01 Y A B A N İ Y E
K A R Ş I
HEMŞİNLİLER İNCELEME, ARAŞTIRMA VE KÜLTÜR DERGİSİ
2017
A B O N E @ dogakaraden I z . com 0 5 5 3 5 1 9 5 3 0 0
Kİ E D İZ N İ EL İF L A K İNİ S İ G DER LCA IP USU BIRAK Z İ A N R E A D N A E R K A K E A N İ Ğ S DO ERGİ E D N O AB Z İÇİN NI A OLM U SON IR! B IZD M I R A Y U HABERİLHAMKAYNAKLARIMIZDAN
project art creative mice
İÇİNDEKİLER 4 Hemşinliler Deklerasyonu / Hemşinli Dernekler 8 Hemşin Coğrafyası / Yusuf IŞIK 10 Kaçkarların Üç Yamacı / Yusuf IŞIK 16 Sevdalı Dağlar / Servet ÇOMOĞLU 20 İdris Yamantürk’ün Ağzından Hemşinliler / Metin GÜLTAN 22 Hemşinlilerin Başarı Öyküleri Numan Devrim / Metin GÜLTAN 24 Hemşinliler / Remzi Yılmaz 34 Nahiye Müdürleri İdaresinde Hemşin 1849-1915 / Mehmet Serdar BEKAR 52 Hemşin Ayan ve Nahiye Müdürleri / Mehmet Serdar BEKAR 54 19. Yüzyılda Hemşin Nüfusu ve Tehcirle Gönderilen Ermeniler / İshak Güven GÜVELİOĞLU 56 Türk Damgalarının Beşiği : HEMŞİN / Murat Ümit HİÇYILMAZ 72 Eski Hesap Yılbaşı: ÇEETNİG GECESİ / Şakir AKSU 76 Rusyadaki Hemşinliler / Yakup ŞEKER 80 ATLAS Dergisi Tekzip Yazısı / Hemşinliler Platformu 84 Ülkemizde Oynanan Oyunlar / Metin GÜLTAN 86 HADİG Gerçeği ve GOR / Yunus ALTUNKAYA 94 Müslümanlaştırılmış Ermeniler Konferansı üzerine / Hakan BEYAZ 98 Hrandt Dink Vakfı Görüşme Notları / Hakan BEYAZ 101 Diriliş Hemşin Şiiri / Arif TARAKÇI 102 Kitaplar
Yayın Kurulu
İmtiyaz Sahibi
Metin Gültan Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Yaşar Yurtseven
Ali Orhan Aydın Tatar Firdes Işık Hakan Beyaz Hasan Küçük Hızır Canbaz İshak Güven Güvelioğlu Mehmet Serdar Bekar Metin Topaloğlu Murat Ümit Hiçyılmaz Osman Coşkun
Prof. Dr. Ali İhsan Arol Raif Yılmaz Remzi Yılmaz Saim Yılmaz Şakir Aksu Şencan Kırçiçek Şerif Yılmaz Ünal Atakcan Yunus Altunkaya Dr. Yurdaer Kuyumcuoğlu Doç. Dr. Hasan Oktay Prof. Dr. Metin Özaslan Prof. Dr. Kemal Üçüncü
Yapım
ARAL.org Mustafa Kemal Mah. 2141 Cad. No:33/3 Çankaya-Ankara Tel: +90.312 219 5326 Fax: +90.312 219 5331 Tasarım
Mete Gültan
Yönetim Yeri
Ahmet Mithat Efendi Sk. 9/A Çankaya, ANKARA Tel : 312 440 4923 Basım Tarihi:18.03.2017 Yerel Süreli, 6 Aylık Yıl: 1 Sayı: 1
Basım Yeri TDV YAYIN MATBAACILIK TİCARET İŞLETMESİ Serhat Mahallesi 1256. Sokak No:11 Ostim / Ankara Tel: 0312 354 91 31
Dergimizde yayınlanan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir. Bu yazılardan dolayı Kalif Dergisi sorumluluk üstlenmez. Kaynak belirtmek koşulu ile alıntı yapılabilir.
YABANİYE KARŞI KALİF KALİF; Bizlerde tarlaların dibinde yabani hayvan girmesin diye gece nöbet tutulan tahta barakalara denir. Bölgede buna KOLİVA demektedir. Son zamanlarda dozajını gittikçe artıran ve hiçbir doğru temele oturmayan mesnetsiz, yanlı ve yalan iddialara karşı şimdi bizim de yabaniye karşı nöbet tutmamız gerektiğine inanıyoruz. KALİF ile bu mesnetsiz iddiaları ve yalanları deşifre etmeyi ve bunların gerçek yüzlerini ortaya çıkartmayı planlamaktayız. Aynı zamanda gerçek kültürümüzü yeni nesil gençlerimize aktarmaya gayret edeceğiz. İşte bu yüzden tüm Hemşinlileri hem gerçek kültürümüzü gençlere taşıyabilmemiz için, hem de yabaniye karşı eski kalifleri canlandırmaya yani, KALİF’e bekliyoruz. Saygılarımızla Hemşinliler Platformu
Bizlere ulaşabileceğiniz adreslerimiz www.hemsinlilerplatformu.com hemsinlilerplatformu@gmail.com Facebook @hemsinlilerplt Twitter @hemsinliler
3
D E K L A R A S Y O N
Hemşinlilerin Dikkatine H e m ş i n l i l e r
P l a t f o r m u
Bölgemizde Ermeni Misyonerliği ve
• Bölgemizde Ermenistan ve uzantısı kaynaklı misyonerlik ve algı propagandaları yapılmaktadır.
propagandası yapılmaktadır
Bölgemiz üzerinde bir müddettir çeşitli Sivil Toplum Kuruluşları ve gerçek kişilerin desteği ile Ermeni sempatizanlığı yaratılmak üzerine başlatılmış olan faaliyetler, son zamanlarda şiddetini artırarak yüzlerce yıllık geleneklerimizi, değerlerimizi, milli coğrafyamızı ve dinimizi tehdit eder hale gelmiştir.
• Bu konuda Karadeniz’in diğer kültürel gurupları gibi Hemşinliler de hedef gösterilmişlerdir. • Çalışmalar gençlerin araştırmalarında “Ermeni Hemşinliler” algısı ve sempatisi yaratılması doğrultusundadır. • Bu algı operasyonuna yöreden bazı sanatçılar ve kişiler bilinçli veya bilinçsiz destek vermektedirler.
Hemşin bir Coğrafyadır
Hemşin; Karadeniz’in zorlu coğrafik şartları içerisinde, yalçın dağların çevrelediği, yeşil vadiler içerisinde kurulmuş bir yerleşim yeridir. Yer olarak; Çamlıhemşin, Hemşin, Çayeli ve • Kendilerince internet üzerinde kaynak yaİkizdere ilçelerinin güney tarafında birleştikleri ratmak için sempozyumlar, söyleşiler ve kayıtnoktaya Baş Hemşin denilmektedir. Başhemlar yapmaktadırlar. şin ve buranın etrafını çevreleyen bölge yani • Her şeyi kayda alıp kendi propagandalarıHopa, Fındıklı, İspir, İkizdere dolayları Hemşin na uygun hale getirmektedirler. bölgesi olarak adlandırılmaktadır. • Konuşulan bir lehçeyi ErmeniceHemşin bölgesi ayrıca; Tarihi İpek nin eski bir lehçesi gibi gösterip Bütün bu Yolunun güzergâhı üzerinde bululehçenin içini Ermenice ile dolçalışmalar nan ve bu yolu takip ederek gedurmaktadırlar. len kavim ve boyların burada neticesinde konu: Bu ana başlıklar içerisinde yer ikamet eden kadim halklarla Ermenistanın, Türkiyeden alan ve aşağıda daha detaylı birlikte yaşadığı bir alandır. KoToprak Talepleri İçerisine şekilde verilmiş olan bilgiler nargöçer yaşamın bugün bile Karadenizi de Dâhil konusunda ilgili ve duyarlı devam ettiği bu coğrafya da tüm hemşerilerimizi/görevlilehalklar; kendi özgün kültürlerini Etmesine Kadar yaşamış ve yaşatmışlardır. Buri bilgilendirmeyi ve uyarmaGelmiştir. gün; bu halklardan ve kültürlerden yı aşağıda ismi geçen dernekler geriye kalan ise, bölgede etkin bir adına görev addetmekteyiz. • Bu propagandalar için özel ekipler gelmekte ve bölgede çalışma yapmaktadırlar.
4
D E K L A R A S Y O N
durumda olup diğer toplumlarla etkileşimini sınırlı tutan Müslüman Türkmen boyları ve kültürleridir.
konuştukları lehçe üzerinden büyük ivme kazanmıştır. Bu algi yaratma faaliyetlerine bazı yabancı vakıf, kurum ve devletlerin maddi destek verdikleri bilinmektedir.
Hemşinli kimdir?
Lehçe sorunu
Bu bağlamda Hemşin bir coğrafi yerin adı dolayısıyla da Hemşinli bu bölgede yaşayan insanlara verilen ortak isimdir. Hemşinliler; Anadolu mozaiği diye tarif edilen sözde bir bütünlüğün içerisindeki azınlık bir halk değil, aksine Türkiye Cumhuriyetinin kurucu kadrosu içerisinde yer almış, gurbetçilikleri ile kazandıkları deneyimleriyle her ilimize yayılmış bir toplumdur. Hemşinliler; bütün bu meziyetleri ile anılması gerekirken, son zamanlarda Ermenistan menşeli yoğun propagandalarının odak noktasında yer almaya başlamışlardır.
Hemşin coğrafyasında yaşayan tüm Hemşinlilerden sadece Hopa Hemşinlileri, Ural-Altay diline göre bir lehçe ile konuşmaktadırlar. Bu lehçe bazı yanlı kişilerce Ermenicenin eski bir lehçesi olarak ileri sürülmektedir. Hemşin’ce diye tanıtılan bu lehçe üzerinden Ermenistan ile bağlantılar kurulmakta ve ortak etkinlikler yapılmaktadır. Bazı şarkıcılar Hemşince söylüyoruz diye Ermeni festivallerine katılmakta, Gruplar Ermenistan da konserler vermekte ve Ermeni algısının gençler üzerinde yaratılmasına destek sağlamaktadırlar. Ayrıca dergi çıkartıyoruz adı altında Hemşinlilerin Türkçe olan tüm hikâyeleri ve geçmişleri bu lehçeye aktarılmakta ve Hemşin’ce öğretiyoruz adı altında Ermeniceden birçok kelime bu lehçeye sinsice monte edilmeye çalışılmakta ve gençlerin hafızalarında Hemşince budur diye Ermeniceyle doldurulmuş bir dil yaratılmaya çalışılmaktadır.
Bölgedeki Ermenilere ne oldu?
Bölgenin kadim halklarından olan İskitler, Kıpçaklar, Kumanlar, Hunlar, Çepniler, Peçenekler, Bulgarlar ve daha sonra yerleşen Türkmen boylarının dışında bölge halklarından biri de Ermenilerdir. Ermeniler ve Türkmen boyları bu bölgede aynı Anadolu coğrafyasında olduğu gibi yüzyıllarca beraber yaşamışlardır. Ermeniler uzun bir zaman dilimine yayılan göç hikâyeleri ile Hemşin coğrafyasını terk etmeye başlamışlardır. Bu süreç 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında Ruslar tarafında yer almalarıyla hız kazanmıştır. Ermeniler nüfusunun yoğun olduğu başta Erzurum, Ordu, Giresun, Samsun gibi büyük şehirlere ve Rusya’ya göç etmişlerdir. Bazılarının da Fransa ve Amerika’ya göç ettikleri incelenen yabancı arşiv ve gemi konşimentolarında ortaya çıkmıştır.
Hemşin Konferansları
Tüm bu propaganda çalışmalarının bilimsel altyapısını oluşturmak ve yanlı kaynak yaratmak amacıyla Ermenistan da görevli kişiler ve yöremizde ki bazı kimseler ortak hareket etmektedirler. Uluslararası fonlarca desteklenen hem Ermenistan hem de Türkiye de gerçekleştirilen ve belirli bir kesimin katıldığı çeşitli sempozyum ve konferanslar düzenlemektedirler. Bu etkinliklerde yer alan kişiler kendilerini ve mensubu oldukları Hemşin toplumunu, Ermeni diasporasının bir parçası olarak göstermektedirler. Etkinlikler sonunda hazırlanan bildiri, makale ve konuşma kayıtları derlenerek yanlı kaynak belge haline getirilmeye ve araştırma yapan kişilerin karşısına “Hemşinliler Ermenidir” algısı yaratılmaya çalışılmaktadır.
Günümüzde ise, Ermenistan ve dış kaynaklı bazı kişilerin o dönemlerde Ermenilerin yaşadığı yerler üzerinde çalışmalar yaptıklarını, Ermenilere ait izler arayıp kültürlerinin devam ettiğini ileri sürdüklerini, Hopa Hemşinlilerini konuştukları lehçe ile Ermeniceye bağlamaya çalıştıklarını, diğer bölgelerde yaşayanlara ise bu dilin unutturulduğu şeklinde ithamda bulunulduğunu ve bu yüzden buralarda hak sahibi olduklarını iddia ettiklerini görmekteyiz. Üstelik bu çalışmalara yöremizden bazı insanların da maddi çıkar karşılığında katkı sağladıklarını gözlemlemekteyiz. Film, müzik, festival gibi daha ziyade genç nesiller üzerinde Ermeni algısı ve sempatizanlığı oluşturacak şekilde başlatılan bu çalışmalar, Hopa Hemşinlilerinin
İnternet de Hemşinliler
Yaratılan bu planlı kaynaklar neticesinde Hemşinlileri merak eden kimselerin ve de KONUYA HAKİM OLMAYAN GENÇLERİMİZİN internet de yaptığı aramalarda karşılarına çıkan kaynakların büyük çoğunluğu Hemşinlileri; Hemşin Ermenisi ya da Müslüman Ermeni olarak göstermektedir. 5
Ermenistan Türkiyeden toprak talepleri içerisine Karadenizi de dâhil etmiştir İnternet sözlüğü olarak bilinen wikipedia’ya baktığınızda “Hemşinliler için; çıkış noktası Türkiye’nin Rize ve Artvin illeri olan, nüfusu yaklaşık iki yüz bin kişiden oluşan Ermeni kökenli halktır. Hemşinli tanımı Hemşin’de yaşayanları değil kendine ait ortak bir kültürü, dili olan topluluğu ifade etmektedir. ”denmektedir. Buna kaynak teşkil eden yazı ise maalesef dil bilmeyen bir kişinin kendiside alıntı olan yazısıdır. Kendi ellerinde kaynak olmadığı için internet de buldukları tüm eski aile fotoğraflarımızı ve kültürel öğelerimizi, “İşte Müslüman Ermeni Hemşinliler” adı altında birçok propaganda çalışmalarında dolgu malzemesi olarak kullanmaktadırlar.
Her şeyi Ermenilere dayatmaya çalışmaktalar
Yetkililerin ve Hemşinlilerin dikkatine Bu tür oyunların ve genel propagandanın farkında olmadan bir parçası haline gelmemek için ve yüzlerce yıllık kültürümüzü yozlaşmaktan ve yok olmaktan korumak için bilinçli olmak ve gerekli önlemleri almak zorundayız.
Ermenistan’dan bölgemize sürekli ziyaretçiler gelmektedirler. Bu ziyaretçilere, bölgemizce malum bazı kişiler mihmandarlık yapmaktadırlar. Bu mihmandarlar aracılığı ile bu kişiler bölgeyi gezmekte, halkla iletişim kurmakta ve bölge insanının evlerine kadar girebilmektedirler. Bu kişiler topladıkları tüm bilgilerin her detayını cımbız’la ayıklar gibi sorgulayarak ortak kültür tespit etmeye çalışmaktadırlar. Hemşinlilerle zoraki bir bağ kurma niteliğindeki gezi notlarını, “Müslüman Ermeniler ile beraber olduk!” şeklindeki başlıklarla yazılara dökmekte, çektikleri filmlerle sunumlar oluşturmakta ve bunları internete taşıyıp her şeyi Ermeniceye ve Ermeniliğe dayandırma gayretleri ile yoğun bir propaganda yapmaktadırlar. Müslüman Ermeniler ile beraber olduk! Şeklinde internette yayınlanan bu propaganda niteliğindeki yazı ve filmlerde, misafire karşı olabildiğince sevecen yaklaşan hemşerilerimiz, olabildiğince sempatik görünüşleri ile fotoğraf ve filmlerde yer almaktadırlar ve hiç bir şeyden haberleri olmadıkları bu durumda adeta dolgu malzemesi gibi propagandalara alet edilmektedirler. Kısaca her şeyimiz Ermeni propagandalarına alet edilmektedir. Durum Bu Kadar Vahimdir... Bütün Bu Çalışmalar Peşinden Bölücülüğü Getirmektedir. Bu çabaların neticesinde Ermenistan toprak talebine yakın bir geçmişte ilk defa Karadeniz Bölgesini de dâhil etmiştir.
Sözde Ermeni Soykırım iddialarının 100. yılı dolayısıyla Türkiye Cumhuriyetinin bütünlüğüne yönelik bu Etnik Bölücü faaliyetler üzerine daha fazla propaganda yapılacağı endişesi taşımaktayız. Etnik Bölücü Terörün Karadeniz’e taşınması amacı taşıyan bu propagandalar için sadece Hemşinliler olarak değil tüm Karadenizliler olarak uyanık olmalı ve bu işe araç olmamalıyız. Irkçılığın geçmişte dünyamızı savaşlara sürüklediğini unutmamalıyız. Kimsenin etnik aidiyetini sorgulamadığımız gibi, kimsenin etnik aidiyetini de değiştirmeye çalışmamalıyız. Dayatma kimlikleri reddederek; bildiğimiz, aidiyet duygusu taşıdığımız, mutlu olduğumuz Türkiye Cumhuriyetinin eşit ve saygın Türk vatandaşları olarak yaşamaya devam etmeliyiz. İlgili herkesi ve her kesimi Hemşinlilerin en doğal hakkı olan bu taleplerinin karşılanması için göreve davet ediyoruz. Öte yandan; yukarıda ayrıntıları ile açıkladığımız gelişmelerin, ulusal güvenliğimize tehdit teşkil edebileceği hususunu da ilgili ve yetkili kurumlarımızın dikkatlerine sunuyoruz.
6
D E K L A R A S Y O N
Deklarasyonu imzalayan Sivil Toplum Kuruluşları
Ankara Rize Dernekleri Federasyonu
Bursa Çayeli Kültür Yardımlaşma Dayanışma Derneği
Bursa Hopalılar Kültür ve Dayanışma Derneği
Çamlıhemşin Eğitim ve Kültür Derneği Çamlıhemşin
Çayeli Aşıklar köyü Derneği
Çayeli Başköy Derneği
Çayeli Kemer Köyü Derneği
Hemşin Başköy Derneği
Hemder Hemşinliler Eğitim ve Kültür Derneği
Kar-Der Karadenizliler Kültür ve Dayanışma Derneği
Rize Çayeli Yeşiltepe Köyü Güzelleştirme Derneği
Rize Merkez İlçe Derneği
Subaşı (Haçapit) Köyü Köyü Kültür ve Yardımlaşma Derneği Ankara
Çamlıhemşin Çamlıhemşin Eğitim ve Kültür Ayder Çevre ve Derneği Turizm Derneği Ankara
Çayeli Dernekleri Federasyonu
Çayeli Derneği
Hemşin Çamlıtepe Hilal Hemşin Sosyal Köyü ve Kantarlı Sorumluluk ve Gelişim Derneği Yardımlaşma Derneği
Pazarlılar Kültür ve Dayanışma Derneği
Hemşinliler Derneği Akçakoca
Rize Çayeli Karaağaç, Rize Çeşmeli, Yıldızeli Çayeli Senoz Köyleri Yardımlaşma ve Kültür Yöresi Derneği Derneği
Subaşı (Haçapit) Subaşı (Haçapit) Köyü güzelleştirme, Köyü Kültür ve Rizeliler Dayanışma Kültür ve Eğitim Kalkındırma ve Geliştirme Derneği Derneği Derneği Rize İstanbul
Antalya Düzce Hopa Hemşinliler Hemşinliler Platformu adına Platformu adına Ali ORHAN Nurettin TEKE
7
Hopa Hemşinliler Platformu adına Şencan KIRÇİÇEK
A N A L İ Z Yusuf IŞIK
Hemşin Coğrafyası
oğu Karadeniz Bölgesinde, Karadeniz sahiline pa D .....ralel olarak yaklaşık 20 km içerden başlayarak Kaçkar zirvelerine kadar olan bölge Hemşin diyarını oluşturur. Yani, Kaçkar aşıtlarından kuzeye, sahile 20 km kalana kadar giden bir kişi sadece Hemşin Köylerinin içinden geçer ve bu bölgeler genelde Hemşinlik olarak bilinir. Sahile giden diğer bölgede ise sadece Laz köyleri vardır ve bölge Lazlık olarak değerlendirilmiştir. Elbette ki istisnalar vardır. Örneğin; Lazlık bölgesi Dutğe ve İçğem vadileri Kaçkar zirvelerine kadar ulaşır, Arhavi de de durum aynıdır.
Harita Tüm Hemşin köylerini kapsamamaktadır.
8
A N A L İ Z
a) CİMİL HEMŞİN
Hemşin’in Kaçkar dağlarını aşan uzantıları Saleçur, Hoderçur, Hevek, Barhal gibi beldelerdir. Doğu Batı yönünde ise Hemşin bölgesinin en batısı Ancer olup Cimil, Senoz, Salvizan, Büyükdere, Hala, Yukarı Hemşin, Abo ve Hopa Hemşin yöreleri ile birlikte Gürcistan’ın Acara bölgesindeki 3 Hemşin Köyü, Hemşin bölgesini oluşturmaktadır. Gürcistan’ın Acara Bölgesindeki bu üç Hemşin Köyü, Hemşin coğrafyasının en doğu ucunu oluşturur. Bu ana saptamadan sonra, Hemşin coğrafyasını bölge bölge tanıtmaya çalışalım.
Hemşin diyarının en batı bölümünü oluşturur. En batısında Ancer (Balliköy) bulunur. Buranın Hemşin bölgesi olduğunu tulum ile çalınan Ancer havası bize ispatlamaktadır. Kaldı ki 19. yüzyılda Hemşin’in 3 derebeyinden biri olan Kumbasaroğlu Süleyman Ağa Cimil’de ikamet etmektedir.
b) SENOZ HEMŞİN
Bugün ki Çayeli ilçesinin dağlık kesimini oluşturur. Orta Çağdaki adı EXANOS tur. Tarihi süreçte Çayeli ilçesindeki bütün Hemşin köyleri Senoz Hemşinliliği kavramının içine girmektedir.
c) NAHİYE HEMŞİN
Bugün ki coğrafi Hemşin ilçesinin tümünü kapsamaktadır. Osmanlı döneminde Büyük Hemşin Kazasının merkeziydi. Bütün Hemşin coğrafyası buraya bağlıydı.
ACARA HEMŞİN
d) BÜYÜKDERE HEMŞİN
Bugün ki Çamlıhemşin İlçesi ile Zilkale arasındaki Köyleri kapsar.
e) YUKARI HEMŞİN
Zil kaleden, Kaçkar zirvelerine kadar olan köyleri kapsar. Buraları ayrıca YUKARIYER olarak ta söylenir.
f) HALA HEMŞİN
Çamlıhemşin İlçesinden başlayıp Kaçkar zirvelerine kadar ulaşan Hala deresi havzasını kapsar.
g) ABO HEMŞİN
Fındıklı İlçesindeki Çağlayan Vadisi ile çevresindeki köylerden oluşur.
g) HOPA HEMŞİN
Hopa ve Borçka’yı birleştiren Cankurtaran Bölgesi ile Kemalpaşa’daki Hemşin köylerinden oluşur.
h) ACARA HEMŞİN
Bugün Gürcistan’da kalan üç Hemşin köyünden oluşur. Bu ana yörelerden başka Kaçkar Dağları’nın güneyinde, Çoruh bakarlarındaki Barhal (Altıparmak), Hevek (Yaylalar), Hoderçur (Sırakonaklar)‘da Hemşin Coğrafyası’na dâhildirler. Ayrıca Fındıklı ilçesinde Pishala, Zurpiçi, Çukuliti gibi Hemşin Köyleri,Ardeşen ilçesinde Öce (Yeniyol), Salenköy (Armağan), Bakoz (Beyazkaya) gibi Hemşin Köyleri, Pazar ilçesinde Haçapit (Subaşı), Mermanat (Akbucak), Açaba (Bucak), Çingit (Uğrak), Meleskur (Ortayol) gibi Hemşin Köyleri mevcuttur. Sahile yakın olan Fındıklı, Ardeşen ve Pazar’daki bu Hemşin Köyleri zaman içerisinde Hemşin coğrafyasından göçen (kışlak olarak) insanlar tarafından kurulmuştur. Nereden göçtükleri bugün gittikleri yaylalardan net olarak anlaşılmaktadır. 9
A N A L İ Z Yusuf IŞIK
Kaçkarların Üç Yamacı
uzey Anadolu’nun en yüksek zirvesi Büyük Kaçkar Dağı 3937 metrelik rakımı ile Türkiye’mizin kuzeydeki en yüksek noktasıdır. Bu nokta aynı zamanda Rize, Erzurum ve Artvin il hudutlarının buluştuğu yerdir. Büyük zirvenin doğusunda ve batısında uzanarak devamlılık arz eden diğer zirveler çok az geçit veren bir yalçın kayalar duvarı olarak karşımıza çıkar. Mahallinde bu geçitlere AŞIT (aşmak fiilinden türemiştir) denir.
VEÇOY (şimdilerde AVUSOR) yaylası ve AYDER üzerinden Çamlıhemşin ve Rize yönüne açılım gösterir.
K
SELCOĞ; SELCOĞ (veya SELÇOK) aşıtının Çoruhla bakarı ZİNEMANT yaylası ve YAYLALAR(HEVEK) köyü üzerinden Yusufeli’ne açılım gösterir, kuzey yönü ise PAAKÇUR yaylası ve Ayder üzerinden Çamlıhemşin’e açılır. BULUT; BULUT aşıtı veya BULUTUN aşıtı mahallinde BABER veya ÇENGNOVİT aşıtı olarak da bilinir. Güney yönünde KORAMET yaylası üzerinden Hevek ve Yusufeli’ne, kuzey yönünde ise CEYMAKÇUR yaylası üzerinden Ayder ve Çamlıhemşin’e açılım gösterir.
Doğudan Batıya doğru Kaçkar aşıtlarının önemlilerini sıralarsak: HIZARKAPI, KIRMIZIGEDİK, SELCOĞ, BULUT, NELLETLAMA, DAVALI, HÜSAM ve OVİD geçitlerini sayabiliriz. Doğu-Batı yönünde Kaçkar sıradağlarının çok bilinen zirvelerini de MARSİS DAĞI, ALTIPARMAKLAR, KEMER KAÇKAR, BULUT DAĞI, BÜYÜK KAÇKAR, TATOS DAĞI, VERÇENİK DAĞI ve VERŞEMBEG grubu olarak sıralayabiliriz.
NELLETLAMA; NELLETLAMA aşıtı bu aşıtla-
rın en önemlilerinden biridir. Asıl adı BÜYÜK HEVEK aşıtıdır. Nelletlama, aşıtın ortasında her geçenin attığı bir taştan oluşan orta boy taşların oluşturduğu taş yığınının adıdır. Mahallinde TORBALIK aşıtı veya COVNOVİD aşıtı olarak da isimlendirilir. Mevcut koşullarda bile yük taşıyan hayvan (At, Katır, Merkeb) geçebilmesine izin verdiği için önem kazanmaktadır. Büyük Hevek aşıtının güney yönü DİBE yaylası üzerinden MERETET ve HEVEK bağlantılı olarak Yusufeli’ne açılır. Kuzey yönü ise CEYMAKÇUR yaylası üzerinden AYDER ve ÇAMLIHEMŞİN bağlantılı olarak Karadeniz’e doğru ulaşılmasını sağlar.
Saydığımız aşıtların nereyi nereye bağladığı elbette ki okuyucunun merakını muciptir. Bu noktada Hızarkapıdan başlamak gerekiyor.
HIZARKAPI; Hızarkapı aşıtının güneyi yani Çoruh bakarı yönü BARHAL yani Altıparmak köyüne doğru açılır ki Yusufeli ilçesi ve Artvin ili yönüdür. Aynı Aşıtın kuzey yönü yani Karadeniz bakarı tarafı ise Kaçkar yaylası veya Onbole yaylasına açılır ki buda TARDERESİ, HALADERESİ HAVZASI üzerinden Çamlıhemşin ilçesi ve Rize ili yönüdür.
DAVALI YAYLA aşıtı büyük Kaçkar zirvesi batı tarafında dört vadiye açılabilen bir konum gösterir. Bu dört vadinin ikisi Rize yönünde ,biri Erzurum yönünde ,biri de devamında Artvin yönünde ilerlemek sureti ile açılım gösterir.
KIRMIZI GEDİK; Kırmızı gedik aşıtının Çoruh bakarı Barhal üzerinden Yusufeli ve Artvin’e açılmaktadır. Aynı aşıtın kuzey yönü ise AĞ10
A N A L İ Z
DAVALI; Davalı yayla aşıtının güneydoğu
lerinin 1999 tarih ve iki bendenizin kırkbeş yıl önceki hatıralarımdan yola çıkarak böyle bir yazı yazmama vesile oldu. Sözün başında Kaçkarların gerçek zirvesinin neresi olduğunu tanımlamış olsak bile büyük zirvenin güney batı yönündeki YEDİGÖLLER’in Kaçkar güzelliğinin tamamlayıcı olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Yedigöller ismi ile birlikte biraz bu yedi kelimesinin üzerinde fikrimizi taksim edelim. Kadim çağlardan beri Kaçkar çevresinde yedi ile ilgili kavramlar çokça karşımıza çıkmaktadır. İlk çağlarda bu bölgede yaşayan halktan HEPTAKOMED’ler olarak bahsedilmektedir. Buradaki Hepta ibaresi eski Yunan’dan beri yedi manasına gelmektedir. Bunun gibi bugünkü İkizdere ilçesinin eski adı Kura-i Seba olup Osmanlıca’dır ve buradaki seba kelimesi de yedi anlamına gelmektedir. Başka bazı kaynaklarda da yoti-para veya yedi-pare şeklinde yedi kelimesini görmek mümkündür. KSENOPHON’un ONBİNLERİN DÖNÜŞÜ isimli eserinde bu Heptakomedlerin yol kenarlarına bıraktığı DELİBALI yiyen onbinler mensuplarının bal tutması sonucu baygın hale geldiklerini ve bundan istifade eden Heptakomed’lerin onbinler mensuplarını esir aldıklarını görmekteyiz. Heptakomed’ler aynı yöntemle Romalı komutan POMPEİUS’un ordularına da çok büyük kayıplar verdirmişlerdir.
uzantısı Karanlıkdere yanından DİLBER DÜZÜ (Eskiden Haistav Derebaşı) ve HAİSTAN yaylası bağlantılı olarak Hevek ve Yusufeli’ne açılır. Güneybatı yönü ise SIRAKONAKLAR üzerinden Çoruh havzasına ve Hunut-İspir yönüne açılır. Davalı yayla aşıtının kuzeydoğu yönü KAVRUN yaylası üzerinden Ayder ve Çamlıhemşin’e; kuzeybatı yönü ise HAÇIVANAK yaylası üzerinden ELEVİT ve Çamlıhemşin’e açılır. Kavrun da bu aşıta HODERÇUR AŞITI, Haçıvanak’ta ise Hoderçur Boğazı ismi verilir. Özellikle Davalı yayla aşıtının güneybatı-kuzeydoğu eksenli Sırakonak kavrun hattı yüklü hayvan geçebilmesi bakımından önem taşır.
HÜSAM; HÜSAM aşıtının güney yönü İspir’e VE Çoruh havzasına bağlanır. Kuzey yönü Kale-i Bala köyü üzerinden Çamlıhemşin’e ve Fırtana havzasına doğru açılır.
OVİD; OVİD aşıtı bu geçitler arasında araba ile
geçilebilen tek aşıttır. Bilindiği gibi Erzurum–Rize devlet karayolu Ovid’den geçmektedir. Ovid aşıtının güneyi İspir üzerinden Erzurum’a, kuzeyi de İkizdere üzerinden Rize’ye ulaşır. Söze zirveden başlamamızın nedeni Sayın Tahsin ARSLAN’ın “KAÇKARLARIN ZİRVESİ YA DA YEDİ GÖLLER” isimli manşet yazısı. Sayın ARSLAN, Aksu, Yedigöl, Çatalkaya, Yıldıztepe köy11
1406 yılında Semerkant’tan ülkesine dönmekte iken İSPİR’e uğrayan İspanyol diplomat RUİ GONZALES DE CLAVİJO, burada PİAHACABEA (bana göre PİR HASAN BEY)adını verdiği bir Müslüman beye konuk olur ve ağırlanır. Clavijo İspir’den, Cimil Hemşinliği’ne Kaçkarları aşarak (muhtelemen ovid geçitinden ) ulaşır. Hemşin’den dağdan dağa, batıya doğru yoluna devam eden Clavijo, Sürmene de sahile inip denize ulaşarak ülkesine döner.
boğaz yolu ile Nahiye Hemşin’ine ulaşır. Bugün Hemşin ilçesi olan Nahiye Hemşin’inden sahildeki Pazar ilçesine inen Karl Koch bu kez deniz yollu ile Lazistanı dolaşarak Batuma kadar bölgeyi gezer ve ülkesine dönünce, Rize seyahatnamesi isimli kitabını yazar. Hemşin-İspir-Hevek yani Kaçkar dağı çevresini yabancı gözü ile anlatan çok kıymetli bir çalışma ortaya çıkar. Bu coğrafya ve Tarih değinmelerinden sonra Kaçkar’ın bu üç yamacı arasındaki sosyo-kültürel ve ekonomik etkileşimlerden bahsetmemiz gerekiyor. Bunu ortaya koyarken 45 yıl öncesine dönmek, hatta 1948 yılına gerilemek zorundayız.
Hemşin-İspir–Yusufeli hattında bir diğer yabancı gezgin de Alman botanik profesörü Karl Koch’dur.1843 yılında Alman imparatoru FREDERİC WİLHELM IV hastalanır. Yapılan tıbbi konsültasyonda Rize dağlarından getirilecek çiçeklerden yapılacak ilaç ile Kayzer’in tedavi olabileceği sonucuna varılır. Botanik profesörü Karl Koch başkanlığında bir heyet Padişah Abdülmecit’in izni ile Türkiye’ye gelir.1843 yılının yedinci ayında Rize’den Cimil’e çıkıp Kumbasaroğlu Süleyman Ağa’nın (Dönemin üç Hemşin derebeyinden biri) misafiri olur. Cimil’den, Çoruh bakarlarına ve İspir’e geçerek Hoderçur’den, Hevek’e kadar bölgeyi dolaşır. Hevek’ten Nelletlema aşıtı üzerinden Ceymakçur ve Kavrun yaylalarına aşarak Haladeresi havzasına ulaşır. Ayder’den geçerek bugünkü Çamlıhemşin’in olduğu Vije köyünden Kanlı-
Bendeniz 1948 yılının iki Ekim’inde büyük Kaçkar zirvesinin yaklaşık 20 kilometre kuzeyindeki bugünkü adı Kaplıca olan Holca köyünde doğdum. Bugünkü Ayder turizm merkezi, o yıllarda bizim köyümüzün mezrası idi. Kaplıca köyü Ayder’den 8 kilometre daha kuzeyde olup, Karadeniz bakarında Kaçkar zirvesine en yakın olan temelli yerleşim birimidir. Başka bir deyişle Karadeniz sahilinden en uzak olan dağ köyüdür. O yıllarda çay tarımı henüz Hemşin’e girmediği için ana geçim kaynağı gurbetçilik yanında hayvancılık idi. Her yaz başında rahmetli ninem ben de dahil çoluk çocuğu alır hayvanlarımızla birlikte yaylaya çıkardık. Yay-
12
A N A L İ Z
lamız Ceymakçur, Kaçkar zirvelerinin kuzey eteklerini Haladeresi (Fırtına’nın üç kolundan bir)’nin başlangıç kaynaklarını oluşturmaktadır. Bendeniz o yıllarda ahırımızdaki 27 ineğe çobanlık ederdim. Kışın da yayla ve Ayder’den köyümüze dönülmüş olduğu için ilkokula devam ederdim. Ortaokul ve kısmen lise tahsilimde bu minval üzere seyretti. Lise sonlarında ve Tıp Fakültesi öğrencisi iken şiddetlenen yaban keçisi avcılığı merakım Kaçkar zirve ve aşıtlarını çok iyi tanımamı sağladı. Ama ilk yaylaya gittiğim, dört yaşımda; gördüğüm Kaçkarların heybeti, hiçbir zaman aklımdan çıkmadı. O yıllarda zihnimi bir şey daha meşgul etmişti. Acaba bu yalçın zirve ve sıradağların arkasında ne vardı. Altı yaş büyük ablam Firdevs’in göçlerde, suhralık tabir edilen imecelerde, Hodoç adı verilen Ayder’deki ot biçimi şenliklerinde yaşıtı kız arkadaşları ile birlikte söylediği bir türkü bu konuda elde ettiğim ilk ipucu idi. O türkünün sözleri şöyle idi:
lirlerdi. Dutçu ve üzümcülerin sayesinde Kaçkar’ın diğer yamaçlarında bu saydığım yerlerin de olduğunu öğrenmiş oldum. Bütün bunların yanında Hemşin diyarının, Kaçkar arkasında çok özel ve yakın ilişkisi olduğu yerleşim birimleri bugün adı YAYLALAR köyü olan Hevek ile bugün adı SIRAKONAKLAR olan Hoderçur olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Bu ilişkileri başka bir yazıya bırakarak biraz Kaçkar aşıtlarındaki rüzgâr ile bulutların yaptığı doğal dans ile güzelliklere değinmek yerinde olur. Kaçkarların birdenbire yükselen bir duvar gibi Karadeniz üzerinden gelen bulutları kesmesi ve mahallinde Duman denilen sis şeklindeki bulutların aşıtlarda yapmış olduğu türbülans nedeni ile Kaçkar duvarının kuzeyi ve güneyi tamamen farklı iklim ve bitki örtüsü ile karşımıza çıkar. Kaçkar aşıtlarından herhangi birine çıkıldığı zaman, güneyde yönde Çoruh bakarından günlük güneşlik bir hava ve en kabadayı çok yüksekten bulutlu açık bir hava olduğu halde, kuzey yönde Karadeniz bakarına doğru çok koyu bir sis daha doğrusu Kaçkar duvarına çarpmış bulutların oluşturduğu göz gözü görmez bir manzara ile karşılaşılır. Yılın çok büyük bölümünde manzara bu görünümünü korur. Bu sis DUMAN ismi ile pek çok Hemşin türküsüne de konu olmuştur. Duman Hemşin vadilerini bir deniz gibi doldurur ve gür Hemşin ormanlarının devamlı bakımını yapar. İlk çağın en çok bilinen tarihçisi HERODOT bu nedenle Hemşin’den bahsederken BULUTLARIN ÜLKESİ tanımını getirmektedir. Bu manzara aşıt yerine Kaçkar zirvelerinden gözlenir ise çok daha gizemli bir tablo olarak karşımıza çıkar. Çocukluk arkadaşım Diş hekimi Şakir Oktay SÖNMEZ bu güzelliği POKUTUN SIRTI isimli şiirinde şu şekilde ifade etmektedir;
“Bu dağın ardı Hunut/Unut onları unut Ben unutmam sevdiğim/Sen unutursan unut” Doğal olarak, kendiliğinden sorgulama yöntemi ile heybetli Kaçkarların arkasında HUNUT diye bir yer olduğunu öğrenmiş oluyordum. Bildiğiniz gibi HUNUT, bugünkü ÇAMLIKAYA ilçesi’nin eski adıdır. 1950’li yıllar ve daha öncesinde yaylalarımızdan ve diyar-ı Hemşin’den sahile araba yolu olmadığı için Hemşin yaylalarının meyve ihtiyacı yukarıda bahsettiğim aşıtlar vasıtası ile Çoruh havzasından katır yükü ile ulaştırılarak temin edilirdi. Biz Hemşinliler yaylalarımıza katır sırtında meyve getirerek dağ aşan ve ekmek parası kazanmaya çalışan bu cefakâr kişilere ÜZÜMCÜ veya DUTÇU diye hitap ederdik. Daha çok dut kurusu, beyaz üzüm, şeftali, incir, pekmez ve kavut getirir satarlardı. Kavrulmuş arpa unu olarak aklımda kalmış olan kavut bizim için çok değişik bir yiyecekti. Hemşin’de Mısır ekmeği yendiği için kavut mısır ununa göre çok başka bir damak tadı idi. Kavutu sıvı kaymağa katarak yediğimiz gibi HINCOŞ tabir edilen helva şeklindeki tatlısını da halen dahi unutamıyorum. Hemşin’e dutçu ve üzümcüler Kaçkar’ın Çoruh bakarlarındaki İÇAÇUR-PETEREK-SALEÇUR-HUNGEMEK-ALUZER-HODERÇUR gibi yerleşim birimlerinden ge-
“Dumanı göl olur tepeler ada Uzanıp üstünde kalsaydım ya da Acap böyle bir yer var mı dünyada Gözünü sevdiğim pokutun sırtı” Bu ani iklim değişikliği hayvancılık için önemli olan yaylalardaki ot natürünü de değiştirmektedir. Kuzey yamaçlardaki çok yeşil ve taze ot’a karşılık güney yamaçlarda mevcut yağlı ve hayvancılık için daha elverişli ot natürü bilinen bir gerçektir. Sırakonak ve Hevek yaylalarında 13
iş sahibi olmaya başladılar. Son otuz yıllar bu sektörde İspirliler Hemşinliler ile yarışabilecek duruma ulaştılar. Davalıyayla konusunda yaşanmış olan rekabet başka bir saha olan fırıncılık ve pastacılık sektöründe günümüzde kardeşçe devam etmektedir.
POŞHİ tabii edilen özel kaliteli ot natürünü burada hatırlamak gerekiyor. İşte bu noktada değerli büyüğümüz Nevzat KÖSOĞLU’nun İSPAV tarafından yayınlanan İSPİR dergisinin Mayıs-Haziran 1999 tarih ve 4 numaralı sayısındaki “YEŞİLYURT VE TOROSLARDAKİ ÇOCUKLAR” başlıklı yazısında değindikleri DAVALI YAYLA sorununun nedeni kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Daha açık söylemek gerekirse davanın konusu yaylalarının ot kalitesinin yüksek olmasıdır. Bu konudan söz açılmış iken Davalı yayla konusunda birkaç kelimede ben söylemek istiyorum. Sayın KÖSEOĞLU’NUN sözünü ettiği yaylanın eski adı ÇİNÇİVE olmayıp Çinçive köyünün yaylası anlamındadır. Çinçive köyü Çamlıhemşin ilçesi Büyükdere vadisinde bugünkü adı ŞENYUVA olan köyün eski adıdır. Sırakonaklılar ile Şenyuvalılar arasında devam eden yayla davası hukuki anlamda bitmese bile ülkemizde hayvancılık bitme noktasına geldiği için çözüm kendiliğinden geldi ve davanın takibinin anlamı kalmadı. Geçmişteki kıran kırana mücadelenin hatırası olarak DAVALIYAYLA ismi gelecek kuşaklara armağan olarak bırakılmış oldu. Hemşinliler ile İspirliler arasında böyle tatlı rekabetler günümüzde ülkemizin gıda üretim sektöründe de yaşanmaktadır. Türkiye’mizde fırıncılık ve pastacılık iş kollarında bu durum çok net olarak görülür. 1800’lü yılların başından itibaren başta Kırım, Moskova ve Çarlık Rusya’sının diğer şehirleri olmak üzere Avrasya coğrafyasında fırıncılık, pastacılık ve lokantacılık üzerine ticaret ve gurbetçilik yapan Hemşinliler ticari birikimlerini cami, köprü, konak ve evler yapmak sureti ile Hemşin’e taşıdılar. 1923’lerden itibaren Avrasya’da kazandıkları ticari deneyimi modern Türkiye’nin ekonomik gelişmesine ivme kazandıracak bir güç olarak kullandılar. Başka bir deyişle başlangıcında Cumhuriyet Türkiye’si iktisadi hayatının gelişebilmesinin önemli bir faktörü oldular. Büyük şehirlerdeki Hemşinli fırıncı ve pastacıların dikkati çekecek miktarda olmasının ana nedeni bu tarihi yaşanmışlığın günümüz Türkiye’sine yansımasından ibarettir. Zaman içerisinde İspirli, Tortumlu, Barhallı ve Hevekli sektör çalışanları Hemşinliler yanında yetişerek fırıncılık ve pastacılık alanında
Büyük Kaçkar zirvesinin güneydoğu açılımındaki Hevekliler biz Hemşinlilere Laz derler ve vadilerinde bizi gördükleri zaman “EVÜÜY LAZLEY GELİY” diye birbirine seslenirler. İşin garibi biz Hemşinliler de kuzey komşularımız olan Karadeniz sahilindeki Komohti Lazlara, laz ve yaşadıkları yerlere de LAZLIK deriz. Daha da garip olanı Türkiye genelinde tüm Karadenizlilere Laz olarak hitap edilmesidir. Tarihi süreçte ALAZONLULAR ismi ALAZLAR olarak, ALAZLAR’ın da baştaki A’sının kısaltılması ile Lazlar isminin ortaya çıktığı ve Çanar Türklerinin ikiz boyu oldukları Kırzioğlu hocamızın çalışmaları ile anlaşılmıştır. Kişisel bir gözlemimi bu bölümde belirtmek istiyorum. Bugünkü adı TOPLUCA olan Hemşinlilere en yakın Laz köyü, Çamlıhemşin’deki ÇANO’nun isminde Lazların ikiz boyu olan Çanarların hatırası ve izi yaşamaktadır. İzmir’de rahmetli dedem Yakup USTA (Hemşin de usta iş sahibi veya patron anlamına gelmektedir.)’nın fırınının üstündeki odada kalmak sureti ile İzmir Atatürk lisesinde okurken Egeli arkadaşlarım beni her gördüklerinde şu tekerlemeyi yaparlardı: “Hey laz oli laz oli /Cepleri kiraz doli” Ben onları tebessümle karşılardım ve bilirdim ki ben Laz değilim çünkü daha önce Ardeşen’de ortaokul okurken çok miktarda Laz arkadaşım olmuştu. Lazlar Rizeliye; Rizeli, Erzurumluya; Erzurumlu, Ofluya; Oflu dedikleri halde yakın komşuları olan biz Hemşinlilere SUMEHİ derler. Sumehi, Üçok manasına gelmektedir. Üçoklardan Oğuz Kağan’ın küçük oğullarının soyundan gelenler olduğunu tekrar etmeme bilmem gerek var mı? Oğuz Han’a ulaşmış iken Hemşin-İspir hattında bir seferberlik yaşanmışlığından bahsetmeden geçemeyeceğim. Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı başlarken Osmanlı Cihan Devleti genel seferberlik ilan etti ve toplu askere alma başlattı. İşte bu 1914 yılındaki 14
A N A L İ Z
turizminin hizmetine sunmak gerekiyor. Bunun olabilmesi için Kaçkar zirvesinden Çamlıhemşin, İspir ve Yusufeli yönüne açılan tüm vadilerin uygun yerlerinde birbiri ile irtibatlı olarak çalışacak kombine konaklama tesisleri oluşturmak gerekiyor. Kaynak; Av, Rafting ve Sağlık turizmini de içine alacak proje ve yapılanmaların Kaçkarları evrensel anlamda turizm pazarına taşıması mümkündür. Böyle bir girişim aynı zamanda İsviçre’deki DAVOS Turizm ve Kış Sporları merkezi gibi bir oluşumun ülkemizde gerçekleştirilmesi demektir. Ortadoğu, Kafkasya hatta Avrasya’dan gelenler daha ucuza değişik alternatif anlamında dinlenme imkânı Kaçkar turizm diyarında bulacaklardır. Hayal etmesi bile ne kadar güzel değil mi?
genel seferberlik için bizim yaylamız olan CEYMAKÇUR yaylasından asker adaylarının uğurlanması çok anlamlı ve bir o kadar görkemli olmuştur. Yayladaki hanelere TÜTÜN tabir edilir. Tütün ocak manasındadır. 63 tütün Ceymakçur yaylası hala Hemşinlilerin yaylası olup Holco-Tobira köylerine aittir. Bugünkü Kaplıca ve Aşağı Şimşirlik köyleri Holco-Tobira’yı oluşturur. İşte bu 63 hanedan 17 delikanlı celp üzerine seferberliğe katılmak için yaylamızın ortasındaki Horan düzünde (APELLERİN DÜZ) hareketten önce Horan oynamışlar ve şu anlamlı türküyü söylemişlerdir: “Şimdi bizim yaylada /Yağar bir ince çize Sevinin ihtiyarlar /Gelinler kaldı size” 17 asker adayı horan biter bitmez Ceymakçur’un yukarki yaylasından HAMOVİD-PORNAĞ-SEĞNAP yolu ile batı vadideki büyük yaylamız KAVRUN’a geçmişler orada kavrun uşağı kavrun uşağı ve diğer yaylalardan (PAAKÇUR-SAMİSTAL-PALİOVİT-AMLAKİT) gelen asker adayları ile buluşup Kavrun’dan Derebaşı-Atmeyalam-Davalıyayla-Hunut-İspir üzerinden SARIKAMIŞ cephesine gitmişlerdir. Bu 17 genç bedenin 15’i cephede şehit olmuşlar, sadece Şakir POLAT ve Hüseyin POLAT kardeşler harpten geri dönebilmişlerdir. Anadolu’muza Ay-Yıldızlı mühürü vurmuş olan nice şehitlerimizle birlikte bu aziz şehitlerimizi de yüce mevladan gani gani rahmet diliyorum.
