Hengame Fanzin #1

Page 1


2


III Burası öykü odam dedi kapıyı göstererek Kapının üzerinde bir kağıt. "Hiç kapanmamışlığına hasret." Yerlerde minderler ve kitaplarla kaplı bir zemin Perdesi koyu bir bulut gibi kapalı "Okumanın vakti yoktur." dedi Sekal. "Ojelerinin renginde bir kitap seç." Açık pembe bir kitap kapağı aradı gözleri dolapsız bir kitaplıktan Yerde yırtılmış kitap sayfalarının ve mürekkebi akmış minik not kağıtlarının arasında buldu. "Bu açık pembe değil." dedi Sekal "Senin gibi rengi solmuş. Çok konuşuyorsun diyerek sözünü kesti ve yere uzandı Jik. "Sen yabancı değilsin bense bir fakir derviş." Bunu seçti kitaptan jik. Göz göz geldiler ve yanına uzandı Sekal. Ece Ayhan zor olmadı mı şimdi? "Şimdi de gözlerinin renginde bir kitap seç." "Ne olduğunu bilmiyorum ama o akşam -o akşamı yaşadıkça unutamam- başımdan mucize gibi bir olay geçti." Bir an durdu Jik. "Bu günü asla unutamayacağım." "Başından ne geçti ki?" diye sordu Sekal. "Henüz değil." dedi ve üzerine çekti Sekal'ı. "Dudaklarının renginde bir kitap seç" "Böyle şeyler, dedi ona, "ancak aşk uğruna yapılır." "Dudakların bu renkte değil ve sen kolera değilsin." dedi Jik. "Hayır, düpedüz aşk bu." dedi Sekal dudakları birleşmişken Jik ile. "O saatten sonra, dediğine göre, soyunup giyinmenin yorgunluğu, horozlar gibi güpegündüz sevişmenin zevkinden 3


daha büyük oluyordu. Öyle ki..." "Yeter! Hala kitabı mı okuyorsun sen?" Ufak bir gülümsemeyle kitabı fırlattı ve Jik'i altına aldı Sekal. Artık kitaplar bir zemin ve terlerini satırlarına katacak huzurlu bir yatak oldu onlar için. Yerden, terlerinin ıslattığı bir kitap daha aldı Sekal. "Tümüyle senin olan, ölene dek seni bekleyen küçük köpeğin Vladimir Mayakovski." Jik kafasını arkasına doğru çevirip Sekal ile gözgöze geldi. "Burası bizim için uygun değil galiba. Ateşinin tüm kitaplarını yakmasını istemem." dedi. Sekal elleriyle Jik'in belini sımsıkı kavradı ve "Kitaplar her zaman böyle bir sahneyi izlemek isterler." dedi. Ayağa kalkıp perdeye doğru ilerledi Jik. Kitaplar ayağının kaymasına neden oluyordu ki Sekal tekrar belinden kavradı Jik'i. Jik perdeye asıldıkça odaının gürültüsü artıyordu. Perde daha fazla dayanamadı ve üzerlerine kapaklandı. Oldukları yere uzandılar. Bulutlarda uyuyacakları uzun bir gün başladı. Sekal Ve Jik'ten. Judzym

4


HİÇ Var olduğunu kanıtlayamayanlar yok olduğunu kanıksarlar. Öylesine sikik bi nefes alıştır ki yaşıyorum dediğin, doğarken giydiğin garibanlık hırkası görünmezlik pelerinin olur. Bundandır ki yakarsa dünyayı garibanlar yakar. Bundandır ki sokarsın düzenine. Aynı bollukta buluşamayan insanların, sahip olduklarının, kıt kaynaklar olduğuna kanaat getirememesi, soğuk bi kış sabahı yalın ayakla kaan'ın at getirmesine denk düşmesi fikri kafanı yapar. Ortada ayan beyan duran eşitsizlik hayatın matematiği sayesinde çözüme ulaştırılabilir. Denklemin iki tarafını da bakarsın ve çözüm çok zordur. Hiçliği 0 kabul edip her iki tarafı da hiçlikte çarparsan, en hızlı kurtuluşa en çabuk çözüme ulaşırsın. Yok saymaya yeltendiğin şey, tam var olmana sebeptir kardeşim. Gelin canlar hiç olalım.. Durul Akan

5


UMAY

Ah umay bir vakkum gibi içine çekiyorsun zamanı .. Ruhun şarapla yıkanmış sanki Öyle eski öyle eksik ki , her damlası yıllanmış bir efsane, tarih ,mitoloji gibi ...

ve çıplak tanrılara inanan putperestler gibi basit... Zaten bütün tanrılar birer put değilmi umay...

