Kızılbayrak yıl 1994 sayı 02 15 haziran 01 temmuz

Page 1

U'.l

VLJ'-11'-�UI 1).1'- .

fU

Kalma! 21 ftfl- iJt�ML

Saldırısı

. Saıfa

. ..

ı-

i

"

.

1 5

G ü

n

ı ü k

S

o

s

y

a

ı i

s

t

S

ı,

y

a s

a ı

,

G.

a

z

15 Haziran-I Temmuz 94,

e t e

·15 OOOTL

;< .

Kordeş bir halk katliamdan geçiriliY-or

Seyirci Kalma� Suç Ortağı Olma�tır! �usma� Onaylama�tır! ·

.

ürt ·halkının onyılların birikiminden kök. mamaktadır. alan büyük tarihsel uyanışı ve mücadelesi Kürt halkının · �ük onuncu yılını doldurmak üzeredir. . Bugün tarihsel uyanış� . ve muca­ dünya çaJ>ında kehdini duyurmuş bu müca- · delesi, ulusal inkara �v,e 'drle, dünyanın ezilen ve söıtıürüıen halkları tara- köleliğe ıCarşı bir uhisaı eşit­ fından gitgide daha büyük bir iİgiyle ve sempatiyle lik ve özgürlük müca-. izlenmekte ve desteklenmektedir. Faıcat yazık ki delesidir. Bu mazlum bir yanıbaşındaki Türk halkı, Kürt halkıİla zulmeden aynı · halkın bir kimlik ye onur düşman tarafından ezilen ve sömürülen Türk işçi ve mücadelesidir. Kürt halkının emekçileri, bu haklı mücadeleye henüz gerekli ilgi ve bu utusal uyan� ve mücadesteği gösterememektedirler. ·oysa bu, herkesten delesi,- 12 Eylül sayesinde •. çok, dünyanın tüm öteki halklarından önce, kendi toplumsal muhalefeti ·ezen w uzun süreli bır siyasal görevleridir. Türk emekçi halkı henüz bu görevinin istikrarı nihayet sağladığını zanneden sermaye düze­ gereklerini yerine getirmediği içindir ki, Türk serma- ninin üstüne yıllardır bir kabus gibi çökmüştür. İşçi­ ye sınıfı ve onun devleti, mazlum bir halka karşı kirli leri ve ·emekçileri açhğa mahkum eden, yüzbinlerce bir savaşı tüm gücüyle sürdürme kolaylığını bula- devrimeiyi ve halktan insanı işkenceden ve zindandan bilmektedir. Baskıda, terörde, işkencede, toplu geçiren, her türlü karşı koyuşu asker çizmesiyle ezen sürgünde, katliarnlarda, kontr-gerilla tarafından siste- sermaye iktidarı, Kürt halkından umulmadık bir tokat matik olarak sürdürülen cinayetlerde sınır tanı- yemiştir. Generaller rejimi, kapitalistler milyarlar

K

·

,!?�

_

·

·.

·

·

Dev · r1mc1 ve Devrimci Çözüm •

prkiye devrimcisinin önündeki güncel manzaranın temel uns!Jrları nelerden oluşmaktadır?

T bugün hızla ağırlaşmakta, kapitalist ekonomi derin bir sarsıntı geçirmekte. Bunu siyasal planda bir yönetememe Ilkin, kriz içindeki düzen, Bu bir yapısal kriz, çok boyutlu� Türkiye'nin son 30 yılına damgasını vurmuş. Fakat

krizi tamamlamakta. Sermaye düzeni gitgide daha geniş bir ölçekte, varlığını çıplak zora dayandırmakta, egemen­ liğini bu yolla sürdürmeye çalışmakta. Rejimin generaller, kontr-gerilla ve siyasi polis şefleri yönetimine dayalı karakteri gitgide daha çok açığa çıkmakta. Polis rejimini perdeleyen parlamento ile siyasi partiler işlevlerini yitirmekte. Ö�etle, "Cumhuriyet tarihinin en büyük krizi" tanımı, bugünkü krizin boyutları konusunda bir fikir vermekte. Ikinci olarak, 70 yılın birikimiyle kendini tüm şiddetiyle ortaya kovmus bir Kürt sorunu. Ezici ağ ırlığı ile Kürt köy­ lülüğüne ve Kentsel halk katmanıarına dayiınan güçlü ve örgütlü bir Kürt özgürlük mücadalesi. Bu mücadeleye hakim bir.9evrimci önderlik ve bu önderlikte Türkiye'nin devrimci Kuwetleriyle. birleşme isteği. Uçüncüsü, hoşnutsuzluğu sürekli büyüyen bir işçi-emekçi hareketi. Işçi sınıfında açık bir mücadele isteği, yıllardır süren ve zaman zaman geniş bir kitle katıiımına ulaşan bir işçi eylemliliği. Dördüncüsü, 12 Eylül yenilgisine, Doğu Bloku'nun çöküşüne ve bu nedenlerle yaşadığı ağır kan kaybına rağmen, belli bir kesimiyle mücadelede ısrar gösteren bir devrimci hareket. Örgütlü devrimci hareketin ancak çok küçük bir bölümünü kucaklayabildiği önemli bir devrimci birikim. Bunlara, son bir unsur olarak, Türkiye'yi çevreleyen coğrafya da eklenebilir. Türkiye bugün dünyanın en istikrarsız, ·

.

Devamı

3.

Sav(ada

kazansın diye 24 Ocak Kararları'nı süngü zoruyla işçilere ve emekçilere dayatmışlardı. Oysa bugün, 12 Eylül'ün bu mağrur generallerinin, Kürt halkının soylu direnişi karşısında sÜngüsü çoktan düşmüştür. Sermaye düzeni 12 Eylül döneminde Kürdistan'da görülmemiş bir zulüm uyguladı. Bununla henüz· filiz halindeki ulusal uyanışı daha başından boğmayı umuyordu. Fakat zaman ona yanıldığını gösterdi. Ulusal zulümle rüzgar ekliiyordu, karşılığında ulusal direniş fırtınası biçilecekti. Silahlı direniş ilk patla­ dığında sömürgeci düzen onu küçümsedi, geçmişte olduğu gibi kolayca ezeceğini sandı. Ne var ki bu yanılsaina ona pahalıya patladı.' Küçük gerilla grup­ larının özgürlük ateşini tutuşturrnasıyla başlayan mücadele, bugün bütün bir Kürt halkına mal olmuştur. Kürt halkını yeniden köleliğe mahkum etmek artık mümkün değildir. Bu bir ulusal eşitlik ve özgürlük mücadelesidir. Haklı ve meşru ulusal istemiere dayanmaktadır.. Kürtler kimseden kendilerine ait olmayan bir şey istememektedirler. Tersine kendilerine ait olan, fakat başkaları tarafından zorla ve katliarnla gaspedilen, 70 yıldır inkar· edilen temel ulusal haklarını iste­ mektedir! er. Her onurlu ulus gibi kendi kaderlerini kendileri tayin etmek istemektedirler. Bu onların .en doğal hakkıdır ve onlar bu hakkı kulhıpmak olanağını elde etmek için en büyük acılar içinde, en büyük kahramanlıkları göstermektedirler. Kürt halkı, bugünkü sömürü ve zulüm düzeninin bekçisi olan mevcut devletten nefret etmektedir. Fakat Türk halkına karşı büyük kardeşlik duyguları

Devamı 3. Sayfada


Kızıl

B ayr ak

SavCifl

Kirli '

Gençlerimiz askerlikten kaçıyor. Bu kaçışın pek çok etkeni olmakla birlikte, temel nedeni Kürt ulusuna karşı yürütülen kirli savaştır. Savaş Karşıtları hareketinde olduğu gibi kimi gençler kir,li savaşa alet olmayı açıktan reddediyor, kimi de daha suskun bir biçimde kardeş bir halkın toptan yokedilmesi hareketine katılmak istemediğini ortaya koyu­ yor. "Kaçış" tabirine denk düşen ası l tavır ise, daha geri bilince sahip gençlerin tavrı . Daha geri bilinç, u lusal sorun "konusunda herhangi bir bilgi ve tavır sahibi olmamak, ama, devletin kirli savaş yöntemlerini sadece Kürt halkına karşı değil kendi askerlerine karşı da uyguladığını duymak/ görmek ve bu çerçevede askerliği reddetmek anlamına geliyor. Sıradan emekçiler, işçiler, köylüler, artık "Vatan­ Millet-Sakarya!" teranelerini yutmuyor. Çocukların ı pisi­ pisine ölmeye göndermek istemiyor. "Pisipisine" ölmek, aslı nda pislenerek ölmek anlamına da geliyor.

1 5 H a z i ra n-1 Te m m uz 94

Reddet!

Askerlik çağındaki gençilgin eğitim görmüş kesimine gelince, bunlar (eğer özel yetiştirilmiş faşistler değillerse) ne devletin ve "vatan hizmeti"nin kutsallığına inanacak kadar saf, ne de genel olarak "kutsallık" kavramına aşina­ dırlar. Bu gençlerin, bir değeri kalmayan "resmi eğitim" kurumlarına yapışması ise, bu kurumların diplema gibi bir "maddi değer" yanında, askerliği erteletme gibi son derece "önemli" bir avantaj sağlamasından kaynaklanıyor. Devle­ tin, zorunlu askerlik konusunda öğrencii.We yüklenmesinin nedeni de bu kuru mların adeta bir "asker kaçağı'; yuvasına dönüştüğünü görmesidir. (Şaşırtıcı ama T.C. de arasıra gerçekleri görebiliyor!..) Bu aşamada sorun şu: Yeni nesil gençlik, bu askerlik reddini artık bir "kaçış" olmaktan çıkarıp, bilinçli ve örgütlü bir redde dönüştürmelidir. Tabu yıkmak da, özgürleşrnek de sanıldığı kadar basit değildir. Saç uzatıp, küpe takarak "özgürlüğü" tadabilirsiniz. Fakat aynı zamanda, yaşa-

·

dığı n ız dünyanın ve ülkenin, üyesi bulunduğunuz toplumun sorunlarına ilgisizliği, politikadan uzaklığı yaşıyorsanız (kısacası tam da hakim sınıfları n istediğini yapıyorsanız) "özgürlük" tasmanızın zinciri pek o kadar da uzun değil demektir. Burjuvazinin gençlere tanıdığı, layık gördüğü özgürlük, ancak aile yasakları nı çiğnerneyi hoşgörecek kadardır. Sıra bu8uva toplumun ve devletin yasakları na geldiğinde ise özgürlük kalmaz. Ne temel insan hakları, ne de vicdani red hakkı. .. i nsanlar, burjuvazinin çıkarları neyi öngörüyorsa onu yapmak zorundadırlar. Olası rediere karşı yasaları, yasa koruyucuları, polisleri, mahkemeleri, cezaevleri ve idam sehpaian hazırdır. Eğer kanemici kapi­ talistlerin çıkarı , Kürt ulusunun köleleştirilerek sömü­ rülmesini gerektiriyorsa, bütün gençler, itiraz etmeden kurbanlık koyunlar gibi ölüme gitmelidir. Binlerce Türk ve Kürt gencinin ölümü, pek çoğunun ruh sağlığını yitirmesi, yoksul Kürt köylülerinin toplu imha veya göçü pahasına da olsa, bu böyle olmalıdır. i şte özgürlüğe, bu g e rçek s ı n ı rları ndan, özgürlüğün ası l düşmanı olan hakim sı n ı ı fı n yasa ye zoru n u reddetme açısından bakmak gereki r. Ozgürlüğün g€rçek�adı n a da ancak böyle varılabilir. Gençlik, küçük mutluluklarla avu nacak kadar düşsüz, u m utsuz ve g e leceksiz o lamaz. Başka bir u lusun (Kürtlerin) özgür­ lük istemine sayg ı ile, kendi kişiliğine -ve kişisel özgür­ lüğüne sahip çıkma ve. sayg ı duyma ancak bir arada g e rçekleşebilir. Birine sahip olmayan ı n , diğeri hakkın­ da söyleyeceği söz hiçbir anlam ve samirniyet taşı ­ mayacaktır. Gençler, okullardan zorla askere götü­ rülmeye karşı ö rgütlenmeli ve birlikte mücadele etmelidirler. Bugün askere gitmemenin her biçimi gerekliysa de, sadece bir açık öğ retim kuru m una kayıt, g enç bir insan için özgür ve saygı n bir davra n ı ş değildir. Bu kirli savaşı daha açık, net ve daha yüksek sesle reddetmek gerekir. Savaşsı z-sömürüsüz bir dünyada gerçekten özgür yaşamak; işte gençliğe layık olan budur. Bunun g erçekleşmesi ise gençliğin bu doğrultudaki müca­ delede daha kitlesel, daha aktif rol alması na bağlıdır.

en Neden Geriliaya Kat1l1yor? Kayıtlı 250.000 asker "kaça­ ğı" ve d aha kayıtsız yüzbinler, dahası henüz askerlik yaşı gelmemiş ama devletin ordu­ suna "teslim" olmamayı şimdi­ den kafasına koymuş, çoğ u emekçi çoçuğu, milyonlarca genç... Gerilladan üç-beş hain çıkıp da devlete teslim olsa, neredeyse " milli" bayram ilan edecek olan sermaye bası n ı , yukarıdaki g erçek karş ısı nda "yorum" yapm ıyor. Çünkü "kutsal" ilan ettikleri kuru m ve kavrarnlara karşı emekçi halkın gittikçe daha fazla kayıtsız kalmakta oluşu, kendi düzen­ lerinin çürümüşlüğünün ve ifla­ sının da açık bir ifadesi anlam ına g eliyor. Düzen , devlet ve özellikle ordu, içine düşmüş olduğu bu durumdan içten içe büyük bir korku duyuyor. "Vatan, Millet, Sakarya!" edebiyatının etkisiz kalması karş ıs ında, elinde kalan tek silah ile, yani daha fazla baskı ve şiddet ile gençleri y· ı ld ı rm aya. çalışıyor. Onun ası l korkusu, yüzbin, ikiyüzbin asker eksiğinin orduyu nicel bakımdan zayıf düşürmesi olgusu değil . Asıl bu gelişmelerin politik, ideo­ lojik bakımd an taşıdığı anlam kork4tuyor onları. "Ordunun şerefi" değil sadece tehdit altın-

·

d a olan, asıl "devletin bekası". Bakın . ki şu işe, Kürt "bölü­ cü ler" den sonra, şimdi de Türk "bölücüler" m usallat oldu bu d evletin başına! " Bugün orduyu tanı mayan, onun çağrısına uymayan, yarın düzeni, d evleti tanı maz." diye düşünüyor burju­ valar... Kendi "askeri" ne bile söz g eçire meyen generaller, yarı n işçi s ı n ıfına, emekçilere karş ı parbe yapmak gerekli oldu­ ğ unda, kimbilir ne durumlara düşerler bu halk karşısında. B u n u düşünüyorlar ve korku­ yorlar, dizlerinin bağ ı çözülüyor korkularından ... Düzenin bu korkusu arttı kça saldırganlığı da artıyor. Asker "kaçakları" hakkında yeni ve ağ ı r ceza yasaları g etiriliyor. Komu­ nistlere, devrimcilere, Kürt yurt­ severiere ve vi.c dani redcilere · karş ı öfkeli sald ırıları bir yana; bu konuda küçük bir kusuru olursa d evlet kendi hizmetkarlarının bile gözünün yaşına bakmıyor. Şovenist H B B TV yayı ncılarının tutuklanması olayın ı hatır­ layalım. Ama sonuç gene de d eğişmiyor; asker "kaçakları"n ın ve söm ürgeci kirli savaşın daha bilinçli protestocularının sayısı azalacağı na her g eçen gün daha da artıyor. Asker "kaçakları" hakkında hapis ve para cezası

getiren yasan ın yürürlüğe girmesinde n önceki son başvuru tarihine kadar resmi kayıtlı 250.000 "kaçak"tan (o da devle­ tin resmi açıklamasına g öre) kadarı n ı n sadece 50.000 "teslim" olması bu gerçeği vurguluyor. Milli Savunma Baka­ nı Gölhan, "Ben askerlik hizme­ tinden bilerek kaçacak. hiçbir Türk gencinin olduğunu sanm ı ­ yorum" diyor. Evet, yeni yasa ile g etirilen 6 aydan 3 yıla kadar ağır hapis ve kamu hilmet­ lerinden men cezalarına rağm en ne yaptığ ı n ı "bilmeden" asker­ den "kaçan" yüzbinlerce genç! B u durum, Türk g ençlerinde sömürgeci kirli savaşa alet olmama 'yönünde yaygı nlaşan eğilimin bir göstergesidir. Kendi­ sin� işsizlik, açlık, baskıdan başka bir şey vermeyen bu sömürü düzenini bir de kanla­ rıyla beslemek istemiyor Türk g ençleri. Ne amaç için sava­ şacak? Hele bu düzenin sefasını süren tekelci patronların (Özgür Gündem g azetesi, en büyük 100 şirketin sahiplerinin çocuk­ larından Kürdistan'da askerlik yapan, hele cepheye sürülen bir tek kişinin olmad ığını açık­ lamıştır), mil letvekillerinin, gene­ rallerin çocükların ı n "askerliğini" tatilde geçirdiğini görünce

askerden "kaçmak"la haklı olduğu inancı daha d a artıyor. Kürdistan'a askerliğe gidip de alet olduğu vahşette n dolayı ruhsal bunalıma girerek geri dönmüş, sakat kalm ı ş olanları da görüyor ve haklılığına olan inancı daha da pekişiyor. Ama askerden "kaçmak", ne sadece can korkusu ne de yukarıdaki "eşitsizliğe" karşı basit bir tepkiden ibaret değildir. Tümüyle bilince çıkmış olmaktan uzak olsa da, "Burj uvaların, generallerin çocukları gitsin, o zaman ben de giderim." düşüncasinin bir anlamı var. Emekçi halk ve g ençlik, bu göze batan "eşitsizliğin" sorgulamasından hareketle, "Kimin ç ıkarları için . Kürtlere karşı savaşa gideceğim?" sorusuna da belli bir yanıt g etirmiş oluyor. Yani bu tutumun altında bugün için belli belirsiz olsa da sınıfsal eşit� sizliğe bir tepki yatıyor. "Bu düzen bana ne verdi ki, ben bu düzen için can ı m ı vereyim?" sorusu soruluyor. Eskiden askerlik yapmam ayı, hele. askerden "kaçma"yı alınlarınd a koca bir leke olarak gören emekçi Türk aileleri bugün gitgida oğulları nı askerden "kaçması" için bizzat kendileri teşvik ediyor, koruyor, gizliyor. Yoksa nasıl

olur da bir türlü izi bulunam az yüzbinlerce gencin, hem de devletin askerlik işini bu kadar sıkı tuttuğu bir dönemde? Komşunun oğlunun askerden "kaçtığı"nı duyan artık ihbar etmiyor. Biliyor ki yarın kendi . oğlunun başına da gelecek aynı durum. Gizli, sessiz bir d aya­ nışmaya giriyor komşusuyla düzenin yasaların a karşı: "iyi ki gitmemiş, bir o m u aptal canını verecek, giden ağam, gelen paşam!" diye düşünüyor. , Bir de madalyonun öteki yüzü var: Kürt gençleri. Onlar neden koşar adı m çıkıyor dağla­ ra, geriliaya katılmaya? Bir taraf özgürlüğe karşı, diğer taraf özgürlük için sava­ ş ı yor! işte savaştan kaçış ve savaşa koşuş tezatlığı n ı n anlam ı burada yatıyor! Ama askerden "kaçmak" kendi baş ına, ·kirli savaş karşı­ s ında tarafsız yapm ı yor kimseyi. Ne de bu düzenin diğer pislik­ lerinden kurtarıyor. Askerden "kaçıyorsun", peki işsizlikten, sefaletten, açlıktan n asıl kaça­ caksın? Kirli savaşa gitmemek yetmez, kirli savaşa hayır demek gerekir. Ordunun saflarında· düzen için savaşm a m ak yetmez, proletaryanın saflarında düzene karşı savaşmak gerekir.


15 Ha zira n-I le m m uz 94 Baş Sayfadan Devam

Kızıl

H

a .y r a k

Kürt Halk1na Tam

içindedir ve mücadelesini onun mücadelesiyle birleştirrnek istemektedir. Sömürgeciler tarafından demagojik bir biçimde istismar edilen "bin yıllık" kardeşliği eşitlik ve özgürlük temeli' üzerinde, bu biricik sağlam ve adil temel üzerinde geleceğe taşımak, artık tümüyle Türk işçi ve emekçilerine bağlıdır. Onların Kürt halkının haklı ve meşru taleplerine şahip çıkmasına, kahramanca mücadelesinde ona tam destek vermesine bağlıdır. Fakat en önemlisi, iki halkın arasına bir zulüm ve katliam makinası olarak giren bugünkü sermaye devletinin yıkılmasına, bu devletin dayandığı sermaye sınıfının devrilmesine bağlıdır. Sermaye düzeni çürümüş ve iflas etmiştir. O bir kaç on yıldır bir yapısal kriz içindedir. Asalak kapitalistler ve onların sırtını dayadıkları emperyalizm, Türkiye'nin iflas etmiş kapitalist düzenini ordu ve pplis zoruyla ayakta tutmaktadır. Halkın muhalefeti ve mücadelesi her seferinde askeri darbelerle, bunlar sayesinde uygulanan kanlı bastırma operasyonlarıyla ezilmekte ve kontrol edilmektedir. Fakat bu çözüm olmamakta, sorunlar; muhalefet ve mücadele her seferinde kendini yeniden göstermektedir. Çözüm devrimdir; toplumlin sırtında asalak bir ur haline gelmiş bulunan, emekçilerin alınterine ve kanına doymayan kapitalistler sınıfını devirmektir. Çözüm işçi sınıfı önderliğinde sosyalizme yürümektir. Sosyalist bir işçi-emekçi ctunhu­ riyeti kurmak için savaşmaktır. Kürt halkına sömürgeci zul�m uygu­ layan bu sınıf, işçilere ve emekçilere de en ağır sömürüyü ve her türlü demokratik haktan yoksuniuğu reva görmektedir. IMF ve Dünya Bankası istiyor diye ve kapitalist ekonominin krizini halkın sırtından hafif­ letmek için, "paket" üstüne "paket" açılı­ yor. Halk açlığa mahkum ediliyor, yüzbin­ lerce işçi sokağa atılıyor. Bu arada yağma, talan, israf ve bir avuç asalağın safalıatı tüm hızıyla sürüyor. Halktan gaspedilen trilyonlarla kirli bir savaş sürdürülüyor. Kardeş bir halkın kanı oluk oluk akıtılıyor. Eğitimden, sağlıktan, temel hizmetlerden kesilen kaynaklar baskı mekanizmasını

\

.

.

ve Devrimci Çözüm

en bunalımlı bir dizi bölgesinin tam orta yerinde duruyor. Bir tarafı nda Balkanlar, öteki· tara­ fında Kafkasya, ve nihayet, güneyinde Ortadoğu . O Ortadoğu ki, Filistin sorununu denetim altına almada sağlanan önemli başanya rağmen, emperyalist dünya için bir "istikrarsızlık kuşağı" olmayı sürdürüyor ve sürdürecek. Türkiye'nin devrimci süreçlerinin başarı lı bir seyri, onu çevreleyen kriz coğrafyasındaki olayları n gelişme seyrini etkileme ve yön değişikliği yaratma şansına da önemli ölçüde sahip olacak. Kuşkusuz, sıralanan tüm bu u nsurların, farklı bir yönden bakı ldığında görülebilecek olan başka özellikleri de var: . Düzen ağır bir kriz içindedir ama·, toplum üzerinde zora dayalı tahakkümünü perçin­ lemekle kalmamakta, yığınlan da halen ideolojik politik açıdan denetim altı nda tuta­ bilmektedir. En yoz kozmopolit kü�ürden dinsel biçimler içindeki ortaçağ ideolojisi ne, Türkçü ve islamcı akımlardan reformist ve sosyal-reformisı partilere, devasa bir medya tekelinden sendika bürokrasisine, düzenin sayısız etki kanalı ve emniyet sübabı var. Kürt hareketi kendini çözüm gündemine sokmuştur, ama emperyalizm sorunun bölgesel karakteri ve barı ndırdığı devrimci potansiyeli gözeterek, Filistin ya da Güney Afrika'da olduğu gibi, onu denetim a�ı na almak ve sistem içi bir çözüme bağlamak için seferberlik içindedir. Kürt özgürlük mücadelesi halen devrimci bir önderlik altındadır ama, Türkiye'nin devrimci toplumsal-siyasal dinamikleriyle buluşamadığı ölçüde zorlanmakta, bu zorlan ma onu her türlü olumsuz akıbet riskiyle yüzyüze bırakmaktadır. Yenilgiden sistem içi bir çözüm üzerinde uz!aşmaya kadar... Işçi ve emekçi kitleler büyüyen bir hoşnutsuzluğu yaşamaktadırlar ama, henüz dolaysız biçimde politik mücadele sahnesine çıkmayı başarabiimiş de değiller. Yı llardır izlediği ihanet çizgisine, bunun işçi tabanında yarattığı açık tepkiye rağmen, devrimci önderlik alternatifinin kendini pratikte ortaya koyamadığı pir duru mda, sendika bürokrasisi sınıf hareketi üzerindeki denetimini sürdürmeyi başarabilmektedir. Kapitalistlerin sömürü politikalarına karşı öfkeyle eyleme geçen işçi kitlelerine, kapitalist egemenlik sisteminin tarihsel-ideolojik sembollerini dayatma kolaylığını bile bulabilmektedir. . Geleneksel devrimci hareketin ayakta kalmayı başarmış kesimleri mücadelede belirgin bir inat gösteriyorlar ama, sağlam bir devrimci perspektifden Ye kitleleri sürükleme yete­ neğinden çok büyük ölçüde yoksun durumdadırlar. Tek tek güçsüz oldukları halde, düzenin emekçilere ve devrimci harekete karşı topyekürı.bir mücadeleyi sürdürdüğü bir ortamda, kendi aralarında devrimci bir eylem birliği gerçekleştirme, mücadele cephesini birlikte örme soru nuna ilgisiz kalabiliyorlar.i Birleşik devrimci bir cereyanın yaratılamamasının devrimci potansiyeli kucaklayamaman ı n en temel etkeni olduğunu gözden kaçırabiliyorlar. Son olarak, Türkiye'nin odağı nda yeraldığı coğrafya bir dizi istikrarsız bölgeden oluş·

iiçin vardır. Kapitalist sınıf, Kürt halkının haklı mücadelesine karşı emperyalist dünyadan yardım ve destek almak için uşaklıkta sınır tanımıyor. Kürt halkını ulusal kölelik altında tutabiirnek için, tüm Türkiye halkı üzerindeki emperyalist köleliği perçinliyor. Türki-' ye'nin kendi deneyimi bir kez daha gösteriyor ki, "Bir ulusu ezen bir başka ulus özgür olamaz!" Türk burjuvazisi Kürt halkını ezmek için ·Türk halkını açlığa mahkum ediyor, her türlü demokratik haktan yoksun bırakıyor, emperyalist kölelik ilişkileri içinde tutuyor. Bu da gösteriyor ki, Türkiye işçi ve emek­ çilerinin Kürt halkının haklı özgürlük mücadelesine verecekleri her destek, gerçekte ve aynı zamanda, kendi kurtuluş mücadelelerine bir katkı,· bu doğrul­ tuda bir adımdır. Bugün Kürdistan'da oluk oluk kan akıtılıyor, akıtılan kardeş bir halkın kanıdır. Bugün Kürdis­ tan'da yüzlerce köy yerle bir ediliyor, yerle bir edilen kardeş bir halkın yerleri-yurtlarıdır. Bugün Kürdis­ tan'da işkence ve zulümde sınır tanınmıyor, işkence ve zulme uğrayanlar kardeş bir halkın mensuplarıdır. Bugün Kürdistan'da onbinlerce köylü zorla sürgün ediliyor, sürgün edilen bu insan kitleleri Türklerin "bin yıllık" kardeşleridiL Bugün Kürdistan'da aydın­ lar ve politikacılar sistematik bir biçimde devletin karanlık güçleri tarafından katlediliyor, katledilenler kardeş bir halkın seçkin evlatlarıdır. Peki Türkiye işçi sınıfı tüm bunlara neden seyirci kalıyor? Türk işçi ve emek­ çileri tüm bu olanlara niçin suskun kalıyor? Seyirci kalmak, suç ortağı olmaktır! Suskun kalmak onaylamaktır! Tarih vicda­ nında sorun her zaman böyle anlaşılmıştır. Haksızlığa, eşitsizliğe ve zulme karşı adaletten ve özgürlükten yana olan hiçbir sınıf bunu kabul edemez, etmemelidir. Hiçbir onurlu halk bu duruma seyirci kala­ maz, kalmamalıdır.

Kürdistan'da kirli savaşa son! Yaşasın sosyalist işçi-emekçi iktidarı! .

D evr1mc1·

Bas Sayfadan Devam

Destek!

güçlendirmek için kull�ılıyor. Ordu ve polis büyü­ tüldükçe büyütülüyor. Sömürü ve baskı duzeninin kolluk kuvvetleri tahkim ediliyor. Bu, işçi sınıfıyla, emekçilerle alay etmektir. Bu, emekçi halkın bugü­ nüyle ve geleceğiyle oynamaktır. Türkiye'ninişçileri, emekçileri, tüm ezilenleri buna artık dur demelidir. Kürt halkının ulusal haklarını ayaklar altında çiğneyen bu düzen, Türk halkının ulusal onurunu da emperyalistlerin ayakları altına sermiştir. Emper­ yalizme göbekten bağımlı Türkiye kapitalizmi artık bununla da yetinmemektedir. KİT'ler "özelleştirme" adı altında kelepir mal niyetine yerli ve yabancı tekellerin yağmasına açıırru'Ştır.- E�onomiyi ve maliyeyi IMF ve Dünya Bankası te�ni-syenleri doğrudan yönetmektedir. İç ve dış politika ABD'nin tam hizmetinde ve denetimindedir. Milli savunma Penta­ gon'un güdümündedir. Ve Türkiye'nin başında bugün, "ikinci vatan''ı ABD ile övünen Amerikan vatandaşı bir başbakan vardır. ABD istedi diye Somali'ye asker gönderdiler. Şimdi ise Bosna'ya gönderiyorlar. Bunu "müslüman Boşnaklar"ın özgürlüğü için yaptıklarını söylüyorlar. Oysa aynı ordunun yüzbinlerce askeri "müslüman Kürtler"in özgürlük mücadelesini bağmak için Kürdistan'dadır. S({rmayenin ordusu, nerede olursa olsun, halkiara özgürlük için değil, kölelik ve zulüm '

maktadır. Ama, buralarda devrimci dinamiklerden çok, gerici dinamikler hareket halindedir. Bı; ülkelerde gericilik, istikrarsızlığın gerçek temeli olan ağır iktisadi ve toplumsal sorunları bu gerici çatışmalarla örtmeyi başarabilmektedir. Ortadoğu elbette bunun belirgin bir istis­ nasıdır, fakat burada da sisteme yönelik toplumsal tepkiyi sistem içi bir güç olan dinsel akımlar kontrol etmekte, böylece devrimci dinamikler bir başka yoldan tahrip edilmektedir vb. vb. Bütün bunlar da aynı manzar?nın öteki yüzüdür. Burada, bir devrimcinin gözden kaçı­ ramayacağı kritik bir ayrım var. lik kategoride sıralanan gerçekler, esası itibarıyla, objektif imkanlardır. Oysa ikinci kategoride sıralananlar, önemli ölçüde, sistemin karşı çabalarla yarattığı engeller, ya da devrimci müdahaleye konu olması gereken subjektif zaaflardır. Ve zaten devrimcilik de, objektif imkanları en iyi biçimde değerlendirerek karşı çabaları ve hareketin subjektif zaaflarını aşabilmek demektir. Bu yapılabildiği ölçüde böyle adian­ dınimaya hak kazanabilir. Elbette bu perspektife dayalı bir devrimcilik, modern sınıf ilişkilerinin egemen olduğu bir toplumda ancak işçi sı nıfı devrimciliği olabilir. . Türkiye'nin geçmiş döneminde, küçük-burjuva devrimciliğinin belirgin zaafı kolay devrim hayalleriydi. 12 Eylül yenilgisinden sonra ve özellikle de bugün, tersinden bir eğilim kendini "devrimcilik" anlayışı olarak ortaya koyuyor. Devrim belirsiz bir geleceğin sonrasına atılıyor, "gerçekçilik" adına devrimcilik misyonunu boşa çıkaran bir düşünüş ve davranış tarzı sergi­ leniyor. Bu düşünüş tarzı, koşulların bu ele alı nış biçimi, en pespaye bir "reel politik"in, reformizmin ve tasfiyeciliğin zeminini oluşturuyor. Buna yalnız,ca bir örnek: Kürt devrimci hareketi herşeyin bittiğinin sanıldığı bir sırada ve en geri bir noktadan başladı, bugünkü büyük gelişmeyi yarattı. Bugün bu hareketin kaderi , çok büyük ölçüde, Türkiye'nin devrimci dinamiklerinin ne ölçüde gelişebileceğine sıkı sıkıya bağlanmış durum­ da. Bugün Türkiye'de devrimci olmak, bunun bilincinde olmak ve bu çerçevede kendi rolünü oynamaktan geçer. Oysa açık ya da örtülü bir biçimde bundan kaçan lar, Kürt halkının 70 yıllık devrimci birikimini sistemin kan a lları içinde tüketecek çözümleri rasyonalize etmekle meşguller. Türkiye solunda bugün devrimci geçinenlerden oluşan bir "Kürt halkı n ı n dostları" kulübü var. Bu kulübün üyeleri Kürt halkının mücadelesine dışarıdan desteklerini veriyorlar. Ama desteği ası l anlamlı olacak alanda devrimci bir gelişmenin önünü açarak vermekten geri durdukları ölçüde, devrimcilikten uzaklaşıyorlar ve Kürt halkının devrimci mücadelesinin karşı karşıya kalabileceği riskiere seyirci kalmak yoluyla ona gerçekte kötülük yapmış oluyorlar. Kürt halkının beş-altı yılda devrim yoluna girmeyi ba�rması na alkış tutanlar, işçi sın ıfının çok daha kısa bir zamanda bunu başarabiieceği ne, burada çok şeyin gösterilecek devrimci çabaya bağlı olduğuna i nanmıyorlarsa eğer, neden kendilerine devrimci diyorlar ki? .. ••


Kızıl

4

H ayrak

1 5 Hazira n-1 Te m m uz 94

SermaY-e· Ekonomik . Krizden ıkabilir mi? 'i

S ermaye D üzeni 1 980'l i Y ı Hardaki G ib i K ı smi ve Geçic i d e O l s a Krizden K urtulabilmeyl B aşarabilir mi? Bu Herşeyden Önce S ın ıf Mücadelesinin Gelecekte

Alacağı Seyre Bağlıdır.

Bunu S imdilik B ir Yana B ırak ırs ak, B unun D ışındaki Tüm E tmenlerde B urjuvazinin işin i Hayli Güçleştiren

Ciddi Zorluklar Sözkonusudur.

K değil,

omünistler

yalnızca,

burju�

vazinin kendisi dahil herkesin

kriz çığlıkları attığı bu dönemde buzdağının henüz su üzerinde

görülmediği, krizin bütün çarpıcılığıyla

kazanmasına devrim

ramak kalmıştı. Dolayısıyla

Türkiye'den

gittikçe

uzak-

1 {

nesnel

Sermaye düzeninin

etmenler

sının temel iki nedeni, işçi

laşıyordu. Bu son krizin ortaya çıkarttığı

üzerinde

üzerinde de soğuk bir duş etkisi yapmış

yoruz.

kurulan bu sırça köşk tümüyle çökmüş

yıllarla

bugün

düzeni

açısından

gerçekler, burjuvazi kadar bu çevreler

olmalıdır.

Şimdilerde hayaller üzerine

durumdadır. Gör:\cemli Türkiye'den söze-

den yok artık. Bugün Türkiye'nin hi italist ekono-

p

misi derin bir kaynak krizine yuvarlanmış

durumdadır. Hiper enflasyon kapıya ·dayanmıştır. Sermaye iktidarı tarihindeki en

ağır

devalüasyon

kararını

almak

durmak

sınıfının

isti-

önemli

fark-

bazı

sözkonusudur.

muş bulunmasıydı. Ne var ki daha

işini

önemli

somaki dönemde açık bir biçimde

değişiklikler

1980'li yıllarda da kapitalist ekonomi

olmaktan

çok

uzaktı.

kapitalizmi aleyhine dönmesiyle düzenin

stoğu ise oldukça yetersiz durumdaydı. , Bu nedenden dolayı üret�min temel

runa yuvarlanmış olması; yeterli açıklıkta

işsizliğin izleyeceği ise herkesin ifade

ettiği sıradan bir gerçek haline gelmiştir.

Burjuva basının ifadesiyle IMF'li dönem (siz, derin bir kriz ve istikrarsızlık döne-

mi olarak okuyun) yeniden başlamıştır. Ve burjuva iktisatçılar dahil herkes, bugüne kadar yaşananların yalnızca. buzdağının görünen kısmı olduğu konu-

sunda hemfikirdirler. Demek oluyor ki,

kapitalist ekonomiyi çok daha zor, sancılı, sarsıcı günler beklemektedir.

