundaki uzun namlu l u mat otomatik silahın bende bırakılınasma bir anlam veremedim . Üstelik de silahı dışarı çıkaracak ne bir kutu ne bir çanta vardı. Şaşıla cak bir durumdu bu . Mat otomatik silahı daha önce hiç kullanma dığım gibi, silahın elipçiğinin nasıl katlanclığını , şarj örün nasıl çıkartıldığını dahi b ilmiyordum. Ba nka içerisinde silahı yerl eştirebileceğim herhangi bir şey görülınüyordu . Elimde çıplak halde silahla çıkamayacağım gibi üzerimde de gizl eyemeyeceğimi clüşündüm. İçten içe Hayda r'a kızıyordu m . Düşün meye zamanım yoktu . Uğru nda ölüm dahi olsa o silah orada bırakılamazcl ı . Zaman g ittikçe daralıyordu . Her geçen saniye aleyhimeycli . S o n bir umutla banka içerisine göz gezdirclim ama silahı içerisinele gizleyebileceğim hiçbir şey göremiyorclum . Büyük bir ihtimalle personel çokta n ayağa kalkmış ve soygun polise bildirilmişti. Polisin gelmesi an meselesiydi . Bir an önce bankadan çıkmak zorundaydım ama nasıl çıkacaktım. Hay dar'a karşı duyduğum ötkeye çaresizlik eklenince , beynim durma noktasına gelmişti. Açıkça, göz göre göre ateşin ortasına atılmıştım. Eğer birkaç dakika daha gecikirsem oracıkta yakayı ele verirdim. Büyük bir telaşla banka içeri sinele büyi.ik bir kutu aramaya koyuldum ama öyle bir kutu da görünmüyordu . Dışarıdaki kalabalığa bakındım Hiç kimse bir şeyin farkında değildi . Çaresizlik içerisinele dışarının soğu k olmasına a ldırmadan ani bir kararla, montumu ç ıkarel ım ve silaha sardım. Silah, dipçik bir tarafta n , namlu eliğer ta raftan bari z görülüyorclu . 1 4 ' lüyü de kazağıının altına gizl eyerek bankanın çıkış kapısına gelelim. Dışarıda olağanüstü bir durum görünmüyord u . Yal nız buradan bu şekilele uzaklaşabileceğiıne, sağ salim kurtu l a bileceğime ilişkin
HALlL GüVEN 1 79
hiçbir umudum yoktu . Her şeye rağmen yine de telaşla nma malıydım . Tela ştın beni ele verebilirdi. Dışarısı öylesine kalabalıktı ki bu halimle dikkat çek ınemek imkansızclı . Bankada n çıktım. Taksiye binecek param dahi yoktu .
O heyecanla Hay
dar'ın ba nkada verdiği p a ra da önceleri hiç aklıma gelmedi . Hem aklıma gelse dahi o para örgütünclü, örgütten izinsiz kullanılmasına " devrimci ahla kım" asla müsaade etmezd i . Montuma sa rdığım silahı s a ğ koltuk
(ıltına ye rleştirdi m .
Dol apde re 'ye
doğru inerke n , akrabalamndan bir a rka craş ın işyerinin Dolapdere 'de olduğu aklıma geldi . Yoldan gelip geçenlerden bazıları bana ga rip ga rip ba kıyor la rdı . Öylesine hızlı hareket ed iyordum ki on dakika içerisinde Dolapdere 'ye ulaşmıştım . Bir anda kendimi Hüseyin'in işyerinin kapısında buldu m . Hala olayın şo k unu atlatamamıştı m . İşyerinin kapısını çal a rken bir yandan da başka bir korku yaşıyorclu m : Acaba Hüseyin işyerinde miydi? Hüseyin' in "Bir d akika bekle, geliyorum'' sesini duyduğum zaman b irazcık olsun rahatlaclım. Hüseyin kapıyı açtı ve beni öylesine şok h a linde görünce bir an dura k laclı . Her ikimiz ele heyecanda n dillerimizi yutmuştuk. Kısa bir şaşkınlığın ar dından içeriye daklım ve Hüseyin'in patronuyla burun buruna gelelim. Patron yukarıya doğru ba ktığı için elimdeki silahı görmemişti . Arbelaşımın çalıştığı odaya geçerek, silahı büyükçe bir kutuya yerleştirelim Kurtulmam bir mucizeydi . Haydar'ın yaptığı hatayı anlamak mümkün de ğildi . G öz göre göre ölümün kucağına a tılmıştım . Hangi koşu lda olursa olsun, ben kendimi kurtarmak için böyle bir davranış göstermezclim. Hüse yin ' i n şaşkınlığı hala deva m ediyordu . En kısa zama nda emaneti alacağımı söyleyerek kendimi dışarıya attım . Eylem sonrası bir terslik olmazsa , saat dörtte Beşiktaş'ta, Sa rıyer dolmuş durağında Haydar ile buluşacaktım . Buluşma saatine epey bir zaman va rd ı . Önce eve gitmeye karar verelim. Dolapclere'den Taksim'e çıktım ve yü rüye rek Beşiktaş'a geçtim. Polisler, Beşiktaş iskelesini abluka altına almıştı . Anielen cebimdeki bankn otu hatırladım ve geri döndüm . B i r an acıktığı mı hissettim ama l oka ntaya gi decek kadar param yoktu . İç cebimcle on bin l i ralık bir deste para va rdı ama o para bana ait değild i . S imitçiden b i r tane simit alıp , Yıldız Parkı'na yöneldim. Cebimcleki bank notlar beni rahatsız ediyordu . İki saat kadar Yıld ız Parkı' nda dolaştım. S a a t dörde yaklaşıyordu .
RO 1
ZAMAN ZINDAN
İÇİNDE
B u luşma yerine geldiği mele Haydar ' ın karşı c adelede durağı gözetlediğini gördüm ve ona doğru adımlarımı sıklaştırdım. Haydar, kendisini affettirmek istercesine , gülümseyerek bana sarıldı. Haydar'a böyle bir şeyi nasıl yaptığını sordum. Haydar, "bir an için cb l gınl ıkla böyle bir hata yaptığını, hatırladığı zaman bankadan epeyce uzak taşmış olduğu için geri dönemediğini" söyl üyor ve özür dil iyord u . Eylemin başarılı olması, yapılan yanlışlığın aksi bir netice vermemesinden dolayı pek de üzerinde durmadım . Zaten Haydar benim gözümde yiğit bir arkadaştı . Böylesine bir zaaf onun "yiğitliğine" halel getirmezdi . Haydar ile beraber Şişli dolmuşuna bindiğim an olayı çoktan unutmuştum bile . Nişantaşı' na geldiğimizde trafik iyice sıkışmıştı . Yolculardan bir tanesi şo före , " Buralarda trafik hiç s ıkışmazdı , bugün n eden bu kadar sıkışık" diye soruyordu . Şoför, "Bilemiyoru m , öğleyin de Dola pdere çok sıkışıktı, amu şistler bir banka soymuş, ondan dolayı polisler her tarafı kesmişti" diye ce vaplıyordu . Haydar bana bakarak göz kırptı . Dolmuşta indiğimizde banknotu çıkarıp Haydar'a uzattım . Haydar, para
nın bende kalmasını istedi. Ne kadar para kaldırdığı ınızı sordum. Tam ola rak sayam aclıklarını , tahminen
3 . 800.000
l ira civarında olduğunu söyledi .
Akşam televizyoncia banka soygunu diğer olaylardan çok farklı, sansas yonel bir haber şeklinde verilm işti . Ertesi gün gazeteler soyguna b üyük bir yer ayırmış, ilk sayfalarında "Film Gibi Soygun" diye m anşetler atmıştı.
2 gün sonra , Haydar ile buluştuğumuzcia ellerinde yen i bir soygun İstih ba ratı o lduğunu , alınan istihbarata göre çok büyük para bulunduğunu , o soygunu da gerçekleştirirsek b ir daha uzun sü re finansman sorunuyla uğ raşmayacağımızı söyledi. Yal n ız bu soygu nun çok riskli olduğunu , en azın dan iki kişiyi vu rmak zorunda kalacağımızı ve olay bölgesini beş dakika içinde terk edemezsek kayıp verebileceğimizi anlatıyordu . Aslında daha büyük bir soygunun Merkez Bankası' nda yapılabileceğin i ,
yalnız Merkez Bankası'na girince , dışarıya çıkışın mümkün olamayacağın ı, dört tane kaybı göze alırsak, bankanın camlarından aşağ ıya çuvallarla para ların atılabileceğini, aşağıda bekleyenlerin, kamyonetle pa rayı kaldırabilece ğini anlatırke n , oldukça heyecanlanmış ve " Neden olmasın" diye onu onaylıyordum. B u eylem beni çok heyecanlandırmasına rağmen, sonraki ge l işmeler nedeniyle sa d ece plan düzeyinde kaldı . Hüseyin'e bıraktığım silahın en kısa sü rede alınması gerekiyordu . Haydar, ·'Tamarn, ben onu müsait bir zamanda atırım" cevabını verdi .
HALIL GÜVEN 1 8 1
O gün hava çok soğuktu . Haydar. kısacık montuma ve ayağırndaki eski ayakkabıya bakıp . " Ü zerine neden bir şeyler almıyorsun" diye sordu . Maddi dururnurnun bu aralar iyi olmadığını izah ettim. Haydar, soygun sırasında bı ra ktığı paranın bitip bilmediğini öğrenmek istiyord u . O paranın bana ait ol madığını, kişisel harcamal arım için kullana mayacağımı söyledi m . Bunun üzerine ''O para senin tasarrufunda'' dedi ama benim i ç imden o parayı kul l anmak gelmiyordu . Haydar, birkaç gün sonra şehird ışına gideceğini, Ümraniye 'deki ilişkileri boş bırakına mam gerektiğ i n i hatırlatırken , ben de ona Ü mraniye 'de başım dan geçenleri anlattım. Haydar, Ankara dönüşü bu bölgede faşistlere gerekli dersin verileceğini bildirdi ve dön üşte bana uğrayacağını söyleyerek ayrı ldı.
Babam gidişatımı h egenmiyor B u arada annem b i r an önce köye dönmek istiyor, beni ele peşinelen s ü rükleyeceğini sanıyordu . Bir haftalığına köye gidebileceğimi a m a sonra geri dönmek zorunda olduğumu söylediğim an, annem " B u ralarda işin gücün yok , köyde kal, bizleri daha fa zla üzme , zaten baban yaşlı" d iye dert ya nmaya başlamıştı . O nu ikna ede meyeceğimi anlamış , "Hele bir gi delim, dönüşü sonra konuşuruz" diye geçiştirmiştim. Annemi köye götürdüğüm zaınan, köy gençliğinin " k ü ltür ve daya nışma derneği" kurd u ğunu, derne ğin
fa aliyetine
aktif
bir
şekilde
devam ettiğini görünce oldukça se vinm iştim . Derne k , Acilciler sem pati zanları tarafından kurulmuştu . Köy gençliğinin büyük çoğunl u ğu , boş zamanlarını demekte topluca k itap okuyara k ve okuduklarını tar tışarak geçiriyordu . Derneğin çevre köyl erle
ve
şehir
me rkezindeki
diğer sol gruplarla dayanışma içerisinde olduğunu gözlemledim. Mücadele kırsal alanda da hızlı bir
Hal il Güven ve babası Haydar Güven. 1985
82 1 ZAMAN ZINDAN IÇINDE
şeki l ele sürü y o rdu . Kır gerill asının da yakın bir za manda örgütleneceğine inan ıyordu m . Aktitliğimin farkına varan babam, gidişatıının doğru olmadığını , b u yol dan vazgeçmem gerektiğini , yoksa kısa zaman içerisinde yakayı ele verece ğimi söylüyor, "Çekirge bir sıçrar, iki sıçra r, üçüncüele yakayı ele verir" diye n asihat ediyordu . Tekrar İstanbul'a dönmek için hazırlanıyordum ama babam, " G idemezsin" diye tutturmuştu . Beni durduramayacağını anlayan babam, ben ayrılırken, " Defol git ve bir daha da gelme " d iyerek vedalaşm ayı reddetm iş, ''Görecek sin, en kısa zamanda ya vurulup öleceksin ya da yakayı ele vereceksin" diye kızgınlığını ifade etmi şti.
Sonsuz güvenim ve o ugursuz gün İstanbul ' a d önmüştüm ama Haydar bir türlü benimle ilişki kurmamıştı. Haydar ile daha önce ilişki sağlayan kişiyle irtibat kurduğumda ,
2 gün sonra
Haydar'ın benimle ilişki kuracağı haberini a lmıştım . Arada n 2 gün geçmi ş , Haydar hal a b a n a ulaşamamıştı. Örgütsel irtibatı sa ğ lay an a rkadaşla görüştüğümde Haydar'dan haber ala madığıını bildirdim. A rkad a şın " Bekleyeceğiz " ceva bı beni pek tatmin etme mişt i
.
Herhangi bir reelbir alma gereği cluymuyorclum . Çü nkü bana ancak Hay dar vasıtasıyla ulaşabilirlerdi . Haydar'a ise güvenim sonsuzdu . Haydar da ha önce bir silahlı eylemde yaralanmı ş , yara l t h alde kaçarak hasta neye başvur muş , hastane yetkililerinin polise haber vermesiyle yakalanmış ama hiçbir şey kabullenmemişti . Ü zerinde çıkan sahte kimliğin kendis ine ait olduğunda di renmiş , asıl kimli ğini dahi reddetmişt i . Polis tü m uğraşısına rağmen onun kimliğini tespit eclememiş , asıl kimliği mahkeme a şamasında ortaya çıkmıştı . Onun önceki operasyonlardaki tutarlı tavrını bildiğim için ondan şüphe et menin çok anlamsız olacağını düşünüyorclum . İstanbul'a döneli bir hafta olmuş, lüla örgütle irtibat kuramamıştım. Ör gütle Haydar dışında hiçbir bağlantım yoktu . Bu ara da boş durmuyor, sem patizan ilişkilerle buluşu p , faaliyetime devam ediyord u m . Nihayet o uğurs u z g ü n geldi. Ümra niye 'de bir sempatizandan dönerken, bindiğim minibüs h ı zl a yol a l ıyordu . Bülbülcl eresi'ne yaklaştığımızcia "Mü sait bir yerde inecek var" diye seslendim . Şoför öyle bir noktada durmuştu ki indiğim nokta tam sokağa açılıyord u . Her zaman dikkatlice kontrol etti ğim sokağa girdiğ i mde bu kez'çok dalgındım. Beş on adım atmıştım ki a z ile-
HALIL GÜVEN 1 83
ride abiamın yanmda uzun boylu , sakallı bir adamın yü rüdüğünü gördüm . Önce adamın abiama l a f attığını sandıın . Sakallı a d a m abiarnı azarlar tarzda konuşuyordu . Hızla onla ra doğnı yaklaşıp ''Neler oluyor" diye sorduğum an iş işten çoktan geçmişti .
"Merhaba Halil" Sakallı adam, "Ivlerhaba Halil " diye sel a m verdiği an mermil erin na mluya sı:."ırüldüğünü , çevremin sivil giyimli , otomatik silahlı dört kişi tarafından ku şatıldığını gördüm . İki kişi koluma girdi, otomatik silahların arasında ekip otosuna doğru sü rükleniyordum. Abiarn çığlık çığlığa bağırarak ağlıyordu . içimi korkuyl a ka rışık bir hüzün kaplamıştı . Etrafıma bakındım, tüm çev renin polis ekiplerince kuşatıldığını fark ettim a ma yapabileceğim hiçbir şey yoktu . Kaçam ayacağımı anlayınca , polislerle beraber ekip otosuna doğru zoraki yürümeye başladım. Ayaklarım sanki vücudumu taşıyamıyordu . Polisler kol Iarımdan sürükleyerek beni ka rşı caddeye geçirdiler. Ekip otosuna tıkıldı ğımda yakalanmanın şokundaydım . Her iki yanımdaki polisler silahlarını bana dayamış, polis sanılarını arka arkaya sıralıyordu : "Hayclar'ı tanıyor musun?'" " Hüseyin nerede?'' "Aslında her şeyi biliyoru z , bir ele senelen duyalım·' . . . Sert bir şekilde Haydar'ı ve l:füseyin ' i tanımadığım ı , olanlara bir anlam ve remediğimi tersleyerek söylüyordum ki arabanın içinde ağzımı burnumu da ğıtmaya başladıl ar. Rastgele ve acımasızca vuruyorlarclı. Bir ya ndan vururken bir ya nda n da "Sen şimdi görürsün orospu çocuğu " diye hakaret ediyorlardı .
O sırada poli s , " Bıra kın, fazla uğraşmayın , Haydar'ı getirin"' eınrini verdi . Ön tarafta park etmiş arabanın içerisinde sürükl eyerek çıkardıkları Hay dar'ı bizim arabanın içerisine aldılar. H aydar'ın ufacık yüzü, işkence son u cu karpuz gibi şi şirilmiş , tanınmayacak haldeydi . Arkadaşıının çok acı çektiği yüzünden belliydi . Bir an yüreğimin a c ıyla parçatanelığını sandım ve öfkeyle '
elişlerimi sıktım. Dişlerimi öylesine hızlı sıkıyordum ki neredeyse kırılaca ktı . Haydar, yü züme bakamıyor, gözlerinden dam layan yaşlarl a , " S attılar bizi, artık direnmenin anlamı kalmadı yoldaş'· diye olanları anlatıyordu . 1-Iayclar, anlatmaya devam ediyordu ama ben onun söylediği hiçbir şeyi duymuyordum. Çeneme yediğim bir yumrukla beynimde şimşekler çakmaya başladı . H aydar, konuşmasını hala bitirmemişti . Kendimi ezdirmenin bir anlamı-
84 1 ZAMAN Z iNDAN iÇINDE
nın olma dığını , her şeyin ortaya çıktığını söyl üyordu . Önce ''Ben bu şahsı tanımıyorum" ceva bını verdim . Polisler bir taraftan vuruyor bir taraftan da "lJlan , ablan, enişten, senin arkadaşın olduğunu, Hoca diye tanıdıklarını, Hüseyin' in akraba nız olduğumı söylüyor, sen ise tanıma dığın ı söylliyorsu n ; iyi , devam et bakalım, bizim vaktimiz çok " diye bağırı yorlardı . Poli s , Hüseyi n ' in işyerinin Dola pdere civarında olduğu n u bildiklerini , fakat bulamadıklarını söylüyordu . Eniştemi arabaya ya klaştırıp, Haydar'ı göstererek ''Bu kim" diye soruyor lard ı . Eniştem, " Halil'in a rkadaşı Hoca '' diye cevaplıyordu . Ne yapacağıını şa şırmıştı ın . Eniştemi , b üyük yeğenimi polis otosuna bindirmişlerdi . Saygı duyduğu m , güvendiğim insanın , güvenimi boşa çıkaran bu davra nışını görmek benim için inanılmaz bir durumdu . Bir anda psikolojik olarak çöktü ğ ü mü hissettim . Sanki tüm dünyanın yü kü ü zerime yıkılmıştı � Nefes ala mıyordum. Ne yapacağımı şaşırmıştım . Boş gözlerl e a nlamsız b i r şekilde polislere ve çevreme ba kınıyor, hiçbir tepki vermiyordum . Polislerin, ''Konuş ulan" d iye bağıran sesiyle irkilmiştim . Polis şefinin, "Ab lasını ve çocuğu da alın, merkeze gidiyoruz" uyarısıyla kendimi topadamaya çalıştım . On dokuz yıllık ya şamımda hatırladıklarım bir film şeridi gibi gö zümün önünde akınaya başladı. Eğer abiarnı ve yeğenimi alırlarsa, abiamın sıradan zannettiği bir sürü ilişki ortaya çıkacaktı . Bir taraftan çok şeyi bilen polis , bir taraftan çok g üven diğim insanın güvenimi boşa çıkaran sözleri , bir taraftan kard eşlik il işkisinden dolayı yardımcı olan ablam, eni ştem , onların sıradan zannettikleri ama ortaya çıkarsa sıradan olmadığı gün gibi ortadaki ilişkilerin korkutucu varlığı aklımı dondurmuştu . Daha önce hiç pol is tecrü besi yaşamamıştım. Alt üst olmuştum. On dokuz yaşındaydım. Korkuyordum ama korkumu belli etmemeye çalışıyordum . Bakışiarım donuklaşınış , zaten esmer olan tenim iyice kararmıştı . Bu durumda bir karar vermek zoru ndaydı m . Ya
her
şeyi reddedecek ya
da ortaya çıkan, bilinen şeyleri kabul edecektim. İşte o anın psikolojisiyle hayatımın hatasını yaptım ve polisin bildikle rini kab ul ettim . Benimle konu ş a n a m ire döndüm , "Ablamı, eniştemi , çocuğu almayın'' dedim . Polis, 'Tamam, onları almayacağız" cevabını verdi. " Haydar ne söy l üyorsa kabul ediyorum, başka da bir şey sormayın , çünkü bilmiyorum" diye bağıı·dım. Sağ yanımdaki polis çeneıne bir yumruk atarak ''Adam gibi konu ş ,
HALIL GÜVEN 1 8 5
bağırma " diyordu . Polisin bildiklerini kabu l etmi ştim ama ömür boyu bu hatanın acısı yüre ğimi sızlatacaktı . Hüseyin ile akrabalık ilişkisind en başka bir ilişkimin olmadığını, bıraktı ğım paketin içerisinde ne olduğunu bilmediğini söyledim . Pol is, "Topa rlanın" dedikten sonra , telsizle "Emaneti aldık, Dolapd ere'ye gidiyoruz " diye ra por verdiğini duyduğu rnda h�tla şoktaydım . Olanlara bir a nlam veremiyor du m . Ne olmuştu? Bu kadar güvendiğim , uğru na seve seve canımı vereceğim, çok güvendiğim Hoca'ya ne olmuştu' Sorumlum olan Hoca 'nın tavrına bir a nlam veremiyordum. Tamam, kon uş muş olabilir, buna bir itira zım yok ama neden beni ele konuşturmaya çalışı yordu? Neden daha önce hiçbir polis tecrübesi olmamış olan beni kendine benzetrnek istiyor diye sorgul uyor fakat cevabını bir türlü bulamıyordum. Açıkça Hoca benim de özü m ü parçalamak istiyordu . H ayda r isteyerek veya istemeyerek benim özümelen de bir şeyler kopartmıştı . Bir anda ağla maklı oldu m . Çocuk yaşıma rağmen büyük bir cesaretle yaptığımız eyl em ler aklıma gelel i . Kaç kez ölümle b u run b u runa gelmeme karş ı n , cesa retimden , azmimelen hiçbi r şey yitirmemiştim ama şimdi ufacık bir zaaf, tüm cl ü nyamın yıkılınasına neden olmuştu .
Kendimden utandığım an Neyse artık daha sağlıklı düşünmek gerekiyordu . Göstereceğim zaaf bu kadarla sınırlı olmalıydı . Bakışlanın öylesine değişmişti ki polisler bu bakış ları pek sevmecliler. Her bakışımda " D oğru bak" diyen polisl er, kafam a , yü züme , gözüme acımasızca yumrukları patlatıyordu . Sert ve öfkeli bakışiarım başıma bela olmuştu . Ablamı ve yeğenlerimi almaktan vazgeçtiler ama eniştem önceden hare ket eden polis otosunun içinele kalmıştı . Amirin , " Eniştesini almayın'' deme sine rağmen , araba hareket etmi ş , eniştem i de beraberinde götürmüşlerdi. Ellerim kelepçelenmiş , tüm vücudum, didik, didik aranmıştı. Gözlerimi bağ ladıklarında araba hareket etmişti . Gözlerim bağlı olduğu halde , araba nın sallantısından Boğaz Köprüsü üzerinden geçtiğimizi hissedebiliyorclu m . Ya rım saatlik b i r yolculuktan sonra gözlerimi açtıklarında Dolapd ere'ye geld iğimizi fark ettim . Hüseyi n ' i n işyerinin kapısını ç aldığım zaman ke n dimelen utanıyorclum. Kapı açıldığında a çılan kapıdan beni içeriye doğru hızla iteklediler. Hüseyin'in gözleri korkudan dışarıya fırlayacaktı , neye uğ radığını şaşırmıştı .
86 1 ZAMAN Z INDAN !ÇINDE
Polisin soru sormasına fırsat vermeden , " S a na bıraktığım paketi verir misin?'. diye mırıldandıın. H üseyin, başlangıçta haberi yokmuş gibi yaptı ama polis " Hadi oğlum, bizi uğraştırma " diye tehdit savurunca , Hüseyin'in gözle rini mü thiş bir korku kapla dı . Çaresizce sağa sola bakın an Hüseyin, koluna giren polisin kulağına bir şey fısıldamasıyla ileriye doğru birkaç adım attı ve kapalı kutuda sarılı paketi çıkarıp verdi. Emniyete girmeden önce tekrar gözlerimi bağlamışlar, ellerimi kelepçe lemişlerdi . Dış k a pıda üzerimi boşalttıla r. Cebimde çıkan on bin liranın ör güte ait olup olmadığını soruyorlardı. " H ayır, şahsi param" diye ceva p verdim. Koliarımdan sürükleyerek , epeyce bir süre sağa sola döndürerek dolaştırd1ktan sonra , açılan bir kapı dan içeriye attılar. Kollarımı bıraktıktan sonra , " Bir adım öne ç ık " diye ses lendi . Bir adım öne ç ıkmıştım ki göğsü me vurdukları şiddetli bir tekmeyle geriye doğru yuvarlanıp kafamı duvara çarptım. O anda gözbağım yerinden oynam ı ş , alttan bakınca odanın içinde duvar kenarlanna on.ırmuş on-on beş kişi görmüştü m . Hayd ar v e beş kişilik e k i p a rkadaşlarım da oradaydı . Hepsinin gözleri bağlıydı . Daha sonraları , bu odanın aynalı odanın bitişiğindeki oda olduğu nun farkına vardım . Bizleri her an işkenceye , sorguya, yi.izl eştirmeye ve tanık teşhisine aldıkla rı için, aşağı h ücrelerden çıkarmak sorun olacağından , bu odayı uygun görmüşlerdi . Oda içerisinde günün yirm i dört saati nöbet tutan iki polis vardı. Bir saat kadar sonra , " Yeni geleni getirin" diye bir ses duyduğum zaman korkuyla irkildim. Ayaklarımı tekmeleyerek, '· Ka l k , hazırlan'' diyen ses, ara bada beni durmadan yumruklaya n ti.iysüz polise aitti . Evet, şu anda işkence odasındaydım . Polisin sorularının a rdı arkası kesil
miyord u . "Adın , doğum yerin ,
doğum
tarihin , n e iş yaparsın" gibi önemsiz
sorula
rın ardında n . kapının açıldığını , odaya sırayla dört-beş kişi nin getirilerek fı sıltı halinde onlara bir şeyler sorulduğunu d uydu m . Odaya girenler, benim kod adımın "Arap" olduğunu , adımı bil mediklerini, saydıkları bazı eylem lerde beraber olduğumuzu söylüyorlardı . Konuşanların eylem arkadaşlarım olduğunu seslerinden ta nıdım. Polis şefi, a nlatılanlara bir itira zım olup olmadığını sordu . Bildiklerimin an latıl anlardan ibaret olduğunu söyledim. Polis şefi , "Hayır hayır, sen daha çok şey bil iyorsun" diye ısrar ediyordu . Ben ise söylenenlerden ba şka bir şey bil mediğimi söylemeye devam ediyordum .
HALIL GÜVEN 1 87
·'Yıkın şunu " diyen bir sesin ardından falakaya yatırıldım . İşkenceciler iş lerinin ustasıydı . Nasıl ve nereye vuracaklarını çok iyi biliyorlardı . Fiziki iş kenceden çok fazla korkmuyordum ama arkadaşla rımın psikolojimi alt üst eden ifadeleri hiç kafamdan gitmiyordu . Falakanın acısına rağmen ağzım dan sadece inierne sesi geliyordu . İşkenceciler bu duruma çok kızıyorlardı ve bağırmamı istiyorla rdı . Uzu n bir fa laka se:omsından sonra "Ayağa kalk" diye bağıran polisin kornuruna hiçbir tepki vermedi m . işkencecilerden iki tanesi koltuk altla nından tutarak aya ğa ka ldırdı ve zıplamamı istedi. Kendimi sanki içi boşalmış bir çuval gibi hissediyordum . Kafaını aşağıya doğru bastı rarak, gözbağını açıp bir resim gösterdiler. "Bu adamı sen tanıyorsun ve ye rini sen biliyorsun , bizi ona götüreceksin'' diye bağı rıyorlardı. Resmini gösterdikleri kişi "Anarşist"ti. Resimdeki kişiyi tanımadığımı , hak kında hiçbir şey bilmediğimi söyledim. Polis şefi , "Yıkın tekrar orospu ço cuğunu" diye bağırıyordu . Anid en kapı açıldığında içeri giren bir kişi, "An arşist, Arap 'ın adamı , o ne rede olduğu n u bilir" d iyordu ama o sesi tanımıyordum. Bu · sesi tanımadı ğım ı , bu adı ilk defa b u rada duyduğumu haykınyordum. Kollanından tutarak ayağa kaldırdılar. Kapı açılıp kapandı . Kapıda bir ses, göz bağımı açmamı ve karşıya bakmaını istedi . Gözbağımı açtığımda aynada kendimi gördüm . Ay naya bakışını o kadar sert ve ürkütücüydü ki arkarndan koşarak gelen biri " Orospu çocuğu , doğru bak" diye kafamı yumruklamaya başlamıştı . Tekrar gözlerimi bağlayara k , '' Gl'ı nah bizden gitti " diye tehdit savuruyor l a rdı. Dışarıdaki çayemın "Çaylaar" diye bağırd ığını duydum. Polis şefi , " Çay içer misin" diye benim le alay ediyordu . Belli belirsiz " Hayır'' dedim. Arkaın daki polis " Zıkkım iç ibne " diye kafaını yumrukluyordu . Kapı tekrar açıldı. Kap ıdaki ses ''Tamam bu" diyord u . B e n , bahsedilen kişiyi tanımadığımda ayak diretiyordum . Polis, "Oğlum, karısı elimizde , çok sürmez o da buraya gelir, bak iki kişi seni tanıdı" diye konuşmaya devam ediyordu .
" Paltonu beraber kullanabilir miyiz? " N e kadar zaman geçtiğinin farkında değildiın . Hala kelepçeyi çıkartma rnışlardı . Tekrar yan odaya , arkadaşlarımın bulu nduğu yere getirilmişti m . Gözbağım iyice gevşemişti. Odaya yeni birileri getirilmişti . Yeni gelenl erden biri benim yanımdaydı. Yirmi yaşlarında, elinde kanlı bir pamuk parçası vardı ve üşüdüğü titremesinden belli oluyord u . Nöbetçinin arkasını döndüğü bir esnada ona iyice yaklaştım. Çocuğun, ''Pa ltonu bera ber kullanabilir miyiz" de diğini duydu m .
88 1
ZAMAN Z INDAN IÇINDE
Çaresizlik i çinde e l lerimin kelepçeli o lduğu nu söyledim. Yen i gelenler TİKB (Türkiye İşçi Köylü Birliği) örgütüne mensuptu . Paltomu beraber kul Ianmak i steyen kişinin ha kkında beş kişinin ifade verdiğini, onun ifadeleri ka bul etmediği için makatma cop sokulduğunu , elindeki kanlı pamuğun ne deninin de bu oldu ğunu öğrendiğim an ken di halimi unutup ona üzülmeye başladım. Elleri m kelepçeli olmasaydı , paltoyu çıkarıp ona vermeyi ne kada r isterdim . Nöbetçiye ellerimin kelepçesinin neden açılmadığını soruyordum ama nöbetçi umu rsamaz bir tarzda , "Bizim görevimiz sadece sizin ba�ınızda nöbet tutmak " diye cevaplıyordu . Yanı başımda titreyen çocuğun acısı yüre ğimi yakıyordu . Daha sonra , TİKB örgütünden direnen b u arkadaşın asıl adının Mahmut, kod adının Doktor olduğunu öğrenecektinı .
2. gün , tekrar sorguya alındığını
zaman, el ve ayak parmakla rıının uçlarından -elektrik vermeye başlamışlardı . "Anarşist şu an elimizde, şimdi ne diyeceksin bakalım" diye sonıyorlardı . Kapıda fısıltılar halind e , adının Anarşist olduğunu , örgütle Arap vasHa sıyla il işki kurduğunu söyleyen bir ses geliyordu . Senaryo olduğunu hemen anladım . "Anarşist'i tanımıyorum. Kapıdaki her kimse yalan söylüyor" diye söylendim. Polis şefi , ·'ssıyun ulan orospu çocuğu " d iye bağırdı . Ellerim hala kelep çeliyd i . Bir p o l i s panrolonumu ç ıkardığında , diğerlerinin kahkaba attığını duy dum. El leri min kelepçeli olmasından dolayı pa ltomu çıka ramamışlardı . Her halde komik görünüyorum diye düşündüm. Soğuk ve sert bir copun bacakl arımda dotaştığını hissettim . Vücudum kendini kasıyordu . Önce kor kuyl a i rkiklim ve vücu d u mu kasmaya başladım.
O esnada dışa rıdan gelen
b iri , " Doktor'\ı n kanamasının durmadığını söylüyordu . Polis '' Gebersin pe zevenk" diye bağırıyordu . İki omzumdan tutan bir polis , beni geriye doğru itekleyerek duvara yas lamış, kafamı duvara vurmaya başlam ıştı . Bir anda kend imelen geçer gibi oldu m . Çıplak popoma yediğim bir copla tekrar kendime gelelim . S ırtüstü yere yatırara k , tekrar elektrik vermeye başlamışlardı . Bir ya nda n işkence devam ediyor, eliğer yandan Anarşist' e nasıl ulaşacaklarını soruyorlardı . Ben " B ilmiyonım" ceva bını veriyordum. Az önceki uyarıdan sonra herhalele cop sokmaktan vazgeçmi�l erdi . Artık benim için zaman kavramı önemini yitirmişti . Ne kada r süredir burada ol duğumun farkında değildi m . Anarşist hakkında bir şey öğrenemeyeceklerini anlamışlardı . Bu kez de örgütle kimin vasıtasıy la ilişki kurduğum üzerine so-
HALiL GÜVEN 1 89
rular soruyorlardı . Benim için en önemli soru buydu . Ş imdi senaryo sırası bendeydi . Uydurduğum senaryo yüzü nden Haydar da epeyce hırpa lanmıştı. Polisin sareluğu sorular bitmek bilmiyordu . Ş imdi de banka soygununun is tihbaratı üzerinde yoğunlaşmışlardı . İstihbaratı n benim tarafımdan yapı ldı ğını
iddia
ediyorlardı .
Ben
bunu
reddediyordu m
ama
polis
banka
personelinde n bilgi al ındığını bi liyor gibi davranıyord u . Bu arada polis , polis olan ağabeyimle ilgili soru sormaya başlamıştı . Ağa beyim kendi halinde, demokrat, sessiz sakin, duygusal, insan ilişkileri bakı mından feodal düşünen ,
hiç kimseye z ararı olmayan biris iydi . Benim
mücadele anlayışımı bilmediği gibi, bu tür müca dele yöntemlerine şiddetle karşıydı. Fakat polis her türlü ipucunu değerlendirmek konusunda titizliğini burada da gösterm iş, ağabeyimin örgCıtle ilişkisi olabileceği veya bana polis elbisesi sağla mış olabileceği ü zerinde duruyordu . Nedeni ele faili belli ol mayan , polis elbiseli kişiler tarafı ndan yapılan Kuyumcular Çarşısı soygu nuydu . Bu soygu nun failini bul amaya n polis, soygunu Acilc iler'e yıkmak istiyor, kendi kafalarına göre de senaryo yazıyorlardı . Bana bu olayl a ilgili de
epeyce işken ce yapmışl arclı.
3
gün geçmiş hala kelepçelerimi çı karmamışlardı. Ellerimin kelepçeli ol
ması t uvalete gittiğimele problem oluyordu . Neyse ki
3
gü ndür b üyük aptes
sorunum yoktu . Çiş yapmam için de ellerimin kelepçeli olması pek p roblem olmuyordu ama yemek yerken çok zorlanıyordum . Böyle devam eden 1 5 günlük işkenceli sorgu sonunda , H aydar'ın ve diğer arkadaşlarımın ve rdiği ifadenin dışında hiçbir bilgi vermemiştirp . Ama yine de daha sonra , bilinen bilgileri kabul ettiğime dahi bin pişman olm uştum . Ya şamını boyunca kendime şu soruyu soracaktım: " Korktuğun şeyleri neden yaptın, korkınuyorsan neden söyl enenl eri kabul ettin?" Gözaltı süresin de, nöbetçi polislerle aramızda ilginç diya logla r geçmişti . Nöbetçilerden bir tanesi Hayda r' a , " Reşat Aksan ' ı öldürtı rken ne hissettiğini" sormu ş , Haydar da bir insan öldürdüğü için pişman olduğunu fakat bir sınıf düşmanını ve
37
kişinin öldürü ldüğü katliama meydan verenlerden birini
yok ettiği için mutlu olduğunu söylemişti . Yine bir sabah nöbetçiler, Sovyetlerin, Afganista n ' ı işgal ettiği haberini ve rmiş " Ne düşünüyors u n u z " diye sormuştu . Haydar "İşgal değil , zorunlu ilhak" deyince polis , " S izinkiler yapınca zorunlu ilhak, başkası yapınca işgal diye protesto edersiniz" dem işti . Yılbaşı akşamı olduğun u söyledikleri bir gün nöbetçiler bir dakikalığına gözlerimizi açmamıza müsaade etmiş , hatta İbrahim ile eşinin birbirini öp-
90 1 ZAMAN ZINDAN IÇINDE
mesine dahi izin vermi şlerdi . Sonradan öğrendiğime göre polislerelen bir ta nesi sosyal demokrat eğilimliymiş .
Tutuklanma Hakkımdaki iddia lar, ifadeler, her şey al eyhime görü n üyordu . Henüz çocuk yaşta olmama rağme n , hiçbir çıkar beklemeden, hiçbir beklenti içeri sine girmeden , her an ölümle burun bunına olduğum bir mücadele içeri sinde yer almıştım. Yaptıklarımdan pişmanl ık duym uyor, elime geçecek her fırsatta kaldığım yerden devam edeceğimi b i l iyordum . Bizl eri eli kolu bağlı bir şekilde düşmana teslim eden, direnme umudumu dahi kıran soru mlu ar kadaşıına içten içe kızıyordum. Cezaevinin , beni yen iden eğitecek, yetkin leştirecek siyasi bir okul işlevi göreceği beklentisi içerisindeydi m . Polis it3 dem bir sayfayı geçmiyordu a m a eldeki bi rta kını deliller, başka larının ifadeleri , kolay kolay dışarıya çıkamayacağınıı gösteriyordu . Seli miye Sıkıyönetim S avcılığı 'na sevk edilmiş , savcılığın o günkü yoğun luğundan dolayı , Alemdağ Tutukevi'ne geçici bir süre gözaltına gönderil miştim . Emniyetten gelenler önce
2-3
gün burada gözaltında tutuluyor,
a rkasından Selimiye 'de sorgu hakimliğine çıkarılıyor, tutuklanıyor veya salı veriliyordu . Benim salıverilme gibi bir şa nsım hiç yoktu . Alemdağ Tutukevi tıka basa doluydu . Kahrama nmaraş katliamının yıldö nümünde protesto gösterisine katılan öğrenciler topluca getirilmişlercl i .
2 gün A lemdağ Tutukevi' nde gözetim altında kaldıktan sonra , Selimiye 'ye sevk edilmek için hazırlanmamız istend i . Gnıplar halinele adlar okunuyorclu ama Süleyman ile benim adım okunmamıştı . Astsubay " İsmi okunmayan var mı" diye sordu . Süleyma n ile ben adıınızın okunınadığını söylediğimizde ast subay, " S i z i ayrı arabayla göt ü receğiz" cevabını vermişti . Nedenini sorduğu m uzcia astsubaydan, "Ona biz karar veririz " diye sert bir cevap gelmişti . Daha sonra astsubayın aniartığına göre , bir gün önce sevk sırasında Hay dar öğrencilerle bera ber Selimiye 'ye götürölürken firar denemesi yapmıştı . Karacaahmet Mezarl ığı civarında arkası açık olan Reno'dan, öğrencilerin ya rattığı kargaşadan yararlanarak atlamışt ı . Atladığı araçtaki a skerler firarın far kına varamamış ,
50 metre kadar u zaklaştıktan sonra , önde giden a skeri
araçtaki askerler onu görmüş ve silah zoruyla onu tekrar yakala mışlardı . iş kenceden dolayı yürüyemez durumda olan Haydar, fazla uzaklaşamadan ya kayı ele vermişti. Bu yüzden sevk işlem l erinele daha tedbirli davranmak istiyorlardı . Savcılık ifademizi aldı ve tutuklama talebiyle, sorgu hakimliğine sevk etti .
HALiL
GÜVEN 1 9 1
Sorgu hakimliği tutuklama kararı vermişti. Böyle bir şeyi zaten bekl ediğim için fazla etkilenmed im.
O lay gazete manşetlerinde ama "aramızda kalsın" Tüm basın organları, bizlerin yakalanma haberlerini ilk sayfalarında tüm sayfayı kapsaya cak biçimde , büyü k p untolarla, silah resimleriyle, abartılı bir şekilde vermişti. Basında çıkan haberlerden dolayı öylesine popüler olnıuş tuk ki cezaevi amiri bile ü rkek bakışlarla , a bartılı bir şekilde kibar davran mış ,
koğ uştaki temsilci
arkadaşımızı ç ağırara k ,
bizleri ke nd i
elleriyl e
kend isine teslim etmişti . Koğuşa girdiğimizde tüm a rkadaşlar tarafından sar maş dolaş karşılanmıştık. O dönemki siyasi temsilcimiz olan Engin Erkiner, bize hemen gerekli nasihatı vermeye başlamıştı. Erki ner, olağa nüstü bir cid diyetle , " diğer siya si hareketlerin basından çıkan haberlere daya nara k , biz leri çok farklı gözle gördüğünü, davranışianınıza dikkat etmemiz gerektiğini, nasıl ya kal andığımıza ilişkin hiçbir şey konuşmamamızı, bu duru mu n örgü tün iç meselesi olduğunu , en kısa zamanda sorgulanıp ne gerekiyorsa yapı lacağını" söylüyordu . Yöneticilerimiz polisin dahi bildiği gerçekleri , diğer siyasi hareketlerin bil mesi nden korkuyordu . Yan i hem kendimizi hem de başkalarını aldatıyor duk . Halbuki işkenceden veya korkudan konuşmak , konuşmamak veya elirenrnek kadar insani bir davranıştı . Ortada hiç kimsenin inka r edemeyeceği bir gerçek vard ı . Herkesin şu veya bu şekilde bu operasyona maalesef kat kısı olmuştu . Kaldı ki polis her şeyi biliyordu . Ama ne ya zık ki hala arka daşlarımız " güneşi balçıkla sıvamaya " çalışıyordu .
Özeleştiri ve örgütün kararı Polisteki 1 5 günlük işkencenin ardından sıcak suyla· duş almak, sıcak bir tabak yemek, bir bardak çay içmek, iyi kötü bir yatakta yatmak beni oldukça rahatlatmıştı . Yakala nmamızda e n b üyük payı olan arkada şla rı n huzursuz l ukları yüzlerinden okunuyordu . Yapılan operasyonları d eğerl endirmek için toplanmıştık Yakalanmamıza neden olan arkadaşlardan Haydar ve G ünay birbirlerini suçluyorlardı. G örünen oydu ki operasyonda en büyük pay Gü nay'ındı . Saatl e rce süren tartışma l ardan bir sonuç almak mümkün olmadı . Yakala nan her kişinin değerlendirmesi örgüte belge olarak aktanlacak. kararı ör gütün
vermesi
beklenecekti .
Bütün
arkadaşlar,
kimin
tarafından
ele
verildiğin i , n asıl yakal a ndığını, neler konuştuğunu , yazılı hale getirip, ceza-
92 1
ZAMAN
ZIN DAN I Ç I NDE
evindeki sorumlu a rkadaşırnıza teslim etti . Sonrasında b u konuda müspet veya menfi bir karar hiç kimseye bildirilmedi . Daha önce de
1 977
yılındaki yakalanmalada ilgili birtakım tutarsızlıklar
yapılelığına dair haberler a lmıştım a ma hiçbir şey açıkça ortaya çıkmamıştı. O opera syonla yakalananlar cezaevinel e aynı komünde kalıyordu ama ara larındaki i lişkiler sıcak d eğild i . Dışarıya karşı b irlik ve beraberlik tavrı gös terilmesine karşın, kanlı bıçaklı oldukları her davranışlarından belli oluyordu . insani hallerden dolayı gösterdikleri tavır yüzünden b irbirlerini boğazlama derecesine gelmişlerdi. Kendi a rkadaşını dahi boğazlamayı göze a lan insa nların, daha iyi , daha güzel, daha insani , kısacası daha gü zel bir dünya kurmaları m ü mkün müyclü?
Selimiye Selim iye Cezaevi , doktorların "At yaşamaz" diye rapor verd iği , alabildi ğine derin dehl i zleri andıran , rutubet kokusu yoğu n hissedile n , dışarıdaki görkemli ve estetik görünümünden hiçbir eser olmayan bir zinda ndı . Ceza evi idaresinin tutuklul arla iyi ilişkiler kurduğu, sorunları diyalog yoluyla çöz meye çalıştığı izlenimi vardı . Cezaevinin gi riş kapısında silahlı a skerler nöbet tutuyord u . G iriş ka pısı, " a rama mahalli" denilen bir bölmeye ve o bölme de, dem ir bir kapıyla hücre koridorianna açılıyordu . Hücreler yan yana diziimiş derin mağaraları andırıyorclu . H ücrelerin bittiği nokta da tekrar kap ı , o kapı nın açıldığı koriclora diz iimiş koğuşlar m evcuttu . Koridorun ve koğuşların ta vanı çok yüksekti . Havalandırma, merclivenle çıkılan , üstü tel örgüyle kapalı, üstünde silahlı askerlerin nöbet tuttu ğ u , gündüzleri çoğu zaman açık olan ,
60
metre k a relik bir atandı . Yeryüzüyle tek b ağla ntı noktası havalandırma de
ğildi. Koğuşların her birinele bulunan tavana yakın kısımda dışarıya açılan eni on beş , yüksekliği
40 santimetre olan iki veya üç tane delik vardı . Hanzala
rıı'ı ü zerine çıktığımız zaman o claracık deliklerelen de dışarısını kısmen gö rebil iyorcl u k . Yem ekler çok a z verilmesine rağmen, Birinci Ordu Komutanlığı olmasından dolayı , eliğer cezaevlerine göre daha kaliteli ve yenebilecek du rumdaydı. Acil c i ler ve Devrimci Yol hareketi aynı koğuşta kalıyordu . Her siyasi ha reketin temsilcilerinden oluşan b ir komite mevcı.ıttu . Yalnız görünen oydu ki, b a z ı s iya si hareketl er arasında gerginlik mevcuttu . THKP-C S avaşçıları ile Ac ilciler a ra s ında bir sorun göze ç arp ıyord u . THKP-C Savaşçıları' nın ü st düzey kadrolarından Enis, Acilciler komününde kalıyordu . Gerginliğin ne eleni buydu . THKP-C S avaşçıları , Immünlerinden ayrılan kişiyi , "poliste tu-
HALiL
GÜVEN 1 93
tarsız tavır sergi lemekle'' suçl uyor, ayrılan kişi de " asıl tutarsız tavrı kendisini suçlayanların gösterdiğini" dile getiriyordu . Enis , kendisinin ayrılış gerekçe sinin bu olmadığını, ''politik gerekçelerle ayrıldığını " söylüyord u . Daha ön celeri bu gerg inliğin kavga dü zeyi n e sıçradığı n ı , iki örgütün tekme tokat birbirine girdiğini anlatıyorlardı . Gerginliğe neden olan Enis, soruşturma sav cılığına verdiği ifadenin ardından tahl iye edilmişti . Buna dayanamayan a r kadaşla rı , tahliye olan eski arkadaşlarıyla görüşmek ve onun kulağını çekmek istiyorlardı . Görünen oydu ki, yine k avga çıkaca ktı . Arkadaşlarımız aralarındaki tüm olumsuzluğu bir tarafa bırakmış , bu kav gacia yerlerini almak için mevzilenmişlerd i . Neyse ki kavga çıkmamış , sa dece ,
tahliye
olan
kişiye
" D ışarıda
hesaplaşacağız"
diyen
THKP-C
Savaşçıları 'ndan Doktor Faruk'un tehdidin e , bizim sorumlumuz Engin'in " Her zaman hesaplaşmaya hazırız" cevabıyla ortam gerilmi ş , fakat diğer s iyasetle rin araya girmesiyle olay büyümeden önlenmişti .
Selimiye'den firar mümkün mü? Cezaevine girdiğim andan itibaren tek düşü ndüğüm şey firar etmek, tek rar özgürlüğüme kavuşma ktı . Selimiye 'den firar etmek imkansız görünü yord u . Yine de araştırma k gerekti . Belki hava landırmadan bir yol bu luna bitirdi . Cezaevinin en eskilerinden Ali Sönmez'e bu düşüncemi söylediğimde "Selimiye den kuş dah i uçmaz " cevabını almıştım ama gençlik heyecanım ve enerjim beni alabil diğine kışkırtıyordu . Her hafta z iyaretime gelen ablalarım, tel örgüterin öbür tarafında göz yaşlarını akıtıyorlar, ben ise onları teselli etmeye çalışıyordum. Kendi duru mu mdan çok onların üzüntüsüne daya n a madığım için z iyarete çok sık gelmemelerini, ayda bir kez gelmelerinin yeterli olacağını söyl üyordum. Ali Sönme z , hepimizin politik düzeyinin çok düşük olduğu n u , okumamız ge rektiğini söylüyordu . Birkaç hafta sonra , Engin ve Ali 'nin öncülüğünde seminer çalışmalanna başlanmıştı . Yeni yakalananlardan Cemi! Hoc a , .Haydar ve Günay' a tavır al mıştı . Örgütü n dışandaki sorumluianna ağır bir dille mektup yazmı ş , '·po liste ötenlerin cezalandırılmaları gerektiği"ni dile getirmişti . Diğer siyasetiere karşı son.ın yokmuş gibi görünmemize rağmen , örgütün bu duruma düşürü lmesine tepki duyanlar, sorı..ı mlulara karşı öfke duyuyor lardı ama ellerinden bir şey gelmiyordu . Selimiye Cezaevi' ne getirildikten dört ay sonra , idareyl e aramızda sürtüş meler başlamıştı . Yeni gelenlerle birlikte yatak problemi baş göstermişti . Ye-
9·1 i
Z;'.l\1Al\i
Zil\iDAC\1 iÇiNDE
rnekler her geçen gün daha az geliyor, havalandırma kapıları kilitleniyord u . Tutuklular bu duruma karşı hoşnutsuzluklarını dile getiriyor ama sorunlar bir türlü çözülmüyordu . Sorunlar çözü lmeyince, zaten koşulların çok kötü ol ması , isyana hazır tutukluların aya klanmasına neden olmuştu . Tutuklular ko ridor kapılarının a rkasına barikatlar kurmaya başlamışlardı. İdarenin bu tepkiler karşısında operasyona hazırlan dığı hissediliyordu . Tutuklular ranıala rı yerlerinden sökerek, yatakları parçalamış , dalapiarı kı rarak elde ne varsa koridordaki kapının arkasına yığmıştı. İ sya nı fırsat bile rek , içi mde her zaman va r ola n isyancı ruhl a önüme gelen her şeyi parçalıyordum. İdare , müdaha l e etmeyi göze alamıyordu . Tedirgin bir bek leyiş içerisindeydik. Bu gergin duruma daha fazla dayanamayan tutuklular yatakları ateşe ve rerek hava landırmaya çıkt ı . Selimiye 'yi devrimci marşlada inletiyorduk. Tüm koridoru aşırı bir duman kaplam ıştl . N ihayet idare harekete geçmiş, tutuklu temsilcisini görüşme için idareye çağırmıştı. Tutuklular bunun bir aldatmaca olacağını düşünerek, idare nin barikatı yıktırmak için bir oyu n u olabilir dü şüncesiyle görüşmeyi reddetmişti. Ta lepler i clareye yazılı olarak iletildi. Tek bir talebimiz vardı : Topluca başka bir cezaevine gitmek istiyo rduk. Taleple rin iletil mesinden bir saat kadar sonra , tüm tutukluların eşyalarını hazırla malarını
istediler.
Zaten
tü m
tutuklular,
eşya l a rını
çoktan
hazırlamış ,
hava landırmaya yığmışlardı . Toplu halde söylenen m a rşlar yeri göğü inletiyordu . Barikat kaldırılmış ,
1 2 kişilik gruplar h alinde arama mah a ll ine alınmaya başlanmıştık Bilekleri miz kelepçelenm i ş , askeri araçlara yerleştirilmiştik. Hava hafifte n kararınaya başlam ıştı . Ceza evi amiri B ayrampaşa9 Cezaevi'ne sevk edi l diğimizi açıklı yordu ama bizler yüzbaşının sözlerine inanmıyor ve nereye götürüleceğimizi merak ediyorduk.
Bayr ampaşa C ezaevi
Bir saat kadar süren yolcu l u ktan s onra askeri araç hızını keserek durdu .
Askeri aracın penceresinden dışarı baktığım zaman Bayrampaşa Cezaevi'ne getirildiğimizin farkına va rdıın . Gardiyanlar kapıda sıraya dizilmi şti . Daha önce bir arkadaşın z iyareti için Bayrampaşa Cezaevi' ne gelmiştim. Cezaevi hakkında kısmi de olsa bilgim vardı . Askeri ara ç , " kapı altı" na 10 doğru ilerli yord u . Sevk haberini duya n cezaevi idaresi gerekli redbiri almış , her ta raf
9. Bayrampaşa Cezaevi , " Sağma lcıl::ır" olarak da acllandırılıyorclu. 1 0 . Tutukluların ilk getirilclikleri yer.
HALiL GÜVEN
i 95
jandarma tarafından kuşatma altına alınmıştı . S iyasi tutukluları p e k sevmeyen ga rdiyanların yüzleri " şeytan" görmüş gibi asılmıştı . S iyasilerin birlik ve be ra berlik içerisinele davranmaları, tutuklular üzerinde istedikleri baskıyı ku ra mayacaklarını bilen gardiyanla rın h u zu ru nu kaçırmıştı .
Eşya larıımz ve
üstlerimiz çok kibar bir tarzda aranmış , rasgele koğuşlara dağıtılıyordu k . On k a d a r siyasi mahkumla beraber B 1 2 koğuşuna yerleştirilmiştim . S iya silerin gelmesiyle birlikte eski düzenleri bozulacak olan adli mahkumlarda n bazıları bizim gelişimizden pek hoşnut olmamışlarclı . Dış kapıdan " Sayım dü zeni alın'' diyen gardiyanın sesiyle b irlikte tüm adli mahkumlar koğuşta tek sıra halinde dizilmişlerdi. Bizler ranzatarın üzerinden dahi kıpırdamamıştık. Siyasilerin tavırlarını bilen gardiyanlar hiçbir tepki göstermeden sayım işle mini bitirınişler, "Allah k u rtarsın" d iyerek koğuşu terk etmişl erdi . Adl i mah kumlar siyasilerin idareye karşı kafa tutan tavrını büyük bir saygınlıkla izliyordu . 2. gün sayıında kendilerini siyasilere yakın gören adli mahkum lardan bazıları da sayım düzenine katılmamışlar, ranzalarından aşağıya in memişlerd i . Siyasilerin koğu ştaki düzeni sarsacağının farkına varan idare , zaman geçirmeden tüm koğuşlardaki siyasileri n , siyasi koğuşl arda topla na cağını bildirmi şti . Zaten siyasilerin de isted iği buydu .
Komün hayatımız Eşyalarımı topladı m ve koridora çıktığım zaman örgüt arkadaşlarımın da aynı koridorcia toplandığını gördüm. S iyasiler kendi aralarında hangi koğuşta kalacaklarının kararını vermeye çalışıyordu . Acilciler, Kurtuluş , Eylem Birl iği , Otonam Gençlik B8 'de kalmakta karar kılmışlardı . B ayrampaş a , Selimiye ile kıyaslandığında beş yıldızlı bir otel gibiyd i . G ü n ü n on i k i s aati havala ndırma ve koğuş kapıları açık, yemek yapmak, çay yapmak imkanı olan, koğuşl ar arası ziyaretler yapılabi len bir cezaeviycli. Her örgüt kendi komününü kurmuştu . Dışarıda n gelen para ve yiyecekler ko münde toplanır, sigaralar herkese eşit bir şekilde dağıtılır, her gün iki kişi komün nöbeti tutar, yemekleri yapar, bulaşıkları yıkar, diğer komünlerin nö betçileriyle be raber koğuşu temizleniL Komün içerisinde herkes eşit bir hu kuka sahipti . Hiç kimseye farkl ı mua mele yapılmazdı . Alınacak herhangi bir kararla ilgili tartışmalar yapılırdı ama temsilci ve ona yakın duranların dışın dakilerin kendilerine ait herhangi bir görüşü olmaz veya olsa dahi "örgüt d i siplinine uyma z" hükmüyle pek fazla clillendirilmezdi . Tüm komün , " askeri bir birlik" gibi a lınan kararlara gönüllü veya gönülsüz ele olsa fazla tepki
96 1
ZAMAN Z iNDAN
iÇiNDE
gösterm eden uyardı. Kararlara uyma konusunda herhangi bir baskı yoktu . Zaten her komün üyesi kendisini o kurallara uyma konusunda şartlandırı rdı . Aykırısı "devrimci ahlak " a yakışmazdı . Komün üyelerinde insandaki oto kontrol mekanizması kusurs uzca işlerdi. Dışarıdaki hiyerarşik yapılanma burada da mevc ut olduğundan, insanlar kendi ya ratıcılıklarını pek ortaya koyamazlardı . Tam a men edilgen bir ko n umdayd ılar. Her örgütün bir temsilcisi vardı . Bu temsilciler bir araya gelir, karar alınır, alınan karar örgüt taraftariarına duyu rulu r, ta raftarl ar da alınan kararlan hiç sorgulamadan yerine getirirlerdi. Bir kişiye tavır alınacaksa herkes ona tavır alır, hava landırmaya çıkılmayacaksa hiç kimse havalandırmaya çıkma z , kori dor boşaltılacaksa hiç sorgusuz boşaltılır, mahkemeye çıkılmayacaksa, tahliye olacaklar dahi mahkemeye çıkma z , açlık grevi yapılacaksa hasta-sakat her
kes katı l ırd ı . Bu kararlar zorla uyg u l atı l maz, t ara fta rl a rı n g önü l l ü ka t ı l ı m ıyl a gerçekl eşirdi . Kararlardan memnun olmayanlar dahi ·' devrimci ahlakl a n " ge reği, a lınan kararlara uyarlardı .
Tüm faaliyetim firar üzerine Örgüt arkadaşlarımla beraber koğuşa yerleşmiştim . Bundan sonra tüm zi hinsel ve bedensel faa liyetim firar etmek üzerine olacaktı . Bayrampaşa Ce zaevi firar için çok uygun bir konumclaydı. B ayrampaşa 'ya geldiğim ilk günelen itibaren koğuş , hava landırma , çatı boşluğu ve çöp mazgallarının açıldığı , koğuş koridorlarının altındaki çöp toplama alanlarının bulunduğu boclnımla ilgili ne kadar bilgi varsa topla maya başlamıştım Bu bilgiler ışığında hangi yolu deneyeceğime ilişkin ipuç larını elele etmeye çalışıyordum . Yaptığım a raştırmalar birtakım arkadaşların dikkatini çekmişti. B i r gün kom li n toplantısında , temsilci arkadaş (Engin Erkiner) , "bireysel a raştırmala nn kendilerine zarar vereceğini, firar girişiminin komite tarafından organize edileceğini, en uygun yolun hangisi olacağına il işkin araştırmaların yapıldı ğını , böyle bir fi rar organizasyonu yapıldığı zaman rüm arkadaşların b u yol dan ya rarlanacağını'' uygun bir elille hatırlatmışt ı . Ben yaşamını boyunca önüme çıka n hiçbir imkanı bireysel amacım için kulla nmaınıştı m . Karş ılaştığım her türlü zorluğu h iç kimseye zarar vermeden aşmaya çalışır ve daima " toplumsal amaç için bireysel özveri" de bulunur dum. Aslında " devrimci tutum" da böyle olmalıydı. Ben böyle düşünüyordum ve a rkadaşlarımın d a benimle aynı düşüncede olduğuna inanıyorclum .
HALlL
GÜVEN 1 97
Yöneticilerimiz ka ç ıyor Temsilcinin uyarısı beni yeterince ikna etmişti . Fakat daha sonraki gün lerde yaşadıkları m , arkadaşlarımın benim gibi düşünmediğini ortaya koydu . Güvendiğim dağlara karlar yağmıştı . Ortaya çıkan gerçeklik beni - çok b üyük h ayal kırıkl ığına uğrattı . Örgütsel yapıya ilişkin düşü ncelerimde yeni kırıl m alar yaşıyordum. Bu kırılm a lar, örgütü , devrimci mücadeleyi ve devrimci liği sorgulama sürecini başlatacaktı. Firar haberini Gü nay vermişti . Firar her tarafta duyulmuş olmasına rağ men , kendin e has i llegal üslubuyl a yaklaşarak , " Seninle çok öneml i bir şey konuşacağım" deyip "yoldaşların şu anda özgür olduğunu " bildirmişti. Bizden habersiz gerçekleştirilen bu firarı duyduğum zaman, aldatılmanın yarattığı �okla beyn imin parçatanelığını h issettim. Düşünsel dünyam alt üst ol muşttı . ''Peki, bize neden haber verilmedi , bunun hesabını bize nasıl vere ceksiniz?" diye bağırıyordu m . Günay, " gerekli açıklamanın en kısa zamanda yapılacağına dair inancının olduğu n u " söylüyordu . ''Size inanmamın h i çbir haklı gerekçesi yok" diyerek konuşmayı yarıda kesip koğuşa yön eldim . Başlangıçta ara ştırdığım tüm firar yollarını , araştırmal arda edindiğim bil gileri arkadaşlarımla paylaşıyor, önüme çıka cak tüm firar imkanla rından ön celikle kimin yararl a n a cağına örgütün karar vermesinde hiçbir sakınca görmüyordum . Çünkü hala bana göre " örgüt en iyi sini bilir ve en doğrusunu yapar"dı . Hareketin yönetici kadro larının, "bizim için her şeyi dü şündüğüne" inanıyordum. Ne yazık k i benden ve birtakım arkadaşları mdan h abersiz kararlaştırılan ve daha sonra fiil i olarak gerçekleştirilen firar olayıyla birlikte, yönetici kad roların sadece kendilerini düşündükleri ortaya ç ıkacaktı. Tüm düşüncem allak bullak olmuştu . Fira r eden örgütün üst kadroların dakilerle benim ve Cengiz 'in hukuki durumu aynıydı. Beni , Cengiz ' i ve Ali Gedik' i beraber götürme ihtimalleri olmasına rağmen, sadece hiçbir risk al mamak ve bir an önce kend i kurtuluşlarını gerçekleştirmek isteyen bu yö neticiler, açıkça bize k:ızık atmışlarcl ı . B u yöneticiler, o zaman örgütün kendileri g i b i ü s t kadrolara ihtiyacının daha fazla olduğunu düşünebil irlerdi ama n e yazık ki firarın heme n aka binde kend ilerini yurtdışına atmaları bu konuda samimi olmadıkla rının en bariz göstergesiydi. Arkadaşlarım ı z , Sultanahmet Adliyesi'ne götürülen adli mahkumların bir kısmının yerine geçmişler, Cağaloğlu civarında , janelarmaları etkisizleştirerek firar etmişlerdi. Aslında onl a rın firarına sevinmiştim ama içimde onlar<ı karşı
98 i ZAMAN Z INDAN tÇlNDE
bir kırgınlık ve küskünlük de oluşmuştu . Arkadaşlarımın bireyciliklerini bir türlü kabullenemiyordum. En azından bizim onlara gösterdiğimiz açık ve dü rüst tavrı, onlar da bize göstermeliyd i . B u insanlar, o zamanlar hayatımızı seve seve feda edeceğimiz hareketin en üst kadrolarıydı. ileriki süreçlerde arkadaşlarımın bu davranışının hiçbir eleştiriye ve sorgulamaya tabi tutulınaması, örgüte olan güvenimi bir kez daha zedelemişti. Çok kızgın ve öfkeliydim. Bu davranış firar düşüncemi daha da kamçıla mıştı . Buradan çıkmanın bir yolu olmalıydı. Yalnız bu yol bireysel olarak kullanılmamalıydı . Öyle bir yol bulunmalıydı ki firar edecek yüzlerce insan bu yoldan faydalanmalıydı. Benimle aynı kadere terk edilen Cengiz ile uzun u zaclıya sohbete daldım. Cengiz ele benim gibi en yakın arkadaşları tarafın dan aldatılmanın acısını yaşıyordu . Çok fazla duygusal düşünmemek gerek tiğini hissediyordum . Duygusallık bize zarar verecek, elimizi kolumuzu bağlayacaktı.
Firarın başka bir yolu olmalı " Olanla ölenin çaresi yok'"tu . Şimdi daha sağlıklı düşünmeliydim. Firar için en uygun biçimi bulmanın yolu , sakin katayla düşünmekten geçiyordu . Daha önce tasarlanmış bir firar yolu vardı. Fakat bu yolun, şu an yeni gerçekleşmiş firarın hemen arkasından denenınesi doğru değild i . Bir süre daha ortalığın sakinleşmesini beklemeliyclim. Acele etmemek, bu bekleme süresince yapılacak işlerin ön hazırlığını yapmak, ileriki dönemele gerekli olacak malzemeleri temin etmek daha uygun görünüyordu . Tasarlaclığıın fi rar yolu , B l koğuşuyla sübya n koğuşu arasında ka lan, "füze" diye adlandırılan hücrelerin tuvaJetinin altından kazılacak tüneldi. Bu hücrelerelen bir tanesi B l koğuşunun, diğeri ise sübyan koğuşunun uzantısı içerisinde yer alıyordu . Bu tünelin başlangıç noktası daha önce ör gütün üst düzey kadroları tarafından kararlaştırılmıştı . Yalnız, girişi füze hüc relerinden değil, koğuşların altındaki bodrum katından, çöplerin toplandığı mazgalların açıldığı koridordan yapılmıştı. Yeraltı mazgalının dış duvara doğru uzanan koridorı.ın son noktasına yakın bir yerinde duvar delinmiş ve · tünel girişi dikey olarak 1 metre kadar kazılmıştı. ı'vlazgal delikleri , çöplerin boşaltıldığı, koğuşların girişinele yer alan, bod rı.ıma doğru inen, fazla şişman olmayan bir insan bedenin sığabiieceği kadar eni olan, dikey olarak aşağıya uzanan sacla kaplı kanallardı. Bu kanallarclan, çöpler ve yemek artıkları aşağıya bırakılırdı. Çöpler bu kanallardan aşağıya
HALIL GÜVEN
1 99
doğru akar, aşağıdan toplanan bu atıklar, boclrum koridoruna giren çöp kam yonlarıyla toplanıp götürülürdü . Mazgallardan aşağısı karanlık olduğu için görünmüyorclu . Çöpü attığı mızda sadece aşağıya düştüğünde çıkardığı sesi cluyabiliyorduk . Her tü rlü yemek ve el i ğer atıklar buradan atıldığı için, mazgal eleliklerinin kenan yağ ve pislikle kaplanmıştı. Bazı zamanlar, kocaman lağıın fareleri bu delikierin girişine kadar gelir, bir "istihbaratçı" gibi tutukluları gözetler ve aniden orta dan kaybolurdu. Bu mazgallardan koğuşlara öylesine kötü bir koku yayılırdı ki insanın burnunun direği kırılacak gibi olurdu. Füze h ücrelerinin altına denk gelen ve daha önce başlatılan tünelin giri şinin keşfini yapmak gerekiyordu . BS koğuşundan füze hücrelerinin mazgal boşluğuna ulaşmak için, mazgaldan aşağıya inelikten sonra alt badrumdan üç tane demir kapıyı geçmek zorundaydık. Bu kapılar, çöp kamyonları çöpleri toplamaya gird iğinde açılır, çöpler alındıktan sonra tekrar kapatılır ve kilit l enircl i . İ l k keşfin yapılması için, yanımıza bazı malzemeleri alarak Ali Gedik ve Cengiz ile beraber, akşam saat ondan sonra mazgaldan aşağıya inmeye karar vermiştik. Saat ona doğru koğuşta el ayak çekilmişti. Büyük çoğunluk ya taklarına uzanmış, ortalıkta dolaşan birkaç kişiden başka hiç kimse kalma mıştı. Ayakta olan birkaç kişi de davranışlarımızdan gizli bir işimiz olduğunun farkına vararak koğuşa girmişlerdi . Koğuş kapısını kapatıp mazgalın önünde saf tutmuştu k . Mazgal deliği çok da r olduğu için, önce ayaklarımı mazgaldan içeriye sa lacak, ellerimi kafama doğru öne uzatarak girmeye çalışacaktım. Önce el fe nerini ardından da kafamı mazgaldan içeriye uzattım. Mazgalın aşağısı çöp yığınlarıyla doluydu . Kafaını mazgaldan çıkarıp el fenerini Cengiz'e uzattım. Ayaklarımı elelikten aşağıya salarak u zandığım zaman, ellerim mazgalın ke narında ele stek alıyordu. Ayağını hala boşlukta sallanıyor, basacak bir yer arı yordum. Ben aşağıya ulaştığımda eliğerlerinin inmesi daha kolay olacaktı . Ayaklarımı bir duvara , popomu da d iğer duvara yasiadım ve ellerimi tuttu ğum mazgaldan kurtardım. Yukarıdaki arkadaşlarıma seslenerek el fenerini aşağıya doğru tutmalarını istedim . Aşağısı çok yüksek değildi . Ellerimi sala rak, kendimi boşluğa bıraktım. Her taraf koyu bir karanlıkta kaplıydı. Kıçı mm üzerine lop diye oturmuştuın. Diğerlerinin inmesine yardımcı olmam gerekiyordu . Arkadaşlar omuzlarıma basarak rahatça indiler. Mazgal boşluğundan badrum koridoruna çıktık. El feneri sönünce her yanı zifiri bir karanlık sardı . Gördüğümüz manzara ürkütücüyclü . Göz gözü
1 00 1 ZAMAN ZiNDAN İÇİNDE
görmeyen çöplerin toplandığı bu bodrumda, atıkların koktısu burun delik lerimizi parçalayacak gibiydi . Sessizlik ve zifiri karanlık, sayısız lağım faresi nin sesi , dayanılmaz pis bir kokuyla birleşince ortaya çıkan tablo çok korkunçtu . Normal karanlıklarda insanın gözü zamanla karanlığa alışırdı ama bu karanlığa insan gözünün alışması mümkün değildi. Çünkü hiçbir yerde hiçbir şekilde ışık gelmiyordu.
Füze hücrelerinin altına ulaşmak i�in Her iki koğuş arası, yukarı katlar gibi demir parmakiıktı kapılada ayrıl mıştı. Çöpler gün aşırı toplandığı için kapı kilidini patlatmamız bizi ele ve rirdi . Tavana yakın duran bağlantılardan bir parmaklık kesmemiz çöpleri toplaya nların dikkatini çekmezdi . Zaten kestiğimiz demiri dönerken eski yer lerine yapıştıracaktık . İlk karşımıza çıkan demir kapının üst bölmelerinden en uygun parmaklığı tespit ederek kesmeye başladım . Va r olan engelleri bildiğimiz için hazırlık lıydık. Demir parmaklığı kesrnek çok zor görünüyordu . Elimizdeki testereler çok küçük olduğundan kesim işlemi çok yavaş ilerliyordu . İlk parnıaklığı bir saatte kesmiştim. İlk engelin aşılması hepimize büyük bir moral vermişti. Bu arada fare sesleri arttığı gibi, karanlıkta sağa sola atiayan farelerelen bazıları ellerimize ayaklarımıza dolaşıyordu . İkinci kapının parmaklığını kesmek için Cengiz ile birlikte yukarıya doğru tırmanmıştım. Bir saat içinde ikinci kapının parmaklığını da kesmiş, son kapı engeline doğru ilerliyorduk. Sessizliğin ve korkunun lükim olduğu ortamlarda birilerinin yanında ol duğunu hissetmek insana güven veriyordu . Karanlık dahi olsa , hissettiğin bir çift göz, tuttuğun bir el, dokunduğun bir vücut, insana yalnız olmadığını ha tırlatıyordu . Yalnız olmamak, kendine olan güvenini ve cesaretini artırıyordu . İşte biz de bu histen aldığımız glli;; l e hareket ediyorduk . Uzun bir uğraştan sonra , üçüncü kapı engelini de aşmış, füze hücrelerinin ortasındaki mazgal koridoruna ulaşmıştık Tünelin başlangıç noktasına , füze mazgallarının açıldığı koridordan 30 metre kadar ilerleyerek varılıyorclu. Tünel girişi, bizelen önce bazı arkadaş lar tarafından sadece füze hücresinin alt clLıvar sütunu clelinmiş, zemin be tonu 1 metre kadar kazılarak bırakılmıştı. Füze mazgalla rının açıldığı boşluğa varınca gördüğümüz manzara bizleri şaşkına çevirmişti. Füze hücreleri kullanılmadığı için, idare bu koridoru iptal etmiş, mazgal koridorunun girişi demir kapıyla kapatılıp, dört tarafı sıkıca kaynaklanmıştı . Büyük bir heyecan ve umutla yöneldiğimiz tünelin girişi,
HALIL GÜVEN 1 1 0 1
açılması mümkün olmaya n bir engelle ortadan kaldırılmıştı . Çaresizlik ve umutsuzluk içerisinde yeniden koğuşa döndük .
Güneşin, doğarken yaydığı kızıllığı özlüyorum Koğuşa döndüğümüzde saat sabahın beşiydi. Tüm arkadaşlar horultular içerisinde uyuyordu . Üzerinıjzdeki pis koku etrafa yayılmıştı . Elbiselerimizi çıkardık ve çamaşır yıkadığımız plastik leğenlere ısladık. Banyocia temizlen mek için, tahtadan ve tenekeden yaptığımız elektrikli su ısıtıcısıyla ısıttığımız suyla banyo yaparak temizlendik. Az da olsa umut bağladığım bu yolun daha başlangıçta tıkanması moralimi bozmuştu. Tünel kazmak için en uygun alan orasıydı. Çünkü bu alanlar cezaevi tarafından kullanılmayan ve kısa zaman içinde de kullanılma olasılığı olmayan alanlardı. Koğuşlarda böyle bir deneme yapmamız mümkün görünınecl iği gibi kısa süre içerisinde yakayı ele verirel ik Banyodan çıktığımda arkadaşların çay denılediğini ve beni beklediğini gördüm. Ortalık yeni yeni aydınlanmaya başlamıştı . Pencere kenarında dı şarıyı gözetlerken , uykusuzluğuma rağmen kendimi zinde hissediyordum. Alacakaranlığın o hoş görüntüsü beni alıp çocukluğuma götürmüştü . Özel likle yazın, iş güç zamanı, annem tüm kardeşlerimi, büyük-küçük demeden sabahın alacakaranlığında kaldırır ve hep beraber tarlanın yolunu tutarelık Annem bizleri kaldırırken acllarımızı birbirine karıştırır, tüm kardeşlerimin adını baştan aşağı saymaya başlardı. Güneş doğmadan tarlaya ulaşır. çoğu zaman güneşin doğuşunu tarlada çalışırken izlerdim. Güneşin doğmadan önce etrafına yaydığı kızıllığın o muhteşem görüntüsü çocuk yüreğimele muh teşem bir coşku yaratırclı. Güneşte birlikte etrafa yayılan kuş ve böcek sesleri kulaklarımda yankılanırclı. Güneşin doğarken ufku yararak yükselmesi, önce gözlerime ardından ayaklarıma vuran güneş ışıklarının etrafa yaydığı enerji, beni alır bambaşka dünyalara götürürclü. Ellerimi gözlerime siper eder, hep bu tabioyu seyre clalardım. Burada kaderime razı gelirsem daha uzun bir süre de güneşin doğuşunu izlernem mümkün olmayacaktı. "Güneşli güzel günler görmek'' için girdiğimiz bu mücadelede karanlık lar içerisine hapsedilmeyi hazmedemiyordum . Üstelik ne kadar ceza alaca ğımı bilemediğim gibi. kısa süre içerisinde dışarı çıkmam da mümkün değildi. Dışanda kıran kırana süren, her gün onlarca insanın öldüğü günler pek hayra alamet görünmüyordu . Eli kolu bağlı bir şekilde ceza tüketmek çok zordu ve cezaevinele eli kolu bağlı yatmak bana göre değildi .
1 0 2 i ZAMA.l\f ZINDAN IÇiNDE
Kavga nasıl hitirilir : " Kavgayı ayırmayız , ilk saldırana saldırırız" Arkadaşlar, çayiarım içtikten sonra yaraklarına uzanmak için koğuşa çık mışlardı . Gece boyunca uyumadığım halde, uykumun olmadığını hissettim ve koğuşa çıkınaktan vazgeçtiın. Birazdan sabah çorbası gelecekti . Koğuş nöbetçisi sabah çarbasını almak için kalkmıştı. "Bari çorba da çorbaya ben zese" diye düşündüm. Kapıda gardiyanın, ·'Nöbetçi, çorba" diye seslendiğini duyduğumda koğuş nöbetçisine haber verdim. Çorbanın üzerinde siyaha yakın b ir renkte yarım parmak kalınlığında yağ tabakası vardı ve çok kötü görünüyordu . Bu çorbalar sanki yemek için değil de özellikle yenilmemesi için yapılıyordu ve ancak özel bir terbiyeden geçirildikten sonra yenilebile cek duruma getirilebiliyordu . Kafam hala tünelin girişine ulaşmanın yollarını aramakla meşguldü . Hüc releri gözümün ön ünde canlandırmaya çalışıyordum. Füze hücrelerine ulaş manın mutlaka başka bir yolu olmalıyd ı . İki yoldan hücrelere ulaşma şansımın olduğuı: un farkına vardım. Bu yollardan bir tanesi, sübyan koğuşu , diğeri de B l koğuşuyclu . Sübyan mahkumların kaldığı koğuşuyla B l koğuşu birbirine paraleldi. Bu hücrelere ulaşmak için her iki koğuş da kullanılabi lirdi. Sübyan mahkumlarla, siyasilerin ilişkileri çok iyiydi ama gizliliği sağlama açısında n sübyan koğuşu pek istikrarlı değildi. Geriye B l koğuşu kalıyordu. Ya lnız B l koğuşundaki siyasi hareketin buna müsaade etmesi çok zor gö rünüyordu. Bl koğuşunda TKP (Türkiye Komünist Partisi), İGD (İierici Gençler Der neği) ile az sayıda Birlik Yolu davasınd a n yatan tutuklular kalıyordu . Bu koğuş eliğer koğuşla rclan ayrı girişi olan, ziyaretçi kabinlerinin yanındaki ko ridora açılan, eliğer koğuşlarla hiçbir bağlantısı olmayan, ziyaretçi günü dahi ayrı olan bir koğuştu . Burası sanki cezaevinelen ayrılmış özerk bir bölge gi biyd i . TKP"nin, Anti-Sovyetik ve Maocu gruplarla olan çelişkilerinden dolayı, içeride meydana gelecek çatışmaların önlenmesi için , bu grupları bu koğuşa yerleştirmişlerdi . O dönemdeki siyasi hareketler arasındaki gerginlikler ve çatışmal ar o kadar ilginçti ki, bugün yaşayanlar bu çatışmaları anlamakta bir hayli zorla nabilirler. B9 ve B l O koğuşlarında kalan gruplardan "Devrimci Proletarya" ve " Halkın Kurtuluşu", her gün birbirleriyle kıyasıya kavga ederlerdi . Dev rimci Proletarya, Halkın Kurtuluşu'ndan ayrılan bir grupttı . Farklılıklara ta hammülü olmayan bu gruplar, haval andırmaci a birbirlerine acımasızca saldırarak, birbirlerinin kafasını gözünü dağıtırlarclı . Diğer siyasi gruplar da
HALlL GÜVEN 1 1 03
bu kavgaları önlemek için onların aralarına girerlerdi. B u kavgalar öylesine bıktıncı bir hal almıştı ki, sonunda diğer siyasi hareketler aldıkları bir ka rarla, "artık kavgayı ayırmayacaklarını, ilk saldıran gruba, haklı olsun olma sın, topluca saldıracaklarını" bildirdiler. Bu kararın bu gruplara tebliğinden sonra , kavgalar bir daha olmadı. Eşitlik, özgürlük, savaşsız , sınıfsız ve sınırsız bir dünya için mücadele edi yorduk ama iç kavgalarımızı ancak böyle durdurabiliyorduk .
Kapş i�in tek yol B ı koğuşu. Kim kalıyor? TKP'liler Bl koğuşunda kalan TKP ' li tutuklularla en sıcak ilişki bizimdi . Örgüt an layışlarımız, mücadele tarzlarımız farklı olmasına rağmen sağlıklı bir diyalo guımız vardı . Bl koğuşunda kalan tutukluların büyük çoğunluğu bildiriden, pankarttan veya öğrenci olaylarından geldiği için en fazla altı ay tutuklu ka lıyor ve ardından tahliye ediliyorlarclı. Özellikle b u koğuşta firar e9le cek ko numda olan pek bir kimse yoktu . Bu durumun bizim için bir dezavantaj olacağını düşünüyorclum . Füze hücrelerinden tünel çalışmasına başlamak için, Bl koğuşu dışında hiçbir şansımızın olmadığı görünüyordu . Bu koğuş taki siyasi temsilcinin, kendi koğuşlarının kullanılınasını onaylaması zor bir ihtimaldi . Yine de TKP"nin siyasi temsilcisiyle görüşmekte fayda vardı . B l "deki siyasi temsilciyle göıüşmenin sorumluluğunu Günay üzerine aldı . Bu görevi alırken de o arkadaşları ikna edebileceğine inanıyordu . Bazı ar kadaşların göıüşleri ise B l 'de kalan TKP' lilerin böyle bir eyleme izin ver meyecekleri, izin vermedikleri gibi, böyle bir eyleme engel olmaya dahi kalkışacakları yönündeydi. Önyargılı olumsuz düşüncelere rağmen , görüş menin yapılmasında sakınca görülmüyordu . Öğleden sonra Günay görüşmeye gittiğinde heyecanlı bir bekleyiş başla mıştı. İki saat sonra Günay geri döndü. Yüzündeki ifade umut vericiydi . Gö rüşmenin olumlu geçtiğini, o arkadaşların her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu bildiriyordu. Olumsuz düşünen önyargılılar yanılmıştı. Şimel i geriye bir sorun kalıyordu . Bu eylem çok kişi tarafından bilinmemeliydi. Görüşmeden 1 gün sonra, Günay ile beraber B l koğuşuna giderek, TKP'Ii lerle tanıştığımda u mudum biraz daha artmıştı . TKP'nin temsilcisi ve aynı za manda Bl koğuş sorumlusu Gültekin bana, " her gün B l koğuşuna gelip gitmemin dikkat çekeceğini, onun için arzu edersem. bu koğuşta kalabilece ğimi" söyl üyordu . Bu öneri karşısında olağanüstü duygulanmıştım. Pasifist, revizyonist bir çizgide gördüğümüz bu insanların cesaretleri beni şaşırtmıştı.
104 1
ZAMAN
ZINDAN I Ç INDE
Ne diyeceğimi bilemiyordum. B8'de alıştığım ve çok sevdiğim birç o k ar kadaşı k·rk e dip yeni tanışacağım, duygularını, düşüncelerini, davranışlarını hiç bilmediğim insanlarla kalacaktım .
Yalnız
B8 koğuşunu terk ederken de
dikkat çekmemem gerekiyordu . Fakat onun ba hanesini yaratmak çok zor değildi. Hemen kafamda bir senaryo uydurdum. B8 koğuşuna döndüğümde arkadaşlarımla bir tartışma çıkaracak, bu tartışmayı koğuşa yayarak, "anlaşa mıyonız" bahan e siyl e B8'i terk edecektim. B öylesine
büyük bir risk ve sorumluluk içeren bu eylem için elestek veren
arkadaşların kararlılıklarını görünce, kendimi daha da g ü ç lü hissetmeye baş lamıştım. Yalnız de ğildik 1 1 Gültekin'in tabi i ye s i yaklaşmıştı. Onun yerine temsilci olacak Sefa, çocuk elenecek yaşta olmasına rağmen, aynı kararlılık ve cesa ret içerisinde oldu ğunu davranışlarıyla gösteriyordu . Daha önceki olumsuz cli.işüncelerimden utanç cluyuyordum . Bu gü z elim insanların fedakarca davranışiarına karşı içim den büyük bir sevgi seli akıyordu . Pasifist gördüğüm o hareketin üye leri veya s e mpatiz a m olan bu çocukların örnek davranışı, coşku ve heyecanı, hiçbi r çıkar gö z etm eden kendilerini riske etmeleri, yüreğimde derin izler bı rakmıştı. Bu davranışlar beni düşündürecek ve g e lecekte bana ç o k şey kazandıra caktı . Bı
koguşu ve yeni arkadaşlarım
2 gün
sonra , B8'deki arkadaşlardan b i riyle bahaneden sert bir tartışmaya
giriştim ve akşama doğru eşyalarımı toparlayarak koğuşu terk edip ,
Bl
ko
ğuşunun yolunu tuttum. B l koğuşı..ı n a geldiğimde Gültekin ' in ta hliye oldu ğunu söylediler. Komün sorumluluğu Sefa'ya kalmıştı . B l 'in en güzel yataklarından bir tanesini bana verdiler. Eşyalarımı yerleştirclikten sonra havalanclırmaya çıktım. Sefa beni Bülent, Cumhur ve Yahya ile tanıştırdı. Nöbetçiler yemek düzeni alınması için uyarı yapıyorlardı. Kendimize boş bir yer bulup oturduk. Koğuşra bul unan d i ğ e r tutukluların gözü, davetsiz misafirin üzerindeydi . Bunun farkına varan Sefa , tüm koğuşa bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Sefa , sakin bir dille yaptığı açıklamayla, '·daha önce , B8"de kaldığımı, fakat ll.
Çok uzun yıllar sonra, o dönem böylesine cesur bir kararı veren Gültekin ile aynı partinin, ÖDP"nin satlarında yan
şünsem a k lıma getiremezclinı .
yana mücadele edeceğimi o zaman
kırk
yıl clü
HALIL GÜVEN 1 1 05
kendi arkadaşlarımla birtakım sorunlar yaşadığımı, o yüzden de bundan böyle Bl koğuşunda kalacağımı, herkesle aynı hak ve hukuka sahip oldu ğumu" belirttiğinde, üzerimdeki meraklı bakışlar kısmen de olsa azalmıştı. Bl koğuşunclaki ilk 2 günümü sohbetle ve tanışmayla geçirdim. Artık daha fazla beklemeye gerek yoktu . Tünelin pla n ve programı kafamda hazırdı. Büyiik bir ihtimalle bu eylem başanya ulaşacak ve cezaevinde bulunan tüm ağır cezalılar bu firardan yararlanacaktı. Görünen oydu ki Sefa ve arkadaşları da bu eylemin hem organizatörü hem de uygulayıcıları olmaya aclayclı. Sefa, Bülent, Cumhur ve Yahya 'nın tünel çalışmasında görev alabilece ğini belirtti. Bülent, on yedi yaşında, Cumhur ve Y a hya yirmi yaşlarındaydı. Bülent, Sefa ile birlikte bildiri dağıtma eyleminde yakalanmıştı. Cumhur ve Yahya siyasi değildi ama İGD ile dışarıdan bağlantılan vardı . Bu kişiler ci nayetten tutukluydular ve ağır ceza alacakları kesind i. Yani onlar da bu firar eyleminden yararlanmak istiyorlardı. B l koğuşuna taşınalı 3 gün olmuştu . Bugün füze hücrelerine giriş için ha zırlıklara başlamamız gerekiyordu. Başlangıçta gerekli olacak tüm malzeme leri ha zırlamak içi n sabırsızlanıyordum. Gerekli malzemelerin listesini yapmıştım. Başlangıçta testere, tuzruhu, keser, tornavida, ımırç benzeri bir de lici, plastik !eğen, demir yapıştırıcı, kova, el feneri, battaniye parçaları ve faraş gerekliydi. Elimizde önceelen temin ettiğimiz çok sayıda demir testeresi mev cuttu . Tuzruhu tuvaler temizliğinde k ullanıldığından, her an kanlinde bulabi lirdik Plastik !eğen, kova, faraş, battaniye parçaları, el feneri koğuşta bulunan malzemelerdi. Keser daha önce marangozhanede çalışan bir arkadaş tarafın dan koğuşta alıkonulmuştu . Delici alet yine önceden tedbir olarak zulada bu lunuyordu. Demir yapıştırıcı da özel ilişkiler kullanılarak elde edilmişti.
Tünel kazı planı Sefa , nasıl bir pla n yaptığımı merak ediyordu . Anlatmaya başladım. Tü nelin başlangıç noktasının, sü b yan koğuşu tarafındaki füze h ü cresinin tuva altına denk geldiğini tahmin ediyordum. Bl havalandırmasına bakan pencereden bir parmaklık keserek füze hücrelerine ulaşmak m ümkündü . Füze hücrelerinden birbirine geçiş vardı. Sübyan koğuşunun havalandırma sına bakan hücrenin tuvalet taşını söktüğümüzde tünelin başlangıç noktasına ulaşacağımızı sanıyordum. Başlangıç noktasına ulaştıktan sonra kısmi olarak rahatlayacaktık. Hücreler kullanılmadığı gibi hücreye giriş ve çıkış kapıları nın, bizzat idare tarafından demir kapılarla, bir daha açılmamak üzere kay nakta kapatılması, bize büyük bir avantaj sağlayacaktı. Özel bir ihbar olmadığı sürece, tünelin ortaya çıkma olasılığı yoktu . lerinin
106 1 ZAMA"l ZINDAN I Ç I N D E ..
Bu hücreler daha önceleri. idare tarafından disiplin cezası amacıyla kul lanılan alanlardı. Siyasilerin Sağmalcılar'a sevkinelen sonra , cezaevi içinin tüm denetiminin siyasi mahkumlara geçmesiyle birlikte, idarenin bu alanları kul la nma şansı azalm1ştı. İdare ya bizimle çatışacak, koridor kapılarını kapata cak , her yana nöbetçi veya gardiyan kayacaktı ya da iç denetimi bizim inisiyatifimize bırakacaktı. İdarenin tercihi, iç denetimi bize bırakmak oldu. Bu durumda gece gündüz çalışma imkanmuz vardı . Sefa ile sohbet ederken Bülent ve C u mhur bize doğıu yaklaşıyordu. Onla ra bu akşam çalışmaya baş layacağımızı bildirdiğim an üçünün de gözleri heyecanla parladı.
Tünelin başına yolculuk Sefa, akşam sayımı için gelen gardiyanı, havalandırmanın koridora açılan kapısında karşıladı . Gardiyan sayım için içeri dahi girmedi. Dış kapıda sadece Sefa 'nın yazdığı kağıttaki mevcudu kendi elindeki listeyle karşılaştırmasını yaptı ve " iyi akşaınlar" dileyerek kapıyı kilitleyip uzaklaştı. Sefa , sayım mev cudunu bilclirriıiş ve koğuşa dönmüştü . Akşam yemeği için hazırlıklar yapı lıyordu . Akşam yemekten sonra hücreye giriş için çalışmalara başlayacaktık Sefa , yemek sırasında , tüm koğuşa hitaben, " komünün işleyişi ve sorunla rıyla ilgili bir toplantı yapılacağını , herkesin hu toplantıya katılması gerekti ğini" açıkladığında saat yediyi gösteriyordu . Yemeğin ardından tünel ekibi olarak havalandırmaya çıkmıştık Yemekhanedeki tutuklular bir tarafta n ma salan toplamaya diğer taraftan da toplantı düzeni almaya başlamışlardı. Sefa yemekhaneelen havalandırmaya açılan kapıyı kapatarak, idare ta ra fındaki giriş kapısını kontrole gitti. Her şey norma l görünüyordu . Cebimdeki demir testeresini çıkararak çalışmaya başladım. Hücre penceresinin par maklığını keserken, Bülent bir taraftan benim çalışmamın görülmemesi için önümü kapatıyor, bir taraftan da dikkat çekmernek için Cumhur ile sohbet ediyordu . Yahya dış kapıyı gözetlernek için kalmıştı. Yaklaşık yarım saatlik bir sürede tek parmaklığın alt tarafını kesmiştim . Sıra parmaklığın üst tara fını kesmeye gelmişti. Sefa , komün toplantısına ara vermiş, yanımıza gelerek, meraklı ve heyecanlı bakışlada bizi izliyordu . Parmaklığın bir tarafının ke silcliğini gören Sefa , sevinçle, "Biraz sonra toplantı bitiyor, yemekhane boş altılacak, çay hazır, sizi bekliyoruz" diyerek koğuşa dönmüştü . Parmaklığın üst tarafını kesmek alt tarafını kesmekten biraz daha zordu . Alt tarafı kesilen parmaklık, testerenin zoruyla sağa sola salianıyor bu da tes terenin izini kaybetmesine yol açıyordu. B ülent elini arkadan uzatarak par maklığın fazla salianmasını engelliyordu . Bir saatlik bir uğraştan sonra ,
HALIL GÜVEN i ] 07
parmaklığın üst tarafı da kesilmiş, hücreye giriş için hiçbir engel kalmamıştı . Parmaklığı yerine yerleştirip Sefa 'nın çay daveti için yemekhaneye girdiği mizde Sefa'dan başka hiç kimse yokttı . Sefa , bardakları hazırlamış . çayın yanına büyükçe bir paket bisküvi çı karmıştı. Parmaktarım demir tozundan dolayı simsiyah olmuş, başparmakla işaret parmağım epeyce bir kan toplamıştı. Ellerimi yıkad ıktan sonra , karşı lıklı olarak çaylarımızı keyifle yud umlamaya başladık. Hepimizin gözlerinde büyük bir umut ve heyecan vardı. Bülent, yüzünele hiç gi.ilümsemesi eksik olmayan , güldüğü zaman karnından gülerek kahkahalar atan, espri yeteneği ala bildiğine gelişmiş bir çocuktu . İçten ve sıcak çocuklardı. Özellikle sev giyle baka n bir çift gözü ü zerinde hissetmek muhteşem bir duyguyclu . Bu in sanlar benim geleceğe ilişkin umudumu iyice artırmıştı. Çaylarımızı yuclumlarken öylesine sohbete dalmıştık ki, saat on ikiye ge liyordu. Şimeli sırada füzenin içerisine girip keşif yapmak vardı. Sefa önden çıkarak dış kapıyı kontrol etmiş, her şeyin normal olduğunu bildirmişti. Parmaklığı yerinelen söktüm. Elimizele mumlar, el feneri, tuznıhu , keser ve eliğer malzemeler vardı. Diğer arkadaşlarla beraber hücreye adım atarken , özgürlüğe doğru ilk ve büyük adımı attığımı clüşünüyordum . Par maklığı eski yerine yapıştırdık ve aramızdaki parolayı belirledik Sefa , herhangi bir tehlike yoksa . demire bir kez vurup kısa bir ıslık, teh like varsa, demire peş peşe birkaç kez vurup, birkaç kez ıslık çalacaktı. Sefa, "I--Ia d i size kolay gelsin '' diyerek koğuşa yöneldi. Gecenin karanlığında ses sizce parmak uçlarına basarak, yol umuzu aydınlatan el feneriyle eğile eğile füzeyi keşfetmeye başladık. Hücrelerde ışık olmamasına rağmen, dış mazgaldan ve havalanclırmaya bakan pencerelerelen sızan ışık, hücre içerisini kısmi de olsa aydınlatıyordu . Füze h ücreleri birbirinin aynı olan iki kısımdan oluşuyordu. İki h ücrenin or tasında 1 metre genişliğinde, uzunluğu koğuş boyunca uzanan bir mazgal vardı. Her iki hücre de iki katlıydı ve üst kata merdivenle çıkılıyordu . İki hücrenin arasında dışarıya bakan, kalın parmaklıklarla, üç-dört kat sık tellerle örülmüş kapı büyüklüğünde, içerielen bakınca dışarının görüldüğü mazgal penceresi vardı. Bunlar mazgal boşluklarıydı. Bu mazgallardan baktığımızda dışarısını rahatlıkla görebiliyorduk. Özellikle üst katta dışarıda akan hayatı iz lemek epeyce zevkliycli . Gecenin karanlığında fi.ize hücresinden dışarıyı iz lemeye dalmıştık. Öylesine dalmışım ki bir an kendimi dışarıdaymış gibi hissettim. Diğerleri de aynı duygular içerisindeycli galiba . Elinde şarap şişe siyle bir sarhoş türkü söyleyerek yalpalıyor, el ele tutuşan bir çift, acele bir
1 08 i ZAMA.ll/ ZiNDA.ll/ I Ç I N D E
yere yetişmek istercesine, hızlı adımlarla yüıüyordu. Cezaevi avlusunda nöbet tutan askerler, nöbet güzergahlarında programlanmış rolx>tlar gibi bir ileri bir geri gidip geliyorlardı. Mazgal penceresinden dışarıyla ilgili her şeyi kontrol etme şansımız vardı . Bu durum bizim lehirnizeycli. Eğer b i r eylemde her şey eylemcilerin kontro lündeyse tehlike çok az clemekti . Füze hücrelerinden bir tanesi de sübyan koğuşuna bakıyordu . Yaptığımız hesaba göre sübyan koğuşuna bakan füze hücresinin tuvalerinin taşını sökerek tünel in girişine ulaşabileceğimizi sanı yordum . Hücrenin içerisinde çalışırken görülmemiz imkansızdı. Hücre duvarının yüksekliğinden dolayı , havalandırmadan bakanların bizleri görme ihtimali yoktu . Yalnız gündüzleri hücreye girip çıkarken elikkat etmemiz gerekiyordu ; sübyanların havalandırmasına baka n pencerenin yanından geçerken, süb yanlar tarafından görülme riskimiz vardı. Geceleri değil de gündüzleri bu riski göz önünde bı..ı lundurmam!z gerekiyordu . G etirdiğimiz tüm malzemeleri, çalışacağımız hücrenin içerisine taşıyarak, uygun bir şekilele yerleştirdik Tuvaler taşının çevresine tuzruhunu boşalttı ğımızda beton fıkır fıkır kaynamaya başlamıştı. Ortalığı beyaz bir dumanla , dayanılmaz b i r koku kapladı. Tuzruhunun kokusu hepimizi iyice sersemlet mişti. Kendimizi hızla rnazgal boşh.ığuna attık. Çevreye büyük bir sessizlik hakimciL Etrafı kontrol ettikten sonra , duvar kenarına yan yana oturarak birer sigara yaktık. Demir parmaklığa bir kez vurulup ıslık çalındığı duyuldu . Bülent, yerden süıünerek Bl tarafındaki hüc reye yöneldi. Sefa bize çay ve bisküvi getirmişti. Bülent'in arkasından sürü nerek Bl tarafındaki hücreye doğru yöneldik . Ay ışığı havalandırmayı aydınlatıyordu . Sefa'nın gülümsemesi ay ışığıyla birleşince içimin aydınlan dığını hissettim . Sefa çaylan bıraktı ve koğuşa döndü . Çaylarımızı içerken, Bülei1t toprak sorununun nasıl çözüleceğini merak ediyordu . Çıkan toprağın gizlenmesi çok kolaydı. Hücrelerin dışındaki koridorlara , hücrenin iç kısımlarına, üst katlara, dış mazgal boşluğuna ve tuvaletin önün deki set duvarının elip kısımlarına gizlememiz mümkündü . Havalandırma ta rafından bakılsa dahi, sadece pencere bizasındaki koridor görünüyord u . Şimdilik zorlanacağımız t e k şey, tuvalet taşını söktükten sonra karşılaşacağı mız beton engelini aşmaktı. Beton aşıldıktan sonra toprağı kazmak kolaydı .
Çalışmalara akşam sayımından sonra başlayıp sabaha kadar sürdürmeyi dü şünüyorduk. Başlangıçta gündüz ça lışmak riskli bir durumdu . Çünkü her an
HALIL GÜ\'EN 1 ] 09
arama olasılığı vardı. Gerçi B l koğuşundaki arkadaşların gardiyanla da iliş kileri çok iyiydi . Arama yapılmadan önce haberleri oluyordu ama biz yine de hiçbir şeyi şansa bırakmak istemiyorduk O yüzden, başlangıçta sadece ge celeri çalışmanın da ha doğru olacağını düşünüyordum. Zaten sabaha kadar çalışacağımız için, gündüz uyumak ve clinlenmek zorunda kalacaktık Tuzruhunun yarattığı tahribatı görmek için tekrar hücreye girdiğimizde, gecenin karanlığını ve sessizliğini, dışarıdaki nöbetçilerin öttürdükleri düdük ve tekmil sesleri bozmuştu . Bir asker, " Duuur, parola'' diye bağırıyordu . Pa rolayı verenin sesi duyulmuyordu ama kısa bir sessizliğin ardından, asker künyesini sıralıyor ve "Bir-üç nöbetçisiyim, nöbetiinde vukuatım yoktur ko mutanımmm" diye haykırıyordu . Bülent'in , "Hele tünel bitsin, vukuatın var mı yok mu göreceğiz" esprisinin üzerine kahkahayı patlatmış, gülme krizine girmiştik. Tuzruhunun etkisi kısmi olarak geçmiş, tuvaJet taşının kenarları eskiye oranla yumuşamıştı. Çalışma sırasınd a fazla ses çıkmaması için, keseri bat taniye parçalarıyla sardım ve murçla, tuvaJet taşının kenarını oymaya başla dım. İki saat içerisinde tuvaJet taşını yerinden sökmüş, çıplak betonla karşı karşıya kalmıştık Şimdi sıra betonu pa rçalamaktaydı. Betonu delmenin kolay olmayacağı görünüyordu. Elimizde kalan son tuz ruhu şişelerini de beton üzerine boşaltıp, hızla hücreyi terk ettiğimizde ortalık aydınlanmaya başla mıştı. B irbirimizin peşinden sürünerek pencereye doğru gittik. Sefa'yı uyar mak için parmaklığa bir kez vurup hafif bir ıslık çaldığımda, Sefa'nın ayaklarının ucuna basarak hızla yaklaştığını gördüm. Sefa , dış kapıyı kont rol ettikten sonra " Ç ıkabilirsiniz" işaretini veriyordu . Parmaklığı yerinden söküp, b irbirimizi takip ederek havalandırmaya çıktığımızcia sabahın serin liği yüzümüzü yatıyordu. Parmaklığı yerine yapıştırı p koğuşa doğru yöneldik. Sefa'nın bakışlarında gelişmeleri merak eden kaygılı bir ifade vardı . Yemek hanede kısa bir süre sohbetten sonra yatakhaneye çıktık. Tüm koğuş derin bir uykudaydı . Uykusuzluk, yorgunluk ve tuzruhunun yarattığı bitkinlikle yatağa uzarı dığımda uykuya dalmak zor olmadı.
"Anti-Sovyetikleri götürmeyin" Koğuş nöbetçisinin, "Arkadaşlar, kalıvaltı hazır" sesiyle uyandığım zaman, uykusuzluğuma rağmen kahvaltıya inmek gerektiğini düşündüm. Koğuşta kilerin dikkatini çekmemeliydik. Zaten komün kuralları gereği, herkesin za manında kahvaltıda ve yemekte bulunması gerekiyordu . Elimi yüzümü
1 1 0 1 ZAM.<\."1 Z iNDAN I Ç i N D E
yıkayıp yemekhaneye indim ve arkadaşların yanına otura rak ka hvaltıya baş ladım . Kahvaltı sonrası havalandırmaya ç ıktım. Arkadaşl a r hal[ı dün gecenin heyecanını yaşıyorlar ve bir a n önce kaldığımız yerden devam etmek için sabırsızlanıyorl ardı . Tünel ekibi olarak havalandırmada volta atmaya başlamıştık ki sessizliği bozan Sefa oldu . Bana döne rek , ''Bu işi başarabilecek misi niz" diye sordu . Büyük bir i hti malle başaracağımızı, buradan cezaevini boşaltacağırnı z ı , bu b a şarıda en büyük payın B l 'e ait olacağını dile geti rdim . Sefa'nın yüzü aniden ciddi l eş mişti . Önce buna bir a nlam veremedim . Sefa, çocuk yaşının üstünde bir c id diyetle , "Hocarn bunu başaracağınızdan emin im, yalnız b izim de sizden bir isteğimiz olacak" dediğinde sora n gözlerle Sefa 'ya baktım. Sefa cluraksaya rak, duygulu bir sesle , "Bakın, biz b u tünelin başarılması için elimizden ne geliyorsa yapacağız , her türlü riski göğüsleyeceğiz, fakat bu tünelden gider ken , anti-Smyetikleri (Maocuları) götürmeyeceksiniz " ricasında bulunuyordu . Bu duruma fazla şaşırmadım . TKP ' lilerin bu kon udaki hassasiyetini anlı yordu m . Çünkü anti-Sovyetik dediği hareketlerin içerisinde, TKP hareketine karşı suç işlemiş insanlar vardı. Onların bu hassa siyetl erini anlayışla karşıla dığımı belirttim Zaten başlangıçta o hareketlerin tünel kazma eyleminden haberleri yoktu . İ leride tünelden haberdar edilecek komitenin bu konuda nasıl bir tavır belirleyeceğini bilmiyordu m . Ş imdiden böyle bir olayı da dü şünmek istemiyordum . Diğerlerine dönere k , " Be n uyumaya g idiyorum, akşam kaldığımız yerden devam edeceğiz, o yüzelen u yumamız l azım " di yerek kalktım ; ekipteki arkadaşlar da beni izl eyerek koğuşa gi rdil er. Yatağıma uzandığırnda kendimi çok rahat ve güçlü hissettiğim gibi, bu ey lemin başarılmaması için hiçbir engel görmüyordum . Daha şimdiden dışarı sını hayal etmeye başlamıştım bile. Çocukluğumun geçtiği uçsuz bucaksız Elbistan Ovas ı ' n ı , ilkbaha rda doğanın uyanışını, köyün tertemiz havasını ve suyunu, her yanında yeşil bir hayat fışkıra n toprağın bereketini düşünmeye başladım . Yedi aydır tutuklu olmama rağmen, yoksulluktan dol ayı görüşüme dahi geleıneyen gözü yaşlı annemin hıçkırıkları gözümde canlanmaya baş ladı . Bu hayall erle oyalanırken , bir a nda annemin beni bağrına basarak kok ladığını hissediyorclu m ki uykuya dalıverdim.
Sıra geldi iğneyle beton kırmaya Uyan dığımda akşam olmuşt u . Hemen elimi yüzümü yıkadım, elbiselerimi giyelim ve aşağıya indim . G ardiyan dış kapıda " S ayım" diye seslen iyordu .