Göğe bak umay zaten gözle görünen bütün olağanların kendisisin .. İlla bir tanrı mı bütün bu. güzellikleri yaratmalı.. sade sıradan ve aptalın birinin gözüylede şaşkınlıklar yaratabiliyorsun umay...

Tanrıya bu kadar yakın ve tehlikeli duruyorsun , korkuyorum umay sen bu kadar cesurken ben aptallar gibi hala korkuyorum ..

Sana dokunmak istiyorum 6


Ellerim kollarımdan koparılcasına ve eklemlerim bütün acıyı içine süzünceye dek uzanmak istiyorum ama buda yetmez umay ..

Kapattığın kafesi aşıp taa gözlerinin içinden kendime bakmak istiyorum ...

Kendime bağırıp kendime kızmak , ama bunları sadece senin gözlerinden bakınca yaşamak istiyorum... Gözlerinde zavallı olmayı hatta aşağılanmayı yani biraz sende seni yaşamak için kedimi öldürmeyi bile...

Umay sokak sokak gezip önüme gelen her canlıya seni soruyor ve tuhaf karşılanıyorum .. ...

Bir çiceğe seni sorduğumda susuyor Uçan kuşa , kediye , balığa sayamadığım binlercesine hadi bunları geçtim dilini yutmuşcasına insan bile... Gülmekle öfke arası bir yerdeyim şimdi .. Umay diyorum .. Tanımıyorlar ... Tanımıyoruz diyorlar ... 7


Tanımıyorlar seni, sussuyorum .. Küfürleri ağzımda eziyor ve bütün gücümle parçalıyorum , dişlerimin kırıldığını duyuyorum... Artık seni kimseye anlatmayacam umay

Tanrı şahidim olsun ki seni hiç kimseye anlatmayacağım...

Sen , aşkı anlatan bütün yazılardan koparılmış eksik bir cümle olarak kalacaksın...

8


Görünüş ve Gerçeklik Üzerine

ve

Dış dünyayla bağlantılı olan bilgilerimiz duyularımızdan gelir. Peki duyularımız güvenilir midir? Nesneler biz onları görmediğimizde de var olmaya devam ederler mi? Sağduyu realizmine göre fiziksel nesnelerden oluşan bir dünya var biz onları görmesek de var olmaya devam ediyorlar. Peki sağduyu realizmi, şüpheci açıklamalara ve sorulara ne kadar dayanıklıdır?

Yanılsama argümanı diye adlandırılan argüman şüpheci bir argümandır. Birçoğumuz bizden uzakta durmakta ve bize doğru gelen bir kişinin arkadaşımız olduğunu sanıp, el sallamışızdır. Sıcak havalarda yola baktığımızda yolun hareket halinde olduğunu düşünmüşüzdür. Bunlar yanılsamalardır ve duyuların her daim güvenilir, sarsılmaz olmadığını gösterir.

Düşünce deneylerinden biri olan Kavanozdaki Beyin deneyi oldukça meşhurdur. Kavanozdaki beyin deneyinde, bir bilim adamı tarafından laboratuvarda kavanoz içinde tutulan bir beyin olduğunuz düşündürülür. Hissettikleriniz, yaşadıklarınız beyninize gönderilen elektrik sinyalleriyle gerçekleştirilir. Yani gerçekte bir bedeniniz bile yoktur. Bu deney, en uç felsefi şüpheye götürür. Bir başka felsefi derin şüphe de Solipsizm’dir. Kelime anlamı olarak “tekbencilik” demektir. Solipsizm, tüm eylemlerin zihin ürünü olduğunu söyler, solipsizme göre sadece gayri maddi düşünceler 9


vardır. Solipsizme inanmak, psikolojik olarak imkansız görülür. Felsefi bir öğreti olmaktan ziyade bir hastalığa daha yakındır. Kolaylıkla kabul edebileceğimiz türde bir düşünce olmamasının sebebi başkalarının varlığını kabul etmeye alışmış olmamızdan gelir.