Kaçkar’ın üç yamacının kartalı andıran bakışları ile enginleri gözleyerek kontrol eden yiğit insanlarına esinlikler dilerim.
Şimdi tekrar sözün başına ve yedi göller konusuna dönelim. Bu güzelliği gözler önüne serdiği için Sayın ARSLAN’a teşekkür ettikten sonra bir noktayı mutlaka söylememiz gerekiyor. Kaçkar zirvelerinin arasına serpilmiş olan göller yediden çok fazladır. Belki 57, belki 107, belki de 507 gölün mevcut olduğunu söyleyebilirim. Bu göller zirvelerin hem kuzey hem de güney yanında konuşlanıp kuzeydekiler direkt Karadeniz’e akan ırmakların, güneydekiler ise Çoruh’un kuzeyden aldığı yan kollarının birincil kaynaklarını oluştururlar. Benim bizzat gördüm Kaçkar göllerinden Ceymakçur yaylasında 8, Kavrun yaylasında 11, Paakçur yaylasında 3 ve Hevek’in Koramet, Dibe, Haistav yaylalarında 6 adet mevcuttur. Bu güzellikleri diğerleri ile birleştirerek Kaçkar kompleksini Dünya
Dr. Yusuf Işık’ı rahmetle anıyoruz 15
16
Ş İ İ R
Sevdalı Dağlar Lamgo’dan Melezkür’den Çingit’ten çıktım yola
Nereye gideceksin birşey gelirmi elden
Ovaklı’ da dinlendum bir süre verdim mola
Güçlükle izin aldım muhtar Koca Temel’den
Oturup Tomaslı’dan seyrettim Pogina’yı
Gül yüzlü bir ninenin ayran içip tasından
Nerdesin Cevat Kanber; nerdesin Şükrü Dayı...
Çıktım Bulutdağı’na Abuçor yaylasından
Doğu Karadeniz’de güzel bir gündü yazdan
Önce dillere destan Hemşin’in muhlaması
Güneşli bir havad geçtim Kanlıboğaz’dan
Taze tereyağında alabalık tavası
Neden Kanlıboğaz’dı bu güzel yerin adı
Tulumcubaşı fazla direnmedi nazında,
İbran Osman’dan başka bir anlatan olmadı
Gençler elele verdi yaylanın ayazında
Yokuş artık bitmişti düzlüğe vardı yolum
Kollar inip kalkıyor bacaklar kıvranıyor
Mor ormangülleriyle döşeli sağım solum
Tabanca sesleriyle bütün vadi yanıyor
Çok sürmedi baktım ki Yukarivice’deyim
Ben tırmandım yokuşu henüz gün ağarmadan
Altımda Çamlıhemşin, bense bir yücedeyim
Palavid’e gelmiştim onikiye varmadan
Bir dağun doruğunda asılı Mikronkavak
Oturup Kertelik’in bir ayranını içtim
Aşağıda Fırtına akıyor çağlayarak
Sonra dere boyundan Hapıvanak’a geçtim
Köyler dik yamaçlarda serpilmiş nokta nokta
Tirevit’ten görüldü Elevit’in çamları
Çinçiva, Mollaveyis, Mecmun, Meydan, Amokta
İstiyorum bitmesin bu yayla akşamları
Yaratan yaratılan kucak kucak içiçe
Başlamıştı burada vartivar şenlikleri
Bakmakla doyamadı gözlerim Makroviç’e
Kızlar delikanlılar bir ileri bir geri
Sağ kıyıda Kuşuva, karşı tepede Habak
Renk renk giysilerin hepsi ayrı biçimde
Ey Hemşin, tümün ile süzül de gönlüme ak
Horon oynuyolardı sevi çoşku içinde
Yüreği coşkusundan duramıyor yerinde
Bir tarafta kadehler bir tarafta oyunlar
Uçuyormuş gibiyim Pokut’un üzerinde
Ve ocakta nar gibi çevirilen koyunlar
Bir gereksinmek yoktu petrol denen yakıta
Çekinenleri yoktu ne paradan ne puldan
Geçtim kanat vurarak Sal ile Amlakıt’a
Koşup geliyorlardı İzmir’den İstanbul’dan
Yamaçlardan sürüler çevirmişti önümü
Hemşin’in övgüsü bu Hemşin’in belleği bu
Ben Güneyden Kuzeye aktarmıştım yönümü
Hemşinli’nin yılda bir en büyük şenliği bu
Aşağı Şimşirlik’ten vurdum Tarderesi’ne
Mustafa şiş tulumu kollar yay bacaklar yay
Gidiyorum Ayder’den Kaçkarlar yöresine
Dik oyna Burhan Coşkun , bozma horonu Günday 17
Ben çantamı sırtladım yolcu yolunda gerek Ayrıldım Elevit’ ten içim istemeyerek Kazım İncearab’ ı gönülden anaraktan Bir tutam çiçek derip geçtim Haçıvanak’ tan
Alıp nasibimizi yaz günü taze duttan Sıcak bir öğle vakti geçiverdim Hunut’tan Sonunda bu günleri biz bekleye bekleye Başyayla’nın üstünden dolaştım Çiçekli’ye
Gün boyunca yürüyüp koca bir dağı aştım Henüz akşam olmadan Davalı’ ya ulaştım Bitmemişti davası dağ kimin yayla kimin Bekliyordu sorular dosyasında hakimin
Göğsümü yaslayarak yaylanın karlarına Çevirdik yolumuzu Tatos’un dağlarına Gölde aşık Kerem’in dinledim de sazını Sisler içinde aştım Ortaköy boğazını
Her yer su her yer çiçek bu yayla başka yayla İnsanoğlu, burada gelmez mi aşka yayla Gözüm uyku tutmadı gece olmuştu yarı Ninni söylüyorlardı şimdi dağ tavukları
Sürüler yamaçlarda nerdesin Bozo İsmet, İneceğiz Pag’lara eğer olursa kısmet Gönlüm yanıt verirken kuzuların sesine Bir selam verip geçtim Verçenik tepesine
Tarih gömülmüş gibi kocaman bir çukura Baktım gözlerim nemli oradan Hodoçur’a Görkemli taş konaklar kocaman taş direkler Bunca yıllardan beri bir onarıcı bekler
O gebe Bozoğlu’nun pagında konakladım Özlemini çektiğim dağlarımı kokladım Bu tertemiz havayı süzüp ciğerlerimden Cimil’e gidiyordum Çermeşk’in üzerinden
Ellerim şakağımda düşündüm derin derin Bu topraklar uğrunda can veren şehitlerin Yüreğim burkularak kapıldım da yasına Saygı ile eğildim aziz hatırasına
Patika yolu ama bu yol bambaşka bir yol İleride görüldü Karagöl Aşağıgöl Karadeniz türküsü gölde alabalıklar Yeniden tazelendi içimde sevdalıklar
Çekilen dut rakısı buğu buğu küllüğü Tüm anılarımızın geçmişe gömüldüğü Acısı tatlısıyla geçen bütün anların Sade bir ismi kaldı Çalmaşur Kenanlar’ın
Düzleri tepeleri böylece aşa aşa Tahpur’un üzerinden çıkıverdim Baldaş’a Kalmadı yüreğimde ne keder ne de bir gam Senoz’un üzerinde göründü Magribodam
Sularla çevirilmiş yörenin dört bucağı Mührünü vurmuş gibi altında Cicebağı Maşatlığı yıkılmış koca kilisesiyle Bir şeyler anlatıyor tarihin gür sesiyle
Sisler içinde idi Cimil’e vardığımda Parça parça olmuştu çarığım ayağımda Cimil üç pare köydü ben Başköy’e inmiştim Bu ilk kez gelişimdi oldukça sevinmiştim
Burada dil suskundur doğa seslenir ruha Hem dinledim hem gittim iniverdim Çoruh’a Çoruh kışın durudur yazın bulanık akar Bu boşa akan suya insan hayretle bakar
Yatacak yer aradım kimliğimi sordular Burada konukevi var ama diyordular, Orada vali, vekil gibiler kalıyordu Dediler bu fukara ecep ne arıyordu
Alıp götürür seller bahçemiz bağımızı Taşır Karadenize bunca toprağımızı Bu şahlanan sulara bir dizgin vur diyen yok Düşmana dur dedikte Çoruh’a dur diyen yok...
Ne vali ne vekildim sadece biriydim halktan Öyleyse nasibin yok dediler bu konaktan Kahvede muhtarla halk bir fiskos çevirdiler Bu akşam kal diyerek camiyi gösterdiler 18
Ş İ İ R
Dizimi ayağımı taşlara vura vura, Camide kalmaktansa yol aldım Salaçur’a Sisler çekiliverdi ben yola koyulunca Bu ayrıcalıkları düşündüm yol boyunca
Ne koyun meselesi ne kuzu meselesi Tur-i Sina’ya çıkar duya bilen bu sesi Bunun yüceliğini ne sen ne de ben bilir Yuvasından ayrılıp yollara düşen bilir
Dökülmüştü önüne saçlarının akları Sonradan işittimki yanmıştı konakları. Salaçur üç mahalle Kahmut, Kalnus, Kalgunsu İspirin kaderi bu çırılçıplak örtüsü
Bie an sarsılıverdim içim karmakarışık Acaba ben mi idim demin gördüğüm aşık O gece bir kayanın koltuğunda uyudum Doğayı içerime sindirdim yudum yudum
Yanmış kavrulmuş vadi güneşinden selinden Başta Devlet babamız bir tutan yok elinden Sıcak bir el beklerken Devlet denen babadan Görmedi başkasını tahsildar jandarmadan
Pag’larda ve Kop’larda günlerce yata yata Varoş’un üzerinden sonunda indim Çat’a Ben ne Kara Reşid’im ne de Kahya Salih’im Yanılız onlar kadar bu yere sevdalıyım
Kimi vergiye gelir kimi asker almaya Bu kavurulmuş yüzler küsmüşler yaşamağa daha tıkamak için doymayan boğazını Hacı denen bir kişi kesmiş dereağzını
İki dere çatışır adlandırır bu yeri Biri Hemşin’den gelir Elevit’ten diğeri Burada bir bina var ne Hilton’dur ne Divan Dağların arasında görkemsiz garip bir han
Halk bahçede topluyor kurutacak dutunu Bu dutlara bağlamış tüm yaşam umudunu Sorunları bırakıp gelecek kuşaklara Çırnaçur’dan yukarı gene vurdum dağlara
Dışarda sıra sıra bağlı katırlar atlar İçerde konuk sever güler yüzlü Mafratlar Buranın yazı kadar kışında sefası var Tutuşan bir sobası, bir de Mustafa’sı var
Güzin dağlar başkadır insana huzur verir Ruh kanatlanır uçar kişide madde erir Keklikler sürü sürü yamaçlarda dolaşır Yaban keçileriyle tekeler sevdalaşır
Çomoğlu gene Çat’ta nerdesin Rıza dayı Sen Vanksi’de sefa sür tarlayı yedi ayı Çektin yaşam boyunca acısını cefanın Ne faydasını gördün Nihat’ın, Mustafa’nın
Mezralarda kurumuş otlar da yaşam kokar Terk edilmiş yaylada keder kokar gam kokar Tutuşur boz kayalar günün son ışığıyla Hayal bir çoban kızı buluşur aşığıyla
Yazıldın gönüllere sevginle hatıranla Büstünü dikeceğiz koprinle katırınla Karşıda Kito, Karap göz ucuyla dolaştım Ve bu anda sevdalı dağlarlarla vedalaştım
Kız uzat elini der uzatır yaklaşamaz Kız gel koklaşalım der yaklaşır koklaşamaz Duyulur gibi olur ta ötelerden bir ses Kesilir aşık için o anda soluk nefes
Ey HEMŞİNLİ, gelecek çağların çocukları Merhabalar SEVDALI DAĞLARIN ÇOCUKLARI Uzakta kalsak bile bir iki kelam size Elevit’ten, Kale’den, Ayder’den selam size...
Yayınlanmasını sağlayan Hemşin Eğitim ve Kültür Derneği’ne teşekkür ederiz.
19
METİN GÜLTAN
A N A L İ Z
İDRİS YAMANTÜRK’ÜN AĞZINDAN HEMŞİNLİLER
İ
dris Yamantürk hem benim akrabamdır, hem de sohbet etmekten ve fikirlerinden yararlanmaktan keyif aldığım bir büyüğümdür.
babamın 1860 doğumlu olduğu düşünülürse edindiğim sözlü bilgilerin 150 senelik bir geçmişi olduğunun da hesaba katılması gerekmektedir.
İdris Yamantürk üzerine yazılmış olan ve hayat hikayesini anlatan kitabı gördüğüm zaman hakikaten çok sevinmiştim. Tabi iş hayatı herkesi ilgilendiren bir konudur fakat onun özellikle köy hayatı hep ilgimi çekmiştir.
Vesikaların tercümelerinden anlaşıldığı gibi ailemiz 1700 ve 1719 yıllarından önce, Çamlıhemşin’in ORTAN köyüne yerleşmişlerdir. Yine bana ulaşan şifahi bilgilere göre GÜLABOĞLU ailesi, önce Konaklar Mahallesine (Eski adıyla MAKRAVİS Köyüne) yerleşmiş, orada bir müddet yaşadıktan sonra, ailenin bir kısmı ORTAN’a göç etmiştir.
İdris Yamantürk’ün aynı zamanda http://yamanturk.org/ adresinde de yazmış olduğu Hemşinliler ve bizim aile ile ilgili bazı bilgileri sizlerle paylaşmak isterim.
Bu bilgilerin ışığı altında GÜLABOĞLU ailesinin, Miladi 1500-1600 yıllarında Çamlıhemşin’in Konaklar (Makravis) köyüne yerleşmiş/ yerleştirilmiş olduğunu kabul etmemiz hatalı olmaz.
HEMŞİN VE HEMŞİNLİLER HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ
Ailemizin geçmişine ait vesikaları sizlere sunarken, Hemşin ve Çamlıhemşin’de yaşayan halkın kullandığı dille ilgili bazı ipuçlarını da sunuyorum. Maksadım, Rahmetli Op. Dr. CAVİT GÜLAY’ın bana emanet edilmek üzere eşi SABAHAT GÜLAY’a verdiği ve bana ulaşan bazı vesikaları, ailemiz mensuplarının bilgilerine sunmak ve dolayısıyla ölümsüzleştirmektir. Bu vesileyle, benim bildiklerimi size naklederek, ailemizin de Hemşin ve Çamlıhemşin yöresinde yaşayan halkın geçmişine ait bilgileri bugüne taşımak istiyorum. Benim 1926,
Yakın zamanlara kadar Ortan Mahallesi’nin 10 hanesi Yol Kıyı Köyü (Küşüva) Muhtarlığına, 6 haneden oluşan Gülaboğlu ailesi ise Makravis Köyü Muhtarlığına bağlı idi. Ortan, bugün için ayrı bir muhtarlıktır. ORTAN HALKI, Konaklar köyünden gelen GÜLABOĞLU ailesi ile Yolkıyı (Küşüve) Köyünden ve diğer köylerden gelenlerden oluşmaktadır. GÜLABOĞLU ailesi ORTAN’da 6, Konaklar Köyünde (Mahallesinde) ise 5 hane olmak üzere 20
A N A L İ Z
adları değişmeyen ve Türkçe olan köy veya mahalle adları da vardır; KAVAK, SIRT, HALA Köyleri, MOLLAVEİS, ÇAT, KALE, MEYDAN, BAŞHEMŞİN gibi. Bu vesile ile Divânü Lugat’it Türk’de varolan ve bizim köylerde halen kullanılan bazı kelimeleri, kullanılış şekilleri ile kaydediyorum. 1000 sene öncesinin Türkçesi ile konuşanların geldiği Origin bellidir. Ayrıca Hemşin yöresinde halkın kullandığı kelimelerin tamamı Türkçe’dir, telaffuzlarda 1000 yıl öncesinin Türkçesine uygundur. İsteyenler Divânü Lugat’it Türk’e bakabilir ve benim listemi 3-4 katına çıkarabilirler.
11 evlik bir akraba topluluğu olarak varlığını sürdürmektedir. Bu aileden ORTAN’dakiler Alfabetik sıra ile; CEVAHİRLER, EMİNLER, MOLLALAR ve YUNUSLAR; KONAKLAR’dakiler ise, HEMİDLER, KOÇİLER, MOLLA BEHLULLER, SELİMLER VE SEYİDLER lakaplarıyla anılmaktadırlar. Çocukluğumda yaşlılardan dinlemiştim. Gülaboğlu ailesi, Güney’den gelerek, Konaklar köyünün Çelina yöresine (Konaklar Köyünün bir mahallesi) yerleşmiş/yerleştirilmişler. Burada bir müddet kalan ailenin bir kısmı ayrılarak ORTAN’a göç etmişler. Eldeki vesikanın tarihi, ORTAN’a geçen kol ile ilgilidir ve MİLADİ 1705-1711’leri göstermektedir. Ailemizin en az, 100 ila 150 yıl kadar Konaklar (Makravis) köyünde kaldıktan sonra, ailenin bir kısmının ORTAN’a göç ettiği duyduğum hususlardır.
Söz konusu kelimelerin ve söyleniş halinin en az 400-500 seneden beri Hemşin’de yaşatılmakta oluşu, geniş bir halk kitlesinin HEMŞİN yöresine yerleşmiş olduğu anlamını taşımaktadır. Az sayıda ailenin Hemşin’e gelmiş olması halinde, bin sene öncesinin dilini konuşmaları mümkün olamazdı.
Yeni Soyadı Kanunu çıktıktan sonra ailede çok değişik soyadlar alınmış olup, bunlar alfabetik sıra ile ATAKCAN, GÜLABOĞLU, GÜLAY, GÜLLAP, GÜLLAPOĞLU, GÜLTAN, ORTAN VE YAMANTÜRK’dür.
Benim çok kısa araştırmalarıma yeni ve ilmi ilavelerin yapılması, uzmanlara düşen bir görevdir.
Bana emanet edilen vesikaları ve tercümelerini bu yazının ekinde yayınlıyorum.
Maksadım ırkçılık yapmak değildir. Hemşinlerin Ermeni olmadığını söylemek istiyorum.
Bu vesile ile, Vesikaların Osmanlıca’dan tercüme ettirilmesinde çok zorlandığımı belirtmek istiyorum. 4 ayrı kişiden yardım aldım, ancak bir tanesinden kısmen işe yarar tercümeler elde edebildim.
Kopyasını ve tercümesini bu notların ekine aldığım vesikaların asıllarının, GÜRİŞ HOLDİNG A.Ş.’nin Kıymetli Evrak Kasası’nda olduğunun bilinmesini rica ediyorum.
Hemşin’in 1500-1600’lü yıllarda geniş bir Türk göçü aldığı hususundaki inancımı vurgulamak istiyorum. Sadece bir ailenin Hemşin’e iskan edilmesi akıl ve mantığa sığmadığı Ortan Köyü gibi, TUMAN, AHMETOĞLU, DEMİRCİ, OKUMUŞ gibi geniş aile isimlerinin varlığı da bu inancımı doğrulamaktadır. ÇEPNİ (ÇEBİ)’lerin varlığı da ayrı bir husustur. Bir noktada, Hemşin’deki kadın kıyafetlerinin, Çepni kadın kıyafetlerinin aynısı olduğunu ifade etmeliyim. Hemşin’deki köy adları yakın zamanda değiştirildi. Fırtına vadisinde bulunup da 21
Ailemizin bütün fertlerine sağlıklı uzun ömürler ve başarılar dilerken, ecdadımızı rahmetle anıyorum.
A N A L İ Z
HEMŞİNLİLERİN BAŞARI ÖYKÜLERİ NUMAN DEVRİM
METİN GÜLTAN
B
izim Hemşinli arkadaşlarımızın başarı öykülerini dinlemek ve okuyucu ile paylaşmak arzusu, benim uzun zamandır yapmayı düşündüğüm bir projeydi. Nihayet bu kişiler ile hem de tüm Hemşinlilerin buluştuğu bir ortamda bu arzumu yerine getirmekten dolayı çok memnunum.
On bir yaşında iken maalesef babasını kaybeden Numan Devrim’in omuzlarına, ailenin yükü bütün ağırlığı ile binmiş ve babasından kalma bakkal dükkanında ilk kez ticaretle tanışmış.
İSTANBUL’A GİDİŞ…
İçinde var olan yeni yerler keşfetme arzuna daha fazla hakim olamayan Numan Devrim, 1983 yılının Eylül ayında İstanbul’a gitmeye karar verir ve abisi Vehbi ile amca oğlu Osman Devrimin yanına gider ve macera dolu bir hayatın da ilk adımlarını atılmış olur.
Sizlere takdim edeceğim ilk kişi İngiltere de hizmet sektöründe yer alan Numan DEVRİM kardeşimiz.
İŞTE NUMAN DEVRİM KARDEŞİMİZ
Hemşin İlçemizin, Akyamaç (Tecina) köyünde, Ahşap ve Karataş’tan yapılmış güzel bir konakta, 1970 yılında, yedi kardeşin en küçüğü olarak dünyaya gelmiş Numan Devrim.
İstanbul’a geldiği ilk yıllarda kuaför, pastane, mağaza gibi çeşitli yerlerde çalışan Numan Devrim, son olarak Elmadağ caddesinde yer alan Konak Otel’de çalışmaya başlar. Halen isimlerini büyük bir sevgi ve saygıyla andığı Halil İbrahim Orta, Savaş Gürsel ve Turan Gürsel’den birçok şey öğrenir. Tam iki sene boyunca çalışmaya devam ettiği Konak Otelinde, İngilizcenin yanı sıra Fransızca eğitimlerine de başlar. On yedi yaşında iken yurt dışına gitmeye karar verir ve hemşerisi Halil İbrahim Orta’nın yol göstermesi ve önerileri ile rotasını İngiltere’ye doğru çevirir.
LONDRA’DAKİ İLK ÇALIŞMALAR..
İlk olarak Cambridge’de İngilizce eğitimine devam eder ve sonra Londra’ya, Hemşin Zuğa Köyünden hemşerisi Ömer Çolak ve Suat Kutlu’nun yanına gider. Türkiye’de bir çok yerde çalıştığı için edindiği tecrübe ve çalışkan kişiliği ile dikkat çeken Numan Devrim bir çok yerde çalışma imkanı bulur. Bunlardan ilki Victoria’da bir pizzacıdır. 22
A N A L İ Z
Daha sonra çalıştığı Fransız, İtalyan ve Türk restoranlarının yanı sıra Waldorf Otellleri’nde geçirdiği günlerde tecrübesine tecrübe katar. Birden fazla iş yerinde çalışmasını güzel bir tecrübeye dönüştürebilen Numan Devrim, “Çalıştığım yerleri hep kendi işim gibi görmekte ve edindiğim tecrübeleri, bir gün kendi işletmemi açarsam ihtiyacım olur diye kazanmaya gayret etmekteydim” diye tanımlamaktadır. “İhtiyacım olan deneyimin yanı sıra bir işletmenin ayakta kalabilmesi ve ilerleyebilmesi için gerekli olan altın kuralları da bir şekilde gözlemleyerek yaşıyor ve öğreniyordum!” diye çalışma hayatını özetlemektedir. Hayatımın ikinci dönüm noktası diyerek eşi Tijen Hanım’la tanışma süreçlerini de anlatan Numan Devrim, eşi ile Londra’daki üçüncü yılında tanıştığını ve 8 ay sonra evlendiklerini anlatmaktadır. Ruh eşi olduğuna inandığı eşi için; “Dünya görüşümde ve hayata bakış açımda eşimin yeri büyüktür. Birlikte keşfettik, birlikte büyüdük, birlikte yaşlanacağız!” diyerek eşine olan sevgisini ve uyumlarını dile getirmektedir.
LONDRA’DAKİ DÜKKANLARI..
Londra’da geçirdiği dokuz yılın ardından, ortaklı olarak Güney Londra’da ilk restoranını açan Numan Devrim, çok geçmeden yine ortaklı olarak ikinci restoranını Kuzey Londra’da açar. Dört yıllık bir sürecin ardından ise tamamen kendisine ait olan, 60 yıllık bir İtalyan restoranını devralır ve edindiği tüm tecrübeleri iş hayatına yansıtarak kısa sürede başarıya ulaşır. Numan Devrim şu anda Londra da Highgate Alparco, Bistro Laz, Camden Alparco, Goodfareitalian ve LAZ@camden restoranlarını işletmektedir. Her zaman ve her yerde gururla dile getirdiği, Hemşinli olduğu gerçeğini, kendisi de asla unutmayan Numan Devrim sık sık memleketimizi ziyaret ediyor ve yakın zamanda açmayı düşündüğü güzel bir Butik Otel ile memleketinden uzak kalmayacağının ve yapacağı yatırımlarla değerli hemşerilerine faydalı olmak arzusunun sinyallerini veriyor. Bizlerde Numan Devrim kardeşimize, eşi Tijen Hanıma ve kızları Zara’ya mutluluklar diliyoruz.
“60 yıllık ustası İtalyan Raffaella ile”
23
A N A L İ Z REMZİ YILMAZ
Hemşinliler
4
Ocak 2011 günü bir gazetenin “Hayatın içinden” sayfasında; “Ermeni Müslüman Olabilir mi?” başlıklı yazıyı büyük bir hayret ve üzüntü içinde okudum. “Hiçbir Ermeni Müslüman olmaz”. Ermenilere göre böyle bir vaka görülmemiştir. Bu gerçeği Ermeniler’in büyük bir bölümü övünerek bahsetmektedirler. Bilhassa Ermeni din adamları bunu her zaman söylemektedirler. Bunu nerden biliyorsunuz derseniz; “Ermeniler tarih boyunca Hayk veya Ermeni (Armen) isminin dışında asla başka bir isimle anılmamışlardır. M.S. 410-420 arasında Hz.İsa’nın dinine girmişlerdir” diyen René Grousset “Ermenilerin Tarihi” adlı eserinde, “Hristiyanlığa geçene kadar ki (M.S 410) tarihleri bilinmemektedir” diyor. Ayrıca Ermeniler, Ermeni kelimesinden çok Hay kelimesini kullanırlar. Ermeniler’e Ha (y) k denmesinden dolayı Hemşin yerel şivesinde de Ermeniler’e “Ğak’’ derler. Bunun anlamı ise; yabancı, bizden olmayan demektir. Bu küçük ayrıntıda bile bir aidiyet bilincinin ip uçlarını görmekteyiz.
delesi” vardır. 3. bin yıldaki küresel algı ise ”Herşey benim olsun” bencilliği ve dayatması ile insanlığı tehdit eden bir sürece girmiştir. “Hemşin’in Tarihi Köklerine Doğru” adlı tarih araştırması yaptığım sırada, bazen İstanbul’daki Ermeni kilisesine (Kumkapı-Patrikhane karşısı) giderdim. Elimdeki Ermenice metinlerin tercümesi için A.S’den yardım istedim. “1885’te Kafkasya’da Halkların Münasebetleri” adlı bir metin uzun gayretlerime rağmen tarafıma verilmedi. Nedenini tahmin etmekteyim. Zira bu kitaptaki bazı gerçekler Ermenileri rahatsız edecek türdendi. Orjinali Ankara’da Milli kütüphanededir. Bu süreç içerisinde direktör A.S ile çok uzun sohbetlerimiz oldu. Hatta birgün bana, “Biz Ermeniler kimiz, bizim tarihimizi de yazabilirmisiniz? diye sorunca; gayet doğaldır ki, şaşırdım. Ciddi olup olmadığını kestiremedim. Telefondan yanımıza kilise kütüphanesinin müdürü K. Beyi çağırdı. Benimle tanıştırdı. Yanında Ermenileri anlatan küçük çaplı bir kitabı bana takdim etti. Latin harflerle Türkçe yazılmıştı. Kitabı okudum. Ancak bu kitapta Ermenilerin kökeni hakkında bir fikre ulaşamadım. Vatanları hakkında ise, Hint-Avrupa, Anadolu, Kenan Ülkesi (İbrani yurdu), Balkan’lar derken karışık bir durumla karşılaştım.
Biz insanlar farkında olalım veya olmayalım dünya tarihi ve Türk tarihi yeniden yazılıyor. İnsanoğlu ister istemez bunun canlı tanıklarıdır. Eğer bugün burada bir şeylere ilgisiz kalınıyorsa, bu durum bilgisizlikten kaynaklanıyor. Dünya hızla büyük çatışmalara sürükleniyor. Pek çok olayın arka planında ülkelerin veya milletlerin “var olma müca-
Araştırma kitabım “Hemşin’in Tarihi Köklerine Doğru” adlı eserde bu ve benzeri sohbetlerdeki bilgi ve istihbarat niteliğindeki duyum24
A N A L İ Z
ların hiçbirini yazmadım. Amacım polemik yaratmak ve birilerini istismar etmek değildi. Bu hem etik kurallara hem de vicdan sınırlarını zorlardı. Ancak anlaşılmaktadır ki, bu tür münasebetlerde artık bizde muhataplarımızın metodunu kullanmak zorundayız. Bu bakımdan Ermenilerin Rize-Hemşin ve doğuya doğru Batum’a kadar yaşamakta olan Hemşin halkı üzerinde “Etnik Ayrılık” boyutunda gizli faaliyetlerini bilmekteyiz. Yöresel Hemşin şivesi içindeki bazı Ermenice kelimelerin varlığı bilinmektedir. Bunu yadsımak mümkün değildir. Bunun üç önemli ayağı vardır. Dini telkin ve vaazlar yoluyla bugünkü Hemşinlilerin ataları olan Arsak-Partlar (Saka’ların bir kolu) Oğuz’un Gregoryen mezhebine bağlı Hristiyandılar. Nur saçan Aziz Greguvar Oğuz Türkü idi. Zamanla Oğuzlar içinde Ortodoks ve Gregoryen mezhepler çatışması doğdu. Bu iktidar mücadelesine dönüştü. Hem bu konu hemde Ermenilerin Bizans’la olan sorunlarını aşmak için, M.S 632’de “Divin Konseyi” toplandı. Ermeniler tarihlerinde soykırımını Bizans’tan görmüştür. M.S 200.yıllarda Balkanlara sürgün edilen 170 bin Ermeni Bizans İmparatoru emri ile katledilmişlerdir. Bu konseyde alınan karalar gereğince; Oğuz’un Gregoryan boyları Erivan’daki Ermeni Kilisesi’ne, Oğuz’un Ortodoks olan boyları ise, Tiflis’teki Gürcü Ortodoks kilisesine bağlandı.
Hemşinliler çok iyi at binerler. Yayla düğünlerinde at yarışları düzenlenir. Bu yarışlarda usta biniciler atın kuyruğunu “gopça” şeklinde bağlarlardı. Bu gelenek Malazgirt savaşında Alparslan; süvarilerine bu şekilde bağlamalarını emreder. Savaş sırasında Bizans Ordusu içindeki Kıpçak, Kuman ve Bulgar Türkleri bunu görünce; “Bunlar Türk, biz bizden olanlarla mı savaşıyoruz” diyerek saflarını değiştirmişlerdir. Doğu Karadeniz’de Hemşin köylerinin pek çoğunda “cirit düzleri” nin olması bunu kanıtlayan yerlerdir. Ayrıca İngiliz Kraliyet askeri tarihçisi William David Allen “Kafkasya Harekatı” Türk-Rus savaşlarının tarihi adlı eserinde; Kars’ın Ruslar tarafından kuşatıldığında Gazi Ahmet Muhtar Paşa çok hızlı hareket edebilen gayri nizami bir seçkin süvari birliği oluşturulmasını ister. İşte bu gençler Hemşin’den seçilir. Ali Reis öncülüğünde o güne kadar hiçbir savaşta görülmemiş bir taktikle, düşmanın (cephenin) arka planlarına sarkarak lojistik imkanlar, yatakhaneler ve yemekhaneler tahrip ediliyor. W. Allen bunun tarihte ilk “gerilla usulü savaş” taktiği olduğu ve Hemşin gençlerinin cesaretini hayranlıkla anlatıyor. Ayrıca geçmişte bununla ilgili Hemşin’de bir espri vardır. “Ata binemeyen Hemşin gencine kız vermezler” derlerdi. Ata iyi binene lakap olarak “Polo” denir. Bu isimde kişiler halen mevcuttur. Ayrıca Amerika’da yine at üstünde oynayan Polo Sporu geliştirilmiştir. Oyunun menşei Orta Asya Türklüğüdür.
Bugünkü Hemşinliler Oğuz’un Üçoklar boyuna mensup, Bayındır koluna intisap ederler. Ermeniler Hristiyan dinini Türklere Ermenice anlattıkları için Türk boyları içinde Ermenice kelimelerle Türkçe Dil bilgisinde (Grameri) uygun bir ağız ortaya çıkarmıştır. Doç.Dr. Turgut Günay, “Rize ili ve Ağızları” isimli kitapta; Hemşinliler’in Balkar Türkü olduklarını, “Göçebe ve koyuncu Türkleridir” demektedir. Ayrıca yazar “Hemşinlilerin Başkurt ve Kazak Türklerinin geleneklerini yaşatıyor olmasını, bunların köklerinin Türk olduğunu göstermektedir” diyor. Düğünde damat evinde koç istenmesi, damada şekerleme baklava vs. ikram edilmesi, eski Türk geleneklerdendir. Bu durum bu gün halen Hemşin toplumunda yaşatılmaktadır.
Her Hemşin ailesinde mutlaka bir cirit yapabilen biri olurdu. Diğer bir at sporu ise; atla sürüden kuzu yada oğlak kapmadır. Bunun benzerini Kazakistan’ın eski başkenti Almaata’da seyrettim. Hemşin düğünlerinde at yarışları düzenlenirdi. Şimdilerde at sayısı çok azaldı. Bu yarışlarda ilk dört sırayı alan atlar, kırmızı,sarı, yeşil ve sonuncu olan siyah renkte şal ve yazma hediyeler atın boynuna takılırdı. Bu renkler Türk/Türkmen milli renkleri gibidir. Kilimlerde/Keçelerde, işlenen yün çoraplarda ve yazmalarda bu renkler çok belirgindir. 25
Bir insanın doğuştan milliyetini seçmek yada tercih etmek gibi bir yeteneği yoktur. Irk “insan türünün nispeten sabit biyolojik özellikleriyle oluşur” diyor L. N. Gumilev. Bu ünlü Rus tarihçisi tarihe önemli bir gerçeği not düşmüştür. “1800’lü yıllarda Kuzey Kafkasya ‘da ki (Batum,Hopa, Ahiska,Poti vs) gibi yerlerdeki Hemşinliler, Ermeniler tarafından asimile edilmeye çalışılmıştır.“ diyor. O halde şöyle bir soru sorma hakkımız doğal olarak ortaya çıkmaktadır.
den kalmıştır. Özü Türk ve Türkçedir. Zaten geçmişte ve günümüzde Türk sanat musikisinde çok güçlü Ermeni icra ve saz sanatçılarını görmekteyiz. Toplumumuzda bundan dolayı bir rahatsızlık duyulmamaktadır. Vatanseverlik tarihin yetki alanına girer. Bu yüzdendir ki, yurdunuzu sevmeden, atalarınızı sevmeden, saygı duymadan, halkınızı, milletinizi sevemezsiniz. Kimse halkını ve topraklarını sevmekle de kınanamaz, suçlanamaz. Ancak bunu şovenizme vardırmamak gerekir.
Kendilerinden olan birilerini neden asimile etmeye kalkışsınlar ki? İşte hakikat burada kendisini açığa çıkarmaktadır.
Asırlardır komşularımız olan Gürcüler bugün bile Hemşinlilere “Sumehi” Üçoklular demektedirler. Cumhuriyet kurulduktan sonra uzun yıllar Türkler serbestçe Gürcistan’a geçerlerdi. Batum’a geçişler “Hudut Tahdit Komisyonu” nezaretinde serbestti. Batum’a gidilir serbest ticaret yapılırdı. Bu maksatla Hemşin mal (koyun) sahipleri kışı kışlamak için Batum’a giderlerdi. Buradaki halk; Hemşinlilere, “Türkmenler kışlamaya geldi” derlerdi. Yine Artvin’in Ardanuç ilçesinden sürülerle yayla vaktinde, Üçırmak köyünden geçilirken, köyün ileri (yaşlı) gelenleri, “yayla vakti geldi, koç burunlu Türkmenler yaylaya çıkıyorlar” diye söylerlerdi. Yine başka bir belgede Hemşinlilerin Türk olduğunu bize kanıtlamaktadır. Şöyleki; bugün bile her Hemşin evi giriş kapısı üzerinde Koç boynuzu asılıdır. Bu Türk-Türkmen/Akkoyunlu sembolüdür. Türk olmayan hiçbir aile bunu yapmaz. Yakın tarihlere kadar Erivan’da,Türkler evlerine koç boynuzu asarlarken, Ermeniler ise haç (kapılara) asarlardı. Bu durum hanenin (evin), ailenin milliyeti hakkında bilgi verirdi. Türkmen tarihçi Agacan Begoğlu (şimdi ABD’de) bir sohbetimizde bu bilgileri teyit eder nitelikle, bu geleneğin “Akkoyunlu Türkmenlerinden ve eski Türk/Şaman dininden geldiğini; “Koç boynuzunun kötü ruhlardan evi-çadırı koruduğunu“ söyledi.
Ne var ki aynı yüzyıllar da Osmanlı’nın hiçte böyle bir etnik derdi olmamıştır. Dinsel bir baskıda yapmadığı bilinmektedir. Artık her şeye rağmen gerçekler gün ışığı gibi ortadadır. İdolojik ve politik taleplerle ırk veya soy tayini yapılamaz. Bu oynanan oyunu ne zaman fark edeceğiz? Bugün bize dayatılan Ermeni sorunu değil. Sorun bir Türkiye/Türk sorunudur. O da Türkiye’den Türkleri çıkarmaktır. Sorunun başlangıçtaki esas ayağı “şark sorunu” dur. Bunun da arka planında Hıristiyan Batı vardır. Batı, Kafkasya’daki politikalarını “hep Ermenilerin sırtından uygulamaya kalkmıştır.” Eski general, sonra İstanbul’da Büyükelçi olan Rus komutan V. Mayevsky; Bir yabancı elçinin gözüyle “Ermeni Sorunu’’ isimli hatıra eserde; “Doğuda olup bitenleri seyrettik. Gerçekleri söylemek gerekirse; Ermeni çetelerinin Müslüman Türklere yaptıkları insanlık dışı şeylerdi. Artık bugün bunu söylemek bir insanlık vazifesidir” diyerek, doğudaki olaylarda asil Türk milletinin masum ve mağdur taraf olduğunu itiraf etmiştir. Oysa Türkler ve Ermeniler asırlarca yan yana, iç içe aynı sahalarda barış içinde yaşamışlardır. Kafkasya’da Kıpçak İmparatorluğu zamanında Ermeniler gayet hür ve huzur içinde yaşamışlardır. Ermeniler en büyük Edebi eserlerini verdikleri “Kıpçak Ermencesi” ile en parlak dönemini yaşamıştır. Hatta bugün çoğu kez sahiplenmeye kalktıkları “Sarı Gelin” Türküsü aslında Kıpçak Türklerin-
Yine belge nitelikte diğer bir kanıt ise; Sümerlerden, Sakalardan ve Uygur Türkleri’nin de kullandıkları “keçe” dir. Keçe deyip geçmeyiniz. Çünkü keçe Türk icadıdır ve başka 26
A N A L İ Z
milletler bilmezlerdi. Bu bakımdan tarihte koyunu ilk kez evcilleştiren ve onun hertürlü ürününden faydalananlar Türklerdir. Keza at yine Türkler tarafından insanoğlunun hizmetine girmiştir. Bu bilgi ve belgeleri Fransız tarihçi-elçi Fernard Grenard “Asya’nın Yükselişi ve Düşüşü’’ adlı eserde sunmaktadır. Bu iki canlı, yakın zamanlara kadar bugün ki Hemşinlilerin en önemli varlık sebebiydi. Hemşinliler bu Türk Keçesini halen bugün yaşatmaktadırlar. Bilhassa yaylalarda, göçerken en çok sağlıklı yün ürünüdür. Macar tarihçi Czegledy. “Keçe Türk olmanın mührü gibidir” demektedir. Daha sonra başta Araplar ve diğer doğu halkları da keçe kullanmayı Türklerden öğrenmiştir.
rılması için bağırarak feryat etmedir. Bu ve benzeri durumları cenup(güney) Türkmenlerinde görmek mümkündür. Kovuş’taki “uş’’ eki Türkçedeki mastar eki olan “–mek –mak’’ eki ile aynıdır. Bu ise eski Türkçede (Çuvaş, Avarca/Hun dili) görülmektedir. Bu bilgiler Hemşinlilerin çok eski bir Türk kavmi olduğunu işaret etmektedir. Asya’dan göç eden (M.Ö. 380) ilk Türk kafileleri Doğu Karadeniz’e yerleşmiştir. Yörede halen bugün yaşatılan atmacacılık/atmaca avı yine Avar Türklerinden intikal eden bir Türk geleneğidir. Saha çalışması sırasında Yığılı yaylalarından (Ardahan, Göle yakınları) Ardala yaylasında evlerine su getiren çocuklara, yaşlılar suya gönderirken; “Bizim sudan getir, Ermeninin suyundan getirme” derler. Yaylada iki su kaynağı vardır. Bir zamanlar Ermeniler burada yaylacılık yaparmış. Bu emir bir gerçeği ifade ediyor. Sosyolojik olarak “kendini tarif ve aidiyet duygusunu öne sürüyor. Günümüzde bunun sosyolojik açıklaması “milliyet bilinci” dir. Hemşin halkı gerçekten derin bir halktır. Son otuz yıllık hızlı değişimi ideolojik ve siyasi tercihleriyle ilginç görüntüler de veriyor. Teknoloji ve sanayinin gelişmesi ister istemez ciddi kültürel değişiklikler ve beraberinde kültürel sapmaları da getirmiştir. Hemşin kültürü geleneksellikle modernlik arasında sıkışıp kalmıştır. Okuma oranı belki de Türkiye ortalamasının çok üstündedir. Ancak bu cehalet ve geriliği önlemede doğru orantılı değildir. Ne yazık ki, Hemşin toplumunda “okumuş cahiller” de çoktur. Hemşin aydını ve gençliği bugün yaşadığı coğrafyayı iyi algılamak zorundadır. İşte o zaman Kafkasya’nın kavimler kapısı bu bölgesinde çirkin siyasi hesapların analizini daha gerçekçi olarak yapabilir.
