Yaşar kemal ustadır arı can yayınları (hazırlayan alpay kabacalı)

Page 1


Yaşar Kemal

. USTADIR ARI ··.·.

·

·�

.�

.


TÜRKYAZARLARI

\

Bu kitap, İstanbul'da Can_Yayınları'nda dizildi, Özal Basımevinde basıldı. (1995) Dizgi: SerapKılıç


-Yaşar Kemal USTADIR ARI Basıma hazırlayan

ALPAY KABACAU .YAZILAR 1 KONUŞMALAR -

1

CAN YAYINIARI LID. Ş1İ. Hayriye Caddesi No: 2, 80060 Galatasaray, İstanbul Telefon: (0-212) 252 5� 75-252 59 88-2522 59 89 Fax: 252 72 33


YAŞAR KEMAL'İN

/

'

.

CAN YAYINLARI'NDAKİ

BÜTÜN KiTAPLARI

AÔACIN ÇÜRÜGÜ 1 yazılar-lwnU§molar BALDAKi TUZ lyanlat-konU§molar USTADIR ARilyazıJar..konU§malar ZULMÜN ARTSIN /yanlar-konU§molar

ISBN 975�510-605-7

e Ya§llr Kemal, Alpay Kabacalı 1 Can Yayınları Ltd. Şıi, (1995)


Çiçekten bal yapar ustadır an

KARACAOGLAN


İÇİNDEKİLER Karalar 9 Gölgesine_Basmı§ �.............................................................. 12 Söyletir Dilsizi... 15 Ayranı "'(ok .....: ...................................................................... �··············· 18 Farah .Diba =Fener-Nice ve Ba§ka Oyunlaı:a Dair .......................... 21 . Kilimiere Gün Doğdu . ..... .. . . .. .. . .. .... .. . .. ...... . . .. . ....... ,.............. 23 Masal Deyip de Geçmemeli .. .. .. .. ... .... . . .. ..... ,.................................. 25 27 'Ta'vus Ku§u Tavus Ku§uyken... . .. ..... . .. ....... . . .... . . . . .. .... . . .. . . ... 30 'Her Gece Bir Kitap" . ... .... .. .. ........ .. ......... ......�.............................. Birle§mek ... . . ...... � ............................................ , ........ � . . :........................ 33 Niçin Bu Kadar Korkuyorlar? ...... ...... .............. ..,................................ 36 Öğretmenler, Yiğitlerim ;.. . .,.. ...... .. . .. ......... . . .. .. . ...... .......... . .. ... 38 Vatan İhaneti Katmerle§iyor , : 41 44 Türk Milleti, Tarihinin En Büyük İhanetiyle Kaf§ı Kar§ıya ...... ... .. Dikkat, Karınca Kanatianıyor .. .. .. .. ... ...... :,............,.............................. 48 Ekmek Yediği Sofraya Bıçak Atanlar ................................................. 51 54 Memeddeki H Harfi Üstüne .... ... ' 57 Ellerinizi Çekiniz :..,............................................................ ;............,x.. Dünya Tarihinin Vietnam Çağı ......... ......... ......... ... .. . .. ........ . ....... 59 Yağma ...... .... . ... � .. ......... .... ;................................................................ 61 Zilli ·Kurt Hikayesi � .... ... .. .......... .... ...............................·.·................... 63 Barbarlık! ....... .... ................. .... .... . . :.................................................. 66 Alç:ı.kgönüllü Ohnak ............................'. .. .. ... . . ....... . .... ...... ... ...... ... 68 Doğu§ ..... .. .. .... ..... .. .. .... :·......................................................................... 71 Bağımsızlık ve Sosyalizm . ,..............:-...........,.......................................... 74 Amerika ve Camiler ... ......: .......;........................................................... 77 Göz Göre Göre ..................................................................................... 80 Halkı Dinlemek ..... . ..... ...... . .. ... .... .. .. ...... ... . .. ..... . .. .... .. ...... 82 Ket E§kiyanın Mezarı ...............................:.............'.............................. 85 Sözlü Edebiyattan Yazılı Edebiyata . ..... ... . .... ....... . .. ... . 90 Akdenizdeki Kültür Kökeni' .........; ..............................................:....... 95 Açık Mektup: Siz, Sayın Yöneticiler . .... ....... . .... ... . . : .................... :... 101. Yöneticilere İkinci Mektup: Ulusal Onur Sorunu Üstüne ..... . .... . .. :.............................................. 107 Ağır Leke! : .... .. .... ... ... .. . .... ...... ...... .. ...... , ................ ... .. ........ ... .... ·.lll Ha Desinler Ket Alinin Bağı Var ., ...................................................� 113 Turgut Özala Mektup'........................................................................... 118 ...................................... . ............................................................. ..............•...

..........................................................................•.........

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

..

.

.

.

.. .

.

.

.

.

. ...

....

.

.

.

.

. .

...

. .

. .

. .

.

. .

.

.

.

. .

.

. . .

.

.

.

.

_

•............................................................. ..

.

.'..............·.........................................

·

.

.

. .

..

.

..

.

...

.

..

.

.

.

.

. ...

.

.

.

.

.

..

.

·

.

.

·............... '

.

.

..

.

.

.

.

..

. ..

.

.

.

.

.

.

... .

. .

."................

.

·

·

..

.

..

_

.

..

7


/

Bôtün Zamanların En Büyük Şairi HomerÇ>S Bir Halk Şairidir, Yunus Emre de... ....................,............. 122 Folklor SanataDüşman mı? . .... ............................. ........... :................ 134 -: ; 137 · Sivil Örgütlenme Demokrasi Yalanı ..................................., .........................................:... 141 .

-········-··············

.

·································· ....................

Kimlikler................................................................................................. 'İmbikten Çekilmiş Adam, Arif Dino ····'············································· Theodorakis ya da Aledenizin Sesi .. ..................................,................ Dünyanın Öbür Ucundaki Adam, Güneş Karabuda ......................... Mutluluğun Resmini Yapan }.\dam, Abidin Dino .............................. Turhan Selçuk ya da Bir Büyücü ....,........... ,.......... :........... ;................. Çiçekten Bal Yapar Ustadır Arı (Oı:,ıat Kutlar)................... .;............ İşi Zor Bir Adam , Zülfü Livaneli :........, ..................................... ,........ Onun Aydınlığında (Mehmet Ali Aybar).; ......... ....... ............ ..........., .

.

.. . ·

147 149 152 · 155 157. 163 167 170 176

Konuşmalar............... ............... ..... ...... ........... .............. .....:·····..............

181

Yaşar Kemalle Kapalı Oturum (Adnan Berk-Tahsin Yücel) ...;....... Roman ve İnsan Gerçeği Üzerine (Alpay Kabacalı).......... .........,...... Ya§ar Kemal Bir Bütündür (Doğan Hızlan)..... ......... , .....,.................. Ağıtlar Üzerine Söyleşi (M. Sabri Koz)......,........................................ Yaşar Kemalle Edebiyat ve Politika (Fethi Naci) ..............................

183

Ktıynakça ....................................................... ;.................:.....................

259

.

8

.

223 237 242 248


KARAlAR

Geri toplumlann belli ba§lı özelliklerinden biri, belki de bi­ rincisi, o topluiniann içerisinde bulunan, ya da dl§ardan gelen asalaklarca sömürülmesine uygunluğudur. Toplumlar. ilerledikçe asalakları yakasından atar. Artıkça da ilerler: Geri toplumlann ülkücüleri de azdır. Aydınlan dönektir. Çı-·· kanndan ba§ka şeyi zor düşünürler. ·üıkücülükleri ciladır. Halka . yutturmadır. Savunduklan ilkelerden kendilerine azıcık zarar geldiğini gördüklerinde hemen ters yüz edip onun tam karşıtı bir dܧünceyi aynı güçle savunurlar. Onun adını da politika koyarlar. Koyu bir dinsizken .dindar, işlerine gelince dindardan dinsiz. gö­ rünürler. Yani, uzun sözün kısası, ne kadar okumU§ olurlarsa ol. sunlar, Avrupa görüp kitaplar devirsinler, çıkarlarından başkasını dܧünemezler .. Bunlara ileri toplumların aydınları gibi aydın de- ' .nemez. Bizde din kurumunu, çağımııda bir hurafe.yığını haline sok­ muşlardır. Bütün geriliğimize bu birinci sebeptir. Batıdan ne geldiyse karşı koymuşlardır. Daha da durmad�n karşı koyuyorlar. Batıdim gelen yenilikleriri bu kuruma o kadar dokunur yönleri de yoktur. Ama gelen yeniliklerio birtakım kimselere zararı vardır. Bu zararın önüne geçmek için, o yeniliğe karşı koymak için çare. ler aranır. Geri tabakalarca en çok tutunan kurum nedir, din ku­ rumudur. Ver elini din kurulnu. Ve din. kurumunu o hale getirir­ ler ki; artık o kurum onun elinde pir araçtır. Memleketin yüzüne yayılmış şeyhler, hacılar, hocalar var. Bunlan tutan ağalar var. Bunların çömezleri mollalar var,. Şeyh­ Ierin halkı soyabilmeleri, hurafelerle korkutabilmeleri onlan kara cal;ıil koymakla ol�dıi. J3Cl§ka hiçbir çıkar yollan yoktur. İlkoku­ lu bitirmiş bir kimse gidip de bu zamanda bir şeyhe tapmıyor. Onların. yalanlanna, karaiarına inanmıyor.· Okumuş aklı bıl§ına gelmiş bir kimse gidip de bir ağanın kapısında boğaz tokluğuna çalışmıyor. Hakkını istiyor. . Bizim kasahada bir hoca vardı. Bir ağayla birleşmiş, yıllaryılı �'Ocuklann o�umamalan için, babaların çocuklannı okula görı·

·

·

·

9


dermemeleri için öyle bir propagandaya giri§mݧlerdi ki, bu yüz­ den çok köyüri çocuğu okul yüzü görmedi. Bir kısım insanların ya§amaları hurafeler yüzündendir. Ağa­ ların, beylerin, hocaların. yalanla dolanla kandırıyorlar halkı. Birtalqm politika.cılar da bunlara katılıyorlar, birkaç oy için onla­ ra yüz veriyorlar. Bizde bir zamanlar Atatürkün sayesinde bu ݧ uyumu§, yeri­ ne çekilmi§tİ. Ya§adığımız günleri fırsat. bilen faydacılar hurafe ocaklarını, hatta tekkeleri bile ayağa kaldırdılar. Milletin üstüne bir kara duman gibi çöktüler ·ki, aman Allah... Her ilde, her köy­ de eski yazı... Çocuklar kara cahil, görgüsüz mollaların ardında. Ama okullar;da öğrenp yok. Bu bir kara felakettir. Doğuda bir zamanlar gerilik üstüne röportajlar yapmı§tım. Çoğunu·yazdım, birçoğunu yazamadıydım o zama�ılar. Şimdi de onlara benzer birçok ohiyla kar§ıla§ıyorumistanbulun göbeğinde. �Bir §eyh, radyo kadar günah bir yaratık olmaz, diyordu. Bir radyoyu bir kere. dinieyenin kulağına cehennemde yedi yüz bin yıl . kur§un akıtılacaktır. Radyo sesi sinen su, zehirden kötüdür.İçen bir daha Müslümanım demesin, diyordu. Aynı §eyh, ağaların, beyterin çalı§tırdığı, fakiri fukarayı ye� rinden, çalı§tığı tarladan edip dağlara dü§üren traktör için de kutsal bir makinedir diye fetva çıkarmı§tı. Çünkü köylüler, kendi­ lerini çalı§tığı topraklardan eden makineleri kırıyor, onlara di§ · biliyorlardı. Ağaların, tıeylenn ݧine gelen her §ey iyi, halkı uyandıran her · §ey kötü. Şimdilik bizde, bir azınlık dı§ta bırakılırsa, aydınların, yani okur yazarların çoğu karaların y�ında. Efendim hürriyettir de­ mokrasidir, çoğunluktur ... Kötülüklerinin önüne geçmeyeceksin. Okullar kapanacak, medreseler dolacak aldırmayacaksın: Halk · soyulup soğana · çevrilecek, aldırmayacaksın. Memlekette türeyen yeni §eyhlerin her biri küçük birer Ağa Han rolunde, haberiniz var mı? Buna da aldırmayacaksın. Derebeyler; ağalar saçı bitrne" dik .yetimlerin haklarını yiyorlar. Bir memleket yokluk, cehalet ·içinde, hurafe içinde kıvra!uyor, eziliyor, aldırmayacaksın. Okullar yıkılıyor, yakılıyorsa haklan var, öyle mi? Hurafe uğruna halkı soyup soğana çeviriyorlar, göz yuma­ caksın. Bir keçili bir evin tek keçisini de ağa, §eyh alıyor, alsınlar mı? Kendi gönlüyle veriyor, diyeceksiniz, versinler mi? ·

·

10


Radyo sesinin sindiği su bile içilmez oldu, ama bırakalım da memlekete radyo girmesin mi? Köyler yararlanmasınlar mı bu uygarlık aracından? Hey gibi karaları .. ·

4Ekim 1959

ll


.. GÖLGESiNE HASMIŞ Bir düğün, davullar zurnalar... Halay çekenler, hora tepen­ . ler... Yallah diye zeybek oynayanlar. Kızlar, kadınlar pencereler­ den bakıyor. Seninki çizmeyi çekmi§. Tabaneayı da yana tak1Ilı§. Tabancanın ucu .gözüküyor. Gözükmezse olmaz. Kasketini yana eğmi§. Bıyıklan da bir burmu§ ki, hançer ucu gibi. Sarı mendili göğsüne sokmu§. Bir ucu i§lemeli. l§ıltılı saçı kasketinin altından fırlamı§. Fırlamazsl\ olmaz. Atı uzaktaki ağaçta bağlı. E§iniyor. Pancardan, buğdaydan, ya.da Çukurovada,_ Egede pamuktan ka- . zanmı§... Orta halli bir ağa oğlu. Bu kadarı olur da seninki kafayı çekmez mi? Kafayı da bir iyice· tütsülemi§. Co§kunluğundan ne yapacağını, ne edeeeğini bilemiyor. Ona buna sata§ıyor, olmuy�r. Gülüyorlar. Ya da bir ok§ayıp geçiyorlar. Seninki tabaneayı çeki­ yor havaya bir iki el ate§ ediyor: Biraz daha CO§uyor. Sanıyor ki herkes onunla uğra§ıyor. Bir koca köyün kızı kızanı yalnız ona bakıyor. Birkaç kere daha tabancasını ate§liyor. Derken efendim yanından bir ·delikanlı geçiyor; koçlar gibi . boynunu kırıp delikanlıya sallanarak bakıyor. Delikanlı aldırmı­ yor. Yolunu sapıtip geçmek istiyor. Öteki önüne geçiyor. Tepede· güne§. Bizimkinin gölgesi, hem de kutsal gölgesi yerde serili. Öbür delikanb istemeyerek kutsal gölgesine basıyor. Parayı ka­ zanmı§, cepte. At ötede e§inir. Babası da partinin kodamanların­ dan. Aikada üç de karde§i var dayanacak. Dayanılır mı hiç, göl� gesine basıyor mendebur. Vay yezit vay! Sen kim ·oluyorsun kut� sal gölgeye basacak? Fırsat bu fırsat, §Unu tepeleineli ki ... Şam gökyüzüne çıkmalı... Çekiyor tabancayı... air de nara patlatıyor: "Biz gölgemize bastirmayız." Bu, her ay, her yıl Karadenizde, güneyde, doğuda, batıda oluyor. Be§ el kur§unla gölgeye basıp da kutsallığınıbozanı öteki d ' ünyaya gönderiyor. Tanıklar, gördündü, görmedindL On sekiz yıl... Ya da bazı hafifletici sebeplerden dolayı, be§ yıl... Ya da, ya­ lancı tanık mı yok, kendini savunmu§ diye iki yıl... Hapisten çıktıktan sonra köyde, kasahada bir itibar, bir iti­ bar, deme gitsin... Bir kuruntu. Yanından geçilmez. ·

·

·

12


Gezilerimde bir güney kasabasına uğramı§tım. Kasahada bü­ yük bir tela§, hazırlık göze çarpıyor, iki üç kamyon çiçeklede, bayraklada ddnatılıyor, kasahada bir bayram havası: .. "Bu nedir?" diye sordum. "... kar§ılamaya gidiyor kasabanın gençleri, Gençlik Spor Kulübü... Onun hazırlığını yapıyorlar." "Kimdir bu adam?" "O adam mı? O adam on yıldan fazla. dağda gezmi§, altı ki§i-. nin katili bir yiğittir. Bugün ildeki hapisaneden tahliye edilecek. Gençler §anlı §Öhretli onu kar§ılayacaklar.". , Davullar zurnalarla, çiçekler bayraklada be§ altı otobüs, kamyon dolusu Cumhurzyet delikanlısı, katili hapisten al<tılar gel­ diler. Kasabanın içinde de bir iki tur attıktan sonra, düğün dernek evine bıraktılar. . . . · . ' . 1 . . Merak enim, evine gidip adamı gördüm.. Ya§lıca, çökmü§ bitmi§ bir adam�Dünya umurunda değil ya, delikanlıların da onu kar§ıladıklarından, alıp böyle düğün dernek evine· getirdiklerin­ den çok kıvançlı. Seviniyor. ݧte bunca yıl çektiğimipn ödülünü gördük, der gibi bir hali var. Bu vatan için bunca yıl dağda gez­ dik, bunca yıl hapis yattı.ysak di... ݧte gençlerimiz kar§ımda el pençe ... Vaktiyle talan etmeyen, ba§ kesmeyen çocuklara ad kon­ mazmı§... Ta .ki... adam öldüre, ba.§ kese... Talan ede. O zaman büyük törenlerle ad koyadarmı§ çocuklara. Ba§ kesenin durumu ba§ka olurmU§ çevrede. Ne kadar çok adam· öldürürse bir deli­ kanlı, itibarı o kadar Çok artarmı§. Şimdi de az çok öyle. Anada­ luyu yakından bilen, bunu da bilir. Katili kimse lanetlemez, hor görmez. Kahraman sayarlar. Ocak söndürenler yiğitlerin yiğidi­ dir. Delikanlılar ona hayranlıkla bakarlar. Bu, dedeleri�izin ya­ §a{),ığı a§iret düzenini, derebeylik düzenini daha olduğu gibi ya§ı� yoruz demektir. O düzenlerden kalma kötü geleneklerdir bunlar. · Sürüp gidiyor. ·

Bizim kültürümüz, ·tüm bilgilerimiz halktan böyle uzak· kal­ dıkça, yurdu böyle iki ayrı memleket saydıkça, birle§tirmeye ça­ lı§madıkça bu iki parçayı, kötülükler, katilin kahraman sayılması, canı sı.kılanın nam· için adam öldürmesi sürüp gidecektir. Gölge­ sine.bastı diye adam öldürülecektir.

·

·


Geleneksel kötülüklerin önüne yalnız ve yalnız halkı okut­ makla, iyiyi kötüden ayırdedebilmesini sağlamakla geçilebilir. Gerisi lafü güzaf. Gene de' diyorum ki, Köy Enstitülerini kapatanlar iyi etme­ diniz.

IBEkim 1959

14


. SÖYLETİRDİLSİZİ... Bin kere de söylerim. Duymayız, asıl çareyi arayıp bulmayız. Bütün ıilünıkünler, çareler kesilmiştir. Bjle bile, unıutsuzluğumu-. zun içinde kıvranarak gene de söylerim. Bir meseleye temelinden ·değil, yanından, tersinden yanaş· mak büyük alışkanlığimızdır. Doğulu kafaların tek çıkar yolu bu­ dur. Meselelerittıizin büyüklüğ'iinden .• korka.nz. Meselenin özüne gitmek küçük Çıkarlannııza, kişisel ya da bölüksel faydalarımı:za dokunur. Bizim bir. piremiz için toplumun yorganıni yakaiız .. Yorganlarım, evlerini... Hepsini hepsini biliyorum, gene de söylemekte, duyurmakta fayda var, diyorum. · · · Gene şu orman i§i... Gazeteler yazdı, yurdumuzun en büyük davası, eğitim dava­ sıdır diye. Gerçekten de büyük davamızdır. Her i§imizin ba§ıdır.. Eğitim olmazsa hiçbir şey yapamayız. Bunu da· yazdım. Ama on yıl, on beş yıl, elli yıl sonra bile bu i�i halledebiliriz. Bu u}'U§Ukluktan nasıl oisa silkinip çıkabiliriz. . Dahası, bir millet esir olabilir, sömürge olabilir, yüz yıl, yüz elli yıl, iki yüz, beş yüz yıl sonra bile o millet kurtulabilir. Ama bir toprakta gidip de gelmeyecek şeyler var. Hemen ça:.. resi bulunmazsa elimizden uçacak, kanı çekilecek can .damarbin var. . Omian giderse. geri gelmez. Orman giderse bir memleketin topraklan plür. Ama diyeceksiniz ki, bir memleketin bütün meseleleri birbi­ rine baAiıdır. Biliyorum b�ğlıdır. Her §eY toptan halledilir. Halle­ dilmeli. Bizimse meselelerimiz o kadar çok ki... Neyi tutsan elin­ -de kalıyor. İlkel bir toplunıuz. Hepsi malum. · Malum, ama ma­ demki öteki meseleleriinize dokunanuyoruz, toptan bir kalkın­ maya, ilerlemeye gidemiyoruz, şu orman i§ini birinciye almak zo� rundayız. . . Her şey böyle düzensizken ormanı kurtaramazsın, diyeceksi­ niz. O da malunı. Ama büyük bir felaket karşısındayız. Kara de­ . ve, ölüm devesi geldi kapıya oturdu. Ve kalkmıyor. Burada silki·

··

·

·

.

_-

_

.

.

lS


nip kalkalım nolursunuz? Yalnız o oylarından ba§ka dünyayı göz­ leri görmeyen politikacılara söylemiyorum, millete, halka, aydı­ na, sabanının ba§ındaki köylüye, örsünün ba§ındaki demirciye, esnafa, ayağında topla gece gündüz ko§aıi futbolcuya, belekteki bebelere'bile söylüyorum. Uçan �tan bileimdat diliyorum. "Söyletir dilsizi, ağlatır körü." Ormanlarımızın hali böyle. Valiahi böyle, billahi böyle. Orman içinde, köylerd� ya§ayan vatanda§larımız var. Sayılarını §imdi söyleyemeyeceğim. Bu köylüler geçinmek zorunda!�. Keçileri var, beslemek zorundalar. Geçinmek isteyenler ormana girecek yakacaklar. Kaçakçılık yapacaklar, kazanacaklar. Bunun öıiüne geçeme�in. Keçilerini otlatacak, eti�den, kdından yarar­ lanacaklar. Ormanı yakıp ısınacaklar. Hopur .edecekler. Hopur,. haik arasında yerle§mi§ bir orman deyiriıidir. Kara hopur. Hopur etmek, mahvetmetc. ormanı yerle bir ebnek, dikili bir çöp bırak­ mamacasına, orinanı kesip yerini tarla etinek,.demektir: Yangın kuleleri yapılmı§. Motoflu ekipler nerede yangın gö­ rürlerse, oraya ko§up hemen söndüreceklermi§, . Orman . yollan yapılrilݧ, orman ürünleri' bilimset metodla kesilip i§lenecekmi§. Bunlar çok iyi, iyi, ama çar� değil, . Bir tek çare var, o da iskan... Orman içindeki köylüyü ne pa-· basma olursa olsun oradan alacaksın. Bir ormancı hesabını yapıp bana vermi§ti.. Bir yıl yok olan .ormanın parasıyla o bölgedeki köylüyü, toprağının, evinin, sabanının parasını ödeyerek ba§ka yere iskan edebiliriz, demi§ti. Bu da olmaiscl, bu da doğru değilse bile, köylüyü ormandan ·almalıyız. Bizim· için altından kalkılmaz, bütçemizin yansını yiyecek bir yük de olsa bunu yapmalıyız. Hem ormanlarda öyle köy diyecek bir köy de yok. Her bir evi bir kaya dibinde. Daha önce de yazmı§tım. Yüz evlik bir kö­ yün bir ucundan bir ucu yaya altı saat çekiyordu. Bu köyün yeri otuz kilometrelik bir sahayı kaplıyordu. Şu modem dünyada böyle .köy olur mu? Buraya okuJ yapıla­ bilir mi? Buraya sağlık kurumları getirilebilir mi?Onları.bir ara­ ya toplamak, geçtik ormanlan, bu bakımdan gereklidir. Bu zor. Köylü yerinden, .son çaresi de kesilmeyinceye kadar . ayrılmaz. Ayırmak isteyenlere oyunu vermez. Oyunu verme�e de bizim parti kazanamaz. Bakın nasıl i§ çatallll§ıyor! Biz de çalı­ yı ba§ından sü,rümek zorunda kalıyoruz.

16


Ama i§ bir ölüm kalım davası. olunca... Bu bir ölüm kahm · · · davasıdır. Kafamıza dank demeli. . . · :ç:lbirliğiyle... Son kalmı§ birkaç ağaç da bitince köylÜ zaten göç edecektir. Etmeye ba§ladılar bile.. Yurdumuzda daha bombo§ topraklar var. Öyl�ce duruyor. Ağzını açmı§ güzelim topraklar adam · bekliyor, i§leyeee� saban, · r · kol bekliyo . · · . Felaket büyük. ݧte çaresi de var. Par�ağını, parmağını kımıldatacak var. nu? ·

,

·

·

·

·

·

·

·

·

'

8 Kasutı 19�9 i

.. -�

!

' i .�

Ustadır Arı

17/2


AYRANIYOK. Bakmı§lar ki, bir Bekta§i. babası bir su kıyısında d umıu§ Ça­ 'murdan·insanlar yapıp yapıp yola diziyor. "Ne o ei'eıiler? Bunlar da ne?" diye §a§kınlıkla soranlara, günlerden beri aç, peri§an baba erenler: . "Karmm doyurmadıktan son'ra yap yap koy," .diye kar§ılık vermi§. "Kaç para eder?" Bu, biZim ·Bekta§inin öfkesi. HüJ.tümetler yalnız parti dedikodularıyla yakit geçirmezler. Bazı bazı da olu �lu i§ler görürler. Ne bileyim ben, k ı rk bin kö­ yünden hemen yarısına yakım okulsuz. Nüfusunun yüzdf! yetmi§i okur yazar değil. Okuı' yaptırıp milletiokuturlar. Ormanlan yamyor, toprakları kavruluyor, toprakları her gün geçtikçe biraz daha kaya parç asına kesiyor. Bunun önüne geçer­ ler. Sağlık kurumlarıyok denecek kadar az. Be§ paralık bir·has­ talıktan ölen ölene. Memleketi §Öyle bir dola§ın, ölen kadınların çoğunluğunu sorun, çocuk üstüne öldii, diyecekler. Anasından sonra kalan çocuklara alkı§ın bini bir para. Böyle çocuklar üstüne çok ağıt duydum. Verem almı§ yürümü§. Yatıracak hastane yok. Olanlar da hastane değil, mezbelelik. Oralarda hasta dirilmez, ölür. Ondan da geçtik.Bazı illerde hastaneler var. Bazı ilçelerde dispanserler açılmı§. Ama çoğiıntın yalnız yapısı var, doktoru yok. Doktoru varsa da gereken malzemesi, ilacı, aleti yok. Öyle hasta� neler biliyorum ki, buralarım yıllar yılı bir operatör idare eder. B� da o operatörü oradan ahrlar halıtane de kapamr, kalır. Dünya, halkların sağlığına çok önem veriyor� Bunsuz halk olmaz. diyor. Ariia diyeceksiniz ki, bu halde bile §U nüfus artı §ına bakın. Ya bir de sağlık kurumlan olsa da, millet doğru .dürüst bir ya§a­ sa... Bu topraklar insandan ta§ar. Daha bir peri§an oluruz. Diye­ . cek laf var mı bu güzelim söze! Bunu �a geçelim, sağlık Inirumla­ rı yapmak, halkın �ağlığına önem vermek de hükümetlerin ödevidir. Haydi doktor var diyelim. Hastane de var. Her §ey, her §eY var. KU§ uçmaz, kef'Van geçmez köyünün muhtarımn karısı hasta� ·

·

·

18


.landı. :Srujkası olsa umurumda değil ya. Yalnız benim değil, onla· nn da umurunda değil. Yatar yatar, sırası gelince ölüverirler. Ölüm Allabui emri, ayrılık olmasaydı. Ama bu muhtar. karısı. Muhtarı da dersen askercilikte okur y�ar olup ve de çavuııluğa kadar yükselmiııtir. Aklı hanyaya konyaya erer; Hastalık nedir, doktor nedir bir iyicene bilir. Karısını mutlak bir doktora ulrujtı­ racaktır. Önüne büyük bir engel dikilit. Yol yok. Köyden kasaba­ ya bir kayalı, çamurlu çiğirden brujka yol yok. Kırk bin köyün be § bininin yolu yok. Hele karlık yerler.·KaSabalar, iller arası_bile ka­ panır kardan. Ne gelen var, ne de bir giden. Kapan kal! Posta yü. zü bile göremezsin. Bu, yol yapım i§i de hükümetin ödevlerinden birisi olsa gerek. Ooof, ne de ço� i§i var §U hükümetlerin! Daha hepsini saymadım. Daha saysam kaleme gelmez. Çok çok i§leri var hükümetl�rin. Öyle çok ki... Parti dövü§leri, sövme­ ler, saymalar bu iıılerin yanında solda sıfır kahr. Hruja, parti �leri önemsizdir, çlemiyorum. Oruarsız demokrasi olur mu? Olmaz ki... Haa, aklıma bir §eY daha dü§tü. Köyünü bırakıp bırakıp gi­ denler. Aç, sefil kalıp da canlarını brujka yerlere zor atanlar. Bun­ . larla da uğraıımak hükümetlerin i§i. .Ciddi söylüyorum, bu da hü­ kümetlerin i§idir. Bir değerli yazarımızın dediği gibi onlar bulun� dukları yerde kendi kaderlerini kendileri tayin edemezler. Dedim ya, çok çok i§i var hükUmetlerin. Dert §U hükümetçi­ lik. Çıkılmaz içinden. iyisi mi Duydum ki kasabalarımızın çoğu, köylerimizin bir kısmı An­ karaya doluıımuıılar. İlle de bizi il yapacaksınız diye. Hü,kümet de · birçoğuna söz vermi§• On yedi tanesini il yapacakmı§. Hiçbir di­ yeceğimiı yok. Yapmalı. On yedisini değil, hatta yüz, yüz ellisini, be§ yüzünü bile yapmalı. . Ama tam te§kilatlı bir hastanesi olmalı. Köylerinde okul, köylerine yol olmalı. Elektriği, suyu olmalı. Yeteri kadar ilkoku' . lu, ortaokulu, lise!i olmalı.. Kanalizasyonu olmalı. Caddeleri, so­ kak).an olpıalı. Belediyesi olmalı belediyesi! Daha çok ııeyleri ol" malı. Saymakla bitmez ki. Buiılar varsa, ya-da yapadıksanız, dur­ mayİn önünüze.gelen yeri il yapın. Kasabaları, köyleri il yapmak da hükümetlerin ödevlerinden birisidir. Doğru söylüyorum. Doğuda, Orta Anadoluda bir il göreniniz var mı? Sözgeliı:ni Mu§u, Karaköseyi, Yozgatı, Marrujı, Muğlayı... Suyu yok çoğu­ nun, kanalizasyonu yok. Belediyesi yok. Kolrudan, pislikten gire..·.

19


mezsin içlerine. Sö�mona elektriği var. Ama yanmaz. Y ansa da ipil ipil eder. Ha varlığı, ha yokluğu... Tuncelini gören var mı Tuncelini? Tunceli üstüne sözüm yok. ݧte il dediğin böyle olur. Uzun §akanın kısası, bir yeri il yapmak hükümetlerin ödevi­ dir, ama bu i§ planladır. Yapılır yapılmasına, ama sosyal, ekono­ mik durumları, yeri yordamı ölçülerek yapılır. Doğru,, bizdeki mülki taksimat düzensiz. Çoğu Osmanlıdaki gibi duruyor. Os-� manlJnın §artları deği§ti. Bu bozuk düzeni bir iyice yoluna koy­ mak gerek. Hani demem o ki,· Bektaııi babasının dediği gibi, nzkuıı ver­ medikten sonra,yap yap koy. Şartını yerine getirmedikten sonra, istediğin kadar il yap, yap. Sıraya koy. Köy koma, ka saba k oma il yap! Bu da bizim öfkemiz. ·

22 Kasım 1959 · ,

20


FARAH DiBA FENER-NiCE VE BAŞKA OYUNLARA DAiR =

Aaah §imdi. ne yapacağız! Vaaah §imdi ne yapacağız! Giden gider de bir 'daha gelir mi ki?! Hevesi'miz kursağımızda kaldı. Biz ne sanrilı§bk; devtan ne getirdi.. · Düğün kırk gün, kırk gece sürer demi§tik. Gaze�elerimiz böyle iki gün içinde boy boy resimsizmi .kalacaktı! Buncamasraf ' etmi§ T$anlara kadar .gazeteciler göJtdermi§tik. En muteber adamlarımızı seferber.etmi§tik. Böyle mi olacaktı?! Bu da ı;nı ge­ lecekti ba§ımıza!.. İki günlük de bir düğün olur mu?KQsköca Şa. ha bu kadarcık düğün yakı§ır inı? Vah vaaah! Ba§ımıza gelen-. lerL Pi§mݧ ta�ar bizden iyisiniz. ·Nasıl da sayfalar. ayırtnı§tık. Nasıl da sayfa sayfa, Dibayla Şa­ hın güzelim resimlerini basmı§bk. İki gün Il}:Ü, yedi gün mü sür­ meliydi bu! Kırk güri, kırk gece Yüz kırk giin, yüı Imk gece! .. Şah düğün yapmalı, .biz burada oynamalıydık. :Olmadı, olmadı ݧte. Kırmızı ba§lıklaiımızı yas karasına boyayalım... YaFenerbahçenin ettiği! Aaaah Lefter, vaaah Özcan! Adam. bu İ§İ ba§ırnıza getirir miydi?! Milletçek ne sıkıntılar içinde oldu­ gumuzu görmüyor musunuz? Bakın orılnanlariniız gidiyor. Yakın­ da, çok yakında çöl. oluyoruz. o milletvekilinin dediğine bakma­ yın. Çok iyimser bir vatandaş o'. Ke§ke hep onun gibi olsak: Dün� ya gül gülİstanlık olsa, dünya /\cem Şahının düğünü olsa. Olmu­ yor. Yakında çölüz. Borç gırtlakta. içerde çeki§meler. Birbirimi­ züı boğazına sarılacağız neredeyse. Kırk üç tane gazeteci birdeı;ı yargılanıyor... Köylü perperi§an. Yüzde be§i bile okur yazar değil. 20. yüzyılın §urasında bir. qkumamı§ kalabalığız. Avrupanın ya. nında. Geçidinde. Sayınakla biter mi ki derdü elemimiz? Bir hal­ . deyiz ki, ağzımızı bıçaklar açmıyor. Aaaah çôcuklar bunu mu getirecektiniz ba§ırnıza? :Bu sıkıntılı günlerde can kurtaran simidi gibi yapı§mı§tık si-. ze. Adam gider de üç günlük düğün yapar mı? Adam gider de böyl� yenilir mi? Yüreğimize su serpmi§tiniz. Bir sizinle oyalanı­ yorduk. ݧte elimiz böğrümüzde kaldık. ·

.

..

·

·

·

.

21


·

Dünyada JCaç tane kral kaldı ki, böyle masal düğünleri yap­ sın. Kaç tane Şah kaldı? Ya sen' Fenerbahçe! Canımız ciğeriıniz... Bunu kazansaydın. Bir de Real Madrid vardı kar§lnda. İki maç da onunla... Bit ey­ yam da o sürerdi. .Şimdi size ne yapalım çocuklar? Nasıl bılkacaksınız yüzümüze? Gazete demek kamuoyunun aynaSı demektir. O bizden, yani biz gazetecilerden derdinin dermanını istiyor. Kurtillmak istiyor. Şimdi ba§ka eğlenceler bulmahyız. Holivut kızlannın hacak­ lan bıkkınlık yerdi. Ba§ka, b8§ka eğlenceler bulmalıyız. Eller uza..; ya gitmiş, eller Aya vatını§. Biıe ne? Ayda·ne var ki sanki, abJak suratlı. Ay, bunca zahmete değer mi ki... Ay üstüne bir'röportaj yap, eğer kız hacakları yoksa Ayda, bir .tane fazla! sürüm yapar mı kl gazete. Ya bir de Ayda kız ba­ caklan varsa._Yabir de orada soyunuyo!larsa.kızlar. Değme key­ fimize... O zaman y8.§asın i§te, Aya gidenler, uzaya varanlar... Evet, hor görmeyin bizi, çok ciddi yükler altındayız. Halk za­ ten sıkıntılannın içinde. Biz de yazılarımızia sıkarsak onları. olur mu? Sıkıntılannı her gün, her gün yüzlerine wrursak olur miı? Ba§ka oyunlar, b8§ka QYUDlar icat etmeliyiz. Yaaaar bana bir eğlence. ·

.

2'7Artlbk 1959

22'


·KiLİMLERE GÜN DOÖDU Paristen gelen bir mektupta diyor ki: "Geçenlerde M�e de. l'Homme takınnndan, asıl meslekleri fotoğrafçılık olan iki genç tanıdım. Bir 'sürü diyar gezmi§ler. Bö­ ceklere, küÇük yaratıklara çok meraklı, pirenin gözünün ı§lğını merak eder cinsten iki ki§i: Renkli film çekecekler .. Bunun içi� 1ürkiye<;le kilim konusunu seçmi§ler. Ben de onları bir. hO§ça tu� tasın diye sana gönderiyorum. Onlara elipden gelen yardım� yap, Yolunu bulursan onlarla beraber dola§. Otomobilleri de var. Ulu kilim konusunda bir i§ görmܧ·olursunuz. Bu i§ becerilirse, hepi­ ınize yarar. Onlara da, bizim Anadoluya da..:Anadolu için böy� fırsat bir daha zor dܧer. Kilimler aydınlığa. dünyaya çıkacak.:. Birisinin. adı 'Jacques Six, ötekininki Pierre İacquet. Eti senin .ke­ miği benim. Haydi gayret. Ulu kimseler� gün doğdu." Adamlar geldiler. Tanı§tık, konu§tuk. ݧ yapmı§ insaniann alçakgönültüğündeydi ik\si de. Dünyanın dört bucağından çektikleri fotoğrafları da yanla/ nnda getinbi§ler. Onları da gösterdiler: Jacques.birço" böcek çekmi§! Böceklerin gözlerini, kanatJa­ nnı, kanatlannın yetmi§ iki rengini çekmi§. İnsana bir böcek dünyası yaratmı§ ki, dünya derim ona. Yc;ni sarılmaya trcı§lamı§ ipek­ böceği, daha bir iki tel ancak atabilmi§ üstüne. Mavili, kırmızılı, ye§iJ4en deli olan tırtıllar... Kaplumbağalar, kaplumbağanın türlü türlüsü... Bir böcek dünyası §ahlanml§ ki, veryansın ediyor ki fo­ toğraflarda, değtne keyfine. Pierre Parisi çekmi§. Duvar ormanı (Halikarnas · Balıkçısının deyimi bu) Parisin tüm havasim vermi§. Pierre'in bir de renkli ka­ yaları, renkli ağaç kabukları var. Kim demi§ fotoğraf sanat değil­ 'dir diye. Gelsinler de fotoğraf görsünler. Görsünler de sanat nasıl olurmu§ anlasınlar. Adamlar ı§ıkla bir oynamı§lar ki, zincire vur­ mu§lar da l§ığı istedikleri yöne, renge akıtını§lar. ,Ulu kilim hakkında o kadar çok §ey bilmiyorlar. Bilmiyorlar, . ama bir iki parça görmekle ulu kilime vurulmuşlar. Burada da görünce bir iyice vuruldular. Şimdi. hep birlikte senaryosunu dü­ şünüyoruz. Örneğin Jacques'in böceklerinden, ya§amdan kilim·

·

.

23.


.

.

deki nakı§lara gidilecek. Halaylardan, barlardan, türkülerden na­ kı§a gidilecek. Her nakı§ın bir temeli var. Örneğin,kurt izi... Hayat ağacı... Zincirli... El eie... Test�ler. Su yolunda testiden hooop kilimdeki mikı§a .. Vıcır vıclr, rengiyle,. böceği, kurdu ku§uyla Anadolu. Bu. usta sanatÇılar,bu güzeJ·hünetleriyle, onlara biriyi­ ce yardım edebilirsek, bir kilim cenneti götürecekler ·dünyaya. . Dünyanın da §U bizim güzelim Anadolu halkının,gün görmü§in­ sanlarımn ellerinin hünerini�· gözlerinin ı§ığını gördüğünde par­ ınağı ağZında kalacak. Gerçekte� kilim dünyası ülu bi! dünya, ya­ §aı;nla birle§mi§ soyu� kendi ba§ına buyruk bir dünya. Halkların beğenisini; büyüklüğünü, temelliliğini gösteren ulu bir. düeya. Binleree yıbn emeğinin bo§a gitmediğini gösteren en güzel belge·. Milyonların gözlerinin ı§ığı,kalem parmaklahnın gücü kilimde... ·İster istemez kilim de bitiyor. Kilim kendi uygarlığının ma. Iıydı. O uygarlık gidince,ister i�temez kilim de çekip gidecekti. Şimdi Anad()luda eski kilim analarından �ek tük v�r. Ağaç kö­ kenletinden,. kapuklardan, yapraklardan� ottan, börtü böcekten has boya çıkaran analar koydular gittiler. Niıkı§ çıkaran '1Kilim Aıiaları" yok. §imdi. Ama daha evlerde, köy)erde eskiden kalma ' · kilim çok. · Kilim hiçbir zaman satı§ e§Yası olmanii§tır. Kilim hediyelik• tir. Çeyizdir. Kilim göz ı§ığı,Cl§ktır da ondansatılmaz: Dara dü§"" inii§ bir evin en şon satac�ğı şeyi kilimdir. Bizler çoktan kiliın ınüzeleri,·· kilim filmleri, sergileri yapıp dünyayı dolduqnalıydık. Yapamadık Yapamayız da. Dünya çok ile�de,bizler çok gerideyiz. G�riliğin acısinda tovranıyoruz. İyi malın olsun, alıcısı Bağdattan gelir,'derler. ݧte Jacques'la Pierre de bizim kilimiere gelmi§ler. Derim ki onl�ra,sağolun, ;va­ rolun karqe§ler: ,Sizler kilimlçt� seveceksi�iz. Yürekteri seveceksi: niz. Bizim züppele:r gibi moda olsun diye değil. ... Şimdi Jacqueı;'Ia. Pierre'i Antalyaya gönderiyorum. Orada· kültürlü. derdimizi aniayacak insanlar var. Onlar ellerinden gele- • ni yaparlar. Daha olmazsa onlarla birlikte ben de giderim. Kayse­ ride, Erzurumda,Konyada arkacia§lar var. Onlara da birer selam uçururuz. Olur biter. Hep birden bu i§ in. üstesinden geleceği:ı;. Kilimiere gÜn doğdu. .

.

·

.

·

·

·

·

10 Nisan 1960

24


MASAL DEYiP DE GEÇMEMELi Masal ayağı yerde, yüzde yüz somut�an soyuta gid�n şanat eseridir. Uzun yıllar; yüzyıllar, insanların edindiği deneylc;:rden, olaylardan ortaya çıkrnl§tm Sanatın doğU§Unda masal vardı der­ sek, yeridir. İnsanoğlu bütün duygularını, çektiklerini, özlemleri­ ni masala koymustur. Masal, yü.zyllla.r boyu bütün kO§Ullarda in­ sanların can yolda§ı olmu§tur. Toprak gibi; daha. doğrusu doğa gibi bir §eY· Masalsız, efsanesiz bir · insan dünyasım aklımıza bile getiremeyiz. Uzun .insanlık tarihinde halkın tek tutunduğu dal · masal olmu§tut, dersek, o kadar yanılmayiz. . ilkin m�aı vardı. İnsanoğlu doğa kar§ısında, olaylar kar§ı­ sınqa içini döktn�k zorundaydı, ver yansın etti maşala. İnsanoğlu kendine bir dünya yapmak zorundaydı, ver yansın etti masala. İn­ sanoğlu yeni dUnyalar ö�üyordu, ver yansın etti masala, İnsanoğ­ lu kızıyordu, öfkeleniyor, gülüyordu, ver yansın etti masala. İnsa­ noğlıt öğüt vermek, kıssadan hisse çıkarmak istiyordu, ver yansın etti masala. İnsanoğlU korkuyordu. Derebeyinden korkuyordu, doğadan korktıyo;rdu, ağadan kdrkuyordu, yıldınmdan; hocadan, papazdan korkuyordu, canavardan korkuyordu, haramHerden korkuyordu, ver yansın etti masala. Düpedüz, açık açık söyleye­ meyeceklerinin .hepsini m�ala döktü. Oidipus bir masaldır. Oidipus'ubugün bile bir Anadolu masalıı'ıda�bulabilirsiniz. Demem o ki, yüzyıllardan bu yana masal, halkın her türlü özlemini, derdini, deneyini koyduğu, kolaylıkla koyduğu bir tür ol)llU§tur. · · Masal insanlaı:ın, cümle insanların ortak malı olduğundan, bütün imanlar masal anlatımına kaı:ı§tığından dolayı, masaldaki aniatma i§i çok ileri gitmi§. Ben, maşal bilmeyen; aniatmayan çok az köylüyle kar§ıla§tım. İki söz vardır halk arasında: Masal biİmer yen adam da olur · ınu? Tiirkü bilmeyen adam olur mu?· Herkes masal anlatır. Herkes kendinden masala bir tat katar. Usta ma­ salcıların elinden geçer masal, öteki usta masalcılara. Halktan us­ ta masalcıya, masalcıdan halka... Yaratıcı masalcıdan halka, halk­ tan yaratıcı masalcıya... Seninki arada öylesine bir mekik dokur ki, öylesine bir tat olur ki, deli divane olmaktan ba§ka bir §ey gel·

25


mez elinden. Masal insanlığımızın 'malıdır. Bu, hiçbir sanata na­ sip olmamı§tır. Köylünün kentlinin, okumU§Un okumamı§ın, herkesin malıdır. Herkesin tadıdır. • Masat ortak �alımııdır, demiştim Destanlann, §Ürletin, ro­ manların, piyeslerin kaynağı. Bir ham kaynak mı? Masal bence ,en olguri meyvedir. Her sanatÇı bu · dünyadan payını almadan edemez. Pay almamı§Sa meyvesi güdük olur. . Ki§iliği büyük sanatçıların dünyasının bir yerinde bir masal otUrur. Kimlerde yok ki... Shakespeare'de, Charlie Chaplin'de bile... Bir de tüm sırbnı m�sa1a dayaml§la'r var. Bunların ba§ında da La Fontaine gelir. La Foiıtaine, alçakgönüllü adam. D.emi§ ki, bu masal dünyası berum hQ§Uma gidiyor. Aradıklanm burada.·Şu masal da öylesine bir miri malı.ki, istediğim gibi atımı oynatırım... Alıİıı§ masalhirı, yaratmı§ maşallan, insanoğlunun tüm gerçekle� rini koymU§ eserine sanat yolurla. Masaldan alinJ§ koymu§. Sabahattin Eyuboğlunun deyi§İ}'le, bir de sınırsız dünya bul­ - mu§ bu masallarda, bu sınırsizlık içinde bir de dille oynamı§ ki, deme gitsin. Çağların büyük. dil ustalan. arasına karı§mJ§. Çağla.. nn temel sanatçıları arasına karl§mı§. ·· . La Fontaine'in önemi, tuttulu yoldadır. La Fontaine öyle bir · yolla, öyle bir gerçeğe varma çabasıyla masal yazmasa da, sanatta ba§ka bir yola gitseydi, gene varacağı yer aynı büyüklüktü. Aynı l ustalıkb. · Bütün ınesele, insanaAlunun iç ve dı§ gerçeAine varmak. Yolu, sanatçı yaratıb§lnin gösterdiAini bulmak;.. La Fontaine masallardan çok §eY öAfenmi§. Masala bu yön­ den çok §ey katmı§. Bir bakıma bize Montaigne'in verdiAini veri- . yor. Sanatçı olarak. Diyorum ki, çağımııda da La Fontaine üstünde önemle du­ ralım. Ondan öAfeneceğjmiz bir yol var ki, epeyce önemli. Masal- · lar, insanın ·gerçeAI, sanalçıların göz önünden ırak edemeyeceJderi ep önemli kültür eserleridir. Bu yazıyi bunun önemini söyle- .. rnek için yazıyorum . ·insan meselelerine do�... İnsan düntasının içinde, mesele­ lerinin içinde... İnsan soyu gökten inmemi§tir. İnsanı yalnız ve . yalnız meselelerinin içinde. bulabiliriz. İnsan gökten inmediğine göre, insanı görgüleri, dü§üncesi yapar. Meseleleri yapar. İnşan ' soyut bir yarabk değildir. ·

·

·

·

·

·

·

5 Şubat 1961

26


TAVUS KUŞU, . TAVUS KUŞUYKEN. ... Aydın demeye dilim varmıyor. Biliyonız, §U dÜnyada, �ydın dedikleri ba§ka 'türlü insanlar var. Bunlar, .bizinıkiler okur yazar­ lar. . Okuryazardan daha artı bir yönleri yok mu? Olmaz olur m� o da var. · Gidiyorlar okullara, · birinciSini, · ilclncisini, sonuncusunu biti­ .riyorlar. Ellerine kocaman, kapı kadar diplomalanni alıyorlar. ݧ bitti, diyorlar. Bundan sonra canım cennette diyorlar. Yan gelip yatıyorlai. Bir i§, bir aylık di. uyduruyorlar kendilerine.' Gel key­ fim gel. Doğuda okur yazar az olduğu için, bunlar b3§ımızda çi­ çek. Bilimden, · aydın namtisundan bir haberleri ,var mı, umuru� muzda mı, bu kadarı, yaldi7Jı diplomaları bile cana minnet ݧte biz canımıza minnet dedik diye, onlar da ges ges geriniyorlar. Bir gayret, seninki Doçent, Profesör de oluyor. Bur_aya ka­ dar bir gayret de harcıyor. Varacağı yere vardı mı, orada u,yuyup kalıyor. Bir adnn attığı yok. Kessen bir adım ileri atmıyor. Bilimin sonu yoktur, demi§ler. Şu bizimkiler için her ·§eyiri sonu var. Her §eyleri bir yere ka<blr. Varılacak bir yere varıldı mı, i4 rahat ݧte, varılacak yere varıp da orada duran ki§iye aydın demezler. Bu aydınlarımız niçin böyle pısınk? Niçin böyle, bir yere ka­ dar canlı da, oraya varınca, istediğini elde edince ölü? Bu bir ilkel dܧünceden, y3§3yl§tan gelse gerek. �akın, köytümüZÜn çoğu da bulduğuyla yetiniyor. Bir lokma ekmek, biraz giyecek ver bizim köylünüri çoğunluğuna, onunla yetinir, kıpırdamaz. Çeli§meye dܧDlüyorum. Köylüye iyi §eyi göster, ardınca gider. Pısınklığını, donmu§luğunu üstünden atar. Bunu çok gördük. Dünya da çok gÖrdü. Deneyleri var. Ama bizim aydınları, yani okur yazarlan yerinden . kıpırdatam�ın. Tamam; demi§, olduğu yerde kalmı§. Vinçle yerinden kaldıramazsın. Neden kalksın, o�ur yazarlıkları­ n� palavralarına, belledikleri dört-be§ gavurca sözcüğU sıralayı§­ larına bakarak, insanlar onlar.a. önem veriyorlar. B3§larına geçiri­ yorlar. Şu hayatımııı bir hale yola sokarsan sen sok�ın, diyorlar. . .

·

·

·

1:1


Onlar da böbürleniyoriıir babam, böbürleniyorlar. Cakalarından yanlarına vanlınıyor. BunJar tavus ku§tı. Tavus k�ı§ları tüylerine, yaldızlı, güzel, cümbü§lü tüyleriıie bakıp kabarırlarmı§. Tavus ku§larının ayakla­ rı Çirkinnii§. Bir de ayaklarına bakarlarmı§ ki, berbat. Kubartıları hemen inermi§. Bizim aydınları, özür ·dilerim, okur yazarları �le alalım. Poli7 . tİkacılarının epeysi yalancı. Gözünün içine baka baka yalan söy­ ıüyorlar. Yalan söylediklerini bile bile yalan söylüyorlar. Arka­ daıı, §U senin konu§tuğun göz göre . göre yalan, dedin mi; o politi' . · ka, diyorlar. · İnsaıunı§ görünüyoriar. Baııları dara gelince, inançları yü­ zünden tekerlerine ta§ könunca, iğne sokulmu§ balona dönüyor­ lar. İnançları bir yanda kalıyoı:, kendileri bir yanda kalıyorlar. Baııları ·daha da sıkı§ıhca, tam inançlarının ter�ini söylüyorlar. Ama hiç de utanmıy.orlar. Çoğu dalkavuk. Ya hükümetin, ya da halkın dalkavuğu. Hal­ kın dalkavuğu daha. beter. . Halkın görünen çıkarıyla değil de, donmu§, uyu§uk yanıyla birlik olup onu her yönüyle sömürüyor­ lar. Düpedüz· halkı kançlırıyorlar. Onun donılıU§ duygularını .ok§ayarak. Üniversitede profesörü kitap çalıp üstüne adını yazıyor. · ' · Adam kırkyıl profesörlük ediyor, doğru dürüst. bir araııtırma yap�ak değil, kitaba benzer bir ders kitabı bile yazrnıyor. H�ydi Ya7fDIYOr, diyelim, çevirmiyor bile. . · Gaze.tecisL. Bir menileket sorununu alıp da sonuna !>adar giden, kendisine· ݧ edinen... Bir dܧünce uğruna, birtakım zorluklara katianan kaç tane? Şu okur yazarlarda bir ' çürüme ki, olmaya . gitsin ... Daha bir sürü kötü örneklerini gösterebiliı:im. Ne gerektiği var, hepsini he.­ pinılz biliyoruz. Avur-zavurlarından yanlarına yakla§ılmıyor, demi§tim. Dille­ rinde ·gavurca sözcükten geçilmiyot. ݧte bunlar, o yukarda söyle­ diğim tavus ku§unun tüyleri. Ayaklarına gelince, ayakları da, şu sözümona ayduilarınişleri. Tavus kU§u'n'un onuru: var. Ayaklarını görünce, çirkinliğine bakıp kubartısı geçiyormu§, Aydınların geçmiyor. Yaptıkları' i§leri görüp de, biz çok az §eyiz, diyemiyorlar. Biz · azıcık adam olsak, ··

·

·

·

·

·

·

·

.

·

·

·

28


bu memleket bu halde olmaz, diyemiyorum. Tavus kuW kadar onurumuz yok. Avurundan zavurundan v1zgeçen yok. ݧin belası da bu. Bütün kötü i§lerin so�mlusu aydınlar. Utanmamız gerekir. Kimse utanmıyor. Taws ku§U tüylerimize gakıp kubanyoruz. Yaptığımız i§leri göziimüz görmüyor. Eeeee, ne yapalım, §U aydınları ortadan kaldıralım mı? Yoo­ olç, ,hiçbir §ey yapmayalım onlara, Belki bize de iyi, namuslu bir aydın ku§ağı gelecek. Dünyadan· umut kesilir mi? Yalnız bir §ey yapalım, a.rada bir ayakların'ııza '!>akalını. Yani işlerimize. ÖVü­ nüp kubarmayalım. Şu toplumda yerinlizi bilelim de; halkın üs­ tünde, kendimizi bir §ey sanmalıyım. Ha� ve hayat güçlü. Doğa, halk ve hayat bir yerde saplanıp kalmaz. Çürümü§leri atıp yeni ye§erenl�ri, güçlüleri onun yerine koyar. ·· Ne kadar direnirsek. direnelim, biz çürüğü.z, yerimizi halis aydınlar alaca.k. Bir §ey v.ar, §U halka. ettiğimiz kötillük �anımıza kAr kalacak. 7Mayıs 1961

· ·

.

·

29


"HER OECE BİR KİTAP'' Geçenlerde Muhsin Ertuğrulla kÖnu§uyorduk. Üsküdardaki . tiyatro açılmak üzereydi. Muhsin Ertuğrul Üsküdardaki kü�pha­ neye adam göndermi§, oraya günde kaç ki§inin geldiğini öğren� ' mek istiyor... Muhsin Ertuğrulurt bir yanı da (bunu bu konU§madan öğ­ rendim) eğitimciHği. Yani Tonguç Babalar gibi.. O da gönlünü eğitime vermi§. Biri okullarda bunu gerçekle§tirmek istiyor, öteki tiyatro sanatıyla. Bu eğitimeHer çok . inanmı§ insanlar. • Tonguç Babanın gözü Öku,tmaktan, eğitmekten ba§ka hemen hiçbir §eyi görmezdi. , Muhsin Ertuğrul da tiyatrodan ba§ka çok az §eye vaktini veriyor. Bir çalı§ma fırtınası içinde. Hep yapmak,- daha çok, daha çok yap­ mak. Tonguç Baba da öyleydi. Bir okul daha, t,ir Köy Enstitüsü daha. Bir daha; bir daha, bir daha... Doym* bilmezdi. . Doymak bilmemenin en güzeli de bu olsa gerek. Böylesi insanların kusurlan yok mu? Sürüyle. Ama bu çalı§­ kan insanlar kendi. kusurlarının, cümle kusurların üstüne çıkmı§­ lar... Son yıllarda İstanbulda bir 'tiyatro sevgisi_ aldı yürüdü ki... Bir . sürü, irili ufaklı tiyatromuz var. Burada Muhsin Babanın o gani gönlü olmasaydı, bu §ehirde böylesine bir tiyatro sevgisi olur ,muydu? Bunun üStünde durup dܧünmek gerek. Her i§in delileri var. Gönlünü, canını bir yola koyanlar var. ݧte bu insanlar, saygı değer insanlar. Milletierin hayatında önemi olan insanlar. Şu Anadoluyu dola§an görür. Şu Akdeniz kıyılarında her adım ba§ında _bir tiyatro. Antik çağdan kalma. Bu tiyatrolarda ,her gece insanlar, yüzlerce, binlerce insan, her gece bir kitap okumu§lar. İstanbuldaki tiyatrolarda da binlerce insan her gece bir kitap okuyor. Hem de nasıl okuyor? Etli canlı, örnekli bir dünya karşı­ larında Tiyatro sanatların içinde en etkisi olan sana�r. Bir gün, bu ba§langıçtan sonra, gene yurdumuzda her adım ba§ında bir tiyatromuz olacak beiki. O zaman birçok insan, a§ağı yukarı, her gece · bir kitap okuyacak. Dünyamız daha çok, daha ·

·

·

30


geyçek aydınlanacak. İnsanlar. tiyatroyu sev.erler. Ben buna inanıc yorum. İnsanlar §İirden, hikaye anlatmaktan nasıl vazgeçemezler­ se, tiyatrodan da vazgeçemeyecekler. Halkta,· daha ya§ayan, kökü insanlığın köküne kadar inen bir tiyatro geleneği var. Herilen her Anadolu düğününde bir temsil görürsünüz. Noksan tarafı bulunmayan ݧ olmaz, diyenler var. Belki de olmaz: Ne bileyim ben. Geçenlerde Şehir Tiyatrolanndan birkaç sanatçı bir basın toplantısı yaptı. Dertlerini söylediler. Tiyatro­ İnuzun bu en güzel, en verimli, en çalı§kan çağında böyle §eyler . olmamalıydı. İki gün önce de bu aktörlerden biri baiıa geldi. Derdini bir açtı döktü ki ... İp�lmaz. İki yıldır Şehir Tiyatrosundaymı§. İki tane de ba§rol oynaml§. Liseyi bitirdikten sonra da Konservaruan bltirmi§. Yani bir tiyatro delisi, gönüllüsü ... Her gece halkın kar­ §ısına çıkıyor. Provalan da caba. Bir ağır ݧÇİ kadar güç harcıyor.· Bu delikanlının aldığı ücret neymݧ, biliyor musunuz, 350 lira!... Ücret olduğu için yazın bu parayı da alamayacakmı§.. Gördünüz mü §imdi? Bu 'deÜkanlı diyor ki, yazın, be§ ay için, insana kim ݧ verir? ݧ dediğin §IP diye bulunmuyor ki. .. Tiyatroya gönül vermi§ bu delikanlı yazın be§ parasız ne yapacak? Tiyatroya · gôQül ver­ mi§se, günah mı ݧlemi§ bu delikanlı? Bunlar kadroya· geçince el­ lerine iyi bir para geçiyormu§. Bu İ§İ ba§aramaml§sa i§ine son ve, rirsin. Ama ba§arrtıı§sa, hele büyük roller oynamı§sa, bir hal çare­ si bulunmak gerek. Yazık oluyor... Tiyatromuzda bu delikanlı gibiler bir değil, iki değil. İçlerin­ de Amerikada tiyatro ö�enirtıi yapmı§lar var. Gerçekten yete­ nekli ki§iler bunlar. ·

·

ran

·

·

Baki Turanlı diye bir delikaniıyı Bir oyunda seyretmi§, hay­ kalmı§tım. ݧte bu Turanlı·da 350 lira ücretliymi§. . .

Tiyatromuzun bu güzel çağında, tiyatroya göıiül verenleri kırmayalım. Tiyatro a§kı yüzünden onlara sefaJet çektirmeyelim. .. Analarından doğduklanna pi§man olmasınlar. Demem o ki, Muhsin Ertuğrulun bu çabasına hepimiz, mil� letçek yardım edelim. Bu güzel çağ yürüsün. Çok zor. Paramız az. Bütçemiz de o kadar ahım §ahım değiL Hepsini, hepimiz biliyoruz. Ama yetenekli olanları, gönül vermi§­ · ıeri kırmayalım,

3i


Be§ on genç için bu yazıyı yazdığıma yerinmiyorum. İçlerin­ den büyük tiyatro adamlarımız çıkabilir. · Çıkmasa da ne hakkımız var bu gençleri sefalete atmaya . · Belediyemiz, Valimizbuna göz kulak olsun, Bunu bekleriz · Halkımıza ber g-ece bjr kitapokutanlann'üstüne titreyelim. · Her gece on kitap, o� be§ kitap. Binl�rce ki§iye:... ·

..

·

.

. .

.

·

1961

\

32

.


BİRLEŞMBK . Gerçekten çok kötü bir durumdayız. Dönüp de memleketin haline §Öyle bir bakm�yı insanın içi götürmüyor. Doğru dürüst hiçbir §eyi kalmamı§. Her yerde bir çözülme, bir dökülme. Ana­ doludaki bqgünkü yoksulluk üstüne bir bilgisi, görgüşü olan var mı? Milletin hali gittikçe gittikçe kötüle§iyor. Birkaç yıl içinde halkımız açlıkla kar§ı kar§ıya kalacak. Şimdi aç değil mi, diyecek­ siniz. Demem o değil, demem yoksulluk değiL İnsanlarımız bir­ kaç yıl içinde düpedüz ağızlarına atacak bir lokma ekmek buhi­ mayacaklar. Daha §imdiden bunun birçok örnekleri gözüküyor. Türkiyeyi bugünkü durumda olduğu gibi kimler tutmak isti­ yor? Türkiyenin bugünkü ·durumda . kalması kimin i§iİıe yanyor? Türkiye kimlerin yüzünden, kimler için ba�msızlığını yitirdi? Bu düzenin bozulması kinılerio i§ine gelmez? Insanı patlatmayın, di­ ye bir söz vardır. ݧte her §ey apa<;ık ve kör kör parmağım gözü­ ne. Elli bin· dönüm toprağı olan, elli bin dönümünde en az be§ bin ki§inin emeğini sömüren ki§i .düzeninin bozulmasını ister mi? Yılda ithalat ve ihracattan milyonlar kazanan, bu düzenin bozul­ masını ister mi? Bu düzen bozulmasındiye de elinden geleni ar­ dına komaz. Bu düzen bozul,masın diye yapmayacağı kötülük yoktur. Yurt, vatan sözü onlar için bireı; sömürm� aracıdır. Bu düzen devam etsin. Yalnız devam etmekle kalmayıp da­ ha da koyula§sın, soluk aldırmaz olşun. Bunun için çok i§ler döndü bu topraklar üstünde. . Din sömürücüleri, ceh�let sömürücüleri, milliyet sömürücü­ leri, vatan sömürücülerinin safında birle§tiler. Ve memleketin bağımsızlığına kastettiler. Sömür:ücülük bir biltündür. Bir mem­ lekette iç sömürücü varsa, mutlaka o .memleket halkı dı§ sömürü­ cüye pe§ke§ Çekilecektjr. Bunun ba§ka türlüsü olamaz. Bunun ak­ sini tarihler yazmamı§tır. Memleketimizde sömürücüler bütün geri uns"urlarla öylesine birle§tiler ki, tarifsiz. Gazeteleri, yığın yığın dergileri, türlü türlü demekleri oldu. · Örneğin ırkçılıkla Müslümatılık taban tabana zittır. !rkçılık bir ır�n öbür ırka üstünlüğü, ayncalığıdır. Müslümanlıktaysa, ·

·

Ustadır Arı

33/3


hangi ırktan olursa olsun, bütün Müslümanlar karde§tir. ݧte böy­ le olmasına rağmen din öğrenimi yapan İmam-Hatip okulları ka­ fatasçıların at oynatbkları en uygun alan. Oysa ırkçılığın ha§ dü§­ manının İmam-Hatip okullarının olması gerekirdi. Sömürücülerin canlarını di§lerine takıp böylesine bir mey­ dan sava§ına giri§mesine kaqılık ilericiler, Atatürkçiller ne yapb­ lar, bin bir parçaya ayrıldılar. Atatürkün kurduğu, gericiliğe kar§ı olQtası gereken CHP ne ya.pb? Hükümette bulunduğu sıralar, alanı gericilere bırakb. Oruara sonsuz bir hürriyet tanıdı. Sosya­ lizm, sosyal adalet, toprak reformu sözü ettirmedi. CHP hükü­ metleri devrinde ilericiler soluk bile alamadılar. Sosyal adaİet sö­ zü edenler öylesine takip edildiler ki, kow§tUrmaya uğrayan bir ilerici uzun yıllar belini doğrultamadı. İlericilerin en hafif suçu yabancı casusluğuydu. Uzun yıllar ilericileri yabancı bir devletin casusluğuyla suçladılar. Benim · ba§ımdan geçti; 1950 yılı�da; "Halka toprak vermeli. Ağaların binlerce dönüm to;Jrağı var, köylülerin bir mezarlık toprağı yok," dedim, demez olaydın'ı, Rus casusu diye hapse atblar. Etmedik zulmü bırakmadılar. Aman za­ man köylüye toprak verin dem,enin casuslukla ne ili§iği var,. de­ . dim. Olmaz sen casussun, dediler. ly� anlayı§lı bir hakime dü§­ tüm de heraat ettim. Yoksa daha boynurnda yabancı bir memle­ ketin casusluğu damsasıyla sürünüp duracakbm. Bizim Adana taraflarında portakalı dilim dilim soymazlar da elma gibi sayarlar. Birisi portakalı öyle soyarken kabuk çekice benzemi§. Fıkarayı tuttular da içeri atblar. Gene Osmaniyede bir köylü delikaniısı da tavla aynarken ben tavianın kıniıızı pullarıyla oynarım, ben kırmızı rengi severim, demi§..Vay kızıl vay! Sen mi­ sin kırmızıyı seven! Almı§lar içeri. · On dört ya§ındaki bu köylü delikanlısını komünist propagandasından alb aya mahkum etti­ l�r. Delikanlı üç ay yattı da çıktı. Şimdi bu delikanlının akıbeti belli değil. Oysa benim tanıdığım en akıllı, en yetenekli ki§ilerden birisiydi. Çocuğu mahvettiler. Delikanlı ataktı, zekiydL. Bunun dı§ında en küçük bir politikayla ili§iği yoktu. Böylece yüzlerce örnek verebilirim, CHP Atatürk· öldükten sonra · yönünü deği§tirmi§, bir ilerici celladı kesilmi§ti. Yani CHP yirmi be§ yıl boyunca bindiği dalı keserek gericilere çok uygun ve rahat bir yer hazırlamı§tır. Bütün suçu CHPye de yükleyemeyiz. ilerici aydınlar dediğimiz aydınlar da CHPden kaçıp CHPyi geri­ ci eUere bırakmı§lar, CHPnin ilei-i unsurlarını yalnız bırakmı§lar·

34


dır. Bir de gericiler, halkın içine girip onların yolunu çıkarlarına göre . deği§tirirlerken ilericiler halkın yanuı'a bile . uğramamı§lar­ dır. Şehirlerde dedikodoyla birbirlerini yiyerek tüketmi§lerdir� Taban tabana zıt gerici unsurlar, sömürücüler §imdi birle§­ mi§lerken, memleketi uçuruma sürüklerlerken, ıneİnleket bunlar Yüzimden bağımsızlığını kaybetmi§ken, memleketin dı§ itibarı ze­ delenmi§ken gene ilericiler paramparça. Gene ilericiler gerçekle­ re ve halka uzak.., Yeter artık! ' Bindiğimiz · dallcin bırakalım, · kesmeyelim. Bir araya gelelim. Güçlerimizi birle§tirelim. Yangın hacayı sardı. Geç kalırsak batacağız. ·Bence Türkler dünyaya gerek bir,millettir. Es­ ki, köklü bir kültütümüz, uygarlığımız var. Dünyayı bunsuz bıra­ kırsak yazık olur. KurtUlU§ Sava§ılmzdan önce .de durumumuz ' a§ağı yukarı böyleydi. · Gene bağımsızlığımızı yitiriyorduk. Gene çıkarcı, sömürücü güç, gerici güÇ halkımıza, milletiniize kar§' bir� le§IDݧti. Uygarlığımıza, riıilli benliğimize, k:ültürümüze, bağımsızlığımıza kastediyorlardı. Onu bunu, ufak ayrıca.Iıklan 'bir yana atıp gene birle§ineliyiz. Bir birle§irsek, bu ikinci kurtulu§ sava§ında da halkımız bize yardım eder. Birinci�inde olduğu gibi. 25 Eylül 1964 ·

·

,

·

\

·

35


NİÇİN BU KADAR KORKUYORLAR? Niçin bu kadar korkuyorlar,niçin . böylesine suçluların tela§ı iÇindeler? Niçin, niçin bizi susturmak istiyorlar? Sınıf �özünden, sınıflarİn müca�elesi sözünden niçin böylesine ürküyorlar? Hükümet ellerinde,arkalarında milyonlarca insanın oyu var·. Meclis kürsüsüne çıkıp bar bar bağırıyorlar, "Bu halk size �e ya­ parsanız yapın oy vermez," diye. Peki, öyleyse bu tela§ın sebebi ne? Sözlerine davranl§ları hiç uymuyor. Demokrasiyse, bunlar azıcık da olsa demokrasinin ne oldu­ ğunu bilirler. Hepsi değilse de bir kısmı Anayasayı okuyup anla­ yabilir. Öyleyse niçin Anayasa sınırlarını a§mak çabasındalar? Öğretmenler .onlara ne yapıyorlar da tepelerinde mıh yülü­ yorlar (çivi kazıyorlar)? Perperi§an ediyorlar. Ekmekleriyle oyna­ yıp.zulmediyorlar. Arkalarında koskocaman Amerika da. var. İkili anla§maları da var. O Amerika ki, ikili anla§malara dayanarak Türkiyeyi yerle bir edebilir. O Amerika ki,Vi�tnamdaki vah§etini,dünyanın kar· §ısında gözünü kırpmadan de<vam ettiriyor. O Amerika kj, elin­ den gelse Vietnamda bir tek canlı yaratık bırakmayacak. O Ame­ rika ki... Sonuna kadar kendilerine dost! Daha ne korkuyorlar? Bir §ey olmalı. Korkularına bir sebep olmalı... l§ık . görmü§ bayku§ gibi,demokrasi ı§ığından niçin böylesine - yılıyorlar? Bizim bilmediğimi:?:, bu ı§ıklı dünya böyle devam eders.e öğ­ renebileceğimiz,memlekete yaptıkları bir kötülük olacak. Halkın bilinesini istemedikleri bir kötülükleri olacak. Halk,her §eye rağmen, uyutulmalara rağmen uyanacak mı? Bunu biliyorlar · da ı§ıklı demokrasi düzenini karanlığa çevirmek için mi pu çabaları? Sömürüyü... Avrupalı kapitalistlerle ortakla§a sömürüyü bir gün bu halk da nasıl çakacak, mı ,diyorlar. Böyle diyorlar da, ne olursa olsun, halk uyanmadan biz elimizi çabuk tutalım da §U Türk vatanseverlerjnin seslerini soluklarını keselim,mi diyorlar. Korktukları bir §ey var. Mutlaka onların ödlerini koparan bir §ey var. -

·

36

·


Can çıkmayınca huy çıkmaz. Can çıkmayınca umut da çık­ maz. 27 Mayısta canlarının azıcığı çıktı gene huylan Çıkmadı. Da­ ha §U dağın arkasında bir umutları var. Bunlar ne tarih blliyorlar, ne bir §ey. Hiçbir §ey üstünde de :dü§ünmüyorlar. Gündelik hayatlarını gün be gün ya§ıyorlar. Ken­ . di güçlerini, dünya zalimi Amerika ağalarının güçlerini çok büyütüyorlar. · Türkiyedeki Anayasa güçlerinin Anayasaya bu �adar saygıla­ n olmasaydı, Anayasaya bu kadiır inanmasaydı onlar, §U bir avuç kapitalist görürdü gününü. Şu söylediğim söz, soyut, havada bir söz değil. Milletler onurları, istiklalleri tehlikeye girdiği zaman çok güçlü oluyorlar. Ve onları hiç kimse yenemiyor. Dev Amerika kar§ısındaki bir avuç Vietnamimm gücüne bakın. Jetlere, bombalara, tarihin gör­ düğü en korkunç silahiara kar§ı · bir· avuç çıplak adamın yarattığı ka�amanlıga bakın. Vietnamlılar bağımsızlıkları için insan tari­ hinin en büyük .destanını yazıyorlar. Onlar insanoğlunun yüz akı, insanlığın �erefidirler. · ·· · . , Kurtulu§ Saya§mdaki Türk halkı da insanoğlunun yüz akıydı. O da insan tarihiniq §erefli destanlarından birini yazdı. Gene de; bugün de yazacaktır. Onun için, sırtınızı dayadığınız Amerikaya, paranızın gücü­ ne, halkın cahil olmasına güvenmeyin. ݧ ba§a dü§ünce milletierin . neler yaratabileceklerine 'her gÜn tanık oluyoruz. Türkiyedeki kapitalistlerin kendi güçlerini ve millet gücünü Çok iyi hesapiayıp Öyle davranması gerek. . Önlar bilmeliler ki, bu sefer, yanlı§ hesap Bağdattan d(?nme­ yecek. Yanlı§ hesapları yurdumuzda büyük tahribata yol aç(\r. Biz · bunu istemiyoruz. Onlarsa yok olurlar. Onun için tek çıkar yolları, bizden. daha çok, onların Anaya­ sa düzenine · sarılmalarıdır. Şu kadarcık olsun Anayasayı zedele­ memeleri gerek. Onların Anayasaya kar§ı çıkmaları, onu i§lemez hale' getir­ meleri bir deliliktir. Dü§ünüyorum, dü§ünüyorum da onlara Anayasayı çiğnete­ cek kadar akıllarını ba§larından alan korkularının sebebiı:ti bula­ mıyorum. �ir türlü bulamıyorum. · Gerçekten böylesine, delirecek kadar korkmaları için bir sebep var mı? · Bilen varsa söylesin, duyan varsa sÖylesin... ·

·

·

· ·

·

. ·

·

·

.

·

28 Mart 1967

37


ÖÖRETMENLER, YİÖİTLERİM . SömürgeeBer ve onların içerideki U§akları burjuvalar en çok neden korkarlar, millet birliğinden korkarlar. Milleti din din, dil dil, mezhep mezhep, soy soy, kabile kabile bölmeye çalı§ırlar. Bö­ lerler, millet gücünü zayıflatırlar, emirlerine alırlar; sittİn yıl köle gibi kullanırlar. Millet uyanmak için ba§ını kaldırdıkça bölükleri birbirlerine dü§ürür, geçer §Uraya seyrederler. Sonra da sömür ha sönıür ederler. Bir de millet birliğini sağlayacak heq ey.e dü§mandırlar. Milli kültüre dü§mandırlar. Onu yok etmeye, yozla§tırmaya çalı§trlar. Millet kültürü, milletin ki§iliğidir. Ki§iliği olan kݧ� ki§i­ liği-olanmillet hiçbir zaman sötnürgecinin ve içerideki sömürgeci U§ağı burjuvaların kölesi olmaz. Millet kültürünü öldürmek, yoz­ la§tırmak bir milletin ki§iliğini öldüİmek, yozla§tırmaktır. Burjuvalar, birer maymundurlar. Yani geri kalmı§ memle­ ketlerde oturan burjuvalar... Somürgeciler onlar için birer örnek­ tir. Sömürgeci burjuvaların'her §eylerini, dillerini, dinlerini, gele­ neklerini, kültürlerini, her §eylerini taklit ederler. Kendi milletle­ rinin kültürlerini, geleneklerini küçük gÖrürler. Örneğin İstanbul burjuvaları Anadolu halkının dilin� geleneklerini, kültürünü, her §eyini küçük görür. Onunla alay eder. Onun dili bir barbar diii, gelenekleri barbar gelenekleri, kültürü ilkel bir kültürdür. Gözle)' ri, hayran oldukları, taptıkları sömürgecilerin kültüründedir; Sö­ nıürgecilerin maymunluğunu kendi insanlarının insanlığına tercih ederler; Maymun, insan değildir, Sömürgeciler, onların içerideki mayrtıunları, U§akları Türki­ yede oturan burjuvalar milli olaraktan neyimiz varsa imha etmek zöru_ndadırlar. Milli olan köleliğe ba§kaldırır. Yozla§mamı§ olan köleliğe, zulme ba§kaldırır. insani bir yönü azıcık kalmı§ olan kö­ leliğe, sömürücülüğe ba§kaldırır. ݧte sömürüciller • bu nitelikleri yok ederler. Yoksa milletleri sonuna kadar söın,üremezih. . Burjuvalar en büyük diıi dü§inanıdırlar. Evlerinde, araların­ da yemedikleri herze kalmaz, dı§arıda dindar gözükürler, eğer di­ ni emirleri altına almı§larsa. Yok,� din sömürücülere kar§ı geliyor·

38


sa, burjuvalar en büyük din dü§manı olurlar, onu ortadan kaldır­ maya çalı§ırlar. Burjuvalar hiçbir mukaddesat tanımazlar. Bakın İstanbul burjuvalarının yaııayı§larına... Bir de proletaryanın yaııayı§ına ba­ kın. Köylülerin yaııayı§larına bakın. Her §ey ayan beyan ortada. Burjuvalar, hiçbir ahlaki kunlı tanımazlar. ݧte · gözlerinizin önünde. Burjuvalar bir §ey tanırlar, o da para... Onların vatanı, mille­ , ti paralarıdır.: Para için vatanlarını da milletlerini de be§ . pula sa­ tarlar. Yani biz yalan mı söylüyoruz, sizler, her gün bu burj�valann davranı§larını göilerinizle görmüyoi: ·musunuz? Memleketimizde kendilerine milliyetçi adım yakı§tırmı§ birtakım dünyadan habersiz zavallılar var. Bunların tümü maymun burjuvaiarın emrinde, onların türkülerini söylüyorlar. . Geri kal­ . mı§ bir memlekette en uzak, en yakın kim burjuvaların sömürü­ cülüğüyle birlikse o milliyetçi olamaz. Çünku kapitalistler; milli nitelikleri, yukarıda söylediğim gibi, imhaya çalı§an, ya§ayı§ını milli güçlerin yok olmasına bağlamı§ bir gayrimilli, beynelmilel soyguncu §ebekesidir. Milliyetçi olanlar sosyalistlerdir. · Sosyalist olmayan milliyetçi olamaz. Yirminci yüzyılın en büyük gerçeğidir bu. Çok söyledim, gene söylüyorum, sosyalistler milletin yüzde seksen, yüzde doksa­ nının çıkarıyla birliktir. Beynelmillet kapitalizme kar§ıdır. Demek ki, milli nitelikleri yok etmeye gelenlere kar§ıdır. Özelliği budur. Milletse bir coğrafya üstünde oturur. Bir tarihten gelir. Gelenek­ leri, kültürü vardır. Sosyalist sömürücüyü yok etmek için, bütün bunlara dayanmak zorundadır. Bir sosyalistin en büyük gücü, millet ki§iliğini · ayakta tutan milli kültürdür. Milli kültüru yozla§­ tırılmı§ bir milleti, milletin sosyalisti bile kurtaramaz. Biz onun için milli kültürümüz, geleneklerimiz, tarihimiz üstünde titreriz. . ݧte bundan dolayıdır ki,bu çağda kapitalistlerle en uzak, en yakın ili§kileri olanlar, kendilerine ister milliyetçi, ister mukadde­ satçı desinler, ne milliyetçi olabilirler, ne mukaddesatçL Yalan, yalan, yalan... Yalan değilse, kendilerini aldatıyorlar. ·

·

·

Öğretmenler, yiğitlerim, sizler halkımızın önderlerisiniz. Siz­ ler gerçek milliyetçi, vatanseverlersiniz. Sizler hayatın aydınlığın­ . dan, güzelliğinden gelen aydınlatsınız. Siz milletimizi sömüren, kültürümüzü, topyekun milletimizi yok etmeye karar veren kapi-

39


talizme kar§ısınız. Onlarınu§akları rpaymun burjuvaların alçakça,, oyunlarını görüyorsunuz. Millet dü§manı old:ukları halde, milli­ yetçi göründüklerini, din dü§manı oldukları halde dindar görün­ düklerini gözlerinizle her gün görüyorsunuz. Ve oyunlarını · yut� muyorsunuz. Sizler. Çanakkalede sömürücülere kar§ı can vermi§lerin, siz­ ler Duınlupınarda dövü§mü§lerin kanından, canından geliyorsu­ nuz. ݧte bunun·için siZi hor görüyorlar. ݧte bunun için size zuJ­ mediyorlar. Sizi kahrediy()rlar. ݧte bunun içindir ki sizi süründü­ rüyorlar. Size iftiralar yağdırıyor, canınızdan çok sevdiğiniz, haya­ tınızı yoluna koyduğunuz büyük milletinizin gözünden dü§Ü]'Ü­ yorlar. Bu kadar acılar sebepsiz değil. Ölüm kalım sava§ı veren bir millet topluluğunun, gerçeğinin yanında olmak kolay değil.. Bunun ucunda ölüm de · var... Ama milletinin kurtulU§U uğrunda ölmek ölümterin en §ereflisi, en kutsalı, en mutlusudur. Ölümün güzel olduğu yer, bu çağda sömürücülüğe kar§ı çarpı§ırken ölen­ lerin öldüğü yerdir. Siz sömfuücülüğe kar§ı dövü§en vatansever, milliyetçi öğret� menler, yiğiderim, sizler insan soyunun onuru, mutluluğu, güzel­ liğisiniz. Çektikleriniz, bu mutluluk yanında hiç kalır. 17 Nisariınızı candan kutlarım. lS Nisan 1967

40

·


· VATAN İHANETi KATMERLEŞİXOR Türkiye tutsak olmu§ bir memleket. Türkiye sömürülen bir memleket. Türkiye dünyada geride_ kalmı§. on memleketten biri. Türk milletinin kültürü yozla§tırılıp öldürülüyor. Türkiyede halkın yüzde yetmi§i okur yazar değil. Türkiyede fakir çocuklarıiun olo.İma hakkı yok . Fakir Türk halkının sağlıkhakkı yok. İlaç hakkı yok. Türk halkı inanılmaz bir yoksulluk içinde. Türkiyedeki i§gal kuvvetleri Amerikalılar, i§gallerini en a§a­ ğılık, en haysiyet kırıcı bir §ekilde yerine getiriyorlar. Onlar AI­ . manyayı da, ba§ka memleketleri de i§gal ettiler, ama · Türkiyede Türk milletine davrandıkları gibi hiçbir millete davranmadılar. Örneğin, Almanyada Amerikan askerleri her Allahın günü Al­ man bayrağını yırtıp ayaklar altına alamadı.. Türkiyedeki i§gal en haysiyet kırıcı bir §ekilde devariı ediyor. Türk halkı i§gal kuvv�tleri tarafından ÖLÜME MAHKUM edildi. . Ne kadar korkunç, ne kadar a§ağılı_k belalar varsa hepsi son on be§, yirmi yıl içinde Türk milletinin ba§ına getirildi. Ve Türk milleti-bütün· güçleriyle, vatansever, ' zinde bütün güçleriyle bu korkunç ihanetierin kar§ısında sustu. Bugün değilse de on yıl, elli yıl, yüz yıl sonra i§galden kurtulabiliriz. . Sömürücülüğe kar§rSava§ ba§ladı. Kültürümüzü yozla§tırmaya çalı§an sömürgecilere ve onların U§aklan Türkiyede oturan burjuvalara kar§ı bütün cephelerqe sa­ va§ ba§ladı. Sömürücülük kalktığı günden ba§layarak yoksulluk da kalka­ cak. .. Ergeç, kültürü sağlam kalmı§, yozla§mamı§, gelenekleri kir­ lenmemi§, tarihi inkar edilmemi§ bir millet kendini kurtaracaktır. Belki yarın, belki yarından da yakın. Ama bir §ey var ki, i§te o giderse bir Iriilleti artık hiçbir güç , kurtaramaz. l3ir §ey var ki, i§te o ölüme mahkum edilirse, ya da _

·

·

·

·

·

·

·

·

4i

·


öldüı:ülürse o memleketi hiç kimse kurtaramaz. O da o memleke­ tin toprakları ... Türkiye toprakları can çeki§iyor. Ha öldü, ha öle" cek. Ben yıllardır söylüyorum... Sağcısına da solcusutıa da Türkiyenin kar§ısında bulundugu bu korkunç belayı anlatamadım. Hiç kimse gereği kadar bu i§i anlamı§ görünmüyor. Çölde feryat . . Türkiye toprakları cart çeki§iyor. . . B u demektir ki Türk halkı on, on be§ yıl içinde açlıkla kar§ı kar§ıya... Otuz kırk milyonuyla Türk halkı aç. Hindistandaki gibi, eski Çindeki gibi Türk halkı da açlıktan kırılacak. Bunu ben kafamdan uydurmuyorum. Bunu bi­ lim söylüyor. Ölü topraklar üstünde otuz kırk milyonumuzla kıv­ ranıp öleceğiz. Bu mukadder. Bunun önüne bu gidi§le de zor ge. çeceğe benzeriz. Çünkü bu i§in korkunçluğunu en iyi niyetliler de içinde hiç kimse anlamıyor, anlamıyor, anlamıyorlar. Şimdi, can çeki§en . topraklara · son darbeyi indirip iyice öl­ dürmek için bir kanun tasarısı hazırlandı. Seyrelmi§, yozla§mı§ ormanları ağalara, sahiplerin� vereceklermi§. Bu iğrenç, bu al� çakça bir . oyun:.. Seyrelmi§, yozla§mı§ ormanları verecekler ha! Biz Türkiyeyi biliriz; Yozla§mı§ ormanı kim tayin edecek? Bilirki­ §İler değil mi? Biz bilirki§i kurumuntın da ne olduğunu yıllardır Türkiyede biliriz. Biz kırk ki§iyiz. Bu kurum nasıl i§liyor Türkiye­ de biliriz. Gördük. Bu kanun çıkarsa yarın öbür gün Türkiyedeki bütün ormanlar yozla§mı§ orman olur. Seyrelmi§ orman olur. Ağalar Tür�yede birkaç yıl içinde bir tek dikili ağaç bırakmazlar. Türkiye ölür. Açlıktan kırılır. Çöl olur. Seller götürür tekmil Tür· · kiyeyi. O zanian i§gal güçleri istedikleri kadar kalsınlar, · isterse o zaman Türkiyenin üstünde atom patlasın. isterse kültürü ölsün. İsteyen istediği kadar sömürsün, vız gelir. ·

Eğer Türkiyede vatanını seven bir tek insan varsa, bu kanun çıkamayacaktır. Han� nerede bir karı§ toprak için can veririz, diye palavra sı- · kanlar? Hani, ben adamım, diyenler? Hani, bu fakir milletin okutup adam ettikleri? Neredesiniz eli kalem tutanlar? Türkiyede oturan burjuvalar, Türkiyenin ölüm fermanı olan bu kanunu çıkarabilecekler mi? Bu kanunun çıkmaması için elden gelen heqey yapılmalı. 42


Eğer Türk ilerici güçleri bu kanunun çıkmasının önüne ge­ çemezlerse, Türk halkı Anayasanın kendine tanıdığı direnme hakkını kullanacakbt. Şerefli insanlar, gerçek vat�nseverler gözlerinin önünde memleketlermin, göz gôre göre öldürülmesine izin vermeyecek­ lerdir. Türk halkı kendisini boğaziamak isteyenlere kar§ı direnecektir. ·

16 Mayıs 1967

43


TÜRK MİLLETİ, TARİHİNİN EN BÜYÜK İHANETİ"LE KARŞI KARŞIYA Bir ki§iyi, bir bölüğü, bir sınıfı vatan ihanetiyle damgalaınak zor ݧ. Üstelik bu ݧ benim yapacağım ݧ değil. Ben oldum olası insanların iyi niyetine inanmı§ımdır. Vatan ki hepimizin evidir. Bu evin içinde bulunan herkesin onu sevmesini isterim. J3ütün in­ sanların, hele bu topraklar üstünde ya§ayan insanların karde§ ol­ malarını isterim. Bir ki§i varsa ihanetine dü§mܧse ve bu da ispat edilmi§se gene bunu da o insanın ahmaklığına yararım. Şu dün­ yada vatan haini insan görmek benim zoruma gider. insanlığıını yaralar. İnsanların vatan hainliğini kolay kolay kabul edemem. Edemem, ama gene de vatan hainleri olmu§tur. Bunu da kabul etmek zorundayım. Vatan hainliğinin çe§itleri vardır. Burada hepsini sayıp dök­ meyeceğim. Herkes her çe§idini görmü§ ve biliyor. Her çağda : ihanetiri çe§idi, etkisi, yönü değişir. Dün ihanet olan bir davranı§, bugün olmayabilir. Bugün ihanet olan bir davranı§ da yarın olma­ yabilir. Bunun dı§ında köklü ihanetler vardır ki, hiç deği§mez. Her çağda aynıdır, Örneğin, Mare§al Petain vatan haini miydi değil miydi, hala tartı§ma konusu. Hiçbir zaman, hiçbir çağda, hiçbir §ekilde t<irtı§ma konusu yapılamayacak hainlikler vardır. Bir I11illeti, hangi yoldan olursa olsun, topyekun ölüme mah­ kum etmek. Bir milletin kültürünü ölüme nıahkum etmek, yozla§tırmak. Bir milletin topraklarını , ölüme mahkum etmek, yozla§tır" mak. Bir milletin onurunu ölüme mahkum etmek, �ozla§tırmak. Bir milletin geleneklerini, dinini, tarihini ölüme mahkum etmek, yozla§tırmak. , Bir milletin ki§iliğini a§ağılama:k, ölüme mahkum etmek... Bağımsızlığını ... Hainlikler vardır. Türlü turlü. Hainliklerden hainlik beğen. Bütün bunların en alçakçası, en korkunçu, en bağı§laninazı bir milletin topraklarını ölüme mahkum etmektir. ·

44

.