·

Bugün içinde yaşanılan kriz, biçime farklılıklar

bir yana, özü

zeydi. Bu kriz o günlerde kendini temelde

Döviz girişi azaımıştı ve eldeki döviz

unsurları olan hammadde, ara malı vb. girdilerin

ithalatında

da

bir

tılç;anma

yaşanmaktaydı. Dolayısıyla döviz kıtlığı sanayi üretiminin azalmasını, kapasite

. düşüşlerini, iflasları ve yoğunlaşan işsizliği de beraberinde getiriyordu. Kriz, kapitalist

ekonominin

dış

borçlarının

ödenmesi konusunda da ciddi bir tıkanmaya yol açmıştı. Burjuvazi, krizi atia-

kurtulabilmek

düşürülmesi, köylülere yönelik deste!c-

itibarıyla 1980 öncesinde başlayan krizle

�urgu­

bu yazıda, sermaye düzeninin bu krizden

gitmekteydi. Burjuvazi, yüksek büyüme

avantaj ve dezavantajlardan sözedeceğiz.

döviz stoğundan, dünyanın en çok gelir

yıllarda benzer

lamaktaydılar. Görünürd.e pek çok şey iyi

ilgili

bir döviz kıtlığı biçiminde gösteriyordu.

bütün olarak ağır bir durgunluk dönemine

çözümlerneye dönük politikalara ağırlık

ve kriz ile

gerçeğini

masıyla

girmektedir. Bunu iflasların ve kitlesel

büyük benzerlikler göstermektedir. Biz

tıkanma

bir iktisadi temelin· oluşturulmuş bulun­ Bunun böyle olduğunu, yukarıda saydı­

planda ciddi bir

olduğu

kurtulmasını sağlayan başarılar, sağlam

yine ciddi bir· kaynak kriziyle yüzyü-

ilişkin bazı

yüzyüze

görüldü ki, kapitalist ekonominin krizden

zorunda kalmıştır. Kapitalist ekonomi bir

kendini ortaya koymadığı yakın geçmişte de düzenin iktisadi, siyasi ve ideolojik

pali-

sessiz

cat için uygun bir ortamın oluş-

sermayenin

zorlaştıran

saldırı

karşısında

kalması ve dış konjonktürde, özellikle de Ortadoğu'da ihra-

arasında, sermaye

lılıklar,

bu

tikaları

1980'1i

bazı

bu

politikasında başarılı olma-

açısından

sahip

olduğu

tabiirnek için, krizin görünürdeki temel nedeni

olan

döviz

kıtlığı

sorununu

verdi. Bunun anlamı, içerde ücretierin !erne alımları ve sübvansiyonların kaldı-

ğımız iki etkendeki dengelerin Türkiye

yeniden ve hızlı bir biçimde kriz çuku­ göstermektedir. Öte yandan bu süreçte

sözkonusu ihracat başarısının kapitalist

ekonominin teknoloji, yatırım ve üretim

kapasitesindeki reel bir artışa dayanan gerçek bir başarı değil de önemli ölçüde

hayali ihracata dayanan şişirme bir başarı

olduğu ortaya çıkmıştır. Öyle ki, hayali ihracata yönelik avanta ve teşvikler kısıl­

dığında ihracat rakamlarıl).da buna paralel

çok büyük oranlı bir düşüş yaşanrruştır.

Peki bugün de sermaye düzeni benzer bir krizle yüzyüze olduğuna göre, tıpkı 1980'li yıllardaki gibi, kısmi ve geçici de

olsa

krizden

kurtulabilmeyi

başa­

rabilecek mi? Bu sorunun yanıtı, başlar­ ken belirttiğimiz gibi işçi ve emekçilerin

Bilindiği gibi sermaye düzeni, 1980'1i

rılması, olabildiğince bütün kaynakların , kriz karşısında mücadeleci bir çizgi izle­

getiren borsasına sahip olmaktan dem

kararları ve onu izleyen 12 Eylül rejimi

ğının

bu

sağlam bir temele sahip olduğu propa­

labilmeyi başarabilmiş; kapitalist ekono-

çıkan

burjuva iktidarı, aynı zamanda

hızından,

vuruyor,

Merkez

Türkiye

Bankası'nda

biriken

ekonomisinin

çok

gandasını ısrarla işliyordu. Belli ki hiç

aracılığıyla

bir

kısmen

krizden 24 Ocak de

olsa

kurtu-

minin damarlarındaki tıkanmayı belirli bir süre için de olsa açabilmişti. Bugün

olmazsa bazı çevreleri buna samimi olarak da inanıyorlardı. Yalnızca burju- . yaşanan kriz temelde benzer bir kriz vazi değiİ, onun bu demagojik "Görkemli olduğuna göre, acaba sermaye düzeni bu yeni krizi de aynı biçimde aşabilmeyi Türkiye" edebiyatından etkilenen bazı devrimci, cepheden

sol

aynı

çevreler · de farklı tiradı okuyorlardı.

bir

Bu

çevrelere göre Türkiye "emperyalist" bir

nitelik

�az·anmıştı ya da böyle bir nitelik

başarabilecek midir? Bu sorunun cevabı, herşeyden önce sınıf mücadelesinin alacağı seyre bağlıdır. Ama biz, bu temel gerçeği

unutmadan

öncelikle,

başka

ihracata yöneltilerek Ic.ı:onik döviz �ıtlı-

yip

"Döviz daha çok döviz" parolasıyla yola

karak,

yolla

sona

erdirilmesiydi.

ihracata sağladığı teşviklerle, avantalarla yüksek

oranlı

bir

hayali

ihracatı

da

izlerneyeceği

sorusunun

yanıtma

bağlıdır. Bunu şimdilik bir yana bıra­ şu

kadarını

söyleyebiliriz

ki,

bunun dışındaki diğer tüm etmenlerde

burjuvazinin

ışını

güçleştiren

ciddi

düzenin

izle­

zorluklar sözkonusudur. Böylesi bir kriz

pompaladı. Mantık, "Nasıl olursa olsun

karşısında,

gelsin" mantığıydı. Sonuçta bu politika,

nusu olabilir. Çok sık tartışılan ama herhangi bir pratik sonuç üretmeyen

ve ne yoldan gelirse gelsin, ama döviz �örünürde belli bir başarı da elde etti.

Ihracat rakamları hızla yukarıya tırman-

dı,

önemli

tirilebildi.

bir

döviz

stoğu

birik-

burjuva

yebileceği birkaç alternatif yol .sözko­

sermaye kesimlerinin ödediği vergi oranlarını artırmak, bu alternatifler içinde bugün için uygulanma şansı en az olanı­

dır. Burjuva iktidar bazı dönemlerde bu politikayı

uygulayarak · sermaye

düze­

ninin genel çıkarları için tek tek serma­

·yedarlardan "fedakarlık" ister ve bu yolla

kendi kaynak sorununu kısmen de olsa

çözümlerneye

çalışır. Ama krizin1 çok

derin olduğu, sermayenin kar oranlarında

ciddi düşüşlerin yaşandığı dönemlerde,

sem1ayenin karlarının daha da düşmesine yol açacak böyle bir politikanın uygu­

lanma olanağı oldukça düşüktür. Bugün,

ne üretim kapasitelerini önemli ölçüde. düşürmek

durumuy la

. hissetmeye

başlayan

giderek

bir

iflas

yüzyüze

tehlikesini büyük

kalan,

üzerinde sermaye

böyle bir "fedakarlık"a yanaşır, ne de sermaye düzeni bu koşullarda (dema­

gojik söylem bir yana!) böylesi bir poli­

tikayı uygulamaya cüret edebilir. Sermaye

düzeninin

yönelebileceği

ikinci yol ise ihracatı daha da artırarak,

·


ı OJ

H a z ı ra n - ı

KlZII

ı e m m u z 94

kaynak sorununu bu yolla çözümlerneye çalışmaktır. Ama soruna sermaye düzeni · açısından bakılınca, bu alternatifin geti­ rebileceği sonuçlar da pek parlak gözük­ ekonomi Kapitalist memektedİr.

'80'lerden sonra bu yolu zorlamış, bugün söz sahibi olabileceği bütün sektörlerde ihracat olanakları son sınırına gelip dayanmıştır. Bu sektörlerde halihazırda,

aşağı yukarı tam kapasite ile üretim yapılmasına karşın, ihracat bugünkü sınırlarını aşamamaktadır. Zira ihracatın düşüklüğü, ekonominin - belli sektör­ lerinin ihracata yönelmemesinin değil, kapitalist ekonominin ihracat · kapa­ sitesinin . sınırlılığının bir sonucudur.

İhracata yönelme açısından sermayenin işini çok daha zorlaştıran bir diğer geliş­ me de, ı 980'lere göre bugün dünya pazarının bir l)ütün olarak çok daha daralmış olmasıdır. Orta Doğu'daki geçmişteki uygun konjonktürel ortam, Türkiye kapitalizminin aleyhine değiş­ miş durumdadır. Avrupa'da o günden bugüne giderek artan genel bir durgunluk yaşanmaktadır. Dolayısıyla dış pazarların daralması nedeniyle ihracatı artırma şansı geçmişe göre çok daha azdır. İhracatın artırılabilmesi için gerekli olan bir diğer

b a y r ak

derece önemli bir ön birikim süreci olmuştur. İşçi s ınıfı 24 Ocak ve ı2 Eylül

Eylül'ün sonuçlar tedir. Bu gen bir

büyük bir ihtimaldir. Sınıf mücadelesinin gelecekteki seyrini olumlu yönde etki­ leyecek bir diğer olgu ise Kürt ulusal hareketinin bugünkü düzeyidir. Buna kamu emekçilerinin bir muhalefet odağı olarak mücadele alanına çıkmış bulun­ masını da eklemek gerekir. Bütün bu

·

unsurlar, işçi hareketinin militan bir mücadele sürecine girme olasılığının güçlü olduğunu göstermektedir. Biz, sınıf mücadelesinin ne yönde seyredeceği konusunda önümüzdeki yakın süreçte çok daha kesin göstergelere sahip olabi­ leceğiz. işten atılmaların yoğunlaştığı şu günleri, Temmuz'un sıcak günlerinde gündeme gelecek TİS dönemi izle­ mektedir. Burjuvazi, işçi sınıfının karşı­ sına "ya düşük ücret, ya işsizlik" dayat­

yesi ile çalışan, bunu '89 mücadeleleri sırasında kısmen değiştirebilen işçi sınıfı, yeniden aynı geri çizgiye çekilmeye

dır. Kriz içindeki düzen bu sorunun taşı­ dığı belirleyici önemin çok iyi farkında olduğu içindir ki, son dönemde Kürt

günü kurtarahm, geçici de olsa biraz rahatlık sağlayabilecek bazı önlemler alalım diye düşünmektedir. Bu tür önlemlerin başlıcası ise özelleştirmedir. Ozelleştirmenin, burjuvazinin yarasını iyileştirebilecek bir merhem olamayacağı açıktır. Ne zaman gerçekleştirilecektir ve nasıl gerçekleştirilebilecektir? İşin kendi içindeki güçlüklerini ortaya koyan bu soruları bir yana bıraksak ve özel­ leştirmenin hemen yarın ve tümüyle

y andan PKK'nın ezilmesi çabaları sürer­ ken, diğer yandan da "anayasa! vatan­ daşlık" ve korucu partisi girişimleri gündeme getirilmektedir. Kürt ulusal mücadelesi, yalnızca güçlü bir muhalif odak olduğu için değil; · aynı zamanda, kirli savaşa trilyonlarca kaynak akta­ nldığı için de krizi derinleştiren çok önemli bir faktördür. Sermaye iktidarı, pek çok nesnel göstergenin kendi aleyhine olmasına, bir

açısındııiı kayda değer bir sonuç üret­ meyeceği rakamlarla sabit bir gerçektir.

cuları olan sendika bürokratlarını sınıf

gerçekleştirilebildiğini düşünsek bile bunun burjuvazinin , krizini atiatmak

Özelleştirme aracılığıyla sermaye düzeninin önemli bir yeni ek kaynağa sahip olması mümkün değildir. Tüm özelleştirmelerden elde edilecek kaynak 66 trilyondur. Bu ise özelleştirmelerle ancak mevcut bütçe açığının % 35'i oranında- bir kaynak elde edilebileceği

anlamına gelir. Pek çok nesnel gösterge, düzenin içinde bulunduğu krizi aşmasının bu kez hiç de kolay olmayacağını göster­ mektedir. Bu zorlukların burj uvazi de farkındadır. Ve bu nedenle saflarında yavaş yavaş bir panik hali hakim olmak­

tadır. Ne var ki, tüm bunlar yalnızca düzenin zorluklarına işaret ederler, ama tek başlarına sermaye iktidarının krizden çıkamayacağı sonucunu doğurmazlar. Bu noktada sonucu belirleyebilecek olan tek şey, sınıf mücadelesinin yaı<:ın gelecekte alacağı seyirdir. Örgütlü bir sınıf müca­ delesinin inşa edilip edilemeyeceğidir.

Soruna buradan bakıldığında karşı-­ mıza çıkan tablo şu şekilde özetlenebilir. Işçi sınıfı hareketi bugün politik bir karakterden ve örgütlenm�den yoksun

durumdadır. Ne var ki, işçi hareketinin bu dezavantajını giderebilmek açısından önümüzdeki - dönem son derece önemli

olanaklara_ gebedir. Düzenin yukarıda sıraladığımız açmazları bu konuda başlı­

başına önemli bir şanstır. '87'den bu yana yaşanan y ığınsal yaygın eylemlilikler de sınıf mücadelesi açısından (bugün önemi yeterince takdir edilemese bile) son

KOC

d e kendisi açısından he tür doğuracağını çok iyi bilmek­ saldırılara geçmişteki gibi edil­ tuturula yanıt vermemesi çok

masıyla çıkmaktadır. Temmuz günleri, işçi sınıfının bu dayatmaya ne yönde unsur ise, işçi ve emekçilerin gelir düze- , cevap vereceğille de açıklık kazan­ dıracaktır. yinin yeniden, tıpkı ı 980'lerdeki gibi D ü zenin krizi atlatabilmesi, aynı sefaJet çizgisinin altına çekilebilmesidir. Pek çok vesileyle belirttiğimiz gibi, · zamanda, Kürt ulusal mücadelesinin gelecek dönemde ne yönde seyredeceği, bugün işçi sınıfının böylesi bir dayatma işçi hareketiyle Kürt ulusal hareketinin karşısında ı 2 Eylül dönemindeki gibi devrimci bir zeminde pirleşmeyi başarıp seşsiz kalacağını beklemek çok zordur. başaramayacağı ile de sıkı sıkıya bağlı­ Zaten uzun yıllardır en düşük ücret sevi­

kolay kolay rıza göstermeyecektiL Bu koşullarda burjuvazi hiç olmazsa

En Büyük Rantiye:

deneyimlerini yaşamış, bunun acı sonuç- ' larıyla yüzyüze gelmiş bir sınıftır artık. Yeni bir 24 Ocak'ın da, yeni bir ı 2

ve

SABANC I

Mevcut ekonomik düzende çıkarları çatışan ve birbirine karşı mücadele içinde olan başlıca iki toplumsal kesim olduğunu artık sermayenin kalemşörleri de kabul ediyor. Ama bif farkla; bu kesimler işçi sı nıfı ve burjuvazi değil. Kalemşörler asıl mücadelenin serma­ yenin finans-rantiye kısmı ile sanayi kesimi arasında yaşandığını ve işçilerin de bu kesimlerden birinin yanında saf tutması gerektiğini savunuyorlar. "Eğ�r" diyorlar, "işçiler sonuna kadar fedakarlık yapmayıp da hak talep ederlerse, finans kesiminin yüksek faizli kredileri karşısında güç. durumda olan sanayi kesimi fabrikasını kapatmak zorunda kalacak ve bunun da işçilere. hiç bir faydası olmayacak, ücreti mizi alalım derken eldeki işlerini de kaybedecekler!" Işte sendikacı ların üzerine balıklama atladığı "uzlaşma" mantığı bu şekilde formüle ediliyor. Oysa üzeri nden atiadıkiarı bazı "küçük" gerçekler var. ' , � Finans-rantiye ve sanayi sermayesi , çık(irları çatışma halindeki iki ayrı kesim değil, içiçe geçmiş durumda olan ayni' sermaye kesiminin farklı kollarıdır. Yüzbinlerce işçiyi sokağa atan Koçlar'ın, Sabancılar'ın vb, "bankacı"lar karşısında mağdur duru mda oldu­ ğuna inanmamızı istiyorlar. Sormak gerekir, acaba AKBANK'ın, i ş BANKASI'nın ortakları kimlerdir? Koçlar, Sabancılar kendi bankaları ndan değil de acaba hangi "düşman" finans kesiminden kredi alıyorlarm ış? üzeilikle kriz dönemlerinde sermayenin üretim-yatı rım alanlarından daha karlı olan spekülatif alanlara kayması kapitalist ekonominin doğası gereğidir. Bugün de "sanayici" büyük burjuvazi karları n büyük bir bölümünü üretimden değil, "repo"dan elde etmektedir. Yani rantiye faaliyetlerdeL Bu demagoji ile asıl amaçları , işçilerin ağırlaşan sömürü ve baskı koşulları karşısı ndaki mücadele direncini kırmak ve koşulların daha da kötüleşmesine boyun eğmelerilii sağlamaktır. Sermayenin kalemşörleri, "Duru m bu, sendikacılar ve işçiler ya sanayicinin ya da rantiyelerin yanı nd,a safınızı seçin" demektedirler. Şimdi Cenevre'de tatil yapan sendi­ kacı lar zaten sanarını çoktan seçmiş duru mdalar. Bir bütün olarak tekelci sermaye sını­ fının ve sermaye düzeninin yanı nda. Işçi sınıfı ise henüz son sözünü söylemedi. Yanıtı mız GENEL devrim ve sosyali_z m yolunda ayağa kalkıp, GREV-GENEL D i REN i Ş ile ölumü ke8dimize değil bu çürümüş düzene layık gördüğümüzü göstermek olmalıdır. Işte uğruna ölmeye değecek olan yol budur! ·

·

ulusal , hareketine dönük manevralarını iyiden iyiye yoğurtlaştırmaktadır. Bir

dizi güçlükle karşı karşıya bulunmasırta rağmen krizi atiatabilmek için yoğun bir çaba sarfediyor. İ şçi cephesindeki koru­

mü,pdelesini engellemek için seferber ediyor. Onların "fedakarlığa, hatta ücret­

siz çalışmaya hazırız" yollu alçakça açıklamalar yapmalarını teşvik ederek, sıpıf hareketinde tereddüt ve moral bozukluğu yaratmaya çalışıyor. Kürt cephesinde ise, kendi korucularına, göstermelik tavizlere evet diyecek bir uydu parti kurdurmaya çalışıyor. Bu koşullarda pek çok şeyi, belki de herşeyi belirleyecek olan komünistle.rin, ileri işçilerin ve devrimcilerin göste­ recekleri çaba olacak. Biz bu yazıda krizi atiatmak açısından, düzenin geçmişe göre çok daha büyük güçlüklerle karşı karşıya olduğunu göstermeye çalıştık. Bunu, gelecek günlerin düzen açısından çok . daha ·sancılı ve karanlık, komünistler, ileri işçiler ve devrimciler açısından ise olanaklarla dolu bir dönem olacağını ortaya koyabilmek amacıyla yaptık. Ne var ki, bunlar ne kadar öpemli olursa

olsun y alnızca bir olanaktır, o kadar. Olanağı güce dönüştürmek ise, yalnızca devrimci bir iradeyle mümkündür. İşçi ve emekçi hareketine etkin bir politik müdahalede bulunabilmek, sendika bürokrasisinin sultasını parçalayarak etkisiz · hale getirmek, sınıfın ihtilalci ·

partisini örgütlemek; işte ancak tüm bunlar yapılabildiğinde olanaklar bir güce çevrilebilmiş ve sermaye düzeninin krizinden işçi sınıfının sosyalist devri­ mini mpyalamak amacıyla yarar­ lanılabiimiş olunacaktır.

� t._ ' " Eşit Feda k a rh k " Hakareti ne Sessiz Ka l m a ! Sermaye, yeni saldırı paketini açtığında zaten . "fedakarlık"tan ötürü canı çıkmış olan emekçi �alkın öfke?ini yatıştı rmak için "eşit fedakarlık" demağojisini propaganda etmişti. ' Korucu bası nda "O nce zenginler, haydi pamuk eller cebe!" kampanyaları açılmıştı. Sermaye sınıfının bir eliyle verip diğer eliyle geri a,ıacağı göstermelik "ek vergi" balonları uçuruldu. Sonra da bu demagojiyi daha inandı rıcı kılmak için "Devletin elinde bulunan sosyal tesis, kamp ve lojmanları n kira bedelleri önce rayiç bedele çıkartı lacak, sonra da satılacak." dendi. Sözkonusu sosyal tesis, kamp ve lojmanlar üst düzey asker, bürokrat vb. asalakla�a bu kapitalistlere hizmetlerinin karşılığı olarak sunulmuştu. Bunların hizmetinde yaklaşık 300.000 lojman vardı ve diğer her türlü · gereksinimleri de neredeyse "bedava" karşı­ lanıyordu. Hayatında tatil yüzü görmemiş, iki göz gecekondusu bu asalak devlet amirlerinin iimri ile başına yıkılan emekçi halk, bu ayrıcalıklar karşısı nda doğal bir öfke içindeydi. Hazırlanan göstermelik yasa tasarısı\ "tarafsız" cumhurbaşkan ı Demirel tarafından veto edildi. Artık nasıl olsa bu demagoji unutulmuştu, öfkeler yatışmıştı, herkes kendi canının derdine düşmüştü. Demirel değil miydi "Bu cahil halk herşeyi unutur!" diyen. Vetonun gerekçesi de çok anlamlıydı : "Ev kiraları nın çok yüksek olduğu şehirlerde lojman uygu�amasından vazgeçilmesi, devlet memurlarını ekonomik yönden sıkıntıya düşü­ receginden, özellikle devlet için hayati önemi haiz personelin istihdamında büyük güçlük­ lerle karşılaşılacaktır. Kaldı ki, 70 yıldan beri kamu kesiminde sürdürülen konut ve sosyal tesis uygulaması, devlet memurları için adeta müktesep hak oluşturmuştur. Toplusözleşmeli-grevli sendika "hakkı" için mücadele eden yüzbinlerce emekçi devlet terörü zulmüne maruz kalırken, yine ücretlerinde setalet artışı "hakkı" bile çok görülürken, KlT'Ierde çalışanlar hiç bir "hak" tanı nmadan kapı dışarı edilirken, Demirel "devlet memu­ runun müktesep hakkını korumak için" yasa tasarısını veto ettiğini söylüyor! i şte kapi­ talistlerin hizmetindeki "amirler" ile kapitalistler tarafından sömürülen "memurlar" arası ndaki fark... , Sermaye devleti, bürokratlarını, katil poliS sürüsünü, sömürgeci ordusunu iyi besle­ yecek ki kapitalistlerin hizmetinde işçi sınıfına, Kürt halkına� devrimcilere karşı giriştiği sömürü ve zulüm seferleri nde "muzaffer" olsunlar. Kapitalist düzenin sömürü çarkları işte böyle dönmektedir. Işçiler asıl yetersizliği bu düzeni yıkmak için ayağa kalkmıyor oluş­ larında aramalıdı rlar. "Eşit fedakarlık" demagojisinifl işçi sı nıfına yönelmiş bir hakaretten başka bir anlam taşı madığı artık görülmelidir.


1\... ızı ı

B i r kez d a h a " DG M ' y i ez m e k "

H ayrak

içi n

. Diyarbakır Zindanındaki 900 PKK Savaş Esirinin 9 Haziran'da Başlattığı DGM Boykotu Hızla Yayılıyor. Burjuvazinin Zindanlarında Tutsak Olan Çeşitli S iyasetlerden Devrimciler Ardı Ardına DGM'leri Boykot Kararlarını Açıklıyorlar. Sermaye iktidarı Bugün Topyekün Bir S aldırı Başlatmıştır. Sermayenin B u Saldırılarına Karşı Eyleme Geçecek Olan İşçiler Karşılarında DGM'leri de Bulacaklardır. ınıflı toplumlarda devlet, hakim sınıfın ezilen sınıflar üzerindeki baskı aygıtıdır. Devlet, bu asli görevini yasalar, mahkemeler, cezaevleri, polis ve ordu güçleriyle yerine . getirir. Sınıflı toplumlarda, günümüzde kapitalizmde malıkernelerin temel işlevi, bizzat burjuva sınıfın temsilcileri tara­ fından hazırl anarı yasaları kullanarak ve ceza tehdidiyle kapitalist düzenin bekasını sağlamaktır. Malıkernelerin bu işlevinin emekçi sınıflar tarafından kavranması, kapitalizmin nispeten "barışçıl" geliştiği dönemlerde zordur. Burjuva ideologların, mahkemeleri, adalet tanrısının "hassas terazisi" ile adalet dağıtan, toplumsal kötülüklerin baş düşmanı olarak lanse etmeleri toplum­ da belli bir inandırıqlığa sahip olur. Ama kapitalizmin derin krizler içine yuvarlandığı,

1 ::> H azi r a n - I l e m m u z Y4-

S

yanıtlandı. Türkiye'nin dört bir yanında, dönemin demokratik kitle ve meslek örgütlerinin de katılınu ve desteğiyle yüzbinlerce işçi "DGM'ye Hayır ! " sloganıyla eyleme geçti. Türkiye işçi sınıfı, bu kapsamda Profi­ lo'da gerçekleşen fabrika işgalinde bir sıllif kardeşini şehit verdi. Ama sonuçta da Ekim '76'da DGM Direnişi, kurulduğundan beri çok sayıda işçiyi ve devrimeiyi yargılayıp ceza veren DGM'lerin kapatılmasıyla başa­ nya ulaştı. Türkiye işçi sınıfı DGM'yi ezmişti ! İşte '80 soması suskunluğa bürünen sosyalist ve

DGM'ler, bugün, Kürdistan'da yürütülen özel savaşın bir payan­ dasıdır. Fakat sermaye . düzeni, içinde bulunduğu derin kriz koşullarında bununla da yetinmek istemiyor. Onun asıl korktuğu, krizin ölümcül sonuçlarını üzerine yıkmak istediği işçi ve emekçi yığınların gelişmesi muhtemel mücadelesidir. Bu nedenle vizite eylemi, fabrika işgali, sokak yürüyüşleri vb. gibi eylemleri "asliye ceza" lıktan DGM'liğe çevirmenin hesapları içindedir. Bu da, işçi ve emekçilerin geliştirdikleri mücadele süreci içerisinde DGM'lerle daha sık muhatap olacakları anlamına gelir. Kısacası DGM'ler, sermaye düze: ninin toplumsal ve ulusal muhalefet güçlerine karşı salladığı kara cübbeli bir sopadır. Ekonomik ve siyasi krizin batağına iyice saplanmış olan ve Kürt ulusal mücadelesinin cende­ resinde sıkışan Türkiye burjuvazisi, terör politikasını yoğuntaşurmaya paralel olarak, bu kara cübbeli sopayı da daha sık sallamakta, burjuva hukuk adamları tarafından bile "olağanüstü mahkemeler" olarak nite­ lendirilen DGM'leri olağan hale getirmeye çalış­ maktadır. İşte devrimci, sosyalist ve Kürt yurtsever tutsakların boykot ederek duruşınl:\larına çıkmadıkları, yargısını tanı�adıkları DGM'lerin niteliği ve işlevi budur. Fakat düzenin bu alandaki saldırısı yalnızca DGM'lerle sınırlı değildir. DGM'ler, terörist bir mahkeme tiiıü olmasına rağmen, burjuvazinin elindeki bu türden diğer araçJim

da görebilmek gerekir. Sıkıyönetim mahkemelerinin cunta dönemlerindeki terörist faaliyetleri, işçi ve emek­ çilerin eylemlerine öncülük eden ileri işçiler hakkında sıradan ceza mahkemelerinde açılan davalar (özellikle '89 Bahar Eylemleri sırasında açılan davalar hatırlansın) unutulmamalıdır. DGM'lere yönelik olarak girişilen bu mücadele, temelde sermaye düzeninin bu alandaki saldırısının tümünü hedeflemelidir. Zira, DGM yargılamalarının bir diğer boyutu da devrimci tutsakların özel tip ceza­ evlerinde, insanlık dışı koşullarda çürütülmek isten­ mesidir. Bu !{oşullarda Kürt yurtsever tutsakların DGM'yi boykot direnişi, diğer . devrimci tutsaklar arasında da yankılanarak yaygınlaşmış bulunuyor. Terörist mahke­ melere karşı girişilen bu direniş, daha da yaygınlaşmalı ve tüm devrimci tutsakları kapsayarak Türkiye çapında protesto ve teşhir eylemine dönüştürülmelidir. Eylemi destekleyen ve katılan komünistler, sermaye düzeninin işçi sınıfı ve emekçiler ile emekçi Kürt halkına her cepheden yoğun bir saldırıya geçtiği şu günlerde OGM boykotunun sermaye cephesine karşı yürütülen politik mücadelenin güçlü bir aracına dönüştürülmesi için tüm güçlerini seferber edeceklerdir. Sermaye sınıfının yoğun iktisadi ve siyasi saldı­ rılarına maruz kalan işçi sınıfı da bu sorunuiı doğrudan muhatabıdır. BugiiQ. DGM'ler, devrimcilere ve ulusal kurtuluş mücadelesi veren Kürt halkına yönelmiş O dönem her türlü 'siyasal ve toplumsal muhalefeti bulurunaktadır. Fakat yarın, işçi sınıfı politik mücadele bastırmada dizginsiz bir şekilde kullanılan bu mahke­ alanına çıktığında, asıl olarak onu hedefleyecek, meler, uzlin bir sessizlik döneminden soma '60'larda geçmişte olduğu gibi sermaye düzeninin oncüsüz başlayıp '70'lerde doruğuna ulaşan toplumsal muhalefet bırakma politikasının araçlarından biri olarak kullahareketlerini bastırmada ek bir araç olarak düşünülen nılacaktır. '70'lerde DGM'ye karşı . DGM'lerin de ilham ,kaynağıdır. parlak bir mücadele veren ve 1 970'li Yılların Ortalarinda da DGM'ler Vardı. İşçi Sınıfı 26 Haziran 1 973 tarihinde kurulan, DGM'yi ezen işçi sınıfı, devrimci kurulduğu günden itibaren devrimci müca­ DGM'lere O Dönem Gerekli Cevabı Eylemleriyle Verdi. Direnişe tutsakların bu onurlu müca­ deleyi ve işçi sınıfının sendikal mücadelesini bastırmada resmi terör şebekesi gibi çalışan Geçen İşçiler DGM'yi Ezdiler. O Dönemin Ünlü Sloganı "DGM'yi delesine sahip çıkmalı, DGM'yi bir kez daha ve bir daha ortaya DGM'ler, yükselen muhalçfet sonucu Ekim Ezdik, Sıra MES S'te" İdi. çıkmamak üzere ezmek için bu 1 975'te kapatılmak zorunda kaldı. Ancak mücadeleye katılmalıdır. Bilme­ kısa bir süre soma, devrimci hareketin daha · İşçi Sıriıfı Bugün de DGM'lere Karşı Tavır Almalıdır. Devrimci lidir ki, kendi dar ekonomik da güçlenmesi, sınıf mücadelesinin iyice kızgınlaşması nedeniyle I.MC tarafından Tutsakların DGM Boykotu Desteklenmeli ve Sahiplenilmelidir. çıkarları için mücadeleyle yetinen bir sınıf, sermayeye karşı kalıcı DGM'ler yeniden ısıtılıp yasalaştınlmak: DGM'leri Devrimci Tutsaklarla Beraber İkinci Kez Ezmek İçin başarılar elde ederneyeceği gibi, istendi. Fakat burjuva iktidarın bu girişimi, dahası iktidar mücadelesinde 1 976'da, Türkiye işçi sınıfı tarafından, tari­ Genel Eyleme ! başarılı olamayacaktır. hinin en yaygın ve kitlesel eylemleriyle demek oluyor ki devletin " sınıfları uzlaştıran• aygıt" maskesinin düştüğü, gerçek sınıf karakterinin apaçık görülür hale geldiği dönemlerde, artık burjuvazi hukuk alanında sıradan cezakesicilikle yetinemez hale gelir. Artan toplumsal muhalefet karşısında düzenlerini koru­ yacak daha radikal tedbirlere ihtiyaç duyar. İşte "devle� tin güvenliğini sağlayan" mahkemeler, burjuvazi açısından böyle bir ihtiyacın ürünüdür. Günümüzde bağımlı ülkeler başta olmak üzere bir bütün olarak kapitalizmin, bir kriz batağı içerisinde debeleniyor olmasi, işçi ve emekçi sınıfların, devrimci güçlerin muhalefetini olağan araçlarla bastıramıyor oluşu, bu tür araçların daha yoğun kullanımını ve olağan­ laştırılmasını da berabeni.nde · getirmiştir. Bu açıdan Türkiye kapitalizminin gelişimi süreci zengin dene­ yimlerle doludur. İşte bu toplumsal ve siyasal tablo içinde, cılız Türkiye burjuvazisi daha Cumhuriyet'in ilk yıllarında karşılarındaki muhalefet hareketlerini ezmek için bu güçlere karşı koyu bir terör politikasını uygulamaya soktu. Komünist tevkifatları, işçi eylemlerinin yasak­ lanması, sendikal örgütlerin dağıtılması, Kürtlerin kitlesel kırımdan geçirilmesi birbirini izledi. Bu terör kampanyası 1 925 Takrir-i Sükun kanunu ile doruğuna ulaştı. T.C. bu dönemde çıplak terörünü "İstiklal Mahke­ meleri"ni kullanarak yasallaştırmaya çalıştı.

ulusal muhalefet hareketinin '80'lerin örtasından itiba· ren yeniden tırmanışa geçmesiyle birlikte tekrar günde­ me getirilen DGM'lerin böyle bir geçmişi ve sicili vardır. DGM'lerin günümüzdeki işlevi, burjuva anayasada göstermelik de olsa yazılı bulunan, fakat soruasında "ancak"la başlayan cümielerle kuşa çevrilen birtakım "hak"ların bu haliyle bile düzen muhalifleri tarafından kullanılmasını engellemektir. DGM'lerin bugünkü işlevi, burjuva anlamda bile­ hiçbir hukuk normunu takmayıp.en küçük bir hak arama girişimi karşısında, terör sopasını bu kez de cüppeli uşaklarının eliyle sallamaktır. DGM'lerin günümüzdeki işlevi, bu kapitalist barbarlık düzenine, onun sömürgeci egemenliğine karşı mücadele eden ve yargısiz infazlardan kurtulmayı "başarabilmiş" komünistleri, devrimcileri, Kürt yurt­ ·severlerini işkenceci · siyasi polis ılınlerinin fezle­ kelerine, "tanıklık"larına dayanarak tutsak edip ceza­ evlerinde çürümeye terketmektir. DGM davaları göstermeliktir ve sonucu önceden bellidir. B u davalarda malıkurniyet kararları, gerçekte siyasi polis merkezlerinde verilir. Yargıçlar ise bir nevi bu merkezlerin sözcüsü ve mübaşirleri konumundadır. Çünkü DG!yl'ler, yargısız infaz-işkence merkezi­ cezaevi (gerçekte tutsak zindanı) zincirinin bir halka­ sıdırlar. Bu nedenle siyasi polis DGM salonlarında cirit atmakta, yargılama sürecinde dahi tutsakları işkenceye çekebilmekte, davanın seyrine dolaysız olarak müda­ hale edebilmektedir. DGM savcıları ve yargıçları ise bu çarkın basit, zavallı ve kişiliksiz birer dişlileridir yalnızca.