Doğu Karadeniz’de hemen her evin yanında Serander denen ahşaptan yapılmış ve dört ana direk üzerinde yükselen yapı, bu direklerin radyal (temelden bağlantılı) olarak irtibatlıdır. Şimdilerde sebze, meyve, kışlık yiyecekler buralarda saklanır. Üst bağlantıyı sağlayan yerlerde tekerliğe benzer yatay halka vardır. Haşare, böcek, fare vs. buradan geçemezler. Ürünler sağlıklı şekilde korunmuş olur. Orta Asya’da Türkler henüz göç etmeden Göktürkler, Uygurlar,Avarlar, sonra Hunların “Serandar” kullandıkları, ve bunların Uygur mimarı tarzı ile yapılmış olduğu bilinmektedir. Ser-Ander: Sahipsiz baş, garip/yalnız baş anlamındadır. Göktürkler ölülerini Göktanrı’ya adarlardı. O yüzden ölünün kötü ruhlardan arınması için 40 gün bu “serandar” lerde bekletirlerdi. İşte günümüzde “kırkı çıktı” kültürel veya dinsel rituel bu gerçekten kaynaklanmaktadır. Hemen bu konuya yakın önemli bir durum ise; Biz Hemşinliler, ölüleri için çok ağlarlar. Kadın, çoluk-çocuk, herkes yüksek sesle, neredeyse bağırarak bazen kendi yüzlerini tırnaklamak suretiyle kan akıtırlar. Bunu göz yaşıyla silerler. Ayrıca ölüye ait elbiseleri ortaya koyarak, onun üzerine saatlerce ağıtlar söylenir. Buna “kovuş” denir. Türkçemizdeki Kov-mak fiilinden türemiştir. Eski Türk Şaman dininde kötü ruhların ölüden ay-
Hemşin konusu veya Hemşinlilerin kim olduğunun anlaşılması için okuyucuların şunu önemle bilmelerini isterim. Bugün “Hemşin” kelimesi herhangi bir kavmi, budun/etnik veya ırkı tarif etmiyor, etmez de. Sonra Hemşin o kadar çok kavim ve boylara “yurtluk” 27
olmuştur ki, içlerinden her hangi biri, Hemşin bizimdir diyemez. Hemşin sanıldığı kadar da küçük bir alan değildir. Trabzon’un Of ilçesinin doğusundan, Batum ve Artvin’in Borçka ilçesi hudutlarına kadar uzanmaktadır. Bu geniş alanda sadece tek bir kavmin yada ırkın yaşadığını, geçmişte iddia etmek gerçekçi ve akılcı bir yaklaşım değildir. Bu anlamda 1489’a kadar bu bölgede Hemşin ve civarında Ermenilerin yaşadıkları bilinmektedir. Zaten Osmanlılar 1461’den beri bölgeye yavaş yavaş egemen olmaya başlamışlardır. Bölgeye göçlerle gelen Türkmen bölükleri Ermenilerin bu yörelerdeki hakimiyetlerine son vermiştir. Ermeni krallığı 1492 de fiilen kalkmıştır. Ermeni ileri gelenler Türkmen ordusu askeri komutanlarına yakın durmak suretiyle onları damat edinmek yoluyla güvenliklerini sağlama almışlardır. Pontus Devletine ve Gürcülere karşı Türkmenlerden büyük bir askeri birlik meydana getirmişlerdir. Bu evlilikler yine Türkmen aile içinde, anneden Ermenice kelimelerin geçtiği bir vakadır. Yine bu anlamda ekilecek tarla ve mera (otlak) gibi yerlerin hediye şeklinde sunulduğu biliniyor. Bu ortak alanlardaki yaşam, doğal olarak konuşulan dilleri karşılıklı olarak etkilemiştir. Türkçe’den Ermenice’ye, Ermenice’den Türkçe’ye ciddi kelime transferlerini görmekteyiz. H. Açaryan 1902’ de Ermenice’ye geçen Türkçe kelimelerinin envanterini çıkarmıştır. 4232 Türkçe kelime Ermenice’nin içindedir. Bunu günümüzde Ermenilerin Türkçe’ye ne kadar hakim olduklarından anlıyoruz. Rusya gezisinde Sochi ve Tuyapse sahil şehirlerindeki Ermenilerin yoğunlukla Türkçe konuştuklarına şahit oldum. Tuyapse şehrinde misafir olduğum Ermeni Rafik’ın babaannesi yemekten sonra yaptığımız sohbette, “Hopa, Kemalpaşa, Batum ve buradan batıya doğru Hemşinliler Türktürler. Bizimle çok düşmanlıkları oldu. Bizi öldürdüler. Yukarıda (?) buğdaylarımızı yaktınız. Sizler Mustafa Kemal’in çocuklarısınız” demişti. Erivan’a giden bir Türk asla sıkıntı çekmez. Çünkü konuşsanız sizi anlayan pek çok insana rastlar-
sınız. Ünlü gezgin tarihçi Aleksander Dumas “Kafkasya Seyahatleri” adlı eserde, “Erivan’a vardığımda Arapça, Türkçe, Farsça, Gürcüce, Rusça karışığı bir karmakarışık dille karşılaştım” demektedir. Doğrudur. Çünkü Kafkasya’da diller o kadar iç içe girmiştir ki, dil bir kavmi yada soyu tarif etmekten uzaktır. Arap gezgin ve tarihçi Dimaşki (Şamlı) “1260 yılında Kafkas’da üçyüz lisan ile danışılırdı” demekten kendini alamamıştır. Bu yüzden bu coğrafya’ya Tarihçiler “Diller Dağı” ya da “Kavimler Kapısı” demişlerdir. Tüm bu nedenlerden dolayı Fransız dilci (etimolog) ve arkeolog J. De Morgan “Merkezi Kafkasya’da dil bir kavmi tarif etmek için başlı başına bir sebep değildir” demektedir. Tam da bu yıllarda bu karışıklığı önlemek için Kaşgarlı Mahmut ilk Türk Lügatını yazmak zorunda kalmıştır. Tüm bu bilgileri ve nazariyeleri de göz önüne alarak, Hemşin Şivesi içindeki Ermenice kelimelerin bulunmasından ötürü onları Ermenilikle itham etmek büyük bir haksızlıktır. Oysa Ermeniler asırlardır Türkçe ön isim ve Soyadlarını bir sakınca görmeden kullanıyorlar. Biz Türkler bunu bir sorun yapmadık. Ya da onlara “siz Türk’sünüz” diyen oldu mu? Bugün yerel Hemşin ağzında “ts, tz” gibi sesler, yani “eczane” deki “ecz” hecesi gibi. Bu ses Tatar Türkçesi ve Sibirya Türk diyalektlerinde (lehçe) görülmektedir. Sivas Cum.Üni.’den Tarihçi Prof.Dr. Necati Demir, “Karadeniz’in Kültürel Alt Yapısı” isimli eserinde; aslında Avarlar, Hunlar tarafından kullanılan bugün Türkçemizde “peltek z” sesi denen “ts” “tz” seslerin Hemşin ağzında yaşadığını belirterek, “Hemşinliler Avarca, Hun dili (Çuvaş ağırlık) karışımı bir Türkçe ile konuşmaktadırlar” demektedir. Dil medeniyetin ilk kaynağıdır. Allah’ın insanoğluna en büyük armağanı aslında dildir. Bu olmasaydı insanoğlu bugünkü medeniyetleri, uygar toplumu ortaya getiremezdi. “Toplumlarda bilinç tarihle oluşur. Tarih, kültür ve değerler sürecidir. Tarihini bilmeyen veya önemsemeyen toplumlar gelecekte “sürü” halini alırlar,” diyen Prof. Dr. Yumni SEZEN’e hak vermemek mümkün 28
A N A L İ Z
değildir. Nereden geldiğini bilmeyenler için, nereye varmak istediklerinin hiçbir önemi yoktur. Çünkü bu gibilerin ellerinde gelecek ile ilgili ciddi ve sağlıklı bir “yol haritası’’ olamaz.
otuz milyon dolar harcadıklarını bana beyan etmiştir. Onyedi ülkede Türkiye aleyhine faaliyetler yaptıklarını, Lübnan’dan Amerika’ya kadar “gönüllü gruplar” oluşturduklarını anlattı. Ayrıca Hopa Hemşinli Ö. A’ya “Momi” filmini çevirttiklerini ve kendisine elli bin dolar verdiklerini, Erivan’daki “Ermeni Film Haftası” nedeniyle filmin gösterildiği ve mansiyona layık görüldüğü tarafıma anlatılmıştır. Avrupa’daki Hemşin gençlerinin oluşturduğu Tiyatro Grubu, Ermeniler tarafından finanse edilerek yine Erivan’daki “Tiyatro Günleri” kapsamında Belçika’nın başkenti Brüksel’ den uçakla Erivan’a gönderildiler. Kimi üniversite öğrencilerine burs, kalacak yer ve arkadaş göstererek Hemşin gençleri yurt dışında veya İstanbul‘da bu tür tuzaklara düşürülmektedir. Artık bilinen bir metod haline gelen ve çeşitli devletlerin istihbarat örgütlerinin kullandığı basit yöntemler Hemşinli gençler için de uygulanmaktadır. Çeşitli vaatlerle elde edilen kişilere sosyal statü/kariyer ve para vererek, günü geldiğinde bu kişileri medya üzerinden yazılı ve görsel beyanatlar verdirmek yolu ile üniter devlet içinde yapay sorunlar çıkarmak artık bilinen tutumlardır. Aslında bütün bunlar bir büyük senaryonun ve stratejinin parçalarıdır. Artık bu ve benzeri gerçekleri Hemşin ve tüm kamuoyunun bilmesinde fayda vardır. Etnik tuzaklara karşı tüm halkımızın uyanık bulunması gerekir. Şunu hatırlatmakta yarar görüyorum; koca bir Yugoslavya devleti etnik kökenler üzerinden parçalandı. Ancak çizilen yeni harita ve devletçikler ,yeraltı zenginliklerine göre dizayn edildi sömürgeciler tarafından. Akıl sahiplerinin buradan önemli dersler çıkarması gerekmez mi?
Yeni yüzyılda Türk olmak ve Türk kalmak çok büyük zorlukları da beraberinde taşımaktadır. Ulus devletler küresel işgalci ve emperyalist güçler tarafından etnik ayrışmaya özendirilerek milli devletleri parçalama süreci başlatılmıştır. Bu konunun dozunun artarak devam etmesi biraz da küreselleşme ile doğrudan alakalıdır. Oysa Batı, geçmişte ve bugün Ermeni konusunda asla samimi olmamıştır. Bundan sonrada olamazlar. Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Justin Mc. Carthy 2005 yılında Ankara’da verdiği konferansta; “Ermeniler Rusların gönüllü ajanları idi. Aslında tehcir öncesi ve sonrası Türklerin acıları Ermenilerden kat kat daha fazladır” diyerek konunun bugünkü siyasi ve ideolojik boyutunu da ortaya koymuştur. Gazetenizde tanıtımı yapılan H. H Simonian’a ait “The Hemshin” kitabı Amerika’ da basılmıştır. Ancak henüz Türkçeye çevrilmemiştir. Ben bir arkadaş vasıtasıyla içeriğinden biraz olsun haberim oldu. Hatta benim kitabım “Hemşin’in Köklerine Doğru”dan iki yerde kaynak gösterilerek alıntı yapmıştır. Kitap üzerinde Amerika’daki Ermeni Diosporasının etkili olup olmadığı bilgisine şimdilik sahip değilim. Ancak Avrupa ve ABD’ de diaspora bazı Hemşin gençlerini bularak bunlara daha çok maddi imkanlar teklif edilerek, etnik köklerininmedya-gazete vs de beyan etmelerini ,etnik müzik yaparak, etnik tiyatro ve folklorik çalışma yaparak “işte Hemşinliler Ermenilere benziyor” dedirtmek şeklinde kamuoyu yaratma gayretindedirler.
Değerli okurlar; üstteki satırlarda “Hemşin” kelimesinin bir kavim yada ırk tanımını vermediğini bugün itibariyle anlatmıştık. Şimdi yazacaklarımı ve tüm yazıyı kesip bir dosyada evinizde veya işyerinizde saklayın. Eğer mümkünse zaman zaman tekrar okuyup bu gerçekleri yeni baştan hatırlayınız. Dostlarınıza ve çevrenize anlatınız.
Buradaki asıl amaç Ermenilerce saklanmaktadır. Onların esas amacı; “ denizden denize büyük Ermenistan” dır. Bu konuda komşumuz Gürcistan’da rahatsızlık duyuyor. Batum’un Ermeni toprağı olduğu saçmalığını öne sürüyorlar. Bu bağlamda yazıya giriş yaparken İst. Kumkapı’da ki Ermeni kilisesinde A.S’ nin 2002 yılında Hemşin’de dahil olmak üzere
Hemşin kelimesi eski harflerle “Hamsın” diye 29
gibi geçmişin izlerini bulmak mümkündür. Ayrıca şunu da dikkate almak zorundayız. Hemşin ve yöresinde Avarlar, (Hunlar) Hazar Türkleri, Kıpçaklar ve Kuman (Koman) Ağaçeri, Çepni Türklerinin yaşadıklarını bilmekteyiz. Peki bunların bugünkü bakiyeleri kimlerdir? Meselesinin özü anlaşılmaktadır. Ermeniler konuyu saptırıyorlar. Buna halk deyimi ile; “bulanık suda balık avlamak” denir. Peki ya Ermeniler arşivlerini, kütüphanelerini ve kilise (papazların notları) andaçlarını neden açmıyorlar? Merak etmeyin gerçek belgelerin yerlerine uydurulmuş ve sahteleri konunca ancak o zaman bu yerlerde akademik araştırmalara izin verirler.
yazılır. Türkçedeki sesli (ünlü) dönüşümü nedeniyle “Hemşin” olarak okunabilir. Biz tarih atlaslarında böyle bir yere rastlıyoruz. Bu yer şimdiki Bağdat’ın kuzey doğusuna düşmektedir. Horasan, Hamedan. Şimdi İran’ın olan eski Türkmenistan topraklarıdır bu yerler. Hamedan “güneşler ülkesi” demektir. Biz Hemşinliler kendi içimizde “hamşetzi” deriz. Hamedan’ı çağrıştıran “güneşler ülkesinden /güneşli’den manaları vardır. Bilindiği gibi ülkemizin pek çok yerinde “güneşli” ismi ile yer vardır. Hemşin şivesi ile “güneşli-günaş-i“ şeklindedir. Bu şekli ile bayanlarda da isim olmuştur. “i” yer bildiren bir takıdır. Arapça ve Farsça’da bulamadım. Türkçe’den başka bir dilde de yoktur. Tatar tarihçi Mır Fatih Zekiyev, ünlü eseri “Türkler ve Tatarların tarihi” adlı eserde, işte bu Hamsin Türk/Türkmen boyunu 27. Halkada sıralamaktadır. Görüldüğü gibi bugünkü Hemşin ismi M.S 650 lerden beri bilinmektedir. Kelime tamamen Türkçedir. Bu bilgi Hemşinlilerin Oğuz/Türkmen soyundan geldiğini, Hemşine’de bu ismi Hemşinli Oğuz Türklerinin verdiği gün ışığına çıkmıştır. Dede Korkut Oğuznağmeleri’nde; Hamşetzi’lerin, Hamedan’dan gelen, “Horosan’dan göç ederek doğu Anadolu Alagöz, Nahçıvan ve Iğdır bölgelerine gelmiş Müslüman Türkmen bölüğü’’ olarak bahsedilmektedir. Bu yerlerden daha kuzeye Azerbaycan Gence ve Dağıstan’a kadar ulaşan Hemşin mensupları vardır. Dağıstan partiyası Vayiçler bu gruptandırlar. Yine Hopa’daki Tatarlar Kuzey Kafkasya’dan intikal eden Türk unsurlardır. Karabacaklar sülalesi Maraş ve Osmaniye civarından gelen Türkmen soylu (Maraşlılar) ailelerdir.
Diğer bir önemli husus Hopa Hemşinlilerinde görmek mümkündür. Orta Asya’dan, Anayurt’dan göç edildiğinde, az önce anlattığım yerlerden göçerek adına Hemşin dediğimiz yerlere gelince, ilk çadırın kurulduğu yere (yurt) biz Hemşinliler; “Higoba” deriz. Hig:baş, oba:oba, çadır, Higoba:Başçadır, başocak demektir. Bu boyun baş evi-hanesi demektir. Bu kelime özbe öz Türkçedir. 1.si OrtaAsya’da, 2.si Hopa’da,3. ise Düzce-Akçakoca’dadır. (93 Harbinden sonra Rus esaretinden kaçabilen). Biz Türkler bu Türkçe ismi gittiğimiz her yere bir Türk damgası olarak vurmuşuzdur. İbni Fadlan’dan faydalanarak aktaran Prof. Dr. A. Nimet Kurat; “Horosan Emiri’nin Hatunu süslenip, hakan ve misafirler önüne çıktığı zaman üzerine paralar serpilirdi”. Bu gelenek Türkmenlerde asırlardır devam ediyor. Gelin, damat evine (otağa) geldiğinde paralar saçılır. Günümüzde bu gelenek, Hemşin Türklerinde halen devam etmekte olan Türk Kültürünün derin izleriden biri olarak yaşatılmaktadır.
Prof. Dr. M. F. Zekiev’in orjinal (Tatarca metinde) baskısında ‘’Türkler ve Tatarlar’ın Tarihi’’ adlı kitapta harita No.3’te verilen liste ve gösterilen yerde 27. sırada “Hamşeni Türkmenleri” olarak sözü edilen boy ve yerler ise Hamedan/Horosan bölgesinin biraz güneyidir. Zaten büyüklerimiz; “oğul biz Horasan’dan gelmiş Oğuz Türklarındanız” derlerdi. Hemşin boyu içinde Türkmen Ali, Türkmen’in Hatice
Aldous Huxley; “Geçmişini öğreneceksin ve bu seni öfkelendirecek’’ diyor. Bunun gibi tüm bu gerçekler işbirlikçi ve yalakalık yapan birilerini öfkelendirecek. Ama hiçbir önemi yok. Hemşin boyunu itham ve töhmet altında tutan soysuz ve sefillerin eğer ardamarları çatlamamışsa, bir vicdan muhasebesi yapmalarının tam da zamanıdır. Rus 30
A N A L İ Z
Tarihçisi M. İ Karamzin, “Tarih bir noktada halkların kutsal kitabı gibidir“ der. O yüzden kendi kutsalımızı başkalarına yazdırmayalım. Zaten biz Hemşinliler kimliğimizi biliyoruz. Yeni bir kimlik, yeni bir kan (ırk) arayışı içinde değiliz. 21. Asırda halen kendisine soy ya da “kahraman ırk’’ arayan varsa, bırakınız bunlar soysuz kalsınlar. Biz kendimizi biliriz bilmesine de, ancak başkaları bizim kim olduğumuzu biliyor mu? Hemşin toplumunda kendini bilmeyenler, konuyu eskinin ideolojik sapmalarıyla yönlendirmek isteyen marjinaller vardır. Geçmişte her ne şekilde ise otorite veya devlete kin ve öfke ile bakanlar, bugünkü davranış biçimleriyle etnik bölücülüğe yardımcı olmaktadırlar. İşte bu noktada bir tarihçinin görevi olayların arka planını ve tarih sahnesinde rol alanların niyetlerini de çözebilmektir. Maksadım kimseyi zan altına sokmak değildir. Ama ne yazık ki bunlar birer gerçektir. Bu yolda her hangi bir dahli olmayan, gafleti olmayan tertemiz insanları tenzih ederim.
ve Pentagon yazıyor’’ demektedir. Günümüzde aynı yönteme Ermenilerinde başvurduğunu görmekteyiz. Bu tahribatlara karşı toplum olarak bilgi ve algılarımızı geliştirmek zorundayız. G. Soros’un Açık Toplum Vakfı; Türkiye‘de toplumun sosyal dokusunu bozacak faaliyetlerin odağı haline gelmiştir. Bilimsellik veya akademik ünvanlı öğretim görevlileri sözüm ona bazı üniversitelerde “Türkiye Toplumunu Dönüştürme” projesinde işbirliği içerisindedirler. Söz konusu bir üniversite tüm imkanlarını bu yola seferber etmiştir. Mozaikçi-Etnik bölücü konferanslar ve seminerler bu kuruluşun salonlarında yapılmaktadır. Türkiye ve Türklere hakaret ve küfürler edilmektedir. Değerli okurlar, Atatürk’ün gençliğe hitabesini günde en az bir defa okunup düşünülmesi gereken zor bir dönemdeyiz. Bunu içimiz sızlasa da söylemeyi kendime tarihi bir görev olarak addediyorum. Şunu da belirtmek zarureti doğdu. Eğer bir toplumda tarihe karşı artan bir ilgi var ise; bu durum insanların gelecekle ilgili korku ve endişelerinden kaynaklanmaktadır.
Bugün dünyaya zorla dayatılan küresel stratejinin uygulaması beraberinde bölgesel etnik ve dini çatışmaları da körüklemektedir. Bu tür faaliyetler işbirlikçi ve ajanlar tarafından üst düzeylere çıkarılır. Kendisine hiçbir insiyatif tanınmayan Türk ve İslam coğrafyası top yekün bir dönüşüm projesiyle karşı karşıya gelmiştir. Ancak ümid edilir ki, S. Huntıgton’ın “Medeniyetler çatışması” tezi asla gerçekleşmez. Pentago’nun “yeni harita”sında, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun büyük bir bölümü “büyük Ermenistan” olarak gösterilmektedir. Bunların elbette bir anlamı ve hedefi vardır. Bu yazıyı konu alan Hemşin ve çevresi de “Büyük Ermenistan” içerisinde gösteriliyor. Bu uğurda çok ciddi paralar harcanmaktadır. Ancak bu paralar Ermenilere ABD vakıfları ve AB kaynaklı fonlardan temin edilmektedir. Amerikalı yazar David L.Robb “Hollywood Operasyonları’’ adlı eserinde; “Tarihi değiştirmek Pentagon için yeni bir şey değil. Bunu flimler aracılığıyla yıllardır yapıyorlar. Hollywood’un kanunlarını CİA
Yazımın bu son bölümünde birazcık olsun Ermenilerden söz etmek isterim; Batılı tarihçilerin Ermenileri “Kitab-i Mukaddes”e dayandırmak ve oradan bir soy/ırk tespit etme gayretine girdiklerini müşaade etmekteyiz. Ermeniler ilk yaşadıkları yerlere göre; Asuriler URARTU, İbraniler ARARAT ,Aramiler ise onları HARMiNYAP (yüksek ülke-memleket insanları) diye tanımlamışlardır. Bunların hiçbiri bir soy yada köken tanımı değildir. DARİUS kitabelerinde bu bölgeye “yukarı memleket” anlamında “ARMENİ” denmiştir. Ne gariptir ki burada da yine kavmi/ırkı tarif göremiyoruz. Fars dilinde “Armen/Ermen-çiftçi, ekip-biçen anlamındadır. Peki, o halde kimdir bu Ermeniler? Nereden gelip, nereye koşuyorlar ? M.Ö 248’de Hazar ve Kafkasya’nın belli bölümleri Part-Arsaklı (Saka Türk-Part boyundan) devletinin egemenlik sahası içindedir. Ermenilerin bu topraklarda Ersakalı Türklerle (Oğuzboyları) birlikte yaşadıkları bilinmektedir. “Altın Bozkırlar’ın yazarı MESUD-İ (MS 94031
957),” Kafkasya’da pek çok ülke mevcuttur. Bunların içinde yaşayan millet sayısını ancak Allah bilir” diyerek, bu bölgede halkların ne denli iç içe girmiş bir şekilde yaşadıklarını bize işaret ediyor.
to-Türk oldukları söylenmektedir. Heredot’ta aynı görüşü paylaşıyor. “Giyimleri ve kuşamları onlara benzetmektedirler”. Bu tez daha çok DR. Rıza NUR ve onun tüm kütüphane ve belgelerine belli bir dönem sahiplik eden, NİHAL ATSIZ’ da aynı görüşü paylaşmaktadır. Atsız, “Ermeniler Turan-i ırktandırlar” demektedir. Yine Amerika’da yaşamakta olan Ermeni akademisyen Artun Çebeli; yayınladığı “Biz Türküz” isimli makalede, ‘’Ermenilerin Türk soyundan geldiğini” savunmuştur. Türklerin Anadoluyu fethettiği Malazgirt Savaşı’nda, 1071‘de Selçuklu Ordusunda beşbin Ermeni genci Bizans’a karşı hangi “Kutsal” uğruna Türklerin yanında yer almıştı? Acaba Ermeniler “Eski Turan Kavmi midir? Bu noktalarda tarih bugüne açık referanslar sunamıyor mu? Yoksa hedefler ve hesaplar bir yerlerde çatışıyor mu? Ya da hangi büyük balıklar, hangi küçükleri yutmak istiyor?
M. Brosset “Arkeoloji Raporları ve Ani Örenleri” isimli eserinde, Ani’deki Ermenilerin Türkçe konuştuklarını ve bunların atalarının M.Ö 7.yy da Orta Asya’dan bölgeye intikal eden Saka Türkleridir” demektedir. M. Brosset diğer eseri, “Gürcü Tarihi” nde gerçekten günümüze ışık tutacak çok önemli bilgi-belge sunmaktadır. Yazar, “Tulum, kemençe, davul/ zurna gibi enstrümanlar Türk çalgılarıdır. Hiçbir Rum, Ermeni yada Gürcü bu çalgılarla çalmazlar. Bunlarla çalınan oyun bilmezler, oynamazlar. Bu yörelerde Lazlar, Hemşinli ve Acara Türkleri bu aletlerle çalıp oynarlar” diyerek Lazlar’ın Hemşinliler’in ve Acarlar’ın Türklüklerine vurgu yapmaktadır.
Ünlü düşünür NİETZSCHE şöyle diyor; ”Yanlış hareketler hafızada kaldığı ve bir iz bıraktığı zaman, yanlışlığı sürdürmek kader olmaktan çıkar. Bu nedenledir ki büyük milletler tarihi olayları unutmayanlardır”. Fakat biz Türkler unutkan bir millet olduk. Ama birileri hiçbir şeyi unutmuyor. Tarih bu coğrafyada ağlarını örüyor. Acaba bu ağlarda hangi şahin avlanmak isteniyor?
Sosyal antropolog J. DENİKER; “Ermeniler maddi bir çok öğeden oluşmuş ve karışık bir ırk kitlesidir. Bunlar; Afgan, Asuri ve Türk ırkından oluşmuştur.” diyor. Yine bu konuyla alakalı Prof. Dr. VERMONT; Ermenilerin belli bir vatanları olmamıştır. Kafkasya, Ortadoğu ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde dağınık şekilde yaşamışlardır” demektedir. Taha Toros “Ali Münif Beyin Hatıraları” isimli eserde; “Ermeniler imparatorluk toprakları içinde askere alınmazdı. Askerlik çağına gelen Ermeni genci 40 kuruş Bedelat-i askeriye öderdi”diyor. Yine bu konu ile ilgili Muhammed Safi’nin, “Rize Tahrir-i Öşür Envanteri” adlı Osmanlı arşivlerine dayanarak yaptığı araştırmasın da, “Gayri Müslim ve Türk olmayanlar askere alınmazlardı. Bu tebalardan hizmet karşılığı cizye vergisi alınırdı” demektedir. Oysa Hemşinli hiçbir kişi için böyle bir şey söz konusu değildir. Her Hemşin genci askerliğini yapmıştır. Osmanlı’nın ünlü “Kaptan-ı Derya”larından M. Ali Paşa Hemşinlidir. Çayeli “Kaptanpaşa” onun ismini taşımaktadır.
Osmanlı Devleti her ne sebeple ise Ermenilere karşı çok hoşgörülü, sıcak ve sevecen davranmıştır. İlk kez Fatih Sultan Mehmet Han, Bursa’dan bir emirname ile getirdiği baş papaza İstanbul’un Kumkapı Semtinde 1461’de Ermeni Patrikliğini kurdurtmuştur. Eski Bizans döneminde Balkanlara sürgün edilen ve bir kısmının Balkanlarda (Bulgaristan) yok edildiği, Ermenilerin kalanlarını İstanbul’a getirtmiştir. Daha sonra Sultan Süleyman Han yine Bizans’tan zorla sürgün edilen Kırım Ermenilerini gemilerle tekrar İstanbul’a getirip yerleştirmiştir. Halkımızın “93 Harbi” diye bildiği 1877-78 Türk–Rus savaşını Osmanlı Devleti kaybedince, Ayastefanos (Yeşilköy) antlaşması ile Rusya elini çok güçlendirdi. Hem Kafkasya’da ,hem de “Balkanların Efendisi”
Diğer bir görüş ise; Ermenilerin Ön-Türk döneminden Anadolu’da yaşayan Frigler’den oldukları, ve bunların soy bakımından ise Pro32
A N A L İ Z
konumunu İngiltere endişeyle karşıladı. O günün büyük devletlerini Berlin’de konferans yapmaya davet etti. 13 Haziran 1878’de Alman İmparatoru Bismark’ın başkanlığında; İngiltere, Avusturya, Macaristan, Fransa, Osmanlı Devleti 64 maddelik bir antlaşma metnini imzaladılar. İşgal edilen Kars, Ardahan, Artvin Rusya’nın elinde kaldı. Ayrıca Ermenilerin yaşadığı yerlerde ıslahat yapılması istendi.
diler. Bu kez tam tersi Ermeniler askere alındılar. 1905’te Batum’da, Abaza, Laz, Hemşinli ve Acar’a Türkleri alenen sokaklarda Ermeni örgütlerince öldürüldüler. Rus ve İngiliz askerleri bu olayları seyretti. 1924’te Lenin’in ölümüyle birlikte iktidar mücadelesini askeri güçle Stalin eline geçirdi. Batum ve civarında ki Tüm Hemşinlileri Sibirya, Kazakistan, Kırgızistan, Moğolistan sınırlarına kadar sürdü. İçişleri yüksek komiseri ünlü BERİA bunları röportajlarında itiraf etmiştir; “Hemşinliler asimile olmadılar. Türk ve Müslüman kimliği terk etmeyince sürgün felaketini yaşadılar’’ demiştir. Yüzlercesi açlık ve hastalıktan öldü. Üç ay süren tren yolculuğunda gece karanlığında askerler tarafından zorla trenden atıldılar. Bu insanlar Türk olmasaydı bu zulüm ve işkenceler yapılmazdı. O yüzden bugün bu konu ile mesul olanlar, tarihin arka sayfalarına ve ayrıntıdaki gerçeklere lütfen itibar etsinler, o insanların hiç değilse, aziz hatırlarına saygı göstersinler. Salt maddi ve şahsi çıkarları veya toplumda sosyal bir konum elde etme adına, hiç kimse Hemşin toplumu üzerinde çirkin oyunlara girmemelidir. Hemşin’in geleceği üzerine hiç birimizin gölge olmaya hakkı yoktur.
İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan, Eçmiyadzin Katolıkosluğu ile birlikte, Rusya’dan “işgal ettikleri Türk topraklarından çıkmamasını” talep ettiler. Patrik Varjabetyan Berlin konferansına Ermeni heyeti gönderir. “İmparatorluk toprakları içinde Ermeni kızlarının Türk gençlerine kaçtığı yada kaçırıldığı şikayet edildi. Tedbir olarak da; Ermeni gençlerin Osmanlının Jandarma Kuvvetleri içinde askerlik yapması konferansta sunuldu. Ancak heyet bu isteği de kabul etmedi. Şimdi buradan şu netice çıkmaktadır. Evlilikler yoluyla pek çok Ermeni kızı Türklere gelin gelmiştir. Bu durum çok ciddi boyutlardadır. Bu yolla annenin dili, yani Ermenice pek çok Türk ailesinde konuşulur olmuştur. Bugün bile Anadolu’da, zamanında Ermenilerin yaşadığı yerlerde bunların izleri vardır.
Küçük toplumlar tarih içerisinde hep güçlü bir millete (ırk dahil) ve onun içinden büyük kahramanlara kendilerini dayandırmak istemişlerdir. “Türkiye Türkleri, kuşkusuz büyük Türk ağacının bugün en sağlam dallarından biridir.” diyen Fransız tarihçi Jean Paul Roux; “Bu yaşlı ağaçta daha pek çok dal mevcuttur” diyerek Türklerin pek çok kol ve boylarının olduğu gerçeğini de açıklamış olmaktadır. Hemşin toplumu tarihin derinliklerinden gelen aziz Türk milletinin onurlu bir ögesidir. Etnik değil aslın ana unsurlarındandır. Bundan rahatsız olanlar ancak milli tarih bilincinden yoksun, işbirlikçi gafiller olabilirler. Tarih içerisinde dünyanın çeşitli coğrafyalarında Türk ırkına mensup yüzlerce boylar ve kollar tespit edilmiştir. Hemşinlilerde bunlardan sadece biridir.
Doğuda Kazim Karabekir Paşa Tehcir yıllarında binlerce Ermeni sabisini (çocuk-bebek) ağır yol ve kış şartlardan etkilenir diyerek yetimhane ve bakımevlerinde koruma altına alıp, devlet imkanları ile onların hayatlarını garanti etmiştir. Bu erdemli davranışı tüm dünya’nın ve bilhassa batının (!) dikkatine sunarım. Osmanlı’nın Ermeniler için bütün bu yaptıkları şeylerin temel alt yapısı Kültürel ve Sosyolojik sebeplerini sadece insanı ve vicdani saiklerle açıklamak mümkün müdür? Bunun analizi ve tespiti daha derin ve yoğun bir çalışmayı gerektiriyor. Rusya’nın işgalindeki üç vilayette (Kars, Ardahan, Artvin) 40 yıl boyunca hiç bir Türk askere alınmadı. Her Türk gibi Hemşin gençleride 1.5 ruble alınarak askerden men edil-
33
A N A L İ Z M. SERDAR BEKAR
Nahiye Müdürleri İdaresinde Hemşin 1849-1915
H
emşin’in tarihi, bir parçası olduğu Türk Devleti’nin ve Türk Ülkesi’nin tarihinden ayrı olarak düşünülemez. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşanan sosyal ve siyasi her olay Hemşin’i de ülkenin her bölgesi gibi aynı oranda ve aynı şekilde etkilemiştir. Devletin idari mekanizmada geçirmiş olduğu değişiklikler, Hemşin’de de değişikliklere yol açmış, ülkenin geçiş dönemlerinde yaşadığı travmaları Hemşin de aynı ölçüde yaşamıştır. Bu makalede Tanzimat’tan itibaren ihdas edilen idari yapılanmanın Hemşin’deki yansımaları kronolojik olarak hem sosyal hem siyasi açılardan ele alınmaya çalışılmıştır.
Bu yeni sisteme göre eyalet sistemi kaldırılarak vilayet sistemine geçilmiş, vilayetler sancaklara onlar da kazalara ve nahiyelere ayrılmıştır. Vilayetlerin başında merkez tarafından atanmış bir vali, sancaklarda kaymakam, nahiyelerde de nahiye müdürleri görev yapmaya başlamıştır.1 Eski sistemde, yani XVIII. asırda uygulanan ayanlık sisteminde ise her bölge yarı bağımsız denilebilecek şekilde bölgenin önde gelen sülaleleri tarafından yönetilmekte idi. Bu idareciler “ayan” olarak adlandırılmakta idiler. Bunlar, özellikle XVI. asır ortalarında başlayıp XVII. asır boyunca süren Celali isyanları2 sırasında devletin tarafında yer almış, Celali isyancılarının tenkilinde başarı ve devlete sadakat göstermiş kişiler ya da onların soyundan gelenler idi. En azından öyle bilinmekteydiler. Ayanlar, hüküm sürdükleri bölgede adaleti sağlayan, vergileri toplayan, asker besleyen kimselerdi ve kendilerine göre bir ayan meclisleri vardı. Tamamı eli silahlı olan bu kişiler sıkça birbirleriyle küçük çaplı savaşlara tutuştukları gibi, bir bölgenin ayanlığını elde etmek için entrikalar çevirip, cinayetler işleyebilmekte idiler. Zira bu insanların çok büyük bir çoğunluğu idare ettikleri halk tabakalarından daha zeki ve becerikli olsalar bile daha eğitimli veya daha kültürlü değillerdi. Çoğu, bir yeniçeri ortasına ya da bir sipahi ocağına bir şekilde girmeyi başarmış, rütbe almış ve devletin “mütegallibe” olarak adlandırdığı ve kerhen hatta mecburen destek verdiği kimseler idi.3
1- Tanzimat Fermanı’nın Getirdikleri 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile beraber bütün Osmanlı Devleti’nde idari reforma gidildi. Vilayetlerin, vilayetlere bağlı sancakların, sancaklara bağlı kaza ve nahiyelerin idareleri hususunda alınan kararlar, çıkartılan kanunnameler, devletin yeniden ve daha güçlü bir şekilde tek bir merkezden idare edilmesini, dolayısıyla taşranın da merkeze daha sıkı bağlarla bağlanmasını sağlamak amacını gütmekteydi. II. Mahmud’un ayanlığı ortadan kaldırma çabalarının bir devamı ve devleti ayakta tutma çabalarının en mühimlerinden biri olan bu girişim meyvelerini ancak asrın sonlarına doğru tam manasıyla verse de, Osmanlı idaresindeki toprakların genişliği, bu topraklarda yaşayan toplumun çeşitliliği ve devletin kısıtlı ulaşım ve iletişim imkanları göz önüne alındığında övgüye değer cesur bir girişimdir.
Tanzimat Fermanı ile getirilen yeni idari sistem öncelikle bu yapı ile başa çıkmak zorundaydı. 34
Lakin, Mekteb-i Harbiye ile Mekteb-i Tıbbiye daha yeni kurulmuştu ve devlete mülki amir yetiştirecek olan Mekteb-i Mülkiye henüz ihdas edilmemişti. Devletin, özellikle de merkeze uzak kesimlerde bir müddet daha bu mütegallibe kökenli ayan ve eşraftan yardım alması kaçınılmazdı. Bunun için düşünülen çözüm basitti. Sancak, kaza ve nahiyelerde bir meclis oluşturulacak, bunların maaşları devlet tarafından verilecek, bu meclislerin azaları yerel hanedanlardan olacak fakat mutasarrıf, kaymakam ve nahiye müdürleri başka yerden tayin edilecekti. Eldeki kayıtlardan, bu idarecilerin de yine eşraf sülalelerinden ve yakın bölgelerden seçildiklerini görmekteyiz. Mesela mevzumuz olan Hemşin nahiyesinde asaleten veya vekaleten ve bazıları mükerreren müdürlük yapmış olduğunu tesbit ettiğimiz 45 kişinin hemen tamamına yakını Trabzon-Batum arasında kalan bölgenin eşraf sülalelerine mensup kişilerdi. Bunun yanında Hemşin’de nahiye müdürlüğü yapmış kişilerden ancak birkaç tanesi Mekteb-i Mülkiye mezunu idi. Bu durum, devletin yetersiz imkanları sebebiyle maalesef Cumhuriyet devrine kadar sürecek ve bütün çabalara rağmen Hemşin gibi merkeze uzak bölgeler yerel hanedanlar tarafından yönetilmeye devam edecektir.
BOA, HRT 2587 Rize Sancağı’nı gösterir 1894 senesinde çizilmiş harita. Hemşin ve köyleri de ayrıntılı bir biçimde yer almaktadır.
sonu-XVIII. asır başında tamamen müslümanlaşmıştır. Eldeki belgelere göre Hemşin’in kayıtlı ilk ayanı Hüseyin Ağa muhtemelen Hemşinli değildi. 1730-31 tarihli bir belgede ismine rastladığımız Hüseyin Ağa aynı tarihte, Hemşin ileri gelenlerinden Ortaköylü Yazıcıoğlu Mehmet Ağa ile damadı Badaralı İbrahim Ağa’nın halkı kışkırtmasıyla çıkan bir ayaklanma sonucu görevinden ayrılmak zorunda kalmıştı.5 Hüseyin’in ardından gelen Kunduz Mustafa Ağa ise Atina lazlarındandı. O da iki sene sonra daha feci bir ayaklanma ile görevinden edilmiş, ayaklananlar Mustafa Ağa’nın konağını da yakmışlardı.6
2- 1839 öncesi Hemşin İdarecilerine kısa bir bakış Trabzon eyaletinin Gönye (Batum) sancağına bağlı olarak iki asır idare edilen tarihî Hemşin kazası otuz iki köyden oluşmaktaydı. Kazanın tarihî sınırları, Rize’nin bugünkü Hemşin ilçesinin tamamı ile (Zuğa Vadisi) Çamlıhemşin ilçesinin büyük bir kısmına (Hala vadisi ve Furtuna vadisinin güney kesimleri), bugünkü Pazar ilçesinin dört köyüne (Melmenat, Çingit, Meleskur, Açapa), bugünkü Çayeli’nin Senoz ve Eksanoz vadileri ile bugünkü İkizdere’nin Cimil vadisine şamildir.
Bundan sonra Hemşin’in ayanlarının hepsi Hemşinlidir. Cimil’de Kumbasaroğulları sülalesi yörenin Hemşin merkeze uzaklığı sebebiyle tek başlarına hüküm sürerken Hemşin merkezde önce Çingitli Sıçan Hacı Hüseyin Ağa (ö. 1799),7 ardından oğlu Mehmet Ağa,8 1820-1832 arasında Badaralı Hacı Selim Ağa-zade Halit Ağa,9 1832-1834 arasında Halit Ağa’nın oğlu Reşit Ağa10 ile damad-ı
Bu otuz iki köy uzun bir müddet hristiyan-müslüman halkın beraber yaşadığı yerleşim yerleri idi. XVII. asır başlarında Zuğa vadisinin aşağı kesimlerindeki yani bugünkü ilçe merkezine sınır olan köyleri tamamı müslüman olmuştu.4 Hemşin’in geri kalanı ise XVII. asır 35
BOA, A.E. I MAHMUD 5029/1 1730 senesinde Hemşin halkının ayan Hüseyin Ağa’ya isyanı .
BOA, CDH 399/180 1731 senesinde Hemşin halkının Kunduz Mustafa Ağa’ya isyanı
şehriyari sadrazam Hemşinli Mehmet Ali Paşa’nın taallukatından11 Kara Ali-zade Süleyman Ağa12 ayanlık yaptılar. 1834’ten itibaren ayanlık yapan kişi ise Sıçanoğlu Memiş Ağa13 ’dır. Memiş Ağa’nın ölüm tarihi bilinmemektedir. Muhtemelen 1839-1840 yıllarında işten el çektirilmiş ya da buna zorlanmıştır. Bu tarihten sonra ise bütün Osmanlı topraklarında olduğu gibi Hemşin’de de nahiye müdürlerinin idaresi başlayacaktır.
Kendisinden haberdar olduğumuz ilk müdür Çürüksulu Hasan Bey’dir. 1 Şaban 1265/23 Mayıs 1849 tarihine ait bu belgede Hasan Bey, muhtemelen Hemşinli olan Esirci Süleyman Ağa’dan bir cariye almış fakat borcunu ödememiştir. Süleyman Ağa bu borcun ödenmesi için bir arzuhal vermiş ve alacağın tahsili kararlaştırılmıştır.14 Burada asıl önemli olan elbette ki 1849 yılında Çürüksulu Hasan Bey adlı birisinin Hemşin nahiye müdürü olmasıdır. Hasan Bey’in ardından 1849 senesinin geri kalan kısmında Basa-zade Hüseyin Bey nahiye müdürlüğünde bulunmuştur.15 Basa-zadeler, Telatorzade ailesinin bir kolu olup, Atina’nın Baltazadelerle birlikte en önemli sülalesidir.
3- İlk Nahiye Müdürleri Hemşin’in merkeze uzak olması, nüfusunun fazla kalabalık olmaması ve merkezi yakından ilgilendirecek çok fazla vukuat çıkmaması yöre ile ilgili belgelerin azlığının belli başlı sebepleridir. Yine de Devlet-i Aliye, Rus sınırına yakın bu bölgeye tamamen bigane kalmamıştır. Bu yüzden az ya da çok, 18491915 seneleri arasında görev yapmış hemen bütün nahiye müdürlerinin en azından isimleri, görev süreleri ve kısmi vukuatları elimizde belgelenmiş durumdadır.
5 Şevval 1276/26 Nisan 1860 tarihli bir dilekçe bize başka bir ismin daha aynı sıralarda Hemşin müdürü olduğunu gösteriyor. Dilekçenin sahibi Kara Ali-zade Ali Ağa 5 Şevval 1265/24 Ağustos 1849 tarihinde Hemşin nahiye müdürlüğünden azledildiğini, kendisine 36
A N A L İ Z
BOA, AMKT DV 14/35 bilinen en eski Hemşin nahiye müdürü Çürüksulu Hasan Bey hakkındaki belge.
BOA, MVL 240/2, Basazade Hüseyin Bey’in nahiye müdürlüğünde bulunduğu sene ile alakalı belge
bir maaş tahsis edilmediğini, zor durumda olduğunu bildirmekte ve bir maaş tahsisi için ricada bulunmaktadır.16
BOA, AMKT VM 30/74 Arif Ağa’nın azli ile alakalı belge
Aslında Çıldır meselesi konumuzla alakalı olmamakla beraber kısaca değinilmesi gereken bir mesele olarak ele alınabilir. Birincisi Hemşin-Kehabir Kürtleri denilen bir grup haymenişin ekrad (çadırda yaşayan göçebe kürtler) zaman zaman Çıldır sancağı dahilindeki mezra ve tarlalarda hayvanlarını otlatmakta ve bu durum hoşnutsuzluğa sebebiyet vermektedir.20 Fakat bundan daha mühim bir problem vardır. Çıldır Sancağının Keskim21 Kazasına bağlı Hodeçor nam mahal Katolik Ermeniler ile meskundur. Aynı bölgenin ehemmiyetli bir kısmı, başta Hemşin’in Çinçiva köyü22 olmak üzere bazı Hemşin köylerinin yaylasıdır. Hemşinliler Hodeçor’a yaylamak maksadıyla çıkmakta dolayısıyla burada meskun olan Katolik Ermeniler ile aralarında sürtüşme yaşanmaktadır. I. Cihan Harbi’ne kadar Hodeçor Ermenileri’nin Hemşinliler’e karşı pek çok şikayetname dilekçesi mevcuttur.23 Bu yüzden Çıldır meselesinin aslında farklı bir ehemmiyeti vardır.
5 Şevval 1265-11 Muharrem 1266/24 Ağustos 1849-27 Kasım 1849 tarihleri arasında da Maçka müdürlüğünden mazul Arif Ağa müdürlük görevinde bulunmuştur. Nereli olduğunu tesbit edemediğimiz Arif Ağa halefleri gibi Doğu Karadeniz bölgesinden olmalıdır. Vazifesine müdürlük mezkuru matlub vechile hüsnü idareye muvaffak olamadığı tahakkuk eylemiş olması sebebiyle yani başarılı bir idare gösterememesi sebebiyle son verilmişyerine Trabzon hanedanından Mehmet Ağa vekaleten getirilmiştir.17
4- Hasan Tahir Ağa Kara Ali-zade Ali Ağa azl edilip yerine Arif Ağa getirildiğinde hademeden olan Hasan Tahir Ağa, Arif Ağa’ya kefil olmuştu.18 Şu durumda Arif Ağa’nın halefi olması da tuhaf olmasa gerektir. Trabzon hanedanından olan Hasan Tahir Ağa 11 Muharrem 1266-21 Receb 1268 /8 Eylül 1850-11 Mayıs 1852 tarihleri arasında görev yapmıştır. Görev süresi karışıklıklar ile geçmiştir.
Mevzuumuza dönecek olursak, Hasan Tahir Ağa devrindeki karışıklıklar bundan ibaret değildir. Her ne kadar kendisinden ahalinin hoşnutluğuna dair “Hemşin ahalileri” imzalı bir mektup Meclis-i Vâlâ’ya takdim edilmiş ise de24 aslında memnun olanların Ağa’nın oluşturduğu nahiye meclisinde bulunan meclis azaları olduğu anlaşılmaktadır. Nahiye Meclisi azaları şu kişilerden mürekkebdir: Kumbasarzade Mehmet Memiş, Kobalzade Osman, Halit Ağazade Mehmet Reşit, Fare-zade25
Öncelikle Çıldır bölgesi halkına, Hemşin ahalisinin bir takım taarruzları vuku bulmuş, bölgeye gidip gelen Çıldırlı tüccarlar Hemşinli eşkıyanın tasallutuna uğramış ve fakat Hasan Tahir Ağa bu vaziyet hakkında uyarıldığı halde gerekli tertibatı almamıştır.19 37
BOA, A AMD 25/100 Hasan Tahir Ağa zamanında, Hemşin ahalisinin de karıştığı Çıldır’da vuku bulan olaylar ile ilgili belge.
BOA, MVL 240/2 Hasan Tahir Ağa’nın uygunsuz hareketlerine dair belgelerden biri.
Süleyman, Melikzade Hüseyin. Bu zatlardan üçü Hemşin’in geleneksel ayan süalelerinden yani hanedandandır. Kobalzadeler ve Melikzadeler ise bu aileler ile kurdukları ilişkiler sebebiyle bir az da gözü karalıklarıyla söz sahibi olmuşlardır. Bu aileler Hasan Tahir Ağa ile beraber Hemşin’i yönetmektedirler ve pek de masum değillerdir.
BOA, MVL 240/2, Hemşin naibi Mehmet Emin Efendi’nin şikayetnamesi.
bunu anlıyoruz. Elbette Hasan Tahir Ağa’nın bir takım ithamları vardı. Bu enteresan ithamnameyi burada aynen vermek uygun düşebilir: Hemşin kazasında naib bulunan Mehmet Emin Efendi’nin efal-i kabihalarını beyan eder
Birinci cünha Kavak karyesinden esnân-ı askerîde bulunan Şamatacıoğlu Mehmet nam kimesne sene-i sâbıkda kur’a meclisine davet olundukda Mehmet Efendi “merkumun bedeli virilmiş deyü” miralay Reşit Bey’in meclisinde zor olarak şehadet idüp nefer-i merkumun kur’adan kurtulmasına bâdî olmağla pederinden üç bin beş yüz kuruşu rüşvet ahz eylediği Fare-zade Süleyman Ağa ve Halit Ağa-zade Reşit Ağa meclis-i acizanemizde şehadet eylediler.