Görünüş ve gerçeklik tartışması dile geldiğinde üzerinde düşündüğümüz bir diğer soru da “Rüya görüyor olabilir miyim?” sorusudur. Warburton bu soruyu şöyle cevaplar: “…hep rüya görüyor olmam durumunda, rüya kavramının kendisine sahip olmam mümkün olmazdı: Uyanık olmak kavramına sahip olamayacağım için, rüya görmenin bizatihi karşısında duran hiçbir şeyim de olmazdı.” Fakat devamında şüphecilerin her zaman rüya gördüğümüzü değil belirli bir anda rüya görüp görmediğimizin farkına varamayacağımızı iddia ettiklerini de ekler.

“Sarılık hastalarına göre sarıdır her şey. Hepimiz sarılık olsaydık dünyanın sarı renkli olduğu gerçek kanı olmaz mıydı?” –Gary Cox O halde dış dünya hep gerçekte göründüğü gibi midir?

Nerrantsoula

BERRAKLAŞIP İNEN GÖZYAŞININ BİR HİMAYESİDİR BU:

10


Yapılandım ve yapıldım kapıya Moru çizip kaçtım sözlerden Anlatılmayı unuttukça dem oldum Unutuldum köşenin başında Çıplak dünyanın çıplak sevgilisi Bu gece soyun çıplaklığından Her şeyinden Kimse anlamadan elmaları gökyüzüne at Öptüm, niyetini atarak kaçmaktı sen Tapılacak bir yıldız Tarlalarda işçi tırnağı Bir annenin zamansız kaybedilmesiydin sen Benim ben çizgimi kanallara gömüp Nil'de boğan sen Yılanlara zeminsiz suyun yolunu bulduğunda Dünyayı durdurmakta Sen suyu Ölüm memesinin ilk sütü tazeliğinde dişime bir anı getirir Uçsuz özdekte

Kapılma rüzgarı bir sese güldü 11


Ara sıra Birin Ara sırası Bir daha Kahkahanın üzüntüye çelik pençesi Tıkırdadı mutluluklar Geçirtisiz gün ve su sesi Karıştı Her zaman İlkti bir ilinekti sen kaçarak Dakikada milyon yıllık uçuşun Üçü kaçırıp dördü öpmesi gerek Derlerin garibiyle kimsesiz yurdunun sevişmesine Tanıklar gösterilmeli Aşka renklerini meşru kılma sanatına denk tutularak Sanatçı ben, derler bana sen Meşruiyetsiz yaşamda

Topuklu kadar bir tutam saçın yoklukta Varlığı Çarkından çıkarıldı bir tutam öpmeyle 12


Kıyılamazdı sana öpmelerde Öpülemezdin sen Sen öpülemezdin Sen Sen............. Anlaşılmak uzak İrkilerek yıkılmaya

Tepenin aşılması güneşin Batması benim Doğması sendin Dağlar bizim Vasiyet gereksizliği ve...... ve sus and gözyaşı...

13


İyiler yaram kafiye Eski günler bazen geliyor insanın aklına sanırım ben de biraz insanım. Beyoğlu’ndayız , Beyoğlu’nun Beyoğlu olduğu zamanlar, bizler birer serseri mayın, birer haydut, birer birer müptezel tayfayız ama ayrı ayrı, gündüzleri bir yeşillikte pinekliyor geceleri sözleşmişçesine buluşuyoruz. İste yine o günlerden biri. Ada kafe var. Ama yok aslında. Tadilatta. Yine nasıl sarhoşuz. Gün sabaha göz kırpmış, kafalar leş. Elimde mutlu aşka inanmayan bi lavuğun kitabı ama nasıl bir inanmamaksa bu durmadan kurşun atıyor pezeveng, belamız follofos yani. Güven timi var biraz etrafta, marjinal abiler ablalar, geleceğimizi gördüklerimiz, gelmişini geçmişini siktiklerimiz, etraf hınca hınç hep. Uzatmayalım. Ne diyordum. Heh elimde malum kişinin şiirleri, başlamıştım bi kıyısından kıvırmaya yaprakları ben kıvırdıkça başka birileri doluyordu dolduruyordu. Bi kaç işportacı şarap diyordu o zamanlar bana. Şaraba vurmuştum bıkıp da dumandan. Ama sentetiğiz tabi içimiz kanalizasyon kafamız bok. Ne diyordum ben, heh, yağmur çisilemiş istiklal caddesine, sanırsın cadde toprak burnumda nasıl özlem, biblolar halislenmiş köşelere, hangi köşeye baksam bir şiir. Açtım kitabı bağırdım bir süre, ama nasıl bağırmak avaz avaz. Sonra bi kendime geldim, iyi abiler ablalar ellerini ellerine vuruyor benim için, nasıl uyandım. Hal bu ki biliyorum da ne dediğimi. Hiç bi şiir o sabah ki kadar güzel olamadı işte. Hiç o kadar acı çekmedim sanki. Anestezi nasıl sevilmesin yıl 1848 bende zenci. Neyse. Neden bu kadar uzattık ki. İnsan en boktan zamanlarında bile o kadar güzel şeyler yaşayabiliyor ki nasıl özlemesin. Nasıl mecburuz bazen insan olmaya. İyiydi be kardeşim, bizler kes pislikler çulsuz avareler belli belirsiz divanelikler iyi cesaretler. Yine bi 18 martı bekliyordum tabi şimdi biraz daha iyi anımsadım, yine iyi anımsadım, iyi anımsadım. İyi. Durul Akan 14


