Orhan kemal sokaklardan bir kız ülkü yayınevi 2

Page 1

14. Genç denizci Cevdet, kocaman vapurun ma­ kine dairesinde, sırtüstü

uzandığı

yatağ·nda,

yarım saatçık da olsa birlikte kald·ğı genç kızı, onunla konuşmalarını düşünüyordu : uça uça, koşarak gelmişti. Gözleri •-

Etekleri

parlıyordu.

Nimet teyzeyi mi aradınız ?• Ö yle candan, öylesine pırıl pırıldı ki! c-

Evet, nerde ?•

c- Evde yok mU?» c- Yok.• «- Kapıyı çaldınız mı? .. c-

Hem de çeyrek saattanberi ! :o

c-

Berbere gitmiştir belki de, öyle diyor­

c-

o halde ben . . . ..

du. • « - Gitmeyin gitmeyin. . nerdeyse gelir. Bu­

yurun! .. En çok da bunu, nerdeyse •-

gelir.

c-

Gitmeyin

Buyurun ! .. u

gitmeyin ..

unutamıyordu.

Gitmeyin gitmeyin . . . .. Ne tatlı, ne cıvıl cı­

vıl sesti bu. Ya dişleri? İki sıra inci, kar gibi. Daha sonra eve buyur etmişti. Ö nden koşuşu,

253


yol gösterişi. . . «� Buyurun buyurun, şöyle bu­ yurun. Masa üzerinde gazeteler var, oyalanın birazcık. . . Kahveyi nasıl içersiniz?

Teşekküre

falan lüzum yok. Orta şekerli mi? Yoo .. hiç de zahmet değil. Vallahi darılırım. . . " Cevdet, c- C anım» dedi sesli sesli. «- Val­ Iahi darılırım ha? Darılırsın demek ?

Darılma

anam, seni darıltabilir miyim hiç? Fakat ner­ deee? Çocuk sayılır daha. Tıpkı bir zamanlarm Cevriye'si. O da böyle, Cevdet abi, valiahi darı­ Imm derdi ! , Sonra gene Nuran: «-Canınız sıkılıyor mu?• diye sormuştu mutfaktan cin gibi gelip. «-Yoo, hayır. » Gene sormuştu telaşla hem de : -«-Kah­ veyi nasıl içerdiniz? Orta değil mi?» içini çekti. Daha önce de birkaç sefer gör­ müştü ama, so n görüşü bambaşkaydı. Dehşetli heyecanlı, cıvıl cıvıl bir hali vardı. Gözlerinin içine içine bakıyordu. Kahve için,

«-

Zahmet etmeseydiniz .. , de­

mişti de, ağlıyacak kadar kızarmış,

bozarmış,

telaşlanmıştı : «- Yooo.. darılırım, valiahi darılırım. Ba­

kın arda romaniarım var benim. La Dam O Ka­ melya'yı okudunuz mu ?:o «- Hayır. » «� Yazık, çok yazık. Ben ağlıya ağlıya hal oldum. İ sterseniz vereyim, okuyun. Ha? Bir da­ ha geldiğinizde getirirsiniz ! ,. Unutmuştu. Kahve pişirmeyi unuttuğu gi-

254


bi, Ama bütün bu unutkanlıkları da hoştu. Tıp­ kı Cevriye. Cevriye d e bunun kadar mıydı şimdi acaba? N erdeyili? Gözlerini yumdu. İ stanbul'da, Haliç kıyıla­ rı. . . PTT ' li Bomba İhsan'ın oğlu. Gerçekten de, anacığının sağlığında tam bir bombaydı babası. Sevmemiş, sevememişti.

(Nuran tersine, baba­

sını çok severmiş) . Karların savrulduğu, ishak kuşlarının iç çekereesine ötüştükleri

geeelecin

içinden rakı kokulu naralarla gelir, mahalleye çok ayıp küfürler salardı. Cevdet, annesinin iç­ leri boşalmış, pörsük memeli göğsüne yaslanır, ishak kuşlarının iç çekişlerini dinliyerek peri­ leri, peri padişahlarını, mezarlarından kefenle­ riyle hortlamış balmumu yüzlü ölüleri düşüne­ rek uyumağa çalışırdı. Babasının fırtınalara ka­ rışan korkunç naralarını duyunca sırtı ürperir­ di. Annesi, beyaz ıgeceliği içinde kaybolmuş an­ nesi, sırtına mavisi soluk yün ceketini almayı olsun akledemeden, çıplak ayakları o soğuk, o tükürsen donan havada

terliksiz, merdiveni

kurşun gibi iner, tokmak daha kapıya değmeden kapıyı açardı ama neye yarar ? Babası yine de bağırıp çağıracak, mavi damarları fırlak elinde sarı sarı yanan küçük gaz lambasının titrek ışı­ ğında . . . Cevdet gene deriin bir iç geçirdi.

Hatırla­

mak istemiyordu bu eski, bu acı şeyleri. Ama elinde değildi ki . Babasının kalın, öfkeli sesi :

255


•-

Neden erken açıldı bu kapı?•

Şimdi artık yüzünü bile hayal meyal hatırladığı annesi: •-

Sesinizi işittim de .. •

•-

Yani nararnı değil mi?•

•-

Yoo, hayır. Sesinizi ! »

Doğru söyle kaltak! Ben kaçın kurrası­ yım? Bana Bomba İhsan derler, PTT . li Bomba İ hsan. Kül yutar mıyım? Söyle nararnı işittin •-

değil mi? Senin gibi kancık, senin gibi kahpe, kaltak komşulannm çekh,:tirmelerinden öğren­ diğin, utandığın naralar: m değil mi?» •-

Değil İhsan bey, vallahi,

b i llahi değil.

Hiç kim!Oe çekiştirmiyar sizi ! » c- PTT. li Bomba İhsan kül yutmaz, deli İhsan k ül yutmaz avanak l Ben adam · n gelmişi­ ni geçmişini , geleceğ:ni, doksan

dokuz göbek

sonra gelecek zürriyetini. . . . " Tokat, tokatlar. Annesinin çığlığı .. Cevdet çoğu zaman yorganın altına sakla­ nıp uzun uzun titredikten sonra bir ara usulla­ cık çıkar, merdiven e giderdi. Babasının

Alka­

pon suratıyla korkunç küfürleri aşağıc!a, taşlık­ tadır. Annesini saçlarından

kavramış, has has

bağ: rtmaktaaır : •-

Söylee! Zanparanla

birlikteydin değil

mi? Söyle kaltak ! Onu nereye sakladın? » cZanpara .. neydi ? Bir kadının zanparası ne iş e yarardı ? Babası zanparayı niçin merak edi­ yordu? Bulursa ne yapacaktı?

256


•- İhsan bey günahıma .giriyorsunuz. Ben o biçim kadınlardan değilim. Allah aşkına İh­ san bey . . . . .. Yeniden tokat, tekme . . Annesinin çığlıkları, babasının ateş kızılı küfürleriyle mahalle uya­ ııır, komşular karşıdan karşıya başlarlardı : «- Deli gene niçin yırtınıyor? • « - Yırtınmadığı gece var mı?• «- Tabi ziftlendi gene :• « - Allahın emri o. Eşşekler gibi hem de . . . cC-

. .................» • • • • • • • • • • • • • • •

»

B ütün bunlardan habersiz İhsan bey bildi­ ğini okurdu : «- Söyleee .. nereye sakladın zanparayı?• Küçük gaz lambası ya bir kıyıda

sabırla,

sarı, sapsarı bir sabırla ağ r ağır tükenir, ya d a babasının annesine attığı b i r tokatla annesinin elinden taşlığa fırlayıp kırılıp, saçılan gazyağı alev alırdı. O zaman alt katın taşlığı donanma gecesine dönerdi. Sarı, turuncu, kızıl duvarlarda titreşir, gittikçe büyüyen

alevler renkler,

gölgeler kalabalığ • , soğuk alt kat gecesinin ko­ yu karanlığında oynaşırdı. «-

Söyleee .. nereye sakladın zanparayı? ..

Annesi artık tek laf ederniyecek halde, yer­ dedir. Nemli soğuk karanlığında alev alev ya­ no.n sarı, turuncu, kızılların beyaz beyaz aydın­ lattığı bir • Hıçkıran kadın»dır. Tokat, yumruk, tekme . . .

istene çeksin bıçağını,

257

tabancasını.


Korkusu yoktur. Ötesine geçmiştir korkunun. Vursun, öldürsün. Ölüm daha iyidir böyle yaşa­ maktan. Öyle söylerdi zaten. Kocası, sabahleyin mahmurluk bozmak için Sirkeci'ye, sirkesi sar­ mısağı bol işkembe çorbası içmeğe gidince, yü­ zünde akşamın fırtınasından kalma kurumuş kan lekeleriyle kadın, küçücük Cevdet'ini· göğ­ süne basar, komşulara ağiardı = «- Ölmek, böyle yaşamaktan iyi . Valiahi de, billahi de ölmek istiyorum. istiyorum ama, bu, bunu, yavrumu kime bırakacağım? İhsan beye mi?» Ko�ular, iyi komşular ağlaşırlardı: «- Ağzını hayra aç. Daha gençsin. Nasıl di­ lin varıyor da söyliyebiliyorsun?ıo «- Yavrunu, Cevdet'ini düşün şekerim. Sen asıl onun için yaşamalısın ! » « - Adamın ipi sapı belli değil. Sen ölünce valiahi haftasına kalmaz üvey anneyi eve geti­ riverir! » « - Sonra ne olur Cevdetçiğinin hali? >> Annesi hıçkırıklar içinde doğru!urdu : <<- İyi, güzel, doğru söylüyorsunuz ama, daha ne zamana kadar dayanabileceğim? Ciğer­ lerim ağrıyor, parça parça kan geliyor tükür­ dükçe. Yavrumun hatırı olmasa, ah yavrumun hatırı olmasa, bilirim ben yapacağımı. . . , Yapacağının ne olduğunu biliyordu Cevdet. Bir gün, dışarda kuşbaşı karların savrulduğu bir gün, annesiyle sedire oturmuşlardı. Annesi 258


çoraplarını yamıyordu babasının. Cevdet'in elin­ de de sopayla çakı. Sopa yontuyordu. Tenekesi paslı odun sobasıysa, borudan ters vuran

rüz­

garla zaman zaman geri tepiyor, odayı acı du­ mana boğuyordu. Cevdet sapasını yontuyordu habire. . Bıçak istediğince kesrnediğinden, canı sıkılıyor, büyü­ yünce bu bıçaklann keskinini satın almayı ku­ ruyordu. Düşünceleri dile gelmişti sanki. N eler söylediğini seçerneden, habire söyleniyordu : «-

kesmiyarsun

değil mi ? tnat çakı,

kesme bakalım. Küçüküro diye kesmediğini bil­ miyor muyum? Babamın elinde olsan korkar ke­ serdin. Bir gün ben de büyüyeceğirn, benim

de

babam gibi kıravatım olacak, babarndan da bü­ yük olacağım ama, babarn gibi rakı

içmiyece­

ğim, sarhoş olrnıyacağırn, sokaklarda nara atını­ yacağırn. Babarn içiyor, sokaklarda naralar atı­ yor. Ben babarnı sevrniyorurn. Benim cici babacığırn değil. Benim babam

babam

pis, kaba

benim babam. Hayvan. O, annemi hep dövüyor. Anneciğiıne yazık. Anneciğim hasta. Ölüverir­ se ya? Bana kim anne olur ? Ben annemden baş­ ka anne istemem! İsternem tabi,

elbette iste­

mem. Annemi dövme baba. Rakı içme. Korku­ yorum. O kuşun sesinden de korkuyorum. İshak kuşu mu ne .. Mezarlıkta öterrn.iş. Ölüler . . . Ölü­ ler camiara tırrnanarnaz. Ölüler kefenle mi çıkar mezardan ? Peri padişahının kızı sarayda yaşar. Ölüler sarayiara giremez mi? Ölüler rüyalara

259


girer ama .. Cadılar

da pencere camlarını tırma­

larlar. Pencere camları karanl . k. Ardlarında ca­ dılar. Cadılar uzun uzun, kocaman dişleri var. Saçları taraz taraz. Cadılardan da korkuyorum. Bak işte yine ishak kuşu .. O kuş. Yoksa bir yer­ lerde bir cadı iç mi çekiyor? Cadının kocası ol­ maz mı? Olursa rakı iç er ;mi? Babam gibi nara atar mı ? Ya cadının komşuları?

Cadıyı kocası

dövünce ağlar mı? Sus anneciğim. Ben seni çok seviyorum. Babamı hiç sevmiyorum. Büyüyün­ ce seni onun elinden kurtaracağım. Senin göz­ lerin kara. Başörtünün ucu işlemeli. Mor, mor. Mor çiçekler. Sünbül. Ben sünbülü Eyüp mezar­ lığında gördüm. Eyüp'teki mezarların taşların­ dan da korkuyorum. Anneciğim, anneciğim öl­ me. Seni Eyüp mezarlığına görrterler sonra. Ben ne yaparım ? Kimin göğsüne yaslanıp uyurum? Saçlarımı kim okşar? Babam yine içer. Ben ev­ de yapayalnız kalamam ki! Yemeğimizi kim pi­ şirir? Çamaşırlarım ' zı kim yıkar? kim serer? Benim boyuro kısacık,

Tahtaboşa yetişemem.

Yağmur da yağarsa . . . yağınurda Perili Konağın altında «Arap kızıı.nı söyledikti : Yağmur yağıyor Seller akıyor Arap kızı camdan bakıyor!

Annesinin hıçkırığı. Yine ağlıyordu. Mavi damarlı elini uzatıp çekmişti oğlunu kolundan.

260


Bağrına basmış, saçlarını öpmüş, yüzüne sıcak göz yaşlarını damlatmıştı : «-

Yavrum benim, akıllı oğlum! ,.

«- Niye ağlıyorsun anneciğim? .. «- Seni bir gün yetim

bırakıverirsem

di-

ye . . » «- Yetim ne demek ?» «- Annesiz demek. " « - Öyleyse bırakma ! ,. « - Elimde olsa bırakır mıyım yavrum : «- Niye elinde değil ?»

«- Eaban beni hep dövüyor da ondan . . » «- Pis babam. Ben babamı hiç sevmiyorum. Sen ölme anne, babam ölsün ! ıo «-

O d a ölmesin yavrum, ona d a yazık . . »

«-

Seni hep dövüyor ya ?•

«-

Ne yapalım? Allah alnıma

bu

kaderi

yazmış . . » «- Niye yazmış?» «- Onu biz bilemeyiz . . ,. «-

Allah nerde yazar anne? ..

«- Onu da bilemeyiz.»

«- Yazmasa olmaz mı?" «- Olur mu ?» «- Niçin olmasın? Babamın alnına yazma­ sa, babam içip içip seni dövmezdi. Allahın yerini bilsem gider babamın alnındaki yazıyı

silmesi

için yalvarırdım. Anne, insan ölünce

mezara

koyuyorlar, sonra ne oluyor? • «- Toprakta çürüyor.»

261


«- Sonra? .. «-

Mezarlık kurtları yiyor . »

«ı--

Nasıl yiyor? ..

«- Sen yemeğini nasıl yiyorsun?» «-

İhsan ölünce yemek mi oluyor? »

««-

. .

.

. . . . .

.

. . . . .

. ? .,.

(•)

Uykuya geçmişti Cevdet vapurdaki makine dairesinde. Uykusunda düş, düşünde ğunun sürüp giden annesizliği.

çocuklu­

Birden Cevriye

girdi düşüne. Cevriye evet.. Şu, Perili Konağın ardindan inilen bayırın alt başındaki barakada, Çingene kızı. Gene o yıllardaki gibi, gene o yıl­ lardaki kadar. Perili konağın önünde

olurlar­

mış. Kızlı oğlanlı çocuklar .. Cevriye bir kıyıda. Cevriye değil de birden Nuran

oluverdi. . . ne

tuhaf, Cevriye nerde, Nuran nerde?

Uyandı ğı

zaman anlamıştı Nuran'ı kime benzettiğini. Evet evet, ta çocukluk yıllarının Cevriyesine benzi­ yordu. Benzemiyordu belki tıpatıp ama, birden onun yerine girivermişti elinde olmıyarak. Yattığı yerde doğrulup oturdu. Makineler pırıl pırıl, makineler

elektrikli,

yağ gibi! Ama görmüyordu baktığı halde. Ak­ lında on, on beş yıl önceleri. . . Kosti'yi hatırladı birden.

İşportacı. Birlikte işportacılık yapmış­

lardı. O sıralar Kosti, Cevriye, Cevdet. . . saca­ yağı gibiydiler. Ne güzel, geçinip

(•) Sokakların çocuğu isimli 262

gidiyorlardı.

romanıım z .

O.K.


Derken o Adem . . . Adem, üvey

annesinin dal­

gası. . . Cevdet'in yüzü kızardı.

Belki de bu

yüzden,

babasına karşı duya geldiği nefret içinden hala sökülüp atılamamıştı. Yüzünün kızartısı morar­ tı halini aldı. Babası anneciğini o biçim döğmese, ona zul­ metmeseydi annesi ölmez, babası

hizmetçiyle

evlenmez, evlenmeyince hizmetçi hanım olmaz, olmayınca ko�u şoför Adem eve girip çıkmaz, eve girip çıkmayınca babasının paralarını çal­ maz, babasının paraları

çalınınayınca

hapise

atılmaz, hapise atılmayınca da Cevdet, babası­ nın hapisten kurtulması için suçu üstüne almaz, almayınca hapse girmez, girmeyince de hapis­ teki Hasan'ı tanımazdı. Hasan'ı hatıriayınca içini çekti. Dediği gibi oğlan, çalışmış, birtakım imti­ hanlardan sonra avukat olmuştu herhalde şim­ diye. O zamanlar ne diye onu dinlernemiştİ san­ ki? Hasan üvey annesinin iftirasıyla hapse gir­ mişti. üvey kardeşi arsada koşup oynarken bos­ tan kuyusuna düşüp boğulmuş. Üvey anne, ço­ cuğunu Hasan'ın kJskançlıktan boğduğunu ileri sürmüş. Hasan'ı hapse atmışlar. Ama Hasan, bir gün hakkını alacağını, hapisten

kurtulacağını

biliyordu. Orta Okul bitirme sınaviarına hazır­ lanıyordu. O sıra Cevdet de babasını kurtarmak ıçın suçu üzerine alı p hapse ginnişti işte. Ha­ san'la iyi arkadaş olmuşlardı.

263

Böcek diye bir


oğlan vardı, efe özentisi, Cevdet'e sataşmış. Kav­ ga. Beş altı çocuk Cevdet'i az kalsın öldürecek­ lerdi ki, Hasan yetişmiş, kurtarmıştı. Deriin bir iç geçirdi. Çok uzaklarda kalmış­ tı şimdi bütün bunlar. Kosti, Cevriye . . . en çok da Cevriye. Şimdi unuttuğunu sanıyordu etek­ leri havalı o fınd k kurdu gibi

Çingene kızını

ama, demek unutmam�ştı? Ya ikinci sefer içe­ riye düşüşü! Hapise ikinci sefer düşüşü, işlemez bir ta­ bancayla bir Beyoğlu sinemasını soymaya kal­ kışındandı. Sinemayı sayacak, çok parası olacak, sonra da Cevriye'yi alıp, Amerika'ya kaçacaktı. Kovboy olacaktı orada. Kovboy çok güçlü bir insandı o yıllardaki düşüncesine göre. tstediğini yapabilirdi. Atar, tutar, vurur, kırar. Hiç kimse karşı koyamazdı! Güldü. İ çinde, yılların külleyemediği çocuk­ luğundan resimler kaynaşıyordu. Bu resimlerin en canlısı Cevriye. Sahi, şu kız,

onu eve alıp

bıcır bıc'r bıcırdayan kız. . . Cevriye'ye gerçek­ ten benziyor muydu? Yoksa öyle mi sanıyordu ? Ne olursa olsun, Cevriye'nin bir zamanlardaki yakınlığını göstermişti ya! Yalnız bu, Cevriye gibi girgin, yırtıcı değil, daha çok içine kapalı durgundu galfba. Bu durgun zavallılık, şu, Ana­ dolu'daki bir başka ceza evine yollanırken, ge­ ce, dağ başında r astladıkları,

Cevriye'ye çok

benzeyen Çingene kızını kurtarmak için candar­ maların elinden kaçıp, gizlendiği evin genç dul

264


kadınma mı benzetiyordu onu? O genç kadını da sevmişti. Hem de galiba Cevriye kadar! Evet, candarmaların arasında, kelepçeli el­ leriyle dağ yolunda ilerliyorlardı. Ormanlık bir köyün sınırına gelmişlerdi.

Çingenelerin

üç,

beş kıl çadırı .. Ateş yakılmış, yükselen alevle­ rin karşıs:ııda çalınıp eğleniliyordu. Sofrada kı­ zarmış tavuklar, rakı şişeleri.. Cevdet

candar­

malara rakı içmelerini , eğlenmelerini teklif et­ m:şti. Hık mık derken oturmuşlardı. i çki, yiye­ cek . . . Birden bir Çingen e kızının kara gözleri. içkinin de verdiği tuhaf bir çağrışı : Bu kız sa­ kın Cevriye olmaf:: ı n? Bir zamanların Cevriye'­ sini bu Çingene k zına benzetmiş, şüphesi güç­ lendikçe güçlenmişti. Rakı kadehleri

birbirini

kovaladıkça, dikkatle baktığı kızın da gülmesi falan.. bu kızın çocukluk yıllarındaki

Cevriye

olabileceği kanısını güçlendirmişti içinde. Gece yarısı. Herkes uykuda. Candarmalar da

s·zmıştı.

Usullacık kalkmış, kızın çadırına gitmişti. Kız da bekliyormuş, bileğinden yakalayıp . . . dağlar, kayalar .. Derken b i r silah sesi. Sonra silah ses­ leri, yaylım ateş. Hele kızın Cevriye olmadığı­ nı öğrenince yık:lışı. Kız,

«-

Kaçır beni asla­

mm ! ,, diye yalvarmıştı . Ama :oilah tikçe çoğalıyordu. Kaçmalıydı.

sesleri git­

Kızı

kurtarıp

sonra da azad ederdi ya, ardında candarmalarla ayaklanmış köy! Bırakıp kaçmıştı. Hiç tanımadığı

265

bir köy.


Köyün köpekleri, omuzundaki yara, kan. Ras­ gele bir eve dalmıştı. Bir kadın gemici feneri­ nin san ışığında çamaşır yıkıyordu. Yuvarlan­ mıştı oracığa. Kadın elinde keser, yanına telaş­ la gelmişti. Bağırıp çağırmaktan söz etmiş, he­ men kalkıp defolmasını istemişti. Sonra yaralı olduğunu anlayınca. . . yumuşaınış, içeri almış­ tı. Kadının bir oğlu vardı, baba tutkusu içinde. Zeki, cin mi cin. Cevdet'ı yıllardır hasretini çek­ tiği babası sanmıştı. Cevdet bozmak istememiş­ ti çocuğun hayallerini. Babasıymış da «Mapisi delip» gelmişti. . . Gene içini çekti. Ah onun d a böyle bir oğlu olacak n:pydı? Nimet'i hatırladı. Dönüşte Nimet'le evle­ nirse herhalde bir çocuğu olurdu. Oğlan, kız. Ayırt etmiyecekti. Oğlunun kendi, kızının da şu bir zamanların Cevriye'si gibi olmasını isterdi. Ama Nimet'te, yıllarca önce, dayamadan ayrıl­ dığı anacığının şefkatini umuyordu. Yaşça bü­ yük olması daha iyiydi. Seferden döndükçe le­ ğene oturtup başını sabunlıyan, yemeğini önüne sürüp gözlerinin içine bakan bir anne-karı! Uzandığı yerden kalktı. Pırıl pırıl dev ma­ kinelerin arasında dolaştı, baktı sağa sola. Her şey yağlı bir rahatlık ve uyumluluk içindeydi. , Şu Nimet . . . ama nedense aklına Nuran da takılmıştı. Takılınıştı ya, hakkı var mıydı ? Bun­ ca sabıkasına karşılık, öyle gencecik, pırıl pırıl bir kızı umabilir miydi? Nimet'ti Nimet. Onun 266


dengi ancak Nimet olabilirdi.

Kendisi sabı.ka­

lıydı, Nimetse yıllardır konsomatris.

tkisi de

bir bakıma kirliydiler. Sebep ne olursa

olsun,

kirliydiler evet. Birbirlerine denktiler. O kız, o pırıl pırıl kız ona göre değildi. Evine aldı, can­ dan ilgi gösterdi diye hemen aklına

takması

ayıptı. Ya değilse? Sandığı gibi değilse ya? Kı­ za açılır da, böyle böyle der de, kız da «- Aa . . . n e münasebet? Ben sizinle sırf Nimet teyzenin sevgilisisiniz diye

ilgilenmiştim! »

karşılığını

verirse? Bu ileri-geri, zaman zaman aykırı düşünce­ ler kocaman bir ay, içinde çekişti durdu. Çeşitli limanlarda karaya çıktı, her çıkışında yedi, içti, mektuplar attı Nimet'e. Ama o kızı, o heyecanlı, kıpkırmızı kesilen, kahve için, eve girmesi için ısrar eden kızı unutamadı. Ay dolup da vapur İstanbul !imanına dön­ düğü zaman, Cevdet deli gibi bir sevinçle, he­ diye�ik paketlerini kapmış, limana

çıkmıştı.

Uçuyordu. Şimdi gidecek, Nimet'i bulacak, yor­ gun bedenini, sevdiği kadının rahat

yatağına

atacaktı. . . peki ama, ya o günkü gibi Nimet ge­ ne evde yoksa da, o kız kapıyı açarsa? Tıpkı o günkü gibi :

c-

Nimet teyzeyi mi

aradınız? . . .

Kapıyı çaldınız mı?. . . . Berbere gitmiştir belki de, öyle diyordu. » larla karşılarsa? Kulakları uğuidamağa başladı. Yepyeni bir sevinç kasırgası esmeğe başlamıştı içinde. San­ ki Nimet'e gitmiş, kapısını çaldığı zaman ger-

267


çekten de kadın evde yokmuş �ibi

geliyordu.

Kız çıkacak, o günkü gibi heyecanlanacaktı: «-

Gitmeyin gitmeyin .. nerdeyse gelir. Bu­

yurun! » Nas:l istiyordu her şeyin b u türlü olmasını, oluvermesini! •-

Buyurun, rica ederim buyurun. Çekine­

cek bir şey yok ki! Nimet teyze annemin arka­ daşı. Hem ben Nimet teyzeyi öyle

seviyorum

ki ! » Daha sonra eve almış, bıcırtısı d inmemişti : «-

Buyurun, şöyle buyurun. Masa üzerin­

de gazeteler var, oyalanın birazcık . . . kahveyi nasıl içersiniz? Yoo .. teşekküre falan

lüzum

yok. Orta şekerli mi ? Hiç de zahmet değil. Val­ Iahi darılırım. Bir dakka . . . » Elinde sebze, meyve dolu file, salondan fır­ layıp çılçm·ştı. Cevdet salon penceresinden so­ kağa dalmıştı ki, bir ara gene gelmişti : « -

Canınız sıkılınıyor ya?

N e karşılık vermişti? "�

Kahveyi orta içerdiniz değil mi?:o

Galiba : «- Zahmet etmeseydiniz . . . " demişti. «-

Yoo . . . darılırım, valiahi darıLrım. Ba­

kın arda romaniarım var. .,

La Dam O Kamel-

ya'yı okudunuz mu?» «- Hayır . . » «- Yazık, çok yazık. Ben ağlıya ağlıya ha.l oldum. İ sterseniz vereyim, okuyun. •

268


Ne diye almaınıştı ı;:anki ?

Alsaydı, Nimet

evde olsa bile gene de romanı geri verme baha­ ne�i ile gider onu görür, yahut Nimet'e çağır­

tırdı. Peki ama, ne oluyordu? Henüz evlenme­ den Nimet'e ihanet mi? O zaman

babasından

ne farkı kalırdı? Babası da annesinin sağlığın­ da hizmetçiyl e kırıştırmağa başlamamış mıydı? Bir gün hizmetçiyi mutfakta kıstırmış öperken yakalamamış mıydı annesi ? Yakalayınca da ba­ bası gene üste çıkıp kad: ncağızı mıydı? Annesi yatağa

tokatlamamış

bu yüzden

düşmemiş

miydi? «-

Hayır hayır .. • diye geçirdi.

•�

Ben ba­

bam gibi olmıyacağım. Sana söz verdim Nimet. Seninle evlen:p mutluluğa kavuşacağım. Ne o kız, ne de başkan. Hele babam gibi, evdeki hiz­ metçi kıza sark:ntılık etmek? Allah gösterme­ sin ! » Elinde vali zi, hediyelik

paketler . . . Berbere

gidecek, güzel bir traş, sonr a da . . . Nimet'in üs­ , tüne gül koklamıyacaktı ama, gene de elinde olmıyarak hayallerine o kız karışıyordu işte. i stemiyordu karışmasını oysa. Hayır, karışsın, dilediğince karışsın, Nimet'in üstüne. . .

şeytan

mıydı içini bulandıran, aklını bozan? Ne diye? Cevdet, Nimet'e sadık kalmak

istiyordu işte.

Allah varsa biliyordu içini. Nimet'ten başkası­ na dönüp bakmıyacaktı. Fakat tuhaf, çok tuhaf­ tı hem de. Boyuna o, boyuna boyuna . c- i s­ . .

terseniz vereyim, okuyun. Ha?

269

Bir

daha ya gel-


diğinizde getirirsiniz Fakat okurken .

yanınıza

beş, altı mendil almayı unutmayın. Biliyor mu­ sunuz, ne kadar acıdım Margaret Gotye'ye! Ar­

man Düval'e de acıdım, onun da suçu yok. Za­ vallı çocuk. Pis babası. Ama ben babalara kız­ mam. Benim de bir babam vardı. Asıl annemi

sevmiyorum. Siz?• O, annesini çok severdi. «- Babanızı ?» «- Hiç.» « - Niçin ? • « - Annemi öldürdü , hizmetçiyi eve hanım yaptı ! >> Merakla, bir iskeml e çekip ilişmişti : «.- Babanız annenizi mi öldürdü ? » « - Bildiğiniz gibi öldürm e değil, anneciğim babamın yüzünden öldü. Sıcak diye yemek kap­ larını suratma fırlatmasaydı ölmezdi ! » Siyahları iri iri gözleri merak dolu, iskemlesini az daha çekmişti Cevdet'e doğru : «- Yemek sıcak diye kabı annenizin suratma mı fırlatırdı? · « - Çok sarhoş olduğu zamanlar . . . '' «- Ne fena ! » Güneş dolu yollardan ağır ağır ilerliyor, is­ temediği hallie hep onu, hep onu düşünüyordu. Onu düşünürken sanki Nimet bir kıyıdan dar­ gın dargın bakıyor : •- Yaa, demek böyle Cev­ det?• diyordu «- Demek henüz evlenmeden beni aldatıyorsun?» 270


Kendi kendine öfkeyle söylendi : Hayır hayır ! Seni aldatmıyacağım! Ben

«-

hiçbir zaman babam gibi olmıyacağım! » Artık n e genç kız, n e d e Nimet'ten başkası. Nimet'ten başkasını

düşünmek

istemiyordu

ama, elinde olsa! Gene de elinde olmıyarak

ka­

fasına giriyor, başlıyordu: «- .

....

.

benim de annem babama karşı, tıp-

kı sizin babanızın annenize takındığı tavrı ta­ kınırdı. . . ««-

Benim annem de babama karşı çok fe­

naydı ama . . . » « - Ama : » « - Hiç. Başkalarına karşı tabi

öyle de-

ğildi. . »

Az sonra sokak kapısı çalınmış, fırlaıruştı : «- Nimet teyz e galiba! , Fırlarken savrulan eteği, eteğinin altından bir an gözüken kalın, bembeyaz bacakları. Bu bacaklar, bu tombulluk . . . Cevriye'nin hacakları pek kalın değildi ama, e smerdi. cer'in

hacakları

Köydeki Ha­

buna benziyordu.

kini hatırlamıyordu.

Ama Hacer'in

Nimet'in­ hacakları

böyle kalın kalın, beyaz. Böylesine körpe değil­ di. Böyle hacakları olan körpecik bir kızı ken­ disine verirler miydi hiç? Verseler bile istemez­

di k . Nimet'e söz vermişti, Nimet'le evlenecek­ ti !

271


Kendini her zamanki

liman

herberinin

önünde buldu. •-

Vaay Cevdet bey .. hoş geldiniz ! ,

«-

Hoş bulduk . . » dedi. «- Bizim

leylek

yuvasını biçime sokuver . . » .

Aklında, elinde olmıyarak Nuran, dükkana girdi, berber koltuğuna oturdu. İ çinde Nuran, sonra bir kıyıda Nimet. Nuran'da hiçbir hakkı yoktu, biliyordu. Nimet'teyse hakkı vardı, ve­ rilmiş sözü. Ama n e yapsa, ne etse nafile. Ber­ ber aynasından l : manın bir parças yla karşı dük­ kanın tıkız sahibi

gözüküyordu.

lara kaptırmak istedikçe

Ke:qdini on­

ak�i şeytan,

itiyor,

ısrarla Nuran'ı, Nuran'ın oturuverince açılan, kalkıverince bir an gözüken kalın getiriyordu. Kendini koyuverse, dişiliği ve körpeliğlyle gelip

bacaklarını

Nuran olanca

yerleşecekti. De­

nedi. Gerçekten de, k z geldi oturdu içine : Gi­ diyor, kapıyı çalıyor. Beklermiş gibi kapı açılı­ yor. Alıyor içeri. Nimet teyzenin evd e olmadı­ ğını söylüyor, buyur ediyor. Kahve pişirip ge­ tiriyor. Sonra da annesinden

dertlenerek ağlı­

yor. Kimbilir. Belki de anne�inden çok çekiyor­ du. Barda çalışan, konsomatris bir kadının k: zı. Böyl e bir anne herhalde

kızının da kendi

yo­

luna düşmesinj isterdi. Yaşlanıyordu. Gün ge­ lecek kimseler yüzüne bakmıyacaktı. O zaman herhalde kızının çalışmasını isteyecekti. K· zsa hiç de annesi gibi değildir. h :temez kötü yola düşmeyi. Anayla kız başlarlar çekişmeğe. Her

272


an

kavga, her an kavga. Belki kız bu

yüzden

k endini öldürmeyi düşünürdü! İ çind e yeni, yepyeni bir pırıltı : Kız kendini öldürmeyi düşünse. Kimbilir nasıl bir kavgadan sonra evden deli gibi fırlasa. Koşsa. Koşsa . . Sa­ rayburnuna gitse. Deniz, karanlık sularıyla kor­ kunç deniz. Tam kendini

kaldınp

Cevdet . . . Seslense. Bir an kulak Cevdet'i yanında

I:>ulunca

lasa hıçkırarak ağlamağa. «-

atacakken verse, sonra

boynuna sarılsa, baş­ c-

Ann e m"

dese,

beni kötü yola sürüklemek istiyordu. Evden

kovuyordu. Çalıştığı barda bir adam vardı, çok zengin. illaki onunla diyordu. İsternedim babam yaşındaki adamı. Hem niye? (Ben daha

çocuk

sayılırım. O ? Koskocaman adam. Babam kadar. Annem çok para alacaktı. Beni eliyle kötü yo­ la . . . Hayır hayır, kötü yola düşmek istemiyo­ rum. Beni kurtar, yalvarırım kurtar beni ! " Berber : «-

Saçlarımzın bu kadar

kısalması kafi

mi ? » Düşüncelerini n şeridi kopmuştu,

kızdı ama

belli etmedi. Ö fkeyle : «-

Yeter. » dedi, herberi hemen unuttu.

Evet, «- Kurtar beni ! » dese, boynuna sa­ rılsa. Birlikte yanyana yürüseler Gülhane par­ kına. Parkın boy atmış kocaman ağaçları. Gece. Yukarda yıldızlar. Ağaçların altındaki lere otursalar. Nuran hep ağlasa, ni, kurtar beni . . >> dese . . . Birden

273

•-

çimen­

Kurtar be­

polisler sarsa


çevrelerini. Can �var düdükleri, tabancalarıyla. Nuranı bileğinden çekse parkın

yukarılarına.

Sonra sırtına alıp tırmansa bir büyük, çok bü­ yük ağaca. Ağacın sık yapraklı dalları. Polisler arasa arasa bulamasalar. Geceyi

dalların ara­

sında geçirseler. Ertesi gün limanda demirli va­ pura kaçırsa onu. Saklasa bir yerlere. Hiç kim­ se keşfedemese yerini. Günler, belki de hafta­ larca gitseler. Daha sonra Amerika'nın

tenha

bir kıyısına çıksalar. Vapuru, arkadaşlarını bı­ rakıp kaçsalar kaçsalar. Kaçtıklan uzaklarda . . . • - Saçınız tamam. Sakal?» •-

Evet, çabuk ama ! »

Kaçtıkları uzaklarda şipşirin

bir

kasaba.

Kasahada derli toplu, ufacık bir ev. Bu ev onla­ rın evi. Cevdet yakın kasahada bir iş'te çalışsa. Akşamları sevgili karısına koşsa. Karısı onu çıp­ lak ayaklarında nalın, sokak kapısında beklese. Birlikte ev e girseler, sofra hazır olsa. Elini yü­ zünü yıkarken Nuran ona havlu tutsa. masa başına karşılıklı

geçseler.

Sonra

Yemeklerini

güle söy liye yeseler . . . Sakal traşı da bitineeye kadar, gene elinde olmıyarak onu düşündü. Oysa Nimet'e söz ver­ mişti, onunla evlenecek, onu hiç ama hiç aldat­ mıyac�ktı. •-

�aksi ! »

Kocaman bir araba durdu. Atladı: «- Tarlabaşı!·»

Arabada gene Nuran ön plana çıkınağa ça-

274


lıştıysa da, düşüncelerini eliyle itti. Bu kız çok tatlıydı, çok da körpe. Ona vermezdi anası. Ken­ di yoluna çeker, bu yüzden çok para kazanırdı. Ne diye basit bir denizeiye versin? Sonra Ni­ met'i n yakın arkadaşı. Bar mar,

konsomatris

monsomatris, hatta genel evlerdekiler bile ar­ kadaşlığa, dostluğa saygı gösterirlerdi.

Nuran

değilse bile annesi, Ni�et' e elbette saygı gös­ terecekti. Onun için . . . Çeyrek saat sonra Nimet'in apartınanı önün­ deydi. «- Dur ! » Paketlerle falan indi, taksi ücretini Kalbi öyle çarpıyordu ki! Kapıya

verdi.

yaklaştıkça

çarpıntısı artıyor, arttıkça başı dönüyordu. Uta­ nıyordu da öyle düşündüğü için. Ne diye Nimet değil de onu, onu işte, adı neydi ? Nuran mı ? Onu düşünmüştü? Düşünmemeliydi, ınesi gerekirdi. Onu hem vermezler,

düşünme­ hem de

Nimet'e yazık değil miydi? Kimsesiz, zavallı bir kadın !

•-

Bu dünyada yapayalnızım, demişti,

«- sen benim herşeyimsin Cevdet ! » Kapıda bir an durdu. Çarpan kalbinin çır­ pınışını Nimet duyacak gibi geliyordu. Duyacak, nedenini

soracak,

saklasa

bile

anlıyacak,

«- Yaa» diyecekti, «- demek bana verdiğin söz yalan dı ? Demek henüz evlenmeden beni alda­ tabildin ? Yazıklaar olsun sana! , Titreyen parmağıyla zile bastı. Hayret! Çarpıntısı filan

275

duruvermişti. Ne


Nuran, ne de başkası. Yalnız Nimet vardı için­ de. Şimdi kapı açılacak, Nimet çıkacak. O her zamanki zavallılığıyla esmer esmer bakacak. Sonra eve girecekler. Masayı kendi elleriyle ha­ zırlıyacak. Karşılıklı geçip oturacaklar. Boyuna konuşacak. Nimet memnun, dinliyecek . . . İyi ama, neden açılmarnıştı kapı? Zile yeniden bastı. Az sonra yeniden. Ne Nimet, ne de o kız! Aklına bir an kötü, çok kötü şeyler geldi : Nimet taksi altında kalabilirdi. Yahut ağır bir hastalık, hastahaneye kaldırılabilir, Nuran da onu yoklamaya gitmiş olabilirdi! Ne olursa olsun, neşesi kaçmıştı. Sonra ken­ dini toparladı: Canım hemen de kötü şeyler dü­ şünmeğe ne lüzum vardı? Bugün, bu saat gele­ ceğini bilmiyorlardı ki beklesinler. Çarşıda, pa­ zarda, Nimet çokluk olduğunca berberde olabi­ lirdi pek ala! Yarım saat, bir saat dolaştıktan sonra gelirdi. Tam dönecekti, Nuran, gene filesi meyve, sebze dolu, köşede göründü. Bir an bakışları uzaktan karşılaştı. Karşılaşınca da yayından fır­ lıyan ok, boşalan zenberek gibi, koşmağa baş­ ladı. Ne koşma! Etekleri uça uça, sevinç şimşek­ leri �ka çaka! «- Hoş geldiniz, hoş geldiniz! ,, Kızın neşesi bir an her şeyi unuttunnuştu. O da onun kadar sevinçten çalkalanmağa baş­ ladığı halde, tuttu kendini : 276


Hoş bulduk, Nimet yok mu: Kızın yüzünden can sıkıntısının esmerliği bir gölge gibi geçti. Gene de : •- Bilmem. Yok mu? » «- Zili çaldım çal dım. . . » Genç kız, Cevriye'yi büsbütün hatırlatan bir sokuluşla : • - Herbere gitmişti» dedi. «Çok oldu gideli. Şimdiye nerdeyse gelir. Buyurun bize ! » Bir bahane uydurur, y a da geçenki gibi saparta yemekten korkarak gelmez diye içi git­ ti ama, genç adam ne bahane buldu, ne de hat­ ta çekindi. İyi ya. Madem nerdeyse gelir . . . « Girdi. Nuran da ardında. Kalbi çarpıyor, çarpıyordu. Bugünü beklemişti koca bir ay. Ne hayaller kurmuş, ne düşler görmüştü! Onu tıpkı tıpkısına eve böyle alacak, salona buyur ede­ cek, kahve filan içip içmiyecegını sormadan boynuna sarılacak, «- Vazgeç Nimet'ten" diye ağlıyacaktı. «Ü sana göre değil. Biz asıl birbiri­ mize göreyiz. Sen tıpkı tıpkısına İhsan abi'ye benziyorsun. İhsan ahim ol, beni annemin pat­ ronundan koru. Annem o kart herifle birlik ol­ du. Beni ona itmek istiyor. Bir gece, ah bir ge­ ce . . . nasıl anlatayım? Utanıyorum, öyle utanı­ yorum ki! Annemi beklerken koltukta uyuya­ kalmışım. Şuracıkta, bak, şu koltukta işte. Bir ara bir de uyandım ki ne u yanayım? Herif gı­ cır gıcır taralı saçlarıyla yanıbaşımda değil mi ? •-

,

-

277


Bacaklarımla aynaınıyar mu? Çıldıracak gibi fırladım. Bir tokat. Sonra da kolundan tuttuğum gibi haydi kapı dışarı! Bu yüzden annem de, Ni­ met abla da., . ama hayır, artık ona da abla, tey­ ze demiyeceğim. O benim ne ablam, ne de tey­ zem. Ben annemi de, onu da sevmiyorum. Utan­ maz kadın. Güya seni seviyor. Yalan! inanma onun sözlerine. İtalyan'a benzeyen bir adamı var. Sen yokken hep onu içeri alıyor. inanma ona. O seni sevmiyor. Hen yalnız seni seviyo­ rum. Beni neden anlamıyorsun? Yalan mı söy­ lediğimi sanıyorsun? Gözlerim kör olsun yalan söylüyorsam ! • Hiç, hiçbirini söyliyemedi. «- Şöyle buyurun>> dedi sadece «paketleri­ nizi §Uraya bırakın! » Paketleri onun dediği yere bırakırken onu her zamandan çok benzetmişti Cevriye'ye. Cev­ riye de yalnız kaldıklan zaman ona böylesine sokulur, uzakta bHe dursa böylesine yakınında olurdu. Bu da öyle. Ah ayıp olmasa, ya da ka­ bil olsa . . . nasıl olabilir? Bunu nasıl düşünebilir, nasıl nasıl umabilirdi? \Basit bir denizciydi, üs­ telik de annesinin en yakın arkadaşının sevgi­ lisi. Kız istese bile . . . hayır hayır, isteyemezdi. Annesinin arkadaşıydı Nimet. Teyze diyordu üstelik. Düşünmemeliydi. Hiçbir şey umamazdı, umması bile ayıptı, çok çok ayıp. Koltuğa değil, kıyıdaki bir iskemieye zaval­ lıca ilişti. 278


Nuran'ın gözünden kaçmadı bu. Zavallıca i li şmesi içine öyle dokunmuştu ki! «- Rica ederim şu koltuğa buyurun! • Kıpkırmızı kesilerek koltuğa geçti. Bu da hoşuna gitti Nuran'ın. Utangaçtı, yır­ tılmamış. Hafif esmer yüzü kızarınca başkala­ şıyor, daha da benziyordu İhsan abiye. «- Bize gelinc e neden sıkılıyorsunuz?,. Cevdet sanmıyordu ama, öyle miydi? • - Bilmem. » « Yoksa sizi sıkıyor muyum?• « - Siz mi ? Yoo, hayır." Nuran da farkına varmadığı bir kızarışla tam karşısına geldi elini uzattı : «- O halde hoş geldiniz! , Genç kızın ufacık, bembeyaz elini içi titreyerek tuttu: • - Hoş bulduk! " « - Bir yorıgunluk kahvesi?» « - Valla kahveyle başım hiç hoş değil..• «- O halde bir gazoz?,. Ona da eZahmet etmeyin» diyecekti, diye­ medi. Gülüverdi. Nuran, genç adamın tatlı ba­ kışlarını yüksek topuklu, toz pembe terliğinin ardında sürükliyerek mutfağa geçti. Niçin gel­ diğini gene unutuvermişti. Mutfağın ortasında döndü, bir daha döndü. Buraya kahve için de­ ğil ama, ne için gelmişti? Birden hatırladı : Haa, s3hii.. gazoz için. Annesinin gözü gibi sakladığı zarif viski bardaklarından birini aldı, çeşmede -

279


uzun uzun yıkamağa başladı. Lüzum yoktu oy­ sa. Bardaklar hemen hemen hiç kullanılmamıştı ama, olsun. Genç adam belki pis bulabilirdi. Ne­ den yıkamıyacak? Ah ah, ne diye yakınlık gös­ termiyorrlu sanki? Elini tutuverse, öpse . . . c-A. . ne münasebet ?» mi diyeceğini sanıyordu? Ha­ yır hayır, hiç de bile. Değil elini, sarılıp dudak­ larını öpse bile gene de c- A . . ne münasebet?" demezdi. Fakat nasıl anlatmalıydı bunu ona? Birden durdu : Yoksa

beğenmiyor muydu ?

Tipi mi değildi ? Az kalsın bardak elinden musluğun fayan­ sına düşüp kırılacaktı. Belki de hoşlanmamıştı. Tipi de olmıyabilirdi. O zaman ? Gecelerce gör­ düğü düşler, kurduğu hayaller ? Ondan sonra­ sını düşünmek istemiyordu, ağlamak geliyordu içinden.

Ne

diye yaşıyacaktı sanki ? Annesinin

kart patronu için mi ? Annesi gibi düşmek, örselenmek,

salyalı, pis

kötü yola sarhoşlarm

yataklarını şenlendirmek için mi? Sonra kendini topladı : Amma da kötü şey­ ler düşünüyordu ha! Çocuk

daha

söylememiş, elini falan yakalayıp suçu neydi? Bukadarcık şeyden

hiçbir şey öpmemişse

anlaşılamazdı

ki beğenip beğenmediği! İçinde kısılı lamba birden açıldı sanki. Pırıl pırıl b ir sevinç başladı yeniden. Bardağı kim­ bilir kaçıncı sefer musluğun soğuk suyunda yı­ kadı yıkadı.. Buz dolabından, hafifçe mış bir gazoz aldı, koştu :

280

buğulan­


«- Özür dilerim, beklettim sizi..» Genç adamın ne karşılık verdiğini duymadı. Gazozu açtı, ı slak, tertemiz bardağa döktü. Asit­ li gazozun kabarcıkları da içi gibi kaynıyordu.

Uzattı. Genç adam tıpkı tıpkısına thsan abi gibi aldı. İhsan abi'ye hiçbir zaman gazoz vermemiş, nasıl aldığını görmemişti ama, şayet ikram etse herhalde böyle alırdı. Ne olursa olsun, İ hsan abiydi bu! Gülüverdi. Genç adam yakaladı bu hafif gülüşü. O da güldü. Yarıda kesti gazozu : Niçin güldünüz?, Nuran pırıl pırıl baktı : •- Siz?, • - Önce siz güldünüz! » «-

·-

••«-

•-

•-

Sahi mi ?" Tabi. » Bilmem.» Aklınıza bir şey gelmiş olmalı . . , Sizin? » Benim aklıma . . .