Hasan Tahir Ağa, her ne kadar bazı eşkıya, hırsız ve katil taifesini derdest edip yakalamaya muvaffak olmuş ise de26 nahiye hesaplarında uygunsuzluk olduğu, bazı şahıslara karşı kayırmacılık yaptığı gibi rivayetler de yoğun olarak etraftan duyulmakta ve şikayetler olmakta idi.27 Bunun yanında her halde en mühim mesele Hemşin naibi Mehmet Emin Efendi ile aralarında geçen dava idi. Eldeki belgelerden, naib ile müdürün düşmanlıklarının sebebleri anlaşılamamaktadır. Lakin aralarındaki husumet o dereceye varmıştır ki müdür, naib efendiyi gündüz vakti nahiye ortasında derdest edip tutuklatmış, zabtiye eşliğinde ve zincire vurulmuş halde Batum’a mahkemeye göndermişti. Dava orada görülmeyip bu sefer de biçare naib efendi Trabzon’a apar topar gönderilmiş, bir seneden fazla orada kalan naibin davası, Tahir Ağa Trabzon’a da gelmediği için yine görülememiş ve naib son derece zor durumda kalmıştı.28 Naib Mehmet Emin Efendi’nin şikayetnamesinden
İkinci cünha Elli dokuz tarihinde (1843) Mollaveyis karyesinde Tumanoğlu Emin nam kimesne karye-i mezkurda Uzun Alioğlu Molla Ali nam kimesnenin kerimesini fuzuli olarak menkuhamdır deyü iddia idüp menkuhası olmadığı ammenin malumu iken efendi-i merkum, merkum Emin nam kimesneden bin kuruş rüşvet alup şâhid-i zor ile hükmeylediği ulemadan Hacı-zade Ali Efendi ve Kumbasarzade Memiş Ağa meclis-i acizanemizde şehadet eylediler. 38
A N A L İ Z
Üçüncü cünha
Yedinci cünha
Altmış beş tarihinde (1848-49) Pasazade Hüseyin Efendi’nin Hemşin kazasında müdürlüğü hengamında Mehmet Emin Efendi ahali-i kazadan haylice nefer cem idüp bir takım iğfal ve ihtilâtî kelamlar ile nassı başdan çıkarup tarik-i dalalete meyl itdirerek altı mah emvâl-i virgünin avdet-i taahhürüne bâdî olduğu Memiş Gavas ve Melik-zade Hüseyin meclis-i acizanemizde şehadet eylediler.
Tarih-i mezkurda (1257/1841-42) yine yaylak-ı mezburda hayvanlarını rai etdirmek içün karye-i mezkurdan Avakoğlu Osman ve Eyüp naman kimesnelerden bila muceb üçyüz kuruş rüşvet aldığı Melik-zade Hüseyin meclis-i acizanemizde şehadet eylemiştir.
Sekizinci cünha Tarih-i mezkurda (1257/1841-42) Ortan karyesinde Gülapoğlu Ahmed nam kimesne karye-i mazkurda Alemdaroğlu Yusuf nam kimesneye arazi maddesinden dava idüp Mehmet Emin Efendi tarafdarlık iderüm deyü bin kuruş merkum Kürt Ahmet nam kimesneden ahz idüp … davayı mezkurenin …i ulema meclisi olarak icra oldukda arazi-i mezkure yine Alemdar’a hükm olmuş efendi-i merkum merkum Kürt Ahmed’den ahz eylediği bin kuruş rüşveti yekün yarın virirüm diyerek … etmekde olduğu Memiş Gavas meclis-i acizanemizde şehadet eylemiştir.
Dördüncü cünha Altmış bir tarihinde (1845) Mollaveyis karyesinde Kukusoğlu Yusuf nam kimesnenin kerimesine Kale-i Bâlâ karyesinden Hıdıroğlu Beşir nam kimesne nikah iddia idüp Mehmet Emin Efendi huzurunda mürâkım olduklarında merkum Beşir’in davalısı beyhude ve fuzuli olduğu ol âvanda voyvoda bulunan Eyüpzade Osman Ağa iki yüz kuruş harc-ı mahkeme aldukdan sonra rüşvet olarak üç yüz kuruş dahi ayrıca Mehmet Emin efendi ahz eylediği merkum Yusuf meclis-i acizanemizde ifade ve tazallum-i hal eylemiştir.
Dokuzuncu cünha Kavak karyesinde salat-ı cumanın edasına azîm iken esna-yı rahda teşâşur edip bilâ vuzu salât-ı cumayı eda etmeğe imamet eylediği karye-i mezkur ahalilerinden rivayet Kukusoğlu Yusuf meclis-i acizanemizde şehadet eylemiştir.
Beşinci cünha Altmış üç tarihinde (1846-47) Amukta karyesinde Kürtoğlu Cevahir nam kimesneye hüsnü rızasıyla Polatoğlu Abdullah nam kimsenin kerimesini tezviclikle aldıkda mezburenin öke pederi fuzuli dava eyledikde şer’an bâliğa kız dilediğine varacağı hasebiyle şeran …i lazım gelmese de Mehmet Emin Efendi bir takım ehafeler ile üç yüz kuruş rüşvet ahz eylediği efendi merkuma akçeyi teslim etmekde beraber bulunan Kukusoğlu Yusuf meclis-i acizanemizde şehadet eylemiştir.
Onuncu cünha Hacı Kamiloğlu Alemdar’ın hanesinde Mehmet Emin Efendi niyabet etmek üzere … etmekde iken bitü…z eylediği odada bir kenarda teşâşur idüp derûn-i odada su olmadığı ve kendüsi odadan taşraya çıkmayup namaz kıldığı ol hengamda merir (müdür?) bulunan Şakir Ağa’nın zabtiyelerinden Arap Hacı Ali nam kimesneden mervi hane-i mezkurenin sahibi Hacı Kamil-zade Alemdar meclis-i acizanemizde şehadet eylemiştir.
Altıncı cünha Elli yedi tarihinde (1841-42) Vice karyesinde Avakoğlu Mehmet ve Selim nâmân kimesneler Kavran yaylağında hayvanlarını rai itdürmek murad eyledikde yaylak mezkure ahalileri rıza değil iken merkumlardan üç yüz kuruş Mehmet Emin Efendi rüşvet alup yaylak-ı mezkura yaylacıları hayvanlarını rai itdirmek üzere göndermiş olduğu Fare-zade Süleyman Ağa meclis-i acizanemizde şehadet eylemiştir.
On birinci cünha Altmış üç tarihinde (1846-47) Cimil karyesinde cami-i şerifin civarında Mehmet Emin teşâşur idüp bilâ vuzu der akiyr cami-i şerife girüp salât-ı zuhrun edasına … eylediği Hordoluşoğlu Memiş ve Nurhadoğlu Halil meclis-i acizanemizde şehadet eylemişlerdir. 39
On ikinci cünha
merkum hâkpâ-yı aliyelerine gönderilmiş ise de mahkemede tevkif olunarak … edillesiyle cünha-i vakıalarını mübeyyin bir kıta mazbatanın dahi takdim-i hakpay kılınmış bu defa şerefvürud eden emir ve irade-i seniyeleri meal-i âlisinden müstebân-ı çâkerleri olunmuş tabk emr ü işarları muceb efendi merkumun bol cünhalarından on altı bend kadar mukaddem ve …beyan ve şehadet eylemiş olduklarından bir defa iltimas-ı ahali muaddem takdim-i hâkpây kılınan mazbatanın icab-ı icrasına müsaade-i seniyeleri dergarı destaye buyurulmak marazında mazbatayı çâkeranemiz tahrir ve takdim-i hâkpâ-yı ubudiyet ârâ-yı dâverileri kılınmış idügin inşaallahu teala mahtaalemu âlem ârâ âliyeleri buyuruldukta ol babda ve her halde emr ü irade veliyyülemrindir. Fi 23 Muharrem 1267 (28 Kasım 1850)
Altmış beş tarihinde (1848-49) Hala deresinde Pusikoğlu Alemdarın odasında ik’ad ederken Mehmet Emin Efendi üç defa yellenüp der ikab bilâ vudu namaz kıldığı Abdullah Ağa ve Fare-zade Memiş Ağa’nın oğlu Abdülaziz Ağa meclis-i acizanemizde şehadet eylemişlerdir.
On üçüncü cünha Altmış altı tarihinde (1849-50) Kobalzade Osman Ağa’nın konağında iki saat mikdarı Mehmet Emin Efendi nevm edip iki defa nemaz bilâ vuzu kıldığı ulemadan Musa Efendi meclis-i acizanemizde şehadet eylemiştir.
On dördüncü cünha Altmış altı tarihinde (1849-50) küçük parmağında çıbanı alup cerahati cereyan iderken salât-ı asr ve salât-ı mağribe imamet idüp kılıverdirdiği yine ulemadan Musa efendi meclis-i acizanemizde şehadet eylemiştir.
Müdür-i kaza Hasan Tahir Naib Ali Vefik
On beşinci cünha
Katib Mustafa Muhlis
Bir müddetden berü Hemşin kazasında vaki olan katil ve sarik edebsiz kimesnelerin li eclit tedib üzerlerine varılmasına meclisce bittensib kaza-yı mezkurdan bir mikdar nefer ile hıyn-i azimetde Mehmet Emin Efendinin edebsizlere …yeti cihetiyle vasi mikdarı gayret idüp kablel bürud esnâ-yı rahda gerüye iade olunmasına cehd eylediği meclisce malum ve manzurumuz idügi
Aza Mehmet Memiş (Kumbasarzade) Aza Dursun Aza Osman (Kobalzade) Aza Mehmet Reşit (Halit Ağa-zade) Aza Süleyman (Fare-zade) Aza Hüseyin (Melikzade)30 Görüldüğü gibi bir ikisi hariç geri kalan iddiaların hepsi şahsi çekemezliği açığa çıkaran dedikodulardan ibarettir. Hele naibin ormanlık alanda küçük abdest bozduktan sonra ya da nahiyeye bir günlük uzaklıktaki Hala köyünde misafir olduğu evde havadan abdest bozduktan sonra namaz kıldığının ve kıldırdığının bildirilmesi ayrıca bir garabet olup, şikayette bulunan meclis üyeleri ile şahidlerin aynı kişiler olması da başlı başına traji-komik bir vakıadır.
On altıncı cünha Mehmet Emin Efendi niyabetde bulundukça li ecliddava iken hassı huzurunu müdafaa olurlar iken elfaz-ı galizeler ile şetm dilediğini zabıt iderek ibtali hakkında mücânebet iderek eylediği meclisce malumatımız olduğu Hemşin kazasında naib bulunan Mehmet Emin Efendi’nin uygunsuz harekata mütecasir olup cünha-i vakıalarından çend kalem bahs olarak ahali-i kazanın dahi menfuru olup umumen meclis-i acizanemize cem olarak efendi merkumun cünhalarını beyan idüp kazadan defiyle mesafe-i baide nefyi olunmasını kaffe-i ahalilerinin niyaz ve iltimasları vech üzere meclis-i acizanemizden bir kıta mazbata tanzimiyle tahtel hıfza efendi
Anlaşılan o ki naib efendi bir iki kabahat etmişti lakin şikayetnameleri karşılaştıran Devlet-i Ali ekabiri, işin içyüzünü anlamaktan elbette ki aciz değillerdi. Neticede hem Tahir Ağa’yı hem de naibi işten el çektirme kararı aldılar. Bu arada Tahir Ağa da uzun bir tahkikat ve tedkikata tabi tutuldu.31
40
A N A L İ Z
5- Hüseyin Ağa ve Cimil’in Hemşin’den ayrılması
Hüseyin Ağa’nın müdürlüğünün son demlerinde Hemşin eşrafı, ağaları, ileri gelenleri, köy muhtarları ve imamları bir araya gelerek bir dilekçe yazdılar. Dilekçede, dışarıdan gelen müdürlerin bölgeyi yeterince tanımadıklarını, zaten bir kısmının sadece maaş almaya geldiğini, maaş aldıktan sonra geri döndüğünü, nahiyenin sorunları ile hiç ilgilenmediklerini, yöre halkının mizacını bilmedikleri için de yanlış harekette bulunduklarını bildirmekte idiler. Bu dilekçenin haklı tarafları yok değildi. Lakin özellikle eşrafın kendi işlerini bilmeyen ve işlerine karışan birisini istemedikleri de aşikardır. Hemşin ahalisi, dışarıdan müdür atanması yerine kendi içlerinden birisinin müdür tayin edilmesini istiyorlardı. Önerdikleri kişi de Kara Ali-zade Mehmet Ağa idi. 33
Hasan Tahir Ağa’nın iki yıllık olaylı müdürlüğünün ardından sabık Razlık müdürü Hüseyin Ağa nahiye müdürlüğüne atandı . Müdürlüğü 11 Mayıs 1852-20 Aralık 1853 tarihleri arasında sürmüştür. Devrindeki en mühim olay tarihi Hemşin kazasının bir parçası olan Cimil’in Hemşin’den ayrılması olmuştur. Rize kazasında bir türlü dindirilemeyen eşkıyalık vs. olaylar sebebiyle İspir’e bağlı Kura-i Seba, Rize’nin Kafkame deresi (İkizdere Çağrankaya vadisi) denilen mahal ve Of’un bir kısmı Cimil ile birleştirilerek başına da yeni bir kaza tahsis edilmesi kararlaştırılmıştı.32 Cimil bugün İkizdere’ye bağlıdır.
6- Hemşinli Nahiye Müdürü Ayanlık müessesesi her ne kadar ortadan kaldırılsa da bulundukları bölgeyi yönetmeye alışmış kimseleri idareye müdahaleden vaz geçirmek kolay değildi. Gerçi dışarıdan gelen müdürler de bölgeyi iyi tanımıyor ve gerekli tavrı gösteremiyorlardı. Lakin yine de yerli eşrafın dışarıdan müdahaleyi içine sindiremediği yukarıda serdedilen olaylarda zahiren görülmektedir.
Bu istek meclis-i vâlâda mülahaza edilerek münasib görüldü. Kara Ali-zade Mehmet Ağa 11 Cemaziyelevvel 1269-Rebiülahir 1271/20 Aralık 1853-Aralık 1854 tarihleri arasında Hemşin nahiye müdürlüğünde bulunmuştur. Müdürlükten ayrılma sebebi eceliyle ölümdür.34 Mehmet Ağa’nın ardından bir müddet İbrahim Salim Efendi müdürlük yapmıştır. 1854 senesi dahilinde çok kısa bir süre görev yaptığı anlaşılan bu zat daha sonra başka bir bölgeye tayin edilmiş,35 yerine eski ayanlardan Halit Ağa’nın oğlu Reşit Ağa nahiye müdürlüğüne getirilmiştir (Ramazan 1270/Haziran 1854).36 Reşit Ağa, babasının ölümünden (1832) sonra iki sene müddetle ayanlıkta da bulunmuştu. Şu halde oldukça yaşlı olmalıdır. Görevinin tam süresi net bir biçimde tesbit edilememekle beraber 1272/1856 tarihinde artık görevde değildi. Bu tarihte Kara Ali-zade Süleyman Ağa’yı müdür olarak görmekteyiz. Süleyman Ağa kısa süren vazifesi esnasında pek çok irtikaplarda bulunmuş, rüşvet almış, askerlik yaşı gelmiş kişileri küçük ya da büyük göstermiş, kura kayıtlarında sahtecilik yapmış hasılı epey bir şikayete sebep olup nihayetinde 1275/1858 senesinde görevden el çektirilmişti.37
BOA, MVL 240/2 Hasan Tahir Ağa’nın naib Mehmet Emin Efendi hakkındaki İddianamesi 41
Süleyman Ağa’nın ardından Ahmet İzzet Ağa 1275 senesi cemaziyelahirinde (Ocak 1859) müdür tayin edildi. Görev süresi boyunca ahali ile iyi geçinmiş, eşkıya takibinde başarılı olmuştu. Bir müddet sonra o da görevden alındı. Sebep kötü idare yahut şikayet değil Hemşin nahiye müdürlüğünün ilga edilip Atina merkez müdürlüğüne bağlanmasıydı. Durum, bütün Hemşin ahalisini bizar etti.38
meşayih-i bi kudret iki-üç günlük mesafeden bu makule zahmet keşide olmasından ve şu kadar mesarife dahi duçar olunacağımız cihetle ibtal olunmakda olunacağı ve şimdiye kadar Hemşin kazasının eşkıyaları mazarratından bir müdir henüz idare edemeyüp beher nahiyede birer kır serdarı mesellü herkes nahiyelerini beklemekde iken kazaeteyn-i mezkureteyn birleşdirildiği halde kaza-yı mezburda bir hayadid mekulesi zuhurunda Hemşin kazasından hükümet tarafına haber verilip takip ettirilinceye kadar eşkıya makulesi mahall-i ihnifaya çekilip tahlis-i kerban edeceği bulunduğundan bütün bütün tahrib-i memleket olunacağı mucib ve bu yüzden artık bilcümle nakl-i hane edeceğimiz dergar olmağla fukara-yı naçizanemizin rahatı münselib olup gadr-i dide olunacağımız madelet seniye-i hazret-i şahane dahi razı olmadığı memul aczen olmağla nezd-i meclis-i vala-yı sadaretpenahiye arz ve beyan olunduğu muhat-i ilm ali-i mersamedin enamları buyuruldukda kazamız ifade olunduğu vech üzere hali kaldığı cihetle sabık mesellü bir müdir-i müstakil tayin buyurulması hususunda müsaade-i seniyeleri irzan buyurulmak ve bilcümle fukara-yı acizanemizin ed’iye-i hayriyemiz tekrarına mazhar buyurulmak mümarrızında işbu mahzar-ı umum terkim ve temehhürüyle nezd-i meclis-i vala-yı sadaret-i uzmaya takdimine ictisar kılınup ol babda ve kaffe-i halde emr ü ferman ve ihsan hazret-i men lehü’l-emrindir.
7- Hemşin Müdiriyetinin Atina’ya ilhakı ve yeniden tefriki Hemşin’in Ahmet İzzet Ağa’dan sonraki resmi müdürleri olan Arif Ağa (1276-21 Şevval 1277/1860-2 Mayıs 1861), Kömürcüzade Hasan Ağa (21 Şevval 1277-1279/2 Mayıs 1861-1862) ve Mehmet Haki Efendi (12791281/1862-1864) Hemşin müdürü sıfatıyla Hemşin’e gelmeden nahiyeyi Atina’dan idare ettiler. Bu devirde Hemşin’de iki vekil müdür vazife yaptı. Birincisi Lazistan mutasarrıfı Osman Şevki’nin kardeşi Recep Ağa (Rumi 1279-h.1280/1863 [11 ay])39 diğer ise İsmail Efendidir (Rumi 1279/1863-64)40 Receb Ağa, bu 11 aylık hizmeti boyunca maaş almamış ve masraflarını kendisi karşılamıştı41. İsmail Efend’nin de bir irtikabı görülmemiştir42. Fakat burada asıl ehemmiyetli olan Hemşin müdiriyetinin ilga edilip merkezin Atina’ya kaydırılmasıydı. Hemşin’e bağlı 32 köy ahalisi birleşerek bu durumun değiştirilmesi için bir arzuhal yazdılar. 21 Şevval 1276/14 Nisan 1860 tarihinde verilen bu arzuhalin metni şöyledir:
21 Şevval 1276 Naib-i kaza Musa Zühdü, Mukayyid-i kaza İsmail, Müfti-i kaza Ömer Fehmi, Aza İsmail, Hanedandan Halit Ağa-zade Seyit Ahmet, Hanedandan Fare-zade Mehmet, Hanedandan Hacı Kamil-zade Mustafa, Hanedandan Kara-zade Ali, Hanedandan Ali-zade Aziz, Hanedandan Ali-zade Mustafa, Hacı Reşit Ağa-zade Mustafa, Cansuz-zade Mustafa, Hanedandan Fare-zade Mehmet, Hanedandan Kara-zade Abdülaziz, aza Hüseyin, aza Ömer, ed-dai ulemadan Mato-zade Mustafa, ed-dai ulemadan Hacı Ahmet-zade Kasım, ed-dai ulemadan Alemdar-zade Hacı Numan, ed-dai ulemadan Hacı Ahmet-zade Yusuf, ed-dai ulemadan Muslu-zade Mahmut, ed-dai ulemadan Gülap-zade Ali
Kazamız bulunan Hemşin Kazasını Atina kazasına bililhak kazaeteyn-i mezkureteyn birleşdirilerek bir müdir tayin kılınmış ise de mezkur Atina ve Hemşin kazaları birbirine yirmi saat mesafede olup Hemşin kazasının dahi karyeleri dağlık olduğundan üç dört nahiyeden ibaret olup ve bir ucundan bir ucuna yirmi sat mesafe bulunduğundan şimdiye kadar eşkıya hayadid makulesinin gaileleri sürünmekte bulunduğundan ekseri deavisi öyle yüzü üstü kalmış ve kazaeteyn-i mezkureteyn müdiri bir olup Atina’da olduğu halde mevsim-i şitada şert-i dağ ve evvel baharda nehr-i azimin ve hamanın şiddetinden erbab-ı deavi hususiyle taife-i nisvan ve 42
A N A L İ Z
Galip, ed-dai ulemadan Abdi-zade Ali Hulki, ed-dai ulemadan Hacı Ahmet-zade Mustafa, ed-dai ulemadan Hacı Mustafa Efendi-zade İbrahim, ed-dai ulemadan Köse-zade Ahmet, eddai ulemadan Burum-zade Osman, ed-dai ulemadan Gürcü-zade Ahmet, ed-dai ulemadan Hacı Halil-zade Basnak Yunus,
karye-i mezbur: Hüseyin
Bende: Alican b. Hüseyin, Adil, Abdülaziz, Mustafa, Abdullah, Mahmud, Hüseyin, Halit, Osman, İsmail, Hurşit, İsmail, Ömer, Yusuf,
İmam-ı der karye Balahor: (boş), muhtar-ı der karye-i mezbur: (mühür)
İmam-ı der karye Zuğa: (boş), muhtar-ı der karye-i mezbur: Hüseyin b. Hacı Mustafa İmam-ı der karye Meydan: Ömer, muhtar-ı der karye-i mezbur: Seyit Osman İmam-ı der karye Tolones: Mehmet b. İsmail, muhtar-ı der karye-i mezbur: Cevat
İmam-ı der karye Pereston: Mahmut
İmam-ı der karye Koluna: (mühür), muhtar-ı der karye-i mezbur: Mustafa
Bende: Musa, Süleyman, Selim, Süleyman, Ali, Emin, Mustafa b. Mikdad, Mustafa43 Hemşinliler isteklerinde haklıydılar. Her ne kadar ahalinin köylerde yaşayan ekseriyeti, davasını görmeye nahiye merkezine kadar gitmeyip davasını köyünde halletmeyi tercih etse de nihayetinde nahiye merkezi, Atina’dan çok daha yakındı. Aynı zamanda merkezin Atina’ya kaydırılması pek geçinemeyen iki kaza ahalisinden birinin diğeri aleyhine üstünlük sağlaması anlamına da gelmiyor değildi. Bu durumda Atina eşrafı Hemşin eşrafının üstünde bir konuma sahip olacak, davalarını görmek için Atina’ya gidenler oranın eşrafına yanaşacak belki Hemşin eşrafı da buna mecbur kalacaktı.
İmam-ı der karye Mollaveyis: Mahmut b. Mesut, muhtar-ı der karye-i mezbur: Musa İmam-ı der karye Küşüve: İsmail, muhtar-ı der karye-i mezbur: (mühür) İmam-ı der karye Makrevis: Süleyman, muhtar-ı der karye-i mezbur: Abdülaziz İmam-ı der karye Çanuttobira: (mühür), muhtar-ı der karye-i mezbur: Yusuf İmam-ı der karye Holco: Yusuf, muhtar-ı der karye-i mezbur: Osman b. Abdi İmam-ı der karye Kısmanmolver: (mühür), muhtar-ı der karye-i mezbur: (mühür) İmam-ı der karye Livik: Aziz, muhtar-ı der karye-i mezbur: İsmail İmam-ı der karye Mikron: (mühür), muhtar-ı der karye-i mezbur: Rıfat
Merkezi hükümet bu dilekçeye kısa zamanda olumlu yanıt verdi ya da vermek zorunda kaldı. 8 Muharrem 1279/6 Temmuz 1862 tarihli Meclis-i Vala kararı ile Hemşin müdiriyeti Atina’dan eskisi gibi ayrılıp nahiye merkezinde bir müdiriyet kurulmasına karar verildi ve Kara Ali-zade Süleyman Ağa yeniden nahiye müdürü tayin edildi.44
İmam-ı der karye Sırt: (mühür), muhtar-ı der karye-i mezbur: Hüseyin İmam-ı der karye Vice Ulya: Mehmet Emin, muhtar-ı der karye-i mezbur: Halil İmam-ı der karye Vice Sufla: (mühür), muhtar-ı der karye-i mezbur: (mühür) İmam-ı der karye Melmenat: (mühür),
Merkezi hükümetin ya da Lazistan mutasarrıflığının Kara Ali-zade Süleyman Ağa üzerinde bu kadar ısrar etmesinin sebebi öyle anlaşılıyor ki yukarıda bahsedildiği gibi damad-ı şehriyari sadrazam Hemşinli Mehmet Ali Paşa ile olan akrabalık bağlarıdır. Lakin iktdarı esnasında pek çok yolsuzluk yapan Süleyman Ağa’nın bu müdürlük süresi aynı zamanda onun son vazifesi olacaktır. 1864’te müdürlükten azledilecek ve yerine geçen İsmail Efendi’nin (1864-1865) katli dolayısıyla da mahkemeye alınacaktır.45
İmam-ı der karye Çingit-Meleskur: (mühür) İmam-ı der karye Bodollu: Şerif b. Mehmet, muhtar-ı der karye-i mezbur: Alemdar Osman İmam-ı der karye Gomno: Yunus Vehbi İmam-ı der karye Ortaköy: (mühür), muhtar-ı der karye-i mezbur: (mühür) İmam-ı der karye Sanova: (mühür), muhtar-ı der karye-i mezbur: (mühür) İmam-ı der karye Tepan: (mühür), muhtar-ı der karye-i mezbur: (mühür) İmam-ı der karye Badara: (boş), muhtar-ı der 43
ile anlaşamamak anlamına gelmektedir. Bir sonraki müdürün tayin belgesinde bu açıkça izah edilmektedir.46 Şatırzade’nin ardından Hemşin müdiriyetine sırasıyla şu isimler tayin edilmiştir: Arhavili Hayreddin Efendi 5 Zilhicce 1281-1283/1 Mayıs 1865-1867, Memiş Rüştü 1867-1869,47 Mustafa Efendi 1286-1287/1869-1870 Halil Ağa 1289-1890/1872-1873, Salih Ağa 1291/1874, Mecit Efendi 1292/1875. Bu efendiler zamanında belgelere geçen kayda değer bir olay vuku bulmamıştır. Bu yüzden bu efendilerin isimleri Trabzon Salnameleri’nden dercedilmiştir.48
BOA, MVL 653/13, Hemşin nahiyesi müdür vekili Recep Ağa’nın maaş almadığını ve gerekli masrafları cebinden harcadığına dair Lazistan mutasarrıfı tarafından yazılan dilekçe
9- Sıçanoğlu Hüseyin Hüsnü Efendi Hemşin nahiye müdürlerine bir misal Sıçanoğlu Hüseyin Hüsnü Efendi’dir. Sülale adından anlaşılacağı üzere ayan sülalesindendir. Melmenat köyü muhtarı Reşit Ağa’nın oğlu ve son Hemşin ayanı Memiş Ağa’nın yeğenidir. Hüsnü Efendi’nin sicil kaydından aldığımız bilgiye göre kendisi 1843 senesinde Hemşin’de doğmuş, mahalle mektebinde Arapça sarf nahiv öğrenmişti ve Türkçe okur yazardı. 13 Ramazan 1293-17 Şaban 1294/30 Haziran 1876-27 Ağustos 1877 tarihleri arasında 600 kuruş maaşla Hemşin nahiyesi müdürlüğünde bulundu. 19 Aralık 1879’da 140 kuruş maaşla Hemşin mal kitabetinde memurluğa başladı. 20 Mart 1880’de bu görevden istifa etti. Harput ve Karadere müdürlüklerinde bulunduktan sonra becayişle 13 Nisan 1894 tarihinde yeniden Hemşin müdürlüğüne getirildi. 6 Ocak 1897’de tekrar becayişle Karadere’ye oradan Tavas’a ardından Datça’ya tayin edildi. 1906’da Bozüyük’e tayinini istediyse de hava değişimi için gittiği memleketinde kaldı.49 Torunundan elde ettiğimiz bilgiye göre 1916 senesinde vefat etmiştir.
BOA MVL 358/20 Hemşin ahalisinin Hemşin’in Atina’ya ilhakına karşı yazdıkları itiraz dilekçesi.
8- Diğer müdürler Bu katl olayından sonra nahiye müdürlüğüne Trabzon’un meşhur sülalelerinden Şatıroğlu Süleyman Bey Hemşin nahiyesi müdür tayin edilse de 5 Zilhicce 1281/1 Mayıs 1865 tarihinde ab u hevasına imtizac eyleyemediği bu nahiyedeki görevinden istifa edecek ve Atina müdiriyetine naklolunacaktır. Ab u hevaya imtizac eyleyememek yani havasına suyuna alışamamak aslında nahiye eşrafı
Hüsnü Efendi’nin muhakkak ki ağa torunu, muhtar oğlu ve ayan yeğeni olarak idari tecrübesi vardı. Belirli bir zeka ve kabiliyet derecesine sahipti. Sicil kaydından kanuna ve ahlaka mugayir her hangi bir vaziyetinin olmadığı ve bulunduğu yerlerde hüsn-i idare gösterdiği anlaşılıyor. Yine torunundan alınan diploma suretlerine nazaran kendisi oğulları44
A N A L İ Z
1296/27 Haziran 1879 tarihli bir teklif kayda geçmiştir.51 Bu niyetin gerçekleşmediği anlaşılıyor. Ziya Bey ise büyük ihtimal bir müddet görev yerinde bulunmamıştır çünkü 1880 senesinde Hamit Ağa adlı birisi vekaleten müdiriyeti yürütmekteydi. 15 Mart 1880 tarihinde Mehmet Dursun Bey Hemşin’e müdür tayin edildi. 1275/1859 Kars doğumlu, Yüzbaşızade Hafız Hüseyin Efendi’nin oğlu olan52 Dursun Bey’e 1294/1877 senesinde ıstabl-ı amire binbaşılığı rütbesi verilmişti. İyi bir jandarma subayı olduğu anlaşılan Dursun Bey, Hemşin’in gördüğü en düzgün, en disiplinli ve en temiz müdür oldu. Görev yaptığı dört sene içerisinde tüm kayıtlarını titizlikle tutturduğu gibi,53 Hemşin dağlarında mekan tutmuş ve ahaliyi rahatsız eden kırk elli kadar da eşkıyayı yakalayıp kaza merkezinde hakim önüne çıkardı. Bu üstün hizmetlerinden dolayı dikkat çeken Dursun Bey Lazistan tabur ağalığına tayin edildi Bu yüzden 12 Ekim 1884 tarihinde Hemşin müdiriyetinden istifa etti.54
11. Senoz köylerinin Mapavri’ye ilhakı Dursun Bey’in istifasından sonra bir müddet Mehmet Şerif Efendi vekaleten müdürlük vazifesini yürüttü. Bir müddet sonra asaleten tayin edilen üçüncü sınıftan müntehab Murad Bey55 1885 ortalarında kadar vazifede kaldı. Aynı yıl içerisinde Ahmed Efendi56 bir müddet vazife yaptıktan sonra yerine 1885’te Emin Ağa asaleten tayin edildi. 1886’da bir müddet Hamid Tevfik adlı birinin müdürlük yaptığı tapu kayıtlarından anlaşılmaktadır.57 1886-1894 arasında yeniden Emin Ağa nahiye müdürlüğü vazifesini yerine getirdi.
BOA, İMVL 469/21265, Hemşin’in Atina’dan ayrılması kararını gösterir Meclis-i Vâlâ kararı.
nı okutmuş, bir oğlu Mekteb-i Hukuk’tan diğer oğlu Mekteb-i Mülkiye’den mezun olmuştur. Sorun burada Hüsnü Efendi’nin kötü bir adam olması değildir. Öyle olmadığı aşikardır. Devrinin şartlarına göre elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmış vakur ve gayretli birisidir. Hatta ikinci Hemşin müdiriyetinden ayrılma sebebi Hemşin’de çeşitli köylere dağılmış elli haneden fazla akrabasının idareye müdahale etmeye kalkışmasıdır. O, bu durumdan rahatsız olup becayişini istemiştir.50
Emin Ağa’nın vazifesi esnasında vuku bulan en mühim olay her halde Senoz vadisi köylerinin Hemşin nahiyesinden ayrılıp Mapavri’ye (bugünkü Çayeli) bağlanmasıdır. Nahiye merkezine (bugünkü Hemşin ilçe merkezi) hayli uzak olan bu köylerin idaresi oldukça zordu. Ulaşım o zamanlar çoğunlukla yayan sağlandığı için köylülerin dağları aşıp nahiye merkezine inmesi oldukça zaman alıyordu. Bu yüzden 3 Muharrem 1304/2 Ekim 1886 tarihinde alınan bir karar ile Senoz vadisindeki
10. Mehmet Dursun Bey Hüseyin Hüsnü Efendi’nin Hemşin’deki ilk müdürlüğünden sonra yerine Mehmet Ziya Bey tayin edildi (1296/1879-1880). Kısa sürdüğü anlaşılan bu görevi esnasında Viçe’nin (Fındıklı) Hemşin’e bağlanarak Hemşin’in bir kaymakamlık haline getirilmesine dair 7 Receb 45
Kamboz, Vanoz, Tolones, Masahor, Babik, Balahor, Çötenes, Pereston köyleri Mapavri’ye ilhak edildi.58
12- Vice Dibini Nahiye merkezi yapma çabaları Emin Ağa’nın uzun görev müddeti süresinde meydana gelen ikinci olay Vice Dibi’nin nahiye merkezi yapılması girişimidir. Bunun için Hemşin nahiye merkezinin ve Vice Dibi’nin aslında neresi olduklarını ve ne olduklarını incelemek gerekiyor: Hemşin, tarihî olarak beş vadiye yayılmıştır Hemşin vadisi olarak da bilinen Zuğa vadisi, Fırtına vadisi, Hala vadisi, Senoz-Eksanoz vadileri ve Cimil. Bir de bu vadiler dışında Atina’ya yakın olan dört köy: Melmenat-Çingit-Meleskur ve Açaba. İlk Hemşin ayanı Sıçan Hüseyin’in köyü olan Çingit, Hemşin vadisinden sayılır ve aynı zamanda bir yandan Hala diğer yandan Fırtına vadilerine de sınırdır.
YPRK ML 5/33-1, YPRK ML 5/33-1 Dursun Bey zamanında Hemşin gelir ve giderlerini gösterir hesap çizelgesi
Yine ayanlardan Halit Ağa Badara köyündendir. Badara köyü bugünkü Hemşin ilçesinin Bahar mahallesidir ve aynı zamanda ilçenin diğer mahallesi olan Ortaköy (tam ismi: Zuğa-Ortaköy) ile sınırdır. İşin önemli kısmı şudur ki bugün Hemşin ilçesinin kurulu olduğu arazinin adı Salvizan’dır ve aslında Badara’nın bir uzantısı olan Salvizan, Hemşin ayanlarından Halid Ağa’nın tapulu arazisidir. Vice Dibi’ne gelince: Vice Dibi denilen mahal, bugünkü Çamlıhemşin ilçe merkezinin kurulu olduğu mevkie verilen isimdir. Bölgenin büyük köylerinden Aşağı Vice’nin (Vice Sufla) hakim olduğu yamaçların sonlandığı noktadadır. Aşağı Vice’nin üstünde Yukarı Vice (Vice Ulya) onun üstünde de karşılıklı Makrevis ve Çinçiva köyleri Fırtına vadisinin ehemmiyetli bir kısmını teşkil ederler. Hemşin vadisi (Zuğa vadisi) sakinleri Çamlıhemşin’e yani Furtuna ve Hala vadisine eskiden beri “Arka Dere” sakinlerine de “Arka Dereli” derler. Arka dereliler de Hemşin deresi halkına “Tuzsuz Dereli” ismini verirler.
BOA, YPRK UM 5/102 Dursun Bey’in vazifesini çok iyi yaptığı ve Lazistan Tabur ağalığına terfiini isteyen dilekçe
Hemşin’in idareci sülaleleri hep Hemşin vadisinden çıkmıştır. Sıçanoğulları Çingit-Melme-
46
A N A L İ Z
nat ve Çaneva köylerinde sakindir. Halit Ağa ailesi ve Kobaloğulları Badara’da oturmakla beraber komşuları olan Bodullu, Gomno gibi köylere de hakimdirler. Halit Ağa’nın nine tarafından dedeleri olan ve Hemşin’de ilk büyük camiyi inşa ettiren Yazıcıoğulları Zuğa-Ortaköy’den, yine yörenin din adamları çıkarmış sülalesi Musluoğulları ise Tezina’dandır. Aynı zamanda bu kesim daha önce müslüman olmuş ve ya belki de halkının ekser kısmı bölgeye müslüman olarak gelip yerleşmiştir. Dolayısıyla “Arka Dereli”lere bir üstünlükleri oluşmuştur. Arka dereliler de boş durmamış, idari sahada öne geçemeyince ticarete atılmış, çocuklarını büyük şehirlerde okutmuş ve farklı bir üstünlük elde etmişlerdir. İşte şimdi bu üstünlüğü kullanarak Hemşin’de öne geçme yarışının ilk adımını atmak ve kendi köylerine yakın olan Vice Dibi’ni nahiye merkezi yapmak istemektedirler.Bu yüzden hükümet nezdinde bir takım girişimlerde bulunurlar.
Çingit köyünün mevkiini gösterir uydu haritası.
Bu durum elbette ki Hemşin vadisi sakinlerini rahatsız eder ve karşı atağa geçerler. Bir takım yazışmalardan sonra hükümet, nahiye merkezinin eskiden olduğu gibi Badara’da yani aslında Salvizan’da kalmasına karar verir.59 Bu mühim vukuatın ardından Emin Ağa 1894’te yerini becayişle yukarıda bahsi geçen Sıçanoğlu Hüseyin Hüsnü Efendi’ye bıraktı. Fakat kendisine başarılı hizmetlerinden dolayı beşinci rütbeden bir kıta mecidiye nişanı verildi.60
Halit Ağanın köyü Badara.
13- Çinçiva’yı Nahiye Merkezi Yapma Çabaları
Hüseyin Hüsnü Efendi’nin bu ikinci Hemşin müdiriyeti 1895’e kadar sürmüştür. 1895-1898 seneleri arasında becayişle gelen Atinalı İshak Tevfik Efendi.61 1898-1908 seneleri arasında da Mehmet Asım62 Efendi müdürlük yaptılar. 1908 senesinde becayişle Görele müdürü Aslan Bey tayin edildiyse de resmen atandığı göreve gelmemiştir.63 Onun yerine aynı sene içerisinde Bahri adlı birisi müdür yapıldı fakat bu şahıs ahlaka mugayir davranışlarıyla meşhur olduğu için yapılan genel şikayet üzerine müdürlüğü uygun görülmeyip azledildi.64 Bahri’nin ardından tayin edilen Hasan Efendi 1909’a dek vazifede kaldı.65
1909-1914 seneleri arasında Mehmet Şevket Efendi nahiye müdürlüğü yaptı. Bu devrin en mühim idari olayı Vice Dibi’nden sonra yukarıda bahsi geçen köylerden Çinçiva köyünü nahiye merkezi yapmak isteyen Çinçivalı ve Makrevisliler’e karşı bütün Hemşin ahalisinin bunu engelleme çabalarıdır. Öncelikle Hemşin ahalisinin buna engel olmak için İstanbul’a yirmi üç imza ile gönderdikleri üç telgraf suretinin bir örneğini kısaca inceleyip izahata geçelim.
47
şebbüsât-ı cedîdede bulundukları müşerridir. Nahiyenin bulunduğu Salvizan mevkii yirmi kadar karyenin vasatında ve Erzurum ve mülhak kaza ve nevahiye muttasıl olan tarik güzeranında bulunmak itibarıyla asâyiş ve umûr-i mühimme ve müsta’cile mesâlih-i ib’âdın selâmet-i cereyânı noktasından ehemmiyeti dergardır. Necib ve Necati efendiler gibi bed tıynetin mahsus tertibi olan ve şimdiden nahiye sekenesi arasında dedikodular vücuda getiren bu teşebbüse muvaffak olunduğu surette müstakillen nifak ve arbede-i azim zuhuru şüphesizdir. Geçen sene bin iki yüz lira sarfıyla şan mestun ve meşruta layık bir hükümet konağıyla bir de mekteb-i rüşdiye inşa ve hazine namına terk eden ve kira-yı hidemât müftiyâne ibrâzına âzâde bulunan biz sâdık kulları bu nakil meselesi hayat ve memat meselesinden daha mühim görmekde bulunduğumuzdan otuz karye ahalisi namına telgrafhaneden bilictima nahiye merkezinin bulunduğu mevki-i mezkurda ibka edildiği emir telgrafına kemal-i heyecan rağbet mesellü inzâr eder emr ü ferman…
Eskiden Vice Dibi olarak anılan bugünkü Çamlıhemşin ilçesinin görünümü.
1) Trabzon vilayetine telgraf 11 Kanun-i sani 1327/24 Ocak 1912 İbrahim ve rüfekası imzalarıyla Atina’dan çekilen 1306 numaralı telgrafname kopyasının mütalaasıyla icra-yı icabı
2) Telgraf sureti 16 Kanun-i sani
Dahiliye Nezaretine-Sadaret-i Uzmaya - Şura-yı Devlet RiyasetinZn bu kere de aynı maksada husul içün nahiye merkezini bâdiye tarzında olup eyyâm-ı şitâda murûr u ubûr kâbil olmayan ve kendi karyeleri bulunan Çinçiva karyesine naklettirmek üzere Dersaadet’te te-
BOA, DHMKT 1817/110, nahiye merkezinin Badara’da kalması gerektiğini bildiren yazışma örneği.
Hemşin nahiyesinin Zuğa karyesinden İbrahim, Badara’dan Recep Tepan’dan Habib
BOA DHİD 16/92-2, 16/92-3, 16/92-4, 16/92-5 nahiye merkezinin Çinçiva’ya taşınmaması hakkında İstanbul’a çekilen telgraflardan örnekler.
48
A N A L İ Z
Tezina’dan Şuayb
Terakki Cemiyeti’nin de aktif üyelerinden olup aynı zamanda köyü olan Çinçiva’ya bir rüşdiye mektebi açmıştır. Fransızca eğitimi verilen ve Fransızca hocasının İsviçre’den geldiği bu rüştiye Rus işgaline kadar açık kalmış, Ruslar tarafından kapatılmıştır.
Gomno’dan Kavasszade Hamza Sağırlı’dan Ali Çingit’ten Hüseyin Hacı Feyzullahoğlu Abdurrahman Sanova’dan Ferahzade Ali Ağa
Nahiye merkezinin değiştirilmesine karşı çıkan köylerden Badara, Tepan, Tezina, Gomno, Sağırlı, Çingit, Sanova (Çaneva), Bodollu, Ortaköy, Meleskur ve Melmenat zaten Hemşin Vadisi’ne tabi köylerdir. Diğer köyler: Çat, Kale, Başköy (Hemşin Baş), Mollaveyis, Aşağı Hemşin (Hemşin Aşağı) ve Meydan köyleri ise aksi gibi “Arka Dere” köyleridir. Yani aslında Çinçiva’ya daha yakındırlar ve oranın nahiye merkezi olması bu köylerin işine daha faza yarayacaktır. Nedendir bilinmez bu köyler ahalisi de Hemşin Deresi köyleriyle beraber Makrevis ve Çinçiva’ya karşı tavır almış ve nahiye merkezinin değiştirilmesine tepki göstermişlerdir. Sonuçta nahiye merkezi geleneksel olarak Salvizan’da yani bu günkü ilçe merkezinde kalmıştır. Bunun yanında telgraf çeken yirmi üç köy ahalisinin, Necati Efendi’nin açmış olduğu rüştiyeye nazire olarak Salvizan’da meşrutiyet idaresine uygun bir rüştiye ve hükümet konağının inşaatına başlanmış olduğunu bildirmeleri de dikkat çekicidir.
Bodollu’dan Mesud Ortaköy’den Ali Halid Ağazade Rıfat Meleskur’dan Mehmet Melmenat’tan Molla Halim Çat’tan Ali Kale’den Süleyman Melmenat’tan Mehmet Başköy’den Mahmut Mollaveyis’ten Boz Haliloğlu İslam Aşağı Hemşin’den Bilaloğlu Ahmet Vezirzade Mehmet Meydan’dan Sabit Gomno’dan Gençağaoğlu Yahya66 Hemşin ahalisinin nahiye merkezinin değiştirilmesi ile alakalı gösterdikleri tepki aşikardır. Nahiye merkezini Çinçiva köyüne taşımak isteyen Necib Efendi ve Necati Efendi’yi oldukça ağır sözlerle suçlamaktadırlar. Fitne çıkarmak, ruhlarında mazarrat bulunmak ve halkı ifsad etmekle suçladıkları ve “Deli” lakabıyla andıkları Necib Efendi Makrevis köyünden Gülaboğulları’ndandır. Gülaboğulları “Arka Dere”nin önde gelen zengin sülalelerindendir. İçlerinde “ağa” tabir edilecek kimse çıkmamışsa da eski tarihlerden beri yörenin hatırı sayılır kişilerini içlerinden çıkartmış, pek çok ferdi ilim tahsil etmiş bir ailedir. Bahsi geçen Necib Efendi de molla ve naibdir.
14- Ziya Bey’in Müdiriyeti 1914-1915 arasında Atinalı Ziya Bey Hemşin nahiye müdürlüğünde bulundu. Bu devir aynı zamanda Osmanlı Devleti için sonun başlangıcı demek olan I. Cihan Harbi’nin ilk yıllarına tekabül etmektedir. Bu devirde ve onu takip eden İstiklal Harbi esnasında Hemşinliler kendi aralarındaki “nahiye merkezi” türünden ihtilafları bir kenara bırakıp vatan savunmasına koştular. Çoğu vatan uğrunda şehadet şerbetini içtiler. Harbe her köyden kırk-elli kişinin gittiğini, bunların ancak bir ikisinin geriye dönebildiğini fakir, büyüklerinden işitmiştir. Pek çoğunun nereye gittiği ve nerede kaldığı belli değildir.