ı J

n a z ı ra n- ı

u a

..,._ ı 'L.. ı ı

ıemmuz Y4

y

1

r a K

--

B ir D e vlet Te r ö rü Ar a cı

nk k '' u

'' Derinleşep. Sınıf Çelişkileri Her Zaman Egemen Sınıfların Terörünü ve Saldırganlığını Arttırır. DGM'ler Bu Şiddetin TC. Bünyesindeki Araçlarından ; Biridir, DGM'lerin Yeterince Bilinmeyen, Anlatıldığında İnanılır Dahi Bulunmayan, Kirli B ir Mazisi Vardır.

landırrr1ayı yapmak d.a polisin yetki ­ öğrenmek istemesi anormal ve yasa- insan olarak siyasal gelişmelere ilişkin sindedir. Kirli savaşın kaçınılmaz etkisi dışıdır. DGM'lerin yasalarına ve uygu- birkaç söz söylemek isterseniz; ya .da burada da vardır ve olağanüstü hal lamasına göre polisin kol-bacak kırma- ·size vahşice işkence yapan yaratıklar bu bölgesinde bu süreler iki misli uygu­ sı, tecavüz etmesi, gözleri bağlı kişilere kez karşınıza tanık(! ) olarak çıka­ lanmaktadır. Sosyal demokratların ifade( ! ) imzalatması yasafdır, ama nldığında bunu . kınamak, protesto katkılarıyla işkenceciler bu işi yasalara sanığın işkence gördüğünü tutanağa etmek isterseniz, o, zaman j andarmadan uygun olarak yaptıklan için, artık geçirmek istemesi, Adli Tıp'a sevkini ölesiye dayak yemeyi ve mahkeme ' demokrasi ve hukuk çiğnenmemiş istemesi . yasadışı dır. işkencenin soruş- salonundan yaka paça dışarı atılmayı turmayla ilgisi yoktur, onun için ayrı bir garanti altına almışsınızdır. Hem de olmaktadır( ! ) . DGM kapsamındaki suçlamalarda müracaat gerekir ve konuyla ayrı bir "yüce mahkeme heyeti" huzurunda ... tutuklama sebepleri alabildiğine geniş savcı ilgjlenir ( ! ) vb. Çünkü orada sadece devletin isteHer ne kadar burjuva yasalarda diklerini söylerile hakkınız vardır, ve keyfidir. Asıl olan tutuklu yargı­ lamadır; tutuksuz yargılama ise istisna. işkence ve baskıyla alınan ifadelerin inancınızı ve gerçekleri değil! Günümüzde Kağıt üzerinde de kalsa şeffaf karakol delil olarak değerlendirilmesi yasakgeldiğimizde ( ! ) kurulmuştur. Zanlılar her aşamada !anmış ise de bu yalnızca boş bir söz DGM'lerin önemli bir faaliyet alanı avukatını isteyebilir( ! ), avukatı yoksa kalıbıdır. DGM'lerde emniyet tara- daha belirmiştir: Her çıkan muhalif yayını toplatmak, sorumlularını ağır barodan avukat tayin edilir. Ama DGM fından gönderilen ve cezalara çarptırmak. Arada DGM'ler, kapsamındaki suçlamalar için (ya da sanığın ifadesi olduiddia edilen polisin öyle gördüğü suçlamalar için) ğu yayınlanmamış ya da dosyada bir örnesanığın ği bile bulunmayan yazılar nedeniyle kağıt üzerinde bile, tüm bunlar imkan­ metinlerde ceza vermek gibi "teknik" hatasızdır. Değil avukat istemek, avukatın imzası olmasa da - lar da yaparlar(! ). , savcının izniyle bile gözaltındaki kişiy­ sanık susma hakkını Yeterince bilinmeyen, le görüşmesi hatta gözaltında olup kullanmış da olsa; anlatıldığında inanılır dahi olmadığını , yaşayıp yaşamaclığını hakimin önünde açıkça bulunmayan, kirli bir mazisi vardır bu ifadenin işkence altında öğrenmesi oldukça zordur. DGM'leFin. Gerçekten de DGM'ler + �alar � kad� baskıcı •e ayrı­ zorla ve okutulmadan, gözü t.ı birer "ihtisas mahkemeleri" oldular. calıklı olur da uygulayıcıları ( ! ) ondan kapalı olarak imza· Ama ihtisas alanları, iddia edildiği aşağı kalır mı? Artık bu yasalar da !atıldığını da söylese kağıt parç_aları onlara yetmemektedir; öyle ki, İstan­ bu gibi, daha nitelikli bir yargılama ıçın değildir. DGM'ler bu alanda bul'da avukatların, gözaltına alınan kişi cezalandırma değil, ama, düzene muhalifleri ve hakkında gözetim izni verilip veril­ yeterli delildir. Sanıemekçi sınıflan ezmek, devlet terömediğini ogrenmesi bile vekalete ğın imzasının dahi ' rünü, örtmek, işkencecileri koruhağhdır. Ayrıca vekaleti olsa da görüş­ olmadığı bir metnin, mak, kısaca söriıürg�ci sermaye mek için izin veril meyecektir_. . Dava nasıl olup da sanı ğın a C'l lıncaya kadar avukatın dosyayı ince­ ifadesi olarak - kabul devletinin cübbeli terör sopası lemesi de yasak olduğuna göre, tutuklu edildiğinin sorulması olmak konusunda gerçekten de kişi en az iki ay tutuklu olarak tutu� ise abesle iştigaldir. ihtisas sahibi oldular. labihnektedir. DGM'ye göre polisin ve DGM hukukuna Devrimcilere, Kürt yurtsavcının gözaltında olan şahsı aile­ göre polis ne severlerine, komünisdere, işçi sinden ve avukatlardan gizlemesi, eğer derse o doğruye emekÇitere düşen görev bu kişi gözaltında öldürülmediyse 1 5 dur, devletin · bellidir. Kürt yurtseverlerinin gün sonra kolu bacağı tutmaz, perişan polisi yalan m ı başlattığı DGM'yi boykot direbir halde savcılığa çıkarılıp tutuk­ . söyleyecektir! nışını destekleyip yaygın. Yargılandığ lanması yasaldır ve normaldir. Ama laştırmak. . . Etkin, yaygın ve gözaltında olduğu dahi kabul edil­ .ınız bu sözde kararlı bir mücadele ile dev !etin bu cübbeli meyen kişinin bir avlikatta vekaletinin mahkemede, olmaması, ailesinin ya da vekaleti düşünen, terör odağını dağıtolmayan bir avukatın ş ahsın gözaltında üreten p1ak. . . olup olmadığını , yaşayıp yaşamaclığını duyarlı ·

D

GM'ferin kurulmasına, ilk olarak 1 973 tarihinde karar verildi. Ama ömrü kısa sürdü. · Bu karar toplumsal muha­ lefetin de etkisiyle ·1 975'te geri alındı. Böylece DGM'lerin ilk serüveni sona ermiş oldu. Serüvenin kaldığı yerden devam etmesi için uzunca bir süre geçmesi gerekti. DGM'ye karşı yapılan direnişler. ve genel grev girişimi, yeni yasanın çıkmasını geciktiiiyordu. Düzenin imdadına 1 2 Eylül faşizmi yetişti. 1 982 Anayasası ile DGM'lerin kuruluşu anayasal güvenceye alındı. DGM'ler 1984 'teıyeniden ol uşturuldu . DGM'leri kuranlar gerekçe olarak malıkernelerin belli bir dalda uzman ­ taşmasının onlara hız ve nitelik kazan­ dıracağını iddia ettiler. Ama bu malıke­ neden sıkıyönetim rnelerin mahkemelerine çok benzeyen işleyiş ve yetkilerle donatıldığını is·e hiç açık­ layamadılar. Açıklamaları da mümkün değildi. Zira, yasaya göre hakimin, "uygun olmayan söz ve davranışlarda bulundu"ğu gerekçesiyle sanığı, hatta avukatını da duruşmadan dava sonuna kadar çıkarabilmesi; sanığın adresi belli bile olsa tebligatı basınla ya da radyo ile yapabilmesi; tüm kamu binalarının ve personelinin istendiğinde DGM'lerin emrine girme zorunluluğu; sorgusu yapılan sanığın .ve avukatının savun­ ması alınmadan karar verilebilmesi; mahkemelerdeki sözlere yayın yasağı kayabilmesi ve sıkıyönetim ilan edil­ diği taktirde. o bölgedeki DGM'nin kadrosu ile birlikte sıkıyönetim mahke­ mesi adını ve sıfatını alması vb . . . vb. . . Bütün bunlar burjuva hukuk kurallarına göre bile açıklanması mümkün olmayan şeylerdi. Bu nedenle sermaye düzeninin aldatmada "uzman" temsilcileri dahi, tüm bunların hukuki açıklamasını yapamadılar. Giderek de DGM'lerin düzenin zor aygıtları olduğunu çekin­ meden, açıkça ifade etmeye başladılar. 1 990'lı yıllara gelindiğinde düzenin korucuları sosyal demokratlara da görev düştü. Cezaevlerinin devrim­ cilerle, Kürt yurtseverleriyle, aydın ve sendikacılarla tıkabasa dol�urulduğu dönemde, 'tiemokratikleşme yaygarası· eşliğinde, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda (CMUK) değişiklik yapı­ larak, DGM'lerin ayrı hukuku( ! ) perçinlenmiş oldu. Artık DGM kapsa­ mındaki suçlamalarda işkence açıkça yasal hale getirilmiştir. Normalde 24 saat olan gözaltı s_üresi DGM kapsa­ mındaki suçlamalarda 48 saat, toplu suçlarda ise 1 5 gundür. Bu sınıf·

���rJ

��������

_

·

·

·

D ev 1 et

Y A Y G. 1

Terörü e Ka r ş ı D ev ri D N L AŞ A N n

mc

i B i r D i re i ş Ö r e ğ i

G M

.n

n

B O Y K O T U

· Burjuvazi her zaman emekçi sınıfları herkes için eşit, . tutukluların davaları nın aylarca açılmaması ; sanıkların mahkeme "sınıflarüstü" bir hukukun var olduğu aldatmacası ile oyalamıştır. salonunda öldüresiye dövülmesi vb. ; işte DGM'nin "hukuk"u bu ... Oysa hukuk hiç bir zaman sınıflarüstü olmamı ştır/olamaz. Özel Bu, açık bir terör ve şiddet hukukudur. DGM'lerin bu şiddeti cezaevi mülkiyetin oluşmasıyla doğmaya başlayan, yaptırı m gücünü devlet sürecinde de devam ettiriliyor. Son olarak Diyarbakır, Buca, Muş, gibi bir zor kurumundan alan hukuk, sı nıflı toplumun ürünü ve bir Elbistan, Kayseri cezaevleri başta olmak üzere birçok cezaevinde üstyapısıdır. Sermaye düzeninde de hukuk, egemen sınıfın yani devrimci tutsakların coplarla; kalaslarla, dipçikle ağır şekilde · yaralanmaları, okuma, haberleşme ve görüş haklarının gasp kapitalistlerin egemenlik aracı olmuştur. � . Düzenin bu tür örgütlenmiş zor ygıtları kimi zaman istiklal edilmesi vb. de DGM marifetiyle gerçekleştirilen "icraatlar"dır. mahkemesi adını ·alır, kimi zaman sıkıyönetim mahkemesi... Bu şiddet ve terör odağını protesto etmek amacıyla yakı n Mücadele dolu dönemlerde ise süreklileşir ve adı DGM olur. dönemde önce 5000 civarındaki PKK tutsağı, devrimci bir tutum la, Kuruluşundan beri DGM'Ier, sınıfsal ve ulusal mücadeleni n DGM'lerin meşruluğunu reddedip duruşmalara çıkmama · kararı gelişme seyri ne de bağlı olarak, bu�uva yasalarını bile ihlal eden alarak direniş başlattılar. Bu haklı tutum, diğer dev ri mci tutsaklar bir şiddet aygıtı o larak görev. yapmışlardır. tarafından da giderek ber:ıimsenmeye ve desteklenmeye başladı. . Devrimciler, komünistler, öğrenciler, Kürt yurtseverleri, yanısıra Fakat henüz tüm tutsaklarca istenilen - ölçüde uygUlamaya birçok ayd ı n : gazeteci, bilim adamı, sendikacı bu şiddet aygıtının; konulduğu söylenemez. Bu elfrenişi dest�klemek • ve DGM'nin saldırısına maruz kalmıştır. Savunma alıAmadan verilen yaygınlaştırmak ertelenemez bir görevdir. ağı r cezalar; d evrimci içerikli yayınların keyfi . oıa·rak hem� n · Komünistler, devrimciler, işçi ve · emekçiler, aydınlar, · bu 1 toplatılması ; sayıları yüzlere varan yayıncı, bilim adamı, sendikacı topraklarda yaşayıp da çevresindeki gelişmelere bi'raz olsun ve aydın ı n yazı lan ya da konuşmaları sebebiyle cezaevlerine · duyarlı olanlar, bu çağrıya kulak vermeli. Bu terör ve şiddet doldurulması ; düşünen, okuyan, yazan, tepki gösteren herkese yuvası nı dağıtma, ezme mücadelesine en etkin desteği sunmak, ağır cezalar verilmesi; işkenceyle alınmış ifadeleri n .hatta imzasız bu ·mücadeleyi yaygınlaşt ırmak için ni ücadele saflarında yerlerini kağıtların bile delil sayılması ; işkence ve işkencecilere yönelik hiç almalıdırlar. . bir takibata giri şilmemesi; haftalarca süren gözaltı süreleri ve DGM'yi bir kez daha ezmek için görev başı ria! ·

·

·

·

·


ıJ U. ] .&. « .&."'o..

1 ,J

1 1U L1 1

l;:l' l l "

1

1 1::

l l l l l l \J; L

7 ""+

Y eni Anayas a D eğişikliği İle S endikaların Siyas al Partiler İle İlişk ilerini Yasaklayan Madde Yürürlükten K alkıyor. Türk-İş B ürokratlarının Zaman Zaman Vurguladıkları " İşçi " Partis i Kurma Fikirlerinin de Bu Yasa Değişikliği İ1e İlgis ini Kurup Değerlendirmek Gerekiyor. S ermaye, B u Yasa DeğiŞikliği ve S endikacf Uşaklarının Ağzına Doladığı " İş�i " Partis i Girişim i İle Acaba Hangi H e s apların Peşinde?

İ ş ç i s ı n ıfı n ı n p a r ti a r � yı ş i ı� a r ş ı s ı n d a - '

Sendikacıla rın "I� çi"· P,artisi Barikatı '

..

nce bugüne kadar sermaye sınıfı burjuvazi de iyi bilir. Bu yüzden de, ideal ve Türk-İş bürokratlarınin baştacı bir "çözüm" değil , günübirlik de olsa biraz soluklanmasını sağlayacak "kötüettiği "partiler üstü" sendikacılık ilkesinin ne işlev gördüğüne bakmak nün iyisi" taktiklerin peşinde koşturur. gerekir. Bu ilkenin hizmet ettiği amaç Burjuvazinin cevap arayacağı 1 soru kavran .��iğında, hem bu yeni girişimin işin şudur: Mevcut düzen partilerinin işçi özünde bu "ilke" ile çelişınediği görüsınıfı nezdin<,ie hızla itibar kaybettiği ve lecek, hem de bugün bu · ilkenin hayata işçi sınıfı temelinde sosyal patlamaların geçirilmesinde bir değişikliğin gerekli gündemde olduğu pugünkü koşullarda, olduğu1 anlaşılacaktır. "Partiler üstü", kurulacak bir "işçi" partisi tuzağı, sınıfın sendikacılık ilkesi, işçi sınıfını burjuva hiç olmazsa belirli bir kesimini ve hiç politikasma tabi kılmanın bir aracıdır. olmazsa belirli bir süre oyalayarak, sınıf hareketinin önüne, bir set çekmeyi başaKapitalist toplumda başlıca iki sınıfın, işçi sınıfının ve burjuvazinin ideolojisi ve rabilir mi? Bu soru'ya evet yanıtı verepolitikaları karşı karşıyadır. Hiçbir bilmesi halinde burjuvazi hiç kuşku yok toplumsal güç, bu sınıfların ideolojileri ki bu girişimi denemeye değer görüp ve politikaları karşısında "bağımsız", · desteğini sunacaktır. "Önde gelen kadro" tarafsız" bir konumda Ölamaz. "Taraflarını ipliği henüz pazara çıkmamış sızlık" safsatasından amaç, hakim olan taraf ile suç şiddetine parakl derecede yipratmıştır. Bu, işçi sınıfı 1İtibarlı' sendikacılardan olhşturup vitrinini iyi cilaortaklığının gizlenmesidir. Bu yüzden de, bu ilkeye, üzerinde kayda değer bir etkisi olan bir düzen parti- larsam ve arkasından da (tıpkı DİSK'in yeniden herkesten önce hakim sınıf burjuvazi dört elle sarılır. sinin mevcut olmadığı anlamına gelir. Bu koşullarda, piyasaya sürülmesi sırasında olduğu gibi), 'fiyakalı' Bu yoldan, hem kendi politikasının hizmetine koştu- . düzen partileri ile düzen sendikaları arasındaki eski bir propaganda kampanyası ile bu yeni oluşumu ğu düzen sendikaları ile ilişkilerini gizler, hem de işçi işbölümü de yürümez hale gelir. Türk-İş'in düzenin işçilere 'umut' olarak pompalarsam, bu 'işçi' partisi işj hareketi içinde burjuvazinin çizmesini aşan her türlü burjuva politikalarına hizmet eden bir sendika olarak tutabilir . " diye düşünecektir. politik eğilimi gene aynı ilkeye dayanarak boğmaya üstlendiği görevler de bir bütün olarak sekteye uğrar. Böylesi, düzene göbekten bağlı bir işçi partisini z!ra düzen s,endikalarına dayanmayan bir düzen oluşturmayı giderek daha gerekli hale getiren çaiışır. Türk-İş de hiçbir zaman "partiler ve politikalar -. partisi işçi sırtıfı içinde ne kadar işlevsiz kalacaksa, koşullardan bir diğeri ise, işçi hareketinde poli­ üstü" bir konumda olmamıştır. Sermaye devh�ti eliyle düzen partilerine dayanmayan bir düzen sendikası da tikleşme yönünde genel bir eğilimin artmakta oluşu1 95 2 yılında kuruluşimdan bu yana, işçi düşmanı o kadar işlevsiz kalacaktır. Öyleyse burjuvazinin dur. Düzen partilerinden ve onların politikalarından bütün politikaların baş destekçisi olmuş ve işçi sınıfı öncelikli hesaplanndan biri, düzenin siyasal soğuma, genel olarak her türlü politikadan da uzak­ içinde ayrı bir düzen partisi gibi hareket etmiştir. arenasındaki bu boşluğu bir şekilde doldurmak, laşma anlamına gelmemektedir: İşçi sınıfının gitgide Türkıılş istese de, sermayeye hizmette kendisini salt bu yolla önüm(izdeki dönemde yükselmesi t .daha ge.n !ş kesiJnleri, �r ıkonomik sorunlardan iktisadi alan ile sınırlayamaz\ Çünkü en " saf" iktisadi muhtemel ofan işçi hareketini "iç olma�a bir �başlarillı ,.k;ı_ldırmaya b�şlamalcta, mevcut ezil- ., bir tavJr bile, sonuçta belirli bir politik sınıf tutumuna süre oyalayabilecek bir alternatif yaratm,aktır. miŞliklerini uüzenin bütünlüğü içinde kavramaya Haklı olarak sorulacaktır: Sınıf ile güven temelinde çalışmakta , ve yaşadıklan sorunlara bu temelde denk düşer ve asıl onun tarafından belirlenir. ' Ama Türk-İş, Türkiye'nin inişli çıkışlı sert sınıf hiçbir bağa sahip olmayan, ipliği çoktan pazara · müdahale etmenin arayışı içine girmektedirler. Bu mücadelesi koşullarında, işçi sınıfını manipüle çıkmış Türk-İş bürokratlarının eliyle kurulacak arayış cj.aha geri ya da daha ileri içerikler taşı­ etmeyi başarabilmek için, kendisini hiçbir zaman böylesi bir parti, sınıf hareketinin önüne set çekme yabilmektedir. RP'ye ("adaletsiz" düzene karşı "adil" iktisadi temelde ifadesini bulan dolayh politik görevinde başarılı olabilir mi? Üstelik Türk-İş'in, -düzen programına) yöneliş de bu eğilimin belirli bir desteklerle sınırlamamıştır. Anti-komünist,. şovenist işçi sınıfının ancak küçük bir kesimi ( 1 ile 1 .5 ifadesidir. Bu eğilimin daha ileri bilinç düzey­ her türden karşı-devrimci politik kampanyayı bizz at milyon) üzer�nde etkisi vardır ve bu kesimde de adı lerindeki ifadesi olarak da, işçi sınıfı içinde işçilerin yürütmüş, burjuvazinin aktif ve dolaysız suç ortak- genelde öfkeyle anı lmaktadır. Türk-İş bürokratları kendi partilerini kurma, ayrı bir sınıf olarak bağımsız lığına soyunmuştur. Bunun en çarpıcı örneklerinden sınıfın diğer kesim'lerinin (işsizler, sendikasızlar vb.) örgütlenme, işçi sınıfının çıkarlarını esas alan bir birisi işçi sınıfına karşı tezgahianan 1 2 Eylül askeri ise sorunları karşısında bugune kadar sUrekli kayıtsız program etrafıp.da birleşme yönündeki artan arayışlar cuntasının Türk-İş· tarafından doğrudan destek- kalmışlardır. Dolayısıyla bu kesimler içinde nere- belirtilebilir. Işte burjuvazinin en önemli hesap­ lenınesi ve cuntaya Sadık Şide'nin bakan olarak deyse esamesi bile okunmamaktadır. Bu durumdaki larından biri de, işçi sınıfı içindeki bu parti verilmesidiL '60'ların sonlarındaki komünizmi tel'in bir "işçi" partisi, sınıf hareketini manipüle etme arayışlarının daha devrimci bir zemine kayma olasılığını b oşa çıkarma-k ve kendj eliyle kuracağı mitingleri, '82 Anayasası'na evet kampanyası, 1 2 görevini nasıl yerine getirecektir? Mart ve 1 2 Eylül'ün açıktan desteklenmesi, Kıbrıs'ın B u soruların hepsi de önemlidir. Ve gerçeğin bir " işçi" partisi kanalıyla bu eğilimleri daha işgalinin ve Kürt halkına yönelik kirli savaşın çeşitli yönlerine işaret etmektedir. Ama şu gerçeği de filizlenme halinde iken b astırıp yeniden düzen desteklenmesi vb. bu konuda akla gelen ilk birkaç görmek gerekir; burjuvazi özellikle derinleŞen kriz içine sevketmektir. Sendikacıların eliyle kurulacak örnektir. .. Türk-İş'in bugüne kadar belirli bir düzen koşullarında uzun vadeli ve garantili çözümler bir "işçi'� partisi, özellikle öncü işçilerin devrimci partisinin açık de-stekçisi olarak görünmemek için arayacak bir lükse sahip değildir. Düzenin mevcut parti arayışının önüne geçmeyi ya da hiç olmazsa çaba göstermiş olması bu durumla çelişmez, aksine iktisadi ve siyasi krizini besleyen tı,kanıklıkların onları kendi •içlerinde bölüp zayıftatınayı başa­ bu tutum da burjuva politikalara hizmetin bir gere- kola)' aşılamayacak derinlikte olduğu gerçeğini rabilirse, bu , işçi hareketinin önüne set çekilmesi konusunda tayin edici önemde olacaktır. ğidir. Zira bu yöntemle sınıfın değişik siyasi eğilim� Bir noktayı daha vurgulayalım: Sürekli istiklere mensup kesimleri aynı çember içine alınmış S eı1dikac ıların E liyle Kurulacak rarsızlık ve kriz döngüsündeki Türkiye'nin koşulları, olmakta, böylece de düzen partilerinin yetersiz batı tipi burjuva reformist "işçi" partileriniri gelişmesi kaldığı dönem ve konularda, onları bir bütün olarak Bir " i " -Partis i , Ö z ellikle Öncü için elverişli değildir. Bu yüzden kurulacak olan "işçi" kucaklayıp burjuva politikasının hizmetine sunma Işçilerin Devrimci P arti A rayışının partisi her n e kadar reformizrni kendisine ideolojik bir olanağı elde edilmiş olmaktadır. Tüm bu örneklerden de görüleceği gibi Türk-İş Önüne Ge�meyi ya da H iç O lmaz sa dayanak olarak alsa bile, pratiğinde reformist bir mücadele çi.zgisi bile tutturamayacaktır. Sermaye bugüne kadar ne "partiler üstü" kaİmıştır, ne de Onları Kendi İ�lerinde B ölüp karşısında reformlar için mücadele eden b ir ajan "politikalar dışı". parti değil, sermaye karşısında he_r türlü işçi kıpırZayıflatmayı B aşarabi li rse, B u, İşri x damşım boğmaya, bastırmaya çalışan bir jandarma Öyleyse şimdi !'işçi " partisi tezgah ında ifade$ini parti. İşte bugün burjuvazinin ihtiyaç duyduğu parti bulan değişiklik hangi koşulların ürünüdür? Hareketinin Önüne S et Çekilmesi tipi budur ve zaten · ip.anet pratiği içinde pişmiş hain Kriz koşulları, sağıyla soluyla, iktidarı ve muha­ E di c i Önemde. K o nu s u nda Tayin Türk-İş bürokratlarının vasıfları da ancak buna uygunlefetiyle, takkelisi ve kravatlısıyla, bütün düzen dur. Sermayenin son saldmiarı karşısında teslimiyeıçi partilerini aynı · saldırı programı etrafında kenet­ Olacaktır. tutumları ile bu vasıfları bir kez daha kanıtlanmıştır. lenmek zorunda qırakmış ve hepsini de saldırının

O

ı

·

·

·

A

·

·

·

·

İşç


-

Kızıl

1 5 H a z i r a n - 1 Te m m uz 9 4 Sermayenin bu hesabının boşa çıkartılabilmesi, sınıfın parti arayışına, sağlam bir devrimci programa sahip, sağlam devrimci politik ve taktik çizgi ortaya koyabilen, sağlam bir illegal devrimci örgütsel yapı üzerinde yükselen bir ihtilalci sınıf partisini inşa ederek yanıt verebilmekle, mümkündür. Bu ise komünistlerin, öncü işçilerin ertelenemez bir sorum­ luluğu ve görevidir. Öncü işçiler arasındaki parti arayışları · sınıf mücadelesinde dönemin, bu �ert koşulları tarafından iki yönde etkilenecektir. Işçi partisi arayışları ya daha ileriye gidecek ya da refor­ mizm ile devrimcilik arasındaki yalpalanmalar sonuçta kaçınılmaz olarak daha geriye gidecek ve . burjuvazinin "işçi" partisi tuzağına kadar düşecektir. Son olarak işin bir de şu yönüne dikkat çekelim: Mer ne kadar en gerici amaçlar için tezgahlansa bile, her "işçi" partisi kurma girişimi, i şçilerin, toplumdaki diğer sınıflardan ayrı çıkarları olduğunu ve bu yüzden ayrı örgütlenmesi ve kendi çıkarları doğrul­ tusı:ında sermayeye karşı mücadele etmesi gereğinin kabulü temelinde yükselir. Bu kabuller. en ilkel ve geri biçimiyle de olsa proleter sınıf bilincinin tohumlarını içinde taşır. Ve Türkiye'nin bereketli m ücadele toprakları, bu tohumları, kuşkusuz ki öncü işçilerin v:. komünistterin isabetli politik m üdahaleleriyle, baştaki bütün hesapları altüst edecek bir mahsüle dönüştürebilir. Bu dönemde, en küçük bir kıvılcım tutuşmaya hazır işçi hare­ ketinin barutunu ateşleyebilir. Rusya'da otokrasinin Zubatovcu sendikalaFla kurduğu tuzağa kendisinin düşmesi benzeri gelişmeler, Türk-İş 'in "işçi" parti­ sinin qe başına gelebilir. Komünistler, bu gelişmeleri bütün yönleriyle tahlil edecekler ve geliştirecekleri devrimci taktikler doğrultusunda . sürece bütün güçleriyle müdahale etmesini bileceklerdir. İşçi sınıfının parti arayışı, aynı zamanda, sermayenin saldırıları karşısında bir kavga . yolu arayışıdır. Devrimci parti çl.e burjuvaziye karşı devrimci savaşın içinde, kavga alanlarında inşa edilir. Öyleyse genel grev-genel direniş ile bu kavganın yolunu döşeyip, sınıf içindeki parti . arayışlarını devrimci sınıf partisinin inşası ile taçtandırma . . görevi önümözde durmaktadır. ........_

B ayr ak

Ö z b e k i h a n et e D e v a m E di yo r Özbek; "ekonomik krizin aşı la- fedakarlığ ı sadece bir uşak değil, çörekleneri hainleri neden hala orada tuttuğu şeklinde de soru lmalıdır. bilmesi için, biz bu fedakarlığa katla- bir patren o larak da istiyor. Her kriz döneminde olduğu gibi, Soruların yanıtı, komünistlerin yüz yılı n ı rız" diyor. Burjuva bası nda "ağlatan teklif", faturanı n işçi sınıfı na kesilmeye çalı- aşkın bir zamandan beri, bütün "büyük fedakarlık" çığlıklarıyla duyu- şıldığı bu son krizi, otomotiv patronları dünyada usanmadan tekrarladığı aynı rulan bu açıklama, "Türk-Metal patro- da, bütün diğer kapitalistler gibi işçi yanıt olacaktır. i şçi sınıfı, demokrasi nu Özbek'in, yı llardır sermayeye çıkararak, ücret dondurarak vb. atlat- mücadelesini de iktidar mücadelesine hizmette hiç bir sınır tanımayan bu maya çalışıyor. Patronlar, "ücretsiz bağlı olarak ele alabildiği takdirde bir kaşarlanmış sendika ağasını n, izin" ile ancak "ücretsiz çalış- takım kazanı mlar elde etme ve onları sermayeye uşaklığın ı n son t)rneği tırmama" cesareti gösterebiliyor. kalıcılaştırma olanağına sahip , Uşakları ise daha ileri giderek; olacaktır. oldu. Kimin krizi için ve kimin adın.a · "ücretsiz çalıştırma"yı öneriyorlar. Türkiye proletaryası, örgütlerinin f,edakarlık? Adeta kapitalistlere; "Biraz cesur olun" , tepesine çöreklenmiş kan emici hain Kapitalistlerin krizinden kapi- . diyorlar. "Sınıfın içinde ve örgü!lerinin bürokratlardan kurtulabilmek için, talistlerden fazla üzüntü duymak da başında bizim gibi uşaklara sahip olaylara dar iktisadi pencereden ancak Özbek gibi tescilli hainlerin olduğunuz sürece ve işçiler de bir sınıf bakmayı bırakıp, politikanın, bütün işidir. Krizin asıl sahipleri, bütün bir partismden yoksun oldukça, en azgın toplumu geçmişi ve geleceğiyle göre­ kapitalistler sınıfı ve onları n devleti, sömürüyü uygulamak için çekingen bilen en geniş açısından, baka­ Özbek kadar "fedakarlığa" açık değil- davranmanıza hiç gerek yok! ... " bilmelidir. Ancak o takdirde, sendikal dir. Otomotiv patronları kendi krizÖzelleştirme, işten çıkarma, taşe- örgütlenmenin anlam ve önemini lerinden bir an önce çıkmak için, ron laştırma, örgütsüzleştirme vb. kavrayacak, sendikaları bürok­ karları n ı yüzde bir oranında düşürme kapitalist sınıfın işçi sınfına tüm bu ratlardan temizlemenin de, gerçek "fedakarlığı"nda bulunmayı bile akı l- saldı rı ları karşısı nda bir işçi örgü- birer savaş aygıtına dönüştürmenin de yolunu bulacaklardır. larından geçirmezken, güya bir işçi tünden ne beklen melidir? sendikasın ı n başkanı, üyeleri adına, Saldı rılara karşı üyelerini mücaSınıfın ileri ve bilinçli kesimlerinin "iki ay ücretsiz, iki ay da yarım ücretle" deleye seferber etmesi, toplu saldı- bugün önündeki savsaklanamaz ve . çalışmayı gözü kapalı taahhüt edebi- rıya toplu cevap verebilmek üzere üzerinden atlanamaz en acil görev konfederasyon düzeyinde, ülke hatta komünistlerle birleşerek ihtilalci sınıf liyor. Bit yan l ı ş a n lama olmas!.n !' iki dünya çapında bir mücadele başlat- partisini derhal örgütlemektir. Kapitalizm, işçi sınıfı da içinde ay ü cretsiz çalı şacak olan Ozbek ması değil mi? ve avanesi değ i l sadece. işçiler. Ama ne gezer! . . . Uşakların ölçü- olmak üzere tüm toplumu çürümeye Zaten Ozbek de yavaş yavaş sünün ibresi hep sahipleri nden yaııa ve çö�üşe sürükl � ı:nektedir. · Bir �vuç _ _ - _ u ş·a kl ıktan patro n luğ a terfi etmeye' 1 vur�akta... . . asalaQ ı n . ı_nsanl_ıgı mah�a suruk- . < . . . . Ozb� k gıbılenne hakettıkl � rı d � rsı - lemesıne ızın ver� l � mez. Dunya prol� ­ çalışıyor. Kıbrı s'ta oteller satı n _ _ ta.��sı buna, ızır:ı vermeyecektır. alıyor. Ol! mpik yüzme havuzu i n şa vermek ı x.ın, · 400 �!_ n metal ı şçısının _ . _ _ ediyo r. Ozelleştiri len işletmelere datıa neyı bekledıgı sorulabılır. Aynı Turkıye pro l etqryası ı bu �� pl� msal __ talip o luyo r. Bu özellikleriyle o n u soru, Türkiye işçi ?ı nıfın ı n. · bu�ca kurtul�ş mucadelesı �de onc_u . ve . şaka yollu "yılı n i şadamı " o larak ihanetten sonra Türk-Iş, Hak-Iş, D ISK ş�reflı bır y erde durdugunun bılırıcıyle _ ö nerenler bile var, Yani i şçilerden gibi konfederasyonların başı na bır an once kolları sıva;malıdır. ·

Ö z e l l eşti r m e S a ldı r ı s ı n ı n B i r B aşka Y ü z ü Özelle'ştirme işçi sınıfı ve emekçi kitleler için sefalet ve yoksulluğun artışı, sermaye sınıfı için ise vurgun ve talan demektir. Burjuvaların kirli düzen­ lerini sürdürmek için kullandığı zor aygıtı olan devlet, yalnızca polisi ve ordusuyla değil, "özelleştirme" vb. gibi politikalarıyla da sermayenin çıkarlarını koruma işlevini süfdürür. Her yolla kapitalizmin ayakta kalmasını güvence altına almaya çalışır. İşte sermaye devletinin ve onun "özelleştirme" politikasının bir başka yüzi:i: Asil Çelik, V. Koç'un 1 974 yılında kredi ile kurdu­ ğu büyük bir tesistir. 24 Ocak kararlarının uygulandığı dönemde aldığı kredileri ödemekte güçlük çeken Koç, devlete başvurarak kurtarılmasını tal�p eder. o döne­ min başbakanı "özelleştirme"ci T. Ozal'ın onayıyla Asil Çelik devletleştirilir. B ir devlet kuruluşu haline gelen bu işletme kar eden bir kuruluş haline gelir. Asil Çelik, geçtiğimiz yıl 178 milyar lira kar. etti . Ve şimdi yeniden sermayeye peşkeş çekilecek. Işlet­ menin tüm zararını emekçi halktan aldıkları vergilerle kapatan devlet yöneticileri, bu karlı kuruluşu yeniden satmaya hazırlanıyorlar. Bu türden örnekleri çağaltmak mümkün. Teletaş, Kars SEK, son dönemde basma çıkan başka benzer örnekler. B iz burada bir de Paktaş' Tekstil'e değineceğiz. Tıpkı V. Koç gibi, Toprak kardeşlerin ucuz kredi ile kurdukları bir fabrika P;ıktaş. 1 2 Eylül dönemine dek de iyi çalışmış. Daha sonra inali krize girince yine Özal'ın onayıyla kurtarılmış, yani devlet onu satın alıp Süınerbank'a devrederek'kar eder hale getirmiş. Şimdi tüm diğer Sümerbank tesisleri gibi o da özel- . · leştirilecek. Üstelik fabrikaya talip olanlar onu 10 yıl önce devlete satan Toprak ailesi ... Bu <:>rnekler üz;erine söylenecek fazi_a bir şey sanırız yok. Vurgun öylesine açık ki ! Sermaye devleti tüm politikalarıyla işçi sınıfı ve emekçi kitleler üzerindeki sömürü ve baskıyı daha da yoğunlaştırmayı hedefliyor. Tüm sömürülen kitlelere ise işçi sınıfının önderliği altında bu vurguncu düzeni yıkmak düşüyor.

·

·

·

Adana Belediye İşçileri Ankara 'ya - Yürüyor Adana Anakent Belediyesi işçileri direnişlerinin

28 . gününde Ankara'ya yürüyüş karan aldılar. Yaklaşık 1 20 kişiden oluşan bir kitley�� pazartesi

günü uzun yü�yüşlerine başladıla�. " Olmek var, dönmek yok ! " , '-'Işimizi istiyoruz ! ", _"Işçiyiz haklıyız kazanacağız ! " yazılı ı gömlekler ve pankartlarla yürüyen işçi.lere en başta aileleri destek veriyor. Her gün yaklaşık 25 km. yürüm-eyi planlayan işçiler geçtikleri yerlerde halkın yoğun ilgisiyle karşı. laşıyorlar. İşçiler bir süredir direnişlerini Abidin Dino parkında sürdürmekteydiler. Ne yazık ki bu dönem­ de demokratik kitle örgütlerinden yeterli destek alamamışlardı. Aşağı yukan her gün DİSK Genel-İş sendikası toplantı salonunda buluşan işçiler, çözüm önerileri üzerinde tamşmalar _yapıp, sendika ile direniş alanı arasında mekik dokudular. Siyasi parti-

leri gezerek, kendilerine yardımcı olmalan için burjuva partileri il teşkiladarıyla görüşmeler yaptı­ lar. Görüştükleri her parti, belediye baş�anı halclan.­ da atıp tutmayı ihmal etmedi. Düzen partileriyle görüşme kararının sahibi sendikaydı. Sözde bir çözüm önerisi olarak düşünülen bu karara işçileri de alet etmiş 'oldu . . Böylelikle sençiika direnişi pasifize etmeye çalıştı. Ancak işçileri oyalayarak . yıldırma çabası sonuç vermeqi. _' Direnişin sürmesinde belirleyici olan tabanın , inisiyatifi olacalç. Sendikanın uzlaşmacı tuturriu karşısında militan bir çizgi tuturabilmel�ri için.işçi­ lerin sendikanın ve düzen partileİinin ayak orun� lanna karşı uyan�k olrtıası gerekiyor. Tüm i§çi ve emekçilere ise Adanalı belediye işçilerine bu zorlu yürüyüşlerinde aktif destek vermek düşüyor. Kızıl B ayrak 1 Adana . •

.


l U

ı.� ı 'L ı ı

u a

y

r a K

1 5 Ha z ı r a n - I l e m m u z

94

Işsizlikte.n Kurtnlınak Sosyalizın Ile Müınkündür ·

Kapitalizm Şartlarında, İşsizlik Azami Sömürünün Sürebilmesi İçin Vazgeçilemez Bir Gerekliliktir de ... Azami Kar İçin Ücret Düzeyinin Düşük Tutulması, Ücret Düzeyinin Düşük Tutulabilmesi İçin de Ka�nünde Bekleyen Bir işsizler Ordusu Gereklidir. Bu Nedenle, Üretici Güçlerin Gelişmesi, Yeni Teknoloiilerin Üretim S üreçlerine Uygulanması, Kapitalizm Koşullarında, Hiçbir B içimde İşsizliğe Çözüm Olamaz. · .

:

.

