1
www.istanbultarih.com
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu 2
M Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu Adına İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni İbrahim AKKURT YAYIN KURULU: Ahmet Melik ÜNAL Ayhan ÇİFTÇİ Hacer KOR Rabia Hayriye SOLMAZ Yaşar AKKURT TASARIM: Hidayet ERBAŞ İRTİBAT: Web Adresi: www.istanbultarih.com Mail Adresi: istanbultarih@hotmail.com Telefon: 0536 563 58 79 NOT: Tarihçe, Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu tarafından Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Yayımlanan yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aittir.
“Zafer inananlarındır ve Allah’ın izni ile yakındır…”
ensubu bulunmakla iftihar ettiğimiz bir Medeniyetin ve tarihin mensuplarıyız. Tarih boyunca barışa, adalete ve insanlığın huzuruna katkı sunan ecdadımız, zayıflayıp güç kaybettikçe zalimler güçlenmiş, zalimlerin hâkim olduğu bir dünyada da savaş, hukuksuzluk ve türlü insan hakları ihlalleri sahne almıştır. İslam devletleri döneminde Kudüs ve civarında huzur, adalet hâkim olmuşken, bölge 1. Dünya Savaşı sonrasında -Siyonizm ve arkasındaki güçler yüzünden -adeta barışa, adalete, huzura hasret hale getirilmiştir. Fazla değil bundan 95 yıl öncesine kadar bizim topraklarımız olan Kudüs ve civarı, türlü desiseler ve işgal ile bizden koparılmıştır. Hepimiz biliyoruz ki; zulum ebedi olamaz, kötülük elbette hüsrana uğrayacaktır. Fakat bu zulmün sona ermesi için tüm insanlara ve özellikle mâzîsi şan ve şerefle dolu olan bizlere büyük vazife düşmektedir. Hukuk çerçevesince elimizden gelen ne varsa Kudüs’te barışın tesisi ve dünyaya adalet nizamının hâkim olması için çalışmalıyız. Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu olarak bizler bu şuurla hareket ederek, Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin’in bizler açısından anlam ve önemini ifade eden “Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa Özel Sayısı” ile insanımızın Filistin Meselesi konusunda şuurlanmasına vesile olabilmek adına huzurlarınıza çıkıyoruz. Dergimizin bu sayısını bu konuya ayırmamızın sebebi ise Mart 2012’de gerçekleştirmiş olduğumuz Filistin ziyaretimizdir. Bu ziyaret vasıtasıyla İsrail’in hukuksuzluğunu, insan hakları ihlallerini, Kudüs ve civarındaki işgalini bizzat yakından müşahade eyleme fırsatı bulduk. Kudüs ve çevresindeki ziyaretlerimizde her yerde bizden, bizim tarihimizden izlerle karşılaştık. Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa demek bizim tarihimiz, kökümüz demektir. Diğer bir ifade ile Kudüs; Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubi, Kanuni Sultan Süleyman, Cennetmekan Sultan İkinci Abdülhamid Han demektir. Bunun içindir ki bizim Kudüs’ten uzaklaşmamız düşünülemez. Ziyaretimizde o bölgede karşılaştığımız Filistin’li kardeşlerimiz bizleri bağırlarına basarak; “Siz Türkiye olarak İslam âleminin önderisiniz, ne zaman ayağa kalkacak bizleri kurtarmaya geleceksiniz?” şeklinde ifadelerde bulunmalarına şahid olduk. Bu vesileyle bir kez daha görmüş olduk ki; Talihin ve tarihin yardımıyla günümüzde dahi insanlığın kurtuluşu için tüm dünya mazlumlarının gözü, kulağı İstanbul’da ve Türkiye’dedir. Dergimizde Filistin Meselesinin yanı sıra Meselesinin aslını anlamak maksadıyla Kudüs’ün tarihine etki eden olayları ve tarihi şahsiyetlerin Kudüs’e katkılarını ve mücadelelerini anlatmaya çalıştık. Bu sayımızda da–her zaman olduğu gibi- birbirinden değerli isimleri dergimizde misafir ettik. Mescid-i Aksa’nın muhâfızı Şeyh Râid Salah, İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım, Araştırmacı-Yazar Nureddin Yıldız gibi değerli şahsiyetler yazıları ve röportajlarıyla dergimize şeref vermişlerdir. Ve yine Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa tarihinin önemli parametreleri sayılan tarihi olayları ve konuları, değerli yazar kadromuzun kaleminden okuyacağız. Ayrıca Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın tanıtımına yönelik tanıtım yazılarını okuyup, Kudüs’e ziyarete giden insanların duygularını da öğrenmiş olacaksınız. Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın gönüllerimizde hak ettiği değeri alması ümidiyle… İbrahim AKKURT Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu Başkanı
3
TAR‹HÇE
İÇİNDEKİLER
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
9
Mirac Hadisesi Üzerine Mülahazalar
37
4
44
Cennetmekan Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın Filistin Hassasiyeti
Mescid-i Aksa Muhafızı Şeyh Raid Salah
20
28
Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs Sevdası
55
87
Zamanımızın Mus’ab Bin Umeyr’i Muhammed Furkan Doğan
48
İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım
Kanuni Sultan Süleyman’ın Kudüs-ü Şerif ’e Hizmetleri
Şeyh Ahmed Yasin ve İlk İntifada
69
Mescid-i Aksa içerisindeki Eserler
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Sultan İkinci Abdulhamid Han Sevgisi Meydanları Doldurdu.
T
arihine Sahip Çıkanlar Topluluğu olarak tertip ettiğimiz “Vefâtının 94. ve Doğumunun 170. Yılında Sultan İkinci Abdülhamid Han’ı Anma” programımız 11 Şubat 2012 Cumartesi günü coşkulu bir kalabalığın katılımıyla Çemberlitaş Birlik Vakfı Konferans Salonu ve Sultan İkinci Mahmud Türbesi önünde gerçekleşti.
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu olarak 4 senedir gerçekleştirdiğimiz ve gelenek haline getirdiğimiz Sultan Abdülhamid Han’ı anma programımız bu yıl 2 kısımdan müteşekkil idi. Birinci kısım 12:00 – 13:30 saatleri arasında Çemberlitaş Birlik Vakfı Konferans Salonunda, İkinci kısım ise İkinci Mahmud Türbesi’nde Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın kabrinin önünde gerçekleştirildi. Çemberlitaş Birlik Vakfı’nda 12:00’de başlayan programımız Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu olarak 10 Şubat 2009’da başlayan ve günümüze kadar gerçekleştirdiğimiz 6 programın fotoğraf ve görüntülerinin yer aldığı Tanıtım Klibimizin gösterimi ile başladı. Tanıtım Klibimizin gösteriminden sonra Topluluk Başkan Yardımcısı Ahmet Melik Ünal, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın hayatından kesitler isimli bir sunum gerçekleştirdi. Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu Başkanı İbrahim Akkurt yaptığı kısa selamlama konuşmasında şu sözlere yer verdi: “Ülkemizde maalesef tarihe gereken ilgi ve alaka gösterilmiyor. Fakat tarihi çarpıtan diziler ve tarihi şahsiyetlerimize hakaretler edildiğinde ne hikmetse tüm herkes tarih şuuru ile doluyor ve meydanları dolduruyor!” dedİ. Programımıza Sultan İkinci Abdülhamid Han’ı ve Dönemini anlatan bir panel ile devam edildi. Panelde ilk konuşmacı “Sultan İkinci Abdülhamid ve İstanbul” isimli sunumuyla Cüneyt TEPE idi. Cüneyt Tepe yaptığı sunumda Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın döneminde İstanbul’a katkılarından ve projelerinden bahsetti. Tepe “Bir padişah düşünün ki, bir taraftan halife diğer yandan İslam Birliğini kurmaya çalışıyor, diğer taraftan ise operayı, tiyatroyu takip eden polisiye romanların tercümesini yaptıran bir kişi. Bu yapıda bir devlet adamı şu an bile bize garip gelebilir fakat bu yapı Sultan Abdülhamid Han’ın düşünce dünyasının genişliği ile alakalı bir şey. Sultan Abdülhamid Han’ı anmak elbette güzel bir şey, fakat önemli olan O’nu anlayabilmektir.” dedi. Cüneyt Tepe sunumunda; Sultan Abdülhamid Han’ın İstanbul Boğazı’na yapılması için proje hazırlattığı “Cisr-i Hamidi(Hamidiye Köprüsü)”’, Tüp Geçit Projesi, Daru’l Aceze, Şişli Hamidiye Etfal Hastanesi, Hicaz Demiryolu’nun başlangıç noktası olan Haydarpaşa Garı ile alakalı konularda detaylı bilgiler verdi. Paneldeki ikinci konuşmacı “Eserleri ve İcraatları ile Sultan İkinci Abdülhamid Han” isimli sunumuyla Ayhan ÇİFTÇİ idi. Ayhan Çiftçi konuşmasında çok çarpıcı bilgiler verdi. Çiftçi “Sultan Abdülhamid Han, eğitimi Anadolu’nun en ücra noktalarına kadar yaymış bir padişahımızdır. Cumhuriyet’i kuran neslin modern bir eğitim sisteminde yetişmesini Sultan Abdülhamid Han’a borçluyuz. Yine aynı şekilde askeri alanda; Milli Mücadelemizi kazanabilmişsek bilin ki Sultan Abdülhamid’in modern teknoloji ile oluşturmuş olduğu askeri ve siyasi oluşuma borçluyuz. Kız çocuklarımızın eğitime başlamasını ve öğretmen olabilmesinin önünü açtırdığı okullarla Sultan Abdülhamid sağlamıştır. Abdülhamid Döneminde ekonomik alanda halk refah içerisinde yaşamıştır. Enflasyon o dönemde 0 idi. Bugün hala bizim denizaltımız yok, fakat o dönemde 2 adet denizaltı almıştır. Sultan Abdülhamid, Bagnam Paşa gibi askeri alanda uzman kişileri ülkemize getirterek, Rauf Orbay gibi askerlerin yetişmesini sağlamıştır” dedi.
5
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Paneldeki son konuşmacı “Sömürgecilik ve Siyonizm Karşısında Sultan İkinci Abdülhamid Han” isimli sunumuyla İbrahim AKKURT idi. Akkurt konuşmasında “ Ortadoğu kadim dünyanın merkezidir. Ortadoğu ile tabir edilen bölgeye tarih boyunca sahip olan milletler dünyaya hükmetmiştir. Sultan Abdülhamid Han, döneminde sömürgeci devletlerin Ortadoğu’ya hakim olma çabaları karşısında dahiyane politikalarıyla 33 yıl boyunca o bölgenin Osmanlı toprağı olarak kalmasını sağlamıştır. Bölgenin petrol haritasını çıkarttırarak, petrol bölgelerini tespit ettirmiş ve düşman işgali tehlikesine karşı bu toprakları şahsi mülkü haline getirerek işgal zamanında o toprakların devlete kalması için çaba sarf etmiştir. Fakat Abdülhamid’i indiren İttihat ve Terakki mensupları bu toprakları devlet arazisi yaparak işgal karşısında elimizden çıkmasına neden olmuşlardır. Sömürü ve işgal altındaki Müslüman milletler Osmanlı hilafetini sömürgeden kurtuluş olarak görmüşlerdir. Hicaz Demiryolları projesi için Sultan Abdülhamid ”Hicaz Demiryolları benim eski rüyamdır” demiş Fransızlar da bu proje için “Gerçekleşmesi mümkün olmayan bir İslam Birliği Hayali” demişlerdir. Dünya Siyonizminin kurucusu Thedor Herzl, Sultan Abdülhamid Döneminde 1897 yılında Basel Konferansını tertip etmiş ve bu konferansta aldıkları kararlar neticesinde Filistin’de bir Yahudi devleti kurmayı hedeflemişlerdir. Sultan Abdülhamid tahttan indikten sonra 1917 yılında İngilizler vasıtasıyla bölgeye yerleşerek Basel Konferansından 50 yıl sonra hayellerindeki İsrail Devleti’ni kurmuşlardır. Sultan Abdülhamid, Filistin davasının ilk mazlumudur. Filistin için taht-ı tacını kaybetmiştir. Bu ifade Filistin Dışişleri Bakanlığı yapmış Refik Şakir En-Nedşe’ye aittir. Bizler de bugün Sultan Abdülhamid’in yetimi olan Filistin’e sahip çıkmalıyız” şeklinde bilgiler verdi.
döneminin anlatıldığı kitapçıklardan hediye edildi.
6
Anma programının ikinci kısmı Çemberlitaş Sultan İkinci Mahmud Türbesi önünde gerçekleşti. Sultan Abdülhamid Han’ın kabri önünde toplanan kalabalığa Hafız Yavuz Altun Kur’an-ı Kerim ziyafeti verdi. Okunan Kur!an-ı Kerim tilavetinin ardından İlahiyatçı Dr. Hikmet Atan Hocamız Sultan Abdülhamid Han’ın ruhu için okunan hatimlerin duasını yaptı. Yapılan hatim duasının ardından program sona erdi. Programa katılan herkese Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu bünyesinde yayınlanan “Tarihçe” isimli dergi ve Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın hayatının ve
e
r ,
n i
l a
k ş
i
n a
ı n
e
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Ana Hatlarıyla
K
KUDÜS Tarihi
udüs, tarihteki en eski şehirlerdendir. Tarihçiler Kudüs’ün inşa ediliş tarihi için kesin bir şey söylememektedirler. Kudüs şehri, Mescid-i Haram’dan 40 yıl sonra kurulmuştur. Tarihi kaynaklara göre Kudüs şehri kurulduğunda çölden ibaretti, ne vadi ne de dağlara rastlanıyordu. Milattan 3000 yıl önce, Şehre ilk hicreti Arap Kenâniler yaptı. Bu göçler Arap yarımadasının kuzeyine gerçekleşmiştir. Daha sonra Ürdün nehrinin batısına yerleşmişlerdir. Kudüs şehri göçler sonucunda genişledi ve Akdeniz’e kadar uzandı. Bölgenin adını Kenan yeri (Nehirden Denize kadar olan bölgede) koydular. Kenan bölgesin de Kenâniler bir şehir kurup adını Urşelim koydular, şehir merkezi haline getirdiler, vatan ve toprak sahibi oldular, bundan dolayı şehrin adı Yebus oldu. Bu bölgeye saldırılarda bulunan Mısırlıların ve Sina çölündeki kaybolan İbrani kabilelerin saldırılarına karşı çıktılar ve o bölgeye sahip oldular. Kenâniler yıllar boyunca bu bölgeye olan saldırılara da karşı çıktılar. Fetih Öncesi Kudüs
M.Ö. 16.asırda Kudüs şehri Mısırlı firavunlar tarafından ele geçirildi. Bedevi kabileleri (Habiru) Mısırlılara, kralı Ahnatun döneminde saldırıda bulundular ve Mısır kralı Abdihiba onlara karşı çıkamadı ve şehir bedevilerin hâkimiyetinde kaldı. Mısır kontrolüne 1.Sitiy döneminde girdi. (M.Ö 1301-1317) Büyük İskender Filistin’i ele geçirdiğinde Kudüs şehrine sahip oldu. Büyük İskender öldükten sonra yerine gelen halifeleri hâkimiyeti devam ettirdiler. Aynı yıllarda Batilamas Filistin’i ele geçirdi ve Mısır topraklarındaki hâkimiyetine kattı. (M.Ö 323). M.Ö 198 Tarihinde Kudüs Şehrini Suriye’de bulunan Sikolos Nikatur önderliğindeki Sulukilere tabi oldu. Şehir halkı Yunan medeniyetinden etkilendi. M.Ö.63 yılında Roma imparatorluğu kumandanı Bumuci Kudüs’ü ele geçirerek Kudüs’ü Roma imparatorluğu sınırlarına kattı. Kudüs sonra Doğu Roma (Bizans) ve Batı Roma İmparatorluğu olmak üzere 2 kısma ayrıldı. Filistin de doğu tarafın da (Bizans’ta) kaldı. Şehir iktisadi ve ticari olarak 200 yıl boyunca refaha içinde kaldı. Kutsal mekânlara hac mevsimlerinde gelen ziyaretçilerden maddi anlamda çok faydalanıldı. Bu istikrar Kudüs şehrinde fazla devam etmedi. 2. Farisi kral Suriye’yi işgal etti ve bu işgal Kudüs’e kadar uzadı. Kiliseleri, mabetleri ve mukaddes yerleri yerle bir ettiler. Bölgede kalan Yahudiler Hristiyanlardan intikam almak için Farisilere katıldılar ve böylece Bizanslılar şehri kaybetmiş oldular. Bu durum uzun sürmedi ve Bizans imparatoru Filistin’i miladi 628 yılında işgal edip Farisileri şehirden kovdu. Ve Bizans şehre tekrar haç koydu. Genel olarak tarihe baktığımızda Filistin bölgesinde ve özellikle Kudüs şehrinde Yahudilerin bölgede bulunduğu zaman çok kısadır. Hz. Ömer’in Kudüs’ü Fethi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in İsrâ hadisesi gerçekleştiğinde, İslam fetihleri devri başladı. Bu hadisede Kâbe
7
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
ve Mescid-i Aksa’nın aralarında manevi olarak bağlantı kuruldu. İslam Orduları Ubeyde Bin Cerrah önderliğinde şehri kuşattılar. Patrik Safronyus şehrin anahtarını Hz. Ömer’in kendisine vermek istedi ve Hz. Ömer şehre geldi. Maddi olarak bağlantı Hz. Ömer (r.a)’ın şehre gelmesiyle gerçekleşti (636). Şehri aldıktan sonra bir emannâme (güven fermanı) yazıldı ve Hz Ömer (r.a) şehrin ismini İlya’dan Kudüs’e çevirdi. Fetih Sonrası Kudüs Hz. Ömer (r.a) devrinden sonra Emeviler şehri kontrol altına aldılar ve çok önem verdiler. 661 ile 750 yılları arasında hüküm sürdüler. Abbasiler 750 ile 878 yılları arasında Kudüs şehrine hâkim oldular. Abbasiler, Fâtimiler ve Karmatiler arasında olan askeri darbelerden dolayı şehirde istikrarsızlık yaşandı. 1071 tarihinde Selçuklular şehre hâkim oldu. Daha sonra Fâtimiler’le yaptıkları çatışmalardan dolayı haçlılar 88 yıl Kudüs’ü işgal ettiler. Tolunoğulları, İhşidiler ve Fatimiler (Mısırlılar) zamanında Kudüs ve Filistin Mısır’a tabi oldu. Kudüs’te Selahaddin Eyyubi Dönemi 1187 yılında Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü Hittin Savaşı’nda Haçlıların elinden geri almayı başardı. Kudüs halkına en iyi şekilde muamele etti. Kübbetü’s Sahra’nın üstündeki haç işaretini kaldırttı. Şehrin restore, mimari ve yenilenmesine çok önem verdi. Mübarek Mescid-i Aksa’ya Nureddin Zengi’nin hazırlamış olduğu minberi hediye etti. Bu minberin işlemesi İslam şaheserlerindendir. Selahattin Eyyübi’nin vefatından sonra Fransızlar Kral Federik zamanında Kudüs’ü tekrar ele geçirdiler. İngilizlerin elinde 11 yıl boyunca kaldı. 1244 yılında Salih Kral Necmettin Eyyüp tarafından tekrar Müslümanlar tarafından geri alındı. 1243 ile 1244 yılları arasında Moğollar saldırıda bulundular ve şehri aldılar. Fakat Memluküler 1259 yılında Ayn Calut savaşında Seyfettin Kutz ve Zahir Bibars önderliğinde Moğolları yendiler. Ve 1517 yılına kadar Filistin Kudüs dâhil Mısır ve Şam’a hâkim olan Memlukler’in hâkimiyetinde kaldı. Osmanlı Kudüs’te Osmanlılar 28 Aralık 1516’da Sinan Paşa önderliğinde, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’nde Kudüs’e girdiler. Kudüs’ün Fethinden sonra Yavuz Sultan Selim, Mukaddes Kudüs şehrini 31 Aralık 1516 tarihinde ziyaret etti ve şehrin ismini Kudüs-ü Şerif olarak değiştirdi. Osmanlı Devleti Kudüs’e 400 yıl hâkim olmuştur. Osmanlı için Kudüs her zaman büyük önem taşımıştır. Kanuni Sultan Süleyman, Sultan Dördüncü Murad, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve Sultan İkinci Abdülhamid Han Kudüs Şehri için pek çok hizmette bulunmuştur. Osmanlı Sonrası (İsrail ve İngiliz İşgali) 9 Aralık 1917 tarihinde Kudüs Şehri İngilizlerin eline geçti ve İngiliz mandası haline gelerek Filistin’in başkenti oldu. 14 Mayıs 1948 tarihinde İngilizler Kudüs şehrinden çıkarak, bölgede İsrail işgal devletini kurdular ve o tarihten itibaren Arap-Yahudi çatışmaları başladı. İşgalci Yahudiler, Filistin’in 5’te 4’ünü işgal ettiler. Kudüs şehri o tarihte ikiye ayrıldı, Batı Kudüs İsrail işgali altında kaldı, doğu Kudüs Ürdün kontrolünde Müslüman Arapların elinde kaldı. 1967 savaşının 7.Gününde İsrail Kudüs Eski şehrinin tamamını işgal etti. Bu işgal hala devam etmektedir. Bu süreç içinde şehir halkı işgale karşı direnişe devam ettiler. Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa İsrail tarafından yönetilmektedir. İsrail’in Kudüs’ü Yahudileştirmeye yönelik çalışmaları devam etmektedir. Arap Müslümanları şehirden çıkarmak için planlar kuruyorlar. Siyasi ve Demografiyi değiştirmeye çalışıyorlar. Kudüs Şehri Adaletin ve Hukukun var olduğu bir ortamı aramaktadır ve bu ortama kavuşmak için gelecek günü özlemle beklemektedir.
8
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Miraç Hadisesi Üzerine Mülâhazalar Türkan AKKURT KABANKA İlahiyatçı Yazar
Bu yıl, İslâm âlemi olarak, 16 Haziran’ı 17’sine bağlayan Cumartesi gecesi, Mirâc olayının 1433. yılını idrâk edeceğiz. Mirâc nedir? Hz. Peygamber’in mirâcı nasıl olmuştur? Mirâc’ın gerçekleştiği coğrafya neresidir? Mirâcı nasıl anlamalıyız? Mirâcın bize, günümüz insanına bakan yönü nedir?
geceleyin bir seyahat yaptırmıştır.
Sözlükte “urûc” kökünden türetilmiş olan ve mirâc, “yükselme vasıtası, merdiven” manasına gelir. Dinî terminolojide Resul-i Ekrem’in bir gece Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya yaptığı yolculuğa isrâ, oradan göklere yükseltilmesine Mirâc denilse de Türkçe’de mirâc kelimesiyle her ikisi de kastedilir. Allah, kudretinin işaretlerini göstermek için kulu Hz. Muhammed’e Mescid-i Haramdan çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksâ’ya
Elmalılı Hamdi Yazır ilgili ayetin tefsirini şu şekilde kaydeder: “Evet O, öyle bir Sübhândır ki kulunu ona ibadet etmekle seçkin olan, bilinen özel kulunu, yani Muhammed Mustafa (s.a.v)’yı geceleyin, yani bir gecenin az bir kısmında Mescîd-i Haram’dan, -Mescid-i Haram, Ka’beyi kuşatan ve Harem-i Şerif denilen camidir. Bunun etrafını kuşatan yer de özel ve belirli sınırlara kadar Harem’dir.- O Harem-i Şerif içinden veya etrafından Mescid-i Aksâ’ya -ki beytü’l-makdis’tir- geceleyin götürdü. O Mescid-i Aksâ ki, etrafını mübarek kıldık, yani çevresini din ve dünya bereketleriyle bereketlendirdik. Çünkü Musa (a.s.) dan İsa (a.s)’ya kadar vahyin iniş yeri ve peygamberlerin ibadetgâhı olmuş, hem de nehirler ve ağaçlar, çiçekler ve meyvelerle donanmış idi. Bu defa da İsrâ şerefi ile bereketli kılındı. MESCİD-İ AKSÂ: Kudüs’deki “Beytü’l-Makdis”dir. Nitekim İsrâ hadisinde de “Burak’a bindim Beytü’l-Makdis’e vardım” diye geçmiştir. Bunun etrafı da, Kudüs ve civarı demek olur. Şifâ-i Şerif şerhinde Aliyyü’l-Kârî, Dülcî’den naklederek şöyle bir hadis rivayet eder: “Allah, Arş ile Fırat arasını mübarek (bereketli) kılmış ve özellikle Filistin’i mukaddes kılmıştır.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, V, 275-276.) Mirâc, yaygın kanaate göre Müslümanların Birinci ve İkinci Habeşistan hicretlerinden sonra, Hz. Hatice ve Ebû Talip’in vefâtlarını takip eden dönemde hicretten bir yıl önce meydana gelmiştir. Cibrîl’in Hz. Peygamber’e Kâbe’de namazın vakitlerini göstermek üzere imamlık etmesi de Mirâc olayının ertesi günü olmuştur. Namaz emrini, Allah Teâlâ’nın yeryüzüne melek aracılığıyla göndermeyip Mirâc gecesi Hz. Peygamber huzuruna çıktığında ona tebliğ etmesi de (Buhârî, ‘’Salat’’,1; Müslim, ‘’İmân’’, 263) bu ibadetin Müslümanın dinî ve ruhanî hayatı açısından önem ve anlamını göstermektedir. Bu sebeple dinî literatürde ibadetin bu yönünü yani kulun Allah’a ulaşması, kavuşması yolunda önemli bir araç olduğunu anlatmak için ‘’Namaz müminin mirâcıdır’’ denilmiş, ümmetin ortak bilinç ve değerlendirmesi âdeta bu cümleyle özetlenmiştir. Namaz kılan insan önce niyet eder, yönelir Rabbine, ‘Allahû Ekber’ der, her şey arkada kalır, her şeyi terk eder. Fatiha’yı okur, ‘ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti’ der. Sonra rükû ve secde. Eğilmeyen başını Rabbine eğer, en yüce mertebelere erişir. ‘Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen. Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen‘ (Şeyh Gâlib). Yani “kendine saygıyla bak, çünkü âlemin özü sensin. Sen kâinatın gözbebeği olan insansın. İnsan fıtratına uygun davranırsa, ‘yalnız ona ibadet eder ve Ondan yardım dilerse’, en yüksek mertebelere erişir. O’na secde etmekle hür olur, eşref-i mahlûkat
9
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
olur. ‘Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır’ (48 Fetih, 29). Müslümanın başı Allah’tan gayrısına eğilmez, Allah’a eğilmeyen başlar ise herkese eğilir. Nefsinin, maddenin, teknolojinin esiri olur. Fıtratından uzaklaşınca gafil avlanır. Mankurtlaşır. Başka milletlerin sofrasında yem olur. Kırgız Yazar Cengiz Aymatov ‘Gün Olur Asra Bedel’ isimli romanında ‘mankurt efsanesini’ anlatır. Efsaneye göre, Juan-Juan isimli barbar bir topluluk (Kırgızların komşusu) kendilerine hizmet edecek köleler aramaktadır. Juan-Juanlar, komşu kabilelere çeşitli baskınlar yapar. Yakarlar, yıkarlar, yağmalarlar. Esir aldıkları insanların genç ve güçlü olanlarını, adına mankurtlaştırma denilen işkenceye tabi tutarlar. İşkence şöyledir: Önce esirin başı kazınır ve saçları tek tek kökünden kopartılır. Bu esnada bir deve kesilerek, boyun derisi parçalara ayrılır. Esirin kan içindeki kafası bu deri parçalarıyla sarılır. Tutsak bu işkence ardından günlerce aç susuz kızgın bozkır güneşi altında bekletilir. Deri güneşte kurudukça basınç uygular. Ya ölecektir, ya da hafızasını tamamen yitirecektir. İşkence dayanılmaz bir acı verir. Kazılan saçlar büyümeye başladıkça dışarı çıkamayarak, esirin başına batar. Tutsak başını yere vurmasın diye kütüğe bağlanır, elleri ve ayakları da bağlanır. Bu işkenceye dayanamayan tutsakların bazıları ölür. Bazıları da mankurtlaşır. Mankurt işkencesine uğrayarak geçmişini hatırlamayan genç ve güçlü adam artık bir mankurt olmuştur. İstenilen her şeyi yapmaya başlar. Bilinçsizdir! Zihni yeniden inşa olmuştur. Benliğini yitirir. Aslını unutur. Geçmişe dair bir şey hatırlamaz. Mankurtlaştırılan kişi kendisini mankurtlaştıranları efendi bilerek, onlara adeta tapar, adını unutur, soyunu unutur, anasını babasını bilmez, çocukluğunu hatırlamaz. Mankurtlaşan kişi, yalnızca hayvanî bir itaat içerisindedir. Efendisinden başkasının sözünü dinlemez. Midesinden başka bir şey düşünmez. Onun için bedeninin gereksinimleri çok önemlidir. Ayrıca efendisi tarafından ağır ve kirli işlere verilir. Mankurtlaşan kişi, içinde yaşadığı toplumdan uzaklaşır ve yabancı himayesine girer. Kimliksizleşir. Yabancılaşır. Dostunu düşmanını bilmez. Mankurtlaşmak, yabancılaşmaktır. Mankurt düşünmez. Başkaları düşünür ve onu yönlendirir. Mankurt, sorgusuz sualsiz bir şekilde teslim olur. Başkaldırma, isyan, sorgu gibi şeyler ona uzaktır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında İstiklal Şairimiz Akif, Avrupa’ya seyahate çıkar. Dönüşte “Avrupa’yı nasıl buldunuz?” sorusuna şu ilginç cevabı verir: “Onların dinleri işimiz gibi, işleri dinimiz gibi.” Aradan neredeyse 100 yıl geçmesine rağmen, hâlâ durumumuz aynı değil mi? Dinleri işimiz gibi; nasıl biz uhrevi olarak Müslüman, lakin dünyevî olarak perişan vaziyette isek, onların ahireti de bizim dünyalığımız gibi perişan vaziyette. Dünyaları mamur ancak ahiretleri, batıl inançlarından dolayı perişan. Dini ibadetlerini mabetlerde, ayinlere, merasimlere, örflere, ananelere, törenlere indirgeyerek ölü bir dine dönüştürdüler. Maalesef aynı sıkıntı Müslümanlar için de geçerli. Biz de İslam’ın ibadet dediği hususları göz ardı ederek onların yaptıkları gibi mabetlere çekildik. Dinimizi ölüler dinine dönüştürdük. Hâlbuki İslam dini, yetimin, yoksulun, ezilmişin, garibin derdini namazında dert edinmeyeni “vay o namaz kılanların haline” diyerek sert bir şekilde uyarmaktadır. Yozlaşma var diyoruz ya, hani kendi benliğimizden çıktık diyoruz ya… İşte o deyişlerin son günlerde arttığı bir dönemdeyiz. Miladi yılı aynı Noel (Christmas) gibi kutluyoruz. Yılbaşını Hristiyanlar’a özgün şekilde hatta yer yer Avrupalılar’dan daha abartarak karşılıyoruz. İşte günümüz Müslümanının hali, sahip çıkamadığımız gençlerimizin hali! Cep telefonlarının, internetin esiri olmuş evlatlarımız! Teknolojinin kölesi olmuş insanımız. Teknolojik gelişmişlik bizi yüceltmez, Allah’a yakınlaştırmaz. Yüce Mevla’ya yakınlaşmak için uzaya değil secdeye gitmek yeterlidir. Bulunmaz mı çare nedir bu illet Böyle hayat sürmek ne büyük zillet Müslümanım diyen bu kadar millet İslam gözü ile kendine baksa Esir mi olurdu Mescid-i Aksâ Ya Rabbi, bize Mirâc olabilecek secdeler, namazlar nasip eyle! Ya Rabbi, bu ümmete yeniden izzetli günler nasip eyle!