Üstünde oturacak topra&ı olduğu-müddetçe bir millet bütün belalardan, bütün hainliklerden kurtulabilir. Üç yüz yıldır kültü­ rümüzü yozla§tırmaya çalı§ıyorlar. Üç yüz yıldır kültürüınüz da­ yamyor. Bizi ;Üomla ölüme mahkum ettiler, üçüncü bir dünya sa� Va§ı hemen patlamazsa bundan da kurtulmanın yolunu bulacağız. ݧgale uğramı§ bir memleketimiz var. nundan daha belalıların­ dan kurtulmu§uzdur. Ama toprağnnız öldürülürse, ki can çeki§iyor, kürfulmanın mümkünü yok. Otuz kırk, · elli milyonumuzla verimsiz çölle§mi§ bir toprak üstünde açlıktan kıvranıp öleceğiz. Bizi ne tarihimi;z, ne gcleneklerimiz, ne de övündüğümüz kültürümüz .kurtarabilir. Batarız, mahvolur, yok oluruz. Türkiye toprakları, yüzyıllardan bu yana öldürülüyor. Can çeki§me zamanma gelqik. Bütün gayretimiz onun ölümünün önü­ ne geçmek olmalıydı. Bugünden ba§layanı.k .ölü topraklara yedi­ den yetmi§e, çoluk çocuk, oğlan, U§ak durmadan dinlenmeden ağaç dikriı.eye ba§lamalıydık. 1\irkiyede OrJ11anlar yol<, Türkiye­ deki ormanlar yarı yarıya ölmü§ durumda... Türk toprakları b�lki de yüzde yüz a§ınma felaketine uğramı§ d�mda. Biz bu felaketi goremedik. İÇimizden pek az kimse bu büyük konuya eğil�i§, on­ ları da kimsenin di�lediği· yok. Gelen korkunç felaketten kimse. nin haberi yok. Bu gelen felaket atomdan da beter. ݧgal edil­ . mekten de beter. ' Silinip gitmekten de beter. Silinip gitmekten beter, çünkü... Dünyanın, insanlığın malı olan topraklardan bir parçasını öldürüyoruz. Biz tarihten silinip gitsek bile, dünya top­ rağinın bir parçasını öldürerek gittiğimiz için insanlığın lanetinden kurtulamayacağız. Türk toprakları can çeki§irken, bu ölüm,cül hastanın imdadı­ na kimse yeti§emezken, bir de, .ne görelim! Bir kanun geliyor. Hı­ §ım gibi, zehir gibi... ölüm gibi.. Yozla§ml§ ormanları, seyrelini§ ormanları sahiplerine geri vermek... Niçin? O yozla§mı§, seyrel­ mi§ yerieri yeniden orman yapsana be adam. İyi niyetliysen� Ya­ rın bu kanurt çıkarsa, ağalar yozla§mamı§, seyrelmemi§ bir tek or­ man bırakırlar mı sanıyorsunuz Türkiyede. Nasıl çıkarırsanız çı­ karın bu kanunu,' Türkiyede birkaç yıl iÇinde bir tek dikili ağaç kalmaz. · Evet, Türk milleti tarihinin en büyük ihanetiyle kar§ı k�§ı­ ya... Bunu açık yürekle, namusluca, cesaretle söylemeliyiz. Bu ihanet, bu öiüm-kanunu çıkamamali. ·

·

45


. Türk milleti buna kar§� koymalı. Askerler, . ö etınenler, aydınlar, esnaflar, i§çiler, köylüler kar§ı . koymaiL Ne pahasına olursa olsun kar§ı koymalıyız. Göz göre göre toprağımızın öldürülmesine razı olmamalıyız. Türk vatanseverlerinin hepsi mi Çana,kkalede öldü? Hepsi mi Durolupmara gömülü? Kimse kalmadı mı? İsmet İnönü, dünya Sömürgeciliğine kar§ı gelen, onu yeneri kumandan. Senin vatanseverliğin tartı§ma koriusu olamaz. . Sen ya§arken topraklarımıtın ölüm fermanı, . milletimizin ölüın ferma­ nı bir kanun çıkamamalı... Mehmet AH Aybar, bir emekçi partisini tarihimizde ilk ör­ gütleyen, Meclise ilk götüren adam sensin. Bir kavga uğruna çek­ mediğin kalmadı. Tanıdığım en yiğit, en vatartsever', en akıllı adamlardan bi,risin.. Sen ya§arken toprıildanmızın ölüm fermanı, milletimizin ölüm fermanı olan bir kanun Çıkamamalı... Nadir Nadi, tariıdığun en ' saf, en temiz, en gıllıgı§sız adam­ sın... Su katılmamı§ derler ya, öylesin. Vatanım ne kadar çok sev­ diğini biliyorum. Sen yqarken böyle bir kanun çıkamamalı... Üs" telik de orman sorununu ÇOk iyi bilensin.;. Çetin Altan, karde§iiil B üyük; kutsal döVܧün ateşindesin, biliyorsun, üstünde ya§ayacak topr� olmazsa insanların ... İptida toprak var idi. Sen ya§arkcn bl!leke alnımıza sürülmemeli. İlhan Selçuk, arkacla§ım ... Bu var olma ya da yok olma kav­ gasında en güzel kavgayı verenlerdensin. Sen ya§arken de ... Refik Erduran, karde§im, duydum _ki bir Anadolu gezisin­ deymi§sin. Bilmiyorum dörtdün mü? Memleketin halini görmü§­ sündür. Bin belalar içinde bir memleket. Bir de. duydum -ki MUli­ .yette �rtık yazmaya<:akmı§SID. · Senden de isteğim, §U kanun .bir hal oluncaya kadar yerini ·bırakma. Bu senin ödevindir. Bu, bir milletin ölüm kalınııdtt. Halkımızdanyardım�ı esirgemeyeceğini biliyorum. . Halikartıas Balıkçısı, güzel adam, Sabahattin Eyuböğlu, Turhan Selçuk, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Aziz Nesin, Turgut Uyar, Fethi Naci, Cemal Süteya, Haldun Taner, Türkiyenin ve dünyarim sevdiğ� saydığı ki§ilersi­ niz. :Bu dövii§ bizsiz olmaınalı. En kötü gününde milletimize eli• niizderi gelen yardımı yapmalıyız. Şairler, romancılar, ressamlar, karikatüristler, profesörler, generaller, biz ya§arken bu kanun çı­ kamamah...

ğl-

...

·

.

46

.

.

.

. .

.

.

.


Eğer çıkarsa .. Antepli Milli Mücad�le kahramanı Şahin ne dedi? Dii§man benitn ôliimün üstünden geçmeden Antepe giremez. Ve dediğini yaptı. Kôprüba§ında tekba§ına Fransız ordusuna kar§ı dôvü§tü ve §ehit dü§tu. ݧte ondan sonradır ki, dü§man Antepe girdi. Onun ôlüsünün üstünden geçerek...

23 Mayis 1967

47


DİKKAT, KARlNCA KANATLANIYOR Türkiyede oturan burjuvalar iyicene meydanı bo§ buldular. Kendilerini memleketin sahibi sanıyorlar. Biz niemlekette her is­ tediğimizi yaparız, kıranz, dökeriz, satarız, diyorlar. Kim ne karı­ §ır, diyorlar. Bu günler Menderesin son günlerinden beter. Alavera dala­ vera gırla. Millet bir soygunda ki amanallah. Fakir fokaranın beli bükühnü§. Vur abalıya gene. Fakir fukara susuyor. Milletin zinde güçleri susuyor. Sandıktan çıkanların hiçbir §eyden, Anayasadan korkuları yok. Onlar için Anayasa dediğin çiğnenmek içindir. Bir göstermeliktir. Hak, hukuk, adalet, e§itlik sözden ba§ka bir. §�y· değildir. Türkiyedeki burjuvalar soygunları sürüp gi�sin diye her §eye, her kötülüğe ba§vururlar. Bu Türkiyede oturan burjuvalar taklit insanlardır. Kökleri gelenekleri yoktur. Zalinidirler; Vicdansız­ dırlar. Dünyadaki burjuvalar da öyle ya, onların gene kökleri, ge­ lenekleri, birtakım kuralları vardır. Türkiyede oturan taklit bur­ juvaların hiçbir ahlaki kurıtlları' olamaz. Ohnamı§tır. Bir tek ku­ ralları vardır;maymı.incasına Avrupadaki ağalarıqı taklit etmek... Bu taklit burjuva yeryüzündeki en bencil yaratıktır. Kendi­ . sinden ba§ka hiçbir .§eyi dü§ünmez; Bu taklit burjuvanın idealizmi yoktur, olamaz. Vatan, millet onun için sadece ve sadece sömürülecek araçlardır. Türkiyede oturan burjuvalar kötü bir yerdedirler. Bir be§inci kol durumundadJrlar. Bir İtalyart gazetecisiyle sohbet ediyorduk. "Geri kalmı§ memleketin burjuvası eski sömürgecilerin As­ yadaki Afrikadaki albaylarının yeriİli almı§tı�. Öyle albaylar ki, milletierin onlarla mücadele etmeleri, ortların ellerinden Kurtul­ maları, sömürgecilerin albaylarıyla mücadele etmekten daha zor. Milletierin onlardan kurtulmaları daha güç." İkimiz de bu dü§üncedeydik. :Fakir fukara su.suyor. Çünkü yeni biçirn albaylar onları af­ yonluyorlar. Onları, ellerindeki güçleri, kendi kendilerine dü§­ man kılıyorlar. '(eni biçim albayların korkunçluğunu millet o ka·

·

·

48

·

·


d� anlayamıyor. Yeni bi9m albay olduklarını kimse kolay kolay çakamıyor. Adam en Müslüman dindardan daha: dindar. Adam en bü­ yük milliyetçiden daha milliyetçi. Bir memlekette kutsal ne kadar kavram varsa, onbirdan yana o. Yeni biçim albaya kar§ı koyan Müslüman, Müslümarı değil. Milliyetçi, milliyetçi değil. Yeni bi­ çim albaylara kar§ı koyanlar vatansever değil. Ellerindeki �raç­ larla bunu mükemmel beceriyorlar. Vatanseverleri vatan haini, gerçekdindarları dinsiz gösterebiliyorlar. . ݧte bu yuzden yeni biçim albaylarla mücadele etmek zor oluyor. Birtakım iyi niyetli fakir fukara da onların propagandalarına . kapılıp kendilerine kar§ı koyuyorlar. Birtakım satın aldıklari, bes. lerlikleri militanları var. Memleketin aydınları, zinde güçleri bunu çakmıyorlar mı? Bu yeni biçim albaylık oyunu bu vatanseverlerin gözlerinden ka· çıyor mu? , Her §ey öylesine ayan beyan ki, her §ey öylesine kör kör par­ mağım gözüne ki ... Sömürgecilerin yeni biçim albaylık oyununu herkes biliyor. Peki, öyleyse? İçeridç çok büyük güçleri var. Bü­ ·yük propaganda onların elinde. Bütün ekonomik güç onların elinde. Bu kadarla da kalsa ݧ kolay. Bir · de dı§arıdaki büyük sö­ mürgeCi gi!çlere dayamı§lar sırtlarını. Eeeeh, dört ba§ları n;ıamur. Niçin kültürleri yok ediyor, yozla§tırıyorlar? Niçin gelenek­ Iere saldınyorlar, onları yıkmaya çalı§ıyorlar? Niçin bir milletin tarihini küçümsüyorlar ?. İçinde bulundukları milleti niçin bağım­ sız alamayacak kadar küçük görüyorlar? Ve de bunu millete tel­ kin ediyorlar durmadan? Niçin, niçin? Ki§iliği olan, kendini . adam sayan bir millet ne olursa olsun i§i bir gün çakar da onun için! Onun için milleti millet yapan her kutsal kavramı yozla§tırı­ yorlar. Millet, onlar için devam etmesi gerekli olan bir §ey değiLSö­ mürülecek bir köleler yığınıdır. Sömürebildiği kadar sömürür. Sonra, soQra... Sonrası, isterse yok olsun. Yeni biçim ıdbayın gözü bir adım öte!iini göı:mez. Şu memle­ ketin varlıklarını koruyayım da daha uzun bir süre sömüreyim, demez. Kaynaklar biterse, ben de kendime ba§ka bir yer aranın, der. . ·

.

·

Ustadır Arı

49/4


Onun için bir tek ağaç bırakmayacaklar Türkiyede. Satı§ oraya geldi dayandı. Ama yağma yok. Bu memleketin vatansever­ l(fri birkaç ki§i de kalmı§ olsalar... Çokturlar ya... Ne kadar güç­ . süz de olsalar ... Güçlüdürler ya... Topraklarını öldürtriıeyecekler. Ben birkaç yıl öncesine kadar çok karamsardım. Yeni biçim albaylık oyunuyla ba§a çıkmayı mümkünsüz sayıyordum. Ama §imc1i umutluyum. Millet kurtulacak. Yeni biçim albaylar kendi­ lerini, niyetlerini çok çabuk açığa vurdular. Meydanı bo§ buldular. Kendilerini memleketin sahibi sanı­ yorlar. Onun için böyle pervasızlar... Onun için bu kadar §ımarık­ lar. Onun için bu kadar küstahlar. Onun için, Amerika bu mem� teketten gitmeye kalkarsa, yalvar yakar olur, yakasından tutar onun gitmesini önlerim, diyebiliyorlar... ' Dikkat, karınca kanatlanıyor...

30 Mayıs 1967

, .

50


EKMEK YEDİÖİ SOFRAYA . BIÇAK ATANLAR Suçluların §a§kınlığı içindeler. Çalmakta çırpmakta değil. Çalmakta çırpm;ıkta, hainlikte deh§et bir alı§kanlıkları var. Han­ gi §art içinde olursa olsun bu alı§kanlıklarını hiç yitirmiyotlar. Ama b_ir Ortadoğu bunalımına gelince ne yapacaklarını, tu­ tumlarının ne olacağını bilemiyorlar, apı§ıp kalıyorlar. Bütün olaylar kar§ısında da böyleler. Bu, ki§iliği olmayan insandır. Bu, kendi kendine yetmeyen insandır. Bu, yozla§mı§ insandır. Bu, ba­ ğımlı insandır. Bu, taklit insandır. Bti, yaratıcılığını yitirmi§ bir sı­ nıfın insanıdır. Biı, sınıf olarak maymunla§mı§ bir insan bölüğü­ dür. Bu sınıftim içinde ya§adığı millete, memlekete hiçbir hayır bekleyemezsin. Bu, hastalanmı§ bir böİüktür. Yozla§mı§, maymunla§arak ki§iliğini yitirmi§ bu inşanların hiçbir idealizm(olamaz. Bencildir. Kendi piresi için miUetin yor­ ganını da yakar, evini de yakar, topyekun memleketini de yakar. Dikkat buyunılsun, kendi i§ine,.yaramaz piresi için. inadı için, pi� resinin inadı için memleket yakanı da anlarım. Ona saygı da du­ yarım. Piresinin çıkarı için, bir pirelik çıkar için memleket yaka�u anlamam. Onlara maymundur, hastadır, yozla§mı§tır, derim. Türkiyede oturan burjuvalar Avrupadaki, Ameri}cadalci ağa­ larınin · maymuriudurlar. Hemen hemen her yazımda · bir yolunu bulup Türkiyede oturan burjuvalara- maymun diyorum. Ama ne dediğimi biliyorum. istiyorum ki bunların ki§iliği olmadığını, maymun olduklarını, köksüz, zavallı, hasta, yozla§mı§ insanlar ol­ duklarını dünya alem bellesin. Çünkü Türkiyede oturan burjuva­ ların bu memlekette büyük rolleri var. Bir koca milletin ölümüne kalırnma karı§ıyorlar. Onlar ölümde de kahmda da söz sahibi. Türkiye toprakları ölüyor. Otuz yıldır bilim adamları, yeriisi yabancısı bağırıyor çağırıyor. Hiç duyuyor mu Türkiyede oturan . burjuvazi. .. Üstelik de bir kanun tasarısı hazırlıyorlar ki... Bu ölü. mün tuzu biberi... Ben diyorum ki Türk topraklarını ancak Türk­ ler kurtarabilir, Türkiyede oturan burjuvalar değil. Yazık ki ken­ di topraklarını kurtarmak için Türk milletinin elinde öyle çok bir §ey yok. Tutsak edilmi§, bağımsızlığını yitirmi§ bir millet. Hiçbir ·

51

·

·


§CY gelmiyor fukaranın elinden §imdilik. Yakasım komprador burjuvazinin eline bir kaptırmı§ ki olmaya gitsin. Bu gidi§le' çok yakında Türkiye aç kalacaktır. İnsansanız bunu duyun. Söyleçiik­ lerim gerçekse hepimiz suçluyuz. B�r koca milletin topraklarını Türkiyede oturan burjuvalada bir olup öldürüyoruz. Yarın tarih de insanlar da yakamıza yapı§acak, siz birer alçaksınız, diyecek. Topraklar gidiyor, . gitti bile. Bir karı§ toprak için canlarını vermeye antiçen kahramanlar, nerdesiniz? Toptan Türkiye ölü­ yor, nerdesiniz yiğitlerim! Geti . kalnlı§ memleketin burjuvazisi, artık iyice biliniyor ki, ekmek yediği sofraya bıçak sokar:ıdır. Geri kalmı§ memleketlerin yüreğine saplanmı§ bir ihanet hançeridir. Orman tasarısını çıkar· masalar da Türkiye topraklan ölüyor zaten .... Bu kadar aceleleri­ ne sebep ne? Ba§�a satacak bir . §CY kalmadı m� ola Türkiyede? Herif her istediğini yapar. Bir günde yok da eder. Yalnız· doğu bölgesini değil tekmil Türkiyeyi kirletir de. Üçüncü bir dünya sa' va§ı patladığında, hiç sayı suyu yokken, bu masum milleti atom ' hedefi yapıp altı saat içinde imha edilmek durumuna sokar da... Çünkü bu memleketin sahibi yok. . Bu milletin yiğitleri Çanakka­ lede §ehit dü§tÜ. Dumlupınarda yatıyor. Biraz umutsuz mu konu­ §Uyorum? Ben de biliyorum, daha onlardan var. Hepsi Çanakka­ lede ölmedi. Ama nerede ler? Neden bir milletin topyekun imha­ sına kar§ı çıkmıyorlar? Toprakların ve kültürüq? Çok ağır mı kon�§uyorum? Sanmıyorum. Bir de kültür politikası var, Türkiyede oturan burjuvalaı;:ıri ... Son günlerin somut örneklerini söyleyeyim size. Biliyorsunuz, bi.r İzmit Kağıt Fabrikası var. Burada gazete ve kitap kağıdı yapılır. Türkiye,de çıkan gazetelerin büyük bir kısmı komprador burjuva­ zinin emrinde: Bir kısmı da baldır bacak basar. Bir kısinı da Türk çocuklarına sömürgeci propagandası yapar. ݧte . bu gazetelere her gün kırk elli, yüz ton kağıt verilir. Biy- de bu fabrika kağıt tüccarlarına kağıt satar. Gel gör ki bu fabrika kita.pçılara, yayıncilara kağıt vermez. Verse de canını alarak verir. Çünkü kitap namuslu bir i§tir. Çün­ kü kitapların çoğunluğu yozla§mı§ burjuvazinin i§ine gelinez. Kitapların bir kısmını toplatıyorlar. Toplatamadıklarını da kağıt darlığı yaratarak, yayineılan karaborsacılara muhtaç ederek önlüyorlar. ' ·

52


Şimdi, §u anda durum §u: İzmit Kağıt Fabrikası kitapçılara, yayıncılara kağıt vermiyor. Yayıncılar aylardır kağıl için pa:ra ya­ tırmı§lar, bekliyorlar. Kağıt tü€carlarının depoları kağıtla dolu. Yayıncılar sıkıştı. Kağıdı ne· fiyatına olursa olsun alacaklar. Ve kağıt fırlıyor. Kağıtçılar devlet aracİlığıyla milyonlar vuruyor. Ya sinema politikası bı,ınların... Ya eğitim politikaları... Bu kadar da olmaz ki... Bir bölük in.san bir millete böylesine ıneydan , okuyamaz ki... Soy 'soğana Çevir, karaborsa yap ... �er istediğini yap ... Bir milletin ne kadar değeri varsa, açık açık. saldır, imha et, imhaya çalı§. Bu kadar da peİvasızlık!.. Benim bu burjuvaların i§ine ak­ lım · ermiyor. Kendilerini ne sanıyorlar. Bir milleti ne sanıyorlar ola! Pervasız olmakta böyle sürüp gidecek olurlarsa ba§larına i§ · açacaklar. Ziyanı millete de dokunacak. Milletierin sabrı geç ta� §ar, ama belalı ta§ar. Demokratik düzenin birtakım zorunlukları var. Ne olur §U burjuva� buna azıcık uysalar. Azıcık Anayasaya yakla§salar. Kı­ yamet -mi kopar yani. Biraz da karaborsa yapmasalar. Biraz da memleketi satmasalar. Azıcık da Türkiyeyi dü§ünseler. Adam ek­ mek yediği sofraya bıçak sokat mı hiç! Onların çoluk çocukları da belki Türkiyede oturacak. Adam bunu dii§ünmez mi hiÇ! Hiç çalııımasınlar, Türkiyede bundan böyle fa§izm yapamaz­ lar. Demokratik düzenden ba§ka çareleri yok. Yok, yok, yok... Bunu anJan_ıamak için insanın gerçekten ahmak olması gerek. ·

·

13 Hariran 1967

53

·


MEMEDDEKİ H HARFi ÜSTÜNE Kenarına bak bezini al, anasına bak kızını al. Şu burjuva ba­ sınına bakın da Türkiyede oturan burjuvaların ne halde oldukla­ nnı bir anlayın. Bir insan bölüğü bir toprakparçası üstünde ve de • yirminci yüzyılın dünyasında hangi seviyededir anlayın. Şu Türki­ yede oturan burjuvalar bu seviyesizliklerine bir de sunturlu ve de alçakça bir mazeret uydurmU§lar: "Biz ne yapalım," diyorlar. "Halk bu seviyede de bizim basınımız onun için böyle. Halk bu seviyede de siriemamız bunun için böyle. Halk bu seviyede de kültürümüz bunuiı için böyle... Bu do�u bir söz değil. Bunu onlar da biliyorlar. Onların yir­ minci·yüzyıldaki bu seviyesizlikleri halk yüzünden değil. Olamaz da Türkiyede oturan burjuvaların ki§iliği yok da onun için. İnsa­ noğlunuıı yirminci yüzyıldaki çabasına hiçbir katkılan olmanu§. Basını, kültürü, sineması yapma, taklit. Taklit asıl olamaz. Aslının iğrenilecek kadar kötüsü� Şu basma, .§U basının seviyesine bakın. Küfür; bayağılik, en küçük bir dü§ünce kırıntısının yoldu­ ğu. .. Bu seviyedeki bir basın. ancak Türkiyede oturan burjuvaların , basını olabilir. Şu kadarcık yaratma gücü kalmı§ bir insan bölüğü­ nün böyle bir basını olamaz. Bu basın iftiralar, yalanlar, dolanlar basınıdır. Türk halkının böyle bir seviyesizliği olamaz. Türk halkı seviyesini, kültürünü yüzyıllardan bu yana ispat etmi§tir. Tani üç yüz yıl Karacaoğlanı, Pir Sultan Abdalı kafasında gönlünde, dilinde ta§ımı§tır. Dada­ loğlunu, Köroğlunu ta§ımı§tır. Yunus Emre gibi bir ulu ozanı sev­ mi§, beslemi§, büyütmü§, yaratmı§tır. Nasrettin Hoca inceliğinde­ dir o. Masallar, türküler, kilimler, tahta oymalan, oya gibi i§lenen demir, bakır... Türkhalkının kültür ve yaratma seviyesi daha Tür­ kiyede oturan burjuvaların bin yılda varamayacağı bir seviyedir. Bu basın ancak bu yozla§mı§ bölüğün seviyesi olabilir. Dursunlar durduklan yerde. Türk milletine kar§ı kırdıklan koz zaten kırkı geçti. Bir de bu kötü iftirayı yapmasınlar. İnsanlar kendi hayatlarından verirlerse örneklerini çok iyi yaparlar. Ben de kendi hayatımdan veriyorum. Şu sağcı basın de­ dikleri burjuva basını benim için çok iftiralar etti. Bir tanesi §U: "

·

54


"Bu adam bir komünisftir. Neden ki dersen... " Evet, komüpistliği­ min sebebi nedir ki acep? Ve neden komünistim acaba? Şu sağcı basın benim komünistliğimi kitaplarımdan mı çıkarıtlı§, davram­ §ııiıdan mı? Herhangi bir sözümden mf? Bütün bunlardan benim komünist olduğumu çıkarabilmek çok doğal bir §ey. Bütün dün­ yada insanlar bir yazarın, bir insanın dü§üncesini ya sözlerinden, ya yazılarından, ya da davranı§ından çıkarırlar. Bizim burjuva sağcı basinı fie yapıyor, benim komünistliğimi bir H harfine bağlı­ yor. Oradan benim komünistliğimi ispat ediyor. İnce Memed adlı bir romanım var. Orada Mehmet demeırii­ §im de Memed demi§im. ݧte bu H harfini dü§ürmem komünistli­ ğin dik alası imi§ ! Neden böyle yapmı§ım, komünist olduğum için. Breh! Brehl Breh! Bakın hele §U sağcı basının aklına ferase­ tine... Neden bu H �arfine bu kadar taktılar aklım ermedi gitti. Herhalde bu H harfinde bir §ey var ... Komünistliğe ait bir §ey -var . da biz bilmiyoruz. Belki bu H harfinin gizini CIA'dan öğrenmi§­ ler de bize söylemiyorlar. Var, var, öu H harfinde bir komünistlik var... Olmalı, bu kadar muteber basınyalan mı söyleyecek! Türkiyede bu H harfinden dolayı komünist olan yalnız ben miyim sanıyorsunuz... Memeddeki !H harfini kullanmayan mil­ yonlarca insan var Türkiyede: Amma da çok komünist ha!.. Bi­ zim Çukurovanın Toros eteği köylükleri Memede Memmed der­ ler. H harfi dü§er. . Gaziantepliler, Muhammedden gelen Meme­ de'Mamo derler. Doğu Anadolular Memo diyorlar. İstanbullular Memet diyorlar. Bizim köylüler Memed diyorlar. Gene Antakya, Kilis, �Urfa yöreleri Mehemmet diyorlar. �En komünist olmayan­ lar bu yöreler olacak. - Onlar H harfini büyük bir dikkatle kulla­ nıyorlar. Ben Mehmet sözünü yalnız kitaplarda gördüm. Kitaplar­ da komünistlik,olmadığı için bu sözcüğü doğru dürüst, sağcıların istediği gibi kitaplar kullanıyor. ݧte sağcı-basının seviyesi bu. Hani benim kitaplarım birkaç dile çevrildi ya ... Onun için de bir sürü yalan... Yok, beni komünistler tutuyormu§ da... Yo� beni Kürtler tutuyormu§ da... Yok beni Yahudiler tutuyorlarmı§ da... Yazar olarak hiçbir değerim yokmu§ da... Bir de bana Pariste çı­ kan Combat gazetesinde Yazı ݧleri Müdürü olan bir kayınbira­ der uydurdular; ݧte bu kayınbirader, ustelik de Yahudi, beni dünyaya tanıhnı§ da ... Bakın size biqey söyleyeyim de sağcı ba­ sın alçaklığı nereye kadar vardırmı§ anlayın... Benim hiÇ mi hiçbir kayınbiraderim yok. Karıının dünyada hiçbir gazetede çalı§an ss '


hiçbir akrabası çla yok. Haaa, karınun bir dayısı vardı. Eski Yeni {sta11;bulun Paris mi.ıhabiriydi. O da §imdi çok ya§h... .

.

Ama� Allaha§kma,. �u�arı ciddiye almı§ da yazdar yazıyo­ rum. Bu seviyedeki bir· burjuvanın bu mene bir basını olur. Ten­ cere yuvarlanmı§ kapağını bulmu§. Böyle .ba§a, böyle tıra§. . Bu seviyedeki bir burjuvayı tekmil millet elbirliği edip de uğ­ ra§sa, çalı§sa çabalasa gene de içinde tutamaz. Hele iktidarda... Bir de bu gidi§le! Öyle mi sanıyorsunuz? İsmet Pa§a mı? O, Men­ deresi bile kurtaraı:iıadı...

27Haziran 1967

56


ELLERiNiZi ÇEKiNiZ '

.

Bir haftadır kafamda evirip çevirip bir yazı dü§ünüyordum. Ba§lığı da §Uydu: Çirkef denizinde yüzmenin mutsuzluğu. İnsan SO" yunun en seviyesiz, haysiyetsiz ki§ileriyle mücadele etmenin ne kadar ağır, yıpratıcı, onur kırıcı olduğunu anlatacaktım. Diyecek­ tim ki, ölmek bir §ey değil, ölmeye kurban olayım, öldÜrülmekse hiçbir §ey değil... Ama §U insanları kar§ına alıp mücadele etmek, beter, diyecektim. Diyecektim ki, bu mücadele benim �§isel mü­ cadelem olsa, ne pahasına olursa olsun, ben bu seviyeyle, bu al­ çaklıkla mücadele etmez, meydanı bo§ bırakır, yenilgiyi kabul eder, arkaını döner giderdim. Ama bu mücadelenin ucunda kos­ koCa bir milletin mutluluğu, var olup yok olması var, diyecektim. Olmadı. İnsan kederleniyor, kahroluyor. . Kar§ındaki insan can bir dü§manın da olsa §()yk� insana benzer insan, onurlu bir insan ol­ malı ki, sen de küçülmemelisin. Bunlarla mücadele insanı küçül­ tüyor, yaralıyor. Bu sebeptendir ki, dünyada hiçbir vatansever ta­ kımı bizim kadar ağır bir mücadele veı:menıi§tir. Karınca Kanatianıyor lafını bo§una söylemedim. Bu sözü bo­ §Una dilime pelesenk etmedim. Karıncanın · kanatlandığına dair çok alametler belirdi. Bunlar Türkiyede tahrip eı:lilmedik hiçbir kurum bırakmayacaklar. Önce bağımsızlığımızı elimizden aldılar. Dünya yüzünde uy­ du bir millet olmanın yükünü sırtımızda · ta§ıyoruz. Çok ağır bir ·

·

yük.·

Dünyanın en geri, en yoksul on milleti arasına soktular bizi. Zengin Anadolu topraklarını kastılar kawrdular, öldürdüler. Or­ . manlar yok oldu. Kültürümüzü kemiriyorlar §imdi de... Şimdi de geleneklerimize, milletimizi millet eden güçlere · saldırıyorlar. Milletimizi mjllet eden güçlerden biri de Türk adaletidir. Türk adaletinin büyük bir geleneği var. Onun üstünde koskoca­ man, dünyanın en büyük imparatorluklarından biri yatıyor. Onun üstünde koskocaman Hititten, eski Yunandan, Sçlçuklardan ge'

57


len bir Anadolu uygarlığı yatıyor. Adalet geleneği bir toprak gee leneğidir. Milletierin uygarlık seviyeleridir. . Şimdiki Türkiyede oturan.burjuvalar Türk adaletini milletin değil de kendilerinin ' adına çalı§tırmak istiyorlar. Türk adaleti, Türk topraklarının geleneğidir. Yunusu, Sinanı, Mustafa Kemali, Nasrettin Hocayı yeti§tirmi§ büyük bir milletin insani seviyesidir. İnsanlığıdır. Büyük ve onurlu bir sorumluluk ta§ır. Bir milleti var eden, ya da yok edecek olan odur. Bir milletin en büyük gücü, ge­ leneksel gücü, varlığı, bir sınıfın bekçiliğini yapmaz: Yaptırmaz­ lar. Türk hakimi bu memlekette teminatsız . da ݧ gördü. O za­ man bile, kendi vicdanının sesini dinledi. Hakimlik fedakarlık niesleğidir. Belki de mesleklerin en kutsalı, en §eretlisidir. Ha­ kimlik mesleğindeki adamlar, kerıdi mesleklerinin kutsallığını ve . §erefini h·ayatlan pahasına da olsa korumu§lardır. Türk adaletini hiçbir kimse, hiçbir sınıfemri altına alamaz. Çünkü bu adaletin yüzlerce yıllık bir geleneği var, biliyoruz. Türkiyede oturan burjuvalar, isterseniz hakimler kanununu çıkarın, çıkann da hakimleri dama ta§ı gibi oradan oraya savu­ run, bakın bakalım ne deği§ecek. Bakın bakalım, size bekçi kö­ pekliği yapacak bir tek hakim bulabilecek misiniz? Benim size burada bir öğüdüm var: ݧinize gelmiyor diye, o beş paralık yazarlarınızı sövdürtmeyin Türk hakimlerine. Yazık� tır. Siz söz dinlemezsiniz, biliyorum. Siz cami duvarlannın önün­ den ayrılmıyorsunuz, · biliyorum. Ama, size söylüyorum, milleti millet es:ten değerlere ulu orta saldırmayın, sizin için çok çok kötü olur. Sizi dܧünmüyorum, ne olursanız oluıl. Ba§ınızı hangi bela­ lara sokarsanız sokun, benim derdim, milletimf millet yapan bir kutsal ı§ığın sizin kirli .ellerinizle lekelenmemesi. Turk hakimleri, Türk milleti adına ݧ görür. Türkiyede ötu- · ran burjuvalar bu büyük, bu geleneksel gerçeği unutmayın. Kirli kalemlerinizi ve kirli ellerinizi Türk hakimlerinin vicda­ nından çekin! . 8Ağu.stos 1967

58


DÜNYA TARİHİNİN ViETNAM ÇAÖI · Bağımsızlığını yitirmi§ insan, a§ağılanmı§ insandır. Eğer o' in­ san, o millet bağımsızlığı için mücadele ·etmiyorsa bu a§ağılannia­ yı kabul ediyor demektir ve o insan, o millet. onursuz bir insan ve bir millettir. Vietnam Fransızların i§galine uğrariıı§ bir memle­ ketti. Bağımsızlığı için Fransizlarla dövܧtÜ ve onları yendi. Sö­ miirücülük el deği§tirmi§, Avrupadan Arnerikaya geçmi§, yeni bir yüZle dünyanın kar§ısına çıkmı§tı. - Bu yeni sömürücü düzenin Ii­ dediğini de Amerika üstüne almı§tı. Fransızlar Vietnamdan Çıka­ nhnca onun-yerini bemen Amerika aldi. Vietnam dünyada yeni sömürgecilik düzenine ilk ba§kaldıran halktır, millettir. Birinci sömürgecilik düzenine ilk kar§ı koymu§, sömürgecilerle döVܧüp onlan yenıni§ ilkmillet nasıl Türk milletiyse, ikinci sömürgeciliğe kar§ı da ilkdövܧen millet Vietnam milletidir. Ve Vietnam mille­ ti de Türk milleti gibi sômürgeciliği denize dökecektir. Aybarın basın toplaiıtısındayım. İnsanlığımdan utandım. Johnson görse, dinlese insanlığından utanırdı. Bütün caniler gör­ se insanlığından utanırdı. Hitlerin cellatları görse insanlıkların­ dan utanırlardı. İçlerinde azıcık azıcık insanlık kalmı§ bütün cani­ ler insanlıklarından utanırlardı. Bu insanlığın yüz karası i§lemleri halklar yapamaz. Hele Amerikan halkı gibi hürriyet sava§ı ver­ mi§, sômmgecilerle dövü§mü§ bir- halk -hiç yapamaz. Bu cinayeti Amerikan milleti adına i§leyenler, bir avuçtur. Bunları Vietnam halkıyla birlikte Amerika halkı da yenecektir. Aybar dedi ki, Vietnam halkı, tüm mazlum milletleriçin dö­ vü§üyor. Mazlum ya da mazlum olmayan bütün milletler için dö­ vܧüyor Vietnam halkı, Amerikan milleti için dövü§üyor. ' Viet­ nam halkı Johnson'u yendiği zaman, bu Amerikan halkıni.n da zaferi olacaktır. Yirminci yüzyılın korkunç medeniyetine kar§ı insanlık de­ ğerleri dövܧüyor. Napalın bombasına, fosfor bombasına, bilyalı bombalara kar§ı insanlık - değerleri dövܧüyor. Vietpam halkı yense de yeniise de hiçbir §ey deği§mi§ olmaz, bu sava§ insanlığın zaferidir. Vietnam halkı, insanlığı, insanlığın ölmü§ sayılan de­ ğerlerini kurtarmı§tır. Yenmesi, yenilmesi mesele değildir. Sade·

59


ce böyle bir sava§ın olabilmesi, sürebilmesi yeter de artar bile, in­ . sanlığın §erefli ya§ayabilmesi için... . İnsan Tarihinin Vietnam Çağı demeliler bu çağa... Vietnam halkı insanlığın §erefini bu çağda kurtardı. İnsan değerleri bütün kötülüklere bu çağda kar§ı geldi. Bir gün ku§aklar çağımızı ne ka- · dar lanetleyeceklerse, o kadar da kutsayacaklar. Salt Vietnamdan dolayı bu çağa İNSANLIGIN KAHRAMAN ÇAÖI diyecekler. İnsanlık, yaptığı bu iyilikten dolayı, sonuna kadar Vietnam halkına minnettar kalacaktır. Vietnam halkı ispatlamı§tır ki, insan soyu hastalanmaz, yoz� la§ma:ı, y�nilmez, ölümSüzdür ve §erefli bir soydur. Dünyada her kim ki Vietnam halkından yana değilse, o yoz­ la§ml§, hastalanml§, insanlığını yitirmi§ bir kimsedir. Türk halkı, insanlığın §erefini kurtaran, dünyada onun verdiği sava§ın ikinci. sini yapan büyük Vietnam halkıyla birliktir. ·

5 Eylü1 1967

60


YAÖMA Türkiye topyekun bir imha politikası kar§ısında yıllardan bu yana. Bunu aydınlar, bu memleketin sahipleri emekçiler, subay­ lar, öğretmenler görmüyorlar mı? Görüyorlar, görüyoruz, ama , neylersin ki... 1 -Külturü imha ediliyor. �ömürgeciler bunu isterler. Bir milletin kültürünü yozla§tırarak o milletin ki§iliğini yok etmek isterler. Ki§iliği olmayan kimseler köleliğe daha uygundurlar. Yılda iki yüz elli film çevrilen film piyasasına bakın: En iğrenç Amerikan filmlerinin kopyaları. Çocuk yayınlarına, radyo yayınlarına, · gazete�ere bakın... Eğitim düZenine bakın ... Özel sektörlü bir eğitim. Sömürge eğiti­ mi. Sömürge radyosu, sömürge sineması ... 2-Çağlmızda en çok. sömürülmeye uygun olan top­ raktır, toprak sahipsiz kalırsa. Türkiye toprakları sahipsiz kalmı§, öldürülmü§ bir toprak parçasıdır. Ormanı gitmi§. Bir milletin, hele iklimi Türkiye gibi ormanıarına bağlı bir memleketin, hele ormanları bu kadar aialmı§ bir toprak parçasınin insanları ormanıarına gözleri gibi bakmalıdır­ lar. Suları ba§ıbo§. Akar suları ba§ıbo§, el dokundurulma­ mı§ ... J:oprak yüzde yüz etozyona, uğramı§ ... Nüfus da git­ tikçe artıyor. Toprak gittikçe ölüyor, nüfuş da durmadan artıyor. Türkiye önümüzdeki yıllarda açlıkla kar§ı kar§ıya kalacaktır. Ve bu açlık sürüp gidecektir. Bu gidi§le Türki­ ye topraklarını kurtaramayacak kimse, kimse· §U yazdıkla­ rımın ne kadar önemli olduğunu bilmiyor. Orman Fakül� tesiİıdeki birkaç bilim adamından ba§ka. Bu yağma düzeni sürüp gittikçe ne kültürümüzü, ne topraklarımızı, hiçbir \ . . §eyimizi ölümden kurtaramayacağız. BU. düzen öyle bir yağma düzeni ki, bu yağmadan hiç, hiçbir §eyi 'kurtarılamıyor Türkiyenin. Dini imanı bile yağma ediliyor. Toprak altı, toprak üstü tekmil servetleri yağma ediliyor. Anado­ lu bir eski eserler hazinesidir, bu eski eserl�r bile yıllardan bu ya61


A na yağma Hasanın böreği. nadoluyu soymak için dünya çapında §ebekeler kurulmu§. Bunu biz biliyoruz, dünya da biliyor. Bu memleket bir yağma memleketi oldu. Kim ona elini uzat­ sa yağma için uzatıyor. Turkiyede oturan burjuvası soyuyor, ya­ bancısı soyuyor, dostu, dü§manı soyuyor. Önüne gelen, önüne geldiği yerden soyuyor. İler tutar yeri kalmamı§ soygundan. · Bu düzen kompradorluk düzenidir. Bu düzen ݧbirlikçi . i m h� a düzenidir. Yeni bir §eydir. Gö�nün ya§ına bakmadan ta­ lan, imha, yakıp yıkma düzenidir. ݧbir1ikçi kompradorlahn istila­ sına uğramı§ milletierin sonu karanlıktır. Ölmekten, yok olmak­ tan zor kurtulabileceklerdir. Bu düzen bir yağma, bir imha düze­ nidir. İlkel, yabanıl, korkunç, gününü gün eden, yakıp yıkarak soymak §İ§mek düzenidir. Bu düzenden sıyrılmadıkça, hem de tez günde, milletin hiçbir §ekilde kurtulu§u yoktur. İnsanı sömü­ rülerek bu hale getirilmi§ bir toprağın, emekçisi bu halde, yarı aç, ' yarı tok, eğitimsiz, evsiz barksız, yoksul, hastanesiz, ilaçsız kalmı§ bir memleketin bu sömürüden kurtulması zor. Toprağı da öldü­ rülür, kültürü de... Milliyetçilere deh§et, ama namuslu, zor, ama cesur bir ݧ dü­ §üyor. Bu düzeni iyi tanımak, bu düzeni memleketin asıl sahiple­ rine, halka iyi tanıtmak gerek. Bu düzen yüzünden bir dı§ politi" kanın da tutsağı olduğumuzu, altı saat içinde ba§ka bir millet ug­ runa imhaya tabi tutulduğumuzu bildirmek gerek. Bu düzenin ne kadar korkunç bir . düzen olduğunu halka, halka bildirmek gerek, bu tafam, bu yağmayı bu ölüm fırtınasını... Halk, ݧİn ashnı öğrenirse, bu düzenin ne olduğunu bilirse her §ey kolaylıkla hall.edilir ve bu düzen deği§ir. Anayasa sınırları içinde bu düzene dur demek mümkündür. Anayasayı zedelemeden, üstelik de Anayasanın bize verdiği im­ kanlardan faydalanarak bu imha düzenine dur diyebiliriz. ݧin anhası minhası, bu düzeni halka anlatabilmenin yollarını bulmalı­ ·

yız.

62

2 0cak 1968


ZİLLİ KURT HİKAYESi

·

Halk Partisi, yani çoğunluğuyla sürüp gelen Osmanlı bürok­ rasisi, her zaman ileriden ve ilericilerden korkmu§tur. Türk sol­ culannın Halk Partisi devrinde çektiğini belki de dünyada çok az solcu çekmi§tir. Halk. Partisi solcuları öldürtmü§, hapsetmi§, . aç koymu§tur. Bir kere yazdım ya, bir daha yazayım, . ben Kadirlide gençliğimde bana gelert mektuplan postanı;:den değil gider de candarmadan alırdım. Postane mektuplarımı doğrudan doğruya candarmaya gönderir, candarma da açar okur, sonra mektupları­ mı açık olarak bana verirdi. Bu böyle bir iki yıl sürdü. Kadirlide bu olayı bilenler çok §ükür ki daha sağdır. Sonra Demokrat Parti geldi, demokrasi sözünden mi utandılar nedir, mektuplarımı on-. lar da açtılar açtılıv, ama i§lerini gizliyapmaya çalı§tılar. Bir de zilli kurt i§i var: Doğu Anadoluda kurtlar·bir beladır. Şöyle ki: Bir .kurt bir koyun sürüsüne dalar� Koyun sürüsüne da­ lan kurt bir tek koyunu yaralamakla, paralamakla yetinmez, bir koyun sürüsüne dalan kurt, bütün sürüyü parçalar. Kurt dalmı§ sürüden artık hayır yoktur. Ve koyundan da ba§ka geçimi olma­ yan Doğu Anadolu halkı, sürüsüne kurt girmi§se çöker biter, aç­ lıkla kar§ı kar§ıya kalır. · Bazı yıllarda tekmil bir köyün sürüsünü kurdun parçaladığı da olur. Bu durumda köylü kurttan öcünü al­ mak ister. Ne yapar köylüler bu zamanlarda? Atlanırlar, köpekle­ rin� iplerini alırlar. Kurt avına çıkarlar. Kurtları diri yakalamak­ tır en büyük amaçları. Usulünü bilirler,_ kurtları diri yakalarlar. Kin bağladıkları, öç almak istedikleri· kurda bir fiske bile vurmaz­ lar. . Kurdu hiç incitmezler. ineinmesin diye ok§amazlar bile. Yal­ nız sağlam bir telle, bir kopmaz zincirle ya da kiri§le kurdun bo­ ğazına bir zil takadar ve kurdu olduğu gibi salıverirler.. Ve böyle­ likle de kurttan öçlerin en büyüğünü, en zalimini alm1§ olurlar. Boğazı zilli kurt, boğazındaki zil yüzünden hiçbir canlıya yakla§a­ IIlaz. Bir köye, bir sürüye, bir hayvana, hiçbir canlıya yakla§amaz. Boğazında zil, bozkırlar boyunca, dağlar boyunca ko§ar durur ve bir gün açlıktan ölür. Bu insan aklına gelen i§kencelerin, zulüm­ krin en korkunçlarından biridir.

63


İşte Halk Partisi, devrindeki solcuları öldürdükten, hapset­ tikten başka bir de zilli kut eyledi. Onların yakalarma bir 'Komü­ nist' zilini asıp salıverdi. Artık o işsizdir, bir işe girse hemen polis haber alır çıkartır. En küçük bir iş bulamaz. Kimseye, hiçbir can­ lıya, an�sına, babasına bile yaklaşamaz. Halk Partisi devrinde beş yıl ben böyle yaşadım; Girdiğim her işten, ark kazma işinden bile çıkartıldım. Batoz ırgatlığından bile kovalandım. O devrin her sosyalistinin başından bu geçmiştir. Eğer adımı değiştirmemiş ol­ saydım, belki de bugün yazar olarak karşınızda bulunamazdım. Halk Partisi devrini yaşayan solcular insanlığa yakışmaz bu hika­ yelerin zulümleriyle doludurlar. Solcuların başına bu işleri getiren Halk Partisi iı::ticaya karşı öyle mi davranmıştır? Çoğumuz, daha şiddetli davranmıştır diye düşünürüz. Değildir. İrticaya Halk Partisi bazı bazı sert davran� mıştır, ama Doğuda Şeyh Sait Şeriat bayrağını çekip canına kas­ dettiği zaman. Menemende Kubilayı öldürdüğü zaman. Ondan sonra her zaman gericileri serbest bırakmıştır. 1946dan sonra da Halk ,Partisi oy kaygısıyla Demokrat Partiyle bir İrticaya yol ver­ me. yarışına girişmiştir. Bu yarışta tabii hiçbir zaman Demokrat Partiye ulaşamamış, her zaman yaya kalmıştır. Solculara "Zulüm­ lerden zulüm beğen'' yapan Halk Partisi irticayı neden serbest bı­ rakmıştır? Çünkü İrtica onun kadrosunu hiçbir zaman bölemezdi. Onun kadrosunu yalnız ilericiler bölebilirdi. O, yedi yüz yıllıkyö­ netici güçtü. İrticaya karşı savaş vermiş, hepsinde de başarılı çık­ mıştı. Yine de çıkacağını umuyordu. Onun başına bela olabile­ cekler solculardı. Onun için solcuların gözlerinin yaşına bakmadı, onun için İrticaya aldır'madı. Fakat Halk Partisinin son zamanlar­ da aklı başına gelir gibi oldu. İrtica güçleri komprador, vatan sa­ tıcısı güçlerle. birleşince kendi de sollarla işbirliği zorunluluğunu duydu. Ama nasıl bir solla işbirliği yapmak i�tedi, gerçek bir solla değil.... Kendisine kul köle bir.solla. Kendi kanadı altında bir sol­ la. Gerçek bir solu olduğ� gibi kabul edip onunla işbirliği yapma­ sı Halk Pariisi için zordur. Gerçek sol Halk Partisi için korkulu bir düştür. Son yıllarda uydurma bir sol yaratıp kanadı altına alması onun başlıca çabası olmuştur. , Osmaniye olayları, son yıllarda başını almış giden şeriatçdık, ' birçok akılları başiara getirdi, ama. hiçbir çare bulamadılar. Bula­ mayacaklar. 64


Komprador burjuvası bir yolsuzluk makinesidir; Bu burjuva­ nın elinin dokunduğu yer kurur, çöl olur. Bu soyguncu §ebekesi bir memleketi kurutur, perperi§an eyler. Komprado� burjuvası­ nın boy attığı bir memlekette o, hızi� yokşulluk boy atar,. büyür. Yoksulluk da hurafeleri geli§tirir. Ba§ka sarılacak, dalları olma­ yan fakir fukaralar hurafelere sarılırlar. .Bir daha tekrar edeyim: Koınpradorluk, vatan satıcısı burjuvalık geli§tiJ.cçe bir meml�kette yo�ulluk artar. Yoksulluk gıqlağa çıktıkÇa da çaresiz; umutsuz halk din adına hurafelere sıu-ılır. Bu bir bilimsel gerçektir. Bir de kompradorlar ayakta kalabilmek için hurafeciliği örgütlerler. On­ lara para.yardımında bulunurlar. Bir . de din kisvesi altındııki geri­ ci. propaganday} desteklerler, büyütür, geli§tirir, vatanseverlerin karŞısına, eıpeğin kaf§ısına dikerler. Halkın yoksulluğunu, umut­ suzluğıınu öı-gütleyip tialkı,n kar§ısına dikerler. Diiı örgütlerinin . bir kısmı, halkın umutsuzluğu, çaresizliği kompradorların eline geçmi§tir. Kompraçlor burjuvası bunları is­ tediği ,gibi kullanıyor. Burjuva bunlarılı üstüııe binmi§ doludizgin istediği yere gidiyor. isterse Koreye gönçletip Türk gençlerini öl­ dfutüyor, azıcıkçıkarı uğruna. isterse montaj sanayisinde kullanı­ yor. Yeraltı, y�rüstü varlığımızı satmakta kullanıyor. Tutsak ol­ mamızda kullanıyor, _ Bir atom sava§ında altı saat gibi kısa bir sü­ rede yokolman1ızda kullanıyor. İstan�ul barlarında su gibi akıttı­ ğı viskide kullanıyor. Amerikalıların koynuna giren Türk kızları­ ·nın iffet satıcılığın4a kullanıyor. Caddelerimi�ç bayraldarımızın yırtılmasını, bu cinayeti örtmekte kullanıyor. Kullanıyor oğlu kullanıyor. Bu durumda hurafe, İrtica ba§ım alır gider. Hiçbir baskı bu­ nun önüne geçemez. Baskılar c)a, zulümler de İrticanın geli§mesi­ ne büyük'ölçüde _ yardım. edet. Bir iki adamı almı§ 'hapsetmi§sin ne çıkar. Üstelik de bu hapsedilenler halkın gözbebeği . olurlar. Kahraman olurlar. Halkın umutsuzluğum1, çaresizliğine baskı, §İddet çare değildir. Suyu gözünden kesmeyince hiçbir . §ey düzelmez.. Halkın umutsuzluğu, çaresizliği · komprador burjuvasının · .varlığıdır. Umutsuzluğu yaratıyor, irticayı öi'gütlüyor, besliyor. Bütün mese­ le §u kökü dı§arıda kornprador burjuvasından memleketi kurtar­ maktır. Bu; var olmak ya da olmamaktır. ·

·

·

·

20 Şubat 1968

Ustadır An

65/5


BARBARLIK! Artık iktidarın kırdığı koz kırkı geçti. Dünyanın her yanmda sol · muhalefet vardır. Bir memlekette kapitalistlerin · konu§maya ne kadat hakları varsa, proleterterin de; halkın da ô ka<Jaf konU§­ fiıaya, hatta Morisson firması mümessillerinden bin kere daha konU§Jllaya haklan vardır. Eğer bütün Adalet Partisinin blltjuva iktidarı ayaktaysa bu yalnız kendileriilin gücüyle değildir. Bu bir denge sorunudur. Bu, demokrasiyi ayakta tutmak isteyen büyük güçlerin yüZü suyu hür­ metinedir. . Eğer · Adalet Partisi iktidan sınıf diktasirida devam ederse, ki bu Anayasaya taıılatiıen aykındir, ' kendisini ortada çı­ nlçıplak yalnız, kaderiyle ve bilinen akıbetiyie b� ba§a . bulacak-' tır� Bunun da önüne hiç kimse geçemeyecektir. 'O, güvenip bel bağladıkları> dünyanın, hele hele küçük milletierin katili, Ali �­ ran ba§ keseni Amerik3. bile geçemeyecektir. Eğer Türkiyenin iç i§lerine daha fazlu. karı§acak olursa Amerika, Vietnamda yediği tokadın çiaha belalısını Türk milletinden yiyecektir. ı ...:. oeceyarısı Meclis basmak, Türkiye Cuıııhuriyeti Anayasasına aykındır. Ve de insanlığa aykındır. ı.:.Mecliste muhaliflerini linç etmeye kalkmak, kaba kuwet haline gelmek, demokrasiye ve Türkiye CumhUriyeti Anayasasına aykındır. Ve de insanlığa aykındır. 3 --.Bir muhalefet partisine her gün her gün . iftiralar yağdır­ mak, o muhalefef partisine kurulduğu günden bu · yana ta§larla sopalarla, ate§li ya da: ate§Siz silahlarla saldırmak demokrasiye ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırıdır. Ve de ii1Sanlığa aykındlt. . 4.,.... Vatanda§lann dini duyg\llarını sömürerek onları ayaldan­ dırnıak, demokrasinin, Anayasanın kar§ısma dikmek, muhalifle­ rini bu kaba güçle tehdit etmek ve bunları. mitinglerde1 Allahın kutsal evlerinde, "İnönü sehpaya, Aybar sehpaya, Çetin sehpaya," diye bağırttımak ve Allahın kutsal evlerini, camileri politika be­ zirganlarının politika kürsüleri haline getirmek, dinci gazetele.rin halkı kan banyosuna, halkı katliama çağirim yazılarına katılmak. ·

·

·

·

·

..

·

·

66

·


bizzat o y�lan yazmak, yazdırmak demokrasiye, Türkiye Cum­ huriyeti Anayasasına aykırıdır. Ve de insanlığa aykırıdır. 5- Yirminci yüzyılda bir piyesi yasaklamak bir insanlık suçu­ dur önce. Mahkeme kararı olmadan, . ham hum §aralop edip mi­ nareye kılıf hazırlayaraktan bir piyesi yasaklamak demokrasiye ve Türkiye Cıımhuriyeti Anayasasına aykırıdır. Ve de insanlığa aykırıdır. 6.- Demoktasiye, insan1Jğa, a as aykı;rı olan·ve de korkunÇ oıaı,ı bir �y daha var. : türkiye Cumhuriyeti sınırlım içinde, yirnılılci yüzyılda bütün dünya(ja ilk olaraktan, Fransız dü§ünürü Babeufün eseti toplatıı� dı. Bu, millete yapılacak kötplüğün en kötüsüydü Bir millete bundan <faha büyük bir hakaret edilert:ıezdL Çok İôtap toplat.ıldı sori günler� Türkiyede. Örneğin dünyanın en büyük §airlerin<len birinin, Nhım Hik­ metin kitaplan toplatılıyor. Efendiler, biliyor mQS'I,UluZ Fra�ois· panyasınd!l, Saıazar .Portekizinde, Johnson'un_ Aınerikasınqa Nazım Hikmet hani hani basılıyor ve kitaplan }(apı§ılıyor. · Yasaklanan, toplatılan kitap18rın yabancı diUerde yayınlan­ mı§latı harıl hani · Türkiyede de yıllardan bu yana. satılıyor. Dün­ yayı dil bilenler ö�enecekler, bilmeyenler öğrenmeyecekler. Ya­ iıi burjuvalar her §eyi bilecekler, halk hiçbir §eyi bilmeyecek. Ki­ tap toplatmanın bundan b8§ka bir anlamı var mı? Bir insan bu kor}cunç haksızlığı ancak kölesine reva görür. türk halkı sizin azat kabul · etmez köleniz mi? Sonra yazık değil mi Türk milleti­ ne? Onu dünyaya, kitap toplatan bir millet, yani barbar bir millet diye tanıtmaya kimin hakkı var? Bir millet.ekonoitlİk olaraktan geride kalmı§sa, ölmü§ değil ya; onu küçültmeye kimin baldo var? Lenin'i topla, Marks'ı topla, Che Guevara'yı topla, topla ba­ bam topla, sonra: da geç insanlığın kar§ısıııa, "Ben · Türk milleti­ yim," diye gerin;. Sonra dilinin en büyük�airinin §iirlerini topla .. Kitap toplamak demokrasiye de, Anayasaya da, iiısanlığa da, insanlarda ne kadar kutsal duygu varsa hepsine de kar§ı i�enmi§ ' büyük �ir sustur. Ve kitap toplatmak barbaı:lık:tır. Bu ' bir oyuncak demokrasidir. Yoksa yukarıdaki saydıklan­ mın hiçbiri gerçek bir demokrasid� olamaz._ Bu bir gizli f8§izmdir. G�çsüz bir burjuvazinin el altından diktasıdır. . 26 Mart iJM8

.

.

·

.

.

&, y aYa. .

·

.

.

.

. . .

_

· ·

- - 67.

·


OLMAK ALÇAKGÖNÜLLÜ . .

,.

.

'

•.

�!

-

.

·-

)

:

" {

.. Ne olduiri delisi olmak ilkel, çig' ins�nlamı i§idir; Ki§i olgun· la§tıkça alçakgönüllü olur. Bu bir ortıntıdır. Ki§i ne kadar ba§atılı olu s a olsun §U dünyada, gene bir karanlıktadır, gerie bir imkanın . ucundadır. . Gene bir sonşuzluğun · küçük bit parçasındadir. Alçak� gönüllü olmak'ba§kadır, alçakgönüllü 'görunniek ba§kadır; Dün� yada; öaha da Çok Doğuda dalkavukluğa kadar varıp dayanan.bir alÇakgönüllü görürimek geleneği kurulmu§tur. Alçakgönüllü ol­ madan alçakgÖnüllü gö'rü�ek, salt geleneğ� uymak iÇin, he oı� . dum delisi olmaktan daha kötüdür. Alçakgönüllü olıha·k geleneği Doğuda öyIesine; yi.lıiiinü§ ki, bir çe§it övünme, 'oir Çe§it kendini . · · . gösterme olmU§tur; : · · . > Bityere vatan insan, kamil insan kendi olan:insandiJ'. Bir ki­ §i eğer . kendisi değilse; kendi. kafası, kendi yüreği değilse o hiçbiT §eydir, Yaratıcılık, sanatta olsun, politikada olsun; irisanın kendi� . si·olmakla,ba§lar, Ki§ililde b3§l&r. Bir dü§ü1lcenin, . ·\>ir kavgan,ın ulu kişilerine balcalı�, hep kendileri olmuŞlardır. Kimseye . öykünmemişler, kafalarının · doğ­ nısuna gitnıi§lerdir. Gönüllerinin · doğrusuna: Ve: hiçbit zaman ne oldum delisi olmanıı§l ardlr. Yaratıcı ki§iler, bulunduklafı yerden , nereye varıdarsa va.rSınlar ne oldum delisi olmazlan Önce defter­ den sildikleri ben. benieridir. Ki§i olgunla§tıkça kir lerini, ben ben� lerini döker, yunur arınır. Bizim aydınnnız hiçbir zaman alçakgö­ nüllü olamadı; Birkaçı bu oyu,nun dı§inda, . Çoğu küçüCÜk da�lıuı . yarattı. KüÇüciik dağları yaratanlar: hiçbir · §ey yaratamayanlardır: pğer bir kişi bir §ey yaratıyorsa, mümkünü yok küçücük dağları yaratamaı. . l)ünyadaki her şey . gibi sosyalist · kavga da bir sonsuzdadır. Bizinidünyatnız bu i§in daha başlangicında bile değil. İnsan niut1uluğunun, karde§liğinin bir .sının yGktur� iyiliğin, güzelliğin suurı yoktur. Her . doğan gün bize yeni bir güzelli� yeniiyi .bir dünya getirecektir. Her. doğan gün · bize gene bir . eksiklik getirecektir. Her doğan günde kavga yeniden ba§layacakırr. Bizim gü!lümüz­ deki kavgamız, çabamız sonsuz değildir. Eskiyecektir. Ama insan · mutluluğu günündeki ekSikliği ta can evinden duymak ve döyii§e ·

..

··

·

·

·

.

·

'

·

·

·

·

·

.

68


girmektir. Burada ba§ olmu§sun, er olmu§Sun hiçbir farkı yoktur. Dövü§te bir ba§kumandan · olmak, bir er oh;nakla birdir. Belki bir er, bir ba§kumandandan daha yararlı, daha mutlu olabilir. Sorun bütün bir yürekle sava§a girmektir. Kavganın büyüklüğü kar§ısın­ da insan.§öyle bi:r dü§ünürse kendi ki§iliğinin çok küçük kaldığını hemen anlar. Büyük olan, güzel olan kavgadır. Bizi yücelten bu büy\U( kavganin bir üyesi olmaktır. Bizi insanlar içinde mutlu kı" lim.bu büyük kavganın adamı olmaktan ba§ka bir §ey olmamalı­ dır. ÖVüneceğimiz tek §ey bu olmalıdır, Uzun yıllardan bu yana çok insanla kar§ıla§tım. Sosyalist kavganın adamıyım diyen çok ki§iyi gördüm. Kavganın kar§ısında kendini bir hiç sayanlan da, kuçük dağları ben yarattını, hep .ben · ben, diyenleri de tanıdım. Bu kavga hep ben ben diyenlerden çekti. Ben benlerine i§ gelip dayann1ca, ben benleri azıcık feda­ karlık isteyince ne kavganın kaldığını, ne bir §eyin kaldığını gör_. d�m. Aslanın azıcık beni zedelenince sava§ı ayaklar altına alıp kar§ı tarafın en büyük doştu olduğunu gördünı. Çünkü hiçbir za­ man onun kavgası olmamı§, onun beni olmu§tu. Geri kalmı§ memleketin geri kalml§ aydını ben ben.dir. Onu bir kavganın eri yapamazsın. O kadar alçakgönüllü yapamazsın. O kavgadan da üstündür, bütün varlıklardan d._a üstündür. Dünya öküzün boynuzunda değil, onun kulaklarının üstünde duruyor­ dur. Bütün yer}'üzündeki küçük dağlar onundur. Biiyükleri de dedesinden kalmı§tır. Türkiyede uzun bir süredir iyi kötü bir sosyalist kavga verilir. Birçok insan bu kavgaya canını, gönlünü koymu§tur. Büyük acıla­ ra katlanmı§tır kavga uğruna ya da birçokları öyle tanınır. Sosyalist kavga memleketimizde bütün yoğunluğuyla ݧÇi Partisinin kurulmasıyla ba§ladı. ݧte bundan sonradır ki, ak ko. yun kara koyun geÇitte belli oldu. Bir parti içinde, onun bütün gereklerini yerine getirerek çall§mak elbette zor. 'Ba§ıbo§; ba§ıbo­ zuk olarak dövü§e katıldığını sanmak, benini doyurmak elbette daha kolay... Ve bu kavgada küçük dağları yaratanlar, ben benler döküldüler ... Büyük kavgada kendi yerlerini iyi ayarlayanlar, kavga kar§ısında kendilerini silenler sava§a devam ediyorlar. Bu bü­ tün dünyada böyle olmu§tur. Kavganın kar§ısına kendi körolası benini koyanlar kavganın, bir daha doğrulamayasıya tokadını ye­ mi§lerdir. Alçakgönüllü olmak, er · olmak kavganın kanunudur. İnsan olmanın da kanunudur. ·

- 69

·


. :Bizde sosyalist kavga yeni oldu� iÇin, daha ki§ilerin �avia­ ·

ru§lai:ıyla uğfa§ılmıyoı:. Kavga adamlarının kantara vurulacaktari · . günler yakl�ıyor: . . ·

Birinci dökülme ݧçi Partisinin kutulmasıyla oldu. İkinci dö-· külme sava§ımın halk.kütlelerine inmesiyle.. daha da yoğunlaşma- . sıyla olacaktır. . Ve bundan·sonra )cavga adamları; ister Istemez kendi benle­ · rini silecekler, alçakgönülİü ()lacakiar. . Hayat ve· kavganın kutsai­ Jığı ·kar§ısında bir er olmanın mu�lulUğundan ba§ka mutlUluk t�n:unayacaklardll'. , Bizim ku§aktan s()iıra gebm genç kU§aklar biı;deıı d�ha . al• · · · Çakgönüllü 'Bu da b'ir kitt;ndı n .r. · · ·. '

.

'

·

...

·

·

..

.

.

·

•..

'

ı

. \

.

,.

. �'

.

·

·

·

· 7 Mayıs 1968

. - :;

' ı #

· . ' �

. , ., .

'•

.

.

..

. ..

.

...

. . ·;

70

·

·

.

__

. 'i ' .

.'


DOÖUŞ · : Bu uyU§ukhiğtrtt sebebini "ata§tırmalı. Her dalda, her yönde bir uyu§ukluk. Sanatta, bilirnde uyU§ukluk. Kimse bir §ey yapmak için piumağınr bile oynatmıyot. Politikamız bÜyük bir ahmaklık, büyük bir. ke§meke§ içinde bulunuyor da· bize hareketliymi§ gibi geliyor. Bu bir. politika değil, �ir dala§ma düzeni UYU§ukluğutı beteri burada.. İyiye doğru hjçbir yaratma yok. Kötüde, a§ağtlık olanda ooruru di§ine takıp direnmf··· Bu çıkarcı, bu imansıZ, ya­ lancı, . geleneksiz, göreneksiz, bütün insani değerlerini yitirmi§, yo�a§inı§ komprador burjuva sınıfı bÜtün güçsüzlüğüne kar§ın Türkiyeye . damgasını vurmak üzere. Bir sınıfın; bir düzenin k<r · kll§IDU§luğu, çürüldtiğü bir milletin ya§ayı§ında · bu kadar etkili olabilir mi, onu bütün iyi niteliklerinden sıyırıp alabilecek kadar? Bir iki . ornek vermeliyim kU§ bir iyice anla§ılsın... Türkiye otuz milyon. Bu otuz �yonun yüzde yirini be§i okur yazar. Tür� · kiye Avrupanın kıyıcıgında. . Türkiye · Nazım Hikmeti, '{evfık Fik­ reti, Sait faiki, Abidin Dinoyu yeti§tirmi§ bir lllemleket. Bu de..: rnektir ki, Türkiyede sanat ortamı, evrensel sanatçılar yeti§tirebi� lir. Bir ,Nazım Hikmet çağımızın en büyük §airi ııayılıyor. Abidin Dino çağımızın büyük ressambin arasında. Bir Sait Faik için yüz- · yılımızm büyük hikayecisi diyorlar. Melih Cevd�t, Orhan Kemal var, Fazıl Hüsnü Dağlarca var... Bir milietin �e. dünyartın da yü­ zünü ağartabilir·bunlann her biri. Ama gelin,görün ki, bütÜn ka� pılar burada çat deyip kapanıyor. Fakir Bayirurttan sonra bir tek romancı. . adı gösterebilir miyiZ: ·iyi ya da: kötü? Cernal Süreyaya, Turgut Uyara haksızlık etmek istemiyorum, iyi §airler, has §air, ler, yanlan yöreleri de var. Böylesine büyük,' sağlam biqiit gel�� neği olan bir millet için bir Çağda bu kadar az sayıda iyi §airi olması bir tal.ihsizlik değil mi? ' . Türk sinemasım ele alalım. Yi�i yıldan bu yana, geldi Lütfi Akad, gitti Lütfi Akad.. Çırpınan birkaç isim daha... ·Sonra, sorirası malum. Son yirmi yılda di)nya bilimine en küçük bir katkıda bulunan bir Türk bilim adamı geliyor mu · aklınıza?. Bir iki deneme yapanı saymıyorum... Bir iki deneme yapıp da Einstein teorisini çürüten ·

·

.

.

.

<

71


bilim. adamımıı:ı saymıyorum ... Gazetelerin çarşaf çarşaf yazdık­ larını ./ Nereden bakarsan bak, nlf yönden görürsen gör, sanat, bi­ lim, düşül)ce hayatımızda bir durma, l:)ir yorgunluk, bir yaratama­ ma var. Tek k).şiler söz konusu değiL O her yerde bulunur. Sorun çalışan, yaratan bir sanat, bir bi�im ortı;ı.mının bulunmayl§ı. Derdimiz kişiler değil, bir ortamdır, Son yillarda, beliçi. de cumhiıriyetten bu yana Anadoluda bir­ takım yeni insan bölükleri, yeni yeni insan tipleri çıktı ortaya. :Bunlar Türkiyenin hayatına yüzde yüz etkide bulunuyorlar. :Su tipler :Büyük Millet Meclisme kadar girdiler ve Türkiyenin haya� tııida en etken bir insan bölüğü oldUlar. Türkiyenin ekonomisini yüzde elli ellerine geçirmeye çalışıyorlar. Yüzdeci, tefeci bir bölük insan çıktı Türkiyenin başına. Türkiyenin kan damarları aşaği yukarı bu insanlar elinde. Karadeniz­ de fındıkçılara, Egede · tütüncülere, pamrlkçulara, Çukurovada pamukçulara, Doğuda yütıcülere, k<>Yunculara bunlar kredi veri­ yorlar. Ömeğiıi pamuğun kilosu üç liradir, Adanada diyelim. :Sunlar yazın çapadasıkışmış köylüye kilosu bir liradan para veri­ yorlar. Sonbaharda kilosu üç liraya çıkacak p muğu kapatıyorlar. :Sir yılda milyo!]: vuranlar var Anadoluda. :Su adamlar gözüpek, bileğine güçlü, eli silahlı insanlardır. Bu11;ların yanlarında parayla tuttuklan gözüpek adamlan da vardır. Verdikleri parayı, herhan7 gibir,sebepten köylül�rden alaın�arsa yandı o köylüler. Mahke� meye mi giderter sanıyorsunuz? Olmaz öyle şey, Bunların özel kamınları, özel mahkellleleri işler. Direten köylüler vurulurlar, , kızları .kaçırılır, evleri yakılır,' daha. yüzlerce gayri insani davranl§­ la)ou .şı karşıya kalırlar. Kasaba tefecilei'i, faizcileri devlet içinde silahlı, ayrı bir zorba devletidir. Silahlı, özel çeteleri olan... Bun­ lar öylesine bir çıkarcıçetedir j.d... başa çıkmak zor... B\ll)lardan birkaçını yakından tanıyor\ım. Çocuklukları yoksulluk; . açlık için� de geçmişti. Sonra gözleri açıldı. Y oksulluktan, açlıktan kurtul­ mayı bileklerinin. gücüyle elde ettiler. :Su çıkarcı çeteciler bütün Türkiyeyi ağ gibi kuşııtmışiır. Türk halkının ·üstünde bir zulüm rüzgarı gibi esmekte, ona soluk aldırmamaktadır. Bu eli parab, eli silahlı çete Türk,iyede her. yönüyle hükümfermadır. Partilerin bir kısmını onlar yönetirler, partilere onlar yön verirler� Hiçbir insan� hiçbir ahlaki kurala bağlı değillerdir. Din, iman, Allah, .

'

·

·

.

72

.

·

·

·


milliyet, her §ey, her §ey onlar için bir çıkar, bir sömürme aracıdır. Çağımızın yeti§tirdiği bir canavar tiptir bu. Şimdi bu tipi çıkıp da bir romancı yazmadı. Bir §air bu tipe dokunmadı. Piyes yazarları neredelerJ . Ya bilim ad�mları? Sos­ yologlar, . ekonomiciler neredeler? Bu geli§ip büyüyen çete · bölü­ ğünden acaba �ab�rleri var mı? Bu tipi gôrmeden, anlamadan, bilmedenTürkiyenin sorunlarına bir kar§ılık bulmanın mümkünü yar mı? Bir insan bölüğü ki, bir memlekete gün geçtik� dftmgası­ nı . vuruyor, bit men1leketi çürütüyor, yozla§tıriyor, sömürüyor, parÇahyor, yok ediyor, zulmediyor, koku§turuyor ve memleketin ba§ına bela... Dı§ sömürücülerle de . birle§mi§. · Sırtını da onlara dayamı§. Ve Türkiyeyi sômürgele§tiren ba§lıca güç Meml�ketiiı hayatını yüzd� yüz etkisine alan, yeni bir insan bölüğü dc;>ğmu§, kimsenin bundan haberi yok. Ne sanatçısının, ne bilim adamının, ne gazetecisif\in. Bu bölüğün damgası hepimizin üstünde. Korkusı.ı-hepimizin yüreğinde.' "Aslında bizim olan üniv�rsiteye el koyduk," diyen gençler birtakım küçük kaz�çlara elbette aldanmayacaklardır. Onların ödevi Türkiyeyi tepeden tırnağa deği§tirmek olacaktır. Sômürge olrİıu§ bir memleketin gençliğinin, çürümekte olan, en belalı bir çetenin kötü damgasını yemi§, yozla§makta, koku§makta.olan bir memlel,{etin gençliğinin ba§ka bir ödevi yoktur. 2 Temmu.z 1968 ·

•..

·

·

, ,

73


BAÖIMSIZLIK VE SOSYALiZM. Sosyalist.düşüncerıin temelin.de iptida ba.ğimsızlık yatar. Sos­ yalizmin sava§ı insan bağımsızlığı içindir. Ba§ka hiçbir §eY için de­ ğildir. Ekonomik e§itlik sağlanmı§Sa bir yerde, o · insanoğlu eko­ nomik e§itliğe, bağımsızlığa gelmi§Se, politik e§itlik, politik ba7 ğımsıilık d � onun yanındadır. }!�er, bir memlekette ekonomik . e§itliğin sağlandığı· söyleriiyorsa� biz önce o memlekette politik e§itlik var mıdır yok mtidur · ona bakmalıyız. Sosyaiist düıen, her yönüyle Çağımızın düzenidir. Bilimsel sosyalizm doğduğundan bu yana yalnız insan bağımsızlığı için savll§tı. Nasil çağı�zın, bil mi insanı doğaya kar§ı bağıılısızla§tıtmak için büyük .· bir çaba harcı­ yors.a, çağıınızın düzeni sosyalizm de insanın insana kar§ı bağım­ sızlığını sağlamak için büyük çabalar·.harayor. Zatqn bilimle bi. limsel sosyalizmi . böyle iki kanada ayırınamıza imkan • da yok. Dünyamızeta bu iki güç birbirini tamamlıyor, insan bağımsızlığın\ da bir bytüne vanyor. DÜiıyada milletierin bağımsızlık sava§larını yiğitçe ba§latan, geli§tiren, sonuca vardıran sosyalistlerdir. Destekleyen sosya.list­ lerdir. Avrupadan Asyaya, Güney Amerikadan Afrikaya kadar bütün dünyada bu .kavgayı yapan sosyalist dü§üncedir, sosyalist­ lerdir. Bağımsızlığın bayrağı sosyalistlerin elindedir. Sosyalistler 4ünyayı insanla§tırma yoluna, büyük bağımsızlık ilkelerinden ba§layarak çıkmı§lardır. İnsan bağımsızlığını zedelemek, millet, parti bağımsızlığını zedelemek sosyalizme taban tabana zıttır. Buradan yola çıkarak Çekoslovakya olayiarına gelebiliriz. Sovyet ve öteki Halk Cumhuriyetlerinin orduları Çekoslovakyaya girdiler. Gerekçeleri de Çek sorumlularının onları Çekoslovakya­ ya- çağımıasıydı. Ania Çekoslovakya Radyosu sonuna kadar bunun aksini söyledi. Var§O'Va Paktı ordulartnın, Sovyetler Birliğinin Çekoslovak­ yaya girmesinin türlü sebepleri olabilir. Üstelik, bu sebeplerin bir kısmı Sovyetler Birliğine hak da verdirebilir. Bütün bunlara kar. §ın Var§ova Paktı ordulan Çekoslovakyaya girınemeliydi Dünya­ daki bütün bağımsızlık sava§larınq:iestekleyen, bunun öndediğini yapan ve bundan dolayı da büyük bir prestij sağlayan Sovyetler·

·

74


Birliği hiçbir gerekçe için, hatta hiçbit haklı sebep için bindiği da­ lı kesmemeliydi. Çekoslovakya kendi sosyalist dünyasmda bir li­ beralle§meye gidiyordu. Dünya bunu böyle biliyordu. İleri dünya da bunu. böyle biliyordu. Sovyetl�rin b�nun önüne geçmesini artık dünya kamuoyu kmayacaktır. Sovyetlerin bu hareketinin sömürgeciliğin pençesinde inle­ yen. ba8ımsızlık saVll§l veren ülkelere de zararı olmu§tur. İnsan­ lık Sovyetler Birliğini bir sömürgeci Amerikaılın yanına koyamaz, ama gelin görün kj, büyük devlet olmanın sonucu Sovyetler Birli­ ğini de Amerikanın yanına dܧürüyor. Sovyetler . Birliği, bütün dünyada bağmis�ık için çarpı§an, sosyalist düzen için savll§an ilerici güçleri bu hareketinin kar§ısında bulacaktır. Sovyetler Birli�, büyük prestijini, dünya kamuoyu önünde bir anda yıkma yanlı§ını yapamaz. Dünya·ilericilerinin isteği, Sov. yetler Birliğinin bu korkunç hatasından .geri dönmesidir. Nasıl bulacaksa bir yoiunu bulup da bu büyük hatasını tamir etmesidir. · Hem de tez günde. Çekoslovakyanın kai§ı cepheye geçmesinin, sömürgecilerle birlik olmasının getireceği zarardan, Çekoslovakyanın i§gali sos­ yalist dünya için daha zararlıdır. Çünkü Çekoslovakyamn i�gali, sosyalizmi. temelinden sarsıyor, zedeliyor, yaralıyor. Nereden ge­ lirse gelsin, dünyanın bütün inaı:imı§ sosyalistleri tepeden inme­ nin kar§ısında olacaktır. Milletierin içi§lerine karı§anlar, kim . · . olurlarsa olsunlar, sosyalizm kavgası yapanları, bağımsızlık savll§ı verenleri kar§ılarında• bulacaklardır. . Sosyalistler, Çekoslovak olayları gibi olumsuz olayların .kar§ısında birle§mezler, böyle ha­ talara göz }'umarlarsa çağımızda sosyalizmin zaferi o kadar kolay gerçekle§mez. Sömürgecilere kai§ı ·bilinci büyük kurtulu§ sava§ını ba§arıyla vermi§ olan, ikinci sömürgeciliğe kar§ı da sava§ıma ba§lamı§ bu­ lunan Türk halkı, Türk ilericileri,. Türk sosyalistleri · çekoslovak · halkının yanındadır. · Ve · Sovyetler Birliğini bu olumsuz davntnı­ §ından dolayı kınar, Dünyanın, insanlığın umudunu kırmanın ba­ bası yoktur. Bir Çekoslovalcya bunu ödemez. Bir millete zorla hiçbir §eyi, hiçbir kimse kabul ettiremez. Milletlerin; ne kadar yıpranırlarsa yıpransınlar, zora kar§ı deh§et bir dayanma güçleri vardır. Sovyetler Birliğinin, ordularını Çe­ koslovakyaya göndermeden önce . Vietnam halkının sonsuz dire·

·

.