Necib Efendi’nin damadı Çinçivalı Necati Efendi’ye gelince: Necati Efendi, İstiklal Harbi kahramanlarından olup Hoca Necati olarak da bilinen, TBMM birinci dönem Lazistan mebusu Mehmet Necati Bey’dir. Hem kendi memleketine hem de Türk İstiklal hareketine büyük hizmetleri geçmiştir. Kendisi, Çinçivalı Memişoğulları ailesindendir. Dini ilimler tahsil ettikten sonra Hukuk eğitimi almıştır. İtihad
Nahiyede kalanlar da ellerinden geldiği kadar bu zor durumda maddi yardımlar toplamaya çalıştılar. Bu işin başını nahiye müdürü 49
Gülaboğlu Molla Necib Efendi
Ziya Bey ile Atina kazası kaymakamı Tevfik Bey çekiyordu. Bu iki kişi Müdafaa-i Milliye Cemiyeti adına halktan özellikle de Atina kazası ile Hemşin Nahiyesinin ileri gelenlerinden yüz yetmiş yedi kişiden yaklaşık bin küsür lira toplamışlardı. Her ne kadar aralarında paranın kimin idaresinde kalacağına dair tartışma yaşanmış ve durum Dahiliye Nezareti’ne aksederek kendilerine görevden el çektirilmiş ise de Hemşin ve Atina ahalisi vatanları uğruna bu parayı seve seve vermişlerdi.67
15- Mülahazat
Elimizde şu ana kadar Hemşin nahiye müdürleri ve bu devirde meydana gelmiş ehemmiyetli olayları gösteren belgeler bunlardan ibaret. En azından ve pek az eksikle Tanzimat’tan Cihan Harbi’ne dek nahiye müdürlerinin kronolojik bir dökümü elimizdedir. Çoğunun kim olduğu ve zamanlarında ne gibi vukuat meydana geldiği kısaca burada bildirilmiştir. Türkiye’nin diğer nahiyelerinden iklim ve coğrafyası farklı görünse de toplum yapısı aynı olan Hemşin, uzun müddet kendi içinden çıkan ayan ve eşraf tarafından yönetilmiş, zaman zaman sıkıntılar çekmiş fakat neticede bu evlatlarının pek çoğunun hayırlı hizmetlerine ve yüzünü ağartan başarılarına da tanık olmuştur. Gerisi her bireyin kendi kapasite ve kabiliyetinden ve bir takım adli olaylardan ibarettir.
Lazistan mebusu Mehmet Necati Memişoğlu.
BOA, DHİUM e-6/63 Müdür Ziya Bey hakkındaki yazışmalardan bir örnek 50
A N A L İ Z
Hariciye Siyasiye 79/1-508/5 24. BOA, MVL, 407/63 25. Sıçanoğlu sülalesine mensup bireyler, XIX. asır ortalarından itibaren belgelerde Fare-zade olarak geçerler. Bu isim asır sonlarında Ferah-zade’ye dönüşmüştür. Bugün bu aileye mensup kişilerin ekserisinin soyismi Ferah’tır. 26. BOA, İMVL, 209/6762 27. İMVL 228/ 28. BOA MVL 240/2, 1267/Ş/25, 5 mühimme 391 29. BOA MVL 240/2, 1267/Ş/25, 5 mühimme 391 30. BOA İMVL 228/7824; 209/6762 31. BOA İMVL 228/7824 32. BOA AMKT MVL 63/60 33. BOA İMVL 263/995-2-1 34. BOA İMVL 263/995-4-1, 3-1 35. BOA AMKTUM 218/85 36. BOA, İMVL 302/12351 37. BOA MVL 321/92 38. BOA, MVL, 356/13 39. BOA MVL 653/13 40.BOA Maliye Nezareti Mesarifat, 168.90, 41. BOA MVL 653/13 42. BOA Maliye Nezareti Mesarifat, 168.90, 43. BOA MVL 358/20 44. BOA MVL 356/13, İ MVL 469/21265 45. BOA MVL 743/93 46. BOA MVL 702/39, MVL 719/99 47. BOA MVL 719/99 48. Trabzon Salnamesi, XII, 1298/1881, s. 85; XIII, 1305/1888, s. 305; XIV, 1309/1892, s. 272; XV, 1311/1894, s. 307; XVI, 1313/1896, s. 284; XVII, 1316/1898, s. 328; XVIII, 1318/1900, s. 222; XIX, 1319/1901, s. 154; XX, 1320/1902, s. 281; XXI, 1321/1903, s. 430; XXII, 1322/1904, s. 378. 49. BOA, DHSAİD nr. 096 50. DH MKT 365/54 51 ŞD MVK 1831/11 52. DH SAİDd 51/447 53. BOA YPRK ML 5/33 54. Y PRK UM 5/102 55. BOA DH MKT 1362/82 56. DH MKT 1839/97 57. Mehmet Serdar Bekar özel arşivi 58. BOA DH MKT 1371/89 59. BOA DHMKT 1817/110, 1308 B 29 60. BOA DHMKT 228/29 61. BOA DHMKT 56/33 62. DH MKT 1264/13 63. DH MKT 1264/13 64. BOA DH MKT 2701/4 65. BOA DH MUİ 13-1/22 66. BOA DH-İD 92-2/211330-S-11 67. BOA DH HMŞ 25/60; DH İVM E-75/33; DH İUM E-6/63; DH İUM E-6/62
30. Sıçanoğlu ve Kobaloğlu ailelerinden bazıları. Resim 20. yy. başlarında çektirilmiş olmalıdır. Ortada oturan Çanevalı Sıçanoğlu Mehmet Ali Ağa (18621948) hemen arkasında ayakta duran aynı aile ve köyden Memiş Ağa (1856-1931)
DİPNOT 1. İlber Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, Ankara 2011, s.98 vd. 2. Celali isyanları için bkz. Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası Celaliler İsyanı, İstanbul 2009; W.J. Griswold, Anadolu’da Büyük İsyan-1591-1611, İstanbul 2011. 3. Ayanlık kurumu ve ayanlar hakkında bkz. Yücel Özkaya, Osmanlı İmparatorluğunda Ayanlık, Ankara 1994; ed. Suraiya Faroqhi, Türkiye Tarihi 1603-1839 Geç Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul 2011; Doğu Karadeniz ayanları hakkında ayrıca önemli bir çalışma: Mehmet Bilgin, Doğu Karadeniz’de Bir Derebeyi Ailesi Sarıalizadeler [Sarallar], Trabzon, 2006 4. BOA, TTD, 1138, s. 88a-88b 5. BOA A.E. I. Mahmud 5029 6. BOA CDH. 3991/80 7. Serdar Bekar-Veysel Atacan, Rize Hemşin Yöresi Mezartaşları ve Kitabeleri, Ankara 2000, s. 12; Murat Ümit Hiçyılmaz, Rize-Pazar Tarihi Mezar Kitabeleri, Pazar Belediyesi Kültür Yayınları 1, İstanbul, 2013, s. 210 8. BOA HAT 460/22614-M 9.BOA D.BŞM.d.09364; BOA, Cevdet Tasnif-i Askeriye no: 211776 10. HAT 1352/52814-G 11. BOA, İMVL265/10064 12. HAT 1352/52814-G 13. BOA, NFSd, 1136, s. 36 14. BOA, AMKT DV, 14/35 15. BOA MVL 240/2, 1267/Ş/25, 5 mühimme 391 16. BOA MVL 358/53 17. AMKT VM 30/74 18. AMKTMVL 29/80 19. BOA, A AMD 1/25 20. BOA, MVL 432/66; AMKT MMH 266/98; ANKT MNM, 270/99 21. Bugünkü Yusufeli 22. Bugün Çamlıhemşin’e bağlı Şenyuva köyü 23. Bir örnek olarak bkz. BOA, ADVN MHM 8/39; BOA 51
A N A L İ Z
Hemşin Ayan ve Nahiye Müdürleri Hemşin’in devlet nezdinde tesbit edilebilen idarecileri kronolojik olarak şöyle sıralanabilir.
İSMİ
Hacı Hüseyin Ağa Kunduz Mustafa Ağa Sıçan Hacı Hüseyin Ağa Sıçan Hacı Hüseyinoğlu M. Ağa Hacı Selim Ağazade Halid Ağa Halid Ağazade Reşit Ağa Süleyman Ağa Sıçanoğlu Memiş Ağa Kara Alizade Süleyman Ağa Hasan Bey Pasazade Hüseyin Bey Kara Alizade Ali Ağa Arif Ağa Vekaleten Mehmet Ağa Hasan Tahir Efendi/Ağa Hüseyin Ağa Kara Ali-zade Mehmet Ağa İbrahim Salim Efendi Halit Ağa-zade Reşit Ağa Süleyman Ağa Ahmet İzzet Ağa Arif Ağa Kömürcüzade Hasan Ağa Mehmet Haki Efendi Vekaleten Recep Ağa Vekaleten İsmail efendi Kara Alizade Süleyman Ağa İsmail Efendi Şatırzade Süleyman Bey Hayreddin Memiş Rüştü Mustafa Efendi Halil Ağa Salih Ağa
İDARE SÜRESİ
1730 1731 ?-1799 1799?- 1807? 1807?-1832 1832-1834 1832-1834 1834-? 1241/1865 1265/1849 ?1848-1849 1265-5 Şevval 1265/ 1849-24.8.1849 5 Şevval 1265-11.1.1266/ 24.8 1849-8 Eylül 1850 1266/1850 11.Muharrem 1266-21 Receb 1268 /8.9.1850-11 Mayıs 1852 11.5.1852-1853 11 cemaziyelevvel 1269- rebiülahir 1271/20.201853-Aralık 1854 1854-1854 Ramazan 1270-?/Haziran 1854- ? Haziran 1272/1856 ?-1276/?-1860 1276-21 şevval 1277/1860-2 Mayıs 1861 21 şevval 1277-1279/2 Mayıs 1861-1862 1279-1281/1862-1864 Rumi 1279-h.1280/1863 11 ay (lazistan mutasarrıfı Osman Şevki’nin kardeşidir) Rumi 1279/1863-64 1281/1864 1864-1865 ?-5 zilhicce 1281/1864-1 mayıs 1865 5 zilhicce 1281-1283/1 mayıs 1865-1867 1867-1869 1286-1287/1869-1870 1289-1890/1872-1873 1291/1874
52
AYRILMA SEBEBİ
MEMLEKETİ
halk isyanı halk isyanı (vefat?) (vefat/katil?) (vefat ) ? (vefat?) azil ? azil azil Aslı gelince azil
? Atina Hemşin/Çingit Hemşin/Çingit Hemşin/Badara Hemşin/Badara
Hemşin/Melmenat Hemşin Çürüksu Atina Hemşin/Çingit ? Trabzon Trabzon
azil (vefat)
Dışardan Hemşin/Çingit
azil
Dışardan Hemşin/ Badara
azil azil azil azil
? ? ? Dışardan
vekildir
?
azil katl istifa Azil Azil
Hemşin/Çingit ? Trabzon Arhavi
A N A L İ Z
İSMİ
Mecit Efendi
Sıçanoğlu H. Hüsnü Efendi
İDARE SÜRESİ
AYRILMA SEBEBİ
MEMLEKETİ
1292/1875
İstifa
Hemşin/Melmenat
Mehmet Ziya Efendi
1296/1879-1880
?
?
Vekaleten Hamit Ağa
1880
vekildir
Hemşin
Mehmet Dursun Bey
15 Mart 1880-12 Ekim 1884
İstifa
Hemşin
Hemşin
1294-1295/1876-1877
(ıstabl-ı amire rütbesinde)
(vekaleten) M. Şerif Efendi
12 ekim 1884-?
Vekildir
Murat Bey
?-1885
Azil
Dışardan
Ahmed Efendi
1885-1885
Azil
? ?
Emin Ağa
1885-1886
becayiş
Hamid Tevfik
1886
?
?
Emin Ağa
1886-1894
becayiş
?
Sıçanoğlu H. Hüsnü Efendi
1894-1895
istifa
Hemşin/Melmenat
İshak Tevfik Efendi
1895-1898
becayiş
Atina
Mehmed Asım
1898-1908
becayiş
Arslan Bey
1908-1908
İstifa (gelmemiştir)
Bahri
1908
Hasan
1908-1909
? Dışardan
Azil
Dışardan
Azil
?
Mehmet Şevket
1909-1914
Azil
?
Ziya Efendi
1914-1915
Azil
Atina
Trabzon Salnameleri,
katibi Ali Rıza, Tapu katibi Hasan 1898: Naib vekili Ahmet, Mal katibi Mehmet, Vergi katibi Memiş, Tapu katibi Hasan
XII, 1298/1881, s. 85; XIII, 1305/1888, s. 305; XIV, 1309/1892, s. 272; XV, 1311/1894, s. 307; XVI, 1313/1896, s. 284; XVII, 1316/1898, s. 328; XVIII, 1318/1900, s. 222; XIX, 1319/1901, s. 154; XX, 1320/1902, s. 281; XXI, 1321/1903, s. 430; XXII, 1322/1904, s. 378.
1900: Naib vekili Kasım, vergi ve mal katibi Abdülgafur ve Refet, tapu katibi Behzat, Zabıta memuru Halit Ağa 1901: Naib vekili Kasım, vergi ve mal katibi Mehmet Memiş ve Refet, tapu katibi Bektaş, Zabıta memuru Halit Ağa
Diğer görevliler: 1881: vukuat katibi Mehmet, nüfus mukayyidi Halil Rıza
1902: Naib vekili Hafız Kasım, vergi ve mal katibi refiki Şefik, tapu katibi Bektaş, Zabıta memuru Halit Ağa, nahiye meclis azaları: Midhat Ağa, Habib Ağa
1888: tapu katibi Ahmet, vergi katibi Ali Rıza, sandık emini Refet
1903: Naib vekili Kasım, vergi ve mal katibi Refet ile Şevket, tapu katibi Bektaş, Zabtiye müdürü Bektaş, nahiye meclis azaları: Midhat Ağa, Habib Ağa, Hasan Ağa
1892: mal katibi Mehmet, Tapu katibi Hasan Hüsnü, Naib vekili Ahmet, Müftü Ömer Fehmi, vergi katibi Ali 1894: Naib vekili Mustafa, Mal katibi Mehmet, Vergi katibi Ali Rıza, Tapu katibi Muhittin
1904: Naib vekili Kasım, vergi ve mal katibi Refet ile Şevket, tapu katibi Bektaş, nahiye meclis azaları: Mikdad Ağa, Habib Ağa, Hasan Ağa
1896: Naib vekili Ali, Mal katibi Mehmet, Vergi 53
A N A L İ Z İSHAK G. GÜVELİOĞLU
19. Yüzyıl’da Hemşin Nüfusu ve Tehcirle Gönderilen Ermeniler
O
smanlı Devleti’nde tüm erkeklerin kaydedilmesi amacıyla 1831 yılında ilk nüfus sayım kararı alınmış ve bu maksatla çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. 1831 yılında sayım kararı alınmasına rağmen sayımın her vilayet ve kazada aynı sene tamamlanamadığı incelenen nüfus defterlerinden anlaşılmaktadır. Halen Osmanlı Arşivi’nde bulunan bu sayım sonuçlarına ait defterlerin incelenmesinden, her kaza için biri Müslümanlara diğeri de gayrimüslimlere ait olmak üzere birer defter tutulduğu görülmektedir. Arşivde Hemşin kazasına ait nüfus defterleri de bulunmaktadır. Bu defterler ve tarihleri şöyledir;
rilen bu rakamdan 3’ünün alâ (yaşlı), 11’inin evsat (orta yaşlı), 54’ünün ednâ (küçük yaşta) olduğu görülmektedir. 1836 yılına ait bu defterden sonra Ermeni nüfusun kaydedildiği diğer bir defter ise 1842 yılına ait Rize Nüfus Defteri’dir. Bu defterin sonunda “Kaza-i Hemşin Reayâ-i Ermeniyan” başlığı altında, yine köy adı belirtilmeden Hemşin kazasında yaşamakta olan 99 Ermeni’nin adları kaydedilmiştir. Buna göre geçen 6 yılda Ermeni nüfus 31 kişi artmıştır. 1842 yılına ait bu defterden sonra Hemşin’deki Ermenilerin kaydedildiği üçüncü defter ise 1848 yılında
1252 (1836) tarihli Hemşin reayasına ait Nüfus Yoklama Defteri. 1254 (1838) tarihli Hemşin kazası Müslim Nüfus Defteri. 1258 (1842) tarihli Hemşin kazası İslâm Defteri. 1258 (1842) tarihli Rize kazasının ehl-i İslâm ve reayası ile Hemşin kazasının reayası Defteri. 1265 (1848) tarihli Hemşin kazasının tebe’a-i Gayrimüslime Defteri. Buna göre Hemşin kazasının ilk Müslüman nüfus defteri 1838 yılında tutulmuştur. Defterlerde her köy ayrı bir başlık altında yazıldığından kaza dâhilindeki 45 köy ve mahallenin erkeklerine ait sayım sonuçlarını görebilmekteyiz. Buna göre Hemşin kazasının Müslüman erkek nüfusu 6045 kişi idi. Son yıllarda hiçbir bilimsel veri ve ciddi kaynak göstermeksizin, sadece bazı siyasi ve ideolojik mülâhazalar ile bir takım iddialara konu olan Hemşin’deki Ermeni nüfus ile ilgili bilgileri de bu defterler sayesinde öğrenmekteyiz. Arşivde bulunan 1836 yılına ait Hemşin reayasına ait nüfus yoklama defterinde bu yıl Hemşin’de bulunan Ermeni erkek nüfusun 68 kişi olduğu görülmektedir. Köy adı belirtilmeden ve54
A N A L İ Z
tutulmuştur. Bu defterin kapağında “Lazistan Sancağı dahilinde kâin Hemşin kazasının tebe’a-i gayrimüslime defteridir” kaydı bulunmaktadır. Hemşin’de yaşamakta olan Ermeniler hakkında daha detaylı bilgiler bulunan bu defterin başlığı “Trabzon eyaleti dahilinde kâin Gönye sancağı kazalarından Hemşin kazasının bazı köylerinde mevcud ve mütemekkin olan Ermeniyan reayası taifesinin erkek nüfusu mevcudunun defteridir” şeklindedir ve o dönemde Hemşin’deki 4 köyde yaşamakta olan Ermenilerin adları tek tek verilmiştir. Buna göre; Kolona (Zilkale) köyünde 2 Ermeni hanesinde 9 erkek nüfus yaşamaktadır. Bunlardan ticaret için biri Ünye, diğeri de Kırım’a gitmiş bulunmaktaydı, Meydan köyünde 2 hanede 10 erkek nüfus yaşamakta, bunlardan birisi kötürüm ve alil (yatalak) bulunmaktaydı.
veya birkaç rakam bir harfe karşılık gelmekte, böylece anlatılmak istenenler rakamlarla belirtilmektedir. Rakamlardan oluşan bu belge, ilgili kuruma ulaştıktan sonra şifreyi bilen görevliler tarafından deşifre edilmekte ve her rakamın üzerinde, verilmek istenen bilgi, metin halinde yazılmaktaydı. Telgrafta imzası bulunan Cemal Azmi Bey, Lazistan Sancak mutasarrıfı iken Rize’deki eşkıyaları yola getirmiş ve asayişin sağlanması konusunda başarılı olduğundan I. Dünya Savaşı öncesinde Trabzon Valiliği’ne atanmıştı. Trabzon’da dört yıl vali olarak görev yapan Cemal Azmi Bey, Osmanlı gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’ya her türlü destek ve yardımı sağlamış, toplantılarına katılmış, daha önce görev yaptığı Rize bölgesindeki eşkıyaların Teşkilat-ı Mahsusa emrine girmesini sağlamıştı.
Elevit (Yaylaköy)’te 10 hanede 39 erkek nüfus bulunmakta, bunlardan 9’u ticaret için Ünye, Trabzon, Kırım, Erzurum ve Gürcistan’ın Kutayis şehrine gitmişti.Mollaveys (Ülkü) köyünde 7 hanede 23 Ermeni erkek nüfus kayıtlıydı. Bunlardan da 7 kişi ticaret için Erzurum, Trabzon ve Kırım tarafına gitmiş bulunuyordu.
Cemal Azmi Bey’in İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği şifreli telgrafta Sürmene, Ordu, Gümüşhane, Kelkit, Tirebolu, Akçaabat ve Rize’den gönderilen Ermenilerin sevkiyatı ile ilgili bilgiler verilmiştir. Sevkiyat esnasında Sürmeneli Ermenilerden iki ve Ordulu Ermenilerden de üç kişinin karşı koyması ve firara teşebbüs etmeleri nedeniyle çıkan çatışmada öldükleri bildirilmiştir. Burada görülen belgede şöyle denilmektedir;
Görüldüğü gibi 1842 yılında Hemşin coğrafyasında 21 Ermeni hanesinde 81 Ermeni nüfus kaydedilmiştir ki, bunlardan da 18 kişi ticaret için (fırıncı, ekmekçi) Hemşin dışında bulunuyordu.
“Sürmene’deki Ermeniler kâmilen çıkarıldı ve bu esnada müfrezeye karşı duran iki Ermeni ölü olarak elde edildi. Ordu kazasında iki kafilede doksan bir kişinin yola çıkarılıp Hapsemana ve Mesudiye yoluyla sevk edilenlerden on altısının firara kalkışmaları üzerine cümlesinin toplanmaları sırasında da engel olunurken üç kişinin öldüğü, Gümüşhane’den iki kafilede iki yüz altmış yedi ve Kelkit’ten kırk bir, Tirebolu’dan kırk, Akçaabat’dan yüz on dört ve Rize’den on dört kişinin sevk edildikleri. Cumartesi günü vilâyetin her tarafından sevkiyatın tamamlanacağı.”Yaşlı Hemşinliler, tehcir esnasında Hemşin’de sadece Elevit’te dört hane Ermeni’nin bulunduğu ve bunların da 1915 yılında tehcir kararıyla gönderildiğini nakletmektedir. Buradan şifreli telgrafta belirtilen Rize’den sevk edilmiş 14 Ermeni’nin Elevitli bu dört aile oldukları anlaşılmaktadır.
Hemşin’deki Ermeni nüfus ile ilgili tespit edilen en son veri ise 1903 yılına aittir. Bu yıla ait Trabzon Vilayet Salnamesine göre 10’u erkek, 10’u da kadın olmak üzere Hemşin’deki Ermeni nüfusu toplam 20 kişi idi. Aslında Hemşin’de yaşamış Ermenilerin nüfusunun sürekli düşüşü, asırlarca Hemşin’den dışarıya kesintisiz devam eden göçleriyle ilgilidir. Nitekim 1915 yılında tehcir kanunu gereğince Ermeniler bölgeden gönderilirken tutulan kayıtlarda Rize’den gönderilen Ermeni sayısı 14 kişi olarak verilmiştir. Bu 14 kişi Hemşinlidir. O tarihten 12 sene önce hazırlanan Trabzon Vilayet Salnamesi’ndeki istatistiklerde, merkezi Rize şehri olan Lazistan Sancağı içerisinde bu sancağa bağlı kazalardan sadece Hemşin’de 20 Ermeni nüfus bulunduğu kaydedildiğine göre Hemşinli Ermeniler önce Rize’ye getirilmiş ve buradan sevk edilmişlerdir.
Kaynaklar:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, D.CRD. 40593. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, DH.ŞFR.478/4. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, NFS.d. 1136. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, NFS.d. 1138. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, NFS.d. 1144, s.469-470. Trabzon Vilâyeti Salnamesi, 1321, s.472-473. İshak Güven Güvelioğlu – Murat Ümit Hiçyılmaz – Mustafa Gürdal, Rize Hemşin İlçesi Tarihi Mezar Kitabeleri, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2011, s. 52-55.
Yapılan Ermeni sevkiyatı ile ilgili Trabzon valisi Cemal Azmi Bey tarafından Dâhiliye Nezareti’ne (İçişleri Bakanlığı) mahrem ve şahsa özel notuyla şifreli bir telgraf çekilmiştir. 14 Haziran 1915 tarihli telgrafta sevkiyatla ilgili bilgiler metin halinde değil, rakamlarla şifreli olarak yazılmıştır. Her bir rakam 55
A N A L İ Z MURAT ü. HİÇYILMAZ
Türk Damgalarının Beşiği:
Hemşin
B
u makalenin oluşmasında tahlilleriyle katkı sunan Oktay Hacıoğlu ve İshak Güven Güvelioğlu’na, kaynak temininde yardımlarını esirgemeyen Mehmet Bilgin’e, birçok görüntüyü bana ulaştıran ve paylaşan Şakir Aksu, Özcan Baştopçu ve Faik Okan Atakcan’a teşekkür ediyorum.
ağaç, deri, dokuma, halı-kilim, hayvanlar, süs eşyaları, işlenmiş maden, çanak-çömlek, mimari yapılar, bayrak ve tuğlar, giyim, silahlar, zırhlar, mezar tasları vs. gibi çok geniş kullanım alanlarında silinmez izler olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Damgalar, özellikle Türk boylarında hayvanların çeşitli yerlerinde tanımlayıcı işaretler olarak görüldüğü gibi, Orta Asya, Avrasya steplerinde, Kafkaslarda, kozmogonik, mitolojik, dinsel, ekonomik, kültürel anlamlar da içeren geniş kapsamlı iletişim aracı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Genel olarak semboller bir kültürel yapının adeta DNA’ları ve sosyal genetizmin mimarlarıdırlar. Başka bir ifade ile semboller bir kültürün ifadesidir. Bu nedenle kaya resimleri ve damgalar Türk tarihi açısından son derece önemli belgelerdir. Çünkü kaya resimleri ve damgalar Türklerde yazının olmadığı zamanlardan kaynaklanmış olup, Türklerin ilk alfabesi olan Runik alfabesinin bazı harflerini de meydana getirmişlerdir.1
Kaya üzerine çizilen resimlerin bilinen ve okunabilen harflere dönüşmesi altı evre sonucunda vuku bulmuştur. Bu evreleri şöyle sıralayabiliriz:2 1.evre : Petroglif (Belirtilmek istenen nesne ya da unsurlar basit resimlerle gösterilmiştir.)
Kaya resimleri (petroglif), yazının keşfinden önce yaşayan insanların dini inançlarını, kültürlerini, sosyal hayatlarını ve genel olarak kendilerini ifade ettikleri, sınırları olmayan ama bir takım anlamlar barındıran çizimlerdir. Damga/Tamga ise kaya resimlerine göre daha çok sınırları çizilmiş belirli bir aidiyeti işaret eden özel arma ve sembollerdir. Kaya resimleri ile damgaları birbirinden ayıran en önemli farklılık kaya resimlerinin çizildiği nesneyle ilgisi olmamasına rağmen damgaların üzerine resmedildiği nesneyi hedef göstermesidir.
6.evre : Harf (Belirtilmek istenen her bir sesin özel bir işaretle simgelenmesidir.)
Damga adı altında anılan bütün kültür unsurları, tarih öncesi çağlardan günümüze kadar varlığını değişerek ve gelişerek de olsa sürdürmüştür. Petroglifler genel olarak kaya ve duvarlarda görülebilirken, damgalar; kaya,
Görüldüğü üzere kaya resimlerinin zaman içerisinde sistematik bir hal alarak runik Türk alfabesine dönüştüğü genel olarak kabul edilmektedir3 ancak bu dönüşümün hangi zaman diliminde gerçekleştiği tespit edilmesi güç bir
2.evre : Piktograf (Belirtilmek istenen harfler, resimle betimlenmiştir.) 3.evre : Piktogram (Belirtilmek istenen unsurlar sadeleştirilmiş resimlerle ifade edilmiştir.) 4.evre : İdeogram (Belirtilmek istenen fikrin doğrudan işaret ile anlatılmasıdır.) 5.evre : Fonogram (Belirtilmek istenen harfin, hecenin ya da sesin bir işaretle gösterilmesidir.)
56
A N A L İ Z
bilgi olarak önümüzde durmaktadır. Çünkü sadece Türk kültür hakimiyet bölgesi bile oldukça geniş bir coğrafi alanı kapsamaktadır ve böylesine büyük bir alanın kapsamlı bir şekilde incelenebilmesi mümkün gözükmemektedir. Kaya resimlerinin harfe kadar geçirdiği evrelere paralel olarak damgalar da şekillenmiş ve anlam kazanmıştır. Damgaların ilk olarak bir eserde sistematik
24 Oğuz boyu ve kullandıkları damgalar
rinden ayıran ve kendisi yapan değerler, birtakım işaretlerle görsel dile aktarılmışlardır. Varlık bulduğu toplumda kendini tanımlama amaçlı girişilen bu çaba, farklı şekillerde iz bırakmalarla sonuçlanmıştır. En kısa tabirle damgalar, sınırları çizili toplumların kendilerini diğerlerinden ayıran parmak izleridir. Günümüzde de damga kullanma mantığı, modernize hale bürünerek bayrak, mühür, arma ve imza haline dönüşmüştür. Bulunan temsiller ne olursa olsun, bütün damgalar görsellikleri herkes tarafından algılanabilen ortak bir dile sahiptir. Herkesin belleğinde yer eden imgeler, kişilere ait birer simgeye dönüşmüştür.
Geyik çiziminin önce damgaya, sonra Runik harfe dönüşümünü gösteren şema.
halde sunulması Kaşgarlı Mahmud tarafından ünlü Divân-ü Lügâti’t Türk adlı eserinde yapılmıştır. Kaşgarlı Mahmud, söz konusu eserinde, Oğuz Türklerinin 22 bölükten oluştuğunu ve her birinin ayrı belgesi ve hayvanlarına vurulan alâmetlerinin olduğunu belirtmiştir.4 Kaşgarlı Mahmud’a göre, damga kullanan 24 Oğuz boyu şunlardır; Kayı, Yazır, Avşar, Bayındır, Salur, İğdir, Bayat, Döğer, Kızık, Peçenek, Eymür, Büğdüz, Alkaevli, Dodurga, Beğdili, Çuvaldar, Ulayundlu, İva, Karaevli, Yaparlı, Karkın, Çepni, Yüreğir ve Kınık.5
Doğu Karadeniz’de Damga Üzerine Saha Çalışmaları Doğu Karadeniz Bölgesi genel olarak sahip olduğu sıkı orman dokusu nedeniyle genel olarak bütün arkeolojik alanlarda olduğu gibi kaya resimleri ve damga konularında da esaslı bir sistematik çalışmaya tabi tutulmamış ve bu yüzden de bu alanda büyük bir boşluk oluşmuştur. Özellikle Orta Asya kökenli İskitler ve Kimmerler gibi Türk boylarının çok erken dönemlerde yöremize yerleşmiş ya da yöremizden geçmiş olması, Orta Asya kökenli damgalarla, yerli Kolkhis kültürüne ait ritüellerin birbiri ile olan etkileşimini olağan kılmıştır. Bu yüzden Orta Asya bozkırlarında başlayan damga kültürünün Hazar bölgesi ve Kafkaslarla devam eden yolculuğunun kıyıya paralel Kaçkar Dağları boyunca almış olduğu seyir ve yerli kültürlerle olan ilişkisi sistematik bir çalışmayı mecburi kılmaktadır.
Kaya resimlerinde anlatılan hususlar bazen çok anlaşılır olabilirken, bazen de değişik anlamların yüklenebileceği çizimler olabilmektedir. Damgalar ise daha çok bir aidiyet mesajını taşımakta olup, bir dilin alfabeleri ve aynı zamanda ait oldukları sosyal grupların miras bıraktığı ilk anlatılar biçiminde tanımlanabilirler. Bu sebeple damgalar, sosyo-kültürel araştırmalarda başvurulması gereken öncelikli vesikalardır. Çünkü damgalar bir nesneyi ya da nesneleri ifade etmenin ötesinde, daha çok insanla ilgili soyut dünyayı ifade eder.6 Sonuç olarak yasadığı toplumda bireyi diğerle57
Ancak böylesine ciddi bir alan çalışması henüz yapılamamıştır.7
bulgulardır. Bu açıdan damgaların temelinde de kaya resimlerinin olduğu genel olarak kabul edilmektedir. Doğu Karadeniz yöresinin sıkı orman dokusu ile kaplı olması günümüzde yerleşim bölgelerinde ve orman alanlarında kaya resimlerine tesadüf etmemizi imkânsız kılmaktadır. Bu yüzden bu tür kaya resimlerine ne yazık ki sadece yayla kesimlerinde tesadüf edilebilmektedir. Nispeten daha yakın tarihli olan çizimlere eski yayla evlerinin duvar taşlarında rastlanılırken, M.Ö. 3000’li yıllara kadar dayandığı tahmin edilen kaya resimlerine ise bir takım özel coğrafik kriterlere sahip vadilerdeki düz zeminli kırmızı/kahverengi taşlarda tesadüf edilmektedir. Bu taşlar günümüze tamamen parçalanmış halde ulaşmışlardır ve yöremizin nemli ikliminden ötürü çizimlerin belirginlikleri büyük ölçüde kaybolmuştur.
Yöremizin kültürü ile birçok benzerlikler barındıran komşu Gürcistan’da benzeri alan çalışmaları daha ileri bir mertebede olup, birçok sembolün birebir benzerlik gösterdiği yöremiz üzerine yapılan kısıtlı alan çalışmaları sayesinde anlaşılmaktadır. Bu durum Gürcü bölgesinin de Orta Asya Türk kültürünün geçiş bölgesi olmasından kaynaklanmaktadır. Aradaki tek fark Gürcü bölgesinde kullanılmış olan damgaların zaman içerisinde Hıristiyan kültürü ile etkileşim göstermesinden kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde yöremizde tespit edilen damga ve sembollerin de Osmanlı İmparatorluğu döneminde İslam kültürü ile etkileşmesinden kaynaklanan etkiler bariz olarak göze çarpmaktadır. Şöyle ki birçok damga veya sembol, İslami ritüel ve yazılarla birlikte kullanılmış, hatta söz konusu damga ve semboller dini mabetlerde yoğunlukla tercih edilmiştir. Bu tip örneklerde sembollerin yanında Maşallah, Sübhanellah vb. gibi dini anlamlar içeren Arapça yazılara sıkça rastlanmaktadır.
Yine de elde edilen bulgular, kökeni binlerce yıl öncesine dayanan ve Orta Asya’daki Turani kavimlerin yaygın olarak yaşadığı bölgelerde görülen, İpek Yolu ve diğer ticari kervan yolları aracılığı ile zaman içerisinde bölgemize kadar yayılan kaya resimlerinin birçok değişik türünün yaylalarımızda çokça bulunduğu tahmin edilmektedir. Yöremizde bulunan kaya resimlerinin Orta Asya kökenine vurgu yapmamız, çizimlerin hemen hemen aynı ve benzer temaların işlenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Kaya resimlerinde avcı insan, geyik, at, keçi, kurt, kuş, balık, gemi, ok, yay ve dağ silsilesi gibi envai çeşit figür görülmektedir. Bunlardan at, kurt ve geyik figürleri en çok rastlanılan çizimler olarak öne çıkmaktadır.
Bu makale içeriği açısından Rize’de üç ana vadiden müteşekkil olan Hemşin coğrafyasını kapsamaktadır. Söz konusu coğrafyadan günümüzde Hemşin ilçesi, Çamlıhemşin ilçesi ve Çayeli’nin Senoz bölgesi kastedilmektedir. Yine de bu üç ana vadi içerisinde kendine has birçok küçük vadi bulunmaktadır. Söz konusu coğrafyada elde edilen somut belgeler, farklı alan çalışmaları esnasında tespit edilmiş ya da duyarlı dostlarımızca tespiti yapılarak tarafımıza ulaştırılmış belgelerdir. Yani damga ve kaya resimlerinin tespiti açısından kapsamlı ve sistematik bir saha çalışması yapılmamıştır. Bu makalenin nihai amacı da, bu tür bir akademik çalışmanın ileride yapılabilmesi için mevcut potansiyelin gün yüzüne çıkarılmasıdır. Kolkhis gibi yerli kültürlerin daha iyi anlaşılabilmesi ve Türk kültürünün Osmanlı öncesi izlerinin tespit edilmesi için bahsi edilen saha araştırmalarının mutlaka uzmanlarınca yapılması gerekmektedir.
Yöremizde tespiti yapılan başlıca figürleri görsel örnekler eşliğinde irdelersek;
Koç petroglifi Koç ve dağ keçisi figürünün Orta Asya’dan Balkanlara kadar geniş bir alanda kaya çizimlerinde görülmesi, bu hayvanlarla ilgili inanış ve kültürün muazzam bir altyapıya sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Gerek günlük hayatın idamesi bakımından olağan bir av hayvanı olması, gerekse bir çok hikâye, masal ve halk destanında keçi/koç temasının sıkça işlenmesi kaya resimlerine de bu tür figürler çizilmesine zemin oluşturmuştur. Aynı şekilde yöremizde
Petroglifler, Piktogramlar ve Damgalar Kaya resimleri, tarih öncesi çağlarda yazının bulunmasından öncesine ait çok eski görsel 58
A N A L İ Z
koç boynuzunun ev girişlerinde kullanılması ve mezar taşlarında oyma tekniği ile koçun sembolize edilmesi kültürüne de sıkça rastlanmaktadır.
Burumoğlu konağında ucu aşağıya bakan koç damgası, Şenyuva (Çinçiva) köyü, Çamlıhemşin
Çamlıhemşin’in Aşağı Çamlıca (Aşağı Vice) köyünde bulunan Koç heykeli
Civelekoğlu konağında Kurt başının sembolize edildiği kapı menteşesi, Yaltkaya (Ğomno) köyü, Hemşin
Kurt petroglifi
Çamlıhemşin’in Ülkü (Mollaveys) köyünde bulunan Koç heykeli, Rize Müzesi
Kaya resimlerinde sıkça tesadüf edilen bir diğer çizim ise kurt hayvanıdır. Kurt, Türk efsane ve destanlarına en çok konu olan hayvan olup, ismi ve sembolüyle genel olarak “türeyişi”, “çoğalmayı”, “yok olmaktan kurtuluşu” ve “kılavuzluğu” temsil etmektedir. Bu açıdan Türk kültürünün etkisi altında kalmış olan bütün coğrafi bölgelerde “kurt” temalı çizim ve sembollere rastlanılmaktadır.8 Kurdun, Türk kültüründe, “millî kült” mertebesinde kabul görülüp kutsal addedilmesi; bozkırın baş edilemeyen yırtıcısı olması ve bundan ötürü duyulan hayranlıkla tabulaştırılmasından kaynaklanmaktadır. Hatta eski Türk Mitolojisinde bozkurt veya kurtla ilgili olarak Tanrı veya kutsalla ilişkisi sıkça göze çarpmaktadır.9 Yöremizde kurt figürünün nesnel olarak en çok kullanıldığı alan menteşelerdir.
Kozizoğlu İsmail Ağa konağında evlere kötü ruhların ve uğursuzluğun girmesini engellediğine inanılan koç boynuzları, Yolkıyı (Küşüva) Köyü, Çamlıhemşin 59
Pokut yaylasında bir yayla evinin kurt başlı kapı menteşesi, Çamlıhemşin
Hayat ağacı, Kolkhis Güneşi ve Ay-Yıldız motifleri ile birlikte kullanılarak sonsuzluğa, ölümsüzlüğe ve Tanrı’ya yapılacak olan soyut yolculuğu sembolize eden gemi motifi, Karmik Yaylası, Çamlıhemşin
Gemi piktogramı Yöremizde tespitini yapmış olduğumuz bir diğer çizim “gemi” figürüdür. Gemi çizimi, Orta Asya steplerinde pek rastlanılmayan, daha çok denize yakın bölgelerde tesadüf edilen bir figürdür. Yöremizin denize kıyısı olan bir bölge ve yerli Kolkhis halkının da denizci bir kavim olduğu göz önüne alındığında en bilinen ulaşım aracının gemi olduğu anlaşılmaktadır. Yöre halkı için gemi, hem farklı diyarlara göçü, hem de başka denizci kavimlerin bölgeye olan gelişini sembolize etmektedir. İçinde denizci korsanların olduğu basit gemi çizimi, yörenin barbar denizci kavimlerince istilasını ifade etmekte iken, farklı objelerle sunulan gemi ise soyut bazı hedeflere gitmeyi sembolize eden araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Yelkenli bir gemi ise soyut olarak ele alındığında çok uzaklara yani ölüme olan yolculuğu ifade etmektedir.
11. Üzerinde insan bulunan ve yolculuğa çıkılan gemi çizimi, Hapivanak yaylası, Çamlıhemşin
Karma Piktogramlar
Ölümden sonra hayatın devam edeceği inancı, birçok kültürde altyapısı olan eski bir inanıştır. Bu inanış beraberinde ölümün diğer hayata geçiş için gerekli olan zaruri bir yolculuk olduğu inancını doğurmuş ve ölüme büyük bir kutsallık yüklemiştir. Bu inanış biçimi de tabii olarak kaya resimlerine yansımıştır. Ölüp diğer hayata ve doğal olarak ölümsüzlüğe doğru yolculuğa çıkan ruhu sembolize eden insan motifli çizimlerden yöremizde bir adet tespit edilmiştir. Bu çizimde ruhu sembolize eden insan figürünün yanında “hayat ağacı” motifinin de olması oldukça manidar görünmektedir. Çizimde ruha ait el ve ayaklar orta bölümde detaylı olarak tekrar çizilmiştir. Ruh tasvirinde ölünün ellerinin göğe doğru yönelmiş olması Tanrı’ya kavuşma isteğini ve belki de duayı, ayakların toprağa basıyor olması da ata köklerine olan bağı sembolize etmektedir11.
Başka sembollerle desteklenen yelkenli gemi motifi ise, o sembollerle ortak bir anlam ifade etmekte ve yine dolaylı olarak sonsuz yolculuğa vurgu yapılmaktadır. Aşağıdaki örnekte “hayat ağacı” ve “ay-yıldız” motifleri ile birlikte çizilen gemi motifi, Tanrı’ya ya da ölümsüzlüğe ulaşmak için yapılacak olan yolculuğu sembolize etmektedir10.
Hemşin yöresinde en çok rastlanılan karma piktogram çizimleri, ay-yıldız damgası ile hayat ağacı motiflerinden oluşan piktogramlardır.
Ahirete yapılan yolculuğu sembolize eden gemi motifi, Haçivanak Yaylası, Çamlıhemşin 60
A N A L İ Z
Firiloğlu evinin duvarında ay-yıldız ve hayat ağacı tamgaları “Maşallah” yazısı ile birlikte resmedilmiş, Yaylaköy (Elevit), Çamlıhemşin
Hayat ağacı ile birlikte tasviri yapılan insan ruhu ve o ruha ait elin çizimi, Başyayla Yaylası, Çamlıhemşin
boldür. Yahudi inancında “Davut Yıldızı” ya da İbranice manasıyla “Davut Kalkanı” ismiyle, İslam inancında “Mühr-ü Süleyman” ve eski Türk kültüründe “Çolpan Yıldızı” olarak bilinmektedir. Bu amblem üzerine yapılan araştırmalar altı köşeli yıldızın bronz çağından beri Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinde kullanıldığını göstermektedir. Ancak bu sembolün ilk kullanım ihtiyacı tamamen süs ya da büyü gibi faktörlerdir.12 Yahudi inancında altı köşeli yıldız gerçekte Hz. Davut’un altı köşeli kalkanını sembolize etmekte ve dolayısı ile zamanla bu sembole “koruyucu” bir ruhani özellik addedilmiştir. Altı köşeli yıldızın Yahudiler tarafından “Davud Yıldızı” ismiyle kullanıldığına dair en eski kaynak Nahmanides’in erkek torunu tarafından XIV. yüzyılın ilk yarısında yazılmış olan Sefer ha Gevul adlı kabalistik bir eserdir.13 Ünlü Yahudi düşünür Theodor Herzl (1860-1904)’in çıkardığı Die Welt adlı Siyonist dergide altı köşeli yıldız kullanması, siyonistlerin onu siyonistliğin bir sembolü olarak benimsemelerini sağladı ve böylece 1897’de Basel şehrinde yapılan ilk siyonist kongrede siyonist hareketin sembolü olarak resmen kabul edildi.14 Özellikle II. Dünya Savaşı döneminde Nazi Almanya’sında Yahudilerin bu sembolle utanç nişanesi olarak anılması ve yaftalanması, imgeyi Yahudiler için daha da manidar kıldı ve sonunda 1948 yılında kurulan İsrail devletinin resmi bayrağında kullanıldı. Bugün uluslararası kamuoyunda bu sembol öncelikli olarak İsrail devletini ve Yahudiliği çağrıştırmaktadır.
Kürdoğlu evinde hilal içinde nokta damgası ile hayat ağacı damgasından oluşan karma bir piktogram örneği, Şenköy (Amokta) köyü, Çamlıhemşin
Mollaveys köyünün Mecmun mahallesinde Kürdoğlu Kasım Efendi’nin mezar duvarında ay-yıldız damgası ile hayat ağacı motifinden oluşan karma piktogram örneği, Çamlıhemşin
Altı Köşeli Yıldız Damgası Altı köşeli yıldız, büyük bir coğrafyada çok eski tarihlerden beri çeşitli kültür ve dinlerde farklı ad ve anlamlarda kullanılan önemli bir sem61
Altı köşeli yıldıza İslam kültüründe “Mühr-ü Süleyman” denilmektedir. Hz. Süleyman; M.Ö. 960-925 yılları arasında hüküm sürmüş olan ve İsrailoğulları kavmine mensup Hz. Davud’un oğludur. İslam kültürüne Mühr-ü Süleyman sembolünün kutsal kabul edilmesindeki en büyük etken Neml suresidir. Neml Suresi’nin 1540. ayetlerinde Hz. Süleyman’ın kuşlara, hayvanlara, insanlara ve cinlere hükmettiği, onları çalıştırdığı anlatılmaktadır. Allah’ın Hz. Süleyman’a verdiği bu tür insanüstü metafizik güçlerin, iki üçgen şeklinde olan ve Hz. Süleyman’ın imzası yerine geçen malum mühürden geldiğine inanılır. Dolayısı ile bu sembol İslam’da Allah’ı temsil eden bir nevi tılsım olarak kabul edilmiştir15.
diği ve kullanıldığı tarihi bir gerçektir. Çolpan Yıldızı tüm Türk boyları tarafından Tanrı’nın bir lütfu ve kendilerinin yol göstericisi olarak kabul edilmiş ve kırmızı renkli sabit yıldız (Temur Kazık) olarak isimlendirilmiştir16. Kaldı ki altı köşeli yıldız, Göktürkler, Uygurlar ve Hunların dönemine kadar inmekte ve oniki hayvanlı Türk takviminde burç sembolü olarak kullanıldığı görülmektedir17. Türk mitolojisinde ise iç içe geçmiş iki üçgenden ibaret olan bu sembolde üçgenlerin “yaradan ve yaratılanı” sembolize ettiği kabul edilmektedir18. Sonuç olarak altı köşeli yıldızın farklı isim ve anlamlarda Orta Asya’dan Afrika’ya, Mezopotamya’dan Avrupa’ya kadar çok geniş bir coğrafyada kullanıldığı bilinmektedir. Hemen hemen bütün kullanım şekillerinde koruyucu ve yol gösterici özellikler ön plana çıkmaktadır. Dolayısı ile Doğu Karadeniz bölgesinde de bu sembole camilerde, mezar taşlarında, konaklarda, ocak başlarında, serenderlerde, şömine taşlarında, kapılarda ve sinilerde rastlamak mümkündür.
Bu nedenle İslam sonrası Türk kültüründe ve özellikle Selçuklu Devleti ile Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde inşa edilen camilerde, tarihi yapıtların kemer kilit taşlarında, çinicilik sanatında, seramikte, tepside, tabakta, çeşmelerde, sebillerde, şadırvanlarda, ahşap kapı kanatlarında, sikkelerde, yüzüklerde, mezar taşlarında, flamalarda ve hatta padişah elbiselerinde sıkça kullanılmıştır. İslamiyette bu sembolün kullanılış şekli ve amacı Yahudilikteki kullanılış mantığından tamamen farklı bir seyir izlemiştir.