HALIL GÜVEN ı l l l
Sayım formalite gereği yerine getirildi . Gardiyan, yine Sefa'dan koğuştaki mahkum sayısını alarak ·'iyi akşamlar'' clileyip gittiğinde yemek hazırlıkları başlamıştı. Yemekten sonra işimize kaldığıınız yerden devam edecektik. Ye mekhanede ilk sıralara biz oturduğumuz için, yemek ilk bizlere veriliyordu . Çabucak yemeğimizi bitirip tünel ekibi olarak havalandıriliaya çıktık. Sefa dış kapıyı kontrol etti ve her şeyin normal olduğu işaretini verdi. Parmaklığı yerinelen sökerek hücreye girmiş, parmaklığı eski yerine yapıştırmıştım . Bir gün önce tuzru huyla yumuşattığımız betonu büyük bir heyecanla par çalamaya çalışırken, Cumhur, mazgal boşluğunda dışarıdaki askerleri gözet liyorclu. Betonu delmek için kullandığımız demir alet ve kesere sardığımız battaniye parçaları keserin çıkardığı sesi azaltıyordu. Betonu parçalamak çok kolay görünmüyorclu . Zaten ses duyulur korkusuyla istediğimiz gibi çalışa mıyorcluk . Betonu kırm aya çalışırken, sağa sola sıçraya n beton parçaları, bazen muma çarpıp söndürüyor, hücre içerisini karanlığa boğuyordu. El fe nerinin arkasına bir ip bağlayarak, ipi tavandaki elektrik duyundan aşağıya doğru salladım. Fakat pil durumundan dolayı el fenerini sürekli kullanamı yordum. Saat gece on ikiye doğru Sefa ' nın işaretiyle dışarı çıktığımızda, Sefa, çay ve yiyecek bir şeyler getirmişti . O yorgunluktan sonra büyük bir bardak çay içmenin keyfini tarif etmek mümkün değildi. Çay ve sigaralarımızı büyük bir keyifle içtikten sonra tekrar çalışmaya ko yu lduk . Yaptığımız iş iğneyle kuyu kazmaya benziyordu. Sabahın altısına kadar betonu kırmaya deva m ettik ama çok fazla yol alamadık . Elimizele var ola n son tuzruhunu da betona dökerek, koğuşa doğru yönelcl iğimizde, Sefa büyük bir merakla bizi bekliyordu . Çıkardığımız gürültü duyulur korkusuyla çalışamadığımızı, yoksa daha hızlı yol alabileceğimizi izah ettim. Bülent, gü rültünün duyulmasını engelleyebileceğimizi dile getirdi. Bizler hücre içeri sinele çalışırken, koğuştakilerin türkü, marş söylemeleri bizim daha rahat çalışmamızı sağlayabilirdi. Ertesi akşam bunu deneyecektik. Kısa bir
üst
baş
temizliğinin ardından yataklarımıza uzandık. Her zamanki gibi yorgunluğun ardından uykuya dalmak zor olmadı.
Tünelin başı göründü Akşam sayımından sonra çalışma bölgesinde yerlerinlizi aldık. Beton biraz daha yumuşamıştı. Koğuşta eğlence başlamıştı. Coşkuyla söylenen şarkı türkü sesleri hücrelere kadar ulaşıyordu . Keserin çıkardığı tok ses, koğuştakilerin sesi tarafından bastırılıyordu . Koğuştakiler, Avusturya İşçi Marşı'nı öylesine coşkuyla söylüyorlardı ki "Biziz hayatı yaratan" mısrasının ardından hırsla be-
1 12 i
ZAMAN
Z İNDA.'-1 IÇiNDE
tona çaktığım demirin sonuna kadar gittiğinin farkına vardım. Sevinçle "Bu iş tamam" diye bağırarak Bülent'e sarıldım. Açtığımız eleliğin çevresini genişle terek el fenerini aşağıya doğru sallaclığımda yanılmadığıının farkına vardım. Tünelin başlangıç noktasının bulunduğu boşluğa ulaşmıştık Açtığımız de liğin çapı 60 santimetre kadardı . Delikten aşağıya doğru sa rktım. Ayağım tümsek bir yere temas edince, diz üstü çökerek kendimi içeriye doğru bı raktım. Daha önce tünelin başlangıç noktasını kazan arkadaşlar, mazgal duvarı nın hemen yanından 1 metre kadar kazmış, çıkan toprağı da hemen girişe yığmışlardı. Tünel girişi hücrenin tuvaler alanının tam altında , 6 metrekare lik, dört tarafı kapalı bir mahzendi . Bu ala nda yaptığımız inceleme sonu CLında idarenin daha önce bu tünel girişini tespit ettiği anlaşılıyorclu . Tünele daha önce başlayan arkadaşlar, alt bodrumclaki mazgal boşlu ğundan hareket ederek, dış duvara doğru giden mazgal koridorunun so nunda hücre tuvalerinin altındaki duvarı delerek, tuvaler altındaki boşluğa ulaşmışlardı. Hücrenin altındaki bu 6 metrekarelik mahzene ulaşmak için duvarı bir adamın geçeceği genişlikte delmişlerdi . İdare, daha öncekilerin deldiği duvarı taşla rla örmüş, tünelin girişini kapattığı gibi, alt mazgal kori dorundaki ve üst maltadaki 12 demir kapıları da bir daha açılmamacasına kay naklamıştı . Ya ni idare kendisine göre tüneli n tüm giriş ve çıkış noktalarını kapatarak redbirini almıştı.
. Tünelde işbölümü Mahzene indiğimde rutubet kokusunu iliklerimde hissetmeme rağmen, aylardır toprak görmemenin hasretiyle toprağı tırnaklarımla eşeliyor, toprak kokusunu ciğerlerime doğru çekiyordum. Rutubete rağmen toprak nefis ko kuyordu . Bülent ve Yahya da aşağıya indiler. Hepsinin sevinçleri gözlerinden oku nı..ıyordu . Yorgunluğumuza rağmen, yukarıdaki malzemelerin hepsini aşa ğıya indirip kazı işlemine bir an önce başlamak istiyordum . Tünelin girişinin çapı panlar aşağıya doğru zemeleri
aşağıya
ı
ı
metre civanndaydı. Daha önce kazı işlemini ya
metre kadar inmişlerdi. Elimizde bulunan tüm mal
taşıdık
Kazı
umudumuzu da artırıyordu . 12.
Koğu ş kapılarının açıldığı koridor.
işlemine
başladığımızda ,
sevincimiz
HALIL GÜVEN I 1 1 3
Ben tünel in içerisinde kazı i şlemini yaparken, Bülent , çıkan toprağı plas tik kovayla tuvaJet taşını çıkararak açtığımız delikten yukarıya, füze hücre sinde bekleyen Yahya 'ya uzatıyor, o da toprağı hücrenin uygun bir yerine boşaltıyordu . Cumhur ise her zamanki gibi mazgal boşluğunda nöbet tutu yordu. Ma hzende şimdilik mum kullanıyorduk ama hava sirkülasyonu ol m adığından, mum uzun süre yanmıyordu . Işık sorununa sağlıklı bir çözüm b ulnıamız gerekiyordu . Hücrenin içinde elektrik tesisatı olduğuna göre büyük bir olasılıkla elektrik de vardı . Bülent, mahzenden dışarı çıkıp , koğuştan kontrol kalemi getirmeye gir mişti . I-Iücre içinde tavandaki duyu boşluğunda elektrik telleri görünüyord u . Bülen t, kontrol kalemiyle kablo uçlarını kontrol ettiğinele yukarıdan aşağıya sallanan elektrik kablolarında elektrik olduğunun farkına vardık . Bu ele mekti ki, yarın tünel elektrikle aydınlanacak ve bu da bizlerin işini çok kolaylaştı racaktı . Artık mum, el feneri gibi ilkel aydınlatma araçlarıyla zaman kaybetmeye cektik . Toprağı kazmak, çıkan toprağı gizlemek , şimdilik çok zor değildi. Heyeca nla kazıya devam ediyordum ki Cumhur'un ·'Ortalık ağarmaya başlı yor" uyarısıyla, kazıyı bırakarak yukarıya çıktım. Bugünkü çalışmamız umut ettiğimizden çok daha başarılı geçmişti . Dışarıya bakan mazgalclan cezaevi bahçesini ve yolu seyretmeye daldım. Sabahın serinliği mazgal deliklerinden sızarak yüzümü yalıyordu . Sokakla r boştu , tek tek insanlar, sabahın uyku mahmurluğuyla kaldırımdan yürüyordu . Dışanda akıp giden hayat özgürlüğü çağrıştırıyordu . Şu an için özgürlüğü yakal amaktan başka bir isteğim yoktu . Daha çocuk yaşta tutsak edilmem, geleceğimizin birileri tarafından ipo tek altına alınması kabullenilecek bir durum değildi. Ben kadere inanmıyor d u ın ve birileri gibi kaderime ra zı olmaya caktım. İ nsanın, hangi koşullar altında olursa olsun, geleceğini bir başkasının elinden çekip almaya mukte el i r olduğunu biliyordum. Özgürlük uğruna gerekirse ölümü göze alacaktııl1 . Bu düşünceler içinde dalıp gitmişti m ki , Bülent'in ·'Koğuşa dönüyoruz" uyarısıyla dalgınlığımdan sıyrıldım ve arkadaşlarımın peşinden hücreye yö neld im. Toprağa ulaştıktan sonra umutlarım iyice artmıştı. Önümüze çıkan zor lukları, engelleri kademe kademe aştıkça, hem kendimize hem de birbiri mize olan güvenimiz daha da pekişiyordu . O gün toprakta ça lıştığımız için, pantolon ve gömleklerimize bir hayli toprak bulaşmıştı . Bu izleri havalan dırma ve koğuşa taşımamak gerekiyordu . Ayakkabılarımızı, pantolon ve göm-
] 14 ! ZAMAN Z INDAN İ Ç İ N D E
leklerimizi hücre içinde çıkardık Üzerimizde sadece atlet ve don kalmıştı. Havalandırmaya çıkış işaretin i verdik ve beklemeye başladık . Sefa , hava landırmacia gerekli kontrolü yaptıktan sonra " Her şey yolunda" işaretini ver mişti . Bizi don atlet gören Sefa , şaşkınlıkla bakıyordu . Ona gerekli izahatı ya ptıktan sonra , akşama 10 metre kadar elektrik kablosuna, birkaç tane duy ve a mpule ihtiyacımız olduğunu söyledi k . Sefa, "O kolay" d iyerek istekleri mizi a kşama kadar halledeceğini söyledi . Yüzüm üz gözümüz toz toprak içerisinde olduğu için , banyocia temizlen memiz gerekiyordu . Kendi imalatımız olan elektrikli s u ısıtıcılarıyla plastik su bidonlarında ısıttığımız suyla banyo yaparak bir hayli rahatlamıştım. Yatağa uzandığımda yorgunluğun da etkisiyle çok fazla hayal kuramaclığını gibi, bir an önce tüneli bitirmekten başka bir şey de clüşünemiyorclum.
Tünel ekibi ve komün hayatı B l 'deki diğer siyasi tutuklularla da samimi olmaya başla mıştım. Bazılan koğuşta kendilerinden habersiz bir şeylerin döndüğünü hissetmeye başla mışlardı ama ne old uğunu bilemedikleri gibi, hiçbir kimse ele neler oldu ğuna ilişkin her ha ngi bir soru sormuyordu veya sormaya cesaret edemiyordu . Komün yaşamı içerisinde insanlar kısmi olarak düşüncelerini dile getirse ele belirleyici olan, komün içerisindeki siyasi temsilcinin iraclesiydi . TKP dı şındaki siyasi hareketler ayrı bir komün oluşturmuşlardı ama koğuşta belir leyici olan TKP idi . Kumünlerele bireyin herha ngi bir özerkliğinden söz etmek mümk ü n değildi . B u psikoloji k durum işimizi bir hayli kolaylaştırı yordu . Koğuştakiler, temsilcinin her el e diğini sorgusuz sualsiz yerine getiri yor ve hiçbir soru sorm uyorlardı. Koğuşta bir kişi vardı ki o her zaman bizleri sürekli gözetliyordu . Şüphemi bildirdiğimele Sefa , bu kişinin siyasi olmadığını, Kürt kökenli birisi olduğunu ve sahte para basmak gibi suçlardan yargıtanelığını söyledi . Yani ağır ceza ala cağı kesin görünüyordu . Bu kişi, herkesle samimi olmayan, ilişkilerinde me safeli ve ölçülü davranan, hiçbir siyasi iddiası olmayan ve davranışlarında da siya si hiçbir i z bulunmayan, kendi halinde birisiydi . Bu arkada şla karşılaştı ğımızda , saygılı bir şekilde selam vererek , Urfa şivesiyle, "Abey nasılsın" diye hal hatır sorardı . Adı Hikrnet'ti . Onunla samimi olmaya ve niyetini öğren meye ka rar verdim . Boş zamanlarımda Hikmet'in yanına yaklaşıyor, onunla sohbeti ileriet meye çalışıyordum . Hikmet, pek bir şey bilmediğini ima ediyordu ama bir-
HALIL GÜVEN 1 1 1 5
takım şeylerin de farkında olduğunu hissettiriyordu . Samimiyetimiz ilerle yince, Hikmet, firar girişimiyle ilgitendiğini ve kendisinin de firar etmek is tediğini söyledi . Ona henüz firar aşamasında olmadığımızı ama böyle bir şey olursa, kendisinin de bu organizasyondan yararlandırılacağına dair söz ver dim. Hikmet , saygılı bir şekilde , " Size inanıyorum abey, bu iyiliğinizi dışa rıya çıkınca fazlasıyla ödeyeceğim" diye şükranlarını bildiriyordu . Görünen oydu ki Hikmet bizim için bir tehlike arz etmiyordu . B l koğuşunda kalanların hepsi, siyasi nedenlerden tutuklanan kişiler de ğildi. İçlerinden bazıları, adli suçlardan gelmiş , fakat sola karşı sempati du yuyorlardı. Bunlardan bir kısmının koğuşta kilerle dışarıdan tanışıklığı vardı. Bir kısmı da içeride birilerinin tavsiyesiyle Bl koğuşuna yerleşmişlerdi; siya si olmama lanna rağmen, koğuştaki işleyişe ellerinden geldiğince uyum sağla maya çalışıyorlardı . Koğuştaki yaşam biçimi komündü . Tutukl utara dışa rıda n gelen para , yi yecek, sigara gibi her türlü ihtiyaç maddesi komünde toplanır, hasta olanlara özel bakım uygulanır, onların dışındakiler komünün olanaklarından eşitçe yararlanırlardı. Parası olmayanlar, ziyaretçisi gelmeyenler, hiçbir sonın yaşa madan, komün içerisinde var olan imkanlar ölçüsünde paylaşma ilkelerine uygun bir biçimde yaşarlardı. Paylaşım konusunda pek bir sorun yaşanmazdı. Ziyaretten gelen ve kan linden satın alınan birtakım yiyeceklerin dışında , idarenin verdiği yemekler terbiye ed ilerek yenilecek duruma getirilirdi . idarenin verdiği sabah çorbası ve akşam yemekleri yenecek durumda olmadığı gibi, bazen yemekierin içe risinde , çoı:ap, iç çamaşırı gibi eşyala r da çıkardı. Özellikle yemeğin üzerin deki yağ tabakasının görüntüsü ve kokusu çok kötüydü . Bu yemekierin yağı ve suyu tamamen dökülür, geriye kalan taneleri suyla yıka nır, başka bir ten cerede hazırlanan, yağ, soğan, salça, baharat, varsa et, sos yapılarak, taneyle karıştırılır ve su ilave edilerek ikinci kez pişirildikten sonra yenmeye hazır hale getirilirciL Eğer komünün parası varsa, kantinden alınan kuru gıdalardan ayrıca yemekler yapılırdı. B l 'de kalanların çoğunl uğunun ziyaretçisi pek gelmezdi . Ayrıca tahliye olanlara giderken verilen harçlıklardan dolayı, komün temsilcisinin tedbiri elden bırakmaması şarttı . Genelinde idarenin verdiğiyle idare ediliyord u . Komün yaşamında tek sorun sigara dağıtımında yaşanırd ı . Çünkü cezaevinde tek dayanılmaz şey sigaraydı. Koğuşta belirli bir sırayla, her gün 2 tutuklu nö betçilik görevini yerine getiriyordu . Nöbetçiler günlük karavanaları a lır, ye mekleri ve çayı yapar, yemekhanenin ve koğuşun temizliğinden sorumlu
1 1 6 1 ZAMAN Z l ND�N İ Ç İ N D E
olurd u . Bir kişiye ayda bir kere nöbet sırası gelirdi . Tünel ekibi , bu nöbet lerden muaftı . Sağmalcılar Cezaevi'nde en renkli olaylardan biri ele tahliye olanların uğurlanmasıydı . Tahliye olan kişi hazırlanırken, tüm koğuş tek sıra halinde havalandınnaya dizilir, tabliye olan, sırayla herkesle kucaklaşırken, "Enter nasyonal", "Avusturya İşçi Marşı", " 1 Mayıs'' gibi marşlar büyük bir coşkuyla söylenirdi. Bu etkinlik tutukl u , idare kapısında n çıkana kadar devam ederdi .
Kazının 8 . günü Hiç aksatmadan tünel çalışmalarımıza büyük bir hızla devam ediyorcluk.
8 . gündü ve bugün binanın temelini geçip, temelin altından yatay olarak iler leme hedefindeyd ik . Her an temelin başlangıç noktasına ula şabilirdik Niha yet 4-5 metre scmunda temelin son noktasına ulaşmış ve yatay olarak cezaevi bahçes i istikametine yönelmiştik . Arkadaşlar, tü nelden çıkan toprağı, ip bağ ladığımız kovaya dolelmarak yukarı çekiyor, mazgal boşluğuna veya hücre nin dışarıdan bakınca görünmeyecek bir tarafına istif ediyorlard ı . Genelinde kazma işlemini benimle birlikte Bülent yapıyordu . Eğer biz çok yorulmuşsak, Yahya veya Cumhur kazıyı devralıyordu . Boşta kalanlar ise toprağı uygun bir köşeye taşıyord u . Toprak kısmından ilerlemeye başladığıınızdan bu yana Cumhur'un nöbet tutmasına gerek duymuyor, yarım saatte bir çevreyi kont rol ediyorduk . Cumhur da nöbet dışında kalan zamanlarda du ruma göre ka zıya veya toprak taşıma işine yardım ediyordu. Yatay olarak yönünü tayin ettikten sonra , tünelin hacmini mümkün ol duğu kadar dar tutmaya özen göstermek gerekiyordu . Hem çıkan toprağı en aza indirmek hem ele çökme tehlikesini mümkün olduğunca azaltmak için tünelin hacminin küçük olması lazımdı . Yere paralel döndükten sonra , kazı çok yavaş sürüyordu . Topra k hem çok sert hem de aşırı derecede kireçliydi. Üstelik yatay olarak kazı işlemini sürdürmek çok zordu . Temelin a ltından geçiş kazısını yapmak için anne karnındaki bebek gibi bir oturuş şekli a lmak gerekiyoruu : Epeyce ilerledikten sonra yatarak kazılabil irdi . Hacmin darlı ğından dolayı, yere boylu boyunca uzanıp, dirsekierden bir tanesini yere da yayarak kazıyı sürdürmek zorundaydık . Tünelin henüz başlangıcında olduğumuz için, ileride neyle ka rşılaşacağımızı bilemediğimiz gibi, şimdiden bunları düşünmek dahi i stemiyorduk Şu an için tek düşüncemiz hızımızı ar tırmaktı . 8. gün sonunda temeli aşmış , yere paralel dönüş istikametinde 20 santimetrelik bir mesafe kat etmiştik. Bülent, yine " Sabah oldu , ortalık ağar maya başladı" uyarısını yaptığında , elimdeki mal zemeleri tünelin içerisine
HAIJL GÜV E N 1 1 1 7
bırakıp , girişe yaptığımız basamaklardan yukarıya doğru tırmandım. Panto lonum ve gömleğim çamur içerisinde kalmıştı . İş elbiselerini çıkarıp , temiz elbiseleri giydiğimizcle saat altıyı geçiyord u . Mazgal boşluğundan geçerken, h e r zamanki gibi dışarısını seyretmeye baş ladım. Cezaevinde olmamıza rağmen, içeriden dışa rıyı seyretmenin zevkine cloyuın olmuyordu . Sessizce clışarıyı seyreclerken, Sefa'nın verdiği pa rolayla parmaklığı yerinelen söktük ve havalandırma tarafına geçtik. Koğuşta her za manki temizliğimizi yaptıktan sonra yataklarımıza uzanmıştık
9· gün B ugün
9. güncli.i . Öğleye doğru uyandığımda henüz diğer arkadaşlar
uyanmamıştı . Sessizce eşofmanlarımı çıkarıp günlük elbiselerimi giyiyorcluın ki Bülent'in nevresim altında ateş böceği gibi parlayan gözleriyle karşılaştım. Bülent diğer ekip a rkadaşlarını da uyandırdı. Beraberce alt kata indik. Sefa ve nöbetçilerin dışında yemekhaneele pek kimse yoktu . Büyük çoğun luk havalandırmacia volta atıyor veya oturuyordu . Sefa , "Kahvaltıya kalkmadınız, acıkmaclınız mı" diye sonıyorclu . Acıkmış tık ama zamanında kahva ltıya kalkmaclığımız için kalıvaltı talep etme hak kımız yoktu . Herkesin sabah kahvaltısına ve akşam yemeğine saatinde gelmesi ku raldı ama biz bu kuralı i raelemiz dışında çiğnemek zonında kalı yorduk . Sefa o günkü koğuş nöbetçisine dönerek, " Bu arkadaşlar, sabah kahva ltısıncla yoktu , onların kahvaltısını ayırclınız mı'· diye soru nca nöbetçi, "Evet o arkadaşların kahvaltısını ayırcl ık" cevabını verdi. Kahva ltıda reçel, Karper peyniri , üç-beş ta ne zeytin ve yumurta va rdı . Kahvaltımızı yaptıktan sonra havalandırmaya çıktık ve diğer mahkumların arasına karıştık Birlik Yolu ve DDKD'nin (Devrimci Doğu Kültür Dernekleri) komününcieki tutuklularla da samimi ilişkiler kurmaya başlamıştım. Hava landırmacia onlardan Muzaffer ile karşılaştığımda , Muzaffer'in yanında Kay han adlı bir tutuklu daha vardı . Kayhan, Birlik Yolu komününde kalıyordu ama onlarla siyasi bir i lişkisi yokttı . Anlatıldığına göre Kayhan , bir sokak et kinl iğinden alınmış , dosyasında pek bir suç işareti olmamasına rağmen, dö nemin hassasiyetinden dolayı tutuklanmış ve Adapa zarı Cezaevi 'nde alıkonulmuştu . Adapazarı Cezaevi'nde yatarken, soruşturma savcılığına ç ı kacağı gün cezaevinde çıkan bir isyan dolayısıyla tüm mahkumların sürgüne gönderilmesi kararının ardından kendini Bayrampaşa Cezaevi'nde bulmu ştu . Kayhan, şık giyinen, herkese karşı ölçülü ve saygılı davranan, sanki oraya ait değilmiş görüntüsü veren. alabildiğine kibar davranışlar içerisinde bir tu-
1 1 8 i ZAMAN Z I NDAN IÇINDE
rukluydu . Cengiz ile dışarıdan tanışıklığından dolayı da bana karşı daha sa mimi clavranıyordu . Sefa 'nın ya nından ayrılarak onlara doğru yaklaştım. Kay han ayağa kalktı , hal hatır sorduktan sonra , yemekhaneye giderek bana çay iluam etti. Muzaffer v e arkadaşlarıyla solda birbirine yakın düşü nen hareketlerin bir liği konusunda sohbere daldım . Bir saatlik bir sohbetten sonra , onlardan ay rıla ra k , tünel ekibinin yanına yaklaşrım . Bülent, o a rkadaşların tünel ha kkında bilgilerinin olup olmadığını merak ediyordu . Tünel konusunda bir şey sezinlediklerini sanıyordum ama bana bunu belli etmemişlerdi . Sefa 'ya göreyse , koğuştakiler bir şeylerin döndüğünü biliyor a ma ne olduğunu hiç kimse ne tahmin edebiliyor ne de sorma cesareti gösterebiliyordu .
Yarın görüş günü Yarın görüş günüydü . Benim adımı da görüş listesinde bildirmişlerdi. Hem B8'in görüş gününden hem de B l 'in görüş gününden faydalanah il iyordum . Görüş günü için bir gün önceden hazırlıklar yapılıyordu . Dışarıya gidecek
kirli çamaşırların poşetlenmesi gerekiyordu . Y a rın dışarı göndereceğim elbi seleri hazırlamak için koğuşa yöneldim . Karavana gelmiş, koğuş nöbetçileri karavanayı almak için havalandırmaya çıkmışlardı. Kirli çamaşırları poşetle yip yemekhaneye indim. Arkadaşlar çoktan yemek düzenine geçmişlerdi . Artı k koğuştakiler hiçbir uyarıya gerek duymada n yemekten sonra havalan dırmaya çıkmıyorlar, koğuşta veya yemekhaneele oyalanıyorlardı . Yani ko ğuşta istediğim şekilde bir iç kontrol ve disiplin mekanizması oluşmuştu. Bu durum bizim işimizi iyice kolaylaştırıyordu . Sayıın işlemi bitmiş, biz hücreye girmek için tüm hazırlıklarımızı tamam lamıştık lO.
gün
Bugün 1 0 . gündii . Ne kadar yol alacağımızı merak ediyordum. H.er za manki yöntemle hücreye girdiğimizde hava iyiMen iyiye kararmıştı. Elbisele rimizi değiştirerek çalışmaya başlamıştık Kazı işinden yorulan arkadaş bir başkasıyla yer değişti riyordu . Tüneli kazınayı bir iş olarak değil, bir gerekli lik olarak algılamaya b a ş l a dı ğ ımı z için yorgunluk nedir bilmiyorduk Bir an önce hedefe ulaşmanın telaşı içerisindeydik. 10 gündür en ufak bir terslikle karşılaşmamamız , bu eylemi başaracağımıza olan inancımızı daha da pekiş tirmi şti . Bazen bir saatlik çalışmanın a rdından ne kadar yer kazdığımı bil mek için karışla ölçüm yapıyor, diğerlerine ne kadar yol aldığımı iletiyordurn.
HALIL GÜVE N i 1 1 9
1 0 . gün 1 metre kadar bir mesafeyi kat etmiştik . Kazma işlemine devam ede bilmek için artık boylu boyunca uzanmak gerekiyordu . Ala nın darl ığından dolayı sağa sola dönmek çok zordu . Dinlenmek için ters dönerek sırt üstü yatıyor ve kendimi diri diri mezara girmiş gibi hissecliyorclum. Bazen kazıya o kadar dalıyorum ki dalgınlıkl a kafamı tünelin tava nına çarpıycırdum . Artık toprağı dışarıya çıkarmak eskisi kadar kolay olmuyordu . Henüz yatay gid i şin başlangıcında olduğumuz için , ka zdığımız alandan geriye doğru çekile rek kazdığıınız topra ğı dışarıya çıka rmamız gerekiyord u . Bu durum b ize zaman kaybettiriyordu . Daha şimdiden kireçli toprak orta lığın beyaz bir du manla kaplanmasına neden oluyordu . Ka zı sırasında yüzü müz gözüm ü z , burun eleliklerimiz kireçle cloluyordu . Kireç nefes almamızı b i r hayli zorlaş tınyordu . Sabahın yaklaştığını haber veren Cumhur, bugünün ziyaret günü oldu ğunu hatırlatmıştı . Bugün koğuş erken kalkacaktı. Onun için b ir an önce ko ğuşa dönüp temizliğimizi yapmamız gerekiyordu . Hızla toparlanarak, gerekli tedbiri alelıktan sonra havala nclırmaya çıktık . Koğuşa yönelerek, banyocia hazır bekletilen sıcak suyla sırayla banyo yaptıktan sonra , kalıvaltı için ye mekhaneye inelik Ziyaret nedeniyle uyumaya zaman yoktu . Ziyaret saati sabah dokuzda başlamış, ziyaretçisi gelenl erin adları anons edilmeye başlanmıştı . Cezaevinde en önemli gün ziyaretçi günüydü . Özellikle ziyaretçi bekleyenler büyük bir heyecanla, kulaklarını anonstan ayıramazclı . Ziyaretçisi gelmeyenlerin yaşadığı hüz ü n ise insan olan herkesi üzerdi . Saat on bire doğru , adım ziyaretçi listesi içinele okunmuştu . Gelen ziya retçinin ağa beyim veya ablalarım olduğunu tahmin ediyordum . Babamın veya annemin ziyarete gelme şansl arı yoktLt . Hem m addi imkansızlıklar hem de memleketin uzakl ığından dolayı ziyarete gel�miyorlard ı . Görüş ka binine yaklaştığımda büyük ablamla ağabeyimin en baştaki ziyaretçi kabininele ol duğunu gördüm. Ağabeyim metin görünüyordu ama abiarn bir hayli üzgün ve perişandı . Abiamın perişanlığının nedeni, benim bir daha kolay kolay dı şarıya çıkamayacağıını bilmesiydi. Ablaını rahatlatmak için üzülmeınesini , düşündüğü gibi olmadığını , kısa zamanda dışarıya çıkacağıını, bir daha ken disini buralara gelmek zorunda bırakmayacağıını anlattım a ma abiarn göz ya şlarını ba na göstermernek için, ufacık boyuyla ağabeyimin a rkasına saklanıyordu . Yaptığım açıklamalardan ağabeyim bir şeyler olduğunu sezin lemişti ama çevreye bir şey sezdirmeden ''Daha uzun süre yatar mısın" diye soruyordu . Ziyarete çok sık gelınemelerini, onca yolu on dakikalık ziyaret için geldiklerini, bu durumdan rahatsızlık cluycluğumu , zaten en fazla iki ay
1 20 1
ZAl\L'L'i
ZiNDAN I Ç I N D E
sonra davanın açıla cağını , büyük bir ihtimalle tahliye olacağıını söyleyerek durumu şifreli bir dille anlatmıştım. Ağabeyim durumu anlamış , "Tahliyeni sabırsızlıkla bekleyeceğiz" ceva bını vermişti. Temiz çamaşır getirdiklerini ve kantinden yiyecek aldıklarını , ayrıca para d a yarırdıklarını, b i r dahaki ziyarette özel b i r şey isteyip i steme diğimi soruyorlard ı. Özel bir isteğim yoktu . Sadece kendilerine iyi bakmalarını istedim . Görüş b itmek üzereydi. İçeride zaman geçmiyordu ama ziyaret dakikalarının nasıl
geçtiğinin farkına bile var mamıştım. Çalan düdük, ziyaretin bittiği ni işaret ediyordu . Parayı ve gelen eşyalarımı alarak koğuşa doğru yöneldim . Gelen eşyalar dan g i yim eşyalarımı alarak eliğerlerini n ö betçiye teslim ettim. Se fa ile karşı laştığımda ziyaretçilerimin getirdiği parayı ona vermek istedim . Sefa , "Sen bizim mi sa fi r im iz s in, o para sana ileride çok lazım olacak" cevabını verdi . Her ge(;en gün bu çocuklara olan sevgim ve saygım artıyordu . Henüz 1 7 yaşları ndaki b u çocu kların, çocuk yaşiarına rağmen böylesine bir soruınlu luğun bilincinde olmaları, bu soruml ulukları hakkıyla yerine getirmeleri içimi ısıtıyord u . Üç-beş aylık cezalarını tamamlayıp çekip gitmeyi düşünmeleri ge rekirken , belki ele yıllarca içeride kalmalarına sebep olacak, belki de sonu ö l ü m le
sonuçlanacak riske girmeleri ve hiçbir çıkar beklemeelen sadece
inançları gereği bunu yapmaları elbette saygı duyulacak bir davranıştı . Bü lent ve Cumhur'un da ziyaretçileri öğleden önce gelmiş, görüşmeden sonra dinlenmek için yaraklarına çekilmişlerdi. Akşam çalışmaya devam edeceği miz için, bir an önce koğu şa çıkarak dinlenmeye karar verdim.
Tünelden şişman geçemez, genişletmek lazım. Bugün ziyaretçi günü olması sebebiyle akşam yemeğinde tatlı vardı. Büyük çoğunluk ziyaretçisiyle görüşmüş, tel örgüteri n ardı ndan az da olsa giderilen hasretten dolayı koğuştakilerin neşesi yerine gelmişti . Yalnız Kay han'ın yüzünde ziyaret sonrası hüzünlü bir i fade vardı. Onun b u du rumu g ö zlı mde n kaçmamıştı . Yemekten sonra havalandırma kapısı kapatılmış , bir '
kısım tutuklu televizyon seyrederken bir kısmı ise koğuşa çıkmıştı . B izler, sess izce havalandırm adan süzül e rek hücredeki işimizin başına dönmüştük ,
Her z amanki gibi tünelin içine boylu boyunca uzanarak, sol dirseğimi yere clayamış, sağ elimde k i keserle hızla kazıyordum. Tü nelin çapının çok dar olduğunu ve çabalayamadığımı hissediyordum . Firar sırasında , şişman olanla r tünel içerisinde zorlanabilirdi . Tünelin çapını birazcık olsun geniş-
HALIL GÜVE N
1 121
!etmeye karar verdim . Geriye dönerek, tünelin çapını yaklaşık 7 5 santimet reye kadar genişlettim. Tünelin içerisine uzandığırnda belden aşağısı henüz dışarıda kalıyordu . O hızla tünelin içerisinde kaybolmayı istiyordum . Her geçen dakika santim santim de olsa tünel beni içeriye doğru çekiyordu . Za mandan hiç haberim yoktu . Çalışmaya öylesine dalmıştım ki Cumhur, Se fa 'nın işaret verdiğini söyledi.
Tünelde çay molası Cumhur, beş dakika kadar sonra elinde çaydanlık ve bardaklada tünelin içerisine girdiğinde o ortamda çay içmenin, insanda ya rattığı duyguları keli melerle tarif etmek ml'ı mkün değildi. Anca k bunu yaşayanl ar hissedebi lird i . Çaylanmızı yudumladıktan sonra , aynı hızla çalışmaya devam etmek için tünelin içerisine girdim . Sabaha doğrı.ı artık tünelele boylu boyunca kaybol maya başlamıştım . İ leriye doğru ilerledikçe , arka kısımda n vuran elektriğin artık tünelin içini aydınlatmadığı görülüyordu . Ertesi gün, tünel çalışmasının altyapısına ilaveler yapmamız gerekti . Elek trik tesisatını tünelin içerisine doğru uzatmak için kabloya, yatay düzeyde toprağı çekmemiz için naylon leğene ihtiyacımız vardı . Leğenin her iki tara fını delerek ip bağlayacak, tünelin iç kısmında çalışan, yerinelen kıpırclama dan toprağı dolduracak, ipi çekerek işaret verecekti. Tünelin ağzında duran, leğeni çekerek toprağı kovaya boşaltıp yukarıya sevk edecekti.
ll.
günün so
nunda tünelin boyu 2 metreyi geçmişti.
İç sorgu m sürüyor B ugün B8'deki arkadaşlarımdan Cengiz' i ziyarete gidecektim. Ayrıca a rtık tünelin komiteye haber verilmesinin zamanı gelmişti . Yalnız uykusuz oldu ğum için ziyareti öğleden sonraya ertelemeye karar verdim. Yatağıımı ı.ızan dığım zaman bizleri cezaevinde bırakıp da firar edenler aklıma geldi . Onların bu davra nışın ı , hareketin bu davranış karşısındaki sessizl iğini dü şündükçe kendi kendime kahroluyordum . Her şey bu kadar basit miydi? Aynı inancı paylaştığını, omuz omuza mü cadele ettiğim insanların bu davranış kabullenilebilir miydi? İnsanın işkence karşısında çözülmesi , ölüm korkusuyla birtakım zaaHar göstermesi normal karşılanabilirdi ama göz göre göre birilerinin düşmanın el inde ölüme terk edilmesi nasıl kabullenilebilirdi? Alacağımız ceza konusunda aynı riskle karşı karşıya olmamız, fira r ko nusunda eşit bir hukuka sahip olma mızı gerektirirciL Ama her ne hikmetse örgütün üst kadrosu bu eşitliği kendi lehlerine bozmuşttı .
1 2 2 1 ZAMAN Zi NDAN iÇiNDE
Arkadaşlarımın davranışı bireysel değil , tamamen bireyciydi . Eğer dışa rıya çıkarsa m bu insanl ara tekrar nasıl güvenebil irdim ! Ö rgüte ve a rkadaşla rıma olan inancım ve güvenim her geçen gün azalıyordu . Söylenenlere değil, gördüklerime ina nacaktım. Bu düşünceler içerisinde uykuya daldım.
Komite artık haberdar Öğleden sonra ikiye doğru Sefa beni uyandırdığında hftla uykuluydum ama bugün halletmem gereken birtakım işlerim vardı . Toparlanıp yatağımı düzelttim, üzerimcleki eşofmanları çıkartarak en güzel elbiselerimi giyelim ve B8'in yolunu tuttum . B8'deki arka daşlar beni büyük bir sevinçle kucakladılar. Tünel konusunda tüm bilgileri Günay'a etratlıca anlattığımda , Cengiz çocukça bir coşkuyla bana sarı ! ı yord u . Cengiz , aşırı duygusal , coşkulu, yaşama sevinciyle dolu , davranışlarıyla , gül üşüyle karşısındakine yaşama sevinci aşılayarı birisiyd i . Tüm kelimeleri anlamlarına uygun bir tarzda dile getirirken adeta miınikleriyle konuşurch.ı . Acıyı , sevinci , coşkuyu , clavranışlarıyla onun kadar güzel anlatabilecek birisi daha yoktu . O konuşurken tüm sıkıntılarınızı, denlerinizi unuturdunuz. Böy lesine anlamlı ve güzel bir yüzle arkadaş, dost olmak harika bir şeydi. Günay, artık tünelin komiteye haber verilmesi gerektiği konusunda be nimle aynı düşüncedeydi . Komiteye haber verilmesinin gerekçelerinden bir tanesi ele herkesin firar peş i nele olması ve rasgele akıl almaz yolların cle nenmesiydi. İdarenin elikkatini firara çekmek doğru değildi . Günay, komiteye birlikte gitmemizi önerdi. Kendisi nin tünel konusunda fazlaca bilgisi yoktu . Gerekli bilginin benim tarafımdan aktarılmasının daha doğru olacağını dü şün üyordu . Fazla zamanımın olmadığını, en fazla yarım saatlik bir zamanı m m olduğunu açıkladım. '"Komite", cezaevinde bulunan tüm siyasi hareketlerin birer temsilci bu lundurdukları bir oluşumdu . Olağanüstü durumlar dahil , belirli günlerde top lanılır, durum değerlendirmesi yapılır, birtakım kararlar alınır, alınan kararlar her siyasi hareketin temsilcisi tarafından kendi örgütlerine duyurulurdu . Alı nan ka rarların doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmadan kabul eden tabana da bu kararları en iyi şekilde yerine getirmek ka lırdı . Komitenin bir kısmı, revirdeki dinlenme hücrelerinde özel tercilıle kalı yord u . Ö zell ikle bazı komite üyeleri daha şimdiden kendilerini "politbüro üyesi" gibi görüyordu. Komite , yapıla n çalışm ayı çok olumlu buldu ve bundan sonra bütün ge-
HALiL GÜVEN
1 1 23
lişmelerden haberdar olmak istediklerini, herhangi bir konuda ya rdım gere kirse bu yardımı yerine getireceklerini açık bir d ille ifade etti. Gerekli bilgiyi verip bir hati:a sonra tekrar görüşmek üzere komitenin ya nından ayrıldım. B l 'e döndüğümde, koğuşta yine yemek telaşı vardı . Arka daşlara komiteyle yaptığım görüşmeyi ve komitenin her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu belirttim . B ülent, elektrik kablosu, 10 metre kadar çamaşır asma ipi ve iki tane pl astik leğeni hazırladığını, akşam içeri girerken telaşta bu malzemeleri unutmamamız gerektiğini söylediğinde , nöbetçiler, "Arkadaşlar yemek düzeni alın'' diye sesleniyordu . 12 .
gün. Tünel e tesisat döşüyoruz
Bugün 1 2 . gün . Elektrik tesisatını tünelin içerisine doğru uzatmamız ge rekiyor. Önceelen hazırlamış olduğumuz elektrik kablosunu ve leğeni alarak hücreye girdiğimizde ilk işimiz elektrik tesisatını uzatmak oldu . Bu konuda Bülent'in, ustalığına diyecek yok . Bülent, elektrik tesisatını uzatırken bizler de leğenin her iki yanını delerek ipleri bağlamış , kullanıma hazır hale getir miştik. B ülent, " Hazır içeri girmişken ben bura d a kat ıyorum ve kazmaya devam ediyorum'' diye sesleniyordu. Biz, tünelin giriş kısmında yığılan top rağı boşaltma telaşındaydık . Aslında ben, özellikle Bülent'in tü nelin içeri sinde çalışmasını istemiyordum . Herhangi bir çökme tehlikesinel e bu çocuğun başına gelebilecek olumsuz bir durumda, sonuca katlanmak zord u . Bülent, tün elin içerisinde kazmaya devam ederken, b e n tünelin giriş kıs mında, Yahya tünel başlangıcındaki mah zencle, Cumhur ise her zamanki gibi gözcülükle ve toprağı hücre içerisine veya mazgal boşluğuna taşımakla meş guldü. Epey bir süre sonra, Bülent'e yorulup yorulnıad ığını sordum. Bülent, yo rulmadığını , çalışmaya devam edeceğini söyledi. Gece yarısına doğru , dışa rıdan Cumhur'un uyarısı üzerine dışarıya çıktık ve Sefa'nın getird iği çayı yudumlarken, bir taraftan da hızımızı nasıl artırabileceğimizle ilgili sohbet ediyorduk . Hızlanınanın yolunun, gece gündüz demeden çalışınakla müm kün olabileceğini , bunun da bizi zorlaya cağını düşünüyordum. Artık sabah ları dışarı çıkmayacak , kahvaltımızı mazgal boşluğunda yapacak, sadece öğleelen sonra saat üç civarında dışarı çıkacaktık Dört beş saatl ik bir d in lenme nin ve sayım formalitesinin ardından çalışm aya deva m eclecektik . Zaman kaybetmeelen tekrar tünele girdiğimizde , Bülent bir hayli yorgun görünüyordu . Bu kez ben girelim. Tünele girdiğimcle Bülent'in epeyce yol al dığını gördüm. Hemen çalışmaya başladım.
1 24 1 ZAMAN Z INDAN I Ç i N D E
Kafamdan atamadığım ölüm korkusu Dinleneceğim zaman tünelden çıkmıyor, sırt üstü yatarak tünel içerisinde yorgunluğu m u gideriyordum . Sırt üstü yattığımda hep ölüm aklıma geli yordu . Kend imi, diri diri mezara gömülmüş gibi hissediyordum. Bu durum psikolojimi alt üst ediyordu . Hemen ters dönerek, mezar fikrini kafamdan atmak için hızla kazmaya başlıyordurn . Her ne kadar ölüm fi krini aklıından atm aya çalışsam da var olan koşullar bu d üşüncenin uzaklaşmasına izin ver miyord u . İçinde bulunduğum koşullarda, ölüm hemen yam başımda tetikte bekliyor gibiydi. Ara sıra kafaına düşen toprak parçaları, bende tünelin çö keceği h issi yaratıyor ve bu da beni çok korkutuyordu . Bu korkuyu üzerim den atabilmek için, hızla çalışmaya koyuluyor, tünelelen ziyaele dışarısıyla ilgili hayaller kurmaya başlıyordum. Eğer bu şansımı da kaç ırırsam, bir daha dışarı çıkmak çok zor olacaktı . D ava dosyasındaki suçlamalar, deliller hepsi aleyhimeydi . Bu durumda tah liye olmak imkansızdı . Çocukluğurnun geçtiği uçsuz bucaksız , dümdüz ova gözlerimin önüne geliyordu . Annemle birlikte o ovada yürüdüğüm, koştu ğum, güldü ğüm, oynadığını günler gözümün önünden hiç gitmiyorclu . Tünel başarılı olur da firar edersem, çocukluğumun geçtiği o yerlerde artık eskisi kadar özgür olamayacağımı biliyordum . En ufak bir terslikte yakayı tekrar ele verirdim . B u n a rağmen bu firarı gerçekleştirmek şimdilik tek arzumdu . Yurtdışın a kaçmanın doğruluğuna da inanmıyordum . B irileı:inin söyle diği , ·' Dışarı çıkmamız zonı nluydu, yoksa bedelini ağır ödeyecektik" sözleri bana pek inandırıcı gelmiyordu . Mücadele içerisindeki insanların, ister ce zaevinde ister fi rarda isterse hiç mimlenmemiş olsun, aynı risk altında oldu ğunu düşünüyordum. Onun için, "Aranıyorum", "Firardayım", "Polisin eline geçersem mahvolurum" gibi değerlendirmeler bana çok samimi gelmiyordu . Yani mültecilik bana göre değildi . Mülteci olanları da ayıplamamak gerekti ama iç savaşı andıran bir mücadelenin sürdüğü koşullarda her bireyi n risk koşulları aynıydı . Halbuki, özgür iradeleriyle seçim yaparak mutluluğun yo lunu yakalamaları gerekirken bunu yapmıyorlar, yaptıkları her davranışa bir kılıf buluyorlardı. Bu sanki insanın özgürleşememesiyle ilgili bir durumdu . Bir taraftan bu düşünceler içerisindeyken bir ta raftan da olanca hızla ka zırnaya devam ediyordum ki B ülent'in uyarısıyla kendime gel dim. Bülent, ortalığın aydınlanmaya başladığını, Cumhur'un, kahvaltıyı hazırladığını haber veriyordu . Tünelin dışına çıktım ve mazgal boşluğunun yanında dışarıyı iz lemeye başladım. Sabahın serinliği, yüzümü yalıyordu . Güneşin ilk ışıkları apartmanların üst katlarındaki camiara çarparak etrafa dağı lıyordı.ı .
HALIL GÜVE!\ 1 1 2 5
Dışarıda insanlar sanki bir yerl ere yerişıneye çalışıyormuş gibi kaldırım dan hızla geçiyordu . Dışarıdan akıp giden hayatı izlerken, piknik tüpünün üzerindeki çayın mis gibi kokusu hücreye yayılmıştı. Fazla za man kaybet memeleri için arkadaşları uyardım. Cumhur, yere serdiği gazetenin üzerine kahvaltıyı hazırl amıştı . Tüm yorgunluğumuza rağmen, umut dol u gelecek özleminin yolunu açtığımızdan dolayı çok mutl uyduk. Öyle ya, bu tünel bizim için umutlarımızın başlangıç noktasıydı. Çaresizlik içerisinde bile umut etme, hayal kurma gücünü yitirmemek olağanü stü güzel b ir duyguydu. Özellikle kahvaltı sonrası içtiğimiz sigaranın keyfine doyum ol muyordu . Aslında komün, kısıtlı imkanelan dolayı sigara dağıtımı konusunda aşırı di siplinli olmasına rağmen, psikolojimizi dikkate alarak bize toleranslı davra nıyord u . Bundan dolayı bazen kendimizi mahcup hissediyorduk . Kahvaltı yapılmış , malzemeler toparlanıp karton b i r kutu içerisine yer leştirilmişti . Havalandırmacia bir ıslık sesi cl uyduğumuzda Cumhur oraya doğru yönelmişti . Islığı çalan Sefa idi . 1-Ierhangi bir ihtiyacımız olup olmadı ğını soruyordu . Hiçbir ihtiyacımız yoktu . I3
günde
3
bu�uk metre kazı
Sübyanlardan bazıları kendi havalandırmalarının revir tarafında ve hü cre penceresi yakınlarında oyalanıyordu . Küçücük çocuklar birbirlerine el kol hareketleri yaparak şakalaşıyorclu . D uvar kenarına gizlen erek sübyanları gö zetl emeye başladım . Her an beni görebilirlerdi. Böyle bir riski göze almamak için beklememiz gerekirdi . Çocu klardan birkaç tanesi hücre penceresine ar kasını dayamış, bir türlü oradan uzaklaşmıyordu. Zaman geçiyor, sübyanlar yerlerinelen kımıldamıyordu . Cumhur, yerden sürün erek tünel e girmeyi öne riyordu ama böyle bir risk göze alınamazdı. Bir saat kadar sonra pencere kenarındaki sübya nlar, koğuşa doğru yö nelmişlerdi. Sübyanlar her an geri clönebilirdi. Birbirimizi kollayıp , duvar ke narından sürünerek, sırayla tünele girdik. Cumhur'un gözünden uyku akıyordu . Ona şu anda ihtiyacımızın olmadığın ı, biraz kestirmesini söyleye rek çalışmaya başladık . Tünelin mahzen girişinde epeyce boşluk olduğu için, şimdi lik toprağın bir kısmını oraya istillememiz mümkündü . Bülent, tü nelin alt kısmında toprağın çok fazla biriktiğini, artık çalışamacl ığını söyledi. Yah ya'nın yardımıyla biriken toprağı hücre duvarlarının görünmeyen yerlerine ta şıdık. Her geçen an topraktaki kireç oranının arttığı bariz bir şekilde hissediliyordu . Yoğun kireç havanın oksijen oranını azaltıyordu ; raha t nefes alamadığımız için hızlı çalışaınıyorduk . Bülent, saatin iki buçuk olduğu uya-
1 2 6 1 ZAMAN Z iNDAN İÇİNDE
rısını yapıyordu . Leğenin ipini çekerek tünelin boyunu ölç Ü.iğümde şaşır mıştım. 1 3 . gün sonunda 3 buçuk metre ka zmıştık Kabaca bir hesap yaptı ğımızda , cezaevi duvarını aşıp kaldırıma ulaşabilmemiz için yaklaşık olarak
26 metrelik bir alanı daha kazmamız gerekiyordu . Günde 1 metre yol alırsak, en fazla 1 ay sonra dışarıya adım atabilirdik Öğle sonu olduğu için sübyanların havalandırması mahkumlad a doluydu. Hücreden çıkıp mazgala geçmek bir hayli zor görünüyordu . Bazı sübyanlar, yine hücre kenanndaki camın önüne dizilmiş, sohbet ediyordu . Cumhur, mazgal boşluğundaki tarafta kalmış, hücreye gelemiyordu . Biz ler de hücreden dışarı çıkamadığımız gibi , onunla irtibat kuramıyorduk. Hücre, sübyan havala ndırması tarafından baktidığı zaman kabak gibi orta daydı. Hücrenin iç duvarı sayesinde kendimizi gizleyerek sübyanları gözet liyor, ufak bir boşluk bulmaya ça lışıyorduk ama sübyanlar uzaklaşacak gibi görünmüyordu . Cumhur, Sefa ile irtibat kurarak durumu ona iletmişti . Sefa , bir paket Samsun sigarasıyla s übyanların dikkatini başka bir noktaya çekmeye çalışıyordu. Revir penceresine çıkan Sefa çocuklara seslenerek, aşa ğıya sigara atacağım , aralarında eşitçe paylaşmalarını söyledi. Sigaranın ha vala ndırmaya a tıldığını gören sübyan mahkumların tamamı bir anda revir tarafına yönelmişlerdi . Sübyan tarafından görülme tehlikesini atiatmıştık ama her ihtimale karşı lık yine de sürünerek mazgal baştuğuna ulaştık. İ lk defa görülme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştık Mazgal boşluğunda kıyafetlerimizi değiştirip gerekli önlemi alan Sefa'nın uyarısıyla havalandırmaya çıktığımızda saat epeyce iler lemişti . Temizlik işleminden sonra hemen yarakl ara uzanmıştık Yirmi dört saatlik uykusuzluğun ardından yatağa uzanır uzanmaz uykuya dalmıştım . Uya ndığımda diğer a rkadaşların yatağı boştu . Üzerimi giyindim ve yemekhaneye indim . Diğer arkadaşlar yemek düzenini çoktan almışlardı . Sefa , yanında boş bir yeri benim için ayırmıştı . Yemekten sonra havalandır maya çıktı m. Bülent ve Sefa , geçmjşteki anılan, afiş, pankart asma gibi ey lemler sırasında yaşananları anlatmaya başlamıştı. Anıların sihirli girdabında dalaşmanın keyfiyle zamanın n asıl geçtiğinin farkında bile değildik. I-Ierkes şu veya bu şekilde çeşitli badireler atiatmış olmasına rağmen, hiç kimse geç mişinden pişmanlı k duymuyordu . O akşam sohbet uzun sürmüş, çay saati nin gelmesi dolayısıyla çayı içtikten sonra tünele girmeye karar vermiştik. Saat doku za doğru tüm hazırlıklarımızı yapmış , hücreye girmiştik :
HALİL GÜVEN 1 1 27
14 . .
gün. Tünel, tünele benzemeye başladı
Bugü n 1 4 . günd ü . Artık tünel , görüntüsü itibarıyla bir tünele benzerneye başlamıştı. Kazı işlemini yaparken. tünelin sağa sola sapmadan, düz bir çizgi şeklinde olması için azami d ikkat göstermemiz gerekiyordu . Eğer sağa sola sapılırsa, çıkacağımız yeri tam olarak saptayamazdık . Ayrıca tüneli n giriş kısmı görüleıneyebilirdi. Tünel içerisinde çalışırken, ara sıra nefes nefese kalıyor, birazcık geriye doğru çekilerek tünelin ağız kısmında daha temiz hava almaya çalışıyordum. Bülent, bu durumu görünce, " Hocam sen çık, biraz da ben çalışayım" diye sesleniyordu ama ben onun tünele girmesini istemiyordum. Bülent'in, ısrarlı tavrı karşısında dışarı çıktım . Bu kez de o benim yerime boyl u boyunca uzandı . Bülent de çok fazla dayanamayıp , yarım saat kadar sonra kendisini dışarı atmak zorunda kaldı . Bülent ile yer değiştirerek çalışmak zorundaydık . Çünkü başka bir şansımız yoktu . Yahya ve Cumhur tünel girişi ne gelerek kazıya katılmak istediklerini söy lediler. Tünel içerisinde iyice bunalmıştım . Tünel dışına çıkarak kazı işlemini onlara bıraktım. i ki saat boyunca Yahya ve Cumhur yer değiştirerek kazıya devam ettiler. Saat gecenin on ikisinde , Bülent çayı hazırlamış, bizi bekli yordu . Tünel dışına çıkarak mazgal kenarında bahçede neler olup bittiğini kol luyordunı . D ışarıda yağmur yağıyordu . Ara sıra nöbetçilerin öttürdükleri düdük sesleri yankılanarak hücre içerisinde dı.ıyulabiliyordu . Başlangıçta fazla yağmur yağmasının işinlizi zorlaştıracağını sanıyordum. Eğe r yağmur uzun süre devam ederse topraktan süzülen sular, tünel içerisine dol abilirdi . Çaylarımız bitmiş tekrar tünel içerisinde yerimi almış, kazınaya başlamış tım . Olağanüstü bir ç abayla zorlamama rağmen en fazla yarım saat kadar içeride kalabiliyordum . Benden sonra Bül ent içeriye giriyor, o da çok fazla kalamıyor, hızla tünel dışın a çıkıyordu . Saat sabahın dördüne doğru, tünel içerisindeki havanın oksijen oranının arttığını hissetmeye başladım . Yağmu run etkisiyle sular topraktan süzülerek tünelin tavanını ıslatmış, yukarıdan aşağıya hava akımı yaratmıştı. Yağmur, başlangıçta düşündüğüm g ibi çalış ma mızı zorlaştırmamış, aksine hava s irkülasyonu yarattığı için daha d a ko laylaştırmıştı. Yer yer tünelin tavanında ıslaklık oluşımıştu. Tünelin ısla klığına aldırmadan üst baş çamur içerisinde hiç durmaksızın, saat dörtten saba h saat sekize kadar kazıya devam ettim . Arkad aşlar kahvaltının hazır olduğunu haber verdi. Tünel dışına çıktım. Yağmur durmuş, parlak bir güneş, yerlerin ıslaklığını kurutmaya başlamıştı.
1 28 i ZAMAN Zl NDAN İÇİNDE
Hücrelerin her yanını kuruyan toprağın kokusu sarmıştı. Akşam kalıvaltı için getirdiğimiz ekmek, gece bitmişti . Sefa 'ya işaret vererek ekmek istedik . On dakika sonra iki tane ekmek soframızda yerini almıştı . Kahvaltının ardından hiç zaman kaybetmeden sübyanların havalandır masını dikkatle gözedemeye aldım. Sübyanlardan bazıları havalandırmanın koğuş kapısına yakın olan bir köşesinde güneşleniyorclu . 1-Iücre yakınında hiç kimsenin olmadığının farkına vardım. Hep beraber duvar kenarında sü rünerek tü nele girdik ve çalışmaya başladık . Bülent , " Sıra bende" diyerek yorgunluğuna aldırmadan tünel içerisine büyük bir istekle girmişti . Yağmur durmuş olmasına rağmen tünelin tavanında yer yer su damlacıkları oluşmaya devam ediyordu . Şimdilik hava sorununun olmamasından dolayı su damla cıklarının olması bizi pek rahatsız etmiyordu . Öğleye doğru iyice yonılan Bülent ile yer değiştirdim. Artık koğuşa dönme zamanına kadar tünelden çıkmaya ca ktım. Üç saatlik bir çalışmanın ardından, Yahya'nın, "Çıkış saati yaklaşıyor" uya rısıyla dışanya çıktım. Çıkmadan önce her zama n yaptığım gibi yine tünel in boyunu ölçmek istedim. Tünelin uzunluğu 5 merreye yaklaşmıştı . Tünelin içinin çamur içerisinde olması, sadece elbiselerimi zi değil, vü cutlarımızı cla ıslatmıştı . Öğleden sonra saat üçe doğru , Sefa pencere kenarında gezinmeye baş lamış , havalandırmadaki arkadaşlarına kafasını saliayarak uyarıda bulunu yordu . İki dakika içerisinde havalandırmacia Sefa 'dan başka hiç kimse kalmamıştı. Koğuşa çıktığımızda , banyo olarak kullanılan tuvalerlerin ön ta rafında plastik bidonun içerisinde sıcak suyu n hazır olduğunu gördü m . Sı rasıyla duş alarak , zaman kaybetmeden ya taklarıımza uzandık . Aşırı uykusuz luktan ve yorgunluktan hemen uykuya dalmıştım. 15.
gün ve tünelde mezar korkusu
1 5 . gün uyandığımda Sefa da yan tarafta ki yata kta uyuyordu. Saat akşam yedi ye yaklaşıyordu . Sefa 'yı uyandıra ra k beraberce yemekhaneye indim. Akşam yemeği hazırdı. Biraz sonra bir gardiyanın havalandırma nın dış ka pısında sayım rakamını almaya geldiğini bildirdiler. Sefa , sayım toplamını kağıda yazıp gardiyana iletmek için havalanclırmaya çıkmıştı. Sayıma gelen gardiyan, kapıda onunla kısa bir sohbetten sonra dış kapıyı kilitteyerek girmişti . Yemek sonrası havalandırmaya çıktığımızı gören eliğer mahkumlar, birer birer koğuşa veya yemekhaneye döndüler. Bu arada Sefa , B l koğuşunun bir sırrını açıklamıştı bana . Verd iği sır, el-
HALIL GÜVE N 1 1 29
terindeki 7.65 çapındaki bir silahın varlığıydı . Ben, üç beş aylık mahkumi yeıleri olan bu kişilerin silaha neden gereksinim duyduklarına şaşırmıştım. Sefa bu şaşkınlığımı anlamış olacak ki silahı nasıl elde ettiklerine ilişkin öy küyü anlattı. Yaklaşık dört ay önce , koğuşlarda kapsamlı bir arama yapan idare , mahkumları sırasıyla maltadaki kullanılmaya n boş bir odaya toplayıp, koğuş araması yapmıştı . Bu boş odadaki elektrik sigortalarının bulunduğu kuruyu açan bir mahkum, silahın farkına vararak o za manki siyasi temsilci lerine haber vermiş ve silah oradan alınarak B l 'e getirilmişti . Anlaşılan silahı oraya saklayan da Bl koğuşundan önce araması yapılan , başka bir koğuştaki mahkumlardan birisiycli. Silah gayri ihtiyarı el değiştirmişti . Sefa , silahı dört aydır sakladıkları yerelen çıkarmadıklarını, pasianmış olabileceğini , gelecek günlerde, tünele girmeelikleri bir gün s ilahı beraberce temizlemek gerektiğini söyledi. Akşamki yağm urdan dolayı ısianan tünelele tüm elbiselerim çamura bu lanmıştı . Hücreye tekrar eski elbise götlirmem gerekiyordu . Önceden hazır ladığını elbiseleri alarak hücreye gird iğimizele saat akşam dokuza yaklaşmıştı . Bugün biraz geç k almıştık Tünele gird iğiinde tabanın hala ısla k oldu ğunu, fakat tavanda su sızıntısının tamamen çekildiğini gördüm. Tünel içe risindeki havanın oksijen oranının normal olduğunu hissediyordurn . Artık kazı sırasında rahatça nefes alınabiliyorclu. Ara sıra kafaını çevirerek geriye doğru bakıyor, herhangi bir çökme tehlikesiyle karşı karşıya ka lırsam, tü nelden çıkıp çıkamayacağımı hesaplıyordum. Eğer çökıne arka tarafta ger çekleşirse hiç kurtulma şansım yoktu . Çökme varsayımı, bir anda beni nefes alamaz bir hale getirmişti . Bağula cağıını hissediyor, baştan aşağı soğuk terler döküyordum. Bu düşünceden hızla u zaklaşmam gerekiyordu ama bir türlü o korkuyu üzerimelen atamı yordum. Beynimi ölüm düşüncesi ve mezara gömülen ölüler kemiriyordu . Daha önceleri şahit olduğum cenaze merasimleri aklıma geldikçe , içinde bulun duğum ortamla özdeşleştiriyor ve benim de her a n eliri diri toprağa gömü lebileceğim korkusunu yaşıyordum. Üstelik de ne kötüydü bizim defin işleri! Nazım Hikmet ele şikayetçiycli bizim cenaze merasimlerinclen . "Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini, ben ölünceye kadar da b u düze lir herhalde" diye de umut ediyordu . Taburtan çıkarılan kefene sarılmış ölünün mezara indirilişi , topluluğun sanki b irbiriyle yarışırcasına, mezara yerleştirilen ölünün üzerini toprakla doldurma telaşı gözümün önünden hiç gitmiyordu. Özellikle el e ins: mlardaki
1 3 0 i ZAMA..l\1 z i'·-JIJAN i Ç i N D E
bu telaşı bir türlü anlayamıyordum. İ nsanlar, ölüyü bir an önce defnetmekle , ölünün yakınları üzerinde yarattığı acıyı da gömeceklerini sanıyorlardı . Hal buki acı hiçbir zaman gömülmüyordu ki! Belki de ölümden korktukları veya ölümü kendilerine yakın hissettikleri için ölüyü bir an önce gömmek isti yorlardı. Oldum olası cenaze merasimlerini , ölüyü gömme görüntülerini hiç sev medim. Ölünün üzerinin toprakla kapatılması beni hep korkuturdu . Sanki ölü bir şey hissediyormuş da atıl:ın toprakla r onu nefes alamaz hale getiri yorını.ış gibi mantıksız bir hisse kapılırdım. Bu düşünceler içerisinde gidip gelirken gözlerimi sıkıca kapatmış, mezar düşüncesinden uzaklaşmak istiyord um ama ne yazık ki bunu başaramıyor dum . Hızla kırnımın üstüne döndüm ve geriye doğru birkaç adım sürün düm . Hfıla korku içimi kemiriyordu . Bu korkunun tutsağı olmanın bana zarar vereceğini ve hiçbir şekilde bu tüneli başaramayacağımı düşündüm. Tünel i başararnayacağım düşüncesiyle yüzleşince, birazcık olsun korkudan uzaklaşmıştım. Bu içsel korkunun bü yükl ü ğünden utanıyordum ama yapabileceğim fazla bir şey de yoktu . En kısa zamanda bu korkuyı.ı yenmeliydim. İşte o anda, tutsaklığı, tutsaklıktan kurtulmam gerektiğini ve tutsaklıktan kurtu lmanın yolunun da her ne paha sına olursa olsun bu tüneli kazmaktan geçtiğinin bilincine vardım. Özgürlüğü yakalamanın bedeli ne kadar ağır olursa, insanın ona çok daha fazla değer vereceğini clüşünüyordum . Böylesine yoğun düşüncelere cla lınak, beni ça lışmaktan alıkoymuştu . Sessizliği hisseden Bülent, ''Hocam iyi misin" diye sesleniyordu . Onun se siyle korkumdan birazcık olsun uzaklaştım. " İyiyim" diyerek tekrar çalışmaya başladım. İ nsan korkabilirdi, bu çok normaleli ama korkularının esiri olma malıyclı. Eğer korkula rıının esiri olursam bir hiç olacağımı düşünclüm. Kendi kendimi kamçılayarak, "daha hızlı, da ha hızlı" diye kazmaya devam ediyor dum. Kaç saattir içeride olduğumu unutmuştum. Arkadaşlara çıkış için beni uyarmamalarını belirtmiştim . İyice yorulmuş, artık dışarı çıkmaya hazırlanı yordu ın ki Bü lent, saatin ikiye geldiğini haber verdi . Dışarı çıktığımda Cum hur çayı demlemiş , bardakiara doldurmuştu . Bülent, tünele girme sırasının kendisinele olduğunu, kahvaltıya kadar çıkmayaca ğını söyleyerek içeriye dal mıştı. Bülent, arada bir tünelele sapma olup olmadığını , doğru gidip gitmediğini soruyordu . Şu ana kadar herhangi bir sapm::ı olmadığı görü lüyorcl u . Sabah yediel e Cumhur, kahvaltının hazır olduğunu haber verirken Bülent, dört saat
HALIL GÜVEN 1 1 3 1
içeride kalmanın gururuyla tünelden hücreye doğru b i r kertenkele gibi sü rünerek çıkıyord u . Yüzü gülücüklerle doluydu. Kahvaltı sonrası , etrafı kolladığımda sübyan havalandırınasında çocukla rın pencere yakınlarında dolaştıklarını gördüm. Çocuklar pencere kenanndan uzaklaşınca duvar kenarında sürünerek tünelden içeriye süzüldük. Eğer hava problemi yaşamazsam, saat iki buçuğa kadar bir daha dışarı çıkmayacağımı belirttim. Üzerimdeki korkuyu kısmi olarak atmış , d urmaksızın kazıyordum. Kaç saattir içeride olduğumu bilm iyordum. Nihayet Bülent, saatin iki buçuğa geldiğini bildirdi. Ne kadar bir alanı kazd ığıını her zamanki yöntemle ölçtüm. Bugü n
1 met
reyi geçmiştik. Yaptığım ölçüm sonucunda bugüne kadar 7 metre kazdığı nıızın farkına vardım.
Cumhur,
h içbir tersl iğin olmadığı n ı ,
dışarıya
çıkabileceğimi bildiriyordu . Mazgal boşluğuna çıkıp üzerimi değiştirdim . Koğuşa girerken dış kapıda Kayhan ile karşıtaştım ve selamlaştım. Kayhan , ba na sigara ikram edip aşağıd a çay demlediklerini söyleyerek zamanım varsa beni çay içmeye davet ediyordu . Onu reelele tmek istemedim. Anlayamadı ğıın bir durum vardı ama bir türlü çözemiyordum. Kayhan bana bir şeyl er mi söylemek istiyordu . Kayhan'ın ağır cezalık durumu yoktu . Onun için fira r gi rişiminde bulunacağını sanmıyordum. Bu çocukta çözeınediğim bir şey vardı ama ne olduğunu bilemiyor, ona açıkça "Bir şey
mi
söylemek istiyorsun"
diye de soramıyordum . Bu düşünceler kafaını kurcalıyordu ama şimdil ik bu durumu çok fazla önemsemek istemiyordum. Çay içerken Kayhan ile ko nuştukl arım havadan suclan şeylerd i . Kendimi bir hayli yorgun hissediyor, bir an önce koğuşa dönüp yatağa uzanmak istiyordum. Çay için teşekkür ettim ve koğuşa girerek yatağıma uzandım. 16.
gün. Her şey normal
Bugün 1 6 . gün. Her şey normal gidiyor, bugüne kadar önen:ı.li bir terslikle karşılaşınadığımızın sevin c i içerisindeyim Moralimiz bir hayli yüksek . Böyle giderse planladığıınız süreden çok daha önce dışarıya ulaşabileceğimizi tah min ediyorum. Hiç zaman kaybetmeden bir an önce hücreye girmek iste ğindeyiz . Artık bir dakika bile bizim için oldukça önemli . Hücreye girdikten sonra, gerekli kontroller yapıldı . Bu kez önce Bülent tünele girmek istiyordu . Bülent, iki saatlik bir çalışmadan sonra, kendini nefes nefese dışarıya zor attı . Yine havadaki oksijen oranının azaldığını , kireçli bir tabakaya rastladı ğını söyledi . Tünelin ağız kısmını boşaltara k içerideki oksijen oranının nor male dönmesini bekledik .
132 1 ZAMAN ZiNDAN i Ç iNDE
Yarım saat kadar sonra Yahya içeriye girdiğinde, içerideki havanın oksi jen oranı normale dönmüştü . Yalnız kireçli tabaka deva m ediyord u . ı·ahya , kireç havayı kirletmesin diye, mümkün olduğunca keseri yavaş vuruyor, hatta bazen keseri bırakarak kamaya benzer bir aletle kazmaya çalışıyordu . Bu da onun yavaş ilerlemesine neden oluyordu . Ne kadar yavaş kazsa da h ava sir külasyonu olmadığı için bir süre sonra oksijen azalıyor, nefes alamaz hale ge l iyordu . Yahya'nın kesik kesik nefes almasından zor durumda olduğu anlaşılıyord u . Yahya'ya seslenip b i r an önce dışarı çıkması gerektiğini söyledim . Tüne lin girişine kendini zor atan Yahya , hala nefes almakta zorlanıyordu . Hep birlikte mazgal boşluğuna çıkarak temiz hava soluduk. Bu kez de ben tünelin ağzından içeriye doğru sürünerek kaybolmı..ı ş tum . İ çerideki hava normale dönmüştü . Keseri alarak sakin bir şekilde kazmaya başladım. Kireç tozu burnumu yakıyordu . Çok sert vurmamaya özen göste riyordum. Sert vuruşlar, çok fazla tozlanmaya neden olduğu için , kireç tozu havadaki oksijeni anında yok ediyordu . Çalışmaya başlayalı yarım saat ol masına rağmen nefes almakta zorlandım. Yine oksijen oranı iyice azalmıştı . Kan-ter içerisinde kalmıştım. Kalp atışiarım her geçen an hızlanıyordu . Ter damlacıkları yanaklarımdan aşağıya doğru süzülmeye başlamıştı . A nık nefes gırtlağımda düğümleniyor, bir türlü akciğerierime hava gitmiyordu . Bir an önce kendimi dışarıya atmak istiyordum. Havasız kalmanın sıkıntısıyla dışarı fırladığınıda Bülent iyice telaşlanmıştı . Tünelin girişindeki temiz havayı nefes netese soluyorclum. Sanki dünyaya yenielen gelmi ştim . Tünelin dışına çıkıp mazgal boşluğunda d inlenmeye karar verdik. Bir saatlik bir dinlenmenin ardında n tekrar rünele girdiğim zaman hava normale dönmüştü . Kaybettiğim zama nı telafi etmek için ol dukça hızlanmıştım . Bir saat kadar sonra her taraf beyaz bir toz bulutoyla kapl a nmıştı yine . Netes alma k için kendimi zorluyordum. Nefes alıp verirken çıkardığım ses tünelin ağzındaki Bülent'in dikkatini çekmiş olacak ki "Hocam yeter, çık artık" diye beni uyarıyorclu . G eriye doğru süıiinerek kendimi dışarıya atmak içi n bir hayli zorlandım . Bir süre clinlendikten sonra bu kez de Bülent içeriye girmişti . O gün ka zıda çok zorlandığımız göıiilüyordu. Sabah kahvaltısınclan sonra da sırayla çalışmaya devam ettik . Çalışma sonras ı ölçüm yaptığımızda, o gün sadece 1 merreye yakın bir mesafe kazabilmiştik . Eğer böyle giderse ileriye doğru daha da zorlanacağımızı clüşünüyordum . G özlerim kireçten dolayı kan ça nağına dönmüştü .
HALiL GÜVEN i 1 33
Havalandırmaya çıktığımızcia Sefa bir terslik olduğu nu anlamıştı . Ona da karşılaştığımız zorluğu anlatarak koğuşa dönelük ve yataklarımıza uzanclık.
M ola Bugün kendimizi çok yorgun hissettiğimiz için akşam rünele girmeye cektik . Akşam yemeğinden sonra havalandırmaya çıktık ve bir kenara otu rup sohbet etmeye koyulduk Diğer mahkumlar bizleri havalandırmacia görünce Sefa 'ya havalandırmaya çıkıp çıkamayacaklarını sanıyorlardı . Sefa , herkesin havalandırmaya çıkabileceğini bildi rdiğinde büytık çoğunluk hava l andırmaya çıkmıştı . Bu arada H ikmet'te bir telaş gözlemleniyordu . Hikmet, o gü n bizim koğuşta kalmamıza bir anlam verememiş olacak ki bizleri gö zetliyordu . Sefa , H ikmet'e yaklaşarak, " henüz hiçbir şeyin hazır olmadığını, kendisine verilen sözelen vazgeçilmeyeceğini"' söyledi. Hikmet rahatlamış gö rünüyordu . Sefa , bu akşam silahı temizlemek istiyordu . Saat on bire doğru
yemek
haneel e ve havala ndırmacia bizim dışımızda k imse kalmamıştı . Sefa , silahı sa kladığı yerden çıkard ı , parçalara ayırdı, büyük bir özen le elindeki bez par çasıyla her parçayı ayrı ayrı s ildi ve zeytinyağıyla tüm parçaları yağlayıp, eski zulasına yerleştirdi. Sabah erkenelen tekrar tünelin yolunu tutacaktık Gündüz uyuduğumuz dan gece hiçbirimizin uykusu gelmiyordu . Sabahı beklemeden saat üçe doğru tünele girmeye karar verdik. Gece tünele girmek çok daha ri sksizdi . Hem koğuşta hem de sübya n tarafında tedbir almak zorunda değildik. 17.
gün. Havasızlık sorunu var
1 7 . gün . Gün boyu dinlenmemiz bizi oldukça rahatlatmıştı . Tünele ilk ben girdim ve kaldığım yerden kazmaya başladım. Bir saat kadar sonra yine havasızlıkla yüz yüze geldim . O gün akşama kadar sırayla tünelele kazma iş lemine duraksayarak devam ettik. Bu havasızlık sorununa bir çözüm bula mazsak kazı gittikçe zorlaşacaktı . Sefa ile görüşerek bu akşam dışarı çıkmayacağımızı h ildirclik .
2 gün boyunca tünelelen hiç çıkmadan sırayla birer ikişer saat uyuya rak kazmaya devam ettik. Hem yorgunluk hem de havasızlık bizi bitkin dü şürmüştü . Tünelin boyunu ölçtüğümcle
10 metreye yaklaştığımızı gördüm. En
mutlu olduğum anlar bu ölçüm anlarıydı . Yalnız her geçen gün zehirlenme tehlikesiyle yüz yüze olduğumuzu hissediyorclum. Tünelele çalışacak yeni adam bulmak için komiteyle görüşmektc yarar vardı .
1 3 4 i ZAM.A.N Zİ NDA.N IÇiNDE
20.
gün. Havasızlık sorunu devam ediyor
20. gün, komiteyle görüşmek için revire gittim . Hevir hücreleri tamamen dolmuştu . Komiteye yaşadığımız sorunları anlattığımda komite, tünelele ça lışabilecek dört tane gönüllü olduğu haberini verdi. Bu haber beni çok se vindirınişti. Akşam gönüllüler Bl 'e gelmişler, tünele girmek için hazır bekliyorlardı. Yeni gelen gönüllülerle beraber hücreye girdik. Gönüllüler, tü nele girmenin heyecanı içindeydiler. Kazı için ilk Fuat girdi ama çok fazla kalmadan hem havasızlık hem de tünelin ürkütücü görüntüsünden dolayı hızla dışarı fırladı . Diğer gönüllüler de Fuar gibi sadece rünele girip çıktı. Bu koşullarda çalışamayacaklarını söy lediler. O gece , komitenin görevlendirdiği gönüllü ekibi sabahı dahi bekleme
den , Bl koğuşunu çoktan terk etmişti . Yine tek başımıza kaldık. Bu dunımda biz başımızın çaresine bakacaktık Gece boyunca kazıya devam etmemize rağmen yarım metre dahi yol alınamamıştı. Sabah, çalışmaya ara verip koğuşa dönerek bu havasızlık sorununa bir çözüm bulmak gerektiğine kafa yoracaktık Bunun bir çaresi olmalıydı ama aklımıza hiçbir şey gelmiyordu. Sabah kahvaltısından sonra uyumamış, ha valand ırmada dolaşıyorduk ki hafif bir rüzgar esmeye başladı . Sırtımdaki gömlek oldukça boldu . Rüzgar gömleğimi bir yelken gibi şişiriyorclu . Bülent bana doğru yaklaşıp, "Hocam maşallah, gömleğin körük gibi şişip i n iyor" dediğinde kafamda şimşekler çakmaya başladı .
Havasızlığa körükle çare Havasızlık sorununu köri.ik yaparak çözme şansımız vardı. Körük için deri mont, yapıştırıcı, hortum ve tahta parçaları yeterliydi. Yapıştırıcı, hortum ve tahta parçası bulmak çok zor değildi. Sadece bir deri mont bulmaınız gere kiyordu . Koğuşta iki kişinin deri montu vardı ama bir tanesi bir hayli eski ve yırtıktı. Yeni olan deri montu körLik için feda etmemiz gerekiyordu . Sefa deri monttın sahibiyle konuşarak, ·'deri ınontun önemli bir faaliyet için gerekli olduğunu" uygun bir d ille izah etmişti . Yarım saat sonra mont elimizde, körük olmak için hazır bekliyordu . Diğer malzemeler de Sefa'nın her zamanki iş biririciliğiyle bir saat içinde hazır hale getirilmişti . Dışarıda ayakkabı tamircisi olan bir tutuklu bu malzemelerle bir körük yapacaktı. Bunu ancak bir gün içerisinde yapabileceğini , yaptığı kö rüğün de en az bir gün kumması gerektiğini söylüyordu . Beklemekten başka çaremiz yoktu . Biz de bu 2 günü dintenerek geçirecektik.
HALIL GÜVE!\ 1 1 3 5
Arkadaşlarla aramızda öylesine bir dostluk oluşmuştu ki bir dakika dahi birbirimizden ayrılmak istemiyorduk Bu 2 günlük süreyi değerlendirmek için, BS'deki arkadaşları ziyarete gidecektim. Cengiz, şimdiden firar sonrası kuracağı hayatla ilgili planını yapmıştı . Dışarı çıkınca İstanbul'da barınaına yacağını, bir sahil köyüne veya kasabasına gidip yerleşeceğini söyleyerek orada kendisine yeni bir yaşam kuracağının hayalini kuruyordu . Kurduğu hayali öylesine güzel ve akıcı bir dille anlatıyordu ki, içimden "Her ne pa hasına olursa olsun bu tüneli başarınalıyız" diyorduın. En azından Cengiz'in bu güzel hayali için dahi olsa bu tünel başarılınalıyclı. Akşam B l'e döndü ğü mde körüğün hazır olduğu haberini veren Sefa 'nın sevinci ve heyecanı gözlerinden okunuyordu . Yalnız bir gün daha beklemek zorundaydık. Bir gün sonra sıra körüğü denemeye gelmişti. Körüğün ucundaki sert hor tutnun uct.ına su hortumunu takarak körüğü çalıştırdığıınızda hortuınun diğer ucundan sanki hava fışkırıyordu . Birkaç gündür bozulan psikolojimizi kö rükten fışkıran hava yerine getirmişti . O akşam çalışmaya yeniden başlamak . için hazırdık
Nöhet�iler şüpheleniyor 2 günlük aradan sonra , tekrar tün ele girın iştik . KörCık tünelin dışında
uygun bir yere yerleştirilmiş , hortum çekilerek tünel in diğer ucuna kadar uzatılmıştı . Tünelin içine giren gerekli işareti verince, dışarıdaki körüğü ça lıştırıyor, anında tünelin içi temiz havayla doluyordu. Körüğün beş dakika ça lıştırılması, tünelin içinde yaklaşık yarım saatlik bir rahatl ama sağlıyordu . Böylece hava sonımı çözülmüştü . Şimdi var gücümüzle devam etmemiz gerekiyordu . Ara sıra dışarıyı kont rol etmeye çıkan Cumhur, nöbetçileri gözedemeye çıkmıştı ki korku ve te laşla koşarak tünele döndü . Cu mhur, büyük bir heyecanl a , "Çalışmayı durdurun" diye bağırdı. Çalışmayı durclurdum ve diğer arkadaşlarla beraber dışarıya fırladım. Ne olduğunu sorduğumda nefes nefeseydi. Cumhur, "Dı şarıdaki nöbetçilerden bir tanesi bir şeylerin farkına varmış olabilir" diyordu . Aniartığına göre tünelin içinde, keserin çıkardığı tok ses, dışarıdaki nöbetçi tarafından duyulmuş olabilirdi. Nöbetçi duyduğu sesle önce pür dikkat ke silmiş, sağa sola birkaç adım atıp, tekrar aynı yere dönerek dinlemiş, iyice şüphetenmiş olacak ki bu kez de yere yatıp dinlemeye başlamıştı . Hep bir likte dışarıdaki nöbetçinin davranışını gözedemeye başladık. Nöbetçi, üç-beş adım sağa yürüyor, tekrar aynı yere gelip dikiliyor, bu kez üç-beş adıın sola doğru yü rüyor, yine eski yerine gelip can kulağıyla dinliyordu . Nöbetçi, en
1:)6 1 ZAMAN Z INDAN İÇİNDE
az onlarca kez aynı davranışı s e rgile d i . Daha önce duydu ğ u sesin ke s i l me s i onu ş a ş kın a çevirmiş olmalı ki s e s in oradan ge l me d i ğ i n e emin olana kadar kah du r a ra k kah yere yatarak to p ra ğ ı d inledi. Sesi a l a m ayı nc a , dinlemekten
vazgeçti ve normal nöbet
seyrine devam
etti .
Nöbetçi, epey bi r süre sonra tekrar ses du yduğu bölgeye gele re k pür d ik
ka t d in l e meye başladı . Askerin her davranışını büyük bi r d i kka t l e izliyo rdu k . Asker önceki davra nı ş l a rın aynısını nöbet bitimine kadar tekra rlacl ı . Çok büyük bir tehlike a tlat ıl m ıştı.
C u m hu r o a k ş a m aralıksız gö z etl e rne d e kalacaktı . Atiatılan tehlikenin ar dından tekrar rünele indim . Bu kez ka z m a i ş l emi n i ke s e rle d e ğ i l , ses ç ık a r
mada n
k a mayl a
ya pa c akt ı m .
Cumhu r, gece boyunca gözetlernede kaldı ve nöbet d eğ i ş imini izledi . Nö beti devredenin yeni nöbetçiye
h iç b i r
b i l gi vermediğini g ö z l e m l emi ş ti . Bu
bizi raha tl a tm ı ş t ı . Yine de redbiri elden b ıra kmay a c ak , e rte s i gü n d e ge c e boyu n c a izlemede kalacaktık Kazma iş l e m i n i n kam ay la y apı l m ası yavaş iler lememize neden olu yordu ama o gece s a b aha kadar ka m ay la kazmak zo nı nda y dık . H e rhan gi bir o lum s u z g e l i ş me olmazsa sabah kahvcı l tısından sonrcı tekrar keserle ka zm ay a d eva m e d il ebi l i rd i . Kahvaltı sonrası tünele indiğirn zaman gece yaşadığımız t e hli keyi b i r tü rlü u n u ta rn ıyordurn . Bir anda her şey ma hvo l a bili r, yüzle rc e insanın umudu ola cak tünel ortaya çıkabilirciL Tüneli terk etmek için dışarı ç ıktı ğım ı z cia sa a t ö ğle d en so nra beşe geliyordu . Artık o a kşam tünele girme şansımız yoktu .
Zaten ak ş a m olduğu iç i n b ira z dan yem e k ha z ırl ıkları başlaya c akt ı . O geceyi koğuşıa geçi re c ek , ertesi sabah erkenelen tü n ele gire ce k t i k. O anki p s i kol o
jim hafta boyu ç a l ı ş an bir işçinin, ta ti l günü ö nc e s i n i n p s i kolojis i n e be n zi yo rdu . Yemekte ekmek tariısı vardı . B i ze harc adığ ı m ız enerjiden d olay ı çift
porsiyon verilmişt i . Uy ku suzluğu m cl a n ve yorgunl uğumdan dolayı y eme k ye rke n dahi dalıp dalıp gid iyo rdum . Yemekten sonra h i ç zaman kayb etme den ya t akh cı n e n i n yol u n u tu tt u m .
2 4 . gün 24. gün, bir gün önce y aşad ı ğımız te h li ke d en do l ayı daha dikkatli o l m a l ıyclık . Sa bah birer parça e k me k arası peynir a l arak ,
henüz
ko ğu ş ta kimse
kalkmadan hücreye gi rm i şti k . Cezaevi ba hçe s i n el e her şey normal görünü yordu . Yine de o gün Cumhur, gün boyu gözedemeele ka l a c ak , hatta bir ters
lik görürse, hiç rünele d a h i gi rme d e n
ay ak l arıyla
yere vu rarak b i zle r i
uyara c akt ı . Zaten Cumhur'un nöbet tu tt u ğu a lan n e red ey s e tünelin girişin-
HALIL GÜVEN 1 1 37
deki mahzenin üzerine denk geliyordu . Daha önce yaptığımız bir denemede nöbet yerinde yere vurulunca, tünelin ağız kısmından rahatlıkla duyabili yorduk . Gündüz keserle, gece ise her ihtimale karşı kamayla kazmaya devam edecektik Akşam dışarı çıkmayacağımızı Sefa'ya iletmiş, eğer mfımkünse akşam ye meğinin hücreye verilmesini talep etmiştik . Bugün dayanabildiğim sürece tünel dışına çıkmayacak, sadece yemek ve tuvalet ihtiyacı için çalışmayı bı rakacaktım. O sabah girdiğim tünelele saat bire kadar hiç durmaksızın çalış tım. Çıkan toprak mahzende aşırı bir birikme meydana getirmiş, rieredeyse mahzenin yarısı toprakla dolmuştu. TuvaJet ihtiyacı için dışarı çıktım. Süb yanlar hücrenin çevresinde dolaşıyordu . Hücre dışına çıkmaktan vazgeçe rek, hücrenin uygun bir yerine işeelim ve tekrar tünelin içerisine döndüm. Arkadaşlar bir saat sonra yenıeğin hazır olduğunu bildirdi. Tünelin içerisine girerken çok fazla sorun yaşamıyordum ama çıkarken geri geri sürünerek çıkmak zorunda olduğum için bir hayli zorlanıyordum . Tünelin içerisine gir diğim zaman her an ölümle burun buruna olduğumu sezinliyor, dışarı çıktı ğımda kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyordum . Yemekten sonra içeriye bu kez de Bülent girmişti. Bülent, akşam yeme ğine kadar dışarıya çıkmadı ve kazıya devam etti. Akşam yemeğinden sonra bir süre dinlendik. Tekrar tünele girdiğimcle saat sekiz buçuğa geliyordu . Ortalık hafiften kararmaya başlamıştı . Sübyan mahk umlar koğuşlarına çekilmiş, ortalığı tamamen sessizlik kapla mıştı. Bü lent ve Yahya, mahzende biriken toprağı mazgal boşluğuna taşıyacaklardı. Bu sü reele kazdığım yerin toprağını, Bülent tünele dönene kadar ayaklarımda n geriye doğru yayacaktıı11. Havasızlık sorunu baş gösterince clışarıclakileri uya racak ve onlar da içeriye körükle hava pompalayacaktı. Yine bir olumsuzlu kla karşı karşıya kalmıştım. Yeni kazdığım bölge ta mamen kireç kaplıydı . Büyük bir ihtimalle daha önce kireç kuyusu olarak kullanılmıştı . Keseri vurduğumda ortalığı bembeyaz bir duman kaplıyordu . Arkamı dönüp baktım. Tünelin içi sanki sisle kaplıymış gibi, 2 metre gerisi görünmüyordu . Bülent'i uyararak körüğü daha sık pompalamasını istedim. B ülent ve Yahya , iki saat içerisinde mahzendeki tüm toprağı mazgal boş luğuna taşımış, mahzen iyice boşaltılmıştı . Kireç beni oldukça sersemletmiş, uzun süre çalışmadan dolayı bitkin clüşmüştüm. Tünelin içinden geriye doğru çıkmaya çalışırken bir hayli zorlanıyordum yine. Diğer arkadaşların da yor gunluğu yüzlerinden okunuyordu. Bu durumda en iyisi koğuşa dönmekti. Saat on bire yaklaşıyorclu . Öylesine bitkin bir haldeydim ki Bülent, "ren-
1 :38 1
ZAMAN
ZINDAN IÇINDE
gimin sapsarı olduğunu , zehirlenmiş olabileceğimi" söyledi . Yemeldunede Sefa 'da n başka kimse kalmamıştı . Sefa da rengimin solukluğunda n bir şey lerin ters gittiğinin fa rkına varm ış ve yoğurdun iyi geleceğini düşünmüştü . Ben ise bir an önce yatağa uzanmak istiyordum . Bu durumda ertesi gün yine a ra vermek zorundaydık .
"Siz bu mücadelede ne kadar kazanıyorsunuz? " Sabah uyandığımda kendimi hala ç o k yorgun hissediyordum. B iraz daha dinlenmek hepimize iyi gelecekti . Ancak akşam tünele girebileceğimizi söy ledim. Diğer tutuklular yine o gün bizleri koğuşta görünce şaşırmışlardı ama hiç kimse neler olduğunu sorma cesaretini gösteremiyorclu . Öğleye doğru yorgu nluğum azalmıştı . Havalandırmaya çıktım ve arka daşlarla koyu bir sohbete daldım. O arada Hikmet yanımıza yaklaşmış, davet edilmeelen gelme cesareti göstereınediği için göz ucuyla bizleri süzüyordu . "Gel, sen d e bize katıl" diyerek onu davet ettim. Hikmet bu davetten cesaretlenmiş bana , "Abey sen dışarıda ne iş yapar sm" diye soruyordu . Ticari hiçbir iş yapmadığımı, son bir yıldır fiili olarak devrimci mücadele içerisinde yer aldığımı söyledim. Hikmet, "Dışarı çıkınca elimde öylesine para kaza nma imkanları var ki aklınız şaşar, isterseniz bu im kanları kul lanabiliriz" teklifinde bulunuyordu. ''Ne imkanları'' diye sordu ğumda , " Para basma" (kalpazanlık) cevabı karşısında tüm arkadaşlar kahkahayı patlatmıştı. Hikmet, sözlerine gü lünmesine içerleıniş , "Siz bu mü cadelede ne kadar kazanıyorsunuz?" demişti . Mücadelemizin maddi bir karşılığı olmadığını, insanların daha eşit, daha özgür, savaşsız, sınıfsız, sömürüsüz bir dünyada yaşamaları için olduğunu izah ettim . Hikmet, "Ben ele sizi anlayamıyorunv�yerek bizlerelen uzaklaşmıştı .
2 5 . gün . Anamın sözü aklıma ge}iyor Akşam yemeği için hazırlıklara başlanmıştı . Gardiyan dış kapıda sayım mevcudunu almış, havalandırmadan koridora açılan dış kapıyı kilitlemişti . Yemekten sonra her zamanki gibi, Sefa ' nın aldığı önlemin ardından par maklığı sökerek hücreye girdik . Bugün 2 5 . gündü . Hala birtakım ol umsuzluklar peşimizi bırakmıyord u . Yeni rastladığımız kireç kuyusu bizi ç o k zorlayacağa benziyordu. Birkaç gün önceki nöbetçinin şüphesinden dolayı bu gece de kamayla kazacaktık Hızlı yol alacağız diye tüneli riske etmenin a lem i yoktu . Kazı işinele oldukça uzmanlaşmıştık Yalnız havasızlık ve tünelin çökme
l ıALlL GÜVEN 1 1 39
tehlikesi bizleri çok korkutuyordu. Özellikle geriye dönüp baktığım zaman, tünelin görüntüsüyle irkiliyordum. Her geçen gün tünel ileri doğru uzaclıkça korkurnun daha da arttığını his sediyordum . Henüz 15 metrelik bir mesafe kazmış olmamıza rağmen tüne lin darlığından dolayı uzunluğu çok daha fazlaymış gibi geliyordu . Bu korku psikolojis inden uzaklaşmak için zoru n l u kalmaclığım müddetçe arkama dönüp bakmamaya ve kafaını başka şeylerle meşgul etmeye çalışıyordum. Bülent, sürekli körükle hava pompalamasına rağmen kireç havanın oksi jenini öylesine çabuk azaltıyorclu ki )Joğulacaknıış gibi oluyorclunı. Sanki ci ğerlerim parçalanıyordu . H �u ağzıma alelım ve temiz havayı ciğerlerime çektim. Nefes alırken çıkardığım hırıltıyı duyan tünelin girişindeki Bülent, en dişelenerek dinlenmenıi öneriyordu . Ben ise inatla beş dakika daha fazla kal maya gayret ediyordum. Annemin söylediği bir sözü hatırladığımda birazcık olsun rahatlıyordum. Çocukken yaramazlık veya bir şeyi eksik yaptığımda annem eksiği veya yaniışı düzeltmem için, "Ne yapalım , iti öldürene sürütür ler" derdi . Bu tüneli başlatan biz olduğumuza göre , bitirecek olan da b izdik.
Rüyalarırnda kazmaya devarn Bir saate yakın bir süredir kamayla kazıyordum ama yine de kireç tozu havanın oksijenini tamamen yok ediyord u . Boğulacağımı ve oracıkta yığılıp kalacağımı hissediyorclum . Gücüm gittikçe tükeniyordu . Neredeyse baygın düşecektim ki kendimi son bir gayretle toparladım. Kireç tozu her yanı kap lamıştı . Elimdeki kamayı yere bıraktım, geriye doğru sürünerek zor dışarıya çıktım. Tünelden çıktığurnda Cumhur çok solgun göründüğümü söylüyordu . Dı şarıda iyice rahatlamıştım ama biraz sonra tekrar aynı durumla karşılaşacaktım. Endişelerimden sıyrılarak tekrar tünele girmeye hazırlanıyordum. Tüm zorluklara ve olumsuzluklara rağmen, yaptığımız işleri severek yapıyor, bu da bu eylemi başaracağımıza olan umudumu iyice artırıyordu . Şu anda beni ayakta tutan da bu umuttı.ı. Sabaha kadar en az on kez kendimi tünelin dışına atmak zorunda kaldım. Yorgu nluğum had sathaya çıkmıştı . Gece boyunca çok fazla yol ala maınış tım. Diğer arkadaşlar bitkin ha limi görünce, "Bugünlük bu kadar yeter'' di yerek dışarı ç ıkmayı önerdiler. Saat henüz sabahın yedisiydi. Sefa 'ya parolayı vererek dışarı çıkmak İste ğimizi bildirdik Hen ü z ortalıkta pek kimse görünmüyordu . Çıktığımızcia nöbetçi, ekmekleri torbad an çıkarıp clolaba yerleştiriyorclu .
1 4 0 1 ZAMAN Z İNDA.N I Ç INDE
Ekmeğin o nefis kokusu tüm yemekhaneyi kaplamıştı . Ekmek kokusunu içi mize çektiğimizin farkına varan komün nöbetçisi, "iki tane ekmek fazla aldı ğını, eğer İstersek kahvaltıdan önce ekmek alabileceğimizi" söyledi. Bülent, bir ekmeği a larak eliyle dört parçaya ayırdı ve herkese birer parçasını dağıttı . Uykusuz olmamıza rağmen kahvaltı yapmadan yatmak istemiyorduk Saat do kuza doğıu kahvaltırnızı yaptık. Kısa bir havalandırma turundan sonra uyku suzluğa daha fazla dayanamJyarak yatakhaneye çıkıp yatağıımza uzandık. Bazı günler, uyurken rüyamda da kazıya devam ediyor ve yataktan fırla yarak uyanıyordum. O gün rüyamda yine kazı devam ediyord u : Tünelin içe risinde havasızlıktan boğulacakmış hissine kapıldığımı gördüm. Sanki göğsümde tonlarca ağırlık vardı. Yarı uyanık yarı uykulu bir durumdaydım. Göğsümdeki ağırlık beni oldukça zorluyordu . Nefes alamıyor ve boğulaca ğımı hissediyordum. Ellerimle ü zerimcleki ağırlığı kaldırmak istedim ama ağırlık beni teslim almış durumd a . S anki tüm vücudumdaki kan çekilmiş, iradem vücuduma hükmedemez hale gelmişti . Son bir çabayla bedenimdeki tüm gücümü topariadım ve göğsümdeki ağırlığı atmak için sağa doğru dön meye çalıştım. Artık nefes gırtlağımda düğümlenmişti , yüreğim parçalana caktı . Üzerimdeki yükü attım ve nefes nefese uyandım. Koğuşta benden başka kimse yoktu . Ter içerisinde kalmıştım . Yatağımı toparlaclım. Diğer ar kadaşla r havalandırmaya veya yemekhaneye inmişlerdi . Pencereden aşağıya baktım . Arkadaşlarım havalandırmacia hızlı bir şekilde volta atıyorlardı. Ben de onlara katılmak için aşağıya indim. 26.
gün. Karnayla kazma
2 6 . gün . . . Tünel içerisinele ilerleme hızımız iyice d üşmüştü ama çok fazla
yapabileceğimiz bir şey yoktu . �a la kamayla kazmamız , çok yavaş yol almamıza neden oluyordu . En azından 3-5 gün daha keser kullanmak is temiyorcluk. Gerçi dışarıdaki nöbetçilerin davranışlarında herhangi bir anor mallik görünmüyordu ama zaten bu kireçli alanda keseric kazmak daha fazla kireç dumanma neden olduğu için kamayla kazmak daha uyg undu . Kireçli alanı bir türlü geçem iyorduk . Gün boyu kazabildiğimiz alan yarım merreye dahi ulaşamıyordü . Sabah tünelden çıkarken gece boyunca aldığım mesafeyi ölçtüm. Sadece iki karış yol alabildiğimi görünce büyük bir hayal kırıklığına uğradım . Daha fazla çalışamayacağımız için koğuşa dönmekten başka çaremiz yoktu . Moralimiz iyice bozulmuştu . Ertesi gün tünele girmek istemediğimizden kendimize yine bir gün izin vermiştik .
HALIL GÜVEN 1 ] 't 1
2 7 . gün, 2 8 . gün . . . 2 7 . gün . . . Diğer mahkumlar gibi zamanımızı havalandırmada volta ata rak , koğuşta gazete ve kitap okuyarak , yemekhaneele televizyon seyrederek geçirdik Neredeyse bir aydır televizyona bakmamıştım . B l koğuşuna geleli bir aydan fazla olmuştu . Bu zama nın nasıl çabuk geçtiğinin farkında bile de ğildim. Yeraltında çalışan bir m aden işçisinden farkın1 1Z yoktu . 2 8 . gün .
. .
mHa aşağıda aynı zorluklarla boğuşuyoruz. Kazma işinin ya
vaşlamasından dolayı çok fazla toprak çıkmıyordu . Pantolonuınun diz ka pağı ve gömleğimin dirseği her an yere sürtünınekten yırtılmıştı . Bu arada her
2-3 günde bir elektrik tesisatını uzatmak zorunda kalıyoruz. ilerledikçe , ışık arkamızda kaldığı için, ön tarafın
a�n la nınası engelleniyor. Elektrik tesisa
tını öne doğru uzatarak ışığı kendimize yakınlaştırıyoruz. Tünele girip çı karken elektrik tesisatma çok d ikkat etmek gerekiyor. Toprak nemli olduğu için kablodaki bir yıpranma sonucu el ektriğe çarpılırsak hiç kurtulma şansı mız yok . Bazen ampule çarpıyoru z , çarpma sonucu ampul patlıyor.
Kireçli bölgeyi aşmaımz bir hafta boyu sürmüştü . Bir hafta boyunca kaz dığımız alan 3 metreyi geçmedi .
3 5 · gün. Ç ökme tehlikesine karşı destek 3 5 . gün . . . Kireçli alan geride kalmış , toprak normale dönmüştü . Dışarıyı gözetleyen Cumhur, bu zama n a kadar hiçbir terslik görmediğin i , o yüzden artık keserle kazmaya başlamak gerektiğini söylüyordu . Yen iden çok fazla ses çıkarmadan keserle kazınaya başla dık .
O gece daha önceki günlerin bırsını çıkarmak istercesine hırsla kazıyor du m. Tek dileğim bugün 1 metrelik a lanı kazınaktı . Dışarı çıkarak zaman kaybetmek i stemiyordum. Tünelin uzunluğu 20 metreyi bulmuştu . Her geçen gün çökme riski bizi çok daha fazla korkutuyordu . Çökme tehlikesine karşı önlem alıp alamayacağıınızı d üşünüyordum. Ranza altlarındaki ova! demir borular destek için en uygun malzemeydi. B u ova! borul arın boyu neredeyse tünelin yüksekliğiyle aynıydı . Destek yap mak çok zor değildi. Bu demir boruların altını ve üstünü tahta parçalarıyla destekleyebilirdik En azından bu destek bizleri psikolojik olarak rahatl ata caktı . Sabaha doğru o gün kazdığım alanı ölçtüğümde 1 metrelik mesafeye yaklaştığımın farkına varınca sevincime diyecek yoktu . Yahya , tünele destek için hücrede bulunan eskimiş iki ranzanın alt ova! demirlerini sökmüştü . Tü nele tekrar girerek bu dem irlerin destek olup olamayacağını tespit etmek is-
1 4 2 1 ZAMAN ZlNDAN İÇINDE
tiyorduın. Tam da düşündüğüm gibi, bu malzemeler sanki özel yapılmış gibi tünelin içerisine uygun bir destek olmuştu . Her 1 merreye bir destek koymayı düşündüğümüz için şimdilik yaklaşık yirmi tane ova! demire ihtiyacımız vardı. Koğuşta yeteri kadar ranza olduğu için birer tane demir sökmemiz ye terliydi. Dışarıya çıktığımızcia bu düşünceyi Sefa'ya açtım. Sefa, akşama demir boruları hazırlayabileceğini söylüyordu . 36 . günü , hazırlamış olduğum uz destekleri tünelin içerisine yerleştirmekle
geçirdik. Desteği yerleştirmeele Yahya ' nın uzman olduğu görül üyordu . Yahya, çocukluğunda m ara ngozcia çırak olarak çalışmıştı . Destek yapıldıktan sonra az da olsa kendimizi daha bir güven içerisinde hissediyorduk.
Yeniden sorguya karşı a�lık grevi ve bir tokadın utancı Bu arada cezaevinde olumsuz bir gelişme yaşandı. MLSPB (Marksist Le ninist Silahlı Propaganda Birliği) davasında tutuklu olan mahkumlardan ba zıla rı, yeni yakalananları n ifadesinden dolayı tekrar emniyete alınmak isteniyordu . Kom ite , bu durumun kabul edilemez olduğunu belirterek 2 gün lük açlık grevine gitme kararı almıştı . BI koğuşundakiler bu komite içeri sinde yer almamalarına rağmen bu grevi destekleme kararı almışlardı. Sefa, tünel ekibini n bu grevin dışında kalnıasını istemiş ama biz bunu kabul et memiştik. Yalnız açlık grevi boyu nca çalışma clurdurulacaktı . Çünkü idare açlık grevini balı a ne ederek operasyon veya arama yapabilirdi . Açlık grevinin 2 . günü , koğuşta tatsız bir olay yaşandı . Açlığa dayanama yan, henüz on yed i yaşlarındaki bir çocuk, dolaptan Karper peyniri aşırmıştı . Gizlice tuvalette peynirle açlığını gidermeye çalışan çocuk, peynirin kağıdını da dalgınlıkla tuvalete atmıştı. Onun arkasından tuval ete giren başka biri , peynirin kağıdını tuvaletin eleliğinele görünce şaşırmış ve durumu Sefa'ya an latmıştı . Sıkı bir izlemeelen sonra , aynı çocuk iki nci kez peyniri aşırıp tuva Iete gittiğinde ya kayı ele verdi. Çocuk yaştaki bu arkaclaşın davranışı pek hoş görülmedi. Sıkı bir sorgu lama yapıldı . Suçlu muamelesi gören arkadaşın kulağı Çekilmişti . Hatta Sefa, sinirine hakim olam�arak çocuğa bir tane de tokat patlattı. Gerçi daha sonra --"----
Sefa tokat artığına bin pişman 'Olmuştu ama iş işten çoktan geçmişti . O çocuk, koğuştakilere ihanet etmiş gibi görü ldüğü için çevreden tamamen dışlandı . Suçlu psikolojisi içerisine giren çocuk ileriki günlerele diğer arkadaşlarıyla konuşmaktan çekiniyor, hiç kimsenin yüzüne dahi bakamıyorclu . O zamanlar normal gibi görünen bu olay, daha sonraki yıllarda geçmişimi sorgularken benim içsel dünyamda korkunç bir anı olarak yer etmişti.
HALiL GÜVEN ı I B
Öylesine yaralanmıştık k i hatalara . zaaflara , yanlışlıklara karşı öfl(eli ve tepkisel olmayı " devrimci tavır'' sa nıyorduk. Sefa , daha sonraki günlerde " dav ranışının çok yanlış olduğunu " i tiraf etmiş,
o
çocuğa karşı daha duyarlı ol
maya başlaınıştı ama çocuk, üzerindeki ezikliği bir türlü atamamıştı . �
O bir tokat o çocuğun hayatından kim bilir neler alıp götürmüştü ! Toka-
dın acısı değil ama utancı o çocuğun yüreğinde onarılamaz yaralar açmış olabilirdi . Yıllar sonra , bunları düşünclükçe içimi yakan acıyla kıvranır du ruıum.
Özgürlüğe 8 metre kaldı Ziyaretime her hafta d üzenli olarak gelen abla m , çok zayıHaclığımı, yü zümün sapsarı olduğunu görmüş, hasta olup olmadığımı soruyordu . Sağlı ğıma el ikkat etm e m i , eğer hastaysam doktora gitmemi istiyordu . Hasta olmadığımı, kilo kaybetmemin nedenini n , her sabah düzenli olarak ya ptı ğım spor olduğunu söyledim. Ablam pek bir şeyin farkında değildi ama ağa beyim bir şeylerin döndüğünün farkındaydı ve elinden geldiğince her türlü desteği sunacağını davranışlarıyla belli ediyordu . Her ziyaret sonrası mora lim daha da yükseliyor ve coşkuyla çalışmaya devam ediyord u m . Dışarıdan aldığımız istihbarata göre , cezaevi duvarıyla kaldırım arasın daki mesafe 30 metre civarındaydı. Tünele başlayalı 40 gün olmuş ve bu 40 gün içerisinde 22 metre kazmıştık 5 gün sonra kaldırıma ulaşacağımızın he sabını yapıyordum. 4 1 . gün rünele girdiğim izele moral imiz bir hayli yüksekti . Özgürlüğe 8
metre ka ldığını , her geçen d akikada bu mesafenin azaldığını görüyordum. Tünelin korkutucu görüntüsüne rağmen içimdeki özgürlük ateşi, coşku ve heyecanımı olağanüstü artırıyordu . Yine de artık tünel girişinde hazır bekleyen Bülent ile haberleşmemiz çok kolay olmuyordu . Yaptığımız destekierin bazıları toprağın esnemesinden do layı iyice gevşemişti . Bu durumdacia desteğin hiçbir önemi kalma mıştı . Ara mızclaki mesafe uzadığı için, bazı zamanlar ne ded iği hiç a nlaşılmıyordu . Herhangi bir tehlike a nında Bülent, toprağı doldurduğu leğenin ipini üst üste
üç-dört kez çekecekti. Çıkan to pra ğ ı n tünel dışına çekilmesinele kullancl ığı ,
m ız !eğen bazen devriliyor, bu durum da bizlere zaman kaybettiriyorclu. 4 1 . gün sonunda 1 metreden daha fazla yeri kazmıştık O gün , gündüz de
kazmaya devam edecektim . Tüm korkuma rağmen, artık destek için za ma n kaybetmek istemiyordum . Zaten desteğin çökme karşısında ç o k fa z l a daya nanıayacağı ortaya çıkmıştı. Ara sıra üzerime düşen toprakla irkili yor, çalış-
1 4 4 1 ZAMAN Z lND/1_'1 I Ç I N D E
mayı bırakıp arkarndan bir hareket ol up olmadığını gözetliyordunı . Gözlerim ve ku laklarım her an tetikteydi. Sfırekli kendimle hesapla şma içerisindeydim. Bir taraftan ya kaderime razı ola cak, çok uzun yıllar k urbanlık koyun gibi cezaevinde yaracak ya da her a n gelebilecek bir ölüm tehlikesi olmasma rağmen, benim gibi yüzlerce in sanın özgürlüğe kaçışının yolunu açacaktım . Kendi mle yaptığım yüzleşmed e , tercihim daima özgürlükten yana olu yord u . Her n e pahasına ol ursa olsun bu yoldan vazgeçemezdim . Sadece benim değil, yüzlerce insanın kaderi bu yola bağlıydı. 42. gün koğuşa dön düğümüzde yüzüıncieki sevinç gözlerimden okunuyordu .
