İsmail beşikçi kirletilen kavramlar yurt yayınları

Page 1

KiRLETiLE KAVRAM Bilim, Efillik,

d le

ıi

�-�� 322.4

BEŞk

··ı

·ı.,

.

.. m1m KITAP- YAYlN

ı,

)

.

__

, __


İSMAİL BEŞİKÇİ

KiRLETiLEN KAVRAMLAR Bilim, Eşitlik, Adalet


YURTKİTAP-YAYIN: 84 İSMAİL BEŞlKÇİ

BÜTÜN ESERLER: 26

Birinci Baskı: Eylül 1994

Dizgi

: Yurt Kitap-Yayın

Baskı

: Acern Matbaacılık-lST ANBUL

YURT KİTAP-YAYlN GMK Bulvan Onur lşhanı Kat: 7 No: 176 Tel: 417 35 49 KIZILAY ANKARA


İSMAİL BEŞİKÇİ •

KIRLETILEN KAVRAMLAR Bilim, Efillik, Adalet


İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ

. . . ..... . . . . . . . . . .. . . .. . . . . . . . . . . . ............ . . . . . .. . . . . . . ....... . . . . . . . . . . . . .

KÜRDİSTAN'A GİRİŞ

. . . . . . . . . . . . . . .................... . . . . . .

500.YIL KUTLAMALARI

............

.

..

.

KÜRTLER, ARAPLAR VE HERZOG

..... . . . . . . . .

.

............. .

ARAPLAR'! HERZOG'DAN SORUYORUZ

.

. .. ..

.

. 9

. . . . . . . ..

31

� . .. . . .. . .

. . . . . . ... . . .

.

8

... . .... . .

. . . .. . . . . . . .. . . . . . . .

..

.

.

......

34

. . . . . ..

38

.

.

.

ANAYASA MAHKEMESi BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN'E AÇIK MEKTUP

...

"1'ÜRKİYE'NİN HİSSESİ"

......

.

68

...

73

.........

78

o •• • • • • • • • •• • • • • •• • •• • • • • • • • • • • o • • • • • • • • • • • • • • • • • •

82

.

. . . . . . ..

.

.

...

. . ............. . . . . .. . . . . . . .

!ÜRK EGEMENLİK SİS1EMİ" HALKLARlN KADERLERİ

EŞKIYA DEVLET İS1ER Mİ? "KÜRf ŞOVENiZMİ"

...

.

. . . . . . . . . . . .. . . .

.....

....... .

.. . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . ..

TÜRK BASlNI, HEP, PKK ·28. mi?

. . . . . . . . . .. . . . . ... . ..

.

......

.........

"BİN YILDIR BERABERİZ"

..

.

.

.

.

.

..

.

.

. . .... . . . . . . . .

... . . . ...· . . . . . .

.

.

.

.

.

. . . . . . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .

ŞIRNAK, GÖLE VE "KÜRf ŞOVENİZMİ" HEP'Lİ OLMAK

41

.

"BANA 'DÜNYA DÖNÜYOR' DEDİRfEMEZSİNİZ" . EŞİTLİK VAR MI? .

. . .. . .

. .

.. . . .. . .

.

.

64

. . .. .

.

. . . . . .. . . . . .

.......

. . . . . ... ........... . .

.

.

. . . .. . . . . . .

.

....

.....

.

.

.

....

.

. .. . . . . . . . . .

. . . . . . . . . .. . . . .

.

. . . . . .. .. . . .

...

.

.

.

..

.

. .. . ..

. . . .. . .

.

..

86 90 94 99

:......................................... 103 ...

107

... . . . . . . .

119

..........

139

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . .

.

.....

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . ...

.

!ÜRK YAZARLARI KÜRf KİMLiGİNİ TANlMlYOR" BİLİM YÖNTEMİ VE MÜCADELEM

.. .... ...

"İKİNCİ CUMHURİYET" TARfiŞMALARI

.

.

.

. . . . . . . . . . . ...... . . . . .

. . ...

.

..

.

. . . . . ..

.

. . . ..

.

.

...

145 163


"TÜRKİYE BAGIMSIZ DEGİL Kİ IŞIKSIZ ÜNİVERSİTE

....

BiLiMSiZ ÜNİVERSİ1E

..

....

...

" ................................. ı7ı

.

. . . . . .. .

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . .. . .

.. ....... . . . . . .

ı 85

. . . . . . .. . . . . . .. . . . . . . . .. . .

ı89

. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

ULUSAL HAREKETiN KİTLE DİNAMİGİ

"ÖZGÜR ÜNivERSiTE" NEDEN GEREKLİ?

.

ı 82

. . . . . . . . ... . . . . . . . . ..

ı93

. .. . . . . . . . .. . .. . . . . . . . . . . . .. . . . .

ı 97

DÜŞÜNCENİN YARGlLANMASı VE YlPRANAN KURUMLAR.

. . . . . .. . . .. . . . . . .

.

DÜŞÜNCEYi YAROlLAYAN MAHKEMELER

. . . . . . . . . ... . . . . . . . .

202

DÜŞÜNCENİN YARGILANDIGI BİR ÜLKEDE HiÇBİR YAZAR ÖZGÜR DEGiLDiR . ÜNiVERSiTENİN iŞLEvi

. . . .. . . . . . . . . . . .

"ONBEŞ YAŞINDA ÇOCUKLAR

.. .

. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .

..

..... . . . .

.. . .

..

. . . . . . . . . . . . . . ..

208 2ı3

" .................................. 222

SEÇiLMiŞ KURUMLARıN SİYASAL DEGERi

. .. . . . . . . . . .

237

. . . . . . . .. . . . . . .

242

.

. . . . . . .. . . . . . .

248

. . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . .

253

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .

257

. . .. . .

.

TÜRKAYDINI DÜŞÜNCE ÖZüÜRLÜGÜNE KARŞIDIR. .

. .. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . .

TÜRK USULÜ BAŞKANLIK SİSTEMİ.. "BEN de ANNEYİM" "KÜRf TERÖRÜ"

.

. . . ..... . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .

.

"SiZE HiÇ YALAN SÖYLEMEYECEGİM"

. . .... .........

... .

.

... . .

262

BİLİM YÖNTEMİ VE "ÖZGÜR ÜNİVERSİTE"NİN İŞLEVI "TERÖR ÖRGÜTÜ PKK" LOZAN KUTSAMALARI ULUSUN ONURU

o o . o . o . o o o o . o o o . o o . o o o •• o o o o . o

. . . . . .. ..

274

. . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . .

280

. . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .

.. . . . . . . . .. . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . .

ULUSAL UYANIŞIN GÖRKEMi

.

... . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .

292

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .

297

. .

. . . . . . . . . . . . .. . . .. .

.

287

. ..

. . .. . . . . . .. . .

. .

.

... 267

'LOZAN'IN DEHASI" VE 'GÜNEYDOGU SORUNU"

'TEMiZ TOPLUM" KAMPANYASI.. . ..

...

.

. . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

302


"BİRİNCİ SINIF VATANDAŞ

...

" ................................... ..... 307

"OMERThN AŞİRETİ" SİNCARLAR . . .

BAŞBAKANIN HESABI. "K ADER"- "GELECEK"

.

. .

. . ....

"KADER"İN YENİLİŞi . ..

. . . . .. . .

.

....

.

.. . . . . ..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

. . . . . . . . .. . . . . .

. . . . .. . . ....

.

. . . . .

DEVLET BASlNINA ÖZGÜRLÜK!. . .. . . . . ..

.

.

. . . .. .. . . .. .

.

... . . .

. . . . . .. .

.. . .

.

.

.

.

. . . . . ......

. . . .. . . . . . . . . . . .. . . . .

. . . . ....... . . . . . . ...

.

. 318 .

. . 324

. .. . . . .. . . . . .. . .. . . . . . . ... . . . . . . . . . . . .

KÜRfLERİN TARİH SAHNESiNE ÇIKIŞI "TÜRK YAZARLAR!"

......

313

..

.

.

....

328

. . ..

334

. 339

... .....

.

. 344

. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . ..... . . . . . . . . . . . .. . . .

.

KiTAP ÜZERİNDEKİ GÖLGE

. . . ....

. .... . . . . . . .

351

ÖZGÜR GÜNDEM'İN İŞLEVİ

. . . . . . . . . . . . . . · · · · · · · ·· · · · . . . . . . . .. . . . . . . . .

355

.

LİCE, PARLAMENTO, BAŞBAKAN KİRLENEN KAVRAMLAR DİZİN

.

. . . . .. . . . . . . ... . . . . . . .

.

. . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .

.

. .. . . . . . . . . . . . . . . . . ... . .

360

. . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

386

. . . . . ...

. . . . . ..

.

360

. . .. . .


ÖN SÖZ Gerilla mücadelesi, gerek Kürdistan'da, gerek Türkiye'de top­ lumsal ve ekonomik yapıları, siyasal kurumları, değer sistemlerini yoğun bir şekilde etkilemektedir. Özgürlük Hareketi'nin bilime ihtiyacı çok büyüktür. Özgürlük Hareketi bu nun bili ncindedir, Kürdistan'ı, Kürt toplumunu kavramak içi n çok yoğun bir çaba içindedir. Özgürlük Hareketi, demokrasi , özgürlük, eşit lik, hukuk, hukukun evrensel ilke leri, bağımsızlık, ulus­ ların eşitliği, u lusların kendi geleceklerini tayin, insan hakları ... gibi kategorilerin de bilincindedir ve bunları kazanmaya çalışmaktadır. Bu kavramların ete-kemiğe bürünmesi, toplumsal, siyasal ve kültü­ rel akımlar olarak güçlenmesi , yaşama geçmesi, Özgürlük Hareke­ ti'ni ilerleten önemli bir dinamik olmaktadı r. Resmi ideoloji ise bu kavramların içeriğini boşaltmak, temel toplumsal ve siyasal süreçleri çarpıtmak, bunların gücünü azaltmak ve etkisiz kı lmak için elinden geleni yapmaktadır. Devleti düşünce­ de ve uygulamada çifte standartlı kılan bu tutumun, resmi ideoloji­ nin doğal bir sonucu olduğu çok açıktır. Buysa, bu kavramları kirlet­ mekten başka bir sonuç doğurmamaktadı r. Kürtlere ve Türklere yaklaşımda, her zaman, farklı farklı ölçütler kullanı lmaktadır. Üni­ versite, yargı organları, yasama organı , basın, siyasal partiler, ka­ mu yönetimi bu kavramları kirleten başlıca güç odakları olarak belir­ mektedir.

Yeni Ülke, Özgür Gündem, Yeni insan, Özgür Bilim, Rew­ şen, Özgür Ülke, insan Haklafi Bülteni, Toplumsal Kurtuluş gi­ bi yay ı n organlarında bu konuları irdelemeye çalışan epeyce yazıla­ rımız oldu. Bunları, "Kirletllen Kavramlar" başlıklı bir kitapta toplamayı yararlı gördük. ·

Yazıların toplanmasında, bir araya getirilmesinde, dizilmesin­ de . Yurt Kitap-Yaym'ın çok büyük emeği oldu , sevgiyle anıyo­ rum. ..

Ankara, Merkez Kapalı Cezaevi

27 Eylül 1 994 8

!smail Beşikçi


KÜRDİSTAN'A GİRİŞ(")

Son yıllarda Kürt Toplumunda çok büyük siyasal ve toplumsal degişmeler oldu. Geleneksel toplum yapısı hızla degişiyor, çözülüyor. Toplumsal degerler, ahlaki degerler alt­ üst oldu; modem degerler oluşuyor. Siyasal kültür gelişiyor. Kürt toplumu kendi ulusal kimligine sahip çıkıyor, özgürle­ şiyor. Kürt insanlan arasında, toplumda, duygu ve düşünce olarak uluslaşma gelişiyor. Kürt insanları artık geçmişlerini daha ciddi anlamak ve kavramak istiyorlar, ulusun ve ülke­ nin bölünmesini kavramaya çalışıyorlar. Bu politikanın na­ sıl düşünüldügünü, nasıl uygulandıgıru, ne gibi sonuçlar or­ taya çıkardıgını sormaya, soruşturmaya çalışıyorlar. Ansik­ lopedi karıştınyar, arşivlerde incelemeler yapıyorlar... Kürt insanı artık toplumsal ve kültürel degerierinin sö­ mürgeci güçler tarafından tamamen gasbedilmiş oldugunun farkına ve bilincine vanyor... Bunlara yeniden sahip çıkma­ nın çabası içinde. İşte, Kürt Enstitüsü kurulması ihtiyacı bu noktada ortaya çıkıyor. Kürt Enstitüsü kurulması ken­ disini dayatan bir konu. Süreç hızla gelişiyor. Bu yazıda, bu aşamaya gelişe ilişkin bazı düşüncelerimi, gözlemlerimi ve anılarımı belirtmek istiyorum.

AYAKLARI YERE BASMAYAN KÜRTLER 1977 yılı. Bahar aylan... 6 Haziran genel seçimlerinden önce bir gün. Mart ayının sonlan olabilir. Ankara'da üniver­ sitede okuyan bazı Kürt ögrenciler, beni Abidinpaşa'da ken­ di kaldıklan bir eve davet ettiler. Ev bir apartmanın üçüncü katında bulunuyordu. Evde kalabalık bir ögrenci grubu var­ dı. Evde kalarılar başka arkadaşlarını da davet etmişlerdi. O

n

Kürdlstan'a Giriş yazısı, Rewşen dergisinin Mart 1 992 tarihinde yayınlanan 2. sayısında ve Nisan 1992 tarihinde yayınlanan 3. sayı­ sındayayı nlanm ıştır. 9


gün o evde Kürt arkadaşlarla uzun uzun konuştuk, sohbet ettik. Bugün, orada konuştugum arkadaşlardan birini çok iyi hatırlıyorum. Beni oraya arkadaşlar adına davet eden oy­ du . Sanatçı Şivan 'la ilk defa o evde taruştım. Şivan'ı daha sonra, bir kere daha görme, dinleme olanagım olmadı. Kürt

şarkılan söylemişti. O gün o evde 10 saat kadar kalmıştım.

10 saat boyunca yalnızc a konuşmadık, müzik de vardı. . . Sohbetimizin bir yerinde, genç arkadaşlardan biri, yak­

" İ smail a�abey, bu seçimlerde seni Diyarbakır'dan ba�ımsız olarak mllletve­ kili seçelim" dedi. Önerisinin hemen arkasından da, ailesi­ nini olanaklarını sayıp döktü. "Bizim ailenin maddi duru­ mu epey Iyidir. Traktörlerlmiz, kamyonlanmız, taksileri­ miz var. Hepsini seçimin hizmetine sokarız. Sen masrafı hiç düşünme... Senin propagandanı da biz yapanz. Sen yalnız milletvekili ol. . . Kürt sorununu senden iyi anlata­ cak başka kimse bulunmaz." Öteki arkadaşlar da bu öneri­ yi sözleriyle, tavır ve davranışlanyla desteklediler: "Çok iyi olur. Bunu muhakkak gerçekleştirelim !" vs . .. laşan genel seçimleri de dikkate alarak,

Bu öneri üzerine hiçbir şey söylemedim. Sadece tebes­

"bu ciddi olmayan bir konuşma, daha ciddi konular üzerinde konuşalım" anlamına geliyor­ du. Bu sırada bir başka arkadaş söz sırasım kaparak, " İs­ mail al!abeye senatörlük yakışır. İsmail al!abeyi Mar­ din'den senatör seçelim ! Hoca'nın yaşı uygunsa bunu ya palım . " gibi bir şey söyledi. . . O da ailesinin varlıgını sa­ süm ettim. Bu tebessüm,

..

yıp döktü. Arabalar, traktörler, bankadaki paralar, aşiretin, akrabaların oyları vs. Bu örneri de öteki arkadaşlar tarafın­ dan hararetle desteklendi, alkışlandı. Bu sefer ben, sesli ola­

"arkadaşlar, neden daha ciddi konuları konuşmuyo­ ruz? Ben bu konulan ciddi bulmuyorum. Politika benim üstesinden gelebilece�im bir faaliyet de� ll. . . " dedim. Bu­ rak,

na ragmen başka bir arkadaş, bu sefer, memleketinin Van oldugunu, milletvekili veya senatör, ne istersem bagımsız olarak seçilebilecegirni söyledi. Öbür arkadaşlar gibi ailesı­ nin olanaklaoru sayıp döktü . "Sen hiçbir şeye kanşma, ye­ ter kl evet de !" Öteki arkadaşlar tarafından bu öneri de onaylandı. desteklendi. Sohbetimizin bu aşamasında, bu ko­ nuyu konuşmak için davet edildigirni anladım. Bunun üzeri-

lO


ne konuyu daha ciddiye alıp, arkadaşlarla daha kararlı bir şekilde konuşma ihtiyacını duydum.

"Arkadaşlan dikkatle dlnledim. Önerllerinin çok cid­ di oldu!unu kabul ediyorum. Bu konudaki düşüncelerimi daha etraflı ve daha ciddi, daha açık bir şekilde belirt­ mek istiyorum: Herkes yaptı!ı işi ve görevi, en iyi şekll­ de yerine getirmeye çalışmalıdır. Öme!ln ayakkabıcı, güzel ve sa!lam ayakkabılar dlkmeye çalışmalıdır, hile­ siz hurdasız olma çabası içinde olmalıdır. Çiftçi, bu!da­ yını, arpasını · iyi yetiştirebilmek için yeterli gayreti gös­ termelidir... Öme!in topra!ı zamanında işlemeli, tohu­ mu zamanında saçmalıdır. Hasadı zamanında yapmalı­ dır. Herkes yaptı!ı işi, görevi en iyi bir şekilde gerçek­ leştirme gayretl içinde olmalıdır. Ö!retmen, avukat, yar­ gıç, doktor vs. görevlerini en iyi şekilde yerine getirme­ nin çabası içinde olmalıdır. Benim, Kürt sorununa iliş­ kin, bilim yöntemine ilişkin bazı düşüncelerlm var. Bu do!rultuda bazı kitaplar ve makaleler yazmaya çalışıyo­ rum. Benim işim bu. Ve bu işi mümkün oldulu karar do!ru-dürüst bir. şekilde yerine getirmeye çalışıyorum. Hepsi bu... politikacılık elbette saygın bir iştir, fakat be­ nim üstesinden gelebllece!im bir görev de!lldlr. Kişinin kendi yeteneklerini, kendi kapasitesini bilmesi kadar gü­ zel bir şey yoktur. . . Düşüncelerimi kitaptarla ve yazılarta ifade etmeye çalışıyorum . Politika yapmak çok farklı bir olay. Hiç düşünmedilim bir alan ... "

Arkadaşlar bu konuşmayı dikkatle ve sessizce dinledi­ ler. Fakat çok daha ilgi çekici bir olay oldu. Bir arkadaş. sanki bu konuşmayı yapan ben degilmişim gibi söze başladı. Diyarbakır'ı, Mardin'i ve Van'ı begenmemiş oldugumu dü­ şünmüş olmalı ki, benim kendi memleketi olan Siirt'ten mil­ letvekili veya senatör seçilmemi istedi. . . Şaşırıp kaldım. Hiç­ bir şey söylemedim. Yine gülümsemekle yetindim. Sohbet kısa zamanda tavsadı. Diyalog ortamı dagıldı. Başka konu­ lar konuşulmaya başlandı. Yukanda belirttigim gibi, o gün, o evde on saat kadar kaldım. Arkadaşlarla çeşitli konular etrafında konuştuk. Yu­ kanda sözünü etugım konuşmadan üç saat kadar sonra çok farklı bir konuyu konuşuyordu. Kürt dilinden, Kürt edebiyall


tından, ·Kürt falklorundan vs. söz ediyorduk. Bir ara arka­ daşlara şunlan söylemeye çalıştun:

..Herkes kendi yöresinde, köyünde, kasabasında ko­ nuşulan Kürtçe'yi saptama, banda alma çabası içinde ol­ malıdır. Arkadaşlar kendi çevrelerinde söylenen Kürt masallarını derlemelidirler, toplamalıdırlar, bunlan hep bantlara kaydetmelidirler. Kadıniann çocuklanna söyle­ dikleri ninniler derlenmelldir, toplanmalıdır. Kürt halk şarkılan, halk oyunlan ciddi bir şekilde ele alınmalıdır... Şex Said, Agrı, Sason, Dersim vs. gibi ayaklanmalara Kürtler safindan veya hükümet safından katılmış olanlar olabilir. Bu Insaniann seslerini, söylediklerini bantlara kaydetmekte çok büyük yarar vardır. Bu, hem Kürt dili­ nin incelenmesinde gerekli olur, hem de ayaklanmalann fark lı y..önlerl hakkında bize bilgi sa�lar, bilgilerimizi zenglnleştirir... Masallar, halk şarkılan yine derlenmell, bantlara kaydedilmelldir. Yaşlı insaniann seslerinin alın­ ması çok acil bir görevdir. Çünkü bu ayaklanmalan yaşa­ yanlar ömürlerinin son demlerini yaşıyor olabilirler; bu­ gün var, yann yok olabilirler. Bu bakımdan seslerini ve bilgilerini mümkün oldugu kadar çabuk bir şekilde ban­ da almakta yarar vardır." Konuşma b u şekilde sürerken, arkadaşlardan biri, " İs­ mail agabey, sen bize epey masraf kapıları açıyorsun . " ..

dedi. Öteki arkadaşlar da benim söylediklerimi pek olumlu bulmadılar.

"Teyp al, 10- 15 kaset al, taksi tut, köy yollanna düş, türküler, masallar derle . . . Bu çok masraflı bir iş, hem de acil bir iş degn. ilerde bunlan yapacak bol bol zamanı­ mız olur. . " Bunun önemli bir masraf gerektirmedigini ifade etmeye çalıştım. . . Sonra, buradaki "llerde " sözü de metafi­ .

zik bir sözdür. İçerigi hiç belli degildir. Ne kadar zamanı kapsamaktadır, hiç belli degildir. Kaldı ki, kısa bir zaman içinde sesleri banda alınması gereken insanlardan söz edil­ mektedir. Bu da acil bir görevdir. Arkadaşiann bu umursamaz tavır ve davranışlan karşı­ sında çok şaşırdıgunı, biraz da moralimin bozuldugunu ve öfkelendigimi belirtmeliyim... Bu arkadaşlar henüz üç saat önce, kendi illerinden beni seçimlere sokmak istiyorlardı. 12


Maddi ve manevi bütün olanaklarını seçimler dogrultusun­ da kullanacaklanm söylüyorlardı. Traktörler, kamyonlar, taksiler, bankadaki paralar... her türlü olanagın seferber edilecegi vurgulanıyordu . Şimdiyse, bir teybi, 10-15 kaseti masraf diye öne çıkanyorlar, makul bir öneriye karşı tavır geliştiriyorlar... Kaldı ki, bir teyp, 10-15 kaset bir yatınmdır. G enel seçimlerde harcanacak milyonlarca lira yatınm mıdır? Bu durum karşısında arkadaşlara biraz sitem ettim.

"... Sizin ayaklannız yere basmıyor; Kürt gerçekliii­ ni, Kürdistan gerçeklllini kabul etmek istemiyorsunuz. Konuşmalannız, önerileriniz hep havada kalıyor, ciddi defll... Henüz üç saat önce, binbir türlü olanaktan, bun­ lann seferber edlleceiinden söz edlyordunuz. Şimdi bir teybi, birkaç kaseti masraf diye gözünüzde büyütüyorsu­ nuz. Bu, güven verici ve inandıncı bir tutum dellldir. Clddl olm ak gerek..... Arkadaşlar hiçbir şey söylemediler, sessizce dinlediler, utandılar... Bazı arkadaşlar, "İsmail qabey haklı gibi bir şeyler söyledi. .....

·

BUGÜNLERİ HABER VEREN BİR BAŞKA TOPLANTI 1978 yılı Sonbahar aylan. Ekim ayının başlarında bir Pazar... Üniversitede okuyan genç bir arkadaş, beni yine bir eve, yemege davet etti. Ankara'da Necatibey Caddesi'nde bir ev. Bir apartmanın en alt katında, badrum katında bir dai­ re. . . Kapı önü ayakkabı dolu. Deniz gibi. İçerinin kalabalık oldugu anlaşılıyor. Gerçekten de öyle. Evin her tarafı hınca­ hınç dolu, büyük bir kalabalık var. Arkadaşlar adeta birbiri üzerinde oturuyor. Arkadaşlar pek ögrenciye benzemiyorlar. Tanıştık... Çogu Ankara'da inşaatlarda çalışan işçi Kürtler.. . Batman, Siirt yörelerinden gelen işçi, köylü, memur, esnaf vs. Bazı ögrenci arkadaşlar da var. O evde· beş saat kadar kaldım. Bugün orada karşılaştı­ gım, konuştugum arkadaşlardan sadece bir tanesini biliyo­ rum. Beni eve götüren, davet eden arkadaşı. .. Öbürlerini görsem bile sima olarak hatırlayabilecegimi sanmıyorum. O gün orada, bambaşka konularm konuşuldugunu far13


kettim. Daha çok arkadaşlar konuştular. Burada konuşu­ lanlar çok yeni konulardı. Batman'da kendilerini Apocu ola­ rak adlandıran bir grubun gittikçe geliştiğ;ini, büyüdüğ;ünü, güçlendiğ;ini söylüyorlardı. Apocuların fakir fukarayı gözet­ tikleri anlatılıyordu. Örneğ;in bazı zenginlerin malianna el koyuyor, bunlan fakiriere dagıtıyorlardı. Apocular ilçedeki bu güçleri ile belediye seçimlerini bile etkileyebiliyorlardı. Örneğ;in, yoksul ailelere, bazı dul kadınlara çuval çuval un dagıtılmıştı. Bu grup Kürdistan'ı sömürge kabul ediyordu. Fakat sadece teorik bir saptama ile yetinmiyordu. Sömürge­ cilige karşı silahlı bir mücadele başlatılınası gereğ;i üzerinde de duruyordu. Silahlı mücadelenin esas oldugunu vurgulu­ yor, bunun gereklerini de yapıyordu. Konuşan arkadaşların çogu ögrenci değ;ildi. İşçiler, köylüler vardı. Fakat Kürt ko­ nulannı, Kürdistan konularını çok büyük bir heyecanla an­ latıyorlardı. Anlatımlarda inanç, güven ve coşku vardı. Baş­ ka gruplara karşı, örneğ;in Türk solundan ve Kürt solundan örgütlere karşı saldırgan bir tavır ve davranış sergiliyorlardı. Konuşmalar daha çok bu çerçeveler içinde geçti. "Apocular" hakkındaki ilk bilgilerimden biri de buydu.

BOTANL I AGA 1971 'de Diyarbakır'da sıkıyönetim tutukevinde bir aga vardı. Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi davasından yargılarııyordu. Hakkında parti üyesi olmak, Barzani'ye kamyon kamyon bugday göndermek, yine Barzani'ye çorap, lastik ayakkabı, tuz, gaz1 şeker... gibi bazı ihtiyaç maddeleri­ ni zaman zaman göndermek gibi iddialar vardı. 1971 ,döneminde, Diyarbakır'rda, ögrenenere karşı ciddi boyutlara ulaşan bir işkence olayı olmamıştı. Ömeğ;in, Dev­ rimci Dogu Kültür Ocaklan davasında yargılanan arka­ daşlardan bu tür anlatımlar duymadım. 1972 başlanndan itibaren işkenceler artmaya ve yaygınlaşmaya başladı. Örne­ gm 1973 Mayıs'ında İb rahim Kaypakkaya'nın sorgulamada işkenceyle öldügünü herzaman hatırlıyoruz. Ama aynı dö­ nemde, yani 1971 başlannda köylülere ve esnaftan bazı kimselere karşı çok yagun işkenceler yapılıyordu. Botanlı ADa ya da çok yogun işkenceler yapılmıştı. Bir hafta müd­ detle, ayaklan havada, başı yerde tavana asılmıştı. Bu yüz'

14

·


den kalbinden sık sık rahatsızlık çekiyordu. İki yıl kadar sı­ kıyönetim tutukevinde kaldı. Tahliyesinden bir müddet son­ ra öldü... Ölümü, yukanda kısaca anlatmaya çalıştığımız iş­ kencelerdendi.

Botanlı A{ja tutuklandığında 60 yaşlannda vardı. Bo­ tanlı A{ja terbiyeli, onurlu bir insandı. Bazen milli duygula­ rını coşkun bir şekilde ifade ediyordu. Kendisiyle Kürtçe ko­ nuşan Kürt gençlerine karşı çok sıcak, samimi davranıyor­ du. Onlarla uzun uzun konuşuyordu. Kendisiyle Türkçe ko­ nuşan Türk gençleriyle de konuşuyordu. O sıralarda, Diyar­ bakır'da Erzurum, Kars ve Diyarbakır

Dev-Genç

davalann­

dan yargılanan arkadaşlar vardı. Zaman zaman o arkadaş­ larla konuşuyordu. Fakat kendisiyle Türkçe konuşmaya ça­ lışan Kürt gençleriyle konuşmuyordu. Onlann sorularına çok kısa cevaplar veriyordu. Örneğin onlarla sohbet etmiyor­ du. Bu tavnn ve davranışın toplum bilincinin bir yansıması olduğunu düşünüyordum. Asimilasyona karşı direnişin, asi­ milasyona karşı direnmeyenleri protesto etmenin önemli bir yolu da bu olmalıydı...

Botanlı A{ja

beni severdi. Mahkeme sürecini ilgiyle iz­

lerdi. Sık sık konuşurduk. Her duruşmadan sonra, mahke­ mede olup bitenleri, askeri savcıların iddialannı, savunma­ lan en ince ayrıntıianna kadar sorardı. Söylenenleri ilgiyle dinlerdi. Duruşmalara giderken sık sık dilekçe yazardım. Ayrıca savunmalar için de uzun uzun dilekçeler hazırlardım. Bu di­ lekçeler üzerinde, epeyce çalışmak gerekiyordu. Bu tür ça­ lışmalar yemekhanede sürdürülüyordu. Dilekçeleri önce el yazısı ile yazıyor, sonra daktllo ediyordum.

Botanlı A{ja

bu

sıralanla benim yanıma sık sık uğruyordu. Her seferinde ba­

"Sen kendine yazık ediyorsun. .. Çok zahmet çekiyorsun, sana yazık oluyor. Yaptığ'ın da boş bir Iştir, hiçbir Işe yaramayan bir iştir... Bizim soru­ numuzun çözümünün tek bir yolu vardır, ondan başka bir yolu yoktur..... Botanlı A{ja, "bizim sorunumuzun çözümünün tek yolu vardır, ondan başka da bir yolu yoktur" dedikten na şunlan söylüyordu:

sonra, sol elinin işaret parmağıyla, tetik çekme işareti yapı­ yordu.

Botanlı A{ja, "hem çok ağ'ır, zahmetll bir Iş yapı15


yorsun, kendini harap etme, senin çok yaşaman gere­ kir " diyordu. O böylece konuşup gidiyordu. Meşgul etme­ ...

mek endişesiyle olacak, yazmaya çalıştıgım sıralarda, h iç ya­ nmıa gelip oturmuyordu ... Bazen çay getiriyordu... O konu­ şurken ilgiyle dinliyor,

"bunlar da gereklidir, önemlidir"

deyip yine yazmaya devam ediyordum.

Botanlı Ai)a.

tetik çekme işaretini çok inançlı ve kararlı

bir şekilde yapıyordu. Bu sırada gözleri çakmak çakmak ça­ kıyor, hafifçe gülümsüyordu. Bu davranışı insana güven ve­ riyordu. Güven, mutluluk, rahatlık veriyordu.

Botanlı Ai)a'nın

tetik çekme işareti karşısında hayretle­

re düştügümü açıklamalıyım. Bu soruna çözüm getirmenin başka bir yolu yok muydu? Başka yollar düşünülemez, de­ neiıemez miydi? Karmakanşık duygular ve düşünceler için­ de kalıyordum. Hem silahı alıp daga çıkılmasını kabul ede­ lim, ama kim yapacak, kimler yapacak, böyle bir güç var mı?

O sıralarda Kürdistan'da korkunç bir kölelik ve uyuşuk­ luk hüküm sürü:Yor. Halbuki daga çıkma, coşkun bir heye­ canın yanında, bilgi ve bilinç sorunudur, cesaret sorunu­ dur ... Böyle bir güç var mı?

Botanlı Al)a,

sık sık yanıma

ugrar, bu şekilde konuşmalar yapardı... Sorunun çözümü­ nün esas biçimini göstermekten de geri kalmazdı. 1972 son­ lanydı. Birgün temyizle ilgili bir dilekçe yazarken

Al)a yanıma

Botanlı

gelerek yine böyle bir konuşma yaptı. Bu sefer

konuşmalannı daha ciddiye aldım. Yazmanın çizmenin gere­ gini konuşmak istedim. Uzun uzun konuştuk. ..

"Silah elbette gereklidir, önemlidir. Fakat silahı ki­ me karşı kullanacaksın, neden kullanacaksın, bunları bilmek çok önemli... Bunlan bilmeden silahı alıp da4"a çıkmak bir işe yaramaz. Dostun kim, düşmanın kim, bunları blleceksin. Kendi gücünü, dostlannın gücünü, düşmanının gücünü bileceksin. Bütün bunlar yazılarak, tartışılarak anlaşıyır. Bu bakımdan yazmak, çizmek önemlidir, gereklidir. Düşünmeyi, yazmayı, tartışmayı küçümsemek do4"ru degildir. Bugün Molla Mustafa Barza­ ni'ye yardım yaptıfın iddia ediliyor. Barzani Irak'ta, biz­ se Türkiye'deylz. Aradaki sınır nasıl oluşmuş? Bu bölün­ me, parçalanma nasıl olmuş? Bunlar üzerinde düşünmek 16


önemli delil midir? Bunlan yazmadan, tartışmadan an­ layabilir miyiz? Soydaşlanna gaz verdiiin, tuz verdilin Iddia ediliyor; bunlar insani yardımlar, Insaniann kendi soydaşlanna bu tür insani yardım yapmalanndan dolayı yargılanmalan aklın kabul edeceil bir iş midir? Fakat Türkiye'de bunlar oluyor; neden, nasıl? Bugün, Kürtlerin Ortadolu'da belki de 20 milyondan fazla nüfusları vardır. Halbuki, Kürtlerin örnelin Türki­ ye'de hiçbir hakları yok. Hem 20 milyonun üzerinde bir halk, hem de en ufak bir siyasi hakka sahip deill. Halbu­ ki, dünyada 50 bin nüfuslu devletler blle var. Bu konuyu düşünmek gerekll deili ml? Kürtler neden devletslz, hü­ kümetsiz bırakılabllınlş? Dünyada durumu Kürtlerin kö­ le ve perişan durumuna benzeyen başka bir millet var mı? Kürtler neden ltillp kakılıyor, horlanıyor, aşaiılanı­ yor? Neden Kürtçe olan köy isimleri deilştirildi, Türkçe­ leştlrlldi? Neden çocuiuna Kürtçe Isim koyamıyorsun? Bütün bunların en Ince ayrıntısına kadar düşünülmesi, incelenmesi, araştırılması, yazılması, tartışılması gerek­ ll ... Yazıyı, çizgiyi küçifmsemek doiru delildir ... "

Bun1an anlatırken

Botanh Aba nın '

ilgiyle, dikkatle din­

ledigini, konuşmalan izledigini farkettim. Zaten daha önceki konuşmalanmızda da böyleydi. KonuŞmayı şöyle sürdür­ düm: "Bütün bunlan bilmeden sllahlanıp daia çıkmışsın, neden mücadele ettlilni bilmiyorsun, amacını bilmiyor­ sun. Düşmanın gücünü, kendi gücünü bilmiyorsun ... Bu durum da nasıl mücadele edeceksin, mücadeleyi nasıl sürdüreceksln? Şex Said ayaklanmasında, Agn'da, Der­ sim'de binlerce Kürt silahlanıp daia çıktı, fakat bütün bunlar saihkh bir şekilde düşünülüp, planlanıp, tartışıl­ madılı için yenilgilerinin sonu gelmedi. Zaten Kürtler, 19. Yüzyıl sonlannda, bundan 80-90 yıl kadar önce, bu­ na benzer konular üzerinde düşünselerdi, tartışsalardı, Kürt milletinin başına bu felaketler gelınezdl. Hele hele, 20. Yüzyıl başlannda, bundan 70 yıl kadar öncesinden itibaren Kürtlerin bu konulan tartışmalan, dünyada olup bitenleri kavramalan gerekiyordu... Komando, bugün köylere girip bütün Kürtlere binbir türlü hakaret, işken­ ce·yapıyor. Buna rqmen başkaldın olmuyor. Bunlar üze17


rinde düşünmek gerekU dejil midir? Yazı-çizi sllahla çe­ lişmez. Silah varsa yazıya gerek yoktur denilemez. Bu ikisi birbirlerini destekler, birbirini bütünler. Bu konular üzerinde, benzer konular üzerinde düşünen insanlar da­ ha iyi mücadele ederler. silahlı mücadele ise bu tür so­ runlan daha yakından anlamamızı, kavramamızı sagıar. Yazıyı, çizgiyi küçümsemek dogru degildir " Botanlı ...

Afla

ile

bu

konulan . birkaç kere

konuştuk.

Yazmamn­

çizmenin gerekli olduguna ikna oldu. Hatta, Güney Kürdis­ tan'da, ulusal mücadeleyi yenilgiye götüren nedenlerden bi­ rini, yazı-çizi eksikligine, diplomasi eksikligine bagladı,

lah gücü, yi!itlik, herşeyi halletmiyor",

"Si­

dedi.

UZMANLIK SORUNU Arkadaşlar, genellikle benim biri Kürt uzmam oldugu­ mu söylüyorlar. Bu, dognı degil. Burada yanılgı var. Kelime­ yi gerçek anlamına yükselttigirniz zaman, Feqi Hüseyin Sagnıç'ın, Musa Anter'in, Dr. Cemşid Bender'in, Adurrah­ man Dürre'nin, Mehmet Emin Bozarslan'ın, Malınisa­ nij'in, Rohat'in, Mehmet Bayrak'ın ve daha pekçok arkada­ şın Kürt uzmam oldukları söylenebilir. Bu arkadaşlar, Kürt dili, Kürt edebiyatı, Kürt tarihi, Kürt kültürü, Kürt folklonı, Kürt uygarlıgı gibi alanlarda inceleme yapıyorlar. Gramer ki­ tapları yazıyorlar. sözlükler hazırlıyorlar... Kürt uygarlıgının özellikle karanlıkta bırakılan dönemleri ile ilgili incelemeler yapıyorlar,

bizleri aydınlatıyorlar. Bu süreç kuşkusuz, öz­

gür, demokratik bir ortamda gelişmiyor. Pek çok engelleme­ lere ragmen sürüyor. Benimle ilgili, bu konular üzerinde ça­ lışan başka arkadaşlarla ilgili durumu ise, kısaca şu şekilde

"Göçebe Alikan Aşireti", "Do­ gu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Te­ meller" gibi çalışmalan Kürt toplumunun yapısıyla ilgili ça­ ortaya koymak mümkündür:

lışmalar olarak kabul etmek mümkündür. Fakat bunlar, resmi ideolojinin çerçevesinde kaldıgı, bu bakımdan önemli yanlışlar içerdigi de bilinmektedir. Bu çerçeveyi kırmaya, da­ ha özgür düşünmeye başladıgımız andan itibaren ise önemli baskılarla �arşılaştık. Bizim için sorun aslında bu noktada başlıyordu ... Nasıl düşürııneli, nasıl tavır ve davramş göster­ meliydik? 18


ARAŞTIRMA SÜRECiNİN ÖNÜNDEKİ ENGELLEKİN AŞILMASI 1960'lı yıllarm ortalanndan itibaren, Kürtlerle ilgili ince­ lemeler yapılınaya başlandı. Doğu Anadolu'nun geri kalma­ sından, Kürtlerden, Kürtçe'den söz ediliyordu. Fakat, bu sü­ reçle

birlikte,

devletin

bu

süreci

engellemeye

yönelik

baskısını hissetmekte gecikmedik Kürt toplumuna, Kürdis­ tan'a, Kürt diline ve Kürt kültürüne ilişkin incelemeler yapıl­ mak isteniyordu . Bu isteğin geriletilmesi, ortadan kaldınl­ ması, bu heyecanın kırılması için devlet, düşünceler üzerin­ de, araştırmacılar üzerinde, yoğun bir baskı mekanizması işletmeye başladı. Devlet bir taraftan baskı mekanizmasını gittikçe yoğunlaştınyor, bir taraftan da Kürtçe'nin ve Kürtle­ rin varlığını inkar ediyordu. Diğer taraftan da Kürt olan her şeyi yoketmeye, Kürt izlerini silmeye, Kürt toplumuna has maddi ve manevi değerleri de gasbetmeye çalışıyordu. Araş­ tırmacılara resmi ideoloj iyi dayatıyordu. En doğru bilgilerin devletin ürettiği bilgiler olduğunu söylüyor, herkesin yalnız­ ca bunlan bilmesini, bunlara göre düşünmesini, tavır ve davranış sergilemesini istiyordu . Resmi ideolojinin eleştirisi­ nin suç olduğu da vurgulanıyordu. Bu konuda sistematik bir yaptının düzenlenmişti. Bu durumda araştırma ve ince­ leme yapanlar nasıl bir tavır ve davranış sergileyeceklerdi? Nasıl düşüneceklerdi? Ya devletin yasaklamalanna, buyruk­ Ianna boyun eğilecek, ya da daha özgür bir ortamın, daha demokratik bir ortamın oluşması için çaba sarfedilecekti. Bi­ lim, yasaklamalar ve buyruklar yokmuş gibi üretilecekti. Öz­ gür düşünülec,ek, özgür bir tavır ve davranış sergilenecekti. Daha sonra ise, devletin gündeme getireceği haskılara göğüs gerilecek, o baskılar aşılmaya, geriletilmeye çalışılacaktı. . . Bu süreç içinde inceleme v e araştırma yapanlar, b u ya­ saklar ve engellemeleri geriletmenin, burılan aşmanın müca­ delesine giriştiler. Bu, aynı zamanda bilim yönteminin, bi­ limsel bilgi üretmenin vazgeçilmez bir koşuluydu. Aynı za­ manda demokrasi ve insan haklan mücadelesinin önerrili bir gereği olarak beliriyordu. Burada artık, herhangi bir ko­ nud,a uzmarılaşmaktan önce, alana girebilmek için çaba sar­ fetmek daha ön plana çıkıyordu. O alana girmeden, gireme19


den, belirli bir konuda uzmanıaşmaya çalışmak çok önemli degildi. Bu ilişkileri şu şekilde somutlamak mümkündür. Örne­ gm bir bahçeye girmek istiyorsunuz. Bahçe sizin. Bahçenin değerli oldugunu biliyorsunuz. Elverişli toprak ve su kay­ naklan oldugunu, değerli meyve ağaçlan yetiştirebileceğini­ zi, çok ürün kaldırabileceginizi biliyorsunuz. Sizin için de­ ğerli bir bahçe. Fakat bahçeye giremiyorsunuz. Bahçenin çevresi azınaniaşmış çalılarla ve dikenlerle kaplanmış. Bah­ çenin etrafında bataklıklar oluşmuş, her taraf yılan çıyan dolu... Azınaniaşmış çalılardan ve dikenlerden, bataklıktan, yılandan çıyandan dolayı bahçeye girmeniz olanaksız. Ken­ dinize elverişli bir yol, bir giriş arıyorsunuz. Bahçenin etrafı­ nı dolaşıyorsunuz.

Bakıyorsunuz ki,

bahçenin her tarafı

böyle. Bahçenin her tarafı bataklıklarla, azınaniaşmış çalı­ larla, dikenlerle kaplı. Yılan-çıyan her tarafı sarmış... Şunu da farkediyorsunuz: çok uzun bir zamandır bahçeye girilme­ miş. Bahçe harabolmuş... Ağaçlar kurumuş, fakat sulan boş yere akıyor. Çevrenizdekiler de bahçenin değerini biliyor; su­ lan kendi bahçelerine çevimıişler. Bu durumda bahçeye girmenin tek yolu vardır: Azınan­ Iaşmış çalı ve dikenleri kesmek, bataklıklan kurutrnak, yıla­ nı-çıyanı yoketmek, oralardan uzaklaştırmak... Bahçeye, el­ verişli giriş-çıkış yolları yapmak. .. Şunu da yapabilirsiniz: Bu bahçeye girmek zor, zahmetli diyerek, başka bahçeler arayabilirsiniz. Fakat, bahçe sizin bahçeniz; onu harap bir halde bırakarak, gittikçe daha da harabeye döneceğini bile­ rek nereye gidiyorsunuz? Kendi balıçenizi böylesine yüzüstü bırakıp başkalannın bahçelerinde marabalık yapmak, ahlaki bir tavır mıdır? Bu tavrın ekonomik bir yönü var mı? Çevre­ nizdekiler, başkalan böyle mi yapmış? Elbette kendi balıçe­ nize sahip çıkmak ve onu işlernek durumundasınız. Bu arada şunu da farkediyorsunuz: Bahçeye sizin dışı­ nızda girenler de var. Onlar bahçeye girmenin yolunu yarda­ mını bulmuş. Fakat bahçenin harap kalmasını istiyorlar. Böylesi daha çok işlerine geliyor. Bu şekilde, bahçeden daha iyi bir şekilde yararlanabileceklerini düşünüyorlar. Bahçe­ nin degerli oldugunu çok iyi biliyorlar. Bahçeye gir mek elbette zor,

zahmetli bir iştir.

Fakat

bahçeye kavuşmanın başka bir yolu da yoktur. Kaldı ki,

zo


başkalan da sizin oraya girmenizi hiç isterniyorlar, bunu ·

kendi çıkarianna ters görüyorlar. Kürtlere, Kürdistan'a ilişkin incelerneler yapanlar da bu incelernelerin önündeki engelleri kaldırmak, aşmak duru­ mundadırlar. Yasaklarla mücadele etmek, o yasakları etkisiz

"Burada ya­ sak var, yasak olmayan başka bir alan üzerinde çalışa­ lım" dernek, bilim ahlakına aykırı bir tavır ve davranıştır. kılmak, ortadan kaldırmak durumundadırlar.

Bu, bilim yöntemi anlayışına zıt bir düşüncedir. Düşünceyi yasaklayan,

düşünceyi engelleyen bu tavır ve davranışla

mücadele etmeden 'bilimi ilerletrnek, demokrasiyi ve insan haklarını geliştinnek mümkün degildir. Bahçeye girebilmek için çalılan, dikenleri temizlemek, bataklıklan kurutmak na­ sıl gerekliyse, Kürtlerle ve Kürdistan'la ilgili incelemeler ya­ pabilmek için de engellemeleri ve yasaklamalan geriletmek. etkisiz kılmak gerekiyor. 1960'lı yılların ortalanndan itibaren, özellikle l960'lı yıl­ Iann sonlarında, bu incelernelere başlayanlar çok büyük en­

"Kürt" demeye­ "Kürtçe"den sözetme­ "Kürtlerin Ortadoju'dakl soydaşlan"ndan sözet­

gellemeler ve baskılarla karşılaşıyorlardı. ceksin, "Kürdistan" demeyeceksin, yeceksin,

meyeceksin. Neden bölünme, parçalanma ve paylaşılma ol­ muş, gibi sorulan hiç sorrnayacaksın, resmi ideolojiyi,

türkçü

Ata­

düşünceyi aynen kabul edeceksin vs...

Araştırmacılar, Kürt yayın organları, başta

bu Kültür Ocaklan

Devrimci Do­

olmak üzere Kürt siyasal akımları, ya­

saklayıcı bu düşünceye, bu tavır ve davranışa karşı müca­ deleler yaptılar. Bu süreçte önemli bedeller ödendi. 1980'li yıllardan önce de bu konuda önemli birikimler oluşrnuştu. 15 Agustos 1984'ten sonra, bu birikim PKK'nin düşüncesi ve eylemiyle birleşti... Yasaklara ve engellernelere karşı çok büyük bir güç, yogun bir bilinç meydana geldi. Şimdi, huku­ ken bu engellemeler, yasaklamalar yine var. Ceza Yasası, Terörle Mücadele Yasası, Basın Yasası, Siyasi Partiler Yasası vs.. bu yasaklamalar ve engellemelerle dolu... Fakat fiilen bu yasaklamalar ve engellemeler gittikçe aşınıyor, fazla bir et­ kinlikleri kalmadı.

21


KÜRT EN STİTÜSÜNE DUYULAN İHTİYAÇ Artık Kürdistan'a girildi. Kürdistan'a giriş kuşkusuz ko­ lay olmadı, bilakis çok zor oldu, çok büyük bedeller ödendi, hala da ödeniyor. Bütün bunlara ragmen, zorluklar aşalarak Kürdistan'a girildi. Kürdistan'a artık çeşitli yönlerden yogun bir giriş var, yogun bir açılun var. Sadece girilmiyor, artık Kürdistan'a sahipleniliyor da ... Koalisyon hükümetinin baş­ bakanı Süleyman Demirel ve başbakan yardımcısı Erdal İnönü, Aralık ayı ortalarında Kürdistan'a gezi düzenlediler. Çeşitli şehirlerde Kürt halkına yaptıklan konuşmalarda, "bizden her şeyi isteyin, devlet sizi kucaklayacak" diyor­ lardı. Bu, şu anlama geliyordu: "Bizden her şeyi isteyin, ama Kürciistan hariç! " Zira, halka şefkat gösterece�iz, teröre amansız davranaca�ız, başını ezece�iz" diyorlardı. Kürtler ise. artık, tam da Kürdistan'ın kendisini istiyorlar, Kürdistan'dan başka istedikleri bir şey yok. "Halka şefkat göstereceğiz, terörün başını ezeceğiz" biçimindeki politi­ ka ise, kuşkusuz iflas etmiş bir politika. Halka şefkatle dav­ ranmak, aniann çocuklarına ise her türlü zulmü reva gör­ mek; bu mümkün degildir. Baskı, zulüm, işkence kuşkusuz halka karşı. "Terörün kökünü kurutaca�ız!" demek, bu anlama geliyor. "Kürtlerin kökünü kurutaca�ız" demek is­ tiyorlar. Mümkün mü? ..

Artık Kürdistan'a girildi. Kürt halkı Kürdistan'ı istiyor. İşte, Kürt Enstitüsü gibi kurumlara bu noktada ihtiyaç var. Artık yasaklar geriletiliyor, aşılıyor. Yasaklamalarda. engelle­ melerde aşınmalar var. Kürt gerçekligi ve Kürdistan gerçek­ lig! bütün açıklıgıyla ortada duruyor. Kürt toplumu ve Kür­ distan hakkında çok ciddi incelemeler gerekiyor. Kürt dili, Kürt edebiyatı, Kürt kültürü, Kürt folklorü, Kürt tarihi üze­ rine çok yoğ;un ve kapsamlı inceleme ve araştırmalar gereki­ yor. Kürdistan tarihinin, Kürdistan cografyasırıın incelenme­ si gerekiyor. Kürt el sanatlan, Kürtlerin mutfak kültürleri vs. elbette incelenmelidir. Bugünkü Kürt toplumunun tarih­ sel evrimi, en ince aynntılarına kadar incelenmelidir. Bu ko­ nularda tartışmalar, korıferanslar, seminerler, paneller vs. düzenlenmelidir. Bütün bunlar için kapsamlı plan ve projelere ihtiyaç vardır. Bunlann gerçekleştirilecegı alan Kürt Enstitü22


sü'dür. Kürt Enstitüsü'ne bu baklindan gerek vardır. Fakat Türk üniversitesinin benzer kurumlar açmasına kesinlikle karşı çıkılmalıdır. Türk üniversitesi hiçbir zaman Kürtlerin ve Kürt sorununun dostu olmamıştır, Kürt sorununa dostça bir yaklaşım gstermemiştir. Türk üniversitesince kurulan bir Kürt Enstitüsü, ancak, Kürtlerin Türklügünü, Kürt­ çe'nin Türkçe oldugunu ispatlamaya çalışabilir. Şunca mü­ cadeleye ragmen, hala ancak bunu düşünebilir, bunu ger­ çekleştirebilir. Türk üniversitesi Kürt sorunu konusunda, ortaçag kalıntısı bir kurumdur. Bu yönüyle Milli istihbarat Teşkilatı'nın bir şubesi gibi çalışmaktadır.

MUSTAFA KEMAL'İN SÖYLE DİKLERİ VE YAPTlKLARI Mustafa Kemal 1930'lu yıllarda, Türk Tarih Kurumu üyelerine yaptıgı bir konuşmada şunlan söylüyor: "Biz Bal­ kanlan niçin kaybettik, blliyor musunuz? Bunun tek se­ bebi vardır. Bu da Slav araştırma cemiyetlerinin kurduı}u dil kurumlandır. Bu kurumlar bizim Içimizdeki I nsanla­ rın milli şuurlarını uyandırdıgı zaman, biz Balkanlar'da Trakya hudutianna çeldldik." (Bkz: Utkan Kocatürk, Ata­ türk'ün Fikir ve Düşünceleri, Turhan Kitabevi, 3. baskı, Olgaç Matbaası, 1984, s. 149)

Mustafa Kemal'in konuşmasından iki yönlü bir sonuç çıkarılabilir. Birincisi şu: eger bagımsız olarak, bagımsız ya­ şamak istiyorsanız, ilkönce kendi dilinize, alfabenize sahip çıkmak zorundasınız. Kendi diline, alfabesine, kültürüne sa­ hip çıkan bır millette bagımsız yaşama bilinci kökleşiyor. Ve bu millet kendisini egemenlik altında tutan güce karşı ba­ gımsızlık savaşı veriyor ve özgürlügüne kavuşuyor. Bir ulu­ sun bagımsızlıgını koroyabilmesi için, diline, öz benligine, tarihine, kültürüne sahip çıkınanın yanında, bunlan ilerlet­ menin, geliştirmenin de yollannı araması gerekınektedir. Mustafa Kemal Atatürk, bunların geregı olarak Cumhuri­ yet'in kuruluşundan hemen sonra, Türk dili, Türk tarihi, Türk folkloru, Türk medeniyet! gibi konulara çok önem ver­ miştir. Türkiyat Enstitüleri kurulmuştur. Üniversitelerde Türk dili ve edebiyatı dersi konulmuştur. Türk dilini, Türk 23


edebiyatıru, Türk tarihini, Türk folklorunu, Türk kültürünü araştııma enstitüleri kurulmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk'ün düşüncelerinden ikinci bir sonuç daha çıkarmak mümkündür. Eğ;er herhangi bir ülkeyi egemenlik altında tutmak istiyorsanız, sömürgeci politikayı sürdürmek istiyorsanız, orada yaşayan milleti önce dilinden edeceksiniz. Halkı dilsiz bırakacaksınız. Ona kendi kültürü­ nüzü ve dilinizi empoze edeceksiniz... O milletin alfabe sahi­ bi olmasını, diliyle, tarihiyle, kültürüyle, edebiyatıyla ilgilen­ mesini engelleyeceksiniz vs. Mustafa Kemal Atatürk, Kürt­ ler hakkındaki bu düşüncelerini aynen uygulamıştır, bu dü­ şüncelerini hayata geçirmiştir. Kürtlerin ulusal varlığ;ını, Kürt dilinin varlığ;ını inkar etmiştir. Türk Tarih Tezi, Güneş­ Dil Teorisi gibi buluşlar ana akım olarak, başta bu amacın gerçekleştirilmesine yöneliktir. Kürtçe konuşmak yasaklan­ mıştır. Kürtçe konuşanlardan para cezası alma uygulaması başlatılmıştır. Bu süreçte Kürtler kimliksiz bırakılmış, kişi­ liksizleştirilmiştir. Ezik, sinik, korkak: kendine, ailesine, halkına, gelecegine güvenmeyen bir insan tipi ortaya çıkmış­ tır. Kürt oldugunu kabul etmeyen, fakat Türk de olamayan bir insan... Yaralı, ezik bir insan... Bu insan topluluğ;u Kürt toplumu olma özelliklerini taşıyarnadıgı gibi, Türkleşerne­ miştir de. Fakat, yukanda kısaca belirtmeye çalıştıgımız ne­ denlerle, durum artık değ;işmiştir. Kürdistan, artık eski Kür­ distan degildir. İşte bu noktada Kürt Enstitüsü'ne duyulan ihtiyaç bir kere daha kendini hissettirmektedir. Kürtler, ar­ tık enstitü gibi araştırma kurumlan kurarak; dil, kültür, ta­ rih, edebiyat ve falklor gibi alanlarda kapsamlı incelemeler yapma ihtiyacını duyuyorlar. Bu süreçte Mustafa Kemal Atatürk'ün düşüncelerinin ve eyleminin Kürtler tarafından anlaşılmasında çok büyük yarar vardır. Kürtler, Mustafa Kemal Atatürk'ün "milli

egemenlik", "bagımsızlık" , "milli egitim ", "dil devrimi ve harf devrimi", "tarih görüşü", "Türklük duygusu", "Türk mllllyetçlllgi" , "milli benlik" , "milliyetçilik ve dll", "milli tarih ve milli şuur", "milli şuur ve dil" . gibi . .

konularda söylediklerini dikkatli ve sabırlı bir şekilde incele­ melidirler. Kürt sorunu açısından bu düşüncelerin degerlen­ dirilmesi, vazgeçilmez bir ödev olarak ortaya çıkmaktadır. 24


Sömürge olmaktan kurtulmak için, gasbedilmiş ulusal

ve demokratik haklan tekrar kazanmak için,

Kürt Enstitü­

gibi kurumlara büyük ihtiyaç vardır. Ulusal onur, ulusal

eşitlik, özgürlük duygusu ve düşüncesinin gelişmesi, bu tür kurumlar aracılıgıyla daha da hızlanacak.ve güç kazanacak­

tır. Balkan uluslannın özgürlüge ve bagımsızlıga kavuşma­ lan bu konuda önemli bir örnek oldugu gibi, Asya ve Afri­

ka'daki uluslar da incelenmesi gereken önemli örneklerdir.

TÜRK ÜNİVE RSİTE S İ VE KÜRT SORUNU Türk üniversitesi, Kürtlere de, Kürt sorununa da h!çbir zaman dostça bir yaklaşım içinde bulunmamıştır. Bu konu­ da devletin koydugu yasaklara, resmi ideolojinin yasakları­ na hep uymuştur. Bu yasaklan aşmaya çalışan düşüncele­

re, tavır ve davranışlara karşı katı bir mücadele yürütmüş­ tür. Bu tür düşüncelere karşı asla hoşgörülü olmamıştır. Türk üniversitesi resmi ideolojiye uyan, resmi ideolojinin ya­ saklanna ve kalıplarına göre hareket eden kurumların ba­

şında yeralmaktadır.

Resmi ideolojinin önemli özelliklerinden biri, Kürt soru­

nunun Türk üniversitesi tarafından incelenmesine engel ol­

maktır. Resmi ideoloji, Türk üniversitesinin Kürt sorunuyla

ilgilenmesini, Kürt sorununa bulaşmasını hiç istememekte­ dir. Bunun gibi, örnegin, Türk siyasal partilerinin de Kürt sorunuyla ilgilenmesi hiç istenmemiştir. Kürt sorunuyla ilgi­

leome çabası içinde olan siyasal partiler kapatılmış, üniver­ sitede ögretim görevlilerinin işine son verilmiştir. Böylece

Kürt sorununun Türk siyasal sistemi içinde meşruluk ka­ zanmasının önüne geçilmiştir. Türk üniversiteleri Kürt soru­

nuyla bilimsel düzeyde ilgilenmemişlerdir, ama istihbarat ilişkileri düzeyinde, polislik düzeyinde çok yakından ilgilen­ mişlerdir. Başbakanlık, Milli istihbarat Teşkilatı, hem üni­ versitelerdeki çeşitli kürsülerden, hem de profesörlerin ve bazı ögretim üyelerinin bizzat kendilerinden raporlar iste­

miştir. Milli istihbarat Teşkilatı, üniversitelerden, profesör­

lerden; Kürt aslının Türk olduguna, Kürtçe diye bilinen ba­ gımsız bir dil olmadıgına, Kürtçe'nin Türkçe'nin bir şivesi olduguna dair raporlar yazmalarını istemiştir ... Milli İstihba-

25


rat Teşkilatı. bu raporların bilimsel (!) olarak yazılmasını da istemiştir. Türk üniversitelerinin çeşitli kürsüleri, Türk üni­ versitelerinden çeşitli profesörler, istenen bu raporlan he­ mencecik, büyük bir görev duygusu içinde yazmışlardır. De­

falarca yazmışlardır. Bilimsel (!) olarak yazmışlardır. Ordi­

naryüs profesör gibi u nvanlannı kullanarak yazmışlardır. Uzun unvanıarını kullanmayı hiç ihmal etmemişlerdir. Türk üniversitesinin, Türk profesörlerinin bu tür ça"!Jala­ rı kamuoyunda saygınlık uyandırır mı? Bırakalun kamuoyu­

nu, bu profesörlerin, bu anlayışın, Milli istihbarat Teşkilatı çevrelerinde saygınlıgı var mıdır? İstek üzerine, zaten önce­ den belirlenmiş ve varılmış sonuçlan dogrulamak için rapor­ lar yazmak saygın bir faaliyet midir? Türk üniversitelerinde, eski çağ;larda yaşayan halkların dilleri ve kültürlerini inceleyen pek çok bölüm vardır. Hitito­ loji, Sümeroloji, Klasik Arkeoloji, Önasya Arkeolojisi, Eski Mısır vs. bölümleri bunlar arasında saymak mümkündür.

Hz. İsa' dan

binlerce yıl önce yaşayan halkların nasıl yaşa­

dıklan, nasıl konuştuklan, nasıl yazdıklan. Türk üniversite­ sinin ilgilendiğ;i önemli alanlar olarak karşımıza çıkmakta­ dır. Bu halklar neler üretiyorlardı, ürettiklerini nasıl depolu­ yorlar, nasıl koruyorlardı?.. Bugün Anadolu'da ve Kürdis­ tan'da çeşitli yerlerde kazılar yapılıyor; çanak, çömlek, küp, tablet, süs eşyaları gibi çeşitli şeyler çıkanlıyor ... Yeraltın­ dan çıkarılan bu ürürılere göre de, "falanca halk şunları üretiyordu, besinlerini şu şekilde koruyordu... şu süs eş­ yalannı kullanıyordu .. . " gibi şeyler söyleniyor. Tabietler in­ celenerek, konuşmalar, yazılar, edebiyat vs. araştırılınaya çalışılıyor. Ve bunlar Türk üniversitesi için önemli bir faali­ yet alanı oluyor. Türk üniversitesi sadece Önasya'ya ilgi duymuyor ... Afri­ ka'ya, Latin Amerika'ya, Kuzey Amerika'ya, Güney Asya'ya, Eskimolara, Avusturalya yerlilerine vs. de ilgi duyuyor. Ve bunlar devletin ilgisiyle gelişmektedir, genişlemektedir. Eski­ çağ; dillerini ve kültürlerin!, ölü dilleri ve kültürleri günü­ müzde yaşatmaya çalışan Türk Devleti'nin, yaşayan bir dil olan Kürtçe'yi yoketmek için, yaşayan bir kültür olan Kürt kültürünü yöketmek için her türlü çabanın içine girmesi çok derin bir çelişki olarak belinnektedir. Bu, resmi ideoloji-

26


nin katılıgıyla ilgili bir durumdur. Türk ü niversitesi de dev­ letin bu tür bilimdışı, insanlıkdışı, kültür düşmanı tavır ve davranışıanna destek olmaktadır. Böyle bir tavır ve davranı­ şa. bu tür bir düşüneeye destek vermesi, Türk üniversitesi­ nin bilim yönteminden. ne kadar uzak oldugunu açıkça orta­ ya koymaktadır. Türk üniversitesi, resmi ideolojinin üretil­ mesini, propagandasını, bilimsel bir faaliyet olarak kavra­ maktadır. Bu da, yurtseverlik gibi birtakım sü bj ektif niyet­ lerle açıklanmaktadır. Profesörler, Kürtlerden ve Kürtçe'den sözedenlere vatan haini, kendilerine de yurtsever demekte­ dirler. Böylece nesnel ölçüleri olan bilimsel bir süreç ile, ta­ mamen sübjektif niyetiere oturan yurtseverlik duygulan bir­ birine kanşmaktadır. Bir gerçekligı inkar etmek nasıl yurt­ severlik oluyor? Hem yurtseverlik denildiği zaman, Kürtlerin de kendi yurtlarını, Kürdistan'ı sevebilecekleri neden düşü­ nülmüyor acaba? İşte bütün bunlardan dolayı, Kürt Enstitüsü gibi ku­ rumlan, Türk üniversitelerinin dışında oluşturmak gereki­ yor. Kanımca bu şekilde oluşturulan bir kurum daha sağlık­ lı, çok daha canlı bir kurum olur... Her şeyden önce, kural­ Iannı kendi koyar. Özgürce çalışan bir kurum olur. Planını, projesini, programını kendisi hazırlar. Yurt dışındaki benzer kurumlarla daha rahat ilişkiye girer. Türk üniversitelerinin bünyesinde kurulan bir Kürt Enstitüsü bunlann hiçbirini yapamaz, Türk üniversitesinin bünyesinde kurulmuş bir Kürt Enstitüsü'nün bunlan yapması mümkün değildir.

E ÖİTİM SORUNU VE KÜRT E NSTİTÜSÜ Önümüzdeki dönemde Kürt toplumunu çok yakından il­ gilendiren sorunların başında egitim sorunu gelecektir. Türk sömürgeciliğinin insaniann ruhsal yapılannı bozduğu, çar­ pık, ezik, köle bir yapı oluşturmak için çaba sarfettiği bilin­ mektedir. Bu bakımdan Kürdistan'da kişilik sorunu, önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendisine güvenen, ailesine, ulusuna ve arkadaşıanna güvenen, düşmanını ola­ ğanüstü derecede yüceltmeyen, kendisini küçük görmeyen: onurlu, dirençli, ulusal onur, ulusal eşitlik gibi amaçlar doğ­ rultusunda çaba sarfeden... bir insan tipi yaratmaya çalış­ mak çok önemli bir amaç olarak belirmektedir. Kürdistan 27


ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi, bu Kürt tipini or­ taya çıkarmaktadır. Fakat böyle bir Kürt tipini ortaya çıkar­ mak, Kürt insanlannı bu düşüncelerle, bu tavır ve davranış­ larla

donatmaya

çalışmak,

yeni

nesilleri

bu

amaç

doğ;rultusunda yetiştirmeye çalışmak, aynı zamanda bir eğ;i­ tim soru-nudur. Göruldügü gibi egitimin uluslaşma süreciyle de çok ya­ kından ilişkisi vardır. Uluslaşma, Kürt toplumu olmaktan doğ;an özelliklerin yaşama geçirilmesi, gerçekleştirilmesidir, ulusal kimligin gün geçtikçe daha güçlenmesidir, daha güç­ lü bir biçimde ifade edilmeye başlanmasıd!r. Egitim, bireylerin ruhsal, zihinsel ve bedensel bakımlar­ dan şekillendirilmesille yönelik bir faaliyettir. Egitim süreci insanlara bilgi, beceri ve anlayış kazandınr. Eğ;itim, insanla­ rı olaylar karşısında özgürce düşü nmeye, özgürce tavır ve davranış göstermeye alıştırır, alıştırmalıdır. Eğ;itim, insanları benzer yeteneklerle donatmalıdır. İnsanların bu yetenekleri­ ni geliştirmelidir. Yoksa insanlara herhangi bir olayda nasıl düşünmeleri gerektiğ;ini, nasıl tavır ve davranışlarda bulun­ maları gerektiğ;ini öğ;retmek eğ;itim degildir. İnsanlara bazı düşünceler, bazı tavır ve davranışlar empoze etmek eğ;itim degildir. Kürdistan'da kişilik sorunu , Kürt insanının yeniden ya­ ratılması sorunudur. Eğ;itim süreci d e , kişiyi yeniden yarat­ ma ugraşıdır. Bu bakımdan eğ;itim sorunuyla kişilik sorunu arasında organik bir b ağ; vardır. Kişilik, egitim sürecinde ka­ zanılır. Bütün bunlar uluslaşmayla yakından ilgilidir. Eğ;i­ tim, kişilik kazanma, uluslaşma gibi süreçler, organik bir bütünlük içindedir.

Kürt Enstitüsü

gibi kurumlara bu ba­

kımdan da büyük ihtiyaç vardır.

"KEDERDE, KIVANÇTA, SEVİNÇTE ORTAK OLMAK" SLOGANI VE KÜRT ENSTİTÜSÜ Kürtlerde özgürlük düşüncesi gelişmeye başladığ;ı , ulus­ laşmanın duygu ve düşünce olarak b oyutlanmaya başladığ;ı zamanlarda, Türk Devleti, hemen ideolojik bir bombardıma­ na girişmektedir. Türk basını, Türk siyasal partileri, Türk üniversiteleri,

28

işveren kuruluşlan ve işçi kuruluşları,

bu


bombardunan sürecinde yerlerini hemen alıyorlar. Temel amaç Kürtlerin kurumlaşmalarını önlemektir, saptırmaktır, geciktirmektir.

�ız"

''Kederde, kıvançta, tasada, sevinçte orta­

sloganının temel işlevi budur. . . Aslında bu, ikiyüzlü, ri­

yakar bir tutumu sergilemektedir. Bunun ne kadar ikiyüzlü ve riyakar bir tutum oldugu, yaşanan olaylarla da gittikçe daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bugün bir Kürt gerillanın vurulması karşısında Türk ba­ sını, Türk siyasal partilerinin büyük bir kısmı. .. dügün bay­ ram etmektedirler. Çeşitli derneklerde bunu izlemek yine mümkündür. Radyoda, televizyonda,

"ölü ele geçlrdik

...

"

sözleri gururla tekrarlanmaktıdır. Bunu hergün görüyoruz, duyuyoruz, hissediyoruz. Halbuki, bir Kürt gerillanın vurul­ ması, şehit edilmesi, Kürt ailelerini yasa bogmaktadır. Bazı ailelerde o haberin duyuldugu gün yemek yenilmemektedir, sofra kurulmamaktadır. Bunları da sık sık yaşıyoruz. Türk siyasal partileriyle, Türk basınıyla Kürt aileler arasındaki düşünce farkı böylesine zıt bir şekilde ortada dururken,

"kederde, kıvançta, tasada, sevinçte orta�ız" ,

sloganına

kim inanır? Kürt ailelerin acılan çeşitli Türk kurumlannda sevinç yaratıyorsa, aslında ortaklıgın, birlikteligin hiçbir ko­ şulu yok demektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki yemin törenini hatır­ layalım.

Meclis kürsüsünden yaka-paça edilerek indirilen

Kürt kökenli bir milletvekiline yapılanları hatırlayalım . . . Bu tutum ve davranışlarda,

"kederde, kıvançta, tasada, se �

vfnçte ortak olma"nın izleri görülüyor mu?

Türk basınında, Türk siyasal partilerinde, Leyla Za­ na'nın, Hatip Dicle'nin çabaları nasıl degerlendiriliyor? Ley­ la Zana, Hatip Dicle ve digerleri neden kin ve nefret duyu­ larak izleniyor? Halbuki Kürtler, bu milletvekilleriili yürekle­ rine basıyorlar, baştacı ediyorlar. Tutum ve davranışlar bu kadar zıt iken, kederde, kıvançta ortak olmaktan nasıl söze­ dilebiliyor?

"Kederde, kıvançta, tasada, sevinçte ortak olmak" "soy­ daşlar" geldiler. Türk hükümeti, Türk siyasal partileri vs. onlara nasıl davrandılar? İşte o davranışların adı, "kederde, kıvançta, tasada, sevinçte ortaklık" olabilir. Fakat, Güney nasıl olur? 1 988 yılında Bulgaristan'dan Türkiye'ye

29


Kürdistan'dan, kimyasal silahlar kullanılması sonucu ko­ pup gelen Kürtlerin nasıl . geldigini, nasıl karşılandıgını da biliyoruz. Halepçe'de soykıruna ugrayanlara nasıl muamele edildigini çok iyi biliyoruz. Bunlann belleklerden silinmesi mümkün degildir. . . Türk çıkarlarını korumak ve kollamak için, Kürtlerin Kore'ye , Kıbns'a, şuraya buraya gönderilmele­ ri ve Türklerin düşmanlanyla çarpıştınlmaları, ••kederde, kıvançta, tasada, sevinçte ortaklık" olarak degerlendirile­ mez. Bütün bunlardan dolayı Kürtlerin her alanda örgütlen­ melerini sürdürmeleri gerekmektedir. Kürt Enstitüsü gibi kururulann kurulması bu bakımlardan da gerekli olmakta­ dır. Bu kurumlar aracılıgıyla Kürtler, tarihsel ve toplumsal bütün degerierini yeniden kazanmanın, onlan yeniden yaşa­ ma geçirrnenin, modem toplumun degerieriyle yeniden · yo­ rumlamanın yolunu ve yardamını bulmak durumundadır­ lar.

30


500. YIL KUTLAMALARIC"l

Bugünlerde, Yahudilerin İspanya'dan kovulmalannın ve Osmanlı topraklanna kabul edilmelerinin 500 . yıldönümü

"500. Yıl Vakfı" tarafından "500. Yıl Vakfı" Türk ve Yahudi işadam­

kullanmaktadır. Kutlamalar, organize ediliyor.

lan ve politikacılan tarafından kurulmuş bir vakıf. Bu kutlamalar çerçevesinde, gerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti, gerek İsrail D evleti yogun bir propaganda yapıyor. Türk basını da bu propagandayı büyii tüyor, çogaltıyor. Os­ manlılann, Türklelin "hoşgörü"leri vurgulanıyor. 15. yüzyı­ lın sonlarına dogru, İspanya, kendi ülkesindeki Yahudi hal­

ka iki şık dayatıyor. 1492 yılında, İspanya Katalik Krallı­

gı'nın Yahudi halka dayattıgı politika daha da sistematik bir hal alıyor: Ya Yahu dilikten vazgeçip Hirtstiyan olacaksınız veya ateşlerde yakılacaksınız. Yahudi halkın büyük bir traje­ di yaşadıgı açık. . . Dinlerini ve milliyetleıini terk etmek, in­ kar etmek istemeyen, ateşlerde yanarak yaşantılanna son vermeyi de istemeyen Yahudilerin çok yogun, dayanılmaz sı­ kıntılar içinde olduklan besbelli. Bu durumda Yahudilere İs­ panya'dan kaçmaktan başka bir yol kalmıyor. Kaldı ki, bu bile Yahudiler için kurtuluş yolu degU. Çünkü , sıgınabildik­ lert yerlerde de çok agır koışullarla karşı karşıya kalıyorlar. Osmanlı Devleti Yahudiler İçin önemli bir sıgınak yeıi olu­ yor. Bir devletin, bir ulusun geçmişinde hoşgörüye dayalı po­ litikalann işlerlik kazanması, darda-bunda kalmış insanla­ ra, toplurnlara yardım elinin uzatılması, kuşkusuz çok güzel bir şey. Fakat bu politikalannın, her zaman, her ulusa ve her insana uygulanıp uygulanmadıgının da araştırılması ge­ rekir. Yahudillgi reddederek Hıristiyan olmak istemeyen, Ya-

(•)

Özgür Gündem, 24 Temmuz 1 992 31


hudi kalma konusunda direten bir topluluğu kendi ülkeleri­ ne kabul ederek büyük bir hoşgörü örneği verdikleri vurgu­ lanan Osmanlılann, Müslüman Türklerin,

Kürt

Kürt

kalmakta,

toplumu olma özelliklerini korumakta ve sürdürmekte

kararlı olan Kürtiere karşı uyguladıkları politikalarda

"hoş­

görü•'nün kınntısı bile yoktur. Bu neden böyledir? Kürtlerin ulusal ve demokratik hakları neden gaspedilmiştir? Gasp iş­ lemi hangi politikaların geregidir? Bu politikalar ne zaman­ dan beri uygulanmaktadır? Bunların da düşünülmesi gere­

kir.

"Ya Hıristiyan olacaksınız veya ateşlerde yanacaksı­ nız" dayatmasıyla. "Ya korucu olacaksınız veya öldürüle­ ceksiniz'• dayatması arasında fark var mı? Yahudilerin din­ sel kimligini, ulusal kimligini tanıyan, "hoşgörü" diye bu­

nun propagandasını yapan Türkiye

Kürt

Cumhuriyeti Devleti,

kalma. gaspedilmiş ulusal ve demokratik haklarını ya­

ni kimligini kazanma konusunda kararlı olan bir toplumu , ancak devlet terörü uygulayarak yönetebilir. Devletin, terörü sistematik bir hale getiren politikalarında "hoşgörü"nün kı­ rıntısı bile olmadıgı besbellidir. Olaganüstü Hal Bölgesi'nde yaşanan işkenceler,

"ölü ele geçirme" ler, sürgünler, kınm­ "hoşgörü•'nün göstergesidir. acaba? Kaldı ki soru­ başka boyutları da var. Yahudilere karşı "hoşgörü"de

lar h angi nun

bulunan Osmanlı Türklerinin, ta 16. yüzyılda, Alevileri kılıç­ tan geÇirdigi dikkatlerden uzak tutulabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve İsrail Devleti'nin pro­ pagandaya ihtiyaçları çok büyük. Bu anlaşılır bir şeydir. Fa­

kat bu propagandanın dozunu artırmak çirkinlikten başka bir şey degildir. Nitekim bu çirkinlik, Yahudilerin, 24 Şubat

1942 'de, Türk karasulanndan geçişine izin verilıneyen ve İs­ tanbul Bagazı önlerinde , Türk-Nazi işbirliği sonucu batınlan Struma gemisinden söz etmelerine engel olmaktadır. Batırı­ lan gemide 800'e yakın Yahudi boğulmuş, hayatını kaybet­ miştir. Bunlar Filistin'e gitmek istiyorlardı. İsrail Devleti bu­ nu,

benzeri

olayları

kurcalamak

istemiyor,

görmezden

geliyor, Türk tarafı da 1940'lı yıllardaki Nazi taratan politi­ kasını ısrarla izlemeye çalışıyor. 500. yıl kutlamalarını orga­ nize eden

"500. Yıl Vakfı"

Struma gemisi kurbanlan için

neden anma yapamıyor, acaba?

32


Bütün bunların ötesinde 1 940'lı yıllarda, azınlıklar için uygulanan "Varlık Vergisı•• uygulamalan unutulmuş olabi­ lir mi? 4 Temmuz 1 992 tarihli ve 26 sayılı Nokta dergisinde

Raslme Hazer'in bir haberi yayınlandı. Hab er, "Katliamda Türk-Nazl lşbirliil!" başlığını taşıyor. Alt başlıkta, "Türki­ ye'den gönderlUp N azi fınnlannda yakıldılar" ibaresi yer alıyor. Bu olayiann ciddiyeti ve bu süreçte Türkiye Cumhu­ riyeti'nin sorumluluğu, Prof. Dr. Standfort Shaw ın karşı açıklamalanyla ortadan kaldırılamaz. '

Türkiye Cumhuriyeti'nin ve İsrail Devleti'nin propagan­ daya çok büyük ihtiyacı var. Fakat Türk toplumu ve Yahudi toplumu, Kürt halkına karşı sistematik bir şekilde uygula­ nan devlet terörünü soğukkanlı bir şekilde sorgulamak du­ rumundadır. Yahudi halkı, tarih boyunca ezilmiş bir halktır. Günümüzde de ezilen uluslar vardır. Yahudi halkı, ezen devletlerin politikalarmda araç olarak kullanılmayı kabul et­ memelidir.

33


KÜRTLER,

ARAPLAR

İsrail Cumhurbaşkam

Herzog,

VE HERZOG[•J

500. Yıl Kutlamalan çer­

çevesinde Türkiye'ye geldi. Kutlarnalara katıldı. Türk yetkili­ lerle görüştü. Türk yetkililerle düşünce davranış birliği için­ de olduğunu anlatmaya çalıştı. Bu arada , çeşitli televizyon­

Hürri­ yet gazetesinden E rtu!rul Özkök ün, "Kürt sorunu üzeri­ lann ve gazetelerin muhabiriertyle görüşmeler yaptı. '

ne ne düşünüyorsunuz?" sorusu üzerine, "Siz bize Arap­ lan sormayın. biz de sizlere Kürtleri. . " dedi. İsrail Cumhurbaşkam şöyle söylüyor: "Ben bu gibi ko­ .nularda hep aynı şeyi söylüyorum. Bu sizin iç meseleniz. Bundan 9 ay önce Çekoslovakya'daydım. Oradan Slovak­ ya'ya gittim. Bana orada Slovak meselesini sordular. 'Ne siz bizim içimizdeki Araplan sorun, ne de biz siziri içi­ nizdeki Slovaklan soralım dedim. " (Hürriyet, 1 7 Tem­ .

muz 1992) Bu sözler, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt politikasını bü­ tün açıklığıyla ortaya koyuyor. Bu sözler aslında, Türk Dev­ leti'nin Kürt sorununa ilişkin düşüncelerini, tavır ve davra­ nışlanlll açıklıyor. Türkiye Cumhuriyeti,

Kürt sorununu

çözmek, daha doğrusu ortadan kaldırmak, yok etmek için, içte yoğun, kapsamlı ve yaygın bir devlet terörü uygulamış, dıştaysa çeşitli kurum ve kişilere rüşvetler dağıtarak soru­ nun gizlenmesini, görmezden gelinmesini sağlamaya gayret etmiştir. Terör ve rüşvet politikası, Türkiye'nin uzun yıllardır uyguladığı vazgeçilmez iki politikadır. Terör izlenebilir ve gözlenebilir olduğu için biliniyor, rüşvet ise doğası gereği giz­ lidir. Fakat, Kürt toplumunda gelişen iç dinamikler, gelişen toplumsal ve siyasal muhalefet, artık gizliliği ortadan kaldı­ nyor, bazı şeyler daha açık bir şekilde kamuoyu önünde ce­ reyan ediyor, devletin bütün çabalarına rağmen gizlenemi­ yor.

(*) 34

Özgür Gündem, 3 1 Temmuz 1 992


1ürk dış politikasını çarpıtan, büzüştüren, bazen felç durumuna getiren konuların başında kanımca, Kürt sorunu yer almaktadır. Herhangi bir devlet veya herhangi bir kurum Kürt sorunuyla ilgilenmeye başladıgı zaman, bu sorunun enini boyunu ölçmeye, dibini bucagını kurcalamaya başladı­ gı zaman, 1ürkiye, hemen, diplomatlannı, gizli görevlilerini, yazarlannı, gazetecilerini, profesörlerini, din adamlannı vs. , h emen devreya sokrnaktadır. Kürt sorunu konusunda. onla­ rı Türk devlet politikası çerçevesinde bilgilendirmeye, ikna

" Kürt" diye bilinen bir milletin mev­ "Kürtçe" diye bilinen bir dilin mevcut olmadı­

etmeye çalışmaktadır. cut olmadıgı,

gı vs. yolundaki propaganda, kuşkusuz, dış ülkelerdeki dev­ let propagandasında etkili degildir. Bu bakımdan. Kürtlerin ancak, Türk devlet politikalan çerçevesinde mutlu olabile­ cekleri anlatılınaya çalışılmaktadır. Bu sözlerle bu kişiler, kurumlar ve devletler ikna edilemezlerse, rüşvet gündeme

"Kürt sorunuyla ilgilenmezseniz sizden iki filo uçak alaca�ız" , "Kürt sorununu kurcalamadı�ınız takdirde köprü ihalesi sizde kalacak. Yeter ki, siz Kürt sorunuyla ilgilenmeyin. " Bazen de, "E �er Kürt sorunun­ dan uzak durursanız, sizin önemli saydı�ınız konularda, sorunlarda sizinle birlikte davranmaya gayret edece�iz" gelmektedir.

denmektedir. Kürt sorunuyla ilgilenilmedigi takdirde , öteki sorunlarda çok geniş tavizler verilmektedir. Bunlann dışın­ da, maddi ve manevi ö düllerle , yani rüşvetlerle, soruna ilgi­ nin azalmasını veya yok olmasını saglayan politikalar da sık sık işletilmektedir. Devletler, uluslararası kurumlar, basın-yayın kurumla­ rı, gazeteler, televizyonlar, radyolar, dergiler, yayınevleri vs. Türk devlet görüşünün, Türk egemenlik sisteminin, resmi ideoloj inin bu en zayıf noktasını isabetli bir şekilde yakala­ mışlardır. Bir televizyon veya radyo şirketinin, Kürtler hak­ kında geniş bir yayın yapacagını , bazı Türkler aracılıgıyla Türk devlet yetkililerine duyurması yeter. Türkiye hemen harekete geçer. gazetecilerini,

Diplomatlarını, yazarlarını,

din

adamlarını,

profesörlerini,

sendikalarını vs. ,

seferber

eder. Zaten bunlar bindirilmiş kıtalar gibidir. Görev için ha­ zırdırlar, emir beklemektedirler. Bindirilmiş kıtalarm hepsi­ nin, aynı anda, aynı olayda kullanılmaları gerekli degildir. Yerine ve zamanına göre veya olayın önemine , ciddiyetine,

35


Türk egemenlik sistemini tehdit derecesine göre, bunlardan biıi veya birkaçı, ayn ayrı veya birlikte kullanılabilir. Ulus­ lararası falklor gösteıileıi organize eden bir kurum düşü­ nün. Bu kurumun, adı geçen gösteriler için Kürt folklorcula­ rını da davet edeceğ;ini bazı kurumlar aracılığıyla Türk devlet yetkililerine duyurması yeterlidir. Türkiye Cumhuri­ yeti'nden rüşvet sızdırmanın en iyi yöntemi budur. Film yapan bir şirket veya kitap, dergi yayınlayan bir şirket için de aynı şeyler düşünnülebilir. Uluslararası M Ö r­ gütü gibi kurumların, Türk devlet yöneticileti nezdinde iti­ bar edilen bir kurum olmamalarının temelinde, bu kuru­ mun veya benzer kurumların rüşvet kabul etmiyor olması yatar. Devletin temel politikası Kürt sorununun inkanna, Kürt gerçekliginin ve Kürdistan gerçekliginin inkanna dayalı bir politikadır. Türkleştirme her zaman en önemli amaçtır. Te­ mel kavrayış budur. Ve bu, sorunu, esas muhataplarıyla gö­ rüşerek çözüm arama sürecine kapalı bir kavrayıştır. Bu an­ layışa göre, sorunu esas muhataplanyla görüşmek yanlıştır. Bu, devletin ciddiyetiyle bağdaşmaz. Sorunu çözmek için öne çıkan örgütleri ve kişileri, devlet terörüyle yok etmek, ezmek gerekir. . . Bundan sonra devlet, gerekirse kendi istek­ Iert ve kendi politikası doğrultusunda bazı düzenlemeler ya­ pabilir. . . Temel kavrayış bu olunca, Kürtlerden, Kürt toplu­ mundaki toplumsal ve siyasal gelişmelerden söz eden prog­ ramların, yazılann, konuşmalann, karar tasanlarının vs. gözlerden uzak, dikkatlerden uzak tutulması gerekmektedir. Çünkü bunlar, Kürtlerderki siyasal bilincin gelişmesini artı­ rabilir. Bunlar da Türkleştirme önünde önemli bir engel olur. . . O halde, bunların önüne geçmek gerekir. Tüarkiye, bu gelişmeleıin, bu süreçlerin önüne, içte dev­ let terörü uygulayarak geçmeye çalışmaktadır. Demokrat ve devrimci insanlara, yazarlara, basın mensuplanna karşı yo­ ğun ve yaygın bir terör uygulanmaktadır. Devlet terörünün amacı, Kürt sorunundan söz edilmesinin önüne geçmek, Kürt sorunundan söz edilmesini engellemektir. Dışta ise, devlet terörü uygulanamadığı için, rüşveti yoğun bir şekilde kullanarak, sorunun dallarııp hudaklanmasım engellemeye çalışmaktadır. Türk egemenlik sistemi, resmi ideoloji, Türk 36


devlet görüşü, "Türk devlet ciddiyeti" , sorunun esas mu­ hataplarıyla görüşme yapılmasına engeldir. Zira bu, muha­ taplara "yüz vermek" demektir, fakat sorunu rüşvetlerle gizleme çabalan kabul görmektedir. Bütün bunlar, Türk dış politikasının çarpıtılması, bü­ züştürülmesi, dış politika hareketliliginin ve dış politika al­ ternatiflerinin daralması gibi bir sonuç ortaya çıkarmakta­ dır. Devletin uygulamak için her türlü fedakarlığı göze aldıgı bu politikalara rağmen, Kürt sorunu , Türk siyasal gündemi­ nin en başına oturmuştur. Kürt toplumunda , günden güne gelişen ve güçlenen, iç dinamiklerin, Türkiye'nin ve dünya­ nın demokratik kamuoyu ile bütünleşmesi, Türkiye'nin dev­ let terörüne ve devlet rüşvetine dayalı temel politikalannı de­ şifre etmiştir. İsrail Cumhurbaşkanı Herzog'un sözünün başka boyut­ lan da vardır. Bunlar üzerinde de durmak gerekir. İlerideki yazılarda, bu sözün içeriği ve farklı boyutlan üzerinde de duracagız.

37


HERZOG'DAN SORUYORuzı•ı

ARAPLAR'!

Chaim Herzog bir Türk gazeteci­ "Kürt sorunu konusunda ne düşünüyorsunuz?" so­ rusuna karşı "Siz bize içimizdeki Arapları sonnayın, biz de size, sizin içinizdeki Kürtleri sormayalım" diyor. Bir İsrail Cumhurbaşkanı

sinin,

Çekoslovakya gezisinde Çekler'e de aynı düşüncesini ifade ettigini vurguluyor Siz bize içimizdeki Araplar'ı sorma­ yın, biz de, size, sizin içinizdeki Slovaklar'ı sormaya­ lım." .

..

B u tekiifte içerik bakımından oldukça büyük yanlışlar var. Bir kere, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog'un, Çekler'den Slovaklar'ı sorması hiç gerekli degil. Çünkü Çekler, Ulusla­ rm Kendi Kaderlerirıi Tayin Hakkı konusundaki ilkeyi hiçbir

silahlı çatışmaya meydan vermeden hayata geçirmeye çalışı­ yorlar. Slovaklar bagımsız Slovak devletini oluşturmaya baş­ ladılar.

Slovaklar,

Çekler'den aynlıyorlar,

kendi bagımsız

devletlerini kuruyorlar. Ve bütün bunlar çok yakın bir za­ man içinde gerçekleşecek. Zaten, ayrılma ve bağımsız devlet kurma hakkı söz konusu olmadan, Ulusların Kendi Kaderle­ rini Tayin Hakkı'ndan söz edilemez. Bu sürecin barışçıl bir yolla gerçekleşiyor oluşu Türkiye, İsrail, Irak, İran gibi dev­ letler için önemli bir örnektir. Kaldı ki, İsrail Cumhurbaşka­ nı'nın Çekoslovakya'yı ziyaret ettiği dönemde bile, Slovak so­ runu

Çekler

bakımından

gayet

makul

karşılarran

bir

sorundu . İşgal altındaki Arap topraklanndaki sorun, yani Filistin­ li Araplar'ın sorunu da Kürt sorununa benzemiyor. Kürtle­ rirı ülkesi ve ulusu bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış.

Bu , Kürtlerin düşrnanlannı çogaltan, dostlannıysa azaltan,

(*) 38

Özgür Gündem, 7 Ağustos 1 992


hatta sıfıra indiren bir öge . . . Kürtlerin ülkesini bölen, parça­ layan ve paylaşan devletler, Kürt ulusal hareketinin gelişme­ sine karşı düşmanca tavır sergiliyorlar. Kürtlere dost olan devletler ise çok uzaklarda ve ancak insani yardımlada ilgi­ lenebiliyorlar. Ve bunları da çok zaman gizli yapmak zorun­ da kalıyorlar. Kürtlere yardım yaptıklarını uluslararası ka­ muoyu önünde açıklayamıyorlar. Bu bakımdan, ikili ilişki­ lerde veya uluslararası kurumların toplantılarında, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog'a Kürtlerden yana herhangi bir so­ ru sorulmuyor. Halbuki Arap ülkelerinin, İslam ülkelerinin ikili ilişkilerinde, bu devletlerin bazılannın İsrail ile ilişkile­ rinde , veya dünyanın öteki devletleriyle ilişkilerinde Filistin sorunu her zaman önemli bir gündem maddesi oluşturuyor. Bütün Arap ülkeleri, bütün İslam ülkeleri, Filistin sorununu şu veya bu düzeyde savunuyor, en azından, Arap kamuoyu veya İslam kamuoyu açısından savunmak zorunda kalıyor: Sorun,

Arap

devletleri veya

İslam

devletleri

aracılıgıyla,

Üçüncü Dünya Ülkeleri'ne, Birleşmiş Milletler'e, İslam Kon­ feransı gibi kurumlara taşınabiliyor. Kürt sonınuysa, Halep­ çe soykırımının yaşandıgı günlerde bile, İslam Konferansı Zirvesi'nin gündemine alınmamıştır. Bu konularda hep Kür­ distan'ı denetim altında tutan devletlerin politikalan egemen olmaktadır. Onlar da, Kürt sorununun bu tür kurumların gündemine ginn�sini istememektedirler. Filistiniiierin düş­ manı ise bir tanedir, Filistinliler, sadece, İsrail'e karşı müca­ dele ediyorlar ve bu mücadeleleri sırasında, Arap devletleri­ nin,

İslam

devletlerinin

maddi

ve

manevi

yardımlarını,

politik yardımlarını alıyorlar. . . Arap devletleri ve İslam dev­ letleri aracılıgıyla, dünyanın öteki devletlerine , sosyalist dev­ letlere veya Üçüncü Dünya Ülkeleri'ne ulaşabiliyorlar. Filis­ tiniller dost güçler arasında bir mücadele yürütüyorlar, Kürtler ise düşman güçler ar_asında . . . Son yıllarda, Kürt sorununun, bazı uluslararası kurum­ larda gündeme gelmesi, Kürt toplumunun, gittikçe gelişen ve güçlenen iç dinamikleriyle ilgilidir. Kürt kimliginin ve Kürdistan kimliginin inkar edilmesi, yine, Kürt sorununa Filistin sorunundan ayrı bir özellik ver­ mektedir. Ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinde Kürtlere

39


karşı kullamlan silahlar da Kürt sorununu Filistin sorunun­ dan ayıran bir özellik olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğ;in gayet kolay bir şekilde, fütursuz bir şekilde, sık sık, Kürtler, kimyasal silahlarla soykırıma ugratılabilmektedir. Mücade­ lede şehit düşmüş bir gerillanın cesedini alabilmek veya bir şehit gerillanın cesedini toprağ;a verebilmek için 8- 1 0 Kürt

daha şehit verilmektedir. .. Silahsız ve savunmasız kalabalık­ lar, çocuklar, kadınlar, yaşlılar üzerine yaylım ateşi açılmak­ tadır, bu kalabalıklar üzerine panzer sürülmektedir, insan­

lar ezilmektedir. İşgal altındaki Filistin topraklannda, .ancak plastik merrnilerin kullanıldığ;ı düşünülürse, iki sorun ara­ sındaki fark daha iyi ortaya çıkar. Bütün bunlara ragmen, işgal altındaki Arap topraklann­

da yaşayanlan, Filistinli Araplan. İsrail'den, İsrail Cumhur­ başkanı

Chaim

Herzog'dan soruyoruz. Filistinli Araplar'ın

kendi kaderlerini belirleme hakkını savunuyoruz. Bu, her şeyden önce, Yahudi halkın bir sorunudur. Tarih boyunca binbir türlü çile ve kahır görmüş Yahudi halkının . . . Yahudi h alkı, Yahudi toplumunun demokratik kurumlan, Filistin sorununa çözüm bulmada daha fazla gecikmemelidir.

40


ANAYASA MAHKEMESi BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN'E AÇIK MEKTUP("J

Sayın Başkan, Son zamanlarda, radyoda ve televizyonda, gazetelerde ve

dergilerde, sık sık yazılanrllZ ve demeçleriniz yer .aldı . Bu

arada,

Devinim

dergisinde yayınlanan

Blrli�l. Ülkenin Tümlüiü"

"Tek Devlet, musun

başlıklı yazınızı da okudum. (Sa­

yı ı . Kasun-Aralık 1 99 1 , s. 9- 1 0)

Devinim

dergisinde belirttiğiniz görüşlerinizi, daha önce

ve daha sonra, çeşitli gazetelerde ve dergilerde, radyo ve te­

levizyon programlannda yayınlanan demeçlerinizde vurgula­ dınız.

Devinim

zin altında

dergisinde yukarıda belirtilen yazıda. ismini­

"hukukçu"

ibaresi görülüyor. Gazetelerde, dergi­

lerde, radyo ve televizyonda yayınlanan demeçlerinizde ise

"Anayasa Mahkemesi Başkanı"

unvanı

kullanılıyor.

Bu

açık mektupta, düşüncelerinizle, tavır ve davranışlarınızla il­ gili bazı düşüncelerimi açıklamak istiyorum.

Görüşlerinize katılınıyorum Sayın Başkan. Görüşleriniz bilimsel değildir. Bu görüşler demokratik değil, despotik bir

düzenin ideolojisini ifade etmektedir.

KÜRT VE KÜRDİSTAN GE RÇE KLİGİ Belirttiğiniz ve vurguladığınız düşünceler Kürt gerçekli­ ğini ve Kürdistan gerçekliğini inkar ettiği için ve resmi ideo­ lojiyi aynen tekrarladığı için bilimsel değildir Sayın Başkan. Türklerle Kürtlerin toplamı yeni bir ulus meydana getirmez.

Hele hele Kürtlerle Türkleri toplamanın Türk ulusunu mey­

dana getirmesi mümkün değildir. Bu bakımdan,

(•)

"Türk Dev-

Yeni Ülke, Sayı 42, 2-8 Ağustos 1 992 41


letl ülkesiyle ve mllletlyle bölünmez bir bütündür"

ifade­

si sadece bir slogandır. Bu slogan toplumun somut gerçekle­ rini aksettirmiyor, bilakis, somut gerçekliğ;i bozmayı, çarpıt­ mayı, soysuzlaştırmayı amaçlıyor. Somut gerçeklik elbette Kürt gerçekliğ;idir, Kürdistan gerçekliğidir. Ve Kürtler Birinci Dünya Savaşı sürecinde ve savaştan sonra meydana gelen, Türk-Yunan ve Türk-Ermeni savaşlan sırasında bölünmüş, parçalanmış)ar ve p aylaşılmışlardır. Kürdistan, Kemalistle­ rin İngiliz empeıyalizmiyle ve Fransız emperyalizmiyle yap­ tıklan işbirliği sonucu, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşıl­ mıştır. Bu süreçte Arap ve Fars monarşilerinin işbirliğ;i de kuşkusuz vardır.

Buriun

için Türklerin Kürdistan'ı var,

Farslann Kürdistan'ı var, Araplarm Kürdistan'ı var, fakat Kürtlerin Kürdistan'ı yoktur. İşte Kürtler bu emperyalist ve sömürgeci böl-yönet politikalanndan dolayı, Ortadoğu'da 35 milyon civarındaki nüfuslaona rağmen kimliksiz ve devletsiz bırakılmıştır.

YARGlÇLARI E LE ŞTİRMEK, YARGIÇLARLA AYNI DÜŞÜN CE DE OLMAMAK NEDEN CE ZAi BİR SON UÇ ORTAYA ÇlKARTlYOR? . Sizin görüşlerinize katılınıyorum Sayın Başkan. Fakat burada çok önemli bir sorun var. Onu irdelemek durumun-. dayız. Sizler, yüksek yargıçlar, yargıçlar. "Türk Devleti ül­ kesiyle ve milletiyle bölünmez bir bütündür" diye yazılar yazıyorsunuz. Gazetelerde, dergilerde radyoda ve teleyizyon­ da bu konudaki düşüncelerinizi sık sık vurguluyorsunuz. Biz bu düşüncelere katılmıyoruz. Bu düşünceleri eleştiriyo­ ruz. Bu düşüncelerin somut gerçekliği aksettirmediğ;ini, bi­ limsel olmadıgını vurguluyoruz ve bu eleştirimizden dolayı devamlı olarak ceza tehdidiyle karşılaşıyoruz. Burada, sizi, adalet duygunuzu rahatsız eden bir durum yok mu Sayın Başkan? Düşünceleriniz, neden dokunulamaz, eleştirilemez, dogruluğundan kuşku duyulamaz oluyor? Düşünceleriniz eleştirilemiyorsa,

dokunulamazsa,

doğrulugundan

kuşku

duyulamıyorsa, demokrasi, insan haklan, çağdaşlık bu sü­ recin neresinde? Sizlerin düşüncelerine uymadığı, farklı dü­ şünceleri savunduklan için siyasal partileri kapatıyorsunuz. Halbuki o siyasal partilerin arkasında çok önemli halk des-

42


tekiert vardır. Bu süreçte , demokrasi var rnıd:ıı:? Demokrasi bu sürecirl neresinde durmaktadır.

·

Sizler, yüksek yargıçlar olarak, yargıç olarak, yazacaksı­ nız, yazarken son derece özgür olacaksınız, fakat sizlerin ya­ zılarını eleştirenler devamlı surette polisle , savcıyla, karakol­ la, mahkemeyle, cezaeviyle karşılaşacak, evinde, iş yerinde sık sık aramalar yapılacak, kitaplanna, dergilertne, yazılan­ na el konulacak. . . Adalet, eşitlik, özgürlük bu süre.cin nere­ sinde duruyor Sayın Başkan? Bu süreci yakından irdeledigi­ miz zaman, adalet adına çok büyük bir adaletsizligin ortaya çıktıgı hemen görülmektedir. Biz, biziert yargılayan savcılar­ la, yargıçlada aynı düşüncede olmadıgımız için yargılanıyo­ ruz ve cezalandınlıyoruz. Bu durumda, siz yüksek yargıçla­ rı, yargıçlan utançlıran bir durum yok mu? Bu süreç yüre­

ğ;lnizi burkutmuyor mu? Adalet adına, hukuk adına, düşün­ cenizde bir kuşku yaratınıyar mu? Siz herhangi bir gazetede bir yazı yayınlıyorsunuz veya radyo da, televizyonda bir demeciniz yayınlanıyor. . . Bir baş­ kası sizin yazınızı veya demecinizi eleştirtyor. sizin yanlışla­ rınızı belirtiyor, kendi dogrulannı, dogru bildiklerini vurgu­ lamaya çalışıyor. Sizlerin de yine basın aracılıgı ile kendi dogrularınızı belirlemeniz, sizleri eleştirenierin yanlışligını vurgulamınız gerekmez mi? Çagdaş tutum ve davranış bu degil mi? Fakat sizler öyle yapmıyorsunuz. Sizleri eleştiren­ leri yargılıyor, cezaevine göndermeye çalışıyorsunuz . . . Bu, adalet adına işlenen çok büyük bir haksızlıktır. Bunlar yüz kızartıcı durumdur, utançtır. Bu, aynı zamanda acizliktir. Kamuoyu önünde tartışmıyor, kendi haklılıgınızı vurgulamı­ yor, sizleri eleştirenleri, sizlerle aynı görüşte olmayanlan ce­ zalandırarak onlardan kurtulmaya, onların seslerini bagma­ ya çalışıyorsunuz.

Yasaklama ve cezalandırma sürecinin

sizin düşüncelerinizi haklı gösterdigine nasıl inanabiliyorsu­ nuz? Meydanın tamamen sizlere kalması, sizlere hak).ılık ve­ riyor mu? Burada, tutuklu veya hükümlü ile yargıcın A veya B kişisi olması önemli degildir. Önemli olan o konumda ol­ maktır. Kaldı ki, örnegin temyiz sürecinde , bu tür yargıçlar­ la aynı davada karşılaşmak, yargılayan ve yargılanan olmak da mümkündür. Bir yazının, bir düşüncenin kamuoyuna duyurulması,

43


açıklanması, onun, eleştiriye açılması demektir. Eleştirirıirı c ezai rnüeyyidelerle

karşılaşması,

o

düşüncenin

aslında ,

dogmatik bir düşünce oldugunu göstermektedir. Burada, el­

yargıçla r savcılar basın organlarında görüşlerini açıklamasınlar" gibi bir sonuç çıkanlamaz. Savcılar veya

bette ,

"

,

yargıçlar h erhangi bir basın yayın organında görüşlerini açıklıyorlarsa, görüşlerini eleşiiren düşüncelere de katlan­ mak durumundadırlar. Veya bu eleştirileri, yine kendi gö­ rüşleriyle karşılamak, düşüncelerindeki haklılık payını vur­ gulamak

d u rumundadırlar.

Bunların

yapılacağ;ı

yerde,

kendilerini eleştiren düşünceyi kovuşturma, yargılama ve cezalandırma yoluna giderlerse, bu, aslında bir acizligi gös­ terir. Hiç kimse, kendini eleşiiren düşünceyi, o düşüncenin sahibini cezalandırarak, o kimsenin cezaevine girmesini sag­

layarak kendisinin veya düşüncesinin haklılığ;ını iddi a ede­ mez, dogru oldugunu söyleyemez. Bir düşüncenin doğ;rulu­ gu veya haklılıgı ancak eleştiri sürecinin sağ;lıklı bir şekilde işlemesiyle ortaya çıkar. Herkes doğ;ru bildigi düşüncelerini

ortaya koyabilmelidir. Eleştirinin c eza tehdidi ile karşılaş­

ması, düşünce hayatının , demokrasinin önündeki en büyük engellerden biridir, bu engellerin başında yer almaktadır. Düşüncenin özgürce gelişmesini engelleyerek, eleştirilere ce­ zai yaptırımlar uygulayarak çağ;daş irisarılık ailesi içinde yer almak, Batı uygarlıgı içinde yer almak mümkün degildir. Zi­ ra Batı uygarlığ;ının, Batı medeniyeti denilen kategorinin te­ melinde düşüncenin özgürce gelişimi süreci vardır.

"KÜRTÇE'YE VE KÜRTÇE TV'YE KARŞIYIM" Son aylarda, Kürtçe'ye, Kürtçe TV'ye ilişkin açıklamalar da yapıyorsunuz Sayın Başkan. Kürtçe TV'ye karşı oldugu­ nuzu, anayasanın Kürtçe 'ye, Kürtçe TV'ye geçit vermediğ;ini

(Hürriyet, 26 Nisan 1 992) Sizden aldığ;ı il­ hamla olsa gerek, Yargıtay Başkanı İ smet Ocakçıoglu da

vurguluyorsunuz.

Kürtçe'ye, Kürtçe TV'ye karşı oldugunu vurguluyor.

yet, 27

44

Nisan 1 992)

(Hürri­


" İŞKENCELER Bizi İLGİLENDİRMİYOR. BU ŞİKAYETİNİZİ BAŞKA MAKAMLARA YAPlN" Kürtçe 'ye, Kürtçe TV'ye karşı olunduğunu açıklamak, Türkiye'nin bugünkü koşullannda politik bir açıklamadır. Ve yüksek yargıçların, yargıçların politik açıklamalar yap­ mak görevleri yoktur. Bu açıklamalar. yüksek yargıçların gö­ revleriyle ilgili açıklamalar değildir. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın, "GAP Televizyonu'nda Kürtçe yayın yapılabilir" şek­

lindeki önerisine karşı. hükümetle, siyasal parti liderleriyle, birtakım kişi ve kuruluşlarla birlikte tepki göstermek, yük­ sek yargıçların görevleriyle bağdaşan tutum ve davranışlar değildir. Fakat biz şunları da biliyoruz Sayın Başkan. Yakın­ lan, gözetim altında, tutukevinde veya cezaevinde olan aile­ ler, mahkum aileleri, yakınlan işkenceye uğramış, sakat kalmış aileler, siz yüksek yargıçlara başvuruyorlar, dertleri­ ne derman aramaya çalışıyorlar. Sizler onlarla konuşmuyor­ sunuz, onları kabul etmiyorsunuz. . . "Bu sorunlar bizleri ilgi­

lendirmiyor, işkence ile ilgili sorunlarınızı askerlere anlalın, polislere, savcıZara anlatm" diyorsunuz . . . Halbuki onlar dev­ let teröründen şikayet etmek için sizlere ulaşınaya çalışıyor­ lar. Devletin terör politikasını anlatmaya çalışıyorlar. Devlet terörünü sistematik bir şekilde uygulayan devletin, insan haklan ihlallerini dinlemek istemiyorsunuz, devlet terörü hakkında en ufak bir eleştiriniz yok. . . Devlet güçleri gayet rahat bir şekilde Kürt insanlarını öldürüyor, Kürt insanlan­ nı gündüz vakti, sokak ortasında kurşuna diziyor, köyleri yakıyor, insanlan sürgüne gönderiyor, silahsız savunmasız halk kitleleri üzerine ateş açıyor, onlarca insanı bir anda katlediyor. . . Ve sizler, yüksek yargıçlar olarak, bu devlet te­ rörü karşısında en ufak bir eleştiride bulunmuyorsunuz. Buna rağmen, Kürtçe'ye, Kürtçe TV'ye ilişkin, Kürt toplumu­ na küçücük bir hak tanıyan bir açıklamaya bile tepki göste­ riyorsunuz. Kürtlerin bu haktan yararlançı.mayacağını söylü­ yorsunuz. Kürtlerin Türkleştirilmesini, asimilasyonunu öne­ riyorsunuz. Göreviniz olan konularda susuyorsunuz, işken­ celeri, katliamlan görmezden geliyorsunuz, göreviniz olma­ yan alanlardaysa, politik açıklamalar yapıyorsunuz. Şu gazete haberi üzerinde soğukkanlı bir şekilde dur­

mak gerekiyor. "Şırnak, bir grup polis memuru, Emniyet Mü-

45


dürlüğünden çıkarak şehir merkezine yürüyüş yaptL 'Şırnak Kürtlere mezar olacak' şeklinde slogan atan polislerin . . . bazı işyerlerinin kapılarını kırdığı bildirildL "

(Hürriyet,

6 Mart

1 992) Olay Şırnak'ta geçiyor. Bu haberden iki hafta kadar son­ ra, 2 1 Mart 1 992 'de, Newroz Bayramı sırasında devletin gü­ venlik güçlerinin Şırnak'ta, Cizre'de, Nusaybin'de, İdil'de vs. silahsız ve savunmasız Kürt halk kitlelerine karşı nasıl katli­ am yaptıgını, çocuklan, kadınlan panzerlerle ezdigini yakın­ dan biliyoruz. Bu konularda uluslararası kurumların birçok raporu var. (Yeni Ülke, Sayı: 36-37, Haziran 1 992 , Helsinki Watch'ın "Kürtler Katledildi" başlıklı raporu) Böylesine bir devlet terörü karşısında susmak. görmez­ den gelmek, duymazdan gelmek ise onu onaylamak anlamı­ na gelmektedir, teşvik etmek anlamına gelmektedir. Sizin yaptıgınız da budur Sayın Başkan. Böylece adaletin gerekle­ rine göre degil, resmi ideolojinin gereklerine göre hareket ediyorsunuz.

"DEVLETiN ÜLKESi VE MİLLETİYLE BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜGÜ" NE DE MEK? "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlügü" sadece bir slogandır Sayın Başkan. Toplumun somut ger­ çeklerini yok etmeye, çarpıtmaya çalışan bir slogan. Olgulan yok saydıgı, görmezden geldigi, olgular yerine resmi ideoloji­ nin kabullerini koydugu için bilimsel degildir. Kürtler ve Kürdistan somut bir gerçekliktir. Bu tür somut gerçeklerin resmi ideoloj iyle yok edilmeleri mümkün degildir. Somut gerçekleri yok sayan,. yok etmeye çalışan mahkeme kararlan da adaletin gereklerinden degildir. Bu bakımdan biz bt,ı slo­ ganıara inanmıyoruz, bu düşünceyi, bu tavrı ve davranışı eleştiriyoruz Sayın Başkan. Halbuki siz resmi ideolojinin sloganıanna inanınayanlan, bu sloganı eleştirenleri "şeref­ slzllkle" suçluyorsunuz. . .

"Büyük Atatürk'ün kurtardığı vatanımızda kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni Ulusal And'la çizilip u luslararası hukukun kaynaklarından biri olan Lozan Antıaşması'yla pekişen sınırlar içerisindeki 'bölünmezliği' hepimizin yü-

46


rekten benimsediği, ödün verilmesi şerefsizlik getirecek bir ilkedir." Kürdistan'ı ve Kürt ulusunu emperyalist devletlerle bir­ likte bölüp-paylaşmak, Kürdistan'da, dünyada bir eşi daha bulunmayan sömürge yönetimi kurmak şeref midir Sayın Başkan? Böyle bir süreç Türk ulusuna

"şerer•

mi kazandı­

nyo:r? Ömegin böyle bir sömürgecilik sizi şereflendiriyor mu? Halbuki şeref gibi kavramlar söz konusu oldugu za­ man, yüksek yargıçlann, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve D anıştay üyelerinin, düşüncelerinin ve tutumlannın ince­ lenmesi çok daha önemli oluyor. . . Ömegin, 1 2 Eylül 1980 darbesiyle Türk anayasası tamamen askıya alındı. Siyasal partiler ve Türkiye Büyük Millet Meclisi kapatıldı. Fakat anayasadan kaynagını alan, anayasaya aykırı mevzuatı de­ netlemekle görevli olan Anayasa Mahkemesi varlıgını sür­ dürdü. Anayasa yok, askıya alınmış, fakat Anayasa Mahke­ mesi var.

Anayasa

Mahkemesi'nin yüksek yargıçları el­

pençe divan durmuş, darbeci generaliere bağ;lılıklannı bildi­ riyorlar. . . Anayasa ortadan kaldınlmış, insan hakları askıya alınmış, özgürlükler tam anlamıyla ayaklar altına alınmış, fakat Anayasa Mahkemesi varlıgını sürdürüyor. Darbe, hu­ kuka, yasalara uygundur diye fetva veriyor. Bu süreçte onur var mı Sayın Başkan? D arbeel generaller şunu �öylüyor: Milli Güvenlik Konseyi'nin kararlan esastır. Bu kararlarm anayasaya aykırılıgı ileri sürülemez. Milli Güvenlik Konse­ yi'nin kararlan anayasayı degiştirmiş sayılır. . . Böyle bir or­ tamda Anayasa Mahkemesi'ne gerek var mı? Ya anayasayı tamamen ortadan kaldıran askeri cunta şeflerine yazdıgıruz mektuplar. . . Bagımsız oldugu söylenen yargı organlannın üyelerinin, bir yüksek yargıcın askeri cunta şefine yazdıgı mektuplar. . . Mektup yazdıgından dolayı şefin zamanını aldıgını vurgulayan, binbir türlü özür dileyen mektuplar.

vi,

. .

"Hukukun Üstünlii4üne Saygı" (Bilgi Yayıne­

Ankara 1990) kitabınızda bu mektuplar da yer alıyor. . .

Bunların neresinde onur vardır? Milli Güvenlik Konseyi'nin kararlan hakkında, kati surette anayasaya aykırılık ileri sü­ rülemeyeceginin vurgulandıgı bir yerde, anayasanın tama­ men ortadan kaldırıldıgı bir yerde , Anayasa Mahkemesi de olmamalıdır demek, darbeyi protesto etmek yok mudur?

47


HUKUKA KARŞI HİLE işbaşındaki koalisyon hükümeti, 1 4 1 , 1 42 ve 1 63. mad­ delerin yürürlükten kaldınldığ;ıru, düşüncenin özgür oldugu­ nu . artık. herkesin istediğ;i gibi düşünebilecegini söylüyor, bunun propagandasını yapıyor. Halbuki. 142. maddeyi yü­ rürlükten kaldrran 37 1 3 sayılı Terörle Mücadele Yasası 142. maddede suç olarak belirtilen fiilieli başka bir maddesinde

(8/ 1} daha da ağ;ırlaştırarak yeniden düzenliyor. B elirli bir fülin yasanın bir maddesiyle suç olmaktan çıkarıldığ;ını, baş­ ka bir maddesiyle daha da agırlaştınlarak yeniden düzen­ lendiğ)ni görüyoruz. Bu arada. hükümet, hükümet yandaşı kişi ve kuruluşlar,

"demokrasiye geçtik, insanlar artık her türlü düşünceyi açıklayabilecekler" diye propaganda

yapıyorlar. Burada, hukuka karşı, kanuna karşı bir hile yok mu Sayın Başkan. Halbuki sözü edilen Terörle Mücadele Ya­ sası Anayasa M ahkemesi'nde görüşüldü. Anayasa Mahke­ mesi yasayı uzun uzun inceledi. Fakat 8 / 1 . maddeyi

iptal

etmedi. Burada belirtilmeye çalışılan kanuna karşı hileyi, hukuka karşı hileyi meşru gördü. Böyle bir hukuk sistemine güven duyulabilir mi? Siz,

"Hukukun Üstünlüğüne Saygı"

kavramlarını kullanarak yazılar yazıyorsunuz. kitaplar ya­ yınlıyorsunuz. Bütün bu süreçte hukukun üstünlüğ;ü nere­ de duruyor. acaba? Hukuk, adalet, darbeci generallerin ira­ desinden daha üstün değ;il mi? Belirli bir füli, yasanın bir maddesiyle suç olmaktan çı­ karmak. fakat başka bir maddesiyle yeniden düzenlemek politik bir davranıştır. Siyasal iktidarın, hükümetin, iç poli­ tikada ve özellikle dış politikada kullandıgı bir propaganda aracıdır. "Bizde de düşünce özgürlüğü var. Biz de demok­ rasiye geçtik, 14 1, 142. ve 163. maddeler yürürlükten kaldınldı .. " gibi propaganda yapılıyor. Hukuk kurumlan, .

neden, hükümetin bu propagandasına, bu gösterisine alet oluyor? Bu oyunu deşifre etmek gerekmez mi? Fakat, geli­ şen toplumsal ve siyasal muhalefet, Kürt ulusal hareketi, bu iki yüzlü süreci hızla deşifre ediyor. Çifte standartlı yakla­ şımlarm uzun süre varlıgını sürdürmesi olası degildir.

48


TÜRKLERE VE KÜRTLERE FARKLI UYGULAMA Anayasa Mahkemesi'nin 125.

maddeye

ilişkin karan

tam bir bölücülük ömegidir. Bu, Türklere başka, Kürtlere

başka

mevzuat

anlamına gelmektedir.

Yasalar.

Türklere

başka türlü, Kürtlere başka türlü uygulamnaktadır. Böyle

bir uygulama hukukun üstünlügü anlayışını zedelemiyor mu? Bize, düşüncelerimizden ve yazılanmızdan dolayı

lücü"

deniyor.

propagandası"

Yazılanmızda.

kitaplanmızda,

"bö­ "bölücülük

yaptığınuz ileri sürülüyor. Halbuki biz özgür­

lükçüyüz Sayın Başkan. bölünen, parçalanan ve paylaşılan. bütün ulusal ve· demokratik haklan gasp edilen, binbir türlü

ırkçı ve sömürgeci baskılar altında olan, böyle bir yaşama mahkum edilen Kürt ulusunun özgürlügünü savunuyoruz. Sizse 1 2 5. maddeye ilişkin karannızla tam bir bölücüsünüz.

Kürdistan ve Kürt ulusu konulannda esas bölücü olan Ke­

malistlerdir. Kemalistler ingiliz ve Fransız emperyalistleriyle işbirligi ve

güçbirligi yaparak Kürdistan'ın bölünmesine ,

parçalanmasına ve paylaşılmasına katılmışlar, önemli bir pay almışlardır.

ADALETi KİM TEMSİL EDİYOR? Biz düşünceleriniizden, kitaplarınıızdan ve yazılanmız­ dan dolayı yargılanıyoruz. Acaba bu yargılama sürecinde

adaleti temsil eden kimdir? Bizleri yargılayanlar. şimdiye ka­

dar Kürtlerin olmadıgım, Kürtçe diye bir dilin olmadıgım,

Kürtlerin aslımn Türk oldugunu vurguluyorlardı. iddiana­

meler bu yönde yazılıyor, mahkemeler bu doğrultuda karar

veriyordu. Yargıtay ve Askeri Yargıtay da bu kararlan onaylı­ yordu. Halbuki, Kürtler ve Kürdistan somut bir gerçekliktir.

Ve biz, somut gerçekleri konuşuyoruz, somut gerçekleri ya­

zıyoruz. Öyleyse·, bizim davalanmızda, adaleti temsil eden­ ler, resmi ideoloji doğrultusunda yalan söyleyenler degil,

gerçekleri konuşanlar, doğru söyleyenlerdir. Zira yalan ve adalet kavramıart birbirleriyle bağdaşmaz. Şöyle söylüyorsunuz:

"Tü rl<iye'de kimi dış örnekler gibi, bölünmeyi gerekti­ ren, sınır, toprak, nüfus, din ayrıl ıkları , bölge özgürlüğü yoktur. Kimsenin devleti yıkı lmamış, toprağı elinden alın-

49


mamış, bayrağı indirilmemiştir. Bin yıldır oturulan bu ülke­ de, kimse asimile ed ilmemiş, horlanmamı ş, d ışlanmamış­ tır." (Hürriyet, 26 Nisan 1 992, Özden'den Batı'ya Kürt Uyarısı başlıklı haber) Bu kadar yalanı nasıl söyleyebiliyorsunuz Sayın Baş­ kan? Ve bunları Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak söylü­ yorsunuz, adaleti temsil eden bir kururnun başı olarak söy­ lüyorsunuz. Acaba. bu kadar yalan, bu kadar gerçek dışı beyan bir hukuk kurumu tarafından. bir yüksek yargıç tara­ fından, Anayasa Mahkernesi'nin, Yargıtay'ın başkanı tarafın­ dan söylendigi zaman inandıncı mı oluyor, dogru mu kabul ediliyor? Anayasa Mahkemesi'nin başkanına göre, hiç kimse asi­ mile edilmemiş . . . Türkiye Cumhuriyeti'nin 70 yıllık Kürt po­ litikasının Kürtleri asimile etmek esasına dayandıgını her­ kes biliyor. Devlet, üniversitelere , siyasal partilere, basma vs. gönderdigi direktillerle bunu açık bir şekilde belirtiyor, fakat Anayasa Mahkemesi'nin başkanı bunu inkar ediyor. Asimilasyon temel bir devlet politikasıyken Anayasa Mahke­ mesi'nin başkanı bunu nasıl inkar ediyor? Yüksek yargıçlar­ la, derin, uzlaşmaz bir görüş ayrılıgı içinde oldugumuz açık­ tır. Böyle bir görüş ayrılıgı açık ve kesin bir şekilde ortada dururken, taraflardan birinin sanık, birinin yargıç oldugu mevkide yapılan bir yargılama ne gibi bir sonuç ortaya çıka­ rabilir? Hukuk adına, adalet adına vurgulamak istedigirniz şey budur. Kimsenin horlanmadıgı, dışlanmadığı da vurgulanıyor. Kürt olan bütün kurumlann, kişilerin aşağılandığı, horlan­ dığılll bilmeyen var mı? Bu kişiler, kururnlar dışlanmıyor mu? Kürtlerin kamu hizmetlerinden yararlanmalan. kamu­ da görev almaları, devlet bürokrasisinde yükselmeleri, Kürt olduklannı inkar koşuluna bağlanmıyor mu?

6 Kasım 1 99 1 gününü hatırlayalım. Türkiye Büyük Mil­ let Meclisi'nin açılışı. Kürtlerin milli renklerini taşıdığı gerek­ çesiyle Kürt rnilletvekillerine yapılan saldırılan herkes gör­ dü. Böylesine sayısız örnekler vardır. Bu örnekler ortada dururken, herkesin eşit oldugu nasıl ifade edilebilir? Binler­ ce, onbinlerce Kürt tarafından milletvekili seçilen insanlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde duygulannı bile, özlemleri-

SO


ni bile açıklayamıyorlar. Bu koşullar ortadayken, Kürtlerle Türklerin eşit oldugu nasıl söylenebilir?

Kürt Milletvekilielinden Leyla Zana, bir Türk gazeteci­ siyle yaptıgı konuşmada, kendisini hiçbir zaman Türk his·­ setmedigini, her zaman Kürt hissettigini, Kürt olarak yaşa­ dıgını söyledi. Kürt Milletvekilinin bu sözü üzerine , Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Büsarnettin Cindoruk., "Ken­ disini Türk hissetmiyorsa, Türkiye Büyük MiUet Meclis(nde ne iŞi var?" diye sordu. Yine aynı milletvekilinin bu sözü

üzerine. Ankara D evlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı

Nusret Demlral. ne işi var?" dedi,

"Kendisini Türk hissetmiyorsa Türkiye'de

Leyla Zana nın suç işledigini vurguladı. Ve '

idam istemiyile Kürt Milletvekili hakkında soruşturma açtı. Demek ki Türkiye'de oturahilrnek için herkesin kendisini Türk hissetmesi gerekiyor. Kendilerini Türk hissetmeyenler ancak suçlu olabilirler. Kendilerini Türk hissetmeyenierin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yerleri yoktur. Durum bu kadar açıkken ve yetkililer tarafından açık bir şekilde ortaya konuyorken, Kürtlerin Türklerle eşit oldugundan nasıl söz edilebilir? Kuşkusuz böyle bir eşitlik yoktur. Kagıt üzerinde görülen eşitligin somut planda yaşamadıgı herkes tarafın­ dan görülmektedir.

"Bin yıldır birlikte yaşanan ülke"den söz ediliyor. Kürtlerin ülkesinin, yani Kürdistan'ın, 1 920li yıllarda, İngiliz ve Fransız emperyalizmiyle işbirligi ve güçbirilgi yapılarak bölüşülüp parçalandıgını ve paylaşıldıgını, artık bütün Kürt­ ler biliyor. Bu tarihsel gerçek karşısında, "Bin yıldır birlik­ te yaşıyoruz, vatanımız ortaktır, kaderimiz ortaktır" söz­ leri inandıncı olur mu? O zaman "Ortak vatan" neden bölünüp parçalanıp paylaşılmış? Neden emperyalist devlet­ lerle işbirligi ve güçbirligi içinde olunmuş? Bu , hangi "ortak kader in geregidir acaba? "

'YALANLAR, YÜKSEK YARGlÇLAR TARAFINDAN SÖYLENDİGİNDE GERÇEGE Mİ DÖNÜŞÜYOR? Bu yalanlar, benzer yalanlar artık hiç inandıncı olmuyor Sayın Başkan. Bu yalanların yüksek yargıçlar tarafından söylenmesi, yüksek malıkernelerin başkanlan tarafından 51


vurgulanması, onlan, gerçek, doğru yapmıyor, sadece, bu kişilerin ve kururulann inarulırlıklannı ve güvenilirliklerini aşındınyor.

" . . . Kendi yurttaşların ı, çocuk, genç-yaşl ı , kad ın-erkek, sivil-asker gözetmeden öldürenleri durdurmak ve yakala­ yıp yargıya teslim etmek için hukuksal önlem ve yöntem­ leri saldırı gibi göstereniere inan ılmamalıdır. Türkiye, de­ mokratik düzeni benimsemiş, özgürlükler ülkesidir. Bir haksızlık varsa, hak arama yollarını izlemeden, sald ırı ve savaşla devleti yıkmak, yapay azınlık savıyla ulusu böl­ mek bağ ışlanamaz ." Bu söyle diklerinizin hiçbiri fiilen yaşanan durumlarla, somut gerçeklerle bağdaşmıyor Sayın Başkan. Kürt sorunu­ nun çözümü konusunda tamamen şiddete dayalı yollar dü­ şünen, düşündüklerini yaşama geçiren devletin kendisidir. Sözünü ettiğiniz adam öldürmelerin çok büyük bir kısmı devletin güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilmektedir. D evletin bu güvenlik güçleri arasında Özel Timleri, Korucu­ lan, Hizbi Kontrayı sayabiliriz. Fakat, devlet, devletin deneti­ mindeki, radyo, televizyon ve gazeteler, bu cinayetleri hemen PKK'ye yüklemektedir. 2 ı Nisan ı 992 tarihli gazeteler bu­ nun yakın bir örneğidir. Gazeteler, Midyad'da 8 kişinin PKK tarafından kurşuna dizildiğ;ini yazmaktadır. Radyo ve tele­ vizyon da haberi kamuoyuna bu şekilde duyurmuştur. O günlerde yayınlanan

Yeni Ülke

gazetesiyse, Midyad'da 8 ki­

şinin Korucular tarafından kurşuna dizildiği kuşkusunu ifa­ de etmiştir.

(Yeni Ülke.

Sayı 29, 3 Mayıs ı 992)

7 Temmuz ı 992 tarihli gazeteler, Yeni Ülke'nin belirttiği kuşkunun kesinleştiğini ortaya koyan haberler vermişlerdir. Midyad'da cereyan eden adam öldürmelerin Korucular tara­ fından gerçekleştirildiği ortaya çıkmıştır. ı 9 Temmuz ı 992 tarihli

2000'e Dof)ru

dergisi, bu konuyla ilgili emri verinin

Bnb. Aytekin Özen olduğunu haber vermektedir. Bnb. Ayte­ kin Özen'in, Kontrgerillanın Olağanüstü Hal Bölgesi'ndeki en önemli yetkililerinden biri olduğu belirtilmektedir. Koru­ culann, Türk Devleti'nin güvenlik birimlerinden biri olduğu düşünülürse ve adam öldürme emrini askeri yetkililerden aldığı bilinirse, Kürt halkına yönelik cinayetierin kimler ta­ rafından organize edildiği ve gerçekleştirildiği açıklık kazan-

52


maktadır. Bütün bunlara ragmen "PKK

cinayet işledi"

diye

günlerce propaganda yapan kişi ve kuruluşlar, cinayetin devletin güvenlik güçleri tarafından işlendigi ortaya çıktıgı zaman görmezden, duymazdan geliyorlar, sus pus oluyorlar. Yüksek yargıçlann, yüksek yargı organlannın başkanlarının düşüncelerinin ve duygulannın herhangi bir gazeteciden, herhangi bir politikacıdan hiç farklı olmaması Türk adaleti adına ibret verici bir durumdur. Midyad'daki cinayetierin açıklıga kavuşmasında Midyad Cumhuriyet Savcısı Recep Kibar'ın rolü büyük olmuştur. Savcı, Korucu cinayetlerini aydınlatma konusunda önemli bir çaba harcamıştır. 22-29 Temmuz 1 992 tarihli ve 55 sayı­ lı

Aktüel

dergisinde ,

Ali Ça!atay ve Zihnl Erdem'in hazırla­

dıklan haberde bu konuda etraflı bilgiler vardır.