Kokunu kağıda çekeceğim şiir olacak Sonra, dahası cılız postnişin! Donuk müritlerim için binbir Hıdırellez ateşi Çatpat gün ışığında farkındalık, güneş mesaisinde curcuna. Havas ilmi topluma deva olamaz Ondandır sıkışık tramvay stigmatası Havas üç harflileri kullanmaz -Yaşasın Proleter EnternasyonelBende yasaklı hokus ve pokusu Kehanetim sıyırdı.- bu sadece varsayımİstanbul'un izdüşümüne gölgem vuruyor. Şiir bitiyor, kokun geliyor.. Umut Cansu

15


Kim Olduğumuz Merhabalar, bu yazı aslında antropoloji ile ilgili olacaktı. En azından benim düşündüğüm ve bu yazıyı teslim edeceğim arkadaşa söylediğim buydu. Sonra bahsi geçilen arkadaş bana "her konu hakkında yazabilirsin" özgürlüğü verince bunu sanırım kullanıp rahatlamak istedim. Bir acım var bu hayatta kimseye anlatmak istemediğim, çözümü olmayan sadece alışmam gereken bir acı. Evet biliyorum dünyada bunu tek hisseden insan değilim. Ama insanların gelip "senden daha kötü olan insanları düşün" gibi cümleler kurmasından da hoşlanmıyorum. Tamam kardeşim tek sıkıntılı ben değilim ama buda bana ağır geliyor işte! O kadar sıkıldım ki klişe sözcüklerden, klişe insanlardan bu beni uzaklaştırıyor artık herkesten birine "kurallar gereği" hissetmediğim kelimeleri sarf etmek istemiyorum artık. Tamam kadınım ama sevgi dolu ve kibar olmak zorunda değilim. Hislerimi sizlerden saklamak zorunda değilim. Bunu tercih etmemin nedeni yine sizlersiniz. Sizin küçük beyinleriniz sadece insanları yargılamak yanlış anlamak üzerine kurulu olduğu için kalbinizin karartısıyla dediklerimi anlamayacaksınız. Kafanızda sınırladığını kalıplar dışına çıkan insanları 16


yargıladığınız sürece evet size anlatmayacağım. Alışık olmadığınız durumlarla karşılaştığınızda anlamaya çalışın artık. Sevgi ile yaklaştığınızda her şey güzelleşecek kabul edin şunu artık. Korkmayın birine "seni seviyorum" demekten artık. Hislerinizi söylemekten, size hislerini söyleyen insanlardan korkmayın artık. Korkmayın ki ben ve benim gibi insanlarda anlatsın acılarını artık. Farklılıklardan korkuyoruz, tanımadığımız insanlara gülümsemekten korkuyoruz. Sesimizi çıkarmaya "kim olduğumuzu" öğrenmeye korkuyoruz. Çünkü toplum yapısı bunu istemiyor. Ben mesela her sabah ekmek almaya leopar desenli pijamalarımla gitmeyi seviyorum bana bakıp gülüp manyak mısın sen diyen insanları da anlamıyorum açıkcası anlamak da istemiyorum. Sizin koyduğunuz kurallara göre yaşamak istemiyorum ben leopar desenli pijamamla okula da gitmek istiyorum mesela. Gerçekten benim gibi hisseden insanların olduğunu biliyorum ama onlarında sanırım bunları dile getirecek halleri yok. İnanın benim var ama her şeyi yazabilirsin cekimsizeylem dediler hemen bu konuya değindim ilk yazıda içimde kalmasından iyidir en azından. Bundan sonraki yazılarım antropoloji-psikoloji ile ilgili olacaktır. Sevgiyle kalmanız dileklerim ile... Çekimsizeylem.