4 3 · gün. Özgürlüğe 4 metre kaldı 43. gün , kaldırıma iyice yaklaştığımızı tahmin ediyordum. Son yaptığım öl çümde tünelin boyu 26 metreyi geçmişti . Bu durumd a , bahçe d uvarına yak laşmış olduğumuzu , kaldırımla ararndaki mesafenin, 4 metreden daha az kaldığını biliyordum. Tüm tehlikelere rağmen artık hiç çekinmeden rünele giriyor, olabildiğince hızlı bir şekilde çalışmaya devam ediyordum. Bazen tünel in içerisinde ken dimi kaybettiğim zamanlar oluyordu . Saatlerce hiç çıkma dan tünelin içeri sinde kalıyor, ancak B ü l e nt'in uyarısıyla dışa rıya çıkıyordum. Bir terslik olmazsa 3-4 gün sonra özgürlük yolu hazırdı. Yine o gün dayanabildiğim kadar kazmaya devam edecek, gerekirse 2 gün hiç koğuşa dönmeyecektim. Öyle de oldu. Hücreye gireli yirrni dört saat olmasına rağmen dönüşümlü olarak girdiğimiz tünelele hiç durmaksızın ka zıya devam ettik . Gece bir ara Bülent ve Cumhur sırayla ikişer saat uyu muşlardı. Sabah kahvaltısından sonra elimde çay bardağıyla uykuya dalmış, birkaç saat uyumuştunı . 44 . günün sabahı, son duruma baktığımızda 2 günde 3 metre kazdığımı
zın fa rkına va rdım. Çıkış noktasına 1 metrelik mesafemiz kalmıştı . Artık bun dan sonra, 1 metrelik mesafeye ul aşmamız için düz değil, aşağıdan yukarıya doğru dikey kazacaktık Hem böylece bir taşla iki kuş vurm uş olacaktık D ikey olarak kazmamız hem çıkışı kolaylaştıracak hem de ulaşacağımız me safeyi oldukça kısaltacaktı. Tünelin b itiŞ noktasına geldiğimiz için yarın yu karı cloğnı yönelecektiın .
HALIL GÜVE N 1 1 -± 5
4 5 · gün. Tünelin sonu göründü 4 5 . gün , artık yolun sonu göründü . Kazıyı daha bir hırsla ve azirole sür dürüyorum. Yukarıya dikey olarak çıkacağımız için kazı eskiye oranla daha rahat ve kolay olacaktı. Aşağıdan yukarıya doğru kazmak, yukarıdan aşağıya kazm aktan daha hızlı devam ed iyordu . K:ız ılacak toprağın altının boşalmış olması, her vurulan keserin daha fazla toprak parçasını koparması demekti. Hiç durmadan ka zıyordum. Yarım saatten fazla olmuştu . Tünelin tabanında toprak iyice birikmişti . Biriken toprağı leğene doldurdı..ı m ve " Çek" işaretini verdim. Bülent, leğeni boşaltıp geri gönderiyord u . Araı111 z daki mesafe uza dığı için toprağı boşaltmak zaman alıyordu artık . Gece boyunca hiç durmad a n kazıya devam ettik . Sabaha doğnı 1 metre den daha fazla bir alan kazılmıştı . Sabah kahvaltısından sonra tekrar kaldı ğımız yerden devam edecektik. Kahvaltıdan sonra, yaklaşan özgürlüğün, yüreğimin derinliğinde yarattığı huzurun verdiği mutl ulukla tünele girdim. Tüm olumsuz koşullara rağmen, dört kişiyle böylesine bir tüneli başarmak müthiş bir olaydı. Bu başarının ya rattığı gurur hepimizin yüzünden okunuyordu. Artık işin sonuna gelmiş olduğumuz için korku lanından iyice sıyrılmıştım . Akşama doğnı olanca gücürole keserle abandığımda, keser sert bir şeye çarp mıştı . Karşuna ç·ıkan, kanalizasyon borusuydu . Bir an kanalizasyon kanalının içerisinden gidebileceğimizi düşündüm. Kanalizasyon kanalının çapı 50 san timetre kadardı. Dönem dönem içi su dolu olduğundan içinden gitme şan sımız çok azdı. Yuka rıya doğru çıktıkça dışarıyla mesafemiz azalıyordu . Topraktan sızan hava tünel içerisinde büyük bir ra hatlama sağlamıştı. Hatta tünel içerisindeki hava , dışarıdaki hav ad a n daha temizdi. Kanalizasyon un üstü nelen tekrar dikey olarak kazmaya devam ediyordum. Artık ayaklarım tünelin tabanının epeyce yukarılarınclaydı. Bu da demekti ki kaldırıma iyice yaklaşmıştım Yine yorgunluğum had safhadaydı. Gücüm gittikçe tükeniyordu . Artık keseri sal layamaz hale gelmiştim. Ara sıra el imdeki keser yere düşüyordu . Bir ta rafımı yaral ayabi leceğimi düşünerek tünelden çıkmaya karar verelim. Zaten ka ldı rıma ulaşacak çok fazla bir mesafe kalmamıştı . Büyük bir ihtimalle ertesi gün, kaldırımla aramızdaki mesafe yarım merreye inecekti . Akşama doğru koğuşa döndüğümüzde gözlerimden uyku akıyordu . Sefa , " Siz yemekten sonra yatıp dinlenin" uyarısında bulundu . Uykusı..ı zluğuma rağmen geldiğimiz nokta itibarıyla alabildiğine heyecanlıydım ve uyumak is temiyordum. Arkadaşlarla sohbet etmek daha keyifliydi. Birkaç saat sonra
1 46 1 ZAMAN Z i NDAN iÇiNDE
uykusuzluğa daha fazla d ayanamayacağımı anladım ve kendimi yatakhaneye zor attım. 46.
gün. Tünel yazılmaz, kazılır
46. gün. Bugün son ka z ı günü olabilir. Sadece
ı
buçuk metre kadar bir
alanı kazdığımızda , dışarıya çıkış için hiçbir engel kalmaya caktı. O gün he p imiz çok heyecanlıydık . Yeraltında her an ölümü yaşamak kolay değildi. Olumsuzl uklara , korkuya rağmen cesaretimiz galip gelmişti . Korkuyu yene rek başanya ulaşmıştık Büyük bir ihtimalle bugün dışarıyla aramızdaki sınır iki keser darbesiyle yıkıla cak bir düzeye inecekti . Keseri daha hırslı ve daha azimli vunıyordurn. Toprağın altı kısmi olarak boşaldığı için her vurduğum keser darbesi, büyükçe bir toprak parçasını pa rçalıyordu . Öğle yemeğinden sonra saat üç civarlarında kazmış olduğum alanı ölçtüğüm zaman neredeyse 1 buçuk metre olduğunu gördüm. Gelmiş olduğumuz nokta itibarıyla tüne
lin tabanıyla çıkışı arasındaki mesafe 4 buçuk metreye yaklaşmıştı . Bunun yarım metresinin dikey eğim farkına karşılık geldiği düşün ülürse, kaldırımla a ramızdaki mesafe
ı
metre kadardı . Yarım metrelik bir kısm ın kazılmasından
sonra kaldırımla çıkış arasındaki mesafenin yarım metreye ineceğini tahmin ediyordum. Bugün her ne pahasına olursa olsun kazıyı sonlandırmamız gerekti. Sa bahtan bu yana hiç durmaksızın keser sallamama rağmen kendimi hiç de yorgun hissetmiyordum. Bu iş bugün bitmeliydi . Her geçen saniye yoldan geçen araçların sesleri daha da yakınlaşıyordu . Bu , kaldırıma iyice yakınlaş tığımın işaretiydi. Daha fazla kazmak tehlikeliyd i . Akşama doğru , gelmiş olduğumuz s o n noktaya kulağıını verip dinledirn. Kald ırımcia yürüyenierin ayak sesleri ve konuşmala rı net duyuluyordu . Bu bir tutsa k için inanılmaz bir şeydi. Sekiz aydır kendimi özgürlüğe hiç bu kadar yakın hissetmemiştirn. öyle bir duygu seline kapılmıştım ki sevin cimi, heyecanımı ve eaşkumu anlatmaya kelimeler yetmezdi . Toprağın üs tünden gelen, özgürlüğün aya k sesleriydi . Bu sesler beni olağanüstü kışkı rtıyordu . Damariarımdaki kan, ılık ılık akıyordu . İçim içime sığmıyor, yüzlerce metre yükseklerden akan şelale gibi çağiayıp akmak, bir kuş gibi kanatlanıp uçmak istiyordum . Sonsuzluğa yolculuk gibi bir duyguydu bu . Sanki kanat takmış gökyüzünde uçuyordum. Tüm yorgunluğum kaybol mtıştu . Son bir keser darbesini de vurdum ve "Buraya kadar" diyerek sevin çle tünel in tabanına ind im. Hani "Aşk yazılmaz , yaşanır" denir ya, benim şu anda ya şadığım duygu-
HALiL GÜVEN 1 1 47
ları da hiçbir edebiya tçı , hiçbir kalem ustası yazamazdı . Yani tünel yazılm az, kazılırdı.
Ya hep beraber ya hep beraber Elimdeki keseri, kanıayı ve toprağı doldurduğum faraşı leğene yerleştire rek . Bülent'e çekmesi için işa retimi ve rdim. Başarmanın yarattığı mutl ulukla, geriye döndüm , yüzümü tünelin girişine çevirdim ve öne doğnı kaplumbağa pozisyon u aklını . Leğenin tünel içerisinde çıkardığı tangırtının sesi sevincimi artırıyordu . El ve diz kapaklarımın üzerinde tünelin giriş kısmına doğru sü rünerek ilerliyordum . Tünelin girişinden çıkarken içim h uzur ve mutluluk dol uydu . Bülent, " Hocam, bizimle vedataşmadan çıkıp gittiğini sa ndık" diye gü lümsüyordu . "Hayır" dedim , " hayır, bunca zahmeti , bunca özveri ve feda ka dığı kişisel amacım için nasıl kullanabilirim! Böyle bir şeyi yaparsak bize kazık atanlardan bizim ne farkımız kalır! Şu an istesem Yahya 'yı ve Cum hur'u alır, elimi kolumu saHayarak dışarıya çıkabilirim. Ama biz bu tüneli sa dece kendimiz için kazmadık ki. Yüzlerce insan b u kaçış yolunu sabırsızlıkla beklerken biz nasıl olur da tek başımıza çıkar gideriz! " Ya hep beraber gideceğiz ya da hiçbirimiz gitmeyecektik .
Tünel kazıldı, "komite" pkışı güvenli bulmuyor Artık dışarıya çıkmak için hiçbir engel kalmamıştı . Saat öğleden sonra beşe geliyordu . Üzederimizi değiştirdik ve Sefa'ya çıkmak istediğimizi bil dirdik Sefa , erken çıktığımızı görünce şaşkınlıkla "Bir terslik mi var" d iye so ruyordu . Bir terslik olmadığını, her şeyin tamam olduğunu söyledim. Sef�1 'nın gözleri mutlulukla parlıyordu . Zaman geçirmeden komiteyle görüşmek için B l 'den ayrıldım. Iier za m anki gibi komitedekilerin büyük çoğunluğu revirdeki dinlenme hücrele rindeydi. Tünelin kaldırımın altına kadar kazıldığını, dışarıyla aramızda sadece yarım metrelik bir mesafenin kaldığını, onu da on beş yirmi dakikalık bir zaman diliminde halledebileceğimi b ildirdim . Komitenin büyük çoğunluğunun görüşü, "kaldırımdan çok fazla kişinin çı kamayacağı'' yön ündeydi. İlk birkaç kafile çıktıktan sonra durumun farkına vanlabileceği, geride kalanların çıkamayacağı dile geti riliyordu . Şaşkınlıktan ne yapa cağımı kestiremiyordum. Tünel bitmişti ama komite çıkış noktasının toplu firar için gl'ı venli olamayacağı düşüncesincleydi. Her fi-
148 1 ZAMAN ZIN DAN !Ç i N D E
rarda birtakım riskierin olacağını a nlatmaya çalıştım ama komite bir türlü ikna olmak istemiyordu . Komiteyi ikna edebilirim umuduyla ortaya yeni bir fikir ortaya attım. Dışarıdaki arkadaşların bir kamyonun alttan kasasını dele rek tünelin çıkış noktasına park edebileceklerini , kamyonun altından çıkan ların, kamyonun kasası na yerleştirilebileceğini, böylelikle daha ra hat gidilebileceğini anlattığımda bu fikir komitece de uygun bulunmuştu . Komite hemen yarın dışarıyla irtibat kuracak, ceza evi duvarı kenarındaki kaldırıma araç park edilecek, askerlerin tepkisi ölçülecekti . Komite bu geliş meyi en kısa za manda bana haber verecekti . Bunca ı,� abadan sonra, en küçük bir riski d ahi göze almak istemeyen böy lesine rahatlığa bir anlam veremenıiştinı. Gerisin geriye, moralim bozuk bir halde B l 'e döndüm. Yüzünıcieki ger ginlikten bir terslik olduf,Ttınu a nlayan arkadaşlar ''Ne oldu" diye soruyordu . Komitenin tavrını ayrıntılarıyla anlattım. Sefa , "Bekleyelim, 2 gün da ha bek leyelim, bakalım ne olacak?" dedi. Bu 2 gün geçmek bilmiyordu . Kaçmak için her şey hazır hal deyken hiçbir risk almamak adına sabrederek beklemek kadar aptalca bir şey olamazdı .
Tünelin uzatilması kararı 2 gün sonra komiteelen görüşme talebi gelmişti . Komiteyle görüşmek için tekrar revir hücrelerinin yol u nu tuttum . Komitedekiler beni kapıda karşıladı ve hücre içine davet ettiler. Yatağın bir ucuna iliştim. Komite, dışandan gelen haberlerin olumsuz olduğunu anlattı. Gelen haber gerçekten olumsuzd u . Gece kaldırıma park etmek isteyen kamyoneti gören nöbetçiler, derhal müdahale ederek, cezaevi yanına park edilemeyeceğini, aracın park yerinden hemen kaldırılmasını istemişti. B u durumda tünelin uzatılarak, yolun karşı tarafına geçilmesinin en doğru yol olduğu kararına varılıyordu . Bu kararı kabul etmek dışında h içbir şansım yoktu . Yolun karşı yakasına geçtikten sonra , kaldırımdan çıkmanın anlamsız olduğunu ,
2
metre daha uzatıp tünelin karşısındaki boş dükkan içerisinden
çıkmanın daha mantıklı olduğunu dile getirdim. Komite, önerimi tartışmasız kabul etmişti . G örüşmenin ardından B l koğuşuna döndüm. Sabırsızlıkla beni bekleyen arkadaşlara durumu özetledim. Sefa , bu duruma tepki göstererek, "Yolu geç mek kolaysa , o zaman sayın komite bu işe bir el atsın" diye sitemele bulu nuyordu . Tüneli tekrar uzatmaktan başka çaremizin olmadığı gün gibi ortadaydı. Bu
HALIL GÜVEN 1 1 -'1 9
akşam dinlenciikten sonra sabahleyin tekrar tünel e girmeye karar verdik. O akşam dinlenecek, yarın sabah kaldığımız noktadan değil , geriye dönüp, kal dırım altından yukarıya çıktığımız noktadan yeniden yolun altına doğru devam edecektik.
Özgürlük bir adım ilerimde ama kazmaya devam 5 0 . gün, tünele tekrar kazmak için girmek çok zoruma gidiyordu . Yeni
den kazı m alzemelerini leğene yerleştirdim ve tünelin sonuna doğru sürün nıeye başladım. Yayaların ayak sesleri ve konuşmaları tünel içinde yankılanıyordu . İçimdeki özgürlük ateşi beni alabildiğine kışkırtıyordu . Sanki dışarısı kol larını açmış , "Daha ne bekliyorsun, bu fırsat bir daha eline geçmez, koş, fırla da gel" diye sesleniyordu . Böylesine bireysel bir davranışt1 bulunmak, tüm kişiliğimi ve kimliğimi redeletmek anlamına gelircli. Bir an için dahi olsa , böy lesine bireyci düşü nmek beni rahatsız etmişti. Hayatını pahasına da olsa bana ümit bağlayan insanlara kazık atamazdım. Bulunduğumuz noktayla boş clükkan arasındaki mesafe yaklaşık 15 met reydi . Tünelin tabanına inerek çıkış rotasını değiştirmeye , yolun altına doğru kazmaya başladık. Yoldan geçen araçların uğultusu kulaklarımı parçalıyordu . Bozuk bir moralle çalışmak zor olsa d a başka alternatifimin olmamasın dan dolayı tekrar boylu boyunca uzanarak kazmaya başladım. Kaldırım al tına yuka rıya doğru 5 metreden fazla mesafeyi kazmak , 3-4 günümüzü heba etmişti . Yon.ılduğum veya kendimi iyi hissetmed iğim zamanlar, geriye doğru sürünerek bu alanda doğnıluyor, hatta bazı zamanlar sigara da hi içebiliyor dum. Yine bu alan sayesinde dışarıda akıp giden hayatın ayak seslerini, gelip geçenlerin konuşmalarını duymak beni mutlu ediyordu . Hayatla bağla ntıının kesildiği yeraltında , onlar sayesinele hayatla bağ kuruyorclum. Özgürl ükle aramdaki uzaklık yarım metreydi. Özgürlüğün ayak seslerini her an duyuyordum. O ayak sesleriyle aramdaki uzaklık sadece bir adımclı . Pam uk ipliği kadar yakındım onlara . O pamuk ipliğini koparmak ş u a n benim el imcleydi. Şöyle bir dokunsam o iplik kopacıktı ama ben bunu asla yapmayacaktım. Hava sorunu kalmadığı için dışarıya sadece yemek ve tuvaler ihtiyacı için çıkıyordum . Saat öğleelen sonra ikiye doğru Yahya uyarı işaretini vermişti . Kaldırım altındaki boşluktan döndüm ve tünel dışına çıkmak için sürünmeye başlad ım Moralimin hala düzelmediğini gören Bülent, her zamanki gülüm .
semesiyle , "Hocam bize ayıp ettin .. diye sataşıyordu Neden diye sordu.
1 5 0 1 ZAMAN ZiNDAN IÇiNDE
ğumd a . cebinden bir liste çıkaran Bülent, "Madem dışarıya çarşıya gidiyor sun , bari şu siparişlerinlizi alsayd ın" diye espri yaparak bana moral vermeye çalışıyordu . Bu çalışma uzadıkça risk faktörü de artacaktı . Gece gündüz demeden ça lışmaya devam ederek h ızımızı artırma önerisinde bulundum. Yemeklerimizi burada yemek, hatta burada uyu mak zorundaydık. Arkadaşlar bu öneriye bir itirazcia bulunmadılar. Yalnız tekrar gündüzleri çalışmanın bir tehl ikesi vardı . Tünele girip çıkarken çok dikkat etmek, sübyanlara görünmemek zo rLındaydık . Her an sübyanlar tarafından görülebilirdik Açlığa rağmen hiç iştahım yoktu . Zoraki bir şeyler atıştmırak açlığımı has tırdıktan sonra , tekrar sürünerek çalışma alanına doğru yol aldım . Şimdilik çıkış noktasındaki boşluk benim için imdat çıkışı gibi bir işlev görüyordu . Uzun bir süre sonra Bülent, tekrar çıkış için uyardığında saat akşam sekize geliyordu . Artık ortalık kararmaya yüz tutmuştu . Cumhur, akşam yemeğini çoktan hazırlamıştı . Yemekten sonra hiç zaman kaybetmeden tünele girdim . Tü nelin sonun dayken kendimi cezaevinin dışında h issediyordum . Aslında fiili olarak da öyleydi . O gece saat sabah beşe kadar çalışmaya devam ettim. Artık koğuşa dönmenin zamanı gelmişti. Havalandırmaya çıktığımızcia hiç zaman kaybet meden, Sefa 'ya en geç saat on ikide uyandırılmamızı söyleyerek koğuşa yö nelmiştik.
Ve sübyanlara yakalandık 51. gün, öğle saatlerinde tünele girdikten bir saat sonra Cumhur'un uya
rısıyla dışarı çıkmak zorunda kaldım. Bir olumsuzluk gündemdeydi. Hücre içerisinele duvarı kendime siper ederek olanları izlemeye başladım . Korktu ğumuz şey başımıza gelmişti . Bülent, tünel girişinden çevreyi kontrol etmeye çıkuğında sübyan mahkumlardan bir tanesi tarafından görülmüştü . Hemen kendisini geri çekerek gözden kaybolmasına rağmen, sübyan, ''Abi, ahi orada ne arıyorsun?" diye bağırmış, ses alamayan sübyan elindeki çakıl büyüklü ğündeki taşları, o n u n saklandığı alana doğru peş peşe fırlarmaya başlamıştı. Bülent, yerinden kımıldayamıyor ve ses çıkaramıyordu . Sübyan elindeki en son taşı da attıktan sonra , hiçbir şey olmamış gibi oradan uzaklaşmıştı. Bu durum çok tehlikeliydi. Hemen gerekli önlemi almamız gerekiyordu . Sübyan koğuşundaki çocuklarla samimi ilişkiler kuran, bazen onları ha va landırmaya toplayarak revir penceresinden onlara söylev çeken, çocuk psikolojisinden çok iyi anlayan B8 koğuşunda kalan Tevfik adında THKP-C
HALIL GÜVE N
1 151
Eylem Birliği'nden bir arkadaşımız vardı . Durumu Sefa 'ya haber verdik . Tevfik'e haber göndermesini , cmun da ge rekli önleıni almasını istedik. Bülent'i gören sübyanın, diğer çocuklarla soh betinden adının Veysel olduğunu öğrenmiştinı . Tevfik, on beş dakika sonra B l 'in havalandırmasında Sefa ' nın yanındaydı. Sefa , havalandırmayı boşalta rak , Tevfik ile beraber hücre penceresi ne yaklaştı . Pencere kenarında dışa rıdan görünmeyecek şekilde, zulada kalarak olayı etraflıca onlara anlattım ve önlem alınmasını istedim. Hemen harekete geçilmesi gerekiyordu . Bir an önce sübyanlarla konuşulmalıydı . Sübyanların havalandırma sına bakan revirin üst katına çıkan Tevfik ve Sefa , sübyanları izlemeye almıştı. Hücre içerisinde kendimizi gizleyerek olan ları izlemeye koyulduk. Tevfik, s übyanların temsilcisine seslendiği anda tüm sübyanlar, hep bir ağ ızdan ''Siyasi abi, Tevfik abi" diyerek bağırıyorlardı . Tevfik, sübyanlarla olan samimiyetille güvenerek söylevine çoktan başlamıştı . Havalandırmadaki sübyanlar birbirle rinin a rdından sıraya girerek, çeki len söylevi kaçırmak istemiyorlardı . H atta bazıları daha önde yer almak için birbirlerini itekliyorlardı. "Bugünkü konumuz, ihbarcılık. .. " diye başlayan Tev fik, ihbarcıltğın çok kötü bir şey olduğunu, başkalarına zarar vereceğini, özel likle böyle kişilerin, cezaevinde diğer mahkumların acı çekmesine neden olduğu için hiç sevilmediğini, nefret edildiğini ve lanetle anıldığını, o kişinin yaptığı ihbarın bedelini ele çok ağır ödediğini anlatıyord u . Sübyanlar h e p b i r ağızdan, "İhbarcı l ara ölüm" diye haykırıyordu . Tevfik, Bülenfi gören çocuğu da yanına çağırdı v e çocuğa parmaklıklardan yukarıya doğru urmanmasını istedi. Yukarı doğru tırmanan çocuğu kollarından yaka layan Tevfik, onun kulağına bir şeyler fısıldıyordu . Tehl ikeyi atiatma nın sevinciyle tekrar tünele dönmüştüm. Tevfik . öyle likle sübyanların bizi gözetierne tehlikesini bertaraf etmişti .
5 2 . gün 5 2 . gün . . . 2 gü ndür yolun altına doğru ilerlemeye çalışıyordu k. Ama yeni
bir problemle karşı karşıyaydık Yoldan geçen ağır araçlar, tünel ele hissedi lir bir sallanmaya neden oluyordu . Özellikle o esnad a kafaına veya vücu duma
toprak
parçaları
dökülüyord u .
Düşen
parçalar
yumurta
büyüklüğü ndeydi . Sarsıntının etkisiyle dökülen bu toprak parçaları beni psi kolojik olarak çok yıpratıyordu . Özellikle TIR, kamyon ve körüklü otobüs gibi ağır taşıtlar geçerken sarsıntı çok daha şiddetli oluyordu . Her an sanki
1 5 2 1 ZAMAN Z I NDAN' İ Ç İ N D E
deprem oluyorm uş hissini yaşıyord u m , Bu durumda rahat çalı şamadığım gibi, sürekli tedirgi nlik içerisindeydim. Dinleneceğim veya çok tedirgin olduğum zamanlar, kaldırım altındaki çıkış noktasına dönmek beni rahatlatıyordu . Akşam saatlerine doğru kaldı rım altında dinlenirken, sinıitçinin, 'Taze taze , sıcak sıcak simit" diye bağır elığını duydum . Bu sığınak alanı , içimdeki özgürl ük ateşini aşırı derecede yükselti yordu . Son zamanlarda kendimi tünel içerisinde daha özgür hisset meye başlamıştım. Bir yanım içeride bir yanım clı şarıdayd ı . Sanki tünelin içinde özgür, koğuşa döndüğüm zaman tutsaktım . Son yaptığım ölçfı mlere göre , bir hafta sonra karşıdaki boş dükkanın içe risine ulaşabilecektik . Epey bir zamandır akşam yemeklerini de tünel içeri sinele yediğimiz için daha hızlı yol alıyorcluk . Ertesi gün görüş günüydü . Onun için bugün biraz erken çıkmamız gere kiyord u . O gün, saat gece iki civarlarıncla rüneli terk ederek koğuşa döndü ğümüz zaman , ayakta yalnızca Sefa vardı . Bugün hem ziyaretçim gelecek hem ele komiteyle görüşecektim . Rutin temizliğimizi yaptıktan sonra yata ğa uzanclım ve uykuya dalmakta zorlanmadım. 53·
gün ve b izi yıkan ziyaret
Bugün 53. gün . . . Öğleye yakın ziyaretçisi gelenlerin içinele benim de adım okunclu . iki ağabeyim de ziyarete gelmişti . Büyük ağabeyim hal hatır sor duktan sonra , ablalarım onun kulağına bir şeyler fısılclamış olmalı ki, "sa bırla yatma mı, kesinlikle firar gibi şeyleri aklıma getirmememi, eğer fira r edersem beni kendi eliyle yakalayıp teslim edeceğini" anlatıyordu . Ben ise içimelen '' 1 0 güne kalmaz, her şeyi duyarsın , bak o zaman sen değil , senin feriştahın bile beni yakalayabilir mi! " diyordum. Ziyaretten döndüğümde Muzatfer ve Kayhan havalandırmacia sohbet edi yordu . Bana doğru yaklaşan Sefa, koluma girip ·'Ziyaretçin var, adın okundu , duymadın mı" diyerek, beni ziyaretçi kabinierine doğru yöneltmişti . Daha yeni ziyaret kabinlerinden dönnıüştüm . Benim ziyaretçilerim biraz önce gel m işti . " B u gelen kim acaba " diye şaşkınlık içerisinde Sefa ile birlikte yürü meye başladım. Sefa'nın kolunda z iyaretçi kabinierine doğnı yürürken, yüzt"ındeki ifade bir tatsızlığın işaretiycl i . Dış kapıyı geçtik ve koriclora çıktık . Sefa , arkasını kontrol ettikten sonra , çok büyük bir problemle karşı karşıya olduğumuzu, bu problemin nasıl çö züleceğini bilernediğini dile getirdi. Telaşta problemin ne olduğunu sordum . Sefa , bir hafta önce, B l "cle tah-
HALİL GÜVEN 1 1 '5 3
liye olan, B irlik Yolu komününde kalan Mehmet'e, Kayhan ' ın bir mektup verdiğini söylüyordu . Mehmet, tahliye akşamı Alibeyköy civa rında bir tanıdığın evinde kalmış ve Kayha n'ın verdiği mektubu , dalgınlıkla o evde unutmuştu. Hiçbir şeyden h aberi olmayan ev sahibi, Mehmet gittikten sonra mektubun farkına varmış ve merakl a mektubu açıp okumuştu. Kayhan, babasına yazdığı mektupta Bl koğuşunda tünel kazıldığını an latıyordu . Tünelden kaçıştan önce, mahkemeye çıkarılınası için babas ının savcıyla görüşüp davanın bir a n önce açılmasını istiyordu . E ğer tü nelden kaçış eylem i gerçekleşirse B 1 'dekilerin kesi n sürgü ne gönderileceğini, zaten daha önce de benzer bir olayda n dolayı, Adapazarı Cezaevi'nden sürüldü ğünü anlatan mektubun dolaylı yoldan da olsa bir ihbar mektubu olduğunun farkına varan ev sahibi, Mehmet ile irtibata geçerek mektubun içeriğini an Iatmıştı . Hiç beklemediği bir olayla karşı karşıya kalan Mehmet, ziyarete ge lerek Sefa 'ya gerekl i bilgiyi verm işti . Sefa ' nın yüzünü büyük b ir öfke ve korku kaplamıştı. Yal nız Kayhan, tü nelin ihbar edilmesiyle ilgili h içbir şey yazmamıştı . Sefa 'nın anlattıkları sanki korkunç bir masal gibiydi . Anlatılanların şokuyla yüzüıncieki ifade iyice sertleşmiş, kafamdan aşağı kaynar sular boşaltıldığını hissetmiştim. Kayhan ile daha önce yaptığımız sohbette onun babasının ko miser olduğunu biliyordum. Ziyaretçi kabinine yaklaştığımızda , Mehmet daha önce aynı komünde kaldığı arkada şlarıyla görüşüyordu . Kısa bir hal h a tır sordukta n sonra, soran gözlerle Mehmet'e baktım. Mehmet, " Sefa'ya a nlat tıkla rıının hepsi doğnı, zaten biraz sonra mektup da elinizde olur" yanıtını verdi . Mehmet, mektubu B l ile samimi ilişki içerisinde olan bir gardiyana vere rek bize ulaştırmıştı . Mektubu okuduğum zaman hala olanlara inanamıyor veya gerçekl e yüz leşmek istemiyordum. Kayhan böyle bir şeyi nasıl yapmıştı! Bencilliği akıl almaz bir şeydi. Ne olurdu yani \."ı ç beş ay daha fazla yatsa, ne kaybederdi ! Yüzlerce idam mah kumunun firarına engel olmak affedilecek bir durum değildi . Kayhan'a karşı büyük bir öfke duyuyordum . Bir tarafta belki de yok edi lecek yüzlerce yaşam, d iğer tarafta sadece üç-beş ay sabredecek bir irade nin gösterilınemesi ne acıydı. Üstelik de bu insan "devrimci" olduğunu iddia ediyordu . Olayın şokunu üzerimelen bir türlü atamıyordum . Sefa da benim gibi şaş-
1 54 i ZAM.<\.."! Z l�DAN IÇiNDE
kınlık içerisindeydi . Kayhan ile çok samimi olduğum gibi, onun m ütevazı, hoşgörülü tavrından dolayı ona saygılı clavranıyordu m. Sefa 'ya döndüm ve " Şimdi ne olacak" diye sordum.
Aşk uğruna feda edilen tünel ve �ok sevdiğim insanın cezası Sefa, bu konuda kararın benim tarafımdan verilmesini istiyordu . Sefa'nın bu anlayışlı tutumu beni rahatlatmıştı . Aslında başlangıçta Sefa'nın, "Kayhan bizim sorumlul uğumuz altında olan bir yerde, onun diğer koğuştakiler tarafından (Komite) sorgulanmasını kabul edemeyiz" cliyebileceğini ele bekliyordum . Bu gibi konularda hızla karar verilmesi gerekiyordu . Bu tip kişilerin, korku psikolojisiyle her an her şeyi yapa bileceğini daha önceki tecrübele rimden biliyordum. Şaşkınlığımı az da olsa üzerimelen attım. Kayhan'ı bu ko ğuştan göt ürmem gerekiyordu . Sefa kararımı anlayışla karşıladı . Çok kızgınclım , elim ayağını titremeye başlamıştı. Biraz daha sakinleşerek h içbir şey olmamış gibi koğuşa d öndüm. Kayhan, Immün arkadaşlarıyla soh bet ediyord u . Beni görünce ayağa kalktı , " Buyurun, size çay ikram edeyim" d iyerek her zamanki inceliğini gösteriyordu . Kayhan , barda k almak için yemekhaneye doğru yöneldiği nde bendeki tuhaflığı anlayan Mu zaffer, "Ne oldu , yi.izün kıpkırmızı , bir terslik mi var" diye sordu . Ne cliyeceğimi bilemedim. Kayha n çayı doldurmuş , bardağı bana doğru uzatmıştı. Sanki bu suçu ben işlemiş gibi yüzüne bakamıyordum. Kay han'ın kaldığı komünün sorumlusu Muzaffer'in de onayını almak gerektiğini clüşünüyordum . Muzaffer'e dönerek, "Geçen hafta okuduğun romanı bana verecektin, neden vermedin" diye sordum. Muzatler, kitabı bitirdiğini ve bana verebileceğini söyleyerek koğuşa yöneldi . Muzaffer' le yürüyerek onu koğuşun uygun bir köşesine götürdü m ve içinde bulunduğu muz durumu anlattım . Muzaffer'in bu durumdan haberi vardı. Hatta Sefa'ya ilk bilgiyi onun verdiğini öğrendim. Muzaffer de Sefa gibi "Bu konuda kararı siz vereceksiniz" diyordu . Bu durumda Kayhan'ın bir an önce B l 'den al ınıp , revir hücrelerine götürülmesi gerekiyordu . Kayhan'ı cezaevi içinel e denetim altına almak, onu koğuşta tutsak etmek d ışında bir yol göremiyordum. Çünkü o bu yılgınlık psikolojisiyle her şeyi mahveclebilirdi . i\!luza ffer ile birlikte yenielen havalandırmaya döndük. Kay han'a yaklaştı m . Ortak tanıdığımız Cengiz ile ziyarette karşılaştığımı, Cen giz'in her ikimizi de bugün B8'e yemeğe beklediğini söyledim. Samimi bir şekilde koluna girdim. Kayhan hiçbir şeyin farkında değildi. Sefa'ya, "Bugün bizi yemeğe beklemeyin" diyerek, Kayhan ile kol kola dış ka pıdan çıkarak hızlı adımlarla uzaklaştık
HALiL GÜVEN I 1 5 5
Kayhan yolda bir şeyler kon uşuyordu ama ben onun yüzüne bakamadı ğım gibi ne konuştuğunu dahi duymuyorclum. Samimiyetimelen dolayı ona karşı nasıl bir tavır alacağım belli değildi . Ona fena halde kızıyor, yaptığının cezasız kalmasını istemiyordum . Yaptığı ya nlışlığın bedelini ödemeliydi . Fakat onun mütevazı, hoşgörülü , nazik davranışları gözümün önüne gelince, ona uygun görül ecek cezayı kesinlikle benim uygulayamaya cağımı düşünü yordum. Tüm duygularım alt üst olmuştu . Öylesine dalmıştım ki revirin önünden geçtiğimizi, B5 koğuşunun kapısına varınca anladım. Koridorcia gezinenl er göz ucuyla bizi izliyordu . Geriye dönerek revirde beş dakikalığına bir arka daşa uğrayacağımı söyl edim. Kayhan, sanki olacakları hissetmiş gibi, "O zaman ben seni burada bek leyeyim" dedi. Görüşmenin belki üç-beş dakika uzayabileceğini, o yüzden kapıda beklemesinin hoş olmayacağını belirttim ve onu da revire davet ettim. Revirin ikinci katındaki hücrelerden mercliven yanındaki ikinci hücreyi komite kullanıyordu . Ani bir hareketle Kayhan'ın gerisine geçtim ve onu önden hücreye doğru yönelttim . Bir şeylerden şüphelenen Kayhan'ın yüzü iyice sararmıştı. Kayhan hücreye adımını atar atmaz onu hücrenin dip tarafına doğru itek leyerek kapının sürgüsünü çektim ve kapattım. Kapının aniden kapanelığını gören Kayhan, korku dolu bir ifadeyle " Neler oluyor?" diyerek kapıya yö neldi . Ben kapıyı kapatarak teclbirimi çoktan almıştım . Hücreele ikimizden başka kimse yoktu . Öfkeden ve kızgınl ıktan çıldıracak gibiydim. Kayhan'a dönerek "Bana bir şey olmuyor, asıl sana neler oluyor, anlat bakalım" diye sert bir ifadeyle cevap verdim . Kayhan iyice şaşırmış, sanki dili ni yutmuştu. Öylesine bir tedirginlik içerisindeyd i ki ne yapacağını bilemeyen hali yü zünden okunuyordu . Ona bakınca içimi müthiş bir acıma duygusu kapladı . Kayhan, a niden sert bir tutum takınarak, " Ne yapmak istiyorsun?" diye bağırdı. Ona "Tünel hakkında ne biliyorsun ve ba şkalarına ne söylediğini bilmek istiyorum" dedim. O hiçbir şey bilmediğini ve hiç kimseye hiçbir şey söylemediğini haykırıyorclu . Kayhan'ın bu kez ele yalan söylemesi karşısında iyice kendimi kaybettim. Sesim hücre duvarlarında yankılanıyordu . Onu yakasınd an yakal ayarak sars maya, "Yalan söylüyorsun" diye bağırmaya başladım. Yakasından öylesine yapışmış, öylesine şiddetli sarsıyordum ki Kayhan'dan çıt çıkmıyordu . Sini rime hakim olmak m ümkün değildi . Ok yaydan fırlamıştı. Vurduğum tokada sarsılan Kayhan, " B unu bana nasıl yaparsın?" diyerek ağlamaya başlamıştı .
1 5 6 1 ZAMAN ZiNDAN I Ç i N D E
O tokadı attığıma pişman oldum ama artık iş işten geçmiş, öfkeme yenik di.işmüştüm. Geri dönüp ondan özür dileyecek halim yoktu . Karmakarışık bir duygu seli içerisinele düşünceleri m alt üst olm uştu . Kayhan her ne kadar kendini dik tutmaya ça lışsa da , tutkusunun esareti onu iyice küçültmüş karşımda iyice ezilip büzülmeye başlamıştı . Cebimcleki mektubu çıkarelım Kayhan'ın gözleri faltaşı gibi açılmıştı . Her şeyi bilcliğimi , elimele yeterince bilgi olduğun u , buna rağmen yalan söyle meye devam etmesinin anlamsızlığını anlattım. Kayha n iyice sarsılmış, ranzanın üstüne yığılıp hıçkırarak ağlamaya baş lamıştı. Mektubu görünce utanç içerisinde, derin bir of çekerek hikayesini an latmaya başlad ı . Bir taraftan ağlarken bir tarafta n da konuşmasına devam ediyordu . Dışarıda bir kıza aşık olduğunu, onu çok sevdiğini , hasretine daha fazla dayanamadığını, onsuz yaşayamayacağını, tabiiyesi uzadıkça kızın problem çıkardığını , bunun için de babasının savcıyla görüşerek bir an önce davanın açılmasını çabuklaştırınak istediğini söylüyordu .
"Devrimci ahlak" a sığmaz, cezasız kalmamalı Aşık olmak nasıl bir duyguydu? Ben o zamana kadar hiç aşık olmamış tım . "Aşık oldum" diye insan ilkelerinelen n asıl taviz verirdi ! Onu n aşk ma zereti bana çok saçma geliyordu . Benim için tek bir aşk vardı, o da devrim aşkıydı. O öylesine büyük bir aşktı ki uğruna baskılar, zulümler, işkenceler, ölümler göze alınabilirdi. Acaba Kayhan'ın aşkı da böyle miydi? O da aşkı uğruna ölümü , zulmü göze alabi lir miydi? Leyb ile Mecnun'un, Kerem ile Aslı'nın aşkını duymuştum ama bana göre o aşklar birer efsaneycli. Bu zamana kadar sadece mücadeleyi d üşünmüş, inancı u ğruna ölümü dahi hiç çekinmeden göze almış benim gibi bir a dama , Kayhan'ın bireyciliği aptalca ve çok komik geliyordu . Sonra Kayhan'ın yaptıkla rı "devrimci ahlak"a da sığmazdı . Bana göre, devrimcilerin kendilerine özgü bir ahlakı vardı. O ahlaka sahip olanların, çelik gibi iradeleri olmalıydı . O ahiakın gereği , aşkı, sevgilisi, ailesi yani tüm varlığı devrim uğruna feda edilebilirdi . Bana göre tutarlılık veya tu tarsızlık vardı. Bireyin tek başına yaşamının hiçbir anlamı ve önemi yoktu ki! Her şey devrim için olduğundan, insana özgü zaat1ar hoş görülemezdi . Kay han'ın aşkı ve sevgilisi için tünel i n feda edilmesi asla affedilemezdi. Ç l'ınkü Kayhan "devrimci ahlak''ı hiçe saymış, aşkı uğruna tünelin açığa çıkmasını göze almıştı.
HALiL GÜVEN 1 1 57
Neydi bu çok önemsediğim ahlak? Hata, kusur devrimcilere yabancı mıydı? Devrimciler mükemmel miydiler? Bir şey mükemmel olabilir miydi? Esa s ah laksızlık başkasını kendi ahlakına göre yargılamak değil miydi? Bu ahlak denen lanet olası şey o kadar önemliyse, ikiyüzlü topl umsal ahlaka nasıl baş kaldırılacaktı? l-Ia lbuki biz de insandık ve insana özgü hiçbir şey bize de ya bancı değildi. Görünen oydu ki "ahlak" adına ahla ksızlık yapmıştım.
Ö fkemizi çürüyen dünyanın diliyle ifade etmek Kayhan, başlangıçta yalan söyleyerek inkar yoluna gitmesi n e rağmen , daha sonra samimi davranmıştı . Babasından başka hiç kimseye bir şey söy leyip söylemediğini sordum. Göründüğü kadarıyla başka kimseye bir şey söylememişti . Ama yine de ona güvenemezdim. Hücreden çıktım ve ka pıyı kapattım. Komiteye haber vermek gerekiyordu . Sağa sola bakındım, kimse görünmüyordu . Kapıdan uzaklaşmak istemiyordum . Birkaç dakika sonra ko miteden biri koridorcia göründü . Komiteyle görüşmek i stediğimi , buradan aynlamadığımı ve komiteyi bu hücrede beklediğimi bildird im. Anlaşılan ko mite revirin arka tarafındaki hücrelerdeydi . Komite üyesi koridoru dönerek gözden kayboldu. Beş dakika sonra komite hücrenin önünde tam tekmil ha zırdı. Kapının önünde olayı kısaca özetleelim ve komiteyle beraber h·ücreye gir dim. Kayhan, ranzanın üzerinde bitkin bir halele oturuyordu . Komitenin h ücreye girişi , Kayhan ' a karş ı davranışı, polisin tavrından fark sızclı . Hızını alaınayıp tekme tokat girişenler dahi vardı . Komitenin bu tarz davranışı karşısında şaşkınlığa uğramıştım. Ona bu derece şiddet uygulan ması doğru deği ldi. Komiteden bir kişiyi dışarı çağırıp, yapılanları onayla m adığımı bildirdim. "Tamam ama bu çok hassas bir kon u " cevabı beni şoka sokmuştu . Bu tavırlar karşısında utancımetan sanki yerin elibine doğru kulaç atıyordum . Bu sorgulamaya daha fazla tahammül edemeyeceğim için, b i r an önce oradan u zaklaşmam gerekti . Tüm olumsuzluğa rağmen B l koğuşuna dönmeden önce, kom iteye , bir hafta içerisinde tünelele hedeflenen noktaya ulaşılacağını , bir an önce dışa rıyla ittibat kurulmasını istedim . Tünelden çıkacağımız büronun yanındaki evin keşfinin yapılması gerekiyordu . Eğer komite uygun görürse , bu görevi de kendi hareketimin yerine getirmek istediğini bildirdim. Komitedeki MLSP-B hareketi nden olan ve komitenin de idareye karşı sözcülüğünü yapan İbrahim Yirik , kendi a rkadaşlarının bu bölgeyi çok iyi
1 58 1 ZAMAN ZiNDAN İ Ç İNDE
bildiğini ve bu bölgede yeterli güçleri olduğunu söyleyerek gerekli İstihba ratı kendilerinin yapacaklarını, evle ilgili bir problem olursa kendi arkadaş larının çözeceğini söyledi . Yalnız, bu sorunu çözecek kişilerel e n ziyarete gelecek olanla konuşmak istediğimi bildirdim. Komite , bu konuda "Olabilir" sözünü vermişti . Hiçbir şeyi tesadüfe bırakmak istemiyordum . Ziyarete gelecek kiş iyi dışarıda kendi arkadaşlarımla irtibata geçirmek yararlı ola caktı . Kayha n konusunda revirden büyük bir hayal kırıklığıyla ayrıldım . G ö zümden büyüttüğüm komitenin sorunları çözme konusundaki tutumları , sis temin egemenlerinin kullandığı yöntemlerden farklı değildi . Komitedekiler ötke ve tepkiyle, baskı ve şiddetl e sonuç alacaklarını sa nıyorlardı . Onlar da yaralarını insanı hiçe sayan, çürüyen, dökülen şu zalim dünyanın baskıcı diline çevirerek gösteriyordu . Komitenin yanından ayrılırken , gerek kendi davranışımı gerekse komite dekilerin davranıŞını sorguluyordum . Kendime kızgın, komitedeki lere kır gınd ım. içimi saran hayal kırıklığı yü reğimi sızlatmıştı . G encecik yaşırna rağmen kendi arkadaşlarımdan gördüğüm olumsuzluklar öylesine çığ gibi büyüyordu ki bir gün bu çığın altında ka lacağımı hissediyorclum. Bir an önce içimdeki bu birikintileri atamazsam hayat beni affetmeye cekti. Kayhan'a yapılanlada ilgili, daha sonra duyduklarım daha ürkütücü bo yuttaydı. Kayhan'ın gözlerinin bağlandığını, dövüldüğünü , ziyaretçisiyle gö rüşürken arkasında birilerinin sürekli nezaret ettiğini, gün boyu revirde gözetim altında turulduğunu duyduğumda , bu olayda var olan sorumlulu ğumdan dolayı kendi adıma yapılanlardan utanç duyuyordum. Hatta birile rinin Kayhan'a zorla Direnme Savaşı'nı13 okuttuklarını öğrendiğimde şaşkınlığım had safhaya çıkmıştı. Teslimiyet bir zaaftı ama teslimiyet de direnmek kadar doğal bir tavırdı . Komite için ise amaç her şeyin i.istündeycli . Sonraları b u davranışımı hatırla yarak geçmişimi sorgula rken, ne kadar acımasız ve hoşgörüden yoksun ol duğumu görecektim. Soğukkanlı düşündüğümele Kayhan'ın davranışın ın teslimiyet değil kendi adına bir reelbir olduğunun ayırdına varmıştım. Nasıl ki biz tünelin güvenliği için her türlü redbiri almak istiyorsak , Kayhan da kendi redbirini almak iste mişti . Tüm bu düşünceler beynimi keıniriyordu . 13.
Nguyen Duc Thuan'ın 1950' lerde Saygon zindanlarında görelüğü işken celeri anlattığı kir<tbı.
HALIL GÜVEN 1 1 59
Şu an mümkün olsa beynimi çıkarıp atmak isterdim. Böyle çiı·kef bir şe kilde ya şamaktansa , beyinsiz yaşamak daha güzeldi. Kayha n'a yapılanların utancına ortak olduğum için kendimi ömür boyu affetmedim. Şiddet, öfke , kariyerizm, kabalık, hiyerarşi, tahakküm ilişkileri bizleri ele sarıp sarmalamıştı. Bu canavarla r, dünyayı bize dar ettiği gibi, kendi hasta lıklarını da bizlere bulaştırmıştı. Hiçbir insani yanı olmayan kin, nefret, ötke gibi duyguların bizlerin ele iç dünya larını esir a lelığını gördüm. Bu hastalık lardan kurtulmadan özlediğimi z dünyayı kuramayacağımız gün gibi orta daydı . Kötülükleri n , kötülükle ortadan ka ldırılamayacağı nın farkın a ancak çok uzun yıllar sonra kendimi sorgul amaya başladığım zaman varacaktım ama içim bir ömür boyu acıyacaktı .
Arama baskını var Kayhan ' ı komitenin ellerine teslim edip , B l 'e döndüm. İç cl ü nyamcla ki çalkantılarla boğuşmak beni bir hayli yormuştu . Koğuşta b üyük bir sessizlikle karşılaştım. Kayha n'ın tünel bitene kadar revire yerleştirildiği ve orada de netim altında tutul acağı kararının alındığını söyledim ama ona yapılan kötü muameleyi bir türlü anlatamadım. O gün yaşadıklanından sonra çok bitkin düşmüştüın . Bu moralle tünele girmek ve çalışmak bir hayli zord u . Arkadaşlara bugünlük ara vermek iste diğimi söyledim. Kimse itiraz etmedi . Tüm bu gelişmeler olurken . H ikmet' in bizleri gözedemesi sıklaşmıştı . Ya şadığımız tatsız günün ardından ertesi sabah kahvaltımızı yaptıkta n sonra, tü nele girmek için hazırlanıyorduk. Dış kapıyı gözetlenıeye giden Sefa , kapıda gardiyanla burun buruna gelmişti . G a rdiyan dış kapının girişinde Sefa ile kısa bir konuşma yaparak oradan uzaklaşmıştı . Telaşımızı gören Sefa , "Telaşlanmayın, kapıya gelen gardiyan, bizim en iyi ilişkilerimizden birisidir; arama olacağını önceelen bize haber vermeye gel miş " diyerek bizleri rahatlattı . Bu durumda arama sonrasını bekleyecektik . Hücrenin parmaklığının iyi yapışıp yapışmaclığını kontrol etmemiz gerek iyordu . Bülent, yaptığı kont ralle parmaklığın kolay kolay sökülemeyeceğini söyledi. Yine ele bu konuda uyanık olmak lazımdı . Bülent, arama sırasında tüm a rkadaşları h ücre penceresi ta rafında yo ğunlaştırmak ve o bölgede volta attırmak düşüncesini ortaya atmıştı . Bu, önlem olarak iyi bir fikirdi . Yarım saat kadar sonra on beş civarında gardiyan, başgardiyanın deneti-
160 1 ZAMAN ZIND A..N t ÇtND E
minele ellerinde kalaslarla , havalandırmadan içeriye girdiler. Ellerindeki ka Lıslar 1 buçuk metre uzunluğunda , lO santim çapındaydı. Tüm tutuklular haval andırmaya çıkmış, yoğunluklu olarak füze hücresi nin penceresi civarında volta atıyordu . Gardiyanlar yanlarına Sefa 'yı da ala rak koğuşa girdil er. Arama başlamıştı . Bir kısım gardiyan koğuştaki eşyaları a rarken bir kısmı da ellerindeki kalasları pencere parmaklıkianna vurarak , kesik veya kırık parmaklık o l u p olmadığını kontrol ediyordu . Araımı başlayalı yarım saat olmuştu . Yemekhanenin ve koğuşun parmak lıklarını kontrol eden gardiyanlar havalandıı-maya çıktılar. Gardiyanlar elle rindeki kalaslada parmaklıklara şiddetle vurmayı sürclürüyorlardı . Eğer hücre penceresini de kontrol etmeye kalkarlarsa yakayı ele verirdik. Hepimizin gözü gardiyanların üzerindeydi. İyice heyecanlanmıştık . Gardiya n yemekhanenin son penceresini de kontrol ettikten sonra , hüc reye doğnı bir adım attı. Korku ve heyecan içerisindeydim. Gardiyan hücre penceresini ele kontrol etmeye kalkışırsa kesik olan parmaklık, darbenin et kisiyle mutlaka yere düşerdi . Çünkü kalaslada öylesine güçlü vunıyordu ki sağlanı olan tüm parmaklıklar bile sallanıyordu . Seksen civarında mahkumun dolaştığı havalandırmacıa tüm sesler kesilmiş, nefesler tutulmuştu . Herkes neler olacağını büyük bir merakla bekliyordu . G ardiyan , hücre penceresine doğru ilk adımını attığında içimden "Buraya kadar, bu iş bitti" diye clüşünüyorclum. Pencere kenarındaki yoğunluğu gören gardiyan, füze hücresinin parmaklıkla rını kontrol etmekten bir a nda va zgeçti ve tekrar koğuşa doğru yöneldi. Atiattığımız tehlikenin a rdından derin bir nefes aldım. Bülent'in parlak fikri sayesinde büyük bir tehl ike atlatılmıştı . Arama b it miş, başgardiya n , ''Her tarafı kontrol ettiniz mi arkadaşla r" diye soruyordu .
Diğer garcliyanların, "Her taraf kontrol ed i ldi" cevabıyla hepsi dış kapıya cloğnı yöneldi . Başgardiyan, Sefa'yı ya nına çağırarak savcının talimatıyla a k şamları havalandırma ve malta kapılarının kapanacağını bildirdi .
Tünele giriş yeri değişiyor Gardiyanlar gittikten sonra Sefa, "Havalandırma kapılarının kapanması işi mizi daha da zorlaştıracak, buna bir çözüm bulmak lazım" diye söylendi . Ben çözümü çoktan bulmuştum. İkinci katta ki koğuşun ve füze hücresi nin penceresini alt kattaki pencerel er gibi kullanabilirdik Koğuşun füze bi tişiğindeki penceresi ve füzenin üst penceresinden birer tane parma klık kesmek yeterl iydi .
HALiL GÜVEN 1 1 6 1
Bir saat sonra hücreye girmiş . biz füzenin üst penceresinin parmaklığını keserken , Sefa da yatakhanenin penceresinden bir parmaklık kesmeye çalı şıyordu . Bir saat sonra füzeye yeni geçiş yolumuz hazırdı. Artık füzeye üst kattan, yani yatakhanenin son penceresinden geçilerek girilecekti .
5 4 · gün ve beni bırakmayan korkularını 54. gün, tüneli n ulaştığı noktaya emekleyerek ulaşmak bir hayli zordu . 35 metrelik, daracık yeraltı yolunu sürünerek tünelin son noktasına ulaştığı
mız zaman diğer arkadaşlarla tüm irti bat kesiliyordu . Aramızdaki tek irtibat toprağı çekmekte ku llandığımız leğenin uçlarına bağladığımız ipti . İçeriele uzun süre ses seda ç ıkmadığı zamanlar, Bülent ipi çekerek iyi olup olmad ı ğımı kontrol ediyor ben de ipi ters istikamete çekerek hala yaşadığımı bildi riyordum . Tünelin giriş noktasından baktidığı zama n sonu , sonu ndan bakınca da girişi görülmüyorclu. Beni tek rahatlatan ve yorulcluğum veya çökme korku sunu kafamdan atm ak için sık sık kullandığım yer, ka ldırım a ltında daha önce dışarıya doğru yaptığımız çıkıştı . Kendimi psikol ojik olarak iyi hisset mediğim zamanlar, tünelin ilk kaldırım çıkışında boylu boyunca uzanarak yatıyordum . Bazen kanalizasyon kanalının üzerine otura rak dışa ndan akan hayatın ayak seslerini ve kaldırımdan geçenlerin konuşmalarını dinlernek beni birazcık olsun rahatlatıyordu . Öğleelen sonra bire doğnı gi rdiğirn tünelele artık zama nın farkında bile değildim. Uzun süre geçmişti. Bir hayli yonılmuştum. Her an artan gürültü den ve sarsıntıdan araç trafiğinin gittikçe yoğunlaştığı anlaşılıyordu . Bu da ak şamın yaklaştığının göstergesiydi. Büyük ihtimalle saat beşi geçmişti . TIR, kamyon , otobüs gibi ağır taşıtlar, öylesine bir gürültü ve sarsıntı mey dana getiriyordu ki yukarıdan hiç aralıksız dökülen toprak parçaları beni iyice tedirgin ediyordu. Tünelin her an çökebileceği hissini bir türlü içimel e n söküp atamıyordu m . Sarsıntı bazen öylesine şiddetl i oluyordu ki her an büyük bir deprem hissi yaşıyordum . İşte o anda sarsıntıyla birlikte vücudu m titremeye başlıyor, tüm vücudumu yoğun bir ateş basıyordu . Yeraltında , özellikle ele yol un 4 buçuk metre altında 70 santimetre ça pındaki önü kapalı, arkası görünmeyen, bir insanın yamrak sığ abildiği tü nelcle her an ölümü yaşamak tarif eelilmesi mümkün olmayan bir cluyguycl u . Her şeye rağmen beni ayakta diri tutan b i r şey vardı : Özgürlük ve mücadele aşl(lna olan inancım. Ancak bu aşk tutsaklığı yok edebilirdi. Bu aşk hiçbir şeye benzemiyordu.
1 6 2 i ZAMA.'! ZiNDAN İÇ İN D E
imkansızı başarmanın yolunu a ncak bu aşk açabilirdi . Tek bir düşüncem vardı : Her şeye rağmen, her ne pahasına olursa olsun bu tüneli başarmak Korku öylesine bir şeydi ki bir kere insanı içine çekip alırsa, insana kendi dı şında her şeyi unuttunırdu . Korkuya tesl im olmanın, insanı sadece bedenen değil , ruhen de çökerteceğinin bilincindeydim . Ruhen teslim alınan insanın yaratıcı hiçbir özell iği kalma z ve bir hiç olurdu . Korkmak insani bir duy guydu ama o korkunun esiri olmamak lazımdı. İnsan, sadece korkunun değil , hiçbi r şeyin esiri olmamalıydı . Tünelin i ç i sarsılırken keseri bırsımdan öylesine vuruyordum k i toprak paramparça dağılıyordu.
Çıkışa 7 metre kala ölüm korkusu Kaldırım çıkışından sonraki kazdığım alanı ölçtüm. Yol altında 8 metre kazmıştık Bu durumda çıkış noktasına 7 m etre lik bir mesafe kalmıştı . Kal a n mesafe 4-5 g ü n içerisinde bitirilebilirdi. Akşa m yemek saatinin yaklaştığın ı hissediyorduın. D ışarıya çıkmak için B ülent'in uyarısını bekliyordu m . Uyarı gelene kadar da kazıya devam etmek gerekti . Heyecanla kazıyı sürdürüyordum ki sanki vücudumun a ltındaki top rak büyük bir sarsınrıyla kayıyordu . Tüm vücudum sarsıntının etkisiyle titre meye başlad ı . Artık kesere bile hakim olamıyordum . Keser elimden düşmüştü . Hareketsizce heyecanla bekliyordum. Tünelin tava nından düşen toprak parçaları bir hayli artmıştı . Bacaklarıma , vücuduma koca ınan parça
lar düşüyordu . G ayri ihtiyari yüzümü yere kapattım . H içbir şey göremiyordum . Galiba tünel yavaş, yavaş çöküyordu . Sadece sarsınııyı hissediyor, gürültüyü duyuyordum . Sarsıntıyla birlikte gelen uğultu kulakla rımı parçalıyordu. Hiçbir şey düşünemiyordum. Korku vücudumun her yanını sarmışt.ı. ·'ölüm korkusu dedikleri b u olsa gerek" diye düşündCım . Vücudumun tüm kanı çekilmiş , kalp a tıştarım alabildiğine hızlanmış, beyniın durımı noktasına gelmişti. Buradan sağ kurtulmaının imkansız olduğu , cesedimin dahi burada ka lacağı düşüncesiyle çıldırma noktasındaydım . Yavaş yavaş bilincim kaybolu yordu . Aklıma tekrar ölü gömme merasimleri geldi. Elden ele h ızlı bir şekilde dolaşan kürekterin uğultusunun beynimi tırma ladığını hissediyordum. in sanlar birbiriyle yarıştreasma kürekleri hızla doldurup boşaltıyordu . Fırlayıp kalkmak, o mezardan çıkmak, " Ben ölmedim" diye bağırmak istiyordum ama vi..i cuduma çöken a ğırlıkla yerimden kımıldayamıyordum. Ölüyü defnetme iş lemi sırasında sıradan insanların neyse de ölü yakınlarının da bu toprak atma
HALiL GÜVEN 1 1 63
yarışına katılmalarına bir türlü akıl sır erdiremiyordum. Yüzüm yere öyles ine kapaklanmıştı ki ağzım b urnum toprak içinde kalmıştı. Nefes alamıyordum. İnsanın diri diri gömülmesi bu olmalıydı . Orada yere kapaklanmış bir halde ne kadar kaldığımı bilmiyordum. Sanki onlarca kez ölüp tekrar dirilmiştim. "Yeter" diyorclum, ''yeter artık, dirilmek istemiyorum, ölmek istiyorum, ölmek istiyorum" diye bağırıyordum. Tam kendimelen geçmek üzereyken aniden aklıma gelen kaldın ın boşl u ğuna doğru , geri geri sürünıneye başladım . Kaldırım boşl uğuna geldiğimele nefes nefeseydim. Bu boşluğa nasıl gel diğimi dahi bilmiyordum . Nefes alamıyo rdum tüm vücudum titriyorclu. Tü ,
nelin yol kısmının çöktüğünü sanıyordum. Kanalizasyonun üzerine bir ceset gibi yığılıp kalmıştım . Aşağıya eğilip bakmaya dahi bir türlfı cesaret eclemi yordum . Ölümle burun buruna gelen insanın çaresizliği buydu . Ölü m şu an yanı başımdaydı . Kaldırım altı birazcık olsun beni sakinleştircli. Cebimden bir sigara çıka rarak yaktım. Sigara iyi geleli. Büyük bir ihtimalle tünel çökm üştü ve bu dü şünce beni çılgına çeviriyordu . "Korkunun ecele faydası yok" diye düşündüm ve t e krar aşağıya inmeye karar verdim . Tüm cesaretimi toparlayarak yere doğru eği lelim ve tünelin yolu n a ltına doğru uzanan alanına baktım. Tünel çökmemişti. Yalnız içeriye dökülen toprak, tünel içinde bir hayli birikmişti. Tekrar kanalizasyon borusunun üstüne kendimi bıraktım. Bedenimi n , içi boşalmış bir çuvaldan farkı yoktu . Uzun bir süre kendime gelemedim. Daha önceki yıllarda da ölüm hissini yaşamıştım ama yeraltında yaşadı ğım bu his dayanılamaz boyuttaydı . Göçük altında kalan maden işçilerini ha tırladım. O d urum da kalan işçilerin kurtulsa dahi normal hayatiarına dönmel erinin çok zor olduğunu clüşündüm . Yerimelen kımıldamadan cluru yordum ki Bülent'in iple işaret verdiğinin farkına varclım . B i r an önce kend imi tünel dışına atmak istiyordum a m a bu korku psiko lojisiyle o daracık delikten 30 metreyi sürünerek çıkmak bir hayli zor görü nüyordu . Tehlike geçmişti ama hala kendimi topa rlayamamıştım . Gözl erimi kapa dım, kanalizasyon borusunun üzeri nden yu karıya doğru tırmanclım. Kaldı rımdan geçenlerin ayak sesleri ve konuşmaları rahatça clı.ıyı.ıla biliyordu . Özgürlüğün ayak sesleri beni birazcık olsun gerçek hayata döndü rmü ştü . Tekrar tünelin zeminine indim. Bülent telaşianmış olmalıydı ki hala ipi çekmeye devam ediyordu. Yere doğru eğildim, kaplumbağa duruşuyla ama
1 64 i ZAMAN ZiNDAN ! Ç i N D E
yılan gibi hızla kıvrılarak tünelden dışarı çıkmak için harekete geçtim. Korku beni terk etmemişti. Hiç arkama bakmadan sanki tünel her an çökecekmiş hissi içinde kendimi dışarıya atmak için telaşta sürünüyordum . Yüzme bil meyen bir insanın denizde bağulurken yaşadığı hisleri yaşıyorclum. Aklıma or taokul birinci sınıftayken, Ceyhan Nehri'nde boğulma tehlikesi yaşadığım an geldi. Nehir suyu beni yutmuş, akıntıyla alıp götürürken yuttuğum suyla tam bayılmak üzereyken, yüzme bilen bir arkadaşım tarafından kurtarılmıştım. Yaşadığım ölüm tehlikesi ilk değildi. Öylesine bir duygu içerisindeydim ki sanki tünel arkamdan hızla çökerek beni takip ediyordu . Girişe yaklaştıkça heyecanını a rtıyordu . Hala tü nelelen sağ çıkamayacağım korkus u içerisin cleyd im. Nihayet çıkış göründü . Tünelin girişinden dışarı çıkarken içimi tekrar yaşam sevinci kapladı. I-Ia ta nefes ncfese idim. Esmer tenimin beyaz bir hal aldığını gören Bülent, sanki ölü görmüş gibi korkulu gözlerle bana bakıyordu . Tünel dışına çıktığımda saat ak�amın sekizine geliyordu . Yemek gelmiş. Cumhur sofrayı hazırlamıştı. İçerideki yaşadıklarımı anlatarak arkadaşların mo ralini bozmak istemiyordum . Onlara çalışmaların çok iyi gittiğini, 4-5 güne kadar çıkış noktasına ulaşacağımızı söyledim. Arkadaşların yüzleri ayclınlanmıştı. Korkum geçrnemişti ama korku tekrar tünele girmemi engellememeliydi . Yemekten sonra, tünele tekrar girmeye hazırlanıyordum . Aniden bardaktan boşanı rcasına yağınur yağmaya başladı . Az önce yaşadığım olumsuzluğa rağmen, tünele girerek son noktaya doğru sürünıneye başladım. Tünele her girişimde daha önce yaşadıklarım hafızamda dolaştıkça korku tüm vücudun1a yayılıyordu. Öncelikle yolun altında tünelin içine dökülen toprağın temizlenmesi gerekiyordu . Toprağı kısa süre içerisinde temizleelim ve tekrar kaldığım noktadan kazmaya devam ettim. Araç trafiği akşama nazaran azalmıştı. Bu durtım da daha rahat kazmamı sağlıyordu . Bir ara kaldırım çıkışında dinlenmeye geldiğimde yukarıdan dam lalar halinele yağmur sularının aşağıya aktığını gördüm . Bu yağmur, özgür lük yağmuru olmalıydı. Kaldırım altında yağmur damlalarının çıkardığı "rıpp tıpp'' sesi kulaklarımda öylesine yankılanıyordu ki bu sesi dinlemek dahi bu nca cefaya değerdi. Nefesimi tutara k o güzelim "tıpp tıpp" sesini dinle meye başladım. Yağmur gece boyunca yağmaya devam etti. Gece saat ikiye doğru Bü lent'in uyarısıyla dışarıya çıktım. Yağmurun etkisiyle sızan sular her tarafı ıs latmıştı . Tünelden çıkarken yüzüm gözüın çamu r içinde kalmıştı . Bülent, yine her zamanki muzipliğiyl e, ''Hocam sen zaten güzelsi n , bu kadar mak yaja gerek yoktu" diye espri yapıyordu .
HALIL GÜVEN 1 1 65
Tünele bu kez de Bülent g irmek istiyordu . Ben ise onun girmesini iste miyordum . Bülent, "Hayır" yanıtma itiraz etmedi. Verdiğim yanıtın kendi ya rarına olduğunu bildiği için, "Tamam sen bilirsin" demekle yetindi. Cumhur çayı demlemiş, çayın ya nında bisküviyi ihmal etmemişti. Üzerimdeki çamurlu giysileri çıkardım. Hücre içerisindeki yedek eski el biselerimi giyelim ve tünelin sonuna doğru sürünmeye başladım. Tü neli n içi ıslaktı . Elbiselerimi cleğiştird iğime pişman oldum. Gece iyice kesilen araç tra fiği daha rahat çalışmaını sağlıyordu . Sabaha kadar kazıya devam etmek is tiyordum. Bazen dakikalarca tek bir araç dahi geçmiyorcl u . Bir ara kaldırım çıkışına gelerek bir sigara yaktığımcla keyfiine d iyecek yoktu . Saat sabah ye diye geliyordu . Artık tünel dışına çıkma zam a nı gelmişti .
5 5 · gün, yine korkularım ve özgürlük aşkım 5 5 . günde , artık sayılı günlerin kaldığının farkındayclım. Her geçen gün
heyeca nım a rtıyordu . Tünel ekibindeki arkadaşlarla aramızclaki dostluk öyle bir boyuta ulaşmıştı ki gün gec:,tikçe içimizi ayrılık hüznü kaplıyordu . Ba zen birbirimize bakışlarmuz öylesine donokiaşıyordu ki firar günü nasıl ayrıla cağımızı bilemiyorclum . Akşam sayımdan sonra havalandırma kapısı kapanmış , yemek hazırlıkları başlamıştı. Yemekten sonra zaman kaybetmeelen tünele girmek için hazır landık Her zaman koğuşa yönlendirilen tutuklular bu kez de yemekh aneye yönlencliriliyordu . Bu kez hücrelere geçişi koğuştan yapacaktık Üst kattaki koğuş penceresinin kesilen parmaklığını yeri nelen söktüm. El lerim sağlam parmaklığa sıkıca yapışmıştı . Önce ayaklarım, a rdınd a n tüm vücuclum boşl ukta sallanıyorclu . Önce sağ elimi daha sonra sol elimi par ma klığın en üst noktasına doğru kaydırclım . Nöbetçilerin öttürdüğü düdük sesi duvara çarparak yankılanıyordu . Ayaklarımı ve kendimi yukarıya doğru çekerek pencere önüne bastım. Sağ elimi yana doğru uzatarak hücre pen ceresindeki parmaklıklardan sıkıca yapıştım ve sağ ayağıını da yana doğru kaydırarak hücre penceresine adımımı attım . Tedbiri elden bırakmamak l a zımdı . Sol elimi ve sol ayağımı, diğer elimin ve ayağımın bu lunduğu yere doğru kaydmırak kendimi sağlama aldıktan sonia, sağ elimle hücrenin kesi len parmaklığını yerinden söktüm. Hücre karanlıklar içerisindeycli . Sessizce hücre penceresinden içeriye geçtim . Sırada Bülent vardı. Bülent, ayaklarını koğuş penceresinden aşağıya doğru sallamış, yukarıya doğru kendini çektikten sonra , hücre penceresinin önüne ayağını atmıştı ki bir anda ayağı boşluğa kaymıştı . Aşağıya doğru düşüyordu
1 6 6 1 ZAMAN' Zi NDAN İ Ç İ N D E
ki Sefa ve Cumhur onu kollarından güç bela yakaladı. Bülent, havalandı r maya düşmekten son anda kıl payı kurtulmuştu . Büyük bir tehlike atlatmış tık . Bülent gözlerindeki korkuya rağme n , yine her zamanki muzipliğiyle, "Ya
ölmeyi düş ü n m üyo ru m da tünel açığa çıkacaktı diye çok korktum" diyordu . Tünele girerken, arka daşları uyararak herhangi bir terslik olmazsa beni kesinlikle çağırma maları uyarısında bulundum. Kaldırı m altındaki alanda epeyce s u birikmişti. Çevremi dikkatlice inceledim. Ka nalizasyon kanalında sızıntıyı bulmak zor olmadı. Su kaçağı çok fazla değildi a ma gün boyu epeyce su birikmişti . Kanalizasyonun üst kısmındaki sızıntı yerini bularak, yerelen yaptığım çamu rla , suyun sızdığı kanal bağlantısını kapattım. Yolun al tına d oğru ilerlerken , sarsıntıdan yi ne araç trafiğinin çok yoğun old uğu his secliliyord u . Özellikle körüklü otobüs , TIR, kamyon gibi taşıtlar geçerken, day a n ı lmaz boyuttaki sarsıntı uzun süre devam ediyordu . Saatlerdir keser
sallıyorclum. Bazen öylesine korkuyorclum ki tüm vücudum terelen sırılsık lam oluyor, titremekten kendim i alıkoyamıyorclu m . Zamandan haberim yoktu . Kaç saattir tünel içerisinde olduğumu bilmiyordum. Bülent'in uyarısıyla tünel dışına çıktım. Gece çayı her zamanki gibi ha zırdı. Çaydan sonra tünele girecek, bir daha kahvaltıya kadar çıkmayacaktım.
Hatta ''Eğer mümkünse kahvaltıyı mümkün olduğu kadar geciktirelim " uya rısında bulundum. Saat gecenin birine geliyordu . Araç trafiği iyice azaldığı
için en uygun k::ızı z am anıydı . Çayı dahi bitirmeden ayağa fırladım ve tünele yöneldim. Bir saat kadar sonra çok büyük bir gürültüyle sarsıntı başlamıştı. Yoldan büyük i h ti m all e TIR g eç iyord u . Yine çökme korkusu beden i m i sarmıştı . Ölüm bana çok uzak değildi . Artık sanki ölümle kardeş olmuştu m . Ölüm benelen korknıuyorclu a ma ben ölümle olan kardeşliğime karşın ondan çok korkuyordum . Ölümden korkmasına korkuyorduın ama özgürlük aşkı ölüm korkusunu alt ediyordu . Yine çalışmaya öyl esine cla lmıştım ki Bülent' in uya rısıyla tünelden çıktım. Tünelin girişinde Bülent ile karşılaştığımda saat sekize geliyordu . Kahvaltımızı yaptıktan sonra uykuya dalmıştım . Bir saat sonra uyandım. Birkaç saat sonra koğuşa dönecektik. Tünele yöneldiğimde saat dokuza yaklaşıyordu . Bu kez bir saatten daha fazla kalmak istemiyordum . Tünelin sonuna yaklaştığımız için artık zaman
hi ç geçmek bilmiyordu. Bir an önce a macıma ulaşmak istiyordum. Son nok tayı ölçtüğümde bugün
1
buçuk metreden daha fazla bir alanı kazdığımı gör-
HALiL GÜVEN 1 1 67
düm . Son toprak yığınını da leğene doldu rdum ve tünelden çıkış işaretini verdim . Saat on bire geliyordu. Bir an önce yatıp din lenmemiz gerekiyordu . 56.
gün, az kaldı
56. gün . . . Ertesi gün Bl dışındaki koğuşların ziyaret günü olduğu için ancak gece çalışa bilecektik . Uyandığımda Sefa , komiteden haber geldiğini , yarın dış organizasyonu yapacak kişinin ziyarete geleceğini bildirdiklerini söyledi . Bülent'in yaşadığı düşme tehlikesinden sonra bugün daha dikkatli dav ranarak hücreye geçtik. Tünele girerken b ugün sabah yediel e çalışmayı dur durmak zorunda olduğumuzu söyledim. Bu gece de daha önce planladığımız gibi, 1 buçuk metre alanı , daha hızlı ça lışarak kazmak zorunda olduğumuz için hiç çıkmadan sabaha kadar kazacağıını bilel i rerek gözden kaybo\dum . Artık sarsıntıya , titremeye , toprak dökülmesine, korkuya iyiden iyiye alış mıştım. Sabaha doğru , gece kazclığım mesafeyi ölçtüğümcle 1 buçuk metre kazdığıının farkına vardım. Son çıkış noktasına 4 metrelik bir mesafe kalmıştı. 4 metre , kazdığımız alana göre çok kısa bir mesafeydi. Kalan mesafeyi ve yukanya çıkışı 4 gün içe risinde bitirebilirdik.
4
metrelik bir mesafe kaldığına göre, 2 metreden sonra
yukarıya doğru dikey olarak gitmek gerekiyordu . Tünelden çıkışın dikey çıkış olması hem çıkışı kolaylaştırır hem de kazılacak mesafeyi kısaltırdı .
Parola : "Ayagında Kunduraaaa" Sevi nç içerisinde tünel dışına ç-ıktım . Güneş doğmuş, her yan aydınlık içerisincleydi. Sübya nlardan bazılarının havalandırmanın bir köşesinde gü neşlencliklerini gördüm. S übyanlar, Tevfik'in uyarısından sonra , hücre pen ceresine yaklaşmaz olmuşlardı. Koğuşa döndüğü müzde kahvaltı hazırlığı başlamış, tüpün üzerinde fokur fokur kaynayan çayın kokusu tüm koğuşa ya yılmıştı . Bugün, komitenin organize ettiği ziyaretçiyle görüşeceğim içi n zo runlu olarak uyuyamayacaktım. Saat on bire doğru , ziyaretçinin geldiği haberini a ldım . Havalandırmadan geçerek dış kapıdan çıktım ve görüş kabinine yaklaştığımda MLSP-B tutuk lularından birkaç kişinin ziyaretçiyle görüştüğünü gördüm. Beni gören ar kadaşlar, ziyaretçilerine dönerek "Bu arkadaşa dışarının durumuyla ilgili bilgi verebilirsin'' dediler ve ziyaretçiyle beni baş başa bıraktılar. Ziyaretçi , tünelin çıkış noktasındaki boş büronun bitişiğindeki evin iki kapısı olduğunu , kapının bir tanesinin cezaevi tarafına baktığını, diğer ka pı-
1 68 i ZAMA.'! Zi NDAN IÇiNDE
sının arka taraftaki bahçeye açıldığını , arka bahçenin cezaevi tarafından gö rülmediğini, arka sokağın çok sakin bir seyir izlediğini sakin bir dille anla ttı . 5 gün sonra tünelin bitirileceğini , pazartesi akşamı çıkış için hazır olaca
ğımızı, tüm hazırlıkların ona göre yapılmasını, arka sokağın güvenliğini Acil ciler'in
sağlayacağını
söylec�im.
Arkadaş
can
kulağıyla
dinliyordu .
Arkada;:;larımızla irtibata geçmeleri için bir telefon numarası verdim. Gere kirse evdekilerin etkisizleştirilmesi için, onlardan yardım alabileceklerdi. Zi yaretçi,
"evdeki ! eri
etkisizleştirme
eylemi ni
kendilerinin
tek
başına
yapacaklarını, bu konuda karc ınn önceelen alınmış olduğunu" açıkladı. Yap tığımız planı kısaca anlatmaya başladım . Plana göre dışarıdakiler evdekileri etkisizleştirclikten sonra , büronun bi tişiğindeki od a nın duvarında bir kişinin geçebileceği kadar bir delik aça caklardı. Her şey hazır olduğunda , eve girenlerden bir k iş i , "Ayağında Kundura" türküsünü söyleyerek bakka la doğru yönelecekti . Bizler, dışarıda olup bitenleri mazgal boşl uğundan izlediğimizden her şey hazır olunca tü nelden çıkmaya başlayacaktık Tünelelen çıkanlar, boş olan bürodan çıktık tan sonra , önce evin duvarından açılan geçitten eve girecekler, ardından da bahçeden a rka sokağa açılan kapıdan sokağa çıkaca klardı . Planı ziyaretçiye anlatırken bir hayli sıkıldığıını hissecliyordum . Çünkü görüştüğüm kişi başka bir örgüt üyesiydi. Ona akıl veriyor durumuna düş mek istemiyordum . Yine de bunca çabanın boşa gitmemesi için, daha önce başımetan geçen pratik hataları ve aksaklıkları hatıriatmakta fayda vardı . Eve girenierin azami dikkat göstermelerini, evin pencerelerinde parmak lık olmadığı gibi, içerideki yaptığımız gözetlemelerde pencerelerin camları nın gündüz açık olduğunu izah ettim. Ellerinden kaçıracakları bir kişi, eylemi alt üst edebilirdi. Eve ilk gireliklerinde öncelikle yapılması gerekenin, evin diğer odalarını kontrol etmek ve tedbir olarak camları kapatmak olduğunu dile getirdim . Ayrıca baskın sonrası , eve dışarıdan gelebilecekler olabilirdi . " 5 g ü n sonra pazartesi akşamı yola çıkmamız artık sizin elinizde , size güveni yoruz" diyerek konuşmaını bitirdim. Ziyaretçi, kendinelen emin bir tavırla, dışarıyla ilgili hiçbir şeyi merak etme memizi, hiçbir sorunun olmayacağını ifade ederek ziyaretçi kabinini terk etti. Olabilecek her türlü olumsuzlukları hatıriatmama rağmen dışarısıyla ilgili çok kaygılıydım. Öğleden sonra ziyaretime ağabeyim gelmişti . Ona her şeyin tamam ol duğunu , herhangi bir terslik olmazsa, pazartesi akşamı dışarıda olacağıını anlattım. Ağabeyim çok sevinmişti .
HALiL GÜVEN 1 1 69
Ziyaret dönüşü , kabinierin giriş ka pısında Kayhan ile karşılaştım. G özle rini benden kaçırdı. Kayhan'ın epeyce zayıt1adığını ve renginin solcluğunu gördüm . Bir anda içim sızladı . Bu durum beni vicdanen rahatsız ediyordu ama elimden bir şey gelmemesinin çaresizliğini yaşıyordum . Ziyaret bitmiş, koğuşa clönmüştüm. Akşam yemeğine kadar birkaç saat de olsa uyumak iyi gelecekti. Koğuşa çıkarak yatağıma uzandım. Uykuya dalmak zor olmadı . Saat yediye doğru Sefa'nın uyarısıyla uyanıp yemekhaneye indim.
5 7 . gün 57. gün , 5 metreden d a ha az bir mesafe kaldığını biliyor olmamız sevin d irici bir durumdu . Önümüzde 5 günlük bir sü re vardı . Yemek saatinden sonra , üst katı kullanarak hücreye girmiş, hiç zaman kaybetmeden çalışmaya başlamıştık Artık alçak sürü nme kon usunda iyice uzmanlaşmıştım . Tünel içerisindeki görüntüm bir kertenkeleden farksızdı. Tünele girerken bir an önce kazıyı bitirmek heyecanıyla giriyor, tünelden ç ıkarken de sanki a r kamdan tünel çökecekmiş hissiyle olabil diğince hızla çıkıyordum . Özellikle yolun altına doğru girerken veya oradan çıkarke n tüm bedenimi ve beynimi korku sarıyordu . Ama daima bitirmek, başarmak ve özgürlük heyecanı, kor kumu alt ediyordu . Yoksa ne rünele girmek ne de kazı çalışmasını yapabil mek mümkündü . Akşam sekiz buçukta tünel in içine girdiğimde eğer başarabilirsem sabaha kl elar hiç çıkmayacaktım. Tek problem, tuvaler ih tiyacıydı. Onu da kaldırını a ltındaki çıkış boşluğunda giderebilirdim. Arkadaşlar zorunlu olmadığı sü rece, çıkış için uyarıda bulunmayacaklardı. Çalışmaya öylesine dalıyordum ki , ne yol dan geçen ağır taşıtları duyuyor ne de üzerime dökülen toprağı his sediyordum . Yolun sonuna yaklaştığım için, bulunduğu m noktada sarsıntı eskiye oranla azalmıştı . Yine çalışmaya dalmışım ki a n cak leğenin birkaç kere çeki lmesiyle uyarının farkına vardım. Leğenin tangırtıları tü nel içerisine yayılıyordu . Leğeni kendime doğnı hızla çektim. Leğen sarsıntıyla ters dönm üştü . Toprağı dolduracağım sırada , leğende bir not olduğunun farkına var dım . Notta , önemli bir şey olmadığı, sadece saatin sabah dörde yaklaştığı yazıyordu . 57. gün sonunda , 2 metreye yakın bir a lanı kazdığıını gördüm ve sevi n cim bir kat daha arttı . Geriye , kazılacak 3 metrelik bir mesafe kalmıştı. 2 gün içerisinde dikey olarak kazmaya başlayacaktım. Tünel dışına çıktığımda saat yed iye yaklaşmıştı . Koğuşa döndüğümüzde Sefa'ya , çok yorgun olduğum için kahvaltıyı bek lemeyeceğimi, bugün doyasıya uyumak istediğimi bildi rdim.
1 7 0 1 ZAMAN ZiNDAN I ÇiNDE
Uya ndığı mda saat dörde geliyordu . Eylem arkadaşlarımın yataklarında ol madığını gördüm. Koğuşta birkaç tutuklu uyuyordu . Giyinclim. Başımda hafif bir ağrı vardı. Elimi, yüzümü yıkadıktan sonra aşağı indim. Ekip arkadaşla rım havalandırmacia volta atıyordu . Son günlerde arkadaşların yüzünde tatlı bir hüzün vardı. Bülent, a rtık eskisi gibi espri yapmıyor, donuk gözlerle , yav rusunu yitirmiş ceylan g ibi sağa sola bakınıyordu . Bazen öylesine bir ruh hali va rdı ki dokunsalar ağlayacak gibiydi. Hayal edilmesi dahi insanı heyecanlandıran, inanılması zor ve güç bir ey lemin üstesinelen gelmiştik. Kısıtlı imkanlara rağmen, olağanüstü bir iş ba şa rılmıştı . tki ayı aşkın bir süredir, gece gündüz demeden kazmış , gösterilen disiplin ve titizlik sayesinde, ufak tefek aksilikler dışında çok önemli bir riske uğramamıştık. Önümüzeleki 4 günü de atlattığımızda , cezaevinin tamamını boşaltmamız zor deği ldi .
Ç ıkış organiza syo nu Artık tünel den önce kimlerin çıkacağını, çıkışın nasıl gerçekleştirileceğini organize etmemizin sırasıydı . Hiçbir kargaşanın yaşanmaması için ne gibi önlemler alabileceğimizi düşünmek la zımçlı.
Org:.mize şu şekilde karar altına alındı : Firardan bir saat kadar önce, ko mite kanalıyla tüm firar edecek siyasi mahkuml ar haberdar edilecekti . Ko mitenin belirl ediği gruplar sırayla, B l koğuşuna gelecek, sırası gelenler tünelden çıkacaktı . Komite, tünelden ilk çıkış sırasını tünel ekibin e ve Acilciler örgütü üye lerine vermişti . Bl koğuşu dışındaki koğuşların önündeki maltanın güvenliği komitenin belirlediği kişiler tarafından sağlanaca ktı . Bl koğuşunun girişin cleki koridorun güvenliği B l 'cleki tutukluların sorumluluğunclaydı. Bl koğu şuna girenleri , kapıdan girdikleri andan itibaren Sefa ve arkadaşla rı yönlendirecekti . En son aramadan sonra, 3 gün hava la ndırma kap ısı kapanmış , daha son raki günlerele bu uygulamaclan vazgeçilmişti. G ece ve gündüz boyunca ko ğuşlarclan birbirine geçiş eskielen olduğu gibi serbest bırakılmıştı . Koğuşlar arası geçiş önemsenmediği için, diğer koğuşla rdan gelen ziyaretçiler hiç kim senin dikkatini çekmeyecekti . 60
gün geride kaldı
Son 3 gün içerisinde de herha ngi bir terslik olmamıştı.
60 gün geride kal
mış , elimizle tırnakbırımızla kazclığımız tünelin bitiş noktasından yukarıya
HALIL GÜVEN 1 1 7 1
doğru, dikey olarak 2 metreye yakın bir alanı da kazmıştık Bugün kazıda son günümüz olabilirdi. Tünele girerken, gerekirse yine sabaha kadar çalışacak tım. Bugün büronun zeminindeki ışık, tüneli ayclınlatacaktı. İki ay boyunca , her saniye , her a n , ölümün soğuk nefesini ensenüzde hissetmiş, korkuyu yenerek, bıkınada n , u sanmadan, b üyük bir sabırla ve inatla çabalayarak, imka nsızı başarmıştık Her geçen saniye büronun zemi nine yaklaştığımı h issediyorclum . Hiç durup dinlenmeden elimdeki keseri hızla sallıyordu m. Hızla salladığım keser darbesiyle , son noktadaki toprak p:ı rçaları da aşağıya doğru akıyordu. Sevinçten çığlık atmamak için kendim i zor tutuyordum.
Başardık: Yolun karşısındaki büronun zeminindeyiz Sabahın ilk ışıkları, büronun zeminindeki marleyler arasındaki çatlaklar dan aşağıya doğru sızıyordu . Bu ışığın güneş ışığı olduğun a bir türlü ina na m ıyordum. İçim içime sığmıyordu . Dakikalarca o ışığın yaydığı aydınlık çizgiden gözümü alamadım. Tünel içindeki karanlık nasıl da ayclınlanmıştı . Şu kısacık ömrümde hiç bu kadar heyecanlı ve sevinçli olma mıştını . Bu se vinci bir an önce diğer arkadaşlarla birlikte yaşamak istiyordum . Onlar bu
m utluluğu fazlasıyla hak ediyord u . Elimdeki keseri aşağıya doğru fırlatarak dışarıdan gelen sesleri dinlemeye başladım. Artık kendimi tamamen özgür hissediyordum. Özgürlük yolu hazırdı . Tü nelin zemininde epeyel ir kazclığım toprakların bir kısmını çıkış ı engelleme yecek şekilde yaydım. Her şey kusursuz olmalıydı. Son topra ğı, keseri ve faraşı da leğen in içine yerleştirdim. Bülent'e " Çek' işaretini verd iğimele kal bim coşku ve sevinçle çarpıyordu. Leğenin peşinden kaplumbağ;ı biçimini aldım ve kertenkele gibi sürünerek tünelden çıktım. Tünelin girişinde arkadaşlarla karşılaştığımda "Başardık" diye haykırdım ve sevgiyle onlara sarıldım . Artık dışarıya çıkış için hiçbir engel kalmamıştı . Tünele elveda diyerek , mazgal boşluğuncı ulaştım. Tüm kazı malzemelerini. mazgal boşluğu ndaki merdiven altına yerleştirdik Kirli elbiseleri değiştir meye koyulmuştum ki duvarcl:ıki yazı el ikkatimi çekti. Duvara , kırmızı bo yayla ve büyük harflerle, ''BU DUYARLAR, BU DUVARLARINIZ, VIZ GELİR BİZE VIZ" yazılmıştı. G özucuyla Bülenfi süzdüğümde gözleri "Ben yazdım·· diye parlıyordu . Koğuşa clöndüğümüzde , koğuşun büyük çoğunluğu ayaktaydı. Kalıva ltı hazırlığı yapılıyordu . Bugün son gün olduğu için, yorgunluğuma ve uyku suzluğuma rağmen uyumayacaktım. Son kez banyo yapıp en güzel elbise-
1 7 2 i ZAMA."i ZiNDAN i Ç i l•.:D E
lerimi giydim. Bugün hem B8'deki arkadaşları hem de komitedekileri gör mem gerekiyordu. Kahvaltıda Sefa ile göz göze geldiğimde onun gözlerin deki sıcaklığı, sevgiyi ve dostluğu yt.'ı reğimde hissettim. Sefa , '·sana öylesine alışmıştık ki, sen gittikten sonra buralarda yatmak çok zor olacak'' diyordu . Aslında uzun bir süredir ben de onlar için çok kay gıl anıyordum. Tün elden firar gerçekleştikten sonra , ida re onla rdan hesap sormaya kal k ış abilirdi .
Unutulmaz dostluklarım Kahvaltıdan sonra , revir h ücrelerinele kalan kom i t eye uğradım. Komite her zamanki gibi dinlenme h ücrelerindeydi . Tünelin çıkış için hazır oldu ğunu , firar edeceklerin, yarın a kşam hava kararmadan dikkatli bir şekilde B l 'de hazır olmalarını belirttim ve oradan ayrıldım. B 8 e vardığımda arkadaşlar yin e her zamanki coşku ve heyecanla beni ku '
caklamıştı . Özellikle Cengiz'in, ''Yoldaşım benim" diyerek, öylesine bir sarı lışı ve öpüşü vardı k i görenler sanki elli yıldır hasret çekenlerin kavuştuğunu ,
s
anırl a rd ı. Cengiz'e ve diğer arkadaşlara her şeyin hazır olduğunu , yarın akşam
erken saatlerde B l 'de hazır olmalarını bildirdim . Tünelden ilk çıkacakların ken dileri olduğunu söylediğimde , Cengiz
o
güzel im gözlerinden damla
damla gözyaşla rını akıtıyordu . B8'de çok fazla kalmadan B l 'e dö ndüm. Arkadaşlar havalandırmada volta
atıyordu . Onlara doğru yürüdüm ve voltatarına eşlik ettim. Sefa , " Hocam, yarın akşam kim bilir nerelerde olacaksın?" diyordu . Hüzünle " Bilemiyorum" dedim . Ya rın nerede olacağımı kim bitirdi? Ama o arkadaşlardan ayrılmak bir hayli zord u . Onların gösterdiği bu özveri ve fedakarlığın bedelini nasıl öde yecektim? Kararl ıl ıkları ve cesaretleriyle yolumuzu ayclınlatmış, geleceğimize ışık tutınuşlardı. Bizim için yaptıkla rı her şey için t eşekkü r ettim.
Sefa , "Senin buradan çıkınan gerekiyordu , sen bunu hak ediyordun, aynı şeyi bizim yerimizde olsan senin de yapacağını biliyoruz" d iye mütevazı bir şekilde yanıtlıyordu . İç i m den
o nlara
s a rı lı p doyasıya ağlamak geliyordu. Gözlerim yaşardı, göz
yaşlarımı onlara gösterınemek için koğuşa yöneldim. Sefa , ''Yanlış anlama ama senden bir şey rica edeceğim" diye sesienince geri döndüm. Başlangıçta Sefa'nın anti S ovyeti k i erin tünelden gönderilmemesiyle ilgili -
HALiL GÜVEN 1 1 73
bir şey söyleyeceği ni sanıyordum . Daha önce Sefa'nın böyle b ir talebi vardı. Yine böyle bir talepte bulu nulursa komiteyle kriz yaşanabilircli. Meraklı gözlerle Sefa'yı izliyordum . Neyse ki Sefa'nın talebi bu konuyla ilgili değildi. Rahatlamıştım. Sefa , yüzü kızararak ve sıkılarak, sivil koğuşlardan, dışarıdan tanıdıkları iki sivil ma hkumun ağır cezalık olduğunu , eğer mümkünse onları da tünel den göndermek istediklerini söyledi. "Tabii ki bu sizin doğal hakkınızdır" cevabını verdim. Zaten siyasi mah kumlar kaçış işlemini tamamladıktan sonra , sivil malıkumiara da haber veri lecekti . Sefa'nın önerdiği iki arkadaş, ilk olarak ttınciden çıkacak bizim ekibin içe risinde yer alabilirdi. Sefa'nın yüzündeki kaygı ve sıkıntı kaybolmuştu .
Çıkışa ı gün kaldı Benim için artık saniyeler dahi geçmek bilmiyordu . Ertesi güne hala 24 saat vardı. İki ayı aşkın bir süredir yeraltında ölümle dans etmemize rağmen , o sü renin nasıl geçtiğini bilmiyordum . Fakat tünel bittikten sonra her geçen sa niye bana bir yıl gibi geliyordu . Sefa , havalandırmacia volta atarken kolumdan hiç ayrılmıyor, bazen kafa sını omzuma yaslayarak bakışlarını sabit bir noktadan ayırınıyordu . Tüm ko ğuşta ise gergin bir bekleyiş vardı . Olağanüstü heyecanıma rağmen, başarının getirdiği iç huzumnu yaşıyor dum. Tünele ilk başladığımız a nı, yeraltında gü nlerdir süren kazı işlemini, yolun a ltında her an beynime kazınan saliantı ve titremeyle birlikte çökme tehlikesini hatırladım. Tüneli kazarken yaşadığım ps ikol ojik travma uzun yıl lar devam edecekti . Diğer yandan bu kazı bana çok şey kazandırmıştı. Ger çek dostluğu , dayanışmayı, paylaşmayı, fedakarlığı, insani iradenin gücünü daha iyi anlamıştını . İnsanın yaratıcı vasfının eşsizliğini, insani zaafları , yalan yaşamın insanların hayatını nasıl bir cehenneme çevirdiğini bu çalışma sa yesinde öğrenmiştim. Bu düşü ncelere iyice dalmışken, ·'Yemek hazır" duyu rusu yapılıyordu . Sefa 'nın, " Hadi hocam, son kez akşam yemeğimizi beraberce yiyelim" uyarısıyla derin düşüncelerden sıyrıld ım . Akşam yemeğinde terbiye edilmiş barbunya. pilav ve Kemalpaşa tatlısı vardı . Hiç iştahını yoktu . Zoraki de olsa yemeği kaşıklamaya başladım. Zo raki yemek yediğimi gören Bülent, " Ben de yarın dışarıya çıkacak olsam bu yemeği yemem" diyordu .
174 1 ZAMAN ZINDAl'\! I Ç INDE
Öylesine heyecanla bekliyordum ki sanki damariarımdaki tüm kan çeki liyordu. Bu yirmi dört saatin geçmeyeceğini sanıyordum. Yemekten sonra , tünel ekibiyle birlikte havalandırmaya çıkmıştık. Yarını , firarı, firarda n sonraki günleri, aylardır göremediğim annemi, babamı düşü nüyordum. Pirardan birkaç gün sonra, gizlice memlekete gitmek, a nnemi tarlada çalışırken uzaktan seyretmek, koşarak onu kucaklamak tek isteğimdi . Annemin beni görünce ne yapacağı gözümün önüne gel iyordu . Bakışla nndaki sıcaklığı ve içtenliği hissetmek, duygularını ifade eelerken kullandığı iç parçalayıcı sözleri dinleyip , başımı dizine koyup ağlamayı öylesine arzu luyordum ki yine gözlerim dolmuştu . Yüzünıcieki duygusal ifadeyi gören Sefa , " Hocam. bizi de arada bir hatır ladığında hüzünlen irsin herhalde" diyerek takılıyorclu.
Kalanların vereceği ifade O gece ikiye kadar sohbet ettik. Hiç aklımıza gelmeyen bir sorunun var lığını son anda Sefa hatırlattı . Firardan sonra ida renin araştırma için birtakım kişileri sorguya alacağı ke sindi. Bu sorgudaki i fa delerin tutarlı olması gerekiyordu . Tünelin somut var lığı, inkarı imkansız kılıyordu . Tünel benim tarafınıdan kazılmıştı . Tüm sorumluluğu üzerime a klını. ifa deler bu doğrultuda verilecekti . Yatağa uzanclığımda saat gecenin üçünü geçiyordu. Uyumak istememe rağmen bir türlü uyku tutmuyordu . Yan tarafımda yatan Sefa 'yı uyandırmamak için sessizce yataktan aşağıya doğru sıyrıldım . Koğuşta horlama sesleri geliyordu . Terlikleri giymeelen elime aldım ve yalınayak yerlere basarak, koğuş kapısına doğru sessizce yüıücli.irn. Çatıdaki projektörlerin ışığı havalanclırrnayı iyice ayclınlatıyorclu . Merdivenlerclen bir kedi sessizliğiyle geçerek yemekhaneye indim. Ha valanclırmanın köşe başlan karanlıktı . Yarın kim bilir nerede olacaktım . Kafam karmakarışıktı . Annemin bir sözü aklıma geleli . B azı zamanlar annem, ayrılıktan söz açılınca , ''Babam, insan rüzgar önündeki bir yapra k gibidir, rüzga rın onu nereye savuraca ğ ı belli olmaz " derdi . Gerçekten de öyle miydi? İnsan rüzgar önündeki bir yaprak gibi miydi? Ben rüzga rın önünde bir yaprak olmak istemiyordum .
HALiL GÜVEN 1 1 7 5
İ�imden gitmeyen huzursuzluk Gecenin ıssızlığı ve sessizliğinde yarını düşün üyordum. İçimi bir korku kaplamıştı. Tünel başarıyla bitirilmişti ama o tünelden çıkmak halfı dışarıda kilerin yapacağı eylemin sonucuna bağlıydı . Geleceğimizin bir başkasının elinde olması beni ister istemez kaygılandırıyordu . Herha ngi bir terslik tüm planları alt üst edebilirdi . Acaba dışarıdakiler bu eylemin yüzl erce kişinin ha yatının rotasını değiştireceğinin bilincinde miydi? Evdekileri etkisiz hale getireceklerin başarısızlığını düşündükçe beyninı karıncalanıyordu . Böyle bir başarısızlığı düşünmek tüm vücudumu ateşler içe risinde bırakmıştı . Bu başarısızlık da nereden çıkmıştı! Bir a nda vücudumun kimyasının değiştiğini hissettim. Karnım a bir sancı saptanmıştı . Kafaının içini sanki büyük bir karınca sürüsü tırmalıyordu . Çocukluğumda çıplak ayaklarımı ısıran karıncaların canımı nasıl yaktığını çok iyi bitirdim. Özellikle öğle sıca ğında ayaklarınıda gezinen karıncalar, kudu rmuş gibi ayağıma saldırırdı. Ca nımın acısıyla karıncayı ayaklarımın üzerinde paranıparça ederdim. Ufacık karıncılar adeta beynimi parçalayarak sürüklemeye çalışıyordu . Bir an el imi kafamda n içeri sokup karıncaları oradan ezmek istedim ama el lerim kafamdan i çeriye girmiyordu ki! Gözbebeklerimin olağanüstü büyü düğünü , ka rınca sürüsünün yarattığı gürülrü n ün kulaklarımı parçalayacağını sanıyordum . Kalbim patlayacak bir bomba haline gelmişti. Çıldırtıcı bir bekleyişti . Öylesine dalmıştım ki, dışarıdaki nöbetçilerin öt türdüğü düdüklerin sesiyle kendime geldim. Alnımda biriken terler, yanak tarımdan süzülerek dudaklarımı yalayıp geçiyordu . Tuzlu su ağzımda buruk bir tat b ıra kmıştı. Ateşler içerisinde yanıyordum. Kafamı cama dayadığımda , camın serinliği beni birazcık olsun rahatlatmıştı . Bu kadar korkmanın sırası değildi. Hayal dünyamın bu kadar saçmalıklada dalınasına bir anlam veremedim. Uyumak için tekrar koğuşa döndüğümde saat dörde geliyordu. Hala korku ve tedir ginlik beni terk etmemişti. Nevresimi üzerime çekerek bir an önce uykuya dalmak istiyordum. Pencerelerden gelen esinti koğuşu oldukça serinletmişti. Gözümden uyku akmasına rağmen bir türlü uykuya dalamıyordum. B ülent horultular içerisinde uyuyordu . Epeyce bir süre yatağın içeri sinde sağa sola dönüp durdu m . Uykuya daldığımda geceni n karanlığı çoktan aydınlanmaya yüz tutmuştu . Uyandığımda koğuşta kimse kalmamıştı . "Kahvaltıda olmalılar" diyerek, elimi yüzümü yıkadıktan sonra aşağıya indim . Tüm koğuş kahvaltı yapı yordu . I-ler zamanki gi bi Sefa'nın yanı boşttı . Sefa 'ya doğru yaktaştım ve "Oturabilir miyim'' diye sordum.
1 / (i 1
ZAMAN
Z i N DAN ! Ç i N D E
Sefa , ''Burayı zaten senin için ayırmı�tım" dedi. Kalıvaltı sofrasında bir sa atten da ha fazla oyalandık . Sıkıntıdan içtiğim çayın haddi hesabı yoktu . Çay konusunda bugün bana toleranslı clavranmışlardı . Hava lanclırmaya çıktığımızcia ayrılık için sayılı saatler kalmı�tı . Ben , zamanın hiç geçmediğinden ş ikayetçi olurken , Set�ı ve Bülent, yıl dırım hızıyla geçtiğini söylüyorlardı. "İsranbul'u terk edip etmeyeceğimi" sor duklarmda "Belki kısa bir süreliğine " diye cevapladım. Bülent. kendilerinin çok fazla içeride kalmayacaklarını, dışarı çıkınca, ''Gö rüşebiliriz veya meydanlarda karşılaşabiliriz" temennisinde bulunuyordu . Bir yandan Sefa , d iğer yandan Bülent, o gün boyunca elini benden ayır ma dı. Şairin dediği gibi, "güne�in sofrasında , dostların a rasıncla"yclım. Ne gü zeldi dostların a rasında dost elinin sıc:ıklığını hissetmek. Koğu�taki sessiz çoğunluk bizlere gıpta eelerek bakıyordu . Sefa , pa ramın olup olmadığını sord u . Yeteri kadar param vardı. Bülent son kıyağını yapmış, tünel elen çıka rken, elbiselerimin çamur veya toprak olmama sı için tüm be denimin içine sığabiieceği kadar büyük bir naylon torba dahi hazırlamışrı. Saatler yakla�tıkça kendimi diken üzerinde hissecliyordum. Arkadaşla r, bu h uzu rsuzluğuma ve heyecanıma bir anlam veremiyorlardı . Sefa , "I-locam, yerin altında 45 metreyi kazclın, her a n ölümü ya�adın ama bu kadar huzur suz ve heyecanlı olmam ı ştın, sana ne oldu" diye soruyordu. Aslında beni heyecaniandıra n ve h u zursuz eden , şu anelan itibaren eyle min kontrolünün bizden çıkmış olmasıydı . Elverişsiz koşullara , sınırlı im kanlara rağmen tüneli kazan bizel i k ama şimdi, kaderimiz kim olduğunu dahi bilmediğimiz insanların gerçekleştireceği eyleme bağl ıydı. Aslında beni he yecanlandıran ve huzursuz eden bu nedeni onlara da söyledim. Artık firar saatine çok fazla bir şey kalmamıştı. Bir ara Cengiz , B l 'e uğra mış , tıerhangi bir terslik veya karar değişikliği olup olmadığını öğrenmek is temişti. Cengiz eşyalarını hazırlamak için BS'e dönmüş, bir şeye ihtiyacımın ol up olmadığını soruyordu . Hiçbir şeye ihtiyacımın olmadığını, zaten Günay ile ve dala�mak için kısa bir süreliğine B8'e geleceğimi söyledim. Saat dörde doğru B8'e gidip Günay ile vedalaşarak tekrar B l 'e döndüm. Güne�, havalandırma duvarlarından kaybolmuş, batıya doğru yol alıyordu . Bana öyle geliyordu ki önceki günlerde arkasından kova layan varmı�çasın a hızla kaçıp giden güne�, sanki bugün yerinden kımıldamıyordu. Halbuki bir mahkum için güneş, hayat demekti. Ama bugün başkaydı . Özgürl ük için gü ne�in bir an önce kaybolup girmesini istiyordum ama güneşin doğuşunu ve batı�ını hiçbir güç ne çabuklaştırabiliyor ne de yavaşlatabiliyordtı .