ş � i �lik ve işçi kıyımları toplum üzerine bir kabus gıbı çökmüş durumda. Birkaç yüz kişinin alına­ cağı işe oiıbinler başvuruyor. Stadyumlar, işe giriş sınaviarına katılanlara yetmiyor. Resmi ağızların 5 milyon diye itiraf etmek zorunda kaldıkları işsiz sayısı 10 milyon sınırına doğru tırmanıyor. Diğer taraftan işçi kıyımları öylesine yoğun ki , her yıl yüzbinler sokağa atılı yor. Körfez Savaşı sonrası dönemde yılda ortalama 1 00-500 bin işçi kıyıma uğradı. . Patronların, ücretli kölelik düzeninin, işçi sınıfına ve tüm ezilenlere sunduğu hayat(! ) bu . . . İşsizlik içinde kıvran.an milyonlar, sefa! et ücretine çalışan milyonlada tamamlanıyor. DPT'nin 1 992'de yaptığı bir araştırmaya göre l l milyon hane halkı, ortalama gelirlerinin %88'ini gıda harcamalarına ayırıyor. Bu, işçi sınıfının ve emekçilerin, bütün ienginlikleri yaratanların, bundan aldıkları pay hakkında bir fikir verebilir. Kişi başına düşen ekmek tüketiminde birinci Türkiye. Asgari ücretle de olsa bir iş bulabilmek bir şans olarak dayatılıyor insanlara. Zonguldak'ta grizu patla­ malarında, göçüklerde katledilen madencilerin kardeş­ leri, oğulları, yakınları, onların yerine bir lütuf olarak işe alınıyor. Çünkü madenci, . işsizliğin ölümden de beter olduğunu biliyor. 1 83 1 yılında Fransa'nın Lyon kentinde ayaklanan işçiler, "Ya bjzi kurşuna dizin, ya da bize iş verin!" diye haykırmışlardı. Aradan geçen birbuçuk asra rağmen kapitalizm, insanlara daha yoğun işsizlik, sefaJet ve açlıktan başka bir şey getirmedi. Kabus dağılacağına, derinleşiyor. Türkiye kapitalizmi içinde debelendiği yapısal krizini 24 Ocak- 1 2 Eylül ile işçi sınıfı ve emekçilere ödetmişti; ama yetmedi. Onu da aşan bir saldırı · şu günlerde yeniden gündemde. Bunun ilk sonuçlarını bugünlerde yaşamaya başladık bile . . . Burj,uvazi ve uşaklarına bakarsak, işsizliğin nedeni, yüksek işçi ücretleridir. Sözümona, yüksek ücretler yüzünden kar edemeyen patranlar, yeni yatırımlar·

I

'

•.

yapıp işsizliğe çare bulamamaktalartnış! .. Oysa en iyi durumda olan sendikalı işçilerin dahi aldıkları ücretler, enflasyon karşısında hızla ehmekte, bir ailenin asgari ihtiyaçlarına bile zar zor yanı t vermektedir. Ayrıca, sendikalı işçiler, proletarya içinde küçük bir azınl ığı oluştururlar. Gerçekte bir milyon civarında . (resmi rakamlarla 1 .8 milyon) olan sendikalı işçi sayısı tüm ücretliler içinde % ı 5'i zor bulur. Mi 1 yonlar asgari ücretle çalışmaktadır. Bundan öte sigortasız, kaçak çalıştırılan 2 milyon civarında insan vardır. 1 980 sonrasında, ücretierin ulusal gelirden aldığı pay, % 30'lardan % ı 5 'lere çekilmi ştir. '89 dönemindeki kısmi ücret kazanımları, ardından gelen kıyım dalga­ sıyla geri alındığı için, bu gerçek olduğu gibi durmak­ taQ,ır. Aynı dönemde işsizlik azalmamış katlanmıştır. Bu durumda yüksek ücretierin işsizli ğin sebebl olduğu iddiasinın koca bir yalan olduğu açık değil midir? Sermayedarların ve onların devletinin kaynak bulamadığı için yatırım. yapıp, işsizlik sorununu çöze­ medikleri, ayn,ı yalanın bir diğer yüzüdür. Kaynak

·

Kapitalizmde n'e işsizliğin, ne de sömürünün çözümü vardır. Söylenenlerin sadece Türkiye için geçerli olduğu zarınedilmesin. Sömürücülerin ve · uşaklarının yere göğe ko yamadıkları Avrupa'da 30 milyonun üzerinde insan bugün işsizdir ve işsizlik hızla artmaktadır. Fransa'da, daha yeni, genç işçi­ lere yönelik bu doğrultudaki bir saldırı püskür­ tülmüştür. Fransız kapitalizmi, genç işçileri asgari ücretin çok altında bir ücretle çalışmaya mahkum ederek krizini hafifletmek istemiştir. Amerika'da mrı,onlarca insan evsizdir, sokaklarda yaşa­ maktadır, toplum dışına itilmiştir. Bütün dünya işçi ve emekçilerinin aşırı sömürüsü üzerinde kendi ülkesinde iç barış için bazı tavizler veren emper­ yalist burjuvazi şimdi bunlara saidırınakla meşgul­ dur. S SCB ve Doğu B loku'ndlı yaşanan çöküşün ardından, patronların sosyalizm korkusu . biraz hafiflediğinde tüm sosyal haklara pervasızca saidırmaları öğretici değil midir? Çevre kapitalist ülkelerden bahsetmek gerekli mi? Dünyada her yıl 50 milyon insan açlık ve açlığın yol açtığı hasta­ lıklardan ölmektedir. Filipinler'in başkenti Mani­ la'da sokaklarda yaşayan tOO bin ç_ocuk vardır. Uzak Doğu, Latin Amerika'da yaşamak, bir iş bula­ bilen işçiler için sefaJet ücretine günde 1 0- 1 2 saat çalışmak demektir vb, vb.

·

gerekiyorsa, sömürgeci kirli savaşa, Kürt soykınroma döktükleri trilyonlar, hayali ihracatçılara, teşviklere, talana saçtıkları trilyonlar kaymik değil midir? Yatırım yerine repoya akan trilyonlar kaynak değil midir? Çözüm Sosyalizmdedir: Sermaye nerede daha fazla kar görürse parasını oraya Gerek ücretli köleliği, gerekse işsizliği yok edecek yatırır. Kapitalizm, toplumsal ihtiyaçları değil, karı, daha fazla karı gözetir. Bu nedenle özellikle de kriz tek çözüm sosyalizmdir. Çünkü sosyalizm, fabrikaların dönemlerinde trilyonlarca kaynak yatırıma değil, faize, toprakların kısacası tüm üretim araçlarının bir avuç borsa oyunlarına, spekülasyona yöneli.r. Bir yanda asalağın özel mülkiyeti olmaktan çıkarılıp, bütün kapitalistler karlarına kar katarken, diğer yanda işsizlik toplumun malı haline getirilmesi demektir. Böylece, çığ gibi büyür. Kaynaklar bir avuç kapitalistin kar hırsı üretimin amacı, bir avuç asalağın kar hırsı değil, bütün uğruna talan edilir. Aina sorunun kapsamı bununla da, toplumun maddi ve moral ihtiyaçlarının karşıranması yani kaynakların yatırıma değil, spekülasyona yönel­ haline gelir. İşte o zaman teknoloj ik gelişmeler, işsiz­ tilmiş olmasıyla da sınırlı değildir. Kapitalizm koşul­ liği değil, insanların çalışma hakkı kadar dinlenme ve larında yatırımların artması çoğu zaman işsizliğin yeteneklerini geliştirme haklarını da kullanabildikleri azalması anlamına da gelmez. Üretici güçlerin geliş­ onurluca bir yaşamı elde etmeleri sonucunu doğurur. mesi sonucu, eskiden yüzlerce işçinin yaptığı işi, yeni Herkes, eğitim sonrası, yeteneğine göre bir işte çalışır. makinalar hatta robotlar sayesinde, çok daha az işçi Bu çalışma sömürüye konu olmadığı için tüketici değil, yapabilir duruma gelmektedir. Sermaye, yatırımı . insanı insan yapan, geliştirici bir çalışma olur. Bu sadece ve sadece kar etmek jçin yapar. Kar için, aynı işi söylediklerimiz hao/ali şeyler değildir. Zorlukları ve mümkün olan en az sayıda işçiye, onları en yoğun bir yaptığı yanlıŞlar sonucu bugün başarısızlığa uğramış biçimde çalıştırarak ve en düşük ücreti vererek yaptır­ olsa bile yaşanmış sosyalist inşa deneyimleri söyle­ mak ister. Teknolojik gelişmeden işçi ve emekçiler bir diklerimizi doğrulayacak örneklerle doludur. Sovyet işçi ve emekçileri, emperyalistl'ere ve kendi . bütün olarak yararlanamaz. Çalışma imkanı bulanlar, sömürücülerine karşı verdikleri dört yıllık bir iç savaş­ robot gibi, posası çıkarılıncaya kadar Çalıştırılıp sömü­ rülür� Ama tam da bu yüzden milyonlarca insan işsiz la, <ffia nılmaz fedakarlıklar pahasına elde ettikleri ikti­ kalır. Yani yatırımlar ve teknolojik gelişme, kapitalizm darları altında kölelikten kurtulmanın ne demek oldu­ koşullarında işsizliğe çare olmak bir yana, onu daha da ğunu göstermişlerdir. Emperyalistlerin ekonomik ve kronikleştirmektedir. Ücretli kölelik koşullarında siyasi kuşatması altında, yıkık ve geri bir ülkede, sosyalist planlama ile on yılda yüzlerce yıllık mesafe kaldıkça bu gerçek değişmeyecektiL İşsizlik, kapitalizmde, azami kar yani azami sömü­ almışlardır. Dünya kapitalizmi 1 929 Büyük B unalımı rünün sürebilmesi için, vazgeçilmez bir gerekliliktir içinde kıvranır, açlık, işsizlik içinde yüzerken, faşizmi de . . . Azami kar için ücret düzeyinin düşük tutulması, emekçi kitlelere dayatırken, ı 930'larda Sovyetler'de ücret düzeyinin düşük tutulabilmesi için de kapı önün­ tek bir işsiz kalmamış, çalışma süresi 7 saate indi­ de çalışmak için sıra bekleyen bir işsizler ordusunun rilmiştir. Kapitalist dünyada stoklar ve sefalet birarada varlığı gereklidir. Bu nedenle, üretici güçlerin geliş­ artıp üretim kapasitesinin ancak %25'i K:ulla-• mesi, yeni telmolojilerin üretim süreÇlerine uygu­ nılabilirken, Sovyetler Birliği'nde üretim dev adımlarla lanması, kapitalizm koşullarında, hiçbir biçimde işsiz­ ilerlemiş, dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü yara­ tılmıştır. Kapitalizmin gayri meşru çocuğu faşizmin liğe çözüm olmaz. İkinci Emperyalist Savaş'ta alt edilmesi , Sovyet insa­ Dünya K apitalizmi 1 929 Büyük nının muazzam fedakarlıkları sayesinde mümkün Ve yıkılan SSCB, on yılda yeniden · baştan . Bunalımı İçinde Kıvranır, Açlık, İşsizlik olmuştur. başa inşa edilmiştir. Konut, sağlık, eğitim sorunlarının çözüldüğü, işsizliğin bulunmadığı, çalışma hakkı İçinde Yüzerken ve Faşizmi Emekçi kadar, dinlenme ve yetenekleri geliştirme haklarının da Kitlelere Dayatırken, 1 930'larda bulunduğu bir düzen olarak sosyalizmi (tüm sorun­ larına ve tıkarııklarına rağmen) Sovyet işçi sınıfı yaşa­ SSCB'de Tek Bir işsiz Kalmamış, mış, bunları düş olmaktan çıkarmıştır. ı 9 ı 7 Büyük Çalışma S üresi 7 Saate indirilmiştir. Ekim Sosyalist Devrimi ile kölelerin kendi . kendi­ lerinin ,e fendileri olma · çağı açılmıştır. Bize düşen, Konut, Sağlık ve Eğitim Sorunlarının sosyalizmin geçici yenilgisinden umutsuzluğa' kapı­ larak, bir kölelik rejiminden başka bir şey olmadığını Temelde Çözüldüğü, işsizliğin 300 yıllık •mazisiyle defalarC'a tanıtlamtş kapitalizme ' Bulunmadığı Bir Düzen Olarak boyun eğmek değildir. Sosyalizmin yaşadığı zaaf ve Sosyalizmi S ovyet İşçileri Düş Olmaktan tıkanıklıkların nedenlerini bilince çıkararak, onu · daha ileri düzeyde yeniden kurmaktır. Sorunlarımızın Çıkarmıştır. gerçek "çözümü ·ancak bayle mürnl.rffi!dür. ·


--------�-

I L O S ö z l eşın e s i : S E RM A Y E N İ N İŞ G Ü V E N C E S i M A S A L. I

Burjuva basında, büyük puntolarla ve ön sayfadan "işçi çikarmak zorlaşıyor" başlığıyla verilen haber, işçi sınıfı için ne anlam taşımalı? Öncesi bir yana, sadece 5 Nisan saldırı paketinden bu yana 1 00 bini aşkın işçinin.. (Bu resmi sayı olduğu için, gerçeği kat kat üstünde düşünülmelidir.) işten çıkarıldığı, tensİkatların yoğuntaşarak sürdüğü bir ortamda, ILO sözleşmesinin böyle alelacele onaylanması, burjuvazinin "kirli savaş" hilelerinden biri daha değilse nedir? MGK hükümeti burjuvaziye olağan- üstü bir olanak sunmuştur. Her kalkan baş önce dipçikle kırılacak, . sonra da kadife eldivenle okşanacak. Sarışın sekreter de ortalıkta gülücükler saçarak dolaşıp her iki uygulamayı da onaylayacak. Yani bir yandan yüzbinlerce işçi sokağa atılacak, ama öte yandan, güya yıllardır onayianmayan bir uluslararası sözleşme onaylanarak, sendikalara zaten çıkmayan seslerini biraz daha kısmaları, daha doğrusu işçilerin beklenen tepkilerini yatı'ştırmaları için 9lanak sunulacak. Moğoltay'ın, ILO sözleşmesi hükümlerine dayanarak hazırlattığı "İş Güvencesi Yasa Tasarısı"nı, zamanında hararetle destekleyen bu sözde sendikalar, kitleler halinde işsizleşen sınıfa söz geçirebilmek, sokağa dökülmelerini biraz daha geciktirebilmek için, yani · sınıf ihanetini sürdürebilmek için ortam bulmuş olacaklar. Zaten sınıfın başının böylesine sıkıştığı bir dönemde, ILO toplantısı bahanesiyle hemen bütün bir yönetim kadrosunun ülkeyi terkettiği bir Türk-İş'tir söz konusu olan. Bir de bütün bir otomotiv sanayi işçilerinin üçer beşer değil, kitleler halinde sokağa atıldığı bir dönemde, kapitalistlerle ortaklık ve uzlaşmayı açıkça sürdürecek, ücretsiz çalışma sözü verecek düzeyde kaşarlanmış sınıf düşmanlarının başında bulunduğu Türk-Metal. . . ILO sözleşmesinin gerçekten i ş güvencesi sağlayıp sağlamayacağı sorusuna gelince ; Bu kuruluşun asıl olarak örgütlendiği Avrupa ülkelerinde, "İşçi sınıfının iş güvencesi gerçekten var mı?" sorusuna verilecek yanıt bunun da yanıtı olacaktır. Avrupa ve Amerika'da (tüm dünyayı sömürerek işçi sınıflarını. birazcık doyurup oyalayabilen bu uluslararası

tekellerin metropollerinde) hızla yoğunlaşan i şsizlik üzerine burjuva basında bile çarşaf çarşaf yayınlar yapıldı, yapılıyor. Bu metropollerde, işçi sınıfının yoksullaşması, işsizleşmesi, sendikasıziaşması karşısında işlev yerine getirerneyen ILO, kerhen üyesi olan Türkiye'nin işçi sınıfı için asla bir şey yapamayacaktır. İşçi sınıfınin yerel ve uluslararası çıkarları, kapitalistlerle işbirliği ve uzlaşma aracı olan ILO gibi örgütlerle sağlanamaz. Ne ILO, ne Türk-İş ne de "çağdaş sendikacılık" adı altında sınıf mücadelesini reddeden her hangi bir örgüt-kurum, işçi sınıfının yaralarma merhem olamaz. Türkiye işçi sınıfı, ILO sözleşmesinin onaylanması üzerine, sendikalardan yö- netecek bütün oyalama taktiklerine karşı uyanık olmalı, işsizliğin ve açlığın ezici kollarında sersemlerneden mücadeleyi yükseltmenin araçlarını derhal yaratmalıdır. Sendikaların ihanet içinde bulunduğu koşullarda kendi öz gücüne güven ilkesi gereğince, birbirine sıkı sıkıya sarılmanın, bütün işyerlerinde birim örgütlerini oluşturmanın, toplu tensikata giden bütün işletmelerde toplu direnişleri başlatmanın ertelenemez önemde olduğu açıktır. B u kadar da değil, son 1 yılda gerçekleşen direnişierin başına gelenler göstermiştir ki, sınıf dayanışmasının sağlanmadığı, başka işletmelerden anlamlı destek almayan, soyutlanıp yalnızlaştırdan direnişler yenilmeye mahkumdur. Öyleyse, saldırılara karşı direniş başlatmak birinci adımsa, direnişiere aktif destek vermek de onu tamamlayan ikinci adımdır. Bu ikinci adımın atılmadığı koşullarda birinci adım yenilgiye uğramaya mahkumdur. İşçi sınıfının birlik ve dayanışmadan başka silahı yoktur. Bu silalım en işlevli olduğu araç da ihtilalci bir sınıf partisidir. Türkiye proletaryası, ya bu partiyi bugün örgütleyecek, ya da bu son saldırıdan, bir daha uzun zaman belini doğrultamayacak yaratarla çıkacaktır. Bugün bütün devrimci ve ileri bilinçli işçilerin görevi, her türden geçmiş önyargıları bir yana bırakıp, ihtilalci sınıf partisinin kuruluşunu ilk hedef olarak seçen komünistlerıe­ birleşmektir. Gelecek, savaşan proletaryanın olacaktır! . . .

\

Gebze ' de D i re n iş RP yönetime geçtiği bütün belediyelerde burjuvaziya hizmette diğer düzen parti­ lerinden aşağı kalmadığını kısa sü rede gösterdi. Kağıthane, Ankara, Güzeltepe, Pendik ve birçok belediyeden sonra Gebze Belediyesi'nin Refah'lı belediye başkanı da 1 O Haziran cuma günü 635 işçi . ve 80 memuru işten çıkardı. RP'Ii Belediye Başkanı Ahmet Pembegül'ün cuma nama­ zından çıktıktan sonra çevresindekilere, "Bugün hayı rlı bir iş yaptım. Belediyeyi : teröristlerden temizledim." dediği söylen­ ' tiler arÇ1sında. Ayrıca, RP'nin işçf düşmanı bel�diye başkanının, boşalan kadroları faşistterl.e dolduracağı da bilinen bir gerçek. Işten çıkartılma haberi işçi lere saat 1 6.30'da asılan isim listeleriyle verildi. Ancak sermaye devletinin hiç ummadığı bi r şey oldu, işçiler ve memurlar listeleri yı rta­ rak direniş �ararı aldı lar. Belediye binası direnişçiler tarafı ndan işgal edildi. Bu beklenmeyen tavır karşısında kolluk kuvvetleri işgalcilere saldırdı. işçiler ve memurlar polisle çatışmaya başladı lar. Ancak sendika yanlı ları nın uzlaşmacı tavırları sonucunda çlirenişçiler binayı boşaltıp eylemi bahçede devam ettirme kararı aldılar. RP'Ii başkan olası bir tepkiyi söndü­ rebilmek için açıklamayı cuma günü yapıp hafta . sonu tatilinden faydalanmak iste­ mişti. Işçiler bu oyunu boşa çıkardı lar ve üç gün boyunca bulundukları alanı terket­ meyip, halaylarıyla, türküleriyle mi litan bir kararlılık gösterdiler. Onları bu haklı mücadelesinde yalnız bırakmayan sınıf kardeşleri Pendik ve Darıca Belediyesi işçileri de destekleri ni sundular. Sermayenin tescilli sarı sendikacısı Kemal Nebioğlu'nun ve S H P il kurulunun yaptığı ziyaretlerde işçilerin gosterdiği mili­ tan tavır bu tür burjuva ayak oyunlarına karşı duyarlı lıkları nın açık ifadesiydi. Eylemi yönlendiren sendikanın reformist tavrı , Genel-iş'e bağ lı işyeri temsilcisinin direnişin başından beri gösterdiği tavizkar tutum ve polisle giriştiği pazarlık eylemin en olumsuz yanını oluşturuyor. Sınıfa olan güvensizliğini aÇıkça ortaya koyan sendi­ ka, işçileri satabiirnek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Pazar günü direniş alanına

asılan Türk bayrağıyla Atatürk portresi ve bütün gün boyunca işçilere yapı lan, (her fı rsatta işçi ve devrimcilere saldırmak için bahane arayan polisler için) "Türk emniyet güçleri görevlerini yapıyor. Onlara tavır almayın" demagojisi reformizmin gerçek yüzünü ortaya koyuyordu. Pazartesi günü · is� sendika, Gebze Emniyet Müdürü'r:ıün isteği ile alanda polislerin geçmesi için 1 metre genişliğinde bir koridor açılmasına izin verdiğini açık-, ladı. Polise verilecek bu koridor direnişin daha işin başı nda bitmesi demekti. Ancak .s ı nıfın kararlı unsurları sendikanın bu oyununa gelmedi ve polisin istediği kori­ doru vermedi. işçiler o gün sabahın erken saatlerinden itibaren söyledikleri marşlar ve attıkları sloganlarla kararlılıkları nı gösterdiler. Atılan sloganlardan bazı ları : "Yaşasın işçilerin Birliğ i !", "işçiler Birleşin iktidara Yerleşin i" "Birlik, Mücadele, Zafer!" "Kahrolsun Ücretli Kölelik Düzeni !" ve "işçi-Memur Elele, Genel Greve" idi. Saat 9.oo civarında çevik kuvvetin saldırısıyla ve ön saflardaki direnişçilerin buna karşılık vermesiyle başlayan çatış­ mada, sendika yönetimi işçiye karşı polisi korudu. Polisle çatışan bir grup işçiyle diğer direnişçilerin arasına girerek kitleyi pasifize eden sendika yönetimi, fiili olarak polisin istediği koridoru oluşturmuş oldu. Bu arada işçilere, sendika başkanının saat 19.oo'da başkanla görüşeceği ni, bu saate kadar bir şey yapı lmaması gerektiğini söyleyerek kitlenin mi litan tavrı nı kı rmaya çalıştı. Direnişin 4. günü KlZII Bayrak çalışanları Gebze işçilerine yönelik özel sayı ları nı dağıttılar. Ozel sayıları mız coşkuyla karşı-· landı. Ancak bir tanesi bile geri çevrilmeyen <?,zel sayımızın dağıtımı işyeri temsilcisi Oztürk Şamdan ve yandaşları tarafından engellenmeye çalışıldı. Özel sayıyı okuyan bir işçi tartaklandı. Bu türden pasifist ve dar grupçu yakla­ şımların işçi sınıfına bir şey kazan­ dırmadığını bilen bizler önümüze kurulan bu "barikat" ı ve destekçilerini . kamuoyu önünde kınıyoruz.

·

Gebze'li işçiler üç gün boyunca bulundukları alanı terketmeyip, halaylarıyla, türküleriyle militan bir kararlılık gösterdiler.

AN KARA: Belediyelerde işçi K1y1m1

Ankara'da belediyelerden atılan 6 1 1 belediye çalı­ şanına şimdi de Sincan'dan atılan 73 belediye çalışanı eklendi. Belediyelerin el değiştirmesinden bu yana atılan çalışan sayısı 1 186'ya ulaştı . (502 işçi Sincan Belediyesi, 611 diğer bele­ diyelerden, 73 belediye çalışanı ise Sincan'dan ... ) 27 Mart yerel seçimlerinde Sincan BelediyeBaşkanlığını Refah Partisi'ni� adayı Bekir Yıldız kazandı . lik icraatı ise 502 işçinin işine son vermek oldu. Belediye bu 502 işçinin

ışıne son verirken, iş Kanu nu'na bile uymama pervasızlığını göstererek usulsüzlük yapabilmiştir. 1 1.4.94 tarihinde, Sincan Belediyesi'nden atılan işçi ve çalışanlarından belediye 150'sinin katılımıyla Sincan SHP ilçe binası önünde basın açıklaması yapıldı . Basın açıklamasının yapıl­ dığı sırada konuşmalar sık sık sloganlarla kesildi. Be­ lediye çalışanları " işçi Kıyımına Sön!" pankartı taşıyorlardı. Belediyelerde işten atma-

•••

ların, bu günlerde başını çeken Refah Partisi'dir. Fakat SHP adayının kazandığı Mamak Belediyesi'nde de 200'e yakın kişinin işten atılması beklenmektedir. Bu \ da işçiler arasında gerginlik yaratıyor. Düzenin azgınca yürüttüğü bu saldırı sonucu gün geçtikçe atılanların sayısı artmakta olmasına karşı n mücadele hala örgütlü ve bilinçli bir hale dönüşebiimiş değildir

Kızıl Bayrak/ANKARA

--


DÜNYADA

VE

TÜRKiYE.' DE: ''

Özelle.şti rmeni n Uluslarara s ı S ermayece Bu Denli dündernde Tutulmasının İçiçe Geçmiş Pek Çok Nedeni Var. A m a Tümü B i r Tek O rtak Nedene, Dünya K apitalizminin 1 970'lerden B eri Yaşadığı ve B ugüne Dek · B i r Türlü de İçin den Çıkamadığı K rize B ağl ı d ır. Bu B ir Karlılık ve Pazar Kri z i dir. Kar O ranların ı n Düşmesi, Yeni Pazar A lanl arı B u lmakta Çekilen G üçlük, Tek Tek Burjuv a Devletlerin içine Y uv arlandığı Mali Kriz v e U l u s l ararası B orç Krizi; · Tümü B irlikteB ugünkü K ri z i n B i rb i rine �ağlı Çeşitli G ö rünümlerini Oluşturuyorlar. Özelleştirme P o li tikas ı İ s e, B u Krizden .Çıkmak İçin Uluslarara s ı · Tekelci S ermayenin Kendi Ceph e s inden D ayattığı B ir S al dırı P o litikası Oluyo r .

't

ganda pek çok emekçinin zihninde önemli bulanıklıklar yaratmış · bulunmaktadır. Pek çok emekçi, öze!leştirmenin sermayenin iddia

ettiği nedenler yüzünden gündem­ de olduğunu düşünebilmektedir. Oysa tek tek bu gerekçelere bakıl­ dığında, bunların tümünün ilkel xe bayağı bir yalandan, kaba çarpıt­ malardan ibaret olduğunu görmek hiç de zor değildir. Önce şunu hatıriatmakta yarar var. KİT'ler ne dün halkın malıy­ dılar, ne de koşullar sosyalizmden yana değişmedikçe yarın olacak­ lardır. Bu kuruluşların dünkü işle- · _

vi çeşitli yol xe yöntemlerle kapi­ tal_istlere kaynak aktarmak, kar oranlarının düşmesini engel­ lemekti. Dolayısıyla bu kuruluşlar · dünkü halleriyle de halkın değil kapitalist sınıfın hizmetindeki ki.ıruluşlardı. Dün ile bugün arasında · değişen tek şey, bugün kapitalistlerin bu kuruluşların . zun ' süredir uluslararası v e y�rli sermaye mülkiyetine de doğrudan sahip tarafından gündemde tutulan özelleştirme, yakın zamandan beri burjuva gündemin tepe oJnııak istemeleri, bu yolla da tekelci güçlerini artırmak amacın­ noktasına oturdu. S ermaye, .başta yazılı ve da olmalarıdır. Peki bu böyleyse görüntülü basını olmak üzere her türlü aracı kullanarak niçin işçi ve emekçiler özel­ özelleştirmenin yararlarını anlatan bir kampanya yürü­ tüyor. Uluslararası finans kurumları, çok uluslu danış­ leştirmeye karşı çıkmalıdır? manlık şirketleri, holding yöneticileri ve tabii ki sözde sorununun sermayenın günd�minin baş sırasına otur­ Çünkü . özelleştirme politikası , kapitalizm içinde gerçekleşen basit bir mülkiyet el değişiminden ibaret bilim adamları( ! ) durmaksızın, adeta bir ibadet yürü­ masının nedeni nedir? Özelleştirmeyle ne elde edilmek değildir. · Bu · politikanın işçi ve . emekçiler için asıl türeesine özelleştirme amentüsü okuyorlar. B ütün TV isteniyor? Özelleştirme ne tür sonuçlar doğuracaktır? kanalları ve bütün burjuva gazeteler, her gün özel­ önemli ya.rlı, .bu . politika ara9lığıyla uluslararası Sermaye Diktatörlüğü Bir Yalan Dikta- sermayenin ücretten örgUtlenmeye kadar tüm kaza­ leştirme ayinleri düzenliyorlar. Gelinen yerde özel­ leştirme, tek taraflı yürütülen korkunç bir ideolojik törlüğüdür: nımlara yönelik bir saldırıyı örgütlemesidir. İşte biz '· Özelleştirmenin uluslararası sermaye tarafından bu burada, bu nedenle sermayenin bu konudaki gerek­ saldırı halini alriıış durumda. Yaratılan toplam tablo çelerinin yalana dayalı olduğunu sergilerneye çalı­ öyle bir manzara ortaya ç ıkarıyor ki, bütün kötülüklerin denli gündemde tutulmasının içiçe geçmiş pek çok şıyoruz. sebebi devlete ait iktisadi kuruluşlardır ve bütün nedeni var. Ama tüm bu nedenler bir tek ortak nedene, · Bu kısa hatırlatmadan sonra şu soruyu sorabiliriz. sorunların çözümü de bu kuruluşların bir an önce özel­ dünya kapitalizminin 1970'lerden beri yaşadığı ve Nedir uluslararası sermayenin özelleştirmenin nedeni leştirilmesinden geçiyor. ' Özelleştirmeye şu ya da bu bugüne dek bir türlü de içinden çıkamadığı krize nedenle karşı çıkanlar, hemen ortak bir paydada topla­ bağlıdırl. · r_ Bu kriz, temelde bir karlılık ve pazar krizi­ olarak ortaya sürdüğli gerekçeler? Kısaca şöyle sıra­ layabiliriz: Kamu sektörü daha verimsizdir, ozel­ narak bir suçlama kampanyası ile yüzyüze bıra­ dir. Ka oranlarının düşmesi, yeni pazar alanları leştirme ile verimlilik artacaktır. Özelleştirme ile kılıyorl'ar. Çağdışı kalmak, uluslararas ı entegrasyon bulm�J...L çekilen güçlük, tek tek burjuva devletlerin tekellere karşı rekabet yaratılmış · olacaktır. Özel­ sürecini ve globalleşmeyi anlayamamak, başarısızlığı içine yuvarlandığı mali kriz ve uluslararası borç krizi, leştirme ile devlet küçültülecek, bu yolla da demokrasi kanıtlanmış kamu mülkiyetini ve planlamayı hort­ tümü birlikte l,(apitalizmin içinde bulunduğu_ krizin birbirine bağlı çeşitli görünümlerini oluşturuyorlar. büyütülmüş · olac'aktır. Özelleştirme ile sermayenin latmaya çalışmak bu itharnların en moda olarıları ... tabana yayılması sağlanmış olacaktır. Özelleştirme ile Özelleştirme uygulamalarına tarihte yeni rast­ Özelleştirme politikası ise, uluslararası tekelci serma­ mal ve hizmetlerin kalitesini yükseltmek, fiyatlarını ise l anmı yor. Ne var ki, 1970'lerde başlayıp 1 980'lerde yenin bu krizden, krizin yükünü tümüyle işçi .ve düşürmek mümkün olacaktır. KİT'ler bütçe açığinın, iyiden iyiye yoğunlaşan bu yeni özelleştirme kampan­ emekçitere yükleyerek çıkmak için kendi cephesinden dolayısıyla mali krizin temel soruinlusudur, özel­ yası diğerlerinden çok farklı . Bu kampanya, bugün dayattığı bir saldırı politikası oluyor. Biz bu soruna yeniden ve daha ayrıntıl ı olarak leştirme ile bu kriz ortadarı kalkm�ş olacaktır vb. vb. ideolojik, iktisadi ve sosyal planda kapsamlı ve yoğun Kısacası sermayeye göre KİT'ler bÜtün kötülüklerin bir uluslararası saldırı haline dönüşmüştür. Ağırlıkları döneceğiz. B.u soruna geçmeden önce, uluslararası kaynağı, özeileştitme ise bütün derdere devadır! Bu, farklı olmak üzere bu s'aldırıya tüm kapitalist dünyada sermaye düzeninin özelleştirme için oluşturduğu aynı zamanda kapitalizmin krizinin gerçek nedeninin rastlamak münlkün. Rusya, Doğu Avrupa,l Latin gerekçelere değinmek ve bunların ne denli gerçek dışı saklanması çabasıdır. Sermaye düzeni, bu qemagoji Amerika, Avrupa vb. tüm kapitalist dünyada adeta bir olduğunu · göstermek zorunludur. Zira, bu gerekçeler sabah akşam tüm emekçiJerin beynine özelleştirmenin sayesinde krizin özel mülkiyetiri . yeterince yaygın­ özelleştirme heyulası kol gezmekte. laşmamış olmasından, "kaİnu mülkiyeti"nden kaynak­ Evrensel bir saldırı haline dönüşmüş bulunan özel­ nedenleri olar* şırıngalanmaktadır. Görünen o ki, tek landığı görüntüsü vermektedir. Hatta akıllara durgun­ leştirme Türkiye'de de benzer bir yoğunlukla gündem­ taraflı ve oldukça yoğun oiarak yürütülen bu propaluk verecek bir iddia ile krizin nedenini, dedir. Özelleştirme tartışmasının yoğun­ laşmaya başladığı ilk tarih 1 2 Eylül rejimi kapitalist ülkelerde "sosyalist mülkiyet Sermayenin Özelleştirme Gerekçelerinin Gerçek Dışı, sisteminin ağırlıkta olması" gibi ev !ere ve onu izleyen Özal hükümetleri döne­ Karakterini Göstermek Zorunludur. şenlik bir gerekçeye bağlamaktadır. midir. Bu dönemlerde özelleştirmenin Böylece kapitalizm koşullarında tümüyle iktisadi ve ideolojik altyapısı oluş­

U

turulmuştur. IMF ve Dünya Barıkası'nın,

holdinglerin bu yöndeki ağırlığını daha da fazlalaştırmaya başladığı son Çiller hükü­ meti ise adeta bir özelleştirme hükümeti olarak kurulmuş, temel misyonunu "özel­ leştirme" üzerine oturtmuştur. Evrensel ve yerel planda özelleştirme

Zira, Sabah Akşam Tüm Emekçilerin Beynine Bu Gerekçeler Şırıngalanmaktadır. Tek Taraflı ve Oldukça Yoğun Olarak Yürütülen Bu .. Propaganda Pek Çok Emekçinin Zihninde Onemli Bulanıklıklar Yaratmış Bulunmaktadır. 1

'

özel · mülkiyet sisteminin ihtiyaçlarına uyarlanmış oları, bizzat kendisi de bir kapitalist mülkiyet biçiminden başka , birşey olmayarı kamu iktisadi kuruluşları, sanki kapitalizmden ayrık birşeymiş gibi gösterilerek ve krizin bütün sorumluluğu bu KİT'lere yüklenerek, krizin gerçek ve


gerekçesi daha ileri sürülmektedir. Bu da, özelleştirme

ile sermayenin tabana yayılmasırun ve böylece de ekonomik demokrasinin sağlanacak olmasıdır. Burjuva iktisadı. tarafından bile arnacı ve asli işlevi "küçük ve orta boy tasarruf sahiplerinin tasarruflarını merke�

zileştirmek" olarak tanımlanan borsa ise, bu uygu­ larnarun ana aracı olarak sunulmaktadir. Kapitalizmde şirket paylarının "taban"a yayılmasının, temelde tek bir nedeni vardır. Bu da "ekonomik demokrasi"nin sağlanması değil, tersine tekelci egemenliğin· güçlen­ dirilmesi, sermayenin giderek daha az elde toplanması, merkezileştirilmesidir. Küçük hisseler ise, küçük tasarrufları toplayarak tekellerin hizmetine sunmanın bir yöntemidir yalruzca. İstisnasız tüm özelleştirme uygularnaları da bunun böyle· olduğunu kanıtlar niteliktedir. Pek çok özelleştirme uygulamasında, özel­ 'i leştirmeyi daha cazip kılmak, daha uygulanabilir hale getirmek için ilk başta küçük pay senetleri nispeten daha geniş alıcı kiJesine satılmaktadır. Böylece kitle­ Serbest Piyasa İlişkilerinin Kendini En Fazla Hissettirdiği ı 9. Yüzyılda Bile, lerin "büyük gelir" düşleri i.le özelleştirmeye evet demesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Ne var ki, bu Kapitalist Devlet Mülkiyetinin Çeşitli Türlerine Rastlanır. zenginleşme ve kapital�tleşme düşlerinin ömrü çok Ama Devletin Ekonomideki Ağırlığının Belirleyici Bir B içimde Artması, uzun olmamaktadır. Özelleştirme uygulamaları, bu � hisselerin kısa sürede giderek sınırlı ellerde toplanKapitalist Devlet Mülkiyetinin Kapitalist Ekonomi Açısından dığının sayısız örnekleriyle doludur. Öyle ki, bugün Önemli Bir Olgu Haline Gelmesi, Avrupa'da toplam hisse senedi paylarırun %50's'i hisse senedine yatırım yapanların %1 'inin elinde toplanmış ı 929 Bunalımını izleyen Y ıliara Rastlar. II. Emperyali st Savaşın Ertesinde ise bulunmaktadır. İngiltere'deki pek çok özelleştirme Çok Daha Belirleyici Bir Önem Kazanır. örneği de, özelleştirlıen işletmelerde henüz daha bir yıl dolmadan çok ciddi bir pay senedi yoğunlaşmasının tek sorumlusu olan kapitalist düzen aklanmaya çalı­ ciddi bir artış gerçekleşen herhangi bir KİT sözkonusu ' yaşandığıru gösterir p.iteliktediJ. (İngiltere'de, Şubat 1 98 1 'de özelleştirilen British Aerospace'in hisseleri değilken, ÇİTOSAN örneğinde tam tersi sonuçların şılmaktadır. Verimlilik sorunundan başlayalım. Burada ilk önce ortaya çıktığı görülmektedir. Bu kuruluşların özel- toplam 1 57.329 kişiye ait bulunmaktaydı; Ocak 1 983'e şunu belirtmek gerekir. Bugün KİT'ler burjuvazinin leştirmenin ardından karlılık ve verimliliklerinde gelindiğinde ise hisse sahiplerinin toplam sayısı yalnızca 2 1 . 1 75'ten ibaret. Yine İngiltere'de British iddia ettiği gibi verimsiz kuruluşlar değildir. Ama önemli düşüşler yaşanrruştır. Dolayısıyla sermaye tarafından · ileri sürülen bu KİT'leri tümüyle verimsiz kuruluşlar haline dönüş­ türmek de mümkündür. Zira, kapitalizm koşullarında iddia tümüyle yalana dayalı gerçek dışı bir lddiadır. para-kredi, maliye, istihdam vb. tüm iktisadi politika . Daha önce de belirttiğimiz gibi KİT'ler kapitalizm araçları, tüm kaynaklar kapitalist sırufın denetiminde koşullarında verimli ve karlı kuruluşlar da olabilir, ve kontrolündedir. O'nun çıkarları doğrultusunda verimsiz ve zarar eden kuruluşlar haline de gelebilir, kullanılmaktadır. Sermaye açısından dün bu tür kuru­ getirilebilir. Bu tümüyle sermayenin içinde bulurıduğu luşlar, kendi çıkarları açısından çok daha yararlı idiler. koşullara ve onun çıkarlarına bağlı bir durumdur. Dolayısıyla bu iktisadi politika araçları, KİT'lerin Özelleştirme ile tekelciliğin önleneceği, tekeller verimliliğini ve karlılığını artırmak için kullanılıyordu. arası bir rekabet ortarnının yaratılacağı yönündeki Hatta bugün KİT'lerin özelleştirilmesini kredi için şart koşan IMF, Dünya Bankası vb. kuruluşlar, 1 980 önce­ sinde ağırlıkla bu kuruluşlara kredi açıyorlardı. Bugün kapitalist sistemin çıkarları, aşağıda daha ayrıntılı olarak belirteceğimiz'. nedenler yüzünden, KİT'lerin özelleştirilmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla tüm bu araçlar, KİT'lerin karlılığını ve verimliliğini gözet­

meyen bir tarzda kullanılmaktadır. KİT'ler, özel­ leştirilmenin önemli bir dirençle karşıtaşılmadan gerçekleştirilebilmesi ad;acıyla pek çok ülkede bilinçli bir politikayla zarar eden kuruluşlar haline geti­ rilmektedirler. Özellikle 1 980'lerden bu yana izlenen politika ile Türkiye'de de yapılan budur. Bundan dola­ yıdır ki KİT'ler, yakın zamandan beri karlılık ve verimlilik açısından geçmişe göre daha olumsuz göstergelere sahiptirler. KİT'lerin verimliliği ve karl ı­ l ığı ancak sermaye yenilenmesi ve istihdam artışı gibi

unsurtarla mümkündür. Hem sermaye yenilenmez, yenilenme-geliştirme yatırımları yapılmaz, hem de istihdamda bir artış sözkonusu olmazsa, bu hangi iktj" sadi kuruluş olursa olsun verimlilik ve karlılık göster­ gelerinde dUşme olur. KİT'lerde gerçekleşen de budur. KİT'lerin sermaye birikimi bakımından, 1 980'li yıllar­ dan bugüne reel yatırımlar takriben %60-70 civarında düşmüştür. Bu döneni boyunca istihdarnda ise hemen hiçbir değişme yoktur. Bu, KİT'lerin bilinçli bir poli­ tikayla zarar eden kuruluşlar haline getirildiğinin en somut göstergesidir. Buna bir de 1 986 yılından itibaren KİT'lere bindirilen yüksek faiz yükü eklenirse tablo çok daha açık hale gelir. KİT'ler, sermayenin iddia ettiği gibi doğası gereği zarar eden verimsiz kuruluşlar olduğu için özel­ leştirilmek istenmiyor. Tam tersine özelleştirilmek istendiği için verimsiz ve zarar eden kuruluşlar haline getirilmek isteniyor. KİT'lerin doğası gereği verimsiz ve zarar eden kuruluşlar olduğu gerekçesi, burjuva iktisadı açısından daiıi hiçbir değer taşımayan tümüyle

ideolojik bir iddiadır. Bu konuda bizzat kapitalist devletin kendi kuruluşlarının, örneğin Milli Prodük­ tivite Merkezi'nin (MPM) araştırmalan bu iddiayı