Ardını getirmedi, gene gülüverdi, sonra da kızardı. Bu bir ipucuydu, yakaladı: • - Söyleyin söyleyin . . • Şaştı : •- Neyi? » 281


«- Benim aklıma ded:iniz, sonra güldünüz, kızardınız. Niçin?» Durdu, ciddi ciddi düşündü, sonra gözlerini genç kıza kaldırdı: «- Bir Cevriye vardı da . . . «- Ne zaman?» « - Çocukluğumda, çok eski. O geldi aklıma .. » N uran mırıldandı : «- Cevriye .. güzel miydi? » Omuz silkti : « - Bilmem? O da çocuktu, ben de. Şimdiye, benden üç yaş falan küçük ama, koskoca kadın olmalı . . . • Nuran'ın yüzünden gene kıskanç�ığın belir­ siz esmer gölgesi geçti. Bu da genç adamın gö­ zünden kaçmadı : «- Canınızı sıktım galiba ?• Şaştı «- Benim mi? Yoo, hayır . . » «- Şimdi de siz söyleyin bakalım neden güldüğünüzü! » Onun Cevriye'si varsa, Nuran'ın da İhsan abisi vardı. Saklamadı. Hatta meydan okurca­ sına: 1«- Benim aklıma da İhsan abi gelmişti .. " Şimdi de can sıkıntısının esmer gölgesi Cev­ det'in yüzüne düşmüştü. Sonra kıpkırınızı ke­ sildi, daha sonra da gözlerini yere indirdi. Kal­ dırdığı zaman genç kızın «- N için?" demek is282


teyen bakışlarıyla karşılaştı. Az kalsın c---Ki m bu ? Sevdim mi onu? Hala seviyor musun?» diyecekti. Tuttu kendini. Bir şeyler söylemesi de gerekiyordu : «- Ö z abiniz mi ?» «- Yoo, hayır." • - Ya?» «- iBeni mahalle çocuklarından korurdu ! " Cevdet coşkunlukla: « - ıBen de Cevriye'yi korurdum! ,. dedi. «- Kimden?» « � Mahallenin haylaz çocuklarından . . " •- Niçin?» • - Çingen e Çingene diye kızdırırlardı da . . . İhsan abi de beni korurdu. . , «- Ne diye?» Birden topariadı kendini. Ne diye olacak, «- Orospu çocuğu» , «- Boynuzlunun kızi» de­ dikleri için ama, nasıl açıklıyabilirdi bütün bun­ ları? Açıklasa, belki de «-Orospu çocuğu,.nun yanında oturmaktan kaçınır, hemen kalkıp gi­ derdi. İhsan abi olsa gitmez, tam tersi, sorar soruşturur, her şeyi öğrenmeğe çalışır, öğre­ nince de Nuran'a değil, başkalarına kızardı l ,. «- Ha?» • - Ne?» « - Ne diye kızdırırlardı da İhsan abi ko­ rurdu?• Omuz silkti : •- Bilm.em, unuttum .. " · -

283


«-

Anlaşıldı . . söylemek istemiyorsunuz! ,.

«-

İstemiyorrlu evet, istemiyordu. Nasıl söyler­ di? !pin ucunu bir yakaladı mı bir daha bırak­ mıyacak, bırakınayınca da annesinin babasını nasıl adam öldürmek zorunda bıraktığını öğre­ necek, •Kaatil ve orospunun kızı,. durumuna düşecekti. Böyle bir kızı kim sevebilirdi? Hiç kimse. En iyisi duymasın, hiç olmazsa tiksin­ mesindi. Genç adam : «- Cevriye ateş gibi kızdı» dedi. eGeeeleri hamionesinden habersiz, usullacık gelir, erkek gibi ıslık çalardı. Şıp, uyanırdım hemen. Pen­ cereyi açardım. Orda, aşağıda, bembeyaz bir gölge gibi dikilirdi. Ay varsa birbirimizi görür­ dük. Bekle derdim. Peki anlamına elini sallardı. Ayaklarımın uçlarına basarak inerdim merdi­ veni. Sokak kapısını gündüzden zeytinyağıyla yağlardım ki .. » Nuran heyecanla : <<- Tıpkı tıpkı ben ! » « - sahi mi?» Valla ha. Babam değil de annemin kor­ « kusundan .. » ' « Niçin?» i «hsan abiyle buluşmak için ! , Genç adam içini çekti. Nuran yanlış anla­ maması için : «- Ben o zaman ufacıktım ! " dedi. -

-

284


«- Cevriye de ufacıktı. Onu kardeşim gibi severdim! ,, Ben de İhsan abi'yi. . , S'onra? » • - Siz anlatıyordunuz . . . , çekip kapa•- İ nerdim usullacık, kapıyı mazdım . . . Kağıt mı koyardınız açılmasın diye? » Kağıt karton .. » • Tıpkı bizim gibi ! , Sonra deniz kıyısına inerdik. Hiç unut­ mam, perili konağın tepe:;:inde kocaman bir ay olurdu, asılı gibi. Yarasalar akarlardı gecenin içinde. İ shak kuşları. . . , Biz de mezarlığın oraya giderdik . . siz neler konuşurdunuz? » Biz mi? Amerika'dan, beyaz balinalar­ dan, Amerikan Kovboylarından. O zamanlarda da gene böyle Amerikan gangster filimleri, gangster, Kovboy kitapçıkları vardı. Onları oku­ ya okuya . . . Kendinizi onlardan biri mi sanardınız?» Güldü : Evet. Pekos Bil sanardım kendimi. Ken­ dimi ne sanmazdım ki? Ama· ne sanarsam sana­ yım Cevriye hep benimle. Pek os Bil miyim? Cevriy e de Pekos Bil'in sevgilisi. Nevyork ca­ navarı mı ? Cevriye de hemen. Hiç benden ay­ rılmak i stemezd i . Ayrılmazdı da N uran içini çekti : •-

•-

»

•-

•-

•-

•-

•-

•-

•-

•-

. . . •

285


•- Onu hala seviyorsunuz, anlaşılıyor! » Cevdet kendini topladı: •- Ben mi? Yok canım? Yalnız, çocukluk anılan . . o kadar. » « - i nanmam. » c- Niçin? » •· -

Unutamıyorsunuz d a ondan! » Siz de İ hsan abiyi unutabiliyor mu­

sunuz?» . . . . . . . . . . . . . . . ?» Unutamıyorsunuz. Peki, onu musunuz şimdi ?» O da tıpkı Cevdet gibi sordu : «-

.

. .

«-

seviyor

Ben mi?» • - Evet. » Güldü : •-

«- Haklısınız, insan çocukluk anılarını ko­ lay kolay unutamıyor. Demek Cevriye'yle ?» • - Hayallerimizi paylaşırdık » Gözlerini duvarla tavanın birleştiği çizgi­ ye kaldırdı. Geçmişi tatlı tatlı düşünüyor, dü­ şünceleri ağzından söz olarak akıyor akıyordu : ..

Ben en çok Pekos Bil olurdum. O sevıgi­ ormanında dola­ şırdık. Acaip sesli kuşlar uçuşurdu ağaçların bol yapraklı dalları arasında. Birinde güya bir Kovboy şarkısı işittik. Uzun boylu, kocaman şapkalı bir Kovboy, Gittik yanına. Cevriye Kov­ boy abi dedi. Bizi güya güler yüzle karşıladı. •�

lilll. Boy atmış dev ağaçların

286'


Bize de kendi atı gibi atlar buldu. Üç arkadaş olduk . . . » «- Sonra? » c - Ben asıl Kovboyluğu babamdan öc al­ mak, bütün düşmanlarımı tepelemek için ister­ dim .. " c- Kirndi düşmanlarınız babanızdan baş­ ka?» Cevdet çocukluğundan başlayıp, annesini, üvey annesini, üvey annesinin babasını fitleyip okulundan nasıl aldırdığını, boynuna nasıl işpor­ ta taktırdığını arkadaşlarından nasıl utandığı­ nı, üvey annesinin dostu Ademi, babasının pa­ ralarını nasıl çaldığını, babasını hiç sevmediği halde sırf hapisten kurtulması için suçunu üs­ tüne nasıl aldığını, hapisaneyi bir bir anlattı. Anlatırken gözleri yaşarıyor, Nuran'ın da göz­ lerini yaşartıyordu ama, ne o, ne öteki bunun farkında bile olmuyorlardı. Dalmışlardı. Fırsat bulsa bu başından çok şeyler geçmiş genç ada­ ma o da annesinden, annesinin sebep olduğu cinayetten, babasının nasıl hapisane köşelerin­ de kaldığından söz açardı ama, o kadar tatlı an­ latıyordu ki, kıyamadı sözünü kesmeğe. «- Hapiste bir Hasan vardı. O da benim gi­ bi suçsuz yatıyordu. Yatıyordu ama, öteki ço­ cuklar gibi kumar oynamıyor, esrarlı sigara iç­ miyordu. Orta okulu bitirme sınavıarına hazır­ lanıyordu. Bana da çok ı:öyledi ama nah kafa. Dinlemedim. Dinleseydim, ilk okulu ha riçten 287


girip bitirirdim. Sonra da Orta okul. Şimdi an­ lıyorum okumanın değerini! • Nuran elinde olmıyarak : «- Ben de . . » dedi. Şaştı Cevdet: «- Sen de okumadın mı ?» «- Pez az. . » «- Ya bu romanlar : » « - Kendi kendime ilerlettim. İlk zamanlar ihsan abi çok yardım etti..• Cevdet kendini bu kıza az daha yaklaşmış buldu birden. Genç kız sordu : «- Sonra?» Unutmuştu : «- Ne?" «- Hapisteki Hasan ne oldu?" «- Ha. . çıktı hapisten, beni de kurtardı. Çok başka çocuktu. Büyük adam gibi. Neyse, ben de çıktım ama, onun dediği yola gitmedim. Okul makul, sınav mınav vızgeldi. Çalışınağa başladım. Çalışirken Cevriye hep gelirdi. Ufa­ cıktı ama, cin! Haminnesi karabıyıklı bir kah­ veeiye satmak istiyordu. Ama o ? imkan mı var? Birinde 'Kötü yola d�rniyeceğim ! ' diye bağır­ mıştı ağlıyarak. Nuran'ın ağzından kaçıverdi : «- Benim gibi . » Genç adamın ilgisi birden arttı : c- Senin gibi mi?» .

288


•-

beni. .

Evet. Benim ann e m de,

elinden gelse

. "

c-

Evet ? •

•-

Çalıştığı pavyonun patronuna

satmak

ister! • Cevdet sevinir gibi oldu. Sakın düşündüğünce kız, annesinden dertli olmasın dı? D E\_mek satmak ister? • Gözlerm in yaşını elinin tersiyle sildi : « - İ ster. Ne olacak? Barda çalışan bir ka­ c-

dının kızıyım alttarafı. Bana herkes el uzatabi­ lir, herkes ama herkes beni baştan

çıkarmağa

çalışabilir. Çünkü, malum : Bar kansının kızı! • Cevdet'in yüreği parçalandı: c-

Hiç de bile. Hayatını barda

çalışarak

kazanan bir kadın anneniz. Ne olursa olsun,

si­

ze ne? Siz madem kötü yola düşmek istemiyor­ sunuz, hiç

kimse sizi istemediğiniz bir yola dü­

şüremez! • c-

Peki, n e yapabilirim : ..

u-

Sizi kötü yola düşürmiyecek birisine . . . •

Sustu. Henüz çok erkendi. Buna hakkı yoktu. Nimet'e verilmiş sözü vardı. Ama genç kız ıslak ıslak bakarak : ·� İ hsan abi'ye ne .kadar benziyorsunuz!•

dedi. •-

Siz de Cevriye'ye

•-

Ne iyi ! •

c-

Ne? •

., _

Cevriye'ye benzemek! -

289

. . ..


_ Ben de sizin İhsan ahinizin yerinde ol­ mak isterdim! • c- Hayatlarımız bil'birine gerçekten de ne kadar benziyor! » .,

Çok. Be� babamdan çektim, siz . . . " «- Annemden. Sonra, inanır mısınız, hayat­ tan hiç de öyle olmıyacak şeyler beklemedim. Bir evim, küçücük bir evim, evimin namuslu bir erkeği olsun istedim. Yakışıklı, çirkin . . Beni seven bir erkek. Akşamları işinden küçük, ucuz hediyeler ama büyük bir heyecanla dolu, sırf benim olan, benden başkasının olanuyacağını bildiğim erkeğim bana koşarak gelsin ! » Birden tuttu kendini. N e ayıp, n e ayıptı. He­ nüz birkaç sefer konuştuğu, bahusus annesinin kart arkadaşının sevgilisi bir erkeğe neler söy­ lemişti! Gerçi bir ay, koca bir ay bundan çok daha ayıplarını düşünmüştü onun için ama, açıklamamıştı. «-

Kipkırmızı kesilerek : «-

Rica ederim beni yanlış

anlamaym! ıo

dedi. Yok canım ne yanlış anlaması? Cevdet onu çoktaan Cevriye'nin yerine koymuştu bile. •- Valla sizi hiç yanlış anlamıyorum. Öyle iyi anlıyorum ki.. Siz anlatırken sanki kendi aklımdakiler dile gelmiş gibi oldu .. " c•-

. . . . . . . . . . . . . . . . . ?» Yıllardır kurduğum. hayalleri nereden

.

290


biliyor acaba diye düşündüm. Gerçekten benim Cevriyem olmak ister miydin? • •-

Hem de nasıl. Bakın, çocukluğuma gir­

miş İhsan abi vardır, anlatmıştım ya? Sizi ben de şimdi onun gibi görrneğe başladım. Siz Cev­ riye'ye nasıl Kovboyculuktan bahsederseniz,

İh­

san abi de bana başka başka ama hemen hemen ayni şeylerden bahseder, birlikte heyecanlanır­ dık . . . • Cevdet'in aklı çok gerilerde kalmış bir baş­ ka hayale dalıp gitti : �-

Bir gün» dedi, « Cevriye'yle birlikte ko­

camqn bir vapura atladık . . .

"

Nuran'ın heyecanı birden artmıştı. İskemie­ sini Cevdet'ten yana çekti : «-

Cevriye'yle? Kocaman bir vapura ? Siz

iki çocuk ? » c-

Evet. Vapur hareket etti, tam Çanakka-

lede . . . « "'-

Yakalandınız mı?»

•-

Evet. »

«-

Sonra haydi geri İstanbula ! ,

Tam b u sırada Kaşar Nimet geldi: •-

Merhaba Nuran ! ,

Nuran geçen seferi hatırlıyarak,

bir parça

da suçlu, fırladı : «- Buyurun Nimet teyze? ıo

Koridora çıktı. Kıpkırmızı ve heyecanlıydı. Sordu: «-

Bilin bakailm kim geldi?»

291


Nimet bir an düşündü, bulamadı : «- Kim?» c-

O!•

•-

Kim kız ? »

Nuranların kısmına yürüdü, eğildi kapıdan, baktı içeriye. Cevdet'in çantasının ucunu gör­ dü : «- Cevdet mi?» O da kalkmıştı zaten. Dışarı çıktı . Yaşlı ama hala güzel, hele saçlarını yaptınnca bir kat da­ ha güzelleşen sevgilisini görilııc e, hemen hemen Nuran'ı unutuvermişti.

«- Nimet, bak, geldim .Kızma

bana no­

lursun! • Nimet'se Cevdet'in böyle vakıtsız dönüşün­ den gene hiç memnun değildi. Öyle ki, bu sır­ naş· k tan kurtulmak için evini değiştirrneğe ka­ rar vermişti. Tek laf etmeden, dairesine sıkıntıyla girdi. Cevdet ardında, yaşlı ama güzel

sevgilisinin

kızdığını sanarak, suçlu, gitti. Bir şeyler sezi­ yordu ama, ne? Nimet bir an durdu, seslendi : •-

Nuraan ! ıo

Genç kız dışardan cevapladı : •-

Efendim teyzeciğim ? ıı

c-

Gelsene! "

Geldi :

«- Rahatsız etmiş olıruyayım ? » ., _

A a . . n e münasebet? ..

292


Onlarla birlikte girdi, kapıyı kapadı. Tuhaf bir duyu içinde, kadının belki de kıskançlık nu­ Öyle ya. maraları yapmasından korkuyordu. kadın kızabilir, sevgilim.i gene neden evinize al­ dın diyebilirdi. Cevdet'se, sanki az önce genç kızla duyu birliğine varan, onu Cevriye'sinin yerine koyan kendisi değilmişçesine adeta unutuvermiş, mut­ fağa geçmiş, üstünü başını değişip pij amalarını giyerek dışarı çıkmıştı : «- Çok özür dilerim. Misafir karşısında pi­ jamayla dolaşılmaz ama, kusura bakmay!n. Bu da benim merakım, daha doğrusu zevkim. Koca bir ay bu günü iple çekmiştim . » Nimet'e döndü: « - Masayı hazırlıyayım mı?,. Nuran şaşmış kalmıştı. A:z. önce kendisiyle alabildiğine candan konuşan genç adam de� miydi bu ki, böylesine sizli bizli oluvermiş, ara­ ya mesafe koymuştu? Nimet, hep o halinden memnun olmıyanla­ rın sıkıntısı içinde, genç adama bakmadı bile. Ne diye böyle zamansız çıka gelmişti sanki? Cevdet'se ne Nuran'ın şaşkınlığı, ne de yaşlı sev,gilisinin halinde!'( memnun olmıyan, asık yü­ züyle ilgili, portatif masayı çıkarmış, odanın bir kıyısına açmış, Nuran'a tıpkı tıpkısma baba­ sını hatırlatarak masayı hazırlamağa başlamıştı. Birden senli beniilikten alabildiğine resmiliğe geçişine hak vermiyor değildi. Kart karı huyla.

293


nabilir, kıyametleri koparabilirdi. Nitekim şu, halinden memnun olmıyanların sıkıntısı içinde oluşu da herhalde Nuran'lara geçip oturmuş ol­ masındandı. N e vardı yani? Fazla ileri gider, laf çakarsa, o da 1talyan'a benzeyen açabilirdi. Cevdet'i ona

adamdan söz

yakıştıramıyordu işte

yakıştıramıyor! Cevdet İhsan abiydi. Onun yıl­ larca

önceki

adaaam sende. .

İhsan c-

abisi.

Nimete

gelince . . .

Benden önce tanışmış ne çı­

kar? O zaman ben yoktum. Ben olsaydım, o ol­ mazdı. Ama şimdi ben varım madem, o olm.ıya­ cak ! » Birden annesinin sesi : •-

Nuuuraaan ! »

Sıçrayıp kalktı: •-

Efendim anne?•

Cevdet'le Nimet' e : •-

Müsaadenizle! �

Çıkarken, Nimet : u-

Yemeği birlikte yeseydik kız ! ,.

« - Mersi. Annemin gene kimb ilir n e an-

garyaları vardır. Hoşça kalın ! • Cevdet, Cevriye'şine : «-

Gül e güleee. . " dedi.

Nuran duymadı. Annesf gene kimbilir han­ gi genç hovardasının yanından dönüyordu. Yü­ zünün kırışıkları iyice derinleşm.iş, gözlerinden uyku, halinden yorgunluk akıyordu. •-

Evet anne .. bir şeyler yiyecek misin?•

Kadının ayakta duracak hali yoktu :

294


«- Hayır, hemen yatacağım. » .

«- İyi ya. » Annesinin soyunmasına

yardım

ederken

aklında hep Cevdet. Onda hem babası, hem de İhsan abi.. babası, İhsan abi'den başka şeylerin de bulunduğu bir erkek, bir koca . . . neden olma­ sındı? Sonra, çocukluğun u anlatırken. . . en çok da Haliç, Perili konak, Cevriyeli günlerini anla­ tırken nasıl da coşmuştu ! Ya Amerika üzerine Cevriye'yle konuştukları günleri

anlatırkenki

şahlanışı ? Nuran'ı bile şahlandırmıştı. Cevriye'ydi evet, Cevdet'in Cevriyesi! Annesini yatırdıktan sonra

mutfağa geçti,

bir iskemieye ili§ti. Ne diye o pis, kart karının yanında kalıyordu? Neden onun

mutfağından

açılır kapanır masayı çıkarıp onun odasına kur­ muştu ? Neden onun tabakları, çatalları, yeme­ ğiyle hazırlamağa başlamıştı masayı? Hıçkırdı. Gözlerinden boşanan yaşları

silrneğe bile

lüzum görmüyor, hatta akledem.:iyordu. Hayır, o kadının yanında olmamalıydı.

O kadın,

İtal­

yan'a benzeyen dostu bir yana,

yaşça çok bü­

yüktü ondan. O ancak Nuran'a

göreydi, evet

evet, Nuran'a. «- Elbette bana göresin. Pis. Ne diye beni unuttun onu görünce? Yalancı! Hani senin Cevriyen olmuştum ? Ahlaksız! Ahlaksız­ sm işte, ahlaksızsm! Niye o kart karıya canım dedin?,

295


Kaşar Nimet içinden sanki

gururla bak­

mı§tı: •-

Tabi kızım. Genç, güzel olmak marifet

değil. Marifet, erkeği avucunun içine alıp, ar­ dında köpek gibi koşturmaktır.• Nimet sanki içinde değil de, k arşısınday

-

mışçasma: •-

Hayır• dedi, •hayır. Köpek değil o!•

Nimet gene içinden, alayla : •--

Ya?•

• - İnsan,

erkek. Benim İhsan

ahim, ba-

bam o!, c••-

Halı h alı haaaay

. . .

Neden?• !Benim yaşıma gelirsen

sen . de benim

gibi halı halı haay çekersin! J• Hayır, Nuran- hiçbir zaman onun gelmiyecekti !

296

yaşma


u.

Cevdet'in çalıştığı kocaman vapur gene At­ lantik'te, ötelere doğru yol alıyordu. Cevdet elinde yağdanlık, rahat, yumuşak, pırıl pırıl bir uyumluluk içindeki makineleri yağlarken ak­ lında Nuran hep Nuran! Ne kadar da benziyor­ du Cevriye'ye! Harninnesi karabıyıklı kahve­ eiye satmak istemişti de Cevriye yanaşmamış, Cevdet'e sığınrnıştı . Nuran da tıpkı tıpkısına Cevriye'ydi şimdi. Annesi, dernek çalıştığı bann patronuna satmak istiyordu? Nasıl ağiarnıştı bu­ nu anlatırken! Elindeki yağdanlığı bir kıyıya bıraktı, gel­ di yatağına oturdu. Acaba genç kız gönül mü koymuştu? Nimet henüz eve gelmeden alabildi­ ğine candan konuşmuşlar konuşmuşlardı da, Ni­ met gelince onu unutuverrniş gibi mi davran­ rnıştı?Arna rnecburdu. Nimet'in bir şeyler sez­ mernesi, tatsızlık çıkarmaması lazımdı. Onu sevrniyordu, evet evet sevmiyordu. Yahut da anlıyordu sevmerniş olduğunu. Şu Nuran önü,

297


ne çıkmasaydı gene de onu sevdiğini sanacalrtı belki. "- Benim annem de, elinden

gelse beni . . .

çalıştığı barın patronuna satmak ister! » Sonra kızın o gün konuştukları ard arda ku­ lak.larında çınlamağa başladı : .,_

Ne olacak? Barda çalışan

bir kadınıa

kızıyım alttarafı. Bana herkes el uzatabilir, her­ kes ama herkes beni baştan çıkarınağa çalışa­ bilir. Çünkü malum : Bar karısının kızı !ı•

dim .

«-

thsan abiye ne kadar benziyorsunuz! "

«-

Sizin Cevriye'nizin yerinde olmak ister­

.

»

•-

Sonra, inanır mısınız, hayattan

öyle olmıyacak şeyler beklemedim.

hiç

de

Bir evim,

küçücük bir evim, evimin namuslu bir erkeği olsun istedim. Yakışıklı, çirkin. Beni seven bir erkek. Akşamları işinden küçük, ucuz hediyeler ama büyük bir heyecanla dolu, sırf benim olan, benden başkasının olamıyacağını bildiğim erke­ ğim bana koşarak gelsin ! » Oturduğu yerden kalktı, ayak ucundaki du­ vardan el aynasını aldı, yüzüne baktı : Esmerdi, yakışıklı değil, çirkin hatta. İyi ama bu kız o günkü sözleriyle acaba

kendisini mi ima et­

mişti? Aynayı yerine astı. .,_ Rica ederim beni yanlış anlamayın! • Onu hiç de ya�lış anlamıyordu ama, nasıl olacaktı bu? Nimet'i ne yapacaktı? Yoksa anla-

298


şılıyordu kızın isteği.

Şaş,ılacak bir

benzerlik

vardı duyularında. Ayni küçük ev özlemi, ayni birbirleri için yaşayış, ayni küçük, ufacık gaye­ ler . . Cevdet de içinde böyle bir evcik kurmuştu yıllar yılı. Böyle bir kadın, tıpkı tıpkısma onun istediği Şeyler . . . «.....-

Ok yaydan çıktı!:. diye geçirdi. eKimlik

cüzdanıını Niınet'e bıraktım. Evlenme işlem.imi­ zi tamamlıyacak. Döndüğüm zaman bana yalnız ni kah defterini imzalamak düşe(:ek ! "

Esmer yüzü gene hafifçe morarmıştı. Sonra kadının o gününü, Nuran'larda otururken gelip, karşılaştıkları anı, ondan sonrasını

hatırladı :

Nuran'm yanında renk vermemişti ama, annesi gelip de Nuran gittikten sonra, biraz da alaycı, •Kızla neler konuştuğunu» sormuştu

yüzüne

bakmadan. c-

Nasıl? Güzel mi? Beğendin mi?»

•-

Hayır» diye yalan atmıştı.

c-

Bana ne

elin kızından?» c-

Niye? Tam da birbirinize göresiı:ıiz!,.

c-

Nimet ! •

«-

Darılacağımı, kıskanacağınu falan san­

ma . Şayet gözün varsa, yahut

gözün

olacak

olursa . . . • «-

Evet ? •

c- Hiç çekinme olmaz mı? Söyle bana. He­

men aradan çıkarımı » İçini çekti. Ne demek istemişti yani?

Hele

ayrılırken Nuran'm kapıya kadar çıkışı, hasret-

299


le bakişı, el sallayışı. . . neden kimliğini bırak­ mıştı sanki, nedeıi? Ne için evlenecekti? Nuran yokken Nimet belki bir şey ifade ederdi ama, Nuran varken? Hem kadın böyle böyle dediği, bir parça da ısrar ettiği zaman alınsa,

•-

Ma­

dem beni ona itiyorsun, iyi ya. Çekil aradan! " deseydi? Neden, neden dememişti?

Çekinmiş

miydi? «-Yoo . . .. diye geçirdi. «Nesinden çeki­ neceğim? Sırf acıdığımdan ! Sonra, verilmiş bir sözüm vardı. Tükrüğümü yalamamak istemiş­ tim, o kadar. » içeriye kumanyacı arkadaşı Fikret Durdu. Arkadaşının düşüneeli

girdi.

halini bir süre

gözden geçirdikten sonra yanına yaklaştı: «-

Uyan oğlum uyan . . t'rsküdarda

sabah

oldu ! " Kendine geldi.

Bu

şakacı, b u insanın içini

okuyan, bu anasının gözü, üstelik karı, kız ko­ nularında belki de hiç kimsenin yarışamıyacağı kadar hızlı arkadaşının yerinde,

onun kadar

yakışıklı olmak isterdi. Bunu çok düşünınilştü. Gerek Türkiye, gerekse çeşitli

Avrupa, daha

çok da Amerikan limanlarında kurt

gibiydi.

Tavlamadığı kan, kız yoktu

hemen.

hemen

Onun kadar yakışıklı ama onun gibi hercii de­ ğil. Cevdet'in kafasındaki evciğe karşılık Fik­ ret'in kafasında bitmez tükenmez kadınlar ya­ şardı. •Çirkin» yoktu Fikret

için.

Yaşlı,

körpe, şehirli, köylü . . . ., _

Demek üsküdarda sabah oldu?"

300

kart,


Oldu ya . Sen hala kaşar karıyı mı dü­ �ünüyorsun : " Her zaman kızar, «-Kaşar falan deme, bo­ zulurum! , derdi. Bu sefer alınmadı. Bomboş gözlerle baktı sadece. c- Ne o ? » dedi Fikret. Cevdet omuz silkti. •- Haydi güverteye çıkalım. Bak ne parçalar var ! »,. " - Burası daha iyi. Sen ç ık. . ,. • - Sen?• Ben. . boşver bana . . . » «- Peki peki. Kaşarı iyi düşün . . . » Geldiği gibi çıktı gitti. Cevdet yalnız kal­ mıştı gene. Seviyordu yalnızlığı. üç sefer gir­ diği ceza evinden kalmıştı galiba bu yalnızlık­ tan zevk almak. Yalnız kaldı mı, içindeki geç­ mişin anılarını yaşamağa başlar, yıllarm ardın­ daki, artık bir daha geri getirHemiyecek yaşan­ tılarma kavuşurdu. Acı, tatlı yaşantılar. . yeni­ den yaşamayı şiddetle arzuladığı, hiç arzulama­ dığı. Ama şimdi gene Nuran'la olmak isterdi. Ya da, Nuran gittikten sonra Nimet'in imalara başladığı anlarda. . . kaabil olsa da o anları ye­ niden yaşasa, hiç gözünü kırpmadan «- Peki! » diyebilirdi. • - Onu seviyorum. Seni sevdiğimi sanmıştım ama, yanılmışım. O dururken seni nasıl sevebilirim ?» Hayır hayır, çok sert, çok sivri olurdu bu Nimet'e karşı. Kadını isteyen, ardından koşan •-

,, _

301


kendisiydi. Hatta kadın kaç sefer gençli ğinden söz açmış, birinde de tıpa tıp şöyle demişti : • - Yavnım iyi ama ben senin ablan yerinde­ yim. Sen kendine tam sana göresini bulsan ol­ maz mı?,. Okyanusu aşıncaya kadar zaman zaman dü­ şündü bunları. İçinde Nuran ve Nimet'ten yana olan iki ayrı duyu çarpışıyor, Cevdet'i rahatsız ediyordu . Atıantik'in ötesindeki kıyılar görün­ düğü zaman iyice anlamıştı ki, Nuran'ı �eviyor, Nimet'e de acıyordu. Acıyordu ona evet. . Kadı­ nın hiçbir 'suçu, günahı yok tu . Ardına düşen, evlenme teklif eden, diller döken, konuştuğu zengin ama yaşlı insanlardan ayıran kendisiydi. Sonra en son , ayrılacakları ima kadar gözlerinin içine bakan da kendisi. Kadının soğukluğunu bu sefer her zamandan çok anlamıştı ama, bu so­ ğukluğun Nuran'ı kıskanmaktan geldiğini sanı­ yar, deli gibi sevildiğini farzederek kadını kal­ dırıp atmanın vicdansızlığını kabullenemiyor­ du . Vapur Atıantik'in o ufacık ama şipşirin !i­ manına uğradığı zaman vapurdan çıkmağa can attı. Oysa Fikret'le sözleşmişlerdi: Birlikte çı­ kacak, liman meyhanelerinden birinde, bulur­ larsa kızlarla birlikte, vi�ki içeceklerdi. Fikret'ten önce, kaçareasma çıkmıştı vapur­ dan. Arkasında canı kadar sevdiği ama zaman zaman da kaçtı ğı arkadaşı Fikret'in sesi : Heeey Kovboy! N ereye? » •-

302


Çaresiz durdu, bekledi . O. koşarak geldi : •- Hadi ! • B u şipşirin !imanın cıvılcıvıllığı içine karıj­ tılar. Bu limana ilk gelm.iyorlardı. Bu liman, bu limanlar. . . Çocukluğunu dolduran Amerika ha­ yallerinin gerçek bir parçasıydı burası. Tom Miks, Bil K.id, Albay Bufalo-bil'lerin, Karayı­ lan, Sarıyılan'ların, Pot'lerin memleketi. �a çoktan anlamıştı ki çocukluğunda kitapçıklar­ dan beliediği Amerika, ancak o Kovboy kitap­ çıklarının Amerikasıydı. Gerçek Amerika'ysa bambaşka. Gözüne bir postahane ilişti : •- Fikret, bir dakka . » Beyaz perdeden fırlamışçasma yakışıklı İstanbul Fikret işi anlamıştı. Arkadaşı gene barlarından birindeki o kaşar sevgilisine rnek"' tup atacaktı! Gene de sordu : c- Kaşar karıya mektup mu ?ıo c- Mektup ama, şey.. bu seferki. . . «- ;Boşver ulan hırt. Hem karı buz gibiydi dersin, hem de . » «- Ama bu . . . » «- Peki peki .. hadi! » Cevdet bir koşu, mektubu atıp geldi: •- Tamam patron! ,. Fikret birazcık d a öfkeyle : • - Ulan hani sepetliyece�m diyordun?• Öyle demişti arkadaşına ama, olmazdı, ol.

.

303


mazdı ki!

•-

Karı beni değil, ben kanyı baştan

çıkardım hemen hemen. Evet, pavyonda çalışan bir kadın, doğru ama, gene de ben baştan çı­ kardım sayılır. Kim.liğimi bile verdim. Benimle evlenmeğe kararlı. Belki de arkadaşlarına açtı. Bırakırsam dünyasını yıkmış olmam mı? Bili­ yorum, senin için böyle şeyler enayilik. Senin Ondan so n­

için karıları, kızları ele geçirmek. rası onların bileceği şey.

Ama ben senin gibi

dilijünmüyorum arkadaşım. Kadını arkadaşları­ nın içinde mahçup düşürmek, yarattığı dünya­

yı içinde yıkmak istemem. Nuran henüz yeni. Onun zaten bir dünyası varmış. Benim dünya­ ma benzermiş. Arada Nimet olmasa bir iki de­ mem. Ben çirkin, fakir bir denizciysem, o da an­ lattı, babası kaatil, annesi barda A.ıı alarımızdan,

konsomatris.

babalarımızdan bize ne? Biz

kendimize bakalım ama, kendimize bakarken de başkalarını kınnamağa dikkat

edelim. Çünkü

insanlık . . . , «- Ne düşünüyorsun gene ispinoz ? • Kendine geldi: •-

Hiiiç .. »

«-

Kaşar sevgili.ni mi ? •

«-

Yok canım. •

«- Ya? » «-

Hiçbir §ey düşünmüyorum . ..

a-

Karıya attığın mektuplar yirmiyi buldu

mu?» •-

Yok devenin naııı ..

304


c-

Niye? Bir zamanlar otuzu, kırkı bulmaz

mıydı?» c-

Bir zamanlar.. belki .

«-

Şimdi? •

. .

«- Boşver. Piliçlere bak ! • Ağızlan cıgaralı iki yavru, diz

kapaklan

üzerindeki entarileriyle çapkın çapkın b akıyor, gülüyorlardı dudaklarının yanıyla. Gayet güzel İngilizce bilen

Fikret hemen

yanlarına sokuldu : «-

N'aber? •

Kızlardan sarışını büyük şehir Amerikancasıyla : c-

İylik» dedi.

«-

Canınız sıkılıyor galiba?"

Öteki kız kestane saçlıydı : «- Uzatma•

dedi, erkısa kes. Sizin sıkılını­

yor mu sanki ?» Fikret lafı gerçekten de

uzatmamak için,

sarışının değil, ötekinin koluna giriverdi. Cevdet' e : c-

Hadi bakalım omuzdaş! • dedi Türkçe.

Cevdet hafifçe sıkıldıysa da

kızlar

yırtıktı,

şu kızlardan. c-

Nereye gideceğiz? ,

Sarışın: c- Ş urda bir birahane

var.

isterseniz . . .

Fikret göz kırptı : c-

O biralıane hesabına mı çalışıyorsunuz?,

Kız sigarasının külünü sinirli sinirli çırptı:

305


«- Yoo . . •

İyi ya. Gidelim.·" Cevdet kolundakini Nuran'a benzetrneğe çalışmıştı ama, Nuran böylesine sarışm değildi. Gene de bir şeyler vardı benzeyen .. Gözleri mi, hüznü mü ? Yarıbuçuk amerikancasıyla : •-

«-

Sizi İstanbul'da bi.risine

benzettim. . »

dedi. Genç kız alışkmdı, şaşmadı : « - Yfmi sevgilinize mi?» Fikret duymuştu, söze karıştı : « - Hayır Çünkü sevgilisi en azından abia­ sı yaşmda bir kartaloz! Herhalde bir başkasına benzetmiş olacak. Bir az gıdıklarsanız size de aşık olabilir. Ve istanbul'a götürrneğe kalkar! " · Kızlar birer kahkaha attılar. .

Az sonra girdikleri birahanenin

nefis kö­ püklü biraları, gen ç kızlarm bol kahkahalı ar.,. kadaşlıkları, birahanenin yüksek hacaklı iskem­ lelerinde demlenen çeşitli milletten denizciler, denizcilerin yanlarmdaki yırtık kadınlar, kız­ lada çok tatlı bir Amerikan liman meyhanesi alemi yaşadılar. Ertesi, daha ertesi günler . . Deniz, yıldızlar, caz müziği taşan neşeli an­ lar . . . vapur yük ve yolcu bırakıp ala, limandan limana dolaştıktan bir buçuk ay sonra gene İs­ tanbul un yolunu tuttu. '

306


Bu arada Nuran, Cevdet'in içine iyiden iyi­ ye oturmuş, sanki Nimet'e yazmağa

kalktığı

mektuplara mfmi oluyordu. Ama gene de kor­ kuyla düşünüyordu ki, kadın şimdiye

nikah

iş­

lemini herhalde yaptırmış olacaktı. İçi sıkılıyor, sıkıntıdan pathyacak ha.Ie geliyordu. böylesine acele etmişti sanki? çıkacaktı? Arada,

c-

İşin

Boşver•

ran'a yalvarır yakarırım. Derim

Ne diye

içinden nasıl

diyordu.

ki,

cNu­

Nurancığım,

sevgilim. Sen yoktun, çok yalnızdım.

Karşıma

çıktı. Bana hayatını anlattı, ağladı. Dayanama­ dım, elimde olmıyarak teselli ettim. Sonra ar­ kadaşlığımız uzadı. Gf:rçekten

sevdiğimi san­

dım . Birisini sevmeğe, bağlanınağa

ihtiyacım

vardı. Sevmediğimi seni gördükten sonra anla­ dım ama iş işten geçmişti. Bununla beraber, al­ dırma. Bana demişti ki, ne zaman bir başkasını seversen açık açık söyle, aradan çekileyim. Me­ rak etme. Onu aramızdan çekip çıkarırız. Ben seni seviyorum, yalnız seni ! » « - N e b gene ispinoz? Dalmışsın bakıyo­ rum ! ıo Uykudan uyanırcasına baktı yakışıklı arka­ daşına: «-

Nimeti düşünüyorum» dedi.

«Şimdiye

belki de nikah işlemini yaptırmıştır. İş kala ka­ la birer imzayla iki şahide kalıyor. Benim

şa­

hidim olacaksın değil mi?» Fikret huyunca, gene takıldı: «-

Yani en yakı n arkadaşırom idam fer-

307


manı altına imzaını atacağım öyle mi?» Cevdet güldü : «- Deli! » «- Niye?» •-

Asıl bekarlık ölüm be. Ulan düşünsene,

İstanbul'a varacaksm. Seni bekliyen

güzel bir

karın, çocukların olsa, onlara birtakım hediye­ lerle gitsen fena mı?ıo «-

Birtakım hediyelerl e gidiyorum y a ! ıo

«-

Gidiyorsun evet, birtakım orospulara! ıo

«-

Neyse canım sen dilediğin gibi hareket-

te serbestsin. Benim ebedi bekarlığıma taş at­ ma ! » ««-

Vapur üç gün sonra İstanbul !imanına de­ mirlemişti. Cevdet içinde tuhaf bir sıkıntı, tu­ haf sıkıntısının yanıbaşında da pırıl

pırıl bir

neşeyle, yıkanmış, şık bir elbise giymiş, boynu­ na vişne çürüğü örme bir kravatı hep o değiş­ meyen acemilikle bağlamıştı.

Elinde birtakım

paketler, maaşını almak için beklerken düşünüp duruyordu : Şimdi gidecek. Nimet işallah evde yoktur. Nuran açsa kapıyı. Gene evlerine buyur ettikten sonra . . . evet ettikten sonra boynuna sa­ rılmalıydı! Boynuna sarılmasını,

hiç olmazsa

aşkını açık açık ilfm etmesini istiyordu. Boynu­ na sarılır, ya da

«-

Annemin patronu beni a­

damakıllı rahatsız ediyor. Nolursun beni kurtar. Al buralardan kaçır beni. Seninle olduktan son-

308


ra dünyanın öbür ucuna bile

giderim! • dese,

yalvarsa . . . !çini çekti. Nasıl, nasıl istiyordtı genç_ kızın böyle dav­ ranmasını ! Maaş sırası ona epeyce vardı daha. Fikret görünürlerde yoktu. Güvertede vapurun kıçma doğru gitti. denize bakınağa başladı.

Karşıda,

hemen beş, on metre ötede olanca heybetiyle İstanbul şehri! Görmüyordu. Aklmda

Nimet'le

Nuran.

Ama asıl Nuran. Nuran'ın onu dört gözle bek­ lemesini, Nimet'in evde olmamasını, kızın her zamankinden büyük bir heyecanla boynuha sa­ rılıp, başını göğsüne yaslıyarak ağlamasını, hıç­ kırmasını, onu buralardan, daha çok da annesiy­ le annesinin patronundan kaçırmasını du.

O zaman Nimet'le açık açık

istiyor­

konuşurdu :

•- Nikaha gitmiyelim Nimet ! » Kadın belki de l}ayretler içinde sorardı : •- Gitmiyelim mi? Niçin? •

Gözleri başka yerlerde : «- Çünkü . . . hani sen, istediğin zaman söyle, aradan çekileyim dememiş miydin ?:ıo Mağrur kadın : c-

Evet?•

•- İşte o gün geldi. Beni affet, çok özür

n�de

dilerim. Ne yapayım, eli c-

değil! •

Başkasını mı seviyorsun ?»

Gözleri gene başka yerlerde:

309


«- Evet.» Nimet'in ağlayıp yalvarm.ıyacağını, hele he­ le ayaklarına falan kapanmağa kalkmıyacağını biliyordu. Biliyordu evet. Kapanmaz. Tek laf da etmezdi. Pek pek, •-İnşallah mesut olursu­ nuz» der, savuşurdu. Ondan sonra? Ondan son­ rası, gene barına döner, arkadaşlarına filan tek şey söylemez, hele hele Cevdet'i asla kötülemez­ di. Bardaki arkadaşları arasında dedi-kodu alİr yürür. Sonunda kulağına gelirdi Gene aldırmaz­ dı. Ama günün birinde «- Tabi canım. Genç adam, kart karıyı ne yapacaktı alıp da?» falan gibilerden bir şeyler işitince de . . . Cevdet telaşla bir sigara yaktı. Gerçekten de, ne yapardı? Gururlu olduğu için, bu sözleri edene ilişmez, en hafifi, ya he­ sabını alıp Anadolu batlarından birine kaçar, ya da . . . Bu sonuncuyu düşünmek istemiyordu. Önü­ ne Nuran çıktı çıkalı aklına hep Nimet, Nimet'in terk edilmişliği geliyordu. Anadolu bariarına kaçmak bir kurtuluş olamazdı. Çünkü Cevdet sanıyordu ki Nimet onu çıldırasıya seviyor, kıs­ kanıyor! Bu kıskançlık onu belki de günün bi­ rinde terk edilmişliğin korkunç azapları içinde kıvrandıracak. içecek, içtikçe deliye d önecek ve öyle bir an gelecek ki, artık yaşamanın anlamı kalmıyacak. O zaman, işte o zaman kendine bir tüp uyku ilacıyla kıyabilirdi! Uzaklara baktı. 310


Yaşlı bir kadına ümit, yaşama sevinci ve­ rip, sonra da ölüme gitmesine seyirci kalmak vicdana yakışır mıydı? Annesi gencecik ölmüş­ se babasının yüzünden ölmüştü. Babası hizmet­ çiye sarkmasa, mutfakta, şurda burda sarılıp sarılıp öptüğünü annesi görmese, görüp içine atmasaydı ne diye ölecekti? Geceleri soğuk kış Halicinin eğri büğrü sokaklarından pis küfür­ lerle eve dönmesi, kapı neden çabuk açıldı diye sıkıştırması, döğmesi . . . hiç, hiç biri annesını öldürmemişti. Annesini. öldüren, hlzmetçiyle kırıştırmasıydı babasının. Şimdi o da babası gibi, ona bağlanmış bir kadının ölümünü mü hazırlıyacaktı? Sinirlendi. Yarıdan fazlası içilmiş sigara­ sını denize hırsla attı. « Lanet olsun, lanet olsun be! İyi ama, benim ne suçum var ? Yalnızdım, kimsesizdim. Yıllarca hapislerde yatmıştım. Birine ihtiyacım vardı. Önüme Nimet çıktı. Dört elle sarıldım. Ona ümit, ona hayat, ona yaşama sevinci verdim. Kendim de kendi kendimi aldatmışırri meğer. Derken Nuran'a rastladım. Nimet'e bağlanmak nasıl ki elimde değilse, Nuran'a bağlanmamak da elimde değildi, olmadı , Nuran sildi Nimet'i Benim suçum var mı ? Varsa bile, beni böyle bir suçluluğa iten kim ? Allah mı?" Başını kaldırdı, havaya baktı. Sanki Allah ordaydı. Ordaydı da içinden geçenleri duyuyor­ du. Ama görünürlerde hiçbir şey yoktu. Mas-

311


mavi bir gökyüzü, parça parça sütbeyaz bulut­ lar. .. . Birden gene omuz başında Fikret : •-

Hadi sır an geldi ispinoz . . . ,.

Toparlandı. Gerçekten de, fena Adı bağırılıp duruyordu.

Koştu.

dalmıştı.

Koşarken de

az önce �üşündükleri kafasından uçup gitmişti. Hatta Nimet de. Şimdi artık ne Nimet vardı, ne de Nimet'in terk edilmişliğinden doğması pek mümkün ölümü. Bordroyu imzaladı, maaşını aldı : .,_

Haydi bana eyvallah! "

Fikret de oradaydı : «-

Nikahta şahidin olacağım. Bana gününü

bildir! " dedi. Bildiririm anlamına bir baş işaretinden son­ ra vapurun kalın halaUarla tutturulmuş sallan­ tılı merdivenini koşarak indi.

Elinde çantası,

birtakım paketler . . . rıhtıma çıktı.

Hemen ora­

cıkta bir Çingene grubu, çalgıcı küçük oğlan­ ları, dudakları acı kırmızılada

boyalı, allı ye­

şilli. pembeli entarileri, yamuk

topuklu ayak­

kaplarıyla çalıyor, göbek atıyorlardı deniz adam­ larına. Cevdet yıllarca öncenin C evriye'li Çjn­ gene grubunu hatırlıyarak durdu.

Çantasıyla

paketini oracığa bıraktı. Başladı elleriyle kız­ lara tempo tutmağa. Çalgıcı küçük oğlanlar öy­ le ustaca çalıyor, kızlar öylesine ustaca oynu­ yorlardı ki. Aklında o hiç silinmeyen Cevriye, coştu. İçinden bir şeyler taşıyor,

312

fışkırıyordu


adeta. Neşe miydi bu?

Çılgınlık

nereden geli­

yordu: Yıllarca öncenin Cevriyesinden mi ? Yok­ sa yıllarca öncenin Cevriye'si yerine gelip otur­ muş, Nimet'i itmiş Nuran'dan mı? Çalgı durdu. Ter içinde ufacık oyuncu kız bembeyaz dişleriyl e güldü. Cevdet para çıkardı.

Verirken elini tuttu kızın : •-

Adın ne senin ?•

•-

Benim mi? Pembe! ,.

c-

Hayır » dedi.

�-

Ya ne?» diye baktı kız cıvıl cıvıl.

«-

Senin adın Cevriye. Hayır hayır , Nu­

ran ı ,. Kızın kaşlan çatıldı : «-

Diyil benim adım ne Cevriye, ne Nuran.

Benim adım Pemb e ! • •�-

Nuran ! » diye dayattı. Diyil, Pembeyim ben işte ! »

• - Nuran s.ın ! • •-

Pembeyim ! »

•-

Nuran'ım dersen . . . »

Kızın kara gözleri •-

Dersem? ,

parladı :

«-

B ir onluk! »

Kız

arkadaşlarına göz kırptı. Sonra ellerini

«-

Ver onluğu olayım nestersen ! ,

beline hamarat hamarat dayayıp meydan oku­

du Cevdet cebinden çıkardığı onluğu vermedi :

313

hemen


«-

Nuran'ım de, al! "

«- Ondan kolay

ne

var be abicim ? Nuran'­

ım, Nuran'ım, Nuran'ım! ,. Cevdet d e onluğu kızın alnına

yapıştırdı.

Oğlanların kemanı, gırnatası, tefi yeniden ne­ Nuran'ıyla başladı kar­

şeyle patladı. Cevdet,

şılıklı. Bir ara başını yukarı kaldırdı ki ne kal­ dırsın ? Başta Fikret, tayfalar, suvari falan eaş­ muş, elleriyle ona tempo tutuyorları Utandı.

Çantasıyla paketlerini kaptı, ora­

dan koşarak uzaklaştı. Suvari sordu : «- Bu çocuk hep düşüncelidir. Bugünkü neşesinin sebebi ne ? >> Fikret : «-

Evleniyor! » dedi .

«-

Yaa ! »

<<-

Evet. Hem d e kaşar bir karıyla

<< -

Yazık. ikaz etseydin . »

. .

»

.

Ettim be abiciğim, ettim.

«-

Karıyı ben

de tanıdım. Anasının gözü. Böyle birkaç düzü­ ne Cevdet kayıtlı defterinde ama, seviyor. Ne desem hava. Kendi nefsime anlamarn sevdadan mevdadan. Bana karı olsun, ama değişik karı. ifadesini aldım mı haydi yavrum uğurlar olsun sana, eyvallah bana ! • Başta suvan, oradakiler bastılar kahkaha­ larını. «-

Ulan ne anasının gözüsün

kamarot.