HALIL GÜVEN 1 1 77
Nihayet güneş ışınları etkisini kaybetmişti. Diğer koğuştaki tutuklular, birer ikişer B l koğuşuna gelmeye başlamışlardı. Koğuşa gelenler, Sefa ' nın görevlendirdiği kişilerin rehberliğinele yatakhane kısmına yönlendiriliyord u . Havalandırmadan koğuşa geçtim . B l koğuşunun yatakha ne kısmı nın ranza araları, yatakların üstü tıka basa insanlarla dolmuştu . Tutuklular heye can içerisinde sohbet ediyorlardı. Sessi z ve sakin olmalarını istedim . Uyarım dikkate alınmıştı. Firar edecekler düğüne gider gibi giyinmişlerdi. Tabii ki benim de onla r elan farkım yoktu . Heyecanımı belli etmemek için kendimi zorluyordunı . İçeride her şey firar etmek için hazırdı . Cezaevi dışında neler olup bitti ğini merak ediyordum.
Parolayı beklemek i�in tünele giriyoruz Gözetierne için hücreye giriş zamanım gelmişti. Bülent de bana katılmak istiyordu . B ü lent'i ya nıma alarak, hücrenin parmaklığını yerinden çıkarmış ve hücreye girmiştiın. Dışarıda her şey kontrol altına alındıktan sonra, yine Sefa'nın denetiminde belirli aralıklarla, tutuklular tünelden sevk edileceklerdi . Mazgalın karşısına geçtim ve dışarıyı gözetlerneye başladım. G üneş bina ların ardından kaybolmuştu ama henüz ortalık kararmamıştı . Akşamın ilk sa atleri olduğu için, gerek araç trafiği gerekse kaldırımda ki yaya akışı alabildiğine yoğundu . Nefesimj tutmuş , tüm el ikkatimi dışarıya yoğunlaştır mıştım . Gözetierne yaparken sanki günl erdir oradaymışım hissine kapıldım. Pür dikkat dışarıyı gözetlerken , beynim b aşka şeyl erle meşguldü . Dışarıdaki hiç bir detayı gözden kaçırmak istemiyordum. Sekiz aylık mahkumiyetin ardın dan bugün özgürlüğüme kavuşacağım için mutluluğum donık noktasındaydı. Artık hiçbir gü cün bu firarı durduramayacağını sanıyordum . Sefa v e Bülent'ten ayrılmak zor olacaktı. Hüzünle mutluluğu b i r arada ya şıyordum. Şimel i yan yana olduğum Bülent'ten biraz sonra ayrılacak ve belki bir daha onunla karşılaşma şansım olmayacaktı . Arkadaşların gözlerindeki ayrılık hüznü içimi yak ıyordu . O gece nerede olacağımı bilemiyordum. Beni almaya gelecek arkadaşla r kimlik gibi birtakım el etayları önceelen hazırlayacaklardı . Büyük bir ihtimalle de turistik bir yerde konaklayacaktım. Karmakarışık düşünceler içinde dolaşırken gözüm yoldan geçen körüklü bir otobüse takıldı. Sanki tünelin içerisinde kazıya devam ediyormuş cluy-
1 78 i ZAMAN Z iNDAt>i I Ç iNDE
gusuna kapıldım. Tüm bedenim korkuyla i rkil cl i . Bir kız ve bir delikanlı el ele, sohbet ederek kaldırırnda yürüyorlardı. "Dı �arı çıkınca belki benim de b i r s ev gilim olur" diye düşündüm. Belki de sev gili bul maya hiç zamanım olmayacaktı. Birisini sevmenin, birisi tarafından sevitmenin nasıl bir duygu olduğunun farkında bile değ i ld i m . Benim için tek sevgi vardı,
o
da devrim sevgisiydi.
Dışarıda toplumsal mücadele gün geçtikçe yükselmeye başlamıştı . Sivil ve resmi fa� i s t güçler fütursuzca sa ldırılarını artırmış , her gün onlarca insan, si lahlı, bombalı salclırılarla katlecliliyordu . Hiç kimsenin can güvenliği kalma mıştı . Dışarıdan ziyarete gelenler, "Hiç olmazsa içeride yatanların can güvenliği var" d iyecek hale gelmişti. Gelecek günlerin tespitini yapan bazı si yasi hareketler, "cuntacılann iktidara el koyacağı" öngörüsünde bulunuyordu .
B öyles i bir durumda Bayrampaşa 'daki elebaşı dedikleri siyasi tutuklu ların ta mamının firar etmesi, mevcut iktidarın pre st ij i n i iki paralık edecekti . Kafa m dan geçen bu düşüncelerle iyice dalmıştım.
Ve karşıki eve baskın gerçekleşiyor Havalandırmada ıslık sesi geliyordu . Tam o anda dört kişinin peş peşe eve doğru yaklaştığını gördüm. Bülent havalandırrnaya bakacaktı . Gözlerimi evden ayırmıyordum. Heyecanım iyice artmıştı. Aylardır b u günün beklentisi içerisindeydim. Bülent, Sefa ile konuşup hücreye dönmüştü . Eve doğru yak laşanları işaret ederek, " Herhalde baskını yapacak olanlar bunlar" dedim. Gelen dört kişiden birisi kapının z ilini çalıyordu . Firar etmemize artık saat değil dakikalar kalmıştı. Belki on beş dakika sonra dı�anda olacaktım.
Evin kapısı henü z açılma mıştı . Sanki saatlerdir orada bekliyorc\um. Biraz sonra kapı tekrar çalındı . Yine ses seda yoktu . Ev sahipleri evde olmayabi lirdi . Yerimelen duramıyordum. Ya evde yoklarsa! Telaşlanmıştım . Sanki zaman durmuştu. Bir süre sonra evin kapısı yavaşça açıldı . Kapıyı açanın kadın mı erkek mi olduğunun farkına varamac\ım . Çünkü kapıyı açan kişi bulunduğum noktadan tam olarak görülmüyorclu . Zili çalan kapıcl<m içeriye hızla dalarken, eliğer üç kişiden ikisi de onun pe şinden eve girmişti. Dördüncü kişi gözcülük
ve
parolayı vermek için dışarıda
kalmı�tı . Kapıda gözcülük yapan , cebinden bir sigara çıkararak yaktı. Dışarıdaki
her hareketi izliyordum. Gözcü, 5-1 0 metre sağa , sonra geri dönerek sola doğru kendinden emin bir halde sakin adımlarla gezinmeye başla dı.
HALIL GÜVEN 1 1 79
Bülent'e doğru döndüm ve " Bu iş tamam" diye bir çığlık attım. Evdekile rin etkisiz hale getirilmesi, dışarıdan getirdikleri matkapla duvarı delerek eve geçiş yolunun açılması en fazla on beş yirmi dakikalarını alırdı. En fazla yarım saat sonra dışarıdaydım. Evi dikkatle incelediğimde büro bitişiğindeki pencerenin açık olduğunu gördüm ve içimi bir huzursuzluk kapladı. Ziyarete gelen kişiye pencerelerin açık olabileceği uyarısını yapmış ve bu konuda hassas davranılmasını hatır latmıştım. Bir an telaşıının yersiz olduğunu düşündüm ama yine de gözleri m evin açık ola n penceresindeydi. "Bu pencereyi kapatmayı unutmasalar bari'' diye kendi kendime söyleniyordum ki
12
yaşlarında bir erkek çocuğu , evin
penceresinden yalın ayak atlayarak, yayından çıkan bir ok gibi dışarıya fırladı. Bir anda yi.ireğime kurşun sapianelığını hissettim ve acılar içerisi nde kıv ranmaya başladım. B aşımdan aşağı kaynar sular dökülüyordu : "Mahvolduk, ma hvolduk. . .
"
Apk pencereden fırlayan çocuk mu, umutlarım mı, özgürlüğüm mü? İçimdeki acı dayanılamaz boyuttaydı. Karın bölgeme sapianan acılar sanki canımı alıyordu . Tüm vücudum bıçak darbeleriyle paramparça ediliyor gibi sızlıyordu . Pencereden fırlayan çocuk, " Baskın va r" diye avazı çıktığı kadar bağıra rak, 30 metre kadar ilerdeki bakka l dükkanına doğru koşmaya başlamıştı . Dı şarıdaki gözcü, çocuğun peşinden onu yakalamak için harekete geçmişti ama çocuğa yetişmesi mümkün değildi. Duvarı yumruklamaya başladım . Çocuk, korkudan öyl esine hızlı koşu yordu ki kurşun sıksan yetişmezdi . Zaten çocuğun bağırmasıyla birlikte, ce zaevi bahçesi ndeki nöbetçi askerler, çocuğa doğru koştular. Çocuk b akkala ulaşmış , askerlerden iki tanesi de bakkala yaklaşmıştı . Çocuğun peşinden koşan gözcü , çocuğu takip etmekten vazgeçti ve eve yöneldi. Çıldırma noktasına gelmiştim . Tel aşta kapıyı çalan gözcü , kapıyı açan a rkadaşına bir şeyler söylüyordu . Bir dakika sonra dört kişi , gelel i kleri istikamete doğru yönelmişlercli. B ir anda ayaklarımın beni taşıyamaclığını hissettim. Tepemelen kayna r sular dökülüyordu. Nefes alamıyordum .
B u sorumsuzluğun hesabını kim verecek? Özellikle ziyarete gelen kişiyi , ev b askını konusunda en a z üç kez uyar-
180 1
ZAMAN Z I N DA.'i
I Ç I ND E
mıç;tım. Eve girdiklerinde diğer odaların a nında kontrol edilmesi gerekl iydi. Hatta kapının girişinin solundaki pencerenin bazı zamanlar açık olduğunu ıs ra rl a belirtmiştim. Bu kadar beceriksizliği aklını almıyordu. Göz göre göre yüzlerce in sanın geleceğiyle oynanmıştı . Böylesine sorumsuzet davrananlar, bu sorumsuzluğun hesabını nasıl vereceklerdi? Olayın şokunu atlatamamı ştım . Çıldırmamak elde değildi . H ayal gördü ğümü sanıyordum a ma bir anda bakkalın etrafı , sokak sakinleri, askerler ve polis otola rıyla kuşatılınca gördüklerimin hayal olmadığının farkına vardım. Polis otoları evin önünde barikat ku rmu ş , poli s l e r, sık sık içeri girip çıkı yord u . Yol tr<ıfiğe kapatılmış, evin önünde aşırı bir kalabalık yığılmıştı. Ne ya pacağımı şaşırmıştım. Çok kısa bir süre sonra bir tane de panzer evin yanında mevzi almıştı . Beynim sanki durına noktasındaydı . Bir a n d a tüm hay al leri m in, geleceğe iliş k i n umu tlarımın nasıl yok edildi ğini gözlerimle görmüştüm Bin bir ça b a ve güçlü kle , aylardır, elişimizle tırnağımızl a , her an ölümle b urun buruna yaşa yara k kazdığımız tünel , beceriksiz ve sorumsuz insa nların yüzünden boşa çıkm ıştı . Gördüklerime inana mıyordum ya da inanmak istemiyordum. Kalaba lık gi ttikçe artıyordu . Çı ldıracağıını sandım . Bülent şaşkınlık içeri sinde beni iz l iyordu . Hırsıını alab ilmek için yumruklarıınla duvarı dövüyorduın . Elleriın kan içerisinde kalmıştı ama ben parmaktarımın acısı n ı duyınuyordum bile . Bülent, kollarıyla beni sararak sakinleştirmeye çalışıyordu ama ben bır sımdan çatiaya cak haldeyd im . Baskını gerçekleştirenler gözden kayb o lm u ş tu . Başımı Bülent'in omzuna dayadım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Ağ lamaımı daya namayan Bülent'in de gözünelen yaşlar dökülüyordu . Bü lent'in kol larından kendimi kurta rdı m . Tekrar d ı ş a r ıya baktığımda cezaevi çevresi, polis ve jandarma barikatıyla abluka a ltına a lınmıştı . Bülen t, olanları sessizce izliyor, sanki dilini yutmuş gibi tek bir keli m e dahi konuşınuyordu . Gözyaşianına hakim olamıyordum. ''Nasıl , nasıl , nası l " diye hayk ıra rak ol duğum yerde dönüp duruyordum . Tekra r tekrar dışarıya bakıyor, her bakı
şımda psikoloj iın daha d a bozuluyorclu . Tüm vücudu m u bir titreme kapla mıştı. Bu durumda burada kalmanın bir anla mı yoktu . Mazgal boşluğunu terk etmeye karar verdim . Hücrenin penceresine doğru
yönel d i m . Hücreele Sefa ile göz göze geldiğimizele ancak fısıldayarak ''Her şey mah voldu" diyebildim . Koğuşa doğru yürüyordum a ma ayakla rım bedenimi ta-
HALİL GÜVEN 1 1 8 1
şımakta zorlanıyordu . B üyük bir umutla beni bekleyenlere n e diyeceğimi bi lemiyordum .
Hesap veren yok, kap ş umudu da
. . .
Koğuşta bekleyenlere , beklenmedik bir aksilik olduğunu , şimdilik bu ey lemin ertelendiğini, daha sonra tekrar haber verileceğin i , olayla ilgili h içbir kimseye hiçb i r şey anl atılmama sını , herkesin geldiği gibi tekrar koğuşlarına dönmesini izah ettim . Ayakta duracak halim kalmamıştı . Gelenler, b üyük bir şaşkınlık i çerisinde , hayal kırıklığıyla koğuşlarına geri dön üyorlarcl ı . Öylesine çaresizlik içerisindeydim k i , şimdilik dışarıdan gelecek haberleri beklemekten başka yapabileceğim bir şey yokttı . Olayın nasıl geliştiğini az çok ta hmin eclebiliyorcl um. Ama ev baskınını ya panların, evdekilere ne söyl edilderi bilinmiyordu . Eğer evde bulunanlara , tü nelle ilgili b ir şey söylenınemiş ise birkaç gün sonra , büronun içerisinelen çıkmak mümkünd ü . Hala ümidimi konırnak istiyordum. Hiç ki msenin ağzını bıçak açmıyordu . Koğuşta sanki cenaze çıkmış gibi bir h ava vardı . O akşam yemek yemeden doğruca yatağa uzanclım . Koğuşta çıt çıkmıyord u . Nevresimi kafama çektim . Hiçbir şey düşünmek istemiyor dum a ma olay gözümün önünden hiç gitmiyorcl u . Bir an önce bir d a h a uyanm amak isteğiyl e uykuya dalmak istiyordum . Çek ilen onca eziyetin ardında , böylesine hayal kırıklığı yaşamak, katlanıla cak bir durum değildi . Daha önce kaldırınıda ç ıkış konusunda ısrar etmedi ğim için kendime nasıl da kızıyorclum . İ çimelen b i r ses " Kendini daha fa zla yıpratma, yeni b i r yola bak" diyordu . Ama hazır yol un bu şekilde heba edilmesini kabullenemiyordum. Uykuya daldığımda saat gecenin birini geçiyordu . Sabah erkenden uyandığımda uyku sersemliğiyle akşam yaşadığım şoku unutmuş, sanki her zamanki gibi tünele girmek için geç ka ldığıını sanmıştım. Koğuşta horultular yükseliyordu . Sefa ve diğer arkadaşların yatağında u yu duğunu görünce sersemliğim geçmiş, akşam yaşadığım şoku hatırlamıştım . Yatağıını özenle düzelterek üstümü giyelim v e havalandırmaya çıktım . Ha va landırmada benden başka kimse yoktu . Bir uçta n diğer uca hızlı hızlı volta atmaya başladım. Saat sekizele Sefa yanıma yaklaştı. "Günaydın, erkencisin" dediğinde göz yaşla rımı tutamadım ve ona sarılarak doyasıya ağlamaya başladım . Hala tünelden gitme umudum vard ı . Çünkü t ü nel evin altında değildi .
1 8 2 1 ZAI.L'\."1 Z I NDAN I Ç iNDE
Evde yapıLıcak araştırmada tünelin bulunma ihtima l i yoktu . Komite dışarıya haber göndererek evin çevresini araştırmalarını istemişti . Dışarıdan haberin gelmesi gecikmedi . Gelen h aberler, ufak da olsa taşıdığım tüm ümit kırıntı la rını da yok etmişti . Evdekileri etkisizleştirmek için içeri giren ler, eve girdiklerinde her şeyi anlatmışlardı. Evdekilerin panik ve heyecanını azaltmak için , eve baskının ev sahiplerine yönelik olma dığını , arkadaşlarının cezaevinden dışarıya doğru tü nel kazdığını, çıkışın bu evden gerçekleşeceğini ayan beyan söylemişlerdi . Odaları kontrol etmedikleri için yan odadaki çocuk, silahlı adamların, anne sini ve ka rdeşlerini etki sizleştirm eye ça lıştığını görünce, dışarıya açılan pen cereden atlayarak kaçmıştı. Evin çevresi yirmi dört saat boyunca, otom atik silahlı sivil polisler tara fında n ablukadayd ı . Anlaşılan polisler, tünelden çıkanları avlamak istiyordu . Eylem sırasındaki aksiliği aniayabiliyordum ama eylem başarılmadan tü nelin varlığının aniatılmasını anl ayam ıyordum . Komiteden, özellikle bu ey lemin sonımluluğunu alan hareketin temsilcisin den hiçbir ses çıkmıyordu . Kendi ken dime komplo teorileri ü retmeye başlamıştım . Bana göre belki de birileri bizlerin dışarı çıkmasını istememişt i . Beş yüz kişinin kaderiyle oy nayan bu insa nların yaptıkla rı sanki tam bir komploydu .
2 gün sonra tünele girdiğim an gözlerime inanamıyord um . Tünelin içi ta ımımen suyla dolmuştu . Büyük bir ihtimalle tünel in çıkışını bulmuşlar, çıkış kısmında n tünelin içine doğnı suyu akıtmışlard ı . Cezaevi idaresi , tünelin bahçeden geçen kısmını b u l m a k v e kapatmak için, ev bizasından başlayara k , cezaevi bahçesi n i
10
metre genişliğinde do
zerle kazm aya başladı . Dozerler çalışırken mazgal boşluğunda ola nları izli yordum . Gard iyanl a r, askerler bahçeye toplanmışlard ı . Dozerler birkaç saatlik bir kazıdan sonra , tünelin b a hçeden geçen kıs mını ulaşmışlar ve tüm bahçe boyunca tünelin içine beton dökerek kapat mışlard ı . İ şçiler betonu döke rken sanki oraya gömüld ü ğümü , üzerimin betonla kapatıldığını hissediyordu m . Tünelle ilgili tüm umutlanın kaybolup girmişti . Mazgalın karşısında göz yaşlarıma hakim ola m ıyordu m . Artık bu psiko lojiyle B l 'de kalmak mümkün değiki i . B l 'deki tüm arkadaşlara ved a ederek B8'e döndüm. Zaten kısa bir süre sonra koğuş kapıları d a kapatılmaya baş la ndı . Koğuşlar a rası inibat kesilme noktasına gelmişti . Ö zgürlüğe bu kadar yaklaşmışke n , beceriksizlikle yüzlerce insanı cezaevinde bırakanlara karşı öfkeliydim. Ö fkem bir türlü geçmek bilmiyordu .
HALiL GÜVEN 1 183
Biz umudumuzu kendimiz yaratmıştık ama son a n da biril eri tüm umut larınıızı kara rtmış, yok etmişti . Arkada şlar psikolojik duru mumun farkındaydı. Ellerinden geldiğince bana karşı hoşgörü l ü yaklaşıyorlardı .
Delirmeliyim Her geçen gün cezaevinde dah a sıkı tedbirler a lın ıyordu . Yeni bir firar yolu denemek istiyordum ama her geçen an kapan;ı kısıldığımı anlıyordum. G a rd iyanlar eskisi gibi siyasilerle çok fazla sohbet etmiyor, sayım yapıl d ıktan sonra kapıla r kilitleniyordu . Bakırköy Huh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne kendimi atabilirsem, dı şarıdan müdahaleyle kaçabilirclim . S iyasi mahkum ların bu hastaneye sevk edilme şansı yoktu . Oraya ancak başka bir adli mahkumun yeri n e geçerek gidebilirclim . D a h a önce b i r s ü re a k ı l ha stanesinele yatan a d l i bir malı kumu bulmak zor olmadı . Sevk işlemini Günay o rganize etti . Bu sevki n asıl başardı bilmi yordum . Yalnız bu iş için doktora 30 bin lira verildiğini söylüyordu . Birkaç gün so nra adli mahkumun pazartesi gününe sevkinin yapıldığı ha beri geleli .
2
gün sonra yeni şansımı deneyecektim.
Pazartesi sabah erkenelen kalktım . Nöbetçiler dışında tüm koğuş uyu yord u . Elimi yüzümü dahi yıkamadım . Cebimde çok az miktarda para vardı . Pantolonumu , gömleğimi paramparça ettim . Nöbetçil erin gözü bencleydi . İ ç çamaşırıının içerisine hastaneele vurul acak iğnenin etkisini a zaltacak uyarıcı h apları yerleştirelim ve ga rdiyanı beklemeye başladım . Anlatılanlara göre , hastaneye yatırılmadan önce, hastaları uyuşturaca k iğnele r vurul uyordu . Bu uyuşturucu iğneler vücuda zerk edil di kten sonra vücudun kaskatı kesil diği ve h a reket kabiliyetinin kaybolduğu söyleniyordu . Bu h aplar, iğnenin uyuş turucu özelliğini ortadan kalclıracaktı . Gardiya n saat ona doğru beni koğuştan alarak arama mahalline götürdü . Ha staneye gidecekler kapı a ltında araba bekliyorla rdı . Hiç kimseyle ilgilenmeden bir köşeye büzüldüm . Bazı mahku mla r dik katle beni inceliyordu . Boş ve anlamsız gözlerle çevremi süzmeye başl adı m . A r a sıra kendi kendimle konuşuyor, ahlayara k , of1ayarak sağa sola bağırı yordum. Dudaklarımı büküyor, gözleri mi kırpıştırıyor, ayaklarım üzerinde bir maymun gibi zıpl ıyordum . Gerçekten deli olduğumu sana n diğer mahkum lar benelen uzak durmaya çalışıyorlardı . H astaneye gicleceklerin adları okunınaya başladı . Yerine geçtiğim mah kuınun adı okundu . Ö nce hiç ses çıkarmadım.
1 8 4 1 ZAMAN Zl ND�"' I Ç i N D E
Gardiyan sesini yükseltmişti . Belli belirsiz " h a h hıh'' diye , elimle havada boş bir daire çizerek cevap verdim. Ja ndarmalar ellerimi kelepçeledi . Askeri araca yerieşirken j andarmalar bana dikkatle bakıyorlardı . Bir saate yakın bir yolculuktan sonra Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin kapısından içeri süzülen askeri araç ka pıya yakın bir yere park etti. Biraz heyecandan biraz da numarada n titremeye başladım. Askerlerin ba şındaki astsubay hastaneden içeriye girerek gözden kayboldu . Beş dakika sonra astsubayın arkasından beyaz gömlekli bir d aktoru n bahçeye ç ıktığını ve arabaya doğru geldiği n i görünce titrememi artı rdım Doktor iyice yakl aş mıştı. Kendi kendime hamurdanmaya başlad ım. G elen doktor, uzman daktorun bi zleri muayene edeceğini, o d oktorun da bugün izinli olduğunu anlatırken ben titremetni olağa nüstü derecede artır mıştım. D oktor, bana yakl aştı . Ellerimi aya klarımı d i kkatle inceledikten sonra , " Neyin var" d iye sord u . Daktorun gözl erinin içine boş boş bakarak kafaını yumrukl amaya başladım. Doktor, " Dur, dur" diye elimi tuttu . Dikkatle gözl erimin içine bakıyordu . Ben ele keskin ve sert bir bakışla cloktoru n gözünün içine doğru baktım ve kafa ını salladım . Doktor, ba ştan aşağı beni incelerken ben çam ağaçlarıyla meşguldüm. Bir ara gözleri yırtık pantolonuma ve gömleğime takıldı . Bir süre sonra doktor, astsubayın kulağına eğilerek, " Bu tutuklunun durumu iyi değil ama e l imden hiçbir şey gelmez" d iye fısıldadı. Doktor bir kez de bana dönerek, tutu kluları hastaneye yarırma yetkisinin olmadığını belirtti ve başka bir gün getirmelerini söyleyerek uzaklaştı. Çaresizce araca bindim. Hastane uınudum da boşa çıkmıştı . Askeri ara ç cez � evine doğru yol alıyord u . Yine b i r saatlik yolculuktan sonra , cezaevini n kapı a ltı denilen kısmınd an içeriye giriyordum. Hasta neye tekrar sevk çıkartmak çok kolay değildi . Zaten ilk sevk işlemi de rüşvetle yaptırılınıştı . Koğuşa döndüğümde bir insanın bu kadar şanssız olmasına şaşırıyordum . Eylül ayının i l k hafta sı gelip geçmişti . Cezaevinin dışında v e içerisinde her geçen gün güvenl i k tedbirlerinin arttığı belirgin bir şekilde görülebili yordu . B ayram paşa 'da yatan siyasilerin askeri cezaevlerine sevk edileceği dedikodusu ortalığa yayılmıştı .
HALiL GÜVEN 1 1 85
Eylül 1 9 8 0 O gün geldi. 1 2 Eylül. İ dare , megafonlardan tüm s iyasilerin eşyalarını toplamalarını ve hazır bir şekilde beklemelerini duyuruyordu . Herkes eşyalarını sevk tarbalarına clolclura rak beklemeye başladı . Yalnız komite almış olduğu bir kararla sevkin idaren in i stediği şekilde değil , mah kum ların istediği şekilde olması n ı istiyordu . Koriclora çıktığımızcia yüzlerce askerin idare bölges inde operasyon için bekletildiğini gördüm. Askerlerin komutasındaki albay, tutuklutara seslene rek tüm mahkumların Davutpaşa'ya sevk edileceğin i , adı okunanların sırayla öne çıkmalarını istiyordu . Bizler, bu isteğe sloganlada cevap veriyorcluk . Saatlerce uğraş veren a lbay, bu sevk işlemini ad okuyarak yapamayacağını anlamış , askerlere operasyon için emir vermişti . Askerlerle karşı karşıya gelmiştik . Çatışma başlamıştı . Askerler, kol kala giren tutukluları birbirinelen ayırmacia bir hayli zorlanıyordu . D ava arkadaş l a rımla yan yanayclım. Ö n saflarda bazen yumruk yumruğa çatışmalar yaşanıyordu . Aynı ceza evine gitmek isteyen tutuklular birbirlerine yakın duruyordu . Akşam saat sekiz c ivarında ben ve aynı davadan yargılanclığım arkadaşlarım toplu ola rak aynı a skeri araç içerisinde yeni bir bilinmeze doğru yol alıyorcluk. Askeri aracın parmaklıkla çevrili ufacık penceresinden dışarıya göz attı ğırnda , Dav utpaşa 'ya değil , Kağıthane içerisinelen geçerek kuzeye doğru yol a l dığımızı gördü m . Geçtiği miz yer ormanlık bir alandı . N ihayet kışla göründü . Geldiğimiz yer Hasdal Cezaevi'yd i . Cezaevi . niza miyenin aksi istikametine kurulmuştu . Tüm çevre kuşatma altındaydı.
Hasdal günleri Askeri aracın kapısı açıldı. Kapıda beliren bir astsubay, araçtan çıkmamız için bizi sert bir elille uyarıyorclu . B irbirimize kelepçeli halde aşağı ind ik . Uzaktan köpek havlamaları geli yord u . Tel örgülerle çevrili hava landırma d ışındak i askerlerin namluları bize yönelikt i . H avalandırma içi ndeki askerler bir taraftan copla rını sallıyor, bir taraftan da esas duruşta durma mız için uyarıyorl arclı. Daha önce böyle bir yaptırımla karşılaşmamıştım . Arama yapa n asker, eşyalarımı toprağın üzerine dağıtarak copuyla karış tırıyordu . Askerin bu tavrı karşısında çok fazla sabredemedim ve copu tuta-
186 1 ZAMAN ZiNDAN iÇiNDE
rak çekip askerin elinden aldım. Böyle bir tepki beklemeyen askerlerin gözü komutanlarındayd ı . Astsubay b a n a doğnı sert adımlarl a yaklaştı v e " S e n kendin i n e sanıyor sun" diye bağırdı . Böyle arama yapılamayacağını, bu aramanın karşısındakine işken ce yapma ktan farksız olduğunu söyledim. Aniden bir ''Dikkat" çekildi . Binba şı havalandırmadan içeri giriyordu . El lerim arkada bekliyordum. Binbaşı, burasının B ayra mpaşa 'ya benzemed iğini, a s keri cezaevi oldu ğunu ve bizim de askeri tutuklu statüsüne ta bi olacağımızı anlatıyord u . Eğer sorun çıkarırsak en sert şekilde cezalandırılacağımızı kendine özgü sert bir üslupla bildiriyordu . Ben asker olmadığımı, siyasi tutuklu olduğumu , böyle davra namayacak ları cevabını verdim. Binbaşının cevabı ise "Alın bunu" oldu .
Üç
dört tane asker beni koliarımdan yakalayarak sürüklemeye b aşladı .
D iğer a rkadaşlar iti raz edecek oldu a ma her tutuklunun önüne üç dört asker çoktan dizilmiştİ bile. Beni diğer tutuklulardan ayırdılar ve ikinci katta tuvaletlerin yanında in şaat halindeki hücreye koydular. Hücre , 4 metrekare civarınd a , henüz inşaatı bitmemi ş bir haldeydi. H ücre kapısında bir asker nöbetçi olarak kalmıştı . As kerler, hayvanat bahçesini gezen ziyaretçiler gibi izliyorlardı bizi . Çok geçmeden binbaşı elinde uzunca bir cop ve peşinde on kadar askerle hücrenin kapısında belird i . Binbaşının emri üzerine kollarıma giren askerler, b e n i sürükl eyerek kori dora çıkardılar. Askerler de mevcut koşullara henüz a lışamamıştı . Binbaşı b i r yandan "Aklınızı başınıza a l acaksınız'' diye söylenirken b i r yanda n da elindeki u z u n copu hacaklarıma şiddetle vunıyordu . Copun vücuda temas sırasında yarattığı acı dayanılacak boyutta değildi. Tüm vücudum sarsıl ıyordu . Da rbenin ya rattığı fiziki tahribattan daha öte bir acıydı bu. Çok geçmeele n bu copun elektrikli bir cop olduğunu anladım. Binbaşı dayak atma konusunda a matördü . Copu şiddetli vurmasına rağ men, vururken korktuğu yü zü nden belli oluyordu . On dakika s ü ren dayak uygulamasından sonra , binbaşı beni a skerleri n eline bırakıp uzaklaştı. Aske rlerin tavrı çok sert değildi . Tüm vücudum sızlıyord u . Koliarımdan sürükleyerek tekrar hücreye koydular. Binbaşı, ''Asker, gel buraya" diye nö betçiyi çağırıyordu . An laşılan binbaşının odası bu hücrelere yakın olmalıyd ı . Nöbetçi i k i dakika sonra , binbaşının beni görmek istediğin i bildirdi. Bin-
HALiL GÜVE N 1 1 87
başının makamına geldiğimizde, kapıda " Cezaevi Müdürü " yazısını gördü m . Binbaşının b u cezaevinin müdürü old uğu a nlaşılıyordu . Askerler önüme ve arkama mevzilenmişler, beni ortalarına almı şlardı . Bin başı , sanki az önce dayak atan kendi değilmiş gibi, babaca n bir tavır takın m ıştı . " Oğlum ne diye böyle yapıyorsunuz , hem kendinizi hem ele bizi zor durumda bırakıyorsunuz '' d iye söylev çekmeye başlamıştı. B inba ş ı , kendile rinin asker olduğunu , verilen emirleri yerine getirmekten başka bir şey yap madıkları n ı ,
bu görevi yerin e getirirken herha ngi bir soru n yaşa mak
i stemediğini dile getiriyordu . Hiç çekinmeden binbaşının gözlerin in içine baktım. Binbaşı , omuzları n ı kabarttı ve arkaya doğru yaslandı . Bir bana b i r göğsündeki a rmalarına bakı
�
yordu. Biraz önce bana dayak atan adam, karşımda süt dökmüş kedi gi i gö rünüyordu . Konuşmaya karar verdim . Aykırı bir davranış sergilemediğimi , esas pro vokasyonu askerlerin yarattığını, akabinde gelişen daya k olayının işkence ve zulüm olduğu nu , bu tCı r işkencelerle bizleri baskı a ltına a lamayaca klarını uzun uzadıya anlatıyordum ki binba ş ı , yaptıklarından dolayı özür d i ledi ve beni diğer a rkadaşlarımın ya nına koğuşa götürmeleri emrini verd i . Koğuşa girdiğimde t ü m koğuş etrafıını sarıp n e yapıldığını soruyordu . Ya pılan uygulamayı kısaca anlattım ve benim için ayrılan yatağı dü zeltmeye koyuldum . T ü m ülkenin üzerine bir karabasan gibi çöken 1 2 Eylül , dışarıyı sustur clu ğu gibi cezaevlerindekileri de susturmak istiyordu . Ama bu öyle çok kolay olmayacaktı. Çünkü İ stanbul cezaevlerindeki tutuklular, diğer iliere göre daha örgütlüydü ve bura dakilerin mücadele geleneği daha yüksekti . İ stanbul , si yasi hareketlerin kalbi ve beyniyd i . Binbaşı da Hasdal Cezaevi Müdürü ola rak, mahkumları asker olarak gördüğü için askerler üzerinde kurduğu hiyerarşi ve tahakkümü tutuklular üzerinde de kurmak istiyordu .
Hasdal'da 4 ay Hasdal Cezaevi' nde uzun sl'ı re tutulmayacaktım. 4 ay sonra clavam "An kara-Ana Dava"yla birleştirildiği için Mamak Cezaevi 'ne gönderilmem gere kiyordu . Hasdal'da yattığım 4 aylık süre boyunca , cezaevinde yapılan her direniş eyleminin ardında , binbaşı tarafından " akıllanmaz " sınıfından görüldü ğ ü m için hırpalanıp durclum . A m a binbaşı h e r hırpalamanın a rdından korkudan veya p işmanlığından dolayı her zaman benelen ö z ü r dilecli . Binba şı, ne yar dan ne ele serelen geçiyordu .
1 88 i ZAMA."! ZlNDAN İÇ İNDE
Askerlerden a ldığımız bilgiye göre binbaşı, Kıbrıs savaşı sırasında denge sini kaybetmişt i . Hasda l Cezaevi'nde banyo yoktu . Banyo yapmak için tutuklular toplu ola rak askeri kışianın hamamma götü rülüyord u . Kışla binasıyla cezaevinin arası
600-700 metre civa rındaydı. Tutuklula r, silahlı ve coplu askerler tarafından et rafı kuşatma a ltına almarak hamama götürülürdü . Harnarnda yıkanma süresi ise e n fazla on dakikaydı. Bazen bir ay boyunca hamama götürülmezdik . Tabii ki bu dunımda bit l enmemiz kaçınılmaz olurdu . Ö zellikle Nazım Yılmaz'ın bitten dolayı kaşın ması bizi kahkahalara boğardı. Eli hiç bacak arasından çıkmazdı. Nazım Abi bumunu çekerek öylesine hart hart kaşınırdı ki yüzündeki ekşi ifade hepi ınizi güldürü rdü . Vücuduımızu öylesine bit sarıyordu ki sabah tuvalete gittiğimele külotuımı çıkarıp silkdediğimde suyun yüzü onlarca bitle dolardı. Her gün tuvaletre en a z beş kere silkelemeyi tekrarlamama rağmen, ertesi gün küloturnun yine yüzlerce bit ta rafından sarılelığın ı görürdüm . Nihayet 1 98 1 yılının ocak ayı sonu nda , karlı bir günele benim ve aynı cia va d a n yargılandığım arkadaşlarımın adları sevk için okunduğu nda , bizleri uğurtamak için binbaşı kapıda hazır bekliyordu . Binbaşın ın b izelen kurtulduğuna sevindiği her halinden bel l i oluyord u . Ellerimizi tek tek s ıktı , "Güle güle gidin" diyerek bizi u ğu rladı . Tatlı sert bir a dam olan binbaşı, aslında kötü biri değildi.
Selimiye'nin değişen tutumu ve Mamak duyumu Hasda l Cezaevi' nden hareket eden sevk arac ı , şehir içinde uzun bir yol culuğun ardından Selimiye Askeri Cezaevi'nin önünde durmuştu . Selimiye 'ye gird iğimde ilk tutukluluk günlerini geçircliğim cezaevinden çok farklı olduğu hemen göze çarpıyordu . Daha şimdi elen tüm gözl er üzerimizdeydi. Aksi bir davranış şiddetle cezalandırılıyordu . Bir yılı aşkın bir süredir tutukluydum ve hiçbir yerde böylesine aşağı lanımı görmemişti m . Henüz koğuşa veya hücreye yerleştirmeden bizleri hi zaya sokma k istedikleri anlaşılıyordu ama bizi hizaya sokmak çok ko l ay değildi. Ü st araması, esas duruş gösterme gibi bahanelerle dövülmeye başla mış tık . Ara ımı bölümündeki üsteğmen, " S iz kimsiniz, biz sizi ezdik geçtik, kimin nerede olduğunu a ç ıkça görüyoruz" diyerek bi zleri yıpratmak istiyord u . Tüm baskıl ara rağmen bizleri bir türlü esas du ruşa sokamıyorlardı.
HALIL GÜVEN 1 1 89
Bu uygulamalar devam ederken içeriye giren u z u n boylu bir yü zbaşı , " Bunlar burada geçici . fazla uğraşmayın , ya rın gidecekler" uyarısında bulu nunca , yaptırıml ardan vazgeçerek bizi giriş hücrelerinden üçüncü hücreye yerleştirdi ler. Sevk edil eeeğim Mamak Cezaevi için çok kötü şeyler duyuyordum . Tüm tutuklular fiz iken ve ruhen teslim alınmıştı. Akıl a lm a z yaptırımların uygu lanelığ ına ve tutukluların bu yaptırımların tama mını kabullendiğine bir türlü inanmak iste miyordum .
" C ehennem.im diğer adı Mamak"a yolculuk Yan ta raftaki hücrede idam cezası alan. Kadir Ta ndoğan ve Ahmet Soner kal ıyordu . i damlıkların günleri sayılıyd ı . Hücreler arası konuşmak yasak ol masına rağmen her şeyi göze alarak onların ha l ve hatıri arını sordu k . Nöbetçi askerler konuşmalarım ızı engellemek için elleri nden gelen i yaptılar. Hücreye girdiğimizde , Sultanahmet Cezaevi'nden gelen diğer a rkadaşla rla karşılaştım. On ları seki z aydır görmüyordum. Hasretle birbirimi z i kucakla yarak özlem giderdik Selimiye Cezaevi ' n de çok fazla tutacakların ı sanmıyordum. B üyük ihti malle 2 gün sonra Ankara Mamak Cezaevi'ne sevk gerçekleşecekti . Sultanahmerten gelen arkadaşların anlattıklarına göre Mamak, cehenne min diğer adıyclı . Grup olarak nasıl tavır takınacağım ızı konuşmamız gerekiyordu . Ya her şeye boyun eğecektik ya da di renecektik. Genel eğil i m kayıtsız şartsız d ire ni şten yanayclı. Direniş, hiçbir zaman bana yabancı değildi .
2 gün sonra sevk için hazır olmamız talimatı verilmişti . Sabahın ilk saat lerinde eşyalarımızı hazırladık ve bekle meye başladık . Yüreğim yine bir bi linmeze doğru yol almanın sıkıntısıyla daraldıkça claralıyordu .
ANILAR II
Mamak . . . C ehennemin Diğer Adı
HALi L GÜVEN 1 1 93
illüstrasyon:
Duygu Güven
Aralık ı9 8 0 İ nandığınız doğruların yanlış yorumlandığının farkına varır ve fa rkına var dığınız yanlışları düzeltme şansını da yakalayamazsanız vay halinize! Bir yandan kafanızda şekillenen yorumlar, el iğer yandan da içinel e bu lunduğunuz olumsuz koşullar size rahat yüzü göstermez . Ç aresizlik ve çö zümsü zlük canınızı yakar, yüreğinizi acıtır. Tutsaklığını z , geçip giden zama n , yanlış bildiğiniz doğrular, doğru bildiğiniz yanlışla r sizi a l t ü s t eder. Ç o k zor dur, ora l a rda, o koşu llarda dimdik aya kta kalmak Her yanınızdan kuşatıl mışsınızdır. Size hiçbir çıkış yolu bırakmazlar. Çoğu zaman yaşadığını zın bile farkına va ramazsını z . Sevgi l i Enver Gökçe'nin ç o k güzel ifade ettiği gibi, "Zaman akar, zaman geçer, Zaman zindan içinde" akıp gider. Cunt a ,
12
Eylül sonrası tüm örgütsel davaları, belirli merkezlerde topla
ınaya başladı . Soruşturmamız İ stanbul Sıkıyönetim Savcılığı tarafından ya pıldı
ama
top l u
dava
nedeniyle
Ankara
Sıkıyönetim Mahkemes i ' n d e
yargılanacağız. Tutukl ular i ç i n b i r cezaevinden diğerine sevk , h e r zaman b i r tedirginlik kaynağıdır. Ç ü n k ü bilinmezlik s i z i huzursuz eder. Bilinmezl iğe eklenen olumsuz haberler kaygıyı daha da a rtırır.
1 9 4 i ZA:VL•'.l\1. ZINDAN I Ç I N D E
M a mak Cezaevi'ne sevk , kaygı, tedi rginlik ve huzursuzluğumu artırmışt ı .
12 Eylül'den sonra Ma mak i l e ilgili anlatılanlar, insanın kanını donduracak şeylerdi . " Mamak , cehennemin diğer adı" deniliyordu . E n kısa zamanda biz ler de oraya sevk edilecektik. Bir yıldır cezaevinde yatıyordum . Bu bir yıl boyunca dört cezaevi değiş tirmiştim. Alemdağ, Sel imiye , Bayrampaşa ve HasdaL HasdaLı 1 2 Eylül ' ü n hemen sonrası sevk ed ildim . İ ktidara zorla el koya n cuntac ılar, devrimcileri tutsak a lmakla yetinme miş, onlar üzerinde tahakkü m kurmak için her yola başvurmaya ba şlamıştı . İ stanbul ceza evlerindeki tutuklula rın örgütl ülüğü sayesinele baskı ve şiddeti kısmi olarak p üskürtmü ş , idareyle aramızda bir denge kurmuştuk . Bizim is tediklerimiz olmuyordu ama CLıntacıla rın da isteel ikleri olmuyordu . Cunta dı şarıda
k u rduğu
baskı ,
ta hakküm
ve
hegemonyayı
bizim
ü zerimizele
kurama mıştı . Her yan tel örgülerle, demir kapıla d a çevrilmişti ama beyinler ve ruhla r hala özgürclü . İ darenin baskı ve şiclcletine , akıl almaz oyunlarına rağmen İ stanbu l cezaevlerindeki tutsaklar bir türlü teslim alınamamıştı . Maına k Cezaevi'ndeki uygula maların, Nazilerin temerküz kampla rındaki uygulaına larda n fa rklı olmadığı söyleniyord u . Bu cezaevinde tutsaklar s a d e c e beclenen değil, ruhen de tu tsak alınmıştı . B u , beni çok clüşü ndürü yordtı . Baskı , daya k, i şkence neyse de ruhen teslimiyerin ölümelen de beter ol acağını düşü nüyordum. Fiziken tutsak olabilirelim ama ruhen tutsak a lınıp irademe ipotek konulması, ölümden de beter bir durumclu . Ellerime vurulan kelepçe, ruhuma da vu rulursa yaşayamazdım . R uhum bir kuş gibi özgür ol malıyd ı . Kuşları kafese tıkabilirsiniz ama onların uçma güchilerini yok ede mezsini z . B i r fırsatını bulduklarıncla , ucunda ölüm dahi olsa onları uçma özgürlüğünden a lıkoyamazsınız . Çok küçük yaşlarda yakaladığım bir bıldırcın yavrusunu elek altında bes leyerek b üyütmüştü m . Çocukça bir hevesti benimkisi . B irka ç ay boyunca elek altında beslediğim bıldırcın, kilere giren ::ınnemin dalgınlıkla eleği kal dırdığı bir gün, içindeki özgürl ü k aşkıyla öylesine bir fırlamıştı ki tavana çar para k ölmüştü . Çocuk yaşıma rağmen özgürlüğü uğru na ölüme uçan o kuş , akıl almaz b i r şekilde içimi acıtmışt ı . B ilinçsizce sebep ol duğum bu olay ha fıza ıncla hiç silinmeyecek bir iz bırakmış , özgürlüğün eşsiz değerini o zaman çok daha iyi anlamıştı m . Ellerime , kollarıma zincir vurabilirlereli ama yüre ğime ve beynime asl a .
HALIL GÜVEN 1 1 9 5
Ma mak' a sevk başladı Arkadaşların genel eğilimi, Mamak'taki yaptırırnlara karşı diren mekten ya naydı. Hepimiz için yeni bir süreç başlıyordu . Gecenin geç saatlerine kada r yapmış ol duğumuz sohbetin ardından, tedirgin b i r psikolojiyle yatağa uzan clım. Nöbetç;iler, yatıp yatmaclığımızı kontrol ediyorlardı. Uzun bir süre uy kuya dalmakta zorlandım. Kapıya vuran nöbetçinin gürültüsüyle uyanclığımda , hücrenin tepe nok tasındaki delikten havanın hala aydınlanmadığı görülüyordu . Erkenden uyan clırıldığımıza göre sevk işlemi başlıyordu . Yanılmamıştık . Nöbetçi, sevk için tüm eşyala rımızı hazırlamamızı ve hazır bir halele bek lememizi bildiriyordu . Eşyal a rıınızı hazırlaya rak kapının açılmasını bekle meye başladı k . Yan tarafımızdaki hücrede idam cezasın a m a hkum edilen arkadaşlardan Ahmet Soner ve Kadir Tandoğan'a " hoşça kal" demek için on ları uyandırmak istiyorduk. O kalın duvarlardan sesimizi duyurmak için du varı
yumrukluyorduk
ama
sesimizin
onlar
tarafından
duyulduğunu
sa nmıyorduk. Hücre kapımız açıldığında , nöbetçilerin itirazına aldırmadan, Ahmetterin hücre kapısı na vurarak on ları uyandırmaya çalıştı k . Gürültümüze uyanan idamlık arkadaşla r bizleri kapıda görünce uykulu gözlerle bira z da tedirgin bir yüz ifadesiyle kapıya doğru hızlı adımlarla yaklaştıl ar. Parmaklıkların mü saade ettiği ölçüde , sıcacık yoldaşlık duygularıyla birbirimizin yanaklarından öperek vedalaştık. Veda sırasın da gözyaşia nma hakim olmak için bir hayli zorlandım . i dam cezası almış olmalarına rağmen oldukça metin görünüyor l ardı . İ çimizde derin bir acı ve çaresizlik duygusu vard ı . Onlar g ö z göre göre ölü me gönderiliyordu . Bizleri. gülerek, el saHayarak ve zafer işareti yaparak yolcu ettiler. Bu onlarla son vedaydı. Kısa bir süre sonra her ikisi de idam edilmişti. Her ikisi de yakışıklı, insanın bakmaya kıyamayacağı gencecik birer fidandı . Biz bakmaya kıyamıyorduk ama faşist cellatl ar onlara hiç acımadan kıydılar. Yü reğimiz b unca acıya ancak büyüyen ölkemiz sayesinele cl ayanabiliyorclu . Koridordan itibaren her taraf inzibat erieri tarafından kuşatılmıştı. E lleri mize ve ayaklarımıza zinc irden kelepçe vurmuşlardı . Her birimizin kol una giren iki inzibat erinin nezaretinde otobüse doğru hızla sürüklen iyorduk . B i r an için idam sehpasına götürülüyorum duygusuna kapıldıın . Projek törlerden yansıyan ışıkla ra bakamıyorclum. Gözlerim koyu bir karanl ığa gö m ülmüşt ü . Askerlerin oluşturduğu kordon altında , ellerimiz ve ayaklarıımz
1 96 i ZAMAN' Z I N DA N I Ç I N D E
kelepçeliyken komando erlerinin kollarımıza sıkı sıkı yapışması bir yandan bizleri şa şırtırken , diğer yandan cuntanın korkusunu gözler önüne seriyordu , Aslında idam bizim için de uzak bir ihtimal değild i . Nazım'ın, idamla yar gılandığı d önemde , eşine yazdığı bir mektupta "Bir şalgam gibi kopanmı yarlar kellesini adamın'' diye belirttiği süreç gericle kalmış ve çocuk yaştaki insa nların dahi kafala rını bir şalgam gibi kopantıkları bir dönem başlamıştı . Her an, herhangi bir ma hkemeden aldırdıkları idam kararıyla herhangi biri nin ayağının altına bir tabure koyup boynuna d a bir ip geçirebiliyorlardı . İ çeride , dışarıda , nerede ol u rsa olsu n , kendileri için tehlike gördükleri in sanları hiç sorgusuz sualsiz yok ediyorlardı . Gün geçmiyordu ki bir evde veya sokak ortasında insanla r, şakaklarına veya yüreklerine sıkılan kurşu nlada öldürü lmesin . i şkence tezgahlarında kat lettikl eri insanları, " Ka çmaya çalıştı , camdan atladı veya tatbikat sırasında ka çırılmaya çalışıl dı" tarzında düzmece senaryolada kamuoyuna açıklıyorlard ı . Ü lkenin h e r yanını idam sehpalarıyla donatmışlardı . Cumanın generalleri,
duygusuz, asık ve sevgisiz yüz ifadeleriyle yaptıkları basın açıklama larıyla tüm ülkede terör estiriyordu . Astıkları astı k , kestikleri kestikti . Parlamento kapatılmış, muhalif hiçbir ses kalmamıştı . Korku sadece bedenleri değil, yü rekleri ve beyinleri de teslim a lmıştı. Topl uma dayatılan sefil bir hayat, kor kuyla
kontrol
altına
al ınıyordu .
Korkunun
girdabına
giren
insanlar,
kendilerinden başkasını düşünmediği gibi , ç ıkarları için tüm insani özellik lerini ele yitirmişlerd i . Faşizm, insanları insa ni değerlerinelen tamamen yok sun bir halde çırılçıplak bırakmıştı . Ö l ü m hiçbirimize uzak değildi. Bu duygular içerisinde otobüse adımımı attığımda henüz ortalık aydınla nmamış . yerler alacakaranlığı aydınlatan beya z bir kar örtüsüyle kapla nmıştı . Sabahın ayazı yüzümü yal arke n , aske ri ku şatma yüreğimi clonclurmuştu . Otob üslin tüm koltukları doluydu . Bizim dışımızdakilerin tavır ve davra nışia rına bakılırsa sağ görüşlü oldukları anlaşılıyordu ya da ben öyle hisse cliyorclu m .
Arkaclaşla rımızclan
birisinin
sorusuyla
hislerimin
beni
yanıltmadığını gördüm. Otobüsteki diğer tutuklular MHP dava sı sanıklarıyd ı . Daha şimeliden b i z i otobüs içerisinde sağcılar v e solcular olarak birbirimize karıştırmışlardı . Eğer 12 Eylül
öncesi böyle bir şeyi yapmaya
kalksalard ı belki
de otobüsü n içerisinde cinayet ç ıkardı . Ne onlar ne de biz aynı otobüs içe risinde yolc u l uk yapardık . Otobüs içerisindeki görevli askerler, konuşma m amı z ve sessiz olmamız kon usunda uyarıl a r yapıyord u . Ortalık aydınlanmış , askeri araca eskortluk yapan trafik polislerinin a r-
HALil. GÜVEN i 1 97
kasından yola koyulmuştu k . İ stanbul , gelinliğini giymiş genç bir kız g i b i beya z b i r kar örtüsüyle kaplanmıştı . Belirsizliğin yarattığı iç sıkıntısına rağ men karın beyazlığı ve İ stanbul şehrinin b üyüleyici güzelliği içimi ısıtıyordu . Tüm tutukluların , korku lu bir bekleyiş i çerisinde olduğu yüz ifadelerinden anlaşılabiliyordu . Tabii ki ben de korkuyorclum . Mamak ile ilgili a nlatılanları biliyordu m ama n eyle karşılaşacağım henüz belli d eğildi .
Hayat şimdiki zamanda İ stanbul"un üzerine çöken kara bulutlar, bir ka rabasan gibi şehrin her ya nını abluka altına a lmıştı . Sabahın uyku mahmuduğu üzerinde olan insanlar, telaşla bir yere yerişebi lmek için koşturup duruyorlardı . Oldum olası İ stan bul ' u n bu tela şını sevmezdim. Ne yazık ki insanlar, geçmişe takılı yaşamak tan veya
gelecek endişesi
ile
b u günlerini telaş
içerisi nde
e l lerinden
kaçırıyorl ardı . Oysa h ayat, ne geçmişte ne ele gelecekteydi . H ayat şimdiki zamanda yaşanıyordu . Yarının ne olacağı veya ne getireceği şimeliden bili nemezdi ki ! İ çimdeki korkuyla kafam karmakarışıktı . D ışarıda olanları pek algılaya mıyor, sadece bakmakla yetiniyordum . Mideme sapia nan sanemın acısıyla tüm vücuclum taş gibi kasılmıştı . Başım a ğrıyor, yüreğim sersem sersem çar pıyor, ayaklarım tir tir titriyordu . İ çinde bulunduğum ruh hali, tüm organla rımın dengesini a lt üst etmişt i . İ stanbul il sınırları çoktan geride kalmış , B o l u Dağları'nın zirvesine doğru tırmanıyorduk. Ö zgü rlüğün simgesi gibi yükselen dağların aras ında tutsak olarak, ell eri kelepçeli seyahat etmek çok zord u . Bolu Dağ Komando Kışiası'nda öğle yemeğinin ardında n tekrar yol a ko yulmuştuk. Ö zellikle kışladaki askerler, bizlere uzaydan gelmiş acayip va r lıklarmış gibi bakıyord u . Akşam saatleri ne doğru , Ankara i l sınırlanndan geçerek Mamak Kışiası önünde park eden otobü s , kışianın niza miye kapısında kısa bir süre bekle tildikten sonra içeriye doğru bir kuş gibi süzülerek , askeri bir aracın kıla vuzluğunda yoluna devam etti . Nizamiyeden girdikten sonra tüm tutukluları sa ran korku , yüzlerindeki ifadeyi donuklaştırmış , gözleri açık ka lmış bir ölü gibi sabi t bir noktaya diki lmişti . Belirsizlik, b u kork uyu daha da artırmıştı. Otobüslin i çerisinde ölüm sessizliği hakimdi . B ulunduğumuz noktada g ü neş ışıoları hükmünü kaybetmişti ama Hüseyin Gazi D a ğ ı ' nın bazı tepelerine belli belirsiz de olsa ışığını saçıyorclu . Kış ayla rında güneş ışığı zaten bu kadar ol urdu .
198 i ZAMAN ZiNDAN I Ç I N D E
Sessizliğ i n bu kada rı dahi insanı korkutmaya yetiyordu . Otobüslin içeri sinde eliiye yakın tutuklunun nefes alıp vermeleri dışında hiçbir ses duyul maz olmuştu . Belki de hassas bir kulak, korku ve heyecanla atan kalp atışla rının sesini duyabilirdi. Askeri araç, kaplumbağa hızıyla hareket ederken, araç içerisindeki s ubay, a rdından gelen otobüsü göz ucuyla kontrol ediyord u . Kışla içerisinde kısa b i r yolculuğun ardından otobüse eskortluk yapan as keri a raç, tek katlı bir bina nın ön ünde hızını keserek ani bir fren le durdu . Et rafta sarıyla kırmızı karışımı bir toz buluru yü kseliyordu . Aracı kullanan askeri şoför, çevik bir ha reketle Jeep'ten atladı. Hızla sağa geçerek kom utanının ka pısını açtı . Komutan indiğinde , otobüs de onun hemen arkasında durmuştu .
Korku terörü başlıyor Binanın önünden başlayarak , tüm çevre iki sıra halinele dizilen er ve er başlar tarafından kuşatılmış olması n a rağmen hala binanın kapısında koşa r adım a skerler çıkmaya devam e d iyordu . Askerlerin bu halini görenler, onla rın meydan muharebesine gittiğini sanırdı .
A Blok ya zılı kapıdan fırlayan eli coplu ve kalaslı askerlerin korkun ç gö rüntüsü insanın kanını clondu ruyord u . Ellerincieki copları rastgele sallıyor, avazları çıktığı kadar bağırı yorlard ı . Başlangıçta ne dedikleri çok fazla a nla şılamıyordu . Başlarındaki tim komutanının em riyle yürüyüş kolunda toplanan e rler, "Rahat", ·'Hazır ol", " Uygun adım marş " komutu nun ardında n , yürüyüş ka rarları14 sayarak otob üsün etrafında yırtıcı bir kuş gibi clönüyorla rdı. Ayakla rını yere öylesine sert vurı.ıyorlardı ki her taraf toz bulutı.ı içinde kal mıştı. Açık havada olmalarına rağmen sesleri yeri göğü inletiyorclu . Görü ntü hem korkun ç hem de ç irkincli . Askerler, tane tane gırtlaklarını yırta rcasına haykı rıyorla rdı: "Vatan . . . sana . . . canım . . . feda, Va tan . . . sana . . . canım feda , Her . . . Türk . . . asker. . . doğar, H. er . . . Türk . . . asker. . . doğar,
Türk . . . öğün . . . çalış . . . güven" gibi yürüyüş kararlarının a rdında n , Çanakkale Marşı' n ı çığlık çığlığa büyük bir şevkle söylüyorlardı. Yüz ifadelerinden
H.
Askerlerin eğitim sırasında ayaklarını yere vurarak sayı saymaları veya bi rtakım nıa r�lar eşliğinde adım atınaları
HALiL GÜVEN 1 ] 99
anlaşıldığı kadarıyla bize ka rşı müthiş öfkeli ve kızgındılar. Bizleri savaşıl ması ve ezilmesi gereken "vatan hainleri'' olarak gördükleri, bakışlarındaki öf keden okunabiliyord u . Zaten cunta l ideri , kamuoyuna yaptığı açıklamayla bizleri çoktan "vatan haini" ilan etmişti . Çoğu tutukluyu şimel iden sara has taları gibi bir titreme nöbeti sarmıştı . "Kıtt-aa dur" komutunun ardından tek bir rap sesiyle duran askerler, ele likten çıkacak fareleri bekleyen kediler gibi otob üs i çerisindeki tutukluların inmesini dört gözle bekliyordu . Askerlerin her biri, avını kaçamayacağı bir köşeye sıkıştırmış yırtıcı bir kaplan gibi her an saldırmaya hazırd ı . Bazıları coplarını rastgele sağa sola sallıyor, bazıları da çıldırmış gibi elişlerini sıkarak bırsını almak için kendi ellerine vuruyordu . Bazı askerlerin keskin bakışları , aramızdaki cama rağmen yüreğime bir ok gibi sapta nmıştı . Manalı bakışlar, sıkılan dişler, tehdit dolu kafa ve el sallamala rı , " biraz sonra görüşürü z " ifa desini çağrıştırıyorclu . Bu görü ntüterin tutuklular üzerinde yarattığı ruhsal tahribat oldukça büyüktü . Otobüslin kapısı açıldığında i çeriye giren tim komutanı , kendinden emin bir şekilde talimatlarını sıralıyordu . Ortama sessizlik hakimciL Tutuklular, söy lenenleri pür dikkat dinliyordu . Tutukluların gözlerindeki korku ve yü zle rindeki çaresizlik ifadesi yürek parçalayıc ıydı . İ nsan yüreği çelik zırhla mı kaplıydı ki bu acıya dayanabiliyordu? Tim komutanı olan çavuş, otobüsten sırayla inilmesini , indikten sonra tek sıra halinde yürüyüş koluna geçilmesini , hiç kimsenin sağa sola bakmama sını, kimsenin kimseyle konuşmamasını, emir komutsuz ha reket edilmeme sini, bu söyleel iklerinin aniaşılıp a niaşılmadığını sorcluğunda, hep bir ağızda n ''Anla şıldı komutanım" diye yüksek sesle cevap verilmesini bağırara k anla tırken terör estirmeye başlamıştı . Komutan , emirlerinin aniaşılıp anlaşılınadığından ziyade, yeni gelenlerin üzerinde nasıl bir etki bıraktığını anlamak ve sınamak i çin "Anlaşıldı ını ulan" diye tekrar ava zı ç ıktığı kadar bağırıyordu . Otobüsün içinde çok cılız bir şekil de "Anlaşıldı komutanım" sesi çıktı . Tim komuta nı, " Bu ne biçim anlaşıldı ulan" diye öndeki tutukluları şiddetle tokatlıyordu. Hiç vakit kaybetmeden "Anlaşıldı mı u lan" tekrannın bu seferki cevabı bir önceki komutun cevabından çok daha -y·üksek çıkmıştı . İ şin cid diyetini anlayan tutuklular, b u kez seslerini oldukça yükseltmişlerdi . Tim ko mutanı bu cevaptan memnun kalmış olmalı ki tokat atmayı bırakıp , hızla otobüsün boşaltılmasını emrederek b asamaklardan aşağı adımını atarken, omu zları kasık bir halel e dünyayı ben yarattım havasınclaydı .
200 i ZAMAN Z I NDAN İ Ç İ N D E
Ö lüm, b izim i�in kurtuluş Tek sıra halinde otobüsten inen tutukluların ayakları isteksizce hareket ediyor, sanki ayakları vücutlarını taşımıyormuş gibi toprağa sürünüyor, bu sürtünmenin etkisiyle etrafı sarımtıra k bir toz bul utu kaplıyordu . Göz gözü görmez olmuştu . Otobüsten a dımı nı dışarı atan tutukluların etrafını sa ran as kerl er, yüzl erine yansıyan kin ve n e fretle acımasızca vuruyorlard ı . Asker na raları n a karışan " Oyy", ''Off", '' Ö ldüm " , " Kolum kırıldı" diyen tutuklu feryadı' ve iniirileri ortalığı ka plamıştı. Çoğu askerin ne dediği dahi anlaşılmıyordu . Her tutuklunun başında bu lunan en az üç dört a sker, tutukluların bacaklarına , kolla rına , popolarına , sırtiarına öyl esine aba n arak vuruyordu ki insan ç ığlıkları birbirine karışınca ortaya çıkan ses insanı çıldırtacak bir şekilde kulakları tırmalıyordu . Korkuyla bezenmiş, çaresizliğin teslim a ldığı insanların can a cısıyla çı kardığı feryatlar dayanı l acak boyutta d eğildi. Yüreğim sızım sızım sızlarken etl erim diken diken olmuştu . Bu durumda ölüm , bizim için bir " kurtuluştu" ama insan istediği zaman ölemiyordu ki! Bazı askerl er, copla vurmaktan yorulmuş , coplarını kılıf'ına sokmuş, bu kez de yumrukları ve tekmeleriyle vuruyordu . Askerler, tutuklular üzerinde boks çal ışması yapıyormu ş gibi yumruklarını sallıyor, ell erinin yonıkiu ğu yerde bu kez de borlarının uçla rıyla diz kapaklarıınızı tekmeliyorlardı. Çoğu tutuklu yere yıkılmıştı bil e . Yere yıkıl anları coplayarak ayağa kalkmaları
ve
esas duruşa geçmelerini istiyorlardı . Bu dayak uygulaması, A Blok'un giriş kapısı önünde aralıksız olarak bir saat kadar sürdü . Tutukluların ağzı bu rnu ka n içerisinde kalmış , gözlerinden s üzülen yaşlar, ağızlarından , burunla rında n sızan kaniara karışara k , beya z giyenierin önlerini kızıla yakın bir renge boyamıştı . Kan ve gözya şı askerle rin iştahını bir hayli kaba rtmış , hınçlarını a lmanın rehavetiyle oldukça raha t lamışla rdı . Tutuklul a r dayak yemekten, askerler ise dayak atmaktan bitkin düşmüş lereli ama tim komutanı ısrarla "eği time devam" komutunu veriyordu .
Rütbeliler karşılama dayağını izliyor İ dare binasındaki rütbelilerin gözlemlerin i büyük bir keyifle s ürdürdüğü , yüzlerindeki küçümseyici ve aşağılayıcı ifadeden anlaşılabiliyord u . Görü nüşleri Nazi subaylarından farksızdı . Apoletlerinin kabarttığı omuzlarını daha da kaba rtarak sanki bize kazanan taraf olduklarını a nımsatıyorla rd ı . Sözde onlar kazanmış , biz kaybetmiştik . Komutanların gözetlemesinin farkında olan
HALi L. GÜVEN 1 201
askerler, verilen görevi l ayıkıyla yerine getirmek için adeta birbirleriyle yarı şıyorlard ı . Büyük bir " a ferin" almayı hak ediyordu bu askerler. Hiçbir fırsatı gözden ka çırmıyorlar, en usturuplu şekilde vurmak için fırsat kolluyorl a rd ı . Tek sıra halinde dizilen tutukluları emir komutasına a l a n tim komutanı, "Rahat, hazır ol, uygun adım marş " komutunu vererek eğitim yaptırmaya baş lamıştı. Askeri eğitim konusunda hiçbir tecd.ibesi olmayan tutuklula r, birbir lerine ayak uydurmakta bir hayli zorlanıyorlardı . Aslında askerleri n , " düzeni sağlama " veya "öğretmek" diye bir dertleri yoktu . Birbirlerine ayak uydura mayan tutuklular, öndekinin topuğuna basarak sendelemesine veya düşme sine neden oluyordu . Birbirine uyum sağlayamayan ayakların ç ıkardığı karışık sesler, komando erlerini çıldırtmıştı. Yi."ı rüyüş kolunda beğenmedik lerini seçerek coplamaya , yumruklamaya başlamaları , diğerlerinin daha dik katli
davran maya
yöneltiyordu
a ma
istedi kleri
düzeni
bir
tü rlü
sağlayamıyorlardı . Kargaşadan kimi n ne yaptığı belli değildi . Yeni gelenlerin üzerinde baskı ve tahakküm k u rabilmek için gerekli olan yıldırma ve yıp ratma operasyonu tüm hızıyla sürüyordu . Çocukl uğumdan bu yana , gördüğüm haksızlıklara karşı her zaman isyan ettim. "As i " bir çocuktum. Asiliğimin bedeli ağır olsa da çektiğim acılar ca nımı a cıtsa da isyan sonrası duyduğum iç huz u r beni mutl u ediyordu . Acı çekmek pahasına da olsa, ben içsel h uzuru tercih ediyordum . İ nsan tercihlerine göre ya şardı . Benim tercihim d e bu baskı v e zu lme ka rşı isyanda n yanaydı. Aklımın deği l . yüreğimin sesini dinl e mek ve bedeli ne olursa olsun haksızlığa karşı çıkmak, insan olmamın gereğiycli. Tahak kü mü kabul eelerek huzursuz ve mutsuz ya şaınaktansa , içsel dünyamın fır tına larında boğu lınaktansa , a c ıya katlanma k , baskı ve tahakküme karşı direnınek gerekiyordu . Eğer onların istedikleri her şeyi yerine getirirsem, hu zursuz ve mutsuz olacak ve gelecekte bunun hesabını kendime vereıneye cektim. Bu koşullarda aklıma hep , "Dirend i , direndi teslim olmadı , Faşizmin boynunu bü ktü Bolşevi k . Yürüdü , yürüyor dağlara çıktı i syan ateşini yaktı Bolşevik." clizelerP5 geliyord u .
15.
Adını bilmediğim a m a direnişlerde söylenen b i r marştı.
202 1 ZAMAN Z INDAN I Ç i N D E
Korkuyorum ama talimatiara uyamam Korku ve tedirginliğime rağmen otobüsten adımımı dışarı attıktan sonra verilen talimatların hiçbirini dikkate a l madım. Askerler büyük bir şaşkınlık içerisindeydi . Umursamaz bir tavır takınma m , onlarca askerin şiddetinin benim üzerimde odaktanmasına neden olmuştu . D iğer tutukluların b irkaç tane dayakçısı varken, benim dayakçı larımın sayısı bir hayli artmışt ı . Askerler gruplar halinde, " mahallenin delisi'' g i b i b e n i elden e l e dolaştı ra ra k uygulayab ilecekleri azami şiddeti üzerimde uygul uyorlard ı . Bir taraftan döverken bir ta raftan da emir ve komutlarına uymamı istiyorlardı. Ben ise on ların emir ve komutlarını duymazlıktan geliyordum . İ şte bu tavrım a skerleri çıldırtıyordu . Başlangıçta , benim sağır veya konuşma özürlü olduğumu san ıyorlard ı . Adımı , soyadımı, siyasi görüşümü sorduklarında verdiğim cevapla özürlü ol madığımı anlayınca dayağın şiddetini iyice artırmaya başladılar. Daha önce leri böyle bir tavırla karşılaşmayan askerler, kendil erine ters gelen b u clavranışa p e k b i r anlam veremiyorla rclı . B u gibi yerlerde d ikkat çekmek, başkalarına yapılan eziyetin on kat daha fa zlasına tabi olmak clemekti . D övmek dışında başka bir emir a lmadıklan için benim tavnmı başlan gıçta çok fa zla da önemsemiyorlardı. Yine de onların dikkatinin üzerimde yo ğunlaşmasına neden olmuştu m . Karşılama dayağına ara verilmiş, ü s t b a ş v e eşya a ramasına geçilmişt i . Eş ya lan toprak zemine boşaltmışlar, coplada rastgele karı ştırmaya başla mış lard ı . Uzun bir arama i ş leminden sonra , tek sıra h a linde "A Blok'' yazan kapıdan içeriye a lınmıştık .
"Emir kulları" Kapının giriş kısmı yakınında bulunan kafesl e kantin arasındaki boş ala nın duvar kenarlarına tek sıra halinde dizilip, " Rahat", "Hazır ol"', ·' Geriye dön" komutunun ardından ''Yere çök" komutu gelmişti . Bunca dayaktan ve psiko loj i k tahribattan sonra yere çökmek oldukça rahatlatıcıyd ı . Duvara bakmak. askerin yüzüne b akmakta n dah a anlamlıyd ı . Yaşayan bir varlığın yüzündeki cansızlığı ve duygusuzluğu , öfke ve nefreti seyretmektense, duvarla r üzerin deki pürüzleri , dalgaları veya sinek pisliklerini seyretmek da ha güzeldi. Bu askerlerin yüzl erinde hiçbir insani özellik yoktu . Sözde bunlar '·emir kulları "ydı la r. Halbuki " emir kulu " olmaları, onların '· insan olma " özelliğini or tadan kaldı rmamalıyd ı . Aslında bizlere uyguladıkları baskı ve işkenceden, emri verenler kadar bu emirleri yerine getirenler de sorumluydu . Eğer bir gün
HALIL GÜVEN 1 203
yapılan işkencelerin hesabı verilecekse , sadece bu işkenceye karar ve renle rin değil, bu işkenceleri uygulayanların da hesap vermesi gerekiyordu . Bu iş kencelere emir verenler ve uygulayanlar, '· devlet görevlisi" veya " emir kulu " olmanın ·' meşruiyeti'' ile hareket etmemel iydiler. Hiçbir kötü lüğün mazereti ol mamalıydı . i şkence , bir insanlık suçuydu . Her şeyden evve l , bu insanlık suçunu işle menin bedelini ödemeliydiler. Bana göre , işkence emrini verenle b u emri uygulayanlar arasında nitelik olarak hi çbir fark yoktu . İ nsanlığa zulüm eden tiranlar, egemenliklerini kendine itaat eden tebaasından ve bunların içeri sinden seçtiği zalimler vasıtasıyla kuruyordu . Egemenli k tek yön l ü bir olgu değildir. Tiranın zoruna karşı, tebaanın rızası vardır. Hitler faşizminin başa rısının ardından yata n gerçek, tüm toplum üyelerinin görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmesinden kaynaklanmıyor muydu? B i r katl i amın e mrini alan da bu emri veren de bu emri yerine geti ren de aynı derecede suçluyd u . Cellat idam sehpasının sanda lyesini tekmel emezse, mahkum idam ed ilebi l i r mi? Kurşuna dizilen insana silahı doğrultacak v e tetiği çekecek birisi olmazsa, o infa z gerçekleştirilebilir mi?
Baskı ve tahakküm boşa çıkmalı Aslında çok ·'cesur" görünen bu zalimlerin karşısında direndiğiniz zaman, onların birer zavallı ve korkak olduğunun farkına varıyorcl u nuz . Sizin ü zeri nizde egemenlik kuramadıkları zama n , korkularıyla baş başa kalıyorlar ve ne yapacakların ı şaşırıyorlardı . Bu korkak ve zavallıların baskı ve tahakkümünü kırmanın ve boşa çıkarmanın yolu di renmekten geçiyordu . Başımızda duran nöbetçiler, kendilerine öğretilen komutları, bir papağan gibi yüksek sesle tekrarlamaya başlamışlardı . "Gülmek, konuşmak, sağa sola bakmak, emir komutsuz hareket etmek yassak , anlaşıldı mı ulan" diye haykıran askerin sesinin ardından. tutuklu grubundan "Anlaşıldı komutanım" diye zayıf bir ses çıkmışt ı . Bu sesi beğen meyen veya kendisini idare odasından gözetleyen komutanının gözüne gir rnek isteyen asker, " Kalk", "Geriye dön" komutuyla gürlüyordu . Nöbetçi , "Bu ne biçim ses ulan, burayı inleteceksiniz, yoksa ben sizi in letirim" diye elindeki copu rastgele sallıyordu . "Anlaşıldı mı ulan" talimatının ard ından gelen sesi beğenmeyen nöbetçi, " Uzatın ellerinizi" d iye bağırarak dayak atma pozisyonuna geçmişti . Eliiye yakın tutuklu grubunun e l leri yere paralel bir şekilde uzanmış , korku ve tedirginl ikle ellerine inecek cop darbelerini bekliyorlardı . D iğer nö betçi de arkada şına ya rdım etmek i ç i n gelmi şti .
204 i ZMIA."' ZiNDAN I Ç I N D E
Her iki asker d e eli kolu bağlı, esaret a ltındaki tutuklular karşısında ne kadar da " cesur'· ol duklarını göstermek için bağırarak terör estiriyorlardı . Tutukl uların çoğu titreme nöbetine tutulmuştu . Nöbetçiler, " Neden doğru düri.ist bağırmıyorsunuz ulan" d iye haykırıyor, . bi.'ıyük bir usta l ı kla k ullandıkları copu var güçleriyle korkulu gözlerle ken dileri n e bakan insa nların titreyen ellerinin içerisine indiriyorlard ı . O flayan puflaya n , "Ellerim kırıldı'· d iye çığlık atanların haddi hesabı yoktu . Askerle rin yaptıklarından keyif a ldıkl ar ı, gülümsemelerinden belli ol uyord u . Acı çeken insanın yüzündeki i fadeleri dahi alaya a l a n bu zavallılara, hem öfke hem de acıyarak bakıyordum .
"Komutanın yüzüne bakmak yasak, bilmiyo r musun?" Nöbetçi , tam karşımda bana vurma pozisyonundaydı. Gözlerinin içerisine doğru anlamlı ve küçümseyerek bakıyordum. Bakışlarımı beğenmeyen asker, bir anda ç ılgına d öndü . " Komutanının yüzü ne bakmanın yasa k olduğunu bilmiyor musun? Du va rla tavanın kesiştiği noktaya bakacaksın ulan" diyere k , olanca gücüyle el lerime abanıyordu . GözLerimi gözlerinin içinden ayırmayacaktım ki belki insan olduğunun farkına varırdı. Askere inat onun dediği kiriş noktasına bak mıyorclum. Ellerime onlarca cop vuran nöbetçi , " Geç yerine " diyerek copuyla karnımdan itekleyip beni duvara yanaştırmıştı . B i r an için içimden elindeki copu çekerek a lmayı geçirel im ama bunu yapma cesaretini gösteremedim. Sadece "Ne oluyor ya " diye homurclandım. Bu hamurtu nun bedelini de ağır bir şekilde kollarıma ve bacaklarıma vuru lan cop darbeleriyle ödedirn .
"Tuvalete gidebilir miyim komutanım?" demeyecegim D ayak atma işl emini bitiren nöbetçil er, tekra r " Geriye dön", " Çök' komu tunu vererek yemek ve tuvaJet ihtiyacı için izin vermişlerdi. Tuvalete gidenl er, kısa künye ya pacak ve avazı ç ıktığı kadar bağırarak, "Tuvalete gidebilir miyim komutanım" diye izin isteyeceklerdi . Atılan dayak çok zoruma gitm iyorclu ama tuvalete gitmek için tekmil vererek ''Komutanım" demek içimelen gelmiyordu . Tuvaler ihtiya cım her geçen an artıyor, sıkışıklığını dayanılmaz bir hal alı yordu . Ö ylesine sıkıştım ki her an altıma kaçıra b ilirdim. Gerekirse a ltıma ka çıra c a k ama nöbetçiden izin istemeyecektim . Yanımdakilerden birisinin tuvalet i z n i istemesiyle onun a rkasından ben ele
HALIL GÜVEN 1 205
tuvalete gitmek için ayaklandım . Tuvalete gidecekleri beşerli sıralar halinde diziyorlar, " Rahat", " Hazır ol", " Uygun adım marş'' diye komut vererek götü rüyorlardı . Verilen komutları hiç dikkate almadım. Ö nümdeki tutukluyu takip ed erek tuvalete doğru yürüyordum. Nöbetçi "Ne biçim yürüyorsun ulan·· diyerek, batunun uçlarıyla aya k bi leklerimi tekmelemeye başladı. Ayak bileğimin korkunç acısıyla kıvı·anarak yere yuvarlandım. Ö nümdeki ve arkamdal<i arkadaşlar, kollanından tutarak beni ayağa kaldırdılar. Nöbetçi, bu kez de olanca gücüyle kaba etl erime vurmaya başlamıştı . Tu valetle kafes boşluğunun arası çok uzak olmadığı için bu dayak faaliyeti çok uzun sürmedi. Tuvaler çıkışında bizi bekleyen diğer nöbetçi beni a rkadaşlardan ayı rarak yüzüm duvara dönü k olarak beklememi emred iyordu . Ayakta durmakta bir hayli zorlanıyordum . Saldırı her an gelebilirdi. Arka m dönük olmama ra ğmen bana yaklaşan askerin ayak seslerini duyabiliyor dum . Saldırıyı beklemek , saldırıya uğramaktan daha yıpratıcıydı. Bir an önce saldırnıalarını istiyordu m . Askerin nefesi en semdeyd i . İ çimdeki ses " Hadi bekleme ve sa ldır'' diyordu ama o bir türlü saldırmıyorcl u . Gelip geçenler bana dikkatle bakıyordu . Ensesinde kurdun n efesini hisseden koyu n dan beter bir halcleydi m . Koyun kaçınılmaz sona , ölüme mahkum olsa da en azından çırpınmak, kaçmak gibi refleks gösteriyordu . Ben ise hiçbir refleks göstermeclen , gelecek saldırıyı bekliyordu m . Diğer nöbetçi, kafestekilerle uğraşıyord u . Sağdan solda n marş sesleri ge liyordu . Arkamda duran nöbetç i , diğer nöbetçiyi ele bizim yanımıza gelmesi için uyarıyord u . Birbi rleri ne d a h i a dlarıyla hitap etmiyorlar, ''Hey nöbetçi , g e l l a n buraya •· d iye sesleniyorlard ı . İ ki asker ele şu an bana saldırmak için arkamda hazırdı. Geriye dönüp, " Kahrolsun işkence " diye haykırmak istiyordum ama bu gücü kendimele bulamıyorclum . Son nefesini veren bir canlı gibi boğazınıdan çıkan hırıltılı ''Yeter'' sesi n öbetçil eri harekete geçirmeye yetmişti . Askerlerelen bir tanesi çevik bir hareketle boynumu kavraclı ve kafamı koltuğunun arasına yerleştirdi . Nefes almakta dahi zorlanıyordum . " Eğil ulan" diye bağırıyor v e kafamı aşağı doğru bastırarak b e n i domalt maya çalışıyordu . Uygun pozisyona geçen d iğer askerse büyük bir hınçla vücudumun alt kısımla rını coplamaya başlamıştı . Hazırlıklı olmama karşın popomcla ve baldıriarımda patlayan cop darbe l eri beni oldukça sarsmıştı . Ö zellikle baldırianma aldığım cop darbelerinin
206 i ZAMAN ZlNDA.t>i t Ç l i'< D E
acısı, bıçak sızısında n farksızdı . Artık ayak bileklerim beni taşıyamaz hale gelmişti . Ancak kafaını kolruğunun altında tutan askerin desteğiyl e ayakta du rabiliyordum. Ne kadar bir süre geçtiğinin farkında bile değildim. Askerlerin bir hayli yoru l duğu n u , nefes alıp vermelerinden ve copların şiddetinin azalmasından anlayabiliyordum. Nihayet cop darbeleri azalmaya başladı ve kafaını tutan as kerin kol larını açınasıyla birlikte boylu boyunca beton zemine yuvarla ndım . Bu defa da ''Ayağa kalk u lan" diye coplanıyordum . Ayağa kalkacak ne halim n e de isteğim vardı . Diğer tutuklulardan seçtikleri iki arkadaşın yardımıyla beni eski yeriıne ulaştırdıklarıncla saat akşam dokuza gel iyordu . İ ç aksaklıklarından veya keyfi bir durumda n dolayı hala bize akşam ye meği vermemişlerdi . Artık bu saatten sonra da yemek ve receklerini sanmı yordum . N öbetçi , akşam yemeği gel meyeceğini, k:ıntinclen yiyecek siparişi için bir liste hazırlanması talimatı vermişt i . Bizden bir kişi sessizce listeyi ha zırlayıp kanıinciye uzattığında saat sekize yaklaşıyordu . K.antinclen yiyecekler gelmiş, herkese clağıtılmıştı . Saba htan bu yana aç ol mama karş ı n , içimden hiçbir şey yemek gelmiyorclu . Ağzıma attığım bir tane bisküvi, iştahsızlıktan ağzımda çoğaldıkça çağal ıyordu ama bir türlü yuta mıyorclum .
Neden direnmiyorduk? Tutsaklık. Darbeciler. bizleri yok eelilmes i gereke n ·'vatan hainleri" ola rak görüyordu . Baskı ve işkencey l e yok edeceklerdi . Ancak bu yöntemlerle ik tidarlarını koruya biliyorla rclı . Dayak uygu lamasını artık yaclırgaınıyordu m ama onların karşısında sus mak, bunca z u lme sessiz kalmak, baskı ve tahakkümü kabullenmek içimi acıtıyor, canımı ya kıyordu . Neden bu kadar çaresizclik? Uygu l adıklan şiddeti ve zoru üzerimizde bir iktidar aracı olarak kullanmaları , her isteeliklerini yaptırmala rı insanlık onu nımu zedeliyordu . Bir hiç haline geldiğimi hissecliyordum . l-Iaydar ile g ö z göze geldiğimde , bakıştarımın ürkütücülüğü nü a nlamış olmalı ki koğuşlara gidene kadar sabretmemizi , bireysel tavrın çok bir şey ka zanclırm ayacağını, koğuşlara yerl eşin ce ne ya pılması gerektiğine kolektif bir şekilde karar vermemizin daha doğru olacağını kulağıma fısıldamıştı, ama ben yine de alabildiğine raha tsızclıın . Kolektif karar güzel , ama n e zaman? " İ s tanb u l 'dan gelirken ele direneceği z diye kolektif karar aldık ama şimelielen teslim ol duk" diye söylenclim. Diğer arkadaşlar da " Sabret bakalım ne olacak" diye fısılclıyordu .
HALİL GÜVEN ı 207
Sabretmek ama nereye kadar? E lbette ben de korkuyordum ama korkuya rağmen doğru olanı yapmak istiyordum . İ çimdeki bir ses " Doğru olan, bu zulme karşı direnmektir" diyordu . Kendi kendime soruyordum . Neydi doğru olan? Halk üzerinde kurdukları baskı, sömürü yetmiyormuş gibi, ordu vasıtasıyla açık faşist bir rej ime geç m eleri, parlamentoyu kapatmaları, kazanılmış demokratik hakları askıya al maları, tüm devlet kurumlarını işkencenin bir üssü haline geti rme leri mi yoksa eşitsizlikleri ortadan kaldırmak , sınıfsız, savaşsız, sınırsız, eşit ve özgür bir dünya kurmak için mücadele etmek mi? Tabii ki biz doğruyduk! Biz buralara hasbelkader gelmemiştik. i nandığı mız dünya görüşüne göre nerede olursak olalım, uğruna mücadele ettiğimiz değer ve ilkelere uygun davranmalıydık . İ nsan olmamızın gereği , haksızlık lara, adaletsizliklere karşı olmalıydı k ki yenilgimizi yengiye çevirebilelim. Yoksa sadece yen i lmekle kalma z , tarihin uzun bir döneminde yok olur gi derdik . Zaten cuntanın yapmak istediği de buydu . Ö yleyse onlara inat, ha yatın bütü n alanlarında clirenmek gerekti . Bence doğru olan buydu : Direnmek.
Devrimci koğuşlarından ırkp marş sesleri Sa nki çıplak ayakla , kızgın bir sacın üzerinde duruyordum . Canım acı yordu ama bu acı dayaktan değil , çaresizlikten, bir şey yapamamaktan, tesli miyetten , tahakkümden, insa nlık onurumu zun aya klar a ltına alınmasındandı. İ stanbul ceza evlerinde yanımıza dahi yaklaştırmadığımız bu askerler kar şısında sus pus olım.ış, onların bizi istedikleri şekilde hırpalamala rına , haka ret etmelerine seyirci kalmıştık Bu duruma katlanmak, benim için ölü melen daha beterdi . Bedenimizi , kimliğimizi ve kişiliğimizi, her şeyimizi ama her şe yimizi bu kan emicilere teslim etmiştik . O an i ç i n ya şayıp yaşamacl ığımın bi lincinde bile değildim. Yaşamak her şeye rağmen güzeldi ama bu kadar alçaltıcı bir ortamda utanç vericiydi. Sanki beynim durmuş , vücudum kendime a it değilmiş gibi kendini kumanda etme özel l iğini kaybetmişti . Koğuşlardan, çığlık çığlığa söylenen ırkçılıkla bezen miş marş sesleri geliyordu . " Olamaz . . . " diyordum , " mümkün değil , bu marşları söyleyenler d evrimci tutuklul a r olamaz'·. Bizim ps ikoloj imizi bozmak için bu marşla rı askerlere söyletiyorlar ve bize de yıpratmak için dinletiyorl a r düşüncesindeydim. Bu düşünceler kafa mda uçuşurken , nöbetçi , "Kalk", "Geriye dön" komutu verdi . Herkes aya ğa kalkıyor ve çoğu tutuklu verilen talimat gereği duvarla
208 i ZA1vL>\.."' Z I N DAN I Ç i ND E
tavanın kesiştiği kiriş noktasına ba kıyordu . Yine kabm öndeydi. Nöbetçinin dikkati yine bende odaklanmıştı. Karşımda duran nöbetçinin ayaklarını gör düğümde , beni yumruklayacağının farkına vardım ve kafa ını duvara çarp ma mak için reelbirimi aldım. Çenemin altından yed iğim yumru k , temkinli duruşuma rağmen beni iyice sarsmıştı . Nöbetçi, yumruklarını peş peşe sıra l ıyordu ve beni yıkmaya kararlıydı. Vücudun d engesini sarsacak en hassa s noktanın çeneye vurulan da rbe olduğunu bilen nöbetçinin yumruk darbe lerine çok fazla dayanamadım ve arka üstü yıkıldım. Arkada şının yardımına gelen diğer nöbetçi de copunu bacaklarıma ol a n ca hızıyla indiriyorclu . Bu darbelere rağmen benden hiçbir ses çıkmıyor, bu d urum da nöbetçileri çılgına ç � viriyordu . Yediğim darbelerin etkisiyle bey nimde şimşekler çakmaya başlamıştı ki boğazlanan bir öküzün sesine ben zer bir bağırtıyla irkilclim . Kafamı k aldırıp baktığımda , birkaç manga asker idare kapısında sıraya giriyordu . Bu ü rkütücü ses, sayım mangası komutanı nın sesiydi . Komutan, sayım mangasına " Rahat", "Hazır ol", " Uygun adım marş " d iye kornur veriyordu . Ayaklarını öylesine şiddetli vuruyorla rdı ki sanki kulak dip l erimde top mermisi patlıyord u . Nöbetçi, sayım manga sı geçerken " Dikkat" çekmişti. B u , sayım mangası nın ayrıcalıklı olduğunun bir gösterges iydi . S ay ı m mangasının kafesin önünden geçmesinin üzerinden beş dakika kadar bir zaman geçmişti ki koğuşların bulunduğu koridordan gelen sesler daha da ü rkütücü oldu . Koğuş kapısının büyük bir gürültüyle açılmasının ardın d a n , askerlerin ne eledikleri pek de aniaşılmaya n bir uğultuyla ;'Koş lan koş , kooooş lan, koooş , daha canlı laaaan, daha canlı laaaan, koooş lan kooş " gibi çığlıklara karışan, peş peşe koşan sayısız ayak sesiyle hiç kesilmeyen cop darbelerinin gürül tüs ü , sanki cezaevinin duvarlarını yıkacaktı. Sayım mangası komutanının, " B irinci koğuş, rahat ol" komutunun ve nö betçi s ubayına verdiği tekmil i n a rdında n , " Bir, iki, üç, dört, beş, altı " diye sayan sesler geliyordu . Yalnız , sayı sayanlardan bazılarının ses i , önündekinin veya ardın d akinin sesinden daha cılızdı . Bu cılız seslerin ardından , şimşek gibi çakan cop sesleri her yana yayılıyord u . Kafes nöbetçis i , beni iyi ce hırpaladıktan sonra , "Herkes eşyasını a l s ı n ve tek sıra halinde kafesin içerisine girsin" talimatı vermişti . Kafe s , A Blok'un hemen g i rişinde, idare odasının karşısındaydı . Yirmi metrekarelik iki alanın etrafı demi r parmaklıklad a çevrilmiş, her an denetle-
HALİL GÜVEN 1 209
nebilen , içinde hiçbir eşyanın bulunmadığı, beton zeminli bir kısımdı . Hay vanar bahçesindeki yabani hayvanla rı kapattıkları kafesleri andırıyordu . Yirmi beşer kişilik iki gruba ayrılmış ve kafese ye rleştirilıniştik . Kafese girdikten sonra, kendimi daha güvende hissetıneye başla mıştım ki yanıldığıını a z sonra a nladım . Nöbetçi , " Ulan konuşmayan, gel lan buraya " diye bağırıyordu . Geriye döndüm " Ben mi" diye elimle işaret ettiğimele " Evet sen" cevabını aldım . Parmaklığa yaklaşırken tedirginliğim had saflı adaydı. Nöbetçi, " Uzat ulan elini" diye haykırıyordu . Çaresizce elimi uzattım . Copu n a rka tırtıllı kısmıyla vuruyordu ki canım daha fazla yansın. Elim darbenin etkisiyle içeriye doğru büzülüyordu . Bu askerlerin bu kadar acıma sız olması şaşırtıcı geliyordu bana . Bir taraftan vurmaya devam ederken bir ta raftan da " Neden konuşmuyorsun ulan, dilini mi yuttun" diye soruyordu . Dilimi yutmadım ama böyle devam ederse a klımı yitirecektim. Her vuru lan darbenin ardından elimin şekli bir hayli değişiyordu . Askerin yü zü tiksinti verici bir hal a l mıştı . E l l erime öy l esine şiddet l i vuruyordu ki acı b i l eklerim den tüm vücuduma ve oradan da beynime doğru yayılıyordu . Nöbetç i , elime vurmaktan yorulmuş, ka n-ter içerisinde kalmıştı . İ dare bi nasından çıkan bir astsubayın, " Nöbetçi" diye seslenmesiyle " Emret komuta mm" diyerek uzaklaşa n nöbetçinin gitmesini fırsat b ilerek yerirne geçtim ve oturelum. Ama ne fayda, nöbetçi iki dakika sonra yine karşımclaydı . Nefretle bakı yordu bana . "Gel lan buraya , ben sana yerine geç demeelen nasıl gi dersin , uzat elin i " diye bağırıyord u . Çaresizce elimi tekrar uzattım . Artık ellerime hakim olamıyordum . Bilek l e rim kırılmış gibi aşağı sarkıyordu . Nöbetçi parmaklıkların dışında , ben içerde , bir türlü anlaşamıyorduk. Neyse ki nöbet değişim saati gelmişti . Yeni ve eski nöbetçiler birbirlerine tekm i l vererek nöbet değişimini yap tıla r ve ben ele bu durumu fırsat bilerek yerime geçip oturdum. Yeni gelen nöbetçiler de eskilerini aratmayacak cinstenciL N öbeti devralanların "Ayağa kalk ve yürüyüş d l'ı zeni al'' komutuyla her kes ayağa fırlamıştı . Anlaşılan, yeni gelenler de tam nizami nöbetçilerdendi . Yirmi metrekarelik ala nda , dört sıra h a linde dizilen tutuklular, "Yerinde say" emriyle bulundukları yerele tepinmeye başlamışlardı. Hiçbir ayak öndekinin
2 1 0 1 ZA�L>\.'1 Z I NDAN i Ç I N D E
veya yandakin in ayağıyla uyum sağlayamıyordu . Ortaya çıkan '·rap, rappa , rapppa , rap , ra , ra , rap " sesleri , düzensiz bir orkestranın çıkardığı sinir bo zucu sesten farksızdı. Nöbetçiler " Olmuyor ulan, olmuyor, bu ne biçim yürüyüş" diye tepini yordu . " K ıt-a dur" komutunun ardında çıkan " patır, patır, pat" sesleri , uyums uz ayakların duruş sesiydi . Nöbetçi subayı odasından fırlamış, nöbetçiyi çağırara k ''Bu ne biçim yü rüyüş, bunları doğru ehirüst eğit" diye tokatlamaya başlamıştı. "Tokadı yiyen nöbetçi , "Emredersin koımıtan ı m " d iyerek görevinin başına döndü . İ ş imiz daha da zorlaşmıştı .
"Kafestekileeerrr . . . " Nöbetçi, yediği dayağın acısını bin kat fazlasıyla bizden çıkaracakt ı . Basit insanlara özgü ruh ha liydi bu . O da yarasını, şu lanet olası baskıcı dünya nın diline tercüme ederek gösterecekti. Hem de acıma sızca . Çünkü ona göre , yediği dayağın sorumlusu bizdik. Tam da düşündüğü m gibi oldu . Nöbetçi , s ubaydan yediği dayağın, iş ittiği azarın kafeste eğitim ya ptırdığı tutuklula rın çapulcu yürüyüşünden kaynaklandığını düşündüğü için ''Kafestekileeerr" diye gürledi . Kafestekiler, hata eğitiın koşullarına alışmadığından sadece birkaç tane ''Emret komutanım" sesi çıkmıştı . Nöbetçi, adeta çıldırmış bir halde,
·'B u
ne biçim ses ulan" diye haykırı
yordu . İ yice hırçınlaşmıştı . Copunu rastgele parmaklıklara sall ıyor, yerinde dura mıyordu . Ta limat gecikmedi : ''Kafestekileeerr. . . " Tutu kl�ılardan çıkan " Emret komutanım" sesindeki titremeni n nedeni, yü reklerdeki ve beyin lerdeki korkunun bir belirtisiydi. Nöbetçi , büyük bir ötkeyle "Çök, kalk, çök, kalk'' kom utuna başlamıştı. Ama ne
yazık ki tutukluların çoğunluğu çök-kalk eyleminin askeri biçimini
bil miyordu . Tutukluların bunu bilmemeleri . nöbetçi için mazeret değildi . Ço ğunluk birbirine bakara k iki ayağının üzerine çöküp kalkıyordu . Nöbetçi, öfke ve nefret tınısının hakim olduğu bir ses ton uyla ön sırada kilere kafesin parmaklığına yanaşması için
''Üç adım ileri" talimatı vermişti .
Ön sıra üç adım atarak, katesin p a rmaklıkianna doğru yanaşıyordu . "Eller dışarı" komutuyla ön sıradakil er. ellerini parmaklıkl ardan dışarıya u zatmıştı . Her iki nöbetçi de darbelerini daha etkili bir şekilde indirebilmek için ge-
HALIL GÜVEN 1 2 1 1
riye doğru birer adım atmış ve sırayla dışarıya uzanan ellere abanarak vunı yorla rdı . Ö n sıranın daya k işlemi bittikten sonra , arka sırayla yer değişrirt mişt i . Gecikmeden eğitime tekrar başlandı . Bu arada sayını mangası, sayım işlemini bitirmiş olmalıydı ki ağır ve sert adımla rla geri dönüyordu . Tam kafesin önünden geçerken, " S ayım mangası , kıt-a dur" komutuyla manga durmuştu . Tim komutanı, nöbetçiyle alay eder tarzda , "Bu ne biçim eğitim lan , utan mıyor m usun" diye soruyordu . Nöbetçi , sayım manga sına mahcup al ımının tedirgi nliğiyle ötkelenmiş, sanki vücudundaki tüm kan yüzüne doğnı hüc u m etmişti . Ö fke ve utanç , nö betçinin yanaklarını al al yapmıştı ama öfkenin laneti kırmızıya hiç de ya kışmıyordu . Tim komutanı, kafasıyla ona ·'geri dur" işareti yaptı. Sayım mangası,
''Kafestekileeeerrrr" diye gırtlağını yırtarak haykırıyordu .
Nöbetçi geri çekilmiş , emir ve komutayı sayım mangasına bı rakmıştı . Sayım mangasının, sıradan askerler üzerinde etkin bir rolü olduğu görülüyordu . Onlar, baskı ve işkenceyi , a mirlerinin isteğine göre
en iyi şekilde ye
rine getiren askerlereli ve özel seçilmişlerdi . Kafeste " Emret komutanım" diye bağıran tutukluların sesi oldukça gür çıkmıştı . Tim komutanının, '·Rahat", "Hazır ol", "Yerinde say" emriyle tepin meye başlayan tutuklu grubunun ayakları Sayım mangasındakiler, büyük
birbirine bir türlü uymuyo rdu .
bir öfke ve hırsla coplarını katesin par
maklıkianna çarpıyorlardı. Görüntüleri dahi , bir insanı psikolojik olarak baskı altına almaya yetiyordu . Bizleri kurallara uygun bir şekilde yürütmeyi , sayım mangası da başara mamıştı . '' Kıt-a dur", " Sağa dön", "Sırayla parmaklığa yanaş" emri veri l d i . Ö n sıradakiler parmaklıklara yanaşmış , ellerini parmaklıklardan dışarı uzatmışlardı. Bu kez dayak atacak olanlar iki kişi deği l , en az kırk kişiyd iler. Sayım mangası , düello için kılıcını çeken şövalyeler gibi kendilerinden
emin ve usta bir hareketle copları kılıflarından çekmiş , dayak atma pozisyonu almışlardı. Cop sesleri , hiç susmayan makineli tütek gibi e diyord u
.
durmaksızın devam
Tutukluların gö zleri fal taşı gibi açılmıştı .
Sayım mangasının cop kullanma konusunda , daha profesyonel olduğu görü lüyordu . Vu rurken öylesine abanıyorlardı ki işkenceyi severek yaptıkları belliydi. Sayım mangası yarım saatlik bir uğraştan sonra , kafesi terk
e tmiş ti .
2 1 2 i ZAMA."! ZiNDAN ! Ç i N D E
i syan etmemenin utancı Yine nöbetçilerimizle baş başa kalmıştık Eğitim ve dayak, gecenin saat birine kadar devam etti. Saat birden sonra "Yar'" emri verildi. Ö nümdeki ve arkamdaki a rkadaşları koliayarak beton ze mine kıvrıldım . Bu kada r alçaltıcı bir ortamda isyan etmemenin utancını bir an önce unut mak için uykuya dalmak istiyordum. B edenimin bana ait olduğu nu bile unut muşrum. Sanki beynim, karınca sürülerinin istilasına uğruyordu . İ çimden karınca l ara yalvarıyordum : "" Parçalayın , parçalayın ve yok edin beyn imi ." Bu ortama ancak beyi nsiz bir varlık dayanabil ircli. Yok olan benl iğime, yü reğim ve beynim dayana mıyordu . Uyumak ve her şeyi unutmak, ha tta hiç uyanmamak m ü mkün olsa n e güzel olurdu . Bize yapılanlara ses çıkara ma maktan utanıyord u m . Bu uta n ç , oldukça yıkıcı , yıpratıcıydı . Psikolojim alt üst olmuştu . Bu orta ma kattanmakransa ölümü yeğliyordum . Ö lümün güzeli olmazdı ama b u koşullarda direnmemek ölümden beterdi . Dayaktan ve psikoloj ik yıpra nmadan öylesine yorgun düşm ü ştü m k i beton zemin ü zerinde uykuya dalmak beni m için ç o k zor olmadı . Günün yorgunluğundan gece boyunca hiç uyanmadım . Sabahın a lacakaranlığında nöbetçilerin " Koğuş kalk'" u yarısıyla uyandırıl mış, beşerli gruplar hal inde dayak atılarak tuvaler ihtiyaçlarımızı karşılamak için kafes dışına çıkarılmıştık Askerler dayak atmakta n bir türlü usanmıyordu . D ayak atmak için ba hane bulmaları zor değil di . Amaç dayak atmak olunc a , " Neden b a ktın, niye konuştun, ne gül üyors u n , esas duruşun bozuk" gibi uydu rma nedenler bul mak onlar için çok kolaydı. Çorba gelmiş, dağıtım için nöbetçilerin izni n i bekliyordu . Çorba almak için paramızla kantinden birer tane mika tabak ve ağaç kaşık aldı]< . Bedeli ödenen tabaklar ve kaşıklar ellerimizde , çorba için hazırdık Karavanayı getiren askerin dahi havasında n geçilnı iyordu . Ka rava nacı, " Sıraya girin , çabuk olun ulan" diye terör esrirmeye başla mıştı . Anla şılan, karavanacı asker, geri hizmette olmanın acısım bizelen ç ı karm ak istiyordu. Tabaklarınııza aldığımız çorba, sözde şehriye çorbasıyclı. Her tabağa bo şalrtığı bir kepçe kirl i pembe renkli suyun içinde, dokuz veya on tane şeh riye vardı. Bu olsa olsa su çorba sı olabilirdi. Çorbaya bakınca , beni bir gülme krizi tuttu .
HALİL GÜVEN 1 2 1.3
Karavanacı kendisine güldüğümü sanarak, beni nöbetçiye şikayet etmişti. Nöbetçi, bana , "Tabağı bırak ve elini uzat" diye bağırıyordu . Tabağı yere bıraktım, parmaklıklar arasında elimi uzattım. Nöbetçi, karavanacıya kıyak geçmek için elindeki copu ona vererek beni cezalanclıracaktı . Elindeki kepçeyi karavananın içine bırakan mutfakçı asker, copu yemek kepçesi gibi amatörce tutuyordu . Karavanacı, ellerime vurmak için abandı ğında , cop sallama konusunda acemi olduğu hemen belli oluyordu . İlk saHadığı cop parmak uçlarım ı ıska l amış, ikinci vuruşunda da bileğime isabet ettirmişti . Onun acemi vuruşu ca nımı daha çok acıtıyorclu . Çorbalar içilıniş, tekrar eğitim düzenine geçilmişti . Bu eğitim de öğleye kadar dayakla birl ikte devam etti . Öğleye doğru , tek tek idare binasına alına rak kayıt işlemi yapıldı . Tabii ki kayıt işlemi sırasında da "Doğru dur'·, " Kafanı kaldır", "Sağa sola bakma" gibi havadan sudan bahanelerle dayak devam etti.
"Rahat" olmayacağım, "Hazır ol"mayacağım Saat dört civadarında işlemlerimiz bitmiş, tek sıra halinde, çevremizi ku şatan komandolar nezaretinde B Blok'a doğru yola çıkmıştık. Karşılama tö reninin bittiğini sanıyorduk ki B Blok un kapısından içeri girdiğimizde yanıldığımızı acı bir şekilde öğrendik. Bu bloğun yetkililerinin elinden de gerekli dersi almamız gerekiyormuş. B Blok'un sayım ve hava mangası, tam tekmil bizi bekliyordu . Dayak ve bakaretle koridor boşluğuna alındık A Blok girişinde maruz kaldığımız uy gulamalar burada da devam etti . Üst aramasının ardından havalandı rma boşluğuna a lındı k H avala ndır mada yürüyüş kolu oluşturuldu ve tim komutanının nezaretinde eğitime baş l andı. En arka sırada rastgele yürüyor, yürüyüş kara rını dikkate almadan serseri mayın gibi öndekileri takip ediyordum. Buradaki askerlerin de dikkatini üze rime çekmiştim . ''Grubun disiplinini bozduğumu" söyleyerek b e n i ve Süleyman ll ğur\ı gruptan ayırdılar. B izimle özel olarak ilgilenecek, ayrı eğitim yaptıracaklardı . Ne var ki onların emrettiği şeyleri ne ben ne de Süleyman istedikleri gibi ya pıyorduk. Bizi hamama almışla r, dar bir kabine önce beni, arkasından da Süley man'ı sokarak falakaya yatırmışlardı . Önce dövüyorlar, ardından komutlar
2 1 4 J ZAMA.l\f Z IND/1...1\i IÇiNDE
vererek bizi eğitmeye uğraşıyorlardı. Bizimle iki saati aşkın bir süre uğraş malanna rağmen "rahat" ve ''hazır ol"u öğretemediler. Şimdi şans bizden yanaydı, akşam olduğu için bizleri koğuşa teslim etmek zoıundaydılar. Nasıl olsa icraatlanna koğuşta da devam edebilirlerdi . Koğuşlara dağıtım işlemine başlanmış , Süleyman , Kamber Taştemur ve beni BS'e vermişlerdi . B8 koğuşunun sorumlusu çavuş, bizleri alarak, koridorcıa ·'Rahat", ''Hazır ol'', " Uygun adım marş" kom utuyla eğitim yaptırarak koğuşa götürmek isti yordu . Kamber'in direnme tavrı olmadığı için tam bir asker gibi, önümüzde nizami bir şekilde yürüyordu . Süleyman ile ben ise ona ayak uydurmadığı mız gibi sallanarak Kamber'i takip ediyorduk. Çavuş, koğuşun önüne geldiğinde, onu gören tutuklula rdan bir tanesi " Dikkatttt. . . BS koğuşu emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım" diye avazı çıkt ığı kadar bağırarak tekmil veriyordu . Bu tekmille birl ikte koğuşta bulu nanların hepsi, bul undukları noktada put gibi esas duruşa geçmişti . Hiç kimse yerinden da hi kıpırdamıyorclu. Çavu ş , ''Kıdemli, gel lan buraya" diye bağırdığıncia beş saniye sonra kı demli, " Emret komutanım " diye çavuşun karşısında esas duruştaydı . "B8, rahat; istirahat et" komutu verildi . "Sağ ol komutanı m" sesi koridoru inletiyorclu . Tutuklula rın bu tavrı beni şoka sokmuştu . Koğuş sorumlusu çavu ş, emir ve komutlarına uymadığımızı görüyor, adeta çıldırma krizi yaşıyordu . Belinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı ve bizi içe riye doğru sert bir şekilele iteklecli . Kıdemli lıalfı çavuşun karşısında esas duruşta bekliyordu . Biz içeri girince koğuşa doğru yöneldi k . Çavuş "Ulan size kim izin verdi, gelin buraya " diye bağırıyordu . Kıdemlinin yanına geldiğimde, ellerim arkada çavuşun karşısında gayet serbest bir şekilde durdum. Çavuş iyice çıldırmış, "Ulan kıdemli, şunlara nasıl duracaklarını anlat" diye haykırıyordu . Çavuş emrediyor, kıdemli gayet nizami bir şekilde onun emirlerini yerine getiriyord u . Kıdemlinin görünüşü robottan farksızdı. Çavuş, bize yönelerek, " Bakın, anladınız mı ulan" dedi . Sadece Kamber "An laşıldı komutanım" diyerek cevapl arken, biz seyret mekle yetiniyorduk.