10
e
k
.
ı
,
t
r
!
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Hz. Ömer’in Kudüs’ü Fethetmesi ve Kudüs Halkına Verdiği Emannâmesi
Ömer’ce Bir Fetih Mehmet KAMİL GELGÖR Araştırmacı
Resûl-i Ekrem’in sağlığında belli bir dönem için Kudüs’ün kıble olarak tercih edilmesi, Hz. Peygamber’in, Mescid-i Harâm’dan çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksâ’ya gece götürülmesi şeklinde gerçekleştirilen İsrâ ve ardından Mirac mucizelerinde Mescid-i Aksâ’ya gitmiş olması Müslümanlar için bu şehrin önemini arttırmıştır. Müslümanlara Suriye ve Filistin kapılarını açan Ecnâdeyn (13/634) zaferinin ardından Bizans’a ait birçok şehir fethedilmiş, Suriye Yermük (15/636) zaferiyle Bizans’ın elinden alınmış ve sıra Filistin’in bütünüyle fethine gelmişti. Yermük savaşından sonra bölgesindeki işlerinin başına dönen Amr, şehrin etrafındaki kasaba ve şehirleri fethettikten sonra Kudüs şehrini kuşattı. Hıristiyanlar şehri savunmaya çalıştılar. Kuzey Suriye’nin fethi ile uğraşan Ebu Ubeyde’nin Kudüs’e doğru gelmeye başladığını duyan Hıristiyanlar barış isteğinde bulundular. Ayrıca şehri teslim etmek için halife Hz. Ömer’in(r.a.) bizzat gelip almasını şart koştular. Ebu Ubeyde durumu Hazreti Ömer’e bildirdi. Kudüs’ün tesliminin kendisinin oraya gitmesine bağlı olduğunu öğrenen Hz. Ömer ashabın ileri gelenlerini toplayarak onlarla bu konuyu istişare etti. Yapılan müzakere ve istişareler neticesinde Hz. Ali ile Hz. Ömer, Halife’nin Kudüs’e gitmesinin yararlı olacağı görüşünü savundular. Nihayet Hz. Ömer, Hz. Ali’yi hilafet görevine vekil bırakarak hicri 16 Recep’de Medine’den çıkıp Kudüs’e doğru yola koyuldu. Büyük bir devletin başkanı olarak Hıristiyanların kutsal şehrini teslim olmak üzere son derece mütevazı şekilde, bir at sırtında ona refakat eden birkaç Muhacir ve Ensar’dan oluşan küçücük bir kafile ile yola çıktı. Ayrıca onun barınacağı küçük bir çadır bile tedarik edilmemişti. Medine’den çıkıp Suriye ve Filistin’e gideceği duyulan halifeyi görmek için, halk yollara döküldü. İslam’ı en ince teferruatına kadar bütün detayları ile kavramış ve içine sindirmiş olan Hz. Ömer tevazunun zirvesinde idi. Yol arkadaşı ile bineğini değiştirerek kâh atlı, kâh yaya gidiyordu. Suriye’ye ulaştığında Câbiye denen yerde Halid bin Velid ve Yediz bin Ebu Süfyan gibi ileri gelen kumandanlar O’nu karşıladılar. Hazreti Ömer; Cabiye’de bir müddet kalmış ve Kudüs andlaşmasını burada hazırlamıştı. Andlaşmanın imzalamasından sonra Kudüs’e geçti. Bindiği atın tırnakları o kadar aşınmıştı ki hayvancağız topallamaktaydı. Hz. Ömer onun acısına dayanamayıp sırtından indi. O anda Halife’ye güzel bir at takdim edildi. Hayvan çok atak ve ateşliydi. Hazreti Ömer ona binince, hayvan oynamaya ve şaha kalkmaya başladı. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Zavallı mahluk! Bu kibir ve gururu nereden öğrendin?” diyerek atın sırtından indi ve yaya olarak yoluna devam etti. Hz. Ömer Kudüs’e yaklaşınca Ebu Ubeyde ve diğer kumandanlar onu karşılamaya geldiler. Halife’nin son derece sade ve mütevazı olan kıyafeti, ötekilerin kıyafeti yanında tuhaf gözüküyordu. Bu kumandanlar Hz. Ömer’e bir at ve yeni elbiseler takdim etmişlerdi. Fakat Hz. Ömer bu ihtişamlı ata binmedi. Kendisine verilen yeni elbiseleri de giymedi. Onlara şunu söyledi: “Cenab-ı Allah’ın bize ihsan ettiği nam ve şöhret İslam’a aittir. Kendi şahsımız için ise bu sadelik yeter!” Hz. Ömer’in Kudüs’e Girişi ve Hz. Bilal’in Ağlatan Ezanı Hz. Ömer devrin süper gücü olan bir imparatorluğun kutsal şehrini teslim almaya giderken şehre görkemli merasim ve debdebe ile değil; sade ve her zamanki gibi mütevazı bir şekilde girmişti. Hz. Ömer ilk önce Mescid-i Aksa’yı ziyaret edip Hazreti Davud’un mihrabına vardı. O’nun, Allah’a olan duasından bahseden Kuran-ı Kerim ayetlerini okudu ve huşu ile secdeye kapandı. Daha sonra da Hıristiyanların kilisesini ziyaret etti. O’nun Kudüs’e gelmesi üzerine burada toplanan kumandalara gerekli olan nasihat ve emirleri verdi. Hz. Ömer Kudüs’te geçirdiği günlerin birinde Hazreti Peygamberin müezzini Bilal’i çağırarak ondan ezanı okumasını ve Müslümanları namaza çağırmasını rica etti. Bilal-i Habeşi(r.a.) Rasulullah’ın(s.a.v.) vefatından sonra hiç ezan okumadığını ve okumamaya karar verdiğini fakat Halife’nin hatırı ve Kudüs’ün fethi için bir defaya mahsus olarak bu emri yerine getireceğini söyledi. Hz. Bilal’in sesinin gökyüzünü çınlattığını duyanlar Rasulullah döneminin birden gözlerinin önünde
11
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
canlandığını hissettiler ve birçoğu gözyaşlarını tutamadı. Ashabın ileri gelenleri ile birlikte Hz. Ömer’de uzun müddet hıçkıra hıçkıra ağladı. Önceleri Yahudilerin Kıblesi olduğundan Hristiyanlar Kudüs’ü ele geçirince güya Hazreti İsa’nın intikamını almak için bu kutsal kaya mevkiini çöplük yaptılar. Çünkü bundan önce de Yahudiler Hazreti İsa’yı astıkları(!) yeri mezbelelik yapmışlar ve o oraya Kumame (çöplük) demişlerdi. Hz. Ömer Kudüs’ü fethedince Hıristiyanların kirletmiş oldu Davud aleyhisselâmın mihrabını temizletti. Bütün bu fütuhat hareketlerinde Hz. Ömer’in çok önem verdiği bir şey vardır ki; o da alınan bunca ganimetlerle Müslümanların dünyaya aldanmalarına mani olmak, cihadlarının esas gayesini sık sık hatırlatmasıydı. Bunun içindir ki Medine’den Şam bölgesine gelince, şöyle seslenmişti Müslümanlara: “Ey insanlar! Sahip olduğunuz sırları ıslah ediniz ki dışınız da ıslah olsun! Ahiretiniz için çalışınız ki, dünya işinizi halledesiniz! Biliniz ki Adem’den bu yana hiçbir insan yoktur ki babası ölmüş olmasın! Kim cennet yoluna girmek isterse cemaatleşsin, cemaatten ayrılmasın! Çünkü şeytan, yalnız olanın arkadaşıdır. Hiç biriniz size yabancı olan –namahrem- bir kadınla yalnız kalmasın Çünkü şeytan onların üçüncüsü olur. Kim Allah yolunda güzel ameller yapılınca sevinir ve Allah’ın istemediği hareketler yapılınca da üzülürse, işte mü’min olan, odur.” Müslümanlardan Kudüs’ü sulh yoluyla ilk fetheden kişi Hz. Ömer’dir. Ebu Ubeyde bin Cerrah kumandasındaki İslam orduları Ehl-i İliya diye bahsedilen Kudüs ahalisine “Ya Müslüman olacaksınız, ya da Müslüman ülkenin vatandaşlığını kabul edeceksiniz” şeklinde bir teklif sununca uzun müzakerelerden sonra yerli halkın isteği üzerine Hz. Ömer, Hz. Ali’yi de yanına alarak Kudüs’ü teslim almaya gelmiştir. Patrikten kendisini “sahratullah” olarak tabir edilen Mescid-i Davud’a ve Süleyman Mescidi’ne yani Mescid-i Aksa’ya götürmesini arzu etmişse de, Kamame Kilisesi ve Sahyun Kilisesi gösterilmesi üzerine buraların Hz. Peygamberin tavsiyesine uymadığını belirterek eski mabedin yani Mescid-i Aksa’nın yeri ve mihrabı bizzat Hz. Ömer tarafından tayin olunmuştur. Kur’an-ı Kerim’inde işaret ettiği ve Müslümanlar nezdinde üçüncü mukaddes mescid olan bu mekanda cuma namazını kıldıktan sonra bütün Kudüslülere ve biri de sadece Hıristiyanlara ait olmak üzere iki ferman vermiştir. Hz. Ömer’in Kudüs halkına verdiği Emannâme’de şunlar yazmaktadır. Hz. Ömer’in Kudüs Ahalisine Verdiği Sulh Andlaşması (EMANNAME) Bismillahirrahmanirrahim. Bu sözleşme Allah’ın kulu, müminlerin emiri Ömer’in İliya halkına verdiği bir emandır. Onların canlarına, mallarına, kilise ve haçları konusunda; hastaları ve sağlıklı olanları ve diğer insanlarına verilen bir emandır. Buna göre onlar kilise inşa etmeyecekler fakat eski kiliselerine de dokunulmayacaktır. Kiliselerinin sayısı azaltılmayacak, sahalarına dokunulmayacak ve haçlarına karışılmayacaktır. Mallarına da dokunulmayacaktır. Dinleri konusunda zorlanmayacaklardır. Onlardan hiç birine zarar da verilmeyecektir. İlya’da onlarla beraber hiçbir yahudi oturmayacaktır. Diğer şehir halkları gibi İliya halkı da cizye verecektir. Bu şehirden Rumları ve hırsızları çıkaracaklardır. Buradan çıkanlar gittikleri yere ulaşıncaya dek malları ve canları konusunda güven içinde olacaklardır. Onlar da tıpkı İliya halkı gibi cizye vereceklerdir. İliya halkından kim ki Rumlar gibi mallarını alıp çıkıp gitmek ister, kilise ve haçlarını da terk ederse onlar da yerlerine ulaşıncaya dek canları, kiliseleri ve haçları konusunda eman içinde olacaklardır. Buraya savaşmak için gelmiş olanlar isterlerse burada kalıp İliya halkının şartları tabi olurlar, isterlerse onlarla beraber çıkıp giderler. Halktan hasat zamanı gelinceye kadar bir şey alınmayacaktır. Bu anlaşmaya tabi olanlar, cizye verdikleri müddetçe Allah’ın, Rasulullah’ın, Halifelerin ve müminlerin zimmetindedirler. Halid bin Velid, Amr bin As, Abdurrahman bin Avf ve Muaviye bin Ebu Süfyan şahittir. Bu anlaşma H. 15 senesinde yazıldı
12
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Ömer( radiyallahu anh) Mescid-i Aksa’da Namaz Kılıyor Ebu Seleme, Ebu Sinan’ın kendisine şunları aktardığını söyleyerek şöyle demiştir: Ömer(r.a.) Hz. Ka’b’a şöyle dediğini işitim:” Ey Ka’b nerede namaz kılalım?” Ka’b “Bana sorarsan taşın arkasında kılalım. Bu durumda Kudüs’ü önüne almış olursun” dedi. Ömer(r.a.) sen yahudilere benzedin. Böyle yapmayacağım ve Rasulullah’ın namaz kıldığı yerde kılacağım” diyerek kıbleye yöneldi ve namaz kıldı. Sonra da elbisesini serip orada bulunan kirleri alıp temizledi. Bunu gören insanlar de aynısını yaptılar. İbni Teymiye “Mescid-i Aksa” isminin caminin bulunduğu tüm mekan için kullanıldığını söylemiştir. Bazı insanlar Mescid-i Aksa’nın Hz. Ömer’in taşın ön tarafında inşa ettiği mescid olduğunu söylemişlerdir. Ömer‘in( Allah O’ndan razi olsun) Müslümanlar için inşa ettiği bu mescitte namaz kılmak müslümanlar için diğer mescidlerde namaz kılmaktan daha faziletlidir. Hz. Ömer Kudüs’ü fethettiğinde taşın üzerinde çöpler vardı ve orası kirli haldeydi. Çünkü hıristiyanlar bunu kasıtlı olarak yapmışlardı. Bunu yahudiler burada ibadet ediyorlar diye yapmışlardı. Ömer(r.a) buranın kirlerden arındırılmasını emretti. Ömer(r.a.) Ka’b’a “Mescidi nereye inşa etmemizi uygun görünsün?” diye sorunca “Taş’ın arkasına” demişti. Hz.Ömer(r.a.) “Ey Yahudi evladı, sen bunu Yahudilerin işine benzettin, aksine ben onu taşın önüne inşa edeceğim. Muhakkak ki mescidlerin ön tarafları bize aittir” dedi. İşte bu davranış Halife Ömer’in(r.a.) bir yüce tavrını daha göstermektedir. Bu davranış onun İslam’ın diğer semavi dinlere müsamaha, bütün mukaddesatlara saygı gösterdiğinin, onları hakir görmediğinin pratik delilidir. Ömer(r.a.) in kendi elbisesini kullanarak temizlediği bu taş Yahudilerin kıblesi olup onların inancına göre Hz. Yakub’un (aleyhisselam) üzerinde Allah’la konuştuğu taştır. Hristiyanların nazarında Ömer’in (r.a.) değeri pek yüceydi. Çünkü Ömer(r.a.) onlara din hürriyetini tanımış onlara kilise ve haçları konusunda güvence vermişti. İslam fetihlerinde asl olan şehirlerin ve kalelerin fethi değil, gönüllerin fethidir. Hz. Ömer’in Kudüs’ü fethinde de buna bir kez daha şahid olunmuştur. Kudüs Halkıyla Yapılan Anlaşma Üzerine Birkaç Söz: Hz. Ömer’in (r.a.) gerçekleştirdiği anlaşma İslam dinin, zorlamaya giden bir din değil, bilakis müsamahakâr bir din olduğuna işaret etmektedir. Aynı zamanda bu emanname, Müslümanların Kudüs hristiyanlarına akıllarına gelmeyecek derecede bir muamele gösterdiklerini anlatan adil bir şahittir. Halbuki normal şartlarda Hz. Ömer bölgeyi fethetmişti ve bölge ahalisine istediğini yapabilirdi. Onları istediği konuda zorlayabilirdi fakat Hz. Ömer bunu yapmadı. Çünkü İslam’ı temsil ediyordu. İslam dini, hiç kimseyi din konusunda zorlamaz. Bunu ancak kişinin kendi arzusuyla yapmasını ister. İman insanların kendisine zorlanacağı bir husus değildir. Çünkü o, kalbî bir ameldir. Kalpleri de Allah’tan başkası bilemez. Müslümanlar, Hıristiyan din adamlarının Müslümanlarla beraber yaşayacağı konusunda güvence verdiler. Kendilerini koruma hususunda onlardan cizye talep ettiler. Bu şekilde onlar sakin bir hayatın gölgesinde Müslümanlar’a komşu olarak hayatlarını sürdüreceklerdi. Müslümanların yanıbaşında onlardan adalet görerek yaşayacaklardı. İslam’ı yakından görecekler ve Onlar da Müslümanların müsamaha insaf ve adaletine şahit olacaklardı. İslam’ın hakikatlerini görecekler ve daha önce İslam’a sırf uzak olduklarından dolayı onun hakikatlerini göremediklerini anlayacaklardı. Bu durum karşısında tıpkı fethedilen diğer bölgelerde olduğu üzere, Gayrimüslimler bölükler halinde İslam’a gireceklerdir. İşte Müslümanlar onlara bu güvenceyi vermişlerdi. KAYNAKÇA Prof. Dr. Ali Muhammed SALLABİ, II. Halife Hz. Ömer Hayatı, Şahsiyeti ve Dönemi, Ravza Yayınları İstanbul, 2008 Prof. Dr. İhsan Süreyya SIRMA, İslami Tebliğin Örnek Halifeler Dönemi, Beyan Yayınları İstanbul, 1989 Prof. Dr Ahmed AĞIRAKÇA, Hz.Ömer, Beyan Yayınları, İstanbul 1984 Dr. Musa İsmail BASİT, Dr. Hamza Zib MUSTAFA, Dr. Gassan Musa MUHİBİŞ, Dr. Said Süleyman KİK, Kudüs Tarihi, Nida Yayınları, İstanbul, 2011
13
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Haçlıların
Kudüs’ü
İşgali Sırasında Yaptıkları Tahribatlar
Sadık TEZİN Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans Talebesi
K
udüs… Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, üç semavi din için de önem arz eden şehir… Sicilya Kralı Roger’in bir elçiye söylediği şu sözler Kudüs’ün Hristiyan dünyasındaki ehemmiyetini en güzel şekilde ifade eder: “Eğer Müslümanlara karşı bir kutsal savaş yapmaya kararlıysanız, yapılacak en iyi şey Kudüs’ü fethetmektir. Burasını onların elinden kurtarın, şan ve şeref sizin olsun…”1 1095 yılında başlayan 1. Haçlı Seferi, 15 Temmuz 1099 yılında Kudüs’ün işgal edilmesiyle neticelenmiştir. Haçlılar, bu sefer neticesinde Kudüs’ü ele geçirmiş, Kudüs’te yaşayan Müslüman halk üzerinde büyük korku ve dehşet salarak, Müslümanlara karşı büyük katliamlar gerçekleştirmişlerdir. Doğulu ve Batılı kaynakların ittifakla söylediklerine göre; Kudüs’te yaşayan Müslümanların hemen hemen hepsi öldürülmüş, Müslümanlara yardım eden Yahudiler de cezalandırılmıştır. Bir kısım Müslüman korku içerisinde, şehrin henüz ele geçirilmemiş güney mahallelerine doğru kaçmışlardı. Şehre güney cephesinden giren Haçlı komutanı Raymond, Davud Kulesi’nde Kudüs Valisi İftiharuddevle’yi kuşattı. Kendilerine teslim olması karşılığında şehirden çıkmalarına izin vereceğini söyledi. Onlarda teslim oldular ve Raymond’da sözünü tuttu. Kudüs’ten sağ salim çıkan tek Müslüman grup bunlardı.2 Haçlılar, Kudüs’e girince evlerde, camilerde, yollarda bulunan herkesi kılıçtan geçirdiler. Merhamet dileyenleri bile öldürdüler. Evlerine saldırıp ne buldularsa aldılar. Zengin veya fakir, girdikleri evler içerisindeki mallar ile birlikte Haçlıların oldu. Bu sayede çok sayıda Haçlı zengin oldu.3 Öyle zalimce hareket ettiler ki Müslümanların kendilerine vermemek için yuttukları altınları almak için öldürüp karınlarını deşmişlerdir. Haçlılar bununla yetinmeyerek kutsal mekânlara kaçan Müslümanları bile öldürmüşlerdi. Hz. Ömer Camii olarak bilinen Kubbetü’s-Sahra Camii’ne de girerek hem camiyi yağmalamışlar hem de insanları öldürmüşlerdi. Hz. Ömer Camii’nde o kadar insan öldürmüşlerdi ki cesetler kanlar üzerinde yüzüyor ve öldürdükleri Müslümanların kanları atlarının dizlerine kadar geliyordu. Sonra bu vahşi ve barbar insanlar buradan Hz. İsa’nın (Jesus) mezarına gelmişler o yüce peygamberin huzurunda Müslümanların kanına sürdükleri o kanlı elleriyle bir de duada bulunmuşlardır. Bu vesile ile az da olsa kan dökmeye ara vermişler ve akabinde de tekrar insanları öldürmeye ve vahşice zulüm yapmaya başlamışlardır.4 Hatta Haçlılar ile birlikte Kudüs’e gelen ve gördüğü olayları kaydeden Avrupalı tarihçi Raimundus atına binip yol boyunca Mescidi Aksa’ ya giderken, atının cesetler üzerine ve dizine çıkan kan göletlere bata çıka Mescid-i Aksa’ya ulaştığını yazmaktadır.5 Haçlılar daha Kudüs’ü almadan önce, kendi aralarında şehirdeki evleri “kapanın elinde kalır” usulünce paylaşlardı.6 Müslümanların öldürülmesi ve kaçması sonucu geride kalan arazi, ev, dükkân, vs. ganimetler Haçlılar tarafından paylaşılmıştı. Kudüs’ün işgali sırasında katliam ve vahşet o kadar fazla olmuştur ki İbnü’l-Esîr’in zikrettiğine göre sadece kutsal mabedin (Mescidi Aksa) çevresinde Franklar(Haçlı Ordusu) 70 bin insanı katletmiştir. Bunlar arasında; inzivaya çekilmiş, kendi memleketini terk ederek kutsal topraklarda kendini dine adayıp, dünyadan el etek çekmiş çok sayıda sofu ve derviş te bulunmaktaydı.7 Savaşın yaz aylarına denk gelmesi ve binlerce Müslümanın öldürülmesi sonucu her taraf ceset olunca bunları toplayıp gömmek sıkıntı oluşturmuştur. Hatta bir kısmını toplayabilen Müslümanlar bir ev büyüklüğünde ceset yığmışlardı. Gerçekleştirdikleri bu
14
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
vahşet karşısında Haçlılar bu duruma çare bulmak mecburiyetinde kalmışlardır. Hristiyan din adamları da günahlarının kefareti olarak adamlarına cesetlerin toplanmasını ve şehir dışına çıkarılmasını emrettiler8. İbn Kalanisi ise; çok sayıda insan öldürüldüğünü ve Yahudilerin havralara doldurularak diri diri yakıldığını söyler.9 Aslında din adamları da yapılan vahşetin farkındaydılar. Lakin kaynakların hiç birinde Hıristiyan din adamlarının vahşeti engellemek için bir çabasına rastlanılmamıştır. Oysa bütün dinler savaşta bile adaletli olmayı emretmektedir. Bu yürek dağlayıcı olaylar sebebiyle Müslümanlar Bağdat’a halifeliğin huzuruna çıkmışlar, “yürekleri yerinden söküp çıkaran ve gözlerinden yaşları getiren” vakıayı bildirmişlerdir. İbnü’l-Esîr’in anlattığına göre Cuma günü camiye giderek cemaatten nasıl yardım dilediklerini anlatır. “Gözyaşları içindeydiler. Kutsal Şehir’de zulme uğrayan Müslümanların halini, katledilen erkekleri, esir alınan kadın ve çocukları, yağmalanan evleri anlattıkça dinleyenler de ağladı. Uğradıkları muazzam zulüm yüzünden (Ramazan olmasına rağmen) oruç tutmamalarına müsamaha gösterildi.10 Haçlıların yaptığı vahşetler ve uyguladıkları barbarca siyaset sonucu kendi dindaşları bile ürpermişti. Haçlıların aldıkları ilk tedbirlerden biri de o zamana kadar eski gelenek üzere ayinlerini bir arada yapan bütün Doğu Hıristiyan mezheplerine -Rumlar, Gürcüler, Ermeniler, Süryaniler ve Koptlar- mensup papazların kutsal kabir kilisesinden kovulmaları yönünde olmuştur.11 Doğu kilisesi adetlerine göre ayin yapan bütün papazlar aforoz edildi ve Hıristiyanlığın kutsal eşyaları zorla papazlardan alınmıştı. Haçlılar Kudüs’e girince Hıristiyan halk sevinç içerisinde şehre toplanmıştı. Ama bu yerli ahali yukarıdaki uygulamalardan dolayı
efendilerinin değişmiş olmasından (aynı dine mensup olmalarına rağmen) pişmanlık duymaya başlamışlardı.12 Yani bu tahribat sadece Müslümanlar için değil doğu dünyasındaki bütün halklar için büyük yıkım olmuş ve Kudüs’teki bu zalimane şekilde yapılan kökten değişim yüzyıllarca insanların hafızalarından silinmemiştir. Başka yerlerde de insanın aklına gelmeyecek zulümler gerçekleştiren Haçlılar doğu-batı ayrımının kesin olarak doğmasını sağlamışlardır.
15
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Kutsal Mekânların Tahrip Edilmesi Kudüs’ün işgalinde, İnsanların zor durumda sığındıkları kutsal mekânlar da Haçlı zulmünden nasibini almıştır. Haçlılar, Mescid-i Aksa’daki değerli eşyaları tahrip ettiler ve çaldılar. Bulunla da yetinmeyerek kutsal mabette belirli değişikler yaparak, Mescid-i Aksa’yı krallarının sarayı haline getirdiler.13 Emeviler döneminde yaptırılan ve İslam dünyası için önemli olan Kubbetü’s-Sahra Camii, Müslümanlar teslim edip çıktıktan hemen sonra yağmalandı ve Kudüs işgalinin akabinde Templum adıyla kiliseye çevrildi. Camiinin içine ikonlar koydular. Kubbedeki İslam’ın temsil eden hilal yerine haç koydular.14 Ayrıca kutsal mekânlardaki değerli eşyalar yerinden sökülüp Avrupa’ya götürülmüş ve yüksek fiyatlara satılmıştı. Kubbetu’s-Sahra’nın kırk gümüş kandilini aldılar, her bir kandilin ağırlığı üç bin altı yüz dirhemdi. Ayrıca ağırlığı kırk Şam rıtlı gelen gümüş bir ocağı da aldılar. Yine yüz elli tane küçük kandil ile yirmi küsur altın kandile el koydular. Sayısız ganimetler ele geçirdiler.15 Hatta 17 Temmuz 1099 yılında Haçlı liderleri şehrin idaresinin nasıl olacağını konuşurken bile komutan Tankred’in Kubbetu’s-Sahra’dan aşırdığı sekiz muazzam gümüş kandilin de bulunduğu büyük serveti kendisi için alıkoyup koyamayacağı tartışılmıştı.16 Haçlı seferleri sonucu binlerce insan ölmüş, şehirler tahrip edilmiş, kan ve gözyaşı üzerine İslam dünyası içerisinde bir ur gibi Latin Krallıkları kurulmuştur. Haçlıların başta Kudüs’te kan ve gözyaşı üzerine kurdukları bu devletler iki yüzyıllık bir mücadele sonucu İslam dünyasından atılmıştır. Geçmişte söylenen şu söz aslında her şeye aslında kâfidir. “Küfürle bir devlet yürür fakat zulüm ile asla yürümez.” Küfür ve zulüm üzerine kurulan Kudüs Haçlı Krallığı, Selahaddin Eyyubi gibi dirayetli bir sultan tarafından ortadan kaldırılacaktır. Değişen Bir Şey Yok ve İnsanlık Yine Sınıfta Kaldı Ne yazık ki bu kutsal şehir günümüzde de işgal ve zulüm altındadır. 1. Haçlı Seferi yıllarında Kudüs’ün işgaliyle Müslümanlar ile birlikte öldürülen Yahudiler bu sefer kendileri Haçlıların konumunda, Müslümanlara Haçlının yaptığı vahşeti yapmaktadırlar. Yine Haçlı ruhu taşıyan batılı siyasetçiler bu vahşete maalesef ses çıkarmamaktadır. Bu nedenle Birinci Haçlı Seferleriyle başlayan ve günümüze kadar süren zulüm ve vahşet, günümüzde kurulan medeniyetler arasındaki farkları göstermektedir. Hz. Ömer döneminde Kudüs’ün fethi sırasında, Müslümanlar kimsenin malına, canına, kutsiyetine zarar vermemiş, bizzat Hz. Ömer tarafından eman verilen insanlar müreffeh ve özgür bir şekilde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hatta şu olay İslam Medeniyetinin hoşgörüsünü anlatmak bakımından gayet önem arz etmektedir. Hz. Ömer, Hıristiyanların kutsal yerlerini gezerken Kutsal Mezar Kilisesine geldiğinde, namaz vakti girmiş olduğundan namaz kılmak ister, ona klise içinde seccade serip namaz kılması söylenince bu durum Hıristiyanlara saygısızlık olur diye reddetmiştir.17 Selahaddin Eyyubi de Haçlılardan Kudüs’ü geri aldığında Hz. Ömer’in yaptığı gibi diğer dinlerden olanlara da eman vermiş ve bütün insanların huzur ve barış içinde yaşamasını sağlamıştır. Osmanlı döneminde de huzurlu, barış ve adalet ile yönetilen şehir, Siyonist işgali sonrası adeta barışa, huzura, adalete özlem duyar hale gelmiştir. Tarihten en iyi şekilde ders almak dileğiyle…
16
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Nureddin Mahmud Zengî’nin
Haçlılara Karşı Mücadelesi Suat Kaymak Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans Talebesi
Ortaçağ İslâm dünyasında Haçlılara karşı vermiş olduğu mücadele ile tanınan Nureddin Mahmud Zengi, Musul Atabegi İmâdeddin Zengî’nin oğludur. Babasının ölümünden sonra (1146) Halep’e gelerek Zengîlerin Halep kolunu kurdu. Musul’da ise büyük kardeşi I. Seyfeddin Gazi hakim oldu. Nureddin Mahmud’un tarih sahnesine çıktığı dönem, Haçlıların İslâm dünyasının ortasında bir takım devletçikleri olduğu dönemdir. Nureddin Mahmud’un Haçlılara Karşı İlk Mücadeleleri Nureddin’in babası İmâdeddin Zengî, ölümünden kısa bir süre önce Haçlıların elinde bulunan Urfa’yı alarak buradaki kontluğa son vermişti. Ancak onun ölümünden sonra II. Joscelin, bir kısım Ermeni halk ile anlaşarak Urfa iç kalesi hariç diğer yerleri zaptetti. İç kaleye çekilen Müslüman askerlerin yardım istemeleri üzerine harekete geçen Nureddin, Urfa’ya yaklaşması ile II. Joscelin kaçtı ve böylece Urfa yeniden fethedildi. Nureddin Mahmud, Zengîlerin Halep kolunun başına geçişinin daha ikinci yılında Haçlıların elinde olan Artah ve Keferlâsa’yı aldı. Haçlılar, babası Zengî’nin ölümünden sonra onun, topraklarını kolaylıkla alacaklarını sanmışlarsa da Nureddin daha işin başında buna izin vermeyeceğini gösterdi. Urfa’nın kaybı Avrupa’da büyük bir yankı uyandırdı ve bölgedeki hakimiyetlerini kaybetmek istemeyen Haçlılar, yeni bir sefer hazırlığına başladılar. Bunun sonucu olarak 1147 yılında II. Haçlı Seferi başladı. 1148 yılının ilkbaharında Filistin’e ulaşan Haçlılar Dımaşk’ı kuşattılar. Dımaşk Atabegi Abak’ın yardım çağrısı karşısında büyük kardeşi ile yardıma giden Nureddin, Haçlıların aralarındaki anlaşmazlık yüzünden geri çekilmeleri üzerine karşı harekete geçip Arima (Urayma)’yı kuşattı ve kısa sürede ele geçirip kaleyi yıktı. Arima yenilgisine karşı misilleme yapmak için Halep’e saldırıya geçen Haçlılar karşısında Nureddin, Dımaşk Atabegliği’nin veziri olan Üner’den yardım istedi. Daha önce yardımını gördüğü Nureddin’e bir miktar asker yolladı. Yağra’yı Haçlılardan yeni almış olan Nureddin, gelen yardımcı kuvvetlerle bu kez İnnib Kalesi’ni kuşattı. Haçlılar kale önünde çok ağır bir yenilgiye uğradılar. Çok sayıda Haçlı askeri öldürülerek büyük miktarda ganimet ele geçirildi. Ölen Haçlılar arasında Esededdin Şirkuh tarafından öldürülen Antakya Prinkepsi Raimond’da bulunuyordu (1149). Nureddin Mahmud, Antakya Prinkepsinin ölümünü fırsat bilerek şehirdeki Haçlı hakimiyetine son vermek adına, Dımaşk Atabegliği’nin askerleri ile Antakya’ya sefere çıktı. 1149 yılında Antakya önünde karargah kurdu, şehri teslim etmelerini istediyse de buna olumlu bir cevap alamadı. Bunun üzerine Efâmiye Kalesine doğru yola çıktı. Nureddin, kaleyi savaşmadan ele geçirdi (1150). Ardından tekrar Antakya’ya geldi. Şehrin düşmeyeceğini anlayınca kuşatmayı kaldırdı ve Halep’e döndü. Antakya ve çevresine yaptığı geniş çaplı akınlarda çok sayıda Haçlı askeri öldürüldü, bir kısmı da esir alındı. Nureddin, II. Joscelin’in elinde bulunan yerleri almak için yaptığı bir seferde ağır bir yenilgi aldı. Yenilgiye rağmen mücadeleyi bırakmayan Nureddin, Türkmenlere haber göndererek II. Joscelin’i yakalayana büyük ödüller vereceğini söyledi. Bunun sonucunda II. Joscelin, Nureddin’in hizmetindeki bir Türkmen tarafında yakalandı ve Halep Kalesi’ne hapsedildi (1150). Böylece onun elinde bulunan Antep, Tel Bâşir, Azâz, Tel Hâlid, Râvendân, Burcu’r-rasas, Bâre Hisan, Kefersûd, Keferlâsa, Dülûk ve Maraş gibi şehir ve kaleler Nureddin Mahmud ve ittifak yaptığı Türkiye Selçuklu Sultanı I. Mesud, Artuklu Beyi Timurtaş tarafından zaptedildi (1151).