Joan Miro (1893-1983) Sürrealizmin, modern sanatın temsilcisi, kral yıkıcı dahi. İspanyol Katalan ressam, heykeltıraş, seramik sanatçısı. Soyut, figürcü, dışavurumcu... Şiiri resmeden, resmi şiirleştiren deli. Beğendiğiniz herhangi bir modern resmin, Miro imzalı olması epey yüksek ihtimaldir. Bir kez Miro’ya aşina olduktan sonra, nerede görseniz onun fırçasını tanıyacaksınızdır. Küçük yaşta resim eğitimine başlayan sanatçı, ilk başlarda Van Gogh ve Picasso gibi isimlerden etkilenmiş ve ilerleyen dönemlerde kendi imzasını bulmuştur. Canlı renkler ve neşeli desenler, bilinçaltına dokunma arzusu… Teması genelde kadın, gökyüzü ve 17


kuşlardır. Miro bunları ‘içimde derin bir kaçma arzusu vardı, umutsuzca kendime kapandım. Gece, müzik ve yıldızlar resmimde rollerini üstlendiler’ ‘Benim kadın dediğim, bir canlı olarak kadın değildir, evrenin kendisidir’ cümleleriyle anlatıyor. Resimlerinde deforme olmuş izlenimi, çarpıtılmış hayvansal formlar ve alışılagelmişten uzak geometrik şekiller vardır. Dönemin getirdiği genel sonuç neticesinde, tıpkı Picasso gibi İspanya iç savaşının etkilerine maruz kalmıştır. İspanya lideri Francisco Franco, ülkesindeki huzursuzluğu ve şiddeti gizlemek için ülkenin önde gelen sanatçılarından dünya fuarında sergilenecek eserler istemiştir. Picasso ‘Guernica’ adlı eserini, Miro ise ‘El Segador (orakçı)’ adlı eserini ortaya koymuştur. ‘Elbette bunu protesto amaçlı yaptım, Katalan köylüsü gücün, bağımsızlığın ve dayanıklılığın simgesidir’ diyor Miro. Kısacası fuar, amaçlanandan çok daha farklı bir sonuç vermiş, zulme karşı ressamların boyalarıyla seslerini yükselttikleri bir platform olmuştur. Gençliğinde ettiği ‘resmi tamamen imha etme’ yeminini yaşlılığında tuvallerini tahrip ederek ya da yakarak gerçekleştirmiştir. ‘Resmin ötesine geçmek için resmi katlettiğini söylemiştir. Aclla Huasi

18


DAMLARIN ARDINDA

Kaynayanların savaşıydı Beklenmedik bir savaştı Toprakların bir bir kan ile yıkanıp 19


Saflığa satılmak istenmesiydi Kırmızın yalanıydı bu Siyahın ise yaşaması Unutulmaktı bütün mesele Doğrunun mesela Doğrunun unutulması! Öldürülmenin denkliği doğruydu.

Evet bugün savaştayız Ares, Athena'ya boyun büktürmek üzere Hayır Hayır Bu kabul edilemez Athena kaybedemez Kaybetmemeli Tanrım demek yoktu derken Yüce Zeus yardım et duası kol gezdi nedenlice Evren'de Zeus kızdı yine kızdı Kırmızın ve siyahın yemini sizsiniz Anlatıldı çok sefer anlatıldı Başkanın başkasıydı artık Başkalarının başkası anlatılmalıydı sebeplice hem de. 20


Kalemlerimiz kırılmalıydı artık Kökten kırılmalı kaygılarımızla tırnaklarımızla yazmalıydık gerçekleri ayrıca Topuklarımıza halkımızın rüzgarı esmeliydi Sedasız herkes uyuduğunda Yazılmamalı ben dünyası başka dünya yok korkusuyla Yazılmalı korkular ve ölüm kokusu Geyiklerimizi indirmek gerekti Aslanların pençesindeki ceylanlara inat. Rengimizi kaybettik artık kopuk kopuk kopuktu Anlayamayanlaraydı bunlar gerçek gerçek gerçekti Ölüm denizinde ölümsüzlük Parça parça unutmaktadır ben Doğumları Sadece ölümler hatırda 21


Zamanın çılgınlığı devrilip Tamamlanmalıydı Her seferinde yıkılmadan Kendimizi İnsanlarda Kucaklamalıydık Tarlalarımızda Ölüm tohumu Ekilip Sofralarımıza Öğün Olmaya Aday Olsa da...