ç ürütür niteliktedir. 1986'dan bu yana KİT'ler, yukarıda bahsedilen bilinçli politika ile zararl ı hale getirilmiş olmasına karşın, burjuvazinin iddiasının aksine hala verimli kuruluşlardır. 500 büyük sanayi kuruluşu içinde K İT'lerin milli gelire katkısı %50 civarındadır. Ayrıca özelleştirildikten sonra verimlilik ve karlılıklarında

özelleştirme gerekçesi de, ancak yukarıdaki gerekçe kadar gerçeklerle bağdaşabilir. Özelleştirme, tekelciliği önlemek . bir yana tam aksi sonuçlar doğurmakta ve zaten bu amaçla da gündeme getirilmektedir. Örneğin bizde bugünlerde çok sık örnek olarak gösterilen Arjantin'de, özelleştirilen işletmelerin büyük bir bölümü dört büyük sermaye grubuna şatılmıştır. Bu, korkunç bir ekonomik güç yoğunlaşması demektir. Türkiye'de yapılan özelleştirme uygularnalarına bakınca benzer bir sonucu görmek mümkündür. Özelleştirilen işletmeler ya ALCATEL, Française Cement vb. gibi yabancı tekellere ya da Koç, Sabancı, Uzanlar, YİBİT AŞ gibi büyük holdingiere satılmıştır. Sermayenin iddiasının aksine, özelleştirme ile mevcut tekel!erin gücü daha da anın lmaktadır. Sermaye tarafından, bir lan olan bir özel en az bunun kadar

Telecom'da yaşananfar da buna çok benzer nite­ liktedir.) Bu yalaru Türkiye'de yaşanan örnekler de yeterli açıklıkta ortaya sermektedir. TELETAŞ firması , 1 983 yılında Fransız ALCATEL firmasırun Belçika'daki şirketi olan Bell Telephone ile PTT'nin ortaklığı sonucu -kurulmuştur. Bell, başlangıçta TELETAŞ'ın yalruzca %39 hissesine sahipti, bugünse %65'ine sahiptir. Yine NET AŞ, Çukurova Holding gibi kuruluşlarda yaşa­ nanlar da benzerdir. Özellikle Çukurova Holding

hisselerinin Uzaruar'ın elinde toplanması hayli sansas­ yonel bir olaya dönüştüğü için herkesin hatırındadır. "Tekelleşmenin önlenmesi", " sermayenin tabana yayılması" vb. özelleştirme argümanlarının gerçek dışı niteliği, bir diğer özelleştirme argümanı olan "kalitenin yükselmesi ve fiyatların düşmesi" gerekçesinin de gerçekdışılığının kendi başına yeterli kanıtıdır. Zira, bu

iddia diğer iddiaların, özellikle de "rekabet ortarnının yaratılması" iddiasının zorunlu sonucu olarak ortaya atılmaktadır zaten. Ne var ki, özelleştirme ile artan, rekabet değil tekelcileşme olduğu için fiyat ve kaliteye ilişkin özelleştirme iddiaları da kendiliğinden havada kalmaktadır. Nitekim özelleştirme uygularnaları da, gerçek hayatta bu iddiarun tam tersinin yaşandığını gösterir n iteliktedir. Yine o çok beğeniten ve çnk sık

...._ .., __


örnek gösterilen Arjantin'den başlayacak olursak ... Arjantin'de en önemli özelleştirme alanları olan telefon, havayollan ve taşımacılık sektöründe, özelleştirme sonucunda gerçekleşen kalite yükselişi ve fiyat düşüşü değil, tanı tersi önemli bir kalite düşüşü ve fiyat artı­ şıdır. Türkiye'deki özelleştirme uygulamalarından ise çarpıcı olması nedeniyle ÇİTÖSAN'ı örnek verebiliriz. Çimento sektöründe 9 fabrikadan 5'ini özelleştirme sonucu ele geçiren Fransız firması, bu sektörde nere­ deyse tek hakim tekel konumuna yükselmiştir. Pazarı büyük ölçüde . denetleyen Fransız tekeli piyasa fiyat­ larını da doğrudan belirler bir konuma ulaşmıştır. Sonuç, özelleştirme uygulamalarının ardından çimento fiyatlarının tam üç misli artışıdır. Bu aynı süreçte üretim kalitesinde de önemli bir düşüş gerçekleşmiştir. Gelelim son iki yalana, yani dev Ieti küçültüp demokrasiyi büyütmek iddiasına ve KİT'lerin kamu açıklarının, dolayısıyla krizin temel nedeni olduğu yolundaki sözde özelleştirme gerekçesine . . . Olaylar bize göstermektedir ki, özelleştirme uygu­ lamaları, nerede,•hangi ülkede uygulanrriışsa, bu ülke­ lerde demokrasinin gelişmesi bir yana işçi ve emek­ çilerin geçmişe ait tüm kazanımiarına saldırılmış, tüm demokratik haklar törpülenrnek istenmiştir. B ugün Türkiye'de, işçi ve emekçilerin kazanımları nasıl tehdit altındaysa, işçi ve emekçileri ezmek ve sindirrnek için nasıl ara rejim, askeri darbe arayışları yoğunlaşmışsa, bütün diğer örneklerde de benzer süreçler yaşanmıştır. Pinochet Şili'si, 1 2 Eylül Türkiye'si, Teaeber İngil­ tere'si, Menem Arjantin'i ve Fujimori Peru'su, özel­ leştirme uygulamaları ile "demokrasi" arasındaki iliş­ kiyi en gerçek ve en çarpıcı biçimde ortaya koyan örneklerdir. Kamu açıkları ile KİT'ler, dolayısıyla ekonomik kriz ile KİT'ler arasında kurulan bağlantı da somut . olgul<fi la açıkça çelişen, onlar tarafından kolaylıkla yalanlanabilen benzer türden bir ideolojik gerekçedir. KİT'lerin neden olduğu kamu açıkları tüm kamu açık­ larının yalnızca dörtte biri oranındadır. Bu, krizin gerçek nedenlerini, dolayısıyla da özelleştirmenin gerçek muhtevasını gizlemek için uydurulmuş bir başka ideolojik yalandan ibarettir. Buraya kadar özelleştirme için sermayenin ileri sürdüğü gerekçelerin ne denli gerçek dışı olduğunu göstermeye çalıştık. Bu iki açıdan gerekliydi. İlkin, bu gerekçelerin sahteliği hakkında aydınlanmak temeldeki gerçek nedenlerin kavranabilmesini de kolay­ laştıracaktır. İkinci olarak, yukarıdaki gerekçeler burjuva medya tarafından o kadar yaygın bir şekilde işlenmiştir ki, bu kampanya pek çok emekçinin zihninde önemli . bulanıklıklar . oluşmasına neden olmuştur. Dolayısıyla gelinen yerde sermayenin bu sahte gerekçelerini çürütmek, özelleştirme saldırısına karşı mücadelenin başlıbaşına önemli bir alanı haline dönüşmüştür. Bu gerekçelerin gerçek dışılığı ne kadar yaygın bir şekilde işlenir ve kuvvetli bir tarzda ortaya konulursa, kitlelerin, burjuvazinin ve burjuva devletin karakteri konu­ sunda, onun ideolojik aygıtlarının işlevi konu­ sunda aydınlanmaları da o denli sağlanmış olacaktır. Şimdi artık özelleştirmenin gerçek nedenlerine geçebiliriz.

·

Türkiye'de, Kapitalist Devlet Kuruluşlannın Özel Ağırlığa Sahip

OlmasınınTemel Nedeni Başlangıçtaki Sermaye B irikimi Zayıflığıdır. . Türkiye'deki Kapitalistleşme Sürecinde Motor Rolü Devlet, Dolayısıyla KİT'ler Oynamıştır. Cılız Burjuvazinin Güçlendirilmesi, Kapitalist Gelişmenin Altyapısının Oluşturulması Bizzat Devletin Üstlendiği Bir Roldür. •

ı

Işte KIT'ler Bu Süreçte, Bıı Temel Amaca, Yani Burjuvaziyi Güçlendirme ve Kapitalizmi Geliştirme Amacına Hizmet Eden Kuruluşlardır.

,

.

neden ise, kriz içindeki kapitalistlerin tek tek üzerinden gelemeyecekleri, ama kapitalist ekonominin kendini yeniden üretebilmesi için zorunlu olan büyük ölçekli, sanayi yoğun yatırımların devlet aracılığıyla yapıl­ masıdır. Devlet ayrıca haberleşme, ulaşım, hammadde, ara malı vb. altyapı yatırımlarını üstlerıerek de kapi­ talist birikim · sürecinin önünü açmaya çalışmıştır. Bugün özelleştirme çığlıkları atan, kapitalist devlet mülkiyetinin (onlar kasıtlı olarak " kamu mülkiyeti" diyor) zararlarını aniatmakla bitiremeyen kapitalist gruplar, bu yıllarda ise devletin ekonomiye giderek artan oranda müdahalesini talep ediyor, bunun gönüllü propagandacılığını üstleniyorlardı. Üçüncü önemli neden ise, devletin bu tarihten sonra gerek talep yeter­ sizliğini ortadan kaldırmak, gerekse sımf mücadelesini dizginlemek amacıyla, "geliri yeniden dağıtıcı" bir işievle ekonomik süreçlere, bölüşüm ilişkilerine artan oranda müdahale etmeye başlamasıdır. Bu müda­ halelerle bir yandan kar oranları yükseltilebilrniş, diğer yandap da emek-sermaye mücadelesi yumu­ şatılabilmiştir. Bu üç temel nedenle kapitalizm, özellikle 2. Emperyalist Savaş'ın ardından devletin ekonomik süreçler üzerindeki ağırlığının giderek artmaya başla­ dığı bir döneme girdi. Bu aynı dönemde yalnızca gelişmiş kapitalist ülkelerde değil, aynı zamanda azge­ lişmiş ülkelerde de benzer bir süreç yaşandı. Ama

ATı U k

Özelleştirmenin Guçek Nedenleri :

Devletin ekonomide ağırlığının olmadığı bir pür-i pak serbest piyasa ekonomisi tarihte hiçbir zaman olmadı. Bu yalnızca burjuva iktisatçıların kafalannda mevcuttur. S erbest piyasa ilişkilerinin, rekab�tin kendini en fazla hissettirdiği 1 9 . yüzyıl­ da bile, devletin ekonomide her zaman belirli bir ağırlığı olmuş, kapitalist devlet mülkiyetinin çeşitli türlerine bu dönemde de rastlanmıştır. Ama devletin ekonomik hayatta ağırlığımn belirleyici bir biçimde artması, kapitalist devlet mülkiyetinin kapitalist ekonomi açısından son derece önemli bir olgu haline gelmesi, 1 929 bunalımını izleyen yıllara rastlar. 2. Emperyalist Savaş'ın ertesinde ise çok daha belirleyici bir önem kazanır. Kapi­ talist özel mülkiyet düzeninde kapitalist devlet mülkiyetinin yoğunlaşmasını, devletin tüm ekonomik süreç ' üzerindeki rolünün artmasını sağlayan çok çeşitli faktörler sözkonusudur. Kapitalizmin devresel bunalımlarının kapitalist ekonomiyi ardı arqına bir- · çöküş tehlikesiyle yüzyüze getirmiş olması, kapitalist devletin, bu bunalımların etkisini azaltmak için ekonomiye giderek artan oranda müdahalesini zorunlu hale getirmiştir. Kapitalist devletin kapitalist ekonomi üzerindeki müdahaleci rolünü artıran bir diğer

edenlerinde bazı farklılıklar vardı. Azgelişmiş ülke­ lerde devletin ekonomideki belirleyici öneminin temel nedeni, bu ülkelerdeki sermaye birikiminin sınırlı olmasıydı. Bu nedenle devlet, bizzat kapitalist geliş­ menin temel motoru olarak rol oynamak zorunda kaldı. Kapitalizm, sözkonusu dönemde, 2. Emperyalist Savaş ile '70'li yıllar arasında daha önce benzeri görül­ memiş ve hemen herkesi şaşırtan bir büyüme dönemine girdi. Hayli uzun bir sürece yayılan bir büyüme dönemi oldu bu. Öyle ki, bu süreç kapitalizmin ideolojik-politik etkinliğini de umulmadık derecede kuvvetlendirdi. Sosyalizm mücadelesi açısından ise, tersinden büyük handikaplar yarattı. Devlet, kapitalizmin devresel kriz­ lerini çeşitli müdahale araçlarım kullanarak sımr­ layabildi. Bu aynı dönemde tekelcileşmede korkunç boyutlara ulaştı. Giderek etkinliğini ve gücüıiü ulus­ lararası plana taşıdı. 1950'lerde ABD'de, 1960'larda Avrupa'da ve nihayet '70'lerde de Japonya'da pek çok uluslararası tekel oluştu. Tekelciliğin bu denli boyut­ lanması, kar oranlarının düşüşü, pazar vb. sorunların artışını da beraberinde getirdi. Ayrıca devletin- kapi­ talist ekonominin devresel krizlerini önlemek için uyguladığı klasik araçları işlevsizleştirdi. 1 970'li yılların başında kapitalizm, etkileri bugüne kadar süren derin bir bunalıma sürüklendi. Büyüme oranlaH geriledi, yatırımlar ve kapasite kullanım oran­ ları düştü, işsizlik ve enflasyon birlikte artış gösterdi. Giderek kapitalist devletler mali krizle yüzyüze geldi, "sosyal devlet" uygulamasından uzaklaşılınaya başlan­ dı. Ücretler eridi, sosyal güvenlik hakları, işçi sınıfı ve emekçilerin elinden tek tek geri alınmaya başlandı. Bunalım temelde kar oranlarımn düşüşü ve pazar sorunu ile kendisini ifade ediyordu. Ama buna bağlı başka bazı görünümleri de vardı. Kapitalist d�vletlerin yaşadığı mali kriz ve uluslararası planda yaşanan borç krizi ... 1 970'lerin krizi aynı zamanda belirttiğimiz gibi kapitalist devletlerin mali krizini de beraberinde getir­ di. '70'li yıllara kadar sürdürülen yüksek ücretiere ve sosyal güvenliğe dayalı artık değer birikim süreci, bunalımla beraber tıkanmaya başladı. Bunalım kapi­ talist devletin gelirlerini azaltırken, harcamaların eskişi gibi sürmesi, gelir ve harcamalar arasındaki açığın büyümesi sorununu doğurdu. Kapitalist devlet sınıf karakteri gereği bu açığı sermaye kesiminden daha yüksek vergi alarak kapatmaya gitmedi. Aksine sermaye kesimlerinin içinde bulunduğu karlılık krizi nedeniyle, sermaye kesiminden daha az vergi alınması yoluna gidildi. Sermaye kesiminden giderek daha az vergi alınması ise gelir ve harcamalar arasındaki açığı daha da büyüterek kapitalist devletlerin mali krizi­ ni iyice derinleştirdi. Bu dönemde aynı zamanda, uluslararası planda ilk önce bir borç ve kredi patlamasının, daha sonra ise bu alanda da derinleşen bir krizin yaşandığına tanık olundu. 1 970'li yıllard4 gelişmiş kapitalist ülkelerde yaşanan durgunluk, bu ülkelerde birik­ miş aşırı sermaye yoğunlaşmasının kendine yeni alanlar aramasına neden oldu. Bu arayış ise karşı­ lığını, doğrudan yatİrımlardan ziyade daha karlı oları spekülatif alanda buldu. Çokuluslu ticari bankalar, 1 970'li yıllardan sonra çılgınlık derecesine varan bir spekülasyon ortamı yarattı. Azge­ lişmiş ülkelere "borç" adı altında yoğun bir kredi akışı oldu. Ardından ise, bu azgelişmiş ülkelerin yüksek faizli bu borçları geri ödeme güçlükleriyle karşılaşması ve dolayısıyla uluslararası bir borç krizi gündeme geldi. Kapitalist devletlerin mali krizi ve uluslararası borç krizi ise belirttiğimiz gibi kaynağını, temel­ deki karlılık ve pazar krizinden alıyordu. Bu temel krizin kısa dönemli sonuçlarıydılar. Uluslararası kapitalist sistem, bu krizden kurtulmamn tek çare­ sinin kendisine yeni karlılık alanları açmak, yeni pazarlar yaratmak olduğunu kuşkusuz ki biliyordu. Ne var ki, dünya pazarlarının paylaşılmış konumu, burada oluşmuş dengeleri kısa sürede değiş­ tirmenin güçlükleri kapitalis� ülkeleri zorunlu olarak bu doğrultuda yeni çözüm yolları aramaya kanalize etti. İşte özelleştirme, bu krizi, krizin faturasını işçi ve emekçitere dayatarak aşmak için oluşturulmuş çok kapsamlı bir saldırı politikasının önemli halkalarından biridir. Semı.aye, özel­ leştirme politikasıyla karlılık ve pazar sorununa kısa vadede bir çözüm bulmak istemektedir. Bunun bir yolu ise, kendi ülkelerindeki dev, karlı ve tekel konumundaki devlet işletmelerini "uygun bir fiyatla" kendi özel mülkü haline getirmektir. Ayrı­ ca şu ana lqıdar pazar ilişkilerine fazlasıyla konu

� ·

"''

-/


.5

Kı z ı l H a y r a k

H a z ı r a n - I l e m m u z 94

ı ""'

olmamış, dolaylı yoldap K İT'ler Ne Dün H al k ı n Malıydılar, Ne de K oşul lar S o syal izmden Yana leştirilmesi tartışmalarının başlamasının temel neden­ sermayenın maliyetlerini hedefleyen düşürmeyi D eğişmedikçe Y arın O l ac aklardır. K İT l lerin Üünkü işlevi Kapitalisılere lerinden biri, KİT'lerin artık bu işlevlerini temelde sağlık, eğitim, haberleşme, Kaynak Aktarmak, K ar Oranlarının Düşmesi n i Engellemekti . tamamlamış olmalarıdır. - telekominikasyon, sosyal güvenlik� vb. tüm alanları Dolayıs ıyla, D ün d e ,Halkın Değil K apitali s t S ınıfın Hizmetindeyd i ler. Geçen 50-60 yıllık süre içerisinde Türkiye'de kar oranlarındaki düşüşü Dün İle B ugün Arasında Değişen Tek Şey, B ugün Kapi tali stlerin B u küçümsenmeyecek bir güce engellemek amacıyla, türiı.üyle pazar ilişkilerinin Kuruluşların Mülkiye t i ne de Doğrudan S ahip Olmak istemeleri, Bu Yolla_ sahip, tekelci özellikler gösteren bir sermaye sınıfı içine çekmektir. Bunun bir da Tekelci Güçlerini Artırmak Amacında O lmalarıdır. diğer yolu ise, bu aynı oluşmuştur. Bugün sermaye sınıfı KlT'lerin artık yalnız­ amacı, azgelişmiş ülkelerdeki telekominikasyon, enerji, madencilik vb. rüzgarının gerçek nedenleri bunlardır. Özelleştirme ile, ca kendisine kaynak aktarmasıyla yetinmemekte, bu önemli KİT'leri alarak gerçekleştirmektir. Yeni pazar krizin iyiden iyiye derinleştiği bir dönemde sermaye kuruluşların en azından bir kısmının bizzat mülkiyetine alanları bulmakta zorlanan uluslararası tekeller, bu için daha da katlanılmaz hale gelen sosyal devlet yükü de sahip olmak istemektedir. '70'lerde yaşanan ve genel sorunun kısa vadedeki en pratik çpzüm yolunun bura­ bir tarafa atılmaktadır. Kar oranların1 artı rmanın ilk olarak kar oranlarının düşüşüne neden olan krizden dan geçtiğini düşünmektedirler. Dünya Bankası , IMF, yolu söınürüyü artırmak olduğu için,· özelleştirme ile sonra, sermaye teDfs ilcileri KİT'lerin kendilerine Uluslararası Finans Kurumu gibi kuruluşların, yabancı işçi s ınıfı işsizlikle "terbiye" edilecek, örgütsüziiikle "uygun fiyatlar"la devredilmesi isteğini daha güçlü bir ticari bankaların özelleştirme konusundaki ısrarlarının,, atomize edilecek, kendi icinde rekabete sürüklenecek, biÇimde dile getirmeye başlamışlardır. Aynı dönemde, kredi için özelleştirmeyi şart koşmalarının, özel­ tüm bu yollarla da düşük Ücret politiiisı sonuna kaaar . y e bugünkü gibiJ>ir mali krizlejs;_arşı karşıra kalan leştirmeyi- önerilen "istikrar programları"nın en temel uygulanarak sömürü en son sınırına kadar artırılmtş l5urjuva devletin de gündemine, mali krizeten kurtu­ labilmenin bir yolu olarak özelleştirme sorunu girmeye unsuru haline getirmelerinin, temel nedeni budur. olacaktır. ; Gelişmiş kapitalist ülkelerde kar oranlarının başlamıştır. Ne var ki, sermaye ve onun devleti, özel­ leştirme tutkusundan hiç vazgeçmemesine karşın, bu düşmesi ve pazar sorunu biçiminde kendini ortaya Türkiye ve Özelleştirme: koyan kriz, kar oranlarının düşmesini' engellemek ve Biret kapitalist devlet kuruluşları olan KİT'lerin, sorunu bugüne kadar ertelernek durumunda kalmış­ yeni pazar alanları bulmak isteyen sermayenin ucuz uzun yıllardır Türkiye'nin kapitalist ekonomisinde son lardır. Bunun bir nedeni, bu sürecin özelleştirmenin işgücü cenneti olan bu ülkelere doğru genişlemesini derece belirleyici bir ağırlığı vardır. Büyük sanayi ekonomik ve ideolojik altyapısını oluşturma dönemi getirmektedir. B u nedenle uluslararası sermaye bu ucuz üretiminin neredeyse %80'i KİT'ler tarafından gerçek­ olarak kullanılmasıydı. Bu ertelemenin ikinci ve daha işgücü cenneti ülkelerde kendisi için en uygun koşul­ leştirilmektedir. Tüm azgelişmiş kapitalist ülkelerde önemli nedeni ise, sermayenin bu süreçte bunalımdan Iarın oluşturulmasını istemektedir. Altyapı sorunu olduğu gibi, Türkiye'de de, kapitalist devlet kuru­ kısmen çıkarak kar oranlarını büyük ölçüde artırabiimiş olmayan büyük KİT'leri satın almakla yetinmemekte, luşlarının bu özel ağırlığının en temel nedeni başlan­ olmasıydı. aynı zamanda karl ılık oranlarını yükseltecek tüm gıçtaki sermaye birikimi zayıflığıdır. Türkiye'deki Sermaye, 1970'li yılların sonunda önemli bir mali koşulların oluşturulmasını da dayatmaktadır. Bu ülke­ kapitalistleşme sürecinde motor rolü devlet, dolayısıyla krizl-e karşı karşıyaydı. Dış borç bulmakta güçlük için­ yoğunlaşarak gündeme getirilen sendi­ KİT'ler oynamıştır.. Cılız burjuvazinin güçlendirilmesi, deydi. Türkiye ekonomis i · önemli ölçüde dış kaynağa lerde kasızlaştırma, taşeronlaştırma, gümrük duvarlarını kapitalist gelişmenin altyapısının oluşturulması, bizzat bağlı olduğu için, bu kriz, sonuçlarını hızla üretim indirme vb. ise bu gelişmenin önündeki engellerin tek devletin üstlendiği bir roldür. İşte KİT'ler bu süreçte, alanında da göstermişti. Kapasite kullanımında ve tek ortadan kaldırılması olnuiktadır. bu temel amaca, yani burjuvaziyi güçlendirme ve yatırımlarda düşüş ve bunlara bağlı olarak işsizlikte Özelleştirme, . aynı zamanda kapitalist devletlerin kapitalizmi geliştirme amacına hizmet eden kum­ yığınsal artışlar, bu borç kriziyle içiçe geçmişti. Bu bunalımı 24 Ocak ve 12 Eylül izledi. Bu dönemde mali krizini atiatmak açısından da, uluslararası serma­ luşlardır. yenin önerdiği bir yoldur. Bu, yalnızca KİT'lerin satı­ KİT'ler bu süreçteki rollerini çok çeşitli biçimlerde sermaye, dış borçları öde yebilir duruma gelerek kaynak şından elde edilecek gelirle, gelir-harcama açığının yeriQ:e getirmişlerdir. Özel sektöre ucuz girdi ve ara sorununu yeniden çözümleyebilmek için, "ihracata "kısmen kapatılması ile ilgili bir sorun değildir. Sorunun mal ı · sağlamak, - özel sektörün! ürettiği ürünleri piyasa yönelik" bir çizgi izledi. Sermaye; bu politikada iki bu yanı son derece talidir. Asıl önemli olan, böylece fiyatları üzerinde bir fiyatla satın almak, ihale ve nedene bağlı olarak kısmen başarılı oldu. Ücretler, işçi devletin "yüksek ücret" ve "sosyal güvenlik" vb. gibi aracılık yöntemiyle . özel sektörün sermaye birikim sınıfından ciddi bir tepki gelmediği için en alt düzeye yüklerden tümüyle kurtulacak olmasıdır. KİT'lerin s ürecini hızlandırmak, özel sektörü KİT'lere son derece çekilebildi. Dış konjonktür, özellikle de Ortadoğu'daki özelleştirilmesinin her yerde işsizliğin artışıyla günde­ elverişli koşullarla ortak ederek palaz1andırınak ve durum ihracat açısından el verişii bir' pazar ahtnı yarattı. me gelmesi rastlantı değildir. Bu yolla, genel olarak başka yollarla özel sektöı:e kaynak aktarmak . . . Bugü­ Tüm bıı avantajlar sayesinde sermaye, krizi hafif­ sermayenin düşük ücret politikası uygulayabilmesinin nün olayları üzerinden bu işleyişe örnek verecek olur- letebildi, kar oranlarını artırabildi. B undan dolayı da zemini yaratılırken, devlet de geçmişteki "yüksek . sak: Örneğin-; TTK, Demir-Çelik işletmelerine son özelleştirme sorunu ertelenebilir bir soruna dönüştü. ücret" yükünden kurtulmuş olmaktadır. Ayrıca sağlık, · derece ucuz fiyatlarla girdi sağlar. Demir-Çelik İşlet­ Ne var ki, bu süreç, başarıyı sağlayan iki etkendeki eğitim, haberleşme,, ulaşım vb. alanlardaki özel­ mesi ise bunu işlenmiş hale getirerek yine dünya piyasa değişiklikle bir süre sonra tıkanmaya başladı. İşçiler, leştirmelerle tüm bu alanlara yönelik harcamalar azal- fiyatlarının çok altında bir fiyatla özel sektöre aktarır. 1 987'den başlayarak düşük ücret politikasına tepki� . tılmış, bu yolla da kapitalist devletin mali krizden Böylece özel sektörün maliyet kalemi düşürülmüş, lerini ortaya koymaya başladılar. Ve 1989 eylemleri ile kurtulması sağlanmış olacaktır. Planlar bu yönde­ daha fazla kar elde etmesi sağlanmış olur. KİT'ler ücretlerde belirgin bir artış sağlayabildiler. Öte yandan dir.Tüm bunların, işçi ve emekçilerin geçriıiş tüm yalnızca bu yolla değil, Asil Çelik, TransTürk, Vestel sermaye, dış konjonktürdeki ihracatı sınırlayan geliş­ kazanımlarının tırpanlanması anlamına geldiği ise vb. örneklerinde görüldüğü gibi, özel sektörün batık - meler nedeniyle ihracatta daralma sorunuyla karşılaştı. açıktır. İşte bu koşullardadır ki, özelleştirme yeniden, çok şirketlerinin zararlarını çeşitli biçimlerde üstlenerek de Özelleştirme saldırısının gerçek,.nedenlerinden bir kapitalistkre kaymik aktarır. (KİT'�rin kar etmediği daha yoğun bir niçimde ve pratik bir sorun olarak diğeri de, uluslararası borç krizini hafifletmeye çalış­ için özelleştirileceği demagojisinin' gerçek dışılığını burj�vazinin gündemine girdi. Özelleştirme, krizden maktır. Bu politikanın bir IMF politikası olduğu sır gösteren ek olgulardır bunlar.) kurtulmanın tekelci çözümü olarak topluma daya­ değil; IMF 1 98 0'den sonra dış kredi için başvuran Bugün TürJqye vb. ülkelerde KİT'lerin özel- tılmaya başlandı. Buna uluslararası sermaye adına ülkelere özelleştirmeyi şart koşu­ I M F, Dünya B ankası gibi yor. Bunun nedenlerinden birine kuruluşların bu yöndeki yukarıda değindik, diğer neden baskıları da eklendi. özelleştirmenin dış borçların Kısacası, Türkiye'de özel­ ödenebilmesi için bir kaynak da leştirme, uluslararası ve yerli ' olması. .. sermayeye yeni kar alanları Tümüyle bir borç batağı içine açmak, dev !etin mali kriz�ni kısmen de olsa gidermek ve saplanmış olan azgelişmiş kapi­ talist ülkeler, üretimde düşüşün ve Jış borçların bir kısmını ihracatta tıkanmanın başgösterdiği ödeyebilmek amacıyla serma­ her kriz döneminde borçlarını ye tarafından dayatılan bir odeyemez bir konuma düşmek­ saldırı politikasıdır. B uraya kadar, özelleştirme tedirler. Bu durumda iki kaynak için sermayenin ileri sürdüğü sözkonusu olabilir. Ya sermayeden gerekçelerin daha fazla vergi almak, ki bu gerçek dışı, · demagejik karakterini sergi'­ sermaye çevrelerinin karlılık krizi­ lemiş ve ni daha da derinleştireceği için özelleştirmenin gerçek nedenlerine değinmiş sistem açısından kolayca kabul olduk. Gelecek sayımızda ise, edilebilir bir çözüm değildir, ya da sermayenin özelleştirme saldı­ buna alternatif olarak borçları rısının işçi ve emekçiler ödeyebilmek ıçın özelleştirme açısından ne tür sonuçlar aracılığıyla kaynak sağlamak! .. doğurduğun,u daha açık bir S ermaye, bugünkü güç denge- biçimde göstermeye çalışacak lerinin emek güçleri aleyhine v_e bu sermaye saldırısına karşı olmasından da yararlanarak, aşağı nasıl bir mücadele çizgisi yukarı tüm kapitalist ülkelerde bu i zlenmesi gerektiği sorunu ikinci alternatifi uygulamaktadır. üı;:erinde duracağız. İşte, '80'li yıllardan sonra kapi­ talist dünyada esen özelleştirme ·

j;t

·

·

·

-

-

-


1\. ı z ı l H a y r a k

l O

Kimin

1 5 H a z i r a n -ı Te m m u z 9 4

Eli Kimin C . ebinde ? . •

. Bölünme ve Çatışma, Kürtler'in Geleneksel Yazgısının Bir Simgesidir Adeta. Zira Kürtler'in Tarihi, Feodal ilişkilerin Köklü Olmasına Bağlı Olarak B ölünmüşlük ve Kardeş Kavgası Tarihidir de . . . Feodal ilişkilerin Köklu Olması, Ulusal Mücadelenin Toplumsal Temelinin Zayıflığı ve " Ulusal Bilincin Geriliği İle Eşadlam Taşımaktadır. Bu Durum, Mücadeleyi B aştan Zayıftatan Temel B ir Öğe Olmuş, Uiuslararası Emperyalizm ve Bölge Devletleri, B� Zayıflığından Yararlanarak Kürt Ulusal Hareketini Bölmeyi, İç Çatışmaya Sürüklerneyi ve Bu Yolla da Ezmeyi Şayısız Defa Başarmışlardır. üney Kürdistan'da (kısa süreli lıklarının da ateşkes dönemleri dışta tutu­ temel nedeni lacak olursa) bir süredir KDP olmaktadır. Her ile YNK arasında s�rt bir iç iki örgüt de, bu savaş yaşanıyor. En son geçen günlerde nedenle emperErbil'de biraraya gelen KDP ve YNK, yalizmle, bölge kamuoyuna yeni bir ateşkes haberini devletleriyle duyurdular. Hatta Halepçe'yi işgal eden pragmatist islami güçlere ve İran Pastaran'ına temelde ilişkarşı , eğer bu güçler Halepçe'den kilere kolaylıkla çekilmezlerse, birlikte müdahale girebilmekte, bir edeceklerini duyurdul ar. · Çatışmanın iç savaş ortanihayet sona erdiği izlenimini veren bu mına aynı kolayaçıklama, henüz daha yeni dünya lıkla sürükk amuoyuna ulaşmıştı ki, bu kez de lenebilmektedirl tersinden, KDP ile YNK arasında er. • çatışmaların yeniden başladığı haber­ KDP ile. �. leri ortalığa yayılmaya başladı. Üstelik YNK, belirt- ' bu haberler ateşkesin ilan edildiği tiğimiz gibi çok Erbil'e çok yakın bir bölgeden, Kala eski tarihlerden D1za bölgesinden gelmekteydi. ı beri sürekli bir KDP ile YNK'nın geçmişlerine çatışma halinde b akıldığında, tarihlerinin bir karşılıklı olmuşlardır. Her , hareket çatışma tarihi olduğu da görülür. Uzun iki süreli çatışmalar · sonucunda taraflar arasındaki çatışarasında güvensizlik ve düşmanlık maların başlangıcı Molla Mustafa dönemine uzanır. kadar duyguları kökleşmiş durumdadır. B arzani Bölünme ve çatışma, Kürtler'in gele­ 1 986'da her iki gücün ittifakı ile neksel yazgısının bir simgesidir adeta. Kürdistanİ Cephe'nin oluşturulmasıyla Kürtler'in tarihi, feodal ilişkilerin köklü araya bugüne dek süren nispeten uzun olmasına sıkı sıkıya bağlı olarak bir barış dönemi girmiştir. Ne var ki; bölünmüşlük ve kardeş kavgası tari­ yakın zaman önce yeniden başlayan iç hidir de. . . Feodal ilişkilerin köklü savaş bu barış döneminin sonlandığının olması, ulusal mücadelenin toplumsal da göstergesi olmuştur. Geçmişten temelinin ·zayıflığı ve' ulusal bilincin gelen karşılıklı güvensizlik ve düşmangeriliği ile e;şanlam taşımaktadır. Bu lık duygularını , bugünkü çatışmayı durum müdıdeleyi baştan zayıflatan kolaylaştıran bir unsur olarak sayatemel bir öğe olmuş, uluslararası biliriz. Ama çatışmaların tek başına ve olarak bu etkenle açıkemperyalizm ve bölge devletleri, tam temel da bu zayıflığından yararlanarak Kürt l anamayacağı da açıktır. Bu etken, ulusal hareketini bölmeyi, iç çatışmaya yalnızca çatışmaların geçmişe ilişkin. sürüklerneyi ve bu yolla da ezmeyi köklerini anlamamıza yardımcı olabisayısız defa başarrnı şlardır. KDP ile tir. YNK arasında süren çatışmaların Sözkonusu yeni çatışmanın temel nesnel temeli de budur. Biri, daha nedenlerini anlayabilmek için, çatışziyade feodal aşiretçi bir toplumsal manın ortaya çıktığı dönemin kendisine bakmak gerekecektir. temele, dolayısıyla daha zayıf bir ulusal yakından kimliğe sahiptir (KDP). Diğeri, daha Geçmişle bugün arasındaki en önemli çok kentsel bir tabana, burjuvalaşmış f�klılık, bugün Güney Kürdistan'da feodallere, yarı burjuyalara ve burjuva Ir"ak rejiminin bir otoritesinin artık aydınlarına dayanmaktadır (YNK). sözkonusu olmaması, bunun yerine Sözkonusu iki örgütün ulusal müca­ emperyalizmin de teşviki ve korudeleye ilişkin perspektiflerini de bu masıyla bir Kürt federe devletinin sınıfsal, sosyal yapıları belirlemiştir. oluşturulmuş bulunınasıdır. Federe YNK, KDP'ye göre daha gelişkin bir devletin yönetiminde Ise KDP ve ulusal kimliği temsil etmesine karşın, YNK'nın aşağı yukarı eşit ağırlıkta her iki gücün son derece temel bir ortak etkinlikleri vardır. Bu durum, yani iktiözelliği vardır. Gerek KDP, gerekse darda bir iç otoritenin sağlanamamış YNK, Kürt alt sınıflarının değil, olması, bugünkü çatışmanın ilk önemli (burjuva ya da feodal) Kürt üst sınıf­ nedenidir de. Geçmişten beri Güney larının temsilcileridirler. Bu durum , Kürdistan halkının temsilciliği konuGüney Kürdistan'daki ulusal müca­ sunda rekabet .e den ve bu rekabeti kendi delenin radikal halkçı bir nitelikten lehlerine sonuçlandıramayan KDP ve uzaklığını gösterdiği gibi, buna bağlı YNK, federe devletin kuruluşuyla olarak atorriizasyoha, iç çatışmaya, beraber bu rekabeti iktidardaki egemen dönüş 7 olma rek abetine uzlaşmaya ve pragmatizme yakın- güç

G

,

en şiddetli biçimde yaşandığı bölge-

. Ierin başında ise Ortadoğu gelmektedir.