Bölgemizde bu sembolün kullanılış amacının altında gerek İslam öncesi Türk kültüründen gelen kutsaliyet, gerekse İslam ile birlikte gelen kullanılış amacının etkileri olduğu muhakkaktır. Ayrıca Hazar Türklerinden olup yörede ustalık yapmış olan insanların da etkisi göz ardı edilemez. Yöremizdeki örneklerde yıldızın iç kısmında genelde Osmanlıca tarih ya da “Maşallah, Subhanellah” gibi dini ibarelere de rastlanır. Ayrıca altı köşeli yıldızın Kolkhis güneşi ya da muhtelif Türk boylarına ait damgalarla birlikte kullanıldığı da olmuştur.
Türk kökenli Hazar Devleti’nin (630-1048) de Yahudi inancını benimsemiş ve özellikle armasında altı köşeli yıldızı kullanmış olmasından ötürü Türk kültürünün hakim olduğu coğrafyada bu sembolün yayıldığı görüşü hakimdir ancak bu sembolün çok daha eski dönemlerden beri Orta Asya bozkırlarında “Çolpan Yıldızı” adıyla bilin-
Mahmutoğlu konağındaki ocak başında Osmanlıca “Maşallah Subhanellah Sene 319” yazılan altı köşeli yıldız motifi. Bilen (Tepan) köyü, Hemşin
Sıçanoğlu Genç Ağa konağındaki şömine taşında süslemeli altı köşeli yıldız motifi. Uğrak (Çingit) köyü, Pazar
Susikoğlu Şakir Ağa konağından arda kalan duvar taşında, iç kısmında 320 tarihi yazılı olan altı köşeli yıldız motifi, Başköy (Petre) köyü, Pazar 62
Senoz bölgesinde Ormancık (Çutinç) köyü camiinde altı köşeli yıldız motifleri, Çayeli
A N A L İ Z
Sıçanoğlu Arslan Ağa konağının giriş kapısının yanında muhtelif Türk damgaları ile birlikte işlenmiş altı köşeli yıldız motifi, Akbucak (Mermenat) köyü, Pazar
Uğrak köyü Koçanlı Camii’nde bir köşesi tahrip edilmiş altı köşeli yıldız motifi. Uğrak (Çingit) köyü, Pazar
Bilen Camii’nde süslemeli altı köşeli yıldız motifi. Bilen (Tepan) köyü, Hemşin
Bozacıoğlu Şakir’in eski evinin ahşap duvarındaki altı köşeli yıldız motifi. Kavak (Mikron) mahallesi, Çamlıhemşin
Mollanç Pehlül Ağa konağının duvarında mavi-beyaz renklerle boyanmış iki adet hayat ağacı motifi. Yolkıyı (Kuşuva) köyü, Çamlıhemşin
Aşağı Şimşirli köyü mezresinde Okumuşoğlu ailesine ait gürgen ağacında hayat ağacı motifi. Aşağı Şimşirli (Canuttobira) Mah., Çamlıhemşin Kozizoğlu İbrahim Ağa konağının duvarında boya ile yapılmış hayat ağacı motifi. Yolkıyı (Kuşuva) köyü, Çamlıhemşin
Hayat Ağacı Damgası
İnsanlığın varoluşundan beri kutsal saydığı değerlerden en bilineni ve en yaygın olanı şüphesiz ağaçtır. Çünkü ağaç, insan hayatının her safhasında çeşitli yönleriyle kullanılmış ve bu açıdan her daim özel bir ilgi görmüştür. Ağaçlar hakkında ilk devirlerden beri bütün toplumlar çok sayıda mit ve inanç geliştirmişlerdir. İklimlere göre türlerinin farklı oluşu, her mevsim görünümünün değişmesi, özellikle de kışın yapraklarını döküp baharda tekrar canlanması sebebiyle ağaç, ölümden sonra hayata yeniden dönüşün sembolü olarak görülmüştür. Ayrıca ağaçların çiçek, meyve ya da yemiş vermesi, tabiata doğal bir güzellik katması, temiz havayı temsil etmesi ve hastalıklarla mücadelede çeşitli fonksiyonlarından faydalanılması ağacın
Sıçanoğlu Genç Ağa konağından arda kalan şömine taşında hayat ağacı motifi. Uğrak (Çingit) köyü, Pazar
günlük hayattaki yerini daha da kutsallaştırmıştır. Dolayısı ile ağaç, insanoğlu için ruhsal, fiziksel ve kozmik dünyanın kutsallığını ve ölümsüzlük döngüsünü simgeleyen doğal bir form olmuştur. Ağaç, nesnel olarak bütün toplum ve dinlerde böylesine kutsal bir altyapıya sahip olunca, tabii olarak imgesel anlamda da en çok kullanılan figürlerden olmuştur. Ağaç figürlerinden en bilinen ve en yaygın olanı “hayat ağacı” moti63
fidir. Hayat ağacı inancı, dünya kültürlerinde en yaygın inançlardan biridir ve ağaç kültüyle ilgili bütün inançların kökeninde hayat ağacı teması bulunmaktadır. Daha sonraki dönemlerde ağaç sembolizminde coğrafyaya ve kültüre göre bazı farklılıklar oluşmuştur.
rafından sıkça kullanılmıştır. Spiral şeklinin geç paleolitik dönemlerden itibaren gün dönümlerinin saptanması gibi bilimsel yöntemlerde de kullanıldığı bilinmektedir.22 Yöremizde spiral simgesine nadir olarak da olsa rastlanmaktadır. İç içe halkalardan oluşan spiral damgalara genellikle şömine taşlarında ve doğadaki yerleşik taşlarda tesadüf edilmiştir.
En eski inanışlardan biri olan Hayat ağacına ilişkin ilk somut izlere M.Ö. 3000 ve sonrasında Aşağı Mezopotamya’da rastlanılan iki hayvan arasındaki bitki öğesi çiziminde, yaşam ve ölüm arasındaki sürekli döngünün sembolü olarak Sümerlerde rastlanmıştır19. Sonraki dönemlerde hayat ağacının cinsi bütün toplumlarda farklılık arz etmiştir. Toplumlara göre meşe, kayın, çam, zeytin, elma, incir, asma vb. birçok bitki ve ağaç cinsi hayat ağacıyla özdeşleştirilmiştir. Bu çeşitlilik muhtemelen toplumların günlük hayatlarında hangi çeşit ağaçla iç içelerse o ağaca hayat ağacı vasfı yüklemelerinden kaynaklanmıştır. Çünkü insanlar kendilerine birçok faydalar sağlayan bu ağaçlara minnet duymuş ve saygı göstermişlerdir. Sonuç olarak dünya toplumları bu ağaçlara hayat ağacı vasfı yüklemişlerdir20. Doğu Karadeniz bölgesinde tesadüf edilen hayat ağacı figürlerinde, doğal olarak yöremizde en çok bulunan ağaçlardan “çam” ağacı motifinin işlendiği görülmektedir. Bazı basit çizimlerde ise herhangi bir ağacı işaret etmekten ziyade en basit şekliyle klasik bir ağaç figürü sembolize edilmek istenmiştir. Bölgemizde hayat ağacı figürlerine konak duvarlarında, serenderlerde, cami süslemelerinde, şömine taşlarında ve mezar şahidelerinde sıkça tesadüf edilmektedir.
Sıçanoğlu Genç Ağa konağından kalan şömine taşında spiral motifi. Uğrak (Çingit) köyü, Pazar
Kolkhis Güneşi Sembolü Doğu Karadeniz Bölgesi’nde en çok rastlanılan sembollerden biri de Kolkhis Güneşi (Çöna/ Çona) sembolüdür. Birçok medeniyette Güneş Tanrısını sembolize eden bir takım Güneş figürleri kullanılmıştır. Doğu Karadeniz bölgesinde kullanılan güneş figüründe, merkez noktasından dairenin dışına doğru yedi dalgasal çizgi birbirini takip eder şekilde bitişmektedir. Bu çizgiler birbirini takip eden sonsuz bir döngüyü sembolize etmektedir. Bu sembole çarkıfelek dendiği de olmuştur.
Spiral İmgesi Çok eski dönemlerden beri kullanılan yaygın bir sembol de spiral simgesidir. Spiral sembolü tekli, ikili ve üçlü olarak görülebildiği gibi, bazen iç içe halkalardan oluştuğu da görülmüştür. Spiral motifine Mısır, Yunan, Kelt, Arap, Türk ve Sümer gibi eski medeniyetlerin hepsinde tesadüf edilmektedir.21 Spiral simgesi temel olarak enerji ve yoğunlaşma ile alakalı bir semboldür. Dolayısı ile spirallerin nihai amacı odaklanma ile ilgilidir ve ruhsal enerjiden fiziksel enerjiye dönüşümü sembolize etmektedir. Bu yüzden birçok medeniyette büyücü ve efsuncular ta-
Kolkhis mitolojisinde Güneş Tanrısı’na “Çöna” denilmektedir. Çöna, ışık saçan, aydınlatan ve dünyayı ısıtan Tanrı olup, bu özellikleri ile tüm evrene hayat sunan çok önemli bir konuma sahiptir. Bu yüzden Kolkhis uygarlığının hüküm sürdüğü coğrafyada Çöna tanrısını sembolize eden ve “Kolkhis Güneşi (Do Mjora)” denilen 64
A N A L İ Z
damga sık sık kullanılmıştır. Kolkhis güneşi simgesinde; helezonik dalgaların merkezindeki birleşim noktası Tanrı’nın barınağını ve yedi kollu dalgasal çizgiler de bu barınağı koruyan yedi gezegeni ifade etmektedir. Söz konusu bu gezegenler; Tuta (Ay), Cuma (Merkür), Mtyebi (Venüs), Marihki (Mars), Dia (Jüpiter), Zuali (Satürn) ve Helios (Güneş)’23 dir. Sonuç olarak Kolkhis Güneşi yaşamın sonsuz döngüsünü ve Tanrı’nın gücünü sembolize etmektedir. Sembol, enerjiyi ve gücü merkezdeki noktaya çeken ve merkeze daha doğrusu Tanrı’ya odaklayan kutsal bir tür çarktır. Bu sembol yöremizde genel olarak şömine taşlarında, konak girişlerinde ve ev süslemelerinde karşımıza çıkmaktadır. Bazen sade bir şekilde kullanılıyorken, bazen de farklı sembollerle bir arada kullanıldığı olmuştur. Ancak yakın tarihli eserlerde çoğu kez sembolün aslından uzaklaşılmış ve helezonik dalgaların sayısı yediden çok daha büyük sayılara ulaşmıştır.
Oğuzların 24 boyunun şematik görünümü
Civelekoğlu konağında uçları sola bakan Üçok’lu menteşe. Kayağantaş (Sitori) köyü, Pazar
Sıçanoğlu Genç Ağa konağından arda kalan şömine taşındaki Kolkhis güneşi motifi. Uğrak (Çingit) köyü, Pazar
Ortayol Camii’nin duvarında kitabenin yanındaki Kolkhis Güneşi motifi. Ortayol (Meleskur) köyü, Pazar
Haşioğlu konağının giriş kapısının üzerinde bulunan Kolkhis Güneşi motifi. Ortayol (Meleskur) köyü, Pazar
Sıçanoğlu Mahmut Ağa konağının duvarında, iç dairede soldan sağa, dış dairede sağdan sola dalgalı çizgiler ihtiva eden Kolkhis Güneşi motifi. Uğrak (Çingit) köyü, Pazar
Aliefendioğlu konağında uçları sağa bakan Üçok’lu menteşe. Y.Çamlıca (Y.Vice) köyü, Çamlıhemşin 65
Üçok Sembolü
Toplamda 24 boydan oluşan Oğuz boyları, genel itibariyle Üçoklar ve Bozoklar adı altında iki grup olarak kategorize edilmektedir. Bozoklar; Günhan, Ayhan ve Yıldızhan olarak üç kola ayrılmaktadır. Üçoklar ise Gökhan, Dağhan ve Denizhan olarak üç kola ayrılmaktadır. Şemadan da görüldüğü üzere yöremizde izlerine rastladığımız Peçenek (Kıpçak), Çepni ve Salur gibi boylar Üçoklar kolundan olup, menteşelerde rastladığımız “üçok” tasviri bu boyların kültür alt yapısından kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere kapı, pencere ve dolap menteşelerinde demircilik sanatının sonucu olarak öküz başı, koç başı, koyun başı, kurt başı ve hilal gibi sembollerden başka üç adet oktan oluşan özel menteşeler de mevcuttur. Bu üç ok motifli menteşeler şüphesiz Oğuzların Üçok boylarını işaret eden bir tür demir damgalardır.
Temuroğlu konağında uçları sağa bakan Üçok’lu menteşe. Başköy (Petre) köyü, Pazar
Ay-Yıldız Damgası Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti24 devletinin resmi bayrağında da kullanılmış olan hilal ve yıldız simgelerinden oluşan sembolik tasvir, bilinenin aksine çok eski bir semboldür. Kaldı ki tek başına “hilal” sembolü bile İslam öncesi birçok uygarlıkta görülebilen bir imgedir. Ay-Yıldız motifi hemen hemen bütün kıtalarda çok eski yıllardan beri kullanılmış ancak en eski örneklerine özellikle Asya’da tesadüf edilmiştir. Orta Asya’da M.Ö. 5000’li yıllara dayanan kaya resimlerinden başlayıp daha sonraki Şaman davullarında da benzer şekilde tasvir edilen Ay-Yıldız motifleri, Asyalı Türk-Moğol halklarının evren tasarımı hakkında bilgiler sunmaktadır. Aynı şekilde Sümerlere ait kil tabletlerde Ay Tanrısı ve Güneş (Yıldız) Tanrısı sembollerinin bir arada kullanılarak oluşturulan Ay-Yıldız motifleri tespit edilmiştir.25 Bu motif Göktürkler, Gazneliler ve Selçuklular devrine ait sikkelerde de kullanılmıştır.26 Ay-Yıldız motifi genel olarak Osmanlıdevletinde de kullanılmış olduğundan yöremizde Cumhuriyet öncesine dayanan birçok konak ve eşya üzerinde sıklıkla karşılaşılan bir semboldür. Bu sembol tek başına kullanıldığı gibi, genellikle başka sembol ve şekillerin arasında da kullanılmıştır. Yöremizde tespitini yaptığımız Ay-Yıldız damgalarından bazı örnekler:
Çolakoğlu konağında uçları sola bakan Üçok’lu menteşe. Y.Şimşirli (Kısmenmaliver) köyü, Çamlıhemşin 66
A N A L İ Z
Belenoğlu evinde oyma stili ile oluşturulmuş sade hilal damgası, Mollaveys köyü, Çamlıhemşin
Heyipsaleoğlu evinde oyma tekniği ile yapılmış ay-yıldız damgası. İncesu (Marbudam) köyü, Çayeli
Demirci Ağalar konağı girişinde oyma tekniği ile yapılmış tek yıldız damgası, Aşağı Şimşirli (Canot-Tobira) mahallesi, Çamlıhemşin Mahmutoğlu konağı duvarında kabartma tekniği ile yapılmış olan Ay-Yıldız damgası. Bilen (Tepan) köyü, Hemşin
Kibaroğlu konağı duvarında bulunan kabartma tekniği ile yapılmış olan ortada tek yıldızlı iki hilal damgası. Şenyuva (Çinçiva) köyü, Çamlıhemşin
Türk Boy Damgaları Damga kullanma adeti genel olarak Türk orjinli boy, aşiret ve cemaatlere ait bir kültür olduğu için yöremizdeki konak, serender, ocakbaşı, şömine, yayla evi, hayvan, değirmen, petek, tarihi meşe ve gürgenler gibi çeşitli kullanım alanlarında Türk boyları ile ilişkili damga ve sembollere sıkça tesadüf edilmektedir. Bu tür damgalardan bazıları orijinal damga ile birebir aynı iken, bazılarında zaman içerisinde bir takım önemsiz değişikliklerin vuku bulduğu görülmektedir. Yöremizde tespitini yaptığımız bu tür damgalar şunlardır:
Kasahoğlu konağında kabartma tekniği ile yapılmış olan Ay-Yıldız damgası. Şenyuva (Çinçiva) köyü, Çamlıhemşin 67
Serender altında bulunan şömine üzerinde iki adet Kayı boyu damgası, Bahar (Badara) Mah., Hemşin
Kibaroğlu konağının duvarında Büğdüz damgası. Şenyuva (Çinçiva) köyü, Çamlıhemşin
Pocut meşeliğindeki bir ağaçta Kıpçaklara ait Bereket damgası, Mutlu (Bodollu) Mah., Hemşin
Tumanoğlu evinin girişinde ahşap üzerine kazınmış olan Kayı boyu damgası, Mollaveys köyü, Çamlıhemşin
Okumuşoğlu ailesine ait mezredeki meşe ağacında Salur damgası, A.Şimşirli (Canuttobira), Çamlıhemşin
Cihanoğlu ailesine ait gürgen ağacında Salur damgası, Çamlıtepe (Zoğa) köyü, Hemşin
Sıçanoğlu Şerif Ağa konağında bulunan şömine taşındaki Tatar Bereket damgası,27 Akbucak (Mermenat) köyü, Pazar
Dumanoğlu konağında aile damgası, Yolkıyı (Küşüva), Çamlıhemşin
Ayder-Huser yaylası yolu üzerinde çam ağacına kazınmış bir tür aile damgası, Çamlıhemşin
68
A N A L İ Z
Bir konak duvarında sola bakan hilal içinde üç nokta damgası. Bu damga Göktürk alfabesinde “nd” sesi veren bir harftir. Akyamaç (Tecina) köyü, Hemşin
Merkezinde nokta olan daire çizimi. Bu sembol en kısa tabirle Güneş’i sembolize eden Göktürk alfabesi harfidir. Polatoğlu konağı, Şenköy (Amokta) köyü, Çamlıhemşin
Türklerin İslamiyeti seçmesi ile birlikte kullanılmaya başlanılan, temizliği ve şeffaflığı sembolize eden ibrik motifi, Kuruoğlu evi, Yaylaköy (Elevit), Çamlıhemşin
Okumuşoğlu ailesine ait mezredeki meşe ağacında Kıpçaklara ait Bereket damgası, A.Şimşirli (Canuttobira), Çamlıhemşin
Bir yayla evinin duvarındaki kitabede birçok Türk boyunda kullanılan Koç damgasından üçlü kullanım örneği, Başyayla, Çamlıhemşin
Kürdoğlu evinde Salur damgası Maşallah yazısı ile birlikte kullanılmış, Mollaveys köyü, Çamlıhemşin
Nuranoğlu konağındaki ocakbaşı kitabesinde ağacı andıran bir çeşit damga. Ortayol (Meleskur) köyü, Pazar
Ceğalver dağında Pocut meşeliğinde bir ağaç damgası. Mutlu (Bodollu) Mah., Hemşin
Kavak mahallesinde gürgen ağacında bir aile damgası, Kavak Mahallesi, Çamlıhemşin
69
Çimeroç mezresinde Ğazaroğlu evinde merkezinde iki nokta bulunan daire damgası, İncesu (Marbudam) köyü, Çayeli
Sıçanoğlu Ali Ağa konağı duvarında aile damgası. Uğrak (Çingit) köyü, Pazar
Kozizoğlu İbrahim Ağa konağına ait duvarda dört daireli aile damgası. Yolkıyı (Kuşuva) köyü, Çamlıhemşin
Trovit yaylasında bir yayla evinin duvar taşında ters çapa damgası. Trovit yaylası, Çamlıhemşin
Yeteroğlu konağına ait duvar taşında aşağı bakan hilal ve çapraz damgası. Akbucak (Kokis) köyü, Pazar
Bir konakta kabartma usulüyle yapılmış daire içinde iç içe geçmiş iki adet dört köşeli yıldız damgası. Akyamaç (Tecina) köyü, Hemşin
Bir konak duvar taşında birbirine bakan iki hilal içinde iki adet pervane motifli damga. Akyamaç (Tecina) köyü, Hemşin
Aşçıoğlu Kasım Ağa konağında aşağı bakan hilal içinde ata binmiş insan damgası, Yukarı Şimşirli (Kısmen-Melivor) köyü, Çamlıhemşin
Sıçanoğlu Aslan Ağa konağının giriş kapısı yanında “altı köşeli yıldız” etrafına dizili olan muhtelif damgalar. 1) Koç damgası, 2)Koç damgası, 3) Salur damgası, 4) Kıpçak (Tatar) damgası, 5) Yıldız damgası ve 6) Ay damgası.28Akbucak (Mermenat) köyü, Pazar
70
A N A L İ Z
Aile Damgaları
6. http://www.mustafaaksoy.com/damgalarinsosyolojisi-4-Damgalar
Yöremizde damga kullanma kültürü kökenini çok eski dönemlerden almakla birlikte, genel olarak sahiplenme ve aidiyeti işaret etme amaçlıdır. Örneğin ormanlık mevkilerdeki asırlık ağaçlarda damga kullanımı, birçok açıdan çok değerli olan ağaçların başkalarına ait olan ağaçlarla karışmaması, üzerlerindeki arı kovanlarının muhafazası ve genel olarak ağacın sahibinin belli olması amacıyla kullanılmıştır.
7. Kaya resimleri ile damgalar üzerine çok geniş bir alanda akademik kapsamlı çalışmalar yapmış olan ve aslen Giresunlu olan Servet Somuncuoğlu’nun, Doğu Karadeniz yöresine ait çalışmaları henüz başlangıç aşamasındayken, beklenmeyen vefatı sebebiyle yarım kalmıştır. 8. Çobanoğlu, Özkul. “Kılavuz Kurt Motifinin Tarihsel Bağlamlarda ve Günümüz Alevî-Bektaşî Tarikatlarındaki Yapısal ve İşlevsel Sürekliliği Üzerine Tespitler”, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayını, 1997. s. 165-173.
Ailelerin kendilerini ifade ve işaret eden semboller kullanması, eskiden gelen köklü bir kültür olduğu gibi, günlük hayatın gerekliliği olarak da ortaya çıkmış bir eğilimdir. Aslında aile damgaları, o ailenin bütün fertlerini ifade eden bir çeşit imzadır. Bu tür ailelere özgü damgalar ağaçlar dışında konak duvarlarında, serenderlerde, değirmenlerde, arı kovanlarında, şömine taşlarında, hayvanlarda, yerel dokuma kilim ve çoraplarda dahi görülebilmektedir. Konak, serender ve şömine taşları gibi eserlerde damga kullanımı sahiplikten ziyade gurur duyulan gösterişli yapıya imza koyma ve imzayı ailenin gelecek nesillerine aktarma amaçlıdır.
9. Oğuz, Öcal. “Kul Himmet ve Sözlü Gelenek Tanıklığında Kozmogonik Mitin Eskatolojik Serüveni”. Millî Folklor 84 (Kış 2009), s. 51-56
Ailelerce kullanılan yerel damgalar çoğu kez tahlil edilmesi en zor işaretlerdir ve büyük olasılıkla herhangi bir boy ya da cemaate ilişkilendirmek oldukça güçtür. Bu yüzden bu tip işaretlerin çoğu zaman birer damga olup olmadıkları dahi tartışma konusudur. Ancak bazı sembollerin detaylı incelenmesi durumunda muhtelif Türk boy damgalarının ya da eski Runik alfabesinde bulunan bazı harflerin başkalaşıma uğramış formları olduğu anlaşılmaktadır. Bu tür aile damgalarının bazılarının ise tamamen kendine mahsus özgün işaretler olduğu da göz ardı edilmemelidir.
16. http://ismailhakkialtuntas.com/2011/04/20/alti-koseli-yildiz/
Dipnotlar
24. Günümüzde bilinen ve kabul edilen; “şehit askerlerimizin kanı üzerine hilal ve yıldızın yansımasının denk gelmesi” görüşü, büyük ihtimalle insanları etkilemek için efsaneleştirilmiş bir hadiseden ibarettir. Görüldüğü üzere ay-yıldız sembolünün birlikte kullanımı çok eski dönemlere dayanmaktadır.
10. Bu analizi yapan Oktay Hacıoğlu’na teşekkür ederiz. 11. http://arkeolojikafkas.blogspot.com.tr/ 12. Galip Atasagun, “Yahudilikte Dini Sembol ve Kavramlar”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 11, s.133 13. Nusret Çam, “Türk ve İslâm Sanatlarında Altı Kollu Yıldız (Mührü Süleyman)”, Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Dergisi, S.Ü.Basımevi, Konya 1993, s. 208. 14. Galip Atasagun, agm., s.134 15. Sadi Bayram, “Mühr-ü Süleyman ve Türk Kültüründeki Yeri”, Türk Sanat Tarihinde İkonografik Araştırmalar, Güner İnal’a Armağan, Ankara 1993, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Armağan Dizisi: 4, s.62
17.Nusret Çam, agm., s.211 18.http://kubeyhatun.wordpress. com/2013/07/13/12-sembollerin-gizemi-mu-kozmik-diyagram-ed-tamgasi-colpan-yildizi-davudun-kalkani-muhru-suleyman/ 19. Oktay Belli, “Urartularda Hayat Ağacı İnancı”, Anadolu Araştırmaları, Sayı 8, İstanbul 1982, s.241. 20. Selma Öztekin, “Dinlerde Hayat Ağacı”, Ankara Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2008, s. 26 21. http://arsiv.indigodergisi.com/74/efe-elmas.htm 22.http://www.frmtr.com/tarih/4569509-dunya nin-ilk-kubbeli-yapisi-stonehenge.html 23.http://arkeolojikafkas.blogspot.com.tr/2014/07/gunes-tanrisi-cona.html
1. http://www.mustafaaksoy.com/damgalarinsosyolojisi-4-Damgalar 2. Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, “Türk Damgalarının Tarih İçinde Değişimi”, Halk Kültüründe Değişim Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, 17-18-19 Aralık 2004, Kocaeli, s.230
25.http://www.ahmetakyol.net/ay-yildiz-motifi-ve-turk-bayragindaki-ay-yildiz-motifinin-anlami/ 26.http://blog.milliyet.com.tr/1500-yillik-ay-yildizli-turk-parasi/Blog/?BlogNo=404000
3. http://www.mustafaaksoy.com/damgalarinsosyolojisi-4-Damgalar 4. Mahmud Kaşgarî, Divân-ü Lügâti’t-Türk, Millet Kütüphanesi, Ali Emirî, Arabî bölümü No:4189, v.20-21 5. Mahmud Kaşgarî, Divân-ü Lügâti’t-Türk, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2007, s.354
27. Bu bilgiyi bizimle paylaşan Nuray Bilgili’ye teşekkür ederim. 28. Resmi yorumlayan Arkeolog Oktay Hacıoğlu’na teşekkür ederim.
71
NOSTALJI ŞAKİR AKSU
Eski Hesap Yılbaşı Çeetnig Gecesi
B
abalarımızın gurbetliği çok erken başladığı için çoğumuz o günlere yetişemedik. Bu geleneği annemden dinledim. Bu gelenekle ilgili mutlaka bundan çok daha fazla anılar vardır. Bu anıları yazarak gelecek kuşaklara aktarmak hepimizin görevidir.
da sabaha kadar su içmezlerdi. O gece rüyada evleneceği erkeği göreceklerine inanılırdı. Sabah kalktıklarında yastığının altına koyduğu peliti kapının önüne koyup beklemeye başlarlardı. Kargalar veya diğer kuşlar bu peliti alıp hangi yöne giderse kızın o taraftaki evlerden birine gelin gideceğine inanılırdı.
Eski Hesap (Rumi) Yılbaşı Miladi 13 Ocağı 14 Ocak’a bağlayan gecedir. O gecenin sonunda Büyük Ay dediğimiz Ocak ayına girilir. Bu gece Hemşin’de çeşitle eğlenceler ile uzun yıllar boyunca kutlanmıştır. Yılbaşı ile ilgili olarak eskiden yaşatılan ancak günümüzde unutulan çok güzel gelenekler vardır.
Akşam hava kararınca Yün Tarağı (Tapul Tarağı) kapının önüne atılırdı. Tapul Tarağı atılan eve Koncoloz gelmeyeceğine inanılırdı. Ayrıca gece olduğunda mümkün olduğu kadar dışarı çıkılmazdı. Tek başına dışarı çıkanların kafasına Koncoloz’un Tapul Tarağı ile vuracağına inanırlardı.
TUZLU PELİT
O gece evde ne kadar Kendirden yapılmış ip varsa hepsi saklanırdı. İpler ortada kalır ve ipe bakılırsa o sene yılanlarla çok karşılaşılacağına inanılırdı. Evde işlenmemiş yün varsa o gece işlenerek ip haline getirilir ve o ipler de saklanırdır.
13 Ocak gecesi genç kızlar 7 evden birer avuç tuz çalar ve bu tuzları karıştırarak çok tuzlu bir Pelit (Bir nevi Bazlama) yaparlardı. Akşam yatmadan önce bu Tuzlu Pelitin bir kısmını yer, kalanını ise yastıklarının altına koyup, bildiği duaları okuyarak uyurlardı. Ne kadar susasalar
72
NOSTALJI
BİR ANI
Gençler Çapuk ile evleri dolaşırken bir de türkü söylerlermiş. O türkülerden birini de Yıldız Özdemir’in annesi hatırlıyor.
Bu arada küçük bir anı anlatayım. Bizim köyde bir evin kızları akşamdan Tuzlu Pelit yaparak yastıklarının altına koymuşlar. Sabah uyanınca kızlar yastıklarının altındaki peyniri kapının önüne koyup kuşları gözlemeye başlamış. Bu sırada gelen bir karga Tuzlu Pelitlerden birini kaparak Hemşin’den yukarı Zuğa’ya doğu uçmaya başlamış. Kendi pelitini takip eden kız bakmış ki karga pelitini yukarı doğru götürüyor karganın arkasından bağırmaya başlamış; “Alla belangi versun! Yukari değil aşaği gotur aşağiii”.
“Yılbaşı geceleri donaturuz evleri Bize tatlı verenun, tez gelur kocalari” Bir başka türküyü ise Çayeli’nden Öğretmen Zeliha Şerifoğlu hatırlatıyor. “Yeni yıl geceleri, sağolsun kocaları. Veren veren veşure, vermeyen teneşure...” Akşam olduğunda köyün tüm gençleri bir evde toplanır ve sabaha kadar eğlenirlerdi. Hava karardığında gizlice evlerin deranilerine girilerek birkaç kabak çalınırdı. Gençlerin toplandığı evde bu kabaklar pişirilir ve bal ile yenilirdi. Bu eğlenceler gece yarısına kadar türküler söylenerek devam ederdi. Kabak çalınması ile ilgili bir başka gelenek daha varmış. Kimin kabağı çalınmışsa o kişi eve davet edilir ve kendi kabağından ona da verilirmiş. Ancak evlerde o kadar kalabalık olurmuş ki gelenler kimin kabağının çalındığını bilmezlermiş.
Not: Hemşin’de yukarıdaki köylerin işi daha da ağırdır. Sahil tarafına indikçe arazi çoktur ama işleri Hemşin’deki kadar ağır değildir.
EVLERİN DOLAŞILMASI Eski hesap yılın son günü olan Aralık ayının son günü köyün gençleri bir Çapuk (Küçük sepet) alarak tüm evleri dolaşır ve evdekilerden şeker, bal, meyve toplardı. 73
Çeetnig Gecesi ile ilgili bir başka türkü de Şahzene Şahin’den.
bah erkenden kalkabilmek için akşam erkenden yatıyor. Ali Mehmet’i atlatmak için yarı gecede evden çıkıyor. Çocuğunun erkeden kalkıp evden çıktığını gören Gelin Halamız sesi çıktığı kadar; “Uşağum delilandi. Kar, kış, kuyamette evden çıktı gidiyor” diye bağırarak Paşalı Mahallesini ayağa kaldırmış.
Çocuklar toplanıp bir Çapuk alırlar. Bu çapuğa uzun bir ip ve bir de tangal takılıp gidilen evin kapısı yavaşça açılır tangal kapıdan içeri atılıp ve hep birlikte bir türkü söylenir. Yılbaşı gecelerı
1 OCAK SABAHI
Devletun bacaları
Gece eğlenceler bitip sabah olduğunda evdeki herkes kalkardı. Evdekiler ahıra inerek ahırdaki Öküzü evin avlusuna getirip eve sokarlardı. Öküz evden içeri önce sağ ayağını atarsa o senenin bereketli geçeceğine, sol ayağı ile girerse bereketin fazla olmayacağı inancı vardı.
Çapuğı dolduranun Tez gelur oğluları(son mısra eve göre değişir.gelin,koca,anne,baba vs.) Evin içine atılan çapuğa un, şeker, yağ veya meyve konur. Çeetnig Gecesinden bir başka anı ise Nafiz Paşalı’dan;
Eve giren öküze 1 tas mısır yedirilirdi. Bunun bereketi artıracağına inanılırdı. Mısırı yiyen Öküz evde işerse o sene çok bal olacağına, büyük abdestini yaparsa mısırın çok ve bereketli olacağına inanılırmış.
Dedemin ufak kardeşi Ayşe Ana kardeşim Mehmet ile Davut amcanın oğlu Aliye; “Sabah erken benim evime gelene bol elma, armut, ceviz ve fındık vereceğim” diyor. Çocuklar sa74
NOSTALJI
Akşamdan avluya atılan Yün Tarağı sabah olduğu yerden alınarak sevmedikleri kişilerin bahçesindeki Yığın Ağaçlarının olduğu kurutulmuş mısır saplarının altına saklanırmış. Bu yapıldığında o sene çıkacak yılanların hepsinin o kişinin önüne çıktığı inancı varmış. O senenin ilk sabahında yani 1 Ocak sabahı eve gelen ilk kişiyi de sınarlarmış. Eğer o sene bereketli olursa o kişiden bereketsiz olursa da o kişiden bilirlermiş. Bereketsiz geçen bir seneyi eve ilk gelen kişiden bildikleri için ertesi sene o kişinin evlerine gelmemesi için kapıları kitlerler, onu içeri almazlarmış. Bereketli geçen sene oldu mu o sene ilk gelen kişinin ertesi sene de ilk gelen kişi olmasını isterlermiş. Bu sebeple olsa gerek çocukların masumiyeti sebebiyle eve ilk gelen kişinin bir çocuk olmasını beklerlermiş.
75
A N A L İ Z YAKUP ŞEKER
Rusya’daki Hemşinliler
2
001 yılının nisan ayındaydık. Hopa Hemşinlisi bir iş adamından telefon geldi. Selamlaştıktan sonra bana; “Rusya’ da Hemşinlilerin var olduğunu duymuş muydun?” diye sordu.
cak yıllar geçmesine rağmen hala duvar örme kısmını anca tamamlamışlar ve yardım talebinde bulunmuşlar. Hopa halkının da bu insanlardan haberdar olmaları lazım diyerek faaliyete başladık. Önce yardım için gerekli izinler alındı ve Hopa halkından yardım topladık.
Duymamıştım, “Hayır” cevabını verdim. Rusya’da Hemşinli Türkler var ve bu insanların bizden bir de talebi var” dedi. Hiç tereddüt etmeden elimden geleni yapmaya hazırım dedim.
Bir gün biletim alınmıştı ve hiç bilmediğim bir bölgeye yolculuk serüvenim başlamaktaydı. Gerçi ne dil biliyordum ne de yöreyi tanıyordum. Ama bir an önce de bölgeye ulaşmak istiyordum.
Rusya da yaşayan bu insanlar, Hopa kökenliler ve Batum gönyeden sürgün edilmişler. Uzun yıllardır bir cami yapma girişimleri olmuş an-
76
A N A L İ Z
Apsheronsk ise, Krasnodara bağlı Krasnodar-Soçhi yolunun yüzüncü kilometresinde bir kasaba olup Güney doğu bölümü dağlık olmakla birlikte oldukça verimli ve düz tarım arazisine sahiptir.
GEÇMİŞTE NE OLDU? Sınır anlaşması ile Batum tarafına kalan Hopa Kökenli Hemşinli Türk’ler ile Ahıska Türk’leri, sınır anlaşmasından yaklaşık 30 yıl sonra, Hemşinlilerin yaşadığı Gönye köyünden, güvenliğinizi sağlayacağız denilerek, yaklaşık 1 ay kadar bölgede kalan Rus askerleri tarafından, 1944 yılının Kasım ayı sonundaki Kurban Bayramı
Hemşinlilerin en büyüğü Hasan amca ile sohbet
KRASNODAR APSHERONSK Sabaha karşı saatlerin birinde Rusyanın Krasnodar Hava limanına indim. Sadece irtibat için bir telefon numarası verilmişti bana. Hava alanını çıktığımda etrafıma acaba beni karşılayacak kişi var mı? diye bakındım ve hemen telefona sarıldım. Yakınımda, yanında kızı olan bir adamın telefonu çaldı ve bu sayede birbirimizi bulduk. Yılların verdiği hasretle olsa gerek, sanki 70 yıl öncesinden birbirimizi tanıyormuşçasına sarıldık birbirimize ve dakikalarca ayrılamadık. Duygulu gözlerle bakıyorduk birbirimize. Çünkü beni karşılayan Hemşinli Tantoğlu Aslan ve kızı Asiye idi. Havaalanından Krasnodar’ın Apsheronsk ilçesine doğru 100 km.lik yolu konuşa konuşa gittik. Krasnodar, Samsun’un tam karşısındaki kırıma bağlayan sahilde yer alıp, 2010 sayımına göre 745 bin nüfuslu bir şehirdir.
77
arife günü, saat 04:00 sularında takriben yarım saat içerisinde binbir şiddet ile zulüm trenlerine bindirilerek sürgün edilmişlerdir. Birkaç sürgün yerinde geçen yaklaşık 25 yıl sonunda bu gurup Krasnodar’ın, Apsheronsk kasabasına yerleşerek ikamete başlamışlardır.
otobüslere doldurdular ve Batum Tren garı ambarına getirdiler. Batum tren garından bizi yük trenleri beklemekteydi. Yük trenlerine doldurulduktan ve trenin hareketinden yaklaşık 1 aylık bir yolculuktan sonra ilk durağımız olan Özbekistan’a getirdiler ve bıraktılar.
Burada günden güne çoğalan Hemşin halkı dinlerinden hiçbir şey kaybetmeden dini yaşantılarına devam etmişlerdir. Ancak camileri olmadığı için ibadetlerini ferdi olarak evlerinde yapmaya devam etmişlerdir.
Hiç unutmam küçükbaş, büyükbaş hayvanlarımız vardı, köpeklerimiz vardı ve bunlar arkamızdan ağlayarak gözyaşı döktüler. “Hala bu gün, o an aklıma geldiğinde ağlıyorum” diyerek gözyaşlarını havlu ile sildi Hasan amca.Hasan Amca; meşakkatli geçen yolculuk esnasında, hayvan ambarlarında yolculuk yaptıkları için, insanların bitlenmiş olduklarını ve tuvaletlerini üzerlerine yapmak zorunda kaldıklarını ve bu sebeplerden dolayı yolcuların veba hastalığına yakalandıklarını anlattı. İki günde bir ölen insanları bir çukur açarak topluca toprağa koyduklarını da ekledi.
O bölgede yaşayan Hemşinlilerin en yaşlısı olan ve Salahoğlu (Akbiyük) Hasan amcayı ziyaret edip duasını aldık ve sohbete başladık. Sohbetimiz uzadıkça uzadı ve Hasam Amcamız gözyaşı dökerek bir taraftan anlattı diğer taraftan ise Türkiye özlemini dile getirdi. Sohbetimiz esnasında kendisine “Buraya nasıl geldiniz?” diye sorduğumda;“ Sürgün esnasında 11 yaşında” olduğunu söyleyerek en başından uzun uzun anlatmaya başladı.
Sonuç olarak bir ayın sonunda Özbekistan’da bir büyük depoya indirip gurupları böldüklerini ve bu şekilde köylere yerleştirildiklerini ve köyler arasındaki irtibat tamamen kopartılarak yasaklandığını ve bir birlerinden yaklaşık 10 yıl hiç haber alamadıklarını söyledi.
İLK SÜRGÜN YERİ “Narenciyelerin tam hasat zamanıydı. Onbirinci ayda idik ve Kurban bayramı arifesi gecesi, sabaha karsı 4 sularında bizi ani bir emirle yerlerimizden apar topar kaldırdılar. Kimi üstünü giyebildi, kimi de giyemeden, pijamalarla bizi
ÖZBEKİSTANDA SORUNLAR Özbek ve Kırgız halkı bunları hiçbir zaman kabullenmeyip hep dışladıklarını ve yalnız gör78
A N A L İ Z
HASAN AMCANIN HOPA ZİYARETİ 1993 yılında Hopa’ya gelen Hasan Amca, Hopa’nın Kemalpaşa Beldesinde otururken bir kalabalık ve hareketlilik olduğunu görünce akrabalarına; “Nedir bu hareketlilik?” diye sorar. Zamanın Orman Bakanı Hasan EKİNCİ’nin geldiğini öğrenince gidip onunla kucaklaşır ve kulağına kendini tanıtarak görüşme talebini iletir.
BAKAN İLE GÖRÜŞME Randevu günü Ankara’da Hasan EKİNCİ’nin makamında, Bakan Beyin heyeti ile birlikte buluşur görüşür ve Ankara’ya gitmeden önce hazırladığı sayfalarca uzunluktaki Türkiye’ye iltica talep mektubunu Bakan Bey’e taktim eder. Bakan tarafından ilgi ile karşılanan Hasan amcanın dilekçesi, Hasan EKİNCİ tarafında sesli şekilde okunduktan sonra heyet tarafından bu talep reddedilir ve Hasan amcanın ümitleri yıkılır.
dükleri çocuklarını dövmeye kalkıştıklarını ve durumun oradan da başka yörelere göç konusunu akıllarına getirdiğini söyleyen Hasan amca; yanına üç kişi alarak yer tespiti için yola çıktıklarını ve sonuç olarak şu an yaşamlarını sürdürdükleri yer olan Krasnodar’ın, Apsheronsk kasabasını seçtiklerini izah ederken elindeki bez parçası ile de göz yaşlarını siliyordu.
Hasan amcanın bu olaydan sonra ayaklarındaki derman söner, güçlükle oradan kalkarak Kemalpaşa’ya geri döner, oradan da Rusya’ya döner ama Hasan Amca bir daha ayaklarının üzerine basamaz ve halen bu gün iki bastonla zor yürüyen Hasan amca halen bir gün Türkiye’ ye dönebilmek ümidi ile odasında bulunan Türk televizyondan gelişmeleri yakından takip etmektedir.
Rusya’daki Hemşinliler şu andaki yaşadıkları yerde gerek işlettikleri tarım arazileri konusunda olsun, gerekse iş ve barınma konusunda olsun çok iyi durumdalar ancak, Türkiye özleminin ve Vatan hasretinin onları içten içe kemirmekte olduğud a bir gerçektir.
79
T E K Z İ P
Atlas Dergisine Tekziptir... H e m ş i n l i l e r
B
iz Hemşinliler olarak Atlas Dergisinin 2015/09 Eylül sayısında “Fırtınada Doğan Halk” adı altında işlenen ve sözde, Hemşinlileri kapsadığını ifade eden araştırılmadan yazılmış yazıyı üzülerek okumuş bulunmaktayız. Hemşinliler üzerine algı yaratmaya yönelik bu çalışmalarla ilgili daha evvel 33 STK “HEMŞİNLİLERİN DİKKATİNE” adı altında ortak olarak bir deklarasyon yayınlayarak konunun vahametine dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Fakat karşı yönde yanlı ataklar maalesef bitmemektedir
P l a t f o r m u
çe orijinalinde etnisiteyle ilgili hiçbir yorum yok iken, aynı haberin İngilizce yayını olan Hürriyet Dailynews Gazetesi’nde ve web sitesinde, sanki orada Ermeniler yaşıyormuş gibi farklı bilgilerin yer alması bu işin perde arkasını açıkça göstermektedir. Biz Hemşinliler ayrıca özensiz bir şekilde yapılan ırkçı beyanatlara ve onları yayınlayanlara da tepki göstermekteyiz. Ayşe Arman’ın 27 Eylül 2015 tarihinde Ali Canip Olgunlu ile yapmış olduğu röportaj da bunlardan birisidir. Ali Canip Olgunlu söyleşinin bir yerinde” Hemşin’e çok giderim. Orası da yaşadığım yerlerden biridir. Artık yavaş yavaş, “Biz Ermeni kökenliyiz” demeye başladılar.” ifadesini kullanmıştır. Hiç bir araştırma sonucu olmayan böylesine ırkçı bir tespiti yayınlarınızda kullanmanız ve bununda ötesinde vurucu olarak Atlas Dergisinde yayınladığınız makale bu işin tuzu biberi olmuştur.. Söz konusu yazıyı kaleme alan ve danışılan kişiler için bir yorumda bulunmamıza gerek yoktur, çünkü günümüzde kendilerini ilerici adı altında maskeleyen ve bağnazlık ile ırkçılıkta muadillerinden geri kalmayacak bir tavır izleyen bir kesimin zaten atış alanı içerisindeyiz. Hemşinliler üzerine yürütülen bu kampanyanın profesyonelce yürütüldüğü aşikârdır. Atlas Dergisi’ndeki yazı için tercih edilen kişi; 19 Ocak 2007 tarihinde yazdığı başka bir makalesinde “Hiçbir zaman gurur duymamıştım, ama artık Türk olmadığımı ilan etme ihtiyacıyla kavruluyorum.” diyebilen Mustafa Alp Dağıstanlı isimli yazardır. Danışman olarak ise; Birkaç arkadaşı ile Hemşinlileri ermeni yapmak konusunda resmen yarışan fakat hiçbir akademik etiketi olmayan Harun Aksu isimli kişiden daha iyi bir tercih olamazdı.
Yazının hiç bir Bilimsel dayanağı yoktur…
“Fırtınada Doğan Halk” yazısını hazırlayan yazar aynen; hiçbir bilimsel bilgi veya belgeye dayandırmadan kendi yorumuyla Hemşinlileri belli bir ırka dayandırma şeklinde kaleme aldığı yazısı ile kamuoyunu yanıltmış bulunmaktadır. Şovenist bir üslup içeriğinde gözüken bu yazının, bilimsel dayanağı olmadığı gibi, bilgilerin hangi tarihsel verilerden yararlanarak kaleme alındığı da belirtilmemiştir.