Devlet Kürt sorununu şiddete dayanarak çözmek iste­ mektedir. Şiddet, inkara dayalı devlet politikasının temel bir aracıdır. Bu politikada sorunun muhataplarıyla, yani Kürt­ lerle görüşmeye yer yoktur. Bu bakımdan, Kürtlerin barışçıl denen araçlan kullanarak duygularını ve düşüncelelini an­ latmalan mümkün degildir. Barışçıl denen bütün yollar dev­ let tarafından tıkanmıştır. Kürtlere haklarını alabilmek için silaha başvurmaktan başka bir yol bırakılmamıştır. Bu ba­ kımdan kanun yollannın denenmesi, hak arama yollarına başvurulması fiiliyatta işleyen mekanizmalar degildir.

'Türkiye demokratik düzeni benimsemiş özgürlükler ülke­ s idir" biçimindeki düşünceleliniz ise tam bir yalandır. Türk Devleti, Kürdistan'ı cinayet işleyerek yönetmektedir. Kürt in­ sanları, aydınlar, gazeteciler hergün ikişer üçer öldürülmek­ tedir. Hamile kadınların cinsel organlarına cop sokulmakta . çocuklar öldürülmektedir. ·Kürdistan'da, dünyada rastlana­ bilecek sömürge yönetimlerinin en çirkinini görmek müm­ k,ündür. Türk basını. Türk üniversitesi, Türk yargı organla­ rı, Türk siyasal partilert Kürdistan'daki sömürge yönetimi­

nin vazgeçilmez halkası olmuşlardır. Bu süreçte demokrasi­ nin izi bile yoktur Sayın Başkan . . . Hem, Kürdistan'da insan haklannın askıya alındıgı, Avrupa Konseyi'ne Türk Devleti tarafından bildirilmiştir.

1 990 yazında Avrupa Konseyi'ne,

Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi'nin 1 5 . maddesinin askıya alındıj,tının bildirilmesini başka türlü degerlendirmek müm-

53


kün müdür? Durum bu kadar açıkken hangi demokratik

düzenden, hangi özgürlüklerden söz edilmektedir? Yüksek

yargıçlann, yüksek yargı organlannın başkanlannın devletin yalanlannda araç olarak kullanılması adalete ve yargı or­

ganlanna duyulan güveni sarsıcı olgulann başında yer al­

maktadır.

UYapay azınlık", "yapay azınlık yarahna" gibi düşünce­

ler, sizin düşünceleriniz Sayın Başkan. . . Bir kere Kürtler azınlık değildir. Nüfusu 20 milyonu aşan azınlık olur mu

hiç? Kimsenin, olmayan bir milleti yaratmaya çalıştığı falan

yok. . . Her şey Kürdistan'ın ve Kürt ulusunun dinamikleriyle

gelişiyor.

Bölünmüş ,

parçalanmış ve paylaşılmış Kürdis­

tan'da iç dinamikler artık günden güne gelişiyor, güçleniyor.

Kürtler, artık, gasp edilmiş ulusal ve demokratik haklanni istiyorlar. bunun mücadelesini veıiyorlar. Bu konuda sizin düşünceleriniz hiç doğru değildir Sayın Başkan. İşte, esas sorun da buradan kaynaklanıyor. Bunu ne kadar vurgula­

sak azdır. . . Ve bu , bilimin, düşüncenin yöntemiyle ilgili bir sorundur. Siz düşüncelerinizi rahatça söylüyorsunuz, yazı­

yorsunuz. .. Düşünceleriniz resmi ideoloj inin propagandası olduğu için devlet sizi ödüllendiıiyor. Biz sizin, sizlelin dü­

şüncelerinizi kabul etmiyoruz, bunlan eleştiriyoruz, fakat

bu eleştılimizden dolayı hep cezai yaptırımlada karşılaşıyo­

ruz.

Kitaplanmız,

gazetelerimiz,

dergileıimiz

toplatılıyor,

hakkımızda davalar açılıyor. Sizler gibi düşünmediğimiz için h akkımızda davalar açılıyor ve cezalandınlıyoruz. Bu sürece sizler de katılıyorsunuz. Sürecin içinde şu veya bu düzeyde

sizler de rol alıyorsunuz . . . Adalet bunun neresinde, özgürlük

bunun neresinde ,

"hukukun üstünl�üne saygı"

bu anla­

yışın neresinde? Neden sizler gibi düşünmediğimiz için ceza­ landınlworuz? Bu , demokrasi ve eşitlik anlayışına aykın de­

ğil mi?

IRKÇILIK YAPAN KİM? "Bağnaz, dar milliyetçiliklerle ırkçılık akı mları karanlık ve kargaşa getirir, i nsanı ve insanlığı amaçlayan birlikte yaşama ilkesiyle uluslaşmanın gerisindedir. Ayrımları, bö­ lünüp parçalanmayı karşılayan uygarlık o lguları ve hukuk gerekçeleri ulus birliği ve ülke bütünlüğüdür. 'Ne Mutlu 54


Türküm' demenin benzersiz gururu hepimizin birleştiği doruktur." Bu sözler de size aittir Sayın Başkan. Kürtlerden, Kür­ distan'dan söz edenleri, gasp edilmiş ulusal ve demokratik haklan için mücadele edenleri

"dar milllyetçlllk''le, "ırkçı­

lık'' yapmakla suçluyorsunuz.

Burada çok korkunç, ürperti­

ci, dehşet verici bir algılama yanlışlıgı var. Bu yanlış resmi ideolojiyi hiç sorgulamadan oldugu gibi kabul etmekten, res­ mi ideolojinin dogrulugundan hiç kuşku duymamaktan ileri geliyor.

"Irkçı

..

olan kim,

"dar milllyetçi"'

olan kim? 70 yılı

aşkın bir zamandır Kürtlerin, Kürdistan'ın ve Kürtçenin var­ Iıgı inkar edildi. Kürt dili ve Kürt kültürü yok edilmeye ve Kürtler Türkleştlrilmeye çalışıldı. Bu amaca ulaşmak için hem politik programlar ve hem de askeri programlar uygu­ landı. İşte ırkçılık budur, dar milliyetçilik, bağ;naz milliyetçi­ lik budur. Siz hala

"Ne Mutlu Türküm''

diyorsunuz. Her­

hangi bir Türk bunlan söyleyebilir, Türklerin bunu söyleme haklan vardır, olmalıdır. Bir Kürt neden, Türklerin bu sloga­ nını aynen bagırmak zorunda kalıyor? Böyle bir yalanı tek­ rarlamak Kürtlere mutluluk verir mi? ırkçılık, Türklerin bu sloganı ifade etmelerinden kaynaklarunıyor,

ırkçılık Kürt

ulusal özelliklerinin baskı altında tutulup bu sloganın, yani

"Ne Mutlu Türküm"

sloganının Kürtlere dayatılmasından

kaynaklanıyor. Dünyada ırkçılıgın en çirkinini yapan bir yö­ netim, bir zihniyet, bu çirkinligini gizlemek için hep başkala­ nnı, özellikle de Kürtleri ırkçılık yapmakla suçlamaya gayret etmektedir. Halbuki bu, çoktan deşifre olmuştur. Artık bu yöntemin, bu zihniyetin çirkinligi gizlenememektedir. Halbu­ ki, "Ne Mutlu Kürdüm Dlyene''. "Bir Kürt Dünyaya Be­ deldir", "Kürt Ölün Çalış Güven" gibi sloganlar bagıran Kürtler yoktur. Kürtler, gasp edilmiş ulusal ve demokratik haklannı istiyorlar, bunun mücadelesini veriyorlar. . . Bu, son derece meşru bir istektir. Bu istekler dogrultusunda yü­ rütülen mücadeleler son derece meşrudur. M eşru olmayan, bir dilin, bir kültürün yok sayılmasıdır. Bu dili, bu kültürü asiınile etmek için her türlü yolun denenniesidir. Bu asimi­ lasyonun yasal dayanaklannın olması hiçbir zaman bunla­ nn meşru olduklan anlamına gelmez. İnsanlann, Kürtlere ve Kürdistan'a ilişkin düşüncelerinden dolayı soruşturmaya

55


uğ;rarnası, hapse konulması, kitaplann toplahlması vs. hep devlet terörünü , devletin şiddete dayalı politikasını gösteren süreçlerdir. Düşüneeye karşı şiddet uygulayan bir yöneti­ rnin muhalefet h areketleriyle diyalog kurrnayacagı, bu hare­ ketleri silah zoruyla, şiddetle yok etmeye çalışacağ;ı açıktır. Bu tür yönetimler neden muhalefet hareketleriyle diya­ loga giremezler? Çok açık. Çü nkü ortada çok büyük bir hak gaspı vardır. D iyalog, bu hak gaspının ortaya çıkması de­ mektir. Bu hak gaspını sürdürmeyi temel politika yapanla­ rın böyle bir diyaloga yanaşrnayacaklan açıktır. Bu da an­ cak şiddete dayalı bir politikayla, devlet terörüyle olur. Hak gaspını sürdüren politikalann ve uygularnalann hiçbir meş­ ruiyeti olamaz. Öyleyse muhalefet hareketine tek bir yol kal­ maktadır: Gasp edilen ulusal ve demokratik haklannı alabil­ mek, devlet terörünü geriletebilrnek için şiddet uygulamak. Bu şiddet, elbette meşru bir şiddettir. Çünkü, devlet terörü­ nü geriletmek için başka hiçbir yol kalmamıştır. Devletin te­ röre dayalı, devlet terörüne dayalı politikası bütün yollan tı­ kamıştır.

"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk ulusu ayrunsız, tek­ tir. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı kazanan bu güç bugünün kay­ nağı, yannın dayanağı ve sonsuzluğun g üvencesidir. " Bu cümleler de sizin Sayın Başkan.

"Cumhuriyeti kuran Türk

ul us u ndan söz ediyorsunuz. Kürtler nerede duruyor? Hem "

Kürt ulusunun varlığ;ını inkar edeceksiniz, hem de dernokra­ siden, eşitlikten, özgürlükten, hukukun üstünlügüne saygı­ dan söz edeceksiniZ. . . Bu yalanlara artık kimse inanmıyor. Bu yalanlann yüksek yargıçlar tarafından aynen tekrarlan­ ması onlan gerçek, dogru yapmıyor, sadece, yargıçların gü­ venilirliklerini aşındınyor. Bu tür eleştiriler hakkında açılan ve sürdürülen davalar da öyle . . .

"KANDIRILMIŞ ESKİ TERöRisr· Sizin düşüncelerinize hiç katılrnıyoruz Sayın Başkan.

Nelson Mandela

ile

ilgili

düşünceleriniz

insanlık

adına

utanç vericidir. Atatürkçü Düşünce Demegi tarafından

lın Atatürkçüsü"

nuşmada, Afrika Ulusal Kongresi Lideri

"Mandela, kandırılmış eski terörist"

56

"Yı­

seçildiniz. O toplantıda yaptıgınız bir ko­

Nelson Mandela'yı

diye tanımladınız. "Hele


bagımsızlık meşalesi Atatürk'ün adını taşıyan ödüle hiç layık olmayan, kandınlmış bir eski teröristin tepkisi ibret vericidir.

(Cumhuriyet. 20 Mayıs 1 992) Bu düşünceler bir tepkiyi, aşağ;ılık duygusunu yansıt­

Nel­ son Mandela ya ödül teklif eden "Atatürk Kültür Dil ve Ta­ rih Yüksek Kurulu"dur. Bu kurulda, Başbakan, Genel­

maktadır Sayın Başkan. Afrtka Ulusal Kongresi Lidert '

kurmay Başkanı, generaller. profesörler, yüksek rütbeli bü­ rokratlar vardır. Bunlar, 1 992 yılı Atatürk Banş Ödülü'nü

Nelson Mandela'ya vermeyi Nelson Mandela Türkiye Devleti'nin Kürt­

Afıika Ulusal Kongresi Lideri kararlaştınyorlar.

lere karşı uyguladıgı ırkçı ve sömürgeci politikalardan dolayı bu ödülü reddettigini açıkladı. Bu konu üzerinde. çok ciddi ve sogukkanlı bir şekilde durmak gerekiyor Sayın Başkan . . . Bu , bir kere, Kemalistle­ rin yalana dayalı övünmelerinin iflas ettiğ;ini göstermekte­ dir. . . "Ezilen bütün uluslara biz önder olduk, Şcirkm köle ve

sömürge uluslarma, ulusal kurtuluşlan yolunda biz ilham ver­ dik, ulusal kurtuluş meşalesini biz yaktık. . .

Kemalistler. yıl­

lardan beri bu propagandayı sürdürüyorlardı . . . Bir elleriyle Kürtleri bogazlıyorlar. öteki elleriyle ezilen uluslann kurtu­ luş bayragını yükseltıneye çalışıyorlardı. Kürdistan'da sür­ dürülen ırkçı ve sömürgeci uygulamalara rağ;men bu propa­ gandaya devam ediliyordu . Kürt hareketi hiçbir ahlaki nite­ lik taşımayan bu propagandayı deşifre etti. Bu propagandayı büyütmeye, çogaltmaya çalışan kişi ve kurumların çirkin yüzlerini ortaya koydu. çifte standartlı düşüncelerin ve ta­ vırlann niteliğ;ini açıga çıkardı. Fakat Afrika Ulusal Kongresi Lideri

Nelson Mandela'nın

Atatürk Banş Ödülü'nü reddet­

ınesi ve bu reddin temel gerekçesinin de Kürtlere uygulanan ırkçı ve sömürgeci baskılar olması. bu çirkin propaganda­ nın, ahlaki ölçülerden uzak propagandanın, dünya ölçeğ;inde de iflas ettigini göstermektedir. Afrika Ulusal Kongresi Lideri

Nelson Mandela

·

için "Kan­

dınlmış eski bir terörist" diyorsunuz. Biz bunun tam tersini

"Kandınlmış" sözü gerçeğ;i hiç yansıtmıyor. . . Bir kere. Başbakan Süleyman Demirel, İsviç­ re'de yapılan bir Davos toplantısında Nelson Mandela'ya ödül teklif ediyor. . . Ödülü kabul etmesiyle Nelson Mandedüşünüyoruz Sayın Başkan.

57


la'nın saglayacağı maddi ve manevi olanaklan sıralıyor. İkin­ ci olarak, " Ödülün kabulü konusundaki açıklamasının ge­ cikmesi " nden dolayı Türkiye'nin Güney Afrika Büyükelçisi devreye giriyor. Nelson Mandela'nın kazanacagı maddi ve manevi ödülleıi o da sıralıyor. Büyükelçi'nin bu giıişimi de yetmemiş olacak ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Afrika Ulu­ sal Kongresi Lideıi Nelson Mandela'nın Atatürk Banş Ödü­ lü'nü kabul �tmesi için başka diplomatlannı, basın mensup­ lannı, yazarlannı, profesörlerini, din adamlannı, işadamlan­ nı . . . araya koyuyor. Bütün bunlara rağmen Nelson Mandela ödülü kabul etmiyor. Demek ki, Türkiye Cumhuriyeti Devle­ ti'nin bütün maddi ve manevi olanaklarını ortaya sermesine rağmen Nelsoiı Mandela'yı kandırmak hiç kolay olmuyor . . . Türkiye Curnhuıiyeti D evleti'nin buradaki tutum ve davranı­ şı çok açık. . . Afrika Ulusal Kongresi Lideri Nelson Mande­ la 'ya bir ödül veriyor, Türkiye'nin en büyük ödülünü, Ata­ türk Barış Ödülü'nü veıiyor. Bunun içinde para ödülü de var. Nelson Mandela'run bu ödülü kabul etmesi için aynca rüşvetler veıiliyor. Bütün bunlara rağmen Nelson Mandela ödülü kabul etmiyor, Nelson Mandela'yı kandırmak hiç de kolay olmuyor. Böylece, Afrika Ulusal Kongresi Lideri Nel­ son Mandela , Kürdistan'da, dünyada görülebilecek en ırkçı, en sömürgeci bir politika izleyen Türkiye Cumhuriyeti Devle­ tini'nin "Biz demokratik bir devletiz" , "Biz dünyanın bü­ tün mazlum uluslanna önder olduk" nutuklan atmasına meydan vermiyor. Kürtler ne vermiş olabilir Nelson Mandela'ya? Kürtler, Afrika Ulusal Kongresi Lideri Nelson Mandela'ya ancak ken­ di haklı davalarını anlatmış olabilirler: Türkiye Cumhuriyeti tarafından Kürdistan'da dünyada bir eşi daha buh:ınrnayan ırkçı ve sömürgeci bir yönetim uygulandıgını anlatmış olabi­ lirler. Aslında. artık bunun uzun boylu anlatılmasının geregi de yoktur. Dünyanın demokratik kamuoyu bunu giderek daha iyi anlamaya başlamıştır. Afrika Ulusal Kongresi Lideri Nelson Mandela için kul­ landıgınız "Kandınlmı.ş eski terörist" nitelernesi de hiç ger­ çekiert yansıtmamaktadır. Bu konuda sizlelin demokrat in­ sanlar gibi düşünmeniz ve buna uyarlı tavır ve davranış göstermeniz mümkün değil. Çünkü siz düşüncelerini açıkla-

58


yan, bunun için yazılar, kitaplar yazan Türk insanlanın ve Kürt insanlarını da terörist kabul ediyorsunuz. 3 7 1 3 sayılı

Terörle Mücadele Yasası'nın 8/ ı maddesini hukuk ilkeleri­

ne, anayasaya pek uygun görmeniz bu düşüncenizin ve tav­ rınızın bir sonucudur. Fakat Kürt insanianna ve Türk in­ sanlanna yogun bir devlet terörü uygulamasını ise hukuksal kabul ediyorsunuz, meşru kabul ediyorsunuz. Biz bu konu­ da elbette sizler gibi düşünmüyoruz. Fakat siz, sizler gibi düşünmeyenlerle, sizleri eleştirenlerle tartışma yapıp kendi düşüncelerinizin haklılıgım kanıtlamaya çalışmıyorsunuz, onlan cezalandırmaya, seslerini bogmaya çalışıyorsunuz. Si­ ze göre hukuk bu, adalet bu . . . Bizse bu düşüncenin ve uy­ gulamanın çagdaş toplum düzeninin adaletini temsil etme­ digini düşünüyoruz. Afrika Ulusal Kongresi Lideri

Nelson Mandela'ya

veril­

mek istenen ödül konusunda bir kere daha düşünmek gere­ kiyor Sayın Başkan . . . Ödülün kabul edilmemesiyle birlikte

Nelson Mandela'ya karşı tepkiler başladı . "Çirkin Afrlkalı", "Küstah Afrlkalı", "Kandırılınış eski te­ rörsit." Nelson Mandela bu ödülü kabul etseydi , kuşkusuz yogun bir propaganda başlayacaktı. "Bütün mazlum ulus­ lara, sömürgeci ve emperyalist baskılar altında ezilen uluslara ·biz önder olduk. . . " İşte burada daha sogukkanlı Türk basınında

düşünmek gerekiyor. Başbakanın, Genelkurmay Başkanı­ nın, generallerin, profesörlerin, yüksek rütbeli bürokratların da içinde bulundugu bir kurulun önerdigl ödül kabul edil­ miyor. Bu konuda ödülü kabul etmeyeni aşagılamak yerine ödülün neden kabul edilmedigi üzerinde sogukkanlı bir şe­ kilde durmak gerekiyor. Bu da ancak, devletin, Kürt politi­ kasını yeniden ele almasıyla mümkün olabilir. D evlet terörü­ ne dayalı politikaların hiçbir başan şansı yoktur. Bu ırkçı ve sömürgeci uygulamalan gözden geçirmek yerine devlet terö­ rüyle bu uygulamalara ilişkin eleştirileri bogmaya çalışmak çok yanlış bir kavrayıştır.

LEKELİ ADALET Ben, 12 Eylül 1981 rejiminde, Gölcük Donanma ve Sıkı­

yönetim Komutanlıgı ı Numaralı Askeri Mahkemesi'nde yar­ gılandıın . Suç, devletin dış ülkelerdeki itibannı küçük dü-

59


şünnek idi. TCK madde 1 40. 1979- 1 980 yılları arasında İs­ tanbul'da Toptaşı C ezaevi'ndeyken, İsviçre Yazarlar Birligi'ne yazdıgım bir mektuptan dolayı böyle bir suçlamayla ve da­ vayla karşılaştını. B u dava malıkurniyetle sonuçlandı. 10 yıl agır hapis 5 yıl sürgün. Temyiz talepleri kabul edilmedi ve Askeri Yargıtay hükmü

onayladı.

Hüküm

onaylandıktan

sonra. üzerinde çok dikka tli ve soğukkanlı bir şekilde durul­ ması gereken bir olay gerçekleşti. Yargılama sürecinde görev alan askeri yargıçlardan ikisi yargıladıkları sanıkların yakın­ lanndan rüşvet alırken suçüstü yakalandı. Bu suçlanndan dolayı

aynı

sıkıyönetim

mahkemesinde

yargılandılar

ve

mahkum oldular. Malıkurniyetleri Askeri Yargıtay tarafın­ dan onaylandı. Bunun üzerine Askeri Yargıtay'a karann düzeltilmesi is­ temiyle yeniden başvurdum. Rüşvet gibi yüzkızartıcı bir suç işlemiş yargıçların verdikleri hükümlerin hukuksal kabul edilmemesi gerektigini, bu yargıçların da içinde bulundukla­ n heyetierin baktıklan dosyaların yeniden .ele alınmasının zaruret oldugunu vurguladım. Olayın cereyan tarzını, hası­ na aksetmesini, dava sürecini, sonuçlarını vs. etraflı bir şe­ kilde anlattım. Askeri Yargıtay Başsavcılığı "sanık zaten da­

ha önce temyiZ etmişti, temyiz istekleri birer birer görüşülüp reddedilmişti. Yeniden temyiz istemektedir, halbuki bu istemi doğuracak yeni bir şey olmamıştır. Bu bakımdan iste{Jinin reddedilmesi gerekir" diyerek karann düzeltilmesi istemimi reddetmiştir. Aslında, bu red gerekçesi son derece keyfidir. Karann düzeltilmesi istemini hiç karşılamamaktadır. Zira yeni bir durum vardır. Bu da rüşvettir. Acaba yargıçların yargıladıgı sanıkların yakınlarından rüşvet almaları, bu rüş­ vet geregince kararlarını şu veya bu dogrultuda degiştirme­ lert dogal mıdır? Askeri Yargıtay'ın red kararına bakılırsa

"evet."

İşte bu­

rada da sorunu sogukkanlı bir şekilde ele almak gerekiyor Sayın Başkan. Askeri Yargıtay, Kürt sorunuyla ilgili düşün­ celerinden dolayı mahkum edilmiş bir kişiye ilişkin hükmü yeniden ele almamak için rüşveti bile görmezden geliyor. Kürt sorunu karşısında rüşveti bile mübah sayıyor. Madem­ ki Kürt sorunuyla ilgili düşüncelerinden dolayı mahkum et­ mişler, o halde rüşvet de görmezden gelinebilir diyor. Askeri

60


Yargıtay'ın rüşvet iddialarını. rüşveti görmezden gelmesinin tek anlamı budur. Fakat bu tutum Türk adaletinde bir daha onarılamaz yaralar açmıştır. Rüşvetin kabul edilmesi, gör­ mezden gelinmesi kitlelerin adalet duygusunu rencide et­ mektedir. İşte. bu konularda soğukkanlı düşünmek önemli bir meziyet haline gelmektedir. Görüldüğü gibi Türk adaleti lekelidir, bu lekeyi çıkarma­ nın olanağı da yoktur Sayın Başkan. Eğer 1 982 yılında As­ keri Yargıtay Başsavcısı dilekçeyi soğukkanlı bir şekilde in­ celeyip rüşvet olayının üstüne gitseydi, belki Türk adale­ tindeki bu lekeyi çıkarmak mümkün olabilirdi. Fakat artık böyle bir şans kalmamıştır. 1 40. maddenin yürürlü kten kal­ dınlmış olması da bizim için hiçbir şey değiştirmiyor. Bu ce­ zamn toplumsal ve siyasal sonuçlan bizim için hala varlığım hissettiriyor.

DEVLETİN DIŞ ÜLKELERDEKi İTİBARINI ZEDELEYEN KİM? Ben 1 980li yılların başlarmda Türk Devleti'nin dış ülke­ lerdeki itibanın küçük düşürmekten yargılandım ve mahkum edildim. Acaba şu rüşvet olayım irdelediğimiz za­ man Türk Devleti'nin dış ülkelerdeki itibarı sorunu karşısın­ da ne söylemek gerekir? Acaba rüşvet alan askeri yargıçlar kimdi? Bunlardan birisi hangi bakanın yeğeniydi? O yargıç­ lar kim olduklanmn bilinmesini istiyorlar mı? O bakan bu olaydan dolayı hatırlanmasını istiyor mu? Rüşvet gibi yüzkı­ zartıcı bir suçu bile onaylayan, görmezden gelmeyi daha ge­ çerli sayan Askeri Yargıtay Başsavcısı Tuğgeneral başsavcı kirndi acaba? Acaba, bu general başsavcı kim olduğunun bi­ linmesini ister mi? Bu olayın üzerinden 1 0 yıl gibi bir zaman geçmiştir. Biz­ ler hala ayaktayız, düşüncelerinlizi savunuyoruz, düşünce­ lerimizden dolayı bizleri yargılayan kurumlan eleştiriyoruz. Yukarıda belirtilen yargıçlardan. savcılardan hangisi eylemi­ ni savunabilir? Devletin dış ülkelerdeki itibarını h angi ku­ rum, hangi kişi zedeliyor acaba? Yasanın bu maddesinin, yani 140. maddenin yürürlük­ ten kaldınlınası hiçbir şeyi değiştirmiyar Sayın Başkan. Ya61


sanın bu maddesi bizim için yürürlükten kalkmamıştır. Biz­

ler, Türk adaletindeki bu silinemez lekeyi bütün demokratik

kurumlann önünde dile getirecegtz. Devletin dış ülkelerdeki itiban konusunda suçlama yapanlann. yargılama yürütenie­

rin gerçek niteliklerini ortaya koyacagız. Bunu muhakkak

yapacagız . . . Bu konuda hiç sessiz kalmayacagız.

BİLİRKİŞ İLİK Bu arada. hem yargı organlannın, hem de Türk üniver­

sitesinin bir ayıbını daha belirtmek gerekiyor. Mahkemeler

sık sık çeşitli yazılarla, kitaplada ilgili olarak üniversiteler­

den

"bilirkişi"

raporlan istemektedirler. Bu isteme cevap

veren profesörlerin sayısı da pek çoktur. Aslında, herhangi bir kitap konusunda bilirkişilik yapmak bilim anlayışına

saygısızlıgın temel bir göstergesidir.

tur"

"Bu kitapta suç yok­

sonucunu belirten raporlan bile böyle degerlendirmek

gerekir. Çünkü

"

Bu kitapta suç yoktur"

demek başka bir

"suç var mı, yok mu

anlayışıyla okun­

kitapta suç olabilecegi anlamına gelmektedir. Halbuki hiçbir

yazı, hiçbir kitap

"

mamalıdır. Kitaplarda suç aramak, kitapları

yok mu"

"suç var mı,

diye incelemek yanlış bir davranıştır. Herhangi bir

kitap elbette eleştirilebilir. Eleştiri, düşünceyi geliştirici bir

rol oynar. Fakat,

"billrkişi"

olarak bir kitabı incelemek dü­

şünceyi duraganlaştırır. Bu bakımdan

düşman bir kurumdur.

"billrkişillk"

bilime

SONUÇ Yargı organlan. toplumsal ve siyasal degişmelerin sancı­

J? eşmesine katkıda bulunmalıdır.

sız ve sarsıntısız gerçe

Türkiye hızlı bir toplumsal ve siyasal degişme yaşamak­

tadır. Degişmenin sancılı ve sarsıntılı geçtigi herkes tarafın­

dan görülmektedir. Bu, yargı organlannın katı tavırlanyla ve davranışlanyla da yakından ilgilidir. Bunların bazı örnekle­

rini yukanda göstermeye çalıştık Halbuki yargı organlan toplumsal ve siyasal degişmenin sancısız ve sarsıntısız ger­

çekleşmesine katkıda bulunmalıdır. Düşünceyi yargılayan bir zihniyet böyle bir sonucun gerçekleşmesini saglayamaz.

Kendilertyle aynı düşüncede olmayanlara ceza vermeye . ce-

62


zaevine göndermeye gayret eden yargıçlar böyle bir sürece katkıda

bulunamaz.

i şkencelere

karşi

sessiz

kalınarak,

Kürtçe televizyona karşı olundugu açıklanarak böyle bir sü­

rece katkıda bulunulamaz. Sosyalist partileri

"bölücülük"

yapıyorlar diye sık sık kapatan bir zihniyet demokrasinin ge­ lişmesine, siyasal sürecin aherıkli bir şekilde işlemesine yar­

dımcı olamaz. . . İnsanlan, vatandaşlan korumakla görevli polislerin

"Şırnak Kürtlere mezar olacak"

diye slogan at­

malan karşısında susan bir adalet mekanizması toplumsal

ve siyasal degışmenin sancısız ve sarsıntısız geçmesine kat­

kıda bulunamaz. Bilakis devlet terörünün daha da agırlaş­

masıru teşvik etmiş olur. Afrika Ulusal Kongresi Lideri

son Mandela nın '

Net­

Atatürk Banş Ödülü'nü kabul etmedigi

için aşagılanması degişmenin sancısız ve sarsıntısız geçme­

sine katkı sunamaz. Bu red gerekçesini soğukkanlı bir şekil­

de irdelemeyen bir zihniyetin çağdaşlık yolunda ilerlemesi

mümkün degildir. Ödül kabul etmediği için

Nelson Mandela

gibi kişilerin aşağılanması sadece despotik zihniyeti kurum� laştınr.

Siz de, sizi eleştirenlerle, sizinle aynı düşüncede olma­ yanlada tartışma yÜ.rekliliğini ve sağduyusunu gösteriniz, kendi düşüncelerinizin haklılığını, doğrulugunu bu yolla ka­ nıtlayınız Sayın Başkan. Sizinle ayru düşüncede olmayanla­

n, siziert eleştirenleri cezaevine göndererek, partilerini kapa­ tarak, onlann seslerini bogarak, ne kendinizi dogrulayabilir­

siniz, ne de temsil ettiğiniz kurumlara haklılık ve saygınlık

kazandırabilirsiı:İiz . . . Yaşadığımız süreçte geldiğimiz nokta

budur. Ve bu s:üreç çok açıktır.

Saygılarımı sunuyorum, Sayın Başkan.

63


..TÜRKİYE'NİN HİSSESİ" (*)

1 980'li yıllarda cereyan eden İran-Irak savaşı sırasında,

özellikle İran'ın cephelerde üstünlük göstermeye başladıgı dönemlerde , sık sık ABD'nin bir proj esinden söz edilirdi.

İran'ın Irak içlerinde ilerlemeye başladığı günlerde, bu Orta­

doğu projesi Türk basım tarafından hemen gündeme getiri­ lir, yoğun bir tartışma başlatılırdı. Türk basımnda

"Kuzey

diye is1mlendirilen Güney Kürdistan'da , bağımsız bir

Irak"

Kürt devletinin kurulmasına izin verilmeyeceği belirtilirdi,

fakat. Musul-Kürkük'ün de içinde bulunduğu bölgenin, Tür­ kiye Cumhuriyeti tarafından işgal edilmesi; bölgenin Türki­

ye'ye

katılması

istenirdi.

Güney

Kürdistan'da,

Kürtlerin

özerk bir siyasal yapı kurmalanna da izin verilmeyeceği,

özerk yapımn

ancak,

Musul-Kerkük

bölgesinin

Türkiye

Cumhuriyeti'ne katılması sürecinde mümkün olabileceği ya­

zılırdı. ABD'nin de böyle istediği vurgulamrdı.

Zaman geçti, İran-Irak savaşı sona erdi. Güney Kürdis­

tan'da

Kürtler yeni bir soykırımla

1 990'da

karşılaştı.

Saddam Hüseyin birlikleri Kuveyt'i işgal

2 Ağustos etti. Bu iş­

galden altı ay kadar sonra ABD'nin birinci planda rol aldığı Müttefik Güçler, silahlı bir müdahaleyle Irak birliklerini Ku­

veyt'ten çıkardılar. Irak'ın Kuveyt'ten silahlı bir müdahaleyle çıkanlmasından sonra, yeni bir Kürt soykınını daha yaşan­

dı. Daha sonra da, Güney Kürdistan'daki Kürtleri korumak

gerekçesiyle

"Güvenlik Bölgesi" ve "Çekiç Güç" oluşturul­ Çekiç Güç 'ün koruması altında Kürt Mecli­

du. Yine bölgede

si ve Kürt Hükümeti kuruldu.

Ana hatlanyla ve kısa anlatılan bu sürecin oluşmasım

etkileyen,

gelişmenin

ana

dogrultusunu

belirleyen

çok

önemli bir süreç vardır. Bu, PKK'nin başlattığı ve büyük bir kararlılıkla sürdürdüğü gerilla mücadelesidir. Gittikçe yük-

(*) 64

Özgür Gündem, 1 4 Ağustos 1 992


selen, önü alınamayan, derinleşen ve yaygınlaşan, Kürt halk kitleleriyle bütünleşen, büyüyen bir mücadele söz konusu­ dur. Türk yöneticileri bu gerilla mücadelesini hükümsüz kı­ labilmek, kitle destegini parçalayıp dagıtabilmek için her türlü çareyi düşünmekte ve bunlan hayata geçirmeye çalış­ makta,dır. Güney Kürdistarı'daki Kürt örgütlerinin, Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmasının başta gelen nedeni, en temel nedeni kanımcı budur.

tisi

ve

Kürdistan Demokrat Par­ Kürdistan Yurtseverler Blrll�l önderlikleri, daha

birkzç sene öncesine kadar, Türk yetkililerle, ancak, sınır karakollarında ve gizli bir şekilde görüşebiliyorlardı. Görüşe­ bildikleri, konuşabildikleri her zaman, Türk istihbarat bi­ rimlerinin elemanlan olabiliyordu. Son yıllarda ise, Güney Kürdistan'daki örgütlerin temsilcilerinin Türk Dışişleri Ba­ kanı'yla, Başbakan'la, Cumhurbaşkanı'yla görüşmeler yap­ tıklarını, Türkiye Cumhuriyeti pasaportuyla dünyayı dolaş­ tıklannı görüyoruz. Güney Kürdistan'daki Kürt örgütleri için bunlar bir kazanç gibi görünüyor. Bu kazanç karşılıgında kabul edilen görevler ise son derece agır . . . Üstelik bunlar sır falan degil, gerek bu örgütlerin temsilcilerince, gerek Türki­ ye Cumhuriyeti yetkililerince her gün açıklanıyor, her gün tekrarlanıyor: PKK'nin etkinligini kırmak, PKK'yi bitirmek konusunda Türkiye Cumhuriyeti'ne yardınıca olmak. Gere­ kirse,

bu

konuda,

Türk

güvenlik

kuvvetleriyle

birlikte,

PKK'ye karşı savaşmak. .. Bunun çok agır bir görev oldugu, onurlu bir görev olmadıgı açıktır.

Kürdistan Yurtseverler Blrll�l Başkattı Celal Talaba· ni 'nin Türk basınına verdigi demeçleri. yine bu çerçeve için­ de degerlendirmek gerekir. Cehil Talabani, Türkiye Cumhu­ riyeti'nin . çok demokratik bir devlet oldugunu, bir fede­ rasyon kurarak Türkiye'yle birleşrnek istediklerini açıklıyor. Bunu, aslında. Türkiye Cumhuriyeti'nin düşüncesinin ve ar­ zusunun

Celal Talabani

tarafından dile getirilmesi olarak

degerlendirmek gerekir. Türk güvenlik kuvvetlerinin Kürdis­ tan'da ger gün gerçekleştirdigi katliamlar, köylerin yakılıp yıkılması, Kürt

insanlannın

kitleler halinde- sürgün edilmesi,

Kürt aydınlarının , Kürt gazetecilerinin. her gün kontrgerilla tarafındarı veya kontrgerillaya yakın odaklar tarafından kat-

65


ledilmesi,

"koruculuk"

ctırma politikalan. . .

adı altında Kürtleri birbirlerine kır­

GüneyU Kürt

du:Ymazlıktan geliyorlar.

önderleri görmezlikten,

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, Güney Kürdistan'a iliş­ kin düşüncelerini ve özlemlerint

Cengiz Çandar'ın, Sabah Cengiz

gazetesindeki yazılanndan da izlemek mümkündür.

Çandar,

ömegin Temmuz ayı içerisende, Türkiye Cumhuri­

yeti'nin Güney Kürdistan'daki Kürtleri himayesi altına alma­

sı gerektiglni vurgulayan birçok yazı yazmıştır. 26 Temmuz 1 992 tarihli

Kürdistanı"

Sabah

gazetesinde yazdıgı

"Türkiye ve Irak

"Tür­ kiye'nin hissesi" olarak söz etmektedir. ... Unutulmasın ki, Musul-Kerkük, en az Hatay kadar Türkiye'nin hissesi­ dir" demektedir. Türkiye Cumhuriyeti D evleti'nin kendi his­ başlıklı yazısında, Musul ve Kerkük'ten "

sesine sahip çıkmasını istemektedir. Türk yöneticilerini bu yönde tavır ve davranış sergilemeleri için teşvik etmektedir.

Cengiz Çandar'ın bu yazılarını Celal Talabani 'nin

demeçle­

rtyle birlikte ele aldıgımız zaman, Türkiye Cumhuriyeti'nin Musul-Kerkük'e ilişkin düşünceleri ve özlemleri konusunda önemli ipuçlan elde edilmiş olmaktadır. Musul-Kerkük'e hi­ maye öneren

Cengiz Çandar ın, '

Kuzey Kürdistan'daki Kürt­

lere karşı sürdürülen devlet terörü karşısında hiç eleştirici olmaması yine ilgi çekicidir. Kürt gazeteciler, birbiri arkası­ na nasıl vuruluyor, neden vuruluyor acaba?

"Hisse"

kavramının içertgi üzerinde durmakta yarar

vardır. Hisse, mal-mülk konusuyla ilgilidir. Mal-mülk, ·özel hukukun, miras hukukunun, kısaca, medeni hukukun ko­ nudusur. Hisse: kamu hukukunun, devletler hukukunun bir kavramı degildir. Türk yazarlan, Türk gazetecileri Kür­ distan'ı hala, mal-mülk konu su olarak ele ·almaktadırlar.

"Burası, bize atalanmızdan miras kalmıştır"

demektedir­

ler. Kürtleri ve Kürdistan'ı, siyasi iradesi olan, istekleri olan bir kategori olarak düşünrnemektedirler. Bu düşüneeye göre Kürdistan bir mal. Sahipsiz bir mal. Kürtler, Kürdistan'a sa­ hip çıkarnamış . . . Bu mal, komşulan arasında paylaşılmış. Bu paylaşımda, çok büyük bir parçanın yanında, Musul­ Kerkük de Türkiye'nin hisseSine düşmüş. Türkiye bu hisse­ sine tezelden sahip çıkmalıyınış . . . Bu paylaşımda, bu miras devrinde Kürtlerin istek ve iradeleri nerede duruyor acaba?

66


"Himaye" kavrarnun yine bu çerçeve içinde degerlendir­ rnek gerekir. "Himaye", sörnürgeciligin ve ırkçılıgın bir kav­ rarnıdır. Burada, ulusal birimler arasında eşitlik söz konusu degildir. Kendisini üstün gören millet, aşagı gördügü milleti himayesi altına alır, onu, başkalanndan gelecek saldınlar­ dan korumaya çalışır. Halbuki, çagdaş siyasal ilişkiler "hi­ maye" gibi sömürgeci ve feodal bir kavramın üzerine kuru­ lamaz. birbirleriyle her bakundan eşit olan ulusal birimler arasında kurulur. Kürtleri, siyasal isteklert ve iradesi olan bir kategori ola­ rak ele almayan, Kürdistan'ı mal-mülk olarak degerlendiren, bir miras kategortsi olarak ele alan bu düşüncede çok bü­ yük bir yanılgı vardır. Kürtler, artık siyasi istekleri olan, si­ yasi iradesi olan bir kategoıridir. Kürtler, artık dünyada, uluslar ailesi içinde onurlu bir şekilde yer almak istiyorlar, bunun mücadelesini yapıyorlar. . . PKK'nin düşüncesi ve ey­ lemi budur. PKK, Kürdistan'a sahip olmanın mücadelesidir. Böylesine güçlü bir düşünce ve eylem varken, gittikçe büyü­ yen:. yaygınlaşan ve çogalan, meşruiyeti, gerek ulusal planda gerek uluslararası planda daha iyi anlaşılan bir muhalefet odagı varken. Kürdisitan'ın mal-mülk olarak ele alınması. miras konusu olması, sahipler arasında el degiştirmesi mümkün degildir. Zir;:ı ülkenin gerçek sahibi Kürtler, kanla­ nyla, canlanyla, büyük bir siyasal güç olarak ortaya çıkmış­ lardır. Güney Kürdistan'ı Türkiye Cumhurtyeti'ne p azarla­ maya çalışanlar, kendi örgütleri içinde bile ne kadar tabansız ve itibarsız kalacaklannı. kendi kamuaylannın da tepkilertyle karşılaşacaklarını çok yakında göreceklerdir. Çünkü PKK'nin temsil ettigi özgürlük hareketi, sadece, ül­ kenin kuzey bölgelelinde degil, bütün Kürdistan'da, hatta, dünyada, ırkçı ve sömürgeci baskılar altında olan bütün ül­ kelerde etki yaratmaktadır. Dünyada, benzer ırkçı ve sömür­ geci baskılar altında olan başka halklar da PKK'nin düşün­ cesinden ve eyleminden ilham almaktadır. Bu düşüncenin ve eylemin saygınlıgının ve etkisinin günden güne artacagı besbellidir. Kanımca, günümüzde Or­ tadogu'da yaşanan en önemli süreç budur.

67


••sANA 'DÜNYA DÖNÜYOR' DEDİRTEMEZSİNİZ" (•] '

Kürt aydınlanna, Kürt gazetecilerine karşı katliamlar devam ediyor. Bunalara

Aslında, "falH

meçhul..

"falH meçhul cinayetler"

deniyor.

denen cinayetierin failieri bütün

açıklıgıyla biliniyor: Devletin güvenlik güçleri veya güvenlik güçleriyle çok yakın ilişkide olan birtakım adaklar. . . Bunlar bazen Özel Tim, kontrgerilla, bazen korucu , bazen de Bizbi­ kontra olarak ortaya çıkıyor. Kürt aydınlarının, Kürt gazete­ cilerinin birer birer öldürülmesi, devlet terörünün, bir yılı aştın bir zamandır kazandıgı içerigin önemli bir göstergesi oluyor.

"Falll meçhul cinayetler"in

faillerinin açık bir şe­

kilde bilinmesi, ilgili tarafı, yani devleti hiç rahatsız etmiyor. Bilakis, güvenlik güçleri bunun böylece bilinmesini istiyor­ lar. Zira, bu şekilde, geniş Kürt halk yıgınlanmn sindirilmiş, korkututmuş oldugu düşünülüyor. Devlet terörünün temel amacı, halk kitlelerini korkutmak, sindirmek, ulusal hakla­ nnı ve kimligini savurunaz bir düzeye getirmek olarak beliri­ yor. Türk politikacılarının bu katliamlar karşısında sergile­ dikleri düşüncenin, tavır ve davranışın incelelllll esi önemli bir konu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu tutumun temel özel­ ligilıı, kısaca, katliamlan onaylamak, teşvik etmek olarak degerlendirmek mümkündür. Hükümet, hükümeti oluştu­ ran partiler, ana muhalefeti oluşturan parti, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil edilen siyasal partilerin çok büyük bir kısmı, bu tür katliamlan teşvik e dici ve onaylayıcı bir tavır sergiliyorlar. Gazetecilerin zaten militan olduklanm

"Gazeteci denen bu insanlar, gazeteci kılılı­ na girmiş mllltanlardır" diyorlar. Böylece bu tür katliamla­

söylüyorlar.

ra yeşil ışık yakıyorlar.

(*)

68

Özgür Gündem, 21 Ağustos 1 992


1980'li yıllarda , Türkiye'de sıkıyönetim mahkemelerin­ de. yargı organlarında en çok konuşulan konuların başında işkence geliyordu. Tutuklular ve avukatları, güvenlik güçleri tarafından sistematik bir şekilde uygulanan işkenceyi vur­ guluyorlardı. Karakollarda, çeşitli gözetim mahallerinde , ce­ zaevlerinde.

özellikle

siyasal tutuklutara ve hükümlülere

karşı, çok yogun işkenceler gündeme geliyor, bunlar mahke­

y

melerde anlatılı ordu. 12 Eylül'ün başlarında, Türk basını, işkence konulanın hiç gündeme getirmlyord u, sadece, devlet ve hükümet yetkililerinin, Türkiye'de işkence yapılmadıgına. Türkiye'de işkence olmadıgına dair açıklamalanna yer veri­

''Türkiye'de işkence yoktur, çünkü, Türk Anaya­ sası, işkenceyi yasaklıyor" biçiminde açıklamalar yapılı­

yorlardı.

yordu. Özellikle , Batılı insan haklan kurumlannın. Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu gibi kuruıniann bazı rapor­ larla Türkiye'yi eleştirmeleri ve suçlamaları sırasında, bu tür demeçlere. Türk basınında çok geniş yer verilirdi. Esasında. bu tür açıklamalar işkenceye süreklilik kazandırıyordu , iş­ kence yapanlara güç veriyordu. İşkenceyi gerekli kılan ideo­ lojiyi ve politikayı güçlendiriyordu. Burada, bir iş bölümünün varlıgından da söz etmek mümkündür. Çeşitli güvenlik birimlerindeki görevliler, en alt kadernede görev alan memurlar. yogun ve yaygın bir şe­ kilde işkence uygulayacaklar, fakat. devlet ve hükümet yet­ kilileri de sık sık işkence yapıldıgını, işkencenin var oldugu­ nu inkar eden açıklamalar yapacaklar. bu şekilde, işkence yapanlar da soruşturmadan sıynlacaklar. . . İşte. işkenceyi sürekli kılan. işkence yapanlara güç ve kuvvet veren bu dü­ şüncedir, bu tavır ve davranıştır. işkence, işkence inkar edi­ lerek sürdürülüyordu. işkencenin varlıgını inkar edenler, aslında işkence yapanlardı. Bu düşünceyle, bu tavır ve dav­

"Bunlar zaten militandır, gazeteci kılı�ına girmiş mlUtanlardır" açıklamalah arasında hiç fark yoktur. . . Kürt

ranışla.

gazetecilerine, Kürt aydınlarına karşı gerçekleştirilen cina­ yetler, onlann, gazeteci kimlikleri inkar edilerek sürekli kı­ lınmaya çalışılıyor. 1970'11 yolların sonlarında, Başbakan Süleyman Demi­ rel. "Bana, 'Sa�cılar cinayet Işliyor' dedirtemezsinlz" di­ yordu. Halbuki, o dönemde, solcu düşüncenin ve örgütlen-

69


menin gelişmesine karşı. daha çok sağ;cılar devı:eye sokulu­ yordu . Başbakan

Süleyman Demirel'in

düşüncesinde, tavır

ve davranışlannda, o zamandan bu zamana en ufak bir de­

''Bana, Salcılar suç Işliyor' dedlrtemezslnlz" diyen Başbakan Süleyman De­ mirel, günümüzde, "Bana. 'Devlet cinayet Işliyor' dedir­ temezsiniz'' diyor. Bu kadar açık ve arka arkaya gelişen ğ;işiklik gözlenmemektedir. O zamanlar,

katHarnlara ragmen böyle söylüyor. Böylece, güvenlik güçlerinin, Kürt halk kitlelerine karşı, Kürt aydınlanna, Kürt gazetecilerine karşı sürdürdüğ;ü dev­ let terörüp.e, katHarnlara yeşil ışık yakıyor. Bu kadar açık bir

"Bana, 'Devlet ci­ nayet işliyor' dedlrtemezsinlz" demek, aslında, ''Bana, 'Dünya dönüyor' dedirtemezslnlz" demekten başka bir şekilde ortada duran olaylar karşısında,

şey

degildir,

buysa bir bagnazlıktır,

"Dünya dönüyor"

bir doğ;matizmdir. . .

biçimindeki bir önerme , insanlarm ter­

cihleri doğ;rultusunda kabul edilen veya kabul edilmeyen bir önerme degildir. Bu, nesnel durumu ifade eden bir önerme­ dir ve insanlar bu tür önenneleri, isteklerirıin ve iradelerinin dışında kabul ederler. Bu tür önennelerin kabul edilmemesi, felaketlerle karşı karşıya bırakabilir. Toplumun somut gerçeklerini ısrarla inkar eden, inkar konusunda özel bir çaba sarf eden

Süleyman Demirel

için

de, şapkasını üçüncü kere alıp gitmekten başka bir alterna­

tif kalmayabilir . . . Ve, bütün bu olaylann, gelişmelerin, Kürt sorunuyla çok sıkı, organik bir bagı vardır. Kürt sorunu ko­ nusunda demokratik bir düşünce ve davranış geliştireme­ yen, sadece , şiddete dayalı yöntemlerle sorunu yok etmeye çalışan bir hükümet de çok agır siyasal, toplumsal ve eko­ nomik sorunlarla karşılaşabilir. Kürt sorununun böylesine çözümsüz bir şekilde ordada durması, demokrasinin kuru­ lup kökleşmesini ve yaygınlaşmasını önleyen en önemli en­ gel olmaktadır. Kürt sorununun çözümsüz kalması, Türk si­ yasetinin tıkanmasına da neden olmaktadır. Kısaca belirtilmeye çalışılan bu süreç, Türk siyasetinin nasıl saptandıgı ve nasıl uygulandıgı sorunuyla da çok ya­ kından ilişkilidir. Bu sürecin Türk egemenlik sisteminin içe­ riğ;iyle ve uygulanmasıyla da ilişkisi vardır. Bunları şu şekil­ de göstermek mümkündür:

70


Dogru Yol Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel'in Sosyal Demokrat Halkçı Parti'yle koalisyon hükümeti kurmanan önce, demokrasiye övgüler düzen bir söylem biçi­ mi vardı. Halk yıgınlanna demokrasinin güzelliklerint fazi­ letlerini anlatıyordu . Askeri darbelerin kabul edilmemesi ge­ rektigini,

askeri darbelerle mücadele

vurguluyordu .

DojJru Yol

Süleyman Demirel'in

kan

edilmesi gerektigini

Part isi Genel Başkanı ve Başba­ demokrasi konusundaki düşün­

celeri ve özlemleri dogru olsun veya olmasın,

mirel,

Süleyman De­

demokrasi konusundaki düşüncelerinde ve özlemle­

rinde samimi olsun veya olmasın. ortada bir gerçek var: Kürt sorunu konusunda, devlet terörü politikalarına kol­ kanat gererek, devlet terörünü koruyarak, gizleyerek demok­ rasiyi kurmak mümkün degildir. İnsan haklan ve özgürlük­ ler rejimini, devlet terörüyle bir arada düşünmek mümkün degildir. Devlet terörü; insan haklarını, demokrasiyi ve öz­ gürlükler! bir her zaman bogar. Türk siyasetinde , Milli Güvenlik Kurulu'nun çok büyük bir agırlıgı oldugu bilinen bir gerçekliktir. Siyasal partilerin, hükümetin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin . . . Türk siyase­ tindeki agırlıklan son derece cılızdır. Kürdistan'da uygula­ nacak politikaların saptanmasında, bu durum bütün açıklı­ gıyla

görülmekterdir.

Siyasal

partiler,

hükümet,

Türkiye

Büyük Millet Meclisi, böyle bir kurum karşısında hep ikinci derecede kalmakta. agırlıklan da çok cılız olmaktadır� Gerek koalisyon hükümetini

oluşturan siyasal partiler,

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil edilen,

fah, DSP, MÇP gıbı

gerekse

ANAP, Re­

siyasal partiler bu mekanizmanın bilin­

cine varmışlardır. Fakat, bunlar, siyasal partilerin, hüküme­ tin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin etkilerini ve agırlıkları­ nı artıracakları yerde, MGK tarafından oluşturulan militarıst düşünceyle ve eylemle yogun bir bütünleşmeye girmektedir­ ler. Giderek bu militarıst düşüncenin ve eylemin savunucu­ su,

uygulayıcısı ve

Türk

sözcüsü

demokrasisinin

olmaktadırlar.

önündeki

en

Halbuki,

önemli

bu,

sorundur.

MGK'nın Türk siyasetindeki agırlıgı azaltılmadan, bu etki geriletilmeden demokrasiyi kurmak mümkün degildir. Türk usulü demokrasi, demokrasi degildir. Türk siyaseti korkak ve dalkavuktur. Tür� siyaseti, bu

71


korkak ve dalkavuk tavır ve davranışını. düşüncesini terk etmedikçe, demokrasi ve özgürlükler rej iminin kurulması, kökleşmesi yine mümkün degildir. İşte, bu noktada, Kürt sorununa serinkanlı ve sagduyu­ lu bir şekilde yaklaşmak, yine. önemli bir görev olarak orta­ ya çıkmaktadır.

72


EŞİTLİK VAR MI?l*l

· Resmi ideolojinin en çok çarpıttıgı, içini boşalttıgı, bü­ züştürdügü

kavramlardan

biri

"eşltllk"tir.

Üniversitede

Anayasa Hukuku okutan profesörle herhangi bir siyasal partinin herhangi bir yöneticisi, emniyet teşkilatında görevli bir memurla bir basın mensubu, orduda görevli bir subayla bir din görevlisi, herhangi bir sendikacıyla herhangi bir ög­ retmen . . . bu kategorilerin hepsi, bu konuda hep benzer şey­ ler düşünürler. Buna göre, Tijrkiye'de yaşayan herkes eşit­ tir, insanlar arasında , dil, din, cinsiyet bakırnından hiçbir ayrım gözetilmez. Acaba gerçekten böyle midir? Burada, sor­ gulanması gereken bir durum yok mu?

"Eşitlik"

sloganının

resmi ideolojiye uygun bir şekilde tekrarlpnınası somut so­ runlar için çözümleyici oluyor mu? Eşitlik siyasal ve hukuksal bir kavramdır. Demokrasi­ nin en önemli kavramlarından biridir. Eşitlik ilkesinden söz edenler, Türk anayasasının bu ilkeyi ifade eden maddelerine sık sık atıf yapıyorlar. Türk anayasasının, herkesin, dil, din, cinsiyet farkı gözetilmeksizin eşit oldugunu belirttıgı söyleni­ yor. Bu ilkenin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en temel il­ kelerinden biri oldugu da vurgulanıyor. Bu ilke, sık sık dev­ let ve hükümet yetkilllerinin demeçlerinde, radyo, televiz­ yon, gazete gibi kitle haberleşme araçlannda, sıyasal partile-' rin ve demokratik kitle örgütlerinin açıklamalarında dile ge­ tiriliyor. Bunun son örneklerinden biri nu'nda yapılan

"Günün

interstar

televizyo­

Yonımu"nda görüldü. 20 Agustos

1 992 tarihinde, 1 7 . 30 haber bülteninin okunmasından son­ ra,

Meriç Köyatası

tarafından yapılan bu yorumda, Türki­

ye'de Misak-ı Milli sınırlan içinde yaşayan herkesin Türk va­ tandaşı oldugu, bütün Türk vatandaşlannın eşit oldugu,

herkesin, dil, din, cinsiyet farkı gözetilmeksizin eşit oldugu,

(*)

6zgi1r Gündem, 28 Ağustos 1 992

73


eşit fırsatlardan yararlandığı vurgulanıyor. Türkiye'de herke­

sin kamu yönettminde görev alabildiği, devlet bürokrasisin­

de yükselebildiği belirtiliyor.

"Kürt denen"

vatandaşların

da, milletvekili, bakan. başbakan, cumhurbaşkanı . . . olabil­

diği sık sık vurgulanıyor. Ve bu sözler sık sık tekrarlanıyor.

"Kürtlerden mlUetveklll olmuyor mu Allahaşkına!", "Ba­ kan, başbakan, genel müdür, mllletvektll, vall, general vs. arasında pek çok 'Kürt denen' vatandaşlanmız yok mu?", "Kanunlar önünde herkes eşit dejll mi, sevgtll va­ tandaşlar, yasalar Doju'da öyle, Batı'da böyle mi uygula­ nıyor, her yerde aynı uygulama yok mu?", "Kürt denilen ' vatandaşlar da, kamu kredilerinden pay almıyorlar mı, ticari ve sınai faaliyetlerde bulunmuyorlar mı?" . dene­ . .

rek ileri sürülen düşüncelerin geniş bir kitle tarafından be­ nimsendiği izlenimi verilmeye çalışılmaktadır. Burada, hukuksal bir tertın olan

kavramı, etnik bir terim olan

"Türk vatandaşlıjı" "Türk ulusu" kavramıyla bile­

rek, kasıtlı bir şekilde kanştınlmaktadır. Zira, bunun, Kürt ulusal varlığını gizleyici, örtücü bir işlevi vardır. Türkiye'de

doğan herkese Türk denilrnekte , bütün Türklerin, ırk, dil, din, cinsiyet bakımından eşit olduğu vurgulanrnaktadır. İn­

sanlar doğar doğrnaz kimliklerine Türk yazılmaktadır. Buysa

hiçbir şekilde itirazı mümkün olmayan, aksinin ileri sürül­

ınesi suç kabul edilen bir durumdur. Ve bu ilişkilerin pü­

rüzsüz bir şekilde işlemesi anayasayla, yasalarla teminat al­

tına alınmıştır.

Kendi Kürt kimliğini inkar ettiğ;i, Türkleştiğ;i için Türk

kamu yönetiminde görev alanlar da, sadece Türklerin çıkar­

lan için, Türklük için çalışırlar. Bu insanlar Kürtlerin ulusal

çıkarlan için en küçük bir gayret içinde olamazlar.

Biz resmi ideoloj inin düşüncelerine katılmıyoruz, bu tür

düşünceleri eleştiriyoruz. Bu eşitlik anlayışının temelinde,

gözden uzak tutulmaması gereken bir koşulun olduğunu be­ lirtiyoruz: Bu, Kürtlerin ulusal kimliklerini inkar koşuludur.

Kendi .kimliğini inkar edenler, kamu yönetiminde, her kade­ rnede görev alabilir, yükselebilir.

"Kürt denen"

insanlar da

olabilir. Bunun için Türkleşmesi,

"Türküm mutluyum"

milletvekili, bakan, vali, subay, yargıç, profesör, işadamı vs.

de­

mesi, Kürt benliğini inkar etmesi gerekir. Kürt kimliğini in-

74


kar etmeyenlerin, kamu yönetiminde görev almalan, vali, ge­ nel müdür, subay, ögretmen, yargıç vs. şöyle dursun, her­ hangi bir kamu kurumunda müstahdem olmalan bile müm­ kün degildir... Bu, çok açık bir gerçektir. Fakatİnter Star'ın yorumcusu bu ilişkileri, bu temel koşulu ısrarla gizlerneye çalışmaktadır. Halbuki, biz bu koşulu vurgulayan yazılar yazdıgımız için soruşturmaya ugruyoruz. Bu bakımdan biz eşit degillz. En azından kendilerini, düşüncelerini eleştirdigi­ rniz kişilerle eşit degiliz. Çünkü onlar düşüncelerini, önerile­ rini gayet rahat açıklıyor, biz onlan eleştirdigirniz için soruş­ turmaya ugruyoruz. Eşitlik ilkesinin yorumlanmasında Türk basın mensup­ lanyla, Türk üniversitesiyle, Türk devlet ve hükümet yetkili­ leriyle, Türk siyasal partileriyle diyalog kurmak mümkün degildir. İnterstar'ın yorumcusu Meriç Köyatası, "Herkes, bu arada, Kürt denen vatandaşlar da mllletvekill, bakan, başbakan, vall, yargıç, subay vs. olmuyor mu Allahaşkı­ na!" diye soruyor... Biz kendi Kürt kimligini inkar etmeden hiçbir şey olamadıgını vurgulamaya çalışıyoruz. İşte, Meriç Köyatası veya benzer yorumculartn, esas olarak bu konuda bazı şeyler söylemesi gerekir. Bu temel konuda, bu temel koşulda hiçbir şey söylemeden, sık sık resmi ideolojiyi tek­ rarlamak, temel koşul konusunda söylenenleri görmezden, duymazdan gelmek hiç inandıncı olmamaktadır. Bazı dinsel gruplan göz önüne aldıgımız zaman resmi ideolojinin bu sloganının, gerçeklij!;i yine hiç aksettirmedigi­ ni görüyoruz. Aleviler, Yezidiler, Asuriler dinsel bakımdan Müslümanlarla, Sünni mezheplerle eşit mi? Aleviler'e, Yezi­ diler'e, Asuriler'e gittikçe artan baskılan, onlan, Sünni mez­ heplere, Müslümanlıga asimile etme çaba.lannı nasıl açıkla­ yacagız. İnsanlarm yasalar önünde eşit oldugu da sadece bir slo­ gandır. Anayasa Mahkemesi'nin 3713 sayılı Terörle Mücade­ le Yasası'na ilişkin karan bunun açık ve çarpıcı bir örnegı­ dir. Anayasa Mahkemesi'nin TCK 146 ve TCK 125 için farklı farklı uygulamalar yapması, TCK'nın Türkler için ve Kürtler için farklı farklı uygulandıgı anlamına gelmektedir. Böylesi­ ne çarpıcı bir örnege ragmen, Türk basın mensuplannın çok büyük bir kısmı, bu arada İnter Star'ın yorumcusu, "Her-

75


kes kamu önünde eşittir, dil, din, cins farkı gözetilml­ yor " diyebiliyor. Biz durumun hiç de böyle olmadıguu ifa­ ...

de etmeye çalışıyoruz, bundan dolayı da soruşturmalarla karşılaşıyoruz. Bir Kürt milletvekili, kendisini hiçbir zaman Türk his­ setmedigini, her zaman Kürt hissettiginı

söylüyor.

(Sabah.

6 Haziran 1 992) Bu açıklamaya karşı hemen tepkiler gelişi­ yor, bölücülük yapılıyor diye, idam taleplertyle soruşturma açılıyor. . . Burada Kürtlerle Türklerin eşitligi nerede duru­ yor? Kendisini her zaman Türk hissetugtni söyleyen birisine karşı tepkiler, protestolar oluyor mu? Olmuyarsa eşitlik na­ sıl gerçekleşiyor? Bu tür açıklamalara karşı soruşturma ya­ pılıyor mu? Yapılmıyorsa bu eşitlik nasıl gerçekleşiyor?

"Kürt Kültür Vakfı"

kurulmasına zorluk çıkanlıyor.

Türk adıyla kurulan vakıflara zorluk çıkanlıyor mu? Çıkanl­ mıyorsa

..

Kürtler Türklerle eşittir, eşit haklara sahiptir"

sözünün içertgi nedir? Kürt Enstitüsü'nün tabelası neden. polis tarafından indirtlmektedir? Eşitlik, hiç de, Türk yöneticilerinin, Türk basn mensup­ lannın. Türk siyasal partilerinin vs. ifade etmeye çalıştıklan gibi degildir. Bu, sadece sözden ibaret olan, içeriksiz bir slo­ gandır. Bunun içerigini doldurmaya çalışanlar, Kürt toplu­ mu ·olmaktan dogan haklannı arayanlar, Kürt kimligine sa­ hip olmanın gereklerini yerine getirenler ise, binbir türlü soruşturmalada karşı karşıya kalıyorlar. Yetkililer, . Kürt-Türk herkes eşittir'' diyorlar. ..Dll, din, cins bakımından hiçbir ayrım gözetilmiyor" diyorlar. .

öte yandan da Kürtçe egitim, Kürtçe okul, Kürtçe radyo ve televizyon gibi kurumlara . hemen karşı çıkıyorlar. . . Kürtçe egitim, Kürtçe okul, Kürtçe radyo ve televizyon bile yoksa eşitlik nasıl meydana geliyor? Bu çok rahat izlenebilen ve gözlenebilen bir süreç oldu­ gu halde, bu konuda, Türk devlet ve hükümet yöneticileriy­ le,

Türk basın

mensuplanyla

diyalog kurabilmemiz

hiç

mümkün olmuyor. Bu, koşula baglı eşitlik anlayışı herkes tarafından telcrarlanıyor ve bunun çagdaş bir anlayış oldugu vurgulanıyor. . . Temel koşuldan hiç söz edilmiyor. Bu Türk düşüncesindeki çifte standardın en önemli göstergelerinden birisidir. . . Halbuki, Bulgartstan'da, 1 985- 1 988 yılları arasın-

76


da yaşanan benzer süreç Türk devlet ve hükümet yöneticile­ ri, Türk basını, Türk siyasal partileri, Türk üniversitesi vs. tarafından "ırkçıhk", ••faşizm" , ••emperyalizm", ••sömür­ geclllk" kavramlanyla açıklanıyordu. O zaman Bulgar yöne­ ticileri, Bulgarlaşan, Bulgar isimlerini reddetmeyen Türk kö­ kenli insanlann, Bulgaristan'da devlet yönetiminde, her türlü göreve gelebilecegini, Bulgar vatandaşlarının, ırk, dil , din, cinsiyet bakımından eşit oldugunu söylüyordu. Fakat, aynı kategoriler, Kürtlügü inkar eden ve Türkleşme sürecini çagdaş bir gelişme olarak yorumlamaktadır. . . Türk düşün­ cesindeki bu çifte standardı belirtenler ise ceza tehdidiyle susturulmaya Çalışılmaktadır. Bu, elbette dikkatle ele alın­ ması gereken bir konudur. Bir siyasal partinin herhangi bir yöneticisinin, bir basın mensubunun, herhangi bir yargıcın, bir profesörün, herhangi bir subayın, bir din adamının, bir sendikacının aynı şeyi düşünmesi saglıklı bir süreç degildir. Bu ancak. resmi ideolojinin, düşünceyi ve beyni kötürüm­ leştirici etkisiyle açıklanabilir. . . "Eşitlik" kavramının yorumu, Türk düşüncesindeki çif­ te standardı bütün açıklıgıyla göstermektedir. Türk basın mensuplarının, Türk siyasal partilerinin, devlet ve hükümet yöneticilerinin, Türk üniversitesinin, çeşitli demokratik ku­ rumlann, işçi kuruluşlarının, din kuruluşlannın Bulgarts­ tan Türkleri'yle ilgili düşüncelerini, tavır ve davrariışlannı hiç unutmamak gerekir. . . İnsanlarm bu konuda, bellekleri hiç silinmemelidir. Bu çeşitli Türk kategorileri Bulgarts­ tan'da, kendi Türk kimligini inkar eden, Bulgarlaşan, bu şe" kilde, Bulgar devlet . kademeleri içinde yer alan Türkleri "ha­ in", "Işbirlikçi", "alçak" gibi kavramlarla niteliyor. Buna ragmen, kendi Kürt kimligini inkar ederek Türkleşen ve Türk kamu yönetiminde görev alan Kürtleri alkışlıyor. . . İşte, burada, sömürgeciligin çok önemli bir taktigini görmekteyiz. Sömürgecilik, sömürge insarilannı her zaman düşürmeye, onlan düşkün insanlar haline getirmeye çalışır. Bir taraftan onlara yüksek makamlar vermeye çalışır; bir taraftan da, onlann arkasından, "yüzsüz", "köksüz", "çıkarcı", "uşak" diye alay eder.

77


"TÜRK EGEMENLİK SİSTEMİ"C•ı

1920'11 yıllardan beri, "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Mil­ letindir" denıniştir. 1924, 1961 ve 1 982 anayasalannda bu hüküm temel bir prensip olarak yer almıştır. TBMM'de baş­ kanlık divarunın arka tarafında, "EgemenUk Kayıtsız Şart­ sız Mllletl:ridlr" ibaresl yazılıdır. Halbuki, Türk egemenlik sisteminin içerigine baktıgıınız zaman. degil siyasal partile­ rin ve hükümetin, TBMM'nin bile hiçbir ciddi agırlıgı olmadı­ gını görüyoruz. Türk siyasetinde MGK'nin agırlıgı çok büyüktür. Türki­ ye'de önemli konularda, özellikle güverılikle ilgili konularda, politikayı saptayan, politikanın saptadıgı şekilde uygulanıp uygulanmadıguu denetleyen kurum MGK'dir. MGK'nin as­ ker agırlıklı bir kurum oldugu açıktır. Bu bakırndan bu ku­ ruma egemen olan ideoloji ordu ideolojisidir. MGK'nin, Türk siyasetindeki agırlıgı belirleyicidir, tayin edicidir. Bu agırlık karşısında Türk siyasal partilerinin, hükümetin, TBMM'nin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Türk basınının, Türk işçi kuruluşlarının, sendikaların, üniversitelerin, yargı orgarıla­ rının da. Kürdistan sorunu karşısında bu, kesirılikle böyle­ dir. Fiili ·durum budur, yaşanan. uygulanan siyaset budur. · Hukuksal durumla, yani anayasada ve yasada yazılarılada fiili durum, yani uygulama arasındaki bu derin çelişki Türk egemenlik sisteminin özü.dür. Genel seçimlerde , siyasal partilerin kazandıkları aylar. oy ararılannın yükselmesi, herhangi bir siyasal partiyi, Türk siyasetini belirleyen ve tayin edici bir rol oynayan bu kurum karşısında daha güçlü kılmıyor. Batı demokrasilerinde MGK gibi kurumlara yer yoktur. Çünkü , demokrasilerde, halk ta­ rafından genel oy ile seçilen kurumların devlet yönetiminde­ ki rolleri çok daha büyüktür. Batı demokrasilerinde tayin edilmiş olan kurumlann devlet yönetiminde tayin edici ve ·

(*)

78

6zgür Gü�dem, 4 Eylül 1 992


belirleyici bir rolleri yoktur. Bu bakımdan oralarda devlet­ hükümet ikilemi söz konusu degildir. Hükümetler her türlü ekonomik, toplumsal ve askeri politikayı saptar ve uygular. Türkiye'de ise, durum fiili olarak çok degtşiktir. TBMM genel oyla seçilen temsilcilerden oluşur. Hükümet bu kurum tara­ fından veya bu kuruma dayalı olarak oluşturulur. Burada, siyasal partilerin oy oranlan elbette önemlidir. Devlet ise. ta­ yin edilmiş kurumlar ve kurullar tarafından temsil edilir. Bu kurumlann başında MGK gelmektedir. Devlet-hükümet iki­ lemi, Türk'e has demokrasinin ortaya çıkardıgı bir durum­ dur.

Devletin hükümet karşısındaki belirleyiciligini yine,

Türk egemenlik sisteminin özü olarak degerlendirmek gere­ kir. Demokratik süreç, demokratik yaşam elbette, böyle bir kurumun geriletilmesini,

devlet yönetimindeki

agırlıgının

mümkün oldugu kadar aza indirilmesini gerektirir. Fakat. Türkiye'de hiçbir hükümet. TBMM'deki hiçbir siyasal parti grubu böyle bir kurumla mücadeleyi göze alamaz, bilakis bu kurumun istek ve iradesine, direktiflerine tamamen boyun egıp bunlarla sıkı bir şekilde bütünleşip hükümet olmaya çalışır. Türk siyasal partilerinin, hükümetin gayet açık bir şekilde kavradıgı mekanizmalardan biri budur. Türk basını, Türk üniversitesi, Türk işçi kuruluşlan. Türk yargı organlan vs. de bu mekanizmanın bilincindedirler. Türk basını, de­ mokrasi adına bu egemenlik sistemini övmekte, Türk yargı organlan da demokrasi adına bu egemenlik sistemini kutsa­ maktadır. Kürdistan'da gelişen, önü alınamayan, yükselişi, yaygın­ laşması ve derinleşmesi durdurulamayan ulusal ve toplum­ sal kurtuluş mücadelesi, Türk egemenlik sisteminin içerigl­ nin etkili bir şekilde

kamuoyunun bilincine

çarpmasına

neden olmuştur. Zaten, Türk egemenlik sistemi, kendisini daha çok Kürdistan alanında somutladıgı için, bu gibi kav­ ramlan

gündeme

getiren,

tahlil

etmeye

çalişan,

enini­

boyunu kavramaya çalışan, yine Kürt ulusal ve . toplumsal kurtuluş mücadelesidir. Bir örnek verelim. Bu sene, Haziran ayı içinde TBMM'de Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda yapılan bazı degişik­ liklerle ilgili bir tasan görüşüldü ve kabul edildi. Kabul edi­

len yasa. imzalanması için Çankaya 'ya gönderildi. O zaman

79


Cumhurbaşkanı Turgut Özal ABD'deydi. Yerine, TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk bakıyordu. Cumhurbaşkan­ lıgı'na vekalet eden Hüsamettln Cindoruk yasayı imzalama­ dı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ABD'den gelmesini bek-: ledi. Cumhurbaşkanı yasayı veto etti. Cumhurbaşkanı Tur­ gut Özal, MGK'den bazı askerlerin yasadaki bazı hükümlere karşı olduklannı söyledi. Askerler özellikle gözaltı süresiyle ilgili bazı hükümlere şiddetle itiraz etmişler. . . Bundan son­ ra, sürecin nasıl gelişttgini yakından biliyoruz. Bu durumu irdelemek gerekir. TBMM bir yasa tasansını görüşüyor ve yasalaştınyor. Fakat TBMM'nin kabul ettigi bu yasa, gene­ rallerin istegt ve direkttil üzeline onaylarırnıyor. Cumhurbaş­ kanı gerekçe olarak. "Generaller yasanın bazı hükümleri­ ne itiraz etti" diyor. Hani TBMM üzerinde hiçbir irade yoktu? En üst en yüksek irade TBMM idi? "Hakimiyet Ka­ yıtsız Şartsız Milletindir" şeklindeki beyan sadece bir slo­ gandır. Bu sloganın amacı, fiili durumu, somut gerçekleri gizlemek, çarpıtmak ve sapbrmaktır. Tek parti döneminde TBMM'nin üyeleri, Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Başka­ nı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Ata­ türk tarafından, daha sonra da İsmet İnönü tarafından biz­ zat tayin ediliyordu. O zaman da "Hakimiyet Kayıtsız Şart­ sız Milletindir" nutuklan hiç eksik olmuyordu. Bu dururn­ da padişahın tartışılmaz ve üstün iradesiyle, bu tür yetkileri olan bir Cumhurbaşkanının iradesi arasında fark var mıdır? 26 Agustos 1 992 tarihinde TBMM Kıbns, Bosna-Hersek ve Karabag olaylarını görüştü. O gün, HEP Şırnak Milletve­ kili Mahmut Alınak ile bazı milletvekilleri arasında tartış­ malar çıktı. Mahmut Almak, hükümeti, "Genelkunnay hü­ kümeti" diye niteledi. Bu niteleme üzerinde çok büyük tartışmalar ve kavga çıktı. Fakat ertesi gün, 2 7 Agustos 1 992'de hükümet. Cumhurbaşkanı'nın çagnsı üzerine Di­ yarbakır'da askeri bir garnizonda toplandı. Ve bu , Türk ba­ sım taraf:ıpdan, "Devlet, güvenllk güçlerinin yanında" me­ sajını veriyor biçiminde degerlendirildi. (Sabah, 27 Agustos 1 992) "Genelkunnay hükümeti" nitelemesine neden itiraz ediliyor, acaba? . .

Do!Jru Yol Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Süley­ man Demirel, hükümet kurmadan önce, sık sık 1 2 Eylül'ü eleştirirdi. Yanın agız bir şekilde de olsa, " 12 Eylül'cüler-

80


den hesap sormak gerekir"

bile derdi. Hükümet olduktan

sonra ilk yaptıgı işlerden biri ise, 12 Eylül'ün İstanbul Vali­ si'ni Milli Savunma Bakanı yapmak olmuştur.

Türk siyaseti korkaktır ve dalkavuktur. Bu tavır ve dav­

ranışla demokratik sürecin önünün açılması, demokrasinin

yaygınlaşması ve kökleşmesi mümkün degildir.

Türk egemenlik sistemi, Kürt sorunu söz konusu oldu­

gu zaman sık sık kendini göstermektedir. Hükümet, basın

"Güçlü ordumuz, modem silahlarımız, tanklarımız, toplanmız, zırhlılanmız, uçaklanmız... var" derler. "Baldın çıplak eşkıyanın elinde bunlarla boy ölçü­ şecek hiçbir şey yok" demeyi ihmal etmezler. Siyasal parti mensuplan, sık sık

mensuplan, ordu mensuplan vs. de bun1an söyler. Tankla� nyla,

toplanyla,

uçaklanyla,

kimyasal

silah

tehditleriyle

Kürtler üzerinde egemenliklerini sürdüreceklerine inanırlar.

Halbuki, Kürdistan eski Kürdistan degildir, Kürtler eski

Kürtler degildir. Kürt şehirlerinin girişlerinde ve çıkışlarında caddelerde ve kavşaklarda 8 tekerlekli Alman panzerleri bekleyedursun, uçaklar, helikopterler, tanklar, toplar. zırhlı­

lar en yogun bir şekilde kullanılsın, artık ulusal gelişmenin önü alınamaz.

PKK,

geniş Kürt halk yıgınlannın yüreklerin'­

dedir, gönüllertndedir.

PKK,

geniş Kürt halk kitlelerinin be­

yinlerine girmiştir. Kürt halkı� lük,

PKK

olmuştur. Zira, özgür­

sadece Kıbns Tü"rkleri'nin, Bosna-Hersek'teki Müslü­

manlann, Karabag'daki Azerilerin özlemi degildir. Özgürlük,

Kürtlerin de hakkıdır. Geniş Kürt halk yıgınlanndaki özgür­ lük istemini, özgürlük hareketini artık hiçbir güç gerilete­

mez. İnsanlarm yüreklerindeki ve beyinlerindeki özgürlük duygusunu ve özgürlük bilincini yok etmek mümkün degil­ dir. Çifte standartlı düşünceler, çifte standarth tavır ve dav.­

raruşlar sadece ve sadece, Türk yönetimiyle geniş Kürt halk

yıginlan arasındaki uçurumlan derinleştirir. Öte yandan,

"PKK'yi anlatanlara, PKK hakkında gerçekleri ortaya ko­ yanlara hadlerini blldlrecejlz" biçiminde tehditler geliştir­ mek, bu sömürge politikasının iflasının en önemli gösterge­ sidir. Zira bunlar, tehditten ve cezadan başka hiçbir yön­ temlerinin, dayanaklannın kalmadıgı anlamına gelir. Halbu­

ki, hiçbir siyasal güç, ceza tehditleriyle meşruiyetini koruya­

maz, sürdüremez.

81


HALKLARıN

KADERLERİ

...

(•J

Günümüzde, bir halkın, bir ulusun en büyük dramla­ nndan biri kendi kaderini tayin

edememesi konusunda

odaklaşmaktadır. Kürtler, Asuliler ve Ermenilelin büyük bir kısmı Ortadogu'da kendi kaderielini tayin edemeyen, kader­ Ieli hep kendiJelinin dışındaki �gemen ve sömürgeci güçler tarafından belirlenen halklardır. Çerkesleli, Lazlan yine bu kategoli içinde saymak gerekir. Halkların, ulusların kendi kaderlerini tayin edemememeleriyle ilgili olarak ortaya çıkan sorunlar gün geçtikçe daha agırlaşmaktadır, derinleşmekte­ dir. Çünkü, çagımızda özgürlük istemleri bütün dünyada ana akım olarak gelişmektedir, egemen güçler ise , çogu yer­ de bu akımlan ancak devlet terörü uygulayarak bastırma yolunu seçmektedir.

19. Yüzyılda imparatorluklar vardı. Avusturya-Macaris­ tan İmparatorlugu . Rus İmparatorlugu ; Osmanlı İmparator­ lugu. İmparatorluklann en önemli özelligi birden fazla ulu­ sun veya halkın belirli koşullar içinde bir arada yaşamala­ nydı. 1

.

.

Dünya Savaşı'ndan sonra imparatorluklar parçal­

andı, dagıldı. Ulus devlet veya ulusal devlet denen siyasal birimler ortaya çıktı. Osmanlı İmparatorlugu'nun dagılma­ sıyla ortaya çıkan devletleri bu çerçeve içinde degerlendir­ mek gerekir. Fakat bu süreçte kendi kaderielini tayin ede­ meyen, kaderleri emperyalist güçler ve onlann bölgedeki yerli işbirlikçileri tarafından tayin edilen halklar da kaldı. Yani, aslında, ulus devlet veya ulusal devlet denen siyasal birimlerin içinde de birden fazla ulus vardı. Bunlardan bilisi kuşkusuz egemen ulus idi. imparatorluklarm parçalaı;unasına paralel olarak gelişen başka bir süreç de egemen güçler tarafından dünyanın yeni­ den paylaşımı olarak belirdi. Milletler Cemiyeti çerçevesinde

n

82

6zgür Gündem, 1 1 Eylül 1 992


manda devletler, sömürgeler kuruldu . Milletler Cemiyeti; im­ paratorluklann dağ;ılmasıyla birlikte kurulan ulus devletle­ rin, sömürgelerin, manda devletlerin sorunlanyla ilgilendi. Bu arada Rus imparatorlugu da parçalandı, fakat, uluslarm kendi kaderlerini tayin hakkı temel ilkesi çerçevesinde Sov­ yet Sosyalist Cumhuriyetleri

Birligi olarak yeniden örgütlen­

dt 2. Dünya Savaşı sonunda sömürgelerin bagımsızlıgıyla ilgili akımlar güçlenmeye başladı. Sömürgeler, manda dev­ letler, İngiltere , Fransa gibi egemen ekonomilerin, empeıya­ list güçlerin denetimindeydi. O zamanın koşullan içinde Bel­ çika, Hollanda gibi devletleri de bu kategori içinde deger­ lendirmek gerekir. Dünyada bir zamanlar egemen olan İs­ panya ve Portekiz'in de sömürgeleri vardı. ı . Dünya Savaşı sonunda Almanya sömürgelerini· kaybetmiş, İtalya sömürge kazanamamıştı. 2 . Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgelerin büyük bir çogunlugu sömürgeci devletler veya emperyalist devletlerle sömürge ülkenin temsilcileri arasında yapılan si­ yasal görüşmeler yoluyla siyasal bagımsızlıklarını elde etti. İşte burada, kendi kaderlerini belirleyemeyen, kaderleri hep başkalan tarafından belirlenen hal)clann sorunlan bir kere daha gündeme gelmektedir. Şırnak olaylan, duygularımızın ve düşüncelerimizin ber­ raklaşmasında önemli bir etken oldu. Şırnak, devlet güçleri tarafından yakıldı, yıkıldı. Kürt insanlan şehri terk ettiler. Şırnak'taki tugay komutanının, şehrin yıkılınası ve yakılına­ sına ilişkin emirleri, direktifler!, bunlara ilişkin bant kayıtla­ n

Özgür Gündem

gazetesiride yayımlandı. Devlet ve hükü­

met yöneticilerinin inkar politikaları,

yoktur, olmamıştır"

"Böyle konuşmalar

biçimindeki yalanlamalan hiç inandı­

ncı degildir, gerçekler bütün açıklıgıyla ortadadır. Şırnak ve çevresinde yürütülen devlet terörü , bir ulu­ sun, bir halkın kaderinin başkalan tarafından belirlenmesi­

nin en çarpıcı örneklerinden biridir. 1 980- 1 988 yıllan ara­ sında

cereyan

eden

İran-Irak

Savaşı'nı

düşünelim.

Bu

savaşta da taraflar birbirlerinin çeşitli askeri ve sanayi tesis­ lerini, ulaştırma ve haberleşme şebekelerini, hatta şehirleri­ ni bombalamıştır. Fakat, bir şehrin taş taş üstünde bırakıl­ mamacasına bombalanması,

insaniann göçe

zorlanması, 83


şehrin yagmalanrnası gibi olaylara rastlanrnamıştır. Bunun temel nedenlerinden biri, savaşın uluslararası bir gözetim altında cereyan etmesidir. Birleşmiş Milletler, AGİK gibi ku­ rumlar, çeşitli basın kuruluşları, savaşı yakından izlemekte­ dirler. Tarafların ele geçirdikleri esiriere nasıl muamele ettik­ leri, benzer konular yine bu kurumlar ve kuruluşlar tarafın­ dan izlenebilınektedir.

Kürdistan'da cereyan eden ulusal

mücadeledeyse. devletler; savaşı izleyebilecek, savaşa tanık­ lık yapacak kişilerin ve kurumlarm varlıgını hiç istememek­ tedir. Örnegin, Şırnak yakılıp yıkılmakta, hemen arkasından Şırnak'a girişler engellenınektedir, yasaklanmaktadır. Gaze­ tecilerin, insan haklan kuruluşlarının, milletvekil-lerinin vs. Şırnak'a girişlerine,

orada incelemeler yapmalanna engel

olunmaktadır. Kürt insanianna karşı, Kürt yerleşim birimle­ rine karşı sistematik bir şekilde sürdürülen devlet . terörü­ nün tanıklannın olması istenmemektedir. çünkü, tanıklık; sürecin agırlıgını, devletin terör politikasını bütün açıklıgıyla ortaya çıkaracaktır. Esasen tanıkiann iziemi ve gözleml al­ tında devlet terörünün sürdürülmesi mümkün degildir. Dev­ let; ne iç kamuoyu karşısında, ne de uluslararası kamuoyu karşısında

"Kendi vatandaşıma karşı terör uyguluyorum"

demez. Fiili olarak terör uygular, fakat bunu inkar eder. Ör­ negin, devlet, adına terör uygulayacak örgütler kurar, kendi­

ni

bu örgütlerle gizler. Hizbullah bunun en açık, görünen,

izlenebilen bir ömegıdir. Bunlar; bir halkın kendi kaderini tayin edememesinin ortaya çıkardıgı dramatik, trajik sonuç­ lardır. Bu, aslında, sömürge koşullannda görülen baskı ve zulümden çok daha agırdır. Günümüz; baskının ve zulmün gittikçe agırlaştıgını, sistematik bir hale geldigini göstermek­ tedir.

ı . Dünya Savaşı sonunda kurulan Milletler Cemiyeti'nin en önemli sorunu, imparatorlukların parçalanmasıyla kuru­ lan devletler oldu. Sömürgeler yeniden düzenlendi. Dünyada

yisı arttı.

devlet sa

Fakat, Milletler Cemiyeti; gelişen ve yük­

selen istemlere cevap veremedi, siyasal ve toplumsal dina­ mikler karşısında işlevsiz kaldı, 2. Dünya Savaşı'nın patlak vermesini engelleyemedi. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Bir­ leşmiş Milletler örgütlendi. Birleşmiş Milletler'in en önemli işlevlerinden biri sömürgeterin bagımsızlıgı konusunda orta-

84


ya çıktı. sömürgeler siyasal bakırndan bagımsızlık kazandı, Birleşmiş Milletler'de temsil edilen devletlerin sayısı arttı. Bugün dünya yepyeni bir süreçle karşı karşıyadır. As­ lında kendileri egemen ekonomilere, emperyalist güçlere ba­ gımlı olan bazı devletler. denetimleri altında tuttuklan h alk­ Iara karşı yogun bir baskı ve zulüm uygulamaktadırlar. Bu halklann, bu uluslarm özgürlük hareketlerini, eşitlik müca­ delelerini, bagımsızlık istemlerini ancak bu yolla engelleye­ bilmektedirler. Birleşmiş Milletler örgütü veya benzer kuru­ luşlar ise , gelişen ve yükselen bu istemiere karşı hiç cevap verememektedir. Sırurlann degişmezligt kutsallıgı adı altın­ da, ırkçı ve sömürgeci politikalara ve uygulamalara bekçilik yapmaktadırlar. Her halk, her ulus kendi kaderini belirlemede söz sahibi olmalıdır. Bir ulusu veya bir halkı başkalannın yönetmesi, bunun için de her türlü zulmün gündeme getirilmesi kabul edilmemelidir.. Bütün agırlıgına ragmen süreç bu yönde ge­ lişmektedir. Enternasyonal dayanışma da ancak, böyle bir eşitlik anlayışı temelinde yükselebilir.

85


EŞKIYA DEVLET İSTER Mİ?(•J

İçişleri Bakanı

İsmet Sezgin

11 - 1 5 Eylül ı992 tarihleri

arasında İran'a resmi bir gezi yaptı. ı ı Eylül'de , yani geziye çıkarken,

Ankara'da

yaptıgı

basın

toplantısında

gezinin

"PKK eşkıyası " ndan söz etti. "Türk Devleti eşkıyanın kökünü kazımaya kararhdır" dedi. "Eşkıya"nın, sadece Türkiye'yi amaçlan hakkında açıklamalarda bulundu. Terörden,

degil, İran'ı, Irak'ı ve Suriye'yi de tehdit ettigini vurguladı.

"PKK eşkıyası"na

karşı, Türkiye'nin, İran'ın, Suriye'nin,

Irak'ın birlikte mücadele etmeleri gerektigini ısrarlı bir şekil­ de belirtti. "Eşkıyanın amacı, Türkiye'nin Do�u'sundan toprak kopanp b�ımsız bir Kürt devleti kurmaktır. Da­ ha sonra da İran'a, Irak'a ve Suriye'ye yönelecektir. . . " sözlerini birkaç kez tekrarladı. İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, İran'da resmi görevlilerle yaptıgı görüşmeler sırasında da, bu duygulannı ve düşüncelerini açıkladı. Türk devlet ve hükümet yöneticileri, uzun süre terörden eşkıyadan ad vermeden soylıt bir şekilde söz ettiler, 1992

"PKK" adını telaffuz etmeye baş­ "Terör örgütü PKK'' , "PKK eşkıyası" gibi deyimleri

Newroz'undan itibaren ise ladılar.

sık sık kullanır oldular. Hemen sormak gerekir: Eşkıyanın devlet talebi olur mu? Eşkıyanın Avrupa temsilcillgi olur mu? Eşkıyanın Alman­ ya'da, Yunanistan'da, Kıbns'ta, İngiltere'de vs. bürolan olur mu? Eşkıyanın yayın organlan olur mu?

ya"

"Terörist", "eşkı­

gibi sözcüklerin sık sık kullanılması, kuşkusuz, Kürt

halkına karşı sistematik bir şekilde uygulanan devlet terörü­ nü gizlemek, olayın gerçek niteligini çarpıtmak, saptırmak amacını taşımaktadır. Ortada çok büyük bir hak gaspı oldu­ gu açıktır. ı . Dünya Savaşı sırasında ve ondan sonraki sü­ reçte,

(*) 86

Kürtler,

bölünihüş,

parçalanmış ve

ÖzgOr GOndem, 1 8 Eylül 1 992

paylaşılİnıştır.


Böl-yönet politikası, kuşkusuz emperyalistlerin ve sömürge­ cUerin politikasıdır. Fakat bu politikanın, Ortadogu'da yerli işbirlikçileri oldugunu unutmamak gerekir. Kemalistler, bu konuda, İngiliz ve Fransız emperyalizminin en önemli işbir­ likçileridir. Kürdistan'ın bölünmesinin, paıtalanmasımn ve paylaşılrnasımn en önemli sonucu , Kürtlerin ulusal ve de­ mokratik haklanmn gaspedilmesi olmuştur. Bu, dünyanın siyasal tarihinde bir eşi daha görülmeyen bir gasp olayıdır. İşte on yıla yakın bir zamandır gelişen ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi, özgürlük hareketi bu gasp sürecini bütün açıklıgıyla ortaya çıkarmıştır. Bu konuda, geniş Kürt halk yıgınlannın bilİnci gittikçe açılmaktadır. Kürtler, artık, gaspedilmiş ulusal ve demokratik hakianna sahip olmak is­ temektedir. Siyasal ve toplumsal yaşantısını kendi kirnligiyle sürdürrnek Kürtlerin vazgeçilmez bir özlemi ve istegi olmak­ tadır. Devletin öfkesinin temelinde , hak gaspı ve kimlik gas­ pı konusunda gittikçe çogalan ve büyüyen bilinç vardır . .

"Terörist", "eşkıya"

.

gibi sözcükler bu bilinci çarpıtrnayı,

köreitmeyi ve gizlerneyi amaçlamaktadır. Son aylarda PKK'nin taban buldugu çeşitli çevreler tara­

"P.KK'nin taban buldugu anlaşılı­ yor", "Belirli bir kesimin PKK'yi destekledi!i açık. .. ", "Bir kısım halk, şu veya bu nedenlerle PKK'yi destekli­ yor, PKK'nin yanında yer alıyor ;" Bu tür açıklamalar, fından ifade edilmektedir.

..

devlet ve

hükümet yetkililerinin demeçlerinde görülüyor.

Türk basırunda, benzer belirlerneler yer alıyor. Bu gelişim karşısında dogal olarak şöyle düşünrnek gerekiyor: Bir örgüt mademki halk yıgınlan arasında önemli bir destege sahiptir, halk yıgınlanyla örgüt arasında organik baglar vardır, o hal­ de o örgütü

"terörist", "eşkıya"

diyerek dışlarnarnak, aksi-

ne düşüncesini, niyetlerini, özlemlerini ögrenmek gerekir . . . Veya, halkın gerçek temsilcileriyle ilişkiye girrn ek gerekir . . . Halkın düşüncesini, özlernini, duygularını öl!;renmek önemli bir çaba olmalıdır. Bu, normal, demokratik bir süreçtir. Bu, Kürt toplumunun iç dinamiklerinin güçlendigini göstermek­ tedir. Fakat Türk egemenlik sistemi, Kürtlere karşı, demok­ ratik bir sürecin işletilmesine tahammül edemez. Eger resmi ideolojiye karşı bir oluşum Kürt halk yıgınlan arasında yan­ kı buluyorsa, bu sürecin önünü kesrnek gerekir. Bu geliş­ meye güç veren, bu gelişmelere temel olan dinamikleri par-

87


çalaınak gerekir. Bunun yolu da dogrudan dogruya Kürt halkına karşı savaş açmak, iç dinamikleri parçalamaya ça­ lışmaktır.

"Eşkıyanın kökünü kazıyaca4ız''

sözü bu anla­

ma gelmektedir; Zira, geriliayla Kürt halk yıgınlan arasında organik bir bag vardır. Bu bag, deniz ve balık ilişkisi kadar organiktir. Balıgı öldürmek için denizi kurutmak gerekir. Bütün bunlara ragmen biz, 1ürk Devleti'ni ve Türk top­ lumunu demokratikleştirecek en önen:ıli güçlerden birinin PKK oldugunu düşünüyoruz. . . Türk yöneticileri çok büyük bir yanılgı içindedir. Çünkü PKK'nin kurumlaştırdıgı mücadele, özgür ve yoksul Kürtle­ rin mücadelesidir. Özgür ve yoksul Kürtlerin hareketini dur­ durmak, geriletmek mümkün degildir.

PKKyi

herhangi bir

Kürt örgütü gibi degerlendirmek büyük bir yanılgıyı içer­ mektedir.

Dünyanın her tarafında, özgürlük ve bagımsızlık

hareketleri güç kazanırken, Kürtlerin bu sürecin dışında kalmalannı ummak tutarlı bir düşünce ve beklenti olamaz. . . Ta mücadelenin başlangıcında, Türk yöneticileri,

çuk eşkıya

"

"üçbu­

dan söz etmişlerdir. Söylediklerine kendileri de

inanmışlar, keiı dilerini inandırmışlardır. Gittikçe büyüyen kitleselleşmeyi ise görmezden gelmişler, dikkate almamaya çalışmışlardır. PKK'nin düşüncesi ve eylemi etrafındaki bü­ yümenin, kitleselleşmenin önünün alınmaz oldugunun iyice fark edilmesinden sonraysa, dogrudan dogruya, kitleler he­ def alınmaya başlanmıştır. Kürtleri, Kürdistan'ı bu şekilde yönetmek mümkün de­ gildir. Kaldı ki, Kürtleri yönetmek gittikçe daha da zorlaşa­ caktır. Çünkü Kürtler artık, eski Kürtler degildir, siyasal is­ tekleri gittikçe büyümektedir. Kürtler artık kimliklerinden vazgeçmezler. Devlet terörüyle, Kürtlerin ulusal isteklerini geriletmenin mümkün olmadıgıru, her şeyden önce devlet anlamalıdır .

. .

O halde, Kürtlerin, bu arada PKK'nin düşün­

cesini ve eylemini iyi kavramak gerekir. Türk insanlarının, bu konuda bilgisiz kalınalarmı saglayacak önlemler almak çıkar yol olamaz. Birkaç ay önce, PKK Genel Sekreteri

dullah Öcalan'ın "Kadın ve Aile Sorunu"

yımlandı. Bu, Türk basınında alaya alınmak istendi.

ya da kitap yazmış!", "Eşkıyanın kitabı!

Ab­

adlı kitabı ya­ ..

"Eşkı­

" vs. Halbuki

durum, hiç Türk basınımn göstermeye çalıştıgı gibi degildir.

88


Türk toplumu , PKK Genel Sekreteri

Abdullah

Öcalan'ın dü­

şüncelerini, kitaplannı, yazılannı yakından tınunalıdır. Ki­ tap yasaklayarak, dergi ve gazete toplatarak bu gelişmelerin önüne geçilemez. Ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi­ nin önderini küçümsemek kendini aldatmaktan başka bir sonuç doğ;urmaz . . . Öte yandan PKK savaşan taraflardan bi­ ridir. Türk insanlannın, kendi devletinin. düşüncesini ve ey­ lemini öğ;rendiğ;i kadar, PKK'nin düşüncesini ve eylemini öğ;­ renrneye de hakkı vardır.

89


"KÜRT ŞOVENİZMİ" (•J

"Kürt şovenizm!"

sözcükleri bir suçlama olarak ileri

sürülüyor. Kürt ulusal ve toplumsal mücadelesinin yüksel­ mesi karşısında, Türk basını ve bazı Türk aydınları,

şovenlzml"nin

"Kürt

böyle tırmanması Türk şovenizmini davet

y

eder, Türk şovenizminin ortaya çılrnıasına neden olur, di or­ lar.

"Kürt şovenlzml"ne

de karşıyız, Türk şovenizmine de

karşıyız demeyi ihmal etmiyorlar. Türk basınının ve Türk aydınlannın bu düşüncesi ve tutumu Kürdistan'daki müca­ delenin içertginin hiç anlaşılmadıgını göstermektedir.

şovenizm!"

"Kürt

kavramı Kürt ulusal ve toplumsal kurtuluş mü­

cadelesini anlamaya yardımcı olan bir kavram degildir, bila­ kis süreci çarpıtmaktadır, saptırmaktadır. Türk basını, bazı Türk aydınları

"Kürt şovenlzml

''

nden

söz ederlerken bu suçlamalanna kanıt göstermiyorlar veya hangi olgulann, hangi süreçlerin

"Kürt şövenlzml'ıni

orta­

ya çıkardıgını belirtmiyorlar. . . Türk basınını, Türk yazarlan­ nı bu şekilde düşünmeye iten etkenler nedir, bunları belirt­

"Kürt şovenizmine de karşıyız, Türk şovenizmine de karşıyız" , diyerek suçlama

miyorlar . . . Sadece, soyut bir şekilde, yapıp

geçiyorlar.

Türk şovenizmini görmek, kavramak çok kolaydır. Çün­

"Ne Mutlu Türküm Dlyene" "Türk ögün, Çalış, Güven", "Bir Türk Dünyaya Bedeldlr", "Yüksel Türk, YüksekHiln Senin İçin Hududu Yoktur" gibi sloganlar, yi­ kü çok belirgind:ir, çok açıktır.

resmi ideoloj inin önemli bir sloganıdır.

ne resmi ideoloj inin sloganlandır. 70 yılı aşkın bir zamandır, Kürt çocuklarına bu sloganlar aşılanmaktadır, Kürt çocuk­ lan, Kürt toplumu bu sloganlada egitilmeye çalışılmaktadır. Kürt çocuklarına okullarda her gün,

çahşkanım (*) 90

•••"

"Türküm, dogruyum,

diye ant okutulmaktadır, bu okunınası zo-

Özgur Gündem, 25 Eylül 1 992


rımlu tutulmuş bir anttır. Durum bu kadar açık bir şe!plde görülüyorken

"Kürt şovenlzml"ne

de karşıyım, Türk şöve­

ı ı lzmine de karşıyım sözlerini nasıl yorumlamak gerikir? I lalbuki, Kürt ulusu ezilen bir ulustur. Bütün ulusal ve de­ mokratik haklan gasp edilmiş bir ulustur. Kürt toplumu, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış bir toplumdur. Bö­ lünme, parçalanma ve paylaşılma sürecinde, ulusal ve de­ mokratik hakiann gasp edilmesi sürecinde Kürt kişiligi dü­ şürülmüştür.

Bu

da

kolayca

saptanabilen,

izlenmesi ve

gözlenmesi kolay ve mümkün olan bir süreçtir. Kürtler, gasp edilmiş ulusal ve demokratik haklarının, düşürülmüş kişi­ liklerinin bilincine son 8- 1 0 yıl içinde vardılar. Türklerle, Araplada ve Farslarla eşit koşullarda, onurlu bir şekilde, kendi kimlikleriyle yaşamanın mücadelesine giriştiler . . . Bü­ tün ulusal ve demokratik haklan gasp edilmiş, horlanmış, aşagılanrnış, düşürülmüş bir halkın özgürlük ve eşitlik için giriştigi mücadeleler neden

"Kürt şovenizml"

olarak değ;er­

lendiriliyor, acaba?

ne"

Kürt şehirlerinin girişlerine

''Ne Mutlu Türküm Diye­

sloganlan yazılmış. Benzer sloganlar, Kürdistan'da, dag­

lara, yamaçlara vs. her yere yazılmış . . . Kamu binalarının gi­ riş kapıları, duvarlan bu tür yazılada dolu . . . Bir kısım Türk basını, logosunda

"Türkiye Türklerlndir"

sloganını eksik

etmiyor. Okullarda, Türkçe, Türk Edebiyatı, Türk kültürü, Türk tarihi

ögretiliyor, Kürtçe yasaklanmış . . . Ve bunlar

önemli, vazgeçilmez bir devlet politikası olarak uygulanıyor. Bu politikanın yaşama geçirilmesinden, bu uygulamadan en ufak bir taviz verilmiyar. Kürtlerden, Kürtçeden söz etmek

"Kürtlerden, Kürtçe'den söz edenler Türkler'in mtlll duygulannı zedellyorlar, ren­ elde ediyorlar" deniyor. Kürtçe isimler, Türklerin örf ve

Türklüge hakaret etmek sayılıyor.

adetlerine aykırı kabul ediliyor. Bu konularda iddianameler yazılıyor, mütalaalar veriliyor. Kürt dili, Kürtçe aşagılanıyor,

"Dogu halkı bu ilkel dille hiçbir yere varamaz, bilim dili Türkçedir, Türkçe'yi ögrensinler, dünya ile bütünleşirler" deniyor. Bunların ırkçı ve sömür­ ilkel bir dil deniyor.

geci uygulamalar oldugu açıktır. Kürtler ise bu ırkçı ve sö­ mürgeci devlet politikası karşısında gasp edilen kimliklerini, u lusal ve demokratik haklarını aramaya, bulmaya ve kazan­ maya çalışıyorlar . . . Böyle bir sürecin, Türk yazarlannda,

91


Türk basımnda

"Kürt şovenlzml"

konusunda bazı izlenirn­

ler uyandırabilrİıesi anlaşılır bir durum degildir. Bunu, insa­ nın havsalası almamaktadır. . . Bu bakımdan

ml"ne

"Kül-t şoveniz­

de karşıyım, Türk şovenizmine de karşıyım, biçimin­

de ortaya çıkan düşünceyi tutum ve davranışı iyice irdele­ mek gerekir kanısındayım. Bu konuyu zengin olgulara daya­ narak frdelemek gerekiyor. Acaba,

"Ne Mutlu Kürdüm Diyene''

diyen, bu solganı

hayata geçirmeye çalışan Kürler mi var? Bu sloganı hayata geçirebilecek bir mekanizma var mı? Türk şehirlerinin giriş­ lerine

"Ne Mutlu Kürdüm Dlyene"

mi yazılmış? Daglara,

yamaçlara bu solganlar mı kazınmış? Her gün, her sabah Türk çocuklarına

"Kürdüm, dogruyum, çahşkanım. . . "

ant­

lan mı okutturuluyor . . ? Türk basınında, bir kısım Türk ay­ dınlannda,

"Kürt şovenlzml"ni

düşündüren olgular, süreç­

ler nelerdır, acaba?

"Türklerden ve Türk dilinden söz ederek Kürt mllll duygularını zedellyorsunuz, renelde ediyorsunuz, bu şe­ kilde suç lşllyorsunuz•• diyenler mi var? "Türkçe Isimler Kürtlerin örf ve adetlerine aykındır" biçiminde mütalaa­ lar mı veriliyor? Bu konularda iddianameler mi yazılmış? Türk dili aşagılamyor mu , horlanıyar mu? Türk dili yasak­ lanmış mı?

"Türk dlll ilkel bir dildir"

mi deniyor? Kürtleri

şovenist yapan olgular nedir acaba? Kürtler Ege'de, İzmir, Urla gibi yörelerden kovulmaya, bÖlge Kürtsüzleştirilmeye çalışılıyor. Kürtlere ev, iş verilmi­ yor,

Kürtler birer birer işlerinden atılıyor. . . Bölge basını,

"Savulun Türkler Geliyor!"

diyerek Kürt insanlan, aileleri

tehdit ediliyor . . . Toplumsal gelişmeler,

toplumda yaşanan

bu süreç çarpıcı ve açık bir şekilde ortada dururken,

şovenizm! ''ne

"Kürt

de karşıyım, Türk şovenizmine de karşıyım

sözlerinin içerigi ve aiılamı nedir? Bu sözlerle verilen mesaj nedir? İnsanlar, bu tür sözcükleri duyduklan veya okuduk­ lan zaman ne anlamalıdırlar?

"Savulun Kürtler Geliyor! "

diyerek Türkleri tehdit eden bir Kürt basını var mı? Egemen ulus basınının bu düşüncesini, bu tavır ve davramşını eleş­ tirmek gerekmez mi?

"Kürt şovenlzml"ne

de karşıyım diye­

rek bir dengelerneye neden ihtiyaç duyuluyor? Gerilla,

92

Kürt toplumunun degerierinin degişmesinde,


Kürt insanlannın , kendi kimlikleri konusunda bilinçlernne ­ lerinde, Kürtlerin, Türkiye'yi, Ortadogu'yu ve dünyayı algıla­ malannda çok büyük rol oynadı. Kürt insanlan, giderek Kürt toplumu kişilik kazandı. Daha 1 0- 1 2 yıl öncesine ka­ dar tamamen tepkisiz olan toplum ayaga kalktı. Gasp edil­ miş ulusal ve demokratik haklannın bilincine vardı. Şimdi, bu haklan için, eşitlik için, özgürlük için, ulusal onur için mücadele ediyor. Gerilla, bütün Kürt toplumuna ruh ve he­ yecan verdi. Kadınlar, çocuklar, yaşlı Kürtler, aileler, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin içine çekildi. Kürt top­ lumunun iç dinamikleri güçlendi, her gün biraz daha güçle­ niyor. Aşiret, şeyhlik, ağ;alık gibi geleneksel yapılar hızla yı­ kılıyor. Aşiret ve aşiret reisine sadakat, şeyhlere, agalara sadakat, yani birincil baglılıklar hızla çözülüyor. Aşiretler, şeyhler, toprak ağ;alan, devletin maddi ve manevi yardımla­ oyla ayakta tutulabiliyor. Kemalist ideoloj i Kürt ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesine karşı bu geleneksel ku­ rumlan ayakta tutmaya çalışıyor. Kürt toplumundaki bu dinamizm Türk toplumunun bazı kesimlerinin düşüncelerini ve degerierini de değ;iştirdi. Baş­ ta İnsan Haklan Derneğ;i İstanbul Şubesi gibi bazı kurum­ lar, Bilgesu Erenus gibi aydınlar, sanatçılar Kürtlerin müca­ delelerini yakından kavradılar. Kürdistan'da, çeşitli zaman­ larda, çeşitli olaylar nedeni ile yaptıklan incelemelerde, Kürtlerin acılannı kendi yüreklerinde duydular. Kürtlerin onurlu direnişleriyle ruhsal ve ulusal bakımdan güçlendi­ ler. . . Fakat Türk basınının Türk aydınlarının, Türk yazarla­ rının vs. büyük bir kısmının hala resmi ideoloji dogruıtu­ sunda hareket ettikleri Kürtlerin eşitlik, özgürlük ve ulusal onur mücadelesinde bile "şovenizm" aradıklan açıktır. Türk şovenizmine neden karşı olmak gerekti[!;! açıktır.

"Kürt şovenizm!" nasıl ortaya çıkıyor? Bunun kanıtlan ne­ dir? Türk aydınlanna, Türk basınına , "Kürt şovenlzml"ni düşündüren olgular nelerdir?

93


ŞIRNAK, GÖLE VE ••KüRT ŞOVENİZMİ"I*l

Şovenizm kendi ırkını, kendi milletini üstün görmek, ırkçılık yapmak demektir. Şovenistler kendi ulusları için la­ yık gördükleri hakiann başka uluslar için konuşulmasına bile tah ammü l edemezler. Bu bakımdan bir

ml''

"Kürt şovenlz­

olamayacagı, bu sözcüklerin tırnak içinde yazılması ge­

rektigi açıktır. Türk şovenizmine neden karşı olmak gerektigi biliniyor. Kürt kimligini inkar ettigi için, Kürtleri asimile etmeye, Kürt ulusal varlıgını yok etmeye çalıştıgı için Türk şovenizmine karşı olmak gerekiyor. Bu şovenizme karşı, bu ırkçı ve sö­ mürgeci politikaya karşı varlık mücadelesi veren, özgürlük, eşitlik ve ulusal onur mücadelesi veren Kürtler neden şove­ nist olarak niteleniyorlar? Aslında, bunu anlamak hiç zor degildir. Türk basuunın ve bazı Türk aydınlarının yüregi dardır, Kürdistan'da gelişen, gittikçe yükselen ulusal ve top­ lumsal

kurtuluş

mücadelesini

içine

sindirememektedir.

Hem resmi ideolojiyi gözetmek; hem de Kürtlerin ulusal ve demokratik hareketi yanında olmak mümkün degildir. Bir

ikilem söz konusu oldugunda resmi ideoloji hala agır bas �

maktadır. Kürtlerin haklı ve meşru mücadelesi konusunda bir şey söylemek gerektiginde bile,

"Kürt şovenizml"ne

de

karşıyım, Türk şovenizmine de karşıyım denerek bir denge­ lerneye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bakımdan,

nizml"

" Kürt şove­

kavramı sorunu saptırıcı, çarpıtıcı, gizleyici bir kav­

ramdır. toplumsal ve siyasal ilişkileri açıklayıcı bir öze sahip degildir.

ÖZgür Gündem (*) 94

gazetesi 13- 1 5 Eylül 1 992 tarihli sayıla-

Özgür Gündem, 2 Ekim 1 992


rında, Ardahan'ın Göle ilçesinde cereyan eden katliamı du­

''Göle'de Nazi Usulü Vahşet'' "Sag yakalanan 4 gerlllanın kurşuna dizil­ dlgl, gerilla oldugu öne sürülen 18 kişinin cesedinin de çırılçıplak bir şekilde soyulup teşhir edlldikten sonra, bir çukura topluca gömüldügü bildirildi" deniyor. 1 4 Ey­ lül tarihli Özgür Gündem'de , "Toplu mezar açılsın" denil­ dikten sonra , "Göle'de Nazi usulü vahşete protestolar baş­ ladı. Böyle bir uygulamaya inanmak istenmiyor" deniyor. ''Göle'de Gömülen İnsanbktır•• yorumunda, çatışmalarda yurdu. 13 Eylül tarihli gazete, başlıgı altında,

. .

öldürülen 22 garillanın dördünün cesetlerinin zırhlı araçla­ rın ve tankların altına atılarak parçalandıgı ve bu şekilde

halka, teşhir edildikleri belirtiliyor. 15 Eylül tarihli gazetede,

"Göle Vahşeti . Soruşturulsun"

ibaresinden sonra. İnsan

Hakları Dernegi Kars Şubesi'nin Göle'deki incelemeleri ve raporu söz konusu ediliyor. . . Göle'de 2-7 Eylül tarihleri arasında cereyan eden bu vahşet sadece,

Özgür

Gündem'de yer aldı. Öteki gazetelerde

yer almadı. Göle'deki vahşete ilişkin haberler radyoda ve te­ levizyonda da yer almadı. Bu tavır, Türk şovenizmini, Türk ırkçılıgını ve Türk sömürgeciligini gizleme olarak degerlendi­ rilebilir. Bu zulmü deşifre etmek, bu vahşeti Türk kamuoyu­ na, Kürt kamuoyuna ve Dünya kamuoyuna duyurmak el­ bette gerekir. İşte, bu tür zulümleri engellemek için Türk şovenizmine karşı olmak gerekir. Burada,

"Kürt şoveniz­

ml" ni çagnştırabilecek herhangi bir şey var mı? Çagdaş Gazeteciler Demegi'nden bir heyet Şırnak'ta in­ ·celemeler yaptı. Şırnak devlet güçleri tarafından yıkılmış, ya­ kılmış . . . Top ve tank bombalanyla oturulabilir ev bırakılma­ mış. Devlet güçlerinin tek taraflı ateşi sırasında onlarca Kürt insanı, kadın, çocuk, yaşlı katledilmiş . . . Tank, top ve maki­ nalı tüfek ateşinden sonra,

"terörlstler••in

bulunması ama­

cıyla Şırnak'ın bütün mahallelerinde, bütün evlerinde ara­ malar yapılmış:

kadın,

erkek,

500'e

yakııi Kürt

insanı

gözaltına alınmış. Yine bu aramalar sırasında, sandıklar, dolaplar açtırıl­ mış, altın gibi ziyrıet eşyalan ve paralar yagma edilmiştir. Televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi gibi bütün dayanık­ lı tüketim maddeleri, dipçik darbeleriyle, sopalarla, tank,

95


top ve tüfek ateşiyle tahrip edilmiştit. Sokaklardaki, cadde­ lerdeki

bütün

hayvanlar

öldürülmüştür.

Evlerdeki

gıda

maddeleri kullanılamaz bir hale getirilmiştir. Bu saldınlara ragmen ayakta kalabilen evler ateşe verilmiştir. Gözaltına alınan insanlara,

ben de baskına katıldım

...

''Şımak'ı basan PKK ldl,

" şeklindeki ifadeleri kabul etti­

rebilmek için çok yogun işkenceler yapılmıştır. i şkenceler sı­ rasında öldürülen insanlar vardır. Yumurtalıklan sıkılarak patlatılan ve bu şekilde öldürülen Kürt insanlan vardır. İş­ kencelerde sakat bırakılan pek çok insan söz konusudur. Kadınlara tecavüz, cinsel taciz, hakaret, yine bu tür operas­ yonların vazgeçilmez bir boyutudur. . . İnsanlar, devletin, hesaplı-kitaplı, sistematik baskısını, soykırım planlarını protesto etmek için Şırnak'ı terk etmiş. Binlerce insan belirli bir disiplin içinde Şırnak'ı boşaltıyor, Cizre'ye dogru gidiyor, çadırlarda yaşamaya başlıyor. Bu ha­ yatın ne kadar büyük güçlüklerle dolu oldugu biliniyor. Pa­ ralan, altınlan, ziynet eşyalan, taşınan mallan gasp edilen bu Kürt insanları her gün binbir türlü güçlükleri gögüsle­ mek zorunda kalıyor. . . Kürtler, yardıma muhtaç bu insanlar için gıda maddeleri, giyecek eşy!l. çadır, battaniye vs. topla­ maya çalışıyor. . . Bu...yardımlar polis tarafından engelleniyor. Bu engellemelere ragmen yardımlar bazı merkezlerde topla­ nıyor. Toplanan bu yardımlar soykırım tehdidi karşısında bulunan Kürtlere ulaştınlmaya çalışılıyor. . . Bu sefer polis dagıtımı engellemeye çalışıyor. . . Devlet ve hükümet yetkilileri, siyasal parti yetkilileri Şır­ nak'a gidiyorlar. . . Konuşmalanyla, tavır ve davranışlanyla zulme ugramış, magdur edilmiş Kürt halkına degil, Kürtlere soykırım düşünen güvenlik kuvvetlerine güç veriyorlar. . . Ka­ rakollann sayısı artırılacak, güvenlik elemanlannın,

özel

ttmlerin vs. sayısı artırılacak, casus uçaklan, zırhlılar. . . Bu süreç içinde

"Kürt şovenizm!"

Türklerde de şovenizm mey­

dana getirir görüşünü nasıl degerlendirmek gerekir? 70 yılı aşkın bir

zamandır Kürtleri

horlayan, aşagılayan, Kürtleri fi­

zik ve moral degerler olarak yok eden nedir acaba, kımdir acaba?

' Bir de şu var: mrk basın organları, gazeteler, radyo, te­

levizyon vs. her gün, Bosna-Hersek'de, Karabag'da Müslü-

96


manlara, Azeri Türklerine yapılan saldınlardan söz ediyor, bu konuda kamuoyu oluşturuyor. "Türklere, Müslümanla­

ra yapılan insanlık dışı saldırılara, vahşete karşı Dünya dur deİneHdlr" deniyor. Müslümanlara ve Türklere, devlet

eliyle gıda, ilaç ve giyecek yardınıı yapıldıgı söyleniyor. Kürt­ lere ise, Şırnak'ta oldugu gibi hem devlet tarafından baskı ve zulüm yapılıyor, hem de magdur edilen Kürtler için topla­ nan yardımlann, onlara ulaşması devlet tarafından engelle­ niyor. Bütün bu süreci, "Kürt şovenlzml"'ne de karşıyız Türk şovenizmine de karşıyız, sloganlan arasında nasıl de­ gerlendirmek gerekir? Örnegin, Şırnak olaylannda, "Kürt ' şovenizm!" nerede duruyor, acaba? Kürt aydınlan, Kürt gazetecileri birbiri ardınha kurşun­ lamyor, katlediliyor. .. Vedat Aydın'dan Musa Arıter'e kadar katledilen Kürt aydınlanmn, Kürt gazetecilerinin sayısını he­ saplamak zor. Katledilen onlarca insan var. Son yıllarda bir Kürt aydınlanmasının yaşandıgı açık. Irkçı ve sömürgeci .Ke­ malizm iflas ediyor, Kürtler kendi kurumlanın yaratm�nın, geliştinnenin peşinde. Yogun, yaygın bir ulusal coşku var. Kürt toplumunu köleleştiren zincirlerin halkalan birer birer parçalanıyor. 70 yılı aşkın bir zamandır, ısrarla inkar edilen bir halkın baskıya, zulme karşı kararlı bir şekilde sürdürdü­ gü mücadelesinde, "Kürt şovenizm!" kavramını kullandıra­ cak ne gibi bir boyut vardır? Çagdaş Gazeteciler Dernegi heyeti Şırnak ve çevresiyle ilgili izienimlerini Arıkara'da basma açıkladı. Bu heyet içinde incelemelere katılan yazar Aziz Nesln, bir "Kürt Kurulta­ yı"nın toplanmasını önerdi. Yazar Aziz Nesln, Kürt Kurulta­ yı'nın toplanmasıyla ilgili görüşlerini açıklarken, "hiçbir za­

man Kürt şovenizmini de, Türk şovenizmini de kabul etmiyorum" dedi. (Özgür Gündem, 1 7 , 18 Eylül 1992) İşte, insanın havsalasının almadıgı konu budur. Şırnak yakılmış, yıkılmış, talan edilmiş. Türk şovenizmini hayatın her alanında görmek, yaşamak mümkün. Türk şovenizmi, Kürdistan'da, dagıara. taşıara kazınmış. Kürdistan, ancak baskılarla ve zulümlerle yönetilebiliyor... Göle'den, Çukur­ ca'dan, yeni yeni vahşet haberleri geliyor. Magdur edilmiş Kürt insanianna yardım toplanması, toplanan yardımlarm dagıtılması polis tarafından engelleniyor. Kürt gazetecileri, 97


Kürt aydınlan kontrgerilla tarafından kurşunlamyor. katle­ diliyor. . . Ve bütün bunlar, Kürdistan'da incelemeler yapan heyetler tarafından görülüyor, yaşamyor, hissediliyor. . . Fa­ kat Türk aydınlan bu koşullarda bile, yaptıklan açıklama­ larda, yayınlarda , venizmine

de

"Kürt

karşıyız

şovenizm! "ne de karşıyız. Türk şo­ demekten kendilerini

alamıyorlar.

Türk aydınlan, Kürtlerin lehinde birkaç küçük . söz söylerken bile

"Kürt

şovenlzml"ne de karşıyız, Türk şovenizmine de

karşıyız demeyi ihmal etmiyor. . . Resmi ideolojinin, Kemaliz­ min, Türk aydınlannın zihinsel yapılannın oluşmasındaki etkisi, zengin olgusal dayanaklaoyla incelenmelidir. Fakat şu sorulan ısrarla sormak gerekir:

''Kürt ŞOVfi.Dlzml"nin "Kürt şovenlzml"

kamtlan nelerdir? Türk aydınlarında,

kavramını çagnştıran, bu kavramı gündeme getiren olgusal süreçler. olgusal ilişkiler nelerdir?

"Kürtlerin bu

şoveniz­

m!" Türklerde de şovenist dalgalann meydana gelmesine neden olur. sözünden ne anlamak gerekir? Bu sözler ne gibi bir mesaj vermeye çalışıyor?

9R


HEP'Lİ OLMAK

• • .

ı·>

Günümüzün en zor işlerinden biri HEP'li olmaktır. "Faili meçhul" denen, fakat failiert tastamarn bilinen cinayetierin çok büyük bir kısmı HEP'lilere yöneliktir. HEP üyelerine, HEP görevlilerine , gerek Türkiye'de gerek Kürdistan'da çok büyük baskılar yapılmaktadır. HEP'in çeşitli kadernelerinde görev alan yüzlerce kişi, kontrgerilla tarafından veya kont­ rgertllaya yakın, onunla işbirligi içinde olan odaklar tarafın­ dan katledilmiştir. HEP il ve ilçe binalan saldırıya ugramak­ ta, tahrip edilmektedir. HEP'li milletvekilleri binbir türlü tehdit ve baskı altındadır. Devlet güçleri HEP yöneticilerinin konuşmalanru, HEP'in yaptıklannı, ettiklerini en, ince tefer­ ruatına kadar izlemeye, ögrenmeye çalışmaktadır. HEP yö­ neticileri devletin yogun ve yaygın bir gözetimi ve denetimi altındadır. Yöneticiler, görevliler, devamlı, gözaltı, tutuklama ve dava tehdidiyle karşı karşıyadır. HEP milletvekillerinin her konuşması üzerine Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi · idam istemiyle soruşturma başlatrnaktadır.

Başsavcılıgı HEP

milletvekillerinin

dokunulrnazlıklannın

kaldırılması

için TBMM'ne fezleke gönderilmektedir. HEP'nden daha kü­ çük sayılarla TBMM'nde temsil edilen partiler radyoda ve 1V'de yer alabildigi halde, HEP bu ve benzer olanaklardan yararlanamamaktadır. HEP Anayasa Mahkemesi'nce kapa­ tılma tehdidi altındır. Kürt olmak, HEPli olmak,

Azadi

Özgür Gündem. Yenı üıke;

gibi gazetelerde rnuhabir olmak çok zor bir iştir. Fa­

kat, bu görevler. bu işler çnk zor oldugu kadar da onurlu­ dur. Kürtler artık. her türlü baskıya ve devlet terörüne rag­ men bu zor görevlerin üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Bu görevleri lfa ederken karşılaştıklan bütün riskleri de gögüs­ leme gayreti içindedir.

(*)

6zgür Gündem, 9 Ekim 1 992 99


HEP bir örgüttür, bir siyasal partidir, emekçi halkın ör­ gütüdür. Kürt sorunun çözümü konusunda öneriler sunma­ ya çalışmaktadır. HEPin Kürt sorununa çözüm önerileri de farklıdır. Başta emekçi kesimler olmak üzere Kürt halk yı­ gınlan, HEPe büyük bir sempati ile bakmaktadır, HEP etra­ fında . örgütlenmeye çalışmakta, mevcut örgütü güçlendirme­ ye ve yaygınlaştırmaya gayret etmektedir. Devlet Kürt hal­ kının örgütlenmesinden büyük bir rahatsızlık duymaktadır. Zira örgütlenme, Kürt halkının maddi ve moral gücünü ar­ tırmaktadır. Örgütlenme , Kürt halk yıgınlannda tarih bilin­ cinin ve toplum bilincinin gelişmesinde , ulusal bilincin de­ rinleşip yaygınlaşmasında çok büyük rol oynamaktadır.

25-30 sene öncesine kadar, Kürtleri yönetmek, Kürdis­ tan'ı yönetmek çok kolaydı. Çünkü Kürtlerin ciddi bir örgüt­ lülügü yoktu. Örgütlenme bilinci de yoktu. Bu örgütsüzlük içinde, Kürtlerin herhangi bir siyasal talebi de yoktu . Kürt­ ler, Türkiye'de; Kürdistan'da, Ortadogu'da, Dünya'da top­ lumsal ve' siyasal statüleri konulannda herhangi bir bilince de sahip degillerdi. Kürt halk kitleleri arasında, Kürt aydın­ lan arasında Kemalizmin çok büyük bir etkisi vardı. Kara­ kollar, Kürdistan'da, köylerden ve kasabalardan önce Kürt insanlarının zihinlerinde kurulmuştu . . . Böylesine örgütsüz, toplum bilincinden ve tarih bilincinden yoksun bir halkı yö­ netmek kuşkusuz çok kolaydır. Bu tür ilişkilerin geleneksel bir toplumu gösterdigi bes­ besllidir. oluşması

Böyle da

bir toplum yapısında modern degerierin

mümkün

olmamaktadır.

Toprak

sahipleri,

şeyhler, aşiret reisiert çok önemli sadakat odaklan olarak belirmektedir. Sömürgeci devlet de, birincil baglılıklar denen bu baglılıklann çözülmesini hiçbir zaman istememekte, bu geleneksel, feodal kurumlan ayakta tutabiirnek için çok bü­ yük bir çaba harcamaktadır. Geleneksel ilişkiler,

şerefl" , "aşiretin şerefl", "ailenin namusu"

"ailenin

gibi bazı de­

gerler oluşturmaktadır. Bunlar hep ırkçı ve sömürgeci yöne­ timin çıkarlannı koruyan degerler olarak işlev görmektedir. Çünkü birincil baglılıklar,

özellikle yoksul köylülerin

kendi çıkarlannın aleyhine bir biçimde koşullanmalanna, kendi çıkarlan aleyhinde tavır ve davranışta bulunmalanna neden olmaktadır. Birincil baglılıklar yoksul köylülerde , ulu-

1 00


sal bilincin gelişmesine engel oldugu gibi sınıf bilincinin ge­ lişmesine de engel olmaktadır. Birincil baglılı.klann zayıfla­ ması, çözülmesi, yıkılması, tapraksız ve az topraklı yoksul köylülerde, ulusal bilincin ve sınıfsal bilincin gelişmesini ve yükselmesini getirmektedir. Birincil baglılıklan zayıflaması, yıkılrnası, geleneksel toplum yapısım da çözmektedir. Bun­ dan dolayı sömürgeci devlet, sömürge ülke içerisinde çok önemli bir ayagını kaybetme durumuyla karşı karşıyadır. Bu, halk hareketinin yükselmesi anlamına gelmektedir. Zira birincil bağlılıkların zayıflaması, giderek yıkılması, özgürleş­ me sürecini kendiliğinden getirmektedir. Geleneksel toplum­ özgü rleşmenin, demokratikleşmenin dinamiklerini

larda,

ararken birincil bağlılıklarm üzerinde önemle durmak gere­ kir. Son on yıl içerisinde, Kürt toplumunun siyasal ve ideo­ lojik görüşlerinde Kürtleriri kendilerini, komşu halklan, Or­ tadogu'yu ve Dünya'yı kavrayışında çok büyük degişmeler oldu. Kürt toplumunun siyasal kültürü, değer yargılan kök­ ten değişti. Kürt insanlannın zihinleri allak-bullak oldu. Zi­ hinlerde resmi ideolojinin kurdugu karakollar birer birer yı­ kılmaya

başladı.

Birincil

bağlılıklar

dediğimiz

bağlılıklar

yıkılıyor. Bu süreçte ağalık, şeyhlik, aşiret reisligi gibi ku­ rumlar, binbir türlü maddi ve manevi rüşvetle devlet tarafın­ dan ayakta tutulmaya çılışılıyor. Birincil bağlılıkların zayıfla­ masıyla ve çözülmesiyle, yoksul Kürtlerin ve özgür Kürtlerin hareketi yükseliyor.

"aşiretin şerefl"

"Ailenin şerefl", "ailenin namusu" ,

gibi geleneksel değerler çözülüyor. Sömür­

ge bir ülkede bu tür değerlerin korunamayacağı, sömürgeci devletin, sömürge halkın bu temel değerlerine her zaman saldıracağı, insanlan aşağılamak, düşürmek için her yönte­

"Ulusa balhhk", "ulusun özgürlülü", "vatana ba41ılık" , "ulusun onuru", "ülkenin balmsızlılı", "kadının özgürliigü" gibi min kullanılacagı bilinci gün geçtikçe yaygınlaşıyor.

yeni değerler, modem değerler oluşuyor. Kısaca söylersek, Kürt halkı ulusal ve demokratik haklanmn gasp edildiğinin bilincine varmıştır. Sunlan yeniden kazanmanın mücadelesi içindedir. Hızlı, yoğun, yaygın toplumsal ve siyasal değişmenin oluşmasında gerilla hareketinin çok büyük rolü olduğu bes-

101


bellidir. Başka bir deyişle , PKK'nin düşüncesini ve eylemeni gözlerden ve dikkatlerden uzak tutmak mümkün degildir. Bunu, gerilladan önce hiçbir şey yoktu biçiminde anlama­ mak gerekir. Kürt bilgesi

Musa Anter'in

derin bir kavrayışla

belirttigi gibi, gerilladan önceki hareketler, Kürt sorununu , eksilerden sıfıra kadar getirebildiler. Kürt hareketini sıfır noktasından sonra yükselten gertlladır, bunda kuşku yok. Kürt bilgesi

Musa Anter'in

bu kavrayışı neyi gösterir? Kürt

sorununun çok zor bir sorun oldugunu gösterir. Kürt toplu­ mu Dünya'da eşi menendi bulunmayan bir hak gasbıyla karşı karşıyadır. Bu bakımdan, gasp edilen h aklan kazan­ mak için çok agır bedeller ödemek gerekmektedir. . . Temel sorun elbette, Kürdistan'ın bölünmesi, parçalanması ve pay­ laşılmasıdır; bunun .ortaya çıkardıgı sonuçlardır. Bölünme­ yi, parçalanmayı ve payıaşılmayı kolaylaştıran toplumsal ya­ pılar, moral degerler kuşkusuz incelenmelidir. llEPin kurulmasını ve örgütlenmesini de bu çerçeve içinde degerlendirmek gerekir. Gerillanın açtıgı bu alanda başka siyasal ve kültürel hareketler de örgütlenmeye başla­ dı. G erilla devlet tarafından tıkanmış kanalların çogunu fii­ len açtı, açıyor. Konunun başka bir yönü de Türk basını, HEP ve PKK ilişkilerinin incelenmesidir. Bunu da ayn bir yazıda incele­ mek gerekir. Yalnız, HEP ile ilgili duygu ve düşüncelertınizi bir kere daha ifade etmekte yarar görüyoruz. Yaşadıgımız şu günlerde HEPli olmak çok zor bir iştir. HEPli olmak zor ol­ dugu kadar da onurludur. Binbir türlü zorluklan aşmaya, tehditierin üstesinden gelmeye, riskleri gögülemeye çalışan onbinlerce kişinin olması, Kürt ulusunun, üzerine örtülen karanlıklan yırttıgımn, ayaga kalktıgımn en somut gösterge­ sidir.