314

sen ! ,. dedi


Fikret devam etti : «-

Ama, bir karıya

asıld.ım, boş mu verdi?

Alırım fitili. Ya düşüreceğim, ya da mafoldum! • Şakacı suvari adeti üzere gene takıldı : «- Ulan parlak oğlan, sana d�ğil karı, ben

bile tavım be! • Fikret : «-

Anlamadııım?» dedi.

Cevdet taksiye girmiş, kaşar Nimet'in adre­ sini vermişti. Vermişti ama, gene içinde o bir buçuk aydır çoğalıp azalan sıkıntı yeniden baş­ lamıştı. Gidiyordu.

Nimet karşılayacak,

nikah

işleminin tamamlandığını müjdeliyecekti. Peki o sıra N uran da oradaysa? Gözlerinin içine ba­ karsa ? Bir ara bir biçimine getirir de boynuna sarılır, «- Beni al kaçır buralardan. Senin ya­ nında, seninle birlikte, senin karın, senin Cev­ riyen olmak istiyorum,» derse 1 Ne yaparım? Parmakları arasındaki

sigarayı

arabanın

açık camından dışarıya fırlattı. o:-

O zaman kolay. Vazgeçerim

Nimet'le

nikahlanmaktan. Duur, iki satır bir şey rım, bırakır savuşurum. Günlerce

yaza­

uğramam.

Beri yandan da Nuran'a iki satır. Bekle beni, yakında sana geleceğim ! , Beğenmedi bunu. «- Yahut hayır, kaç bana derim. Yaşı on

sekizden fazladır herhalde. Kaç bana, seni nh­ tımda bekliyorum. derim. Rıhtıma gelir. O za-

315


man açarım durumu Fikret'e. Fi.kret şaşar. Şaş­ sın enayi. Görsün güzel, genç, cıvıl cıvıl kızı. Aiferini basar hemen. Ulan aşk olsun be Cev­ det, der. Tabi oğlum derim. Bir de kurt zanpara geçinirsin. Böyle bir sevgilin oldu mu? Olmadı der. Sonra kızı alır bir yerlere saklarız birlik­ te. Ama, dur .. Kimliğini de yanına al gel derim. Kimliksiz olmaz. Annesi polise

başvursa bile

hava alır. Polis karışmaz on sekizini ' bitirmiş kıza. Belki bu sefer de çalıştığı barın patronu­ nu musaHat eder. Etsin. Fikret'le analarını bel­ leriz. Canım yeter ki kız beni kaçır desin. Dedi

mi

tamamdır. Onu elimden değil baremın adam­

ları, Allah bile alamaz ! , kolaycacık

oluvermiş­

çesine bir sevinç kaplaınıştı içini.

Bu işler böylesine

Uçuyordu.

Ama bir yanı da gene çekimser. Henüz fol yok, yumurta yoktu ortada.

Şimdi ilk jş Nimet'e

gidecekti. Bakalım kadın yaptırmış mıydı işle­ mi? Taksi, Tarlabaşı'ndaki apartmanın

önünde

durunca, neşesi de, demindenberi büyük bir coş­ kunlukla düşündükleri de uçtu gitti. Kalbi çır­ pınırcasına çarpıyor, görünmez bir el gırtlağıru sıkıyordu sanki. Çanta ve paketleriyle indi. Apartman ka­ pısından rüzgar gibi girdi.

Bir an önce sona er­

meE:in� istiyordu içindeki ayrı iki duyunun ver­ diği üzüntünün. Ne alacaksa olacaktı artık. Ke­ sin kararını vermişti. Hayatında belki de

316

ilk,


bir kadını, daha doğrusu bir insanı gerekirse kıracaktı. Ama bir de şu vardı : Kadın ya ha­ zırlanmışsa ? Ya davet kartları falan bastıriD.IŞ" sa? Düğün hazırlığını görmüşse? Zile bastı. Bekledi. Çok geçmeden kapı açıl­ dı : Hiç tanımadığı, tamamiyle yabancısı oldu­ ğu genç bir kadın : c- Kimi aradınız?, Cevdet şaşırdı: Şeyy .. Nimet hanımı aradım . . . Yok böyle kimse burda." Kapı yüzüne kapandı. «-

., _

Fena halde bozulmuştu. Nimet sakın çık­ mış mıydı? Şimdi ne yapacaktı ? Nuran da yok muydu acaba? Yandaki kapı açıldı, Nuran'ların Genç kız, koltuğunda gene bir roman: ..,__, A a. . . geldiniz mi?" ., _ Geldim. Nasılsınız?,. "- İyiyim. Siz?, c-

kapısı.

Ben de. Nimet yok mu?»

Genç kızın aydınlık, pırıl pırıl yüzünden esmer bir gölge geçti. c- Yok! » c - Nerede?" «- Çıktı. » «- Nereye?, . .. _ Taşındığı yeri söylemememi sılo sıkı tenbih etti! , 317


Cevdet sevinmek mi, k ızmak mı arasında bocalıyordu ki, genç kız : « - Üzüldünüz mü?• diye sordu. Birden resmileşmişler, sizli bizli konuşma­ ğa baş).amışlar�� --Sefere çıkmadan önce nasıl da senli benli olı.ivermişlerdi! «- Bilmem ama, demek nerede oturduğuu b iliyorsunuz ? ,. n «- Biliyorum. " «- Adresini veremiyecek misiniz yani?• Şeytanca : «- Veremiyeceğim ! ıo Genç adamı uzun u zun süzdükterı sonra ciddileşerek : c- Size ondan hayır yok ! » dedi. «- Yaa ! » « - Evet. Buyurma z mısınız?., Genç kızın birden Cevriye'leşmesine dikkat ederek : «- Bilmem ? » dedi. «- Rahatsız etmiş olmıyayım ? » Yol verdi : « - Ne münasebet?» Girdiler. Genç kız kapıyı kapayıp, genç adamı salo­ na aldıktan sonra gene, daha önce olduğunca mutfağa koştu, ispirtoluğu yaktı, cezveyi oturt­ tu. Nedenini gayet iyi bildiği bir sevinç için­ deydi. Uçuyordu. Gelmişti, gelmişti yaşasm. Hem de artık o kart, o pis kanyla buluşmama318


casma. Çünkü karı onu bırakıp gitmiş,

hayır

hayır kaçmıştı. ltalyan'a benzeyen herifle

de­ folup gitmişti. Bu yüzden annesiyle de atıŞIDI§­ lar, hatta Nuran'ın üstüne yürümüş: •- Zaten sevmediğim. kaba saba, görgüsüz, yarı cihil. ap­ tah � bırakıyorum. Al hayrmı gör. Gençsin, güzelsin ama neye yarar? Kaz kafalı, kuş be­ yinlisin! • Annesi kızını şöyle bir kayırm.ıştı ya, kart arkadaşııun fakir, çirkin , görgüsüz sevgilisine tenezzül ettiği için de adamakıllı paylamı.ş, da­ ha sonra da gene barın milyoner patronundan IM açmış, eşekliği bırakınasını, adamın onun için karısını boşayıp, kendisini nikahlıyacağmı açık açık söylemişti. Şeker, kahve koydu. Karıştırdı karıştırdı. . Ama bütün �unların tekinden bile söz aç­ mıyacaktı Cevdet'e. Seviyordu onu. Çirkin, ka­ ba, yarı cahil. . . ne olursa olsun seviyordu. o, Nuran'ın İhsan abisiydi. Nuran da onun Cevri­ ye'si. Kime ne? Annesinin istediği yola gitmi­ yecekti. Kararını vermişti. Şimdi her şeyi açık edecek, «- Beni kaçır, al götür buralardan! • diyecekti. «- Annem beni kötü yola sürükle­ mek istiyor. Ne olursun al götür beni. O hani uzaklardaki küçücük evimize gidelim. Ben se­ nin şeker karın olayım, sen benim canımın içi kocam. Akşamları işten dönüşünü sokak kapı­ sında bekliyeyim. Yeni yıkanmış ayaklarımda nalın, kucağımda çocuğum. Sen file dolusu öte319


berilerle gel. Fileni elinden alayım. Çocuğu-na koş, kucağımdan al. Sonra karşılıklı

geçelim

yemek masamızın başına. Güle söyliye yiyeliln yeineğimizi. Sen yalnız beni sev, ben yalnız se­ ni. ;Birbirimiz için yaşıyalım ! ıo diyecekti. Cezveyi ispirtoluğun üzerinde bırakıp salo­ na koştu: •-

inanın bana, size ondan hiç ama hiç ha­

yır yok ! » Cevdet usulca baktı : Beyaz üzerine yeşil, kırmızı puvanlarıyla tatlı, hafif

mavi, poplin

entarisi, entarisinin kısa kolları, kollannın tom­ bul beyazlJğı, yuvarlak kalçalar . . . Bu kız gerçekten sevecek miydi onu ? •-

inanmıyorsunuz değil mi? Demek onu

bu kadar seviyorsunuz?,. lrkildi : c-

Yok canım, onu düşünmüyorum .

.

Genç kızın kalbi ümitle çarprnağa başladı birden. Kimi düşünüyordu ya?

Kendisini mi

sakın? Hani böyle bir şey olsa, oluverse . . . çıl­ dırmasa bile sevinçten boynuna sarılır, yanak­

larmı öper öper öperdi. •-

Ya ?• dedi.

c-

Başka.•

c-

Kimi ama, kimi düşünüyorsunuz?•

•-

Siz bırakın şimdi bunu, demek bana on­

dan hayır yok?• c-

Yok.•

c- Böyle bile olsa, onu son defa bir kerre-

320


cik görmem lazım! :. Bir az da sinirli : ·-

Niçin.?,

•-

Kimlik cüzdanım onda. Sonra . . .

«- Evet ?» «- Beni sevmediğini, belki de hiçbir zaman sevemediğini, beni istemediğini açık açık söy­ liyebilirdi! » •-

Siz belki onu seviyorsunuz sanabileceği

için yüzbeyüz söylemekten

çekinmiş

olamaz

nu ? • •-

Açık konuşalım : Böyle

•-

Hemen hemen. •

•-

Yaa, demek hemen hemen?,

•-

Hemen liemen.•

Genç adamın sarardığına

mi

söyledi ?»

dikkat etti. N e

olursa olsun ok yaydan çıknuştı. •-

Bir dakika !: •

Koşarak salondan çıkarken, gen e o günkü gibi genç adamm hayran

bakışlarını

ufacık,

yusyuvarlak, karbeyaz topuklarında alıp götür­ müştü. C e�det birden yumruk yemişti sanki. Hiç beklemiyordu bunu. Sanıyordu ki, Nuran boy­ nuna sarılacak, aşkını dile getirecek. . . Cevdet de Nimet'i bırakmak zorunda kalacak! Tam ter­ si olmuştu oysa. Bırakılmıştı. Mektupları, kim­ lik cüzdanı falan ne olacaktı şimdi? Mektupla­ rı önemli değildi, ama kimlik cüzdanı ? Nikah

321


işlemi ? Genç kız gittiği gibi koşarak geldi. Elinde bir tomar mektup ve Cevdet'in kapak kırmızı­ sından tanıdığı kimlik cüzdanı ! «- Buyurun ! , Cevdet mektuplarıyla

, hayretler içinde aldı : «-

kimlik

cüzdanını

Neee? Mektuplarımı açmamış bile ! >>

«- Bir kısmını açmadı, Bir kısmı da o buradan taşındıktan sonra geldi

..

»

«- Kendisine yollamadınız mı? » « - Kendim götürdüm ama, umursamadı! » «- Umursamadı demek ?» << -

Umursamadı. Onu boşuna

aramayın.

Çünkü sizi zerre kadar sevmiyor. Sizse . . . » «Sevilmeğe muhtaç ve bana kalırsa layık­ sınız! ,, diyecekti, kendini tuttu. Birden kahve cezvesini hatırlıyarak koştu. Onu ispirtoluk üze­ rinde unutmuştu. Kaynayıp taşmış, dökülmüş, ispirtoluğu söndürmüştü. Yeniden yaktı. Yeni­ den şeker, kahve, kaynatıp fincana döktü, getir­ di. Fakat tuhaf, genç adam hazin hazin ağlıyor­ du. Tıpkı tıpkı babası, İhsan abi gibi. bir şeye içerler, öfkesini alamazsa ;

B abası

İhsan abi

de, annesi azarlar, karşılık veremeyince ağlar­ dı. Genç denizci babasıyla İhsan abi'yle ne ka­ dar, ama ne kadar benziyordu! Elinde kahve fincanı, yanına çekinerek yak­ laştı: «-

Değer mi? Rica ederim .. değer mi öyle

322


bir kadın için?,, Cevdet'in başı öfkeyle kalktı: «- Gitti diye, beni bırakıp gitti diye ağla­ mıyorum. Cehennemin dibine kadar yolu var. Beni ağlatan, şu tutumu. Benim içtenliğim kar­ şısında böyle mi davranması gerekirdi ? Şimdi o kadar yalnızım ki . . . , «- Hiç de yalnız değilsiniz .. , Cevdet duydu, anlamadı. Nuran da pişman olmuştu zaten, ekledi : «- Onu son defa görmek istiyorsanız . . . » «- Evet ?» ,, _ Götürürüm. Üzülmeyin! » «- Peki.>> Fakat «- Hiç de yalnız değilsiniz! , sozu . . Ne demek istemişti? Hani «� Hiç de yalnız de­ ğ.i lsiniz. Ben varım ! » demek istese, ya da bunu açık açık söylese . . . Genç kız da hemen hemen ayni kuşkular içindeydi : «-Hiç de yalnız değilsiniz,, dedim. Ya yanlış anladıysa: Ya hfıla o kadını seviyor da, kendisine fırsattan faydalanarak sırnaştığı­ mı sanırsa? «- Çıkalım mı ?<>> «- Hay haay. Buyurun! » Kimlik cüzdanını, çantasını, paketleri falan orada bırakıp, dışarı çıktı. Az sonra Nuran da · sırtına mavi pardesüsünü alıp ardından geldi. «- Uzak mı? » « - Şişli'de. » 323


Yanyana yürüyorlardı. «-

Bir taksiye atlıyalım. . ..

Genç kız başının bir hareketiyle alnındaki saçı arkaya attı : •-

Yok canım, dolmuşlar var. . ..

Caddeye yanyana çıktılar. Nuran

p.u.

uçuyor­

Hoşlandığı, koca bir ay gece gündüz düşün­

düğü adamla, onun sevgilisiymiş gibi, caddede yanyana yürüyordu. Boş bir dolmuşun . arka kısmına

gene iki

sevgili yakınlığıyla yanyana oturdular. Bir sü­ re ne o tek laf etti, ne de öteki. İkisinin içinde de ayni duyular. Tam da birbirlerine ler.

O

göreydi­

onun Cevriye'si, bu ötekinin İhsan abisi;

babasından bir parça. Aralarında dağlar yoktu, yanyanaydılar ama ikisi de an.lıyordu ki arala­ rındaki şey dağlardan da büyük, dağlardan da kalın, dağlardan da yüksekti. Cevdet bir ara : •-

Demek ben sefere çıktıktan iki gün son­

ra evi terk etti ? :o Nuran bakmadan, sıkıntıyla : •-

Evet.•

.

Cevdet genç kızın sıkıntısının farkında bile değil: «-

Demek beni sevmiyormuş?•

Gene bakmadan: •-

Kimbilir ?• dedi. Ve ekled i :

de hala seviyordur! ,.

324

•� Belki


Cevdet bir şeyler sezerek : c-

Tuhaf.•

c-

N eden tuhaf olsun? Bir kadın

sevdi�

erkeğe ıztırap çektirrnek isteyemez mi ?• c-

İsteyebilir mi ? •

•-

Bir romanda okumuştum . . böyle kadın­

lar da varmış! • c-

Yaa! ..

c-

Hatta bu türlü ıztırapları

çekmekten

hoşlanan erkekler de .. " Cevdet sigara paketini çıkardı, sinirli bir sigara yaktı : •-

Ben o erkeklerden de�lim! •

Şişli durağına kadar başka şey konuşmadı­ lar ama iki'si de bir şeyleri gayet kuvvetle sez­ mekteydiler. Neydi bu?

Karşılıklı . numara mı

yapıyorlardı sakın? Ama Nuran gayet iyi bili­ yordu ki Nimet, az sonra genç adama ağzını, yumacaktı gözünü. O sefere

açacaktı çıktığının

ertesi, evde Nuran'la, daha çok da Nuran'ın an­ nesiyle kızılca kıyametler

kopmuş, iki kadın

biribirierine en ağza alınınıyacak küfürleri re­ va görmüşlerdi Nuran'ın yüzünden�

Buna se­

bep, Nuran'ın Cevdet'e karaladığı bir mektup­ tu. Zaten genç kızdan . şüphelenip duran Nimet bu mektup müsveddesini ele geçirmiş,

akşam

annesine vermişti. Leyla omuz silkmişti. Nimet deli olmuştu bu omuz silkişe. Sakın

kart karı

da kızıyla birlik miydi? Leyla, soğuk, buz gibi Leyla açmıştı

325

ağzını


yummuştu gozunu. Kızının ardında dolaşanla­ rın kimler olduğunu Nimet bilmiyor muydu? Güzel kızı kala kala basit bir denizeiye mi kal­ mıştı? Ama madem seviyordu helal alsundu kızına! Nimet altta kalacaklardan değildi şüphesiz. O da karşılık vermişti : İyi ya, çirkin denizeiyi bırakıyordu kızına. Yani posasını. Kızında mi­ de olsa, anası yaşındaki bir kadının zaten atmak üzere olduğu birine gizli gizli aşk mektubu yaz­ mazdı. Yarından tezi yok, çıkıyordu evden! Çıkarken de Nuran'ı bir kenara çekmiş, an­ nesine çok dikkat etmesini, sevdiği adamı an­ nesiyle yalnız bırakmamasını, onun bir isterik olduğunu söylemişti. Bir de «- Ben ona söyle­ dim. Birbirinize denksiniz. Benden ona hayır yok. Fakat biliyordum ki bana gerçekten bağlı. Bu bağ, anasızlığın verdiği bir bağdır. Biliyo­ rum. Genç, güzel, körpe bir kızdan yüz bulur­ sa ben hemen silinirim. Onun için ondan kaçı­ yorum. Onu sana bırakıyorum. İşte adresim, istediğin zaman gelebilirsin. Ama dikkat et, onu kendine ba�la! » Şişli durağında indiler. Gene yanyana, bir sokak, bir sokak daha. �a caddeye paralel bu arka sokaktaki bir sıra kocaman kocaınan aparı­ manlardan birinin önünde durdular. - Nuran «- ŞU . >> diye eliyle işaret etti. «- Zemin kat, iki numara! ,, .

326


Cevdet bir az da yalvarırcasına : «,- Beni beliliyecek misiniz? � Sinirlenmiş görünmesi gerekirdi : «- Niçin ? » Cevdet hep o İhsan abi'yi hatırlatarak : «- Bilmem. Belki

beklemek

diye . . » Oysa şunu demek istemişti :

istersiniz

Beni bekle­ elimden kaçır­

«-

yin, n olursunuz bekleyin. Onu dım. Çok yalnızım. Sizinle arkadaşlık etmek is­ tiyorum ! » Nuran gene de, «- Bana ne ? Beni ilgilendir­ mez .. » demek isteyen bir omuz silkişiyle güya

oradan ayrıldı. Cevdet, genç kız köşeyf dönün­ ceye kadar ardından baktı. Kaybolduktan sonra içinde bir acı. Koca bir ay, koskoca bir ay onu, hep onu düşünmüştü. Nimet'e acımış, ama genç kızı istemişti. Birazcık yakınlık, bir parçacık da içtenlik, genç denizeiyi dünyalar kadar sevin­ dirir, onu ona perçinlenmişçesine bağlar, kay­ natırdı. İhsan abi'den söz açtığı sıra ne

kadar

yakınlaşmış, Cevriye'nin yerinde olmak istedi­ ğini söylemişti. Hele Nimet'in evde olmadığı sı­ ralar gösterdiği ilgi, etekleri zil çalarak mutfa..: ğa koşup geri dönüşler, çay, kahve, gazoz içmek isteyip isterneyişini soruşlar, o kadının ona ha­ yır getirmiyeceğini söylediği aniann pırıl pırıl bakışı. . . sakın onu bırakıp giden bir kadının ar­ dından koştuğunu mu sanınıştı da ondan? 327

iğrenmişti


Telaşlandı. Gerçekten de.

neden

olmasın?

Bunca zaman gösterdiği en içten yakınlığı an­ lamayıp hala onu sevmeyen kadının

ardında

koşan bir erkeği hangi kadın sevebilirdi? Son­ ra. . . o kadar güzel kız, ne diye sevsin di kendisi gibi kara, kuru, hiç de yakışıklı olmıyan bir er­ keği : Kızdı. Kızması; iki cami arasında kalmışa dönmesindendi. Bırakıp giden kadına geri dön­ mesi için yalvaracak değildi. Bunca zamandır ne için onu aldattığını soracak, sonra da döne­ cekti limana! İçinde derin bir sızı, apartmanın zemin katına indi, iki numaranın ziline bastı. Az sonra kapı açıldı : Nimet! Sertçe : • - Ne var?»

dedi. • Ne istiyorsun ? •

Cevdet bozulmakla beraber, kendini tuttu : c-

Seninle bir az konuşmak istiyorum ! •

Nimet sarhoştu : •- Konuşacak bir şeyimiz kaldı mı? Mek­ tuplarınla kimlik cüzdanını Nuran'a bırakmış­ tım! • •-

Aldım.»

•-

Peki? Daha ne istiyor&Ul? •

Doğru, n e istiyordu daha? Kadın bir an içeri koştu. Kendi kimlik cüz­ danıyla Nuran'ın Cevdet'e yazdığı mektubu ge­ tirdi. Önce kimlik cüzdanını açtı : c-

Oku ! •

328


Cevdet okudu, anladı işi : Cezmi isimli birisiyle evlenmişti. •-

Ya ! • dedi.

Yaşlı kadın alkol kokan soluğuyla : · Evet. Çünkü benim dengim sen değildin. Senden bana hay;r gelemezdi. Karşma çıkacak ilk genç kizla beni aldatır ve başımı derde so· kardın. Onun

için . . . •

Cevdet sarsıldı. Yalan da değildi hani. Şu Nuran ilk zamanlardaki yakınlığı gösterse de, onunla evlenmeğe yanaşsa, bir değil bin Nimet'i bırakabilirdi. Nimet sordu : «-

Öyle değil mi?•

.,_ Ne?" •-

Beni bırakıvermez

miydin

genç

biri

çıksaydı karşma? .. Cevdet deri in bir •-

geçirdi :

Beni senden başka kimse sevmezdi ki .. •

•-

Bense tam tersini düşünüyorum! •

•-

Nasıl? •

c-

Seni çılgın gibi seven biri var.

Haberin

yok mu?» Cevdet heyecanlandı : •- Beni i? Çılgın gibi i? Kim ?•

Nuran'ın kurşun kalemle

karalanırcasına

yazılmış mektubunu uzattı: •-

Oku şu imza yı! •

Cevdet okudu: Nuran! Mektubu kaptı.

Ei:r; solukta 329

okudu : Genç


kız, ondan bir ay için de olsa ayrılmanın azabı­ nı anlatıyor, onu .nasıl düşündüğünü, onun tıp­ kı tıpkısma İhsan abi'ye benzediğini belirtiyor­ du. Sonunda da « - Seni seviyorum ! » diyordu. «- Hani o gün konuştuğumuz ufacık

evımızı

benimle pay laşmaz mısın? Senin, akşam üzer­ Ieri yolunu kapıda gözliyen karıcığın olmak is­ terdim! » Cevdet çılgm bir sevinçle : «- Bu onun mektubu mu ? » diye haykırdı. «- Salıiden

onun

mektubu

mu ?

Bana

yazmıştı? Nerden eline geçti? Ha? Çabuk söy­ le nerden ? » Nimet her şeyi, bir parça d a

kıskanarak

anlattı. Kırılan kadınlık .gururu yüzünden her gün içiyor, içiyordu. Yaşlı adamla evlenmek zo­ runda kalması , genç adamı unutmak içindi. ilk zamanlar sanınıştı ki, Cevdet'teu kaçarsam kur­ tulurum. Ama şimdi anlıyordu ki onu hem se­ viyor, hem de şimdiye kadar bunu anlamadığı­ nı anlıyordu. Fakat ok yaydan çıkmıştı artık. Elinde mektup koşarak uzaklaşan genç ada­ mın ardından uzun uzun baktı. Sonra tam ka­ pıyı kapayacaktı, italyan'a benzeyen yeni koca­ sı Cezmi şüpheyle dikildi karşısına : «- Nimet, onu unutacağım

diye söz ver­

miştin bana ! » dedi. «- Bu muydu sözün ? » Nimet'in

gözlerinde yaş, zerrece

330

sevme,


diği adamın ne demek istediğini anlıyarak, sırf ona zulm etmek maksadiyle : ,, _ Ben sana söz vermedim! » İçeri kaçtı. Cezrni, yeşil şapkası, şapkasının kurdelesine sokulu turuncu tüyle ardından gir­ di. Kapıyı yavaşça kapadı. Şapkasını bir kıyıya attı. Kapanmış ağlamakta olan kadının yanına gitti, belinde elleriyle tepesine Azrail gibi di­ kildi: «- Cevap ver! >> Kadının sadece omuzları sarsılıyor, artık bir daha geri dönmemecesine ayrıldığını arıla­ dığı genç adamı acı acı düşünüyordu. Kara, kuru, her şeyde acemiydi ama, yalnız kaldık­ seferden ları zaman kollarının arasına alışı, döndükçe alev alev heyecanlada gelişi, mutfağa geçip salata hazırlayışı, Nimet'le karşılıklı otu­ rup kafaları çekişi, cıvıl cıvıl konuşuşu . . . «- Cevap versene be, inek ! » Yay gibi fırladı ayağa: «- İnek sensin , inek senin gibi olur. Boy­ nuzlu! >> «- Yaa?» «- Evet, boynuzlusun! Defol. Sevmiyorum seni, qefol! » « - Nereye ? Nikahlı. karımsın ve benim kiraladığım evde oturuyorsun. Hangi hakla beni kovabilirsin ? ,, «- Fazla konuşma. Kovuyorum, defol işte ! » « - Anlaşıldı, yattın onunla.. ben, biliyor331


sun, ellinin üstündeyim. Eskidenberi

bilirdin

genç olmadığımı. Kendimi fa�laca yıpratmış bir ins anım. Bir gençle sidik

yarıştıramam. Ama

karımın da . . . • İnadına : «- Sana sadık kalmasını

istiyorsun öyle

.mi? Kalmıyacağ:m! » ••-

Nimet, haysiy etimle oynuyorsun! •

Oynıyacağım. Bundan sonra yoğurtçuy­

la, bakkalla, şo�örle, kapıcıyla . . . ıo Adamın sabrı tükenmişti. Bir tokat! Birden gözleri dönen sarhoş kadın

koştu,

Cezmi'Itin

çoktandır Nimet'in yanında duran

küçük tabancasını çekmeceden alıp geldi : «- Defol, defol diyorum burdan ! " ««-

Ben ii? Benim tabancamla ?,. Seni evet, senin tabancanla! "

Çevik bir davranışla kadının !Jileğini yaka­ ladı. Küçük bir itişip kakışma. Tabanca patla­ dı ve kadın göğsünden vurularak

yere yuvar­

landı. Cezmi şaşırmıştı.

Şapkasını olsun

aklederneden zemin kattan koşarak Bu arada Cevdet'le Nuran'ın durakta unutmuş cıvıl cıvıl

konuşmakta

almayı

uzaklaştı. dünyayı

olduJ:clarına

dikkat bile etmedi. Cevdet «-

Peki» dedi, «beni madem bu kadar sevi­

yordım, ne diye bu mektubu bana sıkıştırma­

dm ?» 332


•-

Utandım. de?

Bir

de . . . »

•-

Bir

•-

Korktum ! •

•-

Neden korktwı?•

•-

S enden ! •

•-

Niçin?•

•-

Nimeti seviyor

•-

Deli ! "

da bana boşverirsen di-

ye . . • •-

N e biley im ben ?,.

•-

Ben de neler neler kurmuştum yol

yunca. Diyordum ki; kara, kuru, çirkin bir nım ben. Koca İstanbul'da bu kadar

bo­

insa­

yakışıklı

gençler var. Kendisi de çok güzel. Ne diye beni sevsin? Benimle niçin evlenmeğe razı olsun?ıo ' Boş bir t aksi geçiyordu önlerinden. Cevdet durdurdu, atladılar. Boğaz'a çekmesini söyledi. Elleri birbirlerinin ellerindeydi. Bir ara Nuran başını genç adam:n omuzuna day adı, başladı : •-

Tıpkı tıpkı senin gibi yakışıklı

değil

ama, kalbi olan, beni anlıyan birisini kurmuş­ tum yıllardır. Bir gün böyle birinin önüme çı­

sabırla • Sana Cevriye'deP

kacağını sanıyordum. Bekliyordum •-

Ben de, ben de tıpkı . .

. . .

onun için söz açmıştım ya! » •·-

Ya ben? İhsan abi'den

boşuna mı? •

B e n İlıEan abi'ye benzemiyoruro kil.

sanki?» sokuluyorsun ya ona

•-

Ben Cevriye'ye benziyor muyum

c-

Bana Cevriye gibi

bak. . ıo

333


«- Sen de ihsan abi gibi! .. «- Annen ne diyecek bu jşe?ıı «- Hiiiç . . » «- Seni ban a verir mi?» «- Annem gönül işlerin e karışmaz ! » «- Peki bar sahibi ?» Nuran'ın yanaklarından bir sıcak dalgası geçti : «- Boşveeeer . . . » Dudak dudağa geliverdiler. Şoför dikjz aynasmdan gördü bunu, aldır­ madı. Efkarlanmıştı sadece , bir sigara yakmak­ la yetindi.

334


16 .

. Sabaha karşı eve fitil gibi sarhoş, ağzı yl!­ zü bir yanda dönen Leyla uyandığı zaman ağ­ zının içi zehir gibiydi. Bütün gece viski viski üstüne, bol bol üstüne, kokteyl kokteyl üstüne içtiği yetmezmiş gibi, şu anda sokakta karşılaş­ sa tanıyamıyacağı kaba saha, arada genç, nazik erkeklerle rakının çeşidini içmiş, rasgele meze­ l.erle midesini adamakıllı bozmuştu. Her sabah bu, her sabah bu . . . çekilmiyordu aslına bakılırsa ama, başka çaresi var mıydı? Her gece tanımadığı birtakım erkeklerin kaba -saba okşayışlarına boyun eğecek, sundukları içkileri -zehir bile olsa- içecekti. Kalktı. Odasının bir kıyısındaki buz dola­ bmdan, teriemiş bir şişe su çıkardı. Bardağa döktü. Yanan midesine lıkır lıkır indirdi. Bili­ yordu bu buz gibi soğuk suyun zararını ama, hoşuna da gidiyordu doğrucası. Yeni bir bar­ dak. Pencere içindeki başağrısı ilacından iki tane attı ağzına, ikinci bardak suyu gene lılor lıkır. Ooooh, serinlemiş, galiba da başının ağ­ rısı geçer gibi olmuştu. Olmuştu ya, kulağına 335


çalınan bir mırıltı mı vardı dışarda? Sokağa çıkmak için giyinirken ayaklannın uçlarına basarak pencereye yaklaştı. Salonu görrneğe çalıştı. Göremedi ama, anlıyorrlu sa­ lond.a biri ya da birilerinin olduğunu. Kim, ya da kimlerdi acaba? Sakın pavyon sahibi olma­ sındı ? Bak, buna karşı değildi işte. Pavyon sa­ hibiyse, hele Nuran da adamı salona almış, ağır­ lamışsa doğrusu kızını çok sevecekti. Giyirunişti. Sevinç dolu bir heyecanla tam dışan çıkar­ ken, tokat yemişçesine geriledi: Hayır hayır, istemiyordu bu adamı ! Odaya yeni baştan girdi, tam seslenecekti, Nuran bir koşu geldi. Gözlerinin içi gülüyordu. Sanki her yanından alevler saçılıyor, gıdıkla­ nıyordu. Leyla, göz ucuyla şöyle bir gördüğü genç denizciden ötürü sordu : c- o gene mi burada? · Nuran anlamamıştı : c- Kim?• Kızmıştı : c- Salonda oturan! • Anlamıştı : c- Cevdet mi?• c- Ne kann ağrısıysa .. • • - Ama anneciğim . . . • Lavabonun soğı.ık suyunda ellerini yıkar­ Iten sertçe dönmüş, sarhoş gözlerle baloruştı : 336


«- ruıarı yaşıı:.daki kart karıya evlenmc teklif etmiş bir midesizle flörtü daha fazla iler­ Ietmezsin herhalde? » Tepesi atmıştı: « Neler söylüyorsunuz anneciğim?» Yüzünü sabunla uzun uzun yıkadıktan Sk)nra: «- Yalan mı?• « - Ben onu seviyorum ! ,, Hayretle : «- Sahi mi söylüyorsun ?» « � Elbette sahi ! » işleri söz konusu olun­ Sevmek, sevilmek c a Leyla'da akan sular dururdu. Sevilmekten çok sevmekti aslolan! « - Onu gerçekten seviyor musun?,. « - Seviyorum anneciğim! • «- Yani ?,. « - Yani. . . karar verdik, evleneceğiz ! » Öfkeden deliye dönse bile belli etmerneğe çalışarak, kızından havluyu aldı, odasına hırs­ la geçti. Hem kurulanıyor, hem de kızındaki midesizliğe söylenip duruyordu. Akılsız, mıy­ mıntı, pısırık . . . ne diye ardına düşen, onun için deli divane olan pavyon sahibine peki demiyor­ du da, kılıksız, kara kuru adama söz veriyordu. Söz verdi diyelim, evlenecek. Evlenmesi, bar­ cıyla dalga geçmesine engel miydi ? Bir yanda o, öte yanda bu. üstelik barcı gemi azıya almış, apartman katı satın almak dayayıp döşemekten -

337


söz açmıştı. Deli miydi bu kız neydf? İnsan çe­ şitli erkekleri, birbirinden habersiz, kukla gibi oynatırdı be! Bir az da sinirli, giyindi. Nuran sadece seyrediyordu : « - Kalıvaltı etmiyecek misiniz: Sertçe : «- Hayır.» dedi. Salondan geçerken, isteksizEkle : «- Hoş geldiniz! » Cevdet korku, şaşkınlık içinde yerinden fırladı. Koştu, azametli kadının eline sarıldı : «- Ö'peyim anneciğim! » İçi bulanarak elini uzattı ama, kızına da anlamlı anlamlı bakmaktan geri kalmadı: « - Midesiz kızım. Şu görgüsüz oğlanla evlene­ ceksin öyle mi? » demek istercesine. Tam çıkacaktı, kapının zili. Gitti açtı : Bir zamanlar Nimet'in işgal et­ tiği karşı dairenin yeni kiracısı genç kadın. «- Afedersiniz efendim, bir adam gelmiş, Nimet hanımı arıyor! » Cevdet de yaklaşmıştl kapıya. «- Kim acaba?, dedi Leyla. Eğildi, Cevdet'in yakın arkadaşı Fikret'i gördü, tanıdı. Fikret de pavyondan şöyle bir ta­ nıdığı Leyla'yı kibarca selamladı : •- Özür dilerim efendim. Gazetede bir haber okudum da .. » Gözüne birden Cevdet ilişince : 33 8


«- Ha, burda mısın ? » dedi, «'Senin Nimet'i vurmuşlar! » Elindeki gazeteyi açıp uzattı. Nimet'in ölüm havadisi heyecanla okunurken, Fikret, yakın arkadaşı Cevdet'in burada ne aradığını düşü­ nüyordu. Gerçi biliyordu şu adını bilmediği ama şahsen gayet iyi tanıdığı konsomatris ka­ dını. Nimet'in arkadaşıydı. Cevdet n e geziyor­ du burada? Konsomatris Leyla da, pavyonda birkaç sefer gördüğü yaJnşıklı adamı hatırlamış, yüzü­ nün sert çizgileri yumuşayıvermişti. Sonra sı­ cak bir kan dalgası yüzünü sardı. İçi kaynama­ ğa başlamıştı. « - Arkadaşınızı neden içeri buyur etmiyor­ sunuz Cevdet bey ? » Cevdet kulaklarına inanamamıştı. A z ön­ ceki sert kadın mıydı bu? Nuran'a döndü. Nuran'ın yüzünü sıkıntılı bir gölge kaplamıştı. Tuhaftır, birden bu genç adamda yıllarca öncenin Jön Nejat'ını hatırla­ mıştı. Cevdet : «- Siz tanırsınız anneciğim Fikreti .. » dedi. •- A, tabi. Pavyona birlikte gelmiştiniz birkaç sefer .. » Nuran'a : «- En yakın arkadaşım ! » dedi Cevdet. «Kardeşimden fazla severim kendisini. O da beni sever! » 339


Leyla çıkıp gitmeyi unutmuştu: İçeri buyurun evladım, içerde konuşalım! » «- Rahatsız etmiyeyim?ıo «- A a .. daha neler . » Cevdet de Nuran kadar huzursuzdu. En yakın arkadaşından Nuran meselesini titizlikle saklamıştı. Fikret'in gözünden kaçmış olabilir miydi ? Sanmıyordu. Kurt Fikret. «- Madem durum böyleydi, benden niçin sakladın ?" diye düşünebilirdi. «Benden en önemli, hatta en önemsiz şeylerini bile saklamazdın da, bunu . . . bunu neden sakladın Cevdet?» derse, ne karşı­ l:k verirdi? Konsomatris Leyla şöyle bir tamdığı yakı­ şıklı genç adamı karşısında görmekle bambaşka bir insan oluvermişti. Daha çok Nuran'ın dik­ kat ettiği kadınca salmış, kınlıp dökülüşl�r. . . «- Şöyle buyurun, rica ederim şöyle buyurun. Darılırım ama ! » « - Yoo .. sizi darıltmaktansa . . " «- Eveet?» « - Dünyanın en büyük rahatsızlığına kat­ lanabilirim! » Billıirdan, şuh bir kahkaha: «- İ lahi Fikret bey, çok hoşsunuz .. Sık sık görüşelim olmaz mı? «- N eden olmasın hanfendi? O şerefi bana bahşedersiniz . » «- Aman efendim . . . ,, _

.

. .

340


Nuran, gözlerini boyuna ona çeviren genç, yakışıklı adamın görme açısından kaçıyor, yeni bir Jön Nejat olayının başlamasından

korku­

yordu. Ah bu annesi, ah bu hovarda annesi ! Cevdet arkadaşına suçlu suçlu sokuldu : «-

Sana sonra anlatırım

..

»

Fikret gayet iyi anladığı halde anlamamış davrandı : •-

Neyi?»

•- Sana bu meseleyi niye «-

an latmadığı m ı . . . ,,

Boşver ! ,

Bunu öyle kandırıcı biçimde söylemişti ki, Cevdet arkadaşının hiç de aykırı düşüncelere varmıyacağını anlamış, rahatlamıştı. Sonra uzun uzun Nimet'ten konuşuldu. Ga­ zetenin yazdığına göre, Cezmi kadını ' vurduk­ tan sonra ortalardan kaybolmuştu. Kadını vu­ ranın Cezmi olduğu, sedirde

unuttuğu

yeşil

şapkasından anlaşılmıştı. Peki ama sebep ney­ di ? N e olabilirdi? Leyla : •-

Efendim» dedi, «Cevdet bey

de bilir,

kadın bir parça ukalaydı. Eskiden doktor karı­ sıymış. Bütün bir bar hayatında kendini hep doktor karısı farzetti! » Öksürdü, devam etti : •-

Konsoınasyonlara

nazla gider, adam

b eğenmez. Gitse bile adamı eğlendirip neşelen­ , dirmeğe bakacağına, buz gibi dururdu! Kaç se­ fer konsomasyon olduğu masadan, sırf bu buz

341


gibiliği yüzünden kovulmuştur. Bizler, hayatı­ mızı konsomasyonlar yüzünden kazanan sanat­ karlar. . efendim? içimiz kan ağlasa da belli et­ memek zorunda değil miyiz Fikret bey ? » N e olursa olsun k ıyak karıydı : « - Ona ne şüphe hanfendi?-. « - Aksi halde adamlar n e için avuç dolusu para sarfetsinler? � «- Kendini bilen bir konsomatris . « - -Neşeli olmak zorunda diyeceksiniz . . « - Elbette. " « - Ben kendi nefsime müşterilerime asla ters yüz göstermem. Gülerim, söylerim .. ama öyle her önüne geleni de beğenip . . . Çapkın bir göz kırpış. Tam bu sırada Nuran'la Cevdet mutfağa geçmişlerdi. Kanı damarlarında şimşekleşen kadın iyice pas verdi: «� Severnem doğrusu! » Fikret niyeti anlamıştı, taşı gediğe koydu: « - Ben de hanfendi. Şimdiye kadar evlenmedim. Neden?" « - Bekarsınız demek?• « - Evet. » «- Tabi canım, aklı başında, kendini, zevkini bilen erkek ne diye evlensin? .. «- Bir tek kadına ait olmaktansa . . . Leyla şuh bir kahkaha attı : << - Bütün kadınların .» << - Hayır, bütün kadınların değil. Yaşını . .

.

. .

342


başın1 almış, aklı başında, sözü sohbeti dinle­ nir, oturup kalkmasını bilir, cami yıkılsa da mihrap yerinde. . . " Leyla manikürlü, ojeli tırnağının kırnuzı kırnuzı göz aldığı sağ el şahadet parmağını ho­ vardaca salladı : «- Çapkııın! » « - Evet» dedi, «çok şükür ki çapkınım! ıo Leyla çevresini kollay�verdikten sonra fısıldadı : <<� Ben de, benim gibisiniz. Afferin size ! ıo ««« - . . . . . . . . . . . '. » Mutfakta Cevdet, sevgilisini iki bileğinden yakalamıştı : << - Söyle, neden canın sıkıldı birden? Ha?» Ne söyliyecekti Nuran? Ne diyebilirdi? B u yakışıklı adamı beğenmediğini mi. ? Buraya ne­ den geldiğini mi ? Annesinin onu görünce bir­ den değişivermesini hayra yormadığını ını ? Adamın çapkın, kurt bakışlarından rahatsız ol­ duğunu mu? N e yi? Gerçekten de kurttu adam, tam bir kurt. Daha doğrusu, tıpkı tıpkısına Jön N ejat. Gerçi ona benzemiyordu ama, onun ka­ dar yakışıklıydı, hatta ondan daha da yakışıklı ! «- Canının niçin sıkıldığını benden saklı­ yorsun demek ? » Aklı gitti. Gitti ama, gerçek nedeıli nasıl, nasıl açık edebilirdi? Yoksa başka şey olsa ne

343


diye saklasın ? Ondan hiç, ama hiç bir şeyını saklamıyacak, ona içinin en gizli yanlarını açlk­ lamaktan zevk alacaktı. c- Hiç» dedi. cTanımadığım bir karşılaşıverince . . . »

insanla

« Haklısın, bir tuhaf oldun değil mi ? » Ama Cevdet'in içine kurt düşmemiş de,ğil­ di. Yakışıklı, hem de çok yakışıklı arkadaşını beğenmiş, ona aşık olmaktan korkınağa başla­ mış olabilirdi. içi gitti. Şayet böyle bir şey ol­ sa da, Nuran Cevdet'i bırakıp ona dönse .. Çıl­ dırırdı herhalde. Çıldırınca da Nuran'ı değil, ötekini, o güzel, o yakışıklı, kadınlar, genç kız­ lar üzerinde yıldırım etkisi yapan adamı çeker vururdu herhalde. -

Genç kızın bileklerini bıraktı. Nuran endişeyle baktı. Bu bırakıştaki öfke değil, nefret değil, ama herhalde bir şeyler sak­ lı edadan anlamlar çıkarmıştı. Sakın Cevdet. arkadaşını çok yakışıklı bulduğunu sanmasındı ? «-

Cevdet! »

Karşılık vermedi. Nuran daha içten koştu, mutfağın ortasında yakaladı : •- Bana bak ! Darıldın m ı ? » Hırsla döndü : •- Onu çok yakışıklı buldun değil mi? Be­ nim gibi kara, kuru çirkin de değil. Sana keşke daha önce rastlasaydı. . . ha?»

344


Nuran'ın aklı giderek genç adarnın bilek­ lerini tuttu: «- Neler söylüyorsun Cevdet? Nasıl söyli­ yebilirsin? Ben yalnız seni sevdim, sonuna ka­ dar da seni seveceğim ! Sen benim ihsan abirn'­ sin ! » Kedi gibi , daha doğrusu Cevriye'ce sokul­ du. Başını genç adarnın göğsüne dayadı. "- Ben de senin Cevriye'n. Cevriye Cev­ det'ten başkasını sevebil�r mi?» Şıpın işi, dudak dudağa geliverdiler. Daha sonra apartmanın önünde duran bir jipten bar sahibi, görevliler indi. Leyla, Nuran, Cevdet, hatta Fikret, bilgilerinden faydalanıl­ mak üzere merkeze davet edildiler. Fikret ara­ bada Cevdet'le Nuran'ın arasına oturtulrnuştu. Hemen kaynaşıverdiği konsornatris kadının kı­ zına bitiyor, daha çok da bütün bunları ondan saklıyan Cevdet'ten öc almayı kuruyordu. Çap­ kındı, şuydu buydu ama, Cevdet'in sevgilisi­ ne . . . gerçi böyle şeyler kollarnaz, kollar göiü ­ kürdü. Yoksa ne olacaktı? Bu arkadaş sevgilisi, şu arkadaş kız k ardeşi, akrabası, öteki arkadaş karısı. . . eee, bu dünyaya birtakım kayıtlara şartlara katlanmak ıçın gelmemişti. Onun için ana, hacı vardı, üstyanı vızgelir tırıs gider­ di. Hele arkadaş karısı, sevgHisi! Ona neydi bundan? Arkadaş karıları, sevgilileri de niha­ yet dişilerdi. Yakışıklı bir erkek karşısında bü­ tün dişilerin ilgi duyacaklarına şüphesi madem 345


yoktu, o halde şu kız, şu konsomatris Leyla'nın kızı Nuran da Cevdet gibi kara kuru, çirkin bi­ rinden çok kendisine karşı ilgi duyacaktı, duy­ ması gerekirdi, hatta zorunluydu ! Ama Cevdet'i biliyordu. Herhalde Nimet'e gelip giderken ta­ nıdığı bu kızla Nimet'i değişivermekte sakınca görmemişti. Ya da hayır, Nimet, şu gazetelerin yazdığı adamı Cevdet'ten daha yakışıklı bulup bu aptalı sepetlemişti. Bununla beraber, şimdi­ lik hiç oralı olmıyacak, kızla değil, cami yıkılsa da mihrap yerinde kadınla ilgilenecek, kendini sevdirip, mangırlarını tırtıklamağa bakacaktı. N eden olmasın? Konsomatrisler dünyanın pa­ rasını kazanıyorlardı. Anadolu'dan her gece tümen tümen hacıağa geliyordu. Koyunlarında demet demet papel, Sirkeci kebabevleri, ya da Beyoğlu ara sokaklarındaki meyhanelerde ka­ faları tütsüledikten sonra, akları pembe pembe gözleri, ispirto kokan soluklarıyla tutuyorlardı barların, pavyonların yolunu. Memleketlerinde tutucu partilerin eli tesbihli, alnı seecadeden kalkmaz, değil otuz gün oruç, üç ayları bile se­ kitmeyen ham sofuları i stanbul'a herhangi bir vesileyle kapağı attılar mı baştan aşağı zanpa­ ra kesiliveriyorlardı. O zaman gelsin pavyonlar, gitsin barlar, genelevleri, randevu evleri. Bu kart ama hoş kadın da o balkonu, o defransiye­ liyle kimbilir ne hacı tavlıyor, ne paralar sız­ dırıyordu. Zarına ilk bakacağı geceden sonra kadının ona nasıl abayı yakacağını, yakmak zo346


runda olduğunu az önce karıyla ilk rastlaştık­ ları an anlamıştı. Hep böyle oluyordu zaten. Ta doktor b eybabasının varlıklı günlerinden beri. Annesinin bir gece bey babasıyla konuşmaları­ nı işitmişti : Geceydi, gece yarısı belki de. Dı­ şarda şakırtıyla yağmur. Küçük aptesti gelmiş­ ti, Uyanmış, tuvalete kalkacaktı ki, -.babasıyla annesinin konuşmaları : «- Ben eve genç hizmetçi istemem bey ak­ lından çıkar bunu ! " Bey babası gülmüştü : «- N eden hanım? Benden mi çekiniyor­ sun ? » « - Yoo, hayır. Senden değil, oğlundan ! » «- Düşündüğün şeye bak. Çocuğun ne suçu var ? » « - Suçu var demiyorum bey. Kaltaklar oğ­ lanın karşısında eriyip akıyorlar. E, o da genç. Ne yapsın? » « Genç değil, çocuk ! » « - Çocuk mocuk. Ver koynuna bir kancığı dokuz aya bırakırsa yuh olsun ervahıma ! , «- Oğlumla iftihar ediyorum! ,. «- Ha ha. . duyur da şımarsın, ortalıkta ne karı bıraksın ne kız! , « - Canı sağ olsun . » «- Ayol daha on dördüne yeni bastı. Bu gidişle ne olacak bunun sonu ? Şu ortayı bitir­ sin hiç olmazsa ! . O zamanlar, yfmi o n beş yıl önce ortanın -

.