17
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Nureddin Mahmud’un Dımaşk’ı Alması Nureddin Mahmud, vezir Üner’in ölümünden sonra Dımaşk’ı almak için harekete geçti. Yaptığı ilk seferde Haçlıların Dımaşk’a yardıma gelmesinden dolayı net bir başarı elde edemedi ve şehri sadece tabiiyeti altına aldı. 1151 yılında yaptığı ikinci seferde de Haçlılar şehre yardıma geldi fakat bu kez etkili olamadılar. Haçlıların geri dönmesinden sonra Nureddin, şehri tekrar kuşattı. Fakat bu kez de istediğini alamadı. Askalân’ı ele geçiren Haçlılar bölgede hakimiyetlerini güçlendirmek adına Dımaşk’a da göz dikmeye başladılar. Bunun üzerine Nureddin, Haçlılara karşı verdiği mücadelede işini kolaylaştırmak ve Mısır yolunu açmak için Dımaşk’ı ele geçirmeyi zorunlu gördü. Zira Haçlıları Askalân’dan uzaklaştıramamasının nedeni de arada Dımaşk’ın olmasıydı. Nureddin iyi bir plan ile Dımaşk Atabegi Abak’ı kumandanları hakkında kuşkuya düşürerek kumandanları şehirden uzaklaştırdı ve böylece şehri ele geçirdi (1154). Haçlılarla Mücadelenin Doruk Noktasına Ulaşması Nureddin Mahmud, Dımaşk’ı ele geçirmesiyle birlikte artık Haçlılara karşı mücadelede doruk noktasına ulaştı. Yaptığı pek çok sefer, Haçlıların güçten düşmesini ve artık kendisi karşısında tutunamayacaklarını anlamalarını sağladı. Bu sayede Nureddin, zaman zaman savaşmadan Haçlıların ellerinde bulunan yerlere hakim oldu. Buna örnek olarak, Tell-Bâşir Kalesi’nde bulunan Haçlıların kaleyi isteyerek Nureddin Mahmud’a teslim etmeleri gösterilebilir. Nureddin Mahmud’un Dımaşk’ı almasından sonra Suriye’de ele geçirdiği yerleri tahkim etmesi için zamana ihtiyacı vardı. Diğer taraftan da Hârim’i Haçlıların zaptetmesi, onun karşı harekete geçip burayı kuşatmasına neden oldu. Kuşatma sırasında Kudüs Kralının barış teklifine olumlu cevap verdi. Yapılan antlaşma ile Hârim’e bağlı bölgenin yarısı Nureddin’e verildi (1156). Kudüs Krallığı ile antlaşma yapılmasına rağmen Kudüs Kralı, 1157 yılında Banyas’ta konaklamış bir Türkmen kafilesine saldırdı. Çoğunu esir alarak bütün sürülerini ele geçirdi. Barış antlaşmasının bozulması üzerine Dımaşk valisi Esededdin Şirkuh ve Nureddin’in kardeşi Nusretüddin, Dımaşk yakınlarında Haçlıları bozguna uğratıp çok sayıda esir aldılar. Alınan esirler Banyas’taki olaylara karşılık kılıçtan geçirildi. Bu olaylardan sonra Nureddin, Banyas’ı almak için harekete geçti, şehri ele geçirdi fakat iç kaleyi alamadı. Diğer taraftan Kudüs Kralının yaklaştığını öğrenince, geri çekilip beklemeye başladı. Kral bölgeye ulaşıp, tahribatı tamir etti. Ardından Taberiyye’ye doğru yola çıktı, bölgeden daha ayrılmadan Nureddin ani bir baskın ile Haçlıları bozguna uğrattı (1157). Nureddin, Banyas’ta Kudüs Kralını bozguna uğratmasından bir müddet sonra Halep’te ağır bir hastalığa yakalandığı sırada, bunu fırsat bilen Haçlılar, Ba’lebek ve Şeyzer’e saldırdılar ancak başarı elde edemediler. İyileştikten sonra hastalığında bölgesine saldıran kardeşi Nusretüddin’den Harran’ı aldı (1159). Nureddin Mahmud, 1164 yılında çevresindeki emîrlere Haçlılara karşı cihad çağrısında bulundu. Bunun üzerine ona katılan Musul Atabegi Zeyneddin Ali Küçük ve Artuklulardan Fahreddin Kara Arslan ile beraber Hârim Kalesi önüne geldiler. Kale kuşatması sırasında Antakya Prinkepsi Bohemond, Trablus Kontu Raimond ve Hugues de Lusignan idaresinde Haçlı ordusu yardıma geldi. Müslüman ve Haçlı ordusu arasında Hârim önünde çok şiddetli bir savaş vuku buldu. Savaş sonunda ağır bir yenilgi alan Haçlılar çok zayiat verdiler. Haçlı liderlerinin tamamı (Ermeni Toros ve kardeşi hariç) esir edildi. Bu şekilde Hârim kolayca ele geçirildi. Nureddin, Haçlılara bir darbe daha vurmak için Ali Küçük ile birlikte Arka, Arima ve Safisa’yı zapetti. Ardından Haçlılara bir darbe daha vurarak, 1148 yılından beri hakim oldukları Banyas ve Hunin’i aldı. Mısır’ın Alınması Fatımi veziri Şaver, vezirlikten azledildikten sonra Nureddin’den yardım istedi (1163). Kendisinin tekrar vezir olması durumunda Nureddin’e, bütün askerlerinin masraflarını karşılayacağına ve Mısır’ın gelirlerinin üçte birini Nureddin’e göndereceğine dair söz verdi. Nureddin, Şirkuh komutasında bir orduyu Mısır’a gönderdi ve bu yardımla Şaver tekrar vezirlik makamına oturdu. Ancak Şaver, daha önce verdiği sözü tutmadı, üstüne Nureddin’e karşı Haçlılarla ittifak kurdu. Nureddin Mahmud, 1169 yılında Ca’ber
18
k
e e
a
,
a n n s ş
a ı ,
,
ı a
i
a
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Kalesi’ni ele geçirerek en önemli hedeflerinden birini gerçekleştirmiş oldu. Mısır’ı işgal için harekete geçip Bilbîs’i alan Haçlılar Kahire önlerine gelip karargah kurunca Fâtımi Halifesi Âdıd-Lidînillah ile Şaver, Nureddin’e mektup göndererek acil yardım isteğinde bulundular. Şâver bir yandan da Haçlılar’la iyi ilişkiler kurup onları uzaklaştırmaya çalışıyordu. Yapılan görüşmeler sonunda Haçlılar, 100 bin dinar peşin olmak üzere, 1 milyon dinar karşılığında geri çekilmeyi kabul ettiler. Mısır’ın Nureddin’e teslim edilmesinden korktukları için 100 dinarın gelmesini beklemek üzere yakın bir yere çekildiler. Bu sırada Nureddin, Şirkuh’un komutasında Mısır’a bir ordu daha gönderdi. Haçlılar gelen kuvvet karşısında geri çekilmekten başka bir çare bulamadılar. Şirkuh, Kahire’ye girerek idareyi ele alarak vezir tayin edildi. Ancak sadece iki ay kaldı. İki ay sonra ölümü ile yerine yeğeni Selâhaddin-i Eyyûbî vezir oldu (1169). Mısır’ın alınmasından sonra büyük bir korkuya kapılan Haçlılar, Kudüs’ü kaybetme korkusuyla Avrupa’dan yardım istediler. Avrupa’dan gelen yardım ile 1169 yılında Dimyat’ı kuşattılar. Şehir 50 gün boyunca kuşatma altında kaldı. Şirkuh’un ölümüyle, onun yerine geçen Selâhaddin, Nureddin’e elçi gönderip kendisini durumdan haberdar etti. Bunun üzerine Nureddin, kuşatmaya katılmış olan Haçlıların boşalttığı yerlere seferler düzenledi. Yağma ve tahribatta bulundu. Bu durum karşısında Haçlılar, Dimyat kuşatmasını bırakıp geri dönmek zorunda kaldılar. Haçlılara Karşı Yaptığı Son Seferleri 1172 yılında Lâzıkiyye limanına demirleyen tüccar ve mallarla dolu olan iki gemiyi Haçlılar ele geçirdiler. Nureddin ve Haçlılar arasında barış antlaşması olduğu bir dönemdi ancak Haçlıların yaptıkları bu hareket, barışın bozulmasına neden oldu. Nureddin’in uyarılarına karşı olumsuz cevap verildi. Bunun üzerine harekete geçen Nureddin, Haçları mağlup etti. Ordusuyla Trablus yakınlarına kadar giderek bölgeyi tahrip etti ve pek çok Frank öldürdü. 1172 yılında Haçlıların Dımaşk’a bağlı Havrân’ı yağmalamaları üzerine harekete geçen Nureddin, Haçlıları Dımaşk’a bağlı es-Sevâs’ta yakaladı ve mağlup etti. Ardından bu kez Nureddin, Haçlılara karşı sefere çıktı ve önlerine çıkan tüm Haçlıların mallarını yağmalayıp, onları esir aldılar. Bunun üzerine Haçlılar, bölgeden geri çekildiler. Nureddin Mahmud, hükümdarlığı boyunca Haçlılara karşı pek çok sefere çıkan, onlara en ağır yenilgileri tattıran ve bölgede Haçlıların etkinliğini kıran bir liderdi. Ancak istisnada olsa yaptığı bazı seferlerde başarı elde edemedi. Nitekim Haçların Askalân kuşatmasında, 1162 yılında Hârim Kalesi’ne yaptığı seferde ve 1163 yılında Hısnü’l-Ekrâd önünde başarısız olmuştur. Sonuç Nureddin Mahmud, hayatının büyük bir bölümünü Haçlılarla mücadele etmeye adayan bir hükümdardır. Hükümdarlığı boyunca en büyük ideali, Haçlılar ile komşu olan İslâm ülkeleri arasında bir birlik oluşturup kendisinin komuta ettiği bir cephe oluşturmaktı. Bu yolda bir takım ittifaklar kurmuşsa da isteğini tam anlamıyla yerine getirememiştir. Haçlılara karşı yaptığı amansız mücadele ile Haçlı devletçiklerini ortadan kaldıramamışsa da daha sonra Kudüs’ün Selâhaddin-i Eyyûbî tarafından fethine zemin hazırlamıştır. Kaynakça: Alptekin, Coşkun, “Musul Atabegliği (Zengîler) 1127-1233”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1988, s. 533-578; Holt, P. M., Haçlı Devletleri ve Komşuları, çev. Tanju Akad, İstanbul 2007; İbnü’l-Esîr, İslâm Tarihi: el-Kâmil fi’t-Târih Tercümesi, XI, çev. Abdülkerim Özaydın, İstanbul 1987; Kök, Bahattin, “Nûreddin Mahmud Zengî”, DİA, XXXIII, (2007), s. 259262; Runciman, Steven, Haçlı Seferleri Tarihi, I-II, çev. Fikret Işıltan, Ankara 20084; Setton, M. K., “Nureddin’in Faaliyetleri”, çev. K. Yaşar Kopraman, Tarih Araştırmaları Dergisi, IV/6-7, (1966), s. 505-520.
19
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Kudüs’ü Haçlı İşgalinden Kurtaran Büyük Kumandan
Selahaddin Eyyübi
ve Kudüs Sevdası Ayhan Çiftçi İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Bölümü Mezunu
“Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde, Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu. Varıp eşiğine alnımı koydum, Sanki bir yeraltı nehri kaynıyordu.”
R
20
ahmetli yazar, şair ve kanaat önderi Mehmet Akif İnan ne güzel söylüyor, asırlar öncesinin duyarlılığıyla hislerimize tercüman oluyor. Çünkü peygamberler şehri Kudüs, müslümanların hakimiyetinde olmadığı her döneminde olduğu gibi yine kan ağlıyor. İçimizi kanatıyor, bağrımızı yakıyor. İlk kıblemiz, bereket şehri, adalet yurdu huzursuz ve mutsuz. Biliyorsunuz, Mekke ve Medine’yle birlikte 3. Kutsal şehrimizde katliamlar hız kesmeden devam ediyor. Kudüs ve çevresi tıpkı 1.Haçlı Seferi sonrası yaşadığı 88 yıllık hüznü yaşıyor.
a r , r
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Bugün olduğu gibi o dönemde de İslam alemi derin bir sessizlik ve parçalanmışlık halindeydi. Bununla beraber, 1099 yılında Haçlılar Kudüs’e varmadan önce İslam dünyası medeniyetin zirvesini yaşıyordu; refah içerisindeydi. Bu rahatlığa ve bölünmüşlüğe rağmen, haçlı saldırılarına karşılık vermekten korkmadı. Ancak şu da bir gerçek ki onları bir araya getiren, aynı hedefe kilitleyen bir kahramanları vardı. Kudüs’ü tekrar fetheden ve bütün dinlere burada yaşama fırsatı veren, örnek bir şahsiyet ve asil bir kumandanları vardı. Öyle bir şahsiyet ki, her yönüyle örnek bir müslüman, ilme saygılı bir alim ve mütavazılığı düstur edinen takva sahibi bir komutan. Amacı yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak olan, ismiyle günümüzde dahi mazlumların yolunu aydınlatan bir meşale. Evet onların, inancın ve zaferin timsali Selahaddin Eyyübi’leri vardı. Bu abide şahsiyetin hakkını verebilmek için onu tanımak yetmez, anlamak lazım. Çünkü o, öyle bir içli liderdi ki, 2 günde 40 bin müslümanın katledildiği 1.Haçlı işgaline, Süleymaniye Tapınağı’nda akıtılan müslüman kan seviyesinin diz boyunu aştığı, insanların kol ve bacaklarından sokakta yürünemediği, Haçlı katliamını yüreğinde hissediyordu. Yaşı 18 olmasına rağmen hiç unutmuyor, acısını içinde büyütüyordu. Nasıl unutsun! öyle bir manzara ki; barbar Haçlı ordusu “yaptıklarımızı anlatsak inanmazsınız” diyerek, kendi halklarını bile dehşete düşürüyorlardı. Güçlü olduklarında neler yapabileceklerini bütün dünyaya bir kere daha ispatlıyorlardı. Bu durum, büyük bir gaflet içerisinde olan İslam camiasında da biraz ses getirmişti; ama parçalanmış müslümanların harekete geçmesi zor görünüyordu. İşte tam bu atmosferde, uykusundan tam anlamıyla uyanan hatta uyku uyuyamayan Selahaddin Eyyübi zafer yeminleri ediyordu. Hiç gülmüyor, sürekli plan yapıyordu. Kafasında kaleler, surlar inşa ediyordu. Çok farklıydı; çünkü bir hesabı, bir ideali vardı. Azalmayan bir zafer coşkusu, imanla dolu bir kalbi vardı. Peygamberimizin ve Hz Ömer’in emaneti olan ilk kıblemizin bulunduğu topraklarda, Haçlıların dolaşıyor olmasını içine sindiremiyordu. O, ilk kıblemizin, Peygamberimizin miraca yükseldiği yerin işgal altında olmasını kabullenmiyordu. Çocuğunu kaybetmiş bir ana gibi oradan oraya koşturuyor, Müslümanları cihada çağırıyordu. Gözünün pınarları hiç kurumuyor, kendini sürekli Kudüs’ün kurtarılmasından sorumlu hissediyordu. Üzüntüsünün nedenini soranlara: “Kudüs ve Mescid’i Aksa Haçlıların işgalinde olduğu müddetçe ben nasıl
21
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
olurda gülebilirim, istediğim gibi rahat yemek yiyebilirim ve hele nasıl gözüme uyku girebilir” diyordu. Sadece gençliğini değil, ömrünü Kudüs ve müslümanlar için çalışarak geçirdi. Azmiyle duyarlılığın, kahramanlığın ve mücadelenin timsali oldu. Çalışkan ve disipli idi. Kudüs aşkıyla hiç uyumadan çalışıyordu. Genç yaşta vezir oldu. Çok başarılıydı, iyi bir asker ve komutandı. Kısa sürede adalet anlayışı ve şöhreti Kuzey Afirika’yı, Trablus’u, Yemen’i aştı. Adına hutbeler okunmaya başladı. Bütün bunları barbarlığıyla, katliamlarıyla değil, cesareti ve merhametiyle başarıyordu. Parçalanmış müslüman güçleri bir araya getirdi. Asaleti, cesareti ve kudretiyle kısa zamanda bütün islam coğrafyasında ün saldı. Hristiyanların günümüzde dahi adını duyduğunda ürktüğü bir isim haline geldi. Ve sonunda beklediği gün geldi. Artık her şey tamamdı, bütün dünyaya hak dinin gücünü göstermenin zamanı gelmişti. Kendisi gibi şartlar da hazırdı; ve son kez duasını etti. Ardından ağır ağır hazırlandı, ordusunu toparladı, stratejisini belirledi ve ilk kıblenin yolunu tuttu. 1187’de Haçlıların önüne dikildi ve Hz. Ömer edasıyla: “Benim Kudüs’e saygım sonsuzdur, mallarınızı, topraklarınızı sizlere başka şekilde telafi edeceğime söz veriyorum.” diyerek kan dökülmesin istedi. Bu talebi önce kabul edilmese de kısa süre sonra imanını, gücünü ve azmini gören Haçlılar, şehrin anahtarını muzaffer komutana teslim ettiler. Mağlubiyeti kabul ettiler. Hak yine batılı cesaret ve imanla yenmişti. Hoşgörülü komutan daha kente girmeden, barbarlığa alışkın olan Haçlıları şaşkınlığa uğrattı. Daha öncesinde kadınları ve çocukları dahi öldürerek şehre giren Haçlılara bir şey yapmadı. Kimsenin malına, canına ve ırzına dokunmadı. Şehri rahatça terk etmelerinin teminini sağladı. Bu zafer çok önemliydi. Çünkü Müslümanlar, Haçlıların doğu sahiline gelişinden bu yana böyle bir zafer kazanmamışlardı. Bu zafer, mücahid komutan Selahattin Eyyübi’ye nasip oldu. Ordusuyla Kudüs’e girdiği gün, aynı zamanda Hz. Muhammed (S.A.V)’in Mekke’den Kudüs’e mücizevi şekilde götürüldüğü, müjdeler aldığı Mirac’ın yıldönümüydü. Bu galibiyetle Kudüs ait olduğu yere, İslam’a döndürülmüştü. Muzaffer komutan ilk olarak sevinç gözyaşlarıyla Mescidi Aksa’ya geldi. Haçlılarca tahrip edilen Mescidi Aksa’yı kendi elleriyle süpürdü, gülyağıyla yıkadı. Artık Kubbetü’s Sahra’daki haç indirilmiş, 88 yıldır duyulmayan ezan sesi tekrar şehri nurlandırmıştı. Mescidi Aksa’da ik Cuma namazı kılınmış, şehirde müslümanların hakimiyetinde 8 asır sürecek olan barış dönemi başlamıştı. “Bizim vazifemiz düşmanın azlığını veya çokluğunu mukayese etmek değil, onun karşısına çıkmaktır.” Mağlubiyetin şokundan çıkan Haçlılar, müslümanları tamamen Kudüs’ten atmak için güçlü bir ordu toplamıştı. Sayıları çok fazla olan bu ordu karşısında mücadelede biraz terüddütlü kalan askerlere, Selahattin Eyyübi şöyle seslenmişti. “Mademki ölümden korkuyoruz, niçin evlerimizde çoluk çocuğumuzla zevk-i sefa içinde yaşamıyoruz. Bizim vazifemiz düşmanın azlığını veya çokluğunu mukayese etmek değil, onun karşısına çıkmaktır.” Ve nitekim imanlı komutanın ordusu, kendisinden sayıca çok olan Haçlı ordusunu durdurmuş ve anlaşmaya zorlamıştı. Netice alamayacağını anlayan Haçlılar geri dönmüştü. Böylece mücahit komutan üstünlüğünü bir kere daha ispat etmiş, Kudüs ve Ortadoğu’daki İslam varlığının yok edilmesinin imkansızlığını ispatlamıştı. Ancak zaman içinde Kudüs’ün uzun soluklu barışı, yine Haçlı zihniyetiyle bozuldu. Cennetmekan II. Abdülhamid Han’ın varlığında hiçbir şey yapamayan Yahudi ve Haçlılar ona karşı birleşti. Tahttan indirilmesinin ardından da İngilizler, 1918’e kadar barış içerisinde yaşayan
22
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Kudüs’e girdiler. İngilizlerin buraya girmesindeki amacı Yahudilere bir devlet kurmaktı. Ve nitekim 1948’de Ortadoğu’daki bütün huzuru bozan, insanlığı hiçe sayan siyonist devlet İsrail kuruldu. Tabiki askeri bir galibiyetle kurulamayacağı bilinen bu devlet, ayak oyunlarıyla kuruldu. Ardından da 64 yıldır bütün dünyanın gözü önünde yaptığı katliamlarla, müslüman halkı göçe zorlamaya devam etti ve hala ediyor. Sürekli çıkardığı çatışmalarla Kudüs ve çevresinde tam bir yahudi hakimiyeti kurmaya çalışıyor. Küresel kuruluşların desteğiyle, Kudüs’ün batısında hakimiyet kurduğu gibi doğusunda da 1967’de hakimiyet alanı sağladı. Günümüzde dağınık bulunan İslam devletleri yine gaflet uykusundadır. Mısır’a saldırdığında işgal güçlerine karşı hiç müdahale etmeyen Müslüman devletler Kudüs’ün ardından Gazze’de de mazlum halkı zor durumda bırakmışlardır. Batı Şeria’ya, Sina yarımadası’na, Golan tepeleri’ne kadar hakimiyet alanı sağlayan işgalci siyonist güçlerin, Haçlı zihniyetinden çok da farkı yoktur. Tarihte zaman değişiyor, şahıslar değişiyor fakat gerçekler baki kalıyor. Şunu da belirtmek isterim ki, Kudüs ve Filistin müdacelesi yalnızca Filistin halkının veya Arapların mücadelesi Selahaddin Eyyübi’nin Şam’daki Kabri değil, bütün müslümanların ortak davasıdır. Vicdan sahibi insanların davasıdır. Ancak Kudüs’ün ve Mescidi Aksa’nın kurtarılması için mücadele eden tek bir demokratik ülke veya millet olmasa bile müslümanların bu davaya bireysel olarak dahi sahip çıkması gerekir.
Selahaddin Eyyübi’nin mücadele azminin sırrı Filistinli veya Arap olmasında değil şuurlu bir müslüman olmasındadır. Nitekim Selahaddin Eyyübi Mescidi Aksayı bu şuurla, inançla Haçlılardan kurtarmıştı. İnancı galip gelmiş kutsal coğrafyanın kaybedilmesini içine sindirememişti, uykuları kaçmış gözpınarları kurumuştu. Bütün bu duyguların sebebi, bir Filistinli veya Arap olmasından değil; şuurlu, imanlı bir müslüman olmasındandır. Ordusunun sayısı azdı, belki teknolojisi de geriydi ama inandı ve başardı. O, emaneti idrak etmiş, geçici dünyaya heves etmemişti. Onun mücadele ettiği zamanlarda, orada müslümanlara bugünki şekliyle fiili bir müdahale, sürgün, şehid olan bebekler, her gün atılan bombalar yoktu. Yine de mücadeleye koyulmuştu. Bugün aynı coğrafyada zulümler var, bir direniş var, şehidler var, katliamlar var. Ancak dünya müslümanlarının sesi kısık, mücadeleye desteği yok denecek kadar az. Şu da bir gerçek ki bölgede ve ülkemizde bu katliam ve haksızlıklar karşısında yeterli ses çıkmıyor. Birçok kişi ve kuruluş korktuklarını, gaflette olduklarını gizliyor. Bazı kesimler ise daha da ileri gidip sorunu İsrail-Filistin mücadelesi olarak göstermek istiyorlar. Ancak iman hassasiyeti taşıyan yönetici ve müslümanlar bu zihniyete asla prim vermeyecek. Birlikte hareket etme arzusunu kaybetmeyecek. Hala “zaferle değil seferle emrolundum” anlayışının temsilcileri var. Siyonist İsrail’den korkmadan mücadele eden Selahaddin Eyyübi olabilme, en azından arkasından gidebilme azminde olanlar var. Hak olan kitabımız yüce Kuran-ı Kerim bizlere bu konuda bakın ne güzel mesaj veriyor: “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz”
23
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Mescid-i Aksa’nın Müslümanlar Açısından Önemi
Mescid-i Aksa
Sadece Bir Cami Değildir.