102


TÜRK BASlNI, HEP, PKK

Birinci Genel Müfettiş

• . .

ı·ı

Abidin Özmen 'in 1936 yılında

hazırladıgı tahmin edilen bir raporu var. Gizli bir rapor. Bu raporda, kısaca, Kürtlerin asiınilasyonu öneriliyor. Kürtlerin asimilasyonunu saglayacak çeşitli yollar gösteriliyor. Kürtle­ rin geniş kitleler halinde, Kürdistan'dan koparılarak Batı bölgelerine sürgün edilmesi, Balkanlar'dan ve Kafkaslar'dan gelen Türk göçmenlerin, Kürdistan'da, Kürtler arasında yer­ leştirilmesi, önemli bir as1ınilasyon yöntemi olarak düşünü­ lüyor. Kürdistan'da

"Türk merkezleri"

kurulması, Kürtle­

rin dilinin ve kültürünün, bu merkezler etrafında unutturul­ ması yine ısrarla isteniyor. Raporda,

"Kürt", "Kürt!ük"

gibi

sözcükler rahatça kullanılıyor, fakat Kürtlerin asimile edil­ meleri geregi üzerinde ısrarla duruluyor. Raporda, Kürt halkının, yani yerli halkın yaşamını iyi­ leştirecek, kolaylaştıracak küçücük bir düşünce , bir öneri yok. İyileştirmeler, yaşamı kolaylaştıncı araçlar hep, Kürt halkını ırkçı ve sömürgeci baskı altında tutan mekanizmalar için, yani bürokrasi, polis ve askerler için düşünülüyor. Ka­ mu binalan azametli olsun, memurların elbiseleri düzgün olsun, memurlar güzel, rahat, ucuz lojmanlarda otursunlar, memur çocuklan için okuma olanaklan geliştirilsin, memur­ lar için saglık olanaklan artırılsın, Kürtçe konuşan memur­ lann görevlerine son verilsin vs . . . B u rapor bazı yorumlada birlikte yayınlandı. Yorumlar­ da asimilasyon düşüncesi ve uygulaması eleştirildL As1ıni­ lasyonun çagdışı bir düşünce ve uygulama oldugu vurgulan­

HBaşkaldınnın Koşıdlan" (Yurt Kitap­ Yayın, İstanbul 199 1 ) is1ınli bir kitap hakkında toplatma dı. Sözü edilen

kara:İl verildi ve dava açıldı.

(*)

Özgür Gündem, 1 6 Ekim 1 992 103


da

Hürriyet gazetesinde , 7- 10 Eylül 1 992 tarihli sayıların­ "İsmet Paşa'nın Kürt Raporu•• isimli bir rapor yayınlan­

Saygı Öztürk tarafından yayınlanan rapor, Başbakan İs­ met İnönü nün 1935 tarihinde hazırladıgı gizli raporun bazı dı.

'

bölürnleriydi. Bu raporda da Kürtlerin asimilasyonu önerili­ yor. Asimilasyon gerçekleştirrne k için çeşitli yollar ve yön­ temler

gösteriliyor.

Kürtlerin

Kürdistan'dan

kopartılarak

sürgün edilmeleri, Türk göçmenlerin Kürt bölgelerinde yer­ leştirilmeleri,

"Türk merkezleri"

gibi önlemler bu raporda

da var. Kürtlerin hayatını zorlaştıran, kamu yönetiminin, or­ dunun, ordu personelinin ve polisin hayatını kolaylaştıran ve iyileştiren önlemler bu raporda da var. Kürtlerin asimile edilmeleri vazgeçilmez bir amaç olarak bu raporda da vurgu­ lanıyor.

Hürriyet

gazetesinde bu raporu yayınlayanlar asimilas­

yon düşüncesini ve politikasını, Kürtlere karşı sürdürülen asimilasyon uygularnalarını hiç eleştirmiyorlar, bilakis teş­ vik ediyorlar, hareketli bir şekilde onaylıyorlar, yani devlet gibi düşünüyorlar. Cezai bakırndan herhangi bir sorun orta­ ya çıkmıyor. Buradan şu şekilde bir sonuç çıkarmak mümkündür. Demek ki, devlet gibi düşünüldügü , asimilasyon desteklen­ digi, bu yönde bir tavır ve davranış sergilendigi zaman Kürt­ lerle ilgili yayın yapılabiliyor, Kürtlerle ilgili raporlar yayınla­ nabiliyor. Asimilasyon eleştiıildigi, Kürt kimligi ve Kürdistan kimligi savunuldugu, Kürtlerin her bakımdan Türklerle eşit olmalan gerektigi vurgulandıgı zaman, hemen, polis, gözaltı, tutuklama süreci başlatılıyor, cezaevi, mahkeme, yargılama vs. sürüp gidiyor. Buradan, HEP, günlük Türk basını ve

PKK

arasındaki

PKK Abdullah Öcalan ile çeşitli görüşmeler yap­ tı. Bu görüşmeler, "Apo'yla görüştük" , "Bekaa Vadisi'nde adım adım" , "PKK kamplanndaydık!" , "Apo'nun Türk po­ litikacılar hakkındaki görüşleri" gibi başlıklada manşet­ ten verildi. Fakat, PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan 'ın

bazı ilişkilere gelmek istiyoruz. Günlük Türk basını, Genel Sekreteri

düşünceleri ve açıklamalan, ilgili gazetenin ve muhabirierin sübj ektif yorumlan dogruıtusunda verildi. Bu yorumlar ge­ nel olarak PKK'yi ve

104

Abdullah Öcalan'ı

küçümseyici, aşagı-


layıcı yorumlardır. Bu yorumlada resmi ideolojiyi dogrula­

rnak., resmi ideoloji dogrultusunda tavır ve davranışta bu­ lunmak, kuşkusuz temel ve vazgeçilmez bir görev olarak be­

lirrnektedir.

Demek ki, devlet gibi düşünüldügü zaman PKK Genel

Abdullah Öcalan

Sekreteri

ile görüşrnek mümkün. Resmi

ideoloji dogrultusunda tavır ve davranış sergilendigi, PKK

aşagılandıgı, Sekreteri

gerillalar küçümsendigi zaman, PKK G enel

Abdullah · Ö calan

ile görüşülebiliyor . . Muhabirler

sübj ektif duygularını gizleyerek PKK Genel Sekreteriyle gö­

rüşüyorlar, fakat görüşmelerini resmi ideolojinin ve gazete

yönetiminin sübj ektif görüşleri dogrultusunda yapılan yo­

rumlarla yayınlıyorlar. . . Bu görüşmeler, yayınlar, elbette ce­ zat bir yapiırınıla karşılaşmıyor. Fakat,

"Apo'yla görüştük"

diyerek, görüşmelerini manşetten veren Türk basım, örnegın

HEP milletvekilierine

karşı yogun ve yaygın bir saldın sür­

dürmektedir. HEPmilletvekilleri için, "PKK kamplannda

rüldüler'',

"PKK lle

görüştüler"

gö­

şeklinde haberler yayınlan­

maktadır. Bu yayınların gerisinde,

"HEPin, HEP milletve­ killerinin PKK lle görüşmesi suçtur, bu görüşmeler suç unsuru ihtiva etmektedir " biçiminde özetlenebilecek bir ...

anlayış vardır. Böyle bir anlayış yayılmak istenmektedir. Yi­

ne bu tür yayınlarla devlet güçleri, HEPe karşı kışkırtılmak

istenmektedir. Neden böyle oldugu çok açıktır. Çünkü HEP

devlet gibi, Türk basını gibi, TBMM'de temsil edilen öteki si­

yasal partiler gibi düşünmemektedir. HEP Kürt halkının her

bakımdan, toplumsal, siyasal, kültürel bakımından Türk halkıyla eşitligını ve özgürlügünü istemektedir. Bu yönüyle de HEP Kürt halkının, ezilen, baskı altında tutulan, ırkçı ve

sömürgeci baskılar altında olan halkiann özlemlerini ve is­

temlerini temsil etmektedir.

HEP

halkın bu özlemleri ve is­

temleri dogrultusunda örgütlenmesini gerçekleştirmeye, ör­ gütlenmeyi

büyütmeye,

çalışmaktadır.

yaygınlaştırrnaya,

güçlendirmeye

İşte burada, Türk basınının çifte standardını bütün

açıklıgıyla

görrnek mümkündür.

Türk

basını,

Bulgarts­

tan'daki veya Batı Trakya'daki Türklerin asimilasyonu söz konusu oldugu zaman buna şiddetle karşı çıkmaktadır. Asi­

milasyonu eleştinnekte, asimilasyonun çagdışı bir yöntem

105


oldugunu söylemektedir. Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti ta­ rafından asimile edilmelerini ise , ileri, çagdaş, uygar süreç olarak alkışlamaktadır. Türk üniversitesinin, Türk siyasal partilerinin, benzer kurumların düşünceleri, tavır ve davra­ nışlan da böyledir . . . HEPe karşı Türk basını tarafından sürdürülen kampan­ yanın, devlet terörünün bir uzanbsı oldugu açıktır. HEP mil­ letvekilleri için, "PKK ile görüştükleri saptandı", "PKK kamplannda görüldükleri ispat edildi" şeklinde yayın yap­ malannın önemli bir nedeni var. Bu da, "PKK lle görüşmek suçtur" biçiminde bir izlenimi güçlendirmeye çalışmak. Bu­ nu, böl-yönet ve yoket politikasının yeni bir uygulanışı ola­ rak degerlendirmek mümkündür. Böl-yönet ve yoket politi­ kasının

en

önemli özelligi,

çeşitli zamanlarda ve

çeşitli

mekanlarda, kendisini yeniden üretebiliyor olmasıdır. İşte, HEPli milletvekillerinin bu gibi konularda biraz da­ ha cesur olmalan gerekmektedir. llEPin PKK ile görüşme karan alması bu bakımdan yerinde bir harekettir. HEP ile PKK aynı taban üzerinde örgütlenen iki siyasal örgüttür. Birbirlerine benzer düşünceleri ve özlemleri olması dogaldır.

'"Herkes görüşüyor, biz de gö­ rüşürüz" anlayışıyla degil, "PKK Kürdistan'ın ve Türki­ ye'nin siyasal tarihinde son derece önemli bir örgüttür, bu örgütün düşüncesinin gerek Türk kamuoyll, gerek Kürt kamuoyu tarafından blllnmesi gerekir. Kamuoyu, devletin düşüncesini ö4rend141 kadar PKK'nin düşüncele­ rini de ögrenmeHdir " anlayışıyla yapmalıdır. HEP, PKK ile görüşmesini,

...

106


Türk devlet ve hükümet çevrelerinin. Türk basınının, Türk siyasal partilerinin vs. bir anlayışı var. Bu anlayışı şu şeldlde özetlemek mümkündür: Günümüze kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı 27 Kürt ayaklaıunası gerçek­ leşti. Devlet, bu ayaklanmaların hepsini de bastırdı. Şimdi 28.'siyle karşı karşıyayız. Devlet, ordu, yakın tarihte cereyan eden bu ayaklallJilalan nasıl bastırdıysa. bunu da aynı şe­ kilde bastıracaktır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olma­ sın . . . B u degerlendirmede çok büyük bir yanılgı vardır. PKK'nin başlattıgı ve sürdürdügü ulusal ve toplumsal kur­ tuluş mücadelesini, bundan önceki Kürt ayaklanmalan gibi algılamak büyük bir yanılgıdır. Bunun bazı temel nedenleri­ ni gösterebiliriz: PKK hareketinin dayandıgı sınıf temelleri bu nedenlerin başında yer almaktadır. PKK hareketinin yok­ sul ve özgür Kürtlerin hareketi oldugu bütün açıklıgıyla gö­ rülebilmektedir. Bu noktanın saptanması çok önemlidir. Çünkü, bundan önceki Kürt hareketleri, şeyhlertn, aşiret re­ islerinin, toprak sahiplerinin önderliginde yürütülen hare­ ketlerdi. Gerek, 1 9. yüzyıldaki Kürt ayaklanmalannda, ge­ rek 20. yüzyılın ilk yarısındaki Kürt ayaklanmalarında egemen ilişki bu yöndeydi. Öte yandan , ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinde, işçilerle ve işçi sınıfı ideolojisini be­ nimsemiş küçük buıjuvazinin şehirli kesimiyle, köylülüge dayanan kitlelerin farklı tavırlar sergiledigin1 de görüyoruz. Özgürleşen, yoksul köylülüge dayanan kesimler daha kalıcı ve kararlı, daha uzlaşmaz, daha dirençli bir tavır sergiliyor...

Ekrem Cemll Paşa'nın anılarından söz etmek gerekiyor: Ekrem Cemll Paşa, çilekeş bir Kürt yurtseveridir. Saygıde­

ger bir kişidir. Zaten Kürt yurtseveri olup da çile çekmemiş (*)

Yeni 0/ke, Sayı 1 05, 25-31 Ekim 1 992 107


olmak mümkün degildir. Binbir türlü acılara ragmen

davası

..

"Kürt

yolunda yürüyen insan ise, kim olursa olsun, saygı­

deger bir insandır. Ekrem Cemll Paşa nın Muhtasar Haya­ bm (Beybun Yayınlan, Ankara 1 992) isimli bir kitabı ya­ '

"Kemalizme Karşı Kürt Aydın Hareketinden Bir Yaprak" alt başlıgını taşıyan bu kitap Ekrem Cemil Pa­ yınlandı.

şa'nın anılannı içeriyor. Anılann kısa bir anlatımı. Ekrem Cemll Paşa, ailesinin varlıgırıı, zenginligini

anla­

tıyor. Ailesinin, köylere, konaklara, baglara, bahçelere, atla­ ra, arabalara, sürülere . . . vs. sahip oldugunu belirtiyor. .Bu arada, hizmetçilerden, uşaklardan söz ediyor. Bütün çocuk­ Iann hizmetçilere sahip oldugunu, ailesinin, sayısız hizmet­

13, 4 1 , 53) 19. yüzyılın sonlan, 20. yüzyılın başları anlatılmaktadır.

çilere, uşaga sahip oldugunu söylüyor. . . (s. 9,

Variıklı Kürt ailelerinin hemen hemen hepsinde bu tür iliş­ kileri izlemek mümkündür.

"Cemll Paşazadeler

..

Ekrem Cemll Paşa'nın yanında,

in pek çok üyesi Kürt ulusal haketinin

yanında yer almıştır. Bununla beraber şu soruyu sormak kaçınılmazdır: Hizmetçilerle , uşaklarla, yani bu tür kurum­ lar, ilişkiler, hala yaşamını sürdürürken, ulusal ve toplum­ sal kurtuluş mücadelesini yürütmek mümkün müdür? Hizmetçilik, uşaklık, sosyolojide, birincil baglılıklar de­ nen bir ilişkinin nesnel bir ömegidir. Toprak sahibi, uşak için en önemli sadakat odagıdır. Uşagın toprak sahibinden ayn bir istek ve iradesi yoktur. Uşakda bir kişilik oluşma­ mıştır. Böyle bir ilişkiler agı içinde, uşaklarla, hizmetçilerle, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi nasıl yürütülebi­ lir? Birincil baglılıklan, toprak sahibi-topraksız köylü , aşiret reisi-reaya, şeyh-mürid ilişkileri sürecinde de görmek müm­ kündür. Burada da, toprak sahibi, şeyh, aşiret reisi en önemli

sadakat

odaklan

olarak belirmektedir.

Köylünün

toprak sahibinin ötesinde, reayanın aşiret reisinin dışında, müridin, şeyhin varlıgının dışında bir dünyası yoktur. Aşiret yapısının incelenmesi bu bakımdan önemlidir.

Herhangi bir aşirette, başlıca iki kesim vardır. Birincisi sa­ vaşçı kesimdir. Bunlar aşiret üyeleridir. Reise kan bagı ile baglıdır. Baba soyuna dayalı ve içten evliligin kural oldugu kesim. Bu kesim çalışmaz, üretim sürecine katılmaz. Her­ hangi bir aşirette , bir de, aşiret dışı unsurlar vardır. Bunla-

108


ra reaya denir. Üretim bu kesim tarafından yapılır. Reaya ile aşiret reisi arasındaki ilişki tam bir birincil baglılık ömegi­ dir. Reaynın, aşiret dışında, bir dünyası yoktur. Kapalı dar bir grup oluşturan �u yapı,

musu''

••aşlretin şeref!'' , "aşlretln na­

gibi degerler oluşturur. Bu da aşiretler arasında, sü­

rekli bir üstünlük mücadelesi, kendisini öteki aşiretlere kar­ şı koruma mücadelesi yaratır. Toprak sahibiyle, topraksız köylüler arasındaki ilişki de böyledir. Bazen bu köylüler, üzerinde yaşadıklan toprakla birlikte alınıp satılırlar. Bütün bunlar ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi için son de­ rece elverişsiz bir ortamdır. Mücadele, şeyhlerle, aşiret reis­ Ieriyle sınırlı kalır ve kısa zamanda tıkanır. Sürece katılan­ lar, mücadelenin niteligi hakkında yeterli, sağ;lıklı bir bilince sahip degildirler. Yurtsever aydınlann varlıgı önemlidir, fa­ kat ulusal ve toplumsal bilinçle donatılmış köylüler, işçiler, mücadeleye katılmıyorsa, mücadeleyi büyütmek, çogaltmak, yaygınlaştırmak.

derinleştirmek,

sürekli kılmak mümkün

degildir. Günümüzdeyse . Kuzey Kürdistan'da koşullar çok degiş­ miştir. Birincil baglılıklar çözülmüştür. Aşiretler tamamen parçalanmış, aşiret ilişkileri çözülmüştür. Şeyh-mürid ilişki­ leri parçalanmış, şeyhlerin Kürt halkı üzerindeki, Kürt köy­ lüleri üzerindeki etkileri azalmıştır. Kürtler, ilk defa, ezilen bir halk olarak Kürtler açısından. ulusal ve demokratik bü­ tün haklan gasp edilmiş, ulusunun ve ülkesinin adı yasak­ lanmış Kürtler açısından İslam'ın yorumunu yapmışlardır. Irkçı ve sömürgeci devletin ulusal ve toplumsal mücadeleye karşı İslam'ı kullanmasına önemli bir barikat oluşturmuş­ lardır. Artık toprak sahiplerinin, toprak agalannın hiçbir

"Aşlret'e baghlık" , "Toprak sahibine bqhlık" , "Aşlretin namusu", "Aşlretln şerefl" gibi feodal degerlerin, artık hiçbir etkillllgi kalmamış­

hükmedici gücü söz konusu degildir.

tır. 1 5 Agustos Atılımı, birincil baglılıklann çözülmesi süre­

cinde gerçekleştirilmiştir. Yani, PKK'nin örgütlendigi sıralar­ da, 1 970'11 yıllard;:ı. hatta. daha önceki yıllardan beri gele­ neksel Kürt toplumunda önemli bir degişme başlamıştı. Ge­ rek kapitalist ilişkilerdeki gelişmeler, gerek Güney Kürdis­ tan'daki ulusal mücadele, Dünya'daki özgürlük hareketleri degişimin önemli nedenleri oluyordu.

109


15 Agustos Atıluru bu geleneksel kurumlan tamamen

parçaladı. Bu ilişkilerin çözülmesi, köylünün özgürleşmesi anlamına gelmektedir. Feodal kurumların, yani ekonomi dışı

baskı unsurlannın etkisiz kalmasıyla , toplumsal ve siyasal

planda bu kurumlarm etkinliginin aşınmasıyla, Kürt toplu­

munda yogun bir özgürleşme yaşanmaktadır. Özgürleşen köylüler ulusal ve toplumsal bilinçle de karşı karşıya gel­

mektedir. Ulusal ve toplumsal bilinç, özgürleşmeyi güçlen­

dirmekte ve hızlandırmaktadır. Zira, PKK'yle birlikte , ulusal

ve toplumsal hareket, Kürt muhalefeti çok güçlü bir odaga sahip olmuştur. Özgürleşen ve PKK söylemiyle, PKK'nin dü­ şüncesiyle

ve

eylemiyle

karşılaşan

Kürt

insanlan,

veya

PKK'nin söylemiyle, PKK'nin düşüncesiyle ve eylemiyle kar­ şılaşarak özgürleşen Kürt insanları. bilinçli olarak, gönüllü

olarak ulusal ve toplumsal mücadeieye katılmaktadırlar.

Kadınlar mücadeleye aktif bir şekilde katılmaktadırlar.

Tek başına bu bile ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadele­ sinin çok önemli bir aşama kaydettiginin somut bir göster­

gesidir. Kürt toplumunun bütün kesimleri mücadelenin içi­ ne çekilmiştir.

Geleneksel ilişkilerin parçalanmasıyla yeni degerierin

ortaya çıktıgı açıktır.

"Ulusa bajlıhk", "Ulusun özgürlü.ğ"ü" , "Vatana bajhlık" , "Vatanın kurtuluşu" , "Kadının özgür­ lügü" vs. Kürt toplumu bu süreç içinde kişilik kazanmakta­ dır. Bu koşullarda, kendi kendini yönetme, kendi kaderini

tayin etme, vazgeçilmez bir düşünce ve istek olarak belir­

mektedir. Bunlar, herhangi bir Avrupa toplumu için çok es­

kilerde yaşanmış bir süreç olarak algılanabilir, fakat Kürtler için yenidir ve ileri bir harekettir. Çünkü, Kürtler, bölün­

müş, parçalanmış ve paylaşılmış bir toplumdur. Kürdistan,

bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış bir ülkedir. Kürtler

yogun dış müdahaleler sonucu kendi tarihlerini yaşayama­ yan, dogal tarihsel gelişmesi durdurulmuş, başkalannın ta­

rihlerini yaşayan, iç dinamikleri parçalanmış, bütün ulusal

ve demokratik haklan gasp edilmiş bir toplumdur.

Degerli Antropolog, Hallandalı bilim adamı Martin Van Brulnessen. Aga, Şeyh ve Devlet (Kürdistan' ın Sosyal ve · Politik örgütenmesi) (Çev. Remztye Aslan, Öz-Ge yayınlan,

Ankara. tarihsiz) isimli eserinde (Kürt sorununun bir yüzü-

ı ıo


ne önemli bir ışık tutmaktadır. Böl-yönet ve yoket politikası­ nın yaşama geçirilmesini kolaylaştıran sosyolojik ve antro: polojik yapılar üzerinde durmaktadır. Aşiret yapısının ince­ lenınesini bu açıdan degerlendirmek gerekir. Martin Van Brulnessen Kürtlerin, Kürt aşiretlerinin, hep bii-birleriyle mücadele ettiklerini vurgulayarak "Kürtler, sonunda, ken­ di kendilerini yok etmeye adaydırlar" (s. 98) demektedir. Bu, sorunun Kürtlere dönük yüzüyle ilgilidir. Halbuki, soru­ nun bir de emperyalist devletlere ve onlann Ortadogu'daki yerli işbirlikçilerine dayanan yönü vardır ve bu yön daha be­ lirleyicidir. Bu, Kürdistan'ın bölümnesinin, parçalanmasının ve paylaşılmasının, Kürt ulusuna . böl-yönet, yoket politikası uygulanmasının siyasal ve ekonomik nedenleriyle ilgilidir. Martin Van Bruinessen, ne bu degerli araştırrnasında, ne de Kürdistan'a ilişkin öteki yazılarında, bu konuyla ilgili hiç­ bir şey söylememeye özen göstermektedir. Bu konuyla ilgili hiçbir şey söylememiştir. . . Halbuki, "Kürtlerin birbirlerini yemelerl nde, Batılı empeıyalist güçlerin, onlarla yogun bir işbirligi ve güçbirligi yapan Ortadogu devletlerinin çok bü­ yük bir rolü vardır. . . Batılı bilim adamları, tarihçiler, sosyo­ loglar, antropologlar, siyaset biltrncileri, Ortadogu'nun, Kür­ distan'ın bu gerçegını görmezden gelemezler. Sorunun ahlaki bir boyutu da vardır. "Kürtler birbirlerini yiyor" di­ ye timsah gözyaşlan dökmek, fakat empeıyalist devletlerin ve işbirlikçilerinin sorumlulugunu belirtmemek tutarlı bir davramş degildir. . . Batılı düşünürler, siyaset adamları, Kür­ distan'ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması sürecini, bunun sonuçlannı, bilimin kavramlarıyla kavramak, anlat­ mak durumundadırlar. Kürdistan'ın petrol zenginliklerine dikkat çekilmesi elbette çok önemlidir. Bu konunun daha aynnt ılı bir şekilde incelenmesi gerektigi açıktır. "

Bir korucubaşı şunları söylemektedir: Benim uşajı­ mın ojlunun komutan oldulu bir hareketten ne çıkar? Benim hizmetçimin ojlunun başkanhjını yaptıjı HEPten ne çıkar?" (Aktüel, Sayı 66, 8 - 1 4 Ekim 1992, s. 36; Ferhat Tujan ve Sebati Karakurt'un röportaj ı) ".••

Bu sözler. Kürt toplumundaki toplumsal ve siyasal de­ gişmeyi çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Bu sözler, siyasal ve toplumsal degişmeyi oldugu kadar, yükselen umudu, lll


ulusal ve toplumsal mücadelenin bitmez tükemnez kaynağ;ı­ nı da açık bir şekilde göstermektedir. Bu sözler, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin çok diri güçlere, dipdiri güçlere dayandığ;nu da ortaya koymaktadır. Kısaca şu söyle­ nebilir: Çok büyük bir halk gücü, halk potansiyeli var. PKK bu potansiyeli harekete geçirmiştir. . . Korucubaşının çok net bir şekilde vurguladığ;ı gibi, PKK hareketi yoksul Kürtlerin ve özgür Kürtlerin hareketidir. Sadece, bu degildir, bu Kürt­ ler, çok yoğ;un bir ulusal ve toplumsal bilinç ile de donan­ nuşlardır. Ulusal ve . toplumsal mücadelede toprak sahibi ai­ lelerin çocuklannın, aşiret reislerinin, şeyhlerin çocuklan­ nın, torunlannın yer aldığ;ı da bir gerçektir. Fakat, gerek bu gerillalar, gerek benzer Kürt aileleri, mücadeleye herhangi bir yurtsever olarak katılıyorlar. Bir ayncalığ;ın söz konusu olrnadıgı biliniyor. Bunların yanında devrimci ideolojiyle do­ nanmış küçük buıjuva unsurlann, işçilerin hareket içinde çok önemli rol'oynadıklan besbellidir.

İhsan Nuri Paşa, Agn Da�ı İsyanı (Med Yayıncılık, is­ tanbul 1 992) isimli kitabınd� . 1 930'lu yıllarda, mücadeleye katılan silahlı unsurlann azlıgından şikayet etmektedir. ... 500 silahlı Kürt Agn'da olsaydı, Türk ordusu, en a z bir­ kaç yıl savaşmadan Agrı'yı .ele geçiremezdl " demekte­ dir. (s. 66) Mücadeleye katılaniann azlıgı yanındaki, ulusal ve toplumsal bilinçle donatılmamış elemanlar olduklannı da belirtmektedir. İhsan Nuri Paşa nın bu saptamalan karşı­ sında bugünkü hareketin, çok saglıklı ve kararlı bir şekilde geliştigi açıktır. Kişilik başlı başına önemli bir konudur. Mücadeleye katılanlar, köle, sinmiş, ezik yapılarını terk et­ miş, yeni bir kişilik kazamnış olarak geliyorlar. Mücadele sürecinde daha saglıklı bir kişiliğ;e kavuşuyorlar. Kişilik ka­ zanma süreci hem gerillalan degiştiriyor, hem de gerillanın toplumu değ;iştirmesinde, yeni degerlerin, evrensel degerie­ rin ortaya çıkmasında çok büyük bir rol oynuyor. Kürdis­ tan'da kişilik konusu, yeni Kürt insanını yetiştirme, yeni Kürt nesillerini oluşturma süreciyle yakından baglantısı olan bir konudur. "

...

'

Korucubaşlannın, yukanda belirttlğ;imiz sözlerinin esas amacı, PKK'yi aşagılamaktır, HEPi küçümsemektir. Fakat önemli bir gerçegt dile getiriyor. "Uşalımın ojlunun komu1 12


tan olduju bir hareketten ne çıkar? Hizmetçimin oğlu­ nun başkan oldulu HEPten ne çıkar?" diyor. . . İşte, esas iş bu kaynaklardan çıkıyor. Bu sözler, aslında, toplumsal ve siyasal degişmeye karşı, geniş Kürt halk yıgınlannın özgür­

Ş

leşmesine kar ı bir tepkidir. Uşaklar yine uşak kalsın, hiz­ metçiler. yine hizmetçi kalsın istenmektedir. Özgürlük hare­ ketiyse,

bu

feodal

ailelerin,

yoksul

Kürt

halk

kitleleri

üzerindeki bütün iktid annı eritmiştir. Şu sözler de bu des­

Bu demokrasi, şeffaflık, bizi batırdı, haz­ medemedilimiz bir şey demokrasi. Benim tecrübe m var. Zorla, korkuyla olmazsa bu devlet yapamaz. Korku ol­ mazsa, bu muhit yola gelmez . . . " (yukanda adı geçen rö­ pot agaların: "

••.

portaj, s. 32) 1 990'da kararnamelerden söz ediliyordu.

Karamamelerle Yönetlllr"

"Sömürgeler

diyorduk. Şimdi, sömürge yöne�

timi, yasa, tüzük, kararname . . . hiçbir mevzuatla kayıtlı de­ gildir, hiçbir mevzuata baglı degildir. Tam anlamıyla keyfi bir yönetim egemendir. Şırnak, İdil, Çukurca, Kulp, Varto . . . devlet güçleri tarafından, yıkılmış, yakılmış, bunlan gerçek­ leştiren komutanlara da ödüller verilmiştir. Kürt halkı, bin­ bir türlü baskı ve işkence altındadır. Kürt halkının özlem ve istekleriyle devletin düşüncesi ve eylemi arasında derin bir uçurum vardır. Her akşam, radyoda, televizyonda, devlet ve hükümet yetkilileri, halkın güvenlik güçlerine yardımcı olmalanndan, böylece,

"eşkıya"ya

karşı güvenlik güçlerinin başansından

söz etmektedir. Halbuki güvenlik güçleri, Kürdistan'da, tam anlamıyla

Kürt halkına karşıdır.

Şırnak,

İdil,

Çukurca,

Kulp, Varto, Göle . . vs. Kürt halkı bunu çok yakından biliyor, radyonun, televizyonun, gazetelerin, kısaca günlük basının güvenilir olmadıgını da . . . . Bunlara ragmen korku duvarlan aşılmıştır. Zaman za­

"eger demokrasi olmazsa bu işi iki günde çözerlz, insan hakla­ rına riayet ettigirniz Için bu iş uzuyor" diyorlar. Bu sözler man devlet ve hükümet yöneticileri, askeri yöneticiler,

demagoj iden başka bir şey degildir. Kürdistan'da, demokra­ sinin, insan haklannın kırıntısı bile yoktur. Ve öyle hareket edilmektedir. 1 6 Ekim 1 992 tarihli

Özgür Gündem gazetesi,

Türk güvenlik güçlerinin, Kürt gerillalann cesetlerine nasıl

1 13


muamele ettiklerini göstermektedir. Buna ilişkin fotograllar

yayınlanmıştır. Aynı gün, interstar televizyonunda, kadın gerillanın çıplak cesetlerinin halka teşhir edilmeleri gösteril­

miştir. Bunlar hangi kararnamede, hangi yasada yazılıdır? Kaldıki, basma yansımayan çok daha agır vahşet örnekleri

vardır. Göle'deki toplu mezarlar, Kasaplar Deresi. . . vs. Kim­ yasal silahlar kullanmak, soykınm yapmak, bir çırpıda on­

binlerce Kürdü yok etmek çözüm olamaz. Bu yolu deneyen Saddam Hüseyin, kendi Kürt sorununu çözebiidi mi? Kürt­

lerle ve Kürdistanla ilgili özlemlerini, düşüncelerini gerçek­

leştirebildi mi? Kimyasal silahlar, benzeri silahlar sadece,

bunları kullanan devletin çirkinligini, hunharlıgını belgeler.

DSP Genel Başkanı, Bülent Ecevit, "Kürt sorunu yok­ tur, feodal kalıntılar sorunu vardır. Feodallzmle mücade­ le edildi4i zaman sorun kendillginden ortadan kalkar" demektedir. Halbuki, feodal kurumlar, ulusal ve toplumsal

kurtuluş mücadelesine karşı ırkçı ve sömürgeci devlet tara­

fından ayakta tutulmaya çılışılmaktadır. Devlet bu kurumla­ rı ayakta tutabiirnek için binbir türlü maddi ve manevi rüş­

veti

ortaya

koymaktadır.

Koruculuk

kurumunun

işlevi

budur. Burada ilgi çekici bir durum var. Korucular da ay­ nen

Bülent Ecevit "Kürt sorunu" diye

gibi düşünmektedirler. Korucular da,

bilinen bir sorun kabul etmemektedir­

ler . . . Türk Devleti'nin egemenilgi altında yaşamak istedikle­

rini vurgulamakta-dırlar . . . Kürtlerden, Kürtçe TV'den, Kürt­

çe

egitimden

söz

etmenin Kürtleri şımartacagını,

onlan

bilinçlendirecegini, bu bakımdan bu tür konulan hiç konuş­

mamak gerektigini vurgulamaktadırlar. . . Aynen Bülent Ece­ vit gibi düşünmektedirler. "Kürt sorunu yoktur, feodal ka­ lıntılar sorunu vardır" diyen Bülent Ecevit'in, aynen feo­ dal kalıntılar gibi inkarcı olması �lgi çekici traj ik bir durum­ dur. ırkçı ve sömürgeci devletin de, Kürtlerin ulusal ve top­

lumsal kurtuluş mücadelesine karşı feodal kurumlara muh

J,

taç olması, onlan ayakta tutmaya çalışması, bunun için de

çok büyük maddi harcamalar yapması yine ilgi çekici bir durumdur.

PKK'nin başlattıgı, bilinçli ve kararlı bir şekilde sürdür­

dügü ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin daha ön­

ceki Kürt ayaklanmalarına hiç benzemedigini belirtmeye ça-

1 14


lışıyoruz. Ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadeleleriyle ilgW

bilgi birikiminin ,

Kürdistan'ı,

Türkiye'yi,

Ortadogu'yu

ve

Dünya'yı kavrama durumunun. bu konuyla yine çok yakın

bir ilgisi var.

Geçmişteki Kürt ayaklanınalannı,

bu ayaklanmaların

önderlerini, yakından tanıyonız. Bu önderlerin Kürtler açı­

sından çok saygın kişiler olduklan da biliniyor. Fakat, şun­

ları da sormak gerekiyor:

Seyit

Şeyh

Said'den,

İhsan

Nurl'den,

Rıza'dan, bugünkü Kürt kuşaklanna ne gibi bir bilgi

birikimi kaldı? Bu önderler, Türkiye'yi Kürdistan'ı, Ortado­

gu'yu, Dünya'yı nasıl degerlendiriyorlardı? Kürdistan'ın bö­

lünmesini, parçalarunasını ve paylaşılmasını nasıl algıladı­ lar, nasıl kavradılar? ingiltere'nin ve Fransa'nın. Ortado­

gu'da yaşama geçirmeye çalıştıkları böl-yönet politikaları.

Kemalistlerin, Arapların, Farslann, bu politikalara ortak ol­

maları, Sovyetler Birligi'nin Kürdistan konusundaki tavrı ve davranışları. . . vs. bu önderleri, kadrolan nasıl etkiledi? O

dönem için önemli bir sorun olan Ermeni sorunu hakkında

ne düşünüyorlardı? Ermeni soykınını hakkındaki bilgileri,

düşünceleri neydi? Yezidi Kürtlerle Müslüman Kürtler ara­

sındaki ilişkileri nasıl yorumluyorlardı? Yezidi Kürtlere karşı

tavır ve davranışlan nasıldı? Kürtler, Hristiyan Süryanilere ,

Asurilere ve

Nasturilere nasıl

davranıyorlardı?

Hristiyan

gruplarla Kürtler arasındaki ekonomik, toplumsal ve kültü­

rel ilişkiler nasıl gelişiyordu? Alevi Kürtlerin ve Sünni Kürt­

lerin ilişkilerinin dogrultusu neyi işaret ediyordu? Tarih bo­

yunca

Sünni

Kürtlerin Alevi

Kürtlerle,

Yezidi

Kürtlerle,

Hristiyan, Süryani, Nasturi ve Asurilerle, Ermenilerle . . . iliş­ kilerinin tarihsel dogrultusu nasıl gelişmişti. Önderler, kad­

rolar bu ilişkileri nasıl degerlendiriyorlardı? Bunlar ve ben­

zeri konular hakkında saglıklı bilgilerimiz yok. Bu önder­ lerin, hareketlerin ileri gelen kadrolannın bu konulara iliş­

kin bilgilerinin olup olmadığ;ını da bilmiyoruz . . . Muhtemelen yoktu. . . Örnegin bu önderlerden kalan hiçbir yazılı belge

yok. . .

İhsan

Paşa,

Osmanlı ordusunda nasıl yetiştiğ;ini hiç arılatmamak­

Nuri

Paşa'nın,

yukanda sözünü ettigirniz ve

anılarını içeren kitabı son derece sıgdır. Örneğ;in,

tadır.

Kürdistan Teall Cemiyeti

İhsan Nuri

dönemini, Azadi'nin kuru­

luşunu vs. hiç arılatmamaktadır. 1 924 Nasturi ayaklarunası konusunda

hiç

bilgi vermemektedir.

Kuvva-i

Milliye'den

1 15


Kürt cephesine geçişini, Hoybun'un kuruluşunu, kendi ça­ balannı vs. ani atmamaktadır.

Ağn

ayaklanmasının önderi

olmasına ragmen, bu ayaklanma hakkında verdigi bilgiler de sıgdır. O günleri anlatabilmek, hatırıayabilmek için sık sık günlük basma atıf yapması bir hüzündür.

1 9 18- 1 9 1 9 yıllannda ve daha önceki yıllarda, Jin, Kür­

distan, Hevi, Roji Kurd, Hetawi Kılrd

gibi birtakım dergi­ ler yayınlanmıştı. Fakat bu dergiler, İ stanbul'daki Kürt ay­ dınlan tarafından yayınlanıyordu , Kürdistan'daki dagıtnnla­

n

ve etkinlikleri çok sınırlıydı. Düzenli yayınlanamıyorlardı.

Kısa bir zaman sonra kapanıyorlardı, veya kapatılıyorlardı.

Kürdistan Azm-i Kavl Cemlyetl (1900), Kurd Teavün ve Terakki Cemlyetl (1908), Kürd Tamtm-l Maarif Cemlyetl ( 1910), Kürd Talebe Hevi Cemiyet! (19 12), Kürdistan Teali Cemiyetl (19 18), Teşkilat-ı içti­ maiye Cemiyetl ( 1920) gibi birtaknn demekler kurulmuş­ Bunun dışında,

tu. Bu örgütler de İ stanbul'da kurulmuşlardı. Kürdistan'da

ve Kürt halkı arasında çok sınırlı bir etkileri vardı. Mücade­ lenin sıcak olarak devam ettigi yıllardaysa, herhangi bir ya­ yın veya örgüt yoktu . . . Fakat,

bugünkü

hareket

öyle mi? PKK hareketinin,

1 9 70'li yıllarm ortalanndan itibaren ürettigi bilgiler bir kü­ tüphaneyi dolduracak büyüklüktedir. Çeşitli dilde, periyodik olarak çıkanlan dergiler, kitaplar önemli bir bilgi hazinesi­ dir.

Serxweblin, Berxwedan

gibi dergiler Kürt insanının

kendi gerçegiru kavramasında önemli bir rol oynamıştır. Türk sömürgeciliginin, Kürt insanlarının, Kürt toplumunun

kişilik

yapılaona

etkilerinin

araştınıması

başlı

başına

önemli bir konudur. Bunlann dışında, PKK'den önce de bir­ çok Kürt örgütleri, dergiler, Kürt yayınevleri, Kürtlerle ve Kürdistanla ilgili çok degerli bilgiler üretmişlerdir. Sadece bu bilgiler degil, bu sürecin kendisi de , yani araştırma süre­ cinin kendisi de, ulusal ve toplumsal mücadelenin gelişme­ sinde çok büyük bir rol - oynamıştır. Geçmişte, Türk basınının, Türk aydınlannın, Türk solu­ nun, sömürgeci devletin yanında yer aldıklarını, ve Kürt ha­ reketine karşı düşmanca bir tavır izlediklerini biliyoruz. Gü­ nümüzdeyse, Türk basınının, Türk aydınlarının büyük bir kesimi yine öyle olmasına ragmen, küçük fakat nitelik bakı-

1 16


ınından çok degerli ve etldn bazı Türk aydınlan ve Türk sol örgütleri, Kürtlerin ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadele­ sine yandaş bir düşünce ve davranış sergilemektedirler. Ay­ nı şeyi uluslararası kurumlar açısından söylemek de müm­ kündür.

Geçmiş

ayaklanmalar

döneminde,

uluslararası

kurumlar, Kürtlerin isteklerine ve arzularına karşı kördü, Kürtlerin mücadelesini görmezden ve duymazdan gelmişler­ di. Bugün, Dünya kamuoyu, Kürdistan'daki devletlerarası sömürge statüsünün bilincine günden güne daha ciddi bir şekilde vanyor. . . Özellikle, Avrupa'nın demokratik kamuoyu, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesini yakından izliyor. Sömürgeci devletin, Kürt halk yıgınlanna karşı gerçekleştir­ digi pek çok operasyonu�tanıgı oluyor. Süreç, PKK'nin ulu­ sal kurtuluşçu niteligini, Kürt halk yıgınlanyla kurdugu or­ ganik baglan, ırkçı ve sömürgeci devletin terörist niteligiru daha açık bir şekilde ortaya koyuyor. Uluslararası kurumlar bu durumları, giderek daha açık bir şekilde kavnyorlardır. Özel Savaşın uzaması, devletin terörist niteligini, devlet terö­ rünü, PKK'nin ulusal kurtuluşçu ve özgürlükçü içerigini da­ ha güçlü bir şekilde uluslararası kamuoyunun bilincine çarptıracaktır. Bu kısa açıklamalann gösterdigi gibi,

"28. Ayaklanma"

biçimindeki algılama yanlışbr Bu , ulusal ve toplumsal mü­ cadele hakkında, Türk kamuoyuna saglıklı bilgiler verme­ mek, Türk kamuyonu yarnitmak anlamına gelir. Türk bası­ nı, Türk kamuoyunu yanıltına işini coşkuyla yerine getiri­ yor. 1992 Newroz günlerinde, gazeteci

Show

Mehmet Ali Birand, Abdullah Öcalan ile yap­ PKK Genel Sekreteri Abdullah

TVde, PKK Genel Sekreteri

tıgı bir röportaj ı yayınladı.

Öcalan,

hasta görünüyordu, nezleydi. Elinde mendil vardı,

durmadan bumunu çekiyordu . . . Ertesi günün, Türk gazete­

"Apo da buymuş!", "Apo dedikleri de sümüklü­ nün biri!" gibi horlayıcı, aşagılayıcı ifadeler, haberler yer al­

lerinde, dı.

Belki de, bu görüntüler, özel olarak verildL

Bu

da,

kendisini kandırmanın başka bir ömegidir. Aslında, özgür­ lük hareketinin, günümüze kadar, kamuoyuna verdigi me­ saj şudur: Kürtlerin sümüklüsü bile, artık, devlet için bir bela oluşturmaktadır. Özgürlük hareketinin bilinçli ve ka­ rarlı tutumunun verdigi mesaj budur ve bu mesaj açıktır. 117


Kürt halkı, PKK Geı;ı.el Sekreteri Abdullah Öcalan 'ın de­ gerli bir kişi oldugunu çok iyi bilmektedir. Duygusunu ve düşüncesini .. Serok Apo!"' diyerek ifade etmektedir. Devlet de, "Üçbuçuk eşkıyaı•• sözlerine karşılık, çok degişik bir Kürt örgütüyle, eski Kürtlerden çok farklı Kürtlerle karşı karşıya oldugunun bilincine varmaktadır. Bunların yamnda, şu da önemli bir süreçtir: Kürdistan'da, Apolar çogalmakta­ dır. Kürt toplumu Apolaşmaktadır. Güney'de, Kuzey'de, Do­ gu'da, Batı'da, Kürdistan'ın her yerinde . . . Geçmişteki Kürt ayaklanmalanm yakından biliyoruz. Önderleri, kadrolan. önderligin ve kadroların halkla ilişkile­ rini, ulusal ve toplumsal bilinci; Kürt halk kitlelerinin bu bi­ linçle donarum dereeelerini. . . yakından biliyoruz. Günümüz­ deki süreç . yepyeni bir süreçtir. Karnınca ilk Kürt ayaklan­ masıyla karşı karşıyayız. Sürecin eski ayaklanmalardan farklı bir şekilde geliştlgi açıktır. İlk Kürt ayaklanmasına son Kürt ayaklanması da denilebilir. Irkçı ve sömürgeci devletin kaybedecegi besbellidir. . .

1 18


"BİN YILDIR BERABERİZ . . ."(•J

Türk siyaset adamlan, Türk basını, Kürt sorununu giz­ lemek için çok büyük bir çaba sarfediyor. Kürtlerden, Kür­ distan'a ilişkin konulardan söz etmek gerektigi zaman, hep, sorunun özünü gözleyici bir söylem geliştiriyorlar. " ...

Ayn­ lı�a gaynhga ne gerek var. Bu topraklarda, bu vatanda, bin yıldır beraber yaşıyoruz. Aynı tarihi yaşadık, aynı dinsel ve kültürel delerlerl taşıyoruz. Türkiye demokra­ tik bir ül.kedlr. Bu ülkede herkes eşittir, özgürdür. Her­ kes kablllyeti ve liyakatı ölçüsünde her türlü işi yapabi­ lir, devlet bürokrasisinde, orduda, üniversitede, yargı organlarında... her kadernede görev alabilir... Bölünmek, dış düşmanların ve emperyalizmin ekmegine yag sürer... " RESMi GÖRÜŞÜN İÇERİGİ Bu sözler ve benzer sözler, çeşitli zamanlarda, çeşitli toplantılarda, sık sık dile getirilmektedir. Bu sözlerin hem içerigi yanlıştır, hem de ifade edilişinde art niyet vardır. İçe­ rtgi yanlıştır, çünkü sözler Kürtlerin bir vatanı oldugunu , bu vatanın da bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış bir vatan ol­ dugunu gizler. Kürdistan bölünmüş, parçalanmış ve payla­ şılmış bir ülkedir. Ortadogu'da böl-yönet politikası, başta Kürt ulusuna uygulanmıştır. Kürdistan'ın bölünmesi, parça­ lanması ve paylaşılması, Birinci Dünya Savaşı sürecinde ve

p

savaştan sonra, İngiliz em eryalizminin ve Fransız emperya­ lizminin, Ortadogu'da kendi sistemlerini üretmek ve yeniden üretmek için bulduklan en iyi yoldur. Ortadogu'nun ortasın­ daki Kürdistan'ı bölmek, parçalamak, paylaşmak, Kürt ulu­ suna böl-yönet politikası uygulamak, bölgede, emperyalizmi güçlendirtel olan, emperyalizmi sürekli kılan en önemli et-

(*)

Yen/ Ülke, Sayı 1 06, 1 -7 Kasım 1 992

1 19


kendir. Kemalistlerin, Arap ve Fars sömürgecilerinin, bu po­ litikanın en önemli işbirlikçileri olduklan da bilinmektetir.

••sin yıldır aynı topraklarda, aynı vatanda beraber yaşı­ yoruz " deniyor. Öyleyse , ••aynı vatan", neden ve nasıl bö­ ...

lünmüş, parçal anmış, paylaşılmış? Kürtler neden vatansız, Kürdistan'sız bırakılmış? Türkiye'nin Kürdistan'ı var, Arap­ lar'ın Kürdistan'ı var, Farslar'ın Kürdistan'ı var, Kürtlerin Kürdistan'ı yok. Neden böyle acaba? Yabancı basın, Başbakan

Süleyman Demlrel'e,

Güney

Kürdist�n'da (Kuzey Irak) , kurulan Kürt Federe Devleti'yle ilgili bir soru

soruyorlar.

Başbakan

Süleyman Demirel,

Türkiye'nin, Kürt Federe Devleti'ne karşı oldugunu söylüyor. Kürt Federe Devleti kuruluşunun Kürtler için iyi olmadıgını, iyi sonuçlar vermeyecegini, Irak'ın toprak bütünlügünü sa­ vunduklarını da söylüyor. Hemen arkasından da, şunu vur­ guluyor: Türkiye'nin kimseye verilecek bir çakıl taşı bile yok­ tur. Kürt Federe Devleti, Türk devlet ve hükümet yetkilileri­ nin, Türk basınının. Türk siyasal partilerinin, Türk üniversi­ telerinin vs.

Kuzey Irak diye belirttikleri,

Güney Kürdis­

tan'da kurulmuş . . . Türk Başbakanı, Türkiye'nin hiç kimseye verilecek küçücük bir çakıl taşının bile olmadıgından söz ediyor. İki olgu arasında organik bir bag, sımsıkı bir bag yok mu?

"Aynı vatan"

denen ülkenin, cografyanın parçalandıgı­

nı göstermiyor mu? Türk egemenleri

"bin yıldır beraber yaşıyoruz''

diyor­

lar. Aynı sözler İran egemenleri tarafından da söylenebilir. Arap yöneticileri tarafından da söylenebilir. Fakat bu bera­ berligin, nasıl bir beraberlik oldugu , beraber yaşarnanın na­ sıl sürdüğ;ü çok ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir.

dır beraber yaşama"

"Bin yıl­

eşit koşullar içinde bir yaşama degil­

dir. Özellikle, son bir, birbuçuk asır içindeki yaşama, efendi­ nin kölesi ile yaşamasına benzer bir yaşarnadır. Efendi-köle ilişkisinde eşitlik, özgürlük var mıdır? Köle, elbette, efendisi ile beraber yaşayacaktır. Başka türlü efendinin hizmetleri nasıl görülür? Türk egemenleri, Kürdistan'ı, önce İran sömürgecileriy­ le, sonra, İngiliz ve Fransız empeıyalistleriyle işbirligi ve güç­ birligi yaparak bölmüşler, parçalamışlar ve paylaşrnışlardır. Kürtlerin ulusal ve demokratik bütün haklannı gasp etmiş-

120


lerdir. Kişiliklerini parçalamışlar, onlan köle düzeyine indir­ gemişler, düşürmüşlerdir. Sonra da bu büyük hak gaspını gizlemek için,

tir. .. "

"bin yıldır beraber yaşıyoruz, herkes eşit­

propagandasını yapmaya başlamışlardır. Türk ege­

menlerinin, bu propagandayı yapmaya başlamalarının nede­ ni, elbette, on son sene içinde, Kürt toplumunda meydana gelen büyük, yogun ve kapsamlı uyanıştır, hak gaspı konu­ sunda güçlü bir bilincin uyanmaya başlamasıdır

BATI'DA YAŞAYAN KÜRT NÜFUS Bu propagandanın başka bir söylem biçimi de şöyledir:

" Bugün , Dolu'da.ldnden fazla Kürt nüfus Batı'da yaşa­ maktadır. Hiç bir sorun yoktur. Türkiyede herkes eşittir, Türkiye'nin yönetimine eşit koşullarda katılmaktadır. Olanaklardan ve fırsatlardan eşit bir şekilde yararlan­ maktadır. Hiç kimsenin etnik kökenine bakılmamıştır, etnik kökeninden dolayı hiçkimseye dışlayıcı bir mua­ mele yapılmamıştır. Türkiye'de, Dolu kökenlilere ırkçı bir eilllm, ırkçı bir uygulama, hiçbir zaman olmamış­ tır.. . " Bu sözlerin de irdelenmesi gerekir. Büyük bir Kürt

nüfusunun neden Türkiye'nirı Batı illerinde, Akdeniz ve Ege bölgelerinde yani, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Antalya. . . gibi illerde yaşadıklan konusu üzerinde yeniden düşünmek gerekir. Bir kere, sürgünler çok önemli bir konudur. Gerek Os­ manlı İmparatorlugu döneminde, gerek Cumhuriyet'in ilk yıllanndan günümüze kadar, asimilasyon önemli bir devlet politikası olmuştur. Kürtleri asimile edebilmek için sürgün

İs­ Kürt Raporu" ,

yapılması vazgeçilmez bir devlet politikasıdur. Başbakan

met İn önü'nün 1 935 Abidin Özmen'in 1 936

yılında hazırladıgı

"

yılında hazırladıgı tahmin edilen Bi­

rinci Müfettişlik Bölgesi ile ilgili rapor asimilasyon politikası­ na önemli bir vurgulama yapmaktadır. Kürtlerin asimilasyo­ nu, sadece düşünülmüş bir politika, bir proje degildir. Çok yogun; kapsamlı ve yaygın bir uygulaması da yapılmıştır. Sürgünler ise asimilasyonun vazgeçilmez bir aracı olarak düşünülmekte ve yaşama geçirilmektedir. Şeyh Said, Agn, Zilan, Sason, Dersim gibi Kürt ayaklanmalannın hemen ar­ kasından, çok yogun ve yaygın bir Kürt sürgünü yapılmıştır.

121


Kaldı ki, Osmanlı İrnparatorlugu'nun son dönenılerinde özel­ likle, İttihat ve Terakki Fırkası yönetimi döneminde, geniş kitleler halinde Kürtler'in, Türkiye 'nin Batı yörelertne sür­ gün edildiklertrıi görüyonız.

KÜRDiSTAN'IN GERi BlRAKILMASI İkinci olarak, Kürt bölgelerinin ekonomik, toplumsal ve kültürel bakımdan geri kalmasını saglayacak politikalar uy­ gularnnıştır. Bu da, bilinçli, hesaplı, kitaplı bir devlet politi­ kasıdır. Resmi görüş ise, bunun tam aksini iddia etmekte­ dir. Resmi görüşe göre ,

"Dogu" ,

yani Kürdistan, bazı cografi

nedenlerden dolayı; iklim, daglık arazi koşulları, topragın verimsizligi, dogal zenginiikierin yoklugu gibi nedenlerden dolayı geri kalmıştır. Özel sektör karlı bulmadıgı bu alana yatırım yapmamaktadır. Devlet, her türlü verirnsizlige ve risk unsunına ragmen o bölgeye yatırım yapmaya , bölgeyi kalkındırmaya çalışmaktadır ... Bu resmi söylem, Türk: basını, Türk ünivesiteleri, Türk siyasal partilert tarafından da benimsenmiştir. Halbuki bu söylem gerçekleri hiç ifade etrnernektedir. Kürdistan geri bı­ rakılrnıştır. Kürdistan'ı geri bırakmanın temel nedeni Kürt ulusaliaşmasını mümkün oldugu kadar geciktirrnektir. Dev­ let ve hükümet yetkilileri kalkınmanın, refahın, ulusal bilin­ ci artıracagını kabul etmektedirler. Bölgenin, ekonomik, top­ lumsal ve kültürel bakımdan geri kalmasının, ulusal bilin­ cin gelişmesi konusunda, elverişli bir ortam yaratmayacagı­ nı düşünmektedirler. Bunların dışında şu hususun saptan­ ması da önemlidir. Kürdistan, resmi söylernin vurguladıgı­ nın aksine, dogal kaynaklar bakımından son derece zengin bir ülkedir. Zengin petrol, krom, bakır, fosfat, kömür yatak­ Ianna sahiptir. Uçsuz bucaksız tarıma elverişli araziler var­ dır. Bu çok verimli topraklar üzerinde Devlet Üretme Çiftlik­ leri'nin kuroldugu biliniyor. Kürdistan'ın daglık alanlarının çok büyük bir kısmı ormanlada kaplıdır. Irkçı ve sörnürgeci yönetimin durmadan bombardıman ettigi, yaka yaka bUire­ ınediği ormanlar, bu ormanlardır. Kürdistan sadece, çıplak dağlardan, topraksız kayalıklardan ibaret değildir. Kürdis­ tan su kaynaklan bakımından son derece zengin bir ülkedir. Fırat ve Dicle, bu ülkenin topraklarında akar.

122


Kürt bölgelerinde, nüfus artışı Türkiye ortalamasının

çok üstündedir. Halbuki, bölgede, iş olanaklan yaratacak

hiçbir yatınm yapılmaması önemli bir uygulamadır, önemli

bir devlet politikasıdır. Yerli sermayenin bölgede yatınm

yapmaması, sermayenin Batı'ya kaydınlması için her türlü önlem alınmıştır. Bu da, özenle uygulanan bir devlet politi­

kasıdır. Bu koşullar altında Kürt insanları iş bulabilmek için Batı'ya göç etmek geregini duymaktadır. Göçler, sürekli olarak kalmak orada yerleşmek amacıyla yapılabildigi gibi,

mevsimlik ararak da yapılabilmektedir. Kürtlerin bu şekilde Batı'ya göç etmelerini saglamanın temel amacı yine asimi­

lasyondur. Kürtlerin, Türk kitleler arasında kendi benlikle­

rinden kopacaklan, kendi dillerine ve kültü:rierine , yani ken­ di kimliklerine 'yabancılaşacaklan, Türkleşecekleri umul­

muştur.

MÜSLÜMAN KÜRTLER SÜRGÜN EDİLİYOR Dikkat edilirse , Müslüman Kürtler'in, Türk ve Müslü­

man kitleler arasina sürgün edildiklerini görüyoruz. Ömegin sürgün edilen Kürtler arasında Yezidi olan Kürtler bulunma­

maktadır. . . Kürtlerin ve Türklerin Müslüman olmaları Devle­

tin, Müslümanlıktan azami ölçüde yararlandıklarını göster­

mektedir. Müslümanlıktan, ırkçı ve sömürgeci devletin asi­ milasyon politikalan ve uygulamaları dogruıtusunda yarar­

lanılmıştır. Yezidi Kürtlerin Müslüman Türk topluluklan arasına sürgün edilmesi, grubun tamamen tecrit olması ve

kendi içine kapanması sonucunu getir:tr. Bu da asimilasya­

nun gerç�kleştirilmesi sürecine hizmet etmez.

Türkiye'nin Batı topraklannda çok geniş Kürt topluluk­

lannın yaşamasının üçüncü nedenini milli duygu kavramı etrafında belirtebiliriz. Kürtlerde milli duygu fazla gelişme­

miştir. Vatanı ve ulusu sevmek, vatana ve ulusa baglılık,

Kürtlerde fazal gelişmiş duygular degildir. Son on senedir Kürdistan için vatanın ve ulusun kurtuluşu için binlerce in­

san şehit olmuştur. Bu sürecin kendisi, Kürtlerde ulusal duyguların güçlenmesi gibi çok önemli bir sonuç çıkarmış­

tır. Burada, çok eskilerden beri uygulanan devlet politakası­

nı, bu uygulamalara karşı Kürtlerin tavır ve davranışlarını inceledigimiz açıktır.

123


Yukarıda, sürgünlerden. Kürdistan'ı ekonomik, toplum­ sal ve kültürel bakırndan geri bırakan politikalarlardan ve uygulamalardan söz ettik. Bu politikaları ve uygulanıŞını kavramak mümkündür. Fakat, bu göçler, sadece, "başka seçenekleri olmayan Kürtler·· sözcükleriyle açıklanamaz. Kürtler, kolaylıkla kendi yurtlanru, kendi çevrelerini terk edebiliyorlar. Giderek, kendi yurtlanndan, çevrelerinden ta­ mamen kopuşun gerçekleştigi de izlenebiliyor. Özellikle Kürt aydınlarında. bu süreci yakından izleyebillyoruz. Kürt aydı­ nı, kendi toplumuna karşı en çok yabancilaşmış bir kesimi oluşturmaktadır. Bu konuda "sol ideolojiyi benimseyen­ ler". "sal ideolojiyi benimseyenler" diye bir aynm yap­ mak da zordur. Gerillanın Kürt aydınlannın düşüncelerini, tavır ve davranışlarını yakından etkiledigiru, degiştirdigini de biliyoruz. Bu düşünceyi şu şekilde geliştirmek mümkündür.

ASİMiLASYON ŞEHİR MERKEZLERİNDE NASIL YÜRÜTÜLDÜ Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Cumhuriyetin kuruluşun­ dan itibaren asimilasyonu vazgeçilmez temel bir devlet poli­ tikası olarak benimsedi. 1 920'li yılların sonlarından itibaren sürgün politikalarıyla , Kürtçe konuşanlara karşı uygulanan para cezalanyla , hapis cezalanyla, Türk-Tarih Tezi gibi, Gü­ neş-Dil Teorisi gibi tezlerle asimilasyon politikaları ve uygu­ lamalan iyice kurumlaştırılmaya çalışıldı. Başbakan İsmet İnönü nün 1 935 'de hazırladıgı "Kürt Raporu nda, Birinci Genel Müfettiş, Abidin Ö zmen in 1 936 yılında hazırladıgı raporda açık bir şekilde belirtildigi gibi, ordunun, ordu per­ sonelinin, kışlaların, karargahıarın konumlarının, Kürtlerin asimile edilmesinde çok büyük rolü oldu. '

"

'

Tek parti dönemini yakından inceledigmiz zaman, Kür­ distan illerinde parti örgütünün bile kurulmadıgını görüyo­ ruz. Ordu, kışla, her şeyi karşılıyor. Kamuyönetiminde , egi­ timde, siyasal hayatta, ordunun çok büyük bir agırlıgı var. Tek parti döneminde, bu ilişkilerin Kürdistan'daki görünü­ münü inceledigimiz zaman önemli bir farklılaşmayla karşıla­ şıyoruz. Mekan bakırnından oluşan bu farklılaşma , asimi­ lasyon politikalannın gelişimiyle yakından ilgilidir. Her Kürt şehrinde, askeri bir birlik, kışla vardı. Tugay, alay, tabur,

124


bölük. . . vs. Şehir ve kasabalarda oturanlar askerlerle, askeri

bürokrasiyle sık sık karşı karşıya geliyorlardı. İleri gelen

Kürt aileleri askerlerle, askeri bürokrasiyle sık sık karşılaşı­

yorlar, bir araya geliyorlardı. Bu süreçte bu aileler, ordunun ideoloj isini yaymak istedigi görüşü , Türkçülük ideolojisini de benimsiyorlardı. Kürt şehirlerihde ve bazı kasabalarda oturan bu

aileler kolayca Türkleştiler.

Bu ilişki onların

Türkleşmelerinde önemli roller oynadı. Fakat kırsal kesimde

böyle bir süreç yaşanamadı. Askeri bürokrasi kırsal kesimde

sıkı ilişkiler geliştiremedi, kırsal kesimde yaşayan Kürtlerin

asimilasyonu gerçekleştirilemedi.

Kırsal kesimde yaşayan

aşiretler, aşiret reisileri, şeyhler, toprak sahipleri köylüler üzerindeki asimilasyon etkili olmadı.

KIRSAL KESİMLERDE ASİMiLASYON KURMANÇ-BAJARI FARKLlLAŞMASI Kürdistan'da, şehirli ve köylünün bu konumu üzerinde,

detaylı bir şekilde durmak gerekir. Şehirde oturan ve kendi­

lerine (bajari) diyen Kürtler, Türk olmakla övünürler, Kürtle­ ri küçümserler. . . Bu (bajari)ler köylerde oturan ve Türk de­

gerleriyle bütünleşemeyen, Türkleşmeyen bu Kürtelere (kur­

ınanç) derler. Kurmanç , aslında, Kürtlerin genel adıdır. Fa­ kat, şehirde oturanlar, köylerde oturan Kürtler için (kur­

ınanç) sözünü aşagılamak için kullanırlar. Ve köylüler, aşi­

ret mensuplan şehire, kasabaya, pazara indikleri zaman, onlarla, (kurmanç !) diye alay ederler . . .

Tek parti döneminde, şehirlerde oturan - Kürtler, yani

asimilasyon sürecine . girmiş, Türkleşme

sürecine

girmiş

Kürtler, çocuklannı Türk gibi yetiştiTıneye başlamışlardır. . .

Evlerde Türkçe konuşulmaktadır. Bu dönemde , şehirlerde oturan, asimile olmuş bazı ailelere mensup çocuklar Kürtçe

bilmemektedirler. . . Bu çocuklardan bazıları ileride, ulusal

akat sadece bir fert olarak ve

hareket içinde yer almışlardır, f aileye ters düşerek . .

. .

"Ailenin yüz karası"

olarak. . .

GERİLLA HAREKETİNiN BÜYÜK BAŞARISI İşte, PKK hareketinin en büyük başarılarından biri bu

noktada açıga çıkmaktadır. Kürt ulusal ve toplumsal kurtu-

125


luş hareketi artık şehirlerde ve kasabalarda da çok geniş bir

taban bulmaktadır. Asimilasyon artık tamamen durdurul­

muştur.

Tek parti döneminde tamamen asimile edilmiş,

kendi öz kimliklerinden uzaklaştırılmış alileler artık kendi kimliklerine kavuşmuşlardır. Yeni nesillerin Kürt kimligiyle

büyüdükleri açıktır. Artık, ırkçı ve sömürgeci devletin, bu

konuda, hiçbir şansı yoktur. Kürt kimliginin ve Kürdistan

kimliginin unuturulması artık hiç mümkün degildir. Kırsal kesimde ve şehirlerde oluşan bu farklılaşmanın giderilmiş

olması, PKK hareketinin, gerillamn en büyük başarılanndan

biridir. Bu, Kürt toplumunun büyük bir kazancıdır. Böl­

yönet ve yok et geleneginde , zihirılerde yaratılan kurmanç­ bajari bölünmesi aşılmıştır. Kürt artık bir ulusun adıdır.

Saygın bir isim olmuştur. Hiç kimse artık Kürt oldugunu söylerken, .

"ben Kürdüm"

derken utanç duymamaktadır.

Bu noktayı hiç unutmamak gerekir. 1 960'lı yıllarda, hatta 1 970'li yıllann başlannda bile, insanlar kolayca, rahatca,

"Kürdüm"

diyemiyorlardı.

"Ben Kürdüm, blz Kürdüz"

de­

nildigi zaman bir ezilme söz konusu oluyordu. Görgü ve ge­

leneklere aykırı bir davranış yaratıldıgı zaman özür dilerne

olarak

"affedlnlz blz Kürdüz"

denirdi. . .

Günümüzdeyse,

Kürt toplumunun bütün kesimlerinin mücadeleye çekilmiş olması büyük bir başandır. PKK İLE

DAHA ÖNCEKi KÜRT ÖRGÜTLERİ ARASINDAKİ İNTİBAK SORUNU Bu koşullar altında, PKK hareketinin ve PKK'den önceki

Kürt hareketlerinin ve Kürt örgütlerinin sınıf yapısının ince­ lenmesi, bu ilişkilerinin ele alınması bir kere daha gerekli ol­

maktadır. Daha önce, 1 9 . yüzyıldaki ve 20. yüzyılın ilk yan­ sındaki Kürt hareketlerinde şeyhlerin,

agalann ve aşiret

reisiertnin çok önemli bir fonksiyona sahip oldugunu vurgu­

lamıştık 1 950'li yıllann sonlanndan itibaren Kürtlerin ba­

sın-yayın faaliyetlerine giriştiklerini, yeni yeni örgütlenmeler

içinde olduklarını görüyoruz. Bunlar, Kürt şehirlerinde veya

Türk şehirlerinde oturan, Türleşme sürecine girmiş asimi­

lasyona ugramış ailelerin yeni nesilleriydi. . . Bu nesil Türki­

ye'deki sol hareketle kolayca ilişkiye girdi. . . Kendi toplumsal

meşruiyetini ilk önce, Türk solu çevreleri içinde anlatmaya

126


başladı. Kürt aydınlannın, küçük huıjuvazinin esnaf kana­ dının,

serbest meslek sahiplerinin,

ögrencilerin. . .

önemli

fonksiyonlara sahip olduklan bu hareketler kalıcı olamadı. Kürt toplumunun bütün kesimlerini etkileyemedi, yaygınla­ şamadı, dertnleşemedi. . . Bu kesimlerin hepsinin de devrimci ideolojiyle donanmış olduklannı biliyoruz . . . Fakat Kürt hare­ ketinin, geniş halk yıgınlannı mücadelenin içine çekmesi, yaygınlaşması ve derinleşmesi, PKK'yle, geriliayla olmuş­ tur. . . ÖZgürleşmiş ve devrimci bilinçle , ulusal ve toplumsal bilinçle donarunış yoksul köylü hareketi daha kararlı ve sü­ rekli oluyor, daha dirençli, daha uzlaşmaz oluyor. . . Mücade­ leyi sürdürüyor, ırkçı ve sömürgeci devletin ortaya çıkardıgı engelleri aşmaya çalışıyor, fakat, geri dönüş söz konusu ol­ muyor. . Ölüm oluyor, binbir türlü mag�uriyet oluyor, fakat geri dönüş olmuyor. . . Yeni olan budur, diri olan budur, gele­ cek vaat

eden

budur.

Bu

koşullar

altında,

1 980'den,

1 970'den önceki Kürt hareketlerinin bu hareketlerde yer alan insanlann, yeni duruma intibak etmeleri gerekir. Bu örgütlerin geriliayı kendilerine intibak ettirmeye çalışmalan hiç olmayacak bir şeydir, toplumsal gelişmeyi hiç anlama­ mak demektir.

OLAGANÜSTti .HAL OPERASYONLARI Kürtlerin, Türkiye'nin Batı yörelerinde, büyük kitleler halinde yaşamalannın yukanda belirtilmeye çalışılanlardan biraz degişik olan farklı bir nedenine daha işaret etmenin geregi vardır. Bu, son 4-5 yıl içerisinde oıaganüstü Hal Böl­ ge Valiligi alanından zorla göçertilen Kürtlerin durumuyla il­ gilidir. Kürtlere karşı, Kürt köylülerine karşı çok agır, çok yogun ve kapsamlı baskılar vardır. Türk güvenlik güçleri Kürtlerin köylerini, yerlerini yurtlannı terk etmelerini emret­ mektedir. Köylerin boşaltılması yolunda emirler vermekte­ dir. Köyleri yıkmakta, yakıİıaktadır. Evler, içindeki eşyalada birlikte yıkılmakta ve yakılmaktadır. Gıda maddeleri tahrip edilmektedir. Yaylaya çıkma yasagı konulmaktadır. Ailele­ rin, hayvanlannı otlatmalanna engel olunmaktadır. Katır, öküz, inek gibi hayvanlar sık sık kurşuna dizilmektedir. Köylülerin tarlalannd a, baglannda ve bahçelerinde çalışma­ lanna engel olunmaktadır. . . Çok yogun, bitmek tükenınek 127


bilmeyen baskılar ve işkenceler vardır. Sık sık yapılan ev aramalanyla, Kürtlerin, taşınabilir mallan, altın, mücevher

gibi zenginlikleri, paralan yagmalanmaktadır. Bütün bunlar,

Kürt insanlannı magdur etme amacına yöneliktir. Ormanlar

yine bu amaçla yakılmaktadır, sulara zehir dökülmektedir.

Böylece köylüler, köylerini terke zorlamnaktadır, köylerin

boşaltılması saglanmaktadır.

Köylerini terke zorlanan insanlar, akrabalannın bulun­

dugu yakındaki başka köylere veya, yakınlardaki Kürt şehir­

lerine göçmekte, çadırlarda yaşamlannı sürdürmeye çalış­

maktadırlar. Bazılan da Türkiye'rtln Batı yörelerinde oturan akrabalannın yaruna gitmektedirler. Fakat bu Kürtler, Ba­

tı'daki Türk şehirlerine sürekli olarak oturmak için gelme­

mişlerdir. İlk fırsatta, tekrar Kürdistan'a , kendi yerlerine,

yurtlanna döneceklerini belirtrnektedirler. Öte yandan , dör­ düncü kategoride sayılan bu Kürtlerin milli duygulanmn,

ulusal bilinçlertnin, ilk üç kategoride yer alan Kürtlerden çok daha ileri bir düzeyere oldugu vurgulanabiıir. Çünkü,

bunlar mücadele sürecinde , Küdistan'ı terke zorlanmışlar­ dır.

RESMİ GÖRÜŞE KARŞI TEPKİLER "Bin yıldır beraber yaşıyoruz"

slogamnın farklı bir bo­

yutuna daha deginmek gerekiyor. Bu boyutun çok önemli oldugunu vurgulamada yarar var. Türk devlet ve hükümet

yetkilileri, Türk basını, Türk siyasal partileri, Türk üniversi­

tesi. . . Kürtlerin, Türkiye'run çeşitli illerinde Türklerle birlikte

yaşadıklannı, herkesin eşit olanaklara ve eşit fırsatıara sa­

y

hip oldugunu belirtmektedir. Türk milli etçiliginin,

Atatürk

milliyetçiligirun, hiçbir ırkçı egilim taşımadıgı, eşitlikçi, öz­

gürlükçü bir yapıya sahip oldugu belirtilmektedir. Böyle olmadıgı açıktır. Şöyle ki:

Kürtler', Türklerle birlikte yaşıyeriardı ama, siyasal ba­

kımdan hiçbir talepleri yoktu. Kendi kimlikleriyle ilgili hiçbir

talepleri yoktu. Türkiye'de,

Kürdistan'da,

Ortadogu'da ve

Dünyada, sömürge bile olamayan statüleri konusunda, her­ hangi bir bilince sahip degildi. Devletin ırkçı ve asimilasyon­

cu politikalanyla uyumlu bir şekilde yaşıyorlardı. Kendi ka-

128


derlerini belirleme , kendi kendilerini yönetme konulannda istekleri ve bilinçleri yoktu. Devletin, ırkçı ve sömürgeci poli­ tikasına güçlü bir eleştiri, güçlü bir muhalefet yoktu. Zaten, dogar dogmaz, hüviyet cüzdanlarına, "Türk" . Türk vatanda­ şı olarak yazılıyorlardı. Böylece Türk oluyorlar ve Türk ol­ dukları için, gerçek Türklerle eşit muamele görüyorlardı. Hüviyet cüzdanlannda, etnik kökene ilişkin bir belirleme kuşkusuz yok. İleride, Türk olmadıgını, Kürt oldugunu ifade edenlere de, devlet. çeşitli cezai yaptınınlar uyguluyordu : Kürt aydınları, çok uzun yıllardan beri, bu tür düşünceleri, şu veya bu oranda dile getiriyorlar ve devletin çeşitli yaptı­ nmlanyla karşı karşıya kahyorlardı. Geniş halk kitlelerini etkileyen, güvenlik güçlerinin, ordunun müdahalesini gerek­ tiren ulusal ve toplumsal bir hareket yoktu. Kitleler müca­ delenin içine çekilmemişlerdi. 1950'li ve 1 960'lı yıllarda, Kürt · aydınları zaman zaman tutuklanıyorlar ve ırkçılık yapmakla, Türklerin milli duygu­ larını zedelemekle suçlanıyorlardı. (TCK 1 42 /3) Kürt aydın­ lan da, savunınalannda, ırkçı olmadıklarını, ırkçılıga karşı olduklannı, eşitligi, kardeşligi savunduklarını belirtmektey­ diler. Fakat, devletin ırkçı ve sönürgeci niteligine, henüz, güçlü bir vurgulama yoktu. 197 1 Do4u Duruşmalan'nda yani 12 Mart döneminde devletin ırkçı ve sömürgeci niteligi, asimilasyoncu niteligi de konuşulmaya başlandı. 1 970'li ve 1980'li yıllarda, devletin bu niteligi üzerinde daha güçlü , da­ ha ayrıntılı çöiümlemeler yapıldı. Geniş Kürt halk yıgınları­ nın, gasp edilmiş ulusal ve demokratik haklarının bilincine varmaları, 1 980'li yılların ortalanndan itibaren, yani PKK'nin mücadelesiyle oldu.

TÜRK ŞEHİRLERİNDE OTURAN KÜRTLERE KARŞI KAMPANYA NASIL GELİŞİYO:R? Bugün, Türkiye'nin Batı yörelerinde, Trakya'nın, Kara­ deniz'in, Ege'nin, Akdeniz'in bazı yörelerinde Kürtlere karşı yogun bir kampanya başlatılmıştır. Devlet ve hükümet yet­ kilileri, Türk basını, Türk siyasal partileri vs. bu kampanya­ yı coşkuyla teşvik etmektedir, kışkırtmaktadır. Kürtler, İz­ mir, Fethiye gibi bazı şehirlerden kovulmaktadır. Kürtler iş yerlerinden kovulmaktadır, Kürtlere iş verilmemektedir.

129


Kürtlere ev verilrnemektedi:r. Evlerini Kürtlere kiraya veren ailelere baskılar yapılmaktadır. Kürtlerin evleri, iş yerleri ya­ kılrnaktadır, hayvanlan öldürülınektedir. Kürtleıin evleıi ve iş yerleri yagma edilmektedir. Kürt ailelere hakaret edilmek­ te, aşağılanmaktadır. Bazı belediyeler, Kürtlere, inşaatta iş veıilmemesi için kararlar bile alrnışlardır. "Ege Belediyeler Birli!i" nin bu konuyla ilgili çok önemli bir karannın var ol­ duğu söylenmektedir. Okulda Kürt çocuklar dövülmektedir. Her yerde , Kürtleri aşağılamak, Kürtlere hakaret etmek önemli bir görev haline gelmiştir. . . Yagma olayianna ba.kıldı­ ğı zaman, Kürtlerin sermaye birikimlerinin de hedef alındıgı görülebilmektedir. Kürtleri kaçırtmak, taşınrnaz mallanna ve işyerlerine el koymak önemli bir dürtü olarak görülebi­ lir. . . Tempo D ergisi 28 Ekim tarihli 43.sayısında, "Fethi­ ye'de Kürt Avı " başlıklı bir haber röportaj yayınladı. (s. 667 1) Ahmet Ravalı'nın hazırladığı bu röportajın alt başlığı,

"Evler saptandı, Kamyonlar dolusu insan sürek avına çıktı, evler yakıldı, yıkıldı, insanlar göç etmek zorunda kaldı " başlığını taşıyor. ...

ı 980'11 yılların başlannda, Federal .Almanya'da,

"Tur­ ken Raus" isimli bir kampanya yürütülüyordu. Alman­ ya'daki bazı ırkçı çevreler, Türkleri Almanya'dan kovuyorlar­ dı. Türklere, binbir türlü hakaret yapıyorlar, Türkler hak­ kında, çok çirkin aşağılayıcı fıkralar anlatıyorlardı. Türklere ev vermiyorlardı. Almaniann devam ettikleıi kahvehanelere, pastanelere, birahanelere vs. Türkiert sokrnuyorlardı. Kapı­ ya, duvarlara. "Buraya, köpekler ve Türkler giremez" biçi­ minde sloganlar yazıyorlardı. . . İşte, tam buna benzer bir propaganda, kampanya, bugün, Türkiye'de Kürtlere karşı yürütülmektedir. Hükümet, Türk basını, bu anti-Kürt karn­ panyayı teşvik etmekte, kışkırtmaktadır. İzmir, Fethiye gibi yörelerde, "Kurden Raus" kampanyalan açılmıştır ve bu kampanyalar, yörenin idarecileri tarafından, siyasal parti yöneticilen tarafından yönlendirilmektedir. İleride Kürdis­ tan'dan gelen cenazelerin artması sürecinde bu kışkırtmalar daha da yoğunlaştırılabilir, yaygınlaştınlabilir. Dikkat edilir­ se, burada, Kürtleıin şehitlerinden hiç söz edilmemektedir. Kürtleıin kendi vatanlarını korumaları, kölelikten kurtul­ mak için, eşitlik ve özgürlük için mücadele etmeleri hiç söz konusu edilmemektedir. Bu da Türk kamuoyunun sadece, 130


devlet tarafından bilgilendirildigini, Kürtlerin özlemleri ve is­ temleri konusunda, Türk kamuoyuna en ufak bir bilgi sızdı­ nlmadıgını göstermektedir. . . Kürtler, "hain" , "eşkıya" diye amlmaktadır. "Haln"e, eşkıya"ya her türlü ölüm reva gö­ rülmektedir. . Neden böyle olmaktadır? Çok açık. PKK'nin başlattıgı ve kararlıkla sürdürdügü ulusal ve toplumsal kurtuluş müca­ delesi nerede yaşarsa yaşasın bütün Kürtleri yakından etki­ lemektedir. Bugüne kadar binlerce şehit vardır. Ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi her aileyi şu veya bu oranda etkilemektedir. Bu mücadele Kürt toplumunu diriltmiştir. Mücadele, Kürt insanianna yeni bir heyecan ve umut ver­ miştir. Kürtler, artık, ülkelerinin aduu, uluslarının adını, ya­ ni Kürt ve Kürdistan adlanın rahatlıkla kullanabilmektedir­ ler. Kürt olduklannı, Kürdistan'dan geldiklerini vurgulaya­ bilmektedirler. Ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadeleleriy­ le, gerillalarla övünen, kıvanç duyan pek çok Kürt vardır. İş­ te, Kürtlerdeki bu uyanış, Türk devlet ve hükümet yönetici­ lerini, Türk basınını, Türk siyasal partilerini çok rahatsız etmektedir. Ve bu yöneticiler. sözü edilen yörelerdeki Türk halkını, Kürtlere karşı kışkırtmaktadırlar. Bu kışkırtma planlı, programlı bir harekettir. Bu süreçten çok önemli bazı sonuçlar çıkarmak müm­ kündür. Demek ki, Kürtler, kendi kimlikleriyle ilgili hiçbir talepte bulunmadıklan zaman. Kürt kimliginden, Kürdistan kimliginden söz etmedikleri zaman. asimilasyoncu, ırkçı ve sömürgeci devlet politikalarına tam bir uyum gösterdikleri zaman Türklerle birlikte yaşayabiliyorlar. Hiçbir sorun ol­ muyor. Resmi ideoloji, buna, eşit ve özgür yaşama diyor. Halbuki, bu, kimligine sahip olmaya, bunun için mücadele etmeye çalışan kişi için tam anlamıyla ırkçı ve sömürgeci bir yönelimdir. Asimile olmuş, kimliginin bilincine varmayan bir kişi ise, düşürülmüş bir kişidir. Ulusal ve toplumsal kurtu­ luş mücadelesinde gördügümüz ise, Kürtlerin artık uyanma­ ya başladıklandır. Uyanmaya başlayan bu Kürtler üzerin­ deyse, ırkçı ve sömürgeci baskılar günden güne artmakta­ dır, agırlaşmaktadır. Bu süreç, Kürtleri, Kürdistan'ı yönetmenin, bundan sonra gittikçe zorlaşacaguu da göstermektedir. Hiçbir siya"

131


sal istekte bulunmayan insanları, gasp edilmiş kimliklerinin bilincinde olmayan insanları, köleleşrniş, düşürülmüş in­

sanları yönetmek çok kolaydır. Gasp edilmiş ulusal ve de­

mokratik haklannın bilincine varan, bunları tekrar kazan­ mak için mücadeleye girişen insanlan yönetmek ise çok zordur. işte, ırkçı ve sömürgeci uygulamalar, başta, bu tür kimselere, bu tür Kürtlere karşı sürdürülmektedir. Resmi ideolojinin söylemini bir kere daha belirtelim:

Türkiye'de herkes eşittir. Hiç kimseye etnik kökeninden db­ layı bir ayrım yapılmamaktadır. Türk milliyetçiliginin hiçbir ırkçı niteligi yoktur. Türk rnilliyetçiligi, Atatürk milliyetçiilgi hoşgörülüdür. Batı'da yaşayan Kürtlerin sayısı Dogu'da ya� şayan Kürtlerin sayısından daha fazladır. Bin yıldir beraber

yaşıyoruz, kardeşiz, dindaşız. . . Halbuki esas kardeşlik, bu günlerde gelişen olaylarla denenm:ektedir, sınanmaktadır.

Bu günlerden sonra gelişecek olaylarla denenecektir, sına­

nacaktır. Geçmişte, Kürtler, hiçbir şey istemiyorlardı, hiçbir siyasal

talepleri

söz konusu

degildi.

Kürtlerin,

devletin,

Dünya'da bir eşi daha bulunmayan bu ırkçı ve sörnürgeci politikası ve uygularnası konusunda en ufak bir bilinci yok­ tu. Geçmişteki, Kürtler, ırkçı ve sömürgeci politikacılara ola­

ganüstü bir uyum gösteriyorlardı. Bundan dolayıdır

ki,

tileri tarafından kabul görüyorlardı.

gibi söz­

Türk

egemen çevreleri tarafından Türk basını ve Türk siyasal par­

''Kürt" , "Kıro"

ler de kullanılıyordu. Fakat, Kürt Kıra, siyasal istek ve irade­ si

olan bir

özne

degildi,

sadece

bir şeydi. . .

Bir falklor

çeşitliligiydi. Kilirn gibi, çorap gibi. . Son on sene içinde Kürdistan'da çok büyük bir toplurn­

sal ve siyasal degişrne gerçekleşti.

Bu

degişim sürüyor.

Kürtler, siyasal istekleri ve siyasal iradesi olan bir özne hali­ ne geliyor. İşte Türk ırkçılıgı bu süreç içinde belirginlik ka­

zanıyor. Kürtlerdeki bu uyanışı, içine sindirerneyen Türk ba­ sını, Türk siyasal partileri, Kürtlere karşı yogun ve yaygın

bir kampanya başlatıyor. Kürtlerdeki özgürlük hareketine,

Kürtlerin kölelikten kurtulma sürecine, özgürleşmesine şid­

detle karşı çıkıyor. Kürt kimligine, ulusal kimligine vurgula­ ma yaptıgı, Türk kimligini kabul etmedigi, Türk kimliginden uzaklaştıgı için de Kürtlede beraber yaşamak istemiyor,

Kürtleri, Türk bölgelerinden kovuyor. Bu kışkırtrnanın bir devlet ve hükümet politikası oldugunu yine tekrarlayalım. . .

132


Türklerin,

örnegin, Araplarla.

Farslarla. Yunanlılarla.

ingiljzlerle . . . ilişkilerinin içeriginde eşitlik anlayışı vardır. Ve­

ya. eşit koşullar içinde ilişki geliştinnek önemli bir amaçtır.

Türk insanı Fransız insanıyla. Alınan insanıyla vs. eşit olan bir insandır. Fakat Türklerin Kürtlerle olan ilişkilerinin içe­

riginde eşitlik anlayışı yoktur. egemenlik anlayışı. tahakküm anlayışı agır basmaktadır. Türk insanı olmak demek, mu­

hakkak. Kürtleri yöneten, Kürtlere hükümran olan bir insan demektir. İşte, Kürtlerin eşitlikten söz etmeleri. siyasal, top­

lumsal, kültürel her türlü eşitligi yaşama geçirmek için mü­

cadele etmeleri, Türklerin düşüncelerinde, davranışlannda büyük bir sarsıntı yaratmaktadır.

Hükümranlık zincirini

parçalayan, eşitlik için mücadele eden Kürtlerin bu tavırlan.

Türk insanlannda, eksilme, küçülme duygusu yaratmakta­

dır. Kürtleri yönetememek, Kürtlere söz dinletememek, bir

Türk için kabul edilebilir bir şey degildir. Kürtlerin ne iste­

diklerinin anlaşılması. kavranılması. Kürtlerin arzulannın

ve isteklerinin farkına vanlması hiç önemli degildir. Gerek devlet bürokrasisinde , gerek askeri bürokraside. gerek özel sektör bürokrasisinde, Kürdistan sorunuyla hiç ilgilenıne­

yen, fakat uzun yıllardır Kürdistan'da çalışan görevliler var­

dır. Kürdistan sorunuyla hiç ilgilenmeden Kürtlere karşi

mücadele yürütmek de büyük bir başandır!

Bu düşünceler ve tutumlar Türklerin çok büyük bir kıs­

mı için dogrudur. Bunlar.

aslında, sömürgeci ilişkilerin parçalanmasına

karşı duyulan bir tepkidir. Sömürgeemin uç büyük tutkusu

vardır. Sömürgeci yönetim-sömürge halkı ilişkileri bu tutku­

lann gelişmesine ve yogunlaşmasına elverişli ortamlar yara­

tır. Bu bakımdan. sömürgeciler bu tutkulanndan hiç vaz­

geçmezler. Sömürgecinin hiç vazgeçmeyecegi bu üç büyük tutkunun birincisi,

Kürt

insanlannı

egitmektir.

İkincisi,

Kürt insanlarını belirli kalıplar çerçevesinde disipline sok­

maktır. Üçüncüsüyse cezalandırmaktır. Cezalandırmak için bir suçun varlıgı gerekmez.

Cezalandırmanın esas amacı .

sömürgecinin her zaman varlıgını hissettirmektir. Sömürge­

cinin, hep sömürge halkının ensesinde oldugunu hissettir­

mektir.

İşte, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesi, ulu133


sal ve toplumsal kurtuluş hareketi, sömürgecillin bu tutku­ larını sarsmıştır.

Sömürgeci eksildigini hissetmektedir ve

tepki göstermektedir.

KÜRTLER İÇİN ŞANS Kürtler için çok zor bir dönemin yaşandıgı besbelli. Kür­ distan'ın insansızlaştınlması bir devlet politikası. Köyler, şe­ hirler yıkılıyor, yakılıyor. insanlar göçe zorlanıyor, yerini yurdunu terke zorlanıyor. Böylece. gerilla hareketinin etkin­ liginiİı kınlacagı düşünülüyor. . . Gerillanın balık, halkın de­ niz oldugunu düşünürsek, denizin kurutulması amaçlanı­ yor. Bunun yanında, Kürtler, Batı'daki şehirlerden, yerleş­ me birimlerinden de kovuluyorlar. Kürtlerin nereye gidecegi, nerede yaşamlarını sürdürecegi çok önemli bir sorurt olarak karşımıza çıkıyor. Aslında, çözümsüzlük gibi görünen bir süreç, Kürtlerde ulusal ve toplumsal bilinci, kendi kaderini belirleme, kendi kendini yönetme bilincini hızlı ve yogun bir şekilde geliştiriyor. Türk şehirlerinde , ırkçı ve sömürgeci uy­ gulamalarla bunalan Kürtler nereye gidecekler? Elbette Kür­ distan'a gidecekler . . . Fakat. yogun, güçlü bir ulusal ve top­ lumsal bilinçle gidecekler. Buysa. kendi kaderini belirleme, kendi kendini yönetme düşüncesini ve bilincini daha çok ge­ liştirecektir. "Bin yıldır beraber yaşıyoruz, eşitiz, hiçbir ırkçı düşünce ve uygulama yoktur" sloganlannı da açık bir şekilde yalanlayacaktır, çürütecektir. Kürtlerin şunu bilmeleri, şu konunun bilincine varmala­ rı gerekir: Kürdistan. daglardan, taşlardan ibaret bir ülke degildir. Gerek dogal kaynaklan bakımından, gerekse tanm­ sal olanaklar bakırnından son derece zengin bir ülkedir.

"bir alıyoruz, yirmi veriyoruz" biçimindeki sözleri sadece bir slogandır. Buna ragmen, "bir alıyoruz, yirmi v.eriyoruz" benzeri sözleri iki

Türk devlet ve hükümet yöneticilerinin

bakırndan irdelemek gerekir. Bir kere, Kürdistan'da yapılan devlet harcamalan tama­ men askeri harcamalardır, güvenlik harcamalandır. Savaş uçaklanna, helikopterlere, tanklara, zırhlılara, toplara, tü­ feklere, mayınlara, merrnilere vs. yatınlan paralardır. Asker, polis, Özel Tim, Korucu gibi güvenlik personeline harcanan paralardır.

1 34

Olaganüstü Hal Bölgesi'nde çalışan personele


ödenen oıaganüstü Hal Bölgesi tazminatıdır. Polislere, as­ kerlere, bürokraside çalışan çeşitli memu,rlara yapılan loj ­ manlara vs.dir.

2000'e Doğru

dergisi, 25

Ekim 1 992 tarihli

43. sayısında, bu harcamalann önemli bir dökümünü ver­ mektedir. lanan yazı

Hikmet Çiçek

ve

Soner Yalçm

tarafından hazır­

uRakamlarla Güneydoğu'daki Savaşın Maliye­

ti" başlıgını taşıyor.

(s. 1 8-2 1) Örnegin, Koruculann, sadece

maaşlarının yıllık tutan 778 milyar lira. Cephane, giyim, gı­ da, tedavi masraflan hariç. Olaganüstü Hal Bölgesi'nde kişi başına düşen milli gelir 382 dolar. Bir çelPc yelegin fiyatı ise 420 dolar. 1 992 yılında, Irak sınınna döşenen 90 bin mayı­ nın tutan 40 milyar lira. Muş'ta Saglık Ocagı sayısı 22, Mus'ta, 1 992 yılında 1 5 yeni karakol daha yapılmış. Irak sı­ nınna 1 992 yılında 35 yeni karakol yapılmış. Herbir karakol 2 milyar liraya mal olmuş. Benzer harcalnalann, halkın yaşamını kolaylaştıracak, refahı artıracak en küçük bir yönü yoktur. Bu harcamala­ nn, Kürt halkının egitim ve saglık durumunu , kültürel geliş­ mesini, manevi gelişmesini iyileştirecek hiçbir yönü yoktur. Ö rnegin Bitlis'de, 1 987 yılında, 565 olan işyeri sayısı 1 99 1 'de 5 19'a inmiştir. Siirt'te bu sayılar sırasıyla 653 ve 442'dir. Bir uçak filosunun sadece bir uçuşluk masrafı ise 350 milyon liradır. Son yıllarda, Kürt şehirlerinin hiçbirine en küçük bir yatanm yapılmamıştır. Mevcut yatırımlar, ser­ maye yetersizliginden, işletme yetersizliginden birer birer ka­ panmaktadır. Buna ragmen, Skorsky fırmasıyla 75 helikop­ ter için anlaşma yapılmıştır.

Bir helikopterin fiyatı 65.4

milyar liradır. Sadece bu helikopterlere 6 . 5 trilyon lira civa­ nnda ödeme yapılacaktır. Bingöl, Diyarbakır, Elazıg, Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Van, Batman, Muş, Tunceli, Hakkari ve Şırnak belediyelerinin iş­ çilere borçlan 1 00 milyar lira. Sadece, subaylara yılda öde­ nen Olaganüstü Hal Tazminatı ise 250 milyar lira . . . Görüldügü gibi uygulanan politikalann, Kürtlerin ya­ şaml arını kolaylaştıncı , iyileştirici, refahı artıncı hiçbir yönü yoktur. Bilakis, Kürtler için yaşamı zorlaştırmak, temel bir devlet görevidir. Ormanlarm yakılması, köylerin yakılması, yıkılması, evlerin içindeki eşyalada birlikte yakılması, sulara zehir dökülmesi, sık sık yapılan ev aramalannda, gıda mad-

135


delertnin heder edilmesi, bagda, bahçede, tarlada çalışma­ nın engellenmesi . . . Hayvanlarm kurşuna dizilmesi vs . . . Yay­ la yasaklanyla . sürü otlatma yasaklanyla, seyahatin ve tica­ retin engellenmesiyle hayvancılık ölmüştür. . . Askeri harcamalann, güvenlik harcamalannın kalkırı­ mayı saglayıcı yatınml9.r olmadıgı açıktır. Bunlar yeni işyeri açan yatırımlar degildir. Bilakis, mevcut işyerleri, birer birer kapanmaktadır, kapatılmaktadır.

Kürdistan'da işsizlik çıg

gibi büyümektedir.

BİRLİÖİN, BERABERLİGİN TEMEL KOŞULU

··sır alıyoruz, yirmi veriyoruz"

biçimindeki yaklaşımı

bu çerçeve içinde degerierdirmek gerekir. Verdikleıi, top, tü­ fek, rnermi, ··sortl" dir. . . Kürdistan'ın petrol, krom, su gibi dogal kaynaklarını ise olaganüstü derecede sömürmektedir­ ler. Bu yaklaşımın ikinci bir yönünü daha belirtmek gerekir. Kürdistan'ın çok zengin bir ülke oldugu, petrol bakımından. krom, bakır. fosfat bakımından, su kaynaklan bakımından çok zengin bir ülke oldugu herkes tarafından bilinmektedir. Sunlan elbette, Türk devlet ve hükümet yöneticileri de bil­ mektedir. Irkçı ve sömürgeci devletin Kürdistan'dan vargeç­ memesinin temel nedeni budur. Soykırım yapılarak, katliam yapılarak bir halka iyilik edilebilir mi? Türkiye'nin, Kürdis­ tan'daki bu dunımu tam da böyle bir ilişkiyi göstermektedir. Zaten. Kürdistan'ın bölünmesinin, parçalanmasının ve pay­ laşılmasının temel nedeni Kürdistan'ın dogal zenginlikleri­ dir.

Öyleyse,

Kürtleıin, bu zenginiikierin bilincine varmaları

gerekir. Türk şehirlerinden kovulan, kendi ülkesinin zengin­ liklerinin bilincine varmayan. buna ragmen,

berlik"

"birlik-bera­

söyleminde bulunanların sergiledikleri tablo bir zaafı

göstermektedir . · Kendi ülkesine sahip olmayanların. ülkesini sömürgeci güçlere terk edenleıin, sömürgecinin şehirleıinde birlik beraberlik ifade etmeleıi hiç anlaşılır degildir. Birlik­ beraberlik elbette

önemlidir, fakat gerçekleşmesinin,

çok

önemli, temelde duran bir koşulu vardır. Sömürge ülke in­ sanlarının kendi ülkelerine sahip olmaları . . . Bu bakımdan Türk ş'ehirlerinden kovulan Kürtlerin Kürdistan'a gitmeleri, en azından bunu bir alternatif olarak düşünmeleri çok önemlidir. 1 36


Ho Chi Mlnh in çok güzel bir sözü var: "Dünyada öz­ · gürlükten ve ba�ımsızhktan daha güzel hiçbir şey yok­ tur." Bu sözün bilincine varmayanların durmadan birlik be­ '

raberlik

çagnsında

bulunrnalan,

her

şeyden

önce,

bu

çagnnın esas muhatabı tarafından ciddiye alınmaz. Çünkü bir zaafı göstermektedir. Sloganlada zaaf gizlenemez. Özgür ve bagunsız olan ulaslann birbirleriyle ilişkileri daha kardeş­ çedir, daha dostçadır. İlişkiler, eşitlik temeli üzerine kurul­ muştur. Yöneten-yönetilen, sömürgect ulus-sömürge ulus ilişkileri içindeyse birlik, beraberlik, kardeşlik oluşturmanın olanagı yoktur. Eşitlik olmadan kardeşlik olmaz, birlik ol­ maz. Ülkeye sahip çıkmadan kardeşlik kurulmaz. Bu ba­ kımdan. Kürtlerin Kürdistan'a dönüş yapmalan önemli bir olaydır. Bu süreçte, ırkçı ve sömürgeci devletin tehditleri de aşılmalıdır. ırkçı ve sömürgeci devlet şunu diyor: Türk şehir­ lerine gelmişsiniz, güzelce yaşıyorsunuz, karnınız doyuyor,

"Do�u"ya giderseniz,

"Ora"ya giderseniz aç kalırsınız. Fede­

rasyon, özerklik gibi düşünceler, çözüm yollan dile getirildi­

"Federasyon isterseniz, özerklik derseniz 'Ora'ya göçrnek zorunda ka­ lırsınız. 'Ora'ya göçerseniz aç kalırsınız. " İşte, Ho Chi Mlnh in sözü bu noktada deger kazanmaktadır. "Dünya'da özgürlükten ve ba�ımsızhktan daha güzel hiçbir şey yok­ tur." Kürtler, bu tür aşagılayıcı, horlayıcı, küçümseyici söz­ gl zaman bu tehditler hemen ileri sürülüyor.

'

leri geri tepmenin tavır ve davranışı içinde olmalıdırlar. Ken­ di ülkelerinin zenginliklerinin bilincine

de varmalıdırlar.

Kürdistan'ın ekonomik, toplumsal ve kültürel bakımlardan, bilinçli olarak geri bırakıldıgının bilincine de varmalıdırlar. . . Kürdistan'da yaşanan süreç geri kalma olayı degildir, geri bırakllma olayıdır.

KlSlR DÖNGÜYÜ KIRMAK GEREKİR Resmi ideolojinin, Türk basının. Türk siyasal partileri­ nin ürettigi bilgiler aslında, bir kısır döngüyü içermektedir. Devlet. asimilasyon amacıyla, geniş Kürt halk yıgınlannı, Batı'da yaşamaya zorlamaktadır. Sürgün yolunu da kullana­ rak Kürt insanlannın Batı'ya göçüşünü, Türk şehirlerine gö­ çüşünü saglamaktadır. Kürdistan'ın ekonomik, toplumsal ve kültürel bakımlardan geri bırakılması. başta , bu göçü t:n


hızıandırma

kimlik

amacını taşımaktadır . . .

mücadelesi

söz

konusu

Kürtlerin

oldugu

özgürlügü,

zaman

da, •• Ora'daklnden daha çok vatandaş Batı'da yaşamaktadır. Ö zerkHie, federasyona, aynhga, gaynhia gerek yok­ tur " denümektedir. Bazı Türk ırkçılan da, "Kürt sorunu diye bir sorun yoktur, öyle olsaydı, Batı'da da olurdu. ZI­ ra, onlann çok büyük bir kısmı Batı'da yaşamaktadır " ...

...

...

denilmektedir. Kürtlerin Batı'da da yaşıyor olrnalan, ulusal

ve demokratik haklarını elde etmelerine, bu haklara kavuş­

malarına engel bir olgu gibi gösterilmektedir . . . Bu tam bir

fasit dairedir. Kürtler bu fasit daireyi, bu kısır döngüyü kır­

malıdır.

138


"TÜRK YAZARLARI KÜRT KİMLiGİNİ TANlMlYOR" (•)

Bu romanın başlangıcında, Önbilgi" olarak sunulan. bir sayfalık çok degerli bir yazı var. Bu yazıyla ilgili bazı gö-· rüşleriıni ve bir anıını anlatmak istiyorum. Önbilgi de şöy­ le söyleniyor: ..

"

"

"Kürdistan'daki toplumsal yaşamı Türkçe'yle ge rçeğe uygun olarak ifade etmek mümkün olmuyor. Bu , sömür­ geci anlayış ve uygulamaların özelliklerinden kaynaklan­ m<:!kta ve onun yarattığı bir durum o lmaktadır. Zaten Kür­ distan'daki duru ma ilişkin Türkçe olarak yayınlanan bütün yazılar da gerçeği tam olarak vermekten uzaktır. Aynı du­ rum elimizdeki kitap içi n de geçerlidir. Kitapta Türk asker­ lerinin kendi aralarında ve yerli insanların askerlere yöne­ lik olarak yapt ıkları konuşmaların dışındaki bütün düşünce ve konuşmalar aslında Kürtçe'dir, hem de tamamen Kürt ulusal değerleriyle yüklü ve düzgün Kürtçe'dir. Cizira­ Botan Kürtçesi'dir. Bu tür düşünme ve konuşmalar, bilin­ diği kadarıyla düzgün Türkçe ile verilmeye çalışılmıştır. Aslı nda Kürtçe olduklannı ve okurken de bu biçimde dü­ şünmek gerekiyor. Türk askerlerinin kendi aralarında ve askerlere yönelik olarak yapılan konuşmalar ise mümkün olduğu kadar aslına uygun bir biçimde verilmeye çalışıl­ m ıştır. .. " (s. 5)

. Selahattin Erdem, "Önbllgl"yi 9 Nisan 1 989'da kaleme

almış. . . 1 988 yılı sonlarında, genç bir arkadaşım, bana, Kürt işçileri arasında yaptıgı bir röportajı getirdi . . . Okumaını ve eleştimıemi istedi. (*)

Yen/ 0/ke, Sayı 1 1 6, 1 0-1 6 Ocak 1 993. Bu yaz ı , Selahattin Er· dem in Me/sa Yaym/an arasında yayınlanan Küçük Peşmerge ki­ tabı ile ilgili yazılm ıştır. '

139


Röportaj , Türkiye'nin Batı kesimlerinde, yani Türk şe­ hirlerinde, inşaatlarda, tanm sektöründe çalışan Kürt işçile­ riyle yapılmıştı. Fakat konuşmalarda çok kötü bir Türkçe kullarulıyordu. Kürtler degil, sanki, Anadolu'nun taşrasında, kırsal kesimlerde yaşayan Türkler, Türkmenler konuşuyor­

"Nirlye gldlyon lan'?", ''Gannım aç", "Bize gellcen ml'?'', "Biz de gldiyok mu'?", "Ahmetgill ney görmü­ yom" . . . Röportajda bu şekilde pek çok söyleyiş vardı. Bu tu­ lardı . .

.

tumdan ve davranıştan çok büyük bir rahatsızlık duydum. Genç arkadaşa, inşaat işçileri, taİ:ım işçileri olan Kürtlerle hangi dille konuştugunu sordum.

zaten Türkçe bilmiyor

•.•

"

dedi.

"Kürtçe konuştuk, ço�u Bu konuşmalan neden

düzgün bir Türkçe'yle ifade etmediğ;ini, konuşmalan neden düzgün Türkçe'yle çevirmediğ;ini sordum.

Kürtçe'yi iyi konuşmuyorlar .. " .

"Onlar köylü,

dedi. Kendisinin de zaten

çok iyi Kürtçe bilmediğ;ini, bu bakımdan konuşulan Kürt­ çe'nin iyi Kürtçe olup olmadıgına karar veremeyeceğ;ini söy­ ledim.

"Kaldı ki çok daha önemil konular var"

diyerek

şunlan anlatmaya çalıştım:

"Balzac'ın, Tolstoy'un, Steinbeck'in romanlannda da köylüler var. O köylüler de Fransızca'yı Paris Fransız­ ca'sıyla konuşmuyor olablllrler. Bu konuşmalar Türk­ çe'ye nasıl çevrlllyor'? Rus köylüleri, Rusça'yı, Saint Pe­ tersburglular gibi, Moskovalılar gibi konuşmuyor olablllr­ ler, bunlar Türkçe'ye nasıl çevrlllyor? Callfomia'da yaşa­ yan Amerikalı köylüler de İngilizce'yi Washington'da­ kiler veya New Yorklular gibi konuşmuyor olabillrler... Bu konuşmalar Türkçe'ye nasıl çevrillyor?" Genç arkadaşınuz ,

Balzac'ın, Tolstoy'un, Steinbeck'­

in . . . benzer yazariann romanlannda yer alan köylülerin ko­ nuşmalanrun Türkçe'ye nasıl çevrildiğ;ine dikkat etmediğ;ini söyledi. Bunun üzerine şunlan belirtme gereğ;ini duydum.

"Bu konuşmalar kuşkusuz düzgün Türkçe'yle verlll­ yor. Başka türlü olması da dolru delil... Öme4ln Sibir­ ya'da yaşayan bir Rus köylüsünün, Lyon taraflannda ya­ şayan bir Fransız köylüsünün, Callfomia'da yaşayan bir Amerikan köylüsünün konuşmalannı hangi Türkçe'ye göre çevlrecellz? Karadeniz köylüsünün konuştu�u .•

140


Türkçe'ye göre mi, Orta Anadolu köylüsünün konuştuiu Türkçe'ye göre mi? Hangi Türkçe'ye göre çevirecejlz? En Iyisi, normal düzgün Türkçe'ye göre çevirmektir. Za­ ten böyle yapılıyor. Öyleyse, Kürtlerin konuşmalannın da normal bir Türkçe'ye göre çevrilmesi gerekiyor. Kürt­ lerin Kürtçe konuşmalannı şu veya bu yörenin Türk­ çe'sine göre çevirmek çok yanlıştır. " Bunlan belirttilÇ:en sonra, genç arkadaşın tavır ve dav­ ranışlanyla ilgili düşüncelerimi açıklamaya çalıştım . . .

"Senin bu tutumunun temelinde yatan nedenleri kurcalaınak gerekiyor. .. Kürtlerin konuşmalannı neden Orta Anadolu köylülerinln, ömejln Türkmenlerin Türk­ çe'siyle çevirdljln dikkatle lrdelenmesl gereken bir olay Kanımca sen Türklüje, Türk yazarianna özenti içindesln. Sende milli duygu eksik... Milli duygu eksikll­ il seni böyle özentl tavır ve davranışlara götürüyor. Bun­ lara Itiraz ediyorsun, 'Ben Marksist-Lenlnlstim' diyor­ sun... Marksist-Leninistim diyorsun ama, milli duygu ekslkllil var Öyle olmasa, Kürt köylülerinin, Kürt işçi­ lerinin Kürtçe konuşmalannı dojru dürüst bir Türk­ çe'yle çevirme gerejlnl duyardın. Şimdi Ise Kürdü, öme­ jln Orta Anadolu'nun Türkmenl gibi konuşturuyorsun. Çünkü Kürtçe kimlik vermlyorsun... Özenti lçlndesin ... " .•.

•..

Genç arkadaşımız bunlan dinlerken çok rahatsız oldu, eziklik hissetti, tepki gösterdi. . . Fakat, sözleri, savunmalan,

"kem küm " olmaktan öteye gidemiyordu. slst-Lenlnlstlm, devrlmclyim" diyordu.

Sık sık

"Mark·

"Markslst-Lenlnlstsln fakat milli duygulann eksik. Ö zentl lçlndesln. Bir Türk yazannın bu tür tavırlarını anlamak mümkün. Çünkü onlar Kürt klmlljlnJ tanımı­ yor... Türk yazarlannın çoiu Kürt klmlljlnl ve Kürdistan klmlljlnl tanımıyor, Kürtçe'nin baiımsız bir dll olduiu­ nu kabul etmiyor, Kürtçe'yi Türkçe'nin bir şivesi kabul ediyor. Böyle olunca, onlann, Kürtleri, Türkmenlerin aj­ zıyla konuşturmalan normaldir. Fakat bir Kürt Için bu, bajışlanır blr tutum dejlldlr. Kürtlerin, Kürtleri, Kürt olarak algılamaları gerekir " .•.

141


Genç arkadaşımızla bu konulan epeyce konuştuk. . . Ar­

kadaşunızın,

daha

sonra,

Balzac'ın, Tolstoy'un, Steln­

beck in romanlannda yer alan köylülerin konuşmalannın '

Türkçe'ye nasıl çevrildigini inceledigi kamsındayım. Röpor­ taj . kuşkusuz, yukarıda belirttigirn şekilde yayınlanmadı.

Türkçe'si gözden geçirilerek yayınlandı. Bütün bunlardan dolayı,

Peşmerge

Selahattin Erdem 'in Küçük

romanındaki "Önbllgl"sinin çok degerli bir yazı ·

oldugu kanısındayım.

Küçük Peşmerge'nin

içerigiyle ilgili olarak da küçük

bazı notlan belirtmek istiyorum: Roman,

1 985

yılı yaz ayla­

nnda gelişen toplumsal ve askeri ilişkileri anlatıyor. Gerilla­ nın Kürt halk yıgınlanm sanp sarmalamaya çalıştıgı bir dö­ nem . . .

Koruculugun örgütlenmeye başladıgı bir dönem . . .

Kürt halk yıgınlanyla Türk sömürge yönetimi arasındaki

mevcut aralıkların, ayrunlann, uçuruma dönüşmeye başla­ dıgı bir dönem . . . Sömürge yönetiminden kopuşun gerçekleş­

tigi bir dönem. . .

Murat küçük bir çobandır. Her gün sürüsünün peşinde dag, yamaç koşturmaktadır. Birgün avlamak için bir kuşun

peşinden koşar. Kuş kaçar. o kovalar, kuş başka bir agaca konar. o yine kovalar . . . Kuş yeni yeni agaçlara kanarak ya­

maçlara, yükseklere dogru uçmaktadır, lamaktadır. Bu koşturmaca sonunda

Murat da onu kova­ Murat, dagın yüksek­

lerine dogru çılmuştır. Kuşu yakalayamamıştır, fakat orada,

bir kısmı istirahat eden, bir ikisi etrafı gözetleyen 3-5 silahlı adamla karşılaşmıştır. Çoban ler. Bu, küçük

Murat'ın

Murat,

görünmeden arılan iz­

yaşamında önemli bir dönüm nok­

tasıdır. Silahlı insanların tavırları. davramşlan, silahları, et­

rafı gözetleyişleri

Murat'ı

ççk etkiler. Sonra, çoban

bu insanları kendi köylerinde,

Murat

kendi çadırlarında görür.

Anasının, babasının, özellikle de anasının, köyün ileri gelen­

lerinin bu insanlara çok saygı duyduklarını, onlara yardım etmeye çalıştıklarını gözler. Jandarma, köy aramaları, çadır aramaları, devlet, aga, gerilla.

Apo,

Kürt, Kürdistan.

PKK.

. .

çatışma, baskı, işkence, tehdit. . . Gelişen olaylar. . . Devlet

güçlerinin köye yaptıklan bir baskın sırasında

Murat

gal olarak gerillalara katılır. yaralanır, şehit olur.

da do­

Muratgll'in köyü geriliaya yandaş bir köydür. Muhtar birgün devletin, ordunun tavrını köylülere şöyle duyurur:

142


Paşa da karar almış, her köyün silah alma.sı mec­ buri oluyormuş artık. Silah almayan köyü yakıp. adamla­ rını göç ettireceklermlş. 'Düşünün, çabuk karar verln' dedi. Biz de köylünün tutumun söyledik. 'Yardım etmi­ yoruz. köyümüze kimse gelmiyor, biz silah almayız' de­ dik ..... (s. 64) ". • .

Paşa, devletin, ordunun niyetlerini şu şekilde açıklıyor:

.. 'Dolru' dedi Paşa, biraz durdu. 'Hemen harekete geçin, heUkopterlerl de kullanın. Üç gün gerekeni yapar sonra bırakırsınız. Öyle olmalı ki, sadece kendileri değ'll, gören herkes de dersini almalı, şanlı Türk ordusuna kar­ şı gelmenin ne demek oldulunu ... "' (s. 33) Silah almayan, genilaya yardım ettikleıine inanılan köy­ lüler hakkında, bunlar düşünülüyor. "Üç gün gerekini ya­

rasınız

..

sözü , toplu işkenceyli Ifade ediyor. Amaç yıldırma,

gözdagı. . .

"'Hemen bir birlik gönderelim' dedi. 'Bir süre o yöre­ de kalsın, gerekeni yapsınlar. Hadlerint bildirsinler bu baldırı çıplaklara. O �man anlarlar, Türklüğ'ün, ordumu­ zun ne demek oldulunu .. .'" (s. 74) " ... 'Bu ikinci seferlmiz oluyor bu köye' dedi. 'Belli kl birincisinden aniayıp uslanmadınız. Ama uslanacaksı­ nız yakında. Şanlı Türk ordusunun, devletimizin, Türk­ lüğ'ün gücünü anlayacaksınız. Umut balladığ'ınız terörist eşkıyanın nasıl bir bir yok edildiğ'inl göreceksiniz .. .'" (s.

79)

Selahattin Erdem'in

romanında insan ilişkilerinin ör­

güsü, olaylarm birbirine baglanışı çok saglam. Bu anlatım içinde, Kürdistan'ın cografi yapısı, ülkenin dogal güzellikleıi hakkında çok önemli bilgiler var . . .

" ... Cizre-Silopi Ovası'ndan Botan yaylalanna kadar ulaşan bu yeni alan, aslında, başlı başına bir tarihtir. Cizre-Botan olarak adlandınlan bu alan, göçebe aşlretıe­ dn yuvasıdır. En ünlü Kürt beylikleri burada kurulmuş, Kürt dili ve kültürü en çok burada gelişmiş, Kürt ulusal tarihi burada örülmüştür. Dönem dönem ortaya çıkan lş143


gal kuvvetlerine karşı her zaman direnilmiş, Kemalist Türkiye'ye kadar, kalıcı bir işgalci egemenlik yaşatılınamıştır... " (s. 35) " ... Dicle ve Fırat amansız akar. Kürdistan'da ırmaklar, çaylar amansızdır. ınu dallardan ovalara, denizlere dolru kopup gelen sular, yerdeki avına dalış yapan at­ macaya benzer. Bu sert dola, burada, Insanlan da kendi­ si gibi sert karakterli yapmıştır. Öyle ki binlerce yıldır süren işgaller, istilalar, sömürgecllik, bu sert karakterli toplumu, bir türlü istedili gibi biçime sokup erltem�miş­ tir. Tarihin ender tanık olduiu bunca baskıya ra4men, Kürt ulusal, toplumsal yaşamının sürüp gelmesinde do­ lanın bu özellilinin rolü çok bellrgindir... " (s. 83)

144


BİLİM YÖNTEMi VE MÜCADELEM(*)

Özgür Üniversite'nin şenligine hoşgeldiniz. Bugün, bu­ rada Blllm Yöntemi" kavramıyla ilgili küçük bir konuşma · yapmak istiyorum. Arkasından da Bilim Yöntemi kavramı­ nın Türkiye'ye uygulanmasıyla ilgili bazı örnekler vermeye çalışacagım. Hepiniz Özgür Üniversite'nin 'açılış dersi'ne hoşgeldiniz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. ..

İnsanlar, topluluk halinde yaşadıklanndan beri, kendile­ riyle ilgili olarak, çevresindeki olaylarla, dogadaki olaylarla ilgili olarak fikirler üretmeye çalışmışlardır. Yani; hem ken­ dilerini, hem içinde yaşadıklan toplumu, hem de dogayı, ta­ rihi anlamaya çalışmışlardır. Örnegin din, mitoloj i, metafizik dünyayı kavramanın yöntemlerindendir. Bilim de böyle bir yöntemdir. Bilim, dünyayı kavramanın, dünya ve doga hak­ kında, toplum hakkında saglıklı bilgiler elde etmenin bir yöntemidir. Fakat, bilimi kendisinden önceki düşünce bi­ çimlerinden ayıran çok önemli bir fark vardır. Bu da, bilimin olgusal olmasıdır. Bilim, olgulada ilgilenir; gözlenebilen, öl­ çülebilen olgulada ilgilenir. Olgulara dayanmayan hiçbir önennenin bilimsel degeri yoktur. Örnegin metafiztkin öner­ meleri, dillin önenneleri, mitoloj inin önenneleri; bunlan izle­ mek, gözlernek olanagı yoktur, veya bu önennelert dogrula­ mak veya yanlışlamak olanagı yoktur. Halbuki bilimin,

(*)

5 Aralık 1 992 günü, Keçiören Belediyesi · Kültür Sarayı'nda, Özgür

Üniversite'nin açılış dersi yapıldı. Derse, 1 000 kişi katıldı. Yukarıda­ ki yazı, bu açılış sırasında, Dr. lamall Beşlkc;l'nin vermiş olduğu "Bilim Y6nteml ve MDcadelem" konulu dersin bant çözümünü kapsamaktadır. ToplumS8/ Kurtuluş, Sayı 60, Ocak 1 993

145


olgusal oldugu için, ortaya koydugu önermelen olgulara da­

yanarak dogrulamak veya yanlışlarnak mümkündür. Öme­ gin, sabahleyin kalkıyoruz, işyerine gidecegiz, otobüs dura­

ğ;ındayız, çok kalabalık. insanlar var, kalabalık var, otobüs geliyor, bazı insanlar biniyor, bazılan binemiyor, bazılan çok bekliyor duralrta ve bu, günde en az iki, üç kere tekrarlam­ yor. İnsanlar bunu yaşıyorlar. Halbuki, bazı insanlar, bu olayı merak edebilir. Bu trafik olayı hakkında. şehirdeki nü­ fus olayı hakkında daha saglıklı, daha kalıcı bilgilere sahip

olmak isteyebilir. O zaman, bu olay h akkında düşünmek dururnundadır ve düşünür. Artık onun kafası böyle bir olay­

la meşgul olmaktadır. İşte, insanın bilincine böyle bir olgu çarptıgı andan itibaren. zihinde bir sorun teşekkül ediyor.

İnsanlar. o sorunun üzerinde düşünüyorlar, o sorunun eni

boyu hal9rnıda bilgi sahibi olmak istiyorlar. Daha kalıcı bil­

gilere ulaşmak istiyorlar. Dolayısıyla şehirleşme olayı hak­ kında veya trafik olayı hakkında daha ciddi, daha kalıcı bil­

gilere ulaşmak geregini duyuyorlar. Tabü, bu , tüm insanlar için böyle degildir. Bildigirriz gibi, insanlar, herzaman otobü­

se biniyorlar, iniyorlar, işlerine gidiyorlar. . . Herzaman yaşı­ yorlar bu olayları, ama onların zihinlerine herzaman böyle

bir sorun takılmıyor. Bazı insanların zihinlerine bu sorun takılıyar ve onlar da bunu çözümlerneye çalışıyorlar. Örne­ gin zaman zaman seçimler oluyor, çeşitli partiler seçimlere katılıyorlar,

bazılan

katılamıyor,

bazılannın

katılmaması

için devlet güçleri engellemeler yapıyor. İnsanlar seçimlere

katılıp oy veriyorlar. Zaman zaman bunlar yaşamyor. Fakat

.bazı insanlar bu oy verme davranışlan üzerine düşünebilir,

daha ciddi bir şekilde düşünebilir. İnsanlarm seçimlere ka­ tılmaması. hangi p artiye oy verdigi gibi konular etrafında daha ciddi bir düşünme sürecine girebilir. Mekana baglı ola­ rak veya gelir seviyesine baglı olarak, insaniann oy verdiğ;i partiler konusunda incelemelere girişebilir. İşte, bilim dedi­ girniz süreç , meraktan sonra başlıyor. Bilim, bilinenin ötesi­ ni araştırmak demektir veya olup bitenlerin arkasındaki olaylan kavramaya · çalışmak demektir. Bilim, gözlenebilen

ve ölçülebilen olaylarla ilgileniyor. Bunları saptıyor, betimli­

yor. Bu olgular arasında ilişkiler kuruyor. Sonra bu ilişkileri açıklayıcı varsayımlar geliştiriyor ve bu varsayımlarını, hipo­

tezlerini · tekrar olgulara dönerek sınamaya çılışıyor. Bilim

146


bir inandınna yöntemi değ;ildir. Bilim bir propaganda usulü de değ;ildir, dinamik bir süreçtir. Varsayımıann tekrar olgu­

lara dayanarak sınanması sürecidir. Bu sınamada varsa­

yımlar olgular tarafından kabul edilebilir veya reddedilebilir.

Örneğ;in Sovyetler Birligi'nin dağ;ılmasından sonra Orta

Asya'da, Türki Cumhuriyetler ortaya çıktı: Azerbaycan. Öz­ bekistan, Kazakistan, Kırgızistan. . . Bu cumh uriyetlerin yö­

neticileri. başbakanları, cumhurbaşkanlan sık sık Türki­

ye'ye geliyorlar. Türkiye'de bu Türki cumhuıiyetlerin özgür­

lüğ;e kavuşmalan. bağ;ımsızlığ;a kavuşmalan övülüyor. teşvik ediliyor. Türkiye'de bunlar kutlanılıyor. Orta Asya'daki Türki

cumhuriyetierin bağ;ımsızlığ;a kavuşması. özgürlüğ;e kavuş­

ması kutlamyor. teşvik ediliyor. Buradan, şunu anlıyoruz. demek ki, özgürlük, bağ;ımsızlık pozitif bir değ;erdir. Kullan­

ması gereken, sahip olunması gereken pozitif bir değ;erdir.

Hatta, bu cumhuriyetierin yöneticileri, Ankara'Ya gelirken, o

yöreye has giysiler de getiriyorlar ve Türk yöneticilere bunu giydiriyorlar. Televizyondan bunu izliyoruz, basından bunla­

rı okuyoruz. Demek ki. özgürlük, bagımsızlık pozitif bir kav­ ram, pozitif bir deger. Halbuki, aym dönemde, Güney Kür­ distan'dan bazı yöneticiler de geliyorlar. . . Fakat . onların.

uçaktan iner inmez, havaalamnda. ilk sözleri şu oluyor:

"Biz bafımsızlık filan istemiyoruz. "

Ve. Türkiye'de basın,

yani gazete, radyo, televizyon ve yöneticiler, siyasal partiler bunu coşkuyla veriyor. Güney Kürdistan'dan gelen yönetici­ ler sanki özgürlük, bagımsızlık çok kötü bir şeymiş gibi,

"Biz böyle bir şey istemiyoruz", "Bizim böyle bir şeyi hiç düşündügümüz filan yok" diyorlar. Onlann bu tavırlan Türk yöneticileri tarafından övgüyle amlıyor. "Bafımsız Kürt Devleti filan düşünmüyorlar" deniliyar ve arkasından da şu söyleniyor, " Ö zgürlük veya bafımsızlık Kürtler için bile iyi defildir." Federasyon, özerklik, birtakım anayasal çözümler söz konusu ediliyor. "Bu Kürtler için bile iyi de­ gildir" şeklinde vurgulamyor. İşte burada önemli bir sorun

var. Bilim diyoruz, olgulan betimler, olgular arasında ilişki­ ler kurar, bu ilişkilert açıklayıcı varsayımlar geliştilir ve son­

ra bu varsayımlan tekrar olgulara başvurarak sınar. test

eder. Burada, elbette çok önemli iki olgu, Orta Asya Türk Cumhuıiyetlerinden

gelen

yöneticiler

ve

Güney

Kürdis­

tan'dan gelen yöneticiler, iki olgu , birbiriertnden kopulanuş

147


gibi göıii nen iki olgu arasında ilişki var. O zaman, insania­

nn bunu düşünmeleri gerekiyor. Türkler için, ömegin Kıbns

Türkleri veya Batı Trakya Türkleri, Yugoslavya'da yaşayan Türkler, Orta Asya cumhuriyetlerinde yaşayan Türkler için pozitif birtakım degerler, Kürtler için neden negatif oluyor? Güney Kürdistan'dan gelen yöneticiler neden böyle konuşu­ yor? Bunun, elbette bilimin kavramlanyla açıklanması gere­ kiyor.

Biz diyoruz ki, bu olgular arasında organik bir bag

vardır.

Birbirlerinden kopukmuş gibi görünüyorlar ama,

Türk devlet sistemi içerisinde, Türk egemenlik kavramı içeri­ sinde bu olgular birbirleriyle organik bir bütünlük içerisin­

dedir. Birbirleriyle ilişkilidir. Öyleyse bu ilişkileri açıklayıcı

birtakını hipotezler ileri sürebiliriz. Bu hipotezleri yine olgu­

lara başvurarak test ederiz. Tabii, burada , tarihe dönmemiz gerekiyor. Yani günümüzde yaşanan olaylara degil, tarihe

dönerek, tarihte yaşanmış ilişkileri gündeme getirerek, böyle

bir hipotezi geliştirmeye çalışabiliriz. Olgular tek başına hiçbir şey ifade · etmezler. Olguların bilime konu olabilmeleri için kavramlaştırılmalan gerekir. Olgular, ancak bir hipotezin veya varsayunın içinde, hipotez

veya varsayım aracılıgıyla dile getirildikleri zaman, bilime konu oluyorlar. Tek başına olgular hiçbir şey ifade etmezler.

Ömegın bu köyde öküzle karasahan kullanılıyor. Bu bir ol­

gudur, nesnel bir olgu. Köyde cami var, karakol var, ne karasahan var,

234 ta­ 33 tane öküz var. Bunlar saptamadır. 01-

gulann saptanması bu olgulann bilime konu olabilmeleri için bir varsayımın eşltginde ifade edilmeleri gerekiyor. Öme­ gin, üretimde, öküz ve karasahan kullanan toplumlar. gele­ neksel toplumlardır. Burada, birincil baglılıklar egemendir. Bu toplumlarda artı üıii n çok düşüktür. Bu toplumlar feo­ dal özellikler göstermektedir. İşte olgu, öküzle karasaba.n ol­ gusu, birtakını kavramlar kullanılarak, bir hipotez veya var­ sayun eşliginde dile getirilmektedir. Olgular tek başına bir şey ifade etmiyorlar.

Bunun gibi, Kürtler, Ortadogu toplumlarından biridir. Bu bir nesnel olgudur. Kürtler, Türklere komşudur. Kürtler Araplara komşudur. Farslar ve Kürtler birbiriertyle komşu­ dur. Bunlar nesnel gerçegi dile getiren · önermelerdir. Halbu-

148


ki böyle bir önermenin bilime konu olabilmesi, yine bir hipo­ tezin veya varsayımın eşligiTide mümkün olabilmektedir.

