Orhan kemal sokaklardan bir kız ülkü yayınevi 1

Page 1

---J

-=1:::

ORHAN K[MAl

SOlAlLABDAl BiRKIZ

c:=:,)

ROMAN


üLKü YAYINLARI Ankara

cad. 41

-

İstanbul


ORHAN

KEMAL

Sokaklardan Bir Kız (Roman)


HÜSNÜTABtAT

MATBAASI

İSTANBUL-1968


ı.

Akşam üstü kalabalığının omuz omuza dol­ durduğu İstiklal caddesi sağ kaldırımında Ga­ latasaray'a doğru ağır ağır iniyordu. vuranlar, çimdik, laf atanlar . .

Dirsek

•Bu yola düşmüş

kadınlar böyle şeylere alışkın olmalıydılar. He­ le kırkını aşkın, herhangi bir pavyonda konso­ matris, Leyla gibiler ... - Sist, anam! Gözucuyla şöyle bir baktı, o kadar. Ne

çı­ ne vardı yani? «-Anam babam, canım ciğerim, yavrum bir tanem. Ben

kacaktı? «-Srst, anam!»

sana hayran, sen cama tırman ... , İşte yeni biri daha: -Gidelim mi?

gel!» dese, ağzı süt kokan çocuğun nasıl kıpkırmızı kesilerek çev­ resine şaşkın, bakınacağını, daha sonra da kala­ balığa karışıp voltasını alacağını gayet iyi bili­ yordu. Gerçi kırkın üstündeki bir kadın için erkeğin henüz çocukluk devresindeki acemiler bulunmaz . nime tt i ama, şu sıra böyle birine pek de lüzum yoktu. Elinde erkeğin koçu vardı. Ka«-

Peki, gidelim hadi,

5


dınların dönüp dönüp baktığı, ustaca kaçan, ar­ dından koşturmasıru bilen. . . Dün akşam gene bundan önceki akşamlarda olduğunca pavyon­ da birlikteydiler. Gece yarısına doğru, sarhoş ve sinirli, çekip giderken : «--&lbaha karşı sana, eve gelirim. Bekle!» dediği halde, şu saata ka­ dar gözükmernişti. it, itoğlu itti hem de. Pav­ yon sahibinin inadına yüz veriyor, k azandığını hemen hemen yediriyordu . Geleceğim deyip de gelmeyişi bile hoşuna gidiyordu aslında. Olta­ ya yakalanmış balık gibi, hergelenin ardından sürüklenmek de hoştu. Elinde avucunda nesi varsa çekiyordu. Ama öyle başka arkadaşları­ nın belalıları gibi metazori değil. «-İstemem, yan cebime koy! » gibilerden. Pavyon sahibi, konsomatris arkadaşları ne derlerse desinler, seviyordu, seviyordu, seviyordu işte! «- Oh be, karıya bak!, Aldırmadı. Yalnız bir şeyini sevmiyordu çıldırdığı adamın: Yeni evli kızına balta olması. . Pavyon sahibi: «�şver asılsın! » diyordu. ırKo­ cası olacak namus düşkünü eşek kıskarur, kav­ ga eder. Belki de bırakır kızını. O zaman, o za­ man dile benden ne dilersen Leyla!» Hatta aralarında zaman zaman şöyle konuş­ malar bile gecmişti: «-Kızımı nikahlarsın. Bir kat satın alır üs­ tüne yapar, katı ciayar döşersin . » «- Tamam.» «- Kapısına dağ gibi bir hususi.. .. .

6


«-O da kolay.» «-

Bana? Bana ne hediye edec eksin? »

«- Ne istersen!" Bütün bunlar iyiydi , hoştu, o da isterdi o görgüsüz, yarı vahşi, kara kuru, çirkin denizci­ den ayrılıp kartaloz pavyon sahibinin nik8hlı karısı olmasın ı ya, sevgilisi, Fikret köpeği ara­

da olmasa!

- Yazıyoooor, cinayeti yazıyoooor!!! Gazete müvezziinin, suratma uzattığı gaze­ teyi elinin tersiyle 'itti. Ona neydi cinayetten? Ama az ötede bir başkası : - Dostunu öldüren kadını yazıyoooor!!! Durakladı:

«-

Dostunu öldüren kadın!»

Sonra gene • - Bana ne?» gibilerden bir omuz silkişiyle açtı adımlarını. Ama «- Dostu­ nu öldüren kadın!» fena takılınıştı aklına. Dos­ tunu öldüren erkeğe rastlamak olağandı da, ka­ dın bir parça aykırı geliyordu. Kızına balta olu­ yor diye çıldırdığı Fikret'i çekip vurabilir miy­ di Leyl.a? Durakladı. Sahi, bu gece Fikret, Nu­ ran'ın yanına gitse, birlikte kaçsalar. Neden ol­ masın? Gerçi Nuran'ın bu yakışıklı adamı hiç mi hiç sevmediğini, hiç mi hiç yüz vermediğini gayet iyi biliyordu ama, gene de şeytana uyup, adamın ardına takılsa! «- Çekip vurabilir miyim?" En . iyisi üzerinde d urnıamaktı . Adımlarını y e niden açtı. Canım ne lüzum vardı düşünme7


ye? Ne Nuran kaçardı, ne de Fikret ardına ta­ kardı onu. Böyle bir şey olsa bile, kıyamazdı hergeleyel Birden, çalıştığı geçtiğinin farkına vararak geri d öndü. Pavyon kapısı sokak içindeydi, girdi. Tel.aşlı bir komi karşıladı: «- Abla patran seni sabahtanberi arıyor! .. Lampasa kominin her günkü ağırlığına kar­ şılık şu telaşını yadırgamıştı: «-Niçin?» Komi çevreye korkuyla bakındı. B:ir sır sak­ lıyora benziyor, «- Niçin?» in karşılığını vere­ miyordu. Zorla: •«-

Demek haberin yok?» Neden be?»

bu sırada pavyon sahibinin bir mücev­ kutusunu hatırlatan odasmm kapısı açıl­ mıştı. Elinde gazete, gözünde gözlük pavyon s ahibi darmadağın kırçıl saçlarıyla perişandı: «- Gel,• dedi. •Çabuk gel!» Tam

her

,

Konsomatris Leyla rugan iskarpinleriyle koştu. Odaya girdi patronunun ardın­ dan. Adam kireç kesilmişti : §aŞkın,

c-

Nerdeydinh

•-

E, evde

«-

Yalan söyleme, yoktun.

..

»

Sabahtanberi te­ gibi adam da

lefon telefon üstüne. YetmemUş

saldun. » . .

8


Sabaha karşı pavyondan evine dönmüş, şa­ fak sökünceye kadar hergele

Fikret'i

bekle­

mişti. Bakınıştı ki geleceği yok, o kafayla kalk­ mış evine gitmiş, bulamayınca. . . bir başk ası yla , atlayıp bir arabaya, açıl:İn!Iştı Boğaz'daki ma­ lum otellerden birine. Şimdi oradan geliyordu, ama, ne vardı? Neden kireç kesilmişti her za­ manki kanlı canlı, şakacı patronu? «-

Neyse,• dedi. «Ne oldu, sen onu söyle!»

Adam tek laf etmeden,

elindeki

gazeteyi

uzattı. Leyla hiçbir şey anlamıyarak aldı, bak­ tı.. Ne? Saçları darmadağın bu genç kadın kızı­ nın resmi miydi? Patronuna baktı, sonra yazıyı okudu:

C tN A YET ! «Genç bir kadın, dostunu gece yarısı yatak odasında vurdu .,

Her şeyi bir anda kavrayıvermenin bitikli­ ğiyle, oracıktaki stil koltuklardan birine ken­ dini bıraktı. Elindeki gazete yere Şaşkınlıkla sigara paketini

düşmüştü.

çıkardı, bir sigara

aldı ağzına. Elleri titriyord'u.

Patron da ayni

şekilde, belki de daha fazla titreyen eliyle çak­ mağını çıkarıp, kadının sigarasmı yaktı. "- İyi mi?» Leyli ağlıya.mıyordu, korku içindeydi: •-

Ne yapacağız şimdi?·

9


«-

Bence senin için de, benim için de bir

tek yol var

.

«-Nedir?» «-Görmedim, bilmem, duymadım, haberim yok!» Konsomatris Leyla sigarasmdan aldığı du­ manı havaya üflerken durwn u kafasından hız­ la

geçirdi.

u-

Görmedim, bilmem,

duymadım,

haber.im yok!» la iş bitm.ezdi. Madem kızın kur­ tulmasında n yanaydılar, o halde kızı

temize

çı­

karacak birer ifade verip, suçu ölene yüklem.e­ liydiler. Pavyon sahibi «- Bu takdirde oğlan, karısının haklı oldu ­ ğu kanaatına vanr... » Leyla'nın da aklına yatm.ıştı: «- Doğru, sonuna kadar

ayrılmaz.

Peki

nasıl ifade verelim?» «-

Dediğim gibi, Nuran,

Fikret'i

deli gibi

sevmekte, kıskanmaktadır. Kocasından gizli bu­ luşmaktalar. Gece, her zamanki ıgibi kocasmın evde bulunmayışından

faydalanarak

Fikret'i

i çeri almış olabilir... «- Peki, cinayet? Cinayetin sebebi?» «-

Orasını biz ne bi·leceğiz? Bilse bile Nu­

ran bilir!»

Leyla ayağa kalktı. Yerden «-

Bizi çağırırlar

değil mi?» lO

gazeteyi aldı;


«-Tabii.» «-

Pekü.. o aptal kız tabaneayı nerden bul-

muş olabilir?» «-

Değil mi ama?»

«-

Vay yere bakan yürek yakan vay!,.

Kızının gazetedeki resmine yeniden baktı: Öylesine

mahzundu

ki!

ll


Gazetedeki resmi gibi gerçekten

mahzun,

çocuksu Nuran, yaşlar kurumuş gözleriyle yer­ deki bir budak deliğine bakıyor, annesiyle pav­ yon sahibinin

«-

Kara, kuru, çirkin» dedikleri,

alabildiğine burunladıkları, varmaması için yır­ tındıktan başka, ayrılmasına adeta

çanak tut­

tukları kocasını düşünüyordu: Dünyalar kadar sevdiği, sevildiğini bildiği kocası nasıl da insaf­ sızca suçlamıştı onu! •-

Evet efendim, en yakın arkadaşım Flk­

ret'i deli gibi seviyor, ama yüz

bulamıyordu­

Yakından biliyordum. Yüz bulamayınca da çek­

ti tabaneayı vurdu!» Hıçkırdı. Nasıl, nasıl dili varmıştı Cevdet'­ in? Seviyormuş, deli gibi seviyormuş

da yüz.

bulamadığı için çekip vurmuş.

Cevdet

bunu yakından biliyormuş •-

Üstelik

. . .

Arkadaşımı avucumun

içi ·gibi tanırdım.

Yakışıklı, uçan zanparaydı ama, kadaşının karısına kötü

da

alçak

değildi!" 12

en yakın ar­ gözle bakacak kadar


ilirden kapı aç ıldı

.

Görevliler

annesiyle,

annesinin pavyon sahibini ge tirdiler

.

Konsomatris Leyla pek öyle heyecanlı de­ ğildi ama, gene de c-

kızını

görünce:

Nuran!» dedi, cya vrurn .. Ne yaptın?»

Nuran gene hıçkırdı. Sonra yaşlı gözlerini kaldırdı annesine: «-Bana sataştı, yalvardım. Dinlemedi. Yas­ tığ ıının altından tabancanu aldım. Korkar, çe­ kilir gider sanı yordum. Aşırı sarhoştu, üzerime a tıldı. Bilmiyorum nasıl, tabanca patladı... «-Eve nerden, nasıl girmişti?• «-

Bilmiyo rum. •

«-

Sokak kapısını sıkı sıkı

sürgülemiyor

muy dun ? • «-

Yalnız sürgülemek değil, dayak bile ko­

yuyor dum

.

Cin miydi, şeytan mı

Gece yarısı bir uyandım, yatak

bilmem ki. odamda biri.

Lambayı açtım, bu. Yalvardım, yakardım. . » .

«-

Peki, tabaneayı nerden buldun o an?»

Görevliler anayla kızın heyecanlı konuşma­ larını dikkatle izliyorlardı. Onlarca da önemli

·olan bu iki noktaydı: Öldürülen

Fikret gece

yarıs ı, ard ından da yaklı, sürgülü sokak kapısm­ dan içeri nasıl girmi ş ; o saatta bu genç kadın eline tabaneayı nereden geçirmişti?

.

Nuran açıkladı: •-

Sefere çıktığı zamanlar, geceleri korku­

yorum diye Cevdet bırakımıştı.,.

13


Yaşlı bir görevli yanın<I aki genç arkadaşı­ nın kulağına fısıldaclı: «-

İşin içinde bir jş var ama, kadın saklı-

yor .. » Genç, başını salladı: «�

Bana da öyle gel iyor -»

«-Adam

karısını fena su.çl adl.»

«-Çok.» «-

Kadını bayağı hokkanın altına itti. ..»

«-

itti.»

Yazı makinesi

boyuna

işliyor ,

alınıyordu. Nuran'ların ev sahibi

ifadeler

Karadenizli

ile komşuların ifadeieri daha önce alınmıştı. Ev

sahibi, öldürülen Fikret'i,

kadının

kocasıyla

birkaç sefer gördüğünü, hatta evini kiralamak için birlikte geldiklerini söyled

i

Bunun dışm­

da pek bir şey bilmiyordu . Komşular da öyle. Mahalleye yeni taşındıklan için kadınla henüz

sıkı bir alıhaplık kuramanuşlardı. Evet, onlar da öldürülen adanu birkaç sefer eve girip çıkar­ ken görmüşlerdi

ama,

Allah vardı, ne şöyle di­

yebilirlerdi ne de böyle. Konsomatris Leyla ile patronu da, patronun -dediğince. «-Görmedik, bilmeyiz ,

duymadık ,

haberimiz yok!»

Leyl a, kı­

a getirdiler işi ama,

zının Fikret'i sevdiğini sanıyordu- Pavyon salı'i­

bi de sanıyordu bunu. Hatta sanmaktan bir az da ileri: Bir gece genç kadın annesinin evinde

mutfağa •geçmiş, Fikret ardından gitmişti. Aşırı sarhoş olduğu, sonra da mutfak kapısının ka14


pandığı için aralarında nelerin geçmiş olabile­ ceğini bilmiyordu. Nuran pavyon sahibinin yalan söylediğini görünce: «- Rica ederim doğruyu söyleyin,» dedi. Görevliler yatıştırdılar: ,,_

Bu henüz hazırlık

tanığın ifadesiyle kimseyi

kovu.şturması. Bir

asmazlar . » .

Nuran çocuk gibi, korku içindeydi: «- Beni asacak mısınız?, «- Yoo,» dedi bir başka görevli. «İnsanları gerekirse kanun asar!>> «-Asmayın beni, nolursunuz asmayın. Ya­ şamak istiyorum ben. Kocamın decliklerine bak­ mayın.

Ben Fikret'i sevıniyordum. Aslına ba­

karsanız yakışıklı erkeklerden nefret

ederim.

Korkarım onlardan ama bakıyoruın , korkunun ecele faydası yokmuş... Sonra ellerini havaya kaldırdı: «-

Allahım,» diye bağırdı,» «·güzel Allahım.

içimi yalnız sen biliyorsun. Acı bana, yalvarı­

rrm!» Yazı makinesi başındaki memur, sorll§tur­ mayı yöneten görevli, öteki pavyon sahibi sarsıldılar.

görevliler, hatta

Hele pavyon

çıldırasıya sevdiği bu genç, güzel

sahibi

kadın için

verdiği ifadeden cayıp, «- Hayır. Nuran o çap­ kın serseriyi sevmiyordu. Beni de sevmiyordu.

15


O yalnız. kara kuru, çirkin kocasını seviyordu. Blz hepimiz el birliğiyle zavallıya tuzak kur­ duk!, demek isteğini duyduysa da, Leyla'nın mermer sükıinu karşısında çaresiz sustu. Bir görevli: «- Evvela Allaha rabt-ı kalb et, sonra ka­ iıunlara güven!• dedi. cMahkeme adildir. Kimin suçlu, kimin suçsuz olduğunu ancak o tayin eder. » .

16


Mahkeme salonu, bu biçim muhakemelerde Qlduğunca, gene hınca hınç doluydu. Dinleyici­ ler arasında daha çok, zamanında kocalannı al­ datmış, ya da kocaları tarafından

aldatılmış,

şayet o sıra, şimdi adaletin karşısına

çekilen

Nuran gibi tutuklanmamışlarsa, bunu eKaderin

cilvesi»ne veren hala hızlı kadınlar; aidatıldık­ larının hiç bir zaman farkına varmayıp, aldatı­ lan kocalara acıyan, daha çok da söğüp sayan kocalar; bütün bu işleri dinin veren, çevrelerini buna

gevşemişliğine

inandırmaya

çalışan

ateşli dindar lar; meraklı genç kadın,

kızlar;

kadın, kız halluğundan

meslek

faydalanmayı

edinmiş zanparalar., . Ne olursa olsun, herkesin birleştiği nokta,

öldürülen adamın eve nereden girdiğiydi. «-

Boşveeer.. , deniyordu. cOnu benim ge­

celik külalııma anlatsın!ıo «-

Hiç canım.. Kocası kara, kuru, çirkin.

Öteki? Öteki ya?• «-

Artist gibi!» 17


«-

Mesele basit: Seviyorrlu

herifi. Herif

yakışıklı, hovarda.. Baktı ki kendine yar olnu­ yacak. Tabancayla tehdit edeyim derken .. » .

«-

Tabaınca kazara patlamış olabilir. Ben

de böyle düşünüyorum .. » «<<-

İlk akla gelebilecek ihtimal şüphesiz buydu. Nitekim hakim de ayni şeyleri düşünmüş ola­ caktı ki, bu nokta üzerinde ısrarla duruyordu: <<-

Demek öldürdüğün adamı sevmiyordwı,

onunla hiç bir münasebetin yoktu, olmamıştı. Kapıyı açıp içeriye de almadm? Peki, adam ne­ reden girmiş olabilir eve?» Nuran da bunu gerçekten bilmiyordu: «<<-

Bilmiyorum efendim.. » Senin haberin dışında adamı bir başkası

içeri almış olmasın?» «-

Nasıl yani?»

<<-

Nasıl olacak? Sana suç işletmekten fay­

dalanacak biri, ya da birileri mesela ... Nuran'ın aklından önce annesi,

sonra da

annesinin patronu geçti. Zaten verdikleri ifa­ delerinde de ona karşı gibi bir dil

kullanmış­

lardı. Hele kartalaz herif, mutfağı falan da ka­ rıştırmıştı işe. İyi ama, Nuran'ın cinayet işleyip asılması, ya da uzun yıllar hapiste

yatmasını

gerektirecek bir karardan ne gibi

bir çıkarı

olabilirdi? Evet, üstüne çok düşmüş, baştan çı­ karmak için yırtınmış, başaramamıştı. Sonralan 18


da annesinin gevelediğinden aınlamıştı ki, heve­ sini aldıktan sonra Cevdet'e boşverip kartaloz adamla evlens:iın. Apartman katı, hususi, şu bu... Annesi can atardı bütün bunlara ama, gayet iyi biliyordu ki, annesi o gece onlarda değildi. Ye­ dek anahtarı da yoktu. Olsa bile kapı hem sür­ gülü, hem de dayaklıydı ardından. Ayni soru konsomatris Leyla'nın da yüre­ ğini: hoplatmıştı. Verdikleri

ifadeden fena bo­

zulan Nuran bütün suçu annesinin üstüne ata­ bilir miydi: Diyebilir miydi ki: «- Evet. Her şeyi annem idare ediyordu. Patronuyla iş bir­ liği halindeydi. Onu sıkıştınrsanız mesele mey­ dana çıkar!, Ama Nuran yanaşmadı buına: «- Yok,, dedi. «Hiç kimse yok... »

Konsomatris Leyla birden kızını öyle sevdi ki. Bir an, ayağa fırlayıp:

,, _

Hakim bey asıl

suçlu ben ve yanımda oturmakta olan şu zen­ gin pavyon sahibidir. Beni apartman katı, hu­ susi, stil möbleyle aldatıp, kızımı

kocasından

ayırtma yolunu tuttu. Nuran, öldürdüğü Fikret'i gerçekten sevmiyordu.

Verdiğimiz

·ifadelere

kulak asmayın. Bjz alçak insanlarız. Çıkarlan­ mız için mahvetmiyecek hiç k� yoktur ha­ yatımızda. Kör olası çıkarlarımızın uşaklarıyız. Nuran sevmiyordu Fikret'i, inanın ben seviyordum. Kızda gözü vardı.

bana. Onu Hevesini

alamazsa kendi kendini öldüreceğini söylemiş, beni de buna inandırmıştı.

19

İınandırmıştı ama,


beni de şu adamı da yalana iten asıl sebep, ko­ casının Nuran'dan soğuması ve onu boşamasını sağlamaktır. Çünkü bunda çıkarmuz vardı. Dul kalacak kızımı nikahlıyacaktı şu beş çocuk ba­ bası kart herif!, Ondan sonra da geri dönemiyeceği bu yol­ da ihtimal şöyle yürüyüp gitmesi «-

Nuran beni

gerekecekti:

çocukluğundanberi hiç mi

hiç sevmedi. Haksız da değildi. Ama babasını .. Babasını canı gibi severdi. O kadar kendi ha­ vamda, öylesine dünya yansa i'çinde hasırım yok cinstendİm ki, babanın kızını, kızın öz babasını sevrnelerine engel olurdum. Babasını çok sevdi­ ğimden, kızı babasından

kıskand.ığımdan mı?

Hayır. Birbirini seven insanlara tahammül ede­ mediğimden. Bu belki de benim fazla hoppa, lü­ zumundan çok şıma.rtılmışlığımdan

geliyordu.

Nuran'ın babasını boyuna posuna, acı kuvvetine rağmen zerrece sevemedim. Arslan gibi bir Tıp öğrencisiydi. Bense hayatı alkış, alkış, alkışlar içinde geçen harikulade güzel bir tiyatro oyun­ cusu. Anadolu'da çeşitli truplarla gezip

duru­

yor, her gittiğim şehir, ya da kasahada canlar yakıyor, sonra da ardımda yığınla yanık, çekip gidiyordum. iBir gün bir kasahada

Nuran'ın

rastladım. İriyarı, yakışıklı değil ama

babasına sapına

kadar erkek. Hoşlandım mı, aklıma mı öyle es­ ti? En önde oturuyordu. Bir ara coştu, elinde-

20


ki kırmızı gülü fırlattı, havada kaptıın. Kokla­ dırn. ve göğsüme soktum. Sen misin? Adam bana abayı yakm.ış. Ben nerde, o orda. Anadolu'yu benimle adım adım dolaşıyor, yemiyor yediriyor, giymiyar giydiri­ yordu. Derken bir gün laf olsun diye trupun palyaçoluğunu teklif ettim. i3aşaramaz, cesaret edemez sanıyordum. Kabullenip hemen o gece sahneye çıkmasın mı? Evet sayın hakimlerim, hayatıın kocama rağmen alkış, alkış, alkışlar içinde geçiyor, ko­ camdan başka herkesi seviyor, ama bir başkası hoşuma gidince de eskisini sepetleyip yenisine sarılıyordum. Kız!mın öldürdüğü Fikret, en son sevgilimdi efendim . . :o .

21


4. Ama koıısomatris Leyla demedi bütün bun­ ları. Gözleri çevredeki yakışıklı, genç adamlar­ da, sırtındakilerden utanıyordu.

Çünkü, koyu

renkli, kamil işi şeyler giyinmiş,

dudaklarıııı

falan boyamamıştı. Boyamamıştı ama, çevrede göz dolduran, ölü Fikret'in yerine geçirivere­ ceği o kadar yakışıklı genç adam vardı ki! Bir an, kendini kaybederek

pudrası, ruju için çantasına el attıysa da, hemen toparlandı. Boyansın boyanmasın, genç işi, ne türlü giyinirse giyinsin,

kamil işi..

okkalı,

kadındı. Yıllarca önce Anadolu'yu

oturaklı

adım adım

dolaşan salaş tiyatrolardan birinde alkışlar için­ de yüzerdi. Tiyatronun gözbebeği, kantocu Ley­ la'ydı v e yediden yetmişe kadar, yerleri yerin­ den oynatırdı. Şimdi yetmişini sürenler bile onu hala acı acı hatırlarlar. Oyun sırası gelip de kısacık elbisesi içinde

renk renk

sahneye

tüllerden

fırlamaz

hmcahınç tiyatroda kıyametler kopardı.

mı,

Leyla

iri, kapkara gözleriyle memnundur. Sürekli al22


kışların büyüsü içinde yüzer,

dünyalar

onun

olurken, palyaço elbisesi içinde, yüzü gözü bo­ yalı, ona kulisten hayl'an, aşık, iriyarı bir ço­ cuğu hatırlatan kocasını düşünmezdi bile. Ka­ rısına bir köpek kadar sadık Cemal'se, yanında, Leyla'yı öz anne bilen, rahmetli anneciği gibi uslu, küçücük Nuran'ıyla ve dayanılmaz bir kıs­ kançlık içinde, kimselere göstermerneğe çalış­ tığı göz yaşlarıyla dik:ilirdi. Babasına aşırı düşkün Nuran'sa, kıZigllll, iriyarı babasının gözlerini

annesine

ufacık men­

diliyle siler, yalvanrdı: «-

Sus babacığım, ağlama. N olursun ağla­

ma!» Baba, kızını duyar

mıydı?

Gözleri,

tül­

den kısacık elbisesi içinde, sahnede yarı çıplak dönüp duran, dönüp dururken de

seyircilerin

şehvet kokulu çığlıklarıyla alkışlarından coşan karısındadır. Arada yanma yaklaşan,

trupun

pos bıyıklı babacan sahibi, elini bu iriyarı pal­ yaçosunun omuzuna kor: «- Ay1p Cemal ayıp .. » derdi.

,, _

Klzmdan

utan. Bu mesleğe sanki yeni girmişsin giıbi ağ­ lıyorsun. Karını beğenip alkışlıyorlarsa koyun­ larına alm1yorlar ya!» Kocaman adam yaşlı gözleriyle

patranuna

çocuk gibi bakar bakar, sonra: «-

Onun hatıırı için ailerni bıraktım, bu iş­

lere onun peşinden atıldım,

23

biliyorsun

ama,


alışamaclım, alışarnıyorum patron. Allah İşal­ lah ona akıl verir, hevesi geçer de yeniden mes­ leğim.e dönerim!,. Patron kıs kıs gülerdi: •- Hiç sanmam dostum. Bu meslek mürek­ kep yalamağa benzer. >Bir sefer paçayı kaptı­ ranlar kolay kolay vazgeçemezler. Beni dinle, vazgeç bu deli karıdan. Dön babanın evine!• Palyaço Cemiı.l adeta çıldırırdı: •- Onsuz? Onsuz dönmek ha? Allah yaz­ dıysa bozsun! » «- O halde onun bu hayatına alışmağa zor­ la kendini..» Oyun biter. Leyla ter içinde, kıpkırmızıdır. Sahne ardına gelir. Kocasıyla kızının yüzlerine bile bakınağa lüzum görmeden soywım.a odası­ na yönelirdi. Ama koca adam, koskocaman adam, elinde karısının, kancığırun dökarı, kı­ zını falan unutarak ardından çocuk gibi koşar. Karısı terlidir, yorgundur, soğuk alıp hastala­ nabilir. Hastalanabilir de yatağa düşer, öksür­ meğe, geceleri inlemeğe başlarsa Cemal ne ya­ par sonra? Arada ona soyunma odasının kapısında ye­ tiştiği de olur. Mağrur mu mağrur kadın durur, sertçe döner: •- Gene ne koşuyorsun ardımdan?• Göz kıyılarında yaşlar, palyaço şaşırır. Azarlanacağını, hatta tokatı yiyeceğini bilen suçlu bir çocuk gibi kekeler: 24


«-

Dökarını getirdim de karıcığım.

«-

!stedim mi?:o

«-

Terlisin. Soğuk alabilirsin..

«-

Şimdi başlatırsın ha!,

.

.

.

»

Hasta olursa olur, yatağa düşerse düşer, lerse inler, bir daha da ayağa

iil­

kalkınıyabilirse Kime ne:

kalkmaz; hatta hatta ölürse ölür!

Hele ard ayaklan üzerine kalkmış bir a yıyı

ha­

tırlatan kocasına ne? Soyunma odasından içeri nefretle girer, ka­ pıyı kocasının suratma çarpar: «-

Meymenetsiz! »

Kapı, hakaretlerin en büyüğüyle kapanmış­ tır. Cemal, kocaman palyaço Cemal

aldırmaz.

Öyle ya, ondan dökar istemiş miydi? Kadmca­ ğız zaten yorgun. Kafasını dinlemek

istiyor.

Paldır küldür koşmakta mana var mıydı? Ama palyaço Cema.J.'in aklına gelenler ba­ şına gelmekte gecikmedi bir

gün:

Anadolu ka­

sahaları arasında mekik dokuyorlardı.

Leyi.a

alkış, alkış, alkışlar arasında yüzüyar, çiçek de­ metleri, aşk mektupları alıyor, palyaço Cemal'se her gece kahroluyordu. Leyla aniden hastalandı. Hastalık öyle pek önemsiz de değildi. Kasabadaki doktorların tav­ siyesiyle hastahaneye sanki kıyamet

yatırdılar.

kopmuştu. S:avuşup

Cema.J. için giden tru­

pun ardından bakınadı bile. Hem«;!n bir ev tut­ tu, iyi kötü bir iş uydurdu.

Bir yandan işe, Leyla yavaş

öte yandan .karısına koşuyordu.

25


yavaş kendini topariadı ama, trup uçmuştu ade­ eta. Kızdı. Mesleğe veda etti. Kasahada hemen dile düşmüştü. Kasabanın en açık saçık memur hanımlarına taş çıkarbreasma hoppa,

kısacık,

açık saçık giyinmeler, ardına gençleri,

yaşlıları

takmalar. «- Karıcığım. biliyorsun.. Buralar mutaa­ sıp yerlerdir

. . .

»

«-Bana ne? Ben böyleyim. Beğenmiyorsan ayrılalım!, Eski palyaço Cemal'in yüreğine inebilirdi. Leyla'dan ayrılmak ha? Onun içiın göz

yurnu­

yor, kasabalının dilindeki «Kötü kadının koca­ sı»,

«BoynuzlU>>

sözlerini sineye çekiyordu.

Derken bir gün, aylarca önce·

çekip giden

trup yeniden gelmesin mi kasabaya? Leyla koş­ tu, yeniden anlaştı patronla.

Patron da zaten

bu maksatla dönüp gelmişti. Leyill'sız yürüte­ memişti

işi.

Cemal bey içinse felaket yeniden

başlanuştı. Kadın

«- Beğenmiyorsan

ayrıla­

lım! ,, diyordu. Çaresiz kadının eski mesleğine dönmesine göz yumdu. Ama o da kendi işinde kalacaktı. Leyla böyle istemişti.

Yoksa Cemal

işini bırakıp karısının ardından yeniden tiyat­ roya, palyaçoluğa dönrneğe razı olabilirdi. Nuran

artık babasının yerini almıştı. Elin­

de dökar, soyunma odasının kapısı önünde bek­ liyor, annesine dökarını veriyor, ama soyunma odasına girmiyor,

gi.remiyordu.

Giremiyordu

ama, ne _yapıyordu annesi içerde acaba?

26


Nuran aylarca düşündü bunu. Truplar ge­ liyor, annesi her gelen yeni trupla anlaşıyor, trup şehirde kaldığı sürece çıkıp sahnede göbek atarak kurtlarını döküyor, para almıyordu. Ko­ cası çalışıyordu. Kazanıyordu. Karıs:ı.run göbek atmaktan kazanacağı paraya ihtiyacı yoktu. Sonraları artık sahneye falan çıkmaz oldu. Yalnız, her turupun jönüne aşık oluyor, trup gidinceye kadar artistlerle, daha çok da trupun jönüyle aşırı dostluklar kuruyordu. Cemal bey, karısının bütün bunlardan da soğuyup evinin hanımı olacağı günün uzak ol­ madığına inamyordu. Bir zamanların çılgın, hoppa, alkış meraklısı kantocu Leyla'sı yerini daha ağır, göbek atmayan Leyla'ya bırakmıştı. Truplar geldikçe gidip ahbaplıklar kurup, ge.:. eeleri kulis aralarında eski meslektaşlarıyla şa­ kalaşıyorsa ne çıkardı? Yalnız gitm.iyordu ki. Kızı vardı yanında, Nuran'ı vardı. Bu kadarı da olacaktı artık. Kadını daha fazla sıkamazdı! Nuran bir gece, annesinin az önce girdiği, Birisi gelirse bana haber ver!» girerken de « dediği kapının önünde beklerken, şeytan dürt­ tü. eğildi, anahtar deliğinden baktı içeriye. Bak­ masıyla da geri çekilmesi bir oldu: Annesi, tiyatronun jönüyle dudak dudağaydı! -

Yüreği çarpıyordu. Dayanarn.adı, yeniden baktı, büsbütün yerlere geçti. «- Her şeyh 27


görmüştü. İyi ama neydi bu «Her şey?» Gün­ lerce düşündü. Sonralan mah alle li lozlımian öğrendi bu­ nun anlam.Jru. Hele bir sabah, simitçinin sesine uyanm.ı.ştı. Babası mutfakta bulaşık yıkıyordu. «- Simit mi alacaksın yavrum?» «- Evet babacığım.. " «- Beş tane al.» •- Niçin?, «- 'Bir sana, bir bana, üç de anneciğ.ine .. » Nedenini sorınadı ama, onun gibisimit alan mahalleli çocuklar hemen farkına varınışlardı � •- üç kişisiniz. Neden beş sirnit alıyorsun: .. Koca Kafa Hasan s:ıntarak: «-Bir Nuran'a, bir babasına, üç de anneciğine!» Göz kırptıktan sonıra eklemişti: «- Anlıyorsunuz ya?» Tepesi, atmıştı: «-

Neyi anlıyorlar?"

•-

Hiiç. Annen bol bol y,esin de şişmanla­

sın!» "�

Tabi, hastalanmasından

korkuyor ba-

bam. . »

«-Aman hastalanmasm.. » Çocuklar basınışiardı kahkahayı. Nuran hiçbir şey anlamadığı halde gene de kızmıştı: 28


cı-

Ne gülüyorsunuz? Maymun mu oynu­

yor?» Sarı Cahide ufacık bumwıu havaya kaldı­ ra kaldıra: «- Ben olsam öyle kadına anne derneğe

utanırdım.!» Niçin?» Bir başkası: «-

«-Soruyor bir de.. » Soranm tabi. Neden anne demiyecekmişim?» «-

«-

Senin annen şey ... ,,

«- Ne?» A a .. annesinin ne ınalolduğunu

bilmi­ yor çocuklar!" O gün öğrenınişti annesinin cNe mal» oldu­ ğunu. Annesi, Sarı Cahide'yle ötekilere göre «Kötü kadın.. d.ı. Babası da annesinin yüzünden «Boynuzlu... İyi ama. «Kötü kadın» neydi, «Boynuzlu» ne? «-

29


5. «Kötü kadın»ın ne demek olduğunu bir ge­ ce İhsan abi'den öğrendi. Gecenin geç saatlarıydı. Mahallenin sı.rtını çevirdiği mezarlığın çok uzaklarında kıpkırmızı batan ayın kocaman te­ keri harap evler ardına iyice

gömülmeğe iki

parmak kalmıştı. İhsan abi'yle deniz kıyısında­ ki harabede, sırtları yıkık bir duvara dayalı, ca­ dılardan, yedi başlı devlerden, bir dudağı yer­ de bir dudağı gökte

Araplardan,

Kafd.ağlan,

Kafdağları ardındaki peri paclişahının kızından, şehzadelerden konuşuyorlardı.

İhsan abi öyle

biliyordu ki bütün bunları.. Kitaplan vardı, do­ lu. İplikhanede çalışan annesi, oğlu okusun bü­ yük adam olsun diye ne isterse alırdı. İhsan abi de boyuna kitap aldırır, okur okur,

sonra da

Nuran'a. anlatırdı.

O

gece İhsan abi «Kötü kadın,, hikayesin­

den söz açınca Nuran'ın aklına annesi geliver­ mişti: «-- İhsan abi. .» «- Ha?»

30


Kötü kadın ne demek?» Neden sordun?» «- Hiiç. Öğrenmek istiyorum.» İhsan abi, yetişkin, kocaman bir insanmışçasına� «-Sen daha çocuksun. Böyle şeyleri öğrenmen doğru olmaz!, «- Sen biliyorsun ama?» ,, _ Ben büyüküm!» «-Kaç yaş?» «-En azından beş , altı!» «-Çok mu?» «- Tab i. Bu yıl beşi bitirdim. Gelecek yıl Orta okula gideceğim!, Ama Nuran «Kötü kadın»ı öğrenmek istiyordu! «-Hadi be İhsan abi!» «-

«-

«-Ne?» «-Kötü kadın ne demek?» «- Sen daha çocuksun dedim ya! » «- Olsun. Ö ğrenmek istiyorum işte , öğrenmek istiyorum!» «- Ayıp kız..» «-Ayıp mı?» «-Çok ayıp hem de..» Ayın kırmı zı tekerinin hatıp kaybolduğu me­ zarlığın ötelerine bakmış bakmış, üstelemekten vazgeçmişti ama, olmuyordu. Çünkü annesine mahalleli «Kötü kadın» diyordu. Hele haşan ço­ cuklar: 31


Bunwı annesi var yah «- Biliyorum biliyorum . . " •- Ne?" •- Kötü kadın!» Peki ama, annesi ne yapmıştı da ckötü" olmuştu? Dayanamadı: Ben de Hasan abi'ye sor:arım! � İhsan, etine iğne batırılmışçasına irkilmiştİ: •- Sakın!» •- Neden?» «- Seni her zaman ağlatıyor. Gene kızdırır, ağlatır .. » «- Ağlatsın. «- Ağiatsın mı?, «-Ağlamak istemiyorum ama, gene de öğ­ renmek istiyorum annerne niçin kötü kadın den­ diğini ... » İhsan abi çaresiz, uzun uzun aniatmağa ça­ lışmıştı. Büyüyen gözlerinde ılık yaşlar, dinle­ miş, içi burkula burkula dinlemişti. Demek an­ nesi bunun için kötü kadın'dı. Sevmiyordu onu, sevmiyordu işte. Ö lse bile ağlamıyacaktı. Ölsün, mezarlığa gömüls:ündü. Mezarlık kurtlan, solu­ canlar, kara böcekler yesinlereli onu. Yesinler­ di evet, acımıyacaktı, hiç acımıyacaktı işte. Ne diye acıyacakmış? Babasını niçin aldatıyordu? Çirkin miydi babacığı? Hiç kimsenin annesi ko­ casını onun gibi aldatıp çocuklarını mahalleye rezil etmiyordu da, onun annesi? Pis. Pisti evet, «-

.

•-

»

32


iğrençti. Dayak yiyeceğinden korkmasa «Anne» bile demez, yüzüne bakmaz, sabahları erkenden koşup sirnit almazdı. Hatta babasına «- Babacı­ ğım, bu kadın seni tiyatronun yakışıklı jönüyle aldatıyor. Boşa onu. Ben onu sevmiyorum. Baş­ ka, cici anne al . O bizi hiç sevmiyor. Ne yapa­ cağız böyle pis anneyi?» derdi ama, diyemiyor, korkuyordu. Dese, babasJ. da kızının dediklerini .annesine açsa, kadın belki de deliye döner, yum­ ruklarını sıkarak üzerine atılır, hiç acımadan kafasını gözünü yarardı. Yarardı, biliyordu. Kı­ zını hiç ama hiç sevmiyordu ki! Mahallede çocuklar ne zaman İhsan abi'den ayrı kıstırsalar hemen başlıyariardı: «- Kötü kadının kızı!" •- Ayten, bu var ya bu? .. «- Biliyo rum biliyorum.. Kötü kadının klZJ.! » •- Aramızda ne işi var?» «- Gitsin!» «- Defol burdan be!» •- Pis!• •- İğrenç .. » «- Terbiyesiz kadının kızı!:• .,_

O da ann�i gibi olacak büyüyünce!,,

«·-

. . . . • . . . . . . . . • . . . . . . • . . .

»

Olmıyacak, qlmıyacak, olmıyacaktı işte. An­ nesi gibi olmıyaçaktı! 83


Bir

gün Ayten:

«- •Boynuzlunun kızı!» dedi. Şaştı: Ha ... S8.hi. . . Sordu: «-Ne demek o?» Çocuklar kahkahadan kınldılar: «- Yuuu... » ««-

Boynuzlu'nun ne olduğunu bilmiyor!'• Babana sor kızım babana!»

«- Hayır hayır, aıuıesine sorsun!»

Gene İhsan abi'yi yakaladı bakkala giderken: «-

İhsan abiciğim , ..

«-Ha?»

«-Sana bir şey soracağım.. » «- Sor bakalım.»

«-Boynuzlu ne demek?» ihsan abi kızdı:

«- Sen nereden öğreniyorsun bunlan?• Omuz silkti: «- Çocuklardan. » «-

Ben yanındayken niye söylemiyorlar?•

«- Senden korkuyorlar da ondan!» «-Sen de benden hiç ayrılma öyleyse. » .

«-Peki ama.. .

«-E . ?» .

«- Boynuzlu'nun ne demek olduğunu öğ­ renmek istiyorum! » «-

Madem öğrenmek

Öküz demek!»

34

istiyorsun

öğren:


Gözleri bir an şimşek gibi parladı: «- Benim babacığım öküz mü?» «-- Bildiğimiz öküz değil bu!» «- Ya?, •- Karısının kötü kadın oluşundan haberi olmamak demek.. >> «- Babacığımın salıiden haberi yok anne­ min yaptıklarından » «- Halı, onun için işte boynuzlu diyor­ lar . . . «- Öyleyse hemen gidip haber vereyim. Yazık değil mi babacığıma?» •- Sakın ha!» •- Niçin?» «- Baba n ya anneni, ya da ötekini çeker vurur sonra... . .

Vurur mu? Niçin vurur?» Namusunu temizlemek için!• «- Vurunca temizlenir mi?»

««-

•-

Bilmem ama, vurunca baban hapsi boy­

lar!» •-

Hapis ne?»

«- Hapis, ceza evi yani. Suçluları oraya tı­ kar, hiçbir yere bırakmazlar... «-

Ne yapar hapisler orda? ..

• - Hiiç. Canları sıkılır, patlarlar sıkıntı­ dan!» Hapishane kafasında dönüp dolaşıyor, baba­ sını bu dönüp dolaşan kalın, yüksek duvarlar

35


arasında gorur gibi oluyordu. Hele geceleri. . Hapishane üzerine korkunç şeyler görüyordu düşünde. Babasını çırılçıplak soymuşlar, derin bir kuyuya atmışlar. Kuyuda yılanlar, akrepler, çiyanlar ... Babasının ayaklarına, koliarına do­ lanıp onu daha daha derinlere, en derinlere, top­ rağın karanlıklarına çekmek istiyorlar, canı ya­ nan babası da gücünün yettiğince haykırıyor ­ du: «- Kurtarın beniiii, kurtarın beniiii!!!» Bir gece gene düşünde bunları görerek ter içinde uyandı. Susamıştı. Su içmeyi düşünmü­ yor, babasını merak ediyordu. Babası yatağında mıydı? Yoksa hapise atılmıştı da kurtarılması için haykırıyor muydu? Yatağından sürünerek babasının yatağına geçti: Yoktu! Çılgın gibi fırladı: Nerdeydi babası, babası nerdeydi? Yoksa gerçekten d üşte gördüğünce yı­ lan çıyanlarla dolu derin bir kuyuya mı atıl­ mıştı? Sırtında kısacık geceliği, çıplak ayaklarıy­ la oda kapısına gitti, dışarı baktı yavaşça: Ba­ bası da tıpkı tıpkısına kendisi gibi yalın ayak­ h. Beyaz, kısacık külotu .. Annesinin yatak oda­ sına usul usul gicliyordu. Nuran'ın heyecanı art­ tıkça artıyordu. Koca adam, tuhafına gitti Nu­ ran'ın. Hiç böyle çocuksu görmemişti ontL Her zaman sırtında pijama, ayaklarında terlik. Ka­ rısının oda kapısını korkuyla vurdu, bekledi. Uzun bir süre. Gene vurdu, gene bekledi. Neden 36


sonra az daha hızlı. Gene bekledi. Sonuncu vu­ ruşunda annesinin o hiç sevmediği, uykulu, hır­ çın sesi: "-Kim o?» Babasının yalvaran, kısık karşılığı: •- Ben•im karıcığıın. . » «- Ne istiyorsun?» «- Seni göreceğim geldi de . . . « - Ayı. Beni göreceği gelmiş. . Defol!» «- Ama karıcığım. .. " Dırlamp durma gece vaktı!» «- .... . . . .. . .... . . . . . . . . .. «-·

»

««-

Annesinin birden taşan öfkesi. Herhalde karyoladan hırsla fırlayıp yere atlamış olacaktı: «--.. Ne var ulan hayvan? Ne istiyorsun?• «·- Hiç karıcığım, şeyy . . . » Birden kapıda bal renkli, kısacık geceliğiy­ le annesi, her yanından öfke saçılarak bağır­ mıştı: "- Defol, defol gece vaktı! •• Babası hep o kacaman, uysal çocuk haliyle boynunu bükmüştü: «- Afedersin karıcığım, çok afedersin.. . ,. «- Afedermişim. Uykumu bozmağa ne hak­ kın var?» Çaat kapanan oda kapısı. Karısının yatak odası kapısından kovulan babacığı gelip onu görmesin d:iye yatağına kay37


mış, yorganının altına bir tesbih

böceği

gibi

gizlenmişti. Babasıysa hiç bir şeyin farkında de­ ğil, kocaman boyuyla yatağına gelip bir sigara yakmıştı.

oturmuş,

Nur.an yorganının ucunu yavaşça kaldırmış, babasına bakıyordu: Kırmızı kırmızı yanıp sö­ nen sigarası. Sig · ara yandıkça babasının yüzünü görüyordu. Beğenmiyordu bu

yüzü.

muydu? Yoksa terden ıslaktı da

Ağlıyor

kanamışa mı

benziyordu:

Dayanamadı: «- Babacığım! >> Telaşı, sigarasının ışığında kırmızı kırmızı belli olmuştu: «- Babacığım mı? Nuran: Sen misin?» «- Evet babacığım.» «- Ne var?» «- Korkuyorum..» Sigarasını bırakıp gelmişti kızının yatağına: «- Korkuyor musun?» «- Evet.» «- Neden?» Gördüğü düşlerden söz açmıştı: «-Seni bir kuyuya atrn.ışlardı. Yılanlar, çı­ yanlar .. Ayaklarına, koliarına sarılıyor, seni ye­ rin dibine çekrneğe çalışıyorlardı da bağırıyor­ dun babacığım. Beni kurtarın diyordun. . . ,. Baba, kızının yatağı loyısuıa bırakınıştı kendini. Kucağına aldı sonra, yumuşak saçlı ba­ şını göğsüne yasladı, okşadı okşadı. ..