Nureddin Yıldız Yazar - Sosyal Doku Derneği Onursal Başkanı
K
Kubbesiyle, minaresi ve şadırvanlarıyla farklı fiziki yapısının Müslümanlara ait bir yapı olduğunu gösteren kâh tarihi kâh muasır binanın adı camidir. Müslümanların beş vakit namazlarını, bayram ve cuma namazlarını eda ettikleri, hutbe dinleyip dinlerini öğrendikleri yerdir camiler. Çocuklarının dinden tamamen kopmaması için eğitimden artan zaman dilimlerinde yüzeysel bir bilgi maksadıyla, görevlisine, çocuğa da din öğretme hakkının tanındığı kimliğin temsil ettiği mekân da cami olarak bilinir. Yardım toplama denince akla gelen yerlerin başında da cami gelir. Cuma namazlarından sonra kapılarında dilencilerin ve seyyar satıcıların yoğunlaştığı mekânlar olarak da bilinebilir camiler. Bizim gözümüzde camilerin bu ve buna benzer vasıflarla canlanması, caminin hak ettiği seviyede bulunmadığının işaretidir. Cami kavramının aklımıza ilk getirmesi gereken tanıtım ifadesi ‘Allah’ın evi’ olmalıydı. Allah’ın evi ifadesi de bizi daha deruni bir âleme sevk etmeliydi. Ezanlarının yasaklandığı dönemden bu döneme gelenler için yine oldukça önemli bir mesafe kat edildiği inkâr edilemez bir gerçektir. Kudüs’teki Mescid-i Aksa içinde her şeye rağmen namaz kılınıyor olmasına rağmen, bizim anladığımız bir manadaki cami değildir. Minaresinden ezanın okunması, içinde Filistinli kardeşlerimizin çocuklarına Kur’an okutmaları, fotoğraflarının saf halinde namaz kılan Müslümanlarla beraber basılması onun bizdeki anlamında bir cami olarak daralmasını gerektirmez. Mescid-i Aksa’nın cami olması, ona ait değerin az bir bölümünü yansıtır. Kâ’be’nin çevresinde namaz kılındığı, vakit vakit cenaze kaldırılan bir yer olarak da kullanıldığından dolayı bizim köylerimizde kullanılan anlamıyla ‘cami’ olarak anılmasının Kâ’be için doğru olmadığı nasıl bir hakikat ise Mescid-i Aksa için de aynı şey geçerlidir. Mescid-i Aksa’yı sadece cami olarak daraltmak, büyük bir tarih inkârı, tehlikeli bir akide tahrifidir. Mescid-i Aksa kıble olarak tescil edildiğinde namaz bile farz olmamıştı. Namazdan daha eski bir değeri olan Mescid-i Aksa’nın namazla daraltılan bir mekân olması, bakış tarzımızın tarihten ve vakıadan uzak bir tarz olduğuna işaret eder. Mescid-i Aksa’nın Gerçek Kimliği Caminin ötesindeki Mescid-i Aksa bizim için ilk kıble olmakla başlayan bir çizgide durmaktadır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin miracı için oranın seçilmesi asla boşuna değildir. Orada hiç ezan okunmaz, namaz kılınmaz bile olsa bizim için ilk kıblemiz olarak kalmalıdır. Bizim ilk kıblemiz, peygamberimizin miraç güzergâhı olması, cami olmanın ötesinde bir
24
n ı i n n i k l , r a
i n r
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
noktadır. İlk kıblemiz olması da ikinci kıbleden sonra tedavülden kalkması gibi bir sonucu da doğurmamıştır. İlk göz ağrımız ve sürekli gözümüz kulağımız durumundadır. Bunun için ikinci halife Ömer bin Hattab radıyallahu anh Kudüs’ün fethiyle ilgilenmiş, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin vefatından çok az bir zaman sonra Kudüs, İslam toprağı olmuştur. Müslümanların Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı, üçüncü şehirleri olarak bilmeleri gerekmektedir. Orada kılınan namaza bile fazla sevap vaat edilmesinin nedeni budur. Yol üzerinde bulunduğu için uğranılan bir yer değil, sapaya kalmasına rağmen gidilen bir yerden söz ediyoruz. Uğruna seyahatlere çıkılabileceği gibi, uğruna cihad edilmesi gereken bir yerden söz ediyoruz. Miracın Mekke’den başladıktan sonra oradan devam etmeyip, Mekke’den Kudüs’e, oradan da en ulvi yerlere şeklinde devam etmesinin hikmetini nasıl göz ardı ederiz? Mescid-i Aksa bir semboldür. Bu sembol de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin kendisinden önceki peygamberlerden imameti devralmasının gerçekleştiği yerin sembollüğüdür. Kudüs gözden düştüğünde biz çok şeyi kaybettiğimiz için onu gözden düşürmüş oluruz. O ne gözden ne elden düşmemelidir. Dönüş noktası Bizim için hayatın Mekke’den başladığına inanıyoruz. Davamız da Mekke’den başladı. Ancak pek çok hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin Şam ve Kudüs yönüne dikkatimizi çektiğini görüyoruz. Kıyamet etrafındaki bilgilendirmelerde bu iki bölgeye müspet manada yoğunluk getirilmesindeki hikmetler üzerinde tefekkür etmemiz gerekmektedir. Mesela benzer hadislerde Irak üzerinde de bir yoğunluk vardır ama bu yoğunluk oradaki fitne ateşine işaret etmektedir. Özellikle Şam ve Kudüs konusunu bizim, sosyal ve siyasi hesapların dışında başka gözlerle anlamaya çalışmamızın gerekliliğini bilmemizde yarar vardır. Suyuti’nin mütevatir hadisler arasında zikrettiği: ‘Allah’ın emri gelinceye kadar Hakkı ayakta tutan bir grubun muhakkak var olacağına’ dair hadisi şerif bizi başka noktalara çekmektedir. Bu hadisin Ebu Davud’taki rivayetlerinde ‘nerede?’ sorusunun cevabı olarak Şam’a dikkat çekilmektedir. Cihad bölümünün üçüncü konusu ‘Şam’da yerleşme’ üzerinedir. (2482 ve 2483. Hadislere bakılabilir.) Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde ise bu grubun Şam halkı olduğuna işaret edilmektedir. (19505.hadis) Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde rivayet ettiği bir hadiste ise Şam ifadesinin sınırları ‘Beytülmakdis ve etekleri’ şeklinde daraltılmış bulunmaktadır. (22676.hadis. Bu hadislerin topluca görülebilmesi için Saati’nin el-Fethurrabbani’sinden Fedail bölümü incelenebilir. Orada ‘Şam’ın faziletlerine özel bir bölüm ayrılmıştır.) Beytülmakdis ve etrafındaki topraklarda İslam’ın yılmayan yiğitlerinin Allah’ın kıyamet hükmü gerçekleşinceye kadar bulunacağını iyi düşünmeliyiz. Oradaki cihadın bir cihad değeri bir de sembolik değeri vardır. Orada Yahudi işgalinin bulunması, o işgalin ağır bedellere mal olması boşuna değildir. Hadislerden gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki, kıyamete doğru o bölgeye doğru bir yığılma olacaktır. Dünyada zaferin ahirette saadetin müjdelenmiş yiğitleri olan ‘Taife-i Mansûre’nin en yoğun bulunma ihtimalinin orası olması bize bir yandan yüklü bir müjde verirken bir yandan da sorumluluğumuz ve bölgeye bakışımızı önemli bir çizgiye çekmektedir. Kudüs’te Cihadın Anlamı Hakkı ayakta tutan ve Allah’ın kıyamet emri gelinceye kadar sebat edip yılmadan devam edecek olan mü’min grubun varlığı bizim için iç açıcı bir müjdedir. Bu şu demektir: Allah’ın dini için zeval yoktur. Bütün kaleler çökse bile, son kale en büyük düşman güruhun bulunduğu yerdeki kale olacaktır ve o kale çökmeyecektir. Bu da zaferin üstüne bir zaferdir. Bizim Kudüs davasına bakışımızı umudun ötesine götüren, en zayıf olduğumuz yeri bile güç ve sebat merkezi haline dönüştüren bir müjdedir. Oradaki kardeşlerimizin cihadı hiçbir yerdekine benzemez bir cihaddır. Onların makamı da kimsenin makamıyla ölçülemez bir makam olacaktır. Fitnelerin en yoğun olduğu ve cephelerin terk edildiği bir zamanda iman davasını sonuna kadar sürdürenlerden olmak, ilk garipler gibi olmaktır. İlk gariplerin muştulanmış olması nasıl gerektiyse onlarınki de gerekli olmuştur. Oradaki mescidin zihnimizdeki bir caminin ötesinde bir anlam taşıması, o cephedeki kardeşlerimizin fırkalar üstü, Kur’an davasının saf mücahidleri olmalarını gerektiriyor. Oradakiler Arap veya Filistinli gibi adlandırılmadan önce ‘Hakkı ayakta tutan fırka’ olarak anılmaya müstahaktırlar. Bizim de onlara olan sevgimizin temelinde, onların bu yapısı vardır. Onların en bariz vasfı hakkı ayakta tutmaları, Kur’an ve sünneti ebediyyete taşıyacak imana sahip olmalarıdır. Onların din üzerinden geçinen anlayışla değil,
25
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
dini tecdide kilitlenmiş kimseler olmaları gerekmektedir. Oradaki fırkadan söz eden hadislerin büyük bölümünde, onların Hakk için savaşan kimseler olacaklarına işaret edilmektedir. Bu da onların kalenin silahlı müdafileri olacağına işarettir. Elleri ve dilleri güçlü, seccadeleri serili mü’min vasfı onlara hâkimdir. Bu halleriyle de yardım göreceklerdir; bizim bilmediğimiz ordularıyla Allah Teâlâ onlara yardım edecektir. Yalnız kalmak gibi bir endişeleri olmayacağı, insanların ürkütmesinden ürkmeyecekleri yine aynı hadislerde bildirilmiştir. (Müslim, İmare, 53; Tirmizî, 2229; İbni Mace,10) Bu grup, kıyamete kadar var olacaktır. Kimsenin kınamasından etkilenmeyen, Allah yolunda iken yalnız kalmaktan çekinmeyen yiğit ve temiz grup hep var olacaktır. Ta kıyamet saatine kadar... Ve onların en yoğun bulunma yeri Beytü’l Makdis ve etekleridir. Bunun için Mescid-i Aksa mücerret bir cami değildir. Onun değeri camiliğin üstündedir. Mescid-i Aksa’nın Diğer Mescidlerden Farkı Namaz kılmak, dua etmek, zikir yapmak, Kur’an okumak, itikâf, oruç gibi ibadetler için Mescid-i Aksa’ya gitmenin müstehab olduğunda ulemanın icmaı vardır. Ebu Hureyre radıyallahu anhın rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘Üç mescid hariç, (mescid için) özel yolculuk yapmak yoktur: Mescid-i Haram, Benim mescidim ve Mescid-i Aksa.’ Buharî, Fadlussalah, 1; Müslim,1397 Ebu Davud’un rivayet ettiği bir hadiste, orada namaz kılmaya, namaz kılmaya gidemeyenin kandillerinde kullanılması için yağ göndermesine teşvik vardır: Meymune radıyallahu anhadan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden Mescid-i Aksa hakkında fetva istediğini söyleyince ona şöyle buyurmuş: ‘Gidin, içinde namaz kılın.’ O zaman orada savaş vardı. Bunun için devamla şöyle buyurdu: ‘Oraya gidip içinde namaz kılamazsanız, zeytinyağı gönderin, kandillerinde yakılsın.’ Ebu Davud, Salat,14 Yılın her hangi bir zamanında oraya gidilebilir. Kudüs’te ibadet için gidilebilecek tek yer ise Mescid-i Aksa’dır. İbni Mace’nin rivayetinde ise Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: ‘Orası mahşer yeridir. Oraya gidip içinde namaz kılın. Çünkü orada kılınan bir namaz başka yerde kılınan bin namaz gibidir. Oraya zeytinyağını hediye edersen, aydınlatılmasında kullanılır. Kim bunu yaparsa oraya varmış gibi olur.’ İbni Mace, İkametüssala, 196
26
a
n
.
27
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Kânuni Sultan Süleyman Hân’ın
Kudüs-i Şerif’e
Hizmetleri
Ahmet Melik ÜNAL Selçuk Üniversitesi Makina Mühendisliği Mezunu
K
udüs’ün Osmanlı Hâkimiyetine Geçişi
Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han, 1516 tarihinde Mercidabık Savaşı’nda Memlüklü Sultanı Sultan Gavri’yi mağlub ederek Şam beldelerini ve Kudüs’ü Osmanlı topraklarına katmıştır. Hicri 9 Zihlicce 922 tarihinde Kudüs şehrine giren Yavuz Sultan Selim’i Kudüs’te âlimler ve şehrin ileri gelenleri karşılamıştır. Yavuz’u karşılamaya gelen âlimler Yavuz Sultan Selim’e Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s Sahra’nın anahtarlarını teslim etmişlerdi. Yavuz Sultan Selim ise, Kudüs halkına hediyeler dağıtıp, onları vergilerden muaf tutup, herkesin vazifesine devam etmesini istemiştir. Osmanlı Devleti’nde 1520 tarihinde Cihan Sultanı Yavuz Sultan Selim Han vefat edince yerine oğlu Kanuni Sultan Süleyman Han geçmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1520-1566 tarihlerini kapsayan 46 yıllık saltanatı döneminde birçok Osmanlı beldesi imar hizmetleri görmüştür. Fakat bunlar arasında Kudüs-ü Şerif ’in büyük önemi vardır. Kutsal Kudüs-ü Şerif için Kanuni Sultan Süleyman birçok defa, devletin başmimarı olan Mimar Sinan’ı görevlendirmiş ve Kudüs’ün imarı, tamiri hizmetlerinde bulunmuştur. Kanuni’nin kendi döneminde yaptırmış olduğu birçok eser ve tamir ettirdiği birçok eser günümüze kadar gelmiştir. Kanuni Sultan Süleyman Döneminde Kudüs’te Gerçekleştirilen Faaliyetler Kutsal şehir Kudüs’te Kanûni döneminde birçok tamir faaliyetleri gerçekleşmiş ve pek çok yeni yapı inşa edilmiştir. Bunları maddeler halinde sıralayarak anlatmaya çalışacağız; 1. Kubbetü’s Sahra cami geniş bir restorasyon görmüştür. Kubbetü’s-Sahra’nın çürümeye yüz tutmuş cam mozaiklerini seramik çinilerle değiştirmiş, Kubbetü’s Sahra’nın yer döşemesi ve Kapılarını Restore edip yenilettirmiştir. Bütün pencereleri ve dört kapısından üçü tamir edilmiştir. 2. Kubbetü’s Sahra’nın doğusunda bulunan Silsile Kubbesi tamir edilmiştir. 28
ü . e e , n
e n n n i e i a . n ı e e r
a
m p
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
3. Halil Kapısı’ndaki kalenin batı tarafında bulunan Kale Camii’ne 1531 yılında bir minare yaptırılmıştır. 4. Şehir surları ve kapıları yeniden inşa edilmiştir: Sultan Süleyman üç yüz sene boyunca duvarları yıkık bir halde bulunan surları yeniden inşa ettirerek şehri yeniden korunaklı bir hale getirmiştir. Surların inşası beş yıl sürmüştür. Sultan Süleyman döneminde inşa edilen sur günümüzde varlığını korumaktadır. İki mil uzunluğa sahip olan surlar yaklaşık 12-13 m yüksekliğe sahiptir. Günümüzde bu surlar üzerinde 24 burç bulunur. Kudüs Surlarının yedi ana kapısı vardır. Bunlar; Amud Kapısı, Esbat Kapısı, Meğaribe Kapısı, Nebi Davud Kapısı, Halil Kapısı, Sahire Kapısı, Yeni Kapı. Önceden adını söylediğimiz başka kapılar da bulunmaktadır. Fotoğraf: Ecdadımız Kanuni Sultan Süleyman’ın güçlendirmiş olduğu Kudüs surları önünde Kudüs’ü tahtına feda eden Cennetmekan Sultan
5. Sultan Süleyman, Kudüs’ün hiç bitmeyen su problemine de özel ilgi göstermiş ve şehre su taşınması için mevcut yapıları onarmış ve pek çok yapı İkinci Abdülhamid Han’ın posterini açtık. inşa ettirmiş ve bu iş için oldukça yüksek meblağlar harcamıştır. 6. el-Halil ile Beytüllahim şehri arasındaki kaynak ve göletlerden Kudüs’e su sağlayan Sebil kanalını elden geçirmiştir. Daha sonra burası Süleyman göleti olarak isimlendirilmiştir. Ayrıca şehir içinde ve Mescid-i Aksa yakınlarında sebiller inşa edilmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivinde konu ile alakalı belgede şu şekilde bilgi yer almaktadır. (Kanuni Sultan Süleyman’ın Kudüs ve çevresinin su ihtiyacını karşılamak için yaptırdığı havuzların ve Mescid-i Aksa’nın içine kadar uzanan su yollarının tamir edilerek Mevlid Kandilinde açılışının yapıldığı – BOA, İ. DH. 168/8868) 7. Sultan Süleyman Han’ın eşi Hürrem Sultan da aynı hassasiyeti kendisinde hissetmiş ve Haseki Sultan Külliyesi olarak bilenen devasa yardım müesseselerini kurarak Kudüs’e katkı sağlamıştır. Haseki Sultan Tekkesi: Sultan Süleyman’ın hanımı Haseki Hürrem Sultan tarafından 1552 yılında inşa ettirilmiştir. Bu tekke kısa süre sonra bir cami, han, ribat, medrese, aşevi ihtiva eden bir külliye haline gelmiştir. Bugünkü yetimhane bu külliyenin bir parçası olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Haseki Sultan Tekkesinde fakir ve muhtaç kimselere günümüze kadar yemek dağıtımı devam edegelmiştir. 8. Kanuni Sultan Süleyman Kudüs şehrinin istikrarı ve güveni için Kudüs-Yafa şehri arasındaki yolun kontrolünü El-Ebigavş kabilesine vermişti, (Onlara Turistlerden gelen aidatlar karşılığında vermişti) Kanuni Döneminde de Hristiyan hacılardan harç alınıyordu. 9. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in Mirac’a yükseldiği kutsal kayayı çevreleyen kutsal yapı(Kubbetü’s Sahra), 7. yüzyılda Halife Abdulmelik tarafından yaptırılmıştı, Bugünkü görünümünü ise Kanuni döneminde almıştır. Kanuni bu kutsal mabedin dış yüzünü mermer ve çinilerle bezemiş.
Harita:Süleymaniye Membalarından Kudüs’e getirilen suyun haritası BOA, İ. DH. 168/8868
Mavi yeşil ve sarıyla karışık bu çiniler binaya bugünkü özelliğini vermekte ve yapının unutulmaz ve akılda kalıcı bir görüntüsünü oluşturmaktadır. Yapıya ayrı bir güzellik kazandıran ve Kanuni tarafından yaptırılan 29
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
mermer kaplamalar göz dolduruyor. Binanın üst kısmını saran bir kitabe görüyoruz. Kitabe kuşağı renkli sır tekniğiyle yapılmış. Kuşak Kanuni’nin ismini taşıyor. 1551 yılında yazılmış. 10. Kanuni Sultan Süleyman’ın Kudüs’e 40 milyon akçe, bugünkü bedelle yaklaşık 1 trilyon 500 milyar lira vakfederek burayı bayındır kılmıştır. Yaptırdığı eserlerden sadece çeşmelerin sayısı 18’dir. Misal; Sebil el-Silsile... Elvaad Kanuni Çeşmesi... Babel Nezir Çeşmesi... Kudüs Köprüsü üzerinde Sebil bil-Kadissultan… Kudüs Kalesi girişinde Kanuni Namazgâhı... Kale içinde bulunan Lala Mustafa Paşa Camii (19. yüzyıldan bu yana Davut kulesi adıyla anılmaktadır)
Fotoğraf: Kanuni Sultan Süleyman Çeşmesi -Yafa
Kanuni Sultan Süleyman’ın Kudüs-ü Şerif ’teki kutsal mekânlarda temizliğe ve edebe uyulması hakkındaki Fermanı onun bu mübarek şehre verdiği önemi ifade eder derecededir;
“Kudüs-i Şerîf beyine ve kadısına hüküm ki: Molla Siyami gelip haber verdi ki; Kudüs-i Şerif ’te bulunan Mescid-i Aksa, Sahratullah-ı Müşerref (Kubbetü’s-Sahra) ve Hz. İsa’nın Kabri gibi kutsal mekânlara ibadet ve ziyaret için gelen bazı kadınlar o mekânları kirletip, edebe aykırı davranıyorlarmış. Bu haber üzerine buyurdum ki; Emrim oraya vardıktan sonra bu gibi davranışlara kesinlikle izin vermeyin. Şayet bunun aksini duyarsam bilesiniz ki görevden alınmakla kalmazsınız. Sen ki kadısın bu emrimi sicile kaydet ki senden sonra gelen kadılar da bu emrime uysunlar.”
30
Filistin’e
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Yahudi Göçü Meselesi (1877-1908)
Kasım BOLAT Fatih Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans Talebesi
19. yüzyıl Osmanlı Devleti için değişik coğrafyalarda sorunlarla karşılaştığı bir dönem olmuştur. Başlıca problemler arasında; adli, idari, siyasi ve ekonomik sorunlar gelmekteydi. Osmanlı Devletini uğraştıran ve bir problem haline gelen bir diğer konuda, Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmek istemeleri ve bunun devlet tarafından engellenmeye çalışılmasıdır. Diğer yandan, 19. Yüzyıl Osmanlı için tam bir göç ve mülteci yüzyılı oldu. Başta Kırım- Kafkasya, Balkanlar, Ege Adaları olmak üzere milyonları bulan göçmen, Osmanlı topraklarına sığınmak için vatanlarını terk etti. Osmanlı Devleti kendi tebaasından olsun yâda olmasın, sığınma talep eden her ırktan ve dinden kimseyi topraklarına kabul etmiştir. Yahudiler de özellikle kendilerine karşı duyulan nefretten dolayı, 19. Yüzyılda başta Avrupa’dan olmak üzere, Rumeli’den ve Rusya topraklarından göç etmeye başladılar.1 Yahudi nüfusunun hızlı bir şekilde, Rusya İmparatorluğunda artması merkezi devlete tehlike olarak göründü. 1897 yılında yapılan sayıma göre Rusya İmparatorluğunda 5.2 milyon Yahudi bulunmaktaydı.2 19. Yüzyılın sonunda ise Rusya’da 14 milyon Müslüman vardı.3 Müslüman ve Türklerin göçleri ile birlikte Yahudi göçleri de olmaya başladı. Devlet, bu Yahudileri Filistin toprakları hariç Batı Anadolu, İstanbul ve diğer uygun bölgelere yerleştirdi. Ancak, Yahudilerin özellikle Filistin’e yerleşmeyi istemeleri ve bu isteğinde İngiltere4 tarafından desteklenmelerinden dolayı, Filistin’e Yahudi iskânı meselesi ulusla arası bir probleme dönüştü.5 1877-78 Osmanlı Rus savaşına kadar böylesi bir problem daha önce yoktu. Erken dönemlerden itibaren Filistin bölgesinde, belli bir azınlık Yahudi grubu yaşıyordu. Ancak bu azınlık grupta, hiçbir zaman hiçbir bölgede çoğunluğu sağlayamadı. Filistin’e Yahudi göçü meselesi, 1877-78 Osmanlı Rus savaşından sonra, bölgeye yerleşmek isteyen yabancı uyruklu Yahudilerin ısrarları sonucu büyük bir problem olmaya başladı. Onun haricinde devlet, Yahudi göçmenlere gereken ilgiyi gösteriyordu. Örneğin, Kırım’dan göç eden bir Yahudi kafilesi önce İstanbul’a daha sonra da Dobruca ovasına yerleştirildi. Bu bölgeye yerleşen Yahudilerin; ev, arazi, yemeklik un, hayvan ve araba gibi bütün ihtiyaçları devlet tarafından karşılanırdı.6 Yine aynı şekilde, Kırım’dan göç eden bir Yahudi kafilesinin, Silistre’ye gemi ile götürülüp yerleştirilmesi ve ne ihtiyaçları varsa karşılanması için devlet tarafından izin çıkarılmıştı.7 Rusya’nın Yahudilere karşı tutumu, özellikle onların dinlerini değiştirmeleri yönünde oluyordu. Bu baskılar parayla yâda zorla yapılıyordu. Her iki şekilde de dinlerini değiştirmeyen Yahudiler, Osmanlı topraklarına göç etti.8 Filistin hariç bütün Anadolu toprakları, Osmanlı Devletince Yahudilere iskân olarak açıldı. Ancak kat’i surette Filistin’e Yahudi göçü yasaklandı.9 Osmanlı Devleti, nasıl Çerkez muhacirlerin ortaya çıkardığı problemler ile uğraşıyorsa, Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerini engellemek için de uğraşmaya başladı. Ancak konunun uluslararası bir hal alması, Yahudilerin bir şekilde Filistin topraklarına iskânını engelleyemiyordu. Yahudiler, bir şekilde istedikleri bölgelere yerleşiyor ve yeni gelen Yahudiler için faaliyetlerde bulunuyorlardı. 19. yüzyılda kitlesel Yahudi göçleri, yüzyılın ikinci yarısında meydana gelmeye başladı. 1881-1891 tarihleri arasında 145.000 Yahudi, Rusya topraklarından sığınabilecekleri ülkelere göç ettiler. Diğer bir önemli göç de 1892 yılında meydana geldi. Bu tarihte 500.000 Yahudi, Doğu ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinden Amerika, İngiltere, Kanada ve Osmanlı topraklarına göç etti.10II. Abdülhamid, 93 Harbinden sonra başlayan Müslüman mülteci meselesini çözemeden, Yahudilerin Filistin bölgesine yerleşme istekleri ile karşılaştı. Yahudilerin bu istekleri konu üzerine ilgi duyanlar tarafından, Sultan II. Abdülhamid’e iletildi. Konuya yakından ilgi duyanlardan birisi de Laurance Oliphant’dır. Oliphant, 1879 yılında II. Abdülhamid’e Yahudilerin Filistin’e yerleşmeleri konusunda, makul sebepler de içeren 33 maddelik bir layiha sundu. Oliphant, layihasında; Filistin’e Yahudilerin iskân
31
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
edilmesinden bahsettiği gibi, Yahudilerin bölgede nasıl bir fayda sağlayacağını da anlatıyordu. Onun bu ısrarcı anlatımları siyasi Siyonizm olarak algılandı.11 Ancak Oliphant’ın layihasını sunduğu tarihte henüz siyasi Siyonizm doğmamıştı. Oliphant’ın layihasını sunmasındaki asıl amaç, İngiltere’nin bölgedeki çıkarlarını savunmak ve bölgede Yahudileri kullanarak bir İngiliz kolonisin oluşmasına zemin hazırlamaktı.12 Oliphant’ın Mayıs- Haziran 1879’da sunduğu teklif ancak bir yıl sonra, 8 Mayıs 1880’de Meclis-i Vükela’da görüşülmüştür. Bir sene beklemesinin sebebi, o dönemde Osmanlı Devleti’nin Mısır meselesi ile ilgilenmesinden kaynaklanır. Oliphant, bu durumu bildiği için teklifin görüşüleceği günü bekledi. Oliphant’ın bekleme süresinde İngiltere ile Osmanlı arasında pek sıcak ilişkiler sürmez. Ancak bu durum kararı ne kadar etkilemiştir, bu durum şüphelidir. Sonuç olarak, Oliphant’ın teklifi Meclis-i Vükela’da kabul edilmez. Sebep olarak ise bölgenin Yahudi iskânı için uygun olmadığı söylenir. Çünkü bölgeye daha önceleri Müslümanlar iskân edilmiş olmasına rağmen, yerel halk ile problemler yaşanıyordu. Örneğin, 93 harbinden sonra Suriye’ye yerleştirilen Müslümanlar yerel halkın tepkisiyle karşılaşınca, tekrar Adana ve İzmir’e sevk edilmişlerdir.13 Oliphant’ın teklifi kabul edilmemesine rağmen o, hayatının sonuna kadar bölgeye Yahudi iskânı için mücadele etmiştir. Filistin topraklarında Yahudi göçü ve iskânı probleminin oluşmasında en büyük etken, İngiltere olmuştur. Bütün engellemelere rağmen Yahudiler bir şekilde Filistin topraklarına geçmeyi başarıyordu. Resmi olmasa da Suriye ve Filistin bölgesine, sızma şeklinde Yahudiler yerleşmiştir. Hatta bazı göçmenlerin mal-mülk sahibi olduğu görüldüğü gibi bölgenin yerleşime açılması için çaba harcadıkları da görülmüştür.14 Çünkü sorun Osmanlı Devleti’nin halledebileceği bir boyuttan uzaklaştırılıp, diğer Avrupa devletlerinin de söz sahibi olması gerektiği bir konuma çekilmiştir. Bundan dolayı Yahudi göçü ve iskânı problemi Filistin Sorunu olarak ortaya çıkmıştır. II. Abdülhamid, Siyonizme karşı girişmiş olduğu bu mücadele de Berlin Hükümetinin desteğini almak istiyordu. Almanya, hem en büyük Siyonizm destekçisi, hem de en büyük Yahudi düşmanlığının yapıldığı yerdi. Almanya, dış politikada Ortadoğu bölgesine açılmak ve II. Abdülhamid ile ters düşmemek için Siyonizm konusunda Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı.15 İngiltere, Filistin topraklarına Yahudi göçünü cazip tekliflerle Osmanlı devletine kabul ettirmeye çalışıyordu. Yahudilerin bölgeye yerleşmeleri doğrultusunda, Mehmet Ali Paşa’nın yayılmacı politikasını engelleyeceklerini ve bölgede Osmanlı aleyhtarı girişimlere, katkı sağlayacaklarını söylüyordu. Bölgeye Yahudi iskânının olması daha çok İngiltere’nin işine yarayacaktı. Çünkü İngiltere, Rusya ve Fransa’ya göre bölgede geri kaldığını düşünüyordu. Bunun için de Yahudileri kullanarak, Filistin topraklarında bir zemin hazırlamanın mücadelesi içindeydi. Bunun için Ortadoğu bölgesinde sömürgeci faaliyetlerini hızlandırarak, misyonerlik çalışmalarına ağırlık verdi. Özellikle Yahudileri Hristiyanlaştırmaya özen gösterdi. Böylece İngiltere, hem dini açıdan hem de ekonomik açıdan Fransa’ya kaptırdığı Ortadoğu ticaret hacmini kazanmayı hedefliyordu.16 İngiltere’nin 1882’de Mısır’ın işgali ile Filistin meselesi, çok boyutlu bir hal aldı. Rusya’dan Filistin topraklarına doğru gelen Yahudi göçmenler, İngiltere’nin kendilerini koruduğunu gördüler. Çünkü misyoner faaliyetleri bakımından Rusya, Yahudileri din değiştirmeye daha elverişli görünüyordu. 1890’da göreve gelen Dikson gibi konsoloslar yetkilerini zorlayacak şekilde Yahudilerin Filistin topraklarında toprak ve mülk sahibi olmasını sağlıyordu.17 İngiltere’nin Filistin topraklarındaki bu yoğun siyasi mücadelesi, bölgenin Osmanlı devletinin elinden çıkmasından sonra, daha fazla Yahudi’nin bölgeye yerleşmesi ile sonuçlandı. Filistin topraklarında İngiltere hâkimiyeti başlayınca, bölgede aşırı derecede bir Yahudi kolonisi oluştu. Bu koloniler doğum oranından çok, dış topraklardan Yahudi göçmenlerin gelmesi ile artıyordu. Aralık 1917’den sonra, durum daha da sistemli bir halde yapılır oldu. Önceleri sadece ayda 1.000 Yahudi geliyordu. Ancak 1925’te 35.000’e varan Yahudi’nin gelmesi, bölgede hatırı sayılır bir Yahudi nüfusunun artmasına neden oldu. I. Dünya savaşı sonuna doğru bölgede 70.000 Hristiyan Arap ve 550.000 Müslüman varken, II. Dünya savaşı başladığında bölgede, Yahudi sayısı 450.000’e ulaşmıştı.18 Yahudi Kolonizasyon Birliği ve Siyon Aşıklarının gayretleri ile 1882-1908 arasında Filistin’de 30’a yakın yeni Yahudi yerleşim yeri kuruldu. Bu Yahudi köylerinin kuruluş sürecine baktığımızda, Avrupa ve Rusya topraklarında meydana gelen anti- semitik kıyımdan kaçan Yahudilerin bölgeye göç etmesi ile kurulduğu görülür. Bu durum tarihlendirilecek olursa 1882-84 ve 1904’teki büyük Yahudi göçleridir.19 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra gerçekleşen bu girişimler, Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulmasına kadar sürdü. Diğer yandan da bu girişimler Filistin topraklarında kurulacak olan İsrail devletinin de alt yapısını hazırlamış oldu. 20 Filistin’e Yahudi göçü meselesini bazı dönemlere ayırmak gerekir. 1890’lara kadar Yahudi göçü meselesi, sadece İngiltere çıkarlarına
32
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
göre şekillendirilmek isteniyordu. Bu dönemden önceki Yahudi yerleşimlerinde, devlet kurmak fikri ciddi mana da şekillenmemişti. Ancak 1891’den sonra Theodor Herzl ile birlikte, siyasi Siyonizm ateşli bir şekilde, bölgeye yerleşen Yahudilerden bir devlet kurma fikri ortaya çıkardı. Theodor Herzl’in 1904’de ölmesinden sonra da onun başlattığı bu hareket bölgeye olan hassasiyeti daha da artırdı. Theodor Herzl, siyasi siyonizmin en büyük kurucusuydu. Ona göre önce Galiçya ve Rusya’daki Yahudiler, sonrasında da bütün dünya Yahudileri toplanarak, Filistin’de hedeflenen Yahudi devleti kurulmalıydı. Böylece Yahudiler hem asimile olmayacak hem de vadedilmiş topraklara geri kavuşacaklardır. Bu düşünceler ile 1835’den itibaren, 1904’deki ölümüne kadar Theodor Herzl bütün faaliyetlerini hatıra defterine yazmıştır.21 Hatıralarında, Yahudi meselesinin kendisini ne kadar çok yaraladığından da bahsetmektedir. Hatta bu ıztıraptan kurtulmak için Hristiyanlığa dahi geçmeyi düşündüğünü yazar ve ekler: “bu sadece gençliğimdeki bir zaafiyetti”. Diğer yandan hiçbir zaman ciddi manada dinini ve ismini değiştirmeyi düşünmediğini de belirtir.22 Sonuç olarak Filistin meselesinde şunu görüyoruz: Bölgede belli bir Yahudi iskânının olmaya başlaması, Osmanlı Devleti tarafından engellenmeye çalışılmıştır. Ancak Avrupalı devletlerin Yahudilerin dini duygularını okşayacak şekilde onlara çeşitli imkânlar sağlamaları, bölgede uluslararası bir problemin doğmasına ve dallanıp budaklanmasına neden olmuştur. Oysa Osmanlı devletinin amacı, sadece Filistin bölgesine Yahudi iskânını engellemekti. Onun haricinde bütün yerler, Yahudi iskânı için açıktı. Ancak bu durum istenildiği gibi olmaktan uzaktı. Bunun nedeni ise başta İngiltere olmak üzere, Avrupalı devletlerin meseleye müdahil olmasıdır.