347


ikisindeydi: Doktor bey babasının muayeneha­ nesine gelen otuzluk , otuzbeşlik hanfendiler­ den iltifatın daniskasım görürdü. On dördün­ deydi ama, genç irisi, sporcu, tuttuğu . yeri ko­ paran bir afacandı. Hovardalık arkadaşları ken­ di akranları değil, lise sondan belgeli, ya da bütünlerneye kalmış kırdı kaçtılardı. Pek çok­ ları da futbol yüzünden okula bir tekme, şeh­ rin dışındaki bitirim kahvelerine sabahın erken saatlarında düşerler, yoldan gelip geçen okul­ lu kızlardan çok yeşilliklere gömülü pavyonla­ rın cıvıl cıvıl hizmetçileriyle, otomobilli mon­ den hanfendilerine musaHat olurlar, serüven­ lerini de ertesi gün bitirim kahvesinde ballan­ dırırlardı : «- Kim ? Mühendisin zamazırngosu mu ? Egafta! >> Mühendisin genç karısını kim •Egafa,. ge­ çirmişse başlardı nasıl geçirdiğini bire beş, on, bazan yüz katarak anlatmağa. Anlatanın çev­ resi merakla alınır, tırnaklar kemirilerek, ke­ mirilen tırnaklar yere sık sık tükürülerek, ya da parmaklar arasındaki sigara bir fiskede atı­ larak, arkada eller, az daha sokulunurdu : <<- Demek ekmek ister gibi . . ha ? » « - Tabii yahu . » «- Arabasının önüne mi çıktın? a «- Yok yahu. Baktım geliyor, karşıya geç­ me numarası. Şıp, durdu kuvvetli bir frenle. Açtım ağzımı yumdum gözümü » ..

348


«- Ne dedin , ne dedin? ,. «- N e bileyim b e n yahu? Hanfendi dedim

galiba, genç bir üniversiteliyi az kalsın ezecek, memleketi istikbtılin büyük bir

doktorundan

mahrum bırakacaktıruz! • Kahkah alar. «-

Vay hergele vay. Sonra, o ne dedi?»

«-

Ne diyecek? Güldü.

Hangi

fakültede

okuduğumu sordu. Attım Tıp diye . . . ,. Arada zeki biri yakalardı : •-

Ulan palavrayı bırak da doğruyu söyle :

Hem karıya fiyaka yapmış, genç bir üniversite­ liyi ezmekle memleketi

istikbalin

büyük bir

doktorundan mahrum bırakacaktınız dedim di­ yorsun, hem de kadın hangi fakültedesiniz di­ ye sormuş. Laf mı bu yani ? » Yalanı yakalanan arkadaş matrağa

alınır,

yuhlar, ohalar arasında kovalanır, kahkahalar fişekler gibi patlardı . Asıl böyle zamanlarda ka­ rı

kız tavlanırdı. Kahveye bakan evlerin pen­

cereleri açılır, genç, yaşlı kadınlar, delikanlıla­ rın arada hayvanlaşan şakalarına merakla ba­ kar, iÇlerinden fazla iştahlılar da atarlardı kah­ kahalarını. Bu arkadaşlar arasınd� en iş kurnazı, en tavcısı doktorun Elektriğe henüz kavuşmuş

bitireni, en

oğlu

kasahada

Fikret'ti. doktor,

mühendis, avukat ve eczacıların çok önemsen­ diği yıllardı. Her şeyi, herkesten daha iyi bilir, bundan dolayı da çarşıda, pazarda, kahvede, lo-

349


kantada bunlar en çok saygı görürlerdi. Bir doktor, bir avukat, bir mühendisin çevresi çok­ luk koca göbekli büyük çiftçiler, tüccarlar ta­ rafından çevrilir, ortalığın hali üzerine yapa­ cağı yorumlar can kulağıyla dinlenir, birbir­ lerine bakılarak başlar anlamlı anlamlı salla­ nırdı. Fikret işte böyle bir doktorun oğluydu. Ba­ basının akıllılığı bütün kasabaca bilinir, erkek­ ler en çok da evlerinde ondan söz açarlardı. Adam Lokman-ı hekimdi. Yüzüne şöyle bir bak­ sm hastasının, hastalığının nerde, ne hastalığı olduğunu şıppadak anlardı. Kasahada onu çiğ­ neyip hastalarını Ankara, i stanbullara götürme modası yoktu henüz. Harnit bey her türlü has­ taya şöyle bir bakar, sonra da gözüne gözlüğü­ nü takıp reçetesini yazardı. Reçete eczahanede yaptırılır, hastaya verilirdi. ilacı içen hastanın iyi olmaması kaabil değildi. Onun için sevilir, sayılır, oğlunun zıpırlıkları hoş görülür, kadın­ lardan, kızlardan fazlaca yüz bulurdu . Sonra evlerin<;le çeşit çeşit hizmetçi.. « Şerefsizim tekine hişt pişt diyorsaın .. ,. «- Ya ? » « - Kendiliklerinden tav oluyorlar be kar­ deşim! » Kendiliklerinden tav olanlar, daha çok otuzunu aşkın, at 'gibi hizmetçilerdi ki, Fikret'in annesi aldırış etmez, hatta akşamları bey baba­ sına yetiştirmezdi. Dul kadınlardı. Bütün gün -

350


koca konağın çeşitli işlerinde, yorulan bedenle­ rini yataklarına atıp rahat bir uykuya geçme­ den önce, küçük beyin pencereyi tıkırdaıması­ nı beklerlerdi . Çok bekletmezdi. Pencereyi tı­ kırdatır. Kapı zaten sürgülü değildir. İ tip gi­ rerdi. Umba istekli kadının heyecanlı eliyle kısılır, karanlıklar en korkunçlarını olduğu gi­ bi, bu en masum günahları bile örtüverirdi Bir gün hiç hesapta olmıyan bir tifüs biti doktor Harnit beyi alıp götürrn.eseydi, Fikret belki de liseyi paldır küldür bitirir, sonra da herhalde üniversiteye kapağı atardı ama, ev­ deki pazar çarşıya uymamıştı. Babasının ölü­ münden sonra annesi her şeyleri satmış, paraya çevirmiş, İ stanbul'a, yaşlı annesinin yanına gö­ çetmişti. Fikret İ stanbul'da da okula yazılmıştı yazılmasına ya, babasız kahveren başarı oğlanı ana nasıl zaptederdi? Sabahleyin okula diye ev­ den erken çıkar, ta akşamlara, karanlıklar inin­ eeye kadar sokaklarda gezer dolaşırdı. Soru­ lunca da «- ıD erslerimiz çok ağır. Arkadaşlar­ la ders çalışıyoruz toplamp! yalanını atardı. Ama ders mers hak getire. Kasahada oldu­ ğunca, evlerinin bulunduğu istanbul kıyı ma­ lu1.llerinden birindeki bitirim kahvesinde tanı­ dığı haylaz arkadaşlarıyla istanbul kazan, on­ lar kepçe. Ö nce haminnesi, sonra da annesi baktı ki olacak gibi değil, oğlan elden gidecek, uzak ak­ rabalardan eski bir topçu yarbay emeklisiyle »

351


evlenmeğe kadın, «isteıniye isteıniye» yanaştı. Adam iriyarı, güçlü kuvvetliydi. Fikret'i öyle bir topariadı ki, Fikret kaçmaktan başka çare bulamadı. ·Bir gün istanbul limanından kalkan bir vapura gizlice girdi. Keşfedildi. Kömür at­ tı, patates soydu, güverte yıkadı. Ne yaptı yap­ tı Amerika'ya attı kapağı. ingilizce öğrendi. Di­ kiş tuttursaydı iyi bir baltaya sap olurdu ama, tutturamadı. Annesinin ölüm haberiyle kendine geldi. Annesi kalp sektesinden ölmüş,

hamin­

nesiyle kalakalmıştı. Topçu emeklisinden kur­ tarabildiklerini sattı, paralannı barlarda yedi. Sonra da haminnesini öte dünyaya yolcu edip, «Tığ-ı teber, şah-ı velayetı. , bir liman

kağıdı

çıkartıp, yabancı vapurlardan birine kumanya­ cı oldu. Yıllar ve yıllar böyle geçti. Bir gün bu Cevdet'le tanıştı. Genç adamla nasıl arkadaş ol­ duklarını da pek hatırlamaz.

Galiba bir gece,

Cevdet, tayfa arkadaşlarından birine başından geçenleri anlatıyordu. Fikret'in dikkatini, genç adamın uzun yıllar hapislerde yatmışlığı çek­ mişti. Bunları anlatırken gözlerinde sanki pro­ jektörler yanıyor, heyecandan ter içinde kalı­ yordu . Ama Cevriye'den söz açtı mı da, melek­ leşiyordu adeta. Fikret'e göre Cevriye alttarafı bir Çingene kızıydı. Yok onu ondan iyi anlar­ mış da, yanına öyle bir sokulurmuş

ki, hala

unutamıyormuş da. Fikret önemsemezdi. ha çok arkadaşının babasının ikinci

O da­

karısıyla,

komşu şoför Adem arasında geçen aşk serüve-

352


nine bayılırdı.. İçinden : " - Ulan aferin şoför adem ! , diye geçirirdi. c Koca bunak, ne diye ilik gibi karıyı kapmış? Hizmetçiyse, ne? Adem daha genç, daha yakışıklı, eli ayağı daha tutar. Peki? Ne yapacaktı? Mutemet İhsan efendinin hatırını mı sayacaktı? » Fikret'in Cevdet'te en beğendiği, arkadaş canlılığıydı. Yıllardır süregelen arkadaşlıkları süresince kavga etmedikleri ne İtalyan liman meyhaneleri, ne Marsilya hamallan, ne de Amerikan Coni'leri kalmıştı. Fikret hemen he­ men hep karı kız yüzünden ne zaman, dünya­ nın neresinde yumruk yumruğa kavgaya tutuş­ muşsa yanında daima Cevdet'i bulmuştu. Kara, kuruydu ama bilekleri sağlam, yumruğuna sı­ kıydı. Bir de ondan hiç, ama hiçbir şeyini sak­ lamaması ! Şu az önce te'sadüfen öğrendiği Nu­ ran'la annesi meselesi olmasaydı ona karşı duy­ makta olduğu saygılı sevgiye gölge düşmiyecek, arkadaşının genç, güzel, cıvıl cıvıl sevgilisine niyetini çevirmiyecekti. Çevirmişti. Aksi gibi kız da boyuna bakışiarım kaçınyor, ondan ağzı yanmışçasına gocunuyordu. Tuhaf, hem de çok tuhaftı ! Annesi ilk görüşte vurulmuştu da, asıl vurulması gereken genç kız neden vahşilik edi­ yordu? Sakın bu da yıllarca öncenin Melahatı gibi keçilik etmeğe kalkmasındı ? O da böyle, çirkin bir arkadaşına dört elle sarılmış,, Fikret'e boşvermişti. En içerlediği, haysiyetine en do­ kunan, bir kadın ya da kızın hiç olmazsa iltifa353


tını ondan esirgemesiydi. Yakışı.klıydı. Kadın­ lar, kızlar böyle yakışıklı birine ilgi göstermek zorundaydılar. Ama o bir şah, bir prens, bir mil­ yoner, ya da çok ünlü herhangi biri gibi bu

il­

tifat ve ilgiyi kabullenir ya da kabullenmezdi. Onun bileceği işti. o. Nuran'sa ilgi şöyle dursun, basit bir iltifat bile göstermemişti ! Yanındaki genç kıza kaçamak bir bakış fır­ lattı. Görmedi. Polis arabasına bindiler bineli, elleri Cevdet'in ellerinde, yüzü ona dönük, sıl fısıl konuşuyordu. hem de hakaretlerin en

Fikret'e

fı­

hakaretti bu,

büyüğü!

«- Bay memur, bir sigara

yakabilir mi­

yim?» Çatık kaşlı bir görevli bunda hiç bir sakınca görmedi. Tutuklu falan değillerdi ki. «- Aman efendim, tabi. . » «-

Mersi.ıo

Evet mersiydi ama, kız

gene de şöyle bir

dönüp bakmamıştı. Yarı dönük sırtıyla kayıt­ sız . . . «-

Bir sigara da bana verir misiniz Fikret

bey? » Fjkret davrandı, paketiyle kibritini, önde oturmakta olan Konsomatris Leyla'ya

uzattı.

Uzattı ama, yanındaki harcı'nın da yarım sağ­ la Nuran'ı kesrneğe çalıştığı gözünden kaçmad.ı. O da sigara kibrite davrandıysa da Konsomat­ ris Leyla, Fikret'in sigarasıyla kibritini aldı : •-

Fikret beyin ateşine

yanacağım.

.


Bar sahibi dirseğiyle hafifçe dürttü. Leyla anladı, yavaşça : «- Ne o?» «- Gözüne kestirdin galiba ?» «- Haksız mıyım?» «- Kim o?» «- Bizim damadın arkadaşıymış ıo Bar sahibi, alttan üstten alınmış kırçıl bıyığıyla kadına baktı : «- Sizin damat kim?• «- Canım şu senin Nimet'in eski vay vayı ıo «� Haa, çakıyorum » «- Deli kız ! » «- Ama ne. Tuu.. Kara, kuru bir şey be Leyla ! » «- Gönül b e şekerim! » «- Doğru ama. . » «- Aması, maması yok. Gönül işte! » « - Demek evlenip mesut olacaklar? » « - Canım bırak, böylesi daha iyi. Hele şu tehlikeli kızlıktan kurtulsun . . . » Kıskançlık, bar sahibinin içinden bıçak gi­ bi geçti. Leyla hiç oralı değildi. Güzel kızının eTeh­ likeli kızlık» tan kurtulmasına bakıyordu. Yok­ sa bilmiyor muydu hevesini aldıktan sonra ka­ ra, kuru denizciden sağuyacağını? Kendisi de yıllarca önce, Nuran kadarken, mahallelerinde oturan Çingene grupunun zurnacısına abayı yakmamış mıydı ? Mahallenin terk edilmiş ahı..

..

. .

.

355


rında bir gece kara, kuru ama, gözleri yağlı kara bilyalar gibi yuvalarında neşeyle dönen zurna­ cının olmamış mıydı? Sonu? Bıkınıştı. Bıkınca da zurnacıya bir tekme! Nuran bunu bilmiyordu. Elleri Cevdet'in avuçlarında, yanındaki Fikret'e sırtını hafifçe dönmüş, yıllarca önceki yakışıklı Jön Nejat'ı düşünüyordu korkuyla : Annesinin yüzünden babacığı onu nasıl boğduy­ sa, Fikret yüzünden de Cevdet, babası gibi ha­ pislere düşüp mahvolabilir miydi? «- Ama ben annem gibi değilim, olmıyacağım. Annem gibi yakışıklı gençle sevişip, kocamın, yani Cevdet'­ in başını derde sokmıyacağım. Bar sahibi de pis pis bakıyor. Ne bakıyor maymun suratlı? Boşuna yırtınma. Apartman katın, paran ba­ şında parçalansın. Beni hiç, ama hiç bir şeyle kandıramaz, tavlıyamazsın. Ben Cevdet'inim. O benim, ben onunum ! ıo Cevdet'e az daha sokuldu. Bu, Fikreti bir az daha kızdırdı. Soluyor, içinde yavaş yavaş tuhaf bir hayvan, bir vahşi hayvan büyüyor, baş kaldırıyordu. İ şte buna gelemezdi l Yakışıklıl ğına hakaretti. Şimdiye kadar başından tek bir sefer geçmişti böylesi. Şu, Melahat. O da böyle, tıpkı tıpkısına böyle kaçınınış, daha doğrusu boşverıniş, yakın arka­ daşı kara, kuru Hüseyin'e sakız gibi yapışarak Fikret'e sırt dönmüştü. Buysa Fikreti küplere bindirmişti. Zorla da, şerle de kızı elde etme 356


yoluna gitmiş, kız kaçmakta devam ettikçe de, içindeki hayvan, şimdikince büyümüş büyü­ müş, şahlanmıştı. Sonunda eline geçirmişti kı­ zı. Eline geçifllfniş, haysiyetini kurtarmış, son­ ra da bir tekme . . . Sigarasından hırslı bir duman aldı. Peki şu Cevdet' e ne oluyordu ? Kizın elleri avuçlarında, dünya vızgeliyordu be! Sanki polis görevlileriyle birlikte, polis arabasında değil, yatak odalarındaydılar. Gözleri birbirlerinin gözleri içinde, dünyaya boşveriyorlardı. Kız hadi neyse. Güzeldi , aranan, uğruna yüzbinler dökülebilecek, gerekirse bıçak bıçağa, tabanca tabaneaya gelinecek cinsten. Cevdet'e ne olu­ yordu? Yerinde Fikret olsa kızla yakışırlardı. Ama Cevdet'i hiç kimse · yakıştıramazdı Nu­ ran'a. Kumrular gibi sokulmuşlar oysa, gaga gagaya . . . Araba Emniyet müdürlüğü önünde dur­ du. İnildi. Görevlilerle birlikte girildi kocaman yapıdan içeriye. Fikret'in hiçbir şeye dikkat ettiği yoktu. Yalnız Nuran. Cevdet bile umu­ runda değildi. Bu kız, bu tapılacak kadar güzel kız · ne bulmuştu şu kara kuru oğlanda ki, ko­ luna girmiş, hayır hayır kanadının altına sığın­ mış, Cevdet kaçacak, duman olup uçacakmışça­ sına koluna iki eliyle sarılmıştı? Merdivenleri en arkadan çıkıyordu. Bir ara gerileyen konsomatris Leyla'ya dikkat etti. "� Neden canınız sıkkın Fikret bey ? » 357


Kendine geldi : «- Benim mi'? Bilmem farkında bile de­ ğilim. " Cevdet'le Nuran önlerinden çıkıyorlardı. Tecrübeli kadın Fikret'in arabadanberi kızıyla Cevdet' e ters ters bakışlarını yakalamış, şim­ diki şu kahırlı haliyle birleştirerek anlam çı­ karmağa başlamıştı. Eşeledi : «- Demek Cevdet yakın arkadaşınız?• «- Evet.» «- N e biçim yakın arkadaşlık bu? İnsan arkadaşından hiç bir şeyini saklamamalı. Hal­ buki bu. . . bahusus sizin kadar yakışıklı bir ar­ kadaşı olursa, insan . . » Fikret anladığı halde anlamaz davrandı : c- Çok seviyor. Kıskanmış olabilir. Sakla­ sın .. • c- Size bir şey söyliyeyim mi? Dünya'da bir ben, bir de o kalsak valiahi dönüp de bak­ mam ! » «- Zevk meselesi hanfendi. . » « - Tükürmüşüm içine öyle zevkin! . . . . . . . . . ? .. «. .

.

. . . . . . . . .

.

Hep birlikte cClNAYET MASASI•na ge­ lindi. Fikret hep o düşüneeli haliyle en kıyılar­ daydı. Buna da sebep, tam odaya girerierken Nuran'la bir ara yanyana gelmeleri, kızın bu yanyana gelişten adeta vebadan kaçareasma uzaklaşmasıydı. 358


LeylA gene sokuldu : c- Ne oluyor bu sersem kıza Fikret bey?• Anlamamış davrandı : c- Ne oldu? ıı c - Sizden kaçıyor gibi..• • Öyle mi ? Bilmem.. • •- Ben onun yuvasını yaparım! ,. c- Niçin?» c- Sevdiği adamın yakın arkadaşından in­ san böylesine kaçar mı?ıı •- Size öyle gelmiştir hanfendi, bırakın .. • -

Bir anda barcıya dikkat ettiler. Cevdet'in koluna asılmışçasına dikilmekte olan Nuran'm yanına yaklaşmıştı. Kız hemen Cevdet'in ko­ lunu bırakmış, öbür yanına geçip, gene koluna sarılmıştı. Hem de vapurlardaki cTahlisiye si­ midiııne sarılırcasına. Baremın bozulduğu kıpkırmızı kesiliverme­ sinden anlaşılıyordu. Bereket versin o sıra Cev­ det'i sorguya çekmişlerdi de, Leyla yanlarına gidip kızını paylamamıştı. Yoksa ağzını açıp gözünü yummasa bile hiç olmazsa kulağına, c- Hayvan ! • derdi. c Şimdi, şimdi beynini par­ çalarım senin. Terbiyesiz! ,. Birden Cevdet'in etti :

verdiği ifadeye

Efendim, bir zamanlar doğru. Hatta. . . • c-

dikkat

Nimet'leyd.ik,

Nuran'a çekinerek baktı, sonra devam etti: 359


«- Hatta, e vlenmeğe bile karar vermiş­ tik ! » Gene bakışlarını Nuran'a çevirdi özür di­ lercesine: c - O zaman yeryüzünde yapayalnızdım. Yıllardır ana, baba ocağına hasret bir insan­ dım. Benim de bir evim, yolumu bekliyen bir karım olmasını istiyordum. Can atıyordum bu­ na. Önüme Nimet çıkmıştı. Dört elle sarılmış­ tım. Arkada�ım Fikret iyi sini bilir. Aylarca uzakla�ırdık İ stanbul'dan. Uzaklaşırdık ama, uğradığımız her limandan deste deste mektup­ lar atardım. » Nuran kıskançlıktan çıldınyordu. «- Kısa kesin» dedi görevli. cBize, en son gördüğünüz gün lazım . » «- En son gördüğüm gün . . . • gene Nuran'a baktı. c Yanımda Nuran hanım vardı. Birlikte evine gittikti. Çünkü ben bilmiyordum yeni taşındığı evb c- Niçin? Evleneceğiniz bir kadının taşın­ dığı yeni evi niçin bilmiyorsunuz?» Nuran atıldı : « - Cevdet onu seviyordu ama, o Cevdet'i sevmiyordu ki ! ı> Görevliler bakışlarını bu çok güzel, çok körpe kıza çevirrnişlerdi. Soruşturmayı yöne­ ten orta yaşlı : c- Yaklaşın ! , dedi. cŞöyle yaklaşın .. • Nuran Cevdet'in yanına yaklaştı. •

.

360


Görevli : Evet?» c - O, Cevdet'i sevmiyordu efendim .. • Ne biliyorsunuz?• c - Ayni apartmanda, karşılıklı dairelerde otururduk. Annemin yakın arkadaşıydı. Çokluk o bize gelirdi, biz, daha doğrusu ben onlara gi� derdim. Her gece bir başka erkekle kalırdı. En son kalınağa başladığı, italyan'a benzeyen Cez­ mi isimli biriydi. Yeşil bir şapka giyerdi, genç işi, Yakıştıramazdım. Nimet teyze onu da sev­ mezdi ama, Cevdet'ten kurtulmak için onunla evlenmeğe mecbururo derdi.•- Kadının evini Cevdet'e ne için göster­ diniz?, Nuran şaşaladı. Ne deseydi acaba? Gerçeği söylese . . . • - Ha?» Cevdet : •- Ben istedim efendim, rica ettim .. » c- Sizi bırakıp gitmiş bir kadın; yani sizi terk edip bir başkasıyla hayatını birleştirmiş. Ne için gidecektiniz? Maksadınız neydi?» .,_ Maksadım . . . kötü hiçbir maksadım yok­ tu. Sadece, beni ne için terk ettiğini öğrenecek­ tim » «- Öğrendiniz mi?• Evet.» •- Ne dedi?• • - Çok genç olduğumdan söz açtı ve. . . •-

•-

..

•-

361


Kıpkırmı.zı, Nuran'a baktı. Nuran da kızarmıştı. Görevli : Söyleyin söyleyin, çekinmeyin • dedi. Beni Nuran'ın sevdiğini söyledi, hatta Nuran tarafından bana yazılmış, nasılsa onun eline geçmiş bir mektubu bana gösterdi. O za­ man dünyalar benim oldu. Zaten Nimet'e. uğra­ dıkça Nuran'ın bana karşı içten alakasını gö­ rüyor, fakat bu kadar güzel bir kızın benim kadar fakir ve • c-

..

•-

. . .

Nuran heyecanla: • - Cevdet ! » diye bağırdı. Görevli : u - Niçin? Niçin maru oluyorsunuz küçük hanım?• c - Efendim ben de kendisini seviyordum; çılgınlar gibi hem de. Hala öyleyim. Zaman za­ man bu duygulanını ona açmak istedim, cesaret edemedim. Mektupla bildirmek yolunu tuttum. Nimet teyze bu mektubu nerdense ele geçirmiş, Annerne göstermiş. Annemle bir kızılca kıya­ met.. Öyle değil mi anne?•

Leyla : Öyle» dedi. Tam bu sırada Cezmi, resmi görevliler ara­ sında içeri getirilmişti. Kaçmış, kovalanmışça­ sına perişandı. Yaka paça yakalanmış, ya da kavgadan çıkmışların yolunmuşluğu içindeydi. «-

362


Titriyordu. Henüz hiçbir şey sorulmadan heye­ canlı heyecanlı konuşmağa başladı : •� Efendim ben öldürmedim. Tabanca çek­ ti bana, elinde patladı. kendi ihtiyatsızlığıyla vurulup öldü! • Sonra Cevdet'e büyümüş, vahşi kuş gözle­ riyle baktı : •- Bu adam karımın yanından çıkmıştı. Görmüştüm. Eski dostu olduğunu biliyordum. Bana söz vermişti daha önce, bir daha ne bu­ nunla, ne de başkasıyla konuşmıyacak. Bu ada­ mı evinden çıkarken görmeseydim öfkelenmi­ yecek, hakaret etmiyecektim. Ama bu adam onunla birlikteydi herhalde ve ben gelmeden çekip gidiyordu. Kan tepeme sıçramıştı. Bu re­ zaletin ne demek olduğunu sordum. Sarhoştu. Tersiedi beni. . . Görevli, Cevdet'e : «- B ak ın neler anlatıyor! ,. « Anlattıkları doğrudur efendim. Yalnız, zannettikleri gibi, onun evine başka kötü bir maksat için gitmemiştim. Sonra, ben kendileri­ ni görmedim Nimet'in evinden çıkarken.... Cezmi : • - Görecek hali yoktu. Yanmda genç, güzel bir kız vardı. Gözü dünyayı görmüyordul ,. Görevli, Nuran'ı göstererek sordu : «- Bu kız mıydı yanındaki ?» Cezmi perişanlık içinde döndü, baktı, gör­ dü: ,

-

363


c- Evet, buydU. » Cevdet : •- Nuran'la birlikteydik. Nimet'le kapıda, beş dakika kadar konuştuk. Sonra ayrıldım. Hepsi bu . . » Cezmi hayretler içinde Cevdet'e, sonra gö­ revliye baktı : «- Şu halde yanılmışım efendim• dedi, ekadına haksız yere hakarette bulunmuş, zaval­ lıyı kızdırmışım. Ama inanın tabaneayı kendisi çekmişti. Bileğini yakalayıp kıvırmasaydım beni vuracaktı. Bileğini büktüm, tabanca patla­ dı, kurşun . . . benim suçum yok ! • Görevli : «- Var mı, yok mu bunu bilahare mahke­ me halleder! » dedi. Oradakilere döndü : «- Buyurun efendim gidebilirsiniz!»

364


17.

Fikret günlerdir dehşetli bir kıskançlık içinde, yerinde duramıyordu. Nasıl olurdu, na­ sıl olurdu, bu? Cevdet gibi kara kuru, hatta çirkin bir insanın karşısında nasıl yenilgiye uğ­ rayabilirdi böylesine yakışıklı olduğu halde? Demek bir zamanların keçi Melahat'ından bu yana, şimdi de başına keçi N uran çıkınıştı? Bir sigara yaktı, limamn parke taşlarında dalaşmasına devam etti. Bakmıyordu bile kız be! O gün Emniyet müdürlüğünden çıkmışlar, Cevdet'le Nuran basıp gitmişlerdi. Hele Nuran, ne kendisine, ne de annesinin patronu bar sahi­ bine bir «Allahaısmarladık" bile dememişti. Kara, kuru oğlanın kolunda, yallaaah . . . Bilek saatına baktı, o n birdi daha ama, içi sıkılıyordu. Baba'nın meyhanesine gidip bir şişe Buzbağı, ya da Kavakhclere devirmeliydi. Ondan sonra ? Bilmiyordu, bilmiyordu Allah belasım versin. Yalnız dikkat ettiği bir nokta .. 365


kızın annesi Cevdet'i hiç mi hiç sevmiyordu. Kadın da avucunun içinde olduğuna göre . . . O geceyi barda birlikte geçirmişlerdi. Bar sahibi, Nuran'ın annesi, Fikret. Fikret kadının bütün eşeleme, hatta kışkırtmalarına karşılık ilg.i siz gibi , görünmüştü. Mahsustan. Tuhafına gidiyordu kadının hali. Bir yandan her fırsat­ ta onu sevdiğini söylüyor, yanına sokuluyor, öte yandan da boyuna kızının üstüne itiyor­ du. Bu ne biçim sevgiydi ? Açıkcası kızını Cevdet' ten kurtarmasını mı istiyordu yoksa? Fikret böyle anlıyordu. Yoksa seven bir kadın, değil kızı, tamamiyle yabancı bir kadını bile kıskanırdı sevdiği adamdan! Liman dışındaki Baba'nın küçük şarapha­ nesine gitti. Ufacık ama şipşirin bir meyhaneydi. Sahi­ bi Yahya kaptan, eski, kurt denizcilerden. Ko­ caman burnuyla gece ıgündüz sarhoş, nekre bir adamdı ki, çeşitli şilep ya da vapurlarla hemen hemen dünya'yı dolaşmıştı. Fikret dükkana girerken, Yahya kaptan şarabını tepesine dikiyordu. Müşteri gelmiş, karşılanmak istermiş, karşılanmazsa kırılırmış, bir daha gelmiyebilirmiş. . . vızgelirdi. Fikret huyunu bild.iği için. aldırış etmeden bir kıyıda­ ki boş masalardan birine geçip oturdu . Garsona : «- Buzbağı! ,. dedi. «- Şiş? Köfte?, «- Köfte olsun. Yeşil salata da . . . 366


Buzbağı şişesi gelince, mezeleri bekliyeme­ di, bardağını doldurup dikti. Ağzını yumruğu­ nun tersiyle sildi. Can sıkıntısı, sanki içindeki canlılığı körleten bir pastı da, şarap bu pası si­ lip götürmüştü. Sıkıntısı şu birkaç yudumla bir hayli silinmiş miydi ne ? Galiba. Yeniden birkaç yudum. Gene yumruğunun tersiyle silinen ağzı. Evet evet, şarap, içindeki sıkıntıyı siliyordu. Rakıdan başka öteki içkilerden bir çoğunun, damarları sıvadığını bir yerlerde okuduğunu mu, yoksa birilerinden işittiğini mi sanıyordu . . . Rakıysa tam tersi imiş. 'Bu sıvaları yer, malıve­ dermiş ama, gene de şarabı :oeviyordu o. Şara­ bın da kan rengini en çok ! Bardağını havaya kaldırdı. Pencereden vu­ ran ışığa tuttu: Tertemiz bir kırmızılık. Bayılı­ yordu. Deniz m.avisi, şarap kırmızısı, yaprak değil kurbağa yeşili . . . Bu yeşilden Nuran'ın kulaklarındaki küpe­ lerin yeşiline kaydı düşüncesi. Gene o, hep o. Sevmiyordu, çıldırmıyordu. Tam tersi, kızıyar­ du ona. O ne güzeller görmüştü babasının evin­ denberi, ne güzeller! Cevdet değildi, adamdı o adam ! Babası da Cevdet'in babası gibi bir tah­ sildar parçası değil, kocaman doktordu. Şimdi her şey kalın bir perde ardında yitip gitmişti. Babasının kasabadaki kocaman konağının mi­ safir odası, salonu dile gelmeliydi de evlerine girip çıkan birbirlerinden güzel misafir hanım367


larmı, k;zları, hizmetçi, evlatlıkları anlatma­ lıydı. Şarabını yeniden yudumladı. Haftada en az iki gün ziyaretler ·�ekerdi babası eşe dosta. Kimler gelmezdi ? Hakimler, o zamanlar Müdde-i umumi denilen Savcılar, Ce­ za reisleri, tüccarlar, kaymakam, hanımı, kız­ ları, kızlar, kadınlar, genç kadınlar . . . Erkekler ayrı, kadınlar, kızlar, oğlanlar ayrı otururlardı. Babasıyla erkek misafirleri gümrah kahkaha­ larla safada atıştınrlarken, annesinin yaşlı ınİ­ safirleri de bir başka odada güle söyliye yemek­ lerini yerler, açık saçık konuşmalarını çocuk­ lar işitip ahlakları bozulmasın diye, bir başka od:;ıya tıkarlardı. Çocuklar, kızlı oğlanlı, hatta genç, güzel, körpe, cıvıl cıvıl hizmetçilerle ev­ latlıkların doldurduğu oda konağın en çekici yanıydı. Fikret yaş yaş, boy boy, renk renk di­ şilerin arasmda elma kurdu gibi dolanır, kıv­ ranırdı. Hiçbirine işınara hacet yoktu. Dilediği­ ni bileğinden çeker, artık gardrobun içi mi olur, kerevetin altı mı? Dakikalarca kaybolurlardı. Yalnız o mu? Öteki misafir oğlanları da. Bir ara sesin sedanın kesildiği sıra, içerde annesının dikkati mi ne çekilir, usullacık geliverirdi ka­ pıya: İlk zamanlar gaz lambası, sonraları elek­ trik kısılır, ya da söndürülürdü. Ev sahibi an­ ne karanl• k odada çocukların ne yaptıklarını anlamak için lambayı açıverirdi de, gün ışığına çıkmış kara böcekler gibi şaşırırlardı. Hatta 368


Fikret kızardı, pariardı annesine : Ne vardı? Ne oluyordu ? Oynuyorlardı işte. Haydi bakalım alEındı voltasını! Kadın sus pus çekilirdi ama, içinde bir korku, oğlunun ahlakının bozulaca­ ğı korkusu. Kocasıysa : «- Adaaam sen de ha­ nım .... derdi. « İnsan bu dünyaya yaşamak için geliyor. İster öyle yaşa, ister böyle. İster kral ol, şah ol, ister geda. Unutma ki bataklıklarda­ ki solucanlar da yaşıyorlar ve hayatlarından memnundurlar. Ben babamın baskısı altında geçen zavallı, kadınsız, kızsız yıllarıma şimdi nasıl acıyorsam, oğlumun da ,günün birinde be­ nim gibi hayıflanmaması, acımaması için koyu­ ver ipin ucunuuuu . . . .. Salatası, köftesi gelmişti. Yeni bir yudum, salata, köfte. Doğrusu kadından, kızdan yana sıkıntı çek­ memişti babasının evinde. Her türlüsünü çok genç yaşlarından itibaren görmüş, yatmış, kalk­ mış, düşmüş, ardından koşturmuş, bırakıp ağ­ tatmış, dizlerine kapandırmıştı ama, bir zaman­ ların Melahat'ı gibi, şu Nuran şimdi de . . . Yok canım, onu kendi keyfine bırakmıyacak, öcünü alacaktı.. Bir de Cevdet'in birdenbire değişiver­ mesi, pırıl pırıl bir türkü, neşeli bir nara gibi dolaşması, çevresine mutluluğunu yayması. Ulan amma da görmemişin biriydi be! E, ne vardı çevreye fiyaka yapareasma türküler, mut­ luluğundan sarl. JŞa döndüğünü açıklayıp ilan edişler ? Ne oluyordu yani ? Hiç kimse onunki 369


kadar güzel bir kızı kendine bağlayıp, aşık ede­ mez miydi? Meydan mı okuyordu ? Gerçi ona neden haber vermediğini bir gece anlatınıştı ama, Fikret'i doyurmamıştı bu. «- Kızın beni sevebileceğ·ini aklımın kıyısuıdan bile geçire­ miyordum. Çünkü çok güzel ! Bense, goruyor­ sun, kara kuru biriyim. Üstelik çocukluğum­ dan beri hapislerden göz açmadım. Babama «Boynuzlu » dendi mahallede, küçücüktüm, kimselere gücüm yetmezdi, önleyemedim. Bu kız, bu kız beni yıldırımla vururcasına çarptı. İnan Fikret, o kadar ani oldu ki bu. O gün sen gelme�eeydin, ben sana açacaktım. Şerefsizim ki açacaktım ha ! » Şarabını yudumladı . Hayır, kanmıyor, kanamıyordu. Cevdet'ten bir kadın önünde dayak yemiş, rezil olmuş gibi görüyordu kendini. Bu işin altından kalkabil­ rnek içinse, dayak yediği kadının önünde, ken­ dini döveni müthiş surette dövmeyi farz sayı­ yordu. Madem Nuran'ın önünde dayak yemişti, o halde gene Nuran'ın önünde ona yani dayak yediği adama müthiş bir darbe indirip, onu yer� l ere sermeliydi ki, haysiyeti, şerefi, gururu kur­ tulsun, eski haline gelsin ! İyi ama nasıl olacaktı bu: Henüz bilmiyordu. «- Ne haber ispinoz? Ne düşünüyorsun ?» Meyhaneci Yahya kaptan. Başını kaldırdı, baktı : 370


Sağlık be baba . . • Ananın yüzünü görmeden ezbere baba­ iık olmaz ! • Anam yok b e baba. istersen, külüstür bir halarn var. Ha?» Yahya kaptan da hayli içmişti. Kırmızı kırm ız ı gülerek : «- Görelim>> dedi, «görelim bakalım . . » Bir iskemle çekip oturdu : «- Seninki uçuyor be, ha ? • Kimdem söz açıldı ğını gayet iyi bildiği halde, anlamazlıktan geldi : «- Kim benimki ? • « - Anlamıyor musun ? Can-ciğer dostun ! >> «- Haa, Cevdet mi ? • «- Kaldır ayağını . . . uçuyor oğlan şerefsizim ! ,, «- E, tabi. Seviyor, seviliyor . . . «- Kızın anası barda çalışıyormuş ama ? » Sevindiyse d e belli etmedi : « - Ne çıkar? Anasından kızına ne? • « - Ö n teker nereye giderse arka teker de oraya gider oğlum ! » Karşılık alamayınca üsteledi : «- Anasın·n çalıştığı barın patronu, kızı hiç mi o kşamadı yani? Barları bilirim. Genç­ liğimde az pabuç eskitmedim. i mkan- var mı ? Okşamamış olması kaabil değil ! » « - Canım öyle olsa Cevdet alır m ı kızı ? • «- Anlamadııım? . . . «�

«-

«-

371


Neden anlamadığım açıklıyacaktı ki, ça­ ğırdılar. Kalktı , kasaya gitti. Fikret memnundu. Demek bu işin dedi-ko­ dusu yayılmıştı. Bu da önemli değildi Fikret için. O, dayak yediği adamdan, dayak yediği kadının önünde dayak atarak gururunu onar­ malıydı. Hiç belli etmeden, su gibi içleriD:e sız­ malı, yılan gibi sokmalıydı. . Tam b u sırada Cevdet, elinde birtakım ka­ ğıtlar, şaraphaneye neşeyle girdi. Gözleriyle içerisini şöyle bir arandı. Gördü. Koştu arka­ daşının yanına. « -- Seni arıyorum . . • Fikret : •- Hayrola ?» dedi. Elindeki kağıq�rı sallıyarak : «- Ö ğleden sonra nikah için evlenme me­ murluğuna gidiyorum ! • «- Askı falan ?,. « - Bugün askıya vereceğim işte. Yirmi gün sonra işlem tamamlanır. Ondan sonra da dü­ ğün, ve . . » Arkadaşının boynuna sarıldı, yanaklarını öptü. Cevdet'e kulak astığı yoktu. Bu akşam ha­ ra gidip Leylfıyı bulmalı, samimiyeti artırma­ lıydı ! Cevdet geldiği gibi çıkıp gittikten sonra o da şarabını bitirdi, köftesini falan yedi, hesa­ bını görüp meyhaneden çıktı. .

372


DışarıH günlük güneşlikti. Bir şişe Buzba­ ğı'nın verdiği tatlı sarhoşlukla başıboş dolaş­ mak geliyordu içinden. Belki de vapura atlar, Boğaz'a aç' lırdı. Ya da, Beyoğlu'na çıkar. İstik­ lal caddesinin gölgeli, geniş kaldırımlarından birinde Taksim'e kadar uzanırdı. Tam karar ve­ recekti, aklına bambaşka bir fikir gelip oturdu : Tarlabaşı'ya çıksa, Nuran'ların apartınanı ya­ kınlarındaki bir kahve, ya da muhallebiciye gir­ se, Nuran'ın evden çıkışını denk getirse. Sonra da başka yollardan önün e çıkıverse; rastlaşmış­ lar gibi! Bir hayli sarhoş kafasına yattı. Bir dolmuş. On dakika sonra Galatasaray'daydı. Tarlabaşı caddesine tam inmişti ki, gözüne güzel bir ba­ lık lokantası ilişti. Bu lokantayı kaç vakıttır kuruyordu zaten. Nuran'ı bir an unutarak, ken­ dini lokantanın zarif vitrini önüne attı. Zengin çeşitli, iştah açıcı seçme mezelerden uçuşan renkler cümbüşü içindeydi camekan. Turuncu­ lar, griler, yeşiller, gene yeşiller, arada kırmı­ zılar, gene turuncular, sonra morlar, sarılar . . . ama en çok da yeşiller. Yeşiller kıvırcık salata olmuş, roka olmuşlardı. Griler, morlar irili ufaklı balık, turuncular havuç, kırmızılar turp, sarılar limon . . . Her ne kadar karnı tok, kafası içkiliyse de, gene de girdi. Boş masalardan birine geçti. Kü­ çük bir Buzbağı istedi, yokmuş. Kavaklidere'ye peki dePJ. Rokalı, kıvırcıklı, kırmızı turplarla 373


işli ikilik bir salatayla, ızgarada çıtır çı tır kı­ zarmış köfte .istedi. Bütün bunlar hemen, ça­ bucak gelmeliydi. Tuhaf bir acelecilik vardı içinde. Tenha, loş lokantanın çok hoşuna gitme­ sine karşılık, oturamıyor, kalkıp gitmek geli­ yordu. Nereye gidecekti ? Biliyor, bilmiyor, bil­ diğini bilmek istemiyordu. Cızbız köfte, salata, şarabı geldi. İ ki bardak­ lık şişenin yarısını bardağına döktü, bir soluk­ ta dikti. Salata, wnra köftelerden teki kuvvetli dişlerinin arasında öğütrneğe başladı. Köfte tam da i stediğinceydi , kimyonlu. Ö yle olduğu halde, gene de tuhaf bir acelecilik içinde . . . Kimyon annesinin eski günlerini hatırlatmıştı. Annesi, daha çok da haminnesi kahve tabağına tuz, kırmızı biber, kimyon koyardı bolca. Ka­ rıştırırdı. Sonra buna ekmeğini banarak yerdi. Fikret de haminnesini taklit ederdi. O günler, ne güzel günlerdi o günler! Babası akşamları mutlaka koca göbekli birkaç nekre arkadaşıyla gelir, masa kurulur, buzlu rakılarının başına geçerlerdi. Mi safirler içinde kurt gibi, köpek gibi uluyanlar, Kürt, Arap, Çerkes, Boşnak tak­ litleri yaparak sofrayı kırıp geçirenler vardı. Sakallı, bıyıklı adamlardı. Arada kadınlardan konuşur, güya konuştuklarını Fikret'ten saklar­ lardı. Şu anda bütün bunlar bile değersiz şeylerdi. Aklından coşkun bir sel gibi geçen eski günle­ riyle, eski günlerinin rahat baba evil}den re374


simleri elinin bir davranışıyla sanki kafasından attı. ,, _

Garson, hesap ! »

Hesabı geldi , borcunu ödedi, çıktı lokanta­ dan. Tarlabaşı caddesine indi. Nuran'ların otur­ duğu apartmanın önünden geçti. Görünürlerde kimseler yoktu. Kız evde miydi acaba? Apart­ manın tam karşısındaki küçük esnaf kahvesine girdi, alçak iskemielerden birini altına çekti : «-

Yap bir, az şekerli ! >>

tam gelmişti ki. apartman Az şekeriisi önünde kocaman, ı':iyah, pırıl pırıl bir araba durdu. İçinden saçları briyantinle sıkı sıkı oğul­ muş genç bir adam indi, apartınana daldı. Tu­ haf bir his, bu genç, yakışıklı adamın Nuran'­ lara gitmesi gerektiğini duyurmuştu. Nitekim az sonra Nuran'ın annesi, alabildiğine boyanıp süslenmiş, griler içinde, bir genç kız şuhluğuy­ la apartmandan çıktı. Arkasından gelen genç adamla birlikte arabaya girdi, araba hareket etti. Fikret hiçbir kıskançlık duymadı. Yalnız, Nuran evdeydi, yalnızdı. Gitse, bir bahaneyle kı.:z;.! lata tutsaydı? Çünkü, geberiyordu kızın ilgisizliğinden. Neden ilgi göstermiyordu? Kor­ kuyor muydu Fikret'ten? Korkuyarsa neden? Önceden tanışmıyorlardı ki, aralarında geçmiş herhangi bir şey olsun! Hiç, hiçbir şey olamaz­ dı. O halde neden, neden surat ediyor,- bakışla375


rını kaçırıyor, o gün polis arabasında yanmda oturduğu halde dokunmaktan sakınıyordu? Kahve parasın� verip dükkandan çıktı. Apartınana hemen gitmedi. Tarlabaşı cad­ desinin sağ kaldırımında, Taksim'e doğru yürü­ rneğe başladı. Evet, gitse, çalsa zili , kapı açılsa. Nuran hiç ummadığı anda karşısında Fikret'i bulsa? Herhalde şaşırır : "-· · · Fikret abi ! :o derdi. Sonra da çaresiz : •- Buyrun, buyurmaz mıiOınız? ,. Girer miydi ? Yoksa annesini, y a d a Cev­ det'i mi sorardı kibarca ? Herhalde annesını sorardı. Alacağı karşılık da yüzde yüz şu olur­ du herhalde : •- Az önce çıktı .. » •- Nereye gitti acaba? .. •- Valla hiç bilmiyorum. Bir ahbabiyle gittiler. » • - O halde girmiyeyim . » •- Niçin?» • - Evde yalnızsınız, yakışık almaz ! • Şöyle bir karşılık almayı öyle isterdi ki : •- Yakışık almaz mı ? Neden? .. •- Bilmem, Cevdet duyarsa, belki . . . Bir kahkaha. Ardından da: •- Çok tuhafsınız. Cevdet de kim oluyor sizin yanınızda?• Bu da yetmiyecekti Fikret'e. Genç kız elin­ den tutup içeri çekmeli, boynuna sarılmalı, du.

376


daklarını rludakiarına yapıştırıp ağlamağa baş­ lamalıydı. Neden ağladığını sormalı, kızdan da: c-

Seni seviyorum! " karşılığını almalıydı.

«- Peki neydi o Cevdet hırtının

yanında

takındığın tavıriar ?,. cccc-

Numara yapıyordum! • Kime?» Sana ! • Bana? Niçin? »

«- Dikkatini çekmek ıçın. Hem ben Cev­ det'le ilgilendiğim zaman seni tanımıyordum ki. Tanısaydım o kara, kuru, çirkin adama ba­ kar mıydım? Beni affet. Dikkatini, hatta, me­ rakını çekmek için, seni kızdırıp ardımdan koşturmak için öyle davrandım. Bak, arzuma nasıl kavuştum ? Yoksa belki de gelip beni ara­ mazdın ! »

Nuran'ın tıpkı tıpkısına böyle davranacağı­ na inanan yanı ağır basıyordu. Bunda da hak­ sız değildi. Çocukluğundanberi her zaman, he­ men bütün arkadaşlarının yanında, kadınlar k: zlar hep Fikret'e bakmış, evli kadınlar ko­ calarını onunla aldatmış, nişanlılar Fikret için, Fikret'in bir işaretiyle nişan yüzüklerini atmış­ Iardı. Bir sigara yaktı. Sonra geri döndü. N e olursa olsun gidecek, kapıyı çalacak, Cevdet'i değil annesını arıya­ caktı. Bunda da Nuran'a karşı gizli bir hakaret 377


saklıydı. Nuran gibi güzel, körpe kızı değil de, kart annesini arıyordu ! Apartmanın hizasına gelince durdu. Nuran şöyle de karşı lıyabilirdi : «- Haa, siz misiniz Fikret abi ? » • - Evet. Anneniz evde mi ? » « - Az önc e çıktı. • «- Dönecek mi ? • « - Sanmam. Sizi buyur etmek isterdim ama . . . « - Ama '? • « - Evde benden başka kimse yok! • «- Benden korkuyor musunuz?• « - Sizden değilse bile komşuların dedi-kodusundan . . » «- Yaa ! » « - Evet. • «- Ben Cevdet'in en yakın arkadaşıyım ama ? • «.. ... . . . . . . ?» « - Demek beni evinize buyur etmiyecek. sın ?. • «- Maalesef. » Bu, en akla yatan ihtimaldi. Kızın davra­ nışından anlıyordu ki, ona karşı ya numara ya­ pıyor, ya da gerçekten korkuyordu. Henüz hiç­ bir teklif, ya da sarkıntılıkta bulunmamış bir insana karşı bu davranışı anlamıyordu. Elindeki sigarayı atıp apartmandan içeri daldı. N e çıkardı be? N e olabilirdi ? Çok çok .

. . . .

. .