38


Ne fena babacığım, ah ne fena!,. «-Ne?» «- seni kuyuya atmaları.. " «- Peki ama, niçin atsınlar kuyuya yav­ rum?» «- Şeyy .. hapisanede mahpusları kuyuya mı atarlar?» •- Yoo .. • «- Kaatilleri?ıo «- Nereden çıkarıyorsun Nuran? Neden atsınlar? Hem düşlerin gerçekle ilgisi yok ki. Olsa bile tesadüf. Bak, görüyorsun, burada, ya­ nındayım işte!» « - Babacığım?" «-Canım?" «- Kötü kadınların kocalarını da mı oraya atarlar?» «-Nereye?» «- Hapise?» «- Suç işlerse atarlar. İşlemezse neden at­ sınlar?» "- Kötü kadınların kocaları karılarını vu­ rurlarmış da.. , •- Onu kötü kadınların kocaları düşünsün . . . •- Babacığım?» «- Yavrum?» "- Benim annem ne iyi değil mi?» «- Annen bir melektir. Annen gibisi yok­ tur bu Dünya'da. Hiçbir kadın annen gibi ola� maz! «-

39


««-

. ........ .. . .

.

. . .

. . ... . ?. .

Ben ondan çok büyüküm. Çirkinim de

üstelik, kabayım. Oysa bir melek!" «•-

.

.

. .

. ...

. . .

.

. . . . . . . . . .

. .?»

Sen demin uyanık mıydın?»

«-

Uyanıktım .»

•-

Demek uyanıktın?»

•-

Evet. Niçin gittiniz?•

.

•-

Nereye?>>

•-

Annemin odasına?»

•-

Hliç. Belki üstü açılmıştır diye .»

•-

Açılsa bil e üşümez ki babacığım.

.

Kış

değil ki?» Babası hiçbir karşılık verememiş, içini çek­ mekle yetinmişti. Hir başka gece onları gene görmüştü. O ak­ şam babası eve elmas taşlı

bir

yüzükle gelmişti.

Yüzüğün öyle süslü, öyle cici bir kutusu

vardı

ki, Nuran annesine yalvarıp, içi atlas, dışı mor kadifeden bu kutuyu ona vermesini isteyecekti. isteyecekti ama, caymıştı sonra. O kadın,

o

pis,

o kötü kadın verir miydi hiç? Günlerce mor kadife kutuyu düşünmüştü. O gece, elmas taşlı yüzüğün getirildiği, an­ nesinin parmağına takıldığı günün akşamı. Ge­ ce yarısından sonra mıydı?

Nuran

gene düş

görmüştü ama bu seferki yılanlı, çıyanlı, akrep­ li değil, elmas taşlı yüzüğün

mor

üzerine. Annesi kutuyu nasılsa

kadife kutusu

kızına

vermiş.

Kutu Nuran'ın elinde birden büyümüş büyümüş

40


kocaman bir ev oluvermişti. içi atlastan bir ev.

Dışı

Dışı

kadife kaplı,

mor kadife, içi atlastan

bu evde ihsan abiyle birUkteydiler. İhsan abi sanki evin erkeğiydi. Babası

gibi, elmas taşlı

bir yüzükle eve gelmiş, tıpkı tıpkısına babasının annesine dediği gibi "- Sevgilim, bir

tanem.

Bak sana ne aldım. Getir parmağını. Sana layık değil ama..

.

»

diyerek, yüzüğü Nuran'ın parma­

ğına takmıştı. Sonra nasıl olmuşsa olmuş, uyan­ mıştı da her zamanki gibi babasını

aranmış,

bulamayınca çıplak ayaklarıyla sofaya çıkmış, babasıyla annesini

sofaya bakan aydınlık pen­ � cerenin tülü ardından seyretmişti! Ertesi gün İhsan abi'ye

bundan söz açma­

mıştı. Nasıl açabilirdi? Yüzünü avuçlarıyla ka­ patmış, odasına, yatağına kaçmış, günlerce ne annesi, n e de babasının yüzüne

bakabilmişti.

İhsan abi'nin bHe. Hatta İhsan abi çağırdığı za­ man bile ses vermemiş, yüzünü yastıklar arası­ na saklamıştı. Sonraları utanma silinmişti yavaş Annesini ondan sonra çok görmüştü

yavaş. yakışıklı

jönle. Jönden dayak yeyişini bile. Ama hiç kız­ ınarnıştı Jöne. Hoşuna gidiyordu. Merin, afe­ rindi. Vursun, daha hızlı vursun, canını yaksın, Nuran'la babasının öcünü alsındı. Alıyordu da. Öyle tokatlar atıyordu ki, binde birini bile de­ ğil, babası elini kaldırsa -kaldırmıyordu ya- cı­ yak cıyak bağırır, kıyametleri koparırdı, oysa Jöne ses çıkarmıyordu. Ses çıkarmak mı? Tam

41


tersi . «- Vur" diyordu, «- Vur şekeriın, öldür. Ölüm.üm senin elinden olsun!• yakışıldı Jönse adamakıllı msafsızdı : c- Kal tak!" diyordu tokatı attıkça, «Orospu!• diyordu, «-Öldüreceğim seni!� «-Öldür yavrum !" «- Niçin? Niçin öldürecekmişim?» «- O halde emret!" « - Para ver!" «- Al bir tanem. Feda olsun!» «- Az bu . » «- Valiahi başka param yok Nejat!,. «- Yalan söylüyorsun!» •- Sana mı? Sana karşı mı? ;Sana karşı di­ lim nasıl varır da yalan söylerim? Gözlerim kör olsun ki yok başka ... .

«-

.......... . . ...... ...... !»

. .. . .... . . .. . .. . ?» Bütün bunlardan babacığııun haberi olabi­ lir miydi? Yalnız Nuran'ın. Bir d'Uyursa, ikisini de öldürür, hapse girer, hapiste kuyu, kuyuda yılanlar, çıyanlar, akrepler... Babacığının hapisiere girmeSini istemiyor«-

.

.

. . . .

. .

du.

42


6. Ufacık, bembeyaz eli babasının nasırlı avucunda, ne zaman çarşıya

kocaman, çıksalar,

mevsim de yazsa, babası mutlaka dondurmacıya götürürdü. Dondurmaemın kocaman aynalar, bülbül kafesi, gene aynalar serin dükkfmının tavanında iri bir habire

kocaman içindeki vantilatör

dönerdi.

Masalardan birine karşılıklı otururlardı. Babası «-

emrederdi :

iBana bak oğlum . . . ,

Garson koşar gelirdi :

«- Evet Cemal abi?» c-

Bize iki dondurma

«-

Başüstüne ! »

. .

,

Çok geçmeden dondurmalar gelirdi sarılı, morlu, kahverenıgHi, beyazlı. Bayılırdı. Az bu­ lurdu. İsterdi ki dondurması dağlar kadar olsun, yesin yesin yesin bitmesin ! ıBir kaşık. Kocaman bir parçayı

alır, inci

dişleriyle ezerek yer, sonra gene bir kaşık, gene bir başka, belki de daha iri parça, gene dişleri­ nin arasında ezilip ağzına yayılan soğuk tatlılık. Babası arada :

43


«- Yavaş yavaş ye yavrum ! » derdi. «-

Nôlur? »

«- Öksürürsün! »

Gerçekten de .. Babası ne zaman

«-

Öksü­

rürsün» dese, hemencik öksürük tutar, başlardı. «- Nasıl? Demedim mi? » Kalkar, dondurmacıdan bir bardak ılık su alır gelir, kızına ağır ağır

içirirdi :

«- Ah yavrum ah, yaramaz

kuşum benim ! ,.

Aklına kuşlar gelirdi : «-

·Babacı ğım ? "

«- Ha ? » •-

Ben niye kuş değilim?»

Koca adam katıla katıla gülerdi. «- Ha babacığım? Niye kuş değilim ben?» «--

İnsansın da ondan. . »

«-

İnsanların da kanatlan olsa . . ha ? »

«- Allah uygun görmemiş.. «-

Niye görmemiş?»

«-

Bilemem ki yavrum? »

.

»

Gözleri dondunnacının tavanına asılı kafes­ te. Ufacık, bıcır bıcır bir bülbül. Ordan oraya zıplıyarak, arada kızmışçasına öterek şenlend.i­ rirdi dükkanı. Nuran kendini onun yerine kor. annesini düşünürdü.

Bu bülbülün bir

annesi

yoktu. Varsa artık kimbilir nerelerdeydi.

Hem

bülbülün annesi, Nuran'ınki gibi cKötü kadın» değildi ki! Bülbülün mahallede yaramaz arka­ daşlan da yoktu. Ne iyi, yapayalnız, kendi ken­ dine. Yemi, suyu . . .

44


Babacığım. . " - Canım?• • - Bülbüller konuşur mu? .. <<- Kendi dillerince, herhalde . » «- Bülbüllerin babaları, anneleri var mı? .. «- Tabi. » «- Kardeşleri? » «- Herhalde. » «- Kocalan?» Koca adam gene atardı kahkahasını: <<- Elbette yavrum .. » « - Karılarıyla kavga ederler mi?» « - O kadarını bilemem artık . . » « - Yahut bülbüllerin karıları kocalarını yatak odalarının kapısından kovarlar mı ? » Eski Palyaço Cemal'in elinden kaşık düşü­ verirdi. Kızına delici gözlerle bakarken acına­ cak haldedir. Nuran sezer bunu, pişman o lur. Babasının anladığını, alındığını sezerek laf ka­ rıştırırdı. Sonra dükkandan çıkılırdı. Eli gene baba­ cığının nasırlı avucunda kocaman vitrinierin önlerinde dura dura yürürler, oyuncakçı cama­ «-

.

.

kanlarındaki küçük elektrikli treni, renk renk lastik topları, yeşil, mavi, sarı oyuncak kürek­ lerle su kovalarını, kurşun askerleri seyreder­ lerdi. « - Babacığım bu tren kurulunca kend'1 kendine mi yürür?» • ._ Yürür yavrum . »

45


«-

Bana oııu alamaz mısın?»

«- Alamam ! » «-

Niçin?»

«-

Çok pahalı da. . "

«- Kaça?» «- Bilmiyorum ama, herhalde

bir

haftalık

çalışma sonunda elime geçecek paradan çoktur ! » «-

Kime satıyorlar b u trenleri öyleyse?•

«- Zenginlere .. » <<-

Zenginler parayı nerden buluyor?»

«- Allah veriyor! » «-

Neden bize de vermiyor? Allah yalnız

onların Allahı mı?, «-

Töbe de. Şu top nasııl? Yahut şu

kova,

su kovası? Oyuncak ayı da fena değil . . . » «-

Allah hepimizin Allahı değil mi babacı-

ğım?» «-

İstersen şu topu . . . »

«-

Ha babacığım? Allah hepimizin.. . .

«-

Ayıyı mı istersin, topu mu?»

«- Hiçbirini.. " «- Neden?» «-

Paramız biter . Bunlara vereceğin para­

yı annerne ver, annem de biriktirsin . . . " «-

Aferin akıllı kızıma. Anneciğim birik­

tirsin, dolu paramız olsun. Dolu paramız olun­ ca kendimize bir ev satın alalım! » ««-

.

... . ......... . .........»

Bir ev satın almak, yani b'i.r ev sahibi olmak

46


Cemal'in hayallerini doldurmuştu.

Şehrin dı­

şında, içinde, kırmızı kiremitli ya da üç oda bir hollü bir apartman katları olmalıydı.

Yaşlanı­

yordu artık. Çalışarnıyacak hale gelecekti. Hiç olmazsa başlarını sokacak bir evleri Hele bir de bakkal

dükkanı, yahut

olmalıydı. kahveleri

oldu mu? . . «-

Babacı·ğıın evimizden konuşalım. . »

Gözleri parlamıya başlıyordu Cemal'in. Nu­ ran'la yaşıt, kocama n bir çocuktur artık. Bunu sorduğu zaman kızını her zamandan

çok fazla

sever. Başlarlar : << -

Evimiz kırmız ı kiremitli mi olur?

«- Allah nasıl kısmet etmişse . . Apartman katı da olabilir . . » «- Kahve, yahut bakkal

dükkarumız da

olursa ? ,. «- O Zaman değme keyfine. Anneciğin bi­

ze güzel güzel yemekler, tatlılar

yapar, bana

frenk gömlekleri diker. Sana da . . . » «- Bana da pilili en tariler, yahut bebe ya­ kalı, fiyonklu . . . ,, _

Akşamları eve yorgun argın geldim mi

annenle seni k apıda beni bekler bulurum. Ayak­ lannızda nalın . . . » «-

Bize neler getirirsin ?»

«- Yemişler, oyuncak atlar, arabalar ayı­

lar . . . » «- Elektrikli tren ? ,.

47


Elektrikli tren .. ,. «- Yemeğimizi nasu yeriz?, «- Annen yemek masasını hazırlamıştır. Ben rakı içerim, annen bira. Radyocia neşeli havalar . . . «- SOnra?» «- Sonra sofradan kalkarız. Sofa yahut holümüzde seninle köşe kapmaca oynanz . . . • «- Yahut da trenirnizle. . . ha?:ıo ıBelki de oyuncak otomobilimizle! • Oyuncak otomobilimizle şimdi bile oynıyabiliriz istesek . . . «- Tabi! " « - İ yi ama otomobilim yok ki?, •- Alırız ! ,. N e zaman?,. «- Ne zaman istersen .. " Hemen o gün, eve dönerken, Cemal, kızına küçük, mavi bir otomobil satın almıştı. Yanın­ daki anahtarıyla kurup sofa tahtalarma bırakı­ lınca kendi kendine gidiyordu. Bacaklarını yaniara açıp safanın bir başına Nuran oturmuştu, tıpkı tıpkısma kızı gibi, so­ fanııı öbür başına da babası. Anahtarıyla kuru­ lan oyuncak otomobil bir babaya gidiyordu, sonra da bir Nuran'a. Baba o sıra koca Cemal değildi. Kızının, ayni yaşta, arkadaşı. «- Al bakalım Cemal abi.. Hoooop! ,. «- Ne getirdi bu araba şimdi bana?ıo «-Ne mi getirdi? Çikolata ! ıo «-

»

,, _

•-

•--

48


«- Haydi bakalım boşaltalım. . . Heey ha­ mallar . Boşaltın şu çikolataları anbara bakalım ! » Sözde harnallar arabanın çikolata yükünü boşaltır , yerine kaymaldı bisküvi yüklerlerdi. o:- Al bakalım Nuran abla bisküvileri ! � • - Yollaaa . . «- Hoooop » .

. . .

» «Dalmışlardır- Teneke otomobil babadan kı­ za, kızdan babaya gidip geliyor, bisküvi, çiko­ lata, elma, armut, vişne, şeftaliden yükler ta­ şiyordu sözde . Birden «O kadın»ın sesi : « - H a koca herif h a , ha kazık ha!» Sanki nereden gel diğini bilmedikleri koca­ man bir kaya birden ortalarına düşmüş, oyun­ larıyla birlikte neşelerini, çocukluklar ıını tuzla buz eclivermişti. Nuran'ın annesi öfkeden mosmordu : «- Nedir bu rezalet?» Kocaman adam ay.ağa fırlamış, kekelemeğe başlamıştı : şey bu .. .,_ Bu mu karıcığım ? Bu. . şey, oyuncak otomobil ! » « - Kör değilim, biliyorum oyuncak otomo­ bil olduğunu! " Oyuncak otomobile bir tekme ! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Ama Nuran babasını tiyatrocuların çokluk gidip geldiği. kahveeinin çeşitli yemekler pişi49


rip artistiere sattığı kahveye gittikleri

günler

daha çok severdi . Evde yumuşacık babası, kah­ vede sert

mi serttir. Herkes çekinerek gözleri­

nin içine bakar, «- Cemal abi, Cemal abiı> der­ lerdi. Tiyatronun kaba bıyıklı,

yaşlı , ama şık

sahibi bile. ,, _

Vaaay Cemal bey, Cemalciğiın .. Buyur,

şöyle buyur . Bak kahveci, Cemal bey ne emre­ diyor? » Babası çokluk hiçbir şey emretmezdi. Bir iskemle çekip oturur kızını dizine alır, ocakta­ ki kupkuru kahveeiye takılırdı : «- Heey Çorbacı, kızıma hafif bir çay .. » «- Emret Cemal bey, derhal ! »

Çay, kahvecilerin « Zarif» dedikleri,

üzeri

yaldızla işli küçük bardakla gelird.i. Nuran yma şekeri hemen atmazdı . Kesme çaya hafifçe batırır,

şekerin çayı

ça­

şekerini kipkırmızı

emişine dalar giderdi. insanda kan neyse, şeke­ rin emdiği çay da oydu. Ya da çayın şekere iş­ leyen kırmızısı batan güneşler, doğan ayların rengi miydi : Mezarlığı hatırlardı. Harap evler� yıkık duvarlar . Peri masalları

anlatan

İhsan

abi. . . İhsan abi mahallenin bütün çocuklarmdan iyiydi. Ona hiç bağırmaz, döğmeğe

kalkmaz,

alay etmez, «- Kötü kadmın kızı ,. demez, de­ dirtmezdi. «-

Yavrum atsana şekeri çayına! :o

Atıverirdi.

50


Karıştır. » Karıştırırdı. Küçük, sarı kaşığın bardağa değdikçe çıkardığı şıngır mıngır, şıngır mıngır «-

ses : thsa.n abi, İhsan abi, İhsan abi. .. •- Kızın çok büyük bir şeyler olacak Ce­ mal abi ! , •., _

Nerden anladın?» Allah bağışlasın çok düşüncelll Demin­

denberi dikkat ediyorum, boyuna düşünüyor

..

»

Babast memnun, memnundan çok gururlu. kızının başını okşardı ağır ağır : «- E, Allah kısmet etmişse . .

••-

.

»

Cemal abi okut bunu okut! » Okutacağım işallah . » .

Okut da bizim gibi yarıbuçuk kalmasın. Ver tiyatro mektebine. » «-

. .

Babacığı şahlanırdı adeta: •-

Allah yazdıysa bozsun! "

•-

Neden be Cemal abi ? Fena mı?

•-

Okusun ama, tiyatro? Hayır. Benim kı­

zım sorun bakın ne olacak . . Söyle kızım, ne ola­ caksın?» Nuran ciddi ciddi : «- Doktor ! ,. derdi. Doktor ama, nasıl olunurdu? Yoksa D"' di� ye olmasın? Madem babacığı doktor

olmasını

istiyordu, olurdu o da. Bütün mesele, nasıl olun­ duğunda. Onu da o zamana kadar öğrenirlerdi herhalde.

51


Nuran'ın babası ne bu kahvede, ne de çar­ şıda, pazarda hiç kimseden korkınazdı. Öyle gelirdi Nuran'a. Çünkü boyu hemen herkesten uzundu, bilekleri herkesten kalın, yumruklan sıkı mı sıkı. Yalnız evde, annesinin karşısında! Evde annesi karşısına dikiliverdi mi, ne Cemaı abilik kalıyordu, ne de yumruklanndaki sıkılıkla uzun boyu. Karısının karşısında küçücük bir çocuktu. Ellerini oğalar, gülrneğe çalışır, karısı çıkışacak­ mışçasına da ciddileşiverirdl. Babası annesinin karşısında nasılsa, annesi de Jön'ün karşısında tıpkı tıpkı öyledir. Zaman zaman gözetiediği tiyatrodaki soyunma odasında annesi kırılır dö­ külür, adamın gözlerinin içine bakar, ellerini oğalar. Jön'se dimdik, sert mi sert, insafsız mı insafsız. Eli şimşek gibi kalkıp annesinin gü­ zel yüzünde şaklar. Şaklar ama Jön de babası­ nın karşısına geçti mi köpekleşir, hemen kaçma yolları arar, bulur, sıvışıverirdi. Jön'ün bir gece soyunma odasında annesine söylediklerini dinlemişti : «- Bana bak Leyla. Kocandan korkuyo­ rum ! » Annesi şaşmıştı : «- Korkuyor musun şekerim.? Neden? Nesinden? .. «- Öfkeyle bakıyor bana! " « - Sana öyle geliyordur ıo «- Bilmem, canavar gibi! .. ..

52


«- Hah hah haaay . . Canavarmış. . Kedi o be! • «- Valla ciğerimi sökecek gibi bakıyor! » c - Çocuk.» «- Ben mi ? Ben mi çocukum?,. « - Çocuksun tabi. Bilmiyor muyum ben adamııru? • c - Nedir bildiğin? .. •- Koskocaman bir budala! " «- !Belki ama bir şey ler seziyor sanıyorum. . » •- Budalalarda sezgi ne gezer?ıo «- Bilmem . Haydi sökül mangırları! ıo «- Yok Nejat, valiahi yok • c - Fazla konuşma ! » • - D ün aldığını n e yaptın? • «- Şansımı denedim, tersoya düştüm, yu­ tuldum. Ama bugün, dünkü kayıbımı da çıkara­ bileceğim gibi geliyor. » Boynuna sarılıvermişti genç adamın : •- C anım benim. İçine öyle dağuyarsa öy­ ledir ! » Şapur şupur bir öpüşmeden sonra : c - O halde ne duıı.ıyorsun? Sökülsene ınan., gırları! » «- Yok ki ! » « - Yaa. . peki , ben d e giderim. . . •- Nereye Nejat? Nereye gidersin beni bı­ rakıp?» c - istediğimi verecek bir başkasına! ,. . .

. .

53


Annesi sanki aklını kaybedecekti : «�

Nejaaat, Nej atçığım, yavrum . . .

•-

Parra ! "

«- Yok Nejat, valiahi yok.

Olsa senden

saklar mıyım? Şimdiye kadar sakladım mı ? Her şeyim senin değil mi ? » «-

Son sözün b u demek?..

«-· Var da vermiyorsam ciğerime yapışsın ! » «- O halde eyvallah bana. . , «-

Dur Nejat. . öir dakka ! »

«- Ne var ? » Babasının günlerce önce hediye ettiği elmas taşlı yüzüğü parmağından çıkar.ıp uzattı. Nuran korkuyla bakıyordu annesinin deliliğine. Nasıl, nasıl olurdu ? Babasının hediyesi. Sorarsa? •-

Al şekerim . . "

Yakışıklı Jön bile şaşmıştı: «-

Bana mı veriyorsun ? "

<<- Ne yapayım: » <<- iyi ama, bu . . . » «-

Çok değerli, biliyorum.

Senden daha

kıymetli değil ya ! » •-

Şimdi anladım beni ne kadar sevdiğini.

Mamafi korkma, satmıyacağım. (Bizim dostlar­ dan birine rehin bırakacağım.

Kazanınca kur­

tarırım . . » «-

Canım benim! »

Sonra her zamanki sarmaş dolaş, dudak du­ dağa öpüş, daha sonra annesinin sedire sırtüstü uzanışı.

54


Nuran ertesi gün, mahalleli lar meydanlıkta

Hırsız

-

haşan oğlan­

Polis oynarlarken, İh­

san abi'ye sormuştu : « - Rehin ne demek İhsan abi?,

Her şeyi bilen İhsan abi bunu bilemem.işti : «-

Valla bilmiyorum Nuran. »

Bayağı sevinmişti : «-

Hani her şeyi bilirdin?»

«-

Her şeyi bilirim dedim miydi? "

«-

Ne sorsam biliyordun. İhsan

abi şeyi

bilir sanıyordum da. . . " «-

Bilmediğim o kadar çok şey var ki. Re­

hin .. rehin.. gel bakkala gidip soralım ! » Mahalle bakkalma gitmişlerdi. İçerlek, loş dükkanında sarı yapraklı kalın kitaplar okuyan mahalle bakkalının yassı caınlı, veli

gözlüğü

vardı,.

gümüş çerçe­

Duvarlarda

uçurtınalar, camekanda

renk

kurşundan

renk

askerler,

toprak mis.ketlerle mahalleli kadınlara allı, ye­ şilli, morlu basmalar, kıyıları yuvarlak yuvar­ lak pullar işli tülbentler, karabiber,

kimyon,

zencefil, iplik makarası, renkli yumaklar satan bakkal, bakkal'dan çok tuhafiyeciye benzer, ço­ cuklara hiç kızmadı. «-

Haydar amca!»

GözlüğüDün üstünden bakmıştı: «-

Efendim yavrum.? "

«-

Size bir şey sormak istiyoruz. . ,.

«-

Sorun bakalım. »

55


Haydar amca besbelli, böyle bir

soruyu

beklemiyordu. ·Beklemiyordu ama, neden soru­ yorlardı acaba? «-·

Niçin soruyorsunuz bakayım?•

Nuran: «- Uzım.. " •-

Rehine konacak bir şeyiniz mi var?•

İhsan abi : •-

Yoook. Öyle .. »

c- Peki kızım, niye sordun?ıo

Nuran dayanarn adı : «-

Annemin yüzüğünü . . .

İhsan abi dürtınüştü ama, iş işten geçmişti. Ardını getirmese bile anlamıştı adam : c-

Annen yüzüğünü rehine mi

bırakacak

yoksa? Bırakacaksa bana getirsin, ben alınm . • .

c-

Satınıyacak

ki . . »

«- İyi ya. Rehin kalır,

karşılığında para

alır. Sonra alclığı parayı getirir, yüzüğünü kur­ tarır rehinden ! " «Rehin» i n ne demek olduğunu lerdi. Gece düşünde annesini gördü.

öğrenm.iş ­ Yüzüğünü

Jöne veriyordu. Tıpkı anahtar deliğinden içeri ye bakıp gördüğü gibi. Sonra annesi nasıl olduysa kolundan yaka­ layıverdi : «-

Kız yılan! Bizi mi gözetliyordun:»

Hiçbir zaman olmıyacağı biçimde dikildi nesine :

56

an­


•- Tabi gözetlerim. Yüzüğünü

ona neden

verdin?» •-

Bakkala rehin bırakacak ..

•-

Rehlnin ne olduğunu biliyorum ben! »

•-

Kimden öğrendin ?•

•-

Bakkal amcadan. "

•-

Haydar'dan m ı ? ..

.,_

Hayır Haydar amca' dan ! "

•-

Fazla gidip geliyorsun

"

yanına galiba

Haydar Amcanın?• «-

Gitsem nolur? ..

•-

Git git de seni de Naciye gibi

hakla-

sın. . »

Naciye mahallenin zararsız delisiydi. Hay­ dar amca değil de bir başka bakkal varmış ma­ hallede eskiden. Fotoğrafçılık da yaparmış. Bu

Naciye göçmen Rıza'nın kızı.

Sarı saç, mavi

gözlü. Bakkal Rı za kızı dükkanına alır, pirinç çuvalının üzerine yıkarmış. Düşüne Naciye girmişti. Annesinin karşısı­ na dikilerek :

«- Canım sağ olsun! • dedi. •

-

Sen kendine

bak kaşkaloz! "

baktı: yırtıveririm

Annesi dehşetle •-

Ağz ın ı

sonra . . .

Ayıp bir el hareketinden sonra : •-

Nah• yaptı,

•- .

. . sen ancak gerini

tarsın!• •-

Terbiyesiz! •

57

yır­


«- Olsam terbiyesiz, olurdu adım Leyla. Kantocu Leyla hem de. Süyle bakalım, parlak Jöne ne diye verdin yüzüküni?» Annesi dönmüş, sorm.uştu : u - Sen söyledin değil mi yılan?» Saklamamıştı : «- Ben söyledim, evet. Seni babama söylersem! » «- Söyle, Korkmam ki ! » «- Nejat amcayla yaptıklarını duyarsa ya?.. « - Sen söylemezsen nerden duyacak?" « - Söylersem?» Bir kıyıya çekmişii : «- Söylemezsin. Cici kızımsın benim sen! � Okşamağa başlamıştı. Şaşmıştı. Bu kadın, bu her zaman bağırıp çağırmak için bahane ara­ yan kadın onu okşuyordu ha? Uyanmışh. Geceydi. Uyanmamak, hep an­ nesinin o kşamaları içinde olmak isterdi. Ne iyiydi bu. Annesinin akşamaları ne iyiydi! Birden babasının gene yumuşacık sesi ! Yoksa babası.. demek yatağında değildi? Kalkmış, dışarı merakla çıkmıştı. Ordaydı ba­ bası; annesinin yatak odası kapısında : •- Leyla, Leylacığım aç, ne olursun aç. Bana hiç mİ acımıyorsun ?» Her zamanki gibi Nuran, gene merakla oda kapısına gelmişti. Usullacı.k. Işık vardı annesi­ nin yattığı odanın penceresinde. Babası , koca­ man, ağır bir gölge gibi kapıdaydı . Yalvarıyor-

58


du. Kapı açılınca. ne olacaktı? Babası illaki ka­ pıyı neden açtırmak istiyordu? Hooş, biliyordu artık her şeyi.. kapı açılınca. babası odaya, an­ nesinin yanına girecek, yarı çıplak vücudunu kocaman elleri, uzun kalın kollarıyla kucaklı­ yacak, ondan sonra da . . . Biliyordu biliyordu ondan .sonrasını ! «-

Leyla, Leyliicığı.m..

sevgilim .. bir ta­

nem . . . • Düşünde gördüğü annesi ne iyiydi! Çocuğu­ nu sevip okşıyan her anne gibi, tatlı

Düş'teki

.

annesi, babasına kapıyı açmamakta direnen şu annesi olamazdı.

O anne iyiydi, yum�aktı, ko­

casını yatak odası kapısında yalvartmazdı her­ halde. Hem yalvartmaz, hem de başka anneler gibi kocasından ayrı, süslü odada, gelin karyo­ lasını hatırlatan karyolada

yatıp,

kocasıyla

minnacık kızını bomboş ·odanın eski

yaygıları

üzerinde, yer yataklarında unutmazdı . «-

Leyla, kancığım, bir tanem . .

.

»

Kapı birden hırsla açılmıştı. Kapıyı açanın

kim olduğ·unu görmediği halde nereden bilmişti hırsla açıldığını? Bilmişti işte. Bunun doğrulu ­

ğunu daha sonra anlamıştı, ayaklannın uçlarına

basa basa annesinin aydınlık penceresine yak­ lşıp içeriye baktığı, konuşmalan duyduğu a

,

za­

man. Annesi hiç uyumarnıştı besbelli. Ayna kar­ şısında dekolteydi. Ağlıyor içeri girmiş, sormuştu:

59

olmalıydı.

Babası


.,_ Neyin var Leyla? N:için ağlıyorsun ?• Annesi bakmamıştı bile. Zarif aynasının karşısındaki iskemlede, gözleri yaşlı, canı sık­ km mı sıkkın . Babası gene : «- Ha? Birisi canınımı sıktı? Söyle, canını sıkacak, seni ağiatacak bir şey mi söyledi bi­ risi ?• ««- Kim?» c- . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . � «- Ha? Söyle. Söyle bir tanem. Gecenin bu saatmda seni ağiatan kim?• Gözüne, masa üzerindeki elm.as taşlı yüzü­ ğün mor kadife kaplı, zarif kutusu ilişmiş ola­ c ak, kıllı, kocaınan el, babasının eli uzanmış, kutuyu masanın üzerinden almıştı. Ancak bu­ nun üzerine aklı başına gelen annesi, boş ku­ tuyu geri istemişti : •- Ver onu ! :o «- N içi n taknnyorsun ? » Sonra takarım. » Babası kutunun kapağını açmıştı : •- A . . . nerde?, !Babasından korkm asına hiç rastlamadığı annesinin korku dolu bak ı şlarını ilk görmüştü. «-

Babası :

«- Ha? Nerde?• Uuuf.. ,. «- Birine mi verdin?" «-

60


«- Canım akşam allerini ! »

akşam bırak

şu

alıret su-

«-

Verdinse söyle. . kızmı.yacağım! »

«-

Hiç

.. _

Peki nerde? »

kimseye vermedim. »

Annesi kocasına bakınış bakn11 ş, sonra korlruyla çıkarm ıştı ağzından baklayı : «-

Rehin bıraktım! •

Şaşmıştı babası: «-

Rehin mi bıraktın?:o

«-

Evet rehin bıraktım! .,

«- Kime?• «-

Bir kuyumcuya. »

«-

Niçin?•

«-

Ahret

Babası

sual lerini bırak dedim ya! ..

bırak.mamıştı:

«- Para mı lazımdı?• c-

Evet.•

«- Kime?» «-

ha

. . . . . . . . . . . . . . . . . .

•-

Sana

«-

Hayır.•

•-

Ya?•

?•

mı?·

Sıkıntıdan patlıyacakmışçasına blıçektikten sonra : .,_ •-

Bir

c Uf,.

arkadaşuna!ıt

Bir arkadaşına

..

kim bu ark:.adaşın?•

61

da­


«-

Amma da meraklısın be.

Bir arkadaşıma

acele para lazım olsa da, yüzüğümü götürüp re­ hin bıraksarn ne çıkar? Yüzük benim değil

mi?

Bana hediye etmedin mi? Farzet kaybettim.! » Babası boş kutuyu masaya bırakıp kansını heyecanla kollarının arasına alm1ştı : «-

B�r değil beş yüzük feda olsun sana ! »

«-

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Ertesi gün gene annesiyle Jön'ü her zaman­ ki delikte n gözetlemişti. Jön suçlu suçlu diki li­ yordu. Annesi kaygıyla : «-

Peki şekerim, ne yapacağız? ,

Omuz silkmişti : «-

Para bul. Rehinden kurtaralım .

«-

Nereden bulayım? ,.

«-

Canımı sıkmağa başladın

.

>>

ama Leyla.

Valiahi gider kendim i öldürürüro şimdi! .·» Kocasının ona sarıldığı gibi, o da yakışıklı Jön' e heyecanla sarılımştı : «-

Ah canum .. bir değil beş

yüzük

feda ol­

sun sana ! » «-

Bütün bunları içinde günlerce saklamış, İ hsan alıiye bile açmamıştı. Nasıl açardı? Ay:ıp­ tı! Annesinin öyl e ayıplarını biliyordu ki, İhsan abi değil ama, ötekiler duysa,

duvarlara tebe­

şirle kimbilir nasıl ayıp resimler çizer, ayıp re­ simlerin altına da ayıp ayıp yazılar y azarlardı. Neden, neden böyleydi annesi ?

62

Hiç kimsenin


annesi « Kötü kadın» değildi, hiç kimsenin an­ nesi kocasına oıBoynuzlu • dedirtmiyordu.

O da

büyüyecekti bir gün. Belki: de İhsan abiyle ev­ lenecekti ama, ne · Kötü kadın» olacaktı, ne de İhsan abi'y e «Boynuzlu» dedirtecek ! Ağlıyordu çoğu geceler. istemiyordu böyle anneyi. Onun annesi

gibi

leğen başına çömelip

yavrusunun başını yıkasaydı. Babası yıkıyordu çokluk . Sanki annesi babayd1.

Sabahleyin er­

kenden kalkan o, gazocağını yakan, çaydanlığı oturtan , işten döndükçe

bulaşıkları,

çamaşın

yıkayan, tahtalan silen, çarşıdan yemeldiği alıp pişiren, kızıyla sofrayı hazırlıyan oydu. Anne­ sinin işi gücü, öğleye kadar süslü karyolasında uyumak, ayna karşısına geçip boyanmak, yal­ nız ve yalnız yakışıklı Jön'e gülmek! Yakışıklı Jön'den başkasına güldüğünü pek hatırlamıyordu. Bu yüzden adı mahallede

cÇa­

lımlı» ya çıkmıştı. c-

Gel bakalım çalınılının kızı ! ,

Annesini sevmediği halde gene d e

kızıyor-

du : «-

Babama söylersem sizi ! »

«-

Söylee ..

«-

Korlanuyor musunuz?»

«-

Nesinden korkacak.mışız?»

«-

Çok kuvvetli ama benim babam! •

"

«- Bize ne?>> ««-

63


Tiyatroda ufak tefek, kara kuru bir adam vardı. Kara gözleri birbirine

yakın

yakın,

Sakalım her gün tiyatronun herherine kazıtır, bıyığını titizlikle inceltirdi. Yalnız o • Çalımlı­ nın kızı, demezdi. Herkesin yanında görmezlikten gelir, tenhaları diyorlardı. Birinde

soyunma

deliğinden annesiyle

kollardı. odasının

Jön'ü her

Nuran'ı Necip anahtar

zamanki gibi

gözetlerken yaklaşmıştı: •-

Yakaladım seni küçük! "

Aklı gitmişti : c-

Annerne söylemezsiniz değil mi? ıt

Kara, birbirine yakın gözleri

parlıyordu

adamın : •-

Bir öpücük verirsen! »

«-

Hadi be sen de! »

«-

Niçinh

«- Ayıp ! " «-

Neden ayıp olsun? Herkesin

önünde,

herkes bakarken öpüşmek ayıp. Gizliden gizli­ ye hiç de bile. Sonra unutma ki annenle yaban­ cı birinin sevişmelerini gizliden gizliye gözetle ­

rnek daha ayıptır! » Ve elinden tutup kulisin gerHerine çekmişti. Tavan arasıydı burası. Tiyatro oyunlannda kullanılan eski, yeni yığınla masa, koltuk, ka­ nepeler, eski biçim karpuzlu lambalarla birta ­ kım tozlu kadın, erkek elbiselerinin saklandığı yer. Burada hiç kimse kimseyi -göremezdi. He-

64


le çatının çatıağından rutubetli karanlığa kur­ şun gibi vuran ışık çizgileri de olmasa, hiüç.

Bacağı sakat, tozlu bir Nuran' ı : «-

koltuğa

çekmişti

Küçücük sevıgilirn benim! »

Şaşrnıştı : «- Küçücük sevgilin mi ? ıo «- Tabii . » .

«- Ben mi? » «-

Sen ! »

«- A a

. . .

»

«- Olmak istemez misin?» Kucağına bir parça da zorla oturtmak iste­ mişti «-- Ha ? Gel, aksilik etme . . .

((

-

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

«-- Olmak istemez misin?» «- . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ?» «-- Gel, aksilik etme diyorum! » Göğsünden itmişti: ,, _

Edersem nolur?»

,, _

Valiahi babana söylerim ! »

,,_ Neyi? » <<-

Annenle Jön'ü gözetlediğini! »

Korkmuştu. Ya gerçekten söylerse?

da

öğrenirse işi.

Sonra?

Babası

Sonra herhalde anne ­

sin:i de, Jön'ü de bıçaklardı. Nereden biliyordu böyle hallerde kadınla erkeğin bıçaklanacakla­ rını? Bir zamanlar mahallede sucu, yabancı bir erkekle yakaladığı karısını da, erkeği de bıçak-

65


laınıştı. Sucunun elinde kanlı, kocaınan bıçak. Saçları darmadağın, gözleri yuvalarından fırla­ ınış, yalın ayak kaçmıştı. Sonra bekçiler, polis­ ler koşmuşlarclı ardından. Adamı yakalamış, kanlı bıçağı elinden almışlardı. Daha sonra «- On sene yedi ! » diye konuşulmuştu. «- Söyleme Necip amca ! » «- Bana amca deme ! » «- Ya?» Kollarının arasına almış, canını acıtacak kadar sıkmış, bu arada titremişti: «- Sevgilim de, sevgiljm de bana, sevgi­ lim de . » Utanarak kaçmıştı. Bir daha hiç gitmiye­ cekti yanına. Pis. Nasıl da titremiş, dudaklarını nasıl nasıl da öpmüştü! Ayy , ne biçim kokuyor­ du ağzı? Midesi bulanmış, öğürmüştü ama giz­ lemişti. Gizlemese, «- Yaa, demek benden iğ­ reniyorsun? Pekii.. ben de her şeyi babana an­ latayım da gör ! » der, belki de gider söylerdi. O . .

zaman babası kocaman bir bıçakla hem annesi­ ni, hem de Jön'ü vurur, kaçar, ardına bekçi, po­ lisler düşer, yakalariardı. En iyisi, bir daha bu adama yakalanmamaktı ! Ama kaçıp kurtulamıyordu ki. Adım adım ardında mıydı? Hiç ummadığı yerde, dalınış. kafesinde kuş'u, akvaryumunda balığı seyred�r­ ken : «- Küçük ! » Ürpererek dönüyordu : 66


«-

Efendim ? »

Fısıldıyordu : «- Gel ! » Gidiyordu sakat hacaklı koltuğun bekliyordu . istemiye istemiye

yanına,

gidiyordu. Git­

mese, b abasına söyler, babası da kocaman bıça­ ğıyla hem annesini, hem de Jönü. . . Sonra ki­ min yanında kalırdı? Kocaman evde

yapayal­

nız. Yemeğini kim pişirir kirlilerini kim yıkar. ,

başını kim sabunlardı? Birinde canını öyle yakınıştı ki, «-Gitmi­ yeceğim işte» demişti, «---.Bir daha hiç gitmiy� ceğim. Babama mı söyler? Söylesin. Babam

an�

nemi de, Jön'ü de mi bıçaklar? Bıçaklasın. Ko­ ca evde yapayalnız mı kalırım?

Kalayım. Ye­

meğimi kim mi pişirir? Kim pişirirse pişirsin? Başımı kim mi yıkar: Kim yıkarsa yıkasın. İh­ san abi'lere giderim be. ihsan abi'nin annesi

ne

iyi. Keşke benim de annem olsa ! » Bir gece düşünde babasını gördü. Necip'ten her şeyleri öğrenmiş. Elinde kocaman bir bıçak. Sine sine soyunma odasının kapısına gitmişti Anahtar deliğinden içeriyi gözetlemiş,

ardın­

dan da dalmıştı odaya. Birden annesiyle Jön'ün çığlıkları. Herkesler

doluvermişlerd.i'.

Babası

kanlı bıçağıyla fırlamıştı dışarıya. Kalabalığın arasından, kocaman çıplak ayaklarıyla . . . Kan ter içinde uyanmıştı. Kalbi öyle çarpı­ yordu ki ! 67


Sonra İhsan abi'leri düşündü . Gerçekten de, babası annesini vursa. Ortada kalsa. İhsan abi'nin annesi gelse : «- Yavrum benim . . » de­ se, «- Gel, bize gel. Koca evde yapayalnız na­ sıl kalırsın? » Gitse. İhsan abi'nin annesi ona da anne olsa. Bütün gün, bütün gece İhsan abiyle. Büyüseler. İhsan abi'nin annesi bir gün oğluna «- Yavr:um » dese. « - Bak, maşallah ikiniz de büyüdünüz. Gelin sizi evlendireyim ! , thsan abi de can atsa. Gülizar abla gibi, ona da tel, duvak taksalar, gelinlik giydirip, dudaklarını boyasa­ lar, pudra sürseler. Sonra tıpkı tıpkısına Güli­ zar abla gibi, İhsan abi'nin koluna girse. Süslü karyolada İhsan abi'yle koyun koyuna yatsalar. O, hiç de annesi gibi kalpsiz olmazdı İhsan abi'ye karşı. Hele Nuran gibi, Nuran kadar bir kızı olsa, annesinin ona yaptığınca ayrı odada, yer yatağında unutmazdı. İhsan abi'yi de . . . Bütün bunları elinde olrnıyarak düşünüyor, sonra birden İhsan abi'yle karşılaşınca da yer­ lere geçiyordu. «�- Nuran! » « - Efendim İhsan abi ?» Benden utanıyor musun sen?» Telaşlanıyordu : «- Yoo . . » << - Beni görünce yanakların neden kızarı­ yor ?» «- Bilmeem?» < < - Tuhaf. ,, ,, _

68


Biri�ıde az kalsın san abi'sinden ne için

Necip'ten söz açarak, İh­ utandığını

kalkacaktı. Zor tuttu kendini.

dı?

,, _

açıklamağa

Nasıl söz açar­

O adam beni elimden karanlıklara çeki­

yor, hacağı kırık koltuğa oturuyor, ayaklanının önüne diz çöküp bacaklarımla oynuyor ! » diye­ bilir miydi? Dese, belki de İhsan abi deli gibi koşacak, gözleri birbirine çok yakın, adamı yakalıyacak, belki de ekmek

ışıl ışıl bıçağıyla,

sucu gibi, delik deşik edecekti. Sonra? Sonra İhsan abi'yi hapisiere atacaklardı! Ama b.ir gece onu evden ıslıkla ç ağırm.ıştı .