Doğan Gurubunu ve ona bağlı yayın guruplarını eleştiriyoruz…
Bizim buradaki öncelikli eleştirimiz bu tip yayınlara müsaade eden özellikle Doğan Grubu ve ona bağlı gözüken yayın guruplarınadır. Gruplarınız bu konuyu maalesef belirli aralıklarla gündeme yanlı bir şekilde getirmektedir. Gurubunuz zamanında Türk Tarih Kurumu Başkanlığı yapmış olan Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun “Tehcir zamanında Müslüman olan Ermeniler” üzerine yaptığı bir çalışmayı, içeriğinde böyle bir ifade olmamasına rağmen “DÖNME ERMENİLER = HEMŞİNLİLER “ başlığı ile Hürriyet Gazetesi’nin manşetinde yayınlamakta sakınca görmemiştir. Aynı şekilde 25 Nisan 2014 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde “Hemşin’de yapılan kentsel dönüşüm” üzerine yazılan bir haberin Türk80
T E K Z Ä° P
r it p i z k e T 81
Yazıdaki Yalan, Yanlış ve Yanlı yorumlar…
alan ve Hemşin bölgesinde yaşayan birçok toplumun Hemşinliyi oluşturduğunu söylemekteyiz. Asırlardır o bölgede sadece Türkler veya Ermeniler yaşamamıştır. Bunların dışında da birçok toplumun, o bölgede yaşadığı ve izlerini bıraktığı bilinmektedir. Bunların hepsinin bölgeye geliş tarihi ve şekilleri farklıdır. Bu bağlamda tek bir tarihçenin doğru olması zaten mümkün değildir. Hemşin isminin nereden geldiği konusu net değildir. İsmin nereden geldiği ile ilgili birçok rivayet ve teori vardır. İsmi Hamamaşen teorisine dayandırma bir Ermeni yorumudur ve gerçekte hiçbir eski kaynakta bulunmamaktadır. “Hemşin ve Çamlıhemşin yaylalarının adları da Ermenicedir hala” gibi bir yorum kullanmış yazan kişi. Bir Dilbilimcisi gibi tespit yapmış olan yazarın bu yanlı teorisi doğru değildir. Bu çok yanlış bir ifadedir. Çünkü o bölgedeki yer isim-
Coğrafi nitelikte bir dergide sanki tarihi bilircesine araştırılmadan anlatılan ve adına Hemşinlilerin tarihi denilen konu baştan aşağı yalan, yanlış ve algıya yönelik yanlı ifadelerle doludur. Yalan, yanlış ve algıya yönelik yanlı ifadelerle ilgili birkaç örnek verebiliriz; Mesela konunun başlangıcında yazan kişi bile etnik yapı olarak Hemşinliler konusunun çetrefilli olduğunu kabul ederken, yazı içeriğinde kullanılan ve “Hemşinlileri Ermeni” gösteren kesin tabirler birbirleri ile tezatlık yaratmaktadır. Yazar, kaynak bile gösterme ihtiyacı hissetmeden Hemşinliler Ermeni’dir yorumunu yapmıştır. Doğru olmayan bu yorum elbette bu çok manidardır. Bizler Hemşinli ile ilgili daha evvel yayınladığımız deklarasyonda, ipek yolu üzerinde yer 82
T E K Z İ P
leri başta Türkçe olmak üzere, Ermenice, Latince, Gürcüce, Farsça, Rumca vb. gibi birçok dili ihtiva etmektedir. Yazan kişi ayrıca tarihçileri uğraştıran meselelerden birinin de “Hemşinlilerin ne zaman Müslüman olduğu” gibi bir konuyu içerdiğini söylemektedir. Fakat bunu söyleyen aynı kişi sanki bir tarihçi gibi yazının devamında tespit yapmıştır. Birçok toplumun yaşadığı bir bölgeyi tek bir dine dayandırmaya çalışmak ve hepsini birden “Hemşinlilerin Müslümanlaşması” gibi bir bütüne dâhil etmeye çalışmak yanlı bir algı operasyonudur. Bu ifade yanlış ve yanlıdır. Acaba yazan kişi bizim dışımızda başka Hemşinlilerden mi bahsetmektedir? Yazan kişi buna rağmen Ermenilerin 18. yüzyılda Müslümanlaşma baskısıyla ilgili bir belge ve bilgi olmadığını da yine kendisi söylemektedir. O zaman neden yanlı yorum yapmaktadır? Dinden de dilden de vazgeçtiler demiş yazan kişi. Dilinizi unutturmuşlar ifadesi yanlı bir algı ifadesidir. Bu Ermeni tezleri içerisinde özellikle Rize’deki Hemşinlilerin dil bilmemelerine cevaben hazırlanmış bir iftiradır. Komşularımız dilini unutmamışken bizim unutmamız ne kadar inandırıcı, değil mi? Yazdığına daha sonra kendisi de inanmayan yazar, okuyucularını inandırmak için “Dil unutulan bir şey” gibi bir yorum yapmaktan da kaçınmamış. Dilin unutulması hikâyesini oralara çok insan gitmiş gelmiş gibi bölge gerçekleriyle alakası olmayan bir konuya bağlamaya çalışmış. Velhasıl, yazının tutar hiçbir tarafı yoktur. Muhtemelen diğer zat ile masa başında yaptıkları bir sohbetin sonuç yazısı niteliğindeki bu haberi son olarak Yeşil Yol’a bağlaması da bizlere “Pes artık“ dedirtmektedir. Güya Yeşil Yol ile ilgili gerçekleştirilen direniş hareketi Hemşinliler için bir kimlik sorunuymuş. Yukarıda kısaca birkaç örnekle izaha çalışılan fakat tamamı bilimsel verilerden uzak olarak aktarılan bilgilerle Hemşinlileri bir ırka dayandırmaya yönelik yanlı yazının sahibi kişinin kayıt altına aldığı yazı; tamamen kendi duygu ve düşüncelerini, temennilerini belirten bir yazı olmaktan öteye gidemez. Yazı ile ilgili olarak, Federasyon, Vakıf ve Derneklerimizin tüzüklerinde yer alan görev ve sorumluluklar gereğince, Münferit veya beraber yazıdan incinen Hemşin halkını temsilen yasal yollara başvurma hakkımızı saklı tutuyoruz.
Kullanılan Fotoğraflar izinsiz…
En önemli konulardan biri de kullanılan fotoğraflarla ilgilidir. Yazıların içlerinde görsellik sağlaması açısından dolgu malzemesi olarak yöre insanlarının fotoğrafları kullanılmaktadır. Bu şekilde fotoğraflar içerisinde yer alan kişilerle yaptığımız görüşmelerde fotoğraf çekimlerinde kendi izinleri olmadığını ve böyle bir konu içerisinde yer almalarının kendilerine zarar verdiğini söylemişlerdir. Aynı durum bu yazı içerisinde de geçerlidir ve hukuki hakları saklıdır.
Tekzip talebimiz…
Diğer yandan Türkiye’nin; tiraj veya siyasi veyahut ta herhangi başka hiçbir kaygının etkisi altında kalmadan doğru, bilimsel, eğitici ve yanlı olmayan haberleri kamuoyuna iletmek konusunda en ciddi ve cesur medya grubu olarak bilinen Doğan Medya’nın ve yine tirajı yüksek, kendi alanında ciddi bir okuyucu kitlesi olan Atlas Dergisi’nin yayın kurulunun, bilimsellikten uzak, dayanaksız bir yazıyı yayınlamış olmaları da Hemşin Halkını derinden yaralamış olup, dayanaksız yazının tekzibini talep etmekteyiz. 83
A N A L İ Z METİN GÜLTAN
Ülkemizde Oynanan Oyunlar
lkemizde oynanan oyunların maalesef sonu gelmiyor ve gelmeyecek gibi gözüküyor. Medeniyetlerin çakışma değil de, adeta çatışma kapısı haline geldiği doğuda, Kürt hareketlerinin haricinde İran, Irak ve Suriye ile olan ilişkilerimizin de ne halde olduğu belli. Adeta kimin eli kimin cebinde belli değil.
şiler dernek kuruluşundan ayrılıyorlar ve kurulan tezgâhı ve gerekçelerini internet ortamlarında halka duyuruyorlardı.
Ü
Peki, Vakıf; kurulması düşünülen bu yapıdan vazgeçiliyor mu? Hayır.! Kendisini Arhavili olarak tanıtan ve ne hikmetse aynı zamanda birçok ermeni organizasyonlarında da yer alan bir müzisyenin, Amerika dan sırf bu derneği kurmak için geldiğini ve bu işleri Türkiye deki bir müzisyenle beraber organize etmeye başladıklarını ve o müzisyeni maaşa bağladıklarını öğreniyoruz. Bunlara Hemşin bölgesinden de (şimdi herkesçe malum) bazı kişiler, kurulum aşamasında eşlik ediyorlar. Önce bir etnik dernek kuruyorlar ve bu dernek üzerinden Yayla Festivalleri yapmaya başlıyorlar.
KARADENİZDE DURUM NASIL… Doğuda bu kadar hareketlilik yaşanırken, dikkatli bakınca Karadenizin de boş bırakılmadığı ve karıştırılmaya çalışıldığını gözlemlemek mümkün. Karadeniz’e bir şey olmaz mantığıyla bu güne kadar geldiğimiz bölgede bazı gözlemleri paylaşmak önem arz ediyor. Rum ve Gürcü konusu zaten uzun zamandır işlenen konulardı. Geriye Lazlar ve Hemşinliler kalıyordu.
Bir iki tane içeriği müzik ağırlıklı festival yaptıktan sonra Hemşin tarafına da bulaşmak istediklerinde, Hemşin den büyük bir tepki alıyorlar ve mecburen işin Hemşin ayağını (Şovenist, Irkçı, Faşist saldırı ithamları ile) bırakıyorlar. Bu kişiler aynı zamanda müzik yapımcısı olduğu için bir anda piyasa Laz müziği ile dolmaya başlıyor.
Lazlar arasında başlatılan faaliyetlerin ne noktada olduğu ile ilgili web üzerinde enteresan bir yazı ya denk geldim. Lazuri.com diye bir web sitesinde; “The Christensen Fund” isimli bir Amerikan Vakfı’nın ne hikmetse Lazlara merak saldığını öğreniyoruz. Bu vakıf etnik bir Laz Derneği kurulsun diye 5.000 USD yardımda bulunacağından, ayrıca yapılacak festivallere de bu vakfın 88.000 USD bağışlayacağından ve toplumun çok iyi bildiği bazı kişileri de maaşa bağlayacağından bahsediyormuş. http://www.lazuri.com/tkvani_ncarepe/ LazuriCom_yol_ayrimi_hikâyesi.html adresinde detaylıca okunabilecek bu yazıya göre; bu ilgiden şüphelenen ve rahatsız olan bazı ki-
HEMŞİNLİLERDE ERMENİCİ YAPILANMALAR… Lazlardaki etnik yapılanmalar başlayınca Hemşinlilerle ilgili de benzeri faaliyetler eş zamanlı başlatılıyor. Laz derneğini kurarken yardımcı olan Hemşin kökenli kişiler bu sefer bir Hemşin Derneği kurmaya çalışıyorlar. Bölge ziyaretleri ile bilinen Sahakyan bir demecinde “Söz konusu ilçelerdeki Hem¬şin¬lilerin bir bölümü, çevrelerinde konuşma dili olarak 84
A N A L İ Z
Ermenicenin, Hamşen lehçesinin korunuyor olmasından etkilenerek, Ermeni kökenli oldukları gerçeğini kabulleniyor. Bu kabullenişin kaynağında, Hopa ve Borçka ilçelerinde Hemşinliler arasında Marksist ve ateist fikirlerin yaygın olması vardır.” demiş. İşte burada da ifade edildiği gibi sempatizan bazı TAŞNAK SOLCULARI ile bu operasyon resmen başlatılıyor.
Aynı Laz derneğinin kurulduğu gibi birbirleri ile destekli kişilerden oluşan ayrı bir Hemşin Derneği kuruluyor. Temel kurucular neredeyse aynı fakat sadece piyonlar farklı. Bu dernek içerisinde aktif görev alanlar da Laz Derneği gibi bir bedel ve maaşlar alıyorlar mı henüz kimse bilmiyor ama ciddi mesai harcanmaya ve faaliyetler yapılmaya başlanıyor.
Kaynak oluşturma amaçlı bir sürü faaliyetler yapılıyor. Mesela; Erivan da Hemşinliler Konferansı yapılıyor ve konserler veriliyor, Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler adı altında konferanslar yapılıp kitaplaştırılıyor, yayınlarda sürekli Hemşin Ermenilerinden bahseder oluyorlar, basında daha çok Hemşin Ermenileri ile ilgili konular yer almaya başlıyor. Hemşin bölgesini Ermenileştirme çabaları içerisinde olan bazı Ermenilere, Hemşin bölgesinde yataklık yapılıp bölge gezdiriliyor, halk ile temas kurmaları sağlanıyor ve propagandalarına kaynak teşkil edecek argümanların temin edilmesi sağlanıyor. Bu süreçlerde sanki sihirli bir el bu işleri yapanlara para saçıyor gibi gözüküyor. İçeriği; Hemşini Ermenileştirme konusu geçen tüm yazılan kitaplara yardımcı olunuyor, müzisyenlere destek olunuyor ve bunlar üzerinden her yerde Hemşinli Ermeniler lafı dolandırılıp duruluyor. wikipedi bir şekilde bloklanıyor ve Hemşinlileri Ermeni gösterir (birçok gayret gösterilmesine rağmen ) bilgilerin değiştirilmesine resmen imkân verilmiyor, Yani tam bir Algı Operasyonu başlatılıyor. Maalesef bu işi yapanlar da hep aynı TAŞNAK SOLCUSU birkaç kişilik gurup.
Sosyal medyada hemen bir yapı kuruyorlar ve Hemşinlileri Ermeni gösterir birçok yayının aleni reklamı yapılmaya başlanıyor. Karşı görüş bildirenlerin yazıları engellenip tek tek bu yapıdan dışarı atılıyorlar. Hemşince öğretiyoruz diye resmen içi Ermenice ile doldurulan bir dil öğretilmeye çalışılıyor, Nor Radyo diye bir radyoda aleni ermeni propagandası yapılıyor. Toplanan bütün yalan ve abartılı bilgilerle kitaplar ve belgeseller oluşturuluyor ve kendisini güya Kültür Derneği olarak tanıtan dernek nezdinde bunların gösterimi yaptırılıyor. Müzik sektöründe neredeyse kendi fikirlerinde olmayan kimseye CD yapma şansı bırakılmıyor, Ardından bir dergi çıkartıyorlar ve resmi yayınlarına başlıyorlar. Ermenilerin bile beklemediği bir yerden gelen bu destek ve tüm bu çalışmalar neticesinde Taşnak Partisi toprak taleplerine Karadenizi de ekliyor. Taşnaklar ile ilgili bir parça tarih okuyan herkes bunların planlarını kısa vadeli değil uzun vadeli yaptıklarını kolayca öğrenecektir.
HEDEF BÜYÜKLER DEĞİL GENÇLERDİR… Bütün bunların hepsi Algı Operasyonuna yönelik propaganda çalışmalarıdır. Kendisi ile ilgili bilgi toplamak isteyen birisinin ilk müracaatı internet olacaktır. Orada şu an %90 ermeni gözükmekteyiz. Belki bizler “Onların demesi ile mi Ermeni olacağız! Derken, gençler aynı şekilde düşünmeyebilirler. Bu kadar çok Hemşinlileri ermeni gösteren yayın yapılırsa oluşturulacak sempati ile uzun vadede bölücük faaliyetlerine başlamak hiç de zor olmayacaktır.
Düşününki bu işlerin içerisinde olan birisi bir yılda 7 kez Erivan’a gidiyor ve sürekli Ermeni Hemşinliler konusunu sıcak tutmaya çalışıyor, bir diğeri Erivan’da konserlere gidiyor, başka biri konser vermeye Rusya’ya gidiyorum deyip ermeni organizasyonlarına katılıyor, CD ler çıkıyor, Kitaplar yazdırılıyor ve yapılan her işte gidilen her yerlerde Hemşinli Müslüman Ermeniler bahsi geçer oluyor. Hümanist düşünce içerisinde kalmadığını görBu kadar yoğun bir taarruzdan sonra düğümüz bu konunun, ciddi bölücülük tehlikesi herhangi birisi Hemşinlilerle ilgili araşyarattığını tekrar hatırlatarak halkımızı bu konutırma yaptığı zaman karşısına otomaya duyarlı ve dikkatli olmaya davet ediyoruz. tik olarak bu tip yayınlar geliyor. 85
İ N C E L E M E YUNUS ALTINKAYA
Hadig gerçeği ve Gor dergisi 2
DERNEK ÇALIŞMALARINDA FARKLILAŞMALAR…
011 yılında Hadig’in ilk şubesi açıldığında şahsım adına çok sevinmiştim. Çünkü uzun uğraşların ardından nihayet Hopa Hemşinlileri adına bir dernek kurulmuştu. Ayrıca derneğin İstanbul’da kurulması kültür çalışmalarını yakından izleme olanağı sunuyordu. Zira bu dönemde Hemşince dili ve grameri üzerine bir kitap yazıyordum. Dolayısıyla derneğin kurulması kitabın tanıtımı için bana avantaj sağlıyordu. Bu yüzden kurucu üye olmasam da istişare toplantılarına katılmıştım ve derneğe üye olmuştum.
Fakat bu süreçlerde garip bir şekilde dernek çalışmalarının farklı bir yöne kaydığını da gözlemlemeye başlamıştım. Öyle ki sanki bu dernek; Hemşinliler adına kurulmamış izlenimi verecekmiş gibi ilgili ilgisiz bazı konular gündeme getiriliyor ve tartışılıyor, Diğer yandan da bu tartışmalar ustaca kurgularla, kültürel çalışmaların parçası gibi lanse edili-
Sonraki süreçte bir yandan kitabı bitirmek için çalışıyordum bir yandan da fırsat buldukça dernek çalışmalarına katılıyordum. Dernek kurucuları içerisinde olan Hikmet Akçiçek’e, Hemşince üzerine bir kitap yazdığımı söylemiştim. Çok ilgilendi ve zaman zaman kitap ve içeriği hakkında sorular soruyor ve kitap hakkında konuşuyorduk. Doğrusu oda merakla kitabın yayınlanmasını bekliyordu. Bana kitap yayınlandığında dernekte bir söyleşi yaparız demişti.
yordu. Fakat Hadig henüz yeni kurulmuştu ve dernekte sol eğilim ön planda olduğundan, olup biteni, sol bakışın içinde değerlendirmeye ve abartılı bulsam da olağan karşılamaya çalışıyordum. Bu durum yazdığım kitap için söyleşi yapılana dek sürdü. Kitap yayınlandıktan yaklaşık bir yıl sonra söyleşi tarihi belirlenmiş ve Hadig’in sayfasında açıklanmıştı. Hatta facebook say-
Yaklaşık bir yıl sonra kitabı tamamladım. Kitap 2012 yılın da Chiviyazıları yayınevi tarafından yayınlandı. Buraya kadar her şey olağan seyrinde ilerlemişti. Dernek çalışmalarında kimliğimizle ilgili öyle detaylı konular pek gündeme gelmiyordu. Daha ziyade bir taraftan sosyal etkinlikler düzenleniyor ve Hemşinli sanatçıların katıldığı konserler yapılıyordu, diğer yandan da, tulum, kaval ve yaylacılık geleneği üzerine çalışmalar yapılıyordu. Ben kitabı okura sunma çalışmaları içerisindeyken aynı zaman da bana teklif edilen söyleşi için de hazırlanmaya başlamıştım.
fasında pek çok kişi özellikle katılacağını yazmıştı. O dönemde Sayın Mehmet Altunkaya dernek başkanıydı. Söyleşiye katılması için kendisinden özellikle ricada bulunmuştum ve oda mutlaka katılacağını belirtmişti. Ayrıca dernek toplantılarında da pek çok kişi bu söyleşiye katılacaklarını söylüyorlardı. Sonuçta bu kitap Hemşince dili ve grameri üzerine yazılan ilk kitaptı. Bu açıdan söyleşiye katılmak önemliydi veya öyle olması gerekirdi.…. 86
İ N C E L E M E
SÖYLEŞİ GÜNÜ…
mu ve dil bilimci olmadığımı belirttiğim konuşmam da ayrıca Türkçe ve Hemşince dışında bir dil bilmediğimi de ifade etmiştim. Ama işin komik tarafı beni eleştirenlerin de bunlardan başka dil bilmediğini biliyorum.
Nihayet söyleşi tarihi geldi çattı. Tesadüfen abim ve yengem o tarihte İstanbul’da benim yanımdaydı. Diğer tanıdıklarla birlikte sekiz on kişi Taksim’e gittik. Tabi tabloya göre dernek kalabalık olacağından heyecanlıydım ve konuşmacı olarak söylemem gerekenleri düşünüyordum.
Ayrıca Hemşinceyi anlatmak için neden Ermenice ve de Ermeni alfabesini bilmem gerektiğini de anlayamamıştım. Ne okursam okuyayım Ermeniceyi anlamamın mümkün olmadığı, Hele alfabesini anlamamın küllüm imkansız olduğu bir ortamda, bu alfabeyi öğreneceğim, üstüne bir de Hemşince’yi bu alfabe ile mi anlatacağım……., (Şimdi yapanları görünce artık neden sorusunu sormuyor ve şaşırmıyorum). Ben Türkçe dilbilgisi kitaplarını inceledim ve Hemşince ile karşılaştırdım sonrada ortaya yazdığım kitap çıktı. Bu kadar basit.
Derneğe çıktığımızda dernek bomboştu. Başkan da dahil olmak üzere, ne yönetimden nede dernek üyelerinden 3-4 kişi dışında hiç kimse yoktu dernekte. Sanki özellikle organize edilmiş gibi gözüküyordu.Benim yanımda gelenler olmasa yapılması gerekenin belliydi fakat hiç olmazsa başkanın ve bazı kişilerin gelebileceğini düşünerek sustum.Tabi gelen giden olmadı. Böylece Hikmet Akçiçek’in sunumuyla söyleşiye başladık.
Kitap üzerinden her türlü eleştiriye açık olduğum halde beni başka konular ile küçük düşürmeye çalıştıkları bu organize toplantıyı ne için yaptıklarını şimdi daha net anlamaktayım.
Benim yanımdakilerin dışında gelenler tamamen şu an için ermenici denilen ve adeta hemşinlileri ermeni yapmak için şimdi doludizgin koşturduklarına şahit olduğum birkaç kişiydi.
Katılımcılardan biri bana küstahça “Siz kimsiniz de Hemşince üzerine kitap yazıyorsunuz” demişti. Cevap galiba buradadır.
Kitap için ben uzun bir zamandır çalışmış ve hakikaten çok emek vermiştim. Kitabı beğenirsiniz veya beğenmezsiniz ama bir emek verilmişse buna saygı gösterilmesi gerekir diye düşünüyorum fakat bu arkadaşlar belli ki hazırlıklı gelmişler. Söyleşi başlar başlamaz beni soru yağmuruna tutmaya ve eleştiri yapmaya başladılar.
Sanırım başka söze gerek yok…. Dernekte kitabı tanıtım amacıyla bir söyleşi yapılmamış, tam tersi kitabı kadük kılmak için açık şekilde bir kurgu yapılmıştı. Hataları ve eksikleri olsa da kitap da ortaya koyulan tespitler doğrudur. Fakat enteresan olan Hemşin kültürü adına kurulmuş olan bir derneğin bu tespitleri reddetmesi ve kitabı önemsizleştirmek için dernek çatısı altında bir operasyon yapmasıydı.
Sorular da enteresandı; Akademisyen değilmişim. neden kitap yazıyormuşum.
GERÇEK HADİG NEDİR…
Bu kitabı yazarken neden Ermenice alfabe ve sözlük incelememişim.
Hadig kurulacağı zaman yapılan toplantılara pek çok insan katılmıştı. Yukarıda yazdığım gibi bu toplantıların çoğuna bende katılmıştım. Şimdi anlıyorum ki aslında toplantıya katılan ve güya homojen bir yapı oluşturulmaya çalışılmasına rağmen Hadig denilen derneğin yapısı, şekli, şemali önceden çizilmiş belki adı bile belirlenmişti. Hatta yönetime seçilecek kişilerde belirlenmişti. Dolayısıyla derneğin amacı, tüzüğü faaliyet alanı vs. daha dernek kurulmadan belirlenmişti. Çünkü o yönetime
Bert Vaux okumadan neden yazmışım gibi bana göre son derece saçma ve konu ile alakası olmayan soruları soruyorlardı. İşin enteresan tarafı da bunu diyenin bizimkiler, yani Hadik’çiler olması ve tartışmanın Hemşin kültürünü araştırmak için kurulan bir dernekte oluyor olmasıydı ve şaka gibiydi. Ama gerçek ti. Sözlerime başlarken öncelikle amatör olduğu87
seçilen kişilerin neredeyse tamamı sonradan (aslında baştan beri) hızlı Ermenici oldular ve ermeni propagandalarında son sürat gitmektedirler.
Çok yoğun bir şekilde taraflı yayınlara sayfasında müsaade eden ve yayınlayanları bünyesinde himaye eden sayfa ne hikmetse karşı yönde hiçbir yayına müsaade etmiyor ve kişileri de seri şekilde ırkçılık suçlaması ile sayfa dışına atıyordu.
Hadig şu anda Ermenici bir dernek görüntüsündedir hatta öyledir.
Hadigin kendi sayfasında, Hemşinlilerin Amaduni olduğu, Amaduni’lerinde Ermeni olduğu yazmaktadır. Hadigin sosyal medya sayfasında ise yayın tüzüğüne benzer bir açıklama var. “Hadig imzası taşımayan yorum yada paylaşımlar Hadig’i bağlamaz”. Sosyal medyada aleni şekilde Ermeni’cilik oynanıyor ve bu yöndeki tüm yayınlar yayınlanıyor fakat Hadig’i bağlamıyor.
HEMŞİNCE URAL-ALTAY DİL GURUBUNDADIR… Araştırmalarım esnasında tespit ettiğim en önemli olgu Hemşince’nin Ural-Altay dil gurubundan olmasıdır. Eleştirilerin dozajını bu tespit oluşturuyordu. Çünkü Hadig; Hemşinlileri Ermeni yapmaya ve Hemşince’ yi de Ermeniceye bağlamaya çalışıyordu, fakat Ermenice, Hint-Avrupa dil gurubundaydı. Ermenicenin arkaik bir diyalekti denilen Hemşince ise, Ural-Altay dil gurubunda. İki dil arasındaki bu fark Hemşinlileri Ermeni yapmaya çalışan bu arkadaşların tüm planlarını bozmaktaydı.
Sonuçta Hadig diye biri yok. Dolayısıyla kimsenin muhatabı da değil…
HADİG İLE SON TOPLANTI… Hadig kurulurken yapılan toplantılar daha evvelde belirttiğim gibi laf olsun diye yapılmaktaydı ve benim dernekten yediğim ilk kazıktı. İkinci kazık ise kitap ile ilgili söyleşide oldu. Üçüncü kazık ise sahte bir yönetim seçimi ile oldu. Şöyle ki; derneğin taraflı tutumu nedeniyle toplumda aşırı tepki gördüğü bir dönemde yönetimin yeniden seçilmesi yönünde bir karar alındı. Toplumun genel tepkisi nedeniyle yapılacak seçim için çözüm arayışı içeren birkaç toplantı yapılmıştı. Toplantıya katılan kişiler derneğe müthiş tepki gösteriyor feveran ediyorlardı. Toplantıya katılan hiç kimse mevcut yönetimin yerinde kalmasını istemiyordu. Çok eleştiri alan Dernek çalışmalarındaki Hemşin karşıtı çalışmaları önlemek veya en azından bir çerçeve içinde tutmak ve bu çalışmaları yakından takip etmek amacıyla bende yönetime seçilmek için başvuruda bulundum.
Genede Hadig, ne bu çalışmalardan vazgeçti ne de Ermenicilik oynamaktan. Kitap bir yandan eleştirilirken diğer yandan elde ettiğim tespitler doğru olduğundan eleştirenler dahi tespitlerimi kabul ediyordu. Çünkü bir dilin bir tane grameri olur ve hiçbir şekilde bunu değiştirmek mümkün değildir. Gerçi benim bu kitap için TDK dan yardım aldığımı hatta kitabı TDK’nun yazdığını söyleyenler dahi vardı ama bazı arkadaşlar halen bu dilin Hint-Avrupa dil gurubunda olduğunu iddia ediyor ve Hemşince öğretiyoruz adı altında resmen Ermenice öğretiyorlar millete. Bu tarihten sonra Hadig artık benim derneğim değildi ama yinede Hemşin kimliği tartışılan bir olgu olarak Hadig’in gündemi olduğundan derneğe gitmeye devam ettim. Orada bazı kişilerle konuyu defaten tartıştık, fakat nafile bir çabaydı benimki. Sonunda bende vazgeçtim ve dernekle bağımı kopardım.
O günlerde dernek dışında da Hemşinliler Hizmet Vakfı kuruluyordu. Hadig bu vakfın kuruluşunda da bir şekil de mevcuttu. Dernek seçimine az bir zaman kala o zamanki dernek başkanı istifa ederek vakıf yönetimine başkan yardımcısı olarak girdi.
SOSYAL MEDYADA TARTIŞMALAR… Hadig faaliyete geçer geçmez sosyal medyayı hemen kullanmaya başladı. Sayfanın faaliyete geçmesiyle tartışmalarda hemen peşi sıra gelmeye başladı.
Yönetim seçildikten Bir hafta sonra değerlendirme toplantısı yapıldı. Oda ne? Masanın baş 88
İ N C E L E M E
köşesinde dernekle ilgili hiçbir alanda ismi geçmeyen ve toplumdan en çok tepki gören kişi oturuyordu. Oysa seçim yapıldığı zaman dernekle ilgili hiçbir alanda ismi yoktu.Ama baş masada oturuyordu. Sonrasın damı?
nan-GOR- dergisini incelemek bu cenahtaki bakış açısını görmek için yeterlidir. Tabi bu derginin yayınlanmasında da oynanan bir oyun var. Dergiyi üç beş kişiden oluşan bir ekip yayınlıyor. Yani dergi Hadig imzası taşımıyor. Öte yandan bu kişiler dergiyi Hadig adına satıyor. Ne kadar ilginç değil mi.
Dernek yönetiminde olacaksam bende adayım diye bildirmeme ve kabul etmelerine rağmen beni Kültür Çalışması bilmem ne kuruluna YEDEK üye olarak seçmişler ve bir şekilde devre dışı bırakmışlardı.
GOR DERGİSİ 1. SAYI… Gor Dergisini şöyle bir incelersek; 1. Sayısında Ermenicilik konusunda çok fazla detay yok. Yinede bununla ilgili bir iki makale var.
Sonrası ise malum, şimdiki Hadig’i izliyoruz.
HEMŞİNCE DİYE ERMENİCE ÖĞRETİYORLAR…
5. Sayfada Cemil Aksu’nun yazısı var. Cemil Aksu; “Günümüzde Doğu ve Kuzey Hemşinli’leri günlük yaşamlarında Ermenice’nin bir dialekti olduğu kabul edilen Homşetsnag/Hemşince konuşmaktadır.” demiş.
Hadig ve bazı üyeleri Hemşinlileri ermeni yapmaya çalışan tüm konferanslara katılıyor, seyahatlere Rusya ve Erivanlara gidiyorlar (ki o heyette ilginç kişiler vardı), kitaplar çıkartıyorlar, müzik işine el atıp yanlı müzisyenlere ilgi gösteriyorlar, Nor Radyo da yayın yapıyorlar ve sözde kültürel yayın adı altında -Gor- adlı dergide resmen Hemşinlileri ermeni yapmaya çalışıyorlar.
18. Sayfada ise Efraim Yılmaz; “Hemşince yazarken kullanılması gereken Hemşince’ye özgü sesleri diğer seslerden ayırd edici işaretleri doğru tespit edip birbirinden net bir şekilde ayırmak gerekir. Bunun en sağlıklı yapılabileceği alfabe ise Ermeni alfabesi (aypupen) dir.” demiş.
Kitaplar bölümü için söylenmesi gerekenler muhakkak var. Hemşince Hikayeler diye bir kitap çıkarttılar hatta şimdide bir kitabı Hemşince ye çevirip yayınlıyorlar. Bu kitabın yarısı Latin harfleriyle diğer yarısı da Ermeni alfabesi ile Hemşince yazılmış. Aynı zamanda dernekte Hemşince öğretiyoruz adı altında resmen Ermenice öğretiyor ve Hemşinceyi güya Hint Avrupa dil gurubuna bağlamaya çalışıyorlar.
64. Sayfada Mahit Özkan, “Hemşince öğreniyoruz” (makalenin başlığı) yazısının daha başında Hemşince’yi başkalaştırmaya başlamış. -Hamşetsna sorvik GU-. Hemşince’de; Sorvik, öğrenelim demektir. “Hemşince öğreniyoruz” ifadesinin Hem Şince doğru biçimi–Hamşetsna sorviguk- (Hemşince öğreniyoruz). Belli ki Hemşince nin Ermenice olduğuna kanıt olsun babında kasten -gu- şeklinde ek kullanmış. Tabi ki bu ek kullanılıyor.
GOR DERGİSİ VE İTHAMLARI… Tabi GOR Dergisi çok enteresan. Görüntüde HADİG ile hiç bir bağı yok ama HADİG adına satılıyor. İçlerinde daha evvel yazan birisi ile herhalde yollarını ayırdılar ki oda ayrı bir GOR Dergisi yayınlıyor. Bu kişide Derginin yanında bir sürü yalanlar ile iki üç tanede kitap yazmış. Yani anlayacağınız yolu Hemşinlileri ermeni yapma çalışmalarına düşen her kişiye bir şekilde sihirli bir el dokunuyor ve ne hikmetse kitaplar, dergiler, cd ler ardı ardına yayınlanıyor.
Örneğin; -sorvigu- (öğreniyor). Gerçekte -gu- sesini anlatmak zordur.Bunu kabul etmek lazım. Fakat bu konuda henüz ispatlanmış bir şey yok. Buna karşın Mahir,bunu ispatlanmış bir durum gibi göster mektedir ve kasti davranmaktadır. (Batı Ermenice gramerine benzetme çabası) Ayrıca makalenin diğer bir tarafında yapılan yorumda Mahir Özkan diyor ki; “Hemşince’nin söz dizimi Türkçe’de olduğu gibidir. Yani genellikle “özne, nesne, yüklem” şeklindedir. ”Bu tespit bana aittir ama kaynak vermemiş ve sayfa 65’te son bölümde diyor ki; “Diğer Hint–
Neyse biz gene GOR Dergisine dönelim. Çünkü gayri resmi olarak Hadig tarafından yayınla89
Avrupa dillerinden farklı olarak Hemşince’de özel isimler de belirli tanımlama edatı alabilirler!” Hemşince’de söz dizimi Türkçe’de ki gibi, ama dil,Hint–Avrupa gurubunda. Böyle bir bakışın bir tek tanımı vardır.-paradoks- 66 Sayfada ise; Hemşince sayıları yazmışlar. Fakat bir gariplik var. Çünkü -2.446.632- rakamını Hemşince yazmışlar. “Ergu miliyon çors haur karsunuvets hazar vets haur ersunu ergus” müthiş bir rakam. Benim annem değil milyon, doğru dürüst bin rakamını bilmez. Çünkü kullanılmamış. En iyimser tahminle beşyüz rakamından sonra kullanılan bir şey yoktur kültürümüzde. Çünkü Hemşinde ölçü birimi olarak hala; Çap (karış) -Çapuş (ölçmek) terimleri kullanılmaktadır. Metre, Kilometre, Santimetre gibi terimler bilinmez. Benim annem hala 70 rakamını Hemşince söylerken; “Altmış rakamının üstüne on ekle” der. Yaşlı annelerimizin tamamı rakamları bu şekilde kullanır.
“ÇA” kelimesi olumsuzluk takısı olarak kullanılır ve kullanıldığı kelime ile kaynaştırılır. Örneğin “KİDİM” (Biliyorum) kelimesi, “ÇKİDİM” (Bilmiyorum) şeklinde olumsuzlanır. “Ç” sesi “ÇA” (hayır) kelimesinin kısaltılmış biçimidir. Hemşince gramerde “ÇAKİDİM” (hayır bilmiyorum) biçiminde morfem olamayacağı için bir ses kaynaştırma yapılarak “ÇA” kelimesinden -”A” sesi düşer, bunun yerine genellikle eklendiği kelimedeki ilk ünlü ses ödünçlenerek iki kelime kaynaştırılır ve “ÇKİDİM” şeklinde kullanılır. Bu tespit bana aittir ve gramer kitabında detaylı şekilde anlatılmıştır.
GOR DERGİSİ 3. SAYI… Gor dergisiyle ilgili çalışmada Hemşinli’lerin Ermeni oldukları savıyla ilgili çok fazla ayrıntı vardır. Hemen her yorumcu bu konuda yazmaktadır ve hemen her makalede bu yönde bir vurgu mutlaka vardır. Bu anlatıların tümünü burada tartışmak çok zor. Zira konuyu felsefi açıdan, siyasi açıdan ve tarihi açıdan irdeleyen makaleler var. Birde Hemşince’yi köken olarak ve yapı olarak irdeleyen makaleler var.
GOR DERGİSİ 2. SAYI… GOR Dergisinin 2.ci sayısında ise Hemşince’de bulunan Arapça, Farsça kelimelerin geçirdiği değişim üzerine Efraim Yılmaz; Akademik olarak Hemşince, Ermenice’nin bir dialekti olarak değerlendirilir yorumunu yapmaktadır. Kasıt belli olduğu için hangi akademi diye sormama gerek yok. Aynı yazıda Efraim ayrıca; “Çeşitli dillerle etkileşimi ve yine asimilasyon ve başka nedenlerle Hemşince’nin özünden koparak DEĞİŞTİĞİNİ ve yeni bir diyalekt haline geldiğini!” söylüyor. Yeni bir diyalekt iddia ediyor fakat öte yandan günümüzde bu dilin Ermenice olduğunu söyleyebilecek kadar tezat bir örneği savunuyor.
Ayrıca Sayın Mahir Özkan’ın ve Efraim Yılmaz’ın sözde akademik çalışmalarında “son derece ciddi bilimsel tesbitleri” ve buna dair makaleleri var. Benim ilgi alanım etimoloji olduğundan bu alanda ki makalelerle ilgili tespitlerimi sunmaya çalıştım. Üçüncü sayıda Gor dergisi,Hemşinli’lik ve Ermenilik olgularının tanımlanması, bunun Hemşin toplumuyla ilintilendirilmesi ve Hemşince’nin, Ermenice olduğu yönünde Hadig’in genel bakışını daha rahat, daha geniş ve daha açık şekilde tartışmaya başlamış.Bunu hemen her makalede görmek mümkün. Nihayetinde Gor dergisi benim yazdığım kitapla ilgili bir makale yayınlamış. Tabi örnekleme yok. Şurada ki şu tespit yanlıştır doğrusu budur şeklinde yazılmış bir makale değil. Daha ziyade felsefi yorumla yazılmış bir eleştiri yazısı. Fakat yazarı ilginç biri, Neşe Kaya. Şahsen tanıdığım biri değildir. Makaledeki yorumuna göre de Hemşince bilmeyen birisi. Hatta belki Ermenice de bilmiyordur. Ama kendisi dil bilimci imiş. Bu arada hazır yazmışken Sayın Şerif Yılmaz ve onun kitabını da bu makalede
71. Sayfada ise Mahir Özkan 2. ci derste tamamen teknik bir konuya giriyor. “Fiiller : Bazı kural dışılıklar olmakla birlikte fiiller -el-, -il- , -al- mastar eklerini alır.Ancak bu eklerin tamamının yerine -uş- ekide kullanılır” demiş. “Hemşince’de olumsuzluk eki “Ç”- ekidir”. (Bu tespitte bana aittir ama kaynak belirtmemiş) Ayrıca Hemşince’de olumsuzluk eki “Ç” sesi değildir. Bu ek “ÇA” (yok,hayır) anlamındaki kelimenin kısaltılmış biçimidir. Bunun nedeni; Hemşince de ses kaynaştırma pek fazla kullanılmasada 90
İ N C E L E M E
değinmemin sebebi, Yunus Altunkaya’nın Hemşince’yi sınıflandırmak amacıyla yazdığı Hemşince/Hamşesna kültür dilbilgisi kitabını okurken, yukarıda hem Kirzioğlu, Gündüz ve Yılmaz’ın metinlerin de, hem de ilk dil sınıflandırması örneklerinde gördüğümüz bakış açılarının etkisini görmemdi.
eleştirmekten kaçınmamış. Kabul etmek lazım ki akıllıca yazılmış bir makale. Hatta bu dergi ile Mahir ve Efraim’in yazı karakterleri de değişmiş ve ustalaşmış. Tabi yazılar kendilerine mi ait bunu bilemeyiz. Eleştiriler benimle ilgili olduğu için hemen dergiye müracaat ettim ve cevap hakkımı kullanmak istediğimi söyledim ama hemen “Sen kimsin de GOR da yazacaksın!” diye reddedildim.
Öncelikle yukarıda bahsettiğimiz özellikle sömürge devletlerin kendi dillerinden farklı dilleri ve aslen dilleri konuşan insanları tanımlamada, ki bu insanlar ve diller “geri kalmış”, “evrimini tamamlamamış”, “mantıksız”, “zayıf” ve “ölmeye” mahkumdurlar. Bir çerçeve olarak kullandıkları “diller de tıpkı insanlar gibi organizmadır” söyleminin Altunkaya’nın kitabında oldukça hakim bir söylem olduğunu belirtmek lazım.” demiş. Bu yorumu yazan Neşe Kaya beni tanımaz, benim ne okuduğumu nereden bilmektedir. Kaldı ki ben bu kitabı yazarken Kirzioğlu’nun adını bile bilmiyordum.
GOR Dergisinin üçüncü sayısında perspektif değişmiş. Genel bir profesyonellik hakim dergiye. Bu yazıların bir yerlerde hazırlandığı açık. Şu Hadig de artık nemenem bir şey var bilmiyorum ama Ermeni araştırmacılar bile onların bu, “Ermeni’den daha Ermeni olma” hallerine şaşırdıklarına eminim. Tabi Ermeni olmak, olmamak başka bir şeydir, Hadig de kendisine böyle bir tercih yapabilir ama işin içine tüm Hemşini katmak ve tüm Hemşin coğrafyası üzerinden yürümek yanlıştır.
HEMŞİNCE BİLMEYENDEN HEMŞİNCE İÇİN ELEŞTİRİ…
İşte yanlı yazmak ve kiralık kalem olmak maalesef böyle bir şey.
Benim ile ilgili eleştiriler hakikaten çok garip. Zannediyorum Hemşinli’ler adına kurulan bu dernek ve bu derneğin üye veya yöneticileri, çağırıyorlar bir dilbilimciyi ve “Hemşince hakkında yazılan bir kitap var. Yazarının adı da Yunus Altunkaya. Bu kitabı tekzip etmek için bir makale yaz!” diyorlar. Oda bu görevi yerine getirmek için böyle bir makale yazıyor. Sonrada dernek ve dernektekiler bu makaleyi Gor dergisinde yayınlıyorlar. Nasıl olsa Gor dergisinin Hadig ile direk ilgisi yok. (Bu arada üçüncü sayıdada Hadig imzası yok.)
Ayrıca bir dilin gelişmemiş olması yada ilkel olmasının o dilin varlık mücadelesiyle ilgisi olmadığı gibi o dili konuşanların toplumsal varlıklarıyla da uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu tamamen siyasi bir durumdur. Hadigin bir amacıda konuyu siyasi açıdan irdelemek olduğu için bu makale, hiç ilgisi olmadığı halde benim kitabımı da bir şekilde siyasi alana taşıma kaygısında olduğunu göstermektedir. Gerçekte ise, Hemşince bükümlü bir dil olsaydı o gramer kitabını yazamazdım. Çünkü bükümlü dil kuralları hakkında bilgim olmadığından doğal olarak karşılıklı mukayesede yapamazdım. Kaldı ki eğer Hemşince bükümlü bir dil olsaydı, Hadig hikaye kitabı yerine çoktan böyle bir gramer kitabı yazmış olurdu. “Gelişmemiş” terimini tabi ki bilerek kullandım. Çünkü karşılaştırma yaparken; Türkçe de cümle kurulurken kelimelerin aldığı takıların hemen hemen hiç birinin Hemşince de olmadığını gördüm. Mesela; Hemşince’de Açvi (Göz), ama Hemşince de Gözlük kelimesi yoktur. Buna onlarca örnek ya-
Neşe Kaya, makalesinde kendi bakış açısıyla dil ve dillerle ilgili tespitlerini ustaca yorumlarla yansıtırken kimi dilbilimci ve felsefecilerin bu konudaki yorumlarını da kendi yorumlarıyla yine ustaca harmanlamış ve konuyu benim kitabıma bağlamış. Bakın neler yazmış Neşe Kaya kitabıma atfen; “Hemşince nasıl bir dildir; Aslında bu yazıda dillerin sınıflandırılmasının tarihine yüzeysel de olsa yazının bütününe oranla uzun uzun 91
zılabilir, zira Hemşince’de kelime türetme takıları hemen hemen hiç yoktur. Birkaç istisna var tabi. Örneğin; Mad (Parmak), Madni (Yüzük). Ni takısı kelime türetme takısıdır. Fakat bunlar bir elin parmağını geçmez. O yüzden Hemşince işletim ekleriyle kullanılan bir dildir ve yine buna bağlı olarak hem kök kelimeler hem de kökleşmiş kelime sayısı çok sınırlıdır. Hemşince de kelime sayısı en iyimser tahminle dört bilemedin beş bin civarındadır. Zaten tersi olsaydı şimdi çoktan bir sözlük yazılırdı. Aslında Hemşince sözlük yazıldı. Bu konuda Yusuf Vaiç’in ve Harun Aksu’nun bir çalışması var. Yusuf Vaiç’in çalışması bendede var. Bu çalışma ile Harun’un sözlük çalışması arasında hani olsa olsa elli kelime eksik yada fazla olur. Yusuf’un sözlüğü kabaca 1.200 ila 1.500 kelimeden oluşmaktadır. Şimdi bu sözlüğe iyimser bir tahminle 1.500 kelime daha eklesek 3.000 kelime eder. Hepsi Bu. Bu dil ilkel değil de nedir. Tabi sözlük çalışan arkadaşlar sayı bu kadar az olunca sözlük yazamadılar veya kitap haline getiremediler. Zira 1.500 kelimeden sözlük olmaz.
mında kullanılmış. Bu tarz da Hemşince de çok örnek vardır. Süslü püslü cümleler kurabilirsiniz ama Hemşince yinede ilkel bir dildir ve bunu bir kez daha yazıyorum. Bu gelişmemişlik kavramıyla ilgili tepkinin nedeni sanırım; Ermenice’nin gelişmiş bir dil olmasıyla ilgilidir. Zira Ermenice 2.500 yıllık bir dildir ve gelişim sürecini tamamlamıştır. Öte yandan bükümlü bir dil olarak Hint–Avrupa dil gurubunda yer alır. İşte bu yüzden Hemşince önce Hint–Avrupa dil gurubunda olmalıdır, ardından da gelişmiş bir dil olması gerekir. Hadig’in tüm çabası bu yöndedir. Neşe Kaya’nın makalesi de aynı bakışla yazılmış. Neşe Kaya makalesinin devamında demiş ki; “Bu sunuşa baktığımızda Altunka’ya nın, Hemşince nin ne olduğu konusunda birbirine karışmış fikirlerinin olduğunu söyleyebiliriz!”. Hanımefendinin kendisi Hemşince bilmiyor,ama benim Hemşince hakkında fikirlerimin karışmış olduğunu yinede tespit edebiliyor? Bende makalenin tümüne baktığımda birbirine karışmış bir yorum okudum ve aslında ne anlatmak istediğini kendide bilmiyor. Zira bu makaleyi yazan birisi dilbilimci ise tespitleri ve bunların örneklerini de yazar. Fakat baştan sona tek bir örnek yok. Şimdi birbirine karışmamış fikirleriyle yapılan bir yoruma bakalım. “Çünkü gelişmemişlik her zaman daha gelişmişlerle ve daha az gelişmişlerle kıyaslama gerektiren bir terimdir.Çünkü “gelişmemişlik” Hemşince’nin bitişken bir dil olmasını mümkün kılan tek şeydir!”. Eğer bu yorum anlaşılır bir yorumsa kabul ediyorum tespit doğrudur. Neymiş efendim; gelişmemiş bir dili daha gelişmiş ve daha az gelişmiş dillerle kıyaslarsın ona göre de gurubunu belirlersin. Bir dilin gelişmiş yada gelişmemiş olmasının dilin yapısıyla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Afrika’da yüz elli kişinin konuştuğu diller var. Üstelik gelişmemiş ve de ilkel diller. Neşe Kaya bunlardan bi haber demek ki. Makalenin son cümlesi ise, “Hemşince’nin “gelişmemişliğini“ anladığımız
Hemşince de modern çağda kullanılan hiçbir kelime yoktur. Hiç bir teknik terimin karşılığı yoktur. Bu dil bitişken yapıda olduğundan bükümlü dillerdeki işletim kuralları zaten Hemşince de kullanılamayacağı için bu guruptaki yapısal özellikleri tartışmaya dahi gerek yoktur. Buna Ermenice de dahildir. Hemşince de Dışarısı, Dış, Dış kısım gibi bir kelime yoktur. Bunun yerine, Tur (kapı) kelimesi kullanılır. Turnuus (kapıya,dışarıya), Turtevants (dışarıdan,kapıdan), Terane (kapıda,dışarıda), Dun tur (ev kapısı,evin çevresi), Kum tur (ahır kapısı,bölgesi,çevresi). Ayrıca Hemşince’de; Meç (iç), Meşnan (içeriden), Meçke dağ (orta yer). Yani hem iç hem de orta anlamında tek kelime kullanılmaktadır. Ağav (oldu), Ağavoç (olmadı), AĞADZÇUNİ (yapmamış), AĞADZUNİ (yapmış). Yani aynı kelime hem (Yapmak), hem de (Olmak) anla92
İ N C E L E M E
dernek olarak kurulmuştu ve bu nedenle daha dernek kurulurlur kurulmaz Hemşince’nin Ermenice olduğunu söylediler.Fakat daha sonra Ermenice’de doğu ve batı lehçesinin olduğunu öğrendiler.Bu noktada bir kırılma yaşandı.Evet Ermenice fakat hangisi. Hemşince doğu lehçesiyle hiçbir şekilde uyuşmuyordu.Bu yüzden batı Ermenice’nin lehçesi demeye başladılar. Bu noktadada benim kitabım yayınlanmıştı. Hadig için işler iyice karışmıştı. Her ne olursa olsun Hadigçiler için Hemşince Ermenice idi ama niçin birbiriyle uyuşmuyordu.Bu aşamadan sonra tam bir komedi yaşana geldi ve nihayet Sayın Neşe Kaya’nın makalesiyle benim tesbitlerimin yanlış ve yanlı olduğunu ispatlama zorunluluğu doğmuş oldu.Bundada ne kadar başarılı oldukları görülmektedir.Neşe Kaya, kitaptaki tesbitlerimde Hemşince’yi kasten ilkel bir dil olarak gösterdiğimi anlatmak istemiş.Fakat kendisi yine farkında değilki Hadig artık Hemşince’nin Ermenice’nin eski bir dialekti olduğunu söylemektedir. Çünkü ancak bu şekilde Ermenice olabileceği düşünülmektedir.
bir diğer özelliği ise fiil çekimleridir. Altunkaya’nın da belirttiği gibi bitişken dillerde sözcüklerin sonuna eklenen ekler genellikle kökte bir değişikliğe sebep olmaz. Aslında her şeyi ekler yapar diyebiliriz. Altunkaya Ural–Altay bitişken dillerinin özelliklerini Hemşince ile karşılaştırırken Ural–Altay dillerinde “fiil çekimleri” zengindir, Hemşince gelişmemiş bir dil olduğundan fiil çekimleri zengin değildir” diyor ve Hemşince yine gelişmemişliğiyle sınıfta kalıyor. (Altunkaya, 2012 21)”. Oysa fiil çekimleri özelliğiyle Hemşince tipik Hint-Avrupa dilleri özelliğine sahip. Hemşince de fiil çekimleri zengin değildir, bu doğru. Bir bilim insanının tanımında; “Hemşince bu yüzden sınıfta kalıyor”. Tespit bu. Ayrıca Hemşince,zengin olmayan fiillerle Hint– Avrupa dil gurubun da olabilir fakat bitişken dil olamaz. Oysa, Hint-Avrupa gurubunda ki dillerin belirgin özelliklerinden biride fiillerin zenginliğidir. Yani aslında Hemşince de ki fiillerle ilgili tespitimi hem kabul ediyor hem etmiyor, Dil bükümlü olurken fiiller zengin yada fakir olabilir; (çünkü bunu sorgulamıyor) ama bitişken olursa asla. (çünkü bunu sorguluyor). Neşe Kaya güya bir eleştiri makalesi yazmış ve Gor dergisine göndermiş, onlarda bunu yayınlamışlar. Fakat bilmiyor ki bizzat Gor dergisinde kendiside tekzip edilmiş.