HALIL GÜVEN i 2 1 5
Çavuş n e yapacağını şaşırmış, "Kapıya yanaşın, ellerinizi uzatın ulan" diye talimat verdi. Kapıya doğru yaklaşıp cilerinlizi parınaklıklardan dışarı uzatm ıştık. İki gündür cop darbeleriyle mosmor olan ellerimiz büzüldükçe büzülüyordu . Ellerimizin içi iyice kabarmış, neredeyse patlayacak bir hal almıştı. Özellikle cop darbesinin ardında n elimin şekli öylesine bozuluyordu ki korkunun da etkisiyle bir kasılıp bir açılıyordu . Ellerimiz, bu kez de ters çevrilınişti . Ellerimi ters çevirdiğimde, parmaklarımı bir türlü doğrultamıyordum . Par makta rım aşağı doğru sallanmıştı . Ellerimin üst tarafına vunılan darbeler daha fazla acı veriyordu. Çavuş dayak atmaktan bir hayli yorulmuştu ama biz direnmeyi sürclürü yorduk . Koğuş sorumlusu çavuş , ötkesini kıdemliye yöneltmiş, " Ulan kıdemli, ben şimdi gidiyorum ve biraz sonra gel diğimde bu adamlara her şeyi öğretecek sin, yoksa seni bunlardan daha kötü yaparım" diye tehditler savuruyorclu .
Bir �ift sıcacık el Mamak Cezaevi'ndeki s a ğ v e s o l görüşe mensup tutuklul ar, 1 2 Eylül son rası. "Karıştır, barıştır" dayatmasıyla aynı koğuşlara yerleştirilmişti . Kıdemli. bize görüşüm üzü sorma gereğini dahi duyımıyordu. Böyle bir tavır takınclı ğımıza göre , görüşümüz zaten belli demekti . Daha önce böyle bir tavır görmeyen tu tuklularda n solun farklı fraksi yanlarına mensup olanlar çoktan başımıza toplanmışlardı . İyice bırpalanmış ha limize bakarak içierini çekiyor, çaresizlik içerisinde üzülüyorlardı . Zaten yapacakları çok fazla bir şey de yoktu . Ellerimizin iyice kaba relığını gören çocuk yaşlarda, daha sonra adın ın Mu han·em olduğunu öğrendiğim, TKPML-TİKK0 16 davasından tutuklu olan ar kadaş, mika bir bardak getirerek ellerimi ovınak istediğinde , ellerimi onun sıcacık avuçlarına bıraktım. Pamuk gibi yum uşacık bir çift el, bir annenin se vecenliğiyle ellerimi okşayarak, bardağı iki elimin aras ında yuvarlıyordu . O kadar hassas davranıyorclu ki ellerün sanki ellerinden kayıp yere düşecekti . Gözlerinin içine baktığımda, benden daha fazla acı çektiğini görebiliyordum. Aç olup olmadığımızı soruyor, ekmek arası bir şeyler hazırlayabilecekleri ni söyl üyorlardı.
16.
Türkiye Komünist Partisi Marksist lenini st-Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu
2 1 6 1 ZAMA.N ZiNDAN i Ç i N D E
H iç tanımadığım bu insanların böyle özverili ve içten davranışları içimi ısıtmış , yüreğimin ılık, ılık akan sevgi seliyle dolduğunu hissetmiştim. Do kunsalar ağlayacaktım. Gözyaşianma hakim olmakta bir hayli zorlanıyordum. Düşmana inat, ağlamayacak, gözyaşlarıını içime akıtacak ve direnecektim . Henüz çocuk yaştaki bu insanların böylesine duygulu davranışı, içimde zaten var olan direnme azmini i yice artırmıştı. O anda aklıma , şairin, "Benim gücüm yalnız olmamaklığımdır" dizeleri geliyordu . Evet, her ne kadar bastırılmış, sindirilmiş ve teslim alınmış olursa olsun, hala bu insanların yüreğindeki dayanışma , paylaşma ve sevgi sökülüp atıla mamıştı.
Hayır! Hiçbir kurala uymayacağım Bu arada sol görüşlü olan kıdemli, hem kıdemli olması hem de çavuşun kendisine verdiği emir gereği, koğuştaki işleyişe ve nasıl davranılması ge rektiğine dair bilgi vermeye başladı. Ben, zahmet etmemesini, çünkü hiçbir kurala uymayacağımızı belirttim. Koğuşa gireli yarım saat olmuştu ki kapıdan "Yeni gelenler gelsin" diye bağıran çavuşun sesiyle irkildim. Yine belalımız kapıya gelmişti. Kapıya doğru yöneldiğimizele "sevgili ça vuşumuzun" yanındaki iki inzibat nöbetçisiyle burun buruna geldim. B8'clen sorumlu çavuş, kendinelen emin bir tavırl a '' Rahat". "Hazır ol" ta lima tı veriyor ama bizde hiçbir kıpırdama olmadığını görünce, ''Ulan kıdemli, gel l an buraya, bunlara nasıl davranması gerektiğini öğretmedin mi?" diye haykırıyordu . Kıdemli, çavuşun karşısında esas duruşunu göstererek an ında yerini almış, " Öğretmeye çalıştım komutanım" cevabını verince, " Ulan böyle mi öğrettin , bunlar hiçbir şey bilmiyor, çıkar ulan elini" diye avazı çıktığı kadar bağırı yordu . Kıdemli elini parmaklıklardan uzatmış, inzibatlar vurmaya başla mıştı . Kı demlinin bizim tavrımızdan dolayı dayak yemesi çok zoruma girmişti . Ben, ·'Kıdemlinin hiçbir suçu yok , o bize buradaki kuralları anlattı, fakat biz bu kurallara uymak istemiyoruz" cevabını verdim . Çavuş ve inzibatlar şaşırmıştı . Çavuş, "Ne eliyorsun ı.ılan sen , sen kimsin kurallara uymayacaksın" diye şa şkınlıkla ötkesini kusuyorclu . "Çıkarın ulan ellerinizi" uyarısıyla ellerimi uzattım. tki inzibat ve çavuş, sırasıyla var güçleriyle artık benim olduğundan dahi
HALlL GÜVE N 1 2 1 7
e min olmadığım ellerime vuruyorlardı. Ellerim o kada r büyümüştü ki bilek lerimin ucuna protez el takılmış gibi hissediyorum kendimi. Avu ç içim ve parmaklarım, incecik bileklerimin uzantısı olarak çok garip görünüyordu . Durmaksızın coplarını sallayan çavuş ve inzibatlar bir h ayli yorulmuştu . Çavuş, hem vtınıyor hem de ·' şunlara bak ula n, kurall ara uymayacaklar mış" diye söyleniyordu . "Yerinize geçin" uyarısını yapan çavuşun kızgınlığı yüzüne yansımış, yanakları kıpkırmızı olmuştu . Yüz kişilik koğuş, ölüm sessizliği içinde olanları şaşkınlıkla izliyordu . Hiç kimseden çıt çıkmıyordu . Yerimize geçtiğimizele çavtış talimatiarına tekrar başlamıştı ama biz b içbir tepki vermiyorduk . Çavuş, şaşkınlıkta n ne ya pacağını bilmiyord u . Ani bir hareketle kapıyı açan çavuş, iki inzibat erine kolla rıma girme talimatı verdi. inzibatlar kolla rıma girmiş, kafamdan bastırarak beni damaltmaya çalışıyorlardı. Kafam aşağı doğru bastırıldığından, alttan çavuşun geriye doğru geriterek popoma vur maya hazırlandığını gördüm. Aynı yöntemi, A Blok'taki nöbetçiler de uygu lamışlar ve canımı çok acıtmışlardı. Kaba etiere vurdukları darbeler daha can yakıcıydı. Bacaklarım, korku ve tedirginlikle titremeye başlamıştı . Çavuş geriterek olanca hızıyla popomu copluyordu . Üzerimde başka pan tolonum olmadığı için bir yıldır giydiğim, kadifesi yıpranmış , tınılları aşınmış kadife pantolonumun bezi, kumaş pantolondan farksız hale gelmişti. Vuru lan her cop darbesi, popomu bıçak keser gibi acıtıyordu . Acıdan dişlerim birbirine kenetlenmişti. Ağzımdan sadece ·'ıııııh, ıııh·· sesleri c,;ıkıyordu . Nefes alamaz hale gelmiştim� Çavuş, "Ulan bağırsana" diye söyleniyordu ama ben bağırmıyordum . On lara inat bağırmayacaktım . Acıyı , dişlerimin arasında yakalayıp yok etmeye çalışıyordum. Cop da rbeleri popomelan aşağılara , balclırlarınıa ve bacakla rıma doğru kayıyordu . Darbelerin şiddeti giderek azalmıştı. Nöbetçiler, dayak atmaktan yorulmuş ve usanmışlardı. Çavtış, çaresizlik içerisinele son bir umutl a , komutlarına devam ediyordu ama bizden hiçbir yanıt alamıyordu . "Karavana almak için hazırlanın" sesleri koridorcia yankılanıyordu. Nöbet çiler, bu durumda bir süreliğine de olsa dayağa ara vermek zorunda kaldılar. Karavana almak için iki kişinin çavuş tarafından havalandırma boşluğuna götürütmesi gerek. Çavuş, hala pes etmediğini göstermek için ''Sizinle daha sonra görüşeceğiz, şimdi karavana alacaklar gelsin" diye bağırdı.
2 1 8 1 ZAtvL'\N Zl ND�N I Ç I N D E
İki kişi, gırtlakla rını yırtarcasın a, "BS karavana almaya hazırdır komuta nım" diye tekmil vererek çavuşun karşısına dikilmişti. Çavuş, o iki kişiyi de alarak kapıyı kilitledi ve koridora doğru yöneldi . Bu raundun galibi , galiba bizdik. Karavanalar gelmiş , koğuş yemek düzenine geçmişti . Yemek düzeni için oturakla rın üzerine gazete örtülüyor, çevresine sığa bildiği kadar insan çökerek diziliyordu . Görüntü toplama kampınd an fark sızdı . Yer bula mayanlar, koğuşun herhangi bir köşesine, eski gazete parçalan seriyor, gazetenin çevresi dört bir yandan kuşatılıyordu . Kıdemli, "Arkadaşlar yemek duası için hazır mıyız'' diye sorduğunda , tüm koğuş ayağa kalka rak " Hazırız" cevabını veriyordu . Kıdemli , ''Tanrımıza hamdolsun, vatan millet sağ olsun"un ardından ça vuşa dönerek, " Buyurun komutanım" diye haykırıyor, çavuşun "Afiyet olsun'' temennisi nin ardından tutuklulardan gelen, "Sağ ol komutanım" cevabı ko ğuşu inletiyordu. Böylece yemek duasına da şahit olmuştum . Bilmediğim şey ise eğer, bu " Sağ ol" cevabı yüksek sesle verilmezse, tüm koğuşun sıra da yağından geçirilmesiydi.
Mamak: Erin, kendisini general hissettiği yer Mama k'ta izinsiz hiçbir davranışta bulunulmuyordu. Yemek, yatınak, kalk mak, oturmak, gülrnek (ta bii ki gülebilirsen), konuşmak, tuvalete gitmek yani aklınıza ne gelirse, yapacağınız her şey, neredeyse nefes almak dahi , aske rin iki duclağının arasında çıkacak talimata bağlıydı. Sıradan erler dahi tu tuklular karşısında kendileri ni birer general gibi görüyorclü . Tutu klular üzerinde öylesine bir baskı ve tahakküm ku rmuşlardı ki ken dilerini general gibi görmelerine pek şaşırmamak gerekti . Tutuklunun asker karşısında öylesine bir si lik duruşu vardı ki askerler bu dunıştan olağanüstü bir güç alıyordu. Yani, tutuklu bir yaratıksa , askerler, onl arın tanrısı gibi dav ranıyordu .
Askeri kim tanrı yaptı ? Aslında askerlere bu gücü veren, tutukluların teslim iyet tavrı ndan başka bir şey değildi. B irilerinin onlara tanrı olmadık larını hatırlatmaları gereki yordu . Ben kul değilelim ve bana ne yaparlarsa yapsınlar, onların tanrılığını kabul etmeyecektim. Toplumsal hayall kararta n, bu tanrılar ve ta nrısal inanç lar değil miydi? Bu tanrıları, hayatımızın tüm alanlarından söküp atma dığımız sürece, bize rahat yüzü yokttı . Zaten bizler, yaşam alanlarında bize dayatılan
HALIL GÜVEN i 2 1 9
bu tanrıları, gündelik hayatın içerisinden çıkarıp atmak ve geleceğimize sahip çıkmak için yola çıkmadık mı? Yemek o kadar azdı ki iki kişiye bir kepçe zor düşüyordu. Muharrem ile ben aynı tabaktan yemeye karar verdik. Muharrem yemekten iki kaşık alryoi· ve tabağı benim önüme doğru itekliyordu . Yüzüne doğru baktığımda iştahı olmadığını, kendisinin ekmek arasına bir parça helva kayacağını söyl üyordu ama yalan söylediği gözlerinden okunuyordu . Yüreğimin derinliğinden gelen bir sevgiyle yüzüne baktım ve gülümse dim. Bu çocuk henüz on yedi yaşındaydı ve o koşullarda dahi yemeğini daha yeni tanıdığı birisine büyük bir istekle sunuyordu . Bu , onun direnişe duy duğu saygıya , direnenlerin çektiği acıya ortak olma duyarlılığıydı. Ne güzeldi insan olmak. Ne güzeldi bir başkasının acısına ortak olmak, onun acısını hafiflerıneye çalışmak, onun acısını yü reğinde hissetmek. O, ekmek arasına ufacık bir helvayı yerleştirmiş, yemeğini benimle paylaşma nın mutluluğuyla ekmeği iştahla ısırıyordu. Kocaman bir parça helvayı da benim için ekmek arasına yerleştirmişti . Ben ise biraz sonra sayım sırasında yiyeceğim dayağın tedirginliğiyle sulu yemeği dahi bitirememiştim. Yemeği bitiremecliğimi gören Muharrem, "Yazık, çöpe clökmeyelim" diyerek, biraz önce iştahsızlığını unutup kalan yemeği iştahla kaşıklıyordu . Yemeğin ardından, sipariş edilen iki tane kocaman a lüminyum çayda n lıktan çay gelmiş , koğuş görevlileri , "B8 çay alabilir mi komutanım'· diye tek mil veriyordu . Çavuşun onayından sonra çaydanlıklar içeriye alınmıştı. O ortanıda çayla sigara içmenin keyfi bambaşkaydı . Yemek tabakları kalkmış, yerine mika çay bardakları konmuştu . Muharrem, bir haftadır kantinde sigarayı çok kısıtlı verdiklerini ve ko ğuşta sigara sıkıntısı çektiklerini söylüyordu . Ama benim için birileri zulas ını çoktan patlatmıştı . Bir sigarayı, üç-dört kişi bir araya gelerek elden ele do laştırarak içiyordu . Bir tane sigara yakıp keyifle içmeye başladım. Yanımdaki arkadaşlara uzattığımda , hiçbiri sigarama ortak olmak istemiyordu .
Sayım için de kalkmayacağı.m Koğuşta sayım hazırlığı başlamıştı. Sayım sırasında, her zaman olduğu gibi hastaların dışında tüm tutuklular ayağa kalkıyor ve tek sıra halinde gözler ta vanla cluvarın kesiştiği kiriş noktasında sabitleniyor, eller baldıriara ya pışık esas duruş halinde sayım mangasının gelmesi bekleniyordu. Ben sayıma kalkmayacaktım. Koridordan, sayım mangasının yeri göğü inleten yürüyüş kararları ve marş sesleri geliyordu . Koğuşa sessizlik egemen olmuştu .
220 1 ZAMAN ZINDAN iÇiNDE
A skerler ayaklarını öylesine sert vuruyor, yürüyüş kararlarını öyle yüksek ve anlaşılmaz bir sesle bağırıyorlardı ki bu ses dahi tek başına insanı ürküt nıeye ve korkutmaya yetiyordu . Sıraya dizilen tutukluların çoğunluğu, korkudan titremeye başlamıştı. Ah şu kork u , insanı ne hallere düşürüyordu . Aslında insanı korkutanın, daya,ğın acısı olduğu nu sanmıyordum. Sorun psikolojik olmalıydı. Korku psi kolojisi. O psikoloji bir aşılsa, gerisi çok kolaydı. Tim komutanı , gırtlağını yırtarcasına bağırıyordu: "Sekizinci koğuuuşşşşşş". Koğuştakilerin cevabı , "Emret komutanııımmm" diye yankılanıyordu . Sayım çavuşu, gecikmeden sert bir ses tonuyla yeni bir komut vermişti : " Rahat, hazır ol". Tutukl uların ayaklarından tek bir ses çıkıyordu . ''Ra pp". Ayakların yere çok sert vurulmaması, tim komutanını memnun etmemişti. "Olmadı lan, daha canl ı .'' "Rahat, hazır ol". Bu kez ayakla r yere daha sert vurulmuştu . "Rap". iV1anga komutanının emir komutu yerine getirilmiş, nöbetçi subayımı tek mil veriliyordu . " BS koğuşu , 98 tutukl uyla emir ve görüşlerinize hazırdır komuta nım "ın ar dından, ·'Sağ baştan say" komutu gelmişti . S ıra dakiler, "Bir, iki, üç, dört" diye sayıyor, sayım mangası komutanı sayı sayanla rın önünden yürüyerek, hem kulakları hem ele gözleriyl e onları takip ediyordu . Çavu ş , a lçak sesle sayı sayanlan, yakalarında n kaptığı gibi bir adım öne
çıkarmıştı. Öne çıkanlar, sayım mangasının diğer üyeleri tarafında n acıma sızca coplanıyorclu . Ayaktakiler sayıldıktan sonra , sıra yataklardaki üç beş h;;iyi saymaya gel mişti. Önümde duran sayım çavuşu, benim neden sayıma kalkmadığımı kı clemliye sorduğunda kıdemli "hasta " olduğum cevabını vermişti . Bana doğru kafa sallayan sayım çavuşu, pek ikna olma mışa benziyordu . Öyle olduğu da biraz sonra anlaşılacaktı.
Her ele 1 6 5
cop
Sayım mangası dışarı çıkmış , koğuş serbest düzene geçmişti ki kapıdan bir kişinin "DİKKAT" çektiği duyuldu . Herkes tekrar ayağa fırlamıştı . Sayım
HALiL GÜVEN
i 221
mangası koğuşa girmiş , " Yeni gelenler ortaya çıksın" diye bağırıyordu . Ben ve Süleyman koğuşun ortasına çıkmış, yan yana durmuştuk . Kar şımda duran sayım çavuşu , " Rahat, hazır ol'' komutunu veriyordu ama biz bu emirlere hiçbir tepki vermiyorduk . Başlarındaki başçavuş, kafasını saliaya rak dayak emri vermişti . Her ikimiz de e l lerimizi sayım mangasının önüne doğru kurbanlık koyun gibi uzatmıştık. Sayım mangası sıraya girmiş, dayak atmaktan yorulan asker, yerini arkasındaki askere bırakıyordu . Bilekleri m , artık ellerimi taş ıyamaz hale gelmişti . B i r asker bil eğimi altta n ka ldırarak , hem benim hem de vuran arkadaşının işini kolaylaştırmaya çalışıyordu . Artık ellerimiz tutmaz olmuştu . İki asker koluma girmiş , kafaını aşağıya doğru bastırarak dornaltma po zisyonuna getirmişlereli yine . Popoma , bacaklarıma inen copların haddi he sabı yoktu . Ya rım saati aşkın bir süredir hiç durmaksızın, tüm vücuduımı copla kırıp geçirdiler. Henüz bir sonuç alamamışlardı ama bu saatten sonra da uğraşmak iste medikleri görü lüyordu . Sayım çavuşu kıdemliye dönerek, " Bunla rı yarına kadar eğitin" talimatı vermiş, sayım mangasına dönerek " İstikamet koridor, marş marş'' komutuyla hareket etmişti . Sayım mangası gittikten sonra , arkadaşlar yine çevremizi kuşatma altına almışlardı. Muharrem, ellerime vurdukları copları saydığını , her elime yüz altmış beş tane cop vurduklarını söylüyordu . I-Ier iki elimin görüntüsü , bi leklerime takılmış iki büyük şeker pancarı görünümündeydi. Avuç içlerim ve ellerimin üstü kabarmış, patlayacak hale gelmişti . Ellerimin üst kısmının bu kadar kabaracağını hiç aklım almıyordu . Sacaklarımı ve popom u sıyır dıklarında, siyah tenim mosmor olmuştu . Bazı arkadaşlar hacaklarım ve popom için Lasonil kremi bulup getirmiş, acımızı azaltmak için ellerinden gelen çabayı gösteriyorlardı. Koğuştaki tüm tutuklular şok olmuştu . Sağ görüştüler bu direnişe bir anlam veremezken, sol görüşlü ler ise hemen etrafımızı sarmış, bize sevgiyle yakınlaşmışlardı.
Teslim olanlar teslimiyeti sorgu luyor 12 Eylül sonrası idarenin kurmuş olduğu baskı ve tahakkümün, tüm tu
tukl ular üzerinde ya rattığı psikolojik tahribat ürkütücü boyuttaydı. "Bu denli teslimiyetten. kendilerinin de üzüntü duyduğunu belirtiyorlar, bizim tavrı mızın onlara psikolojik bir destek sağladığını" dillendiriyorlardı. ·'Daha önce, hiç kimse böyle bir tavır göstermemişti . Yeni gelenlerin de ü züm üzüme b:ı -
2 2 2 1 ZAMAN ZINDAN I Ç i N D E
ka rak kararır hesabı her şeye katlanmak zorunda kaldığını, hiç kimsenin bu koşulla rda direnme tarafta rı olmadığını, ama teslimiyet tavrının da zaten bowk olan psikolojilerini iyice bozduğunu " açık bir dille anlatıyorlardı . Çoğu arkadaşın üzerinde umutsuzluk egemen olmasına rağmen bu umutsuzluğu aşma nın arayışı devam ediyordu. Yalnız şunu çok iyi biliyorla rdı ki, kitlesel bir direnişle bu teslimiyet sö külüp atılabilirdi. İşte bu oluml u bir gelişmeydi. Daha şimdiden, teslimiyet ve direnme sorgulanmaya başlanmıştı . Yine , dudaklarımda , " Direndi, direndi teslim olmadı, Faşizmin boynunu büktü Bol şevik . Yürüdü , yürüyor, dağlara çıktı isyan ateşini yaktı Bolşevik" dizeleri dökül üyordu . Bu dizeler, direniş nı huımı daha da alevlendiriyord u . S a ğ görüşlülerin, b u baskı ve tahakkümü ç o k fazla sorguladıklarını san mıyordum . Halbuki idarenin her türlü baskı ve tahakkümüne katianma ianna rağmen çoğu zaman onlar da dayakla cezalandırılabiliyorclu .
Dikensiz gül bahçesi Mamak 1 2 Eylül'den on beş gü n önce , her türlü dayak ve işkence kullanılarak
teslim alınmış , dikensiz gül bahçesine dönüştürülmüş Mamak Cezaevi , yeni bir olaya tanıklık ediyord u . Tek başına da olsa b i r direniş başlamıştı. Belki d e bu direniş, gelecek günlerde yakılaçık isyan ateşinin ilk kıvılcımları olacaktı. Dikensiz gül bah çesi olmazdı ; olsa da o bahçenin ömrü uzun sürmezdi. Bize bu insanlık dışı muameleyi yapanların, huzurunu kaçırmak, onlara insan olduğumuzu hatır latmak gerekiyordu . Ne yaparlarsa yapsınlar, bir takım insani değerleri yok edemeyeceklerini onlara göstermeliyelik Onlar, yaşamı çürütmeye çalışıyor lardı. Biz hayattık, hayatı yaratan birer tohumduk. Tohum, ne ka dar zayıf ne kadar güçsüz ve cılız olursa olsun, özü yaşamı barındırıyordu . Sohbetimiz gece yanlarına kadar sürdi.i. Vücudum, uykusuzluğa karşı di renme gücünü iyice yitirmişti. Artık göz kapaklarını kapanıyordu. Uykumun dayanılmaz bir hal aldığını gören arkadaşlar, ''iyi geceler" dileyerek yarakla rına çekildiler. Tuvalete gitmek istiyordum ama tuvalete kada r yürüyecek gücüm kalma mıştı . Ellerimde, pantolonumun fermuarını açacak gücü dahi bulamıyordum . Muharrem'in yardımı ile tuvaler sorununu gidermiştim . Yatağa uzanır uzanmaz, iki günün yorgunluğu ve atılan dayakların vücu-
HALiL GÜVEN 1 223
durnda yarattığı tahribatta hemen uykuya daldım. Gece boyunca , özellikle el lerimin ve bacaklarımın sızısıyla birkaç kez uyandıysam da rahat bir uyku çektim. Sabah olmuş, ''Koğuş kalk'' uyarısıyla herkes uyanmıştı. Koğuş mevcudu yüz kişiye yakındı. Ağır bir siclik ve dışkı kokusu yayılan tuvalelin önünde uzun kuyruklar oluşmuştu . Yüz kişinin iki tuvalette ihtiyacını karşılaması hayli zordu . Tuvalette hızlı davranmayanlar, kapılar vurularak ve çabuk çık ması söylenerek uyarılıyordu . Bulanık s u görünümündeki bulgur çorbası, büyük bir çoğunluk tarafın dan iştahla kaşıklanıyordu . Yine , gün boyu başıma gelecekleri düşündü ğümden iştahını kesilmiş, ağzıma koyduğunı bir lokma ekmeği bir kaşık çorba alarak yutnıaya çalışıyordum . Çorbayı sevmediğimi düşünen arkadaş lar, ekmek arasına beyaz peynir koyarak elime tutuşturmuşlardı ama ısırmak dahi içimden gelmiyordu.
Dayak atan �avuş soruyor : "Ya sizin derdiniz ne?" Saat sekize doğru , koğuş sorumlusu çavuş nöbetini devralmış , "Dünkü gelenler gelsin" diye bağırıyordu . Demek ki iştahım sebepsiz ye re kesilıne mişti. Çavuş neden bu kadar acele ediyordu? Kapıya doğru giderken, ·'çavuş bizi rüyasında görmüş olabilir" diye espri yaptım ama başıma gelecekleri tahmin eden koğuştakiler, bu espriye pek gülememişlerdi . Süleyman ile b irlikte, yan yana duruyorduk , Çavuş her zamanki
gibi
" Rahat", "Hazır ol" komutunu veriyordu ama bizden en u fak bir hareket ol madığını görünce, "Çıkarın ellerinizi" diye öfl<eyle bağırıyordu . Ellerimiz artık paçavraya dönüşmüştü ama çavuş için bunun hiçbir önemi yoktu . Biz nasıl inat ediyorsak, o da kendi açısından inat ediyordu . Bir taraftan vururken diğer taraftan da "Ya sizin derdiniz ne?'' diye söyleniyordu . Ben, bizim derelimizin kendisiyle bir ilgisi olmadığını, tavrımızın, ü zeri mizele uygulanan baskı ve şiddete karşı insani tepki göstermekten ibaret ol
duğunu açıkladım. Çavuş, hem izinsiz konuştuğum için hem ele konuşmanın içeriğine ol dukça sinirlenmişti . Şimeli daha şiddetli vuruyordu . Hem vuruyor hem de odun kıran usta bir bal tacının şevkiyle coplar elimize inerken, " hıh, hıh" ses leri dudaklarından dökülüyordu . Arada bir dayağa ara veriyor, " Yerinize geçin'' diyordu . Bu uyarıyı dikka te a ldığımızdan dolayı , kendisini dinleyeceğimizi sanmış, son bir umutla, "Rahat", " Hazır ol'. kom utu nu tekrar etmişti .
224 1 ZAI.L"'-."1 Z INDAN i Ç iNDE
Kendi halime mi yanayım, çavuşun çaresizliğine mi yanayım bilmiyor dum. Dudaklarımda onun zavallılığını küçümseyen bir gülümseme vardı . Kendisine güldüği'ımü sanarak " Ulan kıdemli, bunlar manyak olmasın" di yordu. Sabah sayımı için koridorda hareketlenme başlamıştı . Koğuş sayım düze nine geçmiş, tüm tutuklular, yakalarındaki düğmelerin açık olup olmadığını kontrol ediyordu . Tutuklular üzerinde kusursuz bir iç kontrol sağlanmıştı . Yakada tek düğmenin dahi açık olması itaatsizl ik olarak cleğerlenclirili yor, cezalandırmanın bahanesi olabil iyordu . Attığınız her ad ıma , göz kırp ma nıza bile elikkat etmek zorundaydınız .
"Rahat" "Hazır ol" . . . Olmuyoruz! Sayım mangası kapıda yürüyüş kararıyla Onuncu Yıl Marşı'nı büyük bir coşkuyla söylüyordu . Koğuş sessizliğe bürünmüştü . Kapı açıldığında hiç kim seelen çıt çıkmıyordu . Süleyman ve ben yine sayıma kalkmak istemiyorduk. Ranzanın kenarına diz çöküp bekliyoruz. Her zamanki rutin işlemin ar dından, her ikimizin de ayağa kalkması isteniyorclu . Ranzaclan aşa ğıya indim ve sayım çavuşunun karşısında ellerim a rkada serbest bir şekilde durclum . Çavuş kendinelen emin bir halele " Rahat", ''Hazır ol " komutu çekiyordu ama biz bu komutl a ra hiçbir tepki vermiyorcluk . İşte o an, tüm sayım man gası üzerimize çullandı ve koğuşun ortasında diğer tutukluların kıpırtısız ba kışları arasında , bizi öldüresiye dövmeye başladılar. Öylesine vuruyorlarclı ki bazen üzerime on tane cop birden iniyordu . Acıdan kıvranıyor, şekilden şekle giriyordum . Başlanndaki subayın '' Durun" emriyle rahat bir nefes al mıştım ama ayağa kalkacak halim kalmamıştı . Çavı..ışun, "Sayım mangası, istikamet koridor, uygun adım, marş marş" diye komut vermesiyle birazcık olsun rahatlamıştım. Sayım mangasının koğuşu terk etmesinin hemen ardından, arkadaşlar bizi kucaklayarak ranzaya yatırmışlardı. Koğuştaki arkadaşlar, şiddetin bizim üze rimizde bu denli yoğunlaşmasından oldukça rahatsızlardı. Ufak ufak kıpır danmalar başlamıştı bile. Sayım sırasında verilen komutlar isteksi zce yerine getiriliyor, çoğu tutuklu tuval ete izin almadan, kap ıdaki nöbetçiye görün meden kaytarmaya çalışıyordu. Bu rahatsızlık , koğuş sorumlusu çavuşun da gözünden kaçmamıştı. Koğuş sorumlusu çavuş, sayım mangasının koğuşu terk etmesinin ardın dan, bizi tekrar kapıya çağırdı . Sesi bu kez yalvarır bir hal almıştı . Yargılandığımız davayı ve bize ne kadar ceza istencliğini soruyordu .
HALiL GÜVEN 1 2 2 5
İdamla yargılandığımı söyledim . Çavuş, "Amma koyayım, ben de idamdan yargılansam tabii ki bu kural lara uymam" diyordu . Çavuşun bu tepkisi koğuşun kapısına yakın olanla r tarafından duyulmuş, epeydir yüzleri hiç gülmeyen insanlar kahkaha fırtına sına kapılmıştı . Artık çavuş bize komut vermekten vazgeçmiş . samimi iki a rkadaş gibi davranıyordu . Ben de bunu fırsat bilerek, koğuşta sigara olmadığını, müm künse, kantinden sigara almasını söyledim. Elini dudağına götürerek " Sus" işareti yapan çavuş, hızla kapıdan uzaklaşmıştı. Bu iyimser hava tüm koğuşa yayılmıştı ama birtakım arkadaşlar, "Bu iyim ser havanın çok uzun sürmeyeceğini , bizleri mutla ka hamama davet ede ceklerini ve orada iyice ıslatacaklarını" söylüyordu .
Hamam Hamam denilen yerin, özel olarak cezalandırılacak tutukluların öldüresiye işkenceye tabi tutuldukları yer olduğunu öğreniyoruz . Tabii ki korkumuz biraz daha artıyordu . Bir saat kadar sonra kıdemli çavuşun bizi kapıda beklediği haberini verd i. Kapıya yaklaştığımda . çavuş kapı çevresindeki tutukluların koğuşa girmesini emrediyordu .
·
Yalnız kaldığımızda , parkasının cebinclen çıkardığı iki paket Samsun sig arasmı gülümseyerek bana uzattı. "Bir dakika parasını vereyim" diye elimi ce bime attığımda çavuş gayet ciddi bir tavırla, sigaranın kendisinin ikramı olduğunu , kesinl ikle para almayacağını söyledi . "Olmaz öyle şey" diye cevap verel im ama o parayı almamakta ısrarlıydı. Tavrımız , çavuşu etkilemişti . Teşekkür ettim ve sigaraları cebime gizleye rek koğuşa döndüm. Arkadaşlar ne olduğunu merak etmişlerdi. Sigarayı ce bimclen
çıkarıp
komün
sorumlus una
verdiğimcle,
herkes
şa şkınlık
içerisindeydi . Gün boyu çavuş, bizi iki saatte bir kapıya çağırıyor, "Nerelisiniz, dışarıda ne iş yaparsınız , hangi örgüttensiniz" gibi sorular sorarak sohbet etmeye ve bizleri yakından tanımaya çalışıyordu . Arkadaşların büyük çoğunluğu, bunun "hayra alamet bir şey olmadığını" söylüyorlardı ama beklemekten başka ya pacak hiçbir şey yoktu . Akşam sayımı, bizim açımızdan herhangi bir olumsuzluk yaşanmada n. herhangi bir vukuat olmadan bitirilmişti . Ertesi gün, yine çavuşun bizi kapıda beklediğini bildirdiler. Çavuş, bu kez
226 1 ZAMA"f Z IND/tN IÇiNDE ..
de kantine bakiava geldiğini, bize bakiava alabileceğini söylediğinde , komün sorumlusuna ilettim ve bir tepsi bakiava almaya karar verdik. Öğle yeme ğinden sonra , bakiavaları büyük bir iştahla mideye indiriyorduk ki koridorcia sayım ve havalandırma mangasının sesi geliyordu . "Yeni gelenler gelsin" diye bağıran, sayım çavu�uydu .
Havada götürülüyoruz. Süleyman ile kapıya yaklaştığımızda , kapı aniden açıldı . Her ikimizi de kollarımızdan kaptıkları gibi, başlarının ü zerine doğru havalandırmışlardı . Bir a nda neye uğradığıını şaşırmıştım . Ayaklarım yerden kesilmiş, askerlerin başlarının üzerinde , yere paralel bir �ekilde uçarak havalandırmaya doğru gi diyordum. Bu işi nasıl becerdiklerini hen üz anlayamamıştım bile . Bizi hiç yere düşürmeden, ellerinin üzerinde havalandırmaya kadar çıkarmışlardı . Hava landırmaya çıktığımız an, ayaklarımız yerle temas etmişti . Askerler neredeyse bizi parçalayacaklardı . Her yanımıza yağmur gibi coplar yağı yordu . Her ikimiz de acı içerisinde kıvranıyorduk. Bir ara yerden kafamı kal dırdığımcla , camın arkasından bizlere yapılanları seyreden koridordaki rütbeli subayları gördüm. Rütbeliler, a skerlerinin marifetlerini, büyük bir keyifle , havala ndırmaya bakan koridorun pencerelerinden izliyorlardı . izlenen askerler, marifetl erini komutaniarına göstermenin telaşı içindeydiler. Dayak atmak konusunda adeta birbirleri yle yarışıyorlardı . Bu dayak işlemi saatlerce sü rdl.i . Dayak atmaktan yonılan askerler mola vermişlerdi, biz ise yerde a c ı içe risinde kıvra nıyorduk. Ara vermelerine rağmen hala bazı işgüzar a skerler arada b ir gelip batlannın ucuyla rastgelen yerimize darbelerini indiriyorlardı . İki asker, kollarıma girerek beni ayağa dikmeye çalışıyordu . Zor bela doğruldum ama ayakta durmakta zorlanıyordum. Akılla nıp , akılbnmadığımızı soruyorlardı. Aklımızın başımızda olduğunu söyledim. " Ulan, aklınız başınızcia olsa bu kadar dayak yer misiniz?" cevabıyla be nimle alay ediyorlardı . "Aklı başından olmayanlar, birisine zorla yaptırım uygulayanlar, işkence yapanlardır" diye cevap verel im. Dayağa ara vercliklerinclen, bugün için dayak işleminin bittiğini sanmış tım ama biraz sonra yapılacaklarla yanıldığımı anlayacaktım.
HALIL GÜVEN 1 227
"Hamam" dayız Tim komutanı, "Çekin ulan bunları hamama" diye bağırıyordu . İçimelen "Çekin ulan hamama bakalım ne olacak1" diye söylendim. Her ikim izin de ayakta du racak hali kalmamıştı . Kolianınıza giren iki asker, bizleri sürükleyerek hamam dedikleri yere götürüyorlardı . Saatlerdir atıla n dayaktan nefes alamaz hale gelmiştim. Yerde sürüklenirken arkamız daki bazı askerler hala bizleri copluyordu . Bir ara B8'in koğuş sorumlusu çavuşla yüz yüze geldiğimde , yüzünde ça resizliği yansıtan ağlamaklı bir ifade va rdı . Göz kapakları selam verircesine , sevimli bir kelebeğin çırptığı kanat gibi iki kere açılıp kapandı . Sevgi ve hü zünle baktığı gözlerinde utanç vardı . Çavuşun, bize yapılanların utancını yü reğinde
h issettiği
anlaşılıyordu.
Onun
gözlerindeki
çaresizliği
anlayabiliyordum. B u olay, tavrımızın ne kadar doğru olduğunun işaretiydi. Kendime güvenim bir kat daha arttı . İnsanlık onurumuzdan ve insani kimli ğimizden taviz vermemeliydik . Düşüncelere öylesine dalmıştım ki koliarımdan sürükl eyenlerin anielen yere bırakmasıyla kendime geldim. Da racık bir banyo odasına tıkılmıştım. Tim komutanı , "Ayakkabılarını çıkar ulan" diye bağırıyordu . Anlaşılan fa laka çekeceklerd i . Sıra ayaklarıma gelmişti . Vücudumuzun her noktasında deneme yapan bu cellatlar, vücudumda tek denemed ikleri yer olan ayakla rımı da elenemek istiyorlardı . Ayakkabı bağcıklarını çözdüğümde , en az dok san kilo ağırlığında olan bir onbaşının göğsüıne oturmasıyla nefes alamaz hale gelmiştim. Uzun bir iple birbirine bağladıkları iki copun arasındaki sicim i çerisinden iki ayağıını geçirdiler ve copları aynı istikaınette çevirnıeye baş ladılar. İp büküldükçe ayaklarım birbirine yapışmıştı. Falaka için hazırdım. İki cop b-üyü klüğünde bir sopayla ayak tabanlarıma parçabreasma vuruyorlardı . Göğsüme oturan askerin ağırlığından hiçbir tarafa kıpırdayamıyor, sadece acının etkisiyle başımı sağa sola çevirerek beton zemine vuruyorclum . Ayak larımın acısından başımın acısını hissetmiyordum bile . Acı
o
kadar dayanıl
maz boyuttaydı ki başımı betona vurarak parçalamak ve ölmek istiyordum . Ölüm bana ç o k yakındı ve ben onu o kadar çok istiyordum k i ! Ama insan istediği zaman ölemiyordu! Başımı betona vurmarnda n korkmuş olmalılar ki bir asker kafamı boynumdan iki ayağının arasına s ıkıştırmıştı . Kafamı yukarı doğru çevirdiğimde, kafamı ayaklarımın arasına alan asker, "Hadi ulan, artık komutlara uy ve dayaktan kurtul" diye söyleniyordu . Kaşlarımı yukarı doğru kaldırarak "Hayır" cevabını verdim. Asker, iki aya ğının arasına sıkıştırdığı boynumu sıkmaya başladı. Falakayı kestiklerinde ,
228 1 ZAMAN ZiNDAN I Ç i N D E
dışarıda Sül eyman'a nasihatle meşguldi.iler. '·Arkadaşın içeride tüm komutlara uydu. boşu boşuna kendini ezdirme , sana söylenenleri yap " d iyorlardı . işkencecilerin en biklik numarasıydı bu . Ya lan söylüyorlardı . ··Ben ko mutlara falan uymuyorum" diye bağırmaya , sesimi Süleyman·a ulaştırmaya çalıştığımda ağzımı kapatarak, "Sus ulan" diye beni s usturmaya çalıştılar. Bu kez beni dışarıya atıp, Süleyman'ı içeriye aldılar. Süleyman'ın feryat ları kulaklarımı parçalıyordu . Kendi canımın acısından çok, arkadaşımın çek
tiği ıstırap içimi yakıyord u . Yapabileceğim hiçbir şey yoktu . Kendimi topariayıp "İşke � ceciler, işkenceciler" diye ınırıldanmaya başladım. Epeyce bir süre ele Süleyman'ı hırpaladıktan sonra , onu dışarıya çıkarıp tekrar beni içeriye aldılar. Bu adamlar işkence yöntemini pek bilmiyorlardı . işkence yöntemini bil medikleri için rastgele vuruyorlar, vurdukları darbenin öldürücü bir darbe olabileceğini kestiremiyorlardı . Her an ellerinde kalabiliriz . Bazen böbrekle rimin bul unduğu bölgeye öylesine bir tekme atıyorlardı ki nefes dahi alamı yordum . Nihayet askerlerelen bir tanesi çavuşu n kulağına doğru eğilerek "Ya bu nlar geberecek, yeter artık, bırakalım" diye uyardı . Koliarımdan tutarak dışarı çıka rdılar ve ayakkabılarımızı giymemizi iste diler. Önce çorabımı giymeye çalıştım ama ayaklarımın acısı sanki canımı alıyordu . Ayaklarım öylesine şişmişti ki ayakkabıların içerisine girmesi müm kün değildi . Tekrar, "Ayakkabılarını giy ulan" diye bağırıyorlardı . " Olmuyor, sayenizele ayağım ayakkabılara girmiyor'' cevabını verdim. Baş larındaki tim komutanı kahkahalar atıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştım ama gerisin geriye boş bir çuval gibi yere yığıl dım. İki asker kolumuza girdi, bir asker de ayakkabılarımızı a ldı ve bizi yer l erde sürüyerek koğuşumuza doğru götürdü .
Ayağıına damlayan gözyaşları Koğuşun kapısında , "İçeriden dört kişi gelsin" diye bağırıyorlardı . Dört kişi kapıya gelerek, esas duruşa geçti. Kapı açıldı, a rkadaşl ar kollarıımza gi rerek bizi koğuşa aldılar ve doğruca yatağa uzattılar. Muharrem'in gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Gözyaşlarını gizlerneye ça lışıyordu ama çorabımı çıkarırken ayağıma damlayan gözyaşları onu ele ve riyord u . Tüm koğuş , çektiğimiz acıyı bir nebze olsun azaltabilmek için seferber olmuştu . Bazıları ayağıma, vücuduma Lasonil sürüyor, bazıları elle
rime masaj yapıyordu .
HALİL GÜVEN
1 229
Ne güzeldi yalnız olmamak, ne güzeldi dayanışma , ne güzeldi bu güze lim insanlarla ya n yana olmak . Aslında bu güzelim insa nları n , bizden daha fazla acı çektiği yüzlerinden anlaşılabiliyord u . Öğle yemeği yemediğimiz için arkadaşlar ekmek arası hazırla mıştı ve zor bela onu yiyorduk ki kapıdan "Halil Güven ve Süleyman Uğur eşyalarını ha zırlasın" diye seslendiler. Zaten doğru dürüst eşyam yoktu ki neyi hazırlaya yımı Bir poşet içerisinde iki iç çamaşırı, iki gömlek, iki de çorabım ve bir arkadaştan kalan eski bir ceketim vardı. Eşyalarımızı alarak , arkadaşla rımızla vedalaştık . Ayakta duramadığımız için beni Muharrem, Süleyman'ı da başka bir arkadaş sırtına a larak kapıya çı kardı . Kapıdaki askerler " indirin ulan onları" diye bağırıyordu . J\!Iu harrem, ''Komutanıın yere basamıyorlar" diye cevap verdi . Askerlerin arasında, koridorcia arkadaşlarımızın sırtında , bilinmez bir yere doğru hareket ediyorduk. Askerlerin durduğu kapının üstünde BS koğuşu yazıyordu . Muharrem , beni sırtından indirdi ve ya naklarımdan öperek, benden gizlediği gözyaşlarının bir kaç damlasını ayağımın dibine bırakarak askerlerin arasından uzaklaştı . 17 Zalimlerden gizlediğim benim gözyaşiarım ise içime doğru akıyordu . Ben bu cellatlara inat, gözyaşlarımı içime akıtacak, onlara göstermeyecektim. İçime akan gözyaşlarının tuzu burnumun direğini sızlatıyordu .
Deniz'in hücresindeyiz BS'in koğuş sorumlusu çavuş kapıyı açtı ve '·Kıdemli" diye bağırdı. Kıdemli, ·'Emret komutanım" diye kapıda hazır bekliyord u. "İçeriden dört kişi gelsin, bunları içeri alın, en dipteki hücreye götürün ve hiç kimse bunlarla konuşmasın, ben hemen geliyorum" emri veren çavuşa, kıdemli, "Emredersin komutanım" tekmilini veriyordu . BS koğuşunda kalan ların şaşkın bakışları arasında , koğuşun en sonundaki hücreye doğru , arka daşların kolları arasında sürüklen iyorduk. BS koğuşu, aslında koğuş değildi. Yan yana diziimiş hücrelerin, demir parI 7.
Zulmün umamen egemen oldu ğu o koşullard a , henüz on yed i y a ş ı n d a olan
bu
çocuk, yüreğimde öylesine bir yer edindi ki aradan geçen yirmi dokuz yıl a rağm e n hala onun bakışlarındaki dostluğu, sıcaklığı, çaresizliği ve sevecenliği unutamaın. Ömür boyu da unutacağıını sanınam . Zaten , beni çektiğim bunca
a
c ılara rağmen
diri tutan da bu insanlara duyduğum sevgi ve saygı olmalı diye düşünürüm.
230 1 ZAMA."' ZINDAN i Ç I N D E
maklıklı kapıları açılmı�tı. Sayım koridorcia alınıyordu . Sorumlu çavuşun izniyle koriciora çıkılabilen, idarenin gözünele koğuş statüsünde olan bir yerdi B 5 . Hücre kapıları açık olduğu için hücre psikolojisi yaşanmayan, tutuklula rın birbi riyle görüşebildiği, sohbet edebildiği, koğuştan pek farkı olmayan , hatta koğuşlardan daha rahat b i r ortam olduğu gözlemlenebiliyordu . Yerle�tiğimiz hücre , üç metre uzunluğunda, iki metre enindeydi . Üst üste yerl e�tirilmiş iki tane tahta ranza vardı. Üst ranzadan bakıtdığı zaman hava landırma görülüyorcl u . Tuvalet ve banyo hücre içerisine yerleştirilmişti. Diğer hücrelerin kapısı açık olmasına rağmen bizim h ücrenin kapısı ka patılmış ve kilitlenmişti . Bu arada bu hücrenin, Deniz Gezmi�'in idam öncesi tutulduğu hücre ol duğunu öğreniyor, Deniz "in hücresinde yatmanın hüznünü ya şıyorclum . As kerin uya rısın a rağmen çoğu tutuklular, bir fırsatını bulup "geçmiş olsun" diyorlardı. Koğuş kıclemlisi Erol adındaki arkadaş , bizimle aynı davada yargılanan ama daha önce tanımaclığımız bir tutukluydu . Koğuştakiler, kısa süre içeri sinele durumumuz hakkında bilgi sahibi olmuş, bizimle daha f�1zla ilgilen meye b a�lamı�larclı. Koğuş sorumlusu çavuşun, "Sayım düzeni alın" uyarısıyla sayım hazırlık ları başlamıştı . Sayım mangası her zamanki gürültüsüyle koğuşa dalmış, ko mutları peş peşe sıralıyordu . "Rahat ol", "Sağ baştan say" komutunun ardından, tutuklular " Bir, iki, üç, dört . . . " diye saymaya başladılar. Yine bazı tutukluların sesi cılız çıkıyor, cılız seslerin sah ipleri şiddetle cezalanclırılıyorclu . Sayım çavuşu bizim hücrenin kapısına gelerek "Dikkat" çekmiş, uyarısının tarafımızdan ciddiye a lınmadı ğını görünce, "Ayağa kalkın ulan" diye komut vermişti . Ranzanın üzerinde oturuyorduk. "Kalkmıyoruz, zaten iki kişiyiz, görüyorsunuz, sayın ve gidin" diye söy lencliğimcle , nöbetçi subayı sert bakışlada kapıda göründti . Nöbetçi subayı , aşağıdan yukarıya doğru küçümseyici bir bakış fırlattı ve hızlı adımlarla kapıdan uzaklaştı.
" Ö ldüresiye dövdük, 'komutanım' dedirtemedik" Sayım bitmiş, koğuş sorumlusu çavuş bizi ziyarete gelmişti . Koğuştakiler. büyük bir şaşkınlık içerisinde olanları izliyordu. Daha önce hiç muhatap alın mayan tutuklula r, koğuş sorumlusu çavuşun, bizimle gayet samimi bir havada sohbet etmesine şaşırmışlardı.
HALtL GÜVEN 1 23 1
Çavuş, hücre kapımızın karşısına yerleştirdiği banka oturmuş, bir ta raftan çayını yudumlarken , bir taraftan da efkarlı efkarlı sigarasının dumanını içine çekiyordu . Sigarasını çıkarmış, bize de ikra m etmişti . İstanbul "dan geldiği mizi öğrendiğinele heyecanlanarak kendisinin de Beşiktaş semtinin çocuğu ·
olduğunu , istanbul'da doğup büyüdüğünü a nla ttı . Tavırları lümpen bir eği lim gösteriyordu ama bize saygıda kusur etmiyordu . O gün, emniyetten koğuşa yeni gelen bir arkada ş vardı. Çavuş, koğuştaki tüm tutuklularla ilgilend iği için onu da yanın a çağır mıştı . Yeni gelen, esas d uruşta çavuşun karşısında bekliyordu. Çavuş, yeni gelen arkaclaşa , " Suçun ne'' diye sorcluğuncla tutuklu , pa n kart asma iddiasıyla getireli klerini söylüyordu . Çavuş, tutukluya dönerek emniyette kabul edip etmediğini sordu . Tutuklu , başlangıçta kabul etmediğini, fakat işkence sonucu kabul ettiğini söyledi. Çavuş, lümpen bir dille , "Ha siktir lan, işkenceyle kabul etmiş; ulan şu hücredekileri üç gündür öldüresiye dövüyorlar, kamutanım cledirtemed iler'' diye söylenince , ben sanki yerin dibine giriyordum . Tutuklunun yüzünde büyük bir utanç ifadesi belirmişti. Çavuşa, öfke ve kızgınlıkla ve sesimi yükselterek , " Olabilir, işkenceyle kabul etmiştir, bu gayet insani bir durum, senin o arkadaşa böyle konuş ınaya hakkın yok'' diye bağırdıın. Çavuş hatasının farkına varınca , "Kusura bakmayın, eşeklik yaptım'' diye rek tutukluya "Yerine geç'· talimatı verdi ve a rdından özür diledi Öfkeyle çavuşa döndüm, " Emniyette i şkencecilerin solculara yaptığının onda biri işkencecilere yapılsa, analarının orospu . babalarının pezevenk ken dilerinin de piç olduğu kabul ettirilir'· dediğimele çavuş kahkahalarla gülü yorclu . Çavuş, gecenin ilerleyen saatine aldırmadan . gece boyunca bizimle soh bete devam etti . Ertesi gün, açlık grevine başlama kararı aldık. Saba h sayımında kararı mızı nöbetçi subayına bildirdiğimizde cevap verme gereği d uymadı ama şaş kınlığını da gizleyemedi .
İki kişilik açlık grevi İki kişilik açlık grevi dahi idareyi çılgına çevirmişti . Her saat başı nöbetçi subayı geliyor, kararımızdan vazgeçmemizi istiyordu .
232 i ZAM.�'i Z i NDAN iÇiNDE
Biz ise genelinde Mamak Cezaevi'nde uygulanan baskı, dayak, işkence ve tahakkümü , özelinde ise bize yapılanlan protesto etmek ve bir daha böyle bir uygulamaya tabi turulmamak için bedenimizi açlığa yarırma yoluna baş vurduğurmızu açıklıyorduk . Ara sıra b i r başçavuş geliyor, keskin b i r yüz ifadesi takınarak, bize ağır ha k a retler ediyordu . Biz ise yaptığının doğru olmadığını, bir gün bu stızlerinin hesabını vereceğini söyl üyorduk . Hücrelerin kapısın ın açıldığı koridor havalandırmaya bakıyordu . Üst ran zaya çıktığımızda, havalandırmaya çıkarılan diğer koğuştaki tu tuklul a r ı gö rebiliyorduk. Havalandırma saatlerinde üst ranzalara çıkmak, havalandırmadakilerle ko nuşmak yasaktı ama Süleyman ve ben bu yasağa uymuyorduk . Gün boyu diğer koğuşlardan havalandırmaya çıkan tutuklulara , İstanbul'dan geldiği mizelen beri bizi öldüresiye dövelü klerini ve hala dövmeye, tecrit etmeye, ha karet etmeye devam ettiklerini, can güvenliğimizin olmadığını söyleyerek açlık grevine başladığımızı söylüyorduk. Turuklular, bize saygıyla bakıyorlardı. Havalandırmacia H aydar Yılmaz' ı gördük ve ona da B Blok'a getirildiği mizelen bu yana bize ya pılanla rı ve açlık grevine başladığımızı anlattık Haydar kararımızdan va zgeçmememizi,
devam etmemizi s alı k
eriyo rdu .
v
En kısa zamanda , en azından Haydar ile İstanbul'dan bizimle beraber Mamak cehennemine getirilen, İstanbul'da direnme kararı alan arkadaşların bu ka rara katılacaklarını umut ediyorduk . Daha doğrusu böyle olmasını istiyor duk . Ama ne yazık ki ne Haydar ne de diğer arkadaşlar, hiç kimse o süreçte bizim başlamış olduğumuz açlık grevine katılmadı .
Binlerce tutuklu arasında yapayalnızız Kendimizi yapayal nız hissetmeye başladık . Binlerce tutuklunun içinde tek başına kalmak, hem moral bozucu hem de korkutucuydu . Her an başımıza bir şey gelebilirdi . Yal nızlığın korkutuculuğuna rağmen biz geri adım atmayacak, açl ı k gre vine devam edecektik. Korkuyu , ancak kararlılık yok edebilirdi. Hala görüntümüz çok kötüydü . Ayakta durmakta oldukça zorlanıyorcluk . Koğuşta ki arkadaşlar d a tek başımıza başladığımızı , açlık grevinin bir anlamı olmadığını söylüyorlardı . Ama vücudumuzu açlığa yarırmaktan başka ya pabileceğimiz bir eylem biçimi yoktu orda . lümpen çavuş, biz BS'e geldiğimizden itibaren, koğuşa karşı tavrını daha
HALIL GÜVEN 1 233
da yumuşatmış , h ücredeki arkadaşlar serbestçe koridorlarda volta atmaya başlamışlardı . Çoğu arkadaş, gün boyu lı ücremizin karşısına gelerek bizimle sohbet ediyordu. Bazı arkadaşlar, bizi bu koğuştan da a lacaklarını, b üyük bir ihtimalle A Blok'a göndereceklerini dillendiriyorlardı. Anlatılanlara göre, B Blok,
A
Blok'a göre cennetti.
Bize ya pılanla r, daha şi melielen koğuştakilerin büyük çoğunluğunu ra hatsız etmeye başlamıştı ama hiç kimse açıktan tavır koyma cesaretini gös teremiyordu . BS koğuşuna geldiğimizin üçüncü günü , kıdemli, koğuş kapısına çağrıldı ve icl areye götürüldü . Büyük bir ihtimalle görüşme bizimle ilgiliydi . Talımi nimiz doğru çıktı . Kıdemlinin anlatlığına göre, bizi koğuştan alacaklar ve hastaneye sevk edeceklerdi. Ben, hastaneye sevk etme konusuna pek bir ihtimal veremiyordum. En fazla bizi muayene ettirirler ve tekrar herhangi bir koğuşa yerleştirirl er diye düşünüyordum . Büyük bir ihtimal l e de B5 'teki arkadaşların söylediği gibi A Blok'a gönderirlerdi . Bir saat kadar sonra . hazırlanmamız ve eşyamızı yanımıza almamız iste niyordu . Zaten eşyamıza hiç dokunmanıış, üç gündür pantolonla yatıp kalk mıştık Hücre kapısı açıldı , askerler bu kez gayet nazik bir şekilde kollarıımz a girdi ve bizi idare binasına doğru götürmeye başladılar. Sanki üç gün önce bizleri bu hale sokan, bize işkence yapan askerler bunlar değil di.
Gözlerime baksaydınız yüzbaşım Kapısında "İç Emniyet Amiri" yaza n bir kapının önünde beklemeye baş ladık . On beş dakika kadar sonra , sayım çavuşunun içeri girmesiyle çıkması bir oldu . Sayım çavuşu , askerlere, bizi içeriye getirmelerini emretti. İç emniyet amiri bizi görünce ayağa kalktı . Sanki hi çbir şeyelen haberi yokmuş gibi gayet ü zgün bir ifadeyle "Ya çocukla r, size ne oldu böyle" diye şaşkınl ığını belirtiyordu. Biz, hiç sıkılmadan ve çekinmeden "Bizi bu hale getiren siz in askerleri ni zdir" cevabını verdik. Yüzbaşı, üç gün d ü r izinl i ol duğunu , daha bugün geldiğini, hemen bu olayı soruşturacağını, bizi derhal hastaneye sevk edeceğini belirterek çavuşa döndü ve "Hemen çocuklara çay getirin'· emri verdi . Biz, açlık grevi n de olduğumuzu , çay içmeyeceğimizi söyledik .
2.34 1 ZAMAN Z INDAN IÇINDE
Yüzbaşı, "Yapmayın çocukla r, size yemek getirteyim, bu işe bir son verin" ricasında bulunuyordu . İç emniyet amiri, görüşmeye samimi bir hava vermeye çalışıyordu ama biraz elikkat edildiğinde , davra nışının sahte olduğu yüz ündeki ifadeden bel liydi . Yüzbaşının takındığı üzgün yüz ifadesi bir duygusallık belirtisi değil, karşısındakini kandırma ve kazıkiama ifadesiydi . Ben, bu görüşmenin formaliteden yapıldığını, bizi en kısa zama nda A Blok'a göndereceklerini , yüzbaşının bizi A Blok'a sevk etmeden açlık grevini bıraktırıp, cezaevi müdüründen takdir almak istediğini tahmin edebi liyor dum . İçimden "Sana bu takdiri alclırınayacağım sayın yüzbaşı" diyordum . Yüzbaşı, bize bol keseden taahhütlerde bulunmaya başladı. Bizi hasta neye göndereceğini, bundan sonra bizimle kendisinin bizzat ilgileneceğini, en ufak bir şikayetimizi değerlendireceğini, bunun karşılığında da kendisine göre ufacık, mini minnacık bir ricada bulunuyordu : Açlık grevini bırakmak. Görüşmenin geyik muhabbetine dönüşmesini engellemek istiyord u m . Daha fazla görüşmemizin b i r a nlamı olmadığını, bize yapılanlardan kend isi nin haberdar olduğunu , hatta biz hav;;ı-tfı101 r mada acımasızca dövülürken, kendilerinin koridorcia bizi seyrettiğ � i gördüğümü söyledim. Yüzbaşının yüzünün rengi değişmişti . Tabii ki tüm işkenceciler gibi o da suçunu inkar ediyordu. Çünkü hiçbir zalim, kurbanına yaptığı zulmü kolay kolay kurbanının yüzüne karşı itiraf edemezdi . Korkaklardı . Korktukları için bize bunları yapıyorlardı . Şiddetle bir başkasının üzerinde- taha kküm kura cağını veya onları dönüştüreceğini sanan insanla rın , kendi şiddet gördü ğünde
her
tü rlü
tahakk ü m ü
kabullenebil ecek
ve
istenilen
şekle
dönüşeb ilecek kadar korkak insanlar olduklarını biliyordum . Yüzbaşı , çok üzgün olduğunu ve bizi hemen hastaneye sevk edeceğini belirtti ve görüşme sırasında odada bulunan başçavuşa dönerek, bizi hasta neye götürmelerini emretti. Başçavuş, kapıdaki askerleri içeri çağırdı ve askerler gayet nazik bir ha reketle bizi kolianna aldı . Yüzbaşı, oyununa deva m ediyord u . " Geçmiş olsun çocuklar, çok üzgü nüm, bir an önce iyileşmenizi dilerim" diye hala dil döküyordu . İçimden, onun bu ikiyüzlülüğüne karşı " hoşça kal" demek gelmedi. Göz lerinin içine baktığımda , sürdürdüğü yalanı boşa çıkanrtasına gözlerini ben den kaçırarak, pencereden uza klara doğru bakıyordu . "Gözlerime baksaydınız yüzbaşım, ne de olsa gözler yalan söylemez'' dedim ve odadan çıktım .
HALIL GÜVEN 1 2 3 5
Askerlerin yardımıyla hastane sevk aracına bindirilirken, bizi bu hale ge tiren tüm askerler, karşımızda sus pus olmuşlardı. Yarım sa atlik bir yolculuktan sonra . askeri hastaneden içeriye , yine as kerlerin ya rdımıyla girmiştik. On beş dakika sonra, üzerinde doktor önlüğü ve önlüği.'ın yakasında l"Litbesi "Dr. Albay" yazan biri bizi muayene etti. Dav ranışları bir doktorda n ziyade bir askeri andırıyordu. Kalp, nabız atışlarını, nefes alıp verişleri kontrol ettikten sonra, başçavuşu içeride bırakarak bizi dı şa rıya çıkardılar ve koridordaki bir banka oturttular. İçeride ne konuştukları duyulmuyordu. Muayene konusunda bize hiçbir bilgi vermedikleri gibi, zaten biz de hiçbir şeyi sormak gereğini duymuyorduk. Kısa bir süre sonra yine aynı askeri a raç içerisinde cezaevine doğru yol al ıyordu k.
Dayaktan kalkamıyoruz ama kalkmak için dayak yiyoruz Askeri araç B Blok kapısında durduğunda, araç çevresi bu kez piyade erler tarafından sa rılmıştı . Yalnız bu erlerin, daha önce karşılaştığımız erler olmadığının farkına varmamız zor olmadı . Hiçbirini tanıınıyorduk. Bir saat kadar sonra, yeni bir astsubay çavuş, "indirin onları arabadan, A Blok'a götüreceğiz" diye sert bir talimat veriyordu . Aşağıdaki erler bize ·'i11in ulan aşağı" diye bağırıyordu ama bizim aşağı inecek halimiz yokttı . Adım atamaz haldeydik. Zor bela ayağı kalktım ve ayağımı aşağı doğru saHadığımda kökü kesilen bir ağaç gibi boyl u boyunca uzandım. Fala kadan perişan olan ayaklarım vü cudumun ağırlığını taşıyanııyordu . Askerler, üzerime doğnı yürüyerek, "Ayağa kalk ulan'' diye bağırıyorlardı ama onların emrini yerine geti recek ne halim ne de isteğim vardı . Astsubay, ·'Kaldırın onu" diye emir verdi. Aynı şeyleri S üleyınan'a da yapıyorlardı . Askerler, coplarını çekmiş, var güçleriyle tüm vücudumu copluyorlarclı. Ama nafile , benim' ayağa kalkacak halim yoktu . Üzerime , her seferinde on larca cop darbesi iniyordu . Bir anda gözlerim karardı ve sonrasını hatırlamı yorum. Uyandığıında yüzümün, saçtarımın su içerisinde olduğunu gördüm. An laşılan baygınlık geçirdiğimde, üzerime suyu boca etmişlerd i . Ellerimi yere dayadım ve ayağa kalkmaya çalıştım ama bir türlü ayağa kalkmayı becere miyordum . Kendimi yeni doğan a ma bir türlü ayağa kalkamayan bir at yav rusu gibi hissettim. Yeni doğan yavrular da doğumun hemen ardından ayağa
236 i ZAMAN ZINDAN I Ç i N D E
kalkmaya çalışır ama ayakları vücudunun ağırlığını taşıyamadığmda n , anne sinin ayaklarının dibine yığılıp kalırdı. Yavru , birkaç gün içeri sinde, annesi nin ele yardımıyla ayaklanır dolaşmaya başlardı. Keşke benim de annem yanımda olsaydı da ona tutunup kalksaydım . Hayal kurmak , duyguların en güzeli ama ben çabucak vazgeçtim b u ha yalimde n . İyi ki de annem yanımda yoktu . Annem yanımda olsa , onun o gü
zelim y u tka yüre ğ i , benim bu acıma nasıl dayanırdı ! Bizlere bakmaya dahi kıyamayan anneleri n , bu durumu görmelerine dayanamazdım. Bir asker elini uzattığında , onun elini sıkıca kavradım ve tüm gücü mü to parlayarak ayağa kalktım ama ancak askerin desteğiyle ayakta durabiliyor dum. Asker elin1i bıraksa her an yere y ı ğıl a bi l i rdim
.
Süleyman'ın durumu da benden farksızdı. Onunla da aynı yöntemlerle uğraşıyorlardı. Yardımsız yürüyemeyeceğimize kanaat getiren askerler kol Ianınıza
gi rdi ve A Blok' a doğru hareket ettik. B Blok'tan 30 metre kadar
uzaktaşmıştık ki astsubay, " Bırakın kollarını, kendil eri yürüsünler'' emri verdi. ''Yaptığınız işkenceler sayesinde ayaklarım yere basam ıyor ve vücudumu taşıyamıyor" cevabıımı sinidenen subay, "Ben mi suç işle dedim" diye bağı rıyordu . Koll arımı bıraktıklarında tekrar yere yığıldım. Coplarını çeken askerler, ''Ayağa kalk ulan'' diye tüm vücudumu copluyorlardı. Dayaktan kalkamıyor dum ama kalkmam için lüla dayak atıyorlardı. Bizleri
ayağ a kaldıramayacaklarını
a n la m ı ş l ar
,
mecburen kol i a nın ı z a gi
rerek sürütmeye başlamışlard ı . Neyse ki iki blok arasındaki mesafe çok uzak değildi . A Blok'tan içeriye girerken ayaklarımızın uçları yerlerde sürünüyordu .
A
Blok girişindeki kafesler, emniyetten yeni gelenlerle tıka basa doluydu . Baş l a rındaki nöbetçiler, her zamanki gibi büyük bir "gayret''le eğitim yaptırmaya deva m ediyorlardı . Bizi kanti nin önündeki duvar kenarına bıraktıklarıncla , sırtımı duvara ya slaclım, ayakta durmaya çalıştım ama başaramaclım, yere yı ğıldım. Askerler, ayakta duramadığımızın fa rkına vardıkları için artık çok da önemsemiyorlarclı. Nasıl olsa birazdan
A
Blok İç Emniyet Amirliği'ne teslim
edeceklercli .
"Bunlar yaşamaz, teslim alamam" Başımızdaki astsubay, "A Blok İç Emniyet Amirliği" yazan odadan içeriye girdiğinde , bizler boylu boyunca yerele yatıyorduk.
HALIL GÜVEN 1 237
Beş dakika sonra, astsubayın yanında gözlüklü , kolundaki pırpır sayısı hayli kalabalık, beyaz saçlı, şişman, elli yaşlarında bir kıdemli başçavuş, beş metre kada r ilerimizel e bizleri gözetliyordu . Kıdemli başçavuş ·'Ya bunları neden ayağa kaldırmıyorsunuz" diye soru yordu . B Blok astsubayı , onun kul ağına doğru eğildi ve bir şeyler söyled i . Başçavuş, b ize doğru yaklaştı ve hangi örgütten olduğum uzu soruyordu . Cevap verelim, kafasını sallayıp geriye dönen başçavuş, b izi getiren ast subaya, ''Ya bunlar ne hale gelmiş, bunlar yaşamaz, ben bunları bu halele teslim ala mam " diyordu . Astsubay, elinde, Cezaevi Müdürü Raci Tetik'in sevk emri olduğunu bil diriyordu ama kıdemli başçavuş, "Binbaşımla görüşmeden ben bunları tes lim alamam'' diye cl iretiyordu .
İki subay tartışarak birlikte iç emniyet anıirliği odasından içeri gird iler. Kafesin içerisindeki tutuklular, korku ve merak dolu gözlerle alttan alta giz lice bizleri inceliyorlardı. Bir ara kafes nöbetç ileri de yanımıza geleli, " Vay anam vay, bunla rın hali harap, her an giclebilirler" di ye bizimle alay ediyordu . Öylesine bitkin bir haldeyelik ki her gelen geçen rütbeli veya rütbesiz bizi incelemeden geçe miyordu . Bir saati aşkın süre geçmesine rağmen hala bizim teslimattınız sorunu çö zülememişti . Bir ara , kolianınıza giren ask�rlerin yard ımıyla revire götürül elük ve muayeneelen geçirildik . Duktor1.111 yakasındaki ı"i.itbeclen asteğmen olduğu anlaşılıyordu . Hastanedeki askeri doktorlara nazara n daha çekingen , daha insancıl bir göri.'ı nümü vardı . Günlerdir işkence altında olduğu muzu , bize uygulanan bu yaptırımları protesto etmek için üç gün önce açlık grevine başladığımızı, elleriınizcleki , ayaklarımızclaki ve tüm vücudumuzdaki işkence izlerinin tespit eel ilmesini ve revir defterine yazılmasını istedik. Do�tor konuşmuyor, sadece bizleri dinliyordu . işkence izleri açıkça göz ler önüncleydi. Ellerime , ayaklarıma ve vücudumclaki diğer izlere baktı , sır tımdan nefes alıp verişimi kontrol etti ve "Tamam, üzerini clüzeltebilirsin, sana birtakım ilaçlar vereceğim, onları kullan" dedi . Verdiği ilaçların . ağrı ke sici ve yarayı iyileştirici merhem olduğunu söylemeyi ihmal etmedi . Benimle konuşurken deftere birtakım tıp terimleri yazdığını gördüm ama ne yazclığını tam olarak anlayamadım. Askerlere "Tamam, çıkarabilirsiniz" emri verdiğinde, yine askerlerin kolları arasında dışarıya çıkarıldık Bu kez eski yerimize değil, revire çıkanları ve mahkemeden gelen tutukluları beklettikleri revir boşl u ğuna götürülüyorduk .
2:)8 i ZAMA.'! ZiNDAN I Ç ! K D E
Doktor durumumuzun iyi olmadığını söylemiş olmalı ki bizi revir boşlu ğundaki sedyelere yatırdılar. Üç gündür açlık grevinde olmamıza rağmen hiç açlık hissetmiyordum . Bu arada mahkemeden getirilenler revir boşluğunda bekletiliyor v e birer ikişer koğuşlarına veya hücrelerine askerler denetiminde götürülüyorlardı . Hiçbir tutu klu, kab1sını kaldırıp sağına soluna bakamıyor, başla rındaki as kerlerin emir komutası doğnıltusunda hareket ediyorlardı . Askerlere kantinden sigara almak istediğimizi b ildirdiğimele "Yasak, olmaz" yanıtını aldım. Yalnız, mahkemeden gelen tutuklulardan bir tanesi vardı ki,
o
hep bizi gözetliyor ve bize baktıkça yüzünün rengi değişiyor, bir
hayli üzüld üğünü hissettiriyordu . O tutuklu. başında dura n askere ''Komuta mm, bende sigara var, verebilir miyim'' diye izin istedi . Askerler zor bela ikna olmuş, sigarayı arkadaştan alarak bize vermişlerdi . Yasak olmasına rağmen bir tane sigara yaktı m . Askerler sigara yakmama başlangıçta kızmışlar a m a benim umursamaz tavrım karşısında seslerini çıkarmamışlardı . Bize sigara veren bu tutu kl u , da ha sonraki direnişlerde bize destek verecek olan, Devrimci Yol davasından tutuklu , Nail Koç'tu . Muhtemelen idare binasının dış kapısında , yüksek bir sesle "Dikkat" çe kiliyordu . Elimdeki sigarayı aldılar ve söndürerek çöpe attılar. Anlaşılan yük sek ıi"ıtbeli birisi geliyordu . '' Dikkat" seslerinin ardı arkası kesilmiyordu . H.ütbeliyi gören her asker, avazı çıktığı kadar yüksek bir sesle ''Dikkat'' çeki yordu. Ya nılmamıştım. Ş u an karşımızda , A Blok a miri binbaşı vardı . O da bizi uzaktan, dikkatl i gözlerle süzüyordu . Yanıma doğru yaklaşan Binbaşı, ·'Ayağa kalk" diye emir vermişti . "Sayenizde kalkamıyorum" cevabını verdim . Askerler, "Komutanım istemeden konuşma lan'' diye bağırıyordu . Binbaşı, neden yemek yemediğimizi sordu . ''Açlık grevindeyiın" cevabını verdiğimefe ''Bok yiyin. bırakın gebersinler" dedi . Binbaşının da bizi bu halde teslim alarak risk almak istemediği görülü yordu ama cezaevi müdürü nün emrinden dolayı da A Blok'a almak dışında bir şansı yoktu . Binbaşı, başçavuşa dönerek bizi muayene ettirmeleri ve teslim tutanağına doktor raponınu iliştirmeleri için emir verdi ve kendisi önde, diğer rütbeli ler arkasında gözden kayboldu .
HALiL GÜVEN 1 239
Başçavuş, muayenenin yapıldığını bildirdi. Yarım saat kadar sonra , sayım mangası yürüyüş kararları eşliğinde , karşı mızda hazır bekliyordu . Başçavuş önde , sayım ma ngası onun arkasında, bizim kollarımıza girdiler ve peş peşe açılan kapıların a rdından birinci ko ğuşun kapısında n geçtik. üç·ü ncü koğuşun kapısında durduk ve iri yan, sonradan adının S ü leyman olduğunu öğrendiğim bir sivil gardiya n kapıyı açarak bizi koğuş kıdemlisine teslim etti . Koğuştaki tutuklularda n birkaç arkadaşın yardımıyla alt ranzalardan bir ta nesine boylu boyunca uzatılmıştık. Tüm tutuklular, meraklı gözlerle bizi sfı züyorclu . Arkadaşları fazla bekletmeden, Acilciler örgütü üyesi olduğumuzu , İstan bul'dan sevk gelcliğiınizi, B Blok'ta kurallara uymadığımızı, onun için de bu hale getirilcliğimizi a nlattım . Üçüncü koğuşta bizim örgütten Ankara, Kayseri bölgesinden gelen bir hayli arkadaş vardı ama hiç birini tanımıyordum. Örgüt arkadaşlanmız, bize karşı bir hayli titiz clavra nıyorlardı. Çok geçmeden dış kapıdan, "Yeni gelen leri eşyalarıyla birlikte kapıya getirin" talimatı verildi . İki arkadaş, beni ve Süleyman'ı sırtiarına aldı. Önde sivil gardiyan, a rka sında biz , bizim a rkamızda da askerler koridorcia ilerliyorduk . Havala ndırma boşluğuna gelcliğimizcle, Tecrit 2 hücrelerinin bulunduğu koridorun kapısı açıldı. Yanılmıyorsam beni dördüncü hücrenin kapısını aça rak içeriye attılar. Hücrede tek bir tutuklu vardı . Hücredeki arkadaş, alt ran zanın bir kenarında , elleri dizkapağı üzerinde. sağa sola bakmadan, hücrenin cluvarıyla tavanın kesiştiği kiriş noktasına gözlerini dikmiş , robot gibi duru yordu . Kafasını hiç çevirmeclen, dudaklarını dahi kıpırclatmaclan, '' Hoş gel elin. geçmiş olsun" diye fısılcladı . Hücre içerisinde da h i , tutukl uların birbiriyle konuşması yasa ktı . Önce, benim emniyetten getirilen bir tutuklu olduğuımı sandı. Ben, B Blok'tan getirilcliğiıni , kurallara uymadığım için bu uygulamaya maruz kalclığımı ve direndiğimi anlattım . Arkadaş, TİKKO dava sından tutuklu ve adının M . Sani İlhan olduğunu söy ledi . Direnmenin çok güzel ve çok doğru bir tavır olmasına rağmen tek ba şına anlamsızlığını duyulur duyulmaz bir sesle bana anlatmaya çalışıyordu . Tek başına direnmenin hiçbir şey getirmeyeceğini ben ele biliyordum ama böylesine bir taha kküm ilişkisini kabullenemiyordum. Her şeyden önce ben bir insandım ve tüm iradem üzerinde tahakküm kurulması kabul edilemezcli.
240 1 ZAMAN ZINDAN I Ç i N D E
Sani, arada bir kaçamak bakışlada bana bakıyor, üzüntüyle içini çekiyordu. Ben acı çekerken , o bir şey yapamamanın acısını yaşıyordu . Tecrit önünde nöbet tutan asker, hücrenin kapıs i ncia bizi gözetlerneye al mıştı . Bana doğru gözünü dikerek, "Ulan yeni gelen, ayağa kalk bakalım" diye bağırıyordu . B e n , kurallara uymaclığımı , ayağa kalkacak durumda olmadığımı , sağlıklı olsam dahi ayağa kalkmayacağımı , kendisinin emir komutlarına uymayaca ğımı, zaten tüm bu uygulamaları protesto etmek için açlık grevinde oldu ğum u izah ettim ama nöbetçinin bunu anlamadığı görülüyordu . "Ne demek istiyorsun ulan, sen kimsin" diye avazı çıktığı kadar bağırı yordu . Nöbetçinin bağırmasına . diğer nöbetçi de gelmişti . O da hücre kapı sından olanları gözetliyordu. Nöbetçi, '' Şuna bak ulan, bize kafa tutuyor" diye hücrenin parmaklıklarını copluyordu . Tekrar izah ettim. " Ben kafa tutmuyorum, bu uygulamaların insanlık dışı olduğunu söylüyorum" dedim. Asker, Sani'ye doğru döndü ve ''Kaldır ulan onu ayağa " diye bağırdı. Sani, ''Arkadaşın ayağa kalkacak durumu yok kormıtanım" diye söylendi ama nöbetçi bunu anlamaktan uzaktı . Bu kez de Sani'ye dönerek "Aç ulan elini " emri verdi . Sani, yere eğildi ve sağ elini hücre kapısının alt kısmında yemek servisi nin ya p ıldığı yerden dışarıya doğru u zattı. Nöbetçi olanca gücüyle Sani'nin ellerine abanıyordu . Asker, Sani'nin her iki eline en az on tane cop vurdu ve "Yerine geç " ta limatı verdi. Sani yerine geçip oturdu ama asker bu kez de "Ulan, sana kim otur em rini verdi ki" diye bağırıyordu . Tekrar "Kapıya yanaş" emri gecikmedi. Sani, çaresiz tekrar kapıya yaklaştı ve elini kapıdan dışarıya uzattı . Bu kez ele diğer asker copla maya başlamıştı . ·
Bu kez ayağa kalkan Sani, "30 n u maralı hücre yerine oturabilir mi ko
muranım" diye izin istiyordu . Nöbetçi, bu sesi beğenmemişti. "Bu ne biçim ses ula n , kapıya yanaş ba kalım" emri veriyordu . Ben halsizliğime rağmen tüm gücümü topariadım ve . . Siz işkencecisiniz" diye bağırdım . Asker şok olmuştu . Bu zamana kada r h içbir tutukludan böylesine bir tepki görmeyen nöbetçiler şaşırmıştı ama kapı kilitli olduğu için bana bir şey
HALiL GÜVEN 1 2 4 1
yapamıyor alımının hıncını Sani'den çıkarıyorlardı. Sani'yi onlarca kez cop layan askerlerin kızgınlığı geçmemiş , "Seninle akşam sayımında görüş ürüz'' diye tehditler savuruyorlardı . Arkadaşın benim tavnından dolayı dayak ye mesi çok zoruma gitmişti . Hücreye gireli bir saat olmuştu ki, gardiyan ve üç beş ta ne asker tekrar benim hücremin kapısında belirmişti. Kapıyı açtılar ve beni Sani'nin sırtına yükteyerek hücreden çıkardılar. Nö betçiler bana saldırmak için fırsat kolluyorclu . Sayım ınangasınclaki askerle rin kulağına bir şeyler fı sıldayan nöbetçiler, sayım mangasındakilerin ikazıyla bizele n uzakla şmaya başladılar. Tecrit 2 koridorunda n geçerek havalandırma boşluğuna bakan 34 ve 35 nu maralı hücrenin kapısında durduk. Gardiyan, 34 numaralı hücrenin kapı sını açarak geri çekildi . Sani. büyük bir şefkat ve özenle beni, ranzanın ü zerin e uzattı ve elimi büyük bir saygı ifadesiyle sıktı, hücresine dönmek için yanundan ayrıldı.
Sonra milletvekili o lacak hücre arkadaşım içeride iri yarı , oldukça şişman bir tutuklu vardı. Ba kışlarındaki soğuk luktan, bu tutuklunun sağ görüştü olduğu hemen anlaşılabiliyorclu . İnsanları , sağcı
ve
solcu diye insani kimliklerinin üstünden ayırmak çok hoş değild i
ama bazen insanın değerleri, davranışia rına birebir yansıyor ve bir bakış , in sanın siyasi kimliğini anlamanıza yetiyordu . Bir gün içerisinde, önce 3 . Koğuş , ardından Tecrit 2-Ön
ve
daha sonra da
34 numaralı hücreye yerleştirilmiştim . Beni hala ne reye yerleştirecekl erine
karar veremiyorla rclı . Belki de farklı yerlerde gezdirerek psikolojik olarak yıpratmak istiyorlard ı . Hücre içerisindeki eliğer tutuklu konusunda yanılmamıştım. S a ğ görü ş lüyclü . Adı, Esat Bütün'clü . 12 Eylül öncesinden Ankara Ülkü Ocakları Baş kanı'ymış . Esat Bütün ile zıt görüşl üyclük ama lıemşehriydik . Köylerimiz birbiri yle sınırclı. Ahmet Arif'in dediği gibi , "Komşuyduk yaka yakaya , birbi rine karışırclı tavuklarımız " . 18 34 ve 35 numaralı hücreler, havalandırma boşluğunda , birbirine bitişik 18.
Bu
arkadaş
m::ık 'taki
daha sonra
m i lletvekili
duym acl ı Çünkü onların .
Çünkü
oldu
ama
ne
yazık k i 12
Eylül
d öneminele Ma
gayri insani tutum konusunda en basit bir sorgulama dahi yapm a
onlar
da
ya
dünyaları da
gereğini
tahakküm ve hegemony::ıyla be z e n mi şt i
birilerine emir veri r ya da biri lerinden emir alırl a rcl ı .
.
242 i ZAMA."' Z I N DAN I Ç I N D E
olan ve da ha önce idamlıkların konulduğu hücreydi. Sevgili Erdal Eren de 1 2 Eylül'ün ardından idam edileceği güne kadar b u hücrede kalmıştı . B u hüc reler yolgeçen hanı gibiydi. Cezaevinin her tarafından gelen sesler, bu hücrelerden çok net duyulabi l iyordu . Özellikle sayını başladığında , kadın tutukluların kaldığı Bl koğu �unda n tutun da zemin 1 . , 2 . , 3. koğu�lara kadar ve tecrit hücrelerindeki tüm sesleri, özellikle dayak sesl erini her an duyulabiliyordu . Her an dayak ve i� kence sesleriyle iç içeyelik Bazen cop seslerine karışan çığlıklar psikolojimizi altList ederdi . Havalandırma ve sayım mangalarıyla tecrit hücrelerinin nöbet değişimlerine giden askerler, bu bölümden geçtiği için her an onlarl a ka rşı laşıyorduk. Tabii ki bu karşılaşmalar, insan i bir temelde olmuyordu . Her kar şılaştığın askerin copu senin elinde patlıyordu . Diğer hücrelerin gün içerisinde değişen on iki tane nöbetçisi varken , bizim yüzlerce belalı askerimiz vardı.
Erdal Eren'in hücresindeyim Söylemeden geçemeyeceğim, ben görmeelim ama eliğer arkadaşların an latımlanna göre , h ücrede yattığı zaman Sevgili Erdal'ı, gece gündüz yolu bu radan geçen her askerin, intika m a lırcasına acımasızca copladığı , Erda l ' ın buna rağmen onlara boyun eğmecl iği , onların karşısında onurlu davrandığı söyleniyordu. Bu hücreel e yattığım ayla r boyunca, Erdal'in o çocuks u , aydınlık ve masum yüzü gözümün önünden hiç gitmedi . Aylar boyu her an, gözyaşia rımı kimselere göstermeden içime akıttım veya tuvalette ağladım . 1 9
İtaatsizlige devam, bayılana kadar dayağa da Bulu nduğumuz hücreler havalandırma boşluğunda olduğu ve havalan dırımı kapısı çoğunlukla açık olduğu için eliğer hücrelere göre bir hayli so ğuktu . Bu hücreler. havalandırmaya mahkemeye, ziyarete , revire çıkan diğer tecrit hücresindekilerin gelip geçtiği, ayakaltı bir yer konumundaydı . Esat Bütün, namaz kıldığından, onu rahatsız etmemek için benim ü s t ran zayı kullanmaının daha uygun olacağına birlikte karar verdik. Ben üst ranzaya onun yardımıyla çıkarak, yatağa boylu boyunca uzandım. Yatağa boylu boyunca uzandığımı gören nöbetçi çıldırmıştı . Bana "Ka lk ulan 19.
O , tertemiz ve masum bir çocuktu. Hepimizden intikam alıı·casına onu katlettiler.
Bugün dahi, aradan çok uzun yıllar geçmesine rağmen a klıma geldikçe i�jm sızlar, yüre ğ im ya nar.
HALiL GÜVEN 1 2'1 .3
oradan" diye bağırıyor, hücre kapısını copluyor. Esat ise esas duruşta bekli yordı.ı . Ben buradaki kurallara uymayacağımı , siyasi tutuklu olduğumu ve bana emir veremeyeceklerini izah etmeye çalışıyorduın ama nöbetçi beni dinle miyordu bile . O
"Kalk ulan oradan" diye bağırıyor, kapıları copluyor, benim de diğer tu
tuklular gibi emrine itaat etmemi bekliyordu . Açlık grevinde olduğumu , kendisine karşı bir tavrım olmad ığını, eğer is tiyorsa amirlerini çağırabileceğini açıkça söylüyordum ama o bunu ya anla mıyor ya da anlamak istemiyordu . !'Jöbetçi çıldırmış bir vaziyette sağa sola koşturmaya başladı. Önce Tecrit
2��r nöbetçi�ini çağırdı, onunla bir şeyler �onuştu .ve ardın.clan ö� tarafta � i . nolr rçıye dogru adımlarını sıklaştırdı. Korıclordakı n obetçıye , , · <;abuk no . be�çi astsubayına haber verin'' diye bağırıyordu .
Çok geçmeden nöbetçi astsubayı, sivil bir gardiyan ve bir manga asker benim hücremin kapısında mevzilenmişti. Nöbetçi astsubay, hücremin kapısında , "Hey sen, kalk ayağa " diye bana emir veriyordu . Ben kurallara uymadığımı, yapılan insanlık dışı bu işkenceleri ve yaptı rımları kabul etmediğimi, tüm bu uygulamala rı protesto etmek için de dört gündür açlık grevinde olduğumu bir kez daha söyledim. Astsubay, gardiyana dönerek ·'Kapıyı açın'' talimatı verdi. Gardiyan hücre kapısını açtı. içeriye giren askerler, beni üst ranzadan kaptıkları gibi hava landırma boşluğuna boylu boyunca uzattılar. Vücudumun her ya nına sayısız coplar inmeye başladı . Yabanıl ormanlarda ki yırtıcı hayvanların avını parça ladığı gibi , beni parçalamaya çalışıyorlardı. Özellikle vücuduımın aynı ye rine peş peşe inen copların acısı dayanılacak gibi değildi . Kendimi öylesine sıkıyorum ki sanki tüm clişl erim ağzıma dökü lecekti . Acı çok büyük ama her ne pahasına olursa olsun dayanmalıydım. Canımın acısıyla kafamı, beton zemin üzerine hiç durmaksızın bir sağa bir sola vuru yordum . Dayak o kadar şiddetli ki hem canımın acısı hem her an inecek copun korkusuyla peş peşe aldığım nefesim iyice daralmaya başladı. Gözle rim kararıyor, nefes alamıyordum. Bayılmışım .
Mamak tutukluluk kuralları Ayıldığımda hücrenin alt ranzasında , ayaklarım karnıma doğru çekilmiş bir halde yatıyordum . Vücudumun her yanı acıdan kıvranıyordu . Esat'ın yar dımıyla üst ranzaya çıktım ve yatağa u zandım.
244 i ZAMAN ZiNDAN I Ç I N D E
Akşam karavanası geldi. Esat, yemeğini alarak büyük bir iştahla yemeye başladı . Karavanayı dağıtan asker, "O yemek almıyor mu'' diye beni gösteri yordu . "l'layır, atmıyorum, ben açlık grevindeyim" cevabını verdim. Karavanacı, ''Ne demek ulan açlık grevindeyim, benimle konuşurken ko mutanım diyeceksin'' diye bağırdı. Büyük bir iç burukluğu ile kafamı sağa sola salladım. Karava nacının buz gibi soğuk yüzüne hakmakta nsa, tavana bakmayı tercih etti m . Karavana dağıtan asker, b u tavır karşısında kızgınlıkla nöbetçiye seslendi. Nöbetçi , hücremin kapısına gelerek neler olduğunu soruyordu . "Bu, bana kamutanım demiyor, bunun cezasını ver" diyen karavana c ının kulağına eğilen nöbetçi, ona bir şeyler fısıldadı ve asker karavanayı alarak hızla hücremin önünden uzaklaştı . D iğer koğuşlarcla ve tecritl erele nöbet tu tan askerlerin "Sayıma hazırlanın'' talimatları duyuluyordu . Nöbetçi avazı çıktığı kadar bağırıyordu. "Tecrit 34-35". Esat Bütün ve yan hi.'ı credeki sağ görüşl ü tutuklu , gırtlaklarını yırtarcasına , " Emret komutanım'' cevabını veriyordu . Tecrit 1 ve 2'de aynı komutlar ve cevaplar yükseliyordu . Sayımdan önce de kurallar vardı tabii: Hücre içerisinde her şey nizami du racak. Yatak üstüne örtülen hattaniyeler ütülcnmiş gibi olacak , tuvaler eld iği plastik yoğurt kabıyla kapatılacak, tüm eşyalar ranzaların üzerine konacak, açıkta hiçbir şey bırakılmayacak Hücre içi pırıl, pırıl temiz olacak, tutuklu günl ük saka! tıraşını olacak, saçı üç numaradan uzun olmayacak, "Dikkat, sayım düzeni al" diye emir verilince kapıya ardını dönecek, gözlerini duvarla tavanın kesiştiği kiriş noktasına dikecek, sağa sola bakmayacak, çıt çıkar mayaca k, esas duruşu nizami olacak. Tutuklular üzerinde kurulan tahakküm akıl almaz boyuttaydı . Bu Cjyle sine bir tahakküm ilişkisiydi ki tutuklular her yönüyle teslim alınmıştı .
Günlük olağan muamele Sayım, kızlar koğuşuncla başladı . Kapının kilidinin açıldığı duyulabili yordu . Askerler öylesine bağınyar ki sanki onlarca adamı bıçaklıyorlar veya boğazlıyorlardı. Bağırtılarından , ne söylediklerini anlamak mümkün değil. Sadece böğürtüler v e anlaşılması zor sesler geliyordu . Duyulabilenler ise ''Koşşş lan, koşşş, koşş lan, koşşşş, ooooooo, daha canlı ulan, daha canlı, ooooo, koşşş, ooooo, canlı lannnn, oooo, koşşş''.
HALIL GÜVEN
i 245
Sayım çavuşu , emir komutayı eline aldı ve bağırdı : " 1 . Koğuş." Kızla rdan cılız bir şekilde ''Emret komutanım" sesi geliyordu . Çavuş kızgın kızgın "Ne biçim ses lan b u ! " diyordu . Emir tekrarlandı : " 1 . Koğuş!" Kızların cevabı farklı olmuyor. hatta daha cılız bir " Emret komutanım" sesi duyuluyordu . Çavuş devam ediyordu . "Rahat", "Hazır ol". Kızların yere belli belirsiz vurdukları ayak sesleri duyuldu . ç'avuşun tekmili duyuluyordu: " 1 . Koğuş, 45 mevcudu ile emir ve görüş
(
ler nize hazırdır komuta nım". Nöbetçi subayının sesi duyulmuyordu .
Çavuş devam ediyordu: "Sol baştan say." Sayılar belli belirsiz duyuluyordu yin e : "Bir", "iki", ''Üç .·· "Dört" cılız da olsa duyı.ıluyordu ama "Beş" duyulmu yordu . ''Altı", "Yedi", " Sekiz''in a rdından, ''Dokuz'', "On", "On bir''. ·'on iki'', '·on üç" de duyulmuyordu . "Kırk beş sondur komutanım " sesi son tutuklu nun sesiydi. Askerlerin, ''Açın ellerinizi" emrinin ardından şapır şapır cop sesi duyul maya başlandı . Aralıksız dayak atma on beş dakika kadar sürdü. Tim komutanı, '·Geçin yerlerinize" diye bağınyar ve arkasından "Sağa sola dön" emri veriyordu . Gürültüler had sathada . "İstikamet koğuşla r, koşar adım marş marş" talimatı geliyor ama kızların koşmadığı anlaşılıyordu . Kızlar koğuşunun sayımı bitirildi . Kızların, pasif bir diren iş sergiledikleri anlaşılıyordu . Olsun, bu da bir şeydi. Kızların kısmi de olsa clirenmesi mo ralimi artırıyordu . Tekrar sayım çavuşunun o çirkin ve ciyak sesi duyuluyordu . " Sayım man gası'' duyurusunun a rdından öylesine bir ''Emret komuta nım'' çıktı ki sesler sa nki hücremin içerisinde duva ra çarpıp yankılanıyordu . "İstikamet 3. Koğuş, uygun adım marş". "Rap, rap , rap" sesleri yeri göğü inletiyordu . "Yürüyüş kararı sayılacak say, bir . . . , iki . . . , bir . . . , iki, bir, ki, bir, ki, birki, birki . . . " Kulaklarım patlayacaktı . ''Vatan kararı sayılacak, say". "Vatan . . . sana . . . , canım . . . feda . . . " devam ediyordu. Sesin bu kadar rahatsız edici olmasının nedeni, askerleri n gırtlaklarını yır tarcasına bağırmal a rı olduğu gibi, Mamak Cezaevi'nin tavanının alçak olma sıydı da. 3 . Koğuş'un önüne geldiler.
246 1 ZAMA!\/ Z I NDAN IÇiNDE
Kapı yine gürülrüyle açıldı . Yine " Koş lan koş" çığlıkları . Kapı açıldığı anda, sayısız koşan ayak sesleri geliyordu. Öylesine canlı ve hızlı koşuyarlardı ki sesler birbirine karışıyordu . Gittikçe ayak sesleri daha düzenl i gelmeye başladı. Tutuklular koşar adım yerlerinde sayıyorlardı . " Kıt-a dur" komutunun ar dından tek bir " tak" sesi geliyordu . Sayım çavuşu kendini yırrıyordu: " 3 . Koğuşşşşşşşşşşşşşşş!" Tutukluların ce vabı anında yükseliyordu : "Emret Komutanımmmmm!" ''Rahat", " Hazır ol". Rap sesi oldukça güçlü çıkıyordu. Fakat sayım çavuşu bu sesi beğenme miş olacak ki komut tekrarlandı. "Raaaat", ''Rap" "Hazır ol ." Tek bir ses geliyor: ·'Rap··. Ayaklar olağanüstü dereceele uyumlu bir ses çıkarıyordu . Çavuş, nöbetçi subayına tekmilini veriyordu: " 3 . Koğuş, 78 tutukluyla emir görüşlerinize hazırdır komutanım" ve devam ediyordu: "Sol baştan say.'' Bu kez sesler çok canlı çıkmaya başlıyordu . Tutuklularda n bazılarının sesi askerleri dahi bastırıyorclu . ''Biiiir", '' İkiii i", ·'üçççç", çok yüksek çıkıyor, ardından "Dört" ve "Beş" alçak bir sesle söyle niyordu , "Al tıııı", ''Yed iiiii" avazı çıktığı kadar bağırıyor, "Sekiz", "Dokuz" clu yulm uyor ve böyle bir alçak bir yüksek devam ediyordu . Alçak sesle bağıranla rı coplaclıkları duyulabiliyordu . Yine dolu tanesi gibi sayısız coplar, tutukluların ellerinde patlıyorclu . Çavuş bağırarak, " İstiklal Marşı, dördüncü kıta başla '' emri veriyordu . Tutuklular başladı marşı söylemeye : " Garbın afa kını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim i man dolu göğsüm gibi serhaddım vaaaar". Tim komutanı "Kess'' diye bağırdı. "Sağa dön", "Sola dön " talimatının ard ından, "İstikamet koğuş, marş marş" komutu yükseldi. Tutuklular tempolu bir tarzda koşarak koğuşlarına girdi. Yine bağırtıların haddi hesabı yoktu . Çığlıklar birbirine karışınca , ortaya çıkan ses, oldukça yıpratıcıyclı. Tutukl ular koşarken ele bacaklarına , koliarına vurulan sayısız copların sesleri geliyordu .
HALiL GÜVEN i 247
Tekrar sayım çavuşu komutasındaki askerlere emrini veriyordu : ''Sayım mangası, islikarnet Zemin 1 koğuşu, marş marş". Yine o çıldırtıcı sesler. Bey nim zonkluyor, yüreğim daralıyordu .
Acımı azaltan tek şey: Geri adım atmamak Bakalım bana ne yapacaklardı? Ne yapa rsa yapsınlaı� düşünmek bile is temiyordum. Zaten bir haftadır yapacaklarını yapıyorlardı. "İnceldiği yerden kopsun" diyorum ama bir taraftan da içimde korku vardı. Gerçekten acıma sız ve çok sert vuruyorlardı. Hani bir iki askerin dövmesi neyse ele toplu ola rak üzerime çullandıkları zaman acı dayanılamaz boyutlara çıkıyordu . Aynı amcla onlarca cop darbesine maruz kalmak, dayanılacak gibi değildi . Vücu clumun aynı noktasına peş peşe yüzlerce cop vuruyorlard ı . Çoğu zaman insan viicudunun direncine şaşırıyordum. Bazen coplar birbirinin ü zerinde bile patlıyordu . Dişlerimi sıkıyor, kafaını yerlere vuruyordum . Vücudum ka sılıyordu ama acımı bir türlü azaltamıyorduın. Acıını azaltan tek şey, diren mek ve geri adım atmamaktı . Ancak dayak sona erince nefes alabil iyorclum. Onelan sonra da tüm vücudum, sanki et kütüğünün üzerinde dövülmüş gibi sızlıyorc.lu . Koğuşların sayımlarını bitirmiş, tecritiere doğru geliyorlardı. Sesler gittikçe yaklaşıyor, sanki kulaklarıının arkasından top mermileri patlıyordu. Korkum yükseliyordu ama geri adım atmaımı konusunda ka rarlıydım. Nöbetçiler peş peşe "Dikkat" çekiyorlardı . Çekilen dikkat üzerine tü m hücrelerdeki tutuklular esas duruşa geçmek, arkalarını hücre kapısına, ön lerini de tuvaJet tarafına dönüp, cluvarl a tavan arasındaki kirişe çıt çıkarma dan bakmak zorundaydıla r. Evet, şu anda , havalandırma boşluğundan yani benim hücremin önün den geçerek, 'Tecrit 1 -Arka"ya gidiyorlardı.
"Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım, Hangi plgın hana zincir vuracakmış şaşarım" "Dikkat" çekilmiş, hücre arkadaşım Esat esas duruşta bekliyordu . Esat" ın hali haraptı. Her "Dikkat" çekildiğinde ayağa kalkmak zorunda kalıyordu . Bizim hücrelerimiz ayakaltında olduğu için günde en az elli kez dikkat çe kiliyordu . "Sayım mangası geçiyor. Dikkat!", "Hava mangası geçiyor. Dikkat! '", "Ast subay geçiyor. Dikkat! ", "Başçavuş geçiyor. Dikkat", "Teğmen geçiyor. Dik kat! '', "Yüzbaşı geçiyor. Dikkat! ", " Binbaşı geçiyor. Dikkat! ", "Karava na geldi. Dikkat! '' Yani adamcağız gün boyu esas duruştaydı.
248 1 ZAMAN Z INDAN I Ç I N D E
Tecrit geldi.
2 ve Tecrit 3'ün sayımı yapıldı, sıra bizim 34, 3 5 numaralı hücrelere
Esat, her zaman yaptığı gibi . put gibi esas duruşta bekliyor. Ben üst ran zada uzanmış ve kaLımı duvara dayamıştım. Sayım çavuşunun talimatı gecikmedi: "34, 35 numara . . . " Sadece Esat'ın ve 3 5 numaralı hücredeki diğer sağ görüşl ünün, ·'Emret komutanım" sesi geldi . Beraber direnişe başladığımız Süleyman da 35 numaralı hücrede ; ondan da çıt yoktu . Gardiyan hücre kapısını açtı . İçeri giren askerlerden bir tanesi, "Rahat, hazır ol, andımız başla" diye komut veriyordu . Esat, "Türküm, doğruyum, çalışkanım, yasam" diye gırtlağını yırtarcasına okumaya başlamıştı. Asker bağırıyordu : "Kes, İstiklal Marşı", bilmem kaçıncı kıta. Esat, elleri ha caklarına yapışmış, put gibi esas duruşta istenileni yapıyordu . Asker yeni bir komut veriyordu : "Kes, "İstiklal Marşı üçüncü kıta .'' Esat devam ediyordu : "Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım, Hangi çılgın bana zincir vuracıkmış şaşarım . . . " Beni bir gülme krizi tuttLı. Gülmemin nedeni, Esat'ın söylediği İstiklal Mar şı'nın bu " hür yaşadım kıtası". İçimden "öyle bir tutsak yaşıyorsun ki" diyor ve sesli gülüyordum.
"Sayıma kalk! " . Kalkmıyorum. Dayak Esat'ı dışarı çıkardılar, onunla bir şeyler konuştular ve tekrar içeriye , hüc reye getirdiler. Ardından hücreye bir yüzbaşı girdi . Şişman , eni ve boyu bir birine elenk , kafası kocaman, yüz rengi siyah, esmer diyemeyeceğim , esmerden ziyaele sanki yüzü kömürle boyanmış . Gözleri yuvalarından dışa rıya fırlayacakmış gibi kıpkırmızı , bana doğru geldiğinde sanki gulyabani üzerime doğru geliyor gibi hissediyordum. "Sen neden sayıma kalkmadın" diye sordu . Ben bu uygulamaların kural olamayacağını , insanlık onurunu n ayaklar altına alındığını, İstiklal Marşı 'nın dahi baskı, işkence ve talp kkümün bir aracı olarak kullanıldığını, acımasızca dayak atıldığını ve tüm bu uygulama ları protesto ettiğim için açlık grevinde olduğumu anlatıyorum. Yüzbaşı dışarıya çıktı. A Blok amiri binbaşı da hücrenin karşısında olanları izliyor.
HALil. GÜVEN 1 249
Kapıdan uzaklaştıkları için ne yaptıklarını ne konuştuklarını duyamıyordum. Esat hala esas duruşta bekliyordu . Aniden dört beş çavuş, onbaşı, er içe riye daldı . En ufaklah 1 .85 boyunda , 90 kilo ağırlığında adamlar. Beni ran zanın üstünden kc arımdan kaptıkları gibi aşağı indiriyor ve "Ayakkabını
Jl
giy" diyorlardı. Ayakkabımı giycljm , kapı ön üne çıkarıp yere yıktılar. Saldırı yine başla mıştı. Acımasızca vuruyorlardı. Nefes almakta zorlan ıyordum. Kafam dışında her yanımı copluyorlardı. Ağzıma köpükler dolmuştu . Yalnız sırt bölgeme vururken temkinli davranıyorlardı. Ama bacaklarım , popom, ayaklarım, kol larım, elleriın ve belim darbelerden fazlasıyla nasibini alıyordu . Yüzbaşı, binbaşı ve başçavuş olanları uzaktan izliyordu . Konuşmaların dan Kürt olduğu belli bir asker vardı. O öylesine vuruyordu ki sanki canımı alıyordu . Bu arada Süleyman'ı da az ileride dövüyorlardı . Süleyman, "Vurmayın kal bim var" diye bağırıyordu ama nafile , dinleyen kim. Dayağın kaç dakika sürdüğCınü bilmiyorum. Bana "Kalk ayağa" diyorlardı ama ayağa kalkma şansım yoktu . Ayaklarım tutmuyordu. Ayakkabılanından bir tanesi uzağa fırlaınış, bir asker botlarıyla vurarak getiriyordu . Ayakkabılarımı elime alıp ayağa kalkmaya çalıştım ama kalkamıyordum . Koliarımdan yakalayan Kürt e r ve başka bir onbaşı, beni sürüyerek hücreye attı . Kürt er giderken dahi baldırlarıma, diz kapaklarıma vurmayı ihmal et miyordu . Ona acıyarak ve küçüınseyerek bakıyor, ''Sen zavallı bir kölesin" diye mı rıldanıyordum. Diğer askerlerin değil ama bu Kürt askerin acımasızlığı içimi yakıyordu. Ezilen , zulCıın gören bir etnik kökenden gelen ınazluınun, baskıcı dünyanın davranışını sergilemesi yaralarımı daha da sızlatıyordu . A
Blok'taki ilk sayım deneyimini n ardından, hücre içerisinde yerde acılar
içerisinde kıvranarak boylu boyunca yatıyordum . Tecrit 1 -Ön'lin sayımı devam ettiği için hala 34 ve 35 numaralı hücrelere "Rahat ol" düzeni veril memişti. Esat, hala esas dunışta bekliyordu . Kafasını öylesine yukarıya dikmişti ki neredeyse arkaya devrilecekti. Gözlerini kirişten kaydırdı ve bana korkuyla baktı. Ben hala beton zemin üzerinde yatıyordum. Tecrit 1 -Arka'nın da sayı mını bitirıniş, idare binasına doğru gidiyorlardı. Sayım mangasının sesi git tikçe uzaklaşıyordu . Derken nöbetçi bağırmaya başladı: " 34-35 numara . . .
"
Esat ve 3 5 numaradaki tutuklunun sesi yükseldi: "Emret komutanım.''