Dipnotlar 1- Berat Yıldız, Emigrations from the Russian Empire to the Ottoman Empire:An Analysis in the Light of the new Arhcival Materials, Department of International Relations Bilkent University (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara:2006, s. 12-25 2 -Benjamin Nathans, “Jews”, The Cambridge History of Russia, cilt 2, ed. Dominic Lieven, Cambridge University press:2006, s. 191 3-Viladimir Bonrovnikov, “Islam in the Russian Empire”, The Cambridge History of Russia, cilt 2, ed. Dominic Lieven, CUP Press:2006, s. 203 4-Azmi Özcan, “İngiltere”, DİA, cilt 22, sayfa 304-307 5-Tufan Buzpınar, “II. Abdülhamid Dönemi’nde Filistin’e Yahudi Göçü Meselesi (1878-1908)”, Türkler, cilt 13, ed. Hasan Celal Güzel, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara:2002, sayfa 78-79 6-BOA, HR, MKT, 213/91, 15/Ra/1274 7-BOA, HR. MKT, 214/6, 15/Ra/1274 8-BOA, Y.PRK. TKM, 22/49/1309 9-BOA, YPRK, TŞF, 6/72, 10/Za/1319 10-Bayram Kodaman- Nedim İpek, “ Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmeleriyle ilgili olarak II. Abdülhamid’e 1879’da sunulan Layiha”, Belleten, TTK Yayınları, cilt LVII, sayı 219, Ankara:1993, sayfa 571 11-İbid, sayfa 566 12-Tufan Buzpınar, “ II. Abdülhamid Döneminin ilk Yıllarında Filistin’e Yahudi İskân Girişimleri (1878-1882)”, Türkiye Günlüğü, sayı 30, Eylül- Ekim 1994, sayfa 58; S. M. Dubnow, History of the Jews in Russia and Poland From the Earliest Times Until the Present Day, cilt 3, çev. I. Friedlaender, Varda Books:2001, s.40-48 13-İbid, sayfa 61 14-BOA, HR. HMŞ. İŞO, 219/74, 28/Ni/1302 15-Mim Kemal Öke, Siyonizm’den Uygarlık Çatışmasına Filistin Sorunu, Ufuk Kitapları, İstanbul:2002, sayfa 68-69 16-Tufan Buzpınar, “ Suriye ve Filistin’de Avrupa Nüfuz Mücadelesinde Yeni Bir Unsur: İngiliz Misyonerleri (19. yüzyıl)”, İslam Araştırmaları Dergisi, sayı 10, 2003, sayfa 107-120 17-Tufan Buzpınar, “ Filistin Meselesi’nin Ortaya Çıkmasında İngiltere’nin Rolü”, Türkiye Günlüğü, sayı 68, Kış 2002, sayfa 18-19 18-İbid, s. 22 19-Tufan Buzpınar, “ Filistin’e Yahudi Göçü Meselesi 1878-1908”, Devr- Hamid- II. Abdülhamid, cilt 5, Haz. Mehmet Metin Hülagü, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri:2011, s. 191-213 20-Karpat, Etnik Yapılanma ve Göçler, sayfa 287-327; Kemal H. Karpat, “Jewish Population Movements in The Ottoman Empire 1861-1914”, Studies on Ottoman Social and Political History, Leiden:2002, sayfa 146-168; Roger Owen, State, Power and Politics in the Making of the Modern Middle East, Routledge, 3rd Edition, London&Newyork:2004, sayfa 73-80 21-Yaşar Kutluay, Siyonizm ve Türkiye, Çatı Kitapları, İstanbul:2005, s. 28 22-İbid, s. 31
33
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
“Mescid-i Aksa İçin Şükür Borcumuz Var...” ROPÖRTAJ İBRAHİM AKKURT
Demirci: “ İslam toplumu olarak sevgi ve muhabbetimiz yeterli olmadığı için Mescid-i Aksa ve Kudüs işgal altındadır. Lakin İsrail izin vermiyor diye elimiz kolumuz bağlı oturursak Kudüs’ü esaretten kurtarmak hayal olur. Her gün beş vakit alnımızı secdeye vardırıp, Rabbimizle konuştuğumuz namaz ibadetinin indirildiği Miraç hadisesinin kutsal alanı Mescid-i Aksa için her Müslümanın (en azından) şükür borcu vardır.” Mirasımız Derneği (Kudüs ve Civarındaki Osmanlı Mirasını Koruma ve Yaşatma Derneği) Başkanı Muhammed Demirci ile Mirasımız Derneğinin çalışmaları ışığında Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın son durumunu konuştuk. 1. Mirasımız Derneği, uzun isminizle: Kudüs ve Civarındaki Osmanlı Mirasını Koruma ve Yaşatma Derneği, ne zaman kuruldu ve isminizle ifade ettiğiniz “koruma ve yaşatma” faaliyetini nasıl gerçekleştiriyorsunuz? Mirasımız Derneği, 2008 Ocak ayında kuruldu. Koruma ve yaşatma faaliyetini iki ana başlıkta değerlendiriyoruz. Bunların başında ve en önemlisi olan manevi korumadır. Bu da bilinçlenmeyle olur. Daha şuurlu, daha bilinçli ruh hali ile akidemizden bir parça olan Mescid-i Aksa’yı tanıtmak ve korumak zorundayız. İçimizden gelmeyen ve ruhumuzla hissetmediğimiz bir şeye değer vermemiz beklenemez. Bizler dernek olarak her yıl “Mirasımız Tehlikede” adıyla uluslar arası düzeyde konferans düzenliyoruz. Gerek Kudüs ve Filistin’den gerek ülkemiz ve İslam dünyasından ilim adamları ve Mescid-i Aksa sevdalılarını bir araya getirip Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın özgürlüğüne kavuşabilmesi için yapabileceklerimizi istişare ediyoruz. Kudüs hassasiyeti olan Kardeş Sivil Toplum Kuruluşları ile istişare ediyor, birlikte düzenlediğimiz panel, konferans ve etkinliklerle insanımıza hem Kudüs’ü anlatıyor hem de hafızalarda canlı tutulmasına yardımcı oluyoruz. Maddi koruma dediğimiz husus ise tümü ile Kudüs dediğimiz ve Allah’ın (cc) Kuran-ı Kerim’de “Bereketli topraklar” diye adlandırdığı kutsal alandaki koruma faaliyetleridir. Kudüs, her köşesi buram buram İslam kokan bir şehir. İsrail bu şehrin siluetini değiştirip Yahudi şehri yapmaya gayret ediyor. İslam mimarisini yıkıp veya değiştirip kendi imzalarını vurmak istiyorlar. Bizler Osmanlı ve eserlerinin restorasyonunu yapmak sureti ile kullanılamayan eserleri kullanılır hale getirirken, yıpranmış ve yıkılmaya yüz tutmuş eserlerin yeniden can bulmasını sağlıyoruz. Elbette işgalci İsrail’ın baskıcı tutumu nedeni ile oradaki maddi koruma faaliyetlerinde hayli zorlanıyoruz. 2. Kudüs’te, İslam ve Osmanlı mirası olarak, Mescid-i Aksa dışında hangi eserler var, bunlarla ilgili çalışmalarınız var mı? Kudüs’te bulunan tarihi eserlerin yüzde yetmişine yakını Osmanlı devletinde kalmadır. Tarihi eserlerin tamamına yakını da İslam eseridir. Müslümanlar Kudüs’ün yönetimini ele aldıklarında yeni eserler inşa etmişler. Osmanlı ise yaklaşık 400 yılı aşkın idaresi döneminde Kudüs’e sayısız eser bırakmış. Kudüs’ün sokaklarını gezdiğinizde kendinizi İstanbul’un tarihi semtlerinde veya bir Anadolu şehrinde gibi hissediyorsunuz. Çarşılar, medreseler, çeşmeler, tarihi konaklar, imarethaneler, mektepler, cami ve mescidler… Kudüs’ün etrafını çevreleyen ve olası saldırılara karşı siper olan surlar Osmanlı yapımıdır. Osmanlı, kuraklıkla savaşan Kudüs’e su getirmek için 20 km uzunluğunda kanallar yapmış, Süleyman Havuzları adı verilen havuzlarda toplanan sular 20 km’lik kanallardan gelip Kudüs’ün çeşitli semtlerinde çeşmeler vasıtası ile halkın hizmetine sunulmuş. Kudüs’ün kapıları Osmanlı eseridir. Hürrem Sultan’ın yaptırdığı tekyeler ve vakfiyeler yine günümüze kadar ayakta kalan eserlerdir.
34
z l z k , i r
a z n
ı z
n r r . p ş ü z i p n i
a n e i a n ı
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
3. İsrail’in Mescid-i Aksa planından bahseder misiniz? Geçmişte, günümüzde ve gelecekte ne gibi planları var bunların? İşgalci İsrail’in kurucusu David Ben-Gurion “Kudüssüz İsrail’in bir anlamı yok, tapınaksız bir Kudüs’ün de bir anlamı yok” demiştir. Buradaki tapınaktan kasıt Süleyman Mabedi’dir. Esasında dünya üzerindeki devletler Yahudilerden çok çekti. Kendi başlarına bela olmasın diye Filistin toprakları üzerindeki İsrail işgali ve orada kendi hâkimiyetlerindeki bir İsrail devleti diğer ülkelerin de işine geliyor. Bu sebeple İsrail’in baskı, yıkım, katliam ve diğer çılgınlıklarına yüksek ses çıkartmıyorlar. Bir kısım dini ritüeller icat ederek dünya üzerindeki diğer Yahudileri “ Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın altında senin mirasın var, tapınağın var” deyip İsrail’e göçe bir şekilde zorlamış veya teşvik etmişler. Kudüs ve Mecsid-i Aksa’nın biz Müslümanların haklı davası olduğunu bilen İsrail, sanıyor ki; Mescid-i Aksa’yı ve oradaki İslam mirasını ortadan kaldırırlarsa bizler davamızdan vazgeçeceğiz! Böyle bir şey asla mümkün olmaz ve olamaz. Mescid-i Aksa’yı ortadan kaldırdıktan sonraki hayalleri ise yerine Süleyman Mabedi adını verdikleri tapınağı inşa etmek olacak. Bu vesile ile dünyadaki tüm Yahudilerin Kudüs’e geleceklerine inanıyorlar. İsrail resmi kurumlarınca her gün bir yıkım kararı ve yıkım planı çıkartılıyor. Mescid-i Aksa’nın altını tüneller kazmak sureti ile neredeyse tamamen oydular. Temellerdeki taşları kimyasal madde kullanarak eritiyorlar. Bu şekilde ses çıkartmadan işlerini bitiriyorlar. Yahudilerin iddia ettikleri Süleyman Mabedi’nin kalıntıları hikâyesi de henüz daha gerçekleşmedi. 100 yılı aşkın zamandır yaptıkları kazılarda henüz iddia ettikleri kalıntılara ulaşamadılar. Geçtiğimiz aylarda bir İsrailli Arkeolog İsrail Hükümetine seslenmiş ve “biz şimdiye kadar hiçbir eser bulamadık ve bulamayacağız. Boşuna uğraşıyoruz.” Demiştir. Tüm kazı çalışmalarından çıkan eserler Memluklüler, Emeviler ve Osmanlılar dönemine ait. İsrail artık kendi kamuoyunu da ikna edememeye başlıyor. 4. Türkiye Müslümanlarının Kudüs’e ilgisini yeterli buluyor musunuz? Kudüs Muhafızı Şeyh Raid Salah “Allah bana Mescid-i Aksa neden işgal altında diye hesap soracak;” diyor. Bizlerin de elbette bu sorumluluğun bilincinde insanlar olmalıyız. İnsanımız Kudüs konusunda duyarsız değil. Fakat bu demek değildir ki yeterince duyarlı. Zaten İslam toplumu olarak sevgi ve muhabbetimiz yeterli olmadığı için Mescid-i Aksa ve Kudüs işgal altındadır. İnsanımız Kudüs’e ne kadar zaman ayırdığını düşünüp bu sualin cevabını kendi özelinde vermeli. Her gün beş vakit alnımızı secdeye vardırıp, Rabbimizle konuştuğumuz namaz ibadetinin indirildiği Miraç hadisesinin kutsal alanı Mescid-i Aksa için her Müslümanın (en azından) şükür borcu vardır. 5. Türk ve İsrail makamlarından bu güne kadar nasıl tepkiler aldınız? Bir engelleme ile karşılaştınız mı? İsrail oradaki Müslümanların kendi evlerini tamir etmelerine, kendi evlerini yapmalarına müsaade etmiyor. Türlü çeşit kılıflar uydurarak yıldırmaya devam ediyor. Birçok camide Müslümanlar namaz kılamıyor. Bakımsızlık diz boyu. Müslümanlar her türlü yıldırmayla karşı kaşıya. İsrail bizlerin çalışmasını da engelliyor. Lakin İsrail izin vermiyor diye elimiz kolumuz bağlı oturursak Kudüs’ü esaretten kurtarmak hayal olur.
35
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
6. Bundan sonraki projeleriniz nelerdir? Biraz, devam eden ve ileride gerçekleştirmek istediklerinizden bahseder misiniz? Peygamber Efendimizin “Mescid-i Aksa’ya gidin ve orada namaz kılın, eğer gidemezseniz kandillerinde yakmak üzere yağ gönderin” buyurmuşlardır. Bizler Mirasımız Derneği olarak Mescid-i Aksa’nın avizelerini komple yeniledik. Işıl ışıl olsun istedik. Yıkılan ve tamir isteyen yerlerin onarılmasına yardımcı olduk. Daha önce manevi korumadan bahsetmiştik. Hz. Ömer zamanında başlatılan ve daha sonra kesintiye uğrayan bir geleneği canlandırdık. Mescid-i Aksa’nın içinde bugün sayısı 360 ı bulan İlim Halkamız var. Farklı yaş gruplarından öğrencilerimiz sabahtan akşama kadar burada Kur’an, Tefsir, hadis ve İslami alandaki ilimlerle meşgul oluyor, dersler alıyorlar. Bu kişiler Filistin’in yerli halkıdır. Bu insanların tüm ihtiyaçları derneğimiz vasıtası ile karşılanıyor. Hedefimiz bu sayıyı 1500’ün üzerine çıkarmak. Bugüne kadar 10 adet caminin restorasyonunu tamamladık ve halen devam eden restorasyon çalışmalarımız var. Hedefimiz hayata kazandırılmamış yıkılmış ve tahrip edilmiş tek bir cami kalmayana kadar bu çalışmalara devam etmek. Mescid-i Aksa’ya komşu Filistinlilerin yıkılmış ve kullanılamaz durumdaki evlerini de yeniden kullanılır hale getirecek duruma getiriyoruz. Bu çalışmalarımız çerçevesinde 15 evi bitirdik ve çalışmalarımız devam ediyor. Filistin’in diğer şehirlerinden insanları ücretsiz otobüs seferleri ile Kudüs’e taşıyor ve Aksa’yı sahipsiz bırakmıyoruz. Bugüne kadar 3500 sefer düzenledik. Geçtiğimiz ay Likud Partisi’nin çağrısıyla Mescid-i Aksa’ya baskın düzenlemek isteyen aşırı Yahudilerin girişimi İlim Halkalarımız ve Beyarık Seferleriyle Kudüs’e taşıdığımız Kudüs gönüllüleri sayesinde engellendi. Başta Kudüs olmak üzere Filistinlilerin hukuk mücadelesine yardımcı olmak istiyoruz. Bu çerçevede hukukçularla bağlantılı hak arama çalışması girişimimiz var. Ümit ediyoruz ki; bizler çalışmalarımızın samimiyet derecesini artırdığımızda, topyekûn Kudüs’ü bağrımıza bastığımızda ümmet olarak hep birlikte Mescid-i Aksa’da sabah namazlarını kılacağımız günler yakın olacaktır.
36
i
a u s
e
n
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Filistin Meselesinin Ortaya Çıkışı ve
Sultan Abdülhamid Han’ın
Filistin Hassasiyeti
İbrahim AKKURT İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans Talebesi
Ülkemizde, Filistin’de ve tüm İslam coğrafyasında Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa denildiğinde ilk akla gelen isimlerden birisi hiç şüphesiz Cennetmekân Sultan İkinci Abdülhamid Han’dır. Sultan İkinci Abdülhamid Han, Osmanlı Devleti’nin son ve zor zamanlarında (1876-1909) Osmanlı Devleti’nin 34. hükümdarı olarak görev yapmıştır. Saltanatı döneminde gemisini selamet sahiline ulaştırmaya çalışan bir kaptan edasıyla çırpınmış ve yıkılması beklenen devleti mahirane siyaseti, uygulamaya koyduğu dâhiyane icraatları sayesinde ayakta tutmuş, hatta büyük devletlerle yarışır hale getirmiştir. Saltanatı döneminde uğraştığı en büyük sorunlardan birisi olan Siyonizm’in Filistin’e yerleşme çabaları karşısında dimdik durmuş ve para karşılığında Filistin topraklarını isteyen heyeti huzurundan kovmuştur. Osmanlı Devleti’nin Son Dönemlerinde İdari Olarak Filistin Osmanlıların “Arz-ı Filistin” dedikleri topraklar üç coğrafi bölgeden oluşuyordu. Bunlar; Kâzımiye Nehri’yle Mukatta Nehri arasındaki bölge “Akka Sancağı”, Mukatta Nehri’yle Zeruludce Nehri’nin kaynağı arasındaki “Nablus Sancağı” ve Nablus’un güneyinde Berseba Vadisine kadar olan mıntıka “Kudüs Sancağı”’ idi. Osmanlıların mülki idare sistemine göre Kudüs; 1887 yılında merkeze bağlı müstakil bir mutasarrıflık haline getirilmiştir. Bir yıl sonra Beyrut Vilayeti oluşturulmuş ve Kuzey Filistin’deki iki sancak, Nablus ve Akka bu vilayetin sınırları içine alınmıştır. Böylece Filistin iki kısma ayrılmıştı. Filistin’in kuzeyi Beyrut Valiliği’nden idare edilirken, Kudüs mutasarrıflığı, mukaddes toprakların güney kısmından mesuldü. Beyrut vilayetine bağlı Akka Sancağı’nın her biri bir kaymakamın idaresinde olan ve merkez Akka kazası, Hayfa, Tiberyas, Safed ve Nasıra (Nazareth)’dan oluşan beş kazası vardı. Osmanlıların “Nablus” dediği sancak ise merkez kaza, Cenin, Beni Sa’b ve Cema’in olmak üzere dört kazadan oluşuyordu. Kudüs-i Şerif Mutasarrıflığı ise 127 köyden oluşan merkez livası, 58 köyden oluşan Yafa, 91 köyden oluşan Gazze ve 52 köyden oluşan Halilü’r Rahman kazalarına bölünmüştü. II. Abdülhamid Döneminde Filistin Meselesinin Ortaya Çıkışı Filistin Meselesi; Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşme arzuları ve bunu hayata geçirmeleri sonucu ortaya çıkan meseledir. M.Ö. 586 yılında Babil Kralı Nebukadnezar tarafından Kudüs’ten Babil’e sürülen Yahudiler, tarih boyunca dünyanın çeşitli bölgelerinde dağınık bir şekilde hayat sürmüşlerdir. Dünyanın farklı coğrafyalarında dağınık bir şekilde yaşayan Yahudiler, tarih boyunca devamlı Kudüs’e dönme ve merkezi Kudüs olan bir devlet kurma fikrinin özlemini kurmuşlardır. İngiltere, 19. asrın başlarında, Ortadoğu’nun zenginliklerinden faydalanmak, dünya hâkimiyetini devam ettirebilmek ve İslâm ülkelerini bölmek için, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması ve bunun için dünya Yahudilerini bir bayrak altında toplama fikrini otaya attı. Bu fikir, Avrupa, Amerika ve Rusya’da hızla yayıldı. İngiltere’de İngiliz Hükümeti ve Yahudiler, Sir Herry Finch isimli bir avukata “Calling of the Jews” isimli bir kitap yazdırdılar. Bu kitapta, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulması fikri savunularak kamuoyu meydana getirildi. Musos Haim Montefiore isimli bir İtalyan Yahudisi, Londra’da büyük bir servet edinmişti. Filistin’de Yahudi Devleti kurma fikrine uyarak, 1824’te Filistin’e göç etti ve 1837 senesine kadar Filistin’de kaldı. Bu tarihte Filistin’de 8000 Yahudi bulunuyordu. Bu kadar az kişi ile devlet kurulamayacağını anlayınca, Londra’ya döndü. 1837 tarihinde bastırdığı bir kitapla, Filistin’in ziraata elverişli olduğunu ve Yahudilerin Filistin’e göçünü teşvik etti. İngiltere hükümeti, bir tamimle Filistin’deki İngiliz konsolosluklarını, Yahudileri himayeye memur etti. 1862’de Hess isimli bir Alman Yahudisi, “Roma ve Kudüs“ isimli kitabında;
37
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Yahudi davasının ortaya atılacağı ve emellerinin tahakkuk edeceği günün yaklaştığını, her ne pahasına olursa olsun Filistin’de bir Yahudi devleti kurulacağını, Fransa’nın bu işte yardımcı olacağını, Fransız ihtilâlinin bu maksatla yapıldığını yazdı. Hess’in eserine cevap veren Fransız muharriri Ernest Laharn, kurulacak Yahudi devletinin sınırlarının dar olmayacağını söyledi. 1878’de Rusya’da Yahudi talebeler, muhtelif cemiyetler kurdular. Hayfa yakınlarında iki bin dönüm arazi alınarak, Mikfeh İsrael adıyla bir ziraat okulu kuruldu. Rusya’da Siyonizm’i sevenler cemiyeti kuruldu. Filistin’e Yahudilerin göçünü teşvik ettiler. Yine bu gayeyle kurulan “Bilu” ve “Hovevei Ziyon” gibi faal cemiyetler, 1881’de Çar İkinci Aleksandr öldürüldükten sonra, faaliyetlerini daha da arttırdılar. Filistin’de birçok koloni kurdular. 1884 yılında Silezya’nın Kattowitz şehrinde ilk “Yahudi Millî Kongresi” toplandı. Kongre başkanlığını Rus Yahudisi Leon Pinsker yaptı. 1891 de Rusya’dan Kudüs’e gelen El-Leze Ben Yehuda, Yahudi lisanının kaybolmaması için, İbranice lügat neşretti. Alman Yahudisi Hırsch, Yahudi devletinin Arjantin’de kurulması fikrini ileri sürdü. Yahudi muharrir Shmaryahu Levin “Youth in Revolt” eseri ile Yahudi devletinin Arjantin’de kurulması fikrinin, Yahudi davasına ihanet olduğunu söyledi. 1896’da Avusturyalı gazeteci Yahudi Theodor Herzl, Der Juden Statt (Yahudi Devleti) isimli bir kitap yazdı. Bu kitap, Siyonizm’in kuruluşunu temin etti. 1897’de Dünya Siyonist Teşkilâtı kuruldu. 1897’ye kadar Yahudilerin, Filistin’de toplanması ve Yahudi devleti kurulması bir fikir iken, 1897’de hedef oldu. Sultan İkinci Abdülhamid’in Filistin’e Yahudi Göçü Hususunda Aldığı Tedbirler Sultan II. Abdülhamid, 1876-1909 tarihleri arasındaki saltanatı süresince Filistin ve kutsal topraklar üzerinde özellikle Yahudiler tarafından oynanan oyunlara dikkatle yaklaşmıştır. Bu sebeple tahta çıkışının ilk yıllarından itibaren Yahudilerin Kudüs ve civarında sürekli ikametini yasaklayan fermanlar çıkarmıştır. Siyonistler Filistin’e yerleşmek için attıkları her adımın karşısında Sultan II. Abdülhamid’i bulmuşlardır. Filistin’de bir Yahudi devleti kurma gayesinin gerçekleşmesi yolunda bölgedeki Yahudi nüfusunu arttırmak için ilk etapta buraya göçü sağlamaya çalışmışlardır. Sultan İkinci Abdülhamid Han, Yahudilerin bu tehlikeli niyetini sezdiği için 1882 yılında hac maksadı dışında hiçbir Yahudinin Kudüs’e sokulmamasını emretmişti. Lakin Yahudilerin yerli taşeronlar kullanarak gizli gizli arazi satın aldıklarını öğrenince 5 Mart 1883 tarihli bir kanunla bu gizli satışlar iptal edilmiş, oraya gönderilen heyetlerle yahudilerin maksatları ve nihai hedefleri üzerine Filistin ahâlisi bilinçlendirilmiştir. Yine de satmak isteyenlerin arazisi Sultan II. Abdülhamid nâmına satın alınmaya başlanmıştır. Bu defa Osmanlı tebası olan Yahudilerin bu faaliyetleri yürüttüğü görülmüş, bunun üzerine 3 Nisan 1893 tarihinde Filistin’de Yahudilerin arazi satın almaları hususundaki yasak Osmanlı vatandaşı olan Yahudi asıllı kimselere de teşmil edilmiştir. 1883’te çıkarılan bir irade-i seniyye ile de Yahudilere mülk satışı yasaklanmıştır. Ayrıca padişah Hazine-i Hassa’daki şahsi mal varlığı ile Filistin’de mümkün olduğu kadar fazla toprak alarak, Yahudilerin toprak satın almalarını engellemeye çalışmıştır. 1891’de çıkarılan bir irade-i seniyye ile hiçbir yahudinin Osmanlı vatandaşlığına alınmayacağı ve Yahudilerin Osmanlı topraklarına yerleşmelerine müsaade edilmeyeceği belirtmiştir. Daha sonra çıkarılan bir emir ile de başta Filistin olmak üzere bütün Osmanlı topraklarında Yahudilere toprak ve mülk satışı yasaklanmıştır. Yahudiler Filistin’e kanuni olarak yerleşmenin mümkün olmadığını anlayınca artık hileli yollara başvurmaya başlamışlardır. Rus ve Doğu Avrupa Yahudileri önce Almanya, Avusturya veya İngiltere’ye uğrayıp bu devletlerin vatandaşlığına geçip sonra Filistin’e sızmışlardır. Bunu gören Osmanlı Dâhiliye Nezareti yeni tedbir alarak, 1898 Ağustos ayında Kudüs mutasarrıfı, yabancı devletlerin Filistin temsilcilerine bir bildiri dağıtarak, bundan böyle Filistin’in milliyet farkı gözetilmeksizin bütün Yahudilere kapalı olduğu tebliğ edilmiştir. Thedore Herzl’in Filistin Konusundaki Girişimleri Sultan II. Abdülhamid tahta çıktığında iki ehemmiyetli meseleyi, birer ateş topu gibi kucağında buldu. Bunlardan birisi 93 harbine neden olan Türk-Rus gerginliği idi. Bunların ikinci ise Yahudi ve Siyonizm meselesi idi. Sultan II.Abdülhamid’den önceki Siyonist faaliyetleri bir Yahudi Tarihi mütehassısı olan Yaşar Kutluay “Siyonizm ve Türkiye” isimli kitabında anlatmaktadır. 1789 Fransız İhtilali’nden sonra milli devletlerin teşekkülü ile birlikte 1894 tarihli Dreyfus misalinde görüldüğü gibi anti-semitizm kuvvetlenmiş buna karşı bir reaksiyon olarak Siyonist faaliyetlerde bir gelişme vukuu bulmuştur. Bu sırada bilhassa Rusya’da Yahudiler katliama tabi tutuluyorlardı. Böylece Siyonizmin siyasi safhası ortaya çıkmış oluyordu ki bunun belli başlı amilleri haham, yehuda, alkalai vb. birçok Yahudi zengini ve mütefekkiridir. Bunların en dikkate şayan olanı baron Maurice de Hirsch’tir. Fakat siyasi Siyonizmi beynelmilel (uluslararası) arenaya taşıyarak onu bir dünya meselesi haline getiren kişi Theodor Herzl’dir. Bu sebeble kendisi Politik Siyonizm’in kurucusu veya babası olarak kabul edilmektedir. Viyana’da yayınlanan Neue Frie Presse
38
n e r e
.
p e
n e s e
i
i
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
gazetesinin Paris muhabiri olan Theodor Herzl, gazetecilik mesleğinden istifade ederek, Batı’daki nüfuzlu Yahudi ailelerin durumlarını inceden inceye tedkik etti. Neticede, Yahudilerin Filistin’e dönmek için kuvvet ve kudretlerinin kâfi gelebileceğine hükmetti. Bunun için önce fikirlerini yaymak gerekiyordu. 1896 yılında fikirlerini anlatan “Der Juden Statt” yani “Yahudi Devleti” ismiyle, Almanca bir kitap yayınladı. Theodor Herzl, Haziran 1896’da Sultan Abdülhamid’le görüşmek için Viyana’dan İstanbul’a geldi. Theodor Herzl’in beraberinde aslen Polonyalı olup, padişahın Avrupa’da istihbarat hizmeti görmesi ile tanınan Newlinsk de vardı. Herzl, Newlinski’yi para ile elde ederek, O’nu Sultan Abdülhamid’e karşı tekliflerini iletmede aracı olarak kullanmak istiyordu. Herzl, Newlinski’den Sultan II. Abdülhamid konusunda şunları öğrenmişti; “Newlinsky’e göre Sultan Abdülhamid bize Anadolu’da bir yeri çok geçmeden verir. Onun için paranın önemi yoktur, paraya mutlak olarak hiç değer vermemektedir. Fakat Sultan’ı kazanacak başka bir yol vardır: Onu Ermeni Meselesi’nde desteklemek. Newlinsky bana, Ermeni meselesinde Yahudilerin yardım etmesi karşılığında, dönüşünde işlerinin hallinde Yahudilerden gördüğü yardımı Sultan’a anlatacağını ve bu konuda Sultan’ın lütüfkar davranacağını söyledi”
ı
Newlinsk padişah ile Theodor Herzl’i karşılıklı olarak görüştürmeye muvaffak olamadı. Sultan, Herzl’e bir yaverini memur ederek İstanbul’un gezilecek yerlerini gezdirtti. Böylece onu göz hapsinde tutarak devlet ricalinden kimlerle temas kurduğunu ve Herzl’in dilinin altındaki baklayı anlamaya çalıştı. Padişah İstanbul’a geldiklerinden 12 gün sonra Newlinsk’yi yalnız olarak huzuruna kabul etti. Newlinsk’den Theodor Herzl’in geleceğe ait planlarını, bu maksatla devlete yaptığı teklifleri dinledi ve netice olarak bunların hepsini kati bir lisan ile reddetti. Zira padişahtan randevu ümidiyle beklerken sadrazam Halil Rıfat Paşa ve İzzet Paşa ile görüşme ve düşüncelerini onlara aktarma fırsatı bulan Herzl, onlardan da Sultan Abdülhamid’in cevabına benzer bir red cevabı aldı. Yaşar Kutluayın yayınladığı hatıratından Newlinsk’nin, padişah’ın cevabını Theodor Herzl’e hafifleterek naklettiği anlaşılmaktadır. Herzl, II. Abdülhamid’in vereceği cevabı büyük bir heyecan ile bekliyordu. Huzurdan dönen Newlinsk’yi karşısında gören Herzl, Newlinski’ye hitaben: “-Ne dedi? Ne dedi? diye sordu. Newlinsk’nin cevabı şöyle idi: “-Hiçbir şey yapamadım. Zat-ı şahane bu konuda hiçbir şey işitmek istemiyor.