378


Cevdet'e söyler, Cevdet de ne için zamansız git­ tiğini sorardı. « En yakın arkadaşıının haya­ tını birleştirrneğe karar verdiği bir kız. Üste­ lik annesi de barda çalışıyor. Bakalım dedim, kız en yakın arkadaşımı gerçekten seviyor mu diye denemek istedim» der içinden çıkardı ki, Cevdet memnun bile olurdu. Nuran'ların daire kapısında durdu. Pa:ı::ma­ ğını zile uzatıp uzatıp çekiyordu. Bir başka ka­ dın olsa ardına b öylesine düşmeyi gururuna ye­ diremezdi ama, bu öylesi değildi. Yüz verip, yı­ l!şması, hatta Cevdet'ten vazgeçecekmiş gibi haller takınması gerekirken, sırt dönüyor, gör­ me açıs:na girmekten sakınıyor, boyuna ölü açılara kaçıyordu. Birden üst katta bir kapının açılıp kapan­ dığını işiterek zile bastı. Zil sesi derinlerde küflü küflü yam:ıdı. Sonra zarif genç kız ayak� larının çevik yürüyüşünden çıkan terlik sesleri. Kapı açıldı. Nuran karşısında Fikret'i görünce şaşaladı. Büyük bir korkunun içine yuvarlanmıştı bir­ den. Çaresiz kekeledi : «- Efendim?» Fikret bu soğuk karşılanışı beğenmedi. Tu­ haftı, çok tuhaftı hatta. Bu kız bir zamanların keçi Melahat'ından da başka bir hava içindeydi ona karşı. Keçi }VIelahat sonunda yola gelmiş, mahsustan öyle davrandığını söylemişti. Dik­ katini çekip, kendine mal edebilmek için. Ama -

379


bunu söyler söylemez de, hele kollarının arası­ na alıp dudaklarını öptükten sonra hevesi geçi­ vermişti. Fikret : «- Leyla hanımı aradım» dedi. Pembe, alelade entarisinin fazla açık olmı­ yan göğsünü, açıkmış gibi çekip örtrneğe çalı­ şırken, göğsü inip inip kalkıyordu : «- Az önce bir ahbabiyle çıkmıştı. . . » Fikret «- Buyurmaz mısınız,. falan bekle­ di ama, Nuran aralı olmadı. Adamın kötü mak­ satla geldiğini sanan yanı ağır basıyor, üstüne saldıracakmış gibi korkuyordu. Böyle bir şey yaparsa? Aklından bağırmak, kıyametleri ko­ parmak geçti. Bağırır, kıyametleri koparır, or­ talığı ayağa kaldırırdı. i stemiyordu, gitsindi. Bir daha da gelmesin. Cevdet'le evlendikleri zaman da evlerine gelmek ister, ya da Cevdet alır getirirse düpedüz kovmasa bile, söylerdi Cevdet'e. Ah, açık açık anlatabilseydi! Diyebil­ seydi ki . _: Babamın başını belaya bunun gibi yakışıklı bir hergele soktu. Annem onu sevme­ seydi, babam herifi boğmaz, bağınayınca hapise girmez, hapise girmeyince de ölmezdi ! » « - Müsaadenizle .... Fikret içinde büsbütün büyüyüp azgınla­ şan vahşi hayvanıyla oradan nefretle ayrıl­ dı . Mahvolmuştu, mahvolmuştu işte ! Ulan ne buyur, ne de birazcık gülme, gülümseme! Nuran kapıyı yavaşca kapadı. Kapalı kapı380


ya sırt�yla dayandı. Ne için gelmişti? Gerçekten annesini mi aramak, yoksa Nuran'ı yoklamak için mi? Cevdet'e Jön Nejat'tan, Nejat'ın yakı­ şıklılığından, Fikret'in de ona benzeyişinden hatta Fikret'in Jön Nejan'tan da yakışıklı oldu­ ğundan söz açamazdı. Açsa, Cevdet çirkinliğini anlar, içlenir, Nuran'a gönül koyduktan başka, annesinin fahişe, babasının kaatil olduğunu öğ­ renir, soğuyabilirdi. Kapıdan sevinçle çekildi. Babasının kaatil, annesinin fahişe olduğunu biliyordu Cevdet. Anlatmışlardı birbirlerine ha­ yatlarını ya; Mutfağa neşeyle yürüdü. İ kisi de karşılıklı, birbirlerine bütün geç­ mişlerini anlatmışlar, sonunda da ailelerinden onlara ne olduğu kanısını paylaşmışlardı. Şim­ di yalnız işin çirkinlik, yakışıklılık yanı kalı­ yordu. Cevdet onun i çin Fikret'ten de, Jön Ne­ jat'tan da, daha başkalarından da güzeldi. A:z. sonra gelecek, birlikte baş başa yemek yiye­ ceklerdi. Fikret'i unutarak buz dolabına gitti, kapa­ ğı çekti: Bir tabak dolusu kyma vardı. Yumur­ ta kırarlardı. Yanına da kıvırcıklı, rokalı, kır­ mızı kırmızı turplarla işli fiyakalı bir salata yaptılar mı, ooooh! Kapağı itti, sonra aklna r lkı gelerek kapa­ ğı yeniden çekti. Rakılan var mıydı? Vardı ya381


rım şişe. Cevdet isten·e rakı içer, Nuran da bi­ ra, pek pek şarapla yetinirdi. Akşam güneşi kocaman apartmanların ar­ dına devrilip, apartmanlar loşlaşıp, elektrikie­ rin yandığı saatta Cevdet, birtakım paketler ve rakı, bira, şarap şişeleriyle geldi . Nuran onu heyecanla karşrladı. Elindeki­ leri almadan dudaklarını uzattı. Karşı dairenin kapısı açılsa da biri çıkıverse görüleceklerdi. Nuran'a da, Cevdet'e de vızgeliyordu komşular, İstanbul, hatta dünya! Bu kocaman dünyada yalnız ikisi vardı sanki. üst yanı hava! •-

O şişeleri ver canım ! "

,, _

Hayır nonoşum sana zahmet olmasın ! »

«.- Olmaz olmaz, ver . . » Aldı, öne düştü, mutfağın yolunu tuttu. Cevdet de ardmda. Ö teberileri masa üzerine bı­ rak p kucaklaştılar, dudakları dudaklarını bu­ luverdi. Gözleri yumulmuş, bu dünyadan geç­ mişlerdi .

Neden sonra ayrıldılar. •- Canım ! » dedi Nuran. • - Şekerim ! ,, karşılığını aldı. Sonra hatır­ lıyarak: •- Haa, ik indiüstü �enin o arkadaşın gel­ di ! » Cevdet'in yüzünden korkunun, kıskançlı­ ğın, öfkenin gölgeleri geçti. Neşesi kaçınıştı iş­ te. Biliyordu hergelenin böyle bir haltl� ka382


rıştıracağını , Demek o evde yokken çıka gel­ mişti? • - Sarhoştu değil mi ?» Nuran farkına varmamıştı ki. Bilmeem ? » 1 •- Nasıl bilmezsin anam? Ö ğleyin rastladım meyhanede kafayı çekiyordu ! » • - Şekerim bir an geldi, annemi sordu, yok dedim . . . İçeri alınadın değil mi ?» • - Deli miyim Cevdet ? » • - Sonra ? » Sonra hiiç. Çekti gitti . Belki d e buyur etmeyişime bozulmuştur ama, adaarn sen de. . » Cevdet'in getirdiği öteberilere hamarat ha­ marat gitti. Şişeleri buz dolabına yerleştirdi. Salatalıklarla rakaları filan bağlarından çözüp musluğun bembeyaz fayansı içine koydu. Sonra da yumrukları belinde ufacık bir kadın, sordu : • Karnın aç mı ? » Cevdet dalgındı. Aklında, aklının ortasın­ da Fikret, hep Fikret ! Neden, niçin gelmişti ? Meyhanede rastlaştıkları zaman gideceğini söy­ lememişti . . . yoksa kötü bir maksadı mı vardı ? Neden olmasın? Belki de Nuran'ın davranışını kontrol için gelmişti. Çünkü bir zamanlar anlat­ tığına göre keçi bilmem ne adlı bir kız varmış. Fikret'e yüz vermemiş. Bu da kızmış, kızı tav­ layıncaya kadar . . . Nuran, Cevriye gibi sokuldu : •-

,, _

•-

-

383


•- Sana söylüyorum ! • Kendine geldi : • - Ne ?• Bir az da sert : •- Ne düşünüyorsun kara kara Allahını seversen?• Omuz silkti isteksizlik!e : •- Hiiç.• •- O adamın buraya gelişini mi ?• Kıskandığını belli etmek istemiyordu: u - Yoo . • Ve attı: « - Nikah işlerini düşünüyorum. Memur, on beş yirmi gün içinde askıdan iner, dedi. Onu düşünüyorum . . • «- N ey se şimdi bırak bunu. Karnın aç mı dedim cevap vermedin ?• • - Karn:m mı? Aç ama, boşver. Sen ya­ nımdasın ya ! ,. «.- Olsun. Sana bir şeyler hazırhyayım . . • Nuran buz dolabından kıymayı çıkarırken, Cevdet de sivil elbisesinin ceketini atmış, göm­ leğinin kollarını dirsekierine kadar sıvıyarak geçmişti musluk fayansındaki salatalıkların ba­ şına. Nuran : a-Ben yapardım, bırak sen .. • dedi. Cevdet bakmadan : •- Niçin? Ben yapamaz mıyım? Sonraa . . . şeker karıcığımın yorulmasını istemem ki ! • . .

384


Nuran'ın çok hoşuna gitti bu. Yanına çocuk gibi koştu : •-

Ne ne ? Bir daha söyle bakayım?•

«-

Şeker karıcığımın yorulmasını . . .

«-

Bir daha ! •

•-

Şeker karıcığımın .

. .

«- Bir daha! ıo • -

•«-

Şeker karıcığım . .

.

Canım ! ıo Her şeyim! Fakat Nuran,

korku var

..

içimde bir

Genç adamı öpmekten vazgeçti. Hatta bir adım geriledi : «�

«-

�-

Ne var ne var? Korku , tuhaf bir korku ! ıo N e korkusu? ,.

Aklına Fikret, onun yakışıklılığı gelmişti. Cevdet de ayni korkunun ta içindeydi

ama,

bunu açık edemezdi . «-

Bu kadar mutluluğa layık mıyım diye

düşünüyorum da bütün sevincim

uçuveriyor.

Çünkü hayatımda hiç gülmedim. Her gülüşü­ mün ardından ıztırap geldi. Sevincim göz yaş­

larıyla

ıslandı. Onun için . . »

Nuran

.

ferahlamıştı. Cevdet'in şu yakışık­

lı adamı aklından çıkarıp atmasını

istiyordu.

Ondan her şeyi gizlemeliydi, öyle gerekiyordu. Ufacık meseleleri büyütüyor, kendine dert edi­ yordu. Fikret çıkıp gelmişse yüz defolmuştu.

bulamamış,

Bundan sonra böyle olacak, Cev-

385


det'e ondan söz açmıyacaktı. Cevdet her şeyiy­ di. İhsan abi falan değil, düpedüz

Cevdet'ti,

Cevdet'ti ! Boynuna sarıldı: c-

Canım benim, sen değil buna, çok çok

daha büyük mutluluklara layıksın ! » Dudaklarını uzattı, uzun bir

öpüş. Sonra

ayrıldılar. Nuran : «-

Sevişmek yeter. Vazife başına, marş ! »

dedi. Herkes kendi işinin başına geçti. Cevdet genişçe çinko bir kapta s alatalıkları

yıkıyor,

yıkarken de içine olanca ağırlığıyla

çökmüş

Fikret'i düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Çok yakışıklıydı. Şu harika kız, o kadar yakı­ şıklı birini değil de kendisini neden sevsindi "? Fikret ondan habersiz gelmiş, Nuran'la konuş­ muştu. Nuran kapıda, birazcık konuştuk diyor­ du ama, doğru muydu bakalım? Ya mahsus öy­ le söylüyorsa?

üstelik Fikret'in

müzmin be­

karlığını da biliyordu. Gelmiş, kıza diller dök­ müş, onu avucunun içine almış olamaz mıydı ? Yalnız ne vardı, Cevdet'in yakın arkadaşı ol­ duğu için birden açılamazdı. Sonra korkardı da Cevdet'ten. İçeri girmiş çıkmışlığını,

vurmuş

vurulmuşluğunu biliyordu. Daha sonra, çeşitlı Avrupa, Amerikan limanlarındaki kavgalarını da gayet iyi biliyordu. Onun için Fikret'in açık­

�den

tan açığa herhangi bir itli

386

değil, Nuran'-


ın ona gönül vermesinden, onu haberi olmadan aldatmasından, farkına bile varmadan boynuz­ lamasından korkuyordu. Babasına

«Boynuzlu»

dediklerini, hatta Perili Konağın duvarına öküz resmi çizip altına « Boynuzlu» diye yazdıkları­

nı babası biliyor muydu? Kıvırcık marullan teker teker yıkadı, be­ yaz bir kayık tabağa koydu. Sonra daha sonra domateslerle kırmızı

rokalan,

turpları. Bir

başka tabak aldı raftan. İnce ince doğramıya başladı marulları. Sonra domatesleri. Daha son­ ra da roka yapraklarını, domateslerle k ırmızı limon sıktı,

turplan tabakta iyice karıştırdı,

2arı şerbet gibi zeytin yağını bolca gezdirdi. «-

Evet Nuran hanım .. salatamız hazır ! »

Döndü, baktı : •-

Harika ! » dedi.

«-

Başka?»

•-

Orada İspirtoluk olacak. Yakıver ... »

Cevdet ispirtoluğu aldı. Taşıp

dökülmüş

kahve, ispirtoluğun sarı tenekesi üzerinde kuru­ muş, silinmemişti. «-

Bir bezin var mı?»

«-

Ne yapacaksın?»

•-

Şeyy .. şu kahveleri silecektim . . . »

Nuran döndü, baktı. Utandı bayağı. Nasıl olmuş da görmemişti? «- Annemin mar ifeti» dedi. gelmiş,

c Gece

sarhoş tabi, kendine kahve

387

yarısı

pişirııriş.


Fişirirken de taşırmış, sonra da öylece bırak­ mış . » Cevdet, genç kızın uzattığı bezi aldı : •- Sevgili kayınvaldemin kahvesini evlen­ dikten oonra ya sen, ya da ben pişirelim olmaz mı ? • Nuran annesi üzerine bir şeyler söyliyecek­ ti vazgeçti. Cevdet ispirtoluğu silip, tenekeyi sarı sarı pariattıktan sonra sordu : •- Ö yle değil mi? • Nuran unutmuş, daha doğrusu üzerinde durmamıştı : c- Ne ? • • - Kayınvaldemin diyorum, kahvesini. . . «- Evet ? . «- Y a sen pişirirsin bundan sonra, y a ben ! • Nuran isteksizlikle : Kolay. dedi. Cevdet: •- Fakat • •- Ne fakatı ? • •- Annen seni bana verrneğe razı olacak mı bakalım? • •- Sen galiba beni konuşturmaktan zevk alıyorsun. Değil annem, hiç ama hiç kimse ka­ rışamaz bana. Daha önce de söylemiştim. Sen şimdi bırak bunu da bana Nimet'ten balıset bir az • .

•-

..

. .

388


«- Ne Nimet'i? Nesinden bahsedeyim ? » Kıymalı yumurta sahanını, iki beyaz taba­ ğı, çatalları, ekmeği, suyu , rakı ve şarap şişe­ lerini getirdi. Her şeyi ufacık, bembeyaz elle­ riyle masaya yerleştirdi. Sahandan tabaklara kıymalı yumurtayı böldü, sonra sevgilisinin karşısına geçip otyrdu. Cevdet onu hazla gözetliyor, Nimet'in ne­ sinden bahsetmesi istendiğini kestirrneğe çalı­ şıyordu. Bu defter kapanmamış mıydı? Nuran şarap dolu bardağını aldı, kaldırdı : • - Haydi şerefe ! » Cevdet de sulandırdığı rak ı kadehini aldı : •- Şerefe canım! » içtiler. Kıymalı yumurtalarıyla salataları­ nı kurt gibi yiyorlardı. Cevdet : «- Nimet'in nesinden bahsetmemi istiyor­ sun ?» « - O kart karıya o biçim bağlanınana öy­ le içerlerdim ki ! » Cevdet anlamıştı. Güldü. •- Bırak şunu Allahını seversen, hatırlatma o günleri . » • - Kimbilir ne diller dökerdin ? . Cevdet ciddileşti : •- Beni anla canımın içh dedi. .o kadar yalnızdım ki. Tutunacak dalım yoktu. Bir gece arkadaşlarla onun çalıştığı pavyona gitmiştik. Nimet aşırı sarhoştu, yerlerde yuvarlanıyordu. .

389


Arkadaşların itirazlarına kulak

asm.adı.m, yer­

den kaldırdım. Pavyon kapısı önündeki taksiler­ den birine götürdüm. Bindirip evine

göndere­

cektim. Ağlamağa başladı. Beni yalnız bıralana, dedi.içime dokundu. Yalnızdım, yapayalnızdım. Yalruzlığın ne korkunç şey olduğunu gayet iyi bilirdim. Arkadaşlarımı pavyonda bırakıp atıa­ dım yanına. Pansiyonuna birlikte gittik. Yata­ ğına yatırdım. Elime sarıldı gitme diye. Bek­ ledim, saatlarca bekledim. Neden sonra ayıldı, kalktı sallanarak. Başı ağrıyormuş. Bıktım bu hayattan,

ölmek istiyorum dedi. Teselliye ça­

lıştım. Bana dostça baktı. iki şişe Ağlıyarak hayatını anlattı.

soda içti.

Beni de ağlattı.

Kendimden daha bahtsız birinin başından ge­ çenlere bana ne diyemedim. Kadının ümitsiz yalnızlığı bana koydukça koydu. Dost olduk. Da­ ha sonra da evlenmek istedim onunla. Maksa­ dım hem onu yalnızlıktan kurtarmak, hem de kendime tutunacak bir dal bulmaktı. Düşün, aylarca bütün dünyayı dolaşıyorum. Dönüşte beni bekliyen, bana sıcak, dost,

sevgili elini

uzatan bir yakınım olsun istiyordum. ihtiyacım vardı buna. Ama o . . Yeniden içtiler. Nuran : «-

Bana, bir zamanlar ona

döktüğün dil­

leri dök bakalım hadi,,. dedi, «istiyorum, dök! » «-

Gelecek evlilik günlerünizi mi anlata­

yım yani ? »

390


«-

Evet.»

«- Yakında evlilik hayatını birlikte yaşı­

yacağız canikom. Anlatmaktan ne çıkar ? Hat­ ta birlikte yaşamağa başladık bile! ,. «- Olsun, anlat. O seni hiç sevrnemiştİ ki! » Anlatmış mıydı sana? .. «- Her zaman .. sana öyle kızardım ki! » «- Niçin? » « - Gözün dünyayı görmezdi..» « Görürdü Nuran, seni görürdü ama, sen bana o kadar uzaklardaydın ki ! » " - sahi? .. « - Hiç bir zaman ulaşamıyacağım yüksek­ lerde. Seni bana vermezler, verseler bile be­ ğenmezsin gibi gelirdi! ,. Nuran irkildi. İçinden Fikret bir korku gi­ bi geçmişti. Ayni şekilde, ayni adam, Cevdet'in içinden de hızla geçmiş, derinlerdeki kıskançlık yıla­ nını kımıldatmıştı. İkisi de ayni duyular için­ de, içkilerini alıp hırsla diktiler. N eden sonra gözgöze geldiler. İ kisi de ayni şeyleri düşünerek «Fikret kabusuıonu kafaların­ dan atmağa çalıştılar. Olabilirdi ki birbirleri­ nin gözlerinden bunu anlıyabilirlerdi. «- Demek çok yükseklerdeyim gibi gelirdim sana ? » « - Hem d e nasıl ! • « - Halbuki? • •-Nerdeyse karım olacaksın! » « -

-

391


•-

Bana hiç kızmıyacaksın değil mi ? »

.,_ Neden kızayım ?, «-

Mesela. . yemeği yakarsam? "

•-

Bin tencere yemek feda olsun sana ! "

•-

Şaka yaptım şaka. Bilmiyor muyum? "

«-

.

. ........... ...» .

.

·- . . . . . . . . . . . . . . . ? » Kapının zili. «-

Annem mi acaba ? • dedi

Nuran. Ama

Fikret olması ihtimaline karşı da aklı gidiyor­ du. Şayet Fikret olur da, yüz hesabını sormağa gelirse. . .

bulamayışının

sanmıyordu. Her­

halde cesaret edemezdi buna. Çarpıntı içinde kapıyı açtı. Annesiydi. Sar­ hoş, neşe içinde, o kadar ki, hiç adeti olmadığı halde kızının boynuna sarılıp yanaklarını öp­ tü. Nuran şaşırmıştı. Annesini hiç böyle içten, ona karşı hiç böyle yakın hatırlamıyordu. «-

Anneciğim Cevdet var içerde! »

•-

Olsuun» dedi. ·Siz nasıl sevişiyorsanız,

mutluysanız ben de öyle. Ben size

karışıyar

muyum ? . Salona geçti. Cevdet korkuyla

mutfaktan

salona çıkmıştı. Geleceğin kaynanasıyla dama­

dı karşılaştılar. Yaşlı ama şu anda kuş kadar hafif ve alabildiğine neşeli kadın coşmuştu bir sefer. •-

Merhaba damat ! • dedi. •Ne haber? •

Cevdet, kadının bu sulu davranışını yadır-

392


gadıysa da, ·Damat» sözü hoşuna gitmişti. De­ mek kızıyla evlenmesine hayır demiyecekti : •- Sağlık be anneciğim .. »

Odasına geçecekti, tam kapıda durdu : •- Yoo .. anne, teyze, hala,

hatta abla fi-

lfm denmek istemem ! » Cevdet bozularak güldü : •- Peki, ne dememi istersiniz? ,.

Nuran : •-

Annem sana abi desin en iyisi . . • dedi.

Leyla, Şanuvar kokulu bir kahkabadan sonra odasına gitti. Elbette, elbette o kadar genç görüyordu kendini. Fikret ne demişti Fikret? •-

Otuzunuzda var mısınız? , Demek öyle gö­

rünüyordu ? Madem öyle görünüyordu ne diye yaşlı yerine konacaktı? •-

Aiferin bana ! » diye söylendi.

Ayna karşısma geçti. Sağdan baktı kendine, soldan baktı, önden, yandan. El aynasını aldı, arkadan. Fikret'in dediğince gerçekten çok düz­ gün bacaklan vardı. Bacakları, kalçası, ensesi, saçları . . . Kapıdaki takside b ekliyen patronu da peşini bırakmıyordu son günlerde. gayet iyi anlıyordu.

Bütün

Maksadını

mesele

Nuran !

.,_ Hele evlensin, şu kızlık belasından kurtul­ sun . . ha? Öyle değil mi Leyla? Bak sana söz ve­ riyorum, kızını bana ayarla, dile benden ne di­ lersen! » Güldü. İşleri yolundaydı canım, adamakıllı yolundaydı hem de. N e yani, kızına

393

kötülük


düşünmüyordu ki! Herif yeni değil, çoktan aba­ yı yakmıştı. Kocası koca gene. Ne haberi olacak­ tı ? Şu sözünü ettiği apartman katını satın alır da üz er lerine yaparsa fena mıydı ? Sonra Cev­ det. . cahil kız aklı işte. Hevesini aldıktan sonra nasıl olsa sepetliyecekti kara kuru oğlanı. Sepet­ liyecekti evet ama, şimdi, sıcağı sıcağına üstüne düşmemeli , oğlanı gözünden düşüreceğim diye yanında kötülememeliydi. Tam tersi, öğmeliydi hatta ! Bak az önce ne iyi etmişti. . oğlana yakın­ lık göstermiş, kendini zorlıyarak da olsa «Da­ mat.. demişti. Yoksa, Allah

göstermesin, hiç

onu gerçekten damat yerine kor muydu? Hiç lüzum yokken pudrasını, rojunu taze­ ledi. Akıllı kadındı vesselam. Erkek dediğin de ne? El kiri. Elin kirlendi mi yıkayıverir, temiz­ lersin. Erkek de öyle. Bıktın mı,

atıver, bak

yenisine, gencine, güzeline . . . Fikret aklına geldi. Onu daha

şimdiden

sevrneğe başlamıştı. 'Bir zamanların Nej at'ı. Bu, galiba Nejat'tan da güzeldi. Şayet göründüğü gibi Çlkar, yeni başlıyan aşkına ihanet

etmez­

se . . . kalbinin baş köşesinde yer alırdı! Elindeki ruju, kalemi falan atıp, genç bir kadın şuhluğuyla salona geçti : ., _

Nasılım çocuklar? Güzel miyim?•

Nuran ne kızıyordu şu kadının hoppalığına! Cevdet :

394


«- Harikasınız! " dedi.

Nuran'a dönen Leyla şakadan : Kız sen niye bir şey söylemedin ? :o

«-

Nuran : �- Benim de söylemem şart mı anneciğim? Elbette harikasmız. Bilmiyor musunuz?,. Yeni bir kahkahadan sonra, laf olsun diye : Ben gidiyorum » dedi. «Yaramazlık et­

«-

meyin ha! » Bir serçe kuşu kadar hafif, çevik,

evden

çıktı. «Yaramazlık etmeyin ha ! » yı mahsustan, « Yaramazlık

edin! • anlamına söylemişti. Eder­

lerse etsinlerdi. Kızının candarması mıydı? Kal­ dı ki bir an önce şu sıkıcı, manasız

« Kızlık »

belasından kurtulmalıydı. Apartman önünde bekleyen taksiye girdi. Patronu merakla sordu: Oğlan evde mi ? »

«-

,,_ Evde. " «- Ne yapıyorlar ?» «- Hiiç . » « - O oğlanda iş yok. Şu senin malı

Fikret ol-

ki . . » .

Etine iğne dürtülmüşçesine döndü : «-

Ne olurdu ? »

«-

Şimdiye pasaportunu verirdi. . »

« - Yoo . . ·Fikreti, Fikretimi karıştırma ! » «- Karıştırsam, ne? Kızın ona karşı da domuz gibi. Ben yaşlıyım hadi . . Fikret? » Tepesi attı :

395


•-

Ulan Fikret'i karıştırmasana l Fikret be­

nim. Onu hiç, ama hiç kimseye kaptırmak niye­ tinde değilim! » «-

Canım kaptır diyen yok. Demek istedi­

ğim, o kara oğlan Fikret huyunda olsaydı. kı­ zın hakkını avucuna verirdi ! » ««-

396


18. Kağıtlar askıdan indi. Evlenme dairesinde pek az davetlinin önünde kocaman deftere imza, tanıkların imzası, ondan sonra da iki günlük bir Bursa gezisi, balayı ! Nuran'ın tanığı harcı Vedat olmuştu, Cev­ det'inki Fikret. Balayından çabucak dönmek zorundaydı­ lar. Cevdet'in vapuru gene bir aylık sefere çıkacaktı. Cevdet'in vapuru. . . çünkü Fikret, babası­ nın eski, çok hatırlı b ir arkadaşının himmetiy­ le kumanyacılıktan , !imanda daha dolgun ma­ aşlı bir sekreterliğe atanmı:ştı. Memnundu, uçu­ yordu . Cevdet'se bunu duyunca beyninden vu­ rulsa bile belli etmerneğe çalışmıştı ama, Nu­ ran anlamıştı . Canı kadar, canından çok sevdiği, henüz dayamadığı kocasının üzülmesini istemi­ yordu. Kocası şunu çok iyi bilmeliydi ki Nuran, onun karısı, kancığı, değil Fikret, dünyanın en yakışıklı, en zenginine bile Cevdet'ini değişmez ! Ama ona bunu nasıl anlatmalıydı, nasıl? Sorsa, buna dair tek laf etse, kıskançlığını belirtse 397


olanca içtenliğiyle aklından geçenleri sayıp dö­ kecek, kocasını kurtaracaktı.

kıskançlığın

Sormuyordu.

cehenneminden

Sormadan açmaksa

işine gelmiyordu bir türlü. Bir sabah erkenden çıktı gitti sefere ; kah­ rolarak! Nuran onu yolcu etmek istemiş,

Cevdet

genç karısını limanda herkesten kıskandığı için götürmemişti. Ama aklı

Tarlabaşındaki evde

kalıyordu. Kaynanasının sağı solu yoktu. Çok hoşlandığı Fikret'i bir gün eve getirir

miydi?

Geceyi birlikte geçirmeğe kalkarsa, gece yansı Fikret, Nuran'ın odasına geçemez miydi ? Geçti, Nuran artık genç, güzel, cıvıl cıvıl bir kadındı. Odasına gelen yakışıklı, Cevdet'ten çok yakı­ şıklı bir adamı kabul etmez miydi?

Niçin et­

mesin? Cevdet'i İhsan abi'ye benzetiyorsa ne çıkardı ? İ hsan abi de neydi ? Genç, yakışıklı, işi de artık Cevdet'ten daha iyi birini neden red­ dedecekti ? Ya çoktan anlaşmışlarsa? Ya, «Ev­ lendikten sonra»

demişseydi Nuran? O biçim

bir kadının kızı neden anasına çekmesindi? Gü­ zel güzeldi, çirkin de çirkin. Yakışıklı yakışık­ lıydı, yakışıksız da yakışıksız. Nuran'la Fikret birbirlerine göreydiler. Hem de tam ! Nuran'sa hiç de Cevdet gibi düşünmüyor­ du. Fikret'te babasının başını belaya sokan Ne­ j at'ı bulduğu için kaçınıyor, Cevdet'i kuşkulan­ dırmamak için elinden geleni geri koymuyordu. Biliyordu genç kocasının halini. Arkadaşı Fik-

398


ret kadar yakışıklı olamayışı büyük bir azaptı. Olma8a bile, Fikret'i o:Vallahi de

billfıhi de»

değişmezdi Cevdet'e. Annesi ne derse desin, ne türlü davranırsa davransın vızgelirdi

ona. O

yalnız Cevdet'i seviyordu, sonuna kadar da se­ vecekti! Nasıl anlatrnalıydı ona, nasıl? Geceydi, yatmağa tam

hazırlamyordu ki,

kapının açıldığını, ardından da annesinin sar­ hoş kahkahasım duydu. Sırtına sabahlığını ala­ rak salona çıktı. Annesi yalnız değildi galiba. Tuhafına giderek bekledi. Çok geçmeden salo­ na girdiler. •-

Vaay» dedi Leyla, c şeker kızım yatma­

mış hala ! » Odasına hızla geçti. Fikret salonda kalmıştı. Bir anlık

çekim­

serlikten sonra Nuran'a yaklaştı, elini uzattı : «-

Nasılsınız?»

Kocasının nikah

tanıklığını

adamdan dilediğince korksun,

yapmış

bir

kaçınamazdı. O

da uzattı, sıktı. Ateş gibiydi adamın

eli. Sar­

hoştu da galiba. Aldırış etmez göründü : «- Teşekkür ederim. » « - Gece rahatsız etmek istemezdİm ama,

anne niz. . biliyorsunuz •-

..

»

Rica ederim .. »

Şimdi ne yapacaktı ? N e yapması gerekirdi? Beklese mi, izin isteyip odasına mı çekilse? Ye-

399


ni evli, artık bir başkasına aitti. Sarhoş eğle­ mek zorunda değildi ki! Fikret gözlerini genç kıza dikmişti. Bakmı­ yordu, bakmıyordu

be! Ulan

hayatında keçi

Melahat'tan başka hiç ama hiç bir kadın dikil­ memişti ona, yüzvermezlik

etmemişti de bu . . .

Çıldınyordu. Yatmak, yatmamak önemli değil­ di, hiç önemli değildi hatta. Bütün mesele, şu karşısında kayıtsızlık kalesi gibi duran kadını dize getirebiise de, reddetse, gururunu kurtar­ sa başka hiç bir şey istemez, rahatlardı. Önünde bir başkasından dayak yediği kadındı bu. Gene bu kadının önünde o adamı dövse mesele kalmı­ yacaktı ama, olmuyordu işte! Kendini tutarak kibarca sordu : •-

Balayınız neşeli geçti mi? •

Nuran soruyu yadırgamaktan çok, laübali buldu. Kızardı. Çevresine bakındı. Sonra göz­ leriyle karşılaştı küstah adamın. Şaşkınlığı büs­ bütü:q arttı. Ne diyebilirdi? c- Evet. Çok ne­ şeli geçti ! . mi, yoksa, «- Bu da laf mı? Hem size ne?» mi ? Bu ikincisini demek çok yerinde olurdu ama, hayır, kendisine açıktan açığa düş­ man kazanmak istemezdi. Kocasının kuşkusunu seziyordu. Annesi herhalde yüzde yüz Nuran'a dost değildi. Bir zamanlar patronu yüzünden onu nasıl azarladığını biliyordu. •Bütün bunlar­ dan sonra Fikret kızar da «- Nuran bana yı­ lışıyor, yüzvermiyorum . . » falan gibi laf çıkarsa,

400


buna ilkin annesi, harcı Vedat inanır, ardından da Cevdet'i inandırırlardı. •-

Valla" dedi, cbilmem. Fena geçmedi ga­

l i ba . . » Küstah adam ikinci bir soruyla canını

fe­

na halde sıktı : •-

Çok seviyorsunuz onu değil mi? »

Niçin eşelemişti? Seviyor, ya da sevmiyor. Ona neydi? Gene de: •-

Çok! ..

«-

Size, daha doğrusu Cevdet'e imreniyo­

rum ! ıo «-

Niçin ?,.

« - Bu kadar güzel bir genç kadın tarafından seviliyor . . " Hiç sesini çıkarmadı. Yaylım ateş başlamıştı bir sefer: •-

Ben ki müzmin bekarım.

gibi, sizin kadar güzel , cici bir ğını bilsem gözümü kırpmadan lığıma bir tekme ! ıo

Fakat,

sızın

kadınım olaca­ evlenir,

sultan­

Bir sigara yaktı, dumanını ağız dolusu üf­ ledi tavana.

Gö·zleri tavanda, rol

kesereesine

ardını getirdi sözlerinin : •-

vildiğini

Yapayalnızım. Halbuki, çıldırasıya se­ bilerek dairede akşamı iple çekmek ne

güzel ! »

401


•-

Ve ne güzel, sevildiğini bildiği bir genç

kadını sevmek ; ölesiye sevmek! » Nuran b u profesyonel zanpara bombardı­ manından rahatsız olmağa başlamıştı. Odasına çekilip, onu romantik numaralarıyla

başbaşa

bırakmak en hoşu olurdu ama, düşman kazan­ mak istemiyordu, istemiyordu işte! Küstah adam havayı uygun bulmuş olacak, ağız kıyısında sigara, arkasında elleri, salonda ağır ağır do1aşmağa başladı. Bir ara gene dur­ du. Gözleri gene tavanda : ·�

Sevilmek ! »

dedi.

eDeli gibi sevilmek,

sevildiğini bilmek ve çılgınlar gibi sevmek sa­ adeti! » «-

. . . . . . . . . . . . . . .

•-

Hayatımda hiç, ama hiç sevenim olma-

«-

. . . .

.. _

Ben'se, aaah ben'se . . . zavallı ben. Ha­

..

. . . . . . . . .

yatım bir pervane gibi alevlerde

yanmaktan

öteye geçmedi! :o Bereket sokakta bir otomobil

homurtusu,

ardından kapının zili. Nuran, küstah adamın bakışlarını bembeyaz, yusyuvarlak topuklarında

ufacık, sürükli­

yerek gitti kapıyı açtı : Bar sahibi Vedat gel­ mişti. •-

Vay, küçük gelin, mini mini gelin! •

Aşın sarhoşluğu kıpkırmızı yüzünden belli,

402


« küçük, mini mini gelin»in elini yakalamış, acı­ tarak sıkmıştı. •-

Nerde annen?»

«-

Bilmem. içerde, odasında galiba?»

Oraya yöneldi, kapıda durdu : •-

Anne, anneciğim bak misafirler geldi! »

Nurnaracı kadın karyolasına kendini atmış, sözde sızmıştı. Korkuyla içeri girdi,

annesini

kuvvetli kuvvetli sarsmağa başladı : •-

Anneciğim, anne. . anne diyorum ama,

bak, misafirler geldi ! » Kapıda bar sahibinin kalın sesi : •�

Bırak kızım, uyandırma. Sızmış o. Sen

bize birer kahve yap şıpınişi, içip tüyelim! » Bil ek sa atma baktı : •-

Nerdeyse sabah olacak ! »

Nuran bayağı sevinerek mutfağa

koŞtu.

Elektriği açtı. ikilik cezveyi çabucak aldı, su koydu.

İspirtoluğu

titreyen

cezveyi oturttu. Kahvenin içip defolmalarını

elleriyle

hemen

istiyordu

yaktı,

pişmesini,

ama,

cezvenin

de kolay kolay kaynıyacağı yoktu. Cevdet şim­ di gelivermeli, onlan içerde

görmeli!

hayır, olmıyacaktı böyle. Cevdet gelince

Hayır, usu­

lüyle söylemeli, ayrılmalıydılar buradan. Nere­

si olursa olsun. İki oda, bir oda bir mutfağa bi­ le razıydı. Razıydı ama, nasıl, nasıl açmalıyd.ı onu şüphelendinneden ? Ya derse ki, •- Niye? Ne var ? Burada seni rahatsız mı ediyorlar yok­ sa? Kim? Neden saklıyorsun? Demek yok böy-

403


le birisi, beni kıskandırmak. için mi? » Şeker, kahve koydu, karıştırdı karıştırdı . . N e karşılık verebilirdi? «Yok, hayır. sız eden falan yok» dese, «peki madem

Rahat­ rahat­

sız eden yok, neden çıkmamızı istiyorsun • di­ ye soramaz mıydı ? Kahve kab ardı. Fincanlara döktü, götürdü : Barcı , koltuklardan

birine yatar gibi

uzan­

mış, sızmıştı ! Fikret ayakta . . • -

Görüyorsunuz Nuran harum. Adam sız-

dı ! » Telaşla kahve tepsisini bir kıyıya bıraktı : «- Ne yapacağız şimdi?• «-

Valiahi hiç bilmiyorum . . •

Midesi sancılanıyormuşçasına kıvrandı. Ne demek oluyordu bu ? Adam sadece sızrnak değil, horluyordu da. Burada böylece kalabilir miydi? Fikret, elleri pantolon ceplerinde, küstahça sokulmuştu : «-

Cevdet'i kıskanıyorum Nuran ! »

Şaşırdı : «-

Niçin? •

«-

Hem de çoktandır, yeni değil ! »

«-

Peki ama, niçin?•

.,._

Beni, neden onun kadar seven bir sev-

gilim yok ? · A z geriledi : «- Tuhaf. Halbuki. . . Adam gene yaklaştı:

404


•-

Halbuki ?ıo

«-

Yakışıklısınız. Sizi de elbet seven biri

bulunur! » Mutfağa adeta kaçtı. Fikret ardından gitti, mutfaktan içeri girdi, kapıyı kapadı: • - Beni, senin sevmeni isterdim ! » İşte şimdi tam çatmıştı.

«- Fikret bey, rica ederim çıkın

salona,

çok rica ederim! » ••-

Çıkmıyacağım! " O halde müsaade edin ben çıkayım! »

Kapıya gerilmişti : «- Ona da izin yok ! » •-

Ama çok ayıp ediyorsunuz. Ben sizin

en yakın arkadaşınızın karısıyım.

Arkadaşlık,

erkeklik, mertlik bu mu ?ıo Ağl amağa başladı. Her yanı titriyor, bay­ gınlık geçiriyordu. Fikret, sarhoş, küstah Fikret, hiç tınmadı. Genç kadını kolları arasına alıverdi. Nuran in­ ledi : ••-

Bırakın beni, bırakın diyorum ! » Bırakınıyacağım! "

Çırpındı : •-

Vallahi, billahi Cevdet'e her şeyi an-

latacağım! ,.

« - Anlatamazsın ki

. .

»

•-

Niçin anlatamazmışım? •

•-

İnanmaz da ondan! ,

405


o:-

«-

O bana inanır . » .

istersen dene. İnanmaz. Gülerim, ina­

myor musun Cevdet derim. Yakışıklı adamım ben. Elimi saHasam eliisi koşarak gelir, derim. Bilir. Onun için inanmaz sözüne! • «-

Bırakın beni, bırakın işte. Ay siz ne fe­

na insanmışsınız? Beni kötü yola mı düşürmek istiyorsunuz: Hayır, düşmiyeceğim, Kocarnı se­ viyorum ben, seviyorum evet ! . «-

Yalan söylüyorsun.

Kocan çirkin, ka­

valın biri. Bu kadar güzel bir kadın öyle çir­ kin bir erkeği sevemez.

Hele yanında benim

kadar yakışıklı biri varsa ! ,. «-

Bırakın beni. Ben

Cevdet'ten

başka

kimseyi sevmem, sevemem ! ,. D udaklarından zorla öpmeyi denedi, olma­ dı. Ancak saçlarını öpebilmekle yetindi. Daha fazla üstelese kadının haykırarak

bayılacağını,

ortalığı ayağa

belki de

kaldıracağım bili­

yordu. Bıraktı. Nuran,

yayından fırlamış ok gibi odasına

kaçtı, kapıyı ardından sürgüledi. Sonra da ken­ dini yatağına atarak, sesli sesli ağlamağa baş­ ladı. Fikret aldırış etmeden harcı Vedat'a yak­ laştı. Ayağıyla ayağına vurdu. Zaten numara­ dan sızmış görünen adam kalktı. Daha fazla dur­ maları uygun değildi, evden çıktılar. Kapı önünde bekliyen arabaya girdiler : c-

Ne oldu ? "

406


Fikret ter içindeydi .

Öfkesi gittikçe artı­

yordu : «- Vay orospu vay be. Cevdet diyor başka bir şey demiyor! » «-

Öptün mu? »

«-

Zorla ama, saçların dan

«-

Demek Cevdet diyor . . .

..

"

«- Başka bir şey demiyor.

Bunca yıllık

zanparayım, şerefsizim böylesine rastlamadım! • « - Cevdet'e söylerse korkma. Bizim fedai­ lerden ikisini takarız peşine, tamam! , «-

Söyliyemez yahu.

Seviyor

meviyor

ama, bana inanır. Onu çok sevdiğimi sanıyor. Gerekirse karıdan önce ben aç arım :

Karına

dikkat et derim! Ne var der. Anlatırım, bana böyle böyle dedi, reddettim derim. Bilir o be­ nim karılar üzerinde nasıl tesirli

olduğumu.

Sonra ummaz onun karısına sataşacağımı! .. «-

Vay orospu be. Bunca yıllık barcıyım,

pavyonlar işlettim, bunun gibisini

görmedim

yahu. Bizim bildiğimiz konsomatrislerin kızları, bize can atarlar! Ne buldun kara kuru oğlanda bilmem

ki? Valla bununla böyle

uğraşmam,

sırf intikam hissiyle ha! .. •-

Ben de. Bana göre

karı kız mı yok?

Ama nedir? Boşveriyor! Bir karı boşverdi mi illet olurum. Ne yapıp yapıp tava sem hasta olurum şerefsizirol • «-'-

... . .

. . .

. . . . . . . '? »

«-

407

getiremez­


Fikret harcı Vedat'tan ayrıldıktan

sonra

yatağına gitti, hemen de uyudu. Uykuda Cev­ det'i gördü. Seferden kızgın, dargın

dönm�.

Güya, sefere çıktıktan sonra karısına neler yap­ ınağa kalktığını biliyormuş. Fikret, «- Ne bi­ liyorsun ? :. diye sorunca: «- Ben bilirim. Benim İstanbul'da bıraktığım gözüm var ! » karşılığını almıştı. Erkenden uyandı. Sıkıntı içindeydi, yanı­ yordu susuzluktan. Yanıbaşındaki sürahiden üst üste üç bardak su içti, yeniden uyumayı dene­ di ama, uyku tutmuyordu. Gerçekten de, Cev­ det gelince ne olacaktı ? Nuran her şeyi söyli­ yecek miydi acaba? Sanmıyordu. Söylerse, gö­ zünü kırpmadan yapıştırırdı :

c-

Yalan!

Ma­

dem namussuzluk yaptı, sana açtı, o halde ger­ çeği, asıl gerçeği benden duy, benden Evet, sırnaştı bana, boşverdim. Sana dan korktuğu için

. . .

öğren : açmam­

Rahatlamıştı. Sırtında yumurta küfesi yok­ tu ki! Kalktı giyindi. Vakit çok erkendi. Gene de çıktı sokağa.

•-

Çivi çiviyi söker» diye, bir

yerlerde birkaç kadeh atmayı tasadamıştı ama, o saatta meyhane değil ancak işkembeciler açık olurdu. Bunu hıitırlayınca ağzı sulandı. Gerçek­ ten de, sirkesi sarmısağı bol kocaman bir kase işkembe çorbası mahmurluk söktürür, başında­ ki hafif ağrıyla ağzındaki pası alırdı. Alırdı ya, şu akşamki m anzara .. Nasıl olurdu, nasıl? Ken-

408


disi dururken o kara kuru oğlana tapsın? :Bar­ emın maksadını da gayet iyi anlıyordu. Barcı­ nın maksadı, genç kadını avucuna

düşürmek,

kocasından ayırmak, hevesini aldıktan sonra da pavyonuna sermaye yapmaktı. Şayet Cevdet bu meseleyi ondan, yani Fikret'ten da, ta baştanberi

saklamasaydı

açsaydı, ona içerlemez, içer­

lerneyince de karısına . . . hooş .. bütün kadınların ona pas vermeleri, teslim olmaları, hiç olmazsa beğendik'lerini, hayranlıklarını açık gerekirdi. Bu? •-

Bakmıyordu bile!

etmeleri Öyle mi?

Pek ala. Benden günah gitti. Değil Cevdet' e

açmak, Allaha açsa hava. Onu ele geçirmezsem yuh olsun ervahıma! » Karaköy işkembecisine girdi. Vakıt çok er­ ken olduğundan dükkanda müşteri adına henüz hiç kimse yoktu. Sirkesi sarınısağı bol, birbu­ çukluk, tanesi az, çorba istedi. Kocaman bir be­ yaz kasede az sonra çorbası dumanı tüte tüte

geldi . Sirkesi sarınısağı kararındaydı ama, az buldu. Yeniden sirke, sarmısak istedi. Bol bol kattı, başladı soluk alınamacasına kaşıklamağa. Her kaşık midesine sıcak sıcak indikçe az daha açıldığını sanıyor, aklı başına geliyordu. Nuran'ın meseleyi Cevdet'e mıyordu. Zılgıtı vermişti çünkü.

açacağını san­ Cevdet

çekten de genç kadının sözlerine kolay

ger­ kolay

inanmazdı. Arkadaşının kadınlar üzerindeki et­ kinliğini yakından bilirdi. Elini sallasa ellisinin koşup geleceği çeşitli kadın dururken, yakın ar-

409


kadaşının karısına asılmış olacağına imkarn yok inanmazdı. «- Çocuk musun Cevdet? Beni bil­ mez misin? inanmazsan getir Kur' anı, el basa­ yım yahu! Fakat, neyse .. canını sıkmak istemem, derim. Şüphelenir. Şüphelerini iyice

artıracak

şekilde uzatırım. Sonra kadına sakın gidip çat­ ma derim, söz Ve

. .

alırım,

kitaba el

bastınnm.

.» Şeytanca güldü. «......

derim ki, tahmin edemedin mi bu ka­

darcığını? Yani sana mı sulandı,

diye sorar.

Gülerim. üzerinde durmaz davranırım, havadan sudan söz açarım . . . karıyla paylaşsın

kozunu.

Kızın anası zaten sevmiyor oğlanı. Belki de bar­ cıyla anlaştı. Beni vasıta yapıp ayırtmaktan ya­ nadır o da, Ayrılırlarsa ayrılsınlar. Pis. Bana boşverir mi ? Oh olsun. Kendini öptürmedi bile be kaltak! Ulan bana Fikret derler. Kaçın kura­ sıyım ben? Keçi Melahat bile, koskoca banka müdürünün karısı olduğu halde, sonunda nasıl düştüydü avucuma? Ne dediydi ? Seni sevmemek elimde değildi ama istedim ki kendimi ağır satayım

. . .

hırslandırayım,

»

Gen e güldü. Bu son gülüşünde gurur vardı. Çorbasını

çabucak kaşıklayıp

kalktı. Du­

daklarının yağını kirli mendiliyle şöyle bir si­ lip borcunu ödedi, dükkandan çıktı.

Yaktı si­

garasını. Oooooh , Dünya vardı be! Tenha sokaklardan erkenci işçilerle küçük memurlar küme küme çıkıyor, yakın çikolata,

410


triko, çorap atölyelerine

adeta

koşuyorlardı.

Caddeler erkenci işçilerle sırtlan mallardan başka, bomboş

semerli ha­

tramvaylarla terü-

tenhay dı: Fikret, parmaklan arasında sigara, Topha­ ·

ne'y e giden caddeyi tuttu. Gerekirse Cevdet'le de ilgisini keserdi. Bir zamanlar tanışmışlar, birlikte uzun

seferlere

çıkınışiarsa ne olmuştu? Memurdu o şimdi. Cev­ det gibi vapur makinisti, hatta yağcısı

değildi

ya ! Birden onu memurluğa kayıran baba dostu şefini hatırladı. Herif babasının zamanında gen­ cecik bir memurmuş. Fakat «Doktor amca»ya saygısı büyük : «- Allah rahmet

eylesin, dok­

tor amca da hani dörtyüz dirhem Fikret. B abamın dostuydu asıl.

adamdı ha

Beni bu me­

muriyete baban kayırmıştı. E, Dünya. . o beni adam etti, ben de seni edeceğim. Vazifem ! » Kocaman göbeğiyle şakacı, daha çok da o «- Eee?

işleri gençlerden dinlerneğe meraklı :

Sonra? Demek karıya asıldın ? Terslemedi mi? Terslemedi ha? N e dedin? Sizi bir yerden tanı­ yorum mu ? Vay hergele vay. Sonra?» Fikret gene güldü kendi kendine. Sonrası, anlatıyordu başından En son şu Nuran'ın annesini

geçenleri.

aniatmıştı ama,

Cevdet'in kaynanası, barda çalışıyor falan diye değil.