Nuran odasında yapayalnızdı. Babasıyla annesi kimbilir

nereye

gitmişlerdi.

Her

zamanki

gibi çıplak ayaklarıyla merdiveni çabucak in­ miş, bahçenin arka kapısından çılaruştı. İhsan abi tek

laf

etmeden yürümüştü. Yukarda ay fi­

lan yoktu . Her zamanki harabelere

gitmişlerdi.

Yolda da hiç konuşmamışlardı. Anlıyordu İh­ san abi'nin sinirli olduğunu.

Ama

soramıyordu. Aklından çeşitli şeyler

sormuyor, geçiyor,

ihsan abi'nin belki de annesinden, ya da kimbi­ lir, şu Necip'ten söz açacağını sanıyordu. Her zamanki yıkık duvarın

önünde dur-

muşlardı. Ayaktaydılar. İhsan abi : ,, _

Sana bir şey soracağım .

.

»

«- Sor.» «-

Doğru söyliyecek

69

misin?»


Şaşmıştı : «- A . . tabi İhsan abi. «- Yalan söylersen gözlerin kör olsun mu? • Şaşkınlığı arttıkça artıyordu : «- Olsuuun. . « - Tiyatrodaki Necip'in kucağına oturdu­ ğun doğru mu ? , Böyl e bir soruyla karşılaşacağını kestirdiği halde, gene de tokat yemiş gibi sarsıldı : «- Ben mi? • «- Sen, evet ! • « - Kimden duydun ? • « - Demek doğru?:. • - Kimden duydun diyorum ! » « - Hasan'dan. • « -- Hasan kimden duymuş? • «- Kahveeinin çır.ağından. " «- Q ? , « - Necip kahveeiye anlatmış, duymuş an­ latırken. Hasan'a söylemiş. Hasan da . » Ne diyebilirdi? Saklas.a, yalan atsa değil diye, gözleri kör olabilirdi. Başını önüne eğip susmuştu. İhsan abi hiç kimseye benzemediği için üzerinde durmamıştı. Başkası olsa elini tutar, kuytulara çeker, ba­ caklarını okşar, dudaklarından öperdi. Aksilik etse, başıardı hemen : «- Yaa. . pekii . . B abana söyliyeyim de gör ! » İhsan abi neden sonra sormuştu : • - Yani kötü kadın mı olmak istiyorsun? • .

. ..

"

.

70

.


Aklı g:itmişti : •-

Ben mi? .

«-

Sen evet! »

Ağlamağa başlamıştı: •-

Ben çocukuro daha .. "

«-

Bir gün büyürniyecek misin ? ,

c-

Büyüyeceğim . "

«- Sen büyürken suçun d a büyür ! , «-

Kucağa oturmak suç mu? :o

" - Hem ayıp, hem d e çok

büyük suç . Bir

daha oturma olmaz mı?» ., _

Peki İhsan abi . . "

Ama öte yanda mahallenin �arılan : «-

Sist ! »

«-

Nuran ! »

« - Nuran kız ! ,. «-

Benim de kucağıma oturursan

temiz

bir tekliğim var ! » « - Dudaklarından öptür, ikibuçuk! » •-

Şu harabelere girelim mi? »

Kaçıyordu. D aha doğrusu kaçmağa yordu ama

nerde? Oğlanların

çalışı­

hacakları çok

güçlüydü . Ondan daha hızlı koşuyorlar, yolunu kesiyor , el'le, dil'le sarkıntılık ediyorlardı : «- Mangır vereceğim ama . . » «-

?

«- Ne çıkar be Nuran?,. «-

..... .............?

c-

Biz de Allahın kuluyuz. Yazık değil mi

bize?, 71


««- Valla hiç

kimseye

söylemeyiz ha! »

Nuran day ana ma z , kıpkırmızı,

yaşları «-

çokluk göz.

içindedir : Sizi İhsan abi'ye söylersem ! ,

Hasan, en çok da kahveeinin oğlu Hasan. mavi gözleri, sarı kıvır kıvır saçlarıyl a : «- Ne? İ hsan abi mi ? » « - Tabi ya! »

Aikad�arına dönüyordu : «- Çakıyor musunuz? İhsan abi diyor ! » Kaş, göz. «- E. . . İhsan abi,

tabi»

«- ihsan abi de mi sırada? » İ yi ama , bizim onlardan

«-

ne

eksiğimiz

var? » «- Paraysa

bizde de var! »

" - İ hsan abi'den de, Necip'ten de çok ! , «ı--«-

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . o o • •

.

. . .

»

. . . . . . . . . . ?» .

Sonraları

.

mahallenin bekçisi, emekli Said

efendisi de : -"- Sist, Nuran! »

Bekçiye

en ço k

•-

Ne var ? »

•-

Hasan'ın

kızmıştı:

dedikleri

doğru mu ? »

«- Sana ne?» «- Dikilme, sonra seni . . » «-

H adi be sen de! » 72

karakola

götürürüm


Emekli Said efendi de mesçit' in çıkınazın­ da kıstırmıştı: «-

İşitti.klerim

doğru mu Nuran abla? »

Koskoca adamın, ak saçlarından

utanma­

dan «Abla» demesini yadırgamıştı : <<-

Ne işittiniz: » Fena şeyler ama, korkma.

Sana kim Müddei-umu­ mi 'ydi m . Adiiye'de ahbaplanm çok. Sana sata­ şanları hapisiere attınnın aniadın mı?» << -

sataşı rsa gel bana. Ben eskiden

73


7. Çok geçmeden Nuran'ların

yaşamını

kö­

künden değiştiren olay patlak vermeseydi, Ha­ san'la başkalarının

c-

Sist,

Nuran ! • lan arta­

caktı şüphesiz. Ama o hiç unutam.ıyacağı,

gün­

ler, gecelerce aklından çıklnıyacak olay. . . Soyunma odasına bakan kapı

deliğinden

annesiyle yakışıklı Jönü· gözetliyordu . D almıştı. Birden kocaman, kıllı eller tutup Babasıydı . N erden,

yana çekti.

nasıl, ne zaman

geliver­

mişti ?

Bir kuş gibi cıyak cıyak : «-

Babacığım bakma, nolursun bakma ba­

bacığım! » Adam dinlernemiştİ kızını. Bakmış, bakma­ sıyla birlikte de kapıya bir omuz, dalmıştı ko­ caman ayaklarıyla. Jön, don paçaydı. Korkudan deliye dönerek kulise açılan pencereden atlayıp kaçınayı dene­ mişti ama, Cemal, iriyarı Cemal, artık tarna­ miyle vahşi bir hayvan haline

gelmiş cemaı.

avını bırakacak mıydı? Karısının falan yüzüne bakmadan

avının

ardına düşmüştü. Av don paça kaçıyordu harap,

74


eski, tozlu masalada kanepe, koltuk, iskemlele­ rin aras�nda. Gözleri yuvalarından

fırlamıştı.

Yakalanırsa başına neler geleceğini kestiriyor­ du. Kaçmalı, kaçmalı, alabildiğine kaçmalı, ca­ nını kurtarmalıydı.

Hacağı sakat bir masayı devirip geçti. Son­ ra bir iskemleyi. Bir koltuk, atladı

üzerinden.

Yeni bir masa . . . «-

sesi

Kaçma! ,. diyordu ölümün

•-

Bo­

şuna kaçma. Kurtulamıyacaksın ! · Kurtulanuyacağını

bile

bile

Devrilen yeni masa, ayaklarına

kaçıyordu :

dolaşan

yeni

bir iskemle, bir sehpa . . . «-

Sana kaçma diyorum ! ,,

Kaçmaktan

başkasını

yapamazdı.

Kaç­

malı, yakalanmamalıydı! Kesik kesik soluyarak kaçıyor, ortalığı dar­ madağın ederek kaçıyordu. Gömleğinin kemik kadar sert yakalığı, zarif mavi

kravatı, mavi

ipek çorapları, j artiyerleri. . . Kaçıyor, kaçıyordu çıldırroışçasına! Nuran, büyümüş,

yuvalarından

fırlamış

gözleriyle bakıyordu. Kaçanla kovalıyan arada gözden yitiyorlardı. O zaman tımağını keroire­ rek yaklaşıyor, birdenbire karşısına çiktılar mı da korkudan ödü koparak bir kıyıya

siniveri­

yordu. Babası da solumağa başlamıştı. Altüst ol­ mU§ aksesuvar eşyasının arasında yıllar kadar

uzun süren bir kaçma, kovalama. 75


«-

Kaçma öldüreceğim seni ! »

Am a hala kaçıyordu. Ne tuhaf, Nuran ba­ ğırmak istiyor, bağıramıyor, hiç kimse de gü ­ rültüyü işitip gelıniyordu . Jön, devrilen bir koltukla

birden yuvar­

landı. C emal yetişti, bastırdı. Kocaman

ellerinin

çelik kadar sert parmakları Jönün kolalı yaka bulunan ince boynuna kenetlendi : «-

Selavat getir ! »

Nuran « Selavat»ın ne olduğunu

bilmiyor­

du. Boğuk, acaip hıkırtı mıydı ? Yuvalarından fırlayan güzel gözlerse kocaman kocamandı ! Nuran korkudan sapsarı,

soyunma

odasına

koştu. Annesi oradaydı. Elinde ayna, ruj .. ru­ junu tazeliyordu. «-

Anneciğirn! "

Bakmadı bile : «-·

Ne var ? ,

« - Babam . . . « ---

Canı çıksın babanın ! "

«-

Öldürüyor ama, valiahi öldürüyor! »

Omuz silkti: «- Bana ne ? Cezasını çektirirler ! » Sonra rahatı bozulmuşçasına aynayı sedire fırlatıp kızına sertçe baktı : «-

Allah canınızı alsın topunuzun da. Hiç­

bir rahat yok sizden, illailah ! " Odadan çıktı gitti .

76


Ondan sonrası N uran için tozdur,

duman­

dır, sinemadır, düştür. Koşup gelen tiyatro adamları, polisler, asık yüzlü, telaşlı birtakım insanlar. KarakoL . . «-

Nasıl oldu b u iş Cemal bey ? ,.

Koca adam boşalmış, rahatlamış, ferahlamıştı : ,, _

,, _

Oldu işte

. .

,,

Nas ı l oldu işte? ,,

«-

N asıl ı var

«-

Niçin boğdunuz adamı

mı? Oldu ! » peki?•

Şaşk ın şaşkın : ,, _

<< -

Kimi?»

Kimi mi ? Numara

rru yapıyorsunuz?,

<<- Ben mi ? » «<<,, _

. . . . . . . . . . . . . . . . . .

Cevap ver : Nejat'ı niçin boğdun?»

Omuz << ,, _

Bana mı söylüyorsunuz?» silkti :

Bi lmem

..

,,

Aranızda ne vardı?»

Yeni bir omuz

silkiş:

«-

Hiçbir şey. »

«-

Peki neden boğdun?

Araıuzda hiçbir

�ey yoksa neden öldürdün adamı?.,. «-

Öldürmek istemem!i.ştim.

Demek öl­

müş? »

Sonr a annesi. Gene ayni asık yüzler . . 77

memurlar, ayni


•-

Kocanızın Nejat'ı niçin boğduğunu bi-

liyor musunuz: "

« - Hayır. » .,___ Sizi ondan kısk:anmış olm asın ? »

Kadın buz gibi güldü : •-

Kıskan mak mı ? »

«- Evet. » Sanrnam. » •-

Ni çin ? »

«--

Çünkü . . N ej at çok

k imsenin

n

medeni insandı. Iliç amusuncia gözü yoktu ! "

Kocasına döndüler : •-

Ne dersin Cemal bey ? »

Her şeyi gözleriyle gördüğü halde, gene de : •-

Karım doğru söylüyor ! »

Yeniden kadına döndüler : •-

Peki, o halde neden boğmuş olabilir?•

• - Bilmi yorum. » •-

Aklından zoru m u vardı dersiniz?»

,, _

Ol abi l ir. »

«-

Günler, haftalarca sürdü: bu. Nuran unutul­ mu ştu . Kendi bile unutmuştu kendini. Sonra hatırladı, babasını görmek gelmişti içinden. Gitti. Demir parmaklıklar ardında, uzamış sa­ kalıyla sapsarıydı: •-

Annen neden gelmiyor kızım? »

•-

Annem gitti babacığun! ..

•-

Nereye?»

78


Bilmiyorum. • «- Sen kimin yanındasın?, ,, _ İhsan abilerin. , «- Anahtar deliğinden gördüklerini sakın kimsey e söyleme olmaz mı ?» «- Niçin?" «- Anneciğine kötü kadın derler sonra, dile düşer! , Söylemedi, hiç kimseye söylemedi ama, de­ miy orlar mıydı ? Çoktandır diyorlardı hem de. Babasından başka herkes biliyordu annesinin «Kötü kadın» olduğunu. Günler geçiyordu. Bir gün, babasına benzeyen ama babası gi­ bi iriyarı değil, zayıf bir adam, asık yüzüyle geldi. Babasının demir parmaklıkları önünde durdu: «-- Değer miydi abi? O karının yüzünden kaatil olmaya değer miydi?» Sakallı yüzüyle bitkin babası : «-- Yoo. . karımı kanştırma! " «- Demek hala o yılan?» «- Kardeşim! » «- Yılan evet. Ben sana söylemez miydim_ onun buz gibi, hissiz bir yılan olduğunu? ,. Babası başını iki yana sallıyordu : «- Haksızlık ediyorsun. Onun suçu yok!» «- Sen onunla aklını bozmuşsun. . » hastayım, ağır «- iBeiki Kemal, ama ben hastayım hem de. Öleceğim. Nuranı yanına al. «-

79


Şunun bunun elinde ziyan olmasın, kötü yola düşmesin. Büyüt onu, okut. Nuran da Ayten gi­ bi bir kızın olsun. Söz veriyorsun değil mi?, . . . . . . . . . . . ?»

«-

.

«-

Nuranıma iyi bak Kemal. Benim yok-

. . . .

.

.

luğumu belli etme ! » «-

Annesi n e ceheııneme gitti ya?»

«-

. . . . . . . . . . . . .

. . .

. .

,,_ Ha ? » Babası üzerinde durmak istemiyordu . Tek­ rarlad.ı : << -

Nuranıma kendi kızın, Ayten gibi baka­

cağına, onu kimselere

hırpalatmıyacağına söz

veriyorsun değil mi?,, Asık yüzüyle canlı bir sıkıntıya benzeyen Kemal amca sadece, o da zorla, başım salladı. Sonra eşyalar satıldı. Daha sonra da Kemal amcanın ardında yo ­ la çıkacaktı. Sonu belirsiz yolculuğa çıkmadan önee amcası onu en son defa demir parmaklık­ lar ardındaki adamın ziyaretine götürdü. Ke­ mal amca bir kıyıda, gardiyanların uzattığı ka­ ğıtları imzalıyordu. Babası, gözlerinden yuvar­

Ianan

y.aşlarla demir parmaklığın

ardındaydı.

Uzun uzun baktıktan sonra: «-

Y�vrwn» dedi, «- dinle beni: Gün ge­

lecek, büyücek, bir erkeğin

kadını

olacaksın.

Kocan çirkin de olsa, onu yabancı bir erkekle aldatıp hapisiere düşmesine sebep olma ! , Pek de anlamadığı halde :

80


«-

Peki babacığım.. ıo

B abacığım demir parmaklık gerisinde, uza­ mış saçı sakalı, yaşlı gözleriyle bırakıp, amca­ sının ardında istasyona gitti. Aklında,

ta ortasında babası, babacığı, hep

aklının

babacığı. O

orada kalacak, belki de ölecekti ! Lokomotifin yaralı bir hayvan gibi iç çekişi. Kara vagonlar. Ama babası, babacığı. Babacığı oralarda kalmıştı. Düş'ünde gördüğünce yılan­ lar, çıyan, akrepler mi saracaktı :

Şurasını bu­

rasını sokup öldürecekler miydi? «- Heey, sana söylüyorum! .. Kendine geldi. Amcası asık yüzüyle bakı­ yor, sorusuna karşılık bekliyordu ama ne sor­ muştu : ., _

Aptal mısın sen kız? Aklından zorun

mu var?:ıo «-

Benim mi? ..

«-

Hayır babanın! »

« - Babacığımı bir daha

göremiyecek

mi­

yimh Duymamışçasına, avuçları içinde

çabucak

bir sigara yakmıştı. Sonra gene sertçe : c-

Nasıl oldu bu iş?•

Aklı babacığındaydı :. c«-

Hangi iş ?• Lahavle vela. . . baban herifi

ne diye

boğdu ? Oropsu anan ın yüzünden tabi değil mi ? » Tepesi attı : « - Benim annem orospu değil ! •

81


«- Ne ya ? ,, «- Annem. Anneciğlm o benim ! » «- Şöyle bir tane atarsam! » «- Neden orospu oluyormuş annem ? » «- Yılan! » Karşılık vermedi ama, amcasının evinde ne­ ler çekeceğini sezmiyor değildi. Birtakım manevralardan sonra önlerinde cansız gibi, upuzun uzarrakalan trene girmişler­ di. Vagon. Tenhaydı vagon. Amcası asık yü­ züyle dışar lara bakarak sigara içiyor, biri bit­ meden öbürünü yakıyor ama Nuran'a bakmı­ yordu. Sanki Nuran Dünyanın en nefret edile­ niydi. Ne oluyordu ? Keşke İhsan abilerde kal­ saydı. Hooş İhsan abi'nin annesi . . . N e diye bu asık yüzlü amcasının ardına tak­ mışlardı . Kampana , trenin fışıltısı, lokomotifin dü­ düğü. Hareket. Artık bir daha hiç, ama hiç göremlyeceği bu memleket ve bu memlekette kalacak olan insanlardan uzaklaştırılıyordu. Gideceği yerde ne olacaktı? Amcasının ters mi ters karısı, kı­ zı. . . Kızın kara, kuru bir şey olduğunu işitmişti annesinden mi, babasından m ı ? Devrilircesine gerilere kayan telefon direk­ lerine bakıyordu vagon penceresinden. Amcası da. Kravatsız, sırım gibi bir adam . Açık yakalı kirli beyaz gömleği. Ne kadar da çok sigara içi-

82


yordu. Biri bitecekken ötekini yakıyor, yemek yemiyordu. Oysa karnı çok acıkmıştı Nuran'ın. Günlerdir pek bir şeyler yememişti zaten. An­ nesinin zamanında, yemeği babası pişirdikçe bol bol yerdi. Sonra ihsan abilerde kaldığı günler. . İhsan abinin kır saçlı annesi de ilk zamanlar İhsan abi kadar iyiydi ama, bir gece oğluyla nasıl kav­ ga etmişti ! Gece yarısına doğruydu galiba. Kadın oğ­ lunu sıkıştırıyor, paylıyordu. İhsan abiyse yumuşak, tatlı sesiyle şöyle yalvarmıştı : «- Anneciğim anneciğim nalursun Nu­ ran'a yüz eğrisi yapma ! » Kadın sinirliydi, sertti: «- Peki ama, ne zamana kadar kalacak bu elin kızı bizde ? , « - Bizde kalmayıp d a nerde ka'ısın ? » « - Nerde kalırsa kalsın ! » « - Kalacak yeri yok ki . . » «- Bize ne?» «- :Böyle konuşma anne, yalvarırım! » «- Dedi kodu olur evladım, korkarım ben ! » «- Hiçbir şey olmaz. Nuran benim kardeşim «.� Herkes öyle demez. ıSonra, sen de ço­ cuksun daha . . . . . . »

««-

83


Uyumuştu. N asıl uyandığını bilmiyordu. bir pencere kanadı rüzgarda

Açık kalinli

vurmuş da

uyanmıştı? Yoksa dışarda kedi birşey

mi devir­

mişti ? Uyanınıştı işte. Uyanınca da gene baba­ sının demir parmaklık ardındaki sakallı yüzü. Tam bu sırada işitmişti işte anayla oğulun iyice kızışmış kavgalannın ardım: «-

Burası düşkünler evi değil İhsan ! »

«-

Anneciğim, canım anneciğim yavaş ol! •

«-

Neden ?

Nuran hanım

işitir de

üzülür

diye mi?» «-

Yazık. Annesi bırakıp gitti, babası ha­

piste. Hiç kiıru;esi yok ! � «-

Bana n e oğlum? Benim kimsem var mı?

Dul bir kadının ben ! » «« --

«...--

. . . . . . . .

.

. .

. :»

Nuran sabaha kadar ağlamıştı. Ne suçu var­ dı? Annesi kötülük yapmış, babası da annesinin kötüLük yaptığı adamı boğmuştu. Nuran'ın suçu yoktu ki. O, ufacık bir kızdı. Kimseye hiç ama hiç kötülük yapmamıştı. Büyüyünce annesi gibi de olacak değ.ildi! Demir parmaklıklar ardındaki b abası :

«-

Gün gelecek, büyüyecek, bir erke­

ğin kadını olacaksın. Kocan istediği kadar çir­ kin olsun, onu yabancı bir erkekle aldatıp ha­ pislere düşmesine sebep olma yavrum! " Olmıyacaktı, kocası istediği

84

kadar çirkin


olsun, onu aldatmıyacak, hapisiere

düşmesine

sebep olmıyacaktı. Madem babası,

canının ıçı

babacığı böyle istiyordu, o da onun istediğince olacaktı. Hem . . . Amcasının sertçe

dönüşü,

düşüncelerinin

şeri dini kopamuştı : c-

Demek annenin orospu olduğunu bilmi-

yorsun?, Kızdı : «- Bilmiyorum! " •-

Bilmiyorsun evet.. yılan. . . Herkes bili-

yor ama. Sana da orospu çocuğu diyorlar

. . .

»

Çıldıracaktı : «-

Kim ? Bana mı diyorlar?»

Tükürdü adeta : •-

Herkes. Sana diyor evet. . . bana mı

di­

yorlarmış. Ne diyeceklerdi ya:» Birbirine yakın, ufacık ufacık

gözleriyle

nefretini kusmuştu adeta. «-

Kardeşim alçak ananın elinde ziyan ol­

du. Ulan o, anan gibi pespayenin ardına takıla­ cak adam mıydı? Babam onu üniversitede oku­ tuyordu, adam olacaktı. Bana bakma, ben do­ ğuştan haylazdım. Ama ağabeyim . . . gelmez ola­ sıca anan tiyatrosuyla geldi kasabamıza, ağab� yimi ayartıp, yallah! Babam da evlatlıktan red­ detti . Annem, ağabeyimin kalırından öldü ! ,. Nuran şimdiye kadar hiç kimseden işitm� diği şeyler işitmişti. Demek dedesi oğlunu red­ cletmişti evlatlıktan . . iBabası hiçbir gün ne ba-

85


ba�ının evinden, ne de annesinden söz açmıştı. Annesi zaten konuşmazdı Nuran'la . Amcası devam etmişti : •- Başıma bela olacaksın. Madem o iğrenç karının irin sütünü emdin, hayır gelmez sen­ den ! >> Ve öfkeyle şahlanmıştı adeta: Ananla babanın ceremesini ben mi çe­ keceğim'? Bana ne ? Amca old urnsa hata mı et­ tim? isteyerek mi oldum?» Sigarasını yenisiyle tazeleyip, tükenenin di bini pencereden bir fiskeyle fırlatmıştı : ,, _ Senin de gözlerin göz değil! Kimbilir �en de ne canlar yakacaksın ? Haydi hepsi neyse ne diyelim, ya kahpe ananı kayırman? » Nuran nefretle gözlerini önüne indirmişti. O , homurdandı : •-- Pis, musiybet! ,, Bu, ağzı küfür dolu, asık yüzlü amcayı ilk gördüğü an sevmemişti zaten. Kuru, korkunç bir yüz. Annesini de sevmiyordu ama, b abası bu meseleyi kimseye sakın söyleme demişti. Baba­ sının hatırı için susuyordu. Yoksa bilmiyor muydu. !Babası, babacığı . . ölecek miydi bir gün? Yüzü sapsarı mı olacaktı? Mahallede bir gün aklı giderek seyrettiği ölününki gibi mi uzıya­ caktı tırnakları? ihsan abiyle bakınışiardı ölüye. Ölü yıkayı­ cılar ölüyü çırılçıplak soy muşl ardı. K.abuı:ıgaları, kapalı gözleri, yüzü, kalın rludakları sapsarıydı. ,, _

86


Sonra yıkamağa başlamışlardı da İhsan abi elinden usullacık çekmişti : «- Bakmıyalım, ayıp! » Dışarda yağmur yağıyordu. Tren sık sık dü­ dük öttürerek bir yerlere gidiyordu. Uzaaak çok uzak bir yerlere. Amcasının İstanbul'da oturduğunu biliyordu. İ stanbul neredeydi? Na­ sıldı? Amcasının kızı Ayten. . isterse kara, ku­ ru, çirkin olsun. Birlikte ip atlarlar . . . belki de lastik topu vardı Ayten'in . . . sonra, birlikte oku­ la giderlerdi Ayten'le herhalde . . . Babası yakışıklı Jönü bağınadan önce otur­ dukları mahallesi ne iyiydi. Annesinden ötürü ayıp sözler söylederdi ama, okullu kızlara da bayılırdı. Siyah göğüslükleri, beyaz kurdele, be­ yaz kısacak çorapları, rugan i�karpinleri, san çantalarıyla her sabah köşe başında toplanıp, güle oynıya okula •gidişleri, a:kş amları okuldan gene güle oynıya dönüşleri, yolda okuldan, öğ­ retmenlerinden konuşuşları . . Nuran bayılırdı. Bir an önce büyüyüverip onlar gibi okullu ol­ mağa can atardı. •Babasıyla az mı konuşmuşlardı okul üze­ rine : «- Gelecek yıl benim de onlaı:;ınki gibi çantam olacak değil mi? <<- Tabi.>> «- Siyah önlüğüm ? » ,,_ Siyah önlüğün de. ,, ,,_ Beyaz çoraplarım? ,,

87


«-

Beyaz çorapların da. �

•-

Beyaz kurdelem? •

c-

Beyaz kurdelen de. •

«-

Peki babacığım, sabahları saçlanını kim

tarıyacak ? :o «- Annen. » «-

Taramaz ki! •

•-

Ben tararım . .

Babasını üzmemek için söylemek istemezdi

ama,

gene de dayanamazdı :

«-

Herkesin annesi ne iyi. Kızlarının üstü­

nü başını giydiriyor,

kurdelelerini

bağlıyor.

nem? Benim annem benimle daı.ıgın

gibi. Ona

yavrum diye kucaklayıp öpüyorlar. Benim an­ ne yaptım ben?» Babası sertleşiverirdi hemen : «-

Yoo

. . .

senin annen, başkalarının annele­

rinden hem güzel, hem de daha

iyi.

Annen hak­

kında kötü şeyler düşünme ! • Bir gece sonra tren büyük

bir istasyona

girmişti. Bu istasyon kadarını hiç görmemişti. Yüksek çinko çatı, çatının altında dan, kocaman kocaman yapılar.

beton mey­

Bu yapılara te­

laşla girip çıkan gar memurları. . . Amcası elinden çekerek indirmişti trenden Kocaman ayaklı, kocaman kocaman adımlı am­ cası, adeta sürüklemişti. Sonra deniz, vapur, telaşlı bir kalabalık.

Vapura girmişlerdi. Öyle kalabalıktı ki! Boş bir kıyıya ilişmişlerdi. Karşı

88

sıradaki


ailenin Nuran kadar, kısa pantolonlu oğlunun elinde kocaman bir oyuncak otomobil. Kırmızı. Öyle güzel, öyle güzeldi ki, Nuran bu güzel, kır­ mızı otomobil karşısında demir parmaklıklar ardında bıraktığı babacığmı bile unutuverınişti. Onun hemen hemen hiç böyle oyuncaklan olma­ mıştı. Oyuncak otomobili olmuştu ama, oyuncak treni, oyuncak vapuru, oyuncak sandalı. . . las­ tik topu olmam:ştı. Allı, yeşilli, sarılı bir las­ tik top. Yere vuronca tavana kadar zıplıyan. . Olmamıştı, olmamıştı işte. �irinde babasının satın -aldığı otomobili annesi bir tekmede . . . Acaba amcasının kızı Ayten'in böyle oyun­ cakları var mıydı? Vardı belki. de. Olmasını öy­ le istiyordu ki. Bir an treni, asık yüzlü amca­ sının yanında oturduğunu, vapwu falan unuta­ rak, pek pek bir saat sonra yanında olacağı amcasının kızı Ayten'le farzetti kendini. Am­ cası asık yüzlü, büyük ayaklı, aksi mi aksi ola­ bilirdi ama, Ayten neden babasına benzesin? Ayten hiç de bile aksi babası gibi olamazdı. Iyiy­ di o, güzeldi. Nuranı görünce koşacak ,boynuna sarılacak, annesinden hiç, ama hiç söz açmıya­ cak, oyuncaklarının yanına götürecekti. Karşı­ l: klı oturacaklar, bir zamanlar babacığıyla oldu­ ğu gibi, kocaman bir oyuncak otomobili kurup birbirlerine göndereceklerdi. O ona, o ona.. sonra belki de oyuncak treni bile vardı Ayten'in! Şayet varsa, trenin raylarını odaya 89

döşerler,


ufacık lokomotifin çektiği ufacık ufacık vagon­ lar odanın içindeki istasyon lar , dağlar, tüneller, köprüleri geçer geçer, makaralardan, birtakım kutulardan ibaret yükler taşırdı. Sonra herhald e lastik topları da olmalıydı Ayten 'i n . Kırmızı, mavi, sarı, yeşil . Yere vurun ­ ca tavana kadar sıçrar, ele avuc a sığmazdı. Hiç karışmazdı Ayten Nuran'm oynamasma. Altın saçlı, inci dişli, güler yüzlü bir kızdı b elki de. Babası asık yüzüyle Nuran'ı azarlamağa kalksa bile, Ayten babasıııa çıkışır. Nuran'a kötü dav­ ranılmasını önlerdi. Evlerinin bahçesinde belki de boy atmış kocaman kocaman ağaçlar vardı da, güneşin altınd<l' saklambaç oynarlarken, ara­ da ağaca tırmanıp, çok yapraklı dalları arasına saklamrlardı. Birden heyecanla soruverdi : ,, _ Amcacığım Ayten kaç ya şında ? » Nefr etle : « -· Ne olacak ? >> Buz kesildi, sorduğuna pişman oldu : «- Hiiç . . » «- ü stü n e vazife olmayan şeylere k arı şm a. Ayten'in yaşı seni alakadar etmez. Sen kendine bak ! » Allah Allaaah. . ne fena insandı şu amca ! Ne olmuştu sormayla? Kötü bir şey mi? Hem ne bi ç.im amcaydı bu? Hemencik hırslanıveri­ yor, hırsıanınca da yeni bir sigara yakıyordu . Sonra, Nuran'ı hiç ama hiç düşündüğü yoktu .

90


Karnı aç mı, tok mu ? Susamış mı. susam amış mı ? Açtı karnı işte, açtı! Açtı ama, korkusun­ dan «Karnım aç » dememişti.

Oysa karşısındaki

çocuk galeta yiyordu. Utanmasa çocuktan ga­ leta isterdi ama, nası l ? Hele istesiıı , amcası sağ­ lama tokatlardı ! Vapur Köprüye yanaşmıştı. Kalabalıkla bir­

likte inmişlerdi . İnsan kaynaşıyordu Köprüde.

Taşıtlar. Sonradan adlarmın tramvay olduğunu öğrendiği küçük trenlerden birine binmişlerdi. Burası da kalabalıiktı. Kocaman kocaman yapı­ ların aralarına sıkışmışçasına daracık yollardan kıvrılarak gitmişlerdi. İstanbul ne güzeldi ! Ama bu güzellik çok

sür:memişti.

Şehrin

kıyı mahalleleri yıkık harap, eski evleri, birta­ kım kal e duvarlarıyla

başlamıştı .

ama, bütün bu yıkıklrk, haraplık

Başlamıştı ve eskiliğin

ardında masmavi deniz! Tramvaydan inm'işlerdi. Birbirini kesen da­ ha dar, daracık sokaklardan

geçmişlerdi. Am­

cası hep hep sigara içiyordu. Hava soğuktu ama. gök masmaviydi. Güneş vardı. Taşlannın arala ­ rından otlar fı şkırm.ış eski duvarlarda

tenbel

tenbel yatan, insansız, çocuksuz tenbel güneş. Sonra birden cıvıl cıvıl insanlarla çocukla­ rın, tenhalığı u çurtmaları, futbol toplarıyla yen­ dikleri bir meydanlığa ç ıkmışla.rdı. Öyle sevmiş­ ti ki bu meydanlığı! Evler, tahtalan

kararmış

ama yüksek evler, pencerelerinde gülen, şarkı

91


söyleyen kadınların karşıdan

karşıya

konuş­

tukları, şakalaştıkları evler. Bu ev lerden birin­ den ayaklan takunyalı, esmer,

çirkin bir kız

koşarak gelmişti : ' ......... Babacığım! ,. Nuran anlıyamanuştı birden kızın amcasının kızı Ayten

bu

kara

kuru

olduğunu. Ayten

miydi bu gerçekten ? Kara, kuru babası gibi asık yüzlü, saçları taraz taraz. . .

O da coşmuştu : «-

Babacığım, Nuran bu mu? »

Amcası hep o sıkıntılı sigara içişiyle , karşı

­

lık vermem iş , kızını elinden tutarak evden içeri girivermişti. Nuran d a ardlarında. Alt ev'di burası. Acı acı zeytinyağı

kolru-

yordu. Birden cırlak bir kadın sesi: «- Ayteeen! »

Amcasının kuru kızı,

boyun

damarı

w

şişe : «- Efendim annee?» «-

Efendiler leşini kaldırsın. N e cehenneme

gittin ?» «-

Babam geldi! »

Karanlık, dar bir merd.iveni,

çivilerinden

laçka tahtalarını gıcırdata gıcırdata çıkmışlardı. Minare merdiveni gibiydi. Bir zamanlar İhsan abiyle çıkmışlardı minareye. Yüre�

92

çarpmıştı


Nuran'ın. Şimdi de öyle. üstelik yanında da İhsan abi yoktu artık. Yüreği çarprnağa başla­ mıştı yeniden. Bu amk suratlı, küfürbaz, hırçın oldukları her hallerinden anlaşılan insanlar, bu köhne, yıkılelım yılnlacak ev, evler . . . Merdiveni tam çıkmışlardı, birden gazocağı üzerindeki tavada balık kızartmakta olan kara, kuru bir kadın. Kızına ne kadar da benziyordu! Dişlek, saçları kı zınınki gibi taraz taraz. Kocasına sordu : «- Geldin mi? » Kocası sıkıntıyla : « - Geldim1 getirdim. Al bakalım . • Yengenin buz gibi bakışı : «- Nesin e bakacağun? Demek babası, anasının hovardasını. . . » • - Gırtlak.lamış . » dedi adam. Yenge adeta hırladı : «- Bana bak, ananın orospu oldu�nu unu­ tup da bu mahallede şuna buna çalım atmağa kalkma anladın. mı ?» .

.

Nuran• şaşırdı. Daha bir •Hoş geldin• bile demeden yaylım ateşe geçmişti kadm. Tekrarladı: «-

Aniadın mı?

Eşek

kafana girdi mi?•

«- Benim mi?» diyebildi. "- Hayır benim. Beniınmiyıniş.. Senin ta­ bi ! .

Karşılık veremezdi. Ne biçim konuşmaydı 93


bu? Eşek kafası mıydı Nuran'ın kafası? Hiç de bile . . Gözlerini yere indirm.işti. Yanıbaşında Ay­ ten. Arada gözıgöze geliveriyorlardı ama, nerde yol boyunca düşündüğü inci dişli, güleryüzlü kız? Evlerinin bahçesi de yoktu. Herhalde oyun­ cakları da. Ama arkadaşları vardı besbelli, ar­ kadaşlarının dedi koducu anneleri. Alt, üst kat­ lardan merakla gelmişlerdi hemen. Dişleri siga­ radan ş:arı sarı kadınlar. Başlamışlardı : «- Geldi mi ?» «- Yaa, geldi encam! ,, «- E, gözün aydın kız . . ,, «- Demek bu ? >> Güzelceymiş de . . . «- Adın ne senin ? ,, «- Cevap versene ! >> ««-

<< -

Nuran şaşkın : «� Nuran.>> dedi . Bir başka kadın patavatsızca sordu : «- Demek baban anneni oynaşıyııan yaka-ladı?» Yengesi • Yakalamış, boğuverm.iş ! » « - Oynaşın n e suçu var? Asıl boğulacak,. karısı olacak gözü çıkasıca . . Elin adarnma yazık değil mi?» Bir başkası : -

94


,, __

masa . . .

Hiç canım. Kancık it kuyruğunu saHa-

»

,, _

Değil mi ama ? ,,

Hakçası o ! » Az genççe bir başka komşu : «- Mektuplarını sen mi taşıyordun ananın kız?, Ne mektubu ? Ne taşıması ? Annesi ona mek­ tup taşıtmamıştı. Postaya bile mektup attırma­ mıştı, hiç hatırlamıyordu. «- Niye cevap verrniyorsun? » Çalıma bak ! , Burnu d a havalarda . . » ''� İyi ama, nesine?ıo Amcasının karısı kinle : «- Anası orospu. Tabi çalımı beyde olrn.ı­ yacak . . . » dedi. Nuran sertçe baktı ama, kimse farkına varmadı. Ne çirkin kadındı ! O günden sonra adı «orospu çocuğu»na çıktı. «- Kız Nuraaan! Ah orospu çocuğu ah . . » Ya da : «- Nuran mı? Hangi Nuran? » •- Ş u canım, orospu çocuğu ! » << - Nuran, başlanın orospu anandan ha ! » « - Sist, orospu çocuğu . . , ««- . . . . . . . . . . . . . . . . . . ?)) Anlıyordu, her şeyi anlıyorrlu acı acı. «Üros­ pu çocuğu » , öteki çocuklardan başka, adi, aşa<<-

,, _

,,_

95


ğılık bir çocuktu. Orospu çocuğuna kimse acı­ mazdı. Orospu çocuğu herkesin burunlaması, itip kakınası için yaratılmış gibiydi . Karnı acık­ maz, uykusu gelmez, bayramlarda yeni ayak­ kabı, yeni üstbaş istemez, isteyemez ; istese bile alınmazdı. Orospu çocuğu oyun da oynıyamaz­ dı. Hakkı yoktu. Arada eksik doldurolmak için oyuna alınsa bile, ilk fırsatta hemen çıkarılır, yerine, anası orospu olmıyan bir başkası alım­ verirdi. Oyunda düşse de bir yanı sıyrılsa, ka­ nasa aldırış edilmez, ama başka herhangi bir çocuk kazara düşse de Nuran'ın suçu olmasa, suç gene de ona yüklenirdi. Haftalar, aylar . . . Sabahın çok erken saatlannda uyanıyordu. Su kovalarını alıyor, evin kazanını, leğenini, kü­ pünü küllüğünü dolduruyor, gazocağını yakı­ yor, çaydanlığı oturtuyor, akşamdan kalmış bu­ laşıklan yıkıyor, ortalığı süpürüyor, hatta tah­ taları çabucak iki su siliveriyordu. Bitmez tü­ kenmez bel, kasık, romatizma, rahim, böbrek hastalıklarından dertli cırcır yenge bütün gece uyuyamamış, sabaha karşı sözde şöyle bir dalı­ vermiŞtir. Tahtaları siler, en çok da ortalığı sü­ pürürken süpürgeyi kazara boş bir kutuya çarp­ sa da, kutu tangırd.asa, yenge yatağından delı­ şetle fırlar, taraz taraz saçları, karanlık bir ma­ ğarayı hatırlatan ağzıyla başlardı: •- Hay Allah belanı versin çıfıt ! Kız sen benim sebebi mevtim olacaksın bir gün. Kız 96


lanet kız, bütün gece derdünle

boğuştum, bir

parçacık uyku ginnedi gözüme.

Sabaha karşı

gözlerim şöyle bir kirlendi, tangır tungur. . . Kasdın mı, var bana? Ölürsem kına mı yakacak­ sın? Hain! Vicdansız! » B irtakım mazeretler ileri sürer: «-

Yengeciğim, vallahi mahsus

yapma­

dım . » .

.

Ne dese boş : «-

Yengeciğin başucuna otursun. Ben se­

pin nerden yengen oluyormuşum ? Kaatil heri­ fin kızı, orospu kannın piçi ! " Arada Nuran d a uykuya dalıverir

sabaha

karşı da, yenge hiç uyumamış, sofada kum san­ cısı ya da romatizma ağrılarından dolaşmakta­ dır . Ağrıları Gripin, Nevrozin, Aspirin'le falan azıcık yatıştığı zaman aklına hemen Nuran ge­ lir : Camilerde sabah ezanları okunmaktadır. Bu kız hala ne diye eşşekler gibi yatıyor ? Gider, Nuran'ın tavan arasındaki yatağını bir hamlede bulur. Kızcağız kirden muşambaya dönmüş yüzsüz yorganı altında kıvrılmış mışıl mış : J uyumaktadır. Bir tekrne, bir tekme daha.

Nuran yataktan deli «-

gibi fırlar :

Buyurun yengeciğim ! :o

Yengenin çenesi açılmıştır : «-

Uğursuuuz, meymenetsiiiz!

Gün öğle

oldu Allah kahretsin seniii! Hani ortalığın süp­ rülmesi? Kazan doldu mu ? Küp küllük

doldu

mu? Evde bir damla su yok. Anca ye, iç, yat,

97


ye, iç, yat. Benim zavallı yavrum kuruyup kabuğuna yapışsın, sen et üstüne et koy. Arsız. Laf söz kar etmiyor ki ! , Nuran n e türlü davransa boştu. Ne yenge­ siyle amcasının gözüne girebiliyordu, ne de ma­ halleli çocukların oyunlarına. Su taşırken çocuk­ lar, daha çok da kendi akran kızlar lastik top­ larıyla çeşitli oyunlar oynarlar, amcasının kızı: onu sokmazdı. Aralarına karışacağını sezdi mi, hemen başlardı : «- Anneeee ! » Nuran yalvarırdı : «- Ayten, nolursun Ayten . . bir az oynıya­ yım ! » Hayır : Anneeee, Nuran'a baaak! işini bıraktı oyun oynuyoooor! '' Taraz taraz saçlarıyla kadın, iki eli kanda olsa, hemen ya pencereye çıkardı, ya kapıya : «- Kız Nuran ! » <<- Efendim yenge? » <<� Oyun h a ? Gelirsem senin o iğrenç gözlerini oyanın alimallah ! » « - İyi ama yengeciğim . . . « - Sus hakim hadi, geç işinin başına ! » Usullacık geçerken, başta Ayten, mahalleli kızlarla oğlanların kahkahaları. Ne desin ? Ne diyebilir? Elinde kovalar, oradan ağır ağır uzak­ laşırken, çocuklar başlarlardı : «- Annen amma da bozdu ha ! » «-

98


• -

ki .

.

Tabi şekerim . Onun aııası

babası yok

>>

Bizim gibi annesi, babası olsa da oyna­ sa hadi neyse değil mi ama?» « - Onun annesi. . . » Ayten fısıltıyla anlatır da anlatır, kızlar ağızlarını elleriyle kapata kapata sözde utanır­ lar, her şeyi anlıyan oğlanlarsa çapkınca güler­ lerdi. Tek arkadaşı yoktu Nuran'ın. içine kapanınıştı alabildiğine. Kapanınıştı ariıa, ta ihsan abi'nin öğrettiği az buçuk okuma yazmasını ilerletiyordu farkına varmadan. Şur­ dan burdan eline geçen gazeteleri yer, yutar gi­ bi okuyordu. En çok hoşuna giden romanlardı. Acıklı romanlardı gazetelerin. Yengesi gelive rince de hemen, saklıyordu . Ne iyiydi romanlar ve yalnızlık! «-

­

99


8. Yıllar gelip gelip geçiyordu. Yapayalnızdı kitaplarıyla. Çevresinden kor­ kuyor, korkusu arttıkça nefreti çoğalıyordu. Eski günleri, aah eski günleri! Annesi istediği kadar kötü olsun, iyi bir ba­ bası vardı ya! Onu terslemez, çeşmeden su taşıt­ maz, oyunlarına karışmazdı. Arada elinden tu­ tup çarşıya,

çarşıda

dondurrnacıya

götürür,

yolda tatlı tatlı konuşurdu kızıyla. «Kızım, der­ di, « Yavrurn» derdi, aEvladnn» , «İki derdi. Sokakta arkadaşlarıyla

gozum»

aynarken düşse

de bir yanı acısa, babası nerdense koşup gelir, kızını. kucağına alır, acıyan

yerını

kocaman

avucuyla oğuşturur, öper, göz yaşlarını silerdi. Geceleri devler, yılan, çıyan, akreplerle do­ lu düşler görse de çığlık çığlığa uyansa, babası gene hemen kucağına alır, çığlığının

nedenini

sorar, kızını korkularından çeker kurtarırdı. Çoğu gündüzler hep

babacığıyla

olurdu.