.

·

·

·

·

türm u şl erdir. Her iki güç de, iktidarı kendi perspektif ve çıkarları doğru!tusunda kullanamamakta, diğerinin . baskısını sürekli üstünde hissetmektedir. KDP ve YNK, uzun süredir kendi cephelerinden dengeyi değiş - · tirebilecek her türlü olanağı kullanmak için büyük bir çaba harcamaktadırlar. Küçük gruplarla ittifak yapmak, onları kendi safına çekmek, bu doğrultuda şimdiye kadar kullanılan temel yöntem oldu. Nihayet KDP, bu sürecin sonunda pek çok küçük grubu yanına çekerek kendini iktidar için biraz daha avantajlı hisseder hale gelmiştir. Bu nedenle de YNK' yı bir süredir erken bir seçime zorlamakta<;lır. YNK ise, keildi aleyhine bir s�nuç çıkacağını bildiği için bir erken seçıme yanaşmamaktadır. Erken seçim aracılığıyla iktidardaki dengeyi kendi lehine çevirme çabası başarılı olamayan KDP, şimdi bu aynı sonucu bir iç çatışma ortamı yaratarak sağlamaya çalışmaktadır. I lk başta kendi denetiminde olan islami güçleri YNK üzerine s aldırtmış, bu iki güç arasında bir dizi sert çatışma yaşandıktan sonra bizzat kendisi de YNK güçlerine karşı açık bir saldırıya geçmiştir. YNK ile KD� arasındaki otorite savaşımı, belirttiğimiz gibi bugünkü çatışmanın içe dönük en önemli nedenidir. Ama konu Ortadoğu ve Kürdistan olunca, buradaki, üstelik bu boyuttaki bir olayı uluslararası emperyalizmden ve gerici bölge devletlerinden bağımsız hiç mümkün değilqic düşünmek S S CB 'nin çözülüşüyle beraber dünyadaki emperyalist dengelerin dah a hızlı biçimde sarsıldı ğı, rekabetin çok daha kızıştığı açık bir gerçekt r. Bu rekabetin

·

!

Hem bölgede SSCB'den boşalan otorite alanlarını doldurmak, hem de birbirleri üzerinde egemenlik kurmak isteyen emperyalist devletler Ortadoğu'da kıyasıya bir rekabet yürütmektedirler. Ortadoğu'nun önemi biliniyor. Ve bu öneminden dolayı da 10rtadoğu 1 900'lerin başından beri emperyalist devletlerin başlıca saldırı ve talan alanlarındaıf biridir. 'Bugün Avrupa petrol ihtiyacının %50'sini, ABD %20'sini, Japonya ise %75'ini bu bölgeden karşılamaktadır. Ortadoğu, dünya petrol rezervinin üçte ikisine sahipttr. Dolayısıyla burada sağlanacak bir egemenlik, dünya üzerindeki egemenlik kavgasında son derece belirleyici bir öneme sahiptir. Aynı zamanda burada emperyalizmin alacağı ciddi bir darbe tüm emperyalist sistemde son derece derin sarsıntiJar yaratabilecektir: İşt� bu . nedenler yüzündendir ki, Ortadoğu bölgesel savaşlardan ve iç çatışmaiardan bir türlü , belini doğrui tamamatctadır. Emperyalistler, Kürt sorununa da bu çerçeve içerisinde hep yakın bir ilgi göstermişlerdir. Bir · y andan, Kürt ulusal hareketini bölgedeki çıkarları doğrultusunda ehlileştirip kullanmak çabasında olmuşlar, diğer yandan da kendi çıkarlarına ters gelen Kürt ulusal hareketlerini çeşitli yollarla (bölgesel devletleri kullanarak, bu hareketler arasında iç çatışma ortamı yaratarak) ezmeye çalışmışlardır. Emperyalizmin PKK'ya ilişkin politika_s ıyla YNK-KDP gibi güçlere ilişkin politikalarına yakından b �;cu ğımızda da göreceğimiz şey bu aynı ikili politikadır. Körfez Savaşı'ndan sonra, eı;nperyalistlerin Kürt sorununu bölgedeki çıkarları için bir kaldıraç olarak kullanma eğilimleri yoğunlaşmı ş durumdadır. ABD, bu savaşın hemen ertesinde; aslında uzun zamandır plan­ l adığı bir senaryoyu hayata geçirme fırsatı bularak, Güney Kürdistan'da kendi denetiminde bir Kürt federe devietinin kurulmasına , önayak oldu. Böylece bölgede İsrail, Suudi Arabis­ tan, Türkiye vb. gibi kendi çıkarlarının kollayıcısı olacak, kendi askeri güçle­ rine üs görevi gö�ebilecek önemli bir mevzi elde etmeyi hedefledi. Almanya ise, bu gelişmeyi bozmak ve kendi lehine çevirmek için daha o günlerde kolları sıvadı. Bölgede ABD ile prob­ !emleri olan Suriye, İran, Irak gibi devletlerle ilişkiyi geliştirdi. Kürt soru­ nundan dolayı çıkarı zedelenecek olan Tilikiye ile de bu sorun üzerinden diyalog kurdu. Öte yandan da (Talabani ABD'ye daha yakın olduğu için) ·

·


...J

ı ı U "'- 11

U ll·

ı

ı t:: I I I I I I U L

B arzani ile temasa geçti. Emperyalistlerin bu çıkar çeliŞkilerinin ve çatışmalarının Güney Kürdistan'daki son çatışmada da önemli bir rolü vardıF. Barzani, federe Kürt devletindeki otoritesini sağlanılaştımıak ve YNK'yı etkisiz hale getirmek için bölge devlet­ lerinin desteğine de · ihtiyaç duymak­ tadır. İran gibi daha genel bir düzlemde .ve Türkiye gibi genel bir düzlemde olma's.a da Kürt sorununda Af3D poli­ tikası ile çatışan bölge devletleri, B arzani'nin en önemli bölgesel destek­ leri olmaktadırlar. Zira, bu güçler ABD politikasının Güney Kürdistan'da temsilcisi olan YNK ile de çıkar çatış­ ması içindedirler ve onun zayıf­ lamasında yararı olan de�letlerdir. B.u ise, bu üç gücü Kürt sorunu konusunda Almanya'ya daha da yakınlaştırmakta, Almanya ise punu bölgedeki rekabet mücadelesi açısmdan kullanmaktadır. Türkiye, kendi çıkarları doğrul­ tusunda bu çatışmada açık bir taraftır. Dahası KDP'ye bu yönde destek vere­ rek çatışmaları bizzat teşvik etmek­ tedir. Türkiye'nin KDP'ye verdiği desteğin ve Güney Kürdistan'daki çatışmayı kışkınınasının arkasındaki en önemli etken, kendi Kürtlerine karşı verdiği m ücadeledir. Türkiye, KDP'ye desteği yalnızca YNK'ya saldırması için değil, bundan daha önemli olarak PKK'ya saldırması için de vermektedir. KDP'yi kullanmak suretiyle PKK'nın bu ülkede üslenmesi ve mevzi kazan­ masını engellemeye çalışmaktadır. KDP ise, hem PKK'yı kendisi için "tehlikeli". bir rakip olarak görmesi nedeniyle, hem de PKK'nın Ameri­ kapet çözümden yana YNK . ile . daha s.ı kı bir ilişki içinde_ olması yüzünde!l PKK'ya karşıt bir rutiım içindedir. Bu nedenle de..Türkiye'nin PKK'ya yönelik politikası!Ja s�ç ortaklığı yapmaktadır. ..

.

* * *

.u.. .

7' '+

·

YNK JKDP çatışm�sının arka planı kısae;a böyteı. Burada' ana çizgileriyle ortay-a konulduğu gibi, : olayın arka­ sındaki : süreçi oldukça karmaşık çıkar ilişkileri . ve çatışmalar tarafından . besleniyor: KDP-YNK atasındakt otorite · rekabeti, bölge devletlerinin çıkar çatışmaları ve uluslararası Ortadoğu · üzerine emperyalizmin hesapları, tümü bir arada, bu çatışmayı besleyen dinamikleri oluşturuyorlar. Çatışmanın arkasındaki nedenler bu kadar karmaşı�, çatışmayı dina­ mitleyen çıkar çatışmaları bu kadar keskin olduğu için, bu çatışmanın kısa . sürede sonlanması da pek mümkün görünınüyor. Ulusal hareketler, özellikle de üst sınıfiara dayalı olanları emperyalizme karşı tutarlı bir politika izleyemezler. Er ya da geç, şu ya da bu biçimde ama kaçınılmaz olarak ona teslim olurlar. Emperyalizmin hareketi kullanınasına, bölmesine ve iç çatışmaya sürük­ kmesine imkan sağlarlar ve yeri geldi­ ğinde de ('75'te Mustafa B arzani'nin başına geldiği, gibi) bir kenara itelen­ mekten kurtulamazlar. İşte YNK-KDP çatışması, aynı zamanda bu temel gerçeği de kanıtlayan bir olaydır. Emperyali zmle kesin ve tam bir h e s apl aşman ı n , ulusal sorunu eşit­ lik v e özgürlük tem e l inde tam v e k e s i n bir çö züme k avuş turmanın tek y o l u s o s y a l i zmdir. Ulusların tam hak eşitliği temeline ve gönüllü birlik esasına dayanan B 'tRLEŞİK SÇ>SX��İST CUMHU­ RIYETLER B IRLIGI ulusal sorunun tek gerçek çözümüdür.

.1. .,_. .1. .1.

.._, u y r u A

ıt -

B a rza n i ve Ta l a ba n i, B a r1ş1 S i l opi ' d e A r 1yo r ! Güney Kürdistan 1da barışın lüğünün önemi " ne değinmeyi de sağlanması a macıyla Silopi 1de bira- i hmal etmedi ler. raya gelen KDP l ideri Mesut Barzani i le · Tam da görüşmenin gerçekleştiği YNK l ideri Talabani, yalnızca erken gün Süleymaniye1de bir katliam daha seçim üzerinde anlaşabildiler. Seçim yaşandı. KDP'Ii bir peşn:ıerge kornu­ tarihinin saptanmasını ise· ileride yapı-· tan ı n ı n cenaze törenininde halka ateş lacak başka bir görüşmeye erteledi ler. açan YNK taraftarları 5 1 Ki:irt1Ün Bu görüşmede evsahipliğini ise ölümüne, bir o kada rı nın · da yara­ Kürdistan1a yönelik sömürgeci poli- lanmosına neden oldu. tikaları nı daha uygun koşu llarda Hem KDP, hem de YNK ülkede tek hayata geçirmek amacıyla Güney .başına egemenl ik kurmo- adına Kürdistan1daki kargaşadan yarar- ' emperyalistlerin ve sömürgeci Türk lanmak isteyen Türk devleti yaptı. devletinin peşinden koşuyor. Bunun T.C . ' ni n sözcüleri çatışma ların kesil- Kürt halkına yararı ne? Bu, Kürt halkı­ mesi koşuluyla verecekleri 1 3 .5 milyon nın özgürlük talebinin bizzat sözde dolarl ık yardı mdan sözederken, aynı önderlerinin eliyle sömürgeci lere zamanda " lrak1 ın toprak bütün- peşkeş çeki lmesi değil midir? ·

·

Kürt halkı artık kardeş kan ı dökmek istemiyor. Geçtiğimiz günlerde bu çatışmaların durdurulması için Kürt kad ınları parlamentoyu işgal ederek, halkın gerçek özlemini dile getirdiler. Güney Kürdistan halkı, özgürlüğünü kazanmak ve yalnızca bu onurlu savaşı göğüslemek istiyor. Birkaç yılda bir, Güney1den Kuzey'e, Kuzey'den Güney1e kitleler ha li nde göçe zorlanan bir mülteci halk olma gerçeğini değiş­ ti rmeye çalışmakta . Bunun için tüm sömürücüleri ülkesinden söküp atmak amacıyla mücadele yü rütmektedir. Kürt halkı, YNK-KDP arasında süragelen çatışmaların bu özlemini engellediğini giderek daha fazla farked iyor.

. ,

MG K E m retti, B u rjuva Mec l i s O l ağ·a n ü stü H a l ' Uygu l a ma s ı n ı 2 1 . 'Kez Uzattı

· i r süre önce toplanan MGK Kürdistan'da olağanüstü hal uygu­ laması nın 4 ay daha uzatı lmasını kararlaştırdı. Ardı ndan da bu kararı nı TBMM'ne bildirdi. MGK'nın emrinde çalışan burjuva meclis de görevini yerine getirerek olağanüstü hal uygulamasını 4 ay daha uzattı. Bir kez daha görüldü ki, bu meclis işçi ve e·m ekçilerin temsilcilerinden oluşan bir meclis değildir. Bu meclis sermayenin ve .. MGK'nın hizmetindedir. Görevi de sermaye ve MGK'nın emirlerini hukuki prosedüre uygun hale getirmektir. Ayrıca "halkın temsil­ cileri"nin _kararı havası.yaratarak bu. emirlere meşruluk kazandı rma .. �şrevi de görmektedir. Olağanüstü hal uygulamasının 4 ay daha uzatılması başka bir . gerçeği de göstermektedir. Sömürgeci devlet, Kürdistan'da Kürt halkına karşı sürdürdüğü kirli savaşta rezil olmuştur. Ulusal kurtuluş mücadelesinin öncüsü olan PKK'yı "b�irdik" naraları atanlar, olağanüstü hal uygulamşsım 21 . kez 'uzatarak bunun koca bir · yalandan başkq. .birşey olmadığını itiraf etmiş�rdir. . · -8.ömürgeci devlet yı\lrdır Kürdistan'dcı olağanüstü hal uygu'- ·· lamasını sürdürüyor. Bu uygu lama ile her . türlü katliamı gerçek­ · leştiriyor. Sömürge valisiyle, M IT'iyle, Ozel' Tim'iyle, Kontr­ gerilla'sıyla Kürt halkının özgürlük mücadelesini boğmaya çalışıyor. Fakat bugün Kürt halkı özgürlüğü için canıyla, kanıyla sömür­ gecilere karşı savaşıyor. Ne olağanüstü hal uygulamaları-, ne de . sömürgeci devletin katliamları Kürt halkının qzgürlük mücadelesini engelleyemeyecektir. Kardeş Kürt halkı sömürgeci sermaye devle­ tine karşı verdiği savaşı mutlaka kazanacaktır...

B

.

G. - e '

r c e e

k

-.

·

·M a f y a

-

? •

m .

avaş Buldan, Hacı Karay ve Adnan Yıldırım 35-40 yaşlarında 3 iŞadam ı . Devletin silahlı çetelerince öldürüldüler. Ortak yanları :

S Kürt olmaları ve d evletin Kürt ulusuna yönelik zora dayalı asimilasyon politikasına ·karşı eko nomik ve manevi olanakların ı u lusal

hareketin ö nderliğine açmış olmaları. . . B urjuva medya katliamların çığırtkanlığını yapıyor: "Bunlar mafyadır, Kürt m afyasıdır ... " "Iç hesaplaşmad ır,... " "!talyan işidir. . . " "Eroin kaçı rıyorlardı.:." Her kafadan bir ses çıkıyor. H er çıkan ses diğeriyle birleş iyor ve tek sese dönüşüyor: "Oidürülmeleri hayırlı oldu. Zaten zararl'ıyd ılar." Dün I nci Baba'nın cenazesinin kitleselliğini baliand ırarak anlatan, patronları ve kalemşörleri ile cenazenin önünde yürüyen burjuva basın, birdenbire m afya düşmanı kesiliyor. Kürt m atyasın ı n yavaş yavaş tasfiye edildiğini sevine sevine anlatıyor. . Mafya, sözcük anlamı ile örgütlü suç şebekesi demektir. Kürt ulusuna ve d evrimcilere karşı işlediği suçlarla, terörist sermaye devleti T.C. gerçek örgütlü suç ve cinayet şebekesinin, eli kanlı "mafya örg ütü"nün asıl kendisi olduğunu gösteriyor. Medya, cina­ yetleri adeta alkışl ıyor ve arkasında devletin olduğunu örtmeye çalışıyor. Behçet Cantürk ve iki arkadaşın ın öldü rü lmesi olayı ile bağ kuruyor ve Buldan'ın aşiret i ile Cantürk'ün aşiretinin hesapiaştığı n ı yazıyor. Oysa - iki cinayet de ayn ı silahla işlenmiş. Altı insan da aynı "bilinmeyen mihrak"(?) tarafından öldürülmüşler. Terörist sermaye devleti 1 250 işadam ı ve sanatçıyı PKK'ya yardım ediyorlar g erekçesiyle ölüm listesine alıyor ve tek tek katle­ d iyor. Bu amaçla bizzat çeteler kuruyor. MH P'li faşist kadrolardan oluşan bir m atyaya destek veriyor, besliyor ve kolluyor. Devletin resmi ve gayrıresmi cinayet şebekeleri hem batıda, hem Kürdistan'da Kürt yurtsever-devrimci ve sosyalistlerin i im h aya g irişiyorlar. Düıi Vedat Aydın, M usa Anter, B.Cantürk ve daha nice m ücadeleden yana Kürt insanı, bugün S. Buldan ve arkadaşları ile M uhsin M elik, yarın kimbilir hangi yurtsever? Bu katliamlar durmuyor, çürıkü Kü.rt ulusunun mücadelesi durmuyor. Terörist sermaye devleti Kürt insanlarını açıktan katlediyor. Once MIT tarafından ölüm listesi hazırlanıyor. Ardından bu liste Tansu Çiller tarafı ndan kamuoyuna açıklanıyor. Sonra da bizzat terörist devlet tarafından kurulan cinayet şebekeleri harekete g eçi­ yor!ar. Devlet, ilan ederek yaptığı, bu katliamlarla bir taşla iki kuş vurmak istiyor. Bir yandan yükselen ulusal d evrimci m ücadelenin d estekçilerini yıldı rmak, öte yandan reformist, teslimiyetçi ,bir "çözüm"ün yolunu açmak için besleyip büyüttüğü ihanetçi "Kürt" siyasi çizgisini g üçlendirmek amac ı n ı g üdüyor. Ne mücadele durmal ı, ne de işbirlikçi-ihanetçi "çözüm"e prim verilmeli . . . ·

·

·


.t\... ı z ı ı

l O

n ayraK

Kemaliz me S ol'dan Taze Kan Kampan yası : •

'

ı j Ha z ı r a n - I l e m m u z 94

İP/Aydınlık Çevresi, Politika ve Pratikleriyle Düzene Gönüllü.

"Emperyalizmin yıkıma uğrattığı geniş bir iç pazar­ dan çıkarz olan bütün güçle­ 'ri" bu cephenin unsurları içinde saymaktadır. (Aydın­ lık, 2 1 Mayıs ' 94) Bu,

Hizmette Kusur Etmiyor. Bir Yandan, Kürt Halkı Kirli Bir Savaşın Tüm Acılarını Yaşarken Tüm Çabasını PKK Düşmanlığı Üzerinde Yoğunlaştırarak Düzene Soldan Destek Çıkmakta Tereddüt Etmiyor. Öte Yandan ise, Sendika Bürokratlarına Yönelttiği Son Derece Yumuşak Eleştirinin Arkasına S aklanarak Onların Sınıf Üzerinde Kurdukları Denetime Koltuk Çıkıyor.

tirinin arkasına saklanarak, gerçekte onların sınıf üzerinde kurdukları denetime koltuk çıkıyor. Onların kitlelerin baskısıyla ve kuşkusuz kitleleri yatıştırmak amacıyla gerçekleştirdikleri eylemlerde çizdiği sınırları "sınıf disiplini" adıı:ıa olumluyor. Bu �isiplin"e gönüllü avukatlık yapıyor. Sendika bürokratlarının e P/A �dı_nlık grubu devrimci hareket tarafından düzenin resmi ideolojisinin yığınlar üzerindeki etkisini _ çok ıyı �ınan bır çevre durumundadır. Böyle pekiştirmek amacıyla kitle eylemlerine dayattıkları olunca "IP'in ipliği" üzerinde yeniden durmak Istiklal Marşı ile devletin resmi bayrağını büyük bir çok gerekli görülmeyebilir. Oysa tersine, içinde hararetle savunuyor. Sendika bürokratlarının 1 Mayıs bulunduğumuz şu dönemde bu özellikle gereklidir. eylemlerine kadar taşırma arsızlığı gösterdikleri bu Bunun bir nedeni , bu çevrenin 12 Eylül sonrası politika devrimciler ve işçiler tarafından boşa çıka­ yeniden toparlanma döneminde devrimci harekete rılınca, devrimci harekete gerici bir ağızia en arsız vermeye ça\ıştığı "değişim" mesajıdır: Elb_ette göste- s_aldırıyı yönehen de gene bu geçmişi kirlıi çevre rilen tiun Çabalara ve bi� dönem ö�ellikle Kürt sorunu oluyor. üzerinden yapılan tüm çıkıŞlara rağmen, bu mesaj B ütün bunlar bu çevreye karşı mücadelenin bugün inandırıcı bulunmamış, bu çevrenin devrime karşıt- taşıdığı özel önemi ortaya koymaktadır. Devrimci lıktaki temel özelliklerini sürdürdüğü inancı korun- hareket bu çevreyi kuşkusuz çok iyi tanıyor. Fakat muştur. Fakat yine de, özellikle 1 978-80 dönemindeki mücadeleye yeni katılan güçler, hareketlilik içindeki kaba gerici karşı-devrimci konumunu terkettiğine dair işçiler bu çevreyi yeterince tanımıyor. Devrimci hare­ de belli belirsiz bir düşünce oluşmuştur. Oysa bir süre- ketin bugünkü zayıflığı, sendika bürokrasisinin değe� dir Kürt sorunu ve PKK düşmanlığı üzerinden göste- rini bilerek bu çevreye verdiği özel destek ve nihayet rilen tutumlar, artık cepheden devrimci harekete karşı düzen legalitesi içine gönül rahatlığıyla sere serpe bir politik tutuma dönüşmüştür. Bu çevre artık daha net oturmanın sağladığı avantajlar birarada ele alındığında, bir biçimde devrimin ve Kürt özgürlük mücadelesinin bu çevre kendi gerici çizgisiyle mücadeleyi zaafa yeminli düşmanı olan kemalist düzen güçleriyle birlik- uğratmada belli bir rol oynama olanağı bulabiliyor. te saf· tutmaktadır. 1 9 Mayıs'ta dağıtılan "Şimdi Sosyalist hareket doğumundan itibaren KemaSamsun' a. Çıkma Zamanıdır!" Bildirisi ve bu Bildi- lizm'in derin bir biçimde etkisini yaşadı ve tam da bu ri 'mn imzacıları, bu çevrenin tuttuğu yeni safı tüm nedenle çok uzun yıllar kötürüm kaldı. TKP, bağımsız bir sınıf partisi olmaktan çok, kemalist akımın sol açıklığı ile ortaya koymuştur. Fakat bununla bağlantılı, ya da bunun somut pratik kanadı rolünü oynadı. '60'lardaki yeniden doğuş ve . bir ifadesi olan daha önemli bir neden var. Sermaye kitleselleşme sürecinde ise, bu kez orta burjuva aydındüzeni bugün tarihinin en büyük krizini yaşamaktadır. ların ideolojik hegemonyası sayesinde, Kemalizm'in Çok yönlü ve çok boyutlu b u krizin ortaya çıkardığı "�ağdaş yorumu"yla yoğrularak gelişti ve· düzeniçi bk; olanaklar doğru devrimci bir çizgide değer- hareket olmaktan kurtulamadı. Düzenden kopuş ancak lendirilebilirse, Türkiye devrimi büyük bir atılım '71 devrimci çıkışıyla başladı ve kopuşun derinyapabilir. Krizin kaynaklarından biri Kürt sorunudur ve leşmesiyle Kemalizmin etkisinden kurtulma süreci Kürt özgürlük mücadelesi bugün halen devrimci bir elele gitti. Bugün devrimci hareket ciddi zaaflarla mecrada sürüyor. Krizin asıl kaynağı ise Türkiye kapi- yüzyüzedir. Fakat hiç değilse, Kemalizm mikrobunun talizminin yapısal sorunlarıdır. Bu sortınlardaki her , tarihsel tahribatından kendisini nihayet kurtarmış tır. B u ağırlaşma,!işçi ve emekçilerin hoşnutsuzluğunu dahıt nedenledir ki; devrimci çizgi izlemedeki çeşitli kusurda derinleştirmekiedir. İşçi sınıfı 1 2 Eylül kayıplarını !arına karşın, Kürt halkının haklı devrimci mücabile telafi etmeden sermayenin büyük bir yeni saldı- delesine açık bir destek verınede tereddüt taşırısıyla yüzyüze kalmıştır. Yıllardır kesikli dalgalar mamaktadır. halinde gelişen fakat kendi dar istemleri dışına bir türlü Öte yandan, Cumhuriyet düzeninin çürümesi, son çıkamayan işçi hareketliliği, bu zaaftan kurt�labileceği otuz yılın devrimci toplumsal mücadelele�inin yarattığı koşullara bugün her zamankinden daha yakındır. , . birikim ve Kürt özgürlük mücadelesinin son on yılda Bu koşullarda, sermaye düzeni bir yandan emper- toplumun tüm katlarında yarattığı derin sarsıntı, bu yalizmin de tam desteğinde Kürt devrimci hareketini etkenler , birarada, ilerici kitleler üzerindeki kemalist ezmek, öte yandan ise, hain sendika bürokratlarının da etkiye de büyük darbeler indirmiştir. Bunlar devrimci yardımından en iyi şekilde yararlanarak, sınıf hare- gelişme sürecimizin çok önemli kazanımlarıdır. İşte tam da bu ortamda, İP/Aydınlık grubu, · ketini dizginlemek, onun devrimci siyasal mecraya doğru gelişmesini engellemek çabası içindedir. Cumhuriyet gazetesi yazarları, SHP 'nin sol kanadı ve İşte tam da bu ortamda, İP/Aydınlık çevresi, poli- diğer bazı düzen sokulan elele vererek, ilerici kitlelere tika ve pratikleriyle düzene gönüllü hizmette kusur yeni bir Kemalizm aşısı yapmaya çalışmaktadırlar. İP etmiyor. Bu çevre bir yandan, Kürt halkı kirli bir sava- yöneticileri Aydınlık'taki köşelefinde bir Kemalizm şın tüm acılarını yaşarken tüm çabasını PKK düşman- · rüzgarı estirmeye çalışmaktadırlar. İkinci Cumhulığı üzerinde yoğunlaştırarak düzene soldan destek- riyetçilere, özelleştirme politikasına ve dinsel gericiliğe çıkmakta tereddüt etmiyor. Öte yandan ise, sendika karşı mücadele adı altında, · sol kemalistlerin "laik ve bürokratlarına yönelttiği son derece yumuşak eleş- anti-emperyalist güçler cephesi" kurulmakta, Perinçek,

burjuvaziye hayli geniş bir yer açan '60' ların o ünlü kemalist "geniş cephe" poli­ tikasıdır. İP/Aydınlık grubunun bugünkü politikası burjuva milliyetçi bir platformun ifadesidir. Bu çevre özel­ leştirmeye karşı mücadeleyi milliyetçi bir çığırtkanlığın zemini olarak kullanma çabasındadır. Bunun işçi hareketine yansıtılması' liberal işçi politikacılı ğı biçi­ minde olmaktadır. İşçilerin bilincindeki burjuva milli­ yetçi önyargılar, onların bugün Kürt sorununda etkin bir tutum almasının, genel olarak da devrimci politika sahnesine sıçramalarının en büyük engeli duru­ mundadır. İP/Aydınlık grubu bugün tam da bu zayıflığa seslenmekte, bu gerici burjuva önyargıları okşayan bir politika izlemektedir. Bu yalnızca "Samsun'a Çıkış" kampanyalarıyla dolaylı bir biçimde değil, fakat dev !etin resmi bayrağı ve ırkçı -şoven milli marşı açıkça savunularak doğrudan da yapılmaktadır. B unda ölçü öylesine kaçınimıştır ki, İP tabanından bile tepki gelmeye başlamıştır. (Bunun 28 Mayıs tarihli Aydın­ lık'ta yayınlanan bir örneğini, sayfalanınıza ayrıca alıyoruz. Bu mektup, İP'e genel olarak olumlu bakan birine bile bu kemalist kampanyanın nasıl göründüğü konusunda dikkate değerdir.) Bütün bunlar, "İP'in ipliği" sorununun güneelleşen . önemi konusunda bir fikir vermektedir. B u mücadele komünistler için, vazgeçilmezdir ,ve sınıfı devrim­ cileştirme mücadelesinin bir parçasıdır.

I

"Şimdi Samsun 'a Çıkma Zamanıdır"!

9 Nisari Zonguldak mitinginden birgün önce Aydınlık gazetesinde bir mitinge çağrı i lanı. "Şimdi 'Samsun' a Çıkma' Zamanıdır!" başlığı taşıyor. Hükü­

.

.

met politikalarına ilişkin teşhir ifadelerinin ardından şunları okuyoruz.: .,

"Türkiye' yi yönetenler, Mustafa Kemal A tatürk' ün deyişiyle, 'gaflet, delalet ve hıyanet' içindedirler. Ülkemiz yeniden 1 919' [ara gidiyor. Ama unutmayalım, 1919'dan sonra devrim gelir. Bu kez işçi sınıfı önder­ liğinde. ... Şimdi Samsun' a çıkma zamanıdır! ... Emperyalizme ve serbest piyasa diktasına karşı Kurtu­ luş Savaşımız'ın ilk adımını Zonguldak' ta atıyoruz." İlanın altında bir imza: " Doğu Perinçek, İP Genel Başkanı. "

·

B undan 2 5 yıl kadar önce, 1 5 günlük bir gazete; Logo 'da ismin hemen altında şu ifade: "Milli_Demokratik . Devrim Mücadelesinde Omuz Omuza." Yine Logo'da, sol üst köşede ayyıldızlı Türk bayrağı ve bir Atatürk resmi. Bu gazetenin 7. sayısımn o günkü tartışmalarla çok ünlenen başyazısında, şunlar söyle­ niyor: "Bizim partimiz MİLLİ KURTULUŞ Cephesidir.

Bizim partimizin komutanı Mustafa Kemal' dir. Bizim partimizin üyeleri Amerikan sömürücüleriyle ortaklık etmeyen bütün bir MİLLET' tir. Bizim partimizin düşmanları , Amerikan sömürücüleri, Amerikan ortağı işadamları ve toprak ağalandır. " Bu gazete bugünkü İP/Aydınlık grubunun ilk yayını olan İşçi-Köylü 'dür ve

·

·

başyazarı bugünkü İP Genel Başkanı Doğu Perinçek'tir. Deİiıek ki 25 yıllık bir gelenektir bu ve bugün de sürüyor. B unlar sicilli kemalistlerdir. Bunlar için her zaman sözkonusu olan "Sartısun'a çıkış"tır, "İkinci Milli Kurtuluş Savaşı"dır. " Başkomutan"ı her zaman için Mustafa Kemal' dir, ilham kaynakları . onun "Gençliğe Hitabesi"dir. Ne var ki sorun gerçekten bir geleneğin kendini tekrarlamasından ibaret olsaydı, yine de önemsiz ve bi( parça masum kalabilirdi. Oysa bu

. .


ı ..;

n a z ı ra n- ı

ı e m m u z '1' 4

konumu, aradan geçen 25 yıl içinde toplumun yaşadığı değişim ve toplumsal-siyasal mücadelenin bugünkü durumu ve ilişkileti

.ı.� ı. LJ ı. ı.

.._, u y r u A

psikolojik propagandasından ne farkı var? Ezen- Ezilen Ulus Ayrımın in Bulunduğu Bir Devlette, . Emekçı Halklar Arasında Kardeşlıgı Saglamanın Onkoşulu, Kürt sorununda şoven gericilik içinde �le al� ığı� ızda, te m�lden f�:�� ı bir . İP(Ay�ınlık çevr� si . y �ni ?�neme, � Kendi Kaderini Tayin Hakkını Kayıtsız Şartsız Savunmaktır. geçmıştekı karşı-devrımcı ·� gerçeklıkle yuzyuze kaldıgım,ızı goruruz. kımlıgını unut. . '60'lı yıllar Türkiye 'nin yakın geçmiturmak gayreti içinde, Kürt sorununu IP Şovenleri Bu Yaklaşımdan Tümüyle Uzaktırlar. sahiplenrniş görürıerek girdi. Zaman bura. şindeki büyük toplumsal uyanışın başlangıç Onlar, Tamamen B ır Boş Laf Olan Ikı Halk Kardeşlıge daki samimiyetsizliği, ikiyüzlülüğü, dahayıllarıydı. Bu uyanış, sosyalizm iddiası taşıyan sol harekete büyük bir kuvvet sı Misak-ı Milli'yi koruma uğruna gösteMecburdur" Demogojisiyle' Gerçekte' rilen sirısiliği açığa çıkarmada gecikmedi. kazandırmış, onu toplum yaşamının temel .. .. .. .. Kurt Halkına Bugunku Statukoyu Dayatıyorlan Bugün bu parti 70 yıldır inkar edilen, yok bir siyasal öğesi haline getirmiştir. Ne var .

.

.

. V .

V

••

ki, bu başlangıç dönemi sosyalizmi, düzen sınırlarını ve düzen kurumlarını aşamayan bir tür yanı saymak mümkün. Fakat bu vesileyle yaptığı bir burjuva sosyalizmidir. Devrimci iktidar persaçıklama Va{ ki gerçekten dikkate değer. Dediği şu; pektifinden yoksundur ve dolayısıyla reformisttir. Bu sermaye medyası yanıltıcı ve �slında seçmeni yönlenyıllarda sosyalizm iddiasındaki sol, bir bütün olarak dinneyi amaçlayan "kamuoyı.i1 araştırmaları"nı öteki "sol kemalist"tir. "İkinci Milli Kurt!Jluş Savaşı" genel burjuva partileri için yayınlarken, biz.1 neden aynı şeyi kabul gören . bir programdır. Farklılık, gerçek- kendi lehimize yapmayalım? Ve ciddi ciddi ekliyor: "Bu bir sınif savaşıdır ve basın alanında da yürüyor." leştirilmesinin yol ve yöntemleri sahasında kendini (a.g.d., s.4 1 ) Deme)< ki yalana ve yanıltınaya dayalı göstermektedir. Toplumsal uyanış ait sınıfiara daya!ıdır, ne var ki ideolojik cepheyi orta sınıf aydınları propagandaya ilke ve yöntem olarak itiraz yok. tutmaktadır. Onların ideolojik-siyasal ufkunu ortaçağ Bunları geçiyoruz ve seçim yenilgisine getirilen asıl kalıntılarına karşıtlık ile emperyalizme bağımlı bir izaha geliyoruz. Parti Meclisi B ildirisi 'nde şunlar söyleniyor: "İşçi Partisi bu seçimlerde bir başarı elde kapitalist gelişmeye duyulan tepki şekillendirmektedir. Bunun şekillendirdiği bi:r sosyalizm anlayışi ise burjuedememiştir. Milliyeıçi kutuptaşma ve toplumun sağa va bir çerçeveyi aşmamaktadır. Sosyalizm, işçi sını- kayışı nesnel bir olgudur ve Partimizin elde ettiği fının ve emeğin kurtuluş yolu olarak değil, bir çağdaşsonucun 11as açıklamasıdır" (a.g.d., s.4). Seçimlerin hemen ardından ve seçim sonuçlarından hareketle laşma ve kalkınma modeli olarak ele alınmaktadır. Fakat tüm bu olgulara rağmen yine .de gözden kaç H."/'" toplumun sağa 1kaydığı" , bütün düzen cephesinin rılmaması gereken bir gerçek var. İdeolojik içeriği ile "ortak iddiası ve propagandasıydı. Komünistler seçim burjuva sosyalizmini aşamayan bu harekç:t, politik ." değerlendirmelerinde �u propagandayı da yanıtladılar. planda o günün, ' 60 'lı yılların biricik ilerici akımıdır.· (Bkz. Yerel Seçimler Uzerine, Ekim, Sayı: 94, 1 Nisan '94, başyazı). Burada bunu yinelemeyeceğiz. Asıl Toplumun ilerici gelişmesine büyük bir ivme kazandırmış, ona önemli bir katkı olmuştur. Oysa aynı iÇeolojik içerik bugünün politik sahnesinde, bugünün politik mücadele ilişkileri içinde gerici bir akım olmanın,

düzen gericiliğinin bir parçası, onun sol hareket içindeki uzantısı olmanın bir ifadesidir. Bugünkü İP/ Aydınlık grubunun konumu da budur.