"Kürtler, bölünmüş, parçalanmış, paylaşıl­ mış sömürge bir toplumdur. Devletlerarası sömürge dü­ zeni vardır Kürdlstan'da" dedigirniz zaman, Kürtler olgusu Ömegin,

kavramlaştınlıyor. Bu olgu , varsayım veya hipotez aracılıgıy­ la dile getiriliyor. Yöntem, belirli bir amaca ulaşmak için düşünülmüş bir araştırma planıdır. Belirli bir amaca ulaşabilmek için ger­ çekleştirilen birtakım eylemlerdir, işlemlerdir. Bilirnde yöntem, sorunları anlaşılabilir, kavranabilir, an­ latılabilir kılmaktadır. Yöntemin hem eylemsel, hem de zi­ hinsel yönleri vardır. Eylemsel dedigirniz yönü gözlemdir. Biz, toplum hakkında bilgi sahibi olmak istiyoruz. O zaman, toplumdaki ilişkileri, insanlarm birbiriyle olan ilişkilerini, in­ sanlann kurumlarla olan ilişkilerini gözlemek, izlemek du­ rumundayız. Toplum bilimlerinde, gözlem yapıyoruz. Doga bilimlerinde önemli olan deney . . . Biz, toplumu duyu organ­ lanyla algılıyoruz. Maddi dünya duyularla insamn bilincine yansıyor. Bu, eylemsel dedigirniz süreçtir. Maddi dünyanın insanın zihnine, bilincine yansımasından sonra, bu gözlem­ ledigimiz olaylarla ilgili birtakım hipotezler geliştiriyoruz. Bu hipotezlerle olguların birbiriyle olan ilişkilerini kurmaya çalı­ şıyoruz. Bu ilişkilere yön veren birtakım dinamikleri sapta­ maya çalışıyoruz. Birtakım çelişmeleri, degişmeleri kavra­ maya çalışıyoruz. Bu da, yöntemin zihinsel dedigirniz yönü. Daha çok zihni yönü , ama yine geliştirdigirniz hipotezleri ol­ gulara dönerek sınamaya çalışıyoruz. Bir örnekten söz ettik. Orta Asya'dan gelen yöneticiler, Güney Kürdistan'dan gelen yöneticiler, bunların sözleri, bunlara karşı davranışları . . . Bunlar olgudur, bunları biz izliyoruz. Gazetelerden, radyo­ lardan izliyoruz. Ve maddi qünya böylece bilincimize çarpı­ yor. Ondan sonra biz, olay hakkında, degişik davramşlar, farklı tavırlar hakkında varsayımlar geliştiriyoruz. Ve daha bütünsel bir bilgiye sahip oluyoruz bu süreç içerisinde. Hi­ potezler, tabii daha gelişkin bir bilgi oluyor. Bunun tekrar olgulara dönerek test edilmesinden sonra ortaya çıkan bilgi ise. daha kalıcı, saglıklı bir bilgi. Fakat bilimin, nihai amacı bulmak diye bir amacı yoktur. Bilim bir inandınna yöntemi

149


degildir, bir propaganda usulü degildir. Yepyeni olgular, de­ gişik olgular ortaya çıktıgı zaman, ürettigirniz varsayımlar degişebilir, yeni varsayımlar geliştirilebilir. Burada önemli olan

eleştiri ortamının olmasıdır.

eleştiri,

Bilim dedigirniz zaman

özellikle siyasal eleştiri bunun içindedir.

Siyasal

eleştiri söz konusu olmadan bilimin geliştirilmesi mümkün degildir. Eleştiri, şunun için de gerekli bir kurumdur: Örne­

gin,

siz bir şey söylüyorsunuz, bir kitap , bir yazı, bir makale

yazıyorsunuz. Eger bunu kamuoyuna duyurmuyorsanız, ka­ mu bilmiyorsa, eleştiri sürecinin başlaması mümkün degil­ dir. Herhangi kitabın ya da herhangi yazının muhakkak ka­ muya duyurulması gerekiyor. Eger bu bilgi sadece sizde kalıyorsa veya gizli gizli birkaç arkadaşınıza bildiriyorsanız, arkadaşlar arasında konuşuyorsanız, bilimsel süreç tamam­ larmuş olmuyor. Bilimsel sürecin tamamlanması, bunun ka­ muya duyurulmasıyla mümkün oluyor, çünkü kamuoyuna duyurdugunuz zaman. eleştiri kurumu hayata geçebiliyor. İsteyen insan sizi eleştiriyar ve siz de gerekirse cevap veri­ yorsunuz ve de ürettiginiz bilgiler daha pekişiyor, daha kalı­ cı daha saglıklı bilgilere ulaşmış oluyoruz. Nesnel gerçeklerle ilgilenir bilim. Bilim olgularla ilgilenir. Gerçek dediginiz zaman, bir de ideolojik bir gerçek vardır. Örnegin l 974'de Kürtler konusu ile ilgili bir arkadaşımla Şunu söylüyordum, "Gerçekleri konuşmak gerekir, gerçekler ne ise onu kabul etmek gerekir." Arka­ daşım da aynı şeyi söylüyordu. "Elbette gerçekleri düşün­ mek gerekiyor." "O zaman, Kürtler bir gerçek, nesnel bir gerçek, neden Kürt konusunun araştınlmasına karşı çı­ kıyorsun?" O şunu söylemişti: "Türkiye'de birtakım ku­ rumlar var. Onlar · böyle hassas bir konunun araştınima­ sına karşı. Bu, bir gerçektir." tartışmıştım.

İşte biz, bu ikisini ayırmak durumundayıt. Bir nesnel gerçek var. somut. Yaşıyoruz. olayların içindeyiz veya çok yakınındayız veya basın aracılıgıyla yakından iziiyoruz olay­ lan, somut gerçegi, ilişkileri. Bir de bu tür olayların ele alın­ masını istemeyen bir baskı mekanizması var. Bu, ideolojik bir gerçek. Bilim kavramıyla resmi ideoloji kavramı birbirleriyle çok derinden çelişiyorlar. Resmi ideolojiye bagımlı kaldıgınız sü­ rece, resmi ideoloj iye itaatkar oldugunuz sürece, bilimin ge-

ıso


lişmesi mümkün degildir. Resmi ideoloj i, eleştiriyi yasaklı­ yar. Birtakım soruların ele alınmasını, incelenmeşini yasak­ lıyor. Bu yasaga itibar ettiginiz zaman, bilimin gelişmesi mümkün olmuyor. Ortak duyu denilen bir kavram var. Herhangi bir top­ lumda, herhangi bir dönemde, herkes tarafından kabul edi­ len, dogrulugundan hiç kuşku duyulmayan birtakım düşün­ celer. Ve bunlar, ömegin resmi ideoloji dedigirniz kurumlar tarafından teşvik ediliyor, benimseniyor, destekleniyor. Her­ kesin böyle düşünmesi ve buna göre tavır ve davranış geliş­ tirmesi isteniyor. Halbuki bilimin gelişmesinde kuşku denen kavram çok önemli bir kavram. Ömegin basın tarafından kabul edilen birtakım bilgiler var. Bilimsel dedigirniz süreç, en azından bu bilgilerden kuşku duyarak işe başlamak zo­ runda. Toplumda otorite sayılan birtakım düşünceler var. Hiç eleştirilmemiş, eleştirilmesinin geregi duyulmamış birta­ kım düşünceler var. Siz, örnegin Orta Asya ve Güney Kürdistan'dan gelen yö­ neticilerin tavır ve davranışlanyla ilgili düşünce geliştirmeye başladıgınız andan itibaren, resmi ideolojinin birtakım bilgi­ lerinden kuşkulanmak durumundasınız. Onların yanlışta olabilecegini düşünmek durumundasınız. Kuşkudan hare­ ket ediyorsunuz. Ve süreçte, gerçekten resmi ideolojinin ürettigi bilgilerin dogru bilgiler olmadıgını görüyorsunuz. Si­ zin gözlem, hipotez, dogrulama sürecinde elde ettıginiz bilgi­ nin daha saglıklı, daha kalıcı oldugunu görüyorsunuz. İşte bilimin farklı bir netiligi burada ortaya çıkıyor. O zaman ye­ ni ürettiginiz bilgileri kamuoyuna açıklayacak kadar dürüst ve cesur olmanız gerekiyor. Dürüst ve cesur olmak ölçülebi­ lir, izlenebilir kavramlar degil. Biz diyoruz ki, bilim olgulada ilgilenir; bu olgular gözlenebilir, izlenebilir, ölçülebilir. Örne­ gm insanlarm o/o 33'ü falan partiye oy verdi. Bunu izleyebili­ yorsunuz, ölçebiliyorsunuz. Ama, resmi ideolojiye aykırı bir­ takım düşünceler buldunuz veya birtakım bilgiler geliştirdi­ niz. Bunlan ifade edebilecek kadar dürüst olmak, cesur ol­ mak. Tabii bunlar ahlaki kavramlar, ölçülmesi mümkün de­ gil ama, bilim yöntemi dedigirniz sürecin böyle bir yönü var. Çünkü resmi ideoloji herhangi bir ideoloj i degil. Birtakım ce­ zai yaptırunlarla kendisini dayatmış bir ideoloji. Ona aykırı 151


bir şey söylediginiz zaman polislerle, karakollarla, mahke­

melerle , cezaevi ile karşılaşıyorsunuz. Öyleyse , bu tür engel­ lemeleri, bu tür baskı mekanizmalarını nasıl aşmak gerekir.

Veya bunları aşmadan özgürleşrnek nasıl mümkün olabilir? O zaman bir tavır önemli oluyor, yani bilgi birikiminden çok,

bir tavır, bir davranış önemli oluyor. Madem birtakım dogru­

lar buldunuz, her koşulda o dogrulan ifade etmeniz gereki­

yor ve sizin en büyük gücünüz de o. Buldugunuz dogrulan kendiniz ispat edebilirsiniz. Her yerde bunu kanıtlayabilirsi­

niz. En büyük gücünüz o. İşte bu gücünüze dayanarak, yeni

buldugunuz bilgileri açıklamak geregi var. Dürüst olmak, cesur olmak bu bakımdan önemli bir nitelik oluyor.

Olgulara dönmek geregi var. Herkes tarafından kabul

edilen birtakım düşünceler olabilir; fakat tarafımızdan yapı­

lan bir inceleme de, araştırma da, o zamana kadar begininizi kazanan, sizin özlemierinizi dile getiren birtakım teorilerin,

düşüncelerin eksiklikleri "'rtaya çıkabilir, yanlışlıkları ortaya

çıkabilir. Bu süreçte de olgulara baglı kalmak ve teorileri ol­

gulara göre degiştirebilmek gerekiyor. Yoksa olgulan bizim düşüncelerimize uydurmak bilim yöntemine aykırı bir süreç.

Olgulara baglı kalmak bu bakımdan da önemli oluyor.

Türkiye'de bilim yöntemi dedigirniz zaman, resmi ideoloji

kurumuyla hemen karşılaşıyoruz. Resmi ideoloji kurumuyla

karşılaşmadan, bilimi geliştirmek mümkün degil , olmuyor.

Ömegin, 1 960'lı yıllard�. resmi ideoloji kavramı bilinen,

konuşulan, bilincine varılan bir kavram degildi. Özellikle

Türkiye'de üniversiteler resmi ideoloj i kavramının bilincinde degillerdi. Bilimin gelişmesinin önünde çok önemli engel ol­

masına ragmen, birtakım yasaklarıyla, o yasaklan da cezai

müeyyideleri uygulamasıyla çok önemli bir engel olmasına ragmen, böyle bir . konunun bilincine vanlmamıştı, benim

kanımca. Özgürleşme dedigirniz olay birtakım engellernelerin

bilincine varmakla mümkün oluyor. Siz bir düşünce ilert sü­

rüyorsunuz, bir yazı, bir kitap . . . O kitap, engellemelerle kar­

şılaşıyor. Engellemelertn bilincine vardıgıruz zaman bunun

ü stesinden gelmeye çalışıyorsunuz. Engelleme var, fakat biz bunun bilincine ulaşmamışsak bunun üstesinden nasıl ge­

lecegimizi de bilemiyoruz. Böyle bir konunun varlıgından haberdar degiliz. Şunu , biz çok yaşadık: 1 960'lı yıllardan be1 52


ri,

"biUrldşlllk"

diye bir kurum var hukukta. Üniversitele­

rin , özellikle ceza hukuku ile ilgili bölümlerinden, kamu hu­ kuku okutan bölümlerinden, sosyoloji gibi bilimleri okutan bölümlerinden, mahkemeler, sık sık herhangi bir kitap hak­ kında bir rapor alıyordu. Birtakım kitaplar yazılmış, çevril­

miş, onlar hakkında dava açılmış, 1 42 . madde o zaman ko­ münizm propagandasını, Kürtçülük propagandasını, bölü­ cülük propagandasını yasaklıyor.

yok mu, ne kadar var?"

"Bu kitapta suç var mı,

Bu konuda bii rapor isteniyor üni­

versitelerden, birtakım profesörlerden. Onlar da. böyle, coş­

"Bu kitapta suç yok, biz aradık her tarafını lnceledlk, sizin belirtti�i­ nlz suça rastlanmamıştır." Tabü, çok zaman da, "Suç var­ dır" biçiminde rapor yazıyorlar. Şunu vurgulamaya çalışıyo­

kuyla oturup hazırlanıyorlar, sonra diyorlar ki,

rum:

bilirkişilik,

bilim

yöntemi

kavramıyla

son

derece

çelişen bir kurumdur. Gniversitelerde kitapların. suç var mı yok mu diye incelenmesi kanımca son derece ters bir tavır ve davianıştır. Herhangi bir kitapta

"suç yoktur"

demek, o kişiyi akla­

mıyor. Çünkü falanca kitapta suç yoktur dediginiz zaman, bir başkasının kitabında olabilir anlarnma geliyor. Bu ba­ kımdan bilirkişilik, düşüncenin gelişmesini engelleyen çok önemli bir kurum olarak ortaya çıkıyor. Fakat böyle bir ku­ rumun varlıgından haberdar degildir üniversite. Bu bakım­ dan, mahkemeden gelen talepleri üniversite olumlu karşılı­ yor, yani inceliyor, o kitabı. O kitapta suç var mı diye oku­ yor. Halbuki kitap öyle okunmamalı. Herkes bir kitabı oku­ yabilir, oradaki konuyla ilgili kendi düşüncesini belirtebilir. Hatta o kitabı eleştirebilir, eleştirisini kamuya duyurabilir, o konuyla ilgili kendi düşüncelerini yazabilir, bununla ilgili konuşmalar yapabilir, panellere katılabilir. Ama,

suç vardır" , lıdır.

ya da

..

yoktur"

••o kitapta

diye bir yetkiye sahip olmama­

Eger insanlar, profesörler burada kendilerini yetkili

buluyorlarsa, düşüncenin önündeki çok büyük bir engelin bilincine varmamış demektir.

Onu vurgulamaya çalışıyo­

rum. Böyle bir kurum var Türkiye'de. Bir ortak duyudan söz ettim biraz önce. Herhangi bir toplumda, bu toplumun herhangi bir zamanmda kabul edi­ len. tartışılmasına gerek duyulmayan, konuşulması isten153


meyen birtakım düşünceler var.

Örnegin,

ı 7.

yüzyıl'ı ele

alın, dünyanın dönmedigi, düz oldugu herkes tarafından ka­

bul edilen ortak bir düşünceydi; aynı zamanda Kilise tara­ fından, bütün insanlara dayatılan düşünceydi. Türkiye'de

de böyle düşünceler var, resmi ideoloji, Kemalizm. Bunun

eleştirilmesi istenrniyor. Sadece bunun ögrenilmesi ve bu bilgilere göre tavır ve davranış gösterilmesi isteniyor. Ben, 1 96 1 senesinde. bir tahsil içi staj programına katıl­

mıştım, SBF'de okurken, İlk defa Kürt toplumuyla 1 9 6 1 yı­

lında Elazığ'da karşılaştım. O zaman İdari Şube'de okuyan ögrenciler için yeni bir program yapılıyordu. Dördüncü sını­

fa geçtiğimiz zaman böyle bir program uygulamyordu yaz aylarında. Bir arkadaşımla beraber Elazığ'a, Keban, Karako­ çan ve Palu'ya gittim. Kaymakamlık stajının başlangıcı olu­

yor. ilk defa Kürt toplumuyla karşılaşıyoruz. Farklı bir dil,

kaymakamlar köylüler arasında tercüman var. Tercüman ol­

madan kaymakam köylüyü anlamıyor.

Üç ay kadar Ela­

zığ'da kaldım. Köylerde, kasabalarda farklı bir dil, farklı bir kültür. O zaman bu üç ayın nasıl geçtiğini raporda yazıyor­ duk. O raporda bunlan belirttiğiiDi hatırlıyorum. Bu prog­

ramdan sonra fakülteye dönüyoruz, fakültede birtakım ho­

calarla konuşuyoruz, böyle bir durum var diye, "Kayma­ kamla köylüler arasında tercüman var, Kürtçe konuşulu­ yor" diye. Size söylenen şu: "Bu konu çok tehllkell bir ko­ nu, hem Kürt yok ki, herkes Türk." Bunu, fakültede söy­ lüyorlar. "Herkes Türktür, herkes Türk olmaktan mutlu­ dur. Hem tehlikeli bir konu bu, başka konularla u!raşsa­ na. Şerif Fırat'ın kitabını oku, işte bu kitapta herkesin ne oldu!u yazılı" deniliyordu. İşte bu sorun takılmış zihni­

mize . Fırsatını buldukça hocalarımızla arkadaşıanınızla ko­ nuşuyoruz. Zaman zaman birtakım kitaplara bakıyorsunuz.

Baktığınız kitaplar Kürtlerin Türk olduğunu yazıyor. Kürtçe

diye bir dil olmadığını, herkesin Türk olduğunu . . . Bir taraf­

tan da tenkit ve tehdit var, bu konuyla ugraştığınız için. Ta­

bii öyle bir uyarınanın hiç etkisiz kaldığı söylenemez. Siz di­ yorsunuz ki,

"böyle bir sorunla karşılaştım", onlar da. "bu çok tehllkelldir" diyorlar. O zaman sizin kafanızda birta­

kım kanşık düşünceler oluşuyor. O tehlikenin nereden gel­

diğini biliyorlar. ama size söylemiyorlar. Düşünüyoruz ama çok fazla bulamıyorsunuz. Tabii bir 2 7 Mayıs olayı var. 2 7

154


Mayıs yeni düşünceler oluşturdu Türk ktoplumunda. Yeni yayın organları ortaya çıktı. Bölgelerarası dengesizlikler diye bir konu konuşuluyordu. Bölge planlanması diye bir konu vardı,

55

aganın sürgünü diye bir konu vardı. Basından izle­

y

niyordu, Dogu hakkında bazı meraklar başlıyordu . Bö le bir konu bilincinize çarpmış, bu kavramıann arasına Kürtleri koymaya çalışıyorsunuz. Bunun cezasını size bildinneye ça­ lışıyorlar ve Kürtlerin Türk oldugu vurgulanıyor daha çok. Mezuniyetten sonra çok kısa süre maiyet memurlugunda çalıştnn, sonra askerlik yaptım, askerligim Bitlis'te, Hakka­ ri'de geçti. Bu sırada Kürt toplumuyla çok yakından ilişkile­ rtın oldu . Özellikle göçebe olan Kürt aşiretleriyle tamştım. Yıl l 963.

"Herkesin Türk oldugu, bu tür konuların lncelenmemesl gerektigl" , bir taraftan Bir yerde üniversitenin ögretisi

da, birtakım somut olaylar, hergün içinde yaşadıgımız . . . On­ lann derin çelişkisi zihninizde . . . Ve yine askerliğ;im sırasın­ da Şerndinil sınınnda bir görev aldım. O zaman Güney Kür­ distan'da BAAS'çılara karşı bir Kürt hareketi vardı,

Mustafa Barzani

Molla

önderliginde bir ulusal hareket _vardı ve

şöyle varsayımlar: Kürtlerle Irak ordusu savaş yapıyor. Irak ordusu Kürtleri sıkıştıracak ve Türkiye'nin sınırına gelmek zorunda kalacaklar. İşte bu yüzden sının korumak gerekir, sınıra takviye birlikler gönderilmesi gerekir. Biz de Bitlis'te o birliklerin içindeydik. Eger Kürtler sının geçederse yakala­ mak, geçişlerine engel olmak. . .

Çünkü

1947'de Mahabat

Kürdistan Cumhuriyeti'nin yıkılmasından sonra böyle bir süreç yaşanmış. Kürtler ingilizler'le yaptıgı mücadele sıra­ sında sıkışmışlar, Yüksekova üzerinden İran'a oradan da Sovyetler Birligi'ne iltica etmişler. Tekrar böyle bir olay ya­ şanmasın diye birtakım birlikler Hakkari'ye gönderildi. İşte bu süreçte, biz Kürt toplumuyla çok saglıklı ilişkiler kurduk ve gözlemledik. Burada şu önemli, bizim zihnimize egemen olan düşünce devletin degerleridir, resmi ideolojinin degerle­ ridir. Bunlar daha agır basmaktadır, ama somut bir gerçek­ lik de var, onu da zihninizin bir yerleritı.e yerleştirmeye, ora­ da bir açıklık getirmeye çalışıyorsunuz. Yine resmi ideoloji­ nin degerieri egemen, öyle düşünüyorsunuz. Terhisten sonra çdk kısa bir süre maiyet memurlugunda

155


çalıştım ve ondan sonra Erzurum'da Atatürk Üniversitesi'ne

girdim. O zaman üniversitelerin söyledigi tatmin etmiyor. Siz bazı incelemeler, araştırmalar yapma geregi duyuyorsunuz.

Bir de en iyi yeri üniversite görüyorsunuz. Böyle bir incele­

me , araştırma nerede yapılabilir? Üniversitede yapılır. Köy İşleri Bakanlıgı yeni kuroluyordu ve kırsal bölgelere karşı epey ilgiliydi, araştırmalardan, incelemelerden söz ediliyor­

du. Üniversitede tez · çalışmalan sırasında; ömegin Alikan

Aşireti araştırmasını yaparken çok önemli bir sorunla karşı­ laşmadım. Bu süreç rahat geçti diyebilirim. Çünkü şöyle dü­

şünüyordum:

var"

"Kürt sorunu ve Kürtler diye bir kavram

ama biz onlan, devletin degerieriyle anlamaya çalışıyo­

ruz, bu degerlerle anlatmaya çalışıyoruz. Resmi ideolojinin

içerisinde resmi ideoloj inin hazınedilirliği çevresinde bir kav­ rayış söz konusu. 1 967 yılı yaz aylarında

Forum dergisinde Doğu Anadolu'd a Göçebe Kürt Aşi­ retlerinde Toplumsal Değişme diye birtakım yazılar ve yi­

bazı yazılar yayınlandı.

ne o süreçte birtakım mitigler gerçekleştirildi. Doğu sorunu.

o zaman kavram böyleydi, Doğu Anadolu derıiyordu, şimdi

Kürdistan diyoruz.

Batman'da, Silvan'da, Ağn'da, Tunce­

li'de, Viranşehir'de birtakım mitigler gerçekleştirildi.

1 967

sonbaharı. mitingierin gerçekleştirildiği dönem. Bu mitingler TİP'in yardımlarıyla gerçekleştirildi.

de

Ben o zaman Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi'nde

Sosyolojiye Giriş

gibi birtakım dersler veriyordum. Siz

beni çok iyi dinliyorsunuz. O zaman öğrenciler beni dinlemi­

yordu. Derse gelmek mecburi idi ve dersler çok kalabalıktı.

Bir yoklama yedi sekiz dakika sürüyordu. Yoklama oldugu için öğrenciler gelrnek durumunda ama gelirice de beni din­ lemiyorlar. 1 966- 1 967'de böyle bir durum vardı. Ziraat Fa­

kültesi'nde birgün bir ögrenci geldi bana.

"Ben sizin Forum dergisindeki yazılarınızı okudum, güzel şeyler yazıyorsu­ nuz, fakat siz toplumda olup bitenle ilgllenmiyorsunuz" dedi. Bu arkadaş aynı zamanda Ziraat Fakültesi'nde Dogu

İlleri Yüksek Talebe Demegi Başkanı idi.

" Ömeiln bizim şehrimlzde mitingler oluyor. Diyarbakır, Batman. Siz bunlarla ilgilenmiyorsunuz. Üstelik siz bir toplum bilim­ cl olarak bunlarla yakından ilgllenmek durumundasınız" diye eleştirmişti beni. O sıralar gazeteler mitingten hiÇ söz etmiyorlardı, yalnızca bir gazetede küçük bir haber, arka 1 56


sayfalarda, "Bir miting yapıldı, çok az klşl katıldı, hain­ ler, bölücüler'' diye küçük bir haber. . . Dikkatinizi çekiyor ama daha fazlasını da basından ögrenemiyorsunuz. ögrenci arkadaş devam etti, ''Slz yazıyorsunuz ama toplumda olup bltenl�rden haberiniz yok, bunu da Izlemek gere­ kir." Bu arkadaş şimdi üniversitede profesör ve bu olaylarla artık hiç ilgili degil. Dönem arkadaşlannı da görmezlikten

gelir, tanımaz.

1 967 ve ben ona şunu söyledim, "Bundan sonra birHkte katılalım, siz bana yardım edin, mitingler elbette önemH. Kürtlerin neler söyledikleri, neler iıisset­ tiklerl, neler Istedikleri, düşünceleri nasıl açıkladıklan, o sloganiann içerljl, ne olduju bizim tarafımızdan bllin­ meHdlr. Bndan sonra siz bana yardımcı olun mitingiere beraber katılalım." Bundan sonra öyle oldu, beraber katıl­ dık. Mitinglerle· ilgili bir inceleme yayınlandı:

leri'nin Analizi" diye.

ri

"DoJ)u Miting­

İşte bu teksirle benim hakkımda ida­

soruşturmalar başladı.

Üniversiteden

adli makamlara

intikal etmiyor, üniversite kendi içerisinde bir soruşturma

başlatıyor. Ömegin, "Mitinge niye katıldın, sana göre Kürt var mı, sizce Kürtçe diye blr dil var mıdır? " gibi so­ rular soruluyor, yazılı olarak. O dönemi belirtmeye çalışıyo­ rum. 1 967'nin yaz aylan, bu mitingler kitabının yazılmasın­ dan ve bu incelemenın yayınlanmasından sonra. "Mitingle­ re niye katıldın?" diyorlar. Siz de diyorsunuz ki, "Bu bir toplumsal olaydır (arkadaŞın dediji gibi) bu toplumsal olayı Izlemek gerekir, biz bunu görmezHkten gelemeylz, elbette katılınz, kimin ne söyledljini araştırmaya çalışı­ nz." Bir idari soruşturma komisyonu , bir taraftan da derse giriyorsunuz, o dersi birtakım ögrenciler izliyor. Dersler halt-­ kında da soruşturma başlatılıyor. Birtakım ögrenciler şika­ yet ediyor veya üniversitedeki birtakım görevliler ögrencileri harekete geçirmiş. Onlar sizi şikayet ediyorlar,

"Derslerde

diye iddialar var. Bu " iddialar üzerine komisyonlar kuruluyor. Şunu belirlemeye

komünizm propagandası yapılıyor"

çalışıyorum. Biliıni üretme süreci özgür bir ortamda gerçek­ leşiyor. Ama bu özgür ortamın oluşması birtakım kurumlar tarafından engelleniyor. Eger siz o engellemenin bilincine va­ rabiliyorsanız, onu aşmaya çalışırsınız. Aştıgınız zaman ken­ dinizi özgürleştirmiş olursunuz. Ceza uygulamasına. ragmen kendinizi özgürleştlriyorsunuz. Bu önemli. O önemi belirt157


meye çalışıyorum. ı 968 böyle bir soruşturma içinde geçiyor.

ı 969'da birtakım yazılar yayınlandı: Akşam gazetesinde, Fo­ rum dergisinde . DoJju Anadolu'nun Düzeni kitabı, Alikan Aşireti kitabı yayınlandı. İşte bu kitaplarm yayınlanmasın­

dan sonra soruştunna daha fazla hızlandı, daUandı budak­ landı. Bu arada bir soru . yazılı olarak: "Bu yazıyı niye yaz­ dm, şunu demekle neyi kastediyorsun, sence Kürt diye bir millet var mı, sana niye en çok Doju'lu öjrenciler ge­ liyor? " Böyle sorular. 1 969. Bu idari soruşturma 1 970'de sonuçlandı ve üniversite­ deki görevimize son verildi. Çok ilgi çekici bir olay bu , üni­

"DoJju Anadolu'nun Düzeni diye bir ki­ tap yazmıştır, bu kitap anayasanın 3. maddesine aykın­ dır. Böyle anayasaya aykın bir kitap yazan kişinin üni­ versitede yeri yoktur." Gerekçe bu . Böyle bir kitap yazdığ;ı­

versite tarihinde .

nız için üniversite sizin görevinize son veriyor. Bu, idari so­ ruşturma

komisyonunun

eylemi.

Şimdi şunu

belirtmeye

çalışıyoruz arkadaşlar; düşüncenin özgürce gelişmesine kar­ şı bir engelleme var. İşte, idari soruşturma, sizin bu engelle­ me karşısında biraz bilinçlenmenizi getiriyor. Çok yoğ;un bir bilinz değ;il bu, benim kanımca. Ama yine de bir bilinç oluş­ turduğ;unu sanıyorum düzen hakkında. Ve ondan sonra bili­ yorsunuz 1 2 Mart ve ı2 Mart'la birlikte adli soruşturma, Sı­ kıyönetim soruşturması. tutuklarima ve bu çok önemli bir dönem.

Gözaltına

alınmalarla

ve

tutuklanmalarla

bizce

"Bizde Kürt diye bir halk yoktur, herkes Türktür, Kürtçe diye bir dil yoktur." Bu, Devrimci Doğu Kültür Ocaklan nın önemli bir dönem. Bütün iddianamelerde şu var:

'

iddianamesinde de var.

tisi

Türkiye Kürdistan Demokrat Par­

ile ilgili olarak hazırlarian iddianarnede de var, bu belir­

leme. Ama işte bu engelleme karşısında o süreç sizi daha çok bilinçlendiriyor. Şöyle. tezahür ediyor: Çeşitli insanlarla konuşuyorsunuz, tanışıyorsunuz.

Örneğ;in toprak ağ;alan,

şeyhler, örneğ;in ögrenciler ile esnaf. Kürt toplumunun çeşit­ li kesiminden insanlar. Bunların büyük bir kısmı tabii ki Kürtçe konuşuyor. Ama mahkemenin söylediğ;i şu: Araya tercüman koymasına rağ;men, onu anlamamasına rağ;men, onu anlamadığ;ı için araya tercüman koymasına rağ;rnen:

"Kürtçe diye bir dil yoktur. Aslında o Türktür ama onu birileri kandırmıştır. " Şimdi böyle bir süreç, bu belirleme 1 58


karşısında sizi daha bir bilinçlendiriyor. O kurumun, o en­

gelleyici kurumun, resmi ideolojinin kurumunun varlıgına,

bilincine vanyorsunuz. Benimle ilgili dava şu bakımdan ilgi çekici: Kırka yakın tanık var davada. Aslında tanıga hiç ge­ rek yok. Çünkü iddia şu :

dası yaptı."

"Derslerde komünizm propagan­

Onu da ögrenciler not tutmkuş. O not da idari

soruşturma sonucunda sıkıyönetim konutanlıgına ulaŞtınl­

mış. Orada sizin komünlzm propagandası, Kürtçülük propa­

gandası yaptıgıruz söyleniyor. Deliller, defterler, birkaç tane de yazı var. Siz

"Bunlan ben yazdım" diyorsunuz, inkar et­ "Bunlan ben söyledim. Ben yazdım" diyorsu­ nuz. " Öirencllerln tuttugu not do!rudur. Bunlan ben söyledim. " Bu koşulda tanıga hiç gerek yok. Hiç tanık de­ nen müesseseye gerek yok. Çünkü , "Ben yazmadım, ben anlatmadım. Böyle konulan kim anlatmış, kim yaznıış, kim konuşmuş bilmiyorum" derseniz, birisi çıkar, "Ben bi­ liyorum. O yazdı" der. Ama siz "Ben yazmadım" demiyor­ miyorsunuz.

sunuz ki. Ama buna ragmen kırka yakın tanık. Dekan, rek­

törler, doçentler var. ögretim görevlileri var. ögrenciler var. Hepsi de

"Kürt diye bir halk yoktur. Ben onu uyarmış­ tım. Ben ona söylemiştim. Fakat o beni dinlemedi. Yine de Kürtlerden söz ediyor. Yazdı!ı yazılarda, kitaplarda böyle diyor. ögrenenere derslerde bunlan anlattı!ını ben duydum, ö!rencllerden. " Rektör de bunu söylüyor, dekan da bunarı söylüyor ya da buna benzer şeyler söylüyor. Derse

katılmış, dersi okumuş birtakım ögrenciler var . . . Ama bura­

da hukuk dışı bir olay var. ı965- ı966 yıllannda üniversite­

de olmayanlar da var. ı 969 senesinde üniversiteye tayin ol­

muş bir asistan. O da mülkiyeli oldugu için beraber aynı odada oturuyoruz. Üstelik onun da tanıklıgı var. O diyor ki,

"Ben Beşikçi'nin komünizm propagandası yaptı!ını bill­ yorum. Kürtçülük propagandası yaptıgını biliyorum. Bu­ nu çok yakından blllyoruın. Bana bunu ö!renciler söyle­ di. Bu söyleyebillr. Yazablllr, çünkü ben onunla beraber oturuyorum. ögrencilerle böyle konuşuyordu." Aslında ı 965'de yok. ı 966'da yok. ı 969'da gelmiş. Ama söyledigi gi­

bi ı 966'daki olayla ilgili tanıklık yapıyor. İşte bunun için

çok önemli bir fonksiyonu var. Kırk tane kişiyi sizin üzerini­

ze salıyorlar. Hepsi buna benzer şeyler söylüyor. Bu, mahke­

me falan degil. Bu, bir baskı mekanizması. Baskı mekaniz-

1 59


ması bize karşı oluşturuluyor. Yani yıldınna , yıpratma, sin­ dirme . . . Yoksa hiç taruga gerek olmayan bir dava. Günlerce

bunlar dinlendi ve hepsi de benzer şeyler söylediler. Bunun amacı sindirmeye yönelik. yıpratmaya yönelik idi. Böyle ka­ bul etmek gerekiyor. Bu , bir engeldir. Düşünce üretiyorsu­ nuz. Ama bunun karşısında devlet tüm kurumlanyla baskı mekanizmalanyla yer alıyor. İşte siz bunun bilincine van­ yorsunuz. Böyle bir engellemenin bilincine vanyorsunuz. Bu engellemenin bilincine vardıgınız andan itibaren bunu aş­ maya çalışıyorsunuz. Bunu aşabiliyorsanız kendinizi özgür­ leştirmiş oluyorsunuz. O andan itibaren zihniniz özgürleş­ miş oluyor.

Artık devletin uyguladıgı baskısı çok önemli

olmuyor. Düşünce üretimini sürdürriıeye devam ediyorsu­ nuz. Çünkü o baskı mekanizmasını aşmışsınız. Ama bunu aşabilmek için onun bilincine varmak gerekiyor, onu vurgu­ lamaya çalışıyorum. 1 972 'nin kış aylanydı. Rektör geliyor, dekan geliyor, on­

lar mahkemede dinleniyor. Aslında mahkemeye gitmeyebilir­ siniz, bulundugunuz yerdeki hakime ifade verebilirsiniz. ira­ denizi ilgili mahkemeye gönderiyorlar. Ama öyle olmuyor. Özel olarak çagınyorlar. Mahkemeye bilfiil tanlk olarak gel­ diler. Onlarla öyle bir baskı kuruyorlar. Bunun amacı özgür­ leşmenin önünü almak, özgürleşmeye engel olmak. Siz bu kurumun bilincine vararak bunu aşmaya çalışıyorsunuz. İ dari soruşturma komisyonundan söz ettim biraz önce. Bu­ rada bir yasaklamanın, engellemenin bilinci oluşuyor veya beliriyor. Fakat şu var: Bu konuda idari soruşturma komis­ yonuna verilen cevaplardan şu anlaşılıyor, kanımca: yasalar var. Devletin birtakım yasalan var, siz o yasalara uymuyor­ sunuz. Devletin birtakım yasalan var, kanunlar müsait hal­ buki. Bir mitinge insanlar katılabilir. Veya miting hakkında bir yazı yazabilir. Kanunlar, yasalar bunlara müsaittir. Sizin birtakım yasalannız var. Kendi yasalannıza da uymanız ge­ rekli. i dari soruşturma komisyonuna verilen cevaplarm ana düşüncesi bu. Halbuki Diyarbakır duruşmalannda, Dogu duruşmalannda, orada şu var: Sizin yasalannız zaten meşru delil." İkis1n.ln arasında çok önemli bir fark var: Bi­ ..

linç sıçraması. Özgürleşme dedigirniz olay. Kürtleri fı:1kar ediyorsunuz. Kürtleri somut varlıgına ragmen inkar ediyor­ sunuz. Bu meşru degil. 160

..Sizin yasalannız var, yasalara


uymanız gerekiyor", ayn bir konu , "Sizin yasalannız za­ ten meşru delil, lnkir ediliyor ulusal gerçekler " ayn ...

bir konu. Diyarbakır duruşmalan, Dogu duruşmalan bize böyle bir olanak verdi.

Şunun üzerinde düşünmemiz gerekiyor arkadaşlar, öz­ gürleşme önemli bir süreç . . . Toplumsal bakımdan özgürleş­ me önemli. Örnegin bir insan tutuklanmış 1 97 1 'de, gözaltı­ na alınmış, iddianameler yazılmış. Duruşmanın herhangi bir aşamasında sizi tahliye ediyorlar. Örnegin 1972 yılının başında. Örnegin siz Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne tekrar geri dönüyorsunuz. Ve orada çalışınanızı sürdürüyorsunuz. Şim­ di böyle bir varsayımdan sonra şunlar da geliştirilebilir: Fa­ külteye dönüyorsunuz, duruşmaruz sürüyor. Gıyabınızda sürüyor. 1 3 sene degil 3 sene ceza veriyorlar. İşte o Yargı­ tay'a geliyor. Yargı bir kusurunu bulup bozuyar onu. Ama bu arada siz yine fakültedesiniz. Orada bir hiyerarşt var. Profesör, doçent. asistan. . . O süreçte bir sıkıyönetim koşul­ lan söz konusu. Çok fazla bir şey söyleyemiyorsunuz. Söyle­ yemeyeceginizi hissediyorsunuz. Sizi uyarıyorlar: Bak senin hakkında dava var. aklını başına topla. Öyle uyanyarlar sizi. "Aya�ını denk al" İşte bu koşullar içinde size gözdagı veri­ yorlar. Dava ne oluyor, tekrar mahkemeye geliyor. Bir şeyler oluyor. Bu varsayım arkadaşlar. Böyle bir olay gerçekleşsey­ di 1970 sonları veya 197 1 başlarında, acaba bu özgürleşme dedigirniz olay, kendi zihnini özgürleştirme, kafadaki kara­ kollan yıkma mümkün olabilir miydi? Bunun gerçekleşmesi kanımca, mümkün degildi. Benim kanımca özgürleşme de­ digimiz olay toplumsal bir ihtiyaçtan doguyor. Yani siz bir şey yapacaksınız. Ona karşı bir engelleme olacak. Siz o en­ geli aşmaya çalışacaksınız. Eger yaptıgınıza karşı bir engel­ leme yoksa siz neyi görüp eleştireceksiniz. Resmi ideolojinin dedigi gibi düşünüyorsunuz. Aynı · tutum ve davranış içeri­ sindesiniz. Aksine bir tutum ve davranışla karşılaşmanız söz konusu degil. Özgürleşme dedigirniz olay toplumsal bilinç­ lenıneden doguyor. Siz resmi ideolojinin bir yasagını anla­ maya, anlatmaya çalışıyorsunuz. Onu kavramaya çalışıyor­ sunuz. O da size engelleme yapıyor. Siz eger bu engelin bilincine varabiliyorsanız onu aşmaya çalışıyorsunuz. Eger onun bilincine varamazsanız aşamıyorsunuz. Bu bakımdan 1970'li yıllarda 197 1 Dogu duruşmaları Kürt insanının öz-

161


gürleşmesinde, toplumsal bilince ulaşmasında, kendi toplu­

mu hakkında, kendi tarihi hakkında bilince ulaşmasında önemli bir aşama olmuştur, benim kanımca.

Türkiye'de bilimin gelişmesi resmi ideoloji dedigirniz ku­ rumun

bilincine

varmakla,

resmi

ideolojiyi

eleştirmekle

mümkündür. Resmi ideolojinin eleştirisini yapmakla müm­

kündür. Resmi ideolojiyi hiç görmezden gelerek insan bilim­

lerini geliştirmek mümkün degildir. Biraz önce bilirkişi de­

nen kurumdan söz ettim. Aslında bilirkişi dedigirniz bir kurum Türk üniversitesinin en büyük ayıplanndan biridir

benim kanunca. Bir profesörün herhangi bir kitabı suç var mı, yok mu diye okuması çok büyük bir ayıp. Bu ayıbın si­

linmesi gerekiyor.

Özgür Üniversite

Türkiye'de bilimin ge­

lişmesi konusunda çok önemli, çok büyük bir odak noktası

olacak benim kanımca. Hocalanmızın söyledigi gibi aynı za­

manda bir umuttur. Beni dinlediginiz için teşekkür ederim.

162


"İKİNCİ CUMHURİYET" TARTlŞMALARI!*) .

Son yıllarda, Türkiye'de demokratikleşme , konusunda,

önemli bir tartışma yapılmaktadır. Bir kesim Türk aydınları,

devlet yönetiminin tıkandığını, kurumların işlemez hale gel­ diğini belirtmektedirler. Demokratik açılımların gerekli oldu­

guna vurgulama yapılmaktadır. Tıkanmış devlet yönetimiy­ le, geniş halk yığınlan lehine politikalar üretilemeyeceği,

halk yığınlarının yaşam koşullarını düzeltecek, yaşamı ra­

hatlatacak

uygulamalar

yapılamayacağı

belirtilmektedir.

Böyle bir yapı içinde demokratik düşüncelerin geliştirileme­

yeceği söylenmektedir. Bu yapı, ancak, desp<?tik, otoriter ve

hegemonyacı bir düşünce üretebilir deniyor. Bu düşünceler

doğrultusunda gelişen tavır ve davranışın hoşgörüden uzak

oldugu söyleniyor. Devletin gerek iç politikada, gerek dış iliş­

kilerde önemli sorunlarla karşılaştıgı, bu sorunları, ancak demokratik düşünceyi kökleştirerek, demokratik mekaniz­

maları büyüterek, çogaltarak aşabileceği belirtiliyor. Öme­

gin, ülke gündeminde önemli bir yer işgal eden, bu konumu

gün geçtikçe büyüyen, gelişen Kürt sorununun ancak de­ mokratik ve barışçıl yollarla çözümlenebileceği söyleniyor.

Sorunun askeri yollarla, şiddet kullanarak, polisiye önlem­

lerle çözümlenemeyeceği belirtiliyor. Balkanlar'da, Kafkas­

ya'da, Ortadoğu'da. gün geçtikçe ağırlaşan sorunların çözü ­

mü için yeni bir örgütlenmenin gereği üzerinde duruluyor.

Eger Orta Asya'daki Türki Cumhuriyetiere örnek olmak isti­

yorsak, Batı ile Türki Cumhuriyetler arasında köprü olmak istiyorsak demokratik kurumları geliştirmeliyiz, deniyor.

Yine bu çerçevede, devletin ekonomiye müdahalesinin

demokratik mekanizmaların kurulamamasında ve işletile­

memesinde önemli bir rolü olduğu açıklanmaktadır. Yeteri

n

Yeni Insan, Sayı 1 5-1 6, Şubat-Mart 1 993 163


kadar üretim yapılamamasının temel nedenlerinden biri, devletin ekonomiye çok kanşmasıdır, bazı ekonomik faali­ yetleri bizzat sürdürmesidir, deniyor. Türkiye'nin çağ;daş uy­ garlık seviyesine' ulaşahilmesi için, toplumsal ve siyasal dü­ zeni çagdaşlaştırabilmesi için, ekonomik verimliligin artırıla­ bilmesi için, demokratikleşmenin geregi üzerinde ısrarla du­ ruluyor. Buna göre, politik, idari, ekonomik kurumlar yeni bir anlayışla ele alınmalıdır. D evlet yeniden organize edilme­ lidir, yapılanmalıdır, devlet, baştan aşagıya yeniden örgüt­ lenmelidir. Fakat, bütün bunlardan önce de köklü bir zihni­ yet

degişikligi

geregi

vazgeçilmez

bir

koşul

olarak

ileri

sürülmektedir. Zihniyet degişikligi olmadan devletin yeniden örgütlenmesinin,

kurumlarm

yeniden

düzenlenmesinin

önemli bir degişiklik yaratmayacagı çeşitli toplum kesimleri­ ne mensup insanlar, araştırmacılar tarafından ileri sürülü­ yor.

D emokratikleşme

" İkinci Cumhuriyet" ,

ihtiyacı,

"yeni bir Cumhuriyet",

gibi kavramlarla ifade ediliyor.

Siyasal ve toplumsal kurumlarda çürüme içinde oldugu, büyük bir gerçektir. İdari mekanizma halk insiyatifinin ge­ lişmesine fırsat vermemektedir. Hukuk kurumları, keyfilik içinde hareket etmektedirler. Evrensel ilkelerden, hukuksal ve ahlaksal normlardan gittikçe uzaklaşmaktadırlar. Düşün­ ceyi yargılamaya çalışan hukuk kurumlarını, artık, adaleti dağ;ıtan, gerçegi, dogruyu arayan kurumlar olarak degerien­ dirrnek mümkün degildir. Üniversite çevreleri, bilim kuru­ luşları, ülke gerçekleri hakkında, halkın özlemleri ve beklen­ tileri hakkında özgürce araştırmalar yapamamaktadır, araş­ tırma sonuçlarını kamuoyuna duyuramamaktadır.

Basın,

toplumsal, siyasal ve kültürel olaylar konusunda, kamuoyu­ na sağ;lıklı bilgiler ulaştıramamaktadır. Bazı olaylan abart­ makta , bazılarını da görmezden gelmektedir. Bazı olgusal süreçleri de çarpıtmaktadır, saptırmaktadır. Ekonomide, iş­ letmelerin verimliliğ;i artırılamamaktadır. Güvenlik harcama­ lan, askeri h arcamalar her yıl biraz daha artmaktadır. Bü­ tün bunların nedeni Kürt sorunudur. Yani Kürt sorununun algılanmasını, kavranılmasını engellemek için çeşitli idari ve hukuki tedbirler alınıyor. Resmi ideoloj i dogrultusunda alı­ nan bu tedbirler ise özgür düşüncenin gelişmesini engelli­ yor. Bu baskı ortamında kurumlar yenilenemiyor, zihniyet degişikligi gerçekleşemiyor.

164


Örneğ;in Türk siyasal partilerinin, ülke gerçekleri hak­ kında doğru-dürüst rapor hazırlayarnarnalannın temel nede­ ni Kürt sorunudur. Kürt sorununun algılanması ve kavra­ nılrnası konusunda bütün siyasal partilerin özenle uygula­ ması gereken bir devlet politikası vardır. Türk siyasal parti­ lerinin devlet politikası dışında yeni bir politika geliştirmesi mümkün değildir. Bu politikanın resmi ideoloj iye uygun bir şekilde oluşturulduğu açıktır. Aslında, resmi ideoloji ve dev­

let politikası kavramlan bir bütünün iki yüzü gibidir. Prog­ ramında, Kürtlerden, Kürt dilinden, Kürt haklanndan vs. söz eden partiler, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılır. Halbuki, devlet politikası, resmi ideoloj i gibi kavrarnlar de­ mokratik zihniyetle, demokrasi kavramlarıyla çelişen kav­ ramlardır. Dernokrasilerde, devletin değil, siyasal partilerin politikası olur. Ülke

sorunlannın

kavramlması

ve

çözüm

yollarının

aranması konusunda hükümet de belirleyici politikalara sa­ hip olarnarnaktadır. Hatta, ülke yönetiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi de önemli bir ağırlığa sahip değildir. Kısaca, halka dayalı kururnlann, halk tarafından seçilmiş kurumla­ rın, Türk siyasal h ayatında önemli bir ağırlığı yoktur. Ağ;ırlı­ ğı olan kurumlar tayin edilmiş . kurullardır. Milli G üvenlik Kurulu , bu kururolann başında yer alır. Milli Güvenlik Ku­ rulu'nun hükümete bildirdiği kararlara

"tavsiye kararı"

de­

nilmektedir. Bu, aslında, uyulması gereken bir direktiftir. Hükümet, Milli Güvenlik Kurulu tarafından alınan bu ka­ radan uygularnakla, yaşama geçirmekle görevlidir. Fakat hükümet bu karan tartışarnaz, değiştiremez. Siyasal partile­ rin ve TBMM'nin de bu kararlan tartışması, değiştirmesi söz konusu olamaz. Kürdistan politikası devlet politikasıdır. Bu politika Milli Güvenlik Kurulu tarafından saptanır. Uygulanması ısrarlı bir şekilde denetlenir. Bu, Kürtlerin ve Kürtçenin inkarına dayanan bir politikadır. Bunun için önce, · devlet, ideolojik baskı rnekanizmalannı uygulayarak, kişileri, kururnlan. res­ mi ideoloji doğ;rultusunda, tavır ve davranış göstermeye ikna etmeye çalışır. Basını, eğitim kurumlannı, dinsel kurumlan ve aileyi vs. hep bu yönde seferber etmeye çalışır. Buna rağ;­ rnen, bu yolda başarılı olmazsa. o zaman da, devletin zorla-

165


yıcı baskı araçlarını kullanır. Kara kol, polis, j andarma, or­ du, mahkeme, hapishane bu kurumlar arasında sayılabilir. i nkara dayalı politikalar üretmek ve uygulamak durumunda olan devletin düşüncesinin anti-demokratik olduğu açıktır. Yok sayılan Kürtlerin gerek ideolojik yollarla, gerekse fiilen yok edilmeleri,

ancak,

anti-demokratik baskılar sonunda

gerçekleşebilir. Yine Kürt sorununa ilişkin olarak, Türk basını üzerinde yoğun bir baskı vardır. Hangi olayların yazılmalan gerektiği, hangi haberlerin görmezden gelinmesi gerektiği ince ince an­ latılmıştır. Hangi olayiann hangi kavramlarla ele alınması gerektiği yine belirtilmiştir. Ö rneğin, Bosna-Hersek'teki olay­ lar,

Sırp Zulmü

bütün detaylarıyla anlatılacaktır.

Fakat,

Türk güvenlik kuvvetlerinin Kürdistan'da gerçekleştirdikleri görmezden, duymazdan gelinecektir. "Sırplar, Bosna'daki Müslüman kardeşlerimizi aç bırakıyorlar, Müslüman köylerine, mahallelerine gıda ambargosu uy­ guluyorlar " diye dert yanılacak. uluslararası kuru mlar zulümler,

...

yardıma çağınlacak; Türk güvenlik güçlerinin, Kürt şehirle­ rine ve kasabalanna karşı sistematik bir şekilde uyguladığı gıda ambargosu ise görmezden gelinecektir. Bu çifte stan­ dartlı tavır ve davranış, Türk basınını zedeleyen, basının inanılırlığını, güvenilirliğini çürüten olaylarm başında yer al­ maktadır. Burada, Kürt sorunu, yine, temel bir etken olarak ortaya çıkmaktadır . . . Türk yargı organlarının etkinliği, adalete duyulan gü­ ven, yine, Kürt sorunu nedeniyle iyice azalmıştır. Düşünceyi yargılayan, düşünceyi yararlı-zararlı diye sınıflandıran bir yargı organı güvenilirliğini gittikçe yitirmektedir. Türk

üniversiteleri

bilimi üreten

kurumlar

olmaktan

hızlı bir şekilde uzaklaşmaktadırlar. Resmi ideolojiyi üreten, resmi ideolojiyi doğrulayan kurumlar olmaktadırlar. Türk üniversitelerinin, Kürt sorunuyla ilgilenmemeleri konusun­ da etkili siyasal odaklar tarafından verilmiş önemli bir direk­ tif vardır. Bu da, önemli bir devlet politikasıdır. Buna rağ­ men, Kürt sorunuyla ilgilenenler olursa, görevine son verilir, üniversiteyle ilişiği kesilir. Programına Kürt sorununu alan partiler de hemen kapatılır. Fakat, toplumsal ve siyasal ge­ lişme sürecinde Kürt ulusal ve toplumsal kurtuluş hareketi

166


de gelişmektedir. Kurtuluş hareketi, özellikle Kürt halk yı­

gınlan arasında çok önemli bir destek bulmaktadır. İşte,

Türk üniversitesi,

demokratik özlemlelin ve beklentilerin

yükseldigi bu dönemlerde devreye sokulınakta, resmi ideolo­ jinin bilgilelini yeniden üretmektediL

Toplumda, hızlı bir nüfus artışı var. Ekonomik ilişkiler degişiyor. insaniann siyasal kültürü artıyor. Özlemler ve

beklentiler gittikçe büyüyor. Bütün bunlar önemli toplumsal

ve siyasal degişmelere neden oluyor. Fakat resmi ideoloj ide hiçbir degişme olmuyor. Hızla degişen bir toplum hiç degiş­

meyen bir resmi ideoloji ile yönetilmeye çalışılıyor. Bu da,

kurumlann rahatça işleyememesine, tıkanıklıklara neden oluyor. Toplumsal ve siyasal degişmenin sancılı ve sarsıntılı

geçmesi de bu tıkanma ve çürümeyle ilgilidir.

Yukanda, kısaca belirtmeye çalıştıgımız gibi, kurumla­

rm çalışmamasında, çürüme egılimi göstermesinde, demok­

ratik açılımlarm gerçekleştirilememesinde Kürt sorununun çok büyük bir rolü vardır. Temel nedenin Kürt sorunu oldu­

gu söylenebilir. Fakat demokratikleşme tartışması yapanlar,

" İkinci Cumhuriyet", "Yeni Cumhuriyet"

geregi üzelinde

duranlar, çogu zaman bu konuyu görmezden, duymazdan

geliyorlar. Bu kişilerin yazdıklan yazılarda, Kürt sorunuyla ilgili olarak ne düşündüklerini izlemek mümkün oluyor� Ve­

ya, bu kişilerle yapılan röportajlarda, Kürt sorununa ilişkin

bazı sorular da soruluyor. Bu kişilerin Kürt sorununu kav­ rayışlan, eleştirilerine konu yaptıklan

yet

"

nen

"Bltlncl Cumhurl­

çilerden hiç farklı degil. Bu kişiler, Kürt sorununu ay­

"Birinci Cumhurlyet"çiler

gibi kavnyorlar.

Çözümü

konusunda, aynı, onlar gibi öneriler sunuyorlar. Algılama

biçiminin ve çözüm önerilerinin resmi ideoloji dogrultusun­ da oldugu yukanda vurgulanmaya çalışıldı.

Burada bir kısır döngünün oidugu hemen görülüyor.

Kurumlarm tıkandıgı,

demokratik

açılımlar yapılamadıgı

böyle bir yapı içinde çagdaş uygarlık düzeyine ulaşılamaya­

cagı belirtiliyor. Toplumsal ve siyasal kurumlan işlemez hale

getiren, demokratik açılımiann gerçekleşmesine engel olan temel kurumun ise resmi ideoloji oldugunu görüyoruz. Res­

mi ideolojinin Kürt sorununu kavrayışı, devlet terörüne da­

yalı çözüm önerileli bu elverişsiz toplumsal ve siyasal orta167


mın temel nedeni oluyor. O zaman, demokratikleşme için bu ilişkinin degiştirilmesi gerekiyor. Bunun için de her şeyden önce köklü bir zihniyet değ;işimine ihtiyaç var. H albuki, bazı

" İkinci Cumhurlyet"çiler

Kürt sorununu aynen Birinciler

gibi kavrayarak, yani resmi ideoloj i doğ;rultusunda kavraya­ rak bir kısır döngü yaratmış oluyorlar. Hatta , bazı kişiler, bu konuda, resmi ideoloj iyi o kadar savunuyorlar ki, düşün­ ce özgürlüğ;ü kurumuna bile karşı çıkıyorlar. Hem demokra­ tikleşmeyi, .

" İkinci Cuınhurlyet"i

savunuyorlar,

hem

de

devletin Kürtler konusunda yazılmış kitapları toplayabilece­ ğ;ini, yasaklayabilecegini, yazarlannı cezaevine koyabilecegi­ ni savunuyorlar. Bunun, demokratikleşme düşüncesine, ay­ dınlanma sürecine çok zıt bir istek oldugu açıktır. Çünkü , bu gibi süreçler, ancak, çok zengin bir düşünce çeşitliligi içinde gelişebilir. Buysa, Kürt sorunu konusunda demokra­ tik bir düşüneeye ve tutuma sahip olmamaktan dolayı orta­ ya çıkıyor. Halbuki demokratik bir düşünce ve tutum olma­ ' dan kısır döngünün kınlması mümkün degildir. * * *

Resmi ideolojinin, devlet politikası kavramının kaynak­ lanna eğ;ilmek gereğ;i de vardır. Resmi ideoloj iye, bu ideoloj i­ nin devlet politikası olarak yaşama geçiTilmesine neden ge­ rek duyulmaktadır? Resmi ideoloj inin cezai yaptınmlarla korundugu bilinen bir gerçektir. Bunun ideoloj ik olarak ve maddi olarak zoru içerdiğ;i de bilinmektedir. Resmi ideoloj i, devlet politikası gibi kavramlar, tabu kavramıyla da yakın­ dan ilgilidir. Bütün bunlar, devletin kuruluş aşamasında gerçekleşen bazı süreçler hakkında, sağ;lıklı bilgiler elde edil­ mesine engel olmak için oluşturulmuş bir mekanizmadır. 1 920 'li yıllarda, bölündüğ;ü, parçalandıgı ve

Kürdistan'ın

paylaşıldığ;ı, Kürt adının ve Kürdistan adının dillerden ve ta­ rihlerden silinmeye çalışıldıgı bilinen bir gerçektir. Devleti, Cumhuriyeti kuranlar, bu sürecin Kürtler bakımından çok büyük bir haksızlık oluşturdugunu da bilmektedirler. Kürt­ lere, Kürdistan' a sömürge bile olmayan bir siyasal statü, da­ ha dogrusu, statüsüzlük, kimliksizlik dayatılmaktadır. Tür­ kiye Cumhuriyeti'ni kuranlann, bütün bunlar hakkında bir

168


bilincin oluşmasını engellemeleri dogaldır. Bunun için de bir tabuya gerek duyacaklardır. Bunun için Kürtler konusu , Cumhuriyet'in kuroldugundan beri bir tabudur. Resmi ideo­ loji, devlet politikası gibi kururulann temel amacı, Kürtler konusunun tabu olarak kalmasını saglarnaktır. Ö megin, 1 920'li yıli arda, Kürtler de Ortadogu'da bir devlet olarak or­ taya çıksalardı, kendi kaderlerini tayin edebiimiş olsalardı, Türkiye'de böylesi bir resmi ideoloj i kururnuna, devlet politi­ kası gibi kurumlara gerek kalır mıydı? Kürdistan'ın bölün­ mesi, parçalanması ve paylaşılması söz konusu olmasaydı, Kürtler konusundan, Kürt sorunundan bu kadar korkulur muydu? Resmi ideoloji, devlet politikası, tabu gibi kurumlarla demokrasinin kurulamayacagı açıktır. Bu bakımdan, bu ku­ rumları eleştirrnek gerekir. Fakat, bu kurumların hangi ihti­ yacı karşılamak için oluşturuldugu bilinmeden, bu kururn­ lara karşı çıkmak çok anlamlı degildir. Resmi ideoloji, devlet politikası, tabu gibi kururnların neden oluşturulduklarının bilincine varmadan, bu kururnlara karşı çıkmak tutarlı bir davranış da degildir. Böyle bir tutumun ciddi bir sonuca ulaşması da mümkün degildir. O halde, Kürt sorununun ni­ teligini kavramak, yine , · kaçınılmaz bir görev olarak ortaya çıkmaktadır. * * *

Son aylarda, Türkiye'de, kurulma aşamasında olan bazı partiler ve kişiler Kürtler konusunda, daha farklı gibi gözü­ ken bir düşünceyi seslendlrmeye çalışıyorlar. Çeşitli siyasal akımlar, siyasal hareketler, Kürt sorununun çözümüne iliş­ kin bazı öneriler sunuyorlar. Bu süreç 1 9 . yüzyılın sonunda

ve 20. yüzyılın başlannda, Osmanlı Devleti'nde ortaya çıkan siyasal akımlan hatırlatıyor. O zaman Osmanlı İmparatorlu­ gu'nu kurtarmak için,

İslarncılık,

Batıcılık,

Osmanlıcılık,

Türkçülük gibi birtakım siyasal cereyanlar vardı. Bu siyasal akımlann temel amacı Osmanlı İmparatorlugu'nun mevcut sınırlanyla yaşamasını sürdürmekti. Bu cereyanların da, ör­ negin Ermeni, Arap, Kürt, Bulgar vs. gibi sorunlara ilişkin bazı önerileri vardı. Fakat bu önerilerde Ermeni, Arap , Kürt,

169


Bulgar vs. halkların gelecegi, refahı degil, Osmanlı İmpara­

torlugu'nun gelecegi düşünülüyordu. Esas amaç Osmanlı

İmparatorlugu'nun ayakta kalmasıydı. Bunun için impara­

torluk sınırlan içinde yaşayan bazı · etnik gruplann gelecegi

hakkında da bazı iyileştirmeler yapmak gerekiyordu .

Günümüzde, Kürtler konusunda sunulan bazı önertlert

yine bu şekilde degerlendirrnek mümkündür. Burada amaç,

Kürtlerin refahı, iyiliğ;i olmamaktadır . . . Devleti bu haliyle ya­ şatmak için, mevcut statükoyu bozmamak için Kürtler ko­

nusunda da bazı iyileştirmeler yapma geregi üzerinde durul­

maktadır. Bunlar, yine, resmi ideoloj i çerçevesinde gerçekle­ şebilecek bir süreçtir. Demokratikleşme ise çok farklı bir sü­

reçtir. Resmi ideoloj i, devlet politikası gibi kavramlarla de­ mokratikleşme gerçekleştirmek, aydınlanma hareketi yarat­

mak mümkün degildir. sorunu karşısında çifte satandartlı düşünmeleıinin, çifte standartlı tavar ve davranış sergileme­

lerinin bilincine varmak durumundadırlar. Filistiniiierin ve

Kıbns Türklerinin bagımsızlıgı ve özgürlügü her koşul altın­

da savunulurken, bundan hiç taviz verilmezken, Kürtler için

bagımsızlık ve özgürük neden iyi degildir, konusu üzerinde ciddi ve etraflı bir şekilde durmak durumundadırlar. Kürdis­

tan'da durmadan şiddet üreten, devlet terörü üreten palili­

kalann niteligi nedir? Kürtler, gerek Kuzey Kürdistan'da, ge­

rek Dogu Kürdistan'da ve Güney Kürdistan'da neden devlet

terörüyle karşı karşıyadırlar? Neden devlet güçleri, Kürt ay­ dınlannı, gazetecilerini birer birer öldürmektedir?

Uluslararası kamuoyu bagımsız devlet olma hakkı üze­

rinde, bağ;ımsız devlet olarak tanınma konusu üzerinde ye­

niden durmalıdır. Halklann, uh..ıslann bagımsız devlet kura­

bilmeleıinin, kendi kaderlerini belirleyebilmelerinin kriterleri nelerdir? Tek bir kurşun sıkmarlan halklar bagımsız devlet­ ler kurarlarken, ulusal kurtuluş için bunca kayıp veren,

bunca şehit veren Kürtlerin, bagımsız devlet kurma haklan neden yoktur?

170


"TÜRKİYE BAGIMSIZ DEGİL Kİ . . . .. ı·ı

Üç-beş seni öncesine kadar, Türkiye Cumhuriyeti sınır­ lan içinde yaşayan herkesin Türk oldugu, bu sınırlar içinde, Türkten başka hiçbir ulusun yaşamadıgı söylenirdi. İnsanla­ rm Türk olmaktan mutlu olduklan vurgulanırdı. Kürtler, ar­

tık, eskisi gibi inkar edilemiyor. Kürtlerin ulusal varlıgını in­ kar

etmenin

inandıncı

olmadıgı

biliniyor.

Günümüzde

vurgulanmasına özen gösterilen yeni bir söylem var. Şimdi, Kürtlerin, Türklerle birlikte yaşamalan gerektigi söyleniyor. Bagımsızlıgın Kürtler için de iyi sonuçlar ortaya çıkarmaya­ cagı, Kürtlerin menfaatine olmadıgı belirtiliyor. Bu arada, özerklik, federasyon gibi düşüncelerin ve uygulamalann da Kürtlerin

lehine

sonuçlar çıkarmayacagını vurgulayanlar

var. Bu düşüncelerde, aslında, resmi ideolojinin yeni bir bi­ çimini görmek mümkündür. Artık inkar politikasını sürdür­ mek mümkün degil. Gelişen ve yükselmesi engellenmeyen gerilla mücadelesi karşısında inkar politikasının hiç inandı­ ncı olmayacagı açıktır. Öyleyse,

"Kürt realltesi"ni

kabul

eden, fakat yine de, resmi ideoloj i doğ;rultusunda düşünce­ ler üretmek önemli bir çaba olmaktadır. Bunlar, Kürtlerden söz eden, fakat resmi görüşü hiç rahatsız etmeyen düşünce­ ler, tavırlar ve davranışlar olacaktır.

"Kürt diye blllnen bir ulus yoktur herkes Türktür" "Kürtlerin Türklerle bir arada yaşaması ge­ rekir, bin yıldır beraber yaşıyoruz. . . " biçimindeki görüşle­

görüşünden,

re bir özeleştiri sonucunda vanlmamıştır. Ömegin, yetmiş yılı aşkın bir zamandır sürdürülen inkar politikasının Kürt insanlannd a, Kürt toplumunda nasıl etkiler yarattıgı, toplu­ mun gelişmesini nasıl etkiledigi gibi konular üzerinde hiç durulmamıştır. Böylesine ırkçı ve sömürgeci bir politikanın ve uygulamanın Kürt insanlannın ruhsal yapılarını nasıl et-

(*)

Yen/ Insan, Sayı 1 7, Nisan 1 993 171


kilediğ;i, beyinlerini nasıl sömürgeleştirdiğ;i konulan üzerin­ de h iç durulmamıştır. Durmadan şiddeti ve devlet terörünü üreten bu politikanın, Kürtleri kendi benliklerine , ulusal de­ ğ;erlerine nasıl yabancılaştırdığ;ı görmezden, bilmezden gelin­ miştir.

Sorunun buna benzer boyutlannın tartışılmaması

konusunda büyük bir hassasiyet vardır. Bu bakımdan,

gımsızhk Kürtler için iyi degildir

..

"ba­

. '' biçimindeki görüşler

yine, Kürtleri degil, resmi ideolojiyi gözeten görüşlerdir. Sa­ dece bağ;unsızlık değ;il, özerklik ve federasyon gibi çözümler de iyi degildir denmektedir. Hemen arkasından da Kürtler Türklerden aynlırlarsa aç kalırlar biçiminde tehdit ifade eden beyaniann kullanılması vazgeçilmez bir tutum olmak­ tadır. Kürt sorununun çözüm konusunda, geniş bir alanda, Balkanlar, Kafkaslar, Ortadogu Federasyonu gibi çok belir­ siz öneriler de vardır. Kürtlerin gelecegini belirsizliklere ba­ ğ;ımlı kılan öneriler . . . Bu görüşler, Kürt sorununun temel niteliğ;ini gizleyen

"Türk şovenizmine de Kürt şovenizmine de karşıyım", "Türk milllyetçlligi gibi Kürt milllyetçmgı de çıkmaz yoldur". "Bin yıldır beraber yaşıyoruz, aynı vatanı, aynı dini paylaşıyoruz", "Türkiyede herkes eşit­ tir, herkes bütün olanaklardan, bütün fırsatlardan eşit şekilde yararlanır, herkes her makama gelir... " , "Devlet ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür." Bu görüşle­ bir öze sahiptir.

rin, bu sloganıann temel bir amacı vardır. Bu da, Kürt soru­ nunun temel niteliğ;ini sorunun odak noktasını gizlemektir.

"Bagımsızhk Kürtler için de iyi bir çözüm degildir"

şek­

linde ifade edilebilen görüşü de bunlar arasında saymak ge­ rekir. Kürt sorunu günümüze kadar neden çözülememiştir? Kürt sorunu günümüze kadar hangi aşamalardan geçerek gelmiştir. Kürt sorununun çözümünün bu kadar gecilanesi­ nin, geciktikçe de zorlaşmasının nedeni nedir? Bütün bu so­ runlarİn temelinde, Kürdistan'ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması ve Kürt ulusunun bagunsız devlet kurma hak­ kının gasp edilmesi yatar. Kürt sorununun odak noktasında bu süreç vardır. Kürdistan'ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması, bu Ortadogu projesinin nasıl düşünüldügü, 1 72


nasıl uygulandıgı, bu uygulamanın ne gibi sonuçlar yarattıgı dikkatli ve zengin olgusal dayanaklada incelenmelidir. Bu yazıda "Balımsızlık Kürtler Içinde Iyi delildir... " sözü üzerinde bazı irdelemeler yapılmaya çalışılacaktır. Her­ kes için iyi olan bagımsızlı.k, Kürtler için neden iyi degildir? Bütün uluslar için özlenen, istenen bagımsızlık, özgürlük neden "Kürtlerin bile ... " lehine degildir? Bütün uluslar için pozitif olan bazı degerler Kürtler söz konusu oldugu zaman neden negatif olmaktadır? Burada, şu konunun vurgulan­ masına. büyük bir dikkat gösterilmektedir: Kürtlerin, Türk­ lerden ayrılmaları, bagımsızlı.k peşinde koşmalan. hatta özerklik ve federasyon gibi çözümler peşinde koşmaları Türkler için iyi olmayabilir, fakat bundan daha çok bunlar Kürtler için iyi degildir, Kürtler için iyi sonuçlar vermez. Kürtlerin iyiligi, Türklerle bir arada olmaları, Türkiye'nin ni­ metlerinden faydalanmalandır. Temel vurgulama budur.

Aziz Nesln 1 7- 1 8 Eylül 1 992 tarihli ÖZgür Gündem ga­ zetelertnde, Kürt Kurultayı düzenlenmesiyle ilgili bazı öneri­ ler geliştirmektedir. Bu arada. bazı düşüncelerini açıkla­ maktadır. Aziz Nesin PKK'nin sürdürdügü ulusal ve top­ lumsal kurtuluş mücadelesinin bagımsızlık savaşı oldugunu belirterek şöyle söylemektedir: " ... Bu balımsızlık savaşı

bizi başka bir balımhhla götürüyor mu, götürmüyor mu? Bunu gerçekten çok düşünmemiz gerekiyor. Kesin­ llkle Türk egemenlllini savunmak için söylemiyorum. Bugün dünyada balımsız kaç tane ülke var, bunu hesaba katın. Türkiye Cumhuruyetl, ben inanıyorum ki, valiye de söyledim (Bölge Valisi Ünal Erkan) balımsız degildir. Ordusu da balımsız degıı, maliyesi de balımsız degıı, hiçbir şeyi balımsız degıı. Acaba Kürdistan nasıl bagım­ sız olabilecek diye düşünüyorum. Bugünü düşünmekten daha çok yannı düşünerek bir yol bulunabilir ml diye düşünmek zorundayım. Bu, kaldı ki Kürt halkı bagmsız oldugu zaman, gerçekten balımsız mı olur, yoksa bugün oldulu balımlılıktan daha büyük balımlı mı olur?" Türkiye'nin bagımsız olup olmadıgı çeşitli kriteriere gö­ re tartışılabilir. Yazar Aziz Nesin Türkiye Cumhuriyeti'nin bagımsız olmadıgını, Kürtlerin de, hiç, bagımsızlık için çaba­ lamamalan gerekligini söylüyor. Kürtlerin bagımsızlıgı ve öz1 73


gürlüğ;ü söz konusu oldugu zaman, Türkiye'nin bagırnsızlıgı

da küçümseniyor. "Türkiye bagımsız deiil ki . . . ", "Bu ko­ şullar altında Kürtler nasıl baiımsız olacak veya bağım­ sız olduklan zaman, bu baiımsızlığın Kürtlere ne hayrı dokunacak?" Bu tartışmalann, Kürt sorununu gizleyicf ve çarpıtıcı bir

yönü ve amacı oldugunu yukanda belirtmiştim. Bir ulusun kendi kendini belirleyebilmesi, kendi kaderi üzerinde söz sa­ hibi olabilmesi büyük bir mutluluktur. Kalkımna, refah,

kültür, sanat, edebiyat . . . ancak böylesine temel bir koşulun

yaşama geçirilmesinden sonra gerçekleşebilir . . . Bu bakım­

dan. bagıinsızlık, özgürlük, kendi kendini yönetme, başka

uluslann boyundurugu altında olmama, köleleşmeme, kendi

kimligine sahip çıkma gibi degerler pozitif degerlerdir. Gü­

nümüzde, dünyanın dört tarafında insanların, ırkçı ve sö­

mürgeci baskılar altında olan ulusların bu degerieri kazanmak için ayaga kalktıklan büyük bir gerçektir.

·

Bugün, Kürdistan'da çok yogun bir baskı ve zulüm var­

dır. Kürdistan, baskıyla, zulümle yönetilmektedir. Şehirler,

kasabalar ve köyler, yıkılmakta, yakılmakta ve yagmalan­

maktadır. Binlerce insan şehirleri terk etmekte, başka şehir­

lerin etrafında çadırlarda yaşamaya başlamaktadır. işkence

yaygındır, kitlesel boyutlara ulaşmıştır, sistematiktir. Ço­

cuklann gözlerinin önünde, babalanna, analanna, yakınla­ rına işkence yapılmaktadır. İnsanların tarlalannda, bagla­

rında, bahçelerinde çalışmalanna engel olunmaktadır. Yay­

ıaya çıkma yasaklanyla. sürüyü köyün dışına çıkarma ya­ saklanyla, havvanların keyfi bir şekilde kurşuna dizilmesiy­

le, talan edilmesiyle , hayvancılıga dayanari ekonomi ölüm

noktasına gelmiştir. Ulusal kimilgi savunan Kürtler, Kontge­

rilla, Hizb-i Kontra gibi isimler altında faaliyet gösteren, dev­ letin illegal güçleri tarafından katledilmektedir. Kürt aydın­ lan,

Kürt gazeteelleri birer birer katledilmektedir.

Devlet

gerilla hareketini terör, PKK'yi terörist örgüt olarak deger­

lendirmeye özen göstermektedir. Gazeteler. radyolar, televiz­

yonlar devletin bu görüşlerine aynen sahip çıkmaktadırlar.

Kürdistan'da olup bitenler, hep, oıaganüstü Hal Bölge Vali­

si'nin görüşleri ve istekleri dogrultusunda verilmektedir. Bu­

ralarda, terör süreci, hep , PKK ile, gerilla ile özdeşleştiril-

174


mektedir. Aslında, devletin terörü kat kat agır bir terördür.

1 8 Agustos 1 992 de Şırnak'ın devlet kuvvetleri tarafından

yakılıp yıkılması, kadınlara, çocuklara ateş açılması devlet terörünün en somut örneklerinden biridir. Midyat'da yolcu otobüsünü durdurup içindekileri kurşuna dizenin özel tim ve korucular oldugu, Muş'ta, gözaltına alınan

5

kişinin MİT

mensupları tarafından kurşuna dizildiğ;i bizzat yöre savcıla­ nnın soruşturmalan sonucunda

ortaya çıkan olaylardır.

Devletin yetkili makamlannın daha ileri bir soruşturmaya izin vermedikleri de bilinmektedir. Gerek gerillalann, gerek kadın-erkek, genç-ihtiyar bütün halkın işkencelerde öldü­ rülmesi her zaman rastlanan bir olaydır. Çatışmalarda sag olarak ele geçirilen gerillalarm gözlerinin çıkartılması, bu­

runlarının, kulaklannın kesilmesi devlet terörünün boyutla­ nnı göstermesi bakırnından 'önemlidir. Gerek gerillalann, ge­ rek köylülerin zırhlı araçlara baglanarak sürüklenmesi, bu

şekilde işkencelerle öldürülmeleri her zaman rastlanan bir olaydır. Bütün bunlara rağmen, devlet, gerillalan teröristlek­ le suçlayarak kendi terörizmiili gizlerneye çalışmaktadır. Kaldı ki devletin Kürt politikası her zaman şiddeti üreten bir p@litikadır. Kürtlerin dilleriyle, kültürleriyle, tarihleriyle in­ kar edilmeleri fiili planda da bu

hedefi gerçekleştirmesi

amaçlanmaktadır. Bu da şiddetin kendisidir. Bu durumda Kürt yurtseverlerinin kendilerini ifade edebilmeleri ancak belirli bir şiddeti kullanarak mümkün olabilmektedir. Fakat bu şiddeti devlet terörünün ortaya koyduğ;u şiddetle karşı­ laştırmak mümkün değildir. Gerillaların çatışmalarda esir aldıklan askerlere nasıl muamele ettikleri herkes tarafından bilinmektedir. Irkçı ve sömürgeci yönetim tarafından Kürtlere dayatı­ lan bu yaşam biçimi, Kürt insanlarında, ister istemez, kendi kendini yönetme duygusu, kendi kaderini belirleme düşün­ cesi geliştiriyor. İşte, bu süreçte, bazı Türk aydınları bağım­ sızlık ve özgürlük düşüncesini küçümsüyorlar.

4ımsız delil ki

...

"Türkiye ba-

" diyorlar. Bağımsız olmadığı söylenen bu

devletin çok yaygın ve gelişmiş bir baskı mekanizması var.

Polis, jandarma, ordu legal kuvvetleri yanında, kontrgerilla gibi illegal birimleri de var. Sayısı bir milyonun üzerindeki

bu güçler aktif bir şekilde kullanılıyor. Bu güçlerin çok bü­ yük bir kısmı, Kürdistan'da kullanılıyor. Savaş uçaklarıyla,

1 75


helikopterlerle, tanklarla, zırlılada, toplarla . . .

desteklenen

bu birlikler Kürtlere karşı yogun ve yaygın bir şekilde kulla­ nılıyor. Bu ırkçı ve sömürgeci uygulamalara karşı Kürtelerirı ve Kürdistan'ın özgürlüğ;ü ve bağımsızlığ;ı söz konusu edildi­ gı zaman,

"Türkiye de bajımsız dejll ki

...

ye Cumhuriyeti Devleti'nin Kürdistan'da

" deniyor. Türki­ sürdürdügü

sö­

mürge politikasım dikkate aldıgıınız zaman, bu sözü nasıl değ;erlendirmek gerektigı güçleşmektedir. Kaldı ki, Kürdis­ tan, Dünya'da eşi menendi bulunmayan bir sömürgedir . . . Kürdistan sömürge bile degildir. Kürdistan devletlerarası sö­ mürgedir.

"Türkiye ba�ımsız de�il ki!''

diyerek bağ;ıınsızlığ;ı

ve özgürlügü küçümseyenler, bu yolla, Kürtlerirı özgürlüğü­ ne ve bağımsızlığına karşı çıkarılar, devlet terörü konusunda hiçbir şey söylemiyorlar. devletin zulmü karşısında söyledik­ leri hiçbir şey yok. Bilakis

"hel' türlü teröre karşıyız"

diye­

rek devletin terörünü gözlemeye çalışıyorlar. Bunlar, Kürtle­ rin Türklerden ayrılarak emperyalizme yem olacağını, em­ peryalizmin

piyonu

olacağını

söylüyorlar,

buna

rağmen.

Kürdistan'ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması ko­ nusunda, bu emperyalist ve sömürgeci politikalar karşısın­ da hiçbir şey söylemiyorlar . . . Böylece, Türkiye'nin empeı:Ya­ lizmin önemli bir parçası olduğu gerçeğirıi de ört-bas etmeye çalışıyorlar. Dernek ki Türkiye'nin mevcut siyasal konumu, şu veya bu oranda bağımlı bir ülke bile olması, Kürdistan'da sömür­ gecilik yapmasına hiç engel değildir. Örneğin, Türk Silahlı Kuvvetleri, sık sık, sınır ötesi harekat düzenliyor. Bunun için hiçbir devletten izirı falan almıyor, alması gerekmiyor. Sınır ötesi askeri harekata tepki falan gelmemesi de, Kürtle­ re karşı sürdürülen bu uygulamanın onaylandığı anlamına gelmektedir. Durum bu kadar çarpıcı bir şekilde ortaday­ ken, Kürtlerin bağımsızlığı ve özgürlüğü gündeme geldiğ;i za­ man,

"Türkiye bile bajımsız dejil, Kürtler nasıl bajımsız olacak, bajımsızlıklannı nasıl koruyacak " demek, Kürt ...

sorununun odak noktasını gizlemekten,

sorunun çarpıt­

maktan başka bir anlam ifade etmemektedir. Kürtlerirı özgürlüğü ve bağıınsızlığı söz konusu edildiği zaman ileri sürülen başka bir düşünce de, emperyalizmin böl-yönet politikalanyla ilgilidir. 176

"Kürt sorunu emperya-


lizm tarafından dürtüklenmektedir. Emperyalizm Orta­ dolu'nun yoksul halklanna karşı bu sorunu, her zaman gündemde tutarak, kendi çıkarlannı korumaya ve kolla­ maya çalışmaktadır. Ülkeleri bölerek, yoksul hakiann birlllini önleme amacı taşımaktadır" . denmektedir. Yazar Aziz Nesln, yukanda sözünü ettlgim açıklamalannda. bu konuda şunlan söylüyor: .. Bu sorun Türk ve Kürt soru­ nu degu, onun ötesinde bir sorun gibi geliyor bana. ina­ nıyorum ki öyle. Amerika bu işe karışmıyor demek çok yanlış olur. Amerika herşeye kanşıyor. Buna daha çok kanşıyor... Yalnız Amerika degu, Almanya'nın · çıkan ne­ dir? Fransa'nın çıkarı nedir? Yani, Amerika, Fransa ve Almanya bu soruna sadece insani açıdan mı yaklaşı­ yor? .. " ..

.

Kürt sorununun uluslararası bir sorun oldugu , devlet­ lerarası bir sorun oldugu açıktır. Kürt sorunu, sadece Türki­ ye'nin sorunu degildir, sadece, İran'ın, sadece İrak'ın, sade­ ce Suriye'nin sorunu degildir. Kürdistan'ın bölünmesinde, parçalanmasında ve paylaşılmasında, Kürdistan'ın dogal zenginliklerinin, özellikle zengin petrol kaynaklarının çok büyük bir rolü vardır. Yeraltındaki petrol yataklan bakıının.­ dan çok zengin olması bu kaynaklann üzerinde yaşayan Kürtler için bin bir türlü sorun ortaya çıkarmıştır. Bu ba­ kımdan dünyaya, siyasal ve ekonomik bakımdan nizarn ve­ ren devletler Kürdistan sorunuyla her zaman yakından ilgili olmuşlardır. O halde , Kürdistan'ın neden ve nasıl bölündü­ gü, parçalandıgı ve paylaşıldıgı incelenmesi gereken temel bir sorundur. Bu süreç, sadece, Kürt tarihinin .degil, Ortado­ gu tarihinin de en kilit noktalanndan biridir. Fakat, günü­ müzde, Kürtlerin, Kürdistan'ın bagımsızlıgı, söz konusu ol­ dugu zaman, ABD'nin, . Fransa, Almanya, İngiltere. . . gibi devletlerin emperyalist emellerini, böl-yönet politikalannı ile­ ri sürenler, aynı devletlerin, özellikle, ingiltere'nin ve Fran­ sa'nın, Birinci Dünya Savaşı sarasında ve savaştan sonra, Kürdistan ülkesini, Kürt ulusunu bölen ve parçalayan politi­ kalannı görmezden gelmektedirler. Bu konuya en ufak bir eleştiri getirmemektedirler. Bu sürece görmezden gelmeyi tercih etmektedirler. Ortadogu terihinin, bu çok önemli dö­ neminin karanlıkta bırakılınasına ses çıkarmamaktadırlar. 1 77


Bu tavır ve davranışı anlamak kolaydır. Çünkü , Kürdis­

tan'ın bölümnesine, parçalanmasına ve paylaşılmasına katı­

lan temel güçlerden biri de Kemalistlerdir. Halbuki, Türk ay­ dınlan. Türk üniversitesi, Türk basını, yazarlar. . . son yıllara

kadar Kemalizm hakkında, olgulardan tam anlamıyla ko­ puk. tamamen resmi ideolojinin dogrultusunda, resmi ideo­ lojiyi dogrulayan bilgiler ürettiler. KemalizmJn, anti-sömür­

geci, anti-emperyalist bir ideoloji oldugunu söylediler. Kema­ lizm, bütün

"mazlum uluslar"a,

ezilen uluslara ulusal kur­

tuluşlan yolunda ilham kaynagı olmuştur, dediler. Dünyada emperyalizme ve sömürgecilige karşı ilk ulusal kurtuluş sa­

vaşının, Kemalist önderlik altında Türk ulusu tarafından ve­

rildiğ;ini yazdılar, konuştular . . . Bu koşullar altında, yazarla­

rm, Kemalistlerin Kürdistan'a ilişkin eylemlerini görmeme­

leri, görmezden gelmeleri, anlaşılır bir tavırdır. Bütün

lum uluslar''a,

"maz­

ulusal kurtuluşlan yolunda ilham kaynagı

oldu, onlara ışık oldu denen Kemalizmin, aslında, emperya­

list devletlerle işbirliğ;i ve güçbirliğ;i yaparak, Kürdistan'nın bölünmesini, parçlanmasını ve paylaşılmasını gerçekleştirdi­

gl anlaşıldı. Kürdistan sorununun kendini dayatması bunu

açık bir şekilde ortaya koydu. Ulusal ve toplumsal kurtuluş

mücadelesiyse. Kemalistlerin bu ilişkilerini güçlendirici ka­

nıtlar ortaya koydu . Mücadelenin gelişmesi Kemalizmin bu

kirli yüzünü, ırkçı, sömürgeci ve faşist niteligi daha net şe­ kilde gözler önüne seriyor, serecektir.

Bir toplumda, otorite sayılan. herkes tarafından benim­

senen bazı görüşler vardır. Bunlar genellikle hiç eleştiriime­ den aynen alıriır, kullanılır. Bu tavır. davranış, bilimin yön­

temi olamaz. Bilim, otorite sayılan, herkes tarafından kabul edilen bu düşüncelerden kuşkulaparak işe başlar. olgulan,

herkes tarafından kabul edilen bu görüşlere uydurmaya ça­

lışmaz, aksine, olgusal dayanaklarta bu düşünceleri sına­

maya çalışır. Buysa, yogun ve kapsamlı bir eleştiriyi ve öze­

leştiriyi gerektirir. İşte, burada, dürüstlük, cesaret, önemli nitelikler olarak ortaya çıkmaktadır. Olgular incelendiğ;i za­

man, otorite sayılan bu düşünceyi dogrulamayan, onu yan­ lışlayan, çürüten yönler varsa, araştıncılar bunlan ortaya

koyabilecek kadar dürüstlüğ;e ve cesarete sahip olmak duru­ mundadırlar. . .

Bu

nitelikler

olmadan

bilimi

geliştirmek,

Dünyayı ve toplumu kavramak mümkün degildir. Kemalizm 178


Türk toplumunda, egemen bir ideoloj idir, bu yönden otorite kabul edilmektedir. Cezai yaptınınlarla, insanlara kabul et­ tirilmeye ç alışılmaktadır. Cezai yaptırımlar kullanılarak Ke­ malizmin eleştirisi engellenmektedir. Deniyor ki, eger Kürtler bagunsızlık, özgürlük gibi dü­ şünceler geliştirirlerse, bu, emperyalizmin işine yarar, em­ peıyalizmin ekrnegine yag sürer, empeıyalist devletlerin böl­ yönet politikalarına hizmet eder. . . Bu düşünceler, benzer düşünceler, aslında Türkiye Cumhuriyeti'nin sömürgeci ni­ teligini, emperyalist emellerini gizlemektedir. Bu konuda ile­ ri sürülen, vurgulanan başka bir düşünce de, Ortadogu'da, hiçbir devletin bagunsız bir Kürt devleti istemedigidir. Bura­ da, Kürtlerin, tarilisel ve toplumsal haklan, haklılıklarını ve­ ya haksızlıklannı degil, Türkiye, İran, Irak, Suriye gibi dev­ letlerin savaş araç ve gereçleri, kitle imha silahlan vs. söz konusu edilmektedir. Kürdistan'da, devletlerarası sömürge sisteminin hiç degişmemesini isteyen bu devletlerin böyle davranacaklan dogaldır. Fakat, Kürtlerin de, böylesine bir sömürgeci boyunduruga karşı mücadele etmeleri, özgürülük ve bagunsızlık aramalan son derece dogaldır. Türkiye'ye sık sık yabancı devletlerin temsilcileri gel­ mektedir. Devlet yetkilileriyle ikili ·görüşmeler yaparlar. Bu devletlerin bazılannın nüfusu bir milyonun altındadır. Nü­

fuslan 2 -3 milyon civarında olan pek çok devlet vardır. Bun­ lann ülke yüzölçümleri de çok küçüktür, Bu temsilciler Türk yetkililerle yaptıklan ikili görüşmeleri, müştereken yaptıklan basın toplantısıyla açıklarlar. Bu devletlerin tem­ silcileri bagunsız Kürt devletine karşı olduklannı açıklarlar. Burada bir hüzün, dramatik bir durum yok mu? Nüfuslan Kürtlerin Ortadogu'daki nüfu slanyla karşılaştınldıgı zaman, çok küçük kalan bu devletlerin temsilcileri, Kürtlerin bagun­ sızlıgına neden karşı çıkıyorlar? Ülke yüzölçümleri Kürtlerin ülkesiyle karşılaştınldıgı zaman çok küçük kalan bu devlet­ ler, Kürtlerin özgürlügüne karşı neden tavır ve davranış ge­ liştiriyorlar? Bagunsızlıgın kriteri nedir? Kendi kaderini be­ lirlemenin kirteri nedir? Sogukkanlı bir şekilde düşünülmesi gereken bu konulardır. Kürtlerin özgürlügü, bagunsızlıgı söz konusu oldugu za­ man,

"Türkiye bafımsız delil ki!"

demek Türk ırkçılıgı ve

sömürgeciligine kan vermekten başka bir anlama gelmiyor . . .

179


* ... *

Tavulu, Vanuata, San Maıino, Monaco, Vatikan, Andor­

ra, Belize, Liechtenstein, Malta . . . vs. Bunlar bugün Birleş­

miş Milletler'e üye olan 1 80 elvanndaki devletin 9 tanesi. Çogunun nüfusu,

50

binden az. Ülkelerinin yüzölçümleri

çok küçük. Hiçbir savaş vermeden, hiçbir savaşa katılma­ dan bagımsız devlet o1muşlar. Bagımsız devlet olmanın, ba­

gıınsız devlet olarak tanınmanın kıiterleri nedir acaba? Üs­

telik devletler bagımsızlıklannı ilan ederlerken, bagımsızlık sizin için iyi degildir, gibi bir engelle, bir dayatmayla karşı­

laşmadılar.

İsrail işgali altındaki topraklarda, Filistinliler bagımsız

devet kurmak istiyorlar, bunun · için mücadele

ediyorlar.

Türkiye'de hiçkimse, hiçbir aydın, gazeteci, yazar. . . . bagım­

sızlık, Filistirıliler için iyi bir çözüm degildir demiyor. Filistin

sorununun çözümü için Arap-İsrail federasyonu

önermi­

yor . . . Kuzey Kıbns'ta, bagıınsız bir Türk devletinin ilanı için mücadele yürütülüyor. Dünyanın, uluslararası kurumlann,

Kuzey Kıbns Türk Federe Devleti'nin bagıınsızlıgını tanıma­

sını isteniyor. Bunun için, uluslararası kurumlarda yogun

bir diplomatik faaliyet yürütülüyor. Türk aydırılanndan hiç­ birisi Kıbns Türkleri için bagımsızlık iyi degildir demiyor.

Kıbns Türklerinin bagımsızlıgı ve özgürlügü her forumda,

her zaman savunuluyor. Kıbns sorunun çözümü için Türk­

Yunan Federasyonu gibi, Anadolu-Balkan-Ege Federasyonu

gibi, Akdeniz Federasyonu gibi belirsiz siyasal çözümler önermiyor . . . . Halbuki gerek İsrail işgali altındaki Filistinlile­

rin, gerek Kuzey Kıbns'taki Türklerin nüfuslan Kürtlerle ka­

ti suretle karşılaştınlamaz. Kürtlerin Ordadogu'daki nüfus­ lan 30 milyonu aşkındır. * * *

Bu kısa bilgilerden üç önemli sonuç çıkanlabilir. Birin­

cisi dogrudan dogruya Kürtlerle ilgilidir. Dünyada, nüfuslan 10 bin civannda olan halklar bagımsız devletler kurarlar­ ken, özgürleşirlerken, bu kadar büylük nı;ifusuyla, bu kadar

büyük ülkesiyle Kürtler, neden daha, kimliklerine bile sahip

180


olamamıştır? Kaldı ki, Kürtler, 1 9 . yüzyılı bir tarafa bıraka­ lım, 20. yüzyılın başından beri, Ulusal Kurtuluş Mücadelesi içindedirler. Sadece, Güney Kürdistan'da, l 960'lı yıllardan bu tarafa 600 binin üzerinde Kürt insanı öldürülmüş, şehit edilmiştir. Bu durumun, bu ilişkilerin sorgulanması, Kürt hareketini ilerietecek en önemli dinamiklerden biridir. Bu sorgulama, bu soruşturma, Kürt top�umunun iç dinamikle­

rini güçlendirmektedir. İkinci sonuç Türk aydınlanyla ilgili. Türk aydınlan, Kürt sorunu karşısında çifte satandartlı düşünmelerinin, çifte standartlı tavar ve davranış sergilemelerinin bilincine var­ mak durumundadırlar. Filistinlllerin ve Kıbns Türklerinin bagıınsızlıgı ve özgürlügü her koşul altında savunulurken, bundan hiç taviz verilmezken. Kürtler için bagımsızlık ve öz­ gürük neden iyi degildir, konusu üzerinde ciddi ve etraflı bir şekilde durmak durumundadırlar. Kürdistan'da durmadan şiddet üreten, devlet terörü üreten politikalann niteligi ne­ dir? Kürtler, gerek Kuzey Kürdistan'da, gerek Dogu Kürdis­ tan'da ve Güney Kürdistan'da neden devlet terörüyle karşı karşıyadırlar? Neden devlet güçleri, Kürt aydınlannı, gazete­ cilerini birer birer öldürmektedir? Uluslararası kamuoyu bagıınsız devlet olma hakkı üze­ rinde, bagırnsız devlet olarak tanınma konusu üzerinde ye­ niden durmalıdır. Halklann, ulusların bagımsız devlet kura­ bilmelerinin, kendi kaderlerini belirleyebilmelerinin kriterleri nelerdir? Tek bir kurşun sıkmadan halklar bagımsız devlet­ ler kurarlarken, ulusal kurtuluş için bunca kayıp veren, bunca şehit veren Kürtlerin, bagımsız devlet kurma haklan neden yoktur?

181


IŞIKSIZ ÜNİVERSİTE(*l

Başbakan Süleym�n Demirel ve Başbakan yardımcısı Erdal İnönü, "ateşkes" sürecinin başlamasından sonra, Ni­ san ayı başlannda Kürdistan'a gittiler. Van, Diyarbakır, Şır­ nak gibi Kürt şehirlerinde bazı incelemelerde bulundular. halka hitap ettiler. Diyarbakır'da, Dicle Üniversitesi'nde ya­ pılan bir törende hazır bulundular. Bu törende, Dicle Üni­ versitesi, Başbakan

Süleyman Demlrel'e ve Başbakan yar­ Erdal İnönü ye insan haklarına yaptıklan katkılar­ dan dolayı, "Güneydoiu" sorununa yaklaşımlarından dola­ yı "fahrl doktora" unvanı verdi. Bu olay üzerinde durmanın dımcısı

'

yararlı olacagı kanısındayım.

Türk üniversitesi, resmi ideolojiden en çok etkilenen ku­ rumlardan biridir. Kürt sorunuyla ilgili olarak Türk üniver­ sitesinin çabaları, düşüncesi ve tutumu hep resmi ideolojiye uygun olmuştur. Örnegin, Türk üniversitesi. son on senedir askeri ve siyasal yollardan süren gerilla mücadelesinin siya­ sal, toplumsal, ekonomik ve kültürel dinamikleriyle ilgili en küçük bir araştırma, inceleme yapmamıştır. Kürt kimliginin ve Kürdistan kimligının inkar edilmesi konusunda aynı res­ mi ideoloji gibi düşünmektedir. Türk üniversitesinin, Kürt sorunuyla ilgili olarak hiçbir bilimsel araştırmaya girişme­ mesinin saglanması, bilimsel araştırmalann engellenmesi resmi ideolojinin önemli bir boyutudur. Türk üniversitesi resmi ideolojinin bu tür direktiflerine, buyruklanna uyma konusunda, daima, büyük bir özen ve duyarlılık göstermiş­ tir. Kürdistan Ulusal ve Toplumsal Kurtuluş Mücadelesi'ni her zaman

"eşkıyalık" , "haydutluk", "terörlzm"

degerlendirmiştir.

Böyle

bir

söylem,

olarak

Türk üniversıtesini,

araştırma. inceleme yapma gibi zahmetlerden kurtarmakta­ dır. Devlet. üniversiteye hazır bilgi sunmaktadır, üniversite­ ye, sadece, bu bUginin propagandasının yapılması, zaman

(*) 182

Özgür Gündem, 30 Nisan 1 993


zaman yeniden üretilmesi, meşrulaştınlması düşmektedir. Profesör gibi unvanlar kullanılarak yazılan yazılarla bu meş­ ruiyetin, bilimselligin saglandıgı düşünülmektedir. Halbuki, profesör unvanlı kişilerin yazdıgı yazılar her zaman bilimsel­ ligin bir göstergesi degildir. Yalan, Prof. Dr. unvanlanyla söylendigi zaman gerçek olmaz. Resmi ideolojiyi yeniden üreterek, onu zaman ve mekan koşullannda yeniden yorum­ layarak bilimi geliştirmek, toplumsal ve politik süreçleri bili­ min kavramlanyla kavramak mümkün degildir. Türk üniversitesine mensup profesörler "Türkiye'de ·resmi ideoloji yoktur", "Atatürkçülük resmi ideoloji de­ jildlr" derken bile resmi ideolojinin alanı içinde kalmak­ ...

tadırlar, resmi ideoloj iyi üretmektedirler. Kürtlerle ilgili araş­ tırma yapanların, devletin cezai yaptırırnlanyla karşı karşıya kalması, Türk üniversitelerini hiç ilgilendirmemektedir. Bu süreç, görmezden, duymazdan gelinmektedir. Son iki yılda, Kürdistan'da cereyan eden olaylara baktı­ gımız zaman, devlet terörünün yogunluk ve yaygınlık kazan­ dıgını görmekteyiz.

"FalU meçhul"

denen cinayetler artmış­

tır. Kürt aydınlan, Kürt gazetecileri, Kürt yurtseverleri bir­ · biri arkasına katledilmektedir. Son birbuçuk, iki yıl içinde, sadece Silvan'da "falU

meçhul"

bir şekilde katledilen Kürt

yurtseverlerinin sayısı 200'ün üzerindedir. Batman'da, yine, 200'ün üzerinde Kürt yurtseveri, "falU meçhul" denen cina­ yetlerle yok edilmiştir. Köyler yakılmaktadır, yıkılmakütdır. İnsanlar, kendi evlerinde öldürülmüşlerdir. Evler, içindeki eşyalarla birlikte yakılmakta, hayvanlar öldürülmekte, gıda maddeleri heder edilmektedir. Kürt insanlan açlıga, sefalete mahküm edilmektedir. Köylerini, ye rlerini, yurtlarını terke zorlanmaktadır. Devlet, Kürdistan'da Kürtlerin yaşamını ko­ laylaştırmak için en ufak bir hizmet üretmemektedir. Kürt insanlannın yaşamını kolaylaştıran en ufak bir yatırım ve harcama yoktur.

"Doju"

ve

"Güneydoju"

için bütçeden ay­

rıldıgı belirtilen paralar hep güvenlikle ilgilidir. Helikopter­ ler, savaş uçakl.an, zırhlı araçlar, mayın, dikenli tel vs. alın­ makta,

güveplik

güçleri

ıÇın,

memurlar

için

lojmanlar

yapılmaktadır. Yeni yeni karakollar, hapishaneler inşa edil­ mek-tedir. Bunlann ise, Kürtlerin yaşamlannı daha da zor­ laştıran, geniş kitleleri bunaltan harcamalar oldugu besbel183


lidir. Bu harcamalar, hep devletin zorlayıcı baskı mekaniz­ malannın daha da mükemmel bir hale getirilmesi yolunda yapılmaktadır. Kürdistan'da, insan hakla nnın kırıntısı bile yoktur. Kür­ distan'da, son derece keyfi bir yönetim egemendir. Kürdis­ tan baskıyla, işkenceyle yönetilmektedir. Sistematik bir bas­ kı ve işkence söz konusudur. Devlet terörü hiçbir zaman vazgeçilemeyen bir politikadır. Gittikçe agırlaşmaktadır ve yaygınlaşmaktadır.

Bütün bunlara ragmen üniversitenin,

ömegin Dicle Üniversitesi'nin bu baskıcı yönetimi anlamaya ve kavramaya çalışan hiçbir saglıklı yaklaşrmı yoktur. Za­

"haydutlar" dan, "eşkı­ "terörist faallyetler"den söz etmektedir. Öme­

man zaman bildiriler yayınlamakta, yalar"dan.

gin, son bir. birbuçuk yıl içinde, Diyarbakır'daki, hızlı nüfus artışından. anormal nüfus büyümesinden, bunun dinamik­ lerinden hiç söz etmemektedtr. Üniversite, bu süreci strk se­ yircisi gibi izlemektedir. Üniversitenin bu tavnnı zengin ol­ gusal dayanaklan içinde degerlendirmek mümkündür. Türk üniversitesinin baskı ve zulüm karşısındaki, insan haklany­ la ilgili uygulamalar karşısındaki tavn kısaca böyle deger­ lendirilebilir. Kürtlere uygulanan baskılar karşısında böylesine duyar­

"fahrl "Güneydolu sorunu"na

sız kalan Türk üniversitesi, bu baskının mimarlannı,

doktora"

ile ödüllendirmektedtr.

yaklaşrmdan. insan haklarına yapılan katkılardan söz edil­ mektedir. Bu , insan haklan anlayışı adına büyük bir ayıptır. Bundan, demokrasi adına utanmak gerekir. Böyle bir ödül

Süleyman Demirel' e, ne de Başbakan yardrm­ Erdal İnönü ye en ufak bir deger katmaz, fakat üniversi­

ne Başbakan cısı

'

tenin gayri ciddi bir çaba içinde oldugu açıktır. Bu çabanın üniversiteyi yaraladıgı besbellidir. Dalkavuk çabalarla bilim­ sel incelemeye katkı sunmanın olanagı yoktur. Doktora derecesi akademik ugraştaki en yüksek derece­ dir. Bu unvanın , siyasal nedenlerle sık sık siyaset adamlan­ na sunulması, bunun için uyduruk, çirkin gerekçeler yara­ tılması üniversitenin saygınlıgını zedeler. Bu tür üniversi­ teler tarafından verilen unvanıann hiçbir ciddi agırlıgı ol­ maz. nır.

184

"Türke göre"

bir doktora denir, gülümsemeyle karşıla­


BİLİMSİZ ÜNİVERSİTE(•)

Bilimi üretmenin en önemli koşulu özgür düşünce orta­ mının mevcut olmasıdır. Böyle bir ortam yoksa, bilimi üre­ tenler, bu ortamı yaratmak durumundadırlar, veya böyle bir ortam vannış gibi düşünmeli ve yazmalıdırlar. Böyle bir ta­ vır ve davranışın riskli olacagı açıktır, sonuçlanın elbette gö­

güslemek gerekir. Toplumsal ve siyasal eleştiri bilimin geli­ şebilmesi için vazgeçilmez bir süreçtir. Direktiflerle, emirler­ le, yasaklamalarla bilimsel çalışma sürdürriıek mümkün de­ gildir. Emirler, yasaklamalar, talimatlar kıskacında toplum­ sal ve siyasal süreci, degişmeyi kavramak, anlatmak olanak­ sızdır. Siyasal iktidarıann bilim kurumlannı, bu arada üniver­ siteler!, kendi siyasal çıkarlan dogrultusunda yönlendirmek ve kullanmak istemeleri çok dogaldır. Bu, dünyada bütün devletlerde görülebilert bir egilimdir. Önemli olan bu direktif­ lere, yönlendirmelere, emirlere karşı direnebilmek, bilimsel çalışmayı kendi özgün koşullan içinde sürdürebilmektiL Bu da, bilim yöntemini kullanmanın kurumlaşmasıyla, bilimsel çalışma yapan kurumlarm kişilik kazanmalanyla ilgili bir sorundur. Emir ve talimat alanlann, emirleri ve talimatlan kabul edenlerin, bunlar dogruıtusunda çalışma yapanlarm kurumlaşmaları ve kişilik kazanmaları mümkün degildir. Yasaklamalarla, ' emirlerle, yönergelerle ancak resmi ideoloji üretilir, fakat bilim üretilemez. Dogayı, tarihi ve toplumu kavramada en önemli engel, resmi ideolojinin varlıgıdır. Resmi ideoloji, devletin resmi gö­ rüşünün cezai yaptınmlarla kişilere, toplumsal ve siyasal kurumlara, basın-yayın organıanna vs. empoze edilmesidir. Türkiye'de, resmi ideolojinin üniversiteler üzerindeki ege­ menligı çok büyüktür. Milli Güveruik Kurulu, YÖK (Yüksek

(*)

6zgür Gündem, 7 Mayıs 1 993

185


ögretim Kurumu) aracılıgıyla üniversitelere , sık sık direktif­ ler, emirler göndermektedir. Bu talimatlarda , üniversite pro­ fesörlerine

hangi

konuları

araştırmalan,

hangi

konulan

araştırmamalan, araştırmalarında ne gibi sonuçlara varma­ lan, ögrencilere hangi kitaplan okutmalan, hangi kitaplan yasak etmeleri konularında aynntılı yönlendirmeler yer al­ maktadır. YÖK tarafından Kasım 1 99 l 'de üroversitelere gön­ derilen bölgede,

••genelge"de, ··noıu ve Güneydogu" kastedilerek, "bölücü" nitelikteki çalışmalann yapılmasına ke­

sinlikle izin verilmemesi, bu hususun üzerinde dikkatli ve devamlı olarak durulması istenmektedir. Buna karşılık ••böl­ gedeki Türk varlıfının tespitine yöneHk araştırmalar" yapılması gereğ;i vurgulanmaktadır. Bu tür araştırmalann teşvik edilmesine dikkat çekilmektedir. (bk. 1 0 Nisan 1 992 ,

Dogan Akın ın haberi)

Cumhuriyet, 9-

'

YÖK tarafından, üniversitelere gönderilen bu

••genelge•• ,

aslında, Milli Güvenlik Kurulu'nun isteklerini dile getirmek­ tedir. MGK ise , Türkiye 'nin siyasal hayatında, agırlıgı çok büyük olan bir kurumdur. Ömeğ;in Kürt sorununa ilişkin politika , kesinlikle, MGK tarafından saptanmaktadır. Bunun militarist, ırkçı ve sömürgeci bir politikayı ürettiğ;i, uygula­ maların bu politikalar doğ;rultusunda gerçekleştirildiğ;i açık­ tır. MGK'nın Türk siyasetindeki agırlıgı karşısında, siyasal partilerin, hükümetin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hiç­ bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Resmi ideoloj i MGK ve benzeri kurumlar tarafından üretilmektedir. Resmi ideoloj i, üniver­ site gibi, yargı organlan gibi kurumları da etki alanı içine al­

"Güneydogu"­ "Böl­ gede Türkler yaşıyor, bölge Türk asıllılann yurdudur. Bölgede Türk dlH ve Türk kültürü egemendir" gibi sonuç­ maktadır. Görüldüğ;ü gibi, "Dogu"nun veya

nun toplumsal gerçegi ne olursa olsun, araştırmalann,

lan ortaya çıkarması isteniyor. Üniversiteye böyle bir talima­ tın verilebilmiş olması başlıbaşına çok önemli bir konudur. Üniversitenin bu talimata karşı direnememesi, çalışmalannı bu emirler ve yasaklamalar dogrultusunda sürdürmesi çok daha agır bir durum yaratmaktadır. Zira bilim olgusaldır. Bilim olgulan inceler. Olgulardan kopuk bir bilim anlayışı mümkün degildir. Olgusal gerçeğ;i irıkar etmek, farklı göster­ mek, çarpıtmak bilim ahlakıyla bağ;daşmaz. Kürtler ve Kür­ distan obj ektif bir gerçekliktir. Türk üniversitelerinin Milli 186


Güvenlik Kurulu gibi Türk siyasetine yön veren kurumların direktifiyle böyle bir gerçekligi görmezden gelmeleri, yok say­ malan, bu gerçekleri ortadan kaldırmaz. Kürtler ve Kürdis­ tan, profesörler tarafından yok sayıldıgı zaman, bu gerçek­ lUderin niteliginde herhangi bir degişiklik olmaz.

Sadece

profesörler yalan söylemiş olur, yalana dayalı bir resmi ideo­ lojiye hizmet etmiş olur. Yalana dayalı resmi ideoloji, profe­ sörler tarafından üretilince bilimsel bir bilgiye dönüşmez. Üniversite ögretim üyeleri yara alır. bilim kurumlannın say­ gınlıgı,

"blUm adamlan" nın saygınlıgı biraz daha azalır.

"ÜNİVERSİTELERE MGK EMRİ" 13 Nisan 1 993 tarihli Milliyet gazetesinde,

lere MGK emri"

"Ünlversite­

başlıklı bir haber yayınlandı. Abbas Güçlü

iınzasıyla yayınlanan haberde, MGK. YÖK'ü , üniversiteleri, Kürdistan'da yürütülen Özel Savaş'ta.

planianna

"psikolojik harekat

uygulamak"ta başarılı olmadıgı için uyarmakta­

dır. MGK'nın, YÖK aracılıgıyla üniversitelere gönderdigi bu emirde de profesörlerin hangi konulan araştırmalan gerekti­ gi, ne gibi konulara hiç egilmemeleri gerekttgı aynntılanyla belirtilmektedir." MGK'nın, üniversitelere. profesörlere gön­ derdigi

emirnamede,

"sakıncalı"

denen

birtakım

bilim

adamlarının kitaplannın okutulmaması da vurgulanıyor. Bu tür emimarnelere karşı Türk üniversitesinin hiçbir tepkisinin olmadıgı gözlenmektedir. Tepkisizlik, üniversite-. nin resmi ideoloj iyle ne kadar sıkı bir şekilde bütünleşttgini göstermektedir. Tepki elbette örgütlü ve kurumsal olmalıdır. Bir-iki profesörün cılız sesini tepki olarak degerlendirmek dogru degildir. Kaldı ki, bazı profesörler bu tür emirnamele­ re karşı çıkarlarken bile resmi ideolojinin alanı içinde kal­ maktadırlar. Resmi ideoloji bazı profesörler için dokunula­ maz, eleştirilemez, kutsal bir çerçevedir. Türk üniversitesi, toplumsal bilimler alanında, bilim adına resmi ideolojiyi üretmektedir. Ve bu siyasal iktidar adına sürdürülen bir fa­ aliyettlr. Bu, siyasal bir faaliyettlr, bunun, bilimsel bir faali­ yet olarak kabul edilmesi yanlıştır. Türk üniversitesi yalana dayalı resmi ideolojiyi yeniden yeniden üreterek, resmi ideo­ lojinin istekleri dogrultusunda bildiriler yayınlayarak, tepki

187


göstererek siyasete katılmaktadır, devlet iktidan adına siya­ set -yapmaktadır. 1ürk üniversitesine, bu tür emirler, direktifler her za­ man verilmiştir. Ve üniversitenin bunlara karşı hiçbir tepld­ si söz konusu degildir. Yalnız

bu konuyla ilgili önemli bir

degişikilgi görmezden gelemeyiz. Eskiden bu tür emirler, di­ rektifler gizli kalırdı. incelemeler, egitim ve ögretim kuşku­ suz bu direktifler dogrultusunda yapılırdı, fakat ögrenciler, kamuoyu bunlardan hiç haberdar olmazdı. Günümüzde, ar­ tık, bunlar gizli kalamıyor. Bu, Kürdistan Ulusal ve Toplum­ sal Kurtuluş Mücadelesi'nin geldigi aşamayla ilgilidir. Fiili durum, artık, bazı yalanlann, yalanı egemen kılmaya çalı­ şan istemlerin, emirlerin gizli kalmasını saglayamıyor. 1ürkiye'de,

resmi

ideoloji,

sadece,

siyaset

hayatında

önemi olan bir kurum degildir, üniversiteler hayatında ve hukuk hayatında da önemli bir kurumdur. Resmi ideolojiyi eleştirmeden bilimi geliştirmek, üniversiteye saygınlık ka­ zandırmak mümkün degildir. Kürt sorununu gündeme al­ madan resmi ideolojiyi, resmi ideolojinin işlevini kavramak ise olası degildir. Kürt sorunu bir turnusol kagıdı gibidir. Resmi ideolojiye karşı olmak, ancak, Kürt sorunu açısından degerlendirildigi zaman inandırıcı olabilir.

188


ULUSAL HAREKETiN KİTLE DİNAMİÖİ(")

Kürt toplumu son yıllarda, çok agır acılar çekmektedir. Acılar gün geçtikçe agırlaşmaktadır. Kürdistan Ulusal ve Toplumsal Kurtuluş Mücadelesi'nin derirıleşmesi ve yaygın­ laşması, geniş "Kürt halk kitleleriyle daha organik bir bag kurması ırkçı ve sömürgeci yönetimi çok rahatsız etmekte­ dir. Irkçı ve sômürgeci yönetimin operasyonlan, gerillalar­ dan çok Kürt halk yıgınlannı hedef almaktadır. Köylerin yı­ kılması, yakılması; evlerin içindeki eşyalarla birlikte yakıl­ ması; hayvaqlann kurşunlanması, yiyecek ve yakacak mad­ delerinin heder edilmesi hep bu çerçeve içinde gelişmekte­ dir. İnsanlara , köylerini terk etmeleri dayatılmaktadır. "Ya

terk edin, ya Korucu olun!"

Böylece, hem kitleselleşmenin

önüne geçilecegi düşünülmekte,

hem

de,

özellikle kırsal

alanda, gerillanın desteklenmesinin, geriliaya lojistik destek saglanmasının önüne geçilecegi hesaplanmaktadır. Üçüncü olarak, geriliayla organik olarak bütünleşen Kürtlere agır bir ceza da verilmiş olmaktadır. Sömürge ülkelerde icra organı­ nın, güvenlik kuvvetlerinin verdigi ceza, malıkernelerin ver­ digi cezadan kat kat agır olmaktadır. Çünkü , bu, tek tek in­ sanlara ve herhangi bir örgüte verilen cezadan çok kitleye verilen bir ceza görünümündedir. Yaylaya· çıkış yasagı, sık sık yapılan güvenlik aramalan, bir köyün toptan yakılması, yıkılınası, köyün tamamının sürgün edilmesi vs . . . Bütün bunlann, Kürtleri çok büyük acılara bogdugu besbellidir. Kürtler, kendi kaderlerini belirleyememenin acı­ sını, sıkınbsını duymaktadır. Ülke, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Kürdistan devletlerarası sömürge baskısı altındadır. Kürdistan'ı ortaklaşa denetim allında tutmaya çalışan devletler, Kürdistan'ın zengin dogal kaynaklannı gö-

(*)

ÖzgOr Gündem, 1 4 Mayıs 1 993

189


tünnekte, karşılıgında, karakol, hapishane. cop, dipçik, iş­ kence getinnektedirler. Kürdistan'da. Kürt h<llkının yaşamı­ nı kolaylaştıncı bir kuruşluk hizmet bile yapılmamaktadır. Bütçeden

"Dogu•ya ve Güneydolu

ya ayrıldıgı bildirilen

"

paralarla, Kürt halkını baskı altında tutmaya çalışan meka­

nizmalar daha mükemmel bir h ale getirilmeye çalışılmakta­

dır. Özel tim harcamalan. savaş uçakları. helikopterler, zırh­

lı araçlar. top. tank, tüfe k vs. . . her türlü savaş araç ve gereçleri, dikenli teller, mayınlar vs . . . Karakollar. hapishane­ ler, polis lojmanlan. memur lojmanlan, Olaganüstü Hal Böl­

gesi'nde çalışan memurlara çifte maaş, koruculara maaş. Devletin Kürdistan'daki harcamalarının tamamı, bu gibi ko­ nularla ilgilidir. Yollar. tanklar ve askerler içindir. Hastane­ ler, ancak, devlet yanlısı Kürtlere, koruculara hizmet ver­

mektedir. Okulların amacı asimilasyona hizrnettir. Kürdis­ tan bilinçli olarak geri bırakılmıştır. bilinçli olarak geri bıra­

kılmaktadır. Kürdistan dogal zenginliklerinin, özellikle petrol kaynaklannın, su kaynaklannın daha iyi sömürülebilmesi için geri bırakılm?ktadır. G eri bırakılınayı cografi etkenlerle

açıklamanın hiçbir inandıncılıgı yoktur. Kürtler artık, köyle­ rinde , çadırlarında, evlerinde rahatça oturamamaktadırlar.

Devletin güvenlik güçleri tarafından, sık sık yapılan köy bas­ kınlanyla.

"köyü terk edin veya korucu olun"

dayatmala­

nyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Yayla yasaklanyla. sürü otlatmalannın engellenmesiyle , sürülerin sık sık taciz edil­

mesiyle hayvancılık ölüm noktasına gelmiştir. Tanm aynı

şekildedir. Sık sık yapılan müdahaleler sonucu çok az ürün elde edilebilmektedir. Bu ürünler de köylerin yakılması, yı­

kılması sırasında heder edilmektedir. İnsanlar açlıga ve yok­

sullugu mahkum edilmektedirler. Kürtler, kendi kaderlerini

belirl eyememenin acısını yaşamaktadırlar.

Bütün bunlara ragmen Kürtler, örnegin 1 5-20 yıl önce­ sine nazaran çok daha ileri bir aşamadadırlar. Özgürlük bi­ linci, artık, Kürt halkını sanp sarmalamaktadır. Binlerce şe­

hit vardır ve Kürtler şehitlerine sahip çıkmaktadırlar. Ulusal

ve toplumsal mücadelenin şehitleri, Kürt halkının belleginde gittikçe daha önemli bir yer işgal etmeye başlamıştır. Gözal­ tına alınan, cezaevine girip çıkan pek çok insan vardır. Ce­ zaevine konulan gençlerin yakınlan, analan. babalan,

190

"Ni-


zamiye

Kapılan"nda. görüş yerlerinde bilinçlenmişler, siya­

sallaşmışlardır. Son aylarda, hükümet. cezaevlerine karşı, yine bir saldı­ n içindedir. Tutsaklara karşı çok büyük bir saldırı vardır. Hükümet. tutuklularm kazanılmış haklarını gasp etmek için büyük çaba sarf etmektedir. Tutuklular da, çeşitli cezaevle­ rinde, açlık grevleri yaparak bu operasyonlan protesto et­ mektedirler. Açlık grevleri, bazı cezaevlerinde ölüm orucuna dönüşmüştür. Açlık grevierine çok yerlerde, tutsakların aile­ leri, yakınlan da, dışandan destek vermektedir. Diyarbakır Cezaevi'nde de tutsaklar. Nisan ayının orta­ lanndan itibaren açlık grevi yapmaktadırlar. Tutsaklann ya­ kınlan da, evlatlannın açlık grevini, dışanda yaptıklan açlık grevleriyle desteklemektedir. Tutsak ailelerinden bir kısmı.

30 kadan, Ankara'da. HEP Genel Merkezi'nde 5-8 Mayıs 1 993 günlert arasında açlık grevine oturdu . Ve açlık grevi başarıyla sonuçlandı; Aralannda yaşlı kadınlar ve yaşlı erkekler de var. Açlık grevine oturaniann çogu kadın. Açlık grevine oturanların pek çok ziyaretçisi var. Açlık greviyle ilgili bazı gözlemlerimi belirtmek istiyorum. Basında, üniversite çevrelerinde, zaman zaman Kürtle­ rin ulus olup olmadıkları tartışılıyor. Ulus, her şeyden önce bir aidiyet fikrinin oluşmasıdır. Ulusal ve toplumsal müca­ dele, aşiret organizasyonlannı çoktan parçalamıştır. İnsan­ lar, artık falan veya fllan aşirete mensup olduklannı söyle­ miyorlar. Kürt olduklannı vurguluyorlar. Üstelik Kürtlerin ulusal ve demokratik haklannın gasp edilmiş oldugunu. bunlan tekrar kazanmanın mücadelesinin verilmesi gerekU­

d

gini vurguluy rlar. Bu mücadelenin verildigini anlatıyorlar. Diyarbakır'dan,

Mardin'den,

Urfa'dan,

Siirt'ten.

Bat­

man'dan, Van'dan. Bitlis'den vs. açlık gr�vine oturan kadın­ erkek pek çok insan artık Kürt ulusuna ait olmanın bilincini dile getiriyorlar. Belirli bir ülkeye sahip olduklannı, fakat ül­ kelerinin bölündügünü, paylaşıldıgını vurguluyorlar.

Kür- .

distan'ın herhangi bir yerinde zulüm gören Kürtlerin acılan­ nı kendi yüreklerinde duyuyorlar. Süreç, Kürtler arasındaki birligi, organik dayamşmayı daha güçlendiriyor. Açlık grevierine oturaniann yaptıklan konuşmalar, tavır

191


ve davranışlan, ulusallıgı bütün boyutlanyla göz önüne seri­ yar. Açlık grevine yapılan ziyaretler. zaman zaman oynanan oyunlann, skeçlertn içerigi, halay çekilmesi, müzik. . . şarkı­ lann, ezgilerin, agıtlann içertgi ulusal duygulan bütün açık­ lıgıyla ortaya koyuyor. Agıtlarda, ezgilerde, şarkılarda, ulu­

sal ve toplumsal hareketin çeşitli boyutlan dile getiriliyor. Ülke ve ulus temelinde bir hareket yükseliyor. Kürdistan'daki toplumsal ve siyasal dönüşüm sürüyor. Yediden yetmişe, Kürt halkı ayaga kalktı. Yokedildi, eridi,

bitti, asimile oldu, beton mezarlara kapatıldı denilen halk ayaga kalktı. Kadınlar siyasetin içinde. Bu, çok görkemli bir kalkış . Acılı, sancılı, fakat gelecegi aydınlık. . . Zulmü , işken­ ceyi, baskıyı sürekli kılarak, bunu sistematik bir devlet poli­ tikası yaparak, böylesine görkemli bir şekilde ayaga kalk­ mış, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin bilincine varmış bir

halkı yönetmek mümkün degil. Kürt halkı da, kuşkusuz kendi kimligine, kendi ülkesine sahip çıkacak.

Bu görkemli kalkışın temelinde kuşkusuz gerilla var, PKK var, PKK önderligi var. Kürt halkı bunu yakından bili­

yor. Ezgilertnde, agıtıannda, şarkılarında, gerillanın işlevini sık sık dile getiriyor. Kürt kimligi için, Kürdistan kimligi için binlerce insan şehit oldu. Kürtler, şehitlerine ciddi bir şekil­

de sahip çıktıklan ve bunu kurumlaştırdıklan zaman moral

bakımdan kendilerini daha güçlü hissedeceklerdir. Şehitlere sahip çıkmak, ülkeye, vatana sahip çıkmak demektir.

192


" ÖZGÜR ÜNİVERSİTE" NEDEN GEREKLİ?(*J

30 Nisan 1 993 tarihinde, Ankara'da. Tarili Egitimi ko­ nusunda bir konferans verildi. Konferansı.

met All Kıhçbay

verdi.

Prof. Kılıçbay'ın

Prof. Dr. Meh­

konuşmasını ta­

mamlamasından sonra, dinleyici gençlerle konuşmacı ara­ sında önemli bir tartışma başladı.

Prof. Kılıçbay tarih bilim

degildir diyordu. Kürtlerin ulus olmadıgını,

sadece etnik

grup olarak tanunlanabilecegini vurguluyordu . Özgür Üni­ versite'nin ögrencileriyle,

Prof. Kılıçbay arasında epey tar­ "ben, sizin görüşünüze ka­

tışma oldu. Konuşmacı. sık sık,

tılmıyorum"

diyordu. ögrenciler Kürtlerin ulus oldugunu

belirtmeye çalışıyorlar, çeşitli deliller ortaya koymaya çaba

"ben sizin düşünceni.ie katıl­ mıyorum, Kürtler ulus degildir, sadece etnik gruptur" di­

sarf ediyorlardı. Konuşmacı, yordu.

Gürdal Aksoy, 13 Mayıs 1 993 tarihli ÖZgür Gündem Prof. Kılıçbay'ın bazı görüşlerini irdelemeye ça­ lışmaktadır. Gürdal Aksoy, "Mehmet Ali Kılıçbay1a Tarih Üzerine" başlıklı yazısında, "Tarih blllm degildir" görüşü üzerinde, Kürtler ulus de�ildir" görüşü üzerinde bazı gazetesinde.

..

açıklamalar yapmaktadır. Aslında, burada, düşüncenin, bilimin yöntemiyle ilgili çok önemli olan. canalıcı olan bir noktaya deginmek gerekir.

Prof. Dr. Mehmet All Kılıçbay, gayet rahat bir şekilde, "Ben sizin gibi düşünmüyorum" , "Ben sizin görüşünüze katılmıyorum" demektedir.- Bu düşüncesini ifade ederken devletin hiçbir yaptınnuyla karşılaşmarnaktadır. Devletin bir yaptırunıyla karşılaşacagı endişesi içinde degildir. Halbuki,

Prof. Kılıçbay

gibi düşünmeyenler, kendine özgü düşünce­

lerini açıklamaya çalışanlar. günümüze kadar, devletin bin­ bir türlü cezai yaptınrnıyla karşı karşıya kalmışlardır. Siz

(*)

Özgür Gündem, 21 Mayıs 1 993

193


görüşlerinizi, düşüncelerinizi rahatça açıklıyorsunuz, devlet,

size hiçbir fatura göstermiyor, ama, sizi eleştirenler, sizin düşüncenize katılmayanlar, kendi düşüncesini ısrarla vur­

gulamaya, belirtmeye çalışanlar, devletin çok çeşitli cezai

yaptınrnlanyla karşı karşıya kalmaktadır. Burada,

Prof.

Kılıçbay'ın Kürtlerle ilgili düşüncesinin

içeligini tartışmıyoruz. Düşüncenin yöntemiyle, bilimin yön­

temiyle ilgili bir kurumun varlıgına dikkat çekmeye çalışıyo­ ruz. Soruna daha yakından baktıgımız zaman şunu da görü­

yoruz: Siz düşünceniz!, görüşünüzü özgürce dile getiıiyorsu­

nuz, bunu, kitaplarla, gazete, dergi yazılarıyla, çeşitli konuş­

malarınızla açıklamaya çalışıyorsunuz. Fakat. sizi eleştiren­

ler, düşüncenize katılmayanlar devletin cezai müeyyideleıiy­ le karşılaşıyorlar, düşüncelerini açıklamaya çalışırken bin­

bir türlü engelle, mahrumiyetle karşılaşıyorlar. . . Bu koşul­

larda, siz özgür müsünüz acaba? Siz de özgür degilsiniz, çok

açık. Çünkü siz de ancak. o düşünceyi savunabiliyorsunuz.

Düşünceniz, eleştiıilemez, tartışılamaz. dogrulugundan kuş­

ku duyulamaz bir düşüncedir. Ve ancak bunu savunabili­

yorsunuz. Bundan başka veya bunun aksi bir düşünceyi sa­

vunamıyorsunuz. Buysa, dogmatik bir düşüncedir. Eleştiri­ lemez, dogrulugundan kuşku duyulamaz, tartışılamaz dü­

şünceler ancak dogmatik düşünceler olabilir. Halbuki bili­

min her türlü önermesi tartışmaya açık önermelerdir. Türk üniversitesinin çözümlemesi gereken en önemli sorun bu­

dur. Baz� görüşlerin, bazı kişilerin engellenmesi, sadece, o

görüşleri veya o kişilen ilgilendiren bir sorun degildir. Bir düşünceye, bir kişiye yapılan baskı, bu bakımlardan, herke­ se yapılan baskı sayılır.

Öte yandan, siz düşüncelerinizi

açıklamakta çok rahatsanız, hiçbir . engelle karşılaşmıyorsa­

nız, sizi eleştirelller engelleniyorsa, cezai müeyyideyle karşı­

laşıyorsa, sizin düşüncelerinize güven duyulabilir mi? Cezai

müeyyidelerle korunan, kişilere ve kurumlara benimsetilen

görüşler hangi görüşlerdir? Eleştirilemez, tartışılamaz, dog­ rulugundan kuşku duyulamaz görüşler hangileridir? Bu,

ancak, resmi ideoloji olabilir. Ancak, resmi ideoloji kendisini

eleştiren düşüncelere yasaklama koyar. Resmi ideoloji, ken­ disinin dışındaki görüşlerin · ifade edilmesine yasak getire­

rek, kendisini eleştireniere ceza uygulayarak, güçlenmeye ve

gücü�ü sürdürmeye çalışır.

194


Türkiye'de, düşünce hayatı üzerindeki, bilim hayatı üze­

rindeki en büyük engel resmi ideolojidir. Türk üniversitesi,

bilim adı altında, hep resmi ideolojiyi üretmiştir. Üniversite,

resmi ideolojinin eleştirisine meydan vermemek için her tür­ lü önlemi almıştır.

ulus degildir''

Prof. Mehmet All Kılıçbay'ın "Kürtler

görüşü de resmi ideoloj inin yeniden tekrann­

dan başka bir şey degildir. Türklerin, Kürtlerin, Çerkeslerin,

Araplann vs. toplamının , kanşımımn yeni bir ulus yarattıgı,

bunun adının Türk ulusu oldugu tamamen resmi ideolojinin anlayışıdır. Somut gerçekiere baktıgımız zaman ne kanşım

vardır, ne de yeni bir bütün. Kürt gerçekligi ve Kürdistan

gerçekligi oldugu gibi duruyor, yalnız bunu açıklamaya çalı­

şanlar ceza ile tehdit ediliyor. Temel sorun da burada ortaya

çıkıyor. Türk üniversitesi resmi ideoloj i kurumuyla o kadar

bütünleşmiştir ki, bu kurumun bilincinde bile degildir. Res­

mi ideoloj inin, ancak, kendisini eleştireniere cezai niüeyyide uygulayarak

ayakta kalabildiginin

bilincine

varmamıştır.