Babacığı onu elinden tutarak tiyatroya, tiyat­ ronuıı şakacı bir hava esen lokaline

götürür,

ordan çarşıya inerler, çarşıda dondurrnacı, oyun-

100


çakçı dükkfmları. . . ah bu oyuncakçı dükkanının renk renk, çeşit çeşit oyuncaklarla dolu came­ kanı önünd e babasıyla geçirdikleri dakikalar . . . Babacığı da Nuran kadar çocuklaşıverir, kızıyla oyuncaklar üzerinde tatlı tatlı hayaller kurar­ Iardı : Şu, cici rayları Kocaman

camekana dö­

şenmiş oyuncak tren onların olsa . . . ne yaparlar? Ne mi yaparlar? Bu raylar var ya? Böyle yu­ varlak değil, açar babası, uzatır. Daha da ray satın alır, satın aldığı dolu rayları

ötekilere

ekler. Eklenen raylar odadan safaya çıkar, so­ fayı boydan boya geçer, öbür odaya girer, öbür adayı dolaşır, kapının bu yanından gene safaya çıkar, safayı duvar diplerinden bir başka oda­ ya kadar uzanıp, bir başka odanın da duvar dip­ lerindeeen . . . Nuran el çırpardı. Yaşasındı.. Babacığı dolu ray alacaktı değil mi ? Tabi. Eline bolca bir pa­ ra geçince hemen, hemen ,satın alacaktı bu tre­ ni, sonra da o bitmez tükenmez rayları. Dükkan­ da fazla ray yoksa bile, babası

İstanbul'daki

kardeşine yazacak, para gönderecek, Nuran'ın İstanbul'daki amcası da dolu ray satın alacaktı onlar için. Daha sonra trene birtakım kutularla boş iplik makaralarından yükler

yükleyecek­

lerdi. Nuran odalardan birinde istasyonunu ku­ racaktı, babacığı da bir başka odada. Her oda ayrı bir memleketin istasyonu olacaktı. Odaları, safayı kimbilir kaç sefer boydan boya, döne do­ laşa

aşacak

tren,

b abasının

101

istasyonundan


Nuran·ın istasyonuna mal getirecek,

sonra da

mal götürecekti. Bu arada tabi dağlar, köprüler, tüneller geçecekti. Tünellerin karanlık, korkunç­ Iuğu üzerinde durulurdu. Bu tünellerde

belki

de yedibaşlı devler, ejderhalar, yahut da cinler, şeytanlar bulunurdu . . . Bu türlü

konuşmaları

çokluk gece, evde, Nuran'la babası alaca karan­ lık odalarında yaparlar, Nuran babasının kol­ ları arasına sığınır, başını göğsüne «-

Sonra babacığım?» derdi.

korkuyorsun kızım? » , siz anlatın .

«-

Yanımda siz

«-

yaslıyarak

Ama

Korkuyorum varsınız.

galiba ama,

Korksam

bile tatlı! » Tekrar dalarlardı. Babacığı nereden bilirdi peri padişahının üç oğlunu?

Görmüş müydü?

Görmüşse nerde görmüştü ? Ej derhayı iki ağa­ lıeysi değil en küçüğün öldürüp, güzel kızı kur­ tarışını Nuran çılgm gibi alkışlar, coştukça co­ şardı ki, birden hiç hesaba katmadıkları bir şey, annesi, buz gibi yüzüyle odalarının

kapısında

beliriverirdi : «-

Aferin koca adam, aferin . . Çocuğun zih­

nini böyle saçma sapan şeylerle doldur. Şuna bak, nasıl da kıvırıyorsun o yalanları?» Arada Nuran baş kaldıracak olurdu: «-

Ama ben çok seviyorum onları anne-

ciğim! » Tersieniverirdi : · «-

Sus hadi sus, iğrenç ! »

Babası kekelerdi:

102


a-

Karıcığım, karıcığım

lenclirrn ek için

şeyy . .

çocuğu eğ-

. . ."

O, nefretle ayrılırdı kapıdan. Babası kıs kıs güler : «- Atlattık Nurancığım» derdi, «- atlattık ha ? » « - Atlattık ama, ona ne?» «-

Susss

..

»

«-

Niçin ? »

«-

Anneciğin konuştuklarımızı duyuverir! •

«- Duyarsa? .. «- Bağırıp çağırır . .

"

«- Annemden kÖrkuyor musunuz babacı­ ğım?» «- Hayır, korku değil, say.g ı. Ona büyük saygım var. Çok yoruluyor. Bir de biz

üzer­

sek . . . >> «-

Annem olmasa o treni

hemen alırsınız

değil mi ? » «-

Param o lsa gene alırım . . »

«-

Ne zaman olur? »

«- Allah n e zaman verirse! • «-

Neden vermiyor ? »

«-

Kimbilir. »

«-

Ben Allah olsam .

«-

Evet?»

.

.

«- Herkese, ama herkese her mencik veriverirdim ! » «-

Töbe de! »

«-

Niçin ? •

103

istediğini

he­


•-

Günah!: ·

cr. -

. . .

«-

. . .

. ... .

..

.

. .

.

. .

.....»

. . . . . . . . . . ?» .

.

Hafta içinde, bazı geceler vardı. Ne severdi Nuran böyle geceleri. Annesi çokluk

yatmış,

babası kahveye çıkmış olurdu. Nuran usullacık evden çıkar, onu harabelerde b ekliyen İ hsan abiye koşardı ufacık ayaklarıyla. Gerçekten de abi arda, o yıkık duvarın dibine oturmuş, sır­ tıyla duvara dayanmış olurdu. Nuran'ı görünce yerinden fırlar, ellerinden tutarak duvar dibine oturturdu. Sonra da kendi otururdu yanı başına. Çoğu geceler koskocaman ay, yıldızlar . . . Ah İhsan abisi.. şimdi olsaydı da mahalleli kızlar, oğlanlar ona

«Ürospu çocuğu» desinler

di sıkıysa ! . . Dünya'da hiç kimse İhsan abi kadar koşa­ maz, İ hsan abi kadar sıçnyamaz, yumruk ata­ maz, yüzemez, top oynıyamazdı. Kovboyculuk oynarlarken bile .. Albay Bufalo-bil olmıya gör­ sün. Değnekten atı üzerinde yıld ırım gibi, so­ kaklar aşar, göl kıyısındaki « Gizli define»yi Kı­ zılderililerin elinden gibi

kurtarmak için

yıldırım

yetişirdi. Hasan çokluk Kızılderili reisi, Atmaca-göz,

ya da Sarıyılan olurdu. Onun da adamları vardı. , Kamıştan atlan, başlarına takılı tüyleri, zehirli oklan. . .

o:G1zli define:oyi

beklerlerdi.

abiyle arkadaşları bir hücum .. onlar

104

İhsan istediği


kadar kalabalık olsun, İhsan abi'nin önünde du­ ramazlardı. Sonra İhsan abi masallar anlatırdı. Bir du­ dağı yerde, bir dudağı gökte Araplar, Kafdağ­ ları, Peri padişahı, Peri padişahının kızı, Şeh­ zadeleri, yedibaşlı devler dolu korkunç masal­

lar. Şimdi burada, amcasının evinde tek başına yattığı tavan arasında o mutlu günlerini hatir­ lıyarak roman okurken, göz yaşlarını

kimseye

göstermiyordu. Gecenin çok geç saatiarına ka­ dar bulaşık tenceresinin başında, bulaşık suyu­ nun öğürtücü kokusuyla midesi bulana bulana hep bunları düşünüyor, en çok da ihsan abi için içi yanıyordu : Sevgili öğretmeniydi bir de. En .gücüne giden, yengesinin komşulada ko­ nuşmasıydı. «-

Yaptığı iş yediğini çıkarnuyar ki kardeş.

Başım za bela aldık vallahi. . , ·

Dişleri dedi kodudan kararmış komşu kadınIarsa hep yengesinden yana çıkıyorlardı : c'-

Doğru. Öyle ananın böyle kızı . . ..

•-

Katranı kaynat olmaz şeker derler

•-

Cins, cins değişmez ki. Ön tekerlek ner-

. . .

den giderse, arka tekerlek de . » . .

«-

!Boşuna zahmet ama, ne yapacaksm kar­

deş. Başa gelmiş çekilecek! " c·-

105


Böbrek sancıları, romatizma ağnları bir az dinmişse, akşamki uykusuzluğunun acısını Nu­ ran'dan almak için seslenirdi: «- Kız N uraaan ! Romanını hemencik saklar : •- Efendim yenge? » « - Bulaşıklar yıkandı mı?>> «- Yıkandı., Aşağıdan tabak, tencere, sahan tıngırtıları gelir, ardından da uluyan sesi: «- Yıkanmaz olsun ! Şu tabakların pisliği­ ne bak. Bu ne biçim yıkanma kız? Uuuu . . ha­ Kırların tekmil yağı üzerlerinde. Kız gel buraya bakayım ! » .Dehşetli bir korku içinde, kocaman bir soru, tavan arasından aşağı sessizce iner : ·Efendim ? • Sahanı adeta gözüne sokar : • -- Nedir bu sahanın yağı?» Yağ falan ·yoktur aslında. Ama olup olma­ ması önemli değil. Önemli olan, yengenin gece­ yi uykusuz geçirmesi. Bunun da suçlusu Nuran'­ dır. ... ... ?» «« - A y bu kız beni çıldırtacak. Kız cevap versene Allahın belası ! , ??» «Artık maşa mı olur, sopa mı, nalının teki mi. ver yansın. En çok nalınla, parmaklarını ocağın taşında ezip, tımaklarına kan oturtması! »

.

. . .

. . .

. . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . .

. .

106


Ah bu ezilen parmakları, kan oturan tırnakları. . .

canı öyle yanar ki, bas has bağırır da, uyurken bile sigarası rludağından eksik olmıyan amca­ babasının demir parmaklıklar ardında sıkı sıkı tenbihlerle kızını emanet ettiği amcası mutfak kapısında belirir : « - Sus kız. Zırlayıp durma sabah sabah . . » Yengenin eline fırsat geçmiştir: «- Zırlamak değil ulumak. Anasının baba­ sının başını yediği yetmezmiş gibi, burda da uluyacak ki bizim de başırnızı yesin! » «- Lanet ! » diye sigarasını tazeler amca. Ayten memnundur. Dünyalar onun. Gözle­ rinin içi gülerek sakızını şımarık şımarık çiğ­ ner, sonra da arkadaşlarıyla top oynamağa gi­ der. Memnundur, çünkü Nuran neden kendisin­ den daha boylu, daha güzel, bilekleri, ayaklan daha biçimli, saçları daha da1galıdır? Neden cilt cilt roman okur ? Evin asıl kız� Nuran mıdır ki daha güzeldir? Ayten orospu çocuğu olmadığı halde neden kara kuru, sıskadır da, o yılan bem­ beyazdır? Madem öyle, oh olsun. Yesin dayağı, ezilsin tırnakları, l kan otursun! Beri yanda Nuran'sa bütün bunların farkın­ da bile değil, nalın eziği parmakları, kan otur­ m� tırnaklarının acısıyla ağlar da ağlar bir kı ­ yıda. Ezikler öyle ağrımaktadır ki! Bütün gece uyuyamaz acıdan. Başı, karnı ağrııruş, kimin umurunda? Roman bile okuyamaz, gelmez için­ den. 107


Sabahleyin her zamanki kupkuru ses: «- Kız Nuraaan ! » Fırlar yataktan: «- Efendim yenge?ıı «- Su getirdin mi ?ıı «- Getirdim yenge., ,,_ Bulaşıklar yıkandı mı?:o « - Yıkandı yenıge.» «- . . . . . . . . . . . . . . . . . . » «Bir gün amcası gene ağız kıyısında siga­ ra, geldi. Nuran sofrayı hazırlıyordu. Yengesiy­ le Ayten de bir kıyıda sofranın hazırlarunasını bekliyorlar dı. Amcası: «- Vefasız! » dedi, «- babanı hiç sormu­ yorsun. . » Nuran acı dolu iri gözlerini amcasına çe­ virdi. Bu gözler, acı dolu bu gözler bir an sevinç­ ten çalkalandı adeta : «- Babam mı ? Ne olmuş babama?:o Damdan düşereesine : «- Ölmüş! , dedi, «- Babasız kaldın artık hadi bakalım . . . " Nuran'm elindeki tabak yere düştü, parça parça oldu. Yenge eline gene dehşetli bir baha­ ne geçirmişti, yerinden fırladı, tekme, tokat, tekme . . . Ardından da ulumalar: «- Sakar domuuuz .. hayırlı evlat olsan ba108


ban ölmezdiii, uğursuuuuz! Ne istedin ağzı var dili yok tabaktaaan! • O gec e yemek yemedi. Zaten yediği de ne? Sofradaki tabaklarda artanlar. Tavan arasmda­ ki yatak yorgan adına mitillerine kapandı, de­ mir parmaklıklar ardında

bıraktığı

babacığı

için ağladı ağladı.. Düşünde, eski mutlu günle­ rinin baba okşamaları

aras�nda,

babacığmın

göğsündeydi. Sonra babası elinden tutup tiyat­ roya götürmüştü. Annesinin seyircileri kırıp ge­ çirişini birlikte seyretm.işlerdi çok eskiden oldu­ ğunca. D aha sonra . . . evde olurlarıruş. Sergisiz odalarının, yer yatağında . . . «-

Babacığım! "

•-

Efendim yavrum? »

•-

Hapiste değil miydin sen?»

u-

Değildim. ıo

«-

Nejat amcayı boğmamış mıydın?»

.,_

Yoo . . »

•-

Ben amcamlara ıgitmedim mi?»

"'-" Gittindi ama, gelelin şimdi. » «-

Oraya bir daha hiç gitmiyecek miyim?•

•-

Gitmiyeceksin. »

«-

Yengem beni hep dövüyor. Tırnakları­

mı eziyor nalınla

Beni bir daha oraya gönder­

me olmaz mı? » •-

Göndermem yavru.m.. »

109


Amcamı da sevmiyorum. . " «- Ben de sevıniyorum. » •-

Ayten' i de. »

«- Ben de. » «- Orada

bana herkes orospu

çocuğu

di­

yor ! » «-

«-

O nl ar ı n dillerini koparırım ben .. "

Sen herkesten daha kuvvetlisin

değil

mi ?» Elbette.» Herkesi dövebilir misin ?ıo Döverim.» Amcamı ? • « - Arncanı da. ,, •- Pol isleri ? » • - Polisleri de. » Pekii .. Annem.i?>> Babası gülmüştü çok eskiden olduğunca : Bak, bir ona gücüm yetmez işte! ,. Uyanmış, yeniden u ykuya geç mişti . Bu sefer de İhsan abi girmişti düşüne: - A . . . bak babacığım, İhsan abi ! » «-

•-

•-

•-

•-

·

•-

Tabi.

Bundan sonra İhsan ahin de biz­

de kalacak . . ,, «-

Bizde mi kalacak?»

•-

Bizde kalacak. Fena mı?»

««•-

Değil ama, annesi ?>> Annesi öldü. >> Sahi mi İhsan abi? Annen öldü mü ?:o 110


ÖldÜ . >> Gene harabelere jneriz değil mi ?" «- Tabi. İnelim m i ? » « - İn elim, hadi.» El ele harabelere iniyorlar. Harabeler. . Ha­ rabeler hep o eski harabeler, ay, yıldızlar hep o eski ay'la yıldızlar. Sırtlarını harap duvara dayayıp başlıyorlar : «- Demek bundan sonra hep bizde kalacak­ sın ?» «- Evet. Memnun olmadın mı?» « - !Ben mi ? A çıldırırım sevinçten ama inanaınıyorum! » «- Ben de çıldırabilirim sevinçten . . » «-

«-

«- Benim salıiden abim olursun değil mi?ıo «- Olurum. » « - Ayten'le arkadaşlarından musun ? » ,, _

Tabi

beni

korur

N uran ! »

«- Haydi sokağa çıkalım, bana orospu ço­ cuğu desinler de, döv onları ! Sonra bana dolu roman al ! » Eski memleketinin o eski mahallesindeki harabelerde, sırtları duvara dayalı değil de, sanki amcasının İstanbul kıyı mahallesindeki evinde, tavan arasındalar. El ele tutuşup iner­ ler aşağı, sokağa çıkarlar. Ayten'le arkadaşları oradadır. İhsan abi olmasa, her zamanki gibi /

111


«Orospu çocuğu ! » diyeceklerdir ama, diyemez­ ler. Yanında İhsan abi. Sıkı mı? Nuran meydan okur : Hadi, ne duruyorsunuz? Kızdırsanıza! :ıo Ç ocuklar İ hsan abi'nin korkusundan sus •-

pus. Ay ten dikilir : «-

Kızdıram.az mıyız?�

«- Kızdıramazsınız tabi. Kızdırın hadi! Bak İ hsan abime .. Bundan sonra hiç birinizden korkum yok ! " Hiç kimseden ses çıkmaz, sinmişlerdir. Kız­ lardan birine yaklaşır, elindeki topu çeker alır. Bir vurur yere, top havalara zıplar. Sonra bir başka k: zdan ipiJ. başlar atlama ­ ğa. Herkesten iyi atlar. Atlarken atlarken ha­ valara uçar. Bulutların aralarından

geçerken,

yengesinin sesi: «- Kız Nuraaan ! » İhsan abiyi, lastik topu, ipi, havaları yiti­ riverir. Bütün gördükleri bolılanmış

cam ar­

dına kaçınışeasma silikleşirler. c-

Kız Allahın belası kııız ! "

Buzlu cam ardı silikliği d e kaybolur, ıyıce yüze ç:kar. Ama gene de kendini büsbütün to­ parlıyamaz. c- İki gözünün ışığı sönesice, lanet! ,. Hır hırttan ibaret mitillerinin zıplayıp fırlarken seslenir : «-

Efendim yenge, geldim! ,.

112

arasından


«-

Gelmez ol ilahi . . ·

Koşar. Kuru kadının elleri belinde, Azrail gibi: «- Hani su ?" Karşılık

veremez. Yengenin

elinde çıra

parçası. Gözü çıra parçasına takılır, içi titrer. Sonra pencereden vuran güneşe

takılır gö zü.

Sahi, bir az fazlaca uyumuştur bugün. «- Hani su kız ? » "�

Şey yenge .. uyanamamışım da . . » .

Yengenin de beklediği budur : «-

Uyanamamışsın ha?»

Çıra darbeleri

kafa, kol, surat. . .

nereye

rastlarsa. Nuran'ın çığlığı, Ayten'in mutfak ka­ pısında manzarayı sakız çiğniyerek, memnun­ lukla seyredişi... ağlamak, bağırmak,

yalvar­

mak . . . neye yarar? Kovaları alır, yengesinin cırlak sesini, arsız arsız sakız çiğneyen Ayten'in memnun yüzünü bırakıp çeşmeye gider. Çeşme başı beyaz başör­ tülü göçmen kadınları, ondüleli saçlarıyla irili ufaklı kızlarla doludur. Erken, çok erkenden gi­ dilmezse sıra beklemek gerekir. Bu ise zaman Ö fkesi aldığından, yengeyi küplere bindirir. çılgınlık derecesinde artar, cırlak sesi mahalle­

Nuran. bilir bunu ama, gece düşünde babasını, İhsan

yi çın çın öttürür. Arkası gene dayaktır. abi'yi görmüştür.

Yediği dayak, işittiği azar

hep onlann yüzündendir. Olsun. Her gece gör­ se onları, her sabah onların yüzünden dayak se, razı!

113

ye-­


Çeşme başında kadınlar sorar : «·- Yengen gene niye bağırıyor kız ?, Omuz silker : «- Ne bileyim ben ? » Mahsustan söylemez nedenini. Söylese, eşe­ li yecekler, yenıgesine yetiştirecek bir şeyler bu­ lup koşacaklardır. Ardını bırakmazlar : «- Senin yüzünden değil mi?» Karşılık vermez. Bu, kadınları kızdırır : «- Yılan ! » «- Kadının ömrünü törpülüyor vallahi. . » « - Ama ı ı kardeş böy;le inat çocuk düşman başına . . . » «- Tabi. inat olmasa kadın deli mi? Ne di­ ye c ır c ır bağırsın? »

Ağır su kovalarıyla eve döndüğü zaman sa­ atlar geçmiştir. Yengenin çenesi o gün hiç, ama hiç, durmaz. Elinden de vara yoğa maşa, odun, nalın teki düşmez. «- Allah kahretsin böyle kızı. işlerim onun yüzünden geri kaldı. Ay midem midem mi­ dem » Nuran bütün bunlara kanıksamıştır. Keşke her gece babasını, ihsan abiyi düşünde görse de geç uyansa, su geç gelse, yengenin işleri ak­ sasa, bu yüzden dayak yese, azar işitse ! Yalnız, yapayalnızdı. Yırtık pırtık, lime li. . .

114


me romanlarından başka arkadaşı yoktu. Ma­ hallenin haşarı çocukları, hiçbir çocuğu onunla arkadaşlık etmeğe bırakmıyorlardı. Semte yeni taşınan ailelerin çocukları yanına sokulsalar bile; elebaşılar hemen çocuğu kıyıya çekiveri­ yorlardı: « - Onunla konuşma! , Şaşıyordu mahalleye yeni gelmiş çocuk : «- Niçin? » «- Onun annesi � Çocuğun kulağına olmadık şeyler fısıldayı­ veriyorlar, ardından da ekliyorlardl : «- Kendi de annesi gibi! » Hiç haberi yokken ayıp, çok ayıp, insanı yerlere geçirecek şeyler uyduruyor, mahalleye yeni taşınrruş çocuğu aldatıyor, onu da Nuran'a karşı kazamveriyorlardı. Arada, mahalleli elebaşıların yalanına al­ dırmayıp Nuran'la konuşmağa koyulanlar oldu mu, bu kez Nuran'la birlikte ona da başlıyor­ lardı : «- Yuuuuuu ! » « - Andavallıya yuuuuu ! » « - Orospu çocuklarına yuuuu ! , Sonra da aralarında, ama onlara duyuracak biçimde fısıldaşmalar: «- Bu var ya bu ? » «- Kim? Şu- yeni taşınanların oğlu mu ?» «- O da o biçim! , « - Sahii? » . . .

115


«-

Valla. Bunun annesi de

Nuran'ın an­

nesi gibi. . . » Çocuk gene de aldırmaz, dikilirse, o zaman toplanılarak üzerine yürünüyor, çocuk adama­ kıllı dövülüyordu. Babası, annesi

mi koşup gel­

di ? Çevresini alı veriyorlar, başlıyorlardı yalan yanlış: «-

Amca, biz boşuna dövmedik oğlunu . . »

«-

Oğlunuzun iyiliği için ! »

«-

O orospu

çocuğuyla konuşma

dedik.

dinlemedi. . » «-

Onunla konuşturmayın amca! ,.

««-

Sonunda yeni gelen çocuk kopanlıp alını­ yor, Nuran da klınbilir kaç kez okuduğu lime lime romanlarıyla koyu yalnızlığının sıkıntısı­ na itiliyordu. Hu, can sıkıntılı, koyu yalnızlık, Nuran için bir çeşit kader olmuştu.

Gündüz­

leri hiç boş vakti yoktu ya, arada kaçamak ya­ p ı p, yengesiyle Ayten'den gizli, mahalle çocuk­ larının çeşitli oyunlarına pencereden dalıverse, hemen oyuna kendini kaptırıyor, başlıyordu: «-

Bu taraftan bu taraftan! "

Ya da : «-

Çevir, önünü kes, kes önünü ! »

T am b u sırada hiç hesapta olmıyan buz gi­ bi, sinirli bir el kulağına uzanıveriyordu. Ken­ dine gelince de iş işten geçmiş, yakalanmış ol­ duğunu anlıyorrlu : Yengesidir!

116


_Domuz senii . . işi gücü bırak, çocuklarm oyununa karış! « - Yengeciğim işim yok ki! " Tepesi atıyordu k adının : « - Nee? İşin yok mu ?» Gözlerini çevrede şöyle bir gezdiriyor, yer­ lerde toz, çivisinden düşmüş bez, köşesinden devriimiş süpürge . . . büyük bir iş eksikliğiytniş­ çesine başlanıyordu : «- İş yok demek? Bunlar ne? iBunlar iş değil mi sersem: Ha ? Cevap ver, cevap verse­ ne ! » «. . . ?» Ne olun::a olsun, n e denirse densin Nuran yavaş yavaş büyüyordu. Hem büyüyor, hem de gelişiyordu. O geliştikçe dırdır da büyüyüp ge­ lişse bile, aldırmıyor, aldırmayışı karşısındaki­ leri küplere bindiriyordu. Küplere binenler dır­ dırı artırsınlar dilediklerince. Nuran aldırmı­ yor, yalnız arada, galiba da elinde olmıyarak öyle bir bak;yordu ki! Dırdırcı yenge buna da ayrıca kızıp deliye dönse bile, önleyemiyordu. Günler, aylar, belki de yıllar geçtikçe bu bakış daha da gelişti. Yenge korkmağa mı baş­ lamıştı? Belli değilse de, bir gün kocasına ya­ kındı. « - Öyle blr bakışı var ki, valiahi çekini­ yorum ! » Amca d a farkındaydı : • - Ben de farkındayım . » •-

. . . . . . . .

. . .

. . . .

.

117


Ne yaparız?, «- Neyi ? » «- Bir gün isyan bayrağını açıverirse? » Amcanın tazelenen sigarası : «- Keskin sirkenin zararı küpünedir ! » Kadının endişeleri silinmiyordu : «- Evet ama himayemize aldık. Kanun bi­ zi sorumlu tutar ! » << - Canım n e olabilir yani ? , <<- Aklı ermeğe başladıysa başını alır ka­ «-

çıverir ! » <<- Nereye ? , Yengenin vereceği kesin bir karşılık ola­ mazdı. Başını alıp herhangi bir el kapısına mı giderdi, yoksa aklına uyup kendine mi kıyar? Bilmiyordu. Bildiği, kızın arada kinle bakışı. Bu bakışın ardında saklı olan şey neydi? Bas­ tığı yeri çökertecek kadar güçlü, eli ayağı sağ­ lam, kütür kütür bir kızdı. Ayten'e inat gibi, göğsü bile kabarmış, kalçaları dolmuştu. Başı­ nı alıp çekse bir el oğluna, ya da çokluk rast.­ landığınca, yaşlı bir hovardanın ardına takıl­ sa . . . bir başka memlekete gitse . . . ondan sonra da tiyatrolarda göbek çalkalayıp duran arsız anasının aklına geHp arasa. N e karşılık verir­ lerdi? Kocasına bütün bunları zaman zaman an­ lattı. Adam da ayni endişeye kapılmıştı. Bir gün seslendi :

118


«- Nuran! >> Tavan arasında, mitillerine uzanmış sanı­ lıyordu. Amcasının sigara dumanı, isi yilldü kalın, hırçın sesine karşılık gelmedi. Adam da­ ha öfkeli, çağınsını tekrarladı. Gene karşılık 9krnayınca Aytenle cırcır annesi de katıldılar : «- Nuraaaan! » «- Kız adı batasıca ! » Yeniden amca : «- Kız N uraaaaan ! '' Bakıştılar, uzun uzun bakıştılar. Yukarda yok muydu ? Yoksa neredeydi? Ayten önce ta­ van arasına koştu, yoktu. Telaş arttı. Komşula­ ra gidildi, gene yok. Çeşme, bakkal, manav, fı­ rın . . . yok, yok, yok. Amca sonunda başını salladı : «.- Korktuğumuza uğradık desenize .. » Kadın ölü gibi sararmıştı : Ben bir öleceğimi bilmem ! >> Bilemezdi evet, bir öleceğini bilmezdi. O bakışlardan kaç vakıttır huylanıp duruyordu zaten. Bakışında meymenet yoktu ki. Ne ola­ cak, nerden baksan bir orospu çocuğu. Ot kökü üzerinde göverir, armut dibine düşer, katran istendiğince kaynatılsı ı ı olmazdı şeker. Nuran da anasına çekmişti! Ayten çeyrek saat içinde mahalleyi ayağa kaldırmıştı. Yediden yetmişe kadar kime r ast­ lasa soruyordu : «- Nuran'ı gördünüz mü ? >> ,, _

119


Sorusu öyle heyecanlı, insanın aklına öy­ lesin e kötü şeyler getiriverecek biçimdeydi ki. sorulan da telfışlanıyordu : «-

Yoo .. ne var ? »

«- Ah sormayın sormayın . . » «- Hayrola? Sakın kaçtı, yahut

kendine

mi kıydı? ıo �-

Valiahi bilmiyoruz. Annem diyor ki, o

kızın bakışı bakış değil derdim de kimseyi inan­ dıramazdım, diyor. Babam d a ! , Sonra da elini ağzına koyarak usul u sul : «- Kimse duymasın

kardeş, kaçar, yahut

kendine kıyarsa, hükumet bizim yakamıza ya­ pışır! » Ayten'in b u türlü davranışı mahalleyi aya­ ğa kaldırınakla kalmamış, hemencik dedi ko­ dulara başlanılmasına da yol açmıştı: •-

Yaa, demek endim. . . ha?.

«-

Kızı felakete sürüklediler! »

«-

Hani bayağı d a göz doldurmağa başla­

mıştı haspa .. » «- Ne diye bunların kalırını çeksin? ,. c - Hiç canım. Basar gider başka

kapıya,

oooh .. Bir lokma ekmek değil mi alttarafı? » c-

Gittiği kapının beyi de hovardaysa he-

•-

Hele oğulları da varsa yetişkin! ,

le.. • c- Tadından yenmez. • « - Gözleri çok güzeldi kaltağın . . .

«- Kimbilir ne canlar yakacak! •

120


Evin beyi hovardaysa, aklını da başına toplarsa, adama karısını boşatıp . . . • «- Hay aklınla çok yaşıyasm, ben söyliye­ cektim . . » «- . . . . . . . . . . . . . . . . . . ? » Ayten'se halil önüne gelene açıyordu mese­ leyi : c- Bizim Nuran'ı gördünüz mü İlyas abi?• İlyas abi balıkçıdır. Yaz, kış, balık mevsi­ minde ceketi omuzunda, sigarası ağız kıyısında Kumkapı'ya inen, balıkçı kahvelerinde iskam­ bil, arada tavla oyn·yan, haftanın hiç değils.e birkaç gecesinde Kumkapı, Yenikapı meyhane­ lerinde patırtıcı arkadaşlarıyla kafa çeken bir balıkçı. Mahallede Nuran'a en çok dikkat eden­ lerden. Çeşme başında kızla zaman zaman ko­ nuşup, sonra da Kumkapı kahvelerinde lafını ederek, «-Anam avrad•m olsun yok daha onü,­ çünde, lakin Nuran değil bir afet-i devran! • di­ yenlerden. Diyenlerden, çünkü mahallenin bü­ tün sübyancıları Nuran üzerine böyle konuşur­ lar şurda burda: «-Ulan bugün Nuran'ı gördüm çeşme ba­ �ında, Allahım kitabım şaştı! Vay anasını be. . O ne kalçalar. o ne göğüs, o ne hacaklar be kar­ deşim? Vay- orospu çocuğu . . . .. Bu kadarı yeter d e artar da. •- Kız birden gelişti ! » • - Bizimki anlatıyor, amcası olacak inek zulmediyormuş halbuki. . . " «-

121


«««-

-çırayla

Dayak, zulüm yarar bazılarına ! , Fakat esaslı kız » Filimciler gider yavru ararlar çamla ..

.. »

Bu, felaket kardeşim. ·sünler, şerefsizim tamam! » ««-

Bunı,ı bir gör­

«-

Ayten mahallenin haylazlarına da soruyordu. «- Çocuklar Nuraıı' ı gördünüz mÜ: » Bakışılıyordu önce, sonra içlerinden e n iri­ leri, elebaşı omuz silkiyordu : «- Yoo . . . «- Peki nereye gidebilir bu çıfıt diyor an­ ı ıem. » Annesinin çıfıt demesi, çocuklardaki kayıt­ sızlığı siliveriyordu. O zaman oyunlar falan .bırakılıyor, başlanıyordu : «- Peki, nereye gidebilir Ayten abla? » Ayten hep o yangına körükle, gazyağıyla giden kışkırtıcılığıyla : «,.----, Bilmiyoruz ki şekerim .. » diyordu. «-Annem kaçmasından korkuyor ! » «- Kaçmak, sözü çocukların telaşını artırıyordu: « - Kaçmak mı? » << - Nereye? Kime ?» Kime? , sözü de çocukların kafalarında 'çeşitli çağrışlar yapıyordu : İçlerinden biri bir «-

122


g ü n fırı ndan ekmek alırken hamurkara güldü­

ğünü hatırhyordu.

Bir başkası

bakkalın önünde

bakkalın çırağıyla gülüştüğünü, daha bir baş­ kası manavda parasız elma alıp, dükkfmın ardın­

da yediğini. Sonra çağınşlar çağırışiarı kova­ lamağa başlıyordu : Bir gün camiye girerken gö­ rülmüştü. Bir başka akşamüstü de bahç e kapısında hiç tanımadıkları bir konuştuğunu, Adiiyeden emekli Rıza

evlerinin adamla amcanın

para gösterdiğini, balıkçı İlyas abiyle çeşme ba ­ şında şakalaştığını, ilyas abi'nin kahvede anlat­ tıklarındau akşam evde söz açan babasının de­ diklerini . . .

Derken

yalanlar

yalanları kovala­

mağa başlıyordu . Karlar lapa lapa savrulurken, şu geçen kış gecesi, annesi onu şekerle peynir alınağa bakkala yollaınıştı da, Aynur, hiç tanı­ madığı, kocaman bir adamla ahırdan görmüş oluyordu. Sahi, bunu.

çıktığını

mahalle futbol

takımııı ın ince hacaklı santrforu da görmüştü ama, onun gördüğü sıra vakit gece değil, ikin­ diydi, ezan okunuyordu. Adam da iriyarı değil, cılızın biriydi. Hatta annesine gelip gördükle­ rini

anlatmıştı.

Annesi de

«-,Sakın

kimseye

söyleme yavrum. o kızın encamı orası ! » dernlş­ ti. Hiçbir şey anlamaınıştı ama, ertesi gün ma­ halle futbol takımının sol içine açmıştı kesta­ nenin altında. Sol iç de «- Encamı orası ! , nın neresi olduğunu anlıyamamış, merakları artmış, birlikte gidip kahvec.i Uzun Cemal abiye sormuş­ lardı. Uzun

Cemal abi'nin bilmediği

123

yoktu.


«-

Kerhane! » demişti.

E,

tabi orospu çocuğunun

eni konu gideceği, yahut kahveeinin

dediğince,

düşeceği yer kerhaneydi! Bütün bunlardan habersiz, semtin ta uzak­ lardaki. harabelerinde, yeni keşfettiği bir eski Bizansı

mahzeninde, çoktandır

edindiği kocaman sarı köpekle

kendine dost koyun koyuna

uyuyordu. Köpek gerçekten de kocamandı. Tüy­ leri dökülmüştü. Nuran'ı insanlardan daha

iyi

anlıyor, ona insanlar gibi • Ürospu çocuğu» de­ rniyordu. Mahallenin haşan sesleriyse uzaklarda yanısıra yansıyıp duruyordu. «-

Nuraaaan ! ıo

«-

Nuuuuuraaaaaaan ! »

««-

Nuuuuuuraaaan! " . . . . . . . . .. . . . . . . . .... !»

«-

Ayten'le yengesinden gizlice hazırlayıp dik­ tiği bezden kocaman bir bebeği başının altına yastık yapmıştı. Gittikçe yaklaşan

«-

Nuraaaan!

Nuraaaaan! ! " lar düşüne girmiş, gerçek yaşamın­ da olduğunca, düşünde de, rahatsız edilmekten korkarak, kaçmağa

başlamıştı. Bu seslerden

kaçıyordu düşünde. Çitler, tarla

kıyılarındaki

hendeklerden atlıyor, duvarlar aşıyor, kaçıyar kaçıyordu. Birden önüne bjr deniz çıktı. Ardın­

da «-Nuraaan, Nuraaaaan» diye kovalıyanlar. Yetişeceklerdi nerdeyse. Onlara, onların

124

iğne-


lcy:.c�, canından bezdirici alaylarma katıanmak­ tansa denizi daha uygun görerek attı kendini mavi, durgun sulara. Ama, şaşılacak şey, deniz su değil de topraktı! Mavi, masmavi topraklar. Başladı bu masmavi topraklar üzerinde koşma­ ğa. Koştu koştu, dağlar çıktı önüne. Uçarak geç­ ti dağları. Dağların ardında gene mavi toprak­ lar, gene dağlar. Bu ikinci dağlarin ardında ar­ tık şimdi çok silikleşmiş bir insan : ihsan abi! Kollarını açmıştı. Attı kendini bu kollara. Sa­ rıldılar, ağladılar, ağladılar. Sonra el ele indi­ ler şehire. Şehir hep o eski, mutlu günlerinin zalim annesi, ama hasret kaldı ğı babacığıyla tatlı anlarının memleketiydi. Birden o, kaçıp kurtulduğunu sandığı se�lerin de buraya ulaş­ tığını anLyarak kendini İhsan abinin kollarına büsbütün bıraktı : «- Abicim abicim, kurtar beni. Geliyor­ lar ı , «- Kim ?,. «- Onlar, onlar işte. Bak, duymuyor mu­ sun ? Nuran Nuran diye bağırıyorlar. Bırakma beni İhsan abi, sen de mi bırakıyorsun? Sen de mi beni i.<;temiyorsun artık?» İhsan abi sanki duman olmuş kollarının arasından uçup gitmişti. Hıçkırıyordu. «- Nuraaaaan! » •- Nu�·aaaaan! » «- Nuuuuuuraaaaaan ! » ,

125


«·-

Hıçkırıkları içinde uyandı. Yüreği çarp.ı­ yordu. Ne vardı? Ne oluyordu? Neydi bu hay­ laz kızlarla oğlanların onu çağırışındaki telaş? Burasını nasıl keşfetmişlerdi? Ne istiyorlardı? Kocaman arkadaşı Sarı'yı bırakıp kalktı. O da kalktı. O da çapaklı ama iri iri, sürmeli göz­ leriyle Nuran kadar telaşlı değilse bile mahzun­ du. İnsanlardan tekme yemiş, kasap dükkanıa­ rı önünde bir parçacık kemik için saatlerce kuy­ ruk sallamış bu köpek de bıkmıştı insanlardan . Nuran'a yaklaıım.ası, Nuran'ın ona k emikten başka et bile getirmesi, eti, kemiği , ekmeği vermek için saatlarca kuyruk sallatmamasın­ dandı. Nuraı ı , az ilerisinde durmuş ona kaygıyla bakmakta olan arkadaşına, laftan anlarmışça­ sına : •-

Yakalandık ! , dedi.

Köpeğin hazin bakışı değişm.edL Yakalandık Sarı. Nerdeyse gelecekler. Ne yapacağız ? , •-

buraya da

Bilmiyordu, Sarı da bilmiyordu n e yapa­ caklarını. Allah bela�ını versin . Sürmeli, ıslak gözlerini hüzünle kapayıp açtı. Ne istiyorlardı onlardan ? Şurada başbaşa, birbirlerine yeterek oturuyorlardı işte. Sesler daha da yaklaşınca Nuran çaresiz : 126


,, _

Ayrılacağız Sarı» dedi. <<-Ayrılacağız

şekerim!»

sarıldı, öptü kirli sarı Sarı'nın boynuna tüylerini. Nuraaaaan ! » Sarı'nın çapaklı gözlerinden bir damla yaş­ mı yuvarlandı? Seslerse iyice yaklaşmışlardı : «- Nuuuuuraaaaan, Nuuuuuuuraaaaan, Nuuran! , Mahzenden fırlayıp çıktı. Çocuklar oraday dılar. Yıkık duvarların arasında. Ellerinde so­ palar, beygir çene kemiklerinden tabancalada sapanlar. Birden gördüler. Görünce de bir bay­ ram sevinci içinde coştular : <<- Burda burda ! » <<- Çocuklar gelin bakın, burda ! » <<- Mahzenden çıkıyor ! » <<- Mahzenden mi? Ne arıyormuş mahzende ? » <<- Kiminle beraberdi ?» Sakın Balıkçı İlyas abiyle . . . ha?» ,,_

­

,, _

«-

<< <<

-

Nuran bütün bunlardan habersizmişçesine evin yolunu ağır ağır tuttu. Başta gene yenge­ si, amcası, Ayten : « Neredeydin? » « - Cevap ver domuz, neredeydİn ? » -

127


«- Cevap versene hınzır : Nerdeydin bakalım ?» Ürküten, kin dolu gözlerle baktı, sonra. o:-

Mahzendeydim • dedi.

Bunu biliyorlardı. rinde,

Çocuklar hala çevrele­

alayla, hınzırca gülerek

d.irsekleşiyor,

bakışıp gülüşüyorlardı. "- Ne arıyordun mahzende ?:o Çocuklar ne aradığını çoktaaan biliyorlar­ dı. Ne arıyacak ? Ya Balıkçıyla, ya da başkala­ rıylaydı mahzende. Yeni gitmiyordu ki mahze­ ne. Ne mahzeni ? Bakkala, kasaba, manava, ca­ miye, ahıra. Yeminle söylüyordu o oğlan ahır­ dan biriyle çıktı ğını. Bir başkası, ikindi üzeri görmüştü ayni ahırda cılız birisiyle. Hatta daha bir başkası da ahırdan çıktıktan az sonra etek­

lerini çırpıp

düzelttiğini görmüştü d e

annesi

«-Sen böyle şeylere karışma. Ağzına biber ko­ yarım .. , demişti. N ah ekmek, yalansa ç arpsın­

d.ı ! Nuran çevresindekilerin çeşitli suçlamala­ rına aldırış

etmeden dinliyordu

sadece. Çok

çok gene terlik, odun, ya da nalın ziyafeti var­ dı

ki, vızgelirdi. Alışmıştı. Az önce düşünde ne

güzel, deniz mavi toprak olmuştu, alabildiğine koşarak uzaklaşmış, dağlardan kuş gibi uçmuş­ tu. Sonra mutlu

günlerinin baba şefkati, daha

çok da İhsan abi dolu hayallerine daldı. Sahi, Önün e ç ıkan kaçsa? Kaçıp gitse b uralardan? denizi toprakmışçasına aşamasa bile, vapurcu-

128


ya yalvarsa, saidasa adam onu bir yerlere. Son­ ra dağlar ardındaki babacığıyla İhsan abi'nin bulundukları memlekete varsa bulsa onları. Babası belki hala hapistedir. Amcasının «Ölmüş» deyişine inanınarnıştı ki. Ne diye ölsün ? Sonra İhsan abi.. İhsan abi ne yapar yapar yanına alır­ dı onu. Annesi burunlasa bile, gene de yenge­ sinin yaptıklarının binde birini yapmazdı. Hem orada amcası gibi, ağzı sigaralı, asık yüzlü, in­ sana kinle bakan biri de olmıyacaktı. İhsan abi' nin annesine yardım ederdi. Suyunu taşır, bu­ laşıklarını yıkar, ortalığını süpürürdü. «- Kız inat kız, Allahın belası kız. Cevap versene, kiminleydin mahzende?» Aklında hep, ama hep İhsan abi, sonra ba­ bası, babacığı, babacığıyla gittikleri dondurma­ cı, dondurmaemın kafesindeki sarı kanarya, oyuncakçı dükkanıarının camekanlarındaki allı, yeşilli, sarılı, mavili oyuncaklar. . . « Şeytan kap bir odun diyor, vur kafası� na lanetin ! , -

Kocaman bir trenle geliyorlar eve. Safaya trenin raylarını odalara kadar uzatmacasına se­ rip yayıyorlar. Babacığı bu odadadır, kendisi öteki odada. Trenleri birtakım kutulada maka­ ralar yüklü, tüccar eşyası adına. Babacığının öbür odadan salıverdiği tren dağlar, tepeler, birtakım köprülerle tünellerden geçerek fışıltı­ lı, yorgun geliyor. Nuran bu odanın, yani bu

129


istasyon ya da garın müdürüdür.

Hamallarına

eşyaları ind.irtirken . . . «-

Olmaz, vallahi olmaz. Çat diye çatıata­

cak bu lanet bizi ! " « r«-

En iyisi, kahpe anasına haber salıp . " O kadar canım. İşiniz mi yok yabanın . .

inadıyla uğraşmağa? » «-

Sonra valiahi başına bir kaza

gelive­

rirse . . . » «-

Siz sorumlu olursunuz! ,

Gece Ayten'in annesiyle babası,

annesine

haber salıp inat kızlarını teslim etmeği karar­ laştırdılar : «- Yol yakınken . c-

.

»

Tabi tabi. Beni en çok vahşi bakışları

ürkütüyor! » «- Beni d e beni d e . . . » «- Yarın olsun, hayn da beraber

İlk işiın annesini sorup soruşturmak

gelsin.

olsun ti.­

yatroculara ! ,. «- Sor sor. Sor öğren d e teslim edelim bit­

sin gitsin . . »

130


9.

Artık bulaşık yıkar, tahta siler, çeşmeden taşırken görüyorrlu mavi topraklarla yüce dağların düşünü. Mavi topraklarda koşuyar ko­ şuyor, önüne dağlar çıkınca d;ı kuş olup uçuyor­ du. Sonra yıllarca önce bıraktığı memleketine geliyor, önce İhsan abiyi buluyordu . İhsan abi şaşıyordu: «- Sen Nuran mısın?» Kahkahalarla gülüyorrlu : Tabi İhsan abi. Tanıyamadılı mı? » « - inanmam. İmkanı yok! ., "� Niçin b e lhsan abi?., «- Sen o ufacık, minnacık Nuran olamaz­ su

«-

sm! ,. c - Vallahi, billahi oyum. inanmazsan dinle beni, bak » Yıllarca öncenin mahallesini, tiyatro sah­ nesinde göbek atan annesini, onu elinden tutup çarşıya, tiyatro lokaline götüren babasını, ama daha çok da babasıyla oyuncakçı camekanında­ ki renk renk oyuncakları seyred.işlerini anlatı­ yordu uzun uzun . . . .

131


«-

İnandın mı şimdi? »

Tuhaf tuhaf bakıyordu gene d e İhsan abi . «-

Hala inanamadın mı?»