"Samsun'a Çıkış" şovu ve seçim hezimetine açıklama: "Toplum sağa kaymıştır. "

İP Parti Meclisi 27 Mart seçimlerinden sonraki . toplantısını 9 Nisan mitingine denk getirerek Zongul­ dak'ta yaptı. Kuşkusuz bu burjuva politika tarzına uygun bir şovdu. Amaç işçilerin partisine yakışan da budur mesaj ı vermekti. Nitekim toplantıya törensel bit hava verilmiş ve seremoni Parti Meclisi 'nin kısacık bildirisinde ciddi ciddi anlatılmış: "Parti, kongre

sürecini sınıf mücadelesinin ön saflarında yer alarak ilerleıecektir. Parti Meclis,i' nin son çalışması bu konu­ daki tutumumuza bir örnektir. 9 Nisan saat 9.30' da Parti Meclisi olarak toplandık, saat 14.00' de Zongul­ dak mitingine katı/dık, saat 1 7.00' de Parti M eelisi toplantımzza kaldığımız yerden devam ettik. " (Teori,

sayı: 53 , Mayıs '94, s.4) Kuşkusuz bu seremoni, İP'in "sınıf mücadelesinin ön saflarında yer almak" tan ne anladığını da yeterli açıklıkta ortaya koymaktadır. Yine de buna ek bir açıklık kazandıracak bir ayrıntıyı daha ekleyelim. Hürriyet gazetesinin İP'liler Şemsi Denizer'i yuhladı haberi tekzip edilirken, bir tek İP'linin bile bunu

yapmadığı belirtildikten sonra, "ön saflar"da nasıl yer alındığı üzerine şu açıklayıcı bilgiler veriliyor:

"Sözkonusu mitinge partimiz, Zonguldak Demokrasi Platformu' nun çağrısıyla katılmıştır. Partimiz pankar­ tını açarak yürüyüşe katılmış ve mitingle yerini almış­ tır. Partimiz Demokrasi Platformu' nun aldığı bütün kararlara disiplinli bir biçimde uymuştur" (Aydınlık, l l Nisan ' 94). Hiçbir şey sendika bürokratlarıyla tam

uyurnun bu itirafı kadar bu liberal işçi politikac.larının konumun daha açık ortaya koyamaz. Serernoniden asıl soruna geliyoruz. İP Parti Mecli­ si 'nin 9 - 1 0 Nisan toplantısının sonuç bildirisi ile toplantıdaki tartışmalardan bazı bölümler, Teori dergi­ sinin Mayıs sayısında yayınlandı. B urada 27 Mart seçimleri üzerinden yapılan bazı değerlendirmeler üzerinde kısaca durmak istiyoruz. Tartışılan · konunun İP'in seçim hezimeti olduğu anlaşılıyor. 27 Mart seçirrllerine devrimci boykot cephesine karşı gerici bir kampanya yürüterek katılan bu parti sürekli olarak "oy patlaması" temasını işledi.

Oysa ' 9 1 genel seçimlerinde aldığı oy oranının yarısına ancak ulaşabildi. Bu bir hezimetti. Fakat yaratılan hayallerin, şişirilen balonların hezimeti. . . Yoksa bu parti gerçek gücüne göre fazla oy alnuş bile sayılabilir. Partinin başı, yaratılan "oy patlaması" havasını ilkin parti örgütlerinin yanıltıcı enformasyonuyla, ikinci olarak, Mersin'deki yerel radyoların yanıltıcı kamuoyu yoklamalarıyla açıklıyor. Bu kadarını işin eğlendicici

işaret etmek istediğimiz, seçim öncesinde burjuva partilerine özgü yöntemlerle yarattığı sahte "başarı" havası gerçekiere çarpıp tuz buz olunca İP'in de bu aynı propagandadan medet ummasıdır. Ama kuşku duyu!masın, bu parti binde bilmem kaç yerine yüzde birlik bir oy oranı tutturmuş olsaydı, yapacağı değerlendirme tümüyle farklı olurdu. Burada sözkonusu olan derin bir subjektivizm mi, yoksa açık bir başarısızlığı örtme hokkabazlığı mı? Bizce ikisi birarada.

İşin hakkabazlık yönüne bir başka örnek vermek istiyoruz. Teori dergisinin sunuş yazısında şunlar söyleniyor: "Parti Meclisi'nin saptadığı en önemlı

gerçek şuydu: 28 Mart' ta değil, 5 Nisan sonrasındayız. 28 Mart' ta' sağa kaymış bir Türkiye manzarası vardı. 5 Nisan' dan sonra ise Amerikan emperyalizminin ve işbirlikçilerinin 'Saldırı Paketi' rte karşı ayağa kalkmış bir emekçi Türkiye' si vardır. " (a.g.d., s.2)

Bu baylar, toplumsal diyalektiği safsatayla, toplumun siyasal yaşanunı ise çocuk sahneağıyla karıştırıyorlar. Asıl gericilik kendini boykot taktiğine ve Kürdistan'daki sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerde gösteriyor. İşte Perinçek'in söyledikleri: "Bu seçimin

mağluplarından biri sosyal-demokrasi, . bir diğeri de PKK' dır. " (s.42) Bir başkası aynı konuda şunları söylüyor: "Boykot taktiğini izleyenler başarısız oldu. Nedetı başarısız oldu ? Öncelikle boykot taktiğinin kendisinde bir yanlışlık vardı. Zorla, ölüm tehdidiyle boykot olmaz." (s.47) Bu sözleriri sahibi hızını alanuyor: "Türk halkından kopmak, milliyetçi kutup/aşma, Türklerin ve Kürtlerin birbirine düşman olması Kürt milliyetçiliğinin mesajıydı. " PKK'nın mesajıydı demek istiyor. Aynı zat rejimin Kürtleri kazandığını ya da kontrol altına aldığını, "Doğu' da" kitle hareketinin ölmüş bulunduğunu, mücadelenin PKK'nın dağdaki "askeri kuvveti"nden ibaret kaldığını da · söylüyor (s.47-48). Bütün bunların özel savaş sözcülerinin kullandığı ağızdan, medya aracılığıyla yürütülen özel savaşın '

Perinçek Bu Düzenin Bir Parçası, Onun Kemalist Sol Kanad ı d ı r.

. V

" ·

.

·

sayılan, her türlü ulusal zulme reva görulen bir mazlum halka sırtını dönmüş, tüm gücüyle Misak-ı Milli için savaşıyor. Bunu yaparken de en utan"'ç verici yol ve yöntemleri denemekten geri durmuyor. Tıpkı tüm özel savaş cephesinin yaptığı gibi, sözde Kürt halkıyla PKK'yı birbirinden ayırma, ilkine sahip. çıkarken ikincisiyle mücadele etme tutumu göstermesini bir yana bırakalım. Asıl iğrendirici olan, "milliyetçi kutuplaşma" söylemiyle, ezilen bir ulusun özgürlük mücadelesinin kaçınılmaz olarak taşıdığı milliyetçi yön ile ezen ulusun şoven milliyetçiliğini aynı kefeye koymasıdır. Tam da bu yolla, "milli­ yetçiliğe karşı mücadele" adı altında Kürt halkının kurtuluş mücadelesine cephe alması ve buna da "kardeşlik" politikası demesidir. Her sıradan marksist bilir ki ezen-ezilen ulus ayrı­ ınının bulunduğu bir devlette, emekçi halklar arasında kardeşliği sağlamanın önkoşulu, ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız savuıımaktır. Gündelik propaganda ve bilinçlendirme çabasında, bu savunuyu önplanda tutmaktır. Bu, marksist ulusal programın tamamı değil, fakat en önemli, en canalıcı ·

yönüdür. Bunu unutan, yeterince önernsemeyen biri, kendine ne ad takarsa taksın, gerçekte tastarnam bir sosyal-şovendir, kendi burjuvazisinin uşağıdır. B u koşul yerine getirilmedi mi, bu konuda en büyük içtenlikle tam bir çaba gösterilmedi mi, ulusal soruna ilişkin marksist programın öteki yönlerini (orneğin ezen-ezilen ulus ayrımını gözetmeksizin tüm ulus­ lardan proleterlerin sınıf birliği) gerçekleştirme1<: olanağı da peşinen kaybedilir. Fakat İP/Aydınlık şovenleri bu basit gerçeği ramamen unutmuşlardır. Onlar tümüyle demagojik bir boş

laf olan "iki halk kardeşliğe" mecburdur teraneleriyle ve Kürt halkına birliği, gerçekte inceltilmiş biçimiyle bugünkü statükoyu dayatıyorlar. Perinçek, Parti Meclisi 'nde şunlah söylüyor: "Kürt halkının emper­

yalizme direnme imkanı Türkiye halkına yapışmasıyla mümkündür. Tıpkı 1919' larda olduğu gibi." (s.42) Evet, "Tıpkı '1919' larda oldugu gibi;' ! Bu tarihsel

perspektifle Kürt halkının karşısına çıkmaya ancak gözleri Kemalizm ve şovenizrole kararmış olanlar cesaret edebilirler. Bu, Kürt halkının bugünkü uyanı­ şma ve tarih bilincine yapılabilecek en büyük baka­ rettir. 1 9 1 9' u izleyen tarihsel olaylar Kiiı1 halkına 70

yıllık bir inkar ve zulüm dönemi yaşattı. Ama Kema­ lizm ateşi yükselmiş Perinçek, anti-emperylizm lafa­ zanlığı arkasına sığınarak, Kürt halkının karşısına böyle bir arsızlıkla çıkabiliyor. Fakat bu kadar da değil. Aynı paragrafın girişinde ise şunlar var: "PKK esas

olarak Batı'ya yönelmiştir ve Barzani' nin modelini izlemektedir. Barzani' nin modeli ise, yenilerek devlet kurmaktır.· Mustafa Kemal' inki gibi emperyalizmi yenerek değil, yenitip dünyanın daha fazlq_ ilgisini çekip devlet kurmak. B unu net olarak görelim. "

Bu sözlere getirilecek her yorum y a da açıklama bir fazlalıktır. Şu kadarı söylenebilir; Perinçek, Mustafa Kemal 'in şahsında kendi sınıfını, PKK 'nin şahsında devrimci Kürt köylülüğünü görüyor. İlkine hayranlık duyarken, ikicisine mülk sahibi sınıfların o küçüm­ seyici kibirliliği ile yaklaşıyor ve karalıyor. Misak-ı Milli Perinçek'in ruhudur, bilincidir, tüm ''dünyasıdır. Kürt devrimci hareketinin bu zora dayalı dünyayı parça parça ettiğini gördükçe, ona ancak gizlenemeyen b:.r kin ve düşmanlıkla bakması kaçı­ nılmaz oluyor. Aynı ruh halini Cumhuriyet gazetesinin kemalist yazarlarında da izlemek mümkün. ' Lenin 'in Kautsky 'i hedefleyen şu sözlerini, İP/ Aydınlık grubunun düzen içindeki konumu ve Kürt sorunu karşısındaki tutumu ile karşılaştırınız: "Ne var ki iş uygulamaya gelince Kautsky, ulusal

-

programı gunun sosyal-şovenizmine uyarlamış, çarpılmış ve kızağa çekmiştir; ezen uluslar sosya­ listlerine düşen görevlerin ne olduğuna ilişkin kesin bir tanımlama yapmamaktadır; her ulus için 'devlet bağımsızlığı ' isteminin '_çok fazla' şey istemek olaca­ ğını söylerken de demokratik ilkenin kendisini açıkça bozmaktadır. Eğer hoşunuza giderse, 'ulusal özerklik' yeter de artar bile! Kautsky, temel sorundan, emper-


n. ı z ı ı

L V

yalist burjuvazinin tartışılmasına izin vermeyeceği temel sorundan yani, ulusların ezilmesi üzerine temel­ lendiritmiş devlet sınırları sorunundan kaçınıyor; . burjuvaziyi hoşnut edebilmek için en temel olan şeyi programından atıyor. Proletarya yasallığın çerçevesi içinde kaldığı ve de vle(sınırları sorununda burjuvaziye 'sessizce' başeğdi,qi sürece , burjuvazi her türlü 'ulusal eşitlik' ve dilerseniz 'ulusal özerklik' sözü . vermeye hazırdır. Kautsky sosyal-demokrasinin ulusal prog­ rarnını devrimci bir biçimde değil, reformcu bir anla­ yışla düzenlemiştir. " (Ulusal Sorun ve Ulusul Kurtuluş ­ Savaşları, Sol Yayınları-, s.23 5 , siyahlar Lenin'e ait.) si"

Bayrak, milli marş ve canlanan "Atatürk sevgi­

Ne var ki şoven kemalist hi�terinin doruğu "stratejik sorunlar" arabaşlığı altında verilen söylevde yaşanıyor. Burada önce bir "devrim stratejisi" çiziliyor: "Birinci

Cumhuriyetin emekçi halk için olan kazanımlarını koruyarak bir Emekçi Cumhuriyetine gidebiliriz. Bugün bizim devrim stratejimiz budur. " Tam da Perin­

çekler'e yakışır bu "devrim" stratejisini bir de stratejik tespit izliyor. "Sol, kemalisı devrimi anlamadığı için iflas etti. " Kuşku yok ki, Perinçek bu stratejik tespitiyle solun "iflas" nedenine değil, fakat kendi asli "yaşam" damarına işaret etmiş oluyor. Bu aynı zamanda Kema­ lizm'in bittiği . yerde kendisinin de. biteceğine işaret etmek demek oluyor ve Kemalizm mücahitliği için gösterilen bunca enerjinin de kaynağını açıklıyor. · Ve final: "Sinif mücadelesinde ilerleyeceksek hayat

bizi burjuva devrim,inin önderi olarak Mustafa Kemal' e daha çok değer vermeye zorlayacaktır . . . . Türkiye' in bayrağı konusunda da düşüncelerim aynıdır. Bu bayrak bağımsızlık savaşında ortaya çıkmıştır. . . . B ir' ulusun anti-emperyalist mücadelesinden gelen değer­ leri vardır Bu tarihsel değerlere sarılmadan Türki­ ye' de hiçbir devrim ilerleyemeyecektir ve halk bize bunu dayatacaktır. Bu dayatma sağdan değil, soldan olacaktır. Türkiye herşeyiyle 1 9 1 9 ' lara doğru gitmek­ tedir. Bugün A tatürk sevgisinin birdenbire canlanması yapay değfldir. " (s.43) •

...

n ay raK

1 5 Ha z ı r a n - I l e m m u z 94

İP de Bu Düzenin Bir Parçası, Onun Kemalist Sol Kanadıdır. Programı;"Özelleştirrİle"ye Karşı Kemalist Devletçilik; "Türkiye Ekonomisini n Çökertilmesi ve S ömürgeleştirilmesi"ne Karşı Bugünkü Statükonun Korunması ve "Kamulaştırma"larla Güçlendirilmesi vb. dir.

kuvvetlerin egemen oldukları bir siyasal parti tara­ fından basıldı. Bu sefer bayraklar, kızıl değil yeşildi. . . " "Şimdi üçüncü bir olay yaşıyoruz. Bugün gene 1 Mayıs. Fakat öyle duyuruldu ki işçi, artık ne kızıl, ne yeşil bayrak altındadır. Taşıdıği ayyıldızlı bayraktır. Ayıp: Ona Taksim Meydanz ' nz vermediler. "

programın siyasi cephesi ise "milli bağımsızlığın" savunulması ve "yüzyıllık demokra si mücadelesi' :nin sürdürülmesidir. Bu sonuncusunun muhtevası ve sınırları konusunda, Kürt sorunu karşısında ahmin tavırdan giderek bir sonuca ulaşmak mümkün. Şoven-ırkçı milli marş ile Kürt halkı üzerindeki sömürgeci zulmün simgesi resmi bayrak konusundaki ateşli savunmalar, Perinçek'In �sarladığı siyasal düzen konusunda bir fikir verebilir. B oş lafların bir kıymeti yoktur, gırçek tavır yaşamın tartışma ve çatışma gündemine soktuğu bu gerçek sorunlar üzerinden ortaya çıkar. Perinçekler ise bu konuda hiçbir tereddüt göstermiyorlar. Perinçek'in milliyetçi burjuva bezeyanları üzerinde gereğinden fazla, durmak bir bakıma emek israfıdır. Fakat bu "Türkiye bayrağı" konusu üzerinde biraz daha durmak gerekiyor. İlkin bugünkü güncel öneminden dolayı. Ve ikinci olarak, Perinçekler ' in "devrim" anlayı ş ı konusunda son derece açıklayıcı olduğu için. Türk bayrağı bugün sermaye düzeninin en g�ri ci amaçlarla kullandığı bir silah durumundadır. Yıllar önce Kürt özgürlük mücadelesi serhildanlar aşamasına geçince, Kürdistan 'daki özel savaş kuvvetleri, askeri araçları Türk bayraklarıyla donatarak bunun karşısına çıktılar. Bununla işgal kuvvetleri gibi davranıyorlar ve sömürgeci köleliği dayatmış oluyorlar, bu mesajı veriyorlardı. Bundan önce ve bundan sonra, sermaye düzenini gerici -şoven histeriler her tuttuğunda "Bayrak As ! " kampanyaları açılır, sermaye basını, okurlarına Bugün Hürriyet gazetesinin dağıtırdı. bayrak logo' sunun sol üst köşesinde bir Türk bayrağı, altında Atatürk resmi ve onun altında "Türkiye Türklerindir" ifadesi vardır. (Perinçekler'in 25 yıl önceki gazetesinin tek �arkı, Atatürk' ün kalpaklı oluşu ve "Türkiye Türklerindir" ifadesinin bulunmamasıdır.) Bugün çok daha çarpıcı bir başka tutumla yüzyüzeyiz. Sermaye düzeninin ·sadık uşakları olan sendika bürokratları, dizginleyemedikleri işçi kitleleriyle meydanlara çıkma zorunluluğu duyuyorlar. -Fakat bu meydanlarda sınıfı, tam da bu bayrak (ve milli marş) sayesinde, kurulu düzene en sıkı bjçimde perçİnlerneye çalışıyorlar. Bu bilinçli, hain ve Kürt sorunuyla birlikte düşünüldüğü zam� iğrenç bir politikadır. 9 Nisan'da Zonguldak'ta, 24 Nisan'da Arikara 'da bunu yaptılar. 1 Mayıs'ta İstanbul 'da bunu yapmaya çalıştılar. İşte Perinçekler bu politikanın gönüllü destekçileri ve hararetli savunucuları durumundadırlar. Burjuva düzenin bu alanda sendika bürokratları aracılığıyla ne kadar bilinçli bir politika izlediğine bir örnek verelim. Düzenin en deneyimli yazarlarından Metin Toker 1 Mayıs günü Milliyet'te şunları yazıyor:

!em ek biie Perinçeklerin "devrim" ve "kitl(1lerin devrimcileşmesi" konularındaki reforriıist burjuva düşünüş tarzlarını açığa çıkarmaya yeter. Önce kaba demagojik öğelere bir düzeltme. Halk bunu bize gele­ cekte değil, fakat bugün dayatabilir; so1dan değil, kuşkusuz sağdan. Zira "halk"ın bugij.nkü bilinci egemen sınıfın, kurulu düzenin bilincidir. Bu basit gerçek bir açıklama gerektirmez. Alman ideo­ lojisi 'nden beri bunu her marksist, bu arada marksist geçinen Perinçek de bilir. Ve aynı Alman ideo­ lojisi 'nden beri aşağıdaki basit gerçek de bilinir:

Sondan haşlayalım. "Birdenbire canlanan Atatürk sevgisi" ! Bundan kastedilen Hasan Mezarc ı ' ya karşı yürütülen kampanyanın sözde meyvesi. Kampanyayı bilindiği gibi şeriatçı kesimler dışında hemen tüm düzen cephesi elbirliği iie yürüttü. Medya konuyu haftalar boyu işledi. Hükümet Taksim' de miting yaptı, ordu rozet kampanyası açtı, CHP 'li hanımlar sokak­ larda imza topladılar, rotary kulüpleri ve sosyete gülleri toplantılar düzenlediler ve bu arada, çoğu emekli devlet memurları ile bazı ev hanımları Anıtkabir'i ziyaret ettiler. Rejim bunu şeriatçılığı dengeteyecek bir Atatürkçülük için bulunmaz fırsat saydı, kampanya en harare�li biçimde büyük kentlerde yürütü�dü. Sonuç ise gerçek bir fiyasko oldu. Taksim mitingi bir yana, RP 'nin büyük kentlerde ve emekçi semtlerinde yaptığı oy patlaması bile bunu göstermeye yeter. Fakat bir an için kampanyanın başarıl ı geçtiğini de varsayalım, bu tümüyle düzenin başarısı olacaktı. Perinçek buna sevinebiliyor! Perinçek bunu l 9 1 9 'lara gidiş, Samsun'a çıkış sayabiliyor. Şaşırtıcı değil . Zira Perinçek de bu düzenin bir parçası, onun kemalist sol kanadıdır. Programı; "globalleşme"ye karşı "iç piyasa" ' ya da "Kemalist Devrimle kurulan iç pazarın" savu­ "Taksim Meydanı bir defa, 1 980 öncesinde Marknulması; "özel\eştirme"ye karşı kemalist devletçilik; "Türkiye ekonomisinin çökertilmesi ve somur­ sisıler tarafından işgal edildi. Kızıl Bayraklar açıldı ve geleştirilmesi"ne karşı bugünkü statükonun korunması Marxlar' ın, Engelsler' in, hatta Stalin ' in portreleri ve "kamulaştırma"larla güçlendirilmesi vb�dir. Bu taşındı . . . " "Taksim Meydanı ikinci defa, öteki şer

Meseleyi daha açık nasıl koyabii irierdi ki? İşçi yeter ki ayyıldızlı bayrağı taşıs ın, ona 1 Mayıs 'ta Taksim Meydanı'nı vermeye bile hazırlar. Bu gerçek, Perin­ çekler'in düzen hesabına işçi hareketi içindeki misyonlarını da açıklığa kavuşturuyor. Şimdi geliyoruz sorunun öteki yüzüne. Deniliyor ki,

"Halk bize bunu dayatacaktır. Bu dayatma sağdan değil, soldan olacaktır." Bu demagojiyi birazcık irde­

"Yığın içinde bu komü�ist bilincin yaratılması için ve gene bu işin kendisinin de iyi bir sonuca gölü­ rülebilmesi içi:n insanların yığınsal bir değişikliğe uğraması zorunlu olarak kendini ortaya koyar, öyle bir biçim değişikliği ise ancak pratikteki bir hareketle, devrimle yapılabilir; bu devrim, demek ki, sadece egemen sınıfı devirm'enin tek yolu olduğu için zorunlu kılınmamıştır, ötekini deviren sınıfa, eski sistemin kendisine bulaştırdığı pislikleri süpürrnek ve toplumu yeni temeller üzerinde kurmaya elverişli bi:r hale gelmek olanağını ancak bir devrim vereceği için de zorunlu olmuştur. " (Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, C.I,

s.47, Sol Yayınları) Bu klasik düşünce büyük Fransız burjuva devri­ minden yapılmış teorik bir soyutlamadır. O Fransız devrimi ki, "halk" gerçekten devrimcilere bir şeyler "dayatmıştır." Fakat bu, kurulu düzenden devralınan ve o güne kadar "halk"ın bilincinde ağır bir tortu oluşturan değerlerin en ileri noktada reddi biçiminde olmuştur. Kiliseleri yakan ve kitlesel bir dirı düşmanlığı geliştiren "halk"ı Robespierre ' ler dizgirılemek zorunda kalmış­ ! ardı. Bütün öteki devrimler bu olguyu bir kural olarak doğrulamışlardır. Devrim büyük insan kitlelerinin bilincinde, düşünüş tarzında, onyıllar ve yüzyıllar sürmüş değer yargılarında, kökleşmiş önyargılarında, muazzam bir altüst oluş değilse nedir? Perinçekler gerçekten hiç devrim düşünmüşler midir? 1 848 Devrimi esnasında ve Fransa'da yaşanan olay konumuz bakımından ayrıca açıklayıcı dır. Tartışma ve çatışma tam da "bayrak" üzerinedir. Okuyoruz:

"Cumhuriyetin bayrağının ne olması sorunu üzerinde ateşli bir savaşırndır başladı. İşçiler kızıl bayrağın cumhuriyetin bayrağı olarak ilan edilmesini istiyorlardı. Burjuvalar üç renkli bayrağı istiyorlardı. Savaşım, Şubat günleri için tipik bir uzlaşmayla sonuçlandı. Cumhuriyetin bayrağı , kırmızı bir rozeti olan üç renkli bayrak olarak ilan edildi . " (a.g.e.,

s.66) , Şubat'taki uzlaşmanın birkaç ay sonra, Haziran'da, işçilerin kızıl bayrak altında ve tarihin gördüğü ilk proleter devrim girişimiyle son bulduğunu, "üç renkli" ,bayrağın ancak işçi katliamıyla egemen kılındığını biliyoruz. PerinÇek "Türk Bayrağı"nın kemalist burju­ .-------, '· va devrimden miras olduğunu söylüyor. Fransız burju­ valarının "üç renkli" bayrağı, tarihin gördüğü en büyük İP'Ii Gani Turan ' dan İP 'Ii Hasan Yalçm 'a: İstiklal Marşı birleşti rici bir değer midir? ve en radikal burjuva devrimden mirastı. (Bu devrimin Sayın Hasan Yalçın, büyüklüğünü güdük kemalist hareketle kıyaslamaya 14 mayıs tarihli Aydm!Jk'taki yazın ız sın ıfsal içerikten.-yoksun, tam bir Kemalizm ruhuyla yazılmış o lduğu hemen göze kalkmak, Robespierre' i Atatürk'le kıyaslamaya kalk­ çarpıyor. Buna değinmeyi önemli görüyoru m çünkü ; Işçi Partisi'nin Türkiye cephesinde devrimci bir dalgayı kucak­ mak türünden bir abes iştir.) Bu bayrak jakobenlerin, layabileceğine ve ( ... ) Bu dalganı n zayıflamasına neden olabilecek her türlü anlayışı eleştirmenin, devrimci bir görev Robespierreler'in bayrağıydı. İşçiler işte bu bayrağın olduğuna inanıyorum. i stiklal Marşı gibi şoven-milliyetçi bir değere sarılmak ve onu yüceltmek gibi bir derdimiz olamaz. kf1Işısına kendi kızıl bayraklarıyla çıkıyorlardı. Perin­ ( ... ) Burada sözkonusu olan kitle hareketlerinde, kendi kabuğunu kı ramamı ş olanları n kitleden kopuk davranışları ise, çekler diyebilirler ki, bu işçilerin "devrimci" döne­ başka örnekler çoktur. ( ... ) lstiklal Marşı örneğine sarı lmak, açıkçası ; geri bilinçli kitlenin gönlünü okşamak, kitle miydi. Elbette ! Fakat "iŞçi sınıfı ya devrimcidir, ya da i kuyrukçuluğu yapmaktır. stanbul'daki 1 Mayıs mitinginde ( ... ) sınıftan kopukluğu n örnekleri de yaşandı . Sınıfın günde­ hiçbir şey"l B unu unutanlar devrimci değildir. Sorun i minde 1 Mayı s, özelleştirme ve K Tle ri n kapatılması na karşt mücadele ağı rlıktayken, bazı örgütler hala kendilerini tatmin da zaten budur. Perinçekler devrimci değil, kaba ve tekrardan kurtaramamanı n acizliği içindeydiler. Fakat bizim tartıştığımız istiklal Marşı. Her satı rı kendini üstün gören burjuva reformistleridir. Onlar için "halk" bugünkü şoven bir anlayışla yazılmış bir marşa sarılarak, Türkiye'de yaşayan çeşitli halklardan emekçileri birleştiremezsiniz. "bilinci" ve değerleriyle vardır ve her zaman öyle var Yazınızda toplumu n çeşitli kesimlerini birleştiren değerlerden bahsediyorsunuz. lstiklal Marşı ve bayrak gibi Türk olacaktır. Reformİst bir kafa daha ötesine aklı erdi­ ulusunu simgeleyen, Türk devfetinin sembolü olan değerlerin , Kürt halkı üzerind·e baskı ve tahakküm anlamı taşıdığı n ı remez demeyeceğiz, ötesine geçmek istemez ... ise, hiç göz ö n ü n e almıyorsunuz. ( . . . ) Aynı konuda son bir ayrıntı. Bugünün Türkiye'sinin Öncü partinin görevi, ( ... ) emekçi alternatifi yaratmak olmalıdır. Bu alternatif oluşturulurken, ( ... ) emekçi kitleler üzerin­ en "sol" kitlesi PKK destekçisi Kürt köylüleri ve şehir de(ki ... ) her türlü şoven etkilerin kırı lması için de mücadele edilmelidir. Bir u lusun çeşitli katmanların ı birleştirici bir rol emekçileridir. Ve onlar "bize" daha bugünden ve oynayan bazı değerler, diğer bir ulusun bütününe itici gelebilir. Bunu unutmamak gerekir. Türk devletinin bayrağı , Kürt kuşkusuz "soldan" başka şeyler "dayatmakta"dırlar. Ki halkı nın üzerinde zuln:ıün sembolü halini almışken, bu gerçeğe sırt dönerek, bayrağı n birleştiriciliğinden nasıl söz edilir. ( . . . ) Perinçekler'in maskesini indiren, gerici kimliklerini Gani Turan 1 Zonguldak açığa çıkaran tam da bu "dayatma" değil midir?

·


1 !) H a z i r a n - 1 t e m m u z Y 4

Ruanda : Emperyal i s t B u rjuvazi B üyük B i r İkiyüzlülükle B u K atliamları Afrika H alklarının İlkelliğine, Geri Kalmışlığına, B ağlayarak Kendi S o rumluluğunu G iz lerneye , Çalışıyo r . E mperyali s t B as m a G ö re K atliamlar, Hutularla Tut s i le r Arasında İnc i r Çek i r değin i D oldurmayacak Nedenlerden P atlak Veren İlkel Kabile Çatışmalar ı d ı r . Oys a K itle s e l K atHarnl ara ve Yüzbinlerce İnsanın Mülteci K onumuna D üşme s ine Yolaçan B u B oğaz laşmaların Geri s inde E mperyalizmin B arbarlığı ve Vahşeti Durmaktad ı r

B

ir

Orta

Afrika

ülkesi

olan

Ruanda, Nisan ayından bu yana bir kan gölü haline geldi. Hükümet güçleri ile Ruanda Yurtsever Cephesi (FPR) gerillaları arasında devam eden çatışmalar korkunç boyutlarda katliamlara yolaçtı. Yüzbin­ 'lerce insan vahşice katledildi. Büyük

·

halk kitleleri komşu ülkelere, özellikle Tanzanya'ya sığınmak zorunda kaldı. Gelişen olaylar komşu ülke B umndi'ye de sıçramış bulunuyor.

Afrika'nın bir çok ülkesinde olduğu gibi Ruanda'da da büyük çaplı kitle katliamları ilk kez yaşanmıyor. B i r çok açıdan aynı özellikJeri paylaşan, tarihleri ortak olan Ruanda ile B urundi daha

önceki yıllarda da benzer olaylara s'ahne olmuştur. Örneğin Bumndi'de 1 959 ve 1 98 8'de, Ruanda'da 1 964, 1 990 ve 1 992'de büyük Ölçekli kitle katliamları yaşanmıştı. Bu iki yoksul ülkenin tarihlerini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Ruanda'nın nüfusu 8 milyon, Surun­ di'nin ise 5,6 milyondur. Yüzölçümleri hemen hemen birbirlerine eşittir. Ruan­ da'da nüfusun % 90'ını, B umndi'de ise % 85'ini Hutu'lar temsil ediyorlar. Tutsi'ler ise Ruanda'da nüfusun % 9, B urundi'de % 14'ünü oluşturuyorlar. Ekonomik bakınıdan da her ıki ülke arasında benzerlikler söz konusudur. Her iki ülke de nüfusun % 80'i tarım sektöründe çalışıyor. Ruanda'nın tarımı kahve ve daha küçük ölçekte çay üreti­

mine dayanıyor. Tarım ürünleri bu ülke­ nin ihracatında % 90 oranında bir paya sahiptir. B t�rundi'de ise gelirin % 56'sı kahve ve muz -üretiminden elde ediliyor. İhracatın % 86'sını kahve oluşturuyor. Bugün bu iki ü lkede yaşananlar da J

emperyalizmin dolaysız sorumluluğu ortaya konulmadan an.l aşılamaz. B öl ve yönet politikasının belki de en aleıli tarzda uygulandığı ü lkelerin başında Ruanda ve Burundi gelir. 1 890'dan

1\.. ı z ı l

H ayrak

İlkel Ka ileler

itibaren A lmaııya·ııııı söınürgelc�Lin.liği

bu ülkeler, birinci emperyalist savaşta Almanya'nın yenilgisiyle savaş ganimeti olarak Belçika'ya bırakılmışlardı. Yeni sömürgeci güç Belçika, tüm cüceliğine rağmen böl ve yönet yöntemini başarıyla uygulayarak bu ülke halklarına hükmet­ rneyi başarabildi. Bu iki ülke önce 1 925 yılında Kongo ile birleştirildi. Ulusal kurtuluş hareketlerinin zafer kazandığı bir dönemde ise, 1 Teminuz 1 962'de, Ruanda ve B umndi'ye tek devlet çatısı altmda göstermelik bir bağımsızlık atfe­ dildi. Aradan iki yıl geçtikten soma ise birbirlerinden ayırılarak iki ayrı devlete

dönüştürüldüler. Sömürgeci güçler, egemenliklerini, Tutsi azınlığın feodal önderliğini çoğunluğu oluşturan Hutulara karşı destekleyerek sürdürmeye çalışıyorlar. Ancak Ruanda'da Hutular, 1 �59 yılında, feodal egemenliğe karşı gerçek­ leştirdikleri ve "sosyal devrim" diye tanımladıkları bir ayaıcıanma sonucu iktidan ele geçirmişti. Bumndi'de ise böyle bir gelişme yaşanmadı. Avrupalı

sömürgeci güçlerin oluşturdukları statü­ ko devam ediyor. B urundi'de Tutsi azın­ lık, 1 962'de bağımsızlığın sağlan­ masından bu yana, terimin gerçek anlainında iktidan elinde tutuyor. Yöne­ tici kadrolar, ordu ve idare tamamen bu . azınlığın tckelindedir. Ruanda'da, 1 973 yılında düzenlenen bir askeri darbe sonuçu iktidara getirilen Hu tu kökenli general Habyarimana, otuz yıl ülkeyi tek elden yönettikten soma, 6 Nisan '94'te bir suikast sonucu öldü. B u olaydan soma ordu v e cumhurbaşkanlığı muhafızları v e Hutu milisler bilinen kitle katliamlarını başlattılar. Katliamlar Tutsi'leri ve yönetimden dışlanmaları nedeniyle muhalif konumda bulunan güneyli Hutuları hedefliyor. B umndi 'de ise 5 ay önce seçimle işbaşma gelmiş bulunan Hutu kökenli devlet başkanı Ndadaye, 2 1 Ekim '93 günü askeri bir darbe sonucu katledildi. Ordunun başlattığı terörden kaçan ve

çoğunluğu Hutu'lardan oluşan yaklaşık 250 bin kişi Ruanda'ya, 40 bini ise Tanzanya'ya sığmdı. 1 962'den bu yana iktidarı elinde tutan Tutsi azınlığının seçimlerle sekteye uğrayan egemenliği

bu askeri darbe ile yeniden tesis edil­ meye çalışılıyor. Ruanda'd)- Nisan ayının başından beri devam eden çatışma ve katliamlar aniden patlak vermiş değildir. Ekim

' 90'da FPR kuvvetlerinin Uganda'dan hareket ederek Ruanda'run kuzeyini

i�gal etmeleri sonuc u ba�layan üç y bir sürecin ürünüdür. FPR esas olarak etnik bir azınlık olarak tanımlanan Tutsilerden oluşuyor. Ama FPR'in safla­ rında, iktidar tarafından dişianan güney li Hutular da küçümsenmeyecek oranlarda

yeralıyor. Üç yıllık bir savaştan soma iktidar FPR ile pazarlık masasına otur­ mak zorunda kaldı. 4 Nisan '94 günü

Arusha'da (Tanzanya) bir antlaşma imzalandı. İktidann mevcut beş siyasi parti arasmda paylaşılmasını, Tutsi 'leri n aşamalı olarak sisteme entegrasyonunu, Tutsi mültecilerin geri dönmelerini, değişik silahlı kuvvetlerin tek bir ordu

çıkan ordu yetkilileri tarafından düzen­ lendiği iddia edilmektedir. Emperyalist burjuvazi büyük bir ikiyüzlülükle bu katliamları bir kez daha Afrika halklarının cahilliğine, ilkel­ liğine, geri kalmışlığına, feodal toplum: sal yapıya bağlayarak kendi sorum- . çalışıyor. gizlerneye . Iuluğunu Emperyalist basma göre karliamlar, Hutular_la Tutsiler arasında incir çekit­ değini doldurmayacak nedenlerden dolayı patlak veren ilkel kabile çatış­ malarıdır. Oysa kitlesel katliamlara ve yüzbin­ lerce insanın mülteci konumuna düşme­ sine yolaçan bu ·boğazlaşmaların geri­ sinde emperyalizmin barbarlığı ve vahşeti durmaktadır. Özenle gizlenen nokta şudur: Avrupalı sömürgeciler, Kara Afrika'da bazı kabileleri müttefik seçerek kabileler arası anlaşmazlıkların, çatışmaların temellerini bundan bir kaç asır önce attılar. Bugün Afrika'nın hemen hemen her ülkesinde olduğu gibi' Ruanda'da da iktidar, emperyalizmin doğrudan desteği sayesinde ayakta kala­ biliyor. Ruanda'daki bugünkü içsavaşm esas nedeni de emperyalist güçler arasındaki rekabettir. Eski sömürgeci güç Belçika çoktan diskalifiye olmuş, Fransa devreye girmiştir. Ruanda ordusunu, katliamların esas sorumlusu cumhurbaşkanlığı muh;-� ­ fızlarını ve Hutu mil�sleri eğiten, sila�1landıran ve coğmdan yöneten Fransız

çatısı altmda birleştirilmesini· v e nihayet emperyalizmidir. Bu ülkeyi kendi serbest genel seçimlere gidilmesini · egemenlik alanında tutmak için rejimi öngören bu antlaşma ile savaşa son sonuna kadar desteklemi ş, Habyarimana verilmesi hedefleniyordu. hükümetinin ayakta kalması için en Arusha Antlaşması, devlet başkanı barbar ş iddet yöntemlerini onaylamıştır. Habyarimana'nın 6 Nisan günü bir FPR'in gerisinde ise Uganda ve Tanzan­ suikast sonucu öldürülmesi, ve ardindan ya'nın aracılık ettiği Amerikan ve İngiliz devletin kolluk kuvvetlerinin Tutsi avına emperyalizmi bulunuyor. Emperyalistler çıkarak büyük ölçekli kitle katliamlarını arası bu çelişkiler nedeniyle A�glo­ başlatmalan birbirinden bağımsız olay­ sakson basını katliamlarda Fransa'run lar değÜdir. Suikastın, sözkonusu sorumluluğunu kanıtlayan ve teşhir eden antlaşmanın yürürlüğe girmesine karşı belge ve bilgileri günübirlik yayınlıyor.