PAYİDAR DUYGULAR

22


Kelimelerin kıymetinden anlayanlar için konuşmak ziyadesiyle zordur. Bu yüzdendir ki çok elzem olmadıkça sözcükler sarf etmezdi. Çoğu kimseler onun bu durumuna acır, bunu bir acizlik olarak nitelendirirlerdi. Tabii haklılardı. Her gün hiç düşünmeksizin binlerce boş cümle sarf edebilen bu insanların yanında, acizliğin tanımı tam olarak bu olsa gerekti. Birçok çevresi onun kusursuz bir mutluluk arayışında olduğunu zanneder, suskun ve içine dönmüş olmasını buna bağlarlardı. Hakikat ise başkaydı. Mutluluğu arayan bir kimse değildi. Her anı, her dakikası mesut geçmeyecekti bittabi. Böyle bir dileği de yoktu. O, yaşamı boyunca bir tek konudan dert yandı. Bunu hep söyledi. İnsan denilen varlık cimriydi. Hislerinde, sözlerinde cimriydi. Bakışlarında, Siz de gittiniz tebessümünde cimriydi. Evvela efendim, ben de sevgisinde cimriydi. Bu gittim. Hep belirsizlik ve eksiklik evrenle kopabilmek birlikte onun gönlünde de umuduyla gittik. yaralar açtı. Katılaşan hislerden biraz olsun kaçmak, uzaklaşmak ve onları yıkabilmek için dostlarını sık sık aradı. Gönlünden geçenleri onlara söyledi. Sevgisini ve onlara karşı beslediği tüm payidar duyguları her defasında göstermek istedi. Ne kadar özel olduklarını öğrenmelerini ve mutlu olmalarını yeğledi. Tüm bunlar şahsına yapılsaydı mest olurdu, dost olurdu. Olmamalıymış, olunmazdı, olmazlardı. Zinhar böyle menfaatsiz, masum duygular beslememeliydi.

Fevkalade bir vefasızlık ve harikulade bir yalnızlık bu defa da onu bulmuştu.

23


Hayatta her birimiz tek başına bırakılmak yahut kendimizle baş başa kalmak korkularını barındırırız. Kendi gizlerimde kaybolduğum zamanlarda kalbimi bulmak için değil de, içimden bir an önce uzaklaşmak için kaçtığımı hatırlarım. Yalnız ruhumu teselli edebilmek uğruna gururumun sesini duymazdan gelişlerim, aldanmak meselelerim hala zihnimdedir. Daima birtakım kimselerle bağımızın bulunması ihtiyacımız, hiçbir zaman tam anlamıyla bir yerden, bir şeyden kopamamamızın nedenidir. O da her gururlu insan gibi hiç kimseden tam olarak kopamazdı. Giderken her şeyini götürmezdi. Muhakkak birkaç eşya veyahut bir miktar hissiyatını hatırlanmak üzere bırakırdı. Çünkü o hiç kimseyi unutmaz, hiçbir yaşanmışlığı hatırından çıkarmazdı. Bir posta kutusunda yalnız kalmış mektup kadar tek başına bırakılmış da olsa, bir pul olsun iliştirirdi zarfının kenarına. Gitmek manasını tam anlamıyla bulmamalıydı. Ve bıraktıkları, hatırlandığında bir çiçek kadar mutluluk verebilmeliydi. Onun sayfası diğerlerinin açtıkları gibi beyaz değildi. Geçmişi defterinin yapraklarına kadar ilerliyor, hüznü kalemini çekimser tutuyor ve özlemi yazılarını silikleştiriyordu. Siz de gittiniz efendim, ben de gittim. Hep kopabilmek umuduyla gittik. Uzun soluklu sükutlara maruz kaldık ya da bırakıldık, buna siz karar verin. Kadirşinas bildiğimiz birkaç hakiki dostla içilen köpüksüz kahvelere bile yüksek derecede özlem besledik. Aynı özlemi hissedebilmek umuduyla döndünüz, ben de öyle. Umuyorum ki beklediğinizi buldunuz. Ezkaza karşılaşmalarda yüzünü genellikle kocaman bir gülümseme kaplardı. Hele birkaç zaman yalnız kalbiyle meşgul olduktan sonra insanlara verdiği değerin ve hissin dozunu artırırdı. Uzun vakit görüşülmeyen bir akransa karşısına çıkan, sımsıkı sarılıp hiç bırakmak istemezdi. Onunla karşılıklı uzun uzun oturmayı dilerdi. Genellikle konuşmalarında laf lafı açmaz fakat gözlerinde hep bir 24