«-

Valla bilmem k i . . ne kadar

büyümüş,

serpilmiş, ve . . . «-

Ve İhsan abi? .

İhsan abi d e daha büyümüş

olacaktı her­

halde. Belki de annesi ölmüş, evde yapayalnız kalmış.

«-

Ve çok güzelleşmişsin! ,

diyecek,

onu alıp eve ıgötürecekti. Evde karşılıklı otura­ cak, yemek yiyecekler, dereden tepeden konu­ şacaklar, sonra da akşam olacaktı. Akşam olun­ ca İhsan abi belki de ona annesinden kalan ya­ tağı serecek, ayrı odalarda yatacaklardı. Ama Nuran istemiyecekti annesinden kalma yaşlılık kokan yatağı. Birlikte yatalım da diyemiyecek­ ti. Öldürseler diyemezdi bunu. Ne sanırdı İhsan abi onu sonra? Belki de İhsan abi'nin

annesinden

yatağa razı olurdu ilkin. Yatağa

kalma

girer, çıka r,

sonra da sedire yanlıyarak gece yarısı olmasııu beklerdi. Gece yansı olur, viranelerde baykuş.:. lar iç çekereesine öterler, ishak kuşları, böcek­ ler uykuya geçerlerdi. Bir ağıttır

tuttururdu

pencere önünde. Ya da çığlık atardı belki. Çığlık daha doğru olurdu. Gece yarısı korkunç bir çığ­ lık ! thsan abi uyanır, tüyleri diken diken .. ku­ lak verir karanlık odasında. Bir hıçkırık. İyice kulak verir, hıçkınk yakınlardan gelmektedir. Daha çok kulak verince anlar ki yan odada Nu-

132


ran hıçkırmaktadır. Telaşla fırlar

yatağından,

koşar gelir, niçin ağladığını sorardı. Nuran he­ men karşılık vermezdi: «- Ihı ıhı ıhııı . . . , «o-

Peki ama niçin ağlıyorsun Nuran? »

«- I nn ı hı ıhı ıhı . . . " üsteler, sonra da başiardı saçlarını akşamağa : «-

Söyle niçin? Ha? Sen akıllı, güzel, cici

Jnzsın. Söyle niçin ağlıyorsun? » N eden sonra : «- Korktum ! » derdi. İhsan abi merakla çekerdi elini saçlarından : «- Kimden?» «- Annenden.. » «-

Annemden mi?,

«-

Annenden. »

«- Annem öleli yıllar oluyor Nuran. Nesin­ den korktun ? >> «-

Düşümde gördüm. . »

İ hsan abi işi anlar. Eliyle gene saçlarını

ok­

şamağa başlardı: «-

Nasıl gördün bakayım?,

Anlatırdı: İ hsan abi onu evlerine

misafir

etmiş. Annesi istemediği için bağınp çağırınağa başlamış. Ana oğul kavgaya tutuşmuşlar. Kadın cadı olmuş. Taraz taraz saçları, kirli uzun tır­ nakları, patlak gözleriyle acı kahkahaları. Nu­ ran'ın gırtlağına sarılmış. . . İ hsan abi o zaman ne yapardı acaba?

133


Herhalde: r_ istersen . . . » derdi, susardı . Nuran üstelerdi : «...- İstersem ? » yanlışlıkla İhsan abi kızarırdı, bozarırdı, güler, sonra da kendini toplayıp ciddileşirdi. Nuran anlardı onun « - istersen benim odam.a gel ! » demek istediğini ama, mahsustan, hınzırlı­ ğından anlamamış görünür, dayatırdı : «- Ha İhsan abi, istersem : , « - Canım şey . . . yfmi . . . « - Yani İhsan abi?,, << - Hiiiç . . korkuyorsan demek istedim ama olmaz ki ! » ,,_ Ne olmaz ki?» « - Benim odama gel diyecektim ama olmaz. Çünkü sen . . . Gene asılırdı : «- Çünkü ben ? ,. «- Eskiden olsa ufacıktın, minnacık. Şim­ di . . .

Şimdi İhsan abi?,. Şimdi kocaman oldun Evet evet, böyle, tıpa tıp böyle konuşmalar geçmeliycli aralarında. ihsan abi utanmalı, kıp­ kınnızı kesilmeli, gülmeli yanlışlıkla, sonra cid­ dileşmeliydi. «- Kocaman oldum demek İhsan abi?• Kızmalıydı: «- Bana abi deme! » «-

«-

.. •

134


Anlaınam.ışçasma sormalıydı : «- Ya? » «- İhsan de doğrudan doğruya. . » «- Nasıl olur? Benden çok büyük değil misiniz?, « - Misiniz 'i de istemiyorum! » «- Ya ?,, «- Misin, de; İhsan de! Sonra da elini tutuvermeliydi. Çekrneğe davranmalı, ama İhsan bırakmamalıydı. Elini iki avucu içine almalı, uslu bir güvercini, bem­ beyaz bir güvercini okşar gibi okşamalıydı : «- Canım» demeliydi, «- şekerim, bir ta­ nem, Nurancığım! » O zaman hemen boynuna sarılır, başlardı ağlamağa. Sorardı niçin ağladığını. Hemen söy­ lemezdi. Kendine çeker, göğsü üstünde sıkardı : «- Söyle, söyle canımın içi niçin ağladm?» İnadına, ya da çok hoşlandığı için karşılık vermez, sadece hıçkırırdı. O, sıkar sıkar, sonra da dudaklarından öperdi : •- Söyle, niçin ağladın?» Onu acmdıracak bir yalan uyduruverirdi : «- Ben sana iliyık değilim de ondan! • Şaşardı: «- Bunu da nerden çıkardın?ıo "- Evet, bana canımın içi dedin, sevgilim dedin, öptün beni. Halbuki ben . . . ,. İhsan abi üstelerneğe başlardı bu sefer : 135


«- Halbuki sen ?» ? »: «- Halbuki sen Nuran? , «- . . . . . . . . . . . . . . . . . . ??» Hırslanır, onu sedire bırakıp ayağa kalkar. odanın içinde dolaşırdı. Uzun uzun dolaşır, son­ ra gene y anına gelir ilişirdi : «- İnsanı çıldırtma Nuran . H albuki sen ııesin yani? Cevap ver ! » İyice üzüp küplere bindirdikten sonra : •- Orospu çocuğu'yum ! » derdi. o zaman, işte tam o zaman ihsan abi deli­ ye dönerdi : «- Nuran ne biçim laf bu? Neler söylü­ yorsun ? » Sesini çıkarmaz, entarisinin eteğiyle oynar­ dı. ihsan abi söylerdi söylerdi söylerdi. Ama hiçbir zaman annesinin karşısında susan babası gibi susmaz, gerekirse sarsar, çenesinden kaldı­ rır, canını fazla acıtmamak şartiyle zararsız to­ katlar da atardı. Ne olursa olsun, Nuran'ın ya­ nından ayrılmak istemezdi. Bir daha böyle laf­ lar duymak istemedi ğini üst üste belirtirdi. Ne demekti cOrospu çocuğu• ? Böyle bir şey varsa bile annesinden ona neydi? O, Nuranı Nuran olduğu için seviyordu! Nuran gözlerini kaldırır bakardı : «- Demek beni seviyorsun ?» Gene kıpkırmızı kesilirdi: «- Hem de . . . «.

. . . . . . . • • • • • • • • • •

136


«- Hem de ?» Harabelerde, yıkık duvarın önüne yan yana oturduğumuz günlerdenberi ! » O zaman, o zaman eaşardı işte. Artık ne utanma ne şu ne bu. Sarılıverirdi boynuna, du­ daklarını dudakiarına yapıştırıverirdi : «- Ben de, ben de lhsan abi ! » Küçük bir şamar: «- Hani abi demiyecektin bana? » « - Pardon ! » Sabahlara kadar yapışan, birbirini öpen du ­ «-

daklar. Sonra nikah, düğün. Beyaz gelinliğiyle ihsan abi, pardon İhsan'ın evine geliş. İhsan :!bi artık << İhsancığım» olmuştur. İlk günlerin telaşesinden sonra durulup oturmalar : <<- İhsan ! » « - Canım?» «- Beni seviyor musun? » «- Çok . . » Ne kadar?" « ı- Dünyalar kadar! » Sabahları İhsan evden iıine çıkmadan önce seslenmeliydi : «- Nuran ! » «- Canım?» :•\r e pişecek bugün?• "- Canın ne istiyor?• •- Hayır senin canın ne istiyor?• «- Hayır hayır, senin ?• Çekişme, ısrar.. İliili kendi değil de onun �-

«-

137


canının ne istediği üzerinde

dayatmalılar, bu,

tatlı, aşktan çıldırtan bir çekişme halini almalı, sonunda ya hemen oracıkta, ya da sedir üzerin­ de falan barışıvermeliydiler. ' Çokluk, içinde bir kara yer

belirirdi. Bir

kara leke. Sanırdı ki annesi gibi «Kötü kadın» olacak, çocuğuna, ona dediklerince «Ürospu ço­ cuğu» diyecekler ! Korkardı, dehşetle korkardı kötü kadın ol­ maktan. Aklına hep annesini gözetiediği budak deliği geliyordu. IBu budak deliği ve bu budak deliğinde n gözetiediği şeyler.

Gözetiediği şey­

lerin ne olduğunu gayet iyi anlamak şöyle dur­ sun, yaşıyordu da titreyerek. Kadınlığında kor­ kunç istekler şahlanıyor, çokluk kendini anne­ sinin yerinde, yakışıklı j önle yatar farzediyor­ du. Aklından atmak jstiyordu bu yatışları, ata­ mıyordu. Arada zorla j ön'ün yerine thsan'ı ko­ yuyor, o zaman çıldırıyordu istekten. En çok da tavan arasındaki mitilieri için­ de .. Dışarda gecenin koyu karanlıklarını allak bullak eden fırtına, lapa lapa kar, ya da inceden ineeye donduran ayaz olsun isterse, o, yorganı, çokluk da yastığını hacakları arasına alıp, san­ lıyordu ona genç kızlığının ilk aç istekleriyle. Kaçmalıydı, kaçmalıydı buralardan. Uzak­ lardaki •Sevgili » yi arayıp bulmalı, ona kendini nikfıhla vermeliydi. Burada kalsa eni konu kö­ tü yola düşüreceklerdi. Bir İlyas vardı, balıkçı İlyas. Ceketi omuzunda, ağız kıyısında sigarası. .

138


yılışık yılışık bakıyor, laf atıyordu. Birinde çeş­ me başında yakala�tı. Hafifçe sarhoştu da. Göz akları pembe pembe. . . «- Nuran» demişti, «- bana bak. Seninle konuşmak istiyorum! » Bereket versln kadınlar, kızlar yoktu o sıra. « - Ne konuşacakmışsın? ,, « - Seni seviyorum. Sana varır mısın?» Kovalarını bırakıp kaçmıştı eve. Yenıgesi, aptal yengesi kovaları bırakıp neden geldiğini sormuş, karşılık alamayınca da aklından zoru ol­ duğunu sanmış, açmıştı ağzını, yummuştu gö­ zünü. Bir başka sefer bakkala peynir alınağa git­ mişti. Kocaman burunlu bakkal çevresine şüp­ heli şüpheli baktıktan sonra. titreyen sesiyle : « - Nuran ! » demişti. Şaşnuştı her zamankinden şüpheli haline, titreyen kısık sesine : «- Efendim?» «- Sana çok acıyorunı » Şaşmıştı: « - Bana mı ? Niçin?, döğüyor. « - Yengen seni hep azarlıyor, Halbuki bak, maşallah koskocaman kız oldun. Kahırlarını ne diye çekiyorsun? ,. Tepesi atmıştı : «- Sizi alakadar etmez. Peyniriini verin . " o gece düşüne girmişti bakkal : İhsan abiyle evli olurlarmış. Akşam. Yemeklerini yedik­ ten sonra yat�lar. Ckcenin bir vakti, Nuran . .

.

139


tuvalete kalkmış. Bir de ne görsün, bakkal, ko· caman bıyığıyla tuvalette değil mi ? «- Ne arıyorsun burda?» «- Susss . . . » «- Ba ğır ırım ! » Şeytanca gülmüş : «- Bağır.» - İhsan gelir seni yakalar ! " « - Beni içeri Nuran aldı de rim . . » Sesiı1.l çıkaramamıştı. Sabahleyin uyandığı zaman sıkıntılı bir utanma duyusu içindeydi. Bir daha bakkalın yüzüne bakamadL Hatta bak­ kaldan, o bakkaldan hiçbir şey almadı ama, öteki bakkal daha iyisi değildi ki. «- Nuran ! » «\--' Efendim ? » Senin niye küpeleri n yok amcanın kızı gibi?)) « - Size ne ? , « - İstersen alırım sana kırmızı taşlı küpe­ ler . . Ha ? » « - Sen kendi kızına al! » « - Benim kızım senin kadar güzel değil. Sonra bak . . . » Elinin tersiyle Nuran'ın entarisini geren memelerine vuruvermişti de haykırınıştı : «- Terbiyesiz! Koskocaman, babam yaşın­ dasın. Utanmıyor musun?:o Daha sonra mahallenin meyzım, sucusu,. emeklileri, kahvecisi, haylaz oğlanlan. . . «

«-

140


Düşlerine bütün bunlar giriyor, sabaha ka:­ ·dar Nuran'ı uğraştırıyor, üstelik uyanınca da utançtan utanca dilijüyordu. Ya bir gün . . . Lapa lapa kar yağıyordu geceye. Ayten'den eline ge­ çirdiği bir romanı okuyordu. Açık saçık bir ro­ man. Ayten de arkadaşlarmdan birinden al­ mıştı. Ufacık gaz lambasının sarı ışığında güzel gözlerinin nurunu saça saça okuyordu. Bir aşk romanı, kötü bir aşk romanı. Romandaki kızı kendine benzetmiş, kendisini onun yerine koyu­ vermişti. O da tıpkı Nuran gibi annesiz, baba­ sız. Amca mı, dayı mı ne eline kalmış, evde evin kirli paslı işlerini görüyor, bol bol dayak yiyordu. Bir gün bir beyefendi yoluna çı.kmış, kızcağıza diller dökerek kandırmıştı. Sonra al­ mış bir yerlere götürmüştü tatlı tatlı. Kırlar, bahar çiçekleri, pembe çiçekler yüklü ağaçlar, derelerin şınl şırıl aktığı deniz kıyısı . . . Adam o kadar tatlı dilliydi ki, kızcağız unu­ tuvermişti babası yaşında oluşunu. Kır çiçekle­ rinin arasmda koşmaca, kovalamaca. . . Adamın kocaman avuçlarından su içrnişti. Yorulmuştu sonunda. Başını adamın dizine koymuş uyuyakalmıştı. Birden müthiş bir kav­ gayla uyanrruştı. Kocaman bıyıklı, elleri taban­ ca bıçaklı birtakım insanlar. . . beyefendiyi dö­ ğüyorlardı . Sonunda içlerinden biri k.ızcağızı sürükliyerek yakındaki ormana götürmilij, or­ man, zavallıııın haykırışiarını yutmuştu. Kendine geldiği zaman şehrin dışındaki bir 141


asfaltın kıyısındaydı . Bir jip. Resmi elbiseli gö­ revliler . . . Nuran işte bundan korkuyordu. Bir gün İh­ san abi'yle kırlara çıkamazlar mıydı ? o kızla beyefendi gibi tenhalarda dalaşamazlar nu? Ko­ şup oynıyamazlar mı, oturup yemek yiyemez­ Ier mi, önlerine romandaki gibi birilerj çıkamaz mıydı? Bu da girdi düşüne bir geee : İhsan'la evlenmişler. Karı koca kırlara çık­ mışlar. Her yan çiçek çiçek çjçek. Pembe pem­ be patlamış çiçek yüklü bir ağacın altında ye­ mek yerlerken, birden, o romandakiler gibi bi­ rileri ! Karıyı bırak, tüy burdan ! » İhsan çılgın gibi fırlamıştı ayağa : «- O benim karım! » Fazla konuşma, bak, karışınam sonra! » Adamın elinde kocaman bir kama. Ötekilerd e tabanca. İhsan gene de atıarnıştı bıçaklı­ nın üstüne. Yerde sıkı b!r boğuşma. Pathyan ta hanealar . . . Dehşetle uyanmıştı. Onun için, korkuyordu, çok korkuyordu. İhsan istese bile kırlara çıkmamalıydılar. En­ gellemeliydi. Çıkariarsa başlarına böyle bir be­ la gelebilirdi O zaman ne yapardı ? İhsan vuru­ lup ölür, kendisi dul kalır. Herkes · Kötü kadın• der, çocuğu varsa «Orospu çocuğu» derlerdi. istemiyordu, ne kötü kadın olmak, ne de çocu•-

«-

142


ğuna orospu çocuğu denilmesini, istemiyordu. İhsan illaki kırlarda gezip dolaşmak isterse, yan­ larında mutlaka tabancalan olmalıydı. İhsan'ın değil de Nuran'ın. Çantasında. Ufacık, el kadar bir şey. Şayet bir gün bir yerlerde baskına uğ­ rarlarsa, haydutların hiç umınadıkları anda usullacık çıkarıp ateşliyerek haydudu vurur, İlı­ sanı, İhsanını kurtarır, gerekirse hapse kendisi girerdi. Babası, babacığı, yıllarca önce demir parmaklıkların ardından, sakallı yüzüyle öyle dememiş miydi : « Yavrum, dinle beni. Gün gelecek, büyüyecek, bir erkeğin kadını olacak­ sın. Kocan çirkin de olsa, onu yabancı bir er­ kekle aldatıp hapisiere düşmesine sebep olma ! � Olmıyacaktı. Kocası illaki kırlara gitmele­ rinde dirense de, Nuran da söz dinletemese, başlarına böyle bir bela gelse, kocasının çekip vurmasına bırakmıyacak, o işi kendisi yapıp, gerekirse hapisiere kendisi düşecekti. Bir türlü aklından çıkmıyordu eski rnahal ­ lelerindeki çocukların «Boynuzlu, boynuzlunun kızı,. ya da «Ürospu çocuğu» deyişleri. Hayır, kocasına boynuzlu dedirtrniyecekti. Kırlara de­ ğilde, günün birinde, annesini ayartan jön Ne­ j at gibi yakışıklı biri çıksa karşısına, gene de dönüp bakmıyacaktı. Bakmıyacaktı işte, bakmı­ yacak ! Annesi değildi o, olmıyacaktı da! -

Bir gün Ayten ağzından kaçınverdi : «- Yakında kurtulacaksın bizden ! » 143


Şaştı : «- Niçin?» « - Annenden mektup aldı babam. Gelip se­ ni alacalcrnış ! � «- Annem? Beniii? » << - Evet seni. Bizden kurtulur, annenle birlikte . . . Ha?» Ayten'in alaycı, acı baleışından huylandı: ,, _ Yani ne demek istedin?» Hiiç. Anneciğin artık sana bulaşık falan yıkatmaz. Çünkü annen gibi kadınların mutfa­ ğı olmaz . . >> �-

«- Nesi olur ya: ıo « Zengin hovardaları olur. Zengin hovar­ dalar da lüks lokantalardan pahalı yemekler ıs­ ınarlarlar size. Ne iyi, sen de annen gibi pahalı yemekler yiyecek, pahalı elbiseler giyecek, pı­ rıl pırıl hususilerde gezip dolaşacaksın. Hem kimbilir, belki senin de annen gibi dostların . . . Ha?» -

Gücünün yettiğince haykırınıştı : «- Hayır, ben annem gibi olmıyacağım ! • Ayten üstelemekten korkmuş, çekinmişti. Nuran'sa onu orada bıralcıp savuşuvermişti. Demek annesi ıgelecekti yakında? Peki ama na­ sıldı annesi? Hala genç mi? Eskiden olduğunca güzel mi? Gene yeni bir Nej at'la birlikte miy­ di? Akıllanmış mı, yoksa hep o zevkinden baş­ kasını düşünmeyen buz gibi kadın mıydı? Bun144


ca yıl geçmişti aradan, ne diye arayıp sorma­ mıştı kızını? Gece düşünde annesini, İhsan'ı falan gördü. Gene İhsan'la evliymişler. Annesi yaşlanmış. Başında siyah başörtüsü. Eskisi gibi soğuk, buz değil. Kızını bağrına basıp ağlıyor, sonra da­ madına dönüyor, göz yaşları içinde

teşekkür

ediyor: c- Yavrumu hain amcasından kurtarıp ev bark sahibi yaptığın için sana ne kadar teşekkür etsem az! •

İhsan ellerini öpüyor. Sonra hep

Nuran'ın hazırladığı sofraya

birlikte,

geçiyorlar. Ama

düş, düşlerindeki hep o kara leke, gene biri, ön­ ce tanıyamıyor karanlıkta, sonra tanıyıveriyor : Annesini baştan çıkaran jön Nejat. Nerdense eve girmiş, gizlenmiş bir kıyıya : c � Sesini çıkarma! • diyor bileğinden çe-

kerek. c-

Ayy. . Babam seni boğmamış mıydı?.

c-

Boğmuştu ama ben dirildi.m işte .. •

•- Benden ne istiyorsun:• Benim olmanı! »

•-

Hayır hayır. . » •- Olacaksın! » •-

• - Olmıyacağım. • • - Olacaksın! • c-

· · · · · · · · · · · · · · · · · ·

c-

..................»

İhsan geliyor üstlerine. Nejat'ı, tıpkı babası 145


gibi, aksesuvar eşyalarının arasmda

boğuyor.

Sonra da demir pannaklıklar ardında, uzamış sakalıyla : «-

Kızım ben sana demedim miydi ki . . . ,.

Uyanınıştı sonra. Korkudan küt küt atıyor­

du yüreği. Demek annesi geleeekti bu yakınlarda ?

146


10. Annesinin gelmesi uzayınca ıçını gene ka­ ranlıklar kaplamış, can sıkıntısından pathyacak hale gelmişti. Ne zaman böyle sıkıntılar bassa atıyordu kendini mahzene. Sarı'yı buluyor, onunla konuşuyorrlu dilinden anlarmış gibi. Ayten, annesi, babası, mahalleli haylaz oğ­ lanlar ne zaman arasalar orada buluyorlardı. Gene öyle. Bir türkü mırıldanarak, bezden kocaman bebeğiyle konuşuyordu : «- Seni senii.. niçin üstünü başını kirlet­ tin ? Ha? Ama böyle susmakla olmaz ki. Korku­ yor musun? Döverim diye korkuyor musun? Korkma. Ben senin annenim. Cici annenim. Dövmem seni, hiç dövmem. Yaramazlık yapsan bile dövmem. Ben pis anneler gibi değilim ki. Kızımı hiç dövmem ben ! » Çocukların uzaklardan yansıyan « � Nu­ raaaan, Nuran ! • larıyla kendine geldi. Bebeğini hemen sakladı. Sarı'ya da eliyle «- Hoşça kal!• yapıp fırladı mahzenden. Ne vardı? Ne istiyor­ lardı gene? Sevmiyordu onların hiç birini. Arn­ casını da sevmiyordu, yengesini de, Ayten'i de, 147


Ararnasınlar, sormasmlardı.

Aramasın sorma­

sınlardı işte ! Suyu taşımış, ortalığı süpürüp sil­ miş, bulaşıkları da yıkamıştı. Evet mahzendey­ di, ne olacak? Oraya gitmemesi için amcasının, yengesinin tenbihi de vızgeliyordu. İnsanlardan ancak oraya kaçınca kurtuluyordu. Ama hiç far­ kına varmadığı birisi, balıkçı İlyas gizlice sey­ rediyormuş. Gizlice seyrettiklerini

akşamları

Kumkapı balıkçı kahvelerinde arkadaşlarına bi­ re bin katarak anlatıyormuş . . . haberi yoktu ki ! Çocukları tersiereesine sordu : u-

Ne var be? Ne bağırıyorsunuz?,

Kızlardan biri: «- Arncan seni acele çağınyor! ıo •-

N e yapacakmış?•

Bir başkası : «- Bilmiyoruz. Acele gelsin dedi ! • •-

iyi ya, geliyoruz işte .. •

İnadına, hiç de arncasının acele istemesine uym adan, sırf amcasının isteğini

yerine getir ­

memek için ağır ağır yürüyordu.

Çocuklarsa

çeşitli uydurmalarla çoktaan koşmuşlardı : •-

Nuran gene roahzendeydi amca ! ,.

Amca'nın öfkeyle büyüyen gözleri : «- Ne yaptığını gördünüz mü?» Sarışın, topaç gibi bir oğlan: •-

Görmedik ama . •

Ayten : •-

Mahzende ne yapılır baba?,.

Esmer bir başkası:

148


«- Ayıp ettin, çakmaz olur muyuz?• Sonra da her kafadan bir atmasyon: ......... Mahzende adamlar vardı! • «- Kumarcılar. . • «- Esrarkeşler ! ıo « - Nuran da yanlarındaydı. . • Demindenberi tek laf etmeyen yenge kocasına anlamlı anlamlı baktı. Kocası, yani Nu­ ran'ın amcası kızdı, sordu çocuklara yeniden : «- O kopuklarla ne yaptığını gördünüz mü?» Çocuklar sanki görmüşler de açıklamağa terbiyeleri elvermezmişçesine susuyor, gülüm­ süyorlardı. Nuran geldiği zaman amca da, yenge de tam dolmuşlardı. Amca, dudak kıyısında sigara, arkasında elleriyle sertçe sordu : «- Ne yapıyordun mahzende? Yanındaki­ ler kimlerdi?" Nuran hiçbir şey anlarnıyarak çocuklara baktı. Hangisine gözü gittiyse başını eğiyor, gözlerini kaçırıyordu. Amcasına : « - Yanımda hiç kimse yoktu, yalnızdım! • «- Adamlar varmış. Esrarcı, kumarbaz"" lar • Şaştı : •- Benim yanımda mı: Kim söylüyor? Amcası çocuklara baktı. ..

149


N u ran jşi anlamıştı. Topuna k ı rd ı : «-

birden

hay-

Yalancılar ! "

Hiç ummuyorlardı. Çocuklarda panik.

Nuran «�

hıçkırmağa başlamıştı :

Kim vardı yanımda?

Sarı'dan başka

insan ol­

kim? Hem nereden gördünüz y anıında duğunu ? Mahzene ginnediniz ki.

Yalan söyli­

yen:in annesi babası ölsün mü ? " Hiç birinden tek ses çıkmadı.

Neden sonra sarı, topaç gibi oğlan : c-

Ne

bilelim?» dedi ,

•-.

orada hep kopuk­

lar kumar oynar, esrarkeşler duman Gene vardır

içerler.

sandık .. ,

Ayten tıkalaca sordu : «-

Peki ne arıyorsun orda?

Hep orda hep

orda ! » Gözlerinin yaşını elinin tersiyle sildi: «-

Orda köpeğim var benim,

Sarım var.

Sarı'ını ben çok seviyorum. Sizin

hepinizden,

hepinizden çok ! ,. Çocuklar bozulmuşlardı. :Başta d a

Ayten.

Amcası dudak kıyJSındaki sigarasını t.ize­ lerken : c-

Valiahi anlıyamadım gitti"

çok karışık, karanlık bir çocuk;

dedi,

Haydi, yürü

bakalım annen gelmiş seni bekliyor! • Unutmuştu hemen hemen annesinin gele­ ceğini. Demek gelmişti? «-

Geldi mj ? Nerde? Ne zaman geldi? ,.

150


Amcası tek laf etmedi. Yengesi gene tersiedi : c-

Git yün ceketini al,

fazla cırcır

olma.

Nerdeyse az sonra öğrenir, birbirinize kavuşur­ sunuz! ,. Ne olursa olsun annesi gelmişti, annesi gel­ mişti, annesi gelmişti heeeeey! Pırıl pırıl bir türkü gibi koştu eve, merdi­ çıktı. Dir­

venleri hep o pırıl pırıl türkü gibi

selderinin havı dökülmüş, incelmiş kırmızı yün ceketini alıp amcasının yanma

döndü. Sevinç­

ten kabına sığamıyordu. Annesi gelmişti demek? Demek bu Dünya'da bir kızı olduğunu hatırla­ mıştı? Yaşasın, yaşasın, yaşasıruh ann esi! Amcasının ardında, nefret ettiği bütün in­ sanları bıralop, semtin harap, tozlu, eğri büğrü yapıları arasındaki yollardan durağa

geldiler.

Durakta hemen hemen bütün cıvataları

laçka

hantal bir otobüse bindiler. Otobüs sallana sar­

sıla Sirkeci'ye indi. iBir içkili lokantaya girdiler. zarif, beyaz tabaklar, tabaklarda

Camekanında terteın.iz

yı­

kanmış meyveler, daha büyük kayık tabaklar­ da kuzu gibi yatan gri, mavi pırıltılarıyla

ba­

lıklar. . . ne güzel, ne iç açıcıydı her şey ! Annesi karşı masalardan birinde oturuyor­ du. Nereden anlamıştı bu sayın

bayancasına

oturan alımlı çalımlı hamfendinin annesi oldu­ ğunu ? N e kadar güzeldi ? Eskiden çok, çok daha güzel !

151


Amcasının • - İşte annen! ,. demesine kal­ madı, koştu, kendini bu çok güzel, çok alımlı annenin kucağına attı, boynuna sarıldı, başladı luçkırmağa. Kendini tutabilse, bir de amcası orada olmasa neler, neler söyliyecek, içini nasıl dökecekti! •- Anneciğim anneciğim» diyecekti •- Beni bunca yıl niye ar arnadın? Arncanu da, karısını da, Ayten'i de hiç sevıniyorum. Hepsi­ nin Allah belasını versin. Hele yengemden nef­ ret ediyorum. Çok kötü kadın o. Beni hep döv­ dü, etlerimi büktıü, tırnaklarımı nalınla ezdi, morarttı. Ayten'i de sevrniyorum, mahalleli ço­ cukları da. Herkes, herkes bana karşı. Ne yapı­ yorum onlara sanki? Hiç. Hiç ama gene de ba­ na karşı hepsi. Beni kötülemek için yanşıyor­ lar. Beni kurtar anneciğim. Yanına al. Senin yanında, seninle olmak istiyorum. N'olursun anneciğim, canım anneciğim benim! ,. Diyemedi, hiç birini diyemedi. Annesi çe­ nesiııi kaldırdı : c- Niçin ağlıyorsun?» iBuz gibi bir soruydu. Ama annesiydi, sormuştu, memnundu. c- Ha?» - . . . . . . . . . . . . . . . . . . ? .. Araya amca ·girdi : c - Seni uzun zamandır görmediği için olır cak . . » c- Öyle mi? Beni uzun zamandır görmedin diye mi?• ·

152


. ?ıt cAmca : c- Kızın çok vahşi LeyJ.a! ,. dedi. c- Vahşi mi? Neden?• c- Bir şey sormaya gör. Yer yerinden oy­ nasa bildiğinden şaşmaz. İnsandan kaçar. Ma­ hallede bir tek arkadaşı yok. Mesela bizim Ay­ ten.. Kardeşim kardeşim diye üstüne titrer de oralı bile olmaz! ,. Annesi bayağı sinirlendi: c- Öyle mi Nuran?• Karşılık vermedi, veremezdi. Amcası ora­ daydı. Ne diyebilirdi? Amcası ardını getirdi: •- Hele yengesini, bizimkini görme. Kaı­ dıncağız, şimeli bak o yok Allahı var, üstüne titrer Nuran diye. Neden? Yetim, emanet. Öyle olduğu halde ona bile . » Seslendiler. Amca baktı, bir tanışı, gitti. Nuran amcasının ayrılmasından faydalanarak annesine: • - Yalan• dedi, c- hep yalan. Nalursun anneciğim beni buradan, bunların elinden kur­ tar! » Leyıa kalpsizdi, taş kalpliydi ama gene de kızının bu :içten yalvarışının nedenini anlamış­ tı. Anlamıştı ama ne yapabilirdi? O sıra gene salaş tiyatrolardan biriyle Anadolu'yu dolaşı­ yor, klınle boşlanırsa onunla yaşıyordu. Üstelik Nuran hayli gelişmişti de . Kaşı, gözü, bacaklan, . .

. . . . . . . . . . . . . . .

. .

153


göğsü. . . yanına alabilmesi için 1stanbul'a yeri� mesi gerekiyordu. O zamana hem daha büyür, daha güzelleşir, hem de artık yetişmiş kız olur­ du ki, birlikte . . . Çünkü kızın üstün bir güzelli­ ğe ereceği besbelliydi. Şimdi bile. . . Yavrum, seni şimdi yanıma alam.am ! • dedi. •- Birkaç yıl daha geçsin. Bir az daha büyü. Soma elbette yanıma geleceksin. Hem o zaman ben de İstanbul'a yerleşmiş olurum! • Evet evet, k ız çok güzel olacaktı. Birkaç yıl sonra, ki o zaman Leyla hayli yaşlanacak, kızı yem diye kullanabilir, hele zengin biri ön­ lerine çıkarsa, hayatlarını kurtarabilirlerdi. Ya­ ni bu kız Leyla için bir kurtuluş simidi olabi­ lirdi. • - E · " dedi, «- söyle bakalım : benden bir isteğin var mı? .. Annesinin onu şimdi yaruna alanuyacağını öğrenen Nuran, kısılan bir gaz lfunbası gibi, ka­ ranvermişti. Onu buradan, bwılardan., bunların •Orospu çocuğu» sözlerinden, balıkçı İlyas'ların bakışlarından kurtaracağını umuyordu oysa. Kurtarmıyacağına göre . . . «- Ha? Bir isteğin var mı?,. Nuran omuz silkti. Annesi anlamıştı kızının birden umutsuzlu­ ğa yuvarlanıp, sıkıldığını. Gene de o dallara basmadı : c- üstün başın da pek berbat. Beyoğluna çıkalım, sana bir şeyler alayım. Ne dersin?. o:-

154


Onu amcasından, yengesinden, Ayten'den, llyas'lann bakışlarından kurtarmıyacak

olduk­

tan sonra . . . •-

Kızım dilini mi yuttun?

Amcanın de­

diği kadar var galiba ! • .. _

. . . . . . . . . . . . . . . . . . ?�

•-

Cevap versene be! »

«.,_

. . . . . . . . . . . . . . . . . . ?• Beyoğluna çıkalım mı?»

Bilmiyordu ki iBeyoğlu'nu. Neresiydi? Hiç gitmemişti, götünnem.işlerdi. nuşan, çene çalan

Mahalleliyle ko­

yengesinden,

amcasından,

hatta Ayten'den, öteki çocuklardan zaman za­ man işitmişti .. Beyoğlu» diye ama, gitmemişti, bilmiyordu! «-

Çıkalım mı ? »

«-

Siz bilirsiniz. »

«-

Kız Beyoğlu'na herkes

«-

. . . . . . . . . . . . . . . . . . ?»

•-

Gitmedin mi Beyoğlu'na hiç? •

can atar, aptal! "

Zorla : «-

Götürmerliler ki . . » dedi.

Şaştı annesi : «c-

GötürmedHer mi?» Götürmediler. Kendileri gittiler, beni . . . ..

cBulaşıkların başmda bıraktılar. yıkadım, su taşıdım, ortalık

Bulaşık

süpürdüm, tahta

sildim, gene su taşıdmı, bulaşık yıkadım, tahta sildim, çamaşıra oturdum. . . ,

diyecekti

tuttu

kendini. Annesi sıkı.ştınıe belki der, içini döker,

155


ağlar, balıkçı !lyas'larla, bakkal,

kasap,

ma­

nav'dan söz açar, en çok da yalancı, iftiracı Ay­ ten başta olmak üzere, Ayten'in kışkırttığı ma­ halleli yalancılardan dert yanardı. Olmadı. Az önce çağrıldığı karşı masalardan birinden dön­ mekte olan amcası gözüne ilişmişti. Tuttu ken­ dini. Amcası y�arına gelince de annesi : «- Bunun üstüne başına bir

şeyler ala­

yım . . » dedi, «- Pek kılıksız! ,. Amcası sözü hemen k aptı : •-

Sorma Leyla. Üzerinde yeni hiçbir şey

durmaz. Hemen kirletir. Yoksa yengesi neler de neler alır, diker, gül 'gibi giydir.ir.

Ertesi gün

tamam. Sonra sana onu da söyliyeyi.m : Kızın harabelerde, yangın yerlerindeki

mahzenlerde

dolaşıyor. Bizi hiç dinlemiyor. Harabeler, yan­ gın yerleri, mahzenler ma.Iılm, it köpekle dolu.

Başına herhangi kötü bir iş gelehilir ! » Annesi hayretle baktı : •-

Öyle

mi kız?•

Ayy. . . annesinin birden yıllarca önceyi ha­ tırlatan yüzü .

.

gene asılmış, babasına parladığı

sıralardaki halini alıvermişti gene. Omuzundan sarstı : •-

Cevap ver! •

Hay:retle: •-

Ne?» 156


«-

Elinin körü. Bak neler

söylüyor am ­

can .... •-

Ben mahzen.de kimseyle konuşmuyorum

ki ! » • - Yalan mı söylüyor amcan? Koskoca kız olmuşsun, insan ya.nıgın yerlerinde, harabelerde, mahzenlerde falan dolaşır mı?»

Karşılık vermedi, vermemesi gerekiyordu. Verse, anlatsa h er şeyleri, az sonra nasıl olsa amcasına teslim edilecek, gene o mahalleye, o eve, o evdekilerin yanına dönecekti. Oysa mah­ zenden başka yere gittiği yoktu. Konuştuğu da Sarı, yalnız Sarı. O da dediklerini anlamıyordu zaten. Peki ama kiminle konuşacaktı? Ayten başta, hiç kimse konuşmak, oynamak istemiyor­ du onunla. İş iş iş! Kendi yaşıtı kızlı oğlanlı ÇQ­ cukların oyunlarına baktırınıyorlardı bile. Mah­ zene gidip, bebeğiyle oynamasa, Sarı'yla konuş-­ masa çıldırırdı. Sonra asıl, e:Orospu çocuğu• diyenlerden kaçıyordu . . . Annesi sigarasını tablada ezip kalktı : «- Biz akşama doğru döneriz. Haydi baka­ lım Nuran hanım, tutalım yolu. Şimdilik hoş­ ça kalın ağabey! • Amca «Ağabey. sözüne kızmadı: «- Güle güle Leyla, güle güle ... Nuran annesinin ardmda lokanta kapısına giderken, amcası daha arkadan geliyordu diller dökerek : 157


•-

Burası bizim sayılır. Ne zaman ister­

sen başımızia beraber, buyur gel. . . " Masalardaki genç, yaşlllara

du Nuran,

dikkat

ediyor­

annesine, ama galiba daha çok da

kendisine bakıyorlardı. Kendisine

balaldığını

hissedince kaşları çatılıveriyordu.

Aklına he­

men balıkçı İlyas'larla,

mahalledeki

çapkın

bakkal, manav, kasap geliyor, bütün bunlann ardında da o hiç silinmeyen sakallı yüz,

baba­

cığının yüzü belirlveriyordu. Kötü kadın olmı­ yacaktı Nuran. çirkin de olsa kocasını

aldatmı­

yacak, adamın hapisiere düşmesine sebep olnu­ yacaktı ! Lokanta kapısına çıkmışlardı.

Önlerinden

taksiler, dolmuş, otobüs, tramvaylar gelip gelip geçiyordu. Pırıl pırıl, kocaman bir taksiye an­ nesi seslendi. Araba kuvvetli bir frenle şıp, durdu. «- Bizi Galatasaray'a atıver ! » «- Hay haay. Buyrun . . . » Şoför direksonundan eğilip arka kapıyı tı. Önde annesi. ardında Nuran, girdiler.

aç­ Araba

memnun, pırıl pırıl uzaklaşırken, amcası !okan­ ta kapısı önünden el sallıyordu. Ne tuhaftı bu gün amcası! O her an ağız kıyısından eksik ol­ mıyan sigaralarma ne olmuştu bugün? yakıp birini söndürmesi? Öfkeden,

Birini müthiş can

sıkıntısından çatılı kaşları? Pırıl pırıl arabanın hızla geçtiği cadde, kıv-

158


rılıp aç bir lrurt homurtusuyla sokaklar geçen arabanın pencerelerinden akan İstanbul, ıstan­ bul'un bu hiç tanımadığı çeşitli y;üzü kafasında herşeyi, hatta am.casıyla yengesıru, Ayten'i, ötekileri falan silivermişti. Nuran yepyeni bir İstanbul'u yaşıyordu artık. Evet, ne amcası, ne yengesi, ne Ayten, ne de !Balıkçı İlyas'larla bak­ kal, kasap, manav ve cOrospu çocuğu• ! Annesinin yanındaydı eeeey annesinin ya­ nında! «- Demek böyle? Peki anlat bakalım, ne yapıyorlar sana?• ıBunu bir solukta nasıl, nasıl anıatıverecek­ ti? Annesine sanldı, hıçkırmağa ba§ladı. Bir süre tek laf ederneden ağladı, ağladı. Kadın al­ dırış etmiyordu. Bir ara çenesinden tutup başını kaldırdı, yüzüne baktı : Gerçekten çok güzeldi kız be! Hani birkaç yıl sonra bir afet-i devran olması işten değildi! Ağlamak büsbütün yakışı­ yordu köpeğe. cKaltak:o diye geçirdi. cBizim trupun moruk patronunun eline bir geçsen. . . ,. Kızının çenesine hafifçe vurdu : ,, _ Sus hadi sus, ağlama. Bu dünyaya ağlamak için gelmedik ! » Nuran gözler.ini ellerinin tersiyle sildi. Anne bambaşka bir şey sordu: « - Bakkala, kasaba, manava sen mi gidi­ yorsun?» Nuran hiçbir şey anlamadı önce : 159


«-

c.._

,._

Nasıl yfuıi?,. Eti, ekmeği, sebzeyi kim alıyor?• Arncamlarda mı ?• Allah allaaah.. başka nerde olabilir kı-

zım?• c- Ben alıyorum.• Annesi çapkınca göz kırptı : c- Nasıl? Asılıyorlar mı?• Nuran gülüverdi. Islak gözleriyle yaş yaş gülüvermesi öyle tatlılaştırmıştı ki! « - Ha?• Kasap da, bakkal da, manav da az mı cyav­ rum», c padişah gözlüm benim• diye asılmışlar­ dı? Hele bakkal, boyuna çikolata, şeker, ciklet ... Birinde bacaklarını okşamak istemişti de, Nu­ ran, elindeki çikolatayla ötekileri adaının sura­ tma biiir, yallah dükkandan! Ama şimdi bütün bunları annesine teker teker anlatarnazdı ya! Yalnız bakkal mı? Ka­ sap? Manav? iBalıkçı? «- Ha?• "- Ne?• "- Asılınıyorlar mı?• c- Yok canımı..• Bu yollardan geçmiş, kurt kadın inanır mıydı hiç? c- Yok canımı yok. Bu yaşta, bu kadar güzel kızı kendi keyfine bırakmazlar! ıo Sonra iştahla ekledi c- Bana bak Nuran, çok güzelsin Seni bı-

160


raktığım zaman da güzeldin ama, şimdi bam­ başka. Anlaşılıyor, daha da güzelleşeceksin. Annen gibi, çok canlar yakacaksın. Fakat sakm kimseye teslim olma, anlıyorsun ya? Hatta sev­ me kimseyi, şuranla buranla hiç kimseye oy­ natma aniadın mı?• Yerlere geçerek, kızara bozara dinliyordu. Anneyse iştahla . . . c- Birkaç sene sabret, İstanbula yerleşe­ yim. Seni yanıma alacağım. Birlikte oturaca­ ğız. O zaman Allaaaah . . . " Şaşmıştı Nuran. Bu, şu eski, çok iyi tanıdı­ ğı aksilerin aksisi kadın mıydı? Hani babasına kan kusturan? Şimdi ne iyi, Nuran'la yaşıt, can­ dan arkadaşmışçasına konuşuyor, gülüyor, Al­ laaaah diyordu. «- Beyoğlu ya da Tarlabaşında bir apart­ rnan katımız olur. Boyanır, süslenir, seninle iki dirhem bir çekirdek gezmeğe çıkarız. Arkamı­ za düşen düşene. Enayilerin bini bir para. Tabi daha çok senin için! Ben zaten tiyatroyu bıra­ kıp, barlarda konsomatrislik yapmak istiyorum. Bıktım göbek çalkalamaktan . . . ,. Sonra eğildi kızına hafiften: «·- Buradaki bar lardan teklifler alıyorum. Kabul etsem. Arada beni görrneğe gelsen. B a­ rın yaşlı patronu sana asılsa. Kaçınsan. Alev­ Iense enayi. He desen. Alsan moruğu avucunun içine . . . ha?» Hiç ama hiçbir şey anlamıyordu. 161


«- Adam belki de karısını falan boşar, se­ ni nikahlar! "

.. . ... . . ?» Zengin adam, para deste mızda kocaman hususi. . " ?» «- . . . . . . . . . . . . . «-

. . . .

.

. . . .

.

«-

.

.

.

deste. Altı­

. .