Sessiz Kalma! Ruanda'daki iç savaşta 6 haftada 700 bin ölü. Ülkedeki kaynaklar ölü sayı s ı n ı n 1 milyona ulaştı ğ ı n ı söylü yorlar. Dile kolay, 1 milyon ölü. N ehir yatakları ndan s u d eğil i nsan cesetleri akıyor. Sermaye bas ı n ı ise olaylarda fazla bir haber değeri görm ü yor, kelay-nak kuşu değil ki, diye düşünüyor; bu, altı üstü insan, hem de kara derili, ikinci, üçüncü sınıf, öld ü r öld ü r bitmez; n iye haber yapayım? Bu vahşetin soru mlusu kim? Sermaye bas ı n ı n ı n kalemşörleri bize uzun uzun Tutsiler ile H utuların y ü reklerind eki kin li tohumların ve kanl ı kavgaların tarihini anlatıyorlar. " B u ndan önce H utular Tut�ileri öldürmüştü, ş imdi de Tutsiler H utu ları öldü rüyor. Kendileri edip kendileri buluyorlar bu mede niyetten n asibini almamış vahşi kabileler." Ama anlattıkları bu tarihte u nuttukla'rı, daha doğrusu, kendile ri ·

çok iyi bilip d e u nutturmaya çalıştıkları bazı önemli ayrıntılar var! Onları_n dolar ve mark kokan aşağ il ık sütunları, sömürgeleri daha kolay yönetmek için kabileler arasında b u kin tohumların ı eken emperyalistlerin kan l ı e ll erinden h iç mi h iç bahsetmiyor. Onların sat ı l ık kal emleri, K ıta Afrikas ı ' n ı n bütü n zenginliklerini yağ malad ıktan son ra posas ı n ı çıkarıp atan, tüm dünya emekçilerinden gaspederek özel mülkü h al i n e getirdiği üretici g üçlerden bu ü lkeleri mahrum eden ve ,böylelikle bu kan l ı iktidar kavgaların ı n zeminini kıtl ık, açl ık, setalet olarak döşeyen e mperyalist-kapitalist d üzenin kirli yüz ünden hiç mi h iç bahsetmiyor. işçi s ı n ıfı, Ruanda'da katledilen yüzbinlerin acısı n ı v e öfkesini içinde d uymalı ve bu öfkey i s ı n ıf düşmanı burjuvazinin iktidarın a karşı, d evrim silahı olarak yöneltme lidir. ·


Kızıl

H ayrak

1 5 H a z i r a n - 1 Te m m u z

94

EI Salvador: S 'i l a h l ı

Mücadeleden " Dalk�ı " Pazar Ekonomisine

•••

f

9� Şubatı'nda Salvador'da, ABD'ni n

• vesayeti altı nda, gerilla hareketi FMLN ile faşist iktidar partisi arası nda barış anlaşması i mzalanmıştı . "Yeni bir çağ" başlataeağı iddia edilen bu olayın üstünden ·iki yılı aşkı n bir süre geçti. Nüfusu n u n %60' ı n ı n setalet içinde yaşadığı Salvador'da o günden bu yana pek çok g elişme yaşandı . Barış anlaşması n ı n misyonu ve perspektifi özetle şöyle tanı m lanıyo rdu : "12

ytfdtr sürmekte olan içsavaşt sona erdirmek, 70 ytldtr hüküm süren askeri diktatörlüğe son vermek, tüm politik güçlerin özgürce örgütlenip faaliyet yürütebilecekleri çok ' partili demokratik bir düzen kurmak ve serbest . seçimler vasttastyla demokratik yöntemlerle yeni bir yönetim seçmek. "

·

" Radikal demokratik" değişimin ve "yeni çağın" önemli bi r kilom.etre taşı olarak propaganda edilen seçimler (yerel, milletvekili ve devlet başkanlığı seçimleri ) 20 Mart ve 24 Nisan '94 tari hlerinde uluslararası gözlemcilerin "sıkı" kontrolü altı nda gerçekleştirildi. Burjuva bası nı nda "asrın seçimleri" o larak nitelendirildi. Çekişme, ö nceden de tah mi n edildiği gibi, esas olarak iktidar partisi ARENA ile eski g·erilla hareketi FMLN arasında yaşandı. ARENA, askeri faşist terör eşliğinde u ltra-liberal bir ekonomik politika uygu layan, toplumun ve devletin tüm kilit mevzilerini eli nde tutan, ü'lkeyi ABD tekelleri için

·

· pürüzsüz bir �aza ra dönüştürmeye çalışan, iktidarda kalmak için ulusal zenginlikleri vaftiz babalarına peşkeş çeken , kı sacası u şaklığını fazlasıyla i spatlamış bir egemen sı n ıf partisidir. ARENA' n ı n egem e n liğine "demokratik" yöntemlerle son vermek için devrimci g eçmişi ni toptan i nkar eden FMLN ise, "halkçı b i r pazar e konomisi" oluşturmak iddiası ile ortaya çıktı . Yıllardır ona omuz veren, mücadelenin tüm güçlük ve feda� karlıkiarına katianan Salvador emekçilerinin, köylülerin ve yoksulların ı n desteğini talep etti. . Ancak Salvador halkı bu 's ahte ikilemin tuzağına düşmedi. ARENA'nı n u ltra­ liberalizmi i le onun popülist karikatürü olan FMLN'in "halkçı pazar ekonomisi" arası nda tercih yapmak istem eyen 400 · bini aşkın seçmen devrimci olduğu için seçim liste­ lerine yazılmad ı , % 50 o ranı nda seçmen oy kullan maya gitmedi. Devrimci m ücadeleyi terk ederek en kaba burjuva liberalizmine sarı lan FMLN, "yeni çağ ı n " daha ilk sı na­ vında sınıfta kaldı . Bir yandan emekçi kitle­ lerin ilgisizliği , öte yanda ARENA'nın -kullandığı faşist yöntemler, FMLN'ye tam bir seçim hezimeti yaşatt ı . FMLN şefleri seçim kampanyası boyunca devrimci mücadeleyi karaiayıp günah çıkardılar. Kendileri n i n de ne anlama geldi­ ğini pek kestiremedikleri "halkçı pazar ekonomisi nin" propagandasını yaptılar. ·

Normandiya �ıkarması: \ ı

:.1

Barı ş anlaşmasındaki muhatabı AREN.A i se, "Salvador kızıliara mezar olacak!" şiarı etrafı nda bir kampanya yürüttü. Geleneksel seçim hilelerinin yanısı ra, ARENA devlet bütçesin i cömert�e ku llanarak yoksu llara bol miktarda , seçim hediyesi dağıttı. Se�i m · günleri nde ölüm tehditleri ve katliamların dozu arttırıldı. Sonuçta ARENA, seçim­ leride ezici çoğunluğu elde etti. Devlet başkanlığına ise ölüm mangaları komuta'n ı n ı n özel sekreteri, Armando Calderon Sol seç(tir)ildi. Birleşmiş Milletler'in salt FMLN'in katılmış olması na dayanarak geçerliliğini onayladığ ı b u seçimle r, faşist burjuva düzene hem u lusal hem de u luslararası düz�yde meşruluk kazandırdı. Ihtiyaç duyulan meşruluk sağlan­ dı, düzen pekiştirildi, devrimci müca­ dele tasfiye edildi. Barış anlaşmasının insan halklarına, sokak i nfazları na, yarg ı n ı n bağ ı msızlığı na, paramiliter milisieri n tasfi­ yesi ne ilişkin ö ngördüğü reform paketi ile le­ bel askıya alı ndı. Devrimci mücadele pers­ pektifini terkederek faşist burj uva düzene meşruluk kazandı rmaktan öte bir işlev yeri­ ne getirerneyen FMLN ise, m arjin alleşerek deri n bir kimlik bunalı mı ile başbaşa kaldı. Bazı burjuva gözlemcileri n Salva-

dar'daki bu değişiklikler üzerine yaptıkları yorum anlamlıdır. FMLN Güney Ameri­ ka'daki en güçlü geri lla hareketleri nden, biri­ siydi. Yürüttüğü savaş ve dayandığı kitle desteğinin baskısı karşı sında iktidar yer yer popüler önlemlere başvurmaya zorla­ nıyordu. FMLN'in devrimci mücadeleye sırt çevirerek burjuva düzene iltihak etmesiyle, iktidar, emekçi sı n ıfiara her türlü faturayı ödettirmekte tereddüt etmeyecektir.

1

Aldatmaea ve Gerçek ·

tamamen inkar etmekten onun Kızıl Ordu'su kırdı. Normarıdiya Çıkar­ geçiyor. Düzenlenen şenlik­ ması'nın arıti-faşist zafer açısındarı taşıdığı önem, lerin, ayinlerin amacı budur. salt somut tarihsel verilere dayarıılarak değer­ Oysa bilinen gerçek şu ki, lendirildiğinde bile devede 'kulak kalır. emperyalist kamp, daha sava­ Normandiya Çıkarması'nın büyüklüğü ise, iddi­ aların tersine, Hitler faşizminin yıkılınasında değil şın başlangıcında S ovyetler başka bir alandadır. Harekatta İngilizlerin rolü Birliğinin tüm ısrarlarına rağmen Hitler faşizmine karşı bütünüyle talidir. Savaşta en onursuz tavrı alan ikinci bir cepheyi açmayı Fransız burjuvazisine düşen ise övünç değil utançtır. reddetmiştir. . Bugün anti­ Harekatın mimarlarından biri olarak lanse edilen faşist şölen düzenleyenler, General De Gaulle, gerçekte son arıa kadar çıkar­ ikiyüzlüce faşizmin ruhuna manın tanninden bile haberdar edilmemiştir. fatiha okuyanlar, 1 94 l 'de Sovyetler Birliği 'ne karşı Avrupa'da mevziHitler orduları Sovybtıer lenmek isteyen A B D emperyalizmi, Normandiya Birliği'ne saldırırken sabır­ Çıkarması 'nın baş mimarıdır. En temel amaç, Kızıl Ordu'nun yardımı ve teşviki ile Batı Avrupa'da sızlıkla sosyalist Sovyet ikti­ darının yıkılmasını bekle­ komünistlerin iktidan ele geçirmelerini engel­ mişlerdir. Churchill'in "Eğer lemekti. ABD ordularının Avrupa'da gereksiz yere faşizm ile komünizm arasında meydana getirdikleri tahribatın, Sovyetler Birliği'ni seçenek yapma durumunda kalırsam faşizmi seçe­ ve iktidar kapısına dayanmış komünist direniş hare­ rim. " diyerek teşvik ettiği anti -komünist haçlı seferi ketlerini tehdit etmekten başka bir arılamı yoktur. 6 tüm Avrupa gericiliğini harekete geçirmiş tir. . Ağustos 1 945'de Hiroşima'ya ve üç gün sonra da Finlandiya, Macaristan, Romanya, İtalya orduları, Nagazaki' ye atıları ve yüzbinlerce masum insarıı görıülü anti-bolşevik Fransız lejiyonu LVF, İspanya katleden atom bombalan da aynı amaçla, Sovyetler birliği Azul ve Avrupa'nın tüm ülkelerinden devşi­ Birliği'ni ve dünya komünist hareketini tehdit etmek için kullarıılmışlardır. riimiş faşist rnilisler Hitler ordularıyla omuz omuza sosyalist iktidarı yıkmak için Moskova kapılarında ABD emperyalizminin diğer hedefi ise takatsız , kalan kapitalist dünyanın önderliğini ele geçirmek savaştılar. Ne zaman ki bu umutlar boşa çıktı, "yenilmez" ve jandarmalığını üstlenmekti. Bu alanda elde etti­ Hitler ordusu ve ona omUz veren yeminli anti­ ği başarıdan dolayı Normandiya Çıkarması'yla komünist çapulcular Sovyet sosyalist iktidarının övünme hakkı tek başına Amerikan burjuvazisine önünde diz Çökmeye başladılar, emperyalist kamp aittir. "Overlord" operasyonunun ABD emper­ ansızın arıti-faşist kesildi. Kızıl Ordu diğer Avrupa yalizmi için ne ifade ettiğini, 6 Haziran 1 994 tarihli halklarını Nazi işgalinden kurtarmak ve Hitler ikti­ Washington Post çok iyi özetliyor. Amerikan dannın son mevzilerini de ezmek için batıya doğru cumhuriyetinin oluşumunu şekillendiren muha­ ilerlemeye başladığında ise, kapitalizmin anava­ rabeleri sıralayan George Wil l , ilk sıraya İngi­ tarımda komünist iktidarların önünü kesrnek için lizlere karşı kazanılan ve Amerikan "devrimi"ni Normandiya Çıkarması'nı yapmak zorunda kaldı. garantileyen Saratoga'yı koyuyor. İkinci sırada Hitler faşizminin bel kemiğini, Normarıdiya plaj­ Amerikan iç savaşını Kuzeyin lehine sonuç­ larında "Overlord'' operasyonu değil; Stalingrad landıran Gettysburg'a yer verdikten sonra " ABD'yi · sokaklarında, Kursk Ovası'nda şimdi kara çalınarı, batı dünyasının önderjiğine · oturtan savaşın ununurulmaya çalışılan Sovyet sosyalist iktidarı ve Nortnandiya Çıkarması olduğunu" belirtiyor. ·

N

,

ormandiya Çıkarması'nın 50. yıldönümü, Fransa'nın Normandiya sahilinde, emper­ yalizmin "seçkin" temsilcileri tarafından görkemli şenliklerle kutlandı. Dünya burjuvazisi Normarıdiya Çıkarması'nı ikinci emperyalist savaşın kaderini belirleyen başlıca faktör olarak değer­ lendiriyor. Hitler faşizminin yenilgiye uğratılıp yıkılınasında ve anti-faşist zaferin kazanılmasında belirleyici rolü oynadığını iddia ediyor. Gerçekte ise emperyalist dünyanın bu askeri çıkarmaya atfettiği anlam, tarihi toplu bir revizyondarı geçirme operas­ yonlarının bir parçasıdır. Emperyalist burjuvazi Hitler faşizmine ve sözkonusu savaşa ilişkin kendi tarihsel sorumluluklarını gizlerneye ve unuttmmaya . çalışmaktadır. Sözkonusu olan ideolojik bir hesaplaşmadır. Kapitalist dünya, bugün kendi lehine olan mevcut ortam ve koşı,ılları kullanarak itibarını yenilernek ve güçlendirmek istiyor. B unun . yolu ise, Kızıl Ordu'nun v.e Avrupa'nın bir çok ülkesinde, özellikle de Balkanlar'da anti faşist mücadeleye önderlik eden komünist parti ve hareketlerin Hitler faşiz­ minin yıkılışınqaki rolünü küçümsemek ve zamanla


O k n r l a r d a n � Yo l d a ş l a � d a n . . . militari bir karşı koyuşundan güç ve · yaşam bulacaktır. Bu dinamizm ve gelişme, aynı zamanda , sınıfın devrimci önderlik ihtiyacı nı karşılayacak bir gelişme düzeyine ilerlemede maddi bir ortam ve imkan demektir. Sınıf hareketinin sermayeye karşı mücadelesinde saldı rıdan çok savunma hattında olduğu bu günkü evrede, Ktztl Bayrak cephede sald ırının bayrağı olmalı. Şiar ve sloganları kısa ve net bir şekilde ileriyi göstermeli. Herşey ihtilale� proletaryanın devrimci hükümetine ulaşman ın gayreti üzerinde yoğunlaşmalı. Ktztl Bayrak, bıkıp usanmadan bu gayretin susmaz sesi olmalı. KlZII Bayrak ihtilal.ve iktidar fikrini sökülmezcesine sınıfın bilincine kazımanın acil ödevi ve misyonu ile yükümlüdür. iktidar bilinci ve çoşkusunu yansıtan her görüş, her öneri tereddütsüz yayınlamalı ve teşvik edilmelidir. Siyasal süreçlerde bir tı kanmanın, belli bir yozlaşmanın yaşandığı günümüzd e , Ktzt/ Bayrak bir buzkıran olabilir, olmalıdır. Sonuç olarak diyoruz, KlZII Bayrak omuziadığı bu onurlu misyonu başaracaktır. Bayrampaşa Ceuevinden bir Kıztl Bayrak okuru

Kızı l B ayra k 'ı _

S o sya l i z m B u rc l a r ı n a Taşı m a k I c i n

·

• • •

KlZII Bayrak\ n yayın hayatına başlamasını tüm devrimci coşkumuz la selamlıyoruz. Uzun süreden beri sosyalizm mücadelesini işçi sınıfına ve daha geniş emekçi kitlelere taşıyacak bir legal yayın orçan ına duyulan ihtiyaca rağmen, legalite-illegalite sorununa gösterilen hassasiyet ve leninist yaklaşım nedeniyledir ki, bugüne kadar böyle bir-aracın kullanılması gerekli görülmemiştir. Legal araçlarla örgüt olman ın, legal dergicilikle kısa sürede güç olmanın hastalığa dönüşlüğü koşullarda bu hastal ığın yeni hastalarını anlamak zor değildi. Çünkü onlara göre bu koşullarda "aylık tirajı birkaç yüzü geçmeyen illegal bir yayın organıyla örgüt kurmak, parti kurmak ütopya" idi. Bu "virüs"e yabancı değildik, tan ıyorduk. Burjuva basına manşet olan, "yamyam virüs" gibi birinci gün kaşıntı yapar, ikinci gün öldürürdü. Ancak kömünistlerin çıkış iddiası legalizm furyasına, kendiliğindenciliğe, küçük-burjuva demokratizme karş ı, YENi BiR KÜLTÜR-YENi B i R GELENEK olarak i LLEGAL iHTiLALCi SINIF PARTiSiNi YARATMAK, kapitalizmi yıkmak, sosyalizm perspektifini proletarya iktidarı ile taçlandırmaktır. Perspektifimiz bu olduğuna göre illegalitedeki ısrarımızı anlamak hiç de zor olmasa gerek. Bu amaca hizmet edecek bir araç olarak KlZlL BAYRAK elimizdedir. Yeni bir olanak yeni görev ve sorumluluk da demektir. 'Burjuvazinin korkusunun dizginsiz bir teröre dönüşlüğü günümüzde, sald ırılara karşı direnmek, KlZlL BAYRAK'ı maddi ve manevi tüm güç ve olanaklarımızia korumak, 'Haber, yorum ve işçi sınıfına perspektif sunan yazılarla KlZlL BAYRAK'ın onurlu taşıyıcıları olmak, · 'KlZlL BAYRAK'ı okumak, kavramak, kavratmak, 'KlZlL BAYRAK'ın üzerinde yükseldiği marksist -leninist d üşünceyi, proleter iktidar mücadelesinin temel alanı olan fabrika ve üretim alanlarına ne şart altında olursa olsun ulaştırmak, 'Diğer asli görevlerimizi sekıeye uğratmadan, KlZlL BA YRAK'ı sosyalizm burçlarına taşım�k. ·

TEKOŞIN'a KARKER

T ü r k eş ' i n M ü z e s i

_

Türkeş'in doğduğu, Kıbrıs'ın Lefkoşe, Haydarpaşa Mah. Şirinzade Sk. 1 3 no'lu evin m üze yapılacağ ı basında yazıldı. 'H atta bu amaçla Kıbrıs Türk Federe Devleti'nce yardım bil�. yapı lmış. Onerimizdir; bu zatın tüm yazılı-sözlü "eser"leri ile birlikte bol bol uluyan köpek fotoğrafı ve deseni de fotoğrafları' arasına konulursa iyi olur. Ayrıca, bu müze iyi korunmalıdır. Böylece, kapitalizm tarihin çöplüğüne atılınca çocuklarım ıza onun pisliklerini sergileyebilmek için insanlık tarihi müzesine konulacak, iyi korunmuş materyaller bulunur. Bir de faşislin özenle yapılmış "aslının aynı" bir mum heykeli de olsa fena olmaz. Gelen geçen suralına lükürür.

E.GüneşliSTANBUL

B o lse v i z m K a z a n a c a k, S o s ya l i z m Kuru laca k!

K ı z ı l B ayr a k ' ı

K o m ü n i st C oş k u m u z l a S e l a m l ıyo r u z

. KlZII Bayrak, yorumlayan bir gazete değil, değiştiren ve dönüştüren bir ışı i< ve bir ses olmalı. Bunun için de Ktztl Bayrak amaç ve hedeflerini sade bir dil, özlü bir anlatım ve yürekli bir çağrıyla açıklamayı temel prensip ed inmeli.Ktztl Bayrak, yaman bir örgütleyici, mahir bir ajitatör ve yetkin bir propagandistin becerisini kazanmalıdır. KlZII Bayrak okuyucusu, Ktztl Bayrak'tn muhabiri, yazarı , dağıtıcısı, bağış toplayıcısı, ajitatörü, propagandisti ve örgütleyicisi olduğunun bilincinde ve bunun militan bir uygulayıcısı ise o zaman gerçek anlamda KlZII Bayrak bir dava gazetesi olabilir. Politik bilincin, poltik duyarlılığın ve politik katılımın parolası yalnızca ve yalrı ızca siyasal inisiyatif ve ce�arettir. Siyasal inisiyatif ve cesaret, politik alternalitin ihtilalci özünden, yalınlığından, berrakl ığından ve de

_

Azgınlaşan devlet terörüne ve sınırlı olanaklara rağmen, siyasal bir gazele çıkarmanın sorumluluğunu başarıyla yerine getirdiğiniz için sizleri yürekten selamlıyorum. KlZII Bayrak devrim cephesi için iyi bir örnek, reform ve düzen cephesi için korku , işçi-emekçi sı nıflar için yol gösterici olmalıdır. Heyecanımızia birlikte düşünce ve eleştirilerimizi de iletmek istiyoruz. * Ciddi bir emek ürünü olduğu açık olan gazetenin biçimi, el çizimi bir kaç amatör görsel malzeme dişında, genel bir beğeniyle karşı lanıyor. Bizce, görsel materyalierin seçiminde estetik-ideolojik tercihin elden bırakılmaması gerekiyor. Dünya ve Tü rkiye devrimci sanat geleneğinin bu alandaki olgun örneklerine ulaşmak, dahası yenilerini yaratmak bilinciyle hareket elmek hedef olmalıdır. *Bir beklenti :Dünya işçi hareketi , sosyalizm ve devrim mücadelesine ilişkin değişik ülkelerin haberleri, · yorumları, bilgilerj, kısa makale ve tartışmaları vb. içeren özel bir bölüm oluşturulmalıdır. . 'Bir üslup sorunu: Her hangi bir

duruma ya da habere ilişkin yorumlarda siyasal perspektifin yazının tümüne yayılması ve sağlam bir mantıksal bütünlüğe sahip'olması yeterlidir. Çoğu nlukla haklı bir siyasal kaygının açık ifadesi olarak "yç.pı lması gereken . . . ", "demek ki . . . " gibi bir üslubun bütün yazılara egemen olmasını engellemek gerektiği kanısındayız. Hedefleri göstermek, siyasal bir açılımı ifade etmek, bazen sloganiaştırmanın sağlayacağı kolaylıklarla giderilemeyebiliyor. Bu kolayl ığa ilk elden teslim olmamak, okuyucunu n · düzeyi n e olursa olsun: sorgulayıcı-eleştirici bir faaliyeti uyandırmak önemli bir katkı olacaktır. *Siyasal perspektif, sosyalizm anlayışı ve önümüzdeki görevler . bağlamında yazıların düzeyini beğendiğimizi belirtmeye gerek yok. Özellikle gazetenin özenle seçilen � yazıları benzeri örneklerle karşılaştırılamayacak bir far�ı göstermektedir. Şimdi bu farkı daha da belirginleşiirmek görevi karşınızda duruyor. B u , biz okuyucuların da bir görevidir. Kaçmayacağız . . . "Herkes kendi bayrağ ı altına" şiarını n kendi cephemizde hakkını vermek için; yaşanan tüm olumsuz koşullara ve deneyimlere rağmen sosyalizmin barbarlığa tercih edilmesi için, işçi sınıfının ve tüm emekçilerin sömürü ve baskı düzeninden kurtarılması ve özgür bir dünya için; işçiler-emekçiler "kulak verin bu sese" diyoruz. Sosyalizmin Kızıl Bayrağı altına! Bolşevizm kazanacak, sosyalizm kuru lacak! . . . '

_

Ankara 'dan bir grup Ktzt/ Bayrak okuru.

"Ve o günler uza k "

değil

...

27 yaşınd.a . . . Bir Ekim'ci, bir Komünist ... Istanbul'un bir yerinden, bir yerine . . . Dolmuşla . . . Ön koltuktayım, hani şöförün yanındaki ... Express dergisi. . . Bayiden yeni aldım . . . Kapağını sevdim de ald ı m : "15, 1 6 daha fazla Hazira n ". . . ikinci sayfa : ". . . o 'insan'/ann ortak özellikleri işçi o/malanydt. Ama s.adece işçi değil, örgütlü işçi/erdi. . . " 1 kinci sayfada bir yaz ı : 1 970, 1 5- 1 6 Haziran' ına katılan bir işçi yazmış. Ön koltuktayım . . . Hani sölörün yanındaki ... Okuyorum :

"... Dtşartdan gelen biz ve fabrikadakiler coşkuyla kucak/aşip selemlaştlk. 'Yaşasm işçilerin birliği' diye slogan at1ldJ. O sfogam ilk kez orada duydum. Hiç bir zorlama olmadan Tekel işçileri bize katildi/ar. Kadm işçiler kortejin en önüne geçti. 'Analar doğurur faşistler öldürür' slogamm da ilk kez orada duydum. . . " On kol!uktayım . . . Şolörün yanında . . . Okuyorum : ". . . karakola girdik, polisler karş1 koymaya f1rsat bulamadan dertop edildiler. Nezarethanenin kap1s1ndaki demiri k1rarak B kişiyi serbest b�rakt1k. . . " ". . . gözyaşfan içinde işçilere sanldlfar ve bize katildi/ar. Yolumuza devam ettik. . . " ". . . oralarda bir PTT hastanesi var. Onun civannda karşimizapolis Çikti. Aramtzdaki mesafe SO metre. Megafonla . . . " ". . . on dakika içinde dağlfm, dediler. Biz de. ,. " ". . . beŞ, dakika içinde siz dağilin dedik. Ister inan ister inanma, işçiler yürüdü polis çekildi. . . " Belli k i dolmuşum, taşıyorum. Bağazım düğüm düğüm . . . Hıçkıracağ ım . . . Dolmuştayım, hatırlad ı m ... Utandım birden, dergiyi kapad ı m . Biraz yatışm ışım . . . Elim yine dergiye gidiyor, okuyoru m : ". . . köprüyü geçerken üç devrimci genç korteje yaklaştlfar. Silahlan vardi. Biri uzun namlu/u ayak/1 bir silahti. Güvenlik zincirindeki arkadaşlarla konuştular ve sonra 8-9 devrimci genç korteje katildi. 'Yaşasm devrimciler, yaşasm işçiler!' slogamyla köprünün üstünden geçtik. " ". . . o karşiiaşma, on/ann (polislerin) beklemediği şekilde . oldu. . . " ". . . 'işçiyiz, güçlüyüz!' ve 'DISK kapatiiamazi' slogantar'Yla beraber se/in akmt1s1 çoğaldi. Işçiler deprem gibi yürüyordu. Tekel'in işçi kadmlan ön safa geçmişti. 'analar doğurur, faşistler öldürür!' slogam ali/fYordu. . . " ". . . ve aram1zda on metre kaldi. Arkadan 'ateş serbest' diye bir ses Çikti. Ama polisler f1rsat bulamadi ... " . . . miğferini silah ml b1rak1p kaçt1. Bir k1sm1 arkasi dönük ateş ediyor. Çünkü sel on/an alip götürüyordu. . . ". . . önümüzdeki bak/u dereye y1ğd1k hepsini. Oradan, bafç1ğm içinden ateş etmeye başladiiar. Devrimci gençler, bir işçinin Sirtma üç ayakil silahi koydular, başladJ/ar ateş etmeye. . . ". . . korku bitmiş, çünkü 70 bin kişisin. Orada duramazsm. Dursan ölürsün. 1 7- 18 kişi o anda orada vuruldu. Bir tanesi eli me düştü, sağ taraf1ma, birisi sol taraf1ma. Üzerimizden •

"

kurşunfar geçiyor vfüt diye. Ama tek bir hedef var.. Karşidaki düşman. Onu ezip geçmek. Başka yolu yok. . . " ". . . sonra 'süngü taak!' diye bir komut duyduk. Baktik �i asker Çikti önümüze. .. . . . 'Işçi asker elele!' diye slogan atilmaya başlandi... ". . . Senin kardeşin, benim arkadaşim, öbürünün oğlu. Asker dedikleri bu. . . " ". . .subay görünmedt hiç. O se/e askerler de dayanamad1. . . " ". . . Hiç kimseye hiç bir şey yapma f1rsat1 verilmedi.... " Ağlıyorum . . . Kalarn ı yola döndü m . Görmesinler diye . . . Dergi elimde, dertop ellim, avuçladım ... iyice cama döndü m. Ön koltuktayım ... Şolörün yanındaki . . . Okuyorum: .. . 70 bin koşan insan. Durdurmak mümkün değil. Herkes koşuyor. Şey günü. KfYamet günü. Deprem gibi, sel gibi. denizin dalgalan gibi. Hamsilerin kütük haline gelmesi gibi. . . " Ellerimle seli sildim. işçi selini değil ama ... Dergi elimde yumak olmuş . . . Oku yorum: "... oradan her geçişimde o olayiar akllma geliyor. Onu zaten aylarca, y1llarca yaş1yorsun. Aş1k olursun da y1llar sonra o klZin evinin önünden geçer gibi. . .Belleğimden gitmesi mümkün değil. . . " ". . . ilk defa o gün kendimi işçi smlfmm gerçek bir üyesi olarak hissettim. Ve o gün, de vletin bütün güçleriyle patraniartn bekçisi olduğunu gördüm. O günden beri sosya/istim. . . " Gideceğim yer. . . . Gelmişim . . . Dolmuştayım . . . O n koltukta . . . Şoförün yantnda . . . inecek var ! : . Gözlerim kızarmış . . . içimde b i r yang ın . . . Coşkuluyum , 2 4 yıl öncesinde yaşıyor gibiyim, ağlıyorum ... Ben o günlerden çok sonra sosyalist oldum . . .Kara 'BO' li yıllarda komünist mücadeleye atıldım. Yepyeni 1 5- 1 6 Haziranlara ülkemin işçi s ı n ı fıyla beraber doğmak istiyoru m . Dilime bir şiir dolanıyor: ". . . Bekle yumruklanmiZ harami/erin saltanatml y1ks1n bekle o günler gelsin Istanbul sen bize /ayJksm . . . " Dergi hala elimde . . . Kalarnı gökyüzüne çevirdim. Yüreğim alev alev, sanki hıncım bileniyor. Okuyamadığım bir son paragraf: "... 15- 16 Haziran'/ aşacak, o eylemi çok daha farkil bir şekilde yaşayacaklif işçi Sinifi. Ve o günler uzak değil. . . " " •

;

·

şliSTANBUL

E. Güne

Ktztl Bayrak Dalgalanacak! Ktztt ·a ayrak Susmayacak ! K1z11 Bayrak yayın yaşam ı na başlayalı henüz 1 5 gun bile olmadı . Ama sermaye devletinin gaze­ temiz e yönelik saldırıları her geçen gün yaygın­ laşarak sürmekte. Istanbul ve Adana'da gazetemizin tanıt ı m afiş­ lerini asan çalışanlarım ız gözaltına alındı. Adana'da gözaltına alınan arkadaşları mıza işken­ ce uygulandı, ajanlık teklif edildi. Dahası evlerini telefonla arayan polis tehditler savurmaya devam ediyor. Bu olayın ardından, 1 O Haziran'da, Adana büromuz basıldı. Büromuz yağmalanarak arşiv­ lerimize el kondu. izmir temsilcimiz Mehmet Özen ir gözaltına alı narak dövüldü. Sermayenin kolluk kuvvetleri canla başla çalı­ şırken, d üzenin "adalet" makamları da boş d urmad ı. "Sömürgeci Zulüm Kürtleri Göçe Zorlu­ yor" başlMı yazı mızda bölücülük yaptığımız iddi-

asıyla 1 . m ızın toplatılmasına karar verildi Sermaye iktidarın ı n bu uygulamaları yal nızca ve yalnızca- kapi­ talizme olan öfke­ mizi bilemektedir. Sosyalizm ve devrim m üca­ delesinin kızıl bayrağı olma şiarıyla yola çıkan gazetemize yönelik tüm sald ı rıları geri püskürtmeye kararlıyız. ·

Kızıl Bayrak Yükselecek! Kızıl Bayrak Susmayacak!

Ktz:ll Ba>jrak, 1 5 G ü n l ü k Sosyalist Siyasal Gazete, Sayı : 2 ,Sahibi ve Yazı Işleri Müdürü: Ayşe Öztürk, EKSEN Bas ı m Yayı m ltd. Şti . . STANBUL MERKEZ: Çakira(ja Mah . Tiryaki Hasan Paşa Cad. Osman Kafkas Han. No: 54/3, Aksaray Telefon/Fax: O (2 1 2) 632 73 56 ADANA: Cemal Gürsel Cad . Shell Karşısı, Vakıf lş�anı Kat:3 No:306 T�lefon: O (322) 35 1 36 84 AN KARA: Tuna Cad . Çanakçı lşhanı No: 1 1 /60, Kızılay ·Telefon: O (3 1 2) 433 1 3 29 , !ZMIR: 853 . Sok. Bilen lşhanı No:6/604 Konak BASKI : Ayd ı n lar Matbaacılık Ltd . Şti. ISTANBUL ·

.

·


Kızıl

24

Bayrak

16 Haziran-ı Temmuz 94

1 ••

·

1902'de doğdum doğduğum şehre döiım.ediıİı bir daha geriye dönmeyi sevrnem .

üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim o.ndokuzumda Moskova'da KQmünist Üniversite öğrend,Iiği kırkdokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu ve ondördümden beri şairlik ederiin

hapislerde de yattım büyük otellerde de açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım ��-��iltul·���.< otuzornda asılmaını istediler kırksekizimde Barış madalyasının bana verilmes ı verdiler e

Lenin'i görmedim nöbet .tuttum tabutunun başın a 92'4'le 961 'de ziyaret ettiğim anıtkabfi kitaplarıdır ·

·

partimden koparmaya yeltendiler beni sökme:di

yıkılan putların altında da ezilmedim

951 'de bir denizoe genç bir arkadaşla yürüdüm �N�IIiiN� 52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekl

(...) bindim tirene uçağa otom obile çoğunluk binemiyor o-peraya gittim

çoğunluk gidemiyor adını bile duym çoğunluğun gittiği kimi yerlere ben de gitmedim cam"iye kiliseye tapınağa havraya büyü ama kahve falına baktırdığım oldu yazılanın otuz kırk dilde basılır Türkiye'mde Türkçerole yasak

, kansere yakalanmadım daha yakalanınam da şart değil başbakan filan olacağım yok meraklısı da değilim bu işin bir de harbe girmedim sığınakl�ra da inmedim gece yarıları

yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında am'a sevdalan,dım altmışıma yakın sözün kısası yoldaşlar bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da insanca yaşadım diyebilirim ·

ve daha ne kadar yaşarım başımdan neler geçer daha kim bilir ll Eylüll961 1 D.Berlin ·

.:NA%1� HiKMET: BiR KAVGA ADAMI, BiR ŞAiR Şimdilerde burjuvazinin eğip bükmeye, düzen sınırları içerisine hapset­ meye çalıştığı Nazım Hikmet, sanatı ve mücadelesiyle hep proletaryanın saflarındaydı. O burjuvaların süslü salonlarının gülü değil, sokaklann, fabrikaların, kavgaya en önde yürüyenierin şairi oldu. Sanatsal yeteneğini ve edebi birikimini sınıf mücadelesinin içinde yoğurdu. Şiirlerinin kavga­ mızda bayrak olması da b4ndandır. Nazım şiirleriyle yepyeni bir dünyanın yaratılması mü.,cadelesinde meşale oldu. Kolaycılığı seçip, şiir adına sloganları alt alta yerleştirmekten hep uzak durdu. insanlık tarihinin bir kaç bin yılda oluŞturduğu sanatsal birikim-_ leri proletaryanın saflarında yeniden üretti. Mücadelenin kenarında durrpadı. Örgütlü bir militan olarak siyasal faali­ yet yürüttü. Uzun yıllarını geçirdiği cezaevinde ise yüreğinde sevgisi, beyninde bilinciyle çevresindeki mahkumlara ışık oldu.

Küba'dan Hiroşima'ya, Almanya'dan Şili'ye, Moskova'dan istanbul'a dek dünya işçilerinin, komünistlerin sevgisini kazanan, yüreği "Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine" yaşama hasretiyle dolup taşan bir· insari, bir sanatçı, bir komünistti. .. "Yoldaşt1 0.. :"


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.