2 5 0 1 ZAMA."l ZINDAN İÇİNDE
"Rahat" emri veren askere, tutuklular gür bir sesle, "Sağ ol komutanım" ya nıtını veriyordu . Nöbetçi bizim hücreye doğru yaklaşu ve bana "Ayağa kalk ulan" diye ba ğırdı. " Kalkamıyorum, kalkabiisem dahi senin emrinle kalkmam" diye cevap verelim. Asker çıldırmış gibiydi. Tavrımın kendisine karşı olduğunu sanıyordu . Ben tavrımın kendisine karşı olmadığını anlatıyordum ama onun bunu anlaması imkansızdı . Esat'ın yardımıyla tuvalete gittim ve ardından yine onun yardım etmesiyle üst ranzaya çıkabildim. Saat doku za geliyordu . ·'Yatmak için hazırlan" emri veriliyordu . Biraz sonra da "Yar" emri verilecekti . "Yat" emri verilel i kten bir dakika sonra her kes nevresim altında kaybolmalıydı yoksa yine acımasızca ceza geliyordu. "Yat" emri benim urourumda değildi. Yatağa boylu boyunca uzandım, ga zete okuyordum . Esat büyük bir telaşta yatmaya hazırlanıyordu. Kısa b i r süre sonra "Yat'' emri geldi. Nöbetçi, hücrenin kapısından beni gözedemekl e meşguldü . Aldırmaz tav nın onu iyice sinirlendirmişti. "Yatsana ulan" diye bağırıyordu. Ona döndüm. "Sen ne laftan anlamaz bir insansın, kurallarımza uyımı yorum, işte sayım sırasında da gördün ve bedelini ağır bir şekilde ödedim, beni rahat bırak" dedim. "Seninle yarın görüşürüz" diye bağırarak 35 numaralı hücreye yöneldi . Epey bir süre de o hücrede S üleyman ile uğraştı ama onu da emir komuta sına alamıyordu . Nöbetçi yenilgi psikolojisiyle sinirli sinirli volta atıyordu . Bir saat sonra uyku bastırdı ve uykuyakaldım .
Mamak işkencesinin 7 . , açlık grevimizin 5 · günü B ugün açlık grevinin beşinci gün ü ; Sadece su ve sigara içiyorclum. Sabah saat altıda " Kalk" komutu verildi. En kısa süreele yataklar düzeltilmeli , eliğer ihtiyaçlar giclerilmeliycli. Her ihtiyaç giderme izne tabiycli . Sırayla tutuld ular · bağırıyordu : " 3 2 numaralı hücre tuvalete gidebilir m i komutanım?''
Nöbetçi, bu sesi
n\b
b\ğenmecli:
"Olmadı ulan , bu
içim ses, kapıya yaklaş ."
HALiL GÜVEN 1 2 5 1
Tutuklu kapının altından elini çıkarmış, kurbanlık koyun gibi bekliyordu . Özellikle bazı askerler vururken öylesine abanıyor ki hıncını çıkarmak ister cesine çıkardığı ''hıh'' seslerini uzaktan duymak mümkündü . Başka bir hücreelen ses geliyordu : "33 numaralı hücre tuvaJetten çıkmıştır komutanım." Asker " Geç yerine" diye ta limat veriyordu . ''Sağ ol komutanım" diye bağıran tutuklunun sesi oldukça gür çıkıyordu . Sabah çorbası geldi. Çorba demeye bin şahit ister. Bir kepçe pembe suyun içerisinde on ya da on beş tane şehriye . Esat, çorba almak için tabağını uzatırken karavanacı "O almıyor mu" diye beni gösteriyordu . "Hayır, almıyonım" dedim. "Zıkkımın kökünü ye'' diye cevap vereli ve uzaklaştı. Bu askerler insan soyunun yüz karası olmalıydı. Çorbanın ardından çay geldi. Çay para ka rşılığı alınıyordu . Şekerli su ni yetine ben de çay aldım.
Günlük "nazari" ve " ameli" eğitim Her taraftan nöbetçilerin sesleri yükseliyordu : "Tecrit 1 -Ön, Tecrit I -Arka , 34, 35 numara eğitim dü zeni al". Eğitim, nö betçilerin denetiminde, her kısımdan seçtikleri bir kıdemli kamutasında ya pılıyordu. Saat yediele başlayan eğitim, "nazari" ve "ameli" eğitim olarak devam ediyordu. Nazari eğitim, askeri eğitim ele dikleri yürüyi.iş kararları, yürürken marş söyleme , çök-kalk gibi bedensel faaliyetleri kapsıyordu . Aıneli eğitim ise "Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi '' elenilen eğitim faaliyetlerini içeriyordu . Eğitime sabah saat yediele başlanıyordu . Kırk beş dakika askeri eğitim , on beş dakika istirahat ardından, kırk beş dakika ameli eğitim, on beş dakika i stirahat, tekrar kırk beş dakika askeri eğitim olarak, akşam "Yat" emri veri tene kadar süren bir işkence yöntemiydi . Bu eğilimler, her gün hiç aralıksız sürüyordu . Hücreler arasında ses uyuımı ve nizam sağlanmazsa, hücreler deki tüm tutuklular dayakla cezalandırılıyordu . Ayaklar yere vurulurken sert vurulmalı, sesler yine bir asker sesi gibi gür olmalıyd ı . Anıeli eğitim, Atatürk ilkeleri ve İnkılap Tarihi ve Nutuk kitaplarıyla sür dürülüyordu . Sırayla her hücredeki tutuklulardan bir tanesi , nöbetçinin tali matıyla kitabı herhangi bir sayfasından okumaya başlıyor, yine nöbetçinin talimatıyla yanındakine veya yan taraftaki hücreye aklararak devam ediyordu. Kitabı okuyan tutuklu , büyük bir coşku ve heyecanla, yüksek sesle diğer
2 5 2 1 ZAMAN Z I NDAN I Ç I N D E
hücrelerin duyacağı bir sesle okuyacaktı, yoksa acımasızca cezalandırılı yordu . Bu ceza genellikle ellere vurulacak beş on tane veya daha fazla cop ol makla b irlikte , dakikalarca sürecek, çök-kalk olabildiği gibi, tutuklunun be lini kaldıramayacak hale gelinceye kadar şınav çektirme olabiliyordu. Yok , eğer nöbetçi bu cezalada gerekli tatmini sağlayaınamışsa, akşam veya sabah sayımında hücre kapıları açılınca , sayım veya havalandırma ınangası tarafın dan da ek cezalandırmaya tabi tutula biliyorclu . Nazari eğitim başladı. Esat tek başına, 35 numaradaki arkadaşının komu tasıyla eğilim yapıyordu . ''Yürüyüş kararı sayılacak say, bir es iki es üç es dört, bir-ki , üç-dört, sol es, sol es, sol-sağ, sol-sağ." "Vatan kararı sayılacak. say, vatan sana canım feda ." Ardından Çanakkale Marşı söylenmeye başlandı . "Çanakkale içinele aynalı çarşı . . .'' Tabii hem ayak seslerine uygun bir ta rzda söylenıneli hem de çok yüksek bir sesle ve diğer tutuklularla ses uyumu içerisinde olunmalıydı . Eğer nöbetçinin canı dayak atmak istiyorsa, tutuklular ağızlarıyla kuş tutsa , " Bu kuşun kanadı neden beyaz değil" diye ele cezalanclırılabilircl i . Hiç durmaksızın kırk beş dakika süren askeri eğitimin ardından " İstirahat et" komutu geldi. On beş dakikalık isıirahat sırasında da "sağa-sola bakmak, gülmek-ko nuşına k, eınir-komutsuz hareket etmek yasak" talimatı verilir, tutukluların yüksek sesle ·'Anlaşıldı komutanım" itaatiyle biterdi. "Sigara serbest" komutu . " Sağ ol komutanıın.'' " Geç yerine." ''Sağ ol komutanım ." İstirahat bitti . "Eğitim düzeni al" komutu gecikmedi. Bu kez de Atatürk il keleri ve İnkılap Tarihi dersi başladı. 3 5 numaradaki tutuklu, halkçılığı yük sek sesle durmaksızın okuyordu . Cezaevinin her tarafından eğitim sesleri birbirine karışıyordu . Saat sekiz buçuk, sabah sayımı başladı. Yine her yandan bağırtılar geli� yordu. Cop sesleri birbirine karışıyordu. Saat dokuzu çeyrek geçe sayım man gası bizim hücrenin önünde sayım için hazırdı. Yine Esat esas duruşta, kafası arkaya doğru yaslanmış, gözleri kirişte . Kapı açıldı, içeriye giren bir çavuş, "Rahat", "Hazır ol" talimatının ardından "Andımıza başla" komutunu verdi . Esat başladı, "Türküm, doğruyum, çalışkanım" diye ve sesi çıktığı kadar bağırarak okuyordu .
HALiL GÜVEN i 253
"A�lık grevine devam mı?" "Evet. " Dayak Nöbetçi amiri kömürcü yiizbaşı hücreden içeriye gird i . Bana doğru yak laştı "Açlık grevine deva m mı" diye sordu. G özleri camın arkasında bakıyor gibi mat ve kıpırtısızdı . Uykudan yeni uyanmış ve yiizünü yıkamamıştı. Göz kenarları tamamen çapak kaplıydı. Ba kışlarında hiçbir duygu ifadesi yoktu . Sanki iki tane siyah misket göz çukur larına yerleştirilmişti ve her an çukurlarından fırlayacak gibi duruyordu . Duclakları kalın, aşağıya sarkmış ve mosmordu . Elleri cebinde, iki adımını bir den atıyor gibi bir hali vardı. Ömrüm boyunca bundan daha çirkin bir adam görmemiştim . Başımı "Evet" der gibi öne doğru salladım. Yüzbaşının dışarı çıkmasıyla birlikte, askerler, yırtıcı bir kuş gibi beni kaptı ve havalandırma boşluğuna çı kardılar. Tüm vücuduma yüzlerce cop darbesi iniyordu . Boğazımdan hırıltı lar çıkıyordu . Tabii aynı şeyi Süleyman'a da yapıyorlardı . Süleyman'la iniltilerimiz birbirine karışıyordu . Bayılmak üzereydim . Artık vücuduın cop darbelerine hiçbir tepki vermiyordu . Darbelere daha fazla dayanarıuyarak kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda hücre içerisinde beton zeminde yatıyordum. Kafam
Esat'ın ayaklarına çok yakındı. Sayım mangası diğer tecritiere doğru yol alı yord u . On beş dakika kadar yerde yattım . Nöbetçinin "Kaldır o n u oradan'' emriyle Esat bana yardım etti ve üst ranzaya uzandım. Esat bana çaktırınıyordu ama benim va rlığımdan rahatsızdı. Tekrar eği tim başladı ve öğleye kadar sürdi.i. Ben uyuyakalmıştım ''Yemek düzeni al" komutuyla uyandım. Beşinci gün midemde bir sancı başladı. Hem açlık hem dayak, ikisi bir den beni korkunç derecede yıpratıyordu . Halsizliğim had sathadaydı. Yemekten sonra havalandırmaya çıkılacaktı . Havalandırmacia da eğitim yaptırıyorlardı . Bu durumda bize havalandırma yasaktı. Benim yüzümden Esat'ı da havalandırmaya çıkarmıyorlardı. Tecrit havalandırınaya çıkıyordu. Koşar adım ve müthiş bir ses uyumu vardı. Tüm tutukluları böylesine nizami bir şekilde yola getirmiş olmaları şa
2
şırtıcı bir durumdu.
"Sayım düzeni al . " Almıyorum. Dayak Akşam yemeği geldi. Nöbetçi bağırıyordu : "Yemek duası için ayağa kalk."
254 1 ZAMA"' ZiNDAN I Ç i N D E
Yemekten sonra, ''Sayım düzeni al" komutu geldi. Tabii ki benim de dayak saatim. Ellerim öylesine kabarmıştı ki bir elimin büyüklüğü iki üç d b üyüklü ğündeydi . Ellerimin içi ve dışı morartılar içerisindeydi. Panrolonumu sıyırıp baldırianma baktım, kimi yerler mosmor kimi yerler simsiyahtı. Kollarımda cop izleri belli oluyordu . Sayım mangasının uzaktan sesi geliyordu . Yine yeri göğü inletiyorlardı . Her yandan yağmur gibi cop sesleri yankılanıyordu . içimi her zamankinelen daha büyük bir korku kapladı ama geri adım atmamakta da kararlıydım. İstiklal Marşı, Anclımız, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi gibi marş
ve
ant ses
l eri her yandan birbirine karışıyordu . Sayım mangasının sesi gittikçe yakla şıyordu . Artık vücuduma irademle sahip olamıyordum . Vücudum gayri ihtiyari titriyordu . Beynim "Yeter artık, şu kurallara uy, korkuyorum" diyordu ama yüreğim, " Hayır, direnmel isin. Direnerek bu tahakkümü kırabilirsin, yoksa sen bir hiç olursun" diye atıyordu . Eğer onların her dediğine uyarsam çok iyi biliyorum ki. kendime hiç saygım kalmayacaktı. İnsanın kendine saygısı kalmazsa nasıl yaşar ki? Neyse ki yüreğim beynimi ikna ediyordu . " Ben bu kurallara uymayacağım" diyorum . Sayım mangası hücremin önünde hazır bekliyordu . Kapıda ne konuştuk larını duymuyordum . Heyecanla bekliyordum. 35 n umaralı hücreyi açtıkları duyuluyorclu . Süleyman'ı dışarı çıkarıyorlardı. Cop seslerine Süleyman'ın çığ lıkları karıştı. Evet, şimeli de bizim hücrenin kapısı açılıyordu. Yine .Kürt asker en baştaydı. "İn ulan aşağı" diye bana bağırıyordu . Cevap vermeclim. Beni kaptıkları gibi yine hücre önüne çıkardılar. Ayaklarım yere dahi bas mıyorclu . Havada göti.irme konusunda oldukça yeteneklilercli. Daha yere in dirmeden diğer askerler vurmaya başladı. Az ileride yüksek bir rütbeliyi gördüm. Rütbesinde kırmızı işaretler olduğunun farkına vardım . Büyük bir ihtimalle tümgeneral ya da tuğgeneraldi. Kürt asker öylesine zalimce vuruyordu ki tüm gücünü kullanıyordu . Yere indirildiğimde sayısız cop darbelerine maruz kalıyordum. Copların aynı yere inmemesi için sağa sola kıvranıyorclum ama beni sıkıca ellerimden ve ayak larımdan tuttukları için çok fazla kıpırdayamıyordum. Kafamı salladığınıda kafam askerlerin botlarına vuruyordu . İçimden " Şimdi biter" diye geçiriyor-
HALIL GÜVEN 1 2 ) 5
dum ama bir türl ü dayak sona ermiyordu . Dakikalarca sürdü . Göbeğime ayı gibi bir asker oturmuştu . Ayaklanmda ayakkabı yoktu . Bir asker sağ baca ğımı , başka bir asker de sol bacağımı havaya kaldırdı ve eliğerleri falakaya başladı . Peş peşe coplar çıplak ayaklarımı parçalıyordu . Zaten yaralı olan ayağırnın acısı dayanılacak gibi değildi . Ağzıma yine köpükler dolmuştu . Nefes almak için bir hayli zorlanıyordum. Ağzımdan çıkan köpükler, çe nemden aşağı su olup süzülüyor, bağulacak gibi oluyordum. Dayak sona erdi. Başım dönüyor, midem bulanıyordu . Kusacaktım ve as kerlerin batlarının üzerine kustum. Koliarımdan sürüyerek hücreye attıla r. Esat'ın da yardımıyla tuvalete gittim. Tuvaletİn sütunundan tutunuyordum ama ayaklarım beni taşımıyordu . Çok geçmeelen yere yığıldım. Her yanım ıs landı. Kusmuklarımı zor bela temizleelim ve ranzama döndüm. Nöbetçi kapıda bana bakıyor ve "Sen deli misin" diye soruyordu . "Yoo, gayet akıllıyım, kimin deli ol duğu belli olmuyor mu" diye sorusuna soruyla cevap verdim. Kafasını sallayıp uzaklaştı . Diğer tecrit hücrelerinden de dayak sesleri ge liyordu. Sayım mangası, büyük bir gürültüyle havalandırma boşluğundan idare binasına doğru gidiyordu . ' Hücrelere "Yat'' komutu verildi . Nöbetçiler emirlerini yağdırıyordu : ·'on dakika içerisinde nevresim altı ol, kaybol! " "Yatmayan olursa vay ha line" diye de bağırıyordu . Sırtımı duvara verdim . mika bir bardakla ellerimin şişini indirmeye çalışı yordum ama acısı canımı alıyordu. Dayanılacak gibi değildi. Ellerimi ovarken uykuya daldım.
Açlık grevinin 6 . günü "Devam mı?" "Evet. " Dayak Açlık grevinin 6. günü . Sayım mangasının sesi gittikçe yaklaşıyordu . Kapı açıldı. yine ''kömürcü" dediğim yüzbaşı kapıda n içeriye girdi . Dün karşılaş maclığımıza göre herhalele izinliycli. Bu adam her geçen gün bana daha çirkin görünüyordu. Çirkinlik yarış ması düzeniense yüzbaşının birinci olacağına eminclim. ''Devam mı" diye soruyordu, ''Evet" diye cevapladım . Artık askerlerin acı masız ellerine alışmıştım. Havadan uçarak gidiyordum yine . Bir yandan beni eliğer yandan da Süleyman·ı copluyorlardı. Neyse ki Süleyman vardı, birbiri mizin direnme gücün ü artırıyorcluk . Benim direnişim ona , onun direnişi de bana güç veriyordu .
256 1 ZAMAN Z INDAN IÇiND E
Ayakta durdurmaya çalışıyorlardı bizi a ma beceremiyorlardı. Ayaklarım yine vücuclumu taşıyamaz hale gelmişti. Koliarımdan tutup kaldırdılar. Adı nın Bursalı Şenol olduğunu öğrendiğim bir onbaşının çeneme vurduğu yum rukla gözlerimele şimşekler çaktı . Dişlerim dilimi kesmiş olmalıydı. Ağzımdan kan geliyordu . Sağ çeneıncieki elişlerelen bir tanesi sallanıyorclu . Dişim çıktı çıkacaktı. Elimi ağzıma soktum ve başparmağımla işaret parmağını arasına sı kıştırclığım dişimi çekip çıkardım. Yerler kan içerisinele kaldı. Bu durumda be nimle daha fazla uğraşmadılar ve sürükleyerek hücreelen içeriye attılar. Tuzlu su ve kağıt menelille kanı dıirdurdum .
İdareden gelen teklif Öğleye doğru Süleyman·ı iclareye çağırdılar. Bir saat sonra Süleyman ida reden döndi.i. Hücresine girmeden, benim hücrenin önünde beklettiler. Se laınlaştık. "Yüzbaşı ile görüştüğünü , açlık grevini bırakırsak bizleri clövmeyecekle rini, eğitim yaptırmayacaklarını, gerekirse koğuşa göndereceklerinin " sözünü verdiklerini anlatıyordu . Ben gülümseyerek ''Sen ele bunlara inandın mı" diye sordum. " Bilmiyorum" dedi ama o ikna olmuşa benziyordu. " Hayır, bize bu işkenceleri yapan insanların hiçbir sözüne güvenmem . Duruşmamız bir hafta sonra başlıyor. Hiç olmazsa dunışmaya çıkana kadar devam etmeliyiz ve duruşmada her şeyi açıkladıktan sonra açlık grevine son verebiliriz" dedim. açlık grevine
Süleyman, "Tamam" dedi ve hücresine götürüldü. Bütün gün boyunca, hücre önünden gelip geçen askerler bize bakıyordu. Kim olduğumuzu merak ediyor olınalılardı . Dişim çok ağrıyordu. Esat, ağrı kesici olduğunu söyledi ama altı gündür a ç olduğum için i laç alamazdım. Acı dayanılacak gibi değildi . Esat iki bisküvi verdi. Başlangıçta reddettim ama dişimin acısı canımı alıyordu . Bisküvileri ilaç almak için yedim ve ağrı kesiciyi yuttum. Bisküvileri yemem, bende büyük bir
suçluluk du ygu su ya ratmıştı
a ma
yapabileceğim
h iç b ir
şey
yoktu .
Akşam sayımında bana da Süleyma n'a da clokunmadılar. Bizi sınıyorlardı. Sayım sonunda Esat'ı dışarıya çıkardılar. Onunla bir şeyler konuştular ama ne konuştukları duyulınuyordu . Sadece Esat'ın "Emredersiniz komutanım" se sini duyuyorduın_. Büyük bir ihtimalle benim moral durumumu öğrenmesini
HALIL GÜVEN i 2'i7
ve Esat'ın bana tavsiyelerde bulunmasını istiyorlardı. Yanılma dım. Esat, " kendisinden bana tavsiyelerde bulunmasını istediklerini" söylü yordu . "Tek başıma okyanusta bir damla olduğumu ·· dile getiriyordu . " Olsun, okyanus ne kadar büyük olursa olsun, damlacıklardan oluşmu yar mu "' diye sora n ve sorgulayan bir cevap vermiştim. Bu sorulu cevap kar şısında Esat susttı .
"Tamam mı devam mı? " " Devam. " Dayak Bugün açlık grevinin 7. günü . Rutin işleyiş devam ediyordu . Sayım man gası olağan hışmıyla sayıma başladı. Reddediyorum kalkmayı. Hücreye girip bana yöneldiler; yine ayaklarım yerden kesik, askerlerin ellerinde havadan götürülüyorum. Her zamanki gibi d ayak başlıyordu . Fakat bu kez belden aşağı vuruyorlardı. Yine acımasızlardı. Bunların insan olduklarından şüphe duymaya başlıyordum. "Bu halde bizi dövdüklerine göre, bunlar insan ola maz" diyordum. İnsan vücudunun böylesine bir direnç göstermesi mucize gibi geliyordu bana . "Tamam mı devam mı"" diye sanıyorlardı . "Devam" diye cevap veriyordum. Koliarımdan sürükleyerek hücreye attılar. Öğleye doğru, bir başçavuş on tane kadar askerle hücre kapısına dayan dılar. "Hazırlan, revire götüreceğiz'' diyordu . Kapı açıldı, askerlerin kollarında revire doğru sürükleniyordu k . Önce Sü leyman "ı, ardından da beni revir doktoru kontrolden geçirdi. Doktordan işkence izlerimizin deftere kaydedilmesini istedim ama o bunu yapmadı. Kontrolün ardından, tekrar askerlerin kollarında sürüklenerek hüc ren1ize götürüldük. Akşam sayımı başlamak üzereydi. Bu akşam nasıl davranacaklarını me rakla bekliyordum. Doktor durumumuzun tehlikeli olduğunu söylemiş ol malı ki, bu akşam bize dokunmadılar Esat'ı bu akşam da dışarı çıkardıla r. Konuştukları duyulmuyordu ama Esat'ın "Komuta nım sözelen anlamıyor'' cevabını duydum. Saat dokuza doğru ·'Yat'' komutu verildi. Hala diğer taraflardan bağırtılar ve cop sesleri geliyordu .
Mamak'ta 1 2 , a�lık grevinde 8 . gün Bugün açlık grevinin 8 . günü . Artık gerek beni gerekse Süleyman'ı döv-
258 i ZAM.�I\1 ZI!'JD/1.N IÇINDE
mfıyorlardı. Durumumuz gittikçe kötüleşiyorclu . Durumumuzun kötü olma sının nedeni sadece açlık grevi değil, on iki gündür aralıksız uyguladıkları dayak bizi
oldukça yıpratmıştı.
Bestenemediğimiz için
vücut,
yaralarını bir
türlü onaramıyordu. Öğleye doğru bir teğmen ve on beş kadar asker bizi hücreden çıkardılar ve revir boşluğuna götürdüler. Büyük bir ihtimalle hastaneye götüreceklerdi. İdare binasından çıkararak askeri bir araca binclirilclik . Tabii ki o durumda da ellerünizi kelepçelerneyi
ihmal
etmediler.
Gülhane Askeri Hastanesi'nden içeriye giriyorduk . Zayıf kısa boylu, beyaz saçlı , yanılmıyorsam tümgeneral rütbeli bir doktorun odasındayız . Bizi mua yene etmek için ayağa
kalktı,
geri döndü ve yerine
otu rdu .
Bizleri muayene
etme gereği dah i duymuyordu , gözlerimizin içine doğru baktı ve ''Bu peze venkler beslenmiş" diye bağırdı . O nun sesini duyunca ben de ona bağırdım: "Sen ne biçim cloktorsun, Hi
pokrat yeminin var, yaşından başından utanmıyor musun?" Ayağa kalktı, üzerime doğru geldi, koliarım askerler tarafından t utulmuş, tam karşımda duruyordu . Gözlerinin içine nefretle
ba kıyordum.
Bakışlarını benden kaçırıyordu ama
bir sağ yanağıma bir sol yanağıma iki tokat vurdu ve ''Götürün bu peze venkleri, bırakın gebersin" dedi. " Sizler birer zavallısınız" diye cevap verdim fakat askerler zorla ağzımı ka_. p atıyorclu . Tekrar askeri araçla yola koyulduk İdare binasından içeriye a lındıktan sonra, bir süreliğine revir boşluğunda bekletildik ve yarım saat sonra , bir ast subayın nezaretincle askerler tarafından sürüklenerek hücremize atıldık Akşam sayımında bu kez bize clokunmadılar. 9·
gün. Dayağa ve Süleyman' ı vazgeçirme turlarına devam
B ugün açlık grevinin 9. günü. Sabah sayımında yüzbaşıyla birlikte binbaşı da hücreye girdi.
Binbaşı
hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi " Bunlar neden
yatakta yatıyor" diye soruyordu . Yüzbaşı, "Açlık grevindeler" dedi . Binbaşı "Kaldırın
bunları" diye
bağırdı.
Askerlerin kollarında bir kez daha havalanarak uçuyorcluk. Üstüme yağan copların sesi birbirine karışıyordu . Vücuclum kasılıyor, şekilden şekle giri yordum . Biz açlıktan ölmeden onlar bizi dayaktan öldüreceklerdi . Hücreelen içeriye atılırken binbaşıyla göz göze geldim. Bakışları öylesine
HALiL GÜVE N i 2'i9
korkunçtu ki sanki ciğerlerimi söküp a lmak istiyordu . Ben de aşağılayanık ve sertçe bakıyordum, binbaşı hızla yüzünü çevirdi. Her geçen gün daha da halsizleşiyordum. Hem açlık hem dayak hem de belirsizlik psikolojimi iyice bozuyordu . Özel likle sayım saati yaklaştıkça ken dimi kurbanlık koyun gibi hissediyorduın. Gün boyu yataktan aşağıya inmedim . Açlık grevinde olduğumuz için tu valet ihtiyacımız da yok denecek kadar azaldı. Esat, beş vakit namaz kılıyordu . Üst ranzadan, onun namaz kılışını ve dua okuyuşunu izliyordum. Dudakları sessizce bir açılıp bir kapanıyordu . İçinele bulundukları bu duruma dahi şükrediyorlardı. Anlamak istiyordum ama ne yine şükrediyorlar anlayamıyorclum. Gün boyu Esat ve yan hücredeki sağ görüştü tutuklu, nizami bir şekilde eğitime devam ediyordu . Bugün hiçbir nöbetçi bana sataşmadığı gibi akşam sayımında da dokunmadılar. Yalnız Süleyman'ı yine idareye götürdüler. Onu ikna etmeye çalışıyorlardı. Süleyman'ı idareel e n getireli klerinde ise benimle konuşturuyoda rdı . Süleyman , daha önceki göıüşmenin bir tekrarını yaptıklarını anlatıyordu ki ben ötkeyle sözünü kestim: "Bu adamların güveni lmez olduğunu görmüyor musun? Üç gün sonra mahkemeye çıkıyoruz, o zaman görüşürüz" diyerek görüşmeyi kestim . Sü leyman, tavrım karşısında sessizliğe b ü ründü ve hücresine doğru gitti. Anladığım kadarıyla Süleyman'ı yola getireceklerini sanıyorlardı. 10
ve
II.
gün. Dayak yok!
Bugün 10. gün. İki gün sonra mahkemeye çıkacaktık İstanbul, Ankara, Kayseri , Aydın bölgelerinde yakalanan tüm arkadaşlarla birlikte, toplu dava dan yargılanacağız. Büyük bir i htimalle arkadaşların el i renişe destek vere ceklerini sanıyordum . Zaten İstanbul'daki arkadaşların tavrı direni şten yanayclı. Tek başına direniş, hem beni yalnızlaştırıyor hem de vicclani bir ra hatlık sağlamaktan başka bir şey getirmiyordu . 1 0 . ve l l . günler. dayak uygulamasına maruz kalmadı k . Esat görünüşü mlin çok kötü olduğunu söylüyordu . TuvaJetteki aynaya baktığımda kendi görüntümden korkuyordum.
ll.
gün a kşamı sayımdan sonra eıtesi gün mah
kemeye çıkacakların adı okunınaya başlandı. Listede benim ve Süleyman'ın da vardı . Sabah erkenden uyandım. Bitkindim; ayakta duracak halim yoktu . Yazıcı, yanında dört tane askerle hücrenin kapısında , hazırlanmamızı
260 i ZAMAN Z I NDAı\i I Ç I N D E
istiyordu . Hazırlanacak halim yoktu . Üzerimde oldukça yıpranmış bir kazak ve kadife bir pantolon va rdı. Mahkemeye bunlarla çıkacaktım. Esat'ın yardımıyla ranzadan aşağıya indim ama ayakta duracak halim yoktu . Askerler kollarıma girdi, ayaklarım yerlerde sürünerek, mahkemeye gi deceklerin toplandığı havalandırma boşluğuna gittik. 1 . Koğuş'un yanındaki havalandırma boşluğu bir hayli kalabalıktı . Mah kemeye çıkacaklar tek sıra halinde, yüzleri duvara dönük ve esas dunışta bekliyorlardı . Ayakta duracak halimiz olmadığı için Süleyman ile yere oturduk. Bizi de onların yanına sıraya sokmak istiyorlardı . Sıraya girmeyi yine reddettik. Nöbetçiler bizi ayağa kaldırmak için sağımızdan solumuzdan coplamaya başladılar ama ayağa kaldırmayı başaramıyorlardı. Sam dokuza yaklaşmıştı . Adlarımız okunuyordu . Adı her okunan yüksek sesle, "Emret komutanım" diye cevap veriyor ve yürüyiiş koluna geçiyordu. Mahkemeye dahi yürüyüş kolunda götürüyorlardı . B izim adımız okunuyordu. " Burada" d iye cevapladık Askerler, bu cevaba bir hayli kızdılar. "Emret komutanım, diyeceksiniz ulan" diye bağırıyorlardı. "Hayır" diyordum. "İstikamet mahkeme, uygun adım marş" komutuyla tutuklular askeri bir birlik gibi yürümeye başladılar. Bizleri kaldırmak için arka sıralardan dört arkadaş ayırdılar. İki arkadaş beni, iki arkadaş Süleyman'ı koltuk altlarından tuttu ve ayağa kaldırdı. Ayaklarımız yerde süri.inüyordu . Arkadaşlar bu du rumdan rahatsız oldular. Ellerimle omuzlarından tutmaını istiyorlard ı . Zor bela omuzlarına yapıştım. Ellerini hacaklarıının altından geçirdiler ve beni havada götürdüler.
Arkadaşların sırtında mahkeme salonundayız Mahkeme salonunun önündeyiz. Askeri disiplin burada da sürüyordu. Sa dece biz bu disipline uymuyorduk ve arkadaşlarla konuşmaya başladık . Bu radaki nöbetçiler inzibat erleriydi. Onlar da cezaevindekilerden farklı değildi. Konuşma mızı engellemeye çalışıyorlardı ama ben onb nn ikazını dinlemi yordum. Özellikle İstanbul bölgesinden gelen arkadaşla r, bu durumdan ol clı..ı kça rahatsızdı. Arkadaşlara bize yapılanları ve on iki gündür açlık grevinde olduğumuzu anlatıyordum.
HALIL GÜVEN 1 26 1
Mahkeme salonu açıldı ve tutuklular tek sıra halinde içeriye alındılar. Ben ve Süleyman , arkadaşların sırtında salona girdik. Görüntümüz o kadar kor kunçtu ki biz salona girdiğimiz anda salondaki tüm dinleyiciler, "ah vah, ay vay" sesleriyle salonu inletiyorlardı. İnzibatlar, dinleyicileri sessiz olmalan için uyarıyordu ama hala sesler geliyordu . Mahkeme heyeti salona girerken tüm tutukluların ve dinleyiciterin ayağa kalkması isteniyordu . Ben ve Süleyman'ın dışında tüm salon, mahkeme he yerini ayakta karşılıyordu . Heyet duruşmayı açtı. Ben vakit kaybetmeden söz isted im. Heyet önce söz vermek istemedi, fakat avukatların itirazıyla sözü bana verdiler. Adıını ve soyadıını söyleel i kten sonra , Mamak Ceza evi'ndeki baskı, zulüm ve işkenceleri anlatıyor ve bunun canlı tanığı olarak da kendimi ve Süley man'ı gösteriyordum. Bu işkenceleri protesto etmek için on iki gündür açlık grevinde olduğumuzu belirtiyor ve ellerimi havaya kaldırıp, panrolonumu sıyırıp işkence izlerini gösteriyordum. Bu izierin tespit eelilmesini ve suç du yurusunda bulunulmasını istiyordum . Sözlerim tutanaklara geçiriliyorclu . Benim ardımdan Süleyman söz alıyor, o da benzer şeyler söylüyordu . Mahkeme başkanı, fazla sert birisine benzemiyordu . Kimlik tespiti başladı. Her tutuklunun nüfus kaydına göre kimlik b ilgileri tutanaklara geçiriliyordu. Toplu dava olduğu için tutukltı sayısı seksen beş kişi civarınclayclı. Her bir kişinin kimlik tespiti beş dakikaya yakın sürüyordu . Bugün bu işlemi bitireceklerini sa nmıyorclum. Öğleye doğru yemek arası ve rildi. Tutuklular tekrar geldikleri yerlere askeri bir disiplinle götürülüyordu . Biz yine sırtta taşındık. Açlık grevinde olduğumuz için bizi hücrelerimize gö türınüyorlar, kafese atıyorlardı . Kafes yine bir hayli kalabalıktı ama çıt çık mıyordu . Öğle yemeği için eğitimlerine ara vermişlerdi . Öğleden sonra kimlik tespiti devam etti . Birçok arkadaş, cezaevindeki olumsuz koşullar hakkında konuşuyordu . Kimlik tespiti o gün bitirilemedi . Cezaeviyle ilgili yaptığımız suç duyurusu için sıkıyönetim komutanına
müzekkere yazılmasına karar verildi. Tüm konuşmalarıınızın, salon güvenli ğinden sorumlu başçavuş tarafından not edildiğini görüyorduın. Cezaevine rapor gönderecekti. Akşam dolayısıyla duruşma sona erdi ve ertesi güne ertelendi. Yarın yine duruşma var. Akşam sayıınında bana anlamlı anlamlı baka n yüzbaşı ''Açlık grevi devam ediyor mu" diye soruyordu . "Evet" dedim.
262 i ZAMAN ZINDAN tÇINDF.
Yüzbaşı konuşma sına devam ed iyordu : ''Açl ık grevini bırakın, size fiske vurdurınayacağım ." Adamın ne yaptıkları ne de görüntüsü bana güven veriyordu . Cevabıının ne olduğunu merakla bekliyordu . Ben ise onu yüzüne dahi bakmıyordum. Arkasına bakmada n hücremelen çıktı. Yan taraftaki hücrede Süleyman ile konuşmaya başladı yüzbaşı . Aynı va atleri Süleyman'a da sunduğu kesindi . Süleyma n safça davranıyordu . Aslında yapılanları görmesi, yüzbaşının n iteliğini anlamaya yeterdi. Yüzbaşının sa mimi olduğunu sanıyordu . Sayım mangası Tecrit 1 -Ön'e yöneldi. Yine korkunç bağırtılar gel iyordu.
Kimin ne dediği anlaşılmıyordu bile . Marşlar birbirine karışmış, bir taraftan İstiklal Marşı, bir ta raftan Andımız, bir taraftan Atatürk'ün Gençliğe H itabesi okun uyordu. Bu sesiere karışan cop darbelerinin sesi de cabasıyclı. Ortaya çıkan ses arınonisi öylesine korkunçtu ki sanki onlarca adamın boğazını ke siyorlardı . 13.
gün. Mahkemede arkadaşlarımın kahreden hali
1 3 . gün, yine mahkemedeyiz. Salon amiri, mahkeme dışında bizi konuş
turmak istemiyordu. Kurallara uyan arkadaşlar konuşmuyordu ama biz sus ımıyorduk. Görünen o ki arkadaşlar açlık grevinden yana değil lerdi. Bireysel direnişin bir şey kazandırmayacağını belirtiyorlardı . "Keşke ben de onlar kadar rahat olsam" diye düşünüyorclum . Ama as kerlerin her dediğine itaat etmeyi kişiliğim ka ldırmıyordu . Aklım kabul lense yüreğim kabul lenmiyorclu. Sanki yüreğim, "Bunu bana yapamazsın, sen bu tahakkümü kabullenirsen yaşayan bir ölü olursun" diyordu . Bu durumda yii reğimin sesini din l eyecektim. Balık suyun dışında yaşayabilir miydi? O nasıl ki suya muhtaç , ben ele kendi irademe muhtaçtım . İç dünyamda fırtınalar kopuyorclu . " Neden in sanlar bu kadar duyarsız", '· Bunca zulme nasıl sessiz kalıyorlar", bir türlü an l ayamıyord um. Haydi, sıradan insanları aniayabiliyordum ama öyle arkadaşlar var ki ha reketin bilmem neresinde yer almışlar ama bugün yapılan haksızlıklara, zu lümlere karşı en küçük bir tepki göstermiyorlardı . Yaşadıklanından daha çok gördüklerim beni ka hrediyorclu . Hareketlerin l iderleri , askerlerin karşısında en usta askerden daha ustaca esas duruşta bekliyorlarclı. Hiç kimseden liderlik beklemiyordum ama en
HALiL GÜVEN 1 263
azından ufacık bir itaatsizlik umut ediyordum. Yapıl anlara karşı küçücük bir itiraz olsa onunla da yerinecektim ama ne yazık ki olmadı; umutlanın boşa çıktı. Derin bir boşluk duygusu içindeydim.
Hi� bu kadar yalnız hissetmedim Süleyman da açlık grevini bırakmaktan yana . Ben bir süre daha açlık grevini sürdürmekten yanayım ama hiçbir olumlu gelişme yok. Ne kamuoyu ne idare ne arkadaşlar, hiç kimseden ses çıkmı yor. Kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmedim. Olağanüstü bir baskı, dayak ve işkencenin yanına yalnızlık da eklenince korkum büsbütün artıyordu . Dire nişimiz öyle bir havada sürüyordu ki "tavşan dağa küsmüş, dağın halıeri ol mamış" gibiydi . Direnme gücüm, psikolojik olarak gittikçe zayıflıyordu . Korkuyordum ama korkuya rağmen bu tahakküm ve hiyerarşiyi kabullenmek istemiyor dum , daha doğrusu ka bullenemiyordum. Çocukluk yıllarımı hatırlıyordum. Su göletlerinde türeyen ufacık su ba lıkları aklıma geliyordu. Bu balıklara , kepçeye benzediği için çomça20 balığı deniliyordu. Sular çekildikçe o balıklar çırpma çırpma ölürdii . Onların çırpı narak ölmesi, gözlerimin önünde hiç gitmiyordu . Eğer teslim olursam, o ba l ıklar gibi çırpınarak öleceğinıi biliyordum . Bense her şeye rağmen insan gibi yaşanıaktan yanaydım Bunca acıların boşuna çekilmediğinin bilincindeydim. Onların i stediği gibi biri olursam , yaşayacağımı sanmıyordum.
Mahkemede söz alıyoruz Kimlik tespitleri bitti, ifadelere başlandı . Böyle giderse ifadeleri on günde alamazlardı. ifadeleri bölgelere göre alıyorlardı. Salon amiri, salon dışında bizlere baskı yapıyordu . "Konuşmayın, salonda doğru durun" gibi bahane lerle salon dışında dayak artırıyordu . " Bu kadar da olmaz'' diyerek, hep bir den mahkemeelen söz istedi k . Mahkeme başkanı, şaşkın bir halde kime söz vereceğini bilmiyordu . Haydar'a söz verildi . Haydar, salon dışında baskı ve dayağa maruz kaldı ğımızı belirterek bunun engellenmesini istedi.
20. Halk dilinde kepçe .
264 1 ZAMA.'J ZINDAN IÇINDE
Mahkeme başkanı , ·' Kim dayak artırıyor'' diye sordu . Bu soru üzerine , salon amiri başçavuş hızla salondan çıkmaya kalktı . Hepimiz birden başçavuşu işaret ediyorduk . Avukatların ısrarı ve bizim isteğimiz üzere tüm bunlar tutanağa geçirildi . Tutanak şöyle tutuldu: "Haydar Yılmaz söz istedi . Söz verildi . Salon dışında baskı ve dayak atıldığını belirtti . Kimin dayak artırdığı soruldu . Salon asayiş amiri başçavuşun emriyle baskı ve dayak uygulandığını söy lediği anda , salon asayiş amirinin sa lonu terk ettiği görüldü .''
Direnişimi idare de ği l arkadaşlarım kırıyor Akşam oluyordu , tekrar cezaevine götürüldük . Arkadaşlar açlık grevini bırakınamızı, ileriele toplu olarak başlamamızı öneriyorlardı. Başlangıçta kabul etıniyorduın ama iki gün sonra açlık grevi nin on beşinci gün ü , yüzbaşıyla görüştük ve açlık grevini zor da olsa bırak tık. Tuhaf duygular içerisindeydim. Yüreğim daralıyor, içim acıyor ve soğuk soğuk terler döküyordum. On beş gün aç kalmamıza rağmen hiçbir tıbbi müdahale yapılmadan, her kesin yediği karavanayla açlık grevine veda ettik. İlk yemeğin ardından san cıdan duramıyordum. Bize dokunmayacaklarını söylüyorlardı ama bana inandırıcı gelmiyordu . Açlık grevini bırakalı üç gün oldu . mila sayıma kalkmıyordum. Fakat sayım mangasının bakışları, her geçen gün değişiyordu . "Ayağa kalkınca se ninle göri.'ı şeceğiz'' der gibi bakıyorlardı. B ir hafta boyunca ne bana ne de Sü l eyman'a fiske vurdular. Bir hafta sonra, sayıma kalkmamızı istiyorlardı. Süleyman ile görüştl'ık. Sayıma kalkmayı, kurallara kısmi olarak uymayı kabullendik. Fakat b u kurallara uyma, hiçbir zaman onların dediği şekilde olmayacaktı. Mesela , yüksek sesle izin istemeyecek, yüksek sesle marş söylemeyecek, her söyle diklerini yapmayacak, yani pasif bir direniş sergileyecektik.
Tabii ki vaatler tutulmuyor Bir kez daha öngörülerim doğnı çıkıyordu. Bizi cezalandırmak için mut laka bir yol buluyorlardı. Hem artık tüm askerler bizi tanıyorclu . Havadan
HALİL GÜVEN 1 265
sudan bahaneler yaratıyorlardı ve bizi acımasızca dövüyorlardı . "Bağır" diyorlar, bağırmıyorclum. Çünkü içimden bağırmak gelmiyordu . Çoğu zaman izin alımıdan ihtiyaçlarımı gideriyordum, görülclüğüm zaman cezalandırılıyordum . Bazen askerlerin sataşması öyle bir noktaya geliyordu ki, resti çekmek zorunda kalıyordum. "Elini uzat" diyorlar, uzatmıyordum. Aslında elimi uzatsam, beş veya on tane cop vurup bırakacaklardı. Ben elimi uzatmadığım zaman askerler çıldırıyorclu . Nöbetçiler, her an kapıyı açarna dıkları için şikayetlerini sayım ve havalandırma mangaianna iletiyorlardı . Sayım veya havalandırma mangası elleriınizi açmamızı istiyordu, karşı duru yordum, b u kez d e onlarca asker tarafından yere yıkılıyor, yüzlerce cop dar besine maruz kalıyordum . Gelen nöbetçi gideni aratınıyordu . Eğer giden nöbetç"iyle tartışmışsam, nöbeti bırakan yeni gelene hakkımda olumsuz raporunu veriyordu . Bu rapor gün boy'Lı devam ediyordu , ta ki sayım bitene kadar. Gün boyu , en az on defa dayak uygulamasına manız kalıyordum. ·'sesin çıkmıyor" diyor, dövüyordu; "Doğru oturmuyorsun'' diyor, dövüyordu ; ''Ya nındakiyle konuşuyorsun" diyor, dövüyordu ; ·'Yüzi."ıtne neden bakrın" eliyor, dövüyordu. Öyle bir hale geldim ki " Gözünün üstünele kaşın var·· eliyorlar ve dövüyorlardı . Her sayımda ve havalandırmaya çıkışta gözleri bendeydi.
Direnmenin intikamı alınıyor Açlık grevini bıraktıkran on gün sonra, binbaşıyla sayımda göz göze geldik. Binbaşı ·'Bu ne b içim marş söylüyor?" dedi ve askerlere "Bunu yıkın" diye işaret etti . Hücre önündeki havalandırma boşluğu na çıkarıldım. Askerler karşımda dayak için tetikte bekliyordu . Elimi açmamı emrediyorlardı . Binbaşı, beş metre kadar uzağımda olanları izliyordu . Elimi açmıyordum . Sayım çavuşu "Aç ulan elini'' diye bağırıyordu a m a ben elimi açmamakta kararlıydım. Askerler yırtıcı bir panter gibi üzerime saldırdı ve beni yere yıktılar. Sayım mangası, dayak atma konusunda oldukça profesyoneldi. Tüm \iicudum, aynı anda inen onlarca cop darbesi altındaydı. Darbelerin etkisiyle ellerim ayak larım şekilden şekle giriyordu . Her yanım acı içerisindeydi. "Tamam , yeter'' diye bir ses duydum. Ses binbaşınındı. Tekrar göz göze geldik. B inbaşının yüzünde nefret dolu
266 1 ZAMA."! ZiNDAN iÇiNDE
bir bakış vard ı . Ben de ona nefretle bakıyordum. intikamını almışçasına ba şını sallıyordu . Askerler beni sürükleyerek hücreye attılar. Sayım mangası toplanarak ''İstikamet Tecrit 1-Ön" komutuyla yeri göğü in leterek uzaklaştı. Sayım mangasının ardından n öbetçi hücreme yakla ştı ve " Kalk ula n ayağa" diye bağırdı. Cevap verme gereği dahi duymuyordum . Nöbetçi, sinirinden bir yandan parmaklıkları copluyor bir yandan d a bana sataşmaya devam ediyordu . ·'Elini çıkar ulan" diye bağırdı . Ayağa kalktım ve "Elimi çıkarmam" diye cevapladım. ·
'iy i yarın sayımda ya da havalandırmacia görüşürüz" diye beni tehdit edi ,
yordu.
Teslimiyetle yaşamak büyük acı Anlaşılan bu adamlar beni hiç rahat bırakmayacaklardı. Ne yarın ne er tesi gün . "Tamam, görüşürüz" dedim ve elimi yiizümü yıkamak için tuvalete yöneldim . Asker bu kez de ''İzinsiz tuvalete gidemezsin" diye bağırıyordu. 'Ya git kardeşim'' diyordum ama adam girmemekte kararlıydı .
''Ben senin kardeşin değilim ulan, ben senin komı..ı tanınım" diye gürledi . Yarınki sayımda dayak gerekçem daha bugünden hazırdı . Neyse ki birazdan "Yar" komutu verilecekti. Yine her yanım sızlıyordu. Yar komutu verildi : " İki dakika içinde battaniye altı ol, kaybol". Üst ranzaya çıktım ve yatağa uzandım. Bir yandan ağrılarımı duyuyor bir yandan da yarın sayımdaki dayağı düşünüyordum . Şunu çok iyi biliyordum ki bu insanlıktan nasibini almamış herif, beni mutlaka şikayet edecekti. Saat on, nöbet değişimi. Nöbeti bırakan askerin , yeni gelen nöbetçiye beni şikayet ettiğini duydum. Vücuclumdaki sızılara rağmen tek huzurlu saatlerim uyku saatleri . Ancak yatağa gircliğim zamanlar yaşadığımı hissecliyordum. Benim için tek huzurlu yer yatak. Yatağa uzandığım zaman, yaşadıklarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu . Yediğim dayaklardan dolayı, vücudumun oldukça yıp randığının farkındaydım Uyku zamanı dışındaki saatlerele yaşamak bana büyük acı veriyordu . Bu, dayağın acısından çok, tahakkümlin acısıydı.
HALIL GÜVEN 1 267
Hiç değilse dayak yiyince "sağ ol" demeseler! Sabah oldu . Saat a ltı. Nöbetçi haykırıyordu : " Koğuş kalk, beş dakika içerisinde herkes giyin miş, yatakları clüzeltmiş olacak, yoksa siz bilirsiniz ." Etraftaki hücrelerelen izin isteme sesleri yükseliyordu : ''33 numaralı hücre tuvalete gidebilir mi kom utanım?" Askerin cevabı son derece aşağılayıcıydı: " Git ulan". " 3 2 numaralı hücre tıraş olabilir mi komutanım?" "Ol ulan." "30 numaralı hücre tuvaJetten çıkmıştır komutanıın."
Asker kızgın bir sesle bağırıyordu : '' Bu ne biçim ses ula n, yaklaş, elini çıkar." Cop sesleri peş peşe geliyordu . "Geç yerine." "Sağ ol komutanım." İşte bunu aklım alınıyordu. Hem dayak yiyor hem de ''Sağ ol komuta nım" diyorlardı. Bunu anlamakta zorlanıyordum. H iç olmazsa dayak atılınca "Sağ ol" demeseler. Yatağıını düzelttim, " 34 numara tuvalete gidebilir mi komutan" diyerek, ( komutanımın 'mı 'sını es geçerek) bağırmadan normal bir sesle izin istedim . Nöbetçi hızla kapıya yaklaştı. "Ne biçim ses ulan bu?'' diye bağırıyordu . '·sesim b u kadar çıkıyor" ded im . "Uzat elini bakalım" diye bağırıyordu . ''Neden?" dedim. ''Sesin çıkmıyor." " Benim sesim bu kadar" dedim. "Ulan sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diye yine bağırıyordu. "Hayır" diyordum. "Uzat elini ." Uzatmıyordum. Akşamki nöbetçi de şikayet etmişse bugün vay h alime! Vukuatlarım her geçen gün artıyordu . Yanılma dım. Sayım mangası öylesine bir hışımla içeri girdi ki hiçbir komut vermeden beni yine havalandırma boşluğuna çıkardılar. "Uzat elini" diye bağırıyorlardı .
268 1 ZAMA.'! ZINDAN i Ç i N D f.
Ben elimi uzatmıyordum. Bir asker boynuma asılıp yere yıktı. Copların ne reden geldiğini dahi kestiremiyorclum. Başımda en az on tan e asker vardı. Abanarak vuruyorlardı. Sayım çavuşu , ''Aklını başına al, yoksa elimizde ka lacaksın " diye beni tehdit ediyordu .
Artık ellerinde kalmak istiyorum Artık onların ellerinde kalmayı ben de istiyorum. Ölüm, çektiğim acıları bitircliği gibi, geride kalanlara da yarar sağlar diye düşünüyordum. En azın elan geride kalanlara bu kadar işkence yapamazlardı . Aynı anda inen dokuz on tane copun yarattığı acı daya nılacak gibi değileli ama çıldırma pahasına da olsa dayanıyorcluın. Dişlerim kenetlennıişti. Acıyla kafaını sağa sola çarpıyordum. Ne yapsam acım azalmıyordu . Ciğerlerimin parçata nelığını hissediyordum. Sanki beynim yerinden fırlayacaktı. Nefes ala ma z hale gelmiştim. Durumumun vahametinin farkına vardılar ve darbeler kesildi . Göz kapaklarımı zor bela açıyordum, sayım çavuşu karşımda sırıtı yorclu . "İşkenceciler'' diye bağırıyordum. Kürt onbaşı bana doğru vurmak için hamle yapıyordu ki binbaşının işa retiyle vurmaktan vazgeçti. İçi boş bir çuval gibi, kollanından sürükleyerek hücreye attılar yine . On, on beş dakika h iç hareketsiz yattım. Esat hala esas duruşta bekli yord u . Zor bela ayağa kalktım. Nöbet değişimi yapılmıştı. Dtın tartıştığım nöbetçi, kapıda beni kışkırtmak istercesine kafasını sallıyordu . Nöbetçi ·'Kalk ayağa" diye bağırdı. Ayağa kalkmadım. Coplarını parmaklıklara vuruyordu. "İyi, görüşürüz" dedi ve kapıdan uzak laştı.
Vazge�tim ama onlar vazge�miyo r Nazari eğitim başladı . 35 numaralı hücrede sağ görüşlü tutuklulardan, Pi yangotepe katliamı21 sorumlularından Eyüp adlı tutuklu gırtlağını yırtarca sına , Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi kitabından milliyetçiliği okuyordu . 21.
1979'da. Etlik-Piyangotepe 'd e sol görüşlülerin
devam
ettiği kahveele gerçekleştirilen
katliam . Piyangotepe-Refik Saydam Caddesi'nde bulunan Çelik Kahvehanesi ' ne
HALIL GÜVEN i 269
On beş dakika sonra nöbetçi, "Yanındaki okusun'' diye talimat verdi . Bu kez Süleyman okumaya başladı kitabı. Süleyman'ın sesi belli belirsizdi. Nöbetçi ''Ne biçim ses bu?" diye bağınyar ve Süleyman·ı coplamak için ka pıya çağırıyordu . Süleyman elini uzatmıyor, nöbetçi çıldırmış bir halde kapıları copluyordu . Tehditten Süleyman da nasibini alıyordu . Kitap bizim hücreye geçti. Esat haykırarak h:ılkçılığı okuyordu . Biraz sonra nöbetçi, "Yanındakiyle değiştir" emri verdi . Şimdi okuma sırası bende. Normal bir sesle okuyordum. Nöbetçi, "Bırak ulan, kapıya ya naş" diye bağırdı. Kapıya yanaştım . O copuyla karnundan itekliyor, ben geriye çekiliyor dum. "Gel ulan buraya, elini çıkar" diyordu ama ben yaptığının haksızlık ol duğunu söylüyor ve elimi çıkarınıyordum. Asker bir o yana b ir bu yana koşturup dur uyordu. Nöbetçinin imdadma havalandırma mangası yetişti . Havalandırma mangası, " Sen mer:ık etme" diyor ve nöbetçiyi sakinleştiri yordu . "Havalandırma için hazırlan" talimatı verildi. Tecrit 1 -Ön ve Arka 'daki tutuklularla birlikte havalandırmaya çıkacaktık Havalandırma mangasının bizi rahat bırakacağını sanmıyordum. Ziyaret günleri ve yağımırlu havalar hariç, her gün havalandırmaya çıka rıyorlard ı . Gün boyu yaptııdıkları askeri eğitim yetmiyormuş gibi, havalan dırmacia d:ı yarım saat spor eğitimi yaptırıyorlardı. Tek sıra koşar adım havalandırmaya çıkarılan tutuklular, havala ndırma içinde on beş yirmi da kika hızlı ve tempolu bir tarzda marş söyletilerek koşturuluyordu . Sporu iş kencenin bir aracı olarak kabullenmek çok zor geliyordu bana . Koşu nu n ardından elli çeşit beden eğitimi hareketi yaptırılıyordu . Tutuklular canından bezmiş bir durumdaydı. Hiçbir tutuklunun yüzünde yaşama dair bir iz yoktu . Bu eğilimler, tutukluların sağlıkları için değil, işkence içindi. Havalandırma nın içerisinde, tutuklu sayısından daha fazla asker vardı. Dayak havalandır-
16
Mayıs 1 979 günü gece yarısına doğru, başlarına siyah çorap ge<;iren ve boyunlarında
kırmızı atkı bulunan silahlı 3 kiş i " Bu bir soygundur" diyerek kahveye girmiş ve herkesi ,
yere yatırmıştı . Saldırganlar daha sonra yerele yüzükoyun yaranlara kurşun yağclırmış, 6 kişi olay yerinde, bir kişi hastaneye k aldırılırken ölmüştü. 3 katil, çalın tı bir Murat taksiye binerek
olay yerinden kaçmış, çaldıkları arabanın şoförüne ele tecavüz
etmişlerd i .
270 1 ZAMAN Z INDAN İÇİN D E
mada daha da acımasız sürdürül i.iyordu . Koşunu sevmezler dayak, sesini be ğenmezler dayak, ''Bacağını iyi açmıyorsun" dayak, şınav çekme ayrı bir ezi yet, yok "Kıçını indir'', " Belini kaldır'', "Yere paralel ol" diyerek botbrla vücudun un her yanını tekmeleyerek dövüyorlardı . Ö zellikle şınav çekmeyle çök-kalk hareketleri katlanılacak gibi değildi. Tutukluların nefesleri kesilin ceye, yere yıkılıncaya kadar devam ediyordu bu hareketler. Spor sırasında arada gezinen askerler, gözlerine kestirdikleri, hoşlanmadıkları, gıcık olduk ları tutukluları acımasızca dövüyorlardı . Tecrit 1-Ön ve Tecrit 1 -Arka 'nın ardından, onları takip ederek b i z d e spora çıktık. Başlangıçta her şey normal görünüyordu . Kimse bana sataşmıyordu . Koşu bitti, kültürfizik hareketlerine geçildi. Başlangıçtaki üç beş hareket ten sonra şınav çekmeye başlandı. Normal şınav çekiyordum. Yüzüm yere dönüktü . Bazı askerlerin çevremde gezinmeye başladığını sezinliyordum . Bir ayak gittikçe bana yaklaşıyordu . Popom havadaydı. Asker sağımda solumda dolaşıyordu. Hi:ll a ellerim yerdeydi. "Bu ne biçim şınav çekme" diyen onbaşı, popomu coplamaya başladı. Onlarca cop indiren onbaşı "Ayağa kalk'' talimatı veriyordu . Ayağa kalktıın. "Aç
ellerini" diye bağırıyordu .
"Neden" diye sordum. "Aç ulan, komutan ına soru sorulmaz" cevabını veriyordu . Ell erimi açmıyorduın. Bir anda tüm hava mangası tarafından etrafım kuşatıldı. Hava mangası komutanı, havalandırma boşluğuna götürülmemi istiyordu. Arkamdan, sağırndan solumdan dürtüklenerek havalandırma boşluğuna çıkarıld ım. Bu kez de havalandırma mangası komutan ı şansını denemek is tiyordu : "Aç ulan elini." Açmıyonım. G ırtlağını yırtarcasına "Aç ulan" diye haykırıyordu . Açmıyorum. Arkamda dura n askerlerden bir tanesi, botlarıyla dizkapağımın arkasına şiddetle vurup beni yıktı. Tüm askerler, hazır olan coplarını vücudumun her yanına ind irmeye başladılar. Suratıma yediğim bir yumrulda burnum kana maya başladı , relaşlanıp dayağı durdurdular. Zaten yeterince dövmüşlercli. B urnumun kanı durmuyordu . İki asker beni revire götürdü . Revir önün deki tuvalette, ağzımdaki ve burnumdaki kanları temizlernemi istediler. Soğuk suyu bumuma çektikçe kan daha da şiddetleniyordu. Doktora çıkar-
HALIL GÜVEN 1 27 1
dılar. Doktor müdahale etti ve kanı durdurdular. Geri döndüğümde hava landırma süresi dolmuş, arkadaşlar hücrelerine girmişti . Nöbetçiyle burun buruna geldik. Sert ve nefret dolu bir bakış fırlartım ve hücreıne girdim. Nöbetçi intikamını almış ve rahatl amıştı. Saat on iki; öğle yemeği geldiğinelen eğitime ara verildi. Yemek sonrası çay geleli, onu da paramız olduğunda alıyorcluk .
Dilim kabul etmişti kuralları ama kişiliğim reddediyor Saat birde eğitim tekrar başlad ı . Nazari eğitim yapılaca ktı. Esat önde. ben arkada yerleri döviiyorduk adımlarımızla . Ben ayağıını hafifçe kaldırıyordum. Esat'ın ayağı kıçına değecek neredeyse. Nöbet değişimi sırasında tartıştığım asker, yeni gelenlere beni gösterdikten sonra gözden kayboldu . Büyük bir ih timalle beni ispiyonluyordu. Yanılma dım. Biraz sonra, yeni nöbetçi bana sataşıyor, "Çek clizkapaklarını" diye bağırıyordu . Yanıt vermiyordunı . O yine bağırıyordu , "Çek dizlerini" diye . Ben tuzsuz helva gibi sallanıyordum. "Uzat elini" diye emir veriyordu . "Hayır"· dedim. Tekrar " Uzat ulan" diye daha hızlı ve sertçe bağırd ı . "Hayır, uzatmayacağını" dedim. ''Sen kabadayı mısın ulan?"' dedi. "Hayır, kabadayı değilim ama senin de deneme tahtan değilim" cevabını verdim ve giden nöbetçinin kışkırtması üzerine benimle uğraştığını söyle dim. Belki de tavrınıdan korktu ve benimle uğraşmaktan vazgeçti. Eğitime devam ettik. On beş dakika İstirahat verildi. Asker bağırıyordu . "Gülnıek, konuşmak , emir komutsuz hareket etmek yasak , anlaşıldı mı ulan?'" Tutukluların ağzından, cılız bir "Anlaşıldı komutanını " çıktı . Nöbetçi kızıyordu: "Ne biçim 'anlaşıld ı' ulan?" Tekrar ediyordu: "Gülmek, konuşmak. sağa-sola bakmak, emir koınutsuz hareket etmek yasak, anlaşıldı mı ulan!" Cevap yine aynı. Cılız bir "Anlaşıldı komutanım." Asker kızdı ve "Şınav vaziyeti al" diye bağırmaya başladı .
27 2 1 ZAMAN Z iNDAN iÇiNDE
Sayıyordu . . . "Bir, iki, üç, dört, beş . . .
kırk bir, kırk iki". Esat'ın da benim de diz kapaklarımız yere düşmüştü . Bunca çilenin ardından " İstirahat et" komutu geldi. On beş dakika sonra anıeli eğitim başladı ve akşam yemek saatine kadar kırk beş dakika ameli, kırk beş dakika naza ri eğitim sürd ü . Sayım saati yaklaşıyordu yine . Büyük bir ihtimalle, yine bir bahane uy durup döveceklereli beni. Sayım başladı . B u kez, Zemin 1 , 2, 3'ten başladılar. Tecritiere en son ge leceklerdi. Dayak ve işkenceyi beklemek, dayak ve işkence görmekten çok daha yıpratıcıydı! O anı bekle mek psikolojimi çok olumsuz etkiliyordu . Diken üstünde hissediyorekım kendimi . Beynim, bu zama na kadar yapılan ları hatırlıyor ve vücuduma, yine bu uygulamaya maruz kalacaksın sinyalini gönderiyordu . Her yanım diken diken "Bir an önce şu dayağa başlasalar da bitirseler" diyordum . Acıları hatırladıkça korkuyordum. Ama onların her dediğini, her istedi ğini yapmayı dilim kabul etse de kişiliğim kabul etmiyordu . Onların istediği gibi biri olmak, benim için ölümden de beterdi . Her dediklerini yaparsam, kendimle hesaplaşabileceğimi sanmıyordum artık. Kurallara kısmi uymak dahi benim için old ukça aşağılayıcı bir duıumdu . O yüzden kabullenemi yordum . Dayağa , işkenceye katianmaktan başka yapacağım hiçbir şey yoktu .
Direnen, bedelini ödeyen biz; rahatsız olan tutuklular Bugünkü sayımda , cop sesleri ve bağırmalar eskiye oranla daha fazla ge liyordu . Büyük ihtimalle sayımda binbaşı vardı. Koğuşları kırıp geçirdiklerini duyuyordum. Bakalım bize ne yapacaklardı? Sayım timi komutanının cırtlak sesi duvarlarda yankılanıyordu: "İstikamet Tecrit 3, uygun adım marş ." Hücre önünden geçip Tecrit 3'e gidiyorlardı. Anlaşıldı, bizim sayımımızı en sona bırakacaklardı. işkence anını beklemenin yıpratıcılığını bildikleri için bizim sayımımızı özellikle en sona bırakıyor olabilirlerdi. N ihayet beklediğim an geldi. Sayım çavuşu bağırıyordu : ·'34, 35 numara''. "Emret komutanım" sesi oldukça zayıf çıktı .
HALiL GÜVEN 1 273
Hücreye giren askerler, "Rahat'', ''Hazır ol, İstiklal Marşı başla " diye komut veriyordu. Başladık okumaya . Daha doğrusu Esat bağırarak okuyor, ben de ona fon yapar tarzda katılıyordum. "Kes ulan" diye bağırdılar. Sağa, sola dön komutu veriliyordu . Yüzümüzü askerlere döndük. " Uzatın ellerinizi" diye bağıran asker, Kürt onbaşı . Esat elini uzattı. Ben uzatmıyorum. Esat'ın ellerine altı kez copla v urdular. Onbaşı, "Aç ulan elini" diye ısrar ediyordu . ·'Açmayacağım." Ne yaparlarsa yapsınlar elimi açmamakta kararlıydım. Anında yine havalandırma boşluğuna çıkarıldım. Her zamanki gibi üze rime çullandılar ve her yanımı kırıp geçirdiler. Sayım çavuşu "Oğlum sen manyaksın, elini açsan altı tane cop vurulacak. açmadığın için yüzlerce cop yiyorsun" diyordu . "Olsun" diyordum, "Ben elimi açmayacağıın.'' Sürükleyerek hücreye attılar. Esat benim varlığımdan rahatsızclı lüla . Benim ırtızümclen dayağa ve kötü muameleye maruz kalıyordu . Bugünkü dayak kısmetimizi de a l m ış t ı k. Özell ikle dayaktan sonra işkence beklentisinin bitmesi beni rahatlatıyorclu . Şimeli akşam sayımını bekleyecektik. Sayımdan sonra eğitim başladı. "Rap rap" eğitimi. Nöbetçiler yine beni rahat bırakmıyordu . Benden dolayı Esat da oldukça dayak yiyordu . Bu durum beni ele rahatsız ediyordu . Bir başkasının benim yüzümden dayak yemesi hoş değildi . Süleyman ile konuşuyoruz, o da aynı durumdan rahatsız . Onun yanındaki tutuklu da onun tavrından nasipleniyorclu . Bu duruma bir çözüm bulamı yorduk . Pasif direnişimize devam edecektik. Kesinlikle yüksek sesle marş söyle meyecek, sayı saymayacak, kitap okumayacak, izin almayacak ve el açmaya caktık Çok zonınlu kalmadığımız sürece de ortamı gennemeye çalışacaktık Biz geri adım attıkça, onlar üzerimize daha fazla gelmeye başladılar. Abar tısız her gün en az on kez dayak atılıyordu bize . Dayaksız sayım, dayaksız havalandırma zamanı geçirdiğiınİ hatırlamıyorum. Bizim yattığımız 34 ve 35 numaralı hücrelere , idam cezası alıp infazını
274 1
ZAMAN
ZiNDAN I Ç INDE
bekleyenleri koyuyarlardı aslında. idam cezası alanların infaz günü yaklaş tığı için bizi bu hücrelerden aldılar ve Tecrit 3-Arka'ya yerleştirdiler. Böyle giderse kafayı yiyecektim Çıldırmak üzereydim. Her gün onlarca kez dayak uygulamasına tabi tutuluyordum. "Madem bu kadar dayak yiyo rum, ne diye onların kurallanna kısmi de ol.sa uymak zorunda kalayım" cli yordum. B u arada mahkemelere gidip geliyorduk. Yine mahkemelerele .suç duyu rusunda bulunuyorduk ama nafile, hiçbir olumlu gelişme olmadığı gibi, mah keme dönüşü kafeste alıkonulup daha fazla dövülüyorduk .
Kitlesel direniş gerekli Bu böyle olmayacaktı, kitlesel direniş için çalışmamız lazımdı . Hücrelerelen koğuşlarla iletişim kurmanın yolu yoktLı . Ancak mahkemelere çıkışta koğuştakilerle iletişim kurabiliyorduk. Bazen de havalandırmacia gözümüze kestirdiğimiz bazı arkadaşların yanına yaklaşarak, askerlere çak tıımadan konuşmaya çalışıyorduk. Koğuştaki arkadaşları, diğer siyasi hare ketleri zorlamalan konusunda sürekli uyanyorcluk. Ama bu konuşma girişimimiz, çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanıyordu . Askerler konuşmaya çalıştığımızın farkına va nyor ve dayakla cezalandırıyor l ardı . Çoğu kişinin yanına dahi yaklaşılmıyordu . Bazen tutuklunun yanına yaklaşıyorcluk, öksürüyor, fısıltıyla konuşmaya çalışıyorduk ama adam bizden hemen uzaklaşıyordu. Arkadaşların nabzını yoklamaya devam ediyordum. Özellikle İstanbul böl gesinelen olan arkadaşlar, direnişten yanaydı. Koğuştaki arkadaşlar, eliğer si yasi hareketlerle görüşmeler yapıyordu . Sadece TKPML-TİKKO hareketinden bir kısım tutukluyla Halkın Yolu'ndan bir kişi ve TDY22 hareketinden iki ki şiyle benim de içinde yer aldığım Acilciler örgütünün büyük çoğunluğu di renişten yanaydı. Her mahkemeye çıktığımızcia benim, Hayd;ır'ın , Süleyman'ın, baskı , zulüm ve dayak ka rşısında takınclığımız, tavır ve davranışlar, diğer arkadaş lar tarafından dikkatle , saygıyla ve sempatiyle izleniyordu . Mamak zulmünü ancak ve ancak elirenişle ortadan kaldıracağımızı dillendiriyorduk. Arkadaş lar her ne kadar kurallara uysa da vicdanen rahatsızla rdı . Bu rahatsızlık her geçen gün kendini hissettiriyorclu . 22.
Türkiye
Devriminin Yolu
HALiL GÜVEN 1 275
Hiçbir muhalif sesin duyulmadığı, cuntacıların gayri insani İcraatları hak kında tek bir kelimenin edilmediği bir ortamda, bizlerin, her duruşmaya çık tığımızcia cezaevi uygulamaları hakkında açıklamalar yapmamız, sıkıyönetim komutanlığına suç duyurusunda bulunulmasını istememiz, insanların üze rindeki ölü toprağını biraz olsun kaldırıyordu . Duruşma sonrası koğuşlarına dönen arkadaşların pasif d ireniş başlatması , diğer hareketleri ele etkilecli. Ve böylece kitlesel direnişin önü açıldı. Direniş gününün kararlaştırılması lazımdı artık.
1 2 Eylül sonrası Mamak'ta ilk toplu direniş başlıyor Nihayet, 1 98 1 Haziran ortalarında, açlık grevine başlama kararı aldık. Ka rarımıza göre, haziran ayında ilk mahkemeden bir gün sonra açlık grevine başlayacaktık Mahkemeden geç saatte döndük. Akşam yemeği gelmiş, hücredeki arka daşlar bizlerin yemeğini ayırmışlardı. Son yemekl erimizden birisini yiyorduk . Ertesi gün açlık grevine başlayacaktık Ertesi gün sabah sayımı başladı ve dayaksız bitti . İda re bir şeyler döndü ğünlin farkında olmalıydı ki sabah sayımında bize clokunmadıl ar. Sadece copların ucuyla dürtüklüyorlardı . Öğleye doğru , Tecrit 3-Arka'da bulunan Haydar, Süleyman ve ben hiçbir kurala uymayacağımızı ve açlık grevine başladığımızı ilan ettik. Büyük bir ih timalle, eliğer koğuştaki arkadaşlar da açlık grevine başlamışlardı . Tecrit 3-Arka taraflarda kaldığı için diğer koğuşlara uyguladıkları dayak ve işkence buralarda cluyulm uyordu . Normal günlerele sayımı saat sekiz veya sekiz buçuk civarında bitirmiş oluyorlardı ama bugün saat onu geçmesine rağmen hala sayıma gelmecliler. Büyük bir ihtimalle , açlık grevine başlayan ları dayaktan kırıp geçiriyorlardı. Saat onu çeyrek geçe civarında , sayım mangası büyük bir hışımla Tecrit 3'e geleli. B ugün uygulayacaklan ciayak ve işkenceelen korkmuyorclum. He yecanını donık noktasınclaydı. Özellikle yüzlerine karşı, "Emir komutla rımza uymak istemiyorum" diye haykıracaktım . Bunu daha önce de yaptım ama o zaman iki kişiydik. Şimdi epeyce kalabalık olduğumuzu düşünüyordunı. Biraz sonra beni öldüresiye döveceklerini biliyordum ama benim içim şim diden kıpır kıpırdı. isterse öldürsünler, hiç umurumda değildi. Zaten dayaktan ölseydim, bu zamana kadar ölürdüm. Altı ay boyunca , günde en az üç-dört kez yere ya tırılarak, gün boyu en az on kez ellerimin üzerinde coplarıyla çalışmışlardı.
276 1 ZAMAN ZINDAN I Ç iN D E
Alrı aydır onların deneme tahtasıydım . Ama bugün, kurallara uymayacağım için oldukça sevinçliydim. Hücreme beş tane asker girdi . H ücre içerisinde üç kişiydik. Birisi Esat, diğeri Devrimci Yol davasından tutuklu Ziya Uncu 'ydu . O a rkadaşlar sayıma hazırlardı. Her zamanki gibi yüzlerini tuvalete dönmüş, kafalarını tavandaki kirişe dikmişlerdi. Ben ise yüzümü askerlere dönmüştüm. Sayım çavuşu bana copunu salladı v e "Ne biçim duruyorsun ubn?" diye bağırıyordu. Elleriın arkada gülümsüyordum ve cevap veriyordum : '·işkence a racı olarak kullandığınız kurallarınızın hiçbirine uymuyorum."
Mamak, sloganlarımızia tanışıyar Dananın kuyruğu kop,uyordu . Çavuş, şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmıştı. Hemen dışarıya çıktı ve ko rmıtanını çağırdı. O gün sayımdaki komutan havacı bir yüzbaşı. Lakabı "En rebbe". Entebbe ba na doğru yaklaştı. Botlarıyla diz kapaklarıma vuruyor ve "Ne bu hal u la n?" diye bağırıyordu . ''Kurallarınıza uymuyorum ve açlık grevine başlıyorum" diye cevapladım. '·Geber ulan pezevenk" diyor ve askerlere göz ucuyla "yıkın bunu·· işare tini veriyordu . B i r numaralı hücrede bulunan Haydar'ı d a yıktılar. Beni koridora çıkar dılar ve tüm güçleriyle üzerime saldınyorlardı . Bu kez "Ka hrolsun işkence, kahrolsun zulüm " diye durmadan slogan atı yorduın. Mamak zindanları 1 2 Eylül'den bu yana ilk kez, bizim sloga nlarımızia ta nışıyordu . Ağzımı kapatıyorlardı. Bir yandan da acımasızca vuruyorlardı. Zor nefes alıyordum. Ağzımı da kapattıkları için iyice bunalıyordum. Neredeyse boğulacaktıın. Ağzıma köpükler dolmuştu yine. Can havliyle ağzımı kapatan a skerin elini ısırıyordum . Asker korkuyla elini çekiyor, ben tekrar slogan at maya başlıyordum. Haydar ve Süleyman'ın da attığı sloganlar duyuluyordu . Diğer tutuklular oldukça şaşkındı. Mamak'ta daha önce böyle bir el ireniş görülmemişti . Askerler şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilmiyor, komutanları nın ağzının içine bakıyorlardı . Yüzbaşı bizlerin susturulmasını istiyor ama bizi ancak clövebiliyorlardı, susturamıyorlardı. Katesc götürülmemiz emreclildi. Kafes ile Tecrit 3 'ün ara sı 1 50 metre civarı ndaydı. Beni, Süleyman'ı ve Haydar'ı döverek kafese götürdüler. Ya k laşık yarım saat boyunca hiç aralık sız bizi coplamalarma rağmen kurallarına uyınaclığımız için coşku ve sevinç içindeydi k.
HALIL GÜVEN 1 277
Katesc girdiğimizde, dava arkadaşlarımızla karşılaştık ve kucaklaştık. Baskı ve zorla , işkenceyle kurdukları korkunç tahakküm bir anda kırılı yordu . Herkes şaşkındı . İdare ne yapacağını şaşırmıştı . Askerlerin hiçbir ko mutunu dinlemiyorduk. Direnenlerin tedirginliğine rağmen yüzlerindeki mutluluk gözle görüle biliyordu . Biz, direnişi daha önce yaşadığımız için pek bir tedirginlik cluy muyorcluk. Nöbetçiler kendi kafalarına göre komutlar veriyor ama hiç kimse onların komutlanna uymuyordu . Sevincimelen içim kıpır kıpırclı. Vücudumun her yanı sıziamasına rağmen çok mutluydum. Keşke Abidin Dino olsa da mutluluğumuzun resmini çiz seycli. Nazım Hikmet'in de dileği yerine getirilmiş olurdu. Hiçbir mutlul uk tablosu bundan daha gerçekçi olamazdı.
Mam.ak idaresi şaşkın A Blok cezaevi amirinin odasına tüm rütbeliler peş peşe girip çıkıyordu . Şimdi tedirginlik sırası onlardaydı. Yaklaşık bir yıldır sürdürdükleri baskı ve tahakküm bir anda boşa çıkarıldı. Daha önce hiçbir askerin yüzüne baka ımıyan tutuklular, şimdi askerlerin ve komutanlarının gözlerinin içine bakı yord u . Bu durum da askerleri çıldırtıyordu . Daha clü.n önlerinde diz çöktürdükleri insanlar, bugün onlara meydan okuyordu . Ertesi gün, birinci koğuşta bulunan sol görüşlü tutukluları , başka koğuş l ara ve tecritiere dağıttılar. Bizim için yer açıyorlardı. Direnenleri bir araya to parlayacaklarclı. Direnenlerin dağınık bir şekilde koğuşlarda ve hücrelerde kalmasının, diğer tutuklular üzerinde elireniş lehine etki yapacağını tahmin ettiklerinden bizi ayrı bir yerele bir arada tutmak istiyorlard ı . Kafesten çıkarıldık Yine asker "Tek sıra olun" diye komut veriyordu ama hiçbir arkadaş bu komuta uymuyordu . Askerler coplamaya başladı . Tüm direnişçiler birbirimize kenetleniyor ve ''Kahrolsun işkence, kahrolsun zulüm'' diye slogan atıyorcluk. Slogan sesleri gittikçe daha gür çıkmay·a baş lıyordu . Bizleri birbirimizden koparmaya çalışıyorlar ama bir türl ü beceremi yorlardı. Arada bir, zincirden kopardıkla rı arkadaşı döverek götürüyorlardı. Nihayet, beni de zincirden kopardılar. Kendimi yere attım. Onlarca cop darbesi vücudumun değişik yerlerine iniyordu. Ayağa kalkmamı istiyorlardı ama ben kalkmıyordum. Koliarımdan ve ayaklarımdan yakalayıp havadan uçurarak birinci koğuşun kapısından içeriye attılar. Benden önce getirdikleri arkadaşların yardımıyla ayağa kalktım ve slogan atmaya başladım . Birinci ko ğuştaki sağ görüşlü tutuklular, olanları şaşkınlıkla izliyordu .
278 i ZAMA.'< Z INDAN I Ç INDE
sı
kişiydik, kararlıydık
Şu ana kadar elirenişe katılan tutuklu sayısı elli bir kişiydi . Moralimiz ol dukça yüksekti. H içbir kurala uymuyor, akşama kadar arkadaşlarla sohbet ediyordu k . 1 . Koğuş'un penceresi havalandırmaya bakıyordu. Havalandırmaya çıkan diğer tutukluları pencereden seyrediyorduk . Direnişe katılmayan tutuklu larda da bir huzursuzluk olduğu gözleniyordu. Sağ görüşlü n.ıtuklular bize pek yaklaşmıyordu . Akşam karavanası gel mişti. Biz açlık grevine devam ettiğimizi bildirdik Karavana sağ görüşlülere kaldı . Büyük bir iştahla yiyorlardı. Daha önce yarım kepçe gelen yemekler şimdi onların tabağını ağzına kadar dolduruyordu . Direnişteki siyasi hareketlerin temsilcileri kendi aralarında bir toplantı yaptı ve şekerli su alma kararı alındı . Akşam sayımı için " Hazırlan'' talimatı veriliyordu . Sayım mangası, her zamanki haşmetiyle yeri göğü i nleterek geliyordu . Sağ görüştü tutuklular kapı önünde, namludan fırlayacak mermi gibi hazır va ziyette bekliyordu . Kapı açılıyor, askerler her zamankinden daha iğrenç bir sesle bağırıyordu: " Koş lan koş, daha canlı ul:.ı n, daha canlı, ooooo, ooooo, hoooo. koş ulan koş, canl ı ula n canlı, bu ne biçim koşmak, ooooo, kooooşşşşş ." Gırtlaklarını yırtarcasına haykırıyorlardı. Bizler, sağ görüşlü tutukluların ardından yürü yerek koriclora çıktık. Bize de bağırıyorlardı ama biz bu bağırtılara hiç alclır nııyorduk. Askerler rastgele bacaklarımızı ve popolarımızı copluyorlardı . Sayım çavuşu bağırıyordu : ·· ı. Koğuş." Sağ görüşlüler gırtlaklarını yırtarcasına cevap veriyordu : "Emrettttt Komutanımmmmm." Sayım çavuşu bu sesten oldukça memnun, devam ediyordu : "Rahat." Biz bu kom uta aldırmıyorduk ama sağcılar tam bir nizami asker gibi komutları yerine getiriyordu. "Rap" diye tek b ir ses çıkıyordu . Çavuş devam ediyordu : "İstiklal Marşı, ikinci kıta başla ." Büyük bir şevkle söylemeye başlıyor, " . . . Çatma kurban olayım" diye devam ediyorlardı. Ben bu konıik durum karşısında gülüyordum. G i.ilüşüm binbaşının dikkatini çekti ve sayım çavuşunu yanına çağırdı. Hemen oracıkta dayakla cezalandırıldım. Sağınıd aki solumdaki arkadaşlar müdahale ediyor ama onlar da dayaktan nasiplerini alıyorlardı.
HALiL GÜVEN i 279
Sayım çavuşu, ''Kes" diye bağırdı ve marş söyleyenler bir a nda durdular. Çavuş tekmilini veriyordu : " 1 . Koğuş 82 tutukluyla emir görüşlerinize ha zırdır komutanım." Komutan selam duruyordu . Çavuş, "Sol baştan say'' diyor ve sağ görüşlüler yine gırtlaklarını yırtarca sına başlıyorlardı saymaya. Sıra bize geldi . Bizim arkadaşlar, sessizce, sadece yanındakinin duyacağı bir sesle sayıyorlardı . Bu durum binbaşıyı kızdırıyorclu tabii ki. "Yıkın bun ları'' işaretini verdi. Bizi ayırdılar ve diğerlerini "Sağa-sola dön, istikamet koğuş , koşar adım, marş marş" komutuyla içeriye aldılar. Şimeli sıra bizdeydi. Sayım çavuşu bu kez bize dönüyor ve komutlarını sıralıyordu . ''Rahat, hazır ol" diyor ama hiç kimse bu komutlara uymuyordu . Bu kez de "Açın ellerinizi" diye bağırıyordu ama yine hiç kimse elini uzatmıyordu . Çevremizdeki askerler gittikçe üzerimize doğru geliyor ve coplarıyla rastgele vurmaya başlıyorlardı. Birbirimize kenetlenmiş halde slogan atmaya başladık. Bir kez daha Mamak Cezaevi'nin duvarlarında ve tavanlarında bizim slo ganlarımız yankılanıyordu . On beş dakika boyunca bizi dayakta n kırıp ge çirdikten sonra tekrar koğuşa yönelttiler. Koğuşa girdiğimizde, gülerek birbirimize sarılıyorduk.
Sağ görüşlülerin umurunda değiliz Sağ görüşlüler gözümüze çok kötü görünCıyordu . Bize nispet yaparca sına, seslerini yükseltmelerine kızıyorduk. Halbuki kendileri de bu olumsuz koşulları yaşıyorlardı. Buradan kazanılacak en ufak bir hak, onla rın da ya rarına olmasına rağmen umursamaz davranıyorlardı. Böyle devanı ederse onlarla kapışacaktık. İdareye, sağ görüşlülerin bu koğuştan alınmasını, aksi takdirde tavır ala cağımızı iletmek kararını aldık. Aslında bizim bu koğuşa getirilmemizden sağ görüşlüler de rahatsız olmuştu . Onlar da bu koğuştan ayrılmak istiyordu . Saat dokuzda "Yat'' komutu veriliyordu ama biz komutlara uynıadığımız için yatmıyorduk. İki gündür açlık grevindeydik. Artık a çlık kendini hissettirmeye başla mıştı. Koğuşta çok kötü bir hava vardı. Açlıktan hepimizin nefesi kokmaya başlamıştı. Dişlerimizi fırçalıyor, her an ağzımızı çalkalıyorduk ama ağız ko kusunun önüne geçemiyorcluk. S ürekli koğuşu havalandırmamıza rağmen
280 1 ZAMAN Zİ :-JD�N İÇIN D E
koğuş çok kötü kokuyordu . Arkadaşlarımızla konuşurken elimizi ağzımıza tu tuyorduk ki koku karşımızdakine gitmesin. Daha ikinci günele böyle kokar sak, ileriki günlerde işimiz daha da zorlaşacaktı. Üçüncü gün . Sabah saat altıda, çorbayı yine kapının önüne bıraktılar. Sağcılar, karavanayı alıp çarbalarını içmeye başladı. Saat dokuza doğru sayım mangası, '·Vatan sana canım feda" diye yürüyüş kararı sayarak koğuş kapısında beliriverdi. Yine her zamanki gibi, sağcılar ko şarak koridorcia yerlerini aldılar. Biz ise onların peşlerinden normal adımlarla sallanarak dışarıya çıktık. Komutlar peş peşe veriliyordu, fakat biz hiçbir kom uta uymuyorduk. Sağ cıları içeriye aldılar ve bizi koridorcia birbirimizden ayıra rak acımasızca cop lamaya başladılar. Her geçen gün daha sert vuruyorlardı . Saldırılara sloganlada cevap veriyorduk . Bazı arkadaşların çığlıkları kulaklarımızı par çalıyordu . Benim dayakçılarım, genelinde aynı aclamlardı: Kürt onbaşı, Bur salı Şenol, sayım çavuşu ve Ayı Murat. Bu adamlar, beni yaklaşık olarak altı aydır dövüyorlardı . Beni döverken çok büyük bir keyif aldıklarını hissedi yordum. Özellikle Bursalı Şenol'un çok iğrenç bir sesi vardı. Hem çok sert vuru yor hem de korkunç bir sesle bağırıyordu . Güya sesiyle beni korkutacaktı . Ben ise ona nefretle bakıyorclum . Sanki özel olarak kötülük için yaratılmış bir varlıktı. Yaptıklarından büyük bir zevk alıyordu . Adam, yaptığını zorun luluktan değil, gereklilikten yapıyordu ve iyi bir şey yaptığına inanıyordu. Bazılarımızı yerlerele sürüklüyorlarclı . Bugün, daya k faslı yarım saatten fazla sürd ü . Aslında idare böyle bir direniş beklemediği için hala şoktaydı ve nasıl bir tavır takınacağını da bilmiyordu . Hazırlıksız yakalanmışlardı. Arada bir gözlüklü başçavuş koğuş kapısına geliyor, bize nasihatler verip gidiyordu . Sıradan biri görüntüsü veriyordu ama sırada n biri olmadığı ke sindi. İdarenin en önemli elemanı olduğu gözlemleniyordu. Adaının ba kış ları dahi kendini ele veriyordu . Sevmediği adama baktığı zaman, bakışları insanın içine işliyorclu . Özellikle bana ve Haydar'a baktığında, sanki ciğeri mizi söküp almak istediğini hissediyorcluk .
Başkasına yapılana da itiraz ediyoruz Öğle yemeği gelmişti
ve
sağ görüştüler yine karavanayı alıp iştahla yedi
ler. Pencereden havalandırmayı seyrecliyorduk. Tecrit 3-Arka ve Tecrit 3-Ön havalandırmaya çıkarılıyordu . Devrimci Yol davasından tutuklu Tevfik Berber, aynı davadan tutuklu
HALİL. GÜVEN 1 2 8 1
Oğuzha n Müftüoğlu'na yaklaştı; bir şeyler fısıldıyordu . Havalandırma onba şısı, onların konuşmaya çalıştıklarının farkına va rarak her ikisini el e yanına çağırdı. Her ikisi ele konuşmaciıkiarını söylüyordu ama onbaşı onları döv meye kararlıyclı. Önce Tevfik elini açtı ve asker coplamaya başladı. Sıra Oğuz han'daydı. Oğuzhan da elini açtı ve askerler ona da vurmaya başladı. Biz pencereye çıktık ve "Kahrolsun işkence. kahrolsun z ulüm" diye slogan at maya başladık. Havalandırmadaki tutuklular da askerler de şaşkınlık içeri sindeydi. Haval andırma mangası, ellerinde coplarıyla parmaklıklara saldırıyorlardı. Biz ise slogan atmaya devam ediyorduk. Askerler, telaşla sağa sola koşturdular. Havalandırma onbaşısı cırtlak sesiyle bağırıyordu : "Tecrit 3-Arka ve Ön, yürüyüş kolunda toptan." Tutuklular tek sıra ha linde toplandılar. ''İstikamet koğuşlar, koşar adım marş marş" komutunun ardından hava landııma boşaltıldı . Biz lülft slogan atmaya devam ediyorduk. Koridorda büyük bir hareketlilik vardı; anlaşılan bu davranışımızı cezalandıracaklardı . Kapı açıldı. Entebbe Yüzbaşı, Sarı Teğmen ve yi.izlerce asker içeriye daldı . Yüzbaşı , "Açlık grevindekiler koridora çıksın ·· diye bağırıyordu . Hiç kimse dışarı çıkmak niyetinde değildi. Yüzbaşı, "Çıkarın bunları" diye emir veriyordu hal a . Ranza üstlerinde bir birimize kenetlendik. Askerler, üzerimize çullanıyor, bizleri birer ikişer zor kullanarak dışarıya çıkarıyor ve vahşi bir şekilde döverek cezalandırıyorlardı . " Slogan atanlar kimcli'' sorusuna tüm arkadaşlar, hep bir ağızdan "Biz attık" cevabını veriyordu . B u cevap yüzbaşıyı daha d a kızdırdı . Beni önceden tanıyan Yüzbaşı, " Bunu alın v e revir boşluğuna götürün" dedi. Askerl er, beni yerlerde sürükleyerek ve coplayarak revir boşluğuna gö türdü. Teğmen de başlarında . Teğmen, 21 yaşlarında ufak tefek birisi . Her ya nımı copluyorlar ve çekiştirmekten gömleğiınİ parçalıyorlardı. Teğmen yaklaştı; öfkeli ve kızgın gözlerle bana bakıyordu . Korkusu yü zünün renginden belli oluyordu . Sarışın yüzü kıpkırmızı olmuş ve karşımda titriyordu. "Kalk ayağa ulan amçik ağzi" diye bağırdı . "Doğru konuş" diye söylendim. "Ulan senin amçikine koyerim" d iyord u . Büyük bir ihtimalle Ka raeleni z kökenliydi. "Sen bir zavallısın'' diye cevap verelim. Askerler, koliarımdan tutup beni ayağa kaldırdılar.
282 1 ZAMA."i ZINDAN I Ç I N D E
Teğmen, bana doğru iyice yaklaştı. Boyu benden oldukça kısa. Zıpladı ve bana sağlı sollu iki tokat attı. Ellerim, koliarım bağlıydı ancak elişlerimi sıkı yor, kafamı sallıyorclum. Biraz sonra yüzbaşı da (Entebbe) görüncli.i . Çok zalim bir adamdı. Onun nöbetçi subayı olduğu günlerdeki sayımlarda , askerler herkesi kırıp geçiri yordu . Adam, özel olarak işkence için seçilmişti. Bana doğru yaklaştığında teğmen esas duruşa geçiyordu . Yüzbaşı karşımda duruyor ve botlarıyla diz kapaklarımı tekmeliyorclu . As kerlere, ''Yıkın bunu" işaretini yaparak geriye çekilel i ve olanları uzaktan sey retmeye başladı. Komutanlarının kendilerini seyrettiğini gören askerler, öylesine abanarak vuruyorlardı ki " aferin"i hak ediyorlardı. Nefesim kesili yordu ama onlar hala vuruyorlardı . Darbelere daha fazla dayanamayarak kendimden geçmişim. Uyandığımda koğuşta yatağın üzerine uzatılmıştım. Umarım akşam sayımında da dövmeye kalkmazlardı. Çoğu arkadaş, yaraklarına uzanmış uyumaya çalışıyordu . Açlık grevinde, vücudun enerjisini boşa harcamamak gerektiğini söylüyorlardı. Ben ele zo nınlu olmadığım sürece yataktan kalkmamaya karar verdim. Bugün midem daha fazla kazınıyordu .
Her hareketimize ceza , her cezaya direniş Nöbetçi , "Karava na al" diye bağırıyordu. Her zamanki gibi sağ görüşlüler, tekmilini vererek karavanalarmı almaya koğuş kapısına çıktılar. Karavanayı almaya çıkan tutuklular esas duruşta bek liyordu: Kafalar havaya kalkık, gözler kirişte, eller panrolona yapışık Nöbetçi komut veriyordu : "Rahat, hazır ol." Tutuklular, çakı gibi birer asker. " Rap" diye ayaklarını vuruyarla rdı yere . "Rahat, hazır ol'\ın a rdında n , tutuklu gırtlağını yınareasma bağırıyordu : " 1 . Koğuş karavana a lmaya hazırdır komutanım". Asker, sesi beğenirse '"Al" diyord u . Yok , sesi beğenmezse, "Bu ne biçim ses ulan, açın ellerinizi" diyor ve tutukluları copluyordu . Tekra r tekmil , tek rar dayak, bu bazen dakikalarca sürüyordu . Karavananın kokusu koğuşa yayılıyordu . Bir a n açlık grevinde olduğu muzu un utup yemek yeme arzusu duydum ama bu arzum çabucak geçti . Zaten önceki açlık grevinden dolayı da diğerlerine göre daha tecrübeliydim . Akşam sayımı için "Hazırlanın" talimatı veriliyordu . Biz, bu talimatları önemsemiyoruz ama onlar bu talimatları vermeye devam ediyordu . Bizim için artık sayımın hiçbir önemi yoktu .
HALIL GÜVEN 1 283
Sayım mangası, bugün çok daha kalabalık ve dışarıda köpek sesleri geli yord u . Havlamalar duvara çarpıp yankılanarak her tarafa yayılıyordu . Sağ görüşlüler, çılgınca koşarak çıkıyor ve duvar kenarında ''Yerinde say·· komu tuyla yerlerinde sayıyorlardı. Biz ise sallanarak çıkıyor, duvar kenarına dizi liyar ve gayet serbest bir halde sağa sola bakıyorduk. Nöbetçi subayı yine Entebbe. Anlaşılan bu akşam da döveceklercl i . Ya nılmıyordum . Sağ görüşlüler koğuşa girdikten sonra, askerler direnenleri tek tek yatırarak büyük bir ölkeyle dövmeye başladı . Cezaevini sloganlada inletiyorduk. I-ler tutuklunun başında üç dört asker vardı . Büyük bir öfke ve kinle vuruyorlardı. Küpekli askerler, köpeklerin zin cirini boşaltıp, üzerimize saldırtıyor ve tekrar zinciri çekerek toparlıyorlardı . Küpeklerle, bizi korkutacaklarını sanıyorlardı. Slogan sesleri, askerlerin ba ğırışları ve köpek havlamaları birbirine karışıyordu. Birbirine ka rışan sesleri uzaktan dinleyen birisinin çtidırmaması mümkün değildi. Dayakta n bayılan ları veya iyice bitkin düşenleri sürükleyerek koğuştan içeriye atıyorlardı. Koğuş dışında , üç beş kişi kaldık. Bizi hala dövüyorlardı . Sayımız aza lınca, adam başına düşen asker sayısı bir hayli arttı. Benim başımda onlarca asker vardı . Aynı anda popoma dört beş tane cop iniyordu . Copların verdiği acı o kadar büyüktü ki dayanamayacak gibi oluyordum ama inatla dayanı yordum. Direnişte inat etmek kadar güzel bir duygu yoktu . Acıya rağmen slogan atmaya devam ediyordum. Dayak, hırpalama ve bağırmal arım vücudumclaki tüm enerjiyi bitiriyordu . Artık sloganiarım bağazımdan lmıltı şeklinde çıkı yordu . Sanki can çekişiyorduın . Biraz daha devam ederse beni öldürecek lerdi . Durumumun ciddiyetinin farkına vardılar ve beni ele sürükleyerek koğuştan içeriye attılar. Arkadaşlar başıma toplanmış . beni ranzatarın fızerine taşıyorlardı. Bunca dayak ve işkenceye rağmen moralimiz bir hayli yüksekti. Gece boyunca soh bet edip saat ikiye doğru uykuya dalmışırn.
Toplu direnişte
4·
gün
4. gün. Artık sa bahları kalkmaclığımız için çorbanın geldiğini duymuyor dum. Saat sekize doğru "Sayım düzeni alın'' uyarısı yapıldı. Arkadaşlarla sa yıma çıkıp çıkmamayı tartışıyorcluk. Büyük çoğunluk sayıma çıkmaktan yanaydı. Şimdilik sayıma çıkmayı kabullendik. İdareyle çok fazla kapışmak istemiyorduk Davranışımız, onların uygulayacağı şiddete meşru bir zemin oluşturmamalıydı. Önümüzdeki günlerde, bitkin düştüğümüz zaman sayıma kalkmamayı düşünüyorduk.
284 1 ZAMAN Z INDAN ! Ç i N D E
Her zamanki gibi sayım başladı ve çok çabuk bitirildi . Bu sayımda , bir kaç iteklemenin dışında fazla bir hırpalanma yaşannuyordu . İdarenin, yeni bir planın peşinde olduğunu tahmin ediyordu k . Yoksa bizi, kolay kolay dayak sız bırakmazlardı.
Bir yandan doktor kontrolü bir yandan dayak Sayım sonrası koğuşa girdik. Bugün , birkaç a rkadaş sancılandı. Onların a cısını dindirememenin çaresizliğini yaşıyorduk. Özellikle, midesinelen ra hatsız olan bazı arkadaşların çektikleri acılar yüzlerinden okunuyordu . Saat on bire doğru, sayım ve havalandırma mangası koğuş kapısında top lanmaya başladı. Oldukça kalabalıklarclı . Sayım çavuşu, kapı eleliğinelen bir duyuru yapıyordu : "Adını okuduklarım hazırlansın." İlk olarak beş kişinin adı okunclu . Adı okunanlar şaşkın ve teclirgindi . Beş kişi, kapının hemen ardında merakla ne olacağını bekliyordu . Kapı açıldı ve beş arkadaş dışanya çıkarıldı. On beş yirmi dakika sonra , beş kişinin daha adı okundu . Eşyalarımızı hazırlatmadıkianna göre, başka koğuşa veya tecride göndereceklerini sanmıyorduk . İkinci beş kişi de dışa rıya çıkarıldı. Tüm arkadaşlarda bir moral bozukluğu baş gösterdi. On beş da kika sonra , ilk götürdükleri beş kişi tekrar koğuşa döndü . Herkes, büyük bir merak içinde ne olduğunu soruyord u . Arkadaşlar, "revire götürülclüklerini, formaliteelen doktor muayenesinden geçirildiklerini'' anlatıyordu. İki saat bo yunca , tüm arkadaşlar revire götürüldü . Benimle beraber gidenlerin içinde Haydar ve Süleyman cia vardı. Özellikle Süleyman ve bana, yol boyu sataşıp duruyorlar ama biz onlara uymuyorduk. Doktor, her muayene ettiği arkadaşa "durumunun iyi olmadığını, ileride sağlığının bowlacağını, geri dönüşü olmayan yola doğru ilerlediğimizi" an l ata rak ''bir an önce açlık grevini bırakınamızın bizim yararımıza olacağını" anlatıyordu . Doktora . keyfimizelen açlık grevine başlamadığıınızı, baskı, işkence ve zulümlere karşı, bedenimizi açlığa yarırmaktan başka yapabilecek hiçbir eylem biçimimizin kalmadığını a nlattım ve vücudumuzdaki işkence izlerinin revir defterine yazılmasını istedim. Hatta daha ileri giderek "Hipokrat yemi niniz bunları yapmanızı gerektirir" dedim. Sertçe yüzüme bakıp askerlere dönerek ·Tamam, çıkann bunu'' emıini verdi. Midesinden rahatsız olan ve ilaç kullanan arkadaşlar, ilaçlarını almak is tiyorlar ama biz bu ilaçların aç karnma kullanılamayacağını belirtiyor ve ilaç kul lanılmasını engelliyorduk. Şekerli sıcak suyun iyi geleceğini düşünüyor-
HALIL GÜVEN 1 285
duk ama sıcak suyu nereden bulacaktık? Acıya dayanmaktan başka seçe nekleri yoktu . Hiç kimse, bu arkadaşların açlık grevini bırakmasını önere miyordu . Daha başlangıçta dökülme başlarsa , sonuç alma şansımız sıfıra inerdi . Bu arka daşlar da bun un bilincindeydi. Böyle bir şey öneriise dahi kabul edeceklerini sanmıyordum. Gün boyu bizleri revire taşıyıp durdular. Diğer arkadaşların bazılarına da koridor boyunca sataşılmıştı . Sürekli kışkırtıyorlardı . Bu kışkırtmalara da yanmak çok zordu . Çeşitli bahaneler yaratarak olay çıkarmak istiyorlardı . Biz, mümkün olduğu kadar provokasyonlarına gelmemeye çalışıyorduk ama adamlar ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Özellikle yürürken arkadan tekme atıyor, çelme takıyor veya hakaret ediyorlardı. Bu sataşmalardan ve eziyetlerden bıkmıştık. Bir çözüm bulmamız gerekiyordu. Kendi aramızda uzun uzun konuştuktan sonra sayıma kalkmama, revire çıkınama kararı aldık. Bu durumda , akşam sayımında yine curcuna kopacaktı. Ranzaların üzerinde halka oluşturmuş sohbet ediyorduk. Sohbetin ko nusu özellikle yemekti. Çivi çiviyi söker misali, açlığıınızı ancak yemek soh betleriyle gideriyorduk . Sağcılar, akşam sayıını için hazırlık yapıyorlardı. Bizde en küçük bir hareket yoktu . Koridordan , sayım mangasının insanı çtidırtan ayak ve marş sesleri geli yordu. Kapı, büyük bir gürültüyle açıldı . Sağcılar, yıldırım hızıyla koşar adım koriclora fırladı . Biz ranza üzerinde oturuyorduk . Sayım mangasının büyük çoğunluğu ve rütbeliler koğuşa girdi. Çavuş "Dikkat .. çekiyor, biz hiç tmmıyorduk. Başçavuş bize doğru yaklaştı ve sayıma neden kalkmad ığıınızı sordu . Haydar, sayımın da bir işkence aracı olarak kullanıldığın ı , ayrıca açlık grevi nedeniyle tüm arkadaşların halsiz olduğunu , bundan böyle sayıma kal kılmayacağını anlattı . Binbaşı, " Kaldırın bunları" diye emir veriyordu . Askerler, çoğumuzu yaka paça yakalamış, öldüresiye vurmaya başlamış lardı. Koğuş içinde büyük bir vahşet yaşanıyordu. Çığlıklarımız, duvarlara çar parak birbirine karışıyordu . Bir yandan da slogan atmaya devam ediyorduk . Yine Bursalı Şenol ile Kürt onbaşının ellerindeydim. Beton zemine yatır mış, vücudumun her yanını coptan geçiriyorlardı . Özellikle bazılarımıza karşı çok acımasızlardı . Dayak yarım saat boyunca sürüyordu ama hiçbir arkadaşı ayağa kaldıramıyorlardı. Bazı askerler, kollanndan tuttukları arkadaşları ayakta tutmaya çalışıyordu. Ayağa kaldıraınayacaklarını aniayıp sayımı bitirdiler. Moralimiz oldukça yüksekti. Ağzımda ılık bir sıvı hissediyordum. Kor-
286 1 ZAivl<\N ZİND�N !ÇINDE
kuyla hemen tuvalete gidip Javaboya tükürdüm, lava bo kan içerisindeydi. Bazı arkadaşlar iç kanamadan korkuyordu . İç organlarımda herhangi bir acı hissetmiyordum. Bursalı'nın yumruğunun etkisiyle dişim yanağıının içini par çala mıştı. Tuzlu suyla gargara yaptım. Özellikle kanı boşa akıtmak istemiyordum ve ağzımda biriken kanları yutuyordum. Açlığın ve dayağın etkisiyle çok bit kindim. Yatağa uzandım ve hemen uykuya daldım. 5·
gün
5 . gün . Sayım saatine kadar yataktan çıkmadım. Sayım mangasının gü
rültüsüyle uyandım. Yine sayıma kalkmayacaktık Ka pı açıldı, sağ görüşlüler koşar adım koridora fırladı . Askerler, bir hı şımla koğuşa dalıyordu yine . ··sayım için ayağa kalkın" diye çıldırmış gibi bağırıyorlardı. Hiç kimse ;iyağa kalkmıyordu . Emirlerinin boşa çıkması, on ları daha da kızdınyordu . İki elimle ranzanın tahtasına sanlmıştım, ayakla nmdan çekiştiriyorlardı . Ayaklarım koptu kopacak . Acıyla bağırıyordum ama ellerimi ranzadan bırakmıyordum. Kürt onbaşı, ellerimin üstünü coplamaya başladı . Acıya daha fazla daya namayan ellerim boşta kaldı. Süründürülerek beton zemine çıkanldım. Ba şımda beş altı tane asker vardı. Ayn ı a nda vücuduma beş altı cop birden iniyordu . Bir yandan vururken bir yandan da "Ayağa kalk" diye bağırıyorlardı. Kollarınıdan tutup ayağa kaldırıyorlar, ben kendimi boş bir çuva l gibi bıra kıyordum. Çığlıklar, bağırmalar, slogan ve cop sesleri birbirine karışıyorclu . Sayım çavuşu peş peşe düdük çalıyordu. Askerler bizi bıraktılar. Koğuşun içi harp meydanına dönmüş vaziyetteydi. Eşyaları koğuşun her yanına dağıt mışlardı . Uzun bir süre eşyaları birbirinden ayırınaya çalıştık. Benim çok fazla eşyam yoktu zaten. İki tane kadife pantolon, iki gömlek, bir ceket, bir tane de eski kazakla iki üç iç çamaşının vardı. Kaybolsa da umurumda değildi. Arkadaşlar, eşyalarını birbirinden ayırıp yerl erine yerleştirdiler. B u du rumdan sağcılar da rahatsızdı. Onların da eşyalan dağıtılınıştı .