« - Sırtlarımızda pelüş mü, astragan mı. . . mantolar! »

Nuran hiçbir şey anlamıyor ama, annesinin onu arkadaş sayan haline de bayılıyordu. De­ mek o zamanlar küçük, küçücüktü de onun için annesi üzerinde durmuyordu. Şimdi büyüdü, güzelleşti. Ah ne iyi, ne iyiydi büyümek, gü­ zelleşmek! Demek amcasının evinde, mahalle­ nin haşarı çocukları arasında haftalar, aylar, yıllar geçirmesi gerekecekmiş? Gene öyle. Bel­ ki bir, belki de iki yıl daha dişini s1kacaktı an­ nesine kavuşahilmek için? Sıkardı be! Sonun­ da madem annesiyle olacaklardı. . . beklerdi, beklerdi, beklerdi işte! Galatasaray'da taksiden indiler. Nuran çevresine aval aval baktı : Ne koca­ man cadde, ne dev dev apartınanlardı bunlar! Başı dönüyordu. Ne güzel yerierdi buraları? Demek İstanbul, amcasının toz içindeki yıkık harabelerden ibaret semti değil, asıl buralardı? «- Anneciğim asıl istanbul burası değil 1 mi?» Leyla güldü: 162


«- D emek seni bu asıl İstanbula hiç getir­ mediler ?» «- Getirmediler.» «- Yazık. Burası Beyoğlu işte. Büyü, daha güzelleş, çok çok güzelleş. Ondan sonra burada seni. . . » Kızının çenesini kaldırdı, gözlerinin içine baktı : « -. . . . zengin birisiyle evlendirip, şu koca­ man binalardan birinde yaşatacağım! .. Yerlere geçecekti nerdeyse. Ne ayıptı, ah ne ayıp! «- Aniadın mı ?» Karşılık veremedi. Veremezdi. «- Yaa, ne iyi olur anne .. » mi diyecekti? Az ötede, önlerin­ de pırıl pırıl duran kocaman, simsiyah bir hu­ susiden inmekte olan gencecik, güzel mi güzel, şık mı şık bir kadına annesiyle baktılar. Şık şoför direksiyondan atlamış, kapıyı açmıştı. Ka­ dın salma salma indi, ince bilekli zarif ayak­ larında rugan iskarpinler, büyük mağazalardan birine girdi. Annesi içini hasretle çekti, mırıldandı : «- Sen de böyle olacaksın ! .. Bunda, «Ben olamadım, sen ol bari . . » demek isteyiş vardı ama, Nuran anlıyamamıştı. Annesi adeta öfkeyle : dedi, «- Sen de böyle « - Aniadın mı?» olacaksın! " . . . . . ?» « ·- . . . . . .

. .

. . .

. .

163


•- Çünkü sen bundan da güzel olacaksın! • Annesinin kah yanında, kah ardında.. an­ nesine laf atanlara içerliyerek. . . ama dur baka­ lım, yalnız annesine mi ? Kendisine de laf atı­ yorlardı. Kızıyordu. Laf atanların yüzlerinde balıkçı İlyas'ları, çapkın bakkalı, manavı, ka­ sabı görüyor, iğreniyordu. Hepsi de birbirinin tıpkısı, hepsi d e gözünü oymak için fırsat arı­ yan kötü insanlardı. Sanki söz birliği etmişçesi­ ne onu kötü yola çekrneğe çalışıyorlardı. Çalış­ sıniardı dilediklerince. Hiçbirine yanaşmıyacak, hepsinden koruyacaktı kendini. Babasının de­ diğine uyacak, çirkin de olsa kocasını, annesi gibi aldatıp, adamın hapisiere düşmesine sebep olmıyacaktı. Kocaman bir Beyoğlu mağazasına girdiler. Ayy .. burada da Balıkçı tıyas'la ötekileri hatır­ latan yüzler. Yiyecek gibi baktıklarını perdele­ yen gülümseyişleri. « - Çocuk için iç çamaşırı, elbise istiyo­ rum . . » Bıyığının altı üstü alınmış düklcln sahibi iştahla : •- Çocuk mu: » dedi, • . . . aman hamfendiciğim. Neresi çocuk? Bashayağı genç kız!ıo Anne memnun, sordu : «- Duyuyor musun?» Neden belirsiz, gene kıpkırmızı kesiliverdi. O, bıyığı alttan üstten alınmış kurt adam : •- Duymaz olur mu? Aaah gençlik . . • .

164


c- Doğru» dedi annesi. «- Büyük adam­ lardan biri ne demiş? Gençlik çok iyi bir şey ama, kıymetini bilmeyenierin eline veriliyor! • Adam içten bir kahkaha attı: «- Bravo. hamfendi. Çok diplomatça laf! Serkis oğlum. . . • «- Efendim?» «- Gel buraya! " O n sekizle yirmi arasında, kurt bir Beyoğ­ lu tezgahtan, Beyoğluspor soliçi çevikliliğiyle koştu geldi : «- Evet?» Nuran'a aç kurt gibi değil, balıkçı İlyasla­ rı falan da hatırlatmadan, ama gene de içten içe başkalaşarak baktı, bir an. Patronunun em­ rini dinlemedi bile. Oysa : «- Küçük bayana. . . • diye başlamıştı. Biliyordu Serkis, küçük bayana iç çamaşırı, elbise falan. . . «� Buyurun efendim! » Anne mahsustan gitmedi. Aşağı inilen bir merdivende kızıyla saçları briyantinden ışıl ışıl oğlanın kayboluşlarına baktı, iç geçirdi. Ah kı· zının yerine o olmalıydı şimdi .. Ama nerde? Aptal kız, parlak oğlanın hafif dokunuşları, şa­ kalarından kaçınırdı. Biliyordu ne olacağını. Oğlan yoklıyacaktı. Aptal kız da kaçınacak, da­ ha olmazsa çocuğun bütün cesaretini kınvere­ cek biçimde terslenmese bile, kaşlarını çatacak­ tı. Bilmez miydi o Beyoğlu ve Beyoğlu esnafını! Serkiz önden ışıl ışıl saçlarıyla inırrişti mer-

165


diveni hep o Beyoğluspor, Galatasaray, Fener­ bahçe sol içi, yan hafı, ya da kalecisi

çevikli­

ğiyle. Nuran bayılıyordu. Bayılınası saçlarına, çevik davranışlarla

Serkis'e,

merdiveni kedi

çevikliğiyle inişine değil, mağaz anın

tertemiz,

pırıl pırıl döşemelerine, çeşitli çamaşır, elbise­ lere . . . Bol ışıklı kocaman bir ampulün aydınlattığı alt kattaki iç çamaşırı, genç k ız elbiseleri, tel­ lerin, pulların, duvakların bulunduğu, sarı ha­ mam taslarının göz aldığı serin bir loşluktu. Bu aydınlık loşlukta unutuvermişti Ayteni de, an­ nesini de. amcasını, balıkçı ilyasları , kasabı, manavı, müzevvir mahalle

bakkalı,

çocuklarını

da .. Ne iyiydi. Burada ona «Ürospu çocuğu» di­ yecek hiç kimse yoktu. Bu aydınlık, pınl pırıl, sarı sarı, mavi mavi, yeşil yeşil göz alışlar ona mahalledeki düğünleri hatırlatıyordu.

Yengesi

düğünlere bile götürmezdi onu. Götürmez, git­ mesini de engellerdi. Ama burası ne iyi ne iyiyı dı· . «-

Evet küçük bayan . . İ ç çamaşırı

olarak

ne verelim size ?:ıo Bilmiyordu ki. İç çamaşırı adına Ayten'in eski fanilaları, peyiği yamalı kısa külotu . . . Serkis önce jerse külotları serdi

cameka­

nın üzerine. Çapkın çapkın gerdi, topladı, gerdi. «-

Bacaklarınız kalın olmalı.. bu jerse

lotlar idealdir küçük hanım . . . Kaç tane yım ? •

166

k:ü­

ayıra­


Omuz silkti Nuran. Serkis anlamıştı kızın toy olduğunu. Böyle bir kız düşürmüşlerdi bir gün Vahan'la. Meci­ diyeköy taraflarında. Dut zamanı. Dut hırsızlı­ ğına çıkmışlardı. Tıpkı tıpkı bunun kadar ama, bunun kadar güzel değil. Toplu, Çirkin değilse bile anasının göZiü. Elinde baklalar. Bir dut ağa­ cının altına çömelmişlerdi Vahan'la. Vahan da Serkis kadar. Kız oturuvermişti mor şalvarı, kara, kuru, çamura batıp çıkmışçasına pis ayak­ larıyla. Saçınıştı baklalarını. Fallarına bakmış­ tı. Titriyorlardı. Kız anlamış mıydı ? «- Güzel beylerim, çapkın beylerim. Aniarım içinizden geçenleri. İçinizden çok şeyler geçer amma, açık edemezsiniz güzel beylerim. Açık edin, çatlasın düşmanlarınız. !Bakın gözümün içine. Yok kor­ kacak bir şey. Açık edin güzel güzel, öğrensin bu N ergis içinizden geçenleri, hem de kör olsun gözleri düşmanlarınızın . . . " Altı külot ayırdım. iki kırmızı, iki ma­ vi, iki beyaz. İsterseniz başka renkler . . . haaa, durun durun. Siyahı unuttuk. Bakim, beyazsı­ nız, kar gibi hem de. Siyah külot, beyaz teni­ ııizde . . . , Nuran gene kızarınıştı ama, konuşması çok hoşuna gitmişti genç adamın. «- Halı şöyle. İki siyah, iki de kırmızı ayı­ ralını. Şimdi oldu. Bu beyazlardan birini, değiş­ tirelim, mavilerden birini de . . . şimdi sıra geldi iç çamaşırına! " "�

167


Gözlerinin içine baktı baktı, kızardı : «- Sütyen?» diye göz kırptı. Nuran sarsıldı. A . . . sütyen kullanacak kadar büyümüşler miydi? Sesini kısan Serkis: c- Çok utangaçsınız. . , dedi. « - . . . . . . . . . . . . . . . . . . ?» c - Niçin? Güzelsiniz, çok güzelsiniz.. far­ kında değil misiniz yoksa: » c- . . . . . .. . . . . . . . . . . . ?» « - Mahallede erkek arkadaşlarınız söyle­ miyorlar mı bunu?, c- . . . . . . . . . . . . . . . . . . ?» «- Bizim sizin kadar, hatta sizden çok da­ ha küçük kız arkadaşlanmız var. Söylemesek, yani güzelliklerini övmesek darılırlar! » « - . . . . . . . . . . . . . . . . . . ?» « - Pekii. . işte bakın, sütyenlerimiz. Size hangisi uygun gelir . . . hakim . . . " Nuran'ın bakılan göğsüne iğneler hattı sanki. «- Çok da küçük daha. İstemez . . . Güldü: c- Hele az daha büyüsünler. Ama kendi kendilerine büyümezler ki. . Biz mahallede kız arkadaşlanmızınkileri. . . ,. •- Serkiis! ,. Cevapladı : «- Evet patron?» «- Çeneyi bırak!,. 168


Nuran'a çapkınca göz kırptı: İ ç çamaşırı ayırıyoruz patron! :o ·-

Tire fanilalar, şu, bu. •-

Anneniz de görmek ister herhalde .. Ha­

nım anneniz değil mi?» •-

Evet.» diyebildi.

Zaten iniyordu merdiveni. karı» diyecekti,

diyemedi,

Serkis eKıyak

dememeyi

uygun

bulmuştu. «-

Neler ayırdınız bakalım? •

Külotları, iç çamaşırlarını falan şöyle bir gözden geçirdi : «- Altı külot çok Nuran. Sen mi

ayırdm

bunları?» Serkis : «-

Yoo hayır, ben ayırdımdı. . . »

Serkis'e baktı, çapkınca göz kırptı : c-

Renkleri de siz mi seçtiniz?,.

Ser kis iştahla : c-

Evet bayan. Fena mı?»

Cilveyle : «-

B.ilakiiis.. aferin size, çok zevk sahibiy-

mişsiniz! , ., _

Mersi. »

Sonra kızına döndü : Madem seçmişler altısı da kalsın. tki­ sini Ayten'e verirsin. İç çamaşırları da güzel. •-

Bunları da Ayten' e. Sonra, sizde poplin, güzel poplinler olmalı. Bana poplin elbise, entari ya­ ni. . . •

169


«- Hay hay, buyurun yukarıya ! ,. Yukarıya çıktılar. Gene çeşit çeşit, renk renk poplinler, ötekilerin daniskası. Annesi Ser­ kis'le başkalarıyla şakalaşa şakalaşa, Serkis'le ötekilere numarasını belli ede ede elbiselik al­ dı. Birtakım paketlerle ve arkalarında kalfa, çı­ rak, patran fısıltıları, yarım gülüşlerle, iç ge­ çirişler bırakarak dükkandan çıktılar. «- Yavru nasıl yavru?» «- Ana da kıyak ! » • - Ulan başlarım şimdi zevkinin içine . . . » «- Piliç dururken kart tavuktan zevk alır kaşar . . » « - Kaşar babandır! » ««- . . . . . . . . . . . . . . . ?» Şık, zarif, kocaman bir Beyoğlu lokantasına girdiler. Nuran adım başında şaşıyordu. Masalar yanyana. sıra sıra masalar, masalarda beyaz pi­ ke örtüler, tavanda kocaman kanatlı bir vanti­ latör, lokantanın sessiz loşluğunda billur billfu yansıyan ışıklar, çatal bıçak sesleri. Ta karşı masalardan birinde genç, yakışıklı bir adam oturuyordu şık bir kadınla. Bakmıyorlardı bile çevreye. Daimışiardı ağız ağıza. Kadının kula­ ğındaki yeşil taşlı küpe. Nuran pek beğendi. An nesine öyle bir tane satın almalarını söylerdi ama iskemielerden birinin ayağına ayağı talol­ mış, gıcırtılı, kaba bir ses çıkmış, bu ses de unutturuvermişti küpeyi falan. 170


Annesi «- Dikkat et kızım» dedi , amcanın evi değil burası! » Yerlere geçti. Garsonlar, siyah elbiseli gar­ sonlar, sağda, soldaki masalarda müşteriler ona bakıyor, ayıplıyorlarmış gibi geldi. Ayakları dolaştı. Az daha yürümeleri gerekseydi masala­ rın aralarındaki daracık yollarda, belki de gene bir iskemle devirirdi. Bir masaya karşılıklı oturdular. « - Umumi yerlerde böyle şeylere çok dik­ kat etmek lazım! >> «- . . . . . . . . . . . . . . ? » « - Bak, çok güzelsin . Güzellere kabalık hiç yakışmaz! ,. Sonra birden sordu : «- Oğlan bir tarafını sıkıştırdı mı demin aşağıda ? » « - Yoo . » «- Hadi hadi. Anasının gözüydü hergele, anlamadın mı?» « - Ne demek o ? » ,, _ Aptal. Ben senin yaşındayken . » Garson geldi. Annesi rakı istedi, salata istedi, ançuvez istedi, salarn istedi, sonra da : «- İyi bir karışık et! » dedi. Siyahlar içinde kırçıl saçlarıyla zarif gar­ son kibarca : « - Emredersiniz efendim. Küçük bayan ne emrederler ?» .

. .

.

171

.


Ne istersin Nuran? " Bilmem.» Garson saygıyla eğildi : «- Şiş ? İyi bir şiş?» Kuru fasulya geçti aklından ama, istemeğe utandı : «- Peki..» dedi. İskemleyi fena bağırtmış olmanın utan­ cı silinivermişti. Ne iyiydi burası. Burası, önce­ ki mağaza. Saçları pırıl pırıl genç adamla ne diye konuşmamıştı sanki ? N e çıkardı? Demek annesi onun yaşındayken . . . Daha rm aptaldı an­ nesinden ? Büyüdüğü zaman annesi gibi yalnız başına Beyoğlu'na çıkamıyacak, yanına kızını alıp mağazalardan kızı için iç çamaşır satın ala­ mıyacak mıydı ? Ya da herhangi bir lokantaya girip . . . ama hayır hayır, annesi gibi, tıpkı tıpkı annesi gibi olmıyacak, yakışıklı sevgilisiyle çir­ kin kocasını aldatıp, adamın hapisiere düşmesi­ ne sebep olrmyacaktı. « - Yavrum, dinle beni.. Gün gelecek, büyüyecek, bir erkeğin kadını olacaksın. Kocan çirkin de olsa, onu yabancı bir erkekle aldatıp hapisiere düşmesine sebep ol­ ma! » Bir an, demir parmaklıklar ardında en son gördüğü babası, uzamış saç sakalıyla kafasın­ dan geçti. Ardından tiyatro, tiyatronun tozlu eşyalar doldurulmuş tavan arası, soyunma oda­ sı, budak deliği, budak deliğinden içerısı, ay­ dınlık oda, yakışıklı Nejat, annesi, seclir, sedirin «-

•-

172


üzerinde sevişmeleri, babasının usulca gelip omuzundan kıyıya çekmesi, budak deliğine yer­ leşmesi, sonra hınçla çekilip kapıyı tekmeyle kırması, don paça kaçan Nejat'ın ardına düşme si, yere yıkıp boğması. . . « - Daldın gene Nuran.. n e var? Ne düşünüyorsun?» Mırıldandı: « Hiç.• «- Seni nasıl olsa yanıma alacağım. Ay­ ten'e aldığımız külotlar, iç çamaşırları herhalde makbule geçer. Entarilik de aldım. Hazır elbise alamazdım. Babası var, annesi var. Senin yal­ nız annen. Anadolu salaş sahnelerinde göbek çalkalamaktan imanım gevriyor. Çok lazımsa babası ona da alsın! " Annesinin içkisi, karışık eti, Nuran'ın şiş'i geldi. Buz istedi annesi. Kibar garson koşarak gidip getirdi. Rakının içinde eriyordu buz. Ma­ vi mavi, beyaz duman gibi birikiyordu sonra kadehin dibinde. Birikiş ağır ağır, belirsizce yükseliyor, kadeh beyazlaşıyordu. Birden annesine dikkat etti : Nuran'ın omu­ zu üzerinden ta karş1ya bakıyordu. Dönse, bak­ sa .. eliyle koymuş gibi biliyordu ki orda, arka­ sında yakışıklı, çok yakışıklı birisi vardı. Anne­ sinin alkolle dumanlanan bakışları parlama­ ğa başlamıştı. Bu bakışları çok iyi tanıyordu. Eskiden de böyle bakardı yakışıklı erkeklere. En çok da babasının boğduğu Nejat'a. Hele iki -

173


kadeh de içmişse büsbütün alevleniverirdi . Şim­ di de öyle. D ayanamadı, dönüverdi bir an. Şöy­ le bir gördü adamı : Bir beyefendi ! Annesi parladr: «- Önüne bak! » Sindi. Çatalı, bıçağı, eti, sonra ekmeği. Bu çatal da ne tuhaf, kayıveriyordu elinden. Az kalsın düşecekti. Düşse, annesi başıardı hemen kızını paylamağa. «- Garson ! » « - Evet bayan ? » « - Daldur şunu ! » « - Başüstüne bayan . . » İkinci, sonra üçüncü kadeh. Annesinin göz­ lerindeki alev, kadehlerin artmasıyla çoğalıyor• du. Adama öyle bakıyordu ki. . korkuyorrlu an­ nesinden. Böyle zamanlarda canavarlaşırdı. Gö­ zü Dünya'yı görmezdi. Nitekim siyahlar içinde­ ki garson gelip de kulağına bir şeyler fısıldayın­ ca, rabatladı bir an. selam verdi «- Hay haay . . » dedi, başıyla Nuran'ın omuzu üzerinden, Nuran'ın arkasın­ daki adama. Sonra çıktılar lokantadan. Kalabalık Be­ yoğlu kaldırımları daha da kalabalıklaşmış, gü­ neş devrilmişti. Çok geçmeden lokantadaki adam yanlarına geldi, kibar bir reverans : «- Rahatsız etmiyorum ya hamfendi ? .. Annesi : « - Aman efendim.. bilakis . . . 174


«- Çok kıibarsınız .. «- Siz de bilhassa nazik! , «- O sizin nezaketinizden gelir . . . » «- Nereye kadar uzanacaktınız böyle kü­ çük hanımla?" « - Bilmem. Verilmiş bir kararımız yok­ tu . . . «- Devlethaneye henüz erken . . . « - Değil mi ama? • «- Taksi ! » Kocaman bir arabanın durması, önce anne­ sinin, sonra kendisinin girmesi. Adam öne otur­ muştu. Kibar, kibar, kibardı. Şoföre bir şeyler söylemişti. Arada çevik bir manevrayla uçmuş­ tu Boğaz yoluna .Bayılıyordu Nuran. Böyle yıl­ larca gitseler, amcasının evine hiç dönmese . . Annesi : «- Nereye gidiyoruz böyle beyefendi? , di­ ye sordu. « - Lido'ya kadar uzanalım demiştim. Bo ­ ,

ğaz havası bu mevsimde malum ya:" «- Hakiısınız ama, çocuğu bırakmam lazım da . . . » «- Nereye ? » « - Sirkeci'de amcası bekliyecekti . » «- Sirkeciye dön şoför efendi! " Nuran'ın canı sıkılmıştı. Gene am.cası, son­ ra ,gene balıkçı tlyas ve ötekiler . . . Semt, semtin tozlu yapıları, eğri büğrü sokaklarıyla çeşme başları, çeşme başlarındaki kadınları, çocukları .

175


yüreğinden bir sıkıntı, paslı, kokmuş bozulmuş bir sıkıntı halinde geçti. Annesi kulağına fısıldadı: bahsetme c- Amcanlara sakın şu baydan olmaz mı? • c - Kim o ? · "- Zamanı gelirse sen de anlarsın b u tip insanların kim olduğunu ! • Ağzı rakı kokuyordu. Yarım saat sonra tozlu ampulleri yanmış mahalleye bir takım paketlerle, amcasının ar­ dında girince, sanki kıyametler koptu : «- Ooooo . . . Nuran'a bakın Nuran'a ! • « - Sahi be. N e paketleri onlar? • « - Annen mi aldı Nuran? • « - Neler aldı artık?• .? «- . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . .

·«-

. . . . . . . . . . . . :.

Ne vardı? Ne oluyordu? !Babaları, anneleri onlara almıyor muydu sanki? Paketlerde renk renk külotlar, poplin elbiselikler, elbise . . . «- H a Nuran? N e var paketlerde?• Saydı döktü. c- Annen mi aldı annen mi?» « - Kim alır başka ?• Çocuklar gene de şaşıyorlardı : O cOrospu çocuğuıoydu. Onlara her şey alınabilirdi ama, bir orospu çocuğuna? Alınmıştı ama. Neden? Alın­ mamalıydı oysa. Onun babası hapishane köşele176


rinde ölmüştü. Annesi o biçim. Kendi de büyün­ ce o biçim olacaktı! Amcasıyla birlikte evden içeri girince, ço­ cuklar, çocuklarla birlikte de her şey dışarda kaldı. Merdiveni çıktılar, sofa. Ayten, Nuran'ı öyle birtakım paketlerle gö­ rünce, kuru, esmer yüzü bembeyaz oldu. Anne­ sinin yanına mahvolmuşçasına gitti, tutundu. Her şeyi vardı oysa. Çeşit çeşit entarisi, elbise­ si, iç çamaşırları. . . Kızı çirkin, üzülmesin diye babası boyuna öteberi alıyordu. Yengesi paketleri açınağa başlamıştı : c- Ooo . . . neler de neler almış annen sana kız ! , Pembe yollu çok zarif elbiselikle külotlar­ dan üçünü işaret eden Nuran : "�

Bunlar Ayten'in! » dedi.

Ayten o entariliği görünce zaten içi gitmiş­ tL Kıskançlığı falan bir an unutarak koştu, al­ dı, almasıyla birlikte de altından çıkan başka bir elbiselikle kıskançlığı geri geldi: «- Bu kimin ? » Nuranındı ama, yeşil dokuma üzerıine siyah çizgiliydi. Daha mı güzeldi ne ? «- Benim. • dedi Nuran. «- Benimki hiç güzel değil.." «- Değil mi? » «- Değil y a. . » 177


«- istersen benimkini al, seninkini bana ver ! » Ayten beklemiyordu bu kadar kolay oluve­ receğini. Aldı. Bir ona baktı, bir buna. O da gü­ zeldi galiba. İkisi de güzel. Hangisini alsaydı? Yeşilli elbisesi de yoktu pembeli elbisesi de. Hangisini alsa gözü ötekinde kalıyordu. Yutkundu. Ayıp olmasa ikisini de alırdı ama . . . Nuran boynuna sarılıverdi : <<- istersen ikisini de al ! , Yenıgesi de uyıgun bulmuştu. Gene d e yu­ muşakça sordu : «- Sen? Sana ?, Nuran Beyoğlu'nda annesiyle gezmiş dolaş­ mış, mağazalardan öteberi almış, lokantada ye­ mek yemiş, nasıl olsa bir gün buralardan kur­ tulacak olmamn sevinci �çindeydi. «- Ayten'in o hani giymiyor, duvarda asılı entarisi var ya?» «- E.. ?» « - Onu alırım ben.» Ayten annesine baktı. Annesi : «- Bilmem ki .. » dedi. «�Lacivert entarin.. sana pek de yakışırdı bilmem ki. . » Geçen yıl dikilmişti Ayten'e oysa. Her gün her gün giymiş, tozd.a toprakta laciverdi atmış, hatta çamurlanmıştı da annesi söylene söylene yıkaıruştı. Ayten : .

178


«- Alsın alsın .. » dedi. «- Madem gözü kalmış . . Koştu, gitti, çivisinden alıp geldi, uzattı : «- Al ! » Nuran aldı. Ayten, Nuran'a alınmış pembe ve yeşil de­ senli elbiselikleri göğsü üstünde sıkarken, an­ .

»

nesi : C- Benim temiz kalpli kızım! ıo dedi. c-G� zü kalmış diye tuttu da yepyeni lacivert entari­ sini. » Amca, Nuran'a göstermeden göz kırptı karısına: «- Tuttu da verdi ! ,. Nuran'a : .,_ Halbuki sen olsan . . . . .

179


11.

Ne olursa olsun, Nuran, annesinin ona Be­ yoğlu mağazasından öteberi aldığı günden bu yana şaşılacak kadar serpilmiş, geceleri mahal­ lenin kadın, kız üzerine çeşitli düşler görrneğe başlamış delikanlılarıyla orta yaşlı, hatta yaş­ lılarının da düşlerine girrneğe başladıktan baş­ ka, oğlan analarıyla orta yaşı bulmuş evli ka­ dınlar için de büyük tehlike olmağa başlamıştı. « Ü-rospu çocuğu» olmasa, oğlan analan için mesele yoktu. Oğulları nasıl olsa bir «El kızı» yle evlenip yabancı kızı eve getirmiyecek miy­ di? Bu neden Nuran olmasındı? Boy, pos, en­ dam, daha çok da gözler . . . En çok da gözler! Kocalarınıın Nuran üzerine konuşmaların­ dan deliye dönen orta yaşlı kadınlar : «-

Gözü çıksın» diyorlardı, «kör olsun in­

şallah ! » Balıkçı İlyas, bakkal, manav, kasap, imam, meyzin, çeşitli memuriyetlerden emekliler se : «- Padişah gözlü yavrum ! » diye iç geçiri180


yorlardı. •-Kraliçe gözlü.. Allah kem nazardan saklasın ! » Annesinin e n son gelip ona B eyoğlu mağa­ zasından öteberi almasından sonra nerdeyse iki yıla yaklaşıyordu. Mahallede, ne mahallesi? Semtte, yakın semtlerde, hep Nuran'dan söz ediliyor, Nuran'ın gözleri, Nuran'ın saçlan, Nu­ ran'ın bacakları, göğsü, kalçaları şusu busu dil­ lerde dolaşıyordu. Hatta onun için kavgalar bile oluyordu. Sokaktaysa delikanlılar: «- Sist Nuran ! » « - Nuran be! , «- Kıız . . , •- Yerim seni şerefsizim! • Arada taş konuyordu : •- Yavaş gel ! , Yemekten söz açan bozuluyordu: •- Nolur: » • - Kılçığı gırtlağına b atar ! ,. • - Batarsa çıkarırsın. . • •- Alışkın değilim! , · - . . . . . . . . . . . . . . . . . . ?» «- . . . . . . . . . . . . ! .. Nuran çoktaan sekip gitmiştir. tki delikan­ lı, iki yeni yetme horoz çalımıyla birbirlerine sokuluyor, başlıyariardı yeniden : «- Kaçtan aşağı olmaz yani? • « - Kaçtan aşağı dersen . . " •- Yiğit misin?» 181


«- Sen?» «- Ben yiğidim! » Bıçaklar fora edilmese bile yumruklar ko­ nuşnıağa başlıyordu. Derken bir meraklı kala­ balığı. . . «- Ne olmuş yahu n e olmuş?» «- lliç canım, gene şu Nuran için ! » Bıyığı ağarmış bir eski kulağı kesik iç ge­ çiyordu : «- Bu kız bu mahallede kan dökülmesine sebep olacak şerefsizim! • ,. _

. . . . . . ?» Nuran bütün bunların dışında, annesının bir gün istanbul'a temelli gelip yerleşmesini, kı­ zını yanına almasını bekliyordu. Gelecekti, bi­ liyordu bunu. Gelecek, kızını yanına alacak, o iki yıl önce mağazasından öteberi satın aldıkları, lokan:tasından yemek yediklerıi, mağazalarına, dev yapılarına hayran olduğu Beyoğlu'nda otu­ racaklar, ama annesinin istediğince genç, ya­ kışıklı biriyle evlenmiyecekti. Çocukluğunun bir türlü silinmeyen anıları içinde hala capcanlı yaşamakta olan İhsan abi'yi bulacaktı. İhsan abi'yle evlenirdi bak. İhsan abi'yle evlenir, on­ dan başka da kimseye bakmazdı. Onu nerede, nasıl bulurdu? Bilmiyordu ama, bulacakmış, onunla evlenecekmiş gibi geliyordu. Kafasında hep bu, mahalleden bakkala, ma­ nava, kasaba falan gidip dalgın dalgın dönüşü«-

.

. .

. . .

182


nü gören oğlan analanyla, kocalarının baştan çıkmasından korkan orta yaşlı kadınlar hemen fıskosa başlayıveriyorlardı : «- Gidişe bak Allasen gidişe . . » « - Kafasında kimbilir ne mel'unluk var gö­ zü çıkasıcanın! ,. «- Allah evlatlarırn.ızı korusun. Bundan ' hiç, arlı namuslu aile mi olur?" «- Katranı kaynat olmaz şeker, cinsine tü­ kürdüğüm cinsine çeker ! , « E. . . anasına bak kızını al, astanna bak bezini al! » « - Ö n teker nerden giderse arka teker de ardan gider .. «- N e hikmetse bu fenaların kızları ina­ dına güzel olur ! » « - Şeytanın ,işi kardeş. Narn.uslu insanları baştan çıkarmak için . . . » Hali vakti yerinde, geçkin ama gözü hala çöplükte kocaların kanlarıysa herkesten çok endişe içindeydiler. Suya, kahve telvesine bak­ tıranlar, kocalarını izleyen, izletenler, büyücü büyücü gezip dolaşanlar . . . Öfkeleniliyordu da arada : «- Mahallede delikanlı yok ki! ,. « - Ulan omuzlayın, kaldırın dağa ını olur, bağa mı?• « - Yahut iki bıçkın, çekip vursalar türe­ miyesiceyi . . . ......

"

183


C-

• • • • • • • • • • • •

Yalnız oğlan anaları, orta balıkçı İlyas., ilyas'lar,

yaşlılar

değil,

bakkal, kasap, manav,

emeklilerle yeni yetişmeler antenierini germiş bekliyorlardı. Neyi? Bildikleri yoktu. bilinen bir şey vardı, ·AfeH devran»

Yalnız

Nuran bir c afet» , bir

olmuştu. Mahallede,

semtte,

yakın semtlerde hiç kimse onu eline geçirebil­ meyi ummuyor, başkalarının da eline geçmesine meydan vermiyorlardı. Kazara biri

takllsın. . Hemen hır

çıkıyor,

yumruk, derken bıçağa dayanıyordu iş. Semt karakolunda gün geçmiyordu ki Nu­ ran için eli yüzü kan içinde delikanlılar, orta yaşlılar, hatta sarhoş yaşlılar ifade vermesinler. Koroser şaşırmış kalm�tı. Kız birine bakar, gü­ ler, mektup yazar, yahut- gizlice konuşurdu da, bir başka tutkun balta olur, hır çıkarırdı. Alı­ nan ifadelere göre, yoktu

böyle şey. Kızın hiç

kimseyle konuştuğu, atılan laflara durup kar­ şılık verdiği yoktu ki! •-

Tuhaf, diyordu komser, •-çok tuhaf.

Kızın hiç birinize yüz verdiği yok. Ne diye bir­ birinize sataşıyor,

birbirinizi

vuruyorsunuz?:ıo

Önlere bakılınakla yetiniliyordu.

Gerçek­

ten de, kızın herhangi bir yılışıklığı

yoktu ki

amcasının kızı Ayten gibi. Kara, kuru, ince çar­ pık hacaklı Ayten'se maşallah tam açılmıştı ka­ bak çiçeği gibi! Oğlanlada mektuplaşmalar, ge­ zip tozma, hatta hatta bir zamanlar

184

Nuran'ın


Sarı'yla ahbaplık ettiği mahzende yatıp kalk­ malar . . . Nuran hem korkuyor, hem de annesinin gel­ mesini bekliyordu. Annesi gelecek, kurtaracak­ tı onu buralardan. İçine kapanıruş görünüşü, çocukluğundan kalma anılarda yatan İhsan abi'yle onu düşündüğü kırmızı kiremitli evden­ di. Kırmızı kiremitli bir evleri olacaktı. Orma­ nın kıyısında. Güzel güzel yemekler pişirecek­ ti İhsan'ına. İhsan bisiklet, ya da motosikletiyle gelecek, kapı önünde bekliyecekti onu. Sarmaş dolaş içeri gireceklerdi. içerde yemek masası hazır, belki de İhsan'ın rakısı, yahut şarabı. Gü­ le söyliye yemeklerini yiyecekler, sonra yata-. caklardı. Kış'sa uzaklardaki denizin mosmor gümbürtüsünü, ormandaki vahşi hayvanların ulumalarını dinliyeceklerdi tüyleri diken ola ola. Sokuldukça sokulacaktı İhsan'a. İhsan onu kocaman elleri, kalın, güçlü kollarıyla sımsıkı saracaktı. «- Korkuyorum! • diyecekti Nuran. İhsan kendine daha çekecek, soracaktı : «- Kimden?• c - Vahşi hayvanlardan! • « - Yanında ben varım ama?" c- Ol. Ya duvarı yıkıp buraya gelirlerse?" «---' Gelemezler! , .: - Gelirlerse?• « - Ben varım, korkma. Güven bana ! ,. ·-

• • . . . • . . . . • . . . . . . .

»

185


·-

. . . . . . . . . . . •

»

Ne düşündüğünü bilmiyenıer

sinirleniyor­

lardı boyuna. Arada konuşmalar oluyordu usul usul : «-

İyi ama kime bakacak

bu? Kime yüz

verecek?• «-

Galiba hiç kimseye! •

«- Bana kalırsa birine yüz vermekten çeki­ niyor . . » •� Bana da öyle geliyor «-

..

N eden dersen, kime yüz verse ardından

bela hazır ! » « - İyi ama böyle yapınca beladan kurtula­ cak mı?,. «- Bir gün ya bıçak, ya tabanca kurşunuy­ la . . . «- Acırım doğrusu ! » ««-

. .

.

. . . . . . . . .

»

En çok da film artistliği layık filmciler hani bir görse hemen

görülüyor,

parlıyacağını

belirtiyorlardı. Amcası,

yengesi, daha çok da

Ayten kendi kendilerini

yiyorlardı. Bu gidişle

Ayten'e hiçbir talip çıkm.ıyacak, kız evde kala­ caktı. Ayten'se, Nuran'ın kötü yola düşmesini istiyor, başta balıkçı İlyas, önüne gelene ondan söz açıyordu. Yalan, yanlış, düpedüz uydurma­ lar . . . Nuran'ın gözü eczaemın Erdoğan'ındaymış da, müteahhi din Erol'ü kendi kendini yiyormuş. Bu, Erol'ün kulağına gitmekte

186

gecikmiyordu.


Alı al, moru mor geliyor, Ayten'i buluyor, soru­ yordu. Gerçek miydi Nuran'ın Erdoğan'ı beğen­ diği? Ayten gülüveriyordu. Her yanından yalan­ cılık akan pis bir gülüş. Derken Erdoğan geli­ yordu gözleri parlıya parlıya : << -

Ayten, seninle konuşmam lazım ! »

Ayten anlıyordu hemen. •-

Peki. »

«-

Harabelerde bekliyeceğim »

«-

İyi ya.»

. .

Bekleniyordu. Tırnağını kemiren, sık sık gri içler çekilen, hiç sebepsiz uzaklara taşlar fırlatı­ lan, olunduğu yerde dönülen sıkıcı bir bekleyiş. Sıkıcı ama, kazara doğru çıkar da Nuran'ın gön­ lü olduğu anlaşılırsa . . . O zaman ne düşünülüyordu :

Önce haminneye

yapılacağı açılacaktır.

Haminn e uygun karşılarsa anneye açacak, anne de şöyle böyle demezse babaya, en uygun anda çıtlatacak; bağırıp çağırır,

henüz lise'nin bile

bitirilmediği karıştırılırsa, Nuran'la evlenmesi­ ne he denir, nişan takılırsa derslerine dört el­ le sarılınacağı belirtilecektir. Ama bir de balta­ nın taşa çarpması pek mümkündü. O zaman ga­ yet basitti yapılacak şey. On sekiz yaş nerdeyse bitirileceğin e göre, ev e posta konulup, kızla tü­ y ülecekti. Ama polis, karakol, Vali, hükumet, hatta Devlet varmış! On yedi yaşın sonları için yalnız sevilen kız vardır. üst yanı fasafiso! Az sonra gelen Ayten ne seviyor

der, ne

sevmiyor. Bir gün Erdoğan evlerinin önünden

187


geçiyormuş da, Ayten'le Nuran da penceredey­ mişler. Erdoğan bakmış, gülümsemiş. Nuran, o gittikten soma •-Hoş çocuk" demiş! Ya da Erdoğan, Erol, Nuri, Sedat falan ev­ lerinin önünde top oynuyorlarmış. Erdoğan, ya da Erol, hatta hatta ötekilerden biri topa var gücüyle asılmış da duvarlar sarsılmış. Nuran c Ne kuvvetli çocuk değil mi? .. diye sormuş! Beğenilen, kuvvetli bulunan coşuyordu da coşuyordu : «- Haberin var mı lan? Nuran benim için demiş ki. . . isterse en yakın, en candan arkadaş olsun, içilen ayrı gitsin. Kaşlar çatılıyor, suratlar ası­ lıyordu. Yaa, demek Nuran falana böyle böyle demiş. Mim konuluyor, başlanıyordu: «� Nuran seninkine güya böyle böyle de­ miş .. » Telaş, öfke : «- Kime ? Falana mı? Hadi canım sen de . . . « - Valla ha! » «- Kimden duydun? Ayten'den mi? .. c- Ayten söylüyor.» Boşver, yalanemın biri o ! » Ama gene d e yüreklere gri bir sis, can sıkm­ tısının, aşağılık duyusunun gri sisi yayılıveri­ yordu. Başıamyordu gecelerde düşünülmeğe, sigara üstüne sigara içilmeğe! O yıl amcasının karısı müthiş sancılarla «-

188


kıvranmağa başlayınca genç bir dahiliyeci ge­ tirildi. Dahiliyeci Nuran'ı görünce çarpıldı ade­ ta. Yengeyi muayene ederken gözleri Nuran'da, aklı Nuran'daydı. O günden sonra yenge her gün, günde iki sefer yoklanmağa gelindi, eşantiyon ilaçları, bedava yaptırılan reçeteler gırla gitti. Sonra sonra amcayla çalgılı lokantalara gidilip gelin­ di. Amca genç doktoru pek sevmişti. Doğru­ su can çocuktu. Gülüyor, söylüyor, fıkralar an­ latıyor, şakıyıp duruyordu. 'Bonkördü de ha! Karısını öyle esaslı şekilde tedavi edivermişti ki , hayran kalmışlardı. •- Beni pek sevdi ! · diyordu amca. Karısı: «- Madem öyle, yapsana Ayteni şuna ! • c - Yaşa karı, benim aklınıdan d a geçiyordu. Bana bak, sen kızı herbere götür, saçlarını yaptır. Valiahi bu fırsat her zaman elimize geç­ mez! » Ayten herbere götürülüyor, saçlan yaptı­ rılıyor, bir giydiğini bir daha giymiyordu. Ma­ halleye de yayınıştı : «- Nişanlanacağız! ,. Doğrusu kimse ihtimal vermiyordu Nuran dururken. Ama belli de olmazdı, yıl uğursuzun­ du. Hani olur mu olurdu! Genç doktor her şeyin farkındaydı ama, ak­ lını taktığı Nuran'ın hatırı için bozmuyordu. Bozsa, evden ayağının kesileceğine şüphe yok189


tu. Amcasıyla falan masa başında içerierken gözü sık sık bir kıyıdaki Nuran'a kayıyor, iç geçiriyordu. Bir gece küçük bir pusula yazıp sigara tab­ lasının altına koydu. Nu:ran gördü bunu ya, Ay­ ten de görmüştü. Nuran'a fırsat venneden kap-" tı, okudu sonra da kıyametleri kopardı. Genç doktor neye uğradığını bilmiyerek, evden apar topar kaçtı. Mahalleli şaştı bu işe ama, bir yan­ dan annesi, öte yandan Ayten başlaclılar : ,, _ Nişanlıma pusula yazmıştı, yakaladım, adamı kovdum ! • «r- Aman hemşi reee Bu kadar olur ahlak­ sızlık yfmi ! Gül gibi kızıının nişanlısına göz koymuş meğer ! . » Komşularsa yangına körükle gidiyorlardı : «- Bak sen gözü çıkasıcaya ! , «- Yaa böyle işte. Besle kargayı oysun gö­ zünü «- Canıin efendim, orospu analıdan hayır mı gelir ? » « - Ben olsam bir gün bile tutmam evim­ de ! » Onlar da öyle düşünüyorlardı. Az kalsın kovacaklardı, bereket annesi çıka gelmişti. Am­ ca o sıra lokantada, aylıkla çalıştığı kasa başın­ . .

.

. . »

daydı. Boyalı kadın yorgun yüzüyle dikiilmişti karşısına : «- Merhaba Kemal ! » «- Vay Leyla, merhaba • . .

190


Nuran'ı alınağa geldim! Hoş .geldin sefalar getirdin. Tam zama­ nında geldin hani.., «- Niçin?» Anlattı amca: Ahlaksızlık bu kadar olurdu yani. İnsan amcasının kızının nişanlısını ayart­ mağa kalkar mıydı? Pek sanınamakla beraber, gene de : «- Bak sen» dedi. ..--J)oğrusu üzüldüm. Demek doktordu çocuk?" «- N e söylüyorsun Leyla? Piyangoydu bi­ zim için vallahi piyango! » Üzerinde fazla durmadı. İstanbul'daki Be­ yoğlu pavyonlarından birinde iş bulmuştu. İkin­ di üstü karşılaştığı kızını görünce sarsıldı : «- Allahım n e güzellik ! » ti o. İki yıl geçmişti aradan, görmemişti, fakat linsan güzelliğe doğ­ ru böylesine mi gelişirdi? Gelişti, istanbul kıyı mahallesindeki kurtlar nasıl davrandılardı: Kocasının kardeşi, eski kaynından hemen ayrıldılar. Belki de bir daha hiçbir zaman rast­ laşamıyacaklardı. Sordu : ,,_ Kız, Ayten'tin doktor nişanlısını elinden mi almak istemişsin?" Nuran artık çocuk değil, kadınlığa aday, olgun bir genç kızdı. Ağzından tek laf çıkmadı. Gülümsedi sadece. Buysa anneye her şeyi an­ «-

«-

latmıştı.

Nuran gene, yığınla dedikoduyla cOrospu çocukluğu» nu ardında bırakmıştı. Şimdi artık 191


Tarlabaşı'nın kocaman apartınanlarından birin­ de yaşıyacaktı annesiyle birlikte. Ne bulaşık, ne çamaşır yıkamak, ne de su taşımak vardı çeş­ meden. Ve geçmiş silinmişti Nuran'da. Ne yengesi, ne Ayten ne de yıllar yılı onu üzüm üzüm üz­ müş mahallesiyle mahallenin balıkçı ilyas'ları, bakkalı, kasabı , manavı, meyzini, imamı, emek­ lileri, Erdoğan'ı Erol'u falan. Bütün bir « eski günler» in üzerinden sünger geçmişti sanki. Yal­ nız iki şey hala dipdiri, hala capcanlıydı : « - Yavrum, dinle beni : Gün gelecek, büyüye­ cek, bir erkeğin kadını olacaksın. Kocan çirkin de olsa, onu yabancı bir erkekle aldatıp hapis­ Iere düşmesine sebep olma ! » öteki de İhsan abi ! Babasıyla İhsan abiyi, daha çok annesiz ge­ çirdiği gecelerde düşünüyordu. D üşünmüyorrlu belki, onlar, su dibindeki mantar, ya da tahta parçasının, su yüzüne çı kınası gibi, içinin de­ rinliklerinden yüze çıkıyor benliğini kaplıyor­ lardı. Annesi hep o eski annesi. . Kendinden, ken­ di süsü, kendi zevklerinden başkasını düşün­ meyen, güzel kızıyla hemen hiç ilgilenmeyen kadın. Kızım bütün gece unuttuğu evine saba­ ha karşı aşırı sarhoş dönüyor, daha doğrusu, her gün boyuna değişen çeşitli erkekler tarafın­ dan iyice örselenmiş, getirilip bırakılıyordu. Alışrmştı annesinin yaşayışına. 192

Alışınıştı


ama, bu yaşayıştan böyle bir anneden iğrenmi­ yor da değildi. O, hiç bir zaman böyle bir ka­ dın olmayacaktı. N e pavyon, ne de boyuna de­ ğişen yabancı erkekler ! Onun aradığı erkek tı­ pa tıp İhsan abi olmasa bile onun benzeri, ama babası gibi kansına düşkün olmalıydı. Nuran'­ m gözlerinin içine baksın, çevresinde

pervane

gibi dolansın, buna karşılık istediği kadar çir­

kin olsun! Yoksa amcasının mahallesindeki gibi yakı­ şıklı gençler, vurucu kırıcı balıkçı tlyas'lar, pa­ ralı bakkallar, kasaplar, manavlar, hatta onlar­ dan çok daha

yakışıklı, vurucu

kıncı, paralı

çapkınlar Tarlabaşı'ndaki evlerinin bulunduğu semtte yok değildi. O kadar çoktular ki hem de. Nuran'ı her vesileyle rahatsız ediyorlardı ama Nuran'ın istediği değildi hiç biri. Erkek denin­ c e İh:oan abi gibi genç babası gibi de evciment insanlar akl·na geliyordu. Bunlar çirkin de olsa­ lar zarar yoktu. Sabahleyin annesini, akşamın

örselenmiş

yorgunluğu içinde deriin derin inleyerek uyur bırakır, elinde file, tutardı Beyoğlu Balıkpaza­ rı'nın yolunu. Balıkpazarı uzak da değildi. Mev­ simine göre, çeşitli sebzelerle, et, arada balık, tavuk, dönerdi eve. Bu arada her gün değişen yeni yeni hovar ­ dalar tabi : «-

Sist ! ,

•-

Yavruuu! .