Halbuki resmi ideoloji eleştirilmeden bilim yapılamaz. Bu­

nun için de özgür bir ortama ihtiyaç vardır.

site"nin, BİLAR, BİLSAK

" Özgür Üniver­

gibi oluşuıniann gelişmeleri, ku­

rumlaşmalan bu bakımdan çok önemlidir.

Prof. Kılıçbay'ın "Tarih bilim degildir"

görüşünü yine

resmi ideoloji kurumuyla birlikte ele almakta çok büyük bir

yarar vardır.

Prof. Kılıçbay, "tarih bazı olgulan seçer, on­ lan inceler, seçmecidir, halbuki, blllm, bütün olgulan in­ celer, olgular arasında seçme yapmaz" demektedir. Tarih­ te, telmik nedenlerden dolayı, bazı olgularm incelenmesi

olanaklı degildir. Ömegin, İslamiyelin yayılması sırasında

çok degerli kütüphaneler yakılıp yıkılıp yokedilmiştir. Mogol­ lann Ortadogu 'ya dogru akınlan sırasında, yine pek çok kü­

tüphane yakılmış , yıkılmıştır. Amerika'nın keşfedildigi sıra­

da yii:ıe benzer olaylarla karşılaşıldıgıru biliyoruz. Bütün

bunlar kuşkusuz insanlıgın bilgi hazinesini çok çok eksiiten olaylardır. Bu bakımlardan, İlkçag Tarihi, Ortaçag Tarihi söz

konusu old1-1gu zaman, benzer nedenlerden dolayı zaten her şeyi inceleyemiyorsunuz. Kaynaklar yok edilmiş. Fakat gü­

nümüzde, araştırmalann önünde engel olarak duran, bili­

min üretilmesini engelleyen çok daha önemli bir sorun var­

dır. Bu, resmi ideoloji kurumunun bizzat kendisidir. Resmi

ideoloji, bazı konularm incelenmemesi gerekttgini vurgula-

195


maktadır. O konuda devlet görüşünün aynen tekrar edilme­ sini istemektedir. Buysa. üniversitelere. "mecburi seçici­ lik"in dayatılmasından başka bir şey degildir. İlkçag'da. Or­ taçag'da yakılmış, yıkılmış kütüphaneleri tekrar yaratmak elbette mümkün degildir. Bundan dolayı bazı konuların in­ celenmesi, gün ışıgına çıkanlması mümkün olmamaktadır. Fakat. devletin, bazı konuların incelenmesine yasaklar koy­ masına karşı bir tavır ve davranış geliŞtirilebilir. Türk üni­ versitesinin en önemli sorunu budur. Ömegin, bugün, Ortadogu'da. Kürdistan bölünmüş. parçalanmış ve paylaşılmış bir ülkedir; · Kürdistan toprakları, Türkiye, İran. Irak. Suriye arasında bölünmüştür. Aynca, Kafkasya'da da Kürdistan topraklan bulunmaktadır. Kürt­ ler, bu devletlerin sınırlan içinde yaşamaktadır. Ortado­ gu'nun ortasında yer alan bir ülkenin bölünmesi, parçalan­ ması ve paylaşılması elbette önemli bir olaydır. Öyleyse . bu sorunun sorulması ve cevaplarının aranması gerekir. Bu. sadece. Türkiye tarihiyle ilgili degil, İran. Irak. Suriye. gide­ rek Ortadogu tarihiyle çok yakından ilgili bir sorundur. Vur­ gulamaya çalıştıgımız husus şudur. bu soru sorulamıyor, bu sürecin cevapları aranamıyor. Resmi ideoloji bunu engel­ liyor. Bu konuyu irdelemeye çalışanlan ceza tehdidi altında tutuyor. Ömegin, Türkiye tarihinin. Kürt ulus varlıgı dikka­ te alınmadan veya Kürtler Türk kabul edilerek yazılmasını istiyor. Bu konuda. bilimi üreten kurumların önünde çok önemli bir sorun vardır. Resmi ideolojiyle ilişkiler nasıl dü­ zenlenecek? Resmi ideoloji eleştirilip etkinligi mi kırılacak. yoksa. günümüze kadar oldugu gibi böyle bir kurumun var­ Iıgı görmezden mi gelinecek? Bu analizden şöyle bir sonuç çıkarmak da mümkündür: Ömegin, yukanda belirtilen ince­ lemelere benzer incelemeler baskı altında kaldıgı sürece. bu gibi olgulan görmezden gelerek yapılan incelemelerin de cid­ di bir agırlıgı, inanılırlıgı olmayacaktır. Çünkü, onlar. tartışı­ lamaz. eleştirilemez. dakunulamaz görüşler olarak kalacak­ lardır. Bu da resini ideoloj inin tekrarından başka bir şey degildir. Resmi ideolojinin bilirnin kavramlarıyla eleştirilmesi gerekir. Bilim. ancak böyle bir süreç içinde saygınlık kaza­ nabilir. 196


DÜŞÜNCENİN YARGlLANMASI VE YlPRANAN KURUMLAR!•)

Türkiye'de düşünce hayatı üzerinde çok ağır baskılar vardır. Özellikle, Kürtlere, Kürdistan'a ilişkin düşünce üreti­ mi, devletin çok ağır baskılarıyla, cezai yaptırımlanyla karşı karşıya kalmaktadır. Kürtlere ve Kürdistan'a ilişkin yazılar yayımlayan gazeteler, dergiler, bu konularla ilgili kitaplar yayınlayan yayınevleri onlarca yılı aşkın hapis cezalan ve milyonlarca lira ağır para cezalan istemleriyle yargılanmak­ tadır. Bazı kişiler, bazı dergiler ve yayınevleri daha şimdiden çeşitli ağır hapis cezalanna ve ağır para cezalarına çarptınl­ mışlardır. Bazı hükümlertn kesinleştiği bilinmektedir. Düşüncenin yargılanması, Türk egemenlik sisteminin hiçbir zaman vazgeçmediği, vazgeçemeyeceği bir konudur. Resmi ideoloj iye aykın düşünceler her zaman yargı konusu yapılmıştır. Geçmiş yıllarda 1 4 1 - 142 gereğince yürütülen davalar, şimdi Terörle Mücadele Yasası gereğince yürütül­ mektedir. Terörle Mücadele Yasası'ndaki cezai yaptınınlar kuşkusuz çok daha ağırdır. Agır hapis cezalan ve ağır para cezalan, Terörle Mücadele Yasası'nda çok daha ağıdaştırıla­ rak düzenlenmiştir. Bu yargılamalar, temel bazı kurumlan yıpratmıştır, bu kurumlarm prestijinin azalması, aşırunası gibi bir sonuç yaratmıştır. Prestij i aşınan, azalan temel ku­ rumlann başında Türk üniversitesi gelmektedir. Bazı düşünceler ve o düşüncelerin sahipleri cezai tehdit altında tutulduklan sürece 1ürk üniversitesinin bilim ürettiği hiçbir zaman söylenemeyecektir. Üniversitenin; her zaman resmi ideolojinin çerçevesi içinde olan, resmi ideolojiye uygun, re­ smi ideoloji ile tutarlı bilgileri ürettiği kabul edilecektir. 20. (*)

Özgür Gündem, 28 Mayıs 1 993

197


yüzyılın ilk yarisındaki Türkiye tarihine yaklaşımda, resmi ideolojiye uygun ve resmi ideoloj i karşıtı düşüncelerin ifade edilmesi sürecinde bu özellikleri izlemek mümkündür. Üni­ versite dışında yapılan bazı araştırmalar, özellikle Kürtlere ve Kürdistan'a dönük araştırmalar sürekli cezai kovuştur­ malarla karşılanmaktadır. Kitaplar ve yazının yayınlandıgı gazeteler, dergiler toplatılmakta, polis, karakol, Cumhuriyet Savcı..J.ıgı, mahkeme, cezaevi. . . gibi bir süreç başlatılmakta­ dır. En az bunun kadar önemli olan. hatta b azen bu süreç­ ten daha önemli sonuçlar koyan idari yaptırımlar söz konu­ su olmakadır. İlgili kitaplar, derginin veya gazetenin basımı ve dagıtımı sırasında pek çok idari engel çıkarılabilmektedir. Halbuki, herhangi bir üniversite profesörünün aynı döneme ilişkin araştırmaları, incelemeleri hiçbir cezai tehdit altında degildir. Bu araştırmalann yapılmasında, yayımlanmasında ve dagıtılmasında hiçbir engel söz konusu edilmemektedir. Bu, bu tür araştırmalann ortaya koydugu bilgilerden, bu bilgilerin dogruluklanndan, bu bilgilerin saglıklı olup olma­ dıklanndan kuşku duymak için yeterli bir nedendir. Kaldı ki, daha sonut olarak izlenebilen ve gözlenebilen başka olgu­ sal

süreçler de vardır.

Ömegin

araştırmalarını Kürtler ve araştırmalar,

yazılar

üniversite profesörünün

Kürdistan

hemen

açısından

yasaklanmakta,

eleştiren

haklarında

dava açılmaktadır. İşte burada dokunulamaz, dogrulugun­ dan kuşku duyulamaz, tartışılamaz bir bilgi kategorisi ile karşı karşıya kalıyoruz. Üniversite mensupları, ömegin proc fesörler, düşüncelerini çok rahat bir şekilde ifade edebilmek­ tedirler, açıklayabilmektedirler. Bu süreçte. devletin şu veya bu oranda maddi yardımını veya teşvikini almaktadırlar. Halbuki o düşünceleri, o yazılan eleştirenler hep cezai ve idari tehditlerle, baskılarla karşı karşıyadırlar. İdari ve cezai yapt ırunlar sürekli olarak dinamik bir şekilde işlemektedir. Bu, üniversite mensuplarının, profesörlerin dokunulamaz, tartışılamaz, dogrulugundan kuşku duyulamaz bir düşün­ ceyi savunduklarını göstermektedir ve profesörlerin düşün­ celerinin devletin birtakım zırhlarıyla korundugunu gösterir. Devlet, bu tür düşüncelerin etkinligini saglamak için pek çok önlem almaktadır.

Bu önlemlerin başında

da karşı

düşüncelerin, görüşleri eleştiren düşüncenin yasaklarunası gelmektedir.

198


Bunun bilimsel bir süreç olmadıgı açıktır. Zira bilimin devletin zırhlanyla korunmaya ihtiyacı yoktur. Ancak, dog­ matık düşünce devletin zırhlanyla, idart ve cezai yaptınmla­ nyla

korunabilir.

Bilim,

son

derece

geniş,

sınırsız

bir

düşünce özgürlügü içinde gelişebilir. Toplumsal ve siyasal eleştiri kurumu işlerlik kazanmadan, bilimin gelişmesi olası degildir. İşte düşüncenin yargılanmasının en önemli sonuç­ lanndan birt, üniversitenin yıpranrnasıdır. Türk üniversite­ lertnin prestijinde, degerinde çok büyük aşınınalar olmuş­ tur. Düşünce son derece agır cezalarla, agır hapis ve agır para cezalanyla yargılandıgı sürece, üniversitenin hiçbir de­ gert kalmayacaktır. Düşüncelertni devletin zırhlanyla , idari, siyasi ve cezai önlemleriyle koruyabilen, kendisini eleştiren düşüncelerin yasaklanmasım saglayan bir

üniversitenin

ürettlgi bilgilerin bilimsel oldugu hiçbir zaman kabul edil­ meyecektir. Bu bilgilerin dogrulugu hakkında her zaman kuşku duyulacaktır. Bütün bunlann ötesinde, Türk üniversitesini yıpratan, onun degerini aşındıran önemli bir kurum daha vardır. Bu da

"blllrklşlllk"

kurumudur. Türk üniversitelerinin çeşitli

bölümlertnde görev sürdüren pek çok profesör, düşüncenin yargılandıgı davalarda

"blllrklşlllk"

yapmaktadırlar. Yuka­

nda, Kürtlere, Kürdistan'a, Kürt basınına ilişkin kitaplar, yazılar hakkında dava açıldıgını belirtmiştik. Mahkemeler, zaman zaman bu kitaplan, bu yazılan mektedirler.

"Billrklşl"den,

"blllrklşl"ye

gönder­

bu kitapta veya bu yazıda suç

var mı, yok mu diye incelemelerini, bunu bir raporla bildir­ melerini istemektedirler. Gerek Devlet Güvenlik Mahkemele­ ri'nde, gerek agır ceza mahkemelerinde, gerek asliye ceza mahkemelerinde böyle bir sürecin başlatıldıgı sık sık izlene­ bilmektedir. -Profesörler de, kendilerine yapılan bu başvu­ roya olumlu yanıt verrnek için, ilgili kitaplar veya ilgili yazıyı içinde suç var mı, yok mu, diye okumakta ve sonra bir rapor hazırlayıp mahkemeye göndermektedir. TCK'nın maddelerinin yürürlükte oldugu dönemlerde de, kurumuna sık sık başvururlardı. O dönemlerde

şl"

1 4 1 - 1 42.

"blllrklşi" de "blllrkl­

kurumu etkin bir şekilde, dinamik bir şekilde işletilirdi.

Üniversitelerin, ceza hukuku, kamu hukuku, anayasa hu­ kuku ,

sosyoloji,

iktisadi düşünceler tarihi gibi pek çok

bölümlerindeki profesörler, yargı konusu edilen çeşitli kita-

199


blllrklşl raporu'' "bu kitapta suç yok"

plara ilişkin

var"

veya

..

yazdılar,

"bu kitapta suç

biçiminde sonuçlara vardı­

lar. Bir profe sörün kendisine verilen bir kitabı, içinde bir suç var mı, yok mu diye okuması, Türk üniversitesinin çok büyük bir ayıbıdır. Bir kitabın, bir yazının profesörler tara­ fından sadece bu amaçla okunınası çok agır bir ayıptır. Aife­ dilemez bir kusurdur. Bu, bilim yöntemine, bilimsel düşün­ ceye , bilinJ.in üretilmesine , bilim kafasına son derece aykın bir süreçtir. Bilim, zengin bir düşünce çeşitliligi içinde üreti­ lir. Bilimi üretme sürecinde, eleştiri, hiçbir zaman vazgeçile­

"blllrklşlllk" yapan bu "bu kitapta suç vardır" demekte, kitabın ya­

meyecek bir kurumdur. Halbuki, profesörler,

saklanmasını, yazannın cezalandırılmasını istemektedirler. Profesörler, herhangi bir kitabı, yazıyı kuşkusuz eleşti­ rebilirler,

o konuya ilişkin düşüncelerini açıklayabilirler,

makaleler, kitaplar yazabilirler. Fakat eleştiri yapmakla,

kitapta suç var. yazarı cezalandırılsın"

"bu

demek çok ayn bir

süreçtir. Birbirleriyle taban tabana zıt bir süreçtir. Kaldı ki, ayıp olan, düşünce özgürlügünü zedeleyen; herhangi bir kit­ abın,

içinde suç var mı, yok mu, kastıyla okunmasıdır.

Böyle bir kasıtla okuma sonunda,

"bu kitapta suç yoktur"

demek de, profesörleri kurtancı, yaptıklan işi hafifletici bir

"bu kitapta suç yoktur" demek, "fakat falancanın kitabında suç olablllr" , anlamına gel­

durum degildir. Çünkü ,

mektedir. Ayıp olan, kıtabın böyle bir saikle okunmasıdır. Bazı teknik konularda,

"blllrklşillk" . "biıi.rkişl"ye

başvur­

mak elbette gereklidir. Fakat herhangi bir kitabın içinde suç var mı, yok mu diye okunması, özgürlükler açısından kısıt­ layıcı bir durum ortaya çıkarmaktadır. Bu da bilim yönte­ miyle , bilim kafası anlayışıyla hiç bagdaşmayan bir durum ortaya çıkarmaktadır. Profesörlertn, ilgili konularda, kendi düşüncelerini açıklama, kendi düşüncelerini savunma ye­ rine, başkalannın düşüncelerinin mahkum edilmesini, ceza­ landınlmasını saglamak için çaba harcamalan, aynı zaman­ da bir güçsüzlük göstergesidir. Acz ifadesidir. Düşünceleri­ nin güçlü

olduguna ınananlar, başkalannın düşüncesini

mahküm ettirecegi yerde, kendi düşüncesini savunur, ilgili düşünceyi de eleştirir. Bütün bunlardan dolayı düşüncenin yargılanması süre-

200


ci, bununla ilgili olarak, bUlrldşlHk" kurumu , Türk üniver­ sitesinin itibar kaybetmesinde bellibaşlı önemli bir olaydır. Bu tür yargılamalar sadece üniversitenin degil mahkemele­ rin , basımn, siyasi partiler gibi kurumiann da itibar kaybet­ mesi sonucunu dogurmuştur. Yine bu yargılamalar süre­ cinde, aydınların itibarmda da zedelenmeler olmuştur. ..

201


DÜŞÜNCEYi YARGlLAYAN MAHKEMELER ı•ı ...

Düşüncenin yargılanması sürecinde yıpranan, itibanu­ da çok büyük aşınmalar meydana gelen kururnlardan biri de yargı organlannın bizzat kendileridir, mahkemelerdir. Cumhuriyet Savcılan benimsernedikleri, şiddetle karşı çık­ tıklan düşünceler hakkında soruşturmalar açrnakta, iddia­ nameler yazmaktadır. Mahkemeler, kabul etmedikleri, karşı çıktıklan düşünceyi, o düşüncenin sahibini cezalandırmak­ tadırlar. Böylece, savcılar, kendileriyle aynı şeyleri düşün­ meyen kişileri suçlamakta, mahkemeler, yargıçlar da, kendi­ leriyle aynı şeyleri düşünmeyen kişileri yargılamakta ve cezalandırmaktadır. Halbuki, farklı dü'şüncede olan insanlar birbirleriyle tartışabilmelidir. Bu insanlar birbirlerini eleşti­ rebilmelidir. Ve, eleştiriden dolayı hiçbir cezai rnüeyyide söz konusu edilmemelidir. Fakat. farklı düşüncede olan taraflar­ dan biri ceza isteme, ceza verme yetkisine sahip ise burada , kuşkusuz tartışına bahis konusu olmaz. Bu, düşünceyi ka­ lıplaştırır, dondurur; bilimin, sanatın gelişmesi engellenir. Zira düşünce üzerine yapılan baskılar, bilimin ve sanatın gelişebilmesi için gerekli olan özgürlük ortamının oluşması­ nı engeller. Bunlann ötesinde, düşünceyi yargılayan ve cezalandı­ ran süreç yargı kurumlannın itibannı zedeler. Tartışmadan kaçınma, kendi düşüncesini cezai yaptırunlarla, yargıladıgı kişiye dayatma, kamuoyunda, her zaman, yargı kurumlan­ nın kararlan hakkında kuşkular yaratır. Cezai rnüeyyideler­ le, karşı tarafa kabul ettirilmeye çalışılan görüşün kalıcılıgı, geçerliilgi olmaz. Bu görüş hiçbir zaman inandıncı degildir. Burada, mahkernelerin, yargıçlann benimsemedikleri, karşı tarafa kabul ettirmeye çalıştıklan görüş, kuşkusuz resmi

(*) 202

Özgür Gündem, 4 Haziran 1 993


ideolojinin kendisidir. Zaten yargılama , resmi ideolojinin kri­ terlerine göre yapılmaktadır. Resmi ideolojiye aykırı görüş­ ler, resmi ideoloji eleştiren düşünceler cezalandınlmaktadır. Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden . De­ vinim dergisinin Kasım-Aralık ı 99 ı tarihli ı . sayısında, Tek Devlet, Ulusun Birlijji, Ülkenin Tümlügü" başlıgı al­ tında bir yazı yayınlanmıştır. Yüksek Yargıç Yekta Güngör Özden, Türkiye'de, Kürt olarak bilinen bir ulus olmadıgını, Misak-ı Milli sınırlan içinde yer alan herkesin kaynaştıgını, bu kanaşmanın ortaya çıkardıgı birimin adının Türk ulusu oldugunu vurgulamaktadır. Türkiyede hiçbir aynm-gaynm yapılmadıgını, herkesin eşit . oldugunu vurgulamaktadır. Türkiyede Kürt sorunu diye bilinen bir sorun mevcut olma­ dıgını belirtmektedir. "Kürdüm" diyenlere, Kürtler'in ulusal ve demokratik haklan için mücadele edenlere her türlü bas­ kının yapılabileceğ;ini de belirtmektedir. . . ..

Yüksek Yargıç Yekta Güngör Özden'in bu yazıdaki gö­ rüşlerini, özellikle Kemalizmle ve Kürt sorunuyla ilgli düşün­ celeri tarafımızdan eleştirilmiştir. Bu yazı Yeni Ülke gazete­ sinde, "Beşikçi'den Anayasa Mahkemesi Başkanı'na, Açık Mektup" başlığı altında yayınlanmıştır. (Yıl 2, Sayı 42, 2-8 Agustos ı 992) Bu ·açık mektup hakkında, İstanbul'da ı Numaralı D ev­ let Güvenlik Mahkemesinde Terörle Mücadele Yasası gere­ ğince dava açılmıştır. Bu dava, sözü edilen mahkemede esas ı 992/349 sayılı dosya ile görülmektedir. Bu sürecin irdelenmesinde yarar vardır. Bir yüksek yar­ gıç, Kemalizmle, Kürt sorunu ile ilgili düşüncelerini açıkla­ yan bir yazı yazıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sırurla­ n içinde , Türk ulusundan. ayrı bir ulusun daha yaşama­ dığım vurguluyor. Bu sınırlar içinde yaşayan daha herkesin "Türk ulusu" kavramı içinde değ;erlendirildiğ;ini belirtiyor. Kürt diliyle eğitim-öğ;retim yapılamayacağını ısrarla ifade. ediyor. Kürtçe 1V'ye karşı çıkıyor. Yüksek yargıcın bu dü­ şünceleri, örneğin tarafımızdan eleştiriliyor. Bu eleştiride, ol­ gusal gerçeklikler dile getiriliyor. Kürt gerçekliği, Kürdistan gerçekliği açıklanıyor. Resmi ideolojinin bu gerçeklikleri in­ kar ettiği, belirtiliyor. Resmi ideolojinin yalana dayalı oldu­ ğu, bu yalana inanmayanlan cezai yaptınmlarla tehdit ettiğ;i

203


söyleniyor. Bu eleştiriden dolayı soruşturma açılıyor. Açık mektubu yayıniayan

Yeni Ülke

gazetesi toplatıyor. Eleştiri­

den dolayı Terörle Mücadele Yasası geregince dava açılıyor. Burada, yüksek yargıçın düşünceleri ve bizim eleştirel dü­ şüncelerimiz arasındaki ilişkiyi. bu ilişkiyi koparmak için ceza kurumunun işletilmesini dikkatli bir şekilde irdelernek gerekir.

..Türkiye'de Kürt yoktur, herkes Türktür" dernek, "Kürt ulusal varhlı yoktur, Kürtler de Türk ulusunun meydana getiren parçalardan biridir" demek, Kürtçe TV'ye, Kürtçe egitirne karşı çıkmak hukuksal içerikli beyan­ lar degildir. Bunlar siyasal içerikli beyanlardır. Türk siyal partilerinin başkanları, Türk politikacılar ve hükümet adam­ lan, sık sık bu türden demeçler verirler. Benzer derneçlerin, yüksek yargıçlar tarafından da verilmesi, açıklamalann yar­ gıçlar tarafından ve yüksek yargıçlar tarafından da sık sık yapılması bunların, hukuksal bir içerige sahip oldugunu gösterrnez. Bu açıklamaları,

balımsız yargı"

"Türk mllleti adına yürütülen

faaliyetiert çerçevesinde düşünmek, deger­

lendirrne k mümkün degildir. Burada, mahkemeler, yargıç­ lar, yüksek yargıçlar, huyurma erki anlamında, hükümetle­ rin üstünde, hükümetlertn, tera organının dışında bir ku­ rum degildir. Yargıçlar :ve yüksek yargıçlar bu .türden açıkla­ malar yaparak. mahkemeler benzer içerikli kararlar alarak tam anlamıyla siyasete katılmaktadırlar, icra organı adına siyaset yapmaktadırlar. Siyaset yapmanın, icra organı adına

siyasete katılmanın mahkemeleri ve yargıçları yıprataca�ı kuşkusuzdur. Çünkü , bunun gibi sorunlar siyasal sorunlar­ dır. Siyasal sorunlarm çözümlenecegi yerler de mahkemeler degildir. Siyasal sorunlan toplumun siyasal güçleri çözümle­ melidir. Düşünceyi yargılayan. resmi ideolojiye aykırı düşüncele­ ri cezalandıra.p kurumların yıpranması kaçınılmazdır. Çün­ kü , yalan, yargıçlar tarafından, yüksek yargıçlar tarafından, mahkemeler tarafından söylendigi zaman gerçege dönüş­ mez, yine yalan olarak kalır. Fakat o yalanı hukuk adına, adalet adına söyleyen yargıçlarm ve malıkernelerin itibarın­ da. inanılır ve güvenilirliginde çok büyük aşınmalar, zede­ lenmeler olur. Bir yalanın, profösörler tarafından sık sık söylenmesinin de onu, bilimsel bilgi yapmadıgı gibi. . .

204


1992- 1 993 Adalet Yılını açış konuşmasında, Yargıtay Başkanı

Dr. İsmet Ocakçıogıu

da benzer düşüncelerini ileri

sürüyordu. Yüksek yargıca göre Kürt sorunu yoktu. Kürtçe egitim, Kürtçe radyo , Kürtçe TV olamazdı. Kürtlerden söz et­ mek suçtu . . . Bütün burıların hukuksal hiçbir içerigi olınadı­ gı besbellidir, burılar siyasal açıklamalardır. Biz yüksek yar­ gıç

Dr. İsmet Ocakçıoglu'nun

düşüncelerine katılınıyoruz,

bu düşünceleri eleştiriyoruz. Yüksek yargıçla Kürtler ve Kürdistan konusunda farklı şeyleri düşündügümüz için, yüksek yargıç gibi düşünmedigimiz için cezai tehdit karşı­ sında kalmamız ise hukuk ve adalet adına kabul edilebilir bir durum degildir. Öte yandan hukuk bir sır degildir. Her­ kes tarafından bilinebilir, ögrenilebilir . . . Burada, Yargıtay'ın bir çifte standardını dikkatlerden uzak tutmak mümkün degildir. Yargıtay Başkanı'na göre, Kürt sorunu , Kürtlerin ulusal, demokratik haklan vs. yok­ tur. Bunlardan söz etmek suçtur ve cezalandırılacaktır. Hal­ buki aynı Yargıtay Bulgaristan'da Türklerin Bulgarlaştıni­ ması politikasına tepki gösterebilmektedir. Bulgaristan'da Türklere uygulanan

"ırkçı ve emperyalist"

devlet politika­

sının protesto edilmesi, Bulgaristan devletinin kınanınası için uluslararası hukuk kurumlarına, çeşitli ülkelerdeki hu­ kuk kurumlarına çagn yapabilmektedir. Çifte standartlı bu düşüncelerle ve uygulamalarla, adalet kurumlan inanılırlık­ lannı ve güvenilirliklerini koruyabilirler mi? Kürtlerin asimi­ lasyonunu eleştirmek, buna karşı çıkmak suç, Türklerin

asimilasyönu söz konusu oldugu zaman "bu çag dışı politi­ kaya herkes, bütün hukuk kurumlan karşı çıkmalı" anla­ yışı kurumları zedeler. Düşünceyi yargılayan, bunu yapar­ ken de çifte standartlar sergileyen kurumların hukuk ku­

rumları, adalet kurumlan olarak ayakta kalması mümkün degildir. Yukarıda, yüksek yargıçların sık sık siyasal açıklamalar yaptıklarını, siyasette katıldıklarını belirtmeye çalıştım. Hal­ buki, çözümlenmesi gereken bazı hukuksal konular da var. Yargıçlar, yüksek yargıçlar bu konular üzerinde suskunlugu tercih ediyor, bunları, duymazdan, bilmezden, görmezden geliyorlar.

"Zihnimizdeki Karakoliann Yıkılması, Yargılama

205


Süreçleri ve Özgürleşme" ( Yurt Kitap-Yayın, İstanbul 1 99 1 ) isimli bir kitabırnız var. Bu kitap , 198 1 - 1982 yılların­ da, Gölcük Donanma ve Sıkıyönetim Komutanlıgı Askeri Mahkemesi'nde yapılan duruşmalara ilişkin bazı belgeleri içeriyor. iddianame, savunma, Askeri Yargıtaya başvuru , karann düzeltilmesi istemi vs. Bu kitap hakkında, hem An­ kara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde hem de Ankara 2 . Agır Ceza Mahkemesi'nde dava yürütülüyor. DGM'de Terörle Mü­ cadele Yasası (8/ 1) geregince, Agır Ceza'da TCK 1 59/ 1 gere­ gince . . . Devletin manevi şahsiyetine,,mahkemelere vs. haka­ ret . . . Halbuki, bu kitabın, 350-38 1 s;:ı.yfalan arasında çok önemli bir belge var. 198l 'de duruşmaya katılan yargıçlar­ dan ikisi, yine aynı dönemde, görülen başka bir davada. sa­ nık yakınlanndan rüşvet alırlarken suçüstü yakalanmışlar. Bu olay, benimle ilgli hükmün onaylanmasından sonra ger­ çekleşti. Bunun üzerine, tekrar Askeri Yargıtay'a başvur­ dum. Yüzkızartıcı suç işlemiş yargıçların baktıklan dosyalar yeniden ele alırlmalıdır, malıkurniyet kararlan yeniden ince­ lenmelidir vs. diyerek. Bu istegirniz Askeri Yargıtay tarafın­ dan reddedildi. . . Yukarda söz konusu edilen kararın düzel­ tilm.esi dilekçesinde bu olay etrafiı bir şekilde irdelendi. . . B iz bu olay üzerinde etraflı bir şekilde duruyoruz. Bu olay konusunda bizim bellegimizin kazınması, silinmesi mümkün degil. Biz de, yargıçlara, yüksek yargıçlara, dur­ madan bu soruyu soruyoruz. Rüşvet gibi yüzkızartıcı suçlar işlemiş yargıçlarm vermiş oldukları malıkurniyet hükümleri geçerli olmalı mıdır? Burada adalete sürülmüş bir leke yok mudur? Bu lekeyi çıkarmak için ne yapmak gerekir? Rüşvet olayı nasıl degerlendirilmelidir? Bunlar hukuksal içerigi olan sorulardır. Fakat "Kürtler yoktur, herkes Türktür" , "Kür­ tçe TV'ye karşıyım" vs. diyerek icra organı adına siyaset yapan, siyasete katılan yargıçlar, yüksek yargıçlar rüşvet konusuyla ilgili saglıklı açıklamalar yapamazlar. Bu olayı hep görmezden, duymazdan gelirler. Buyurma erki anlamın­ da, icra organının üstünde ve dışında olamayan, siyasete katılarak ıcra organı içinde yer alan mahkemeler bu gibi hu­ kuk sorunlarını tahlil etmeye cesaret edemezler. Bunun ka­ dar açık olan, besbelli olan başka bir süreç daha vardır: Yargıçların, yüksek yargıçlarm Kürtler konusundaki inkarcı

206


tavırları ve davranışları, düşünceleri, Kürt gerçekligini ve Kürdistan gerçekligini gizyelemez, gözlerden ve dikkatlerden uzak tutamaz. Bazı düşünceler üzerinde baskı kurarak adalet meka­ nizmasuıa ve hukuk kurumlarına saygınlık kazandırmak mümkün degildir. Düşünceyi yargılama, yargılayan kurum­ lan yıpratır.

207


DÜŞÜNCENİN YARGILANDIGI BİR ÜLKEDE HİÇBİR YAZAR ÖZGÜR DEGİLDİR(")

Türkiye'de bazı yayınevlerine, dergilere, gazetelere ve ya­ zarlara karşı devamlı baskı vardır. Kitaplar, dergiler ve gaze­ teler toplatılmakta, sorumlu müdürler ve yazarlar hakkında dava açılmaktadır. Kitapların, dergilerin ve gazetelerin topla­ tılması, sorumlu müdürler ve yazarlar hakkında ceza davası açılınası düşünce üzerinde agır bir baskı oluşturmaktadır. Böyle bir ortamda düşünce hayatının, bilim ve sanat hayatı­ nın gelişemeyecegı açıktır. Devlet, bazı yayınevlerine, dergilere ve gazetelere baskı­ sını sürdürürken, pek çok yazara, yayınevine, dergiye ve ga­ zeteye ödül vermeyi de hiç ihmal etmiyor. Ö dül, düşüneeye

Ş

yapılan baskıları, dü üncenin yargılanmasını gizleyen bir perde olarak kullanılmaya çalışılıyor. 29. Mart 1 993-4 Nisan

1 993 tarihleri arasında

Kütüphane Haftası"

..

kutlandı.

Sa­ bah, Hürriyet, Cumhuriyet, Milliyet, Türkiye, Tercüman

Haftayı Kültür Bakanlıgı düzenlemişti. Hafta boyunca,

gibi gazetelerde Kültür Bakanlıgı'nın ilanlan yayınlandı. Bu

Nazım Hikmet, Adalet �ao!lu, Hallkamas Ba­ lıkçısı, Aziz Nesln, Fazıl Hüsnü Da!larca, Çetin Altan, Yaşar Kemal, Haldun Taner, Sevgi Soysal, Sabahattin All, Mehmet Aklf Ersoy, Nazlı Ilıcak, U!ur Mumcu, İlhan Selçuk, Orhan Pamuk, Attiiia İlhan, Saldi Nursl, Neclp Fazıl Kısakürek, Oktay Akbal, Do!an Hızlan, Orhan Veli Kanık, Hıfzı Veldet Velldedeo!lu, Kemal Tahir, Rıfat Il­ gaz gibi yazariann kütüphanelerde okuyuculannı bekledigi vurgulanıyordu . Bu Türk yazarlan yanında Goethe, Sha­ kespeare, Kafka, Marquez, Vlktor Hugo gibi yabancı ya­ ilanlarda,

zarlar da yer alıyordu .

"Naz1m Hikmet Çanakkale, Lapseki Umurbey Kütüphane­ si'nde sizi bekliyor!.. "

(*) 208

Özgür Gündem, 1 1 Haziran 1 993


"Haldun Taner BlngCJI il Halk Kütüphanesi'nde sizi bekli­ yor!...

"

"Nazlt 1/tcak Van ll Halk Kütüphanesi'nde sizi bekliyor!... " "Said/ Nursi Hakkarl it Halk Kütüphanesi'nde sizi bekli­ yor!

...

" vs.

Bu ibarelerin hemen altında da "Yalnızca Nazım Hik­ met mi?", "Yalnızca Haldun Taner mi?", "Yalnızca Naz­ lı Ilıcak mı?", "Yalnızca Saidi Nursi mi?" denerek, "Ede­ biyat dünyasının tanışmak istedigirniz bütün yazarlan... Merak ettiginiz her konuda sayısız başvuru kaynagı. .. Bilimsel veriler, belgeler, zengin gazete ve dergi arşivleri, TC Kültür Bakanlıjjı'nın 1 057 kütüpha­ nesinde sizi bekliyor" deniyor. Bazı gazeteler, dergiler, yayınevleri ve yazarlar çok agır

hapis cezalan ve para cezalanyla yargılanırken, bu kişilere

ve kurumlara karşı icra orgammn çok agır baskılan söz ko­ nusuyken, Kültür Bakanlıgı'mn,

"Kütüphane Haftası" ilan

etmesi, bazı yazarlar için kampanyalar açması, yazarlar için

özgürlük müdür? Bazı yazarlarve yayınevleri üzerinde idari

ve cezai yaptınınlar günden güne artarken;

"yasak dergi", "yasak gazete"

"yasak kitap",

uygulalamalan sürerken,

mahkemeler birbiri ardına yasaklamalar verirken, bazı ya­

zarların ve yayınevlerinin kayınlması, aniann kitaplarının Kültür Bakanlıgı tarafından satın alınıp kütüphanelere dagı­

tılması

"özgürleşme"nin, "demokratlkleşme"nin bir gös­ "Geçmişte, beş­ on yıl öncesine kadar sakıncalı görülen bazı yazarlar ar­ tık özgürlü�e kavuştular. Bu ileri ve iyi bir gelişmedir :· tergesi midir? Şöyle düşünmemek gerekir:

..

Bu olayı küçümsememekle, hafife alınamakla beraber, temel

konunun yasaklamalar oldugu

vurgulanmalıdır.

Sürecin

odak noktası yasaklamalardır, düşüncenin yargılanmasıdır.

Bu, demokratik oldugu söylt�nen, iddia edilen bir toplumda

yaşanmaması gereken bir olaydır. Bu, bir çirkirıliktir. İşte bu çirkinligi gizlemek için

"Kütüphane Haftası"

ilan edili­

yor, bazı yazarlar için kampanyalar açılarak okuyucular kü­ tüphanelere

davet

ediliyor.

me"nin, "özgürleşme"nin

Ve

bunlar,

"demokratlkleş­

görüntüleri olarak sunuluyor.

Halbuki durum hiç böyle degildir.

Bazı yayınevleriyle, bazı yazarlarla Kültür Bakanlıgı ilgi-

209


leniyor. Onlann kitaplarını alıyor, kütüphanelere dagıtıyor. Bazı yazarlada ve yayınevleriyle de İçişleri Bakanlıgı ve Milli Savunma Bakanlıgı, yani Terörle Mücadele Yasası ilgileni­ yor. Yazarlarla, yayınevleriyle İçişleri Bakanlıgı ve Milli Sa­ vunma Bakanlıgı ilgilendigi, kitaplar, dergiler Terörle Müca­ dele

Yasası

kapsamında

Bakanlıgı'nın ilgisi de

me"nin

degerlendirildigi

"demokratikleşme"

sürece , veya

Kültür

"özgürleş­

bir göstergesi olamaz. Bu, ancak, kayırma olarak,

rüşvet olarak degerlendirilebilir.

Düşüncenin yargılandıgı,

bazı yazariann ve yayınevlerinin baskı altında tutuldugu bir yerde

"özgürlük"ten,

"demokrasi" den söz edilemez, Kültür

Bakanlıgı'nın çabalanru şöyle degeriendiTmek de mümkün­ dür: Devleti rahatsız edecek, sıkıntıya sokacak yayın yap­ mazsanız, kitaplannızı alınz. Yayınevinize yardımcı oluruz, aksi halde, sizinle daima, İçişleri Bakanlığ;ı ve Milli Savunma Bakanlıgı, Yani Terörle Mücadele Yasası ilgilenir. B u ,

gürlük"

"öz­

müdür?

Şu da sorulabilir: Yukarıda, bazı yazarlarm kitaplarının Kültür Bakanlığ;ı tarafından alındıgını, devlet kütüphaneleri­ ne dagıtıldıgını, bazı yazariann kitaplannın da yasaklandıgı­ ru, haklannda davalar açıldığ;ını belirtmiştik. Bu tür yazılan,

hakkında kovuşturma açılan yazıları, "Devlet kütüphanele­ rinde okuyuculannı bekleyen yazarlar" neden yazmıyorlar acaba? "Onlar o görüşte de4ll de ondan " denebilir; Bu , ...

çok yüzeysel, önemli açıklama yapmayan bir cevaptır. Şu bakımdan:

Örneğ;in, biz yukarıda sözü edilen yazarlardan

bazılannın Kemalizme, Yakınçağ; Türk Tarihine, benzer ko­ nulara ilişkin düşüncelerini eleştirdik Kürt sorununu gör­ mezden gelmenin agır bir yanlışlık oldugunu belirttik. Bu yazıların yer aldığ;ı gazeteler, dergiler, kitaplar toplatıldı, ce­ za davalan açıldı. Ceza davasının özgürlükleri kısıtladığ;ı, en­ gellediğ;i besbellidir. Karakol, Cumhuriyet Savcılığ;ı. Mahke­ me. Cezaevi sürecinde önemli kısıtlamalada karşılaşırsıruz. Fakat şurası da açıkça görülmektedir ki, görüşleri, düşünce­ leri eleştirilenler de özgür degildir. Çünkü onlar da. ancak. yazdıklannı yazabilmektedirler, başka şeyleri yazamamakta­ dırlar. Çünkü başka şeyler yazdıkları zaman, devletin idari ve cezai yaptırımlanyla karşı karşıya kalabileceklerdir. İşte, bu olasılıgı düşünerek ve bundan sakınmak için hep onlan yazacaktır. Buysa özgürlük degildir. Düşüncenin yargılandı-

210


gı bir ülkede, yazarların özgürlügünden söz etmek mümkün degildir. Böyle bir ülkede hiçbir yazar özgür degildir. Şöyle düşünelim: Herhangi bir kişi bir

:ıcttap,

bir yazı ya­

zıyor. Bu kitaptan veya yazıdan dolayı herhangi bir idari ve cezai müeyyide ile karşılaşmıyor. Bir başkası da bu düşün­ celeri eleştiriyor. Eleştiren kişi hakkında dava açılıyor. Eleş­ Uren kişinin yazısı veya kitabı toplatılıyor. Yani herha.ngi bir konuda, bir düşünce ileri sürmek serbest, onu eleştirrnek yasak oluyor, idari :ve cezai müeyyide ile karşılaşıyor. Bu du­ rumda, artık, birincilerin de özgür o lduguda söylenemez. Çünkü onlar. sadece, devletin, yani resmi ideolojinin çerçe­ vesinde düşünüyorlar ve sadece onu d üşünüyorlar. Düşün­ celeri de eleştirilemez,

tartışılamaz,

dakunulamaz oluyor.

Bunlann özgürlük olmadığı besbellidir. Bazı insanlar için, gerek yaşadıklan zaman. gerek ölümlerinde şöyle söyleniyor:

"Yaşamı boyunca düşüncelerinden. ·görüşlerinden hiç sapinadı. Bütün zorluklar karşısında düşüncelerini hep korudu :· vs. Düşüncelerinden, görüşlerinden taviz verme­ ..

diği dogru, fakat savundugu hep devletin düşünceleıiydi. Hep resmi ideolojinin propagandasını yaptı. . . Örneğin Kür­ distan sorununu hep görmezden geldi, bu konuda, hep res­ mi ideoloj iyi tekrarladı. Kürtlere, bu sorunu anlamaya çalı­ şan

kişilere yapılan

baskılan

onayladı,

alkışladı .

Resmi

ideoloj inin propagandasını yapmak, h ep resmi ideoloj i çerçe­ vesinde kalmak özgürlük degildir. Düşüncenin yargılandıgı bir ülkede hiçbir yazann özgür olduğu söylenemez. Çünkü diyalektik olarak olgular arasında etki-tepki ilişkileri oldu­ gu, çelişmeler, degişmeler olduğu gibi, bu olgularla ilgili dü­ şünceler arasında da etki-tepki ilişkileri vardır: Bu süreç de, organik bir bütün meydana getirir. Kürtçe'nin yasaklandığı, Kürtçe konuşaniann ve yazan­ Iann çok. ağır bir takibata uğratıldıgı bir yerde, Bingöl, Van. Hakkari

gibi

yerlerde

Türk yazarlarının

kütüphanelerde

Kürt okuyucuyulannı beklemeleri Türk yazarları için özgür­ lük müdür?

"YAŞAR KEMAL'E SORU YAGMURU.. 2 1 -22

Mayıs günlerinde , Ankara'da Edebiyatçılar Derne­

ği tarafından.

"Yaşar Kemal Günleri . .

düzenlendi. Progra211


"Yaşar Kemal'e Soru Yalmuru" vardı. Yaşar Kemal, Jüllde Gülizar la birlikte oturuyor­ du. Çeşitli sorular soruluyor, romancı Yaş81' Kemal bunları cevaplandınyordu. Bir ara Yurt Kitap-Yayın sahibi Ünsal Öztürk bir soru sormaya çalıştı. Sorusundan önce bazı açıklamalar yapmaya çalışıyordu. Toplantıyı yöneten Jüllde Gülizar sık sık Ünsal Öztürk ün konuşmasını toparlaması­ nı, sorusunu sormasını istiyordu . Açıklamalar ve soru Yurt Kitap-Yayın'a yapılan baskılar ve açılan davalarla, devlet tarafından Yaşar Kemal'e verilen ödüller, ödüllerin içerigi ile ilgiliydi. Yaşar Kemal den bu iki olgu arasındaki çelişkiyle mm son bölümünde Kürsüde

'

'

'

ilgili düşünceleri soruluyordu . Açıklamalar, sorular,

Yaşar Kemal'in

tepkileri videoya

alınmış. Daha önceki sorulara çok makul cevaplar veren

şar Kemal, Yurt Kitap-Yayın sahibi Ünsal Öztürk ün '

Ya­

açık­

lamalan karşısında büyük bir öfkeye kapılmış. Sorulara ce­ vap

vermiyor,

davranışları,

hakaret içeriyor.

konuşmaları

Ünsal Öztürk'e

kadar,

tepki

içeriyor,

Yaşar Kemal'e

hep

güller atılıyor, herkes memnun, herkes gülüyor, alkışlıyor

Ünsal Öztürk ün '

. . .

sorusu tam bir gülle . . . Konuşmalar video­

ya alandıgı için salonun, kürsüde oturanların ruh halleri bütün açıklıgı ile görülüyor. Öfkeye kapılan Yaşar Kemal, salonu terk ediyor. Öfke ve hakaret dolu konuşması arasın­

da, "Demokrasi bu ülkeye sizin gibi aşınlar yüzünden gelmiyor! " gibi sözler de ediyor. Yaşar Kemal'in tepkisi tam bir devlet tepkisidir. Bu, öz­ ..

gür, evrensel bir yazann tepkisi degildir. Kendisine, hiç de özgür olmadıgı hatırlatılan bir yazarın tepkisidir. Düşünce­ nin yargılandıgı bir ülkede hiçbir yazar özgür degildir.

"Yaşar Kemal'e Soru Yalmuru" bir şekilde durmak gerekiyor. . .

212

üzerinde daha etraflı


ÜNİVERSİTENİN İŞLEVİ(*)

1 930'lu yıllarda, Türkiye'de, Türk Tarih Tezi ve Güneş­ Dil Teorisi adlan altında tezler geliştirilıneye başlandı. Dev­ let ve hükümet yöneticileri, yazarlar, gazeteciler, milletvekil­ leri bu teziere çok büyük bir ilgi gösterdiler, coşkuyla savun­ maya başladılar. Türk Tarih Tezi bütün dünya medeniyet­ lerinin, Orta Asya'dan dünyaya dagılan Türkler tarafından kuruldugunu , Çin'de, Hindistan'da, Mezopotamya'da, Mı­ sır'da, Ege'de vs. yaşam bulan bütün medeniyetlerin Türkler tarafından kuroldugunu iddia ediyordu. Güneş-Dil Teorisi de bütün dünya dillerinin kökeninin Türkçe oldugunu vur­ guluyordu. Bu tezler, o zamanki siyaset adamlan, yazarlar, basın mensuplan vs. tarafından coşkuyla savunuluyordu. Bu iddialan dogrulamak için çok büyük zorlamalar yapılı­ yordu . Ömegin, Fransızca okunuşlan "elektrik" , "soley" olan kelimelerin kökünün Türkçe oldugu söyleniyor. bu id­ dialar zorlama yoluyla yaratılan delillerle kanıtlanıyordu . Bu kanıtlamalan yapanlara maddi ve manevi ödüller veriliyor­ du. 1 930'lu yıllann başlannda, üniversitenin adı Darülfu­ nun (bilimler evi) idi. Başta Gazi Mustafa Kemal olmak üze­ re devrin yöneticileri, Darülfunun'un "inkılap"lan, yeni dil ve tarih anlayışını savunmakta yetersiz kaldıklannı, bu konu­ larda hiçbir coşkuya sahip olmadıklarını belirtiyorlardı. Ga­ zi Mustafa Kemal, o zaman, Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Genel Başkanı'ydı, aynı zamanda Cumhurbaşkanıydı. 1 93 1 yılında, Birinci Türk Tarih Kurultayı toplandı. Bu toplantıda en çok ve coşkulu bir şekilde konuşulan konu Türk Tarih Tezi'ydi. Türk Tarih Tezi'ni daha çok Bayan Afet (Prof. Dr. Afet İnan) seslendiriyordu. 1 930 yılında toplanan (*)

Yeni Insan, Say ı 1 8-1 9, Mayıs-Haziran 1 993 213


Türk Ocaklan Kurultayı'nda Bayan Afet'in okudugu bildiri Türk Tarih Tezi'ni oldukça net bir şekilde dile getiriyordu . 1 932 yılında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı'nda da, Güneş-Dil Teorisi konuşulmuştu .

mal

Bayan Afet, Mustafa Ke­

Atat ürk e çok yakın birisiydi. Dile g�tirdiğ;i düşünceler '

ve özlemler, Atatürk'ün de düşünceleriydi ve özlemleriydi.

1933 ÜNİVERSİTE TASFİYESİ Yeni tarih anlayışı, yeni dil anlayışı basın mensuplan ve yazarlar tarafından, bürokrasi ve egitim kurumları tarafın­ dan büyük bir coşkuyla savunuluyordu. Fakat, Darülfunun bu yeni anlayışlan bir türlü benimseyemiyor, yeni duruma "inkılap"lara ayak uyduramıyordu. Öte yandan, Darülfu­ nun'un bazı üyeleri, Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi gi­ bi anlayışlan bilim adına hazmedemiyordu . Birinci Türk Ta­ rih Kongresi'nin toplanmasından sonra. Darülfunun, tarih alanında uzman bazı Batılı bilim adamlannı davet etmişti. Bunlar, Türk Tarih Tezi'ni eleştiren, bilime aykırılıgını vur­ gulayan konuşmalar yapmışlardı. Birinci Türk Dil Kurulta­ yı'nın toplanpı.asından sonra da, D arülfunun'da, bu tür kon­ feranslar, seminerler sürmüştü . Darülfunun'un bu tür faali­ yetleri, başta

Gazi Mustafa Kemal

olmak üzere. Türk Tarih

Tezi'ni ve Güneş-Dil Teorisi'ni savunanlan kızdınyordu . Gi­ derek Darülfunun ile devlet ve hükümet yöneticileri arasın­ daki ilişkiler koptu. nun'u

ilga

etti.

1 933 yılı ortalarında, devlet, Darülfu­

Aynı

yıl ,

Darülfunun,

üniversite

adıyla

kuruldu , örgütlendi. Yeni kuruluşta, artık, yeni tarih anlayı­ şını, yeni dil anlayışını coşkuyla savunmayan, "inkılap "lara ayak uyduramayan Darülfü 'nun mensuplan yer alınıyordu . Bunların kadrolan iptal edilmişti, yeni kuruluşta bunlara yer verilmemişti. 1 933 Darülfunun'un tasfiyesi, Türkiye'de, üniversitenin modernleştirilmesi

olarak bilinir.

Naii

operasyonlanndan

kaçan Alman profesörlerinin, üniversitenin kurulmasında ve kökleşmesinde çok büyük fonksiyonlan oldugu kabul edilir. 1 933 Darülfunun tasfiyesi hakkındaki genel kanı budur. Halbuki, Darülfunun tasfiyesine farklı bir açıdan daha baki­ labilir.

Bu,

resmi

ideolojinin

oluşturulmasıyla

ilgilidir.

1 933'den sonra, J}niversiteye verilen görev, resmi ideolojinin

214


oluştqrulması, bu ideolojinin propagandasının yapılmasıdır. Resmi ideolojinin yapılmasında, yeniden ü retilmesinde, kişi­ lere, kurumlara ve geniş halk yıgınlanna benimsetilmesinde üniversitenin önemli bir işieve sahip olması istenmektedir.

1933 Darülfunun tasfiyesinin bu niteligini dikkatlerden uzak tutmak mümkün degildir.

BİR ÖRNEK OLAY Resmi ideolojinin nasıl oluştugunu ve işlevini gösteren pek çok olay var. Bunlardan birisini şu şekilde göstermek mümkündür. Bu olay. Erciyes Üniversitesi ögretim Üyesi

Yrd. Doç. Dr. Ersoy Taşdemlrcl'nin, Belgelerle, 1 933 Üni­ versite Refonnunda Yabancı Bilim Adamlan (Ankara, Ocak 1992) isimli kitabından alınmıştır. ı.

Prof. Dr. E.O. Forrer

bir Almandır.

Eti diliyle ve tarihiyle ugraşan

ı . ı . ı 937 tarihinde , Yüksek ögrenim Genel

Müdürü Cevat Dursunoglu'na bir mektup yazıyor. Mektu­ bunda, Türkiye'de, Alman profesörlerin çalışmalanndan ha­ berdar oldugunu belirttikten sonra, kendisinin de görev al­ mak istedigini söylüyor. Eti tarihi ve Eti uzmanı oldugunu

"Eti Semineri", "Eti İhtlsas Kütüphanesi" , "Eti Neşrlyatı" yapmak istedigini vurguluyor. Bu süreçte. Ana­ belirtiyor.

dolu'da tarihin çok eski dönemlerinde bu kültür ve medeni­ yetin gün ışıgına çıkanlmasına katkıda bulunacagını yazı­ yor. (s. 1 89- 1 9 1 )

2.

O sıralarda, yabancı profesörlerin Türkiye'de görev

alabilmeleri için göz önünde tutulan başlıca iki koşul var: Kendi ülkelerinde de profesör unvanını almalan ve profesör olarak çalışmalan, isimlerinin, ünlerinin memleketlerinin sı­ nırlannı aşmış olması.

3. Prof. Dr. E.O. Forrer'in

bu niteliklere sahip bulun­

dugu anlaşılıyor. Fakat, yukanda belirtilen iki koşulun dı­ şında, çok daha önemli olan bir koşulun daha yerine getiril­ mesi isteniyor. Bunun için önemli bir tahkikatın yürütülme­ si isteniyor. Yüksek ögrenim Genel Müdürlügü , mektubu , mütalaa­ sını almak için , Türk Tarih Kurumu Başkanlıgı'na gönderi-

215


yor. Türk Tarih Kurumu Başkanı

Hasan Cemal Çambel,

3 . 2 . 1937 tarihinde, Kültür Bakanlıgı'na yazdıgı mütalaada, temel koşulu dile getiriyor. Bu koşul, sözü edilen profesörün Türk milli tarth tezini kabul edip etmedigidir. Eger Prof.

E.O. Forrer,

Dr.

Türk Tarih Tezi'ni kabul ederse, Türkiye'de ça­

lışmalanna izin verilebilir, deniyor. Türk Tarih Kurumu Baş­ kanlıgı'nın mütalaasında yer alan bazı düşünceler şöyle:

" ... Ilmi faaliyetini milli tarih tezimizin çerçevesi içinde tanzi m etmesi ümit olunabilir. . . Milli tarih tezimizi kabul et­ mek şartıyla Ankara'da çalışmasının ve planların ı tatbik et­ mesinin mümkün olacağını profesöre anlatmaları ve ken­ · disini iknaya çalışmaları için Berlin elçimiıle talebe müfettişimize talimat verilmesi ... p rofesörde n müsbet ce­ vap aldıktan sonra Ulu Şefimizin karar ve iradelerini al­ mak tabiidir... "

Bu belge üzerinde dikkatle durmanın geregi vardır. Eti tarihinde, Eti dilinde, Eti arkeoloj isinde uzman bir Alman bilim adamının,

"eier milli tarih tezlmlzl kabul ederse ..

.

"

Türkiye'de çalışmasının mümkün olabilecegi vurgulanıyor. Eger milli tarih tezirnizi kabul etmiyorsa, ikna edilinesinin geregi üzerinde duruluyor. Eger ikna olmuyorsa , Türk üni­ versitesinde çalışmasının mümkün olamayacagının bildiril­ mesi isteniyor. Türk milli tarih tezinin, yani Türk Tarih Tezi'nin, Dün­ ya'nın öteki halkları gibi, Etileri de Türk sayan bir tez oldu­ gunu , Eti dilinin Türk dilinden dogdugunu savundugunu yukanda belirtmiştim. Eti kültürü ve medeniyet! de Türklere mal ediliyor. Eti arkeoloj isi, Eti tarihi ve Eti dili üzerinde uz­ man Batılı bir bilim adarnma böyle bir teklif nasıl yapılabi­ lir? Bu belge, resmi ideolojinin oluşumunda ve ü niversitele­ re verilen görevin ne oldugu konusunda çok önemli bir açıklama getiriyor. Üniversitenin işlevi belirginleşiyor. 4. Türk Tarih Kurumu Başkanlıgı'nın mütalaası üzerine

Kültür Bakanı, 10.2. 1 937 tarihinde, bir yazıyla, Berlin Bü­ yükelçiligi'ne ve Berlin Talebe Müfettişligi'ne .bir talimat gön­ deriyor. Bu talimatta belirtilen düşünceler ve duygular kısa­ ca şöyle:

"... Adresini aşa{Jıda yazdığım Dr. Forrer'le görüşerek

216


bu zatın noktai nazarı hakkında, bizi tenvir etmen izi bil­ hassa rica edeceğim. Bunun için iki gün evve l, Ankara'da, size, Almanca bir broşür gönderdim. Bu broşür, Bayan Afet'in Türk Tarih Kongresi'nde okuduğu tezin tercümesi­ dir. Dr. Forrer le görüştükten sonra, bu tezi kendisine ve­ riniz ve ( Bayan Afet'in) tezi hakkında noktai nazarına ta­ vasuk edip etmediğine (tezle aynı düşünüp düşünmediği­ nil evvela şitahi (sözlü) olarak anlayınız. Eğer Dr. Forrer bu tezin esaslarını kabul ediyorsa, kendisinden alacağınız tahriri (yazılı) mütalaanarneyi bize gönderiniz." (s. 1 88) '

Berlin Büyükelçiligi'ne ve Berlin ögrenci Müfettişligi'ne gönderilen talimat da önemli bir belgedir. Burada, sözü edi­ len profesör tarafından, Türk Tarih Tezi'nin, Güneş-Dil Teo­ risi'nin benimserup benimsenmediginiin sözlü olarak sorul­ ması

yoluyla

ögrenilmesi

isteniyor.

Yazılı

bir

belg3nin

oluşmasının önüne geçiliyor. sör,

5. Türkiye'nin bu ince hesaplarına ragmen Alman profe­ Dr. Forrer Türkiye'de çalışmayı kabul etmemiştir. TÖRK ÜNiVERSiTESİNİN BİLİM ANLAYıŞI İstanbul Üniversitesi Rektörü

Ord. Prof. Cemal Bilsel,

İstanbul Üniversitesi Tarihi (İstanbul Üniversitesi Yayını, İstanbul, 1 943) isimli kitabında şöyle diyor:

"Üniv�rsiteler, milli duyguların , ilmi, hür düşüncelerin, doğru ve ilmi görüşlerin barı ndığı ve geliştiği yerlerdir. Milli veya prensipli olmayan hükümetler, ilmin prensip mü na­ kaşalarını kendilerinin bir tenkidi san ır ve üniversitelerden çekinirler. Cumhuriyet hükümetinin ne böyle bir mahiyeti, ne de Darülfunun'un alınan tedbirlere karşı bir muhalefeti vard ı. Hilafet kaldırı ldığı gün bu hareketi Darülfunun hemen te­ yid eylemişti." (s. 28) " .. . Fikrimce, Darülfunun'u kaldırma kararını Cumhuri­ yet hükümetinin ilme verdiği üstü n önemde aramalıdır. ll­ mi ve ilim adamını üstün tutan Cumhuriyet ilim evine bu üstünlüğü vermek içindir ki, Darülfunun'u ilkönce bir ecne­ bi mütehassısa inceletti." (s. 28) 217


Görüldüğ;ü gibi burada,

faktörle, ••tlıni

törler

ayru

"milli duygu" düşünce", "hür düşünce"

merkezde

toplanabilmektedir.

gibi sübjektif bir

gibi obj ektif fak­

1 930'lu yıllara

baktığ;ımız zaman Türk Tarih Tezi'ni ve Güneş-Dil Teorisi'ni coşkuyla savunmak

''milli duygu" ya

sahip olabilmek için

şart görülüyor. Halbuki, bu, olgulardan kopuk bir düşünce­

dir. Olgulardan kopuk olduğ;u için, somut gerçekleri reddet­

tiğ;i için bilimsel degildir. Öte yandan, hükümet faaliyetleri­

nin tenkit edilemeyecegi, eleştirilemeyecegi gibi bir anlayış sergilenmektedir. "Yapılanlar. ilmin prensip münakaşala­ ndır, hükümetin tenkldi olarak anlaşılınamalıdır" den­

mektedir. Halbuki eleştiri, bilimin gelişebilmesi için vazgeçil­

mez bir kurufndur. Toplumsal ve siyasal eleştiri olmadan

bilimi geliştirmek mümkün degildir. O zaman, içerik olarak birbirileriyle çelişen

"milli duygu" , "llmi düşünce"

gibi ka­

tegorilerin aynı önermede toplanabilmiş olması, her ikisinin

gelişebilmesi için üniversiteye görev verilmesi, kafa kanşıklı­

gıdır, ilim kavramının içerigini kavramamaktadır. Burada,

içi boşaltılmış bir bilim kavramı söz konusudur. Fiili olarak ise,

"milli duygu" · anlayışının "ilmi düşünce"yi

bastırdığ;ı

besbellidir. Resmi ideoloji, işte böyle bir süreçte oluşmakta

ve egemenlik kurmaktadır. Artık, resmi ideoloj inin üretilme­ si sürecine

"billmsel çalışma", resmi ideoloj inin ürettiğ;i bil­ "blllmsel bilgi" denmektedir. İstanbul Üniversitesi Rektörü Ord. Prof. Neşat Ömer İrdelp'ın şu düşünceleri gilere

üniversiteler verilen görevi, ü niversitelerin işlevini daha açık

bir şekilde ortaya koymaktadır:

" . . . Türk milletinin büyüklüğü, Türk vatanının ebediliği, her şeyin, her türlü düşüncenin üzerindedir. Türk milletine elverişli olmayan fikirleri, Türk inkılabının bir verimi olan ü niversitemizde, inançlı ve ideaili gençlerimiz barındırmaz ve yaşatmaz." (a.g.e. , s. 47) Bu duygular ve bu düşünceler

Milli Egitim Bakanlıgı yapan

1 932 - 1 933 yıllannda,

Reşit Galip'in

Darülfunun'a

ilişkin düşüncelerinde de kendisini göstermektedir.

" . . . Memlekette siyasi, içtimai büyük inkılaplar oldu. Darü lfunun bunlara karşı bitaraf, bimüşahit kald ı . Iktisadi sahada esaslı hareketler oldu , Darülfu nun bunlardan ha218


bersiz göründü, hukukta radikal değişiklikler oldu , Darül­ funun bunlardan habersiz görü ndü, yalnız yeni kanunları tedrisat programına almakla iktifa etti, harf inkılabı oldu, öz dil hareketi başladı , Darülfunun hiç tı nmad ı ; yeni bir tarih telakkisi milli hareket halinde bütün ülkeyi sard ı, Darülfunun'da bu na bir alaka uyandırabilmek için üç yıl kadar beklemek ve uğraşmak lazım geldi..." (a.g.e., s. 34) Benzer düşüncelerin, tavır ve davramşlann Milli Şef İs­ met İnönü'nün üniversiteyi ziyareti sırasında yapılan konuş­ malarda doruk noktasına vardığım görmek mümkündür. B u , hem Milli Şefin konuşmasında, hem de rektörün ko­ nuşmasında, kendini açıkça belli etmektedir. Üniversite mil­ li duyguların yükseltileceği bir yer olarak değerlendirilmek­ tedir. Bu da ancık, resmi ideolojinin oluşturulmasıyla müm­ kün olmaktadır.

ELEŞTİRİ KURUMUNUN ÇALlŞAHiLMEsi Burada, Türk aydınlarının kolaycı bir yaklaşırnma deği­ nirnek gerekir. Ömeğ;in Lozan Antıaşması eleştirildiğ;i za­ man, Sevr savunuluyor, biçiminde bir eleştiri yapılmaktadır. Halbuki, Lozan'ı eleştirmek, Lozan'ın Kürdistan'ın bölünme­ sini ve paylaşılmasım uluslararası garanti altına alan bir antlaşma olduğunu söylemek Sevr'e sahip çıkmak degildir. Nitekim Sevr Antıaşması'nın Kürdistan yaklaşımı da ayrıca eleştirilmektedir.

Bunun gibi,

1 933

Darülfunun tasfiyesi

eleştirildiğ;i zaman, Darülfunun'a sahip çıkılıyormuş gibi bir izienim almak yanlıştır. D arülfunun'un savunulduğ;u doğ;ru değildir. Esasen, Kürt sorunu söz konusu olduğu zaman, sağcısıyla. solcusuyla bütün Türk aydınlarının hemen he­ men aym tezleri savunduğ;u bir gerçektir. Eleştiri kurumu işlerlik kazanmadan bilimsel gelişmeyi sağlamak mümkün değildir: Eleştiri, bilim için vazgeçilmez­ dir. Son zamanlarda bazı Türk aydınlan, Kürtler tarafından ileri sürülen düşüncelere katılmadıklarını söylüyorlar. Örne­ ğin,

"Kürtler ulustur" , "Kürdistan sömürgedlr"

biçiminde­

ki saptarnalara katılmadıklarını söylüyorlar. Tartışmalann­ da, yazılarında bu tür düşüncelerine önemli bir vurgulama yapıyorlar.

Aslında.

burada.

bilim

yöntemiyle

ilgili

çok

219


önemli bir konu var. Türk aydınları, profesörler, gazeteciler, yazarlar vs. Kürtlerle ilgili, Kürdistan'la ilgili düşüncelerini gayet kolay bir şekilde dile getirebiliyorlar. Kürtlerin düşün­ celerini, tavır ve davranışlanrıı eleştirebiliyorlar. Yukandaki önermelere benzer önermelere hiç katılmadıklannı vurgula­ yabiliyorlar. Bu sırada, devletin herhangi bir yaptınmıyla, ceza tehdidiyle vs. karşılaşmıyorlar. Fakat bu düşüncelerin­ den, bu tutumlarından dolayı, Türk aydınlarını eleştiren Kürtler, yukarıda belirtilen önenneleri savunan Kürtler ve­ ya bu tür düşünceleri ileri süren kişiler, devamlı olarak dev­ letin yaptınmlanyla, ceza tehditleriyle karşı karşıya kalıyor­ lar. Kaldı ki, Türk aydınlanmn savunduklan resmi görüşün kendisi veya resmi görüşe çok yakın düşünceler oldugu bes­ bellidir. Kürtlerin veya bazı kişilerin ortaya koymaya. açıklık kazandırmaya çalıştıklan düşünceler ise toplumun somut gerçekleriyle , her zaman, izlenebilen, gözlenebilen gerçekler­ le ilgilidir. İşte, Türk üniversitesinin, Türk aydınlarının, Türk bası­ nının, yazarların vs. temel sorunu budur. Herhangi bir konu hakkında, siz rahatça görüş ileri süreceksiniz, fakat o ko­ nuyla ilgili düşünceler belirtmeye çalışan başkaları ceza teh­ didiyle karşı karşıya kalacak, veya, görüşlerinizden dolayı si­ zi eleştirdigi zaman benzeri yaptınmlarla karşılaşacaktır. Böyle bir süreç, aslında, sizin de özgür olmadıgınızı gösterir. Sizi eleştirenierin ceza tehdidiyle karşılaşması, aslında, si­ zin, eleştirilemez, dokunulamaz, tartışılamaz düşünceler ile­ ri sürdügünüz anlamına gelir. Böyle bir sorun ortada durur­ ken Kürt yurtseverlerine,

katılınıyorum"

"sizin görüşünüze, düşüncenlze

demek anlamlı degildir.

ideoloj iler, bu arada resmi ideoloji kapalı düşünce sis­ temleridir. Resmi ideoloji kendisini ancak cezai yaptınmlarla ayakta tutabilir, katıdır. Bilim ise esnektir. Türk üniversitesi resmi ideoloji kurumunun bilincinde degildir. Bazı profesör­

"Türkiye'de resmi Ideoloji yoktur", "Atatürkçülük resmi ideoloji de�ildlr" gibi düşünceler ileri sürebilmektedirler. Örnegin, Prof. Dr. Kemal Önen, 3 Nisan 1993 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, ler, resmi ideolojiyi savunurlarken bile

'Resmi İdeoloji Kandınnacası'

başlıklı bir yazı yayınlamış­

tır. Biz profesörün görüşlerine, düşüncelerine hiç katılmıyo-

220


ruz. Bu görüşleri eleştiriyoruz. Fakat bu eleştirilerden dolayı devamlı olarak ceza tehdidi altında tutuluyoruz. Bu, neden böyle oluyor? Resmi ideoloji yoksa. ceza tehdidi neden sık sık kullanılıyor? Profesörün, bunlara karşı söyleyecegi bazı şeyler olmalı . . . Bir taraf düşüncelerini, duygularını rahatça açıklıyor. karşı taraf ise, onu. eleştirdiğ;i zaman devletin ce­ zai yaptınmlanyla karşı karşıya kalıyor. Böyle bir süreci göz­ lerden ve dikkatlerden uzak tutmak mümkün müdür? Böyle bir baskı, tehdit karşısında, toplumsal ve siyasal süreci, do­ gayı, tarih ve toplumu kavramak mümkün müdür?

Üniversite sorununun temelinde, o ülkede düşüncenin özgür olup olmadıgı, eleştirinin cezai müeyyideyle karşılaşıp karşılaşmadıgı sorunu yatar. Rektörün, dekaniann nasıl se­ çilecegi: bölümlerin, kürsülerin kurulması vs. ikinci derece­ de olan sorunlardır, teknik sorunlardır. Zaman zaman bu sorunların öne çıkanlması, temel sorunu gizlemekten başka bir amaca hizmet etmemektedir. . Resmi ideolojiyi eleştirmeyen bilimin gelişmesi ve say­ gınlık kazanması olası degildir. Bilim, ancak, resmi ideolojiyi eleştirdiğ;i zaman bilim olabilir. Türkiye'de. Kürt sorunu gör­ mezden gelinerek resmi ideoloji kavranılamaz. Resmi ideolo­ jiyi eleştiremeyen üniversite, siyasal iktidardan gelecek hiç­ bir baskıya karşı direnemez. Resmi ideolojiyi eleştiremeyen üniversitenin siyasal iktidar karşısında hiçbir degeri olamaz. Resmi ideolojinin, siyasal iktidann, devletiiı eylemlerini, ope­ rasyonlannı meşrulaştırmaya çalışan bir içeriğ;i vardır. Siya­ sal iktidar adına yapılan bilim, bilim degildir. Bilim, ancak özgür bir ortamda üretilir. ·

221


" ONBEŞ YAŞlNDA ÇOCUKLAR

PKK'nin tek yanlı olarak ilim ettigi

• • .

" (*l

"ateşkes"

süreci

devletin en ufak bir olumlu adım atmaması üzerine b ozuldu. Devlet, bu süre içinde, köyleri yakıp yıkmayı sürdürdü. İn­ sanları, yerlerini yurtlarını terke zorladı. Evleri içindeki eş­ yalarla birlikte yaktı, gıda maddelerini heder etti. Devlet te­ rörünü yogunlaştırarak insanları sürgün ederken, onların temel ihtiyaç maddelerini yanianna almalarına bile fırsat vermedi. Devlet terörünü yaygınlaştırdı, derinleştirdi. Bugün, devlet PKK'ye tesiiiniyeti dayatıyor. Ya teslimiyet ya imha. Bunların dışında üçüncü bir yol olmadığını da vur­ guluyor. PKK'ye teslimiyetın dayatılması. devletin Kürt poli­ tikasını, Kürt sorunu konusundaki düşüncesini bütün açık­ Iıgıyla

ortaya

koyuyor.

Bu

politikayı

kısaca

şu

şekilde

"Ey kendilerine Kürt diyenler... Siz Kürt oldugunuzu söyleyebilirsiniz. 'Kürdüm' diyebi­ lirsiniz. Evlnizde, tarlanızda kendi dilinizi konuşabllirsi­ niz... Fakat, yaşamak için, insan gibi muamele görmek için Türk .olmaktan, Türkleşmekten başka hiçbir yolu­ nuz yoktur. 'Kürtlerin ulusal ve demokratik haklan' gibi söylemlerin gerçeklik kazanma şanslan hiç yoktur. Bun­ lan kofanızdan sllin ... özetlemek mümkündür:

"

Bu dayatmanın hiçbir Kürt tarafından kabul edilmesi beklenemez. Ne PKK'nin, ne de öteki Kürtlerin böyle bir da­ yatmaya boyun eğmesi mümkün değildir. Günümüz koşul­ larında, hiçbir ulus, bu tür dayatmalar karşısında sessiz ka­ lamaz.

Zira kimlik sorunu ,

insanlığın temel değerleriyle ,

evrensel değerlerle ilgili bir sorundur, onur sorunudur. Teslimiyet çerçevesinde,

sası"

"Genişletilmiş Pişmanlık Ya­

yürürlüğe konuldu. Devlet ve hükümet yetkilileri,' bu

yasayı, bu yasanın hükümlerini kamuoyuna anlatırlarken,

(*) 222

Özgür Gündem, 1 7- 1 8-1 9 Haziran 1 993


PKK ve gerillalar hakkında, pek küçümseyici, pek hafif söz­

ler etmektedirler. "Onbeş yaşındaki çocuklar, kandırılmış, daga çıkanlmış . . . Devletin, adaletin şefkatli kolianna sı­ gınsınlar.. . Devlet onlar için çaba sarf etmiş, güzel bir yasa çıkarmış .. Bu yasadan istifade etsinler, silahı bı­ raksınlar, teslim olsunlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin onurlu vatandaşları :olsunlar ... " Diyelim ki, "Onbeş yaşındaki çocuklar" daga çıktı, bu­ nun ciddi bir tahlili gerelmıez mi? Eger, " Onbeş yaşındaki çocuklar" geriliaya katılmışsa, silahlı mücadele içinde yer .

almışsa. bu ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin çok büyük bir aşama kaydettigini gösterir. Çünkü,

şındaki çocuklar" agabeyleri,

"Onbeş ya­

gerilla mücadelesine katılmışsa, bunların

ablalan,

halalan,

zaten,

hareketin içindedirler

demektir, Çünkü çocuklar, aile içindeki ilişkilerden, ailenin düşüncesinden ve eyleminden etkilenerek yetişmektedirler,

" Onbeş yaşındaki çocuklar"

bu düşüncelerden ve eylem­

lerden etkilenerek geriliaya katılmaktadırlar, daga çıkmakta­ dırlar.

Devlet bu söylemiyle , kamuoyunda,

çocuklar"ın kalmamış

ailelerinden ayrı düşmüş, aileleriyle hiçbir bagı

şeklinde

bir izienim yaratmaya

Halbuki durum hiç böyle degildir,

lar" la

"Onbeş yaşında çalışmaktadır.

"Onbeş yaşındaki çocuk­

aileleri arasında yogun bir bag, organik bir bag oldu­

gu açıktır. Bu , devletin, büyük bir hasım. büyük bir düş­ man kabul ettigi, yoketmek için her türlü önlemi aldıgı ve yaşama geçirdigi PKK'yi hiç tanımadıgı anlamına gelmekte­ dir, B u , gerillanın

"Onbeş yaşındaki ç oc uklar dan ibaret "Onbeş yaşındaki çocuk­ "

olmadıgını da gösterir, Gerillada,

lar"

bulunabilecegini, fakat bunların aktif mücadeleye katıl­

malarına izin verilmedigini, ancak, egitime alındıklarını da gösterir.

"Onbeş yaşındaki çocuklar"

derken devletin ve basının

çifte standardını görmekte yarar vardır. Filisiin'de,

1 988

yı­

lında, intifada hareketi başladıgı zaman, Türk kamuoyu bu­ nu, kıvançla anlatıyordu. Filistinli küçük çocukların İsrail güvenlik kuvvetlerine

taş atmalaiı,

onlarla mücadeleye gi­

rişmeleri ulusal ve demokratik hareketin büyük bir kabar­ ması olarak veriliyordu . Gazetelerde, dergilerde, radyoda ve televizyonda

"küçük generaller"den

övgüyle söz ediliyordu.

223


Bu konuda. fotograflar. haberler, yorumlar eksik olmazdı.

Eler küçük çocuklar bu mücadele içinde yer almışsa, bu iş bitmiştir" denilirdi. Küçük çocuklarm da bu ruhsal ..

yapıya gelmeleri, bir zafer olarak degerlendirilirdi. Dışişleri Bakanlıgı'nın, devlet ve hükümet yetkililerinin, işçi sendika­ lannın, demokratik kuruluşlann vs. düşünceleri ve duyugu­ lan bu dogrultudaydı. Filistinli kadınlarm siyasal mücadele içinde yer almalan da benzer şekilde degerlendiriliyordu . . . Fakat, Kürdistan'daki ulusal v e toplumsal mücadele söz ko­ nusu oldugu zaman küçümsemenin ve karalamanın egemen kılındıgı gözleniyor. Bunun çok çarpıcı bir çifte standart ol­ dugu açıktır. Bunu, Türk basınının etik ve moral degerier­ den gittikÇe uzaklaşması olarak degerlendirmek gerekir.

1984, 1985, 1 986 yıllatında, Kürt gençlerinin örgüte ka­ zandınlması epey bir siyasal propaganda gerektiriyordu. Ör­ güte katılan bir militanın ilk işi, ailesini örgüte katmak olu­ yordu . Militan. ailesini örgütüne katabilmek için çok büyük çabalar sarf ediyordu. Bu süreci PKK'nin önemli özelliklerin­ den biri olarak degerlendirmek gerekir. Karakol. mahkeme, cezaevi sürecinde bu ilişkiler güçleniyordu . "Nizamiye Kapı­ lan"nda, şehit cenazelerinin alınmasında ve topraga verilme­ sinde bag gittikçe güçleniyordu . Aile, bu süreçte politikleşi­ yor, politik ve ideolojik olarak örgütün yanında yer almaya başlıyordu. Bugün, artık, geriliayla ailesi arasında, karşılıklı bir iliş­

kiden söz etmek mümkündür. Ve bu ilişki daha belirgindir.

Genç insanlar ailenin ideolojik ve politik düşüncesi içinde çogu zaman da ailenin yönlendirmesiyle örgüte yani PKK'ye dogru akmaktadır. 1 984, 1 985 ve 1986 yıllannda yaşanan sürecin aksine, artık, aileler, çocuklanın örgüte dogru daha dogrusu ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesine dogru yönlendirmektedirler. Giderek karşılıklı bir ilişki, etkileme gelişmekte ve güçlenmektedir. Bunuri toplumsal ve siyasal degışmenin, siyasal deger yargılanrun, ulusal ve toplumsal mücadelenin kitle tabarıının genişlemesinin önemli bir gös­ tergesi oldugu besbellidir. Siyasallaşmanın nasıl geliştigirıi somut birkaç örnekle göstermekte yarar vardır.

224


"BOYNUN KOPSUN APO!"DAN SAVUNUCULUGUNA

APO

Yoksul emekçi bir ailenin 1 8- 1 9 yaşlanndaki oğ;lu geril­ laya katılıyor. Aile içinde baba, yurtsever özellikleri olan, bu duygulannı da her yerde açıklayan bir kişi. . . Oğ;lunun geril­ laya katılması karşısında, ana, büyük bir yıkım yaşıyor, üzülüyor. Babaysa, bunu normal karşılıyor. Hatta oğ;lunun geriliaya katılmasından memnuniyet duyuyor. Kahvehaneye gittiğ;i zaman, arkadaşlan arasında, degerinin arttığ;ını düşü­ nüyor. Ana, iki kişiyi suçluyor, birisi kocası. . . Kadın, kocası­ na öfkesini şu şekilde dile getiriyor: "Hep Kürdistan'dan

söz ederdin. Ah Kürdistan, vah Kürdistan deyip durur­ dun. Sofrada, bayramda, seyranda, işte, aşta, hep Kür­ distan derdln... Bu çocugu sen aşıladın. Şimdi elimizden uçup gitti. Sebep sensin . " Kadının ikinci olarak öfke duy­ dugu, tepki duydugu kişi, Başkan Apo; PKK Genel Sekrete­ ri. . . "Boynu kopası Apo!", "Oilumu elimden aldın. Boy­ nun kopsun Apo!" Aile , çocuklanndan uzun süre haber .

.

alamıyor.

Bu militan, geriliaya katılmasından 8-9 ay sonra, bir ça­ tışmada yaralı olarak ele geçiyor. Kısa süren bir tedaviden sonra cezaevine konuluyor. Kadın, oğ;lunun yakalanmas.ın­ dan ve cezaevine konulmasından memnun. Her görüş günü ziyarete gidiyor. Öteberi götürüyor, oğ;lunun ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor. . . Kadın, oğ;lunu görmekten çok mem­ nun. Oğ;lu, arkadaşlanndan da söz ediyor . . . Onlar da kendi oğ;lu yaşlarında, gözleri pırıl pınl. heyecanlı. Onlann da ana­ lan, babaları, kardeşleri. dedeleri . . . var. Onlarla da tanışı­ yor, konuşuyor. Kadın. bu süre içinde kocasının cezaevine, oğ;lunu ziyarete gitmesini pek istemiyor. Oğ;luyla. babasının duygu ve düşünce beraberliğ;i içinde oldugunu biliyor. Bu duygularm ve düşüncelerin daha da güçlenmesinden çekini­ yor. Kadın, aslında. oğ;Iunun. kısa zamanda kurtulmasını. bir daha bu işlerle uğ;raşmamasını istiyor. Onu evlendirmeyi düşünüyor. Laf arasında. bir şeyler çıtlatmaya çalışıyor. Oğ;­ lu. kararlı, çok makul sözcüklerle. anasına PKK'yi anlatma­ ya çalışıyor. 8-9 aylık mücadelesi hakkında. kısa kısa bilgi­ ler veriyor. Anasına. dışarıda olup bitenler hakkında bazı 225


şeyler soruyor. Kadın, siyasi olmayan konulardan söz edi­ yor. Oglu, mahalledeki bazı kişileri, aniann ailelerini soru­ yor, anasından onlara selam götünnesini istiyor. . . Kadın, onlann siyasal niteliklerinin oldugunu biliyor, pek konuş­ mak istemiyor. Birkaç görüş böyle sürüyor. Dördüncü görüşte, henüz oglu sonnadan, kadın, "falan­ canın kızı da da!a çıkmış, çeyizini, sandı!ını, sepetini · öylece bırakmış " diyor. . . İşte. bu , siyasallaşmanın belirti­ ...

sidir. ilişkilerde bir dönüm noktasıdır. Çünkü, öyle bir hava­

da, ses tonunda söyleniyor ki. sözleri, hem kızın geriliaya katılmasına onay içeriyor, hem de, ogluna, politik bir konu­ da bilgi ulaştınyor, ona yardımcı olmaya çalışıyor. Bundan sonra, ilişkiler daha sıklaşıyor. Haberler getiri­ lip, götürülürken,

konuşsun

...

"falancayla git konuş, o da falaneayla

" durumu ortaya çıkıyor. Bu süreçte siyasallaş­

ma gelişiyor. Cezaevindeki ziyaretler, kuşkusuz, her zaman, bu şekil­ de rahat olmuyor. PKK'nin dışarıda gerçekleştirdigi eylemle­ re göre, içerideki, yani cezaevindeki baskılar da zaman za­ man artıyor.

Cezaevinde açlık grevleri başlıyor.

Protesto

eylemleri başlıyor, açlık grevleri ölüm oruçlanna dönüşü­ yor; . . Analar, ogullarını görmek, konuşmak istiyorlar . . . "Ni­ zamiye Kapılan"nda baskılarla, hakaretlerle karşılaşıyorlar. Baskılar, hakaretler, aşagılamalar karşısında ogullannın ko­ nuşmalarını, kendilerine söyle diklerini düşünüyorlar. Bu, ogullan haklı çıkaran bir süreç. Analar ogullarının haklı ol­

dugunu bir kere daho. anlıyor. Oglunun düşüncesiyle ve ey­ lemiyle biraz daha bütünleşiyor. Siyasallaşma biraz daha yogunlaşıyor, içerik kazanıyor. Cezaevlerindeki açlık grevi sırasında. analar da, dışanda açlık grevleriıle otutarak ogullarının eylemlerini destekleme­ ye çalışıyor. Açlık grevierine oturan kadınlar, eylemlerinin amacı konusunda, kendilerini ziyarete gelenlerle konuşma­ ya başlıyorlar. Gazetecilerle, milletvekilleriyle, öteki ziyaret­ çilerle görüşüyorlar . . . Konuşmalar sırasında, Kürtlerin hak­ larından, Kürdistan'dan, Kürtçe'den vs. söz ediyorlar. . . Ve bunlar çok dogal bir ortamda gelişiyor. Gazete muhabirleri,

"Hele bir namazımı kılayım, ondan sonra konuşmaya de­ vam ederiz " gibi durumlarla karşılaşıyorlar. . . Siyasallaş...

226


ma böyle bir süreçte güçleniyor. Kadınlarm Kürtler hakkın­ da, Kürdistan hakkında bilgileri artıyor. ogullarını savunan, onlaiın düşüncelerinin, eylemlerinin dogru oldugunu söyle­ yen kadınlar, kısa bir zaman sonra Başkan Apo'yu savun­ maya başlıyorlar. Başkan Apo'nun söylediklerinin çok haklı oldugunu söylüyorlar. Yukandaki gerillanın anası da aynen böyle yapıyor. Öbür kadınlarla birlikte açlık grevierine oturuyor. Oglunun düşüncesini duygulannı degerlendirmeye çalışıyor. PKK'yi ögreniyor. Başkan Apo'yu ilgiyle dinliyor. Bir-iki yıl önce "Boynun kopsun Apo!" diyen kadın, Başkan Apo'nun en önemli savunucularından biri haline geliyor. Bu sürecin Kürt toplumunda yeni toplumsal kanallar açtıgı, siyasal meşruiyet anlayışını hızla degiştirdigi açıktır. Dikkat edilirse, burada ulusçulugun bilinen mistik söyle­ miyle karşılaşmıyoruz. Kürt etnik özelliklerinin biricikligi vs. degildir anlatılan. . . Baskıya, zulme karşı durmak, eşitlik aramak temel bir süreçtir. Politik argümanlar, söylemin ide­ olojik içerigi hep bu yönde oluşturulmaktadır. Yukanda, kısaca anlatılınaya çalışılan örnek, Kürdis­ tan'da, çok nadir rastlanan bir örnek degildir. Bu tür örnek­ lere, her yerde , her zaman rastlamak mümkündür. Çünkü, Kürdistan'da , son 8 - 1 0 yıl içinde, herhangi bir ferdi karako­ la düşmeyen, cezaevine düşmeyen aile yok gibidir. Ailelerin pek çogunda, gerilla vardır, şehit vardır. Bütün bunlar, top­ lumdaki toplumsal kohtrol mekanizmalarını, siyasal meşrui­ yet mekanizmalannı ister istemez degiştirmektedir. Gerilla mücadelesi, yeni kanallar açmakta, siyasal düşünce bu ka­ nallar içinde gelişmektedir. Yeni yeni siyasal degerler oluş­ maktadır. Bu süreçte geleneksel toplum ilişkileri parçalan­ makta, yeni bilinç formları ve bunları ifade eden politik yapılar oluşmaktadır. Yeni bilinç formlan, yeni politik tavır alışlar ulusal ve toplumsal mücadelenin kitle tabanını geniş­ letici bir sonuç ortaya koymaktadır.

"KENDİNİ DÜŞÜNMÜYORSUN, BARİ BİZİ DÜŞÜN ANLAYıŞININ TERSİNE ÇEVRİLMESİ

•••

"

1 960'lı yılların ortalanndan itibaren, Kürt sorunuyla il227


gili olarak düşüncelerimi açıklamaya çalışıyorum. Bu açıkla­ maların, devletin belirli bir baskısıyla karşılaştıgı biliniyor. Bu süreç içinde , ailem , aile çevrem bana kolaylık gösterme­ diğ;! gibi, hep engellemeye çalıştı. Başlangıçta, ••Kürtler seni ne ilgliendlrir, biz Kürt müyüz? Sen kendi işine bak, sen kendini kurtarmaya çalış" deniyordu . . . Daha sonra, "bu memleketin sorunlannı sen ml çözeceksin, sana mı kal­ mış . ?" denilmeye başlandı. Bu tür sitemlere, tarizlere ceva­ .

bım çok kısa, makul ve yumuşak olurdu. Çalışmalar sür­ dükçe,

"Kendini düşünmüyorsun, bari bizi düşün!"

deme­

ye başladılar. Bunun epeyce agır bir söylem oldugu açıktır. . . Benim düşüncelerimden, çabalanından utandıklannı belirt­ meye çalışıyorlardı. Eve polis geliyor, gözaltı, mahkeme, ce­ zaevi . . . süreci başlıyor, veya eve polis tebligat için geliyor. Karakola, savcılıga, mahkemeye vs. gidiyorsunuz . . . Bu sü­ reçten utandıklannı söylüyorlar. Bunu da şu şekilde dile ge­

"Kahvehaneye gidip oturamıyoruz. İsmail yine cezaevine düşmüş denilmesinden ödüm patlıyor", "Kapı­ mızı açıp sokaga çıkamıyoruz, bir komşuyla iki çift laf edem iyoruz", "Pencereden kafamızı dış an çıkaramıyo­ ruz " Burada, geleneksel özellikler gösteren bir toplumda tiriyorlar:

...

yaşam bulan toplumsal kontrol mekanizmalan dile getirili­ yor, caydınlmaya çalışılıyorsunuz. Bu süreçte, siyasal meşruiyetin dışına çıktıgınızda hatır­ latılıyor. Bunun, sadece, bana ilişkin bir örnek olmadıgı da açıktır. Türk toplumunun çeşitli kesimlerinde, buna benzer. örneklerin şu veya bu oranda yaşandıgını saptamak müm­ kündür. Fakat,

bugün,

Kürdistan'da yaşanan süreç çok

farklıdır. Ogullan veya kızlan itirafçı olmuş pek çok ailenin düşüncelerinin ve

tavırlannın

incelenmesi bu

bakımdan

önemlidir. Bugün, Kürdistan'da itirafçılık, Kürt halk yıgınla­ n arasında nefretle karşılanan bir kurumdur, utanç duyu­ lan, ailenin onurunu zedeleyen bir kurumdur. Bir ana, iti­ rafçı olmuş, arkadaşlannı ele vermiş, itirafçılar koguşuna

"Sen bu pis işten vazgeç, sen gerlllayken biz başımız dik yürüyorduk, se­ ninle övünüyorduk. Baban, agabeylerin, amcalann, dayı­ lann kahvehanede gururla oturuyorlardı, seninle kıvanç duyuyorduk. . . Bu pls işlere nasıl bulaştın? Bundan vaz-

konulmuş ogluna şunlan söylemiştir : ,

228


geç ... Onurlu ol. Bu, iyi bir yaşam degıı, bu seni bitirir, bizi de bitirir. . . En kısa zamanda bu işten vazgeç ... " Kadın, oğluna, şunu da söylüyor: "Seni iki kere daha ziyarete gelecegim. Eger bu pis, il}renç işten, onursuz iş­ ten yine de vazgeçmezsen seni evlat olarak kabul etme­ yecegiz. " İkinci görüşmede, kadın oğlunun itirafçılıktan vazgeçmeyeceğini aniayarak şunlan söylüyor: )'Kendini dü­ şünmüyorsan, bari bizi düşün!" Kürdistan'da bu tür ör­ ..

nekler de sık sık yaşanmaktadır. Bunlar ender rastlanan, yüzde bir rastlanan olaylar değildir. Bugün, Kürdistan'da, koruculuk da, halk arasında, hiç­ bir prestij sağlamayan bir kurum olarak kabul edilmektedir. Korucular. kahvehaneye girip oturamamaktadarlar, bir bak­ kala gidip alış-veriş yapamamaktadırlar. Şehit gerillaların cenazeleri yüzlerce, binilerce, kişiyle kaladınlırken, korucu­ Iann cenazelerini kaldırmak için üç-dört kişi bulmak zor ol­ maktadır. Burada,

siyasal değer yargılannın, toplumsal kontrol

mekanizmalannın kökten değiştiğini görrnek gerekir. Siyasal meşruiyet anlayışı, siyasal meşruiyet mekanizmaları da hız­ la değişimektedir. Örneğin, İ skilip 'te utanç duyulan, aileyi utandıran süreçlerle ,

Kürdistan'da

utanç duyulan,

aileyi

utandıran süreçler birbirleriyle kökten çatışmaktadır. Kür­ distan'da, aileler mücadeleye katılan, geriliaya katılan oğul­ lanndan, kızlarından gurur duymaktadır. Onların teslimiye­ Unden utanmaktadır. Bütün bunlar, ulusal ve toplumsal mücadelenin Kürt halk kitleleri arasında derinleşmesi ve yaygınlaşmasıyla ilgili bir olaydır. Derinleşme ve yaygınlaş­ ma, yeni toplumsal ve siyasal kanallar açmaktadır. Ve bü­ tün bu süreçte dile getirilen ulusçuluğun bilinen söylemi de­ ğildir. . . "En büyük ulus bizim ulus .. ! " , "IDusumuzun biriclkllgi", "IDusun üstün özellikleri . " vs. Dile getirilen .

.

baskıya, zulme, şiddete karşı durrna, gasp edilen ulusal kimliğe, ulusal değerlere sahip olma, ulusal onuru koruma, öteki uluslarla eşit olma. vs. gibi konulardır.

UYANAN GENİŞ YIÖINLAR... 10- 1 5 yıl öncesine kadar, Kürdistan'a gittiğiniz zaman, insanlar hep , sizin konuşmanızı isterlerdi. Bir köye, bir ka-

229


sabaya gittiginizde, kahvehaneye veya bir eve oturdugunuz­ da, Kürtler, etrafımza birikir, sizin konuşmanızı beklerlerdi. Siyasal konuşmalar yaptığınız zaman önemli tepkiler ver­ mezlerdi.

Daha çok havadan sudan şeyler konuşurlardı.

"Bu sene yagmurlar Iyi, ürünler Iyi olacak", "Bu sene kış çok uzun sürdü, ha)rvanlan dışan çıkaramadık", "Hava­ lar çok sıcak gitti. Susuzluk var, kıtlık olur" . Konuşma­ . .

lar, sohbetler, daha çok bu çerçevede sürüyor. Bugün durum çok değişik, milletvekili, gazeteci, iş ada­ mı, sendikacı, insan haklan savunucusu vs. olarak Kürdis­ tan'a gittiğiniz zaman, insanlar sizin etrafınızı çeviriyarlar ve sorunlarını anlatmaya çalışıyorlar. Anlatılanlar. genellikle baskı, zulüm, işkence, köylerin yakılması, yıkılması, insan­ Iann köylerini, evlerini barklannı terke zorlanması gibi ko­ nular oluyor. . . Güney Kürdistan'da, Dogu Kürdistan'da olup bitenler hakkında yorumlar yapılıyor. . . Filistin'de ve dünya­ nın başka yerlerinde sürüp giden ulusal kurtuluş mücadele­ leri konusundaki gelişmeler anlatılıyor. Türk Devleti'nin, Ka­ rabağ.

Bosna-Hersek.

Türkleri konusunda

Kıbns,

Batı

Trakya,

Bulgaristan

sergilediği politikayla Kürtlere

karşı

sürdürdüğü politikalar hakkında karşılaştırmalar yapılıyor. sizlerin bu konulardaki düşünceleriniz soruluyor. . . Türk ba­ sınına güvenmediklerini belirtiyorlar. Orta Asya Türk Cum­ huriyetlerinden,

Hikmet Çetln den Kamran İnan dan '

.

'

söz

ediyorlar . . . Bazen konuşmak için fırsat bulamıyorsunuz. Si­ yasallaşma gittikçe gelişiyor, ulusallaşma içerik kazanıyor. Özgürlük tutkusu kendirıi daha güçlü bir şekilde belli edi­ yor. Kahvehanelerde, köylerde, hep bu tür konuşmalar dinli­ yorsunuz. İ nsanlar, birbirlerine karşı da bu tür konulan an­ latıyorlar. Düğünlerde, cenaze törenlerinde, yeni doğumlar­ da da bu tür konular konuşuluyor. Eğer ülkeden biriyseniz, bilinen biriyseniz size gerilla mücadelesi hakkında ayrıntılı bilgiler veriliyor. Kimin oğlu-kızı gerillada, lacak,

kim

kim yakında

katı­

cezaevinde, kim itirafçı vs . . . Günden güne büyü­

yen ve güçlenen bir halk hareketi karşısında olduğunuzu anlıyorsunuz. Bu süreçte ulusal isteklerin büyüdüğü ve içe­

rik kazandığı da açıktır.

230


DEVLETİN ULUSAL VE TOPLUMSAL MÜCADELEYi BASTIRMA HAREKATI VE PKK'NİN NİTELİKLERİ Gittikçe gelişen, yaygınlaşan ve deriDieşen bu süreç karşısında devletin tek bir düşüncesi vardır. Bu süreci silah zo­ ruyla bastırmak, dağıtmak Normal demokratik süreç, kuş­ kusuz böylesine geniş bir halk hareketiyle ilişki kurmaya, Kürtlerin isteklerinin ne olduğunu anlamaya ve bunları kav­ ramaya çalışır. Fakat, bu, Türk egemenlik sisteminin, bu anlayışın içine sindireceği bir durum değildir. Türk egemen­ lik sistemi, önce bu düşünceyi, bu özlemleri yok etmeye, bunları yok edemiyorsa, bu düşüncelerin ve özlemierin sa­ hiplerini, fizik olarak ortadan kaldırmaya çalışır. Geçmişteki Kürt ayaklanmalannı, Kürt ulusal isteklerini ileri süren çe-· şitli gruplara karşı sürdürülen operasyonlan dikkate aldığı­ mız zaman, sürecin böyle cereyan ettiğini görürüz. Devlet, sürecin yine eskisi gibi tekrarlanacağını düşün­ mektedir. Bu, büyük bir yanılgıdır. Bir kere , Kürdistan eski Kürdistan değildir. Ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadele­ sinin önderliğinde köklü bir değişiklik olmuştur. Örneğin, PKK özgür ve yoksul Kürtlerin hareketidir. Hareketteki, ka­ rarlılık, azim, fedakarlık ve vefakarlık başta, bununla ilgili­ dir. Ulusal ve demokratik istekler ileri süren, duygularını ve düşüncelerini dile getiren pek büyük bir kitle vardır. Kadın­ lar ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin içindedir. Kadınlar, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinde aktif olarak görev almaktadırlar. . . Kürtler arasında birlik geliş­ mektedir. Böl-Yönet ve yoket politikasının bilincine varılmış­ tır, bunu aşmak için ortaya konan çabalar yükselmektedir. Öte yandan, devlet, hasım, düşman kabul ettiği PKK'yi de bilmemektedir. Kendi söylemi olan,

"3-5 eşkıya"

sözüne

kendisi de inanmaktadır. Böylece hem kendini, hem de Türk kamuoyunu yanıltmaktadır. Hem de uluslararası kamuoyu­ nu yanıltınaya çalışmaktadır. Kürt halk kitleleri arasında, PKK'ye karşı yoğun ve yay­ gın bir güvenin ve inancın oluştuğu besbellidir. Kanımca bu inancın ve güvenin oluşmasını kavramak çok kolaydır. Bu, insanlann, siyasal partileri, siyasal kadrolan ve eylemleri nasıl değerlendirdikleri

tercihlerini nasıl yaptıkları konu­

suyla yakından ilgilidir. İnsanlar, siyasal kadroları, düşün-

23 1


eelerinden ve programlanndan önce, yapıp ettikleriyle deger­ lendirtyorlar. O kadronun, o hareketin, ifade etmeye ve orta­ ya koymaya çalıştıgı fikir, inanç ve programdan önce, yapı­ lanların, edilenlerin içerigine bakılıyor. O halde, siyasal kadrolarm temsil ettikleri veya temsil ediyor göründükleri, düşünce, progranı ve inançtan önce, eylemlerin o öze uyarlı­ lık derecesine bakılıyor.. . Düşüncenin, programın çok iyi, tutarlı oldugu, fakat bu düşünceler ve programlar dogrultu­ sunda eylem yapılamadıgı bir yerde, kitlelerin böyle bir ha­ rekete, siyasal kadroya gönül vermeleri, bu kadro etrafında örgütlenmeleri beklenemez. İşte, PKK, azmi, kararlılıgı, fedakarlıgı ve vefakarlıgı ile Kürt halk kitleleri arasında inanılan ve güvenilen bir odak olmuştur. Sadakat odagı haline gelmiştir. Bu da. PKK'nin düşüncesinin ve eyleminin Kürt halk kitleleri arasında yay­ gınlaşmasına, derinleşmesine neden olmuştur. Şu da söylenebilir: Şimdiye kadar, Kürtler arasında, ulusal ve demokratik haklan için mücadeleye girişen, pek çok grup olmuştur. Bunlar çok büyük acı çekmişler, bu acı­ lann üstesinden gelmeye çalışmışlar, fakat somut başanlar elde edememişlerdir. Gerek duygusal ve beyinsel planda, ge­ rekse fiziksel olarak hep ezilmişlerdir. Düşünce ve inanç dünyaları, aşınmış, sarsılmış, çökmüştür, kimliksiz kalmış­ lardır. PKK, düşüncesiyle ve eylemiyle, eyleminin içerigiyle bu tür insanlara ruh ve :1eyecan vermiştir. Bu insanlar, iste­ diklerinin fakat yapamadıklannın PKK'yle gerçekleşme yolu­ na girdigini görmüşlerdir. Bu insanların , bu kadroların çök­ müş düşünce ve inanç dünyaları, PKK'yle birlikte dirilmiş­ tir, morallert yükselmiştir. Örnegin 30-35 yıl önceki kadro­ lardan, "Kırkdokuzlar"ı, "Ylrmlüçler"i bu çerçeve içinde degerlendirmek mümkündür . Bunlar, PKK'yle birlikte, bü­ yük bir moral ve güç kazanmışlardır. Çökmüş, aşınmış dü­ şünce ve inanç dünyaları yeniden canlanmış, dinamizm ka­ zanmıştır. İnsanlarm düşünce örgüsü, deger yargılan ve inançları, hep yeni açılan toplumsal kanallar içinde geliş­ melrtedir ve bu süreç, siyasal ve toplumsal hayabn, yapıla­ rm, kurumlarm ve kadrolarm yeniden üretilmesidiL Böylesine yaygın ve kökleşmiş bir harekete, devletin, Türk basınının, Türk aydınlarının, Türk siyasal partilerinin

232


öfke duymalannı, kin duymalarını, bunu bir türlü kabul edemiyor olmalarını kavramak mümkündür. Bu , Türk top­

lumunun, genel kültürüyle, genel ktıl1.ürü oluşturan tarihsel

büikimle ve tarihsel mirasla yakından ilgili bir sorundur. Devlet: Kürt

deyince ,

hala eski Kürtleri hatırlamaktadır.

Kürt örgütü deyince eski örgütlenmeleri aklına getiriyor. On­ larla, kolaylıkla başedebildiğ;ini düşünüyor.

Biz, Kürtlerin, son 35-40 yıldır sürdürdüğ;ü mücadeleyi

elbette biliyoruz. Kürtlerin, bu konulardaki düşüncelerini,

örgütlenmelerini biliyoruz. Bunlann çok degerli ve saygıde­

ger oldugu da kuşkusuzdur. Rahmetli Kürt Bilgesi

Musa

Anter'in büyük bir isabetle belirttiğ;i gibi, çok eksilerden sıfır aşamasına gelinceye kadar çok büyük çaba sarf edilmiştir.

Fakat, Kürt toplumunu değ;iştiren, Kürt toplumuna kimlik

ve kişilik kazandıran PKK olmuştur, PKK'nin düşüncesi ve

eylemi olmuştur. Türk egemenlik sistemi, topluma kimlik ve kişilik veren her türlü düşüneeye ve örgütlenıneye muhalif­

tir. Devlet, PKKye, kendi kafasında kurdugu Kürtlere ben­

zemedigi, o anlayışın taşıyıcısı olmadıgı için, Kürt toplumu­ na

kimlik ve

kişilik veren yeni bir

taşıyıcısı oldugu için kızgındır.

anlayışın sahibi ve

Devlet, kitlesel bir hareketle karşı karşıya oldugunu el­

bette bilmektedir. Bunun için en agır silahlannı, hava kuv­

vetlerini, kara kuvvetlerini kullanmaktadır. Fakat, bu duru­ mu gizleyebilmek için

"suçlu insanlar"a

söylemini sürdürmektedir.

karşı mücadele

Devlet, eşkıyaya karşı mücadele ettiğ;ini dile getirmekte­

dir. Devlet, bir taraftan,

savaş uçaklarını, kobra, Süper Kobra, Skorsky, Ohaç helikopterlerlni, tanklan, a�ır top­ lan, zırhlı araçlan, da! obüslerlni, yüzbinlerce askerini kullanıyor, bir taraftan da üç-beş eşkıyadan söz ediyor. "Eş­ kıya" basit bir suçludur. Eşkıyaya karşı "suçlu vatandaş" muamelesi yapılır. Bunun için de polis ve j andarma hareka­ tı yeterlidir. Halbuki,

devlet,

"3-5 eşkıya"ya

karşı, hava

kuvvetlerini ve kara kuvvetlerini en etkin bir şekilde kullan­ maktadır.

Türkiye

Cumhuriyeti

Devleti,

Sırplann savaş uçagı kullanmaması için

Bosna-Hersek'de

Birleşmiş Milletler

başta olmak üzere uluslararası bütün kurumlan harekete geçirmeye çalışmaktadır. . . Sırplar'ın Bosna-Hersek'de savaş

233


uçagı kullanması denetim altına alınmıştır. Fakat devlet "35 eşkıya" dedigi Kürtlere karşı hava kuvvetlerlni, Süper Kobralannı en etkili bir şekilde kullanmaktadır. . . Televiz­ yonlarda, radyolarda ve gazetelerde . her gün, "Kobralanmız ölüm saçıyor" biçiminde haberler yer almaktadır. Bütün bunların Birleşmiş Mllletler in, Avrupa Konseyl'nin, Avru­ pa Parlamentosu'nun. Avrupa Güvenlik ve İşblrll4i Teşki­ '

latı'nın korumaya ve kollamaya çalıştıgı degerler oldugu ya­ kından b iliinnektedir.

Devletin Kürt halkına yaptıgı bu tehditlere karşı en etki­

Abdullah Öcalan "Onurumuz Için tek bir ferdimize vanncaya kadar savaşacagız. Yok edllebilirlz, bu şerefli bir şey olur... Teslimiyet şerefsizllktlr . " Bugün P.KK'yi, li, en degerli cevap PKK Genel Sekreteri

tarafından verilmiştir. . .

.

.

Kürtleri güçlü kılan bu kesin karardır, bu tavır ve davranış­

tır. Eger bir halk, bir ulus, ulusal ve toplumsal mücadelede

böylesine kararlıysa, mücadelenin çok büyük bir aşama kaydettigi,

mücadelenin

yenilmezligi

açıktır.

Durmadan

ölüm saçan savaş araç ve gereçlerinin Kürdistan'da büyük

bir tahribat yarattıgı açıktır. Fakat b u , bir yerde Türkiye'nin de tahribi anlamına gelmektedir. Tahribatı her zaman or­

manların yakılması, köylerin yakılması. yıkılması, demiryol­ lannın, fabrikalann, barajların, köprülerin kullanılamaz du­

ruma getirilmesi biçiminde anlamamak gerekir. Aslında, en

büyük tahribat, insanların ruhsal yapılarında, beyinlerinde ·

meydana gelmektedir.

BAŞKA BİR ULUSU EZEN ULUS DA ÖZGÜR OLAMAZ Bugün, Türk basını, Almanya'da Türk insanlannın ya­

kılmalan, evlerinin kundaklanması olayları karaşısında çok büyük tepki gösteriyor . . .

Bu tepkileri her gün izliyoruz.

Ama. aynı basın, Kürdistan'da insanların yakılınalan karşı­ sında, duymaz, bilmez, görmez bir tavır sergiliyor. Örnegin,

Özgür Gündem'i dagıttıgı için arabası içinde gazeteleriyle

birlikte yakılan

Halll Adanır'dan

söz eden oldu mu? İşte bu

çifte standart beyinsel bir tahribatın, ruhsal bir tahribatın sonucudur. Kürdistan'da sürdürülen sömürgecilik, Türk in­

sanlarının ruhsal yapılarını, beyinsel yapılarını bozmakta­ dır.

234


Bosna-Hersek'li Müslüman kadınlara Sırp askerler tara­ fından gerçekleştirilen ırza tecavüz olayları karşısında Türk basını yogun bir hassasiyet içindedir. Bu konularla ilgili kampanyalar açılmakta, "insanlık" ayaga kaldırumaya çalı­ şılmaktadır. Fakat hükümet yetkilileri, Türk güvenlik güçle­ rinin Kürdistan'da gerçekleştirdikleri b enzer ırza tecavüz olayları karşısında, "20 yaşlannda gençler bu işleri yapa­ blllrler" rahatlıgı içindedir. Bunların çifte standartlı düşün­ ce ve tutum ötesinde toplumsal hastalıklar oldugu açıktır. Ruhsal saglıgı yerinde olan bir kişi, bir yönetici böylesine de­ rin bir manevi kriz sergileyemez. Bu hastalıkların temel kay­ nagı sömürgeciliktir. Kürdistan'da sömürgeciliğ;i daha da sürdürme , yogunlaştırma konusunda gösterilen ısrar, bu tür hastalıklan yaygınlaştıracak ve kemikleştirecektir. Hal­ buki, toplumsal ve siyasal yaşantıya. insani ve moral deger­ Ieri egemen kılmak gerekir. Etik ve moral degerler medya alanına da egemen olmalıdır. Bosna-Hersek için " İnsanlıj!a Davet" kampanyalan açan Türk basınımn, Türk güvenlik güçlerinin, Kürdis­ tan'da. köylere ve kasabalara uyguladıgı ambargoyu hiç gör­ memesi, degerlendirmemesi, sadece. çifte standart olarak degerlendirilemez. Bunun temelindeki psikoloj ik ve ruhsal hastalıgı, bu hastalıgın maddi nedenlerini de görmek gere­ kir.

Son yıllarda , Türk insanlannı Almanya'dan kovma çaba­ lannın hızlandıgıru ve yogunluk kazandıgını görüyoruz. Al­ manya'da ırkçı akımlar güçlendikçe, bu konudaki düşünce­ ler ve eylemler de güçlenmektedir, sistematik bir politikaya kavuşmaktadır. Türk devlet ve hükümet yetkilileri, Türk ba­ sını, Türk siyasal partileri vs. bu politikaları ve uygulamalan eleştirmektedirler, suçlamaktadırlar, bu ırkçı politikalar ko­ nusunda, dünya kamuoyuna başvurarak Alman Devleti'nin uyarılmasını istemektedirler. Bunun normal bir süreç oldu­ gu açıktır. Fakat. Almanya'daki ırkçılık ile mücadele edenler Kürtleri, Batı Anadolu, Akdeniz gibi yörelerden kovmak için ciddi bir ugraş içindedirler. Bütün bunlar, insanın moral de­ gerlerini zedeleyen, insam eksilten · olaylardır. Sömürgecilik, çifte standartlı yaklaşımların temel nedenidir. Ve bunlar, ruhsal bakımdan saglıksiz nesiller üretir.

235


Ölüm saçan Türk savaş araç ve gereçleriyle , Kürdis­

tan'ın maddi bakımdan tahrip edildiğ;i açıktır. Fakat Kürt in­

sanları, ruhsal bakımdan, ömeğ;in 1 0- 1 5 yıl öncesine naza­

ran çok güçlüdürler. Zulme ve baskıya karşı durmak Kürt inisanianna büyük bir güç ve moral vermektedir. Ama, ör­

negtn, Almanya'daki Türklerin yakılınasına tepki gösteren,

Kürdistan'da, Kürtlerin, Türk güvenlik güçleri tarafından

yakılmalanm onaylayan, alkışiayan Türk basını hiç güçlü degildir, sağ;lıksızdır. . .

Sömürgeciliğ;e karşı mücadele insanlan sağ;lıklı kılar.

Sömürgecilik yapmak, sömürgecilerin hizmetinde olmak, in­

sanları hastalıklı yapar. Esas tahribat budur. 2 1 . asrı Türk asrı yapmaya hazırlananlann,

"21. Asır, Türk asrı olacak"

diyenlerin, Kürt sorununa biraz da bu açılardan bakmala­

rında yarar vardır . . .

B6


SEÇİLMİŞ KURUMLARlN SİYASAL DEÖERiı·ı

Türkiye'de halk tarafından seçilmiş kurumların ciddi bir siyasal agırlıgı yoktur. Türk siyasal hayatında, siyasal parti­ ler, hükümet, Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi halka daya­ lı, halkın özlemlerini ve isteklerini dile getiren, aksettiren ve­ ya öyle oldukları kabul edilen kurumlar önemli bir agırlıga sahip degildir. Önemli konularda, hayati konularda uygula­ nacak politikayı saptayan kurum, Milli Güvenlik Kuruludur. Milli Güvenlik Kurulu'nun siyasal agırlıgı yanında, yukanda sözü edilen kurumların hiçbir kıymet-i harbiyeleri yoktur. , Düşüncenin yargı konusu yapılmasıyla Türk siyasal ha­ yatında. halk tarafından seçilen kurumların, halka dayalı kurumların önemli bir agırlıklanmn olmaması arasında yo­ gun bir ilişki vardır. Bunlar aym ideoloj ik ve siyasal örgü­ nün farklı boyutlandır. Halk tarafından seçilmiş kurumların, halka dayalı ku­ rumiann ciddi bir agırlıga sahip olmamaları, atanmış kurul­ lann belirleyici ve tayin edici agırlıga sahip olmalan Türk egemenlik sistemiyle yakından ilgili bir durumdur. Veya Türk egemenlik sorununun en önemli özelliklerinden, en önemli göstergelerinden biridir. Türkiye'de Kürt sorunuyla ilgili konularda, siyasal partiler, hükümet. TBMM hiçbir in­ siyatife sahip degildir. Uygulanacak politikalar Milli Güven­ lik Kurulu tarafından saptanır. Ve bu politilann h ükümet tarafından uygulanması istenir. M GK'nin hükümete yaptıgı tavsiyeler, aslında bir direktiftir. Hükümetin veya TBMM 'nin saptanan bu politikalan tartışması, degiştirmesi mümkün degildir. Hükümet. bu politikaları harfi harfine uygulamakla görevlidir. Bu politikaların uygularup uygulanmadıgı MGK tarafından sık sık denetleniT. Gerektigi gibi uygulanmadıgı zaman hükümet uyarılır.

(*)

Özgar GOndem, 24 Haziran 1 993

237


Resmi ideoloji. kişilere, kurumlara tüm topluma egemen kılımrken. resmi ideoloj iye aykırı, resmi ideolojiyi eleştiren düşünceler de yargılanır. Düşüncenin yargılanması, ömegin siyasal partilerin ülke gerçeklerini dogru dürüst kavrarnala­ nna ve sorunlara saglıkh çözümler oluşturmalanna engel olur. Bugün Türk siyasal partileri Kürtler konusunda resmi ideolojiyi aynen tekrarlamaktadırlar. Kürdistan'ı, Kürt toplu­ munu kendi gözlükleriyle kavrama hakkına sahip degildir­ ler. Düşüncenin yani kitaplanp, dergilerde ve gazetelerde yayınlanan yazılarm yargılanması bu kurumlar üzerinde de ­ moklesin kılıcı gibi sallanmaktadır. Bu, daima resmi ideoloj i gibi düşünmeleri için onu sorgulamaktan kaçınmalan için yeterli bir nedendir. Siyasal hayatın kadrolan ve yapılan resmi ideolojiyi gözetmek için ellerinden gelen her şeyi ya­ parlar. Resmi ideolojiyi korumak ve kollamak için azami öl­ çüde çaba harcarlar. Kürt sorununa yaklaşım bakımından Türk siyasal parti­ lerinin sag veya sol ayrılmalan çok önemli degildir. Ömeğ;in sosyal demokrasinin Kürt sorununu kavrayışıyla, ortaya koyduğ;u zözüm önerileriyle sağ; partilerin hiçbir farkı yok­ tur. Türk sosyal demokrasisi çok uzun yıllar Kürtleri ve Kürtçe'nin varlığ;ım inkar etmiştir. Kürtlerin asimilasyonunu saglamak için her olanagı kullanmıştır. Militarist politikalan ve uygulamaları, hararetle savunmuş, desteklemiştir. Bu­ nun çok koyu bir ırkçılık oldugu açıktır. Bu yönüyle Türk sosyal demokrasisinin dünyada bir ömeğ;ini daha bulmak zordur. Marksist-Leninist sol ise, bütün sol söylemlerine rağ;­ men. fiili olarak hep, Kemalizmin istekleri doğ;rultusunda hareket etmiştir. Resmi irdeolojiden Kemalizmden büyük et­ kilenme vardır. Enternasyonalizm, halkların kardeşliğ;i gibi kavramlar somut olaylar çerçevesinde değ;erlendirilmemek­ tedir. Düşünceler, Lenin, Stalin gibi devrimcilerin düşünce­ leriyle dogrulanmaya çalışılmaktadır. Türk Siyasal partilerinin Kürt sorununa bulaşmalarına engel olmak, resmi ideoloj iyi eleştirmelerini önlemek için devlet bütçesinden desteklenmeleri de özenle uygulanan bir politikadır. Devlet bütçesinden yapılan bu yardımın siyasal partileri

238


özgür kıldığı, özgürleştirdiği söylenemez. Bilakis onlan ba­

"Ma­ dem kl, devletten para ahyorsun. o zaman devlet gibi düşünmeye mecbursun " Düşüncenin idari ve cezai mü­

ğunlı kıldığı, hatta zincire vurdugu açık bir gerçektir. ...

eyyidelerle karşılandıgı bir yerde, devletin bu tür hesaplan­

nın olması çok dogaldır. Veya bu iki süreç arasında organik bir bağ vardır. Ve artık siyasal partiler, ülkenin toplumsal sorunlannı, toplumsal ve siyasal gerçekleri özgür bir şekilde yorumlayamaz bir duruma gelmişlerdir. Türk siyasal partilerinin resmi ideolojinin bu boyutunu yani Kürt sorunuyla ilgili boyutunu desteklemeleri için çok büyük bir çaba harcanmaktadır. Siyasal partiler deyince çok seslilik akla gelmekle birlikte, siyasal partilerin çeşitli dü­ şünceleri ifade ettikleri düşünülmektedir. H albuki Kürt so­ runu söz konusu oldugu zaman, Türk siyasal partilerinin h emen hemen hepsi devletin yani resmi görüşün dogrultu­ sunda düşünmekte, bu dogrultuda tavır ve davranış sergile­ mektedir. İdeolojilerin genel olarak çok katı, donmuş düşünce sis­ temleri olduğu bilinmektedir. Resmi ideolojiyse devlet tara­ fından korunan ve kollanan, devletin cezai yaptınmlanyla desteklenen bir ideoloj i biçimidir. Bu yönüyle , resmi ideolojinin dinsel karakterli olanıyla, laik karakterli olanı arasında çok büyük bir fark yoktur. Her ikisi

de

özgür

düşüncenin önünde.

bilimsel

gelişmenin

önünde büyük bir engeldir. Bilim, insan bilincinin ve insan aklının doğa, tarih ve insan hakkında özgürce düşünce üret­ mesi temelinde gelişir. İnsan aklına ve bilincine değer verir. Halbuki dinsel inançlar, kutsal kitaplar tarafından önceden saptanmış kurallara, kayıtsız ve şartsız ieslirniyeti içerirler. Önceden saptanmış ve itaat edilmesi gereken kurallar söz konusu edildiği zaman, resmi ideolojiyi de bu çerçevede de­ gerlendirmek gerekir. Resmi ideoloji, nelerin düşünülmesi gerektigini, hangi konulann düşünülmesinin yasaklandığını zaten tespit etmiştir. Bize bu bilgileri almak, zamanın ve me­ kanın koşullarına göre yeniden takradamak kalıyor. Sorun­ lar karşısında nasıl tutum alınması, nasıl tavır sergilenmesi gerektiği yine ince ince belirtiliyor. Bilimdeyse temel dürtü­ nün merak oldugu, bilimin son derece zengin bir düşünce

239


çeşitliligi içinde ortaya koymaya çalıştıgı sorunlara, sorulara cevap aradığ;ı biliniyor. İ şte, Türk siyasal partileri resmi ide ­ olojinin korumaya ve kollamaya çalıştığ;ı degerierin geniş halk kitlelerine taşınmasında çok önemli bir rol üstleniyor. Bu degerierin kitleler tarafından benimsenmesinde önemli ·

çabalar sarf ediyor. Siyasal partilerin dışındaki kitle örgütlerini de bu çerçe­ ve içinde değ;erdlendirmek mümkündür. Örnegin işçi sendi­ kalannın sol veya sag içerikli olması. Kürt sorunu açısından çok önemli bir fark oluşturmamaktadır. Düşüncelerinin, ey­ lemlerinin içeriğ;inin sol oldugu söylenen sendikalar da, Kürt sorunu söz konusu oldugu zaman, resmi ideolojinin gözlük­ lerini kullanmaktadır. Resmi ideolojinin bilgilerini tektarla­ maktadır. Bu bilgilerin gerekliligine göre tutum almaktadır, bunlara göre tavır ve davranış sergilemektedir. Düşüncenin yargılandıgı ve bu yargılarnalann çok dogal kabul edildigi bir ülkede , farklı bir tavnn oluşması olası degildir. Çünkü işçi sendikalan çok büyük bir kitleye dayanmalanna rağ;men, bu kitleyi etkili ve özgür bir şekilde harekete geçirme yetkisi­ ne ve özgürlüğ;üne sahip degildirler. Her kadar geniş bir kit­ leyi örgütlemiş olurlarsa olsunlar, resmi ideolojinin kurum­ lan, sahip olduklan amaçlar, teknikler ve yaptırımlar itiba­ riyle onlardan daha güçlüdürler. Düşüncenin yargılandığ;ı bir ortamda, resmi ideolojiyi kitlelere ulaştırrn ada kullanılan en önemli kurum, kuşkusuz basının kendisidir. Gazeteler, radyo, televizyon resmi ideolo­ j iyi en iyi aksettiren kurumlar olmaktadır. Resmi ideoloj inin yapılmasında, yeniden üretilmesinde önemli bir fonksiyona sahip olmaktadırlar. Basın. çifte standart sergileyen önemli kurumlardan biri olmaktadır. Resmi ilanlar, basının siyasi iktidar tarafından denetim altında tutulabilmesinin önemli bir aracıdır. Düşüncenin yargılandığ;ı bir yerde bütün kurumlar res­ mi ideolojiyi tektarlamak, resmi ideoloj inin gelişip köklen­ mesine yardımcı olmak durumundadırlar. Dinsel �urumlan yine bu arada saymak gerekir. Din adamları, Diyanet İ şleri Başkanlıgı, müftüler vs. Kürt ulusal hareketine karşı etkili bir şekilde devreye sokulan kurum­ lardır. Kemalizme karşı durduklannı, Kemalizmi eleştirikle-

240


rini vurgulamaya çalışan bazı islamcı akımlar, Kürt sorunu konusunda aynen Kemalistler gibi düşünmektedirler. Tu­ tumları, tavır ve davranışlan da bu dogruıtuda gelişmekte­ dir. Bosna-Hersek'te Müslüman Boşnaklar için kampanya­ lar açan islamcı akımlar, Türk güvenlik güçlerinin Müslü­ man Kürt halkına karşı Kürdistan'da gerçekleştirdiklert yı­ kımlan, zulmü, ışkenceyi görmezden, duymazdan gelmekte­ dirler. Giderek bu zulüm ve ışkenceyi onaylar, tevşvik eder gibi bir duruma düşmektedirler. Resmi ideoloj inin toplum üzerindeki bu etkileri, ancak, bilimin resmi ideolojiyi etkili bir şekilde eleştirebilmesiyle kı­ rılabilir.

24 1


TÜRK AYDINI DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜGÜNE KARŞIDIR(*J

"Türk aydmı düşünce özgürlü/)üne karşıdır gibi bir yargının, epeyce agır bir yargı oldugunu biliyorum. Fakat. olgulann sistematik bir şekilde izlenmesi sonucunda, böyle bir yargı, ister istemez oluşuyor. Bu yargının ve bu yargıya nasıl vanldıgırun açıklanmasının gerekli oldugunu düşünü­ yorum. Bu yargının, bütün Türk aydınlannın düşüncelerini, tavır ve davramşlannı aksetUrmedigi de açık bir gerçektir. Düşünce özgürlügünü kazanmak, yaşama geçirmek için mücadele eden Türk aydınlan oldugunu da biliyoruz. ..

ı. 9 Mayıs 1 993 tarihinde, İstanbul'da, Türkiye PEN Yazarlar Derne/)i Genel Kurulu toplandı. Genel kurula ka­

tılan üyelerden 25'i, temel hak ve özgürlüklerin güvenceye alınmasıyla ilgili bir bildiri yayınladılar. Bu bildiride, Prof. İlhan Ars el'in, Aydın ve Aydın isimli kitabının ve Salınan Rüşdü nün Şeytıan Ayetleri kitabının yasaklanmasına kar­ şı tavır alınması gerektigi vurgulanmaktadır. Aym bildiride , Aziz Nesln'in girişimiyle ; "Türklye'nln sürüidenrnek isten­ '

dlll dinsel bagnazh�a ve gertel hareketlere karşı kurul­ tay" düzenlenmesi için çagn da yapılmaktadır. Bunlann ya­ nında Nazım Hlkmet e yurttaşlık hakkı ve özel radyo ve 1Vler ile ilgili istemler de bildiride yer almaktadır. "Kültür mozaytglmlzl oluşturan lnsanlar" ın ana dillerini konuşa­ '

bilmeleri, kültürlerini yaşatabilmeleri geregi üzerinde de du­ rulmaktadır. Türkiye'de, kitaplara ve dergilere karşı, yayınevlerine karşı çok yogun baskılarm oldugu bilinmektedir. Terörle Mücadele Yasası etkin bir şekilde işletilrnek istenmektedir. Baskılann, Kürtlerle, Kürt sorunuyla ilgili kitaplar yayınla(*)

242

Özgür Gündem, 1 Temmuz 1 993


yan yayınevlerine, Kürtler tarafından çıkanlan dergilere kar­

şı yapıldıgı da bilinmektedir. Sözü edilen bildilide bunlardan

Prof. İlhan Arsel'in Aydın ve Aydın kitabının toplatılmasına, Salman Rüşdü'nün Şey­

hiç söz edilmemektedir. Sadece

tan Ayetleri

kitabına Bakanlar Kurulu kararıyla yayın ya­

sagı getirilmesine karşı tavır alınması istenmektedir.

Nesln in Şeytan Ayetleri '

,

Aziz

kitabıyla ilgili giıişimine dikkat

destek verilmesi çagnsı yapılmaktadır. (Özgür Gündem, 12 Mayıs 1 993 , "Türkiye PEN Yazarlar Deme­ {li'nin Genel Kurulu'na katılan üyelerden 25'i istemleri­ ni dile getiren bir duyuru imzaladılar" başlıklı haber) çekilerek

Bildilide, düşünme ve yaratma özgürlügünü sınırlayan

engellerden ve bunlan:q kaldırılması gereginden söz edilmek­

tedir. Fakat, bu çok genel bir ifadedir. Özel olarak ise , yuka­ nda belirtilen iki kitaba vurgu yapılmıştır. İki yazarın ve ki­

tabın, adının özel olarak vurgulanması, en agır baskılarm bu yazarlara, bu çevrelere yapıldıgı gibi bir izienim yarat­ maktadır. Buysa, Türkiye'deki somut gerçegi hiç aksettirme­

mektedir. En agır baskılann, Kürtlerle ilgili kitaplar yayımla­

yan yayınevlerine, Kürtler tarafından çıkanlan dergilere ve gazetelere, Kürt sorunuyla ilgili yazılar yayımiayan dergilere

yapıldıgı bilinmektedir. Bunlara ragmen,

zarlar Deme{li nde '

Türkiye PEN Ya­

örgütlenen yazarların bu konulara hiç

dikkat çekmemesi, Türk yazarlannın bu tür haskılara karşı olmadıklan biçiminde yorumlanabilir. Biz, Türk yazarlan­

nın, devlet tarafından, Kürtlerle ilgili yayın yapanlara karşı gerçekleştiiilen baskıları onayladıgını düşünüyoruz.

2. Türkiye PEN Yazarlar Deme{/i'nin bu tutumu, Yurt Kitap-Yayın, Zagros, Ant, Sorun, Komal, Başak ve Tüm­ zamanlar yayınevieli tarafından ayn ayrı yapılan açıklama­ larla protesto edilmiştir. Bu açıklamalarda, Türk PEN üyele­ rinin tavırlan kınanmıştır. . Bu açıklamalarda, Türk PEN üyelelinin aynen resmi ideoloji gibi düşündükleli, çifte stan­

dartlı oldukları, suya sabuna dokunınama çabaları, nüfusu

20 milyonu aşan Kürt ulusunu kendi mozayiklerini zengin­

leştiren küçücük bir grup olarak görmeleri, sorunlara yan

çizici tavırlan irdelenmiştir.