Görüş günü Yarı n görüş günü . Benim ziyaretime gelen olacağını sanmıyordum. Annem ve babam olclukç;:ı uzaktalardı . Sadece uzak değil, maddi olarak da sıkıntı içerisindeydiler. Onları çok özlememe rağmen uzakta olmalarına ve zi yarete gelememelerine içten içe "seviniyordum." Açlık grevinde olanlara, gönış yasağı koyduklarını söylüyorlardı. Her türlü
HALIL GÜVE N
f 287
silahı kullanacakları görl"ı lüyordu . Sadece avukatlada görüşebiliyorduk. Dı şarıdaki tutuklu ailelerinden, açlık grevine başlayanların ailelerinin birbirle riyle tanıştıkları haberini alıyorduk. Bu, oldukça olumlu bir gelişmeydi . Mamak'ta sadece içeridekiler üzerinde değiL dışarıdan ziyarete gelenler üze rinde de b üyük bir baskı olduğunu biliyorduk . Bazı arkadaşlar, ziyaretçile riyle görüşemedikleri için bir hayli üzgündü . Arada bir "gözlük başçavuş" kapıya geliyor ve ziyaretçisi gelen arkadaş ları sırasıyla kapıya çağırıyordu ; eğer açlık grevini bırakırlarsa, ziya retçile riyle görüştüreceklerini söylüyordu . Hiçbir arkadaş bu teklifi kabul etmedi. Akşam, saat dörde doğru kapıdaki nöbetçi "Halil Güven" diye bağırdı . Kapıya yaklaştığımda , başçavuşla karşılaştım . Başçavuş, " Senin açlık grevini bırakmayacağını biliyorum ama yine de usulen soruyorum; babanla görüşmek istiyorsan, açlık grevini bıraktığını ya zılı olarak beyan etmen gerekiyor" diyordu . Hayır, cevabını alacağını bilen başçavuş, cevabım karşısında, arkasına dahi bakmadan gözden kayboldu . Ziyaret saati bitti ve hiçbir arkadaş ziyaretçisiyle görüşemedi . Kendi adıma buna üzülemiyordum bile. Toplama kamplanndan farkı ol mayan koşullarda, olağanüstü baskı ve işkenceye maruz kalmak, bedenimizi, beynimizi, psikolojik dünyamızı öylesine alt üst ediyor ki çoğu zaman yaşa dığımızın bile farkına varmıyorduk. Yaşadığımız acılara sevdiklerimizin tanıklık etmesi, yüreğimi burkuyor, canımı yakıyordu . Üstelik onların çaresiz bakışları altında eziliyordum. On ların o acının bin kat fazlasını yüreklerinde ve ruhlarında yaşadığını bilmek ayrı bir acıydı. İşte bunun için ziyaretçimle görüşememek belki de daha iyi olmuştu benim için. Nöbetçi, sayım hazırlığı yapılması uyarısında bulunuyordu . Bu uyarının , bizim için hiçbir anlamı yoktu . Biz, yine sayıma kalkmayacaktık Sayım uyarısından on dakika sonra, sayım mangası kapıda hazır bekli yordu. Kapı açıldı, sağ görüşlüler, sayım mangasının bağrışmaları arasında koşarak koridora çıktı . Komutanları eşliğinde sayım mangası koğuşa girdi ve hiçbir uyarı yapmadan, bir gü n önceki gibi coplarıyla bizi ayağa kaldırmak için saldırdılar. Yaka paça kaptıklan arkadaşları döverek ayağa kaldırmaya ça lışıyorlardı. Ranzalar üzerinde birbirimize kenetlenerek slogan atıyorduk. Biz slogan atarken, askerler bizi coplamaya devam ediyordu . Uzun bir süre uğ raşmalarına rağmen bizi ayağa kaldıramadılar ve sayımı bitirdiler.
288 1 ZAMAN ZINDAN iÇiNDE
Şekerli su da elimizden alınıyor Sayımdan bir saat sonra, başçavuş ve bir manga kadar asker tekrar koğuşa daldı. Mutfak eşyaları içerisinde bulunan tüm şekeriere el koydular. Böylece bize kısmi de olsa enerji veren şekeri de elimizden almış oldular. Her geçen gün koğuşun kokusu artıyordu . Tüm arkadaşların nefesleri aç lıktan dolayı çok kötü kokuyordu . Biz bu kokuya alıştık ama dışarıdan ge lenler elleriyle burunlarını kapatıyorlardı. Midesi rahatsız olanların acıları her geçen gün artıyordu . Acılarını yüzlerinden de hissetmek mümkündü. Yine de herkes halinden memnundu . D irenişin beşinci günü olmasına rağmen diğer koğuşlardan ve hücreler den şu ana kadar bir ele stek gelmiyordu . Bazı arkadaşların, eliğer koğuşlar clan destek geleceğine dair umutları vardı ama benim böyle bir umudum yokttı . Daha önce iki kişiyle yaptığımız direnişte de böyle bir destek umudu görmemiştim. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar sohbete devam ediyoruz. Açlık gre vinde, ne kadar fazla uyursam, enerj imi o kadar tasarruflu kullanacağımı bil diğimele n bir an önce yatmak istiyordum. Yatağa uzanıyorclum ve kısa sürede uykuya dalıyordum. 6.
gün
·
6. gün . Sayım başladı . Sayımda her zamanki gibi s aldırıyorl ardı. Geri adım
atmıyoruz . Sayımdan sonra tekrar revire çıkarmak istiyorlardı. Adlarımız oku mıyor a ma Hiç kimse revire çıkmak istemiyordu . Askerler koğuşa girdi. Rast gele önlerine geleni gruptan kopararak kapıya çıkarıyorlardı . Yerlerde sürükleyerek ve coplayarak revire götürmeye çalışıyorla rdı. Sıra bana geldi . Her zaman yaptığım gibi ranza ayaklarına sıkı sıkıya ya pıştım ama şiddetli dayağa ve çekiştirmelere fazla dayanamadım. Neredeyse bileklerimi koparacaklardı. Kendimi bir a nda koridorcia buldum. Her yan dan cop sesi ve bağınşlar geliyordu . Yerlerde coplanara k sl'ırükleniyordunı . Askerler, botlarıyla beni rastgele tekmeliyorlardı. Nihayet, revirden içeriye zorla sokuluyordum. Suratsız bir doktor vardı . Formalite bir muayenenin ar dından, tekrar koğuşa getirildim. Saatler boyunca revire çıkarmak için uğra şıyorlardı. Bu dayak, enerjimizi iyice azaltıyordu . Özellikle dayağa direnmek, bizi daha da yıpratıyordu . Saat üçe doğru , koğuşta bulunan tüm sağ görüşlülere eşyalarını hazırla malarını bildirdiler. Bizim açımızdan olumlu bir gelişmeydi. Sağcılar, koğuşu boşalttı ve koğuş sadece bize kaldı.
HALIL GÜVEN 1 289
Ranzaların üzerine çıktık. Bazı arkadaşlar istek üzerine türkü söylemeye jJaşladılar. "Karayılan", "Yavru yavru, Huma kuşu yiikseklerclen seslenir'·, "'Ka r mı yağmış şu Harput" u n başına" . . . Bazı arkadaşla rın sesleri gerçekten de çok güzeldi . Dertli ve içten söylüyorlardı. Benim böyle bir yeteneğim olma dığı için üzülüyordum . Özellikle Murat Eftekin, "Huma kuşu "nu, Muhammet Sani İlhan, "Kar mı yağmış şu Harput'un başına ''y·ı çok güzel söylüyordu . " Huma kuşu " söyle nirken bazı arkadaşların gözleri yaşa rıyordu ama göz yaşlarımızı birbirimizelen gizliyorcluk. Komik fıkralar aniatılmaya başla nmıştı ve oldukça gülüyorcluk. Bazı fıkralara kahkahalarla gülüyordum. Gütmek konusunda epey yetenekliydim . Öyle kahkahalar atıyorum ki bazı arkadaş lar benim kahkahalarıma gi.ilüyordu . Muhammet Sani, Tecrit 2-Ön'de yatarken, Kürt askerle yaşadığı bir olayı an latıyordu : Tutukluların saç tıraşı, havalandırmacia yapılıyor. O günlerde, gün lerce süren yağmurdan dolayı havalandırmaya çıkılamıyor. Sani'nin saçı, birazcık uzamış durumda . Kürt asker, sabah ve akşam sayımlarında , Sani 'nin saçının uzunluğunu bahane ederek dövüyor. Ha lbuki saçının uzunluğu üç numa rayı dahi geçmiyor. Bu dayak rutin bir hale gelince , Sani de birlikte kal dığı arkadaşlardan bir tanesine, saçını Jilet'le kazıttırıyor. Tabii kafayı ]ilet'le ka zıtmak yasak . Akşam sayımına gelen bir general, kabak gibi kafayı görünce sinirieniyor ve Sani'ye ]ilet'le kafayı kazınırma nın yasak olmasına rağmen neden böyle bir şey yaptığını soruyor. Sani, h avala ndırmaya çıkartılmaclıkları için saçını kestiremediğini , sayım mangasının da saçı uzadığı için her sayım kendisini dövelüklerini anlatıyor. General, sayım ma ngasına bozuk atıyor. Ertesi sabah, Kürt asker yine Sani'nin hücresine cialıyor ve başlıyor kendine özgü şivesiyle bağırmaya : "Lan, kafa usturaya vuran; lan, ben dediın sana kafa usturaya vur?". Tabii, Sani ağzını açınıyor. Kürt asker, konuşınala rını bir pa pağan gibi tekrar ediyor: "Lan, ben dedim kafa usturaya
vur?
Aç lan elini ."
Sani, çaresizce açıyor elini. Asker, dayaktan sonra Sani'yi tehdit etmeye devam ediyor: "Lan, saçını akşama kadar uzataca ksın, yoksa vay haline ! " Güler misin, ağl ar mısın? Anlattığı olay komik olmakla birlikte , Mamak Cezaevi'ndeki d urumu çok iyi özetliyordu . Eğlenceli bir gün geçirdik Akşama doğru nöbetçi, bizimle alay eelereesine "Karavana geldi'' diye bağırıyordu . Kapı açıldı ve karavana koğuşun içeri sine bırakıldı. Sıcak yemeğin kokusu koğuşa yayıl ıyorclu . Yemeğin koku sundan fasulye olduğu anlaşılıyordu. Yütkunuyorduk . Yutkunmanın etkisiyle çoğumuzun karnı gurulclamaya başladı. Sözde bizi psikoloj ik olarak yıprat maya çalışıyorlardı . Bir saat kadar sonra kapı tekrar açıldı ve karavanayı alıp götürdüler.
290 i ZAMA.l\1 ZINDAN IÇINDE
Birazdan sayım ba;ılayacaktı. Sayım mangası haykırarak '·vatan sana canım feda" diyerek yeri göğü inletiyordu . Büyü k bir hışımla içeriye daldılar. Çavuş, "Ayağa kalkın ulan" diye bağırıyordu . Hiç kimse den bir ses yoktu . Yine coplarıyla saldırdılar. Sayısız cop darbesine maruz kalıyorduk. Daha önceelen tanınclığım için bunun bedel ini çok ağır öclüyordum . Her tarafım çürümüştü . Popoma çok şiddetli vuruyorlardı. Düdük sesiyle birlikte dayak sona erdi ve manga koğuşu terk etti . Sızıdan oturamıyordum. Birkaç arka daşın yardımıyla ranzaya uzandım. 7·
gün
7.
gün. Koğuş pencereleri gece boyunca açık olmasına rağmen içeride
çok kötü bir koku vardı . Birkaç arkadaş kusuyordu . Daha doğrusu safra ge liyordu . Midelerinde kusacak bir şey yoktu . Günele iki kez dişlerimizi fırça lıyorduk
a ma
koku
bir
türlü
azalmıyorclu .
Artık
vücut
savunma
mekanizmasına geçiyor ve kendi kendini yemeye başlıyordu . Kokunun bu kadar ağır olmasının nedenini, vücudun kendisini yemesine bağlıyorduk . Sayım mangası, yine kapıda hazır bekliyordu. Kapıyı tekmeleyerek açtı lar ve hiçbir uyarı yapmadan saldırmaya başladılar. intikam alıı·casına hınçla dövüyorlardı. Özellikle bazı askerler ölümüne vuruyordu . B inbaşı , uzaktan yapılanları gülerek seyrediyordu. Birden göz göze gel dik, bana doğru dişlerini sıkıp kafasını sallıyorclu . "Kahrolsun işkenceciler" diye slogan atıyordum. Tüm arkadaşlar bu slo gana katıldı. Bütün giyim eşyalarını, yatak çarşafların ı yerlere saçıyorlar ve birb irine karıştırıyor, çarşaflan botlarıyla çiğniyorlarclı. "Sayım bitti'' düdüğü örmesine rağmen dayağa devam ediyorlardı. ısrarlı düclük seslerinin ardın dan askerler koğuşu terk etti.
· Eşyaları birbirinden ayıklamak epey vaktimizi aldı yine. Vaktimiz boldu ,
onlar karışt ırsın, biz ayrı;ıtırırclık. Kapı büyük bir gürül tüyle tekrar açıldı. Boz teğmen kapıclaydı. "Hazirla nın ülen amçik ağizleri, revire çıkacaksınız" diyordu . Hep bir ağızdan ''Terbiyeli ol" diye bağırdık. Askerler bize saldırmaya hazırdı . Teğmen koğuştan çıkarken işaretini verdi . Yaka paça kapılıp gruplar halinde zorla revire götürüldük . Revire , kendi iraelemizle gitmediğimiz için sürüklenerek ve dövülerek götürülüyor duk . Çekiştirmelerinden gömleğim paramparça olmuştu . Zaten iki gömle ğim vardı . Şimdi bir gömleğim kaldı . Bir arkadaş, bana kendi gömleklerinden
HALiL GÜVEN 1 291
birisini verdi . Arkadaşın verdiği gömlek, daha önce hiç giymediğim kadar kaliteliycli . Eğer bir gömlek daha vermezse , askerlere öbür gömleği de par çalatacağımı söyleyerek takılıyorum. Arkadaş, "Aman parçalatma, ben sana bir gömlek daha vereceğim'' diyor. Nöbetçi , "Öğle yemeği geleli " diye bağırıyordu . Bir arkadaş kapıya çıktı ve "Açlık grevinde olduğumuzu bilmiyo r musunuz?" diye uyardı . Ama nafile, bizi yıpratacaklarını sanarak karavanayı koğuş içerisine bıra kıp gi tti l er. Yemek kokt.ısu tüm koğuşu sarıyordu ; yine mideler guruldamaya başladı . Bir saat sonra , yemeği geti ren asker içeriye gireli ve karavanayı alıp gitti . İnsan ların, bu kadar zavallı olacağı aklımıza gelmiyorclu . Üst ranzatarda n havalanclırmayı seyrecliyorduk . Havala ndırmacia Tecrit ı Ön ve Arka vardı. Spor yaptırılıyorclu . Biz, onları seyretmemize rağmen hiç kimse kafasını kaldırıp bize bakamıyordu . Çünkü onlar hep önlerine bakmak zorundaydı . Sağa, sola, karş ıya , yana bakmak yasak. Hep öne bakacaklar. Spor bitmiş , manga onbaşısı komut veriyordu : ''Rahat ." "Rap ." "Hazır ol." "Tak.'' "Gütmek, konuşmak. sağa sola bakmak , emir komutsuz hareket etmek yasak, anlaşıldı mı?" Tutukl ular hep bir ağızdan bağırıyordu : "Anlaşıldı komutanım." Onbaş ı, bu sesi beğenmedi . "Ne biçim ses lan bu . şınav vaziyeti al'' diye haykırıyordu . Tüm tutuklular şınav vaziyeti aldı . Onbaşı sayıyor, peşinelen tutuklular tekrar ediyordu : "Bir, bi ir. İki , ikiii . Üç, üüüç . . . Otuz dört, otuz clöört. . .
"
Bu arada şınavı iyi çekemeyenler veya askerlerin gözt.'ıne batan tutuklu lar tekmeleniyor veya popoları coplanıyordu . Biz, bu duruma daha fazla dayanamıyor ve " Kahrolsun işkence , kahrol sun zulüm" diye slogan atmaya başlıyorduk. Askerler, büyük bir telaşla pencerelere salclırıyor ve coplarıyla pa rmak lıkları dövmeye başlıyordu . Biz, sloganiara devam ecliyorduk . Bizleri sustu ramayan onbaşı çaresiz, 'Tecrit 1 -Ön ve Arka toptan" diye bağırıyordu . Aynı
292 1 ZAMAN Z i NDAN iÇiN D E
and a , tüm tutuklular yürüyüş kolunda toplandı. Komut devam ediyordu : " İstikamet koğuşlar, marş marş ." Tutukl ular, koşa r adımlarla koğuşlarına dönüyorlardı. Havalandırmacia kalan birkaç asker, bize doğru coplarını saliayarak tehdit savuruyordu . Akşam sayımında yapılacak işkencenin bahanesi hazırdı . Kapı aç ıldı ve akşam karavanası, her zamanki gibi içeriye bıra kıldı. Mer cimek kokusu her tarafı sarıyordu . Onlar, bizleri yıprattıkla rını sanıyorlardı. Halbuki bu davranışları direniş azmimizi daha da artırıyordu . Bir saat kadar sonra karavana koğuştan tekrar alındı. Epey bir süre sonra sayım başladı . Askerler, Çanakkale Marşı'nı söyleyerek geliyorlard ı . Kapı, büyük bir gü rültüyle açıldı ve askerler bir kez daha yırtıcı panterler gibi ü zerimize çul landılar. Yağmur gibi cop sesleri her tarafta yankılanıyordu . Çoğu arkadaştan çığlık ve inleme sesleri geliyordu . Kazım adlı bir arkadaş, ''Ayağım koptu" d iye feryat ediyor ama askerler onu umursamıyordu . Açl ık ve d ayağın , çoğumuzu bir hayl i yıprattığı gözlemlenebil iyordL\ . Yarım saat kadar sonra koğuşu terk ettiler. Sağcıların koğuşu boşai rmasından bu yana , ranzala rda daha rahat yatı yorduk . Daha önce bazı yataklarda iki tutuklu, başlı kıçlı sıkışarak yarmak zo nındaydık . Çünkü yaracak başka yer yokt u . Neyse ki şimdi adam başına bir yatak düşüyordu . Sayımın ardından, yine dağıtılan eşyalarımızı düzene koy duk. Vücuclumun her yanı sızlıyordu . Erken yatmam gerekiyordu . Bazı ar kada şlar hala sohbet ediyord u . Ben, yatağıma uzanclım ve uykuya dalclım .
8 . gün. Dev-Yol destek verse M a mak' ın kaderi değişecek 8.
gün. Bugün, iki kişinin mahkemesi vardı. Dışarıda ve diğer koğuşlarda
ne olup bittiğini öğrenebil ecektik . mııa diğer koğuşla rdan elestek gelme umudu va rdı. Ö zellikle, Devrimci Yol hareketinin öneler konumunda olan lar ele stek kararı alsalar, bir anda cezaevinin kaderi değişecekti. Çünkü Ma mak 'taki tutuklu sayısının üçte ikisi belki daha fazlası Devrimci Yol davasından yatıyordu ve gözlemlendiği kada rıyla önder kadrosunun hareket üzerinde etkisi büyüktü . Böyle bir desteği istiyoru z ve bekliyoru z . H e r zaman değil ama bazı zamanlar, iradi kara rların, sürecin gelişiminde ve değişiminde eliğer faktörlerel e n daha etkin olduğunu düşünüyordum. Me sela , hedefi vurmak için oku gerdird iğincle , oku bırakacağın zamanı b ilmek
HALIL GÜVEN 1 293
çok önemliydi . Böyle zamanlarda vereceğin kararlar, hedefi on ikiden vur manı sağlardı . ,
Şiddetin dozu artıyor Sabah sayımı büyük bir gürültüyle başladı . Yaptıkları operasyon, önceki günlerdekinden farklı değildi . Ama her geçen gün uyguladı kları şiddetin dozu artıyordu . Şiddeti sadece bize karşı değiL eşyalara karşı da uyguluyor lardı. Mutfak eşyalarını kı rıyor, büyük bir öfkeyle giysileri döküyor, botl a rıyla çiğniyorlardı . Asker sayısı her geçen gü n artıyordu. Yeni askerlerin geldiğini fark edi yorduk. Yeni gelenler, dayak atarken kızarıp bozarıyorlardı . Henüz, ağabey leri kadar alışamamışlardı ama en kısa zamanda alışacakianna emindim . Dayağa öylesine alıştık ki artık dayaktan korkmuyordum . Her ne kadar korkmasam da bazen acı dayanılmaz boyutlara çıkıyordu . Özellikle aynı böl geye aynı anda inen coplar dayanma sınırımı zorluyordu. Yüreğimin içerielen dışarıya fırlayacağını sanıyorelum. Bağırmamak için dişlerimi sıkıyor, ağzımı kenetliyor ama yine de dayanamıyor peş peşe çığlık atıyordum. Sabırsızlıkla düelük sesini bekliyordum ama bugün düdük bir türlü öt müyordu . Diğer arkadaşların da çığlıkları kulakla rımı tırmalıyord u . Bir a ra düdük sesi duyar gibi oldum ama yanıldığımın f�ırkına vardım. Dayak, ola ğanüstü hızıyla sürüyordu . Ken dimi, kütük üzerinde keseric dövülen et gibi hissediyordum. Vücudumun sızısı canımı alıyordu yine . Yüreğim iyice da ralmış, ağzımdan sa dece hırıltılar çıkıyordu. Nefesim kesildi kesilecek. Ni hayet düdük öttü , dayak bitti ve kapı kapa ndı . I-Iala yerde uzanmış yatıyordum. Ranzaya doğru sürünerek gidip , ranza nın ayaklarından tutarak üzeri ne çıkıp uzandım. Çoğu a rkadaşın durumu benelen farklı değildi . Bazı arkadaşlar, dağınıklığı topluyordu . Ben, "Bırakın dağınık kalsın, nasıl olsa akşam yine dağıtacaklar" diyordum .
Revir işkencesi Bir saat sonra revir işkencesi başlıyordu . Revi re çıkmak istemediğimizi iletiyorduk a ma bir türlü dinlemiyorlardı . Cezaevi müdürü Raci Tetik'in emri ol duğunu söylüyorlardı. Kimin emri olursa olsun, biz hiçbir müdahale iste mediğimizi söylüyorduk ama çabamız boşunaydı. Onların amacı, bizim sağ lığımlzı kontrol etmek değil, reviri de işkencenin bir aracı olarak kullanmaktı. İki saat boyunca , sırayla revire çıkartıldık Tabii ki revire gidip gelirken coplardan kısmetimize düşeni alıyorcluk.
294 i ZAMAN Z l NDA.N İ Ç i N D E
Sayım çavuşu, karşımda sırırarak gülüyordu . Özellikle , onun gülüşüne dayanamıyordum. Karşısındaki insanlara acı çektirmekten müthiş bir keyif alıyord u . Bir insanın, bu kadar basit olmasını aklını alnııyordu . İnsanın ol umsuz yönleri olabilir, itirazım yok ama bu ada mın tek bir olumlu yönü yoktu . Bulunması nadir bir işkenceciydi . Özel ola rak seçildiği kesindi. Böyle insanların sosyal yaşamını bilmek isterdi m . Mesela , böyle insanlarla dışarıda karşılaşma k en büyük arz umdu . Aynı sal dırganlıkianna deva m ediyorlar mı; yaptıklarına pişmanla r mı; ailesiyle veya çocuklarıyla ilişkileri nasıldı; bize bu vahşeti ya şatırken kendileri rahatsız oluyor muydu , tüm bunları merak ediyordum . Bu insanların, sadece iktidar tarafından kullanılan birer maşa olduğunu sanmıyordum . Aynı zamanda kişilik problemleri olan insanlar olduklarını dü şünüyordum. Yoksa hiçbir insan bu kadar zalim olamazdı. Eli kolu bağlı olan insanların üzerine aylarca on, on beş askerin çullanarak öldüresiye dövmesi normal karşılanacak bir durum değildi . Ayrıca bu askerlerin, çok korkak in sanlar olduklarına emindim. Dayak sonrası, uyguladıkları şiddete rağmen ta ha kklim kura madıkları zaman eşekten düşmüş gibi oluyorlardı. Havaları, bir anda iğne batırılmış bir balon gibi sönüyordu . Bu durum da beni mutlu edi yordu. Onların tahakkümlerini boşa çıkarmak zevkini doyasıya yaşıyordum. Yaşadığım bu zevk, çektiğim acıyı bastırıyor ve alt ediyordu . Yasaklamalarma rağmen gözlerinin içine bakıyordum, renkten renge giriyorla r ve tabii bu du rumda daha da saldırganlaşıyorlardı .
Koguşlarda pasif direniş örgütlenmesi ; kapıda aileler Dışarıyla tüm irtibatımız kesilmiş d urumdaydı . Dünyada n izole edilmiş bir haldeydik. Haciyo yoktu; gazete yoktu ; ziyaret yoktu . Sadece, mahkemeye gidip gelenlerden kısıtlı haber alabiliyorcluk. Genelinde mahkemeye çıkan ar kadaşları, diğer tutuklulardan ayrı bir yerde tutuyorlardı. Ancak mahkeme salonunda kon uşma imkanı bulabilirse konuşuyorlard ı . Hatta çoğu zaman, mahkeme salonunda dahi ayrı bir yerele oturtuyorlarclı . B ugün, mahkemeelen dönen iki arkadaşın getirdiği bilgilere göre, eliğer koğuşl arda pasif temelde el irenişlerin olduğu , bazı siyasi hareketlerin destek için çalışmalar yaptığı, ailelerin cezaevi dış kapısında bekleel ikleri haberini aldık. Bu haberler, moralimizi bir hayli yükseltiyordu . İki arkaclaşın mide sancıları dayanılmaz boyutlara çıkmıştı . Sürekl i acı içe risinde kıvranıyorlardı . Bu durum bizi çok rahatsız ediyordu . Nöbetçi, '' 1 . Koğuş karavana " diye bağırıyordu . Açıkça , bizimle alay edi-
HALIL GÜVEN 1 295
yorlardı . Açlık grevinde olduğumuzu sağır sultan bile duymuştu . Kapı açıldı, karavanayı koğuşun içerisine bırakıp gittiler. Yemek kokusu tüm koğuşu sardı yine . Bir süre sonra karavanayı yeniden aldılar. Sayım saati yaklaşmıştı . Büyük bir ihtimalle yine dayak operasyonu yapılacaktı. Yapınaziarsa şaşar dım. Sayım mangası, büyük bir gürültüyle yeri göğü inleterek gelel i. " Kalkın ulan" diye bağırıyorlardı . Koğuşta çıt çıkmıyordu . Birkaç arkadaşı çekiştirdi ler. Birbirimize ve ranzalara kenetlenip slogan atmaya başladık. Çok şiddetli salcl ırıyorlardı. Gruptan kopardıklarını koğuş ortasında , koridorcia yere yıkıp dövmeye ba şladılar. Her yandan çığlık sesleri geliyordu . Çığlık sesleriyle slo gan sesleri birbirine karışıyordu . Binbaşı, '·Açlık grevine devam mı , tamam mı'' diye sordu . ''Devam" dedik . Onun da cevabı netti: "İyi, geberio o zaman."
A�lıktan değil dayaktan öleceğiz Böyle giderse açlıktan değil, dayaktan öldürecekleri kesincl i. Zaten bu za mana kadar. dayaktan ölmememiz mucizeydi . Koğuşun her tarafını da ğ ı t ı
yorlardı yine . Saldırı da arkasından geliyordu . Düdük sesini bekliyorcluk. Pavlov'un köpeklerine benzeclik . Vücudumuz şartlı refleks olayına alıştı. Düdük sesi gelince dayağın bitirileceğini biliyorclu k . Biraz sonra clüdük sesi geldi ve dayak sona erdi. Koğuşu toparladık. Bugün erken yatacağım. Vücudumun her ya nı sızlı yorclu . Çoğu arkadaşın durumu da benden farksızclı . Koğuşun her ya n ı nda n
inleme sesi geliyordu . Saat on bire doğru yatağa uzandım ve uykuya ciai mam gecikmecli . 9·
gün. Ö ldürmekten korkuyorlar
.
9 . gün . Sabah erken uyandım Uyandığımda ilk yaptığım iş eli şlerimi fır çalamaktı . Aynaya baktım . Gözlerim çukura düşmüş, diş ederim iyice çekil miş , sakalun uza mış , avurtlarım iyice içeriye çökmüştü . Kendi görüntü mden korkuyordum. Kendi görüntümden korktuğuma göre , karşınıciakine daha kötü görünüyor olmalı yclım. Koğuşun büyük çoğunl uğu hala uyuyordu . Birkaç arkadaş etrafta gezini yordu . Dolaşarak enerj ilerini boşa harcamamalarını söyledim, dolaşmaktan vazgeçtiler. Saat dokuza doğru, sayım mangası içeriye girdi . Artık hiçbir uyarı yap-
296 1 ZAMAN Z I NDA.'i I Ç i N D E
madan saldırmaya başlıyorlarclı . Yine her yanı çığlık sesleri kapladı. Bu kez dayak, her zamankine göre daha kısa sürdü . Artık , dayak atmaktan korku yor olabilirlerd i . Ölüm olayı olmasından çekiniyorlardı. Bugün, eşya ları fazla dağıtmadılar. Sayım sonrası sohbete dalmıştık. Murat ve Sani"den türkü söylemesini istiyorduk. Murat, "Hunu kuşunu" bir kez daha söyledi . Çoğunluğun gözleri yaşarmıştı. Öğleye doğru , karavana kapıya bırakıldı, kimse dön üp bakmadı . Bir saat sonra , yemeği gerisin geriye aldı lar. Artık gündü zleri ele uykuya clalıyorduk . Koğuşta oku nacak hiçbir kitap veya gazete parçası dahi yoktu. Yaktimizi uy kuyla, sohbetle ve türkü söyleyerek geçiriyorduk. Tabii dayak operasyonla rından kalan zamanda . Bugün revire çıkarmıyorlar. Cumartesi olmasından dolayı doktor olmayabilirdi . Kapı açıldı, akşam karavanasım her zamanki gibi koğuş içerisine bıraktı lar. Yemeklerden sadece sulu yemek bırakılıyor, kuru yemekler, pilav, ma karna bırakılmıyord u . Sulu yemeği bırakmal arının nedeni, kokusunun yayılmasıyla irademizi zayıtlatacaklarını sanmalarıydı. Şu ana kadar Hiç kimse yemekiere karşı zaaf göstermedi . Akşam sayımı için hazırlanmamız söylendi . Sayım mangası nara ata rak koridorcia geziyordu . Köpek havlamaları geliyordu . Yarım saat boyunca ko ridorda yürüyüş kararları saya rak dolaştılar. Nihayet kapı a çıldı , sayım man gası koğuşa girdi. Sayım çavuşu bağırıyordu : " 1 . Koğuş ayağa kalk ." Hiçbir cevap alamıyordu . Saldırmaya hazır olan manga , çavuşun işaretini bekliyord u . Çavuş, ilk önüne gelen arkadaşı copla maya başladı . Bu bir işa ret, tüm askerler önlerine gelene saldırdılar. Saldırı kısa sürdü ve koğuşu terk ettiler. Bugünkü saldırının dozajı düne göre daha düşüktü . Sayım sonrası kısa bir sohbetin ardından yaraklara uzanmaya başladık . Büyük çoğunluk oldukça halsiz görünüyordu . Ben de yatağa uzandım ve uykuya dalmaya çalıştım. Ne kadar çok uyursam o kada r iyi geleceğini dü şünüyordum.
1 0 . gün. Gözlerimiz karıncalanıyor. Ağır duyuyoruz. Hi�hir yer den destek gelmiyor 1 0 . gün. Koğuşa giren askerler, ağızlarını burunlarını kapatıp giriyorlardı .
Koku ağır olmalıydı . Biz bu kokuya alışmıştık artık. Duyu organlarımız, her geçen gün hassasiyetini kaybediyordu . Gözlerde karınca lanma, kulakta ağır duyma , hareketlerde yavaşlama baş gösteriyordu . Her geçen gün, diğer ko-
HALiL GÜVEN 1 297
ğuşla rdan gelecek destek umudumuz zayıflıyordu . Bugüne kadar en küçük bir destek gelmemişti. Bundan sonra da geleceğini sanmıyordum. Aileler de bir türlü kamuoyu oluşturamıyorlardı. Sadece Uğur Mumcu'nun bir yazı yaz dığını duymuştuk. O da destekten ziyaele akıl verme niteliğindeydi . Uğur Mumcu , "Böyle bir geçiş döneminele açlık grevinin başarı şansının olmadığını , asker tarafından muhatap alınmayacağını" ya zıyordu . Hayal kı rıklığımız büyüktü . Objektif duruma bakınca içimiz daralıyordu . Anlaşılan, kendi gücümüz dışında hiçbir güvencemiz yoktu . Ancak birbi rimize destek ve güven verecektik.
Havalandırmaya çıkanlara hücreden şiir okuyoruz On bir gündür havalandırma yüzü görmedik. Havalandırmayı, sa dece pencereden seyrediyorduk . Havalandırmaya çıkan diğer koğuştakilerle pen cereden konuşmaya çalışıyorduk ama Hiç kimse pencere kenarına ya klaş mıyorcl u . Pencereden havala ndırınadakilere , Nazım Hikınet'ten, Enver Gökçe ·den, Ahmet A ri f'ten şiirler okuyorduk . Havala ndırma mangası bağı rarak bizi susturmaya çalışıyor ama s usmuyorduk . Aniden kapı açıldı, sayım mangası içeriye girdi ve saldırmaya başladı . Her yandan cop yağıyordu ama bizi susturamıyorlardı . Operasyon bir saat sürü yordu . Bugünkü dayak istihkakıınızı aldık . Muhtemelen akşam sayım ında dokunmazlardı . Ama yanılıyorduk . Akşam sayımında da dövüldük . Akşa m sayımında be nimle birlikte beş altı arkadaş koridorcia dövülmüştük Bugün özel olarak falaka çekilmişti. Yüıiimekte bir hayli zorlanıyordum. Duvarlardan tutuna rak tuvalete gidiyor, el imi yüzümi.'ı yıkıyordum. Arkadaşlarla kısa bir sohbe tin ardından yatağa uzanıyor ve bir an önce uykuya dalmak istiyordum.
Geri dönüşü olmayan yola 4 gün var On birinci gün . Bugün yeni bir haftanın ilk günü . Yeni bir gelişme olur umuduyla bekliyorduk . Herkesin kulağı, küçük de olsa iyi bir haber duy mak istiyor ama o haber, hiçbir zaman gelmiyordu ve geleceğini de sanmı yordum. Bunu açıkça dillendirmiyordum ama Haydar ile birebir sohbette dile getiriyordum. Onun da umudu yoktu . Genelinde koğuşun morali yük sekti . Sadece birkaç arkadaşın dunımu çok kötüycli.i. Bizim davadan yargı lanan, Kazım ile TKPML-Tİ KKO davasından yargılanan Ali diye bir arkadaşın durumu kritikti. Sürekli sancıyla kıvranıyorlardı . Sabah sayımında dayak olayı yaşanmadı . Ağız ve burunlarını kapatarak
298 1
ZAt\L�"!
Zi NDAN I Ç I N D E
sayıp gittiler. Öğleye yakın, yine revir i şkencesi başladı. Revire gitmeyeceği mizi bildirmemize rağmen zorla, döverek götü rüyorlarclı. Hiç kimse gönüllü gitmiyord u . Doktor, revire çıkan her arkadaşa " o n b e ş günelen sonra geri dönüşü ol mayan bir yola gireceğimizi" söyledi. Çoğu arkaciaşta tedirginlik başladı . Biz, böyle bir şeyin yalan olabileceğini söylüyorduk. Bu konuda net bir bilgimiz yoktu . Daha önce Türkiye'de, bu kadar uzun süreli açlık grevleri olmamıştı . Kimse bu konuda bir şey bilmi yord u . Koğuşu büyük bir ölüm sessizliği sardı . Sapasağlam, gencecik insan lardık Kimse açlık greviyle sakat kalmak istemiyordu. G rup
temsilcileri bir toplantı yaptı . "Açlık grevine devam kararı" çıkmıştı .
Ya lnız , bu karar bağlayıcı bir karar değildi . isteyen açlık grevini bırakabilirdi. Özellikle , rahatsızlığı dayanılmaz boyutlarda olanlara , böyle bir şans verili yordu ama hiç kimsenin bu şansı kullanacağını sanmıyordu m . Birlikte başlanılan bir direnişten çekip gitmek o kadar kolay değildi. İnsan psikolojisinin bunu kabul edemeyeceğini düşünüyordum. En azından bu , benim için böyleydi . Kendi kendime karar verdim. Tek başıma kalıncaya kadar bu direnişi sürdürecektim . D ireniş bu şekilde biterse, elireniş sonrası bana bunu da çektireceklerini biliyordum. Çünkü beni , direnişin en önemli unsurlarından biri olarak gö ri.'ıyorlardı. On beş günden sonra geri dönüşsüz bir yola girileceği haberleri beni de korkuruyorclu . Sağlıklı bir insanın, her geçen gün eriyerek bitmesi, kolay kat lanılacak bir durum değil ama iradem oldukça güçlüyclü . Yüreğim "Sonuna kadar devam etmelisin" diyordu ama aklım sakat kalmak konusunda karışıktı. Yüreğimin sesi, aklımın sesinden daha güçl üydü . Yüreğim sonuna kadar git mekten yanaydı. Duygularını ve düşüncelerim karmakanşıktı . Çoğu arkadaş da aynı durumdaydı. Akşam oluyordu , yine karavanayı koğuş içerisine bırakıp gittiler. Her taraf yemek kokuyordu . Bir arkadaş gidip ka rava nayı tekmeteeli ve yemeğin bir kısmı kapı girişine döküldü . Sayım ma ngası, yürüyü ş kararını sayarak gelel i : "Her Türk asker doğar." Koğuşa ilk girenlerden bazıları, farkına varmadan yere dökülen yemeği çiğneyerek gird i . Nöbetçi , karavanayı aldı . Manga h e r zamanki acıınasızlığıyla saldırıyordu . Gittikçe zayıfL.ıdığımız için coplar direkt olarak kemiklerimize iniyordu . Bu dummcia acı daha da artıyordu . Sayımın bittiğini işaret eden düdük çaldı ve rahatladık.
HALIL GÜVEN
1 299
1 2 . gün 1 2 . gün . Bugün ziyaret günüydü . Ziyaretçileı·le görüştüreceklerini sanmı
yordum. Ama bu konuda yanılıyordum, birkaç arkadaşı ziyaretçileriyle gör üştürdCıler. Ziyarete gelenler. arkadaşlara "açlık grevini bırak" telkininde bulunu yordu . Hiçbir arkadaş , böyle bir teklifi kabul etm edi . Ziyaret günü olması dolayısıyla bugün havalandırmacia Hiç kimse yoktLı . Bizleri revire de çıkar mıyorlardı . Yani bugün rahattık . Benim ziyaretçimin olacağını sannııyordum . Artık zorunlu olmadığım sürece ayağa kalkmayacaktım. Kalan enerjimi ta sarruflu kullanmak istiyordum. Günün büyük bir bölümünü uyuyarak geçi riyordum. Gece gündüz uyuyordum . "Mahpus yata yata biter" diyorlar ya ben de "Açlık grevi yata yata geçer" diyordum. Bir haftadır yıkanmıyordum. Her yanını kaşınıyordu . Kendimi oldukça kirli hissediyordum. Sıcak suyun aktığını söylüyorlardı . İç çamaşırlarımı alıp yı kanmaya gittim . Yıkanmayı çok hızlı halletmem gerekiyordu. Sıradan bekle yenler va rd ı. Hiç de hızlı yıkanmayı sevmem ama şu an elim mahkumdu . Tabii ben de! Ça bucak yıka nıp çıktım. Karnun iyice kaburgalarıma yapışmıştı. Şu geriye döni."ışü olmayan yola girme hikayesini düşü nüyordum . Bir daha eskisi gibi her şeyi yiyemeyeceğimi biliyordum . Mesela çiğköfteyi çok se verdim. Özellikle acılısını . "Neyse, biz de çiğköfte yemeyiz" diyordum . Bugün koğuş oldukça sessiz b i r gün yaşıyord u . idare tarafından d a ra hatsız edilmiyorduk. Görüş saati sona eriyordu . Bazı arkadaşların, ziyaretçi beklentisi boşa çıkmıştı. Ya ziyaretçi leri gelmemişti ya da idare tarafından yasak konmuş olabilirdi. Kendi mevzuatiarına uymaclıkları gibi her türlü keyfi uygulamayı da sürdürüyorlard ı. Sayım başladı . Bu akşam Hiç kimseye dokunmuyorlardı . Artık onlar da işin ciddiyetinin farkına vardılar. Sayını çavuşuyla göz göze geldik. Sırıtı yorclı.ı . Yüzüne küçümseyici bir ifadeyle bakıyordı.ım. Sayım sonrası, dünya devrim tarihindeki komünistterin direnişleriyle il gili soh betler yapıyorcluk. Ben, ·'Direnme Savaşı"ndan, başka bir arkadaş N azi toplama kaınplarıyla ilgil i bazı olayları anlatıyorcluk . Gecenin geç saatlerine kadar sohbet ettik. Saat bire doğru uykuya daldım.
1 3 . gün. Gözler kör, kulaklar sağır 1 3 . gün . Sayım mangasının gürültüsüyle uyandık . Yataktan ka lkmak dahi
istemiyordum. Boylu boyunca uzanıyorclum. Askerler ·'Kalkın ulan " diye ba ğırıyordu ama yine kimse aya ğa kalkmıyordı.ı . Bı.ıgCı n , hiç kimseye dokun-
300 1 ZAMA."' Z INDAN lÇlN D E
madılar. Sadece bağırıp çağırıyorlardı . Sayım sonrası , revir için hazırlanma m ızı söylüyorlardı . Bizler, revire çıkmayacağımızı bildiriyorduk ama ciddiye alınmadık " Çıkacaksınız, emir böyle" dediler. Hala emidere uymaclığımızı an laya madılar. Bir saat kadar sonra kapı açıldı , '·Sen, sen, sen" diye işaret ediyor ve "Revi re -gideceksiniz'' diyorlardı . "Hayır, gitmek i stemiyoruz " dedik . Ellerimizden, ayaklarımızdan çekişti rerek revire götürdüler. Doktor, sadece nabızları kontrol ediyord u . Daktorun söylediğine göre " herkesin durumu kritik bir aşamada"ydı. İki gün sonra , ge riye dönüşü olmayan zaman dilimine gireceğimizi söylüyordu . Bu konudaki tedirginliğimiz devam ediyordu ama kimse birbirine bir şey söylemiyordu . Doğrusu korkınuyar deği ldik. Daha önce hiç bu kadar uzun sl"ı reli açlık grevi olmadığı için bundan sonra durumumuzun ne olacağını bilmiyorduk. Bugün de haval andırmaya çıkan diğer tutuklutara şiirler okuduk. " Umut işkenceele mahzun", "Kirvem hallerim i aynen böyle yaz" gibi şiirler okuyor cluk. Direnişe katılmayan arkadaşlardan ufacık da olsa bir destek, bir kıpır danma bekl iyorduk . Bu destek bir başlasa , bizim direncimiz daha d a artacaktı . Ama ne yazık ki gözler kör, kulaklar sağır, duygular tatile çıkmıştı . Sanki yer yarılrnı ş, yerin d ibine girmişlercli . Halbuki bu hegemonyanın kırılması pamuk ipliğine bağlıydı . Aslında , tüm tutukl uların yüz ifadelerinden, bu koşullardan çok rahatsız oldukları okunuyordu . Hiçbirinin yüzünde yaşa m sevi n c i yoktu . S uratlar ürkek , korkak ve buz gibi soğuktu . Korku psikolojisini üzerlerinden atsalar, gerisi gelecekti. Zaten her koşu lda dayağa maruz ka lıyorlardı , bari aşağılan mayı kabu l etmeselerdi . İçlerinden birisi kibriti çaksa , her yan al ev alev ya nacaktı . O kibriti çakmak görevinin , s iyasi ha reketlerin sorumluianna ait olduğunu düşünüyorduk ve sabırsızlıkla bunu bekliyorduk . İşte b u durumda , i raelenin çok önemli olduğunu biliyorduk . B u karar bir alınsa , ctıntaya gününü gösterecektik. Ama maalesef böyle bir karar alın madı veya al ına madı. Beklentilerimizin gerçekleşmemesi bizi korkutuyorclu . Onlara kızmıyorcluk ama kırgınlık duyuyordu k . Yine koğuşa sal dırdılar a m a b u k e z ç o k fa z l a hı rpalanmadık. Akşam sayımında da olumsuzluk yaşanmadı . Nihayet, dayakla bize geri adım attıramayacaklarını a nladılar.
HALIL GÜVEN 1 .3 0 1
ı 8 . gün. İlk firemiz 1 3 . günden 1 8 . güne kadar, pek anormal bir durumla karşılaşmadık . 1 8 .
günde ilk fireyi verdik. TKPML davasından tutuklu yatan, midesinden rahat sız olan Ali. açlık grevini bıraktı ve koğuştan alındı. Revire çıktığımızda , Ali ' nin sedyeye yatırıldığını ve eline bir bisküvi ve süt verildiğini gördük . Ali , utancından yüzümüze bakamıyordu . Bu duruma biz de üzülüyorduk . İdarenin en küçük kozu dahi açlık grevini bitirmek için kullanacağın ı bi liyorduk ama bu kadar niteliksizce davranacaklarını kestiremiyorduk. Arka daşın da buna alet olmasını kabullenemiyorduk . Açlık grevini bırakmasını çok önemsemiyorduk fakat kendi arkadaşlannın karşısında, kendisinin böy lesine küçük düşü rülmesinin acısını yüreğimizde hissediyorduk . 19.
gün dökülmeler başladı
1 9 . ve 20. günde dökülmeler başladı . Bu dökülmeler üzerine TKPML TİKKO ha reketi . açlık grevinin sona erdirilmesini önerdi . Biz Acilciler,
TDY'den iki arkadaş ve Ha lkın Yolu'ndaki bir arkada ş , bu öne riyi kabul et medik . Koğuşta olumsuz bir hava vardı . Biz yeni bir önericle bulunduk. Hareket olarak bağlayıcı karar almanın doğnı olmadığını , isteyenin açlık grevini bırakabileceğini söyledik . Bu öneri, TKPML-TİKKO tarafından kabul edilmedi ve 2 2 . gün, bu arkada şlar, a çlık
grevine toplu ola rak son verdi . Açlık grevindekilerin sayısı yarı yanya düştü . Yirmi beş civarında arka daşla , açlık grevine devam ettik . Artık daya k atılm ıyordu. Yalnız, revire gö türülürken dö-viilüyorduk .
3 0 . gü n sonunda, bizim davadaki arkadaşlardan d a dökülmeler başladı. Bı rakanlar, hemen hastaneye gönderildi. Her gün bir iki arkadaş açlık gre vine son verdi. Kimin nereye kadar dayanacağı belli değildi. Sayımız gittikçe azalıyordu .
3 5 · gün. 1 0 kişi kaldık. 6 kişi,
4,
3, 2 , ı
3 5 . gün sonunda, koğuşta on kişi kaldık. TDY'clen iki arkada ş ve Halkın Yolu'ndan bir arkadaş artık açlık grevini sürdürmenin bir anlamı olmadığını , toplu olarak bırakılınasını önerdi . Ben, Haydar, Murat ve Mahmut, bu öneriyi de kabul etmedik . Koğuşta ölüm sessizliği kol geziyordu . B i r deri b i r kemik kalmıştık Ayağa kalkmakta zorlanıyorcluk . Ancak duvarlardan tutunarak yürüyebiliyorcluk .
302 1 ZAMAN Z I NDAN IÇINDE
Her an içimizden birileri ölebilirdi. Gözlerimiz iyi görmüyordu . Bu son gün lerde , her an revire götürüp zorla müdahale etmek istiyorlardı ama müdahale ettirmiyorduk . Hen üz bilincimiz yerindeydi. Bazen revire çıkarmak için ol dukça zorlanıyorlardı. Ancak sedyeye bağlayarak revire çıkarabiliyorlardı . Artık sayım için koğuşa dahi girmiyorlardı.
39. günde Haydar'ı da koğuştan aldılar. Koğuşta sadece altı kişi kaldık. TDY ve Halkın Yolu davasındaki arkadaşlar da hastaneye gitmek istedi . 40. günde onları da aldılar. Koğuşta sadece Mahm ut, Mu rat ve ben kaldık . Gece ve gündüz yataktan kalkmıyorduk. Günde bir veya iki kez ayağa kalkıyorduk ve duvarl ardan tu tunarak tuvalete gidebiliyorduk . Başçavuş, günde e n az iki kez gelip bizi uyarıyordu . Bizim dışımızda açlık grevini sürdüren hiç kimsenin kalmadığını söyl üyordu . Ben onun söylediklerine inanmıyordum. Ya l a n s öy l üyors unu z ''
"
diyor
dum. 43. gün, sabah erkenden Murat ve Mahmut'u da koğuştan aldılar.
Artık koğuşta tek başımaydım . Hiç kimse yoktu . Başçavuş tekrar koğuşa geldi , ''Tamam mı devam mı" diye soruyordu . ''Devam" dedim. "İyi o zaman, seni burada fareler yesin" diyordu başçavu ş . "Tamam, beni s i z yiyeceğinize fareler yesin." Başçavuş koğuşu terk etti .
Kendi ölümüme tanıklık ediyo rum Üç gündür ölüm bana çok uzak değild i . Aniden uykuya cialıyor ve uyan makta bir hayli zorl uk çekiyordum. Öylesine kabuslar görüyordum ki de nizde boğulmak üzereyken, son anda zor bela uyanıyordum . Uyandığımda , nefes almak bir hayli zorluyordu beni. Bazen göğsüme büyük bir ağırlık çök müş gibiydi , hiçbir tarafa dönemiyordum23 . Kemiklerim sızlıyordu . Elimi vü cüdumun neresine atsam, kemikle karşılaşıyordum . Vücudumda bir dirhem et kal mamıştı . Ölümü bekliyorclum. Onlar da ölmeden önce belki tesl im olacağımı . Ölümü beklemek, oldukça düşündürücü ve çok zordu ! Her an ölümü dü şünüyordum ve ölümle birlikte yaşıyorclum . Tuhaf bir duyguydu! Bir yan-
23.
Aradan
çok uzun yıllar geçmesine ra ğmen arada bir, geceleri aynı durumla karşıia
şıyor ve kan ter içerisinde uyanıyorum.
HALIL GÜVEN
1 303
dan yaşam devam ediyor, diğer yandan her an ölümle dans ediyordum . İn sanın, kendi ölümüne tanıklık etmesi katlanılacak gibi değildi a ma irademi kullanarak katlanmak zorundaydım. Bazen içimden, beni de hastaneye gö türmelerini i stemek geliyor ama kendi kendime ihanet etmiş gibi hissedi yordum ve bu düşünceelen hızla vazgeçiyorclum. Kendisine veya bir başkasına ihanet eden insanın, bir ömür boyu kendine hesap veremeyeceğini düşünüyordum . Kendisine dahi hesap veremeyen bir insanın yaşamı, cehennem azabından daha kötü olurdu . Bir ömür boyu o ce hennemde yaşamak istemiyordum. Her şeyin bir bedeli vardı . Tahakkümü kabul etmemenin bedelini ödüyordum. Hiçbir zaman bu bedeli ödemekten pişman olmayacaktım.
Ö lümle yaşam arasında gelgitlerim Bir yanım "Hastaneye gitmelisin" diyor diğer yanım ise "Bunu yapamaz sm" diye diretiyordu . Gelgi tler yaşıyordum. Gerçekten de bunu yapamaya ca ktım . Eğer böyle bir şeyi yaparsam, kendime hiç saygım kalmayacaktı. İnsanın kendine saygısı kalmazsa , nasıl yaşayabitirdi ki? Hastaneye gitme sevda sını unutmak istiyordum. Kendime göre doğru olanı yapmalıydım . Benim için doğru olanın, her ne pahasına olursa olsun, bu zulme karşı di renmek olduğuna karar veriyordum. Bunca direnişten sonra , yapayalnız kalmak, bir yandan beni korkuturken bir yandan da tek başına olsa da direnmek, kendi gözümde eleğerimi artırı yordu . Tüm şiddetli baskıya, imka nsızlıklara, "Hiç kimse burada d irenemez" den mesine rağmen direniyordum ve onların tahakkümünü boşa çıkarıyordum. Eğer yaşayacaksam, beni ben yapan değerlerimle yaşamalıydım . Kahramanlık yapmıyord um. Elbette ben de korkuyordum ama korkuma rağmen doğru olduğuna inandığım davranışlardan taviz vermemeliydim . Doğru olan neyse onu yapmalıydım . Sanki bir taraflardan beni gözetliyorlardı. Acaba kapının ve pencerenin dı şında , beni gözetleyebilecekleri bir yer var mıydı? Yataktan zor bela cloğn.ıl dum ve önce pencerelere , ardından da kapıya baktım . Şüpheli bir durum görülmüyordu . Tekrar yatağa uzandım ve uyuma k istedim ama bir daha uyanamamak korkusuyla bu düşüncemden çabucak vazgeçtim. Uykuya clirenmek bir hayli zor geliyordu. Ölüm, beni uyurken kalleşçe yakalamamalı!
304 i ZAMAN Z I N DAN I Ç I N D E
'·ölümün adı kalleş" değil miydi? Ona karşı da direnmeliydim. Ölüme ve düşmana inat, bir gün daha fa zla yaşamak gerek. İç dünyam darmadağınıktı. Böyle olmayacak, kendimi toparlamalıyım. Tu valete gitmek, elimi yüzümü yıkamak istiyordum ama oraya kadar gitmeyi gözüm al mıyordu. Zaten duvardan tutunarak , zor bela hareket edebiliyordum. D iğer koğuşlardaki tutukluları düşünüyordum. Neden bu kad a r cluyar sızlardı? Hala bunca zulme nasıl sessiz kalabildiklerine şaşıyordum. Onlara karşı bir ötke duymuyordum ama içimde büyük bir burukl uk vardı . Hayal kı rıklığı yaşıyordum. "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için " sloganı kafama takıl ıyordu a ma buralard a , bu sloganın felsefi derinliğini görememek beni üzüyordu . İnsanl arın gözlerinin bu kadar kör, kulaklarının bu kadar sağır, duygula rının bu kadar yoksullaşacağını aklım bir türlü almıyordu . Korkuyordum, ama korkuma rağmen tavrımdan geri adım atmak istemi yordum . Bu duruma katlanmak dışında hiçbir şansım yoktu . Bir yandan da Nazım'ın dediği gibiydi: "Ama bir türlü razı olmuyor bu ölüme gönlüm." Kafa m ka rma karışıktı . Halsizl iğime rağmen iç dünyamdan fırtınalar ko puyordu . Ölüm , her an her saniye kapımı çalabilircli. Bugüne kadar gördü ğüm baskı, işkence , zulüm ve acıyı boşuna çekmediğimi düşünüyordum. Günler boyu süren d irenişten sonra, " Gelin beni hastaneye götü rün" demek, kabul lenilecek bir durum değildi. Zaten bu sa atten sonra , açlık grevini bı raksam dahi , sağlıklı bir şekilde yaşayacağımı sanmıyordum. Mutlaka vücu dumun bazı organl arında arıza kalacaktı . Sakat kalmak düşüncesi , beni oldukça rahatsız ediyordu . Sonuna kadar direnmekten başka yapabilecek hiçbir şey göremiyordum . Üstelik idare, hiçbir konuda geri adım atmıyord u . Tek başına olunca , zaman da geçmek bilmiyordu . Gözlerim s ı k s ı k ka panıyor ve açmakta zorla nıyordum . Koğuşun ışıklarından sadece ortadaki ışık yanıyor, o da çok fazla aydınlatmıyordu . Bu hafif loş ışığı, direnişimize benzetiyordum. Her yanı tam ola rak aydıntatmasa da önün ü görmene yar dımcı oluyordu .
Benim güzel annem bu acıya dayanamaz Öl ü mün, nasıl bir şey olduğunu düşünüyordum. Benim için cevabı ha zırdı : Sonsuza kadar yok olmak. Yok olmak düşüncesi beni korkursa da ya şama nın zaman kavramıyla ilgili olmadığına inanıyordum. Zaman kavramı, göreceli bir durum olsa gerekti . Önemli olanın uzun yaşamak değil, yaşadığı sürede , doğru ve olumlu şeyler yapmak olduğuna inanıyordum. Acaba son
HALiL GÜVEN
1 305
nefesimi verirken neler hissedecektim. Zaten bir süre sonra bilincim yok ola caktı . Dayanmak çok zor ama dayanmalıydım. Belki de her şey bir anda olup bitecek ve son nefesim i verecektiın. Annem, babam nasıl d ayanacaklard.ı bu ölüme? Hadi benim için hayat bi tecek, ya onlar! Bunda n sonra yaşamak , onlar için büyük bir ıstıraptı. Onları iki yıldır görmemiştim Yüzleri gözümün önüne geliyordu . Alıneme çok üzü lüyordum. Beni bu halde görse çıldırırdı. Ayrılıkla rcla , sevdiği insanların ufa cık baş ağrılarında dahi içini çekere_k gözyaşlarını döken benim güzel annemin yüreği, bu zulme nasıl dayanırdı ki? Onun, kendi acısını azaltmak için hıçkırarak dudaklarını kanatırcasına ısırarak ağlaması çok acıydı. O zorlu yaşam koşullarına rağmen dokuz ay boyunca karnında taşıdığı, akıl almaz zorluklarla besleyip büyüttüğü evladının, onun gözünün önü nde eriyip git mesi katlanılacak bir dun.ım değildi. Ben ölüp gideceği m ama onlar, ölüm acısını ömür boyu yaşayacaktı . Ölümü bekleyen ve yaşayan ben olmama rağmen onların yerinde olmak istemezdim .
Yazın sı cağında her yanı m buz. O an geldi mi? Yazın sıcağına rağmen her yanım buz gibi soğuk. Yoksa ölüyor muyum? "İnsan ölürken vücudu buz keser" diyorlard ı. Daha önce gördüğüm ölü vü cutlar gözümün önüne geliyordu . Oldum olası ölünü n vücuduna bakmayı sevmeın ve çok kötü etkilenirim . Sa raran ve kaskatı kesilen cansız bedenin görüntüsünü görünce , hemen yüzümü çevirirdim. Titriyordum ve dişleri m birbirine vuruyordu . Diş etlerim iyice çekildi . Mahmut ve Murat'ı da koğuştan aldıktan sonra koğuşta tek başıma kalmış tım . Koğuşta hiçbir hayat emaresi yoktu . Her ta raf sessizlik içerisincleycli. Uyku bastırıyor, ona karşı da direnmeye çalışıyorclum . Bir süre sonra elirencim kırıldı . Yine göğsüme o ne olduğunu bilmed iğim ağırlık çöktü . Sağa sola dönmek istiyordum ama dönen:ıiyordum. Ellerimle kolumu çimdiklemek ve uyanmak istiyordum ama ellerimi bir türlü oynata mıyordum. Bilincim yarı açık olmalıydı. Yoksa ölüyar muyum? Korkuyoru m . Kendi ölümüme seyirciydim . Annemin güzel yüzü tekrar gözlerimin önüne gelel i . Kollarını açıyor ve bana sarılmak istiyordu . Ben adımımı ona doğru atmak istiyordum ama bir türlü atamıyorduın . Annem dizlerini dövüyor, saçını yoluyar ve hıçkırarak, "Gardaş, babam, kurban olayım , sana ne yaptılar?" diye bana doğru koşuyar ama bir türlü ulaşamıyordu.
306 i ZAMA.'/ ZINDAN I Ç iNDE
Uyuyor muyum, ölüyor muyum bilmiyordum. Uykuya daha fazla direne medim. Göz kapaklarım k:�pandı. Kendimden tamamen g e çmek üzereydim . Kim bilir, belki de bir daha hiç uyanamayacağım.
Hastaneye kaldırılıyorum Ne kadar uykuda kaldığıını bilmiyorum. Uyandığımda , askerler tarafın dan sedyeye yerle;;tirilmeye çalışıldığıını gördüm
ve
k<: ndimi seeiyeden aşa
ğıya attım. Ayaklarımdan ve
e llerim d en
sıkıca yapışıyorlardı, tekrar sedyeye uzatı
yorlarciL Sedyeye yatmamak için direniyordum ama artık gücüm yetmiyorclu . Hastaneye götüreceklerin i söylüyorlardı . Hastaneye gitmek istemediğimi, beni koğuşa geri götürmelerini istiyor dum . Nihayet zor bela sedyeye yatırdılar. Ellerimden, ayaklarımdan ve be li mden sedyeye b a ğladılar. Sedyeye bağlı olmama
ve h a lsizl i ğime
rağmen
gitmemek için direniyordum . Kendim i sağa sola doğru sarsıyordum . Asker ler sedyeni n dengesini sağlamakta zorlanıyorlardı . Cezaevi kapısından çıkarılırken binba ş ı , bana doğru bir cellaclın acıma sızl ığıyla ba kıyordu Ben, onun ve onun gibilerin yüzüne bakarken, insanlık .
adına utanıyordum . Sedyeye bağlı bir şekilde hastaneden iç·eriye alındım. Her taraf ilaç ko kuyordu . Tutuklular için hazırlanmış koğuşlardan bir ta nesine yatırıldım . Mahmut ve Murat da bu koğuşta yatıyordu Yataklarından doğıuldular ve ya .
nıma geldiler. İdare bazı arkadaşları b izden izole edip, hastaneye sevk ederek açlık gre vini parçalamaya çalışmıştı ve bunda da başarılı olmuştu . Onl a r benden önce geldikleri için diğer arkadaşlarla görüşmüşlerdi . Daha önce hastaneye gelen arkadaşların hepsi açlık grevini bırakmış , sadece biz kalmıştık Haydar'ı sordum, hiç kimsenin ondan haberi yoktu . Kendimden daha çok onu düşü nmeye başladım. Üç dört gün ondan bir haber alamadım . Ölmüş veya öldürülmüş olabil eceği olasılığı yüreğimi parçalıyordu .
Doktor
ve
he m şirel er içeriye girdi ve bizi yata k larımıza yatırdıl a r. Beni
muayene ediyor, müdahale edeceklerini bildiriyorlardı. Müdahaleyi kabul et miyordum. Kollanından ya kalayıp serum takmak istiyorlardı. " Hayır" diye bağırıyo rclum
.
Hemşire, serumu koluma ta kmaya ç a lışıyord u . Vücudumda kalan son e nerjimi topladım ve hemşirenin elindeki iğneyi çekip alarak serumu kolnından çı karıp attım
.
HALIL GÜVEN 1 307
Doktor bir hayli sinidendi ve "Bırakın, ne halleri varsa görsünler'' diyerek koğuşu terk etti . Bu tavnın diğer arkadaşlara da moral oluyordu . '' Sonuna kadar devam" di yorl ardı . Gürü ltümüzü duyan yan koğuştaki arkadaşlar geldiler; mahçup bir yüz ifadesiyle içeriye girdiler. Bu aşamadan sonra açlık grevini sürdürmek iste mediklerini, o yüzden de bıraktıklarını söylüyorlardı. Onlara karşı hiçbi r kızgınlık duymuyorclu m . "Tamam, b u sizin ka rarınız, buna saygı duyuyorum a m a Murat v e Mah mut ve ben devam etmekten yanayız" cliyorclum. Açlık grevini bırakacaksak dahi , kala nlada birlikte toplu karar vereceğimizi söyledim. Öldü mü yaşıyor mu b ilmiyorcluk ama Haydar' ı getirmeden , hiçbir karar vermeyeceğimizi bil dirdim. Bir saat kadar sonra , Haydar'ı da bizim koğuşa getirdiler. Açlık grevini sürdüren dört kişi kalmıştık Hayclar'a herkesin açlık grevin i bıraktığım , sadece kendisinin kalelığını söylemişler ama o, buna inanmadığını söylemiş . Onlar ısrar edince, Haydar " En azından Halil bırakmamıştır" diyerek bizimle görüştükten sonra bir karar vereceğini söylemiş. Haydar'ın yatağına oturu p durum değerlendirmesi yaptık .
Bırakıyoruz Bu aşamadan sonra açlık grevini d evam ettirmenin bir anlamının olma dığı kararı verip serum takılınasını kabul ettik . Özell i kle bu karar karşısında Murat gözyaşiarı na hakim alamıyor, ağlı yordu . Bu gözyaşları Haydar'ı kızdırdı . "Biz, burada direniyoruz; gözyaşına yer yok bu direnişte" diyordu . Hay dar'ın bu tepkisine şaşırıyordum. Gözyaşının da diğer insani durumlar gibi bir davranış biçimi olduğunu düşünüyordum. Arkadaş, duygulanmış olabilirdi . Son iki aydır az şey yaşan madı. Biz bunca acıyı, insanca muamele görmek için çekmedik mi? ıVIurat' ın gözyaşlarının, duygusallıktan başka ne anlamı olabilirdi ki? Haydar'a tepki sinin doğru olmadığını söyledim . Hepimizin sinirleri laçkalaşmıştı, bu duru mun üzeri nde çok fazla durmadık. Hemşireler seıumlan takmak için koğuşa girdiler. Bana serum ta kmaya ça l ışan hemşire o kadar beceriksiz ki kolumda iki tane iğne kırdı.
308 i
ZAMAN
Z i NDAN I Ç iNDE
Sinirlendim ve başka bir hemşireni n serumu takmasını istedim. Bu kez gelen hemşire daha dikkatli davranıyordu . Daha sonra bu hem şireyle sohbet ettiğimde , onun kardeşinin de Mamak Cezaevi 'nde Halkın Kurtuluşu davasından yattığını öğrendim. Serum taktidıktan sonra , başım (kınmeye başladı ve doktor çağrıldı. Doktor hepimizi muayene etti, baş ağrısının normal olduğunu söyledi. Süt ve bisküvi veriyorlardı . Kırk üç gün sonra , ağzını ilk defa yiyecek bir şeyle buluşuyordu . Daha önce açlık grevini bırakan arkadaşlar, yarağımızın sağını solunu sarıyor, hastaneyle ilgili bilgi veriyorlardı. Süt ve bisküviyi yedikten bir saat kadar sonra , hepimizi bir sancı tutttı . Hemşirelerden serumu çıkarmalarını istedik. Tuvalete gitmemiz gerekiyordu . Sa ncıdan kıvranıyordum. Diğer arkadaşların yardımıyla tuva lete zor yetiştim . Anında ishal olmu�;>tum . içtiğim süt, dışkımdan bembeyaz süt olarak çıkmıştı . Midemin, bağırsak larımın işlevini yitirdiğini anladım ve bu durum beni çok korkuttu . Bundan sonraki yaşamımm eskisi gibi olamayacağını düşünüyordum. Arkadaşlar da aynı durumda olduklarını söylüyorlardı . Durumu doktora ilettik "Normal bir durum" diyordu . Doktora bize uygulayacakları bir programlarının olup olmadığını soru yorduk. Doktor, özel bir uygulama olmayacağını söyledi. Başhekimle görüşmek istediğimizi ilettik Başhekim yardımcısı geldi . Kırk üç gündür aç olduğumuzu, bu durumda bize uygulayacakları tedavinin na s ı l olacağını öğrenmek istedik. Başhekim yardımcısı , ağzında birtakım şeyler geveledi . Bizi tedavi etmeyeceklerdi .
Tekrar a�lığa yatıyoruz Bu duruma inanamadık Serumları tekrar kolumuzdan çıkarıp attık. Böyle bir tavırla karşılaşacağını hesaplamayan başhekim yardımcısı, " Yapmayın, et meyin" diye yalvarmaya başladı . Hemşireler tedirginlikle serumları tekrar takmaya çalışıyor ama biz izin vermiyorduk . Esas sorumlu olanın başhekim olduğu nu , onunla görüşmek İsteğimizi ilettik Başhekimin ha sta nede olmadığını, a ncak yarın görüşebileceğimizi söyled iler. Yarına kadar müdahaleyi kabul etmeyeceğimizi bileliriyor ve tek rar açlığa yatıyoruz. Sa baha kadar acılar içerisinele kıvranmıştım. Sancı bir türlü geçmiyordu .
HALIL GÜVEN 1 309
Tekrar tedaviyi kabul ediyoruz Sabah başhekim erkenden koğuşa geldi . Ona durumumuzu anlatıp ne yapacaklarını sorduk. Başhekim, merak etmememizi , gereken her şeyin yapılacağını , böyle bir durumla ilk defa karşılaştıklarını , belirli bir program dahilinde hareket ede ceklerini , buranın hastane olduğunu , bizlerin her şeyden evvel bir tutuklu değil bir insan olarak değerlendirildiğini söyledi. Ona inanmaktan başka yapabilecek hiçbir şeyimiz yoktu . Kırk üç gündür açlık grevinde olmamıza rağmen dışarıda veya içeride en ufak bir el e stek görememiştik . Korku , her kesimi esir almıştı . 1 2 Eylül amacına ulaşmış görünüyordu . İnsanları öylesine apolitikleştirmiş,
o kadar asosyalleştirmiş, o kadar duyarsızlaştırmış ki şaşırmamak elde değildi. Herkesin gözü önünde insanlar, havadan sudan bahanelerle dövülüyor, işkenceye uğruyor, hakaret ediliyor, çoğunluk ·'Bana dokunmayan yılan bin yaşasın " misali sesini çıkarmıyordu . Korkuyu anlamak mümkü ndü ama in sanlığın bu kadar aşağılanmasına ses çıkarınamayı anlamak mümkün değildi . Martin Luther King'in "Bir insan haksızlığa uğruyor ve haksızca cezaevine gönderiliyorsa, tüm namuslu insanların gideceği yer cezaevi olmalıdır" sö zünün bir anlamı olmalıydı. Kötülüklere seyirci kalarak, kötülerden korkarak dünyanın düzeleceğini beklemek boş bir hayal değil miydi? Biz ne diye çocuk yaşları!Uızdan itibaren haksızlıklara karşı çıkarak, ölümleri , zulümleri , esareti göze aldık? Boşuna mı çektik bunca acıları? Ölenler boşu boşuna mı öldü? Ölenlerin yerinde biz de olabilirdik Ölümün üzeri nde siyaset yapmak doğru değil ama onların anısına azıcık da olsa saygımız varsa, insanlığın bu kadar aşağılanmasına göz yummama lıydık. Bizden kimliğimizi ve kişiliğimizi almak istiyorlard ı . Kimliksiz yaşarız belki ama ya kişiliksiz yaşayabilir miydik? Korkmamız doğaldı ama vicdanı mız ne söylüyordu? Benim vicdanım, bir başkası acı çekerken ona yardım et menü istiyordu. İnsan olmaının gereği olarak , vicdanım akıklan önce geliyord u . Eğer aklımı öne alırsam, vicdanım yok olacaktı. İ şte , o za man da vicdansız yaşamanın bir anlamı var mıydı? Hayır, ucunda ölüm de olsa, kişiliğiınİ benden alamayacaklardı . Verme yecektim onu . Başhekim, hemşirelere ve cloktorlara , daha dikkatli olmaları doğrultu sunda talimatlar veriyordu . Hemşireler, serumları tekrar taktılar. İlk gün, gerekli özeni gösterdiler.
3 1 0 1 ZAMIL . "J Z i ND AN İÇİNDE
Maskara ettiler h izi İkinci gün, aynı kayıtsızlık devam etti. Maskara ettiler bizi. Çaresiz normal yemekleri yemeye başladık. Yediğimiz her türlü yemek, dişleı·imizle öğüttüğümüz dışında hiçbir değişikliğe uğra madan, vücud umuzu terk ediyordu . Artık vücut tembelleşmişti . İç organla rımız çalışm ıyord u . Mümkün olduğu kadar irad emize sahip olarak, fazla yememeye gayret ediyorduk ama günlerdir süren açlığın ardından, doymak nedir bilmiyorduk. Hastane koğuşumu zd a , bir de sağ görüşlü tutuklu yatıyordu . Orhan'dı adı . Karta! MHP İlçe Başkanı. Bize karşı oldukça saygılı davranıyordu . Kendimizi b irazcık toparladıktan sonra , koğuş penceresi dikkatimizi çekti. Demir parmaklıklar incecik Burası kurtuluş yolu olabilir diye düşünüyor duk. Orhan'ın yatağı pencere kenarında olduğu için ancak o tuvalete gitti ğinde parmaklıklan kontrol edebilirelik Orhan tuvalete g ittiğinde, bir tirsatını bulup parmaklıkları kontrol ettim . Zorlama yol uyla parma klıklar patlatılabilirdi . Ertesi günü denemeye karar verdik . Ama b irileri farkına varmış olmalı ki ertesi gün pencere kenarında iki tane silahlı asker nöbet tutuyordu . Belki de baştan beri nöbetçi vardı, biz görmedik . Pencereden firar etme hayali yok oldu. Haydar, dış kapıda nöbet tuta n askerlerle muhabbeti ilerleterek oralardan bir yol bulabileceğini sanı yord u . Ben, bu duruma çok fazla ihtimal vermedim. Bir haftadır hastanedeydik, artık iyi kötü yürüyebiliyorduk. Başhekim, verdiğ i hiçbir sözü yerine getirmedi. Bize , serum dışında hiçbir tedavi uy gulanmadı . Bir hafta sonra, askerler koğuşlara girdi ve direnmemize rağmen hepimizi tekrar cezaevine gönderdiler.
Koguşlara dönüş İdarenin nasıl davranacağını bilmiyorduk . Direnişle üzerimizdeki korkuyu atmıştık Hiçbir şekilde, kayıtsız şartsız, tahakkümü kabul etmeyecektik. Sayım mangası, bizi cezaevi kapısında karşıladı . Pek fazla saldırgan bir tutum görülmüyordu . Biz de ortamı germek istemiyorduk Yal palayarak yü rüyorduk . Bizden önce açl ık grevini bırakan arkadaşların hepsini 3 . Koğuş'a yerleş tirmişlerdi . B i z i ele oraya yerleştirdiler. D irenişi bizden önce bırakan arka daşlarla aramızda herhangi bir kırgınlık ve küskünlük du rumu yoktu ama içimde tuhaf bir burukl uk duygusu vardı . Bu burukluğu h issettirınemeye ça lışıyordum ama insan denen varlık işte
HALIL GÜVEN
1 311
böyle bir şeydi. Bazen öylesine duygusal yoğunluklar ya şıyordum ki iste mediğim bazı şeyler, iradem dışında , beni de ol umsuzl uğa sürükleyebili yordu . . Burukluğu üzerimelen atmaya çalışıyordum. Çünkü böylesine bir dire nişte , bir saat dahi yer alan arkadaşın davranışının çok önemli olduğunu, hiç kimsenin hiç kimseyi yargılama hakkına sahip olmadığını düşünüyordum. Hatta bundan sonra , birbirimize daha sıkı sarılmamız gerekiyordu . Kaldı ki kendimi, bu arkadaşlara çok yakın hissediyordum. Aylardır aynı acıları birlikte yaşadık. Birbirimize destek olduk. Birbiri mizden güç aldık. Süreç içerisinde , bu burukluğu üzerimelen atacağıma ina nıyor, " zaman her şeyin çaresini bulur" diye düşünüyordum . Koğuşta direnişe katılmayan başka tutuklular d a vardı. Onlar tüm kural lara uyuyorlardı . Nöbetçi " S ayıma hazırlanın'' komutu veriyordu . Kurallara uyanlar sayım için hazırlanıyorlardı . Hazırlananlar oldukça telaşlıydı. Yaka larında açık tek bir düğme bırakmıyorlardı. Hepsi sinekkaydı tıraş olmuştu . Sayım mangası, her zamanki saldırganlığıyla kapıda bekliyordu . Kapı , büyük bir gürültüyle açıldı . Yine gırtlaklarını yırtarcasına bağırıyorlardı : "Koş lan koş , koş ulan koşşşş, ne biçim koşmak bu lan, daha canlı lan, koşş, koşşş, koşşş" diye karmakarı şık bir ses a rmonisi kulaklarımı parçalıyordu . Kural lara uyanlar koşarak, bizden önce açlık grevini bırakanlar da yürü yerek sayıma çıkıyordu . Biz, en son açlık grevini bırakanlar, sayıma kalk mad ık İlk gün hiçbir tepki vermediler ama bize uzun s üre bu kadar toleranslı davranacaklarını sanmıyordum. İkinci gün bize sataşmaya başladılar. Sataşmalarına cevap vermiyorduk . Rahatsız olduğumuzu , sayıma kalkmayacağımızı belirttik. Şimdilik, sözlü saldırı dışında bir şey yapmıyorlarclı. Sayıma çıkan dire nişteki arkadaşlardan bazılarının, sayıları yüksek sesle söylemediği için elle rini açtırmak istiyorlardı . Hiçbir arkadaş elini açmıyordu . Daha önce açlık grevini bırakan arka daşlara , koğuştan içeri girerken, baldıri arına ve ayaklarına birkaç cop sallı yorlardı. "Vurmayın'' diye bağırdım. Sayım çavuşu , yatağıma doğru uzanıp birkaç tane cop da bana salladı. Bu kez de diğer arkadaşlar müdahale etti. Bu adamlar, bu tavırtarımın be delini bana çok acı bir şekilde ödeteceklerdi. Bunu çok iyi biliyordum ama yine de geri adım atmak istemiyordum . Ertesi gün akşam sayımından sonra , yirmi dört kişinin a dı okundu . Adı
312 1
ZAMAN
Z INDAN !ÇINDE
okunanların içinde ben de vardım. Şaşırmadım. " Kambersiz düğün olur mu"? Eşyalarımızı hazırlamamızı istiyorlardı. Eşyalarımızı hazırladık ve daha önce açlık grevin i bırakan arkadaşların ya rdımıyla yeni mekanımıza doğru yol aldık.
Te erit koguşlarına dönüş ve ilk ko mün Koğuşta kalan arkadaşlar bir hayli üzgündü . Büyü k bir ihtim;ılle bizi tecritiere götüreceklerdi . Tabmini miz doğru çıktı . Tecrir 1 -Arka, tamamen bizim için boşaltılmıştı . Bazı hücrelere üç, bazı hücrelere dört kişi yerleştirild ik. Ben, Haydar Yılmaz, B ülent Coşkun ve Mehmet Kaya aynı hücreye yer leştirildik . Direnişte ve sonrasında, bu arkadaşlara çok alıştım. Bütün arka daşlar cl iğerkam bir davranış gösteriyorlar. Birlik, beraberlik ve dayanışma içeri sinele hareket ediyorcluk. Daha şimdiden, Tecrit 1 -Arka 'da kalanlar komün olarak yaşamaya başladık. Böylesi bir ortamd a , komün olarak yaşa mak hepimizin moralini artırıyordu. Çok sevinçl iyclim. Buraya ilk geldiğimizele iki kişiydik. Oysa şimdi, yirmi dört kişiyiz. Üstelik koğuşta ka lan direnişçiler de vardı. Baskı, işkence ve ta hakküme karşı dayanışma , gücümü zü artıyor, sevincimizi çoğaltıyor, gele ceğe ilişkin umutlarımızı artırıyordu . Hala umut ediyorduk . Umut tükeniyor ama yeniden diriliyordu . Komün ümüzün, Mamak'ta 1 2 Eylül'den sonra oluşturulan ilk komün ol duğunu sanıyorum. Tüm paraların hesabı Haydar'daydı . Aslında paralar fi ili olarak Haydar'da değil ama pratik işleyiş olarak, harcamalar Haydar kanalıyla yapılıyordu. Pa ralar, dışarıdan gelen ziyaretçiler tarafından idareye yarınlıyor ve idareden gö revli bir havacı başçavuş tarafından tutuklulara dağıtılıyordu. Bu başçavuş . diğer görevlilere pek benzemiyordu . insani tavırlı biriydi . Görev süresi boyunca, hiçbir tutukluya hakaret etmediği, şiddet kullanmadığı gib i , tutu kltdara karşı babacan bir tavır takınıyorclu . Tüm tutuklular, ona "Baba" adını layık görüyordu . Böyle bir adamı, böyle bir ortamda barındır malarına şaşı nyordum. Özellikle onu n bulunduğu sayımların çoğunda şid dete başvurulma dı . Tüm tutuklular tarafından sevilen ve sayılan bir kişi oldu . Bu olay bize , koşullar ne kadar olumsuz olursa olsun, kişinin isterse temiz kalabileceğini açıkça gösteriyordu .
HALIL GÜVEN 1 3 1 3
Başçavuş , belirli b i r tirnit çerçevesinde paraları dağıtıyordu v e her tecritte bul unan arkadaş, Haydar'a kendindeki para miktarını bildiriyordu . Haydar. para miktarına göre alım gücünü belirliyor, her hücrenin ihtiyaçlarını yazıyor ve kantine sipariş veriyordu . Parası gelmeyen, imkanı olmayan arkadaşl ar b u imkan lardan eşit bir şekilde yararl anırdı . Buradaki eşitlik , mutlak bir eşitlikçilik anlayışı değildi . 36 numaralı hücre iki tane süt alırken, 37 numaralı hücre üç tane süt alabilircl i . Bu durum hiç kimse tarafından yadırganrnazdı . Tek sınırlama sigara kon usundaydı . Zaten sigara alımı , tecride taşındıktan bir hafta sonra, kurallara uymadığımız ge rekçesiyle bize yasaklanmıştı. Sigara bağımlılığı , bazı arkadaşlarımıza büyük sıkıntılar yaşatıyordu . Tecride taşındıktan sonra , kurallara uymamız konusunda baskılar yapıl maya başlandı. Henüz fiziki olarak kendimi zi toparlayamaclığımız için dayak uygulamasına başlamarnışlardı ama yakın zamanda dayak atmaya başlaya cakları gün gibi ortadaydı. Sözlü saldırılar ve hakaretler bunun göstergesiydi .
Profe syonel işkenceci Tuna Akkurt ve "ölüm hücreleri" Yeni bir yüzbaşı boy göstermeye başlamıştı. Adının Tuna Akkurt oldu ğunu öğrend ik. Bu yüzbaşı , tam bir işkenceciycli . Askerlerin saldırması yet miyormuş gibi , bazen kendisi de copla saldırıyordu . Tuna Yüzbaşı ve " amçik ağzi" deyip duran sarı teğmenin bulunduğu sayımlarda , tutuklular öldüre siye dövülüyordu. Bir haftadır tecritteyelik Şu ana kadar saldırrnadılar. Artık ayağa kalkabi l iyorcluk. Şimdilik sayımı hücrelerde alıyorlardı . Sayımda ayağa kal kıyorduk ama hiçbir yaptırımı yerine getirrniyorcluk. Yalnız şunu çok iyi biliyorduk ki, kendimizi biraz toparlacl ıktan sonra bugünlerin acısını bizelen çıkaracaklardı. Bazen arkadaşlara espri yapıyor, "Bugünlerin kıymetini bilin, yarın çok geç olabilir" diye takılıyordurn. Askerler kendilerine göre emirler yağclırıyorlardı:
"38 nurnaralı hücre, rahat, hazır ol, İstiki al Marşı üçüncü kıta . . .
"
Ama biz bu komutlara olumlu veya olumsuz hiçbir tepki vermiyorduk . Hücredeki t ü m eşyaları dağıtıyor, çiğneyip gidiyorlardı . Artık korkmuyorclum ama provokasyona d a gelmek istemiyordum. Sigarayı yasakladıkları yetmiyormuş gibi , ziyaret ve havalandırma yasağı da koydular. Arkadaşların büyük çoğunluğu , iki aydır ziyaretçisiyle görüşemiyordu . Ailelerin çok büyük acı çektiklerini duyuyorduk . Hiç kimse ne halde olduğumuzu bilmiyordu . Ancak mahkemeye çıkanlarda n haber alabiliyorduk.
3 1 4 i ZAMAN ZINDAN I Ç INDE
Hücreler arasında konuşmalar yasaktı ama biz bu yasağa da uymuyor duk . Nöbetçiler çıldırıyordu . Diğer koğuşlardaki ve hücrelerdeki tutuklulara, her isteel iklerini yaptırıyorlarclı ama bize hiçbir şey yaptıramıyorlardı. Bazen coplarıyl a kapılara salclırıyor, kapıyı copluyorlardı. Artı k günleri saymaya başlıyorduk . Kaçıncı gün saldıracaklarını merak ediyorcluk. Bugün, Tecrit 1 - Arka 'ya getirilmemizin sekizinci günüydü. Sonunda yaptınıniara başladılar. Sabah sayımında marş söylememizi istediler. Reddettik. Hayda r'a doğru cop salladılar ve Haydar kendisine sallanan copu tutnı . Haydar' ı dışarı çıkardılar ve acımazsıca vurmaya başladılar. Dayanamayarak hücre kapısına yöneldim . Parmaklıklara sa rılıp slogan atıyorclum: ·' Kahrolsun işkence , kahrolsun zulüm! " Hücre k:ıpısını coplanıaya başlamışlardı. "Beni de çıkarın" diye haykırıyorclum . G a rdiyan kapıyı açtı ve beni d e dışarı aldılar. Haydar ile beni, koridorcia öldüresiye dövüyorlardı . Askerlerin başında Tuna Yüzbaşı vard ı . Dayaktan sonra b i z i tecride koymadılar. Kollarımızdan sürükleyerek daha önce hiç görmediğimiz bir badruma indirdiler. Tutuklular arasında "ölüm hücreleri" diye anılan yeni yeraltı hücreleri inşa ettiklerini cluyuyorduk; burası, o hücreler olmalıydı. Boclrumcla sıra sıra demir kapılar vardı . Kapılarda hiçbir ele lik yoktu . Büyük bir şangırtıyla kapıyı açtı lar ve beni içeriye iteklecl iler. İçerisi zindan gibiydi.
Tahutluk İçeri girdiğimde bambaşka bir şeyle karşı karşıya olduğumu gördüm. Bu rası hücre değil, bir tabutluktu . Bir metre eni, bir metre boyu vardı . Zamanla gözüm karanl ığa alışarak kapı altında çizgi gibi bir yerelen sızan ışıkla hüc reyi incelemeye çalışıyordum. Tavanı oldukça yüksekti . Sağa sola bir adım dahi atamıyordum. İ çerisi karanlıktı . Tuvaler ihtiyacını karşılamak için plas tik bir ördek vermişlerdi . Büyük ve k üçük çişimi yapmak için. Küçük bir biclonda su vard ı . Neyse ki suyu düşünmüşlerd i . Temizlik ko nusunda çok titizdim . Daha doğrusu , ortaokuldan beri temizlik fobim vardı . Burada zorlanacağıını clü şünüyorclum . İçimelen bir ses, ''Alışırsın; bunca da yağa , işkenceye dayandın, buna haydi haydi dayanırsın" diyordum. Dayanacaktım, başka çarem var mıydı? En azından şimdilik böyle düşü-
HALIL GÜVEN 1 3 1 5
nüyordum. B u za mana kadar. onların istediği gibi b i r tutuklu olmadım, bun dan sonra da olmayacaktım. Beni dövebilirler, bana işkence yapabilirlereli ama benim kimliğimi ve kişiliğiınİ yok edemezlerdi. Onlar bana raha t yüzü göstermediler, ben de onları rahat ettirmeyecektim. Bana vurdukları her cop onların yakalarını bırakmayacaktı . Uykularını kaçıracaktım. Belki de çocuklarını kucaklayıp severken , eşleriyle sevişirken, bana yaptıkları işkence a kıllarına gelecekti . Belki de uykularında, rüyala rında , bana yaptıkları işkenceyle uyanacaklardı. Şunu çok iyi biliyordum ki bizim direnme azmimiz karşısında etkileni yorlardı. "Bunlar nasıl insanlar" diye şaşırıyorlardı. Bunca işkenceye rağmen geri adım attıramamalarını akılları almıyord u . Onlar istemeseler de bize yap tıklarından dolayı biz onların hayatının bir parçasıydık artık. Ü stelik bizden korktukları kesindi . Korkuyorlar ve korkmaya devam edeceklerdi . Gözlerim tabutluğa alışmaya başladı . Kapıyı yumrukladım ve Haydar'a seslendi m . Haydar, "Ben buradayım" diye cevap verdi .
Tahutlukta hayat Zemin betondu ; yerde battaniye veya herhangi bir tahta parça sı yoktLı . Betona oturdum. Çişim geldiğinde ördeğe işedim. Tabutluğun içini ağır bir çiş kokusu sardı. Birkaç saat sonra kokuya alıştım. Koridordaki nöbetçi ışığı söndürdü ve tabutluğun içi z indan gibi karan lık oldu . Uyumaya karar verdim . Yere oturdum ve ayaklarımı uzattım. Ayak larım karşı duvara çarpıyordu . Uzun süre aynı pozisyonda kalmak yanıyordu . Yana kıvrılıp anne karnındaki bebek gibi yattım. Dizlerimi göğsüme doğru çektim, iyice büzü ldüm. Uykuya dalmak bir hayli zordu . Gece bir ara aya ğımı uzatmaya çalışıyordum ama ayağıının d uvara çarpmasıyla uyanıyorclum. Sabaha doğru üşüdüm. Isınmak için hareket etmeye karar verdim. Doğ rulup ayağa kalktım. Müthiş bir sessizlik vardı. Yerimden saymaya ve nefes netese kalıncaya kadar zıplamaya başladım. Kapı altından ıninnacık da olsa bir ışık belirdi . Bu sızan elektrik ışığı değildi . Koridonın, aşağıdan yukarıya bakan penceresinden gelen ışık olmalıydı . Sabah olduğunu hissediyorduın. Biraz sonra kapı açıldı . Bir asker, elinde büyük bir tenekeyle karşımda du ruyordu . Önce bu duruma bir anlam veremedim . Asker, asık bir suratla bana baktı ve sertçe "Pisliğini boşalt'' dedi . Anlamaclım. Ördeği işaret ediyordu . Tiksinerek, ördeği tenekenin içine boşalttım . Asker de az geride koku alma mak için bumunu tutuyord u .
316 1
ZAMAN' ZINDAN I Ç I N D E
Ta butluğun kapısı kapandı. Şimdi de Hayda r'ın tabutl uğunun kapısını açı yorch Yüzümü yıkamak isteelim Elime suyu döküp yüzüme çarptın1 fakat tabutluğun içerisi ıslanıyordu . On beş dakika sonra kapı tekrar açıld ı . Aynı asker karşımda , karavanayı yere bırakmıştı . Eli burnundayclı . Bir bütün ekmekle bir tabak çorba verdi ve kapıyı tekrar kapattı. Kapı a çılıp kapandıkça, gözüm içerisini görmekte zorlanıyordu . Bir ay dınlık bir karanlık olunca, karanlığa a lışmak bir hayli zaman alıyordu . Çor bayı dökmemek için yerimden kıpırdamıyordu m . Gözüm karanlığa alışınca ekmeği parçaladım ve çorbayı içmeye başladım. Çorbayı son damlasına kadar içtiın . Tabağı yıkama şansım olmadığı için çorba bulaşığını ekmekle iyice sı yıı·dım ve bir kenara yerl eştirdim . Bir metrekarelik alana , bidon , ördek ve ta bağı koyunca , benim hareket alanım iyice kısıtlanmıştı. Bir sa a t kadar sonra , büyük çişim geldi ve örd eğin üzerine oturdum. Hücre içini müthiş bir koku sardı . İnsanın kendi çişinin kokusu olmasına rağmen çok kötü bir koku ! Epey bir süre sonra o kokuya da alıştım Haydar ile konuşmak istiyordum ama nöbetçi durmaksızın kapıyı copla
maya başlamıştı . Gürültüelen ne benim söylediğim ne de Haydar'ın söyle diği anlaşılıyordu . Birbirimize sadece , cümle başlangıcındaki kelimeleri duyurabiliyorduk. Nöbetçiler, sesimizi duyduğu anda kapıları coplamaya baş lıyorlardı. Asker ''Yasa k" diyor, başka bir şey demiyordu. "Ya
git kardeşim, ben senin yasağını tanımıyorum" diyordum, o hiç dur
madan kapıya vuruyordu. Neyse ki biraz sonra nöbet değişimi oldu ve ya sakçı nöbetçi , nöbeti bir başka askere bıraktı . Yalnız bizim yasakçı giderken, yeni nöbetçiyi de tembihliyordu : '·Bunları birbiriyle konuşturma ." Biz bu du ruma aldırmadık ve konuşmaya devam ettik. Nöbetçi , arada bir olanca kuv vetiyle kapıya vuruyordu ve ileri doğru adımlıyordu . Ama hi"ıcrelerimizden gelen kokuya uzun süre dayanacaklarını sanmıyordum . B iraz uzaklaşıyor lardı az sonra . Sabah tuvalerinden ve kullandığım sudan dolayı, ördek ner deyse taşmak üzereydi zaten . Öğle yemeği geleli. Kapı açıldı. Karavana dağıtan askerin bir eli kepçede diğer eli burnundaydı. Kokudan bumunu kapatıyordtı . Yüzüme büyük bir öfkeyle bakıyordu . " Komutanl arınızın sayesinde bu kokuyu kokluyorsunuz" dedi m . Asker anlamsı zca gözlerime baktı. O zaman fark ettim ki gözleri , ölü balıkgözüne
HALIL GÜVEN
1 317
benziyor, hiçbir yaşam coşkusu yoktu , mutsuz olduğu yüzünden bell i olu yordu . Karavanada ıspanak ve makarna va rdı. Tek tabak verdikleri için asker, ıs panağın ü zerine makarnayı boca ediyordu . Bu tabutlukta zaman geçmediği için insan hem çabuk acıkıyor hem de yemek insana bir meşgale gibi geli yordu . Yemeği kaşıklamaya başladım . Her iki yemeği de tuzla doldurmuş lardı . Aç olduğum için mecburen yiyordum. Başlangıçta , neden bu kadar tuz attıklarımı bir anlam veremiyordum. Birkaç dakika sonra yemeğe bu kadar tuz atmalarının nedenini anladım . Susayıp su içmemizi ve her dakika işememizi, örelekteki pisliğin tabutluğa taşmasını istiyorlardı . Susasam da örelekteki pislik tabutluğa dolsa da üstüm başını bok olsa da bu yemeği yiyecektiın. Çünkü açtım.
Çişe direnmek dayağa direnmeye benzemiyor Yemeği yedim ve üzerine kana kana su içtim. Karnımda şişkinlik belirdi. Epey b ir süre çişe direnclim. Çişe direnmek, dayağa direnmeye benzemi yordu . B ir süre sonra işemek zorunda kalıyordum . Ördek iyice dolduğu için bu defa da yere işiyorcluın. Hücrenin her yan ını çişiınl e ıslanmıştı . Yerler ıslak olduğu için dikiliyorclum. Birkaç saat sonra , beton birazcık olsun ıs laklığı alınca popomu yere koyup ayaklarımı duvara doğru diktim. Dik kenar üçgenelen farkım kalmadı. Akşam yemeği geleli . Yine karavanayı dağıtan asker bir eliyle bu munu tutuyor, bir an önce yemeği verip kapıda n uzaklaşmak istiyordu . Bu kez bir tane ele tabak getirmişti. Tabağı , büyük bir ihtimalle, bizim tecritteki arka daşlarda n aldılar. Yemekte kuru fa sulye ve bulgur pil avı vardı. Buraya geleli iştahım açıldı . Karavanacıya "Yemeği fa zlaysa koy" dedim ama o , sadece bir kepçe verdi. Yüzüme dahi bakmıyordu . Kapı kapandı. Büyük bir iştahla ye meği kaşıklamaya başladım . Nazım'ın dediği gibi ekmeği "son lokmasına kadar" yiyordum . Tabakları iç içe, ördeğin tam zıt istikametindeki köşeye yerleşti rdim . Bizi burada kaç gün tutacaklarını bilmiyordum . Çok da umurumda de ğildi . Arkadaşlardan uzak kalmak zordu ama olsun , direnecektim
Ağlamak istiyorum Yukarılardan sayım mangasının ayak sesleri geliyordu . Merdivenlerden hışımla iniyorlardı. Kapı açıldı, tiksinerek geri çekildiler ve hızla kapıyı ka pattılar. " Battaniye verin" diye bağırdım ama duymazlıktan geliyorlardı.
3 1 8 1 ZAMAN ZINDAN I Ç i N D E
Hiç zaman geçmiyordu . B ildiğim tüm şiirleri, kendi duyacağım bir sesle okuyordum. Ba bam aklıma geliyordu . Ak saçı, aksakalıyla günlerce cezaevi kapısında bekletmişlerdi adamcağızı. Açlık grevindeyken, gözlük başçavuş iki kere ba bamın ziyarete geldiğini ve açlık grevini bırakırsam , görüşme yaptıracağını söylemişti a ma ben reddetmiştim. Büyük bir ihtimalle, hiçbir haber alamadan köye geri dönmüştür. Ya annem, o nasıl dayanıyor bu duruma b ilmiyordum. İçim sızlıyor, yüreğim parçalanıyordu ama yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Ağlamak istiyordum. İçime doğru akan gözyaşlarım, İsteğime daha fazla dayanarnadı ve aya kkabılarıının üzerine şıp diye damlad ı . İçimden hıçkıra ra k ağlamak geçiyor ama bu zal i mler hıçkırıklarımı duymamalı! Ağladığını duyulmasın diye peş peşe öksürdüm. Zor da olsa kendimi toparlayarak göz yaşlarımı gömleğimin ucuna silclim. Uyumak
ve
her şeyi unutmak istiyordum. Yere oturdum ve uykuya daldım.
3 · gün. Beni burdan çıkarmazlar Bugün, tabutluğa getirilişimizin üçüncü günüydü. Diğer arkadaşları merak
Tahutlukta
ediyordum. Bizelen sonra , onlara neler yaptılar bilmiyordum ve daha uzun bir süre de bilebileceğimi sanmıyordum. Bu adamların, beni buradan çıkaracaklarına dair hiçbir umudum yoktu . "Niye çıkarsınlar ki'' diye düşünüyordum. Benim bu durumumdan, sadece d i renen arkadaşların haberi vardı . Onların da dışarıyla bağlantısı yoktu . Bağ lantısı olsa ne olurdu ki? En fazla a ilelerine veya avukatlarına haber verirlerdi . Aileler, avukatlar, herkes korkuyordu . Kaldı ki benim avukatını dahi yokttı . Ailem, bana yüzlerce kilometre uzaktaydı . Hiç kimse, bu adaletsizliğin, hq kuksuzluğun, viccl ansızlığın neden yapıldığın ı sormuyordu . Herkes, sus pus olmuştu . İnsan bir kez korkuya teslim olursa , korkunun girdabına girerse, hem kendine hem diğer insanlara hem de çevresine öylesine yabancılaşıyorclu ki duyarsızlık had safhaya çıkıyordu . İnsanlar korkunun tutsağı olmuştu . Ha l buki korku, onlara onursuzca sefil bir hayattan başka bir şey sunmuyordu . Cunta cıların istediği, tam da bu değil miydi? İnsanları korkuyla teslim aldık tan sonra, egemenliklerini sürekli kılmak için her türlü adaletsizliği yapıyor lardı . Toplum üzerinde hegemonyalarını kurup , ötekini düşman veya vata n haini ilan ettikten sonra işkence yapmak, dövmek , idam etmek, onlar için meşruydu artık. Öteki vatan haini damgası yedikten sonra, kendileri "vatan sever" olarak her şeyi yapınaya muktedirdi . B irilerinin çıkıp , " Esas vatan haini , bu ü l kenin gençlerini baskı, dayak, iş-
HALIL GÜVEN 1 3 1 9
kence v e ölümle yok ederek toplumu tahakküm altına alanlardır" diye hay kırması gerekiyordu . Bizleri, anayasayı "tebdil, tağyir, ilga"dan yargılayanlar, parlamentoyu ka pattılar. Anayasal düzeni ortadan kaldırarak, kendi diktatörlüklerini egemen kıldılar. işkence yapıyorlar, idam ediyorlar, insanları sokak ortasında kur şu nluyorlar, "Asmayalım da besleyelim mi" diyorlardı. Bu kadar ftıtursuzca davranmalarının nedeni , toplum üzerinde yarattıkları korku olsa gerekti . Meyda nlara çıkıp, parlayan apoletlerinden yansıyan güneş ışıklarıyla halkın gözünü boyuyorlardı . Sevgili Erdal Eren·in nüfusa bir yaş büyük yazıldığı açığa çıkmasına rağ men ya ş tespitine bile gerek görmeden , on yedi yaşında ida m ettiler. Birile rinin çıkıp, " Siz katilsiniz, siz işkencecisiniz , siz insanlık düşmanısınız" demesi gerekiyordu . Bu katillere , bunu söylemek çok mu zordu1 Nasıl olsa bizleri yok etmiyor muydu b u eli kanlı katiller? Kaybedecek neyimiz kaldı? Ölüm, elbette ürkütücüydü ama aşağılanarak ölmek, ürkütücü olmakta n öte , tik sinti vericiydi . Bu düşünceler, direnme azmimi bin kat daha artırıyordu . Kapı açılıyor, bir asker elinde tenekeyle örelekteki pisliği boşaltmaını bek liyordu . Yüzüne bakılırsa, bana karşı öfkeliydi. Eliyle ağzını ve bumunu ka patıyorclu . Aslında bu durumdan ben de utanıyordum. Bana bu muameleyi reva görenler, sözde bu vatana hizmet ettiğini söyl ediği gencecik askerlere bok taşıtıyorlard ı . Acaba bu askerler, bu durumu sorguluyorlar mıydı? Sanınıyorclum. Yüzlerindeki ifadeye bakılırsa , bu askerler de esas suçlu ola rak bizi görüyorlard ı . Ördeği boşalttını . G örüntüsü insanın m idesini bu lanclırıyorclu . Nöbetçi, öfkeyle kapıyı kapattı ve beni yalnızlığımla baş başa bıraktı. Ördeği boşalttırn, şimdi büyük çişimi yapabilirdim . Temizlik takıntımı üze rimelen atmam gerekiyor, yoksa ördek hemen doluyordu . Ne kadar az su kul lanırsam o kadar iyiydi. Ertesi sabaha kadar idare etmek zorundayclım. Ördek dolmamalıydı. Suyu çok az kullanıyordum. Her an bulaşıcı bir hastalığa ya kalanabilirdim. Hücre yeraltında olduğu için her yanda rutubet vardı . Elime su döküyor ve taburluk içerisine dağıtıyordum. Havlu veya bez parçası ben zeri bir şey yoktu . Islak elimi pantolonuma sildim. Haydar'ın pek sesi çıkmı yordu . Nasıl olduğunu sordum. İyi olduğunu söyledi . "Ben de iyiyim" dedim. Öğle yemeği geldi . Nohut ve pilav var. Yemeğin tuz çorağından farkı yok . Yemeğin sonuna doğru , nohut büyüklüğünde b i r taş dişime rastladı ve bir elişim kırıldı . Yine de yemeye devam ediyordum. En son bulgur tanesini de mideye indirdim.
320 i ZAMAN Z I NDAN I Ç i N D E
Günlerdir sigararn yoktu . Venniyorlardı. Bir sigara olsa ne güzel olurdu! Yemek sonrası uyku bastırdı ve uyudum. Saat yok . Ne kadar uyuduğumu bilemiyordum . Za manı kestirrnek zordu ama akşam yakın olmalıydı . Ayağa kalktım , volta atmak istiyordum. Bir adım öne, bir adım geriye doğru gidip geliyordum. Burnum neredeyse duvara değecekti . Dakikalarca ileri geri oya lanıyorduın. Kapı yine açıldı ve akşam yemeği geldi. Karavanada yeşil mercimek ve makarna va rd ı . Makarna makarnadan başka her şeye benziyordu . Top top hamurları karavananın içine doldurmuşla rdı . Şimdilik fazla iştahım yok ama sonra yemek üzere bir kenara bıraktım. Kim bilir yemeğe neler ilave edi yorlardı? İçine herhangi bir ilaç atabilirler, tükürebilirler, i şeyebilirlerdi; btm lar her şeyi yapabilirdi . Midem bu landı . Su içmek için bidonu kafama diktim ve bu düşünceler den uzaklaşmaya çalıştım.
Zaman kavramı yok oluyor Benim için zaman kavramı önemin i yitirdi artık. Sabah, öğle ve akşamı ancak karavana saatlerine göre , geceyi ise sessizlikten anlayabiliyordum. Sayım mangasının ayak sesleri geliyordu. Epey bir süre sonra kapı açıldı ve binbaşı karşımda alaycı bir ifadeyle d ikildi . Gözlerinin içine doğru sertçe bakıyordum. Gözlerini gözlerimden kaçırdı ve arkasını dönüp uzaklaştı . Kapı kapandı . Bağdaş kurup yemeği kaşıklamaya başladım . Yemek buz gibi soğuk olmasına rağmen iştahım yerindeydi . Kaşığı tabağın içerisinde gezdirdim, kum taneciklerinin cızırtısı dişlerimi kamaştırd ı. Yemeğe kum ve tuz karıştırmışlardı. Kaşığı pek dibe daldırmadan yüzünden kaşıkladıın. Ta bakta kalan kumlu yemek artığını ördeğe boşaltıp suyla çalkaladım . Örde ğin dolu olmasına aldırmadan işiyordum . Ördek ağzına kadar doldu , taştı taşaca k Gece çişim gelirse, tabutluğun içine yapmaktan başka çarem yokttı. Her tarafa sessizlik hakim olduğuna göre, saat epey ilerlemiş olmalıydı . Tabutluğa yerleştirildiğimizden bu yana dayak atmadılar. Bu kadar cezanın yeterli olacağını düşünmüş olmalılardı . Gece boyunca onlarca kez uyandım. Sabaha yakın iyice sıkıştım. Altıma kaçıracaktım. Daha fazla dayanamadım ve tabutluğu n içeris ine işedim. Duvarlar bile ıslandı . Aynı noktaya işememeye çalışıyorum ki siclik bir noktada birikmesin ve dağılsın. Artık burnum çok fazla koku almıyordu.
HALlL GÜVEN 1 3 2 1
4·
gün. Tahutlukta arama var!
4 . gün, kapı büyük bir gürültüyle açıldı . Elinde tenekeyle p islikleri top
layan asker kapıda bekliyordu . Tenekeyi tekmeleyerek kapıya doğru bırakı yordu. Örclek tıka basa doluydu . Sağa sola dökmemek için çok yavaş hareket ediyordum. Ayağıını yerden sürüyerek kapıya çıktım ve ördeği teneke nin içerisine boşalttım. Askerin pislikte n midesi bulandı ve öğürerek koridora doğru kaçtı. Nöbetçi, " İçeri gir'' uyarısı yaptı ve içeri girdim . Biraz sonra karavana geldi. Adına çorba denemeyecek kirli bir
su .
Bulgur
çorbası . Karavanacı, bugün insaflı davrandı ve tabağımı iyice doldurd u . Görüntü sünün bozukluğuna rağmen çorbayı büyük bir iştahla yedim. Biraz sonra sayım mangası, yürüyüş kararları saya rak gelmeye başladı. Basama klardan indikleri ayak seslerind en belli oluyordu . Artık hiçbir korku hissetmiyordum . Bundan daha kötüsü ne olabilirdi ki korkayım' Ellerimi ar kada birleştirip göğsümü gerdim. Kapı büyük bir gürültüyle açıldı . Sayım
çavuşu
" Çık dışarı·· diye bağı rdı.
Koridora çıktım. Arama yapacaklard ı . Bir metrekarelik alanda neyin arama sını yapacak lardı bilmiyorum. Zaten içeride tuvalet ihtiyacı için kullandığım ördek, iki tabak, bir kaşık ve küçük bir bidon su vardı . Koridorcia duvara dönmemi is tediler. Duvara dönmeyeceğimi söyledim. Anında tuş ettiler. Kürt onbaşı ta m tepe nokta mdaydı. Tabutluğun önündeki koridorcia yere yıkarak dövmeye başladılar. " Kahrolsu n işken ce . kahrolsun zulü m " d iye slogan atıyordum. Benim sloganımın ardından Haydar da slogan atmaya başladı. Bazı askerler tabutluğun sac kapılarını copluyordu . Slogan sesleri onları rahatsız ediyordu . Beni tekrar sürükleyerek tabutluğa attılar. İçeri giren askerlerden bir tanesi, bi linçli veya bilinçsiz tabağa basmış ve kırmıştı . Neyse ki tabağın diğeri sağla m duruyordu . Sağlam olanla sulu yemek, kırık olanla kuru yemek alacaktım . Haydar'ın tabutluğunu a çtılar. Birkaç dakika sonra da Haydar' ı dövmeye başladılar. Bu kez ben içeride, Haydar dışarıda slogan atıyorcluk . Bir süre sonra taburluğu terk ettiler. Vücudum yine sızlıyordu . Betondan ka lkmaya rak uzun süre yattım. Çıplak beton üzeri ne
uzun
süre yarmaktan yaniarım ağ
rıyordu . Ayağa kalkıp ileri geri adımlar atarak volta attım. Tuvalet ihtiyacımı giderdim. İyice kirlencliğimi hisseeliyor ve kaşınıyorciurn. Elimi kafama attı ğırnda , tırnak aralarıının kirle dolduğunu görüyordum . G öğsümü ova\adı ğımcla top top kirleri yuvarlıyor ve misket gibi fırlatıp atıyordum.