«- Bir hamfendi tavladım

görme ! »

demişti. thtiyarın

411

ağzı

bey amca, sulanmıştı :


«-

Hamfendi mi ? Şöyle güverte, küpeşte falan

yerinde mi bari ? » , «- Ne söylüyorsun

amcacı­

ğım? Lokman-ı

«-

hekimin ye dediği ! ,. ,

yaşlarında var ? » , «- E h, var otuz

Kaç

sekiz, otuz.

dokuz. Kırk yok. Yok ama ilik ! » üst üste yutkunmuştu :

•-

Olsun evladım,

kırkında olsun ne çıkar? Etli butlu

bir şeyse,

hele pörsük falan da değilse . . . hemen tava gel­ di demek ? • , sana . », .

•-

•-

0 saat ! » , c- Bayılmıştır

artık

Kendimi öğmeyi sevrnem ama, he­

men koluma girdi .. »,

•-

Hamfendi olduğuna

göre, kocası ne

Peki kimin nesiymiş?

başın­

daymış ?» Başlamıştı nişangahsız atmağa : Yaşlı ama barikulade hamfendi onu hususisine almış, Bo­ ğaz'a uzanmışlardı. Şoför şu, üniformalı şoför­ lerden. Bilmem nerenin umum müdürüydü ko­ cası. Kendi havasında. Genç çocuklarla dolaşmaktan kansını görrneğe vaktı bir adam, oturdukları yeri «-

gezip

olmıyan

gizlemişti

kadın.

Şekerim, söylerim, hiçbir beis yok ama, bil­

mem ki.. seni henüz tanıdım. Hele birbirimiz.i az daha yakından tanıyalım! ,. «- Tanıştınız mı ? » •-

Tabi amca . »

•-

Yani yakından demek istedim .. »

•-

Haa, şu mesele. Soruyor musun? Şeref­

.

sizim genç kıza değişmem. ilik!

Örselenmemiş

kadına ne olur?» •-

Nerede tanıdınız birbirinizi yakından?»

412


Gene atmıştı : «- Boğaz'da. Hani o biçim oteller var ya?

Kadın kurt. Otelciler kapıdan karşıladılar. En üst kata buyur edildik. Tuvalet, banyo odanın içinde. Zile bas, şıp garson.

Yemeğimizi oda­

mızda yedik. Sonra yattık . . . Fikret Tophane çeşmesinin orda durdu. Ka­ fasındakile:r. az kalsın aniden çıkıveren bir tak­ si altında kalmasına sebep olacaktı. Tam zama­ nında arkaya sıçradı. Şoför gene de : •-

Yuuh kerestee! ıo deyip geçti.

Aldırmadı. Suçun kendisinde olduğunu bi­ liyordu. Sineye çekti. Önemli olan,

Cevdet'in

bir kaç hafta sonra geleceği. Nuran'a uğrayıp uğramadığını ya sorardı, ya sormaz. •

Sorarsa,

Uğradım» der geçerdi. Sonnazsa hiç kaldırmı­

yacaktı kapağını. İyi ama, Nuran'a sorarsaydı

y a ? • - Fikret uğradı mı ben seferdeyken ? . di­ ye. Nuran ne derdi acaba? Geri döndü, yeni bir sigara yaktı. Belki de ağlamağa başlar, gecekileri bir bir anlatırdı. O zaman Cevdet'e düşen, gelip kendi­ sine sormaktı . Sorarsa . . . o: Adaaam sen de» diy e geçirdi. Sorarsa so­ rar. Canımı alacak değil ya? Daha olmazsa, ka­ rını denedim, bakalım sana layık mı değil

mi

di ye der, içinden çıkarım! » Vazife saatına hayli vardı daha ama gene

de

büroya gitti. Siyah önlüklü yaşlı

413

odacı te-


mizlik yapıyordu. Kadının

şaşmasına

aldırış

etmeden masasına geçip oturdu . ., _

Bana bir sade kahve söyler misiniz Ha­

tice hanım? » «-

Şimdi Fikret bey .. »

Fikret, duvarlannda bol bol genç kız resim­ li takvimlerin asılı durduğu odada, elleri pan­ talan ceplerinde, masaların arasında dolaşıyor, düşünmek istemediği halde gene de, elinde ol­ mıyarak geceyi hatırlıyordu. Çok fena yapmış­ tı. Genç kadının üzerine bayağı canavar gibi atılmıştı. Yakışıklı diye ona hiç kimse bu hakkı vermezdi. Yarın Cevdet seferden döner, Nuran ağlıyarak durumu anlatır, oğlanı deliye döndü­ rürse . . . Sigarasını tablada unutup yenisini yaktı. •-

Döndürürse,

Cevdet

belki de kavga

eder benimle. Ama sanmıyorum. Kadın budala değil. Yakın iki arkadaşın arasına girrneğe kalk­ maz ! » Cevdet'in yumrukları aklına geldi. Bir İtal­ yan limanındaki küçük bir meyhanede İtalyan apaşlarıyla yaptığı kavgada

müthiştil

Gerçi

Fikret de kavganın başında yardım etmişti ama, sonra . . . Sigarasının külünü sinirli sinirli

çırptı.

Sonrasını düşünmek istemiyordu. Arkada­ şını tek başına bırakıp kaçmıştı . Cevdet kara­ kolluk olmuş, sonra da suvari'nin

kefaletiyle

bırakılmıştı. Ya Marsilya'da hamallada

414

yaptığı


kavga ? Y!lan gibi kıvrılıyordu aralarında, sağa, sola yumruk, kafa. . . Şayet bu sefer de

karısı

için kavga ederse . . . Kahvesi gelmişti. Cevdet'i, Nuran'ı falan bir an unutup, dumanı sıcak sıcak tüten kahvesini aldı, yudumladı. İçi sıkılıyordu. Düşünmek is­ temedikçe aksi gibi düşünüyor, bu kara düşün­ celer de yüreğine tortu gibi oturuyordu. Saat tam dokuzda şef geldi kocaman göbeğiyle : •-

Merhaba evlat, ne haber? »

•-

Sağlık bey amca

..

»

Şef göz kırptı. Bu, karılarla

geceyi nasıl

geçirdiğini sormak anlamına geliyordu. Güldü. Şef hafif bir baş işaretiyle çağırdı.

Gitti.

Tam bir iskemieye ilişecekti ki, telefon. Kulak­ lığı şef aldı. Babacan hhli, tombul

yanakları,

kan yalamışçasına kırmızı dudaklarıyla : •-

Eveet?» dedi.

Sonra Fikret'e baktı: •-

Seni istiyorlar .

.

»

Fikret korku içindeydi. Niçin korkuyordu? Galiba Nuran'ın annesine, akşamki

meseleyi

açmış olmasından. Açtıysa? Ağladı da, bu ada­ mı bir daha bu evde görmek istemiyorum, de­ diyse ? Leyla nedenini sordu, Nuran da olanlan t·pa tıp anlattıysa ? Kulaklığı aldı: - Efendim? Ben Fikret . . »

415


Leyla'nın Şanuvar kokulu sesi : Seninle hemen görüşmem lazım! •

•-

İçi yeniden hop etti. Tamam, tamamdı. De­ mek kız ona her şeyi anlatmıştı. Şimdi ne ya­ pacaktı ?

Gene de : Valla şekerim,

•-

hemen

Çünkü malum. Vazife

görüşemeyiz.

başındayım.

İstersen

akşam paydosundan sonra . . . " Öfkeyle sözünü kesti : Hayır, hemen

•-

geleceksin.

Seninle

gö­

rüşmem lazım. Aksi halde ben oraya gelirim! " Çaresiz, şefine göz kırptı : •-

Bey amcadan izin alabilirsem

hemen

gelirim ! » Kulaklığı yerine koydu. •-

Bizim yeni dalga! "

Babacan şef anlamıştı : •-

Umum müdür karısı mı?•

Attı: •-

O. Bir mangır meselesi vardı da . . .

•-

Ne mangırı ?•

•-

Para verecekti . . »

•-

Hemen git, hemen hemen ! "

• -

Burası?»

•-

Getir bir izin kağıdı.

Bir sipariş ıçın

yollamış olurum. Gidersin, bir şartla. Dönüşte manzaranızı en ince noktalarına kadar . . . •-

Tamam amca bey, oldu! •

Çeyrek saat sonra Galatasaray'daki muhal-

416


lebicideydiler. Leyla daha önce gelmişti. Bütün gece sızıp uyuduğu için erkenden uyanmış, Nu­ ran'ı suratlı bulmuştu. Nedenini sorunca kız ateş püskürerek, «Bir daha bu eve yabancı mi-. safir istemiyorum! » diye bağırmıştı ki, o ses­ siz, o ensesine vur ağzından lokmasını al· genç kadının huyu değildi. Ama yuvasını yapmıştı bir güzel: Bu ev Leyla'nındı. Kimi nerden ko­ ğuyordu ? Misafirleri elbette gelecekti. N e vardı geliyor larsa? Ona neydi? Pek pek odasına çe­ kilir, kapısını ardından sürgüler ve, onca «Dün­ yanın en yakışıklı adamı• olan sinir kocasını dilediğince düşünürdü. Nuran ne kızınıştı ne kızmış bu « Dünyanın en yakışıklı adamı» sö­ züne. Anayla kız birbirlerine girmişlerdi ade­ ta : «- Kocam hakkında böyle konuşmam iste­ miyorum anne! • «- Senin istediğince konuşmak zorunda değilim! » «-- Sana rağmen, size, sizlere rağmen, Dünya'ya rağmen seviyorum onu ! " • Başında parçalan sm . " ,_ O benim bileceğim şey! • «- Benim de misafirlerime, gelenim gide­ nime sen karışmıyacaksın! • • - O halde ben d e buradan çıkarım! • « - Uğurlar olsun! " -

«-

.

. . ·.'�f·:· . . . . . . . .

«-

417


Leyla sinirli sinirli yeni bir sigara yaktık­ tan sonra öfkeyle anlattı bütün bunları. Fikret ferahlamıştı. Demek Nuran, olanları saklaınış­ tı annesinden? O halde kocasından da saklardı. Saklardı ama, ne olacaktı?

Boşveren,

gurur,

haysiyetiyle oynıyan bu genç, güzel kadından elini çekecek miydi? Birden Leyla'ya dikkat etti : •-

Pis, pısırık, sünepe .. » diyordu

•Bu eve misafirlerin gelmiyecek

hınçla.

diyor. A a . .

kancığın zoruna bak! Ulan kirayı veren, tence­ reyi kaynatan benim. Deli. Kimi kimin evin­ den koğuyorsun? Çık, defol git, dedim. Sevgili kocanı al cehenneme kadar yolun var dedim. İyi demiş miyim Fikret? Fikretçiğim nasıl gel­ mez evime? Dünyayı yıkarım vallayı! » Garsona tavuk göğüslerini ısmarladılar. «-

Peki ne yapacaksın şimdi ?»

"�

Ne yapacağım? Hiiç. O kara, kuru ağ­

lana mal etmiyeceğim onu. Ot kökünün üstün­ de göverir. Elma köküne düşer. Ben onun da benim yoluma gelmesi lazım.

neysem Bunca

yıl boşuna mı çektim kalırım? Kara, kuru, yarı aç bir denizci parçasına yem etmek

için mi ?

Evlendiler, bitti. Alsın hevesini, boşasın. Boşa­ mıyar mu? Ben bilirim yapacağımı ! » Fikret kulaklarına inanamıyordu. ««-

Ne yaparsın ?» Ayırmanın bin çeşit yolu var. Bak, yaş­

lanıyorum artık. Ben bunca yıl ona nasıl bak418


tıysam, bundan sonra da o bana bakacak ! An­ latmıştım, senin harcı Vedat, ölüyar

vallahi.

Ne diyor biliyor musun? He desin, kanmı bo­ şayıp onu nikahlıyayım diyor.

Koskoca harcı

Vedat şekerim, düşün! Milyoner adam. Üstelik kat alıp ü stüne yapacak. Sen tut bu devlet ku­ şunu kaçır, kara kuru denizcinin peşine takıl ! » Fikret güldü. Leyla pirelendi : •-

Niye güldün ? »

«-

Hiç» dedi.

•-

Sahi niye güldün?»

«-

Aklıma ne geldi biliyor musun ? B arcı

Vedat bana her şeyi anlattı.

Sırılsıklam aşık.

Hani diyorum, ona da, sana da bir iyilik yap­ sam? » Leyla anlamıştı , dikildi : ·- Yani? » «-

Dur,

kızına hemen. Maksadım size yar­

dım, sadece yardım! » •-

Bana bak Fikret, vallahi, billahi gözle­

rini oyarım senin ! » •-

Kıyar mısın bana?»

•-

Bu işlerde hiç şakam yoktur. Sen be-

nimsin, yalnız benim aniadın mı?» Sonra merakla, bir az da telaşlı, sordu : •-

Yoksa kaltak . . . ha?»

•-

Ne?»

•-

Sana kuyruk mu sailadı ?»

419


içini çekmekle yetinen Fikret bir

sigara

yaktı. Leyla fitili alnuştı. «-

Peki, madem öyle .. kancık ne diye eve

misafir getirmiyeceksin diyor? • Kendini gene kendisi cevapladı : «-

Numara yapıyor değil mi?

Kocasına

karşı namuslu gözükmek için. Peki ama, ben­ den ne sakınıyor? 'Bana açılsa olmaz mı? · Sertçe döndü: •-

Bana bak, karı seni seviyor mu yoksa?•

•- Ulan amma da namussuz

karıymışsın

be ! Ne alaka, ne dava ! • Ama Leyla'yı kandıramıyordu bu. Olabilir­ di, hem de bal gibi. Bir yandan

kocasına na­

muslu gözükür, öte yandan Fikret'le .. haklıydı da. O kara, kuru oğlanı tanıdığı zaman Fikret gibi kıyasıya yakışıklı biri yoktu ki ortada! •-

Fikret! »

•-

Efendim ? »

• - Canım, desene ! • •-

Canım! " demek zonında kaldı.

•-

Doğru söyle, bu kancık kuyruk salladı

mı?» Doğrudan · doğruya salladı, ya da sallamadı demenin faydası yoktu. Susmak,

anlamlı an­

lamlı susmak en iyisiydi. Buysa

çılgıncasına

aşık kadını büsbütün çileden çıkardıktan baş­ ka, şüphelerini de güçlendiriyordu. O gece barda Vedat'a sordu : •-

Dün gece Fikret ne yaptı Nuran'a?,.

420


Barcı Vedat ne yaptığını kesinlikle görme­ mişti.

Yalnız, mutfağa geçtiklerini, orada bir

süre konuştuklarını, hatta kapının bir ara ka­ pandığını, ama sonra Nuran'ın

ağlıyarak, öf­

keyle mutfaktan çıkıp odasına kapandığını gör­ müştü. «-

Demek» dedi Leyla, • mutfakta kapan­

dılar bir süre?» «-

Kapandılar ama Nuran'ın onu sevdiği­

ni, hatta seveceğini sanmıyorum! » • - Niçin ?» •-

Niçin olacak, görmüyor musun kara ağ­

lana kene gibi yapışışını ?» Leyla gene öfkelendi : •-

İstediği kadar yapışsın Vedat, ben de

Leyla'ysam Nuran'ı ona karı yapmıyacağım ! • B arcı Vedat coştu : •«-

O zaman dile benden ne dilersen! • Canının sağlığmdan başka hiç bir şey

dilediğim yok. Hatta ortada sen olmasan bile, sırf o kara oğlana karşı olan antipatimden do­ layı onları gene de ayıracağım. Ayırmakla kal­ mayıp, o , burnu Kafdağındaki Nuran'ı ayakla­ rıma köpek gibi kapand:ıracağım, göreceksin ! » • - Peki, şu F:ikret'i kullansana! •

Etine ateş basılmış gibi bağırdı : «-

Hayır, karıştırma onu ! "

•-

O senin değil mi ?»

«-

Elbette benim! "

«- Madem senin, sen de onun musun? »

421


Ah Vedat .. olmak isterdim ama, sanını-

«-

yorum, sanarnıyorum ! • «- Niçin? » Deriin bir i ç geçirdi : Niçini var mı Vedat ? O beni değil, ben

«-

onu baştan çıkardım. O çok genç, çok yakışıklı. Kadınların, hele benim gibi artık sonbahannı bile tüketmek üzere olan kadınların can attığı bir erkek. Benim onu sevdiğim gibi o beni se-­ vebilir mi? • . . . . . . . . . . . . . . ?»

«-

.

«- Söyle, sevebilir mi? Sevemez

Vedat.

istese de sevemez! Onun için, elimde maymun­ cuk gibi kullanamam onu. Dinlemeyebilir sö­ zümü.

Sonraa . . . Nuran'ın onu sevmediğini id­

dia edemem. Fikret'i üzerine itmekle

büyük

bir ihtiyatsızlık yapmış o labilirim. Nuran ona tutulup, bağlanabilir. O zaman ne olur benim halim? » Barcı Vedat'ın hesabı bambaşkaydı : •-

Korkma! " dedi.

«-

Korkmıyayım, peki ama, nasıl h

Barcı Vedat nasılını açıklıyamazdı. Onun hesabına göre Fikret, Nuran'ı

güçlü erkekli­

ğiyle avuçlarının içine alırsa, yapılacak şey ga­ yet basitti : Bir suretle bunu Cevdet'e duyura­ cak, Cevdet'in kıskançlığını şahlandıracak, Cev­ det'i, olmazsa Fikret'i, birbirine vurduracaktı. Vurolan ölecek, hayatta kalan da cezaevini boy­ lıyacaktı ki, o da ölmüş demek olacaktı. Ama

422


şu anda bunu Leyla'ya açıklıyaınazdı. Değil zına apartman katı, hususi araba,

kı­

hatta nikah,

dünyaları verse, kadının buna yanaşmıyacağını biliyordu. Seviyordu Fikret'i kaçırmaktan

korkuyordu.

çünkü. Elinden

Hele yarı

ölümle bitecek bir işe asla sokmak Öte yandan, Fikret'in Nuran'ı

yarıya

istemezdi.

sevmekten çok,

hevesini alamamaktan gelen bir öfke içinde ol­ duğunu da gayet iyi biliyordu.

O gece barda

ağzını aramış, daha sonra da kendi kendine kur­ duğunca anlamıştı ki, Fikret, genç kadın tara­ fından reddedilmeyi hovardalığının müthiş bir yenilgisi sayıyor, kendi kendini yiyordu. Peki, ne yapmalıydı? Günlerce düşündü. Başını derde sokmadan, tereyağından kıl çekereesine

nasıl bir taktik

kullanm alıydı ki, n e şiş yansın, ne kebap? Leyla'yı konsimasyona çağırmışlardı. Başını avuçları içine aldı, bu aramağa koyuldu.

423

derde çare


19 . Buldu

da:

Nuran'a çok acıyan, onu her fır­

satta himaye etmeyi baş ödev sayan,

yaşını

başını almış, Dünya ve Dünya işlerinden elini eteğini çekmiş bir c All ah

adamı»

kişiliğiyle

Cevdet'e babaca bir öğütte bulunacaktı. Diye­ cekti ki :

•-

Yavrum, senin de,

Nuran'm da

mutlu olmanızı isterim. Bana bir şey

sorma

ama, kanna mukayyet ol! • Bu başlangıcı sevmişti. Karısına mukayyet olmasını salık verecek, genç adamı şüphelen­ direcekti. Genç

adam, bu yaşlı başlı

cAllah

adamı• nın dilinin altındaki gizliyi öğrenmeğe çalışacak, sonunda öğrendiği bir sezgiden öteye geçemiyecekti. Bu sezgi, cFikret» olacaktı! Nitekim

Cevdet

seferden

üçüncü günü, başta Fikret, harcı

döndüğünün Vedat'ı evi­

ne davet etmişti. Fikret, Vedat, Leyla, Cevdet, Nuran o gece zevkle donanmış içki masası ba­ şında olanca içtenlikleriyle oturmuş görünseler bile, herkes kendi içindeki

Dünya'nın çeşitli

dürtüleriyle birbirini, birbirine

çaktırmadan

makasa alınış, gözden geçiriyordu : Cevd�t se-

424


ferden döndüğü sıra ilk Fikret'i görmüş, eve uğrayıp uğramadığını şüpheyle sormuştu. Şüp­ heyle, çünkü bütün bir sefer sırasında, yakışıklı arkadaşının değilse bile, Nuran gibi çok güzel bir kadının, Fikret gibi alabildiğine yakışıklı bir erkeğe karşı ne dereceye kadar dayanabil­ diğini düşünmüş, Fikret'in İstanbul'da kalışını bile, sözünü ettiği baba dostundan çok, ka­ rısını baştan çıkarmak için Fikret tarafından yaratılmışlığına vermişti. Fikret uğradığını söylemişti. Eve bir sefer uğramış, ha.J. hatır sormuş. Sonra bir daha uğ­ ramamış. Sebep gayet basit : •- Cevdet, bili­ yorsun kadınlar bana nasıl davranır. Nuran da kadın. isterse senin karın, yani canımdan çok sevdiğim arkadaşımın karısı olsun. Unutma, nihayet kadındır. Fazla gidip gelmek doğru de­ ğildi, beni anla! • Cevdet anlamıştı onu. Doğru, dosdoğruydu. Demek, Fikret üzerine bütün bir sefer boyunca düşündüğü şeylerde haklı değildi? Demek Fik­ ret candan arkadaştı? İstanbul'da kalışında ka­ rısını baştan çıkarmak gibi bir düşüncenin yeri yoktu. Belki de böyle düşünrnekle ahlaksızlık etmişti. Yol boyunca hep bu türlü düşüncelerle kahrolmuş, beklemişti ki karısı : • - Arkadaşın bir seferden başka uğramadı ! • desin. Dememiş­ ti. Kocasını «Cevriyece• karşılamış, ayaklarını yıkamasma yardım etmiş, sarılmış sarılmış öp­ müştü de Fikret'in eve geldiğini söz konusu et425


memişti. Niçin? İşte hala bu niçinin üstündey­ di. Karısı niçin, neden açmaınıştı Fikret'in gel­ diğini ? Nuran'sa mahsustan açmadığı için akıllılık ettiğine inanıyordu. Çünkü herhalde yakışıklı ama alçak ruhlu genç adam da Cevdet'e açına­ mayı doğru bulmuş olacaktı ki,

Cevdet onu,

harcı Vedat'la birlikte eve yemeğe davet etmiş­ ti. Fikret şayet deseyeti ki, «ıSize gittim . . . ,. fa­ lan, Cevdet sorardı. Sormadığına göre, hiç aç­ mamış, hiç kapağını kaldırmamıştı! Öte yandan Fikret de tam bir huzur için­ deydi. Demek Nuran o gece, en yakın arkadaşı­ nın vahşice saldırdığını söz konusu etmemişti? Buysa genç adama ümit bile vermekteydi. Kim­ bilir, kadın belki de yakışıklı adamın o geeeki saidınşını sonradan akıllıca düşünmüş, öylesi­ ne yakışıklı bir genç adamın bu cesaretini be­ ğenmiş, belki de yumuşamıştı. Yurn.uşayınca da yola gelecek demekti ! Leyla, caru kadar sevdiği genç

adamdan

çok kızına gözlerini dikrnişti. Bu, yere bakan yürek yakan kız, sakın anasından gizli dalap­ lar çevirip, Fikret'i saman altından su yürüte­ rek tavlamasındi ? Kadehler yapma birer neşeyle

tokuşturu­

lup devrildikçe kafalar dumanlanıyor, duman­ lanan kafaların dünyası da her an olanca kes­ kinliğiyle çalışıyor, kıskançlıklar şahlanıyordu. Nuran'ın Fikret'ten söz açmayışı

426

Cevdet'i ku-


durtuyordu. Nuran'sa, Fikret'in o geeeki saldı­ rışından Cevdet'in haberi yok diye memnundu. Bu memnunluk içkinin etkisiyle her an az da­ ha artıyor, ortaya yalnız Cevdet'in değil, Ley­ la'nın da tanımadığı şuh bir Nuran çıkıyordu: Gülen, söyleyen, şakalar yapan, kadehlere ra­ kılar koyan, ısrar eden bir Nuran! Leyla deli oluyordu. Bu pısırık, bu ensesine vur ağzından lokmasını al kızın şu andaki neşesinin nedeni Fikret'ten, Fikret'in aşkından lirdi?

başka ne olabi­

«Kart karı» nın zaman zaman

kimseye

çaktırmadığını sandığı tarzda hacağına çimdikten canı yansa bile, hoşuna

attığı

gidiyordu

Fikret'in. Demek Nuran'ın neşelenişi kendi yü­ zündendi? Demek yola gelmişti ? Demek Cevdet bir daha sefere çıktığı zaman işler tamam dı ? Barcı da bu kanıya varmıştı : N uran'ın tat­ lı bakışları sık sık Fikret'e rastlıyor,

iki genç

bakışın tatlı kucaklaşması, içinde gittikçe bü­ yüyen

kıskançlık

yılanını

şahlandırıyordu.

Akılla düşünülecek olsa, bu iki genç elbette her bakımdan birbirine denkti. Ama artık sonbaha­ rını yaşıyan sırılsıklam aşık Vedat içinse hay ı r !

O, Fikret'i kullanmak istiyordu. Fikret yakışık­ lılığıyla genç kadını kendine çeksin, kocasıyla vuruşup, ya mezara

sonra da

girsindi, ya da

hapisaneye. Mezara, ya da hapisaneye girmiye­ cek oldukta,n sonra ona neydi

birbirine denk

iki genCin sevişmesinden? tçileceği kadar içilmiş, yenileceği kadar ye-

427


nilmiş, salona geçilmişti. Leyla bir kıyıda kah­ rolarak somurtmuş, kimseye duyurmarlan diş­ lerini gıcırdatıyorrlu Nuran'a. Ne diye, ne diye yanına almıştı bu sünepe kızı sanki ?

Varsın

amcasının yanında canı cehennemeydi. Alma­ sının nedeni gayet açıktı oysa : Ona son yaşın­ da yardımcı olması, önüne çıkacak zengin yaşlı­ ları tavlayıp, sağması i çindi. Yoksa şu fakir, üs­ telik kara, kuru denizciyle yaşıyacak,

derken

hiç ummadığı anda canından çok sevdiği yakı­ şıklı dostunu elinden alacak olduktan Birden bakışları

barcıyla

sonra . . .

karşılaştı. Bir­

birlerini uzaktan uzağa tarttılar, Sonra bakışla­ rının diliyle konuşmağa başladılar : •-

Kızının attığı kahkabaların sebebi ney-

di acaba Leyla ? » •-

Hayvan! »

«-

Niçin ? »

«-

Zıkım. Beni tahrik m i ediyorsun? ,.

• -

Yoo .. gözlerinle görmedin mi ? »

«-

Evet, gördüm. Kancık fena bakıyor, fe­

na gülüyordu. Ben onun bu kadar neşeli zaman­ larını hiç hatırlamam! , «•-

Demek yanılmamışım?ıo Öyle bile olsa şu anda sus! »

Susmuştu. Susmuştu ama, artık yapacağını biliyordu : Cevdet' e çiviyi kayacaktı! Çok geç vakıt ayrılırlarken Cevdet'e çiviyi koydu :

428

geride

kaldı.


« Yavrum, bizi bir daha evine davet et­ me ! » Cevdet önce anlamadı. Misafirlerini yolcu edip kapıyı arkalarından kapadıktan sonra sa­ lana döndü. Karısı sanki olanca neşesini yitir­ mişti. Nedendi bu? Bilmiyecek birşey yoktu ki! Neşe kaynağı Fikret gitti diye . . Kaynanasına baktı. Misafirler giderken ayağa bile kalkmamıştı. Oturduğu koltuğa ya­ tarcasına uzanmış, Cevdet'e nefretle bakıyor­ du. Bakışının şu andaki tek nedeni, sevdiği ada­ mı şu kara, kuru damat yüzünden evinde alı­ koyamaması, geceyi birLikte geçirememesiydi. Ona neydi Nuran'dan? Cevdet'ten? Onlar olma­ salar şimdi Fikret burada kalır, Leyla'yı kolla­ rının arasına alır, dudaklarını dudaklarına van­ tuzcasına yapıştırır, sonra da kucakladığı gibi yatak odasına götürürdü. Ama bütün bunlar olamıyacaktı bu gece! Birden bakışları kara, kuru damadına ta­ kıldı : Allahım, ne kadar da sünepe kocasını hatırıatıyordu şu uzun boylu, kara, kuru herif! Masa üzerindeki bulaşık tabakları topluyor, mutfağa koşturuyor, elinde paçavra geliyor, ka­ rısına zahmet olmasın diye, masayı siliyordu. Kocası da böyleydi. «- Karıcığım, canım karı­ cığım .. sen elini sürme, ben toplarım! Sana ya­ zık. Ben canım karıcığımı sokakta mı buldum?" Oldu bitti iğrenirdi böyle erkeklerden. Nu­ ran'ın babasını hep bu yüzden sevememişti. ,...._.

429


Onun sevebileceği erkek,

alabildiğine

güçlü,

üstelik çaat çuut vuran cinsten olmalıydı. Ne­ j at nasıldı Nejat? Para diye dayatır, alamayın­ ca kızar, bağırır çağırır, tokatlar, sonra da öf­ keyle çıkar giderdi. Şu Fikret de..

Fikret de

tıpkı tıpkısına Nejat gibi küfürbaz,

vur elli,

öfkeliydi. Onun için seviyorrlu onu ya! Gözü gene damadına ilişti : Sabunlu bezle masanın

muşarnbasını

silrneğe başlamıştı.

«- Off Cevdet of! » dedi.

cSıkıntılar

bastı

içime vallahi ! , Cevdet kara gözleri cıvıl cıvıl, kaynanasına gülerek baktı : «- Neden anneciğim ? » Tepesi attı : •-

Şu anneciğim sözüne de bir

tutuluyo-

rum ki ! » «-

Sevmiyorsanız söylemiyeyim . . »

«- Fena olmaz ! >> Oturduğu yerden

çalımla kalktı,

odasına

geçti. Ne iyi etmişti içini boşaltmakla! Pis, sü­ nepe. Onun yüzünden sevgilisini yatak

odasına

alamamıştı. Geceyi de hep onun yüzünden bir­ likte geçiremiyecekti. Kızıxordu efendim, zorla mı ? Erkek erkekliğini bilmeliydi bu biiir; ikin­ cisi, ne diye sevgilisi onun yüzünden çekip gi­ diyordu? Sonra, Nuran .. genç, güzel kadın. Ne diye hevesini alıp ayrılmıyor,

barcıya varmı­

yordu ? Bir şey değil, bu gidişle Fikret'e aklını

430


takarsa fenaydı ki, vallahi vurur

öldürürdü

onu! pudrası falan

Ayna karşısına geçti. Ruju,

bayağı sark-

bozulmaınıştı ama , yanak etleri _ mıştı.

Birden kızının odaya yavaşça girdiğini aynada gördü, sertçe döndü : •-

Ne var ? »

Nuran ağlıyordu usul usul : «-

Kocama karşı neden böyle davranıyor­

sun anneciğim ? » Omuz silkti : «-

Seviniyorum

efendim,

sevemiyorwn

kocanı zorla mı?» «•-

Peki ama niçin ?, Bana sünepe

babanı

hatırlatıyor da

onun için ! » Sanki bir anda kızını unutuverdi. Aynada, yüzünün pudrasıyla uğraşmağa

koyuldu. Ne­

den sonra ardını getirdi : •�

Kocanı sevmek zorunda mıyım ?» ..

......

. ?»

«-

.

«-

Siz d e beni sevmeyin v e çıkın

. .

. . .

gidin

evimden! » Nuran sarsıldı : «-

Yaa ! »

«-

E'\l'et.

Sizin yüzünüzden sinirlenmeğe,

buzurumu yitirmeğe mecbur muywn ?» « .- Değilsiniz anneciğim, ne

münasebet . .

biz de sizin sinirlenmemenizi isteriz . . .

431


«-

O halde hiç vakit geçirmeden defolun! •

Nuran ağlamıyordu

artık. Bir a z d a işine

gelmişti : «-

Peki anneciğim, peki . . · dedi.

Orada daha fazla durmakta mana

yoktu.

U sullacık çıktı. Cevdet'in yanına döndü. Cevdet, pişkin Cevdet, hayatta

yemediği

darbe kalmamış Cevdet o sıra bulaşıkları yıkı­ yordu mutfakta.

Kaynanasının

davranışların­

dan alınmıyor değildi ama, karısının üzülmesi­ ni istemediği için pişkinliğe vuruyordu. Sonra, ayrı bir evleri olsun, birbirleri için yaşasınlar isterdi. Nuran da isterdi bunu. Çok konuşmuş­ lardı. Hem buradan çıkmak.la, o, bir zamanlar Cevriye'sinin karabıyıklı kahvecisini ha.tırlatan harcıdan da kurtulacaklardı.

Sonra, Fikret de

sık sık uğrıyamaz diyecekti ama, bu geeeki ba­ kışları, karısını n şuhluğunu hatıriayınca ürktü. Nuran, kadınlar üzerinde yıldırım etkisi yapan yakışıklı arkadaşına, elinde olmıyarak

tutul­

duysa ? Öyle geliyor, kendi kendini yiyordu. Şa­

yet böyle bir şey olduysa, Fikret, o seferdeyken Nuran'a sık sık uğrar, kimsenin de

ruhu bile

duymazdı ! Bulaşıkların başında arkaya

döndü, kan­

sını öyle hazin hazin ağlar görünce aklındaki­ ler uçuverdi. Bulaşık suları damlıyan elleriyle koştu : •-

Ne o Nuran? Ne oldu?

sun ? •

432

Niçin ağlıyor­


Nuran sofradaki neşeli halinin tam

tersi,

adeta sinir buhramna tutulmuş, omuzları sar­ sıla sarsıla ağlıyordu. « - Niçin ağlıyorsun bir tanem ? Annenle

kavga mı ettin yoksa? » Artık ok yaydan fırlamıştı : «-

Cevdet, bir ev bulup buradan

hemen

çıkalım olmaz mı?» Cevdet anlamıştı karısıyla kaynanası ara­ sında gene bir şeylerin geçtiğini : •-

Çıkahm» dedi. « Ç ı kalım ama, ne var?

Ne oldu'! » « - N e olacak, annem bizden rahatsız olu­

yormuş, huzuru kaçıyormuş.

Ne diye onu ra­

hatsız edelim ? » c-

Hiiç» dedi Cevdet. « Buna zaten hakkı­

mız yok. Ben, seni annenden ayırmamak için böyle davranmıştım. Ama madem

istemiyor,

olur. Bir ev bulup hemen çıkarız şekerim. Ya­ zık değil mi göz yaşlarına ? » Cevriyece sokuldu : «- Sen ne iyisin Cevdet ! » •-

Sen ? Sen ya?•

«- Hayır hayır, kaabil değil senin kadar iyi olamam. Seni seviyorum ! " c-

ağlama

..

Ben de seni. Sus, sil gözlerinin

yaşını,

»

Bulaşık stilu elleriyle genç, güzel

kansına

onu

saçlarından "öptü.

Amma da feria düşünüyordu !

Ne çıkardı mah-

dokunmamağa çalışarak,


zun karısının şarabın etkisiyle

birazcık neşe­

leomesinden? B arcının iymalı lafı.. Hayır ha­ yır, bu göz yaşlan, bu sokuluş, bu konuşuş . . . hele tıpatıp Cevriye'yi hatırlatan kedi sokuluşu! Sonra Fikret.. Güzel bir kadın araya girin­ ce, en yakın arkadaşı üzerine bile kötü düşün­ celerin saldırısına uğramıştı.

«-

Zavallı arka­

daşım! :o diye geçirdi. •Seni sanki denememişim gibi, neler de neler düşündüm. Evet, çok yakı­ şıklısın. Kadınlar üzerindeki etkini de gayet iyi biliyorum ama, gene de bana, benim

karıma

karşı kötü duyular besliyeceğini düşünmem al­ çaklık! » Ertesi gün ilk iş, gitti. Fikret'i buldu, duru­ mu anlattı : «-

Bugün paydostan sonra gidip bize bir

ev anyalım olmaz mı?• Fikret şaştı : •-

Ev mi? Ne evi?»

.,_

Hiç. Kayınvaldemi rahatsız

ediyoruz

da . » .

«- Niçin? " «- Bilmem. Hem, Nuran böyle istiyor! . ·Fikret'in içinde gene o ümit var

gücüyle

parladı. Genç kadının akşamki neşesini, sık sık gözgöze gelişlerini, buna dikkat eden

barcıyla

Leyla'nm, hatta Cevdet'in onları göz hapsine alışlannı , hele Leyla'nın kimseye çaktırmadan butunu çimdikleyişini hatırladı. Demek evi de­ �tirmelerini Nuran istemişti? Niçin? Herhalde

434


kocası sefere çıktığı sıralar evde yalnız kalmak için! Peki ama, evde neden yalnız kalmak isti­ yordu ? Herhalde Fikret için, yani kendisi için olacaktı ! Şüphelendirmemesi gerektiğinden «-

hemen

Peki » demedi. «- Yahu kardeşim,

ne diye

çıkacaksın?

Sen seferdeyken genç, güzel karın evde yalmz kalacak. Doğru mu?" «- Doğru, eğri. Öyle istiyor ne yapayım?• ««-

Valla bilmem ama . . . • Arnası maması yok.

Çıkacağım, tadı

kaçtı. Öğleden sonra gelirim. Bir yere gitme. Birlikte çıkar ararız, oldu mu ?" «- İyi ya . » .

Cevdet gittikten sonra Fikret'in aklına Ley­ la geldi. Sakın şu kart karı akşam

Fikret'le

kalarnadı diye, bir şey bahane edip cayırtı ko­ parmış olmasındı?

Aklına

ya ttı.

evimden kovacağım. Gitsinler,

«-

Onlan

başka yere ta­

şınsınlar efendim. Onlar var diye ben ne için sevdiğim adamı her an evimde tutamıyayım?• Güldü. Şefin e baktı. Şef : «-

Hayrola?» dedi.

Anlattı : Cevdet, kaynanasıyla atışmış, genç karısını alıp bir başka eve ç1kacakmış. Paydos­ tan sonra gidip ev arıyacaklarm.ış . . . c-

Karısı güzel mi ? "

Şüphelendirmemek için : c-

Eh işte . » dedi. .


Sonra masasına geçti. Ulan ne yarnan ka• rıydı bu Leyla be! Sevdiği için dünyayı yakar mı yakardı

hani.

Cevdet'leri

sonra biliyordu asılacağını :

sepetledikten

«- Bana bak, on­

ları senin için sepetledirn. Bundan böyle her gece yanımda kalacaksın aniadın mı?» Onunla her gece kalmak Fikret için çekil­ mez bir işkence olacaktı. Nuran'la birlikte otur­ sa hadi neyse, ama Nuran'sız ne kıymeti kalı­ yordu Leyla'nın? Paydostan sonra Cevdet

geldi.

Baremın

sözlerini bir türlü unutamasa, o sözler içinde, içinin ta derinlerinde taş gibi dursa da aldır­ mamağa çalışıyor, hele genç karısının Fikret'i o sefercleyken geldiği halde,

lafını

etmemesini

unutamıyordu. Neden «- Geldi» dememişti ? Ne için saklaınıştı ? Baremın bir şeyler demek is­ teyip de açıkça diyememesi . . . Sonra kaynana . . neden böyle birdenbire koğma

gereğini

duy­

muştu? Şimdilik hiçbirinin kapağını

kaldırmadığı

gibi, «- Bize geldiğini N uran benden sakladı ! » da dememiş, anlamazdan gelmişti. Bir süre her şeyi sineye çekecek, sabırla sonucu bekliyecek­

ti . iki arkadaş Haliç kıyılarına açıldılar. Un­ kapanı, Cibali, Balat . . . Bütün b uralar Cevdet'e gen e yı llarca önceki çocukluğunu hatırlatmış­ tı : «-

Hani anlatmıştım ya ? Çocukluğum bu-

436


ralarda geçtiydi. Hey gidi günler hey ! » Birbirini kesen daracık sokaklardan içerie­ re yürüyorlardı. Daracık sokaklarm iki yanın­ da eski, tozlu tahta evler. Solda

Nalıncı Mimi

dede'nin türbesi, sağda Cibali tütün fabrikası­ nın boydan boya duvarı. . . c-

Bir Kosti vardı, bir de Cevriye. Küçük,

Çingen e kızı. Lakin ne kızdı! Gözleri tıpkı be­ nim Nuran'ın gözleri. Kaşları da öyle ama, Nu­ ran onun çok beyazı. Cin mi cindi. Ben o za­ manlar Pekos-bil, Bil-Kid falan cinsinden kü­ çük kitaplar okurdum.

Kafamda o kitapların

Amerika'sı. Sanırdım ki

Amerika'ya

kapağı

atan herkes hemencik Kovboy oluverir. Halbu­ ki wnraları çok gittik seninle. Her yerde polis, kanun. Ne Kovboy var, n e de her istediğini he­ mencik oluvermek ! Arada duruyor, boş ev soruyorlardı. Yok, yoktu. Konuşarak Cibali'yi, Ayakapı'yı falan ge­ çip, caddeden Fener'e geldiler. Fikret çarşı için­ deki bir ev kornisyoncusuna uğradı. İki buçuk odalı bir evden söz açtı adam. Cevdet: •-

Aman gidip hemen bakalım! • dedi.

Kısa boylu, kuru kornisyoncu : «-

Önce :iki buçuğunuzu alırım . » dedi. .

Cevdet hemen çıkarıp uzattı.

Adam öne

düştü, eve gittiler. Pek öyle ahım şahım değil­ di ama, şimdilik yeter de artardı. Kaynanası­ nın ağız kokusunu çekrneğe değmezdi. Sonra,

437


çocukluğunun geçtiği

dolaylardı .

yılların çocukluk dünyasında

Kendini o

sayabiliyor, za­

man zaman heyecanlanıyordu. Ev, dört katlı hantal bir ahşap konağın en alt katıydı. iç içe iki küçük oda. Mutfak, tuva­ let. Mutfak kapısıysa küçücük bir bahçeye açı­ lıyordu. « - Tamam, tutacağım burayı ! » Aylık kira, konturat, mal sahibiyle karşı­ lıklı imza, bir aylık peşin falan . . . bir saat son­ ra Cevdet doludizgin, Tarlabaşı'ndaki kaynana­ sının evindeydi: «-

Karıcığım görme. Hani

bundan

iyisi

can sağlığı. İki oda iç içe, yarım oda da yanda. Tuvalet, mutfak, ter kos, elektrik. . . Sonra haa, mudağın kapısı küçük bir bahçeye açılıyor. Ça­ maşır yıkadın mı oraya serersin! Kaynana evde

olmadığından,

heyecanla

sarıldılar. Sevinç içindeydiler. Nuran'ın bu can­ dan sevinci Cevdet'e gene alabildiğine vermiş, düşündüklerinden dolayı

güven

utandırmıştı

onu. Baremın sözleri, Nuran'la Fikret'in bakış­ larındaki sık rastlantı, Nuran'ın aşırı sevinci . . . her şey, her şey silinmişti şu an. Artik ondan hiç ama hiç şüphelenmiyordu. Cevriyesiydi o. N e diye

Onun

biricik

şüphelenecekti? Sev­

mese varmaz, dudak büker, hiç konuşmazdı! «- Beğeneceksin Nuran, öyle beğenecek­ sin

ki . » .

«- Şekerim sen beğendikten sonra . . .

438


«-

Senin de beğeneceğine

aklım.

yatmasa

tutar mıydım?» «.- Odanın birine taksitle mobilya alır, döşeriz. Misafir odamız olur .. • «-

Ötekinde de yatar kalkarız.,.

«-

Küçük oda da sandık odası.

«-

Kirlilerimizi de orada saklarız, hı? "

•-

Tamam. Akşam annerne

.

müjdeyi ve-

relim! » «-

Yoo . . kalbini kıracak şekilde değil ! »

« - O bizimkini kırıyor am a? • «-

Zarar yok. O bizim büyüğümüz. .

"

·c-

. .

.

. . .

...

. .

Akşamüstü gene çakırkeyif gelen Leyla ev bulup yakında çıkacaklarını öğrenince: •-

Yarından tezi yok, hemen ! • dedi.

N uran dayanarnadı : «- Demek bizden bu kadar bıktınız?, "- Hem de nasıl! " Ertesi gün Cevdet'le Nuran

gidip evi el

birliğiyle yıkadılar. Daha sonra küçük bir kam­ yona eşyalarını doldurup taşındılar. Leyla büyük bir sevinç içinde telefona koş­ tu. İçi içine sığmıyordu. Artık sevgilisini iste­ diği zaman, dilediği gibi evine

alacak, yatak

odasında alıkoyacaktı. Numaraları çevirdi çevirdi : •-

Aloo .. Fikret beyi rica edebilir miyim ?•

Babacan şef sesi tanıyordu artık :

439


• -·

Oğlum, Fikret. Koş ! "

Fikret koşarak şef'in odasına geçti. Kulakl ığı aldı : «-

Eve t ? »

c-

Sen mi si n Fikret?"

«-

Ben'im. Ne var ? »

•-

Bizimkiler az önce postayı çektiler . . •

Tersin e, hiç de sevinmemişti. Gene de : «-

Yaa ! » dedi.

.. ....,.... Ne iyi değil mi?� «-

E, fena değil . . »

«-

Fena değil mi ? Sevinçten çıldırmıyor­

sun demek?» Fikret bir parça da şefinin hoşuna gitmek için, sesini az kıstıktan sonra: «-

Ulan zillh dedi. «Başlanm ıstavrozun-

dan ha! » Şef bayılmıştı, bir kahkaba koyuverdi Fikret memnun, ardını getirdi : •�

Patlama. Akşam paydosundan sonra . . .

yoo. . burası Dingo'nun ahırı değil Akşama sak­ la iştahını! »

Kulaklığı yerine koydu. . Şef bayılıyordu bu yakışıklı gencin kadın­ lara karşı erkekçe davranışlarına.

Bu oğlanın

doktor babası da böyleydi kadınlara karşı, Ka­ dınlarsa bayılırlard ı . Demek oğlan

babasına

çekmişti ? . •-

Nfı.r ol Fikret. Bana

hatırlattm . . ..

rahmetli

babanı


Sonra göz kırptı : Öğle paydosunda al voltanı istersen .. •

c-

Fikret'in hoşuna gittiyse de ağırdan aldı : «-

Valla amca bey, bilmem ki. . . •

« - Bileceği, bilmiyeceği yok. Çık git, gez ! •

Size karşi: pek

•-

yüzüm d e

kalmadı

ama . . . «� Dalga geçme hergele. Bir zamanlar ben de tıpkı senin gibiydim. Uçan zanpara. Kadın­ lar, kızlar .. nah böyle. Ama siz çok rahat, çok serbestsiniz. Gerçi bu bir az da kadınlarla kız­ ların serbestliğinden geliyor tabi..

O vakıtlar

ben de senin gibi küçük bir memurdum. Peder de sağ. Attığımız attık, tuttuğumuz tuttuk. Pa­ ra bol cepte, giyim, kuşam. Hepsinden mühimi de gençlik . . . " Gözleri daldı. Gençlik günlerine sanki ha­ zin hazin gülümsedi, içini çekti : «- Ne desek boş. Bu dünyada istersen

Sul­

tan Süleyman ol. Herşey gelip geçiyor ve her­ kes hayatını tek başına, bir sefer yaşıyor. Yaşa

oğlum, elinden geldiğince, olanca gijcünle yaşa, bol ve çeşitli yaşa ! ıı Bunun için d e bol para gerekliliği aklına gelmişti : «- Hanımefendiyle nasıl gidiyorsunuz?,. Fikret güldü : •-

Yatak dalgalarını anlatmıştım ....

•-

Yatak, malum. Zarına bakıyor mu za­

nna? ..

441


•••-

E, tabi. Bakmasa

. . .

Doğru, küçük bir memur nihayet. . . • Zarıma bakıyor ama,

neye yarar be

amca? Sevmiyorum ki ! • c-

O fena işte.»

c-

Fakat bir kızı var.. Alla h!•

Bey amca koltuğuna yerleşti : «-

Geçende de bahsetmiştin. Demek kızı ?•

•-

Bir içim su ama, boşveriyor! •

Bey amca hayretle sordu : c- Sanaa? Senin gibi yakışıklı

bir gence

ha?» c-

Boşveriyor şerefsizim

c-

Kocasına bu kadar mı bağlı?•

..

Aklından Nuran'la Cevdet'i geçirdi. • - Hem de nasıl ! » • - Adam çok yakışıklı öyleyse? , •-

Yok canım, tam tersi.

Anlıyamadım

gitti. Şimdiye kadar hayatımda bir tek kadın, bir Banka müdürünün çapkın karısı boşvermiş­ tL tllet olduydum. Sonunda kafese

girdi tabi.

Girdikten sonra, seni mahsus üzdümdü demez mi? • . ,_

Sakın bu da o cinsten olmasın?•

Telefon çaldı. .,_

Bir dakika . . . ..