cümbüş olur, bu da tüm mühürlü sözleri anlatmaya yeterdi. Yahut kendini böyle avuturdu. Eğer sonucunda ruhunu doyurabilecekse adının aldanmak veya başka bir söz grubu olmasının bir farkı yoktu. Bundan böyle kelimelerin kırıcı hakikatlerinden kaçacak, yaşamını böyle sürdürecekti. Böylesi daha katlanılabilirdi. Sürdürülebilirlik ilkesinin bazı şeyleri görmezden gelerek daha rahat sağlanıyor olmasını anlayabilirim. Fakat sonsuz bir yaşamın da var olduğunu düşünürsek bu pek gerçek olmayacaktır. İnanıyorum ki kendimize saygımız, güvenimiz ve itimadımızın miktarı yeterli oranda olursa ne aldanma, ne de insan ihtiyacımız kalır. Bu demek değildir ki ben tek başıma yaşarım veya hiç kimseyi sevmem. Ölçüden kastediyorum efendim. Kendimizi birtakım kimselere bağımlı kılmamızdan bahsediyorum. Sizler birer bireydiniz. Derdinizle, devanızla, fikrinizle, gönlünüzle birer bireydiniz. Ümitvâr kişiliğinizle vardınız. Ne vakit kendinizi kaybedip de aramaktan vazgeçtiniz? Aslında her biriniz kendinize kâfiydiniz. Hazzınızın hissinize yenilmesini umuyorum. Hilal YILDIRIM

25


UZAKTAKİ .... Yemyeşil çimenlerin üstünde, Dicle nehrinin kenarında oturuyorsun. Diclenin sesi bin yıllardır değişmeyen ebedi bir fon müziği gibi. O kadar ayrıntı var ki burda neye odaklacağına şaşırıyorsun. Bir gece yıldızlar arasından üç perinin, Karluk ülkesinin miri Alana aşık olan Zeryanın gördüğü düşü mü görüyorsun? Yoksa aşkına karşılık veremeyen zavallı divana Zembilfrosu mu? Diclenin ustunden yakamozlar birikiyor. Karşıda on gözlü köprü üstünde nice sevdalıların türküsünü söylüyor sanki. Diclenin kenarındasın başında bir taç rengarenk ve dilinde buralara ait bir türkü var. Dicleye söylüyorsun ve oda Fırata söyleyecek türkünü. Sonra hayıflanıyorsun kendi kendine üzülüyorsun. İnsanlığa beşiklik etmiş nice badirelerden geçmiş, Ama ona rağmen kendi asaletinden bir şey kaybetmeyen bu şehre üzülüyorsun. Bir damla göz yaşı düşüyor gözünden. Bilal Çiftçi. Temmuz 2010

26



Gün İşte Saat 06.45, Alarmın kulağıma bağırmasıyla uyanıyorum. Bir türlü alışamadım şunun zırıltısına. Yavaşça doğruluyorum yerimden. Yatak gıcırdıyor yine. Anlaşılan o da rahatsız yükümü taşımaktan. Uykumu su ile siliyorum yüzümden, mutfağa doğru ilerliyorum. Kahvaltımla randevum var. Geç kalmamam lazım. Bunca yıldır her sabah koşulsuz ve sadakat içinde bana eşlik eden tek dostum çünkü.

Saat 08.00, Nihayet işyerime geliyorum. Henüz kimse yok burada. Sessizce yerime oturuyorum, kafamı yaslıyorum masama. Öyle bekliyorum bilmem kaç dakika. Biraz sonra ışık yanıyor. Osman selam vererek giriyor içeri. Birkaç dakika geçmiyor ki, diğerleri de geliyor. Artık kadro tamam. Mesai başlıyor. Kolay gelsin.

Saat 12.00, Yemekhanede yemek yiyoruz arkadaşlarla. Karnım pek de aç sayılmaz. İçimde bir şey var, acıtıyor kalbimi üç sabahtır. Yemeğe konsantre olamıyorum. Öylesine yiyip kalkıyorum işte üç gündür.