Yurt Kitap-Yayın tarafından yapılan açıklamada, "Şey­ tan Ayetleri'nin Bakanlar Kurulu karan lle engellenmesi-

243


ne karşı çıkan bu 'cesur' insanlar, milyonlarca Kürtten 'kültür mozayliimizi oluşturan insanlar' diye söz ede­ rek, aynen resmi ideoloji gibi, devlet gibi düşünmüşler­ dir" denilmektedir. Türkiye PEN Yazarlar Demegi 'nin duyurusunda, Şey­

tan Ayetleri kitabının yayımına engel konulması, Aydın ve Aydın kitabının toplatılmasının söz konusu edildiğ;i belirtile­ rek .. sadece Yurt Kitap Yayın'ın, 'kültür mozayliimizl

oluşturan insanlanmız' dedikleri Kürtlerle ve Kürdis­ tan'la llglll 20 kitabına 30'dan fazla dava açılmıştır, ki­ taplar yasaklanmıştır" denilmektedir. Komal Yayınlan ndan yapılan açıklamadaysa. Türk '

·PEN üyelerine "aydın" demenin doğ;ru olmadıgı belirtilerek "Kemalist Ideolojinin taşıyıcısı ve üreticisi bu 'demok­ rat' baylar nüfusu 20 milyonu aşan bir ulusu, kendi mo­ zaiklerlni zenginleştiren küçük bir aynntı olarak gör­ mektedirler. Tek suçları Kürt old�u için hergün onlarcası öldürülen, yüzlercesl Işkence gören, burunlan dlblndekl blr ulusun acılan PEN'cllerl Salman Rüşdü ka­ dar rahatsız etmemektedir" denildi. Zagros Yayınlanndan yapılan açıklamada da "Türk PEN'ln kamuoyuna sunduiu duyurudan anlaşılan, yaşa­ dıklan coirafyada olup bitenlerden habersiz ve gözleri kapalı olarak dolaşmaktadıdar. Devletin Kürt halkına yaptıiı baskı, yasaklama, cinayet ve zulme göz yuman böyle blr zihniyetin, blr halkın aydınlan olarak geçinme­ si utanç verici, yazarlık onuruna yakışmayan bir durum­ dur.. . " deniyor. ·

Başak Basın Yayın tarafından yapılan açıklamada, ya­ yınevinin Kürtlerle ilgili olarak yayınladıgı kitaplara yapılan baskılar dile getirilmektedir. Ant, Sorun ve Tümzamanlar yayınevleri de, Türk PENin duyurusuna ilişkin bazı eleştiri­ lerini dile getirmektedirler. Ant Yayınlan, Tü:rk PEN'inin çifte standartlı oldugunu söylemektedir. Sorun Yayınla­ n'nın açıklamasındaysa, Türkiye'nin gündemini belirleyen esas sorunlardan yan çiziyorlar denilmektedir. (Özgür Gün­ dem, 1 5 Mayıs 1 993, Yurt, Zagros, Ant, Sorun, Komal, Başak ve Tümzamanlar yayınevleri Türk PEN üyelerini kınadılar. "T'ÜRK PEN RESMİ İDEOLOJİ GİBİ DÜŞiiNü-

244


YOR'' başlıklı h aber, Atilla Halls ve Şükrü Kalpakçı'nın ha­

beri)

Yurt Kitap-Yayın. Komal ve Zagros yayınevlerinin da­

ha çok Kürtlerle, Kürt sorunuyla ilgili yayınlar yaptıgı bilin­ mektedir.

3. 2 1 -22 Mayıs 1 993 günlerinde, Ankara'da, "Yaşar Ke­ mal Günleri" düzenlendi. "Yaşar Kemal Günlerl"ni, Edebl­ yatçılar Derne;!l düzenlemişti. Program sonunda. "Yaşar Kemal'e Soru Ya;!muru" vardı. Bu bölümde, Yurt Kitap­ Yayın sahibi Ünsal Öztürk, Yaşar Kemal'e bazı sorular sor­ maya çalıştı. Yaşar Kemal' den, kendisine, devlet tarafından verilen ödüllerle, Yurt Kltap-Yayın'a devlet tarafından yapı­

lan baskılar arasında ne gibi ilişkiler kurulabilecegi, bu ko­ nudaki düşünceleri soruluyordu . . . Yaşar Kemal öfkeye ka­ pılıyor, makul cevaplar vermiyor, Ünsal Öztürk'e hakaret ediyor, Ünsal Öztürk'ü aşagılamaya çalışıyor. Videoyo alın­ mış. Yaşar Kemal için hiç hoş bir görüntü degil. Yaşar Ke­ mal, bu sorular karşısında, büyük bir öfkeyle kürsüyü terk ediyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden. Yaşar Kemal'i teselli etmeye çalışıyor. . . (bk. Özgür Gün­ dem. 23 Mayıs 1 993 , "Yayıncı Ünsal Öztürk'ün Sorusu

Yaşar Kemal'i Kızdırdı. Yaşar Kemal Oturumu Terketti"

başlıklı haber, s. 9)

"Yaşar Kemal Günleri'nin Edebiyatçılar Derneği ta­ rafından düzenlendigini bir kere daha belirtmekte yarar var. 4. 1 3 Haziran 1 993 günü , Ankara'da, Edebiyatçılar Derneği'nin İkinci Olagan Genel Kurul'u yapıldı. Genel Ku­

rul sonunda bir sonuç blldlrgesi yayınlandı. Sonuç bildirge­ sinde, yöresel kültürlerin, ekonomik güçlerin yogun saldın­ sına ugradıgı, bu olgunun Türkiye'de de yaşandıgı belirtili­ yor. Bildiride, aynca, Aydınlık gazetesi ve Aziz Nesin'e ya­ pılan saldınlar ve İlhan Arsel'in Aydın ve Aydın kitabının yasaklanması kınanıyor. . . (ÖZgür Gündem, 1 6 Haziran 1 993, Edebiyatçılar Derneği Genel Kurulu Yapıldı baş­ lıklı haber, s. 9) • • *

245


Yukanda Türkiye PEN Yazarlar Derne,Oi'nin ve Edebi­ yaıçılar Deme,Oi'nin genel kurullan sonunda yayınlanan bildirilerden söz edildi. Türkiye PEN Yazarlar Derne,Oi'nin toplantısında oldugu gibi, Edebiyatçılar DemeDi' nin top­ lantısında da, seçmeci bir tutum takırulıyor,

sel 'in Aydın ve Aydın kitabının sln'e ve Aydınlık gazetelerine

Prof. İlhan Ar­ Aziz Ne­

yasaklanmasına, yapılan

saldınlara

karşı

tepkiler dile getililiyor. Halbuki, yukanda,

Türkiye PEN Yazarlar Derne,Oi'nin

duyurusuna karşı bazı yayınevlelinin tepkilerini belirtmeye çalıştık. Demek ki, bu tür tepkiler, Türk aydınlannı, Türk yazarlannı hiç etkilemiyor. Onlar, olaylan, yine , resmi ideo­ lojinin gözlükleriyle görmeye devam ediyorlar. Öte yandan,

Edebiyatçılar Derne,Oi tarafından düzenlenen "'Yaşar Ke­ mal Günleri"nin, "Yaşar Kemal'e Soru Ya,Omuru "nu, Yurt Kitap-Yayın sahibi Ünsal Öztürk'ün sorularını da kı­ saca belirtmeye çalıştık. Bunlara ragmen, Türk yazarlan,

Prof. İlhan Arsel'in Aydın toplatılmasına, Salman Rüşdü'nün Şey­

seçmeci bir tutum takınıyorlar,

ve Aydın kitabının tan Ayetleri kitabının yayınlarumasına engel olunmasına, Aziz Nesin'e ve Aydınlık gazetesine yapılan haskılara karşı çıkıyorlar. Buradan, onlaniı, öteki yazarlara, gazetelere, ki­ taplara . . . yapılan baskılan onayladıklan sonucu çıkarılabi­

lir. Türk aydını, Türk yazan, devletin, Kürtlerle ilgili olarak geliştirdigi baskı mekanızmalanna karşı degil. Türk aydını, düşünce özgürlügünü savunmuyor, sadece, benimsedigi de­

Bu, Türk aydınının, devletin dejerlerlyle yetişmiş bir kategori ol­ dujunu göstermektedir. Bu bakımdan, Türk aydını devlet

gerlere bir baskı oldugu zaman, ona karşı çıkıyor.

yönetiminde görev aldıgı zaman aynen devlet gibi, yönetici gibi düşünür, yöneticilerin yaptıklannı yapar. Devletin de­ gerlertne karşı bir baskı oldugu zaman, Türk aydını, o bas­ kıya tepki göstermektedir.

dın

kitabı da,

Prof. İlh an-Arsel ve Aydın ve Ay­

devletin korumaya ve kollamaya çalıştıgı

degerieri savunmaktadır. Bunlar, kısaca laiklik kavramı et­ rafında oluşan degerlerdir. Halbuki, devletin ırkçılık ve sö­ mürgecilik kavramlan etrafında oluşan degerieri de vardır, Devletin ırkçı ve sömürgeci politikalarmı eleştiren, devletin bu konuda oluşturdugu degerieli zedeleyen yazarlara, yayı­ nevlerine, gazetelere yapılan baskılan, Türk aydını, Türk ya-

246

·


zan onaylamaktadır. Bütün Türk aydınlarının, Türk yazarla­ rının bu görüşte olmadıgı açıktır. Ömegin, Türkiye PEN Ya­

zarlar Derneği'nin, 2 5

da

kişinin imzasını taşıyan duyurusun­

Ragıp Zarakolu'nun böyle düşünmedigini biliyoruz. Ragıp zarakolu, PEN Genel Kurulu'nun

adı geçen

yakından

duyurusu üzerine kaleme aldıgı,

fen!"

"Biraz Daha Cesaret Lüt­ (ÖZgür Gündem,

başlıklı yazısında bunu belirtiyor. . .

1 2 Mayıs 1993) Biz, bunun cesaret eksikilgi olmadıgını, Türk aydınının düşüncesinin, tavır ve davranışının içerigl­ nin böyle oldugunu vurgulamaya çalışıyoruz. Devletin de­ gerleriyle yetişen, degerieri sorgulamayı düşünmeyen bir ka­ tegortnin farklı tavır geliştirmesi mümkün degildir. Sagcı oldugunu söyleyen Türk yazarları, Türk profesör­ leri düşünce özgürlügüne karşı olduklannı, örnegin Kürtler­ le ilgili düşüncelerin suç sayılması gerektigini açıkça söylü­ yorlar. Örnegin, Prof. Dr. Nur Vergin, düşünce özgürlügüne karşı oldugunu , devletin, resmi görüşü eleştireniere ceza ve­ rebilecegini, cezaevine koyabilecegini açıkça söylemektedir. (bk.

Yeni Zemin,

Sayı ı . Ocak 1 993) , s. 68;

ner'in, Prof. Dr. Nur Vergin

Mehmet Meti­

ile yaptıgı röportaj . s. 62 - 7 1 )

Bazı sosyal demokratlar d a böyle düşünüyor. Fakat. solda yer alan yazarlar, bunu, açıkça söylemiyorlar. Genel planda düşünce özgürlügünün geregini ifade ediyorlar, fakat, Kürt­ lerle ilgili yayınlara karşı devletin geliştirdigi baskıları da hiç eleştirmiyorlar. Devletin Kürtlere karşı sürdürdügü ırkçı ve sömürgeci politikalar ve uygulamalar karşısında sessiz kalı­ yorlar, bu baskılan onaylıyorlar. Devletin degerleri, sagcı ve solcu Türk yazarları tarafından aynı oranda korunuyor ve kollanıyor. Bu degerierin ırkçı ve sömürgeci politikalar ve uygulamalar etrafında oluştugu bilinmektedir. Kürt

kimligine ve

Kürdistan

kimligine

karşı

olmak,

Kürtlerin asimilasyonunu gerçekleştirmek, Türk Devleti'nin en önemli degeridir.

247


TÜRK USULÜ BAŞKANLIK SİSTEMİC*l

Demokratik bir yönetim biçimini benimseyen bütün ül­ kelerde parlamento vardır. Parlamentolar halk tarafından belirli bir süre için seçilen meclis veya meclislerden oluşur. Demokrasilerde, hükümet şekilleri degişik olabilir. Parla­ menter hükümet veya başkanlık sistemi önemli hükümet bi­ çimleri olarak görülmektedir. Türkiye'de halen yürürlükte olan sisteme parlamenter demokrasi, parlamenter hükümet denmektedir. ABD'de uy­ gulanan demokratik sisteme de başkanlık sistemi denmek­ tedir. Parlamenter siyasal düzenlerde yürütme organı seçim­ le kurulmuş yasama orgaruna karşı sorumludur. Bunun, parlamenter siyasal düzenin önemli özelliklerinden biri ol­ dugu bilinmektedir. ABD'ndeki siyasal sistemle Türk siyasal sistemi karşı­ laştınlırken, ABD'de yürütme orgarurun çok güçlü oldugu, Türkiye'nin de güçlü bir yürütme gücüne sahip olması gere­ gi üzerinde durulur. "Türkiye'de de başkanlık sistemi ve­ ya buna yakın bir sistem uygulanmalıdır" denir. 8. Cum­ hurbaşkanı Turgut Özal ve bazı yazarlar, profesörler, bu düşüncelert ve özlemleri dile getirmişlerdir. " İkinci Cumhu­ rlyet''i savunanlann genel olarak bu dogrultuda düşündük­ leri söylenebilir. İkinci Cumhuriyet anlayışına karşı çıkan­ lar ise, parlamenter sistemi de yogun bir şekilde savun­ maktadırlar. Bunlar, başkanlık sisteminin Türkiye'nin top­ lumsal ve siyasal yapısına hiç uygun düşmedigint, Türki­ ye'nin toplumsal ve siyasal yapısına uygun düşen en güzel sistemin parlamenter sistem oldugunu vurgularlar. Güçlü yürütme orgarurun, güçlü icrarun Türkiye'nin yapısına hiç uygun düşmedigini belirtirler. Bu tartışmalan yapanlar, Türk siyasal sisteminde Milli

(*) 248

Özgür Gündem, 8 Temmuz 1 993


Güvenlik Kurulu'nun rolüne, MGK'nın siyasal sistem içinde­ ' ki agırlıgına hiç dikka t çekıniyorlar. Böyle bir kurum yok­ muş gibi düşünüyorlar, davranıyorlar. Parlamenter sistem v�a başkanlık sistemi tartışmasına katılıyorlar. Türk siya­ sal hayatında, siyasal partilerin, hükümetin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin büyük bir agırlıgı, fonksiyonu varmış gibi tutum takınıyorlar. Halbuki, Türk siyasal sisteminin fiili iş­ leyişine baktıgımız zaman, siyasal partilerin, hükümetin, hatta. TBMM 'nin, sistem içinde ciddi bir agırlığa sahip olma­ dıklarını görüyoruz. Türk siyasal sisteminde agırlığı olan ku­ rum,

tayin

edici

ve

belirleyici

kararlan

veren

kurum

MGK' dır. MGK, anayasal bir kurumdur. (Anayasa, md. 1 1 8)

Kararlan tavsiye niteligindedir. MGK'nın, tayin edilmiş bir kurul oldugu açıktır. MGK, Cumhurbaşkanının başkanlığın­ da, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma, İçişle­ ri, Dışişleri Bakanları, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Ko­ mutanları ve

Jandarma

Genel

Komutanı'ndan

kurulur.

Kararlann, hep, askerlerin düşünceleri ve istekleri doğrultu­ sunda alındıgı besbellidir. Fiili duruma baktığımız zaman, MGK'nın

"tavsiye" niteligindeki kararlannın Bakanlar Ku­ "direktif', "emir" olarak anlaşıldıgı açıktır. Zaten MGK kararlannın, Bakanlar Kurulunca, "özellikle dikkate alınması" istenir. Bunun da, "tavsiye"den daha

rulu tarafından

önemli bir anlam taşıdıgı bellidir.

Türk siyasal sisteminin fiili işleyişine baktıgımız zaman, Türkiye'nin bazı sorunlan konusunda politikalar saptanma­ sı, bu politikaların hükümet tarafından uygulanıp uygulan­ madığının denetlenmesi, tamamen MGK'nın yetki alanı içine girmektedir. Bu yönüyle MGK, hükümetin ve TBMM'nin üs­ tünde bir kuruldur. Türkiye için önemli olan sorunların sap­ tanmasında. yetkili olan kurul yine M GK'dır. Burada, siya­ sal partilerin, hükümetin, TBMM'nin hiçbir ağırlığı yoktur. Bu, Türk siyasal sisteminin işleyişinde izlenebilen ve gözle­ nebilen fiili bir durumdur. Türk egemenlik sistemiyle uyum­ lu bir durumdur. Örnegin Kürt sorununun nasıl kavranıla­ cagı, ne gibi politikalar saptanacagı, bu politikalarm hükü­ met tarafından nasıl uygulanıp uygulanmadıgının denetien­ mesi, MGK'nın yetki alanındadır. Türkiye'de zaman zaman, Cumhurbaşkanı'nın ve Baş-

249


bakan'ın fonksiyonlanndan, bunlann, birbirieritlin yetkileri­ ni kısıtladıklan iddialanndan dolayı

"iki başlı yürütme " den

söz edilmektedir. Türk basınında, zaman zaman bu tür tar­ tışmalar yapılmaktadır. Halbuki, MGK'nın fiili agırlıgı karşı­ sında bu mektedir.

"iki baş"ın da ciddi bir ağ;ırlıgı olmadığ;ı izlenebil­ "Parlamentoya karşı sorumlu hükümet•• kavra­

mı etrafında yine aynı şeyler söylenebilir. Aslında, Bakanlar Kurulu'nun, parlamentoya değil, MGK'ya karşı sorumlu ol­ dugu açıkça gözlenebilen besbellidir. Sadece Bakanlar Ku­

rulu'nun degil, parlamentonun bile MGK'ya karşı sorumlu­ luk taşıdığ;ı bir gerçektir. ABD'de yürütmenin güçlü oldugu biliniyor. ABD Başka­ nı halk tarafından seçilir. Başkan'ın ABD Kongresi karşısın­ da önemli bir ağırlığı vardır. ABD'de hükümetin, pek çok ko­

nuda kongreye karşı bir sorumluluğu yoktur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi halk tarafından seçilmiş bir kurumdur. Hükümetin de bu meclis içinden çıktıgı bilin­ mektedir. Parlamenter demokraside siyasal partilerin kamu­

oyunu, çeşitli sosyal sınıflan, baskı gruplarını temsil eden

çok önemli kurumlar olduğu da biliniyor. Bu durumda, çok partili demokraside, halkın oylanyla seçilmiş ve siyasal par­

tilerin temsil edildigi parlamentolar, siyasal iradenin tecelli

ettiği yerler olmalıdır. Ve bu kurum üzerinde, buna direktif

verebilecek, faaliyetlerini sınıriayabilecek herhangi bir ku­ rum olmamalıdır. Halbuki, Türkiye'deki durum hiç böyle de­

gildir. Tayin edilmiş kurumlann, özellikle MGK'nın Türk si­

yasal sistemi içindeki fiili ağırlığı çok büyüktür. MGK'nın "tavsiye"lerini yani emirlerini, direktiflerini eleştirebilecek,

bu emirlerin yerine getirilmesine karşı çıkabilecek hiçbir güç mevcut değildir. Aslında, çeşitli yönlerden, ABD'deki Baş­ kanlık sistemindeki "başkan" dan çok daha güçlü bir yürüt­ me, icra kurumuyla karşı karşıyayız. Bu, MGK'nın bizzat

kendisidir. Hükümet. MGK adına işleri yürüten bir görüntü­ ye sahiptir. ABD'de başkan, gücünü , halk tarafından seçilmiş ol­

maktan alır. Türk siyasal sistemindeki MGK ise gücünü, or­ dudan alır, polisten, silahlı güçlerden alır. MGK, Türk siya­ sal sistemi içinde organik olarak yer almış bir kurumdur.

MGK, siyasal bir kurumdur, idari bir kurilm olarak balanak

250


yanıltıcıdır. MGK kendini bu tür yetkilerle donatmıştır. Türk parlamentosu , kendi yetkilerini kısıtlayan bu durumu gö­ nüllü olarak kabul etmektedir. Bu, Türk demokrasisinin en önemli açmazlarından biridir. Bu sürecin demokratik bir içerik taşımadığı açıktır. Türk egemenlik sisitemi anlayışına uygundur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürdistan'da sö­ mürgecilik yapmaktadır. Sömürgecilik, ancak böyle bir sis­ temle yürütülebilir. Zira, hem sömürgeetlik yapmak, hem de bunu gizlemek önemli olmaktadır. Siyasal partiler, parla­ mento, parlamenter hükümet gibi kurumlan sömürgeciliği gizleyici kurumlar olarak değerlendirmek mümkündür. Bu ilişkilerin, son günlerde yaşanan çok çarpıcı. bir ör­ neği, Kürt Kurultayı'na ilişkin olarak yaşandı. Kurultay, 25-27 Haziran 1 993 tarihleri arasında , Ankara'da düzenle­ necekti. İnsan Haklan Derneği ve Aydın inisiyatifi tarafın­ dan düzenlenen kurultaya Cumhurbaşkanı Süleyman De­ mirel ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, siyasal partile­ rin temsilcileri de davet edilmişti. Cumhurbaşkanı ve Başba­ kan Yardımcısı, Kürt Kurultayı'na katılacaklannı belirtmiş­ lerdi. Ankara Valisi, Kürt Kurultayı'nın toplanmasını yasak­ ladı. Yasaklamanın MGK anlayış ve politikası doğrultusunda yapıldığı beşbellidir. Bu politika ve anlayış karşısında halk tarafından seçilmiş kururolann hiçbir ağırlığı yoktur. MGK düşüncesi ve anlayışı doğrultusunda yönetilen devletin illegal bir yönü muhakkak vardır. Devlet bu illegal çekirdek tarafından yönetilmektedir. Siyasal partiler, hükü­ met, parlamento, yargı kurumlan, basın vs. bu illegaliteyi gizleyici birer perdedir. Hükümet, illegal devletin bütün ey­ lemlerini savunmak zorundadır, bunlan savunduğu sürece h_ükümet olma vasfını sürdürebilmektedir: 2 Tenunuz ı 993 günü Sivas'ta, "Pir Sultan Kültür Etkinlikleri" sırasında meydana gelen olaylar, bunun yine çarpıcı bir ömeğidir.

Ragıp Zarakolu, Gizli Bir El isimli yazısında, (ÖZgür Gündem, 2 ı Haziran ı 993) Türk siyasal sistemini "yan­ başkanlık sistemli iktidar tarzı" kavramlanyla değerlen­ dirmektedir. Ercan Kanar da, Türkiye Cumhuriyeti'ni "Em­ ret Komutanım Cumhuriyeti" sözcükleriyle anlatmaktadır. (Emret Komutanım Cumhuriyeti, Özgür Gündem, 25 Ha­

ziran ı 993)

25 1


Demokrasfnin temel kurallanndan biri askeri otoriteyi sivil otoriteye baglamaktır. Halbuki, Türkiye'de, M GK gibi kurullarla sivil otorite tam anlamıyla askeri otoriteye baglı duruma getirilmiştir. Bugün, Türk yargı kurumları. Türk basını, Türk siyasal partileri, demokratik kitle dernekleri ol­ dugu söylenen çeşitli dernekler, sendikalar, din kurumlan vs. MGK'nın yan kuruluşlan gibi çalışmaktadır. Siyasal par­ tiler, ancak, MGK anlayışını benimseyere� hükümet olabil­ mektedirler. Siyasal partiler, dernekler. bu anlayışı gerçek­ leştirme konusunda birbirleriyle yanşa girmektedirler. Bos­ na-Hersek'de, Sırplarm savaş uçaklan kullanamaması ve Birleşmiş Milletler'in, Sırpların savaş uçakları kullanması­ nın denetim altına alınması konusunda hükümeti uyaran siyasal partiler, Kürt sorunu söz konusu oldugu zaman, ay­ nı hükümeti,

"Neden daha çok savaş uçagı alınmıyor?", "Neden daha çok Süper Kobra alınmıyor? " diyerek eleş­ ..

Urmektedirler.

MGK gibi kurumlarla, Türkiye'de demokrasiyi kurmak, insan haklarını geliştirmek, kökleştirmek mümkün degildir. Buna ragmen, Türk üniversitesi, Anayasa Hukuku Kürsüle­ ri, Anayasa Hukuku okutan profesörler, Türk siyasal siste­ minde MGK gibi kurullarm agırligını hep gözden uzak tuta­ caklar, bu kurumlara ciddi bir eleştiri getirmeyeceklerdir. Çünkü, Türk üniversitesi, MGK'nın direkttileri dogrultusun­ da çalışan kurumların başında yer almaktadır. Fakat,

Öz­

gür Üniversite'nin, B.İLAR'ın, BİLSAKın, Türk siyasal siste­ minin, Türk egemenlik anlayışının bu temel niteligine dikkat çekeceklert,

bu

kuşkusuzdur.

252

konuyla ilgili açıklamalar geliştirecekleri


"BEN de ANNEYİM. . . " (*l

Başbakan

Tansu Ç11ler, Do{)ru Yol Partisi

Genel Baş­

kanlıgı'na seçildigi günlerde, Kürt sorunuyla ilgili olarak ne düşündügünü soran gazetecilere, .. Ben de anneyim, ogulları şehit olmuş annelerln, şehit asker annelerinin neler hissettiklerini, acılarını, yakından blllyorum, his­ sediyorum ... " diyordu . Bugün de buna benzer şeyler söylü­ •••

yor. Bu acılan dindinne k, bitirmek için kararlı oldugunu da vurguluyor. Başbakan

Tansu Ç111e r,

annelerin acısı, annelerin ızdı­

rabı, üzüntüsü denildigi zaman, hep, Kürt gerillalada çatış­ malarda ogullan ölmüş anneleri hatırlamaktadır. O annele­ rin acılarını, o annelerin kederlerini dile getirmektedir. Fa­ kat, sadece, bu annelerden, bunların kederlerinden söz et­ mektedir. Bir savaşta. bir çatışmada, gencecik oglu ölmüş, öldürülmüş annelerin acılarını hissetmernek mümkün degil­ dir. Oglunun terhis olup eve gelmesini bekleyen, onun geli­ şiyle ve daha sonraki yaşantısıyla ilgili olarak pek çok h ayal­ ler kurarken. birdenbire, onun cenazesiyle karşılaşan anne­ nin ruhsal yapısını anlamak. hissetmek kolaydır. Bununla beraber. şunu da düşünrnek gerekir. Her gün merakta olan­ lar, acı ve keder içinde olanlar, sadece ogulları asker olan anneler midir? Şöyle düşünülsün: Oglundan aylarca, yıllar­ ca haber alamayan bir anne . . . Birgün, önüne bir çuval ke­ mik bırakıyorlar. İşte bu senin oglun diyorlar. Hakaret edi­ yorlar.

tehdit savuruyorlar,

gelecek... "

aşagılıyorlar,

"sıra sana da

diyorlar, gülerek. oynayarak bırakıp gidiyorlar.

iskelet parçalanmış, beyin dagılmış, etleri ayrılmış, kupkuru kalmış bir ceset, çok agır işkencelere maruz kalmış bir ce­ set. Böyle bir olayla karşılaşan anne neler düşünür, neler hisseder acaba? Henüz 20 yaş çaglannı yaşayan veya henüz 20 yaş çaglanna bile varmamış olan oglunun, bu biçimdeki bir cesediyle karşılaşan annenin ruhsal durumu nasıl bi-

(*)

Özgür Gündem, 1 5 Temmuz 1 993

253


çimlenir acaba? Böyle bir annenin ruhundaki fırtınalan, dalga dalga büyüyen, derinleşen acılan nasıl anlatmak gere­ kir? "Ben de anneyim .. :• diyen Başbakan bu annelerin duygularını, düşüncelerini bilinçli olarak dikkate almıyor, bunlan, gözlerden; dikkatlerden uzak tutuyor. Böylece, bu anneleri, onlann duygularını, düşüncelerini aşagılamaya ça­ lışıyor. Bir anne düşünün ... Birgün oglunun cesediyle karşılaşı­ · yor. . . Evin kapısına bırakıp gidiyorlar . Kafatası dagılmış, gözler çıkanlmış, burnu kesilmiş, kulaklan kesilmiş, iskeleti parçalanmış bir ceset. .. Henüz 20 yaş çaglannı yaşayan, belki 20'sine bile henüz ulaşmamış oğlunun böyle bir cesedi ile karşılaşan annenin ruhsal durumunu anlatabilmek, tarif edebilmek mümkün müdür? Kafası kopanlmış , kafatası par­ çalanmış, gözü çıkanlmış , kulagı kesilmiş, bumu kesilmiş, dili koparılmış, kollan, bacaklan kınlmış cesetlerle karşıla­ şan insanların ruhsal yapılan nasıl anlatılabilir? Bu annelertTI duygulan, acılan, kederleri, "Ben de an­ " diyen Başbakan Tansu Çlller bakımından hiçbir şey ifade etmemektedir. Devamlı şehit askerlerin annelerin­ den söz ederek, bunlarm acılarını dile getirerek başka anne­ leri yok saymaktadır, onları aşağılamaktadır. Kaldı ki bu an­ neler, çoğu zaman ogullarının , kızlannın cesetlerine bile sa­ hip olamazlar. Çatışmalarda canlı olarak ele geçirilen gerilla­ lar uçaklara ve helikopterlere bindirilerek nerelere atılmış­ tır? Cesetlerinin parçalan hangi daglara, hangi vadilere sav­ rulmuştur? Kurtlara, kuşlara nasıl yem edilmiştir, belli de­ ğildir. Ailelere teslim edilen cesetlerin çogu parça parçadır. Gerillaların öldürülmeden önce işkence gördükleri çok açık bir şekilde belli olmaktadır.

neyim

...

Bütün bunlar Kürdistan'da binde bir kere rastlanan olaylar değildir, hergün yaşanmaktadır, Kürdistan'ın her ye­ rinde yaşanrnaktadır. Fakat Türk basını, Türk kamuoyu­ nun, Kürdistan'da yaşanan bu zulmün bilincine varmarna­ lan için her türlü olanağını seferber etmektedir. Yalçın Küçük hocamızın belirttiği gibi, Türkiye'de, en büyük terö­ rist Türk basınının kendisidir. Türk basını, devlet terörünün tırrnanmasına elverişli bir ortam hazırlıyor, devlet terörünün yükselmesine, yoğunluk kazanmasına meşruluk kazandır­ maya çalışıyor. Bu ortamda, sadece, oğulları çatışmalarda

254


ölen analar, asker analan gündemde tutuluyor. Televizyon­ larda bu . analann görüntüleri, gazetelerde, dergilerde bu analann fotograflan yer alıyor. Bazen bu analada yapılmış röportajlar yayınlanıyor. Türk basını, bu konularda, öyle yo­ gun bir terör estiriyor ki, ogullan, kızlan öldürülmüş, şehit edilmiş başka analar da olabilecegi düşüncesi kamuoyunun bilinetne çarpmıyor, veya, Türk basınının yarattıgı terörün amacı. başka analar da olabilecegi konusunun kamuoyu­ nun bilincine çarpmasını önlemek biçiminde ortaya çıkıyor. 1V'lerde , devlet güçleri tarafından köyleri yakılan. evleri yakılan, yıkılan, ogullan, kızlan çatışmalarda öldürülmüş analann görüntüleri yer alıyor mu? Türk gazeteleri, bu ana­ lann fotograflannı yayunlıyor mu? Helikopterlerle,

savaş

uçaklanyla, tanklarla. toplarla, zırhlı araçlarla, panzerlerle, evleriyle yakılan, yıkılan, yiyecek ve giyecek eşyalan kulla­ nılmaz hale getirilen, hayvanlan kurşunlanan, ogullan, kız­ lan öldürülen analar neler hissederler, acaba?

neyim.

. .

" diyen Başbakan

Tansu Çiller

"Ben de an­

bu anaları neden

görmezden geliyor, bu analann acılarını, kederlerini neden yüreginde duymuyor, neden, bu tavır ve davranışlanyla bu analan horlamaya, aşagılamaya gayret ediyor? Bunlar bilin­ mez, bilinemez şeyler degildir. Bunların sömürge politikalan oldugu açıktır. Sömürge politikalarıyla, kardeşligin, birlik ve bütünlügün oluşamayacagı ise açıktır. Türk basını, özellikle kış aylannda PKK'ye karşı, Kürt gerillalara karşı Süper Kobra ve Kobra helikopterleriyle , sa­ vaş uçaklanyla. tanklanyla, zırhlılanyla, toplanyla . panzer­ leriyle. . . sürdürdügü savaşta şöyle bir söylem geliştiriyor:

" ... Kahraman Mehmetçik.lerimiz çok olumsuz hava ko­ şullanna ra�men operasyonları sürdürüyor", "Birlikleri­ miz so�uıa, metrelerce kara ve buza ra�men da�ın zirve­ lerine do�ru tırmanmaya devam ediyor� " vs. "Uçaklan­ mız ve Süper Kobra helikopterlerimiz dış güçlerin maşa­ lan teröristler üzerine bomba ya�dırıyor" , Dış güçlerin maşaları inierinde Imha edilecek, inieri başianna yıkıla­ cak." Türk basınının terörist niteligini, devlet terörünü teş­ ..

vik eden ve tırmandıran niteligini burada da görmekteyiz. Halbuki, soruna, Kürtler açısından bakmak da mümkün­

dür: Henüz 20 yaş çağ;Iarını yaşayan insanlar, belki de he­

nüz 20 yaşına bile ulaşamamış genç insanlar, bu sogukta,

255


bu karda, kışta dagların zirvelerinde, magaralarda vs. ne ariyorlar? Neyin mücadelesini yapıyorlar, ne istiyorlar? Dü­ şünceleri, özlemleri, beklentileri nedir? Bu kadar olumsuz koşullara ragmen mücadelelerini neden sürdürüyorlar? Bu kadar büyük bir fedakarlıga ve vefakarlıga neden katlanıyor­ lar? Dünyayı, kendilerini nasıl algılıyorlar, nasıl kavnyorlar? İnançlan, düşünceleri nedir? Aslında, bunlar ve benzeri so­ rular üzerinde sogukkarılı bir şekilde duruldugu zaman, so­ runun kavranılmasında ve saglıklı çözüm yollan aranmasın­ da

önemli bir

olmak.

adım

atılrnış

olur.

Dış güçlerin maşası

bu kadar büyük bir fedakarlık, vefakarlık ve kararlı­

lık gerektirir mi? Fakat, basın o kadar büyük bir terör yapı­ yor ki, Türk kamuoyu , sorunun bu yüzünü düşünemez. kavrayamaz bir hale geliyor. Daha dogrusu , basının yarattıgı terör ortamında, sorunun bu yüzü Türk kamuoyunun, Türk insanlarının bilincine çarpmıyor. Sorunun bu yüzünü Türk kamuoyunun bilincine çarptırmamak, medyanın önemli bir amacı olarak beliriyor. Bu koşullar altında Türk kamuoyu, Kürtlerin, Kürt gerillaların özlemleri, istemleri ve beklentileri konusunda saglıklı bilgiler sahibi alamıyor. Halbuki, Kürtlerin ulusal ve toplumsal kurtuluş müca­ delesinin en büyük şansı, dayanagı da burada belirmekte­ dir. Bu kadar derin ve yogun bir fedakarlıgın ortaya çıktıgı yerde, Kürdistan'a ve Kürt ulusuna baglılık bilincinin ortaya çıktıgı bir yerde, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi. kuşkusuz başanya dogru ilerler. Bu süreci,

maşalan"

"dış güçlerin

SQzleriyle kavramak mümkün degildir. Fakat, og­

lunun, kızının parçalanmış, işkence görmüş cesetleriyle kar­ şılaşan Kürt analan sürecin bilincindedir, bunca zulüm ne­ den yapılıyor, biliyor, bu bilinç gün geçtikçe büyüyor, derin­ leşiyor, yaygınlaşıyor . . .

"Ben de anneylm, şehit annelerinin acılannı yakın­ dan hissediyorum " demek ve sadece, asker annelerini ...

dikkate almak, diger analan görmezden gelmek, demokratik bir söylem degildir. Özel Savaş'ın bir söylemidir, sömürgeci bir söylemdir. Bu tür söylemlerle ve bu söylemler dogrultu­ sunda gelişen uygulamalarla mak,

256

"kardeşlik"

"birlik ve beraberlik"

kurmak mümkün degildir.

kur­


"KÜRT TERÖRÜ" !•)

Türk basım, Türk siyasal partileri, Türk üniversitesi, Kürt sorununu bir terör sorunu olarak ele almaktadırlar. Türk aydınları da, Kürt sorununu, aşagı yukarı bu dogrul­ tuda degerlendirmektedir. Bu kategoriler, Kürt sorununu, Kürt toplumunun ulusal ve demokratik hakları, Kürt insan­ lannın haklan açısından ele almaktan ziyade, emperyaliz­ min planlan açısından ele almaktadırlar. Buna göre, emper­ yalizm, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni veya Osmanlı Dev­ leti'ni zayıf düşürmek için Kürt sorunu gibi, Ermeni sorunu gibi

..

yapay"

sorunlar yaratmakta, zaman zaman bunları

kışkırtmaktadır. Bu kışkırtmalarla sorunu yaygınlaştırmaya ve derinleştirmeye çalışmaktadır. Bu, resmi ideoloj iye uygun bir anlayıştır, Türk egemenlik sistemine uygun bir anlayış­ tır. Bu tür sorunlara, sadece, resmi ideoloji açısından, Türk egemenlik sistemi açısından balanak dogru degildir. Bu ta­ vırla saglıklı sonuçlara da vanlamaz. Halbuki, bu sorunlara, Kürtler ve Ermeniler, Kürdistan ve Ermenistan açısından balanak da mümkündür. Bu tür sorunlarda, emperyalizmin politikalan ve uygulamalan kuşkus:uz söz konusudur. Fakat her şeyden önce, emperyalist devletlerin, ömegin, Kürdis­ tan'ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması sonucunu doguran politikalarının incelenmesi önemli olmaktadır. Esas emperyalist politika budur ve bu politika ömegin Kürt top­ lumunu

çok güçsüz bıralanıştır.

Kürdistan'ın,

Ermenis­

tan'ın, Çerkes toplumunuri ugradıgı, karşı karşıya kaldıgı büyük yıkım bununla çok yakın bir şekilde ilgilidir. Soruna, Kürt toplumunun, Ermeni toplumunun, Çerkes toplumu­ nun haklan açısından baktıgımız zaman, bölünmenin, par­ çalanmamn, paylaşılmamn ve sürgünlerin ortaya çıkardıgı

(*)

Özgür Gündem, 22 Temmuz 1 993 257


yıkımlan kavramak mümkündür. Soruna, resmi ideoloj� açı­ sından, Türk egemenlik sistemi açısından baktıgımız zaman, bu ülkelerin, bölünmeleri, parçalanmalan ve paylaşılmala­ rıyla ilgili süreçler hep dikkatlerden uzak kalmaktadır. 1920'li yıllardan beri Kürtlerin ulusal ve demokratik haklan gasp edilmiştir. Kürtlerin ulusal, toplumsal ve kültü­ rel varlıgı inkar edilmiştir. Kürtler Türk sayılmış, Kürtçe, Türkçe'nin bir agzı sayılmıştır. Kürtlerin asimilasyonunu gerçekleştirmek için her türlü yöntem düşünülmüş, uygu­ lanmıştır. Bu yöntemlerin, ancak, devlet terörü eşliginde uy­ gulanabildigi, devlet terörüyle yaşama geçirildigi açıktır. Gü­ nümüzde, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin so­ nucu olarak, artık. Kürtler ve Kürtçe inkar edilememektedir. Bu, fiili bir durumdur. Fakat. Türk devlet ve hükümet yetki­ lileri, durmadan. Kürtlere . Türk olarak yaşamaktan başka, Türkleşmekten başka hiçbir yollan olmadıgını anlatmakta­ dır. Kürt ulusal ve demokratik haklannın hayalden başka bir şey olmadıgını anlatmaktadır. Buna ragmen, Türkiye'de Kürt sorunu diye bir sorunun mevcut olmadıgını da vurgu­ lamaktadır. Hem nüfusu 20 milyonu aşkın bir halkın ulusal ve demokratik haklarını gasp etmekte , hem de. Kürt soru­ nunun mevcut olmadıgını. eşkıya sorununun var oldugunu belirtmektedir. Bu düşüncesini ve politikasını devlet terörü eşliginde yaşama geçirmeye çalışmaktadır. Son 10- 1 5 yıldır, Kürt toplumunda, çeşitli nedenlerden dolayı çok yogun ve kapsamlı degişmeler gerçekleşmiştir. Bu toplumsal ve siyasal degişmeler sürmektedir. Kürtler. adeta kendilerini keşfetmektedirler. Kürtler. artık ulusal ve de­ mokratik haklannın ve bu haklannın gasp edildiginin bilin­ cine varrnıştır. Gasp edilen bu haklara yeniden kavu şmak mücadelesi içindedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürtlerin bu haklara kavuşmak için gerçekleştirdikleri mücadeleyi te­ rör olarak, terörist bir eylem olarak, eşkıya eylemi olarak de­ gerlendirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne göre, ge­ rek Kürt sorunuyla ilgili düşünce ürünleri, gerekse bu dü­ şünceleri yaşama gecirmeye çalışan eylemler, mücadeleler, terörizm kapsamında, eşkıyalık kapsamında ele alınmakta­ dır. Devletle Kürtler arasında, derin, uzlaşmaz bir çelişkinin

258


oldugu açıktır. Devlet, Kürtlerin dilini, kültürünü, kiınliğ;ini gasp etmiştir. Kürt adını ve Kürdistan adını yasaklamıştır. Kürtlere, Türkleşmekten, Türk kültürünü yaşamaktan, Kürt olan her şeyi, Kürt toplumu olma özelliklerini unutmaktan başka bir yol bırakmamıştır. Bu, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen ırkçı bir politika ve uygulamadır. Dünyada bir eşi daha bulunmayan bu politikadan dolayı, Kürdistan sö­ mürge bile degildir diyoruz. Böyle bir politikanın çok yoğ;un, çok kapsamlı bir devlet terörü içerdiğ;i besbellidir. Buna rağ;­ men, Kürtler artık, gasp edilmiş ulusal ve demokratik hakla­ n için bilinçli ve kararlı bir mücadele içindedirler. Devlet. Kürtler için, en dogal haklarını, insanlann, insan olduklan için sahip olduklan temel haklarını kazanabilmek için sila­ ha başvurmaktan başka bir yol bırakmamıştır. Çünkü, in­ karcı, ırkçı ve sömürgeci politika bunun dışındaki bütün ka­ nallan, görüşme, konuşma, müzakere kanallannı tıkamıştır. Devlet, kendi terörünü, çok yogun ve kapsamlı terörünü giz­ leyebilmek için, hep Kürtleri, terör yapmakla, eşkıyalık yap­ makla suçlamaktadır. Devlete göre, en iyi Kürt, Kürt toplu­ mu olma özelliklerini hiç söz konusu etmeyen, Türkleşmiş, Türk ulusunun çıkarlan için didinen, Türk olmaktan mutlu­ luk duydugunu söyleyen, Kürt sorunu diye bir sorunun ol­ rnadıgını vurgulayan bir Kürttür. Kendi kimliğ;i için, Kürtle­ rin ulusal ve demokratik haklan için mücadele edenler, terörist olmakla, eşkıyalık yapmakla suçlanmaktadırlar. Kendi öz kimligini inkar ederek egemen ulusla bütünl e r rnek, egemen ulusun dilini ve kültürünü yaşatmak ise köle­ leşrnekten başka bir şey degildir. Türk basınının, Türk siya­ sal partilerinin, Bulgaristan'ın Türkleri Bulgarlaştırmak po­ litikalanyla ilgili degerlendirmelerini hatırlayalım. Türk kim­ ligini inkar eden, Bulgarlaşan, isminin degiştirilmesine itiraz etmeyen, bu sayede devlet ve parti kademelerinde önemli gö­ revler alan, Bulgadaşmak istemeyen, Türk kalmakta dire­ nen insanlara karşı mücadele yürüten

"Türkler"

nasıl de­

gerlendiriliyordu? Türk yazarlannın çok büyük bir kısmı Kürt sorununu incelerken, bu konuyla ilgili yazılar yazarken, hep resmi j.de­ olojinin çerçevesi içinde hareket etmektedirler.

Kürtlerin

ulusal ve demokratik haklannı gasp eden devlet politikalan-

259


nın yanlış olabilecegi konusunda en ufak bir kuşku duyma­ maktadırlar. Halbuki, Kürt sorununa, kimligi, ulusal ve de­ mokratik haklan gasp edilen Kürtler açısından bakmak da mümkündür. Kürt sorununun demokratik kavranışı, ancak, böyle gerçekleşebilir. Kürt sorunu demokratik bir yaklaşım­ la ele alınmadıgı sürece , düşüncenin, yani herhangi bir ya­ zann düşüncesinin mantıksal ve semantik bakınıdan bir bütün oluşturmayacagı, çok önemli çelişkiler görülecegi de açıktır.

Çetin Altan,

son 1 3- 1 5 senedir, Türk toplumuyla, Türk

insanlarının düşünceleriyle , tavır ve davranışlanyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel nitelikleriyle, egemenligin na­ sıl oluştuguyla ilgili düşünceler geliştirmekte, açıklamalar yapmaktadır. Türk insanlannın düşüncelerini, tavır ve dav­ ranışlannı

Batılı

insaniann

düşünceleriyle,

tutumlanyla

karşılaştırmaktadır. Devletin temel nitelikleri, Batılı bir dev­ letin temel nitelikleriyle karşılaştınlmaktadır. Bunlar, dikka­

Çetin Altan, bu sü­ reçte, ikili kavramlar geliştirmektedir. "Kabuk devlet-tek­ nik devlet", "Zamanı hiç deierlendlrmeyen devlet-za­ manı deierlendiren devlet" , "Sadece yöneticilerin ya­ şamlannı ve flyakasını kollayan devlet-halkı kollayan devlet", "Yönetllenlerln yaşamlannı zorlaştıran devlet­ yönetllenlerln yaşamlannı kolaylaştıran devlet", " Hazi­ neden geçinenler-hazineden geçinenleri verglleriyle bes­ leyenler" , "Kulluk-vatandaşlık" , "Kullara dayalı efendi egemenll!i-vatandaşlara dayalı halk egemenll!i" . . Bu kavram çiftlerinin hepsini, "teknik devlet-kabuk devlet" te deger düşünceler ve açıklamalardır.

.

kavram çiftiyle özetlemek mümkündür. Bu çerçevede, "yasak" , "sansür" , "düşünce suçlan" , "kitap toplatma" gibi süreçler d e eleştirilmektedir. "Yapay para", "çapsız adam" , "haksız kazanç" gibi olgulara dik­ kat çekilmektedir. Devlet egemenligini sınırlayan "yargı ba­ iımsızlı!ı", "hukuk devleti", "çoguıcu demokrasi" gibi kuruınıann Türkiye'de, fiili olarak nasıl işledigi belirtilmek­

"Köylülük" analiz edilmektedir. "Bireyin tepkisizli­ ii" , "devletin ezici etkisi" vurgulanmaktadır. Çetin Altan, " kabuk devlet" anlayışını eleştirmekte, "teknik devlet" anlayışırun gelişebilmesinin olanaklannı tedir.

260


araştınnaktadır. Bu düşüncelerin zengin olgusal dayanakla­ n vardır. . .

Çetin Altan,

son aylarda Kürtlerden de, söz et­

mektedir. Örnegin 2 Temmuz 1 993 ve 4 Temmuz 1993 ta­ rihli

Sabah

gazetelerinde yayınlanan yazılan. . . Fakat Kürt

sorunundan hep

"Kürt terörü"

kapsamında söz etmektedir,

resmi ideolojinirı temsilcileri gibi düşünmektedir.

devlet"

lar sunan bir yazann , Kürt sorunu konusunda

let" in

"Kabuk

anlayışını sık sık eleştiren, buna ilişkin zengin olgu­

"kabuk dev­

temsilcileri gibi düşünmesi, devlet terörünü onaylar

bir konumda olması şaşırtıcıdır. İşte bu, resmi ideolojinin, Kürt sorununa ilişkin boyutlarının yazariann düşüncesini ne kadar derin bir şekilde etkilediğ;ini gösteren önemli bir ör­

Kürt sorununda devlet gibi düşünenler, devlet te­ rörünün farkına ve bilincine varamazlar. Her gün yakılan ve yıkılan köyler, içindeki eşyalada birlikte yakılan ev­ ler, bu yazariann bilincine çarpmaz. İçinde bebeğ;iyle bir­ nektir.

likte yanan bir ev karşısında, Kürt kadınlannın yükselttiğ;i çığ;lık bu insanlara ulaşmaz. Bu yazarlar, tecavüze uğ;rayan Kürt kadınlannın çığ;lıklannı duymazlar. Evler güvenlik güç­ leri tarafından yakılıyor, . bebeklerin yanan evierden çıkanl­ masına bile izin verilmiyor.

celiz

...

"Unumuzu da yaktılar ne yiye­

" diyen kadının sesindeki acı ve hüzün Türk yazarla­

nnın çok büyük bir kısmını hiç etkilemiyor. Türk yazarlar devletin bu yoğ;un ve kapsamlı terörünü görmezden geliyor, varlık mücadeleleri sürdüren Kürtleri, PKK'yi

"terörist"

ola­

rak suçluyor. Böylece devlet terörünü onaylıyor, teşvik ediyar. . .

" İkinci Cumhuriyet" tartışmalannda da aynı tutumu " İkinci Cwnhurlyet" aslında önemli

izlemek mümkündür.

bir ihtiyacı dile getirmektedir. Fakat Kü'rt sorunu söz konu­ su oldugu zaman,

" İkinci Cumhuriyet"

anlayışını savu­

nanlar da aynen birinciler gibi düşünmektedirler. Halbuki, Cumhuriyet'in tıkanmasına neden olan olaylarm başında Kürt sorunu birinci planda yer almaktadır. Kürt sorununa demokratik bir şekilde yaklaşmadan, Kürtlerin, yükselen ulusal ve demokratik özlemlerini dikkate almadan düşünce tutarlılıgı geliştirmek, demokrasiyi geliş­ tirmek mümkün degildir.

261


••sizE HİÇ YALAN SÖYLEMEYECEGİM" ı·ı

Başbakan

Tansu Çiller, 20

Temmuz ı993 tarihinde,

bütün televizyon kanallanndan yapılan canlı yayınla halka hitap etti. Demokrasiden, halka açık olmaktan, halktan gizli hiçbir şey yapmamaktan söz etti. Hep doğ;rulan söyleyeceğ;i­

"Size hiç yalan söylemeyecegim" dedi. Baş­ Tansu Çlller, "Size hiç yalan söylemeyecegim"

ni vurguladı. bakan

derken bile yalan söyledi. Somut gerçekleri tersyüz etmeye

çalıştı. Konuşmasında, ı s Temmuz ı 993 günü, Van'ın Sün­ düz yaylllsına PKK'nin baskın yaptığ;ıru , " 16 çocuk, 9 ka­

dın olmak üzere 26 kişiyi kurşuna dlzdlglni" anlattı. Halbuki, 20, 2 ı Temmuz ı 993 tarihli Özgür Gündem gazeteleri, K�HA:Ya dayanarak Sündüz yaylasına Özel Tim tarafından baskın yapıldıgını, katHarnın Özel Tim tara­ fından gerçekleştirildigini açıklamaktadır.

Katliamda,

ya­

şarrılanru yitirenierin sayısını da, ı 4 çocuk, 9 kadın olmak üzere 23 olarak belirtmektedir. TRf ve bütün özel televizyon kanalları ı9 Temmuz gü­

terörlstlerl"nin Van'ın Bahçesaray ilçesinin Sün­ düz yaylasına baskın yaptıgını, ı 6 çocuk, 9 kadın, ı erkek olmak üzere 26 "yurttaşımız"ı katıettiklerini haber vermiş­ nü, "PKK

lerdir. Radyolar ve televizyonlar gerek ara haberlerinde, ge­ rek ana haber bültenlerinde,

bu haberi duyurmuşlardır.

TRf'nin yorumcusu, PKK'yi çocuklara ve kadınlara karşı ci­ nayet işlemekle suçlayan bir yorum yapmıştır. Yorumda, Van dalaylanndaki yayiaya çıkma gelenegi Ortaasya yaşam ve kültür biçimine bağ;lanmıştır. Ertesi gün, yani 20 Tem­ muz tarihli gazeteler ise, manşetten,

kadın katlettl

...

PKK

..

yine çocuk ve

" gibi haberler vermişlerdir. Köşe yazarlan

da, P.KK'yi, Kürt aydınlannı kınayan, Türk güvenlik güçleri­ ni öven, yüreklendiren yazılar yazmışlardır.

(*)

262

Özgür Gündem, 29 Temmuz 1 993


Diyadin ilçe­ Burhan Çiftçi, eşi ve

Türk basını 12 Temmuz 1 993 tarihinde , sinde (Agrı) belediye başkan yardımcısı

dört çocugunun yakılarak öldürülmesini de PKK'nin üzerine yıktılar. Gazeteler, radyolar ve televizyonlar bu dogrultuda haberler verdiler.

ÖZgür Gündem

gazetesiyse , bu kat arnı

gerçekleştirenlerin de Özel Tim oldugunu KURD-HA'ya daya­ narak kısa zamanda ortaya koydu . Kürdistan'ı yönetmek gün geçtikçe zorlaşmaktadır. İleri­ de daha da zorlaşacagı açıktır. Hiç degtşrneyen, kaskatı, donmuş bir resmi ideolojiyle, hızla degişen bir toplumu yö­ netmek mümkün degildir. Yalanlar üreterek, yalanları h aklı çıkaracak eylemler gerçekleştirerek, bu yalanlar dogrultu­ sunda kamuoyu oluşturmaya gayret ederek Kürdistan'ı yö­ netmek mümkün degil. Hele hele, topluma, kendi yalanlan­ nı egemen kılmak, toplumu bu dogrultuda yönlend�rmek için, halka somut gerçekleri duyurmaya çalışan

dem

Özgür Gün­

gibi bir gazeteyi kapatma çabası içinde olarak Kürdis­

tan'ı yönetmek hiç mümkün degil . . . 1 2 Temmuz 1 993'de

Diyadin'de ,

Özel Tim ve kontrgeril­

la tarafından 6 kişinin yakılması, 1 8 Temmuz 1 993'de

düz yaylasında,

Sün­

yine Özel Tim ve kontrgerilla tarafından 2 3

kadının v e çocugun kurşuna dizilmesi devlet terörünün ne kadar yaygınlaştıgını ve boyutlandıgını göstermektedir. Her iki olayda da katliamların PKKye yıkılınaya gayret edilmesi, televizyonların, radyoların, gazetelerin bu konuda yogun bir çaba içinde olmalan Kürt halkının büyük bir soykırım tehdi­ di karşısında oldugunu ortaya koymaktadır. Basın, yargı, si­ yasal partiler. kısaca bütün kururnlar özel savaşın direktifi dogrultusunda faaliyet yürütrnektedir. Özel Tirnin, kontrgerillanın, cinayet işledigini açıklamak Türk adaleti tarafından büyük bir suç olarak kabul edilmek­ tedir. Bu yazıların yayınlandıgı gazeteler, dergiler vs. topla­ tılmakta. ilgili kişiler hakkında kısa zamanda dava açılmak­ tadır. Türkiye

Cumhuriyeti

Devleti'nin

suç

işleme,

cinayet

yapma özgürlüg.ü vardır, bu özgürlük sonsuzdur. . . Hiçbir

"vatandaş­ larım" dedigi Kürtlere karşı, "et ve tırnak gibi bir bütü­ nüz" dedigi Kürtlere karşı işledigi cinayetleri soruşturarnaz.

yargı kurumu , Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin

.

263


Bu, Türk egemenlik sistemine aykın bir durumdur. Yasalar, bu anlayışa göre düzenlenir. Fakat bu cinayetierin açıklan­ ması, eleştirilmesi suçtur. Yargı kurumları bunun için var­ dır. Biz, ingiltere'nin Hindistan'ı, Fransa'nın Cezayir'! nasıl yönettigini biliyoruz. Hiçbir sömürgede, devlet terörü Kür­ distan'daki kadar sistematik bir şekilde örgütlendirilmemiş­ tir. Buna ragmen, devlet, özel savaşın emrindeki bütün ku­ rumlar, Kürtlerin özgürlük mücadelesini, ulusal ve toplum­ sal kurtuluş mücadelesini terör olarak degerlendirmektedir­ ler, suçlamaktadırlar. Kürdistan'daki Türk sömürgeciligi, "demokrasi", "hukukun üstünliigü", "hukuk devleti" gibi kavramların eşilginde sürdürülmektedir. Özel Timlerin, kontrgerillanın cinayetleri, köylerin, onnanlann, insanların yakılması, kadınların ırzına geçilmesi, çocukların gözleri önünde babalanna işkence yapılması. kadınlann saçlann­ dan sürüklenerek götürülmesi, yerleşim bölgelerine sık sık ambargolar konulması, güvenlik aramalan bahanesiyle evle­ rin talan edilmesi, gıda maddelerinin heder edilmesi. . . hep "demokrasi'' kurallanna göre, "hukukun üstünlü!ü" ilke­ leri uyarınca, "hukuk devleti" prensipleri geregince yapıl­ maktadır. Bu, Kürdistan sömürgesiyle, klasik sömürgeler arasında görülen önemli bir farklılıktır. Kürdistan sömürge bile degildir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, başbakanlık yaptı­ gı dönemlerde , "bu ülkenin bir çakıl taşını bile kimseye vermeyiz" diyordu. Şimdi de söylüyor. Genelkurmay Baş­ kanı Orgeneral Dofan Güreş ise, "bir çakıl taşı"nın bile kimseye verilmesine göz yumulmayacagı bu ülkenin durma­ dan bombalarunasını emretmektedir. Genelkurmay Başkanı şöyle söylemektedir: .. 3-4 gündür Gabar ve Namaz dal­ . ••

lannda büyük operasyonlar yapıyoruz. Telsiz konuşma­ lanndan mahvolduklarını anlıyoruz. Oralarda taş üstün­ de taş bırakmadık. 500 librelik bombalar attık oraya. Bu bombalara dayanmalan mümkün defil. Aylar sonra bir bakarsınız buralarda ölülerini görürsünüz. . " (Hüni­ yet, 9 Temmuz 1 993) .

Kürdistan'ın, her biri 250 kilo olan bombalada bomba­ landıgı, taş üstünde taş bırakılmadıgı vurgulanıyor. Burada, Kürdistan'ın düşman bir ülke, Kürtlerin düşman bir ulus

264


olarak degerlendirildigi açıkça belli olmaktadır. İnsan kendi ülkesine bu kadar yogun bir bombardıman yapar mı? Bu tür bir bombardunanın ömegin Batı illerinde , Trakya'da ve­ ya Orta Anadolu'da yapılması düşünülebilir mi? Bir taraftan bir çakıl taşının bile hiç kimseye verilmeyecegi söyleniyor, öte taraftan da, her taraf bombardıman edilerek taş üstünde taş bıralulınıyor Köylüler öldürülüyor, bundan da kıvanç duyuluyor. Bombardımanlada Cudi, Gabar cayır cayır ya­ narken, hükümetin, Kürt bölgelerine tirilyonluk yatırımlar­ dan söz etmesi inandıncı olur mu? Böyle bir politikanın gü­ ven veren bir yönü var mıdır? Bir taraftan evleri, köyleri, ormanlan yakmak, yıkmak, insanlan yakmak, göçe zorla­ mak, öte taraftan tirilyonluk yatırım paketlerinden söz et­ mek iki yüzlü bir tavır ve davranış' degil midir? Dag taş bom­ balanırken, her biri 2 50'şer kiloluk bombalar kullanılırken, doga bilinçli bir şekilde tahrip edilirken, hayvancılık, tarım felce ugratılırken, şehirlerde ve kasabalarda ticaretin çökme­ si için her şey yapılırken "kalkınma" sözcüklerinin "şov" olmanın ötesinde bir anlamı olur mu? Bakanlar Kurulu 'nu Hakkari'de toplamak, ikiyüzlü tavır ve davranışlan gizleyebi­ lir mi? Devlet güçlerince yakılan ve yıkılan Şırnak'ı, pilot bölge ilan etmek, Kürtlere güven verir mi? Devlet Kürt politikasını Şırnak'ı yakıp yıkan komutanı ödüllendirerek açık, net bir şekilde ortaya koymuştur. Böyle bir . politikanın saptanmasında, Türk siyasal partilerinin, TBMM'nin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Bu, tamamen Milli Güvenlik Kurulu tarafından saptanan ve uygulanması için hükümete "tavsiye" edilen yani emredilen bir politika­ dır. Türk siyasal partilerinin, Türk hükümetinin, TBMM'nin, bu politikalan ve uygulamalan tartışma, eleştirme haklan bile yoktur. Hükümet, kendisine emredilen bu politikayı uy­ gulamakla görevlidir. Başbakan Tansu Çlller'in siyasal parti liderleriyle yaptıgı görüşmeler sırasında, ANAP Genel Başka­ nı Mesut Yılmaz'ın sözleri MGK'nın Türk siyasetindeki agır­ Iıgını bütün açıklıgıyla ortaya koymaktadır. Kürtçe televiz­ yondan, Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulmasından söz eden Başbakan Tansu Çlller e ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz 'ın verdigi cevap , "Bunu MGK'da görüştünüz mü? '

'

Bu gibi konular ilk önce orada görüşülür, karara bağla­ nır" olmuştur. (Milliyet, 13 Temmuz ı 993) 265


ANAP

Genel

Başkanı

Mesut Yılmaz'ın

bu

sözleri,

MGK'nın Türk siyasetindeki agırlıgı karşısında, Türk siyasal partilerinin agırligının bir hiç oldugunu açık bir şekilde göz­ ler önüne sermektedir. Resmi ideolojinin politikalanyla Kürt sorununu çözüm­

lernek mümkün degildir. Kürt sorunu çözümsüz kaldıgı sü­

rece, Türkiye'de demokrasi kurulamaz. Resmi ideolojinin ge­ reklerini yerine getiren, resmi ideolojinin politikalarmı uygu­

layan bir başbakan, her zaman yalan söylemek durumunda

kalır. Somut gerçekleri, kamuoyuna h içbir zaman açıklaya­ maz.

266


BİLİM YÖNTEMİ VE "ÖZGÜR ÜNİVERSİTE"NİN İŞLEVİ(*)

İnsanlar topluluklar halinde yaşamaya başlamalanndan beli, kendilertni, yani insanı, dogayı, toplumu , etrafında olup biten her şeyi merak etmişlerdir. Merak ettikleri olgu­ larla, şeylerle llgilenmişler, onlan bilmek, anlamak, kavra­ mak istemişlerdir. Bunun için çeşitli düşünce biçimleri ge­ liştirmişlerdir. Bu düşünce biçimieline toplumsal bilinç biçimleri de denir. Din, mitoloji, sanat, edebiyat, ortak duyu gibi düşünce biçimleri, insanı, toplumu, dogayı açıklamaya ve kavramaya çalışmaktadırlar. Siyaset, hukuk, töre, felsefe gibi kurumlar da aynı şeyi yapmaya gayret eder. Ortak duyu, herhangi bir toplumun, herhangi bir çagda, hiç tartışmadan, dogruıugundan kuşku duymadan, geçerli ve dogru saydıgı inanç ve düşüncelerdir.

BİLİM YÖNTEMİ Bilim de düşünce biçimlerinden biridir. Toplum, doga, tarih hakkında kalıcı, güvenilir. saglıklı bilgiler elde edilme­ sini saglar. Bilim, kendisinden önceki düşünce biçimlerine göre daha objektiftir. Sanat, edebiyat, töre gibi düşünce bi­ çimleli sübjektif olarak degerlendirllebilir. Toplumsal bilinç biçimieline üstyapı kurumlan da deni­ yor. Toplumun maddi yaşamı, yani üretim süreci ise top­ lumsal varlık kavramıyla ifade ediliyor. Toplumsal bilinç, insanların toplumsal varlıkıannı yansıtan düşüncelerin, kavramların bütünü oluyor. Toplumsal bilinç ve toplumsal varlık, toplumun, karşılıklı olarak birbirielini etkileyen ve bütünleyen iki yanı oluyor.

(*)

Özgür Bilim, Sayı 1 , Ağustos 1 993 267


Bilinç objektif gerçegi degil, objektif gerçek bilinci yaratır. Yöntemi, belli bir amaca ulaşmak için düşünülmüş bir araştırma planı olarak tanımlayabiliriz. Yöntem, bir araştır­ mada ve incelemede kullanılan işlemlerin meydana getirdigi bir bütündür. Bu işlemlerin eylemsel yönü de vardır. Zihin­ sel yönü de vardır. Gözlem, deney eylemsel, hipotez kurma, hipotezleri dogrulama veya yanlışlama zihinsel bir yöndür. Bilim, bir düşünce yöntemidir. Bilim adamı, bilinenierin ve olup bitenlerin dışında kalanlan bilmeye gayret eden, bu­ nun için istek ve heyecan duyan bir kişidir. Merak, böyle bir sürecin temel dürtüsüdür. Yöntem, olgulan ve olgusal ilişkileri kavramada bir tu­ tumdur. Yöntemin, araştırma ve inceleme konularını anlaşı­ labilir, kavranılabilir, anlatılabilir bir yönü vardır. Bilim olgusaldır. Bilim yöntemini, kendisinden önceki düşünce yöntemlerinden ayıran en önemli fark bilimin olgu­ sal olmasıdır. Bilim, gözlenebilen ve ölçülebilen olgulada il­ gilenir. Bilim bir bilgi yıgını degil, bir düşünce yöntemidir. Bilim olgulardan hareket eder, nesnel gerçege dönüktür. Bi­ lim nesnel gerçege saygılıdır. Olgulardan hareket eden bilim, ulaştıgı sonuçları, yine olgulara dayanarak test eder, dogru­ lar veya yanlışlar. . . Bilim, gözlenebilen ve ölçülebilen olgulan betimler, olgu­ lar arasında ilişki kurar, bu ilişkileri açıklamak için varsa­ yımlar geliştirir, bu varsayımlan, tekrar, olgulara dayana­ rak, olgular aracılıgıyla test eder. Din, metafizik. mitoloji gibi düşüncelerin dogrulama ve­ ya yanlışlama nitelikleri yoktur. Gerçege dayarırnayan, nesnel gerçege dönük olmayan hiçbir idda, hipotez veya teori bilimsel degildir. Olgular ara­ cılıgıyla veya olgular tarafından dogrularırnayan veya yanlış­ larımayan önermeler bilimsel degildir. Bilime konu olan olgular yalnız başına bir şey ifade et­ mezler. Olguların bilimsel incelemeye konu teşkil edebilme­ leri için kavramlaştınlınalan gerekir. Bilim bir inandırma aracı veya propaganda usulü degil­ dir. Buna ragmen bilimsel bilginin toplumda degiştirici bir özü vardır.

268


Bilim toplumsal ihtiyaçtan doğar. Bilime. kendisine ki­ min ihtiyacı varsa o üretir. Bilimin üretilmesinde başlıca üç aşama vardır. İnsanlar, çevrelerinde olup bitenleri gözleyerek, izleyerek. deney yapa­ rak olgulan saptarlar. Toplumsal bilimler, düşüncelerin de­ ğişen toplumsal çevreye bağlı olarak ortaya çıktığını gösterir. Bu aşamada insanlar. daha doğrusu, araştınna, inceleme yapan insanlar duyumlar yoluyla etraflannda olup bitenleri algılarlar. Bu algılar yoluyla maddi dünya, insanlann, araş­ tınnacılann bilincine çarpar. Bu, birinci aşamadır. İkinci aşamada, bu olgular, olgular arasındaki ilişkileri açıklamak için hipotezler yani varsayımlar kurulur. Bu, kav­ ramsal sisteml�rin kurulması aşanlasıdır. Bu aşamada, ol­ gular. olgusal ilişkiler somutlamaya çalışılır. Olguların çeşit­ li yönleri, bunlann birbirleriyle ilişkileri, çelişmeler, değiş­ meler, bir bütün olarak kavranılmaya çalışılır. Bu aşamada. akıl yürütmeler, mantıksal çıkarımlar başlıca zihinsel süreç­ lerdir. Üçüncü aşamada, hipotezlerin veya varsayımiann doğ­ rulaması, gerçeklernesi test edilir. Varsayımlar doğrulanır veya yanlışlanır. Böylece , teori, kanun düzeyinde bilgilere ulaşılır. Bilim adamı dediğimiz insanlar, bilim kafasına sahip in­ sanlardır. Bilim kafasına sahip insanlarm başlıca iki özelliği vardır:

a)

Kaynağını otoritelerden alan bazı düşüncelerin ve

inançlarm yanlış olabileceğini görmek gerekir. Bunlan orta­ ya koyabilecek kadar dürüst ve yürekli olmak gerekir.

b)

Be­

ğenilerimize ve özlemierimize uyan birtakım düşüncelere ve teorilere değil , nesnel verilere bağlı kalmak gerekir. Görüşle­ rimizi, varsayımlarlll1ızı olgulara tam uyacak şekilde değiş­ tirmekten kaçınmamak gerekir. Bu niteliklerden birincisi eleştirel yargılama gücünü , ikincisi nesnel olgulara. olgusal ilişkilere saygıyı gösterir. İkisi birden bilim kafasını niteler.

BİLİM-RESMİ İDEOLOJİ Bilimin gelişmesini engelleyen en önemli etken resmi ideoloj idir. Resmi ideoloj i h erhangi bir ideoloj i değildir. Dev-

269


letin cezai yaptınınlada koruduğu. kollamaya çalıştıgı bir ideoloj idir. Resmi ideoloj i ceza tehdidiyle, kişilere ve kurum­ lara benimsetilmeye çalışılıyor. somut gerçeklerin. olgusal ilişkilerin ele alınması, incelenmesi engelleniyor. Bilimin olgusal oldugunu, olgulara dönük olmayan hiç­ bir önerrnenin bilimsel olamayacagırıı belirtmeye çalıştık. Bu, bizi, nesnel gerçek-ideolojik gerçek aynınma götürüyor. Resmi ideoloj i bazı gerçeklerin araştınlmasını, incelenmesini yasaklıyor, bu konuda aksine hareket edenlerin. devletin ce­ zai yaptırımlanyla karşı karşıya kalacağını vurguluyor. Ya­ saklanan alan ile ilgili olarak devletin ürettigi bilgilerin, yani resmi görüşün ögrenilmesinin, öğretilmesinin yeterli ve aynı zamanda gerekli olduğunu bildiriyor. Yasaklama, ceza tehdi­ di, cezanın sık sık gündeme getirilmesi bir gerçeklik olarak beliriyor. Buna, ideoloj ik gerçek diyebiliriz. Herkesin ideolo­ jik gerçeklerin gereklerine göre düşünmesi, buna göre tavır ve davranışta bulunması isteniyor. Türkiye dikkate alındı­ ğında. incelenmesi yasaklanan alanın, Kürt sorunuyla ilgili alanlar olduğu hemen anlaşılabilir. Resmi ideoloj i, düşüncesini, tavır ve davranışını "yurt­ severlik" gibi, "Türk ulusunun yüksek çıkarlan" gibi, "Türk ulusunun ve Türk yurdunun dış düşmanianna ve iç düşmanianna karşı korunması" gibi bazı sübj ektif te­ mellere oturtmaya çalışmaktadır. Resmi ideoloj iyi eleştiren­ lere, resmi görüşü . benimsemeyenlere,

"vatan halnl"

gibi

bazı sıfatlar da yüklerneye çalışmaktadır. Oluşturulan bu ağır baskı karşısında insanlar, araştıncılar resmi ideolojiyi benimsemiyorlarsa bile, onu eleştiriDekten uzak durmaya çalışmaktadırlar. Zira, gazeteler, televizyon, radyo gibi kitle haberleşme araçlan, siyasal partiler, hukuk ve din kurumla­ ri, sendikalar vs. hep resmi ideoloj i doğrultusunda düşün­ mektedirler, bu idioloj i doğrultusunda tavır ve davranış ser­ gilemektedirler. Üniversiteler de bu çerçeve içinde değerlen­ dirilmektedir. Resmi ideoloj inin, resmi görüşün, egemen siyasal otori­ tenin görüşü olduğu açıktır. Egemen siyasal otoritenin bi­ limsel düşünceye. bilimsel faaliyete böylesine müdahale et­ mesi kabul edilemez. Bilim kafasının, bilim kafası anlayışı­ nın bu müdahaleyi kabul etmemesi gerekir. Fakat Türk üni-

270


versitesinin pratigine baktığıınız zaman, üniversitelere, icra organı tarafından, siyaset kurumu tarafından çok yogun müdahaleler yapıldıgını, üniversitelerin de bu müdahaleler, bu istekler dogruıtusunda düşünceler ürettigini, tavır ve davranış sergiledigini görmekteyiz. İcra organının tavn, ge­ nel olarak bu dogruıtuda gelişir. Bu, dünyanın hemen he­ men bütün �emleketleriııde böyledir. Fakat, bilim adamları­ nın, bilim kurumlannın bu tür müdahalelere karşı elbette, tepki göstermeleri, bilim kafası anlayışı dogruıtusunda tavır ve davranış sergilemeleri gerekir. Türk üniversitelerinin tarihinde zaman zaman birtakım tasfiyeler oldugu görülmektedir. Tasfiyelerin temelinde resmi ideolojiyi egemen kılmak temel bir amaç olarak görülmekte­ dir. Tasfiye edilen profesörlerin hepsinin, resmi ideolojiyi eleŞtirmek, resmi görüşü benimsememek gibi bir durumlan kuşkusuz söz konusu degildir. Fakat, böyle bir potansiyel taşıdıklan düşünülmektedir. Bu potansiyelin, daha başın­ dayken parçalanması, dagıtılması, etkisiz kılınması isten­ mektedir. Türk üniversite tarihinde rastlanan tasfiyelerin en önemlisinin 1933'teki tasfiye oldugu söylenebilir. 1933'de Darülfunun'un faaliyetine son verilmiş, 200'ün üzerinde ög­ retim üyesinin üniversiteyle ilişkisi kesilmiştir. Nazi Alman­ yası'ndan kaçarak Türkiye'ye sıgınan 40 kadar ögretim üye­ si profesörle, Türk üniversitesi yeniden örgütlenmeye baş­ lanmıştır. Bu olay Türk düşüncesi tarafından, "Alman zul­

münden kaçıp Türkiye'ye sılınan profesörlere iş verdik, onlan koruduk" diyerek böbürlenerek verilmiştir. Fakat,

görevlerine son verilen, üniversiteden uzaklaştınlan Darül­ funun hocalannın gelecegı hakkında hiçbir şey söylenme­ miştir. Aslında, Darülfunun hocalannın önemli bir bölümü­ nün görevlerine, Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi konu­ sundaki görüşleri fazla ciddiye almadıkları için son verilmiş­ tir. Ve bu, üniversite profesörlerine karşı bir tehdittir. O pro­ fesörlere, "eler resmi görüşü benlmsemezsenlz, resmi gö­ rüşü eleştlrlrsenlz sizin de görevinize son verilir" denil­ rnek istenmektedir. Kuşkusuz, sadece idari müeyyideler ye­ terli olmamaktadır, yerine ve zamanına göre cezai müeyyide­ ler de sık sık gündeme getirilmektedir.

271


" ÖZGÜR ÜNİVERSİTE'' Dogayı, taıihi ve toplumu bilirnin kavramlarıyla kavra­ yabiliyorsanız, varsayunlanruzı olgulara dayanarak kanıtla­ yabiliyorsanız, fakat. bunun anlatılrnasını, açıklanmasını is­ t emeyen bir resmi ideoloji varsa , nasıl düşünmek, nasıl davranmak gerekir? Burada, çok fazla tercih yoktur. Ya res­ mi ideoloj inin buyurdugu gibi davranacaksınız veya bilim yönteminin, bilim kafası anlayışının gerekietini yeıine geti­ receksiniz. Eger resmi ideolojinin buyruklarına evet derse­ niz, boyun egerseniz, bilim yöntemi düşüncesinden sapmış olursunuz. Böyle bir tavır ve davranışın bilimi geliştirmesi, bilimi saygın kılması mümkün degildir. Uzun vadeli düşün­ dügünüz zaman devlete ve ulusa da bir itibar kazandırmaz. İkinci şık söz konusu oldugu zaman ise, devletin idaıi ve cezai yaptırırnlanyla karşıla_şmanız olasıdır. Araştırmacı­ lar, inceleme yapanlar bu riskleri gögüslemek, bu rnagduıi­ yetlere katlanmak, bunları aşmak durumundadırlar. Bilim ancak bu süreçte gelişebilir, bilime saygınlık böyle bir süreç­ te kazandınlabilir. Bilim kafasından söz ederken vurgulama­ ya çalıştıgırnız

"dürüstlük". "cesaret"

gibi ahlaki özellikler

bu konuyla ilgilidir. Yukarıda, Türk üniversitesinin resmi ideoloj iyle çok yo­ gun bir şekilde bütünleştigini, resmi ideoloj inin yapıcısı ve propagandacısı durumuna geldigini belirtmiştik. Türk üni­ versitesinin, kurum olarak bu niteliginden sıyrılması olduk­ ça zordur. Çünkü resmi ideoloj iyi üretenler devlet tarafın­ dan çok yogun bir şekilde ödüllendirilmektedirler. Ö dül de kurumlaşmıştır. Bu çı"kar ilişkisinin parçalanması aslında çok zordur. Bu, günümüz koşullannda, başta Kürt sorunu­ nu görmerneyi, devletin bu konudaki her türlü düşüncesini ve eylemini onaylamayı gerektirir. Bunun bir çürüme süreci oldugu açıktır, besbellidir. Çürümeyi, Türk üniversitesinin özellikle toplumsal bilimler alanında görmek mümkündür. Resmi ideoloj inin ürettigi bilgilere, resmi ideoloj iye uygun bilgilere bilim denmektedir. Resmi ideoloj iyi eleştirenler, ör­ negin Kürdistan sorununu kavramaya çalışanlar ise düşün­ celetini ancak mahkemelerde açıklayabilmektedirler.

" Özgür Üniversite"

düşüncesi bu çürüme sürecinde

oluşmuştur. Çürümeye karşı bir tepkidir, yeni bir üniversite

272


anlayışıdır. Çürüme fark edilmiş, buna karşı yeni bir üniver­

site anlayışı geliştirmek geregi üzerinde durulmuştur.

Resmi ideoloj i ile hesaplaşmadan yeni bir üniversite an­

" Özgür Ünlversite"yi Ö " zgür Ünlversite"nin

layışı geliştirmek mümkün degildir. temellendiren temel etken budur. varlık nedeni budur.

273


"TERÖR ÖRGÜTÜ PKK

• • •

" t•ı

Bir baba düşünün. Orta halli bir ailenin reisi. İlkokula ve orta ögretime devam eden üç çocugu var. Bu çocuklarm giyim-kuşamlan, okul ihtiyaçlannın karşılanması aile için her zaman sorun oluşturur. Çocuklann ayakkabı, gömlek, ceket. pantalon, palto vs. ihtiyaçlan nasıl karşılanacak? . . Ki­ tap , kalem. defter ihtiyaçları nasıl giderilecek? Ulaşım ihti­ yaçlannı yoluna koymak için hangi masraflardan kesinti ya­ pılacak, bunlar. aile için çogu zaman sorun oluşturur. ARGK'li gertUalann sayısı, devletin açıklamalanna göre bile onbini geçmiştir. Onbeşbin gerilladan söz eden Türk yö­ neticiler de vardır. Onbin, onbeşbin gerillanın ömegin ayak­ kabı ihtiyacı nasıl karşılanmaktadır? İç çamaşın. üniforma­ sı, parkası nasıl temin edilmektedir? Onbin geriliaya silah, cephane nasıl saglanmaktadır? Eskiyenierin yerine yenileri nasıl alınmaktadır? Örgüte yeni katılan gerillalann gtyim­ kuşamlan,

silah araç ve gereçleri nasıl saglanmaktadır?

ARGK'li gerillaların mücadelelerini çok büyük bir fedakarlık ve vefakarlık içinde sürdürdükleri yakından bilinmektedir. Bütün bu fedakarlıga ve vefakarlıga ragmen gerillalar da az veya çok yemek yemyktedirler. Onbinlerce gerillanın gıda ih­ tiyaçlan nasıl giderilmektedir? Yemeleri, içmeleri nasıl ger­ çekleşmektedir? Bunlar temel

ihtiyaçlardır,

şu veya bu

oranda karşılanmalan gerelanektedir. Bunlann yanında, gertllalann belirli bir egitim görmeleri ve mücadeleye hazırlanmalan gerekir. Onbinlerce gerillanın eğ;itimi nasıl saglanmaktadır? Bütün bunların ötesinde, ge­ rillalar, emperyalist ve sömürgeci politikalarla bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış Kürdistan ülkesinde faaliyet gös­ termektedirler. Tepeden tırnaga silahlanmış sömürgeci or­ dulann, dikenli tellerle, gözetierne kuleleriyle, iz tarlalanyla,

(*) 274

Özgür Gündem, 5 Ağustos 1 993


elektrikli tellerle , karakollarla, köpekli timlerie özel olarak korudugu sınırlardan girmekte ve çıkınaktadırlar. Ve bun­ lar, sık sık cereyan eden olaylardır, günlük olaylardır. Bunların dışında Kürdistan'ın çeşitli kesimlerinde, Orta­

dogu ülkelerinde , Avrupa ülkelerinde, Amerika'da, Avustral­

ya'da; Afrika'da, dünyanın çeşitli yerlerinde PKK'nin örgüt­ lendigi, bu örgütlerin ciddi bir faaliyet içinde olduklan gö­ rülmektedir. Böylesine yaygın, aktif ve ciddi bir örgütlenme­ nin gerçekleşmesi sıradan bir faaliyet gibi, h erhangi bir faa­ liyet gibi kabul edilemez.

Çok büyük çapta paraların toplandıgı ve harcamalar ya­

pıldıgı gözlenmektedir.

Bunlan, sogukkanlı ve etraflı bir şekilde düşündügü­

müz zaman, büyük ve ciddi bir organizasyon karşısında ol­

dugumuz hemen anlaşılıyor. Özgürlük hareketi yükseldikçe,

ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi geliştikçe , örgüt­

lenmenin daha ciddi boyutlar kazandıgı da besbellidir. As­

lında, bu iki süreç arasında, yani, özgürlük hareketinin yük­

selmesi ve uluslararası planda örgütlenme arasında organik bir bag vardır. Bu iki süreç birbirlerini etkilemekte, birbirle­

rinden etkilenmekte , birbirlerini büyütmekte ve çogaıtmak­

tadır. b halde, bu örgütlenme sürecinin, toplumsal daya­

naklanyla incelenmesi gerekir.

PKK'nin düşüncesinin ve

eyleminin siyasal ve toplumsal içeriginin incelenmesi, irde� lenmesi gerekir.

"Eşkıyalar", "haydutlar", "terör örgütv PKK" , "terörlstler" , "kan lçlcller", "cinayet şebekesi" gi­

bi sözcükleri sık sık kullanarak sadece , öikenizi, kininizi ifa­ de etmiş olursunuz. Bu tutumla, PKK'yi kavramanız, yuka­

rıda kısaca , ana hatlarıyla belirtilen örgütlenmenin nasıl oluştugunu anlamanız mümkün degildir. Büyümeyle

birlikte

veya

büyümeye

paralel

olarak

PKK'nin yeni kurumlar yaratıp yaratamadıgı, kurumların saglıklı çalışıp çalışamadıklan kuşkusuz incelenmelidir. Ör­

negin vergilerin toplanması, harcamalannın nerelere ve na­

sıl yapıldıgı gibi konular sürekli bir şekilde irdelenebilmeli­ dir.

Aksaklıklar,

eleştiriler

Bunlar, ayrı konulardır.

kuşkusuz

açıklanabilmelidir.

Savcılar, bu tür anlatırnlara karşı "terör örgütü övülü­ yor. Terörlzmln propagandası yapılıyor, bölücülük pro-

275


pagandası yapılıyor"

gerekçeleriyle soruşturma açmakta­

dırlar. İlgili yazının yayınlandıgı gazete veya dergi toplatıl­

makta , haklannda kısa zamanda dava açılmaktadır. Aslın­ da. bu sürecin de irdelenmesi gerekir. Türk basını tam anla­

mıyla, devletin, resmi ideolojinin yani ırkçı ve sömürgeci ide­ olojinin denetimindedir. Radyolar, televizyonlar, köşe yazar­

lan, yorumcular her gün devletin politikalarmı ve uygulama­

larını övmekte , PKKyi en agır bir şekilde eleştirmekte. suç­

lamaktadır. Türk basınında her gün yüzlerce, binlerce yazı,

haber yayınlanmaktadır. Bunları sag veya sol diye ayırmak da çok anlamlı degildir. Sol terminolojiyi kullanarak resmi

ideolojiyi savunan akımlar da vardır. Türk solunun büyük

bir kısmını bu kategori içinde degerlendirmek mümkündür.

Özgür Gündem, Azadi, Medya Güneşi, Newroz, Newroz Ateşi, Özgür Halk, Serketin gibi gazetelerde ve dergiler­ deyse Kürdistan'daki somut gerçekleri dile getiren haberler

ve yazılar yer almaktadır. Bunlann Uraj ları Türk basınının tirajlarıyla karşılaştınlamayacak kadar küçüktür. Buna rag­ men bunlar hemen toplatılmakta ve ceza davasına konu ol­

maktadırlar. Bu , gerçegın gücüyle ilgili bir sorundur. Somut gerçekiere dayalı bir anlatınun , toplumu değ;iştirici bir gücü

vardır. Bu yayınlann tirajı çok küçük olsalar bile, toplumsal ve siyasal ilişkileri degiştirici, dönüştürücü potansiyeli bü­

yüktür. Devlet tarafından desteklenen,

tirajı çok yüksek

olan Türk basınıysa, yalana dayalı resmi ideoloj iyi savun­

maktadır, resmi ideolojiyi Kürt halk kitlelerine egemen kıl­

maya çalışmaktadır. Yalana dayalı bu anlatımıann toplumu özellikle Kürt toplumunu dönüştürme olamayacagı besbellidir.

özelliklerine sahip

Ömegin, televizyonlar, radyolar, gazeteler aynntılı bir

şekilde Başbakan'ın konuşmalarını yayınlamaktadır. Başba­

kan Tansu Çlller. 22-23

Temmuz 1 993 tarihinde Hakka­

ri'de, Şırnak'da, Batman'da ve Diyarbakır'da halka yaptıgı konuşmalarda,

"Kürt sorunu yoktur"

demiştir. Kürt halkı­

nın gözünün içine baka baka yalan söylemiştir, 70 yıllık

"kutsal yalan"ı bir kere daha duyurmuştur. "Et-tırnak gibi bir bütünüz" demiştir. Kimsenin bu bütünlüğ;ünü bozama­

yacagını söylemiştir. Bunların da yalan oldugu besbellidir.

Irkçı ve sömürgeci politikalarla, inkarcı ve iriılıacı uygulama­ larla birlik beraberlik gerçekleştirilemeyecegi açıktır. Köyle-

276


rin yakılıp yıkılması, inı;anlann yerlerini yurtlannı terke zor­ lanmaları, sık sık gerçekleştirilen güvenlik aramalanyla evle­ rin talan edilmesi, evlerin içindeki eşyalada birlikte yakılına­ sı, yiyecek maddelerinin heder edilmesi, hayvaniann kur­ şunlanması

''et-tırnak gibi bütünüz"

sloganlarıyla nasıl

açıklana bilir? Nusaybin, Silvan, Batman, Diyarbakır gibi Kürt şehirle­ rinde,

..

faili meçhul"

denen, fakat failieri besbelli olan cina­

yetlerle 700'den fazla Kürt yurtseveri katledilmiştir. Bu cina­ yetierin faillerinin güvenlik güçleri oldugu h e rkes tarafın­ dan, bütün Kürtler tarafından bilinmektedir. Başbakan'ın Kürdistan'daki incelemeleri sırasında TBMM heyeti ömegin Cizre'de konuşacak bir kişi bulamamaşıtır. Kürtler, TBMM . heyetini protesto etmişlerdir. Böyle bir protesto karşısında

"et-tırnak glbl blr bütünüz"

sözleri resmi bir slogan olma­

sının ötesinde hiçbir şey ifade etmez. Bu protesto anlamlı

23 Nisan, 1 9 2 9 E kim gibi ulusal bayramıanna katılmamakta, o

bir serihildandır. Kürtler, artık, sömürgecillin Mayıs,

gün çocuklarını okula, bayrama göndermemektedirler. Bu da, güçlü bir seıihildandır.

"Et ve tırnak gibi bir bütün"

olan Kürt gerillalarla

Kürt halkının kendisidir. Bu bütünlügü en iyi açıklayan iliş­ ki, deniz-balık ilişkisidir. Başbakan'ın

riste ezme politikası"

"halka şefkat terö­

hiçbir anlam ifade etmemektedir. Fii­

li olarak da Kürt halkı, baskı, zor ve zulümden başka bir şey görmemektedir .. . Köylerin yakılması, yıkılması, evlerin için­ deki eşyalarla birlikte ateşe verilmesi vs. Devlet, devlet terörünü gizlemek için, Kürtleri, PKK'yi,

"terörist"

olarak suçlamaktadır.

Halbuki, devlet, Kürdis­

tan'da sömürgeci bir konumdadır. Kürtler ise. Kürt yurdunu özgürleştirmenin ve Kürdistan'a sahip olmanın mücadelesi ' içindedirler. Devlet terörünü tırmandıran, Kürdistan'ı yakıp yıkan, Kürtlere hesaplı-kitaplı soykırım düzenleyen,

sorunu yoktur"

"Kürt

diyerek Kürtlerin ulusal ve toplumsal varlı­

gını inkar eden bu düşmana karşı belirli bir şiddetin kulla­ nılması ise kaçınılmazdır. Zira, Türk Devleti, Kürtlere, ulu­ sal

haklarına,

onurlanna

sahip

olabilmek

için

silaha

başvurmaktan başka bir yol bırakmamıştır. Ortada bir savaşın oldugu besbellidir. Zaten Türk yetki-

277


Iller de, Kürtlere, PKK'ye karşı sürdürülen operasyonlan "savaş'' kavramıyla degerlendirmekted:irler. Fakat , devlet , savaş kurallarına kati su:ı:::ette uymamaktadır. Savaşın hede­ fi, Kürt gerillalardan çok, silahsız ve savunmasız Kürt halkı­ nın bizzat kendisidir. Balıkları ancak, "denizi kurutarak" öldürebileceklerini düşünmektedirler. Sivil halka böylesine zarar vermek, savaş hukuku kurallanna kuşkusuz aykırı­ dır. Bunun dışında, çatışmalarda, canlı olarak ele geçen Kürt gerillalara ne kadar agır işkenceler yapıldıgı, kulakları­ nın, burunlarının kesildigi, gözlerinin çıkanldıgı. . . herkes ta­ rafından bilinen gerçeklerdir. Kulak toplayan, katlettigi ge­ rillaların kulaklannı biriktiren özel tim elemanlan vardır. Bunlar savaş hukukunun, Cenevre Sözleşmeleri'nin kesin­ likle yasakladıgı yaptınmlardır. Halbuki, Kürt gerillalar, sa­ vaşta esir aldıklan askerlere çok iyi muamele yapmaktadır­ lar. Bunlar, ailelerine teslim edilen esir askerler tarafından da anlatılmaktadır. Sömürgeci devletler, ulusal kurtuluş mücadelesi yürü­ ten halkları, her zaman, "eşkıya", "haydut", "terörist", "hain" olarak nitelemişlerdir. Cezayir halkı, Cezayir ulusal kurtuluşçulan, Fransa tarafından 1 954- 1 96 1 yılları arasın­ da böyle, anılıyordu. 1 97 1 'de, Pakistan'a karşı ayaklanan Bengladeş halkı "eşkıya", "haydut" idi. Hatta Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1 9 7 1 yazında sık sık yaptıgı açıklamair­ la "eşkıya", "haydut" olarak niteledigi Mlcubürrahman ön­ derligindeki Bengladeş ulusal kurtuluşçularına karşı Yahya Han rejimini destekliyordu . Eritreliler, Habeşistan Devleti tarafından daha düne kadar, "haydut", "eşkıya", "terö­ rist"tiler. Fakat bütün bunlar, Cezayir'in, Bengladeş'in, Eritre'nin bagımsızlık kazanmasına engel olamadı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, "haydut", "eşkıya", "terörist" de­ digi bu örgütlerle, devletlerle diplomatik ilişkiler geliştirdi. . . Kürtler de bagımsızlıklanna, birgün, kuşkusuz kavuşacak­ lardır. 1 9 1 9- 1 920 yıllarında, Mustafa Kemal'in de bazı emper­ yalist Avrupa Devletleri tarafından "eşkıya", "haydut" diye anıldıgı bilinmektedir. Türk siyasal hayatında, Milli Güvenlik Kurulu'nun belir­ leyici ve tayin edici agırlıgı karşısında, Türk Başbakanı'nın 278


hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu, Kürdistan sorunu kar­ şısında besbelli ortada durmaktadır. Türk Başbakanı, hal­ ka, her zaman, "Kürt sorunu yoktur", "et-tırnak gibi bir bütünüz", ''halka şefkatle yaklaşacaiız yollu yalanlar söyleyecektir. "Size her zaman doiruları söyleyeceilm" derken bile yalan söyleyecektir. Türk Başbakanı, ömeğ;in özel savaş harcamalan konusunda, bu harcamalann enflas­ yona etkileri konusunda, hiçbir zaman, gerçekleri kamuoyu­ na duyuramayacaktır. . . •••"

Başbakan, "halka çevrllen silahlar Ilkönce beni vur­ malıdır" demektedir. Halbuki Kürt halkına çevrilen silahla­ rın devletin silahları oldugu herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Başbakan'ın bu tür konuşmalan "şov" dan öte bir anlam taşımaz. Bu yaklaşımlar, Kürt sorununun kendini dayatan temel niteliğ;ini gizleyemez.

279


"LOZAN KUTSAMALARI(•J

Lozan Antlaşması'mn 70. yıl kutlamaları bir kutsamaya dönüştü. Kutsama sürecinde. bir kere daha gördük ki, bir kısım Türk aydınlannın düşünceleriyle ve tutumlanyla, Kürtlerin düşünceleri ve tutumlan arasında, hiçbir diyalog yoktur, bir diyalog kurulamıyor. Bu, kuşkusuz Kürtlerden kaynaklanan bir durum degildir. Bir kısım Türk aydınlan, yaşanan obj ektif gerçekiere ragmen, önemli araştırmalara ve incelemelere ragmen resmi ideoloj iden kaynaklanan inkarcı düşünceleri ısrarla savunuyorlar, devletin gösterilmesini is­ tedtgi tavır ve davranışı sergiliyorlar. Devletin düşüncesini ve tutumunu sergilerken, bu düşüncelerin Kürtler tarafın­ dan eleştirildigine hiç dikkat çekıniyorlar, obj ektif koşulların bu düşünceleri çürüttügüne hiç deginrniyorlar. . . Tartışmanın tutarlı, saglıklı sonuçlara varabilmesi için taraflar arasında diyalog olması gerekir. Taraflann, bazı kav­ rarnlara aynı içerigi yüklemeleri gerekir. Taraflar birbirlerini dinlemezlerse, karşı tarafı yok sayarlarsa, ciddi bir tartışma­ dan söz edilemez. Bir kısım Türk aydınlan, hala, Kürtleri yok sayıyor. Kürtlerin düşünceleri oldugunu , özlemleri oldu­ gunu, bunlan gerçekleştirme dogrultusunda siyasal iradeye sahip oldugunu bilmezden. görmezden geliyor, şunca müca­ deleye ragrnen görmezden geliyor. Bir kısım Türk aydınlan, devl�t gibi düşünüyor, devlet gibi tutum alıyor. . . Diyalog eksikligi, bizler için kuşkusuz çok önemli bir olaydır. Bunu , mahkemelerde de her zaman yaşıyoruz. Ör­ negin 20-25 sene önceki duruşmalarda, biz, Kürtlerin ulu­ sal ve toplumsal varlıgından söz ediyorduk, Kürtçe'nin ba­ gımsız bir dil oldugunu belirtlyorduk. Mahkemeler ise,

"Kürt diye adlandınlan bir halk, bir millet yoktur, bunla­ rın asıllan Türktür, Kürtçe diye bll4ımsız bir dil yoktur, (*) 280

Özgür Gündem, 1 2 Ağustos 1 993


Türkçe'nin bir a!zıdır

...

"

diyordu .

Bu

konuda,

bizlerle

mahkeme arasında en ufak bir diyalog yoktu. Mahkeme.

"Herkes Türktür, Kürtlerden, Kürtçe'den söz edenler suç işlemektedir" diyerek ceza veriyordu. Durum bugün de aynıdır. Bugün artık. u lusal ve top­ lumsal mücadelenin füli kazarumlanndan dolayı Kürtler ve Kürtçe inkar edilemiyor. Fakat bu sefer de. ''Türkiye Cum­ huriyeti Devleti'nde herkes eşittir. Herkes yetenekleri ölçüsünde her istedili makama gelebilir. Kürt denllen­ lerden de vali, yargıç, general, milletvekili... olanlar var­ dır. Ve hatta, Başbakan, Cumhurbaşkanı bile olabilmek­ tedirler " denmektedir. Savcılann iddiaları ve mahkemele­ ...

rin, kararlaoyla bu iddialan onaylaması karşısında söyle­ nenler çok açıktır: Kürtler kendi kimliklerini inkar etmişler­ se. Türkleşmişlerse devlet bürokrasisinin her kademesinde görev alabilirler, Kürt oldugunu söyleyen. Kürtlerin ulusal ve demokTatik haklan için mücadele eden Kürtleri odacı. ka­ pıcı bile yapmazlar . . . Bu düşünceler duruşmarun her safha­ sında ileri sürülüyor. fakat. ne savcılarla, ne de mahkeme heyetiyle bir diyalog kurulamıyor. Sizin bütün anlatımlarını­ za, savunmalarınıza rağ;men, mahkeme, herkes eşittir, ayrım-gayrım yoktur, herkes her makama geleblllr... " di­ "..•

yerek size ceza veriyor. Mahkemeyle en küçük bir diyalog kurulamıyor. Diyalog kurmamak malıkernelerin önemli bir tavrı oluyor. Bir kısım Türk aydınlannın düşüncelerinin ve tutumla­ rının da mahkemeninkiler gibi oldugu bilinmektedir. Bu seneki Lozan kutlamalan kutsama şeklinde geçti. Diyalogsuzluk bir kere daha kendini gösterdi. Devlet bürok­ rasisinin, kamu yönetiminin, siyasal partilerin dışında bazı dernekler de bu konuyla ilgili toplantılar düzenlemişlerdir. Burada. bazı üniversite mensuplannın ve yazariann görüş­ lerine değ;inmeyi yararlı buluyoruz.

24 Eylül 1 993 tarihli Cumhuriyet gazetesinde "Sevr'e Bak, Lozan'ı Anlarsın" başlıklı yazıda, Birinci Dünya Sava­ şı ertesinde imzalanan antlaşmalarm hepsinin ortadan kalk­ tığ;ıru fakat. Lozan'ın

"dimdik"

ayakta olduğu belirtilerek

şöyle söyleniyor:

281


"Aradan 70 yıl geçtiği için bugün Lozan'ın coşkusu ye­ terince duyumsanmayabilir." "Çünkü bugünkü kuşakların içinden hiç kimseyi Istan­ bul kaldırımlarında bir Ingiliz subayı kı rbaçlamadı . Fransız işgalindeki Adana'da düşman neferinden, hiç kimse taş köprünün başında tokat yemedi. lzmir'in Konak Meyda­ nı'nda, Yunan çavuşu, bugünkü kuşaktan biri nin suralına tükürmedi." 24 Temmuz 1993 taıihli Cumhuriyet gazetesinde profe­ sörler de Lozan'ı kutsayan yazılar yazmışlardır.

Prof. Dr. Aysel Çellkel, "Ulusal Kurtuluşa Diplomatik Tescil" baş­ lıklı yazısında şunlan söylemektedir:

"Sevr Antlaşması, 24 Temmuz 1 923'ten hemen 3 y ı l önce, 1 O Ağustos 1 920'de savaşı kazanan Batılı devletle­ rin Osmanlı padişahı ve hükümetine kabul ettirilmiş ; Da­ mat Ferit Paşa, Rıza Tevfik ve diğerleri tarafından çare­ sizlik içinde i mzalanmıştı. Türklerin öz vatanını paylaştı­ ran , Türk ulusunu siyasal, askeri, ekonomik ve mali yöne­ tim açısından Batı lı devletlerin hükümranlığı altına sokan Sevr Antıaşması'nın bazı hükümlerini hatırlatmak Lo­ zan'ın önemi ve değerini anlatmak açısından yararl ı ola­ caktır... "

Prof. Dr. Aysel Çellkel

daha sonra, Sevr Antıaşması'nın

bazı hükümlerini eleştirmekte, Türk ulusuna vurolan bo­ yundurugun Lozan Antıaşması'yla kınldıgı vurgulanmakta­ dır. Türk basınının, Türk üniversitesinin, Türk profesörleri­ nin gizlerneye çalıştıklan temel konu, Kürdistan konusudur. Kürdistan, Lozan Antıaşması'yla bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Veya, Kürdistan'ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması Lozan Antlaşması'yla, uluslararası planda garanti altına alınmıştır. Kürdistan üzerindeki bu politika­ nın emperyalist ve sömürgeci bir politika oldugu açıktır. Bi­ rinci Dünya Savaşı'ndan sonra, en önemli böl-yönet politi­ kası Kürt ulusu üzerinde ve Kürdistan üzerinde uygulan­ mıştır.

20. yüzyılın ilk çeyreginde dünyaya nizarn vermeye çalı­

şan en büyük emperyalist gücün İngiltere, ikinci derecede

282


de Fransa oldugu bilimnektedir. Kürdistan'ın bölümnesinde, parçalanmasında ve paylaşılmasında bu devletlerin rolleri­ nin çok büyük oldugu besbellidir. Kemalistlerin, Arap kral­ lıklannın ve İran'daki Şah yönetiminin bu politikanın Orta­ dogu'daki yerli işbirlikçileri oldugu da bilinmektedir. Resmi ideoloji, Kürdistan'a ve Kürtlere uygulanan bu politikanın niteligini gözlerden ve dikkatlerden uzak tutmak için çok büyük bir çaba içindedir. Bunun için yasal düzenle­ meler vardır, çeşitli idari yasaklar vardır. Lozan Antıaşması'yla Kürdistan'a dayatılan statü , sö­ mürge statüsü bile degildir, statüsüzlüktür. Kürdistan, Kürt adı ve Kürdistan adı, dillerden ve tarihlerden silinmek üzere bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Kürdistan ülkesi­ nin sınırlannın çizilmemesi, Kürtlerin ulusal va:rlıgının inka­ rı, ömegin Lozan Antlaşması'nda, Kürt, Kürdistan sözcükle­ rinin hiç geçmemesi Kürdistan'ı klasik sömürgelerden ayı­ ran temel özelliklerdir. Bu gibi konularm irdelenmesi, kuş­ kusuz çok önemlidir. Kürdistan, sömürge bile degildir. Kürtlere ve Kürdistan'a dayatılan devletlerarası sömürge sistemini, dünyanın başka bir ülkesinde, başka bir ulusun­ da izlemek mümkün degildir. 1 920'li yıllann ortalanndan itibaren, Türkiye'de Kürtle­ rin ve Kürtçe'nin varlıgı inkar edilmiştir. Herkesin Türk ol­ dugu, Kürçe'nin de Türkçe'nin bir şivesi oldugu söylenmiş­ tir. Bu iddiaya uygun olarak ve bu amaç dogrultusunda, Kürtler ve Kürtçe yok edilmeye çalışılmıştır. Asimilasyon ya­ ni Kürt dilinin, Kürt kültürünün, Kürt olan her şeyin imha­ sı, vazgeçilmez bir devlet politikası olarak saptanmıştır. Asi­ · olmamak için direnenler, Kürt kültürünü yaşamak

mile

isteyenler, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklanndan söz edenler, çok agır baskılarla karşı karşıya kalmışlardır, fiziki olarak imha edilmişlerdir. Türk üniversitesi, Türk profesörlerinin pek çogu, Türk basını, herkesi Türk sayan bu anlayışı hiçbir eleştiriye tabi tutmadan, dogrulugundan hiç kuşku duymadan aynen ka­ bul etmişlerdir. Uluslararası İlişkiler, Devletler Hukuku ko­ nulannda profesör olan

Aysel Çelikel

de bunlardan biridir.

Sevr Antıaşması'yla " Öz Türk yurdu"nun parçalandıgını 283


ifade etmektedir. Halbuki,

''Öz Türk yurdu"

dedigi toprakla­

rm çok büyük bir kısmı Kürdistan'dır. Ve Kürdistan, hem Sevr'de, hem Lozan'da parçalanmıştır. Kürdistan olgusunun dikkatlerden uzak tutulması, bi­ limsel bir tutum degildir. Kürdistan olgusunun böylesine in­ kar edilmesi yalan dayalı resmi ideoloj inin hizmetinden ol­ maktan başka bir anlama gelmez. Bilim, olgularla başlar. Resmi ideolojinin veıileri, kabulleri dogru sayılarak bilimsel düşünce geliştirilemez. Kürdistan'ın nasıl bölündügü ve parçalandıgı, nasıl pay­ laşıldıgı konulan elbette olgulara dayanılarak incelenebilir. Fakat, bir de evrensel bazı degerler vardır. Uluslann eşitliğ;i, ulusal kimliklerin yok edilemeyecegi vs. . . Resmi ideolojinin savunuculugunu yapanlar bu degerierin de çiğnenebileceğ;i mesajını vermektedirler.

Halbuki,

ulusal onuru koruma,

ulusal kimlige sahip olma insanlıgın evrensel değ;erleridir. Bunlar savunulacak, ugrunda mücadele yapılacak degerler­ dir. Bunlar, bugünkü Avrupa uluslan için vurgulanması ge­ reken degerler olmayabilir, fakat devletlerarası sömürge bas­ kısı altında olan, bütün ulusal degerieri ırkçı ve sömürgeci politikalarla yok edilmeye çalışılan Kürtler için çok önemli­ dir. Kürtlerin, böylesine agır baskılarla, tehditlerle karşı kar­ şıya olması da sadece Kürtlerin degil, bütün insanlığın soru­ nudur . . . Türk aydınlarının önemli bir bölümü, somut so­ runlar, örneğin Kürtler söz konusu oldugu zaman bu değer­ lere inanmamaktadır.

24 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde, Prof. Dr. Şükrü S. Gürel, "Lozan Bugün Çok Daha önemli"; Prof Dr.. Bülent Tanör "İnkô.rcılık Sevr'i Yok Sayıyor"; Bilal Şimşir "Tarih Sahnesine Çıkış Belgeleri"; Aynur Soydan "Eşitsizli{li Eşitli{le Dönüştürme Savaşı"; Osman Olcay

"Lozan'ın Düşündürdükleri"

başlıklı yazılarında,

Lozan

Antiaşması'nın Kürdistan'a ilişkin ırkçı ve sömürgeci içerigi­ ni, emperyalist bölüşüm antıaşması olması niteliğini gizle­ rneye çalışmışlardır.

Hürriyet

gazetesinin 24 Temmuz tarihli sayısında ben­

Oktay Ekşi'nin "Lozan'ın 70. Yı­ lında .. "; Emin Çölaşan 'ın "İki Gazetecinin Ardından"; Dojan Hızlan'ın "Lozan ve Sonrası"; başlıklı yazılan. . . zer yazılar yayınlannuştır. .

284


Milliyet gazetesinin aynı tarihli sayısında. Hasan Pu­ "Lozan Anıtı"; All Sirmen'in "Lozan'ın Anlamı" (Milliyet. 25 Temmuz 1 993) başlıklı yazıları yine aynı kate­

lur'un

gori içinde degerlendirilebilir.

çagdaş Yaşamı Destekleme Demeli'nin gençlik gnıbu "70. Yılında Lozan'ın Getirdikleri"

tarafından düzenlenen

konulu panelde yapılan konuşmaların temel niteligi de bu­ dur.

PEN Yazarlar Deme41 Başkanı Şükran

yaptıgı açıklamaysa şöyledir:

Kurdakul'un

"Lozan emperyalizme karşı yaşama hakkını sa­

vunan Anadolu insanının varoluş belgesidrr. Kurtu­

luş Savaşımızın en haklı mirası, dün oldugu gibi

bugün de ulusal bagımsızlık bilincimizde yaşıyor.

Dün oldugu gibi bugün de emperyalizm ve yeni iş­

birlikçilertnin gizli açık oyunlarına karşı 70 yıllık emaneti özenle koruyacagımız bilinmelidir."

huriyet, 25

Temmuz 1 993)

(Cum­

ilerici, devrimci gibi gözüken bu söylem tam anlamıyla

resmi ideolojinin söylemidir. Bunun katı, donmuş, çeşitli ce­ za yasalanyla konınınaya çalışılan bir ideoloj i oldugu bilin­

mektedir. Bu bakımdan, emperyalizme karşı oldugu söyle­ nen bu savaşın sonucunda,

emperyalistlerle birlik

olup

Kürdistan'ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması süre­

cinin nasıl cereyan ettigi, artık sorulamaz. . . Resmi ideoloji

de din gibi bir kurumdur, bilgiden çok inanç içeriklidir. Bu konuda, diyalog geliştirmernek resmi ideoloj inin istedigi te­

mel bir tutumdur.

Şurası açık bir şekilde ortada durmaktadır. Lozan Ant­

laşması, Türkler ve Kürtler açısından birbirine zıt anlamlar içermektedir. Lozan, Türkler için Osmanlı Devleti'nin geriye

kalan temelleri üzerinde yeni bir Türk Devleti'nin kurulması demektir. Kürtler için ise esarettir, devletlerarası boyundu­

ruktur. Bunların devletlerarası planda garantiye alınması­ dır. Lozan. Kürtlere dayatılan devletlerarası sömürge statü­

südür.

Esasında, Kürdistan sömürge bile degildir. Yok sayılan,

yok edilmeye çalışılan bir ülkedir. Kürtler, yok sayılan, yok edilmeye gayret edilen bir ulustur.

285


Bilim yöntemi söz konusu oldugu zaman şu hususun

önemle vurgulanması gerekir: Kürdistan sorununa ilişkin

yukandaki düşünceler, benzer düşünceler, hep cezai yaptı­ nmlarla karşılaşmaktadır.

Resmi görüşü savunanlar ise,

devlet tarafından çeşitli şekillerde ödüllendirilmektedir. Res­

mi görüşün, resmi görüşü savunanlann, objektif düşüncele­ rin cezai müeyyidelerle karşılaştıgı bir ortamda, profesörie­

rin düşüncelerinin de hiçbir inandıncılıgı olmadıgı, bilimsel olrnadıgı açık bir konudur. Zira profesörler eleştirisi müm­

kün olmayan, dokunulamaz, dogrulugundan kuşku duyula­

maz düşünceler ileri sürüyorlar demektir.

Kürdistan sorununa ilişkin yukarıdakine benzer düşün­

celer hep baskı altındadır. İlgili kitaplar, dergiler toplatıl­

makta, dagıtunı yasaklanmakta, haklannda dava açılmakta­

dır. . . Davalar mahkümiyetle sonuçlanmaktadır. Fakat bu düşünceleri eleştiren, suçlayan düşünceler, hatta, ilerici ter­

minolojiyi, sol terminoloj iyi, Marksist terminolojiyi kullana­

rak bunu yapanların yazılan, dergileri, kitaplan serbestçe

dagıtılınaktadır. Bunlar, hiçbir cezai kovuşturmaya ugrama­

maktadır. Konunun bu boyutunun da ciddi bir şekilde dü­

şünülmesi, irdelenmesi gerekir.

286


24 Temmuz 1993 taıihli Cumhuriyet gazetesinde ya­ yımlanan

"Sevr'e Bak Lozan'ı Anlarsın"

başlıklı yazıda, ya­

zar, Türk aydınlannı, Lozan Antiaşması konusunda yeteri kadar heyecan duymamakla eleştiriyordu. Heyecanın azal­ masıyla ilgili bir açıklama da yapıyordu. Çünkü, diyordu, yazar, bu yıllar zarfında, herhangi bir ingiliz subayı, istan­ bul kaldınmlannda. hiçbir Türk'ü kırbaçlamadı; Fransız iş­ galindeki Adana'da, Taşköprünün başında hiçbir Türk bir düşman neferinden tokat yemedi; İzmir'in Konak Meyda­ nı'nda, bir Yunan çavuşu, bir Türk'ün suratına tükürmedi. . . Bir insanın ülkesinin düşman işgali altında olmaması, insanlann, düşman askerleri tarafından kırbaçlanmaması, suratıanna tükürülmemesi, insanlara düşman askerleri ta­ rafından tokat atılmaması, insanların. dogal toplumsal iliş­ kilerini sürdürebilmeleri, kendi hayatlannı yaşayabilmelme­ ri büyük bir mutluluktur. İnsan,

Cumhuriyet yazanmn bu Cumhuri­

anlatımlanm derin bir hüzün içinde izliyor. Zira

yet yazanmn duygu ve

düşünceleriyle , Kürtlerin bugün için­

de bulundukları toplumsal ve siyasal koşullar ve günden güne artan katliamlar ve soykırun tehditleri arasında, en ufak bir bag, bir ilinti yoktur.

Cumhuriyet

yazan, Kürdis­

tan'da olup bitenlerden habersizdir veya habersiz kalmayı yeglemektedir. Zire, Kürtler, Kürdistan'da, 70 yılı aşkın bir zamandır,

İngilizlerin İstanbul'da,

Fransızlarm Adana'da,

Yunanlılar'ın İzmir'de sergiledikleri baskı ve zulümden kat kat agır olanlanyla karşı karşıyadırlar. Türk sömürgecillgi Kürdistan'da, İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin ve Yunan­ lılarm gerçekleştirdikleri baskılardan kat kat agır olanlannı gerçekleştirmektedir. Kürdistan'da uygulanan sömürge poli­ tikalan bu üç devletin uygulamalannın toplamından çok da-

(*)

6zgür Gündem, 1 9 Ağustos 1 993

287


ha agırdır, yogundur. Bu yogunlugu hem nitelik olarak, hem de nicelik olarak izlemek mümkündür. Bunlar, dünyada, bir eşi daha bulunmayan sömürge politikalandır. Bütün bunla­ ra ragmen, Cumhuriyet yazan, bu uygulamalara karşı var­ lık mücadelesi veren, ayakta kalmaya çalışan Kürt halkını, Kürt aydınlannı, ••Kürtçü" diyerek aşagılamaya, ••ırkçı" di­ yerek suçlamaya çalışmaktadır. Kendi devletinin Kürdis­ tan'daki ırkçı ve sömürgeci uygulamalanna, bu uygulamala­ n sürekli hale getiren politikalarına karşı en' ufak bir eleştiri getirememektedir. İnsana hüzün veren yön budur. Kürdis-: tan'da, gün geçtikçe boyutlanan zulüm, katliam bir kısım Türk aydınlannın bilincine çarpmamaktadır. Devlet güçleri­ nin gerçekleştirdikleri katliamlar karşısında, bir kısım Türk aydınlan sessiz kalmakta, böylece, bu katliamlan onayla­ maktadır. Bir ulusun ülkesinin işgal edilmesi, insanların işgalci askerler tarafından kırbaçlanması, tokatlanması, suratları­ na tükürülmesi, kuşkusuz, ulusu , insanlan yaralayan bir durumdur. Böyle bir durum ulus için onursuzluktur. Kürt­ ler ise, ulusal onuru zedeleyen çok daha agır ırkçı ve sömür­ geci baskılarla karşı karşıyadırlar. Kürt ulusunun siyasal ve toplumsal varlıgının inkarı bunlann başında yer almaktadır. 1 984'de, dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Şemdin­ li'de, Kürtlerin gözünün içille baka baka, Kürt adıyla bili­ nen bir milletin olmadıgını, herkesin Türk oldugunu , Kürt olduklannı söyleyenlerin, Kürtlerden söz edenlerin hain ol­ duklannı söylüyordu. l 993'de Başbakan Tansu Çllle r, yine, Hakkari'de, Kürtlerin gözlerinin içine baka baka Türkiye'de Kürt sorununun olmadıgını, terör sorunu oldugunu anlat­ maya çalışıyor. Kürtlerin bütün ulusal ve demokratik hakla­ n gasp edilmiş, Kürtlerin ulusal ve toplumsal varlıgı inkar ediliyor, ulusal ve toplumsal haklar için yogun bir mücadele var, on yıla yakın bir zamandır bu ugurda binlerce gerilla şehit olmuş . . . ama, yine de, Kürt sorunu diye bir sorunun olmadıgı söyleniyor. Kürtlerin ulusal varlıgının inkan, Türk sömürgeciliginin temel özelligidir. Kürt ulusunun, Kürt insanlannın onurunu zedeleyen olguların başında, bu inkar yer almaktadır. İnkar, yok sayma, temel bir politika olarak saptanınca,

288


ulusal varlıgın fizik olarak imhasını, yani yaşayan organiz­ ınayı ortadan kaldırmayı, yok etmeyi gerçekleştirecek süreç­ ler fiili olarak gündeme gelmektedir. Kürt olan her şey. kişi, kurum baskı altına alınmaya, imha edilmeye çalışılmakta­ dır.

Kırbaçlamak, tokatlama.k, suratına tükürmek

gibi ha­

karetler, Kürtlerin gördügü baskının, zulmün ve bakaretin yanında çok masum kalır. Çocuklannın gözleri önünde, ba­ balanna işkence yapılmaktadır. Çocuklannın ve erkeklerin gözleri önünde kadınlar saçlanndan sürüklenerek götürül­ mektedir. Kadırılara tecavüz edilmektedir. Erkekler, kadın­ lar, çocuklar, ihtiyarlar, gençler, bütün bir köy halkı, karla­ rın, çarnuriann içine yatırılmakta, saatlerce bekletilmekte­ dir. Köyler yakılmakta, yıkılmaktadır. Evler içindeki eşyalar­ la birlikte yakılmaktadır. Gıda maddeleri heder edilmektedir. Sık sık yapılan güverılik aramalanyla evler talan edilmekte­ dir. Hayvaruar kurşunlanmaktadır, ormanlar yakılmaktadır. İnsarılar yerlerini . yurtlarını terke zorlanmaktadır. Bu ko­ nularda, yogun, kapsamlı bir devlet terörü vardır. işkence sistematik bir devlet politikasıdır. Gerek güverılik güçleriyle yapılan çatışmalarda sag olarak ele geçirilen gerillalara, ge­ rek köylülere çok yogun işkenceler yapılmaktadır. Kürt in­ sanlan işkence edilerek öldürülmektedir. Türk güverılik güç­ lerinin Kürt insanlannı öldürme özgürlügü sonsuzdur. Dev­ let terörünün Kürdistan'daki yogurılugu gün geçtikçe art­ maktadır. Devlet terörüne ilişkin haberler, Türk basınında hiç yer almamaktadır. Zira, Türk basınına, Genelkurmay ta­ rafından sık sık birifing verilmekte, Kürdistan'da cereyan eden olay karşısında nasıl düşünecekleri, ne giqi bir tutum takinacaklan ince ince arılatılmaktadır. Türk basını, sık sık helikopterlere bindirilerek Kürdistan'a götürülmekte, devle­ tin, basından istekleri olay yerinde anlatılmaktadır. Somut gerçeklerin Türk kamuoyuna, Kürt kamuoyuna ve dünya kamuoyuna ulaştırılmasına engel olunmaktadır. Haber, dev­ letin gözlükleriyle ve devletin istedigi biçimde verilmektedir. Türk basını, Genelkurmay brifinglerinde kendisine verilen bu direktiflere harfiyen uymaktadır. Haberleriyle, yorumla­ nyla emirlerin

gereklerini yerine getirmeye çalışmaktadır.

Bütün bu haskılara ve zulümlere ragmen ulusal ve top­ lumsal kurtuluş mücadelesi gelişmektedir. Mücadele kitle­ selleşmiştir. Ulusal istemler artık kitleler tarafından dile ge-

289


tirilmektedir. Bu seneki 1 5 Agustos kutlamalan Kürt halkı­ nın diriliginin, ulusal istemlerde kararlılıgının önemli bir göstergesidir. Kürdistan'da cereyan eden "klrH savaş"ın bo­ yutlannı, operasyonlannı dile getiren etkin bir basın da var­ dır. Özgür Gündem'i bu kategori içinde degerlendirmek ge­ rekir. Bu basını susturmak, etkisini kınnak sömürgeci yönetimin önemli bir amacı haline gelmektedir. Kürdistan'da tırmandınlan, hiçbir kural tanımayan dev­ let terörüyle birlikte ÖZgür Gündem ve benzeri basın üze­ rindeki baskılar da artmaktadır. Bugün Kürdistan'da devlet illegal bir yapı olarak vardır. Kürdistan, devletin illegal bi­ rimleri tarafından yönetilmektedir. B� birimler, "Hlzbul­ lah", "Osmanlı Ordusu" , ''Türk intikam Tugayı" gibi ad­ larla Kürt insanlannı kaçırmakta, bir hafta, on gün tutarak işkence yapmakta, sonra da öldürmektedir. Öldürdügü in­ sanın cesedini bir köşeye atmakta, "sahlpslz" diyerek bir çukura atıp gömmektedir. Bu, çok yaygın bir uygulamadır. "Falll meçhul'' denen fakat. failieri tastamam belli olan ci­ nayetlerle birlikte, adam kaçırmalar ve öldürmeler de tır­ manmaktadır. Ulusal bilince ulaşmış köylülere, Kürdistan'daki devlet terörünü kamuoyuna sunmaya çalışan Kürt gazetecilere karşı çok yogun bir baskının geliştirildigi gözlenmektedir. 1 9 yaşındaki gazeteci Ferhat Tepe Bitlis'de, devletin güvenlik güçleri tarafından kaçınlmış ve günlerce işkence edilerek öl­ dürülmüştür. Cesedi, Hazar Gölü'ne atılmış, "boiulmuş" görüntüsü verilmeye çalışılmıştır. l l Agustos 1 993 tarihli Aydınlık gazetesi, henüz Diyarbakır Cezaevi'nde olan üç tu­ tuklunun tanıklıklarına dayanarak, Ferhat Tepe'nin devlet güçleri tarafından öldürüldügü haberini vermiştir. Aynı ta­ nıklar Yücel Dolan'ın da Diyarbakır'da jandarmaya ait bir sorguevinde öldürüldügünü haber vermektedirler. Ferhat Tepe'nin öldürüldügü günlerde, yine Özgür qündem muha­ biri Aysel Malkaç İstanbul'da ÖZgür Gündem gazetesinin önünden alınarak kaçınlmış ve kendisinden haber alınama­ maktadır. Bazı itirafçılar kullanılarak Kürt milletvekilierine karşı çeşitli mizansenler düzenlenmekte, onların, kendilerini sa­ vunan bir konumda tutulmalan saglanmaktadır . . . İmamlar

290


kurşuna

dizilmekte.

" İmam Ermeni Çıktı" ÖZgür Gündem

boynuna

haç

asılmakta.

sonra

da,

diye propaganda yapılmaktadır.

Ferhat Tepe'nin ka­ "kirli savaş" ın na­ önemli bir örnektir. Ferhat Tepe

gazetesi muhabiri

çınlması ve işkence edilerek öldürülmesi sıl boyutlandıgını gösteren

gibi henüz 1 9 yaşındaki genç bir gazetecinin somut gerçek­ lerin aniatınundan taviz vermemek için ölümü bile göze al­ ması ise gazetecilik adına bir onurdur.

savaş

..

Ferhat Tepe "kirli

ortamında, biıifingci gazetelerin oluşturdugu kokuş­

muşlugu dagıtma azminde olan bir bahar yeli gibid

�.

29 1


ULUSAL UYANIŞIN GÖRKEMit•ı

1 5 Agustos, sadece Kuzey Kürdistan'ın tarihinde degil, Kürdistan'ın tarihinde, Kürt halkının tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. 1 930'lu yılların başlarında, "Ba�ım­ sız Kürdistan bu mezarda yatıyor", "Kürdistan'ı, Kürtle­ ri, �n Da�ı'na gömdük, mezannı betonladık" , "Ba�ım­ sız Kürdistan hayali burada yatıyor!" gibi sloganlarla ifade edilen bir sorun, 1 5 Agustos 1 9 84'de görkemli bir şekilde or­ taya çıktı. Bu görkemli çıkış,

" İlk Kurşun"

kavramıyla ifade

ediliyor. 1 5 Agustos , asimile edilmesi için her türlü tedbir düşünülen ve uygulanan, köleleştirilmesi, kişiliksi,zleştiril­ mesi için her türlü uygulama mübah sayılan, tavır ve davra­ nışlanyla, düşünceleriyle bu politikalan bir hayli başarılı kı­ lan, yok olma, tarihten ve yeryüzünden silinme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış bir ulusun, köleligine kurşun sıkıp öl­ dürdügü, yeniden dogdugu bir gündür. 1 5 Ağustos, Kürtle­

ulusal bayram günüdür. "İlk Kurşun" atılımının ilk günlerinde "Iraktan geldi­ ler, vuruş yaptılar, kaçtılar", "Kaçamayacaklar", "Kıstı­ rıldılar" , "Çembere alındılar", "Çember daralıyor" , "Ya teslim olacaklar veya Imha edilecekler", "Hepsi bir avuç eşkıyadır", "3-5 çapulcudan başka bir şey de�ildirler" . . . rin çok önemli bir günüdür,

gibi basmakalıp sloganlar kullanılıyordu . Devlet ve hükümet yöneticileri, Türk siyasal partileri, Türk basını PKK adını hiç anmadan, bu sloganları tekrar edip duruyordu . . . 1 984'den bu tarafa binlerce agır

katliamlar

ARGK geriliası

yaşadı,

fakat

şehit oldu. Kürt halkı çok PKK

büyüdü ,

güçlendi.

1 984'de ancak yüzlerle ifade edilen gerilla, bugün binlerle, onbinlerle ifade ediliyor. Milisierin sayısı yüzbine yaklaşmış­

"Te­ "terörist eylemler" de-

tır. Sempatizanlar yüzbinlercedir. Buna ragmen PKK'ye

rörist bir örgüt" . (•) 292

PKK eylemlerine

Özgür Gündem, 26 Ağustos 1 993


niyor. Kürt halk kitleleri içinde gittikçe daha yogun ve yay­ gın bir biçimde örgütlenen, büyük bir kitlesellik kazanan, kitlesel gelişmesi durmadan büyüyen bir örgüt

örgüt"

"Terörist bir

olur mu? Ulusal kurtuluş istemlerinin geniş kitleler

tarafından dile getirildigi gösteriler, yürüyüşler

aliyetler"

"terörist fa­

olarak degerlendirilebilir mi? Bunların ulusal ve

toplumsal kurtuluşçu hareketler oldugu açıktır.

örgüt", "terörist faaliyetler"

"Terörist

suçlaması basmakalıp

bir

suçlama olmaktan öte bir anlama sahip degildir. Gerek Tür­ kiye'de, gerek dünyada devrimci ve demokratik kamuoyu­ nun bu gerçegi artık kavradıgının hiç kuşku yoktur. Kuşku duyulmayan bir şey daha vardır. Devletin

"Kürt sorunu" nu

inkar çabaları, Kürt sorununu şiddete dayanarak çözme ça­ baları devlet teröründen başka bir şey degildir. Bu seneki 1 5 Agustos kutlamalan ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin çok büyük bir kitlesellige kavuştu­ gunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu bakımdan 1 993 yılı 1 5 Agutos kutlamalan hem zaman içinde, hem de me­ kan içinde irdelenmelidir. Kutlama yapılan yerler, kutlarna­ lara katılanlar, kutlarnalann gerçekleştigi tarih, haykıralan sloganlar, taşınan pankartlar, resimler, bayraklar, kutlarna­ lara katılanlara karşı devletin tavrı etrailı bir şekilde irdelen­ melidir.

1 5 Agustos yaklaşırken, devlet, 1 5 Agustos'un kutlan­ maması için, 1 5 Agustos'un kutlanmasına engel olmak için çok yogun bir terör estirmiştir, devlet terörünü tırmandır­ mıştır. Köylerde, kasabalarda, ilçelerde, illerde çok yogun ve yaygın tutuklamalar yapmıştır. Köyleri, kasabalan bombala­ ma, arama-tarama, köy yakma, köyleri terke zorlama gibi operasyonlan genişletme , yine izlenebilir ve gözlenebilir bir süreçtir. Köylere girişi-çıkışı engelleme,

dınlık

ÖZgür Gündem,

Ay­

gibi gazetelerin Kürdistan'a girişini engelleme her

yerde uygulanan bir politika. olmuştur. Bütün bu devlet terörüne ragmen, Kürtler,

15 Agus­

tos'u, Kürdistan'ın hemen hemen her yerinde, büyük bir kit­ lesellik içinde kutlamışlardır. 14 Agustos günü, Kars'ın Di­ gor ilçesinde binlerce kişinin katıldıgı kutlamanın dikkate deger yönleri vardır. Traktörleriyle 3-4 koldan Digor'a insan­ lar gelmişlerdir. Kalabalık yol üzerindeki köylerden yapılan

293


katılımlada gittikçe büyümüştür. Bu büyük insan kitlesi içinde kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar da vardır. Silahsız bir grup. Ellerinde ulusal istemlerini dile getiren pankartlar var.

Başkan

Apo'nun resimlerini ve PKK'nin bayraklarını taşı­

yorlar. Güvenlik güçleri, bu büyük insan kitlesinin Digor'a girmesini ve Digor'da yürüyüş yapmasım enegellemeye çalı­ şıyor. Kitlenin kararlı tutumu karşısında; silaha başvuru:.. yor. Kitleye gelişigüzel ateş açıyor. İçinde kadınların da bu­ lundugu pek çok insan ölüyor. Devletin kayraklanna göre

lO

civarında. 'Kurd-Ha'ya göre 20 civannda Kürt insam öl­

dürülüyor. Onlarca yanlı var. 60 civarında insan gözaltına alınıyor. Silahsız bir kitle üzerine gelişigüzel ateş açmak, yürü­ yüş yapan insanlan öldürmek devlet terörünün önemli bir göstergesidir. Agustos'u

Bu

devlet

terörüne

ragmen insanların

15

kutlamada kararlı olması, bütün engellmelere

ragmen yürümesi, ulusal ve toplumsal mücadelenin büyük bir kitlesellige kavuştugunu, ulusal istemierin kitleler tara­ fından dile getirildigini gösteriyor. Ertesi gün yani 1 5 Agustos 1 993'de, Malazgirt'de,

Gündem'in haberine

Özgür

göre, 20 binin üzerinde büyük bir kitle,

yine traktörleriyle yürüyüşe ve gösteriye katılmıştır. Bu gös­ teri ve yürüyüşde de ulusal istemleri dile getiren sloganlar atılmıştır. Bu iyiemiere de kadınlar, çocuklar, yaşlılar katıl­ mışlardır. Kitlenin üzerine burada da ateş açılmış, devletin açıklamalanna göre 2 kişi,

Özgür Gündem'in Yurt

Haberler

Servisi'ne göre 20 kişi öldürülmüştür. Traktörterin motorla­ n, tekerlekleri parçalınmış, 200'ü tarktör sürücüsü olmak üzere 400 kişi göz altına alınmıştır. 1 4 Agustos günü, Digor'da yaşanan devlet teröründen sonra, 1 5 Agustosta'da, Malazgirt'de, büyük bir kitlenin kut­ lamala katılmış olması itdelenmesi gereken bir olaydır. ulu­ sal hareketin kitleselleşmesinin önemli bir göstergesidir. 1 5 Agustos günü , Cizre, Derik, Tekman gibi Kürt şehir­ lerinde, Adana, Mersin, İstanbul, İzmir gibi Kürtlerin yaşadı­ gı yörelerde de kutlamalar yapılmıştır. Batman, Viranşehir, Kurtalan, Diyarbakır, Bismil, Çınar, Tunceli, M azgirt, Nazı­ miye, Ovacık, Pülümür gibi şehirlerde de insarılar kepenk kapatarak, kontak kapatarak 1 5 Agustos'u kutlamışlardır.