193


c-

Versene fileni versene . » .

«-

.

«-

...

. .

. . . . . . . . . . . . .» .

. .

.

.......»

Aldırmıyordu.

Dolu filesiyle eve

·geliyor,

fayans döşeli mutfakta başlıyordu bir türkü gi­ bi çalışmağa. Patates, sovan soyuşu, kabakları dolma için oyuşu, patlıcanları, eti lokına lokma doğrayışı, hava gazının işlemediği günler sarı, pırıl pırıl gazocağını raftan indirişi, haznesine mavi ispirtoyu döküşü, kibriti çakıp yakışı, oğul­ maldan tertemiz tencereyi fışıltılı alevin üze­ rine oturtuşu, yemeği bastırışı, sonra da orta­ lığı silip süpürüşü . . . Annesi çokluk öğleye doğru, ağzı yüzü bir yanda uyanınca sofrayı hazır buluyor, akşamın çeşitli içkileriyle çatlıyacak gibi

ağrıyan başı,

asık yüzüyle öfkeli, geçiyordu masa başına.

Kı­

zıyla dargın gibi, birkaç lokma, sonra baş ağn­ sını giderici

birtakım ilaçlar, daha

haaydi gen e tuvalet masası. Rujlar,

sonra

da

kalemler,

ojeler . . . gittikçe beliren yüz çöküntülerini ört­ rneğe çalışıyor, sonra da evden çıkıp gidiyordu. Nereye? Nuran bunu hiç merak etmiyordu. Nereye giderse gitsin. Sormuyordu bile. Annesinin pav­ yon arkadaşı Nimet abianın romanlarını bol bol okuyor, onu romanlar ilgilendiriyordu. Anne­ sinin de onunla pek ilgilenmemesinin bir nede­ ni de buydu galiba. Kadının pavyon, çeşitli er­ kekler, içki, para düşkünlüğü yanmda kızın 194

sağ-


lam bir aile yuvasını hayallemekten, belki de kendisine gaye edinmekten gelen du:ııgunluğu tam bir zıtlık taşıyordu. Bunun için kadın, kı­ zına içerliyordu. Böylesine güzel bir kız, etek­ leri bir parça havalı olmalı, hoppala cuppala... o .zaman anayla kız avuçlarına neler de neler düşürmezlerdi ! Çallıştığı pavyonun yaşlı ama gözü hala çöplükte sahibine kızından söz açtı bir gün. Çap­ kın, kulağı kesik adam o gece merakla takıldı Leyla'nın ardına. Kocaman, pırıl pırıl hususi, apartmanın önünd e durduğu zaman, Nuran'm penceresi aydınlıktı. "- Kız hala uyanık ! » dedi Leyla. Patron, yarıdan çoğu ağarmış saçları, gene yarıdan çoğu ağarmış ama alttan üstten genç işi alınmış bıyıklarıyla kendini yakışıklı, genç, ka­ ' dınlar, daha çok da kızlar üzerinde etkin sa­ yardı. «- Niçin? Nerdeyse vakıt sabah . » «� Oturur, beni bekler ! » «- Niçin ama?» «- Roman okur.» « - H aa. . desene roman düşkünü bir kızın var ? » Kapı açılmıştı. Patron içeri girip d e hol'ün bol ışığında genç kızla karşılaşınca şaşırınıştı: Vay anasını, demek Leyla'nın bu kadar güzel kızı vardı da haberi yoktu ha? Aklından yıldırım hızıyla neler de neler .

195


geçmedi! Usta zampara numaralanyla genç kızı tavlayıveriyor, üç beş yıl, sonra pavyona yep­ yeni bir konsomatris kazandınyordu. Ama işin o yanını düşündüğüne pişman oldu salona ge­ çip, kızın elini sıktığı sıra. Hayır, bu kız onun geri kalan bütün ömrünü alabilir, canını bu ha­ rika genç kızın kollarında seve seve verebilirdi. Aradaki en az otuz yaşa aldınş etmeden : «- Nasılsınız canım?» deyiverdi. Nuran yadırgamadı, zaten duymamıştı bile. Leyla anlaıruştı patronunun aklından geçenleri : c - Evde bütün gün canı çok sıkılıyor efen­ dim . » dedi. «Efendim» değil de cAmcasııo diyebilirdi. Ama patronunun, daha çok da genç, körpe yav­ rular yanında kendisine cBaba, , «Amca» falan denilmesinden hoşlanmadığını da bilirdi. Onun için kaabil olduğunca babalık, amcalık, dayılık sözlerini karıştırmıyacaktı. Yaşlı ama. genç özentisi patron sordu : •- Niçin canın sıkılıyor bakim?ıo Çenesinin kaldırılması kıpkırmızı yapmıştı Nuran'ı. Bu da adamın ayrıca hoşuna gitti : De­ mek henüz çok saf, çok tecrübesizdi. Böyle ol­ masa, kızarıp bozarmaz, başka konsomatrisleri­ nin kızları gibi pavyona gelir, boynuna sarılır, kucağına otururdu. «- Ha? Niçin canın sıkılıyor hakim? .. Nuran müşkül durumda kalmıştı. Canı sı.

196


kıldığı falan yoktu doğrucası. Sabahleyin çar­ şı pazar, sonra mutfak, yemek, daha sonra tah· taları silmek, ardından da kalın kalın romanla­ rın dünyasında kendini unutmak. Ama bir karşılık da vermesi gerekiyordu: «- !Bilmem .. » diye mırıldandı. Ne yapması gerekirdi şimdi. Aklına birden geliverdi: Kahve pişirip ikram etmek ! Sordu : c- Kahveyi nasıl içersiniz efendim?» Patron bir kahkaba attı ; viski, şampanya, rakı kokulu, çeşitli mezelerin karması, mide bu­ lantısı karışık bir kahkaha. İçi bulandı. Amca­ sını hatırladı elinde olmıyarak. O da böyle ko­ kardı çokluk. Ama o kahkaba atmazdı, kızdığı, hırlarcasına payladığı sıra. «- Demek kahveyi nasıl içerim ha?,. Şaşırdı, utandı. Adam düpedüz alay ediyor­ du. Ne yapmıştı ki ? Kahveyi nasıl içtiğini sor­ muştu. Herhangi bir ınisafire sorulmaz mıydı? Annesi : «- Yavrum» dedi, «- Vedat bey yabancı­ mız değil ama, yabancı ınisafirlere damdan dü­ şer gibi sorulmaz kahveyi nasıl içtiği. Çok ayıp! ıo Hiç bir şey anlamadı : «- Niçin anne?» c___, Çünküüü . . . kahveni çabucak iç, defol git anlamına gelebilir! ,. Nuran elleriyle yüzünü kapadı : •- Ayyy . • .

.

197


, Kurt patron fırsatı kaçırmadı, koştu, genç kizıitı , ; ·kar gibi bileklerini yakaladı,

yüzünden

çekeıık en: «-

Canım benim» dedi,

bakm�' annene.

«-

yavrum. Sen

Ben hiç de onun dediği anlamı

çıkarmadım! " ' ;i

KEliT

rgibi

bilekler avuçlarmda, anneye dön­

dü : «- N eden utandırıyorsun benim kuzumu ?• Leyla memnun, «- A h papaz, a h Firaun. . . »

diye geçiriyordu.

«-

Ulan salıiden kurt bir süb­

yancıymışsın. Ama aferin. Yarın kimbilir kim­

lere kısmet :olacak? Kısmet olacağı kaşalotlarm eaıidarması m�yım ben? Merin Vedat, kart Ve­ da.t · aferin! » Onları yalnız bırakmak için, dudağında bir caz ısliğı, yatak odasına geçti. Nuran kentline geldiği zaman kendini ada­ mın göğsü üzerinde sımsıkı buldu. Bayağı ku­

caklamıştı. Uyandı.· Sertçe itip çekildi, dağılmış saçlarını başının birkaç davranışıyla düzeltmeğe

çalıştı. Ka'§ları :kötü kötü çatılmıştı. Patronun gözünden kaçmadı bu. Birden çok ileri gittiğini �amıştı . ' Gfmç kızını h�üz kabarmış sert me­ .

melerini göğsü üstünde €ZIIli şti! Ö yle şeylerle hiç ama ·hiç i1gisi yokmuşça­ sui.ahsigara-: p�tini • çık�dı, nik.el

çakmağıyla

yaktıktan sonra: «-

Bir

sade kahveniı..dçeııriı,p.

ciddi ciddi.

198

yavrum .. " dedi


Nuran odadan nefretle çıktı. Leyla patronunun yaruna döndü : •- Ulan amma da acelecisin be!,. Patron gülmedi, endişeli : «- Kızdırdık galiba . . . " •- Ne yaptın?» «- Hiiç .... «- Hadi hadi. Bir yanını mı sıktın kızın ne

yaptın?» «- Yok canıım . . . » «- Peki, niye kızdı?» «- Göğsümde birazcık sıkmış olabilirim! ,. Sağı solu kollıyan Leyla : « - Beni sık beni ! • dedi. «-

Seni çok sıktık yavrum, suyun kalmadı

artık . . » «- Hadi hadiii teneşir horozu sen de! • «ı- Öyle mi olduk?» «- Evet! » dedi inadına.

Adam sigarasından sakin bir nefes aldı, hep ayni sükCmetle dumanı tavana üfledi. Leyla korktu patronunu kızdırmaktan. Dünya kadar borcu vardı bir, ikincisi, yaşlanmışlardandi ar­ tık. Şayet kızdırırsa, yerine bir başka, daha genç bir konsomatrisi alabilirdi. Gülerek yanına gitti, dizine ilişti, kollarıy­ la boynun u sardı : «- Darıldın mı?» Huyu buydu, darılırdı ama, darılmış görün199


mesi, aslında danlmaması gerekiyordu. Darılır­ sa, hatta kart karıyı işten atarsa, kıza da elve­ da demesi gerekecekti. Onun için: c- Yoo » Leyla, kızının gelivermesinden çekinerek, dizden kalktı : «- Darılına. Şaka yaptım.. � .,_ Hayır, mesele, kızın darılıp darılmama­ sı .. Canını acıttım mı acaba?� •- A.maan sen de, düşündüğün şeye bak. Canını daha o kadar çok acıtaeaklar ki! » Sanki birden kızına içerlemişçesine kızdı: •- Teli dökülmedi ya kaltağın! » Sinirli sinirli mutfağa geçti, tepesine dikil..

di ·

« - Niye surat ettin adama?•

Nuran ispirtolukta kahve pişiriyordu. Hay­ retler içinde baktı annesine : annesi, o, yıllarca önce, babasını azarladığı sıradaki k�rkunç yü­ züyleydi. c- Ben mi ?., dedi elinde olmıyarak. c- Sen, evet! » Gözlerini ağır ağır kaynamakta olan cez­ veye dikti, sesini çıkarmadı. K.ızm.ıştı oysa. Ne diye canım, yavrum. falan diyor, göğsü üzerin­ de sıkıyordu? Leyla, kızının aklından geçenleri anlaıru.ş­ çasına : «- Telin mi döküldü?• dedi. c- Amca200


nın mahallesinde bakkala, kasaba, mahalle ço­ cuklarına hiç mi sıktırmadın ?» Ay neler söylüyordu annesi ? Dehşetle bakışına da aynca içerleyen anne­ si mak.ineli tüfek gibi başladı: «- Yaşlı adam, ne çıkar? Sonra unutma ki, baban y�ında, belki daha fazla. Ne çıkarmış yani? Yarın evlenip gideceksin. Evlendiğİn adamdan da mı esirgeyeceksin?» tnledi : « Ay anne, anneciğim. . . nolursun. Kadının kulağına söz girdiği yoktu: «- Adam bana da, sana da ekmek veriyor. Bu evde onun sayesinde oturuyoruz, tencere­ miz onun sayesinde kaynıyor, üstümüz başımız onun sayesinde . . . sonra, dünya kadar borcum var. Ne çıkarmış okşarsa birazcık:, Bereket kahve kabarmıştı, çekti cezveyi ispirtoluğun alevinden, fincana boşalttı sıkın­ tıyla. Neden, neden böyleydi annesi? Onu da mı kendine benzetmek, kendi kötü yoluna çekmek istiyordu? « - Götür, efendi efendi ver kahvesini ada­ mın ! , Bir an kahveyi falan bırakıp, başını alarak çekip gitmek ıgeçti içinden. Ne demek istiyordu? Hayır, kendini hiç kimseye elletmemişti, bun­ dan böyle de elletmiyecekti! «- Götürüp versene kız! " Çaresiz, ağır ağır çıktı mutfaktan. Göz yaş-

o o

201


ları elinde olmıyarak yanaklarından yuvarlanı­ yor, buysa onu daha da güzelleştiriyordu. Patron bir anda kızın yüzünde, daha çok da yanaklarmdan yuvarlanan göz yaşlarında her şeyi gördü : Demek annesi azarlam ış, belki de etini falan bükmüştü ki, aferin'di Leyla'ya, aferin! Gene de anlaınamış davranarak: • - Eyvallaaaah hanım abla• dedi. «- İyi ama, sen ağlıyorsun . » Nuran kahveyi uzatmış, kart adaının alma­ sını bekliyordu. Adamsa almıyor, almayı mah­ sustan uzatıyordu. Ha? Niye ağlıyorsun?,. «. ... . .. ? .. «- Cevap ver : Niye?• Leyla gene karakuş gibi yetişti. Kahve fin­ canını kızının elinden öfkeyle aldı : «- Defol, defol odana! » Bir yandan da göz kırpmıştı patronuna: « - Sen karışma. Sana madem o türlü aksilik yaptı, ben de kırarım onun kemiklerini! » Nuran artan göz yaşlarıyla odasına çekildi, kendini karyolasına attı. Leyla kahveyi patronunun yanındaki siga­ ra sehpasına koyduktan sonra : «- Bo k!,. dedi kızı için. «- Şımardı. Sanki kurtardığım mahallesinde kendine hiç dokun­ durmadı! ,. Patron yepyeni şeyler işitiyordu: .

.,_

.

.

. .

. . .

. . . .

202


«- Kurtardığın mahalle mi? » «- Öyle ya! » «- Nasıl?» Patranunu iştahlandırmak için bir yalan attı : «� Canım Vedat, bu kız benim öz kızım değil. Ama kendini öz kızım sanır. Babası bir kadınla evlenmiş. Kadın bunu doğurduktan altı ay sonra ölmüş. Gençtim, güzeldim, cıvıl cıvıl­ dım. Daha o zamanlar, yani bunun kadarken yaşlı kadınlar bana göbek arttırırlardı. Tiyatro­ culuğa bayılırdım. Babasını talih karşuna çıkar­ dı. Sevdim. Benden çok yaşlıydı ama gene de sevdim, yahut öyle sandım. Evlendik. On beşim­ de ya vardım, ya yok. Yaşımı büyüttü teyzemler. Neyse. Çıldırıyordu benim için. Çocuktum, altı aylık çocuğu, yani bu kızı üstüme aldım, aıınesi oldum. O gün, bugün beni anne bilir, gerçek annesi. Haa . . . babasının kardeşi vardı, babası hapse girdikten sonra yanımda taşıyacak değil­ dim ya? Verdim amcasının yanına. Fakir adam. Kıyı mahallelerden birinde yaşamak değil, sü­ rünüyorlar adeta. Bu o mahallede büyüdü. Ku­ hiğıma çalınanlara bakılırsa, mahallede kırma­ dık ceviz bırakmamış. E, tabi, güzel kız. Ara­ dan yıllar geçti. Yoluro oralara düştü, kızı gör­ mek istedim. Bir de ne göreyim? İşte! " Patran memnun : o:- Demek kırmadık ceviz ,._ Bırakmamış! " . . .

203


«- Niye ağ'ladı ya?., •-

Cilve ! .,

Patronun ümitleri birden alevlenmişti : Madem öz kızı da değildi.. sonra kırdığı ceviz . . . « - Demek kırdığı ceviz? » «-

Kırkı geçmiş kaltağın! •

«- Ne yapmış meseUı?• •-

Ne yapmamış ki? Mahallenin ne bakkah

kalmış, ne manavı, ne kasabı. Hatta amcasının anlattı ğına göre, mahallenin arkasındaki hara­ belerde, serserilerle esrarkeşlerin esrar içtikle­ ri, barbut attıklan bir mahzende .. Anlarsın ya?• Kızlığını kaybettiğini sanan patronun gözleri dehşetle parlamağa başlamıştı birden : «- Yok canım?» «- Yoksa almışlardır.. » «...- Fakat çok güzel

kız be LeyUı. İki sene

sonra . . .

204


12. Annesiyle hemen hemen karşılaşmıyorlardı. Onun yerine Kaşar Nimet sık sık uğruyor, yeni romanlar getiriyor, annesinden boşalan yeri doldurmağa çalışıyordu. Bu da sebepsiz değildi. Patron durumu Kaşar'a anlatmış, kaşar da ne yapması gerektiğini idrak ediverip kollan sıvamıştı. Ama ne yapsa, kaç dereden su getir­ se kız yumuşamıyor, kendini patrona mıncık­ latmağa razı olmuyordu. Pavyonda çamurluğundan ötürü bu isim ve­ rilmişti Nimet'e: Kaşar! İki kadeh içmeğe gör­ sün, yedi başlı dev kesiliveriyordu. Artık kar­ şısında kim olursa olsun şahlanıyor, açıveriyor­ du ağzını. Bu yüzden az yumruk, bıçak, hatta kurşun yememişti. Elinde değildi. Sinirleri de­ lilik derecesinde bozulmuştu. N e yaptığına, ne dediğine hakim alamıyor, en sonra söylemesi gerekli sözleri en önce söyleyiverip çıkıyordu. O gün Balzac'ın VADİDEKt ZAMBAK ro­ maniyle gelmişti. Gecenin ikisi. Nuran roman okuyördu. Annesi gene Bo205


ğaz'a falan gitmişti bir takım erkeklerle . . Nimet de ona acıdığından, yanına gelmişti. !Bütün bun­ lar Nuran'ın umurunda bile değildi. Yalnız ki­ tap, elindeki kitap ! «- Ne bu Nimet teyze ? » Kalın kitabı tutuşturmuştu eline : «- Okusana ! » Nuran okumuştu üzerini. iBundan önce daha çok yerli aşk romanları okuduğundan, bu çe­ viride hayli zorluk çekmiş, ama sonunda sev­ mişti. Daha çok da kendine benzettiği, kendi huyuna benzettiği genç kadının sonunda genç öğrenciye kendini kapıırmasını affedememişti. O, hele gençlere, asla, ama gerçekten asla kap­ tırmıyacaktı kendini. Onun kendini kaptırabi­ leceği erkek, ihsan abi gibi kara kuru, babası gibi de karı sına düşkün erkekti. Yaşamında bir sefer evlenecek, evlendiği erkekten kızlı oğlanlı çeşitli çocukları olacak, ondan başka erkek ta­ nımıyacaktı. Çünkü : «- Yavrum, dinle beni : Gün gelecek, büyüyecek, bir erkeğin kadını olacaksın. Kocan çirkin de olsa, onu yabancı bir erkekle aldatıp hapisiere düşmesine sebep ol­ ma ! » Olmıyacaktı. Onun için, n e annesinin Pat­ ronu, ne de oturdukları apartmanın sahibi, ka­ pıcısı, k arşı manifaturacı, yol boyunca manav, bakkal, k asap . . . hele kasap! O adamdan alışveriş etmiyordu artık ama, kime, hangi kasaba gitse, önce saygıyla karşı206


lanıyor, sonra sonra cıvıtıyorlardı. Hele son alış verişe başladığı Beyoğlu Balıkpazar'ındaki en son kasap ! «- Abla:. demişti, «- El yüz ve­ riyorsa ben ikiyüz vereyim, üçyüz vereyim! :. Daha önce de, başkalarından işittiği şeyler­ di ama, artık gık demişti : «- Ne diyorsun be?:. «- Kızına abla. El yüz veriyorsa ben üçyüz vereyim! » « - Nolacak?» İlk zamanlar alış veriş ettiği kasabın adını söylemişti : «- Ona şapur şupur da bize yarabbi şükür mü ? » Artık ondan da alış veriş etmiyecekti. Annesinin patronu işte o sıra, kasaptan nef­ retle çıkmıştı, ki rastladı. Durdu. Kasap tanı­ yordu pavyon sahibini. Az önce kendisini ters­ leyip dükkanından çıkan kızla konuştuğunu gö­ rünce damgasını bastı: Tamam, kız yolluydu. Kelebekpavyon sahibinin ne uçan zampara, ne sübyancı olduğunu işitmişti. Demek kız pavyon sahipleriyle k ırıştırdığı için boşveriyordu kasa.,. ba masaba, bakkala makkala! Oysa LA DAM O KAMELYA romanı vardı patronun elinde. «- Vay, Nuran .. nereye böyle ? » Kasaba dünyalar kadar öfkelenmişti ama, gene de tuttu kendini : «- Hiç efendim. Eve yemeklik alıyordum. • .

207


•- Ben de sana uğrıyacaktım .. • Korktu Nuran. c- Niçin? Ne yapmak için uğnyacaktınız bana? Maksadınız neydi? • diye­ merli. Sakın o geeeki gibi sıkıştıracak mıydı? Adam elindeki kitabı uzattı : c- Bunu size aldım. Çok öğüyorlar, ağla­ maktan yaş kalınıyacak gözlerinde .. Öyle söy­ lüyor okuyanlar! ,. Bak buna dayanamazdı. !Böyle o:hisli• bir kitabı değil annesinin pavyon sahibi, kasap b ile verse geri çeviremezdi. Aldı c- Çok teşekkür ederim efendim .. • Eti bir başka kasaptan almış, heyecanla gelmişti eve. Kaşar Nimet kapıdayd ı : c- Hayrola kız? Ne o ? ıo Heyecanla : c- Roman teyzeciğim • c- Benim romanlarımı okuyup bitirdin de paranla mı almağa başladın artık: ıo Utandı : c- Yoo, hayır, Şeyy . . . sizin patran rastladı da . . . • Kaşar Nimet güldü: c- Evet?• c- o verdi ! » Eve birlikte girdiler. Nimet teyzenin dili­ nin altında bir şeyler varmışa benziyordu. Öte­ berileri mutfağa yerleştirirken, Nimet teyze de romanı şöyle bir gözden geçirmişti. Zaten bill..

208


yordu. Lise'de, henüz öğrenciyken okumuş, Mar­ garet Gotye'ye epey gözyaşı dökmüştü. Nuran salona gelince : .,_ Lisedeyken ne kadar gözyaşı dökmüştüm buna ! » dedi. Nuran şaş·rdı : "- Lisedeyken mi?» c- Evet. Niçin şaştın?• •- Bitirdiniz miydi liseyi?• •- Sondan ayrıldım » •- Niçin ? • Kaşar Nimet içini çekti. Mazi denilen geç­ mişe bir sünger çekeli yıllar olmuştu. Köksüz bir ağaca döneliberi, ağaç, herhangi bir ot gibi yaşıyordu. Ne dün, ne de yarın. Dün gelip geç­ mişti. Geçerken de acı, tatlı, güzel çirkin yığın­ la yaşantıyı alıp gitmiş, daha kötüsü de genç­ liğini, güzelliğinin önemli parçalarını götürmüş­ tü. Yarma gelince .. hiç bir ideali yoktu yarın için. Hiç bir şeye inanmıyorrlu ki. Ayak altında, her an ezilmeğe hazır, herhangi bir ayak, bir tekerlek altında kalmağa mahkum bir ottu. O günü bekliyordu dört gözle. O gün nasıl gele­ cekti acaba? Rahat döşeğinde mi? Yoksa ağzı leş rakı kokan bir bıçkının bıçağı altında, ya da kolalı yakalı bir manyağın tabanca kurşu­ nuyla mı ? Felaket arkadaşının kızına acı acı baktı : « - Çünkü» dedi, •- Çünkü yavrum . . . ka­ der deyip kısa keselim ! ıo ..

209


Ama Nuran'a yetmiyordu. Lise sona kadar okumuş bir insan neden bitirmezdi liseyi? Bi­ tirip neden daha yükseklerini okumazdı? Sonra asıl önemlisi, lise sondan ayrılmış, aklı başında bir kadın neden pavyonda konsomatrislik ederd.ı ?.

Nimet sadece dinledi arkadaşının kızını. Kız dayatıp duruyordu : Ha teyze ? Neden ayrıldınız?,. Birisiyle seviştim ! • •- Genç mi ?• • - Hem de nasıl. . " «.- Güzel mi?» « - Film artisti kadar! » •- Sonra ?• «-

•-

«- Evlendik. Yeni doktor çıkmıştı. Beni çıl­ gınlar gibi seviyordu. Mesuttuk. Ailesi çocuk is­ tiyordu. Olmuyordu. Olmayınca aramızdaki bağlar gevşedi. Bir gün baktım hizmetçi kız gebe. Öğürüp duruyor. Sordum. Sakladı. Sıkış­ tırdım, anlattı ezile büzüle.. Bizimkindenmiş. Ben de anlıyacağın gibi, başımı alıp çıktım ev­ den ! • Nuran'ın gözleri korkuyla büyümüştü : Gelmedi mi arkanızdan ?» .,_ Kim?» c- Kocanız.• « Nereye gittiğimi nereden bHecekti ?,. • - Aramadı mı?• •-

-

210


«-

Arasa bile . . . İstanbul'da soluğu almış­

tım . . . «-

Peki pavyonda çalışmak zorunda mıy­

dınız? » • - Değildim tabi. ilkin çeşitli yerlerde ça­ lıştım. Nerede çalıştıysam, iş veren peşimi bı­ rakmadı. Sonunda baktım olacak gibi değil, üç otuz paraya kendimi vermektense, pavyonda daha pahalıya vermeyi uygun buldum ! • ?» «- . . . . Nuran günlerce düşündü bunu. Dünya, da­ ha çok da Dünya'nın bilinmeyen gelecek gün­ leri insanların önünde ne kadar da karaniıktı? Nasıl da meçhullerle doluydu? Hele La Dam O Kamelya'nın Margaret Gotye'sine gecelerce göz yaşı döktükten sonra bu karanlık gelecek büs­ bütün koyulaşmıştı. Artık tuhaf bir karamsar­ lık içine yuvarlanmıştı. Kendisi de bir «Pavyon artistinin kızı»ydı. Günün birinde onun da önü­ ne Arman Düval gibi bir genç çıksa demek Ar­ ınan Düval'ın babası gibi, karşısına çıkanın da babası yahut annesi, Nuran'ı hasta hasta soka­ ğa atıvereceklerdi? Kendini Margaret Gotye yerine koyuyor, onun kaderinde asıl kendininki­ ne ağlıyordu. Bütün bunlara dikkat eden Kaşar Nimet bir gün onu kara kara düşünürken yakaladı : «- Kız, nedir günlerdenberi bu kara kara düşünmen bakim?ıo Nuran saklamadı, durumu olduğu gibi açık. .

. .

. . . . . . .

211


ladı. Muztarip Nimet kızın koyu bir karamsar­ lığa düşmek üzere olduğunu, belki de melanko­ liye tutulacağını anlamıştı. Onu uzun uzun te­ selli etti. Sonra da aldı odasına götürdü. tuva­ let masasının aynası karşısına adeta zorla oturttu: c - İnsan romanların dünyasına kendini kaptırır mı kız?,. c- Yalnız romanların mı teyzeciğim?" c - Ya?• c - Annemin, sizin, daha çok da sizin gibi­ lerin hayatı mesela . . . " c- Boşver. Bu hayat fazla düşünrneğe değ­ mez ! ,. Kendi rujları, kalemleri, pudrasıyla falan Nuran'ı öyle güzel boyadı ki ! Nuran ayna karşısındaydı ama, boyalı yü­ zünün farkında bile değildi. Ancak Nimet tey­ zesinin hıçkırıklarıyla kendine geldi. Korktu. Hayretler içinde arandı sağını solunu. Ne var­ dı? Niçin ağlıyordu? Boynuna sarıldı : c- Teyzeciğim, ne var teyzeciğim? Niçin ağlıyorsunuz?,. Kaşar Nimet karşılık vermiyor, veremiyor­ du. Nasıl verebilirdi ki, artık son balıarına gel­ miş, kışa adımını atmıştı. O da bir zamanlar şu, hayatında ilk pudralanıp dudakları ilk boyanan kızcağız kadar genç, cıvıl cıvıldı! Şimdi hemen hemen içi boşalmışçasına pörs.ümüş, gittikçe de

212


pörsümekteki hale nasıl gelmişti? Kim getirmiş­ ti? Bunları genç kıza nasıl anlatırdı? Zaten me­ lankolinin korkunç umutsuzluğuna kendini kap­ tırmak üzereydi. Bir de böyle şeylerden söz açıp da onu nasıl umutsuzluğun şifasız karanlığına iterdi? N eden sonra kendini topladı. Gözlerini sildi : « Sebebini sorma kızım .. içinde bulundu­ ğum yaşa mahsus karanlık bir histi, geldi geçti. Bizim gibiler böyle duyulara ı:ık sık kapılırlar. Bu bir parça da bizim kaderimiz. Ah yavrum ah. . . gün gelecek, bu hissi sen de tanıyacaksın. Ama şimdi bırakalım bunu. Çünkü senin için bu günlere daha çook vakıt var ! ,. Kapının zili. Nuran koşup açtı : Gene o gelmişti! Uzunca boylu, ince, otuza yakın, çirkin . . . kıravatı, sır­ tındaki lacivert elbise, ayağındaki kaba ayak­ kabılarla çok beceriksiz, utangaç biri. Nuran bu utangaç, çirkin genci daha önce­ leri de görmüştü. Tanımıyordu. Annesine, Ni­ met teyzesine sık sık, değişik insanlar gelirdi. Onun için üzerinde durmuyordu. «- Kimi aradmız? » Genç adam yutkuna, kızara bozara : «o- Nimet hanım evde mi acaba?,. Nuran daha önce görmüştü oysa bu genci, tanımamazlıktan gelmişti nedense. Niçin? Bil­ miyordu ama, tanımamazlıktan gelmişti işte. -

213


c - Evde . . » Zaten Nimet de sesi işitm.işti. Öfkeyle : •- Ulan ben sana bir daha eve gelme deme­ dim miydi? » Genç adam, genç kızın yanında, belki de « Ulan» sözünden ötürü gene kıpkırınızı kesile­ rek kekelemeğe başladı : •- A, afedersiniz, afedersiniz efendim . . . " «- Afedersem bir daha yaparsın. Haydi, al voltanı bakalım! » c- Gelmiyecek misiniz ? , «- Git ve beni sana söylediğim yerde bek­ le, marş ! » Kapıyı yüzüne kapadı. Sırtıyla dayandı ka­ palı kapıya, güldü, dilin içıkardı Nuran'a. Nuran iyice acımıştı. :Birden, tuhaftır, La Dam O Kamelya'daki Arınan Düval'e benzet' miştİ onu. «- Adeta kovdunuz teyzeciğim . . " •- Acıdın mı? :ıo c - Yazık değil mi ?, «- Yazık ha? Yazık . . . ,. Kapıdan hayıfla çekildi, odasına, tuvalet masasına geçti. iskemieye oturmadan önce dur­ du. Nuran'ı aynada görmüştü. Yanına iyice yak­ laşmasını bekledi. Sonra sertçe. « - Yazık değil onlara ! " dedi, ........ Hiç biri­ ne de acımıyorum! Çünkü bizi bu hallere onlar sokuyorlar ve sokarlarken de acımıyorlar ! Ben­ den sana teyze nasihatı: Erkeklere acımıyacak-

214


sm! Yüz vermiyeceksin. Gençli�mizin, güzel­ liğiinizin hırsızları. Bu çocuk. . . Denizci miymiş ne? Ağzı süt kokuyor. Ne zaman İstanbula uğ­ rasa hemen gelir bulur beni. Eli de adamakıllı açık! Dünyayı uzak uzak dolaşır. Dünya'nın her yanından hediyeler hediyeler . . . Ama ne bana? Kırkı aşmış yaşımdan üç beş yıl eksiitecek mi bütün bunlar?• Nuran rrunldandı : «- Demek denizciymiş? "'- Evet denizci . İyi bir çocuk, çok iyi hatta. Ne yapayım: Sevemiyorum ki ! " •- O ? Sizi ?» Güldü : •- Çıldırdığını söylüyor.. «- inanmıyor musunuz?• «- O yaşları biz artık sizlere bıraktık . . . " Nuran belli etmeden içini çekti : Bir zamanlarm İhsan abisiyle ilinti mi kurmuştu? •- Adı ne?» Kaşar Nimet tuvalet masasına oturmuştu, boyanırken omuz silkti : «- Valla söyledi ama, bilmem?" Dudaklarının boyasını sert sert tazelemeğe koyuldu. Nuran usullacık kendi dairelerine geçti. Pencerenin tülü ardından sokağa baktı uzun uzun, Güneşli caddeden taşıtlar geçiyordu. Gör­ müyordu taşıtları da insanları da. Aklında kılık kıyafeti oturmamış, bir şey sorulunca kekeleyip ..

215


kızaran genç denizci. Yıllarca öncenin İhsan abisi de şimdi herhalde bu kadar büyümüş ola­ caktı. Nerdeydi acaba? Nuran'ı düşünüyor muy­ du? Düşünüyorsa arayıp bulmak geç iyor muydu aklından ? Yok�a bir başka, herhangi bir kızla mı evlenmişti? Dolu çocukları mı olmuştu? Pencereden çekildi. ihsan abi'nin evlenmemesini, dolu çocu;. ğunun olmamasını istiyordu. İhsan abi hiç ev­ lenmemeli, evlenememeli. O da Nuran gibi, onun ihsan abi'yi düşündüğü gibi o da Nuran'ı düşünmeli. Günün birinde Nuran'ı bulacağını düşünmeli, buna inanmalı. Hiç bir kız ona Nu­ ran'ın tadını verememeli. Nuran nasıl? İhsan abi'den başkasını düşünebiliyor mu? Kocası an­ cak İhsan abi olabilir. İhsan abi'den başkasının koynuna nasıl girer? Çünkü İhsan abi'den hiç utanmaz. Onunla, o çocukluk gecelerinde nasıl giderlerdi viranelere? Nasıl otururlar dı sırtla­ rını dayayıp harap duvara ? İhsan abi karşısına çıkıverse onu gene o yıllardaki gibi sevecek, ar­ dına takılıp istediği yere gidecekti. Şu, Kaşar Nimet'in burunladığı çocuk . . . İhsan abi oluver­ meli! İhsan abi o zamandan bu zamana herhal­ de bu acemice giyimli, konuşurken kızaran, ke­ keleyen genç adam kadar büyümüştür. Belki de İhsan abi'di be! O, ertesi, daha ertesi günler. . . Dünya'yı uzak uzak dolaşan, her gittiği yer­ den Dünya'nın çeşitli memleketlerinin değişik 216


pullarıyla mektuplar yollıyan bu genç, ama çir­ kin denizcinin 1hsan abi olması ihtimalini dü­ şündü. Geceleri düşlerine giriyordu. Birinde ge­ ne gelmişti. Nuran kapıyı açmış. Nimet'i sor­ muş. Gene evde yokmuş Nimet. Almış içeriye, oturmuşlar. Bu arada ona o eski günlerin vira­ neliğindekl yıkık duvardan söz açmış. Gözleri parlamağa başlamıştı genç denizcinin. Heyecan­ lanmış tr: duvar «- Demek viranede, yıkık harap önünde çok oturdunuz?» «- Çok.» c- Ben de. Bir kız vardı, minnacık ama cin gibi. Babası tiyatrocuydu, annesi. . . fakat b:rakın annesini, Ahlaksız bir kadındı. Mahal­ lede kızlar, haylaz oğlanlar hep orospu çocuğu diye kızdırırlardı!" Heyecandan yerinde duramıyordu. «- O kız bir gün karşınıza çıkıverse ne yaparsınız ?, c - Nuran mı? A . . . sahi, Nuran'dı adı ! :a Nuran gene kendini tutmuştu : c- Bu adı beğeniyar musunuz? » «- Çok. Hem d e hayatımda tanıdığın genç kız, kadın adlarının en güzeli. Ne iyi kızdı! İh­ san abi, İhsan abi diye . . . .. c- Karşınıza Ç?kıverse, n e yaparsınız? • • - Deli olurum sevincimden! » c- Ben oyum işte ! » İnanmamıştı. Her şeyi bir bir açıklamışh: 217


Babasının tiyatrodaki Jön'ü boğması, hapse gir­ mesi, Nuran'ın ortalarda kalması, İhsan abile­ re sığınması, sonra amcasının uzaklardan gelip onu götürmesi. . . İnanınıştı sonunda. Sarılınış­ Iardı birbirlerine. İhsan abi'nin yıllarca önce anlattığı uzak denizlere açılmışlardı. Denizlerde balinalar. Kocaman, apartman kadar bir balina vapurlarını devirrnişti. İhsan abi onu kurtar­ mış, kumları sımsıcak bir kıyıya . çekip götür­ müştü. Buranın göğü çivit mavisiydi, kuşları vahşi sesli, al, yeşil, mor tüylü. Sonra yılan­ lar . . . Bir yılan çıkmıştı karşısına, kocaman ağ­ zı vardı. Öyle korkmuştu ki yılandan, bağırına­ ğa başlamıştı avaz avaz . . . Uyanınıştı sonra birden, ter içinde. Annesi yıllarca öncenin aksi annesi gene. Birbirine ka­ rışmış ruj , pudra, rimel, şu bu'larıyla dikilmişti karşısına : «- Ne oluyor kız? Rüya mı gördün?• Gülrneğe çalışmıştı : Rüya gördüm.» « Çok ayıp bir şey sormuştu. Nuran kıpkır­ mızı kesilmişti. Annesi patavatsız, hatta çokluk terbiyesizdi ama, Nuran'a karşı hiç bukadar apaçık olmamıştı şimdiye kadar. Karşılık bile vermeden, kıpkırmızı, mutfa­ ğın yolunu tutmuştu. Mutfakta, mutfaktan son­ ra çarşıya gittiği, alış veriş ettiği, eve dönerken yolda, yemeklikleri yerlerin e yerleştirdiği mut­ fakta, fasulyeleri ayıklar, soğam doğrar, yeme-

218


ği bastırırken hep hep bunu, bu dii§ünü düşün­ müş, düşte kaldığı yerden alıp yürütmüştü : Bu gemici gerçekten İhsan abi olsaydı. Nuran eski günlerin viraneliğindeki harap duvardan söz aç­ saydı. Sonra da her şey açığa çıksa, İhsan abi Kaşar Nimet'i bıraksaydı. Daha sonra da Nu­ ran'ı taksaydı ardına, buralardan çekip kurtar­ saydı! Şöyle konuşmalar geçseydi aralarmda : «- Demek hiç evlenmedin : » « - Hiç.» •- Niçin ?" «- Seni bekledim. İçimde bir his, bir gün mutlaka karşılaşacağız gibi geliyordu. Geceleri hep seni görüyordum düşlerimde. Hep de vira­ nelikteki yıkık duvarın önünde. Bana düşlerim­ de «Bekle. Seninim. Bir gün bana rastlıyacak­ sın! » diyordun. . «- Peki, bu Nimet ? !Bunu nerden buldun?» c- N e bileyim? Bir gece pavyona gitmiş­ tim. Yapayalnız oturuyordu. Baktım, yaşlanmış, acıdım. Son.ra başından geçenleri anlattı. Büs­ bütün acıdım. Kimsesi yoktu. Genç arkadaşla­ rının genç genç, zengin zengin dostları. . . bunun yüzüne bile bakmıyorlardı. Haydi dedim, Nura­ nı buluncaya kadar buna arkadaşlık edeyim. Ettim. Ona Dünya'nın her yanından, değişik pullu mektuplar, değişik ülkelerin değişik hedi­ yelerinden yolladım. Ama o beni. » «- O seni? • . .

219


«- Gördün, kovdu senin önünde, ulan dedi bana! » • - Peki bundan sonra ?» • Bundan sonra artık sen varsın. Sen bir yana, Dünya bir yana. Ama ben, goruyorsun, hiç de güzel değilim. Sen? Harika!,. Tıpa tıp böyle konuşsalar. İhsan abi tıpa tıp böyle karşılıklar verse. Günün birinde anlaşıp kaçsalar. Düşünde gördüğünce uzakların çok büyük denizlerinden birinde vapurla giderler­ ken bir kaza olsa. Herkes boğulsa. Gazeteler herkesin öldüğünü yazsalar. Annesi okusa bunu .. ağlamasa, «İyi olmuş, buldu cezasını ! , dese. Ama İhsan abi onu kurtarıp kumları sımsıcak bir kıyıya çıkarsa. Robenson Krozüe gibi, vahşi kuşlarla vahşi ağaçların insana çeşitli korkular veren havasında yapayalnız yaşa�alar. Yalnız babacığını düşünse. Ona çocukluğunu zehir et­ tiren annesinin orospu çocuğu anılarından uzak­ larda yaşasa. Bu, kumları sımsıcak kıyının vah­ şi ağaçlar ormanıyla vahşi kuş sesleri arasında çocukluğunun, annesinden kalan çocukluğunun ayıbını unutsa! Bu istek gün geçtikçe artıyordu. Kaşar Ni­ met'e gelen çirkin denizci kafasında döne do­ laşa İhsan abi olmuş, bunun böyle olacağına inancı artmıştı. Ya da böyle olmasını isteyen ya­ nı adamakıllı ağır basmıştı. Gün geldi Kaşar Nimet'e kızınağa başladı. Neden kızıyordu ? Niçin? Ne hakkı vardı oysa? -

220


Biliyor, ama gene de kızıyordu. Pis, kart kany­ dı. Yazık değil miydi onun cİhsan abh sine? Ne diye sert davranıyordu ? Niçin Nuran'ın önünde ona "U lan ! » demişti? Gün geçtikçe öfkesi artıyor, ama bu öfke yön değiştiriyordu. Şimdi artık Kaşar'dan çok cihsan abi»ye kızmağa başlamıştı. Madem İhsan abi, ya da başkası .. neden bu kart, pörsük karı­ ya tapıyordu ? Ona kapıyı açmıştı. Nuran'ı gör­ müştü. Madem görmüştü Nuran'ı, neden ilgi­ lenmemişti? İlgilense, gene gelse. Kaşar Nimet'i evde bulamasa. Ama umursamasa. Hatta. aevde olmadığını biliyordum» de�e. Nuran şaşsa, o halde neden geldiğini sorsa. Şaşalasa, kızarsa, dilinin altında bakla varmış da, çıkarınağa çe­ kiniyormuşçasına haller takınsal Nuran sıkıştır sa. c- Ha ? Niçin?» Gözlerini suçlu suçlu kaçırsa: .,_ Bilmem. » «- Bunu siz bilmezseniz kim bilebilir?• Omuz silkse : •- Onu da bilmiyorum_,. •- Çok tuhafsınız . » «- Belki.» Nuran aniasa dilinin altındaki baklayL Adını sorsa. Söylese. Bu ad c İhsan abh olmasa da olabilirdi artık, söylese. Hasan dese, Nuri dese, Cemil dese, Demir dese.. ne derse desin. Kapıda lafı uzatsalar. Derken akletse, içeri al.

221


sa. Kahve pişirse ona, buz dalabmdan soğuk su ikram etse, Dereden tepeden

konuşsalar. Bu

arada o da babasız annesiz büyüdüğünü anlatsa. Bir amcası, ya da dayısı olsa. Amca ya da dayı­ sının hırçın bir oğlu. Ayten gibi

lancı.

ahlaksız, ya­

Mahalle çocuklarını kışkırtıp üstüne sal­

dırtsa. O da tıpkı Nuran gibi kendini harabeler­ deki bir mahzene atsa. S'arı gibi bir köpeği olsa. Nuran'ı anlasa. Bir çocukluk arkadaşı olsa. Kız. Hala yolunu beklese. O kızı bir gün bulacağını umsa. O kızı bulacağını umarken birden karşı­ sına Nuran çıkmış olsa. Gözlerinin

içi gülerek

açıklasa içinden geçenleri.

«- Onu bekliyordum, bulabileceğimi

umu-

yordum ama . . . " Nuran umutla: «-

Ama? » dese.

«- Karşıma siz çıktınız! » «- <Ben d e sizin gibiyim. [Ben d e İhsan abi'.,

yi bekliyecektim, arayıp bulacaktım

onu. Ama

artık lüzum kalmadı. . . , Genç denizci heyecandan ayağa

kıpkırmızı

fırlasa. Bileklerinden tutsa Nuran'ın. Niçin

lü­

zum kalmadığını sorsa. Nuran önce gözlerini yere adam avuçları içindeki bilekleri

indirse.