ı 3 ı
a i k a n
ı
3
a
. .
Sultan dedi ki: “- Eğer Bay Herzl, senin bana arkadaşım olduğum gibi bir arkadaşın ise, O’na nasihat et, bu hususta bir başka adım atmasın. Ben bir karış toprak bile olsa toprak satamam. Zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Benim milletim, bu imparatorluğu savaşta kanlarını dökerek kazanmışlar, onu kanları ile verimli kılmışlardır. Bu topraklar bizden sökülüp alınmadan evvel, biz onu tekrar kanlarımızla sularız. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer-ikişer Plevne’de şehid düşmüşlerdir. Onlardan bir tanesi dahi dönmemek üzere muharebe meydanlarında canlarını vermişlerdir. Osmanlı Devleti, bana ait değil, Türk milletine aittir. Ben onun hiçbir parçasını veremem. Bırakalım Yahudiler, milyonlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman, onlar Filistin’e karşılıksız sahip olabilirler. Bizim cesetlerimiz taksim yapılabilir. Ben canlı bir vücut üzerinde ameliyat yapılmasına razı değilim. “
39
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Sultan II. Abdülhamid Han, Filistin Topraklarını para karşılığında telep eden Siyonist Heyeti Huzurundan Kovuyor Bu olaydan 1 yıl sonra Theodor Herzl, fikirlerini tüm dünya Yahudilerine duyurmak için 1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde bir Yahudi Kongresi topladı. Bu, Yahudilerin Filistin’e dönme haraketini temsil eden Siyonizmin ilk kongresidir. Birinci Dünya Siyonist Kongresi sonunda yayınlanan “Basel Deklarasyonu’na göre, Filistin’de bir “yurt” edinilmesi için çalışılacak, Dünyadaki Yahudiler, dernekler organize olacaklar, Yahudi “milli duygusu” güçlendirilecek ve devletlerin desteğini sağlamaya çaba gösterilecekti. Basel Kongresi politik Siyonizm’i doğurarak Dünya Siyonist Örgütü’nü de vücuda getirmiş oldu. Basel Kongresinde alınan kararlar tüm insanlığın ifsadını öngören maddelerden oluşmaktaydı.(Bkn; Siyon Protokolleri) Thedore Herzl’in ilk ziyaretinden 4 sene sonra Osmanlı Devleti’nin Selanik Mebusu Yahudi Emmanuel Carasso, Siyonist bir heyetle 17 Eylül 1901 de Sultan II. Abdülhamid’in huzuruna çıkarak, Rusya’da zulüm gören Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmeleri ve Yahudilere Filistin’de muhtariyet verilmesi karşılığı olarak 20 milyon altın teklif etmiştir. Bu tekliflere sinirlenen Sultan II. Abdülhamid, heyeti huzurundan kovmuştur. Sonuç Sultan Abdülhamid Han, saltanatının ilk yıllarında (1880-1895) Filistin’e yerleşmek ve ileride o bölgede bir devlet kurmak isteyen Yahudilerin göçünü engellemek amacıyla iradeler ve fermanlar yayınlayamak suretiyle tedbirler almış, Saltanatının ikinci evresini teşkil eden (1895-1909) yıllarında ise Siyonistlerin Filistin’e toplu göçleri karşılığında bir takım vaatlerine karşı çıkmıştır. Sultan Abdülhamid “Yahudilerin Filistin’e yerleşmesini kabul etmek dindaşlarımızın ölüm fermanını imzalamaktır” diyerek sanki olacakları görmüştür. Sultan Abdülhamid, Kudüs ve çevresine özel önem vermiş, o bölgede yabancılara toprak satışını engellemiştir. Sultan Abdülhamid’i tahttan indiren İttihat ve Terakki mensupları devlet idaresindeki hassasiyeti kavrayamamışlar ve Filistin’e Yahudi göçünü serbest bırakmışlardır. Yaptıkları hataların farkına varan Enver Paşa “Yaptığım bütün her şeyin hesabını verebilirim, fakat bizim en büyük hatamız Sultan Abdülhamid’i anlayamamak ve Siyonizm’e alet olmaklığımızdır” diyerek acı pişmanlığını dile getirmiştir. Osmanlı Devleti’nin en zor döneminde maddi olarak Osmanlı’yı kalkındıracak tekliflerde bulunan Siyonist heyeti, huzurundan kovan ve her ne pahasına olursa olsun Filistin’den toprak sattırmayan Sultan Abdülhamid Han için Filistin Dışişleri Bakanlığı yapmış Refik Şakir En-Nedşe “Sultan Abdülhamid Filistin için tahtını keybeden hükümdardır” ifadesini kullanmaktadır. Siyonistler karşısında Abdülhamidî bir duruş sergileyen Sultan Abdülhamid Han için bugün Filistinliler, Sultan Abdülhamid ismini zikrettiklerinde sonunda r.a.(radıyallahu anh) Allah ondan razı olsun demektedirler. Ve bizler Sultan Abdülhamid Han’ın torunları olarak Filistin Davasının ilk mazlumu olan Sultan Abdülhamid’in yolunu sürdürüp, Filistin Meselesini benimseyip, tüm gücümüzle Filistin’in özgürleşmesi için çalışmayı tarihi bir vazife olarak görmeli ve bu hususta gereken gayreti göstermeliyiz. Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın Filistin’e Yaptığı Hizmetlerinden Bazıları Sultan Abdülhamid döneminde kutsal şehirde pek çok imar ve tamir faaliyeti gerçekleştirilmiştir. Ayrıca şehrin alt yapısı ve su tesisatıyla ilgili yapılar elden geçirilmiş, Kayıtbay Sebili olarak bilinen sebil tamir edilmiş ve Halil Kapısının karşısında inşa edilmiştir (1907). Halil Kapısının üstüne aynı yıl bir saat kulesi kurulmuştur. Sultan II. Abdülhamid döneminde gerçekleştirilen şehrin ve etrafındaki bölgelerin ekonomik canlanmasında büyük etkisi bulunan projelerden birisi de Kudüs ile Yafa arasında yaldaşık 86,630 km uzunluğunda demiryolu yapılmasıdır. Demiryolu inşasına M. 1890 yılında başlanmış, M. 1892’de bitirilmiş, aynı yılda hizmete açılmıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti Kudüs’te bir yol ağı kurmuş ve kutsal şehri Filistin’in orta ve güney bölgelerindeki Ramallah, Beytüllahim, El-Halil ve Eriha gibi şehirlerle birbirine bağlamıştır. 19. asrın başından itibaren Kudüs belediyesi sağlık hizmet İr rini iyileştirmek için büyük çaba harcamıştır. 1892 yılında Belediye Hastanesinin açılması da bu alanda yapılan faaliyetleri arasındadır. 1892 yılında şehrin ortasında Yafa caddesinde bir park açılmıştır. 20. Asrın başlamasıyla şehirdeki kültürel faaliyetler de artmıştır. Eski eserler müzesi açılmış. M. 1901’de Halil Kapısı yakınında bir tiyatro kurulmuş, bu tiyatroda Arapça, Türkçe, Fransızca oyunlar sahnelenmeye başlamıştır. Kubbestü’s Sahra’nın dış cephesinin restorasyonunu yaptırmış, cami dış cephesinin üzerindeki çinilerin bir ucundan bir ucuna Yasin süresini yazdırmıştır. KAYNAKLAR BOA (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri) BOA, İ. DH. No: 96881 BOA, İ. MMS. No: 123/5276 BOA, İ. DH. No: 97030 BOA. Y. PRK. ML. No: 23/8 BOA. A. MKT. MVL. 93/38 BOA. Y. PRK. TKM. 38/51 BOA. Y. PRK. TKM. 41/5 BOA. Y. MTV. 285/ 162 BOA. MV. 184/ 67 BOA, Y. PRK. BŞK. 80/55 Prof. Dr. Vahdettin Engin, Pazarlık, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2010 Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Filistin Sorunu, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002 Refik Şakir En-Nedşe, Sultan II. Abdülhamid ve Filistin, Semerkand Yayınları, İstanbul 2004 Doç. Dr. Yaşar Kutluay, Siyonizm ve Türkiye, Çatı Yayınları, İstanbul 2004 Özkan F. Kocaoğlu, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın Filistin’de Toprak Satışını Yasaklaması, Yedikıta Dergisi, Şubat 2009 Dr. Musa İsmail BASİT, Dr. Hamza Zib MUSTAFA, Dr. Gassan Musa MUHİBİŞ, Dr. Said Süleyman KİK, Kudüs Tarihi, Nida Yayınları, İstanbul, 2011
40
e
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
FİLİSTİN’DEN MEKTUP VAR
i
k i .
r ı ı n n
n
بســـــــــــــــــــــــــم هللا الرحمن الرحيم
‘’ Kudüs’ü“ve Kudüs’ü Mescid-i Aksa’yı KorumakAksa’yı Boynumuzun Borcudur ve Mescid-i korumak
boynumuzun borcudur. ”
Mescid-i Aksa’nın Kutsiyeti Kuran-ı Kerim ‘deki ayetler ve Efendim Mescid-i Aksa’nın kutsiyetini, Kuran-ı Kerim’ de geçen
Hadis’leri ışığında kimse inkar edemez, vacibkimse olan inkar bu hadisl ayetler ve Efendimizin hadisleriBize ışığında,
edemez. Bize vacip olan, bu hadisleri ihya etmek; Efendimizin sünnetlerini,sünnetlerini vasiyetlerini vevasiyetlerini tavsiyelerini yerine getirmektir. ye ihyası, ve efendimizin ve tavsiyelerini Çocuklarımıza ve yeni nesillere, Aksa Mescid-i sevgisini, Aksa faziletini getirmek. Çocuklarımıza ve Mescid-i yeni nesillere sevgisin ve aşkını aşılamamız lazım. Aksa ile ilgili ayet velazım hadisleri öğretip; onları ve لقدس aşkını onlara aşılamamız Aksa ile ilgili ayet ve املبارك موعدنا وواجبناfaziletine واملسجد االقصى ا şuurlandırmalı ve bilinçlendirmeliyiz. Mescid-i Aksa sevgisini, tarihini, aile وذكره يف، االقصى يف حياتناhadisleri ينكر فضل املسجدonlara يف انaşılayıp ليس الحد مناşuurlandırıp bilinçlendirmemiz lazım. içinde toplantı yaparak anlatmalıyız. وواجبنا احياء هذه االحاديث والعمل هبا واحملافظة على، القرآن الكريم واالحاديث النبويه Bu programlar günlük, haftalık, aylık Mescid-i Aksa sevgisini tarihini aile içinde toplantı yapıp anlatmal şeklinde olabilir. On dakika dahi olsa وتذكري اطفالنا بفضل املسجد االقصى بتعليمهم االيات. سنة رسولنا الكريم واالخذ بواصاياه yapılmalıdır. Bir aile, Mescid-i Aksa’nın haftalık aylık şeklinde olabilir 10 dakika dah فلذلك ال بد لنا. حب املسجد االقصىbu علىprogramlar وحثهم وتوعيتهم وتربيتهمgünlük واالحاديث النبويه ihyası için, bir günlük masrafını sadaka olarak vermelidir. Bu sadaka / اسبوعي/حنن االسرة املسلمة من وضع برنامج الجتماع اسري يومي olsa yapılmalıdır. Bir aile bir aynı günlük masrafını olarak Mes zamanda, bu sadaka aileyi; kazadan, . شهري ملدة عشرة دقائق لدراسة تاريخ وقضية القدس واملسجد االقصى beladan, kötülüklerden korumuş olur. Aksa’nın ihyası için sadaka vermelidir hem bu sadaka aileyi kaza Böylece Mescid-i Aksa; evlerimizde, ليس من الثقل او الصعوبه يف ان يكون هنالك خطة الخراج مصروف يوم واحد kalplerimizde ve aklımızda kalmış olur. صدقة تقي االسرة، االقصى املباركbeladan تضامنا مع املسجدkötülüklerden من برنامج مصروف االسرهkorumuş حتى يبقى املسجد االقصى يف قلوبنا. والبالء واملصاب، من مصارع السوء
olur, böylece Mescid-i Aksa
Nasır Halid İkbariyye
evlerimizde kalplerimiz ve aklımızda kalmış olur. Bayarık Müessesesi Yön. Kur. Baş .وبيوتنا
ناصر خالد اغباريه رئيس مؤسسة البيارق الحياء المسجد االقصى Nasır Halid فلسطين 2104.62
Mescid-i Aksa Koruyucularından
İkbariyye
Bayarık Müessesesi Yön. Kur. Baş Mescid-i Aksa Koruyucularından
41
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
“Mescid-i Aksa tehlikede! Hepimiz Türk’üz, Filistinli’yiz. İçinde namaz kılalım ki galip gelsin” Resulullah (a.s.) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: “Yolculuk ancak şu üç mescidden birine olur: Benim şu mescidime, Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya.” (Müslim, Kitâbu’l-Hacc, 15/415, 511,512) Hadi Sultan İkinci Abdülhamid’in torunları; Mescid-i Aksa’nın kurtulması için sizlerle yeni bir sayfa açıldı. Siz değerli gençler, baylar, bayanlar ve yaşlılar. Kudüs ziyaretiniz vesilesiyle sizde yeni ümitler gördük. Sizler ve bizler Türkiye ile Kudüs (Mescid-i Aksa) arasında köprü olmalıyız. Sizden edindiğim tecrübe şudur ki: Sizler bu güne kadar Mescid-i Aksa ve Kudüs’e karşı, kalbinizde çok büyük sevgi beslemişsiniz. Bu sevginin devamı ve uzun ömürlü olabilmesi için; her gelen Aksa ziyaretçisi, Kudüs’e ve Mescid-i Aksa’yı ziyarete en az bir kişiyi getirecek şekilde Allah’a söz verip, taahhütte bulunmalıdır. Sizlerden özel isteğim şudur ki, özellikle buraya gelen üniversite öğrencilerinden: Türkiye içinde ve dünyanın her yerinde, mübarek Mescid-i Aksa’yı anlatmanız, tanıtmanız. Mescid-i Aksa’nın yalnızlaştırılmaması için değişik vesilelerle her yerde anlatmanız. Unutmayalım ki Mescid-i Aksa’yı korumak, boynumuzun borcudur.
ّ الرحال الى املسجد ألاقص ى وأكنافه ّ ّشد ][ألاقص ى في خطر كلنا اتراك وفلسطينيين سنصلي فيه كي ننتصر :" ال تشد الرحال إال إىل ثالثة مساجد:عن رسول اهلل حممد عليه الصالة والسالم ." ومسجد األقصى، ومسجد الرسول صلى اهلل عليه وسلم،املسجد احلرام ها قد فُتحت صفحه جديدة يف شد الرحال لنصرة،هيا يا احفاد عبد احلميد الثاين .املسجد االقصى املبارك لقد رأينا فيكم ايها الشباب\الشابات والشيوخ أمل جديد حلماية املسجد األقصى .الشريف فهبّوا هبممكم لتكونوا جسراً متواصالً بني تركيا والقدس الشريف من جتربيت معكم ملست فيكم حب عجيب وكبري للقدس واالقصى املبارك وهذا احلب جيب ان يكون له استمراريه على مدار الزمان جبعل كل واحد يزور االقصى يتعهد امام .اهلل بأن يأيت بأحد غريه للقدوم اىل األقصى للحفاظ على هذه االستمرارية نداء خاص لطالب وطالبات اجلامعات ابناء املستقبل لنشر وحث مجيع االخوة لكي،واالخوات املتعلمني يف داخل وخارج تركيا للحفاظ على هذه االستمرارية . حنافظ على القدس واملسجد االقصى املبارك
،اخوكم املهندس واملرشد السياحي نعمان برية
Kardeşiniz, Mühendis Numan Berriye...
اطلب منكم ان تقفوا بجانب، السالم عليكم يا اطفال تركيا وكبارها وان تعود، االقصى النه بخطر ونعدكم بان نطرد اليهود اذا وقفتكم بجانبنا دولة فلسطين وان ننشر دين هللا وسنة نبيه الرسول صلى هللا عليه وسلم ان .شاء هللا مع االحترام محمد ناصر اغباريه ام الفحم/ فلسطين 22/4/2102
Bismillahirrahmanirrahim Esselamu Aleykum,
Bismillahirrahmanirrahim Esselamu Aleykum Türkiye’nin çocukları ve büyüklerine sesleniyorum, sizden Türkiye’nin çocukları ve büyüklerine sesleniyorum! Sizden istediğim, Mescid-i sahip çıkmanızdır. Mescid-i Aksa istediğim Mescid-i Aksaya sahipAksa’ya çıkmanız Mescid-i Aksa tehlikede Bizimle tehlikede! Bizimle kalır ve bize destek verirseniz Yahudileri buradan Filistin, eskiKovmuş günlerine döner, zaman Allah’ın kalırsanız bize kovabiliriz. destek verirseniz Yahudilere oluruz, Filistinoeski döner o zaman Allah’ın dinini ve Peygamber efendimizin sünnetini dinini ve Peygamber efendimizin sünnetini yaymış oluruz,günlerine inşallah... yaymış oluruz inşallah selamlar
Selamlar Saygılarımla...
Muhammed Nasir İkbariyye Filistin, Ummul Faham 25/04/2012
42
Saygılarımla Muhammed Nasir ikbariyye Filistin Ummul Faham 25.04.2012
a
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
HANZALA KİMDİR? Hanzala kendini şöyle tanımlar: “Adım: Hanzala, Babamın adı: Önemli değil Annemin adı: Nakba (Filistinliler işgalin ardından Filistin topraklarında İsrail Devleti’nin ilan edildiği 15 Mayıs 1948'i Nakba yani büyük felaket günü olarak tanımlar). Kız kardeşimin adı: Fatıma Ayakkabı numaram: Bilinmiyor, çünkü ben hep yalın ayakla dolaşırım.” En az sapan taşı kadar tehlikeli çizgiler çizen Naci Ali’yi "MOSSAD" katletti. Ama Naci Ali'nin başlattığı çizgi savaşını şimdi bir kadın çizer sürdürüyor. Filistin dramının en kanlı günlerinde dünya, Hanzala ile İsrail katliamlarının şiddetini idrak edebiliyordu. Hanzala, ünlü bir karikatür sanatçısı ve adı Filistin davası ile özdeşleşmiş olan Devrimci çizer Naci Salim El Ali’nin tiplemesi olan Filistinli bir kız çocuğu idi. Filistinlilerin ‘Devrimin Vicdanı’ olarak nitelendirdiği çizerin bütün çizgilerinde bir sembol olarak Hanzala’yı insanlar hep arka cepheden ve yamalı elbiseleri ile görüyorlardı… Hanzala’nın etkisi o kadar güçlü idi ki, İsrail, kendisine en az çocukların attıkları sapan taşları kadar büyük zarar veren bu çizgi karakterin çizerini ortadan kaldırmakta görüyordu çareyi... Kendisini bir karikatür sanatçısı olmaktan çok, halkının davasına adamış isim olarak yaşamayı tercih eden Naci El Ali, takvimler 22 Temmuz’u gösterirken, Londra’da bir caddede bedenine saplanan mermilerle yere yığıldı. Yaralı olarak en yakın hastaneye kaldırıldı. Bir ay süreyle hastanede yaralı olarak tedavi gören Naci Ali, bütün müdahalelere rağmen kurtarılamadı ve 29 Ağustos 1987'de vefat etti. Yüzünü gizleyen çocuk HANZALA… Kanı ile Filistini çizen çocuk… “Maskeliler” ve “göbekliler”, 20 yıl boyunca kendileriyle mücadele eden “negatif ” bir çocuktan kurtulmuşlardı… ama hesabını yapmadıkları bir gerçek vardı: İsrail bayrağını taşlayan her Filistinli çocuk bir HANZALA'dır… Çünkü ancak HANZALA olmak, korkaklıktan, geri adım atmaktan ve göbekli Siyonistlere teslim olmaktan koruyabilir kendilerini… Ali, 1937'de Tabariye’nin Şecere köyünde dünyaya geldi. Yüzbinlerce Filistinli gibi o da 1948 yılında topraklarından sürüldü. Filistin toprakları üzerine İsrail Devleti kurulduğunda, ailesiyle birlikte Lübnan’ın güneyindeki Sayda kenti yakınlarındaki Ayn-ül Hilva Mülteci Kampı’na sığındı ve canını kurtardı. Kampta her Filistinli gibi acılar içinde yaşadı. Ama çaresizliğe kapılmadı, zulme teslim olmadı. Ölümünden sonra Naci Ali “Kanı ile Filistin’i çizen sanatçı” olarak tanındı. Naci Ali, geride 40 bin eser bıraktı. Her çizgisinin altında sırtı okuyucuya dönmüş küçük bir çocuk vardır. Bu çocuk hep 10 yaşındadır. Çünkü Naci El Ali yurdundan kopartıldığında o yaşta idi. Diken diken olmuş saçlarıyla Hanzala, Filistin dramını haykırır dünyaya. HANZALA.. Filistinli, yüzünü göstermeyen çocuk...
43
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Mescid-i Aksa Muhafızı Şeyh Raid Salah’ın “Tarihçe Filistin Özel Sayısı” İçin Yazmış Olduğu Makale
Mescid-i Aksa Tehlikedir, Ancak “O” Galip Gelecektir !
Şeyh Raid Salah Mescid-i Aksa Muhafızı 48 Bölgesi İslami Hareket Lideri
Şeyh Raid Salah Kimdir ? Şeyh Raid Salah, 1948 yılında siyonist rejim İsrail tarafından işgal edilmiş olan Filistin topraklarındaki İslami Hareket’in lideridir. 1958 yılında Ummul Fahm’da doğmuş, lise eğitimini Ummul Fahm Lisesi’nde tamamladıktan sonra, El-Halil Üniversitesi’nde İslam Hukuku eğitimi tamamlamıştır. İsrail yönetimi tarafından eğitim vermekten men edilmesinin ardından gazeteciliğe yönelen Şeyh Raid Salah, 1989 yılında Ummul Fahm Belediye Başkanlığı’na seçilmiştir. 1993 ve 1998’deki seçimleri de kazanan Salah, 2001 yılında belediye başkanlığı görevinden istifa etmiş ve Mescid-i Aksa’nın ihya ve imarına yönelik faaliyetlerine ağırlık vermiştir. 1996 ve 2001 yıllarında İslami Hareket’in başkanlığına tekrar seçilen Şeyh Raid Salah, başkanlığını yaptığı Aksa Müessesesi ve diğer birçok kurumun ortak çalışmasıyla, Mervan Mescidi’nin imarı gibi Mescid-i Aksa civarında ve Doğu Kudüs’te önemli projelerde yer almıştır. Mayıs 2003 tarihinde yüzlerce kişiyi kapsayan tutuklama kampanyasında İslami Hareket’in yönetim kadrosundaki 16 kişi ile beraber gözaltına alınmış ve asılsız suçlamalarla iki yıl hapiste tutulduktan sonra şartlı olarak serbest bırakılmıştır. Salah’ın İsrail dışına çıkmasına izin verilmemiştir. Uluslararası İslam Yardımlaşma ve Tebliğ Konseyi üyesi olan Salah, devam eden yoğun tebliğ çalışmalarının yanında, 1986 yılından bu yana aylık olarak yayınlanan “Sırat” dergisinde yazılar yazmaktadır. Raid Salah hâlen 48 Toprakları Filistin İslami Hareketi’nin başkanlığını yürütmektedir. Son yıllarda ise özellikle siyonist Yahudilerin Mescid-i Aksa ve Kudüs’e karşı komplolarını kamuoyuna açıklayan Salah, her zaman en ön safta mücadelesini sürdürmektedir. Mescidi Aksa-Kudüs savunması, hak savunuculuğu, Raid Salah’ın çokça hapis cezası ve ölüm tehditleri almasına neden olmuştur. 1989 yılında İsrail istihbaratı cebine uyuşturucu madde koydurarak onu mücadelesinden vazgeçirme girişiminde bulunarak, bir türlü durduramadığı Raid Salah’ın 2009-10 yıllarında Kudüs’e girmesini yasaklamıştır. Ancak bu yasak karşısında da O, gerek hukuksuzlukları dillendirmede gerekse fiili mücadeleden geri durmayarak, Kudüs’e kendisi giremese de her gün Kudüs`ün dışından Kudüs`e otobüs dolusu insanların taşınmasında önemli rol oynamıştır. Mescidi Aksa’nın korunması için birçok kuruluş kurmuş; bu kuruluşların İsrail tarafından kapatılması ya da faaliyetinin engellenmesinde her seferinde yeniden bir kuruluş kurmaktan yılmamıştır. Sonraki yıllarda işgal sürecinde İsrail ordusu Salah’ın memleketi olan Umm al-Fahm da bir ortaokula girmiş ve tesislerin üç günlük istilası boyunca 600’den fazla öğrenciyi ve yerel halkı yaralamıştır. Dönemin belediye başkanı olan Raid Salah, İsrail askerler tarafından fena şekilde dövülmüş; yere düştüğünde İsrailli bir asker üzerine ağır bir kaya atmaya çalışmıştır. Ancak kayanın üzerine değil de yanına düşmesiyle kurtulmuş ve hastanede tedavi görmüştür. 2000 yılındaki Al-Aqsa Intifadasında Raid Salah, göstericileri denetlemek ve olayların kontrolden çıkmasını engellemek için Umm al-Fahm’ın başında yolun kenarında duruyorken, o sırada askeri bir araç belirmiş ve plastik mermilerle Raid Salah’i başından vurmuştur. Raid Salah tedavi için tekrar hastaneye yatırılmıştır. Her koşulda her gördüğüne Mescidi Aksa’yı anlatmış ve Mescidi Aksa ve Kudüs’ün korunması talebinde bulunmuştur. Bu nedenle Kudüs Muhafızı olarak ta isimlendirilmiştir. Raid Salah, Mayıs 2010’da İsrail ordusu tarafından saldırıya uğrayan Gazze’ye Özgürlük Filosunda Mavi Marmara gemisindeydi. Raid Salah’a benzediği için İbrahim Bilgen İsrailliler tarafından yakın mesafeden vurulup katledildi. Raid Salah’ı öldürdüklerini anons eden İsrail askerlerinin sevinci şehid naaşlarına baktıklarında yanıldıklarını anlayınca bitmiştir. Ancak Filo dönüşünden hemen sonra İsrail bu sefer de hapis ile Raid Salah’ı durdurmak istemiş ve bir İsrailli polisi tokatladığı gerekçesi ile 5 ay hapis yatmasına sebep olmuştur. Raid Salah, Filistin halkının sorunlarını, Kudüs ve Mescidi Aksa’nın problemlerini tüm dünyaya taşımaktan da geri durmayan birisidir.