·

·

.

·

·

75


. ni§i, insanca, büyük dövü§ü üstünde uzun uzun dü§ünmesi gerek" ti. Bugün per§embe. Dünya karmakarı§. Ben bu yazıyı yazıyo­ rum. · Radyolar Çekoslovakyada yer yer çarpı§malar . ölduğunu söylüyor. Bu çok kötü. Sovyc;.:tler Birliğinin dü§tüğü bt( kötü du­ rumdan kurtulmasını bütün yüreğimizle diliyoruz. Sosyalist dü§üncenin temelinde iptida bağımsızlık Y!ltar. Ve sosyalistler yalnız bunun gerçekle§mesi için sava§mı§lardır, sava­ §ıyorlar. ve· sosy;ilistdü§ünce; sosyalist dünya. tarihin görduğÜ en büyük güçtür. Hiçbir olumsuzluk onun kar§ısında duramaz. Hiçbir kaba.güç... ·

·

27'Aturtos 1968

76


AMERiKA VE CAMiLER Türk milleti kötü bir oyunla kar§ı kar§ıya. Yalnız önceden söyleyim ki, böylesi kötü oyunlara kıir§ı Tü�k milleti, yüz, yüz elli yıldan bu yana afsunludur. Hangi sönıüfgeci güç Tilrkiyeye gözü-· . nü dikmi§se, mutlaka önce dinci yobazları yanina almaya çall§­ nıı§tır. Ve bunda da bazı kereler ba§arıya ula§mı§lardır. Türkiye­ nin bugünkü durumunun sebeplerinden birisi de dinin Çağlar bo­ yunca halkın aleyhine yozla§tınlmı§ olmasıdır. MÜsİüm�mlığı bi­ zim menılekette her zaman Müslümanların çıkarlarına kar§ı kul­ lanmışlaidır. Nedense Müslümanlar sömürgecilerin ağına çok çabuk dü§D1ü§lerdir. . ' Şimdi Amerikalı sömürgeci TÜrkiyedeki yobazlada el eledir. Milli KurtulU§ Sava§ında onların sömürgeciye yaptıkları hizmet­ leri unutmamıştır. Onlan ba�niS'ı.zlık taraftarı Müslüıfıanlara ve Türklere kal§l pekala kullanabilir. Bu müıiıkündür. . AP, iktidara geçtiğinden bu yana koyu. bir din ·propagandası yapar. Dinci militanlar yeti§tirmek için AP büyük çabalar harca­ ttıı§tır. Ba§bakanından tutun da, en J.Qiçük militanıila kadar bütün AP te§kilatı sırtını yobaz güçlere dayamı§, ondan imdat · bekle­ mektedir. AP iktidara geçtiğinden ·bu yana Türk tarihinin bu en tehlikeli ate§iyle oynamaktadır. Türkiyede diri, sömürüye kar§ı büyükbir güç vardır. Bu diri güç köklüdür, sağlamdtr. ÇağıD1lzın bilimiyle ba§ ba§a gidebilme­ yi elinden geldiğince ba§armaya çalı§ır. Olumsuz yönleri, olumlu yönleri olmu§tur. Ama bu, Türkiyedeki diri güçtür. İyi kötü Tür­ kiyeyi bu güç idare edegelmi§tir. Gelenekleri vardır. Sömürünün ve . sömütücülerin temsilcileri, bu büyük güce kar§l yıllardan bu yana bir denge kurmaya çalı§ırlar. Bunu dengeleyecek gücü de hiçbir zaman ortaya çıkaramamı§tır. iktidarın ba§ı bu diri güce kar§! iki yüz bin ki§ilik milis rüyası bile görmü§tür. İki yüz bin ki­ §ilik milis gücUııü kurmaya güçleri yetmemi§tir. · . Bundan sonra Amerika onları öğütlemi§tir. Camilere el atın diye. Bu gücün kar§ısına ancak camiyle ÇİkabilirSiniz, diye. APli· ler cami gücünün Türkiyede büyük güç olmadığını bilirler. Ya da bilmeleti gerek. Yobaz gücü Türkiyede diri güçlerce tarih boyun� ..

·

.

.

. ·.

.

.

.. . .

.

.

.

77


ca yenilmi§tir.

Amerika da, APliler de belki bunu bilirler. Bilirler, ama belki de ba§ka çareleri yoktur. Belki de yeni yeti§tirdikleri militan yobazlara güveniyorlardır. Çünkü bu yobazlar yeni tip bi­ rer cengaver insalllardır. Ve komprador burjuvasının .emrine dini vermek isteyenlerdir. Bôyle, bunun için yeti§tirihıli§lerdir. Bunlar her ileri harekete,. bağımsızlığa, bilime, barı§a, toprak reformuna kar§Idırlar. · Ve onlara, yüz binlerce camide, yüz binlerce ke,re ko-. nu§sunlar diye birtakım sloganlar ôğretilmi§tir. Türkiyt;delci camiler artik her cunıa birer siyasetmeydanıdrr. . Ve orada hal,ka: . "1) BağımsıZlık diye bir §eY yoktQr. Yalandır. Bağımsızlık sô� zü. komünistlerln uydurduidarı bir sôidür. Sırf bjzi Amerikalılar� dan ayırıp Ruslarm kucağına atmak içiİı . uydurulmU§tur. Yoksa hiçbir küçük millet bağımsız olanıkya§ayamaz. 2) TÜrkiyede ahlaksızlık, sômürü · alrnı§ yiliümü§tili. (Evet, sômürü:.� Tili:tqeri sôll)ÜJ"enler Masolllıır, Yahucliler, azınlıklar­ dır. Hem de MÜSlüıminları.�) Ainerilcabİar, J'ilik asıliı zenginler 'Iürkleri, M:üslünıanlan hiç sômürürler mi ki... Toprak reformu, e§itlik Sôzlerl dine, insanlığa aykırıdır. Be§ parmağın be§i . de bit değildir. Allah her insanı ayrı ayrı yaratmı§tır. 3} Mini etek,· çıplak kadınlar hep komünistlepıl eseridir. 4} Komüiıistler bütün Müslümanları keseceklerdir. Karıları:-. nı da alıp Rusyaya gôndereceklerdir. , 5) Komünistler ihtilale hazırlanıyorlar. Ey Müslümanlar siz de hazırlanın. 6) Büyük cihada hazırlanın. Ey Müslümanlar siz de hazırla­ nın. Gün gelecek bir sabah, Endonezya� olduğu gibi, komünist· leri doğrayacaksınız. . 7) Bu komünistler, TİPliler, CHPliler, askerler, üı;ıiversitelilerdir," diyodar; . Bütün bunlar'her gün gündelik gazetelerde yazılıyor. Yıllar­ dan bi.ı yana, hükümetin maa§lı vaizleri de bunu yüzlerce ca ide sôylüyorlar. Dinci gazeteler her gün kan içinde çıkıyor, Her gün bir boğazlama ba§lığ:ı, makalesi, haberi, fıkrasıyla Ve AP iktidan bunu destekpyor, organize ecliyor, besliyor. Türkiye Epdonezya değildir, bıınu bilmiyor. Cami tahrikçiliği çok iktidapn, çok .insa­ nın ba§ını .yemi§tir, bunu bilmiyor. · Ya da bil Anayasa dı§ı davnt­ Dl§lara sanlmaktan ba§ka çaresi yok; Yok mu acaba? AP iktidarı­ nın hiçbir çaresi kalmadı mı? Kalmadı da denize mi dü§tü? AP ·

.

·

·

·

·

78

·


iktidannın ba§ım da ba§ta TİP hastalığı, 141 ve 142nci maddeler, bir de bu politika meydanı camiler yiyecek. Ne diyelim, yollan açık olsun. Camiler çıkar yol değildir. Canıileı:, koınpradoru kurtaramaz. Türk halkınm bağımsızlık isteğinin de önüne geçemez. Camileri istismarı APyi Türk tarihiriin görmediği çok kötü durumlara dü­ §ürecektir. APnin tek kUrtuJu§ ç3resi, herkesten daha çok Anaya­ saya sıkı sıkıya sarılmasıdır. APnin tek kıırtulu§ yolu budur. Söy­ leye' söyleye dilimizde tüy bitti. Adamlar anlanuyorlar . ki ffi,ç �amıyorlat. ·

·

.

.•• ·

.

24 Eyliü 1968

.1

79


GÖZ GÖRE GÖRE Göz göre· göre Türkiye kötü durumlara, iflah olmaz durum­ lara doğru götürüluyor: Hem M çok planlı bir §ekilde. -İktid�r yüzde yüz komprador burjuvasının borusunu öttürüyor. Bütün gerÇekleriterş yüz ,etmek en geçerli bir politika haline geldi. Kim gerçelderi en iyi bir §ekilde yalanla dolanla örıebilirse, en iyi poli- . tika6 da o, en iyi adam da, en muteber ki§i de o... Yalan, sömürü hükmünü uzun bir süre yürütsün diye,"ını memleketin dibi oyulu­ yor. Besleme g�eteler, besleme din adamları komprador kafiri­ nin emrinde. Elli bin caminin birçoğunda din adamı kılığı altında sömürgeci ajanları Türkiyenin ki§iliğini, direnme gücünu her gün, her gün yıkma, yozla§tırma çabasında. Bütün bu yalan do­ lan, kandırmaca içinde Türkiye i§tah açıcı bir yalan sofrası. Man­ tar gibi milyonerler doğuyor. Tefeciler, toprak .ağaları, derebey­ ler, softalar, kompradorlar hepsi bir araya gelmi§ler, insafsızca Türkiyeyi soyup soğana çeviriyorlar. Bir yağma ki, görülmü§ de­ ğil. Bu talanda yağınada da asll yok edilen; gayet bilinçli olarak yok edilen, Türkiyenin ki§iliği, kültürü, toprağı . Demokrasi dedikleri artık bir oyuncak. Bu korkunç talanın bir paravanası. Demokrasi narnma Türk halkını aldattıkları gibi dünyanın da gözlerini boyuyorlar. İspanyanın· yıllanmı§ fa§istinin bile toplatmadığı, yasaklatmadığı kitapları Türkiyenin Morisson biçimi demokrasisi yasaklıyor. Sonra da gerine gerine bu ikiyüzlü komprador diktasının adına demokrasi diyorlar. Gece sabaha kar§ı bazı polisler bir üniversitenin yatakhane­ sine giriyor, kan uykularındaki delikanlıları dayaktan geçiriyor, ortalık ana-baba günü, ortalık kan revan... Sonra bu polisler bir. delikaniıyı öldürüyorlar. Delikanlı Vedatın katilleri elle�ini kolla­ rını saliaya saHaya, Türkiyedeki adalet duygusunun üstüne basa basa, çiğneye çiğneye ortalıkta dola§ıyor, basacak yeni üniversite, öldürecek yeni .\fedatlar arıyorlar... Bu cinayetin kar§ısında üni­ versiteler susuyor, basın susuyor, aydınlar sı.isuyor, sendikalar, partiler, yazarlar susuyorlar. lterkes sus pus... Bu polisler, üniver• site bastıkları, kan uykularında delikanlıları dövdükleri yetmiyor­ mu§ gibi bir de onları tutuklatıyorlar. Pijamalarla yargıç kar§ısına ..

80.

·


çıkarılan, yara içindeki gençlerin kanlı bedertleri hiç gözümün önünden gitmiyor; pir millet vicdanının somut ö�ekleriydi bu bedenler. Bütün bu demokrasi adına yapılanlar en korkunç bir diktatörlükte bile olmayacak gayriinsani davranl§lardır. Bir mille­ tin adalet duygusunun böylesine çiğnemnesi, açık açık, meydan okıircasına çiğnenmesi görülmü§ değildir. Bir milletin tarihine, sanatına, bütün k,utsal değerlerine meydan okuma, bütün kutsal saydığı değerleri çiğnemedir bu... Bir bölük insan camilerde, gazetelerde, kürsülerde durma­ dan, bağımsızlık dedikleri §ey bir yalandır, küçük milletler hima- yesiz ya§ayamazlar, komünistler bizi Amerikadan ayırıp Rusya� nın emrine sokmak jçin bu bağımsızlık sözünü uydurmu§lardıt, diye bas bas bağırıyorlar... Bunu da bilinçli olarak, bir milletin bağımsızlık, insanlık duygusunu, ki§iliğini yok etmek için, · haya­ sızca, her gün, her gün tekrarlıyorlar. Bunun da adı özgürlük,.. Buna da demokrasi diyorlar. Vay, yerin dibine batsın böyle de­ mokrasi... Bütün bu imha hareketinin kar§ısında, gerçekten büyük güç plan Türk diri güçleri ne yapıyorlar? Susuyorlar. Cinayetlerin, haksızlıkların, yoıla§maların kar§ıSında Türk diri güçlta"i ellerini kollarını bağlamı§lar, susuyorlar. Osmanağa Camisinde bir cena­ zeye giden ya§lı Kubalı ağaya kalkip bağırıyor da bizim ilericileri­ miz, diri güçlerim� azıcık parmaklarını kıpırdatıyt)rlar. Türkiye bilinçli olarak her yönüyle ölüme götürülüyor. Bu bilimsel bir gerçektir. Komprador ekonomisi bir milletin kan da­ marl�mnı usul usul kesme, kurutma ekonomisidir. Yurdun bütün yer altı, yer üstü servetlerinin kompradorlarca, o-nların eliyle de dl§ sömürücülerce yağmalanmasıdır. Komprador ekonomisi yal­ nız ve yafnız bir sağına, hiçbir değer yaratİnama . ekonomisidir.. Böyle bir düzen her yönüyle bir milleti öldürür, yok. eder, harita­ dan siler. Bundan kurtulmanın on tane yolu yoktur.'Bir tektir. O ­ da sosyalist düzene geçmektir. ·

.

·

1 Ekim 1968

Ustadır An

81/6


HALKI DiNLEMEK

Bu ne birincisi, ne de. sonuncusudur. Aydın dedikleri ki§iler halka çoği.ı zaman oyun etmi§tir, edecektir. Ortada bir tela§, bir tela§... Ferman okunmt,ıyor tozdan dumandan. Herkes birbirine soruyor: Ne olacak, ne' olacak? Bundan sonra ne olacak? Ne için yaptılar bunu? Sırası mı? Tam bu sıralarda, yeni geli§en bir parti­ ye bu yapılır ıtuydı? Çok kötü, çok kötü.... Acaba kim haklı? Ca­ nım olur mu? Bu adamlar deli mi? Niçin yaptılar?· Bir dedikodu rüzgarı Anka.ra, İstanbul §ehirlerinin üstün­ de... Anıanıı1 bre! Yer yerinden,oynuyor. Kıyamet kopuyor: Her­ kes sonsuz bir laf §ehvetinde. Konu§uyorlar, konu§uyorlar, yakı� nıyorlar� .. Ne oluyor, ne oluyor? Hiçbir §ey olmuyor karde§ler. Ama hiçbir §ey olmuyor karde§ler. Size bir §ey söyleyim mi, Türk aydı­ nında gene laf §ehveti nöbeti ba§ladı. Bu zamanhir,Türk halkının dönemeci döndüğü andır. ݧte onun için laf §ehvetine vurduk .. Yakında ortalık durulacak ve ortada fol ve yumurta olmadığı anla§ılacak. Bu • hastalığımız, btmcillik , hastalı:ğımız, halkın en kutsal, in_. san soyunun en kutsaldavası üstünde oynadığımız sözümona ay­ dın havası oyt,ınu ne Zaılli\n bitecek? Halk, ağzıınıza §aman çekip durun bre dediği, diyebildiği an bitecek. Bana öyle geliyor ki, ݧÇi Partisi Büyük Kongresinde bunu gördüm, halkın bu sözü söyleye­ bileceği zaman çok uzak değil..Bana öyle geliyor ki, çokyakın bir · zamanda halk, oturun yerinize ve hizaya geliı;ı efendiler, diyecek. Belki de bu son tela§ ondandir. Halkın diriliğinden, işe el koyma­ sından geliyordur. Bu tela§ırnız, bu büyük kayna§mamız belki de bundandır. Büyük bir oyunu yitirmemizin tela§ıdır. Az geli§llli§ memleketin az geli§mi§ aydını insan gibi. insan değildir. İnsandan ayrı, yarı tanrı bir yaratıktır. Yani bunlar ken­ dini yari tanrı sayan yaratıklardır. Ben bunu böylece gördüm. Korkaktır, bencildir, yan tanrıdır. Halkın üstündedir, memlekec tin, dav:p-ıın üstündedir. Onun kutsal varlığı olmazsa biçbir §ey ·

· Söz konusu edilen, Türkiye ݧÇi Partisi içindeki çalkantılardır.

82


olmaz. Bu alçakgönüllü . olmayan yarı tanrı aydını halk yerine oturtacaktır. Bundan §üphemiz olmasın. · Az geli§mi§ aydınlara bu kötülüğü kitap etmiyor. Bizim aydı­ nımız neden yaratıcı değil? Çok ki(ap okuduğu için değil. Birinci­ si çok kitap okuyamadığı için... Az kitap okuyup ço� ezberlediği, çok az dü§ündüğü için. Elbette kitabın, iyi okuJimU§ kitabın insa­ nın kafasını yapmakta, ki§iliğini geli§tirrriekte büyük bir payı var. Ama insanın ki§iliğini hıtyat geli§tirir. Halkın büyük yaratıcılığı geli§tirir. Hayatı, halkı iyi bilen, hayatla halkla birlikte yaratan ki­ §iler bir bakın ne kadar alçakgönüllü insanlardır. Hayat bütün ya­ ratmasını alçakgönüllü, olağan yapar. Yağdan kıl çekereesine ya­ par. Bir gençlik gördüm. Bir kısmı ezberci aydınlara benziyordu. Oysa . gözlerinin önünde vakur ve alçakgönüllü, çifte kavrulmu§, bilge Anadolu insanı kayna§ıyordu. Çaresizliğini, sınırlılığını bi­ len. Hakkını arama imkanı verildiği zaman hiç aldanmayan ... Bu genç kafalar kitabın sınırlılığından, hayatın, halkın sonsuz yaratı­ cılığına varma yolunu bulmak için bütün imkanlara sahiptirler. Ama gelin görün ki... Bir §eyi hiç seVıniyorum ... Bir kısım kendini aydın sayan çü­ ıümü§ alçak iftira ediyor. Sanki biz onlara kitap okumayın diyor­ mti.§uz gibi... Aklı ba§ında hangi insan kitap okumayın der... Bir de, en çok da yalan karı§tırıyor ortalığı... İyi kitapları iyi okuyarak hayatın ve halkın sonsuz yaratıcılığına... Kli§ecilikten, tıpatıpçılıktan, dogmacılıktan domuzdan korkar gibi korkmak. Ezbereilikten ejderhadan kaçar gibi k�çmak. .. Genç adamın, genç aydının biz­ den daha büyük bir taıihi var, onlar bizden daha çok halkın ve hayatın içindeler. Bunun kadrini bildiklerinde kendilerini kurta­ rırlar. Kimseye bir §ey olmaz. Rı.ı insanoğlunun en büyük kavgası­ na hiçbit §ey olmaz. Yıkan kendisini yıkar. Halka hiçbir §ey ol­ maz. Genç aydın, genç adam her §eyden daha çok halkın ve haya­ tın sesini dinlesin. Gözü dönmü§ tıpatıpçılığın sesini değiL O za­ man insanoğlunun bu · en büyük kavgasına daha büyük yardım ya­ pabilir. Daha mutlu olur. Çürümü§ aydın ku§ağından, yaratıcılığını yitirmi§ az geli§mi§ kafadan daha çabuk kopar. Daha çok sözüm var, genç adam üstüne söylenecek. Çürü­ mü§ bir aydın ku§ağı üstüne söylenecek. Şimdilik genç arkada§la­ rımdan bir §ey istiyorum: Türkiye ݧçi Partisi Üçüncü Büyük Kongresini · unutmayalım. O, silkinip ayağa lqtlkmı§ halkın bize ·

83


küçü.cük bir . tokadıydı. Üçüncü Büyük Kongreyi ya§ayan gençler bu kongrenin · üstünde durup inceden ineeye dü§ünmeli. İleride, . bu kavganın sağlığı için bize çok gerekliği olacak Belki de çok insanın sağlıklı yolunu çizecek. Ne oluyor, ne oluyor? Hiç üzülmeyil1, hiçbir §ey olmuyor. Oluyorsa da· çok güzel §eyler oluyor. Üzülmeyin canım. Halk kendi dav;ısına sahip çıkıyor. ·

·

26Kasım l968

84

·


KEL EŞKİYANIN MEZARI '

Şimdi yılını iyice anımsayamıyorum, 1930 ya da 1931 yılında olacaktı ... Belki bahardı, belki de yazın ucuydu. Olduğu gibi ak­ lımda, o günlerde hep yağmur yağıyordu. Ben bir akrabamda ka­ lıyordum, akrabam bir arabacıydı. Çok güzel atlar ko§uyordu ara­ basma, bir çift gÜrel al atı, bütÜn kasahada ünlüydü. Ben, dayı di­ yordum ona. Daha evlennıemi§tİ. Ona, bana evde kim bakıyordu, hangi kadın, onu da unutmu§um. Belki anam gelmi§ti köyden be­ nimle bjr.Jikte Kadirliye. · Kadirli çok ho§uma gidiyordu. Bizim köyden daha çok an vardı bu kasabada. Bir de çok çok nar ağaç­ ları vardı, eski, ya§lı, açtığında §ıkırdım gibi al çiÇeklerle donanan nar ağaçları... Bir de çok eski incir ağaçları, dut ağaçları vardi bahçelerqe, Ermenilerden kalma... Biz, . yeni yapılmı§ bir huğda oturuyorduk. Huğ, Kırıntı Mahallesi dedikleri eski Ermeni Ma­ hallesinin ucundaydı. Eskiden bu kasabanın yarıdan çoğu Erme� niymi§, sonra evlerini barklarını bırakmı§ gitmi§ler. Eski bahçe­ ler, kuyular, görkemli evler.;. Bu evierden birisi de benim oturdu­ ğuhı ta§ yapı, Kendirliyanın konağıydı. O zamandaıı kalma evle­ rin çoğunun tepesinde l�ylek yuvaSı · gibi bir odacık bulunurdu. Bunlardan da �n güzeli MemidikAğanın konağıydı. Bu kasahada uzun yıllar ya§adım, hiçbir .kimsenin Ermenilerden bir tek söz· cükle bile konu§tuğuna tanık olmadım. Oysaki bunlar yıllar yılı . bu çar§ıda, bu bahçelerde; bu mahallelerde Ermenilerle iç içe ya­ §amı§lardı. Bir kerecik de olsa arzuhaleilik ortağını Ali Çavu§ söz etti Ermenilerden, ·sonra o da sustu. Ne kadar kurcaladıysam da bir daha söz etmedi. Ben bundan bir �y anlamıyordum, §imdiye kadar da bir §eY anla�§ değilim. Yalnız, arada bir halktan ki§iler zenginlerin ele geçirdikleri Ermeni çiftliklerinden söz ediyorlar. ��ݧte o yağmurlu günler sürüp giderken, bir gün dağlardan bir haber · geldi, e§kiyalardan... Safiye Memed Çetesini çevirmi§ler, Tuğarasında ... Safiye Memed Çetesinin dü§manı olan çeteler ya da candarmalar... Şi!Jldi o'nu da iyice anımsamıyorum, Çeteler mi, candarmalar mı?. Bütün kasaba soluğunu tutmu§, sonucu bekli­ yorduk. Güzel atları olan genç, yakı§ıklı akrabam da deh§et bir 85

·


merakta sonucu bekliyordu, tekmil kasabayla biİlikte. Safiye Me­ med bir dul karıinn oğluydu, türlü yoksulluklar çekmi§, kasaba yoksullarının bir çe§it kahramanı olmu§tu. Onun yakalanmasını, öldürülmesini kimse istemiyordu. Birkaç güniçindı:: yağmur dur­ du, gökyüzü uzak, mavi açtı. Çukurovada yağmur sonları gökyü­ zü bir ba§ka mavi, yunmU§ arınmı§, pırıl pırıl olur, her yerdekin­ den ba§ka. .. Öyle bir günde geldi kara haber. Kara haberi köylü kadınlar getirdiler. Ağıtlar yakarak dağlardan ka$abaya iniyorlar­ dı. Orada, yukarı değirmenin üstba§ındaki iri. sakızlık ağacının ai­ tında birikiyor, uzun �ğıthır söylüyor hep bir ağızdan, ağacın göv� desini çevreleyerek, sonra kalkıp gene usul usul ağıtlar söyleye­ rek, sönra da uzun çığlıklar atarak kasahaya yürüyor, geliyor Candarma Komutarilığının hemen . önündeki ta§ duvarın önüne sessiz, yumulmu§ diziliy'Oflardı, ku§lar gib� çığlıklarının, ağıtları­ nın üstüne kapanıyorlar, ta§ ol�u§ bir sabırla bekliyorlardı. Can-· darma Komutarilığının avlusu bombo§tU, bir iki candarma gidiyor geliyor, ak, nakı§lı, bir adam uzuılluğundaki eski Yunan ta§ı ora­ da · ağarıp yatıyordu. Candarma Komutanlığı yapısının dı§ tahta inerdivenleri candarmaların her ayak atı§ında gıcırdıyor, Çürük tahtaların gıcırtısı ta buradan · duyuluyordu. Derken sıralanmı§ köylü kadınların yöresini §ehirli kadınlar, çocuklar aldı. Onların arkasından kasaba çar§ısının dükkaniarı büyük gürültülerle ka­ panrnaya ba§ladı. Üst üste kapanan kepenkler kasabayı olağanüs­ tü bir . gürültüye boğuyordu. Dükkanını kapatan Candarma Ko­ mutanbğının önüne geliyordu. Herkes susuyordu. Suskun köylü kadınlar, kasabalı kadınlar, · çocuklar, yaıılı, delikanlı erkekler, çember sakallı ya§lılar herkes susuyordu. A§ağıdan gelenler de, gelip sessizce bu suskunluğa katılıyorlardı. Kimse en küçük bir çıt çıkarmıyor, bekliyorlardı. Bense · her §eyi daha önceden biliyor­ dum. Dayım söylemi§ti, büyük bir keder içinde. Olanı biteni de bana olduğu gibi anlatmı§tı. Ama gene de ne olacağını bilemiyor­ dum. Safiye Mertıed Çetesini Tuğarasında çevirmi§ler, yani ku­ ·§atmı§lar, iki gün iki gece yağan yağmur altında ku§atma sürmü§, · candarmalar Safiye Memed Çetesine dü§man, öteki çetelerle bir­ le§ip ku§attıkları çeteden dokuzunu öldürmü§ler, Safiye Memed de yaralı kaçını§. . Bugün de kasahaya e§kiyaların ölüleri getiriliyormu§, ölüler yoldaymı§lar. ·

�f)


Ku§luk vaktiydi, çocuklar Yukarıdeğirmene doğru ko§U§ma­ ya ba§ladılar, ben de aralarına katıldım, kuru dereyi geçince tam kar§ı kar§ıya geldik, gürültüyle patırtıyla ko§U§an çocukların ses­ leri kirp diye kesildi. Kar§ıdan da btı anda çıplak bir atın sırtına yüzükoyun atılmı§, elleri ayakları ta toprağa kadar sarkmı§ bir e§� kiya ölüsü göründü, Ölünün giyiti üstüne yapı§mı§tı, ıslak gibi gö­ rünüyordu. Atı bir canj:larma yedekliyor, iki üç candarma da ar� dından geliyordu. Bütün çocuklar, biz de atın ardına dü§tük, Candarm Komutanlığının önüne geldik Biz çıt bile çıkarmıyor. duk, kimsecikler de çıt çıkarmıyordu. Kalabalık donmu§ gibiydi. Ölüyü iki candarma attan alıp yere yattrdılar, yukarıdan Candar­ ma Komutanı Yüzba§ı ko§araktan merdivenleri indi, ölünün ba­ §ına geldi durdu, upuzundu boyu, gençti, bir§eyler söyledi can-· darmalara, candarmalar ölüyü kaldırıp sırtını ak ta§a dayadılar, ölÜ sırtı ta§a dayalı, boynu bükülüp göğsüne dü§mü§ orada otur­ du kaldı. Bıyıkları uzundu, birbirine karı§mı§ sarkmıştı. · Biraz sonra da a§ağı caddeden birbiri ardına tirkenmi§ atlarla ba§ka ölüler geldiler. Yalnız sonuncu atta iki e§kiya atılıydı, birisinin ba§ı keldi, ayağı da çınlçıplak yalındı. Onları da getirip uzun ta§a sırtlarını verip oturttular. Bir kadını anımsıyorum, birdenbire korkunç bir çığlıkla avlu duvarına atladığını, varıp e§kiyalardan birine sarıldığını anımsıyorum. Kadın çığlığının arasında, "Gözle­ ri açık kalmi§, gözleri açık kalmı§," diye bağırıyordu d�adaır.• Candarmalar uzun bir süre kadını ölüden ayıramadılar. Kadın in­ ce uzun, kara uzun belikliydi, yüzü de kara sarıydL Gözleri de ko­ camandı... Ak§ama kadar çocuklar, kadınlar, ya§lılar, bir gidip bir gele­ rek, büyük bir kalabaiık, orada kaldık.. Bu kalabalık azalarak, çoğalarak üç gün orada kaldık · E§kiyalar üç gün öyle sırtları ak ta§a dayalı orada kaldılar. Kadınlar çığlık attılar, caminin avlu­ sunda ağıtlar yaktılar. O genç kadın durmadan bağırdı, "Gözleri açık kalmı§, kurbanınız olayım; gözleri açık kalmı§, amanın gözleri aÇık .." E§kiyalann bıyıklarıiıı, saçlarını taradıklarını, fi§ekliklerini ku§atıp tüfeklerini ellerine verdiklerini de anımsıyorum. Böylece · fotoğraf çektirdiklerini ... Önce topluca, e§kiyaları duvarın dibine dizerek, sonra teker teker, iki üç candarma ölüleri ayakta dur­ durmaya çalı§arak_ Sonra bu fotoğrafların çar§ıda elden ele do­ la§tığını ... Kel E§kiyanın fotoğrafının bile.,. Sarkık bırıkları, kel ·

..

·

·

87


kafası ... Yana yıkılmı§ fesi, keli görünsün diye... Onun fo�oğrafını görünce herkes gülüyordu. Bir gün baktık ki e§kiya ölüleri komutanlı�ın avlusunda yok. Bizim çocukların bu eğlencesi de burada bitti. Kasabanın kuzeyindeki kuru, derin dereyi geçince öbür yan­ da cilpirtiçalıları vardır. Bir de iri sakızlık ağaçları, §imdi yok. on­ lar. Şir de çok iri zeytin ağaçları vardı, yabanılamı§: Zeytin ağaç­ larını da kesmi§ler §imdi; Bir de inurt çalılan, zıncarlar, böğürt­ .lerıler... Düzlükten bir tepe yükselir, i§te o tepenin yamacında ki­ reç kuyuları vardı o zamanlar, sıra sıra... Kel Beyramın kireç ku­ yusu son yıllara kadar duruyordu. Çocuklar, Örada ku§ avlardık. Be§ on çocuk ku§ avında pirlikte geze:ı:dik. Öteki uçtaki kayalığın dibindeki kuyudan köpek hırıltılan geliyordu. Orada büyük sazlıklar vardı. · Bir de çok . iri bir kara in­ cir ağacı. Kayalık yılai:ı doluydu da onun için biz oralara gidenli­ yorduk. · En iricemiz Remziydi, belki on bir ya§ındaydı. KU§ avla­ makta, gözüpeklikte, yılan öldürmekte birinciydi. Altı çocuktuk, bir atm,acayı Tahsin taşla vurmu§tu. Kanadı kırık atmaca hiçbir §ey olmamı§ gibi düŞük kanadıyla, gözleri fıldır fıldır. En uçtaki kireç kuyusunun oradan, köpeklerin olduğu yer• den can havliyle Remzi.bağlrdl: "Gelin, gelin çocuklar ... " . Ko§arak gittik, gittik ki, Remzi orada yüzü allak bullak, göz- · lerini .kireç kuyusunun dibip.e dikmi§ kalmı§... Kıpırdayamıyor. Kireç kuyusunun dibinde, Kel E§kiyanın parçalanrnı§, et, giyit, toz, toprak, kan birbirine karı§mı§ bedenive üç köpek ve her biri­ nin ağzında Kel E§kiyanın bir parçası, köpeklerin ağzı kan için­ de... Çeki§tirip duruyorlar. Gerisini hiç anımsayamıyoriım. Sonra bir kadın geliyor göz-.. lerimin önüne, ak ba§örtüsü hep rüzgarda... . Kadının ölüyü bir çuvala koyduğu da gözlerimin önünde... Köpekler de bizi izliyor­ lardı, üç kocaman köpek, bu da aklımda... . . . Evden kazma kürek aldik, Remzi, ben, Tahsin, ötekiler, me­ zarlığa geldik. Şimdiorası mahalle oldu, mezarlığın ortasında çok ya§l(, dalları belki iki evlek yeri örten bir çınar ağacı vardı, onun altına geldik, çocuklar birkaç gün çalı§a çalı§a derin bir 'mezar kazdık Kel E§kiyaya, Bu arada çuvahn· içindeki ölü parçalarını nerede ·sakladık, kadın ne yaptı, kadın kimdi, hiç aklınıda kalma­ mı§.'Ölü� mez�ra indirdtğimizi, üstünü mersin dallarıyla kokulu ·

·

88

·


örttüğümüzü, Kel E§kiyaya dualar okuduğumuzu, iyice anımsıyo­ rum. Bir de kocaman, ye§il damarlı su ta§ı dikıni§ti� Kel E§kiyanın ba§ucuna. . ''K�l E§kiyanın kimsesi yokmu§ da, caqdarmalar onun ölüsü­ nü kireç kuyusuna atını§lar, orada ölüyü' köpekler ye.mi§ bitirnıi§­ ler," diye konu§uluyordu kasabada: 28 Kasım 1977 ·

'· ·

89


SÖZLÜ EDEBİYA1TAN YAZILI EDEBİYATA. Sözlü edebiyat, hikaye etme, anlatma, §iir, belki de sözle bir­ likte ba§lamı§tır. İnsan gerçekten merak ediyor, ilk sözlü ürünler nelerdi acaba, diye. Hiçbir zaman, belki de ilk sözlü edebiyatı düşleyemeyeceğiz. bile; nasıl olduğunu, neler dediğini bilemeye­ ceğiz. Bugün dünyamızda ya§ayan en ilkel topluluğun ed!!biyatı bile, artık o ilk ba§ladığımız edebiyat değildir, olamaz da... Bu­ gün, artık biliyoruz ki, insanlığın kültür düzeyi dünyamızın her . yerinde, beş a§ağı be§ yukarı, benze r düzeydedir. Asyada sözlü sanatlar ileri gitmi§se, Afrikada da heykel eri§ilmez bir düzeye vanfiı§tır. İlkel · insan deyimini kabul etmek, artık bugün, bence biraz zor olsa gerek. . Sözlü edebiyatın, anlatım sanatının insanlık kadar eski bir geçmi§i vardır. Onun yanında yazılı edebiyatın geçmi§i daha dün kalır. Bugün elimizde bulunan y<izıya geçmi§ ilk mükemmel ede­ biyat ürünü Gılgamış 1Jestanıdır, diyebiliriz. So ma eski Mısır ya­ zıtlan, Hititlerin Hwnarbi Efsanes� İlyada, Odysseia ... Sözlü ede­ biyata bakarsak, yazılı edebiyatın geçmi§ine, daha dündür, dedir­ tir bize. Üstelik de Gılgamış, Humarbi, Mısır §iirleri, İ/yada, Odys­ seia da sözlüden yazılıya geçirilmi§lerdir, yoksa doğrudan doğru­ ya yazılmı§ edebiyat ürünleri değillerdir. Yazının tarihi ne ·kadar­ cıktır ki, yazılı edebiyatın tarihi ne kadar olsun. Şunu demek istiyorum ki, yazılı edebiyatın tarihi çok çok ye­ nidir. Sözlü edebiyatsa hiçbir zaman bitmemi§, günümüze kadar gelmi§tir. O kadar gelmi§tir ki, daha günümüzde halklardan . bü­ yük destanlar, masallar, türküler, §iirler derleyebiliyoruz. Kırgız ·destancılarından, yani �anascılardaİı derlenen Manas Destanı iki milyon dizeyi · çoktan geçtL Hindistandan, Türkiyedep, öteki As­ ya, Afrika ülkeleriı:_ıden daha masallar, türküler, hikayeler, des­ tanlar derlenip duruyor ve bunlar ya§ıyor. Günümüzde modem §ehirlerde de sözlü edebiyat sürüp gidi­ yor. İnsanlar tekerlemeler, hikayeler, ne. bileyim ben, birçok yeni biçimlerle yeni bir§eyler anlatıp duruyorlar. Her insan biraz da bir anlatıcı değil midir? ݧi bu kadar ileri götürmesel;c bile, sözlü .

Yll§ar Kemalin Avusturya Kültür Ofisinde yapıııı konu§ma.

90

.


edebiyat bundan önce olduğu gibi bundan sonra da yazılı edebi� yata birçok yönden kaynaklık edecektir. Aniatma sanatı varol­ dukça, yazılı edebiyat sözden aynlmadıkça, sözü, sözcüğü toptan yadsımadıkça, ondan her zaman faydalanacak, daha doğrusu onunla hiçbir zaman, hiçbir biçimde ili§İdsini koparamayacaktır. Bizim çağımız edebiyatma gelince, ona, bir yazılı ede;biyat­ tan daha çok bir sözlü edebiyat diyebiliriz. Çağların büyük ro­ mancıları birer büyük anlatıcıdırlar: Onların. yapıtları sözlü ede­ biyatın birçok ögesini, hem de apaçık ta§ır� Özellikle büyük Rus edebiyatının hikayeleri, .romanları sözlü edebiyatla iç içedir. On­ ların ber yapıtma biraz da yazıya geçmi§ sözlü edebiyat, diyebili� riz. Gogol'ü ele alalım, onun Qlü Canlarının İlyadayla büyük bir yakınlığı, akrabalığı, akrabalıktan da.. daha ileri bir iç içeliği yok mu? Tipierin çizili§i, anlatı§; romanın yürüyü§ü İlyadaya çok ben­ zemiyor mu? Konular birbirlerine ne kadar aykırı olsa da... Ben­ den önce bu yakınlığı birçok ele§tin:nen görmü§ ve söylemi§tir. Gogol'le, sÖzlü edebiyatın arasındaki farkı kıl payıdır dersek, çok fazla ·yanılmayız sanırım. Dostoyevski'yi . okurken . onun bir eski zaman masalcısı 'olduğunu hemen anlayıveririz; çağımızın bu en modem romimcısını bir eski zaman masalcısından çok az §ey ayı­ rıyor. Öyle ki, Gogol'e olsun, Dostoyevski'ye olsun, söılü anlatım öylesine etki yapmı§ ki, onlarda anlatım sanatlarının, sözden ge­ len, yazıda olmaması gereken birtakım ögelerini tıpkı bulabiliyoruz. Sözlü anlatırnın birçok olanakları vardır. Bir kere anlatıcı, anlatırken bir topluluk kar§ısındadır. Anlatıcıyla dinleyici hemen o anda bütünle§ir. Anlatıcıyla dinleyici, aniatılanı birlikte yarpt­ maya ba§larlar. İkincisi, anlatıcıya, elleri kolları, bütün bedeni, anlattığı yöre, çevre, elindeki herhangi alet de yardım eder. Sözlü sanatlada uğra§rnı§lar gene bilirler ki, her anlatıcı, anlattığı ka­ dim hikayeyi, her anlattığında bir kere yaratır. Dinleyicinin o . hi· kayeye yakınlığına uzaklığına göre, yörenin durumuna göre, çağı­ na göre, hikayecinin yeteneğine göre, aniatılana az ya da çok yeni ögeler, yeni biçimler girer. Hikayeyi, .anlatımı birçok yeni ögeler zenginle§tirir. Aynı hikaye dağ ba§ında bir yerde söyleniyorsa ona, içinde yoksa bile, dağ üstüne ögeler girer. . Deniz kıyısınday­ sa aniatı denizden ögeler, bu yüzde� de yeni biçimler kazanır. Bu ·yüzden sözlü anlatının büyük bir zenginliği olmU§tur. İnanılmaz zenginlikte, . güzellikte dillerde biçimler geli§mi§tir. Çok yazıktır .

,

·

·

91


ki, bu biçimlerin birçoğu günümüze gelememi§tir. Gılgariıi§ ça.: ğından ݧte birkaç · Gılgamış, i§te bir tek Humatbi, i§te İ/yada, Odysseia, Manas, Tibetten Gezar, Moğoldan Cangar, Kalevela ... Büyükinsanlıkiçin rie kadar da az... Ama gene de büyükbir kay­ nağııtiız var, ne kadar az olsa da... . · ·Yazılı edebiyat, sözlüiıüri bir devamı, bir sonucudur. Mo­ dern, .�n .modern edebiyatın dibini kıizıyacak olursak yalnız Tols­ toy'la,rın Flaubert'lerin değil, Joyce'ların, Kafka'ların, . Ca­ . mus'lerin azıcık . dibini kazacak olursak onların altinda da eski . destanları, masallah buluruz. Kafka'iıın Şatosu, altında eğer bin. lerce yıllık masal anlatımını taşımasaydı tez günde kağıttıüı §ato­ . lar gibi yıkılırdı. Birçok ara§tıncıların Joyee'ta eski mitleri, eski · anlatım ögelerini buimaları bir rastlantı değildir. · · . Çağımızda Don Ki§otlar da var, hem de çok. �Çağ,mıza Don Ki§otları çok görmemeliyiz. Çağımızda, bütün çağlardan daha çok l)on.Ki§otlara gereksinme var. Edebiyat Don Ki§otları da ya­ zılı edebiyatı, toptan sözlüden koparmaya çalı§ıyorlar. Buna niçin gerek duyuyorlarsa.�. Onların 'çabalarını saygıyla kar§ılamak ge­ rek. Belki de bir gereksinme duyuyorlar anlatımı sözlüden kopar­ maya. Bana öyle geliyor ki, anlatımı sözlüden, aniatıdan kopar­ maya çalı§tıkça, sözlü anlatımın, daha da çok anlatırnın kucağına' dü§mü§ olmasınlar, hem de bir iyiee dü§mܧ ·Olmasınliıt. Yinele­ . rnek zorundayım, sözlüden kopmak çabasında olanların çabaları­ m saygıyla kar§ılamamak olanaksız benim için... Ondan sonra belki edebiyat daha ilginç bir yere gidebilir.. Ama §imdilik çabıila­ rı biraz su · üstüne yazılmı§a benziyor. Böyle . bi� §eyiri olanaksızlı­ ğını vurgulamak için söylemiyorum sözlerimi, ama bugün için bu-. nun içinden·.çikmak pek kolay Olmasa gerek. Dünyamızdaki dört milyar insandan belki de üç buçuk milyarı daha sözlü a�latımı ya­ §ıyor, sanat gereksinmelerini sözlüyle gideriyorlar. Bunu önemse­ rneyebiliriz. Bugün yazılı. edebiyatın varçhğı 'dÜZeyi öne sürebili· riz.. Ama bugün dünyamız insanı için de sözlü edebiyat bir ger­ çek. Bütün bu söylediklerimi e, bugün sözlü · edebiyata dönelim, demiyorum. Bu, çok aykırı olur. Artık dünyamız yazılı edebiyata girmi§tir, buradan geriye dönü§ görünmüyor bu yıllarda. Demek istiyorum · ki, yazılı edebiyat, modern roman babaları, 0n doku" zuncu yüzyılın .bUyük romancıları sözlü edebiyattan çok yararlan­ mı§lardır. Yeni · romancılar da, daha çok Kafka soylular, yeni bir m�sal biçimi getinni§lerdir yaıİlı edebiyata. Edebiyat tarihçileri, .

.

92


yazılı, sözlü edebiyat ili§kilerini derinlemesme ara§tırırlarsa çok ilginç sonuçlara varabilirler. Hiç akla gelmedik bir yerde sözlü edebiyatın katkısı, umulmadık bir biçimde kar§ımıza .çıkabilir. Ara§t)rıcılar, Joyce'un da eski mitlerden, anlatımdan gelen gele­ neği hiç kesmeQiği, bunları sürdüren bir anlatıcı olduğu üstünde duruyorlar; Çok ilginç değil mi?" Gogol'de, Dostoyevski'de, Çehdv'da, Kafka'da, Faulkner'de sözlü g�leneğin büyük etkisini kolaylıkla görebiliyoruz da, Joyce doğrusu bizi §a§ırt�yor. Ülkemiz edeJ.?iyatına gelince, · bizim bugünkü edebiyatımız, Nazım Hikmetinden Fakir Baykurtuna, Ahmed Arifine, Can Yü­ celine kadar sözlü edf!biyattan yoğunlukla faydanlanmı§ bir ecie­ ·biyattır. Yunusun, Karacaoğlanın, Dadaloğlunun, Dede Korku­ run anlatırnın dan, biçiminden yararlanmahıı§, hemen hemen hiç­ bir edebiyatçımız yoktur. Orhan Veli, birçok §iirleriyle Fazıl Hüs­ nü Dağlarca, birer halk ozanı gibidirler. Sait Faikin anlatımı söz­ lü edebiyatın bir devamı gibiqir. Hele son hikayeleri, "Alemdağ­ da Var Bir Ydan"a hikaye demek bile fazladır, birer halk masalı­ dırlar. Daha dün İstanbulun bir kıyı mahallesinden · derlenmi§çe­ sine... Bütün öykünmelere, bütün çabalara kar§ın bizim sağlıklı edebiyatımız kendi birikimine, yani sözlü kaynağa yabancıl�§tırı­ lamıyor. Bütün bunları ' söylerken, yanlı§ anla§ılmaktan çekiniyorum. Sorun sözlü . edebiyata . dönmek, ona öyküornek değil, yeni · bir edebiyat .kurarken sözlü edebiyatın olanaklarından sonuna kadar yararlanmak. Yukarıdan beri söylemek istiyörum ki, büyük gele­ neğinden, birikiminden dolayı sözlünün sonsuz olanakları var. Çağıniızda da, Öteki çağlarda da, bu birikime sırt dönmek, edebi• yat nereye giderse gitsin, ne biçim zengin olanaklara kavu§ursa kavu§sun, olanak dı§ıdır. Bu . birikime bizim · bugünkü halkçı ede­ biyatımız yabancıla§madı, bundan sonra da yabancıla§ıp kendi bindiği dalı da kesemez. Bizde de bu edebiyata sırt çevirenler ol­ madı diyemem, zaman zaman, bu birikimi hiçe saymak isteyen bazı ki§iler çıkıyor. Çıkıyorlar, ama uzun sürmüyorlar. Kökü dı§a­ rıda kalmı§ ağaçla:r, otlar, haydi çiÇekler de diyelim, çiçekler gibi hemencecik kuruyuveriyorlar. Yüzyılımız edebiyatını yapanların ' hemen hepsi, bilinçli olaraktan sonsuz bir zenginlik olan, ya§am kadar, doğa kadar, yaratma kadar büyük bir zenginlik olan insan·

·

·

93


lığın birikimi sözlü anlatıma ba§vurmu§lar, yeni, güçlü edebiyatı . , böyle yapml§lar, geli§tirmi§lerdir. Dostoyevsk� Sait Faik, Faulkner, Nazım Hikmet, Kafka, Gogol, Ahmed Arif, Garcia Lorca, Gabriel Marquez kökleii Ho­ merosta, Yunusta olan ki§iler değil mi? Romanın babası Cervan­ tes, çağların en büyük masal aniatıcısı değil mi? Gene bir soru sormaktan kendimi alamıyorum, acaba bir gün sözlü geleneğin, anlatırnın etkisinden, haydi isterseniz eski zincirinden, kurtulmu§ bir yazılı edebiyat olacak mı, olabilecek mi? ·

Haziran 1981

94


AKDENİZDEKi KÜLTÜR KÖKENi . 1953 yılında birkaç arkada§ımla birlikte Türkiye Halk Oyun­ ları Bayramını düzenliyordum. T�kiyeyi · bölge ·bölge dola§arak İstanbuldaki bayrama katılacak halk oyunları takımlarını seç­ Inekti i§im, Böyle bir bayram Türkiyede ilk olaraktan yapılıyordu. Ben, takımları kendim seçmektense oranın halkına bırakınayı yeğledim. Kendi takımını o bölgenin halkı seçsiıi istiyordum. Mersin ili de kendi takımı olara�tan Silifke ilçesiniri takımını se­ çip İstanbula gönderdi. Oyuncular ortaya kendi bölgelerinin kılıklarıyla çıl.ayorlardı. Anadoluda a§ağı yukarı her bölgenin kendine has bir kılığı var­ dır. Bölgeler az da olsa bu kılıkiarını daha koruyorlar. Kimi böl­ gelerin kılıkları, ta eskilere kadar gidiyor. Örneğin Mara§lıların kıhkları, Hitit heykellerindeki kılıkiara çok benziyor. Kırmızı postalları bir Hitit heykelinin ayağından alınmi§ sanki. Ba§lıkları da öyle. Silifkelilerinde kılıkiarı böylesi eski kılıklardan. Silifke takimı ortaya çıkar çıkmaz, daha oyun ba§lamadan, çok uzaklara, yükseklere, göklere çıkan, uzanan bir türkü doldur­ du ortalığı. Sanki ba§oyuncu dağın taa doruğundaki bir arkada§ı­ na · sesleniyordu. Bozulmamı§, yüzyılların olgunla§tırdığı, ݧlediği bir ses. Sesin arkasından sazlar ba§ladi ve takımdaki oyuncular keklik · gibi öterek sekıneye ba§ladıbır. Bir yandan keklik gibi se­ kerek, halka yaparak dönüyorlar, bir yandan da türküleriİıi kek­ lik sesinin ritmine uyduruyorlardı. Belki on be§, yirmi dakika, öl­ çülü bjçili, ne 'birazcık fazla, ne §U kadarcık az, yerli yerince bir oyun çıkardılar. ·Oyun birdenbire bitti ve · sonunda gene o dağın doruğuna söylenen türkü duyuldu .. Anadoluda böyle temsili bir­ çok oyun vardır ve kökleri çok eski ayinlere dayanır. Kültür tati­ hiyle uğra§mı§ bir göz, bu oyünların kökenini kolaylıkla bulabilir. Biliyoruz ki, Silifke keklik oyununun da temeli çok eskidir. Kek­ lik ayİninin buradan kalkıp Girite gittiğini de biliyoruz. Tarihçi­ ler, mitolojiyle uğra§anlar Anadoluda böyle bir ayinin olduğunu, oradana Girite, Giritten de dünyanın deği§ik bölgelerine yayıldı­ ğını, İngilteredeki, İrlandadaki, İskandinavyadaki labirentlerin Giritten çıkıp oralara gittiğini de saptamı§lardır.

·

·

·

95


1954 yılının mayıs ayında da bir dizi röportaj yapmak için çıktığım Doğu Anadoluda, Siirt ilinde kökü çok eskilerde olan bir gelenekle kar§ıla§tım. :air•geceydi, gördüm ki §ehrin sokakla­ rında, caddelerinde, alanlarında, ·toprak damların üstlerinde top top ate§ler yanıyor. :aunun ne olduğunu sordum, Hıdırellez, dedi­ ler Bu gece biri batıdan, biri de dqğudan gelen ·.iki yıldız gökte birle§ecekti. :au göğün ortasında birle§en yıldızları kim görürse, o anda da içinde tuttuğu dileğini söylerse, istediği olacak, dileğine . mutlaka kavU§acaktı. O gece §ehrin bütün halkiyla: sabaha J.cadar gözle.rimiz . gökte, çakı§acak yıldızları bekledik. Yıldıziarın gökte birle§tiği an, eski dünya toptan ölüyor, yeni dünya uyanıyor, varo­ luyordu. O varolu§la birlikte de insan bütün dHeklerine. kavıi§U­ yordu. aöyle bir geleneğin Toroslarda da ya§adığını biliyordum. Orada yıldıziari değil de, be§ mayısı altı mayısa bağlayan gece, suları bekliyorlardı. Akarsular, pınarlar, dereler, çe§meler ne za., man birdenbire akmalarını durdururlarsa i§te tam bu anda kim · bir dilekte bulunursa dileği yerine gelecekti. :au suların durduğu anda karaların evliyası İlyasla denizierin evliyası Hızır bulu§acak­ lardı. Onların bulu§tukları anda da ölen dünya, yeniden taptaze doğacıktı. Ve banar uyanacaktı. Eğer dünya ölüp de dirilmeseydi, yartigökyüzünde yıldızlar çakı§ıp aJ.carsular durmasa, durup da . · yeniden ba§lamasaydı, dünya bitmi§ olacaktı. :augün bu gelenekı ler Asyanın birçok ülkesinde, Akdeniz kıyılarında ya§ıyor. Hitit 1 yazıtlarında da böyle · bir bahar efsanesini buluyoruz. Dünyanın ölüp her balıarda da yeni doğduğu inancı, buna benzer, ya da da­ ha uzak biçimde bütün dünyada vardır. :aoğa kültünün de Toroslardan çıkarak Suiiyeye, Mezopo­ tamyaya, Mısıra,>oradan da dünyanın ba§ka yerlerine yayıldığını, son arkeolojik kazıla:ı; gösteriyor. :augün insanlığın kültür birliğini . tanıklamak için elimizde birçok gösterge var. Ara§tırmalar geni§­ leyip derinle§tikçe bu birliğin ne kadar köklü olduğunu §a§kınlık için.<Ie göreceğiz. Özellikle Akdeniz kültür bölgesinin bütünlüğü­ nü daha iyi, açık bir biçimde anlayacağız. Ve kültürlerin birbirle­ rini etkilemelerinin insanlığımızı yaptığının bilincinde birle§ece­ ğiz. Akdeniz kültür bütünlüğü . derken gerçekdı§ı bir §ey söyledi­ ğimi hiç sanmıyorum. Sümer, Mısır, Grek, Hitit kültürlerindeki mü§tereklik bugün kabul ettiğimiz bir olgudur. Sümerde buldu' ğumuz boğa, Urartuda, Hititte, Mısırda bulduğumuz boğanın tıp..

96


ı

kısıdır. ݧlevleri de aynıdır. Aynı kökenden kaynaklanıyor bütün · boÇalar, Dünyadaki bu kültür bütünlüğü, Akdenizdeki bu kültür bir­ · le§imi nereden geliyor? Aynı iklim, aynı · ekonoıpik . ko§ullar bu birle§ikliği yapıyor, diyebiliriz. Bu dü§ünce bugün yadsınacak bir dü§ünce değil. Ama insanlığın mü§ter.ekliğinde J>a§ka §eyleri de aramamız gerekiyor. Yeni bulgular, bize tarih OOyıınca insanların büyük bir ileti§im içinde olduğunu da göste.riyor. Gene öğrenmi§ bulunuyoruz ki, insanlardaki ula§ım ve ileti§im bizim · sandığımız, dan d� daha geni§ Çapb ohnu§tur. Burada doğan bir olgu, bir sü­ re sonra bütün dünyayı her zaman · dola§ıp sarabilrni§tir. Boğa kültü, doğanın ölüp yeniden dirilme inancı, dünyanın en uzak, en kııytu kö§elerinde kar§ımıza çıkan kültür. olgularıdır. Daha böyle yüzlerce kültür olgusunu dünyanın birçok yerinde bulabiliriz . . İn­ san kültürünün kökenleri, mü§terckliği üstüne ara§tırmalar. ço�aldıkça birçok ters inançların biter birer yıkıldığını da göreceğiz. Insanlığın ve kültürün sandığımız kadar sınırlan .olmadığını bir iyice anladığımızda da dü§ünce temelkrimizde kökten bir sarsıntı olacaktır. ݧte o.zaman üstün kültürler olduğunu kabul edemeye­ ceğiz. Ytıkarıda söylediğim gibi kü�tiır bölgeleri var, kültür renk­ leri de var, kültür ayrıcalığı, kültür üstünlüğu yok Mısır uygarh­ ğının kökenjnde Surneri bulduğumuz gibi, Grek kültürünün kö­ keninde de Hititi, Asuru, Urartuyu, öteki Asya bölgelerinin kül­ türlerini bulmamız olasıdır. Öyle sanıyorum ki, Amerikadaki kül­ türde de Asya kültürlerinin etkilerini her zaman bulabiliriz. Kül­ tür bölgelerine çok dikkat etmetı1iz gerekiyor. Bugünkü Avrupa uygarlığının temelini · olu§ turan Akdeniz kültürü bölgesi üstünde insanlığın önemle durması gerekiyor. Bu bölgede tarih boyunca niçin bir kültür patlı,tması olmu§tur, bu.nu derinlemesiıte anl§tırmak bize sanıldığından • da . çok §ey kazandı­ m Akdenizin coğrafyası, iklimi üstünde · durmak ara§urmaları­ mitda bize çok '§ey kazandıracak. İlk tarımın, ilk yerle§melerin, ilk uygarlıkların burada doğması bu bölge üstünde epeyce dü§ün-. memizi gerektiriyor. Yumu§ak bir iklim, büyük küçük birçok akarsı.ıyun getirerek. yarattıği bir topnik, sonra ula�ımı, ileti§imi kol;ıyla§tıran deniZ. .. Bu topraklar Asyanın, Afrikanın insanlar.ını kendine çekmi§tir. Avcıhkta insaııoğlu avlan ardında Akdeniıe gelmi§ler, avlarıyia birlikte, bir bölüklerini bu verimli yerlerde bı­ rakarak geriye dönmü§lerdir. fosanlar yer deği§tirirlerken belki . .. ·

·

.

·

.

·

·

.

. .

.

Ustadır Arı

.

'

.

97n


·

de son durakları Akdeniz olmuştur. Dünyanın başka bölgeletin­ de hayvancılık başladıktan, otlaklar kurutulduktan sonra, göçler başladığında da insanları gepe verimli, yumuşak Akdeniz kendi­ ne çekmiştir. Akçleniz, nüfus artışı güçlerinin de durağı olmuştur. Ve durmadan insanlar büyük akarsular gibi Akdenize akinışlar­ dır. Akdenizdeki insan karmaşıklığı, b� b()lgenin nüfusuntın her zaman öbür bölgelerden · daha çok oluşu, nüfus . taŞmalarında in­ sanlığı · Akdenizin çektiği düşüncesini bizde. güçlendiriyor. Tarih boyunca bu bölgeye akan insanlar kendi kültürleripi de elbette birlikte taşımışlardır. Bir Hitit tanrısının kökeninde .bir Hint tan­ rısını bulursak şaşmamalıyız. Mısırda da zenciyi bulmak olasıdır. Kültürler, belki de bütün dünya kültürleri Akdenizde düğümlen­ miş, burada birbirlerini etkileyip geli§tirmiş, kültürler daha geliş­ mek, kişiliklerini bulmak olanağını bulnm§lardır. Avrupa uygcırlı­ ğının temelini bp kültüre dayaması, yani insanlığın bir kültür bileşiminin bir sonucu olması doğaldır.. Ülkeler sınıriapınca .kültürleri de sınırlamaya kalktı günü-· müzün insanları, üstün kültür, üstün insan bu yanılmadan doğdu. Kültürlerüı temelinde bütün insanlık kültürünün olduğunu akıl edemedik. Dünyada birbirini etkilememiş sanırım ki hiçbir kültür .Yoktur. Kültürlerin sağlıklı gelişmesi birbirl�rini etkilemesiyle, birbirlerini aşılamayla olmuştur. Başka kültürlerden aşılanmayan kültürler ergeç cılızlaşmışlardır. Akdenizd.e kültürlerin geliş�esi, Avrupa uygarlığını yaratması burada dünya kültürlerinin birbirle­ rini aşılamaları olanağı bulmalarından doğmuştur. Birçok kültü� rün bir araya gelmesi olanağı, Akdenizde iletişim kolaylığı dün­ yamızı bugünkü haline getirmiştir� Gene tekrar etmek zorunda­ yım, kültürlerin birbirlerini aşılamalan, etkilemeleri bittiği gün kültürler de suyu kesilmiş tarlalar gibi yavaş yavaş güçlerini, renklerini yitirnıı;:ye yüz tutarlar. Çağımızçla birtakım güÇler, insanlar, ulusal sınırlar olduğu gibi, kültür sınırları da var sayıyorlar, en azından kültürlerin de sınırlandığına, ya da sıı�ırlanabileceğine inanıyorlar. Elbette, yu­ karıdan beri. söylediğimiz gibi bölge kültür özyllikleri, kişilikleri, ulu..,al kültür özellikleri, kişilikleri var. Dün kültür sınırları, kapalı kültür bölgeleri ol�adığı gibi, ne kadar gayret edilirse edilsin, bugün de olmayacaktır. Olmamalıdır. Kimi batılı yazarların, dü­ §ünürlerin endişeler'ine de katılmamak olanaksız. Diyorlar ki, Avrupa kültürü yavaş yavaş bir kısır döngü içerisine giriyor, yara·

·

,

·

'

·


tıcılığını yitiriyor. Buna da türlü sebepler buluyorlar. Sebepler­ den birisi de az gelişmiş, ya da gelişmekte ol�m ülkelerin kiiltilrle­ rihden, kültür .gel�neklerinden artık bugün Avrupanm yararlan­ mayışıdir.··Az gelişmiş ülkelerin gelişmiş Avrupa ülkelertnin kül­ • türlerinitaklit ettikleri bir gerçek: Bu taldit olayına örnek olarak kendi ülkemi göstermek isterint Türkiye, Osmanlı İmparatorlu­ . . ğunun sonunda, onun • bir kahtımcısı olarak doğmuş�ur. Osmanlı İmparatorluğunun kültiir temeli Arap ve Pers kültürüne dayan: mıştır. Bu temelde Bizansın varlığını da yad�ıyamayız. Osmanlı kültürü kendine · has bir külturdü. Ama son iki yüzyılda A�rupa kültür.üne dönüş çabası, bizi tam bir batı kültürü taklitçisi yaptı. Bu, . · kültürlerin birbirlerini etkilemelerinden, aşılamalarından başka bir şeydi. Kültürlerin birbirlerinden yararlanmaları, birbir­ lerinden aşı almaları kültürlerin. oluşmasına, kişiliklerinin sağ­ lamlaşmasına yarıyordu. Ama taklit, kültürlerin yaratıcılığını yok , ediyordu. Kendi kültürünil hiçe sayan, aşağı gören, varsa da yok­ sa da batı kültürü diyen insanlara, batı kültürü maymun olma olanağından başka ölanak tanıyamazdı. Onun için bizde kişiliği olan, yaratıcı, çok az düşünce ve sanat adamı çıkabildi. Cumhuri­ yı;!tten sonra kendi kültür kökenimize bir dönüş oldu, Osmanlı kültürüne değil de, halkın kültürüne döndük. 13. yüzyılda yaşa­ mış büyük şairimi� Yunus Emtenip, 16. yüzyılın büyük başkaldırı şairi Pir Sultan Abdalın, gene büyük bir ayaklanmanın şairi Da­ daloğlunun, halkın öbür sanat ürünlerinin, renkli, sağlam kültür­ lerinin yeni farkına vardık. Bu yaşayan kültürü, daha yeni yeni kendimize ana kaynak yapıyÖruz. Böyle bir kaynaktan gelişeh kültürler, çağımız kültüründe yeni renkler olacaklar, dünya kül" türünü de etkileyeceklerdir. Bizim ülkemizden buna en büyük örnek Nazım Hikmettir. O, Osmanlı ve batı kültüründen gelen bir ailenin çocuğudur. Ama büyük şiirini halk k:ültürümüzün kaynaklarmdan aşılanarak yarattı ve yeqi Türk edebiyatının babası, Yunus Emreden, Pir Sultan Abdaldan, Dadaloğlundan gelen büyü!< Türk halk şiirinin son halkası oldu. Çağımız şiirinde Nazım Hikmet yeni bir· sestir� Bu yeni sesin elbette dünya şiirine bir katkısı . olacaktır. Eğer az gelişmiş ülkelerin her biri bir Na;?ın� Hikmet vermiş olsalardı, ba­ tı kültür dünyasındaki "kısır döngü" endişelerine bir gerek kal­ mazdı. 99


Akdeniz Birliği dü§üncesini ortaya atanların ba§ında · gelen François Mitterrand ve arkada§larına bu birliğin sağlanması ve bunun sürüp gitmesi için Batılılar ve Doğulular, özellikie tekmil Akdenizliler elimizden geleri her yardımı yapmalıyız. Akdeni? di­ yalogu geli§tirildiğinde göreceğiz ki, Akdeniz yöresindeki •birçok bölgede etkilenmeye, a§ağılanm�ya, yaratmaya, dahası etkilerne­ ye hazır, on bjn{erce yıldır mü§terek kökenli bir kültürün tazeliği­ ni koruduğuna �anık olacağız. Akdenizdeki kültür etkile§imi da­ ha da çok halklardan halkiara OlmU§tur. İnsanlığımızın bu temel zengi.nliğine, halklardan halklar,a lçültür alı§veri§ine geçebilmek o,ianağımız bugün her zamandan daha kolaydır.

' '

100

.


Açık Mektup

SİZ, SAYlN YÖNETİCitER . Sayın yöneticiler, . Sen bu mektubu size yalnız hapisanelerimizin bu kadar kötü durumu için yazmıyorum. Ben bu mektubu yalnız hapisanelerde açlık grevine ba§lamı§, birÇoğu ölümle kar§ı kar§ıya kalmı§ ki§ile­ rin canının kurtulrtıası için de yazinıyorum Ben bu mektubu bir ülkenin onuru için, çağımızda alnına sürülen. kara leke için de yazmıyorum. Biz içeride ne yaparsak yapalım, kol kırılır yen için­ de de demiyorum. Dünya artık küçüldü. Kırk günlük yerde yap­ rak kıpırdasa artık bütün dünyanın haberi oluyor. Elbette kendi demokratik sava§ımımızı kendimiz vereceğiz. Ama bize bu i§te dünya kamuoyu da yardım edecek. Hepimiz biliyoruz ki, Viet­ namda büyük Amerikan ordusunu yalnız Vietnamlılar yenmedi. J;Jiraz da · dünya kamuoyu, biraz da Amerikan halkının vicdanı yendi Şimdi Afganistandaki Sovyet ordusunu Afgan mücahitleri çıkarmıyor Afganistandan. Dünya kamuoyunun da burada büyük payı var. İnsanlar, ül­ kelerdeki deıııokratikle§mede birbirlerine, eskisinden daha: çok yardım ediyorlar. J;Jizler ki, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi­ ni ve . ݧkenceye Kar§ı Avrupa Sözle§mesini imzalamı§ bir ülkeyiz. Türkiyenin görüntüsü, b� bakımdan dünyada pek iç açıcı değil. Dünya basınının . bizim . için y�dıklarını, uzun yıllardan bu yana, insan yüzü kızarınadan okuyamaz. Dünya basınını izlemek . sizin ha§lıca ödeviniz. Dünya bası­ nında Türkiye üstüne çıkan yazılardan dolayı çok mu mutlusunuz? 2 Aralık . 198.8 günlü Cumhuriyet gazetesinden §U parçayı üzülerek, utanarak alıyorum: Edip Emil en bildiriy()r. BBC, 10 Aralıkta kutlanacak olan İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 40. yılı için bir program hazırlamı§. Konusu da, birtakım ülkeler­ de insan haklarının ihlalleri Programda Türkiye üstüne örneklerle' §öyle konu§ulacak: "Programda, anlatıcı Glenda Jackson'ın 'çok cesur bir kadın' diye tanımladığı · Köprünün, tecavüz iddiasının SO!U§turulmadığı ·

.

·

Öym

101

·


vurgulanıyor. Seviye Köprü ve · kendisiyle birlikte tutuklananlar serbest bırakıldı. Kendisi ise TKP üyesi olmadığını söylüyor. Kendisine kimin tecavüz ett�ğini de tarif ediyor. Bu yüzden soru§­ turma yapılmıyor. ݧkence ve tecavü:qeklindeki iddialı;ır 1980 as­ keri müdahalesinden bu yana her gün duyuluyor. 1980 darbesin­ den bu yana gözaltına alınan hemen bütün kadınlara tecavüz edilmi§tir.;' . Bu BBC kimin televizyonu, benden iyi biliyorsunuz. NATO­ daki ortağımız İngilterenin. Bunlar, bütün dünya hep bizim aley­ himize, diyeceksiniz. Durmadan, Türkiyeyi yıkmak isteyenlerle i§birliği yaparak, bizi yıkmak için yalanlar uyduruyor, komplolar tezgahlıyorhı.r, diyeceksiniz. Dünya basınının yıllardan beri bizim için yazdıkları bu kadar da değil. Yıllardan bu yana Tür)çiyenin görüntüsü .kapkaranhk. Türkiye bugün dünya insanlığı için kap, karanlık bir ülke. Biz, istediğimiz kadar bağıralım, biz demokra­ tik bir ülkeyiz, biz insan haklarına saygılıyız, dünyada itibarımız her geçen gün artıyor, diye. Bunu belki birtakım çıkarcı politika­ cılara, tüccarlara anlatabilirsiniz, dünya halklarına asla. O halklar ki, fa§izmden çok çekmi§ler, baskılar altında inlemi§ler, sonra bir kısmı özgürlüğe zar zor kavu§abilmi§ ... Dünya kamuoyu özgür-: Iükfer, insan hakları üstüne titriyor. Gene hepimiz biliyoruz · ki, Hitlere Alman halkı yol verdi. Hangi sebeple olursa olsun. Avrupa halkiari arasında Hitlerden en çok çeken, zulüm gören, ölen belki de Alman halkıdıL Buna kar§ın insanhk, Hitlerden en çok çeken Alman halkını bir türlü . bağı§lamıyor. İnsanlık da, salt Hitlere yol verdi diye, onu hiçbir zaman bağı§layamayacak. Hitler sonrası Alman edebiyatma ba­ kacak olursak halkı da kendisini bağı§lamıyor. Hitler kara lekesi Alman halkının alnında bir kara leke olarak, ne yaparsa yapsın, kalacak. Bir halkın, sonuna kadar kendini suçlaması, dünya in­ sanlarınca da suçlanması, o kadar içaçıcı olmasa gerek. Utanç le­ kesi bir ülke insanlarının alnından çıkmayacak en kçıhredici leke­ dir. Şimdiye kadar Türkiye hapisanelerinde ölenlerin sayısı on ikiymi§. Hiçbir §ey gizli kalamaz, bugünkü dünyada. Bunun ger­ çek sayısı ergeç öğrenilecek. ݧkence insanlık suçudur. İnsanoğlunca, insanlık suçları be­ Iirlenmi§tir. İnsanoğlu ho§görülü ve bağı§layıcıdır. Ama bir suçu .

·

102


'

bağı§layamıyor, o da insanlık suçu diye adlandırdığı suçları. Bunun da birincisi her biçim i§ktmcedir. Türk hapisaneleri her zamaiı, yumu§ak ya da sert, birer i§­ kence evleri de olabihni§tir. Bu, ekonomik sebeplerden de olabi­ lir. Ama daha çok politik sebeplerdendir. Ben, Pariste bir arkada§ımla Geceyansı Ekspresini seyretme­ ye gittim, filmin yarısına· gelmi§tim ki, dayanamadım, canımı db §anya zor attım. Ülkemin böylesine a§ağılanmasına, hangi sebep­ ten olursa olsun, bunda bizim halkımızın hiç suçu yoktu, razı ola­ mazdım. Film çok abartılı geldi . bana. Ama onda gerçek payı yok muydu? 1980den sonra olanla:r, 1971de olanlar pek mi iç açıcıydı. Şimdi, bizim eskiden beri durumu iyi olmayan, birer i§kence evi durumuna dü§ürülmü§ hapisanelerimizin üstüne bir de tuz bi­ ber ekildi. Bizim hapisanelerimizin üstüne tuz biber ekilmese, bardak da ta§masa durum hiç böyle olmazdı. Biz, bugün bu utanç verecek hale dü§mezdik. Yüzlerce insan, dayanabilecek halde ol­ salar, kendilerini can pazarına ı:itmazlar, açlıkla, ömür boyu süre­ cek sakatlıklarla, ölümle kar§ı kar§ıya kalmazlar, sakatlığı, ölümü seçmezlerdi. Sayın yöneticiler, demokrasi sava§ımı verdiklerini sÖyleyen- · ler, siz, §U sava§lmını verdiğiniz demokrasi için hiç hapse dü§tü­ nüz mü? Niçin dü§elim, diyeceksiniz. Türkiyede d_5:mokrasi sava­ §ımı veren yazarlar, politikacılar hep hapse dü§tüler de... Bakın ben, gençliğimde az da olsa hapse girdim. Jandarma karakolunda i§kenceden ba§ka, hapisanede ôzel kötü bir davranı§la kar§ıla§­ madim. Yalnız o hapisaneyi §imdi size anlatacak olursam, her i� sanın böyle durumlardan etkileneceğini bildiğim için, sizin de üzüleceğinizi biliyorum. Anlatılması güç, insanı a§agılayıcı, daya­ nılmaz bir yerdi benim hapisanem. Bütün Türkiye hapisaneleri� nin de benim hapisanemden farklı olmadığını, gazetecilik ·yaptığım günlerde öğrendim. . Durumlan hiç deği§meyen, insana yakı§mayan, utanç verici durumlarda olan hapisanelerimiz bir de siyasi tutuklu ve mah­ kumlar . için birer cehe.nnem haline getiriliyor. Bugün, Türkiye hapisaneleri birer toplama kampı durumuna dü§ürülmü§.. Bütün dünya Hitlerin toplama kamplarının ne olduğunu ıncığına cıncı· ğına kadar öğrendi: Biz de biliyoruz. O tüyler ürpertici toplama kamplarına, kendi demokratik ülkemin hapisanelerini benzetir­ ken, inanın bana, çok acı çekiyorum. Hiç bilmez olur muyum, bi"

·

103


zim hapisanelerhnizde fırınlar yok. ins·an derisinden eldiyen ya� . panlar da yok. Gene de bizim hapis;meleiimizle pirlikte toplama kamplarını bir arada anarken, bir çağrışıma sebep olurken utanç duyuyorum. Siz, ne diyorsunuz sayın yöneticiler? Siz inadınızdan vazgeçmiyorsunuz, çok demokratik, demokratik düşünceleriniz uğruna. Ama bizim acımalı, haksever', ezilmiş, yumuşak huylu halkımız buna layık değifdiı;, .. Bakın- hapistekiler ne istiyorlaL Bunlar, insanca cezalarını çekmek için, niçin canla�ını pazara sürmüşler? insanca ceza da olur mu, diyeceksiniz; insanoğlu cezalara da kurallar, sınırlar koymuş. Ona . da insanca ceza diyebilmiş. Bu sınırların dışı�a çık� mak da işkence, zulüm sayılmış. Bu kuralların dışına çıkan ceza­ landırmaları da insaJ:ı hakla,rina aykırı bulmuş. Ceza üstüne ceza koymayi da, yani kat kat cezaları da insanlık suçu saymış. Yani bu cezaları da insanlığın bağışia:yamayacağı suç sayınış. . Bir Ağıustos Genelgesi, suç üstüne suç koyan bir genelgedir. Tek tip elbi�enin uygulanması siyasi mahkuıplar içitı değildir. Bü­ tün dünya hapisanelerinde siyasi mahkumların bir ayrıcalığı var. dır. Demokratik ülkelerde siyasi, düşünce miıhkumlannı, tutuk­ luluklarını kimsenin aklı da alınıyor ya.;. Bunları bu mektupla si­ zinle tartışacak değilim. Onları mahkum eden askeri mahkemele­ r in de dur\}munu burada sizinle tartışacak, değilim. Demokrasiye gitmek için uğraşan bir ülkede askeri malıkernelerin mahkum et­ tikleri siyaŞilerin bulunmasını insanlığın koİay,kola:y kabul edece­ �ni de pek anlamıyorum ya, bu��ı onun da tartışılacağı yer değil. Bu mektubun derdi başka. Omeğin yeni bir cezaevi tüzüğü hazırlanıyor. Bu.tüzüğün İnsan Hakları EVrensel Beyannamesiyle işkenceye Karşı Avrupa Sözleşmesi çerçevesinde olması gerek. Biz bu iki sözleşmeye de iınza .koymadık mı? Yoksa bu imzalar · birer göstermelik mi? Bir de sevk zinCirleri var. Tutuklular, iılah­ kumlar mahkemelere, yargıç önlerine götürülürken birbirlerine zincirletle' bağlanıyorla,r, ortaçağ kürek mahkumları gibi. Bu tu� tum insanları aşağılayan bir tutum değil mi? Bizim iCadımiz bir işkence biçimi değil mi? Ya ·hapisanelerdeıd cezalar'? infaz yak­ malar. Verilen disiplin cezaları ... Ve 'geceyarıları hapisanelerden alınan, işkence yapıldıktan sonra ·geriye getirilen mahkumlar .. Hücre eezalan .. Bütün bu cezalar, işkenceler ülkemiz�e bile ay-. yuka çıkmadı niı? . Aynı davadan yargılana ılıara görüşme · yasağı. Bunlar durumlarını birbirlerine anlatmadan sağlıklı bir yargılama ·

.

.

·

·

.

104

·


olur mu? Özel durumlarda, hastalıklarda, ölümlerde telefonla mahpuslann aileleriyle görüşmelerinin kime ne zararı var? Mah­ pusların dunnadan, hiçbir sebep yokken yer değiştirilmeleri, ha­ pisane hapisane do�aşbrılmaları, bu değiştirmelerde mahpuslara olmadık işken�ler yapılması, koğuşların arama bahanesiyle talan edilmesi, hapisierin birçok eşyalarının ellerinden alınması, bir da. · ha geri verilmemesi, havalandırma, havalandınnanın ycjtersizliği, avukatlarıyla baş başa görüştürülmemeleri, görüşlerd� aileleriyle gereğince görüştürülmemeleri... Radyo, teyp verilmemesi, dakti­ lolarının ellerinden alınması.. ; Kitap verilmemesi.:. Türkiyede sa­ tılan kitaplarİn birçoğu mahpuslara verilmiyor, .neden? Gazeteler bile bazı haberleri kesilerek veriliyor, neden? Mahpusane kantin­ leri, dışarıdaJ.q fiyabn çok üstünde sabyor malları, n�den? Ailele­ ri yeterince para veremiyorlar içeridekilere, verilen para mahpu­ sun bir günlük sigara parası bile değil, neden? Açlık grevi yapan­ ları da, niçin açlık grevi yapıyotlar diye dövüyorlar, neden? Bütün bunlara karşın, salt ülkemizin onuru adına, bu insan­ lar açlık grevlerinde ölmesin, diye, biz birkaç yazar çizer arkadaş, bu delikanlılar açlık grevierini sürdürmesinler diye girişimlerde bulunmak istedik, başaramadık Parti İiderleriyle görüşmek iste­ dik. Sayın Süleyman Demirelden başka kimse görüşme İsteğimize cevap yennedi. Onlarla görüşüp ülkemizin alnına sürütmek iste­ nen bu kara lekenin önüne geçmek, mahpusların haklı isteklerini . onlara ulaşbrmak istiyorduk. Türkiye bir darboğazda n geçiyor. Demokratik kıpırdanışlar var. Eğer siz ülkede demokrasi istiyorsanız, bu ݧ işkencenin üstü­ ne yürünmesiyle başlar. Bir ülkede siyasi düşünce malıkumluğu­ nun bitmesiyle başlar. İşkenceler, insan haklarını ihlaller sürüp giderken bir ülkede demokrasiden sÖz etmek, sizlerin deyimiyle abesle iştigal değil de nedir? Özellikle muhalefet partilerine, me­ zar taşları gibi, bu antidemokratik ohiy karşısında niçin susuyorsunuz, diyecektik. Bazı gazetecilerimiz, ellerinde belgeler olduğunu, bu açlık grevierini örgütlerin yönettiğini, çıkardığını söylüyorlar. İnsaf ar- . kadaşlar, insaf. Hangi insan canını örgüt emriyle kanlı bir tepsi üstünde ortaya sürer? Hapisaneler insan haklarına saygılı hapisa­ neler olsun, görün bakalım, oralarda� çıt çıkıyor mu? Bakın ba­ kalım, onları can pazarına itmeye örgütlerin gücü yetiyor mu? ·

·

105


Bir de açlık grevlerinin şiddet olduğu, bir biçim terör oldıJğu ortaya sürüldü. Bunların içinde aklıqa, namusuna, insanlığİna gü­ vendiğim ki§iler de var. Açlık grevleri §iddet ve terör olayları · de­ ğildir. Tam aksine en �asumJdirenme biçimidir. Bunun içindir . ki, insanlık açlık grevlerinde ölenleri kutsalla§tırmı§; onları birer kahraman mertebesine yükseltmi§, insanlığın onur duyduğu ki§i­ ler yapmı§tır. Pasif direnmenin yeryiizündeki yaratıcısı, eylem derebilirse, eylemeisi büyük Gaiıdi'nin ömrü açlık grevietiyle ·geçti. O Gandi ki, bizim Mustafa Kemalimizin yaptığı, Türkiyeyi, kültürünü, in­ sanlığını kurtardığı Kurtulu§ Sava§ına bile izin vermedi. Ama aç­ lık grevierine ba§vurdu ve İngiliz imparatorluğunu açlık grevle­ riyle salladı. O, büyüklüğünü, biraz da. canını pazara sürmesiyle kanıtladı. Yalnız Hindistanın değil, insanlığın bir kahrama.,nı ol­ du. Sayın yöneticiler, yukarıda dilimin döndüğü kadar, olanı bi. teni .sizlere anlatmaya çalı§tıın. Siz Sayın Özalsınız, siz Adalel Ba­ kanı Sayın Topaçsınız, siz Dı§i§leri Bakanı Mesut Yılmazsınız, siz Devlet Bakanı Adnan Kahvecisiniz, siz büyük sorumluluk altın­ dasınız. Siz Büyük Millet Meclisindeki milletvekilleri büyük so� rumluluk altındasınız. Siz, açlık grevinin §iddet olduğunu sanan Sayın Erd.al İnönü, siz de Türkiyenin demokratikle§mesine yar­ dım etmek zorunda olan ki§ilerden birisin�, . })üyük sorumluluk altındasınız. Siz Sayın Süleyman Demirel, bu büyük sorumluluğu duyduğunuzu biliyorum, Sizin de sorumfuluğunuz büyük. Sayın yöneticiler, sizden dileğim, ku§aklar boyunca sürecek, insanlık suçu olan §U i§kence suçundan, §U utanÇtan ulusıpnuzu arıtalım. Yukarıda da söyledim, bizim ulusumuz, §U'insanlık için­ de böyle suçlara layık bir ulus değildir. En içten dileklerimle. 4 Aralık 1988

106


Yöneticilere İkinci. M�ktup ULUSAL ONUR SORUNU ÜSTÜNE Sayın yöneticiler, size bundan aylarc� önce açlık grevine ya­ tanlar üstüne bir açık mektup yazmı§tım. O günlerde de gencecik insanlar ölümle kar§ı kar§ıya kalmı§lardı. O ·günlerde de Türkiye­ nin yurtseverleri, sizleri bir kınama kampanyasına giri§mi§lerdi. Dünyada da Türkiye üstüne alı§ılmadık kınama kampanyaları açıhnı§tı. Televizyonlar, radyolar, gazeteler, Türkiyede i§lenen in­ sanlık suçunu dünyanın bütün halklarına duyurmu§laı:dı. Siz ki Türkiyenin demokratik bir ülke olduğu savındaydınız. Türkiyede­ ki bu uydurma demokrasinin bir göz boyamadan ba§ka bir §ey ol­ madığını, bir sürü demokrasi dı§ı, insanlık dı§ı uygulamalarınız­ dan ve eylemlerinizden dolayı, bütün dünya biliyordu. Siz, çağın en sıkı anayasalarından biri olan, demokrasilerde, böyle bir ana­ yasanın olamayacağı bir anayasayla Türkiyeyi yönetiyor, bu dar anayasanın bile dı§ına ta§ıyordunuz. Demokrasi yalnız seçimle i§ba§ına gelmek değilğir. Demok­ rasi, demokrasinin bütün kurallarını uygulamak demektir. Siz ki, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Anla§masına imza koymU§, sözü­ mona, demokrasiyle yönetilen bir ülkeyi yönetiyordunuz. Gene­ raller size, halk oyuyla yönetime geçebilesiniz diye izin vermi§ler­ di. Siz de halkın kar§ısına geçip ondan oy aldınız. İki seçimdir de, Türkiyeyi kör topal yönetiyorsunuz. Burada · ben, sizin Tüikiyeyi ne biçim yönettiğiniz, Türk halkını ne hale getirdiğiniz, Türkiye· nin geleceğini kararttığınız üstünde durmayacağım. izinli bir par­ ti olsanız da, gene de· seçimle i§ba§ına gelmi§ bir partiydiniz, ben, altlarına imza attığımız insan hakları anla§malarının üstünde du­ racağım. Ne kadar seçimle gelirseniz gelin eğer dernokTasinin ku­ rallarını uygulamıyor, tam aksini yapıyorsanız, ne kadar seçimle i§ba§ına gelirseniz gelin, o ülke demokrasiyle yönetiliyor demek değildir. Unutmayalım ki, Hitler de seçimle i§ba§ına gelmi§ti. Ve. siz, sayın yöneticiler, hapisaneleri, o, seçimle i§ba§ına gelen Nazi­ lerin toplama kamplarına çevirdiniz: Hem hapisaneleri Hitlerin Nazi toplama kamplarına benzetin, hem de bir Hitler tavrıyla ·

107


i

:

ölülerin kemikleri üstünde halay çekin: Birtakım sebepler uydu­ rarak, cinayetleri örtmeye çalı§ın. 1:'1için böylesine bir cinayet? · . Bunu Türkiyede de, dünyada da aniayabilecek bir ki§inin buluna­ bileceğini ·sanmıyorum. Türk halkı gerçekten bir demokrasi isti� yor. Üç kere askeri darbe yapıldı, üçünde de ulusumuz demokr.a- . siye sahip çıktı. Daha da sahip çıkmaya çalı§ıyor. Öyleyse ulusun bu büyük isteğine kar§ı . ülkemizde deino�rasiyi hangi güçler uy- . .· gulatlnıyor? angi çıkar · çeVı-elerinin · ulusumuzu demokrasiye layık gör· mediğini Mısırdaki Sağır Sultan . da biliyor. Türk ulusunun de­ mokrasiye layık olmadığını söylemek, bu ulusu a§ağıla1llak de­ mektir. Bir üJkeİıin çağda§lığa, insan haklarına, insan�Jğa layık ol­ madiğını ·söylemek,· o ülke insanlığını çağda§ uygarlığın dı§ına at­ mak demektir. Eğer uygar dünyada insanca ya§amaya niyetimiz varsa, insanlığın §imdiye kadar getirdiği; saygı duyduğu kurallara uymamız gerekiyor. O da gerçek bir demokras�nin tüm kura.lları­ nı uygulamak ... Eğer bir ülkeriin kendisine, kendi ins&nl�ğına say­ gısı varsa, o ülkede Türkiye hapisaneJerinde uygulanan insanlık . dı§ı iŞKENCELER yapılamaz. . Öyle i§kenceler ki, tarihin en bü. yük zalimlerinin bile aklına gelmemi§. Bir ülkenin çağda§ olması, demokrasiye saygısı, insan hakla­ rına saygısı, ·onun ı�lusal onuru sorunudur. Bir ülke, ulusal. onu­ nın bilinçlendiği bir ülke, hapisaneletini Nazilerin toplam(l kam­ -pı' yapamaz. Böylesi insanlık dı§ı durumlar yalnız ülke insanları. nın vicdanlarını değil, bütün insanlığın vicdanını kanatır. Bugün­ lerde, ölüm . oruçlarının ayyuka çıktığİ bir dünyada, · Türkiye ne durumdadır biliyor musunuz? Türkiye böylesi duiu.mlara dü§ıne­ ye layık bir ülke değildir . O, Yunus Emrenin, Koca Sinanın, Mus­ tafa Kemalin; Nazıın Hikmetin ülkesidir. Bu ülke, büyük bir kül� türün toprağıdır. Bu ülkeyi insan haklarından yoksun kılara� bu ülkeyi bir barbarlar ülkesi olarak göstermeye, kimsenin hakkı yoktur. · Küçültmeye, onu a§ağılamaya kimsenin hakkı yoktur. Ulusumuz gibi · insanlık tarihine azımsanmayacak katkıları olmu§ bir ulusu küçümser, onu a§ağılarsak, o ulus bizden etinde .gecin­ de öcünü alır. Böylesi köklü uluslar. qirçok kötülükleri hağı§laya-.· bilirler, ama a§ağılanmayı asla. insanların tarihlerine · bakacak olursak uluslar, a§ağılandıkları, küçültüldükleri zaman sonunda ·

fi

.