Genç

sıksa, sarsa.

tekrar sıksa. üstelese :

«- Ha? Niçin lüzum kalmadı ? » Nuran bir az geç : «- Çünkü·

dese,

c-

222

artık siz

varsınız! ·


Genç denizci her türlü utanmayı, çekinmeyi falan bir yana bıraksa, çevik bir davranışla Nu­ ran'ı kolları arasına alsa, dudak dudağa geliver­ seler. Sokak kapısının zili çalsa çalsa .. Duyma­ salar. Yeniden uzun uzun çalsa. N eden

sonra

açsa kapıyı : Annesiyle Kaşar Nimet! Genç de­ nizciyi içerde bulsalar. Annesi öfkeden dönse. Kaşar Nimet sinirli bir

deliye

kahkaha atsa.

Sonra annesi üzerine yürüse. Genç denizci ara­ ya girip annesini önlese : c-

Vurmağa hakkınız yok ! » dese. «- Vura­

caksanız bana vurun. Nimet'i aradım.

Yoktu.

Ben, bir parçacık oturmak istedim! » Nuran kabullenmese. Artık hiç bir şeyi gör­ mese gözü: c,_ «-

Ben

aldım

_ içeriye! ,

diye

bağırsa.

Ben ısrar ettim! » V e sonra tıkacını atmıçşasına boşansa : c-

Seviyorum onu. Kart karıya değil bana

göre o. İkimiz birbirimize benziyoruz. Kaderle­ rimiz bir. O beni gayet iyi anlıyor, ben onu. Size ne? Sizler de kimsiniz? Sen Nimet

teyze git

pavyonuna, anne sen de. Ağızları leş gibi rakı kokanlara gidin. Aldattığınız insanlara, hayvan bakışlı :insanlara gidin. Biz birbirimize göreyiz. Ben ondan başka erkek tanımak istemiyo rum . da benden başka kadın

tanımıyacak

O

bundan

sonra! • Annesi, Kaşar Nimet'le birlikte

ikisini de

koğsa. Nuran, içinde çamaşırları bulunan vali-

223


zini alsa, arkasma bile bakmadan, cHoşca ka­ lın• bile demeden takılsa genç denizcinin ardı­ na. Gitseler. Nereye ? Bilmese. Kendini, bundan sonraki kaderini teslim etse genç, çirkin deniz ciye. Denizci onu çalıştığı vapur mu, şilep mi, her neyse, oraya götür�e. Bir kamarada, herkes­ ten uzak, birbirlerinin olsalar. Sonra açılsa üç hacalı vapur istanbul limanından. Denizlere, açık denizlere, kocaman kocaman dalgalı hır­ çın den�zlerin açıklarına açılsalar. Sinema, ya da gazetelerle birtakım kitaplarda resimlerini gördüğü gök tırmal yanların bulunduğu çok uzak diyariara gitseler. Dolu çocukları olsa. Ama hiçbir zaman arkalarından •Orospu çocu ğu .. diye haykırılamıyacak, • Ürospu çocukluğu• nun acısını duymıyacak, amca, dayı kapıların­ da, amca, dayı çocuklar:nın kıskançlıklarıyla burunlanmıyacakları çocukları. Ah gelse, geliverse şu denizci!

224


13. Genç denizcinin gelmesi, gelivermesi geci­ kiyordu. Buna karşılık annesinin çalıştığı pavyonun sahibi çeşit çeşit, romanlarla geliyordu. Hem de, sanki sözleşmişler gibi, annesi evden çıktıktan az sonra. Pırıl pırıl tıraşlı, kır sa.çlar taralı, her gelişte ayrı bir kostüm. . . sadece kitap getirmiyordu. Markiz'den, Lö­ bon'dan özene bezene yaptırılmış kutu kutu fon­ danlar, pastalar. . Nuran'ın karşısında genç bir öğrenci sevinciyle, rahatsız edip etmediğini so ruyor, getirdiklerini kapıdan kibarca verip . . . Savuşuyordu ama, annesi bu yüzden d e pay­ laınıştı birinde : « - Kız sende hiç mi insanlık yok ? Koskoca adam. Sana hayatında yemediğin, b elki de yiye­ miyeceğin şeylerle geliyor, sana kitaplar getiri­ yor. Kendini ne sanıyorsun da getirdiklerini alıp, haydi güle güle diyorsun adama?» « - N e yapayım ya anneciğim ? • Hiç olmazsa buyur et, bir kahve pişir ver eline .. •-

»

225


Gelmiyordu içinden. Genç denizciden çok daha yakışıklı olduğu halde, gene de ona karşı en küçük bir ilgi duymuyordu. Getirdiği paket lerle romanları da almazdı ama, annesinden korkuyordu. Biliyordu annesinin işitince kıza­ cağını. Yoksa, örneğin genç denizci getirseydi bunlardan tekini, ya da getirmese de kendi gel se, geçerken uğramış olsaydı. . . canını verirdi ona ! Ama bu, kırçıl, yakışıklı patron! Ona hiç, ama hiçbir etki yapmıyordu. O da farkındaydı işin. Gece, ilk akşamdan başladığı rakıyla göz­ lerinin akları kıpkırmızılaştığı anlar. Nuran'ın annesiyle Nimet'e neler de neler anlatıyor, içini nasıl döküyordu! ' Tuhaf bir şey ler olmuştu. Nuran'dan büyük kızları , oğulları, karısı da hani biliyorlar, taş bebek kadar güzel olduğu halde gene de ne var­ dı bu kızda bilmiyor, huzuru kaçmıştı. Yoksa biliyordu, babası yaşındaydı. Paraya, şuna buna da düşkün değildi ki, para hatırı için •Peki» desin : Nuran'ın annesi ise, adama bir şey demese bile, Nimet' e döküyordu içini : •- Şekerim şaşırdım kaldım ben bu aptal kızın aklına ! » Nimet de tıpkı onun gibi düşünmektedir : « Ben de Leyla. Sen bunu kimden pey dahiadın Allah aşkına?» Kızı o doğurmamıştı ama, açıklamak işine geliDiyordu : -

226


Ne bileyim? Soytan b abasından olma­ dığı muhakkak ! , Karşılıklı kahkahalardan sonra tekrar ciddileşiyorlardı : «- Sahi, ne olacak bu kızın dwumu?" •- Aptal. Al moruğu avucunun içine . . . ha?" Annesi başlıyordu : «- Ah ben onun yerinde olsam. . . Şekerim hani evvelce de anlatmıştım ya? Bir karış kız dım, mahallenin ne bakkah kalmıştı, ne kasabı, n e manavı. Koca koca herifleri kuzu gibi koştu­ rurdum peşimden, hem de hiç birinin ötekinden haberi olmazdı ! » «t- Ben öyle değildim ama, gene de insan . . . genç kızlık zamanları, aah genç kızlık zaman­ ları. İnsan elinde olmadan kancıklaşıyor. O li seli komşu oğlanlarının birini ötekine takmak­ tan zevk alırdım. Benim için ne aşk mektupları, gece yarılarından sonra balkonumuzun altında akordiyonla n e serenatlar . . . » «- Halbuki biliyormusun, herifi avuounun içine alsa, bir az müsait davransa . . . «- Hiç canım. Ne çıkar: Tükenir mi? » «- Amaan sen de. Herifi al avucuna, sağ sağ sağ.. Daha olmazsa boşat karısından, geç hanım efendi ol apartrn.ana. Ama deli, kafa yok ki ! Yahut da, apartman, apartman katı iste, ara­ ba iste. Yok yokı:;ul mu ?» «- Bir şey değil, herif bir gelecek, iki ge­ lecek . . » «-

.

227


«-

Bıkacak sonra. »

«-

E, tabi. Fazla naz aşık

usandırır şeke­

rim ! , «-

Bir anasının gözü fındıkçı

çıkıverecek

karşısına . . . , «-

Erkek kısmı, güvenilir mi? Çarpıvere

cek, öp babanın elini ! » «-

. . . . . . . . . . . . . . . . . . ?»

«-

Adamsa, bir az, ama birazcık ilgi görse he­ mencik bağlanacağını kaç sefer açık

açık söy­

lemişti Leyla'ya. «-

Ben aşk için Dünya'ya gelmiş bir insa­

nım. Ebedi aşkı arıyorum, aşkın radyo-aktivi­ tesini ! Dün başkası, daha evvelki

günler daha

başkalarıydı. Bugün kızın. Ona hiçbir zararım dokunmıyacak. Benimle gezse, dolaşsa, Boğaz'­ da balık lokantalarında,

Ada'da, ne

bileyim?

Ama hayır, ne düşündüğü belli değil. Kızlığına zarar verecek kadar cahil miyim? Bana ne? Ki­ me saklarsa saklasın. Sonraaa, biliyorsun, elim­ de karı kız yok değil. Ama ben hoşlanmıyoruro onlardan. Valiahi on üç, on dört yaşında neler de neler getiriyorlar. Hem de babaları, anne leri, bilmem teyze, halaları. Benimki cinsel açlık de­ ğil, o işlerden anlamıyan, aniasa bile anladığın ı belli etmiyen. . . tıpkı tıpkı şu senin ki. . . » Ne annesinin azarı, ne de Kaşar

Nimet'in

akıllı uslu anlatışları. Kızın kulağına söz girmi­ yordu vesselam !

228


Hele birinde açık açık konuşmuştu : « - Bir sev1gilin mi var ? • Aklında, aklının ta içinde çirkin ama genç, tıpkı tıpkısına «İhsan abi»ye benzeyen genç de­ nizci, omuz silkmişti : «- Yoo . . . «- Peki neden adama boşveriyorsun ? » « - N e yapayım Nimet teyze?» «- Kızım bu adam sana apartman bile alır ! , Gene bir omuz silkişi. Ne diye «-Bir sevgilin mi var?» diye sor­ cluğu sıra, «- Evet, var ! » dememişti ? Ne diye, «- Hem de senin gemici! , dememişti? İsterse kızsın, bağırıp çağırsındı. Demeliydi. Saklamak­ la ne olacaktı? Hiç. Nasıl olsa genç gemıcıyı sevmiyordu. İsterse annesine söylesin, ağlasın, hırçınlaşsındı. Annesi de gerekirse kovsundu evinden. Ne çıkardı? Genç gemici « İhsan abi» olmasa bile alıp götürürdü buralardan. Nereye isterse giderdi. Burada kalıp babası yaşındaki kart herifin hiç sevmediği sözlerini dinlemek­ tense, ardına takılır giderdi. Sonu ne olurdu ? Kötü yola nu düşerdi? Dünyanın hiç bilmediği uzaklarındaki bir gemici şehrine mi giderlerdi? Orada önlerine korsanlar mı çıkardı? Korsanlar onu c İhsan abi»nin elinden mi alırlardı ? Bura­ da kalmaktansa her şeye razı olabilirdi. Hem ne diye « İhsan abi» onu başkalarına kaptırsın? o başkalarını istemedikten sonra elbette kimsele­ re kaptırmazdı. Uzaklarda, çok uzaklarda kır229


mızı kiremitli ufacık bir evleri olurdu. Kocası böyle aylarca uzak uzak gitmez, sabahleyin ev­ den çıkıp akşamüstü evine sevgili karısına dö­ neceği bir işte çalışırdı. Akşamları onu çıplak ayaklarında nalın, sokak kapısında beklerdi. Kocası bisiklet, belki de motosikletle gelirdi sevgili karısına. File, taze wvan demetleri, ye­ şil salatalar, ufacık ufacık kırmızı turplar, gri, lacivert ışıltılı balıklarla dolu olurdu. Rakı, şa­ rap, bira şişeleri. . Nuran her şeyi kocasından alır, koşardı çeşmesinden aydıniık bol suların fışkırdığı çeşmeye. Yıkar yıkar yıkardı. Sonra kocasının hayran, aşık bakışları önünde salata­ yı hazırlardı. Kocası ona yardım ederdi. O, sala­ tayı yapıncaya kadar kocası masayı hazırlamış­ tır. Sonra taze balıkların altın sarısı zeytinya­ ğında kızarınasına sTa gelirdi. iştah açıcı, açlık­ tan çıldırtan bir koku, çıtır çıtır bir koku yayı­ lırdı eve. Besili Sarman ayak ucunda yalanır, bıyıkları titrerdi. Her şey bittikten sonra yemek masasına karşılıklı geçer otururlar, bardaklarını kan renk­ li şarapla doldururlardı. c İhsan abi» rakı içerdi çokluk ama, sevgili karısı şarap içiyor diye o da ona uyardı. Bir bardak, iki bardak, üç bar dak . . . karşılıklı, gözleri mahmurlaşır, pembe yanakları, burunlarının uçları falan parlamağa başlardı. O gün de bunları düşünerek Beyoğlu Balık­ pazarı'ndan geliyordu. Elinde gene file, yanı .

·

230


başında annesının pavyon patronu. Adam pırıl pırıl gözleriyle genç bir okul öğrencisiydi san­ ki. Boyalı iskarpinleri, pembe damalı yeşil pap­ yonu, elinde üç aşk roman ı. . . «- .Bir taksiye binelim Nuran. Yazık değil mi sana . . . ««-

. . . . . . . . . . . . . . . ?>> H em canım değer mi senin kadar güzel

bir kızın çarşı pazar dolaşması, yemek pişirece­ ğim diye sası sası kokmuş mutfak köşelerinde

ha osolmasına ?» Çıldırtan bir duymazlık içinde, tek laf et­ miyor , «İhsan abi, nin ıı eden hala gelmeyişini dü­

şünüyordu. Bir kaza oldu da gemi uzak deniz­ lerde hattıysa ? istersen başka bir şey yapalım Nuran, lokantaya tenbih edeyim, öğle, akşam yemekle­ rinizi istediğiniz saatlarda getirsinler. Ha?• «-

Çıldırırdı, valiahi de, billahi de çıldırırdı. Ama henüz karşılıklı konuşmamışlar. O, henüz Kaşar Ninıet'e aitmiş .. ne çıkardı? Şayet bir ' ka­ za oldu da uzak denizlerde boğulduysa, Nimet ağlamazdı ama, Nuran çıldırırdı! « - Siz bana boşveriyorsunuz ama ?» Birden dikkat etti : «- Efendim?» « - Bana diyorum, boşveriyorsunuz . . . «- Niçin? » «- Tuhaf bir haliniz var. Demindenberi ne

231


söyledim, ne sordurnsa karşılığını vermediniz. Hasta mısınız?" •- Ben mi?,. Adam az kalsın, «- Yanımızda başka kimse olmadığına ·göre . . . , diyecekti, birden Nuran'ın adeta cıvıl cıVJl bir serçe kuşu gibi canlandığını gördü, şaştı. Kız hem canlanmış, hem de adım­ larını açmıştı. Tuhaf, çok tuhaftı. Adam dikkat edince, apartman kapısında dikilmekte olan Ka­ şar Nimet'in çirkin, kocaman kocaman ayaklı kaba saha denizcisini gördü. İyi ama buna ne oluyordu ? Adımlarını açmış, adeta koşareasma gitmişti genç adamın yanına. Nuran, gözlerinin içi gülerek: «- Nimet teyzeyi mi aradınız? Genç denizci de elinde olmıyarak, bütün yol boyunca düşündüğü genç kız kadar mem­ nun, onun da gözlerinin içi gülerek : « - Evet. Nerde ?• «- Evde yok mu?• «- Yok." «- Kapıyı çaldınız mı ? » • - H e m d e belki çeyrek saattanberil • «- Herbere gitmiştir belki de, öyle diyordU. » «- O halde ben . . . c- Gitmeyin gitmeyin . . nerdeyse gelir. Buyrun! » Annesinin kırçıl saçları taralı patronunu çoktaaan unutmuştu: ,

232


«- Buyrun, rica ederim buyrun. Çekinecek bir şey yok! Nimet teyze annemin arkadaşı. Hem ben Nimet teyzeyi o kadar çok seviyo­ rum ki ! » Genç adamı içeri aldı. Sokakta kalan kırçıl saçları taralı adamın kapı önünde kalışının çok ayıp olacağına falan aldırış etmeden, kapıyı kapadı. • - Buyurun, şöyle buyurun. Masa üzerin­ de gazeteler var, oyalanın birazcık. . . kahveyi nasıl içersiniz? Yoo .. teşekkür falan yok. Orta şekerli mi? Hiç de zahmet değil. Valiahi darılı­ rım. Bir dakka . . . » Elinde sebze, meyve dolu file, mutfağa bir koşu. Aklını içerde unutmuştur. Buraya ne için gelmişti ? Bu ne? Ha, file mi ? Sahi, şunları bo­ şaltıp, ıslanacakları ıslasa. Öfff . . . öğleye de ye­ mek mi pişecekti? Amaaan. . . sırası mı? Hayır hayır, pişmeyiversin. Annesi ya gelir ya gelmez. Gelse bile «- Senin kartaloz patron geldi, çene­ ye tuttun derim. Sahi, herif sokakta kaldı. N'a­ pim? Kalırsa kalsın . istemiyorum, gelmesin. Ba­ na ne Markiz'den, Löbon'dan? Ben fondan mon­ dan sevmem. Kızarsa kızsın, annerne anlatırsa anlatsın. Fakat ben buraya ne için gelmiştim? » Uzun uzun düşündü. Haa, elindeki filenin içindekileri çıkaracaktı. Hayır, hayır değildi şimdi. Bir de, şeyy . . . ha, kahve pişirecekti ama, içerde ne yapıyordu acaba? Bir koşu. Pencereden sokağa bakıyordu.

233


«- Canınız sıkılınıyor ya?-. Genç adam nedense kıpk.ırrnızı kesilerek : •- Yoo, hayır.» < : - Kahveyi orta içerdiniz değil mi?» • - Zahmet etrneseysiniz . . . " «- Yooo . . . darılırım, valiahi darılırım. Ba­ kın orda romaniarım var benim. La Dam O Ka­ melya'yı okudunuz mu ? ,. "- Hayır. » Yazık, çok yazık. Ben ağl{ya ağlıya hal oldum. İsterseniz vereyim, okuyun. H a ? Bir da­ h aya geldiğinizde getirirsiniz. Fakat okurken yanınıza beş, altı mendil almayı unutmayın. Bi­ liyor mumnuz, ne kadar acıdım Margaret Got­ ye'ye ! Arman Düval'in de suçu yok. Zavallı ço­ cuk. Pis babası. Ama ben babalara kızrnarn. Benim bir babam vardı.. Annemi asıl sevrniyo­ :.·um. Siz ? » •-

«- Ben , ben annemi ç o k severdim . . Babanızı ?» • - Hiç sevmezdim. » «- Niçin ? » • - Annemi öldürdü, hizmetçiyi eve hanım yaptı ! . »

«-

Her şeyi unutarak bir iskemle çekti, ilişti : «- Babanız annenizi mi öldürdü:» «- Bildiğiniz öldürme değil, anneciğim ba­ bamın yüzünden öldü. Sıcak diye yemek kap­ larını suratma fırlatmasaydı ölmezdi ! ,. 234


İ skemiesini merakla genç adamdan yana az ç ekti : «-

Yemek sıcak diye kabı an n enizin sura-

t _ na mı fırlatırdı ? , «-

Çok sarhoş olduğu zamanlar . . .

« - Ne fena ! » Genç adamın esmer yüzünü

öfkenin hafif

kızartısı ka p lamışt ı . Bakışları ayak uçlarına in­ d i . Konsomatris sevgilisi Nimet'i falan unutmuş, Cevriye'yi hatırlaınıştı birden.

Nerdeeen nere­

ye! Çocukluğunun babasız, annesiz,

sevgilisiz

yalnızlığını dolduran bu kızı, aradan bunca yıl geçmesine rağmen unutamıyor, Cevriye, küçük, cin mi cin Çingene Cevriye zaman zaman aklı­ na gelip oturuyordu.

Nuran : «- Ne tuhaf» dedi, «- benim de annem

bar­

bama karşı tıpkı sizin babanızın annenize takın­ dığı tavrı takınırdı. . » «,, _

Ama

sonra ? ,

dedi

Cevdet

hınçla,

Annemin üstün e getirdiği hizmetçiden hanı­

ma karşı? Köpek gibi. azarıardı da k ı l ı bile kı­ pırdamazdı ! , «-

Benim annem de babama karşı çok fe-

naydı ama . . .

»

Kendini tuttu. Cevdet ardını bırakmad ı : «- Ama ? » ,, _

Hiç . Başkalarına karşı tabi öyle değil235


di .. » diye geçiştirdi. Yoksa, ne kadar kötü olur­ sa olsun, annesinin jön Nejat'a karşı tıpkı tıp­ kısına Cevdet'in babasının üvey annesine karşı takındığı tavra benzediğini açık edemezdi . O zaman, Nejat'ın kim olduğunu soracak, ortaya eni konu « Ürospu çocuğu» çıkacaktı ! Tam bu sırada sokak kapısının zili. Nuran fırladı : «- Nimet teyze galiba ! » Gerçekten de, yapılmış saçlarıyla adama­ kıllı güzel, girdi. Nuran kıskanmadıysa da, ne diye gelmişti sanki? Gene de haber verdi : « - Sizin denizci geldi » Nimet onun için mi yaptırmıştı saçlarını yani? «- Yok, nereye gitti bilmem, bugün gelmiyecek deseydin! » «- Demedim, bizde oturuyor .. » Kötü bir şeyler düşünmedi, kıskanmadı da : «- İyi ya, gelsin bakalım .. » Nuran koştu, haber verdi. Genç adam da diken üstünde gibiydi, kalktı, gitti. Kaşar Ni­ met'in kapısında durdu : «- GÜnaydın Nimet ! » Kadın, elleri belinde : «- Ben sana eve gelme dememiş miydim? » Şaşaladı : «- Ama şeyy .. ben eve girmek istemedim­ di, küçük hanım . . . . .

236


Nuran araya girdi : Teyzeciğim ben zorladım, illaki bizde bek­ lettim. Onun hiç suçu yok ! » Nimet bu sefer Nuran'a döndü : «- Çok rica ederim, bir daha bu münase­ betsizliği yapma! » dedi, karşılık vermesine kal­ madan, genç gemiciye yolu gösterdi : «- Buyurun, beni ancak pavyonda gelir görürsünüz ! , Genç adam kızdı mı, kızınadı mı? Kuzu ku­ zu çıkıp gitti mi? Yoksa Nimet'e karşılık mı verdi? Bilmiyor Nuran. Yerlere geçerek oradan ayrılmış, kadının kabalığına, « Zavallh nın peri­ şanlığına ağlamağa başlamıştı. Kendini karyo­ laya atmıştı hıçkırıklar içinde .. ne fena, ne fe­ naydı şu Nimet teyze! Ne diye koğmuştu çocu­ ğu sanki? Ne hakkı vardı? Nuran'ın önünde de­ ğil de, ayrıca, daha usulüyle yollıyamaz mıydı? Çeyrek saat sonra kapının yeniden çalınağa başlıyan ziliyle kendine gelerek pencereye koş­ tu, tülün ardından baktı : O adam gelmişti gene. İtalyan'a benzeyen . . Başında genç işi yeşil, yu­ muşak bir fötr şapka, şapkanın koyu yeşil kor­ delasma sokulu turuncu, yeşil, mor renklerin oynaştığı. genç işi bir tüy ! Bu adamı zaman zaman görüyordu. Hatta birinde Nimet'in evine girerken koridorda kar­ şılaşmıştı da adam Nuran'a aç kurt gibi bakmış­ tı. Kırkın epeyce üstünde olmalıydı. Bıyıkları falan tıraşlı, favorileri uzun. Tıpkı tıpkısına bir •-

237


İtalyana benziyordu. İtalyan'ların da nihayet insan olduklarını, öteki insanlara benzediklerini biliyordu ama, bir film görmüştü geçenlerde. Baş artist değil de yardımcılardan biri tıpkı tıpkısına bu adama benziyordu. Film İtalyan Filmi olduğuna göre, o artist de İtalyan'dı tabi. Ve o İtalyan artistine benzeyen bu adam da el­ bette İtalyan'a benziyor demekti. Pencereden bir az da memnunlukla çekildi . Memnunlukla, çünkü anlıyordu artık Nimet teyzenin bu İtalyan'a benzeyen adamı, çirkin ama genç denizciden daha çok sevdiğini! «- Nuuraaan! » Nimet teyzenin sesiydi : «- E.fendim teyzeciğim?» Koştu. Kapıda durdu. İtalyan'a benzeyen adam şapkasını falan çıkarmış, sedire yanlamış­ tı. Kurnazca bakı yordu gülümsiyerek. Nimet, adamı işaret ederek : •- Bak tanı bu amcanı, Cezmi arncan bu senin. Bundan başka kim gelirse gelsin alma içeri olmaz mı?» Nuran sevinçten uçacaktı : «- Pe!}. i teyzeciğim . . » «- Çünkü biz Cezmi arncanla evleneceğiz ! ,. Cezmi amca gözlerini yumdu, açtı : «� Evet, evleneceğiz . . , Nimet: « - Neler anlattı sana karaoğlan ?» Şaşaladı : 238


c-

Kim ? »

«-

O işte canım, içeri aldığın, şapşal de­

nizci ?» «-

Hiiç. Annesinden, babasından

bahsetti

sadece. • •-

Benimle evlenmek istediğini söylemedi

mı" ?. » «-

Yoo . . » .

•- Tuhaf. Güya nüfus cüzdanını falan ge­

tirecekti de bana verecekti. Benden fotoğraf da istiyor, deli! · Nuratı.'ın tahammülü Nerdeyse,

•-

kalmamıştı

artık.

Deli de sensin, şapşal da! » diye­

cekti, demedi, tuttu kendini. Neden deli, niçin şapşal oluyordu ? Kart karı, ne sanıyordu ken­ dini? Ayrılmadan önce : •-

Müsadenizle » dedi. Onları başbaşa bı­ . .

rakıp çekti kapıyı. Hiç de bile, ne « Deli»ydi, ne de « Şapşah ! N uran'ın annesine

karşılık, o da

babasını sevmiyordu. Ne kadar

benziyorlardı

birbirlerine. Acaba onun da babası

öldükten

sonra bir amca, yahut dayı gelip evine götürmüş müydü? Götürdüyse ona da Nuran'a yaptıkla­ rınca kötü mü davranınışiardı? Pencere önün e gitti,

sokağı

seyretmeğe

başladı. Birden aklına genç adamın Nimet'le ev­ lenmek isteyişi gelince neşesi kaçtıysa da, ça­ buk kendini topladı : Genç adam N uran' ı daha önce tanıyıp da, Nimet'i ona

239

değişmemişti

ki!


Sonraaa . . . Nimet, şu Cezmi mi ne,

onunla ev­

lenmeğe karar vermişti. Açık açık

söylemişti

bunu da. Peki ? Kızacak ne vardı? Tam tersi, sevinmeliydi hatta! Az sonra annesi

alı al,

moru mor gelip de

patronu kapıda bırakıp, o suratsız denizeiyi içe­ ri neden aldığını sorunca, korktu. den çok eski yılların, çocukluk

annesi

Kad.ın bir­

yıllarının aksi

oluvermişti.

,, _

Ha? Neden ? Cevap ver! »

«- Ne cevabı anneciğim? • «-

Koskoca, yaşlı başlı patro n

dururken,

eve neden aldın o suratsız gemiciyi? » «-

Anneciğim . . ne bileyim ben? Ald.ım iş­

te. Herhalde Nimet ablaıun hatırı için . . . ,. «- Nimet abianın hatırı içinmiş. Nimet baş­ kasıyla evleniyor. Nerdeyse yan yaşındaki genç soytarıyı ne yapsın ? Karışma. Kadın

sepetle­

rneğe çalışıyor. Sen ? » «-

Bir daha almam . . »

Bütün gün o'nu düşündü. Demek zavallıyla alay ediyordu şu Kaşar karı? Hakkı yoktu, alay etmemeliydi. Nuran'ın «İhsan abi» siydi o. Evet evet, « İhsan abi» si. Ama daha sonra kocası ola­ caktı. BuraJ.ardan kaçacaklar, uzaklardaki kıyı­ larda kırmızı h.'iremitli bir evleri olacak, kocası ona her akşam şarap, taze ekmek, salata, doma­ tes, canlı taze balıklarla gelecek, birlikte, kar­ şılıklı yemek yiyecek, şaraplarını Sonra dolu çocukları olacaktı.

240

içeceklerdi.

Kızlı oğlanlı . .


Çevrelerinde cıVll cıVll dolaşacaklar, ama ne Nuran, ne de o, • İhsan abi » , bu çocukları amca, dayı, hala, teyze kapılarına yollamıyacaklardı! Akşam annesi, Nimetle birlikte, güle söyliye apartmandan çıktı. Bir taksi. Taksi abone değil­ di ama gene de her akşam, tam zamanında ge­ lip alıyordu ki, abone demekti. • - Ne zaman evleniyorsunuz?• •- Bizimki İtalya'ya gidip geldikten sonra . . • «- Gemiciyi ne yapacaksın ?• "- Hiiç. Vereceğim pasaportunu. • •- Benim kızı bir güzel azarladım. Bir da­ ha eve falan almıyacak. Hele alsın . . . " «- Aklıma kötü şeyler gelmedi değil ama, ihtimal veremedim .. • c- Ne gibi?ıo • - N e bileyim ? Genç, taze. Onun şimdi ak­ lının tepesinden beş karış yukarıda olduğu za­ manı..• «- Daha neler. O surats·za mı?. "- Canım pek de suratsız değil şimdi.. Es­ mer falan ama, çirkin sayı lmaz ! ,. o: - Valla Nimet, Dünya'da bir o , bir de ben kalsak, erkek diye de hani taşiara saplan­ sam . . . «- Dönüp bakmaz mısın?• «- Valiahi bakmam ! • «- Fena değildi, değildi ama, bana göre çok genç. Hayatını anlatırken çocuk gibi ağladıydı. 241


Beni bilmez misin? Vızgelir göz yaşı falan .. le olduğu halde üzüldümdü. ınusun? Diyor

Ne

Öy­

diyor biliyor

ki, baba, anne sevgisi görmedim.

Aile hayatına hasretim. Ne olur, evlenelim, ço­ cukluğumdan beri hasretini

çektiğim

hayata

kavuşayım. Beni reddetme, diyor. lik zamanlar aklıma yatmadı değil.

Sonraları

düşündüm,

ulan sen kırkı aşnuş bir karısın. O ? Henüz otu­ zuna bile basmamış. Sonra? Elbette

kaldırıp

atacak bir gün. En iyisi hiç yanaşma.

Cezmi

tam bana göre bak. Adam paralı, yaşça benden büyük, ellisine yakın. Sonra, adam hazımlı. Sen bana karışmazsm, ben sana karışınam diyor! » Leyla bir kahkaba attı : «- Bak bu şart güzel. Güzel ama, bana gö­ re değil .. » «- Niçin ?» «-

Benim kocam beni ölesiye kıskanmalı! •

««-

Pavyonun kapı ışıkları

çoktan

yanmıştı.

Patron, taralı kırçıl saçlarıyla kapıda sanki on­ ları bekliyordu. Arabadan inip gittiler yanına. Bakışlarını Leyla'ya dikmişti. Sanki ,,_ Ne yap­ tın? Kızı göı:dün mü? Sıkıyı verdin mi?» demek istiyor, sonucun ne olduğunu merak ediyordu. Leyla : « - Verdim veriştirdim . . » dedi. «- Az kal­ sın tokatlıyacaktım kaltağı ! » Nimet onları yalnız bırakmıştı.

242


•- O adamı niçin eve almış? •

Leyla d a henüz bir şey bilmediği halde : •-

Hiiç .. » dedi,

•-

Nimet teyzesinin sev-

gilisi diye . . . » «- Ona neymiş ? » «-

Hiç dedim y a , akıl işte. Sakın

al ınma .

Hiç bir şey olmamış gibi davran. . ne yapayım şekerim, elimde fazla bir kuvvet yok ki. Ken­ dini sevdirmenin yolunu bulacaksın! » Birden sesini kesti. Yanlarından heyecanla geçmekte olan genç denizeiye gözü

takılmıştı.

Patron da görmüştü, üzerinde durmadı. Genç denizci de üzerlerinde durmamıştı patronla Ley­ la'nın. Oysa tanıyorrlu patronu da

Leylayı da.

Nimet ikisini de tanıştırmış, o :gittikten

sonra

patronun odasında, hemen hemen yarı yaşında­ ki gencin bu kaşar karıyla evlenmek istemesine, yalnız kaldıkları zaman döktüğü dillere atmı§­ lardı kahkahalarını. Genç denizci yeni traşlı yüzüyle boş masa­ lardan birine geldi, hemen oturmadı.

Şuraya

buraya dağılmış konsomatris kadınlar arasında Nimet'i arandı. Nimet ta karşıda,

tek başına

oturmakta olduğu iskemlesinde, parmakları ara­ sındaki sigarayı somururcasına

tellendiriyor,

Cezmi'sini düşünüyordu. Birden gördü genç de­ nizciyi. Kocaman postalları, acemice bağlı krava­ tı, uzun boyu, pek öyle yakışıklı

sayılınasa da,

çirkin de sayılmayacak gence acıdı. Bırakacaktı onu. Nasıl ağlamış, nasıl yalvarınıştı oysa onu

243


bırakmaması için! Ama bırakacaktı. Cezmi tam da ona göreydi. Yoksa biliyordu genç adamın çıldırdığını. Ne çıkardı? Bir zamanlar o da genç­ ti, güzeldi,

terü-tazeydi . . . o da başkaları için

çıldırmıştı. Bu da çıldırsındı bir az.

Çıldırıyor

diye nasıl evlenebilirdi onunla? Günler, hafta­ larca gider, Dünya'nın çeşitli

limanlarından,

çeşitli pullar taşıyan mektuplar

yollardı. Bu

mektuplar ne tuhaftı ! Öylesine ateşli, öylesine komplimanlarla doluydu ki. En hoşu,

Nimet

gibi hemen hemen ununu elemiş, eleğini asacak yaşa gelmiş olgun bir kadına

«Ebedi

aşk»tan

söz açmasıydı. Nimet onun yalnız, yapayalnız bir genç ol­ duğunu biliyordu. Bir gece ağlıyarak anlattığı­ na göre, hayatta canlı hiç kimsesi yokmuş. O da­ ha ilk okulun dördüncü sınıfındayken

annesi

ölmüş. Babası hizmetçiyle evlenmiş. Üvey ana­ sıyla araları iyi gitmemiş.

Babasına

fitleyip

okuldan aldırmış. Velhasıl hayatı boyunca ana, baba hasreti çekmiş. Çekmiş ama, babasını da sağlığında hiç mi hiç sevmemiş. Nimet'in bir kulağından girip ğından çıkmıştı bütün bunlar.

öbür kula­

Hatta Nimet'le

evlenip, hasr�tini çektiği aile yuvasına kavuş­ ma isteği bile vız gelip tırıs gitmişti. Nimet çaktırmadan baktı genç

denizciye.

Kıyıdaki boş masalardan birine usullacık geçip oturmuş, Nimet'e bakıyordu. Aldırmadı. Yıllar­ dır çeşitli erkeklerden edindiği sayısız tecrübe,

244


onda bir serçe kuşu kadar kuşkulu olmak alış­ kanlığını uyandırmıştı. Erkeklere karşı bundan böyle cömert davranmamalıydı. Erkekler, genç­ liğinin, güzelliğinin hırsızlani Bu da bir erkekti. Üstelik çok genç. Kadın­ ları, daha çok da Nimet gibi kırkını aşmış bir kadını zevkten çıldirtacak,

mutlu kılacak bir

genç adam. Evet ama, wnu ? Sonu belli: Bir par­ ça daha pasasım çıkarıp, günün birinde de Al­ lahaısmarladık! Bakışları birden karşılaştı.

Genç

denizci,

sanki evden koğulan kendisi değilmişçesine, saf saf gülüyordu.

Soğukça bir baş

selamıyla

se­

lamladı. Sonra kalktı yanına gitti : «- Hoş geldin ! » Hiç de kırılmamış gözüken Cevdet : .,_

Hoş bulduk .. » diy e ayağa fırladı. «- Bu­

yurun ! " Olgun kadının hafifçe esmer,

ufacık elini

kocaman avuçları arasına aldı, endişeyle sordu : «- Niçin durgunsun ? Yoksa eve geldim diye bana hala kızıyar musun?"

«- Yoo» dedi Nimet. İkram edilen iskemieye oturdu : c,_

Peki niçin durgunsun? ,

Attı: «-

Yorgunluktan olacak.. "

Gerçekten de, Cezmi'yle geçirdiği saatların yorgunluğundandı ama, açıklıyacak değildi ya.

245


Alnına düşmüş bir tutarn saçı geriye

atar gibi

bir davranış yaptı. Genç denizci : •-

Vapur yarım saat sonra hareket

ede-

cek ! ,. Nimet üzüleceğine sevindi: •-

Yaa? Allah selamet versin .. "

«-

Bir, pek pek bir buçuk ay sonra bura­

dayım. İzin alıp kalacağım. Evlenme muamele­ roizi hemen yaptırmağa başlarız! " Soğukça : «-

İşallah. »

«- Göreceksin nasıl mesut olacağız. Bu bir ay'ı ipl e çekeceksin değil mb Zorla : «- Hem de nası l ! » Genç adam coşkun bir Eevinçle

kocaman

avuçlarını birbirine sürerek : «-

Bilemedin iki ay sonra

benim de güzel

bir karım, yorgun bedenimi dinlendireceğim bir yatağım olacak. Bana can veriyorsun, neşe ve­ riyorsun Nimet ! » Kadının gözlerinin t a içine bakıyordu ama, ondaki kayıtsızlığın farkında bile değildi. «-. . . .

çocuklarımız olacak. Seferlerden size

kocaman pak"etlerle döneceğim. Cici elbiseler, oyuncaklar getireceğim. Beni dört gözle bekli­ yeceksin ·değil mi ?» Nimet öylesine uzaktı ki bütün bunlardan! •- . . . .

fazla çalışma, para göndereceğim sa-

246


na. Zaten fazla çalışmak zorunda da

değilsin.

İki ay, iki aycık .. Ondan sonra artık ne pavyon,

ne de pavyon sahipleriyle hovarda müşterilerin ağız kokuları. Haa.. bana fotoğrafını verecektin hani? Getirdin mi?» Nimet rol yaptı: Ayy . . . vallahi unuttum! » .. Genç adam bozuldu : « - Yazık. Koca bir ay, sensiz geçirece­ ğim günler. . . Hiç olmazsa fotoğrafma bakarak avunurdum! • «- N e yapayım canım, unuttum işte ! :. «- Bak, ben unutmadım .. » Ceketinin iç cebinden çıkardığı kendi fo­ toğrafını masaya koydu, başladı kartın arkasını özene bezene yazmağa. Öyle içten şeyler yazdı ki. Nimet'in bile içi sızladı. Ne olurdu, ne olur­ du şu içli genç adama on beş, yirmi yıl önce rastlasaydı! Genç adam yazdıktan sonra imzaladığı fo­ toğrafı uzattı: «- Buyur. Buna baktıkça beni hatırla! " Nimet, elinde resim, kalktı. Genç denizci de kalkmıştı. El ele pavyon kapısına yürüdüler. Garsonlardan başka hiç kimsenin dikkatini çek­ roedi bu. Garsonlar, pavyonun emektar garson­ larıysa delikanlının toyluğuna bıyık altından gülüyorlardı. Garwnların en yaşlısı Sansar Rıza, yanın­ daki arkadaşına : ,..._

247


«-

Z ehirden şifa! • dedi.

Arkadaşı tamamladı : «-

Orospudan vefa .. •

Bu konuşmadan habersiz Cevdet'se, sevgilisini göğsü üzerinde sıktıktan sonra : •-

Beni unutma! . dedi.

«-

Gül e gül e . . •

Elinde genç adaırun fotoğrafı, kapıya ka­ dar yolcu edip döndü. Birden göz göze geldiler. Durakladı.

Sansar Rıza ile Sansar

Rıza'ya

anlamlı anlamlı bakarak, elindeki fotoğrafı yırt­ tı, yırttı, yırttı.

Tam yanına gelince, Rıza : «-

Zehirden şifa ! » dedi.

Nimet avucundaki yırtık fotoğraf parçala­ nnı uzattt: c•-

Orospudan

vefa ! .

diye

tamamladı.

Haklısın. Bizlerin şifası ancak zehir olabi­

lir . » . .

Yürüdü. Leyla ile öteki

konsomatrislerin

oturmakta oldukları yere gitti. Cevdet'i çoktaan unutmuştu. Arkadaşları sordular : •-

Denizeiyi hem sevmiyorsun, hem de ağ­

lana bir türlü pasaportunu veremiyorsun. Ya-:­ zık değil mi -çocuğa kız ? • Nimet bir iskemle çekip oturdu, bir sigara yaktı: c-

Acıyorum ona .. •

Konsomatris Yıldız :

248


c-

Ay ay .. neler işitiyorum? •

Nimet güldü : "- Acıyorum tabi şekerim. Çok genç. Ağzı süt kokuyor. Dünya'da aşık olacak kendine gö­ re bir genç kız kalmamış gibi, kalkmış nerdey­ se anası yaşındaki kad · na tutulmuş. Ö yle de ha­ yali geniş ki .. Mektepli aşkı.

Evlenecekmişiz,

çocuklarımız olacakm.ış, seferden kocaman ko­ caman paketlerle dönecekmiş, kapıda karşılıya­ cakmışız onu . .

.

»

Beyazlar içindeki Sevgi : c-

Zavallı ! » dedi.

Nimet yaşaran gözlerini elinin tersiyle sil-

di : «- Çok zavallı. Anlattığına küçücükten anneı:: i ölmüş. Babası posta memuruymuş.

göre, o daha emekli bir

(1) Evdeki hizmetçiye asıl­

mış. Karısı bu yüzden ölünce de hizmetçiyi ni­ kahlayıvermiş. Hizmetçi de genç, cahil.. düşün . . . başlamış çocuğa zulmetmeğe. Okuyormuş. Karı, herif e dayatmış, çıkarttırmış okuldan. Başlamış işportacılık yapmağa. Sonra birtakım

macera­

lar .. Sizin anlıyacağınız, çocuk yaln:zlıktan bık­ mış. Evi , yeri, karısı, çocukları olsun,

düzenli

bir hayat yaşasın. istediği bu . . . » Nuran'ın annesi: «-

Bak, seninki geldi ! » diye haber verdi.

Kaşar Nimet, Cevdet'i falan gene

(*) SUÇLU

isimli romanımız.

249

unutup

O. K.


döndü, conunki » ni gördü : İlk bakışta Türk'ten çok İtalyan'a benzeyen, artist kılıklı, ellilik bir adamdı. Genç işi yumuşak fötr şapkası, şapkası­ nın kurdelesine sokulu renkli tüyü. Nimet koşarak yanına gitti. Cezmi : c- Haydi, çıkıyoruz! ,. Şaştı : •-

Çıkıyor muyuz? Yeni geldim daha şe-

kerim! » .,_ Zarar yok, yürü .. • Çıktılar. Deyoğlu ara sokakları trü-tenhaydı. Galatasaray'a kadar ağır ağır yürüdüler. Adam yolda : c-

Şu denizeiyi sepetliyemedin mi hala ? •

Nimet adamın koluna girmiş, sımsıkı sarılmıştı :

«- O iş tamam ! .. «-

Sahi mi? Tamam mı? »

•-

Tamam. Senin yeni pansiyona taşınabi-

liriz! , c-

O halde evlenme muamelemize . . .

•-

Başlıyabiliriz?,

Başlıyalım Nimet. Yarın Napali'ye hareket ediyoriim, dönüşte . . . • •-

c-

Ne zaman döneceksin?"

c-

Bu sefer bir az uzayacak galiba .. ,

«- Yani ? " •-

Bir a y falan . . ,.

250


.. _

Sonra? •

• - Sonra, uzun bir zaman için buradayım.• •«c-

Ne yapacaksın Napoli'de?• Anlatmıştım ya . . Hurda demir işi . . . İyi ya. •

O geceyi, bundan önceki bir çok

gecelerde

olduğunca birlikte geçirdiler. Cezrni sabahleyin kalıvaltı edip Kaşar Nimet'in evinden çıkarken, Nuran'la karşılaştı. Nuran hiç şaşmadı. Adaının kurt bakışlarındaki anlama da boşverdi. Nimet'­ in evine girip çıkanlar bundan ibaret değildi ki! Nuran bütün gece uğraştığı « İ hsan abhyle dopdolu, bu adamın Nimet teyze'nin yanından çıkmasına sevindi gene. «İhsan abi» nasıl olsa bir gün anlıyacaktı işi. O zaman da hala bu kart karıya bağlı kalınıyacaktı ya! Nimet teyzesinin odasına girdi. Ayna karşısında boyaruyordu. «- Günaydın teyzeciğim! » ••-

Günaydın Nuran. » O , İ talyan'a benzeyen adam geceyi bu­

rada mı geçirdi ?,. Nimet kahkahalarla güldü : «- Salıiden de Nuran. İtalyan'a

benziyor

değil mi?» •-

Bilmem, öyl e geliyor bana . . •

«- Avrupa'da çok kalmış. E n çok da İtal­ ya'da. Ondandır belki . » •- İ yi ama, yaşlı adam. Denizciyse . . . , «-

Genç. Neden bununla ona ihanet ediyo-

251


rum değil mi ? • «-

Valla kaç vakıttır sormak istiyorum so­

ramıyorum

. . .

Nimet kısa kesti: c-

Benim yaşıma gelirsen anlarsın bunun

nedenini yavrum

..

252


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.