322 1 ZAMAN ZINDAN I Ç iNDE
Öğle yemeği için kapı a çıldı . Patates ve pirinç pilavı var. Önce patatesi, ardından kırık tabağı birleştirerek pilavı aldım. Ka rava nacı "Niye kırcim ulan tabağı?" ded i . "Arkadaşların kırdı" diye cevapladım. "Yalan söyleme ulan" diye söylendi. "Siz insan değil siniz" diye ba ğırdım . Kepçeyle bana vu rmak istiyordu . Bakışiarımdan ürkerek geri çekildi ve kapı kapandı. Bugü n doymuyordum, kalan ekmeğin hepsini yedim . Akşama sade ye mekte yetinecektim. Tabaklarımı tertemiz sıyırıp yerlerine koydum. Yedikle rimi eritmem lazım. Ayakta bir ileri bir geri sallanıyorclum . Buradan çıkma umudum yoktu . Çok önemsemiyordum da . Alıştım bu raya . Hiç olmazsa kafamı d inliyordum. En azından, diğer koğuşlarda söyle nen marşları, dayak seslerini duymuyordum. Aslında yukarıların gürültüsü zaman zaman geliyordu ama ne söyledikleri a nlaşılmıyordu . Tabutl ukta ol mama rağmen psikoloj ik olarak rahattım . Sadece, yukarıda, tecritte kalan ar kadaşları merak ediyordum . Onların da bizi merak ettiklerini biliyordum. Haydar"a sesimi duyurmak için bağırmak zorunda kalıyon.lum . Dışarıda nö betçi olduğu için rahat konuşamıyorduk. Havadan sudan şeyler konuşuyor duk çoğunlukla . Akşam yemeği geldi. Kunı fasulye ve makarna . Kapı kapandı. Yemeği so ğutmadan yedim . Artık günleri saymayacağım . G ünleri saydıkça , zaman geç mek bilmiyordu . Kafamı başka şeylerle meşgul ediyor, burada kaldığım süreyi unutmak istiyordum ama bir türlü unutamıyordum .
Günler günleri kovaladı . . . Günler günleri kovatadı ve nihayet, yirmi bir gün sonra, bir öğle vakti ta butluğun kapısı son kez açıldı. Haydar ile birlikte tabutluktan çıkarıldık . Işığa bakmaina bir hayli zorlanıyordum. Koridorlardan geçiri p eski yerimize , Tec rit 1 -Arka'daki hücremize yerleştirdiler. Bülent ve Mehmet ile birbirimize sa rıldık. Diğer hücredeki a rkadaşlar, nasıl olduğumuzu sordular. Nöbetç iler " Konuşamazsınız " diye bağırıyordu ama biz onları dinlemiyorcluk. Arkadaşlara , başımızdan geçenleri anlattık Yakın bir zamanda , kendile rinin de bu taburlukların ziyaretçisi olabileceklerini hatırlattık Bülent de her akşam ve sabah bir bahane bulup kendilerine dayak atıldığını anlattı . Her tarafıımı kir içindeydi . Yıkanma önceliğini ben aldım . Sıcak su a kı yordu, hemen yıkanmak için harekete geçtim . Çabuk ol mam lazıındı ki su
HALiL GÜVEN 1 323
kesilmeden Haydar da yıka nabilsin. Bülent, iç çamaşırlarından bir tanesini bana verdi . Çabucak yıkandım ve sırayı Haydar'a bıraktım . Tabutlukla tecrit hücreleri kıyaslandığında, tecritl er beş yıldızlı lüks otel gibi geliyordu şimdi . Yirmi bir gündür yatak yü zü görmemiştik. Yatağa uzan dıın, öylesine rahat ki! Hala gözlerim ışığa alışamamıştı . Yirmi bir gün kara nlıktan göz aydınlığa hemen a lışamıyord u . Birbirimi zi özlemiştik . Onların yanında kend imi gü vende hissecliyorclum. Akşam yeıneğine kadar sohbet ettik. Bülent, a rada bir sarılıp yanaklanmdan öpüyordu beni .
T ahutluğa göre hücre
5
yıl d ızlı otel
Nöbetçiler, yemek düzeni almamız konusunda uya rıyordu . Salata yaptık. Salatalığın kokusu hücreye yayılıyordu . Nihayet ka rava na dışında bir şey yi yecektim. Yemek dağıtılıyordu . Karavanayı dağıtan asker, '·Fa zlasını isteyen var mı?" diye bağırdı. "Biz atabil iriz" diye seslend im. Doymak bilmiyordum. Karavananın ardından çay geleli. Çaydan başka her şeye benzeyen bu sa rımtırak suyun tadı bile bir başka geliyordu . Üç hafta sonra ilk defa sudan başka bir şey içiyordum . Bu arada nöbetçiler değişmişti . Yeni gelen nöbetçiler, sessiz, sakin birile rine benziyordu . Nöbetçi, hücrenin önünden geçerken hücre kapısına iyice yaklaştı, birisini gözetler gibi ön tarafa baktı ve parmakl ıklar arasından içe riye bir sigara paketi attı. Birinci sigarası . Önce, bu duruma bir anlam vere medim. Şaşırıp kalmıştı m . Daha sonra , bir a rkadaşın bu sigara işini örgütlediğini öğrendim. Kırk beş gündür sigara bize yasaktı . Mahkemeye çı kanların ara sıra ceketlerinin iç cebini delerek astardan içeriye atarak getir dikleri sigara dışında sigara içemedik . Nöbetç i , kokusu ortalığa yayılırsa , sayım mangasının ve komutanla rının dikkatini çekeceğini, bu nedenle sigarayı sayımdan sonra içmemizi istiyordu . Biz d e sigara keyfini sayımdan sonraya erteledik Sayım mangası, yeri göğü inleterek geldi. Çavuş cırtlak sesiyle bağırıyordu : "Tecrit 1 -Arka ." Hiç kimseden ses çıkmadı. Çavuş komutunu tekrarlıyordu : "Tecrit 1 -Arka ." Yine hiç kimseden bir ses çıkmadı . Askerler hücrelere daldı . Ellerimiz arkada , önümüz duvara dönüktti . Hücre içerisindeki eşyaları arama bahanesiyle dağıtıyor, parça lıyorlardı . Olay çıkarmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Provokasyona gelmiyor, yap-
324 1 ZAM1\N ZİNDA..N İ Ç İ N D E
tıklarımı sadece seyirci kalıyorduk. On, on beş d akika a ramadan sonra hüc releri terk ettiler. Bu akşam hiç kimseye dokunmadılar. Şaşırmıştık Sayım mangası, şu anda Tecrit 1 -Ön'de sayım alıyord u . Her hücreden değişik marş sesleri geliyordu . Karmakarışık bir ses ve bu sese eşlik eden cop sesleri kulaklarımı zonklatı yordu . Anlaşılan, düşük sesle marş söyleyen devrimcileri dövüyorlardı. Sayım sona erd i . "Yat" komutu verildi a m a biz komutlara uymadığımız i ç i n aldırma dık Zaten, şu anki nöbetçiler bizlerle hiç uğraşmıyorlardı. S igarayı sakladığımız yerden çıkarıp bir tane yaktık. Önce Bülent bir fırt çekip bana veriyor, ben bir fırt çekip Hayda r'a veriyordum. Mehmet sigara içıniyordu . Sigara elden ele dolaştığı için arka kısmı ateş gibi oluyordu . Si garayı ekonomik kulla nmak zorundaydık. İki aydır ilk içtiğim sigara olduğu için başım dönmeye başladı ve müthiş keyit1endim. Yatakların üzerinde otu rup sohbet ettik . Mehmet üst ranzada , Haydar alt ranzada , B ülent ve ben de yere yatak serdik Yirmi bir günlük beton yatağ ın ardından , bu yataklarda yarmak beni oldukça rahatlattı . Beton sa nki yanlarımı çürütmüştü . Uykuya dalmakta gecikmedim. Yatak öylesine rahat geleli ki sabaha kadar hiç uyan madan uyuınuşum. Sabah nöbetçilerinin ''Koğuş ka lk" uyarısıyla uyandım ama onları pek cid diye almadım . Nöbetçiler oldukça saldırgandı . Biziefi rahatsız etmek ve ayağa kaldırmak için hiç durmaksızın kapı parmaklıklarını copluyorlardı . Bu gürültüele uyu mak imkansızdı . Ayağa fırladım ve onlara kurallara uymadığımızı tekrar an lattım . Tabii ki onla r için bir şey fark etmedi . Durmadan kapıları copluyor ve " Kalkın ulan" diye bağırıyorlardı . Nöbet çiler, bizleri uyutmamakta kararlıydı. Hep birlikte kalktık ve yataklarımızı dü zelttik. Asker, " Çorba düzeni al" diye komut veriyordu ama biz çorba almak is temiyorduk. Kalıvaltı ya pacaktık Peynir, zeytin ve reçelimiz va rdı . Çorba nın ardında n gelen çayda n birer bardak çay aldık ve kahval tıya oturdu k . Nöbetçiler, " Eğitim düzeni al" diye bağırmaya başladı. En sonunda patla dım ve bağırmaya başladım. Hiçbir kurala uymak istemediğimiz i ve eğitim yapmayacağımızı, gerekirse nöbetçi subayını çağırmasını söyleelim ama nö betçi , " Sen ne diyorsun ulan?" diye h ücre kapısından bana doğru copunu sallıyordu. Hücre kapısı açık olsa nöbetçi beni parçalayacaktı . Nöbetçi, bizlere eğitim yaptırtamayacağını a nlıyordu . Sert bir elille "İyi,
HALiL GÜVEN i 3 2 5
sayımda görüşürüz" diye tehditler savurarak hücre önlerinde dolaşm aya baş ladı. B izim hücrenin önünden geçerken de ikiele bir "görüşüıi'ı z'' dereesine kafa sallayıp beni kışkırımaya çalışıyordu . Bu saba h sayıında dayak atılacağını kestirrnek zor değildi.
Uymuyoruz, uymuyoruz, uymuyoruz Saat dokuza doğru , sayım mangası Tecrit 1 -Arka'ya geldi . Komutlar peş peşe geliyordu ama kimse bu komutları dikkate a lmıyordu . Gardiyan, hücre kapılarını sırayla açtı . İçimden bir ses " Dayağa hazır ol" d iyordu . Dayağa ha Zll·dım. Artık onların dayağından çok fazla korkmuyorclum . Dayak yiye yiye , korka korka korku duvarını aşmıştıın. Zaten dokuz aydır her gün öldüresiye dövüyorlardı. Bizim hücrenin kapısı açıldı. Sayım çavuşu ve birkaç tane asker daha hüc reye girdi, sağı solu karıştırmaya başladılar. Gözlerim üzerlerindeydi. Bir ba hanesini bulup bana çalacakla rını biliyordum. Hücre içerisindeki tüm eşyaları dağıtıyorlar ve ayaklarıyla eziyorlarcl ı . Bir an içimelen bağırmak geldi ama kendimi frenleclim. Diğer hücrel erin kapıları kapanıyordu . Askerler, tam bizim hücreden çıkmak üzereyken, sayım çavuşu gömleğimelen tutup beni dışarıya doğru çekiştirdi . "Bırak yakamı" dedim . Çavuş, "Nöbetçiye neden karşı geldin" diye soruyordu . "Ben sizin hiçbir kuralınıza ve komutunuza uymuyonım" d iye cevapla dım. Beni çekerek dışarı çıkardıla r ve hücre kapısını kapattılar. Koridorcia tek başıma , askerlerin arasındaydım. Aniden her yanundan coplamaya başladı l ar. Olanca gücümle, ·'Ka hrolsun işkence, kahrolsun zulüm " diye slogan at maya başladım. Aynı anda Tecrit 1 -Arka'daki arkadaşların hepsi bu slogana . '
katıldılar. Acımasızca her yanımı coplamalarma rağmen bu slogan sesleri tüm acıını azaltıyordu . Sanki hiçbir acı duymuyorclum. Döverek ve sürükleyerek havalandırma boşluğuna çıkardılar. Tuna Yüzbaşı karşıma dikilmişti . Askerlere "Bırakın" d iye emir veriyord u . Askerler b e n i bıraktılar v e koliarımdan tutarak ayağa kaldırdılar. Esas duruş gösterınemi bekliyorlardı . Esas duruşa geçmedim. Yüzbaşı Tuna sinirleniyordu . Yüzünün rengi kıpkı rmı zı olmuştu . Askerlerin karşısında beni yola getirememesi onu daha da kızdırıyordu . Askerler kolumdan sıkı sıkıya tutmuştu . Yüzbaşı, suratıma sağlı sollu iki tokat patlattı . Slogan atmaya devam ediyordum .
326 1 ZAM."'"'/ ZiNDL\.N iÇiNDE
Yeniden yere yıktılar. I-ler tarafımı coptan geçiriyorlard ı . Tecrit 1 -Arka'dan hala slogan sesleri geliyordu . Dayak sona erdi ve beni sürükleyerek hüc reme attılar. Onca dayağa rağmen direnişin yarattığı psikolojiden dolayı ınutluydum . Tüm tecrit, tek yürek tek yumruk olmuştu . Diğer hücrelerdeki arkadaşlar, nasıl olduğumu soruyorlardı . İyi olduğumu _
söyledim.
Nöbetçi, sırırarak hücre önünden geçiyordu . Sanki büyük bir marifet yap mış gibi , yüzüme bakıyordu . Dudaklarımın arasından tek bir sözcük dö küldü : "Zavallısın .'' Tabi i o, bunu anlamadı , aynı sırırmasına devam ett i . Arkadaşlar, sigara konusu nda bana ittimas geçiyor ve b i r ta ne sigara ve riyorla rdı. Nöbetçiye çaktırmadan içmem lazımdı . Tuvalete gidip sigaranın dumanını pek fazla dışarı çıkarma dan içtim. Öğleye doğru, sayım mangası Tecrit 1 -Arka'ya baskın yapıyordu . Her hüc reden bir iki tane arkadaşı alıyorlardı. "Nereye götürüyorsunuz" diye sorduk. Hiçbir cevap vermediler. Büyük bir ihtimalle taburluklara götürüyorlardı . Beni ve Haydar'ı daha yeni çıkardıkları için bizi a lmıyorlarcl ı . On iki arkadaşı tecritten çıkardıla r. Bizim h ücreden Bülen t ve Mehmet'i ele aldılar. Bülent ve Mehmet' i sıkı giyinmeleri için uyarıyorclum . Haydar ile b a ş başa kal dık. Haydar'a ta kılıyorduın: "Yatak , yemekler ve si gara bize kaldı ." Hayda r gülüyordu . Tecritlerde 1 3 kişi kaldık . Artık nöbetçi lerin çoğunluğu , kurallara uymadığımızın farkına vardı . Ama bazı askerler, sadece ortamı germek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Kurallara uymadı ğımızı açıkça söylememize rağmen her nöbete geldiklerinde bize sataşmak için yapmadıkları şey kalmıyordu. Başlangıçta tahammül gösteriyorduk. Ku rallara neden uymadığımızı anlatıyorduk ama onlar anla mamakta diretiyordu . Hele Manisalı b i r e r var k i adam tam provokatördi.i . Doğru dürüst konuş mayı dahi beceremiyordu . Bazen ciyak ciyak bağırıyordu . Öylesine bir ba kışı vardı ki gözleri sanki kurşun gibi içime işl iyordu . Beni onun eline bıraksalar, mutlaka öldüri.irdü . Akşam sayımında , koridora çıkmamızı i stiyor, ''Koş ulan" diye bağırıyor lardı . Emre itaat etmiyor ve yürüyerek koridora çıkıyorduk . ''Sağ baştan say" komutu geldi a m a kimseden çıt çıkmadı. Hepimize bir den sa ldırdılar bu sefer. Slogan atmaya başladık. Tecrit 1 -Arka sloganla da in l iyordu . Slogan seslerine yüzlerce cop sesi karışıyordu . Dayak on beş dakika kadar sürdü ve düdük sesiyle sona erd i .
HALiL GÜVEN 1 327
Üç aydır direniyoruz, ama sadece biz 1 98 1 yılının eylül ayındaydık Direniş, açlık grevini de eklersek üç aydır
sürüyordu . Üç ay boyunca onca dayağa, işkenceye ve tabutluğa rağmen bize geri adım attıramadılar. Yalnız, bizinıle birlikte açlık grevine katılan, ama ko ğuşta kalan arkadaşların, kurallara kısmi olarak uydukları, pasif d i reniş yap tıkları haberini alıyordu!<. Tabutluğa giden arkadaşları düşünüyordum ve üzül üyordum . Tabutluk taki koşullar, gerçekten çok zordu . Arkadaşları toplu olar;:ı k götürdükleri için zaman geçirmeleri dah a kolay olabilir diye düşünüp biraz rahatladım. Sayımdan sonra sırayla tuvalete gidip sig<ıra istihkakımızı zulada içiyo nız . Bir ara nöbetçilerden bir tanesi şüphelenir gibi old u ama ü zerinde pek fazb durmadı . Direnişin üç aydır devam etmesine , dayak atılırken "Kahrolsun i şkence, kahrolsun zulüm'' sloganların ı gırtlaklarımızı yırtarcasına h aykırmaımza rağ men diğer koğuşlardan, tecritlerden , hala en küçük bir destek veya kıpır dama yokltı . Oralarda ölüm sessizliği sürüyo rdu . Bu durumu anlamak mümkün de ğildi .
12 Eylül öncesi , yüz binleri meydanla ra toplayan , binlerce insanını ça
tışmada k aybeden d evrimci hareketin kadrolarının bu tahakkümü kabul etmesini bir türlü aklım alınıyordu . Bura d aki tahakküm, öylesine bir biçim almış ki insan olarak bile görülmüyorcluk B ir futbol topu gibi oynuyorl arclı bizimle. Tahakküme razı olanlara dahi akıl almn şeyler y<ı pıyorlardı . Her gün , en az on iki saat boyunca, ;:ımeli ve nazari adını verdikleri, icla reye göre eğiti m , bana göre işkence yapıyorlardı . Hücre içerisinde gülmek, konuşmak, emir komutsuz hareket etmek yasaktı . Çeşitli bah aneler bularak dayak atmak veya başka bir ceza uygulam<ısıyla tutukluyu bir kob;:ıy gibi kullanmak serbestti. Tutuklunun iradesini alıyorlar; onlara göre nöbetçi, bana göre birer zebani olan bu askerlere o iradeyi vererek her şeyi yapıyorlardı.
Türkiye' de neler oluyor haberimiz yoktu. Diğer hücrelerdeki arkadaşlarla sohbet ecliyorduk. Götürülen arkadaşla rın büyük bir ihtimalle tabutluğa götürüldüğünü anlattım ve diğerlerinin de bu sürece hazır olmasını hatırlattım. Aylardır tek bir gazete parçası dahi görmüyorduk . G azete yasaktı, kitap zaten yoktu . Kanlinden gelen mal zemeleri sardıkla rı, ufacık bir gazete par çası elimize geçerse onu elden ele dolaştırarak her kelimesini okuyorcluk . H i ç dikkatimizi çekmeyen magazin haberlerini bile ve hemen okumaya baş-
328 1 ZA!>L<\N Zi NDAN I Ç iNDE
lıyorduk . Dünyada, Türkiye'de ne olup bitiyor, bilmiyorduk Günü Haydar ile sohbet ederek geçiriyorduk Akşam sayımında yine saldıracaklarını düşünelük ve yanılmadık Sayım mangası, her zamanki sal dırganlığıyla hücrelere girdi ve hiçbir ge rekçe göstermeden saldırdı . Cop ve slogan sesleri birbirine karıştı . Kendimi, bir anda havalandırma boşluğunda buldum yine . Sanki ciğerlerimin parça landığını hissediyordum. Ayakkabılarımı çıkardılar. Anlaşıldı , fa l a ka çeke ceklerdi. İşierini zorlaştırmak için sağa sola dönüyor. zıpla maya çalışıyordum ama kollarımı ve ayaklarımı sıkı sıkıya tutmuşlardı . Bursalı Şenol göğsüme oturdu . Bu acımasız faşist, ilk geldiği günlerdekinden daha ağırdı. N efes alamadığıını anladılar, birazcık olsun üzerimden kalkar gibi yaptı . Ardından yine göğsüme oturdu . Falaka başladı. Daha önce çektikleri fala kadan dobyı hala ayaklarımın altı iyileşmemişti . Ayaklarımın sızısı daya nıl maz boyutlara çıkmıştı . D işlerim i sıkıyor, kafamı sağa sola vuruyordu m . Göğsüm daralıyor, beynim yerinden fırlayacak gibi oluyordu . Durumumun kötü olduğunun farkına vardılar ve dayağı sona erdirdiler. Özellikle İlha n Erdost'un24 ölümünden sonra , birazcık olsun dikkat edi yorlardı . İlhan Erdeıst'un ölümüne gösterilen tepki nin büyüklüğünden do layı, aynı cezaevi içerisinde ikinci bir ölümü göze alamıyorlardı . Yoksa bizi şimdiye kadar, özellikle de beni çoktan öldürürlerdi. Belki de yaşamımı İlhan Erdost'a borçluyclum. O ortamda, ölüm düşüncesi beni çok fazla korkutınuyordu . Z<ıten dokuz aydır her an ölümü yaşatıyorlardı. Kendimi her gün ölüp yeniden dirilmiş gibi hissediyordum. Ayağa kalkacak der.manım yoktu . Koliarımdan sürüyerek hücreden içeriye attılar. Hala tecritten sl ogan sesleri yükseliyorclu . Taburluklarda yer olmadığı için bizi şu an oralara götüremiyorlardı . Hayclar'ı da iyice dövmüşlerciL Daha fazb dayanamıyordum; tüm enerjimi toparlayarak kapı parmaklıklarından tutup ayağa kalktım. Binbaşının yüzüne doğru , "Bunla rın hesabını vereceksiniz'' diye bağırmaya başladım. Hücre içerisindeki clağınıklığı giderelik ve yataklarımıza uzandık Her iki miz de oldukça bitkinelik Tabutluktaki arkadaşlarımız aklımızdan çıkmı yordu . Onların beton zeminde yatıyor oldukları aklımıza geliyordu . Yerimizden kımıldayacak ha limi z kalmamıştı . Bir an önce uyumak isti yordum. Nevresimi üzerime çektim z,ı..
İlhan Erdost, 7
Kasım 1 980
ve
uykuya daldım .
tarihinde Mamak Cezaevi'nde dövülerek öldürülmüştü .
HALiL GÜVEN i 329
Yeter ki ufacık bir itaatsizlik haşlasaydı! Sabah nöbetçilerinin gürültüsüyle uyandık Her ne kadar kurallara uy masak da nöbetçiler bizi uyandırmakta kararlıydı . ''Kalkın ulan" diye kapıları copluyorlarclı. Bu kadar gürültü i çerisinde uyu mak oldukça zordu . Birazdan çorba gelecek ama biz çorba almayacaktık Kahvaltıyı hazırla dık ve çayın gelmesini bekledik Saat dokuz buçuğa doğru sayım mangası geldi . Bakalım , bugün ne ya pacaklardı? Sayım çavuşu her zamanki iğrenç sesiyle bağırıyordu : "Tecrit I -Arka". Kimseden çıt yoktu ama o kom utlarına devar11 ediyordu : "Tecrit 1 -Arka . Rahat" Ses yok . Çavuş komutta ısrarlıydı: "Hazır ol." Hücrelerden ses çıkmıyordu . Dört tane asker hücremize girdi ve sağı solu karıştırmaya başladı . Sadece olanları izliyorduk. Askerlerden bir tanesi lmmut veriyordu : "İstiklal Marşı, altıncı kıta başla ." Bizden ses çıkmıyordu . Diğer askerler, "Neden komutlara uymuyorsunuz ulan?" diye bağırıyordu. Cevap vermiyorduk . Saldırınaları gecikmedi. Diğer hücredeki a rkad aşlara da saldırıyorlardı . Tecrit 1-Arka , slogan sesleriyle inliyordu . Bir yandan slogan sesleri bir yan dan cop sesleri bir yandan da bazı a rkadaşların inleme sesleri gel iyordu . Dayak en az yirmi da kika sürdü . Sayım çavuşunun düdüklü uyarısıyla dayak sona erdi. Haydar'ı ve beni sürüyerek hücreye attılar. Diğer tecrittekilerin ve koğuştakilerin, bu sesleri duymamaları mümkün değildi . Onlar bu duruma nasıl d ayanıyordu , bilemiyordum. Özellikle mah kemeye çıkan arkadaşlar, mahkemeye giderken veya gelirken , diğer koğuş ta ki arkadaşları direnişe destek vermeleri konusunda uya rıyordu . G elen haberlere göre , büyük çoğunluğun, eli renişten yana tavrı olmadığı söyleni yordu . Diğer koğuşlardan herhangi bir destek gelmemesi , idarenin tüm baskı ve şiddetini bizim üzerimizde yoğunlaştırmasına neden oluyordu . Cezaevi nin her yanında direniş başlamış olsaydı idare kısa süre içerisinde geri adım atmak zorunda kalacaktı . Çünkü her koğuşla veya tecritle bizimle uğraştık ları gibi uğraşmaya kalkmaları, onları gece gündüz meşgul edecekti. Tüm
330 i ZAMA.'! ZINDAN I Ç i N D E
tutuklularla uğraşmaya zama nları bile yetmezd i . Yeter ki ufacık bir itaatsiz lik başlasın . Ama bu itaatsizlik bir türlü başlamıyord u . İçeride kitlesel bir di reniş başlasa , dışarısı da harekete geçecekti . Direniş, örgütlülüğü yaratacaktı. D iktatörlerin en korktuğu şey, örgütlülüktü .
Dışarısı kör, sağır, dilsiz Öğleye doğru , tabutluğa götürdükleri arkadaşlardan Mustafa'nın ilaçlarını alınaya geldiler. Mustafa , bildiğim kadarıyla sara hastasıydı . Anlaşılan daha uzun bir süre tabutlukta tutacaklardı onları . Dayak uygulaması, akşam sayımında da sürdl.i . Her geçen gün dayağın şiddetini artırıyorlardı . Her mahkemeye çıktığımızcia ya ben ya Haydar, vü cudumuzdaki işkence izlerini tespit ettiriyor ve tutanaklara geçirtiyorduk. Mahkeme suç duyurusunda bulunmuştu a ma sıkıyönetim komutanlığından hiç ses çıkmadı. Bazen ken d i kendimize, kimi kime şikayet ettiğimizi soruyorduk . Aslında sıkıyönetim komutanlığına ilişkin hiçbir umudum yoktu . Zaten bu uygula maları yaptıran, esas sorumlu sıkıyönetim komutanlığı değil miydi? Yine de belki bir yararı olur diye , bıkmadan usanmadan, her mahkemede bu işken celeri dile getiriyorduk . Kamuoyundan tepkiler gelebilir diye umut ediyordum ama her geçen gün umutlarım köreliyordu . En sonunda mahkeme başkanı , samimi bir ifadeyle ··ya yeter çocuklar; görüyorsunuz , suç duyurusunda bul un uyoruz, bir şey çıkmıyor" diye itiraf etmek zorunda kaldı. Sadece dönemin Cumhuriyet Ga zetesi, en arka sayfasından "Tutanaklardan Acilciler Davası" diye duruşma nın özetini veriyordu . Özellikle cezaeviyle ilgili, benim veya Haydar'ı n tespit ettirdiği işkence izlerine ilişkin tutanaklar yayımlanıyorclu ama dışarıdaki mu halefet kör, sağır ve dilsiz olmuştu .
E n sıkı aramadan hile ge�irdiğimiz tütün Mahkemeye çıkmada n bir gün önce, daya k atmıyorlarclı ama mahkeme dönüşü , dayak atmadıkları günün intikamını alıyorlarcl ı . Her gün , en azından i k i kez koridora çıkarıla rak öldüresiye dövülüyorcluk . Tabutluğa götürülen arka daşlar, bir hafta sonra yerlerine getirildiler. B u kez de Tecrit 1 -Arka'daki tüm arkadaşların yerlerini cleğiştiriyorlardı. Ben, Hay claria rın yanından alındım ve Mustafa diye bir arkaciaşta Nai l Koç'un kaldığı hücreye atılclım. Nail Koç, açlık grevinden sonra Tecrit 2-Ön'den bize destek veren ve biz-
HALIL GÜVEN 1 3 3 1
zat direnişe katıla n bir arkad aştı . Bize uygulanan şiddete ve cezaevi ndeki uy gulamalara daha fazla claya namayarak bireysel tavır a lan biriydi . İlk A Blok'a getirilişimcle, bi tki n bir halde revir boşluğunda beklerilirken selaınlaştığım ki şiydi. Tabii ki ben bunu , onların hücresine konulduğumda öğrendim . Nail, espri yeteneği olağanüstü gel işmiş biris iydi. Esprileriyle , bizi gül rnekten kırar geçirirdi. Özellikle, Mustafa onun yaptığı esprilere katıla katıla gülerdi. Bir ara Nail ile " küçük burjuva alışkanlığı''mızdan olsa gerek, sert bir tartışma da yaşadık . Birbirimize kırılır gibi olduk ama bu kırılma direniş ruhumu za ya nsımadı . Mustafa, sigarasızlığa dayanamıyordu . Neredeyse çıldıracaktı . Bir gün, ba harattan bir siga ra sararak içmeye çalıştı . Onun a dına çok üzülüyorduk . S i gara konusunda idare o kadar sıkı red bir alıyordu ki ma hkeme dönüşünde her yanımız d idik didik aranıyordu . Bu aramalar bazen öylesine hayasızca ya pılıyor ki askerler gülerek ellerini külotu muzda n içeriye sokup karıştırıyor lardı . Amaçları siga ra bulmaktan çok bizi aşağılamaktı . Tabii biz bu aramaya diren iyorduk ama elimizi kolumuzu bağlayıp yine de bu aramayı yapıyor lardı . Onların bu aramalarına rağmen ben her mahkeme dönüşünde, hücreye sigarayla dönme başarısını gösteriyordum . Ma hkeme salonunda veya mah keme arasında arkadaşlardan aldığım yarım veya tam paket sigaranın hep sini parçalıyor, tütünü boşaltıyor, ceketimin iç cebi ni delerek delikten astarın içine boşaltıyordum. Tütün astarın arasına dağılıyor ve askerler bunun farkına varmıyorclu . Hücre içeri sinde ceketin astarını alttan parçalayıp tütl'ın ü oradan çıkarıyor, başka bir kağıtla sarıp sigara haline getiriyorduk.
Satranç takımı yapıyoruz Arkadaşların taburl u ktan çıktığı günün akşamı, sayım için koridora çıka rıldık Yüzlerimizi duvara dönmemiz emrediliyor ama kimse bu em ri yerine getirmiyorclu . Bir kısmımız hücrelerine soku luyor, bir kısnıımız dayak atıla rak kafese götürülüyorduk . Kafese götürül enler içerisinde ben de vardım . Kafeste çok fazla tutnıadıla r, bizi yine tabutluğa taşıdılar. 1 5 kişiydik. Hep beraber slogan atıyor, türkü söylüyor, fıkra anlatıyorduk . Bazı arkadaşlar. bir metrekarelik tabutlukta iki kişi kalıyordu . Birbirimizin kokusu na dayanama yacağımızı sanıyorlardı ama en kısa zamanda herkes herkesin kokusuna alı şıyorclu . Bu kez tabutlukta dört gün tutulup tekrar hücrelerimize çıkarılclık. Bu arada Anka ra ' nın Çinçin senıtinden olduğu söylenen bir gardiyan
332 1 ZAMAN ZINDAN I ÇINDE
peycia oldu . Büyük bir ihtimalle Romen asıllıydı . Askerler bu garciiyanı bı raksa lar, bizi parçalayacakt ı . Askeri cezaevi olduğu için müsaade etmiyor lardı. Bu gardiyan kapıyı açarken veya kapatırken mutlaka tutukluları aşağılamaya çalışıyordu . Tabii ki biz buna da müsaade etmiyorcluk. Nail ve Mustafa ile aynı hücrede , bir ay kadar kaldım. Bu bir ay boyunca da dayağa hiç ara vermediler. Beni, bir akşam tekrar Haydarların hücresine naklettiler. Yine B ülent ve Mehmet de bu hücrede . Özellikle B ülent ile çok iyi anlaşıyordum. Hatırla dığım kadarıyla B ülent benden bir yaş küçüktü . Ben yirmi iki yaşındaydım , o yirmi bir yaşında . Benden küçük ama cüssesi benim iki katımdı . O kadar olgun bir arkadaştı ki, bazen şaşırıyordum . Sanki çok uzun yıllar yaşamış, ölmüş ve tekrar cioğmuştu . Çocuk yaşına rağmen hayatın eğittiği bilge kişi lerden bi risiydi. Tüm eyleyiciliği ile insanın gönlünde taht kuıuyordu . Yü zünden gülü msemesi hiç eksik olmuyordu . Sadeliği ve cliğerkamlığıyla bana güven ve huzur veriyordu . Ona bakınca, içimi yaşam sevinci kaplıyordu . Yaşı benden küçük olmasına rağmen sanki benim ağabeyim gibi sevecen davra nıyordu . 25 Haydarların hücresine geldiğime onlar da seviniyordu . Akşam sayımında yine m üthiş bir dayak atmışlardı . Sayımda bu kez Tuna Yü zbaşı vardı . Adam yürürken sanki zıplıyor hissine kapılıyordun . Belinde motor çalışıyormuş gibi titreyerek ve sallanarak yüıüyordu . Askerler ondan çok korkuyordu . Ertesi gün epey birikmiş ekmek içinden satranç yapmaya çalışacaktım. Birikmiş ekmek içini ellerimle iyice yoğurdum ve şekil vererek satranç taş ları yaptım. Tüm satranç taşl arına, orijinallerine yakın şekiller veriyordum . Satranç taşlarının hamurla bu kadar estetik yapılelığına arkadaşlar şaşırıyordu. Elimi çok iyi kullanıyorcium. Yaptığım şekilleri , kuruması için mutfak eşya larının içerisine saklıyordum . Hücrede boya kalemleri vardı . Bir takımı si yaha bir takımı da sarıya boyadım. A 4 kağıda da tabioyu çizdim. Satranç, oynamak için hazırdı. Sırayla oynamaya başladık . Bülent, satrançta oldukça ustaydı , hepimizi yeniyordu. Ara sıra da dama oynuyorduk. Bu arada sat ra ncı saklıyorcluk, askerlerin görmemesi lazımdı . Zaten oynarken , alt ran zada oynuyorduk . Sarı·ancı yatağın en dip tarafına , duvara ya kın koyuyorduk ki nöbetçi ler görmesi n . Öğle sonrası nöbetçilerinelen özellikle h e r zaman bizi provoke eden Ma25.
Bugün hfılfı Bülent aklıma geldikçe içim ısınır, yüzüın ayclınlanır. Ne yazık ki o ar kadaşı o günelen sonra hiç göreınecliın.
HALiL GÜVEN 1 333
nisalı askere yakalandık . i'vleğer adam, hücre kapısının yanındaki duvara ya p ışmış ve bizi gözetl iyormu ş . Farkına vardık ama ona açıklama yapmak mümkün değildi . Satrancın adını dahi bilmiyordu . ''Damayı verin" diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. ''Ne daması'" diye so ruyorduk . "Çabuk verin ulan" d iye bağırmasına devam ediyordu . Nöbetçiyi tahrik etmemek için mümkün olduğunca alttan alıyordum. En sonunda " Git başımclan" dedim. Son tavrım, nöbetçiyi çıldırtm ıştı. Copuyla kapıya sa ldırdı. Bir yanda n ka pıyı dövüyor bir yandan da bize hakaretler yağdırıyordu . Çok kötü bir sesi vardı . Sesi dahi insanı çıldırtıyordu . Bir süre sonra hücre kapısından çekildi .
Hücrede satranç nerde saklanır? Ben onun gittiğin i sanıyorclum ve satranç taşlarını küçük bir yoğun ka bına koyara k sakladım . Sakladığım yerde bulma ş<ınsları çok zayıftı . Öyle bir yere sakl ıyorum ki kırk yıl dl.işünseler akıllarına gelmezciL Tabii ki içlerinden akıllı biri bulabilirdi . Saklaclığım yer tuvaletin ağzıydı . Sayım saatl erinde tu valetin kokmaması için yoğurt kaplarından bir tanesiyle tuvaler deliğini ka patmamız isteniyordu . Ben de satranç taşlarını doldu rcluğum yoğurt kabıyla tuvaler deliğini kapatıyordum. Dikkat çekmesi imkansızdı . Sarı·ancı. nöbetçi görmeden saklıyordum. Bu arada yan tarafta ki arkadaş lar, bizden fazla ekmek istiyordu . Nöbetçiye bize ele vermesini istedik ama Manisalı nöbetçi bunu yapmıyordu . Zaten satranç konusunda bize oldukça kızmıştı . Nöbetçi kapıdan uzaklaştı. Ben aynayla nöbetçinin yerini tespit etmeye çalışıyordum ki ip bağladı ğım ekmeği arkadaşlarıma atayım. Hücreler birbirine çok yakındı . Yere eğilelim ve aynayı kapıdan dışarıya uzattım. İşte olanlar o anda oldu . Meğer Manisalı duva r kena nndan sipere yatmış, beni bekliyorımı ş . Elimi uzattığım anda, bir panter gibi saldırdı. Elimi, botlarının a ltında ezilmekten son anda kurtardım. Ayna paramparça oldu . Manisalı'ya " Sen zavallı ve basit bir işkencecisin" diye bağırı yordum26 O 26.
"Manisalı" ile
aramızda
vuku bulan bu olayı , yazar
naklarından yararlanarak , '·cezaevi Cezaevi" keme
Neyyiı·e
kitabında
dile
Özkan,
mahkeme tuta
geti rmişti .
Tabii ki
mah
tutanakları abartıyla doluydu. Tutanakl arda benim, Manisalı'ya " Faşist köpek,
orospu çocukları , sizin de sonunuz gelecek" d iye sözler sarf
ettiğ i m
yazılıyorclu.
3_14 i ZAMA!\ Z i NDAN iÇiNDE
da bağırarak kapıya cop sallıyordu . Nöbetçi, anında durumu diğer kapıda bekleyen nöbetçiye iletti. On dakika sonra , sayım mangası büyük bir öfkeyle hücreye giriyordu. "Oynadığınız oyun taşlarını çabuk çıkarın" diye bağırıyorlard ı. Bir yan dan da aramaya deva m ediyorlardı . Her şey birbirine karışmış c\urumclaydı . Öyle b i r şeyin olmadığın ı söylüyorcluk . Hücreele yataklar dahil her şeyi pa r çalıyorlar ve arıyorlardı ama satrancı bulamıyorlardı . ''Akşama kadar onu çıkarmazsanız vay halinize! " diye tehditler savuru yorlarclı . Sanki bu durum olmasa , bizi dövmeyeceklerdi. ''Ne diye tehdit ettiğinizi anlamıyorum, zaten yeteri kadar dövmüyor mu sunuz" diye sordum. " Sus ulan" diye bağırıyorlardı. Satrancı bulamamalarının sevinciyle akşam yiyeceğim dayağı düşünmü yordum bile.
Satrancı bulamama cezası yine bize Akşam sayımında , beni ve hücrede bulunan diğer arkadaşları, hava lan dırma boşluğuna çıkardılar ve tüm vi.icudumuzu kırıp geçirdiler. Canımın acısıyla dişlerimi sıkarken, satrancı bulup bulmadıklarını merak ediyordum. Bir an içimden "Aradığınızı buldunuz mu" diye sormak geçiyor ama son anda sormaktan vazgeçiyordum. Çünkü bu soru onla rı daha da kışkırtacaktı . Dayak sonrası bizleri sürüyerek hücreye attılar. Hücrenin altını üstüne ge tirmişlerdi. Koşarak tuvalete girdim. Yoğurt kabı yerinde duruyordu . Kapa ğını açıyorum, satranç taşları yağurt kabının içinde sanki bana bakıyord u . Sevinçle arkadaşlara haber verelim . Bu sevincim, arkadaşları kahkahalarla güldürüyordu . D iğer hücredeki arkadaşl ar durumumuzu sanıyorlar, iyi ol duğumuzu söylüyorduk . Hücredeki dağınıklığı ancak bir saatte toparlaya bildik. Yere yatağı serdik . Şi meli yine zulada satranç oynayacağız . İ yice köşeye gizl eyip Bülent ile satranç oynadık. Yeni nöbetçiler, bizimle çok fazla ilgi lenmiyorlardı. Bülent beni mat etti . Saat on bire doğru yattık . Ama görü nen oydu ki, bu adamlar satrancı bu lana kadar hücreyi dağıtacaklardı. Bu dava sonucunda ceza aldım. Bu uygulamalar, bizleri d:.ıyakla, işkenceyle yola getire meyen id;ırenin yeni bir taktiğiydi . "Manis;ılı"nın adı nın MustJfJ Yengeç olduğunu yine bu kitaptan öğrendim
.
HALIL GÜVEN 1 335
O satran� bulunacak! Sabah, nöbetçilerin gürültüsüyle uyandık . Nöbetçiler, kurallara uymadığımıza kanaat getirdiler ki artık bize hiçbir komut vermiyorlardı . Hatta bazıları b izlerle sohbet etmeye dahi başladı . Es kiden bize acımasızca davranan havalandırma çavuşu , nöbet tuttuğu günler boyunca bizlerle samimi sohbetler yapmaya başlamıştı . Aslında asker onba şıydı ama havalandırma çaVLışluğu yapıyordu . Sabah çorbası geldi . Çorbayı alma dık yine. Kahvaltı için çayın gel mesini bekledik . Peynir, zeytin ve reçelden oluşa n kahvaltımızı yapıyorduk. Özel likle açlık grevinden sonra, bir türlü doymak bilmiyorduk . Hepimiz kilo aldık. Kahvaltının ardından, eliğer koğuşlardan ve tecritlerden eğitim sesi gelmeye başladı . Tecrit 1 -Ö n , Onuncu Yıl Marşı'nı söylüyordu . Diğer koğuşlardan gelen sesler, birbiriyle çakışınca ortaya öylesine garip bir ses çıkıyordu ki si nirlerimiz altüst oluyordu . Saat dokuza doğru sayım mangası , Tecrit 1 -Arka 'ya hışımla girdi ve sayım çavuşu her zama nki cırtla k sesiyle "Hücreleri boşalt" komutu verd i . Yine arama yapacaklarclı . Sayım çavuşuyla birlikte beş tane asker hücremize girdi . Tuna Yüzbaşı yine karşımda sırıtıyordu . Botlarıyla diz kapaklarıma vuru yordu . Askerler, hemen beni ve Haydar'ı yaka paça alarak coplamaya başla dılar. Diğer arkadaşlar hep bir ağızdan , "Kahrolsun işkence, kahrolsun zulüm" diye slogan atmaya başlamışlardı. Onlara da saldırdılar. Her taraftan cop sesleri geliyordu . Slogan sesleri öylesine gür çıkıyor ki çektiğim acıya rağmen içim kıpır kıpırd ı . Satrancı bu k e z d e bulamadılar. Sevincime d iyecek yoktu . Bu k e z yatak ları dahi parçalamışlarclı. Bir iğne ve iplik bulup yatağın kenarlarını diktik. Saat on bire doğru , gözlük başçavuş geldi ve sakladığımız oyuncak neyse tesl im etmemizi istedi. Teslim eelecek hiçbir oyuncak olmadığını söyled ik. Gönüllü olarak satrancı onlara teslim etmeyecektim . Öğle yemeğinden sonra , sayım mangası özel a rama için tekrar hücremize gird i . Bir saatlik bir aramadan sonra satrancı buldular. Bu kez bizler üzün tüye boğulcluk, onlar sevinç içindeyd i . Onların sevincini kursakla rında bırakmak için "Aynı satrancın daha gü zelini yapacağım" diye bağırdım. Ken dimi oyu ncağı elinden alınmış küçük bir çocuk gibi hissediyordum. Dokunsalar ağlayacaktım . Arkadaşlar, tekrar satranç yapma fikrine pek oluml u bakmıyorlarclı . Çünkü adamlar, satrancı bahane ederek her sayımda hücre içerisinde bulu nan tüm eşyaları dağıtıp , her şeyi paramparça ediyorlardı .
336 i ZAM�'i ZlND�'i İÇİNDE
Bu kez satran� i�in tabutluktayız Akşama cloğnı bir astsubay, elinde bir tuta nakla geldi . " Şu , şu tari hte akşam sayımında kurallara uymadınız , nedenini yazınız " diye soruyor ve ce vabını yazdırıp imzalarmak istiyorlardı. Tutanağı alelım ve altına "Ben sayım kurallanna uydum" d iye yazdım ve imzalaclım . Diğer arkadaşların da sorulara cevabı aynı oldu . Satrancı bulmaları ve karşımda zafer kazanmış kumanela n edasıyla sırıt malan, gözümün önünden hiç gitmiyord u . Moralim bir hayli bozuktu . Akşam sayımında kazandıkları zaferin sarhoşluğuyla hücremize girdiler ve bu kez pek bir tarafı dağıtmadılar. Tam hücreden çıkarken, bir asker botla rıyla ayak bileklerime vurdu . 'Neden vuruyorsunuz" elememe fırsat verme den, beni d ışarı aldılar. Diğer arkadaşlar, olaya anında müdahale ediyorlardı. Onları da koridora çıkardılar ve hep birlikte dövmeye başladılar. Bir anda, Tecrit 1 -Arka'dan slogan sesleri yükselmeye başladı. Diğer hücredekilere de saldırıyorlardı . Bazı arkadaşları tekrar hücreye soktular. Ben, Muhammet Sani, Hüseyin Güreş, Süleyman , Bülent, Ercan Gonca , Mehmet dışa rıda bırakıldık Büyük bir ihtimalle yine tabutlukl ara götüre ceklerdi . Kollarımıza iki tane asker girmiş halde , peş peşe açılan demir kapılardan geçerek il erliyorduk. Tahminimizele yanılmıyorduk . Beş dakika sonra tabut luklardaydık. Tesadüfen, daha önce yirmi bir gün kaldığım tabutluğa yerleş tirilclim. Tabutluğa yerleşti rclikten sonra , tüm askerler ellerindeki coptarla ve kalaslada tabutluk kapılarına vurmaya başladılar. Gürültü kulaklarımı tırma lıyordu . Bir ara vurmayı bıraktılar. Büyük bir sessizlik başladı . Bu kez de sessiz liği ben bozdum. "Bu zindan, b u zindanlarınız , vız gelir" diye bağırıyorclum. Ta butluktaki bütün arkadaşlar, "Kahrolsun işkence, kahrolsun zulüm" diye slogan atmaya başladılar. Tabutluk, slogan sesleriyle inliyordu . Askerler se simizi bastırmak için kapıları tekrar dövmeye başladılar. Bir süre sonra ateşkes ilan ettik . Askerler de biz de susuyorduk. Diğer ta butluktakilerle sohbet etmeye başladık. Burada kıdemli olduğum için işleyişi anlatıyordum . Fazla su kullanmamalarını, yoksa ördeğin taşacağını, yemek Ierin özellikle tuzlu verildiğini, gece yararken ellerini ayaklarını duvarlara çarpmamalarını hatırlatıyordum. Biraz sonra tabuttuktan tabutluğa fıkra lar anlatmaya , türkü söylemeye , şiir okumaya başladık. Koş ullar ne kada r olum suz olursa olsun, mutlu olmanın yollarını bulmak mümkündü . Nöbetçiler, bizim coşku ve heyecanımızı bir türlü anlayamıyorlardı.
HALIL GÜVEN i 337
Bu kez daha insat1ı davrandılar ve tabutluğa yerleştirildiğiınizin 1 5 . günü hepimizi çıkardıla r.
Yavuz hırsız ev sahibini hastırıyor Tecride çıkartıldığımızda , kendimi zi bir kez daha beş yıldızlı otele yer leşmiş gibi hissettik. Fakat Haydar'ın 1 5 gün boyunca tek başına kaldığını da öğrendik. Zama n geçirmeden sırayla banyo yapmaya başladık. İlk banyoyu Bülent yapmak istiyordu . Onun ardından ben yıkanacaktıın. Banyonun ar dından Haydar nereden bulmuşsa bulmuş, bize birer tane Birinci sigarası verdi. Sırayla tuvalete girip içtik. Sigarayı öyle özlemiştik ki duma nını dışa rıya vererek heba etmek istemiyor, bü tünüyle yutmaya çalışıyordum. Akşam sayımında , yine kori dora çıkmamızı istiyorlardı. Koridora cl izildik. Ö n taraftaki arkadaşlardan Fikri Günay'ı "Doğru dur' diye coplamaya başla
dılar. Hep bir ağızdan ''Vurmayın " diye bağırıyorduk. Bize de saldırdılar. Bu kez de Mustafa , Fikri Hoca , Haydar ve Nail dışarıda bırakıldı . Bizleri sürükleyerek hücrelere tıktılar, onları ise tabutluğa götürüyorlardı. Dakika larca susmadan slogan attık . Ertesi gün öğle üzeri , sayım ku ralla rına neden uymadığımıza ilişkin yeni bir tutanak getirdiler. Başlangıçta bu tutanakların neden imza tatıldığını anla mıyorduk. Bir hafta sonra, tabutluğa götürdükleri arkadaşları yeniden hücrelere ge tirdiler. Akşam sayımından sonra , direniştekilerin adları, mahkemeye çıka cakların içerisinde anons edilince , bu tutanakların anlamını çözmeye başladık . Bizi dava ediyorlardı. Ertesi gün savcılığa çıkarıldık Savcılık, bu tutanakları okuyarak ifademizi alıyord u . Savcılığa verdiğimiz ifadede, bize kural olarak dayatılanların, kuralla uzaktan yakından bir ilişkisi olmadığını, bu kuralların baskı ve işkencenin bir parçası olduğu şeklinde ifade verclik Y 27.
Tutuklu olarak yargıl andığımız davaların dışında, böyle onlarca dava açıldı ve ben bu d avalardan altı tanesinden ayrı ayrı ikişer ay ceza alclını . Diğer arka daşlard a n çoğu bu davalardan beraat etti. Bu cezaları ban a , a s kerlikten sonra paşa paşa çektirdiler Tutuklu luğumuz süresince, bir insanın tahayyül e derneyeceği akıl almaz i ş kenceler gördük . Fiziki i ş kencenin yanında her fırsatta onuruımızia oynandı . işkence izleri n i
338 i ZAMAN Z INDAN I Ç iNDE
Ziyaret yasağımız kalkıyor. Karşımda babam. Direnişin dördüncü ayından sonra , bize uyguladıkları görüş yasağını kal dırdılar. Bir gün hiç beklemediğim bir anda, ziyaretçisi gelenlerin içinde benim ele adım okundu . Büyük bir ihtimalle ziyaretime babam gelmişti .
Ziyaretçiyle görüşmek ayrı bir i şke n c eycli Ziyaretçisi gelenler, önce hücre .
b pısına çıkanlıyor ve sıkı bir aramadan geçi riliyorclu . Görevli askerler tara fından a lınarak, koşarak önce havala ndırma boşluğunda, ardından da ziya retçi kabinlerinin yakınındaki koridorcia nizami dizil iyorduk . Hem yol boyunca hem ele ziyaretçi beklerken , askeri eğitim yaptırıyorlarclı . Bizler ku rallara uymaclığımız için ziyarete yürüyerek gidiyor ve kesinlikle yüzümüzü duvara dönmüyorcluk . Bu da askerleri çıldırtıyordu . Ziyarete çıkarırken dahi dövüyorla rdı . Z iyaretçisi gelenlere , tek sıra halinele yürüyüş kararı sayclırıyorlardı. Ben, en arkada yüzüm hücre kapılarına dönük bekliyorclum . Eğitim yaptıran çavuş yanı ma geld i ve diğer tutukl ular gibi eğitim düzeninde yer atmarnı emretti. Kuratlara uymaclığımı söyledim. Çavuş, ·'Aç elini" diye komut veriyordu. Elimi açmıyorclum . Çavuş tekrar, "Aç ulan" d iye bağırıyordu . "Açmayaca ğım '" cliyorclum . Sağımı solumu saran askerler beni domaltmış ve kıçıma acımasızca vu ruyorlardı. Onlar vuru rken ben de avazım çıktığı kadar bağırarak slogan atı yordum . Diğer tutuklular lüla yerinden sayıyordu . "Kıt-a dur" komutuyla tutuklu lar durdu . Çavuş komutlarını peş peşe sıralıyor, "Ziyarette gütmek, cezaeviyle ilgili konuşmak yasak, anlaşıldı mı ulan" diye bağırıyordu . Tutukluların "Anlaşıldı komutanım"ın ardından sırayla adla nmız okundu ve zi yaretçi kabinterine doğru yürümeye başladık. Babam, bir hayli tızamış aksakalıyla karşımda duruyordu . İki yıldır ilk defa görüyordum. Bu iki yıl içerisinde, oldukça yaşlandığı dikkatimi çekti. İki
mahkemelerde kayıt altına aldıımıştık ama bunların hiçbirinden hiç kimse y:argılanmadı, ceza a lmadı . Fakat bu insanlık dışı kurallara uymadığımız için baskı ve işkenceyle ta
hakküm altına alamadığı bizleri, ana davamızın dışında ayrı ayrı davalarda yargıladılar ve cezzı verdiler.
HALIL GÜVEN 1 339
asker benim arkamda. iki asker babamın arkasında duruyordu. Babamın göz lerinin cialduğunun farkına varıyordum. Gözya şlarını bana göstermernek için a rkasına dö nüyor ve elindeki mendille gözlerini siliyordu ama tekrar yi.izünü bana döndüğünde , gözlerinden akan yaşlar yanakla rından süzülerek pala bıyıklarında kayboluyordu . İ çim cız ediyor, göğsüme bıçak saplanmış gibi canım acıyar ama ben duy gularımı belli etmiyordum. Babam, her ne kadar gözyaşlarını benden giz lese de dudakla rı ağlamasını ele veriyordu . D udaktan titreyerek nasıl olduğumu soruyordu . Babamı üzme pa hasına da olsa iyi olmadığımı söyledim . Babamla görü şen gözlük başçavı..ı ş , kurallara uymadığımı anlatmış ve kurallara uymam için telkinele bulunmasını istemiş olmalı k i "kurallara uymam gerektiğini'' söyle yen babama öfkelendim . "Sen, bunların kural dedikleri yaptırıınların, işkencenin bir aracı olduğunu ve bu yaptırımları bahane ederek her t ürlü baskı ve işkenceyi uyguladıkla rını, bizleri öldüresiye dövelüklerini biliyor musun·· diye bağırdım. Arkanıdan d uran asker, kazağımın ucundan ben i geriye doğru çekerek uyarıyordu . Babam, çaresizce dinlemekten başka bir şey yapamıyordu . Ağ zından sadece "Oğlum, akıllı ol" sözcükleri duyuluyordu . Bu kez ceva bım sert oldu : " Ben akıllıyım. B u raya getirilirken dahi işkenceyle getirilclim. bizzat görüş öncesi dövül düğüm gibi, görüş sonrası da dövüleceğim .·· Asker, yanındak i askere "Komutanımı ça ğır'' diye fısılclıyordu . Otu z saniye sonra, iki pırpır bir astsubay beni çekerek kabin dışına çı kardılar ve "sayım kurallarına aykırı davrandığım için ceza landırılacağımı" söyleyerek, ziyaretim i sona erdi rdiler. Babam . askerlere yalvarır bir tarzda yaşlı gözlerle bakıp dizlerini döverek ardımda n bakıyor ve çaresizce olanları seyrediyordu . " İ şte, bunların gerçek yüzü bu" diye bağırıyordum. " Hoşça kal" dahi demeden beni yaka paça kabinierin dışına çıkardılar. Astsubayın, "Bunun cezasını verin"' komutunun ardından askerler, elimi açmamı emrediyorlardı ama ben elimi açmamakta kararl ıydım: "Hayı r, ellerimi açmayacağım." Kılıçlarını çeken şövalyeler gibi copla rını çeken askerler, a nında akbaba lar gibi üzerime üşüştüler. Hemen oracıkta yere yıkıldım. " Kahrolsun işken ce , kahrolsun zulüm'' diye avazım çıktığı kadar bağırıyordum. D iğer tutuklula r, olanları korkulu gözlerle izliyordu . Ziyaretçi kabinlerinin bulunduğu yerden,
340 1 ZAMA.'! ZINDAN I Ç i N D E
Tecrit 1 -Arka 'ya kadar dövülerek ve sürüklenerek götü rüldüm. Beni, bu kadar dayakla bırakacaklarını sanmıyordum . Direnenler içerisinde ziyarete götürülenterin tamamını aynı uygulamaya tabi tutuyorlardı.
Şiddet, uygulandığı anla sınırlı değil Bir saat sonra , Yüzbaşı Tuna Akkurt, yanında on kadar askerle benim hücremin önünde belirdi . Gardiyan kapıyı açtı ve Tuna Yüzbaşı, "Halil Güven dışanya çık'' diye emretti. Arkadaşlar itiraz ediyordu ama çıkmaktan başka bir şansım yoktu . Koridora çıktım. Yüzbaşı önde . ben ve askerler arkada on u takip ediyorduk . Yüzbaşı Tuna, tayyare gibi gidiyordu Kollarına kanat taksalar adam uça cak gibi görünüyordu . Bazen hapiayarak bazen zıplayarak, dengesizce yü rüyordu . İçimden gülrnek geliyordu ama g ülemiyordum. Biraz sonra başıma gelecekleri biliyordum. Bir yıldır, binlerce kez aynı uygulamaya tabi tutuldum. Çok fazla kork m uyordum ama yine de içimde bir huzursuzluk vardı . Onların korku zinci rini çoktan kırmıştım . Yine de farklı bir tedirginlik duyuyordum. Onlarca askerin üzerime abanıp, özellikle hep aynı yerlerimi copladıklarında , acı da yanılma z boyutlara çıkıyordu . Sanki canımı alıyorlard ı . Can vermek, bundan daha kolay olmalıydı. Canı b i r k e z verirsin v e yaşa mın sona erer. Burada ise ne zaman biteceğini bilemediğin ve her geçen an şiddeti artan bir acı söz konusuydu . Ş iddet, sadece uygulandığı zamanla sınırlı olmuyordu . Yaşadığın şiddetin, düşünsel dünyanda yarattığı korku, tüm yaşamını ipotek altına alıyordu . iş kence , artık yaşamın bir parçası haline geliyordu . Yemek yerken, yatarken, dinlenirken, sabah veya akşam sayımında yiyeceğin dayağı
ve
o dayağın kor
kunç acısını düşü nüyordun. Bazen iraden dışında, o acıya dayanama z hale gel iyordun ama yapabileceğin hiçbir şey yoktu . Ellerini, ayaklarını ve kolla rını bağlamış gibi sıkı sıkıya tutuyorlardı, kıpırdayamıyordun ve hiçbir ko runma refleksi gösteremiyordun . Ellerim, ayaklarım serbest olsa , onlara karşılık vermesem d e acıyan yeri min acısını dinciirmek için elimi atar, ayağıını oynatırdım, zıplardım, acıyı dindirecek veya a zairacak şeyl er yapardım. Vücut, kendini savunabilecek hiçbir reflekste bulunamadığı için işkencenin hem fiziksel hem de psikolo jik bir tahribatı var ki bu tahribat beni ölümden beter hale getiriyordu .
HAL1L GÜVEN 1 3"11
Tüm bu acıya , tahribata ve korkuya rağmen d irenecektim. Hiçbi r zaman onların istediği gibi birisi olmadım ve bundan sonra da olmayacaktım . Üze rimde kurmak istedikleri tahakkümü boşa çıkaracaktım. Benim üzerimde he gemonya
kuramaya cakl ardı .
Her
itaatsizliğim
hegemonyalarını
boşa
çıkarıyordu , bu da beni öylesine ımıtlu ediyor ki dayak sonrası içim huzurla doluyorclu .
Her şeyin bir bedeli var Her şeyin bir bedeli olduğunu clüşünüyorclum. İç buzurumun bedelini, acı olarak öclüyordum . Eziyet edilmekten zevk aldığımı sanmayın. O akıl almaz koşulları anlatmak yetmiyor, ancak yaşadığınız zaman anlıyorsunuz. Her şe yiniz elinizelen alınıyordu . Her şey, gülmek, konuşmak, düşünmek, bakmak, hissetmek, yani insana özgü ne varsa yasaktı. Her şeyi izne tabi kılmak isti yorlardı . Bu ortamda iki şey yapabilirdik Ya her şeyimizi onlara teslim edecekti k ya da direnecektik . Her şeyi onl ara teslim etmekle de raha t bırakmıyorlardı. Yine clövüyorlar, yine aşağılıyorlar, yine bağırıp çağırıyorlarclı . Kafası ezilecek b ir böcek gibi görüyorlarclı bizi . Çoğu zama n , bu ortamda yaşamaktansa ölmeyi istiyordum ama öyle kolay kolay da öldürınüyorla rdı adamı . Yüzbaşı, havalandırma boşluğunda duruyor ve bana dönerek, "Ziyaret çinle yasak olan konuları neden konuştun'· diye hesap soruyordu . "Yasak olan ne? Bana yapılan işkenceler m i? Dayak mı? Ya ptırımlar mı? Ben bize yaptığınız uygulamaları anlattım" diye cevapladım. "Aç elini" diye bağırdı . ''Hayır, elimi açmayacağım." Askerler saldırarak beni yıktı ve dayak tüm acımasızlığıyla başladı. Yüz başının başımda durması, askerlerin acımasızlığını daha da artırıyordu . Aba narak vuruyorlardı. Odun kıran bir işçi gibi, her cop inişinde "hıh" sesleri duyuyordum. Askerler, Tuna Yüzbaşı'dan çok korkuyorlardı. Korkularından dolayı, verilen emirleri daha iyi yerine getirmeye çalışıyorlardı. Tuna Yüzbaşı, yaptırdığı işkenceden büyı'.'ı k zevk alan birisiydi, askerlerse korkularının esiri olmuş birer zavallı . Aşağıdan yukarıya doğru, yüzlerine sertçe ve küçümseyerek bakıyord um. "Bir gün , bu işkenceterin hesabını vereceksiniz" diye inliyordum. Peş peşe gelen cop darbelerinin etkisiyle nefes alamaz hale geliyordum. Sanki vücu dum un acısı boğazımda düğümleniyordu . Vücudum acıyla kıvranırken, şe kilden şekle giriyordum yine . Vücudum içgüdüsel bir savunmayla kendini
342 1 ZAl',!AN Z l NDA."' l Ç!ND E
korumaya çalışıyordu ama sayısız d arbe karşısında, kendini ne kadar koru yabilirdi ki! Vücuttaki organla rın koordi nasyonun un yarattığı eylemsel dav ran ı ş , ta mamen savunmaya yönelik olduğu için kendi hareketlerine dahi irade koyamıyordum . Bir an ayaklarımı karnıma doğru çekerken , dizkapak larıma yediğim darbenin etkisiyle lastik gibi gerilebiliyordum. On beş daki ka l ı k bir dayağın ardından, koliarımda n tuta rak sürüklemeye başladılar. Başlangıçta tecride götürüleeeğimi sanıyordum ama askerlerin tabutl uğa yö nelmesiyle yanıldığıının farkına varclım . Tek başıma tabutluğa atıldım. Ayağa kalkacak dermanım kalmadı . Beton zemin üzerinde kıvrılarak yatıyordum. Her yanım sızlıyordu . Babam gözümün önüne geleli . Onun aksakalından süzülen gözyaşları içimi sıziattı yine. Çok acı çektiği yüzünden okunuyordu . Çaresizce bana ba kışı , gözüm ü n önünden gitmiyorclu . Hem çaresiz hem güçsüz hem de çok korkak olduklarını düşün i.iyordum. Korkuların a tutsak olmalarına kızıyordum. Babalar, a n neler böyle olınama lıydı. Gözlerinin önünde evlatları dövülürken , sessiz kala rak gözyaşı dök memeliydiler. Zaten ka hrolasıca cu nta , onların bu gözyaşlarından güç almıyor muydu?2� Zaten cesaret denen şey, korkuya rağmen doğru olanı yapmak değil miydi' Ne yazık ki insanların üzerinde yaratılan korku , onları kendilerine ve çevresine karşı öylesine duyarsızlaştırmıştı k i çaresizce gözyaşı dökmekten başka bir şey yapamıyorlardı . Gözyaşı insani bir durum, aniayabil iyordum ama o gözyaşını dökerken , o gözyaşiarına neden olanların üzerine yürümek, yü züne tü kürmek gerekmiyor muydu? Ahmet Arif'i n dediği gibi, "Nerede olursan ol ; içerde dışarıda , derste sırada, yürü üstüne üstüne, tükür yüzüne celladın , fırsatçının, işbirlikçi , hainin ."
Tabutluk komşularım bu sefer kadınlar Ziyaret güiı ü , akşamı tab utluğa yen i misafirler getirdiler. Yen i gelenler kadın tutuklulardı . Mamak'ta bulunan kadın tutukluların bir kısmı da kural lara uymuyordu . Her bir tabutluğa birkaç kadın yerleştiriyorlardı. Aynı tabutlukta birden fazla k işiyle kalmak, işkencen i n b ir başka yönte m iydi . Zorunlu olarak tuvaJet ihtiyacını birbirinin yanında gideriyordun . Bir 28.
İki yerişkin k ı z çocuğu babası olara k , bugün bunları yazarken , benim kızlarıma göz lerimi n önünde fiske vurm aya kalkanları , ölüınüm pah asına da olsa engellemeye çalışırım. Doğru olanın bu olduğunu düşünüyorum.
HALİL GÜVEN 1 343
metrekarelik aland a , başkasının bok ve siclik kokusunu çekmek, işkencenin bir biçimiydi! Ama insan öylesine güçlü bir iradeye sahip ki, bir süre sonra ona da alışıyordu . Kızlar, kendi araları nda sohbet ediyorla rdı . Bir gün sonra onları tabutluklardan \'ıkardıl ar. Yine yalnız kaldım . D iğer tabuttuklar boş . Tek başıma sıkılıyordum. Ak şama , arkadaşlardan birkaç kişiyi getireceklerini düşünüyorclum. Bu dl'ışün cemden utanıyorclum da. Sanki onların tabutluğa getiritmelerini istiyorum gibi bir duyguya kapılıyordum. Talıminim doğnı çıktı. Akşam sayımından sonra , Haydar, Muhammet Sani, Bülent ve Ercan tabutluğa getirildiler. Onlara takıldım . Tek başıma sıkıldığımı, onların gelmesini dört gözle bek lediğimi ve sevindiğimi söylüyordum . Tabii ki bunun şaka olduğunu anlı yorlardı. Geceyi şarkılarla, t ü rkülerle geçirdik
" Şu tarihli sayımda kurallara uymamışsınız. " "Ne diyorsunuz?" Bu kez, taburluklardaki misafirliğimiz 1 5 gün sürdü .
1 6. gün , yine savcılığa çıkarıldık Bu savcılık meselesinelen de gına gel mişti artık . Haftada veya on beş günde bir savcılığa ifade vermeye çağrılı yorcluk. " Şu tarihli sayımda sayım kurallarına uymamışsınız , sıkıyönetim aleyhinde slogan atmışsınız , ne söyleyeceksiniz" gibi sorular soruluyordu . Bir kez daha "yavuz hırsız , ev sahibini suçlu çıka rıyor''du . Savcılıkta karşılaştığımız diğer tutuklulardan bir paket sigara alıyor, siga raların hepsinin tütününü ceketi min iç cebini delerek, astarın içine doldunı yonım yin e . Savcılık dönüşü , tabutluğa atılırım ihtimalini göz önüne alarak kibrit kavıyla çöplerini astara yerleştirecek şekilde parçaladım . Kfığıt parçası zaten cebimde vardı . Akşama sigara ziyafeti çekecektik. Eğer ta butluğa götü rülürsem, sigara yalnız bana kalacaktı . Savcılık koridorunda, arkadaşlara bunu anlatıyordum. Gütmek yasak ama a rkadaşlar, kahkahalarla gülüyorlardı .
Bizi ayırıyorlar Savcılık dönüşü, tecri de götürüldük. Tecride tanı yerleşmişken , sayım mangası geldi ve eşya larımızı hazırlamamızı istedi . Buna pek bir anlam veremiyordum . Ama biraz sonra , gerçek amaçla rının ne olduğunu anladık . Bizi tek tek diğer tecritiere dağıtarak birbirimizelen güç almamızı engellemek istiyorlardı. İçimden " Bunu da başaramayacaksınız" di yordum.
344 1 ZAMAN Z İ NDA N İÇİNDE ..
Beni, Tecrit 2'n.i n en baştaki hücresine, yanılmıyorsam 33 numaralı hüc reye yerleştiriyorlardı. Hücrede dört kişiydik. Ben, bizim davamızda n ya rgı lanan ama direniş sürecinde yer almayan, yanılmıyorsam adı Suavi olan bir arkada ş , Halkın Kurtuluşu davasınd a n Sabahattin ve yine aynı davadan yar gılanaı;ı ve a dını hatırlayamadığım bir arkadaş . Diğer üç arkadaş kuralla ra uyuyordu . Bir ben kurallara uymuyordum . O nlar eği time katılıyorlar, ben üst ranzada yatıyordum. Nöbetçiler, ara sıra hücre önüne geliyor ve bana da eğitim yaptırtmak is tiyorlardı . Ben kurallara uymadığımı ve uymayacağımı anlatıyordum . Israr ediyorlardı . Sonunda nöbetçiye resti çekmek zorunda kaldım. Nöbetçi, beni akşam sayımıyla tehdit ediyordu . Ben on aydır her sayımda dayak yediğimi, bu akşam da sayımda dayak yemekten korkmadığımı söylüyordum . Sayım mangası, her zaman olduğu gibi yeri göğü inleterek geliyordu . Hücre içerisindeki üç arkadaş, sayım n izamma geçti . Birbirinin arkasına dizilerek, yüzleri tuval ete dönük, kafaları yukarıda , gözleri kirişte , esas du ruştaydılar. Benim ise arkam ranzaya, yüzüm duvara dönük ellerim arkada ,
bekliyordum. Sayım çavuşu kapının açılmasıyla birlikte , ''Ne ulan bu, ne biçim duruyorsun?" diye bağırıyordu . Duymazlıktan geldim. Çavuş, önce " Rahat", '·Hazır ol", '' Sola dön komutunun ardından "Ata "
türk'ün Gençliğe Hitabesi başla" diye bağırdı . D iğer arkadaşlar ba şladıl ar okumaya : "Ey Türk Gençliği, birinci vaz i fen, Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin yegane temeli budur. . . " Çavuş, avazı çıktığı kadar bağırıyordu : "Kes ulan. " Arkadaşlar susttı . Çavuş, "Ne biçim ses lan bu?" diye haykırıyorclu . Üç arkaciaşta çıt çıkmıyord u . Kafaları yukarı kalkık, gözleri kirişte , put gibi duruyorlard ı . Hücreye giren diğer askerler, dayak için hazır bekliyordu. " Sola dön" komutu gecikmedi . Arkadaşlar sola döndü . Askerler, "Açın ellerinizi" diye bağırıyordu . Arkada şla r elleri n i açıyor ve copların ellerine inmesini bekliyordu. Bir anda hücre içerisinele onlarca cop sesi yankılandı. Sıra bana geliyord u .
HALIL GÜVEN ı Yı S
Çavuş, "Aç elini'' diye haykırdı. " Elimi açmayacağını'' dedim. Beni sürükleyerek havalandırma boşluğuna çıkardılar. Boymınıd an ası lan Bursalı Şenol'un çengeliyle yere yuvarlandım. D iğer askerler, leş karga l a rı gibi ü zerime saldırıyordu . Toplu cop da rbeleri nin acısı, dayanma sınırımı zorluyor ama her ne pahasına olursa olsun geri adım atmıyordum. Hücre lerden gelen ve birbirine karışan sesler kulaklarımı tırmalıyordu . Bağırtılar, cop sesleri, çığlıklar, psikolojiınİ altüst ediyordu . Peş peşe gelen cop darbe leriyle bütün vücudum parçalanıyordu. Canımı dişiıne takarak slogan atmaya başladım. Havalandırma boşluğu , " Kahrolsun işkence, kahrolsun zulüm" se siyle inliyordu . Ağzıını kapattılar. Neredeyse boğulacağım . Asker elini çekti, can havliyle derin bir nefes alıyor ve tekrar slogan at maya başlıyordum. Dayağın şiddetini daha da artırıyorlardı . Hiç durmaksızın vuruyorlardı . Kulağım düclük sesinde . Tim komutanının dCıdük sesiyle birlikte dayak sona erdi ve rahat bir nefes ald ım. Bana , ''Kalk ayağa " diye bağırıyorla rdı ama ayağa kalkmıyordum. Zaten ayağa kalkmaya halim yoktu . Koliarımdan ve ayaklarımdan sürükleyerek hücreye attılar. Hücredeki diğer arkadaşlar ha la esas cluruşta, sayımın bit mesini bekliyordu . Sayım mangası koridordan uzaklaştıktan sonra nöbetçi, " Rahat" komutunu vermeliydi ki sayım düzeninden normal düzene geçilsin. Nöbetçinin komutuyla sayım düzenine son verildi . Arkadaşlar, beni kucaklayarak ranzaya yatırdılar. Dayağı yiyen benelim ama asıl ü zi.ilen bu arkadaşlardı. Özellikle Saba hattin suçluluk duyuyord u . Bizlere uygul anan şiddet ve dayağın dozunun bu kadar yüksek olmasının nedenlerinden birinin de cezaevindeki teslimi yet tavrı olduğunun bilincindeycliler. Ona, çok fazla üzülmemesini söylüyordum. Suavi, Aydın bölgesinelen bir arkaclaştı . Onun tavrı , çok garibime gidiyordu . Sanki buraya hasbelkader uğ ramış ve bir an önce oradan çıkıp gitmek için can atıyordu . Cezaevi nde olan lar, clayaklar, işkenceler. teslimiyet, kişiliksizleştirme politikaları onu çok fazla etkilemiyorclu . Direnişle ilgili hiçbir soru sormadığı gibi, bana yapılanla ra karşı da oldukça kayıtsızdı. "Bana değmeyen yıla n bin yaşasın'' tavırların dayclı. Vicda ni bir rahatsızlık duymadığı hissedilebiliyordu . B u durum, mo ralimi bir hayli bozuyordu .
346 1 ZAMA.'! ZINDAN I Ç i N D E
Saat dokuza doğru "Yar" komutu verildi . Benim için bu komutun h içbir anlamı yoktu . Diğer arkadaşlar, bu komutla birlikte yarmak zorundaydılar. Işıklar söndürülmediği için ben üst ranzada gazete okumaya devam edi yordum . N ö bet çi , birkaç kez beni uyarıyor ama ben bu uyarıları duymuyor cltım bile . Hatta nöbetçiye, '' Ben bunun bedelini sayımda peşin ödeclim" cevabını vererek espri ya pıyordum . Tabii ki nöbetçi, bu espriyi aniayacak durumda değildi. Aslında , idarenin bizim direnme azmimizi kırmak için başlattığı bu yeni
uygulama, bizim daha çok işimize yarıyordu.
Tecrit
1 -Arka'da clirenenlerin
toplu bir halde olması , diğer taraftaki arkadaşları çok fazla etkilemiyordu . Ama dağınık olarak diğer tecritlerde kalmamız ve bizim üzerimizele uygula nan şiddet, diğer arkadaşları ister istemez huzursuz ediyordu . Bu huzursu z luğun birikmesiyle bir gün bu arkadaşların da patlama noktasına geleceğini biliyordum .
İdarenin amacı gerçekleşmiyor Tecrit 1 -Arka'da bize uyguladıkları yasaklardan dolayı dışarıyla her türlü haberleşmenin kesildiği, tamamen izole ed ilme durumu da ortadan kalk mışu . Şu
a
nd a Tecrit 1 , 2 ve 3'ün Ön ve Arka kısımlarına üç dört kişi dağı
tılmış dunımdayız . Bu durumda direniş, kısmi de olsa bütün tecritlerde süıüyordu . Bize uyguladıklan gazete, sigara yasağı, fiili olarak ortadan kalk mış oluyordu . Yani, idarenin bize karşı uyguladığı yeni tutum, bizi çok fazla etkilemediği gibi , her geçen gü n ida reni n aleyhine işliyordu . Bir gün bu ta hakküm ün kırılacağı inancıyla uykuya daldım. Tecrit 2-Ön'de ikinci günüm. Sayım mangası, her zama nki ürkütücülü ğüyle yeri göğü inleterek geliyordu . Yine sayım çavuşu , cırtlak sesiyle bağı rıyordu :
"33 nun1ara . . .
"
Arkadaşlar, "Emret koınutanım" diye cevap veriyordu .
Çavuş devam ediyordu : "Rahat ol , İstiklal Ma rşı dördüncü kıta başla :· Arkadaşlar başlıyordu okumaya : ''Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım
v
ar . . .
"
Ellerim arkada birleşik ve yüzüm duvara dönük bekliyordum. Çavuş, sırırarak karşımda duruyor, neden arkadaşlarım gibi s ayım düze ninde beklemediğimi soruyordu .
HALiL GÜVEN 1 .)47
''Eğer, amacınız sayım alrnaksa , böyle ele sayım alabilirsiniz" dedim. Bana yeni bir tekiifte bulunuyordu : "Sayım düzenine geçi l cliği zaman, sen ele d iğer arkadaşların gibi ayağa kalkarak, onların ardında sıraya geçip sağa sola dön uyarsan marş söyleme yebilirsin. Ben de sana fiske vurmayacağım ve vurdurmayacağım ." Şansını cleniyorclu itaat ettirmek için. Cevabım çok açık ve net oldu : "Hayır, emir mahiyetinde söylediğin iz hiç bir şeyi yapmayacağım." Biliyordum k i beni bugün sağa sola döndürecekler, ertesi gün ise marş söylememi isteyeceklerci L Çavuş, cevabımdan hoşlanmaciı. Arkadaşlarına yaptığı bir işaretle dışarı çı karılmamı istiyordu . Tuna Yüzbaşı, az ileriele bizi gözetliyordu . Diğer askerler tarafından cop lanarak hava landırma boşluğuna çı karılciım. Öfkeyle ve hırsla coplamaya başladılar. Bedenimin her yanına onlarca cop darbes i iniyorcl u . Özellikle ba caklarıma ve popoma vumyorlarclı . Ac ı içerisinele kıvranıyorclum. Bir an önce dayağın bitmesini bekliyorclum ama her ne hikmetse dayak b itmek b ilmi yordu . Ağzımdan hırıltılar çıkıyord u . Çünkü bağırmak istemiyordum . Ah, of gibi bağırtıların, onların hoşuna gideceğini biliyordum . Canımın acısında n elişlerimi sıkıyor, duclaklarıını ısırıyorclum. Her yanım acıdan sızlıyorclu . Bazen dayanamayacak noktaya geliyordum. Neredeyse çıldıracaktım. Nihayet düdük çaldı ve dayak bitti . Koliarımdan sürükleyerek içeriye at tılar. Hücre içerisine attıktan sonra da coplamayı ihmal etmiyorlardı . Sabahattin. bana üzülerek bakıyor ama elinelen bir şey gelmiyordu. Yü zCındeki ifadeden içinin çok acıdığı hissedilebiliyordu . Öfkeyle kafasını sağa sola sallıyordu . Sayım mangasının tecricii terk etmesinin ardından, nöbetçi nin talimatını beklemeden beni kucaklayarak ranzaya u zattı. Nöbetçi , bu durumu görünce oldukça kızdı ve Sabahattin' i cezalandırmak istedi . "Kapıya yanaş ve elini aç" diye komut verdi . Sabahatti n çaresizce kapıya yaklaştı ve yere eğilerek elini uzattı . Nöbetçi , intikam alırcasına peş peşe vuruyordu. Sadece, bana yaptığı yardımdan dolayı cezalandınldığı için suçluluk duyuyordum ama o ellerinin coplanmasını fazla önemsemiyordu . Saat on birele havalandırma için hazırlanılması talimatı verildi . Havalan dırmaya beni çıkarmadılar. Hücrede tek başına kaldım . Havalandırma dönüşü , diğer arkadaşlardan haber geldi . Benimle beraber direnen arkad aşların tümü , g ittikleri yerlerde direnişe devam ediyorlardı . Bu habere sevindim .
348 i ZAMAN Z]NDAN İÇİNDE
Tecritler artık huzursuz Öğle yemeği geldi . Arkadaşlar bana çok iyi bakıyorlardı . Kantinden al dıkları yoğurt, helva , bisküvi gibi yiyeceklerle beni daha iyi beslemeye çalı ş ıyorlardı . Bana ayrıcalıklı birisi gibi muamele yapmaları çok hoşuma gitmiyordu . Benimle mümkün olduğunca , nöbetçiye fark ettirmeden konu şuyorlardı. Çünkü hücre içerisinde askerden izin almadan konuşmak yasaktı . Ben yasağı tanımıyordum ama benim yüzümden onların cezalandırılmasını istemiyordum . Öğle sonunda , Sabahattin ile kon uşmamı nöbetçi gördi.i . Ranzadan aşağı inmemi v e elimi açmamı istedi. Ben ranza dan inmiyor ve elimi açmıyordum. Bu durumda Sabahattin ' e yüklendiler ve elini açtırdılar. Bugün Sabahat tin benim yüzü mden ikinci kez dayak yedi . Bu duruma üzüldüğümü gören Sabahattin, beni teselli etmeye çalışıyordu . Akşam sayımı için h azırlanmamız istendi . Sayım, benim umurumda de ğildi . Nasıl olsa yine dayak atacaklardı. Arkadaşlar, her zamanki gibi sayım düzenine geçti . Üç arkadaş esas duruşta, yüzlerini tuvalete dönmüş , tavanla duvarın ke siştiği kirişe bakıyorlardı . Ben ise yüzümü duvara dön üyordum. Görünüşü ınüz çok komikti . Üç kişi peş peşe esas duruşta , yüzleri tuvalete dönük, ben ise onların arkasında, ellerim serbest bir şekilde duvara bakıyordum. Diğer h ücrelere dağıtılan arkadaşların nasıl durduğunu bilmiyordum a ma sayım mangasının tavrına bakılırsa, benim duruş şekJim galiba özeldi . Sayım çavuşu , beni tekrar uyarıyordu : ·'Arkanı dön ." Ben kabul etmiyordum. Sürükleyerek ve coplayarak hava la ndırma baştuğuna çıkardılar. Bu kez daha sert davranıyorlardı . Bugünkü sayıında binbaşı var. Öylesine sert vuruyarlardı ki her yanım acıyordu . Tekrar sürükleyerek hücreden içeriye attılar. Arkadaşlar, kızaran ve kaharan yerlerime La sonil sürüyordu . Yediğim da yaktan benden fazla rahatsızlardı. Aslında dayaktan z iyade , kura llara uyma n ın huzursuzluğunu yaşıyorl ardı. Sadece bizim davadaki arkadaş , bana bakarken " Sen de nereden geldin" der gibiydi. Üçüncü gün de aynı şekilde geçti . Sabah ve akşam sayımlarında yine dayak yedim . Tecritlerde eskiye oranla bir huzursu zluk olduğu göze çarpı yordu . Diğer hücrelerdeki arkadaşlar yavaş yavaş nöbetçilere karşı tutum ge liştirmeye başlıyord u . Bu durum, idarenin gözünden ka çmıyordu .
HALiL
GÜVEN 1 349
"Halil Güven, eşyalarını hazırla!" Tecrit 2-Ön'e getiril işimin altıncı veya yedinci günü öğleye doğru , sayım mangası yürüyüş kararları sayarak tecritiere girdi. Büyük bir ihtimalle yeni bir operasyon gerçekleşecekti. Sayım çavuşu, "Ha lil G üven , eşya larını haz ırla" d iye bağırd ı. Eşyalarımı hazırlayıp arkadaşlarla vedalaştım. Yine bir bilinmeze doğru yol al dığımı sanıyordum . HaYalandırma boşlu ğuna ç ıktığımda, benimle birlikte dağıttıkları arkadaşlardan bazılarının da haval andırma boşluğunda olduğunu görüp sevindim . Bi zleri, değişik hücrelere dağıtmaları , onların istediği gibi bir sonuç ver med i . Onlar, bizim tek başımıza direnemeyeceğimizi sandılar ama yanıldıl ar. D irenmekten başka çaremiz yoktu . Biz de inadına el irendik Bir ihtimal, yine bizi bir araya getireceklerdi. Çünkü tüm tecritlerde kısmi de olsa , bir huzur suzluk baş göstermeye başlamıştı . Birlikte olduğumuz arkadaşlardan bazılarını havalandırrna boşluğuna ge tirmediler. Dört arkadaşı bizden ayırıp koğuşlara dağıtmışlardı . 29 Bizi, tekra r Tecrit 1 -Arka'ya yerleştircliler. Di renenler olarak tekrar bir araya gelmemize çok seviniyorduk. Bu arada iç emniyet, arada bir H.aydar'ı idareye alıyor ve temsilcimiz olarak onunla görüşmeler yapıyordu . İdarenin bizim temsilci mizle görüşmesi önemli bir gelişmeydi. Akşam sayımında yine hepimizi dayaktan geçirdiler. Dayak sonrası yine tabutluğa atıldım. Bu kez tabutluğa tedbirli gidiyordum. Sayım öncesi üzerime oldukça kalın giysiler va rdı . Tabutluktaki misafirl iğim 10 gün sürdi.L 7
ay direnişten sonra kayıtsız şartsız mı vazge�ecektik!
1 0 gün sonra tekrar tecritiere çıkarıldığımda , tecritte olumsuz bir hava ol duğunu sezinledim. Haydar, arkadaşların çoğunluğunun, kayıtsız şartsız eli renişten vazgeçilerek, kısmi direniş yapılmasından yana olduğunu, idareyle görüşülerek birtakım yaptırımların kabul edilebileceğini anlatıyordu.
7 aydır direniş sürmesine rağmen gerek idareden gerek dışarıdan gerekse diğer tutuklularda n ufacık dahi bir adım atılmadığını belirten arka daşlara söyleyecek bir söz bulamıyordum . Tek başına direniş , insanı sirk cambazın dan daha beter hale getiriyordu . En azından onun tutunacağı bir ipi vardı, bizim öyle bir ipimiz de yoktu .
29.
Bunun nedenini bugün dahi bilmiyoru m . Islah edebileceklerini düşündüklerini koğuşlara vermiş olabilirler.
350 1 ZAt.IAN Z INDAN I Ç i N D E
Onca dayağın, aşağılamanın yanı sıra 7 aydır görüş, sigara ve havalan dırma yasağı sürüyordu . Ayrıca hakkımızda onlarca dava açılmıştı . Bazı ar kadaşların "tahliyesine engel olduğumuz·' söyleniyordu . Bir anda moralim sıfıra inmişti. Gözlerimele akan yaşları , diğer arkadaşlara göstermemek için tuva lete gittim . Hıçkırıklarunın duyulmasını engellemek için musluğu a çı yordum . Aylardır biriken gözyaşiarım ya naklarımclan süzü lüp , tuzunu clu daklarımcla bırakarak şıpır şıpır yere clamlıyorclu . Hiç kimseye kırgın veya kızgın cleğildim . Yalnızca içimde bir burukluk vardı. Haydar, bu durumda yeni bir öneri getirdi : " İdareyle görüşerek nazari eği tim yapmayacağımızı, daya k atılmasını kabul etmeyeceğimizi, bu yüzden de kesinlikle ellerimizi açmayacağımızı, sadece saat beşte çok yüksek sesle ol mamak koşuluyla İ stiklal Marşı okuyabileceğimizi, sayım kurallarına yine kısmi olarak uyacağımızı, bunun karşılığında idarenin de bizim üzeri mize gelmekten vazgeçmesini önerelim." Öneri , tüm arkadaşla r tarafından kabul edildi .
İ�im kan ağlıyor Benim içim k a n ağlıyor. Ben biliyordum ki idare başlangıçta bize do kunmasa dahi daha sonra yine bildiğini okuyacaktı . Her fırsatta yine bizi ce zala ndırma yoluna gidecekti . Bu , bizi tam teslim a lmaktı. Çaresiz , sessiz ve suskun bekliyordum. Hayda r, görüşme sonrasını arkadaşlara açıklıyordu . Önerdiği şekilde bir tutum takınılacaktı . Bu arada bizler, yargılanclığımız ana dava dışında, ceza evi tarafından kurallara uyrnadığımız için açtırılan davalarda da yargılanmaya devam ettik. Bu yargılamal ardan bazılarından beraat ediyor ama bazıları , ter his obn askerlerin ifadelerinden dolayı bir türlü sona ereliriiemi yor ve devam ediyord u . Yedi ayı aşkın bir süredir sürdürdüğümüz asli direniş, fiili olarak sona eri yordu . Kendimi yaşayan bir ölü gibi hissediyorclum .
Direniş bittikten sonra Direniş sonrası bir hafta bize dokunmadılar. Bir hafta sonra , çeş itli baha neler öne sürerek yeniden dayak atmaya başladılar. Ama hiçbir arkadaş , elini açmadığı gibi dayak atılırken çoğumuz, " Kahrolsun işkence, kahrolsun zulüm" sloganını atıyorduk. D iğer mahkumlar üzerinde kurduk ları tahakkümü , bizim üzerimizde ku-
HALiL GÜVEN 1 3 'i l
ramıyorlardı . İdareyle aramızda , sanki bir p a t duııJmu oluşuyordu . Yine bir gün havalandırmada, Tecrit 1 -Ön .deki tutuklulardan Ali Tevfik Berber'i acımasızca cezalandırmaya kalkmalan. toplu obrak tepki gösterip, sloga n atmamıza neden oldu . Askerler, şaşkınlıktan ne yapacağını bilmiyordu . Telaşla haYalandırmayı boşaltıp bizi hücrelere aldılar. Akşam sayımında , bu olaydan dolayı şiddetli bir şekilele cezalanclırıldık. İdarenin böyle bir tavır ta kınacağını biliyordum. Sadece. nazari eğitim ko nusunda verdikleri sözü yerine getiriyorlardı, zaten bir süre sonra tüm ceza evinde n azari eğitim kaldırıldı. Birkaç gün sonra, beni Tecrit 1 -Arka'dan Tecrit 1 -Ön'e sevk ettiler. Kısmi direniş tavrı ını orada da sürdürüyordum. Her gelen nöbetçi, mutlaka bir ba hane bulup bana sataşıyordu . Elimi açmaını istiyorlardı. Hiçbir zaman elimi açmıyordum. Mutlaka her sayımda , koridora çıkarılıp dövülüyordum. Tecrit 1 -Ön"deki arkadaşlardan Nuri Coşkun ile soyadını bilmediğim, Devrimci Yol davası n elan tutuklu , İzmir sanıklarından Yalçın bana destek veriyordu . Onlar da be nimle aynı tavrı takınıyordu . Bu , umudumu artırıyordu . Biliyordum ki her geçen gün sayımız artacak ve idare er veya geç geri adım atacaktı . Yalçın 'ın hücresindeki tutuklulardan bir tanesi, Ercüment diye azılı bir fa şistti . Hemen her gün Yalçın onunla yumruk yumruğa kavga ediyordu . Diğer faşist, kavgaya karışmıyor, onları ayırıyordu . Yalçın'ın o iki faşistle aynı hüc rede olması , beni rahatsız ediyordu a ma elimelen hiçbir şey gelmiyord u . Sa dece üzülüyordum . Bir de kavga çıktığı zaman, sinirimden duvarı yumruk luyordum.
MHP itirafpsı Bu arada ilginç bir gelişme oldu . MHP davasında itiraflarda bulunan Muh sin Polat adlı bir tutukluyu bizim hücreye verdiler. Benim içim bu adama hiç ıs ınmıyordu . itirafları konusunda samimi olduğunu sanmıyordum. Sadece kendini kurtarmak için önemsiz şeyleri konuştuğunu tahmin ediyordum. Bu arkadaş , bizlerle samimi olmak için elinden geleni yapıyor ama ben ondan uzak durmaya çalışıyorclum. Benim direniş tavrını onu çok korkutuyordu . Atılan dayakların ardından, korkulu gözlerle bana bakıyordu . Arkadaşlarla yaptığım gizli konuşmalarda , Muhsin Polat'ın en yakın za manda yine Ülkı'."ı cü arkadaşlarıyla irtibata geçeceğini hissettiğimi söylı'."ıyor durn ve yanıl mıyordum. Muhsin Polat hücreye geldikten bir hafta sonra , yine
3 5 2 1 ZAi\!AN ZINDAN IÇINDE
eski arka daşlarıyla sa mimiyerini ilerletiyordu . Tabii bizim arkadaşlar, onunla tüm ilişkisini kesti . Birkaç gün sonra da onu bizim hücremizel e aldılar. Her geçen gün , Tecrit 1 -Ön'de de tahakküm ilişkisine karşı kıpırdanma lar oluyordu . Komün ilişkisi burada da kuruld u . Bu beni sevindiriyordu . Bir kez daha yalnız olmadığımı hissediyordum.
Şubat 1 9 8 3 . işkencecileri asla affetmeyeceğim Nihayet 1 983 yılının şubat ayında bir akşam, adım mahkemeye çıkacak lar arasında anons edildi . Önce buna bir aniarn veremedim. Sabah, mahkemeye çıkacakların ha zırlanma sı talimatı verdiler. Faşist ya zıcı Engin'in görevini devir alan sarışın bir asker, arkada şını aratmayacak bi riydi. Hücremin kapısında bana sertçe bakıyor ve eşyalarımı haz ırlamamı söylüyordu . Hücredeki eliğer arkadaşlar, "tahliye olabileceğimi" söylüyorlardı . infaz yasasına göre beş yıllık cezam çoktan b itmiş durumdaydı . Ama dos yanın Yargıtay'da olması ve savcılığın aleyhime temyizde bulunmasından do layı beni dokuz aydır usulsüz bir şekilde cezaevinele tutuyorlardı . Büyük bir ihtima lle dosya Yargıtay'dan dönmüş olabilirdi . Eşyalarımı hazırladım ve hücre i çerisindeki arkada şlarla veclalaştım. Ce bimcle yok ele necek miktarda bir para vardı . Eğer tahliye olu rsam o parayla ancak otobüs garajına ulaşabilirclim. Neyse, bir çaresini bulacağımı clüşün ü yorclum. Tüm eşyam bir küçük poşetin içine sığmıştı. Tecritten çıktım ve mah kemeye çıkacakların toplandığı havalandırma boşluğuna cloğnı ilerlecl im. Mahkemeye gidecekterin adları okunuyordu yine. Adlar okun urken nö betçi aniden bir " Dikkat" çekti . Binbaşı uzaktan görünüyordu . Bana yaklaşrı ve tatlı sert yüzüme ba kmaya başladı. B inbaşı beni baştan aşağı süzclükten sonra, " Vay vay, Halil Güven" dedi. Yüzüne bakıyordum . Binbaşı konuşmasına devam etti : "Tecrit 1 -Arka'nın en meşhur tutuklusu , bizi çok uğraştırcim ve bir türlü yol a gelmedin." Ben, ya nlış bir şey yapmadığımı söyledim . "Neyse , hadi bakalım, şimdi gidiyorsun ama tilkinin dönüp dolaşıp gele ceği yer kürkçü dükkanı; yaşın genç, aklını başına al ve b uralara bir daha gelme" diyordu binbaşı . Ben, tilki olmadığımı, her şeyden önce bir insan olduğumu belirtiyorduın . Binbaşı, "Benden sana ağabey nasihatı , bir daha karşımıza çıkma; senin için iyi olmaz, yoksa bu dünyadan göçer gidersin" diye beni açıkça tehdit ediyordu .
HALIL GÜVEN 1 3)3
Ben, yüzüne küçümseyerek bakıyordum, o ise " kendilerinin emir kulu olduğunu , kendi yerinde bizim ele olabileceğimizi, emir kullarının , gelişen olaylarda verilen emirleri yerine getirmekten ba şka yapabileceği bir şey ol madığını'' söylüyordu . Ben, insa nın kul olmadığını. her insanın başkalarından bağımsız bir ira desi olduğunu , ira desini doğru kulla nırsa hiç kimsen in ona bir başkasına eziyet yaptıraınaya cağını söyledim ama binbaşı bunları anlamaktan acizdi . Binbaşı, bir yandan beni tehdit eelerken bir yandan da kendini affettir ıneye uğraşıyordu. Bakışiarım ona her şeyi anlatıyor sanıyorduın. işkenceci leri asla affetmeyeceğimi bakışiarımdan anlayabiliyordu . Soğuk bir havayla gözlerimin içine bakara k , " Güle , güle" diyordu bana. Hoşça kal demedim .
Bir kış akşamı geldiğim Mamak'tan bir kış sabahı ayrılıyoruro Cezaevi kapısında bir polis minibüsüne bindirilclik Bir kış akşamı geldiğim Mamak Cezaevi'nden bir kış sabahı ayrılıyorduın . Mamak Cezaevi'nde akıl almaz derecede dayaklar, işkenceler ve yaptırımlar gördüm. Bunca dayak ve işkenceye insan vücudunun dayanması, bir mu cize gibi ama ben bu mucizeyi yaşadım . Onca işkenceye rağmen kişiliğimin daha da geliştiğini hissedi yorclu m. Çok acı çektim, ama yaptıktarımdan asla pişmanlık duymadıın. Doğru bil diğimden taviz vermediın . Bu cehenneme girerken de kafam dik girdim, çıkarken de kafam dik çı kıyorclum. İnsanlığın bu derece aşağılanmasına kahroldum ama buna direndiğim için huzurluyclum ve ınutluydum . Polis otosundaki polisler, kaç yıldır içeride olduğumu, pişman olup ol madığımı soruyorlardı . Üç buçuk yıla yakın bir süredi r cezaevinde olduğumu , pişmanlık duya cak bir şey yapma dığımı , asıl pişmanlık duyacakların bizlere bu baskı ve iş kenceleri yaşatanlar olduğunu bir kez daha dile getiriyordum . Cevabım, polislerin pek hoşuna gitmedi, sadece benimle konuşmayı kes tiler. Polis otosu niza miyenin kapısından çıkarken Mamak cehenneminde hala işkence altında olan arkadaşları düşünüyordunı. Tahliye olmuş olmima dahi sevinemiyordum. Hala oralarda insanlar dayak ve işkence altında zulüm gö rüyorlardı. Benim bireysel olarak kurtulmaının hiçbir önemi yoktu . Onlar
354 1
ZAMA."! ZlNDA.N I Ç iNDE
oralarda fiili olarak işkence görüyorlardı, ben ise o işkenceleri duygusal dün yamda yaşıyordum artık . Çekilen acıları içimde hissediyordum . Düşüncelere dalmışken, "Ankara Kapalı Cezaevi" yazan kapıdan içeriye girdik. Polisler, gardiyanlara teslim işlemini yaptıktan sonra cezaevinelen ayrıldılar. Eşyalarımız , gardiyanlar ta rafından aranıyordu . Siyasi olduğu muz u bil elikleri için temkinli davranıyorlardı. Daha önce Mamak'ta görev yapan gar diya nlardan bir tanesiyle karşılaştım . Gardiyan, beni görü nce büyük bir şaşkınlıkla hortlak görmüş gibi oldu . Onca dayak ve işkenceye rağmen hala nasıl yaşayabildiğime şaşırıyordı..ı . Bana oldukça saygılı davranıyordu . G eçici olarak karantina koğuşuna alındık. Koğuş penceresinin önünden geçen mahkumlada konuşuyor ve siyasi koğuşa, bizi buradan almaları için girişimde bulunmaları haberini gönderiyorduk . B i r saat kadar sonra , siyasi koğuş temsilcisi karantina koğuşuna geld i . Bizi siyasi koğuşa aldırabilmek için idareye başvurduklarını söylediler. Ka rantinadaki diğer mahkumlar, aramızdaki ilişki ve dayanışmaya gı ptayla ba kıyorlardı . Akşama doğru . gardiyanlar nezaretinde siyasi koğuşa girdik . Ankara Kapalı Cezaevi , Mamak Cezaevi i l e karşılaştırılmayacak kadar rahat bir ortama sahipti . Daha önce Mamaktan gelen arkadaşlarla karşıtaş tık ve kucaklaştık . Ankara Kapalı Cezaevi'nde bir hafta kaldıktan sonra , tahliye olacaklar arasında adım okundu . Arkadaşlara veda ettikten sonra , tahliye işlemleri için idare binasına alındım . Fakat beni normal yollardan tahliye etmeye niyetleri yoktu . Tekrar araştırma için bir gardiyan nezaretinde E mniyet Müdürlüğü 'ne götürüldüm. Emniyet Müdürl üğü'nde kaldığım süre ve daha sonra yaşadıklarını ayrı bir m acera . Bir gün onları da yazarım. Okuyucuyu çok fazla sıkmak istemiyonım. Bunca işkence ve zulüm zaten sıkıcı! Yeni kuşakların, bunları aniayacağını sanmıyorum. B unları ancak bu zulmü yaşayan ve bir anlamda "yaşamı elinden alınan" benim kuşağıının daha iyi a niayacağını sanıyonım. Benim kuşağıma akıl almaz işkenceler, zu lümler, acılar ve ölümler yaşattılar. Çünkü b u kuşak, kendi geleceğinde söz ve kara r sahibi olmak istiyord u . Kendi kuşağımı çok seviyor, onlarla gurur duyuyor ve her zaman onların acılarını yüreğimde hissediyorum.
SON SÖZ
Çocuk elenecek yaşıma rağmen h e r türlü zulmü , işkenceyi v e acıyı yaşa dım. Basit insanların iç dünyalarındak i korkunç canavarları gördüm, sayısız defa ölümlerden döndüm. Bana ve benim gibi on binlerce insana yapılan lar, insanlık adına "utanç veric iydi. Yüzlerce kez insanlık hallerinin tükeni şine tanıklık ettim ama hiçbir zaman yaşama sevincini yitirmedim. Bugün, 1 2 Eylül'ün faşist cunta lideri , niçin darbe yaptığını anlatırken . bizlere ve tüm topluma karşı işledikleri suçların bedelini ödememenin ra hatlığıyla uta nmadan gözlerimizin içine bakıyorlar. Bu cezaevlerinde yatan insanlar, çok uzun bir süre gülmeyi, konuşmayı, dokunınayı , görmeyi, duymayı unuttula r ama insani duygularını hiçbir zaman yitirmediler. Tüm bu uygulamalara rağmen onlar, bi zlerin yüreklerindeki insan ve yaşam sevgisini yok eclemediler. Onlar, bize bu insanlık dışı uygu lamaları yaparak kazandıklarını sandılar. Hayır, onlar kazanmaclılar. Çoğu cunta liclerleri, yüzlerindeki
o
buz gibi soğuk ifadelerle sevgisizlik
selinin içerisinde yaşarken boğulup gittiler. Ben, bugün bu anılarımı yazarken, yaptıklanından övünç cluya rak yazı yor, bana yapılanları insa nlık adına lanetliyorum. G öğsümü gere gere dire niş günleri mi anlatıyorum. Onlar ise yaptıkları kötülükleri inkar ediyorlar sadece. Aradan çok uzun yıllar geçmesine rağmen çektiğim acıları unutmaclım. Başlangıçta bizlere bu acıları yaşatanlara öfkel iydim, kızgınclım, hatta onlara her geçen gün kin besliyordum. Ama zamanla bu öfkenin ve kinin , benden , insanlığım adına bir şeyleri alıp götürdüğünü hissetmeye başladım. Öfke ve kinin, insanı insanlıktan çıkarabileceğinin farkına varclım . Benim için çok zor oldu ama vazgeçtim bu öfke ve kinden . Kötülüğfı or-
3 5 6 i ZAM�'l ZINDAN İÇİND E
taelan kaldırmanın yolunun , kötülere karşı kötü olmaktan geçmediğini anla dım. İyilik adına kötü olunacaksa ne anlamı vardı iyiliğin? Aslında bize bu insanlık dışı işkenceleri yaşatanların diğer insanlardan daha fazla sevgiye ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum. Ve şunu çok iyi bili yorum ki bu insanları bu kadar acımasız ve zalim yapan şey, sevgisizliktir. Çünkü her güzel şeyin anası sevgidir. Yaşadığım bunca acıya rağmen insan lara olan sevgimi hiçbir zaman kaybetmedim. Çünkü beni var eden şey sev giydi. Bir gün insanlık , sevgiyle bezendiğinde arkasına dönüp bakacak, hem kendi cinsine hem ele doğaya ka rşı bu kadar acımasız olmasının gerçek ne deninin sevgisizlik olduğunun farkına varacak. Sevgi insanı dönüştürür ve niteliğini geliştirir. Yüreği sevgiyle dolan in sanlar, kötülükten, kinden, ötkeclen ve nefretten uzaklaşırlar. Ve daha güzel bir d ünyanın yolunu açarlar. Gün gelir bu zulümler, bu işkenceler biter; çöker saltanatlar. Gün gelir sa vaşsız, sınırsız, sınıfsız , eşit ve özgür bir dünyayı kurmanın yolu açılır; in sanla insan arasında , insa nla doğa arasında çıkarsız ve yalansız bir ilişki kurulur. İnsanın doğallığı, doğanın insaniliği her yerde boy gösterir. Ve tüm yeryüzü aşkın yüz ü ne dönüşür. Sevgi, her zaman sizinl e olsun ve sevgiyle kalın.
"12 Eylül öncesi çeşitli cezaevlerinde kaldım . İdamla yargılandım. Bayrampaşa Cezaevi 'ndeyken 45 metrelik bir tünel kazarak özgürlüğümün önündeki engeli aşmak istedim .
12 Eylül sonrası Mamak Cezaevi 'ndeydim. Akıl almaz yaptırımlar ve işkenceler gördüm. Yüzlerce kez ölümden döndüm. Çoğu zaman, yaşadığırnın farkında bile değildim . Gülmeyi, konuşmayı, hayal etmeyi, yürümeyi unuttum. Etlerim lime lime edildi, çoğu kez "öldü " diye bıraktılar. Bir metrekarelik yeraltı ölüm hücrelerinde (tabutluklarda) aylarca tutuldu m . " "Bunca dayak ve işkenceye insan vücudunun dayanması, bir mucize gibi ama ben bu mucizeyi yaşadım. " '·çok acı çektim, ama yaptıktarımdan asla pişmanlık duymadım . Doğru bildiğimden taviz vermedim . Bu cehenneme girerken de kafam dik girdim, çıkarken de kafam dik çıkıyordum. İnsanlığın bu derece aşağılanmasına kahroldum ama buna direndiğim için h uzurluydum ve mutluydum . " · '. . Yeni kuşakların, bunları antayacağını sanmıyorum . Bunları ancak bu zulmü yaşayan ve bir anlamda "yaşamı elinden alınan " benim kuşağırnın daha iyi antayacağını sanıyorum . Benim kuşağıma akıl almaz işkence/er, zulüm/er, acılar ve ölümler yaşattı/ar. Çünkü bu kuşak, kendi geleceğinde söz ve karar sahibi olmak istiyordu . Kendi kuşağımı çok seviyor, onlarla gurur duyuyor ve her zaman onların acılarını yüreğimde hissediyorum . " Halil Güven'in anılan 1 2 Eylül karanlığını unutturmaya çalışanlara tutarlı, duygu dolu bir yanıt oluşturuyor.
ISBN 978·975·868 3·83·3
1 1 1 1 11 1 1 1 1 1 1 1 1
9 789758 683833
/