Saat 14.45, Bilgisayarımın başındayım. Karşımda dünyalar tatlısı bir kız oturuyor. Ben onu çok seviyorum, o beni hiç görmüyor. Arkadaşı mı varmış, neymiş? Sonradan öğreniyorum. Sevgilim bile diyemiyor daha, arkadaşım diyor sadece. Daha fazla dinlemeye katlanamıyorum. Hızla uzaklaşıyorum oradan.

Saat 14.50, Kendimi lavaboda bir kabine sığınmış buluyorum. Nefes aldığımı hissetmiyorum. Ağlamak istiyorum, gözyaşlarım yakıyor yüzümü birden. Kusmak istiyorum tüm organlarımı, eğiliyorum biraz, ağzımı açıp zorluyorum kendimi, kalbim ağzıma geliyor, sığmıyor tabi çıkarmam için. Üzerime ışık gibi halsizlik yansıyor küçük pencereden. Kendimi yaslıyorum soğuk duvara en son, kapıyorum gözlerimi, bekliyorum öyle. Kaç dakika beklediğimi bilmiyorum artık.

Saat 15.45,


Hakan PABUÇÇU


BÄ°RAZ KAFKA


Franz Kafka, 20. yüzyılın ve Alman modern edebiyatının önde gelen isimlerindendir. Şüphesiz ”Dönüşüm” adlı eserini bilmeyen çok az insan vardır. Ama yine de hatırlatma yapalım veyahut okumayanlar için kısa bir özet geçelim. Eserin kahramanı Gregor Samsa sigortacılık işiyle uğraşan ve bu işinden nefret eden biri. Zorunluluklardan ve ailesinin borçlarını ödeyebilmek adına sigortacılık işini devam ettirmekte. Aynı zamanda Bay Samsa’nın babası ile ilişkisi kötü düzeydedir. Babasından nefret eden, desteğini hiç bir vakit göremeyen karakterin de hikayesidir aynı zamanda. Ve Bay Samsa yine işe gideceği vakitlerde bir böcek olarak uyanmıştır. Bir böceğe dönüşen Bay Samsa’nın ruh hali ve hayatı gözler önüne serilmiştir. Tuhaftır ki Kafka da Bay Samsa gibi sigortacılık işiyle uğraşmakta. Benzerlikleri meslekleriyle sınırlı kalmayan Kafka ve Bay Samsa’nın baba figürlerinin baskınlığı ile bir denklem oluşturmak mümkün. Franz Kafka=Bay Samsa. Bir hayvan gibi yaşamanın, hayvanlaşmanın evresindeyiz şimdi. Toplumun incinmiş ruhunu, açlığını, işsizliğini, sevgisizliğini, hissizleşmesini yüzümüze tokat gibi çakan bir hikaye. Hepimiz her sabah başka bir hayvana dönüşüyoruz. Aynı tempo ile aynı mutsuzluk ile işimize, okulumuza, evimize koşturuyoruz. Nasıl bir yaşantıda olduğumuzun artık bir önemi yok. Dönen bir çark, varolan bir çemberin içerisindeyiz. Ne çark kırılıyor ne de çember. Sabit kalan tek şey ”hissiz” insan topluluğu. Bir böcek olarak uyanan Bay Samsa tüm insanların başkalaşımıdır. Kitabın arka kapağında yer alan açıklama şu şekilde : ”Herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var… Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay.” Taylan İnce

paslanmış neşter


bu saat, o gece uyanıp, öncesinde bir sigara yaktırdığım sonrasında da o şarkıyı dinlediğimiz saatle sevişiyor. bir şişe yıllanmış acı açıyorum müsadenle. parmak uçların, ellerimin üzerinde serin ve hissiz bir gezintiye çıkıyor. sonra o paslanmış neşterle ellerimizi ayırıyorlar. her gün üç kere intihar ediyorum, kendimi asıyorum gri perdelerle. çıtırdayan kemiklerimden, fildişi kuleler yaptım kendime. penceremden içime sarkan döküntülerden kurtulmaya çabalarken, kendiyle cebelleşen siluetler yarattım. geceye tırnaklarını geçir, o aldığın zehirde görünen suratları yok etmelisin. hissizleştiğimizde ise içinde cesedini taşıyan bir insana dönüşeceğiz. şimdi, şu yerde sürünen huzurunuzu alıp, acılarınızla gömün kendinizi nerrantsoula


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.