.

onlara kar§ı bu suÇUi§İeyenlerden öçlerini almı§lardır.

108


Kimilerinin sandıklan gibi uluslar hiç de unutkan d�ğiller­ dir. Hitlerin, Mussolininin, öteki diktatörlerin, demokrasicilik oy­ nayanların, Marcoslarıo sonunu bir dü§ünelim... Bir de bizim ta· rihiıiıize bakalım, Mustafa Kemal Pa§a, a§ağılanmı§ bir insanlığın bağı§lamaz öfkesidir. Bugünlerde ulusumuzu demokrasiye, insan haklarına layık görmeyenleri de bağı§lamayacaktır. Ulusal onuru kırılmı§ bir ulusun, kendini koruma� için yapamayacağı §eY yok­ tur.

Sayın yöneticiler, sizi korkutmaya çalı§mıyorum. Ulusal onu­ ru kırılmı§ bir halk, bana inanın, çok çok tehlikelidir. Ulusal onu­ ru ayaklar altına alınim§ bir ulus, böylesine kendisine la}')k görül� mü§ onursuzluğu yutarsa zaten, bu çağda ayakta kalamaz. Bir ül­ kenin ulusal onuruyla oynamak ate§le değil, yıldırımla oynamak­ tan daha beterdir. Türkiye bir gün demokrasiye eri§ecektir. Hem de insanlığın hayran kalacağı gerçek bir demokrasiye... Ulusu­ muz, inatla, bir yıı, be§ yıl değil, seksen yıldır demokratik sava§ı­ mını onurla veriyor. Bunun önüne kimse geçemez. Sayın yöneti­ ciler; siz Sayın özal, siz Sayın Sungudu, Türkiye hapisaneh::rini Nazi topbuna kampı olmaktan çıkarına. O kadar zor değil. Hapi� sanelerio böyle olması insanlık suçudur. Sayın Erdal İnönü, Sayın Süleyman Demirel sizlerin de sorumluluğu, en azından Özalınki kadar büyüktür. Bu büyük suçun bir yönetimin, insanlık kar§ısın­ da yüz karası olacak uygulamasının önüne geçmek için gereken çabayı göstermiyorsunuz. A�alet Divıinına gideceksiniz demiyo­ npn. Yalnız, ulusumuz sizi de bağl§lamayabilir. Bir politikacı için de ulusunca bağı§lanmaması Adalet Divaiıına gidip mahkum ol, ' maktan da bin beter olabilir. Sayın yöneticiler, bu insanlık dı§ı uygulamalarınızı sürdüre­ rek; ulusumuzu insanlığın yüzüne bakamayacak hale. getirmeyin Ulusal onur sorunu §udur:· örneğin, Türkiye gibi bir ülke, ırkçılık yapamaz. Jenoside ba§Vtıramaz. Bütün . uluslara da yakı§maz ya. Bu kötUlüklere ulusunu layık görmܧ yönetimler var, hem de böylesi bir çağda Güney Afrika gibi. Ve insanlığın laneti onların üstündedir. Türkiye gibi bir ülke, i§kence yapamaz. Bu, ulusal bir .onur sorunudur. Çağımızda kendi vatanda§larına i§kence yapan uluslar var. Onlar kendilerini, uluslarını insanlık kar§ısında küçük görenler, küçültenlerdir. Ve insanlık laneti, tarih boyunca onların üstündedir. Türkiye gibi bir ülke, ben Avrupa Topluluğuna gire­ rim derken, açlık grevindeki, ölüm orucundaki çocuklarını gardi109

'


yan değnekleriyle öldürtemez. Hapiı;anelerini yeryüzü cehennt;!­ mi yapamaz. Bu, bir uluSal onur sorunudur. Türkiye gibi bir ülke, vatandaşlarına zorla pislik yedirtemez, böyle, insanlığın bağı§la­ yamayacağı, insanlığı a§ağ�layan bir suçu i§leyemez. Bu, bir ulusal onur sorunudur. Ve bütün Ulusun, insanlığın laneti suçluların üs­ tündedir. Türkiye gibi bir ülke... Sayınakla bitmez. Toptan söyleyeyim, insanlığa yakı§iİıayan, Insanlığı küçülten davrlmı§larda bulunamaz ... Bu, bir insanlık su­ çu, sorunu olduğu gibi, bir de ulusal onur sorunudur. Ve bütün ülkenin Ianeti onların üstündedir. Bütün insanlığın laneti... 20 AğustOs 1989

110


. i w

··,

AGlR LEKE!

*

Bu ağır lekeyi de ulusumuzun alnırta sürdüler · sonunda. En sonunda, kim yakarsa yaksın, hangi katil bu onursuz .i§i i§lemi§se i§lesin, etı sonunda alanlarımıZda kitap da yakıldı. Bana öyle geliyor ki, iflah olmaz bir çöküntünün içindeyiz. Hiçbir ulusu, bugünkü dü§ünce, öbüründen küçük görmez. Yüzyılımızın vardığı en insanca dü§üncedir bu. . Ama kaldırımlarında; alanlarında, caddelerinde kitap yakılan bir ülkeyi hiç kimse bağı§layamaz. Bu ülkeyi küçük görmek­ ten kimse kendini alamaz. Böyle bir sonuca varacağımız daha'ba­ §ından belliydi. Yargıçlar kar§ısına suç aracı olarak götürülen ki­ tap, . ev aramalarında suçlular gibi kelepçeye vurulan, toplatılıp zindanlara atılan, devlet eliyle yakılan, SEKAya hamurluğa gön­ derilen kitap ... Kitap korkusu, insan kor�su, kültür korkusu. So­ nunda da kitap yakma cinayeti i§leyen caniler! Bir ulusun onurunun, insanlığının cimileri. , .Kitap jenosidi, insan jenosidi kadar beterdir. . İstediğimiz kadar övünelim, Orta · Asyanın görkemli atları üstünde geldik. Kılıcımızdan §Orul §Orul kanlar akıtan bizleriz. Atlarımızın na.lları altında ezildi, Avrupa töprakları... Arkasından . da kitap yakarız; Bizde dü§ünce suÇtur. Dü§ünceyi yo� ederiz. Dü§ünceyi kül ederiz. Ulus olarak yaktığımız kitapla yanar, hap­ settiğimiz kitapla birlikte çürür, öldürdüğümüz dü§üncenin ar· dından da biz töptan ölürüz. ݧte yüzyıllardır farkında olmadığh . mız olay budur. Bakıİı arkada§lar, ulusda§lar, ulusçular, bakın milliyetçiler, bakın ey vatanda§lar, iki yol var kar§ımızda; birisi bütün insanlık gibi kitabı, dü§ünceyi kutsalla§tıracağız, böylelikle de bugünkü dünya toplumları içinde onurlu ,yerimizi alacağız, ya da kitap yakacağız, ya da kitabı hapsedeceğiz, ya da hamur edeceğiz, ya da yakacağız, ya da yakacağız. ݧte o zariıan da, insanlıktan silinip gi. deceğiz. Şu yeryüzünde imimiz timimiz kalmayacak . ·

·

·

' . Cumhu riyet Kitap Kulübünün Beyoğlu, Zambak Sokağında açtığı .sergideki kitapl arın ya kıl· · ması olayı üzerine.

lll

·


Kendimizi aldatmayalım, bizi. bu gidi§le Yunus Emre, Koca Sinan, Mustafa Kemal Atatürk, Nazım Hikmet de kurt�ramaz. Tarih, büyük yanlı§lardan dolayı tükenmi§ ulusların mezarlarıyla dolu. .. Kitap yakanlar . bulunmalı ve ulusumuzun laneti onların · üs­ tüne, onlario suratiarına gökten tükürükler halinde yağmah... Bu ulus katillerinill ... Bu bir ulusun onurunun katillerinin üstüne! ..

27Ağu$tos 1989

112


HA DESINLER KEL ALİNİN BAÖI VAR Ben bu . yazıyı yazmayı aylardır du§ünüyordıım. Basınımızın bugünkü hali içime dokunuyordu. Türkiye gibi 57 milyonluk bir ülkenin ba:sım böyle olı:nanı.alıydı. Uzun ,yıllard�n bu yi!na basını­ mızın tirajıhep olduğu yerde sayiyor. Yıllardır ne: uzuyor, ne de. kısalıyor. ·Boyuna nüfus artıyor, okuyanların sayısı çoğalıyor, ne yazık ki basınımız yerinde sayıyor.- Bunun bir sebebi olmalıydı. Böylesine bir ülkenin yazgısında bÜyü� etkisi olan kurulu§larıtl peri§anlığının bir tek sebebi olamaz .. Bunun birçok sebebi vardır. Türkiyede her §ey, be§ a§ağı be§ yukarı, ele§tirili,yor. Okuytıcudan ba§ka, o qa 'sessizbir okuyucudan ba§ka, o da davranı§larıyla, ba­ sımkimse ele§tinniyor. Basın da kendisini ele§tirnıiyor. Bizde ba­ sından gereğinden fazla korkuluyqr. Basın da kendisinden korku­ yor. O da kendi kendini ele§tiremiyor. Şimdi, herkes basından korkuyor da yalnız ben miyim ale­ min yiğidi, yüreklisi, yok yok, bu yazıtn.da ben de basını ele§tirmi­ yorum, bazı uygunsuzlu�ara §öyle bir dokunup geçiyorum. Be- . niın ne haddime basını · ele§tirmek. Hem o kadar da basma çata­ cak kadar yürekli bir ki§i değilim. Yukarıda aylardır bl.ı yazıyı yazmayı dü§üniiyordum, dedim. Hüniyetin ba§ıma açtığı ݧ oimasa, gene de, belki birkaç ay d;ilia bu yazıyı savsaklardım. Gelelim benimle Hürriyet gazetesinin haber macerasına. Hürriyetin 7 Mayıs 1991 günlü sayısının birinci sayfasında üç sütün üstüne, sanat ve siyaset dürtyasutı. kanştıran söylenti, Yaşar ' Kemale ANAP çengeli. · Bu ba§lığı okuyunca gerçekten biiyük §a§kınhğa uğradıin. Bu ne biçim çengel ola kL. Yazıyı okudum ki, neler de neler! . Hasta yatağımğa, hastaneye l,)eni yoklamaya, geçmi§ alsuna gelen Sayın Semra Özal, bana ANAPa girme önerisinde bulunmu§, ben de.;. 17 Mayısta da ben ANAPa törenle girecekmi§im. ANAP Te§kilat .Ba§kan YardımcısıVuralhan da benim ınayıs ayı sonunda ANAPa . gireceğiınİ söylemi§. Bir de Bakan, onu doğrulamı§. Ben de böy­ lece ANAPh olma onuruna kavu§uyormu§um. Bir de Semra Hanımla gülerek el sıkı§tığnnız bir fotoğraf. . ·

·

.

Ustadır An

1 1 3/8


Bundan doğru haber olur ı:im? Herr:ı fotoğraf, hem de gülü­ şürken, hem de bir Bakan söylemişken, herri de Teşkilat 1;3aşkan Yardımcısı mührünü basmışken ... Yaz haberi, has gazeteye par- · mak kadar harflerle ... O kadat da değil, o gazetede yüksek bir yö· netici olan eski arkadaşını Doğan Hızlanın aklına bana telefon etmek gelmiş, §U adama soraimi bakalım, acaba OnUn dftşüncesi ne? . Telefonda önce çok yürekten, bir kahkaba kopardım, ''Yahu Doğan,". dedim, "böyle bir soruyu bana nasıl sorarsın, . ban a böyle bir şoruyu·. sormak ayıp . değil mi, şaka mı ediyorsun?1' Doğan Hızlan, "Yok," dedi; "bizim gazetenin var ya İstihba­ ratı çok sağlam. Ankaradan öyle sağlam yerlerden senin ANAPa gireceğini öğrendik ki� mümkünü yok, sen . ANAPa gireceksiiı.iı Derken, bu p1inval üzre, beniQ1 ANAPa girip girmeyeceğiinle sıığlam bir gırgır geçtik Sonunda da, "Böyle bir §eyin · olamayaca­ ğını, benim değil ANAPa, hiçbir sağ. partiye. girmeyeceğimi beni tanıyan herkes bilir," dedim. "Senin gibi eski bir tanıdığırnın , da bana bu soruyu ciddi ciddi sormasına da darıldım." .Arkasından da telefonu kapadım. Biı iş de burada bitti san" dmı. . Ben ne . bileyim, meğer büyük gazete Hürriwtin İstihbaratı çok yaman çalışıyormuş ve • benim ANAPa gireceğimi kesinİikle saptamış ve nem de yayınlamı§. Sabahleyin gazeteyi ı;ılınca bey­ nimden vurulmuşa döndüm. Ve bu uydurma haber benim bütün Yfi§amimda . gördüğüm .. en büyük hakarettir. Ben tani . elli yıld�r sosyalistim. Düşüncemin namusunu korumak için, §U demokratik ülkezpde, işkencelerçlen işkence, hapislerden · hapis, zulÜmlerden zulüm, yoksulluklardan yoksulluk beğen, başıma gelmeyen kal­ madı. Ben bütÜn bunları düşüncemin selameti uğruna gık deme� den çektim. Sonuna kadar da çekmeye razıyım. lfürriyete gönder­ diğim açıklamada, ben sosyalist düşüncemi elli yıldır . yaşamla karşılaştırdım, yaşamla ölçtüm, düşüncelerim doğru çıktı, dedim. Bundan sonra, 67 yaşındayım, inandıklarıma daba iminı­ yorum. İnsanlığın en büyükyapıtı, bütün tarih boyunca geliştirdi­ ği en büyük yapıtı sosyalizmin uygulanınası olacaktır. Niçin bir küçücük, ·niçin böyle uyduruk bir haberiı;ı üstünde bu .kadar duruyorum? Türkiyede benim milyonları aşan okuyuclic larım var. Oniara karşı düşünce namusu sorumluluğum var. İsti­ yorum ki, onların yüreğinde lekesiz, pırıl pırıl kalayım. Okuyucu­ larıma ve halkımıza çok şey borçluyum. istiyorum ki, küçük bir . ·

·

.

·

.

.

·

·

·

çok

·

114


süre için de olsa; bana karşı onların yürekleri kararmas ın. Bir �n­ . lık bile umutları ·inoinmesin. Bir de başka bir şey var. Ülkemizde, dünyada, Sovyetler Bir- · liğinin ayağının sürçmesinden qolayı çok dönmeler oldu. Çağımız biraz da bu dönekler yüzünden bir utanç çağı oldu. Birçok insan Hiirriyetin bu yalanına; bu utanç verici davranışlardan dolayı inandı. Bana gelince, Sovyetler Birliğinin ayağının sürçmesi bana çok dokunmadı. Bizim düşünce!lliz her zaman belliydf. Sosyalist tavrımızı parti olarak; Türkiye İşçi Partisi, kişi 9larak koymuş, sa� vaşıınımızı kendi çizgimizde sürdürmüştük. Benim tavrıının so­ mut deliline gelince, 1971de Abdi 'İpekçinin benimle yaptığı, bir gaz.ete sayfasını geçen söyleşisi: yazdığım J3 kitap ve bütün yaşa­ mımdır. Ülkemizde birçok dönege alışıldığı için, benim dönebile­ ceğimi de insanlar cikıliarına getirebilirler. Onun için ne pahasına olursa olsun buna izin vermeyeceğim. Gerekirse her şeye başvu- . rarak Hürriyetin bu haberinin yalanlığını en uçtaki ·okuyucuma kadar duyuracağım. Biliyorum, bataklıktan geçen çamui:a bulaşır. Ben o çamuru yıkamanın yolunu ne pahasına olursa olsun bula• cağım. Basınımızda, yani bit kısım basında, bütün basını suçlamak doğru olmaz, haberin, gazeteyi gazete yapan ögeledn artık . pek değeri kalmadı. Yazı mı boş ver. Haber mi, at," tutturursan tuttu:. rursun, doğru olmasa da olur, ne Çıkar. Röportaj mı, onu da kim okuyacak. Fotoğraf mı, en iyisi çıplak kadın resmi. Üstelik de üst. süz olacak. iftira mı, daniskası. Yatak odaları mı, ne duruyoruz, girelim ... İstediğiniz kadar sayalım. · Bu biraz da·bir çürüme değil mi? Düşünün ki, 57 milyonlukbir ülkenin en ciddi gazetelerinde, hem de büyük gazetelerinde bir kültür, bir sariat . sayfası yok. Neymiş, halk böyle gazeteleri almıyormuş. Ciddi gazeteleri halk hiç tutmuyormuş. Bir sürü de ciddi gazete deneyi yapılmış. Eği� tirri durumumuz buna izin ver'miyormuş; Bu halkı kim bu hale ge- tirdi? Niçin bu soruyu hiç kendi kendimize sormuyoruz? B li hal­ ka, biraz daha çağla başa. baş gitsin diye ne yaptık? Bas boyalı resmi, çevir gazeteyi deli kızın donuna ... Uydur haberleri. Başka­ ca da dişe dokl}nur hiçbir şey verme. Gazety, okuyucusunu kendi yetiştirir. Politikayı bile bir de­ dikodu arenasına çevir. Gece gÜnduz aynı kişilerin aynı tür sözle. ·

.

• Baldaki Tuz· un sonundadır. Can Yayınları, İst., 1995.

115


rini, dedikodularını yaz ha yaz. Milleti canından bıktır. Gazeteci­ lik adına hiçbir yenilik getirme. Gazeteciliğin de bir yaratıcılık ol­ duğunu aklından bile geçirme. Sonra gazete yerine piyango ver halka .. Piyangona d.a cıncık boncuk koy� Otomobil, lüks katlar, pırpır uçakları, kahve paketçikleri, bilezikfer koy. Halk seninle, cıncık boncuklarınla nasıl . d:ılga geçiyor, kulaklarım tıka. Hani halkın gözü, kulağı, burnuydun... Seninle dalga geçenlerin üstüne gelen dalgasından bile haberin olmasın . . Ülkemiz dünyada "Hayali İhracat"ı belki dünyada ilk yarataıi ülkediL Belki de yanlı§ım var. Gazete mutfağından ayrılalı epeyi oldu. Belki bizden önce de, hayali ihracata ba§vuranlar olmu§tur · dünyada. .

·

. .

·

Hayali gazeteye doğru mu? Gazeteciliğe ne gerek var. Biraz

küfür, biraz politik dedikodu, biraz üstsüz, çok çok ilan. Çok çok cıncık boncuk, al sana gazete, Hani memleketin. üst üste yığılan

dertleri. Açlıklar, yokluklar; e§itsizlikler. ݧçilepn, köylülerin, dar

geliriiierin çektikleri. . . Daha.doğrusu gazetelerin ülkenin ya§am�­

mn tümüyle ilgilenmesi. Bir ülke, hele Türkiye gibi bir ülke çok zengin, · çok ilginç bir ü,lkedir. Gaietelerle ülke insanlarımn etle kemik gibi birbirleriyle kayna§ınast... Qazetecilik zor i§tİr, zor. In­

cık cıncık vermeks� kolay.

Vetiyorlar otomobili, veriyorlar katı, veriyorlar ıncık boncu­ ğu ... Veriyorlar... Vermeyi kesince de tirajlar eskisinden beter hale geliyor. Gene döküyorlar milyarları .. , Televizyon reklamları, reklamları... Kesince gene tirajlar yerinde... Bir tür Sisyphus Ef� sanesi... Be Allahın kullan biraz da ba§ka bir yol denemek yok mu? Biraz da dünya gazeteciliğinin gittiği yolları ... İngilterenin cıncık boncuğunu örnek göstermesin kimse... Gazeteci. arkada§lar artık kendi kendimizi ele§tirsek iyi ola­ cak: En çıkar yol deiıenmi§ olan yoldur. Cıncık boncuk, yalan do­ lan yolu doğru yol değildir. Unutmayalım ki, çağımızı ku§aklar ince eleyip sık dokuyacaklar. İnsanın insanlığı, insanın doğallığı, unutmayalım ki, benden sonra tufandır, dememesiyle ba§lar. Hayiı.li ihracatı yeryüzünde biz icat ettik. ÖVünmeliyiz. . Hayali gazete mi? Yol yakınken dönsek iyi ederiz. Hayali ekonomi mi? Halk yokluktan inliyor. Hayali pazar ' ekonomisi mi?

116

·


Hayali üniversite değil mi? Daha otuz tane hayali üniversite mi? Amanallah! Kaç ki§i özgün bjr ara§tırma yapma· olanağı b.uldu da çağın bilim.kervanına katıldı? Hayali hastaneler ... · Bu dünyanın en büyük peri§anlığını an-· la:tsa ya gazetecilerimiz. Bu korkunçluğu, bu çağdı§ılığı. Hayali, öykünmeci, ulusal kimliğinden yoksun bir kültüre · doğru hızla gidiş... Hayali, hayali, hayali ... Eeeey, b� ülkeyi sevenler, yurtta§lık bilincine erenler, nere� · lerdesinii, hiıngi kö§elere saklandınız? · Yirmi birinci yüzyılda insanoğlu belki de hayali bir Türkiyeyle kar§ı kar§ıya kalabilir. Bu gidi§le belki de daha ön\e.,. ·

·

·

·

;

·

EK:· Yillar önce röporlaj yapmaya gittiğim Sıvasta dıtym';qtum: Kel Ali Sıvasın belki de en fakir kişisi. Ne üstte üst; .ne başta baş� Ne ev bark, ne çoluk çocuk. ipipullah, sivri külah bir adam: . Bir gün Ali, bir yol kıyısındaki kıraç, ot bitmez, bomboz toprakit tepenin ya­ macına üzüm çubukları dikmiş, yolun layısına da çardağını kunnuş otu.mıi.q. Çe/en geçen de ,şornyormiq, "Ne o Al� ne bekliyorsun bu­ rada?" Ali karşılık veriyonnuş, "Bağ diktim " Yolcular şaşkınlık)çin­ . de, "Ali ·bu kıraç, bu hiçbir yeşilliğe can vemıeyen yerde bağ olur mu?" Ali karşılık vemıiyor susuyomıuş. Her gü;i, . her gün. bu soruyla karşılaşan Ali sonunda ratlamış: "Ha desinler Kel Alinin bağı vac. " .

12Mizyıs l991

. . . .·

117


TURGUT ÖZALA MEKTUP . 1- KUrt sorunu Türkiyenin <lemokratikle§mesi sorunudur. Kürtleri insan haklarından yoksun kılmakla dünyanın hiçbir ye­ rinde demokrasi gerçekle§emez. Sen ülkendeki on beş milyona yakın bir kitleyi, bütün insan haklarından yoksun kılacaksın, son­ ra da dünyanın karşısına çıkıp ben ülkemde· demokrasiyi gerçek. le§tirdim diyeceksin. Üstelik de bu korkunç yalanını, bu çağda, insanoğluna yutturacaksın. İnsanlık, unutmayalım ki, bizim de­ mokrasinıizin adını çoktan koydu. Buna ÖRTÜLÜ FAŞiZM di­ yorlar. Ha, bir de Asya Tipi'Demokrasi, diyorlar. Böylesi bir de­ mokrasiyi dünyaya yutturmak, ahmakça bir ham hayalden ba§ka bir §ey değildi. Türkiye Güney Afrika değildir. Türkiye İdi Arninin Uganda­ sı da değildir. Türkiye artık hemen hemen geli§mi§ bir ülkedir. Türkiye f\vrupa Konseyinin bir üyesidir. ATa da girmek çabasın­ dadır. Türkiyenin iddiası büyüktür, ben uygar ülkeler topluluğu­ nun üyesiyim,' diyor. Uygar ülkeler topluluğuna bir ülkenin üye olabilmesi, bir tek yerden geçer, yalnız ve yalnız demokrasiden geçer. Demokrasi günümüzde uygar ülkelerin onurudur, Yakın­ da insanlık belki de bir söz icat edecektir, demokrasin kadar onurlusun. Demokrasinin gerçekle§mediği bir ülke insanlık onu. rundan söz · edemez. Türkiye gibi büyuk insani geleneği olan bir ülke, örtülü fa§izın onursuzluğunu kabul edemez. İnsan hakları bir bütündür. Türkiyede bu haklardan yoksun büyük . bir . kitle b.angisidir? On be§ milyona yakın Kürtlerdir: Kürtler ki, bin yıldır bu topraklarda birlikte ya§ıyoruz. Daha ya­ kın zamanda, · Birinci Dünya Sava§ırida, özellikle doğu cephesin- · de Türk kanı kadar, Kürt kanı da dökOlmedi mi? Çanakkalede, Sakaryada, Dumlupınarda, Türklerle Kürtler yan yana çarpı§ma­ dılar mı? Kürtler o dar günlerde Koçgiri Kürt isyanını Türk as­ kerleriyle birlik olup bastırmadılar mı?. O dar günlerde Kürtler tümüyle ağırlıklarını Koçgir i ba§kaldırnıasına koysalardı, Kurtu. lu§ Sava§ının sonucu bu olur muydu? Belki de olurdu diyeceksi­ . niz ya, ama böylesine kolay olur muydu? Türk-Kürt karde§liği üs. 1 18


tüne binlerce sayfa kitap yazılabilir. Bu iki ulus etle tırnak gibidir. . Birbirleriyle kayna§mı§lardır. Sonra sen gel karde§ini cumhuriyet kurulduğundan bu yana asimile etmeye çalı§. Ona yetmi§ yı� ikinci sınıf vatanda§ muame­ lesi yap. ݧkence ·. et, toptan sürgünlerde süründür, yapmadığını bırakma. Asimile etmeye gücün yetmediği bu büyük insan ki§ili­ ğini dilinden, .kültüründen, insanlığından yoksun kıl, bu karde§li� d� Sonra da hep bir ağızdan bağı.rıyoruz, bu Kürtler ne istiyor. Karde§lerince gaspedilmi§ insanlığını istiyor, insanlığının da en asgarisini istiyor. insanlığının en asgarisi de olur mu, diyeceksi­ niz. Olur olur. Bakın o istemeye yüreklilik gösterdikleri o en as­ gariyi a§ağı.ya sıralayacağım: A) Dilini hiç kimse karı§madan konu§mak istiyor. Bu verildi, diyeceksiniz. Dil özgürlüğü bizim Asya Tipi Demokrasinin verdi­ ği gibi verilmez. Bir dil okllr yazarlıhkla, sağlam bir yazılı edebi­ yatla zenginle§ir. Ba§kası mümkün değildir. Dünyadaki bütün· dil bilginleri dilin salt yazılı edebiyatla zenginle§tiğinde birle§mi§ler­ dir. Kürt dili, Öyle Türk karde§lerinin yaydıkları gibi be§ yüz söz­ cüklük bir dil değildir. Kürtçe çok gelişmi§ bir destanlar, türkü­ ler, masallar dilidir de.. Kürtçe 12nci yüZyıldan bu yana yazılı ede­ biyatında dünya çapında büyük §airlerini yeti§tirmi§tir. Eğer yet� mi§ yıldır bu dilin önüne geçilmeseydi, Kürt dili de büyük roman­ cılarını, §airlerini yeti§tirebilirdi. Ve bu aykırı dilden gelen kültür, Türk kültürünü besler, Türk kültürü de bu kültürü besler, ortaya bir Anadolu kültürü zenginliği çıkardı. ݧte örtülü fa§izm bu eri­ §ilmez zenginliğin ve karde§liğin önüne geçti. B) Kürtler ileti§im araçlarından faydalanmak istiyorlar. TV­ den, radyodan, her ileti§im aracından. Yüzyılımızda bu istekler, insanların ba§lıca haklarındandır. Bilmem ki, bizim bir kısım ba­ sınımız ne istiyor, niçin televizyonda Kürtçe olmasın, bunun Türk · ulusuna ne zararı var? Şu bizim milliyetçi sayın yazarlarımız, §U zararı da söyleseler, söyleseler de rabatıasak Bir de desek ki, §U Kürtçeyi yasaklattılar da, televizyonları ona açmadılar da Türk · ulusunu ba§ına gelecek en büyük belalardan, yıkımlardan kurtar­ dılar. Be sevgili, saygılı büyük kalemler, biliyor musunuz, hani te-· levizyonda gördüğünüz Bitlis, Diyarbakır, Van, Urfa, Malatya, Erzincan, Kars, Ağrı .halaylarının yüzde doksanı Kürt halayları­ dır. İsterseniz size Kürt halaylarının adını sizin için Türkçeye çe.

119


vireyim. Ya televizyondaki, radyodaki türkü)er, yüzde bilmem ka­ çi düpedüz Kürt türküleridir. Tjirkçeye çevrilmi§tir,.yasaklar· kor­ kusundiı:n. Bu<çağda boyle bir tutum insanlığa. �eva mı? Şt\riun adın,ı �oyuverin gitsin. Kürt hayallerine , �ürt türkülerine, Türk halayı, Türk türki,isü demek ayıp . değil. mi? Sanki Türk halkının Kürt halkından.eksi� kalıryeri varmış gibi.. Kürt halkının kültürü. nü Türklere mal etmek, Türk halkını küçümsemek, onu a§ağıla­ mak değil mi? Bu .iki kültür birbiriyle. sağlıklı olarak kayna§Saydı, · bugün Türkiyenin görüntüsil insanlık içinde . çok ba§ka .olurdu; Bakınsana birkaç·Y<Üıudiyi ülkemize kabul ettik diye, be§ Yüzyıl sorira dünyada kıyamet kopuyor. Biz de böbür böbür böbürleiıi­ . yöruz, ne demokrat ki§ilermi§iz; diye. · Böylece ,be§ yüzyıl öncesiy ­ le böbürlen .ıia böbiirlen, sonra gel, bin. yıldır: birlikte ya§adığın kardeşlerinin . kültürünü, · dilini elinden almaya, insanlığını, kimli­ ğini .yl)lar. yılı elinden almaya çalı§. · Yetmiş yildır her §eyini yadsı, · bunu da sürdürmek içinher §eyi yap. 2) Kiirtlere kimliğini niçin vermiy<nuz? Kültürüne niçin el koyuyoruz. Allahaşkına. söyleyin Kürtlerin k\iltü:ı:Ierine kavu§ma­ sının, onu zenginle§tirmesinin ,kime ne·.z�arı var? Ne zararı, . .sayı­ lamayacak faydası; au faydayı anlayabilmekiçin insanın fa§ist ka� fayla değiı insani, bilgiyi, dünyayi, demokrasiyi, insan baklarımn ne mene bir §ey olduğunu aniayacak kültürlü bir kafayla dü§ünebilmesi:gerek. · 3) Gene diyorlar ki, biz bunlara bu hakları verirsek onlar ba­ ğımsızlık iste{}er .. Bunu nereden çıkardıklarını . aı:ılariıak mümkün değil Kürtlere kültürel haklarıl_ll vermepen, eğer . isteyecekse, o gene hakkını ister, . \istelik de insaniık kar§ısında ·haklı çıkar. Sa­ yın milliyetçi, vatancı y�ar arkadqları�ız, Kürtler insani, kültü­ rel hakbırım . kazanırlarsa onlar istedikleri kadar haklanrtı istesin­ ler, insanlık §imdikinin yarısı kadar bile yardımcı olama�. olmaz. 4) Sayın Demirel ve milliyetçi birtakı� yazar ve gazeteci ar­ kada§lar, terör durmadan, Kür.tlere dü§ünce, dil, insaıwa ya§ama, . kültür özgürlüğü verilemez, diyorlar. Allaha§kına terörle insan . haklannın ne ilgisi var.? Birini veririm,. . ötekini abrım,· böyle bir . mfintlğı insanlık duydu, gördü mü? Dünyanın her yanında . terör var. Terör dünyadan kaldırılmadan demokrasi olamaz. Bunu bir ' başbakan ve ötekiler nasıl dü§ünürler. 5) Türkiyenin gerçek demokr;ısiye ulaşması, gerçek demok­ raside Kürt kimliğinin tanınmasından, Kürtlerin insan haklarına ·

·

,

.

.

. ·

·

120


kavU§masından geçer. On be§ milyona yakın bir kitleyi, sen ül­ kende her §eyden mahrum kıl, ondan sonra ben demokratım de. Kürtler ba§bakan, cumh�rba§kanı, milletvekili, general, büyük biirolerat oluyor, benim gibi yazar bile 'oluyor, daha ne istiyor bu Kürtler? Dilini istiyor, kültürünü, kimliğini istiyor. Bu yüzyılda 'dilini, ins&nlığını zenginle§tirmek istiyor. Cumhurba§kanlığı, ge­ nerallik, her §eyi veriyorsun da arkada§ sen bu adamlara niçin dilini, kültürünü vermiyorsun? Kart-Kurdu.dilinize pelesenk etmi§­ siniz, be§ sözcükle konu§uyor, diyor8unuz. Bit de onu dağ Türkü diye niteliyorsunuz. . Adam ·ben dağ Türkü değilim, benim kimli· ğim; insanlık içinde de kültür zenginliğim var, diyor. Madem bu kadar cömei:'tsin; e§itlikçisin, ver adamın kültürünü, ver adamın insanlığını, ver �damın kimliğini. Kürtler belki de o terör denilen §eyle, senden daha iyi dövü§ür. ·Böyle bir olasılık yok mu?. Terö­ rün arkasındaki iyi niyetli insanlık da ister jstemez çekilir? Türkiyenin bu demokrasi dı§ı tutumu sürdükçe, insanlık yo­ ğunla§arak kar§ısına geçecektir. Apoyla sava§mak,.dahası da onu ortalıktan silkip atmak belki de kolay, on be§ milyona yakın Kür­ dün inadını, direni§ini yenmek belki de kolay, ama insan hakları üstünde gittikçe yoğunla§an insanlığı yenmek sanırım o kadar ko� lay olmayacak, yöneticilerimizce. Daha vakit varken, yol yakın­ ken... (Aydınlık, 1993)

121


BÜTÜN ZAMANLARlN EN BÜYÜK ŞAİRİ HOMEROS BİR HALK ŞAİRİDİR, YUNUS EM RE DE... Çağımızda halk sanat ürünlerinin üstünde gereğince durul­ maması, üstelik bu ürünlere kar§ı bir tutum ta:kınılması, halkın sanat yapıtıarına gereken değerin verilmemesi, folklorun şalt bir bilim dalı sanılmasının çağımız kültürüne epeyce zararı olmu§tur. Hele Türkiye gibi ülkelerde halk ürünlerine ka:r§ı olrria,k epeyce abartılmı§tır. Bunun da sebebi var, cumhuriyet çağında Osmanlı Jcültüründen koparak Anadolu diline, kültürüne dönülmesi, Ana­ dolunun ülkenin temeli yapılması, kültür etkinliklerinde a§ırı gi­ dilmesi... Örneğin §iiri ele alalım, köklü bir halk §iirimiz var. Bu halk §iiri büyük §airler de yeti§tirmi§tir. Yüzlerce, binlerce de di­ yebiliriz, §airler içinden Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karaca­ oğlan, Dadaloğlu gibi bütün çağların büyük §airl'eri de çıkmı§tır. Anonim §iirler içinde ba§eser sayabileceğimiz yapıtlar da bol bol var. Türküler, ağıtlar birer dil zenginliğidir. Dil zenginliğini, ko­ nu§ulan dilin büyük tadını destanlarda, masallarda da: bulabiliriz. Bizim ülkemizde büyük halk sapat ürünlerine kar§ı �kılması, da­ ha .doğrusu ona sırtımızı dönmemiz, bu ürünlere bir kısmımızın abartılı yakla§ımı da olmu§tur. Halk §iirini bir kaynak say acağı­ mız yerde ona bi� kısmımız öykündü. Öylesine öykündüler ki bu §iire, ortaya bir sürü kötü §air çıktı. Destanlardaki·dile.de öykün­ dük, onu bir kaynak yapacağımız yerde, birtakım hikayeler, ro­ mantar yazdık ki, yapay, hiçbir §eye benzemez bir dil, birtakım kaba yapıtlar_çıktı ortaya. Birtakım aydınlarımız, Anadolu dilinin, §iirinin, dil, anlatım zenginliğinden yararlanma gerektiğini duymadı. Halk §iirine öy­ künme modası, halk ürünlerini ba§ tacı etme birtakım aydınları­ mızda, yazarlarımııda tepkiyle kar§ılandl. Evlere kilim serme, duvarlara nakı§lı çorap asma, heybe, çam bardak, demir i§leri bi­ rer alay konusu oldu. Halk müziği dinlemek de bir alay konusuy­ du. Sabahattin Eyuboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Dino, Ruhi Su gibi halk kültürüne dönük ki�ilerin çabaları bile bu yarı ·

122


aydın, dünyadan ha'bersiz ki§ilere halk kültürünün ne mene bir §ey olduğunu anlatamadı. DÜnya kültürü bir birikimin, birikimle­ rin sonucudur. Bunu anlamamakta direndiler. Halkımızın büyük kültür birikiminden yararlannıalıydı�. İnsanlık buradan gelmi§ geçmi§ti. Picasso'nun, öteki çağımız usta ressamlarının, dü§ünür­ lerinin Zenci heykellerine hayranhklan, büyük müzikçilerio halk müziğine yöneli§leri, bütün müzik tarihinde büyük ustaların halk temalanndan yararlanmaları, ba§yapıtlannı bu temalar üstüne ' kurmalan bizim yarım aydınlarıımza hi.9bir �ey söylemedi. Onlar bu ana kültür kaynağına bo§ verdiler. Oykünücülerle sırt dönen­ ler aynı olumsuz kav§akta bulu§tular. Ne idi bu Zenci heykelleri? Zenci heykellerinin bunca güzel­ liği, birçoğunun ba§Yapıt olmasının gizi neydi? Bunlar üstüne bir­ çok dü§ünce üretildi. Aıjağı yukarı bu dü§ünceleriiı çoğu da ger­ çeği yansıtıyordu. Bunların, Zenci heykellerinin bjr ba§Yapıt ol­ ması, bir birikimin sonucudur. Ben bu dü§ünceye inanıyorum. Bi­ lim adamlarinın,. bü.yük. sanatçıların öteki dü§üncelerine de açı­ ğını. Diyelim ki, Afrikada bir köyde bundan yüzyıllarca önce bir . usta, kabilenin tanrısının bir heykelini yaptı. Belki tanrının yara­ tıldığı yıl yapıldı o yontu. Belki de taım yaratıldıktan on yıl, elli yıl sonraydı ... Ondan sonra, yıllar geçtikçe o tannyı ba§ka iıstalar, ba§ka ustalar, ba§ka ustalar yaptılar. Belki bir Zenci heykelini, çağlar' boyunca bin, be§, on bin, kırk bin usta i§ledi. Ustalann içinden, her usta değilse de yüz ustada bir usta o yontuya bir şey katınadı mı? KatmamaSı olanaksız. Artık biliyoruz, her ustala§- . mı§ ki§i değil, her insan bir yaratıcıdır. Onun için ustaların yeni­ den yaptığı ayriı yapıta yeni olanaklar getirmemesi olanaksız. Bi­ zim kilill,llerimiz de oyle. Kilimlerimiıi, çoğunlukla kadınlar do­ kur. Türkmende her kadın bir kilim ustasıdır diyemeyeceğim, ama her kadının, her topluluğun bir kilim ustası kadını da vardır. Bunlar, bu ustalar· biçim yaratan yaratıcı kadınlardır. Kimi özgün kilimler yıllar boyunca onlarm adlarıyla da anılır, E§e Hatunun, Fatma Hatunun, Zala Hatunun kilimi gibi. Kilimler . obalann, boyların adlarıyla da anılır, Av§ar kilimi, Zili kilimi. Köylerin ad­ larıyla da anılır, Cığcık kilimi gibi. Obalann, boyların, köylerin adlarını ta§lYan kilimierin öteki, geleneksel kilimlerden bir ba§·­ :kalığı olur kesinlikle. Renk ba§kalığı, renk uyumu ba§kalığı, nakış ba§kalığı. Bir ustanın kilimlerinin de, geleneksel diyelim, gele­ neksel kilimiere kesinlikle bir katkısı olmu§tur ki, o kilimler o ad·

·

123


tarla anılır. Gelenekselin hiçbir ki§iden katkı almamı§ olması ola­ ııaksızdır. Böyle bir §eyi söylemek değil, dü§ünmek bile isteye. mem, bu insanoğlunun yaratıcılığına kara sürmek olur. Herkes, herkes demeyeyim, dü§unmeyi unutmu§ bazı ki§iler, halkın yara­ tıtarının hep birbirine benzediğini sanıyorlar. 1ürküler hep birbi­ rine benziyor, kilimler, yontular, §iirler, halaylar ... Böyle dü§ü­ nenler doğru dü§ünrnüyorlar. Halkın yaratısını birbirine benzet­ mekle, ondan ne kadar uzak olduklarını belli ediyorlar. Halkın yaratılannın ÇC§itlili� inanılmaz bir zenginliktedir. Her bölgenin, her coğrafi ba§�lığıri ayrı bir rengi, bir: biçimi vardır. Her türkü­ nün, her halayın da öyle. Toprak ve tarih, tarih ve devinim halkın yaratılarına damgasını vuruyor. Güne§ !Çarabudanın göçmen Afgan Türkmenlerini çektiği Turkuaz adlı fılmi televizyonda gördüm. · Türkmenlerin ba§lıca uğra§ları halı dokumaktır. Bu Afgan sürgünleri sava§taydılar. Sürgünlükleri de bu yüzdendi. Ama uğra§larını sürdürüyorlar, halılarını dokuyorlardı. Güne§ Karabuda onların geleneksel mo­ tifli halılarını çektiği gibi, yeni yaratılarını da çekmi§ti: Halılarda artık çiçek, kU§ motifleri kalmamı§tı. Onlarıtl yerini mitralyöz, tü­ fek, tabanca motifleri almı§ti. Çocukluğumda da Av§ar Ağıdı adlı bir kilim görmü§tüm. Kilimin ağacının yerinde, boynunu hükmü§ bir ye§il dal vardı. Sarıkamı§ Sava§ına gidip de dönmeyen bit; de­ likanlıyı simgeliyordu. Bu yüzden de bu kilime, Av§ar . Ağıdı de. mi§lerdi. O yıllarda ba§ka ba§ka Av§ar Ağıdı kilimieri de gör­ düm. Boynu bükük dal her köyde, her obada, her bölgede ba§ka renkler, ba§ka biçimler, ba§ka nakı§lar almı§, yalnız dalın boynu büküklüğü hep öyle kalmı§tı. Destaniara . gelince, destanlar da yaratıldığı çağlardaki, yıl­ lardaki, günlerdeki gibi kalmıyor. Aylar, yıllar, yüzyıllar geçtikçe deği§iyor. Her çağ, her bölge onlara damgasını vuruyor. Destan­ lar için, her destan kırk bin yıl su altınd� kalmı§, düzle§mi§, cila­ lanmı§ bir çakıl ta§ıdır, demi§ler. Bu doğrudur. Aynı destanı, di, yelim ki Orta Anadoluda dinledik, ayİıı destanı aynı günlerde Çukurovada da dinledik, he� iki yerde söylenen aynı destan, b.a§­ ka ba§kadır. Ben gençliğimde Köroğlunu Osmaniyenin Gebeli köyünde Murtazadan dinlemi§, birkaç gün sonra da. o köye otuz kilometre uzaklıkta olan Kazmaca köyünde Güdümen Ahmetten dinlemi§tim. İki l{.öroğlu arasında deği§iklik §iı§ılacak kadardı. Bir ba§ka deneyim daha oldu. Birkaç yıl sonra, Murtazayı mayıs

124


ayının ba§larında dinlemi§, mayıs ayının sonunda da aynı Köroğ­ lunu, Murtazanın köylüsü küçük Memetten duymu§tlim. Murta­ za ince, uzun yapılıydı ve ya§lıydı. Küçük Memet kısacık ve genç� .ti. Küçük Memet utangaç,içine dönük bir ki§iydi, Mıırtaza sert, . kabadayı tavırtı biriydi. İki destancı aynı köydendi. İkisinin de ustası aynı ki§iydi. Ama söyledikleri Köroğlu ba§ka ba§kaydı. Sorira ba§ka anlatıcılada da kar.§ıla§tım. Bir anlatıcı kalaba­ lıklar kai'§ısında ba§ka söylüyordu, ba§ka ögeler katıyordu desta- . na, yalnız söylediği zamanlarda da destan bamba§ka bir §ey olti• yordu. 1940 y�lında Andırının Akifiye köyünde, o köye yakın bir köyden olan Ali Kıvraktan çok uzun bir masal ba§ı tekerierne . dinlemi§tim� Hani §U ünlü tekerleme. Var varanın, sür sürenin, destursuz bağa giremn zopa yemesi çogumuş . ݧte bu tekerlernede ceviz ağacının üstüne bir kesek atılır. Ceviz ağacının üstünde bu kesek koskocaman uçsuz bucaksız'bir tarla olur. Bu tarlayı eker­ ler. · B içmek için bir . çare dü§ünülürken, bir tilki çıkar ortaya. Adam öfkeyle orağı tilkiye atar, orak tilkinin götüne kaçar. Tilki ko§ar, orak biçer, tilki kaçiır., orak biçer. .. Neyse, bütün ekin biçi­ lir... Yıllar sonra, 1952 yılında trenle Erzuruma giderken aynı te­ kerlemeyi lğdırlı bir ki§'ideri duydum. Adam bu sefer keseğiAğrı Dağının üstüne atıyordu. Orada koskocaman verimli ova olu§u­ yordu. Gene_ tilki kaçıyor, orakbiçiyordu. Sonra,. aynı tekerleme. yi Mersin köyluklerinde derledim. Bu sefer de adam keseği denl­ _ ze atıyordu, denizin ortasında bir ova olu§uy · or, tilki kO§uyor, orakbiÇiyordu... Bütün halk ürünleri, türküler olsun, efsaneler, . destanlar, masallar, kilimler, yontular olsun, çağa göre, coğrafyaya, küitür­ lere göre deği§iyordu. Destan,.ti,irkü, masalın kesinlikle bir y�ratıcısı 'vardır. Elbet­ te her topluluğun bir sanat uriiriünü yaratma olanağı yoktur. Ki­ mi ülkelerde otuz bin, kırk bin ki§iılk korolar olduğunu biliyoruz. O ba�ka. ._ . İlyada ve Odysseia üstünde kırk bin kitap yazıldığı söyleni- . yor: Doğru olabilir. İlyada nın Odysseia):un insan soyunun yarat- · tığı en büyük ba§yapıt olduğunu da herkes biliyor. Bu ba§yapıt nasıl yaratılmı§, kim yaratmı§, i§te bu .tartı§malı. Homeros kimdi, nasıl söylüyordu, nerede söylüyordu destanını, bu çok iyi bilinmi. yor. Birtakım olasılıklar üstünde duruluyor. Ba§kaca da olanak ·

·

..

·

.

·

.

.

_

.

'

_

-

__

.

.

_

.

,

125


yok. Yalnız, bugünkü yaratıcılardan yola çıkarsak belki Home­ ros'uıi · k�mliğine birazcık yakla§abiliriz. Biz bugün Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Dadaloğlu hakkında da çok az §ey biliyoruz. Çok az §ey biliyoruz dedimse de, sözünü ettiğim ki­ §iler üstüne birtakım bilgiler var elimizde. Daha dogrusu ipuçları var. Yunusun bir ocaktan, tekkeden yeti§tiğini biliyoruz. Yunus Ocağı da var, diyenler var. Yunus Emrenin, Yunus Ocağından geldiğine tanıklar bulabilirsekı bilim dünyamız çok §ey kazanabi­ lir. Homeros'un da bjr lloıneros Ocağından geldiğini varsayabili­ riz. Varsayabilmek bile Homeroş karanlığına �ıcık da plsa bir ı§ık kaynağıdır. . Pir Sultan Abdal, K<ı.racaoğlan üstüne bildiklerimiz epeyce sağlamdır. Bir varsayımdan da ötedir. Önce Karacaoğlanı ele ala­ yım, benim gençliğimde; Çukurovada, birçok Karacaoğlan vardı. Bir ikisiyle de tanı§tını: Kadirlinin Şabablı köyünden Karacaoğ­ lan. Bti Karacaoğlan benim onu tanıdığımda yirmi ya§larındaydı. Karacaoğlan gibi · türküler · söylüyordu ve sesi çok güzeldi. Yazık ki, o zamanlar çok genÇtim ve falklor derlemeleri yapmıyordum. Sonra öldü. Öteki Karacaoğlan Toroslardandı, Çukurovay;;ı çeltik biçmeye gelmi§ti. Ya§lı, sakallı bit adamdı. Bütün Toros köylüleri ona çok saygılıydılar. Ona bir ermi§e bakar gibi bakıyorlardı. Ün- . lü halk §airi A§ık Hüseyin çok yerlerde §iirleiini, Karacaoğlanın §Ürle�i, diye söylüyordu. Kul Halil, Torosların en ünlü a§ıkların­ dan biriydi. Ya§adığı çağı kimse bilmiyor, Bana kalırsa A§ık Halil on dokuzuncu yüzyıl §airidir. Onun §iirlerini ben Karacaoğlanın diye derledim Çukurovada, sonra Mara§a gittim ki, ne göreyinı, benim Karacaoğlan diye deriediğim §iirler Kul Halilinmi§. Derdi çok diye bir §air var, Mara§ın Af§ın ilçesinden. Bin dokuz yüz kırkiara kadar ya§adığını biliyorum. Derdiçok bir imamdır. Daha ya§arken birÇok §iiri Çukurovada Karacaoğlanın oldu. Gavurdağ­ lı A§ık Hacının, o Hatayın Kırıkhan ilçesinin Ceylanlı köyünden- . dir, çok ünlü bir §iirini Osmaniyenin Bahçe köyünde Karacaoğla­ nın §iiridir, diye derledim. Daha o zamanlar A§ık Hacı sağdı. Köylüler ona Karacaoğlan kadar önem veriyorlardı. Ge�e de en güzel §iirlerinden birkaçını Karacaoğlami vermi§lerdL Karacaoğlan büyük bir ki§iliktir. Bir çığır açıcıdır. Bu ki§iliği halk benimsemi§, .gönlünce bulmu§, onunla bütünle§mi§, onu yüzyıllar boyunca bellekten belleğe .geli§tirerek, kendinden, yara126



ne yineleyeyim, bu iki ba§yapıt, günümüze kadar, ya da yazıya geçtiği güne kadar Homeros adını ta§ımı§sa; demektir ki, bu des.: taml l-Iomeros'uiı bÜyük katkısı olmu§, o, kendinin de, çağının da yaratıcılığını destaiıa eklemi§tir. Destanın üstünden �kan sular· dan birisi de çağı ve kendisi olmu§tur. Halkın birer ba§yapıt olan ürünleri, kilimleri, destanlan, yontulan, §İirleri, türküleri büyük ki§iliklerin ürunleriAolduğu ka­ dar halkların da yapıtlarıdır. Her birinin ba§yapıt olması bıi özelliğinden geliyor� . . Örneğin bir melodiyi ele alalım, o melodi ortaya çıktığından . pu yana kaç. milyon ses, saz onu, kırk bin yıl su altında kalmı§ ·ça­ kılta�ı gibi cilalamı§tır? Halkın melodileri kaç büyuk ustay� kay­ m,tklık etmi§tir? Çağımııda bunun bilincine vanlıyor ve büyük ustakırın yapıtlarmda yüzyılların sesleri aranıyor� Bir .de destanlarda, §İirlerde doğa betimlemeleri var. Örneğin .Homeros'un doğa betimlemelei-i ... Olacak ݧ değil. Bir ki§i böylesine, böyle · derinlemesine doğanın gizine nasıl varabilir. Uzun uzun; yıllar yıiı · Homeros'taki betimlemeler Üstünde dü§üri� düm, Karacaoğla:nm, Dadaloğlunun, öteki halk yap�tlarının da üstünde dü§ündüm, bir sonuca varır gibi oldum. Halk §airleri, halkın doğa kar§ısında birtakım . dü§ünceleri var; . doğayı aniatma . ' biçimied var' halk bunları da kli§e durumuna getirrni§, halk §air� leri bu kli§eleri alıyor, babasınıİı.malı gibi kullanıyor. Bunlara bir­ çok örnek verilebilir:.İncecikten bir ka:- yağar, 1 Eğrim eğrirrı uçan turnalar, 1 Yanar oylıım oy/um 4uman görünür. Birkaç örnek daha vermek isterim. Varmış bir kôtünün koyniına girmiş / Şu benim 6pmeye kıyamadığım. Bu iki diie KaracaOğlanın, Sonra, birçok tür­ küde, ağıtta buluyoruz öpmeye k:jılamayanı. Anavarza ağıdın­ dan: Dervişin mendili ala 1 Bülbül konar daldan dalili Ben opmeye kıyamazdım ./ Belemişler kızıl kana. Kozanoğlu ağıdından: Karalı -

· '

·

·

.

.

.

·

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

·

·

yağlık karası 1 Adana Kozan'arası- 1 Ben öpmeye kıyamazdım /Ak döşü süngü yarası. Böyle çok örnekler bulabiliriz. Halkın sartat

ürünleri o halkın insanlık düzeyinin ta kendisidir. Homeros'un epopesi, o zamana kadar gelmi§ geç'mi� Akdeniz insanlığıdır. Ma- . nas da, Çangu: da Orta Asy<'ı ihsanlığıİıın .. Dede Korkut, Türkiilenin insanlık macerasın.ın kendisidir: Ba§ka bir" soruya daha kar§ılık vetrnek gerek. Büyük ustala­ rın . hiç mi ki§isel yaratıları . yok? Koca · bir halk, toplum habire durmadan yaratıyor· da, ki§iler yaratmaz olur mu? Homeros'lar, .

·

128

·


Karacaoğlanlar, Dede Korkutlar, Dadaloğlular... Gene bugün� den bu soruya karşılık verebiliriz. Halkın söylemediği, söyleyeme­ diği nice duyguları Karacaoğlanlardan duyabiliriz. Halktan . ne kadar öğreniyorsa bir büyük usta; kend� kişisel yaratısından da halka o kadar veriyor. Böylece halkı kişiyi zenginleştirirken, usta­ lar da halkı zenginleştiriyorlar yaratılarıyla. Bir sorun üstünde biraz daha durinak isterim. Halkın sanat ürünleri, yaratıları hiç değişmiyor · mu? Daha önce bu konu üs­ tünde durmuştum ya, bir örnekle biraz daha durayım. Karacaoğ­ hinın · çağını 16ncı yüzyıl ya da 17nci yüzyılın başı sayalım. Kara­ caoğlan konup göçen Türkmenin şairidir. Yazın Toroslar, kışın Çukurova. Bunu Karacaoğlanın şiirlerinde apaçık görebiliriz. Durağan, dalgasız, kıvançlı bir toplumdur Karacaoğlanın roplu­ mu. Bunu da Karacaoğlanm şiirleri bize söyler. Üç derdim var bir­ birinden ayrılmaz ! Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir. ölüm. Sonra ölüm k alım, aşk, cinsellik, doğaya hayranlık. . . Büyük Karacaoğlan ır­ mağına da onun göç�be halkı, Karacaoğlanın şiirleri gibi şiirler katmış. Karacaoğlan diye derlediğimiz birçok şiir Karacaoğlan bi­ çemine uyuyordu. Sıvasta derlerien başka şiirler de az çok Pir Sultan şiirine uyuyordu. Kimse P,ir Sultanıq kavga şiirini, yani, Teber çekip şu mağaradan dışan 1 Çıkalım bakalım nicolsa olswı'u Karacaoğlan defterine yazmıyordu. 1 9uncu yüzyılda Karacaoğlanın şiirinin üstüne başka bir kişi­ lik geldi, Dadaloğlu. Bu şairin sesi, davranışı. başkaydı. Çünkü Türkmende koşullar değişmiş, Tütkmenin düzeni bozulmuştu. Artık göçebeTürkmen yerleşmeye, dünyasını değiştirmeye zorla­ nıyordu. Türkmen de buna kjlrşı koyuyordu, başkaldırıyordu pa- .·. . . ·· . . dişaha. 1865 yılında Çukurova Türkmenleri başkaldırdı, Dadaloğlu · bu başkaldıran Türkmenlerin önderlerinden biriydi. Yerleşmek istemiyorlardı. Osmanlı bu yerleşme istemeyen Türkmenlerin üs­ tüne ordu gönderdi. Ve Dadaloğlu tok' sesli hir başkaldırının §İ­ irini söyledi. Artık Türkmende Karacaoğlandan başka bir ses, başka bir olgu vardı. Halkın bütün sanatsal değişimleri, koşulla·· rın değişimiyle olmuştur. · Bugün Çukurovada · yetişen şairler hep zuhnü, topraksızlığı; İşkenceyi söylüyorlar. Ben burada bir sonuca, sonuçlanı varmış değilim. Salt ipuç­ ları verınekti çabam. Bu ipuçlarından sağlıkla bir yere varılahilir. ·

.

.

·

·

Ustadır Ar.ı

1 29/9


Hal� ürünlerinin insanlık maceramızda yerlerinin epeyce etkin olduğunu söylemek fazla bir sav değil gibime geliyor. ݧte Iiome­ ros, i§te Yuntis, Pir Sultan, Karacaoğlan, i§te türküler, i§te kilim­ ler, yontular. Size sevdiğim birkaç halk§iirini de sunmak isterim. Yazıının 1 kimi yerlerine bıınları örnek sayabilirsiniz. Şu yalan dünyaya geldim geleli Tas tas içtim ağuları sağ iken Kahpe felekve,mez benim muradım Viran oldum mor, sümbüllü bağ iken Aradılar bir terthada buldular Yasiandılar §ıvgalarım kırdılar Yaz b ahar ayında bir od verdiler Yandım gittim ama karlıdağ iken Farımaz da deli gönlüm farımaz Akar gözlerimin y<l§ı kurumaz Şimden geri benim hükmüm yürümez Azil oldum güzellere bey iken Karacaoğlan der ki bakın geline Ömrümün yarısı gitti tatana Sual eylen biıden evvel gelene Kim var idi biz bıırada yoğiken * * *

Çıktım yücesine seyran eyledim Cebel önü çayır çimen görünür Bir tirkat geldi de co§tum ağladım Al ye§il bahçeli Kaman gÔrünür Şa§tım hey Allahım ben de çok Şa§tım Seyrettim Akdağı Bozoka dü§tüm Yozgatın üstüne bit ate§ açtım Yanar oylum oylum duman görünür

130


Biter Kır§ehirin güJieri biter Ufacık güteller hep yerii yeter Çığrı§ır dalında bülbüller öter Güzelin ka§ında keman görünür Gönül arzuladı Niğdeyi Boru Gün günden artmakta yiğidin zan Çifte bedestenli koca Kayseri Erciyes kar§ında yaman görünür Dadaloğlum der zatıdan zatı Çelcin eyerleyin gökçe kır atı Göçrnekdeğil bizim elin muradı Ak yare gitmemiz gi,iman görünür * "' "'

Biz dünyada gider olduk Kalanlara selam olsun Bizim için hayır dua Kılanlara selam olsun Ecel büke belimizi Söyletıneye dilimizi Hasta iken halimizi Soranlara selam olsun Tenin ortaya açıla Yakasız gömlek biçile Bizi bir asan vechile Yuyaniara selam olsun

· Sela verdik kastımıza

Gider olduk dostumuza Namaz için üst'\imüze Duranlara selam olsun

Eceli geİenler gider Hepsi gelmez yola gider Bizim halimizden haber Soranlara selam olsun 131


Dervi§ Yunus söyıer sözün Ya§ doldurur iki gözü!} Bilmeyen ne bilsin 'bizi Bilenlere selam olsun * * *

Ak§am olur mahpusane kitlenir Kimi kağıt oynar kimi bitlenir Kiminin temyizden evrakı· gelir Dü§tüm bir ormana yol belli değil Yatarımyatarım gün belli değil Mahpusane içinde üç ağaç incir Kolumda keİepçe boynurnda zincir Zincir sallandıkça her yanım sancır Dü§tÜm bir ormana yol belli değil Yatarını ratarım gün belli değil * * *

Enginde yüksekte yatan erenler Yeti§in imdada aldı dert beni Ba§ım alıp hangi yere gideyim Gittiğim yerlerde buldu dert beni Oturup benimle ibadet kıldı Yalan söyledi ·de yüzüme güldü Yalın kılıç olup üstüme geldi Çaldı bölük bolükböldü dert beni Üstüınüzden geçen boran kı§ gibi Seherde sabahta gelen dü§ gibi Şahinpençesinde yavru ku§ gibi Çağırta çağırta aldı dert beni

132


Pir Sultan Abdalım gönlüm hastadır Kimseye diyemem herkes yastadır Bilmem deli oldu, bilmem ustadır Söyle bir sevdaya saldı dert beni * * *

Kara çadır is mi tutar Martin tüfek pas mı tutar Ağiayalım anam bacım Elin kızı yas mı tutar

·

Basma fistan kirlenirse Ba§ta püskül fırlanırsa Ya kimlere baba desin Senin bebek dillenirse

3-5 Mayıs 1992

133


FOLKLOR SANATA DÜŞMAN MI? Bir zamanlar yazarlarımız, özellikle §airlerimiz folklora dü§­ man kesilmi§lerdi. Bir falklor dü§manlığıydı almı§ yürümü§tü. Kimse bu falklor dedikleri neydi, neyin nesiydi, diye dü§ünmü­ yordu bile. Birçokları kendilerini bu havaya kaptırmı§lar ba§larını almı§ gitmi§lerdi. O zamanlar niçin folklor, yani halk bilgisi, yani halk kültürü üstünde böylesine az durmu§, ya da hiç durmamı§ dü§ünmemi§­ tik. Biz, Osmanlıcadan Türkçeye geçtiğimizde yazı dilimiz çok fa­ kir kalml§tı. Bu dille doğru dürüst bir edebiyat yapılamazdı. Oysa bütün dil zenginliğimiz halktaydı. Anadolu Türkçesi çoban dili değildL Yüzyıllardan bu yana öylesine i§lenmi§ti ki, büyük §airler yaratmı§, büyük destaniara damgasını vurmu§tu. Öylesine anla­ tımlar yaratılmı§tı ki, bu kadar türlü anlatırnlara insan §a§maktan ba§ka bir §ey yapamazdı. Bu zenginlik yeni, terü taze bir yazı dili yaratmaya gebeydi. Bu dil, öylesine zengin . bir kaynaktı ki, · bizim edebiyatçıların i§i, eğer bu kaynağa bilinçli olarak ba§vurursak, çok kolayla§mı§tı. İlk olarak Nazım Hikn1et bu dile, biı anlatım biçi�i zengin­ liklerine ba§vurdu ve çok ba§anlı oldu. Bu halkı, bu halkın ya§am biçimini, doğayla içli dl§lı olu§unu, maceralarını deh§et bir tanık­ Iılda yazdı. Dile, anlatım biçirrilerine öykünmedi. Bu büyük kay­ nağı özümsedi, halkın yaratı§ . biçimlerini de özümsedi. Doğayla, insanla yüzyıllardır i§lenmi§, zenginle§mi§ bir dille zenginle§ti, kendi zenginliğini, anlatım biçimini yarattı. İnsanlığa da böylesi­ ne büyük bir sanat armağan eyledi. Çok özgün bir §iir verdi. Ve bu §iir de, uzmanların söylediklerine göre, · birçok ülkenin §iirini etkiledi. Ve Nazım Hikmetin ardından genç bir ku§ak ortaya .çık­ tı. Ba§ta Orhan Veli, Nazımın yürüdüğü yoldan yürüdü. Halk §i­ irini, halkın zengin dilini kendine kaynak yaptı, anlatımlarını kav­ radı: O da Nazım gibi özlü, özgün büyük §iirini yarattı. Fazıl Hüs" nü Dağlarca, ilk §iirleriyle Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat bu kaynağa bo§ veremediler. Bunlar da iıe dile, ne anlatımiata öy­ kündüler, bu kaynaktan yararlanmanın yollarını aradılar, özgün,

134


zengin §iirlerini yarattılar. Ahmed Arif bu büyük §iirin son halka­ larından biriydi. O zaman bu halk kültürü dü§manhğı nereden çıktı, niçin folklor §iire dü§man, dediler. Gerçeği §U ki, birtakım insanlar folkloru §iire dü§man kılmı§lardı. Halk kültürünü, halk anlatımı­ nı, yani masallardaki, destanlardaki anlatımı, halk §iirini, öteki halk ürünlerini özümsemek yerine onlara öykündüler. Bu deh§et bir moda oldu, ortalığı kastı kavurdu. Bu öykünüler ulusal edebi­ yat, ulusal kültür oldu. Oysa hemen hiçbir değeri olmayan öykü­ nülerdi bunlar. O zengin dilden anlatımlardan hiçbir §ey yoktu bu öykünülerde. Devlet de bunları destekliyordu. Yıllarca birta­ kım §aider Karacaoğlan, Yunus, Dadaloğlu gibi yazmaya özendi­ ler, Öykünü onların, yetenekleri varsa bile, yeteneklerini yedi. Bunları da gören ba§ka §airler, bu. öykünüleri §İir, hikaye, masal saymayan yazın erieri kababati folklora yüklediler. Ve folklor §i­ irin dü§manıdır, diyebildiler. Yani halk kültürü edebiyatın dü§­ manıdır demeye getirdiler. Hakları var mıydı, yok muydu bu bir ara§tırma konusudur. O günün havasının sorunudur. Yalnız arkada§larımız bu yok sayma seline kendilerini kap­ tırmamab, kabaca da olsa o folklor dedikleri ha,lk kültürü üstün­ de dü§ünmeliydiler. Orhan Veli, halkın zenginliğine ba§vurarak büyük §iirini yaratmı§tı. Birçok ki§i daha, ülkemizde, bu i§i yapmı§, ba§arıya ula§mı§, özgün sanatını geli§tirmi§, büyük §iire, anlatıma ula§mı§­ tı. Bir de dünya sanatı. vardı kar§ımızda. Birçok dünya yazarı, müzikçisi halk masallarından, destanlarından yararlanarak büyük sanatlarını gerçekle§tirmi§lerdi. Shakespeare'in oyunlarının çoğu halk masallarından efsanelerinden yararlanmadır. Şuna iyice dik­ kat edelim, öykünme değil. Faust'un ne olduğunu herkes bilir. Beethoven'in müziğinin temelinde halkın binlerce yıl olu§turdu­ ğu melodiler, temalar vardır. Barok müzik öyle değil mi, yüzyılı­ mızın büyükleri Bela Bartok, Haçaturyan, öteki Rus . bozkır mü-. zikçileriıiin temeli gene halklar değil mi? Bırakalım Joyce'u. O, uzmanların i§i. Dünyanın, insan soyu­ nun yarattığı en büyuk §air Homeros bir halk ozanı değil mi? Yu­ nus Emre, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal birer halk ozanı değiller mi? O, dilimizin büyük zenginliği; anlatırnın görke­ mi Dede Korkut bir büyük destancı değil mi? ·

·

135


Ne yapalım, bazı yanlı§ sebepler çok çok yanlı§ı yanında geti­ riyor. En olumlu, en olumsuzu da yanında getiriyor. Falklor sa­ natların lması ve en büyük dostudur.

1993

136


SiViL ÖRGÜTLENME Yirmi birinci yüzyıl insan hakları yüzyılı olacaktır. Bütün ge­ li§meler bunu gösteriyor. İnsan haklarının sınırları her gün geç­ tikçe biraz daha geni§liyor diyemeyeceğim,ı ba§ döndürücü bir hızla geni§liyor. Bundan önceleri aklımıza bile gelmeyen haktan sayılmayan' birtakım haklar en vazgeçilmez haklar arasına giriyor ve insanoğlu bu yeni haklar için de sava§ım vermeye ba§lıyor. Dünya yeni bir haklar olu§umu içinde. İnsan haklarıyla birlikte ahlakta da bir deği§im, bir geli§me var. Yeni ahlak olu§umlarıyla da kar§ı kar§ıyayız. Dünyamızda bugün iki yüzden fazla devlet var. Devletler de, g ittikçe çoğalıyor. Uzun bir süreden bu yana da, dünyada bir de­ mokrasi sava§ımı veriliyor. Demokrasiyi yerle§tirmede insanlık bugüne kadar ba§anh oldu diyemeyiz. Çok bellenmi§ sözlerle l_ço­ nu§maktan ba§ka umarımız yok, bunun ekonomik, sosyal, bölge­ sel birçok sebepleri var. Yüzyılımız da bu sebepleri ezbere bili­ yor. Yalnız umut verici bir sebep daha var ki, insanlık gerçekde­ mokrasiye ula§abilme}{ için canını di§ine takİm§, gittikçe hızlanan bir !>aVa§ım veriyor. Bilim adamları, yazarlar, sanatçılar, gazetici­ ler, yani halkların dili olanlar, günümüze kadar görülmemi§ bir uğra§ım içindeler. Gene de bu çabalar yeterli değil. Dünyayı her yönüyle bozduk, iler tutar yerini bırakmadık Dünyamızı bu hale . getiren ba§lıca sebep ya§amakta olduğumuz egemen düzenlerdir. İçinde ya§adığımız düzen bize bundan daha iyi bir dünya vere­ mezdi. Bir çöküntünün ba§ında, ortasında değiliz, sonuna yakla­ §ıyoruz. Dünyamız her yönüyle gittikçe de bozuluyor. Doğanın öl­ mekte olu§u insanlığın ba§ındaki en büyük bela. Sonra nükleer sava§ olasılığı, değerlerin çökmesi, karman çorman olması . . . İn­ sanlığın ya,nlı§ eğitilmesi... Ve bütiin bu sorunların gittikçe de bü­ yümesi, tükeni§in ba§laması. Yok olmanın e§iğine kadar gelme­ miz. iyimser ki§iliği var çoğumuzun. Bundan dolayı mı acaba yok olmanın e§iğindeyiz diyoruz? Bir de küçük k'üçük sava§lar var günümüzde, Bosna-Hersek Sava§ı, Somali, Angola, Doğu Anadoludaki Türk-Kürt sava§ı... 137


Bu Türk-Kürt sava§ının adı konmadı. Daha da kimse bu sava§a bir ad koymak istemiyor. İster · adı konsun, ister konmasın, bu bir sava§tır. Hem de kuraldı§ı, ırioraldı§ı bir sava§tır. Onun için kim­ se de bu sava§a ad koymak yürekliliğini gösteremiyor. Burada si­ vil halk öldürülüyor, i§kencelerden geçiriliyor. Yüzlerce "faili meçhi.ıl" cinayet... Bu cinayetleri devletin k�rduğu cinıtyet §ebe­ kelerinin i§lediği her gün gazetelerce yazılıyor, suçlanan devletse ağzını açmıyor. Evler yakılıyor, köyler sürgün ediliyor, kasabalar, iller top ate§lerine tutuluyor, bombardıman ediliyor, bayramlarda çoluk çocuk kuf§unlanıyor. Gene kimşeden çıt yok. Bütün bu suçları devlet ya §Öyle, ya böyle üstlenmi§ oluyor. Evet, bu bir sa­ v'a§ değil, sava§ morali, bu sava§a göre daha üstün, daha insanca. Bosna-Hersek de Güneydoğu sav.a§ı gibi insanlık dı§ı ve in­ sanlığın yüz karası. Soıpali gözümüzün önünde, onun hakkında fazla konu§riıaya gerek yok. Bu bölgesel dediğimiz sava§lar, dün­ ya sava§ları kadar insanlıkta yaralar açıyor. Ve bu sava§lara, en korkuncu, insanlık seyirci kalmaktan ba§ka bir §ey yapamıyor. Bütün bunların günahı kimin boynunda? Bu çağda insanlık, in. sanlığından çıktı da vurdumduymaz ını oldu? Böyle bir §ey gel­ . mi§se· insanlığın ba§ına o zaman yapacak hiçbir §ey yok niu? Bun­ ca çaba güme mi gidecek? Bütün bunların önüne geçmek için ça­ balar ba§lamı§sa, insanlığın bir kısmı canını di§ine takmı§ uğra§ıyorsa, daha heqey bitmemi§ diyemez miyiz? . Hükümetlerin ayrı ayrı çıkarları var. Örneğin bir küçük' sa­ va§ta kimi hükümetlerin, devletlerin çıkarları var. En namuslu, en demokrat gözüken bir devlete bakıyoruz, çarpı§anların en ırk­ çısına, haksızma türlü yardımlar ediyor, silah yardımından politik yardırnlara kadar. Bundan vatanda§larının bile, kimi zaman, ha­ berleri olmuyor. Medya da ona göre ko§ullandırılmaya çalı§ılıyor. Halklar da ko§ullandırılıyor. Kimi devletler Birle§mi§ Milletleri biie istediklerinde iste­ dikleri yöne sürükleyebiliyorlar. Dünya §U anda bir çıkar çatı§ma­ sında. Kim kimi daha çok sömürebilecek, kim kime daha çok ka­ zık atabilecek, kim kimi daha çok kandırabilecek. Bu küçük sa­ va§lar, büyük çıkarların sava§larıdır. Bütün bunları söylemekle devletlerden, hükumetlerden vazgeçelim demiyorum. İnsanlık buna §imdilik müsait değil. Bunun için, insanlığın insan olabilme­ si, bütün sorunlarının üst�sinden gelebilmesi için, gerçek, yalan­ sız dolansız bir demokrasiye kavu§abilmesi gerek. Dünyamız bu ·

138


dediğim demokrasiye ula§abilı:pi§ olsaydı §imdi kar§ı kar§ıya kal­ dığımız belaların hiçbiri ba§ımıza gelmezdi. Doğa sorununda insanlık ya"a§ yava§ uyanmaya ba§ladı. Ne kadar az olsa da Ye§illerin çabası di§e dokunur hale geldi. Ye§il­ ler bu yüzyılın Öa§ında ortaya çıkinalılardı. Bu i§te çok geç kalın­ dı. Ye§iller ortaya çıkıncaya kadar doğa çoktan doğalıktan çık- . mı§tı. Doğanın ne kadar yıkıma uğradığını daha· bilemiyoruz. Bi­ limsel ara§tırmalarımız yetersiz. Türkiyeyi örnek alacak olursak, erozyon bu ülkenin topraklarını bitirdi. Bitirmekte demiyorum, bitirdi. Bunu hükümetlerle halk el ele vererek gerçekle§tirdi. Şu günlerde Orta Anadolu insansız kalmı§, ot bitirmez bir kuru top­ rak parçası. Dünyanın en bereketli toprak parçalarından biri, Çu­ kurova, artık çölle§meye yüz tutmu§, yakında çölle§ip tuzlanacak bir yer. Bütün Akdeniz ülkeleri de erozyon bakımından Türkiy�­ den beter. Bir de su ve hava kirlenmesi... Dünyanın felaketi yüz­ yılın ba§ında ba§ladı. Ama buna kar§ı insanların son birkaç yıla kadar Wyü kıpırdamadı. Sonra Ye§iller, ba§ka küçük kurulu§lar... Gördük ki, bütün bu kurulu§ların bu korkunç yıkıma kar§ı gücü yetecek gibi değil. Daha çok örgütlenmeler, daha etkin müdahaleler... Daha çok in­ sanı sava§ıma kazanmak, daha, daha, daha çok insanı. Doğanın yok edilmesine kar§ı daha çok örgütün, daha çok katılımın, daha çok demokratla§manın geFeği var. Doğanın öldürülmesinin önü­ ne halkların büyük katılımları, daha bilinçlenmeleri geçebiljr. Bu da daha çok demokratikle§me demektir. Daha çok örgüt, daha çok, daha çok sivil örgüt. Eğer insan hakları örgütleri daha çok etkili olsalardı, eğer Ye§iller daha örgütlü olsalardı, eğer ba§ka örgütler daha çok et­ kili olsalardı, eğer ba§ka ba§ka sivil örgütler halka inebilselerdi, halklar yan etkilerden) medyanın kıyımından, yıkımından bilinç­ lenerek kurtulabilseydi, en azından bugünkü , Bosna-Hersek Utancı insanlığın suratma kapkara bir çamur lekesi gibi yapı§­ maz, insanlık onaramayacağı böyle bir yara almazdı. Güneydoğu­ daki Türk-Kürt sava§ı da böyle. Bunlar uluslar ve dünya insanlığı için küçük yaralar değil. Bunlar yava§ yava§ insanlık bedenini çü­ rüten yaralardır. Güneydoğuda pislik yedirilerek a§ağılanan halk­ la birlikte insanlık da a§ağılanmı§tır, yalnız Türk ve Kürt halkları değil. Bosna-Hersekte yalnız Bosna çocuklarına kıyılmıyor, tüm insanlığa da... Hideı: altı milyon Yahudiyi öldürmedi, insanlığı da

·

·

139


onlarla birlikte çökertti. Görmüyor . muyuz, artık insanlık İkinci Dünya Sava§ı öncesindeki insanlık değil. Dünyada i§kence almı§ ba§ını gidiyor. Bizim .ülkemiz Türki­ ye de ba§ta. irisanlık da açıi:ıı§ gözünü seyrediyor, yaralandığının, bozulduğunun, yozla§tığının farkında olmadan. Bu i§kencelere kar§ı Dünya Af Örgütü kuruldu. Çok az bir sürede geli§ti. Arka­ sına, gerektiği kadar değilse de, halkların vicdanını aldı. Ve bu kurulU§ dünyada o kadar ·etkili oldu ki, i§keiıceci devletler ondan korkar oldular. Çünkü bu örgüt, yansız bi,r örgüttü ve yalnız in­ sanlığın vicdanına söylüyordu ne söylüyorsa. Bir sıralar barı§ örgütleri de etkili oldu. Nükleer sava§ bela­ sına kar§ı halkları uyarmaya çalı§tılar. Günümüzde de "Sınır tanımayan muhabirler", "Sınır tanıma­ yan doktorlar" var. Ba§ka kurulu§lar var. Örneğin, "Evrensel Kül­ türler Akademisi". Bunlar §imdilik etkileri sınırlı kuruİU§lar ya, gene de seslerini bütün dünyaya duyurdular. İnsanlığın hayranlı­ ğını kazandılar. Böylesi örgütler çoğaldıkça, etkinlikleri geni§le­ dikçe, özlediğimiz demokrasiye insanlık erinde geeinde kavu§a­ caktır. Bu örgütler halkın gücünü, devletlerin gücünün üstüne çı­ karacaktır. Çünkü halk, her §eyden önce kendi çıkarını, insanlı­ ğın, geleceğimizin çıkarını dü§ünecektir. Devletler, çıkarcılar, bu kurulu§lar güçlendikçe insanları daha az etkileyebilecekler, in­ sanlık vicdanını daha az yaralayabileceklerdir. İnsanlığın kurtulu§u biraz da sivil örgütlenmenin çoğalması­ �a, bu örgütlerin insanlığı etkilernelerine bağlıdır. Bu örgütler in­ sanlığı doğanın öldürülmesine kar§ı bilinçlendirebilirler. ݧkence­ ye, sava§a, insanlığın her anlamda a§ağılanmasına, kültürlerin erozyona uğratılmasına, yok olmasına kar§ı insanlığı ıiyarabilir, bilinçlendirebilir, harekete geçirebilirler. İnsanlık öyle sanıldığı kadar vurdumduymaz olmadı. Yirmi birinci yüzyıla sivil örgütlenme güçleriyle girersek, yüzyılımız için daha onurlu bir çıkarma olur. Sanıyorum yirmi bi­ rinci yüzyıldan daha iyi bir kabul görürüz. Gelecek, yüzyılımızda i§lenen suçların hiç olmazsa birazını bağı§layabilir. ·

Eylül /993

140


DEMOKRASi YALANI* Sevgili arkada§lar, Demokrasi kurultayının açı§ konll§masını bana verdikleri için arkada§larıma te§ekkür ederim. Size de ho§ geldiniz, diyorum. Bu kurultaya, Birinci Demokrasi Kurultayı, desek nasıl olur. Bu bir öneridir. Bu öneriyi sonradan tartı§sak iyi ederiz. DetnÜk� rasi Kurultaylarına, bu gidi§le çok gereksinm�miz olacak. Yetmi§ yıldır Türkiye halklarının ba§ı belad.a. Türkiye yetmi§ yıldır özgürlük yüzü, rahat yüzü görmedi. Yetmi§ yıldır insanca bir ya§ama eri§eıpedik. Gerçek bir demokrasiye ula§mak kolay olmuyormu§. O . da, kan ve gözya§ı istiyörrnu§. O da, akıl ve tlü­ §Ünce çabaları istiyorm�§. Demokrasi üstüne böyle ba§ ba§a verip tartı§mamız, dü§ünmemiz de gerekmi§. Demokrasinin de diken� lerle, uçurumlarla dolu yollarıqı açmak o kadar kolay bir i§ değilmi§.