44
d b n o b e
2 T z H
3 ç i z ş o o g s d g
4 d k A i r v v y g
5 d M o k
l i , n i n d a , e e n ı k a . a 6 i ı u n a d e a n a ı e n e a k ç a s k n ı i i
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın üzerinde, İsrail işgal güçlerinin saldırıları devam etmesine rağmen biz, Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın, İsrail işgal güçlerine karşı zafer kazanacağını sıkça vurguluyoruz. Bu günlerde işgal devleti tarafından, Kudüs’ü Yahudileştirmeyi ve Mescid-i Aksa’yı tamamıyla işgal etmeyi amaçlayan, bir sürü adım atılmış ve bunun için büyük miktarda paralar harcanmıştır. Bütün bunlar, işgal devleti için keder olacak, daha sonra hayal kırıklığı ve başarısızlığa uğrayacaktır inşallah. Bu işgal, en kısa zamanda yok olacak ve Allah’ın kudretine karşı hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Sevindirici olan şey de işgal devletinin yakın zamanda yok olacağıdır. Bunun birden fazla sebebi olup, en önemli sebeplerinden bazıları şunlardır: 1- İsrail işgal devleti meşruiyeti olmayan batıl bir devlettir, batıl olduğu için de yok olmaya mahkumdur. Bunun için Allah-u Teala, ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır: “Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki o, yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) nitelendire geldiklerinizden dolayı eyvahlar size.” Ayeti kerime işaret ediyor ki, Allah’ın hükmünde, İsrail işgali batıldır ve yok olmaya mahkumdur; çünkü Allah’ın hükmünü engelleyen ve geciktiren yoktur. Allah-u Teala, başka bir ayeti kerimede ise şöyle buyurmaktadır: “Allah’a kulluk edin, O’ndan sakının ve bana itaat edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi bir süreye kadar ertelesin, doğrusu Allah’ın belirttiği süre gelince geri bırakılamaz, keşke bilseniz.” 2- İsrail işgal devleti; batıl, saldırgan ve zalim bir devlettir. Bundan dolayı da yine yok olmaya mahkumdur. Bu konuda Allah-u Teala, ayeti kerimede şöyle buyuruyor: “İşte zulmettikleri için helak ettiğimiz şehirler! Biz onların helakleri için de belirli bir zaman tayin etmiştik.” Allah’ın katında işgalin yok olacağı zaman belirtilmiştir; buna göre işgal devletinin zevali kaçınılmazdır. Her ne kadar, zevalin tarihi bizde meçhul olsa da Allah’ın katında bu zevalin tarihi belirtilmiş ve gerçekleşecektir. 3- İsrail işgali batıl ve yalandır; çünkü o sahip olmadığı bir hakkı iddia edip ve bu iddiayı da yalan söyleyerek elde etmeye çalışmaktadır. İşgal devleti, Mescid-i Aksa’nın, iddia edilen heykelin(Süleyman Mabedi) kalıntıları üzerinde, inşa edildiğini iddia etmektedir. Bu da işgalin batıl, yalancı ve zalim olduğunun ispatı olmuştur; dolayısıyla yok olmaya mahkûmdur. Batıl, zulüm ve yalan üzerinde kurulan, geçmiş tüm kavimlerin sonu da bu şekilde son bulmuştur. Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: “De ki: yeryüzünü dolaşın ve (sizden) önce yaşamış olan günahkârların sonlarının ne olduğunu görün, onların çoğu Allah’tan başka varlıklara veya güçlere ilahi sıfatlar yakıştırmışlardır.” Bu ayeti kerimede, Allah-u Teala bize, tarihi okumayı ve tarihte neler olduğu üzerine kafa yormamızı öğütlüyor. Tarihe iyi baktığımızda, tarih boyunca; batıl, zulüm ve yalan güçlerinin nasıl yok olduğunu çok iyi göreceğiz. Hiç kimsenin gönlünü almamış ve hiç kimseyi affetmemiştir; çünkü bu Allah’ın sünnetidir. Geçmişte değişmediği gibi şimdi de ve hatta, gelecekte de asla değişmeyecektir. Bu, Allah’ın emridir, değişmemiş ve değişmeyecektir, bunu görmeyen ve gafil olanın vay haline! O kişiler, bugün gafil ve kendilerini beğenmişler... Yarın da Allah’ın gazabına uğrayacaklardır. 4- Yukarıda söylediklerimizden sonra, tarih boyunca Kudüs ve Mescid-i Aksa’da zulüm yapan batıl güçlerin, sonunu iyice düşünmek bizim için çok yararlı olacaktır. Aslında onlar yok olmuşlar ve onların hali Kur’an’da zikredilen şu misale benzer: “Ad kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: Bizden daha kuvvetli kim var? dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi (mucizelerimizi) inkâr ediyorlardı. Onlardan izin alınmadan Allah onları helak etti; cinslerine, renklerine ve dillerine bakmaksızın, tüm o güçleri yok etti. Allah-u Teala alemlerin rabbidir ve herkesten daha zengindir ve tüm alemler Allah’a muhtaçtırlar.” Bu esasa dayanarak, Allah-u Teala noksanlardan uzak ve ırkçılık vasfından münezehtir. Batıl, zülüm ve yalan güçleri, arabi, ibri, doğulu, batılı, siyah veya beyaz olsun; eğer batıl, zülüm ve yalan üzere kurulmuşlarsa, Allah katında hiç fark etmez, her ne kadar yeryüzünde varlıklarını devam ettirseler de muhakkak yok olmaya mahkumdurlar. Bütün bu yalan, zulüm ve batıl güçleri helak olmuş, yine de Kudüs ve Mescid-i Aksa, eskiden olduğu gibi sapasağlam ayakta kalmış ve yine öyle olacaktır, Allah’ın izniyle. 5- Bu esasa göre; Rumların cahiliyeti, Firavun ve Perslerin kırallığı, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın üzerinden yok olmuşlar, yine de Kudüs ve Mescid-i Aksa olduğu gibi kalmıştır. İsrail’in tüm batıl krallığı, Kudüs ve Mescidi Aksa’dan yok olmuşlar, Kudüs ve Mescid-i Aksa öylece kalmıştır. Haçlılar ve tatarlar yok olmuşlar, Kudüs ve Mescid-i Aksa öylece kalmıştır. İngiliz sümürgesi yok olmuş, Kudüs ve Mescid-i Aksa öylece kalmıştır. Buna göre, İsrail işgal devleti de yok olacak, yine de Kudüs ve Mescid-i Aksa öyle kalacaklardır. Yarını bekleyen kişi için bu yakındır.
45
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
6- Siyonizm hareketi, İslam halifeliğinin devrilmesi için komplo kuran sistemlerle birleştiği günden itibaren, tek davaya sahip olan islam ümmeti ilkelerinin devrilmesinde, başarılı olduğunu zannetmiştir. Filistin davasının özelleştirmesinde başarılı olduğunu zannedip, bu davanın İslam ümmeti ve Arap alemi davasından koparılıp, sadece bir Filistin davası olduğunu zannı ortaya atılmıştır. Bu iddianın başında, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın devirildiğini sanıyor. Ayrıca işgal devleti, Müslüman ve Arapları Kudüs ve Mescid-i Aksa’dan uzaklaştılıdığını zanetmektedir. Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa davasında tek başına istediği şekilde hareket edip, meydanın kendisine kalacağını düşünmektedir. Ama bu çok uzak... Siyonist hareketin, bu kibir ve gururu çok sefer onu perişan etmiştir. 7- İşte, Türkiye gözler önündedir. Siyonizm hareketi, Türkiye’nin İslam ümmetinden koptuğunu zannediyordu. İşte Türkiye, bugün Müslüman haritasının içerisinde, emniyet merkezi olmuştur. İşte Türkiye, bugün Kudüs ve Mescid-i Aksa davasını önemseyen minberlerin en güçlüsü olmuştur. 8- İşte israil müessesesine emin (güvenli), bekçi rolünü oynayan, yolsuzluklarla dolu ve İsrail işgalinin hakimiyetini koruyan Arap rejimleri, işte bugün bu rejimler düştüler. Bunların yerine, bazıların (Arap baharı) ismini verdikleri, Müslüman ve Arapların uyanışı gelmiştir. 9- İşte, on yıllar boyunca baskı altında yaşayan, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın desteklenmesi için önemli görevlerinden yoksun kalan müslüman ve arap halkları... İşte bugün, onların o baskılarını meşrulaştıran sistemler karşısında ayaklanıyorlar ve onlar, özgür iradeleriyle liderlerini seçebiliyorlar. Şüphesiz ki Kudüs ve Mescid-i Aksa davası, bugün Müslüman ve Arap halkların tüm plan ve projelerinin en başında gelmektedir. Çünkü Kudüs ve Mescid-i Aksa davası, tüm İslam ümmetinin ve Arap aleminin davasıdır. Netice ittibariyle, tüm Müsüman ve Arap halklarının, Filistin halkının yanında durmaları gerekmektedir. 10- Bu da demek oluyor ki, bugün İsrail işgalinin karşısında sadece Filistin halkı değil, belki de bu işgalin karşısında, tüm İslam Ümmeti ve Arap halkı bulunmaktadır. Bu mücadele, Haçlı seferleri ve tatarların, Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya girdikleri günün mücadelesinin dengidir; çünkü o gün onlar da sadece Filistin halkı ile değil, tüm İslam Ümmeti ile karşı karşıya buldular kendilerini. Bu da haçlı seferleri ve tatar işgalinin yok olmasına sebep olmuştur. Netice itibariyle, işgalci İsrail’in sonu da bu şekilde olacaktır. 11-İşgalci İsrail, Arap veya Filistin gibi birkaç Müslüman devlet tarafından, kendilerinin Kudüs ve Mescid-i Aksa üzerindeki egemenlik ve meşruiyetinin tanınacağını zannediyordu ve bunu da tehdit, yanıltma ve tuzak yoluyla yapacağını düşünüyordu. Yalnız bunu da başaramadı, çünkü ne bir Müslüman, ne Arap ne de bir Filistinli, Kudüs ve Mescid-i Aksa işgal edildikten sonra, işgalin hiçbir hâkimiyet ve meşruiyetini kabul etmemiştir. Kibirli ve gözü dönmüş İsrail işgal devletinin, daima Kudüs’ü Yahudileştirmeye ve Mescid-i Aksa’yı yok etmeye çalıştığını görüyoruz. İşgalin bu kibirli tutumu, onun Filistin halkının arazilerine el koymasına, evlerin yıkılmasına, tünellerin kazılmasına, cezaevlerinin inşa edilmesine, asker ve istihbaratçıların sevk edilmesine ve sayısız silahların alınmasına ve bunun gibi yasak olan çok şeylerin teşvik edilmesine sebep olmuştur. Bütün bu yapılan haksızlıklar işgale hiçbir fayda vermez; çünkü işgal devleti, tüm Müslümanların, Arapların ve Filistinlilerin gözünde yok olmak üzere batıl, zulüm ve bir yalandır.
46
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
n u a
األقصى في خطر لكن هو المنتصر رغم تواصل اعتداءات االحتالل اإلسرائيلي على القدس والمسجد األقصى إال أننا نؤكد جازمين أن القدس هي المنتصرة على االحتالل اإلسرائيلي وأن المسجد األقصى هو المنتصر على االحتالل اإلسرائيلي ,وإن ما يقوم به اليوم هذا االحتالل المغرور من خطوات تستهدف تهويد القدس و السيطرة المطلقة على المسجد األقصى وما ينفقه من أموال طائلة فإن كل ذلك سيكون عليه حسرة ثم سيذوق مرارة الخيبة والفشل ولن يتمكن من إلغاء قدر هللا تعالى القاضي بزواله الوشيك غير مأسوف عليه ألكثر من سبب ومن أهمها ما يلي : .1
.2
.3
.4
االحتالل اإلسرائيلي باطل بال سيادة وال شرعية ,وألنه باطل فهو إلى زوال ,وفي ذلك يقول هللا تعالى { :بل نقذف بالحق على الباطل فيدمغه فإذا هو زاهق } ( )1وهذا يعني أن االحتالل اإلسرائيلي الباطل زاهق في حكم هللا تعالى ,وهل هناك راد لحكم هللا تعالى أم هناك مؤخر ألمر هللا تعالى {إن أمر هللا إذا جاء ال يؤخر لو كنتم تعلمون} (. )2 االحتالل اإلسرائيلي باطل وعدواني وألنه كذلك فهو ظالم وألنه ظالم فهو إلى زوال ,وفي ذلك يقول هللا تعالى { :وتلك القرى أهلكناهم لما ظلموا وجعلنا لمهلكهم موعدا } ,فهناك الموعد المحدد عند هللا تعالى والمعلوم عند هللا تعالى الذي سيزول فيه االحتالل اإلسرائيلي ,فزواله حتمي ,وموعد زواله حتمي ,وإن كانت معرفة الموعد مجهولة عندنا . االحتالل اإلسرائيلي باطل وكاذب ألنه يدّعي حقا ً ليس له ,ويبالغ بالكذب ,فهو الذي يدّعي كاذبا ً أن المسجد األقصى قام على أنقاض هيكل أول وثان ,وألنه باطل وظالم وكاذب ,فهو إلى زوال ,وهذه سنة هللا تعالى في كل األقوام الغابرة التي قامت على الباطل والظلم والكذب ,وفي ذلك يقول هللا تعالى { :قل سيروا في األرض فانظروا كيف كان عاقبة المجرمين} ( )3ففي هذه اآلية هللا تعالى يدعونا لقراءة التاريخ والنظر فيه , نظرة المتدبر لحركة هذا التاريخ التي شهدت حركة زوال قوى الباطل والظلم والكذب ولم تجامل قوة منها ولم تستثن واحدة منها ,ألنه حركة ثابتة ,كانت في الماضي وستبقى في الحاضر والمستقبل ,فهي سنة ربانية لن تتبدل ولن تتغير والويل ثم الويل لمن غفل أو تغافل عنها ,فهو المغرور اليوم والمقهور غداً . ولذلك كم هو مفيد لنا أن نتدبر مصير قوى الباطل والظلم والكذب التي تجبرت في القدس والمسجد األقصى على مدار التاريخ ونسأل ماذا كان مصيرها ؟! لقد زالت ولسان حالها يقول { :من أشد منا قوة } ( , )1فوقعت عليها سنة هللا دون أن تستأذنها ,فزالت كل تلك القوى بغض النظر عن جنسها ولونها ولغتها ,فاهلل تعالى غني عن العالمين ,وكل العالمين فقراء إلى هللا تعالى ,وعلى هذا األساس فحاشا هلل تعالى أن يكون عنصريا ً ,وحاشاه أن
.5
.6
.7
.8
.9
يحابي جنسا ً من البشر على سائر األجناس ,فلتكن قوة الباطل والظلم والكذب عربية أو عبرية أو غربية ,ولتكن سوداء أو بيضاء ,فلن ينجيها جنسها أو لونها أو لغتها من سنة هللا تعالى إذا كانت هذه القوة قائمة على الباطل والظلم والكذب ,فما دامت كذلك فهي إلى زوال ,فزالت كل قوى الباطل والظلم والكذب وظلت القدس وظل المسجد األقصى . وعلى هذا األساس زالت ممالك الفراعنة والفرس والروم الجاهلية عن القدس والمسجد األقصى وظلت القدس والمسجد األقصى ,وزالت الممالك اإلسرائيلية بكل تشعباتها الباطلة عن القدس والمسجد األقصى وظلت القدس والمسجد األقصى ,وزال الصليبيون والتاتار وظلت القدس والمسجد األقصى ,وزال االستعمار البريطاني وظلت القدس والمسجد األقصى ,وعلى هذا األساس سيزول االحتالل اإلسرائيلي وستظل القدس والمسجد األقصى ,وإن غداً لناظره قريب . ظنت الحركة الصهيونية أنها يوم أن تآمرت مع من تآمر على إسقاط الخالفة اإلسالمية فقد نجحت بإسقاط مبدأ األمة المسلمة ذات القضية الواحدة ,وظنت على هذا األساس أنها نجحت بخصخصة القضية الفلسطينية ونقلها من قضية أمة مسلمة وعالم عربي إلى مجرد قضية شعب فلسطيني ,وعلى أساس هذا الوهم ظنت أنها قد أطاحت بالقدس والمسجد األقصى وأسقطت عنهما البعد اإلسالمي والعربي ,ونقلتهما من قضية أمة مسلمة وعالم عربي إلى مجرد قضية شعب فلسطيني ,وعلى أساس هذا الوهم ظنت أنه قد ((خال الميدان لحميدان)) وستستفرد بالشعب الفلسطيني وبقضية فلسطين وبقضية القدس والمسجد األقصى ,ولكن هيهات هيهات ,فكم أتعس الحركة الصهيونية غرورها !! . فها هي تركيا التي ظنت الحركة الصهيونية أنها قد أخرجتها من حدود خارطة األمة المسلمة ,ها هي تركيا اليوم قد أصبحت صمام أمان في هذه الخارطة المسلمة ,وها هي اليوم قد أصبحت من أقوى المنابر التي تتبنى قضية القدس والمسجد األقصى . وها هي األنظمة العربية التي كانت متخمة بالفساد والتي لعبت دور الحارس األمين للمؤسسة اإلسرائيلية ولتغول االحتالل اإلسرائيلي ها هي اليوم قد سقطت وأتت عليها اليقظة المسلمة والعربية التي أطلق عليها البعض ((الربيع العربي)) . وها هي الشعوب العربية والمسلمة التي ظلت مقموعة منذ عقود وظلت محرومة من أداء واجبها لنصرة القدس والمسجد األقصى ها هي اليوم تنتفض في وجه األنظمة التي استباحت قمعها ,وها هي باتت تصنع قيادتها بإرادتها الحرة ,وباتت تمسك بزمام المبادرة لتحديث دورها وتجديد همتها وإطالق قدراتها إلعادة بناء مؤسساتها السيادية الراعية لقضاياها المحلية والخارجية بكل أبعادها الوطنية والعربية واإلسالمية والعالمية ,وال شك أن قضية القدس والمسجد األقصى ستتصدر أولويات اهتمام وبرامج عمل الشعوب العربية
والمسلمة اليوم على اعتبار أن هذه القضية هي قضية كل األمة المسلمة والعالم العربي إلى جانب الشعب الفلسطيني . .11وهذا يعني أن االحتالل اإلسرائيلي بات في مواجهته اليوم ليس الشعب الفلسطيني فقط , بل بات في مواجهته كل األمة المسلمة والعالم العربي ,وهذه كانت معادلة الصراع مع االحتالل الصليبي واالحتالل التتري يوم أن اقتحم كل منهما حمى القدس والمسجد األقصى ,حيث وجد كل واحد منهما أنه في مواجهة مع األمة المسلمة وليس مع أهل بيت المقدس فقط ,وهذا ما أدى إلى زوال االحتالل الصليبي والتتري وهذا ما سيؤدي إلى زوال االحتالل اإلسرائيلي . .11لقد ظن االحتالل اإلسرائيلي أنه سيبتز في يوم من األيام اعترافا ً بسيادته وشرعية وجوده في القدس والمسجد األقصى من عناوين قد تكون فلسطينية أو عربية أو مسلمة , وظن أنه سيحصل على ذلك بأساليب التهديد أو اإلغراء أو التضليل ,ولكن فاته ذلك فما كان ألي عنوان فلسطيني أو عربي أو مسلم أن يمنحه سيادة وشرعية على ثانية واحدة من ثواني االحتالل اإلسرائيلي في القدس والمسجد األقصى ,لذلك فليدفع الغرور هذه االحتالل المغرور أصالً إلى تهويد القدس وخنق المسجد األقصى ,وليدفعه هذا الغرور إلى مصادرة أراض وهدم بيوت وحفر أنفاق وبناء سجون وحشد جيوش ومخابرت وتسلح بال حدود ,إن كل ذلك لن ينفعه ,فكان وال يزال في عيني كل مسلم وعربي وفلسطيني هو الباطل وهو الظلم وهو الكذب الذي بات على وشك الزوال .
الشيخ رائد صالح
47
u
t a
n e
n r z
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
“Filistin sadece Filistinliler için değil tüm İslam dünyası için özel ve öncelikli bir yere sahip. Filistin davasına bilinçli bir şekilde sahip çıkmamız gerekiyor.” ROPÖRTAJ İBRAHİM AKKURT
“Düşmanım bize ne yapabilir ki; Biz cenneti yüreğimizde taşıyoruz, Sürgün edilmemiz seyahat, hapsedilmemiz halvet, öldürülmemiz ise şehâdettir.” düsturunu şiar edinmiş, yeryüzündeki tüm mustazafların ve mazlumların hür sesi olan İHH’yı ve hizmetlerini İHH Genel Başkanı Av. Bülent Yıldırım ile konuştuk… 1- İHH olarak istikrarlı bir şekilde kuruluşunuzdan bugüne bütün insanlığa din, dil, ırk, mezhep ayırt etmeksizin hizmet vermektesiniz. Bu hizmetlerin başlangıcı nasıl olmuştur? 1992 yılında Bosna-Hersek’te Müslümanlara karşı bir savaş başlatıldı. Bu savaşta 200.000 kişi katledildi. Bosnalı Müslümanlar yerlerinden edildi, masum insanlar öldürüldü, binlerce kadına zarar verildi, binlerce çocuk yetim kaldı. Avrupa’dan Müslümanları silmek için özel bir gayret gösteren insanlık dışı bir savaşa tanık oldu bütün dünya. Özgürlük, eşitlik, demokrasi düşüncelerini savunan ve bu düşünceleri dünyaya yaymaya çalışan Batı, bu katliamı izlemekle yetindi. İHH işte o zamanlar birkaç gönüllünün bir araya gelmesiyle kuruldu ve Bosna’da yaşanan olayları dünyadaki diğer vicdan sahibi insanlara duyurarak savaşın nelere yol açtığını anlatmaya çalıştı, oradaki mazlum insanlara yardım etmek için seferber oldu. Sonrasında Çeçenistan, Kosova, Filistin, Somali’ye gitti yardımlarımız. Gönüllü faaliyetlerle başlayan ve 1995 yılında kurumsallaşan çalışmalarımız kısa sürede 5 kıtada 130 ülke ve bölgeye ulaştı ve Türkiye’den tüm dünyaya yayılan bir hayır köprüsü oldu. Gönüllülerimizle birlikte büyük bir aile olduk, iyi insanlardan oluşan bir aile… Dünyada haksızlığa uğrayanlara ve sıkıntı içerisinde olanlara yardım etmek için çalışan, insani yardım alanında yeni açılımlar yapan bir aile. 2 - İHH olarak Filistin’de hangi alanlarda çalışmalar yapmaktasınız? İHH İnsani Yardım Vakfı kurulduğu günden bu yana Filistin meselesini yakından takip ederek çözüm için destek olmaya çalışıyor. İHH, işgal altındaki Filistinlilere insani yardım götürürken insan hakları alanında da Filistinlilerin haklarını savunmak için gayret ediyor. Vakfımız sadece Filistin’de yaşayan kardeşlerimize değil Suriye, Lübnan, Ürdün ve diasporada yaşayan Filistinli muhacirlere de destek oluyor. İHH bu bölgelerde düzenli ve dönemsel ayni-nakdi yardımlar yapıyor. Yetimlere, dullara, ihtiyaç sahibi ailelere yaptığımız önemli yardımlar var. Sponsor Aile çalışmamızla Mayıs 2012 itibarıyla 10.581 yetim çocuğumuzun bakımını üstlendik. Her kurban döneminde kurban kesimleri yapıyor ve ihtiyaç sahiplerine dağıtıyoruz. Yine her yıl Ramazan ayında gıda yardımları yapıyor, sıcak yemek dağıtıyoruz. Devlet okullarında okuyan ihtiyaç sahibi öğrencilere her eğitim dönemi başında kitap, kırtasiye malzemesi ve çanta dağıtımı yapıyoruz. Gazze’de İsrail saldırıları sonucu evleri yıkılan 1000’i aşkın aileye maddi yardımda bulunuyoruz. 2009 yılında İsrail’in bölgeye yönelik gerçekleştirdiği Dökme Kurşun Operasyonu’ndan sonra okullar, devlet binaları, evler yerle bir edilmişti. Biz 70’in üzerinde devlet okulunda çocuklara yönelik psikolojik destek ve rehabilitasyon çalışmaları düzenledik, bu konudaki çalışmalarımız hâlen devam ediyor. İhtiyaç sahibi ailelere mantar üreticiliği konusunda eğitim vererek yetiştirmeleri için mantar temin ettik. Hayvancılığı teşvik ediyoruz, mesela tavşan yetiştiriciliği konusunda ailelere destek olduk. Unlu mamullerin üretimi ile ilgili kadınlara kurslar düzenledik. Eğitim, sağlık ve iskân alanlarında da çalışmalarımız var. Okulları tamir ediyoruz. Mesela Gazze’de 750 öğrencinin eğitim gördüğü Daru’l-Erkam Türkiye Filistin İlkokulu’nun tamir, tadil ve tefrişatı yapıldı, sınıflara LCD projektör takıldı, 60 bilgisayarlık iki bilgisayar merkezi kuruldu. Öğrencilerin yaklaşık yarısının şehit ve esir çocuklarından oluştuğu okulda çocuklar ücretsiz eğitim görüyor. Kadınlar için dikiş-nakış kursları açıyoruz. Bir kurstan her üç ayda bir 200 kişi mezun oluyor. Gençleri meslek sahibi yapmak için bilgisayar kursları açıyoruz. Kurulduğumuz günden bu yana Filistin’deki ihtiyaç sahiplerine ilaç ve tıbbi malzeme temini noktasında da çalışıyoruz. Furkan Savaşı’ndan sonra Gazze’deki hastanelerde tedavisi mümkün olmayan 59 yaralıyı Türkiye’ye getirerek tedavilerini yaptırdık. Filistin’deki hastanelerin tefrişatına yardım ediyoruz. Ultrason, endoskopi cihazı, çeşitli sarf malzemeleri ve ilaç yardımları yapıyoruz.
48
i , ” m e m
e t
ş r a a , ı m n n a
. t e i ı a a i , n m k . l n r z a n
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
3 - Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa bizler için ne anlam ifade etmelidir? Mescid-i Aksa Müslümanların ilk kıblesi, yeryüzünün ikinci mabedi ve ziyaret edilmesi hadisi şerifle tavsiye edilen üç mabetten biri olan Son Peygamberin miraç durağıdır. Mescid-i Aksa ve çevresi tüm İslam âlemi için kutsaldır. Kur’an-ı Kerim’de Mescid-i Aksa ve çevresi -Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin’in tamamı- bereketlendirilmiş topraklar olarak adlandırılır. Fakat bu topraklar 1948’den bu yana işgal altında. Aksa’ya, halkına ve Kudüs’e yıllardır haksızlık yapılıyor, saldırılar oluyor. Mescid-i Aksa ve Kudüs, Filistin meselesinin de merkezi konumunda. Burada yaşayan insanlar bu kutsal mabedin ayakta kalması, tehlikelere karşı korunması için pek çok fedakârlıkta bulunuyor, zorluklara katlanıyor. Bizler de bu bilinçle hareket etmeye çalışıyor ve haksızlık karşısında duruyoruz. Filistinlilerin gasp edilen haklarının iadesi için hep birlikte çalışmaya devam etmeliyiz. 4- 2009 yılında Gazze’de bir mitinge katıldınız. Oldukça kalabalık ve tarihî bir mitingdi. Bize biraz oradaki psikolojiden bahseder misiniz? Neler yaşadınız, neler hissettiniz? 2006 yılında yapılan seçimlerin ardından Gazze halkı seçiminden dolayı cezalandırılmak istendi ve İsrail tarafından bölgeye yönelik bir ambargo başlatıldı. İHH bu haksız ambargonun uygulanmasına başından itibaren tepki gösterdi. Bir açık hava hapishanesine dönüştürülen Gazze’de yaşanan insanlık dramına dikkat çekmek, ambargoyu aşmak ve bölge halkına yardım götürmek için 2009 yılı sonlarında uluslararası sivil toplum kuruluşları tarafından organize edilen Filistin’e Özgürlük Konvoyu (Viva Palestina)’na katıldık ve konvoyun Türkiye ayağını organize ettik. 6 Aralık 2009’da Londra’dan hareket eden konvoya 17 farklı ülkeden 506 kişi katıldı. Ambulanslardan çöp arabasına, gezici aşevinden minibüslere, binek araçlardan kamyonetlere ve TIR’lara kadar çok çeşitli araçlar konvoyda yer aldı. Mısır’daki Refah Sınır Kapısı’ndan Gazze’ye 200 araçla giriş yaptık ve bu araçları içlerindeki yardım malzemeleriyle birlikte bölge halkına bağışladık. Gazze’de stokları tamamen tükenmiş olan böbrek yetmezliği ile ilgili ilaçlar, kan durdurucu ilaçlar, antibiyotikler, yeni doğan bebek ünitesi ilaçları, böbrek taşı kırma makinesi, hayati önemi haiz ilaç ve tıbbi malzeme Gazze halkına ulaştırıldı. Bu girişim Gazzeli kardeşlerimiz için umut oldu; unutulmadıklarını gördüler ve haksızlık karşısında mücadele eden insanların varlığına şahit oldular. O dönemde Gazze’de yapılan bu mitinge katılım da oldukça yüksekti. Dediğiniz gibi tarihî bir mitingdi, kardeşlerin birlikteliğiydi. 5 - Mavi Marmara sürecinden bahseder misiniz? Gazze Özgürlük Filosu insanlık tarihine geçen en etkili sivil girişimlerden biri. Dünyanın farklı bölgelerinden altı kurumun (Free Gaza Movement, İHH İnsani Yardım Vakfı, Ship to Gaza Greece, Ship to Gaza Sweden, The European Campaign to End the Siege on Gaza ve The International Committee to Lift the Siege on Gaza) Gazze’ye insani yardım götürmek ve Gazze ambargosunu aşmak amacıyla düzenlediği bir organizasyondu. 37 ülkeden 700 civarında gönüllü, Malezya’dan Venezuela’ya, Güney Afrika’ya, İsveç’e, ABD’ye kadar onlarca ülkeden farklı dil, din, ırk ve yaştan insan tek bir amaç için bir araya geldi. Gazze Özgürlük Filosu Gazze’de süren ambargonun son bulması için yol aldı. Filoda yer alan gemiler Türkiye, Yunanistan ve İrlanda’dan yola çıktı. Filonun yolcu gemisi Mavi Marmara Antalya Limanı’ndan hareket etti. Gemimizden tüm dünyaya barış mesajları veriyorduk, herkes huzur içerisindeydi. 30 Mayıs’ta Akdeniz’de bütün gemiler buluştu. İnsani yardım gönüllülerini, verdikleri mesajları, gemilerin buluşmasını tüm dünya canlı yayınlarla izliyordu. Özgürlük Filosu’nda her şey çok güzeldi. Sohbet halkaları yapılıyor, gemilerden özgürlük şarkıları yükseliyordu. Gazze’de de umutlu ve heyecanlı bir bekleyiş vardı. Sokakların temizlendiğini, gemilerin yanaşması için limanın hazırlandığını biliyorduk, mihmandarlar da son hazırlıklarını yapmıştı. 31 Mayıs sabahı İsrail donanması insani yardım taşıyan filoya saldırdı. Mavi Marmara’ya indirme yapan askerler daha gemiye inmeden ateşli silahlarla sivilleri hedef aldı. 9 insani yardım gönüllüsü öldürüldü, 56 gönüllü yaralandı ve tüm filo katılımcıları zorla Aşdod’a götürüldü, tutuklanarak hapsedildi.
49
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
6- Özellikle Mavi Marmara olayı sizi farklı bir noktaya taşıdı. Gazze’ye kara konvoyu ve deniz seferi yaptınız, o günden bugüne neler değişti? İsrail, tamamen sivil bir girişimin ürünü olan Özgürlük Filosu’na saldırarak niyetini göstermiş oldu. Savaşta dahi insani yardım taşıyan bir gemiye saldırı düzenlenmez. Bu nedenle İsrail saldırının akabinde tarihinde ilk defa tüm dünyayı kapsayan küresel bir itirazla karşılaştı. Senegal’den Güney Kore’ye, Peru’ya kadar binlerce kişi sokaklara döküldü. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi tarafından atanan BM Vaka İnceleme Heyeti, yayınladığı raporla İsrail’in bu saldırı ile uluslararası hukuku ihlal ettiğini, gaddarca ve zalimane bir şekilde şiddet kullandığını ve tamamen insani niyetlerle yola çıkan sivillere saldırdığını ilan etti. Özgürlük Filosu Filistinlilerin her gün karşı karşıya kaldığı problemleri dünyaya anlatmış oldu. Dünyanın neresinde olursa olsun insanlar artık Filistin’deki işgali ve Gazze’ye uygulanan hukuksuz ambargoyu sorguluyor. Biz Filistin meselesinin yakın zamanda çözüme kavuşacağını düşünüyoruz. “Filistin sadece Filistinliler için değil tüm İslam dünyası için özel ve öncelikli bir yere sahip. Filistin davasına bilinçli bir şekilde sahip çıkmamız gerekiyor.” 7- Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak bizler, Filistin’de işgal altındaki kardeşlerimiz için neler yapabiliriz? Filistin sadece Filistinliler için değil tüm İslam dünyası için özel ve öncelikli bir yere sahip. Filistin davasına bilinçli bir şekilde sahip çıkmamız gerekiyor. Filistin konusundaki duyarlılığın artırılabilmesi için bilinçlendirme çalışmaları yapmalı ve bölgede yaşanan insanlık suçlarını dünya kamuoyunun gündemine taşımalıyız. Çünkü bu sorunu sadece ve sadece vicdan ve sorumluluk sahibi insanlar çözebilir...