Konuştu, kulaklığı yerine koydu: •-

N e diyordum? Bu da o cinsten olma­

sın?• •-

Kimbilir, öğreneceğiz.. Fakat amca, ca-

442


nıma okuyor. Hani çıldırıyor muyum

çıldın­

yorum! En çok da kafayı çektim mi. . . Akıl di­ yor bir

gün

riye . . . »

atla evlerine, çal kapıyı, dal içe'

Hop hop hoop ..

«-

kendine gel

oğlum!

Üniformalı şoförler kullanan, hatırlı insanların kızı. Unutma ki böylelerinin kızlan da hatırlı insanlarla evlidir. Elleri uzun, kollan uzun . . . » Hayır bey amca, yani. Aklıma geliyor

•-

kafayı çektim mi? Hiç yüz vermiyor. Olur mu? Çıldırıyorum be! Kart kannın kalırını kızı için çekiyorum esasta . . . " Aklına gene Nuran gelip oturmuştu. Fazla üzerinde durursa, bey amca

şüphelenebilirdi.

Konuyu geçiştirrnek istediyse de, bey amca ta­ kılmıştı : u-

Kızın annesi madem sana B.şık, karıyla

sakın arayı bozma! Durumu iyi idare edersen, karı bir gün kendi eliyle

kızını

senin koynuna

koyabilir! • «-

Tamam. Karı çok tutkun. Dünya yan­

sa içinde hasın yok. Damadını da hiç sevmi­ yormuş . . » «-

Şimdi olda işte. Aç gözünü, damadına

inat, çakıyorsım ya?» Fikret güldü : •-

Demek öyle paydosunda ben pırr?»

•-

Yarın sabah, akşamın yatak manzara­

larını bir bir anlatmak şartiyle! ıo «-

Ayıp ettin amca, elbette . . •

443


«-

Konsomatrisin hikayelerini çok dinle­

dik. Hanfendinin inatçı kızını fethedip, kaleyi zaptetmenin hikayesini de heyecanla bekliyece­ ğim. Oldu mu " c-

Evel Allah . . zorla da, şerle

de .. neyle

olursa olsun, o kaleyi fethedeceğim. Benim için zanparalık haysiyet meselesi! , Eski çapkın coştu: «- Ulan şu an elimde kadeh yok ama, var

farzet. Haydi şerefe ! » Fikret d e sözde kadehini kaldırdı: «-

Şerefin var olsun amcacığım ! »

Karşılıklı diktiler. Sonra Fikret oradan hızla aynldı. Şef pay­ dosta git demişti ama, ne önemi vardı? Paydosa da zaten çok bir şey kalmamıştı. Daireden dışarı attı kendini. Sokak, sokaklar, cadde, caddeler . . . güneş doluydu dünya. Ne yapmalıydı

şimdi?

Amca beye atmasına rağmen, Leyla'yla rande­ vusa beşten sonraydı . Evet, o saata kadar ne yapmalıydı? İçinde Nuran. Çekiyordu onu sanki. Fener'­ deki evi Cevdet'le birlikte

buldukları,

ıçını

gezdikleri sıra mutfak yanındaki küçük bahçe dikkatini çelotıiş, Cevdet'e çaktırmadan kapıYl kontrol etmişti. Kalın, paslı bir çivi

mandal

yerine kullanılmıştı. Günlerdir aklına bu paslı çividen mandal takılıp duruyordu. Kafayı iyi­ ce çektiği bir gece bahçeye girer de bu kapıya yanaşır da, bir omuz da verdi mi kapı gürültü-

444


süzce açılabilirdi. Mutfak. Mutfağı geçer. Safa­ da pencere. Şayet oda kapısı

içerden sürgü­

lüyse bu pencerenin camını kaldırıp Nuran'ın yatak odasına girebilirdi. Gene titredi. Sıcak bir kan gözlerine sal­ dırdı. Gecenin ikisinde, belki de üçünde, dördün­ de .. genç kadın yarı çıplak yattığı karyolasında bacaklarının okşanmasıyla uyansa bile gık di­ yemezdi. Dese, çamurlaşırdı :

«-

Bağırma, se�

nin için iyi olmaz! , , «- N e geziyorsun burda? Kocam seferde. Buraya nasıl girdin ? » Gözleri kocaman kocaman açılırdı : «- Ha'? Nasıl girdin buraya?» Omuz silkerek cevaplardı : «- Sen alınadın mı beni içeri ? • Gene titredi. Tam, tam böyle davransa ne lazım gelirdi? Korkar. Patırtı edemez. Etse ma­ halleye rezil olduktan başka, da. . . çünkü, «- Bo k atarım.

kocasına

karşı

Beni içeri zorla

aldı. Girmesem sana beni şikayet ederek, ara­ mızı açacaktı. Suç karında Cevdet ! ,. inanırd.ı. Çünkü zanpara

manpara

ama,

arkadaş karısına, kız kardeşine ilişmiyeceğini, buna gereksinme duymayacak kadar

yakışıklı

olduğunu biliyordu. SOnra karısıyla paylaşsm­ lardı kozlarım ! Bahçe, bahçe kapısı .. daha çok da pasll çi­

viyi yeniden hatı rladı

.

.445


20. Karı koca, evlerinde, taksitle satın aldık­ ları eşyalarını yerleştiriyorlardı. Yatak odala­ rını düzene sokmuşlar, sıra misafir odasına gel­ mişti. Cevdet : «-

Kancığım» dedi, «bana kalırsa, o kol­

tuğu o köşeye değil, bu köşeye

koyalım. Ne

dersin? .. Genç kadın yorgun argın doğruldu. Belini tutarak iki köşeyi kıyasladı. Gerçekten de, ko­ casının uygun gördüğü köşe daha doğruydu : «-

Haklısın. O köşe daha iyi! "

Cevdet koltuğu kavrayıp kaldırırken, ak­ lında b arcı Vedat'ın sözleri :

«-

Fikret'ten ol­

masa bile, karın Fikret'i sevebilir. Kadınlar za­ yıf mahlfı.klardır.

En iyisi o oğlanı

evine pek

sokma! • Koltuğu o köşeye götürüp yerleştirdi: c-

Oldu mu?•

Nuran sevgi dolu iri

gözleriyle

kocasına

baktı : c-

Canım kocacığımın

mı?•

446

yaptığı iş olmaz


Cevdet kollarını açtı. Nuran heyecanla koş­ tu, sarıldılar, sonra da dudak dudağa geldiler. Cevdet'in aklındakiler gene silinivermişti. Bar­ cı ne derse desin, bu kadın, bu genç, bu güzel, bu tıpkı tıpkısına Cevriye sokuluşlu kadın, de­ ğil Fikret, Dünyanın en güzel erkeğine bile de­ ğişmezdi kocasını. Baremın maksadı ne olursa olsun, Nuran onu aldatmaz, aldatamazdı! Karısını yeniden öptü, sonra

bir daha. İyi

ama, kafasına bu aykırı fikirleri sokan kimdi? Neydi? N ereden geliyordu istemediklerini dü­ şünmesi ? Elinde olmıyan bir şeydi bu. İşte şimdi de, kaynanasının evindeki o gece yeme­ ğini hatırlamıştı. Fikret'le sık sık bakışları, gü­ lüşleri. Sonra daha fenası, Fikret'in

«-

Nuran'a

bir sefer gittim• demesi, Nuran'ın bunu hala saklamas ı. . . Karısına karşı

duymak

istediği

duyduğu sevgi işte ge.ne gölgelenivermişti. Bu­ nu yapan, neşesini gölgeliyen neydi?

Kimdi?

Nereden geliyordu bu? Nuran kocasının gene birden buluta girmiş güneş gibi sönüp, neşesinin uçuverdiğine dik­ kat ederek, aklı gitti . Bir kıyıya çekildi, daha sonra da koltuklardan birine ilişti : •-

Evet kocacığım .. sonra?•

Cevdet uykudan uyanırcasına sordu : •-

Nerde kalmıştık? ..

Nuran az önce kocasının anlattıklannı tırlıyarak:

447

ha.­


«-

Mahalleli çocuklara

kadar

yayılıruştı

hani . • .

Cevdet hatırladı : «-

Evet, mahalleli çocuklara kadar yayıl­

mıştı. Şu aşağıdaki Perili konak var ya? Gös'­ termiştim hani : » Nuran hatırladı. Vapurla

gelirierken ko­

cası göstermişti. Karanlık pencereleriyle, çök­ müş, harap bir kocakarıyı hatıriatıyordu zırıltı konak. «-

Evet » , dedi.

«-

Duvarlarına babamın boynuzlu resminı

çiziyor, altına da Cevdet'in

babası diye yazı­

yorlardı. Deli olacaktım. Kimin yazdığım bil­ sem . . . bilmiyordum. Bir gün Cevriye . . . hani şu, gözleri, kaşları sana benziyen. . . yazıyı yazanın kim

olduğunu

resmi

yapıp

söyleyince ta­

mam. Eczaemın şımarık oğluymuş. Zaten içer­ liyordum, yolunu kestim, yakasıru bir destele­ dim . . . • Nuran heyecanla : •-

Sonra?»

Cevdet güldü : .,_

Bir kafa, bir yumruk, bir tekme.. yer­

de! Bu iskemle burada mı dursun?• «-

Orada dursun. Peki, sonra ne oldu? »

"�

Hiiç, kan içinde b aşladı zırlamağa. Üst

yanını bilmiyorum. Daha sonra karakoL Korn­ ser niçin yumrukladığımı sordu,

448

söyliyemem


ki. Nasıl söylerim babamın boynuzlu resmini çizdi diye? » Nuran iyice yorulmuştu, taksitle aldıkları mavi koltuklardan birine ilişti : «- Hapise de babanın yüzünden girmiştiiı değil mi?• « - Anlatmıştım ya? Babamın paralan ça­ lınmış. Meğer üvey annemle şoför dostu Adem çalmışlar. Bilmiyordum. Beni o gece evden kovmuştu . . Nuran be ! • «- Ha ? • «- Canım ne istedi birden bil bakalım ! » Nuran anlaıruştı Gülerek kalktı. Mutfağa geçti. Cevdet de ardında. Karısının ikilik kah­ ve cezvesini çivisinden alışma sevinçli bir nara .

attı : •-

Yaşşa karıcığım, canım karıcığım be-

nim ! »

Arkadan kucakladı, bembeyaz boynunu öptü.

Nuran memnun, kocasının tatlı tatlı anla­ tıp durduğu hayat serüveninin ardını merak ediyordu : •- De m ek evden koğmuştu ? » • - Babam mı ? Koğmuştu. Ben de başım ı alıp Perili konağa gitmiştim. Çok geçmeden babamı hapsetmişler. Fabrikanın paralan için. Çalınınıştı ya? Düşünmüş, taşınmış. aklına ben gelmi şi m . Ona içerliyerek yapmış olabilirmi­ şim. Kosti'yle falan beraberdik. Halbuki şeref.

449


sizim, senin haberin varsa benim de var. Neyse, babamla karşılaşhrdılar. Baktım saçı: sakalı: uzamış, omuzları düşmüş. Acıdım, evet ben çal­ dım diye yalan attım! » Nuran şekerle kahveyi koyup karıştırdı : •- Peki, paralan ne yaptığını sormadılar mı?» • - Sormaz olurlar mı?» •- Ne dedin?» « - Hiiç, attım: Babama içerliyordum. Çaldım, deniz kıyısmda yaktım dedim . » « - Sonra?» • - Babamı bırakıp beni hapsettiler.» Nuran'ın aklına kendi babası geldi: Babasını da hapsetmişlerdi. Gecelerce düş görmüştü babasına, hapisaneye dair. «- Hapisane nasıl yer?» « - Bırak. insanları insanlıktan çıkarmak, vahşi, canavar hale getirrnek istersen at oraya. işsiz, güçsüz, yarı aç bir alay insan. Dört du­ var arasında can sıkıntısından birbirini yiyor. Güçlüysen ne ala, değilsen yandın. Bir Hasan vardı, çok akıllı çocuktu. Şimdiye belki de avu­ kat. . » Nuran şaştı : « Avukat mı? Nasıl ? Hem hapse girmiş, hem de . . . » «- Hem de öğrenimine devam etti. Canım, sabıkalanmadıydı. Zaten ne olursan, nerde olur­ san ol. Kendini kollamasını bilmelisin. Aklını -

450


iyi şeylere kullanabiidin mi, en kötü şartlar al ­ tında bile iyi olabilirsin. Kollayamadın, aklını kötü şeylere kullandın mı, yandın ! » Kafasından Fikret hızla geçti. «-

Hasan avukat olduysa bile herhalde fa­

kirlerden ücret almadan işlerine

bakar.

başka çocuktu .. Bir Böcek vardı çocuk

Çok

koğu­

şunda, efe geçinirdi. Bana sataşmak istedi. Kav­ ga ettik. Al aşağı ediverdim, sonra tekmil ko­ ğuşta fiyakası bozuldu. Çocuklar Allahtan kor­ kareasma korkarlardı.

Dayağı

yeyince sanki

sihir bozuldu. B aktım tenhalara kaçıyor, dalga geçiliyor, acıdım. Yanına gittim bir

gün. Hiç

beklemiyordu. Sanıyordu ki, onun yerine koğu­ şun efesi olacağı m. Dostça sokulunca ağlamağa başladı. En iyi arkadaşım oldu sonunda. Hasan'­ la konuştuk. Gittik müdüre, başgardiyanı falan gördük, marangoz atölyesine arasıra uğrarım,

aldırttık.

Şimdi

Eminönünde marangoz dük­

kanı var, evlenmiş, çocukları

varmış.

için, en kötü insan bile, insanca el

Onun

uzatılırsa

iyi olur. Ben buna inanıyorum!, Nuran, ispirtolukta

kaynamağa

başlıyan

kahveye gözlerini dikmiş, «Kötü yohu düşünü­ yordu. Hayır, kötü yola düşmiyecekti. Bir yan­ dan harcı, öte yandan annesi, daha ötede Fik­ ret . . . Fikret'i hatırlayış yüzünü buruşturdu. Ne cesaretti o gece mutfağa ardından gelişi, zorla öpmeğe kalkışı ! İnsan aklını kullanmasa da olay­ Iarı dosdoğru söylese. . .

Cevdet' e

451

deseydi ki :


•- En yakın arkadaşım dediğin Fikret bir gece bana böyle böyle yaptı! • , Cevdet herhalde deli­ ye döner, gider bulur. Kavga. Ya o bunu vurur­ du, ya da bu onu. Ölen mezara, sağ kalan da hapse. Hayır hayır, aklını kullanacak, Cevdet'i karıştırmıyacak:tı. Cevdet'in başının belaya gir­ mesini istemiyordu. Onu, babası gibi, hapse du­ şürrniyecekti. Cevdet, babasından, İhsan abisin­ den bir parçaydı. Daha da fazla bir şey. Cevdet sevgili kocasıydı. Bu sevgili kocada babası var­ dı, İhsan abi vardı. . . Kahve taşacaktı nerdeyse, alevden çekti. Fincanlara bölüştürdü. Cevdet alevi üflemiş, teneke başlığını koy­ muştu. «- Eyvallah karıcığım ! • diye fincanı aldı. Nuran da kendininkini. Mutfağın duvarları dibine karşılıklı çömeldiler. «- Demek o zamanlar Hasan'ı sevmezdin ? » • - Sevmez d i m » «- Niçin? , « - O zamanlar aklım tepemden çok yukar­ lardaydı. Boyuna küçük macera kitapları okur­ dum, hırsız polisli, daha çok da kovboylu fi­ limlere giderdim. Kovboy olmak isterdim. Ya­ hut gangster şebekesinin başı. Çocukluk işte. Çocukluk ama, şaka maka kendimi bal gibi Kovboy sanırdım. Hayal hayal.. Hasan gülerdi bu tutkuma, önlemeğe çalışırdı. Kızardım ama, şimdi anlıyorum ki o haklıymış! • .

452


Kahvesini yudumladı. "- Daha sonralan kafamda yaşattığım tek istek, böyle bir evimin, evimin içinde de senin gibi bir karımın olmasıydı. Oldu. Ne kadar mut­ luyum bilemezsin ! " Gözlerini karısına dikti.

Onda

Fikret'le

i lintili bir şeyler arandı elinde olmıyarak. Genç kadınsa, Fikret'in küstahlığını hatırlıyarak göz­ lerini yere indirmiş, Cevdet'in duyamıyacağı bi­ çimde

•-

Ben de

..

»

diye rnırıldanrnıştı. Çünkü,

daha ilk adımda kocasından bazı şeyler

sakla­

mağa başlamıştı ki, buna hakkı var mıydı? Bi­ liyordu, saklamasa, c-Geldi, bana böyle böyle saldırdı! » dese, az önce mutluluğundan söz açan adarnın başını belaya sokabilecekti. Cevdet' se, karısının

c-

Ben de, ben de

mutluyum kocacığım! ,. demesini,

hatta yerin­

den fırlayıp boynuna sarılmasını beklerdi. Hiç­ birini yapmamış, gözlerini önüne

indirmekle

yetinmişti. Ne demek oluyordu bu? İ çinde, içi­ nin ta derinlerinde Fikret yaşıyordu da, onun için mi

•-

Ben de mutluyum»

diyememişti?

herhalde böyle olacaktı. Öylesine yakışıklı adam dururken, ne diye Cevdet gibi kara, kuru biri­ ni sevmek zorunda kalsındı? Fikret'in bir işaretiyle ona koşa koşa giderdil •-

Cevdet ! "

Küskün gibi baktı Nuran'a : c-

Efendim ? ,.

tek


«- Arada bir neden durgunlaşıveriyorsun? ıo Cevdet'in gözleri parladı : «- Ben. de sana ayni şeyi soracaktım .. " Nuran şaştı : .,_ Neyi? • «- Sen d e durgunlaşıveriyorsun. Kafan meşgul gibi. Demin çok mutlu olduğumu söy­ ledim, ben de demedin. Tam tersi, gözlerini ye­ re indirmekle yetindin! " Nuran kıpkırmızı kesildi. Haklıydı kocası. Haklıydı ama, ne diyebilirdi? «- Benden sakladığın bir şey var gibi ge­ liyor bana! »

Nuran heyecanıandı birden, ayağa kalktı. Bir şeyler söylemek istedi, tuttu kendini. Var­ dı, elbette vardı ama, nasıl açabiiirdi? Karısının bu telaşıysa Cevdet'i düşüncele­ rinde haklı olduğuna götürmüştü. Demek karı­ sının ondan sakladığı şey, aklına gelenler gi­ biydi? Yanına sokuldu : «- Ha? N edir benden sakladığın ? » Nuran donmuştu. Ağlamak istiyor, ağlı yarnıyordu. Vardı evet, vardı. Vardı ama, nasıl açıklardı? Kocasını çok seviyor, başının belaya girmesini, elinin kana bulanmasını istemiyor­ du. Soluk soluğa :

454


«- Yok • , dedi, « Sakladığım hiç bir şey yok senden ! • Bir yandan da aklından Fikret

hızla geç-

mişti. Cevdet : «- Var ! » diye dayattı. «-

Yok Cevdet, inan bana! .

Çıldıracaktı. Nasıl, nasıl yalan söylerd.i bu taptığı kadın? «- Ya varsa Nuran? ıo «-

Varsa, senden saklıyorsam .

«-

Evet?•

. .

«- İki gözüm . . . «-

Susss! »

•-

Neden? »

«-

Kör olsun diyeceksin.

Hayır, o güzel

gözlerin kör olmasını istemiyorum . Bana yalan da söylesen, beni aldatsan da istemiyorum göz­ lerinin kör olmasını! Ama var

benden

sakla­

dığım . » .

Karısının bileklerini tuttu, avuçlan içinde tatlı tatlı sıktı. Korkusunu anlıyordu, gayet iyi anlıyordu hem de. Acıdı. Yum�aklıkla : «-

Korkma! • dedi. ·Yalnız, bir daha . .

.

Fik­

ret'in geldiğini benden saklama olmaz mı?• Sarsıldı. İşte şimdi korktuğuna Boşandı, ağlamağa başladı.

uğramıştı.

Kendini kocasının

koliarına attı. Neden sonra başını kaldırdı. •-

Kim söyledi? Kimden duydun?ıo

�-

Orası seni ilgilendirmez! ,.

455


•- Barcıdan mı? Vedat alçağından mı?» Cevdet yeni bir ipucu yakalamıştı : • - Farzet ondan .. • 4- O halde her şeyi, her şeyi gördüğü gibi aniatsın sana! • Vay vay vay . . . demek işin içinde işler vardı? •- Neler anlatır acaba?•

Parladı : •- Cevdet beni konuşturma ! ıo Şüphesi daha artınıştı : ' «- Konuş» , dedi, •konuş ne varsa ! » «- Her şeyi biliyor musun?• «- Ne gibi her şeyi? .. •� Barcı anlatmış ya! » J{afası iyice karışınıştı : •- Bir de senden öğrenmek istiyorum . » Nuran artık açıklamak zorundaydı. Başka çaresi yoktu. Ne diye kötü ithamlar altında ka­ lacaktı ? Barcı o gece demek uyur gözüktüğü halde uyumuyormuş? Olanları görmüş. Görmüş madem, madem sır saklamaınış, o halde Fikret'­ in saldırılarını, mutfağa kadar kovalayışmı, sonra da ağlıyarak odasına kapanıp kapısını ardından sürgülediğini de görmüş olacaktı! Cevdet on ikiden vururcasına sordu : •- Ben seferdeyken mi oldu bu ?• .

•-

Evet. »

•-

Nasıl oldu ?•


,._ Ben ne söylesem boş Cevdet. olanları gördü, anlatsın

..

Git ona,

»

Cevdet'in gövdesini bir ateştir kaplamıştı. Demek bir şeyler olmuştu? Giyinip evden yıl­ dırım gibi çıktı. Artık ne akıl, ne fikir, ne de Nuran'ı kaybetmek korkusu. Şimdi aldatılmış, aldatıldığını rastlantıyla öğrenmiş dı. Vuracak, kıracak,

bir kocay­

yakacak, yıkacak, mah­

vedecektil Bir taksiye atladı. Beyoğlundaki

pavyona

geldi, indi arabadan. Tuuuh, tabaneası da evde kalmıştı. Nuran

•-

Geceleri korkuyorum . . .. de­

diği için, ona vermişti. Geri dönüp

alamazdı.

zaten lüzum da yoktu. Bütün rnesele

gerçeği

öğr�nmesiyd.i. Pavyon sahibi Vedat'ı masası başında, gö­ zünde gözlük, birtakım pusulaları sıraya koyar­ ken buldu. Cevdet'i öyle bozuk görünce korktu önce. Sonra kendini toplıyarak ayağa kalktı : •-

Buyurun, buyurun Cevdet bey .. »

Cevdet öfkeden titriyordu : «- Bana, o gece gördüklerini anlat ! ıo «-

dedi.

Hangi gece?•

Cevdet'in de bildiği yoktu : •-

O gece işte, hani senin yakından gördü-

ğün şeyleri! " Barcı kekeled.i : •-

Ha, şu .. Fikret'le olan meseleyi mi ?•

Neee? Fikret'le olan

mesele mi? Demek o

gece Fikret'le Nuran arasında bazı §eyler geç�

457


mişti? Anlıyordu, şimdi gayet iyi anlıyordu zi­ yafet gecesi birbirlerine bakışlarındaki anlamı! Yaa, demek böyleydi ? Demek aldatılm.ış, baba3ı gibi c Boynuzlu» olmuştu ? «- Evet. Fikret'le olan mesele! • Barcı için hava hoştu. Daha doğrusu, iste­ diği an gelmişti. Meseleyi öyle anlatmalıydı ki, Cevdet öfkeden deliye dönüp gitsin Fikret'i bul� sun, aralarında müthiş bir tartışma. Sonra da ya bu onu, ya da o bunu haklasın, biri mezara girsin, öbürü de hapishaneye. Böyle olursa bar­ cıya gün doğar, Nuran ortada kalır, ondan son­ ra da . . . •- Anlatsana be, ne duruyorsun? » Tam bu sırada Leyla içeri girdi. Damadını

öyle dönmüş gözlerle, tirtir titrer görünce me­ raklandı : «- Ne var? Ne oluyor? Cevdet top gibi patıarnıştı gene barcıya: «- Anlaaat! " Bir çırpıda aniatmağa

başlayınca, Leyla

dişi bir kaplan gibi araya girdi : «-

Yooo, hayır. ·Fikret'i karıştırma Vedat!

Kız benim kızım değil mi ? Kötü olmasını ister miyim ? istemem ama, suç kızımda. Fikret ya­ kışıklı çocuk, göz koydu . . mesele bundan iba­ ret ! » Ziyafet gecesi, masa başında daha çok ka­ rısının Fikret' e baktığını sanan yanı ağır bas­ mağa başlamıştı. Barcı da susmuş, sözü Leyla­ ya bırakınıştı korkudan. Leyla'ysa sevdiği ada,-

458


mı ıyıce korumağa, suçu kızına yüklerneğe ça­ lışıyordu. Sonunda Cevdet tek lfıf etmeden fır­ layıp çıktı. Leyla şaşkınlıkla harcı Vedat'a baktı : «-

Nereye gitti acaba?•

«-

Belki de Fikret'i bulmağa . » .

Leyla'nın gözüne masa üzerindeki

telefon

ilişti. Hiç vakıt geçirmeden numaraları

çabuk

çabuk çevirdi : «-

Fikret beyi rica edecektim efendim . » .

Kalın, babacan sesin Fikret'e

seslendiğini

duydu. Az sonra Fikret gelmişti telefona. «-

Fikret iyi dinle beni :

hesaplaşmak

ıçın yanına

Cevdet seninle

geliyor.

Karısıyla

aranda bir münasebet var sanıyor. Ben inkar ettim ; Pikret değil; Nuran onu seviyor dedim. Maksaclım malum, herifi soğutmak. Aman Fik­ ret sen de böyle söyle, kandır onu. Tamam mı ? Nuran seni seviyor, sende gözü var. Sense boyu­ na reddediyorsun. Ha, tamam.

Göreyim seni.

Akşam pavyonda bekliyeceğim., öperim camm ! » Kulaklığı yerine koydu. Fikret de yerine koymuştu. Babacan şefi göz kırptı : «-

Hayrola? :a

Umursamaz göründü : «-

Hiç, malum . »

"�

Umum müdtirünkü mü? "

•-

Evet. Akşam beni bekliyorınuş ! •

.

Odasına, masası başına geçti. Fena bir

459

si-


nir basmıştı. Acaba Nuran mı

söylemişti? Ne

söylemişti ? Bana saldırdı mı demişti? de yapılacak şey gayet

basitti :

O

O hal­

yakışıklı

adamdı, elini saliasa ellisi. Kala kala en yakın arkadaşının karısına mı kalmıştı ? Masasından kalktı, dışarı çıktı. Kavga fa­ lan-etmezlerdi ya- edecek olurlarsa kimse far­ kına varmasındı. Bir sigara yaktı, !imanda gezinme�e başla­ dı. Çok geçmeden Cevdet'in öfkeyle

geld.i�ni

gördü. Hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına: •-

Vay ! » , dedi, • naber arslan?»

Cevdet'in şaka yapacak, uzun uzun konuşa­ cak ne vaktı vardı, ne de hali : «-

Bana her şeyi anlat iFikret! " dedi, .. Ka-

rımın sende gözü olduğu doğnı mu?. Birden ciddileşmiş numarası yaparak : •-

Kimden duydun? Kendisi mi söyledi?•

Cevdet attı : «- Evet . » «-

İnandın mı? Ben, senin e n yakın arka­

daşın Fikret . . senin karına saldırabilir miyim? Bunu altlin alabilir mi ?» Demek üste saidırma da vardı? «- Demek üstüne saldırdın?ıo •-

Ben mi ? ıo

«-

Sen evet! "

Fikret arkadaşının bakışından korktu : •-

Hayır, ben senin karına saldırmad.ım.

O bana saldırdı. Reddedersem kocasına söyliye460


ceğini, beni senin gözünden d üşü rec eğini hat­ ta aramıza kan gireceğini söyledi. Ben erkek ad amım Cevdet. Beni yakından tanırsın Birlik­ te Dünyayı dolaştık. Hangi liınanda karı peşi­ ne düştüm? Cevap ver? Hangi timanda? Kan­ lar peşi.mden koşmazlar mı? Dünya'da kadın ,

.

kalmadı da canımdan çok sevdiğim, en yakın arkadaşım ın kansına mı saldıracağım? ı.

Cevdet'in aklına yatmıştı. Doğru, dosdoğ­ ruydu. Demek o geeeki ziyafette Nuran'ın ifti­ rasından korkarak, bir parça da y alvanrcasına bakmıştı: Tamamdı, tamam. Fikret hiçbir kadı­

nın ardına düşmezdi, düşmem.işti. Hatırlamı­ yordu. «- Fikret», dedi , •canım kardeşim .. beni affet. Sana çok sert davrandım. Bilmez miyim seni ? Kadınlar senin ardından koşarlar . Bütün Dünya l im an lar ın ı bir l i kte do l aştık hemen he­ men. Onun için . . H ıçkırdı Gözlerinin yaşını göstermernek için oradan yıkılırcasına uzaklaştı. Fikret hiç vakit geçirmeden Baba'nın mey­ hanesine g itti telefonla durumu LeYla ya bil­ dirdi. Bu sırada Cevdet deli gibi koşuyordu Ne­ reye? B ilmiyordu . Bilmiyordu Allah belasını versin. Yapılacak şey belki gayet basitti: Yeni bir taksi. Ev. Karısı. Bağmak mı, bıçakla delik deşik etmek mi ? Ama yapamıyacaktı. Kıyamaz­ dı ona. Ne olursa olsun, ne kadar kötülük yap.

»

.

,

'

.

461


mış olursa olsun ona kıyamazdı. Peki, kendine kıymak? Hayır . . . Buna da lüzum yoktu. Ken­ dine kıyamazdı, çünkü ·Bir kadın için kendini vurdu»

dedirtip

düşmanlarını

güldüremezdi.

Nuran'ı vuramazdı, hapishanedeki Haşim'i bili­ yordu. İlk anların öfkesi, kıskançlığı geçtikten sonra hapisane koğuşunda bitmez günler, daha çok da geceler

tükenmez

başlayınca nasıl

dehşetli bir pişmanlıkla kendi kendine ağlar, kazara uykuya geçse, sayıklar, inler, sıçrıyarak uyanırdı. Peki ne yapmalıydı ? Herhalde

dolaşacak, eve dönmeyecekti !

462

sokaklarda


21. Bütün antenieri gerili Nuran'sa kocasının dönüp gelmesini bekliyordu. Saatlar geçmişti aradan, gelmemişti. Neredeydi? Gidip bulmuş muydu ? Bulmuşsa neler ko­ nuşmuşlardı?

«- Evet Cevdet, sarhoş kafayla

karına bir münasebetsizlik yaptım pişmanım şimdi. Nuran bir

ama çok

pırlantadır. Ona

güvenebilirsin. Beni bile reddetti ! » Namuslu bir insansa bundan

başka türlü

söy liyemezdi. Derin bir iç geçirdi. Ya namuslu değilse? Ya, «- Onu denedim. Sana olan bağlılığı üzerine bir fikre varmak is­ tiyordum. Vardım da.

Saldırdım,

kaçınmadı.

Kendini bana verrneğe hazırdı. Fakat sen, kar­ deşimden ileri Cevdet'in namusuna mussuzluk. . . Allah esirgesin.

karşı na­

Defet bu karıyı

gitsin ! » derse? Yumruklarını sıktı. Gözü �eyirmeğe başla­ mıştı. Der, bu kadar elçalabilir miydi? Bir in­ sanın bunca elçalabilmesini aklı alınıyordu ama,

463


Cevdet karşısına dikilip de sorunca Bir hatadır ettim. Karına

«-

saldırdım

. .

Evet. deme

cesaretini gösterebilir miydi? Sanmıyordu. En yakın arkadaşının canı kadar sevdiği

karısına

fırsattan faydalanarak saldıran bir insan, yum­ ruk, belki de bıçak, tabanca karşısında korkup,

suçu karşı tarafa atmaktan çekinmiyebilirdi! Saatlar akıp akıp geçiyor,

Cevdet evine

dönmüyordu. Kafasına başka bir şey takıldı Cevdet git­ miş, yakalamış, karısına saidırmanın hesabını

sormuş olabilirdi. Fikret de çaresiz kalıp, ya da erkeklik gururu şahlanarak,

•-

Evet. Çok

gü­

zeldi, bana yüz vermedi. Ona zorla sahip olabil­ mek için saldırdım ! " diyebilirdi Bu belki de en erkekçesi olurdu ama, o zaman da iki arkadaş kıyasıya kapışırlar, ya ·Fi kret çeker

Cevdet'i

vururdu, ya da Cevdet, Fikret'i. İkisi de Nuran için felaketti. Dünyalar kadar sevdiği , babasıy­ la İhsan abi'!lin birIeştiği kocasının ölmesini is­ temiyordu.

Ölmezse öldürebilirdi.

de, bir zamanlardaki babası gibi

Öldürünce hapise atılır,

belki de hapiste babası gibi can verirdi ki, Nu­ ran annesinin rolünü oynamış olmaz

mıydı ?

Annesine vızgelrnişti babacığının hapislerde can vermesi. Ama Nuran, annesi olmadığı için bu duruma düşmek istemiyordu. Ne yapmalıydı ? Güneş ağır ağır batıyordu karşı Annesine kadar uzansa mıydı ?

464

sırtlarda.


Sıkıntıyla ayna karşısına gitti. Kendini gö­ remedi aynada. Aklı öylesine Cevdet'teydi. Son­ ra gördü, ya da dikkat etti. Sararmıştı! Evet evet gitmeli, annesini bulmalı, sorup soruştur­ malıydı . Cevdet gelmiş miydi? Gelmişse ne ol­ muştu ? Fikret'le konuşmuş muydu? Neler ko­ nuşmuşlardı? Çabuk çabuk giyinrneğe başladı . Bir yan­ dan da, elinde olmıyarak kafasından çeşitli ih­ timaller, bu ihtimallerle Hgili sorular açık kal­ mış bir çeşme suyu gibi akıyor, akıyordu : Kav­ ga etmişler miydi? İ ş bıçağa tabaneaya dökül­ müş müydü ? Annesi ne diyordu bu işe? Fikret'e karşı yakınlık duyduğuna göre, sevdiği adamı suçlamazdı herhalde. Suçlamazsa, kime yük­ lerdi suçu? Nuran'a mı? Nasıl? Barcı bir şeyler karıştırır mıydı? Ya hepsi el birliği, söz birliği ederlerse ? Niçin etmesinler ? Annesiyle barcı­ nın maksatlarını gayet iyi biliyordu. Annesi, Cevdet'ten ayrılıp barcıyla münasebet kurması­ nı isterdi. Cevdet de neydi onun için? Kara, kuru, fakir bir denizci. Barcıysa, Nuran'a sırıl­ sıklam aşık, zengin bir adam. Fikret'i tutar da suçu Nuran'a yüklerlerse, Cevdet karısından soğur, en hafif ihtimal, karısını boşardı ki, an­ nesinin de, baremın da istedikleri buydu. Giyinip hazırlandığı halde evden bir türlü çıkamıyordu. Olabilirdi ki C evdet eve gelir, ka­ rısıyla hesaplaşmak için arar bulamazdı. Ne cevap verirdi? 465


Bir saat daha oyalandı. Gelen giden yoktu. Ne olursa olsun, annesi bara gitmeden yakala­ malıydı. Kapıyı çekip çıktı. Taksim dolmuşlarının bulunduğu

durağa

karmakarış gitti. Sağdan, soldan takılan, çirkin laflar atanlara kulak asmıyor, duymuyordu bi­ le onları. «-

Taksime bir, Taksime biiir ! »

Atladı, araba hareket etti. Annesini sokak kapısından çıkarken yaka­ ladı. Kadın sürmüş sürüştürmüş, takmış takıştır­ mıştı. Belliydi ki gene kimbilir hangi dostuyla buluşmağa gidiyordu. Üzerinde durmadı. «-

Anne,» dedi, uAnneciğim! »

Çalımlı kadın onu görmemiş,

görse bile

önemsememişçesine : «- Ne var? >> «- Cevdet'i arıyorum. . geldi mi buraya?» Hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına : «- Ne münasebet? Burada ne işi var Cev­ det'in? » tçini çekti : «- Şeyy . . Fikret'le konuşmağa

gidecekti

de . . . Kesti attı : «- Ne Cevdet, ne de sen, beni aHikadar et­ mezsiniz ! »

466


Önlerinden

geçmekte

olan

kocaman,

gri

bir arabaya seslendi : «-

Taksi ! »

Araba durdu . Leyla arabaya giderken, Nu­ ran canını dişine takarak koştu : «-

Cevdet evden çok öfkeli çıktı. Hala eve

gelmedi ama ? » Kadın ilgilenmişti : ««-

Niçin ? » Bilmiyorum. Gelmesi

lazımdı.

Sakın

kavga etmiş olmasınlar? » «-

Kimle?»

«-

Fikret'le . . »

Sinirli bir kahkaha attı : «-

Fikret'le kavga etmeğe ne hakkı var?

Karısına sahip olsun efendim, aaa . . . kancık kö­ pek kuyruğunu sallamasa erkek köpek peşinden gider mi ? » «-

Anneee ! »

Leyla arabaya girdi, araba hareket etti. Ta­ şı tam da gerliğine koymuş, oh etmişti. Pis, sü­ nepe, rüküüüş . . . Onunla mı

uğraşacaktı ? Bun­

ca yıl kalırını çekmiş, bu boylara

getirmişti.

Şimdi en işin e yarıyacak, en serpilmiş, en gü­ zel zamanında ciğeri iki para etmez kara, kuru denizeiye kendini vermişti. Deli kız. Herkesin eline geçmiyecek bir nimeti tepiyordu. Kosko­ ca, milyonluk pavyon

sahibini bırak,

dilenci

yapılı denizciye . . . Yavaşça geri döndü, baktı :

467

Nuran falan


yoktu görünürlerde. « Ne iyi oldu ama . . » di­ ye geçirdi . « - Herif eve gitmediğine göre .. bel­ ki de soğur kandan. Sağursa soğusun. Bir daha da eve gitmesin .. Nuran hamının burnu iner. Mecbur olur yeniden anasının evine ! » Karşısında biri varmış da, « - Olmıyabi­ lir . . » demişçesine söylendi : « - Olur olur. Sü­ nepe, çorabı düşük, rüküşün biridir. Körün değ­ neğini beliediği gibi, o da ya sevdiği adam, ya da annesinin evi. Başka yer bilmez. Beceriksiz. Gelirse ben bilirim bu sefer. Hele benim sözüm­ den çıksın . . Alimallah zından ederim Dünyayı -

ona ! »

Tepebaşı'nda durdurdu arabayı, indi. O ka­ dar şık, öylesine göz alıcıydı ki, gelip geçenler dönüp dönüp bakıyorlardı. Buysa hoşuna git­ mekten başka gururunu da okşuyordu alabildi­ ğine. Sevgili Fikret'ine güzel görünecekti. Şu gelip geçerken dönüp bakanlar üzerinde madem dikkati çekecek etki yapıyordu, Fikret üzerinde neden yapmasın? Her zamanki pastahanede buluştular. Fikret : «- Vay anam vay,>> dedi. « bu ne güzellik kayarto ? » Sevindi. Bir genç kız cilvesiyle aynaya bak­ tı, hiç lüzum yokken, başının bir davranışiyle, alnına düşmüş bir tutarn saçı sanki arkaya attı : «- Ö yle mi canımın içi? Demek hoşuna git­ tim ? >> 468


,, _

Hem de nasıl ! »

Oturdu : «- E, anlat bakalım. Neler konuştunuz Cev det'le?» Fikret, kendinden emin insanların rahatlı­ ğıyla : «-

Hiç canım, » dedi. « avanak,

hemencik

kandı dediklerime .. » «- Yani ne ? Nuran mı sana saldırmış oluyor ? » «- Öyle ya. » Göz kırptı Leyla : «-

Hala eve uğramamış .. ,

«- Ne biliyorsun? » «-

Nuran geldi a z önce . . »

Fikret birden ilgilendi : «- Nereye ? » «-

Sana, buraya gelmek için evden çıkmış­

tım, baktım bu. Sokak

kapısında ayaküstü ko­

nuştuk şöyle bir ama, yüz vermedim. » «- Pekii , ne dedi ? » « - Hiiç. Kocası evden öfkeyle çıkmış. Se­ ninl e konuşacakmış. Şimdiye gelmesi lazımmış. Ya bu gece de gelmezseymiş . . . » Fikret'in kafasında şimşek çakmış, aylarca önce Cevdet'le birlikte ev arayışlarını, evi bu­ luşlarını, içini gezişlerini, sonra da,

bahçeye

açılan mutfak kapısında mandal yerine kulla­ nılan paslı çiviyi hatırlamıştı. Faslı çivi üzerinde durdu : Gece yansı, ya

469


da sabaha karşı gitse. Bahçeye atlasa.

Mutfak

kapısına bir omuz, paslı çivi eğilse, kapı açıl­ sa, açılan kapıdan mutfağa, mutfaktan da eve . . . Gerçekten

de,

odasındaki

k ı:tryolasında

uyuyan genç kadınının yanına girse, okşamağa . . . «-

«-

başlasa

Neden olmasın? » diye geçirdi.

Bağıramaz da. Bağırsa, beni eve sen alma­

dm mı derim ? Korkar. Gık bile diyemez. Iaha hiç, hiç bir şey diyemez.

Val­

Derse kendisi

zararlı çıkar. Cevdet de eve gitmemiş. Tamam! » Leyla onu gözden geçiriyordu. Sordu : «- Ne düşünüyorsun ? » Kendine geldi. Uykudan uyanmışçasına : «- Hiiç,» dedi. Garson dikildi tepelerine. İki

kazandibi

söylediler, dondurmalı . Sonra dereden tepeden konuştular. Ama Leyla, sevdiği adamdaki dal­ gınlığı açık açık görüyordu.

Bir şey söylese,

geç anlıyor' aniasa bile hiç adeti

olmadığınca

yeniden soruyordu. Leyla üzerinde durmadı. Fikret'in kafasında paslı çivi ! Leyla : «-

Bu gece evde bekliyeceğim.»

Paslı çivi. mutfak kapısına hafifçe yaslan­ ınayla eğilir, kapı açılırdi. Açılan kapıdan fağa girer . . . «-

Sana söylüyorum! "

Paslı çivi falan ama, gene de : ,,_ Ha? »

470

mut­


•• -

Bu gece diyorum, seni bekliyeceğim. .

,, _

Beni mi? Tabi tabi. Saat kaçta ?»

•• -

"

Saat kaçta mı ? Her zaman saat kaçta

geliyordun ?" Birden hatırladı : «-

Canım mitlCı.m. Laf ola beri gele işte . . .

sabaha karş ı ! » «- Sabaha karşı gelirsin. üçte falan. Sokak kapısını açık bırakırım. Her zamanki gibi. iter girersin ama, iyice kapat kapıyı.

Hatta arka­

sından zincirini tak. Ben b elki aşırı sarhoş olu­ rum, aldırma.

Senin moruğa bir telefon salla­

rız. İşe öğleden sonra gidersin. Tamam mı? » Fikret başını salladı. Tam.amdı,

tamamdı

ya, paslı çivi. Bahçeye zahmetsizce atladı. Kor­ kuluk demiri falan yoktu mutfak kapısının. Ka­ pıyı arkasından sözde mandallıyan

paslı çivi.

Bir omuz. Kapı açılırdı. Girerdi mutfağa. Mut­ faktan sofaya, sofadan Nuran'ların yatak odası. O saatta genç kadın herhalde uykuda olacaktı . Odasına girer, yorganın altına elini

sokarak

bacaklarını okşardı. Okşanan bacaklarıyla huy­ lanıp yataktan fırlasa bile . . . Aralarında şöyle bir konuşma geçerdi herhalde : «-

Kim var orda?»,

Fikret pervasızca : «- Ben ! » ««-

Sen kimsin? » Fikret ! »

471


«- N e geziyorsun yatak adamda ? » «- Beni sen alınadın mı yatak odana?» Üstyanını düşünmüyor, içten içe gülüyordu. Hayatında hiç bir kadın ona hayır deme­ mişti de, bu zilli mi diyecekti? Demişti işte. De­ mişti de ne kazanmıştı ? Çok çok kocası. Kocası da işte, en yakın arkadaşı Fikret'ten yana ol­ muş, karısına yüklemişti suçu. Yüklemese, Fik­ ret'le kavgaya .tutuşurdu. Kavga sonu ne olur­ du? Ya bu onu, ya da o bunu hakiardı ki, Cev­ det'in yumruklarına hedef olmaktan çekinirdi. Onun çeşitli limanlarda nasıl kara, kuru ama, çetin bir ceviz olduğunu yakından biliyordu . Attığı her yumrukla, karşısındaki isterse dev olsun, iskarnbil kağıdı gibi deviriyordu. Onun için, Cevdet'le yumruklaşmak istemezdi. İ ste­ mezd:i ya, karı ne diye boşvermişti ? Onun ya­ nında Cevdet neydi ? Hiç. Kara, kuru, çirkin bir genç adam! «- Şekerim çok dalgınsın. Anlıyorum, ka­ fana şu Cevdet'i taktın. Düşünme. Ben gidiyo­ rum. Dediğim gibi, p avyondan en geç üçte çı­ karım. Sokak kapısını açık bırakacağım, anlar­ sm ya? •• « Anladım canım. Seni ·pavyona kadar . . . •• Leyla sözünü kesti : •- Hayır hayır . . ben kendim giderim. Zah­ met etme. Yalnız, dediğim gibi , s�at üçten sonra. . . » «- Peki peki. » -

472


«-

Hayeli bana eyvallah . . ,,

Fikret'in konsomatris Leyla'yı pavyona ka­ dar getirmesi, getirmekle de kalmayıp

masa­

lardan birine geçmesi, kadının ya yanına otur­ ması, ya da Anadolu'dan gelmiş hacıları söğüş­ lemesine engel olmasına patron içerliyordu. Ka­ rıdan ne keserse kessin, urourunda değildi. De­ ğildi ama, karıyı bırakmalı, karı «İşlemeli»ydi. Hayır, zebani gibi oturuyor, karıyı

konsimas­

yon edeceklere engel oluyordu! Leyla, genç adamın gelmemesine sevinerek, muhallebicinin hesabını verip çıktı. Fikret kendi havasındaydı :

Gece yarısına

doğru Fener'e gidecek. Korkuluksuz bahçeden içeriye atlıyacak.

Mutfak kapısına

omuzuyla

yasıanmadan önce, Cevdet'in evde olup olmayı­ şma dikkat edecek. Aniarsa ki yok, bir omuz­ la mutfak kapısından içeri dalıp . . . Aklına başka bir şey geldi: «- On iki civa­ rında eve uğrarım. Kapıyı çalarım. Cevdet'i so­ rarım. Evdeyse, girer, arkadaşıının gündüz ge­ lip benimle konuştuklarını

hatırlatır,

ver yansın ederim. Suçu yüklerim

karıya

ona. Evde

yoksa, hiç aldırış etmem, ayrılır çekerim pos­ tamı. Bir saat oralarda oyalanır, sonra bahçe, mutfak kapısından dalarım eve. Genç kadın uy­ kudaysa ne ala, değilse metazori . . . )) Kafasında, benliğini kaplayan planlar, mu­ hallebiciden çıktı. Şimdi ne yapmalıydı?

473


Bilek saatına baktı : Henüz beşi yeni geçi­ yordu. Ara sokaklardan İstiklal caddesine çıktı. İstiklal caddesinin kaldırımları omuz omu­ zaydı. Taksim'e kadar gitti, geri

döndü. Bir­

den ara sokaklardan birindeki küçük ama şirin bir meyhaneyi hatırlıyarak, sokağa saptı. Mey­ hane henüz kalabalık değildi. Birkaç duble de­ virir, sonra da atlar giderdi Fener'e. Cevdet'in eve gelip gelmediğini kontrol ederdi. Gelmiye­ ceği� sanıyordu. Onun çok haysiyetli bir yanı olduğunu yıllardır süregelen

arkadaşlıkların­

dan biliyordu. Herhalde eve kolay kolay döne­ mezdi. Salata, iki duble rakı, ızgara köfte söyledi. ,,_ İster dönsün, ister dönmesin .. , diye ge­ çirdi.

«-

Benimki, karıya tamamiyle sahip ol­

mak değil. Hevesimi almak! Ne diye gururum­ la oynadı ? Neden teslim olmadı?

O gece teslim

olsaydı belki de hiçbir şeye lüzum kalmaz, ya­ kasından daha o gece, o an düşerdim. Razı ol­ madı, uzattı işi, üstelik hakaret de etti. Çeksin cezasını! » Salatasıyla rakısı gelmişti. «-

Izgara?»

«-

Oluyor efendim. »

Garson çekildikten sonra rakısını

yudum.­

ladı, çatalını se.lataya daldırdı. Sonra da bir lok­ ma ekmek. Yorgun bir camız tenbelliğiyle çiğ­ nerken, aklmda o gece. Cezasını çeksindi, evet.