'

. Gerçek bir demokrasiye ula§mak bir topluluğun, birkaç toı>; luluğun iyi niyetli çabasıyla gerçekle§tirilemiyor. Dı§arıdan de­ mokrasi de bir süs olaraktan, bir yalan olaraktan kalıyor. Demok­ rasiyi bilinçlenmi§ halklar yaratır. Çünkü demokrasiyle yönetil­ rnek en çok onun çıkarınadır. Halk sınıflarının dı§ındaki sınıfların da i§ine yarar demokrasi ya, onlar · gündelik çıkarlarından ba§ka bir §ey görmedikleri için demokrasinin çıkarlarına olduğunu an­ layamazlar. Demokrasi dü§manları Türkiyenin insanları bilinçlenmesin­ ler, demokrasiye ula§amasınlar, haklarını aramasınlar diye elle­ rinden her geleni yaptılar. Bir tek örnek vereceğim, demokrasi diye diye yönetimi ele geçirenler, insan soyunun bu çağa kadar görebildiği, bundan sonra kolay kolay göremeyeceği en ·ileri, en insani bir eğitim düzeni olan Köy Enstitülerini kapattılar. Ve bu­ nu da demokrasi adına yaptılar. Şu artık dünyanın kabul ettiği bir gerçek ki, . bugün dünyadaki eğitim düzeni yeterli, insanı insan edecek, insanı insan olmanın bilincine vardırabilecek bir eğitim , düzeni değildir. '

Yrujar Kemalin Demokrasi Kurultayındaki konu�ması.

141


Burada demokrasimizin önündeki engelleri arkada§larımız en ince noktalarına kadar inceleyecekler. Yalnız ben bu arada bir şey söylemek isterim, Türkiyenin halkları böylesine; ağır, onu a§a­ ğılayıcı haskılara layık halklar değillerdir. Bizim halklarımız bü­ yük kültür birikimleri olan halklardır. Daha demokrasinin adı bi­ linmeden, demokrat yönetimlerle ilk yönetilen halklar bu toprak­ ların halklarıydı. Bütün çağların en ileri, en sağlam, en insani eği­ _tim düzenini uygulayan bir ülke, önündeki korkunç engeller, uçu­ rumlar. olmasaydı gerçek bir demokrasiyi de yaratabilirdi. Bu güçler vardı. Yazık ki, yöneticiler demokrasi dedikleri ucubeyi yalan duvarlarının arkasına sakladılar. Halka en ağır baskıları yaptılar, ezdiler, kahrettiler, sömürdüler, onları a§ağıladılar, bir de, biz demokratız, diye yutturmaya çah§tılar. Daha da halklarına bu korkunç yalanı yutturduklarını sanıyorlar. Daha kötüsü dünya halklarına yutturduklarını Sanıyı;>rlar. Bu bizim ikiyüzlü yöneticilerimizin, bu tutunilan üstüile Türkiyede ve dünyada kitaplar dolusu incelemeler. yapılacaktır.. Eğer bir gün yeryüzünde ikiyüzlülük anıtları dikilirse en görkemli anıt bizim yöneticilerimizin anıtı olacaktı:ı:. Hele bugünlerdeki · demokrasi adına uygulamalara, insanlık bir ad bulamayıp da bocalayıp duruyor. Geçenlerde birkaç arka� da§la · tartı§ıyordtik da ... Ben Nazi kalıntısı, fa§ist lçabntı, İttihat Terakki kahntısı, dedim, arkada§lar bana kızdı. Ben de onlara kızdım, bu korkunç baskı yönetimi hiç baskı yönetimine benzeİni­ yorsa, suç benim mi, dedim. İsterseniz siz demokrasiye benz�tin, yürekleri atar mı? Tartı§tığım ki§iler kültürlü, - akıllı, bir de .na. mushı ki§ilerdi. Demok.rasimize bir ad bulamadıkları için üzüldü­ ler. Üzülmeyiil arkada§lar, dedim. HaQi §imdiki yöneticilerimiz bizim itibarımız göklere ula§tı dünyada, diyorlar ya, doğru söyle­ miyorlar. .Bizi ülke olarak ciddiye almıyorlar da; azıcık rahatız. O da değil, dünyayı izleme olanağımız yok da, dünyada bizi nasıl ' görüyorlar bilemiyoruz. ' Dünyaya söyfeı:.llPniZ,�emok.rasi yalanını senin benim gibi herkesler de. biliyot/ Ülkemizin bir i§��nce··ülkesi, bir i§kence cehennemiolduğu­ nu yeryüzlinde bilmeyen .yok. Mısırdaki sağır sultan değil, Kaf Dağının ardındaki kara karınca d aduydu. İnsan haklarının çiğnendiği ülkelerin en ba§ında ülkemizin geldiğini bilmeyen bir tek ülke var mı yeryüzünde? ·. .

142

.

,

..


. Bir ülke için gerçek bir demokrasiyle yönetilrnek ne kadar büyük bir onursa, iri�an haklarını çiğneyerek zulümle, a§ağılana­ rak yönetilrnek de o kadar onursuzluktur. Bu namussuz i§te halk­ larımızın günahı yok. Gene de, bir gün demokrasiyle y..önetilmek onuruna kavu§acaksak bu, halklarımızin sağduyusu ve gücü yü­ zünden olacaktır. Karpuzu BüyükHasan Dede ne demi§: Halka taneylemelç nemii Cümle küstahlık bizdedir.

Uzun yıllardan bu yana, yani demokrasiyle yönetiliyoruz de­ diğimiz günlerden bu yana, eğer kendimize ve insanlığa katmerli yılianımızı söylemeseydik, Türkiyedeki gelir dağılımı , böyle ol­ mazdı. Çalan çaldığıyla k:alamazdı. Bilim adamlarının dediklerine göre b\1 i§te. dünyadaki §ampiyon ülkelerin ba§ında geliyormU§UZ. Bu çok utanç verici bir durum. Çünkü olanaklarımız buna · izin veremez. Zorla alır. halkın ba§ında ate§ler yakarsın... Halklarımız böylesine yoksul olamazdı,·· eğer demokrasiyi ucundan yakalasay­ dık, Biı§ımıza gelen kötülükleri bir bir sayacak olursak, hepimizin burada bir hafta oturmamız gerek. Yani arkada§lar, roman yaza­ cağım demiyorum, i§te böyle bir bir anlatacağım, diyorum. Eğer bu korkunÇ maceraılln romanını yazacak olsam benim de, ne ka­ dar genç olursanız Ôlun sizin de ömrünüz yetmez. Eğer demokrasinin Dsİyle yönetilmeye ba§lasaydık i§e ba§la­ dığımızda, Kürt sorunu da ba§ımıza gelmezdi. Kürtler de, Türk­ ler de insani haklarına kavu§abilirlerdi. . Aranızda §a§ıranlar oldu, biliyorum. Türk halkının durumu, Kürt halkının durumu gibi mi, diye soruyorsunuı, haklısınız, iki halk aynı durumda değil. Örneğin, ne kadar kötü olursa olsun, ne kadar çağdl§i eğitim yaparlarsa yapsınlar, Türk halkına Türkçe eğitim veren okullar, üniversite­ ler yok mu? Var. Eğer Türkiyede gerçek bir demokrasiyle yöne- · tilseydik Kürtlerin de böyle okulları, üniversiteleri olması gerek­ mez miydi? · Bu haklarını Kürtierin istemelerine . hiç gerek yoktu. Kürtler istemese de, demokratik bir devletin bunları, onlara zorla vermesi insanlık öde,viydi. 1 , Demokrasiyle yönetilen yönetimlerin ba§ka insanlık ödevleri var. Demokrasiyle yönetilen yönetimler, hiç bin yıllık karde§leri-

·

·

143


nin dillerini keserler miydi? Sen Kürtçe konllljmayacaksın, Türk­ çe konu§acaksın der miydi? İnsan . bin yıllık karde§ini boylesine a§ağılar mıydı? Tütkiye §imdiye kadar insanlık dı§ı bir §ekilde yörietilmesey­ di öz karde§ini dilinden mahrum edecek kadar a§ağılar mıydı? Ona, senin dilin be§ yüz sözcüklük bir dildir, konu§ma bunu, der miydi? Türkçeye de dü§manlarının be§ yüz sözcüklük bir dildir, dediklerini · anımsamaz mı? Kürt dil demekleri açılsaydı, Kürtçe de, Türkçe gibi geli§tirilseydi, arkasındaki büyük destanlardan, §i­ irlerden; §airlerden, yani büyük edebiyat geleneğinden dolayı; o da Nazım Hikmetler yeti§tiremez miydi? Ama hapisanesiz, zulme uğramamı§, yaban ellerde ölmeye mahkum edilmemi§ Nazım Hikmetler. Tarih boyunca, emperyalizme g�?linceye kadar kültür­ ler birbirlerini yememi§, birbirlerini beslemi§lerdir. Bu, insanlığın en olumlu yanıdır. Bir Anadolu kültürü dünyanın parmağını ağ­ zında bıraktırmaz mıydı? Dünya edebiyatına, sanatına katkılarda bulunamaz mıydı? Hem Türk edebiyatını fukarala§tırdık, hem de Kürt edebiya­ tını yok ettik. Sanki Türk edebiyatını yok edemedik de, çok mu büyük ettik? Çağların büyük kültür toprağının, Yunus Emrelerin, Abdale Zeynikilerin, Karacaoğlanların, Pir Sultanların ülkesinin edebiyatı böyle mi olmalıydı? Gene de §ükür. Hiç olmazsa Türk hükümetlerinin bah§ettiği hapisanelen!,. baskılara, zulümlere §Ü­ kür. Bunları burada sôylemek zorunda kalırken, ülkemin böylesi­ ne zengin olup da, bu. kadar fakir olu§una içim yanıyor. Gene de çok §ükür diyorum. Türkler de, Yunuslar, Karaca­ oğlanlar, Nazım Hikmetler, Orhan Kemaller, Sait Faikler ya§ı­ yor... Kürtler de, insanlık da Abmedi Haniyi, Melle Cizreviyi, Fa­ kiye Teyranı, Abdale Zeynikiyi . unutmayacak. Bin yıldır birlikte ya§amı§, karde§ten daha karde§, etle tırnak gibi ohiıu§, insanlığın ilk bağımsızlık sava§ını yan yana, kucak ku­ cağa ölerekten birlikte vermi§ iki halkın kaderi böyle olmamalıy­ dı. Dünyaya bu iki halkin bugününü dünüyle birlikte anlatırsak bu utanç verici, bu onursuz, bu kirli, bu insanlık dı§ı duruma kim· seyi inandırainazsınız. . Sekiz yüz Kürt köyünün evleri' yakılarak sürgüne gönderil­ diklerine kimseyi inandıramazsınız. Bereket versin, onlar . Türk halkının arasına, karde§lerinin arasına gidiyorlar, orada iyi ya da kötü kabul görüyorlar. ·

1 44


Bu iki karde§ halkın karde§liğini deri�Icmesine insanlara an­ latırsak, olan bitene, üç bin yıldır kutladıklan Nevruz Bayramın­ da çoluk çocuk demeden kimi askerlerin kur§un sıkarak yüze ya­ ' kın, bayramlıklannı giymi§ insanlan öldürdüklerine kimsecikler inanmaz. Yakılan köylere, yıkılan §ehirlere, faili meçhul yüzlerce ölüye kimsecikler inanmaz. Sürüsünün ba§ındaki on dört ya§ın­ daki, dağiann ba§ındaki çobanın öldürülmesine kimsecikler inan­ maz. Daha kötü, daha kötü olaylar oluyor doğuda, anlatrtıaya di­ lim varmıyor. Doğu Anad9Iuda Bosna-Hersek cinayetinden daha ağır durumlar ya§anıyor. Sivil halkı, silahsız halkı durup dururken öldürmenin adı jenosittir. Jenosit suçu, en ağır insanlık suçudur. Ülkemizin �Inma bu kara leke sürülmesin. Biz çok insansever halklanz. Yöneticiler ülkemize kıymayın. İnsanlıktti saygın, güzel bir yerimiz olabilir. Yöneticilerimiz dillerine pelesenk etmi§ler, bangır bangır bangır bağınyorlar: Bir çakıl ta§ını alamazlar, bir tek çakıl ta§ını vermeyiz. Bir gün değil, iki gün değil, çakıl ta§ı da, çakıl ta§ı, bir hikayeyi çakıl ta§ıdır almı§ ba§ını gidiyor. Sevgili, akıllı, �ayın yö­ neticiler. Sizlerin çok çok vatansever, hem de dindar olduğunuzu Türkiyede bilmeyen var mı? Bu kadar çakıl ta§ı, çakıl ta§f, diye bağırmaya ne gerek var? Kim çakıl ta§ı istedi senden arkada§, kim senden bir avuç toprak istedi? Kim sana ben Türkiyeyi böle­ ceğim, dedi, kim? Söyler misiniz bana kim, ne zaman? Dilini gasbettiğin karde§in senden dilini istiyor, dilini. Çakıl ta§ını değil. Ben dilini verirsem çakıl ta§ını da ister, diyorsun, biliyorum. Türkiyeyi böler de, yeni vatan da kurar, diyorsun. O kurtulu§ sa­ va§ı vermeye alı§mı§tır. Mustafa Kemalin emrinde ölmedi mi, di­ yorsun. Eğer Kürtler için bağımsızlık gerekliyse dilini versen de is­ ter, vermesen de . . Eğer Kürtlere insani haklarını, bu dü§üncedcn dolayı ver" mezsek, dünya kamuoyu Kürtlere büyük destck verir. O destek ki Vk tnamda Amerikayı yendi. O desteğin içindeki en büyük des­ tek de Amerika halkından geldi. Afganistandaki Sovyet askerini de ... Demokratik bir çözüm bulamazsak bu korkunç sava§ sürer. Sonunun da neye varacağını kimsecikler bilemez. Oysa demokrac . tik çözümün sonu bellidir. Bu insanlar deli midir, nedir bilmem, insani haklarını alınca Kürtler Türkiyeden niye ayrılsınlar? Ustadır Arı

145/ 1 0


Pi§mi§ a§a su, ama bin yıldır pi§mi§ a§a su katanlar! Bu i§in . çözümünü istemeyen, yani demokratik çözümü istemeyen, de­ mokratik çözümden zarar · edecek birileri var. Yöneticiler duy­ sunlar, sava§tan çıkarı olan birilerinin barı§ı istemediğinin dedikoduları kulaktan kulağa yayılıyor. Sözümu birkaç sözcükle bitireceğim, durum çok yanlı§ bir durum. Türkiyenin halklarına bu korkunç, bu kirli, bu insanlık dı­ §1 sava§ yakı§mıyor. Bunun sonu, d�mokratik çözüm olmazsa kö­ tüye varır. Yalniz ben §Una inanıyorum, halklarımızın karde§liği­ ne inancım tamdır. Eğer,bu i nsanlık içinde, bu kadar inanılmaz tahrikler altında, bu iki halkın kadim karde§liği olmasaydı ülke­ mizde iç sava§ çıkar, kan gövdeyi götür:Urdü. Sevgili arkada§lar, ' Demokrasi hiç de . kötü bir §ey değil. İnsanlık bu demokrasi dediklerini epeydir deniyor. Çok fazla zararı görülmü§ değil. Ya­ ni demem odur ki, bütün baskı yöntemlerinden daha iyidir. ݧte gözümüzün önünde biz yetmi§ yıldır en ağır baskı yöntemleriyle yönetildik de ne geçti elimize. Gelin, bu kurultayın adını · BİRİNCİ DEMOKRASi KU­ RULTAYI KOYALIM Koyalım da sürsün. Belki bir faydası olur. ·

·

..

25 Aralık 1993

146


KİMLİKLER

. )



. İMBİK,TEN ÇEKİLMİŞ ADAM, ARİF DİNO . Arif Dinoyla dostluğumuz on yedi yıl sürdü. Onu tanıdığım­ da ben on yedi ya§ımdaydım. Şiirler yazıyor, ağıtlar, tekerlerneler derliyordum. Tanı§tığımız gün bana resim dersi vermeye ba§ladı. Adana Halkevinin bahçesindeydik. Çok g�ne§ vardı. Sıcak güne" §İn alnına sereserpe oturmu§, ·gözlerini kısmı§, derin dü§üncelere dalmı§tı. Gözlükleri de, her zaman olduğu gibi alnındaydı. On ye­ di dostluk yılında ArifDinoyla hemen hemen hiç ayrılmadık-Be� ni de Cumhuriyet gazetesine Arif Dino getirdi, Nadir Nadi Beyle konu§İU, röportaj yazarı olarak gaieteye girmemi sağladı. Dur­ madan, on yedi yıldan söz ediyorum, bu on yedi yılda ben Arif Dinonun ellerinin bir kez olsun durduğunu görmedim. Bir kah­ vede otururken, yürürken bile, yatakta, konu§urken, §iir okurken, onun elleri hep çalı§ırdı. Sigara kutularına, gazete kağıtlarına, kur§unkalemle, kahve telvesine daldırdığı bir kibrit çöpüyle re­ simlerini yapardı. Sonra çakıl ta§larıı,ıdan heykeller oymaya ba§-. ladı. Belki altı ayda bir heykel oyuyordu ya, koca. bir dünyayı, Arif Beyin 'rahlei tedrisinden geçmi§ birisi olarak böyle bir ben­ zetme yapmak istemezdim, ba§ka olanağim yok, o heykele sığdı- · rıyordu. Heykellerin en büyüğü bir ba§parmak kadardı. İlk ba§la- . dığı zamanlar çok zorluk çekiyor, elindeki aletlerle ancak, o sert çakıl ta§larına ancak derince bir çizgi çekebiliyordu. Sonra İsveç­ ten, canını di§ine takarak, ne yaptı ne eyledi' de çelik aletler ge­ tirtti, i§te o zam�n dünyalar onun oldu, sevinç içinde üç günde bir heykel yonttu ki, amaiıallah... Yonttuğu heykeller de neydi, diye­ ceksiniz, insan yüzleri ... Şimdi bir küçük . heykelini anımsıyorum, bir yüzdü bu, hangi yönden bakarsanız ba§ka bir insan · oluyordu: Örneğin yukarıdan bakarsan öfkeleniyor, a§ağı.dan bakarsan gü. lümsüyordu... Sağdan alaycı oluyordu . yüz, solda ya§lanıyordu. Bu, marifet mi diyeceksiniz, elbette marifet değil, Yfllnız imbikten geçmi§ Arif Dino inceliği · i§in içine karı§ınca i§ deği§iyor, o da Hi­ tit ustalarının; aydınlıkçıların yoluna giriyordu. Sonra bu heykel­ ler yok oldu. Arif Bey, o heykelleri fotoğrafçı bir arkada§ına ver­ mi§ti. O da, hey�llerden bir tekinin fotoğraflarını çekmi§ti · ki... Küçük çocuğu çekmecedeki çakıl ta§larını alıp bahçeye fırlattnı§.

149


tı. Belki de ku§ lastiği ta§ı yapmı§tı. Arif Bey, heykellerinin ba§ına geleni duyamadı, bilemedi. Bilseydi, kahkahalarla güler, sevincin­ den okkalı bir kahve söyler, bir de köylü cıgarası tellendirir, bir de çizgileri, renkleri uçan, ele avuca' sığmaz resimler döktürürdü eline geçen kağıda. Arif Dino, bu sanat in�liğini, dܧünce inceli­ ğini sonuna kadar inceltip kendi kendini imbikten çekmi§ . adam1 o kar kadar lekesiz, yanına yöresine en ufak bir zevksizlik, kaba­ lık bulu§mamı§ adam, sergi açmaktan, çok güvendiği dostları dı­ §ında resimlerini göstermekten sakınan bir ki§iydi. Çok tuhaf, heykellerini göstermek isterdi, o da, belki de kendine kar§ın bir devininı_di, bu yolla da heykelleri kurban gitti. Arif Dino, bunu al­ çakgönüllülüğünden mi yapardı sanırsınız, Arif Dino çapındaki bir sanatçı, · alçakgönüllülüğe dü§ecek kadar yavan olamazdı. Hiç­ bir büyük sanatçı öyle sanıldığı gibi uydurma alçakgönüllülüklere dü'§mez, bir büyük sanatçı alçakgönüllüdür, ama doğa gibi alçak­ gönüllüdür. Arif Dino sonuna kadar mükemmelliği arıyordu. Bi� liyorum, günde on be§ yirmi tane resim çiziyor, sonra da birçoğu­ nu yırtıyordu. Arif Bey, sonsuz bir sanat denizinin içine dܧmܧ, korkunç dalgalarla boğu§arak arıyordu. Arıyor, buluyor, bulduk­ ları kendisine yetmiyordu. O, bir yere, sanatın sonsuz inceldiği, , son haddini bulduğu, sınırsız, lekesiz, bulut gibi bir yere varmak istiyordu. O varacağı yeri biliyor, o varacağı yere doğru, günün yirmi dört saatinin yirmi dördünde doludizgin, kantarması köpük içinde ko§uyordu. Oraya varmadan önce ne resim sergisi, ne hey­ kel sergisi... Kendini dünyanın en ince zevk imbiğinden çekmi§ adama ne kendisini, ne de ba§kasını beğendirmek kolay olmuyort du. O kendisini doğanın, sanatın imbiğinden çekerek zenginle§­ tirmi§, inceltmi§, olağanüstü bir ki§iliğe varmı§tı. Örneğin, o arı­ ların, otlann, çiçeklerin, pamukların dilinden anlardı. O da, Lok­ man Hekim gibi bir Çukurovalıydı. Bütün çiçekler, otlar kendi dillerince, Lokman Hekim gibi Arif Beye de konu§urlardı. Arif Bey ilmi simya uzmanıydı. Çukurovada, Anavarzada, il­ mi simyaya d:ı,yanarak az deneyler yapmadık. Doğanın, insan hu­ yunun, kafasının özüne va:rmak için ilmi simyayla b�§errüf etmek çok gereklidir. Bir sanatçı ineelebilmek için ilmi simyadan mutla­ ka geçmek, doğanın imbiğinden süzülmek zorundadır. Arif Dino, sanatla, o kültür dedikleri, yani kitaplarda yazılı olanlarla, onlar­ dan daha da çok doğayla kayna§mı§tı. Doğayla, insanla zenginle§­ mi§ti. Bu zenginlik onu mükemmelin en ince, kılıçtan keskin yo·

150


luna sokmu§tu. Ve o yolda dolu dizgin... Ondan herisi Arif Beyi hiç ilgilendirmiyordu. ݧte bu yüzden çizgiyi yok edecek, rengi yok edecek kadar renge varmı§tı. Elimizde kalan birkaç deseni, onun için, bu kendi kendini doğanın imbiğinden ve hem de riya­ zetten çekıni§ ki§inin yapıtları, çağımızın en güzel çizgileri, de­ senleri olmu§tur. Resimden anlayan beri gelsin ve hem de Anka­ raya gidip Nev Galerideki desenleri görsün. Bir de kitabını basmı§ Nev Galeri onun, sergiyi göremeyenler ona baksınlar, bu dünyadan bir Arif Dinonun gelip geçmediğini anlayacaklar. Bir de Arif Dinonun renk anlayı§ı var, ona da tam on yedi yıl tanık oldum. O, renge orospu diyordu. Bula§tırılmı§ renge : Ama onun öyle resimleri vardı ki... Hep, ovadan baktığımız Torosları çizer­ di... Bir, iki, be§ değil... Belki yüz, yüz elli, çok. Sıradağlar, mavisi uçuk, daha da açılarak, perde perde, dünyanın en tatlı mavisinde, en ince bulut inceliğinde, belli belirsiz göğe karı§ır giderdi. To­ roslar her zaman öyle olmazlar. Renkler k�barır çoğu, sertle§ir, keskinle§ir ... Ama kimi zaman da Torosun, Arif Beyin gördüğü gibi; renkleri yumU§ar, dünyanın en güzel §iirine bürünür. Arif Dinonun Toroslarından sonra, dünyanın çok yerlerinde büyük ustaların dağlarını gördüm, Arif Dinonun tadı ba§kaydı. Çünkü o, en mükemmele ula§manın yolundaydı, ondan herisi ona vız ge­ liyordu, yoksa kendisini saklaması, yineliycırum, alçakgönüllülü­ ğünden değildi. Mükemmelin, dünyanın ucundaki en . parlak yıl­ dızını o görmü§tü. Oraya ula§abildi mi, sanmıyorum, Arif Beyin dediği olmamı§tır biliyorum, ama resimlerine iyi, çok iyi bakalım, belki kendisi de, hiçbirimiz de farkında olmadan o, istediği yere yakla§ır gibi olmu§tur. Arif Dino büyük, bamba§ka bir sanat ma­ cerasıdır, insanlara Arif Dino suiıulnialı, bu kadar değil, Arif Di­ nodan elimizde kalanlar dünyamızı zenginle§tirebilir. •.

12 Ocak 1986

151


THEODORAKİS YA DA AKDENİZİN SESi Her çağ büyük sanatçısını, dü§ünürünü, kahramanını kendi suretinde yaratır. On dokuzuncu yüzyıl büyük olu§umlar çağıdır. Tolstoy'u, Marx'ı, Engels'i, Dostoyevski'si, dünyamızı, bizim çağı­ mızı etkileyenlerden kim aklımıza gelirse on dokuzuncu yüzyıllı­ dır çoğunlukla. Bu çağa tansık yüzyıl diyenler çok. Büyük roman, büyük dü§ünür, büyük kahramanlar ondadır. Biz, yüzyılımıza boylesi derin, zengin, durm"Q.§ oturmu§, büyük, yaratıcı bir yüzyıl­ dan girdik. Bir karmakarı§ıklığın, yeni bir olu§umun, değerlerin altüstlüğünün ortasına dü§tük. Bizim yüzyılımız dünya sava§ları­ nın ba§ladığı yüzyıl oldu. İki dünya sava§ı her §eyi, bir anlamda, kökünden söktü attı. Yeni dünyalar kuruldu, yeni düzenler, yeni denemeler... Çağımız biraz da denemeler çağı oldu. Örgütlü ırk­ çılık, fa§izm, Nazizm .bizim çağurızın ba§yapıtlarındandır. Ve ça. ğımız kendisine yakı§mayan bir de i§kenceler ülkesi oldu. Sava§ utançları, Nazizm utançları, sömürü utançları, insanın insanı a§a­ ğılaması, ırkçılık utançları gibi utançları ya§adık. ı:n beteri de i§­ kence utançları ya§ıyoruz. Çağımızdaki utançlar saymakla bitmez. Ama bu utanılacak olayların, durumların kar§ısına olumlu, yiğit, insan onuruna yakı­ §ır dü§ünceler, kütleler çıktı. Dünyamız §U anda bir meydan mu­ harebesinin içinde. Üçiincü dünya sava§ının korkunç gölgesi tepe­ mizdeki atomla birlikte üstümüzde. Dünyayı belki on kere, yüz kere yok · edebilecek bir . . güç, küçücük bir düğmeye basılmasını bekliyor. Doğamız yok ediliyor ve insan eğitim kurumlarınca, ile­ ti§im araçlarınca bilinçli bir kölele§tirilmede. !rkçılık, i§kence, in­ sanın insanı a§ağılaması... Bunlar da cabası... Bütün olumsuz güç� lere kar§ı dünyamız da canını di§ine takmı§ dövü§mekte. Ve bi­ zim çağımız da kendi suretinde yaratmakta temsilcilerini. Bizim çağımızın büyük insanlarından birisi de kom§umuz Yunanistanın yeti§tirdiği büyü.k usta Theodorakis. Birkaç ay önce ona altın plak verdiğimde, onun için söyle bir konu§ma yapmı§tım: ;,0 yalnız müziğin ustası deği� o, kardeşliğin, barışın, sevginin, halktan halka, kişiden kişiye dostluk taşımanın, insan güzelliğinin, arkadaşiıkiann da ustasıdır. Kötülüklere, zulme, işkencelere, savaşa,

152


nükleere, ırkçılığa, sömürüye, o ki insana yakışmayan her neyse, bü­ tün bunlara karşı koymanın ustasıdır. Bu niteliğinden dolayı da ça­ ğımızın simgesi, yani çağımızın suretinde yaratılmış bir sanatçıdır. Yurdunu Alman Nazileri işgal ettiğinde bu gencecik adamın sesi, türkü/eri, halkıyla birlikte en ön saflarda Nazi sürülerine kıirşı dö­ vüştü. Çağın her namus simgesi gibi onun birçok yılı da hapis/erde, sürgünlerde geçti. Naziferden sonra albaylar cuntası da Yunanisıanı işgal eylediğinde gene karşısında Theodorakis'i ve onun türkülerini buldu, Hapis/er, sürgünlükler ona vız geldi. O, türküleriyle bütün . dünyayı dolaşarak albaylara karşı inanılmaz bir savaş açtı. Ve al­ bay/ann başına dünyayı dar etti. Işığa tutulmuş baykuş gibi albaylar, dünyanın ortasında yapayalnız kalakaldılar. Theodorakis · ve arka­ daşlannın türkülerinin ışığında ve demokrasi savaşımcılarının özverili yiğitliklerinin ışığında... ·

"

Geçenlerde İstanbulda dinlediğimiz Theodorakis ݧte böyle çağın simgesi, onuru olmU§ bir kahramandı. Ve ben sahnede onu ilk olarak görüyordum. Konserin yarısına doğru yammızdaki ar­ kada§ kulağıma eğildi, eski Yunan destanlarından çıkıp gelmi§ bir tanrıya benziyor bu, dedi, böyle bir insan olabilir mi? Eski Yunan mitolojisinde; benim bildiğim kadarıyla bir kar­ tat tanrı yok. Eski Mısırda horozdan tanrı var da eski Yunanda kartatdan tanrı yok. . Olsaydı eğer, ben Theodorakis'i, sahnedeki duru§U, ötü§ü, bütün devinimleriyle bir kartat tanrıya benzetir­ dim. Theodorakis gibi bir sanatçıyı ben ilk kez gördüm. O, saçı­ nın kılının ucundan ayak parmaklarının tımağına kadar yönetir­ ken de, türkü söylerken de sese, renge, sevgiye, barı§a, gökyüzü­ ne, buluta, akan suya, dü§en yaprağa, uçup giden gölgeye kesi­ yordu. Bir insanın bir doğayı sırtında, yüreğinde ta§ıması, doğa oluvermesi... Onun müziği insanlığın sesiydi. Onun müziğinin temelinde halklar vardı. O müziğini Yunan halkıyla, Anadolu halkıyla, bü­ tün Akdenizin halklarıyla birlikte yaratmı§tı. O, müziğini Bizans­ la, ltriyle, Aıjık Veyselle, saza, buzikiyle yoğurduğu gibi İspanyol, Mısır, Mezopotamya müziğiyle de beslemi§tir. Theodorakis Akdenizdir, Akdenizin sesidir. Çağımız böyle sanatçılar yaratıyor. Nazım Hikmet de böy­ leydi. Hem çağların büyük §airi, hem de insanlığın kahramanı. Theodorakis hem çağların büyük müzik adamı, hem de çağın kahramanı. Bizim çağımız böyle sanatçılar istiyor demek ki... ·

153


_

Hem büyük sanatçı, hem de kendisine mitoloji tanrısı dedirtecek kadar büyük bir ki§ilik. Demek ki, bu iki büyük nitelik bir araya gelrneden çağımıza simge olamıyor insanlar. Bizim çağımızın da huyu bu olsa gerek. Şimdi de ·kafasına takmı§, ille de Türklerle Yunanlılar kar­ de§ karde§ ya§ayacak. İki ulusa da yakı§mayan durum dü§manlık. O, iki halkın müziğini kendi ki§iliğinde yoğurduğu gibi, iki halkın gönlünü de bii:le§tirecek... Onun türküsünün gücüne güvenmeli· yiz. Eski Yunan filozoflarından Anadolulu bir hem§e:dmiz "B,ir ülkenin türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlü­ diir, " demi§. İstanbulda Theodorakis'in türküsünün gücünü gör­ dük. Hepimizi büyülemedi mi? Bence o bir büyücü değildi. Sanı­ rım, o her §eyin ustasıydı da büyünün ustası değildi. Büyücülükle de hiç uğra§mamı§tı. Ama müziği hepimizi büyüledi. Yıllardır bütün dünyayı büyülüyor. Daha büyüleyecek. Demek ki, ustamız çağın büyük bir büyücüsil de. Sözlerimi Ay§ecanla bitiriyorum. Ay§ecan benim yakın arka­ da§larımın, dokuz ya§ındaki kızıçlır. Cin gibidir: Epey de okur ya­ zardır. Şimdilik onunla ortak hikayeler uyduruyoruz. Anası onu alıp Theodorakis'in konserine götürmü§. Ay§ecan sahnedeki Theodorakis'e bakmı§ bakmı§, "Bunun boyu da çok uzunmu§," demi§. Anası, "Epeyce," diye kar§ılık ver­ mi§. Ay§ecan, "Ya§lıymı§ da," demi§. Anas), "Altmı§tan fazla ola-. cak,:' d•ye kar§ılık vermi§. Ay§ecan, "Bu da ölecek mi?" diye sor­ muş. Anası, "Herkes gibi," demi§, "o da.)' Ay§ecan susmu§. Kon· ser bitmi§, Ay§ecan anasının boynuna sarılmı§, "Söyle de ona ölmesin, ölmesin," diye yalvarmı§. Sevgi büyücüsü, dostluk, karde§lik, barı§, müzik büyücüsü Theodorakis ölmesin. . 5Arahk 1986 ·

154


. DÜNYANlN ÖBÜR UCUNDAKi ADAM, GÜNEŞ KARABUDA Güne§i kırk ylldır tanırım. Onu önce fotoğrafçı olarak tanı­ jım, sonra da kameraman... Bu kırk yılda Güne§, §a§ırtıcı bir hız­ la dünyayı dola§tı, · filmler yaptı. Endonezyada bir milyon ki§i öl­ dürülürken,. Güne§ oradaydı. Şiiide Aliende öldürülürken, o ora� daydı. Döfar gerillaları Arabistanda çarpı§ırken, Güne§ gene ora­ daydı. Güne§in maceralari sayınakla bitmez. Güne§ kırk yıldır dünyanın her yerindeydi. Güne§, Türkiyede doğmu§tu. Ülkesini seviyordu. Dünyanın neresine giderse gitsin onun çantasında bir pai:ça Türkiye mutlaka vardı. O, dünyayı, sava§ları, yıkımları ya­ §arken ülkesinden de ayrılmıyordu. Her yıl birkaç kez yurduna uğruyor, Türkiye üstüne bir film yapıyor, ya da Türkiye üstüne bir kitap yazıyordu. E§i yazar Barbro ile kendilerini ne kadar sa­ natlarına, i§lerine adamı§larsa, o kadar da Türkiyeye adamı§lardı. Kalıbımı hasarım ki, Türkiyenin dünyada tanıtırnma onlar kadar çok az ki§i yardım etmi§tir. Onlar Türkiye için canlarını di§lerine takmı§ çalı§ırlarken, bizimkiler onları yargıyla, hapisanelerle, ka­ rakolların kokar gözaltılarıyla ödüllendiriyordu. Güne§, bu dünyanın her zaman öbür ucundaki adam, sava§­ ların, soykırımların, zulümlerin, i§kencelerin ülkelerinde daha olaylar bitmeden, yerden biter gibi bitiyordu. Elinde §im§ek gibi kamerası, kalemleriyle ve e§iyle. Güne§ büyük bir birikimdir. Bir insanlık, bir sevgi, bir dost- . luk birikimidir. . O her ko§ulda dünyaya ve ülkemize yardım et­ mi§tir. Bir ömre altını§ tane, dünyanın türlü olaylarından, mace­ ralarından derlenmi§ belgesel film nasıl sığarsa! Güne§ sığdırmı§­ tır. Bana gelince, Güne§in ve Barbronun dostluğu benim için en değerlidir. Onlardan, benim için uzak dünya üstüne çok §ey öğ­ rendim. Onu, Amazon Ormaniarına giderken ben uğurladım Arian­ da Havaalanından. Dönerken de ben kar§ıladım. Oradan hami Aınazon Ormanlarının kırımının insanlık dı§ı maceralarıyla ağaç­ ların tepelerinde biten, oralarda açan görkemli çiçeklerin mace­ ralarını da getirmi§ti. Olağandır ki, bir de dünya güzeli bir belge-

155


sel getirmi§ti. Japonlar kağıt yapmak, ne bileyim, ba§ka i§lerde kullanmak için Amazan ormanlarını köklerinden söküyorlar, ya­ ni "hopur" ediyorlardı. Bunu da gazeteler ball�ndıra baliandıra yazıyorlardı. Efendim, Japonlar her kökünden söktükleri ağacın yerine bir parmak uzunluğunda bir fide dikiyorlarmı§. Amazan Ormanlarının bitimi biraz da dünyanın bitimi olduğundan, Ja­ ponlar hiç böyle bir insanlık suçunu i§lerler mi, kesilen ağacın ye­ rine parmak kadar bir fidanı dikmezler mi, dikip de doğayı kur­ tarmazlar mı? ݧte bu doğa trajedisi duyulur duyulmaz Güne§in kamerası omzundaydı. Bir arkada§ıyla birlikte soluğu Amazan Ormanla­ rİnda aldı. İnsanlığa biı hopurun filmini, yani utanç filmini getir­ di, bana da o biten ormanların tepelerindeki çiçeklerin guzelliğini... Güne§ ve arkada§ı ormanların üstünde helikopterle gezer­ ken, bakıyorlar ki, ne görsünler, otuz, kırk, elli metrelik ağaçların t�pelerinde açmı§ çiçekler. Ormanların üstleri ulu bir çiçek ovası gibi. ݧte Güne§in bana getirdiği çiçek de bu ağaçların tepelerin­ de biten çiçeklerdi. Aman, bu ağaçları çiçek veren ağaçlar san­ mayalım, tepelerde biten çiçekler ağaçların çiçekleri değil, ağaç. ların tepelerinde ba§ka tohumlardan çıkan çiçekler. Şimdi de Güne§ dünya macerasını yazmaya ba§ladı. Bir bö­ lümünü okudum. Bu hünerli büyük ustanın bir de yazı hünerini göreceksiniz. İn§allah ağaçların tepelerinde biten çiçekleri de ya­ zar da, bu bozulmu§, bu kirlenmi§, bütün tadiarını yitirmi§ dünya­ dan son tadiardan birini biz de tadarız. Ekim 1994

156


MUTLULUÖUN RESMİNİYAPAN ADAM, ABİDİN DİNO Güneyde, Çukurovada, Adana §ehrinde biz o zamanlar sa­ natla, edebiyatla uğra§an bir avuç gençtik. Polisle de ba§ımız be­ ladaydı. Bir gün duyduk ki §air, ressam Arif Dinoyla karde§i res­ sam Abidin Dino Adana ya sürgün gelmi§ler. Bu sürgünlerin geli­ §ine üzüleceğimize seviniyorduk. Çünkü nasıl olsa bu insanlarla ya §öyle ya böyle tanı§manın bir yolunu bulacaktık. En önce be­ nim talihim yaver gitti, ben önce Arif Dinoyla tanı§tım. Sonra d� Arif Dino beni Abidin Dinoyla tanı§tırdı. Hemen o gün dost ol­ duk. Bu dostluk da Dino ölÜnceye kadar, elli yıldan fazla sürdü. Dostluğumuzun bir temeli vardı. Ben o zamana kadar, sol bir dergi olan S.E.S. dergisinde çıkan Dinonun birçok resmini gör­ mü§, birçok yazısını okumu§tum. O dergideki bir yazısına hayran kalmı§tım. ;Yazının ba§lığı ''Cehenneme Ate§ Götürmeyi Tavsiye Eden Şair"di. Bu §air 16. yüzyılda ya§amı§, ünü bütün Tütkiyeye yayılmı§, §iirleri halk arasında dilden dile dola§an Çukurovalı (Kilikyalı), Toroslu büyük §air Karacaoğlandı. Bir §iirinde diyor­ du ki: "Cehennem yerinde hiç ateşyoktur 1 Herkes ateşini burdan götürsün. " Abidin Dinonun bu birkaç sayfalık yazısı olağanüstü bir anlayı§la yazılmı§tı. Büyük §airi bütün yönleriyle, bu birkaç sayfalık yazısında, derinlemesine anlatıyordu. Ben o zamanlar falklor derlemeleri yapıyor, köylülerden Karacaoğlanın daha der­ lenmemi§ §iirlerini, kadın ağıtlarını, tekerlemeleri, masalları der­ liyordum. Ona ilk tanı§tığımız gün çok uzun bir tekerierne oku­ dum. Abidin Dino bu tekerlemenin güzelliği, zenginliği kar§ısın­ da büyük biqa§kınlığa uğradı, bana o gün üst üste birkaç kez bu tekerlerneyi okuttu. Sonra o hızla birçok tekerleme, ağıt derle­ dim. Bu yapıtiara Dino gibi bir insanın bu kadar önem vermesi, onları sevmesi bu sefer beni inanılmaz bir §a§kınlığa uğratmı§tı. Dinonun Adanada geni§ bir çevresi vardı. Çünkü eski Adana va­ lilerinden biri onun dedesi Abidin Pa§aydı. Abidin Pa§a, Osman­ lıda çok ünlü bir pa§aydı. Benim Ağıtlar kitabını 1943 yılında o yayıni attı.

157


Edebiyat, resim konu§malarından sonra ilk i§imiz birlikte Adanayı dola§mak oldu. Şahahiardan ak§amlara kadar sokak so­ kak Adanayı, bir ba§tan · bir ba§a dola§ıyorduk. Bir an, §öyle bir bakıyor, duruyor, en güzel evi, en güzel ağacı, kaktüsü, çiçeği bu­ lup çıkarıyor, bana gösteriyordu. Bütün bulup çıkardığı bu güzel­ liklere hayran bakıyordu. Bir çiçeği, bir yapıyı beğenmi§se bir günde belki on kez, gidip gidip bakıyorduk. Bir gün Kapalıçar§ıya uğradık. Sonra da oraya dadandık. Çok kilim, çok halı, çok yaıma, çok tahta i§leri vardı. Sıra bana gelmi§ti, sonradan benim için yazdığı yazıda dediği g�bi, çar§ıdaki en beğendiğim kilimi getirip önüne koyuyordum. Bu sefer onun §a§kınlığına ben daha çok §a§ıyordum. Kilim faslım da kestik bir ara. . Dino bu sıralarda durmadan çiziyor, boyuyordu. Resimlerini bana göstermesini istiyordum. Bir mayıs ortasıydı. "Haydi," dedi, "seninle tarlalara açıla� lım." Tarlaların içinde silme gelincikler açmı§tı, gelinciklerin alın­ dan toprak, sarı, ye§il hiçbir §ey gözükmüyordu. O dümdüz ovada ekinler, sapsarı ı§ıklar gibi, güne§li çok sarı bir deniz gibi esen yelde dalgalanıyordu. ݧte, bu ya§a geldim, ne böyle hayran ba­ kan, kendinden geçmi§, güne§e, ı§ığa bulanmı§ yürüyen bir insanı gördüm, ne de dü§leyebildim. Onun hayran kendinden geçmi§liği anlatılamayacak bir §eydi. Ardından Antitorosların tam dibindeki Çardak köyüne gittik. Köyün evleri portakal ağaçlarından gözük- . müyordu. Köyün yöresi de silme portakaldı. Dallar portakalları götüremiyordu. Üstte ala karlı Antitoroslar dumanlı. -Mağıda sil­ me turuncu. Yer gök turuncuya kesmi§ti. Dino beni unutmu§, portakal bahçelerinin arasına dalmı§, ba§ını almı§ gidiyordu. O gün karanlık kavu§uncaya kadar, kendinden geçmi§, gözleri tu­ runcuya doymamı§, · yürüdü durdu. Yemek yemeyi, su içnieyi unutmu§ gitmi§ti. Dino, bir tapınmadaydı. Ben böylesine bir ta­ pınma kar§ısında sesimi çıkararnıyordum. O · gece Çardakta kal­ dık. KöylüJer ba§ımıza birikti. Köylülerle de ba§ka bir macera ba§laôı. Bir a§ık geldi köy odasına, türküler söyledi. Köylülerle koyu, gene kendinden geçmi§ bir sohbete. daldı. Ben yorulmu§­ tum, gecerayısından sonra gittim uyudum. Tan yerleri atarken . u�andım, bir baktım ki, köylülerin hiçbiri evine gitmemi§, A§ık da sazına asılmı§ çalıp söylüyor. ·

·

·

1 58


Köyden bir' türlü ayrılmak istemiyordu. Zar zor onu dönme­ ye kandırdım. Trende, öylesine bir CO§kuyla, ben uyuduğum sıra� lardaki konu§maları, türküleri öylesine anlatmaya &a§ladı ki, beni büyüdüğüm yerlerin dünyasından aldı, ba§ka ba§ka görkemli dü§ dünyaianna götürdü. . Birkaç yıl Çukurova doğasının ta§ıyla toprağıyla ha§ır ne§ir olduk. Çukurova doğası artık avucumuzun içiydi. Ardından Kale Kapısı maceraları ba§ladı. Ta§köprünün önündeki küçük alan, Ta§köprünün üstü, kale duvarlarının dibi, Orta Anadoludan, Güneydoğu Anadoludan, Doğudan gelmi§ ır­ gatlarla doluydu. Doluydu dediğim öyle abartma falan değil. Yüzlerce, binlerce insanla her gün Kale Kapısı dolup ta§ıyordu. Ka�ma zamanı erkekler kadınlar, pamuk toplama zamanı çoluk çocuk bütün aileler, Kale Kapısındaydı. İnanılmaz derecede deği­ §ik yüzler görüyorduk. Bu insanları tarla sahipleri, çiftlik sahiple­ ri, onların elçileri buradan alıp tarlalara götürüyorlardı. Bu Ana­ dolunun dört bir yanından gelen i§çiler çapaya gideceklerdi, son­ babarsa pamuk toplamaya gideceklerdi. Orada çok yüzler gör­ dük. Çok gözler gördük. Uzun, acı, sarı, esmer, kızıl saçlı, buru­ §Uk, örümcek ağı gibi kırı§ık içinde kalmı§, hüzünlü, hep gülen, hep· ağlamaklı, sevinç içinde, üstleri ba§ları dökülen, sakallı, sa­ kalsız. Çok güzel gözlü kızlar. Kapkara saçlılar, kızıl, sarı, güne§e gelince ye§illenen mor belikler... Sonra da Yeni İstasyanun önündeki büyük alana, alanda bü­ yük okaliptüsler vardı, bütün Anadolunun ırgatları i§te burada · biriki§iyorlardı, dadandık. Bir gün Dinodan üç binden daha fazla ye§il . sözünü duymu§tum. Belki biz burada yüz binlerce, milyon­ larca yüz görüyorduk. Ve Abidin Dino bir gün bu insanlan çiz� mey.e ba§ladı. Öylesine bir hızla, yercesine, yutarcasına insan .yüz7 lerini çiziyordu ki Dino, arkasından atlı yeti§emez derler ya öyle bir hızla. İnsan yüzleri, insan biçimleri, yerde; ayakta, çömelmi§, bağda§ kurmu§ yemek yerken, halay çekerken, ak ba§örtülü ka-. dınlar, ağlayanlar, gülenler, endi§eliler, ku§kulular... Dino bir in- · san mah§erinin içine dalmı§ veryansın ediyordu. Kolları sıvamı§ sabahlardan ak§amlara kadar çiziyordu. Ak§am olunca da yapıt­ ları topluyor eve yollanıyorduk. Dino bu sefer yaptığı resimleri ayıklamaya ba§lıyor, birçoğunu yırtıyor, çok azını da deği§tiriyor­ du. Beğendiklerini de ayrı bir yere koyuyordu. Yırtılan deseniere " kadar acıyordum ki, herhalde bu yüzümden belli oluyordu, bir

159


sabah gel, dedi birlikte ayıklayalım. Bir desen üstünde bel}(i saat­ lerce tartışıyorduk. O olmaz diyordu, ben olur diyordum. O kötü diyordu, ben güzel diyordum. Sanıyorum onun elinden birçok gü­ zel desen kurtardım. Şimdi bende o desenlerden bir tane var. Ki­ mi seferler ben de ona uyuyordum, işte o zaman bir desen yırtımı başlıyordu. Benim de içim gidiyordu. Sonunda bana dedi ki, artık sen seç. Ben de hepsini seçmeye başladım: Hepsi o kadar güzeldi ki ... "Yani sen bu resimlerin hepsi güzel mi demek istiyorsun?" dedi. Ben utanıp sıkılarak, "Öyle demek istiyorum, peder bey," dedim. Bir tuhaf baktı bana. "Bir in!ianın yaptığı her §ey güzel mi olur, diyorsun?" "Hayır, öyle demek istemiyorum. Ama. bunlarda çok az iyi olmayan resim var." Kimi insanlara sonuna }(adar güvenirdi. Bunları da ne paha·­ sın� olursa olsun sever, korurdu. Bu sıralar renkli resimler de yapıyordu. Daha da çok yağlı­ boya... Bu resimlerde, o gözlerini faltaşı gibi açmış, kendinden geçerek, bir doğa tapınınasında dolaşan adamın Çukurovasından ne bir renk, ne bir biçim izi vardı. Başka dünyalar, başka renkler, başka biçimlerdi. Çukurova doğası, insanı sanki bütün haşmetiyle Dinonun üstünde, belki de birf ırtına gibi gelip geçmiş, onda en küçük bir iz bırakmamıştı. Bunu anlayamıyordum. Bu binlerce rengin kaynaşmasında, bu binlerce mavinin, morun uçuştuğu, perde perde, arka arkaya sıralanmış Toros Dağlarında bir ressa­ mı etkileyecek hiç mi bir şey yokmuş! Abidin Dinonun bu tutumu beni üzüyor; ben küseğen/bir adamım, küserim de kimseye belli etmem, ama yavaş yavaş o · insandan uzaklaşıtım, bu huyumu da en iyi Abidin Dino bilirdl, Dinoya küsüyordum. Sanki Çukurova babamın mahydı. Sanki bu ülkeyi babam yaratmıştı. Yüz binl�rce mavinin uçuştuğu Toroslar da sanki bana dedemden kalmıştı. Bir iki yıl sonra işi çakozlar gibi oldum. Küskünlüğüm geçti; Abidin Dinonun bu resimlerinde Karagözler, Hacivatlar, keşil­ miş karpuzlar vardı. Tahta yapılar, Ankara evleri, bomba atan · adamlar; ince çizgilerle monfigüratife benzeyen re.nkli biçimler. Ben o sıralarda Abidin Dinonun ağabeyi Arif Dinoyla da çok • dosttum. Çalışmalara gitmediğim sürece her gün sabahtan ak­ şamlara kadar onunla birlikteydim. Hep eski Yunanı, piyesleri, Homeros'u, Hitit destanı Humarbiyi, Gı/gamışı ve durmadan re­ sim konuşuyorduk. Arif Dino da büyük bir ressamdı. Sergi açmı-

160


yor, resiınierini de dostlarından ba§ka kimseye göstermiyordu. Türkçe, Fransızca da §iirler yazıyordu: Birlikte de Rimbaud'nun büyük §iiri "Sarho§ Gemi"yi . çeviriyorduk. Fransızcası ondan, Türkçesi benden. Dinodaki renkleri yava§ yava§ anlamaya ba§lıyordum. Sonra­ dan onun renklerini anlamayan çok ki§iye rastladım. İlk yıllarda çok az büyük sanatçı gereğince anla§ılmı§tır. Abidin Dinonun bu yıllardaki renkleri çok alçakgönüllüydü ve bamba§ka bir dene­ meydi. Renkler düpedüz biz ba§ka renkleriz, doğadaki · renkler değiliz, öbür ressamların renklerine benzemeyiz, diye bağırıyor• lardı. Sonra Abidin Dino Çukurovada n, Adanadan, ırgatlarından, biı bin bir renkle kayna§an ovasından ayrıldı Kayseriye gitti. Onu, bir böbreği olmadığı halde asker · etmi§lercti. Oysa onu askere al­ mamaları gerekti. Bu da ba§ka türlü bir sürgün ve zulümdü. Abi­ din Dino hiç §ikayet etmeyen biı: ki§iydi. Dayanma gücü sonsuz­ du. Bu da onun eri§ilmez alçakgönüllülüğünden geliyordu. Orta Anadolunun uçsuz bucaksız, ot bitmez bozkırının da, Çukurovanın tadını çıkardığı kadar tadını çıkarmasını bildi. As­ kerliğini yaptığı Kayseri §ehrinin tepesinde dünyanın en güzel pi­ ramidi ala karlı, dört bin' dört yüz metre yüksekliğindeki Erciyes Dağı bütün görkemiyle i§ıklar- için dönüp duruyordu. Ve bu dağ ulu bozkırdan birdenbire çıkıveriyordu. Dino bu dağa a§kını, onu görür görnıez ilan ediverdi. Edi§ o • edi§. · Onun resminde Erciyes bir daha güzelle§ti, bir kat daha gerçekle§ti. Ve görkemi bir kat . daha arttı. Onun Erciyes kar§ısındaki çizgileri artık alçakgönüllü değildi. Neredeyse hızı Vari Gogh'un çizgilerinin hızını geçecekti. Ve bozkın çizmeye ba§ladı. Bu uçsuz bucaksız, sonsuz boz­ kır onun resimlerinde ilk olarak ba§ka bir ya§ama, ba§ka bir güzelliğe kavu§tu, üstündeki görkemli Erçiyes Dağıyla. Onun resim­ lerinde görkemli Erciyes, uçsuz bucaksız alçakgönüllü renkleriyle olgun bozkır, kendini bulmu§tu. Demek ki milyonlarca yıldan bu yana yüreği sevgi dolu ustasını bekliyormu§. . Boyuna yineleriin, Dinonun bozkın gerçekten daha gerçek­ tir, diye. Bozkır gerçeği, doğa ve insan macerasi anlatılamayacak kadar gerçek, güzel, yeniden yaratılmı§ b�r gerçekti. Abidin Di­ nodan sonra ben de iki yıl bozkın ve Erciyes Dağını ya§adım. Di­ noda Erciyes D ağı, bozkır daha bir bozkır, daha bir Erciyesti. Bozkırın düzlüğünden yükselen dağ, Abidin Dinoda ba§ka, yep-

_

·

Ustadır Arı

1 6 1/1 1


yeni, yeniden yaratılını,§ bir dağdı; Bozkırın da gökleri. sonsuz bir uzaklıktaydı ve insanlar bu uçsuz bucaksızlıkta kannca gibiydiler.' Abidin Dinonun sanat macerasını kırk yıldan daha çok izle. ·dim. O, her gün kendini ve resmini yeniden yaratıyordu. Her gün . yeniden doğuyor, zenginle§iyor, her gün resmini zenginleştiriyor­ du. Bütün soylu, . büyük ressamlar gibi durmadan deği§iyordu. Antenierini bütün yeryüzüne gerıni§ti. Orta Anadolu, Adana sür­ günü ·en kuytu köylerde, kasabalarda · ya§atken . bile· antenierini bütün dünyaya tutmU§, kırk günlük yolda yaprak kıpırdasa .ondan· haberi oluyordu: Ayağı ne kadar Anadolu toprağındaysa, kulak­ ları da yeryüi;ündeydi. Benim gibi genç bir insan iyin bu bir taiısık insandı. Arif Dinoyla, Sarho§ Gemiyi kahve kö§elerinde Türkçeye çevirir, eski Yuminı okur; Don Ki§ot'u tartı§ırken, Abidin Di­ noyla da Joyce'u, Kafka'yı, Faulkner'ı kon,u§uyorduk. Halk §İirle-. rini, Yunusu, Karacaoğlanı, büyük ba§kaldırı §airleri Dadaloğlu­ nu, Pir Sultanı ezber ediyorduk. Marks'ı, Engels'i de, büyük sos­ yalist ustaları da ihmal etmiyorduk. Abidin Diııo her yönüyle büyük bir doğa ve .insan birikimiy­ di. Hep §a§ıyordum, o birlikte ya§adığımız Çukurova (Kilikya)nın sonsuz renkleri Abidin Dinonun resimlerine niçin yansımamı§tı? Sonra birden Pariste, yıllar sonra, Dinonun çiçeklerini gör­ düm. ݧte 1940Iarın Çukurovasının renkleri bu çiçeklerdeyqi. Şa­ §ırmadım; Çukurova bu renklerdeydi ve Dino bu çiçeklerin birço­ ğunda Çukurovasını yeniden yaratmı§tı. Moskovada bir gün İlya Ehrenblirgla evinde lronu§urken, Ehrenburg bana, "Dinoyla tanışıyorum ya, · çok resmini. görme­ dim," dedi, · "bana onu anlatır mısınız," dedi. Dilimin döndüğünce Dinonun resmini ona anlatmaya çah§tım; Ve Dino için, "O büyük bir atmosfer ressamıdır,'' diyebildirtı ancak. Çünkü zamanımız çok kısaydJ. Biraz sonra evine Sartre gelecekti. Kapıdan çıkarken Sartre'l.a kar§ılaştık ve bizi kapıda tan1§tırdı. Abidin Dinonun . tesmi böyle birkaç sayfayla anlatılamaz. Kabaca anlat.maya çah§tıgım Dino, ki§iliğinin zenginliği ve bu zenginli�in on'un resmine yansıması<..ır. ݧte bu ··zenginliktir ki, . · onu·. çağımızın büyük ressanılan arasına katmt§tır. Ve §una inanı­ yorum ki, yıllar :geçtikçe Abidin Dlno resmi dünyac,Ja daha çok aı:ıla§ılacak, ins·anlık Dino gerç_eğiyle, büyüklüğüyle kucakla§acak. tıJ. ·

·

·

·

. ·

'

. Abidine; Paris ·ı 994

162


TURHAN SELÇUKYA DA BİR BÜYÜCÜ Turhan Selçuk yüzyılımızın . olağanüstü bir macerasıdır. Bi­ zim ülkemizin aydınları büyük bir sanatçı için böyle konu§abilme­ yi, nedense, kim olursa olsun kendilerine yediremiyorlar ya d a yakı§tıramıyorlar. Ne. bileyim ben, belki de. büyük bir sanatçı�ın bu ülkede de yeti§ebileceğini sanmıyorlar. Bjr Memleketimden In­ san A:fanza ra/annı, ,bir Şeyh Bedrettin Destanını yazml§ Nazım Hikmet gibi b.ir dünya §airine, çağımızın tansıklarından birine bi­ le, ondan sonra gelmi§ §airler bile "hagaragord" deyip geçiyorlar­ dı. Ne zamanki dünya, onun yüzyılımızın büyük §airleri, hem de en büyükleri arasında olduğunu söyleyince, bu da dünyaya geni§­ lemesine yayılını::a, onun büyük §airliğine inandılar. Nazım Hik­ met, bütün dünyanm bildiği gibi, yeryüzü edebiyatimn büyük ki§i­ likleri arasındadır. Şiire yeni bir ses, yeni bir biçim, yeni bir dü­ §Ü�Ce, yeni anlayı§ getirdiği artık dünya üniversitelerinde. okutu­ lu}'or. Biz daha bu büyük yaratıcının mezan Türkiyeye getirilsin mi, getirilmesin mi diye uğra§ıp duruyoruz; Bizim aydınlarımızın dilinde, ne yazık ki yenne var da övıne diye bir §ey yok. • Kusura bakılmasın, övine de(lim de, 'anlamak, hayran kalmak, minnet duymak sözcüklerini .kullanmalıydım. İnsanoğlu Neruda'yı, Na­ zım Hikmeti, . Çehov1u, Tolstoy'u, Picasso'yu 1anladıkları, anlara hayran kaldıkları için övüyorlar, ba§tacı ediyorlar. Haklarında yüzlerce kitap yazılıyor, ara§tırmcı.lar yapılıyor, §ehir alanlarına heykelleri dikiliyor, onlar için I'nüzeler kufuluyor. Biz daha Na­ zım Hikmetin kemiklerini Türkiyeye nasıl getireceğiz. diye çaba­ laY,Ip duruyoruz. Bir ülkeye yeni biqiir dili, §iir . . biçimi yaratan ki§i içi�. Derdim bu değil, dünya §airi Nazım Hikmetin mezarı dünya­ nın neresinde · olursa olsun, o insımhğin, yüzyılıınız ·. insanlığının, gelecek yüzyıllar insanlığınin da yüreğindeki §airdir. Ben günü­ müz Türkiyesinin durumuna acıyorum. Ulus . olarak bu Nazım . Hikmetmacerasının altından nasıl kalkacağız? Bir gün uygar bir ulus olmak talibine kavu§ursak, gelecek ku§aklar, Türk ve insan­ lığın . kU§aklarına, bugünden söyleyecek bit sözümüz, bir savunmamız olabilecek mi? Çağimız Türkiyesinin insanlarından bizim ·

.

·

.

·

163


.

·

/

gelecek ku§aklatımız, insanlığın ku§akları utanç duymayacaklar ı:riı? Türkiyedeki bugünkü anlayı§sızhk, çağdı§ılıktan, bugünkü yapılan zulümden hiç utanç duymayacak mıyız? Hiç olmazsa ge­ lecek ku§aklara, bizi azıcık da olsa bağı§lasınlar diye, bir utanç çığlığı bile gönderemeyecek miyiz? . Ülkemizde hal böyleyken, nasıl olmu§, nasıl oluyorsa- Tur­ han Selçuk gibi dünya sanatçıları da yeti§iyor. Turhan Selçuk da· artık insanlığın onur list.::sindedir. O da ülkemiz ve dünya insanlı­ ğının yüreğindeki en sıcak yerini almı§tır. O, çok §ükÜr daha yüz­ yılımız insanlığına ürünlerini kendi kö§esinden dağıtıyor. Ona önce bir çizgi ustasıdır, diyebiliriz. Bütün büyük ustalar çizgide olsun, renkte, dilde, sinemada olsun, öbür sanat dalların­ da olsun ortaya büyük ki§ilik koyanlardır. Büyük sanatçılar orta­ ya koydukları sanat ki§ilikleriyle büyüklüğe ula§ırlar. Ya da ania­ nn en önemli nitelikleri koydukları ki§İliktir. o- büyük ki§ilikler tektirler. Bu, tek olma i§ini biraz daha. açayım. Örneğin bir Picas­ so'dan önce bir Picasso yoktu. Elbette onun ustaları vardı. O, us:.. talarının adını da teker teker sayar, ama ustalarıyla en küçük bir İli§kisi yoktur. Bir Van Gogh, bir Cezanne, bir Matisse, bir Bra­ que bunların Picasso gibi usta bildikleri ki§iler olmu§tur, ama on­ lar da tektirler. ·Edebiyatta da böyledir. Bir Tolstoy ki§iliğiyle bi� Dostoyevski ki§iliği apayrıdır, aynı çağda ya§adıkları halde. Bir Matisse'le bir Abidin ki§iliği de bamba§kadır. Abidin Dino ile Pi­ casso çok yakın dost oldukları halde çizgileri; renkleri apayrıdır; Yüz Abidin resmiyle yüz Picasso resmini karmakarı§ edip bir du­ vara asalım, resimden çok az anlayan bir kimse bile o resimleri birbirlerinden ayırdedebilir. Turhan Selçuk da bu büyük ki§iliklerden biridir. Yalnız kimi Turhan Selçukları, öteki Turhan Selçuklardan ayırabilirsiniz. Ki­ mi Turhan Selçuk çizgilerinde §iirsellikler ağır basar. Her yapıt bir yumu§akhk, bir sevecenlik, eri§ilmez bir insan sıcaklığı ta§ır., Kimi yapıtında Turhan Selçuk bıyık altından belli belirsiz güler. Siz de ona katılırsınız. ݧte büyük sanat budur. Biiyük sanat, ister istemez seni içine alıp kendisiyle birlikte gülümseten ve hem de yüreğinin köküne i§leyendir. Ben gençliğimden bu yana Turhan Selçuk macerasına yakın­ dan katılma, onun büyülü sanatını izleme talibine ermi§ -bir ki§i­ yim. O gülümsüyorsa bir ol�y kar§ısında çizgileri de gülümsüyor­ dur. Çizgi de ona göredir. O kızmı§sa çizgisi de kıziTiı§tır. O alay

164


ediyorsa, ha§a, Turhan Selçuk hemen hemen alay etmez, bu onun çok zengin yüreğine ı31akı§maz, _o sanatında, en kızdıklarına bile zulüm etmez, a§ağılamaz o ki§iyi, en kötü ki§iye kaf§l bile yü- reğinin en kuytu bir kö§esinde de olsa bir sevgi vardır, bunu çizgilerinde apaçık görürüz. İnsan psikolojisinde büyük, usta bir romancı gibi o da derin­ lere inmi�tir. Bir yazımda onu Çehov'la kıyaslamı§, o da karlkatü­ rün Çehov'udur demi§tim. Bana kimi gazeteciler soruyorlardı, "Ustan kim?" Ben de her zaman §U kar§ılığı veriyordum: Çe­ ıiov'la, Charlit< Chaplin... Charlie Chaplin'e çok §a§ırıyorlardı. Ben açıklıyordum. Sanfitt-a, hem de yüzyılımızda, insan psikoloji­ sine yeni ufuklar açan insanlardan birisi, belki de birincisi Chap­ lin'dir, diyordum. Sinema olsun, resim olsun, karikatür olsun ne fark eder ki, .. ݧteTurhan Selçukla Çehov benzetmesini bu yüz­ den yapmı§tım. Turhan Selçuk da psikolojide ufuklar açmı§tır. Turhan Selçuktan sonra da insan gerçeğine biraz daha yakla§mı§, insanoğlunu biraz daha tanıını§ızdır: Yazıma ba§larken, Turhan Selçuk yüzyılıınızın büyük bir sa­ nat macerasıdır, demi§tim. Turhan Selçuk ݧe ba§ladığından bu yana hep deği§mݧtir. Birçok büyük ustada da bu deği§iklikler vardır. Örneğin Picasso hep deği§ir. Belirli ya da belirsiz deği§­ meyen büyük usta da yoktur. Ne çizgide, ne romanda, ne müzik­ te. Buna ad bile koymu§lar, sanatçının §u dönemi, bu dönemi, di­ ye. Turhanın bir sürü dönemi vardır. Aına hepsi de Turhan bü� yüklüğüdür. Onun her .dönemi de kendi olarak deği§iklik içerir. Turhan Selçukun dönemleri §a§ırtıcıdır. Ben bu deği§iklikler üs­ tünde çok dururum. Beni gerçekten bu ݧ çok §a§ırtıyor ve bu bü­ yük ustalara hayranlığıını artırıyor. Demek ki, diyorum, bir çağ, bir dönem büyük bir sanatçıya yetmiyor. Turhan Selçuku yakın­ dan tanıdığım için bu korkunç, korkunç olduğu kadar güzel dün­ yanın maceraları bu insana yetmiyor, diyorum. Belki Picasso, Tolstoy, Çehov, Abidin Dino, Nazım Hikmet için de bu böyleydi. Belki çağımızda aritenleri bütün yeryüzüne germi§ ki§i Tur­ han Selçuktur. . İnce Memed türküsü diye bir türkü vardır: Yüce dağ başında bir koca karta/ 1 Açmış kanadını dünyayı örter, der. Turhan Selçuk da germi§ kanadını dünyayı örtmü§. Dünyanın her §eyiyle, açlığı, yo}>luğu, sömürüsü, jenosidi, zulmü, ݧkencesi, ba­ rı§ı, sava§İ, sevinci, acısı, gülü§ü, ağlayı§ıyla ilgilidir. Bütün bunlar onun sanatına yansır ve gülü§üne, ağlayı§ına yansır. Sömürenle· ·.

165

·


rin, insanı, insanlığı a§ağılayanların, zalimlerin, acımasızların kor" kulu dü§üdür o. Ne mutluıo büyük sanatçıya ki, sanatını, e,ri§ilnıez ustalığını insanın, gerçeğin, doğruluğun, güzelljğin emrine vermi§tir. , Ben, kimi zamanlar boyumdanbüyük i§lere kalkıyori.ım, ama olsun, diyorum, yağmazsan da gürle.. Yıllardır Turhan Selçuk üs­ tüne ele§tirel bir yazı yazmaya l�evesleniyorum. Biliyorum, Tur­ han Selçuk üstüne , dünya üniversitelerinde dersler verilecek, onun üstüne sanatsal ve bilimsel kitaplaryazılacak, onun kaTika­ türleri dünyanın her yerinde kitap olarak yayınlanacak, §imdi ya­ yınlanmıyor mu diyeceksiniz, elbette yayınlanıyor, Turhan Selçuk birçok ülkede en az ülkemizdeki kadar tahınıyor. Ama benim de­ diğim bu değil. Benim dediğim böyle bir usta Picasso, Daumier gibi insaplığın malı olacaktır� Herinsanın yi,ireğinde bir aslan yatar derler ya, benim de yü­ reğimde Turhan Selçukun sanatını uzun uzun anlatacak bir aslan yatıyor, belki de bir kitap. Turhan Selçukla kırk yılı a§an arkada§lığımız benim mutlti­ luğumdur. Ha, size bir §ey daha söyleyim mi, benim bir mutlulu· ğum daha var: O da benim evimde Turhanın bir karikatürü asılı. Hani, herkesin bildiği o zeytiiı dalı var ya, yani barı§ın timsali zeytin dalı. ݧte Turhan bu zeytin dalını upuzun resmetmi§, dibi­ ne de bir insanı oturtmu§, insancık dFt, ne yapsın, daldaki zeytini koparmı§ Yiyor. Alın siz� bir dünya... Binlerce insan ı:nacerası... Gı"iz 1994

166

·


ÇİÇEKTEN BAL YAPA� USTADIR ARI Onat Kutlar, Türkçenin zenginle§mesi, büyük bir §iir . dili, büyük bir roman, hikaye dili olması için çabalayanlardan, bunun bilincine varını§ ki§ilerden birisiydi. Ve bu çabası, bilinci onu Türkçenin büyük ustalarından yaptı. Onun yazılarındaki, hikaye­ lerindeki Türkçe,, kendine has, eksiksiz güzel bir Türkçeydi. O, Türkçenin derinliklerine, ayrıntılar'ına girendi. Ya§am bir Nazım Hikmet, bir Sait Faik olma talibini ondan esirgedi. Hayat gailesi onu can evinden vurdu. Hepimizi vurdu ·ya, Onat bir kelebek kanadı gibi incecikti, ona daha çok dokun­ du. Bununla, bütün fırtınalara göğüs geremedi demek istemiyo­ rum. Her §eye kar§ın sa.nat için, giizellikler için, insanoğlunun mutluluğu için elinden geleııi de gelmeyeni de yaptı. Onatla. bizim bir maceramız var. Macera diyorsam bu tam bir maceraydı. Deniz Gezmi§leri astırmamak için büyük bir kam­ panyaya giri§tik. Sanırım yirmi binden fazla aydın imzası topla­ dık. Onat Kutlar, Erdal Öz, MuratBelge, dördümüz. Doğaldır ki, öteki arkada§larımız da bize büyük bir özveriyle yardım ediyor­ lardı. Onat, büyük bir inatla direniyordu. Aklı bir türlü, Denizie­ rin asılmasını ahnıyordu. ' ve onların asılacağına inanamıyordu. Hukuk okumu§tu, yasaları hepimizden iyi biliyor, bu bir cinayet­ tir, diyordu. idam hükmünün mutlaka Büyük Millet Meclisinden döneceğine inanıyordu. Ve buna bizi de inandırıyordu. Bunun ' için de veryans1n ediyorduk imza toplamaya. Ne topladığımız imzalar, ne de öteki giri§imlerimiz bir i§e yarad,. Suçları idamlık de­ ğildi. ·Bunu bütün dünya gibi Türkiye de biliyordu. Ve askeriye­ nin emrindeki Büyük Millet Meclisinden, belki de bu insan tari­ hinin en onursuz idam kararı çıktı. O gün Onatı görmeliydiniz. O ı§ık gibi gülen umudun adamı küçücük bir çocuk kadar kalmı§, yumulmu§ gitmi§, sagır dilsiz olmu§tU. Hiçbir §ey onu teselli etmi­ yordu. Ne etsek, ne eylesek Onatı kendine getiremiyorduk. O gün arkada§lara dedim ki, asılacak üç ki§i değil dört ki§idir, dör-. düncüsü de Onat Kutlar. Onat Kutları aldım adalara götürdüm.

167

·


Sabah gidiyor, komı§uyor, konu§uyor, gece geriye dönüJ'orduk. Onatın acısını dindirrnek kolay değildi. . Bu imza kampanyasından dolayı ba§ta Erdal Öz birkaç arka­ da§ımız hapse girdi. Nedense Onaıla beni ahnadılar. Denizler asıldıktan sonra uzun bir süre Onatı görmedim. Yüzüne bakama­ yacaktım. .

Her zaİnan dingin görünen Onatın yüreği kaynardı. Kendini, sanatın her dalında, ba§ını ta§tan ta§a vururdu. Genç bir yeteneK görmesin, ister sinemada, ister edebiyatta ilk kanadını gerenier­ den biri Onat olurdu. Bir hikaye, iyi bir roman okumu§, iyi bir film görm�§�e çocuklar gibi sevinir, o güzel Türkçesiyle, §İirli diliyle sevdasını dö§enirdi. Sinematek onun tutkusuydu. Festivalierin her zaman ba§ın­ da, en azından yanında hep o olurdu. Ülkemizde yaratılmı§ her eser onun için mutluluktu. Ben, Abidin Dino, Nazım Hikmetten sonra en cömert insan olarak onu gördüm. Bizde kıskançlık, dedikodu bir sanattır. Onat, bu sanattan yoksundu. Belki .de bu sanattan yoksun aramızdaki tek . ki§iydi. Yaratıcı ve çok yetenekliydi. O hikayelerindeki güzelliği ro­ manlara da aktarabilseydi, o kadar ݧ arasında buna vakti olsaydı, §imdi dünyanın hayran kalacağı bir rorriancımız olurdu. Buna çok inanıyor, onu roman yazmaya zorluyordum. Yakın arkada§ları­ mız benim bu çabaını çOk yakından bilirler. Ah, ke§ke bu ݧ ba§ı­ mıza gelmeseydi, bu aydınlığın türkücüsü, ışı.k gibi gülen adam bize kendisi gibi o ı§ıkh Türkçesiyle görkemli romanlar yazabilir� di. Zulfü- Livanelinin dediği gibi, onun ölümü kolumuzu kanadı­ mızı kırdı. Ben bundan sonra daha yazılmamı§ romanlarımı kime anlatabilirim artık? Kim beni böylesine can kulağıyla dinler de daha yazılmamı§ ro�anları kim benimle tartı§ır artık, diyeceğim ya, çok §ükür Doktor İbrahim Kıray, Fethi Naci Usta, Zülfü Li­ vaneli var. İn§allah benden çok ya§arlar da benim daha· yayınlan­ mamı§; yazılmamı§ romanlarımı okurlar, dinlerler. c

Onat bugünkü Türkiyenin kurbanıdır. Öfkem yöneticilere giderek büyüyor. Bir yüzyılda Onat özünde, zenginliğinde, ustah­ ğında Türkiye kaç ki§i yeti§tirebilir ki ...

168


Doğum günü toplantısına gidemedim. ݧte bunu yapama­ dım, yapamazdım. Hiçbir ölüm beni bu kadar etkilemedi. Çünkü, "Güneşte kurudu petek 1 Bütün bal anda kaldı." On yıl, on yılcık daha ya§asaydı, onun ne yapabileceğini,. yaptıklarını görürdük. Onatın ki§iliğini, tatlı gülü§ünü, · kimseyi kırmamak için gös­ terdiği çabaları, inceliğini, inadını, dü§üncelerinde kaya gibi sert­ liğini, buna kar§ın sonsuz ho§görüsünü, ne kadar ya§arsak ya§a­ yahm hiçbirimiz unutmayacağız. En' güzel yıldızımız kaydı gitti. Ülkemiz de her §eyiyle kaymak üzere. Onat sağ olsaydı, "Korkma Ya§ar, üzülme, iyi olacak, iyi olacak," derdi inanılmaz iyimserliği, bitip tükenmeyen umuduyla. Şimdi, bugünlerde karanlık içinde­ yim. Şimdi o rahat uyusun diye, ben de, "İyi olacak Önat, iyi ola­ cak üzülme,"· diyorum, Onat rahat uyusun diye. Onatın çok sevdiği iki dizeyi de yazmak istiyorum bu yazıya. Bu dizeleri ben 197lde Davutpa§a hapisanesindeyken Sabahattin Eyuboğlu mektubunun içinde göndermi§ti. Bu dizeler bana değil, Onata yakı§ırdı. Şimdi bu dizeleri ona ithaf ediyorum:

İnsan var karartır ak gündüzü

İnsan var ağartır gecemizi

ݧte böyle maceramız. Karanlık gecemizi ağartınaya gücü­ müz yetecek mi... Bir bomba ... Bir karanlık çağ... Gene de iyi ola� cak diyelim Oiıat karde§, gene de. Onat §imdi Gaziantepteki köy.de olsaydı, cenazesi en sıcak, en güzel ağıtlarla biterdi. Ben gene yazıyı yukandaki iki ağıt dizesiyle bitiriyorum: ·

Yeryüzünün çiçekler;

Çığrıştı da açtımola

Öyle, aÇmı§tır Onat Kutlar, öyle, AÇMlŞTIR

30 0cak 1995


İŞİ ZOR BİR ADAM, ZÜLFÜ LİVANELİ

·

BÖylesine toz duman içinde, sapın samana karı§tığı, iyiyle kötünün karman çonnan olduğu bir ülkede sağlıklı bir sanat yap­ mak bir tansıktır. Her çağın kendi özgürlük anlayı§ı vardır. Her çağın kendine özgü i§kericesi, zulmü de ·vardır. Engizisyonu insan soyu unutabilir mi? Çağımızda da bir öı.gürlük anlayı§ı ge'li§mݧtİ. Ama gel göüi büyüklü küçüklü Hitlerler y�ılımızı kararttılar, lekelediler, bir utanç çağı yaptılar. Yüzyılın ba§ından beri ülkemizde de insanlığı utandıracak durumlar ya§andı. Halkımız zulüm gördü; Dünyanın en güzel, insanlığın tepesine, daha da çok zulmedenlerin tepele­ rine balyoz gibi inen, "Zulmün artsın, artsın ki sonun çabuk gelsin" sözünü yarattı. .insanın §öyle dü§üneceği geliyor: Acaba büyük sanat yapıtia­ nnı zulümler mi yarattı? Hemen vazgeçtim. Ba§ındaki bu baskı­ lar, bu zulümler ölmasaydı; bu sava§lar, bu baskılar, bu kıyımlar olmasaydı, kimbilir in5anlık daha neler yaratacaktı. İnsanlık çü� rüye çürüye böylesine büyük yapıtlar yaratmı§sa, özgür oisaydi · kimbilir daha neler yaratabilirdi. Baskılar: zulümler, kıyımlar, kö­ tülükler, sömürüler insan yaratıcılığının kösteğidir. Bunu artık ' çağımız bir iyice biliyor. Ülkemizin ne halde olduğunu, ne durumlara dü§tüğünü, yozla§manın son sınırına gelip dayandığını görmeyen, bilmeyen var mı? ݧte bugün ülkemizde, has, yozla§maya kar§ı direnen sanatçı­ nın, dܧünce adamlarının İ§İ zor. Fransada basılan bir kitaba yaz­ dığım yazıda, "Sivasta 37 sanatçının, devletin gözünün önünde 7

saat kuşatılmış bekledikten sonra yakıldıklannı yaşayan, ülkesinde her gün bir sürü insanın boğazlandığını gören bir sanatçı hangi vic- . danla, hangi, hangi gönül dinginf-iğiyle sanatyapabilir," demi§tim. Gene de o günlerde bir roman yazı)rordum. Yalnız bu olay­ lar gittikçe öfkemi artırıyor, her §ey bir patlama olarak yazıya dö­ külüyordu. Romanı yazdıkça kıyımlara, ölümlere, zulümlere kar­ §ı gittikçe bileniyordum. Onnanın, havanın, suyun, bütünüyle do­ ğanın öldürülmesine; bununla birlikte . de insanlığın · çürümesine,

170


insanlığın §imdiye · kadar yarattığı değerlerin göz göre göre yok olmasına katlanamıyordum, roman gittikçe bir §iddete dönü§ü­ yordu. Hep soğukkaı'ılılığımı korumaya çalı§ıyor, öfkemi engelle­ mek için elimden geleni yapıyordum. Sanatırnın sanat i§levini ye­ rine getirebilmesi için, onti kendimden bile bağımsız kılmalıydım. Bu olanakdı§ı i§i gerçekle§rirmeliydim. Sonra baktım ki ba§a çı­ kamayacağım, i§i oluruna bıraktım. Sonra da §U yargı İ§İ çıktı. B u durumda yazabilirsen yaz bakalım. Her §eye kar§ın, iyi y a d a kö­ tü, yazmak zorundayım. Zülfünün durumu da, yakından biliyorum, benim dururnuriı­ dan hiç farklı değil. Ülke insanlarının durumu ona da büyük acı� lar veriyor. Bu kadar ݧ, çaba · arasında Zülfü neler yapabilecek, diye çok merak ediyordum, yapsa bile yaptığı nasıl bir ݧ olacak? Böyle korkunç durumlar, ses duvarını, yani insanlık duvarını . a§� mı§ durumlar, bir sanatçıyı da çürütürdü. Bir de gene l:)ir halk sö­ zü vardır, "İnsanın dayandığına . dağlar daya nmaz. Ben bu söze, yani insanın gücüne hep bel bağlamı§ırridır. En kötü ko§ullar al­ tında bile yaratıcılığını koruyacağına... . Onun içindir ki, her za­ man, insanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır, demi§imdir. ZülfQ Livanelinin son kaseti Neyler8in, bu ko§ullar altında, bir patlama oldu. Bir ses patla�ası, bir öfke patlaması, bir umut patlaması oldu. Bu ·kaseti dinledikten sonra bir daha inandım ki, insanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır. Ve Zülfü bu kasetiyle hem kendi sanatını, hem de müzik sanatını yüceltti. Müzik sana�!' köklü bir sanattır. Büyük bir sanattır, dünyayı saran ı§ık gibi büyük ustalar yeti§tirmi§tir. Böyle bir sanatı yücelt­ mek bir abartı olmaz mı? Bana kar§ı "çıkanlar hep abarttığıını söylüyorlar. Onlar benim gibi Çukurovada bir sabah uyandıkla­ rında dağın ta§ın, toprağın bir anda baharla patlarlığını görme­ mi§lerdi ki ... Ba§ döndürücü kokuların bütün havayı sardığını, yıl­ dızların gökyüzünü örttüğünü; gökyüzünde yıldızdan iğne atacak yer kalmaôığını, gün bumuna güne§in doğduğu yerde, seher yel­ leri eserken kuyruk yıldızı dedikleri yıldızın ı§ıklar fı§kırtarak döndüğünü, irisanın inanılmaz bir esrikliğe kapılıp dünyanın mut­ luluğuna karışıp erdiğini ya§amamı§lardır ki . . . Bu güzelim dünyada insanoğlunun ne acılar çektiğini, bu acılara, zulümlere korkunç dirençlerini bilmemi§lerdi ki .. Yarat­ ıria bir §iddettir; o §iddete ömürlerinde bir kezcik olsun -ula§ama­ mı§lardı ki . . -Bana doğayı ve insan acılarını, ülkernde ya§anan " .

.

.