(bitişken bir dil olduğu tesbit edildiği için). Bu durumda bizzat Haidigin kendisi bu dilin eski olduğunu dolayısıyla ilkel bir dil olduğunu ima etmiş olur.Kurnazlık yapacaklarya; kendileri dili Ermenice yapmak için dilin ilkel olduğunu söylüyorlar fakat bunu ben söylediğimde de beni suçluyorlar.Kimin bu konuda karmaşa yaşadığı okuyucunun taktirindedir.
GOR dergisinde iki numaralı dil bilimci; Mahir Özkan da diyor ki; Hemşince’de söz dizimi Türkçe’deki gibidir. Yani “özne, nesne, yüklem”, ama her nasılsa Hint–Avrupa dil gurubunda yer alıyor. Bu gurupta yer alan hiçbir dilde -özne,nesne,yüklem- biçiminde cümle kurulmaz, daha doğrusu kurulamaz. İş Hemşince’ye geldi mi söz dizimi bitişken, kendisi Hint–Avrupa.
Yazının başlarında da belirttiğim gibi Hadig için Hemşince’nin bitişken bir dil olması kabul edilemez bir durumdur. Bu makalede de görünen tek şey Hemşince’nin bitişken bir dil olmasına karşı duyulan kin, nefret ve tahammülsüzlükdür. Neşe Kaya bununla ilgili bin makale de yazsa Hemşince bitişken bir dildir, ilkel bir dildir ve gelişmemiş bir dildir. Aynı zamanda dilin ilkelliği bazında bir hece dilidir. Bu vurguyu bilerek yapıyorum. Çünkü bu tespitleri yaptığım zaman bunun nedenini bilmiyordum ama şimdi onu da biliyorum.
Sayın Neşe Kaya’ya naçizane Gor dergisini iyi takip etmesini öneririm. Mahir Özkan’ın da belirttiği gibi Hemşince de söz dizimi Türkçede ki gibidir; buda bitişken dillerin ortak özelliğidir ve bu dilleri Hint–Avrupa dillerinden ayıran en belirgin özelliktir. Hadig kurulduğu zaman baştan görevli bir 93
HAKAN BEYAZ
E L E Ş T İ R İ
Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansında Tebliğ Edilen Hemşin Bildirileri Üzerine 2
-4 Kasım 2013 tarihleri arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde Hrant Dink Vakfı’nın organize ettiği Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü ve MalatyaHAYDer , Friedrich Ebert Vakfı, Chrest Vakfı ve Olof Palme International Center’ın desteğiyle düzenledikleri Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansı düzenlendi.1 Vakfın internet sayfasında yaptığı açıklamaya göre, özellikle 1915-16 yıllarında Müslümanlaş(tırıl)an Ermenilerin sayısında önemli bir artış yaşandığını, Tam sayılarını bilememekle birlikte, Müslüman aileler tarafından evlat edinilen bazı Ermeni çocukları ve gençlerinin 1915 yılında yapılan tehcir sırasında Anadolu’da kaldıklarını, kalanların da Müslümanlarla evlendiklerini ve bölge olarak önemli bir kısmının Müslümanlaşma yoluyla tehcirden kurtulduğunu bildiklerini belirtmişlerdir. Toplantının açılış konuşmalarını; “Bugün hiç sorgulanmayan, konuşulması dahi ağır olan sayfaları aralamak için buradayız” diyen Hrant Dink Vakfı Başkanı Rakel Dink, “Bu konferans, Hrant Dink’e olan vefa borcumuzla üniversitemizin bilimsel misyonunu bir araya getiren bir fırsattır” diyen Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Gülay Barbarosoğlu, ‘’ konferansın amacının çok uzun süredir tabu olan ama içten içe kanayan bir yara üzerinde çalışmalar yapmaktır’’ diyen MalatyaHAYder Başkanı Hosrof Köletavitoğlu ve “Fısıltılarla başlayan bu hikâyeler gürül gürül akan sulara, sayıları gittikçe artan anı, edebiyat, araştırma ve belgesellerle ifade bulmaya devam ediyor” diyen Sabancı Üniversitesi’nden Ayşe Gül Altınay yapmıştır.2 Konferans, Tarihin Yükü, Tanımlamanın Siya-
seti, Müslümanlaş(tırıl)manın Uzak ve Yakın Tarihi, Müslümanlaş (tırılma); Tarih ve Tanıklık I, Müslümanlaş(tırılma); Tarih ve Tanıklık II, Hafızanın İzleri: Müzik, Yemek ve Anı Çalışmaları, Hafıza, Etnisite, Din: Kürt Kimliği, Hafıza, Etnisite, Din: Dersim, Hafıza ve Kimlik ve Atölye Çalışmaları olmak üzere 9 bölümden oluşmuştur. Bu yazıda konferansa sunulan Hemşin ile ilgili; Müslümanlaş(tırıl)manın Uzak ve Yakın Tarihi adlı oturumda, Sergey Vardanian’ın ‘’Müslümanlaş(tırıl)mış Hemşinli Ermeniler: Kurbanlar ve Tanıklar’’, Serap Demir’in ‘’Müslümanlaştırılmış Ermeniler: Hemşin Coğrafyasına Tarihsel Bir Bakış’’ ve Mahir Özkan’ın ‘’Hemşinli Kimliği: Kültür, Dil ve Din’’ tebliğlerini inceleyeceğiz.
Müslümanlaş(tırıl)mış Hemşinli Ermeniler: Kurbanlar ve Tanıklar
Sergey Vardanyan tarafından kaleme alınan bildiri, yazarın bilinçsiz şekilde hazırladığı, ulaşılması mucize kaynak, yanlış ve yanlı aktarılan bilgiler ve çarpıtılmış gerçekler üzerine kurgulanmış bir diaspora edebiyatı örneğidir. Giriş kısmında; ‘’Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı dönemlerinde Müslümanlaştırılmış olan Ermenilere dair yazılı bilgi çok azdır. Bunun sebebi, kuşkusuz, Osmanlı Türkiye’sindeki yöneticilerin, kendi tebaalarının zorla Müslümanlaştırılması konusunda yayın yapılmasını istememesiydi.’’ bahsedilen paragrafta yazarın zihniyetini kalıplaşmış cümlelerle ifade edişi açıkça gözlemlenmektedir. Nitekim İmparatorluk döneminde kayıtlar vergi toplama usulüne göre düzenlendiği için açık ve nettir. Gayrimüslimlerden alınan 94
E L E Ş T İ R İ
vergiler diğerlerine göre değişiklik gösterdiği için ilgili köy, mahalle, bucak, kaza, vilayet vb. yerleşim yerlerinde ki Müslüman ve gayrimüslim sayıları ilgili ‘’Salname’lerde’’ açıkça belirtilmiştir. Bunun yanı sıra din değiştirme, kadı huzurunda yapıldığından ihtida kayıtları da ‘Kadı Sicil’lerinde’’ mevcuttur. Yazarın bahsettiği dönemde yönetim kadrolarında Hristiyan Ermeniler de mevcuttu bir sonraki paragrafında bahsettiği ‘’1908’den itibaren Osmanlı Meclisinde İstanbul Mebusluğu yapan Ermeni yazar ve hukukçu Krikor Zohrab…’’ gibi mebusluk da dahi olmak üzere birçok alanda bürokratları vardı. Ve Ermeni Meselesi ile birçok yayınları da mevcuttu. Ayrıca yazarın bu bölümde yazdığı bilgilere gösterdiği kaynaklara erişebilmek mümkün gözükmüyor.
setmektedir. Yine ulaşılması güç ve şüpheli bir kaynak. Yazının diğer bir bölümünde Acara’dan iç Asya’ya sürülen Müslüman Hemşinlilerden bahsedilmiş. 1944 yılında Stalin tarafından Türkiye sınırına yakın yerlerdeki Müslümanlar çıkacak savaş ihtimali göz önüne alınarak ata yurtlarından koparılarak Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan bölgelerine sürülmüştür. Sürgün edilenler arasında Türkler, Kürtler ve Hemşinlilerin olduğundan bahsedilmiş. Ama bunun sebebinin Müslüman olmaları olduğu belirtilmiş. Bölgeyi bilen biri olarak, Kafkasya’da 1944 yılında birçok sürgün yaşanmıştır. Bunların başında Ahıska bölgesinde yaşayan Türkler, Karaçay-Balkarya bölgesinde ki Türkler, Başkurtlar ve Sovyet-Türk sınırının Sovyet kısmında kalan Müslüman Türklerdir. Genel olarak sürgün edilen halkların özelliği Müslüman Türk olmalarıdır. Aksi olsaydı bölgede Müslüman Gürcüler, Müslüman Çerkezler, Yezidi Kürtler, Müslüman Çeçenler ve Diğer Müslüman halklar da bu sürgünden paylarına düşeni almaları gerekirdi. Bu durumun açıklaması olası bir savaş durumunda bu halkların dini ve milliyet açısından aynı tabiiyete sahibi olmalarından ötürü doğabilecek sıkıntıların önlenmeye çalışılmasıdır.
2000 yılında MGK raporlarında geçtiği varsayılan bir rapora atıfta bulunarak, Hemşinlilerin etnik bir grup olduğunu ve nüfuslarının 13 bin olduğunu belirtmiştir. Daha sonra Artvin’in Hopa ve Borçka ilçelerinin nüfus yapılarından detaylıca bahsetmiş ve burada konuşan halkın Ermenice konuşan Hemşinlilerden oluştuğunu ve Müslümanlaştırılmış olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca Sakarya ve Düzce illerinde ki Hemşinlilerden de bahsederek çevre köyler tarafından Ermeni denildiğinden bahsetmiştir. Gerçek olduğu yazılı bir kaynağı olmayan çeşitli spekülatif haberlerin kaynak gösterilerek kamuoyu yaratılmak için gündeme getirilen haberleri bu denli hassas konulara örnek göstermek ne denli bilimsel ve ne denli etik tartışılır. Yazarın bu köylerde yaşayanların Ermenice konuşan Hemşinliler olduğunu belirtmesi önemli bir ayrıntıdır. Türkçe konuşan Ermenilerin olması, Rusça konuşan Ermenilerin olması ve Ermenice konuşan Yezidi Kürtlerin olması nasıl ki bu insanları dilini konuştukları ırkın bir mensubu yapmıyorsa Ermenice konuşuyor olmaları Hemşinlileri Ermeni yapmamaktadır.
Bir başka kaynak da 1957 yılında Moskova da basılan Büyük Sovyet Ansiklopedisidir. Bu ansiklopedi tüm Sovyet ülkelerine dağıtılmakta ve halka kaynak olarak sunulmaktadır. Dolayısıyla 20-30 yıl içerisinde ansiklopedideki bilgiler kaynak olarak literatürdeki yerini almıştır. Bu durumu şu şekilde açıklamak mümkündür; Sovyetlerde Stalin dönemi ile başlayan demografik ve kültürel değişimleri halka normal bir süreç olarak benimseterek bu durumun tarihin akışının doğal ve gerekli bir parçası olduğunu kabullendirmektir. Bu tür algı değişimi hareketleri, içerisinde birçok farklı etnik ve dini grupları barındıran faşist rejimlerde uygulanan bir politika örneğidir. Ayrıca Ansiklopedinin Türkiye’nin NATO’ya girişinden sonra yayımlanmış olması o dönemdeki soğuk savaş muhabbetlerinden etkilenmiş olması da açıkça gözlemlenmektedir.
Sonraki paragrafta yazar yine hayali kaynaklarını gerçekle desteklemek amacıyla bir karaktere değinmiştir. Şavşat doğumlu Harutyun Katenyan isimli şahsın Şavşat doğumlu olması dolayıyla Hopa yöresindeki Ermeni Hemşinlilerle teması olduğunu söylemektedir. Daha sonra Tiflis’te yayımlanan Mışag isimli Ermeni gazetesinde bu konuda makaleler yazdığından bah-
Yazarın gayet nizami bir şekilde sıraladığı Hopa ve Kemalpaşa’daki yerleşim yerlerinde 1682 yılı avarız kayıtlarında hiç gayrimüslime rast95
lanmamış olması, yazarın fantezilerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.3 Diğer sayfa da verdiği bilgiler Rusyanın resmi kurumları tarafından basılmış olan nüfus sayımı verilerine dayalı bilgileri içeren belgelerdir. Bu belgelerde Hemşinlilerin ve Ermenilerin ayrı birer ulus olarak ele alındıklarını kendisi de belirtmiştir.
Sonraki sayfa da Rize de yapılan sözde kırımlardan bahsedilmektedir. Giriş cümlesi ise oldukça manidar. ‘’Rize’de yaşayan Müslüman Hemşinlilerin büyük bir kısmı, son 20-30 yıl içinde, ne yazık ki anadilini unutmuş.’’ Böyle büyük bir iddia tam anlamıyla rezil bir hakaret, onur kırıcı bir ithamdır. Rizeliler, bilhassa Hemşinliler dünya üzerinde gittikleri her yere kültürlerini de götürerek, koruyabilen ve taşıyabilen bir özelliğe sahiptir. Özellikle büyükşehirlerde ki etkin dernek ve vakıflar bunun açık bir ispatıdır. Yazarın iddia ettiği tarihten bir 20 yıl daha önce kurulan Hemşin Derneği ve çıkarmış olduğu dergilerde yayımlanan kültür ve sosyolojik yazılar o tarihten 50 yıl kadar öncesine bile belirgin bir ışık tutabilmektedir. Nitekim Hemşinliler gibi kültürlerine aşk ile bağlı bir kültürel topluluğun farklı bir anadili olsa dahi bunu koruyup yaşatma konusunda sıkıntı yaşayabilmesi söz konusu bile olamaz. Yöre de kullanılan ağız’ın içerisinde farklı kelimelerin olması bu yöreye de başka kavim ve inanışların de yaşamış olduğu göstergesinden öteye gitmez. Yazar bu durum ile ilgili olarak yabancı kelimelerin ve yer adlarının birçoğunun iddia etmesi de iddiadan öteye gitmemektedir. Birçok sözcüğün Ermenicede de karşılığı bulunmamaktadır. Ancak filolojik bir çalışma ile belirlenebilir. Bu kelimeler arasında Kafkasya gibi etnolojik bir bölgenin her topluluğundan benzeşen özdeşebilen kelimeler bulunabilmektedir. Bunun yanı sıra antik dillere ait kelimeler de mevcuttur. Ancak yazar ve saz arkadaşlarının kaçak göçek turist kılığında yapmakta oldukları araştırmaları detaylandıramadıkları için üstün körü geçiştirilerek bir kelime Türkçe değilse Ermenicedir şeklinde ifade etmektedirler. Bazı kelimelerin ses yapıları ile oynayarak farklı bir kelime haline getirmektedirler. Bu duruma örnek olarak Çamlıhemşin ilçesi Yaylaköy köyünün eski adı olan Elevit’i Yeğnovid olarak literatüre kazandırmaya çalışmalarını görmekteyiz. Elevit 70 yıl önce de Elevit idi bundan sonra da değişme şansı olmayacaktır. Ayrıca birkaç satır aşağıda verdiği örnekte 1870 yılında Papaz Der Boğos Tumayants’ın makalesinde de Elohovid olarak bahsettiğini yazmıştır. Buradan da bunun bilinçli yapılan bir ayrıştırma çalışması olduğunu görebiliyoruz. Yazarın atnı sayfada Hemşin nüfusu
Makalenin devamında Artvin bölgesinde yaşanıldığı iddia edilen katliamlardan ve bu katliama tanık olanlardan bahsetmektedir. Bu iddialardan birinde Hopa da ki köyünden İstanbul’a kaçmak isteyen bir aileyi Ermenice konuştuklarının fark edilmesi üzerine katledip denize atıldığıdır. Bahsedilen kişinin adının Osman Musloğlu olması kişinin Müslüman Türk olduğu aşikardır. Nitekim Musloğlu soy adı Hemşin bölgesinde ki geniş ailelerden biridir. Musluoğulları olarak geçer ve soy adlarından anlaşılacağı üzere Musul bölgesinden yöreye yerleştirilen Müslüman Türk boylarındadırlar. İddia edildiği üzere Ermenice konuşuyor olması ve bunu gemidekilerin anlamış olması oldukça karmaşık bir durumdur. Zihnimizde canlandıracak olursak öncelikle nereden gemiye bindikleri kimlerle bindikleri ve gemide Türk olarak nitelendirilen kişilerin Musloğlundan nasıl bir farklılık gözettiği ya da bu kişilerin Ermeniceyi bilip anlayabiliyor olmaları önemli sorulardır. Diğer satırda Tiflis’te yayımlanan Horizon adlı gazetenin yazarının 1915 Mart sayısında Hopa köylerinde yaptığı görüşmelerden bahsedilir. Köylüler Türk Ordusunun köylerini yağmaladığını söylemektedir. 1915 yılı savaşın henüz sürdüğü ve ilgili köylerde ki halkın bir kısmının gönüllü bir kısmının uzun süredir asker olduğu bir vakitte ve halkın devlete ve askere her türlü yardımı gereğince ve isteyerek yaptığı zamandır. Bir takım kişilerin böyle bir açıklama yapması; ya yaşadığı topluma savaş sebebi ile ihanet edecek bir güruh olması ya da savaşın çirkin politikasının ürünü bir durumdur. Diğer satırlarda hikayeler Hemşin ile ilgili olmaktan çıkarak Ermenilere yapılan sözde zulüm iddiaları ile devam etmektedir. Hikayeler Hikmet Akçiçek ve Cemil Aksu gibi sözde soykırım ve Ermenicilik faaliyetleri gibi konularda tescil sahibi kişilerin kulaktan duyduklarını belirttikleri olayların tanıklarıyla devam etmektedir. Bu hikayelerden en ünlüleri elbette ki Cehennem Dere ile ilgili olanlardır. 96
E L E Ş T İ R İ
ile ilgili verdiği bilgiler de 1869 yılında 24 hanede 88 kişinin yaşadığı bir sonraki yıl bu sayı 23e düştüğüdür. 1873 yılında Rus imparatorluğu tarafından çıkarılan Coğrafya Topluluğu Kafkas Bölümü bildirilerinde Hemşin bölgesinde bir Ermeni Kilisesi ile 82 Ermeni Rum ve Hristiyan’ın bulunduğu yazmaktadır. Rusya kaynaklı bildirilere rağmen bu rakamlar için halen katliamdan söz edilmesi oldukça gülünçtür.
bahsediliyordu, bir tarafı yıkılmış bir köprü… O köprüden geçmeye zorlanan Ermeniler nehre düşüyordu. Çoruh’un üstü insanla doluydu, su görünmüyordu. Çoruh’a dair bir ağıt olmalıydı repertuarında.’’ Bu yazıda ki tutarsızlıkları görmek için konu hakkında çok fazla bilgi sahibi olmaya gerek yok sanırım. Öncelikle Elevit’te Vartevor diye bir gelenek yoktur. Ayrıca Fatih’in yerleşiği ya da bir asır Eyüp’lü kimse durduk yere ayağa kalkarak buraların tümüyle Bizanslılara ait olduğunu söylemesi söz konusu mudur? Ermenilerin Hodeçur’a sürülmesi hangi zamanda hangi sebeple olduğu tartışmaya açıktır. Tehcir dönemi yapılan uygulamaların Hemşin halkına atfedilmesi anlamsız ve yanlı bir durum olur. Çoruh’a atıldığı söylenen Ermenilerin hikayesi de biraz şehir efsanesi durumundadır. Çoruh Elevit’e oldukça uzak bir yerdedir. Ve oraya kadar birçok nehir vardır. Böyle bir amaç olduktan sonra o zaman içerisinde yerin çok fazla önemli olmayacağı açıktır.
Makalenin son ve en ilgi çekici kısmı ise şöyle başlamaktadır; ‘’Yeğnovid Ermenilerinin katliamına dair önemli bir tanıklığı da İstanbul’da müzisyen Ayşenur Kolivar’dan dinledim. 1976 yılında Rize’nin ilçesine bağlı Çayeli (Mapavri) Yıldızeli (eski adıyla Raşod) köyünde dünyaya gelen Kolivar’ın ‘Bahçeye Hanımeli’ adlı albümünde, Türkçe, Gürcüce, Lazca, Pontus Rumcası ve Çerkescenin yanı sıra Hemşince şarkılarda yer alıyor. Bunlardan biri de, ezgisi anonim, sözleri ise, 1978 yılında Akdere köyünde doğan ve halen İstanbul’da yaşayan Hopalı yazar Mahir Özkan’a ait olan Coroxi Kovuş.’’ Yazar bütün makalede kendisine yardımcı olan işbirlikçi arkadaşlarının tanıtımına son satırlarda devam ediyor. Ancak burada ki yanlış olan durum Kolivar’ın Yıldızeli köyünden değil Senoz Vadisi Buzlupınar köyündendir. Bu kısa albüm tanıtımında Kolivar’ın yazara yaptığı açıklamayı aktarıyorum. “Boğaziçi Üniversitesi’nden arkadaşım Melissa Bilal’le 2001 yılında Karadeniz bölgesinde kadınlardan şarkılar derledik ve Elevit’te Vartevor şenliklerine katıldık. Albümümde o bölümü söyleyen kadın bize cinler, periler ve cadılara dair eski hikayeler anlattı. Ben Elevit’teki çalışmalarım esnasında, görüşme yaptığım kişilere asla ‘Burada Ermeniler var mıydı?’ gibi sorular sormadım. Kendileri eğer isterlerse anlatabilirlerdi. Bu kadın ayağa kalkarak, buraların tümüyle Ermenilere ait olduğunu anlatmaya başladı. Ağıt yakan kadınlar gibi, Ermenilerin nasıl Khodorçur’a sürüldüğünü anlattı. Ermeniler sürüldükten sonra kalanlar onların yasını tutmuş ve Ermeni mallarını talan edenleri lanetlemişler. Bu hikaye beni çok etkiledi. Albümümde bir Hemşin ağıtına yer vermenin çok iyi olacağını düşündüm. Çocukluğumdan beri Ermenilere dair birçok şey duymuştum. İyi de o Ermeniler neredeydi? Çoruh, Ermenilerin mezarı olmuştu. Bir köprüden
Bu tür sözde soykırım hikayelerini dinleyince, özellikle yöremizde oluşturulmaya çalışılan algı çalışmalarının kaynağı niteliğinde olanlar için; peki Ermenilerin Hemşin Türklerine yaptıkları? Sorusu canlanıyor zihnimde. Hepimiz Müslüman Türk olduğumuzu biliyoruz ve bu özelliklerimizin yanı sıra kültürümüzün de bize verdiği önemli bir özellik olan hoşgörü kavramı eskilerden bize geçtiğine göre bu hoşgörülü toplum içerisinde Ermeni olmak neden kötü ve küfür olarak kabul edilmiştir? Yaratılanın her türlüsüne güzel gözle bakabilen insanlarımız ne olmuşta ya da kendilerine ne yapılmışta bu denli umursamaz olmuşlar bu halkın gidişlerini? Bu makalenin sonuçta bir çok soru zihinlerimizde önemli bir yer tutmakta ama okuduklarımızdan açık bir şekilde aklımızda kalanlar; Elevit Yeğnovid olursa, Hemşin kültürü ve coğrafyasıyla çalınmak talan edilmek isteniyorsa sebep ve sonuç, içimizde ki bit yavruları!
Dipnot 1….., Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansı, http://www.hrantdink.org/?Detail=753 (12.12.2015) 2 ….., Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansı, http://www.hrantdink.org/?Detail=753 (12.12.2015) 3......., BOA.KK.NO:2697 97
E L E Ş T İ R İ HAKAN BEYAZ
Hrant Dink Vakfı Görüşme Notları
3
.11.2015 Cuma günü saat 14.00 ‘te Metin GÜLTAN ve Yunus ALTUNKAYA ile beraber HRANT DİNK VAKFI’nın Şişlide ki binasının terasında Karun ÖZÇELİK ve Emine KOLİVAR ile bir görüşme gerçekleştirdik. Görüşmeye başlarken bizlere Vakfın 2014 yılı Faliyet Raporu İzmitli Ermeniler Konuşuyor ve Kasım 2013’te gerçekleştirilen Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferans Tebliğleri kitaplarını verdiler. Proje Koordinatörü sıfatı ile görüşmeyi Emine KOLİVAR ile gerçekleştirdik. Konu ile ilgili yetkili kişinin kendisi olduğundan söyleyeceklerimizi kendisine ilettik, sorularımızı da kendisi cevapladı. Karşılıklı tanışmanın ardından Metin Gültan hemen konuya girerek, buraya gelme sebebimizin vakfın yaptığı bazı etkinliklere Hemşin’in konu edilmesi ve bu konuda yalan yanlış açıklamalarda bulunan kişilerin referans alınması durumunun bizleri rahatsız ettiğini, bu kişilerin Hemşin konusunda hiçbir değer ve anlam ifade etmeyen son derece gereksiz insanlar olduğunu ve vakfın böyle bir davranış içerisinde olmasından da ayrıca rahatsız olduğumuzu söyledi. Tam olarak nasıl bir rahatsızlık duyduğumuzu soran Kolivar’a cevap olarak Gültan; özellikle 2013 yılında Boğaziçi Üniversitesi ve Hrant Dink Vakfı’nın birlikte yapmış oldukları Müslümanlaş(tırıl) mış Ermeniler Konferansına1 neden gerçekten Hemşinli olan birilerinin çağrılmadığını, katılımcılardan hiçbirinin gerçek anlamda Hemşinlileri temsil edebilecek ve Hemşinliler adına bir şeyler söyleyebilecek vasıfta kimse-
ler olmadığını, özellikle de Sergey VARDANYAN gibi provokatif eylemler içerisinde bulunan bir ajanın Hemşin hakkında kelime dahi edemeyeceğini söyledi. Bunun üzerine Kolivar; Konferansın halka açık yapıldığını isteyen herkesin katılabileceğini kimseyi bu anlamda teşvik etmediklerini söyledi. Gültan, bu çalışmaların aslında birer algı operasyonu olduğunu, Mahir ÖZKAN gibi kimselerin de bu amaca hizmet eden Hemşin toplumu ve özellikle kendi akraba çevresi tarafından da kabul görmeyen bir kişi olduğunu söyledi. Vakfın da bu operasyonlarında artık bilerek ya da bilmeyerek bu kısımdan emin olmayarak alet olduğunu özellikle vurguladı. Kolivar, vakfın ifade özgürlüğünün alabildiğince kullanılan tüm farklılıkların teşvik edip yaşanan ve yaşatılan bir sivil toplum kuruluşu olarak çalıştığını söyledi. Ardından makalelerin gerçekliği açısından bölgede bu tür olayların olduğunu duyduğunu ve yoğun bir etnik yapıya sahip olduğunu söyleyerek özellikle hristiyan halklara dikkat çekti. Buna cevap olarak Gültan, bölge nüfusu hakkında bilgi vererek Osmanlı arşivlerindeki tutulmuş olan kayıtlara göre yöre halklarının Müslüman ve gayrimüslim olarak ayrıldığını asla etnik bir ayrım gözetmediğini, hristiyan Lazların, Rumların ve Ermenilerin olabileceği gibi Hristiyan Türklerin de olduğunu söyleyerek Kıpçak-Kuman örneğini verdi. Altunkaya da aynı şekilde Ermenilerin kendi dilleri yokken İncillerini Kıpçak’ça bastıklarını söyledi. Ben de Kıpçakların yörenin kadim halk98
E L E Ş T İ R İ
larından olduğunu ve bugünkü etnik yapının temelini oluşturduklarını bugün Artvin, Ardahan, Ardanuç ve Şavşat dolaylarında onların döneminden kalan eserler arasında kiliselerinde bulunduğunu anlattım.
gerekmektedir. Özkan’ın nasıl akademisyen olduğunu sorduğumda, ‘Yazmş olduğu bir çok yazı var! ’ cevabını alınca gülümseyerek hepimizin birçok yazıları olduğunu bunun akademisyenlik için yeterli olmadığını söyledim. Bunun üzerine ‘ne güzel bize de gönderin biz de yayınlayalım’ diyerek karşılık verdi.
Daha sonra kendisine, Vardanyan gibi insanların yaptığı tamamen proje olan çalışmaların yalan yanlış bilgilerle dolu olduğunu söyledim. Örneğin Konferans tebliğlerinde kitabın 85. Sayfasında, Vardanyan müzisyen Ayşenur KOLİVAR’ı dinlediğini 1976 yılında Çayeli’ne bağlı Yıldızeli köyünde dünyaya geldiğini yazdığını göstererek bunun doğru olup olmadığını sorduğumda bana kendilerinin (Emine KOLİVAR Ayşenur KOLİVAR’ın kız kardeşidir.) Çayeli’nin Senoz Vadisinden Buzlupınar köyünün bir mahallesinden olduğunu söyledi. Bende bunun üzerine Vardanyan’ın bu bilinen ve açık bir bilgiyi bile yanlış yazdığını söyleyerek makalenin de bu tür yanlış ve saçma bilgilerle dolu olduğunu söyledim. Bunun üzerine bana ‘tamam işte sizde bu yanlışları bulup düzeltmekle uğraşın’ dediğinde bunun benim işim olmadığını tam aksine kitabın künyesinde yazdığı şekilde Yayın koordinasyon kısmında kendi adının yazdığını bunun kendi işi olduğunu söyledim. Daha sonra konferansa neden bu isimlerin çağrıldığını sorduğumda ‘biz bu konu hakkında kimseye ulaşamadık, zater bu konferans açık çağrı yapılarak düzenlenmiştir.’ Şeklinde cevap verdi. Konuşmacılardan özellikle neden Vardanyan ve Özkan’ın burada olduğunu sorduğumda ‘bu kişiler bize bavuran kişiler, zaten bu bir akademik çalışma ve akademisyenlerin başvurularını alıyoruz diğer katılımcılarda akademisyen’ dedi. Bunun üzerine Özkan’ın akademisyen olup olmadığını sorduğumda da ’Evet akademisyen’ cevabını verdi. Tebliğ kitabının arka kısmında katılımcılar hakkındaki bilgiler bölümünde Özkan’ın felsefe grubu öğretmenliği lisans mezunu, Felsefe anabilim dalında yüksek lisans yaptığı yazmaktadır. Ülkemizde akademisyen olmak için en basit şart Yüksek Öğretim Kurumu’na bağlı bir üniversiteden doktora derecesi almış olmak ya da araştırma görevlisi olarak çalışıyor olmak
Sonra bir başka önemli konu olarak AB Hibe Fonları kapsamında düzenlemiş oldukları ‘Sınırları Aşıyoruz Programı Seyahat Fonu’2 projelerinin İkinci döneminde Lusine SAHAKYAN’ın Türkiye’deki Hemşinlileri konu alan saha çalışmasını yürütmek amacıyla Rize’ye yapacağı ziyaret için Seyahat Fonu’ndan destek aldığını bildiğimizi Sahakyan’ın yörede tam olarak nasıl bir çalışma yapmak için geldiğini sorduğumda yine hayret uyandıracak bir şekilde kendisinin akademisyen olduğunu söyleyen Kolivar’a bunu bildiğimi söyledim. Hatta kendisinin Türkolog olduğunu fakat yaptığı çalışmalar sonucunda yayınladığı kitabın adının ‘Hamşen (Hemşin) Mikro Yer İsimleri’3 olduğunu ve böyle bir çalışmayı Türkolog sıfatıyla değil ancak Ermenolog olarak yapabileceğini çünkü bütün yer isimlerini ve yörede anlamını bilinmeyen çeşitli dillerde ki kelimelerin kökenini Ermeniceye dayandırmaya çalıştığını anlattım. Kolivar ise herkesin aynı anda birçok işle uğraşabileceğini kendisinin de tarihçi olduğunu ve aynı zamanda müzikle ilgilendiğini benim ise uluslararası ilişkilerci olduğumu ve folklor ile ilgilendiğimi söyledi. Konunun bunla bir ilgisi olmadığını izah etmeye çalışınca bu sefer Sahakyan’ın Ermeni olduğunu ve elbette ki böyle çalışmalar yapacağını vurguladı. Bu durumda Gumilev’in de Rus asıllı bir Türkolog olduğunu Türkistan Coğrafyasında yaptığı çalışmaları Rusya’ya dayandırmadığını aksine bilimsel gerçekleri özgün bir şekilde gün yüzüne çıkardığını akademisyen olmanın gerekliliğinin bu olduğunu anlatmaya çalıştım. Buna ek olarak Sahakyan’ın yaptıklarını tasvip etmediğimizi ve Vardanyan ile ikisinin yaptıkları işlerin Hemşin halkı ve kültürü üzerinde kötü amaçları olan çalışmalar olduğundan karşı çıktığı99
mızı ve bu işleri fonlayan kurum ve kuruşlara da aynı gözle baktığımızı açıkça belirttim. Bunun üzerine Kolivar, Sahakyan’ı çok sevdiğini, yaptığı çalışmaları desteklediklerini ve vakıf olarak yaptıkları işlerin arkasında olduklarını söyledi.
vereceğimizi ve hiçbir şeyden kaçınmayacağımızı vurguladı. Daha sonra Altunkaya Kolivar’a Müslümanlaştırılmış(tırıl)mış Ermeniler-, tartışmasını 1915 için mi yoksa öncesi için de kullanıyor musunuz? diye sordu. Kolivar, Evet ikisi için de kullanıyoruz dedi. Altunkaya; Bu nasıl olur,1915 te zaten tehcir uygulandı, bu tarihten sonra bölgede Ermeni yoktu ki zorla müslümanlaşsın dedi. Buna hemen tepki gösterildi. Oysa sorusu doğru bir soruydu, Tehcir den sonra olmayan bir halk için zorla din değiştirildi deniyor. Çünkü 1915 öncesinde tehcir yoktur. Din değiştirmede yoktur. Osmanlıda vergi matbuları nedeniyle bir bakıma din değişmek yasaktı. Müslüman olan Müslümandı, Hıristiyan olanda Hristiyan’dı. Tehcirde de din değiştirmek söz konusu değildir. Siyasi bir konu olduğundan bölgeden Ermeniler göç etmiştir. Kalanların Ermeni ya da Hıristiyan olması düşünülemez. Dilde olduğu gibi burada da bir kurgu söz konusudur. Ayrıca Hopa tarafında konuşulan dil ile ilgili yaptığı çalışmadan bahsederek, bu dilin Ermenice ile benzeşen kelimeler dışında hiçbir alakasının olmadığını, bu kitabın bir kaynak niteliğinde olduğunu belirtti. Eğer isterlerse bu konuda kendilerine gerekli bilgiyi verebileceğinden bahsetti.
Son olarak bundan sonra ki yapılacak olan Hemşin ile ilgili yapılacak etkinlik, söyleşi ve yazılarda öncelik olarak bizlerle irtibata geçebileceklerini, özellikle bu konferansa katıların kişilerin bizleri temsil etmediğini söyledim. Kolivar; ‘dediğim gibi bizim ulaşabildiklerimiz bunlar’ dediğinde o zaman biz size bir liste hazırlayalım böyle durumlarda önceliğiniz bu kişiler olsun bu kişiler Hemşinli olup, yöreyi iyi bilen tanıyan ve bu konularda yazıları yayınları olan kişiler bu isimleri ararsınız diye belirttim. Buna karşılık olarak ‘biz kimseyi aramıyoruz açık çağrı yapılıyor, duyanlar talep edenler iletişime geçiyor tebliğlerini gönderiyorlar tebliğlerini de akademik kurulumuz seçiyor ve konferansa öyle katılım sağlanıyor’ dedi. Bunu söylediğinde siz kimseye ulaşamadığınızı söylediğiniz için böyle söyledim dedim. Kolivar hiddetlenerek ‘sen benim kelimelerimi neden cımbızlıyorsun? Cımbızlama!–Hayır cımbızlanacak bir durum yok! –Sus konuşma! Şeklinde bir diyalog yaşandı.
Daha sonra konferansla ilgili olarak bu konferansın hangi tarihleri kapsadığını tehcir ile ilgisinin olup olmadığını sordu. Kolivar tüm dönemi kapsadığını Ermenilere mezalim yapıldığıyla ilgili hikayeler duyduğunu söyleyerek tarih konusunda bir şeyler anlatmaya çalıştı. Bunun üzerine Altunkaya ve Gültan tarihin bizim işimiz olmadığını bunun tarihçilerin araştırmaları gereken konular olduğunu söylediler. Son olarak Gültan sıkıntı duyduğumuz konuların açıkça anlaşıldığından emin olduğunu sordu. Kolivar, ‘sıkıntınızı anlıyorum ilgili yerlere ileteceğim’ dedikten sonra görüşmemizi sonlandırdık.
Aslında bu nezaketsizlik örneğine pek de şaşırmadım. Çünkü Hemşin konusunda konuştuğumuz kimseler genel olarak bir demagoji içerisinde olduklarından ve sürekli olarak kendi düşüncelerini empoze etmeye yönelik tavırlar sergilediklerinden bu tür terbiyesizliklerle bir çok kez karşılaşmıştık. Anca işin içinden çıkamadıkları ve verecek makul bir cevapları olmadıklarında bu çirkef tutumlar sergilemeleri konuyu medeni bir şekilde konuşarak-tartışarak çözme durumunu ortadan kaldırıyor. Kendileri uzlaşılacak bir ortamdan sürekli olarak kaçınıyorlar.
Dipnotlar
Konuşmaya, Gültan devam ederek bir kez daha Hemşinliler olarak rahatsızlık duyduğumuz konuları açık ve net bir şekilde ifade etti. Bu tür çalışmalara devam etmeleri durumunda bizlerinde uygun bir üslupta karşılık
1 http://www.hrantdink.org/?Detail=753 2 http://www.armtr-beyondborders.org/seyahat-fonu/ ikinci-donem-secim-sonuclari/ 3 http://akunq.net/tr/?p=11003
100
Ş İ İ R ARİF TARAKCI
Diriliş Hemşin
Göç yolu tarihini; bilmeden Kıpçakların, Dedemizin katili, çeteci Hınçakların; Nasıl çıkarırsın ki, ipliğini pazara? Diaspora uşağı, bu hain alçakların...
Tamgalar; iki telli çorapların nakışı: Kapıların başına koç boynuzu takışı, Gurbete gönderilen kocaların ardından; Üçgünlük gelinlerin yar yoluna bakışı...
Alevi Kültürüne, az bir şey benzeyişi: Yesevi Öğretisi, Dervişlerinin işi. Biraz da, geç zamanda; Akkoyun, Karakoyun, Erzurum üzerinden, göçlerinin gelişi...
Sene 2014 Arkeolog Jörg Wagner; Doğu Türkistan kenti Tufan’da kazar bir yer... Raporunda; açılan 500 kadar mezara: Eski Türklere ait, 3500 yıllık” der...
Şii Türkmenler ile, Sünni Kürt takasını, Türk’ün, Türk’ü kırdığı; Çaldıran Vakası’nı, Elbet bırakmayacak; ne şehitler, ne tarih; Başbuğ Şah İsmail’in, Yavuz’un Yakasını...
Bir mezarda bulunan pantolonun dizleri; Eleverir kendini; tarih taşan izleri: Birebir benzerleri asırlar öncesine; Hemşin’den “Ceddimize” götürüyor bizleri...
Horasan’dan, Hamse’ye; Hazar’dan, Buhara’ya, Gelirler oba oba Hemşin’de bir araya... Çart edilen, açılan; yamaçlara, sırtlara; Kışlak köyler, mezralar; kurarlar manzaraya...
İgit; yeni de “Yiğit”, uşak da; “Çocuk, bala” Dağ başına kapanık, yaşatıyorken hala... Dili; Öz Türkçe olan, göçebeye: ” Ermeni” Diyen, “Kotol Kafadan” yapsan olmaz Çarhala...
Kelimesi, yüklemi; aynı dil, farklı ağız, Karanlık hekalarda: Cazi, Koncoloz, Alkız, Söz; evin büyüğünde; sevdalıklar olsa da, “Dişer köye” bin türlü zorlukla verirler kız...
Şamu, eski inancın; Şamanların İmamı, Tecina’da “Şamular” sülalenin devamı... Ermenici, Taşnakçı; Soros Atıklarına, Kapak olsun Hemşin’in kültürünün tamamı...
Sofraya ilk oturur; evlerun igitleri, Afkurur gece gündüz; kapılarda itleri... Köyünde, mezrasında, yan yana hudutları, Hasım eder hısımı; ferahtiden çitleri...
Tomar tomar yollanan, yeşilleri yutana, Geçmişini boş verip; gününe gün katana, Ancak inandırırsın, Erivan Tezlerini; “Halkların özgürlüğü” yalanıyla yatana...
Konar-göçer yaşayış; yaylacılık işleri, Tulumun eşliğinde, “köç” ile inişleri... Bozkır Yaylaklarından duyulur anaların: “Ana yessirung olsun, he oğul” deyişleri...
Muhlamanın içinde, peynirin eriyişi, Gırtlağından aşağı, lokma lokma gidişi... Misalindeki gibi, emperyal saldırışı; Bertaraf edeceğiz: Bu, Hemşin Dirilişi...
101
Kitaplar
Tarih Hemşinliler ve Ben DERLEMELER adlı kitap Enver Palaşoğlu’nun emeklilik ürünü olan ilk kitabıdır. 254 sayfa olan kitap Palaşoğlu sülalesi üzerinden Hemşin tarihi, Doğu Anadolu, Doğu Karadeniz ve özellikle Artvin’in tarihi konu ediliyor. Kitapta ikinci bölüm olarak ”Babamdan Dinlediklerim“ yer alıyor. Burada yazar babasından dinlediklerini Türkçe ve Hemşince olarak dinlediği ve 3 kasette topladığı konulara yer veriyor. Bu bölümü Anılar ve Denemeler izliyor. Anılarda çocukluk ve meslek anıları ağırlıkta, Denemeler de ise Hikaye ve şiir denemeleri yer alıyor. Ayrıca kitapta değişik kaynaklardan alınan farklı konuların yer aldığı kısa kısa Alıntılar kısmı da bulunuyor.
Hemşince’nin yapısını inceleyen tarihsel bir eser yoktur. Bu konuda hiç bir kaynakta her hangi bir bir bulgu bulmak mümkün değildir. Hemşince’nin yapısını inceleyen ilk eseri ben yazdım. Tarafımca daha evvel yazılan “Hemşince-Hamşetsna” adlı kitapta Hemşince’nin grameri incelenmişti, TUR- adlı eserde ise Hemşincenin; dokuz dilde etimolojik karşılaştırması yapılmıştır. Birinci eser gibi -TUR- adlı eserde kendi konusunda bir ilktir ve eserde çok farklı konular detaylı olarak incelenmiştir. Eserde hata olabilir, Yine de her iki eserin Hemşince dili ve Hemşin kültürü hakkında önemi açıktır. Temin etmek için; Üç Deniz Kitapevi Osmanağa Mah. Pavlonya Sok. No : 10/21 Kadıköy / İstanbul veya Yunus Altunkaya 537 957 72 01
HEMŞİNLİLER Kitabı Remzi Yılmaz’ın, Hemşinli kimdir sorularına cevap arayan önemli kaynak kitaplarından bir tanesidir. Hemşinliler üzerine ilk kitabı 20 sene evvel basılan Remzi Yılmaz, mevcut olan birikimine ilave olarak bu süreç içerisin de toplandığı tüm bilgi, belge ve deneyimlerini aktardığı bu kitap ile adeta işte Hemşinli budur demektedir. Kitap temini için; Ankara’da Dost Kitabevi Ankara Hediyem kitabevi Adil Han 0850 885 1 775 http://hediyekitabi.com/
102
104