294


Ulusal ve toplumsal mücadele yükseldikçe sorunlan da

ortaya çıkmaktadır. D evletin,

ARGK gerillalannın

kılıgına gi­

rerek gerçekleştirdigi katliamlann, yani kontrgerilla operas­

yonlarının gerektigi gib.i deşifre edilememesi, Türk ve dünya kamuoyunun bu konuda aydınlatılamaması çok önemli bir sorundur. Örnegin geçtigirniz ay, Van'ın Bahçesaray ilçesin­

de, Sündüz yaylasını basıp 23 Kürt kadınını ve çocugunu öl­ dürenin kontrgerilla oldugu açık bir şekilde bilinmektedir.

Fakat sömürgeci ve ırkçı devlet, bütün olanaklaoru ve pro­

p aganda araçlarını kullanarak bunu PKK'nin üzerine yık­ maktadır. Aslında, burada, devletin çirkin bir yüzü gizlen­

mektedir.

Bu

çirkirı

yüzün

deşifre

edilmesi

ulusal

toplumsal mücadelenin önemli bir görevi olmalıdır.

ve

Ulusal hareket, ırkçı ve sömürgeci devletin Kürdistan'da

hiçbir kural tanımadan sürdürdügü operasyonlan, demok­ ratik kamuoyuna gerektigi gibi duyuramamaktadır. Örne­

gin, köyler yakılmakta, yılolmakta, insanlar köylerini, evleri­ ni-barklannı

terke

zorlanmaktadır.

Hayvanlar

kurşuna

dizilmekte, ekinler yakılmaktadır. Sömürgeci devlet, hayvan­

cılıgı ve tarımı felce ugratmak için her türlü baskıyı uygula­

maktadır, baskılan günden güne yogunlaştırmaktadır. Di­

yarbakır, Batman, Kızıltepe gibi şehirlere çok büyük bir Kürt nüfus birikniiştir. Yoksullaşma süreci hızlanmıştır. Şe­ hirlerde

de,

ulusal bilince

ulaşmış insanların,

yurtsever

Kürtlerin, esnafın dükkanlan birer birer yakılmaktadır. Kürt

insanlarını ekonomik bakımdan felce u�;ratmak için her şey

yapılmaktadır. Hayvanlan kurşuna dizen, yayla yasagı ko­

yan, ormanlan, ekin tarialaoru yakan, tanını felce ugratan devletin, Kürdistan'da, hayvancıhgı ve tanını geliştirme pro­

pagandası ikiyüzlülükten başka bir şey degildir. Devletin bu

ırkçı ve sömürgeci uygulamalarını olgulara dayalı bir şekilde anlatmak, Türkiye'de ve dünyada demokratik kamuoyunu,

insan haklan savunuculannı aydınlatmak, devletin çirkin

yüzünü göstermek yene , ulusal hareketin önemli bir görevi olmalıdır.

bir

Devlet, baskı

ÖZgür Gündem

gibi gazetelere karşı çok yogun

mekanizması geliştirmektedir.

ÖZgür Gündem

muhabirierini çeşitli illegal örgütlerin adladmı kullanarak kaçırmakta, 8- 1 0 gün işkence yapmakta, sonra da katlet-

295


mektedir. Gerek Kürdistan'daki ırkçı ve sömürgeci operas­ yonlar. gerek bu operasyonlan kamuoyuna duyurmaya çalı­ şan

Özgür Gündem, Azadi gibi

gazetelere ve bu gazetelerin

muhabirierine yapılan baskılar, Tür�\ basmaıda hiç yer al­ mamaktadır. Türk basını, Türk yazarlan. bu gibi olaylan görmezden.

duymazdan

gelmektedirler,

böylece,

bunlan

Ferhat Tepe 'nin kaçırılması ve Aysel Malkaç'ın kaçınlmasıyla ilgili olarak

onaylamaktadırlar Örnegin öldürülmesi,

devlete en ufak bir eleştiri, suçlama yöneltmeyen yazarlar, devletin miezansenleri sonucunda meydana gelen bir olay­ da, Şırnak Milletvekili

Orhan Do!an'a

yüklenip dunnakta­

dırlar. Ulusal mücadele bu gibi çirkinlikleri de deşifre edebil­ melidir. Bütün bu süreçte, Türk dernokratlannın , Avnıpa'nın de­ mokratik kamuoyunun Kürtlere çok büyük yardımı olacagı açıktır. Avrupalı demokratlar, insan haklan savuruculan, ırkçı ve sömürgeci yÖnetimin çirkin yüzünü, Kürtlere karşı sürdürülen operasyonlan bu yöneticiler nezdinde protesto edebilrnelidirler, bunlan dünyanın demokratik kamuoyuna duyurabilmelidirler. Kürtlerin 1 5 Agustos'u kitlesel bir şekilde kutlamalan çok önemli bir olaydır. Buna paralel olar�k Kürtler, artık, başka bir süreci daha yaşıyorlar, gerçekleştiriyorlar. Kürtler, artık, sömürgecillin 29 Ekim gibi, 23 Nisan gibi, 1 9 Mayıs, 30 Agustos gibi ulusal bayramlarına da katılmıyorlar. Ço­ cuklannı bu bayramiara gönderrniyorlar . . . Bu da büyük bir seıihildandır, seıihildanın başka bir görünümüdür.

296


"LOZAN'IN DEHASI" VE

"GÜNEYDOGU SORUNU"!*!

"Güneydoj!u can almaya devam ediyor, Bingöl'de 2 güvenlik görevlisi şehit oldu, 3 vatandaş öldürüldü", "Güneydoj!u'da teröristler ölüm saçtı, Ij!dır'da bir köye baskın düzenleyen teröristler 2 geçici köy korucusunu şehit etti, 5. terörist ölü ele geçirildi", "Güneydogu'da kanlı bir gün, Kars'ın Digor ilçesinde teröristler halka yürüyüş yaptırdı. Çıkan çatışmada ilk belirlemelere göre 10 kişi yaşamını yitirdi." . vs. .

.

Son yıllarda devlet ve hükümet yöneticileri, Türk basını, Türk siyasal partileri Kürt sorunu kavramını kullanmamak için "Güneydogu sorunu" ndan söz ediyor. Onlara göre , za­ ten Kürt sorunu diye i simlendirilebilecek bir sorun da yok­ tur. Cografi bakımdan geri kalmış bir bölge ve

lıntılar"

sorunu vardır.

"Güneydogu"

"feodal ka­

sözcügünün kullanıl­

ması ise. sorunun mekandaki kapsamını daraltmak, siyasal ve ideoloj ik agırlıgını hafifletmek anlamına gelmektedir. Bilindigi gibi

"Güneydoiu", 7

coğ;rafi bölgeden biridir.

Bu bölge Diyarbakır, Urfa, Gaziantep, Adıyaman ve Mardin illerini kapsamaktadır. Kürtlerin yaşadığ;ı öteki iller

"Do!u"

olarak adlandınlmaktadır. Tunceli, Bingöl , Muş, Bitlis, Van, Hakkari, Sürt, Agn, Kars, Erzurum , Erzincan, Elazığ;, Malat­ ya illeri, cografi olarak

"Dolu"

bölgesi içinde ele alınmakta­

dır. Kürtlerin ulusal ve toplumsal mücadelesine baktığ;ımız zaman Kars'tan Hatay'a, Maraş'a; Hakkariden. Erzincan'a, Sivas'a kadar çok geniş bir alanı kapsadıgı görülmektedir. Halbuki, ısrarla.

"Güneydoiu"

sözcügü kullanılmaktadır.

Maraş'taki bir gerilla -eylemi de, Kars'taki, Agn'daki bir geri!-

· (*)

Özgür Gündem, 2 Eylül 1 993 297


la eylemi de

"Güneydogu"

kapsamı içinde ele alınmaktadır.

Kürt sorununun cografi ve politik agırlıgını daraltmak için böyle yapıldıgı besbellidir. Fakat Serhad illerinde gerilla ey­ lemlerinin yogunlaşması,

hükümetin,

Türk

basınının ve

Türk siyasal partilerinin söyleminin sahteligini, Kürt soru­ nunun gerek cografi olarak, gerek ideolojik ve politik olarak daraltılamayacagını göstermektedir. Ömegin, Digor'u, Der­ sim'i, Van'ı vs.

"Güneydogu"

kapsamında degerlendirmek

mümkün degildir. Biİindigi gibi, Lozan Antlaşması, Kürdistan'ın bölünme­ sini, parçalanmasını ve paylaşılmasını garanti altına alan, Kürtleri, dilleriyle, tarihleriyle, kültürleriyle yeryüzünden sil­ me operasyonlanna onay veren bir antlaşmadır. Kürtler, Kürt adı ve Kürdistan dillerden ve tarihlerden silinmek üze­ re bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmışlardır. Lozan'da, ta­ raflan en fazla ilgilendiren sorunlarm başında Kürdistan so­ runu yer almaktadır. Kürdistan sorunu normal oturumlarda degil, kulislerde çözülmüştür. Antlaşmarun hiçbir yerinde, Kürt ve Kürdistan sözcükleri geçmez. Antlaşmanın metnin­ de, Kürt sorununu insaniann bilincine çarptıracak sözcük­ ler, ifadeler yer almaz. Ömegin, Hıristiyan halklann, Rumla­ rın,

Ermenilerin,

Yahudilerin

adlan

antlaşma

metninde

veya, Lozan'dan önce imzalanan antlaşma ve bildiri metinle­ rinde yer almaktadır. Büyük diplomasinin kulislerde oluştu­ roldugu bilinen bir gerçektir. Cumhurbaşkanı

Süleyman Demirel,

Lozan Antlaşma­

"deha" "Lozan'ın dehası, Müslüman­ lar arasında azınlık yoktur h ükmündedir." (Milliyet, 1 5 sı'nda, Kürt adı ve Kürdistan adının geçmemesini, olarak degerlendirmektedir.

Agustos 1 993,

"Federasyon Sevr'dir" başlıklı haber)

Cumhurbaşkanı

Süleyman Demirel

şunu söylemekte­

dir: Kürtler, Kürt dili vardır, fakat Lozan Antlaşması'nda . . bu varlıgı kabul ettirmedik. Türk Devleti'nin bu görüşünü ant­ laşmaya katılan öteki devletlere de kabul ettirdik.

·

Türkiye'de devlet terörünün niteligi Lozan görüşmeleri süreciyle yakından ilgilidir. İlkönce somut varlık yasalarla reddedilmekte, inkar edilmektedir. Bu, herkesin Türk oldu­ gu, Türkçe'den başka dillerle egitim yapılamayacagı şeklinde ifade edilmektedir.

298

Sonra da, herkesi Türk yapmak için, ·


Türkçe'den başka dilleri yok etmek için her t!rlü yöntem düşünülrnekte ve uygulanmaktadır. Bu önlemlerin, uygula­

maların, devlet terörünü içerdigi besbellidir .

Yasalar yaparak bir ulusun varlıgıru inkar etmek, o ulu­

su, egemen dil ve egemen kültür içinde asimile etmek, Türk

egemenlik sistemine uygun bir anlayıştır.

Kürtler, kuşkusuz, azınlık degildir. 20 milyonluk azınlık

olur mu? Fakat, Kürtlerin, "çojunluk"tan sayılarak, azınlık

haklarına bile sa

typ

olmadıklan dikkatle irdelenmesi gere­

ken bir olaydır. LOzan'da, Kürt adının ve Kürdistan adınan geçmemesi, Kürdistan'ın, bölüşülrnesi, parçalanması ve pay­ laşılması amaçlanyla yakından ilgilidir. 1 920'li yıllarda, za­

manın emperyalist devletleriyle çatışma, Kürdistan'dan, da­ ha fazla pay alabilmenin oluşturdugu bir çatışmadır. Bu

çatışmamn antiemperyalist antisömürgeci hiçbir yönü yok­

tur. Nitekim uzlaşmayla sonuçlanmıştır. Uzlaşma Kürdis­

tan'ın bölünmesini, parçalanmasını ve paylaşılmasını getir­

miştir. Lozan Antlaşması, emperyalist ve sömürgeci devletler bakınundan bir "deha"dır. D ünyada, bir örnegine daha rastlamak mümkün · degildir. Türk yönetimi için bunun en

büyük başansı, emperyalistlerle işbirligi sürecinin, sömür­ geci ve ırkçı sürecin, antiemperyalist ilerici, devrimci bir sü­ reç olarak kabul ettirilebilemesidir. Türk solunun, Marksist­

Leninistterin bile bu Kemalist düşüncenin ve uygulamanın etkisi altında oldugu biliiınıektedir.

Fiili duruma baktıgımız zaman, 1 9 1 9- 1 922 yılları ara­

sında, örnegin, İngiltere'ye karşı tek bir kurşunun bile sıkıl­

madıgı görülmektedir. Buna ragmen mücadeleye antiemper­

yalist denmektedir. Kürtdistan sorunu konusunda, anti­ emperyalizm adı altında, sonucu uzlaşmaya varan gizli gizli

görüşmeler yapılmaktadır. Güney Kürdistan'daysa, Şeyh Mahmut Berzencl'nin. aşiretler üzerinde merkezi bir Kür­

distan oluşturma çabalan, İngiltere'nin ve Fransa'nın çok

büyük tepkileriyle karşılanrnaktadır. Emperyalist devletler,

merkezi bir Kürdistan'ın oluşmaması için her türlü çabayı göstermektedir.

1 9 1 9 yılında ve 1 920'li yıllarda, Kürtlerin

İngiltere'yle savaşı, yer yer çok kanlı geçen bir savaştır. Bag­

dat'daki ingiliz Yüksek Komiseri A. Wilson'un raporlahila

göre Kürdistan vadilerinden oluk oluk kan akmıştır. Merkezi

299


yapıda bir Itürdistan o_luşturmanın, Kürdistan'ı birleştirme­ nin, aşiretler üzerirıde yeni bir egemenlik oluşturmaya çalış­ manın, antiemperyalist, antisömürgeci niteliklerine hiç dik­ kat çekilmemektedir. Son yıllardaysa . Kürdistan konusunda insanların dü­ şüncelerinde, bilinçlerinde çok büyük değ;işiklikler olmuş­ tur. İnsanların beyinlerinde sarsıntılar meydana gelmiştir. On yılı aşkın bir süredir yaygınlaşarak ve derinleşerek süren gerilla mücadelesi,

Kürtlerin siyasal

kültürünü

artırmış,

Kürtler ve Kürdistan konusunda çok yoğ;tin bir bilincin oluş­ masını sağ;lamıştır. Gertilaya destek veren, gerillanın, Kürt halk yıgınlanyla bütünleşmesini saglayan bu bilinçtir.

halktır, halk PKK'dir"

"PKK

görüşü yaygın bir görüştür.

Devlet hem bu bilincin oluşmasını, gelişip güçlenmesini, yaygınlaşmasını önlemek, hem de gerillanın kaynagını kes­ rnek, halkla gerilla arasındaki organik bütünlügü bozmak için çok yogun bir . çaba içindedir. Gerek iç politikada, gerek dış politikada bütün olanaklarını kullanarak PKK'nin

rist bir örgüt"

"terö­

olduğu anlayışını yaymaya çalışmaktadır. Si­

lah araç ve gereci alma yanında, Özel Savaş'ın bu dogrultu­ daki

propaganda

çalışmalan

konusunda

da

çok büyük

harcamalar yapılmaktadır. Özel Savaş'ın bu harcamalarının denetimi yoktur. Sınır­ sız harcamalar TBMM'nin denetimine tabi degildir. Özel Sa­ vaş harcamalarının enflasyonun en önemli nedeni oldugu da bilinmektedir. İşçiler ve memurlar Özel Savaş konusun­ da, Özel Savaş'ın harcamalan konusunda bilince ulaştıkları zaman kendilerirıe neden az ücret verildigini veya neden üc­ retlerine yeteri kadar zam yapılmadıgını anlayacaklardır. Bu bakımdan, işçiler ve memurların grevlerinde , gösterilerinde,

"Savaş uçaiı, hellkopter ... alınmasın, memura, işçiye in­ sanca yaşayacak kadar para ödensin" yollu açıklamalar, önemli olacaktır. Kürdistan'da Özel Savaş sürdügü sürece saglık, egitim hizmetleri, imar faaliyetlerinin düzenli bir şe­ kilde yürüyemeyeceği de açıktır. Bütün bunlar Kürt

sorununun. çözümü

konusunda,

Özel Savaş yöntemlerinin dışında yeni yolların düşünülme­ sinın gerekli oldugunu ortaya koymaktadır. Siyasal çözüm yollarının, barışçıl çözüm yollannın düşünülmesi bu bakım-

300


"Diyarbakır Demokrasi Plat­ "Banşa Çagn Festlvau··nın düzenlen­ bp.kımdan anlamlıdır. "Barışa Ça�rı Festiva­

dan önemlidir. Diyarbakır'da,

formu"

tarafından,

miş olması bu

H"ni düzenleyenierin niyetlerini ve özlemlerini iyi kavramak gerekir. Devlet, benzerlerini oldugu gibi bu festivali de ya­ saklamıştır. Bu, devletin banşçıl düşünceden ne kadar uzak oldugunu da göstermektedir. Lozan'ı Kürtlerin ulusal varlıgı­ nı kabul etmedıgı için

"deha"

sayan anlayış fiili olarak da

Kürt ulusal varlıgını yok etmeye çalışmaktadır. Fakat, Tür­ kiye Cumhuriyeti Devleti'nin kendisini yok etmeden Kürtle­ ri, Kürdistan'ı yok etmesi mümkün degildir. Çünkü , Kürdis­ tan eski Kürdistan degildir.

301


"TEMİZ TOPLUM" KAMPANYASI !*l

İSKİ yolsuzlugunun açıklanmasından sonra, Türk bası­ nında,

"Temiz toplum"

kampanyasının açıldıgını, kampan­

yanın çeşitli gazetelerde ve TV kanallarında sürdürüldügü­ nü görüyoruz.

"Temiz toplum••

kampanyası, kamu kurum

ve kuruluşlarında, herkesin, işlerini rah atça takip edebildi­ gl, rüşvetin olmadı.gı bir toplum oluşturmayı amaçlıyor. Sa­ dece rüşvet verenlerin, verebilenlerin işlerini takip edebildi­ gi, öncelik aldıgı bir toplum giderek kirli bir toplum oluyor. Rüşvet, alana da, verene de hak edilmeyen kazançlar saglı­ yor. gerçek hak sahipleri magdur oluyor. Kamu olanaklan, bu yollarla, benzer yollarla yagma ediliyor.

"Temiz toplum"

istegi dile getirildigi zaman, başka bir

süreci daha irdelemekte yarar vardır. Devlet terörü, Kürdis­ tan'da gün geçtikçe yükselmektedir, tırmanmaktadır. D evle­

tin illeg al ve Iegal örgütleri, hergün onlarca Kürt insanını katletmektedir. Kontrgerillanın cinayetleri artmakta ve yay­ gınlaşmaktadır. Köyler, ormanlar yakılmaktadır. Evler için­ deki eşyalada birlikte yakılmaktadır. Bazı olaylarda, insan­ Iann evleriyle, hayvanlarıyla,

eşyalanyla birlikte yakıldıgı

görülmektedir. Kürtler, evlerini barklannı, köylerini terke zorlanmakta, sefalete mahkum edilmetedir. Hergün bu tür operasyonlarm yaşandıgı bir ülkede

"temiz toplum"

nasıl

kurulabilir? İnsanlann, devletin gizli güçleri tarafından kaçı­ rılıp işkencelerle öldürüldügü bir yerde rulabilir mi?

"temiz toplum"

ku­

Gerçekleri kamuoyuna duyuran gazetelerin ve dergilerin toplatıldıgı, birbiri ardına davalar açıldıgı, resmi görüşün propagandasını yapan basının ödüllendirildigi bir yerde top­ lum nasıl temiz kalabilir? Rüşvet olaylarının, daha çok, ba-

(*) 302

Özgür Gündem, 9 Eylül 1 993


sının susturuldugu, antidemokratik yönetimlerin egemen ol­ dugu dönemlerde yogunluk kazandıgı bilinen bir gerçektir.

"Temiz toplum"

kampanyası yürütülürken, Türk siya­

sal hayatını yönlendiren. bazı önemli konularda politikanın saptanmasında ve uygulanmasında biricik belirleyici olan

bazı güç odaklanna dikka t çekmekte çok büyük bir yarar vardır. Türk siyasal hayatında, siyasal partilerin, hükümetin ve hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin küçücük bir agırlı­

gı bile yoktur. Ömegin, Kürdistan sorunu gündeme geldigin­ de, bu kururolann en küçük bir kıym�ti harbiyelerinin ol­

madıgı açıkça görülmektedir. Türk siyasal partileri, Türk hükümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kürdistan sorunu konusunda, politika üretme, tartışma hakkına sahip degil­

dir. Bu konuda etkili olan Milli Güvenlik Kurulu'dur, Genel­

kurmay'a baglı olan Özel Harp Dairesi, Toplumsal İlişkiler Başkanlıgı gibi kurumlardır. Türk hükümeti, sadece, Milli Güvenlik Kurulu tarafından n yürütmekle görevlidir.

"tavsiye'' edilen bazı politikala­ "Tavsiye", "emir" anlamına gel­

mektedir. Bu kurumların atanmış kurumlar oldugu besbel­

lidir, fakat. Türk siyasal partileri üzerinde, Türk hükümeti üzerinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi üzerinde. kesin bir

egemenlikleri vardır. Ataıunış kurumlann, halk tarafından seçilmiş kurumlar üzerinde kesin ve tartışılmaz egemenlikle­

rinin kurulması Türk demokrasisinin temel bir özelligidir.

Türk üniversitelerinde, Anayasa Hukuku , Siyaset Bilimi gibi dersler okutanlar, Türk siyasal hayatı konulannda incele­

meler yapanlar, Türk siyasetinin bu temel niteligini hep giz­ lerneye çalışmıŞlardır. Böyle bir konuyu bilmezden, görmez­ den gelmişlerdir. Türk basınını,

Türk siyasal partilerini,

çeşitli kitle örgütleıini de bu çerçeve içinde degerlendirmek

gerekir.

Ataıunış kurulların, seçilmiş kurumlar üzerindeki kesin

egemenliginin, sindirilmesi, görmezden gelinmesi demokra­

tik bir düşüneeye ve

anlayışa işaret

"Türk'e has demokrasi

"

dir.

Bu

etmemektedir.

Bu.

antıdemokratik sürecin

Türk siyasal partileıi, Türk hükümeti ve- Türkiye Büyük Mil­ let Meclisi tarafından sorgulanmayacagı açıktır. Örnegin,

Kürt sorunuyla ilgili konularda, Türk siyasal partilerinin po­

litika oluşturmalan, bu politikalan yaşama geçirmeye çalış303


maları mümkün degildir. MGK politikaları bütün partiler ta­ rafından coşkuyla kabul edilmektedir. Türk siyasal partileri, ancak,

"Kürtleri en iyi biz ezerlz"

yanşabilmektedirler.

Hükümetin,

konusunda birbirleriyle

Kürdistan'da

durmadan

tınnandırdıgı devlet terörü en ufak bir eleştiriye neden olma­

"neden daha çok süper kobra helikopter alınmıyor"?'', ••neden özel tirnin mevcudu yük­ seltilmiyor" gibi konularla eleştirilmektedir. Bunun, Milli maktadır. Hükümet, sadece ,

Güvenlik Kurulu politikalan oldugu açıktır. Böyle bir politi­ kada, insan haklan anlayışına, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı anlayışına yer olmadıgı bilinmektedir. Türk siya­ sal partileri, ancak, Milli Güvenlik Kurulu politikalarmı ya­ şama geçirme konularında birbirleriyle yarış edebilmektedir­ ler. Bu politikalan eleştiriDe ve tartışma söz konusu degildir·. Türk toplumunun, yolsuzluklarla, rüşvetlerle kirlenme­ siyle, Türk siyasetinin bu temel niteligi arasında organik bir bag vardır. Temel toplumsal ve siyasal konularda atanmışla­ rm politikalarına ve dayatmalanna tam anlamıyla boyun egen, bu uygulamalara en ufak bir eleştiri getirmeyen yöne­ ticilere rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık gibi alanlar denetim­ siz bir alan olarak bırakıltnaktadır. Hükümet adamları, siya­ sal parti yöneticileri, belediye yöneticileri, bu koşullarda, gayet rahat bir şekilde yolsuzluk, rüşvet, dolandıncılık gibi işlere yönelebilmektedirler. Ve Türk demokrasisi bu gibi yol­ suzluklan, rüşvetleri açıga çıkaracak kadar güçlü degildir. Milli G üvenlik Kurulu politikalarını kati surette eleştirrn e ­ yen, bu uygulamalara, dayatmalara boyun eğ;en ilişkinin bir demokrasi yaratamayacagı çok açıktır.

1 992 yılında, Şır­

nak'ın, Çukurca'mn, Lice'nin, Kulp'un,

1 993'de Yükseko­

va'nın yıkılmasını, sorgulayamayan bir hükümetin demokra­ siyi kurması. geliştinnesi mümkün degildir. Göle'deki toplu mezarlan, Sate köyü (Yüksekova). Gere köyü (Şırnak) . Sün­ düz Yayiası (Bahçesaray) vs. katliamlanm sorgulayamayan­ lann, demokrasiyi kurmaktan söz etmesi, iki yüzlülükten başka bir şey degildir. Bini aşkın faili meçhul denen. fakat failieri tastamam belli olan cinayetierin oldugu bir ülkede demokratik bir zihniyetin, insan haklan anlayışımn kırintısı bile yoktur. Böylesine ırkçı ve sömürgeci operasyonlan sor­ gulayamayan. ancak,

"iyi . oldu, daha da fazlası olmalıdır"

diyerek alkışiayan bir parlamentonun, siyasilerin, yöneticile304


rin gerçekleştirdikleri yolsuzlukları, dolandıncıklan, alınan­ verilen rüşvetleri

İLKSAN

sorgulaması

yolsuzluğ;u gibi

İSKİ

mümün

degildir.

Nitekim,

yolsuzluğu da kapatılacaktır,

daha fazla kurcalanrnayacaktır. Türk siyasetinin bu temel özelliğ;i

"kirli toplum"

için elverişli bir ortam hazırlamakta­

dır. Türk siyasetinin bu temel özelliğ;i, her zaman yolsuzluk, dolandıncılık, rüşvet gibi süreçleri besleyip gidecektir. Bele­ diyelerde, hükümet kademelerinde , orduda, devlet bürokra­ sisinin her kesiminde bu ilişkileri izlemek mümkündür. Başbakan

Tansu Çiller, "Temiz bir sayfa••

açtığ;ını söy­

lemektedir. Kürt köylerinin yakılıp yıkıldığ;ı, insanların, gü­ verılik güçlerince kaçırılıp öldürüldüğ;ü bir yerde bu sayfayı temiz tutmak mümkün müdür?

Tansu Çiller, bütün televizyon kanallarında "Ulusa Seslenlş" konuşmalarında, halka, sık sık "Size hiç yalan söylemeyece�im•• demektedir. Fakat, ken­ Başbakan

yaptığ;ı

di mal varlığ;ı h akkında bile dogru bir bildirimde bulunma­

maktadır. 20 Ağu stos 1 993 tarihli Aydınlık gazetesi, Başba­ kan'ın beyan etmediğ;i arsalarının ve arazilerinin dökümünü vermektedir. Sanyer Belediye Başkanı

İlısim Yalçın,

Başba­

kan

Tansu Çiller'in

lık

gazetesinde bu gayri menkullerin dökümü yeniden ya­

95 bin dönüm arazisinin mal bildirimin­

de yer almadığını belirtmektedir. 2 Eylül 1 993 tarihli

yınlanmıştır. Ve İşçi Partisi Başkanı

Aydın­

Do�u Perinçek,

doğru

mal bildiriminde bulunmadıgı için Başbakan hakkında suç duyuru sunda bulunmaktadır. Suç duyumsuyla ilgili dilekçe de 2 Eylül tarihli

Aydınlık gazetesinde

yer almıştır.

Öte yandan, ülkenin gerek iç politikası, gerek dış politi­ kası Kürt ulusal hareketine, PKK'ye endekslenmişUr. Dev­ let, Kürt ulusal hareketi konusunda, PKK konusunda, sag­ lıklı bilgilerin oluşmasını ve bu bilgilerin Tü rk kamuoyuna ve dünya kamuoyuna u laşmasını engellemek için çok büyük tavizler vermektedir.

Aydınlık

gazetesi, Ağ;u stos ayının orta­

larında, günlerce, . Başbakan'ın arsa yolsuzluğundan, tril­ yonlarca liralık h aksız kazancından söz etmiştir. Arsa yol­ suzluğ;una ilişkin haberler, yorumlar yayınlamıştır. Başba­ kan bu suçlamaları, ancak on gün kadar sonra ve hiç tat­ minkar olmayan bir içerikte cevaplandırmıştır. Milyarlarca. trilyonlarca liralık yolsuzluk haberleri yargı organla:İını hiç

305


harekete geçirmemektedir. Fakat, Kürt ulusal hareketiyle il­ gili obj ektif bir kitap veya yazı haftasına varmadan soruştur­ ma açılmaktadır. İlgili kitap. dergi veya gazete h emen topla­ tılmaktadır. Yolsuzluklar üzerine gidemeyen, yolsuzluklan sorgulayamayan, fakat düşünce üzerinde yogun bir baskı oluşturmuş bir adalet kurumu normal fonksiyonlanm sür­ dürebilir mi. inandıncı, güven verici olur mu? Başbakan'ın yolsuzluklan konularında hiçbir soruşturma yürüterneyen yargı kururnlan, sıradan vatandaşlann, politikacılann, dev­ let ve hükümet yöneticilerinin yolsuzluklarını nasıl araştıra­ bilir? Kürt ulusal hareketine, PKKye endeksli bir yargı, yargı­ nın çürümesi demektir. . .

306


"BİRİNCİ SINIF VATANDAŞ . . . .. ı·ı

Türk devlet ve hükümet yöneticileri, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklanyla ilgili sorular soran yabancı basın " ... Onlar birinci sınıf vatandaştır, Türki­ ye'nin Dofu'su, Batı'sı, Güney'i, Kuzey'i bir bütündür, Dolu'daki ve Batı'daki vatandaşlar arasında en ufak bir ayrım gaynm yoktur, Türkiye ülkesiyle ve mllletiyle bö­ lünmez bir bütündür . . . " şeklinde cevaplar verrnektedirler. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, gerek Türk basın men­

mensuplanna

suplanna, gerek yabancı basın mensuplarına her zaman, bunlan, bunlara benzer düşünceleri açıklamaktadır. Türk Cumhurbaşkanı

Süleyman Demirel'e

göre . Türklerle Kürt­

ler birbirleriyle et-tırnak gibi bütündür, bu bütünlük hiçbir zaman bozulamaz.

"Ora"

halkı, bu ülkede yaşayan birinci

sınıf vatandaştır. Türk milletiyle birlikte bu vatanın asli sa­

"azınlık haklan" isternek " onlar" için de iyi "onlar" sadece "orada" degil, Türkiye'nin

hibidir. Zaten,

degildir: Ve aynca

her tarafında yaŞamaktadırlar. Güçlü bir kaynaşma: meyda­ na gelmiştir .

Kürtçe okul"dan, "Kürtçe

..

TV"den söz eden··

ler, bu toplumun bütünlügüne nifak sokmaya çalışmakta­ dırlar. Türk milletinin, Türk devletinin gelecegini tehlikeye atmaktadırlar vs . . .

Cumhurbaşkanı

Süleyman Demirel,

öteki devlet ve hükümet yetkilileri bu düşünceleri sık sık be­ lirtmektedirler. Radyoda, televizyonda, gazetelerde vs . . . Cumhurbaşkanı

Süleyman Demirel'in

b u açıklamalaı;ı,

Kürt gerçekligine, Kürdistan gerçekligine hiç uymamaktadır. Kürtlerin, Türkiye'de,

"birinci sınıf vatandaş"

olduklan hiç

dogru degildir. Kürtlere , Türkler gibi muamele yapıldıgi, eşit davranıldıgı hiç dogru degildir. Bu gerçek son yıllarda her gün yaşanıyor. Kürtler, kesinlikle farklı bir muamele gör­ düklerini iliklerine kadar hissetmektedirler.

(*)

Devletin gizli

ÖzgOr Gündem, 1 6 Eylül 1 993 307


güçlen tarafından katıedilmiş Mardin Milletvetili

Sincar'ın

Mehmet

cenazesinin kaldmıması sırasında meydana gelen

olaylar, Kürtlere farklı muamele yapıldığını gösteren son olaylardan biridir. Bu çarpıcı ömegi biraz irdelemekte yarar vardır. Kürtler, ulusal kurtuluş mücadelesi sürecinde şehit ol­ muş bir yurtseveli topraga veribilmek için, bazen 10- 1 5 , ba­ zen 2-3 yurtseveli daha topraga vermek zorunda kalıyorlar. Son olaylarda bir kere daha yaşandı:

2 Eylül 1 992 günü, Batman DEP İl Yönetim Kurulu üye­ si

Habip

Kılıç, kartgerilla saidmsı sorucunda şehit edildi.

Aynı saldında

Habip

Kılıç'ın agabeyi

Hikmet

Kılıç da agır

yaralandı. Aynı gün Silvan'da, yine kontrgerilla saidmsı so­ nunda, Silvan H astanesi Başhekimi hit edildi.

Dr. Zeki Tanrukulu

şe­

DEP milletvekillerinden ve DEP Genel Başkan yardımcı­ Ianndan

Nesim

Kılıç'dan oluşan bir heyet 2 Eylül akşamı

DEP Batman il yöneticisi Habib Kılıç'ın cenazesini kaldır­ mak için Batman'a gitti.

DEP Genel Başkan Yardımcısı Nesim Kılıç Diyarbakır Havaalanı'nda gözaltına alındı. Milletvekilleri,

Nesim

Kılıç'ı

gözaltına alan polisler arasında , kontrgerülada çalıştıgı bili­ nen

"itlrafçı" Alaattin Kanat ın '

varolduğunu da fark etti­

ler. Devlet, ağabeyi kontrgerilla tarafından öldürülmüş bir kişinin acılarını, duygulannı açıklamasına, cenaze törenine katılmasına, ailesini ziyaret etmesine engel oluyor.

DEP milletvetilleri,

3 Eylül ve 4 Eylül günleri,

Bat­

rnan'da, gruplar halinde incelemeler yapmışlardır. 4 Eylül günü akşama doğru, Batman'ın kalabalık bir caddesinde, Mardin Milletvekili

guç'un

Mehmet Sincar'ın

ve

Nizarnettin To­

içinde bulunduğu gruba ateş açılmıştır. Bu saldın

Mehmet Sincar Metin Özdemir şehit

sonunda,

ve Batman İl yönetim Kurulu

üyesi

olmuş,

Ianmıştır. 5 Eylül 1993 günü de

Nizarnettin Toguç yara­ Mehmet Sincar'ın cenazesi

ve yaralılar, DEPliler tarafından, özel olarak kiralanan bir uçakla Ankara'ya getirilmiştir. Kontrgerilla, Kürdistan'da gerçekleştirdiği bu tür cina­ yetlere genel olarak

308

"öldür, kaçır, göm"

yöntemini uygula-


maya çalışıyor.

Musa

Alı ter'in

katledilmesinden itibaren

devletin uygulamaya ç alıştığı yöntem b u . Şehit edilen yurt­ severlerin ailelerine yaptığı baskıyla cenaze törenlerine katı­ lımın mümkün olduğu kadar az olmasını sağlamaya çalışı­ yor. 1 2 Temmuz 1 99 l 'de, Diyarbakır'da yapılan

Vedat Ay­

dın 'ın cenaze törenine yüzbine yakın insan katılmış, bu da,

devlet yetkililerini çok rahatsız etmişti. Yüzbine yakın Kürt kitlesinin ulusal mücadele yönünde ve devlete karşı duygu­ lannı açığa vurması devletin hiç istemediği, engellemeye ça­ lıştığı bir olay. . .

Mehmet Sincar'ın cenazesinin toprağa verilmesi sıra­ "öldür, kaçır, göm" yöntemini uygulayamadı. yöntemin uygulanamamasında Mehmet Sincar'ın mil­

sında, devlet Bu

letvekili olmasının kuşkusuz önemli bir etkisi vardı. Devlet. cenazeyi, 1BMM'ne götürüp , Türk bayrağına sarıp tören yapmayı da düşürımüş olabilir. Nitekim böyle bir töreni ger­ çekleştirebiirnek için devlet yetkilileri

Cihan Sincar'a gittiler. Cihan Sin­

D evletin denetiminde yapılacak bir tören için

car'ın Cihan

iznini istediler, bunun için baskı da yaptılar. Fakat

Sincar

eşinin

Türk

bayrağına

sarılmasını

ve

1BMM'nde tören yapılmasını istemediğini, eşinin cenazesi­ nin DEPin parti bayrağına sanlmasını ve törenin DEP tara­ fından yapılacağını ısrarla belirtti. Burada ,

"bayrak"

tartışması yapmanın hiçbir anlamı

yoktur. Devlet tarafından öldürüldüğü besbelli olan bir Kürt milletvekilinin cesedinin Türk bayrağına sanlmaması çok doğaldır. DEP yetkilileri cenazenin kaldınlması korusunda prog­ ram yaptı. Bu programın uygulanabilmesi için Cumhurbaş­ kanıyla ve Başbakanla görüştü. Cumhurbaşkanı ve Başba­ kan, bu programın uygulanması konusunda yardımcı ola­ caklarını bildirdiler. Ankara .Valiliği ise, DEPnin hazırladığı programın hayata geçiTilmesine karşı çıktı. Ankara Valiliği cenaze törenine halkın katılmasına kesinlikle engel olmak istiyordu. Ankara Valiliği'ne göre cenaze morgdan birkaç DEPli tarafından alınsın, arabayla, DEPin önüne getirilsin, burada, DEP Genel Başkanı veya uygun göreceği bir kişi ta­ rafından bir iki cümlelik bir konuşma yapılsın, cenaze yine arabayla, Maltepe Camisi'ne götürülsün, cenaze namazın309


dan sonra da, birkaç DEPlinin eşliğ;inde. uçakla, Diyarba­ kır'a, oradan da Kızıltepe'ye götürülsün . . . Ankara Valiliğ;i'nin dayattıgı plana göre , bütün bu süreç içinde, halk cenaze tö­ renine kesinlikle katılamayacak, yürüyüş kesinlikle olmaya­ cak, pankart taşınmayacak, slogan atılmayacak vs. DEP kendisine dayatılan bu koşullan kabul etmedi ve kendi koşullannı uygulayamadıgı sürece cenazeyi morgdan . almama karan aldı. Devlet, cenaze töreni için büyük kitlele­ rin toplanmasından, yürüyüşde pankart taşınmasından, slogan atılmasından rahatsızdı. Cenaz� töreninin bir fiyasko olmasını,

yani törene

kimsenin katılmamasını

istiyordu.

"Cenaze törenine katılmak için bütün kanallar açıktı, fa­ kat kimse katılmadı " demek istiyordu. ...

7 Eylül günü öğ;Ieden sonra , DEP Genel Merkezi'nde, sembolik bir katafaik hazırlandı. Halk katafalkın etrafında saygı yürüyüşü yaptı. DEP yöneticileri ve milletvekilleri say­ gı nöbeti tuttular. İ nsanlar açılan deftere duygulannı ve dü­ şüncelerini yazdılar. 8 Eylül günü, yani

DEP

programına göre, cenazenin

DEP Genel Merkezi'ne getirileceğ;i gün, Ankara'da bütün yol­ lar, panzerlerle, polislerle, askerlerle kesilinişti. DEP Genel Merkezi'nin bulundugu Necatibey Caddesi'ne girişler, çıkış­ lar çok sıkı bir şekilde kontrol altına alınmıştı. Parti binası­ na DEP yöneticileri, DEP milletvekilleri dahil kimse yanaştı­ rılmıyordu . Mamak, Aydırılıkevler, Keçiören, İ ncirli, Etlik, .Yeni Mahalle, Bahçelievler, Balgat, Dikmen, Abidinpaşa gibi dış semtlerden, Kızılay'a açılan bütün yollar tutulmuştu. Otomobillerdeki, belediye ot.obüslerindeki bütün kişiler eş­ yalanyla birlikte aranıyordu. Kürdistan dogumlu olanların Kızılay'a girişine , hele hele Necatibey Caddesi taraflanna yö­ nelişine kesinlikle engel olunuyordu . Bir gün öncesinden İ n­ san Haklan Demegi yöneticileri, sendika başkanlıklan, de­ mokratik

kitle

örgütleri

tehdit

edilerek

cenaze

törenine

katılmamalan yönünde uyarılmışlardı. Antalya. Mersin, Adana, Aydın, Diyarbakır, Mardin, Ur­ fa. Van, Siirt gibi yörelerden Ankara'ya gelen ve cehaze töre­ nine katılacak insanlan getiren otobüslere yogun bir engel­ leme yapılmıştı. Bazı yerlerde, bu otobüslerin sahipleri bile gözaltına alınmıştı. Kürdistan'da ve Türkiye'de binlerce in­ san gözaltına alınmıştı.

3 10


Bu koşullarda, Ankara Valiligi, DEP yöneticilerine cena­ zenin alınmasım dayatıyordu. DEP yöneticileri bunu kabul etmediler. Kendi koşullannda bir cenaze töreninin yapılması ortamı gerçekleşinceye kadar cenazenin alınmayacagını bil­ dirdiler. Ankara Valiliğ;i, "Madem siz cesedi Türk bayragına sannadınız, TBMM'ne götünnedlnlz, biz de parti önünde ve camlde tören yaptırmayız diyordu. .•."

8 Eylül ögleden sonra, DEP G enel Merkezi elvanndaki barikat bir ara kaldınlır gibi oldu. Bu kısa süre içinde, genel merkezin önünde epeyce insan birikti. Bu birikmeden kısa bir süre sonra , kitle üzerine polisin şiddetli bir saldınsı ger­

çekleşti, lO- 1 2 kişi yaralandı. Aynı zamanda, Abdi İpekçi Parkı'nda biıikmiş kalabalık üzerine, Opera Meydam'nda bi­ rikmiş kalabalık üzerine de polis saidmsı gerçekleşti, onlar­ ca insan yaralandı. Devlet, 9 Eylül günü de, önlemlerini sürdürdü. DEP­ den, Ankara Valiliğ;i'nin dayattıgı koşullarla cenazenin alın­ masım istedi. DEPin kararlı tutumu karşısında, cenazeyi kaçırarak, Diyarbakır'a, sonra da Kızıltepe'ye gött)rdü . Kızıl­ tepe'de cenazeyi,

Mehmet Sincar'ın

ailesine teslim etmek .is­

tedi. Ailesi, cenazeyi almadı. Devlet, 7 - 8 kişiyle,

Sincar'ın cenazesini topraga verdi.

Mehmet

lO Eylül günü içinde DEP yöneticilerinin ve milletvekil­ Iertnin de bulundugu 90 kişi civarında bir grup taziye için özel bir uçakla Kızıltepe'ye gitti. Grup içinde

Cihan Sincar

da vardı. Grup , akşam Arıkara'ya döndü , fakat, Diyarbakır milletvekili

Leyla Zana

kaldı. Gece, aralannda

ve birkaç milletvekili taziye evinde

Leyla Zana mn '

da içlerinde bulun­

dugu kadırılard tarafı bombalandı. Evin bu tarafına, aynı anda üç bomba atılmıştı. 5 kadın ve çocuk yaralandı . . .

Süleyınan Demirel. Kürtlerin, Türki­ "birinci sınıf vatandaş" oldugunu söylüyor. Halbuki,

Cumhurbaşkanı ye'de

Kürtler, milletvekillerinin, aydınlanmn cenazelerini bile kal­ dıramıyor. Kürtler bu konularda binbir türlü güçlüklerle

Vedat Aydın'ın, Musa Anter'in, Mehmet Sin­ car'ın cenazeleriniiı kaldıolması günlerini, bu günlerde mey­

karşılaşıyor.

dana gelen olaylan Kürtlerin belleklerinden silmek mümkün degildir. Türkiye'de, Kürtlerin bu kaderini, düzene soldan

311


muhalefe t yapan insaniann kaderiyle kanştırmak mümkün gazeteci

Prof. Muammer Ak.soy'un, Prof. Bahriye Üçok un, Çetin Emeç'in, Turan Dursun ' u n , Ugur Mum­

cu nun

cenaze törenlerinin nasıl yapıldıgıru da hatırlamak

degildir. '

'

gerekir. Bu ölürolerin büyük bir kısmının da kontrgerilla saldınsı sonucunda meydana geldigi bilinmektedir. 2 Tem­ muz 1 993 tarihinde , kontrgerilla tarafından, Sivas'ta yakılan

3 7 devrimci ve demokrat insanın cenazelerinin nasıl topraga verildigi yine belleklerdedir.

"Öldür, kaçır, göm"

Kürtler

için uygulanan bir yöntemdir. Devletin, cenaze evini bomba­ laması, taziyeye gelmiş insanları bombalaması ancak. Kür­ distan'da görülebilir. Türk Cumhurbaşkanı

nıf vatandaş"

Süleyman Demirel, "birinci sı­ "Kürtler"i düşün­

derken hep etrafındaki

mektedir, kendi kimligini inkar eden, hep Türklerin çıkarlan için çalışan , Kürtlerin gasp edilmiş ulusal ve demokratik hakları için hiçbir şey söylemeyen, bu konularda hiçbir tale­ bulunmayan "Kürtler"i, Hikmet Çetin'i, Necmettin Cevherl'yi, Kamran İnan'ı, Mehmet Kahraman'ı . . . Köyler

bi

yakılırken, yıkılırken, insanlar birer birer kaçırılıp öldürü­ lürken, evinde , tarlasında kurşunlanırken ; evler, içindeki eşyalarla,

h ayvanlarla ,

"Kürtler" ,

parti gruplannda veya Bakanlar Kuru lu'nda veya

insanlarla

birlikte

yakılırken,

bu

"Kürtlere yapılan bu zulme son verelim, ben de bu millettenim . " demişler mi? Ama, Batı Trakya'da,

TBMM'nd e ,

..

Karabag' da , Kıbrıs'ta, Türklerin, Türk toplumu olmaktan do­ gan haklarına bir kısıtlama söz konusu oldugu zaman ilk önce bu

"Kürtler"

karşı çıkıyorlar . . . Türk Cumh urbaşkanı,

Türkleşmeyi kabul etmeyen , Kürtlerin gasp edilmiş ulusal ve demokratik h aklan için mücadele eden , eşitlik ve özgü r­ lük isteyen Kürtlere

ne yapılması gerektigini ise

ı

Eylül

1 993 tarihind e , TBMM'ni açış konuşmasında göstermiştir.

312


" OMERYAN AŞİRETİ" SİNCARLAR(*l

Mardin Milletvekili

Mehmet Sincar'ın

devlet tarafından

öldürülmesi ve cesedin topraga verilmesi sırasında meydana gelen olaylar, gerek devlet tarafından, gerekse Kürtler tara­ fından soğ;ukkanlı ve dikkatli bir şekilde irdelenmelidir.

Mehmet Sincar

bazı milletvekili arkadaşlarıyla, Bat­

man'a gitmiştir. Milletvekilleri,

"faili meçhul"

denen , aslın­

da, faili tastamam belli olan bir cinayet sonucunda katledil­ miş,

DEP Batman

İl yöneticilerdinden

Habip Kılıç ın '

cenaze­

sini kaldırmak, yaralılan ziyaret etmek ve Batmanlılarla ci­ nayet hakkında görüşmek için oradadırlar. Milletvekilleri 34 Eylül günlerinde halkla çeşitli temaslar yapmışlardır. Ci­ nayet 4 Eylül akşamı meydana gelmiştir.

Mehmet Sincar'ın katledilmesinden sonra, devlet, cese­ Mehmet Sincar'ın babası Tevfik Sincar'a teslim etmek istemiştir, bu konuda baskı da yapmıştır. Tevfik Sincar, devlet yetkililerine, Mehmet Sincar'ın, Kürt halkının eviadı di

oldugunu, cenaze töreninin nasıl yapılacagı konusunda par­ tisinin, yani

Demokrasi Partisi'nin

karar vereceğ;ini söyle­

miştir, cenazeyi almamıştır. Cenazenin alınması konusun­ da, devlet tarafından yapılan baskılar,

Sincar

ailesi tarafın­

dan sergilenen kararlı tutum karşısında etkili olmamıştır .

Mehmet Sincar'ın ticileri ve

cenazesi, 5 Eylül akşamı, DEP yöne­

DEP milletvekilleri

tarafından Ankara'ya getirilmiş­

tir. DEP cenaze töreni için program hazırlıgına başlamıştır. Devlet tarafından öldürülen, Mardin Milletvekili

Sincar'ın

Mehmet

cenazesinin Türk bayragına sarılmaması,

parti

bayragına sarılması kararlaştırılmıştır. Cenazenin TBMM'ne götürülmemesi, TBMM'nde tören yapılmaması da kararlaştı-

(*)

Özgür Gündem, 23 Eylül 1 993 313


rılmıştır. Cenazenin, TBMM'ne götürülmemesi konusunda başlıca üç neden sayılma�tadır. TBMM kontrgerilla konu­ sunda, yapılması istenen meclis araştırmasını engellemiştir. Kürdistan'da gerçekleşen bin civarındaki

"faill meçhul"

de­

nen cinayetler konusunda, hiçbir ciddi inceleme yapmamış, bu cinayetierin aydınlıga kavuşmasını saglamamıştır. ı Ey­

Süleyman Demirel'in "katil" gösteren kısmı, Cumhurbaşkanı Süleyman

lül 1 993 tarihinde, Cumhurbaşkanı konuşmasının, DEP milletvekilierini meclis tarafından alkışlanmıştır.

Demirel'in

konuşmasının TBMM üyeleri tarafından alkışia­

nan kısmı sadece bu kısımdır. Devlet

car 'dan

.

görevlileri,

Mehmet Sincar'ın

eşi

Cihan Sin­

cenaze töreninin TBMM önünde yapılması. cenaze­

nin Türk bayragına sarılması konulannda iznini almak iste­ rnişlerdir.

Cihan Sincar,

tören prograrnının DEP tarafından

hazırlanacagını vurgulamıştır. TBMM 'nde tören yapılması­ na, cenazenin Türk bayragına sarılmasına karşı oldugunu belirtmiştir. Devlet görevlilerinin bu konulardaki isteklerini

"Mehmet Sincar, Kürt halkının evladıdır, tören programını hazır­ lama hakkı ve görevi partinindir " diyerek gögüslerniştir. geri çevirmiştir. Bu konularda yapılan baskılan. ...

Her istek karşısında bu görüşlerini kararlı bir şekilde dile getirmiştir.

Cihan Sincar'ın

ve DEPin bu kararlı tutumu karşısın­

da, devlet , cenazeyi kaçırarak D iyarbakır'a, oradan da Kızıl­ tepe'ye götürdü .

Tevfik Slncar'a cenazenin Sincar ailesi

sunda tekrar baskı yapıldı.

alınması konu­ cenazeyi alrna­

yacagını söyledi. Bu yolda yapılan çeşitli haskılara aynı ka­ rarlılıkla karşılık verdi. Mardin Milletvekili

Mehmet Sincar'ın

cenazesi devlet

tarafından 7 kişinin katılımıyla topraga verildi.

Sincar

ailesi

törene katılrnadı. Cenazenin Arıkara'dan Kızıltepe'ye getiril­ diği sıralarda, Kızıltep€ sokakları bornboştu. Dükkanıarın kepenkleri kapalıydı.

lO Eylül günü, DEP yöneticilerinden, milletvekillertn­ den, çeşitli örgütlerin temsilcilerinden oluşyan 90 kişilik bir

Cihan Sincar'la birlikte Kızıltepe'ye gitti. Bu grup: Sincar ailesiyle birlikte, Mehmet Sincar'ı rnezan başında zi­ yaret etti. Kızıltepe'den ve çevreden binlerce kişi Sincar ailegrup,

3 14


sine taziyeye geliyordu. Geceleyin,

Sincarlar'ın

evine aynı

Leyla Zana'nın da bulundugu evde , 3 çocuk, 3 kadın yaralandı. Mardin Milletvekili Mehmet Sincar'ın devlet tarafından anda üç bomba atıldı. İçinde Diyarbakır Milletvekili

öldürülmesinden sonra, gelişen olayların bir bölümünü kı­ saca bu şekilde anlatmak mümkündür. Bu olay bizlere neyi anlatıyor?

Sincarlar'ın Omeryan Aşlreti'nden

olduklan bilinir. Fa­

kat yukanda kısaca anlatılan olayları. aşiret anlayışı , aşiret degerieri çerçevesinde kavramak mümkün degildir. Devlet on yılı aşkın bir zamandır, Kürtler hakkında. "yok edildi­ ler, kıstırıldılar, kuşatıldılar, yok edilecekler, ya teslim olacaklar, ya imha olacaklar " biçiminde propaganda ya­ pıyordu . Halbuki, Mardin Milletvekili Mehmet Sincar'ın ce­ ••.

nazesinin topraga verilmesi sırasında meydana gelen olay­ lar. ulusun görkemli bir şekilde ortaya çıkışını göstermekte­

Sincar ailesi, devletin her türlü baskısına ragmen, cena­ "Mehmet Kürt halkının evladıdır, Kürtler Için mücadele etmiştir, cenaze törenl için program yap­ mak Demokrasi Partisi'nin görevidir, biz o program çer­ çevesinde törene katılaca4ız" demiştir. Bu sözlerin aşiret dir.

zeyi almamış,

degerierini çok aştıgını gösterdigi açıktır. Kürt halkının siya­ sal kültürü hızla gelişmektedir. Kuzey Kürdistan'ın pek çok yerinde, aşiret, artık sembo­ lik bir kurumdur. Bazen belirli bir mevkiyi anlatmaktadır. bazen de uzaktan da olsa akrabalıgı. . . Kralların, Batı Avru­ pa'da, İngiltere, Hollanda, Danimarka, Belçika , İsveç , İspan­ ya gibi ülkelerde sembolik bir role sahip olduklan bilirımek­ terdir. Ömegin,

"Omeryan Aşiretl"

adı da, sembolik bir

toplumsal kurumu işaret etmektedir. Fiili olarak ise gördü­ gümüz şudur: Aşiretler, dagılmış, bütün Kürt halkını kavra­ yan çok daha ileri siyasal ve toplumsal degerler oluşmuştur.

"Sincarlar"

"aşlrete sadakat" "Ulusa sadakat" duygusu geliş­

olayında gördügümüz gibi

duygusu çoktan aşılmıştır.

miştir. Bu, çok güçlü bir duygudur. Ulusa baglılık duygusu­ nun güçlü bir şekilde gelişmesi çok dogaldır. Aşiret bagları­ nın zayıflamasının, kuşkusuz, maddi temelleri vardır. Kapi­ talist ilişkilerin gelişmesi önemli bir nedendir. Bu arada, PKK'nin düşüncesini ve eylemini irdelemek de önemlidir.

315


Örneğin G üney Kürdistan'da.

ba�lılık"

"aşirete sadakat" , "ulusa

gibi duygulann daha farklı bir şekilde geliştiği, aşi­

ret yapılanmasının varlıklarını önemli ölçüde koruduklan görülmektedir. Kuzey Kürdistan'daysa ulus bilinci, yoğun ve yaygın bir gelişme içindedir. Pek çok Kürt ailesinde gerilla vardır. Kürdistan'ın bazı yörelerinde her ailede birkaç tane gerilla vardır. Hemen hemen her ailede şehit vardır. Aileler, organik olarak gerilla mücadelesiyle bütünleşrnişlerdir. Halkla bu kadar yoğun bağlar kurmuş bir gerilla müca­ delesiyle karşı karşıya olduğumuz açıktır. Bu hareket hak­ kında,

örgüt"

"terörist bir hareket" ;

PKK hakkında,

"terörist bir

tanımlaması Türk Devleti'nin bir söylernidir. Daha

çok da Batı kamuoyunu etkilerneyi amaçlamaktadır. Bu ta­ nımlama toplumsal gerçeği ifade edememektedir. Örneğin Avrupa'da düzenlenen gösterilerde, yürüyüşlerde, festivaller­ de yüzbine yakın Kürt toplanabilmektedir. Kürt gerillalar, milyonlarca insanın ulusal ve dernokTalik özlemlerini ifade etmektedir. Bu, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin büyük bir kitleselliği kavuştuğunu göstermektedir. Bu kitle­ selliği en iyi kavrayan devletin bizzat kendisidir. DEPi, önü­ müzdeki yerel seçimlere sokmamak için gösterilen çabalar. düzen partilerinin Kürdistan'da işlevsiz kaldığını göstermek­ tedir. Bu, DEPin kitleselliğiili göstermesinin de engellenmesi anlamına gelmektedir. G erilla hareketinin özlemlerini ve dü­ şüncelerini

yansıtmayan

hiçbir

siyasal

partinin

Kürdis­

tan'da gelişmesi, varlığını sürdürmesi söz konusu değildir. Devlet güçleri gerillalarla başedernemekte , hep köylüleri öldürmektedirler.

D evletin radyosundan,

televizyonundan,

"9 terö­ terörist ölü ele geçlrlldl" . gibi "teröristler" kimi zaman kaçakçıdır,

özel televizyon kanallanndan her akşam yayınlanan

rist ölü ele geçirildi" , haberlerde sözü edilen

"4

. .

kimi zaman çobandır, kimi zaman evinde , tarlasında vs. ça­ lışan köylülerdiL Devlet, geniş Kürt kitlelerini fizik olarak yok ederek gerillalarm

etkinliğini kırmaya çalışmaktadır.

Köylerin yakılması, yıkılrnası; hayvanıann kurşunlanrnası; yiyecek maddelerinin heder edilmesi; ekinierin yakılması vs. hep böyle bir mağduriyeti sağlamak içindir. Geriliaya destek veren halk kitleleri bu şekilde cezalandınlrnaya gayret edil­ mektedir.

316

Buysa,

devlet

terörünün

tırmandınlmasından


başka bir şey degildir. Bugün Kürdistan, Kürt insanlan öl­ dürülerek, rnagdur e dilerek, korkutularak yönetilmektedir. Türk sömürge yönetiminin bundan başka bir yönetim geliş­ tirebilmesi de olanaklı degildir. Zira rnilitarist ideoloji, sö­ rnürgeci anlayış, Türkiye'nin bütün kururnlarını etkilemek­ tedir.

HSincarlar"

olayı. ulusun, ulusal degerierin yogun bir

şekilde ortaya çıktıgırıı göstermektedir. Bunu, devlet terö­ rüyle sindirrnenin, geriletmenin kolay olrnadıgı da besbelli­ dir. Kimyasal silahlar gibi kitle imha silahlan, bu silahiara maruz kalanlar kadar, kullananlan da yok edici, yaralayıcİ özelliklere sahiptir. Bu süreçte, Türk Devleti'nin, devlet terö­ rüne dayalı politikalan, Türkiye'de demokratik degerler için mücadele eden bazı kişiler ve kururnlar tarafından da gittik­ çe daha iyi anlaşılmaktadır. 1 2 Eylül 1 993 tarihli

yet ve Özgür Gündem

Cumhuri­

gazetelerinde yayınlanan bir ilan bu­

"Biz Kürt olmayan kadınlar nüfus kagıtlarımızın bize verdigi ayncalıktan utanç duyuyoruz" denilmektedir. Kamuoyuna açıklanan nun önemli bir göstergesidir. Bu Handa,

bu bildiride yüz kadının imzası vardır. Kürdistan'daki Türk sömürge yönetimine karşı bu tür demokratik tepkilerin bo­ yutlanacagı açıktır.

317


BAŞBAKANIN HESABil*l

Türk Başbakanı Tansu Çiller, "Her gün 15-20 terörist öldürüyoruz, terörü yakında bitirecejiz. Her gün bu ka­ dar kayıp veren bir örgütün varlıgını sürdürmesi müm­ kün degildir" demektedir. Başbakanın sözlerinde "terö­ rist" ile Kürt aynı anlamı ifade etmektedir. Başbakan, Kürt

sorununun çözümünü devlet terörünü yükseltmekte, Kürt

kimligini ve Kürdistan kimligini savunan bütün Kürtleri yok etmekte bulmaktadır. Türk Devleti, Kürt sorununun çözü­ mü konusunda,

"

öldürme

"

den,

"öldürüp yok etme" den,

böylece , sorunun maddi temelini ortadan kaldırmadan, Kürt nüfusunu çürütmeden başka bir yöntem düşünememekte­ dir, geliştirememektedir.

"Her gün 15-20 terörist öldürüyoruz" demekle, "Her gün 15-20 Kürt öldürüyoruz" demek arasında önemli bir

fark yoktur. Bu Kürtler, kuşkusuz ulusal varlıgının bilincine varan, ulusal ve demokratik haklarının gasp edildiginin bi­ lincine varan, köleleştirtldigini fark eden, gasp edilmiş hak­ lannı tekrar kazanmak için mücadele eden Kürtlerdir. Asi­ mile olmuş, Türk olmakla övünen, Kürt kimligini inkar eden ulusal bilince ulaşmış Kürtlerle savaşan

"Kürtler"

için öl­

dürme, yok etme , şu aşamada söz konusu degildir.

Devlet. Kürt sorunu konusunda, devlet teröründen baş­ ka bir şey düşünememektedir ve bu, zaafın açık bir şekilde kendini göstermesinden başka bir şey degildir. Kürdistan'ın çok kötü yönetildigi, bu yönetimin işkenceye, baskıya, zul­ me, kısaca devlet terörüne dayandıgı açıktır. Bu yönetim an­ layışında demokatik zihniyetin kınntısı bile y_oktur. Gerilla­ lara karşı savaşan devlet, köylüler!, neden öldürmektedin> Kürt aydınlanna karşı kontrgerilla cinayetleri neden devam etmektedin> Köyler yakılarak, yıkılarak, insanlar, yerlerini yurtlannı terke zorlanarak neden magdur edilmektedirlen>

(*) 318

Özgür Gündem, 30 Eylül 1 993


Burada,

bütün Kürtleri

"terörist..

gören,

bütün Kürtleri

PKK'li sayan bir anlayışın var oldugunu görüyoruz. Aslında, devletin bu varsayımının toplumsal bir gerçekligin ifadesi ol­ dugu açıktır. Bu, "PKK halktır,

halk PKK'd.ir"

sözüyle ifade

edilmektedir. Bu bakımdan, köylere, kasabalara, şehirlere karşı südürülen operasyonlarda

''bu PKK'Hdir, bu halk-tır"

ayrımı hiç yapılmamaktadır. Böyle bir ayrımı yapmak da mümkün degildir.

"Halka şefkat, teröre şiddet"

sadece iki­

yüzlü bir devlet söylemidir. Kürt gerillalara karşı başarılı bir mücadele yürüterneyen güvenlik kuvvetleri, gerillalan des­ tekleyen halkı yok etmeye , böylece, geriliayı desteksiz bırak­ maya çalışmaktadır. Türk Başbakanı Tansu Çiller, "2500 Kürt öldürdük, bu gidişle köklerini kazıyacafız" demektedir. Bunların hepsinin gerilla olmadıgı yakından bilinmektedir Gerillaların yakınları olabilir, gerillalara maddi manevi yardım edenler, gerillalara sempati duyan Kürtler olabilir . . .

"Faili meçhul"

denen cinayetlerde, bin civannda Kürt yurtseveri öldürül­ müştür. Kürdistan, Devletin gizli güçleri tarafından yönetil­ mektedir. Devletin Kürdistan'da gizlf bir yönetimi egemen kılması Türk yönetiminin en önemli zaafıdır. Kürt yurtsever­ lerini öldürerek, Kürt kitleler üzerinde korku, endişe ve yıl­ gmlik yaratarak sindirmeye çalışmak zaafm belirgin bir gös­ tergesidir. Birkaç yıl önce, örnegin

1990'da, sömürgelerin

kararnamelerle yönetildigini söylüyorduk. Bugün ise, ne ka­ rarname , ne kural, ne kaide hiçbir şey söz konusu degil. Türk güvenlik kuvvetlerinin, Kürtleri öldürme , köyleri yak­ ma, yıkma, hayvanlan kurşunlama, evleri içindeki eşyalarla birlikte yakma,

devlet terörünü tırmandırma konularında

sonsuz bir özgürlügü vardır. Kürdistan'da insan haklan an­ layışının kınntısı bile yoktur. Ulusal bilincin gittikçe yüksel­ digi, devlet katındaysa demokratik bir zihniyetin oluşamadı­ gı bir yerde başka bir yönetim söz konusu olamamaktadır. Sömürgelerin, başka türlü yönetilmesi de mümkün degildir.

"Sömürgenin demokratik bir şekilde, insan hakianna saygı duyularak yönetilmesi" söz konusu olamaz. Bu , sö­ mürge-sömürgeci ilişkilerinin tabiatma aykındır. Kaldı ki, Kürdistan

sömürge

bile

degildir.

Bu

bakımdan,

Kürdis­

tan'daki ulusal ve toplumsal gelişmeye karşı mücadele et­ mek çok dapa yogun bir devlet terörünü gerekli kılmaktadır.

3 19


Bu yönetimin en önemli özelligi, yalana dayalı olması, çifte standartlı olması , bu politikayı, basın, üniversite gibi kurumlara kabul ettirebilme, onları, bu doğrultud a yönlen­ direbilme başansını göterebilmiş olmasıdır. Fakat , Kürdis­ tan'da gelişen olaylar karşısında , gerilla mücadelesinin yük­ selmesi karşısında bu düşünceler ve uygulamalar, bu ya­ lanlar, her gün deşifre olmaktadır. Buna nagmen yönetim devlet terörünü daha da tırmandırmaktan başka bir yol dü­ şünememekte, deneyemektedir. Başbakan

Tansu Çlller'in,

20-22 Eylül ı 993 tarihleıi arasında Almanya'ya yaptığı res­ mi ziyaret sırasında devletin Kürdistan politikasının nasıl if­ las halinde oldugu bir kere daha göz önüne seıilmiştir. Baş­ bakan, yabancı basın mensuplannın ekonomik politikalarla , Ermenistan-Azerbaycan, Filistin-İsrail ilişkisi ile ilgili sorula­ ra cevaplar verirken çok rahattır.

Fakat,

Kürtlerle

ilgili,

Kürtlerin insan haklarıyla ilgili sorulan karşısında panik göstermekte, sorulara cevap vermek yerine, karşı sorular sormaya çalışarak, soru soranları güç durumlara düşürece­ gi yanılgısını yaşamaktadır. Bu, aslında , Kürt sorunu karşı­ sında, Türk diplomasisinin gittikçe sıkıştığını ve işlevsiz kal­ maya başladığını göstermektedir.

Tansu Çiller, bir yabancı basın mensubu­ "Kürt sorunu konusunda, sizden önceki hü­ kümetlerden farklı olarak, yeni bir tasannız var mı?" so­ rusuna karşı, "bizde Kürt sorunu diye bir sorun yoktur" Başbakan

nun, örneğin,

demektedir. Böylesine bir inkar, yabancı basın mensuplarını sadece tebessüm ettirir. Çünkü , Türkiye'de bir Kürt sorunu­ nun olduğunu , sorunun, Ortadoğu'daki Kürt sorunuyla bağ­ lantılı oldugunu

dünyada bilmeyen kalmamıştır.

Üstelik,

uluslararası kamuoyunun Kürt sorununa duyduğu ilgi gün geçtikçe artmaktadır, içerik kazanmaktadır. Yabancı basın mensupları, çeşitli ülkelerdeki demokratik kurumlar, insan h aklan kurumları, Kürt halkının, gerillalada çok sıkı baglar içinde olduklannı yakından görmektedirler. Av.rupa'da, on­ binlerce Kürdün, belirli bir amaç doğrultusunda, toplanabil­ diğini, gösteriye katıldıgını görmektedirler. Yine bu süreçte, devlet terör:J nün nasıl

hızlı bir şekilde tırmandınldıgını,

Kürtlere karşı çok yoğ;un baskı ve işkenceleıin sürdürüldü­ günü, köyleıin yakılıp yıkıldığını, geniş kitlelerin magdur

320


edildigini, esas terörün,

devlet terörü

oldugunu görmekte­

dirler. . . 1 5-20 yıl öncesine kadar, Kürt sorunuyla. sadece, çeşitli

ülkelerdeki demokratik kamuoyu ilgUenirdi. Bu da, aslında, cılız bir ilgiydi. Ulusal parlamentolar. uluslararası kurumlar, hükümetler,

Kürt

sorunuyla

hiç

ilgilenmezlerdi.

Ortado­

gu'da, Kürt sorununu , sorunun enini boyunu bilmezden, görmezden, duymazdan gelirlerdi. Hele hele, Türkiye'deki Kürt sorunuyla hiç ilgilenilı:nezdi, Türk devlet politikası ay­ nen benimsenirdi. Hiçbir yabancı basın mensubu veya dip­ lomat, Türk diplomatlara, Türk devlet ve hükümet yönetici­ lerine Kürt sorunuyla ilgili veya Kürt sorununu çagnştira­ cak küçücük bir soru bile sormazlardı. Sovyetler Birligi, Çin Halk Cumhuriyeti, Arnavutluk Halk Cumhuriyeti gibi dev­ letlerin politikalan da bu merkezdeydi. Gerek bu sosyalist ülkeler,

gerekse

Çekoslovakya.

Macaristan.

Polonya,

Ro­

manya. Bulgaristan gibi Dogu Avrupa'daki sosyalist devlet­ ler, Ortadogu'daki Kürt sorununu, hele de Türkiye'deki Kürt sorununu hiç sorun yapmazlardı. Dış politikalannda. Kürt sorununu dikkate alan bir boyut yoktu . Bu devletfer, hep, Kürtler yerine, Irak'ı, İran'ı, T)1rkiye'yi, Suriye'yi gözeten iliş­ kiler geliştirirlerdi. Kürtlerin bölünmüş, parçalanmış, payla­ şılmış. bütün ulusal ve demokratik haklan gasp edilmiş mazlum bir ulus oldugu , Kürdistan'da. devletlerarası sö­ mürge sistemini egemen kılmaya çalışan devletlerin ise, sö­ mürgeci, ırkçı, faşist yönetimler geliştirdikleri açık bir ger­ çekti. Uluslann Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı, sosyalizmin önemli bir ilkesiydi ama, fiili planda. yaşanan buydu. Bu sosyalist ve komünist devletler. teorik olarak, Uluslann Ken­ di Kaderlerini Tayin Hakkını, enternasyonalizm! savunurlar. Kürtleri,

"gerici"

olmakla, enternasyonalist olmamakla suç­

larlar, fiili olarak ise, hep bu sömürgeci, ırkçı, faşist yöne­ timlerle işbirligi yaparlardı. Bu yönetimlerin zaman zaman birbirleriyle işbirligi de yaparak, Kürtleri ezme ve yok etme politikalarına. uygulamalanna kayıtsız kalırlardı. . . On seneyi aŞkın bir zamandır, PKK'nin başlattıgı ve ge­ liştirdigi gerilla mücadelesi, çok şeyi degiştirdi. Kürt toplu­ munda, siyasal ve toplumsal bakımlardan çok büyük degiş­ meler oldu. Bu degişmelerin sadece Kuzey Kürdistan'la sı-

321


nırlı kaldıgını söylemek mümkün degildir. Kürdistan'ın her tarafında, bu degişiklikleri izliyoruz. Kürt sorununun Orta­ dogu'da bir sorun oldugu, gün geçtikçe daha iyi anlaşılmak­ tadır. Kürt toplumunun bütün kesimlerinde dinamizm var­ dır. Ortadogu'da, politik ve askeri bakımlardan yepyeni, tap­ taze bir güç yükselmektedir, gelişmektedir. İşte bu süreçte. çeşitli ülkelerdeki demokratik kamuoyu Kürt sorununa kar­ şı çok yogun, ciddi bir ilgi gösterir olmuştur. Bu ilgi ulusal parlamentoların ve uluslararası kurumlann da ilgisini sagla­ mıştır. Günümüzde, hükümetlerin de Kürt sorununa karşı ilgilerinin arttıgı bilinen bir gerçektir. Bütün bunlara rag­

"Bizde Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır" diyebiliyor. "2500 Kürt öldürdük, hergün 15-20'slnl öldürüyoruz, bu kayıplara karşı dayanamazlar, yakında kökleri kazınacak.tu" diyebiliyor. . . Bu, sadece men, Türk Başbakanı,

kendilerini gülünç ve güven vermez bir duruma düşürür, bundan başka bir sonuç vermez. Dikkat edilirse. Başbakanın hesabında, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarını talep etmelerinin, gasp edilmiş hak­ Ianna yerıiden sahip çıkma mücadelelerinin haklılıgı veya haksızlıgı tartışılmamaktadır. Başbakan, sadece, askeri ba­ kımdan güçlüyüz. çok modem; çok öldürücü silahlarunız var, hepsini ezecegtz, demektedir. Haksız olanlann tavır ve davranışının böyle oldugu biltnnıektedir. Başbakan

yüz, öyleyse hakhyız"

"güçlü­

demeye çalışmaktadır.

Türk Başbakanının, Kürt sorunu karşısında, kullaruna­ ya çalıştıgı başka bir taktik de, soru soranı güç duruma dü­

"Türkiye'de Kürtlerin hiçbir sorunu yok­ tur, keşke Almanya'daki Türkler de, Türkiye'deki Kürt­ lerin sahip olduklan hak.lann onda birine sahip olasa­ lar... " Birbirine hiç benzemeyen iki sorunu karşılaştırmak, şürme taktigtdir.

sadece Türk Başbakanının cehaletini ortaya koyar. Acaba, Almanya'da Türklerin ulusal ve toplumsal varlıgı mı inkar ediliyor . . . Almanya'da Türk dili ve kültürü yasaklannıış mı?

Almanya Türk bölgelerini işgal mi etmiş? . .

Başka bir taktik de, soru soranı çifte standartlı düşün­

"Bosna-Hersek'de Insanlar bolazlanırken neredeydlnlz?", "Bosna'da Insan haklan ayaklar altında çljnenlrken ne yaptınız?", ''Neden durmek ve davrarunakla suçlamak.

322


madan, ısrarla, aynı soruyu soruyorsqnuz?"

Bunlar, Kür­

distan'da da, bu süreçlerin benzerlerinin yaşandıgının kabul

edildiğ;i anlamına gelmiyor mu? Aslında , dünyanın demokra­ tik kamuoyu, Kürdistan'da, çok daha agır bir sürecin yaşan­ dıgı, Türk sömürgecilerinin devlet terörünü tırmandırmak­

tan başka bir yönetimi olınadıgıru çok yakından bilmektedir.

Bütün bunlar, devletin Kürdistan politikasının iflas noktası­

na geldigini göstermektedir.

"Ezeceiiz, yok edeceitz

...

" di­

yerek devlet terörünü gittikçe tırmandırarak Kürt sorunu­

nun çözülemeyecegini, uluslararası kamuoyu, gittikçe daha

iyi anlayacaktır . . .

Türk Başbakanı, Kürt sorunu konusunda, yabancı ba­

sın mensuplan tarafından bir soru soroldugu zaman, yanın­ da oturan bakanlan göstererek,

üç tanesi 'Doiu' kökenlidir"

"geziye katılan bakaniann

demektedir. Türkiye'de, ay­

rım-gaynm yapılmadığ;ını göstermeye, herkesin kamu yöne­

timinde· görev alabildiğ;ini, yükselebildigini anlatmaya çalış­

maktadır. Halbuki, özellikle yabancı basın mensupları, Tür­ kiye'de kendi öz kimligini inkar

etmeyen, Türkleşmeyen

Kürtlerin kamu yönetiminde görev almalannın mümkün ol­

madığ;ını çok iyi bilmektedirler.

Ömegin,

Bulgaristan'da,

Türk kimliğ;ini inkar eden, Bulgarlaşan ve böylece Bulgaris­ tan devlet kademelerinde görev alan

"Türkler"i,

Türk bası­

nının, Türk siyasal parti yöneticilerinin vs. hangi kavramla

suçladıklarını da çok iyi bilmektedirler . . .

323


"KADER"-" GELECEK" (•J

de,

İlk sayısı Eylül 1 993 tarihini taşıyan

Hevdem

dergisin­

Bayram Ayaz'ın '"Self-determination' ve Kürt Ulusal Hareketi" başlıklı bir yazısı var. Yazıda, "Uluslann Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı" kavramlanndaki "kader'' sözcü­ gü tahlil ediliyor. "Kader" sözcügünü kullanmanın isabetli olrnadıgı, "gelecek'' sözcügünü kullanınanın gerekli oldugu vurgulanıyor. Bayram Ayaz, "Uluslann Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı" yerine, "Uluslann Kendi Geleceklerini Ta­ yin Hakkı" kavrarnlannı kullanmanın isabeti ve geregi üze­ rinde duruyor.

"Kader'', "alınyazısı", "yazgı" gibi sözcükleri çagnştın­ "Kader", "alınyazısı", dogaüstü, mistik bir güç tarafın­ dan belirleniyor. "Kader" dogaüstü bir iradenin degişmez ve

yor.

degiştirtlemez kararını işaret ediyor. Dogaüstü bir mistik

güç insanlar için kimi zaman iyilik. daha çok da kötülük ha­

zırlıyor. Bu durumda, "kader"lertnin belirlenmesinde insan­

Iann hiçbir çabası söz konusu alamıyor. Dogaüstü, mistik bir güç, insanlara bazı süreçleri, ilişkilert

"kader"

diye daya­

.tıyor. Dogaüstü bir iradenin, gücün karannı insanlar kendi

çabalanyla degiştiremiyorlar. İnsanlar, kendilerine dayatılan

bu ilişkilert sadece yaşıyorlar. "Kader"in Tann'yı çagnştırdı­

gı besbellidir.

"Gelecek" sözcügü mistik bir cek" sözcügüne böyle bir anlam

anlam içermiyor.

"Gele­

yüklenemiyor. İnsanlar,

"gelecek"lertnin belirlenmesinde temel bir role sahip olabili­

yorlar. İnsanlar, toplumlar.

"gelecek"lert

konusunda karar

alabiliyorlar, o kararlan degiştirebiliyorlar. Bunida,

"kader" delişmez, deliştirilemez bir karar, bir söz konusu degil. "Kader" metafizik, sübjektif bir kav­ "gelecek" ise , objektif. . . İnsanlar. toplumlar, "gele-

sözcügündeki gibi, irade ram,

(*) 224

Özgür Gündem, 7 Ekim 1 993


cek"lerini kendi iradelertyle belirleyebiliyorlar,

"gelecek"­

lerini kendi çıkarları dogrultusunda belirlemeye çalışan güç­ lere karşı mücadele edip o planlan bozabiliyorlar. Kürt sorunu, ulusal sorun, Türkiye 'de , l 960'lı yıllardan b eri konuşuluyor, tartışılıyor. Bu konuda pek çok kitap, yazı yayımlandı . Türk solunun gelişmesi, Türk sol akımlarının Kürtleri etkilemesi, Kürt solunun ve Kürt demokrat hareket­ lerinin gelişip serpilmesi sürecinde, en çok konuşulan, tartı­ şılan, yazılan ilkelerden biri de ulusal sorun oldu. Ulusal so­ run

konusunda ,

Hakkı ilkesi,

Uluslann Kendi Geleceklerini Tayin

üzerinde en çok durulan konulardan biridir.

"Uluslann Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı", "Uluslann Kendi Kaderlerini Kendllerinin Tayin Etmesi" kavramlarıyla ifade edildi. Bu ilişkiyi anlatan pek çok yazı, makale var. Bayram Ayaz, yukanda sözü edilen " 'Self-detemıinatlon' ve Kürt Ulusal Hareketi" başlıklı Fakat bu ilke, hep,

yazısında, bu kavramiann çeşitli dillerde nasıl ifade edildigi­ ni irdeliyor, Türkçe'ye çevirisinin yanlış olabilecegini vurgu­ luyor. Bu ilişkiyi çeşitli dillerde,

"kader"

ömegin Arapça'da ifade

"gele­ cek" sözcügünün kullanıldıgını anlatıyor. "Self-detemıinatlon", "Uluslann Kendi Geleceklerini Tayin Hakkı" ilkesi; sömürge ülke-sömürgeci devlet; ezilen eden kavramlarda

sözcügünün geçmedigini,

ull.!s-ezen ulus ilişkilerinin açıklanmasında çok önemi olan bir kavramdır.

Ulusun

kendi

gelecegini

belirleyememesi,

ulusun siyasal iradesini ortaya koyamadıgını, ulusun özgür olmadıgıru, topraklannın işgal altında oldugunu, ulusal ve demokratik bütün haklannın gasp edilmiş oldugunu göster­ mektedir. Bir ulusun kendi gelecegini belirleyememesi, veya, ulu­ sun geleceginin belirlenmesi sırasında, o ulusa mensup poli­ tikacıların, önderlerin, partilelin vs. en ufak bir role sahip olamamalan, ulusun geleceginin belirlendigi toplantılara ka­ tılamamalan, siyasal isteklerini ve özlemlerini dile getireme­ meleri, ulusun geleceginin tamamen dış güçler tarafından belirlenmesi, ulus için büyük bir yıkımdır. Çünkü , ulusun gelecegini belirleyen dış güçler, bu süreçte, hep kendi çıkar­ larını ön plana koymaya, bu çıkarlan gerçekleştirmeye çalış­ maktadırlar. Bu da, sürecin, ilişkinin dogası geregi ulusun 325


çıkarianna karşı büyük bir zıtlık, bazen, yüzde yüz zıt bir durumu ifade etmektedir. Ulusun tarihsel ve toplumsal ge­

lişmesi durdurulmaktadır, ulus, kendi tarihini yaşayamaz, doğal, toplumsal ilişkilerini sürdüremez bir duruma gelmek­

tedir, tarih dışı kalmaktadır. Ulus, artık, dış güçler tarafın­

dan dayatılan tarihi ve toplumsal ilişkileri yaşamaya başla­

maktadır. Ülke, ekonomik bakımdan gittikçe yoksullaşmak­ tadır. İnsanlann, halkın, siyasal bilince ulaşmasını engelle­

mek için ülke geri bırakılmaktadır. Dış güçler bakımından

önemli olan, ülkenin doğal kaynaklarını yağmalamaktır. Dış

güçler, yabancı güçler, bölgede siyasal bakımdan etkinlik kurabilmek ve bu etkinliğini sürdürebilmek için o ülkeyi stratejik bakımdan elinde tutmak gereğini de hissedebilir.

Kürdistan, emperyalist ve sömürgeci politikalarla, bö­

lünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış bir ülkedir. Kürt ulusu

bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Bölünme , parça­

lanma ve paylaşılma, ülkenin ve ulusun iskeletini parçala­ mıştır, beynini dağıtmıştır. Kürtler, kendi geleceklerinin ta­

yin edildiği toplantılara, konferansıara da katılamamışlardır.

Öm-ğin, Lozan Konferansı'nda, Kürtlerin siyasal istemlerini

ve özlemlerini dile getiren hiçbir politikacı, örgüt veya parti yoktur. Kürtlerin geleceği, yabancı güçler tarafından, dış güçler tarafından Kürtlere dayatılmıştır. Bu, Kürtlerin ulu­

sal çıkarlarını hiç gözetmeyen, Kürtleri, ezmeye, yok etmeye çalışan bir dayatmadır.

Kürt sorununu bu çerçeve içinde düşünmek gerekir.

Kürt sorununun odak noktasında, Kürdistan'ın bölünmesi,

parçalanması, paylaşılması, Kürt ulusunun bağımsız devlet kurma hakkının gasp edilmesi yatar. Kürtlerin gelecekleri­

nin belirlenmesinde, dönemin en güçlü, en etkili emperyalist devleti İngiltere'nin, ikinci derecede emperyalist bir devlet

olan Fransa'nın payı kuşkusuz çok büyüktür. Fakat, bu sü­

reçte , bunlar, yalnız değildirler. Bu emperyalist güçlerin, Or­

tadoğu'd� yerli işbirlikçileri, sömürgeci ortaklan vardır. Ke­

malistler, bu konuda, emperyalist devletlerle işbirliği yapan güçlerin başında yer almaktadır. Kemalistlerin en büyük ba­ şarısı, Kürdistan konusunda, emperyalist devletlerle gerçek­

leştirdikleri bu işbirliğini,

"anti . emperyalist mücadele" , "anti sömürgecl mücadele", "Dolu'nun ezilen halklanna, 326


sömürge milletlerine milll kurtuluşları yolunda Ilham ol­ mak, ışık olmak" diye gösterebilmiş, kabul ettirebilmiş ol­ masıdır. Arap monarşileri, Fars monarşisi de, emperyalist devletlerin Ortadogu'daki yerli işbirlikçilerindendir. Kürtle­ rin , Kürdistan'ın bölünmesini, parçalanmasını ve paylaşıl­ masım, örnegin, Arapların bölünmesi gibi degerlendirmemek gerekir. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra gelişen süreçte Araplar da bölünmüşlerdir ama, bunlar ayrı ayrı manda (sö­ mürge) devletler olarak biçimlenmişlerdir. Bundan çok daha önemli olarak, Araplar, kendi geleceklerini belirleyen antlaş­ malara, konferanslara, toplantılara şu veya bu düzeyde ka­ tılmışlar, siyasal isteklerini ve özlemlerini dile getirmişlerdir. Kürtler ise, Kürt kimligi ve Kürdistan kiınligt yok edilmek üzere, Kürt adı ve Kürdistan adı, dillerden ve tarihlerden si­ linmek üzere bölünmüşler, parçalanmışlar ve paylaşılmışlar­ dır. Sımr yoktur. Kürdistan ülkesinin sınırlan çizilmemiştir. Kürdistan kimligi, Kürt kimligi tanınmamaktadır. Halbuki, Kürdistan, klasik sömürgelere benzeseydi, bir sömürge sta­ tüsüne sahip olsaydı, ülkenin sınırlan olurdu, halkın kimligi inkar edilmezdi. Btİ bakımdan, Kürdistan sömürge bile de­ gildii, diyoruz. Nitekim irili ufaklı nüfuslanyla, klasik sö­ mürgelerin hepsi de bagımsızlıgına kavuşmuştur. Kürtler ise bunca nüfusa, bunca toprak genişligine, bunca mücadeleye, bunca şehide ragmen henüz kimliklerine bile sahip olama­ mışlardır. Bütün bunlar, Kürtlere, Kürdistan'a

"kader"

olarak da­

yatılmıştır. Bu ilişkiler, degişmez, degiştirilemez görülmekte­ dir. Bu ilişkilerin degişmesi, degiştirilmesi hiç istenmemek­ tedir.

Halbuki,

Kuzey Kürdistan'da PKK önderliginde on

yıldır süren gerilla mücadelesi, Kürtlere

"kader"

olarak da­

yatılan bu ilişkileri parçalamıştır. Bu, açıkça görülmektedir.

"gelecek"lerini belirlemek için kendilerine dayatı­ "kader"i hükümsüz kılmak için çok yogun, çok kap­

Kürtler, lan

samlı bir mücadele içine girmişlerdir. Bu mücadelenin çok yogun bir fedakarlıgı ve vefakarlıgı içerdigi bilinmektedir.

327


"KADER"İN YENİLİşkı

Kürt samunu söz konusu oldugu zaman

lecek''

"kader'' , "ge­

kavranılannın daha soluklu ve sogukkanlı bir şekil­

de ele alınmasında yarar vardır. Kürdistan'ın bölünmesinden, parçalanmasından ve pay­ laşılmasından sonra, Kürdistan'daki işgal ve ilhak süreci pe ­ kiştirilmiştir. Kürt kimligi ve Kürdistan kimligi inkar edil­ miş, ulusal ve demokratik haklar tamamen gasp edilmiştir. Gasp operasyonlannı meşru kılacak ideolojiler de üretilmiş­ tir.

"Tarihte Kürt diye billnen bir mlllet olmamıştır", "Tarihte Kürtçe diye blllnen bir dil yoktur", "Kürtlerin aslı Türktür" , "Kürtlerin kökeni Farstır" . . . Ve bütün bun­ lar, Kürtlere, Kürdistan'a ••kader" diye dayatılmıştır. ••au si­ zin kaderlniz''dir, ..Kadere isyan edilmez" denmiştir. Bu ilişkilerin degişmesinin, degiştirilmesinin engellenmesi için her önlem alınmıştır. Kürdistan'daki devletlerarası sömürge sistemini güçlendirmek için her çareye başvurulmuştur. Sömürge ilişkilerini gizleyecek, dikkatlerden uzak tu ta­

••ain yıldır beraber yaşıyo­ ruz" , ••Kardeşiz, et-tırnak gibi bütünleşmişiz" . . . bu slo­

cak sloganlar da üretilmiştir.

ganlardan bazılandır. Bu sloganlann, toplumsal ve siyasal gerçekligt hiç aksettirmedigi açıktır. Kürdistan'ın bölündü­ gü, parçalandıgı ve paylaşıldıgı bir gerçekken, Kürdistan emperyalist ve sömürgeci devletlerle işbirligi ve güçbirligi ya­ pılarak paylaşılmışken,

"bin yıldır beraberiz ... "

deniyor.

Kürt olanlara, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklan için mücadele edenlere çok farklı uygulamalar yapılırken, insan­

"Kürtlerin kökünü ka­ zıyacalız" yollu tehditler yapılırken, "kardeşllk"ten, "et­ tırnak gibi bir bütün oluşturmak" tan söz. ediliyor. Kürdis­ lar bak yemeye zorlanırken, sık sık

tan böylesine bölünmüşken, parçalanmışken ve paylaşılmış-

(*) 328

Özgür Gündem, 1 4 Ekim 1 993


ken.

"bin yıldır beraber yaşıyoruz"

şeklindeki sloganlar

nasıl söylenebiliyor? 1 5-20 yıl öncesine kadrar. Kürtlerin ulusal ve t oplumsal

"Tarihte Kürt diye bilinen bir millet yoktur, yaşamamıştır, Kürtçe diye blHnen ayn, ba4ımsız bir dil yoktur, Kürtlerin aslı Türktür, Kürtçe denilen dil Türkçe'nin bir şivesidlr, mahalli bir a4zıdır, ilkel bir a4ızdır " deniyoi-d u . Günümüzde artık , Kürtlerin ve Kürt­ varlıgı inkar ediliyor,

•.•

çe'nin varlıgı, gerilla mücadelesinin oluşturdugu füli durum­

''Türkiye'de herkes eşittir, hiç ayrım-gayrım yoktur, herkes vali, yargıç, ge­ neral, profesör, milletvekili, bakan olabilmekterdir " lardan dolayı inkar edilemeyor. Artık,

.•.

...

deniyor . . . Kürtlerle Türklerin eşit oldugu vurgulanıyor. Kürt­ lerin örgütlernneleri yasakken� Kürtçe egitim, Kürtçe radyo,

"Kürt Kültür Vakfı", ''Kürt Hak ve Ö zgür­ lükler Vakfı" gibi kuruınıann kurulamadıgı, "Kürt Enstitü­ sü" nün tabelasıı;ıın asılamadıgı bir yerde, Türklerle Kürtler

TV yasakken

arasında eşitlikten nasıl söz edilebilir? Aslında. eşitsizlik çok derin ve çok kapsamlıdır. Kürt adını taşıyan vakıflar kurul­ masıyla,

"Kürt Enstitüsü"nün

tabelasını asabilmesiyle sag­

lanabilecek, hayata geçitilebilecek .bir süreç degildir. Şurası besbellidir ki, eşitlik, Kürtlerin ulusal kimliklerini inkarla ve Türkleşmekle gerçekleşen bir süreçtir. Bunun da

"eşitlik"

olmadıgı, çarpıtılmış, içerigi boşaltılmış, egilmiş, bükülmüş, büzülmüş bir kavram oldugu açıktır. Kendi gelecegini

belirleyememenin

aıcısını,

dünyada,

Kürtler kadar duyan bir toplum daha var mıdır, acaba? Kürt insanlarının nasıl yaşayacaklan,

nasıl konuşacaklan,

ne

okuyacaklan, nasıl giyerrecekleri hep dış güçler, yabancı güçler tarafından belirlenmiştir. Bu konulardaki . kurallar Kürt toplumuna dayatılmaktadır. Bugün, Kürdistan'da. do­ gum, ölüm, dügün gibi. törenierin gelenek ve göreneklere gö­ re icra edilmesi mümkün degildir. Ticari faaliyetlerin, tanm­ sal

faaliyetlerin,

zanaatkarlıgın

sürdürülmesi

mümkün

degildir. Devlet güçlerinin, müdahaleleri, baskınlan. ev ve iş yerlerinde sık sık yapılan güvenlik aramalan, kitle halinde gözaltına aJmalar, tutuklamalar, adam kaçırmalar, kaçınp öldürmeler . . . bu törenierin gereklerinin yerine getirilmesine, ekonomik faaliyetlerin

sürdürülmesille

engel olmaktadır. 329


Kürt anadan ve Kürt babadan dogmuş çocuklara, her sabah

"Türküm, dogruyum

. . .

" şeklinde

and

içirilmektedir. Böyle­

sine ırkçı ve sömürgeci bir düşünceyi ve uygulamayı dünya­ nın hiçbir tarafında görmek olası degildir. Bütün bunlar, kendi gelecegini tayin edememiş, bir toplumun karşı karşıya kaldıgı günlük olayıann bazılandır. Bir kısım Türk aydınlan ve solculan da , böyle bir ırkçılıgı ve sömürgeciligi eleştire­ cekleri yerde, Kürtlerin bu ırkçılıga karşı mücadelelerini eleştirmekte , Kürtleri ırkçılık yapmakla,

"Kürtçülük"

yap­

makla suçlamaktadır. Bu da tarthin büyük bir ironisidir. Kürtlere ısrarla dayatılan ve uygulanan bu politikalarm asimilasyonu hızlandırdıgı, önemli sonuçlar aldıgı, bu süreç­ te, Kürt toplumunun ve Kürt insanlannın

"düşürülmüş"

ol­

duklan da bilinmektedir. Bunlara ragmen on yıldır, yüksele­ rek ve genişleyerek süren gerilla mücadelesi Kürtlere

der"

"ka­

olarak dayatılan, degişmesi, degiştirilmesi hiç istenme­

yen bu "kader"i yenmiştir. Artık, Kürtleri, resmi ideolojinin kabulleri dogrultusuıida yönetmek mümkün degildir. Öz­ gürlük ve bagımsızlık bilinci Kürtlerde de hızlı bir şekilde ge­ lişmektedir. Devlet. Kürt toplumundaki bu demokratik uya­ nıştan, özgürleşme sürecinden çok rahatsızdır. Bu gelişmeyi durdurmak, dagıtmak, etkisiz hale getirmek için her türlü silahı kullanmaktadır. Kürtlere, muamelesi yapmakta,

"suçlu"

savaş . uçaklannı,

degil,

"düşman"

Süper Kobra ve

Skorsky helikopterlerini, zırhlı araçlannı, tanklannı . . . etkin bir şekilde kullanmaktadır.

Psikolojik savaş

yöntemlerini

de kullanmaktadır. Topyekun savaş stratejisi yürürlüge ko­ nulmuştur. Köyler yakılıyor, yıkılıyor, evler içindeki eşyalada birlik­ te, bazen içindeki insanlarla birlikte yakılıyor, ormanlar ya­ kılıyor, dogal kaynaklar tahrip ediliyor. Herhangi bir askeri güç , kendi ülkesinin dogal kaynaklanna karşı bu kadar bü­ yük bir düşmanlık besieyebilir mi? . Ormanlarm yakılması, doganın tahrip edilmesi kendi gelecegini belirl

eyemeyen

bir

toplumun yaşadıgı en agır yıkımlardan biridir. Çünkü her­ hangi bir halk, herhangi bir yönetim, kendi c;logal zenginlik­ lerine karşı hiçbir zaman bu kadar tahripkar olamaz. Kür­ distan'ın dogal kaynaklanna karşı sürdürülen bu katliam, ancak düşman bir gücün operasyonu olabilir. Düşünelim ki,

330


ormanların yakılması,

daglann, vadilerin, zehirli gazlarla

kirletilmesi, Kürdistan'ın hemen hemen bütün parçalannda rastlanabilen, izlenebilen ve gözlenebilen bir devlet eylemi­

dir. Kürdistan'ın dogasını tahrip etmek, dogal zenginliklerini

yagmalamak, yok etmek, gelecek kuşaklara hiçbir şey bırak­ mamak için her şey yapılmaktadır. Bu tahrip, bu yagma, devletin Kürdistan'dan vazgeçtigi anlamına da gelmektedir. D evlet, Kürdistan'ı yakarak, yıkarak, gelecek kuşaklara hiç­ bir şey bırakmamaya özen göstererek,

kimseye de yar olmasın

...

"bana yar olmayan

" anlayışı içerisindedir. Devlet,

Kürdistan'ın zenginliklerini tahiip edebilmek için çok büyük

bir harcama yapmaktadır.

işkence vazgeçilmeyen, gittikçe agırlaşan bir devlet poli­ Ukasıdır. Kürt yurtseverlerinin kaçınlmasında, kaybedilme­

sinde, öldürülmesinde, devlet güçlerinin sonsuz bir özgürtü­

gü vardır. Kürdistan, devletin, gizli güçleri tarafından yöne­ tilmektedir. Kürtlerin Newroz gibi ulusal bayramlarını kutla­

malan yasaklanmaktadır. Kürtlere, Türklerin ulusal bay­ ramlannın kutlanmasına katılmalan için çok yogun bir bas­ kı ve zulüm yapılmaktadır.

Bütün bunlar, Kürtlere dayatılan, "kader"in degişme­

mesi,

degiştirilmesinin

engellenmesi

için

yapılmaktadır.

Kürtlere, devletin, resmi ideoloj inin dayatılması şunu içer­

mektedir:

Kürtlerin Türklerle

eşitlik

aramalan hayaldir,

"Onlar"ın Türk olmaktan. Türkleşmekten, Türk gibi yaşa­

maktan başka yapabilecekleri hiçbir şey yoktur.

"Onlar", "Ora halkı" ilkel dillerini tarlalarında "öküzleriyle" , evle­ rinde "ineklerlyle" konuşabilirler. Fakat, okumak, adam ol­

mak, çagdaş uygarlıkla bütünleşebilmek için Türkçe ögren­ mek, Türk gibi tutum sergilemek zorundadırlar. Evet, şunca

mücadeleye, binlerce şehide, Güney Kürdistan'da,

dere Devleti

Kürt Fe­

gibi bir oluşuma ragmen, devletin Kürt politi­

kasının içerigi budur. Resmi ideoloj inin hiç degişmem,esi, aynen sürdürülmesi istenmektedir. Kürt toplumunun top­ lumsal dinamiklerinin güçlenmeye ve işlemeye başlaması,

Kürtlerin deger yargılannın degişmesi, siyasal bilincinin ve siyasal kültürünün - artması, dikkate alınan hususlar degil­ dir. Sunlan görmemek, duymamak, anlamamak için olaga­

nüstü bir çaba sarfedilmektedir. Bu, Kürt s·orununa ilişkin 331


Türk resmi ideolojisinin en önemli boyutudur. Türk devlet ve hükümet yöneticileri, bir taraftan "demokrasi''ye övgüler düzmektedirler, bir taraftan da, resmi ideolojinin hiç degiş­ meyecegi konusunda, Türklerin ırkçı ve faşist çevrelerine ga··

rantiler vermektedirler.

Türkiye'nin, Kürdistan'da uyguladıgı, dünyada bir eşi daha bulunmaz bu ırkçı ve sömürgeci rej imi Batı'nın de­ mokratik devletleri yogun bir şekilde desteklemektedirler. Türk Devleti'nin Kürdistan'da uyguladıgı devlet terörü gör­ mezden gelinmekte, bu ırkçı ve sömürgeci devlet terörüne karşı Kürtlerin uyguladıgı şiddet sorun yapılmaktadır. Hal­ buki, devlet. Kürtlere, silaha sarılmaktan, silah kullanmak­ tan başka hiçbir yol bırakmamıştır. Batı'nın demokratik ka­ muoyunun bu mücadeleyi, devletin Kürtlere karşı açtıgı bu savaşı çok daha yakından izledigi, Kürtlerin haklı mücadele­ sine karşı duyarlı oldugu, devlet terörünü eleştirdigi bilin­ mektedir. Kürtler, artık, kendilerine dayatılan "k.ader"i yenmişler­ dir. Onurlu bir

"gelecek''

için yogun bir mücadele içindedir­

ler. Devletin, Kürtleri resmi ideoloj i dogrultusunda yönetme­ si mümkün degildir. Zira, Kürtler, vatanlan için, özgürlük­ leri için, gasp edilmiş ulusal ve demokratik haklan için mü­ cadele etmektedir. Özel savaşı yürütenler, özel tim mensup­ lan ise, aydan aya ellerine geçecek 20 milyonu düşünmekte­ dirler. Bilgi, inanç ve sevgi karşısında

"milyon hesaplan"­ "vatan

nın önemli bir sonuç alamayacagı açıktır. Bununu

sevgisi"

gibi birtakını kavramlarla gizlemek mümkün degil­

dir. Başkalannın vatanını sevınenin, orada, silah zoruyla oturmanın adı, sömürgeciliktir. Özel savaştan maddi çıkan olan özel savaş kurmaylarının, özel timlerin, korucuların, ·

muhbirlerin bu savaştan maddi çıkar sagladıklan, Kürt in­ sanlarını öldürdükleri sürece, örtülü ödenekten milyonlar, milyarlar kazandıklan bilinen bir gerçektir. Fakat, şu da ta­ rihsel bir gerçekliktir: Maddi çıkarlar karşılıgında oluşan kan gölünde, ilkönce kan dökenler bogulacaklardır. Batı devletlerinin de bu kirli savaşta birkaç uluslararası ihale ve rüşvet karşılıgında devletin yanıİlda tavır almalan, ilkönce, şimdiye kadar oluşturduklan, demokratik kurumla­ rm çürümesini, demokratik degerierin aşınmasını getirecek-

332


tir. Batı'nın demokratik kamuoyunun kendi devletlerinin ve uluslararası

kurumlann

kirli

savaş yanlısı politikalannı

eleştirmeleri konusunda önemli görevleri vardır. Sömürge

savaşını izlemek onlar için önemli bir görevdir.

333


KÜRTLERiN TARİH SAliNESiNE ÇIKIŞI!*l

Kürtler, Ortadogu'nun yerli halklanndan biridir. Onun­ cu yüzyıldan itibaren, Arap, Fars, Süryani, Ermeni, Gürcü vs. kaynaklannda, Kürtlerden ve Kürdistan'dan söz eden anlatunlar vardır. Artık, anahatlanyla da olsa bilebildigimiz bazı nedenlerden dolayı Kürtler, kendi uluslan için çok fazla fayret sarfetmemişlerdir. Araplann, Farslann, Türklerin ulu­ sal çıkarlan için daha fazla çaba sarfetmişlerdir. İslamiyet için daha fazla çalışmışlardır. 19. yüzyılın sonunda, yinninci yüzyılın başında bu sürecin daha çarpıcı bir hale geldigini görüyoruz. Bu süreçte, Kürtler, artık siyasal iradesi olan, si­ yasal istekleri ve siyasal özlemleri olan bir kategori olarak ele alınmamaktadır,

"şey"

gibi degerlendirilmektedir. Türk­

lerin, Araplann, Farslann, siyasal iradesi, siyasal özlemleri ve istekleri vardır, fakat Kürtlerin yoktur. Kürtler, bu ulusla­ rm , ulusal çıkarlan dogruıtusunda kullanılmaya çalışalan herhangi bir

"şey"

gibi ele alınmaktadır. Buysa , Kürtlerin,

tarihten ve yeryüzünden silinmesi sonucunu doguruan bir süreçtir. Daha dün diyebilecegimiz bir zamana kadar Kürtler ta­ rihten silinmek üzere olan bir ulustu. Kürdistan'ın bölün­ mesi, parçalanması ve paylaşılmasının, Kürdistan'a dayatı­ lan devletlerarası sömürge sisteminin amacı, Kürtleri, dille­ riyle , kültürleriyle tarihten silmektir. Kürdistan'ı devletlera­ rası sömürge baskısı altında tutan devletlerin bu amaç dog­ rultusunda önen'ıli başanlar kazandıklan, KÜrt insanlarının kişilik yapısını parçaladıklan, toplumda önemli bir bozulma gerçekleştirdikleri biliniyor. Ulusal ve toplumsal varlıgın ıs­ rarlı bir şekilde iııkan, bu süreçte devlet terörünün temel bir

(*) 334

Özgür Gündem, 21 Ekim 1 993


politika olarak belirlenmesi ve uygulanması, Kürtlerin, Kürt toplumu olmaktan dagan özelliklere yabancılaşma gibi bir sonuç ortaya çıkannıştır. Kürt diline, Kürt tarihine, Kürt kültürüne yabancılaşma, asimilasyon, Türkleşme belirgin bir süreç olarak yaşanmıştır. Bölünme, parçalanma ve pay­ laşılma, devletlerin, Kürtlere karşı uyguladıklan baskı politi­ kalanın ortaklaşa bir şekilde gerçekleştirmeleri gibi nesnel bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Kürdistan'a ortaklaşa uygulanan baskı politikalan Kürt toplumunun parçalanmasını, ulusal degerierin geriletilmesi­ ni, yok edilmesini daha da kolaylaştırmıştır. Bunlar, hep egemen devletlerin çıkarlan dogrultusunda gelişen olaylar­ dır. Bölünme, parçalanma ve paylaşılma kendini durmadan üreten, çeşitli zamanlarda ve çeşitli rnekanlara göre yeniden üreten bir durumdur. Kürdistan, ilkönce, devletlerarasında bölünmüş, parçalannuş, paylaşılmıştır. Daha sonra, devlet­ ler böl yönet politikalarını aşiretler seviyesinde, aileler sevi­ yesinde derinleştirmişler, Kürt kitlelerin birbirlerine karşı yabancılaşmasını saglamaya çalışmışlardır. Devletler, mayın tarlalanyla, dikenli tellerle, gözetierne kuleleriyle, elektrikli

tellerle, aydınlatma araçlarıyla, iz tarialanyla, casus uçakla­ rıyla, Kürtleri birbirlerinden tecrit etmek, aniann birbirleri­ ne karşı yabancılaşmalarını gerçekleştirmek istemişlerdir. Herhangi bir devlet sınırlan içinde de kan davaları yaratıla­ rak, küçük şeyler kıştırtılarak, büyütülerek aynı sonucu

saglamak vazgeçilmez bir devlet politikası olmuştur. Bütün bunlar Kürt ulusal degerierini epeyce bozmuş, dili, kültürü geri! etmiştir. Kürdistan üzerinde sürdürülen bu devlet terörünün en önemli destekleyicileri Batı devletleri olmuştur. Batı devletle­

ri, Kürdistan'daki devletlerarası sömürge sistemini her za­ man . onaylamıştır. Kürtlerin ulusal isteklerini, bu ugurda yürütülen mücadeleyi anlamazlıktan gelmişlerdir. Bu istek­ Ierin ve mücadelelerin farkına varmamak için özel bir çaba içinde olmuşlardır. Kürtlerin haklı ıstekİerinin bastırılması­ nı, bu süreçte çok yogun bir devlet terörü uygulanmasını, geniş Kürt halk kitlelerinin sürgünlerini, Kürdistan'ın yakı­ hp yıkılmasını, görmezden, duymazdan gelmişlerdir. Böylece Kürdistan'da ısrarlı ve kararlı bir şekilde uygulanan devlet-

335


lerarası sömürge sistemini onaylayan, meşru gören bir tu­ tum_ sergilemişlerdir. Kürtler, dilleriyle, kültürleriyle i:rıkar edilmişler, bu, do­ gal karşılanmıştır. Kürt adı. Kürdistan adı yasaklamnıştır. Kürtlere karşı soykırırnlar,

sürgünler birbirini

izlemiştir,

Kürtçe insan ve yer isimleri yasaklanmış, bunlar sömürgeci devletin resmi dilindeki sözcüklerle degiştirilmiştir. Kürtler kendi ülkelerinde, yerlerinden, yurtlanndan sık sık kovul­ muşlardır. Batı devletleri, Kürtlere karşı ısrarlı ve kararlı bir şekilde uygulanan ırkçı ve sömürgeci politikalan görmezden, duymazdan,

bilmezden

gelmişlerdir.

Bunun

karşılıgında

Türkiye'ye mallarını ihraç etmişler, Türkiye 'den önemli iha­ leler almışlardır. Bu süreçte. insan haklan gibi, ulusların kendi geleceklerini belirleme haklan gibi, özgürlük, demok­ rasi gibi evrensel degerler kuşkusuz zarar görmüşlerdir. On yılı aşkın bir zamandır. Kuzey Kürdistan'da .

PKK

önderliginde gelişen ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadele­ si, Kürt ulusunun tarih ..sahnesine çıkışı gibi son derece önemli bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Bu mücadelenin çok sancılı ve çok sarsıntılı oldugu bilinmektedir. Bugüne kadar, binlerce şehit vardır. Henüz 20 yaş çaglannı yaşayan. 20 ya­ şına bile gelmemiş binlerce genç insan şehit olmuştur. Kür­ distan. daglanyla . ormanlanyla yakılmaktadır, yıkılmakta­ dır. Köyler, kasabalar. şehirler. yogun bir şekilde, tank ve top ateşlerinin hedefidir. İnsanlar geniş kitleler halinde gö­ çerttlmektedirler. Bazı yerleşim birimlerine planlı ve prog­ ramlı bir şekilde ambargo uygulanmakta, kitleler mağ;dur edilmekte, açlıga mahkum edilmektedir. işkence vazgeçil­ mez, planlı, programlı, sistematik bir şekilde uygulanan dev­ let politikasıdır.

İnsanlar gözaltına alınmakta. gözaltında

kaybedilmekte, öldürülmektedir. Kaçırılan. öldürülen, ceset­ leri şuraya buraya atılan. bazen de hiç haber alınamayan Kürt yurtseverlerinin sayısı günden güne artmaktadır. Bü­ tün bunların illegal çalışan kontrgerilla denen Türk güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirildıgı açıktır.

"Faili meçhul"

denen fakat failieri tastamam bilinen cinayetierin sayısı bin­ lerle ifade edilmektedir. Kürdistan devletin illegal güçleri, il­ legal birimleri tarafından yönetilmektedir. Bu güçlerin, bu birimlerin, Kürt insanlarını öldürme, sakat bırakma, ezme, 336


yok etme konulannda sonsuz özgürlükleri vardır. Devletin,

başta adalet. yargı olmak üzere, herhangi bir qirimi, bu ope­

rasyonlar ve cinayetler hakkında herhangi bir soruştuqna

başlatamaz. Bu, fiili olarak böyledir, yasal olarak da garanti­

ye alınmıştır. Olaganüstü Hal Bölge Valiligi Yasası, devletin suç işleme özgürlügünü garanti altına almaktadır. Bptün

bunlar, Kürtleri korkutmak, yıldırmak, sindirmek, ulusal ve

demokratik haklannı istemekten, bu haklar dogrultusunda

mücadele etmekten caydırmak için yapılmaktadır. Halbuki, Kürtlerin

"şey"

önü

artık

açılmıştır.

Günümüze

kadar

tarihe

olarak katılan Kürtler, artık, siyasal istekleri olan, si­

yasal özlemleri ve siyasal iradesi olan bir kategori olarak, bir ulus olarak katılmaktadırlar. Günümüze kadar da kuşku­

suz Kürtlerden söz eden tarihsel metinler, tarihsel belgeler

" İran Şahı Osmanlı Padişahıyla savaşında, Kürtlerden teşek.k.ül eden bir ordu kurmayı düşündü, Osmanlılar da, aynı şekilde Kürtlerden kurduk­ lan bir orduyu İranlılarla savaşta en önde kullanmayı düşünüyorlardı ... ", "Kemalistler, Nasturllerin ayaklan­ masını bastırmak için Simko'dan yararlaniJlanın yolları­ nı arad_ı, ayaklanan Nasturllere karşı Simko'nun Kürtleri­ ni sürdü, bunun için Simko parayla, altınla desteklen­ di ... " , "Padişah İkinci Abdülhamid'in, Ermenllere karşı Kürtleri kullanması önemli bir taktlkdi . " şeklinde kayıt­ vardı, fakat , bu, daha çok,

. .

lardı.

Osmanlılarla İranlalann bu

savaşlannda,

pek çok

Kürt ölüyordu. Savaşlar da daha çok Kürdistan topraklann­

da gerçekleşiyordu . Günümüzdeyse , Kürtler, artık kendileri

için

savaşmaktadırlar,

kendileri

için

ölmektedirler. . .

Bu ,

Kürt ulusunun tarih sahnesine çıkışı demektir. Bu süreci durdurmak. geriletmek artık mümkün degildir. Bilgili, bi­

linçli ve kararlı bir şekilde süren bir mücadele vardır PKK önderliginde yürütülen bu gerilla mücadelesinin çok büyük

bir fedakarlıgı ve vefakarlıgı içerdigi bilinmektedir. Gerilla.

düşüncesiyle ve eylemiyle geniş Kürt halk yıgınlarıyla bü­

tünleşmiştir. Kürt bölgelerinde , mahalli. seçimlerin yapılma­ sının

ertelenmesinin

düşünülmesi,

bu

bütünleşmenin

önemli bir sonucudur. Gerilla disiplinlidir. Disiplin içinde ol­

ma Kürt gerilla mücadelesinin önemli bir özelligidir. PKK,

ARGK ve ERNK saflannda,

hissedilen bir hiyerarşi

vardır. Gerek gerillalann, gerek Kürt halk yıgınlannın müca337


deleye inancı gittikçe büyümektedir. Bunlar, Kürtlerin artık, dönülmez, döndürülemez bir yolda olduklarını açıkça gös­ termektedir. Bu süreçte, devletin. devlet terörünü tınnandır­ maktan,

kimyasal

silahlar,

zehirli

gazlar

kullanmaktan,

Kürtlere, tanklar, agır toplar, Süper Kobralar. Skorsky-ler kullanmaktan; köyleri, kasabalan, şehirleri yıkmaktah baş­ ka hiçbir programı yoktur. Buysa, acizligin temel gösterge­ sinden başka bir şey degildir. Zira, son derece hızlı bir şekil­ de siyasal ve toplumsal bir degtşrne yaşayan, siyasal kül­ türü artah bir halka, baskıyla, zulümle, öldürerek, kaybede­ rek,

..

falU meçhul''

cinayetlerle yok ederek. . . yönetmenin

hiçbir gelecegi yoktur. Mücadele çok sancılı ve sarsıntılı geçmektedir. Özgür­ lük, eşitlik için agır bir bedel ödenmektedir. Bu agır bedel karşılıgında, Kürtler, tarihteki onurlu yerlerini alma yolun­ dadırlar. . .

338


DEVLET BASlNINA ÖZGÜRLÜK!

. • .

(•J

Ferhat Tepe çok genç bir gazeteciydi. Özgür Gündem gazetesinin Bitlis muhabiriydi. Ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin Bitlis yöresinde cereyaruyla ilgili haberler ve­ riyordu. Kürt halkına karşı sürdürülen devlet operasyonlan­ nı izlemeye çalışıyordu . Geçtigirniz Agustos ayının başlann­ da, devletin güvenlik güçleri tarafından kaçınldı. Cesedi bir hafta kadar sonra, Elazıjfdaki Hazar Gölü'nde bogulmuş olarak bulundu. Devlet basım, genç gazeteci Ferhat Te­ pe'nin devletin gizli güçleri tarafından kaçınlması ve işkence edilerek öldürülmesi konusunda küçücük ber tepki bile gös­ termedi. Hatta, "kaçınldılı söylenen", "boguımuş olarak

bulunan kişi gazeteci degildir", "bu kişi terörist bir gaze­ tecldlr" gibi açıklamalar yaparak katlıarnı meşrulaştınnaya çalıştı. Türk basın kuruluşlarının bu konuda hiçbir tepkisi olmadı. Yine geçtigirniz Agustos ayında, Ferhat Tepe'nin kaçırı­ lıp öldürüldügü günlerde, yine Özgür Gündem gazetesi mu­ habiri Aysel Malkaç sivil polisler tarafından kaçırıldı. Aysel Malkaç'tan hala haber yok. ÖZgür Gündem gazetesinin sa­ yısız çabalarına, demeokratik kitle örgütlerinin çabalarına ragmen Aysel Malkaç ın akıbeti hakkında hiçbir açıklama yapmamıştır. Sadece, "Aysel Malkaç pollste delil" den­ mekte. I;Ialbuki, Aysel Malkaç'ın, İstanbul'da, Özgür Gün­ dem gazetesinin önünden sivil polisler tarafından alındıgı bilinmektedir. Genç bir bayan gazetecinin kaçınlması ve gö­ zaltında yok edilmesi olayında da, devlet basınının en ufak bir tepkisi olmamıştır. Aysel Malkaç'ın bulunması konu­ sunda gerçekleştirilen eylemleri görmezden, duymazdan gel'

(*)

Özgür Gündem, 28 Ekim 1 993

339


mişlerdir. Türk basın kurumlannın en küçük bir tepki geliş­ tirmedikleri de yine gözlenen bir olaydır.

ÖZgür Gündem muhabirierine devlet tarafından yapılan baskılar, saldırılar bunlardan ibaret degildir. 24 Şubat 1 992 'de Cengiz Altun, 8 Haziran 1992'de Çetin Abayay, 3 1 Temmuz 1992'de Yahya Orhan devletin gizli güçleri tarafın­ dan katledildiler. Bunlar, ÖZgür Gündem, Yeni Ülke, We­ lat gazetelerinin Diyarbakır muhabiriydiler. Bunlar, kuşku­ suz, basın özgürlüğ;ünün devlet tarafından çiğ;nenınesinin somut göstergesiydiler. Fakat devlet basınının, başka bir ifa­ deyle "Mehmetçik basın"ın bu olaylara ilişkin hiçbir tepki­ sinin olmadıgı da bilinmektedir. 10 Ağ;ustos 1 992'de Hüseyin Deniz, 20 Eylül 1 992'de Musa Anter, 18 Şubat 1993'de Kemal Kılıç katledildiler.

Bu kişiler de, Özgür Gündem, Yeni Ülke, Welat gibi basın organlannda gazetecilik yapıyorlardı. Bu arada, 2 2 Şubat '1 992'de katledilen 2000'e Dogru dergisinin muhabiri Halit Güngen'i, 20 Kasım 1 992'de katledilen Gerçek dergisinin muhabiri Namı� Tarancı'yı da anmak gerekir. Bu kişiler de Diyarbakır'da çalışıyorlardı. 13 Mart 1993'de katledilen İh ­ san Karakuş Silvan'da gazetecilik yapıyordu. Devlet basını­ nın bu olayların hiçbirinde tepki göstermediğ;i, bilakis bu ga­ zetecilerin katıedilmesini teşvik ettiğ;i, kışkırttıgı yakından biliniyor. Türk basın kuruluşlannın, herhangi bir tepki oluş­ turmaktan uzak durduklan da gözleniyor. Kürdistan'da gazetecilik yapmanın, gerçekleri yazmanın, muhalif bir gazeteci olmanın çok farklı bir boyutu daha var. Özgür Gündem gazetesinin Kürdistan'da dagıtımını engelle­ mek için hukuk ve insanlık dışı olan her yola başvurulmuş­ tur. Özgür Gündem gazetesini satınamalan için büfeler sık sık uyarılmıştır, büfe çalışanianna günden güne artan bas­ kılar yapılmıştır. Özgür Gündem'i kendi olanaklarıyla dagıt­ maya çalışan yurtsevedere kurşun sıkılmıştır. Dagıtım yap­ maya çalışanlar arabalannın içinde gazeteleriyle birlikte yakılmışlardır. ÖZgür Gündem'i satmaya devam eden gazete büfeleri, kurşunlanmış, yakılmıştır. Öteki gazetelerle birlikte Özgür Gündem'i de satan büfe sahipleri. büfelerinde gazete­ lertyle birlikte yakılmışlardır. Devlet, Diyarbakır, Batman, Van gibi yörelerde, benzer bazı yöntemlerini sık sık uygula340


mıştır.

Özgür Gündem'in

dagıtırnını ve okunmasını engelle­

rnek için her şey yapılmıştır.

Özgür Gündem gazetesini

sat­

maya, dagıtrnaya çalışan 1 5 - 1 6 yaşlanndaki çocuklar satır­ larla

dogranrnıştır,

birkaçı

kaçırılıp

öldürülrnüştür.

Ve

bunlar devletin güvenlik güçlerinin teşvikiyle gerçekleştiril­ miştir. Devlet basını bu gibi olayları, görmezden, duymaz­ dan, bilmezden gelmişlerdir, devletin

Özgür Gündem

üze­

rindeki bu haskılarına karşı en ufak bir tepki gösterme­ mişlerdir. İstanbul, Ankara, İzmir gibi yörelerdeki etkili. ba­ sın kuruluşlarının bir tepkisi söz konusu degildir. Basın öz­ gürlügü böylesine devlet baskılanyla ayaklar altına alınır­ ken, gerek devlet basını, gerekse Türk basın kuruluşlan hiç ses çıkarmıyor. Kaldı ki dagıtırnı engellenen gazete , sadece

Özgür Gündem

de degildir.

Aydınlık

gazetesinin dagıtırnı

da pek çok yerde engellenrnektedir.

Özgür Gündem gazetesinin Özgür Gündem'e açılan dava­

Bütün bunların yanında, pek çok sayısı toplatılrnıştır. ların sayısı

"yüzlerce"

sözcügüyle ifade edilmektedir. Yazıiş­

leri müdürleri tutuklanrnıştır. sahibi ve

Özgür Gündem

gazetesinin

Demokrasi Partisi Genel Başkanı Yaşar Kaya

tu­

tukludur. Bunlar, devlet basını tarafından ve Türk basın ku­ ruluşları tarafından basın özgürlügünü zedeleyen olaylar ·

olarak degerlendirilrnernektedir. Böyle bir süreç yaşanırken, PKK, 1 6 Ekim 1 93 tarhinde , devlet basınının Kürdistan'daki faaliyetlerini yasaklayan bir karar aldı. Günlük basının bürolarını kapatrnalannı, faali­ yetlerine son vermelerini istedi. PKK, iki gün sonra, yabancı basının da bu yasak kapsamına alındıgını açıkladı. Bu ya­ sak üzerine devlet basınının, Diyarbakır'da ve genel olarak Kürdistan'ın her yerinde dagıtırnı durdu. Polisler gazete da­ gıtmaya, gazete satmaya başladılar. Olaganüstü Hal Bölge Valiliğ;i gazetecilere koruma önerdi, gazetecilerin habfxler için polis eşliginde dolanrnalannı istedi. Gazeteciler bu öne­ riyi kabul etmediler. Gazeteciler 19 Ekim 1993 tarihinde Di­ yarbakır'daki ve çevre

illerdeki bürolarını kapattılar.

21

Ekim 1 993 günü de, İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropol­ lerde etkili olan Türk basın kuruluşları ve Devlet Bakanı Yıl­

dınm Aktuna

dayanışma için Diyarbakır'a gitti ve döndü .

Samsun, Konya, Bursa, Eskişehir gibi şehirlerdeki Türk ba-

341


sın kuruluşlan da " Doiu"daki ve "Güneydoiu"daki gazate­ cilerle dayanışma için bildiriler yayınladılar. Diyarbakır'daki gazete çalışanları, basın kuruluşlan yasagın ciddi oldugunu, yasaga uyacaklannı açıkladılar. Türk basın kuruluşları ve devlet basını, PKK'yi basın öz­ gürlügünü çignemekle suçladılar. Devlet basını ve Türk ba­ sın kuruluşlan, bölgede, gazetecilerin faaliyetini engellemek­ le, PKK'nin kendi bindigi dalı kestigini açıkladılar. PKK'nin panik içinde oldugunu, gücünü kaybetmekte oldugu için bu yola başvurdugunu söylediler. . . Aslında, PKK'nin b u yasagının veya protestosunun dev­ let basınının faaliyetlerini , çalışmalarını- engelleyici bir yönü yoktur. Çünkü, devlet basını, Kürdistan'da cereyan eden olaylan, ARGK gerillalanyla Türk güvenlik güçleri arasında­ ki savaşın cereyan şeklini, hep Olaganüstü Hal Bölge Valili­ gl'nin yayımladıgı bildirilere göre verdiler, bu bildirilerdeki haberlerin dşında hiçbir haber yayımlamadılar. Yakılan, yı­ kılan köylerden; evleriyle, eşyalanyla birlikte yakılan insan­ lardan; faili meçhul denen fakat failleri tastarnan belli olan cinayetlerden hiç söz etmediler. Bu cinayetleri, görmezden, duymazdan, bilmezden gelmek için özel bir çaba sarfetttiler. Kürtlerin, PKK önderliğ;inde yürütülen ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesini, hep · devletin istemleri dogrultusun­ da değ;erlendirdiler. Bu bakımdan PKK'nin eylemlerini ya­ saktan çok protesto olarak degerlendirmek daha dogrudur. Hep devleti seslendirmiş, resmi gazete gibi çalışan bir basın için özgürlüge gerek yok. Özgürlük muhalefet için ge­ reklidir. Devlet basını, Bosna-Hersek'deki "Sırp zuhnü"nü fotog­ raflarla, görüntüler eşliginde vermek için çok büyük bir ça­ ba harcıyor, fakat bu tür zulümleri çok daha agır bir biçim­ de yaşayan Kürdistan'dan, yakılan, yıkılan köylerden, evle­ rinde, eşyalanyla, hayvanlarıyla birlikte yakılan insanlardan hiçbir görüntüye rastlanmıyor. ·

Benzer nedenlerden dolayı PKK'nin Türk basınına koy­ dugu yasagın, basın haber kaynaklanna ulaşma, güvenlik güçleriyle gerillalar arasındaki mücadeleyi izleme açısından yaratacagı bir engel yoktur. Olaganüstü Hal Bölge Valili­ gl'nin bildirisini alıp gazeteye ulaştırmak, sadece bunu yap342


mak gazetecilik de degildir.

Özgür Gündem'e yapılan baskı­

lan görmezden gelen, muhabirler kaçmhp öldürülürken, ga­

zete satmaya çalışan çocuklar satırlada dogranırken basın özgürlügünü hatırıamayan devlet basınının ve Türk basın

kuruluşlarının, PKK'nin

"Kürdlstan'dan çeklllnlz"

direktifi

karşısında. bu ilkeyi hatırlaması inandıncı degildir. Halbuki, sürecin çok daha önemli bir anlamı vardır. Bu, PKK'nin böl­

gede yaygırılaşmasını, kökleşmesini, iktidar sahibi olaması­ nı, sözü dirılenir bir otorite olmasını gösteren bir süreçtir.

343


.. TÜRK YAZARLARI . . . " (")

1 0- 1 5 yıl öncesine kadar

"Türk sanatçısı••

"Türk yazan••, "Türk şairl""

denildiğ;i zaman, bu deyimler, sözcükler

etrafında önemli bir tartışma olmazdı. Falan Türk degildir, Kürt kökenlidir, vs. denmezdi. Örneğ;in bir Türk düşünürüdür",

"Saldi Nursi

"Abdullah Cevdet

bir Türk din adamıdır"

dendigi zaman herhangi bir itiraz, tartışma söz konusu ol­ mazdı. Bugün,

Yılmaz Güney

Yaşar Kemal, Ahmet Arif, Cemal . Süreya,

gibi yazarlar, şairler, sanatçılardan söz açıl­

dıgı zaman bazı itirazlar, tartışmalar olabiliyor. B u , etnik köken ile kullanılan dil, bütünleşilen ve yaşa­ nan kültür arasındaki çelişkiden, uygunsuzluktan ortaya çı­ kan' bir sonuç oluyor. Türk kökenli olup Türkçe yazanlarla Kürt kökenli olup Türkçe yazanların durumlan belirginlik kazanıyor. Daha çok, Kürt kökenli olup, Türk diliyle yazan­ lann, Türk kültürüyle bütünleşenlerin, Türk kültürünü ya­ şayıp Kürt toplumu olma özelliklerine yabancılaşanlann du­ rumlan tartışma konusu ediliyor. Bu yazariann ve şairlerin eserlerinin hangi

edebiyat

çerçevesinde

degerlendirilecegi

tartışılıyor. Bu yazarlan ve eserlerini, Türk edebiyatı içinde mi, yoksa, Kürt edebiyatı içinde mi ele almak geregi üzerin­ de duruluyor. . . Aslında, konunun, bu tartışmalardan çok daha önemli olan, çok daha temelde duran bir yanı vardır. Konunun Türk egemenlik sistemiyle, asimilasyon süreciyle, asimilas­ yonu meşru kılacak düşünce açıklamalarıyla çok yakın iliş­ kisi olan bir yönü vardır. Asimilasyonun, Kü_rt sorunu söz konusu oldugu zaman, çok önemli olan, vazgeçilmez olan bir devlet politikası oldugu bilinmektedir. Ve Kürtlerin asi­ milasyonunu gerçekleştirmek için her türlü önlernin alınma­ sı ve yürürlüğ;e konulması ·mübah sayılmaktadır. Asimilas-

(*) 344

Yen/ Insan, Sayı 20, Kasım 1 993


yonun amacı kısaca, Kürt kimligini silmek, Kürt insanlanın Türk kimligi içinde yetiştirmek olarak anlaşılabilir. Burada dilin birinci planda önemli oldugu açıktır. Kürt dilinin unut­ turulması, Türk dilinin egemen kılımnası, Kürt falklor ürün­ lerinin gasp edilip Türk falkloruna mal edilmesi temel bir amaçtır. Bu süreçte, Örnegin bir taraftan Kürtçe yasaklan­ mış, bir taraftan da Kürtlerin varlıgı inkar edilmiştir, bir ta­ raftan da Kürt diline. Kürt tarihine , Kürt kültürüne ilişkin bütün ürünler bütün izler yok edelmeye çalışılmıştır. Bütün bunlardan dolayı

"Türk yazarlar"

sorununu,

kendi öz kimligine yabancılaşan, kendi öz kimligine yabancı­ laştıgı ölçüde egemen ulusun. egemen dilin ve kültürün bir degeri haline gelen yazarlar sorunu olarak ele almak ve de­ gerlendirmek gerekir. Kendi öz kimligine, ulusal kimligine yabancılaşma nasıl gerçekleşmektedir? Egemen ideoloj i açı­ sından yabancılaşmamn anlamı nedir? Yazarlann, sanatçı­ Iann kendi öz kimliklerine yabancılaşması. egemen dili ve kültürü benimsemeleri, bu dilde ürünler üretmeleri, asimi­ lasyon politikası açısından neyi ifade etmektedir? Bu sorun­ lann. benzer sorularm biraz kurcalanması gerekmektedir. Kürtlerde ulusal bilincin gelişmedlgi ulusal ve toplumsal mücadelenin çok cılız bir şekilde sürdügü , kitlelerle organik baglar kuramadıgı

dönemlerde,

Kürt

kökenli olan,

fakat

Türkçe yazan. Türk siyasal, toplumsal ve kültürel degerie­ riyle bütünleşen yazarlar sorunu veya buna benzer bir so­ run kamuoyunun bilincine çarpmamaktadır. İnsanlar, kül­ tür ve sanat kurumlan, bu tür sorunlarla meşgul olma­ maktadır. Bu, bir ihtiyaç olarak kendisini hissettirmemekte­ dir. Örnegin, Kürt kökenli bir yazarın veya şairin eserlerinin

"Türk Şairleri Dizisi" içinde veya "Çaidaş Türk Edebiya­ tı" dizisi içinde yayınlanması. insaniann bilincine çarpan konular olmamaktadır. Fakat ulusal bilinç yükseldikçe, ulu­ sal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi yaygınlık kazandıkça, derinleştikçe, herhangi bir yazarın etnik kökeni, yazdıklany­ la ıdrne hizmet ettigi, Türk yazan mı,

"Kürt yazan mı"

ol­

dugu gibi konular konuşulmaya ve tartışılmaya başlanmak­ tadır. İşte, bu süreçte. Türk etnik kökeninden gelmeyen, örne­ gin Kürt kökenli olan, fakat hep Türk diliyle yazan, Türk

345


kültürüyle bütünleşen yazariann yapıp ettikleri, insanlarm

bilincine çarpmaktadır.