171


·

inanılmaz zu\mü abartıyorsun diyenleri anlamaya çalı§ıyorum, ama bağı§lamıyorum. . Doğayı ya§amak, ba§ka insanlardan daha çok onların ellerin­ deydi. İnsana, insan acılarına yabancı kalmamak ellerindeydi. Hep kaçtılar, korktular, sindiler, korkunun üstüne yürümeyi, bu insanın en temelli duygusunu akıllarına bile getirmediler. Bu dünyaya gelmenin, salt dünyaya gelmenin bir mutluluk olduğunu akdiarına bile getirmediler. Korkularından, o üstüne yürüyeme­ dikleri korkularının altından kalkamadılar, doğayla ve insanloı zenginleşemediler. Onlara her insancıl §ey abartı. gelir. Ben bu insanlara inat hep abartacağını . . Onlar korkularından köstebek yuvalarına kaçsınlar. Onlcir, sanatçının döğaya, insan güzelliğine hayranlıklarının abartı olmadığını bilmezler. Onlar çıplak gerçe­ ğin abartı olmadığının farkına bile varamazlar. Bütün büyük sanatçılar, edebiyatta olsun, müzikte olsun, re­ simde, heykdde olsun sırtlarını hep halk kaynağına dayayarak ya� ratnıi§lardır. Dikkat edelim, halka öykürfmü§lerdir demiyorum, halk _ onlara kaynaklık etmi§tir, diyorum. Büyük Beethoven'in halk ezgilerinin etkisinde kaldığı yazılıyor, söyleniyor. Ben bunu söyleyemiyorum, Beethoven için "ezgilerin etkisindedir" dersek yanıhrız. Halk ezgileri ona kaynaklık etmi§tir, bütün büyük usta­ lara ettiği gibi. 9. Senfailideki Sevinç Türküsünde hiçbir tü.rkünün etkisini göremiyoruz, diyor ara§tırmacılar. Doğrıi, bulanıayabilir­ ler. Yalnız, onun kökünde halk olmasaydı, o melodiye benzer birçok melodiyi Beethoven. özümsemeseydi, kırk bin yıl halk su­ yunun altinda o melödiler çakil ta§ları gibi düzelip parlamasaydı, Beethoven belki de bu. dünyanın en etkileyici sevinç türküsünü yaratamazdı. Bach da, Mozart da, Bela Bartök, Haçaduryan da halk kay­ naklarını özümseyenlerdendir. Ad · saymak istemiyorum; edebi­ yatta da bu- böyledir. Unutmayalım ki bütün çağlaqn en büyük §airi Homeros, . o ''halk §airi" dediklerimizdendir. Yunus Emie de bir halk §airidir. . Sözü. fazla tızatmadım Zülfü Livaneliye gelelim. Zülfü Liva­ neli son kasetiyle tila§ılmaz halk mÜZiği bilgisiyle halkı özümse· yenlerden biridir. O henı kendi özgün müziğiqi yaratıyor, hem de hayran olduğu halk müziğinden kimi parçaları .yeniden yoğura­ rak, yorumlayarak yaratıyor. Her iki dalda da düiıyamıza yeni ·

172

·


sesler, yeni ölümsüz duygular getiriyor. Giderek ülkemizin, Ak­ denizin, dünyamızın özgün müziğine katkılarından biri oluyor. Dünya sanatına katkımız olacaksa Zülfünün ula§tığı ten1ele, kaynağa ula§abihnek çabasından ba§ka umarımız yok. Kendi özü­ ne eri§emeyen ba§kalarının özünü kucaklariıa, onlarla sarma§ do­ la§ olma olanağını bulamaz. İnsanın büyük sanat macerası sanat­ çının büyük ya§am macerasından geçer. ݧte Zülfü önümüzde bir örnek. Zülfünün zenginle§tiği yerleri avueumuzun içi gibi biliyo­ ruz. Önce kendi, kendi halkı, halkınıı-l müziği. Her zaman söylediğimi gene söylüyorum, Anadolu bir kültür mozayiği olmu§tur bütün çağlarda. Onun için çağların en büyük §iirini Anadolu yaratmı§tır. Unutmayalım ki, yukarıda da söyledi­ ğim gibi, Homeros bir Anadolulu halk §airidir. Anadoludaki bü.. tün sanat daliatı gibi Anadolunun müziği de çok zyngindir. Çer. kes, Kürt, Arap, Arnavut, Çeçen, bütün Kafkasya, Balkanlar, Arabistan Anadoluda düğümlenmi§tir. Ya gelip geçmi§ sayısız . uygarlıklar, ya onların bıraktıkları kalıtımlar, birikimler... Nereye elini atsan bir avuç altın çıkarıyorsun. Yeter ki, bunun bilincinde olalım ve bu toprağın özüne varalım. Bu·.öze vanrken kimi büyük ustalar bile yanlı§lar yapıyorlar. Örneğin Haçaduryan. O özgün senfoni.lerinde bile halk müziğine bir biçimde öykünüyor. Deh§et güzellikler de yakalıyor. Yalnız bir yerde öyküome � kadar çıkar yol değil. Ne kadar öykünürsen öykün, özü kadar güzel bir §ey yapamazsın. Çünkü onu halklar çağlar bonınca i§leyerek, her yıl biraz daha ustalar onu güzelle§­ tirerek günümüze kadar getirmi§lerdir. O güzelliğe varmak ola­ ğandı§ıdır. öyleyse yeni müzik, yeni edebiyat, yeni sanatniçin ya­ palım, diyebiliriz. 'Sorun o değil, her çağ kendisini a§acaktır. Her çağ ken�ince yeni sanat biçimleri, içerikleri yaratacaktır, kendince. Demem o ki, yaratıcı temel kaynağını hiçbir zaman unutma­ yacaktir. Yalniz temel, ana kaynak dediğimle de olmuyor i§. Ken­ di kaynağımız kadar dünyayı da elimizden geldiğince özÜmsemek zorundayız. ݧte Zülfü Livaneli bu iki' kaynaktan da susuzluğunu giderecek kadar içmi§tir. Dokuz yıllık gurbetlik ona yaramı§tır. Bu dokuz yılda dünya dilleri, dünya kültürüyle tanı§mı§, onları özümsemi§tir. Kendi kaynak müziği dı§ındaki müziklerin de üstü­ ne eğilmi§, dünyayla d3; zenginle§erek özgün müziği zenginle§tir173


mi§tir. Ve ülkemiz de insanlığa Zülfüyle bir özgün ki§ilik kazan­ dırmı§tır. Ülkemiz zor, ülkemiz kısırla§tınlmݧ, her yönüyle ·fukarala§� tırılmı§ bir. ülkedir. İnsanlanmız baskılar altında, kendi öz kültü­ rünü küçümseme, hor görme yüzünden, yozla§mı§ medyası, okul­ luktan çıkml§ okulları, tükenmݧ üniversiteleriyle yaratıcılığını yi­ tirdi yitirecek. Onun için nasıl, nereden çıkmı§sa çıkml§ diyelim, Zülfü gibi yaratıcıların·İ§i ior. Zülfü yolundan gide�klerin de İ§İ zor. Şöyle bir göz gezdirelim ortalığa, ferman okunmuyor tozdan dumandan. Ayaklar ba§ olmu§, . ba§lar ayak. Ne renk: kalmı§, ne ı§ık... O ki§iliğine toz kondurmayan, bunca yözyıl Yunus Emreyi, Karacaoğlam, . Pir Sultanı, Dadaloğlunu yüreğinde ta§ımı§ halkı­ mız bile kabuk deği§tirmekte. Deği§t4mesin demiyorum. Deği§­ tirmezse tükenir. Ama yaratıcı gücünü yitirmesin. . Onun yaratıcı­ lığını sağlayacak kültür toprağındadır ve bu toprak dünyada esen bütün güzel yellere her zaman açık olmu§tur. Bir tek Zülfü bilinci ve yaratıcılığıyla yaz gelir mi, diyeceksi­ niz. Gelmez! Ama ben inanıyorum ki, .bir Zülfü çıkmı§sa, yaratı� cılığımız tüketımݧ değil demektir, birçok Zülfüler 4aha çıkacak­ ·

tır.

·

· Şu anda Neylf!tsin kaseti Beyoğlunda, İstanbulun kenar ma­ hallelerinde ortalığı Çınlatıyor. Gelen haberlere göre . Anadoluda da öyle. Bunca yılın bilge Anadolusu kendini iyi tanıyor. Halkın yanılması mı, o ba§ka bir §ey. Halk ba§ına örülen çorapları, önü­ ne kurtilan tuzakları öyle çabuk anlamıyor. Bu büyük bir ar8§tır­ ma konusudur. Bilge Anadolu bilmesi geleleeni herkesten iyi bili­ yor. O §ehre inince arabesk oluyor. Bunlar derin ara§tırma iste­ yen konular. TRT Neylersindeki eri güzel dört türküyü yasaklamı§. Ne gam! Bütün Zülfüyil yasaklasa ne olurdu ki, eskiden yasakladığı gibi. Gerç(:k bir sanatçı yasak kabul etmez. Hiçbir yasağın sanata gücü yetmez. Sanat insanin daha çok yüreğiyle ݧ görmü§tür. Bunu böyle demekle insanı bölmüyorum. Büyük sanat elbette insanı bütii- · nüyle kavrar, ݧte §U son güiılerde ba§ıma gelenler: Sevdiğim O�atin ölmesi, insanın böğrünün bo§ kalması, Önat gibi bir ki§ili­ ğin yerinin dolamayacağı bilinci, böylesi acılar içinde insanın ağıt 174


bile yakanıaması, sonra ba§a gelen, küçük de olsa öteki i§ler, ne de olsa insanı bunaltıyor. ݧte tam bu sırada Neylersin yeti§ti imdadıma. ,Yüreğimin .ya­ rasına merhem gibi geldi. Anadolu toprağının acıli türküleri, Onata yakılmı§ birer ağıttı. Zülfünün kendi besteleri... Geçilmez, birer ı§ıktan yapılmı§ direni§ duvanydı. Bayılıyorum §U söze, bu eski Anadolu topr��nıQ yıuattığı bu söze. Çok yineledim. Gene de . yineleyeceğim. Omrüm oldukça da yineleyeceğim: Halkların türkülerini yaratanlar, yasabirını yapanlardan daha güçlüdür. Öy­ le değil mi Zülfü, sevgili arkada§ım? Bu yazımı senin Neylersindeki birkaç dizenle bitireceğim: .

.

Kaldınn duvarlan

Yıkın 8itsin hepsini Ne böyle zulüm olsun Ne de böyle türküler ·

Dünyanın en güzel i§i, zor i§lerin üstesinden gelmektir. Yıkı­ . lacak Çin Se:ddi de olsa... JOMQft 1995

ı '

175


ONUN AYDINLIGINDA Aybar üstüne konu§mak hem çok kolay hem de çok zordur. Çok kolay, çünkü Aybar ülkemizde doğmu§ kuyrukluyıldızlardan biriydi. Onun parlaklığını görmek, anlatmak kolay bir i§tir. Ki§ili­ ği birçok insanı etkileyen bir görkemdi. Oü§üncelerini kolaylıkla anlatıyor, çok güzel, tutarlı bir Türkçe kqnu§uyordu. Aybar, sekiz yıl Türkiye ݧçi Partisi Genel Ba§kanlığı yaptı. O partinin hem genel ba§kanı hem öğretmeni hem de her yönüy­ le bir üyesi kimliğindeydi. Ba§langıç yıllarında partide yapmadığı hemen hemen hiçbir ݧ y9ktu. Büyük Millet Meclisinde sekiz yıl kaldı. O devrin milletvekill�ri; bakanları hep söylüyorlar, Aybarın Meclisteki varlığı bizim için bir övünç kaynağıydı. O, davranı§ ve konu§malarıyla Meclisin düzeyini yükseltmi§ti. Bu da S!;llt benim kanım değil. Ve bu kuyrukluyıldızın parlaklığını anlatmak çok kolay. Şu Aybarın görkemini anlatmak, eğer ݧi o yana dökersem, gene yineleyeyim, çok kolaydır. O büyük ki§iliğin görkemini J,cör gözler bile görürdü. Görüyorlardı da. Yalnız Aybarın en önemli yönü görkemli ki§iliği değil. O ki­ §İliğin altında daha büyük biF ki§ilik, daha büyük bir görkem var. Aybar, derinlemesine dü§ünen, ara§tıran, yaratan bir bilim ve dü­ §Ünce adamıydı. İnandığı dü§ünceler, yılların birikiminin ürünüy­ dü. Oü§ünceleri sağlam ve kapsamlıydı. Oü§uncenin sağlam ve kapsamlı olması Aybara hiçbir zaman yetme�di. O sağlam dü§ün­ celer ona, en önemlisi, yaratma olanağı veriyordu. Bir dü§ünce, bir kavga adamının, kendi dü§ünceleri ve kav­ gası üstüne yürümesi dünyanın en zor ݧlerinden birisidir,. Aybar bütün ya§amı boyunca kendi kendinin üstüne yürümü§tür. Bu, her babayiğidin üstesinden geleceği bir ݧ değildir. Andre Gide'den Ignazio Silone'ye, Arthur Koestler'e kadar. Burilar dokuz on Marksist yazardılar. Sovyetler Birliğinin ilk ola­ rak, dü§ledikleri bilimsel sosyalizmi kuramaclığını gördüler, dü­ §Üncelerini dünyaya açıkladılar. Bunun üstüne bütün dünyada kı­ yametler koptu. Bu yazarların ne hainlikleri, ne döneklikleri, ne satılmı§lıkları kaldı. Bu yiğit, namuslu insanların paçavralarını çı­ kardılar. ·

176

·


Bu yazarlar, kendi düşüncelerinin, · kendilerinin .üstüne yürü­ mü')lerdi, ba§larına nelerin geleceğini bile bile. Bu oyun dünyanın gözlerinin önünde oynanıyor, büyük yazarlar insanlığın vicdanın. da yok edilmeye çalışılıyotdu. Bugün bile insanlığın vicdanı ol­ muş o insanlar, daha bellerini doğrültamadılar. Oysa insan vicda­ nının timsali olmuş bu kişiler, bunca acı çektirilroi§ bu kişiler, in­ sanhğımızın onuru olarak ulu bir ışık gibi her daim üstümüzde parlamalıydılar. İnsanlık onları unuttu. Sosyalistler bile bu büyÜk dostlarını unuttular gittiler. Ama onlar büYük yazarlar olarak ya­ şıyorlar, sonuna kadar da yaşayacaklar. Dünya çağımııda Sırat Köprüsünden geçiyor. Mazeretimiz var. Bundan sonra, . dünya azıcık durulursa, bu büyük yazarların ışığı çoğalarak insanbğımıiı aydınlatacaktır. Onlar bir timuda değil, bir baskı düzenine ilk bal­ tayı vurdula�. Ve insan aklının, yüreğiniri önderleri olchılar. -Ülkemizin başındaki bela, düşünce kısırlığıdır. Her şey bir ezbereiliRten geliyor, başka bir ezberciliğe· gidiyor. Bir insanoğlu için bir yabancılaşma, bir yozlaşma, bir çürümedir. Yaratıcılık gü­ cünÜ yitirmiş bit insaiı soyu tükenmiş demektir. Bir üikenin bu duruma dܧmesi, düşürülmesi, yaşamdan da umudunu kesmesi, mutluluğunu tüketmesidir. . Şu anda ülkemiz çok çok kötü durumda. Allah, düşm�ınımız olsa da hiçbir ülkeyi bu duruma düşürmesin. Umutlu bir insan ol­ maya. çalıştım her zaman. Ve her şeye karşıı1 da umutlu olmam için birçok sebebim vardı. Şöyle ki: Dünyanın en ileri eğitim dü­ zenini terlısil eden Köy Enstitülerini ülkemiz insanları, başta İs­ mail Hakkı Tonguç, İnönü, Hasan Ali Yücel ve arkadaşları yarat­ mışlardır. İnsanlık bundan sonra insan gibi savaşsız, sömürusüz bir dünyada yaşayacaksıi Köy Enstitüleri . eğitim düzenine geçmek zorundadır. Ve bu düzen, dünyada ilk olarak Türkiyede yaratıl­ mı§ ve uygulanmıştır. · Bu büyük yaratıcılardan biri de Aybardır. Aybar, çağımızın en büyükleri gibi kendi üstüne, sosyalizmi dogma gibi gösterenler üstüne yürümüştür. Bti kolay ݧ değildir. Aybar da sosyalizm iis" ti,ine yarattığı sağlam düşüncelerinden dolayı horlanmı§, başına . olmadık işler açılmış, dahası da küçümsenmiştir. Ama Aybar bu­ tün bunlardan hiç. yüksünmemi§, karşısındaki karanlık duvapnın üstüne yürümüş, gerçeğirt aydınlığını dağıtmayı sürdüı mü§tur, taaa ölünceye kadar. Ülkemizdeki sosyalistlerin hemen hemen hepsi dogmatikti.Körün değneğini belleciiği gibi birtakım slogan-

·

·

Ustadır An

177/12


lar bellemi§lerdi. Vay karşı koyana; ne hainliği, ne satılmışlığı ka­ lıyordu. Sosyalizmin demokratik ilkelerinden hemen hemen· hiç­ birimizin haberi yoktu. Aybar, sosyali,zmin demokratik ilkeleri düşüncesini ortaya attığıılda hepimjz apışıp _kaldık. Bu da ne ola ki? Aybar durmadan konuştu, durmaqan yazdı. Bağınısız sosya­ lizm düşüncesini ülkemizde ve dünyada ortaya atan ilk kişi dt: belki Aybardı. Sonra ta9uları yıktı. Leninizm, ona göre sosyaliz­ min demokratik ilkelerini göz ardı etmişti. Yıkılınaya mahkum­ du. Aybar, tabulan yıkıyordu. Dokunulmaz Lenine karşı çıkıyor.­ du. Leninizm ·üstüne · bir de kitap yazmıştı. Aybar gittikçe yalnız . kalıyordu. Yanı yör�si yavanavaş bo)alıyordu. O, yalnızlığı, tek­ başına kalmayı göze almıştı. En yakın kavga arkadaşlarının onu bırakması ona çok acı veriyordu, O, arkadaşlannı, özellikle sos· yalist arkadaşlarını çok severdi. Ama düşünceleri uğruna buna da katlanıyordu. Başka hiç nıünıkünü, çaı:esi kalmamıştı. Bir dti S?syalist partüerin kuruluş biçimleri yanlışU. Hi�bir sosyalist parti yukarıdap aşağı kurulmamalıydi. Bir sosyalisfparti kurulsa kurulsa yukarıdan .• aşağı değil, aşağıdan yukarı kurulma­ lıydL Sovyet Sosyalist Partisi yukarıdan a§ağı kurulınu§, sonunda d� dogmatik bir parti olınu§, kişi qiktatoryasma varmış.dayanmış­ tı. Partide, yani Türkiye İşçi Partisinde. bir uygulamaya geçildi. Parti yölletiminin yüzde eJii biri · kol işçilerinden olacaktı. . Bunu onunla· çok._konuştuk. Bence Türkiye gibi bir _yerill koşulunda böyle bir uygulama başarılı ()lamazdı. Çünkü parti içinde işçilel" ağırlıklarını koyacak durumda değillerdi. Bu uygulama yapay ka­ lıyordu. Ama o ina.t ediyordu. Bir kıvılcımdr bu . ı.ıygu[ama. • İşçiler ağırlığını· koyduklarında qa gerçek bii' sosyalizme ulaşılabilirı:.ii. Aybarın bu düşünceleri, o günlerde yalnız Türkiye için değil, dünya için de yeniydi. Şunu demek istemiyorum: Aybardan önce bu qüşünÇeleri ortaya. atmış • hiç kimse yoktur demiyorum. B�yük Mal"ksis.t sav<l§çılann, düşünürlerin bir kısmı buna benzer düşün­ celer ortaya atmışlar, tutturam<!mışl;ıi"dı. Sovyetdüzenini tutanlar ağırlıklarını koymuşlardı. İşte Aybarbu ağırlığa karşı koydu. Aybarın düşüncelerini böyle birkaç yazıyla anlatmanın ola­ nağı yok. Biliyorum. İşte zorlu]f burada� Ben yalnız bir iki ipucu vermeye çalıştım burada. Eğerbir gün ülkemiz sağlığına kavuşur­ sa Aybar üstü'ne çok araştırmalar yapılacak, onun listüne çok ki­ taplar yazılacaktır. .

178


Aybar, . bundan sonra da yaratmasını· sürdürecek; dü§ünce tarih(inizln en ödünsüz, yiğit, çalı§kan, kılı kırk yaran büyük, ya­ ratıcı bir ustasi olarak kalacaktır. Aybarın kitapları · sağlığında dünya dillerine çevrilseydi, dünya dü§ü.ncesine de etkileri olacak, sosyalizm dü§üİıcesi daha sağiıkiLbir yola çok öncederi girecekti. . O, çağımızın büyük Marksist dܧünürlerinden biri olarak dünya­ mızda da her zamanietkisini sürdürecektir. Göreceğiz; ülkemizde · ve dünyada Aybarın ya:Inızlığı, bundan sonra bitecektir. Sanıyo­ rum ki, Aybar, bunun bÖ,ylı:; olacağının. bilineiodeydi. Son ayları­ na kadar da sosyalizmin demokratik ilkelerini Lenin'in nasılhiçe saydığı üstünde, Lenin'in kitaplarını didik didik ederek çalı§ıyor, tüyler ürpertici yazılarını bulup çıkarıyordu . . . Aybarla elli · yıldan fazla, kesintisiz, sürdü dostluğumuz. Onun ki§iligini sanıyorum ki bu elli · yıida birazcık olsun kavraya� bildim. Ona ağıtlar ya:krııayacağım. O, ağıt istemeyecekkadar ya. §amayı . hak etmi§ bir büyük ki§iliktir. İnsanın gene de onun ölü­ mü üstüne yüreği yanıyor. Onunla ilk tanı§tığımiz günden bu ya­ na ne kadar öğretiler. konu§mu§sak, o kadar · da edebiyat konu§- · tuk. İki anıını anlatmak isterim. Gençliğimde yazmakta çok titizleniyordulll. Örneğin, ilk hi­ kayelerimden biı:i Ö ıan Bebek hikayesini dokuz kez ,yazdım. Öyl� küçük bir hikaye de değil; uzun, otuz sayfa:Iık bir hikaye. Aybar, . hikayelı�rimi, romanlarıını böyle bir çabayla yazdığıını biliyordu. Bir :gün Ortadireki bitiı:mi§, ona birkaç bölüm okumu§tum. "Bu böyle ama," dedim, "bu römanı yeniden bir daha yazacağım." Ay� bar, bu romana ince Memedie birlikte 1947de ba§ladığımı biliyor- . du. Bana dedi ki: "Bunu pir daha yaz, ama bu son olsun, bir daha yazma. Sen böyle gidecek olursan, · ömrünün sonuna kadar birkaç · hikaye, birkaç roırıan yazabili;sin ancak." Aramızdaki tartı§ma birkaç gün değil, haftalarca sürdü. "Çünkü," diyordu, "insan yaza­ rak olgunluğa varır. Bir roman üstünde yıllarca ,çalı§arak değil." \ Ve benim aklıma bu <iü§ünce yattı. Artık bir roman üstünde, ı�ı­ ğını cıcığını çıkararak eskisi kadar çalı§madım. Böylece de epeyce romanım oldu. Eskisi gibi gitseydim §imdi elimde ·ancak üç dört romanım olabiiirdi. Hep dii:§ünüyorum, eski huyumu sürdürsey­ dim, romaniarım daha mı güzel olurdu, hiç sanmıyorum. Bir aniını · anlatayım da yazımı bitireyim. · Russell Mahkemesi diye bir mahkeme kuruldu. Ma�kemenin üyeleri dünyanın büyük bilim adamlanndan olu§mtı§tu. İçlerinde J.P.Sartre gibi büyük;

·

-

·

179.


yazarlar d� vardı. Aybar da bu Il1ahkemeye üye seçilmi§ti. Aybar mahkemeden iki arkada§ıyla • Vietnama gönderilmi§ti, Amerika­ nın Vietnamda • insanlık dı§ı uyguUırrialannı saptamak için: Vietnam dönü§ü, Ye§ilköy Havaalanında partili arkada§larla büyük bir kalabalık onu kar§ıladık. Çok heyecai1lıycJı., bana dedi ki: "Hııydi, bizim eve gideceğiz, sana, belki de sabaha kadar, anla­ tacaklarını var." Eve gittik, koltuğuna oturur oturmaz anlatmaya ba§ladı. Bü­ tün · geziyi anlattı. Anlattıkları korkunç §eylerdi ve Aybar o, kadar üzgündü ki anlatırken, ben ne yapacağımı §a§ırdım. Birkaç kez, "Ba§karı artıkgeç oldu, gerisini yarın anlatırsın,'.' dedim. Sözleri­ mi duyınadı bile. "Kuzeyde, bir cip içinde güneye' iniyorduk. Tam yola çıkmı§­ tık k i Amerikan uçakl&rı. gözükttf. Biz cipi bıraktık, ırmağın kıyı· sındaki yarların altına gittik sığındık. Birden ortalık cehenneme döndü. Uçaklar gidince baktık ki bizim cipin yerinde yeller esi­ yor. Güneye kadar üç dört kez Amerikan 1,1çaklarının saldırısına uğradık. Sonunda güney{ bulduk. Napalından yanrnı§ hastalan görmek için hastaneleri dola§ıyoruz. Bir • küçük kasabaya vardık. Sedyeyle . bir hasta getirdiler, önümüze koydular. Bu, yaşlı bir ka­ dındı, yarı ölüydü. Doktora sordum, bu kaçıncı derece yanık? Doktor, üçüncü derece, dedi Şu anda sıcak kaç derece? Kırkde­ receden çok, dedi doktor. Nereden getirdiniz hastayı? On kilo• metre . öteden. Bu sıcakta üçüncü derecede yanık bir ya§lı insan ölür mü ölmez mi? Ölür, dedi doktor. Birkaç gün sonr,a ba§ku-' mandan Giap'la yemekteydik ve ya,n yarıa oturmu§tuk Olayı an­ lattım ve dedim ki: Biz yüzlerce kilometre güneye kad!ir indik, ölümlerden döndük. On kilometre daha gidemez miydik? Sustu kuınandan; Kendimi tutamadım, sayın kumandan, dedim, bu ya­ pılanlar hep sosyalizmin zaferi için değil mi, diye sordum. Kumandan susuyordu: ·. "Kuın.andan, dedim, biliyoruz, insan sosyalizm için değil, sos­ yalizm insan içindir." · ·

.

.

.

. • ' 21

180

Temmuz 199S


.

.

.

.

.

.

KONU� .1

.

1



YAŞARKEMALLE KAPALI OTURUM*

·

Adnan Benk-Bu konuşmada, genellikle . teknik deyip geçiş­ tirdiğimiz, ama bizce temelde yer alan birtakım sorunlar üstünde durmak istiyoruz. İstersen söze Demirci/er Çarşısı Cinayetinin kurgusunda ilginç bulduğum bir özellikten ba§layalım. Alicik ol­ sun, �uharrem olsun, Derviş Beyin babası ya da Yel Veli. olsun, bir kişi r<�mana girdikten hemen sor.ıra olay bir süre duraklıyor, o kişinin geçmişi, bu dııruma nasıl geldiği anlatılıyor �zun uzun. Bu · tarihsel boyutun, bu ve buna benzer saptarnaların roman içindeki i§le.vi ne? Olayın gelişmeşini engelleyemiyor nıu? Tahsin Yücel-Bir de eski romanlarında böyle değil. Bu ka­ dar düzenli bir şekilde değil. Demek bu seniri yeni düşünüp.yap­ tığın bir şey oluyor, son romanlarında... Yaşar Kemal-Daha önce Adnana söylemiştim. Ben niye iki roman, i.iç roman, yüz roman yazayım hepsi birbirine. beıjzeye­ cekse. A.B. -Nebakımdan, işleni§ bakımından mı? Y.K. -İşieniş bakımından olsun, içerik bakımından olsun, özellikle biçim bakımından. Elbette bunları hep aynı adam yazı­ yor, ama mutlaka her romanında insa� kendisini yenilemeli, bi­ linçle yenilemeli. Her biçim kendf içeriğini kendi yaratır. önce biçim vardır. Ben şunu anlamıyorum, hiçbir zaman da anlama­ dım. İçerik mi, biçim mi? Bunu tartışmakbir� tuhaf. Biçim içeri­ ğini yaratır. Akçasazm Ağalannın 3. cildi bunlar gibi değil, gittik­ çe karmaşıklaşıyor, gittikçe çatallaşıyor işler. Sanayi toplumuna geldiğinuz zaman işler iyice çatallaşıyor, ilişkiler iyice çatallaşı­ yor. Bu üçlüyü tasarlarken hep şunu düşündüm: Niye yazıyorum; neyi anlatmak istiyorum? Gö�mün önünde bir olay oldu. Belki de . dünyada çok aı yazara nasip oldu bu. Çukurovada bir Türk­ men feodalizmi yahut beylikleri diye bir şey vardır. Feodalizm di­ yemeyiz b:unun adına. Batıda, Avrupada doğmu§, bitmiş feoda­ lizmden ayrı nitelikleri var. Ayn bir üretim biçimi: Mesela hay­ vancılıkla . geçiniyor, toprağa · girmemiş bu beylikler� Toprağa . gir•

Kapalı Otununa Y�ar

Kemal, 1'ahsin Yücel_ ve Adnan Bcnk katıldı. Metin içindeki çerçe'

vdi açıklamalar Adn� Benkindir.

183


diği zaman da çlindeki üretim ar'açları, feodallerin elindeki üre­ tim araçları ile üç a§ağı be§ yukarı aynı. . Tezgah, karasabaİı, bil­ mem ne. Fakat bunların bir ba§kalığı var, bunlar göçebe. Benim doğdugum, büyüdüğüm Çukurovadaki köyde son devire kadar beyi ya§ayan tek a§ireti tanıdım, Bozdoğan a§ireti ve beyi Hasan Bozdoğan. Babaları, oğulları milletvekili oldu bilmem ne oldu... Bir de Doğu Anadoluyu biliyorum. Bu beylikler nasıl bitiyor, na­ sıl tükeniyor ve ner�ye gidiyor? Mesela bir kan davasını ele' al­ dım. Bu kan davası gördüğüm bir kan davası ve o kan davasının çocuklarından biri de §imdi §U anda ya�yor. Arif Keskiner diye bir arkada§, film çeviriyor §imdi burada. Mehmet Keskiıiet a§ağı yukarı faydalandığıın adamlardan biridir. . ·t>ervi§ Bey içi9 de çok insandan faydalandıİn. Çok büyük bir dostum vardı, . son Tlirkmen beyleiinden bir tanesiydi, E§kiya Remzi. Bir kere ondan faydalandım. Jandarma Mehmet bu Arif Keskinerin amcası, ondan faycJ.alandım. · AB.- Dervi§ Beyi, bir, de Sultan Ağayı anlatıyorsun ba§ında. Kara gözlü bunlar, kıvırcık sakallı.... Oysa dudakları kabarık, di§­ leri ve dudakları çocuksu; neden? Stiltan Ağada da öyle, Dervi§ Beyde de öyk Buna kar§ılık, Mustafa Beyin .bir betimlemesine rastlamadım. Yalnız sakalının · kıvırcık olduğu söyleniyor. Fakat bu özellik, dudakların kabarık ve çocuksu olması ne? .. Y.K. - Sultan Ağa için gözleri yalım karasıydı diyorum. Sul­ tan Ağa a§ağıdan, çölden geliyor. Onların özelliği o .. Dervi§ Bey­ de sanmıyorum böyle bir §ey yaptığımı·. Elmacık kemikleri çıkıktı diyorum. öıellikle elmacık kemikleri ve geni§ alnı üzerinde diı­ ruyorum. Bir bölgenin . tipini anlatırken, ben bir tip yaratmıyo- · rum, benim insanıma §U uygundur, demiyorum. Özellikiç tip ya­ ratırken o bölgedeki tipierin anlatıın.ına sadık kalıyorum. Örne­ ğin RemziBeye benziyor, Dervi§ Beyin tipi. Sultan Ağa tafnamen yarattığım bir tip. Mardinde . gördüğüm bir adam; Diyarbakırda, Mardinde bir sürü bey gördüm, onlara benziyor... Bu çok ilginç bir nokta, ama ben bir adartu çizerken ki§iliğine göre çiziyorum... Çocuksu insanlar çoğu... A.B. - su Çocuksuluk bütün roman boyunca adamın karak­ t�rinde bit ikilik olarak sürüyor mu? H_em acımasız, hem sert, hem de çocuksu. Çeli§ki içinde, besbelli. Bunu ne amaçla yapı­ yorsun? ·

.

.

.

·

184


Y.K. - Romanın tiplerini çizerken sanıyorum durum §U: İn­ san yüzünün bir genelierne olarak insan psikolojisini yansıttığına inanmıyorum. Anlık psikolojiyi, öfkeyi, kıskançlığı insan yüzü ve­ rebilir. Ama genel alarak, örneğin bir cani tipinin olduğuna inan­ mıyorum. İnsanın davranı§lannın natüralistlerde olduğu gibi bir eksen yöresinde döndüğüne de inanmıyorum. · İnsan ne kadar güçlü ohırsa olsun, ko§ullara göre deği§mek zorundadır. İnsan yüzünün bir genel karakteri, uzun bir .tarih boyunca, yani ömür boyunca yansıttığını sanmıyorum. T.Y. - Bir tip çizerken, yüzünü, dı§ görünü§ünü çizerken, bir model alıyorsun, bu bir. İkincisi bu dı§ görünü§ gene de bir §ey belirtiyor, örneğin o yalım' gözlü, çölden geliyor. · Y.K -Çocuksu ağızlı derken, onun Ömrü b,oyunca çocuksu olduğunu söylemek istemiyorum, o anda öyledir. Benim kendi roman kur:uliJ§Uma göre büyük bi r yanlı§ olurdu çizilen bir tipin sonuna kadar o. psikolojiye sadık kalması. Anlayamayacağım bir ' §ey ·bu... · . , A.B . - Zaten bizim d� öğrenmek istediğimiz bu. Bunu belli bir ama.çla yapıp yapmadığın. O zaman diyorum, bir yüzü anlatır­ ken, ya da bir ki§iyi anlatırken, neden ağzını anlatmak gereksin­ mesini duyuyQrsun, eğer öyle bir tasan yoksa? Kulağinı anlatsay­ dın, ya da hiÇ, ağzından söz etmeseydin.. . . Y.�. -Doğada da, insan fiziğinde de bir sebep b1,1lmak iste­ mem. A.B. - Ama Ya§ctr, bulmak istemezsin ama sen bunu bize gösteriyorsun, yani bir bütünün içinde adamın belirli bir' yerini çerçeveliyorsun, bizim önümüze koy\ıyorsun. Elinde on seçenek Varsa, bunlardan yalnız birini seçtiğin zaman bir amacın var de­ mektir. Sen böyle dü§ünsen de, dü§ünmesen de, bize göre, ro­ manla bizim ili§kimiz açısından, bu böyle. Bir §eyi adlandırdın mı, çerçevelerlin mi, yabancı kalamayız biz ona, bütün adlandır­ madıklarından sıyrılır o, bir soru olarak kar§ımızdadır artık. ' Y.K. ..., Bir ki§inin yüzünü çizerkeil, fiziğini çizerken birden çizmek istemiyoru�, tamamen teknik bir sorun bu. Akılda kalma meselesi, okurun bu adamı göre bilmesi. Önce en kaba §�yi ni çizi­ yorum, sonra bu adamın örneğin el kımıldatmasını, sallamasını, gözünü kırprnasım vb. parça parça ve:dyorum. Sonunda bu adam, bÜtün psikolojik özellikleriyle ortaya çıktığı zamart ki§ilik olarak . da ortaya çıkacaktır. Ba§ka bir §eyin üzerinde durıriamız gerek: .

·

.

·

·

•.

·

185


Mustafa Beyin ki§iliğini, yüzünü çizmeelim hiç, sadece Deıvi§ Be­ yin üzerinde durdum. Mustafa Beyi çizmedim, . çünkü Mustafa Bey ba§ka türlü de yok. Yok olmu§ bir adam benim için... Şimdi senin sorduğun, benim üzerinde durduğt.ım en ilginç nokta ba§ka bir §eydi ... Bir romainn kurulU§u nasıl olur? T.Y. -Evet, onu bıraktık... AB. -Evet oradan geldik buraya. Y.K. - Çok küçük . kalıyor benim için, ayrıntı kalıyor bunlar büyük roman kurgusu içinde... Ben öyle samyorum ki, böyle yapı­ sı olan geni§ bir yapıtı ortaya çıkartmak için her §ey yerli yerine konı:ru§tur bir romancı tarafında�. Gözden kaçan hiçbir §eY ola� bileceğini sanmıyorum. Y�nlı§ ya da doğru, sebepsiz bir §ey yok. Sebep vermiyorsam bile, onun da sebebi vardır. A.B.- Tabü biz de bunu çözmeye çah§ıyoruz. .YK. -:Ben somuttan gitmeyi tabii isterim: i§im .somut zaten, bir sanatçının eğer bir yapıtı ortaya çıkmı§Sa, o soinut bir §eydir. Bir kere riiye yazıyorum ben, ne, niçin yazılmı§tır? Çukurovada · bu Türkmen feodalitesini veY.a beyliklerini anlatırken bunların bir kere yerle§me maceralarını aniatıyorum bu romanda, uzun uzun, çünkü çok önemli bir §eY· A.B. -Ne bakımdan? . . Y.K. -Boyuna §unU. tekrar ettim. Le Monde'da yayımlanan söyle§ipe de söyledim. Yılan kavlarken _hiç gördünüz ı;nü? Kor­ kunç bir �ceradır. Bizim nar bahçesinde çok yılan. seyrettim. O yılanları sevi§irken bile gördüm. Kimse inanmıyor, kıpkırmızı ke­ siliyor kara yılanlar sevi§irken, sanıyorlar ki ben fantezi yapıyo­ rum. Ya§am aslında fantezi ile dolu, yani uydurmaya bile gerek yok, sons� fantezilerle dolu. Neyse, ben o yapı sorunu üstünde duruyorum .. Bu Türkmenler gelmi§ yerle§mi§ler, h.er a§iret suya sahip . olm u§. Bizim Savrun.un adı niye Sawun diye ara§tırdım. · Neden adı bu olmU§ suyun? Ta 16: yy.da Çt.ıkurovada ya§ayan bir göçebe var, adı Savrun Bey. Sonra Divriğinin bir köyünde Savrun adına · rastladım. Anadoluda be§ altı tane daha Savrun var. De­ mek ki oraya gelmi§ler, yerle§mi§ler. Ardından ba§ka bjr a§iret gebııi§. SaVnınluları atını§. Son zamanlara kadar Sunhas suyunun kıyılarında Sunhas a§ireti oturuyordu. Tarsustan gelen Berdan suyu adım nereden almı§ diye sord\lll.l Berdan a§ireti çıktı. Bizde haia Yikeğir toprağı derler, Çt.ıkurova demezler. 1866da Cevdet Pa§anın Çukurovayı bir anlatı§ı var, inanılmaz bir §ey... Kaını§lar·

186


. dan, otlardan Kilit süvarİlerinin kargtları görünmüyordu, diyor. Turaç sesleriyle yüilerce ceylandan söz ediyor. Ve çok acayip, vah§iyane yılanlar akıyordu; diyor. Evet, korkunç bir §ey . Çukuro­ va o devirde.. B.en yeti§tim o Çukurovaya. · Benim yeti§tiğim devir­ de yedi sekiz ceylan kalmı§tı Anavarza'Ovasında. 1951de Adal)a­ dan ayrıldığım zaman be§ tane ·ceylan kalmı§tı. Sayısını biliyorlar­ dı. Kars ağacı diye bir §ey vardı, kalmadı. Bu anlattİğım doğa par­ çası 'içinde doğdum ben... Bir sürü bataklık� göz alabildiğine ka­ mı§lık, göz alabildiğine orman, görebileceğin kadar ku§ Çe§idi, gôrebileceğin kadar hayvan çe§idi... T.Y.-Anla§ılan, yeniden o dünyayı canlandırmak i�in... . Y.K. -Hayır, Cl!nlandırmıyoruiJI• Şimdi nasıl kuruluyor bir mimari, onu ara§tırıyoruz: Çukurovaya sermayenin girmesiyle, yani tarıma kapitalizm girince, 1950, 51'lerde §U oldu, pamuk bir­ denbire. para etti. Hepsi borçluydu, pamuk para edince MARS.. HALL yardımıyla traktörler de geldi ve b'üyük bir para girmeye ba§ladı. Kötenlere paletli traktörleri bir taktılar, elli, altmı§, yet­ mi§ santim karaçalıydı, bataklıklara verdiler buldozerleri, ekska­ vatörleri... Gözümle gördüm bunu. Akçasazın bataklığını örneğin üç ayda bitirdiler, bilmem Ceyhandaki, Kı;>zandaki bataklığı, Os­ . maniyedeki bataklığı; Çukurova yarıya yakın bataklıktı, bir anda kurudu. Niye bu kadar doğayı anlatıyor bu adam, yani derdi ne bu romancımn, niye gece gündüz ku§tu, bulutt,ıı diye tutturuyor, insan ili§kilerinden çok insan-doğa ili§kileri üstünde duruyor, derdi ne bu · adamın? ݧte romanın yapısını bu tayin ediyor, bu ili§ki tayin ediyor, doğa�insan ili§kisi... AB.-Zaten senin romanında ba§ından beri insan ve doğa birbiriyle kaynaşmı§lar. Y.K.-Ayırmıyorum zaten. A.B. ...; Demi§sin de... .. _ Y.K.-Ve lafıru da söylüyorum, ke§ke söylemeseydim. A.B. -Söylemi§sin ama... Y.K.-Yapıda söyleseydim daha iyi olurdu, ben böyle geve­ zelik yapmak istemezdim, ama herhalde tutarnıyorum kendimi. Ben hiçbir zamal) romanlarımda açıklama yapmam. Romanın kendisi, kurgusu, olayları, . doğa ile insanıR ili§kisi, insanla insanın ili§kisi versin psikoloji ya da dܧünceyi... Ben söylemem... Kaçı­ yor i§te bazan, eski bir alt§kanltk, yani r.omancı alt§kanlığı; bizim ustalardan gelen, yani 19. yy.ın ustalarından gelen bir alı§kanlıkla ·

187


yapıyorum. Yoksa ben farkında olarak yapmak istemezdim, ya­ . hut da bir sebebi vardır, bunu yapmı§sam yine de. AB. '- Mustafa Bey soylüyor zaten bunu. Y.K. -Evet, ben söylemiyorum demek ki. AB. - Mustafa Bey söylüyor. . Y.K. - Sonra 1925-30'larda birdenbire Elbistandan, Toros­ lardan, Andırından, Göksundan, Torosun öbür taraflarından bü­ tün Toros köylüleri akın etmeye ba§ladıla� Çukurovaya. Çok yok­ suldur bunlar, ne ekecek tarları varcbr, 'ne bir §ey. Bir tek keçileri vardır, o keçiler de yetmez. Çukurovaya gelip çalı§ırlar. Çukuro­ vaya kök 1sökmeye geldiler bunlar. Kimsecikte yazarım onu, bun­ lar tümen tümen kök sökmeye geldiler, biraz parayla binlerce güçlü kuvvetli adam geldi, Çukurovada gündeliğine kök söktü. O . kökleri . söktürüp tai:la yaptırıyordu birtaJç.m inşanlar ve kendile­ rinin oluyordu o tarla. AB. - Sen bunlardan ne sonuç çıkarlyorsun? Y.K.'-Bir kere, gelen kapitalist düzen doğayı deği§tirdi. Ta­ mamen deği§tirdi. :Sa§ka bir doğa, · kendisinin faydalanacağı bir doğa kurdu, yani feodal düzenin, diyelim ki Türkmen derebeylik düzenini� doğası.nı yok etti bitirdi ... İkincisi, bu doğa deği§irke:ı:ı o derebeylik düzenini ya§ayan halkta· da bir deği§iklik oldu. Nasıl bir deği§iklik? Bunun. en büyük örneği kan davalarıdır. Yani kan davası bir bölgede, bu derebeylik düzeninde, en belirgin üstyapı kurumlarından biridir. Bana bir İngiliz gazeteci sordu, Ya§ar Ke: . mali anlat bana bir cumleyle, dedi. Ya§ar Kemal deği§menin ro­ mancısıdır, dedim. Bu deği§meyi gözümle gördüm, ya§adıin. Öyle bir talihim oldu, yani deği§meyi ya§amak talihim ve bu deği§me­ nin.üzerinde de. dü§ünmek talihim oldu. Ben bu sıralarda Çuku­ rovada bu en belirgin, gözle görünen üstyapıyı aldım, yani kan davasını. Kanun , çıkarılmı§tı� Türkiye . Cumhuriyetinde, aileler kan davalarını sürd�rürlerse uzak yerlere s\lrüleceklerdi. AB. -:- En az 500 kilometre. Y.K. 7Öyle midir? AB. - Öyle. Sayısım da vermi§sin, 3236 sayılı kanun diyor� sun. Y.K. -Ben burada mı diyorum? · AB. - Burada, burada ! Demirci/er Çarşısı Cinayetinde.,. , Y.K. '-Neyse, evet bu üstyapı kurumu, ko§Ullar deği§tiği za­ man, doğa deği§tiği zaman, yani düzen deği§tiği zaman feodal

188


düzen biterken ve kapitalist düz.en gelirken bu üstyapı kurumu ne oluyor? İnsanoğlu ne oluyor bu geçişte? Sorun, bunu sapta­ mak bir yazar için. Bir kere altüst oluyor, doğası altüst oluyor, doğası altüst olduğu zaman, araçlar değiştiği zaman üstyapı kuru­ mu da bitiyor. Kan davası başlıyor. Kan davasını üstyapı kurumu. na en belirgin örnek olarak veriyorum. İki aile alıyorum. İki aile . ikiyüzyıldır dövüşüyorlar. Sonunda ne oluyor? Biri hayalmde ol� dürüyor artık düşmanı, eylemi bitiyor, öteki de, bitmiş tükenmiş, öldürmek istemiyor. Sonsuz bir psikolojik değişiklik bu. Mustafa Bey gibi tükenenlerin yanısıra, Derviş Bey gibi direnenler var; bir çeşit Don Kişot oluyor bunlar, çağın DonKişotu... . AB.- Yani onlar da değişiyorlar... Y .K-:- Dünya değiştiği zaman, üretim araçları değiştiği za­ man, sistem, düzen değiştiği zaman insanoğlu da değişiyor... A.B.- Örneğin Derviş Beyin değişmesi... Mustafa Beyi yaka­ ladığı zaman donuna kadar soyuyor adamı, rezil ediyor, fakat öl­ dürmüyor bir türlü, atın üzerine atıyor, anası Karakız Hatuna gö­ türiiyor adamı, avh.iya bırakıyor... Y.K.- Şimdi değişmeyen bir §ey var burada. Kim değişmi­ yor? Karakız Hatun zaten o koşulların dışına çıkmamı§, oğlun­ dan umudunu kestiği an gidiyor Derviş Beyin oğlunu öldürüyor.. , .A.B.- Şimdi benim sana soracağun bir şey var. .. Bu anlattık­ ların senin yaşantın, yaşadığın, · içinde bulunduğun, üstünde dü­ şündüğün, ögelerini, çelişkilerini ortaya koyduğun bii ortam. . Şimdi bizi ilgilendiren sorun şu: Bu malzeme herhangi bir kimse­ nin elinde şu veya bu olabilir ve oluyor da. Senin elinde ne olu. yar, olanın· özelliği ne, bunu arıyoruı biz. Yani sen bundan ne yaptın? Yaşamak bir özür değil biliyorsun, yaşamakile roman ol­ muyor, bu malzemeyi sen ne yaptın, bizim asıl sorunumuz bu... Y.K.- Ben b u yapı m.sıl ortaya çıkıyor, diyorum... A.B. - P�ki, biraz da teknik üstünde duralım. Bu Demirci/er Çarşısı Cinayetinde sürekli bir yağmur yağıyor_: Her o�ayın başın­ da, ortasında, sonunda bir yağmur var. .. Belki bin yağmur var, bi­ ri birine benzemeyen, türnil de sarı. Bir de ak bulutlardan tut da ak çarşafiara kadar, büyük bir ak baskısı var. Ele aldığın i�i aile­ nin adları,na bakalım şimdi: biri Sarıoğulları, öbürü Akyollu. Sen­ de bu sarıyla ak, renk olarak romanda çok ağır basını§... Şimdi bu bir rastlantı mı? Nasıl olabilir? ·

· ·

·

·

. 189


AK iLE SARI Sarı ile ak, Demirci/er Çarş1s1. Cinayetinin çatısını oluşturan karşıtlığı renk d üzeyinde simgeliyor. Sarı soy­ suzlaşmanın,· inançsızlığın, hastalığın rengi. "Bunlar has­ ta insanlar,• diyor Yaşar Kemal konuşmasının bir yerin­ de. Derviş Bey de, Mustafa Bey de sarıdalar. Ama katık­ sızlığı, gerçekçiligi, bozulmamışhğı simgeleyen o Türk� men beyleri, o nlar ak, Akların en akı da, Derviş Beyin ol­ mak istediği; özendiği, düşünde yaşattığı, ülkü diye bel­ Iediği Sultan Ağa; sarı yağmurun sarıya bulayıp yaziaş­ tırmak istediği, Derviş Beyin de sarılıktan arındırıp ak , çarşafiara sardığı o ak dişli, ak bulutlu Sultan Ağa haya­ li. Sarı .ile akın bu çatışmasına başka romanetlarda da rastlanıyor. Örneğin H.H.Jahnn'm Perrudja'sında, gövde salgılarının yanısıra yalnızlık, bunalım, bıkkınlık. simgesi olarak görünüyor sarı, yaşamın acımasızlığına karşın gene de direnen umut ise ak ile s.imgeleniyor.

Y.K. -Sen söylerken dü§ünüyorum, emin ol, bundan önce niye Sarıoğlu, . niye. Akyollu koyduğumu dü§ünmedim, Ben .kendi psikolojimi, neyi, na�ıl yaptığımı dܧünemem, i§im de değil. Bu ancak romanlanından çıkabilir, ben de romanlarımdan çıkarırım. Çok §eyi bilinçli .yapmadım. A.B . - Sen pek romanlarından çıkamazsın: Hiç değilse insan olarak, vatanda§ Ya§ar olarak pek çıkamaZsın. Seni aradığımız da yokzaten. Bizi romanın kurgusu, yapisı ilgilendiriyor. Bu yapı da sensin, .hiç ku§kusuz, ama bti sen, senin bildiğin sen değil, roma­ na dönü§mܧ sen, roman olarak sen. Bu sen de burada, bize çok bilinçli geliyor. Y .K.- Ben, her §eyden önce allla§ılmayı isterim. Ne kadar karma§ık olursam olayım, ben derdimi anlatmak isterim insanla­ ra. İnsanları büyük bir §iir havasına sokmak yerine, güzel bir ha­ vaya sokup anla§ılmamak yerine, daha az düiıyam .olsun, daha,az belirli bir dünyam olsun, ama insanlar beni anlasınlar isterim. 190


Onunjçin huDemirci/er Çarşısı Cinayetinin ba§ını en azından bel­ ki yirmi be§ defa yazdım. Bir dil müziği yapmak istedim. A.B .-0 kadar belli ki, romanın obür bölümlerinden hemen ajrılıyor. . Y.K. - Arkada§larınia sordum, Ya§ar, dediler, nasıl yaptın bunu, dediler. Anlamadık bu Sultan Ağa meselesi nedir, dediler, boyuna leitmotif halinde geliyor. Demirciler Çarşısı Cinayeti, o in­ sanlar o güzel atlara · bindiler, çektiler gittiler diye ba§lıyor, so­ nunda çektiler gittiler; diye bitiyor. fusufçuk Yusufda öyle. Ana­ varza d a yine böyle ba§layacak, öyle bitecek Şimdi bu Sultan Ağa nedir, dediler; ben de anlatabildini sanmı§tım. Pi§manım anlata­ madığıma. Ner.eden geliyor bu? Urfada ya§h bir adam bana,. bir fıkra anlattı. Bir adam Urlaya gelnii§, bilmem kaç yil örice, yirmi ya§ında 'bir delikanlı, hayran kalmı§ Urfaya; herkes evine çağırı­ yor, herkes selam veriyor, herkes karde§ gibi davranıyor, inanıl· . maz bir g'[izellik. Sonra bu adamı Urfanın ahırlarına götürmü§ler. Dünyanın en güzel atları tabii. Urfa tarihten bu yana çok ünlüdür atlarıyla. Asurlular devrinde her yıl Asurlulara 360 tane at verir­ mi§ Çukurova. Bir aY kaldıktan sonra mell).leketine dönmü§, son­ ra 9() ya§ına gelmi§, yahu §U dünyada zaten ölüp gideceğiz, demi§, ağzimın tadıyla ayrılayını §� dünyadan demi§, yeniden gitmi§ bak­ mı§ ki, selam verse kimse yüzüne bakmıyor. Yıkılmı§. Bir de atla- . ra bakayım; demi§. Bir sürü at, derisi' kemiğine yapı§ı;ill§, dağlar­ da yayılıyor: Şa§ıtmı§ . kalmı§ �dam, ke§ke gelmeseydim buraya; demiş. Biı: hanın önün':len geçerken ya§lı bir adam uyukluyor­ mu§, ·ağzına, yüzüne sinekler dolmu§. Uyandırmı§, hele kalk, de-· mi§, yahu, demi§, burada bir zaman çok iyi insanlar, çok güzel at­ lar vardı, ne oldu; demiş. "O iyi insanlar o güzel atlara bindiler, çektiler, gittiler." Ben bunu bir türlü unutamadırri. Bir yokolmayı anlatıyor. Deği§riıemi§, ama yok olmu§ .. Ben bunu ' aldım. "O iy� insanlar, o güzel atlara binip gittiler"i aldım, bunu bir deği§imin timsali Olarak verdim. . Bunu anlatamadım ben zannediyorum. Şu hikayeyi bir türlü becerememi§im romanda, §U anlattığım gibi. İnsanlar· romanda anlamiyorlar. Ben o romanda, o 40 sayfada §U andaki anlattığım .hikayeyi vermek istedim. A.B. -- Verini§sin. Y.K. - Veremedim. Hatta romancı arkada§larım, benim ro­ mancılık ustalığı sandığım bir §eyi de bana kar§ı kullanmaya ça­ !ı§tılar. Aynen §öyle anlatıyorum: At geldi duı;du, yağmur yağı- · 191


yordu,, Sultan Ağanın çizmelerinde n .kan damlıyordu ve tozu oy_u­ yordu, diyorum, Hem yağmur yağıyor, hem kan tozu oyuyoL Bu ne . biçim iş, diyorlar, Pekala da bir iş işte! Derviş Bey düş görü­ yordu, Derviş Bey hayalliyordu dememek için, yani o kadar. çiğli­ ğe d.yşmemek için, hayal olduğunu belirtmek için ' hem yağmur yağdırıyorum, hem de tozu oydııruyorum, İnsan psikolojisinde bu vardır, Yerinde bir şey söylediğime inanıyorum ve bunu . bana karşı kullanıyorlar. Yaşar Kemal burada dalga geçmiş, diyorlar. 1300 sayfa yazdım, daha da 1QOO sayfa yazacağım, ben nasıl dalga ' geçerim bu arada, AR � O yağınurda kan damlalarının tozu oyması yaphş gel­ miyor bana, Tozu ister yağmur, ister kan oysun; önemli olan ger­ çekte · hangisinin oyduğu ya da oyabileceği değil, bu olayı . gören kişinin neyi gördüğü, hangisini gördüğü, hangisinden etkileJ1diği? Durmamacasına, senin deyirtiinle 'biteviye' yağan, dolayısıyla ka­ nıksanan yağmur mu ilgisini çekecek Derviş Beyin? Haydi canım, niçin çeksirı, alıştığı, bildiği şey, Ama kan, onun gibi kan davası da güden biri için kan çok önemli! Hem de kendi düşlediği bir kan! Tozu oyan yağmpr da olsa, Derviş Bey oyanı kan olarak gö­ ri.iyorsa, gerçek budur, oyan kandir, Derviş Beyin gerçeği bu, Derviş Beyin açısı, Biı: olayın üç kez anlatılması da bu, Önce .bir bölüm geliy<;>r, sonra bu bölüm biraz daha baştan alınıyor, sonra qaha ba,ştan, Y,K, - Evet bu ölçüyü de zaten romanın kendisi getiriyat bir yerdert sonra: . AR - Şimdi benim gördüğüm kac)arıyla bu doğa .ile insariıa� rm devinimleri hep · bir yuvarlaı'ıma biçiminde oluyor. • Yuvarlak toz ditekleri geliyor, on on be§ .tane diyorsun, geliyorJar hep ciö­ nuyorlar, dönüyorlar, toplaşıyorlar sonra, ama ayrıldıkları zaman yok oluyorlar. Bu çok önemli; ayı:ılınca yok olmak Doğada da bu, insan ilişkilerinde de, Gelenekten kopunca; yok oluyorlar, toz direkleri gibi. Doğa, insan ilişkilerini yansıtıyor hep. Hele bu' ilk bölümde her şey dönüyor, olay üç kere anlatılarak döı;ıüyör, ne bileyim ben, ilk adam üç keı:e kapıyı çalıyor, ikinCisi dört kere ça­ lıyor, üçüncüsü beş kere, YK. - Üç kere, dokuz keredir, , AR;_ Yok, üç kere, dört kere, beş kere, soı;ıuncusu on bir kere çalıyoL Doğayla insanı birbirine iyice bağladın, toz direkleri 192


ne yapıyorsa, atlılar da aynı şeyi yaptılar. Onlar da geliyor, hor­ tumlar gibi Anavarzanın etrafında üç kere dönüyor. ... Y.K.-Peki, başka bir şey var: Ağacin gövdesine on altı kur­ şun sıktı, on altı yerinden şakır .şakır, sular akınaya başladı. AB.-Adam terliyor, -ığaç da terliyor, yağmurun altında hem de. Üstelik bu rüya da değil. Y.K.- Çukurovayı bilir misin, Tahsin? T.Y.- Çok az bilirim. · Y.K. - Çukurovada ikindi yeli çıktığı zaman akbulutlar yük­ selir Akdenizi� üstünden. Bunlara yelken bulutları diyorlar. Be­ yaz, apak bulutlardır. Yelken bulutlarının kalktığını gördüğümüz zaman harman savururduk. O yel cana can katar, korkunç sıcakta toz d irekleri (bunlara hamaz derler) böyle dönerek gelir. AB.- Hamaz lafı hiç yok sende . . . Y.K. -Yok, sevmiyorum, toz direkleri, diyorum. Şimdi, bun­ lar neyin arkasına düşerse onun rengini alırlar; yani ben uydur­ muyorum rengini de. Örneğin bir ormanın arkasına dilijtüğü za­ man, bir okaliptüs ağacıpa girdiği zaman yemyeşil oluvcriyor. Her ağacın yöresinde de döner. Yani doğanın kaderiyle insanın kaderi, doğanın deviniınİ ile insanın devi�imi arasında fark olmu­ yor bir yerde. Dil müziği yaparken bunu insanın ve doğanın devi­ nim düzeyinde yapmaya Ç<iııştım el altından. AB.- El altından değil, çok el üstünden. Y.K. - Ben çok gizli yaptığİmı zannediyordum, bu şüphe etti­ recek kendimden. T.Y. - Gizli de yapsan belli oluyor; söylemiyorsun böyle ya­ pıyorum diye, ama belli oluyor. AB. - Sonra Anavarza, belki de romanın ba§ kişisi. O her şe­ ye katılıyor, çatırdıyor, patıtdıyor, her olayın başında o var. Bir . . de sürekli olarak kelebek, karınca, böcekler; her olayın sonunda veya başlangıcında. Sende şaşmaz bir kural gibi bu. Deniz Küstü­ de de gördüm. Zeynel Çelik üç kere örümceğe bakıyor, bir kere" sinde örümcek tırmanıyor, bir keresinde sarkmış. . . Ne anlatmak istiyorsun? Hepsi �e sembolik, hiçbiri kendi için anlatdmamış. Örneğin karıncaları birbiriyle tokuşturması, birinin kıskacını öbü­ rünün boynuna geçirmesi Mustafa Beyin, Derviş Beye karşı tutu­ munu simgeliyor, insan ilişkileri doğa örnekçesine göre biçimle­ niyor. Ustadır An

193/13


Y.K. -İşte hep şunu vurgulamak istiyorum ;ro manda: .Bütün bilincimize karşın, tüm bağımsızlığımıza karşın bizim mutluluğu­ muz ya da insanlığımız doğa'ıun bir parçası oluşumuzdandır. Ben biraz..dövüşen bir adamım, hem politik dövüşen bir adamım, hem . de dܧünce olarak, yani politikanın dışında bir düşünce olarak. . İnsanların mutluluğu nedir, diye aramaya çalışan bir insanım. Be� nim mücadelem şu: Biz elbette sonuna kadar insan olarak doğa­ dan bağımsızlığımız için dövüşeceğiz. AB.-Yalnız, senin romanından, hiç değilse Demirci/er Çar­ şısı Cinayetinden bu çıkri:uyor: En güzel tümceler, en güzel buluş­ lar, hepsi bu doğadan kopmamış insanlar için, Türkmen Beyleriy• le doğa arasındaki ilişkiler son derece şiirli. Buna karşılık kayma­ kamdan, validen söz etmeye başladın mı, aniatı yavanlaşıyor, hiç­ bir rengi kalmıyor, Şu halde sen, yani romanıni yabancılaşmadan yana değilsiniz. llelki kişi olarak tersini düşünüyorsun, ama ro­ manın bütün şiirin öbür tarafta olduğunu anlatıyor bize. Bütün ağırlık gelenekten kopmamışlarda, bütün buluşlarını onlara harcamış&ın._ . . Y.K. -Hayır harcamadım. Dikkat edersen Derviş Bey so­ nunda gittikçe yabancılaşıyor. Derviş Beyin gözündeki doğa da bambaşka. Sonuna doğrn Mustafa Beyin evine gidiyor, tekbaşına kalmış ikisi de. o zaman bütün zorlamasına karşın doğası bile bir yerde tükeniyor. Sonunda bir zorlama olarak bağlamaya çalışıyo­ rum. Acaba. doğru mu? İnsan psikolojisi böyle midir? On qin yıl, lık suyuyla beraber bataklık suyu akıp gidiyor, bir de kelebek ölü� sü düşmüş suyun üstüne, kelebek ölüsü de akıp gidiyor. Şimdi bütün bunlara dikkat ettiysen, hep boyuna di'ıne döne suyun içine düşer ölüler: Mestan vuruluyor, döne döne bataklığa düşüyor, ölüyor. Mustafa Akyollu gidiyor, artık bitmiş tükenmiş, yürüyor bataklığa doğru, döne döne bataklığa düşüyor. En sonda, yine üç dört kurşunla döne döne bataklığa düşüyor. Doğanın kaderiyle bir yerde insanın kaderini birleştirmek. . . AB. - Ben değişmenin rotnancısıyım demiştin, değil mi? Bü­ tün geleneksel törelere bağlı adamları anlatırken döne döneyi anlatıyorsun, yani yerinde duranı anlatıyorsun, bunu iste)'erek mi yapıyorsun? · Y.K.-Hayır, o değişme meselesi değil. T. Y. - Dönme biraz kapalılığı belirten bir şey. AB.- Evet, bu derebeylik gibi . . . ·

194


Y.K. -Ama tükeniyor bu derebeylik. .. onu... A.B. - Yani bu bir simge mi, dönmek simgesi mi? Y.K.-Tabii, doğada yalnız kendi tarafında bir şey yaratılı­ yor. Örneğin bir halka kendi etrafmda dönüyor, dönüyor, yok oluyor, sonra o halkanın küllerinden yepyeni bir dünya doğuyor. Yani her şey bir atlama yapıyor. Doğanın da kendi diyalektiği içindeki macerası, sanıyorum ki toplurnlara benziyor. . A.B. -Evet, zaten bu çok açık olarak görÜnüyor romanların­ da. Bir de §U abartma sorunu var. Örneğin yüz metre sıçradı di­ yorsun. Derviş Bey, Mustafan�n üzerine atlıyor. Mustafa kaçtı, bataklıkta uçtu, diyorsun. Y.K. - Şimdi bak, beı:ı çok geleneksel bir yazarım. Bende hiç­ bir zaman bulamazsın bu abartmayı. Bütün eski destanlarda halk bir şeyi anlatabilmek için abartır. Ben yüz metreyi bir adımda at­ ladı demem, hiçbir zaman da rastlayamazsın buİıa. Yalnız Derviş Bey söylerken, bataklıkta yüz metre atladı dediği zaman, bu artık söz pelesengi olmuştur. Bu da bir gelenektir! A.B. -Pekala, şu da mı gelenek: Gidiyor, diyorsun, atlı gidi­ yor, gidiyor, diyorsun, gözden kaybolmuyor da göz önünde oldu­ ğu halde hızından görünmez oluyor, diyorsun. Y.K. - 0 benim o. Uvunuyordu, diyorum örneğin, uvunuyor­ du da benim sözüm değil. Örneğin uçağın pervanesinin hızla dö­ nüp görünmez duruma gelmesine uvunma derler, pervane uvun­ du, derler. Ben uvundu, diyorum onun hızını anlatmak için. A.B. - Peki bir ayrıntı daha; sonra kurgu işine geliriz. Murta­ za vuruldu, canı çıktıktan sonra da, diyorsun, çardak bir süre ye­ rinde sallandı, sallandı, diyorsun. Birini asıyorlar, ö da canı çık­ tıktan sonra, ipin ucunda uzun bir süre sallanıyor. Bunlarla neyi sağlamak istiyorsun? Bir yerden bir yere ilmik atarak bir bütünlü­ ğe mi varıyorsun? Y.K. -Adnan, şimdi doğanın bir uyumu var, romanın da bir uyumu var. Romanın bütününü yapısını sorduğun zaman, bunla­ rın hepsi o yapının içinde yer alacak. T.Y. - Bunun belki müzikle de ilişkisi var; sanki cevap veri� yar. Örneğin o sallanma, oradan oraya ses veriyor sürekli. Y.K. -Tamamen bir uyum bu benimkil A.B. -Evet, evet, bu uyum bütün ayrıntılarda şaşmaz bir biçimde var. ·

·

195


·

Y.K.- Doğaya çok bağlı kalmak istiyorum, ama romanıma da bağlı kalmak istiyorum. Benim romanıının da kendi kuralları olsun, bu düny�nın kuralları var, romanlarımın da kuralları olsun istiyorum. AB . - Şimdi biraz önceki soruna gelelim: Senin bütün o dönmeyle ilgili, doğanın katılması ile ilgili ve çok §İİrli olarak an­ lattığınolay, senin gözünde mahkum olmu§·oian bir olay. Y.K. -Evet ... AB.- Çünkü senin adamların da, Kamil ile Ali, o çarpı§ma­ da birbirlerine kur§un sıkmıyorlar, silahlarını atıyorlar ve "Allah binbir belasını versin bu beylerin," diyerek gidiyorlar. Senin ora­ da, romancı olarak, bu beylere kar§ı olduğun ortada. Ne ki, senin önüne geçilmez çeli§kin, bütün yaratma gücünü, §İİrini o beylerin dünyasında toplamı§ olman. Bu çeli§kiye ne diyorsun? Y.K. -Yalnız, benim yabancıla§ma dü§üncelerim meydanda. Hep söylüyorum, insanoğlu doğa içindedir ve doğanın bir parça­ sıdır. Yalnız bildiğim bir tek §ey varsa, o da insanoğlunun yaban­ cıla§an bir yaratık olçluğu. Demek istiyorum ki, insanlik doğal, psikolojik durumunu koruyabildikçe, insanın içindeki o büyük §İ­ ir sürüp gidecek. İnsanoğlu bıçakla kesilir gibi kendisini kökün­ den kurtaramaz. Elbette insan soyu deği§ecek, doğa ile birlikte deği§ecek. Fakat kopmayacak. Ben eğer §İİrsiz anlatıyorsam bü­ rokratları, bilmem neleri, benim kanımca onlar kopuk insanlar da ondan. Şimdi İsveÇ insanını yazsam, örneğin İsveç yazarlarının ya§amını yazsam, o kadar korkunç bi:r doğa içindeler ki, gerçek­ ten hiçbir §İİr bulamayacağım, takır takır bir yapaylığı yazacağım. Çünkü doğa ile ili§kisini kesmi§ insan, insanla da ili§kisini kesmi§ ve hasta bir yaratık olmu§. Ama, gene insan olabilir, tüm insani değerleri, sevgiyi, dostluğu yeniden bulur. Yani, nasıl doğa bu in­ sanlardan elini çekmi§se, doğa ile birlikte dostluk duygusu da, se­ vinç duygusu da, sevgi duygusu da, arkada§lık duygusu da elini çekmi§tir. Çok zayıf insanlardır, dönektir çoğu... T.Y. -Peki Ya§ar o zaman bu kan davasını nasıl koyuyor­ sun? Kan davası da bir yabancıla§ma . değil mi? Y.K. -Evet, iyi bir §ey değil, fakat bir yerde ö insanlığın ge­ tirdiği doğal bir §ey gibime geliyor. Onlar için doğal. AB. -Doğal gibine geliyor da senin doğanda hiç yumu§ak bir yan yok. Ne zaman baksam, karta! cereni öldürüyor, ya da ge­ liyor, dü§ünde de olsa, adamın gözünü alıyor, koparıyor, götürü,

196


yor. Mustafa Bey beş yıldır bir karta! yetiştiriyor, günün birinde gidip Derviş Beyin gözünü çıkarsın diye. Karınca da öyle, bütün derdi kocaman bir böceği çekip çıkarmak. Hain bir doğa . . . Y.K. -Ama öyle. AB. - 0 doğa öyle bir doğa ki, yağmur bir yerde çok şiirli yağıyor, fakat kimi yerde kırbaç gibi, bıçak gibi ... Kimi yerde de � g �Y.K. -Kendime acımışım herhalde ... AB. - Yani çok katı, o derebeylerinin yaşamına, onların onur anlayışına falan uygun, hain bir doğa aslında. Y.K. -Öyle; ne yapayım yani? Kartalları gördüm, öyleydi. Ondan sonra, Çukurovanın sıcağını gördüm, o çatır çatır eden kayaların çatlamasını gördüm. Başka türlü söylesem, yarım söyle­ rim. Roman bir kere doğaya karşı bir şeydir. Eğer bir kişiliği var- . sa sanat eserinin, romanın bir kişiliği varsa, tamamen doğaya kar­ şı bir hikayedir. Ama doğaya öykünmek değil. Bir bölgeyi anlatı­ yorsam, o bölgenin adı kom:ıuşsa, o bölge de yardımcı oluyor be­ nim dünyaını ki.ırmakta, yapı taşıni oradan alıyorum, çerenden alıyorum yapı taşını. Şimdi Adnan, başka bir şey anunsatmak is­ terim sana: · Ölmez Otunda başından sonuna kadar ovada bir kar­ ta! döner, sonra çeker gider, roman 'da biter... Diyeceğim, roman çok tutucu bir meslek, yani sanatlar içinde en tutucusu roman. Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur. Çok birbirine benziyor romanlar, romanı değiştirmek doğayı, insanı değiştir­ mekten çok daha zor. Onun için hiçbir Türk bir Fransız romanı yazamaz, onun için hiçbir Fransız bir Türk romanı yazamaz. Hiç­ · bir Türk·de Tolstoy olamaz. Amerikada niye hep Çukurovayı yazıyorsunuz, diye sordu biri. Dedim ki, yalnız ben yazmıyorum Çu­ kurovayı, Tolstoy da Çukurovayı yazıyor, Dostoyev!1ki de, Kafka da, Faulkner da Çukurovayı yazıyor, yalnız ben mi yazıyorum zannediyorsunuz, dedim. AB. -Herke:in bir Çukurovası vardır diyorsun... Y.K. -Yani insan soyut bir yaratık değil, insan somut bir ya­ ratık, roman da somut bir yaratık. Yalnız sözcüklerden bir roman yapsan, on bin tane sözcüğü bir torbaya doldursan, sonra gözünü kapatıp :arka arkaya sözcükleri dizsen, yine yaşam, yine somut çıkar ort�ya. AB. - Evet, somut çıkar ortaya; ama sen öyle torbadan çe­ ker gibi çıkarınıyarsun bu somutl.arı. Hücre çoğalması gibi bir şey . 197 .

·


diyeceğim, ama tam o da değiL Bir pusu olayı süresince yan yana gctirilmi§ kısa, uzun oyküler görünümünde desem daha uygun belki. Kambur Tellal ile Beyin çar§ıda kapı§maları, adamdan bile sayılmamı§ birinin o korkunç direnme gücü, ba§lı ba§ına bir öykü bu, kendi kendine yeterli. Güçsüz ile güçlünün kapı§ması. Ölümü göze aldıktan sonra, her güçsüzün, hatta bir hiçin, ölümü göze alamayan en güçlüyü blle yenebileceği. Sunulu§u, gerilimin doru­ ğuna varı§ı, ardından da, güçlü ile güçsüzün yer deği§tirmesi, en geleneksel biçimi ile bir oyunun, üç perdelik bir oyunun sahnele­ ri. Murtazanın öldürülmesi, Yel Velinin Tarsusta, Mersinde ölüm korkusuyla çırpınması, daha ne bileyim ben, Sahahat Hatu­ nun su kenarında art ıırda üç erkekle sevi§mesi, bütün bunlar ba­ ğımsız gibi romanın içinde. Birkaçını çıkarsan, ya da birkaç tane daha eklesen, öyle de olabilir diyor insan. istanbul Hatırası diye asker fotoğrafları vardır, ya da nikah resimleri, ya da çalgıcıları Aranın. Öyle duruyorlar yan yana bu senin öykülerin. Yan yana diyorum; birbirlerine bakmıyorlar da bize bakıyorlar. Halk resimlerindeki gibi. Y.K . -Adnan niye soruyorsun bana? Demek ki öyle! AB.- Belki de ,değil ! Böyle m!, değil mi, onu bulmaya çah§ı­ yoruz, ne yaptığını bulmaya çah§iyoruz. Doğru mu, yanh§ mı yap­ tığın i§in orasında değiliz. Doğruyu, eğriyi ölçecek bir kalıbımız yok Öyle olsa, hep bildiğini okur insan, hiçbir yeniliği fark ede­ mez bile. Örneğin bu araya giren sahnelerin bağımsızlığı, araya girmeleri, sonra, romana katilan her ki§iyi anlatırken, sözü kesip o adamın geçmi§ini, . soyunu, sapunu ara§tırman belki de destan­ lardan gelen bir çe§itleme, bir oyalama, devinimi daha hızlandı­ racak bir duraklama... Y.K. -Yani siyah beyaz gibi kurmak, büyük bir hız ve yava§­ lama, büyük bir hız ve gene yava§lama. Örneğin Kambur Telialı anlatmı§tını. Tellal benim en iyi tiplerimdeıi biri. Bit öldürme sahnesi var, benim hayatımda yazdığım en iyi sahnelerden biri bu. Sabahleyin kalkıyor; böcekler, çiçekler. Hep yolda yürüyerek gidiy9r, çar§ının ortasından gidiyor, bir karı§ yukarıdan gelinbö­ cekleri geçiyor, böyle yü.rüyerek karıncayı izliyor ve en küçük ay­ . rıntısına kadar doğanın tozlarını görüyor, bilmem . neyi görüyor. Geliyor çınarın altında oturuyor, ba§ını kaldırıyor, tak tak tak vuruyor, öldürl)yor. Şimdi Dostoyevski'de beni ömrümde en çok et­ kileyen devinimlerden biri §U: Diyor ki, kur§una dizilmeden önce hiçbi'r · §ey dܧünmedim, düğmesine gözümü dikmi§tim adamın, ·

198


en küçük ayrıntısına kadar bakıyordum, diyor. Ben de bu roman­ da cınayeti işlerken adamın neler duyduğunu, neler yaptığını bili­ yorum. Çünkü benim de deneylerim var; adam öldürmedİm çok şükür, ama öldürecek kadar kızdım. Öldürenleri biliyorum, hapi­ sanede hep sordum adam öldürenlere, nasıl öldürdün, diye. Me-. sela bu romanda en çok faydalandığım Kara Hasan, Kadirlinin Kızyusuf köyünden Kara Hasandan faydalandım. Üç sahne var ki, olduğu gibi hapisanelerde not ettim, hapisanede not ettiğim şeyi de romana geçirdim. Bu, romanın en iyi yazdığım yeri. Şunu söylemek istiyorum; öldürmenin ölmekten farkı yok psikolojik olarak. Bir adam öldürülmeye giderken nasıl bir psikoloji yaşı­ yorsa, aşağı yukarı ona benzer öldürenin psikolojisi. Telialın adam öldürmesinde bunu söylemeye çalıştım ben: Derviş Beyin bataklıkta, gözünü gördüğü adamı öldürememesi; sonra karanlık basınca, karşısındakinin bakışlarını görmeyince tabaneayı ateşle­ yebilmesi ... A.B . - Zaten bu gözünü dikmeleri, bu ayrıntıları bütün ro­ man boyunca kullanmışsın. Y.K. - Benim ömrümde yazdığım en iyi sayfa şudur: Derviş · Bey, Mustafayı Anavarzada yakalar, götürür çırılçıplak sayar, ta­ bancayrda dayar: Öldürecek! İçten yıkılır Ak:yollu Mustafa, son­ ra birden, öldürmeyecek diye sevinir, sonra öldüreceğini anlayın­ ca yeniden çöker. AB.- Demek, önemli olan bu kişiler için düşmanın yok ol­ ması değil, çökmesi, pes etmesi. Bu da çok doğal, aslında. Devir değişmiş, kala kala iki kişi kalmışlar. Biri birini öldürürse ne ola­ cak? Yıllarca alışageldiği bir oyunda hasımsız kalacak, sürdüre­ meyecek oyunu. Kan davası besbelli soysuzlaşmış, öldürmek olan gerçek amacını yitirmiş. Az önce, niçin dudakları öyle çocuksu? diyorduk. Şimdi anlaşılıyor galiba. Çocuk bunlar, gerekten kop­ muş bir eylemi, bir oyunu sürdürüyorlar. Heı çocuk gibi onlar da bir özlem içindeler, büyümek, büyük adam olmak isteği içindeler. Kimbilir, belki de o eski adamlara, o güzel atları alıp giden o gü­ zel insanlara öykünüyorlar. "Oyunu yönlendiren birtakım isteklerdir, özellikle de ergin olmak, büyük insan olma isteği. Çocuk her zaman . büyük - adamlık oynar, oyunlarında büyüklerinden gör� Freud düklerine, görebildiklerine öykünür."