474


N e çıkardı sanki aksilik etmeseyd.i? Aksilik et­ mese de yalvarsa, sadece öpmesine izin versey­ di .. belki gerçekten de bırakırdı ardım. Eli rakı bardağına uzandı, aldı, iri bir yu­ dum. Su. Salata ve bir lokma ekmek. Gene yorgun camız çiğneyişi. Ama hayır, ardını bırakmazdı. Yalnız, Cev­ det'in falan haberi olmazdı ya, başka bir tehli­ ke dikilirdi karşısında : Leyla! Yüzü buruştu. Sırası mıydı ? Kızının hatırı için zarına bakmışsa ne olm�tu yfuli? Kızdan ümidi tamamiyle kesilirse çabuk sepetlerdi onu. Evet, para geliyordu karıdan ama, çekilmezdi be! Izgara köftesi gelinceye kadar iki duble ra­ kıyı temizlemişti. Garsona : «- İki duble daha,, dedi. Sözde fazla içmiyecek, kendini yitirmiye­ cekti. «- Adaaam sen de. . » diye elini salladı. ölümü «- Kendimi yitirirsem ne olur? Atın arpadan olsun.. , Yeniden iki duble rakı konulmuş bardağı gelince : «- Bir salata daha ! >> «- . . . . . . . . . . . . . . . » Garsonun ne dediğini duymadı. Daha şim­ diden tatlı bir sarhoşluk sarmıştı. Ne diye kö­ tüsünü düşünüyordu hep? Kalkıp gitti, bahçe duvarından içeri atladı. Paslı çivi falan, girdi mutfağa. Kocası yoksa hele tadından yenm.ezdi! 475


Dirsekierini masaya dayadı, yuzunu avuç­ ları içine aldı, gözlerini bir yabancı şirketin karşı duvardaki takvimine dikti. Takvim, dün­ yanın en güzel memleketlerinden birinin bir kı­ yısındaki zarif bir genç kızı gösteriyordu. Omu­ zunda kocaman, kıpkırmızı bir deniz topu, gü­ lüyordu. Meydan okuyan bir hali vardı. Nuran da gece, bunun gibi meydan okusa. Dese ki, « Cevdet beni bıraktı, gelmiyor. Az önce bir mektup aldım. Ayrılmamızı istiyor. Ayrılaca­ ğım. Fakat annemin yaruna da dönmek niye­ tinde değilim. Senin yüzünden yuvam dağılıyor. Söyle, ne yapmam lazım? Yuvaını neden yık­ tın? Şimdi benim halim ne olacak? Bir çare bul. Beni seviyor musun ? Beni seviyorsan çarerne bak. Ortalarda kalamam. Cevap ver, cevap ver­ sene be! » Masadan dirsekierini çekti. Gerçekten de, ne karşılık verebilirdi? O anda hiç galiba. Bıcır bıcır bıcırdıyan dudak­ larını ağzıyla kapatır, onu karyolaya yıkardı. Önce bu, ondan sonra . . . içini çekti. Rakı bardağına sarıldı, içti. Salata, iri bir köfte parçası bir lokma ekmek. Ondan sonrası yoktu. «� Ne yapabilirim.? Bekarlığımın sultanlığına son verecek değilim herhalde. Birkaç gün idare, ondan sonra . . . ca­ nım, çamura düşmekle altın altınlığından kay­ betmez ya ! Boşanır Cevdet'ten, harcı hazır. -

476


Onunla evlenir, metres yaşar. Bunu da mı ben düşüneceğim? Anasına da bir tekme. Cevdet' e karşı da suçsuzluğumu ispatlamış olurum böy­ lece. Görüyorsun ya, derim. Karının cinsi, cibil­ liyeti, iliği bok. Suç bende miymiş? Anasının iğvasına uydu, seni terk etti. Bu zaten çok ön­ ceden düzenlenmiş bir plandı. Plan uygulandı. Mesele bundan ibaret! » Aklına fena halde yatmıştı. içki bardağına yeniden, keyifle sarıldı, dikti. Sonra hiç değiş­ memecesine salata, şiş köfte, ekmek. Şimdi yor­ gun bir camız gibi değil, aç bir kurt çevikliğiy­ le çiğniyordu ağzındakileri. Elbette. İş bilenin kılıç kuşananmdı. Hayatında böyle nice nice Nuran'lar vardı. Kızlıklarını bir kaysı, ya da vişne dibinde, bağların kütükleri arasında, fıçı diplerinde, yıkık duvar gerilerinde kaybedip, hıçkırıklar içinde bırakılmış genç kızlar, koca­ larından habersiz yatak odalarına girilmiş genç kadınlar . . . Nuran da şüphesiz bunlardan biri. ama herhalde en sonuncusu. . . E n sonuncusu ama, elbette onu da başkaları eskitecek, Fikret çaptan düşüp, artık kadınlar için zararsız hale gelinceye, kadınlar tarafından alaya alınıncaya kadar sürüp gidecekti. Bunları düşünmek yüzünü gene buruştur­ du. Kızdı. Sarıldı rak.ı bardağına. Dikti. Gene dibi görünmüştü bardağın. Kadınlar tarafın­ dan alaya alınmak öfkesinin verdiği sinirle ça­ talını tabağına sert sert vurdu : 477


Uzaklardaki garson: «- Evet beyim?» « - Rakı koy şuna, yeni bir salata! » Garson koşarak geldi: « İki duble mi gene?>> «- Üç koy ! » Garson bardakla uzaklaşırken o , günün bi­ rinde onu alaya alacak kadınların yüzlerini be­ lirsizce hayalliyordu. Hayır, hiçbir zaman bu duruma düşmiyecekti! «- İşe yaramaz hale ge­ lirsem, beynime bir kurşun! » Rakı arandı, gelmemişti henüz. Öfkesinden su içti. Bunu, yani, artık kadınların işine yaramı­ yacağı zamanı çok düşünmüştü korkuyla. Allah, yahut tabiat, ne diye zanparaları bir iki bin yıl yaşatmazdı �anki? Hızlı bir zanpara iki bin yıl yaşamalıydı mesela! Rakısı geldi, önüne kondu. Yeni salata da gelmişti. Eski salata tabağını kaldıran garson sordu : «- Başka bir arzunuz var ını?» Anlamadı : « - Ne arzusu? » « - Yani köfte ister misiniz?,. Şeş-beş gören gözlerini köfte tabağına çe­ virdi. Bir buçuk köftesi kalmıştı : - Tabi tabi.. Yeni köftesi sıcak sıcak gelinceye kadar, hızlı zanparaların iki bin yıl yaşasalar ne ya-

478


pacaklarını ölçtü biçti. Kızlar,

kadınlar, gene

kızlar, gene kadınlar. Sonra? Sonrası yoktu ve bir gün gene kadınlar tarafından bakılmamak, beğenilmemek, kadınların işlerine yaramamak çağı gelecekti.

«-

Bok Dünya ! » diye elini sert­

çe sallayınca, eli su bardağına çarptı,

bardak

top gibi gitti, yan masanın kıyısında parçalan­ dı. Bir an kendine geldi : «-

Pardon,, dedi.

Masasında bardak parçalanan kaba kıyım, kalın siyah kaşlı adamın bakışı öfkeliydi : «-

Pardon çıkalı eşeklik çoğaldı ! "

Fikret, alkolün d e verdiği güçle

masasın-

dan fırladı: «- Bana mı söylüyorsun?» Yabani de fırlamıştı: «- Sana söylüyorum ulan ! » Tam kapışacaklardı, garsonla birtakım müş­ teriler araya girip ayırdılar.

Ayırdılar ama,

tadı da kalmamıştı meyhanenin. İkisi de sar­ hoştu. Kalıp yeniden içmeğe başlasa adamla er geç yeniden kapışacaklardı. «---< Garson! . Koşarak geldi : «- Evet beyim ?» «-

Gör şu hesabı! ,

«-

Rakınız öylece duruyor daha

..

»

Uzanıp aldı, tepesine dikti. Üç dubleye ya­ kın rakı gırtlağından kurşun gibi indi. SendeJe-

479


di ama, tuttu kendini. İşte şimdi gerçekten sar­ hoş olmuştu. Üç onluğu uzattı garsona, üzerini falan alınağa lüzum görmeden çıktı. Dolaşan bacaklarıyla, elinde olmıyarak, Leyla'nın çalış­ tığı pavyona doğruldu. Nuran'ı falan unutmuş­ tu. «- Pavyona gider, Leyla'yı bulur, bir kıyı­ da sızaki yaparım ufaktan . . . ,, Leyla konsimasyondaydı ama, Fikret'in geldiğini haber alınca, güneyli bir iş adamı olan « Hacı» sını bırakıp fırladı. «- Şekerim bu ne hal?>> Dolaşan diliy)e : « - Bana sızaki yapacağım bir yer bul. » dedi. Pavyon sahibi, elleri belinde, sıkıntıyla ba­ kıyordu onlara.

«- Gel! » Leyla sevgilisini arka odada, pavyon işçi­ lerinin yatıp kalktığı küçük bir odaya götürüp karyolaya yatırdı. Fikret tek laf etmeden sızdı. Gözleri kapalı olduğu halde başı dönüyor, kar­ yolasıyla havalara uçuyor, uçtuğu havalarda

eğriler çiziyordu sanki. Çizdi çizdi, sonunda belirsiz karanlıklara yuvarlanıp kaldı. Uyandığı zaman Leyla başucundaydı : «- Kalk, kalk şekerim. kalk ! »

Eve

gideceğiz,

Kalktı, ayakta durmağa çalıştı. Başı hala dönüyordu. üstelik öyle fena ağrıyordu ki. Bir480


den öğürdü ve ağız dolusu taştı. Yerler anason kokulu bir kusmuk içinde kalmıştı. Bir daha, derken bir daha! Leyla : «- Zarar yok, » dedi. « Aldırma . . » Fakat açılmıştı. Baş ağrısı da büsbütün geçmemişse bile bir hayli hafiflemişti. O sıra içeri giren bir korniye Leyla : «- Şuraları temizleyiver Nuri,» dedi. Avucuna büyükçe bir para sıkıştırdı ; Fik.ret kolunda, odadan, sonra da pavyondan çıktı. Taksi ! » Zaten hazırdı, girdiler. «- Tarlabaşı'ya çek .. » «- Senin eve mi abla? » ,, _

« - Evet. »

Fikret, Tarlabaşı'ndaki evin apartman kapısında durdu : «� Bana boşver bu gece, gideyim ! » Leyla şaştı: «- Niye? Neden gideceksin? Bak üstün ba­ şın da kirlenmiş. Gel. Bir acı kahve yaparım, üstünü başını temizlerim . . . » Elinden zorla çekti. Fikret'in aklı Nuran'­ da, gidecekti, mutlaka gidecekti. Hatta yeniden bir iki duble atmayı bile kuruyordu. Oysa hiç de lüzum yoktu. Midesindekileri çıkarmıştı ama, kafasında alkolün dumanı yeterince dolaşıyor, en olmıyacak şeyleri yaptırabilmek için zorlu­ yordu. 481


Leyla eve hemen hemen zorla çekti. Fikret salondaki arkalıklı koltuklardan bi­ rine attı kendini, hemencik sızdı. Leyla acı kah­ veyle geldiği zaman Fikret'i düşük başı ve hı­ rıldıyan açık ağzıyla sızmı ş buldu.. Uyandır­ madı. Birkaç saat uyursa açılır, kendine gelirdi. Mutfağa koştu, sabunlu bez yapıp sevdiği, sev­ diği değil, çıldırdığı adamın pantelonuyla ce­ ketine yer yer bulaşmış kusmukları sildi. Fikret ikinci sefer uyandığında saat ikiyi geçiyordu. Geç kalmışçasına fırladı : «- Ben tüyüyorum Leyla ! , Leyla şaştı : «- Noluyarsun ayol? Geceyi burada geçir, sabahleyin erkenden gidersin ! » Kulağına söz girmiyordu : «- Hayır hayır. Yerime gitmeliyim. Bana bak, rakın var mı?» Leyla anlamsızlıkla bakıyordu. « ,- Var. » dedi. «- Getir.» Kadın bir az da sinirli, gitti, dolu şişeyi değil yarısı içilmişi getirdi. Fikret kaptı. Tıpa­ sını çıkarıp dikti tepesine, boş şişeyi uzattı : «- Hadi bana eyvalla .. yarın akşama sakla iştahını! » «- Hiç olmazsa öpmeden mi? D «- Gel!» Dudaklar vahşice birleşti, neden sonra ay­ rıldılar. Kadının gözleri hırstan sulanmıştı : 482


« - Fikret.» dedi. Fikret üzerinde durmadı: « - iştahını yarına sakla dedim ya ! » Kaçareasma evden çıktı. Kapıyı olsun kapamağa lüzum görmemişçesjne açık bırakmıştı. Oracıktaki gece şoförlerinden birinin taksisine girdi: «- Fener! » Araba, Haliç Fenerine kaydı. Son içtiği yarım şişe rakı yeniden sarboş­ luğun çılgınlığına yuvarlamıştı. Fener'de ara­ badan indiği zaman ayaklan birbirine dolaşı­ yordu. Karanlık, daracık sokaklardan geçti, bekçi düdüklerini, köpek havlamalannı ardın­ da bırakmıştı. Bir yokuşu tırmandı, bir evin, yüksek ahşap bir evin önünde durdu. Dinledi içerisini. Değil evden, tekmil mahalleden çıt çıkmıyordu hemen hemen. Evin arkasına dolaş­ tı. Korkuluksuz duvardan evin bahçesine atla­ dı. Durdu, dinledi. Hiiiç. Kalktı. Mutfak kapı­ sına gitti. Yokladı. Esniyordu. Omuzuyla yas­ landı, kapı açılıverdi. Girdi, kapıyı kapadı, pas­ lı iri mıhı yeniden mandal vazifesini görecek hale getirdikten sonra, ayaklarının uçlarında mutfaktan sofaya geçti. Uzaklarda, deriiinden derine bir vapur öttü. Cevdet gelmiş miydi acaba? Yatak odalarının kapısına yaklaştı, içerisi­ ni dinledi. Bir şey anlıyamadı. Kapıyı itti, açık­ tı. Girdi. Koyu karanlıkta bir süre durdu. Yok-

483


sa evde kimseler yok mu ydu ? önc e bir karyola, kadın başı seçti. Tam seçtiği başa doğru ilerlerken, tuhaf bir gı­ cık, öksürüverdi . Dondu adeta. Çö mel di. Uzun uzun bekledi. K aryol adaki kadın uyanmamıştı . Yeniden kal k t ı birkaç adım. Karyolanın yanın­ daydı. Elini yorgana uzattı, çekti, uzattı, ç ekti , Sonra gene uzattı, parmağının ucuyla yorgana dokundu, çekti . Yeniden dokundu, çekmedi bu kez. Bastırdı. Kabarık yorgan indi. Avuçladı, bir bacak. Ömür eliyle yorganın altını aradı, J:;ıuldu. Soktu. Eli genç , körpe bir çıplak hacağın dizine dokunmuştu. Erkekliği uyandı. Titriyor­ du. Etine dakunulduğu halde uyanmaınıştı ka­ dın .. Cesaretlenerek yeniden dokundu. Sonra avucuyla tuttu bacağı. Kadında ha.la ne uyan­ ma, ne de hiç olmazsa hacağını çekme. Bu, yeni bir cesare t , yepyeni bir güç verdi. Avucunu diz­ den yuk a ri ar a kaydırdı. Tam baldırı okşarken, kısık ama heyecanlı bir soru : «- Cevdet sen misin ? » Fikret elini çekti, karşılık vermedi. Nuran kocasının ona döndüğünü sanrnıştı. Başucundaki elektrik düğmesini çevirdi, tavan­ daki ampul yandı. Nuran bir çığlıkla yüzünü elleriyle kapadı, açtı : «- Ne geziyorsun burda? Burda ne gezi yor ­ sun ?» O k yaydan çıkmıştı artık : Karanlığa

gözleri alışınca

karyolada yatan bir baş, bir

,

484


«-

Patırtı etme!

«- Burda ne geziyorsun diyorum sana ? " «�-

Patırtı edersen hakkında hayırlı olmaz! ,. Sa.na, ne geziyorsun diyorum

burda?

Buraya nasıl girdin? » Fikret e n güçlü silahını kullandı : «-

E eni içeri sen alma d ın mı?

inkar mı

ediyorsun ? » Nuran korkuyla baktı bir süre, sonra ağlı­ yacak oldu, daha sonra yalvaran bir sesle : «-

Git,, dedi. « nolursun hemen çık git bu-

radan? » «-

Bir şartla, • dedi Fikret.

«-

Ne şartı?»

«,...... Anlarsın . . «-

,

Anlamıyorum, söyle, ne şartı?»

Fikret karyolaya yaklaştı .

Çevik bir dav­

ranışla genç kadını bileğinden yakaladı : «- Aramızda kalacak.

Hemen çıkıp gide­

ceğim, bir daha da . . . Genç kadın silkindi, bileğini genç adamın elinden kurtardı : «-

Şimdi kıyametleri koparır seni parçala-

tırım komşulara ! • Fikret güldü : •-

O, beni evine almadan lazımdı. . »

•-

Kim ald ı ? »

«- Sen! » « - Allahım . . yalan, yalan söylüyorsun ! » «-

Kocanı inandıramadın ama? •

485


«-

Neyi ? »

«-

Yalan söylediğimi. O, seni suçlu biliyor.

Hani, niye gelmedi eve?

Herkes, herkes seni

suçlu biliyor. Çünkü ben yakışıklıyım, hiç bir kadın bana hayır demez, diyemez,

diyemedi

şimdiye kadar. Bir sen. Ama bunu benden baş­ ka kimse bilmez. Kocan bile. Onun için, bağır, çağır istersen. Komşular toplanırsa

derim ki,

beni evine aldı, şimdi de kocasına karşı numara yapıyor! Beni değil, seni parçalarlar ! ,. « - Alçak ! » «- Belki. » «-

Fikret abi, nalursun git, günahıma gir­

me. Ben namuslu kadınım. Kocarnı istemiyorum, beni baştan

aldatmak

çıkarma.

Allahını,

Peygamberini seversen git buradan.

Yakışıklı

adamsın, sana hiçbir kadın hayır diyemez, baş­ kalarına git. Yalvarırım ! ,. Fikret'in yeniden çevik b ir davranışı. Genç kadının sol bileğini bırakınamacasına kapmış­ tı. Kıvırdı. Kadın acıyla yan döndü. Boştaki sağ eli hemen hemen kendiliğinden

yastık altına

gitti. Kocasının bıraktığı tabancanın soğuk de­ miri. Aklına geldi, onu alırsa belki de korkuta­ bilirdi. Fakat adamın ıslak dudakları, ateş gibi yanan yüzü, ihtirasla kısılı sözleri yaklaşıyordu. •-

Yapma, bırak beni, bırak diyorum, bı­

rak ! » Erkek bırakmadı . Kadın can havliyle debe­ lenerek

sırtüstü

döndü.

486

Sağ elindeki tabanca


genç adama buz gibi baktı. Genç

adam şaşır­

mıştı. Kadını n bileğini bırakıp tabancanın buz gibi bakan karanlık ağızlı namlusunu

avuçla­

mak istedi. Tabanca kaydı avucundan, patladı. Genç kadın bunu yapmak istememişti. Ha­ yır, hayır bunu yapmak, onu öldürmek istem.e­ mişti. Akimdan, belki de babasının yıllarca ön­ ceki öğütü belli belirsiz geçmiş olabilirdi ama, hayır, onu ördürmek istememişti ! Elinde tabanca, kalbinden

vurulup

yere

cansız yığılan adamın üzerinden atlıyarak, çıp­ lak ayakları ve yatak kıyafetiyle korkunç bir çığlık gibi odadan çıktı. Taşlık alaca karanlıktı. N e yapacaktı şimdi? Korkuyla

çevresine

bakınırken gözü az önce öldürdüğü adamın yat­ tığı aydınlık odaya ilişti.

Korkusu arttı. Tam

bu sırada hemen hemen kapının

önünde bir

bekçi düdüğü : - Fırrrrrr! Aklı başına gelerek sokak kapısına koştu, kol demirini kaldırdı, sürgüyü çekti, kapıyı aç­ tı. Fırladı sokağa : «- Bekçi efendi, tabancam kazara patladı.

Birini öldürdüm .. » Bekçi anlamadı ilkin. Genç kadın semt ka­ rakolunu biliyordu. Sokak kapısını açık bıra­ kıp koşmağa başladı. Gece. Birbirini kesen ça­ murlu sokaklar terü tenhaydı. Elinde tabanca, koştu koştu. .

Karakoldan içeri soluk

487

soluğa


22. daldı. Sonra Emniyet Müdürlüğü Cinayet Masası, ardından Savcılık, Tevkifhane,

daha sonra da

Sorgu ve Ağır Ceza Mahkemesi ile birbirini ko­ valıyan celseler. Nuran'ın annesiyle annesinin çalıştığı pav­ yonun sahibinin Nuran'ı suçlayan ifadeleri ol­ masa, C'evdet, gerek ev sahibi, gerekse komşu­ ların ifadelerine bakarak karısını haksız yere suçladığı kanısına varacaktı

ama, bar sahibi

hadi neyse, fakat bir anne kızını durup durur­ ken nasıl suçlıyabilirdi? O günkü celsede Fikret'in babacan şefi ile

daire arkadaşları dinlenecekti. Cevdet, Nuran'­ ın annesi, pavyon sahibi, mahalleli

komşular,

ev sahibinden başka daha önceki eelseleri me­ rakla izlemiş kadınlı erkekli aşırı bir kalabalık vardı. Usulen babacan şefin kimliği tesbit ve doğ­ ruyu söy leyeceğine

dair yemin

ettirildikten

sonra, Hakim : c-

Peki,, dedi. «Anlatın bakalım . . Bu ci­

nayet hakkında neler biliyorsunuz? �

488


Babacan şef, sanık bölümünde

oturan bi­

tik genç kadına şöyle bir baktı, sonra : «-

D aha önceki ifadelerimde

gibi, bu hanımı görmüşlüğüm yok.

belirttiğim Ö ldürdüğü

iddia edilen Fikret'iyse yakından tanırım efen­ dim . » «-

Maiyetinizde çalışan b i r memur olarak

mı? » «-

Yalnız

o

kadar değil efendim

. . »

Durdu, hiç lüzum yokken kravatını düzelt­ ti , hafifçe öksürdü, sonra devam etti : «- Maktul Fikret'in babası çok saygıdeğer

bir dahiliyeciydi efendim. Benim de hamimdi. Hatta beni elimden tutmuş, okutmuş, sonra d a hayata atılınama yardım

etmişti.

Babasının

vaktiyle bana karşı göstermiş olduğu yakınlığı ben de oğluna gösterıneyi bir borç bildim. Ge­ milerde kumanyacı olarak çalışıyordu. Rastlaş­ tık. Durumunu sordum. Yakındı. Ben de mai­ yetime aldım. Çok yakışıklıydı. Kadınlar, kız­ lar, üzerinde dehşetli,

şaşılacak, hatta

inanıl­

mayacak bir tesiri vardı. Ama o kolaycacık el­ de edivereceklere değil, ondan kaçan, onu üzen, ona surat asanlara koşardı . » .

Onu bu kadar yakından tanımanız tuhaf. Size bütün sırlarını nasıl anlatırdı? Önce çok «-

yaş farkı olması laz.ım aranızda. Sonra, ne de olsa şefiniz. Nasıl açılabiiirdi bu kadar?» Saçları kırlaşıruş, iriyarı adam h afifçe bo­ zulduysa da, kendini çabuk topladı :

489


�� Efendim bendeniz

Fikret'in

babasıyla

böyleydim. O da oğlu gibi, bir eski çapkın ol­ duğwıdan, biz gençlerin maceralarını dinlemek­ ten zevk alırdı. Bendeniz de şimdi . . . Sustu. Susması,

c-

Şimdi ben de

çaptan

düştüm. Elimden iş gelmiyor. Gençlerin mace­ ralarını dinlemekle teselli buluyor ve zevkleni­ yorum . . » anlamına geliyordu ki, Hakim üzerin­ de durmadı : Pekii, devam edin !

«-

Demek aşırı çap­

kmdı? » «-

Hastalık derecesinde efendim. Hatta za­

man zaman vazgeçmesini, aşırı çapkınlıkların sonunun

ıyı

getirmeyeceğini

söylerdim de,

adaaam sen d e bey amca, derdi. arpadan olsun. . Fakat sayın

Atın ölümü

Hakimlerim, bu­

gün benim asıl üzerinde durmak istediğim, da­ ha önceki ifadelerimde arzetmeyi bir nokta, hatta iki nokta var :

unuttuğum

Biri, Fikret'in

bu katlinden hemen önce alaka kurduğunu söy­ lediği bir Umum müdür hanımıyla, hanımdan çok kızı. Fikret'in daire arkadaşları da

bilirler.

Fikret boyuna bu Umum müdür hanımıyla kı­ zından bahsederdi. Kıza aşık olduğunu, yüz ver­ mediğini, yuz vermeyinceyse zevkten çıldırdı­ ğını söylerdi. İkinci nokta, bu yüz vermeyen ha­ nımın evine zorla gireceğinden bahsetmiş olma­

sı. Burası çok mühim efendim. Güya hanımın evine küçük bir bahçeden girilirmiş. Mutfak ka­ pısı bu bahçenin

kıyısındaymış.

490

Kapıya bir


omuz, açılıverirmiş. Çünkü kocaman bir

paslı çivi yi mandal diye kullanıyorl armış. . . İşte bu

paslı çivi çok önemli sayın hakimlerim. » ««-

Niçin? Sizce önemi nereden geliyor?» Takdir buyurursunuz ki, koskoca bir

Umum müdür evinin mutfak kapısı paslı bir çi­ viye emanet edilmez ! ,. «- Diyelim ki doğru. N e manaya «-

gelir bu?»

Şu manaya gelebilir efendim : Fikret ya­

lan söylüyordu. Umum müdür

karısı ve kızıy­ la değil, nisbeten fakir, halktan bir kadınla dü­ şüp kalkıyor, kadının kızını beğeniyar ama yüz bulamıyordu. Gerçeği gizlemek için, Umuın

mü­

dür hanımı ve kızı yalanını bir paravan olarak kullanıyordu ! » Leyla soğuk soğuk

terlemeğe başlamıştı.

Barcı dirseğiyle dürttü. Cevdet

karşıdan

görmüştü bunu. Hakim : «- Yani , .. dedi. a:Bildiklerinizi açıklayın. . B abacan şef, Leyla'dan yana baktı, sözlerinin ardını getirdi: « - Yani efendim, Fikret Umum müdür ha­ •

nımıyla değil, arkadaşlarımın daha çok daha iyi

yakından,

bildikleri gibi, şu, karşınızda katil zanlısı olarak bitkin halde oturan genç kadının barlarda konsomatristik eden annesiyle sevişiyar ve . . . » Leyla in ler gibi: 491


Yalan söylüyor! diye bağırdı oturduğu

«-

yerden. Dinleyiciler heyecanlanmışlardı. Gürültü. homurtu bir an koca salonu kapladıysa da, Ha­ kimin kalemi önündeki kürsüye hafif hafif vu­ rulunca sessizlik geri geldi. Bundan sonra Hakim, Fikret'in tanık ola­ rak bekleyen daire arkadaşlarını dinledi. Onlar da babacan şefleri gibi, hatta daha da ileri gi­ derek, « - Barcıyla Leyla'nın, damadı aradan çıkarmak için Fikret'i maşa olarak kullandıkla­ rını» maktulün kendilerine söylediğini belirtti­ ler. Leyla baygınlıklar geçiriyordu. Barcı onu dışarı çıkarırken, Hakim, tahkikatın genişletil­ mesi ve paslı çivi meselesinin tesbiti için cina­ yetin işlendiği evde keşif ve bir tatbikatın ya­ pılmasına karar vererek, mahkemeyi başka gü­ ne bırakmıştı. Cevdet artık iyice anlamıştı karısının haklı olduğunu. Çünkü böyle bir paslı çivi gerçekten de, bahçeye bakar mutfak kapısına mandal va­ zifesi görüyordu. Hatta Fikret'le birlikte evi kiralamak için ilk geldikleri gün bu çivi üzerin­ de durmuş, bunu değiştirmekten söz açmıştı da Fikret, «- Ne lüzum var ?• demişti. Çoktandır sigarayı bıraktığı halde bu son durum karşısında sırf kederinden yeniden baş­ ladığı sigarasından bir tane yaktı. Genç kadını çok düşüncesizce suçlamıştı. Utanıyordu. Hele b

492


mahkemece verilen karar geregınce evde keşif

yapılır , paslı çivi meydana çıkar, tatbikatta, Fik­ ret'in bu kapıyı bir omuz darbesiyle açıp içeri girdiği anlaşılır, hele hele kaynanasıyla barcı­ nın komploları da inkar götüremez hale gelir­ se ne yapardı? Yoksa yeniden, hem de her za­ mandan çok daha inanarak kazandığı karısının ayaklarına kapanıp ondan af dilerneğe can atı­ yordu. Ama gene de, larına kapanamam !

•-

Yüzüne bakamam, ayak­

diye iri iri söylendi. «--Ci­

nayet Masasında, Savcılıkta, Sorguda nasıl hay­ vanca bağırıp çağırmış, suçu ona yüklemiştim. Bana bütün bunlardan sonra inanabilir mi? Be­

ni sevebilir mi? Demek işin içinde iş varmış? Vay namussuzlar .. için

. .

Karımı

benden

ayırmak

.

Geceydi. Yukarda kalabalık , esmer lar, bulutların ardında akıp duran pırıl

bulut­ pırıl

ay. Parmakları arasındaki sigarayı emerek, Sul­ tanahmet parkını geçip Tevkifhane

sakağına

yürüdü. Şu saatta Nuran oradaydı işte. Yanıp sönen ayın altında kararıp aydınlanan büyük yapının bir kıyısındaki kadınlar

bölümünde,

belki de kocasını düşünüyordu. Umabilir miydi ? Ne diye düşünecekti? Onu haksız yere hayvanca suçladığı için m i ? « - Annem gibi olmıyacağım. Kötü yola düşriıiyeceğim. Annemin hovardasını vurduktan sonra babam, demir parmaklıkların ardında, uzamış sakalıyla yavrum demişti , bü-

493


yüyeceksin. Bir erkeğin kadını olacaksın. Ko­ can çirkin de olsa, onu aldatıp hapis.lere düş­ mesine sebep olma, demişti. Kötü olmıyacağım Cevdet, beni hiç kimse kötü yola düşüremiye­ cek. İnan bana! , Cezaevi önünden geçen yolu sağa saptı. Yü­ reği daha hızlı mı çarpıyordu ? Ona mı öyle ge­ liyordu? Şimdi daha iyi anlıyorrlu karısını. De­ mek Fikret bahçe kapısına omuz verip girmiş, paslı çivi kanırmıştı. Nuran uykuda. Dost yüzlü düşman belki de sarhoş, genç kadının

odasına

girmiş, üzerin e atılmıştı. Tabaneaya

gelince,

evet kendisi vermişti. Korkuyorum dediği için. Sefere çıktığı geceler, ne olur ne

olmaz diye.

İyi yapmıştı be. Böyle değil de iş kendisine düş­ seydi, Fikret'i çekip vurs.aydı ? Ama çekip vur­ mazdı, pek pek yumrukları altında. . . «- Ağzı­ Bana yalan

nı burnunu kırardım hergelenin. attıydı. Güya karımın onda gözü

varmış da,

asılmış da. Boşverince falan da filan. Yok ca­ nım acele ettim kadını suçlamakta! , Nuran'ın ya beraet, ya da çok az bir cezayla kurtulacağma inanıyordu da, onu affedip eskisi gibi hayatını paylaşrnağa yanaşacağına mıyordu. Oysa, değil böylesine

haklı,

inan­ hatta,

hatta Fikret'i sevdiği için öldürdüğü ortaya çık­

sa bile affederdi onu. İlk kovuşturma

sırasın­

daki ateşli suçlamalar yerini çoktaan bağışla­ mağa bırakmıştı. Değil afla çıkmak, on be§

yıl

bile yese gene de onu beldiyecekti günü günü-

494


ne. Ama bunu nasıl anlatmalıydı ona. Nasıl an­ latmalıydı ki, Nuran onun için, onun hayatında bir dönümdür Cevriye'den sonra. Ama anlata­ maz, anlatamaz bunu. Aniatmağa kalksa bile genç kadın neden anlasın? Dünya Cevdet'in üs­ tüne mi de kendini en yaralı zamanında suçla­ yan, üstelik hiç de yakışıklı olmayan kara, ku­ ruluğuna bağlansın? Geri döndü. Ceza evi kapısı karşısında dur­ du : İlk malıpusluğu burada geçmişti. Üvey an­ nesinin hovardası Adem'in çaldığı babasının paralarından ötürü suçu üzerine almıştı. Ne yıllardı be! Ay o zamanlar da böyle kalabalık, kirli bulutların ardında akar, Cevdet'le Cevriye deniz kıyısındaki harabelerde, sırtları bir du­ vara dayalı, Amerika'dan konuşurlardı. Cevdet, ne yapıp yapıp kapağı Amerika'ya atacak, ora­ da Kovboy olacaktı. Sonra İstanbul'a dönecek, ona kötülük yapan herkesten öc alacaktı. Birin­ de Cevriye •- Al beni de yanına Cevdet abi! • demişti. Almış, bir gün Galata rıhtımından at­ lamışlardı üç hacalı bir vapura, ver elini Ame­ rika. Ama Çanakkalade keşfedilip geri çevril­ rnişlerdi. Bu Cevriye nerdeydi acaba şimdi? Sigarasını tazeledi. Fakat düşünmüyorrlu artık Cevriye'yi fa­ lan. Nuran, Nuran'dı Dünya. Cinayet Masası, Savcılıkta falan hayvan gibi suçlamıştı da, dö­ nüp •- Eee, kabak tadı verdin sen de! :a gibiler495


den en küçük bir tepki göstermemişti.

c-

Ko­

cacığım, canım kocacığım beni yanlış anlıyor­ sun. Arkadaşını hiç tanımamışsın. Beni bu ka­ dar suçlama. Ben masumum . . .

diye sızl anmış ,

ama onun o n a yaptığının binde birini yapma­ mıştı Cevdet'e. Kulelerde candarmalar .. Çocuk koğuşunda­ ki kavgası. ilkind e Böcek'i

dövmüştü, ikinci Ö Ö mahpusluğunda küz Memet'i. küz Memet'i daha sonraları hiç görmemişti ama. Böcek Tah­ takale taraflarında

marangozluk

yapıyordu .

Ya Has:an ? Avukat olup fakir fıkarayı bedava savunacağını söyleyen Hasan ne olmuştu? Ara sokaklardan deniz kıyısına indi. Kap­ kara sularına baktı denizin. !iefinden çok daire

Demek

arkadaşlarına

Fikret.

çıtlatmıştı

meseleyi? Demek kaynanası barcıyla bir olup Cevdet'i aradan çıkarmak için gibi kullanmak istemişierdi?

Fjkret'i

maşa

Şimdi daha iyi

anlıyordu Nuran'ı ondan niçin ayırmak istedik­ lerini. Barcı Nuran'a tutkun. Belki de kendine metres yapacak. Hevesini aldıktan sonra da an­ nesi gibi pavyonuna konsomatris olarak soka­ caktı! Yeni bir şey hatırladı : Henüz

Nimet'le ipi

koparınadan önce bir gün kapıda Nuran'ı barcıyla görmüştü. Yanyana

beklerken geliyor­

lardı. Nuran Cevdet'i kapıda bekler görünce na­ sıl da alev alev koşmuş, heyecanla sorular sor­ muştu. Daha sonra kapıyı açmış, onlarda bek-

496


lemesini adeta yalvarmış, barcıyı falan dışarda unutu vermişti. Sanki içi bir

içerde o ne candan i lgiydi ! şeylerle doluydu da, söylemek

ihtiyacındaydı

da, söyliyemiyordu da . . nasıl söylerdi? Çok ayıp kaçmaz mıydı da . . . Denize bakarken o günü, Nuran'ın onu eve alıp gösterdiği içten ilginin havası içinde yaşı­ yor gibiydi : «-

Şöyle buyurun . . . paketierinizi

şuraya

bırakın . . » Oturmasını istediği yere

oturmadan

paketlerini, bırakmasını istediği

önce,

yere bırakır­

ken, onu her zamandan çok benzetmişti Cevri­ ye'ye. Cevriye de yalnız kaldıkları zaman ona tıpkı tıpkısına böyle sokulur,

böylesine yakı­

nında olurdu.

«- Rica

ederim şu koltuğa buyurun ! »

«-

«-

Bize gelince ne<;len canınız sıkılıyor ? "

«-

«-

Yoksa sizi sıkıyor muyum ? ,,

««-

O halde hoş geldiniz ! »

«-

.... . . . ...... . .»

«-

Bir yorgunluk kahvesi ? »

««-

Bir gazoz o halde . . »

Nuran galiba o gün onu kime

benzettiğini

söylemişti : İ hsan abiye. Daha önce gülüvermiş ,

497


Cevdet bu gülüşü yakalamış, o da tıpkı tıpkısı­ na onun gibi gülüvermişti. Aralarında geçen o zamanki konuşmaları şimdi,

Kumkapı kıyıla­

rında denize bakarken tı:pa tıp «-

hatırlıyordu:

Niçi n güldünü z ? ,

«- Siz? ,, «- Önce siz güldünüz ! ,, «- Sahi mi ? » « - Tabi.» «- Bilmem. » «-

Aklınıza

bir

şey gelmiş olmalı . .

«.-- Sizin? • «- Benim aklıma . . . ,, «- Söyleyin söyleyin ! • «- Neyi ? » «-

güldü­

Benim aklıma dediniz, sonra

nüz, kızardınız. Niçin ? » \

.

Cevdet önce ondan Ihsan

abi 'yi

öğrenmiş,

kendi de Cevriye'den söz açmıştı. •-

Cevriye güzel miydi ? » diye

sormuştu

Nuran. Omuz silkmişti : •- Bilmem ? O da çocuktu, ben de.

Şimdi-

ye . . . . . . . . . ,.

hatırlıyor, Cevriye sözü edildiği an, Nuran'ın yüzüne can sıkıntısının gölgesi düşmüştü. Sonra uzun uzun aniatmıştı ona Cevriye'yi de • - Senin Cevriyen olmak is­ terim! " karşılığını almıştı. Cevdet gayet iyi

498


K1yıda, Yenikapı'ya doğru ağır ağır yürüdü . Rüzgara kapılmış bir tabaka kağıt gibi he­ yecanla dolanıp durmuştu çevresinde. Cevdet'i büyüleyen de bütün bu sinirli, candan ilgi de­ ğil miydi? Ya en son seferden dönüşündeki davranışı ? Nimet evi terk edip Cezmi'ye gitmiş. Nu­ ran'ın dargın gibi bir hali vardı. Gene de alıp götürmüştü Cevdet'i Nimet'in yeni

taşındığı,

daha doğrusu izini kaybetmek için kaçtığı eve. Hiç konuşmaınıştı yolda. Konuşsa bile yüzüne bakmamış, kısa kesik karşılıklar vermişti. Ama Nimet'le bütün bağlarını gerçekten koparıp ona dönüşü anından itibaren genç kız gene hemen o, rüzgara kapılmış bir tabaka kağıt hisliliğini alıvermişti . Daha sonra, Cevdet'in yüzünden annesiyle kavga ederek Fener'deki eve çıkmaları için yal­ varması ! Elindeki kocaman sigarayı fırlattı :

c-

Hayvan ! •

dedi

denize kendi

hınçla kendine.

«- Hayvan oğlu hayvan ! Senin için fedakarlık­ ların en büyüklerine katlanmış bir genç kadını gözünü kırpmadan suçladın ! Seni Hasan vaktiy­ le böyle mi karşılamıştı ?

Farzet,

aralarında

Fikret itiyle bir şeyler geçti. Ne çıkar? isteye­ rek geçse ne diye çekip vursundu

adamı? İn­

sanların zayıf yanlarına karşı neden hırçınsın? Seni sevmese, sana tapmasa önce Fikret'e, son-

499


ra da annesının pavyon sahibine he der, sana da bir siktiiiir çekerdi hıyar ! » Ertesi gün Fikret'in babacan

şefine gitti.

Adam masası başmda sabah kahvesiyle sigara­ sını tellendiriyordu. Cevdet' i görünce : «-

Vaay, evlat ! » dedi. « Nerelerdesin be?»

Cevdet utana sıkıla : ,, _

Valla bey amca,, dedi. « Gerçeği öğren­

mek beni serseme çevirdi. Ne yapacağımı şa­ şırdım. . » «-

Şaşıracak bir şey yok. Otur şuray� ba-

kayım, söyle, kahveni nasıl içersin ?, Cevdet gene utana sıkıla : «-

Çok zahmet olacak be bey amca . . »

«-

Şimdi başlarım ha ! ,

« -

Orta rica edeyim . . »

«- Rıza, bir orta şekerli söyle şurdan .. sonra gel buraya ! » Odacı Rıza kahveyi söyleyip geldi. Babacan şef «-

Cevdet'i bir Çingene karısı arıyor dediy­

din . . » Kırklık odacı Rıza: «- Sizi,» dedi « günlerdir arıyor. Pis bir Çin­ gene karısı. N e yapacaksın dedim,

illaki onu

görmem lazım diye dayattı! " Cevdet uzun uzun düşündü. Sonra: «- Ne biçim kadın yahu? Yok

böyle bit:

tanıdığım .. » «-

Valla, kara kuru, kınş kırış bir karı. 500


Arakçılıktan mı ne düşmüş içeri. Cevdet abi'ye iki çift lafım var, sonra çekip gideceğim Tekir­ dağa dedi. » Cevdet gene uzun uzun düşündüyse d e çı­ karamadı. Yoktu böyle tanıdığı bir Çingene ka­ rısı.

Kırış kırış, kara kuru . . . «,, _

Yarın sabah gelir misin?» Gelirim. »

Bütün gece düşündü bu kara. kuru Çinge­ ne karısını ama, ne kadar düşünse hatırlıyamı­ yordu böyle birini. Yalnız şu vardı : içerden çık­ tığına göre, herhalde Nuran'la yatmış olacaktı. Belki de Nuran'ın verdiği adresle gelip sormuş­ tu. Gene de sevindi. Nuran'dan haber getiriyor olabilirdi. Kimbilir, belki de mektup! Ertesi gün erkenden düştü odacı

Rıza'nın

yanına. Hoş beşten sonra, kahveleri höpürdetir­ lerken, Rıza : « - O gün mahkemede de söyledim ya? Ge­ ne de Allah rahmet etsin diyelitn, Fikret abi'­ nin çok pis bir huyu vardı. Ona

koşana değil,

ondan kaçana kesilirdi. Biz iyisini

biliyorduk.

Abiaya boyuna asılır yüz bulamazmış. İfrit olu­ yorum derdi. Öyle ki, son günlerde iyice azmış­ tı. Ya elde edeceğim, ya da isterse sonunda kan olsun diyordu. Mahkemede hepsini

söyledim,

icap ederse gene de söylerim . . . » Kahveci, elind e kahve terazisi, terazide iki kahve, haber verdi : «-

Senin Çingene karısı düştü gene .. »

501


Cevdet ayağa fırladı : •-

Nerde ? »

Kahvee i şaştıysa d a üzerinde durmadı : «-

Benim orda .. »

Cevdet, ardında odacı Rıza koştular. Yalın ayaklarıyla kara, kuru bir Çingene karısı kah­ ve ocağının orda dikiliyordu. Üst baş hak ge­ tireydi ama, gözleri yuvalarında kara iki zeytin tanesi gibi fıldır fıldırdı. Cevdet bu kara göz­ leri bir yerlerden hatırlıyacaktı. Daha

«-

Beni ne diye arıyorsun ? » falan de­

rneğe kalmadan : •-

Gel bakalım Cevdet abi! dedi. Kavuş­

maz dağ dağa, ama kavuşur insan insana! «-

...

. . .

.

. . . . . . . .

?.

«- Ne bakarsın öyle yaban yaban be susak? Unuttun demek Cevriye'yi? Hayırsız seni. . Ama bak, unutmadım ben. Demek yakaladın Cevri­ ye'nin yerine şindi Nuran'i? » Cevdet kollarını açtı: «-

Cevriye ! ,

«-

Helbeet• , dedi kadın. « Açma

kollarını,

belkim bulaşır fakirlikim ! » Eliyle Cevdet'i göğsünden itti : «- Hem de pislikim ! » Bir kıyıya, çıplak ayaklan üstünde çöktü : «-

Gel şüyle yanıma, var sana iki çift Hl.-

fim ! » Cevdet gitti, yanına değil, tam çömeldi. Fakat şaşıyordu :

502

O

karşısına

cıvıl cıvıl kız şu


kadar yıl sonra böylesin e tanmınıyacak kadar nasıl çirkinleşip değişirdi? Cevriye anlamıştı Cevdet'in ne

düşündü­

ğünü : «-

Yorma kafani, düşünme. Bir gün olaca­

yiz hepimiz toprak. Kalmayacak yer yüzünde gölgelerimiz. Çıksın gözü yoklukun,

mihnetin

hem da. Bilirsin var idi bir kara bıyıklı ? » Cevdet başını salladı : «- Evet? » «-

Sattı idi harninnem senden sonra beni

ona. Attım kendimi yerlere, çarnuriara hem da. Lakin etmedi fayda. Kaçırdılar beni Tekirda­ ğı'na. Geçti seneler. Oldum bu biçim. Öldü şindi kara bıyıkli. Bakarım hem itiyar karısına, hem de çocuklarına ! " Cevdet gözlerini önün e indirmişti. bir gaz lfımbası kadar ölüydü şu an. diye yaşattığı ne kadar çocukluk hepsi bir anda silinivermişti

Sönük Cevriye

resmi varsa

kafasından.

Bu

muydu o günlerin cıvıl cıvıl, cin Cevriye'si? «- Düşünme,• dedi. «Yok ölüme çare.

Gel­

mez gidenler geri. Seni bilmem, ben yaşıyorum şindi başkaları için. Kara bıyıkimm çocukları okur mektepçeğizlerinde. Bilmem ne oldu anne­ leri.. ülmüştür belkim şindiye. tnen ülür, kalan sağlar varsın yaşasın. . . Olmasınlar isterim be­ nim gibi arakçi, üç kaatçı hem da! " •-

N eden girdin içeri ? ,

Cevriye bir kahkaba attı:

503


A be rnekamın benim orası. Şindiye ka­ dar belkim girip çıktım yüz sefer! » « - İyi ama, neden?» •- Ohooo . . babacımcılik, arak, kalk gidelim. kapkaç . . . » Bir sigara izmariti çıkarıp koynundan yaktı . Cevdet kendi paketini uzattı. Elinin tersiyle itti: istemem, öksürtür! " Bir tek kibriti, kibrit kutu kapağından ko­ parılmış küçük bir parçada çakıp sigarasını yakti. Çayını sinirli sinirli lqarıştırdı bir süre. Sonra başını sertçe kaldırdı : Bana bak Cevdet, yok artık abi mabi, oldum senden ihtiyar. Bırak eşşekliği. Kadın ağlar gece gündüz senin için, sen suçlarsın oni. Abe yok mi sende hiç insanlık ? Kadın temiz­ lemiş namusuni senin, sen yaparsın katirlik! » Kara kuru elinin kirli tırnaklı parmakla­ rıyla alnına vurdu; «- Koca budalaa. . Naki kafa, naki mer­ meri» Sonra gene sertçe sordu : •- Abe niçin gitmezsin bunca zaman ha­ pisteki karina? » « - Valla bilmem ki . . » «- Bilmezsin ama kadın koğdi araba dolusi yiyecekle gelen barcıyi, hem de annesini senin yüzünden! » •-

•-

«-

·-

504


«- Senin yü zünden . Abe daha nestersin?

Valla bulamazsın bundan daha

namuslu kari.

N e sanarsın kendini be? Sever

n ereni senin?

Hem da deliler gibi! "

Sağ elinin kir içindeki şahadet parmağını tehdit edercesine salladı : «- Gitmezsen yoklamağa korkarım kaldırır

aklıni ! » Ve ekledi : «- Yarin görüşme günüdür, gidelim birlik-

te ! . Ertesi gün Cevri ye ' yle birlikte gittiler. Ka­ dınlar bölümünün görüşme yerinde

dünyalar

sanki Nuran'ın oldu. Ağlıyordu, hıçkıra hıçkı­ ra, çocuk gibi ağlıyordu. yaşları sevinçtendi :

Ama bu seferki göz

Kocası gelmişti,

kocası

gelmişti, kocası gelmişti heeeey ! Uzun uzun bakıştılar, tek laf edemediler. Cevriye'nin gözleri dolmuştu. «- H aaydi siz konuşun ,, dedi. «Ben dışar-

da bekleyeyim . . " Çıktı.

Yalnız kaldıkları zaman Cevdet: «- Nuran ! » dedi. Nuran sevinç göz yaşlan içi nde baktı : «- Canım?» «- Affet beni ! :.

505


Seni hiçbir zaman suçlamamıştım ki. . " Görüşme bittikten sonra Cevdet sevinçle dışarı çıktı. Cevriye'yi bulacak, teşekkür ede­ cekti. Fakat . . . Cevriye yoktu. Çekip gitmiş ola­ caktı. «-

S o n

506


SOKAKLARDAN BIR KIZ

Sokak l a rdan bir kız, yan i Nuran, çekmed i ğ i çile ka l m a m ı ı:ı bir i nsan . Yerden yere

ça l ı n m ı ı:ı .

iti l m i ı:ı . ka­

k ı l m ı ı:ı . hor gorü l m ü ı:ı .. böyle o l du­ ğu

halde,

kötü

o l mamağa

karar

ve r m i ş . O l m uyor d a . isteyerek ol­ muyor ama,

roma n ı n sürüp g itti ğ i

sayfa l a r boyunca görüyoruz- k i dü­ zensiz bir topl umda k i ş i n i n kaderi­ n i A l l a h değ i l , i ç i nde yaşan ı l a n top­ l u m ve onun değer ö l ç ü l e r i tay i n et­ m e kted i r .

SOKAKLARDAN BIR KIZ,

baş ka l d ı ran

MK

ay�ın er�nıen

d i renen,

I nsan ı n destan ı d ı r .

fiatı (1 5) lira


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.