Bu, kişilerle ilgili küçük bir inceleme yapıldıgı zaman,

aslında,

bunlann kendi toplumunun

degerlerine,

ulusal

kimligine yabancılaştıkları da görülmektedir. Bunun belirli

bir süreç içinde ele alındıgı açıktır. Kendi özüne yabancılaş­

ma sürecinde egemen ulusun, egemen dilin ve kültürün bir degeri haline geldıgı de gözlenmektedir. Resmi ideolojinin

böyle bir süreçten yararlanınaınası, bunları resmi ideoloj i­

nin düşüncesi ve eylemi dogrultusunda degerlendirmeınesi düşünülemez.

Resmi ideoloji Kürt olarak bilinen bir ulusun, Kürtçe di­

ye bilinen bir dilin varlıgını kabul etıneınektedir. Bu söyleın­

de ulusal ve toplumsal mücadele sürecinde oluşan fiili kaza­

nımlarla elbette bir degişme olmuştur. Fakat resmi ideoloji,

Kürtlere, Türk olmaktan başka, Türkleşmekten başka hiçbir

yol olmadıgını anlatmaya çalışmaktadır.

"Kürt ulusal hak­ lan", "Kürtlerin ulusal ve demokratik haklan" gibi söy­ lemlerin hayal mahsulü oldugunu vurgulamaktadır. Sunla­

rm gerçeklik kazanınalan imkansız hayal ınahsulü düşün­

celer oldugunu da belirtınektetir.

Kürtlere, "eger yaşamak istiyorsanız, Türk olmaktan, Türkleşmekten başka yol yoktur, bunu iyice blHn, kafamza sokun . . . " demektedir.

Bunun ırkçı bir dayatma oldugu açıktır. Bu ırkçı dayatınala­

rı haklı göstermek için, temel özelligi yine ırkçı olan ideoloj ik

açıklamalar d a yapılmaktadır. "Kürtçe ilkel bir dildir. Dil bile degildir, mahalll bir a!ızdır. Bu ilkel dille blUm, fel­ sefe yapılamaz. Dolulular böylesine Ilkel bir dllle mede­ niyete açılamaz, ç&gdaş uygarlİkla bütünleşemez. Onun için Dolulular bu ilkel agızı unutmalı, Türkçe ölrenmeli, çocuklanna Türkçe öfretmelidir. Medeniyete açılma, ça!daş uygarlıkla bütünleşme ancak böyle olur... " Bu noktada, kendi kimligine yabancılaşarak, egemen

ulusun, egemen dilin ve egemen kültürün bir degeri haline

gelen yazarlar da resmi ideoloji için önemli bir delil olmakta­

dır. Örnegin, Türk basını, Türk yazarları, Kürt deyince ·bu

gibi isimleri hatırlamakta,

bunlann da eserlerini ancak,

Türkçe yazabildiklerini vurgulaınaktdırlar.

"Çünkü, Kürtçe denen dil ilkel bir dildir, bir agızdır, bu ilkel &!ızla, ro-

346


man, hikaye yazılamaz. . . ··

demektedirler. Resmi ideoloji,

Kürt denildiğ;i zaman, bu tür kişileri, yazarlan ön plana çı­ karmakta, Türk kültürüyle, Türk değerleriyle bütünleşerek Türkçe konuşarak ve yazarak kendini maddi ve manevi ola­ rak geliştirebildiklerini belirtmektedir. Kendi öz kimliğine yabancılaşarak egemen ulusun, ege­ men dilin, kültürün bir değeri haline gelme sürecinden res­ mi ideoloj i istifade ettiği kadar, ilgili yazarlar da istifade et­ mektedir. Bu yazarlar, Kürtler konusunun, devlet tarafın­ dan çok hassas bir konu olarak değerlendirildigini bilmekte­ dirler. Bu konularda, devleti rahatsız edecek, devleti zor du­ rumda bırakacak yazılar yazmamaya , açıklamalar yapma­ maya özen göstermektedirler. Bu da onların devlet katındaki itibarlannı daha da artırmaktadır. Yukanda ulusal bilincin gelişmedigi, bir dönemden söz etmeye çalıştık. Ulusal bilincin geşmediği, ulusal ve toplum­ sal mq.cadelenin kitlelerde önemli yankılar bulmadıgı dö­ nemler, toplumsal kontrol mekanizmalannın da saglıklı bir şekilde işleinedigi dönemlerdir. Siyasal meşruiyetin bilince çıkmadıgı dönemlerdir.

Halbuki günümüzde ulusal bilinç

yükselmiş, kitleler, ulusal ve toplums al mücadeleye kanalize olmuş, siyasal meşruiyet anlayışı kökten degişmiş, toplum­ sal kontrol mekanizmalan dinamik bir şekilde çalışmakta­ dır.

Kendi kimligine yabancılaşma ve egemen ulusun degeri haİine gelme sürecinde bir konu daha dikkat çekmektedir. Kendi diline yabancılaşan yazarlar, şairler, içinden çıktıklan toplumun bazı degerlerini, özellikle , sözlü folklor ürünlerini de egemen dile, egemen kültüre taşıınaktadırlar. Ve bunlar, artık, egemen dile, egemen kültüre mal edilmektedir. Bunu kültürlerarası, halklararası bir etkileşim olarak degerlendinnemek gerekir. Kültürlerin, dillerin birbirlerini etkilemelerinden, ancak, halkların birbirleriyle eşit oldugu, kendi geleceklerini belirledikleri, kendi tarihlerini yaşadıkla­ n zaman söz konusu edilebilir. Halbuki, Kürtler dilleriyle,

kültürlertyle yok edilmek, asimile edilip eritilrnek istenen bir ulustur. Bunu gerçekleştirmek için her yol mübah sayılıyor. Halklar arasında siyasal eşitlik bulunmadıgı zaman, etkileşi­ min egemen dil ve kültür lehine olduğu açıktır. Bu sürecin

347


demokratik hiçbir özü yoktur. Tam anlamıyla ırkçı ve sö­ mürgeci bir politikanın göstergesidir. İşte, böyle bir ortam­ da,

"Türk yazarlar", "Türk Şalrl�r".

Kürtlerin sözlü edebi­

yatını, folklor degerierini alıyorlar Türk diliyle ifade ediyorlar

ve bunlan, Türk diline, Türk kültürüne mal ediyorlar . . . Böy­

lece asimilasyon sürecine de katkı sunmuş oluyorlar. Kendi diline yabancılaşma, Kürt toplumu olma özelliklerine yaban­

cılaşma, Kürt degerierinin egemen dile, kültüre taşınmasına

engel olmuyor.

Halbuki, bunlar, Kürt degerierinin gasp edilmesinden

başka bir şey degildir. Bunun Kürt kökenli olan yazarlar,

şairler, ses sanatçılan vs. tarafından gerçekleştirtlmiş olma­

sı resmi ideolojiye daha büyük bir güç kazandınnaktadır.

Kürt şarkılannın, ezgilerinin Türkçe sözlerle ifade edilmesi,

Türkleştirilmesi ancak gasp kavramıyla açıklanabilir. * * •

Yaşar Kemal gibi yazarlarm

durumunu bu çerçeve için­

de ele almak gerekir. Bunun için ömegin, Bosna-Hersek'de ve Kürdistan'da cereyan eden olaylan ve 'bll olaylar karşısın­ da sözü edilen yazariann nasıl tutum ve davranış sergiledi­

ğ;ini

incelemekte yarar vardır.

Bosna-Her­

Oslobodenje,

sek'de yayınlanan bir gazete. Sırp saldırılan sonucunda ya­ kılmış, yıkılmış, yayını sürdürme olanaklan güçleşmiş . . .

şar Kemal, "Oslobodenje Çahşanlan, Dostlanm"

Ya­

başlıklı

yazısında, gazete çalışanlanyla dayanışma duygulannı dile getiriyor.

(Milliyet.

5 Nisan 1 993)

Bu, çok dogal bir duygudur. Fakat, şunu da düşünmek gerekir. Baskıya ve zulme ugrayanlar sadece Bosna-Her­ sek'de yayınlanan gazeteler mi? 1992 yılında

dem gazetesine

ÖZgür Gün­

çok agır baskılar yapılmıştır. Gazetenin da­

gıtımını engellemek için arabalar yakılmış, gazetenin satışı­ nın yapıldıgı büfeler

imha edilmiş,

büfelerde

çalışanlar

öldürülmüştür. Bazılan büfeleriyle birlikte yakilmıştır. 1 5 ci­

vannda Kürt gazeteci öldürülmüştür. Bütürt bunların devlet güçleri tarafından gerçekleştirildiğ;i bilinmektedir.

Kürdis­

tan'daki zulmün, işkencenin Bosna-Hersekle kıyaslanama­

yacak kadar agır oldugu da bilinmektedir. Köylerin yakılma-

348


sı, yıkılması, insanların, evlerini köylerini terke zorlanmala­ rı, her gün yaşanan, sık sık yaşanan olaylardır. Ömegin, Bosna-Hersek'de,

Birleşmiş Milletler'in

de denetimiyle sa­

vaş uçaklan kullamlamıyor, Kürdistan'daysa savaş uçakları, Kobralar, Süper Kobralar en etkin bir şekilde kullanılıyor.

Yaşar Kemal'in

romanlanndaki kahramanlar devletten kay­

naklanan bu haksızlıklara hep karşı çıkıyorlar. onlarla mü­ cadele ediyorlar, fakat Yaşar Kemal'in, kendisinin, Kürdis­ tan'daki zulme tavır aldıgı hiç görülmüyor. Bu haksızlıklar karşısında,

Yaşar Kemal neden

sesini yükseltmiyor, acaba?

Kürdistan'da gittikçe artan, gün geçtikçe boyutlanan ırkçı ve sömürgeci zulüm karşısında

"Türk yazarlan . . . "mn

sesleri

çıkıyor mu? Kaldi ki Bosna-Hersek'deki iç savaş, sırurlann yeniden çizilmesini

amaçlamaktadır.

Sırplar.

Hırvatlar

yamnda,

Müslüman Boşnaklar gerçegi de vardır. Savaşın amacı, bu gerçegi yok etmek degildir, sınırlan yeniden çizmektir. Türk sömürge yönetiminin Kürdistan'daki amacıysa, diliyle, kül­ türüyle, tarihiyle, Kürt ulusunu tamamen yok etmektir. Bütün bu gerçekler karşısında

"Türk yazarlan" .

başka

bir ülkede cereyan eden olaylarda, baskıya ugrayanlann ya­ nında tavır koyabiliyorlar. Baskıyı ve zulmü yapan yönetim­ leri eleştirebiliyorlar. Fakat kendi devletlerinin gerçekleştir­ digi baskılan da çogu zaman görmezden, duymazdan geli­ yorlar, bu zulme karşı tavır almıyorlar. İ nsanların, kimlerle dayarnşma yapıp yapmayacakları, ne yazacakları ne yazma­ yacakları elbette kendileriyle ilgili bir olaydır. Yazarlan ne­ den falanca konuya egilmiyorsunuz, diye eleştirrnek de dog­ ru degildir. Fakat yazarların, çeşitli olaylar karşısında sergi­ ledikleri çifte standartlı tutum ve davramşlar ilgiyle izlenir olmuştur. Buna açıklık getirmeye çalışıyoruz. Kaldı ki, çifte standartlı olmak, aydın niteligiyle , evrensel ölçütlerle bag­ daşmaz. Devletin degerieriyle bütünleşme söz konu su oldugu za­ man çelişkili, çifte standartlı tavır ve davramşlar da kaçınıl­ maz oluyor. Devletin degerieriyle bütünleşme. Karnınca bu, önemli bir kavram, Türk aydımmn temel özelligL . . Kendi toplumuna, ana diline ve kültürüne yabancılaş­ ma, egemen ulusun, egemen dilin ve kültürün bir degeri ha349


line gelme, kuşkusuz, sadece yazarlada ilgili bir olay degil­ dir.

İbrahim Tatlıses, İzzet Altınmeşe, Burhan Çaçan

gibi

bazı ses sanatçılanmn durumlan da bu çerçevede ele alına­ bilir.

"Türk yazarlan.. , "Türk sanatçılan

..

bu çelişkilerinin

gündeme getirilmesini istemezler, çelişkilerin deşifre edilme­ sine şiddetle tepki gösterirler. Ankara'da 2 1 -22 Mayıs tarih­

Edebiyatçılar Demeli tarafından düzerılenen ••yaşar Kemal Günlerl"nde, Yurt Kitap-Yayın Sahibi Ünsal Ö ztürk'ün Yaşar Kemal'e sordugu soru, bunu bir kere da­ leri arasında,

ha göstermiştir.

350


KİTAP ÜZERİNDEKİ GÖLGE(")

Kitap sözcügü, her şeyden önce

lük"

"düşünce"

ve

"özgür­

kavrarnlarını çagnştınr. İnsanlık. bilgi birikimini kitap­

lada korur, kitaplarla geliştirir. Egemen düzenler, her za­ man

kendilerini yasaklarla

korurlar,

yasaklar

koyarak,

yasaklan cezai yaptınmlarla koruyarak kendilerinin eleştirii­

mesine engel olurlar. _ Yasaklar her zaman keyfidir, kamu

vicdanınca eleştirilmekte, kabul edilmemektedir. Düşünceyi açıklama, yeni bir şeyler yaratma. yasaklarla engellenir. in­

sanlıgın bilgi birikimi bu yasakları eleştirerek, aşarak büyü­

müştür, çogalmıştır. Bu ugurda, çok agır bir bedelin ödendi­ gi bilinmektedir. Demokratik olmayan devletler. herzaman bir resmi ideo­

lojiye ihtiyaç duymuşlardır. Resmi ideoloji, insanlara, hangi konulan düşünmemeleri gerekligini bildirmektedir, bazı ko­

nuların nasıl düşünüleceğ;i konulannda direktifler vermekte­

dir. Hangi konularm yasak kapsamına girdiğ;ini, hangi ko­

nuların girmedigini resmi ideoloji saptamaktadır. Aydınla­

rın. halkın, resmi ideoloji doğ;rultusunda düşünmeleri, buna

göre tavır ve davranış sergilemeleri için her türlü önlem alı­

nır. Bu amacı gerçekleştirmek için etkili bir ceza sistemi de

uygulanmaktadır. Bilimsel düşüncenin, sanatın ve kültürün gelişmesini engelleyen en önemli engellerden biri resmi ideo­

loj idir. Resmi ideolojinin etkili bir kurum olarak çalıştıgı top­ lumlarda özgürlükler gelişip kökleşemez, özgürlükleri bog­

mak, işlemez hale getirmek, bu kurumun temel işlevi ve amacı olarak belirmektedir. Resmi ideoloji bazen devletin dışındaki kururnlar tara­ fından, sivil toplum kurumlan tarafından da savunulmakta­ dır. Bu , resmi ideoloj inin kurumlaşmasıyla, toplumda önem­

li bir işieve sahip olmasıyla ilgili bir durumdur. Fakat sivil toplum kururnlarının resmi ideolojiye sahip çıkmaları, coş-

(*)

6zgOr GOndem, 4 Kasım 1 993

35 1


kulu bir tavır sergilemeleri özgürlüklerin geleceğ;i açısından çok tehlikeli bir oluşumdur.

12. TÜYAP KİTAP FUARI

yöneticilerinin düşünceleri,

tutumlan irdelenmesi gereken bir olaydır.

TAP FUAR! tap-Yayın'a

12. TÜYAP Kİ­

yöneticileri, Ağ;ustos ayı ortalarında,

Yurt Ki­

taahhütname göndermişlerdir. Bu taahhüt­ namenin Yurt Kitap Yayın dan yetkili bir kişi tarafından imza edilip gönderilmesini istemektedir. Bu taahhütname bir

'

şöyledir.

"TAAHHÜTNAME TÜYAP FUAR PAZARLAMA A.Ş. tarafından 6-1 4 Ka­ sım 1 993 tarihleri arasında I stanbul Tepebaşı Sergi Sara­ yı'nda düzenlenecek ola_n 1 2. Kitap Fuarı süresince mah­ keme kararı ile yasaklanmış kitapların standda bulundu­ rulmayacağ ı n ı , aksi takdirde stand sözleşmesinin iptal edi lip, standın kapatı lacağ ı nı ve stand ücretinin taraf ı mıı­ ca ödeneceğini kabul ve taahhüt ederiz. Tarih : Firma : Yetkili Kişi: Imza ve Kaşe:"

Taahhütnarnede belirtilenlerin bir direktif oldugu bes­ TÜYAP KİTAP FUARI yöneticileri, sadece, "yasak kltaplar"ın satılamayacağ;ını değ;il, standda, bu kitapların

bellidir.

bulundurulan_ıayacağ;ını da, ömeğ;in bunların standda teşhir edilemeyeceğ;ini de buyurmaktadırlar.

TÜYAP KİTAP FUARI yöneticileri

bu düşünceleri ve tu­

tumlanyla, devletin düşüneeye uyguladığ;ı baskılara, kitap yasaklarnalanna aynen katıldıklarını göstermiş olmaktadır­ lar. Bir sivil toplum kuruluşu olan Kitap Fuan'nın böylesine bir baskıyı seslendirmesi, baskıya aracılık etmesi, ortak ol­ ması,

demokrasi adına,

fikir özgürlüğ;ü adİna büyük bir

ayıptır.

TÜYAP KİTAP FUARI yöneticileri, daha sonraki taahhütnarneyi 2 10 yayınevi içinde,

konuş­

gönderdiklerini söylemişlerdir.

Olayın

malarında, bu

Yurt Kitap-Yayın'a

sadece

bu boyutunun da üzerinde durulması gerekir. Bu noktada,

352


yine , devletin kitap yasaklamasıyla ilgili bir politikasına de­ ğinmekte yarar var. Devlet, kitaplara, dergilere sık sık ya­ saklar getiriyor. Fakat bu yasaklardan söz edilmesini, ya­ saklann teşhir edilmesini istemiyor. Devletin işkenceye iliş­ kin politikalan da böyledir. işkence vazgeçilmez bir devlet politikasıdır, sistematik bir şekilde uygulanan sorgu yönte­ midir, fakat, işkencenin anlatılması, teşhir edilmesi yasak­ tır. Devlet, işkenceyi anlatanlara, devleti küçük düşürdükle­ ri iddiasıyla yeni yeni Fuan'nda

davalar açmaktadır.

Yurt Kitap-Yayın'ın,

1992 Kitap

yayınevinin yayımladığı ve

devlet tarafından yasaklanan, haklannda davalar açılan bir­ takım kitaplan zincire vurup teşhir etmesi, devleti ve fuar yöneticilerini epeyce rahatsız etmiştir. Fuar yöneticileri ben­ zer bir olayın bu seneki fuarda da gerçekleşebileceğilll düşü­ nerek önlem almaya gayret etmektedir.

Taahhütname, Yurt Kitap-Yayın tarafından kabul edil­ Yurt Kitap-Yayın, taahhütnamenin düşünce öz­ gürlüğüne aykın olan içeriğine vurgu yaparak, bu yılki TÜ­ YAP KİTAP FUARI'ndan çekilmiştir. 2 1 Ağustos 1 993 tari­ memiştir.

hini taşıyan bir mektup fuar yöneticilerine gönderilmiştir.

Yurt Kitap-Yayın'ın

bu yılki

TÜYAP KİTAP

FUARI'ndan çe­

kilmesi üzerine, basında, fuarla ilgili bazı tartışmalar geliş­ miştir. Bu tartışmalar üzerine

TÜYAP KİTAP

FUARI yöneti­

cileriyle bazı yayınevlerinin yöneticileri arasında bir toplantı yapılmıştır.

yın'ı

Bu toplantıda fuar yöneticisi,

Yurt Kitap-Ya­

ve yazarlarını suçlayan, aşağılayan bir konuşma yap­

Yurt Kitap­ Yayın yöneticisi Ünsal Öztürk'ün de katılmış olduğunun bi­ lincinde değildir. Yurt Kitap-Yayın yöneticisi Ünsal Öztürk

mıştır. Bu suçlamalatı yaparken, toplantıya

suçlamalara ve aşağılarnalara gerekli cevabı verdikten son­ ra,

TÜYAP KİTAP FUARI yöneticilerinin Yurt Kitap-Yayın'a

ve yazarianna ilişkin düşünceleri ve tutumu da değişmiştir. Bu sefer, ilk söyledikleriyle tamamen zit olan olumlu şeyler söylemiştir. Tartışmalar sürecinde , fuar yöneticileri tarafın­ dan

taahhütnamenin

geri

alınabileceği,

fuar

sürecinde ,

Yurt Kitap-Yayın'a bazı olanaklar sağlanabileceği belirtil­ Yurt Kitap-Yayın, fuardan çekilme kararını de­

mişse de,

ğiştirmeı:İıiştir. Zira,

taahhütnamenin geri

çekilebileceği de­

ğil, gönderilebilmiş olması önemlidir. Buysa, kitap fuarı üze­ rinde bir gölge, bir leke oluşturmaktadır.

353


TÜYAP KİTAP

FUARI yöneticilerinin

Yurt Kitap-Yayın

ve yazarlan hakkında çok büyük bir çelişki içinde oldugu,

TÜYAP tarafından hazırlanan l l. İstanbul Kitap Fuan, Araştırma Özet Sonuçlan ve Basında Kitap Fuan" isimli ..

çalışmadan da belli olmaktadır. Gazetelerden derlenen ha­

berlerdin ve yorumlann önemli bir "kısnu

Yurt Kitap-Ya­

yın'ın düşünce yasagına karşı geliştirdigi tutumla ilgilidir, olumlu yazılardır. Devlet,

TÜYAP KİTAP

FUARI yöneticilerinden bazı yayı­

nevlerine baskı yapılmasını,

onların,

"yasak kitaplar"ını

teşhir etmelerini engellemesini istemiş olabilir. Devletin bu direktifine uymak

TÜYAP KİTAP

FUARI'na çok şey kaybet­

tirmiştir. Halbuki, bu direktif dogruıtusunda çaba saıfetmek fuar yöneticilerinin görevi degildir. Direktile uymamak, fuar

yöneticilerine onur kazandınrdı·. Fuar yöneticileri, bir polis gücü gibi hareket etmişlerdir. Devletin kitap yasaklamalan­

nı meşru görmüşlerdir, bu direktifler dogrultusunda aktif

bir çaba saıfetmişlerdir. Bu,

Kitap

Fuan'nın uyandırmaya

çalıştıgı imgeye son derece aykırı bir durumdur.

Kitap

Fua­

n, insan zihninde, özgürlük gibi, baskıya karşı mücadele gi­

bi iingeler uyandırmaktadır. Devletin. düşünce üzerindeki baskılarıyla, kitap yasakla­

malarıyla bütünleşen, düşünce özgürlügüne k;:ı,rşı tavır ve

TÜYAP KİTAP FUARI'nın "Yılın Yaza­ "Kitap Fuannın Onur Yazan" gibi seçimler yapması

davranış sergileyen "

n ,

çok yanlıştır. Özgürlüklere karşı böylesine tutum sergileyen,

TÜYAP KİTAP FUARI'nın onur vermez. TÜYAP KİTAP

düşünce özgürlügünü hiçe sayan bu tür seçimleri hiçbir yazara

FUARI'nın özgürlüklere karşı olan bu tutumu , geçmiş yıllar­ da verdigi benzer ödüllere de gölge düşürmüştür. Kürtler söz konusu oldugu zaman, Türk aydınının, ge­

nel olarak düşünce özgürlügüne karşı oldugu bilinen bir gerçektir. Son yıllarda, bu genel dogruyu Çürüten önemli bir süreç de yaşanrnaktadır, buna ragmen ana · düşünce, ana

tutum ve davranış yine bu dogrultudadır. Ömegin,

han

Prof. İl­

Arsel'in bir kitabı toplansa, Türk aydınının buna karşı

tepkisi çok büyüktür, fakat Kürtlerle ilgili bir kitabın topla­

hlması görmezden, duymazdan, bilmezden gelinebilmekte­ dir.

TÜYAP KİTAP

FUARI yöneticilerinin düşüncelerini ve

tutumlarını da bu çerçeve içinde degerlendirmek gerekir.

354


ÖZGÜR GÜNDEM'İN İŞLEVİ(*)

Başbakan

Tansu Çiller,

son günlerde yaptıgı konuşma­

larda, PKK'nin, Kürdistan'da, Türk basınına getirdıgı yasak­

laıp.alara ve Türk basınının bölgeden çekilmesi konusuna önemli bir vurgulama yapıyor. Ömegin, 4 Kasım 1993 günü

İstanbul'da yaptıgı basın toplantısında, 5 Kasım günü de İz­ mir'de Ticaret ve Sanayi Odalarında yaptıgı konuşmada bu

konuya büyük bir agırlık vermiştir. Başbakan

Tansu Çlller,

PKK'nin Türk basınına getirdlgi direktifi şöyle yorumlamak­

tadır: •• PKK cinayet işlemektedir, çoluk-çocuk öldür­ mektedir, kadın-çocuk demeden, genç-ihtiyar demeden, herkesi öldürmektedir, öldürmekten başka da hiçbir şey yapmamaktadır. İşte PKK, basını Ora'dan kovarak, Ora'da çalışmasına izin vermeyerek, cinayetlerlnin, Türk kamuoyuna ve dünya kamuoyuna ulaşmasına engel ol­ maktadır . " Başbakan Tansu Çiller, basının, PKK'nin di­ .•.

.

.

rektifine uymasını ve Kürdistan'daki bürolanru kapatması­

nı, bölgeden çekilmesini ise hiç irdelememektedir.

Başbakan'ın, olayı kavrayışı ve anlayışı son derece yan­

lıştır. Çünkü, Türk basını, ömegın

ARGK gerillalanyla

Türk

güvenlik güçleri arasındaki mücadeleyi, koruculann, özel

tirnlerin, polisin, jandarmanın ve ordunun operasyonlaoru hiçbir zaman kendi incelemeleri ve araştırmalan dogrultu­

sunda vermediler. Türk basını, Kürdistan'da hiçbir zaman,

haber peşinde, fotograf peşinde koşmadı. Haberler, fotograf­ lar, kendisine, her zaman Olaganüstü Hal Bölge Valiligi üı­

rafından verildi. Türk basını Kürdistan'daki bürolan aracılı­

gıyla, İstanbul'daki veya Ankara'daki merkezlerine hep, Ola­ ganüstü Hal Bölge Valiligi'nin istedigi haberleri ve fotografla­ n geçti. PKK ile Türk Devleti arasındaki mücadeleyi, hep,

(*)

Özgür Gündem, 1 1 Kasım 1 993

355


Olağanüstü Hal Bölge Valiliği'nin gözlükleriyle verdi. Bu tür bir faaliyetin P.KK' rıin,

gazetecilik olmadıgı

açıktır.

Türk basınına getirdiği direktifi,

Bu

bakımdan,

yasaklamadan

çok protesto olarak kavramak daha doğrudur, kanısında­ yım.

"Mehmetçlk gazeteci"

olma tavnna protesto, Türk gü­

venlik güçlerinin Kürt h alkına karşı giriştigi katliarnı gör­ mezden gelen tavnna karşı protesto. . . Halbuki, sürecin çok daha önemli bir anlamı vardır. Sü­ reç, PKK'nin ,

Kürdistan'da yaygınlaştıgını�

kök saldığını,

egemen duruma gelmeye başladığını göstermektedir. Başbakan

Tansu

Çlller'in diüşüncelerinin zıt anlarnın­

dan şöyle bir sonuç çıkanlabilir. Bu sonuç bize

dem

Özgür Gün­

gazetesi üzerine yapılan baskıları düşündürmektedir.

Başbakan'ın düşüncesine göre, Kürdistan'da, Türk güvenlik kuvvetlerinin, Kürt halkına karşı giriştiği katliarnların, Kürt, Türk ve dünya kamuoyunun bilincine ulaşmasını önlemek için, bunları duyurmaya çalışan gazetelere her türlü baskı yapılmalıdır. Yukarıda, Türk basınının Genelkurmay direkti­

Ci doğrultusunda çalıştıgını, Olağanüstü H al · Bölge Valili­

ği'nin bildirilerini merkezlerine ulaştırmaktan başka bir iş yaprnadıklannı belirtmiştik. Halbuki, Kürdistan'da, her gün köyler yıkılıyor, yakılıyor, insanlar kitleler halinde gözaltına alınıyor, gözaltındaki insarılar kaybediliyor. . . Biz burılan ge­ nel olarak

ÖZgür Gündem gazetesinden

öğreniyoruz.

Evler içindeki eşyalarla birlikte yakılıyor, evler içindeki insanlarla birlikte yakılıyor. . . Ailelerin, evleri, yiyecek, giye­ cek ve yakacak malzerneleri yakılıyor, yok ediliyor, heder ediliyor . . . İnsarılar, aileler mağdur edilerek yerlerinden, yurt­ lanndan göçertürneye çalışılıyor. . . Kürt halkına karşı siste­ matik olarak girişilen bu tür devlet operasyonlarının Türk basını tarafından hiç haber yapılmadıgı, görüntü , fotograf verilmediği yakından biliniyor.

Biz bunlan,

ancak

Gündem gazetesinden ögrenebiliyoruz. ÖZgür Gündem gazetesinden ögrenebil'diğimiz

ÖZgür başka

şeyler de var. Örnegin, işkence, Kürdistan'da sistematik ola­ rak uygulanan bir devlet politikasıdır. işkenc e , sadece, sor­ gu yöntemi olarak uygulanmamaktadır·. öç alma yöntemi olarak da uygulanmaktadır. Gözaltına alınan ve gözaltında gördügü işkence sonucu öldürülen pek çok Kürt yurtseveri

356


vardır. Kürt yurtseverleri kaçınimalrta ve öldürülmektedir, cesedi, birkaç gün sonra, şehirlerin, kasabalann, köylerin giriş yollarına atılmaktadır. Batman, Silvan, Diyarbakır, Nu­ saybin, Kızıltepe gibi yerlerde,

"faili meçhul"

denen cinayet­

Ierin sayısı bini aşmıştır. Bu cinayetler daha çok Kürt yurt­ severlerine yöneliktir. Cinayetler hakkındaki etraflı bilgileri, ömegin oluş şekillerini, görgü tanıklannın ifadelerini yine

Özgür Gündem gazetesinden ögrenebiliyoruz. Başbakan

Tansu Çlller'in

PKK'yi anlatırken görmezden

geldigi, bilmekten, anlatmaktan ısrarla kaçındıgı bir nokta daha var. Kürtler ne istiyor, PKK ne istiyor? PKK'ye kimler katılıyor? PKK'ye katılaniann yaş ortalaması nedir? Kürt toplumunun daha çok hangi kesimleri ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesine , PKK'ye ilgi duyuyor? ARGK safla­

rında kimler mücadele veriyor? ARGKye katılan kadınların oranı nedir? Binlerce şehit var. Giyim-kuşam, konaklama , kamp, bannak olanaklannın her zaman elverişli olmadıgı bi­ liniyor. Büyük ve yoğ;un bir özveriyle, fedakarlıkla ve vefaka­ ralıkla yürüyen bir mücadele . . . Bunlara ragmen binlerce ka­

tılım var. Kürtlerin yanında, başka uluslardan devrimciler de bu mücadeleye destek veriyor. Türk, Arap, Azeri, Fars,

Ermeni, Alman, İtalyan, İngiliz . . . vs. Bu coşkunun, bu inan­ cın, bu güvenin kaynağ;ı nedir? Ulusal ve toplumsal kurtu­

luş mücadelesinin Kürt halk yıgınlanndaki etkisi nedir? Kürt kadını, bu mücadele içinde nasıl yer alabilmiştir? Bu

son nokta bile Kürt toplumunun hızlı bir dönüşüm içinde

oldugunu göstermektedir. PKK'nin düşüncesi ve eylemi Kürt

toplumunu

derinden sarsmıştır.

Bu,

Türk toplumunun.

Türk devlet ve hükümet yapısının, Türk siyasal hayatının, Türk egemenlik sisteminin sarsılması anlamına da gelmek­ tedir. Başbakan

Tansu Çlller

bunlan anlatmaktan özenle

kaçınmaktadır. Türk basını da bu tür konulara hiç egilme­ mektedir. Böylece, ne Başbakan, ne Türk basını

örgütü

"cinayet

PKK" diyerek, sadece bunu söyleyerek ve bundan

başka hiçbir şey söylerneyerek

"düşman" ı

da iyi tanımamış

olıuaktadır. Halbuki basınını, hasmının gücünü , özlemini, beklentisini, politikasını iyi tanımak savaşın önemli bir ku­ ralıdır. Biz yukandaki sorulann, benzer sorulann karşılıkla­ rını da ancak,

Özgür Gündem gazetesinde,

benzer yayın or­

ganlarında bulabiliyoruz.

357


Devlet ve hükümet ise bu tür yazıların yayınlanmasını, Kürtlere karşı sürdürülen devlet operasyonlan hakkında ha­ ber. görüntü , fotograf sızdırılmasını hiç istememektedir. Bu bakımdan, bunları haber yapmaya çalışan ÖZgür Gündem'e karşı çok yogun bir baskı uygulamaktadır. Bu baskı, gün­ den güne artmaktadır. Bugüne kadar ona yakın Özgür Gün­ dem muhabiri, yazan devletin güvenlik güçleri tarafından katledilmiştir. 8 Agustos 1 992'de Hafız Akdemir, 30 Tern­ muz 1 992'de Çetin Abayay; 1 Agustos 1 992'de Yahya Or­ han: katledilrnişlerdir. 5 Agustos 1 992'de Burhan Karade­ niz agır yaralanmış, sakat bırakılrnıştır. 9 Agustos 1 992 'de Hüseyin Deniz; 20 Eylül 1 992'de Musa Anter; 18 Şubat 1 993'de Kemal Kılıç cinayete ugramışlçırdır. 28 Temmuz 1 993'de Ferhat Tepe kaçınlrnış ve 4-5 gün sonra. öldürÜl­ müş olarak bulunmuştur. işkence edilerek ka.tledildigi bes­ bellidir. Ferhat Tepe'nin kaçınlmasından 3-4 gün sonra Ay­ sel Malkaç kaçınlmıştır. Aysel Malkaç tan hala haber alınamamıştır. '

.

Devlet ve hükümet yetkilileri ÖZgür Gündem· gazetesine karşı ayrımcı. bölücü bir politika uygulamaktadır. Berızer politika, Aydınlık gazetesine de uygulanmaktadır, fakat uy­ gulamanın biçimi, içerigi ve amacı degişiktir. Özgür Gün­ dem'in özellikle Kürdistan'da dagıtımını engellemek için her yol denenmektedir. Öteki gazetelerle birlikte Özgür Gün­ dem'i de satan gazete büfeleri tehdit edilmiştir. Özgür Gün­ dem'in satılınaması buyurulmuş, aksi halde büfelerinin da­ ha sonra da büfeleriyle birlikte kendilerinin ve gazetelerin de yakılacagı söylenrnişytir. Özgür Gündem'i dagıtan gazete bayileri tehdit edilmiştir. Özgür Gündem'! kendi olanakla­ rıyla dagıtmaya çalışanlar arabalan içinde gazeteleriyle bir­ likte yakılmıştır. ÖZgür Gündem'i sataiı büfe sahipleri, dagı­ tıın yapan bayiler büfelerinde gazeteleriyle birlikte yakılmış­ lardır. ÖZgür Gündem'i dagıtan, satan çovuklar kaçırılrnış, öldürülmüş, cesetleri görülebilecek yerlere atılmıştır. Gaze­ teyi dagıtmaya ve satmaya çalışanlar satırlada dogranmış, sakat bırakılmıştır. 22 Kasnn 1 992'de Halil Adanır; i6 Ara­ lık 1 992'de Kemal Eklnci: 3 1 Aralık 1992 'de Lokman Gün­ düz; 10 Eylül 1 993'de Adil Başkan: 29 Eylül 1 993'de Zül­ küf Akkaya Özgür Gündem dagıtırlarken yakılrnışlar, kurşunlamnışlar, katledilmişlerdir. 1 0 Eylül 1 993'de Recep 358


Demirtaş, Orhan Okçu:

30 Eylül 1 993'de

Abdul.kadir Altan

isimli gençler satırlı saldınya ugrarnış, agır yaralanmışlardır. Hem

dem'i

ÖZgür Gündem

çalışanlanna, hem

Özgür Gün­

satmaya ve dagıtmaya çalışanlara karşı çok yogun bir

saldırı ve baskı oldugu besbellidir. Bütün bunlar devletin

Kürt halkına karşı sürdürdügü çok yogun ve yaygın şidde­ tin, devlet terörünün anlatılmasının engellenmesi için yapıl­

maktadır. Kürt kamuoyunun, Türk kamuoyunun ve dünya kamuoyunun devletin operasyonlan hakkında, devlet terörü hakkında ciddi bilgiler Sahibi olması istenmemektedir. Baş­

bakan'ın PKK ile ilgili konuşmalarının zıt anlarnından çıkan

belli başlı sonuç bu olsa gerekir.

359


LİCE, PARLAMENTO, BAŞBAKAN!"l

22 Ekim 1 9 93 günü Lice'de başlatılan devlet operasyon­ lan, Türk egemenlik sisteminin anlaşılması bakırnından önemli bir olgu olarak değ;erlendirrnek gerekir. "Terörlstler bir general öldürdü" denerek başlatılan operasyonlar 5-6 gün sürmüştür. Operasyon başlatılır başlatılmaz Lice'ye gi­ riş-çıkış yasagı konmuş, telefonlar kesilmiş, Lice çevre il ve ilçelerden, köylerden tamamen tecrit edilmiştir. Böylece, devletin, Lice'de gerçekleştirdiğ;i operasyonlar hakkında sag· lıklı bilgiler alınmasının önüne geçilmiştir. ·

Bu, aslında bildik bir yöntemdir. Şımak'da, Çukurca'da Varto'da Kulp'ta, Yüksekova'da, Dogu Beyazıt'ta vs. yaşan­ mış bir uygulamadır. ilgili yerleşim birimlerine girişi ve çıkışı yasaklayan devlet güçleri, 2-3 gün süren operasyonlarla şe­ hirleri yakıp yıkrnaktadır. Tank, top, havan, helikopter gibi savaş araç ve gereçlerini en etkin bir şekilde kullanmakta­ dır. Güvenlik güçleri, bu tür operasyonlara, hep, "PKK ile çatışma" süsü vermektedir. "PKK baskın yaptı, devlet

güçleri de baskına karşılık verdi. Çatışma sırasında, ev­ ler ve işyerleri ve kamu binalan zarar gördü " demekte­ ...

dir. Operasyonlar sırasında, yüzlerce Kürt yurtseveri gözaltı­ na alınrnakta, bunlardan, "PKK şehre baskın yaptı, ben de P.KK'llyim" biçiminde ifade almaya çalışılmaktadır. Bu sü­ reçte, işkencenin önemli bir sorgu ve intikam yöntemi ola­ rak kullanıldıgı besbellidir.

General Bahtlyar Aydın'ın öldürülmesinde üzerinde du­ rulması, irdelenrnesi gereken iki önemli nokta vardır. Birin­ cisi, o1aydan hemen sonra, PKK'nin yaptıgı, "Generali biz

öldürmedik, 22 Ekim günü de herhangi bir gerilla birllii Llce'ye girmemiştir" şeklinde yaptıgı açıklamadır. ARGK (*) 360

Özgür Gündem, 1 8 Kasım 1 993


Komutanlanndan demiştir.

Cemll Bayık, "Generali devlet öldürdü"

(Özgür Gündem, 24

Ekim

İ kincisi, Cumhur­

1 993)

Süleyman Demirel'in 22 Ekim günü TRf'ye yaptığ;ı açıklamadır. Demirel, General Bahtlyar Aydın'ın kaza kur­

b aşkaru

şunuyla öldügünü söylemiştir.

(Sabah, 23

Ekim

1993)

Türk basını, bu açıklamalan hiç irdelememiştir, görmez­ den, duymazdan gelmeye özen göstermiştir. "Lice'dek.i dev­ let operasyonlannın PKK'nin general öldürmesi üzerine başlatıldıgı blldlrllmiştlr, generalin kaza kurşunuyla öl­ dügü, PKK de Llce'ye herhangi bir gerilla birliginin gir­ mediginl açıkladıgına göre, devlet operasyonlan neden başlatılmış ve sürdürülmüştür sorusunu sormamıştır, ..•"

bu soruna aydınlık getirmemiştir. Cumhurbaşkanı da, dev­ let terörünü yogun bir şekilde desteklemesine ragmen, ken­ di açıklamasıyla Lice' deki operasyonlar hakkında .bağ; kur­ mamaya özen göstermiştir. Lice'de tırmandınlan devlet terörü incelenirken, operas­ yonun devam ettiğ;i günlerde milletvekillerinin Lice'ye sokul­ maması üzerinde de durmak gerekir. Operasyon günlerinde

CHP

Deniz Baykal, partinin genel başkan Erol Çevikçe, partinin genel sekreteri Ertugrul Günay, genel Sekreter yardımcısı Eşref Erdem ve partiye Genel Başkanı

yardımcısı

bağ;lı milletvekilleri Diyarbakır'dadırlar.

Deniz Baykal'la

birlikte

23

CHP

heyeti liderleri

Ekim günü Lice'ye hareket eder.

Lice'de olup bitenleri gözleriyle görmek, yöneticilerle ve halk­ la konuşmak, olayları incelemek istemektedirler. Beraberle­ rinde gazeteciler de vardır. Heyet, Lice'ye

25

kilometre kala

güvenlik güçleri tarafından durdurulur, Lice'ye girmelerinin yasak oldugu söy nir. Bunu n üzerine CHP heyetiyle güven­

if

lik güçleri arasında tartışma oldu. Güvenlik güçleri, gazete­ ciler arabadan inerlerse,

Deniz Baykal'a ve arkadaşianna Ertugrul Günay, Devlet Ba­

yol verebileceklerini bildirdiler. kanı

Necmettin Cevherl 'yi aradı.

Heyet, gazetecilerin de Li­

ce'ye girmesini istiyordu . D evlet Bakanı

rl,

Necmettin Cevhe­

gazetecilerin Lice'ye girebilrnesi için de talimat verdi. Gü­

venlik güçleri bu taliinatın gereklerini yerine getirmedi.

niz Baykal ve

De­

arkadaşları, gazeteciler olmadan Lice'ye doğ;ru

yollarına devam ettiler. Güvenlik güçleri

CHP

heyetini taşı­

yan otobüsün sürücüsüne de izin vermediler, arabayı heyet içindeki parti yöneticilerinden biri kullandı. 361


CHP heyetini

taşıyan otobüs Lice'ye 7-8 kilometre kala

tekrar durduruldu. Askerler

CHP

heyetinin Lice'ye girişine

izin verrniyorlardı. Askerler, herhalde, heyet içinde yer alan parti yöneticilerinden birinin otobüsü kullanabilecegini tah­

min edemenıişlerdi.

Deniz Baykal du­ Yol tank ve greyderlerl� kesil­ miştl. Devlet Bakanı Necmettin Cevherl'yi tekrar tele­ fonla aradık. Lice'ye girmek lstedlflmlzl söyledik. Bakan talimat verdi, oradaki astsubay ve jandarma erler gire­ meyeceflmlzl söylediler. Hükümetin sözü ne yazık ki orada geçmiyor... Orada görülmesi istenmeyen şeyler ol­ malı . " (Sabah, 24 Ekim 1 993) CHP lideri Deniz Baykal, "orada hükümetin sözü geç­ miyor" diyor. Halbuki parlamenterlerin de hiçbir agırlıgı CHP

rumu şöyle anlatıyor:

Genel Başkanı

" •••

..

yoktur. Parlamenterlerin Lice'ye girmelerine izin verilmemiş­

tir.

CHP

heyeti Diyarbakır'a dönmek zorunda kalmıştır. Sa­

vaş içinde Saraybosna'ya girebilen Deniz Baykal Lice'ye gi­ rememiştir. Herhalde, Lice'de çok daha kötü şeyler cereyan etmiş olmalıdır.

Lice'de devlet terörünün tırmandınlmasından bir hafta

kadar sonra, Başbakan

Tansu Çlller

Lice'ye gitmek, Lice'de

olup bitenleri yerinde görmek istemiştir. Etkili çevreler, Baş­

bakan'ın Lice'ye gitmesine, her şeyi kendi gözleriyle görmesi­

ne izin verrnenıişlerdir. "Cumhurbaşkanı Kars'a gidiyor, is­ terseniz siz de beraber gldebillrsinlz " denmiştir. Başba­ ...

kan'a Lice'ye 1 5-20 gün sonra gidebilecegi de söylenmiştir.

(Hürriyet, 30 Ekim ı 993)

Başbakan'ın Lice'ye gidememesi, Lice'ye gidişine izin ve­

rilmemesi, Lice olaylan incelenirken, devlet terörü hakkında

irdeleme yapılırken üzerinde durulması "gereken üçüncü bir olgu olarak ortaya çıkıyor.

Mill etvekillerinin de içinde bulundugu CHP heyetinin Li­

ce'ye girişine izin verilmemesinden, Başbakan'ın Lice'ye gidi­

şine engel olunmasından, Ora'da görülmesi isteDrneyen çok kötü şeyler oldugu besbellidir. Devlet güçleri, tank, top gibi agır silahlar kullanarak, savaş uçaklan, helikopterler, zırhlı­

lar, panzerler kullanarak Lice'yi yakıp yıkmıştır. İş yerlerini yagmalamış, bütün paralara, altınlara, mücevh,e rlere el koy­ muştur. Evleri yakıp yıkmış, gıda maddelerini heder etmiş­ tir. Ölü sayısı, devletin açıkladıgı rakamların çok çok üzerin362


dedir. Lice'ye giriş-çıkış yasagı koyarak, telefonlan keserek, gazetecilerin, milletvekillerinin girişlerine engel olarak ka­ muoyunun olup bitinler hakkında bilgi sahibi olmasına fır­ sat verilmemiştir. Fakat her şey açık, ayan-beyan ortada durmaktadır. PKK'nin korucu ailelerine bir saidmsı olsa, degil giriş-çıkış yasagı koymak, gazeteciler özel olarak topla­ mr, ilgili eve götürülür, fotograf çekrneleri, aile bireyleriyle konuşmalan saglanır. Milletvekillerinin, siyasal parti yöneticilerinin Lice'ye gir­ me istegi olumlu karşılanmamıştır. Başbakan'ın Lice'ye git­ mesine engel olunmuştur. General öldürüldü bahanesi ya­ ratılarak devlet terörünün yogun bir şekilde tırmanması saglanmıştır. Bütün bunların, Türk egemenlik sistemiyle çok yakından bir ilişkisi vardır. Türk siyasetinde , Türk siya­ sal partilerinin, hükümetin, Türkiye Büyük Millet Mecli­ si'nin hiçbir agırlıgı yoktur. Kürdistan konusunda, bu açık olarak böyledir. Kürt sorununun kavranılrnasında, soruna çözüm yollan konusunda politikalar geliştirilmesinde en önemli güç Milli Güvenlik Kurulu'dur. Milli Güvenlik Kuru­ lu'nun tayin edici olan agırlıgı karşısında, Türk siyasal par­ tilerinin, hükümetin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kıy­ met-i harbiyesi yoktur. Bu, atanmış kurullar karşısında, halk tarafından seçilmiş kururnlann önemli bir agırlıgı ol­ rnadıgı anlamına gelmektedir. Seçilmiş kurumlar, ancak Milli Güvenlik Kurulu'nun tartışılmaz üstünlügünü kabul ettikten sonra ve bu çerçeve içinde politik faaliyet sürdürebi­ lirler. Bu da militarist bir politikayı düşünrnek ve uygula­ makla eş anlama gelir. Başbakan Tansu Çiller Kürtçe 1V'den "Kürtçe seçmell ders"ten söz ettigi zaman, ANAP li­ deri Mesut Yılmaz ın bu önertlere karşı tepkisinde , Türk si­ yasetini belirleyen ve yönlendiren odagın neresi oldugu açık bir şekilde kendini göstermektedir. ANAP lideri Mesut Yıl­ '

maz, "Bu düşüncenlzl, önerlnlzl, Milli Güvenlik Kuru­ lu'nda görüştünüz mü?" demiştir. Kürdistan sorunuyla il­

gili politikalarm tespitinde ve uygulanmasında Türk siyasal partilerinin en ufak bir agırlıgı yoktur, yukarıdaki örnek, bu­ nu çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Bu açıdan baktıgımız zaman, milletvekillerinin Lice'ye girişlerine askerler tarafın­ dan izin verilmemesini, Türk siyasetinin geregı olarak kavra­ mak gerekir. . 363


Öte yandan, güvenlik güçlerinin Lice'deki operasyonlan sırasında belediye binasının da yerle bir edildiği gözlenmiş­ tir. Bu halk tarafından seçilmi$ ve resmi ideoloji dogrultu­ sunda çalışmayan kurumlara duyulan yoğun husumeti an­ latmaktadır. Hükümetin ve Başbakan'ın da Türk siyasetinde ciddi bir agırlığı

olmadığı

bilinmektedir.

"Kürtçe seçmen dersler"

Başbakan'ın

Kürtçe

TV,

konusundaki düşünceleri MGK

ve bu kurulun düşüncesini seslendiren yazarlar tarafından büyük bir tepkiyle karşılaşmıştır. Başbakan önerisini geri almıştır.

"Bask modeH"

kom,ısunda da aynı süreç yaşan­

mıştır. Ve askerler devlet bakanının talimatını dinlememiş­ lerdir. Başbakan istediği zaman Lice'ye gidimeyecek kadar siyasal iradeden yoksundur. Başbakan'ın

bundan

sonraki

tavrının

incelenmesi

önemlidir. Başbakan, artık, devlet terörü konusunda Genel­ kurmay kadar coşkulu bir tutum benimsemiştir. Askeri çö­ züme kayıtsız şartsız, tam olarak boyun eğmiştir. Ancak bu çerçevede görevini sürdürebilmektedir. Halbuki, devlet terö­ rü konusunda daha katı bir tavır sergilemek sivil siyaset yapmak değildir. Hükümetin, Türkiye Büyük Millet Mecli­ si'nin, siyasal partilerin vs. görevi siyasal çözümler üretebil­ mek olmalıdır. Türk siyasetinde belirleyici ve yönlendirici olan odak noktası

konusunda

açıklamalar

yaparken

Özgür Gün­

dem'in işlevini yine dikkate allmak gerekir. Türk siyasetinin bu temel niteligi

ÖZgür Gündem'de

eleştirilmektedir. Gü­

venlik güçlerinin Kürdistan'daki operasayonları konusunda, devlet terörünün nasıl tırmandınldıgı konusunda haber ve­ rilmekte, yorumlar yapılmaktadır . . . Buysa, egemen güçleri

Özgür Gün­ Özgür Gündem hak­

rahatsız eden önemli bir süreçtir. Bu bakırndan

dem'in

pek çok sayısı toplatılmıştır.

kında davalann sayısı yüzü aşmıştır. Yazı işleri müdürleri tutuklanmıştır.

Özgür Gündem'in

kapatılma� için yeni yeni

iddianameler yazılmakta, eski iddianarnelere kapatma iste­ mini içeren ekler yapılmaktadır. hibi Yaşar

364

Kaya 3

Özgür Gündem gazetesi sa­

aya yakın bir zamandan beri tutukludur.


KİRLENEN ·KAVRAMLARt")

PKKye, başka bir ifadeyle Kürtlere karşı sürdürülen özel savaşın en önemli sonuçlanndan biri, bazı kavramlarm kirlenmesi olmuştur. Türk yöneticilerinin dilinde, bazı kişi­ lerin ve kurum yöneticilerinin dilinde pek çok kavram kir­ lenmiştir. "Hukuk", "adalet", "insan haklan", "demokra­

si", "hukukun üstünliigü", "eşitlik", "özgürlük", "billm"

gibi kavramlar, kirlenen kavramıann başında yer almakta­ dır. Bu tür kavramlarm kirlenmesi, başta hukuk kurumlan olmak üzere pek çok kurumun saygınlıgının ve etkinliginin azalması, kurumların çürümesi gibi başka bir sonuç daha dogurmaktadır. Anayasa Mahkemesi Başkam

Yekta Güngör Özden,

"Hukukun Üstünlügüne Saygı", "İnsan Haklan, Laik­ lik, Demokrasi Yolunda" adıyla kitaplar yayımlamıştır. Anayasa Mahkemesi Başkanı,

"hukuk", " adalet", "demok­ rasi" , "insan haklan" , "hukukun üstünlü4ü" , "billm" gibi kavramları kirletenlerin başında yer almaktadır.

Anayasa Mahkemesi Başkam Yekta Güngör Özden, he­ men hemen her konuda görüş bildirmektedir; gazetelere, te­ levizyonlara sık sık açıklamalar yapmaktadır. Bir siyasal partinin başkam gibi hareket etmektedir. Kürt sorunuyla il­ gili konular, Anayasa Mahkemesi Başkam Yekta Güngör Özden in, sık sık konuştugu, görüş bildirdigi konuların ba­ şında yer almaktadır. Bir devlet veya hükümet yetkilisi "Kürtçe dersler"le ilgili bir görüş mü açıklıyor, Yekta Gün­ gör Özden, Anayasa Mahkemesi Başkam olarak hemen kar­ şı çıkar; Türk Devleti'nin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlügünden söz eder, bu düşüncelerden ve tutumlardan kaçımıması gerektigini söyler. Herhangi bir yetkili, "Kürtçe TV"den "Kürtçe egitim" den mi söz ediyor, "yüksek yar'

(*)

Özgür Ülke, 1 9-20-2 1 -22 Eylül 1 994 365


gıç" . Anayasa

Mahkemesi Başkanı olarak hemen görüşünü

açıklıyor; Türk milleti bölünrnez bir bütündür . . .

tesr nden söz '

edenler mi var .

yüksek yargıç

..

''

"Kürt reali­

ın demeci ha­

zırdır; Türkiye'de Kürt de yoktur. Kürt sorunu da yoktur. herkes Türk ulusunun bir parçasıdır. Türkiye'nin bölünme­ sine hiçbir Atatürkçü izin vermeyecektir.

Yekta Güngör Özden,

yalana ve inkara dayali resmi

ideolojinin en yılmaz savunucularından biridir. Yalana ve in­ dayalı resmi ideoloj i, "yüksek yargıç" unvanıyla. "Anayasa Mahkemesi Başkanı" sıfatıyla savunulmaktadır.

kara

Yalana ve inkara dayalı bir düşüncenin çagdışı, ilkel bir dü­ şünce oldugu, kişilere, kurumlara, devletin cezai yaptırımla­ rıyla dayatıldıgı biliniyor. Yalana dayalı resmi ideolojiyi be­ nirnsemeyenlerin, eleştirenierin agır hapis c ezalanyla, agır para cezalanyla tehdit edildigi bilinen bir gerçektir. Anayasa Mahkemesi Başkanı, "yüksek yargıç" Yekta Güngör Öz­

den

düşüncelerini, her türlü kitle iletişim araçlarından ya­

rarlanarak ortaya koyabilmektedir. Fakat. O'nun ortaya koy­ dugu düşüncelere katılmayanlar. o düşünceleri eleştirenler ceza tehdidi ile karşılaşmaktadır. Bu süreçte "düşünce öz­ gürlü4ü" var mıdır? Bu süreçte "eşitlik" anlayışı, "demok­ rasi" var mıdır? Eleştiricillin agır hapis cezalannın, agır pa­ ra cezaların tehdidi altında tutuldugu bir yerde eleştirilen düşüncenin dogru oldugu söylenebilir mi? Bu, ahlaki bir ·

durum mudur? Devletin cezai yaptınmlarıyla korunan bir düşüncenin dogrulugundan kuşku duymak gerekmez mi? Devletin belir­ li bir düşünceyi çeşitli cezai yaptınmlarla baskı altında tut­ masına. etkili bir şekilde karŞı çıkmak gerekmez mi?

lik". "eşit koşullarda yanşıiıa"

"Eşit­

bunu gerektirmez mi?

Anayasa MaHkemesi Başkanı. "yüksek yargıç" Yekta Güngör Özden, Boi}aziçi Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulubü'nün düzenledigi "Kemalizm ve Gençlik" konulu konferansta yaptıgı konuşmada şunları söylemiştir:

"Kürt sorunu diye bir sorun yoktur. Bu ülkede Kürt so-· runu var diyenin alnını karışlarım. Bu ülke Kürdü Türküy­ le, Çerkezi Lazıyla hepimizindir. Bu ülkeyi kimseye böl­ dürmeyiz. Sokakta bulmadık. Kimsenin çöplüğü yapmayız." (Aydm/1k, 21 .4. 1 994) 366


Anayasa Mahkemesi'nin 32. yıldönümü kutlamalannda yapılan konuşmada, Cumhurbaşkanı

Süleyman Demirel'in ..anayasa! vatandaşlık" kavramı şu şekilde eleştiriliyor: "TC'yi kuran halk, içindeki tüm değişik topluluklarla Türk ulusudur. Ü lkemizde uluslararası antlaşmalarla belir� tilenler dışında, herhangi biçimde azınlık sayılacak ya da çoğunluktan çıkarılıp azı ı:ılığa indirilecek topluluk yoktur." (Hürriyet, 26 Nisan 1 994) Cumhurbaşkanı

lanan

Süleyman Demirel tarafından tekrar­ "anayasa! vatandaşlık" kavramı Anayasa Mahkemesi

tarafından bir kere daha eleştirilmiştU::

"Her devletin bir adı olur, yu rttaşlar da etnik kökenieri ne olursa olsun, yurttaşı oldukları devletin adıyla tanınır, onu n vatandaşlığını taşırlar. Türk ulusu ı rkçılık esası üzeri­ ne değil, insanlık temeli üzerine kurulmuştur. . . Anayasal vatandaşlık kavramı, yapay sorunlarla ulusal birliği boz­ mak isteyenlere yeni savlar olanağı verecek, Türk ulusal yapısına ve bilincine aykırı ödünsel tan ı miara gerek yok­ tur." (Hürriyet, 26 Mayıs 1 994) Biz bu düşüncelere katılrnıyoruz. Çünkü bu düşünceler somut gerçeklerden hareket etmemektedir. Somut gerçekleri inkar etmektedir. Somut gerçekleri inkar eden düşünce çag­ dışı, ilkel bir düşüncedir. Böyle bir düşüncenin devletin ce­ zai yaptınmlanyla kişilere ve kurumlara empoze edilmesinin aynca, anti demokratik, çagdışı bir süreç oldugu apaçıktır. Batılı düşüncenin, demokratik düşüncenin üç önemli boyutu vardır. Birincisi, düşüncenin dinsel dogmalardan, il­ kel inançlardan kurtulması, özgürleşmesidir. İkincisi, doga­

yı, tarihi ve toplumu kavramada akla dayanan bir araştırma yönteminin geliştirilmesidir, _ buna , bilim yöntemi diyoruz. Batılı

düşünce

biçiminin veya

Batılı

dünya

görüşünün

üçüncü boyutuysa, toplumda, insan hakianna saygıyı temel alan bir dünya görüşünün gelişmesine çalışmaktır. Devlet­ İnsan ilişkilerinde insana, insaiılıga, insan hakianna dayalı bir anlayışı egemen kılmaktır. Düşüncenin özgürleŞmesi için mücadele etmek, düşün­ ceyi bagmaya çalışan yapılara, kurumlara karşı olmak esas-

367


tır. Geçmişte din bu kurumların b aşında yer alıyordu . Gü­ nümüzdeyse resmi ideoloj iler, en az dinler kadar özgür dü­ şünceyi boğ;maya , yok etmeye , engellemeye çalışıyor. Dinin,

bazı ilkel inançlann, artık, düşünce hayatı üzerinde önemli

bir ağ;ırlığ;ı yoktur, fakat resmi ideolojilerin baskısı bütün agırlığ;ıyla sürüyor. Dinsel ideoloj inin resmi ideoloj i oldugu

toplumlarda, durum, kuşkusuz değ;işir. Demokratik olma­

yan bütün toplurolann resmi ideoloj isi vardır. Resmi ideoloji herhangi bir ideoloji degildir. Devletin cezai yaptınmlanyla desteklenen, kişilere ve kurumlara dayatılan bir ideolojidir.

Demokratik olmayan toplumlarda resmi ideoloj i egemen ide­

oloj idir. Bati toplumlannda da ideoloj i vardır, hatta bunlar

içinde egemen ideolojiler de vardır, örneğ;in buıjuvazinin ide­

olojisi egemen ideoloj idir, fakat resmi ideoloj i degildir, çünkü

devletin cezai yaphnınlarıyla kişilere ve kurumlara dayatılan

bir ideoloj i değ;lidir.

Bugün resmi ideolojiler, düşünce hayatının, bilimin, sa­

natın önündeki en büyük engeldir. Bu ilişkiyi kısaca, şu şe­

kilde açıklamak mümkündür: Eğ;er siz herhangi bir konu da düşünceniz! açıklıyorsaruz, düşünceleriniz herkes tarafın­ dan eleştirilebiliyorsa ve düşüncenizi eleştirenler de, devle­

tin herhangi bir cezai yaptınmıyla karşı karşıya kalmıyorsa,

işte o toplumda, düşünce hayatının gelişmesine uygun bir ortam vardır- demektir. Batılı düşünce veya Batılı dünya gö­

rüşü dedigimiz büyük oluşumun temelinde bu süreç , dü­ şüncenin özgürleşmesi süreci vardır. Burada

"Batı"

sözcü­

ğ;ünün, dünyada belirli bir cografyayı anlatmadığ;ı, bir dünya

görü şünü , bir zihniyet yapısını anlathğ;ı pek açıktır. Örne­ ğ;in, Yeni Zelanda, Avustralya, Hindistan, İsrail, Güney Mrt­ ka

gibi toplumlar Türkiye'ye - nazaran çok daha Batılı top­

lumlardır.

Türkiye, demokratik bir toplum degildir. Türk siyasal

hayatında resmi ideoloji çok etkin bir kurumdur. Resmi ide­

oloj i düşünce hayatını, bilimi, sanatı belirlemektedir. Resmi ideoloj iyi Kemalizm olarak tanımlamak da mümkündür. Ke­

malizmin ilkeleri olarak bilinen

6 Ok

arasında

demokrasi

yoktur. Resmi ideoloji militarist bir ideolojidir. Devletin si­

lahlı kuvvetlerinin, silahlı bürokrasisinin ideolojisidir. Devlet

bürokrasisi tarafından da, aynen kabul edildigi, savunuldu368


gu açıktır. D emokrasiyi içermeyen bir düşüncenin veya yö­ netimin otoriter özellikler taşıyacağ;ı, otoriter düşüncelerin, otoriter ilişkilerin yeşennesi için elverişli bir ortam yarataca­ gı açıktır. Resmi ideoloji, kişilere ve kurumlara neleri araştı­ racakları, hangi terminolojiyi , hangi kavramları kullanarak araştıracaklan, hangi konulara dokunmamaları konulann­ da açık direktifler verir. Yasak olan konularda devletin üret­ tigi bilgilerin ögrenilmesini, o bilgilerin yayılmasını ve ona göre davranışta bulunulmasını ister. Bu direktiilere en iyi uyan kurumların başında Türk üniversitesi gelir. Türk bası­ nı, Türk siyasal partileri de, resmi ideolojinin direktillerine harfiyen uymaktadırlar.

Daha dogrusu , bu kurumlar ya­

şamlanm sürdürübilmek için resmi ideoloj inin direktillerine harfiyen uymak zorunda kalmaktadırlar. Türk siyasal hayatının temel niteligiyle , resmi ideoloj i kurumu arasında organik bir bag vardır. Türk siyasal haya­ tında ordunun etkinliğ;i çok açıktır. Ordu , Milli Güvenlik Ku­ rulu aracılıgıyla Türk siyasal hayatım, siyasal ilişkileri yön­ lendirir, denetler. Ordunun yönlendirme ve denetleme gücü karşısında, Türk siyasal partilerinin .. Türk hükümetinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hiçbir agırlığ;ı yoktur. Tür­ kiye'nin önemli sorunlannda, örnegin Kürt sorununda du­ rum kesinlikle böyledir. Kürt sorunu konusunda politikalar ü retilmesi, MGK'nun yetkisindedir, bu görev MGK'nundur. Hükümet, bu politikayı yaşama geçirmekle görevlidir. Ne hükümet, ne de TBMM, MGK tarafından oluşturulan politi­ kalan tartışarnazlar bile. Hükümet bu politikalan uygu la­ mak, TBMM de, gerekirse, uygulanan politikalan onaylarnak durumundadır. Politikalarm uygulanıp uygulanrnadığ;ını, ne kadarının

uygulandıgını

denetleme

görevi

MGK'nundur.

MGK çeşitli araçlarla bu denetlerneyi etkin bir şekilde yapar. Ortaya çıkan aksaklıklara göre uygulanan p olitikalan göz­ den geçirir, yeni politikalar oluşturur. MGK kararlannın hükümet için tavsiye niteliğ;inde oldu­ gu söylenir. Ama bu kararlar, hükümet tarafından

"emir"

telakki edilir. Nitekim Milli Güvenlik Kurulu kararlarının hükümet tarafından tartışılıp geri çevrildigi günümüze ka­ dar hiç görülmemiştir. MGK,

1961

Anayasası ile kurulmuş

bir kurumdur. Generallerin ağ;ırlıkta oldugu bir kurumdur.

369


Kurumun asker olmayan üyeleri, resmi ideolojiyi en az gene­ raller kadar coşkulu bir şekilde savunduklan için orada ol­ duklarırun bilincindedirler. Askerlerin agırlıkta oldugu bir kurum, otoriter, milita­ rist bir ideoloj i üretir. Resmi ideoloj iyle bu kurum arasında organik bir bag vardır. Birbirlerini etkilerler, birbirlerinden eikilenirler. Hangisi, ötekinin sonucudur, diye düşünmemek

gerekir. İki kurum bir madalyonun iki yüzü gibidir.

Resmi ideolojinin en önemli özelligi Kürtlerin ulusal ve toplumsal varlıgını inkar etmektir. Dikkat edilirse, Anayasa

Yekta Güngör Özden, "Kürt de yok­ tur, Kürt . sorunu da yoktur, herkes Türtür" demektedir.

M ahkemesi Başkanı

Bunun yalana dayalı bir saptama oldugu besbellidir. Türki­ ye'de, yargıçların şöyle bir kanılan var; veya , yargıçlar, Türk toplumunda, yargı !akkında, şu şekilde ortak kanının oluş­ tugunu düşünüyor: Eger, herhangi bir konuda yargı karar verirse, o karar dogrudur. Hele hele

"yüksek yargıçlar"ın

vermiş oldugu kararların dogrulugundan hiç kuşku duyula­ maz. Bu karar, hem obj ektif olarak, hem de ahlaki olarak dogrudur. . . Örnegin, "Kürt diye bir halk yoktur, herkes Türktür, Kürtçe diye bir dil yoktur, Kürtçe denen dil, Türkçe'nin mahalli bir a!zıdır, ilkel bir a!ızdır " diyen ...

bir yargı kararı varsa,

artık, Kürtler yoktur, yok edilmiş

olur, Kürtçe yoktur . . . Mahkemelerin, yargı organlarının, yar­ gıçlarm böyle bir anlayışı var. Halbuki, Kürtlerin varlıgı, ta­ rihsel. toplumsal bir gerçekliktir. M ahkeme kararlarıyla so- . mut

gerçekliklerin

yok

edilebilmesi

mümkün

degildir.

Mahkeme kararlarıyla somut gerçeklerin yok edilebildigirıi sanmak da ilkel bir anlayıştır. Yalan, mahkeme kararlarıyla dogruya dönüşmez, yine yalan olarak kalır, mahkeme veya yargıç yalan söylemiş olur. Bir yargıç rüşvet alırsa , rüşvet ahlaki olmaz, yargıç, yüz kızartıcı suç işlemiş olur. Yargıçların,

mahkemelerin, yargı orgarurun, böyle bir

konuda kendilerini yetkili saymaları da ilkel bir anlayıştır. Resmi ideoloji tarihsel ve toplumsal bir gerçek olan Kürtlerin varlıgını inkar etmekle, reddetmekle yalana dayalı oldugunu ortaya koymaktadır. Mahkemelerin, yargıçların böyle bir sü­ reçte görev almaları, kendi görevleriyle hiç ilgisi olmayan bir göreve soyunmalan demektir . Zira, mahkemeler, yargıçlar,

370


"Kürtler yoktur, Kürtçe yoktur" , . "varsa bile, haklan yoktur, olmamalıdır" diye karar vermekle Kürtlerin ve Kürtçe'nin yok olmayacagıru bilmek durumundadırlar. Bu durumda mahkemeler, yalana dayalı rdesmi ideoloj inin söz­ cü�ügünü yapan bir kuruma dönüşüyorlar. Bazen bu ifadeler, "mahkemeye hakaret", "yargıçlara hakaret" , "mahkemeyi, yargıçlan küçük düşürmek" ola­ rak degerlendirilip dava açılıyor. Halbuki, "yalan" sadece ahiakın degil, bilimin de kavramıdır. Örnegin, "demir"e bi­ linçli bir şekilde "tahta"dır diyen bir kişi yalan söylüyor de­ mektir. Burada sadece, yalan söylendiginin saptaması yapıl­ maktadır. Kürd'e Türk diyen, Kürtçe'ye Türkçe diyen yar­ gıçlann da yalan söyledikleri obj ektif bir gerçektir. Bu da bir saptamadır ve bu saptamarun yapılmasında hakaret kastı, kurumlan, kişileri küçük düşürme kastı yoktur. Resmi ideoloji, Kürtlerin ulusal ve toplumsal varlıgıru in­

"Kürtler Türk sayıla­ rak, Kürtlerin aslı Türtür" denerek yapılmaktadır. "Kürtçe adıyla bilinen baiımsız bir dil yoktur" denerek yapılmak­ kar etmektedir, reddetmektedir. B u ,

tadır. Bu, ideolojik kabulün çok önemli bir sonucu olmakta­ dır. Füli durumun ideoloj ik gerçege uydurulması için Kürtle­ rin Türkleştirilmesi, Kürt dilinin ve kültürünün yok edilme­ si, Kürtlere ait bütün degerierin gasbedilmesi için her türlü yol-yöntem uygulanmıştır.

Anayasa

Mahkemesi

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, 1 923'te,

Başkaru,

"ırkçılık"

temeli

"lnsaniyet" temeli üzerinde kur'-i l­ dugunu vurgulamaktadır. Hem "Türkiye Cumhuriyeti sı­ nırlan içinde yaşayan herkes Türktür" denmektedir, hem �zerinde kurulmadıgını,

de Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ırk devleti olmadıgı iddia edilmektedir. B.u nun için de

"Türk"

sözcügünün etnik bir

terim, ırki bir terim olmadıgı, ' Türkleri, Kürtleri, Araplan, Lazlan, Çerkesleri . . . herkesi kapsadıgı belirtilmektedir. Os­ manlı Devleti'nden Cumhuriyet'e geçişte toplumsal koşullar­ da ne gibi bir degişiklik olmuştur da Türklerin, Arapların, Kürtlerin,

Çerkeslerin,

Lazların toplamı,

yeni bir ulusu,

Türk ulusunu meydana getirmiştir? Bu, son derece zorlama bir

iddiadır.

Türk ırkçılıgını ve

sömürgeciligini gizlerneyi

amaçlamaktadır. Türk ırkçılıgının belirgin özelligi, Türk olmayaniann asi-

371


milasyonunun sağlanması için her türlü yöntemin uygulan­ masıdır. İdamlar, iç sürgünler, dış sürgünler bu yöntemler arasındadır. Kürtlert ulusal ve toplumsal bakımlardan inkar e debilmek, Kürt olan herkesi aşagılamak için her şey yapıl­ mıştır. Kürtler, kendi dillerinden, kültürlerinden, öz kimlik­ lerinden u tanır hale gelmişlerdir. Kürtleri düşürmek için her türlü yol-yöntem uygulanmıştır. Devlet terörünün tırmandı­ rıldığı bu ortamda, Türklerle Kürtlerin ve digerlerinin karış­ ması ve yeni bir ulus meydana getirmesi mümkün müdür? Kuşkusuz degildir. Kürtlerle Türklerin toplamı yeni bir ulus, yeni bir karışım meydana getirmez, yine Kürtlerle, Türkler olarak kalır. Türkler elbette bir etnik grubun, bir ulusun adıdır. Fakat bu etnik grup, bu ulus, Kürtleri kapsamı içine almaz. Çünkü, Kürtler de ayrı bir etnik grubun, ayrı bir ulu­ sun adıdır. Kürt denildiği zaman da, örneğin, Türkler, Arap­ lar, Farslar bu kapsam içine girmezler. Türklerin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sınırlan dışında da yaşadığı bilinir. Nitekim Türk yöneticilerinin, Türk halkının, Türk basınının, Türk siyasal partilerinin vs. Türkiye'nin dışında yaşayan Türklere çok yoğun ilgi gösterdikleri yine bilinen bir gerçek­ tir. Kıbrıs Türklerinin sorunu milli bir sorun kabul edilmiş­ tir. Bulgaristan Türklerine yapılan haksızlıklar yine öyle . . . Batı Trakya Türkleri, Azeriler, Orta Asya Türkleri, Irak'taki Türkmenler, Türkleri ve· Türk yönetimlerini yakından ilgilen­ dirmektedir. Bu Türklerin ulusal ve demokratik h aklarına karşı, yani Türk toplumu olma özelliklerine karşı bir baskı söz konusu olduğu zaman, hemen tepki gösterilmekte , ulus­ lararası kurumlar h arekete geçitilmeye çalışılmaktadır. Kürdistan'ın bölünmesinden, parçalanmasından ve pay­ laşılmasından dolayı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sınır­ lan dışında Kürtler de yaşamaktadır. Fakat Türk yönetimle­ ri, bu Kürtlerle degil, bunları ezmeye , yok etmeye çalışan yönetimlerle işbirliği yapmaktadır. Örneğin, Irak'ta

Hüseyin yönetiminin Kürtlere

Saddam

karşı soykınm yaptığ;ı dönem­

Sad­ dam yönetimiyle işbirliği yapmıştır. Bütün bunlar, Yekta Güngör Özden, Bülent Ecevit, Mümtaz Soysal, Toktamış Ateş gibi has Türk ırkçılannın, "Türk bir etnik grubun adı de4lldir, Türklerin, Arapların, Kürtlerin, Lazların, Çer­ keslerln. . . karışımının oluşturduğu yeni bir ulusun adılerde, Türk Devleti, her zaman, gizli veya açık yollarla,

372


dır :· şeklindeki göıiişlerinin ne kadar zorlama göıiişler ol­ duğu açıkça ortada durmaktadır. Has Türk ırkçılannın, ör­ neğin Kıbrıs Türklerine, Bulgaristan Türklerine veya Batı Trakya Türklerine yaklaşımlanyla, Güney Kürdistan Kürtle­ rine yaklaşımlan arasında çok derin farklar vardır. ..

Türk ırkçılığını, Türk usulü ırkçılıgı gizleyen kavram

"eşitlik" kavramıdır. Türk ırkçılan, Türkiye'de, ırk, din, cins farkı gözetilmeksizin herkesin eşit olduğunu, bütün Türk anayasalarının bunu böyle yazdığını belirtirler. Bu eşitlik anlayışının çok önemli bir koşulu olduğundan has Türk ırkçılan hiç söz etmezler. Kürt kimliğini reddeclen, Kürtlerin dil, kültür gibi hakları olamayacağını söyleyen, Türkleşen, Türküm diyenler, Kürtleİin ulusal ve demokratik haklarına karşı mücadele edenler Türklerle eşit sayılırlar. Bunların kamuda görev almaları, görevlerinde yükselmeleri mümkündür. Fakat Kürt olarak, Kürtlerin gasbedilmiş ulu­ sal ve demokratik haklan için mücadele edenler, ne kamuda görev alabilirler, ne de görevlerinde yükselebilirler. Burada "eşltllk" Türk ırkçılığını ve sömürgeciliğini gizleyen bir kav­ ramdır. KiTletilmiş bir kavramdır. Türk ırkçılan bu koşulu her zaman yok sayarlar, görmezden gelirler. Bunun çağ;dışı, ilkel bir dayatma oldugu , bizzat Türk yöneticileri, Türk bası­ nı, Türk siyasal partileri, Türk yargı kurumları, Türk üniver­ sitesi vs. tarafından açık ve kesin bir şekilde vurgulanmıştır. 1 985- 1 988 yıllan arasında, ülkesinde Türk azırılığın isimle­ rini Bulgarlaştırmaya çalışan, Türklerin Bulgarlada eşit mu­ amele görebilmesini Türk kimliğ;iniri inkan koşuluna bağla­ yan Bulgaristan bu şekilde eleştirilmiştir, suçlanmıştır. Demokrasi, eşitlik, özgürlük gibi değerler evrensel deger­ lerdir, fakat bunların ırkçı, amaçlar doğrultusunda ve ırkçı düşünceyi ve uygulamalan gizlemek için kullanılması çirkin bir tavırdır. ahlaki bir tavır degildir. ırkçılık deyince , ilk önce akla Güney Afrika gelmektedir. Bir zamarılar Güney Afrika'da, yerleşme birimleıi, okullar, sinemalar. plajlar. parklar, lokantalar vs. beyazlara veya yeriilere göre ayrılıyordu. !rkçılık deyince bu düşünce ve uy­ gulama akla geliyordu . Aslında, Türkiye'de Kürtlere karşı uygulanan politika çok daha gericidir, çok daha barbardır. "Sen bana benzemiyorsun, ayrı bir yerde otur" politikası373


na ve uygulamasına göre, "sen benimle oturacaksın ve ba­ na benzemek, kendi öz de�erlerlni unutmak zorundasın"

uygulaması çok daha gericidir, yıkıcıdır ve barbardır. Birin­ cisinde, insanların öz kiınligi, degerieri yok olmaz, degerler mümkün olduğu kadar diridir, çok olumsuz koşullarda da olsa, bunlar varlığını sürdürür. Daha elverişli koşullann ya­ ratılması dogrultusunda mücadele yükseltilir. İkincisindey­ se kiınligin, kişiliğin parçalanması, insanların düşürülmesi, özgürlük, eşitlik gibi değerlerin yozlaştınlması temel amaç­ tır. Asimilasyonla insanlar kendi öz degerierine ve ulusuna ihanete zorlanır. Toplumsal ilişkiler çarpıtılır, saptınlır, gide­ rek ulus, diliyle , kültürüyle, tarihiyle yok olur. . . Buriun çok daha gerici, yıkıcı ve barbar oldugu besbellidir. Nitekim Güney Afrika'da, 27 Nisan 1 994 .seçimlerinden sonra, çok büyük siyasal ve toplumsal bir değişim gerçekleş­ miştir. Yerliler iktidar olmuşlardır. Irkçı yönetimin Cumhur­ başkanı De Klerk, Cumhurbaşkanı Nelson Mandela'nın yardımcısı olmuştur. Nelson Mandela nın, Afrika Ulusal Kongresi nin uzun zamanlar "terörist" muamelesi gördüğü bilinmektedir. Böyle bir degişim, Türkiye 'de neden gerçekle­ şemiyor? Çünkü, yalana dayalı resmi ideoloji çok daha tutu­ cudur, gericidir. Bu ideoloj i sahiplerinin, "dünyada ilk ulu­ '

'

sal kurtuluş savaşını biz yaptık, bütün ezilen uluslara ışık ve önder olduk" diye övünmeleri içi kof bir övünmedir,

tamamen duygu saldır. 1 992 Uluslararası Atatürk Banş Ödülü'nün Nelson Mandela tarafından reddedilmesi bu kof­ Iuğu çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.

KÜRTLER, ALEVİLER

·

Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlere uygulanan asimi­ lasyon politikasıyla, Alevilere uygulanan asimilasyon politi­ kası birbirine çok benzemektedir. "Herkes, din, dil, ırk, mezhep, cinsiyet bakımından eşittir" deniyor.- Kendi kim­ liğini inkar eden, Türkleşen "Kürtler", Türklerle eşit mua­ mele görebiliyordu. Alevi kimliğini inkar edenler, Sünnile­ şenler, Alevi toplumu olmaktan doğan 'haklarmı sorun yapmayanlar da , Müslümanlada eşit muamele görüyorlar. Örneğin isteyen herkesin köyüne cami yapılabiliyor, isteyen her yerleşim biriminde Kur'an Kursu açılabiliyor, herkes Di374


yarret İşleri Başkanlıgı'nda görev alabiliyor. Herkes imam olabiliyor, herkes Hicaz'a gidebiliyor. . . İmam-Hatip Okullan herkes için açıktır, hiçbir ayrnn söz konusu değildir, falan­ calar giremez diye bir kural yoktur. . . deniyor. Bunlar mez­ hep bakımından, din bakımından eşitliğin kanıtlan olarak gösteriliyor. Böylece Sünnileşenlerin, Alevi toplumu olmak­ tan doğan haklarını savunmayanlann, Diyanet İşleri Baş­ kanlığı tarafından temsil edilen Sünni Müslümanlarla eşit olacaklan belirtiliyor. Halbuki, Aleviler'in istedikleri, örneğin her köye cami yapılması değildir. Alevi toplumu olmaktan doğan bütün kurumları serbestçe kurup çalıştırabilmektir. Alevi toplumu olmaktan doğan haklarını savunabilmek, bu­ nun için örgütlenebilmektir. Bu koşullarda çok büyük bas­ kılar olduğu , Alevi toplumunu asimile edebilmek, Sünnileş­ tireb ilmek için çok büyük çabalar harcandıgı bilinmektedir.

Örneğin, Cemevleri'nin yapnnı yasaklanmakta� her köye ca­ mi yapılmaya gayret edilmektedir. Burada, çarpıtılmış

lik"

"eşit­

anlayışı, dinsel baskının, mezhep baskısının gizlenmesi

"Eşitlik" kavramı bir kere daha "Osmanlı toplumunda, bütün diniere eşit muamele yapılıyordu, hoşgörülü davranılı­ yordu. 15. yüzyıl sonunda, İspanya'dan kovulan Yahudi­ ler, bu 'eşitlik' ve 'hoşgörü' anlayışı sayesinde Osmanlı ülkesine rahatça sı�ınablldller" denilmektedir. Halbuki , aynı dönemde, Osmanlılar'ın Alevi toplumuna "eşitlik" , "hoşgörü" şöyle dursun yoğun bir soykırnn uyguladığı bilin­ mektedir. Yavuz Sultan Selim'in İranlılarla yaptığı savaş sı­ yolunda kullanılmaktadır. kirlenmekterdir.

Örneğin,

rasında , 40 binin üzerinde Alevi'nin kılıçtan geçirildiği, yok edildiği biliniyor. Yahudiler'in Osmanlı ülkesine kabul edil­ dikleri tarih 1 492 ve sonrasıdır. Aleviler'e soykırım yapılması ise 1 5 1 0'lu yıllara, özel olarak da 1 5 1 4 yılına rastlamakta­ dır. Aleviler'e gösterilmeyen hoşgörünün Yahudiler'e gösteril­ mesi, dinsel bakımdan, mezhep bakımından

"eşitlik"

anla­

yışının kanıtlan olarak değerlendirilebilir mi?

TARİHSEL HAKSIZLIK NASIL GİZLENİYOR? Anayasa

Yekta Güngör Özden. Kürt realltesi gibi konulardan

Mahkemesi Başkanı

Kürtçe e�itlm, Kürtçe

TV,

söz edildiği zaman, hemen karşı çılanakta, herkesin Türk ol-

375


duğunu, bundan da mutlu olduğunu söylemektedir. "Türki­ ye Cumhuriyeti Devleti ülkesiyle ve mllletiyle bölünmez bir bütündür" demektedir. Devletin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğü sloganı sık sık kullanılıyor. Bu slogan, elbette somut durumun ifadesi değildir, resmi ideoloj inin önemli bir unsurudur. Bu sloganın sık sık kullanılması, as­ lında, tarihsel bir haksızlıgın gizlenmesini amaçlamaktardır. Aslında,

1 9 1 5- 1 92 5

sürecinde bölünen Kürdistan'dır, bölü­

nen, parçalanan ve paylaşılan Kürt ulusudur. İşte, bu süre­ ci gizleyebilmek için, Yani Kürtleri, ülkeleriyle ve uluslanyla bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış tutabiirnek için dev­ letin ülkesiyle ve milletiyle bölünmezliğ;i sloganı sık sık kul­ lanılmaktadır. Bu noktada yoğun bir devlet terörü vardır. Bu slogan o kadar çok kullanılmaktadır, insanlar bu sloga­ nın belirttiği bütünlüğ;ü bozmakla o kadar çok tehdit edil­ mektedirler ki, devamlı savunmada kalmaktadırlar; bölün­ menin, parçalanmanın ve paylaşılmanın bilincine varama­ maktadırlar. İnsanlar bu yoğ;un devlet terörü karşısında, bö­ lünmenin, parçalanmarun ve paylaşılmanın bu kadar kolay bir şekilde nasıl gerçekleştirilebildiğini düşünememektedir.

"Ba�ımsız Kürt Devleti'ne karşıyız", "Ba�ımsız Kürt Devleti, hatta federasyon vs. Kürtler için de iyi de�ildir" sözleri, neden h er ağızdan duyulabilmektedir? Dünya 'da bin nüfuslu bağımsız devletler bile varken , nüfusu

30

50

milyo­

nu aşan Kürtler neden bağımsıZ bir devlete sahip olamıyor­ lar?

1 50

bin civarında nüfusu barındıran Kuzey Kıbrıs'ta ba­

gımsız bir Türk Devieli savunulurken, veya, Kuzey Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin bağımsızlığını ilan etmesi istenirken,

30 milyondan fazla lık,

nüfusa sahip olan Kürtler için, bağ;ırrısız­

"hatta federasyon bile"

neden iyi degildir? Bütün bun­

ların, Kürdistan'ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması süreciyle yakından ilgili oldugu çok açıktır. Buysa, Kürtlere ve Kürdistan'a yapılan çok büyük bir tarihsel haksızlıktır. İşte, devlet. Türk sömürge yönetimi, kitlelerin. dünyada bir eşi daha bulunmayan bu tarihsel haksızlıgın bilincine var­ malarını engellemek için düşünce hayatı üzerinde çok yoğun bir terör estirmek:tedir. "Türk Devleti ülkesiyle ve mille­ tiyle bölünmez bir bütündür" denerek Kürt ülkesinin yani Kürdistan'ın bütünlüğ;ünün nasıl parçalandığırun gizlenmesi amaçlanmaktadır.

376


Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden'e göre Kürt sorunu diye bir sorun yok. "Vardır diyenin alnını kanşlanm, bu ülkeyi kimseye böldürmeyiz" diyor. İşte bu, Kemalistlerin ingiliz emperyalizmiyle ve Fransız emper­ yalizmiyle işbirligi ve güçbirligi yaparak Kürdistan'ı nasıl böldüklerini, parçaladıklannı ve paylaştıklarını gizlemek için, araştımıacıl ann ve kitlelerin bilincine böyle bir konu­ nun çarpmasına engel olmak için estirilen devlet terörünün önemli bir parçası oluyor. Burada, söz konusu edilen "alın kanşlamak" olayını tehdit olarak degerlendirmek mümkün­ dür. Bu tehdidin fizik baskıyı, şiddeti içerdigi açıktır. Kaldı ki, bu, sadece, şiddet içeren bir baskı degildir. Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın bu düşüncelerini benimsemeyenler, eleştirenler, agır hapis ve agır para cezalannın da tehdidi al­ tındadır. Buna ragmen yine de "eşltllk"teri söz ediliyor. Ör­ negin, biz Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Ö z­ den le nasıl eşit olabiliriz? Kendisi, gazetelerle, radyolarla, televizyonlarla, çeşitli panel ve konferansıara katılarak dü­ şüncelerini açıklıyor, bu düşünceleri eleştirenter ise cezai yaptırımlada karşı karşıya kalıyor. bu süreçte "eşitlik" var mıdır? '

Cumhuriyet'ten sonra, Kürdistan'da gerçekleştirilen operasyonlan kısaca hatırlayalım. 1 927 yılından itibaren Kürdistan, Genel Müfettişliklerle yönetiliyor. Müfettişlikler dikkate alındıgı zaman Kürtlerle Tü rklerin eşit oldukları na­ sıl söylenebilir? 2 5 1 0 Sayılı yasa Kürtleri Mecburi İskan'a tabi tutuyor. Mecburi İskan a tabi tu tulan Kürtlerle Türkle­ rin eşit olduklan nasıl söylenebilir? Tunceli Kanunu uygula­ maları ortadayken, Kürtler, Türkler nasıl eşit kabul edilebi­ lir? Orgeneral Muilalı Olayı (Otuzüç Kurşun) Türkiye'de yaşamyar mu? 1 960'da, 27 Mayıs darbesiyle gündeme gelen "55 .Agalar Olayı sadece Kürtleri kapsamamış mıdır? 1 960'lı yıllarda komando harekatı sadece Kürt köylerinde gerçekleştifilmedi mi? 1970'li yılların sonlarında "Kanatlı 78" sadece Kürt halkını hedef almadı mı? Kürdistan yıllar­ dır olaganüstü hal yönetimleriyle idare ediliyor, böyle eşitlik olur mu? ·

'

..

Anayasa Mahkemesi, 1 9 9 1 yılında, TCK 1 2 5 · ve TCK 1 46. maddelerle ilgili karar aldı, 146. maddeden mahküm 377


edilenler aftan yararlanıp tahliye edilirken, 1 25. maddeden yargılanıp mahkum edilenler cezaevinde bırakıldı. Bu, Kürt­ lere göre ve Türklere göre ayrı ayrı mevzuat oluşturmak an­ lamına gelmektedir. TCK 1 2 5 . maddeden sadece Kürtlerin yargılandıgı bilinen bir gerçektir. Türklere ayrı mevzuat, Kürtlere ayrı mevzuat oluşturma düşüncesinin ve pratiginin bizzat Anayasa Mahkemesi'nden kaynaklandıgını bilmek ge­ rekir. . . Bütün bu çarpıcı o lgulara ragmen, hala, Kürtlerle Türklerin eşit oldugu söyleniyor . . . Bunun hiçbir inandıncılı­ ğ;ının olmadıgı, somut durumlar tarafından devamlı çürütül­ dügü açık bir gerçektir. Anayasa Mahkemesi Kürtlerin ulusal ve toplumsal varli­ gını inkar etmektedir.

Kürtlerden,

Kürt sorunundan söz

eden, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklanndan söz eden

Türkiye Birleşik Komü­ nist Partisi (TBKP), Sosyalist Parti (SP} bu nedenle kapa­

siyasal partileri kapatmaktadır.

tılan siyasal partilerdendir. Kürtler tarafından oluşturulan siyasal partileri kapatmak, Kürt milletvekillerinin dokunul­ mazlıklannın kaldınlmasını onaylamak Anayasa Mahkeme­ si'nin en önemli görevi olmuştur. Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP) program­ Iarına Kürt sorununun çözümüne ilişkin maddeleri koyduk­ ları için kapatılmışlardır.

Demokrasi Partisi

hakkında yine

aynı mahkemede açılan dava karar aşamasındadır. Anayasa Mahkemesi'nin şimdiye kadar geliştirdiğ;i pratikten bu parti­ nin de kapatılacagını söylemek kehanet sayılmaz. Gerek partilerin kapatılması, gerek

(DEP)

milletvekillerinin

Demokrasi Partisi

dokunulmazlıklarının kaldırılması­

nın savunulması, Anayasa Mahkemesi'nin ve onun başkanı­ nın milli iradeye saygılı olmadıklannın açık delilidir. Millet­ vekilierinin dokunulmazlıklan siyasal düşüncelerinden dola­ yı kaldırılıyor. tutuklanıp . cezaevine konuluyorlar. Parti ka­

patılıyor, milletvekillikleri · düşürülüyor. Bunları milli irade anlayışı ile açıklamak mümkün degildir. Çünkü bu milletve­

killeri 50 bin, 60 bin oyla seçilmişlerdir. Milletvekillerinin ar­ kasında güçlü halk destegi vardır. Kürt halkıllin isteklerini ve iradesini temsil ettikleri söylenebilir. Ve Kürt halkı, bu ki­ şileri, TBMM'ne gönderirken, 1yol, su . elektirik gibi işlerinin değ;il, Kürt sorunu konusunda bazı çözümlerin üretilmesin-

378


de katkıda bulunmalannı ummuştur, bunlan düşünmüş­ tür. Bu milletvekillerinin Kürt sorununa ilişkin düşüncele­ rinden, Kürtlerin ulusal ve demokratik hakları için yaptıkla­ rı mücadeleden dolayı dokunulmazlıklarının kaldırılması. cezaevine konulmaları. milletvekilliklerinin düşürülmesi, Kürt halkının iradesine saygısızlıktan başka bir şey degildir. Bu bakımdan, bu tür kişilerin, yazılannda ve konuşmalann­ da, ''hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" demeleri milli iradeye saygılı olduklan anlamına falan gelmiyor. Kaldı ki, Milli Güvenlik Kurulu'nun tayin edici ve belirleyici agırlıgı karşısında, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, hiçbir agırlıgı yoktur. Ömegin, DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları­ nın kaldırılması. cezaevine konulmalan konularında, TBMM'nden ve hükümetten çok MGK'nun direktilleri belirle­ yici olmuştur. Anayasa Mahkemesi'nde kapatma davasanın açılması ve sürdürülmesi konulannda da . . . Anayasa Mahkemesi Başkanı "yüksek yargıç" Yekta DEP milletvekilleriyle ilgili olayda, demokratik sürece Kürt halkının ira�esine ve istegine saygı duymadıgırıı belirtmiştik. Fakat Anayasa Mahkemesi Başka­ nı "yüksek yargıç" Yekta Güngör Özden demokrasi dışı oluşurnlara çok yogun saygı göstermektedir. Ömegin, 12 Ey­ lül ı 980 cuntası, Türkiye'de faşist bir yönetim kurmuştur. Anayasayı lagvetmiştir. Fakat, anayasının cunta tarafından lagvedilmesine fagmen. Anayasa Mahkemesi yaşamını sür­ dürmüştür. Anayasa Mahkemesi üyeleri, anayasanın orta­ dan kaldınldıgı bir yerde, bizim de işimiz olamaz deyip aynl­ mamışlardır. Bilakis, cunta şefine yazdıklan mektuplarla, cuntaya baglılıklannı bildirmişlerdir. Bunun önemli bir de­ mokrasi terbiyesi eksikligi oldugu aşikardır. Bu ilişkiyi dal­ kavukluk olarak belirtmek de mümkündür. ı2 Eylül'de fa­ şist cuntaya baglılık bildirmiş, cuntayı kutlamak için sıraya girmiş "yüksek yargıçlar"ın, ''demokrasi"den söz etmeleri derin bir çelişkidir. Bu tutum "demokrasi" kavramını kir­ letmektedir.

Güngör Özden'in DEP ve

"ADALET" KAVRAMI ÜSTÜNE "Adalet" kavramı üzerinde biraz duralım. ı ı Hazinin ı 994 tarihli Hürriyet, Milliyet, Sabah, Cumhuriyet gibi 379


günlük gazeteler, 12 Nisan 1 994 tarihinde de

vizyonu, saat 1 9 .00 haberlerinde

Kanal

D tele­

Yahya Demirel'le ilgili bir haber yayınladılar. H aber kısaca şöyle: Yahya Demirel 1988 yılında Şekerbank'tan 20 milyon 50 bin dolar kredi alıyor, fakat krediyi zamanında ödemiyor. Zamanı geçtikten

sonra da ödemiyor.

Yahya Demirel'le Şekerbank

arasında

ihtilaf meydana geliyor. İhtilafın çözümü için, Ankara 4. As­

liye Ceza Mahkemesi'nde dava açılıyor.

Davada 3 kere beraat hükmü veriliyor. Dosya Yargıtay

Ceza Daireleri Genel Kurulu'nda da inceleniyor. Sonunda,

Ankara 4. Asliye Ceza Mahkemesi, 9 Haziran 1 993 tarihin­ de,

"hizmet nedeniyle emniyeti suistimal" suçundan, ya­ Yahya Demirel'i 1 5 ay 1 6 gün

ni dolandıncılık suçundan,

hapis cezasına çarptınyor. Bu ceza Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onaylanıyor. Burada

"adalet"in dagıtılması

açısından irdelenmesi ge­

reken bir durum var. Devletin bir bankası 20 milyon 50 bin

dolar dolandınlıyor. Dolan , bugünkü kurdan, ömegin 3 5

bin liradan hesapladıgıpıız zaman, 700 milyar lira c ivarında Türk Lirası yapıyor. İlgili kişi bu krediyi geri ödemiyor. İhti­ laJ mahkemeye intikal ediyor. Üç kere heraattan sonra malı­

kemenin verdiğ;i ceza onbeş ay on altı gün hapis . . . Ve bu da, 6 yılda sonuçlandınlabilmiştir.

Yahya Demirel.

sadece,

Şekerbank'tan

dolandırdıgı

krediler dolayısıyla bilinen bir kişi degildir. 1 974'de 20 mil­

yonluk

hayali ihracat

davasıyla adını duyurmuş bir kişidir.

Mobilya yerine sunta ihraç etmiştir. 1 976'da bu davadan do­ layı yurtdışına kaçmış, daha sonra da Türk vatandaşlığın­

dan çıkarılmıştır. 1 984'te Türkiye'ye dönmüştür. Zonguldak

Ağır Ceza Mahkemesi tarafından toplu kaçakçılıklan dolayı 23 yıl 4 ay agır hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu ceza Yargı­

tay'da 4 kez bozulmuştur. Zonguldak Agır Ceza Mahkemesi

ı 989'da davanın zaman

aşımına ugradıgına karar vermiştir.

Bugünlerde,

Halkbank'ın da Yahya Demirel'le ihtilafı Halkbank, Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti'nde Yah­ ya Demirel'in kurdugu Kıbrıs Yatınm Bankası 'na, verdigi vardır.

yüksek faizden dolayı 4 milyon 500 bin dolar para yatırmış­

tır. Fakat dönem sonunda, parasını geri alamamıştır. Yahya Demirel, Halkbank'a "paramız yok, Ankara'da gayrimen-

380


kullerimiz var, satabillrsek paranızı vereceğiz " demiş­ tir. Halkbank yetkilileri, yaptıklan incelemede, Ankara'da, Yahya Demirel tarafından gösterilen gayrimenkullerin "sa­ tılmaz" olduklannı saptamışlardır. (Hürriyet, ı ı Haziran ...

1 994) Devlet 700 milyar civarındaki p arasını, yukanda faali­ yetleri özet olarak anlatılan kişiden geri alamıyor. Eğer ya­ kalayabilirse, ilgili kişiyi cezaevine koyacak. Halbuki devlet, mahkemeler, savcılar, kitaplara. dergilere. gazetelere yani

"düşünce suçları

"

na böyle davranmıyor. Dergiler, kitaplar,

gazeteler yayınlanır yayınlanmaz toplatılıyor, kısa zamanda dava açılıyor. Kitaplarla, dergilerle ilgili davalar Terörle Mü­ cadele Yasası'na göre açılıyor. Düşünmek, yazmak, yayınla­ mak. terör suçu olarak kabul ediliyor. Devlet Güvenlik Mahkemeleri,

bu davalarda kısa za­

manda hüküm veriyorlar, Yargıtay hükmü kısa zamanda onaylıyor.

"Terör"

suçlarıyla ilgili hükümlerin, infaz edilme­

sinde de öteki suçlara nazaran daha ağır koşuİlar var. Dev­ let. kendisini 700 milyar dolandırmış bir kişiden parasını ge­ ri alamıyor. Yakalarsa, ilgili kişiyi sadece,

1 98 gün hapis

yatıracak. Halbuki, devlet. mahkemeler, kitap yazan, maka­ le yazan bir kişi için en az iki yıl ağır hapis ve 250 milyon TL de ağır para cezası veriyor. 700 milyar lirayı geri alamıyor, ama bir yazara 2 50 milyon Türk Lirası ağır para cezası veri­ yor. Halbuki, yazar, kitap yazarak, makale yazarak deger ya­ ratan bir kişidir. Devlet, mahkemeler, dolandıncıyı koruyor,

"adalet" geregince iş yaptığ;ı­ "adalet" dağıttığını söylüyor. Bu

yazarı ezrneye çalışıyor. Ve hep nı. " adalet"i gözettigini,

"adalet" . lekeli bir kavram "Adalet" kavramı lekelenrniştir. Ö halde, bütün bunlar, "Türk adaleti"

süreçte, artık.

haline gelmiştir. konusunda, ilgi­

lileri yeniden düşündürmelidir. HiZmet nedeniyle emniyeti suistimal

suçunu,

yani

dolandırıcılık

suçunu

işieyenin

CumhL<rbaşkanı'nın yeğeni olması üzerinde de ilgiyle durul­ malıdır. Devlet, bankalar. kredi verdigi kişiden parasını geri ala­ bilmelidir. Devletin parası, sözleşme koşullan gereğince yine devlete dönmelidir. Bunun dışında silah kaçakçılığı, uyuştu ­ rucu kaçakçılığı gibi davalarda, mahkemeler, sanıkları agır

381


para cezasına da mahkum edebilirler. Çünkü bunlar, gayrt­ meşru kazançlardır, bu yolla, bu kazançların hiç olmazsa

bir kısmının tekrar topluma dönmesi sağlanabilir. Fakat. bir kitap için, bir makale için, ağır hapis cezası yanında verilen

ağır para cezasının dayanagı nedir? Bu cezanın meşru bir dayanağı var mıdır? Bu süreçte tedir? Burada,

adalet,

nasıl tecelli etmek­

"adalet"

devlet olanaklarının vurguncuya su­

nulması anlamına gelmemekte midir? Önemli bir konu daha var.

"Düşünce suçu"

sadece bir

kere işlenmekle, kişiyi istediği hedefe ulaştıracak bir suç de­

ğildir. Düşüncesini daha açık, daha mükemmel bir şekilde ifade edebilmek için ilgili kişinin, birkaç kitap daha, birkaç makale daha yazması gerekebilir. Dolandıncılık suçunu işle­

miş bir kişi, ömeğin, dolandırdığı 700 milyar ile düşündüğü amaca ulaşabilir. Durum, hırsızlık, rüşvet, ırza tecavüz gibi suçlar için de böyledir.

"Düşünce suçu

"

nun böyle olmadığı

besbellidir. Her bir kitap için, her bir yazı için, 250 milyon li­ ra para cezası verildiğini düşünün. Ömegin bunu, 10 kere, 20 kere,

80 kere tekrarladığınızı düşünün . . . Bu cezanın

maddi dayanağı nedir? Bu cezada ahlaki bir yön var mıdır? Herhangi bir yazarın dava

konusu

edilen ve

ancak

2000, 2500 adet basılan kitabın tamamının üzerinde yazıldı­

ğı fiyattan satıldığını düşünelim. Bu ceza karşılanabilir mi? Kitaplar, devlete ceza ödemek için mi basılıyor? Kaldı ki, bu

tür kitapların, dergilerin hemen toplatıldığı, dağıtımının ve satışının

engellendiği

"hak", "adalet"

biliniyor. . .

Bu

nerede durmaktadır? . .

süreçte

"hukuk",

SONUÇ Anayasa Mahkemesi Başkanı

Yekta Güngör Özden,

Kürtlerin ulusal ve toplumsal varlığını inkar etmektedir. Kürt sorunundan söz edenleri,

"alnını kanşlarım"

diyerek

tehdit etmektedir. Kürt sorunu konusunda ·oluşturulacak ılımlı bir yaklaşıma hemen karşı çıkmaktadır, bunun ola­

naksızlığını ifade eden açıklamalar yapmaktadır. Bunların hukuksal konular olmadığı, siyasal içerikli konular olduğu

açıktır. Anayasa Mahkemesi Başkanı siyasal içerikli pek çok

konuda açıklamalar yapmaktadır. Fakat,

382

hukukla, insan


haklanyla ilgili pek çok konuyu görmezden, duymazdan gel­ mektedir. işkence sistematik bir devlet politikasıdır. Kürdistan

"faili meçhul" cinayetlerle yönetilmektedir, Kürt yurtsever­ leri gözaltına alınıp katledilmekte. cesetleri bazen araziye atılmış vaziyette . bazen morglarda bulunmaktadır. "Kürtçe TV"ye, "Kürtçe elltlm"e Şiddetle karşı çıkan "yüksek yar­ gıç'' devletin sistematik cinayetlerini görmezden. duymaz­ dan gelmektedir. Devlet bürokrasisinde, ıüşvet. dolandıncılık, yolsuzluk çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Gazeteler, televizyonlar sık sık yolsuzluk, dolandıncılık dosyalan açıklamaktadırlar. Bu dosyalarda, Başbakan'ın eşinin adı, Cumhurbaşkanı'nın ka­ yınbiraderinin, yegeninin adlan sık sık geçmektedir "Kürt realltesl" gerekleriyle ilgili bir oluşuma şiddetle karşı çıkan "yüksek yargıç'' , devlet bürokrasisini saran bu çürüme karşısında hiç sesini çıkarmamaktadır. Trilyonlarca liralık yolsuzluklar konularında neden soru şturma açılamamakta­ dır? Kitaplan, dergileri, gazeteleri arıında toplatıp soruştur­ ma açan savcılar trilyonlarca liralık yolsuzluklara neden do­ kunamamaktadır? Kitap yazanlara, yazı yazanlara, bunlan yayunlayanlara, agır hapis ve agır para cezaları veren malı­ kemeler, yolsuzluk ve dolandıncılık füllerine neden bakama­ maktadır? "Yüksek yargıç''ın bu konularla ilgili bir düşün­ cesi yok mudur? . . .

Yukanda, dolandıncılık suçuyla ilgili somut bir örnek verildi. "Düşünce suçlan yla ilgili örnekler de çok. . "Ada­ let" her iki süreçle ilgili olarak nasıl tecelli etmektedir? Ana­ yasa Mahkemesi Başkanı'nın, dolandıncılık sorunu ve "dü­ şünce suçları"na karşı devletin, malıkernelerin yaklaşunlan konusunda bir düşüncesi yok mudur? ''

.

Yargılama sürecinde rüşvet alan ve bu fülleri yargı kara­ nyla kesinleşen yargıçlar vardır. Yüzkızartıcı suç işlemiş yargıçlann vermiş oldugu malıkurniyet kar�rlan ne olacak­ tır? 1980'li yıllarda görülen davalar sırasında biz de böyle bir olayla karşılaştık. Bu konuyu mahkemelerde, Askeri Yar­ gıtay'da ve Yargıtay'da sık sık soruyoruz, fakat mahkemeler bu taleplerimizi hep görmezden, duymazdan geliyorlar. Bu istekleri reddetmeden ceza verme yoluna gidiyorlar. . . Yüzkı-

383


zartıcı suç işlemiş yargıçların vermiş olduğu malıkurniyet kararlanmn değeri nedir? "Kürtlere haklan muhakkak ve­ rilmelidir

...

" diyenlere karşı şiddeili bir şekilde tepki göste­

ren, arka arkaya açıklamalar yaparak bunun olamayacağını vurgulayan Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın bu konuda bir diyeceği yok mudur? Yüz kızartıcı suçlar işlemiş yargıçların vermiş olduğu rnahkümiyet hükümlerinin değeri nedir? Anayasa Mahkemesi Başkanı, Kürtlerin kendi dillerini, kültürlerini bırakıp, Türkleşip, Türk gibi yaşarnalarını iste­ mektedir. Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içinde yaşayan her­ kesin Türk olduğunu, yaşamın kesinlikle böyle süreceğini vurgulamaktadır. Fakat, Kürtlerin de kimliğinin korunduğu , ulusal ve demokratik haklarının yaşama geçiıildiği bir or­ tamda Kürtlerle birlikte yaşamayı hiç istememektedir. Buna da "eşitlik" demektedir. Fakat, Kürtler için " eşitlik" iste­ yen

Demokrasi Partisi

rının

kaldırılmasını,

milletvekillerinin dokunulmazlıkla­

milletvekilliklerinin

düşürülmesini,

programına Kürt sorunuyla ilgili bölümler koyan partilerin kapatılmasını h araretle savunmaktadır. Buna rağmen "Ha­ kimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sloganını da tekrarla­ rnaktadır.

Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olması,

cunta karşısında el pençe divan dunnasma hiç engel olma­ maktadır. Anayasanın ortadan kaldınldığı cunta koşullann­ da bile, Anayasa Mahkemesi üyeliği devam e debilmektedir. Kürtlerin ulusal ve demokratik haklan konulannda şiddetle tepki gösteren, siyasal açıklamalar yapan "yüksek yargıç " , faşist cuntaya küçücük bir tepki gösterememiştir. Bütün bunlar, "demokrasi" , "adalet", "eşitlik" , "özgürlük" , "in­ san haklan" , "bilim" gibi kavramlarm kirlendigini göster­ mektedir. Anayasa Mahkemesi B aşkam "yüksek yargıç" Yekta Güngör Özden, Kürtlerin ulu sal ve toplumsal varlığını ısrar­ la inkar etmektedir. Kürtlerin her türlü baskı ve şiddet yön­ temiyle asimile edilmelerinin, çok demokratik bir yol oldu­ gunu da vurgulamaktadır. Yazılarından, konuşmalanndan çıkan sonuç budur. Fakat kendisi eleştirilemez, dakunula­ maz bir kişidir. Kendisini eleştirenler, ağır hapis cezalanyla ve agır para cezalarıyla tehdit edilir, bu cezalar sık sık uygu ­ lanır.

384

"Yüksek yargıç" düşüncelerinin cezai yaptınmlarla


korunmasından hiç rahatsız degildir. Buna da

"eşitUk"

de­

mektedir. Toplumsal ve siyasal degişim, gerek Kürdistan'da, gerek Türkiye'de çok sancılı ve sarsıntılı geçiyor. Halbuki, hukuk kurumlan, hukukçular, degişimin mümkün oldugu kadar az sancılı ve sarsıntılı geçmesi konusunda işlev sahibi olabi­ lirlerdi. Anayasa Mahkemesi Başkanı obj e:ktif gerçegi redde­ den, inkar eden açıklamalanyla, demokratik sürecin bütün kanallarını tıkamaktadır. Totaliter. faşist bir düşüneeye ve uygulamaya yol vermektedir. Çok önemli bir konu daha var. Somut olguların. somut toplumsal gerçekliklerin ısrarla inkar edilmesinin, totaliter ve faşit düşüncelere kaynaklık ettigi pek açıktır. Faşizm, Na­ zizm denince ille de gaz odalannı hatırlamak gerekmiyor . . . Türk faşizmi de böyle gelişiyor. . . Bu arada. Türk yazar ör­ gütlerine de bir konuyu hatırlatmak gerekiyor.

lar Demet)i

Edebiyatçı­

gibi yazar örgütlerine üye olmanın önemli bir

koşulu var: Faşist olmamak koşuluyla bütün yazarlar üye olabilir, deniyor. Bu madde kimler için uygulanıyor, acaba?

385


DİZİN

A. Wilson 299 ABAYAY Çetin 340, 358

ATATÜRK Mustafa Kemal 2 1 , 23, 24, 46, 80, 1 28, 21 3, 2 1 4, 278

ABDULLAH Cevdet 344

ATEŞ Toktamış 372

ADANUR Halil 234, 358

Avrupa Konseyi 234

AGAOGLU Adalet 208

AYAZ Bayram 324

AHMET ARIF 344

Ayd ın ve Aydın 242, 243, 244, 246

AKBAL Oktay 208

AYDIN Bahtiyar 360

AKDEMIR Hafız 358

AYDIN Vedat 309, 31 1

AKIN Do{lan 1 86

Aydınlık (gazete) 245, 246, 290, 293, 305, 344, 358, 366

AKKAYA ZOiküf 358 AKSOY Muammer 3 1 2 Akşam (gazete) 1 58 AKTUNA Yıldırım 341 Aktüel (dergi) 53, 1 1 1 Alevller 75, 374, 375 ALINAK Mahmut 80 ALTAN Abdulkadir 359 ALTAN Çetin 208, 260 ALTUN Cengiz 340 Anavatan Partisi (ANAP) 7 1 , 265, 266, 363

Azadi (gazete) 99, 1 1 5, 276, 296 BALZAC 1 40, 1 42 BARZANI Molla Mustafa 1 4, 1 6, 1 55 "Bask Mode li" 364 Başak (yayınevi) 243, 244 "Başka ldırının Koşulları" 1 03 BAŞKAN Adil 358 BAYIK Cemi! 361 BAYKAL Deniz 361 , 362 BAYRAK Mehmet 1 8

"anayasa! vatandaşl ık" 367

BENDER Cemşid 1 8

Ant (yayınevi) 243, 244

Berxwedan (gazete) 1 1 6

ANTER Musa 1 8, 1 02, 233, 309, 3 1 1 , 340, 358

Beybun (yayınevi) 1 08 BILAR 1 95, 252

Apocular 1 4

"bilirkişllik" 62, ·1 53, 1 99, 200, 201

ARGK (Kürdistan Halk Kurtuluş

BILSAK 1 95, 252

Ordusu) 274, 292, 295, 337, 355

BILSEL Cemal 2 1 7

ARSEL llhan 242, 243, 245, 246, 354

BIRAND Mehmet Ali 1 1 7

ARSLAN Remziye 1 1 O

Birleşmiş Milletler 233, 234, 349

AtatOrk Barış Ödülü 57, 58, 63, 374

"Birinci Cum huriyet" 1 67

386


Botanlı Ağa 1 4, 1 5, 1 6, 1 7, 1 8

264, 298, 307, 3 1 1 , 3 1 2, 3 1 4,

BOZARSLAN Mehmet Emin 1 8

36 1 , 367

"bölücülük propagandası" 49

DEMIREL Yahya 380

BRUINESSEN Van Martin 1 1 o, 1 1 1

DEMIRTAŞ Recep 358 Demokrasi Partisi (DEP) 308, 309,

Cenevre Sözleşmeleri 278 . CEVDET Abdullah 344 CEVHERI Necmettin 3 1 2, 36 1 , 362 CINDORUK Hüsamettin 5 1 , 80 Cum huriyet (gazete) 57, 1 86, 220, 25 1 , 281 , 282, 284, 285, 287, 288, 3 1 7, 379

Cumhuriyet Halk Fırkası 80 Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 361 , 362

3 1 0 , 31 1 , 3 1 3, 3 1 4, 3 1 6, 341 , 378, 379, 384

Demokratik Sol Parti (DSP) 71 , 1 1 4 DENIZ Hüseyin 340, 358 Dev-Genç 1 5 Devinim (dergi) 41 , 203 Devrimci Doğu Kültür Ocakları 1 4, 2 1 , 1 58

DICLE Hatip 29 "Diyarbakır Demokrasi Platformu" 301

ÇAGATAY Ali 53 ÇAMBEL Hasan Cemal 21 6 ÇANDAR Cengiz 66 Çekiç Güç 64 ÇELIKEL Aysel 282, 283 ÇETIN Hikmet 230, 3 1 2 ÇEVIKÇE Erol 3 6 1 ÇIFTÇI Burhan 263 ÇIÇEK Hikmet 1 35 ÇILLER Tansu 253, 254, 255, 262,

DOGAN Orhan 296 "Doğu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller 1 8, 1 58 "Doğu Anadolu'da Göçebe Kürt Aşiretlerinde Toplumsal Değişme" 1 56 " Doğu Mitingleri'nin Analizi" 1 57 Doğru Yol Partisi (DYP) 71 , 80, 253 DOLAN Yüce 290

265, 276, 288, 305, 3 1 8, 3 1 9,

DURSUN Turan 3 1 2

320, 356, 357, 362, 363

DÜR R E Abdurrahman 1 8

ÇÖLAŞAN Emin 284 Edebiyatçılar Derneği 245, 246, 350 DAGLARCA Fazıl Hüsnü 208

385

DAMAT FERIT PAŞA 282

"Egemenlik Kayıtsız Şartsız

"dar milliyetçi" 55

Milletindir" 78, 80

DE KLERK 374

ECEVIT Bülent 1 1 4, 372

DEMIRAL Nusret 5 1

EKINCI Kemal 358

DEMIREL Süleyman 2 2 , 57, 6 9 , 70, 71 , 80, 1 20, 1 82, 1 84, 25 1 ,

EKREM CEMIL PAŞA 1 07, 1 08 EKŞI Oktay 284

387


EMEÇ Çetin 3 1 2

HIZLAN Do{lan 208, 284

"55 A{lalar Olayı" 377

"himaye" 67

ERDEM Eşref 361

Hizbuiiah 290

ERDEM Sela hattin 1 39, 1 43

HO CHI MINH 1 37

ERDEM Zihni 53 ERNK 337

Hürriyet (gazete) 34, 44, 46, 50, 1 04, 208, 284, 362, 367, 379, 381

ERSOY Mehmet Akif 208

Hz. ISA 26

EVREN Kenan 288 "faili meçhul cinayet" 68, 1 83, 277, 290, 3 1 4, 336, 338, 357, 383

ILGAZ Rıfat 208

Forum {dergi) 1 56, 1 58

IHSAN NURI PAŞA 1 1 2, 1 1 5

FORRER E.O. 2 1 5 , 21 6, 21 7

2000'e Do{lru (dergi) 52, 1 35, 340

ILICAK Nazlı 208, 209

IKINCI ABDÜLHAMID 337 GAP 45

"Ikinci Cumhuriyet" 1 63, 1 64, 1 67, 1 68, 248, 261

Gerçek (dergi) 340

"lik Kurşun" 292

GALIP Reşit 21 8

GOETHE 208

"I LKSAN yolsuzlu�u" 305

"Göçebe Alikan Aşireti" 1 8, 1 58

ILHAN Atilla 208

GÜLIZAR Jüiide 2 1 2

INAN Afet 2 1 3, 2 1 4, 2 1 7

GÜNAY Ertu{lru l 361

INAN Kamran 230, 3 1 2

GÜNEY Yılmaz 344

INÖNÜ Erdal 22, 1 82, 1 84, 25 1

GÜNDÜZ Lokman 358

IN ÖNÜ lsmet 80, 1 04, 1 21

GÜNGEN Hallt 340

Intersatar (televizyon) 73

GÜREL Şükrü S. 284

IRDELP Neşet Ömer 2 1 8

GÜREŞ Do�an 264

"ISKI Yolsuziuğu" 305

HALIKARHAS BALIKÇJSI 208

"lsmet Paşa'nın Kürt Raporu" 1 04, 1 2 1 , 1 24

HALIS Atilla 245

!sviçre Yazarlar Birli(li 60

Halkın Emek Pa.r tisi (HEP) 80, 99, 1 00, 1 02, 1 03, 1 04, 1 05, 1 06, 1 1 1 ' 1 1 2, 1 1 3, 1 9 1 ' 1 92, 378

Jin (dergi) 1 1 5

Işçi Partisi (IP) 305

HAZER Rasime 33 Helslnki Watch 46

KAFKA 208

HERZOG Chalm 34, 37, 38, 39, 40

KAHRAMAN Mehmet 3 1 2

Hetawl KOrd (dergi) 1 1 6

KANAT Alaattin 308

HOvi (dergi) 1 1 6

KALPAKÇI Şükrü 245

388


Kanal D (televizyon) 380

Kürdistan Yurtseverler Birliği 65

KANAR Ercan 25 1

Kürt Enstitüsü 9, 22, 23, 24, 25, 27, 28, 30, 329

"Kanatlı 78" (tatbikat) 377 "Kandırılmış eski terörist" 56, 57, 58, 59

Kürt Federe Devletl 331

KANIK Orhan Veli 208

"Kürt Hak ve Özgürlükler Vakfı" 329

Kürt Kültür Vakfı 76, 329

KARADENIZ Burhan 358

Kürt Kurultayı 251

KARAKURT Sebatl 1 1 1

"Kürt şoven izm i" 90, 91 , 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98

KARAKUŞ lhsan 340 KA YA

Yaşar 341 , 364

KAYPAKKAYA lbrahim 1 4

Lenin 238

"Kederde, kıvançta, tasada,

Lozan (antlaşma) 46, 280, 28 1 , 282, 283, 284, 285, 287, 297, 299, 301

sevinçte ortağız" 29, 30 KEMAL Yaşar 208, 245, 246, 344, 348, 349, 350 "Kırkdokuzlar" (olayı) 232 KILIÇ Habip 308, 3 1 3 KILIÇ Hikmet 308 KILIÇ Kemal 340, 358 KILIÇ Neslm 308 KILIÇBAY Mehmet Ali 1 93, 1 94, 1 95 KISAKÜREK Necip Fazıl 208 KOCATÜRK Utkan 23 Kornal (yayınevl) 243, 244 KÖYATASI Meriç 73, 75 KURDAKUL Şükran 285 KURD-HA 262, 263, 294 Kurd Teavün ve Terakki Cemiyet! 1 1 6 "Küçük Peşmerge" 1 39, 1 42 KÜÇÜK Yalçın 254 Kürd Tamim-i Maarif Cemiyatı 1 1 6 Kürd Talebe Hevi Cemiyeti 1 1 6 Kürdistan (dergi) 1 1 6 Kürdistan Azm-I Kavi Cemiyeti 1 1 6 Kürdistan Demokrat Partisi 65 Kürdistan Teali Cemiyet! 1 1 5, 1 1 6

MALKAÇ Aysel 290, 296, 339, 358 MALMISANIJ 1 8 MARQUEZ 208 Med Yayıncılık 1 1 2 Medya Güneşi (dergi) 276 Melsa Yayınları 1 39, 1 42 MET1NER Mehmet 247 MICUBÜRRAHMAN 278 Milliyet (gazete) 208, 265, 285, 298, 348, 379 Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) 71 MUMCU Uğur 208, 3 1 2 NAZlM HIKMET 208, 209 NELSON MANDELA 56, 57, 58, 59, 63, 374 NESIN Aziz 97, 1 73, 208, 243, 245 Newrez (dergi) 276 Newrez Ateşi (dergi) 276 Newrez Bayramı 46, 86 Nokta (dergi) 33 OCAKÇIO(';LU lsmet 205

3813


OLCAY Osman 284 "Omeryan Aşlreti" 3 1 3 , 3 1 5

ÖZTÜRK Ünsal 2 1 2, 245, 246, 350, 353

"Orgeneral Muğlalı Olayı" 377 OKÇU Orhan 359

PAMUK Orhan 208

ORHAN Yahya 340, 358

PERINÇEK Doğu 305

Oslobodenje (gazete) 348

"Pir Sultan Kültür Etkinlikleri" 25 1

"Osmanlı Ordusu" 290

PKK (Kürdistan Işçi Partisi) 21 , 52, 53, 64, 65, 67, 81 , 86, 87, 88, 89, 96, 1 02, 1 03, 1 04, 1 05, 1 06, 1 07, 1 09, 1 1 o, 1 1 2, 1 1 4, 1 1 6, 1 1 7, 1 1 8, 1 25, 1 26, 1 27, 1 29, 1 3 1 , 1 42, 1 74, 222, 223, 224, 225, 226, 227, 23 1 , 232, 233, 234, 255, 261 , 262, 263, 274, 276, 277, 278, 292, 295, 300, 305, 306, 31 5, 3 1 6, 3 1 9, 320, 336, 337, 341 , 342, 343, 355, 356, 357, 359, 360, 363, 365

ÖCALAN Abdullah (Apo) 88, 89, 1 04, 1 05, 1 1 7, 1 1 8, 1 42, 225, 227, 234, 294 ÖZAL Turgut 80 ÖNEN Kemal 220 ÖZDEMIR Metin 308 ÖZDEN Yekta Güngör 4 1 , 203, 245, 365, 366, 370, 373, 375, 377, 379, 382, 384 Öz-Ge Yayınları 1 1 o Özgür Bilim (dergi) 8, 267 Özgür Gündem (gazete) 8, 3 1 , 34, 38, 64, 68, 73, 78, 82, 83, 86, 90, 94, 95, 97, 99, 1 03, 1 1 3, 1 73, 1 82, 1 85, 1 89, 1 93, 1 97, 202, 208, 222, 237, 244, 245, 247, 248, 25 1 , 253, 257, 262, 263, 274, 276, 280, 287, 290, 291 , 292, 293, 294, 295, 296, 297, 298, 302, 307, 3 1 3, 3 1 7, 31 8, 324, 328, 334, 339, 340, 341 , 343, 348, 35 1 , 355, 357, 358, 359, 36 1 , 364, 365 Özgür Halk (dergi) 276 Özgür Ülke (gazete) 8, 365 Özgür Üniversite 1 45, 1 62, 1 93, 1 95, 252, 267, 272, 273 Özgürlük Ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP} 378

"PKK eşkıyası" 86, 87 PULUR Hasan 285 RAVALI Ahmet 1 30 Refah Partisi (RP} 71 Rewşen (dergi} 8, 9 RlZA Tevfik 282 ROHAT 1 8 Roji Kurd (dergi} 1 1 6 Sabah (gazete) 66, 76, 80, 208, 26 1 , 361 , 379 SABAHATTI N All 208 SADDA M HÜSEYIN 64, 372 SAGNIÇ Faqi Hüseyin 1 7 SAlDI NURSI 208, 209, 344 SALMAN RÜŞDI 242, 243, 244

ÖZMEN Zeynel Abidin 1 21 , 1 24

Sevr (antlaşma} 281 , 282, 284, 287, 298

ÖZTÜRK Saygı 1 04

SEYIT RlZA 1 1 5

390


SEZGIN lsmet 86

TEPE Ferhat 290, 291 , 296, 339, 358

SHAW Standfort 33

Tempo (dergi) 1 30

Slow TV 1 1 7

Tercüman (gazete) 208

SELÇUK l lhan 208

Teşkilat-ı lçtimaiye Cemiyetl 1 1 6

Serketin (dergi) 276

TOGUÇ Nizarnettin 308

SerxwebOn (gazete) 1 1 6

Toplumsal Kurtuluş (dergi) 8, 1 45

SHAKESPEARE 208

TOLSTOY 1 40, 1 42

SIMK0 337

TUFAN Ferhat 1 1 1

SINCAR Cihan 309, 31 1

Tümzamanlar (yayınevi) 243, 244

SINCAR Mehmet 308, 309, 31 1 , 31 4, 315

"Türk Intikam Tugayı" 290 "Türk'e has demokrasi" 303

SINCAR Tevfik 31 3, 3 1 4

Türkiye (gazete) 208

SIRMEN A l i 285

Türkiye Birleşik

Sorun (yayınevi) 243, 244

Komünist Partisi (TBKP) 378

Sosyal Demokrat

Türkiye Işçi Partisi (TIP) 1 56

Halkçı Parti (SHP) 71

Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi 1 4, 1 58

SOYDAN Aynur 284 SOYSAL Sevgi 372

Türkiye PEN Yazarlar Derne{li 242, 243, 244, 246, 247, 285

STALIN 238

TÜYAP Kitap Fuarı 352, 353, 354

SOYSAL Mümtaz 372

STEINBECK 1 40, 1 42 SÜREYYA Cemal 344

Uluslararası Af Örgütü 36

ŞEYH MAHMUT BERZENCI 299

ÜÇOK Bahriye 3 1 2

ŞEYH SAID 1 1 5 "Şeytan Ayetleri" 242, 243, 244

Varlık Verg isi 33

"Şırnak Kürtlere Mezar Olacak" 63

VELIDEDEOGLU Hıfzı Veldet 208

ŞIMŞIR Bilal 284

VERGIN Nur 247

ŞIVAN 1 0

VICTOR HUGO 208

TAHIR Kemal 208

Welat (dergi) 340

TALABANI Celal 65, 66 TAN ER Haldun 208, 209

YAHYA HAN 278

TANÖR Bülent 282

YALÇIN l hsan 305

TANRlKULU Zeki 308

YALÇIN Soner 1 35

TARANCI Namık 340

"Yaşar Kemal'e Soru Ya{lmuru" 21 1 21 2, 245, 246

TAŞDEMIRel Ersoy 2 1 5

<Ol


YAVUZ SULTAN SELIM 375 Yeni Insan (dergi) 8, 1 63, 1 71 , 2 1 3 , 344

Yen i Ülke (gazete) 8, 4 1 , 52, 99, 1 07, 1 1 9, 1 39, 203, 204, 340

Yeni Zemin (dergi) 247 YILMAZ Mesut 265, 266, 363 "Yirmlüçler" (olayı) 232 Yurt Kitap-Yayın 8, 206, 2 1 2, 243, 244, 245, 246, 350, 352, 353, 354

ZARAKOLU Ragıp 247, 251 Zagros (yayınevi) 243, 244 ZANA Leyla 29, 51 , 31 1 "Zihnlmlzdekl Karakolların Yıkılması, Yargılama Süreçleri ve Özgürleşme" 206

392


� - - ·--�---

"


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.