·

199


Çocıığun büyüğü ana babasıysa, bu büyük çocukların büyüğü de o Türkmen beyleri, o gelenek. .. Bu Sultan Ağa nedir, nenin nesidir? diyorduk. Dü§te gelen o kanayan atlı, alınan, bakılan, en önemlisi de geri verilmeyen, belli töreler gereğince geri istenip . de belirli töreler gereğince geri verilmeyen, her §eye kar§ın gene de alıkonulmak istenen o Sultan Ağa ne? Besbelli "çocuk" Dervi§ Beyin o büyüklük dü§ü, geçmi§ bir çağın, bir fedolliğin simgesi, her §eye kar§ın sürdürülmek istenen o geleneğin simgesi, dü§ü... Böyle bakarsak her §ey yerli yerine oturuyor romanda, dü§ ger- . çek. .. Y.K. -Tabii, tabii, aynı §ey, insanın gerçeği v e dü§ü, onu söy­ lemeye çalı§tık: Ne kadar gerçeği ya§ıyoruz, ne kadar dü§ü ya§ı­ yoruz, 'bunu biliyor muyuz? İç içe geçmi§ ikisi. Bütün romanla­ ninda benim ana dü§ünccm bu. Bu çağın romancılarını gerçekten hiç bcğcnmiyorum, <!,na hiç mi hiç beğenmiyorum. Çünkü, ayıp bir §ey yapıyorlar, hep açıklıyorlar· dü§üncelerini. Bizde §imdi bir §ey tutturdular, "tanrı romancı" diye. Kim tanrı romancı değil ki? Ne biçim anlatırsan anlat, tanrı romancısın. "Ben," diyerek yazar­ ken tanrı romancı oluyormtı§sun ! Sanıı.t zaten yapay bir §eydir, nasıl bcnzetirsin sanatı ya§arna, doğaya? Hiçbir biçimde bel1Ze­ mcz! Zaten okuyucu bile bile ladestir tarih boyunca, yazarın onu ya§amadığını bilir, bunun bir yaratma olduğunu bilir. Ben tanrı romancı değilim, diyor bazıları, yok , öyle §ey! T.Y. -Tabii de, arada bir yakla§ıın, farkı olduğu da muhak­ kak. Y.K. -Bu düpedüz teknik. Bir yanda tanrı romancı, bir yan­ da baŞka romancı. .. Öyle bir §ey yok! T.Y. - Yani o açıdan alırsan evet, tabii de ... Y.K. -ݧte Tehlikeli Alaka/ar örn:>ğin, Laclos da mektuplarla yazmı§; herkesten de daha iyi anlatmı§. Bütün anlatım biçimleri eskidir. A.B. -Hayır §imdi tanrı romancı diye bir §ey var, ama tanrı olmayanı da var romancının. Ayrı ayrı §eyler. İstersen, tanrılıkla­ rında bir fark var, diyelim. Biri her §eyi anlatabiliyor, öbürü birta­ kım §eyleri anlatamıyor. Eğer sen bir olayı ancak biri gördüğü za­ man anlatırsan, yalnız o görenin açısından anlatırsan; senin ro­ mancı olarak gördüğün §eyleri -ki istediğini görebilirsin, roman­ daki hiçbir ki§inin göremeyeceği §eyleri de görebilirsin-, anlat­ maktan vazgeçmek zorundasın. 200


GÖRÜŞ AÇlSI . Romandan büsbütün çekilip ' yerini kişilerine m i bı­ rakmalı yazar, yoksa yerini kimseye bırakmadan romanı . . kendi mi sürdürmeli? Başka · bir . deyişle, olaylar roman­ daki kişilerin açısından mı anlatılacak, yazarın açısından mı? Bu sorun - belki daha gerilere de giqilebilir ama '-- , e n azından yüz yıldır çeşitli tartışmalara yol açıyor; Kimi­ ne göre, yazarın kendi öznelliğin i' romana sokuşturması, hem romanı n inandırıcılığını yitiriyor, hem' de evrenselli­ ğe yönelmesi gereken sanat yapıtını bireyselliğin (ro­ mancının bireysell iği, tabii) sınırları içinde tutuyor. Bu du­ rumda ortaya çıkacaK en büyük sakınca romanda bize önerilen dünyanın tutarlığını yitirmesi. Kimine göreyse, sanatçi elbette "her şeyi bilen"dir, kadir-i m utlaktır, oku- · yucuyla doğrudan ilişki içindedir ve onun romandan çe­ kilmesi romanın sonu demektir. Yaşar Kemal ile buraqa değinilen "tanrı" romancı, "insan" romancı sorunu bu. Yaşar Kemalin böyle birsoruı;ı olamayacağını söylemesi olsa olsa, her romanın arkasında ya �a içinde bir ro­ mancı var demeye gelir ki, bu da sorunu ortadan kaldı­ rabilecek niteliktı& bir yanıt değ il. Elbette her romancı ro­ manındadır, romanının içindedir. Ama. romanının içinde- . ki bu romancı anlattığı olaylarla, kişilerle, bir aşama öte­ sinde de okuyucusuyla ne biçim bir ilişki kurmuş? işte tartışma bu iliŞkinin türü, yani romandaki görüş açısı üs­ tünde oluyor. Eoman anlatım ında görüş açısı olayını bir sorun dü­ zeyinde ele alanların belki de ilki ingiliz romancısı Henry James. Belki de ilki diyorum, çür.kü Flaubert'in etkisin­ de kalmış, anıa ustasının yer yer 'uygulamakla yetindiği ilkeleri kuramsal yazılarında çekidüzene sokmuş ve işi • sonuna kadar götürerek tutarlı bir biçime kavuşturmuş. Peki, ne diyor Henry James? Çok şey söylüyor ya, özel­ likle hiçbir olayın, hiçbir serüvenin kendi başına, . belirli, kaskatı, olmuş bitmiş, değişmez bir biçimi olamayacağı-

201


nı, yaşayanın, anlatan kişinin d urumuna, bakış aÇısına göre değişik biçimler alabileceğini söylüyor. Romanları­ nı da, roman kişilerinin açılarını sıralayarak, olayları an­ cak kişilerin görüş açılarından anlatarak kuruyor. Öyle ki, örneğin What Maisie Knew gibi bir rom�nda, küçük bir kızın gördükleri dışında hiçbir ipucu verilmemiş oku� yucuya. Anlatılan dışında, o anlatılanın gerçeklik dere­ cesini ölçebileceğimiz bir gerçek yok. Burada romancı romanın içinde, romandaki bir kişinin açısında. J .Joyce, W. Woolf, yer yer Camus, birçok bakımdan Sartre ve . genellikle bütün çağdaş psikolojik roman yazarları · H. James'in yolundalar. i nsan romancı dediğimiz işte bu. Tanrı romancı ise, ister doğrudan doğruya yazar olarak, ister kişilerinin ağzından, ister romandaki roman­ cı olarak her şeyi bilen romancıdır. Bütün kişilerinin iç dünyalarını, en gizli d üşüncelerini, açıklamadıkları tasa­ larını, hatta iç çamaşırlarını bile bilir, anlatır. Geleneksel dediğimiz bütün romanlar böyle yazılmıştır. Moby Oick'deki gibi, roman birinci kişinin ağzından aniatılsa bile, yazar "ben"in açısında kalmaz, her şeyi dilediği açı­ dan görür, gösterir, ya da "gösterme"yi bile bir yana bırakıp olayları özetleyerek "anlatır". Gerçekte, yazarlar genellikle, olayları kimi yerde ro­ manın içinden anlatırlar, kimi yerde de romanın dışın­ dan. Bu anlatım yollarını bir bir incelemeden, her yolun da romanın tümü içindeki işlevi belirtilmeden o roman üstünde sağlıklı bir görüşe varılamaz. A.B. ·

Y.K. -Şimdi örneğin Faulkner, tanrı romancı değil i§te Fa­ ulkner, ama dö§eğinde ölü§ünü anlatıyor. T.Y. -Kendi bakı§ açısından. Y.K. -Kendi bakı§ açısından anlatıyor. Ben çok istediğim halde, Faulkner'ın tekniğiyle yazamıyorum. Ba§ka türlü benim tekniğim. İnce Memedteki tekniğim halk türkülerine ve bizim Kö­ roğlu anlatırnma çokyakın. İkinci İnce Memed çok daha uzak, ye­ ni bir anlatım içinde deneyebiliyorum onu. Yalnız yeniliği §eyde görmüyorum. 'Ben dedim' 'o dedi,' 'bilmem kim dedi' gibi, onun 202


bunun ağzından anlatmakta, hatta filanın gözünden görmekte araınıyorum yeniliği. Örneğin bir çocuğun gözünd�n aniatıyorum her şeyi Al Gözüm Seyreyle Salihde, Deniz Küstüde Zeyneldir, hiç başka adam· yok. Şimdi çok belirgin anlattım ben demek istediği­ mi. Zeynelin kişiliğiyle ilgili bu. Bir şeye yaklaşıyor, yaklaşıyor, dakunurken geri dönüyor, sonuna kadar gitmiyor. AB.- Dolayısıyla olacak, korkuya da büyükbir yer veriyor­ sun romanlannda. Y.K. -Evet, korku romanı diye yazdığım romanlar vardır. . Örneğin Ortadirek bir korkunun romanı. Kimsecik bir korkunun romanı... A.B.-Demirciler Çarşısı Cinayeti de bir korku romanı. Kor­ kutucu değil de, korkanın romanı. Ama çok etkili anlatıyorsun korkmayı, o kadar ki, korkmaktan korkuyor insan ... Y.K.-Evet, hepimiz korkuyoruz da onun için. Ben doğanın üstünde yeni bir doğa kurmak istemem, insanın üstünde yeı;ıi bir insan kurmak istemem. Gerçekttm çok korkar insan, bütün insan soyunu korkak görürüm ben. Ödü kopuyor herkesin her şeyden, ölümden korkuyor, insandan korkuyor, doğadan korkuyor, yıldı­ rımdan korkuyor ve tarih boyunca korkmuş insanoğlu. İnsan ger­ çeğine korkuyla da varmak diye bir şey var. Ama korkmayan in­ san da çok. T.Y. -Senin betimlemelerinde bir de açı değiştirme var. Ki- · mi yerde tepeden bakış, kimi yerde yandan, bazan çok uzaktan, bazan çok yakından. Daha önce müzikten söz ettin, acaba göz ' unsuru da ağır basınıyar mu sende? Y.K. - Çok rol oynuyor bende göz unsuru Tahsin. Örneğin çok ceylan gördüm. İlaçlama uçağına bindim ve ceylan sürüleri­ nin üstünde gezdim. 1953 yılında ciple bir ceylan sürüsü kovala­ dım. Fıkaraların dehşet bir atlayışı vardı, üç dört metre atlıyordu bir ceylan. Şimdi, bunların etkisiyle olacak romanlarımda doğa­ nın içinde ceylanlar boyuna atlayarak çıkar. Bu bir göz meselesi, yani resimle de birleştirmek müziği. Sözcüklerin şiiri ve resmin bize verdiği şiir, bir de, tabii, benim düşüncem. Biz yüzde yüz in­ san nedir diye düşündüğümüz zaman, niye bu kadar bağlıyız ki bu dünyaya? Açlık, yokluk, aşağılanma ... Her insanın hayatında aşağılanma var, açlık var, bir doyumsuzluk var en azından, en azından bir sıkıntı var, en azından bir köşeye sıkıştırılına var. Hiç­ bir şey olmazsa kendi kendini sıkıştırıyor insan. Yani kolay değil 203


dünyayı yaşamak, onu demek istiyorum. Ee, bu kadar zor bir dünyada niye bu kadar ödümüz kopuyor ölmekten, yok olmak­ tan. Nedir içimizdeki? Türkülerde ölüme.:: karşı müthiş bir öfke ve kızgınlık var, karşı koyma var, insan soyunda, en karamsar insan­ da bir karşı koyma var. Nedir bu? İnsanın kanına işlemiş. Çok il­ gilendirdi beni, Stendhal'de İ(vada'da, Odysseia'da, Köroğlıında, bütün bunlarda ben bir sevinç duygusu gördüm. "Ulan yaşasın be dünyaya geldik!" diye bir minnc.:: ttarlık. Homeros'da da buna ben­ zer bir cümle var: "İnsan en çok acı çeken yaratıktır. çünkü o ölc.::­ ceğini bilen tek yaratıktır," gibi bir cümle.:: . İnsanın içinde nedir bu vazgeçemediğimiz? İşte romanda onu vermek istiyorum, o vazge­ çemediğimiz şeyi. Yani doğanın şiiri, insanın kendi içinin şiiri, in­ sanın insanla ilişkisi. Dostluk diye, özvcri diye bir şey var, bundan daha şiirli bir şey olamaz. Sevgi diye.:: bir şey var ki, Allah! Allah! .. Bunların hepsini insanın içinin şiirine bağlıyorum, doğa ile bera­ ber oluşumuza bağlıyorum. A.B. - Şimdi, bu dediklerinin romanın kuruluşunda, oluşum düzeyinde etkisi ne? Bu soruya gelmeden önce de, senin düşün­ cenin kırgusu ne, hele ı:mu bir görelim. Bir şeyi vermek istiyorum diyorsun, insanın iÇinin şiirini, imanın o vazgeçernedİğİ şeyi, o ya­ şama sevincini, her şeye rağmen o yaşama direncini... Bu r.ir mer­ kez, bir odak noktası. Bütün düşüncelerin, kaygıların, umutların buna dö•1ük... Ama nasıl bir odak noktası? Ölü, devinimsiz bir nokta mı? Değil tabii. Ama gelişen bir nokta da değil! Gelişse, nokta devinime geçse, l;>esbelli, uzayıp giden bir çizgiye dönüşe­ cek... Olduğu yerde kala kalsa, sen ilgilenmeyeceksin onunla, hiç­ bir düşüncen hiçbir umudun ona dönük olmaya.cak. Demek ıd bu noktanın kendi ölüsünü de, kendi dirisini de kapsamına . alması gerek... Ya öyk bir nokta olacak, ya da hiç olmayacak. .. Çünkü, bak, bir de şu var; bütün düşüncelerinin bu odak noktasına bağ­ lanması, o noktanın da bütün bu düşüncelere bağlanması de­ me.k... Yani hem sen ona dönük olacaksın, hem de o senin kayna­ ğın olacak... Bir dalanma bu, bir çember, bir tekerlek. Az önce konuşuyorduk ya, toz direklerinin, olaylatın hep döndüğünü söylüyorduk, bu da o işte ... Dünya göriişün kendi yapısına uygun bir biçim bulmuş romanda ... Bu dolanma, bu kendi üstünde dömİıe, romanın da od�k noktası. Nasıl kuruyorsun bunu? Geçmiş ile bu­ günün ilişkilerine dayanarak. Her biri kendi yerinde kalınca, so­ run yok tabii ... Ama, geçmiş bugünün yerini almaya yönelince, 204


bugün bugünlüğünü geçmi§le bölü§mek durumunda kalınca, odak noktasının temel özelliği olan iç çeli§ki ba§lıyor. İç çeli§ki, daha doğrusu iç gerilim. Her büyük yapıtta, her ba§arılı yapıtın temelinde bu gerilim var. Demirci/er Çarşısı Cinayetinde bu geri­ lim Sultan Ağa ile Dervi§ Bey arasında ... Dervi§ Bey ile Mustafa Bey arasında değil, öyle görünüyor, ama değil. Sultan Ağa geçmi§ derebeylik döneminin en katıksız örneği, Dervi§ Beyin olabilmeyi kurduğu, hayal ettiği, özendiği, dü§ünde yarattığı insan... Geri­ lim; bir bakıma, kendiyle kendi arasında Deı-Vi§ Beyin... Dervi§ Beyin bu iç çeli§kisini bir olaya, bir görünüme dönü§türebilmek için kullanmı§sın Mustafa Beyi, kan davasını kullandığın gibi, kullandığın için... Pusu kuruyorlar birbirlerine, uzun süren bir pusu, uzun süren bir bekleyi§... Odak noktası, gerilim, öyle duru­ yor, sürüyor... Bunun çevresinde, daha önce sözünü ettiğimiz o kısa öyküler, Sahahat Hatun, Alicik, Yel Veli, vb... Odak noktası, yapısı gereği çözülemez. Romanını odak noktası tekniğine göre kurduğun için, öyküler birbirine bağlanıyor. Öyle de olacak ta­ bii... Ama, nasıl dü§üncelerin odak noktasından kaynaklanıyorsa, bunların da oradan, o gerilimden kaynakJanması gerekir gibi ge­ liyor bana ... Y.K.- Benim yapmak istediğim §U. Bir kere kar§ımızda XIX. yy.ın romanı var, biliyoruz. Ben ne zincirden kopmak isterim ya­ zar olarak, ne zincire öyküornek isterim. XIX. yy.ın romanında, Baltae'ta örneğin, bir tip ba§tan ba§lıyor, sonda bitiyor. Benim ilk gençliğimde isyan ettiğim §ey §uydu: Adamlar kırksayfa bir doğa veya bir e§yayı anlatıyorlar, sonra gene olaya dönüyorlar. Niye? . dedim, niye böyle yapıyorlar bunu? Anlatacaksa doğayı bir i§levi olmalı, değil nıi? insanla bir ili§kisi olmalı. Ben bunlara kar§ı çı­ karken bir deneyimden geldim. Ben piriıiç tarlalarında su bekçili­ ği yaptım. Yıllarca, haftada iki defa Savrun suyuna indim, geldim. Baktım ki, öbür sulara benzemiyor. Birdenbire kafama dank etti; , bir yaprak öbürüne benzemiyor, bir böcek öbürüne benzemiyor, bir karınca öbürüne benzemiyor. Doğanın her parçasının bir ki§i: liği var. Bu ki§iliği aldığım zaman, romanundaki her §ey deği§ti benim için, yani insan dü§üncem deği§ti. Veli bu ko§ullar içinde bu dünyayla ili§kisi olan bir adamdı, ama uzak, ama yakın. · Benim kurduğuriı dünya ile esas eksen yöresiııde uzak ve yakın ili§kileri olan adamlar var. Hepsi kendi ya§amını ya§ıyor, ama hiçbir za­ man diyemeyiz ki, Ala Temirin ne i§i var bu rom!!-nda? Var, ama 205


tiplerden bir tanesi. Mahir Kabakçıoğlu; Ala Temir, Tellal, Mus­ tafa Bey hepsinin bunlar kadar var. Ama bunun dışında Sahahat Hatun da var. Yani kendine göre bir hikayesi var, ' bir yaşamıvar ve ilgisi var. A.B. ...., Evet, senin esas eksen dediğin, benim odak noktası dediğim, romanı çizgiseliikten çıkarıyor, bir çember biçimine ge­ tiriyor. Buna ben de inanıyorum. Ama bu çember dönüyor mu, bütün yan olaylar odak noktasından kaynaklanıyor mu, sorun • bu... T.Y. - Romanın yürümediği, her şeyden belli. A.B. -, Bizim anladığımız akılcı biçimde bir olay ötekine bağ­ lanmıyor. Oradan, buradan sapmalarla daire çiziyor. Y.K.-Ama bütünüyle hepsi romanı yapıyor. . A.B. - Ben bunu senin yazışını belirtmek için söylüyorum. Y.K. -Çok sevinçliyim, anlamaya çalışıyoruz hepimiz birden. Ben de anlamaya çalışıyorum. A.B.:-Tabii. T.Y. - Zaten başında da dedik, biçimsel planda da anlamı var biçimle içeriğin. Çünkü gerçekten ilerİemiyor. A.B.- İleriemiyor da ikide bir tarihe döndüğü için üçüncü boyutu da kazanıyor. Y.K. -Bir şey yapmak istedim. Bu sinema büyük şeyler getirdi yazı sanatına. T.Y. -Sinema tekniği var biraz. Y.K. -Malraux en. ilkı;:l biçimde yararlandı sinema tekniğin­ den. Ayrıca da ilk yararlanan r.omancıdır, İnsanhğın Durumunda. Küçük bir roman, çok fazla üzerinde durulacak bir roman değil. Ama romana birtakım olanaklar getirdi ve ilk getirdiği de sinema oldu. Kesip biçme tekniğini getirdi, montajı, dekupajı getirdi. Be­ nim düşüncem şu, sinemadan sonrayazan her romancı dekupaj­ da mutlaka sinemadan yararlandı, bu benim özelliğim değil. Hiç kimsenin özelliği değil. XX. yüzyılda, Nathalie Sarraute'dan tu­ tun da bilmem kime kadar hep sinemadır. Sinema · romana çok şey verdi. Ben başka bir şey yaptım; mesela bir plan alalım sine­ mada, bir adam duruyor. Baş planı diyelim, ya da boy planı, bir adam duruyor... Ne kadar gidiyor arkası, biliyor musunuz? Su var, ·böcek var, güneş var, kuş var, ışık var, ağaç var, yaprak var, meyve var. Binlerce şey var. Şimdi, bir roman yazıldığı zaman do­ ğanın içindeki insan böyle bir yoğunlukta olmalı. Romanda yap·

·

206


makistediğim §eylerden biri de bu oldu. Fakat çok yürekli davra­ namadım ben bu i§te. Demirci/er Çarşısı Cinayetinde ve Yıısufcuk Yıısufda bu derinlemesine görüntüleri de vermek istedim. Niye bunu vermek istiyorum? İnsan yazıda anlattığımız gibi o kadar yalnız değildir. Büyük bir e§Ya yığını içinde, büyük bir ayrıntının içindedir insan. A.B. - Bunu çok güzel anlatıyorsun, bu yapmak istediğini. Yalnız seninle sinema arasında bir fark var. Sinema objektifi bir yere kadar gösterir, durur. Y.K. -Sen ötesini de görüyorsun diyorsu,n. A.B. ...,.. ötesini de, berisini de. İkisini de bir arada, aynı net­ likte. Objektif yapamaz bunu. A§ırı gerçekçiler gibi, Amerikan hiperrealistleri gibi... T.Y.- Gözün doymuyor yani. 'KK. -Tabii doymuyor. İleriedi insan. Romanda mesela Ham/et bir a§amadır, Freud'a gelinceye kadar. Ondan önce Cer� vantes yani Don Kişot; insan psikolojisinin çeli§kilerini aniatmada o da bir a§ama. Belki de insan soyunu destandan koparan, kopa­ ran da diyemeyeceğim insana destanı a§an birtakım §eyler ekle­ yen Don Kişot'tur. Onun daha bir belalısı, daha eklenmi§i Ham/et. Sonra Dostoyevski §imdiye kadar ezberlediğimiz insan psiko� lojisinin sınırlarını yıkıyor, ufuklarını yıkıyor, öteye geçiyor. Bun­ dan sonra Freud geliyor, çok olanaklar kazandırıyor bize. Bir de insanoğlunu ilgilendiren qoğanın diyalektiği var-. Doğada neler olup bitiyor? O da bizim canımız. Eğer doğruysa onun bizim ca­ nımız olduğu, doğanın da bize etkisi bulunduğu, doğanın bir par­ çası olduğumuzdan, ne kadar yabancıla§ırsak yabancıla§alıtn do� ğa ile ili§kilerimiz sürecek ve doğa bizim birtakım devinimlerimi­ zi sağlayacak, etkisi altında bırakacak"; ya da devinimlerimizi yön­ lendirecek. Böyle bir §ey mutlaka olacak. Ba§ka türlüsü de benim için §imdilik olağan görünmüyor. Öyleyse bizi çok ilgilendiren, bizim bir parçamız olan doğanın içindeki diyalektik ne? Görebil­ dik mi? Ben kendim diyorum ki Ya§ar Kemal, i§te doğanın ki§ili­ ği var, dedin, her doğa parçasının ki§iliği var, dedin, senin roman­ larında bir doğa parçası, bir insan nasıl kt§ilik kazanıyorsa, üstelik de çizgi değil yuvarlak bir düzendeyse, bu yuvarlak düzen de, hal­ ka halka atlayarak gidiyorsa... ·

207

·


A.B. - Toplanıyor, dağılıyor, sürekli olarak... T.Y .-Toplanıyor, dağılıyor ayrıca... Y.K. -Atlamalar oluyor, diyorum. T.Y. - Ayrıca §iddet, sonra birden dü§Ü§ ... Y .K. - Benim için diyalektiğe inanmak doğada gördüğünıle tay gidiyor mu? Uyuyor mu? Benim dü§ünce biçimim acaba do­ ğanın devinimlerine uyuyor mu? Bütün meselem bu. A.B. - Senin dü§ünce biçimin romanın kurgusuna uyuyor... Y.K. - Uyuyor. A.B. - Doğa ile uyu§up uyu§maması beni o kadar ilgilendir­ miyor. .. Y.K. - İkincisi de §U: Bütün bu doğada ne yaptik biz? Roma" nımızda ya§ayan, bu içinde binlerce çeli§ki ta§ıyan doğada ne yaptık? Elektriği daha yeni bulduk. Kimbilir daha neler var? Sa­ natçı olarak biz, sanatçı yüreği olarak bu korkunç §eye ne getir­ dik? Yüzeyderi bakmamıza rağmen, benim böyle demerne rağ­ men, roman sanatında yahut resim sanatında bu İ§İ bir adım ileri­ ye götürmeye çah§mamıza rağmen istediğimiz oldu mu? Doğanın da kendi içinde çeli§kileri var, diyalektiği var. mr meyvenin olu§­ ması, bir çiçeğin açması, bir arının çiÇeğe konması, yani korkunç zenginlikte bir dünya. T.Y. - Muhakkak öyle ya, bir de §U var, biçimdeki diyalekti­ ğİn yanı :sıra, büyük bir yığına da var, tutamıyorsun kendini, her §ey çok üst üste. Gözün doymuyor derken onu demek istedim. Y.K.- Zenginlik diye bir §ey dt: dü§ünüyorum yani, bu yığ­ ınaların sebebi doğanın ve insanın zenginliği ... T.Y. - Bana öyle geliyor ki tam dü§ündüğün gibi, çok güzel bir dünya kurmak istiyorsun. istiyorsun ki her §ey tam olsun. Ceylanların atlaması, yılanların sevi§mesi, §alvarının en ufak ay­ rıntısına kadar her şey tam olsun. Hatta güzel de olsun istiyorsun. Bu son dert!ce doğal. Y.K. - Sanatın, romanın yüzde yÖz yaratma olduğuna inanı­ yorum. Yaratmadan hiçbir gerçeğe varılmaz. Biyografi niye yaz­ mıyorsun? diyorlar, ben biyögrafi yazmam. Biçiinsel anlamda bi­ yografi yazamam. Niçin yazamam? Çünkü yaratmalıyım. A.B.- Görmek zaten yaratmaktır. · Anlamak yaratmaktır. Gerçek de yaratıldığı oranda vardır. · Y.K. - Yani neye sadık kalacağım? Mesela babamı öldürdü­ ler benim. Camideydim bir gün, bab<!mın yanındaydım. Geldi ·

208


adam vurdu. Bu babamın öldürülmesinin gerçeği değildir. Baba­ mın öldürülmesini anlatacaksam eğer yaratm;ılıyım. Gagarin'in uzaya gidişinden sonra bir konferans vermiştim, müthiş sevinç içindeyim, dedimlşimdi daha iyi yaratacağım romanlarımı. Çün­ kü Gagarin gitti, dünyamızı uzaktan gördü. Hangisi · ise, biri de mavi bir p ortakala benzediğini söyledi dünyamızın. Bu. bizim im­ gemizi geliştirdi artık. Dünyanın mavi bir portakal gibi göründü­ ğünü belki düşleyebilirdik, ama bunun gerÇeğini anladığımızda . bunun üstüne dehşet düşler kurabiliriz. Bunda insanoğlunun ya� şayarak zenginleşmesi var. Onu da şuradan biliyorum. Savrun su� yunun . kıyılarında yıllarca su bekçiliği yapmasaydım, böcek bö­ cek, taş taş, kaya kaya, çakıl taşı çakı I taşı, kum kum, eğer eleme­ seydim, böylesine zenginleşmeseydim, Savnın suyu üzerine duş kuratmizdım. Şiindi Savrun suyunu yazacağım ben, ama düşüm­ deki Savrun suyunu, onun' gerçeği benim düşümdeki Savrün su­ yudur. Yani sanatçı insanları, doğayİ, her şeyi dolu dolu yaşamalı. Ancak o zamandır ki büyük düş görebilir. Bana Rimbaud'yu örnek veriyorlar: Denizi hiç görmemiş, gene de Sarhoş Gemiyi yazmış. Ben de diyorum ki kitapların deneyinden · öğrenmiş denizi, kendisinin de bir deneyi olsaydı, onu biliyor muyuz ne biçim ya­ zabilirdi? Yani şu bir gerçek ki, insanoğlu zenginleştikçe düşleri de zenginleşir. Benim gerçeğim bu. AB. - Sana bir örnek vereyim: Bir yerde "bir. tül gibi esen 1 ince yelde dalgalamyordu" diyorsun; "gibi"den sonra virgul yok, ya.ni,.bunun anlamı "esen ince yelde (bir tül gibi) dalgalanıyordu" değil. Durak esenden sonra. İncecik tülün, esmekde yelin özelli­ ği olduğu halde, sende tül esiyor. yel inceliyor. Bu değiş tokuşla iki nesne kenetleniyor birbirine, yeni bir gerçek çıkıyor, bir atla­ ma oluyor. Demek istediğim romanın tüm kurgusunda, genelinde gördüğümüz anlayış, tutum, en küçük ögede, türnce düzeyinde, türnce bileşkenlerinin ilişkilerinde de görülüyor: Y.K. ....: Şimdi dikkat edersen, bu romanda bir düşünce düzeni gidiyor. Çizgiler, halkalar, halkalar ve .atlamalar, eğer bunu ele alırsak günlerce konuşmamız gerek. Romamındaki psikolojik iliş­ kileri nedir diye konuşursak, çok uzun sürer bu, Bunda da o halkalar var. Romandaki bütün ilişkiler bu halkalarla gider, bu be·. nim yaratmam." Yani ben bu dünyayı böyle kuruyoruın. Diyelim ki on sene, yirmi sene sonra beni okurlar mı? Bilinem, ama okur­ larsa, "Bu adam amma da daire çizmiş�" diyecekler. Ne yapayım .

'

.

·

·

Ustadır Arı

209/14

·

·


yani, benim elimden gelen bu. Hem siz söylediniz bunu, siz attı­ nız bunu ortaya, ben de size katılıyorum. Keşke elime geçirsey­ dim de getirseydim, bu romanı yazarken daireler çizdim ben. İçi­ ne olayları koydıım. Yan yana, dört, beş daire. Bir psikoloji, bu dqğa, bu · insan ilişkileri vb. Planlı çalıştım yani. Bütün bunların yariında bir dil bütünlüğü de yapmak istedim. Nasıl dünyayı iyi anlatmak için yaratmak zorundaysak, bir dili de geliştirmek için yaratmak zorundayız. Nazım Hikmetle Pariste 1 963te karşılaştı­ ğımız zaman Orta Direk romanımı okuyordu. Birtakım cümleler getiriyordu bana, bunu nasıl yaptın Yaşar Kemal, diyordu. Düşü­ nüyorum, düşünüyorum, valla Nazım Hikmet, diyorum, halktan aldım ben bunı.ı, halk böyle konuşuyor. Yahu kardeş, diyordu, bu halkın yapacağı iş değil, Yaşar Kemal, diyordu. Bunda bir yarat­ ma var, diyordu. Şu senin ince yel gibi birşeyler getiriyordu. Ve ben inanıyordum · Adnan, bütün inscı.nlığımla söylüyorum, halkın yaptığına inanıyordum. Demirci/er Çarşısı Cinayetini yazarken bir­ denbire aniadını ki, hepsini, hepsini ben yapmışım. Ee tabii, bu romanla vardım bilincine. Ama, kendim yapmış olmarnı da gene zenginleşmeye bağlıyorum. Halkın bir olayı anlatırken dehşet bir - anlatışı var, gelenekselleşmiş, klişeleşmiş bir anlatışı var. Eğer bir sanatçı sözle bir şey yapacaksa, o anlatımların_klişeleşmişine, def­ tere geçmişine, yani halkın ürünlerine kulak vermesi gerekir. An­ cak, bundan sonra başlıyor iş. Örneğin ben Sait Faik Ahasıyanık­ tan çok şey öğrendim. Bence Türkçeyi en iyi yazan iki kişi var; bi­ ri Nazım Hikmet, öbürü Sait Faik. .Sait iyi TürkÇe bilmez, der _b i­ zim edebiyatçıl;mriıız. Türkçeyi nüanslarıyla yazabilen, derinle­ mesine nüans kullanabilen tek adam bence. Doğayı anlatmak in- sanı nasıl zenginleştirirse, insana nasıl öğrenme, düş görme, kur­ ma, yeni bir dünya kurma için büyük olanaklar sağlarsa, halkın dilini öğrenmek de büyük olanaklar sağlar. A.B. - Sözünü keseceğim, benim gördüğüm kadarıyla senin halkla hiçbir ilişkin yok. Senin- halkçılıkla, folklorla falan, böyle şeylerle ilgin i görmedim. Son derece yapay bir romancısın. O un­ surları yeli kullanır gibi, yahut tülü kullanır gibi kullanmışsın. Ba­ şından sonuna kadar, şu okuduğum roman, bir adamın, tek bir adamın kurgusu. Yerel kelime kullansan ne olacak, kullanmasan ne olacak! O ögeden yararlanmışsın, onlardan yararlanmışsın, o tipten de yararlanmışsın. Çukurovadan da yararlanmışsın. Yani sen oralarda değilsin. Kullandığın nesnelerde değilsin. Şu cümle210


ye bak: "Altındaki al atının sırtınd'\n a§ağılara doğru altın gibi bir su süzülüyordu." Neresinde halk ağızı bunun? Bu sensin. Neyden, nerelerden yararlanmı§san yararlanmı§sın, tekba§ına . değilsin ya dünyada. Sözlerle ise i§in, dünyadaki bütün sözlerden, bütün ya­ zılmı§lardan da, söylenmi§lerden de yararlanac:::aksın tabii. Halk dili de, Faulkner de, Cervantes de, doğa gibi, deneyimlerin gibi, birer ta§. Sen, sen isen, bq ta§lardan yararlanarak kurduğun oyuola bunların ötesindesin. Y.K. - Şunu söylemek istiyorum: Şu bana söylediklerio için, hakikilten ben ömrümün en mutlu anını ya§ıyorum. Yani bir in­ sanın anla§ılması kadar büyük mutluluk yok. Şimdi bir meselemi anlatayım size. Gerçekten, bazan çok karamsar oluyorum. Niye yazdım bu kadar, diyorum, niye bu kadar emek? Ömrümün yirmi dört saatinde dil dü§ünürüm, romanımı dü§ünürüm. Neydi bu ye­ meden içineden bütün ömrümü buna vermek, değer miydi bu ka­ dar, diye dü§ünürüm çok zaman, ba§ka bir §ey yapabÜeceğimi de bilmeden. Fakat §U benim dilim için söylediklerio müthi§ mutlu kıldı beni. Yani değermi§ demek, var bu dünyada, bir§eyler var. Şimdi §Unu anlatmak isterim, benim faydalandığım dediğim §U; nasıl doğayı ya§ayarak insan zenginle§iyorsa, nasıl olayları ya§a­ yarak zenginle§iyorsa, nasıl insan ili§kilerini ya§ayarak zenginle§i­ yorsa demek istiyorum, bütün bu dil yaratımları da, insanı zen­ ginle§tiriyor. Yoksa ben oradan faydalanıyorum, demiyorum. Bu benim ana kültürlerimden bir tanesi. Şimdi ben §U anda gelirkeri ne okuyordum biliyor musun? Yeniden Binbir Gece Masallannı okuyordum. Osmanlıcadan bizim bugünkü Türkçemize çevirmi§­ ler. Gerçekten bu kadar bilinçli okumadığıma Binbir Gece Masal­ lannı (on yıl önce okumu§tum) çok üzgünüm. Bir usta insan biri­ kimi, korkunç bir §eymi§ meğer. Şimdi bir rdman daha yazarsam, ben dilimi buradakinden çok daha geli§tireceğim. Bütün bu kül­ türden sonra. Binbir Geceden, Homeros'tan, Karacaoğlandan, Dadaloğlundan sonra, bir Türk yazarına, Evliya Çelebiyi ezberle­ mesini söylerim. Bana kızdılar. Çardak köyüne gitmelerini söyle­ dim yazarlammza diye. Bizim yazarlarımızın zenginliği yok, de­ dim. · Çardak köyü bizim köy değil, Osmaniyenin }?ir köyü. O ka­ dar güzel Türkçe konu§uyorlar ki! Ben Türkçeyi taklit etsin de­ miyorum, folkloru ana dili yapsın demiyorum, esas temel de yap� sm demiyorum, ama insanların zenginliğinden, birikiminden ya­ rarlansın yazarlar, diyorum. Yani demek istediğim her roman 211


kendi dilini de yaratır. İnce Memed çok hareketli romandır. İnce Memede baktığın zaman, eğer on kelimelikten fazla bir cümle bu­ lursan kellemi keserim. A.B.- Hiç kesme, var. Hatta ilk sayfalarında bile, on dört, on be§ .kelimelik .cümleler var. Ama gerçekten çoğunluk kısa cümlelerde. Dediğin doğrudur. Bir sayfalık cümlelerin yer aldığı Demirci/er Çarşısı Cinayeti gibi değil... Y.K. - İkinci İnce Memed de öyle değil, çok d<,ha geni§ler, yayılır. Bir yapı olarak yayılır. Birinci İnce Menied gibi tek çizgi üzerine gitmez. Mimarisi daha bir §i§er ortalarda, daha zengjnle­ §ir, daha çok insan tipi girer rornana, dil de ona uyar. Ondan son­ ra Binboğalar Efsanesi, Ağrı Dağı Efsanesi geldiği zaman dil büs­ bütün deği§ir. Ağrı Dağı Efsanesi bütünüyle benim yaratmariı. Halk efsanesidir diyenler oldu, halkta öyle bir §ey yok. Bazan tüt-. külerin etkisinde kalmı§ımdır, o kadar. İstanbulda bir arkada§ iti­ rai ediyordu, "Bir iniyordu bir kalkıyorrlu Menek§e İstasyonu," dedim diye. Türkçenin kendi ana abartmasıdır bu, kalabalığı an­ latmak için. Ben ondan iyisini anlatamadığım için köyden aldım bu deyimi, Menek§e İstasyonuna getirdim. Şimdi gerçekten çok bilinçli olarak dili yaratmalıyız. Sen diyorsun ki, Demirci/er Çarşı­ sı Cinayetinde bir cümle bir sayfaydı diyorsun. Ne halt edeyim duran bir dağın kar§ısında? Dağın gölgesini, bulutunu nasıl kese­ yim ben? Nasıl keseyim de nokta koyayım? Anlattığın §eyin devi­ nimi senin cümleni de yaratır. Eğer bir usta sanatçıysan, eğer kendi kendini taklit etmiyorsan, kli§e yapmıyorsan ba§ka türlüsü mümkün değil. Bir de §U sorun var: Pestanlarda doğa anlatımı niye bu kadar mükemmel dilleniyor? Bir . örnek vereyim. Çukuro­ vaya gidiyorum tabii, yine ana kaynağıma. Bir söz var, balıarı an. !atıyor: "Dağa çıktım, dağlar nennileniyordu," diyor. Deh§et bir bahar anlatımıdır bu. Doğanın, baharın bütün görkemini veriyor. Çukurova bilir bunu, bu kli§e haline gelmi§tir: İlk çıktım dağlara, dağlar nennileniyordu... ığır ığır, derler üstelik de. Şimdi Karaca­ oğlana geldik... sonra Yunusa, Dadaloğluna... Halk doğanın her §eyini kli§ele§tirmi§tir, çünkü o milyonlarca yıldan beri doğa kar­ §ısında Doğanın her devinimi hakkında bir dü§üncesi, bir davra­ nı§ı olduğu gibi bir sözü de var. Şunu da iddia edebiliriz, ya da savlayabiliriz ki, bir destanİ, yaratan kadar değilse de, anlatan da yaratır. Ben §Una tanık oldum: Örneğin İnce Memedi anlatan bir adama rastladım. Yemin ediyorum benden iyi anlatıyordu. Be•.

212


nim romanınıdan iyi dersin anlattığı. Osman Şahin Çukurovada bir anket yapmı§tı. Kime sorsa. İnce Memedi, ya§adı, gördük, bi­ zim evde beraber yemek yedik, demi§ler. .. Benim hayali yarattı- · ğım adam senin evine nasıl gelir? Ben gelirim de o fukara gele­ mez. AB. - Bir §ey sormak istiyorum. Bu Zeynel Çelikin gördüğü örümceğin, küçük ayrıntılada üç kez anlatılması, bir noktaya dik­ katle bakıldığı zaman o noktanın büyümesi, gözü alması, ya da si­ linip yok olması, bunlarda çağda§ Fransız romancılannın, örne­ ğin Alain Robbe-Grillet'nin bir etkisi var mı? Y.K. - Çağda§lardan Nathalie Sarraute'u okudum, bir de Robbe-Grillet'nin bir filmi vardı, 1'/mmortelle, onun senaryosunu okudum. Yani çok bilmiyorum, ama tekniklerini biliyorum tabii. Nasıl yaptıklarını biliyorum. Yeni Romanı nasıl buluyorsun diye sormu§lardı daha önce de, bildiğim kadarıyla dedim bunlar çok §ey getiııdiler romana. kendi kendilerini yemi§lerse bile çok ola­ naklar getirdiler, anlatım· olanakları. A.B. -Ne gibi örneğin sence, hangileri üstünde durdun? Y.K.-Örneğin Alain Robbe-Grillet'den bir parça anımsıyo­ rum. Bir su kıyısını anlatıyor, bir dalga geliyor, gidiyor, geliyor, gidiyor. Şimdi, bize kadar, romanda ayrıntılara hiç dikkat etme­ dik biz, e§yanın ve doğanın müthi§ ayrıntıları�a kadar gittiler ve korkmadan gittiler. Dilde savurma diyorum buna ben, doğada sa­ vurma, diyorum. Yani savurma . da elbette kısıtlı bir sınırdadır, ama bunlar iyice savurdular, kendilerinden geçtiler .. A.B. -Yani ayrıntınıq üstüne üstüne gittiler. . . Y.K. -Üstüne üstüne gittiler v e çok §ey öğrettiler bize, ken­ dilerini daha aklı ba§ında sayan romancılara çok §ey öğrettiler. Ben bunun bilincindeyim, fakat benim kaygım ba§ka. Benim ro­ manımın kurulu§unda her olayın psikolojik' bir nedeni var. Deniz Küstüdeki Zeyneli alalıni ele. Çocukluğunda öldürmü§ler anasını babasını, kan içinde görmü§ onları ve kandan kaçıyor çocuk. . . Çizgiden n e kadar korktuğumu 'biliyprsun Adnan . . . Ama ben do­ ğal, normal insanlarda çizgiden korkarım. Hastalıklarda çizgi var­ dır. Delilik bir çizgidir, anormallik bir çizgidir. Hangi büyük psi. koloji kuramma b�ak, hepsinde de anormallikler, doğal dı§ılık­ lar çizgidir. Zeynel Çelik bir deli değil. Yalnız sakatlanmı§ bir in­ san. Kan içinden geliyor, Menek§ede balıkçılara çıraklık yapıyor. İlk belası ne? Kan göretl}iyor, gördüğü zaman sarsılıyor, o da öl- ' ,

213


dürüyor. Zeynel Çelikin öldürdüğü, adamı gördüm, kahveye gel­ di, hepsine ana avrat sövdü, toplu tabancasını ateşledi. Sonra bir film gördüm, geçen gün. Aşağı yukarı aynı. Yani yaşam biraz da kendi kendini tekrar ediyor. Ben bütün bunları gördüm, ama be­ nim söylediğim, hiçbir zaman kör kör parmağım gözüne şeklinde yazmadım. Hiçbir zaman bu tarafım görülmedi, �atıda bile. Bu senin bulduklarına biraz şaşırdım doğrusu. Açık söyleyeyim sana, kendimi ne dahi zannediyorum, ne de bir şey zannediyorum, sa­ dece birtakım imkanları zorlamış adamım ben. Bu zorladığırnın farkında değil kimse. Bu çok acı veriyor .bana, yani ne yapayım, . veriyor işte. Örneğin bir sahne var Deniz Küstüde: Zeynelin arka­ daş edindiği küçük çocuk, Zeyneli bulamayınca gidiyor Yeni Ca­ minin önüne, tanımadığı bir ço.cuğa saldırarak hıncını alıyor. XIX. yüzyılda bir romancı yalnız bu salıneyi yazsaydı bile gene iyi romancı sayılıı:dı. Ve bu roman benim en kötü romanlanından biri olarak karşılandı. Örneğin ömrümün en güzel şeylerinden bi­ rini yazdım Al Gözüm Seyreyle Salihte : Bir çocuk, kanadı kolu kı­ rılmış bir martıyı iyile§tirmeye çalışıyor. Baytara gidiyor, doktOra gidiyor, bütün kasabayı dolaşıyor. En sonunda martı uçuyor, se­ vincinden çıldıracak çocuk. Gidiyor kendi kendine dönüyor, dö­ nüyor, seviniyor, oynuyor. Ama bir türlü mutlu alamıyor. Martı­ nın kanadı iyi oldu ya, kendisinde daha büyük bir değişiklik ol­ malıydı, örneğin uçmalıydı, yahut dünya değişmeliydi gibi geliypr ona. Bütün yeryüzü mor olmalıydı. Ne bileyim ben, olağanüstü bir şey olmalıydı. Küsmüş, bir köşede oturuyor. Salih Reis geli­ yor, "Niye süngün düşmüş bu kadar?" diyor çocuğa. "Martı uçtu," diyor çocuk. "Ee gelmedi mi?" diyor reis. "İşte geldi, orada duru­ yor, yürüyor," diyor: "Ee sevinsene," diyor reis. Çocuğun cevabı: "Ama hiçbir şey olmadı ki be usta!" T.Y.-Ben buradan bir soruya geleceğim ya, neyse sen de­ vam et. Y.K. -Bu kadar söyleyeceğim. Şimdi bu roman üstüne yazı yazıldı. Türkiyede. Böyle roman olmaz dediler, ben okuyamadım, ey okuyucu siz de okumayın, dediler. Demirci/er Çarşısı Cinayetiy­ le gelen edebiyat değerinden ben Deniz Küstüdeki edebiyat değe­ rini daha fazla buluyorum. Büyük kapsamlı roman, dahası destan gibi bir roman Demirci/er Çarşısı Cinayeti. Öteki küçuk bir insa� nın şehirdeki macerası, ama yazılış bi�imi bakımından, dil bakı214


ınından Deniz Küstüyü de, Al Gözüm Seyreyle Salihi de, çok daha iyi buluyorum. AB. - Ee ... senin bir sorun vardı? T.Y. - Bu psikoloji konusunda ben bir şey diyecektim. Bana öyle geliyor ki, psikolojiye uygun düşmek, psikolojiyi incelemek gibi bir kaygın yok, bunu ben de aramam. Bu verdiğin çocuk ör­ neği de onu gösteriyor. Bir psikoloji var ama, bu, psikolojiye ede­ biyatçının bakışı, psikologun değil. Y.K. -Umurumda değil psikologun bakışı. Ben psikolojiyi Charlie Chaplin'den öğrenirim. Çehov'dan öğrenirim, benim us• talarım onlar. Benim aradığım psikoloji eski Yunan oyunlarının · getirdiği psikolojidir. Cervantes'in, Moliere�in, Shakespeare'in, Dostoyevski'nin, daha çok Charlie Chaplin'in ve Çehov'un. Yani ben böyle anlıyorum. Elbette biz onlar gibi, onların anlattığı bi­ çimde anlatmak zorunda değiliz psikolojiyi. Evet, bu alanda bir Dostoyevski var, ama · bir Dostoyevski olmak istemem ben. On­ dan öğrenmedim zaten; o başka . türlü bir tip, benim dışımda bir tip. Çok daha büyük bir yazar olduğunu sezinliyorum. Ama ben onun gibi olmak istemedim. Örneğin romanda Çehov'un anlatım biçimini, psikolojiyi anlatım biçimini ileri götürmek istedim ki, çalıştığım budur benim. Charlie Chaplin'in anlatım biçimini daha genişletmek isterim, yani romanda, psikolojide tüm psikologların pile düşünemediklerini ortaya koymak, roman yaratmasında kişi­ nin ve toplumun psikolojisini son sınırına kadar denemek ve aşmaya çalışmak. AB. - Yani psikolojinin davranışlardan mı çıkmasını istiyor­ sun? · ·. Y.K. -Ben daha Çok dışarıdan içeriye, yani davranışlardan ve insan ilişkilerinden psikolojiye varmak istiyorum. Oturup da . Freud gibi psikoloji anlatrnaktansa, insan davranışlarından ve in­ san ilişkilerinden, insanın doğa ile ilişkisinden, insanın insanla ilişkisinden, insanın toplumla ilişkisinden, sanatçının sanatçıyla ilişkisinden, ne bileyim insanın böcekle ilişkisinden, insanın acıy­ la ilişkisinden, insanın sevgiyle ilişkisinden, insanın dostlukla iliş­ kisinden, insanın kendi kendisiyle ilişkisinden yola çıkmak iste­ rim. AB.-Bunlar senin romanından çıkıyor da, bazı yerlerde kişi . bir iç konuşmaya giriyor kendi kendiyle, oralarda bu dediğinden daha başka bir psikoloji görülüyor. Örneğin Yel Velinin kendi kendiyle konuşması.,. ·

215


YADIRGATICILAR Yaşar Kemalde okuyucuyu yadırgatacak sözcükle­ re sık sık rastlarız. Okuyucunu n yadırgariıası bu sözcük­ lerin anlamını kesinlik ve açıklıkla kavrayamamasından kaynaklanır. Kavrasa bile, sözcüğün kendi dil alanı dı­ şında kaldığını, başka bir ekin alanından geldiğini he- . men sezinler. Ne ki, bu sözcüklerin anlam bulanıklığı ı türncenin anlamını kavramayı engellemez . .Demek iste­ diğim, · hiçbir tümce, herhangi bir d üzeydeki yadırgatıcı bir sözcük yüzünden, yazının orta yerinde, çözülemeye­ cek bir kör düğüme dönüşmez. Türncenin akışı, kara si. nek gibi duran bir sözcüğün yerine bildik bir eşanlamlı sözcüğü oturtmamıza olanak verecek kıvamdadır. Yaza­ rın ne demek i�tediğini sözün gelişinden çıkarırız; daha doğrusu, - ki bu daha doğru, ondan önceki daha az doğru ile üst üste binişmiştir, ikisi de eşzamanl ı olarak bilincimizde yer alır - , bir sözü yadırgıyorsak, o sözün yadırgansın diye oraya konulduğunu biliriz. Bir örnek vereyim: Türkmen atlıları anlatırken " . . . Üzengileri som gümüş, eyerleri, kantarmaları savatlı, beliemeleri klap­ tan işleme . .. " gibisinden bir tümce, kantarma, belleme, klaptan işierne g ibi yadırgatıcıların yanı sıra, üzengi; eyer, som g ümüş gibi "sürükleyiciler'' ile beslenmiştir. Bu sürükleyiciler olmasa, anlamını bilmediğimiz öteki sözcükler bir d uvar gibi karşımıza dikilir. Demek ki sü­ rükleyicilerin görevi, neyden söz edildiğini (burada, atla­ rın koşum takımı) belirtmek, çıkaramadığımız sözcükle­ rin de hangi alana bağ l ı olduklarını ortaya koymak. An­ cak bu alanın sınırları çizilince birtakım sözcükler yadır­ gatıcılık özelliğini alabilir. Bundan da yadırgatmanın te­ mel ayrıcalığına varabiliriz: yadırgatıcı sözcük, kendi ayırdettirici anlamı belirsiz, buna karşılık kavram alanı belirlenmiş sözcüktür. Bu alan belirlemesi, bilinen .ile bi­ linmeyen a rasındaki vazgeçilmez bağ, yadırgatıcıyı bir ' yabancılaşma olarak değil de bir yadırgatıcı olarak algı­ lamamızın temel koşuludur. A.B.

216


·

· Y.K. - ݧte ben bunu doldurma sayıyorum, hani sen dolduru­

yor musun, dedin de hiçbir romancı yani bir ustalığı a§mı§ bir ro­ mancı doldurmaz, diyorum, ama bu Y,elVeliyi anlatırk�n gerçek­ ten müthiş zorluk çektim, orada doldurdurn sanıyorum. Yani sa­ nıyorum iç konu§malar doldurmadır. Daha büyük usta olmadım demek ki, yani §imdi yazsam Yel Veliyi daha ba§ka türlü yazar­ dım. A.B. -Çünkü o adamıp iç konu§masında · söylediği sözlerin hepsini davranı§limnda zaten anlatıyorsun. Hiç gereği yok. Y .K. - ݧte, ama ustalık değil. AB. -Yürüyü§üi1den bile adamın psikolojisi belli. Y.K. -Kitaplarımdan, yani ınimai:i yapımdaıi, dil yaratımım­ dan hiç olmazsa birazcık ustalığım anla§ılıyor. Fakat bunu da söy­ lediğim zaman hiçbir zaman usta olmadığımı anlıyorum. A.B. -Şimdi sana teknik bir soru soracağım Orta Direkten. "Varıp Uzun Alinin kapısında durdu, değneğini küt küt yere vur­ du. Alinin evi ta dededen kalma sıvasız koca koca biçimsiz ta§lar­ dan örülmü§ basit bir toprak damdı. Şimdi evde Ali yalnız olma­ lıydı,'; diye kendi dü§ünüyor değil mi? Şimdi "Alinin evi Üt dede­ den kalma sıvasız koca koca biçimsiz ta§lardan örülmü§ basit bir toprak damdı"yı neden söylüyorsun? Eğer bunu eve varan bu adam söylüyorsa, o köyde ya§ayan bir adam bu evi biliyor zaten, burada bunu söylemesine hiç gerek yok. Y.K. -Hayır ben söylüyorum. A.B. -Peki neden, yani bu ikide bir senin ortaya çıkman ne' ·

·

��

Y.K. ..:. Evet, §Unun iÇin. İyi ki sordun, §imdi Ali kim? A.B. -Bütün romanda var bu. Sen ikide bir ortaya çıkıyor­ sun. "Zaten Çukurovada da bu hep böyledir," diyorsun bir yerde: ikide bir bunu niye yapıyorsun? Niçin rahat bırakmıyorsun bizi? Y.K.-Ali kim? Al.i bu romandan sonra anasını sırtına ala­ cak. Anası da Allahın belası gururlu, binrnek istemiyor, yani, bü­ . tün Ömrü boyunca yürümek istiyor o yplu. Alinin sırtına bindiği zaman Aliye dü§man oluyor, dünyaya dü§nıan oluyor. Müthi§ bir dü§manlık, yani ütanıyor kadın. Şimdi Ali de bir geleneğin ada­ mı, bu evde doğmu§, deği§memi§ yani. Bunu mecburum söyleme­ ye, bir tipi tamamlamak için, köyü anlatmak zorundayım, tipi ta­ mamlamak için. Yani bu nedir? Bir gidi§in romanı ve bir geleneti anlatıyor, çıkarnıyar adam geleneğin dı§ına.' Geleneğin dı§ına iki 217


cilt sonra, romanın sonunda çıkıyör, çıkıyor, anayı evde bırakıyor, tekba§ına. A.B. - Ama bunun daha ötesinde senin doğrudan doğruya okuyucuya seslendiğİn yerler var. Hiç ki§ilerle ilgisi yok, olayla da ilgisi yok. Örneğin "Çukurovada bu böyledir," derken, artık bıra­ kıyorsun romanı filan, okuyucuyu kar§ına alıyorsun, doğrudan doğruya onunla konu§uyorsun. Y.K. -Hiç yapmadım, yaptığımı sanmıyorum. Yapıyorsam bunu ben de zaaf olarak kabul ediyorum. A.B. -Ben zaaf olarak kabul edelim demiyorum, ben bunu ba§ka türlü yorumluyorum. Acaba, diyorum, okuyucu kendini olaya kaptırdı da, sen kar§ısına çıkıyorsun, dur, ben sana sesleni­ yorum, kar§lnda ben varım diyerek onu bilinçlendirmek mi isti­ yorsun? Y.K. -Hayır, hayır, hayır. Ondan korktuğum kadar hiçbir §eyden korkmuyorum. Gerçekten korkuyorum ondan, çünkü ben açıklamaktan nefret ediyorum; yani gereği yok. Bizim getirdiği­ miz roman olanaği hiçbir gereksinine duyınuyor açıklamaya. T.Y. -Göstermek istiyor yani. Y.K. - Çünkü olaylar ve insan ili§kileri bizim bütün anlata­ caklanmızı anlatmalıdır. Daha önce de söyledim, insan psikoloji­ sini anlatmak istemem, gösteririm, onun için doğayı da anlatmak istemem. Eğer doğayı anlatıyorsam insanın ili§kisi ile anlatırım. Bütün halkın, insanlığın yaptığı ürünlerde, örneğin İlyada'da, ör­ neğin Köroğlunda, eğer bir bulut geliyorsa, bunu yağnıur yağdır­ mak için söylüyordur. Yani sebepsiz hiçbir §ey söylemez. Bizim romanımızın, dünya romanının vardığı en son a§ama da gene bu herhalde. T.Y. -Aına nedensizlik çe§itli açılardan olabilir. Olay açısın­ dan nedensiz olur da kurgunun gereği nedenli olabilir. Y.K. -Mesela dağı anlatıyorum. Bilmem ne gibiydi diyorum, 1 . gölgeleri dü§Il?-ܧtü diyorum. Hiç kimse görmemi§tir benim gördüğüm gibi Düldül Dağını. Bir bakır rengi gibi tütüyordu diyo­ rum, gölgeleri dü§mܧtü koyaklara, diyorum. Şimdi bu dağı anla­ tırken, nasıl insanı anlatıyorsam, yaratıyorsam, doğayı da yaratı­ yorı..im. Durup dururken de anlatıyorum, ama bir §eyi açıklamak için değil, bu romanın bütünlüğü içinde on.un bir gereksinmesi var · diye anl&tıyorum. Ama açıklamak sözünü duyunca tüylerim 218


diken diken oluyor. Bir de yoğun roman diye bir §ey dü§ündüm bu romanı yazarken.. Yoğun roman nedir? Gerçekten yapamadı­ ğunı zannediyorum, ama biraz yakİa§tıysam gene mutluyum. Yo­ ğun roman derken bizim eski ustaları alalım, mesela Dostoyevs­ ki'yi alalım. Hiç ağaç yok bu adarndi Ben gittim Leningrada, ağaç doluydu. Belki yeni yeti§tirdiler, bilmiyorum, ama o bataklık yerin ağacı olmamı§ olamaz. Çünkü Leningradın yeri bataklıktan kurutulmu§tU. Kilisesini, o me§hur kiliseyi, altına tonla odun yı­ ğarak yapmı§lardı. Ağaç da var §imdi. O zaman bataklıktan kuru­ tulduğu için ağaç olmayabilir. Ama gökyüzü de mi yok yani? Dostoyevski salt insan ili§kileri_ni vermi§. Ben böyle bir roman anlayı§ına kar§ıyım. Ben insanı sadece psikolojik ili§kiler içinde göremem. Onun için yoğun romanı (}ü§ünürken insari büyük ay­ rıntılar içindedir, sonsuz ayrıntılar içindedir. Bu ayrıntıtarla bir­ likte kavramalıyız insan gerçeğini. E§ya ile, doğayla, ayrıntılarla, sonsuz ayrıntıtarla iç içeyiz. Yalnız değiliz §U dünyada! Yanılıyor muyum yani bu kadar geni§ dü§ünmekle romanı? T.Y. -Doğa da, çevre de örneğin Balzac'ta çok vardır. Y.K. -Yalnız ben doğayı içimde duyuyorum gerçekten. in­ sanla doğa macerası çok iç içedir. Balzac'ta bu yok. T.Y. -Altın Gözlü Kızın ba§ını anımsa. Hem Balzac'tan ba§­ ka romancı mı yok yani? İngilizleri, Almanları dü§ün, Fransızlar" dan Giono'yu dü§ün, Ramuz'yü dü§ün... A.B. -Ya§ar, sende bu söylediğin anlamda bir doğa da yok. Sende bu doğa hep insanla ili§kisi bakımından var. Kendi ba§ına yok. Y.K. - ݧte onu söylüyorum. Balzac'ta kendi ba§ına var, ben­ de yok diyorum. A.B.- Şimdi, doğrusunu konu§alim, bu sende böyle, ama Balzac'ta da böyle, Flaubert'de de böyle. Geleneksel dediğimiz roman doğaya da, çevremize de insan psikolojisinin bir uzantısı, bir yansıması diye bakmı§tır. Doğa, e§ya kendi ba§ına nerede var, biliyor musun? O beğenmediğİn Yeni Romancılar�a! Doğayı, dı§ dünyayı, nesneler dünyasını kendi ba§ına, kendi umursamazlığı, insandan kopmu§luğu içinde alan Alain Robbe-Örillet'de! Doğa­ yı insan psikolojisinin sata§malarından kurtarntak için büyük bir çaba gösterdiklerini biz de biliyoruz, kendileri de kuramsal yazılarında sık sık söylüyorlar. Senin görü§ün geleneksel romana uygun. Onlar tam tersine, "Şu dünyada yalnızız!" diyorlar. .

ı

219 .


Y.K. - Demin boyuna §unu söyledim, .her insan yaratır der­ ken, her insanın ayn bir anlatı§ı vardır demek istedim. Her roma­ nın ayn bir dili, her hikayenin ayn bir dili olmalı, diyorum, yoksa kendini tekrar eden bir yazar ölmü§tür. Kimsecikin dilinin İnce Memedin dili ile ilgisi yok, Orta Direkin dilinin İnce Memed ile yok, Demircilerin dilinin Ağn Dağı ile yok. Açın okuyun, Ya§ar Kemal demezsiniz... T.Y.-Evet, ama hepsinde de Ya§ar Kemali tanıyoruz... Y.K. -Yani demek istediğim dil de bir yaratmadır, durağan değildir. Halkın dili zengindir, sonsuzdur diye öykündüğün za­ man neye öykünüyorsun? Zaten var o dil! A.B . -Folklorun ne kadar kısır bir §ey olduğunu anlamak gerek! Y.K. -Folklor kısır değil, folklor kendi içinde, kendi düny�sı var: AB. - I:lala, folklor ile bir §ey yapmaya kall9yorlar. . . Y.K. - 0 kendine özgü bir dünyadır, onunla bir §ey yapa­ mazsın. Kendi içinde halkla ya§ayıp kıyamete kadar da gitse, bit­ mese de, gene bir §ey yapamazsın. Sen aynsın, d ayn! AB . - ݧte nitekim folklor müziğine özendiler, hiçbir §ey çıkaramadılar! Çıkmaz! . Y.K. -Folklor müziğini milyonlarca insan yaratmı§, getirmi§ buraya kadar. Batıya öykünme, Batının kültürünü benimsernek nasıl bir tehlikeyse folklora öyküornek ondan daha büyük bir tehlikedir. AB.-- Nitekim daha bir ki§i çıkmadı bunu yapabilen. Y.K. - Çok tehlikeli b�r §ey. Halka dönmek, halktan fayda­ lanmak sanatta çok, çok tehlikeli bir §ey. Ben ana kültürüro yap­ mak isterim bunu, temelim yapmak isterim; ama taklit değil, öy­ künmek değil... Stendhal mı, Köroğlu mu diye sorsalar ben Stendhal'e daha yakınım. T.Y. -Bir de §U var. Çok söyleniyor, pek çok insandan i§it­ tim, hatta yazılıyor da: bizim eski bir geleneğimiz vardır, dolayı­ sıyla §iir bizde iyidir, ama roman geleneğimiz yoktur, diyorlar. Roman geleneğini de aynca burjuva toplumumun geli§mesine bağlıyorlar. Biz daha burjuvala§madık, üstelik geleneğimiz de yok, öyleyse ,Türkiyede iyi roman y�zılmaz, dolayısıyla Ya§ar Ke­ mal de jyi bir romancı olamaz demeye getiriyorlar. ·

·

220


Y.K. - Hatta bir de Hıristiyan olmadan romancı olunamaz dediler. Bizim düşünce düzenimiz, yahut düşüncemizin bir düze­ ni olmadığı iÇin eleştirimiz olamadı. Bir disiplin işidir eleştiri, müthiş bir çalışma işidir. Bizde disiplinde, işi ciddiye alma da ol­ madığı için çok yanlışlıklam d4şüyor eleştirmenler. Örneğin, az gelişmiş ülkenin edebiyatı olmaz diyorlar. Tolstoy'lar, Gogol'ler, Çehov'lar, Dostoyevski'ler çıktığı zaman çok gelişmiş ülke .miydi Rusya? Amerika da: Moby Dick vazıldığı zaman çok gelişmiş bir ülke miydi? Bu tamamen uydurmadır. AB. - Bugün için dünyada gelenek diye bir şey olabilir mi? işine meraklı bir romancı ötekinin ne yaptığını izler! Nitekim en ileri anlatım tekniğini Latin Amerikalı yazarlar getiriyorlar bu­ gün romana. . Y.K.- Sabahtan beri onu aniatıyorum işte: Bütün destanlar, bizim halk hikayeleri hep roman başlangıcıdır... Kerem ile Aslı destandan kaynaklanır, destan hep uyaklıdır, şiirdir, manzume gi­ bi söylenir. Bir gevezeliktir Türkiyede roman geleneği yok de­ mek. Türkiyeye baktığın zaman roman fazla geride değiL Kimile­ ri bunu böyle göstermek istiyorlar. Benim için de çok yanlışlar yapılıyor. Yaşar Kemal bir efsanecidir, masalcıdır diyorlar beni kötülemek için. Keşke masalcı olabilsem! Halkın anlattığı o ma­ sal değerlerinin yarısına varabilsem, onda birine varabiisem adam olurdum, yazar olurdum, dünyanın en büyük yazarı olur­ dum. Ağn Dağı Efsanesi, Üç Anadolu Efsanesi, BinboğalarEfsane­ si diyorum, kimse niye bu -.dam efsane diyor, niçin bu adam bu­ nun üstünde ısrarla duruyor diye merak etmiyor. Efsane ve insan benim romanıının ana temeli. İnsan efsane yaratan bir yaratıktır. Bizim bugün yaşadığımız anda efsaneler ve gerçekler ayırdedil­ miş değildir, iç içe geçmiştir, etle kemik gibi. Bütün romanlarımı efsane ve insan ilişkisi üstüne kurduğum için birtakım romanları­ ma, iyice açığa çıksın diye, efsane dedim. Bizim arkadaşlar da ne romanımı okudukları için, ne roman ve insan üstüne düşündükle­ ri için beni masalcıdır, romancı değildir diye yerdiler. Tahsinin vurguladığı yerler çok ilginç; bu da bizim ülkemizde edebiyat dü­ şüncesinin özellikle aydınlar arasında fazla gelişmediğini gösteri­ yor. .. Bir romamın üzerine araştırma çıkmadı şimdiye kadar. Araştırılacak kadar değerli roman mı var dersen, var değerli ro­ . man . Söyleyeyim: Orhan KemaJin Vaukat Var, Hamnun Çiftliği değerli romanlardır. Murtaza üzerine hiç kitap yazılmadı, bir sürü .·

221


· kitap yazılmalıydı, Fahim Bey ve Biz için yazılmalıydı. Sait Faik üzerine ciltlerle kitap yazılmalıydı. Çağda§ Ele§tiri, S.l, Mart 1982

222


ROMAN VE İNSAN GERÇEGİ ÜZERİNE ALPAY KABACALI

-Adı da konmuş birtakım roman tasanlannızı biliyoruz: Ce­ nuben Kel Ali Tarlası, Anavarza, Savrun Gözü, Uçurtmalar Ada­ sı, vb... Kimi romanlar öne geçiyor, yazılıyor. KimiSi de uzun yıllar belleğinizde, imgeleminizde yaşıyor. Bu nasıl bir oluşum? Hangisi, hangi nedenlerle öne geçiyor? -Biliyorsun ki benim çok roman tasarım var ... Bazı arkadaş­ larda eskiden şöyle bir hava vardı: Kahveye otururum, teybimi kayanın, sonra bunu alır, roman yazarım. Böyle roman olmaz! Roman, yüzde yüz yaratmadır. imge yaratmadır. Benim için imge yaratmadan da çok, insanda psikolojik olanaklar bulmaktır. Ta­ rih boyunca yazarların i§i de bu oldu. Bizim çağımızda bu iş bitti gibi görünüyor ama, insanlık sürüp gittikçe bitmez. İnsanın en büyük değeri olan psikolojik değeri her zaman yazarlatın günde­ mine gelecek ve yaratılan o yönde gelişecek. Şöyle bir tasarım vardı: İstanbulda geçen beş tane çocukları anlatan roman kurmuştum. Küçük romanlar. Bir tanesi, Kuş Sü­ tü. Bu, on bir yaşında bir çocuğun cinayeti. Adı değişebilir. İkin­ cisi, Yelesi Boncuklu Tay. O da on bir yaşında bir çocuğun cinaye­ ti. Sebepler aynı... Üçüncüsü yetmiş, seksen yaşında bir yaşlı ada­ mın cinayeti: Adı, Bağdatta Üç Pencere. Dördüncüsü, Zürafa. Yi­ ne bir çocuk, gecekonduda yaşayan, İstanbul dİşından gelmiş in­ sanlar. .. Beşincisi, İstanbul d�şında geçiyor. Adı Kuğu Gölü ya da Kuğunun Ölümü. Bunlardan biri olabilir. Biliyorsun, bunlar bale adları. Kuğular üstünde İstanbul avcı ııenginlerinin maceraları, sonra çocuklar... Gide, Stendhal üstüne bir yazısında diyor ki... -Stendhal, başucu yazannız... - Hayran olduğum yazar... Eskiden, her romanıma başlamadan Kızıl ile Karayı, bir de Nazım Hikmetin şiirlerini okurdum. İki büyük kaynağım vardı. Nedense huy edinmişim. İkisi de çok sağlama giden yaratıcılar. Nazırnın Türkçesi erişilmez bir Türkçe. -Öteki roman tasanlarımza dönersek... 223


- Daha on yedi ya§ımda Abidin Beye anlattığım bir roman konum vardı. Bir suyun ya§am�. Savrun Gözü. Önce Cenuben Kel Ali Tarlasıydı, son olarak Güney Savrun Gözesi koydum. Deği§i­ yor... Elli bir yıl önce gelip Adanada Abidin Beye anlattım bunu. Şöyleydi: Arzuhalciyken . bana bir adam geldi. · Adı, Ahmet Do­ ğan. Arzu�alini kimse yazmıyordu, ağadan korkuyorlardı. Ona, "Arzuhalini yaz.acağım, ben korkmam," dedim. "Ne kadar zaman var Yargıtaya?'' Bir, bir buçuk ay var... "Gel," dedim, "eve". Bir ay onun anlattıklarını yazdım. Abidin Beye, "ݧte bunun romanını yazacağım," dedim. "Bu kendi roman," dedi. "Olduğu gibi yayım­ la." Ho§ bir §ey olurdu. Çok yazık ki, her hafta evimde arama ya­ pan polis aldı. Yüz sayfalık uzun bir hikayem vardı, Kızamık. Bir de Demir Çarık adlı romanım. Onlar da gitti. Alındıktan sonra bir roman olarak kafamda kaldı. Ama hiçbir zaman yazamadım. Araya İnce Mem edler, ba§ka· romanlar girdi. Sonra, BirAda Hikayesi. Bir ada dü§lüyQrdum İsveçte. Daha sonra Marmara Adasına gittim, ona yakın bir ada buldum. Çok §a§ıyorum insanın dü§lemesine. Ne dü§lemi§seıp, neyi yazmak is­ tiyorsam, aynı ada ... Birkaç defa daha gidip adaya, ondan sonra yazmaya b�§layacağım. -Biraz önce Stendhal'den söz ediyordunuz. - Gide diyor ki: "Stendhal, bütün en iyi romanlarını ömrü� nün sonuna sakladı. Sanki yazarların Tanrıyla sözle§mesi varını§ gibi ... Yalriız bu romanlardan birini, son büyük §aheserlerinden olan Parma Manastırını elli iki günde yazdı. Ondan sonra da yaz­ madı." Ben dü§ündüm: Tanrıyla sözle§mem mi var. Bir anla§ma yapmadım. İnsanın ne zaman öleceğİ belli değil. Altını§ sekiz ya§­ tan sonra dü§ünüyorum bunları. Diyorum ki, yazmalıyım. Önce Bir Ada Hikayesine ba§layacağım. Sonra Akçasazm Ağaları nın üçüncü cildi Anavanayı, ardından Güney Savnın Gözesini bitir­ meye çalı§acağım. Bun\arın dı§ında birçok roman taslağı var kafamda: Deniz Küstü, Kuşlar da Gitti . Bunlar devam etmeli, diye dü§ünüyorum. Bu §ehirdeki insanların yabancıla§ması, yozla§ması, deği§mesi ... Sonra, bir çocuğun psikolojik sağlıklılıği: Al Göıüm Seyreyle Sa­ lih. Türkiyede anla§ılmayan bu roman, Amerikada anla§ıldı. Şa§ı· lacak bir §eyl .

224

.


·

lJ&wtmalar Adasının konusunu sana çok anlattım. O da ku­ rulmuş bir roı:pan. Bir tasarım da; Zilli Kuit. Adı şuradan geliyor: Kurtlar, Ana­ doluda bir koyun darnma girdi mi, bir tanesini yemez, hepsinin boğazını sıkar. · Kurdtın ·ağzı değen koyun yaşamaz. · Bir gecede bütün bir köyün koyununu yok edebilir. Kurt çeker gider... Köy­ lüler atlara binip kurdun ardından giderler. Silahsız, köpekletle. Köpekler öldürmesin diye, köpekterin boynundaki dikenli tohtla­ n çıkarırlar. Kurdu yakaladıkları zaman fiske vurmazlar, boğazı­ na sağlam bir kirişle zil takarlar. Kurt ne koy1ına yaklaşabllir, ne köye... Acından öfür.. İşte bunu yaşanınola pirleştirdim. Çok ݧ yaptını ben. Otuz kırk kadar... Adanacla zilli kurt oldum, sosya­ listlikten dolayı. Türkiye, dünyanın en ağır faşizmini yaşadı. Her� kes sanıyor ki, ikt parti oldu, demokrasi geldi... Benim Zilli Kurtta anlatacağım, hükümete aykırı düşüncçde olanların çektikleri. Tam zilli kurt yaşamıydı. O işe giriyoruın, on' gün sonra polis geli­ yor, çıkanlıyoruriı, öteki işe giriydrum, jandarma geliyor, çıkardı­ yorum, Bir de insanlan öyle şartlıyorlar ki ... En korkuncu da o, beni işe a lmaya korkuyor herkes. Örneğin batosta çalışıyorum, dünyanın en zor işi, on sekiz saat 'çah�ıhyor, ben de 57-58 kilo bir vatandaşım... Herif geliyor, o korkunç zordan bile beni atıyorlar. Bat os. katipliği yapıyorum pirinç tarlalarında; hasat zamanı, gelip beni oradan atıyorlar. . Öyle bir kovalama ki benim bu beş yıllık yaşamım.. , En sonunda arzuhalcilikyaptım, kurtuldum. Arzuhal­ cilikte de yanıma iki adam dikiyorlardı. Bereket ortağım, Haceli Çavuş, çok dişli bir adamdı, çok tanınmış bir arzuhalci, o dikili adamları kimse dinlemiyordu. Ben de iyi biliyordum tarla huku-· kunu . , Zilli Kurt, anı değil, roman olacak. Yaratım yoktur anıda. İnsan gerçeğine varmak için, hep yineliyorum, insanın yaratmak­ tan başka çaresi yok En büyük gerçek, yaratma ger<;eğidir. Eğer insanoğlunun gerçeğine yaklaşmak için bir miktar çabamız varsa .. -Biraz da yazdma aşaması üzerinde duralım. Bir romamn baştan solUl bütün kurgusUTJ.U, hatta -romanlannızın özelliklerini . gözötıüne alarak soruyorum - her aynntısmı önceden tasarlıyor mu­ sunuz? Yoksa yazılma aşamasında mı ortaya çıkıyor kimi karakter• ler, aynntılar, betimlemeler? - Romanın ana taslağı, başlangıcı, sonu, tiplerle birlikte bi­ çimleniyor kafamda. Önce biçim doğuyor bende, konu doğuyor, .

·

·

Ustadır Arı

225/15


her nedense. Tip de birlikte yaratılıyor. Ana eksen, yazacağım tiptir. Beıı, 20. yüzyıl romancılarının dı§ında, ana tipe çok önem veriyorUJl1. Sonra... Örneğin İnce Memed IVte, . ilk dü§ündüğüm zaman, romana ba§larken, "Çukurovada toprak da deniz gibi kö­ pürür," dedim; Bu, leitmotiv gibi... "Torostll1 tepesine çıktığın za­ man, Toroslarda ı§ık da deniz gibi köpürür." Böyle bir §iirsel ta­ rafı da ortaya çıkıyor kafamda. Örneğin, hep yazmak istedim, bir halk <;Jeyimidir, "Savrun Suyu öyle aydınlık bir sudut ki, dibine Kuran dii§Se okunur." Böyle ayrıntılar kafamda yer yer doğuyor. Ayrıca yazarkende geliyor. . _,Her romanda konuya �-tyguiı de�ik bir üslup kullanıyorsu­ nuz. Böylece romanlannız kendi dilini yaratıyor. Bunu nasıl başan­ yorsunuz? Denemeler yaparak mı? Yoksa bu, yazılma aşamasında 1 kendiliğinden nii gerçekleşiyor? -Gençliğimde §öyle bir §ty denedim. Örneğin, bizim Kaçiir­ Iide Abdülhakim Efendi adında ya§lı bir tapu memuru vardı. Er­ zurumluydu. Tevfik Rü§tü Arasın yakın akrabasıydı, çok da ben­ ziyorlardı birbirlerine. Ben on yedi, on sekiz ya§larındaydım. Çok arkada§tmdı. Oturdum, sayfalarca onun konU§ma biçimini yaz­ dım. Diyalog olarak değil. Bu adam roman yazsa nasıl yazardıt·· Esld Osmanlıeast da var içinde... Kendisine okuduğum zaman, "Nasıl ezber etmi.§sin beni," dedi. Sonra Ali ilmi Bilgili vardı. 150likti. Babası Fani Bey bir di­ van §airiydi. Ali ilmi, İstanbul Darülfünununda Şark Edebiyatı müderris muaviniydi (doçent). Adanada Ferda gazetesini'çıkardı; Sürgünden dönü§te bize kom§u oldu. O roman yaz5aydı nasıl ya­ zardı? O da Abdülhak Şinasi Hisar gibiydi, onu da taklit ettim. Böylesine; bir köylüyü, bir i§çiyi, bir Alevi dedesinL. . Bu; yazı§l denemeleriydi. Dağlardan gelmi§ Tanır Ağanın hikayesini yaz­ dım, 30 sayfa kadar. 500 sayfaya yakın Ahmet Doğanın hikayesini yazdım. Sonra benim kaynaklarım vardı. Köroğlu anlatıcıları arka­ da§larımdı, onlar gibi Köroğlu anlatırdım. Biliyorsun, ağıtları toplamak için önce Köroğlu anlatırdım köylüye. "A§ık Kemal gel­ mi§," diye sabahleyin herkes veryansın ederdi ağıtları; kadınlar ba§ıma birikirdi, ''ben de ağıt biliyorum, ben de ağıt biliyorum," . diye ... A§ik Kemal olarak Toroslarda tanınmı§tım bir zamanlaı:. Şiiderim yakın zamana kadar söylendi. Bunlar bir nedenle deği§­ mi§ olarak geçti elime, ben bile tanıyamadım. Karacaoğlanın §iir226

,


leri kimbilir ne kadar değiştirilmiş. Ama iyisine değiştiriyorlar. Halkın dehası müthiş bir deha -Bir şairin şiirinin başkasuia mal edildiği de. oluyor... . -Herkes, kendi koşullarına göre ·epopeleri, türkülü halk hi­ kayelerini, şiirleri değiştiriyor.. Örneğin gidiyorsun, Sivasta Kara­ caoğlan, Pir Sultan Abdal olmuş. Örnegin şöyle dizeleri var Pir Sultan Abdalın: "Yavru şahin pençesinde kuş gibi 1 Çığırtı çığırtı ye" . di dert beni." Çukurovada bir de bakıyorsun, Karacaoğlanın ol� muş. İkisine de benziyor. Pir Sultan mı, Karacaoğlan mı, kimse seçemez. Ama Pir. Sultanın Alevi şiirlerini mal etmiyorlar Kara" caoğbına. Karacaoğlanın, ':Ak göğsün altında zemzem pman 1 Da­ yadun ağzımı kandırdı beni. " Bunu Pir Sultana yakıştırmıyorlar. ..•

-Roman dili, sözlü edebiyattan gelen bu dilin dışında. Dilin olanaklannı kullanma çabalanrni üstüne neler söyleyeceksiniz?

- Roman dili, kendi biçimini yaratıyor. Eğer gönül vermiş­ sen, gece gündüz işin buysa, roman yazarken kendi kendini yara­ tıyor. Bunun üstüne düşünce düzenim var. Dili nasıl kullanmalı romanda, dil nedir, diye. , . . Rus romanı çok ilginç. Puşkiıi, Rus' edebiyatma yeni bir şiir getiriyor. O şiir çok yeni... Bunu da eleştirmenlerden öğreniyo­ ruz. Nazım Hikmetten öğreniyoruz. Nazım Rusçayı çok iyi ko- . nu§muyorsa da, Rus edebiyatını iyi bilen, okuduğum� çok iyi an' layan bir insandı. · Sonra Gogol geliyor. Bunlar eski Yunana da hayran. Örne­ ğin Gogol, "Ben, yeni bir İ/yada yazıyorum," diyor. Tolstoy, Genç­ Iiki yazarken, "Yeni İ/yada yazdım," diyor. Sonra vazgeçiyor, Sa­ vtl§ ve Banş için, "i§te yeni İ/yada," diyor. Öylesine tanıyorla,r ve öylesine hayranlar, eski Yunana. Çünkü Batıdan geliyor onlara da roman · düşüncesi... Gogoluıi Ölü Canlannda, daksanıncı sayfasına kadar Türkçesinden �Ili İlyadanın etkisi. brad�n sonra da yeni bir yazar çı­ .kıyor. Benim düşüncem §U oldu: Na8ıİ bir roman dili, yeni bir ro� man anlatımı, yeni bir roman içeriği doğdu Ruslarda? Dostoyevs­ ıki yeni bir roman içeriğiyle geldi, ama hala destanlara, masallara bağlı bir anlatım. Türkçesinden bile anlaşılır bu. Müthiş güzel an­ latır. Tolstoy'un anlatımı da öyle... Uzmanla,r, Rus edebiyatı, en iyi Türkçeye çevrilmiştir, diyorlar. Doğru olabilir bu. Bozkır dili ·

·

227


taze bir dil, yeni bir dil. Ondan yeni bir roman ve §iir dili yarati-

��

· .

·

.

Bizim dilimizde de Nazım Hikmet gibi bir deha var. 0- da · halkın dilinden,. büyük kaynaktan geliyor. :Hep söylerim, Anado­ lunun dili, bütün Türk dünya,sında çok zengin bir dildir. · Beni İn­ gilizceye çeviren Tlıilda <fa, Fransizcaya çeviren Münevver Abla (Andaç) da söylüyorlar, "(;ok zengin bir dil," diyorlar, "kar§ılığını İngilizcede, Fransızcada b.uİamadığırnız kadar �engin bir dil," di­ yorlar. Nazım. da öyle. diyordu. Türk dili, Rus dili, bunlar taze dil­ ie�dir; epope dili, masal dilidir� Büyük edebiyat doğabilir bu dillerden,,doğmu§tur da... . Ben bunun · belki bilincinde değildim, şimdi · bilincincieyim. Dilin özelliği romanın yapısını bile b elirler, Eğer dilimize · çok b.ı;ı. sağlam bir edebiyat . ğımlı 1calabilıiıi§sek, bu dilin adaİnıyız. Eğer yapıyorsan, yeni bir dil, kendine has bir romaı:f ctili yaratmak zo­ r�ndasın: Şiir dili ayr1dır, roı:iıan dili ayrıdır, Nazım §iirde bunu yaptı. Bçn de romancı olarak yapmaya çalı§ tım. �Bir .romandan ötekine geçerken,· art�ya uzun ya da kisa bir süre koyuyor$U11ta, ylıtma .eylenıinden uzak yaşıyorsunuz. Yatıp bi­ · tirince bir sonrak:i romana geçmeden önce zihinsel bir dinienine dö­ nemi yaşıyor musunuz, · yoksa · imgelemiiıizde ye�i romanın kişileri, olayları, aynntilan hemen belinneye başlıyor mu? -'-'Çok karma§ık biri§ bu. Örneğin, Demirciler Çarşısını dü§iinürken, aynı zamanda bıce Memedin ikinci cildini de dii§ünüyordum. Aynı sürede İnce Memedin üçüncü cildini dü§ünürken Kim­ secikleri de'dü§ünüyordum. Yani karmakarı§ oluyor, kim öne ge- ­ lirse onu yazmaya ba§lıyorsun. Zaten yaratım bir bütündür, birini yaratırken öyle çalı§ıyor ki insan belleği, öyle imgelef yaratıyor ki, onu o romana veriveriyorsuri. Biliyorsun, yürüyeiek dü§ünü­ yorum. irice Memedi dü§ünurken AkçasazınAğalan gelip ba§ıina . bela oluveriyor, onu bırakıp ötekini dü§ünmeye ba§lıyorum. Ama. · ikinci gün zorluyorum kendimi; o roman yarınt kalacak, diyorum. Örneğin İnce Memedlerden önce. Anavarzaya ba§ladiin. Kırmizı Leylekti filan, birtakımisimler geldi geçti. Bir ara Soylu AtlarAği­ dıydı. Sonunda baktım ki Anavarza hepsini · Rapsıyor. Yani kar- . ma§ık bir şey, tam olarak söyleyemeyeceğim. İnsan' kendi belleği. ni, yaratımını da 'bifmiyoi. Bilse onu'da yazar. · ·

.

·

. ·

.

·

·

· .

.

·

·

·

·

·

228

·


-Konuşmamııın başında, yazacağınız İstanqu,l romanlann­ dan söz ederken, başlıca ki§ileri çocuklar ve. ihıiyarlar demiştiniz. Ayrıca cinayetler -Babam öldürüldüğü için... Her ctnayetin, aynı sebeplerden de olsa, ayrı bir karakteri var. Oıiu ispata· çalışıyorum. Her cina­ yet ayrı bir şey. Hatta savaşta bile, yüz kişi birden öldürül"!lyor, bll: · yüz ayrı cinayettir benim için. Doğada da, her doğa parçasının ay­ n bir özelliği var. Hatta bir daldaki yüz yaprak aynı değildir. Her cinayette de ölüm biçimi ayrı, öldürme· biçimi ayrı. Bir yaşlı adam, yetmiş, seksen yaşında, ötekiler on . bir . yaşlarında küçük çocuklar. Sebep aynı, ama . tamamen ayrı cinayetler. Psikolojik olarak ayrı, işieniş biçimi ayrı, hatta düşündüm ki, jşleniş . biçimi de aynı olsun, hepsi de hançerle öldürülsün... Cinayet üstüne bir­ takım düşüncelerim var, biliyorsun Yılanı Öldürselerin bir bölü­ münü, çocuğun anasım özleyip gelişini yeniden yazacağım. KuŞlar da Gittiye ikinci bir son ekliyorum. Çünkü bitmiyor. Kafamda başka romanlar da var. ince Memed macerası o kadar çoğaldı ki kafamda, neredeyse beşinci cildi yazacıığııri. Ama vakti� yok. Ayrıca, söyledim söyleyeceğimL .,_Bir yazarın yannti kalması sorunu üzerinde. uzun uzun dü­ şündüğünüzü sanıyorum. Sizce nedir yanna kalmanın ölçütü, ölçüt­ leri? -Doğrusu, pek uzun uzun düşünmüyorum bunu. Ben yazar­ ken okuyucuyu biJe düşünmem. Yazacağım romanı düşünürüm sadece. Elbette her insan yarına kalmak ister, "k�lmak istemiyo­ rum" demek, yalan söylemek olur. Bizim aslan Karacaoğlan, "Ben ölüi'sem söylenirim dillerde" diyor... -Peki, biriız önce adını andığınız rom(lncılan, Stendhallt:ri, Gogolleri, Tolstoyları, Dostoyevskileri, benzerlerini · kalıcı kılan ne' dir? -Bütün mesele, insan psikolojisine neler getirdiği. Cervan- · tes'i aldığımız zaman, feodal düzenden yeni bir düzene geçerken, şövalyelik bitip de yeni bir düzene geçmeye başlarken insan soyu, ·ne getirdi de insan psikolojisine yeni ufuklar açtı? Shakespeare'e . geldiğimiz zainan, o hangi ufukları açtı? Kısaca söyleyim, insanın içindeki çatışmaları ilk veren Shakespeare'dir. Moliere'e gelin­ ce... Büyüklerdir bunlar, insan soyunun söz sanatım yapan büyük. ler. Bunlara Montaigne'i, Bacon'ı da katabiliriz. İnsan soyunun psikcilojsinde ne kadar keşifleri olmuş, insan gerçeğine ne kadar ..•

. .

·

·

229


varmı§Iar? İnsan gerçeği, insan psikolojisinde ba§lar. Bir de l1u büyük ustalar, yeni yapi olanakları getirmi§ler. Eski Yunan piyes� ler! değil, Shakespeare'in piyesleri. Ceıvantes'in romanları, eski §övalye hikayeleri ·. değiL Modern. rbmanın, modern oyunlarm _ ba§langıcıdır bunlar .. Ötekiler de insan psikolojisine yeni boyutlar getirfrıi§ÜL Yazarın büyüklüğü ominla ölÇÜlüyor. · Elbette }2enim de kalma çabam var. Ne kadar ba§ardım-bu� nu? Karacaoğlan gi�i söylemiyorum. "Ben ôlürsem söylenirim dii� lerd.e." Kendine en güvenli adamdır Tolstoy, "İlyada'yı yeniden yazdım," diyecek kadar. O bile, ''ben §U kadar z�man eskimem," diyememi§tir: Kimse diyemez gibi geliyor, · . · Ben yalnız §unu s.;>ylüyorum: Romandaki maceram, insan gerçeğine varmak ve roman yapısim yaparken sağlam, insan psi­ kolojisine uygun yaratmak. .. Bir yanım var, ona güveniyorum ger­ çekten: Doğayı epik anlayı§ gibi yazdım ve yeni Imgeler kurdum gibime geliyot. Ona biraz güveniyorum. İns;m psikolojisine bir· §eyler getirdiğimi sanıyorum. Doğaya yeni bir bakı§ getirdim. Ka­ racaoğlandan öğrenerek, İlyada'dan öğrenerek. . . Batta Faulk­ ner'dan, Sait Faikten öğrenerek. Bir§eyler de ·eklediğimi sanıyo� . rum. Ne kadar yabancılaşırsa yabancıla§Sın insan soyu, doğayla 1 ili§kisi bitı11eyecektir. Çünkü, .doğanın bir parçası. Ondan kopma­ sı · mümkün değildir. Doğanın kanında insan()ğlu, insanoğlunuri kanında da doğa olduğuna göre, bir§eylet yaptığımı sanıyorum. · -'-Biraz önce, AI Gözüm Seyreyle Salibi yııtnız Amerikalılar anladı, dediniz. Romdnlarıntzda şimdiye kadar eleştirmen/erin an. layartJadığı ya da üzer.inde durmıldığı yonler var mı?, -Yüzümü kızartacak kadar övgüler çıktı ·dünya basınında. Ama ele§tirmenler beni anlamadı, diyorum. Örneğin Binboğalar Efsanesinde göç meselesini' i§lediğim ortaya atıldı. Oysa ben, Çok daha deği§ik bir §e'y ortaya atmı§tım: E§yanın ko§ullarla değerb nin deği§mesi, insana göre de değerinin deği§rtıesi. Bunu ilk kez · Kapulunda Gogol yazdı, sonra Bisiklet Hırsızı · geldi. İlkinde . ka­ put, ikincisinde bisiklet.., Binboğalaı: Efsanesinde _daha global bir · §ey yapiıldk istedim. Bir kılıç... Bizim Haydar Usta, otuz yıl çalı­ §ıp bir kılıç yapİyor. O kılıcı verip eskisi · gibi obasma toprak ala­ cağinı sanıyor. Halk inanmıyor aslında. Ankaraya gidip İsmet Pa­ §aya kilıcı verecek, toprak alacak,.� · İsmet Pa§a, Kasım Gülekie . beraber. Bir §ey elde edemeden, süklüm .püklÜm dönüyor. Saba­ ha kadar kıvılcımlar çıkıyor çalı§tığı yerden. Sabah bakıyorlar ki, _

·

230


Haydar Usta örsüne sarılmış, ölmüş. Ortada da bir demir parçası. ,Kılıcı o hale getirmiş. Alıp Hemite Dağına, ziyaretin oraya gömü­ yorlar. Ben bunu getirmiştim. İnsan psikolojisinde yt!ni hiqeydir, romanda yeni bir olanaktıı:, romanda B(rıboğalar Efsunesi yeni bir biçimdir, yeni bir anlatıştır.. Bir · yazar, · eleştirmenlerce · aniaşılmak ister. Övgü o kadar önemli değil. Bilmem, "Doğunun kapısına oturmuş düşlerin sul­ tanı," diye manşetler · atıyor .fransız eleştirmcnlcri. Sağôlsunlar. Ama Ortadirek üçlüsünün aniaşılmasını isterdim, övgüden çok. O da şuydu: İnsanın iki dünyasi var. Bir tanesi, bütün bize kadar ge­ len gerçek edebiyatçılarda bu var, insanın düş dünyası, mit dün­ yasıdır. O dünyayı yaratır, sıkıştığı zaman o dünyaya sığınır. Bu iki dünya, yaşadığımız maddi,dünya ile düş dünyası kesişmiyor. İç içe girmiş. İkisini birden yaşıyor insan. Onu vermeye çalıştım. Kimse bunu söylemedi. Bu kadar insan bu getirdiklerimi aıilama­ mişsa, ben kendimi anlatamamışım detnektir. Kimseyi d!! suçla­ mıyorum. Yani attığını taş, dediğim kuşu vurmadı biraz da... Bel­ ki anlamak istemediler, ya da üzerinde durmuyorlar. -Romanda nereye ulaşmak istiyorsunuz diye sorsam ? -İnsan. gerÇeğine biraz daha yaklaşmak. Bir karanlıktan gelip bir karanlığa gidiyoruz. Homeros, İ/yada'da, "İnsanoğlu en acı çeken yaratıktır," diyor. Çünkü ölumün bilincine varını§ tek yara­ tık insandır. Şimdi, nedir bu dünyaya bağlılığımız? Dostoyevski, Budalasında; "insanoğlunu sonsuz bir uçurum üstüne ayağını ko­ yacak kadar orada yaşamaya mahkum edin;· yağmur altında, kar­ da kışta, o acı içinde, açlıkla yoklukla yaşar da ölmeye razı olmaz, yaşamını sürdürmektc direnir," diyor. Belki bu bir simge. Ama biliyoruz ki, insanoğlu açlıklar, yokluklar, sömürüler, sefaletler, aşağılanmalar arasında yaşamaya devam ediyor. Nedir bu? Var­ ma� istediğim gerçek, insanın içindeki bu sevinç ne? Ben, sevincin türkücüsüyüm. Onu söylüyonı.m boyuna. Bü­ tün epopelerde, aşağı yukarı insanlığın macerasında, halkın ya­ rattığı müziğindc, türküSünde, ne kadar acılı olursa olsun, şu var: "Geldik ya!" Ortadirekte "İndik ya, geldik ya!" macerası var ya, onun �bi. Bu dünyaya çok şükür geldik. Gelmeseydik ne olacak­ tı... O korkunç sevince varmak istiyorum. Nedir o sevinç, yaşama sevinci? Araştırdiğını bu. Niye mit yaratıyor; düş yaratıyor da sı­ ğınıyor? Bu sevinci sürdürebilmek için, yaşamanın ağırlığından kurtulabilmek için kendine yeni bir dünya yaratıyor. Bu dünya ·

,

·

23 1

·

·


yetmiyor. Acılarıyla, hastalıklarıyia, ölüm korkusuyla, yok olmak­ la ... Ama gene direniyor. B.u ne? Benim aradığım .bu. İnsan ger­ çeğine biraz daha ya.lda§tnak. Akçasazın Ağalan nda bir miktar yaklaşabildiğimi sanıyorum. Daha insanın derinliklerine varabil� diğimi sanmıyorum. Bir de Kimseciklerde, özellikle Kartın Sesin­ de, Kale Kapısı nda. Hepsinde insari psikolojisinin derinine inme var. İnsan korku içinde. En büyüğü de ölüm korkusu. Müthiş korkuyor ölmekten, çıldirıyor. Bu korkunun kaynağı ne? Bu se­ vinçten ayrılmak. Bunu anlattım mı anlatamadım mı, bilmiyo­ rum. Ama insan gerçeğine en çok yaklaştığıını sandığım yapıtlar bunlar, bu üçlü, Akçasazın Ağalan ndan sonra. Anavarzada daha derinleştireceğim. Kafamda çok büyük ta­ sarılar var. Adam zengin oluyor, her şeyi elde ediyor, doymuyor. "Bir şey olacak, daha kazanırsam bir şey olacak. .. " Umudun arka- . sından koşuyor. En sonunda yatağa uzanıyor, ölecek, çocuklarını ba§ucuiıa topluyor, "O kadar çalıştım çalıştım, hiçbir şey olmadı," diyor. Bunu bilmesine karşın direniyor insanoğlu. Bir de insanın yeryilzÜnde kendi kişiliğini kanıtlamak içinyapmayacağı şey yok. En yeteneksizinden en yeteneklisine kadar, en canavarından (1n uysalına kadar, insanoğlu "ben varım," diyor. Çok önemli bir şey . bu çağ için. · Kapitalist çağ, korkunç bir çağ. Adam yakıyor, yıkı­ yor, yıkıyor, bozuyor ediyor, sonunda "!;>en varım!" demek için. Milyonlar, milyonlar; milyonlar ... Ben anlayaınıyotuın bu kadar parayı ne yapacak'? En aptalı bile bilir ki, bir zenginin elindeki bir · fabrika yedi sülalesine yeter. Bir fabrika daha ... Bu, kapitalizmin kuralıdır, diyorlar. Bir yerde kalırsa, ilerlemezse, olmaz, diyorlar. Öyle bir hırs... Sakıp Sabancı kitabında da yazdı bunu. "Hiçbir şey olmadı Ömer Ağa/' diyor. Ben ondan önce yazdım Al Gözüm Seyreyle Salihte. Salibin kuşu var ya ... O iyileşince Salih dönüyor; dönüyor, dönüyor... Sevinmek istiyor. Temel Usta geliyor, martı da orada duruyor. '"Neden sı,ıratın asık böyle?" diyor. Martı iyile­ şince bütün yeryüzünün sevinci onun olacaktı... Olmuyor. "Hiçbir §ey olmadı, usta," diyor. -Çeşitli ülkelerde eleştirmenler, sizi "epik" bir yazar olarak ni­ te/iyorlar. Siz bu yargıya katılıyor musunuz? "Epik" . ne anlama geli­ . yor sizce? -İnsanoğlunun hem sözlü, hem büyük macerasıdır epik Hi­ kayeyi şiirle tatmak... Epope üzerine çok şeyler söyleniyor. Do­ ğa-insan ·ilişkisini veren büyük yapıtlardır bunlar ve insanoğlu 232


yapmıştır bunu. Benim anlayışıma göre, tek kişinin eseri değildir; İlyada yı, Gılgamış'ı Manas'ı tek kişi yapmamıştır. Bir ustalar zinciri yapmıştır. Tanık oldum, Köroğlu nasıl anlatılır biliyorum. Her epik anlatıcı, türkülü hikaye anlattcısı, masal aniatıcısı kendi­ ne göre anlat,yor. Bir de anlattığı toplumla birlikte yaratıyor, art­ lattığı anda. Sonra başka ustanın eline geçiyor. Bu böyle sürüyor. · Onun için, benim epik bir yazar sayılınamam gerek. Yalnız do­ ğayla insan ilişkilerini epopedeki gibi işliyorum� Bana epik yazar diyorlar, salt yapitlarımı yüceltmek için, Yalnız. benim için de söylemiyorlar, örneğin çağımızda hayran olduğum büyük yazar faulkner'a·da epik y�zar diyodar. Ben, böylesine büyük bir övgü­ yü, doğrusu kabul etmek istemem. Alçakgönüllülüğümden değil. -Avrupayı uzun siire yaşadınız. Bunu rom(lnlannıza aktamıayı düşanüyor musunuz? - Sovyetler Birliğine beş defa giltim. Sanıyorum beş buçuk ay kaldım. Bir. tek satır yazmadım. İsveçte· üç yıldan fazla kaldım, İsveç üstüne bir tek hikaye düşünemedim. Fransada kaldığım sü­ reyi toplasam, bir 'yılı geçer... İnsanı yazıyorsam, gerçek insana' varmak istiyorsam, kendi ülkernden de gerçek insana varabilirim. İskandinavya en çok okunduğum yerdir, orada sıfırın yirmi dere­ ce altında, Çukurovanın sıcağını anlatıyordum. Ko§ullarımız ayrı. Ariıa, orada okunacak kadar insanoğluna yaklaşmışsam... İnsa­ noğlu her yerde insanoğludur, ona yaklaşabiliriz, her yerde. 16. yüzyılın Shakespeare'i babamın. oğlu gibiyse şimdi, İsadan Önce bihuem kaç yılında yaşamış Sophokles babamın oğlu gibiyse, de­ mek ki amaçlarımrulaştılar. O.nun için, niye başkasını yazayım? Çukurova dururken niye balıkçıları yazıyorum? Çünkü ma­ cera111a girdi onlar. Otuz yıldir İstanbulu yaşadım. O "yaşadım" şudur: İnsanlıkla zenginleşmek, doğayla zenginleşmek. Yoksa� ben yaratmaya inanırım. Benim doğaya öyküornek diye, insana öyküornek diye bir derdim yok. Ben salt yaratıcılığa inanır ve güvenirim. Şöyle bir şey söylemiştim. · Sanıyorum 1957ydi, Gagarin uzaya gitmişti. Teknik Üniversitede '!lluslararası konferanslar düzenleniyordu, beni de roman üstüne konuşmak için çağırmışlardı. Orada imge, · zenginlik meselesini anlattım. Artık ·dünyamızın yazarlan biraz daha zenginleştiler, dt:dim. Çünkü, Gagarin uzaydan dönerken, · "Dünya mavi bir portakala benziyor," dedi. Daha önce bu mavi oortakalı bilmiyorduk biz. Şimdi biraz daba zenginleştik, şimdi '

·

·

·

·

'

·

·

·

·

·

233


·

dünyamıZ üstüne yeni imgeler kurabilir insanoğlu, yazarlar, de­ dim. Doğayla,tanımadığım in�anlarla zenginle§mek... Ama sınır­ Iıdır imgelem de. Her çağın imgelemi sınırlıdır. Bu sınırı a§mak, imgelem sınırını daha zenginle§tirmek için, ya§amda zenginle§­ mek zorundayız. - Gençliğinizden bu yana sosyalizmi benimsediniz, savundu­ nuz. Biraz önce Zilli Kurt dolayısıyla bu yüzden başınıza gelenler­ den de söz ettiniz, Sovyetler Birliğinin dağılmasından, Doğu Avrupa ülkelerindeki birtakım geli§melerden sonra, sosyalizmin artık çöktüğü öne sürülüyor. Sizin görüşünüz nedi:'! . -.İnsan, insan olduktan sonra doğayla dövü§mܧ. Toplum haline geldiği zaman, sömürülen ve sömürenler her zaman ol­ mu§. Efendiler olmu§, köleler oln1U§. Feodal t>eyler olmu§, serf­ ler olmu§. Burjuva olmu§, proleterya olmu§. İnsanoğlıı·· un için­ deki sömürüye kar§ı yanı kimse kesip atamaz. İnsanoğlu a§ağıhk bir yaratık değil, a§ağılanmaya dayanamayan bir yaratıktır. Kan­ dmlıyor falan, ama içinde öyle bir güç var ki... Her �aman büyük aava§ım vermi§tir. Mao'nun Edgar Snow'la yaptığı çok ilginç bir konu§ma var­ dı. Orada diyor ki: "Sanıyoruz ki biz, varılan ile bir noktadan son� ra geriye dönülmez," diyor. "Hayır. Kısa sürede, kısa .mesafede dönülebilir. Bir gün Çini yitirebiliriz.ve yaptığımız he;r §ey geriye dönebilir." Aına insan soyu uzun sürede geri dönemez. 197lde Abdi İpekçi ile yaptığımız Milliyette yayımlanan ko­ nu.§manuzda da söyledim. Sovyetler Birliğiyanh§ bir yoldadır, de­ dim. Biz bunu 1964Ierde, resmen de 1965te şöyledik. 68de de Çe­ koslovak·oıaylarında Sovyetler.Birliği düzenine kar§ı olduğumuz iyice ortaya çıktı. Yani, . bizim mücadelemi?: zor oldu. İnsanın kendi üstüne yürümesi en zor macerasıdır. Sovyetler Birliği resmi olarak sosyalist devlet kabul .ediliyordu, biz onun üstüne yürü� dük. Çok zor oldu. Ben bütün gençlik arkada§larımı kaybettittı o sıralarda; Sovyetler Birliğine kar§ı olduğumuzu resmen açıkladı­ ğımız, bunu yazdığımız zaman. Türkiye ݧçi Partisinin bölünmesi de buhdan oldu, Çünkü arkada§larımız o dü§ünceye ko§ullanmı§­ tı. Ama kimseyi suçlarmyorum ben. İnsanoğlu ko§ullanıyor. Bü-. tün ömrünü koymu§ adam nasıl geri döriüversin? Bana gelince, ben Sovyetler Birliğini görmü§tüm. Görmeden önce· de Nazım Hikmetle kar§ıla§rnı§tım. Nazım bana Sovyetler Birliğinin ne ola­ cağını, nereye gittiğini anlatmı§tı Pariste. Bu da Nazım Hikmetin 234


büyüklüğünü, kavga namusunu gösterir. O ne sosyalizmin yanlı§­ larıyla beraberdi; ne §Ununla, ne bununla.. , Sovyetler Birliğini g �mü§tü ve beni 'ikna için günlerce uğra§tı. "Nasıl olur da Sov­ yetler Birliği senin dediğin §ekilde. olur., Koca Nazım?" diyordui:n. "Olur evladım," diyordu. · Çok olgun bir aqamdı. Mehmet Ali Ay­ bar, ki ba§tan sona demokrat bir adamdır, sonuna kadar Marksist bir adamdır, Sovyetler Birliğinin yanlı§ını kitaplarıyla ortaya koy­ du, eylemleriyle ortaya koydu. Benim politik hayatıının en büyük onuru Türkiye ݧçi Partisi ile beraber olmaktı, bu dü§ünce ile be­ raber olmaktı. Bugün haklı çıktım. Ke§ke haklı çıkmasaydım, Sovyetler Birliği bizim dediğimiz gibi olmasaydı. Ama oldu, ama öyleydi. . ...;:. TÜYAPın anketi sonucu daha önce iki kez Halk Ödülüne değer gön'Umüştünüz. Bu yıl da. Onur Yazlırı seçildiniz. Bu konuda ne diyeceksiniz? · -Geçenlerde bir televizyon programı için bir soru sordular.· Herhalde yayımlanmayacak. "Sana çok baskılar yapıldı," dediler. "Üikendeki sana kar§ı davranı§lardan dolayi kızıyor musun?" de­ diler. "Hayır," dedim. Ben evliya gibi oturmadım, onlara. kar§ı dö­ Vܧtüm. Onlar da bana kar§ı dövü§eceklerdi. Doğal bir ortamda böyle olmazdı, onların bana yaptığı kötülükleri hak etmedim el­ bet. Ama o ortamda hak etmi§ sayılıyorum.. Bana dü§üncelerim- . den dolayı çok çektirdiler. Dü§üncelerimden dolayı zilli kurt ol­ dum, ömrüm boyunca. Niye ülkeme kızayım, güceneyim. Biliyor� sun, halkım beni seviyor. -Demirtaş Ceyhun anlatıyordU. Nüfus kaydınızı İstanbula al· . mak istemişsiniz. Çukurovada engel olmuşlar. -Vermezler. O kadar mutluyum ki ülkemde... Yoksa gel­ mezdim, romanlarıının geliriyle istediğim ülkede istediğim gibi ya§ayabilirdim. Fransadan büyük §eyler önerdiler, orada ya§a­ mam için. Ama her §eye kar§ın, bugün de hapsetseler, zulmetse� ler, ülkernden ayrılmak istemem. Macerası neyse, katlanabildi� ğim kadar, gücümün yettiği kadar, romanlarımdan vakit kaldığı kadar, halkıının politik istemleriyle birlikte olacağım. ݧkenceye kar§ı olacağım, antidemokra,tik uygulamaların kar§ıSına elimden · . geldiğince çıkacağım. Daha da çoğunu yapmak isterdim, ama vaktim yok. Asıl i§im romanımı yazmak. Türkiyedeki genç yazar arkada§lara da sonsuz sevgi duyuyo­ rum. Gece gündüz çaJı§ıyor bir eser yaratabilmek için. Ne para ·. .

·

235


kazanıyor; ne bir olanak tanınıyor kendisine� Büyük özveridir bu bence. Bizim ku§ağımız hapisanelerden geçti. Girip çıkmayan yok­ tu. Nazım Hikmetten ba§layarak Sabahattin Alilere, Orhan Ke­ mallere ... Sait Faikin sağlığında kazandığı bütün para, 3 bin lira.... Bu çağda hapisane bitti, diyelim. Bitti, ama ağır baskılar var hiila. İnsanlar yazılarından dolayı suçlanıyor, kitap toplanıyor... Diyo� rum ki, demokrasi önce bir ulusun onurudur. Demokrasiye geç­ mek, demokrasiyi uygulamak en büyük onurlarından biridir. Ül­ kemizin demokİasiye geçmesi için biz bütün yazarların, bütün ay­ dınların çok çalı§mamız gerek. Sonuçt,a, baı;ıa dostluk gösterenierin hepsine sevgi doluyum. TÜYAPa da te§ekkür ederim. Sövenler de var; Onların da kendilerince bir sebepleri vardır elbet. Bo§u bo§una neden sövsünler ki?! ·

Kasim 1992

236


YAŞAR KEMAL BİR BÜTÜNDÜR .

.

DOÖAN HIZLAN Türk edebiyatında geleneği yenileyen .ustadır Ya§ar Kemal. Çok büyük yazarların cesaret edebildİkleri bir yöntemdir. Yaz­ dıkları ulusal sınırları a§mı§, . . uluslararası edebiyat dünyasında da aynı cö§kulu okuru. bulabilrni§. Edebiyat ülkesinin dÜnya_yurtta§ı Ya§<lf Kemal, her yeni kitabıyla yeniden var olmanın heyecanını ya§ar. İlk kez kitabı çıkmı§ bir yazarın ürpertilerini duyar: Ya§ar Kemal benim için bir bütündür. Denemesiyle, hikaye- · siyle ve romanıyla. Benim gibi §ehir çocukları, Ya§ar Kemale Anadolu tarihi borçludur. Anadotuyu edebiyatıyla bana o tanıttı. Roman dilinin önemi, bizim olanı evrensel yazmanın bilinci Ya­ §ar Kimaile birlikte, edebiyat ele§tirisiniri gündemine gelrni§tir. .:...Bu yıl TilYAP Kitap Puannın "Onur Yazan" seçildin. Daha önce de halk tarafından iki kez yılın yazan seçilmiştin. Bu da bize Yaşar Kemalin okuruyla ilişkisinin hiç kesilmediğini gösteriydr. Sü,. rekli okunan bir yazar olmanın ve okurlci ilişkideki sürekliliğin gizi iıedir?

:-Bıı giz bilinseydi herkes okurla ili§ki kurar, çok ve sürekli okunurdu.-Yazık ki, bu bilinmiyor. Şu İnce Memed İ§İ beni her zaman §a§ırttı. Türkiyede birçok sebeplerden, örneğin dilinden, içeriğinden, dildeki §İirs�)likten, sosyal durumları verݧİnden do­ layı çok satti, diyelim .. Ya dünyada bu kadar okunması, birçok ül­ kede, Fransada, İngiJter�de bestseller olması, İşkandinavyada yıl� larca kitapçı vitrinierinden İnınemesi Her ülkede, be§ a§ağı be§ yukarı Türkiyedeki gibi kar§ılanması ... Bunun bir gizi·var, var olmaya ya, bunu ben de bilemiyorum, öbüryazarlar da sanırım... -iy't yazarliğın kuralı da, gizi de, bu giz olacak herhalde. Ya� zarken. okuyucuyu düşünür.müsün? -Hangi okuxucuyu dü§ünebilirim ki, okuyucu kim, nerede, köylü mü, §ehirli mi; dağdaki çoban, üniversitedeki profesör mü, ݧÇİ · mi, kim? Bir de dünyanın; bildiğiniz gibi, birçok ülkesiilde okunuyorum, kim bu okuyucular, onları bilemiyorum ki. Bizim ·

237 .

·


ülkemizde sözlü edebiyattan yazılı edebiyata geçmek çok zordu. Romanın, hikayenin çok kısa bir geçmi§i vardı. Bir hikaye, bir ro­ man dili yaratamamı§tık. Bizim halk edebiyatımız, halk . dilimiz çok zengindi. Halkımızın sözlü anlatımı yüzlerce yıldır öylesine bir ustalığa eri§mi§ti ki, inanılmaz. İnsan bunun kar§ısında §a§ırıp kalıyordu. Bense, bu sözlü anlatırnın içinde büyümü§, gençliğim­ de onlar gibi destanlar, türkülü hikayeler anlatmaya yeltenmi§, anlatım ustalarına çırak olmaya çalı§ml§tım. Yazılı edebiyatla kar§ıla§ınca, bunun, benim bildiğim sözlü edebiyatla çok fazla ili­ §iği olmadığını anl�dım. Ulusal Rus Edebiyatının babası Pu§kin, bu edebiyatı yarata­ bilmek, kendine . bir· §Ür . dili kurabilmek için Rus bozkırlarının halk diline, destan, masal ve türkül rin kızoğlankız diline b�­ maktan ba§ka umar bulamamı§tır. Ve arkada§ı Gogol bir yeni hi­ kaye, . bir yeni roman · diİi yaratırken, Pu§kin de bir yeni· §iir, bir yeni §iir diliyaratmı§tı. Bizim ulusal edebiyatımızın babası Nazım Hikmet de . öyle. O da halkımızın zengin diline, destanların, ma­ salların, Karacaoğla11latın, Pir Sultanların, Yunusların diline ba§, VUrı:İlU§, yepyeni, kendjne has bir §iir dili yaratmı§tı. Biz de Nazım Hikmetle ba§layan yeni edebiyatı b.öyle bir yoldan giderek yal'mak zorundaydık. Öykünıne bir uİnar değil, bir yoksunluktur: Hiç kimseye öykünmemi§ti Nazım Hikmet, önünde halkın sonsuz zenginliğini bulmu§, ona sarılmı§tı, deha kıvılcımlarıyla. N!zım Hikmetten sonra biz bir talihli ku§ak olduk. · Önü­ müzdeki yol açılmı§, dikenleri, karaçalıları, ta§ları, zehirli otları ayıkla.nmı§tı. Üstelik biz bu çlil, bu sözlü ust�ık zenginliğinin için­ de büy\imü§tük. Yeni bir dili yaratmadan 'özgün bir §iir yarata­ mazdık. Yeni bir roman dili yaratmadan özgün bir roman yarata­ mazdık. Çünkü gerçek, zengin, i§lenmi§ bir dilin özelliği, yapısı, romanın da yapısını, içeriğini tayin eder. Biziın ulusal edebiyatı­ mız böyle doğdu.

-Ben senin yazı/tuını derinlemesine izlemeye çalışanlardanım. Her romanmda ayn bir dil; ayn bir anlatım biçimi ku/tanıyorsun. Bunu da söylüyorsun her zainan. . Bu kolay bir iş değil. Bunun için ne diyorsun? ·

-Eğer örnrün boyunca, bir sürü adlar altında bir tek roman . yazmaya razı olmayacaksan, her yazdığın yeni bir romansa, içeri­ ği yeniyse, anlatımı da, dili de yeni olmalı, değil mi?

238


İnce Memedlerin Dağm Öte Yıtzilnün, Kimsecikterin dili aym mı? Anlatım biçimleri aynı mı? Aynıysa, niçin bu kadar zahmet, niye yazayım bu kadar yaprağı, yazık değil mi bana, hem de oku­ yucuya? Diyeceksiniz ki, ne kadar ça}?alarsan çabala, dile vurdu­ ğun kendi damgandan dı§arıya çıkamazsın. Benim dediğim, ki§i� lik damgası olan §ey değil, onun üstünde ya da dı§ında olari bir damga. Damga mı diyelim? ,

·

-Diyelim gitsin. Eserlerinin birçok düe çevirisinin yapıldığmı söyledik. Türk okuru ile yabancmm değerlendirmesinde nasıl bir fark oluyor?

-En çok kar§ıla§tığım sorularda!J biri bu. Çeviride dilin gü­ zelliği, dilin §iiri, zenginliği gidiyor, diyorlar. Doğru olabilir. Hani biraz önce demi§tiılı ki, dilin özelliği romanın, §Ürin yapısını olu§­ turuyor. Dil ne kadar özgün, ݧlenmi§, zenginle§mi§ bir dilse ro­ manın yapısı da ona uyuyor. Çeviride dilin birçok özelliği elbette yi�iyor. Çeviri güzelse çevrildiği dilden de bir§eyler kazanmıyor mu? Yapıtın §iiri eğer salt sözcüklerdeyse, sözcükler gidince o §iir de gider diyelim. Eğer romanın §İir yapısındaysa, yapıtlardaki temelli §iir de budur, daha çok da anlatımındaysa, o roman hangi dile çewilirse çevtil­ sin §iir yitmez. Sözcüklerin §iirine de önem veriyorum. Ama daha çok anlatımdaki, yapıdaki §Üre önem veririm ben; Bu çağda da dünyayı saran kitaplar var. Okurun yürekten kabullendiğ� dünyanın her yerinde kendince yeniden yarattığı. Bana öyle· geliyor ki, bu yapıtlar insanlardaki birlikteliği, ölmeye- · ni, deği§eni, ama öltneyecek olanı yakalıyorlar. Bit de evrendeki, doğadaki; insanın içindeki ya§am §iirini sımsıcacık duyuruyorlar insana. Beni §a§ırtan İnce Memedlerçleki gizi, insanın içindeki o ölmeyen .:... deği§meyen değil-§iire bağladım. Yapıslildaki sevin­ ce: Her §eye kar§ın, ölüme, zulüme kar§ın, dünyanın vazgeçil­ mezliğinin. · gizine dokunulmu§luğa · bağladım. Bir de ba§kaldırı­ ya... Bir de edebiyatın gücü bütün sanatların gücünden daha çok­ tur. Hele romanın gücüne yetecek güç yoktur. Daha önce de söy­ ledim ya roman olsun, §iir olsun, okuyueu bu yapıtlan okurken . onları yeniden kendirice yaratıyor. Bir söztük ne kadar toplumun malıysa o kadar da ki§inin özel malıdır. . ·

-Türk ve dünya romarimı epeyce tanıyorsun. Akım/an, eğilim­ leriyle Türk romanı ve dünya romanmm ilişkileri nasıl? .

239


·

-Başlangıçta epeyce öykünmüşüz. Söyledim ya, bizini ulusal edebiyatımız Nazım Hikmetle başlaqı. Ondan sonra da dilimiz bize öyküornek olanağı tanımadı. Gene de, hiç ger.eği yokken bi­ zim aramızdan da öyküneoler çıktı. Ne olursa olsun şairimizle, hikayeci,: romancılarımlzla edebiyatımız çeşitleniyor, · gittikçe de sağlam kişilikler kazanıyor, kendisini buluyor. Dünya da yavaş yavaş bizim yeni edebiyatımızı tanıyor. -Doğayı bizim edebiyatımızda da, dünya edebiyatında da en iyi senin anlattığın biliniyor, yazılıyor. istanbula gelince ne oldu, Çu­ kurova doğasından ayn kalınca? -İstanbul güzel, her b�kımdan zengin bir yer. Sanırım, bü­ tün dünyada İstanbul gibi görkemli bir doğa üstüne kurulmuş bir şehir daha.yok. Düşünün ki yıllardır bu §ehri bozmaya, yok etme­ ye Çalışıyoruz qa gücümüz yetmiyor. Bu da şaşılacak bir şey. İşte ben bu İstanbul da denizi buldum. İstanbula geleli bu mayıs ayında kırk iki yıl olacak. Çukurova doğasını ne kadar bilinçli ve yo­ ğun YJ!Şadımsa İstanbulu da öyle yaşadım. Her yönüyle; Çukuro­ vadaki yaşa�nım yirmi altı yıl... İstanbulda kİrk bir yıldır yaşıyo­ rum. İşte bir İstanbul romanı olan Deniz Küstüyü Çukurova ro­ manları kadar seviyorum. Daha çok İstanbul romanı �·ar tezgah­ ta; Durun bakalım. İstanbul romanianna has bir dil yaratmak ge­ rek. Denizi e n · güzel b.ir biçimde anlatacak bir . anlatımı yakala­ mak gerek. -İstanbulda seni çeken yerler var mı? ""Neresi Çekmiyor ki... İstanbulun her yeri biı: tansıktır. Böy­ le bir şehirde, bu bela, bu pislik, bu yozlaşmış, bu yabancılaşmış şehirde ·bile yaşamak bir mutluluk. İstanbul bir tansık şehir. Keş­ ke bu tansık şehri bu hale getirmeseydik. Gene bu şehirde kı­ vançlıyım, bu kıvıl kıvıl insan kaynayan, bu belalı yerde ... Bu şen­ re insan kendini bir kaptırırsa, ömrü boyurtca başka bir şehri, yeri yazamaz. İstanbuldan korkuyorum. Ama korkunun üstüne yürü­ mek de benim işim olmalı. Durun hele. -Yeni romanını yazacak biryer buldun mu? -:Şimdilik, yeni romanun Adayı yazmak için bir yer. arıyorum. Benim Abanttaki otelime, -otuz yıldan daha çok yazdığım otele bir aklıevvel müdür müzik koydu, sözümona müzik. Gece gündüz odaının içinde. Çalışabilirsen çalış. Yazık. Kendime · b,aş- , ka, insanca yaşanabilen, yürüyebileceğim yeri olan bir başka otel arıyorum.

·

240


;_Bir folkloraraştırmacısı olafak ağıtlan deriedin Yakında da ikinci /:xıskısı. ekler/e, geiıiş bir incelemeyle çıktı: •

.

-:-Gençliğimde, yani on altı, on yedi yaşlamnda niasallar, tiirkülü hikayeler derliyorduJİl. Baktml ki, ağıt hiç derlenmemiş� kimse böyle bir türü bilmiyor bile. Derlerneye b�şladııri. Sonra öğrendim · ki, gene . benim bölgemden, benden· önce· Bela Bartok birkaç ağİt derlemiş. Ağıtların ikinci baskısim çıka:rabilmek, ağıt­ lar üstüne, yetersiz de olsa,· bir inceleme . yapabilmek beni ,mutlu kıldı.· .

Hürriyet, 12 Kasun 199Z

.

- '

1.

·;

UstadirArı

241/16

·


AGITLAR ÜZERİNE SÖYLEŞi M.SABRİ KOZ -Elli yıl küdar önce derlemeler yaptığınız ve bu derlerneleri 1943te kii.çiik bir kitapta · topladığuiız biliniyordu. · Elimizde aynt adı. taşıyalı ve birincisiyle birlikte yeni ağıtlar da içeren 250 sayfalık bir kitap var. Bu kitabw öyküslinii. bir kez daha anlatırmısınız?

-On altı ya§larmda iken falklor çalı§malarına ba§ladım. Şiir yazma maceram çok küç\ik ya§larda.ba§ladı. Şiirden . folklora geç. tim. Ahmet Kutsi Tecer, Pertev Na ili Boratavla bu yıllarda mek­ tupla§ı:yordum. Halk ürünlerini derleme üstüne bilgilerim olu§- ·· ımi§tu. ilkin yayl'nlanmamı§ Karacaoğlan türkülerini derliyor­ du.m. Bu derlemelerde çok ilginç duruı;nlar'la kar§ıla§tırn. Örne- · ğin, Çukurovada Karacaoğlanın diye bİr . §iir derliyorum, birkaç gün sonra o §İir ya ba§ka bir Karacaoğlanın §iiri olanık kar�ıma çıkıxor, ya da ba§ka bir §airin §iiri olarak. O yıllarda . Çukurova­ da Karacaoğlanm §İİri diye epeyce Pir Sultan, Ruhsati, Kul Halil §iiri . çıktı k<ır§ıma. Bir tanesini de Karacaoğlanın, diye yayınla� dmf. Sorira baktım ki, bu §iir Ruhs�tininmi§. Bir ba§ka şiir derlemi§tim Osmaniyenin Bahçe köyünden, birkaç gün sonra o §iir davürdağlı A§ık Hacının §iiri olarak kar§ıma çıktı. Sonra dü§ün­ düm ki, hiç ağıt, çok tekerierne derlenmemi§. Çukurovada teker­ lerneye sayi§tırma, derler. Ben de agıtları, tekerlerneleri derleme­ ye ba§ladım. _Ağıtları götürdüğüm Abidin Dino bunları okıiyunc:a çarpıldı. Tekerlel11eler de onu · daha çÜk etkiledi. Din o yoluyla Ferit Celale ula§tım, o da ağıtlann ilk kitabını Halkevi Yayınları aras.ında çıkarttırdı. Sonra geriye kalanlarını Türk Dil Kurumuna verdim. İlk ağıdı derieyenin ben olduğumu saiııyordum. Sonra­ dan öğrendim ki, otuzlu yıllarda Adnan Saygurtla bizim; oralara gelen Bela Bartok birkaç ağıt derlemi§, yayınlamı§ da. YıÜar son- · ra ağıtları, geriye kalanlan da katarak yeniden yayınladım, yirmi alti yapraklık bir incelemeyfe. Bu · incelemeye çok çalı§tım, · ama ·· gene de ağitları anlatabildiğimi sanmıyorum. Sonradan bu i§le uğra§acak daha yetkin ki§iler belki ağıtların değerini, her yönüyle . ..

·

242


daha iyi anlayacak, daha iyi anlatacaklar. Babamın adı H:ıdır, elimden gelen budur. -Halkevleri döneminden beri yurdumuzda halk kültürijnün

her dalında olduğu gibi ."ağıt" konusu� da pek çok şey der/endi. Birçok yazı ve birkaç kitap da yayım/andı. Günümüzde bütün bu derlemeleri de kapsayan büyük bir ağıt kitabı hazırlanamaz mı? ·

.;... Benden sonra birkaç kitap yayınlandı. Yetersiı,: çalı§malar, benimki de içinde. Ağıt geleneği Anadoluda, daha çok Toroslar­ da, Uzun Yaylada, az da olsa Çıı,kurovada daha sürüyor. Şimdi bil� kapsamlı bir çalı§maya ba§lanılsa birçok ağıt kurtarılabilir, dilimiz büyük bir zenginliğe, yepyeni bir §İir diline, yapısına kavu­ §abilir. Nerede o gayret, herkes kö§eyi nasıl dönerim derdinde. Üniversiteler de üniversitelikten çıkmı§ durumda. Bitmi§ bir üni­ versiteden herhangi bir sağlıklı çah§ma beklemek ölü güzünden ya§ beklemektir. Gene . de çabayı iyi niyetli, bu i§i öğrenmi§ ki§i­ lerden bekleyebiliriz ancak. Yazık, Anadolu halkının yarattığı ürünlere değerince eğilebilseydik, onları zamanında derleyip ya�· yınlayabilseydik ya da ar§ivlerde toplayabilseydik, ulusal J.cültürü­ müzü temel yap.,bilseydik, bugünkü "kü�tür özürlü" toplum olma­ yabilirdik. Şu yeryüzünde böylesine kültür yoksulu bir ülke olma-. ya:bilirdik. · Bundan sonra da bir§eyler kurtarılabilir. Ama nerede o insanlık, .o kültürseverlik!

-Kitabınızın baş tarafina koyduğunıız ''Ağıtlar Üstünt(başlıklı uzun giri§in bir yerinde (s.26) bir "ağıt oyunu"ndan söz ediyorsunuz. Bu oyunun adını ilkkez sizden duyuyoruz.. Nedir bu oyun? Nası� ne zaman· oynanır?

- 1939da o zaman Kadirlinin olan Bahçe köyünde oğretmen vekiliydim. Bir de halay çekmeye çok meraklıydım. A§ağı yukarı o yörelerdeki her düğüne çağrılır, ben de düğünlerde halay çe­ kerdim. O düğünlerde benimle birlikte halay çeken İbrahim Po� çulu vardı. Halay1nın çok ince, derinden bir iç ritmi vardı. Çok güzel bir türkü gibi, kusursuz halay çekerdi. Bir gün bana dedi ki, biqafak vakti daha kimsecikler düğüne gelmemi§ken sana arka­ da§larımla bir halay çekeceğim, hiç görmediğin bir halay, öğre­ nirsen iyi olur. Her ırdam bu halayı çekemez. Öyle de yaptı, Ken­ di ya§ında be§ arkada§ıyla halaya durdu. Ritimlel"i belli belirsiz bir halaya durdu, Sonra birçok kez, arkada§larıyla birlikte ben o halayı ona çektirip seyrettim. Üstelikte her düğünde onlara katı­ lıp o halayı çekmeye uğra§tım, olmadı. �u i§e çocukluktan b;ı§la·

243


·

mak ya da o ritme derinden, yürekten, bütün sıcaklığını bedenine vererek, iliklerine · kadar işleterek başlamak gerek. . Bu halayln . adı, "Avşar Ağıdı"ydı. İbrahim Poçuluya bunun hikayesi nedir, ağıdmı biliyor musun, diye sorduğumda, görmüyor musun her şey halayın içinde yazılı, dedi. Doğruydu, her §ey halayıi} içihde, ince, derin ritimlerinde yazılıydı. -Kitabınızda ilk kez g()rülen zenginliklerden biri de "Kürt d{!s­ tanlan"ndali. "Kürt ağıtlan"ndan söz euiıenizdir. Her türlü siyasal kaygıyı, önyargıyı ve resmi statüyü bir yana bırakarak bir aydlr4 bir yazar ve bit halk kültürü araştınnacısı olarak K'ürt halk kültii,rüyle· de ilgilenmiş olmanız, eserlerd�n örnekler verereksanatçılarını tanıt­ . manız bu konuda da çalışmalaryaptığınız izlenimini veriyor. Bu konuda Tür!< folklorcuları ·tarafindan neleryapılmasını önerirsiniz? -Ben Kiirt asılhyım. ·Çukurovada Hemite köyünde doğdum. . Köyde bir tek Kürt evi olarak bizim ev vardı. Gerisi Bozdoğan Türknieniydi. Kürtçeyi de Turkçeyi de herhalde aynı anda öğren­ dim. Benim iki tane anadilim var. Fakat şimdi Kürtçeyi Türkçe kadar bilmiyorum. Benim için yeryüzü bin çiçekfi bir kültür bah­ çesidir. Yüzyılımıza kadar. kültürler birbirlerini hep beslemişler. Ba§ka kültürlerden beslenmemiş hiçbir kül.tür yoktı.ır yeryüzün­ de. Emperyalizm · başladıktan sonradır ki, kültür! erin kül türleri yok etmesi başlamıştır .. Şimdi de tüketim kÜltürü, buna kültür de­ nirse, insanlık kültürünü yiyor, yok ediyor. Böylesine bir iletişim çağında, bu yele bu kar mı dayanıyor, ulusal kültürler darmarlu­ man oluyor, Dünya korkulu, korkunç günler yaşıyor. Bir yandan doğanın yok olmayla karşı karşıya kalması, bir yandan ulusai kül­ türlerin... Hani biraz · önce bin çiçekli kültür bahçesi olan zengin bir dünyadan söz etmiştim ya, . böyle giçlerse o bin · çiçek birden· solmaya, yangına düşmüş gibi · kavrulmaya mahkum. O bitı çiçek­ ten bir teki dünyamızdan eksik olursa insanlık görkemli bit rengi· ni yitirecektir. İnsanlık yitmeye yüz tutmuş bir tek çiçek için canı­ nı dişine takıp önu kurtarmaya çalışmalı. Kürtlerin de folkloru Tüt}9er kadar zengin, her yönüyl�. Ağıtlar,. başka halk ürünleri gibi Kürtlerde bütün yoğunltığuyla yaşiyor, Butad·a da üniversite­ ' lerimizden bir umut yok. İş Kürtlere kalmış durumda. Kijrt Ens­ titüleri kurultıyor Türkiyede ve dünyada; Epeyce eski. kuruluş . var. Onlar da Türkler gibi, bu can noktası olan ulusal kültürün farkında olmasalar · gerek. · Bir on, ·On beş yıl geçerse, Kürtlerin de halk ürünlerindert .elde bir şey kalmayacak. Bin çiç�kten birisi da· 244


ha · yitip gidecek. Oysa hem Türk, . hem de Kiirt halk ürünlerini derleyebilseydik, insanlığa iki görkemli güzellik, iki Anadolu ren­ gi l:makabilir, insanlık kültürüne de katkımız olabilirdi. · Çünkü in­ san yaratıcılığı ulusal, sağlıklı kültürd�p., temel kültürden geçer. Kendi kültürünü özümsemeyen, .insanlık kültürünü hiç özümse"' y�mez. Bu yüzden de yaratıcı olamaz. Ben ınaymunu küçümse� mi}'ori.ım, onlar insan soyunun qa§ka bir türüdürler. Maymun ırkı ba§ka, insan ırkı ba§kadır. Kürt ağıtlan gereğince derlenebilirse, epopenin de temeline, ' yaratılı§ına belki varabiliriz; Ben epopeyle ağıt arasında yakın bir akrabalık buluyorum. İlyada Hektor'la Akhilleııs'un ağıdı değil mi? Yıkılmı§ yakılmı§ Troya'ya bir ağıt değil nıi? Böyle bir arat tırmainsan bilimine;sözlü sanata çok olanaklar kazandırır,. Nere­ de yüzlerce, binlerce J(ürtağıdını, halk ürünlerini derieyecek ba­ bayiğit. .•

-Tiirkmenlerde, daha genel bir deyi!jler Türklerde "ağıt gelene­ ği" her u/usta, her/ıalkta olduğu gibi çok esla1ere dayOJUyor. Öyle ki Divanü Lugati't-Tütkte Alp Er Tonga 4dJ.ı bir Türk büyüğününü ölümü üzerine söylenmiş 8 kıtalık bir ağıtyar. Ne. zamarı söylediği ' bilinmese de.ll. yilıyıldfl · detlendiği kesin. Bu kadar eski birgeleneği ve halk edebiyatı türünü bunun ayrılmaz birparçası o/ari müziği ile . birlikte yeteri kadar araşfımıamış, derlememiş olrrnımız, ••· Türkiyede ağltlarla ilgili ilk kitabın yazarı'olarak size neler düşündurüyor?

-Allah Mu,stafa Kemal Pa§adan razı olsun. Ulusal bilince . varmamı§ olsaydı, biz §illldi çoktaaaaan batmı§tık. Bir Nazım Hikn1et olmayabilirdi, Bir Sait, Faik, Orh�n Veli, Orhan Kemal,< F�thi NacL. Say sayabiJdiğin kadar. Bir l(aracaoğlan, bir Dada­ loğlu, bir Pir Sultan, yüzlerce halk §airi, §imdiye yok olup gitmi§­ lerdi. Bugünkü zengin Türk dilinden kırıntılar bile kalımı.yabilir­ di. Gene de çok ai §ey kurtarabiidik Türkler ve Kürtler hemen, §inıdiden yeriiden bir de,rleme seferberliğine ba§lanıazlarsa, vay ba§ım� gelene... .

.

. -: Türkmen 'ağitlan,nda söz sana/tan çok yoğundur. Halkımız bu söz sanatlannda güzel olan her doğaparçasını, bir yolımu bulup ölenle özdeşleştiriyor. Ya onun bir özelliğini dpğadan qldığı ögelerle (ln/atıyor ya da doğayı uygun bir şiirsellik/e dizelerine yerleştiriyor. Ağıtlarımızdaki yalın, insanca söz sanatlan -konusunda neler düşü· · nüyorsunuz? · ' .

.

'

245'

*


-0 l)ıun "Ağıtlar_üstüne" adlı yazımda birçok giıe kaqılık sundum gibime geliyor. Şa§ırdığım bir §ey var, ağıtları a§ıklar de­ ğil, kadınlar yakıyor; içlerinde a§ık olanlar da var ya yüzde dok­ san do� kadınlar. Şiirle öyle ili§kisi olmayanlar. Ama ortada bir §iir dili var, öbür §iir dillerinden ayrılan. Zengin betimleme­ ler, eri§ilmez insan, duygu anlatımları, §a§ırtıcı. Müziği de çok il­ ginç. Ağlarken, f)irteviye giderken birden çabukla§ıyor, ritnı bir . sevince bile dönü§ebiliyor. Bir halay olabiliyor. Kozanoğlu ağıçb, Aman Ay§em ağıdı oturak alemlerinde . oyun türküsü olarak da söylenebiliyor. Şa§ırtıcı, her §ey çok §a§ırtıcı. Bu insanoğluyla ba­ §a çıkılmaz. Ba§a çıkılmaz ya onunla uğra§malı, onu anlamaya ça­ lı§malıyız.

-Sizin, Çukurova yöresinden başka çler/emeler de yaptığınız biliniyor, Bunlan da kitap/aştumayı düşünüyor musunuz?

·

-0 derlemelerimin elimde kalanlarını arkada§ım Alpay Ka� bacalıya verdim. İn§allah bir gün, günı§ığına çıkarır. Yazık ki, elimde kalanlar o kadar çok değildi. Yani bütün derledikleriİn değildi. Çünkü gençliğimde evim candarmalarca on be§ günde, ayda bir basılır, kiiaplanm, el yazılanın toplanır gôtürülürdü. Onlardan bir daha da haber alamazdım. Kadirlide o günleri bilen çok insan var §imdi. FolklÔi derlemelerimle birlikte, ilk hikayele­ rinı, romanlanm da gitti. Ne yaparsın, böyle insanca olmayan yö­ netimleri ya§adık.

-Romanlannrzda insanlan arilatışınız dış 'görUnüşleri kadar,

iÇ dünyalanyla da veriyor. İnsanı doğadan, içinde yaşadığı toplu­

mun gerçeklerinden başlayıp boş inanç/anna varınctıya kadar her tüdü,gerçeklikten soyutlamadan veriyorsunuz. Bu gerçekliğin oluştu­ nılmasınd(ı halk kültürü amştırıcılığımızın etkisi oldu mu? Sizce fo/k/orun güzel sanatlardaki yeri nedir? Sanatçının içinden yeti§tiği halkın kUltüründen etkilenmesi yerinde bir şey mi.?

-Halk dilinin zenginliğinden, sözlü edebiyatımızdan çok ya­ rarlandım. Öz kaynağınıdır halkın ürünleri. Ama bu yetniez, in­ sanlığın kaynaklarından da aynı ölçüde yararhı.nmazsan hapı yu­ tarsıiı, Öykünme ba�a, özümseme . ba§ka Her iki kültürü de, kendi öz kültürümüzü de, insanlik kültürünü de özümsemeden olmaz. Tek kanatlı ku§ uçamaz� Bütün sanatların kökünde halkın yaratılan, yaratı gelenekle­ ri vardır. Hiçbir §ey gökten dü§mez, dö§emez. Yağmuru, karı, bir gök ta§larını, bir de dü§en uçakları, uyduları demiyorum. Her §ey ·

246


zincirin halkasıdır: Halktan kopanlar yok mu, varsa da onları kapmı§tır. �üyük müzikçileri alın, temalarını birazcık de§in altından halkın on binlerce yıl boyunca oluşturduğu melodiler çı­ kar. Barok müzik, Mozart; Beethoven" hele on dokuzuncu yüzyıl Rus bestecileri... İnsan hangi çağda olursa olsun insanlıktan ka­ pamaz. Bilim olsun, sanat olsun, dü§ünce, felsefe olsun birikimle­ rin sonucudur hepsi. Müzik, mimari, §iir, roman, hiçbiri gökten dii§medi, hepsi zincirin halkalarıdır. Ve halka sürüp gidecektir. Bundan sonra da Qluslar birikimlerine, yerel kültürlerine, yani öz kültürlerine daha çok önem vereceklerdir. Gerisi lafü güzaftır da onun için. Uluslar, yaratıcı ulusal kültürler, tüketici kültürünün -buna kültür denirse - kuşatmasında sıkı§tı. Kültürler yava§ yavaş ki§i­ liklerini yitiriyorlar. Uluslar buna izin vermeyecekler. Bin çiçekli dünya kultüründen hiçbir · çiçeğin eksitmesine de iziı;ı vermeye­ cekler. Dünya bu bilirice döğrp gidiyor. Biraz Önce de söyledim ya, ulusal kültürler sıkı§tı, savunmaya geçmek zamanı geldi. Yal­ nız bu ulusal kültür i§inde d� ba§ka bir tehlike bizi bekliyor, hal-. kın yüzlerce, binlerce yıl yarattığı ürünlere öykünmek... Bu da ba§ka kültürlere öykünmek kadar tehlikeli, insanın yaratıcılığını kısıtlayan, ya da yok eden bir olay. Bizde birçok yetenekli §air, yazar halk ürünlerine .öykündüler de güme gittiler, Batılılara öy­ künenler gibi. Halk ürünlerine öykünmek değil, özümsemek... Batı, Doğu kültürlerine öykünmek değil, özfimsemek. Doğaya öykünmek değil, özümsemek ... Böylece:: zenginle§erek, özümseye­ rek yaratıcılığa kavu§mak. Ba§k:ı umar yok. Ağıtları derlediğim­ de, folklora ba§ladığımda bu biliriçte değildim elbet. Ama bir ko­ ku alıyordum, içimde gerçeğe ula§mak diye de bir kipırtı vardı. Ba�ı kültürünü özümsemek, ondan önce de kendi kültürünü özümsemek...

kurt

·

Dünya Kitap

•.

Am/ık 1992

247 .


YAŞAR KEMALLE EDEBİYAT VE POLİTİKA FETHİ NACİ Ya§<lt Kemalin ünlü Fransız §airi ve yazan Alain Bosquet ile konu§malarının Gallimard Yayınevince yapılan birinci baskısı bi­ terken Türkçe ilk baskısı Toros Yayınları tarafından yayııp.landı. Ya§at Kemalle içki içmek ve sohbet etmek için yıllardır bu. lu§tuğumuz Kalyonda, bu defa Yaşar KemalKendim Anlatıy&r do­ layısıyla "ciddi bir, konu§ma" için bulu§uyoruz. \Bu "ciddi" konu§­ manın, önceki bulu§malardaki sohbetlerden tek farkı var: içki iç­ miyoruz. Ya§ar · Kemale, "Konu§maya ba§lamadan bir ön-soru sormak istiyorum," diye ba§lıyorum. Ya§ar Kemal, "Yani §Imdi ciddi ciddi konu§acağız öyle mi?" diyor, "Bunca yıldan sonra!" di­ ye ekliyor ardından. Konu§ma ba§iıyor. Sonrası mı? Ben sordum, o söyledi: ·

-_Bir iki yıl öncesine .kaç/ar günlük basın da, . ·edebiyat çevteleri depek arımtyordit adınızı. Yabancı ülkelerde kazandığınız başanlar . bileya hiç ya da gereğince duyurnlmuyordu. Şu son bir yılda bu du­ mm . birdenbire deği�ti: • Basını, televizyonu, siytısal iktidarı "Kültür Bakanlığı Büyük Ödülii", birden bağrina bastı sizi... Olumlu bir ge­ lişme.. Siz nasıl açıklıyorsunuz bu değişmeyi? (Aslında ben de, Ya­ şar Kemal de "sen" di� kciıuştuk, ama okur/ara saygımızdaiı, sonradan "sen''leri ''siz'' yaptım.) ·

.

-

-Böyle bir soruyu çoktandır bekliyordum. . Şimdiye kadar kimsecikler akıl edip de sormadı. Bir zamanlar basında adım, is. ter istemez, geçerdi. Buna dayanarak kimi arkada§lar da adımı reklamcıy a çıkardılar. Kendi reklamımı öylesine usturuph.i yapı­ . yormu§unı ki, böylesi bir kurnazlığa akıl sır eimezmi§. Oysa bu i§­ lerin bemen hemen hiçbirinde sayım suyum yoktu. Beni yakından tanıyan arkada§larım, bu ݧin tam tersini yaptığını bilirler. Dünya televizyonlarından · olsun, . Türkiyeden olsun birçok röportajcıyı geri çevirdiğimi çok iyi bilirler. Dünyanın en büyük gazetelerinin yazarlarını da... Çünkü benimle konu§abilmek için birçok büyük gazete, ili§kileri ol�n gazeteci arkada§larımı araya koymu§lardır.

248

,


Be§ yıİdır, en çok tanıhdığım Fransadan hiçbir gazeteci, televiz­ yoncuyla konu§madım. Çocukluğtıinu .çeken .BBÇ televizyonuna . izin verdiğimderi dolayı da çok pi§manırri. Konu§mak istemiyor­ dum ya, ingiliz kitapçımı kıramadım, ıQmi arkada§lanmı kıramadığım gibi. . . . Son yıllarda gazeteler, hemen hemen benim adimı anmaz ol- . dıtlar. Ya da anmakzorunda kaldıklarını sandıkları adıını gazete­ lerinde saklayacak yer bulamadılar. Sizinle bu ölü toprağı sotu­ nı,ınu çok dü§ündük, · Hepimiz de biliyoruz ki, bir yazarın ünü gündelik·(lrıe, gazete üı:ıüne, yani medyaya bağlı · değildit. �edya ne yapar, yapsa yapsa.I9tabıbiraz daha çok sattırıf . . İstediği kadar . · ünlendirir de. Yazar qa §i§inir. Şi§inniesin de ne yapsın, o ün: de­ dikleri çOk tatlıdır. Tatlı olduğundan daha çok da beladır. İnsan- . · lar bu belaya .seve seve can atarlar. Bir süre gelir ki i§ i§teiı geç� mi§ olur.' Yazar yetenekli bir yazarsa, o ba§ belasi ünÜn yeteneği-. rıi nasıl yediğini görÜr, . Gaz�telef adimı ai:ıqi ya da alimadı sortı:nunu hiç konu§ın.ak istemiyorum: :Sir yazar, :gerçekbir yazarsa, ansalar ne olur anma­ salar n� olut! Bizim i§imiz dünyayı, insan gönlünü zenginle§tir­ m<:;k değil' mi en azından? •. Çanağında balın olsun, arısı Bağdattan .·· gelit. B1,1 soze çok güvenmek gerek� Sen eserini olgunla§tir, gön­ lÜnce yap, arısi Bağdattıın gelir� Bundan ku§ku duymamak gerek. (iç bin be§ yiiz.yıllık Hoiİıer,os'un atısıyüzyılların ötesinden gelip onu arayip bulmuyor mu? Ün için çalı§san çabalasan, ürtlü oJsan eline ne ge�r ki, çimağında l,>alın olmayınca ne fayda ki.... . . Bunu çok konuşt:uk. Bıı deği§imi hiç mi hiç ıınlayaıtiıyorum. . Ke§ke . değişim benim eserlerimi ·anlamalarından. ileri g�İse. Ne bileY,im benı. Ben bu. deği§imi anlamıyorum. Türkiye deği§ti de· ' sek, o da yo)& Belki Kültür Baluını deği§ti d.e biı ba§�a §eyler mi deği§ti sanıyoru�? Böyle bir yanlı§lığın içinde miyiz? Olumlu bir geli§ın.e mi, edebiyat� s�nata bir saygı mı, bilemiyorum. Bu yel böyle eser mi? Adımı anmayan radyohır, televizyonların co§kusu sürüp gider mi, yel dönüp ,de tersine. eser mi? Vallahi hiç kestire- . IDiyorum. Umutşuz bit vaka. Her .§ey bir umutsuzluğu gösteriyor. Böylesine az kültÜrlü. böylesine az kitap okuy<m bir ülkenin :bir . yazara sevgisi, co§k�isu ne �mlama gelir, :bilemiyorum, Çürwneye : ba§lamı§ktm son bir soluk al�§ mı? Anlayamıyorum. Bu benim ül- . kemdeki durumi.ıma, hlmgi dağda ktırt öldü, derler; ·

·

· ·

·

·

·

·

..

·.

·

.

·

· .

·

·

.

.

·

.. .

·.

·

.

. ·

·

.,·

·.

.

.

·.

·

'

.

!

249

.


-Yaşar Kemal dendi mi "yeni bir roman di/ı" geliyor akla; bu dili nasıl yarattınız? Kayrıaklarınız?

-Yeni bir yaratım, ister §İir, ister hikaye, ister roman dili ol­ sun zor. Hele roman dili, bin beter. Neden ki derseniz, bizim ro­ man geleneğimiz yeni. Bizim ku§aktan önce de bellrli bir roman diline ula§mı§ ki§i az ya da. hiç yok. Kırık dökük bir§eyler ya da. O zaman halkın konu§tuğu dili, sözlü edebiyatını kaynak almaktan ba§ka hiçbir umar yok. Anadolunun dili çok zengin bir dil. Büyük de bir sözlü ede­ biyatı var. Destanları, türküleri, ağıtlan, masalları, tekerlerneleri var. B�n gençliğimde bir folklor meraklısıydım. Bii destan anlatı­ cısıydım. Sözl\i:·edebiyatın da, her yönüyle bir ara§tırmacısıydım. Sözlü edebiyatta bile her ki§ilik, yani §ait, anlatıcı, kendisine ba§­ ka.yeni bir dil ya:ratmı§tır. Gelenekten kurtulmak ne kadar zorsa da ki§ilikler bir destan, bir §iir, bir ağıtdili yaratmaktan kendile­ rini kuttaramami§lardır. Ben bunuri gençliğimde tam bilincine vardım .diyemezsem de kok:usunu aldım diyebilirim. Veyselle Karacaoğlan, Pir Sultan Abdalla Dadaloğlu kendilerine has bir §iir dili yaratmı§lardı. O gelenekSel halk §iirinin kınlmaz anlatimını, sesini kırmı§lardı. Her destan anlatı.cı da bölgesinin · damgasıyla birlikte anlattığı destana, masala, tekerlerneye kendi damgasını vuruyordu, Sonraları, farkına vardığım · bu ba§kalıklar, ki§ilikler, anlatımlar üstünde çalı§tım, bilinçlendim. Romana ba§ladığım zaman · artık hazırdım. · Gençliğimden de biliyordum. Ustam Gü' dümcn Ahmet, Küçük Memet, Murtaza gibi anlatamıyordum Köroğlunu. �ende hikaye, ba§ını alıp benim gönlüınce ba§ka yer� lere gidiyordu. Öğrendiklerimi · tıpı tıpına anlatmak ho§uma git­ miyor, bana yavan geliyordu boyuna yinelemek. Beni dinleyenler de benimle· birlikte yaratıyorlardı sanki. İnsan hikayeyi anlatırken onların bakı§lanndan, · kıpırdanı§larından, onayladıklarından, onaylamadıklarından anlatımına, yaratırnma yön veriyordu. Bir ki§i bir romanı yaratırken, önce dili yaratmak zorunday­ dı. Bu dil halkın dili olmazdı, destan, masal, §iir dili de · olmazdı. Yazılı anlatım bamba§kaydı. Sözlü anlatırnın geleneği, olanakları ba§ka, yazılı anlatımınki bamba§kaydi. Yazarken bunun farkına vardım. Uzun romanlan yazarken de ba§ka bir §eyin farkına var­ dım, dilin yapısı romanın biçimini, içeriğini olu§turuyordu. Buna çok uzak biı; olasılıktır diyenler var. Dilin yapısı nasıl olur da hem . biÇimi; hem de içeriği bdirler'? Roman yazarak bu i§iri derinine . �

·

250


ula§ırsak orada dilin yarattığı biçimleri, içerikleri de buluruz gibi­ me geliyor. · Dilbilimciler i§in bu yanıyla da uğra§ırlarsa iyi eder­ ler. Buradan yola çıkınca, bir yazar.ı,n yazdığı her romanın dili aynı olursa i§in içinde bir yanlı§lık var demektir. Anlattıklarmuz da, anlatım biçimlerimizi belirler. Böyle olunca da bir yazar an­ lattığı her romanı aynı anlatırola yazarsa tatsız bir §ey olur. Tatsız bir §ey olduğu gibi, bir dü§ dünyası, bir mit dünyası, bir roman dünyaı;ı da kurulamaz. Ben, her romanını aynı ariıatımla anlatan romancının romancılığına inanamam. Yeni bir dil yaratılmadan da, yani roman dili, §iir dili, doğru dÜrüst bir roman, §İir yaratıla­ maz. Yeni bir renk, çizgi dili de yaratılmadan doğru dürüstbir re· · sini yaratılamaz. ·

-Romanlannızda hep -gelişmi§ haliylt; de olsa .;... ayni dili kul­ lanmıyorsunuz. Aynı_yı{yazdığınız bir romanda başka di� bir, bll§ka romanda başka dil kullanıyorsunuz. Nedenlerini açıklar mısınız? -İnce Memede 1947de ba§lamı§, yarım bırakmı§tım. Bu ro­ manı. 1953-54te bitirdim. Aynı yıl da, İnce Meme�i bitirdikten bir ay sonra Tenekeye ba§ladım. Onu da bi�irdim�. İki romanı arka ar­

kaya okursak, o romanları ayrı ayrı yazarların yazdığım sanırız. Bilmem, bana öyle geliyor. Ama bütün romanlarımda bir anlatım bütünlüğü, bir ki§ilik bütünlüğü yok mu? Alçakgönüllü görünme­ yi hiç sevmem, ama benim ki§iliğim, benim .demek hiç ho§uma gitmiyor ya,. ne gelir elden, epeyce �art Bir maymun. için diktiği- - miz bir giyiti file giydirebilir miyiz? Her romanın ba§ka ba§ka ko� §Ullar'ı var. ·

·

.

.

.;_Gelenekten kopmamak ne demek?

- "Herkesin bir Çukurovası vardır." Benitn yeryüzünde akrabalarım var. Steridhal, Çehöv gibi. Benim epik anlayı§ım onlara yakın. Özellikle Stendhal'a. Yereli anlamak, yerel dilden roman dili yaratmak, çağın gelmi§ini geç­ mi§ini özümsemek; anlamak... Ve yeni bir sanat biçimine, diline, içeriğine ula§mak. .;_Çağda§ Türk romancılığında gelenekten yararlanan tek yazar _

sizsiniz. Bu konuda neler diyorsunuz?

.

.

·

.

-Bu sorunu tartı§malıyiz. Gelenekten, folklordan yararlanmak ne demek, bunun listünde durursak kültürüroüze çok fayda­ sı olur. Bizde yazık ki hiç kimse bir sorunun üstünde derinlemesi­ ne durmuyor. Gelenekten yararlaninamı§ bir yazar, bir müzikçi, 251

·


bir ressam var mı? James Joyce bile gelenekten yararlanmı§ ba§­ lıca ki§ilerden biridir, diye yazıyor . ele§tirmenler, büyük bilim adamları. Gelenekten yararlanmayanlar, yararlanmak istemeyen­ ler, dünyada da Türkiyede .de birtakım gariban zıpçıktıla;r. Her zaman söylediğim gibi, birçok ki§inin de söylediği gibi bilirnde ve sana,tta atlamalar yok�ır. En son yaratı§, zincirin son h<Ukasıdır: Benim sanatımda ilk akla gelen, geleneğe daha çok yükleomem­ dir belki. Burada haklısmız. Ben halk içinde yeti§tim. Okur yazarlığı öğrenmeseydim, §imdi Anadolunun bir köyünde, kasabasında destan anlatıyor, türkü söylüyor olurdum. Yolumu ta çocuklukta çizmi§tim. Bu et­ ki- doğaldırki, bir Jci§inin y amından kolay lçolay silinecek bir et­ ki değil. Böylesi etkiler yazarlık ya§amında çok tehlikeli<;lir. Bir insanı kötüye de götürür. Halkı, halk sanatlarını özümsemek,. onu kaynak bellemek, temel kültür beliemek var, bir de ona öy­ künmek var. Bizde yerel kültür özumsenmedi, ona öykünülqü. Osmanlılar da Batıyı özümseyememi§, i§in kolayına kaçıp ona öykünmü§ler. . Benim yeryüzünde akrabalarım var: Stendhal, Çehov gibi. · Benim epik anlayı§ım onlara yakın. Özellikle Stendhal'a, Yereli anlamak, . yerel dilden roman dili yaratmak, çağın gelmi§ini, geç� mi§ini özümsemek, anlamak... Ve yeni bir sanat biçjtnine, diline , içeriğine ula§mak. Bilirsiniz, boyuna söylerim, herkesin bir Çuku- rovası vardır. Kafka'nın da, Dostoyevski'nin, tekmil büyük ustala- · rı n da .... Kimse gökten dü§medi. Yalnız öykünücü o tuhaf yaratık� ların Çukurovaları yoktur. Onları bu yeryüzüne Anka getirmi§tir, nereden getirmi§Se. Ya da Ankanın küllerinden varolmu§lardır, o çok değerli yaratıklar.

-Çukurovayı anTattığınız romanlarda 1950lere kadar geldiniz. İstanbuldan söz açan Deniz Küstü de artık epey uzaklarda kalan bir İstanbuldan söz ediyor. Daha yakın günlerden söz açniamanız - "claha yakın günler", ekonomik, sosyal, . siyasal büyük dönii§ümle. · rin yaşandığı günler- yaşantınıza, tanıklığınıza . bağlı kalmaktan nu, henüz yaşantınızı, tanıkltğınızı dilediğinizce yazıp bitirememenizden mi kaynaklanıyor, yoksa başka nedenleri var mı? ·

-Bir tek insanın macerasını anlatırken, onu gökyüzijne yer­ le§tiremeyiz ıd... Bir toprak üstündedir; birtakım ili§kiler içinde­ dir, bir sosyal düzeni ya§amakta, bir yerel kültürü içermektedir... Dalı� böylesi ili§kileri uzatabiliriz. Bir insan, benim için ko§ulları

252

·


içindeki insandır'. Onun psikolojisini verirken on:un ko§uUarını güz ardı eçlemeyiz. Onun ko§ullarıiıı yanlı§ vermek de olmaz. Be­ nim anlattığım Çukurova eliilere kadarki Çukurov� değil ki, daha yakıniara kadar gelmemiz gerek. )stanbul da öyle. Ben Deniz Küstüyü 1977de yazdım; O kadar uzak değil. Bugünkü İstanbul elbette o günkü İstanbul değil. Ben İstanbulun nasil çürümeye ba§ladığınt, yabancıla§ıp yozl<i§tığını yazmaya çalı§tım. Ona göre de bir dil olU§hi gibime geliyor o rornanda, Şimdi İstanbulu yaz­ sam daha beter yazarım. istanbulu! da, -Çukurovayı da yeniden yazmaya ba§layacağım. Nelerin değiştiğinin epeyce farkındayım. Benden sorıra kimi bilimciler de, az da olsa, Çukurovanın, İstan­ �ulun üstüne eğildiler. O nostaljicileri bile birşeyler getirmi§ sayı­ yorum. Nostaljicilerin ayakları biraz daha. İstanbul kaldırımianna basabilse, belki • biraz daha yardıni edebilirler bilime . de, sana ta da... Demem o ki, bi.ından sonra Çukuroyayı da, İstanbulu da ya zarken eskisi gibideğilillJ. Biraz daha zenginint c

--İnsanoğlunun ·zorda kalınca mit yaratarak, kzuduğu düş dunyasına sığınarak zor koşullara dayanması üzeritule· çok durdu­ nuz. Ama Türkiye gibi artık "kapalı" ekonomiden kop1184, pazar · ekonomisine /ı çılmıŞ bii ülkede, sizin bir konuşmanızda belirttiğiniz gibi "çadırlarda bile televizyon izlenen bir ülkede", insaniann kendi­ lerine düş dünyaları yaratarak bu dünya/ara sıgınfnalim ne dereceye kadar olanaklı ? Ya da artıkgerekli mi?Artık başka çar'eler·düşüne· mez miinsanlar? ·

--,Her çağın bir mit yaratma biçimi var. Eski Mısırda ba§ka riıitler v(!r. Süınerlerde, Asurlarda, Hıristiyanlarda, Müslüman­ larda; kuzeyde, güneyde mit yaratma biçimleri hep deği§iyor. . " Be. • 1 nirn savıın §U ki, kıya�ete kadar insanlar mit dünyaları, düş dün· yalan yaratarak o dünyalara sığınacaklardır. Bir karanlıktan gelip ba§ka bir karanlığa karı§ırken, insanla r ne yapabilirler dersiniz. Bir de bunca doyumsuzluk varken... Bütün bunlar. bitti, diyecek­ siniz, bitti diyelim, yenileri çıkar, onlar da bizim aklimıza hayali" mize • gelmeyecek mitler yaratacaklardır. Günümüzün bu karma­ §aSında bile her gün ne mHier yaratılıp sığımlıyor, Benim Dağın. Öte . Ytizü üçlüsünde. bir topluluğun n_asıl, ni çin · mit,.· d ܧ dünyası yarattığını söylediğirtı gibi, bireyin de nasıl mit dünyası yarattığını anlattım. Ah, bir vaktim olsa da b\1gün İstanbulda her gün yepye­ ni mitlerin yaratıldığını anlatabilsem! İnsanlar çare dü§ünemez mi, neyin çaresini dü§ünecekler, durum gittikçe kötüle§iyor. Kor·

.

.

.

253

·


karım ki, bu gidi§le eski mitlere sığınacağız. · Atalarımız gibi korku mitleri yaratacağız. Yel tanrıları, güne§, horoz, boğa, ay, toprak, toprak ana mitleri yaratıp onlara sığınacağız. . Bir de insanoğlu dü§ gördükçe insandır; Dü§ görmeye, dü§ dünyaları yaratmaya bayılıyoruz. Mutluluğumuz dü§ dünyaları yaratmaktır. A§k .dedi­ ğimiz ulvi yücelme bir dü§, bir mit değil mi? Kahramanlik da öyle değil mi? . Öyle değilse Don Ki§ot yüzyıllardır kitaplığımızda ne arıyor? Ben de kendimi azıcık bir yazar sayıyorsam, insan gerçeğine . bilinçli olaraktan miti, dü§ü getirdiğimdendir� İnsanlar sıkı§tıkça kendilerine bir dü§, bir mit dünyası yaratıp Oraya sığınırlar. İns·an nereden gelip nereye • gittiğini buluncaya, doyumsuzluğunu alte­ dinceye kadar rtıit ve dü§e sığınma sürecektir. Ondan sonra gene sürecektir. Çünkü insan ya§ama sevincine, tükenip batsa bile, . dünyanın güzelliğine doyamıyor ki... Şu İstanbula bakalım: Öldü­ rülmü§, kirletilmi§, §ehidikten, insanlıktan çıkarılını§, cehenneme döndürülmü§, soluk alınmaz olmu§, kötülükler, cinayetler almı§ ba§ını gitmi§, bütün insanları birbirlerine dü§man gibi bakani bencil, çökmü§, çürümü§ ... Bütün bunlara kar§ın� daha· da bin ka­ tı kötülüklere kar§ın bu §ehirde bile yok edilemeyen bir güzellik kalmı§. Yok edemediğimiz, belki yok edip de yeniden yarattığı. mız, üstüne bir mit, bir dü§ dünyası kurduğumuz. . -- Ya§ar Kemal Kendini Anlatıyorda İnce Memedden söz ·

·

.

ederken şöyle diyorsunuz: "... Demek ki bu dünyada mecbur olan ki­ şiler var. .. Dünyamızı bu- başkaldırmaya mecbur kişiler yapmış,_ya­ pıyordu. Bu başkaldıran ki§iler insanlığın öziiydü. Ve dünyayı onlar değiştirerek bu durnma getirmi�lerdi. Bundan sonra da onlar dünya­ mızı deği§tirerek, geliştirerek, kötülUk/ere karşı koya koya ileri'ye, da­ ha insanca yaşanacak bir dünyaya götüreceklerdi. Üste/tk de, her şeylerini, catıları�yitireceklerini, yenilgiyi bile bile savaşıma glreçek­ ler, bir de bakmışsınız ki, sonunda bunlaryengiye ulaşmış/ar." Son" ra da, dünyanın kurtuluşunu "insanlığın özü" dediğiniz bir avuç in" sana bırakmak sizt: de pek inandınet gelmemi§ olmalı ki, "Çağımız� da, günümüzde çok mecbur insan biliyon.ım. İşi genelleştirirsek in­ sanlık baş/fpidırmaya mecburdıır, " diyorsunuZ: Kötülüğe başkaldır­ mak iyi, ama kötülüğe herhalde bu kötütakten zarar görefiler baş­ kaldırır, bu kötülükle beslenenler niçin başkaldırsınlar? On/ann çı­ karlan bu kötülüğün sürüp gitmesinde... Demek istediğim, "mecbur insan", romanlarda ·iyi; ama dünyamızın daha iyiye doğnı deği§tiril-

254


mes� · galiba, "alelade insan"ın bu değişimi istemesiyle, bu değişim için savaşmasıyla olacak. Brecht Jin bir sözü vardı: "Ne mutsuzdur· o ülke ki, kahramanlara muhtaçtır/" (Belleğimde kaldığı gibi söylüyo­ mm.) Sorudan çok, eleştiri gibi oldu, can. çıkmayınca .huy çıkmıyor; · siz ne diyorsunuz? -Biliyorsunuz, ben hiçbir zaman kahramanlara inanmam. Yazdığım başkaldırı romanlarında da, o kahraman dediklerimi­ zin halkın elindeki araçlar olduğunu hep vurguladım. Bu araçları halk kendi yaratıyor, kendi de koruyor, onlarla birlikte de başkai� dırıyor, onlarla birlikte yeniliyor, yeniyor. O mecburi nsan tipini, kişiliğini, birtakım sebeplerden ötürü halk şıp diye buluyor.. Ya · da uzun aramalardan sonra buluyor. Ama buluyor. En azından benim roman kişilerim böyle. Siz yazdınız, Yörük kocasının İnce Memedin içindeki kurdun onu rahat bırakmayacağını söylediğini. Beiı, her insanı yaratıcı saydığım gibi, her insanın içinde de bir başkaldırı kurdu olduğuna da inanırım. O başkaldırı "mecbur" in� sanı da yaratır. Fukara, Sefıl İbrahimin oğlunun yakasım bir eline geçiren halk, yani köylüler bir daha onun yakasım bırakıyor mu? Fukaracık çırpınıyor, çırpınıyor, bin ağa öldürse beş bininin gele­ . ceği bilinci var ya, ne yapsın, yakasım köylülerin elinden bir türlü kurtaramıyor ki... -Uzun süredir doğa-insan ilişkilerinden söz ediyorsunuz. Bir de Savrnn Çayının gözesine, gençliğinizde haftada iki kere Çukuro­ vadan inip çıkmanız var. Yaş(lr Kenial Kendini Anlatıyorda da uz:un uztin yazdınız. Doğanın her ögesinin O.yn bir kimliği var'diyebi· lir miyiz, ayn bir kişiliği, her otun, her çiçeğin bir kendine özgülüğü var diyebilir miyiz? Ne diyorsunuz, kafanızt bu işe bu kadar taktığı­ mza göre? -0 kadar çok komı§tum ki doğanın bu yanı üstüne, fazla uzatmayacağım. Savrun suyuyla rriacerarnı belki otuz yıldır söylü­ yorum, .yazıyorum. Doğanın en küçük parçasının bile bir kimliği, bit kişiliği .var. Kişiliği derken, bir ad bulamadığım için böylesine bocahyorum. Bir gün insanlar, bilim adamları, yazarlar bunun d.a adını koyacaklar, iş gündeme gelmiş gibi. Yıllarca ben Savrun Çayı kıyılarında. dağlara yürürken, doğayla iç içe yaşadım. Pirinç tarlalarında yıllarca su kontrolörlüğü yaptım da... Ben su bekçilj� ği diyorum. Onlar o zamanlar kontrolörlük diyorlardı. Her neyse. İşte o. ıamanlar yavaş yavaş, bir daldaki bir çiçeğin öbürüne ben­ zemediğini, bir çimı;::nlikte hiçbir yaprağın, bir köredeki hiçbir ka-

255


nncanın, bir pınarın, Toroslardan ovaya inen Savrun Çayı gibi birçok çayın- hiçbirinin birbiri11e beı;ızemediğini gözlemledim, Bunların hepsini de Savrun Çayından öğrendim. Sonra dü§ünce­ lerimi geli§tirdim, Birkaç gün önce de UNESCO'nun Courier dergisinde astrofizikçi Hubert :Reeves'Ie yapılmı§ bir konU§mayı oki.ırken a§ağıdaki satırlar gözüme çarptı. Çok sevinmedim der­ sem yalan olur. Bu konu§madan uzun bir parça alacağım için okuyucularımız kusura bakmasınlar. "Basit bir örnek ele alalım. Bugün yeryüzünde be§ milyar in, san ya§amakta ve buiilatın hepsi için de aynı fizikyasaları geçerli olmasına kar§ın, her biri birbirinden farklılıklar gösterir. Tümü­ nün özgün ki§ilik, tarih ve çizgilerinin farklılığı doğa yasalarının ne kadar sınırlayıcı olursa olsun, belirli ölçülerde "oyun" alanı, kı­ saca özgürlük bıraktığını açıkça gösterir. Diğer bir örnek de kar kristalleridir. Bu taneciklere mikroskop altında bakarsak, onların hepsinin altı uçlu olduğunu görürüz� ݧte bu bir yasadır. Eğer altı uçları yoksa onlar Kar kristalleri değildirler. Ancak onlara daha yakından bakarsak onların altı uçlu olmalarına k.ar§ın, birbirlerin­ d�n farklilık gösterdiğini saptarız. Bu konu.da harika .kitaplar y<ı.­ yınlanmı§tir. Bu kitaplarda, birbirinin bu kadar aynı ölan kar kristallerinin ne sonsuz deği§ik örnekler olu§tu:r:duğu gö:ilemle­ nir. İnsanlar söz konusu olduğunda da duru� gene kar kristalleri ya da kelebeklerdeki durumun aynıdir. Doğa iki ݧle aynı anda uğra§maktadır. Bir yanda ݧleri organize edip yasalar koyarak du� zeni sağl ar, öte yanda düzenin sıkıcı tekdüzeliğini kirarak, belir• sizliğe ve deterministik olmayan olgulara, yeni sapmalara olamk tanır." . Beni doğaya, ayrıntılarına götüren Savrun suyudur. Büyük bilim adamlarının da derdi ba§ka. Öyleyse, son soluğuna kadar doğayı, insanları, ili§kileri son soluğuna .· kadar, mümkünse, ya§a­ yabilmek?. zenginle§mek dünyayla, evrenie. Doğa maceraını zen­ ginle§tirerek, benzemezliklerin gizine varmak ... Gençliğimde doğada birbirine benzer iki öge arıyor, bir türlü bulamıyordum. Meğer o altıgen • kar tanecikleri bile birbirlerine hiç benzemiyorlarmı§. Doğa çok çok zengin. Yazarlar da doğaya yargım etmeli, doğayla birlikte insanlı:lrı zenginle§tirmeli. .;_Biraz da politika konuşalım. Şu anda sosyalizm üstüne ne düşünüyors�nuz? ·

·

256


-Gençliğimden bu yana ne dü§ünüyorsam, §imdi de aynını dü§ünüyorum. Yani §Unu demek istemiyorum, gençliğimden bu ya:aa aynı yerdeyim, demiyorum. Bilimsel sosyalizm dü§üncesini, dünyayı, doğayı, insan ili§kilerini öğrendikçe, daha çok doğayla, insanla, kitapla zenginle§tikçe daha iyi anlıyorum ve insanoğlu­ nun ba§ka bir umarı olmadığına daha çok inanıyorum. Siz bir yerde §Öyle bir §ey yazmı§tınız, sosyalizm dü§üncesi insan soyu­ nun yarattığı en kutsal dü§üncedir, demi§tiniz. Ben de bir yerler­ de buna benzer bir§eyler söylemi§tim. · İnsan soyunda bilimsel inanç elbette en sağlıklı inançtır. -Sovyetler Birliğinin çökii§ü üstüne ne diyorsunuz? -Biliyorsunuz, benim tavnın her zaman açıktı. Sovyetler Birliği üstüne dü§ündüklerimi 1965ten sonra her zaman yazdım · söyledim. 1971de Abdi İpekçinin benimle yaptığı konu§ma epey­ ce kapsamlı bir konu§madır. Sovyetler Birliği hakkındaki dü§ün­ celerim açık ve seçiktir. Sovyetler Birliği çöktüğünde, hemen o anda Sovyet dü§manı kesilip sosyalizmin yanlı§lığını hemen o an­ da anlayanki§ilerden değilim. Türkiye ݧçi Partisinde sekiz yıl ça­ lı§tım. Yöneticilerden de ,biriydim. ݧçi Partisinin, ݧçi Partisi li­ deri Mehmet Ali Aybarın Sovyetlere kar§ı tavrı bellidir. Size bir §ey söyleyeyim mi, Sovyetler Birliğinin çökmesi, sos­ yalizmin de çökmesi değil, tam tersine dünya sosyalizminin zafe­ ridir. Bunun böyle olduğunu da, bütün sosyalizm çöktü, bitti yay­ garalarına kar§ın, insanoğlu çok yakında görecektir. İnsanın için­ deki e§itlik, adalet, özgürlük duygusu var oldukça sosyalizm sava­ §ımını zafere kadar insanoğlu ş�rdürecektir. Sovyetler Birliği dünya sosyalizminin kamburuydu. Bunu ya­ kında herkes öğrenecek. ·

Aydınlık, 1-2 Mayıs 1993

Ustadır Arı

257/17


KAYNAKÇA Bu kitapta yer alan yazıların hepsi ilk kei'a§ağıdaki süreli ya­ yınlarda ve kitaplarda çıkml§tır. Ant, 1967-1968 Aydınlık, 1993 Cumhuriyet, 1959-61, 1986-1992, 1995 Çağdaş Eleştiri, 1982 Dünya Kitap, 1992 Gü/düşün, 1994 Hürriyet, 1992 Müliyet, 1995 Milliyet Sanat Dergis� 1977 Sanat Olayf, 1981 Yön, 1964 Abidine, Paris 1994 Denwkrasi Rııpon I, İst. 1993 Alpay Kabacalı: Yaşar Kema� İst. 1992


Yasar Kemal •

USTADIR ARI Yaşar Kemal, bir yandan deştirmenlerin kendisini ' Çağdaş Edebiyatın Devi' diye nitdemelerini sağlayan romanlan üze­ rinde çalışırken, bir yandan da sosyalist aydın kimliğiyle top­ lumsal savaşıma katılmaktadır. Bunun tanıkları, yazı ve ko­ nuşmalarıdır. seçmeler,

1959-1 978

Baldaki

dönemi yazı ve konuşmalarından

Tuz ve

Ağacın Çürüğü

adlarını taşıyan

iki ciltte toplanmış, bu kitapların Can Yayınları' nda çıkan son basımları da geniş ilgi görmüştü. Ünlü yazarımızın

1995 döneminde yayımlanan yazı v e konuşmalarından

1 95 1 başlı­

Ustadır An ve ZulmünArtsın. Ustadır An' da, Yaşar Kemal'in Türki­

calarını bir araya getiren iki kitap daha sunuyoruz:

ye'ye, dünyaya, insana, doğaya, edebiyata, sanatlara bakışı­ nı yansıtan, yazarlık alanındaki büyük ustalığının tadına var­ mamızı sağlayan makaleler, anlatılar, anılan, kimlikler, dene­ meler, değerlendirmeler yer alıyor. Bunlar, aynı zamanda, onun uzun yıllar önce giriştiği -bugün ' Çevrecilik' adı veri­ len- ' doğanın öldürülmesi'ne karşı koyma çabasının, de­ mokrasi ve barış savaşımının bütün evrelerini ortaya koy­ maktadır. Kapaktaki resim: GÜNEŞ KARABUDA

KDV İÇİNDEDİR 9

1J.:ı � . .

..

ra


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.