Av. Bülent Yıldırım Kimdir? Avukat Fehmi Bülent Yıldırım 1966 yılında Erzurum’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli sivil toplum kuruluşlarında görev aldı Yüzyılın son çeyreğinde Bosna Hersek’te yaşanan soykırıma sessiz kalamayarak, 1995 yılında bir grup arkadaşıyla İHH İnsani Yardım Vakfı’nı kurdu ve bölgeye insani yardım götürdü. Bosna’nın hemen ardından Kosova ve Çeçenistan’da başgösteren büyük insani krize müdahale etmek için bu bölgelerde bulundu. Buralardaki faaliyetleriyle gerek Türkiye’de gerekse de İslam dünyası sathında taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanan Yıldırım; İHH’nın hem Doğu Türkistan, Keşmir, Darfur, Sri Lanka, Ruanda, Somali, Moritanya, Filipinler ve Kırım gibi sıcak bölgelerdeki faaliyetleri ile hem de Açe, Yunanistan ve Myanmar başta olmak üzere, doğal afetler sonrası ortaya çıkan krizlerde yardıma koşmasıyla dünya çapında saygı uyandırdı. Özellikle, İHH’nın Haiti’yi yerle bir eden deprem bölgesine ulaşan
50
ilk yardım ekibi olması ve ABD’nin karşılaştığı en büyük felakatlerden biri sayılan Katrina Kasırgası sonrası gösterdiği duyarılık buna önemli katkı sağladı. Faaliyetlerinde adalet, meşruiyet ve sağduyuyu gözeten Yıldırım, 60 yıldır işgal altında bulunan Filistin topraklarındaki coğrafik bölünmüşlüğün önüne geçmek için çeşitli girişimlerde bulundu. Gazze’de yaklaşık 4 yıldır süregelen ambargonun karayoluyla delinmesi için 2010 yılı başında düzenlenen “Filistin’e YolAçık” organizasyonunda yer alarak, insani yardım malzemelerini birlikte Gazze’ye ulaştırdı. Gazze ambargosunun delinmesi için büyük bir kararlılık gösteren Yıldırım, İHH ve Free Gaza öncülüğünde 2010 yılı Mayıs ayında yola çıkan “Rotamız Filistin, Yükümüz
Özgürlük” filosunda bulundu. Filoda yer alan Mavi Marmara gemisinde yolculuk eden Yıldırım, İsrail’in gemiye kanlı baskını sonrasında 3 gün İsrail hapishanelerinde tutuklu kaldı. Diplomatik girişimler neticesinde serbest bırakılan Yıldırım, Türkiye’ye dönüşünde bir kahraman gibi karşılandı. Devlet Bakanları, sanatçılar, bilim adamları, gazeteciler ve tanınmış aktivistlerin de hazır bulunduğu karşılama törenindeki kalabalık, siyasi tarih kitaplarında önemli bir yer edineceği tahmin edilen Mavi Marmara yolcularını ve bu vesileyle “21. Yüzyılın en büyük sivil toplum hareketi” olarak kabul edilen İHH’nın Başkanını kutladı. Bülent Yıldırım başkanlığındaki İHH, Türkiye’de 50’den fazla ilde, dünyada ise 150’ye yakın ülkede kurban dağıtımında bulunuyor. “Afrika Görecek” projesiyle bu kıtadaki katarakt hastalarının ameliyat edilmesini sağlayan vakıf, dünya yetimlerini buluşturduğu organizasyonlarıyla da kıtalararası kardeşlik ve dayanışma duygularının pekişmesinde önemli bir rol oynuyor.
F
n
m el ı i, i. a n
e
e e k
a
n
e t , e i i i . ” ı
, e a e n , u ı n
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Filistin Başbakanı İsmail Heniyye
Mavi Marmara Filistin için zafer kazandı Gazze yönetiminin Başbakanı İsmail Heniyye, Mavi Marmara gemisini ziyaretinde “Filistin davası, Mavi Marmara ile zafer kazanmıştır” dedi. Çeşitli temaslar için Türkiye’de olan Gazze yönetiminin Başbakanı İsmail Heniyye, İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım ile birlikte Mavi Marmara gemisini ziyaret etti. Ziyaret öncesi basın toplantısında Türkiye halkına, Mavi Marmara organizatörü İHH İnsani Yardım Vakfı’na ve gemide bulunan bütün aktivistlere teşekkür etti. İHH Başkanı Yıldırım: Ambargo kalkana kadar vazgeçmeyeceğiz İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım, Filistin mücadelesinin haklı bir özgürlük mücadelesi olduğunun altını çizerek “Bütün insanlık Filistin’in yanındadır. Her gün çocuklar ve kadınlar ölürken bizler de Filistinlilerle beraber öldük, vurulduk ama onların yanında olmaktan vazgeçmedik ve vazgeçmeyeceğiz. II. Mavi Marmara seferi ertelenmek zorunda kaldı. Aslında size şimdi şu müjdeyi vermeyi çok isterdim. İsmail Bey’le beraber Mavi Marmara’ya binip Gazze’ye gideceğiz demeyi çok isterdim. Ama bunun da zamanı var. Çünkü bu ambargo kalkacak, hiç tereddüt etmeyin. Bu ambargo kalkana kadar biz de vazgeçmeyeceğiz. Şu anda Mavi Marmara kara yürüyüşüne devam ediyor. Allah nasip ederse Libya’da, Mısır’da, Suriye’de, Yemen’de ve diğer birkaç ülkede bu yürüyüşü tamamladıktan sonra tekrar denize açılıp Gazze’deki Filistinli kardeşlerimizle kucaklaşacağız.” diye konuştu. Gazze yönetiminin Başbakanı İsmail Heniyye, sözlerine “Ey Müslüman, asil Türkiye halkı, Mescid-i Aksa’dan, kuşatılmış Gazze’den size geldik. Sizlere Dünyadaki ve Filistin’deki milyonlarca Filistinlinin selamını getirdim. Filistin şehitlerinin, Mavi Marmara şehitlerinin huzurunda hepinizi selamlıyorum” şeklinde başladı. Heniyye, Mavi Marmara ve İsrail’in katlettiği şehitlerle ilgili “Sizin kanınız bizim kanımızdır, sizin yaralılarınız bizim yaralılarımızdır” dedi ve yardım filosu öncesi ve sonrasını şöyle anlattı: “Hamas olarak seçimi kazandıktan sonra bize karşı ambargo başlattılar. Siyasi tavır ve duruşumuzu değiştirmek, mücahit Filistin halkının direncini kırmak istediler. Filistin davasının diğer Müslümanlarla irtibatını koparmak istediler. Gazze’ye savaş açtılar, ambargo uyguladılar. Mavi Marmara’daki kardeşlerimizi şehid ettiler. Tarihte benzeri görülmemiş bir korsanlıkla karşı karşıya kaldık. Ama Mavi Marmara sayesinde ambargodan kurtulduk. İsrail kuşatmasına karşı zafer kazandık. Mavi Marmara şehitlerinin kanları Gazze’ye kadar ulaştı ve Gazze halkını sevgiyle kuşattı. Mavi Marmara şehitleri Türkiye’yi tarihi yoluna, misyonuna döndürdü. Dünyaya şunu söylüyoruz. Mavi Marmara, Gazze’ye ulaşmamış olabilir ama Gazzeliler Mavi Marmara’ya ulaşmış durumda” Heniyye, Başbakan Erdoğan ile yaptığı görüşmeyi hatırlatarak “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a Gazze’ye verdiği destekten dolayı çok teşekkür ediyorum. Onunla yaptığımız görüşmede Filistin davası için bizim gibi düşündüğünü gördüm” ifadelerini kullandı. Gilad Şalit için İsraille yapılan anlaşma sonrası hapishanelerden çıkan Filistinlilerden bazılarının Türkiye’de olduğunu hatırlatan Heniyye şöyle devam etti: “Bu kardeşlerimize kucak açan Türkiye’ye çok teşekkür ediyorum. Onlar onlarca yıldır zindanlarda kalıyorlardı. Şu anda sizin yanınızda olan bu kardeşlerimiz Filistin davasını canlı tutacak kardeşlerimizdir” Heniyye, Arap Baharı’nın Filistin davası için hayırlara vesile olacağını, ambargo karşısında kesinlikle ezilmeyeceklerini söyledi: “Filistin davası Mavi Marmara ile zafer kazanmıştır. Mavi Marmara sayesinde bize kurulan bütün oyunlar bozulmuştur. Bütün şehitlerimizi selamlıyorum, dualarla anıyorum. Hep beraber Kudüs’te görüşmek üzere, Filistin’in başkenti Kudüs’te görüşmek üzere diyorum. Hamas adına, İzzettin Kassam adına hepinizi selamlıyorum. İnşallah zafer kazanacağız. Ne zaman derseniz, en kısa zamanda diyorum” Haliç Tersanesi’nde demirlemiş durumdaki Mavi Marmara gemisi önünde yapılan basın toplantısına gelirken tekbirlerle ve sevgi gösterileriyle karşılanan Heniyye, “Canım, kanım sana feda olsun El Aksa” sloganlarına da eşlik etti. Mavi Marmara şehitlerinin aileleriyle de görüşen Heniyye, geminin kaptan köşkünü gezdi ve İsrail saldırısı anında yaşananlarla ilgili bilgi aldı.
51
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Gazze’deki insanlık dışı ambargonun son bulması için yola çıkan Mavi Marmara Gemisinde yer alan, Yazar Demet Tezcan ile Mavi Marmara Serüvenini ve yaşadıklarını konuştuk… ROPÖRTAJ Rabia Hayriye SOLMAZ 1- Mavi Marmara gemisine katılma sebebiniz neydi? Mavi Marmara sizin için ne anlam ifade ediyor? Rabbimiz “Sakın zulmedenlere meyletmeyin sonra ateş size de dokunur.” buyuruyor. Zulme rıza zulümdür. Filistin’de yıllar yılı süren bir zulüm vardı. Dokunmasın diye ateş elbette ama en çok da zulmedenin zulmü bitsin diye çıkmıştık yola. Zulmün ateşini söndüremesek bile tarafımızı belli etmemiz gerekiyordu ve hepimiz ağzında su taşıyan güvercin olmaya taliptik. Mavi Marmara, hak katında mazlumdan yana olduğumuza dair, büyük günde şahitlik demekti. 2- Mavi Marmara’ya katılacağınızı söylediğinizde ailenizden nasıl tepkiler geldi? Özellikle eşinizin bu konudaki yaklaşımı ne oldu? Eşim, daha önceki tüm yolculuklarımda olduğu gibi bu yolculukta da öncelikle, benim bu yola çıkmayı isteyip istemediğimi önemsedi. Kararımın da arkasında oldu. Sadece en küçük kızım o zaman 6 yaşında idi; o güne kadar çıktığım yolculuklar için sakinken, bu defa “anne gitme” diye uğurlama boyunca ağladı. 3- Gemide farklı dinlere mensup insanlar vardı, fakat her şeye rağmen bir kardeşlik yaşandı. Bunu nasıl açıklarsınız? Hedefi, rotası aynı olan insanlığın ortak vicdanı o gemiye binmişti. Karşısındakinin dininin, ırkının ne olduğuna bakmadan, gördüğü kötülüğe karşı harekete geçmiş, dünyanın her yerinde aylar öncesinden bu yolculuk için seferber olmuş erdemli insanlar topluluğu vardı gemide. Yunanistan’dan katılan din adamı ile Türkiye’den katılan din adamının, Alman parlamenter ile İsrailli parlamenterin, İngiliz aktivist ile Kuveytli aktivistin gayreti aynı sefer içindi. Zaten gerek gemidekiler gerekse gemi yola çıksın diye çaba sarf edenlerin tümünün profili, yöntemleri, ortaya koydukları emek, başlı başına ibretlik ve inanılmaz bir mozaik oluşturuyordu. 4- Mavi Marmara gemisine İsrail askerleri tarafından saldırı olduğu vakit neler hissettiniz? Herhangi bir korku ya da endişe hissettiniz mi? Sabaha kadar uyumamıştık ve arkadaşlarımızla güvertedeydik. Saat 04:30 sularında ezanın okunup, insanların namaza başlamasıyla birlikte, bir anda hücumbotlar belirdi. Aynı anda tepemize asker indiren helikopterler. Ölümün ses olup geldiği an… Gaz bombası, ses bombası, göz yaşartıcı bomba, ölüm yağdıran, geminin her karesini delik deşik edip, kana bulayan silah sesleri… Bizim yolculuğumuz yarıda kesilerek, Filistin’e gitmemiz engelleniyordu ama İşgalci, Filistin’i alıp bize gelmişti. Geminin her yerinde onlarca yaralı vardı. Yaralıları taşıyan erkek aktivistler, onların kanını durdurmak, yaralarını sarmak için koşturan kadın aktivistlerin canhıraş ortaya koyduğu gayret. Salonun her tarafı, her yan yaralı ve her yer kandı. Cevdet Kılıçlar’ın şehid edilmeden az önce yanımdan gidişi ve son sözleri… Yerde yatan şehidler… Doktorların çaresizce kurtarma girişimlerinde bulundukları Uğur Süleyman Söylemez… Hayat ve ölüm… Katliam ve direniş… Öfke ve Merhamet duyguların alabora olduğu an! İnsanlığın tüm halleri… Diye tarif edebiliyorum o anı. ‘Sözün bittiği yer’ de diyebiliriz, ‘sözümüz bitmeyecek’ de diyebiliriz.
52
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
5- Gazze yolculuğu esnasında sizi en çok etkileyen hususlar nelerdi? Belki daha önce birkaç kere daha söylemişimdir ama aynı soru sorulduğu için ben de aynı şeyleri yine söylemek istiyorum, bu soruya cevap olarak. Hayatın tüm renkleri ve sesleri bir aradaydı. “Bomba gibi düştü” tabirinin canlı tanıkları olmasaydık, bombalar düşmeseydi seferimizin tam orta yerine, insanlığın ortak vicdanına, iyiliğe, adalet duygusuna dair pek çok şeyi paylaşıyor olacaktık şimdi. Akdeniz’in muhteşem mavisinden, tadı damağımızda muhabbet ortamlarından, tınısı halen kulaklarımızda duran şehidlerimizin bizzat iştirak ettiği ezgilerden, haccı hatırlatan namaz saatlerinden, cemaatle kılınan namaza Piskopos Cappuçini’nin inciliyle iştirakinden bahsediyor olacaktık. Gecenin tatlı esintisinden, hayranlıkla seyrine durduğumuz ay ışığından, güvertede içilen çaylardan, kitap okuma anlarından… Ama malesef ki gemide “en etkilendiklerim” sırasını saldırı anı alıyor şimdi. Her bir anını dakika dakika yaşadığım bombaların ve silahların sesleri, Cevdet Kılıçlar’ın başına geleceklerden habersiz elinde fotoğraf makinasıyla merdivenlerden çıkışı, son olduğunu bilmediğim gidişini gören gözlerimin, sesini duyan kulağımın şahitliği… Ve bir yıldız gibi sessizce bir ah edemeden kayıp gidişi… İnsanlığını kaybetmiş askerlerin kayıtsızca gerçekleştirdiği cinayetler, savunmasız insanların can pazarı ortasındaki telaşı … Adil bir dünya için başlamış olan tatlı yarışın, adaletsiz finali… “Suçsuz yere bir insanın ölümü insanlığın ölümü gibidir”, insanlık dokuz kez öldü o gün. İnsani duyguların, erdemin, yardımlaşma ve paylaşmanın, empatinin üstüne yağdı kurşunlar. İnsanlığın ellerini kelepçelemiş, insanlığın ortak vicdanını hapse atmışlardı.
Biz Gazze’ye girememiştik ama tüm yaşadıklarıyla Gazze’yi alıp bize getirmişlerdi. 6- “Yola Düşünce” isimli kitabınızda “ve simdi Filistin şehirlerinden bir şehirdi Mavi Marmara... Gazzeydi, Beyt Hanun, el-Halil, Cenin’di... Şimdi o şehirlerin mahallelerinden bir mahalleydi Mavi Marmara” şeklinde bir ifade kullanıyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz? O kısacık zaman diliminde yıllar yılı Gazze’de yaşanmış olan katliam, baskın, bombalama, kurşunlar, esaret, hepsini yaşadı gemi sakinleri; adeta bir küçük Filistin oldu gemi. O an belki Filistin halkına en çok yaklaştığımız, onları en derinden anladığımız, hemhal olduğumuz, empati yaptığımız bir zaman dilimini yaşadık. Filistin’in kadınlarını, erkeklerini, yaşlılarını, gençlerini, işgalcinin ruh haletini, saldırganlığını, acımasızlığını, caniliğini, gözü dönmüşlüğünü... hepsini yaşadık; o kısa zaman diliminde. Biz Gazze’ye girememiştik ama tüm yaşadıklarıyla Gazze’yi alıp bize getirmişlerdi. 7- Mavi Marmara gemisi ile Gazze’ye ulaşmış olsaydınız hayalinizdeki buluşma anı nasıldı? Bunu bizimle paylaşabilir misiniz? Yolculuk boyunca gemideki hanımlar, Arapça hal hatır soracakları cümleleri öğrenmeye çalışıyorlardı. Kadınların kaldığı salon, yerden tavana kadar yetimlere gönderilen hediyelerle doluydu. Valizler ağzına kadar şekerler, çikolatalarla… Gidebilseydik, oradaki kadınlara yalnız değilsiniz demek vardı hayalimde ve yolculuğa çıkmadan önce katıldığımız tüm programlarda ve uğurlama esnasında, gözyaşlarıyla emanet edilmiş selamları, duaları iletecektim. Sonra yetimleri ziyaret etmek, şehidlerin kabirlerini ziyaret etmek, belki Şeyh Ahmet Yasin, belki Şehid Rantisi... O kalabalıkta mümkün olmayacak şeylerdi düşlediğim ama Şeyh Ahmet Yasin’in kabri başında olabilmenin hayalini kurmak bile güzeldi. Filistin’in bir karagözlü küçük ebabil kuşunu kucaklamak ve zalime taş atan elini öpmek, hürmetle… 8- Gazze yolculuğu sonrası İstanbul’a döndüğünüzden bu yana, hayatınızda herhangi bir değişim oldu mu? Yaşadıklarınızdan sonra bugün ne düşünüyorsunuz? O birkaç saatlik saldırı ve sonrasında gelen süreç, işgal tarihinin onlarca yıllık haletiruhiyesinin bir teşhisi, bir teşhiriydi. İşgalci’nin
53
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
tavrı-tutumu, yöntemi , uygulaması, gerekçesi, saldırısı ve savunması, savunurken bile en acıtıcı şekilde davranması, yıllar yılı Filistin halkına karşı uyguladığı kıyım…Katliam yaparken nasıl da mesnetsiz gerekçelerle ve akılla değil, hayvani güdülerinden aldıkları paranoya ile sivillerin ve bebeklerin, acımasız bir şekilde katledişinin resmini ortaya koydu katiller. Mavi Marmara gibi bir organizasyonu yapanların söylem ve eylemlerinin aslında ne kadar doğru olduğunu, ne kadar isabetli bir karar almış olduklarını, bu kararın ne kadar sağlam bir temele oturduğunu ve bundan ötürü tüm dünyanın, uluslar arası mekanizmaların bu ölçüden nasiplendiklerini gördük. Özetle ifade etmek gerekirse, yıllar yılı katliamı alınlarında bir yazgı gibi taşıyan Filistin halkının neler yaşadığını, nasıl acımasız, dengesiz, şuursuz zalimler topluluğu ile karşı karşıya olduğunu, 31 Mayıs sabahında gerçekleşen saldırı ile canlı yayın eşliğinde hem yaşadı, hem de dünyaya gösterdi Mavi Marmara. Burada sadece işgalcinin değil, yıllarca işgalciye destek veren, gerçekleştirdiği acımasız saldırılar karşısında kendini savunduğunu iddia eden, uluslar arası güçlerin de maskesini düşürdü. Hakikat artık tüm çıplaklığı ile ortada ve artık ne işgalci İsrail’de, ne işgal altındaki topraklarda, ne de dünya siyasetinde hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Mavi Marmara hepimizin hayatında bir miladın adıdır. Mavi Marmara, inancı, öz güveni, olabilirliği, imkanı gösterdi. Mümküne, yapılabileceklere kapı araladı. O kapıyı ardına kadar açmak ise yaşananlara şahid olan tüm insanlara düşüyor. Neler hissettiğimi anlatmak çok uzun olabilir, birkaç cümle ile ifade edecek olursak: kararlılığım arttı. Filistin halkı tam anlamıyla özgürleşmedikçe dünyada özgürlük adına elde edilmiş hiçbir kazanım tam bir gerçekliği ifade etmeyecek, hep bir yanı eksik kalacak. Bundan böyle özgürlüğe ve özgürlük için ötekinin öz verisine, ödediği bedele dair cümleler kurarken insanlık daha dikkatli olacak.
“Şükürler olsun ki tarihe Allah hükmediyor bize elimizden geleni yapmak düşüyor.” 9- Birçok olumsuzluk yasamanıza rağmen sizi bu davadan yıldırmayan, sizi ümitsizliğe düşürmeyen şey nedir? Yüce kitabımız, “ içinizden hayra çağıran bir topluluk bulunsun” buyuruyor. Kitabımızın buyruğunca, hayra çağıranlardan olmayı umuyorum. Bir Müslüman olarak, yılmak, vazgeçmek, ümitsizliğe düşmek gibi bir düşüncemiz olamaz. Beni yılgınlığa düşürmeyen şey, tüm hesapların üstünde Rabb’imin de bir hesabının olduğunu biliyor olmamdır. Hep hatırladığım, hatırlatmaktan da büyük zevk aldığım Rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in bir sözü var, der ki: “Şükürler olsun ki tarihe Allah hükmediyor bize elimizden geleni yapmak düşüyor.” 10- Önce İHH, şimdi de MAZLUMDER’de vazife yapmaktasınız, MAZLUMDER olarak faaliyetleriniz nelerdir? “Kim olursa olsun zalime karşı kim olursa olsun mazlumdan yana” şiarıyla mazluma kimliğini sormadan, hılfulfuduldan aldığı referansla yoluna devam eden, insanlığa,insanlığın karşılaştığı zulümler sonucu zalimlerle mücadeleyi her alanda tecrübe ederek, yirmi bir yılı geride bırakmış, toplumda ezber bozan bir insan hakları kuruluşu. İslamın insana baktığı perspektiften bakarak tepkisini ortaya koyan, kimin ne diyor olduğuna değil, kitabımızın ne buyuruyor olduğuna bakarak sözünü söyleyen bir kurumdur MAZLUMDER. Demet Tezcan Kimdir? Demet Tezcan, yazı hayatına Mektup dergisinde başlamış; Akit, Vakit ve Özgün Duruş gazetelerinde köşe yazarlığı yapmıştır. Aynı zamanda Nida ve Polen dergilerinde de yazıları yayımlanmıştır. İHH İnsani Yardım Vakfı Kadın Kolları Koordinatörlüğü görevinde bulunmuş olan Tezcan, halen MAZLUMDER İstanbul Şubesi Genel Koordinatörlüğü görevini sürdürüyor. Şu sıralar MİLAT Gazetesinde köşe yazarlığı mesleğini devam ettiren Tezcan, Evli ve üç kızı var. Kitapları: Anne Üşürüm Yokluğunda (anı-deneme) İlke yayıncılık, Bir Çığır Öyküsüdür Şule Yüksel Şenler ( Biyografi ) (birinci baskısı Timaş) İlke Yayıncılık, Yola Düşünce ( seyahatname ) Pınar yayınevi.
54
i
1 e , i
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Cağımızın Mus’ab Bin Umeyr’i
Muhammed Furkan Doğan Rabia Hayriye SOLMAZ Marmara Üniversitesi Uluslararası İlahiyat Bölümü Talebesi
e e
Okyanusun tam ortasında, deniz ve gökyüzü arasında, her yer masmavi senin etrafında. Beyaz bir geminin içinde, bembeyaz bir gelin gibi suyun üzerinde akıp giderken, büyük bir heyecan ile aniden kırmızılara büründü Mavi Marmara… Günün en kıymetli, en güzel ve en değerli saatlerinde, bir Sabah namazı esnasında, herkes Rabbiyle bas basayken, O’nun (c.c) için gözyaşı dökerken, Filistin ve mazlum insanlar için dua ederken, kan nehrine döndü Mavi Marmara… İhlâs ve samimiyetle durmuştun cemaatin arasına, yakında sehadet şerbetini içeceğini biliyormuşçasına durmuştun Rabbinin huzuruna. Ölüm gününü düğün günü gibi bekleyen Hz. Mevlana gibi, en sevgiliye kavuşmaya saatler kala, durmuştun huşu ile namaza… Alnını secdeye koyarken hissetmiş miydin bu dünyadaki son namazın olduğunu? « Rabbim. sehadet şerbetini içmeyi nasip eyle» demiş miydin son duanda?
ı n k i
Sen ki, tanımış olduğun insanları namazlarınla etkilemiş ve Rabbine asık bir gençtin. Arkadaşlarından biri senin namaza verdiğin değeri söyle anlatıyor : « Namaz onun icin feraha erdiği tek kapı idi, zalimin zulmünden gece uykuları kaçan bir mü’mindi. Sabah namazları ile gününü açan, yatsı namazları ile gününü nihayetlendiren, cami yolunu ev bilen, bizleri de vakit namazlarında cemaatle kılmaya teşvik eden bir arkadaştı.” Sen ki, çocukluğundan itibaren sabah namazını camide, cemaatle kılardın. Şuurlu bir Müslüman olmak için mütemadiyen okuyan ve okuduklarını çevresiyle paylaşarak “emri bil maruf, nehyi anil münker” vazifesini yerine getiren, okul arkadaşlarını Gazze’ye yardım için örgütleyerek infak kültürünü yaşatan, Yusuf güzelliğine meftun, kızların ilgisinden kaçarak nefsini terbiye eden pırıl pırıl bir delikanlıydın.
,
ı e
r
e . n T
Gençliğinin baharında, ruhunu, kalbini, aklını, bedenini feda etmeyi bir şeref bildin. Sahabilerin Efendimize “Anam babam sana feda olsun Ya Resulallah” sözünden yola çikarak, sen Rabbin uğruna, dinin uğruna, islam uğruna, adalet uğruna kendini feda ettin. İbrahimî bir tesllimiyet, İsmailî bir inanç ve Eyyubî bir sabırla kurban oldun Rabbine… Senin bir davan, bir amacın, bir hedefin, bir umudun vardı. Sen gerçekten anlamıştın Filistin’in ne halde olduğunu. Annesiz kalan öksüz bebekler, babasını kaybetmiş yetim çocuklar, birkaç dakika içerisinde kendini çocuksuz bulan anne ve babalar, Ammar bin Yasir gibi anne ve babasının öldürülmesine sahid olan yavrular, çocukluğunu yaşayamayıp kardeşlerine bakmaya çalişan fedakar kardeşler, tüm sevdiklerini bir bir kaybedip yapayanlız kalan binlerce insanın halini sen anlamıştın. Sen mazlumun yanındaydın. Rabbinin etrafını mübarek kıldığı Mescid-i Aksa’yı korumak, o mübarek ve kutsal topraklara sahip çıkmak ve mazlumun yanında olmak için çıktın yola. Sadece anlamakla kalmadın Gazze’nin halini, gördün ve yaşadin da, çünkü Gazze’yi size getirmişlerdi. O gemi artık sedece bir gemi değildi, artık Mavi Marmara, Gazze’ydi…
55
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Ve Mavi Marmara Gazze’ye dönüşürken, gaz bombaları, göz yasartıcı bombalar, sağnak sağnak yağan kurşunlar, ve geminin siren sesi kulaklarında çınlarken, not defterini son kez eline alarak, hissettiğin değerli duygularını yazdin: “Şehadet şerbetine son saatler inşallah. Var mıdır acaba daha güzel birşey? Varsa, o da sadece annemdir. Ama ondan bende emin değilim. İkisinin kıyası çok zor (…)” Şehadetini hissetmiştin sen aziz sehid. Mutlu ve huzurluydun, çünkü Rabbine kavuşmana az kalmıştı. Bu fani dünyanın ne kadar değersiz olduğunu, ve şeytan tarafından ne kadar süslü gösterilmeye çalışıldığını anlamıştın. Ve artık son nefes, ve büyük bulusma.. Gecenin zifiri karanlığında, ayın parıltısı altında, bir yaprak gibi savrulurken geminin güvertesinde, huzurla kapattın gözlerini bu fani dünyaya. Sen masmavi gökyüzü ve masmavi deniz arasinda sehid düştün. Rabbim şehadetine şahid olan gökteki yıldızlar ve denizdeki damlalar adedince Senden hoşnud ve razı olsun Muhammed Furkan…
56
, i
e
e
k
d
d
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Filistin Gezi Notları Abdulaziz ŞEKER Bab-ı Alem Uluslararası Öğrenci Derneği Tanıtım Birimi Sorumlusu 25 – 28 Ocak 2012 tarihleri arasında Filistin’de idim. Elimden geldiğince not tutmaya çalıştım; oradaki Müslümanların durumunu, İsrail’in bölge üzerindeki oyunlarını gösterme adına. İnşaallah faydalanırsınız. 25.01.2012 01.00 Sıçrayarak uyandım. Heyecan var, ister istemez. on tane alarm kurduğum göz önünde bulundurulursa... 01.50 Evden çıkmama iki saat var. Taksim’deki otobüsler vasıtası ile havalimanına geçmeyi planlıyorum. 04.00 Kıyafetler, fotoğraf makinası, not defteri, kalem ve Nazan Bekiroğlu’ndan Nun Masalları... Hazırım, evden çıkıyorum. 05.00 Atatürk Havalimanı’ndayım. Dış Hatlar Terminali’nde bekliyorum. Sanırım biraz erken geldim. 05.30 Kafileyi buldum. 06.30 Check-In ve diğer işlemler tamam. 07.50 Uçak yolculuğumuz başladı. THY ile uçuyoruz. Sağımda Enes Selim kardeşim var, solumda ise yetmişlerinde görünen Yahudi bir hanımefendi var. Tanıştık, ismi Jeni. İngilizce konuşuyoruz kendisi ile. İstanbul, Güney Afrika ve Tel Aviv arasında dolaşıyormuş devamlı. Gideceğimiz yerler arasındaki mesafelerden bahsetti. İsrail hükümetinden rahatsızlığını dile getirdi ve 2011 yılındaki protestoların haklılığına değindi. Neredeyse tüm yolculuk boyunca telefonuyla scrabble oynadı. Uçak yere indiğinde “home sweet home” ifadesini kullandı. Uçaktan inmeden kendisi ile hatıra fotoğrafı çektirdim. 09.40 Yolculuk sona erdi. Tel Aviv Uluslararası Ben Gurion Havalimanı’ndayız. Tel Aviv oldukça sıcak. Önlem almamıştık. Güneş gözlüğü alsam iyi olacakmış. 10.25 Pasaportlarımızı teslim ettik. Gişe görevlileri bir problem çıkarmadılar. Bir kısmımız pasaportlarımızı yaklaşık yarım saat sonra alabildik. Diğerleri beklemede. 10.50 Pasaportlarını alanlar bagajlarını da aldılar ve diğerlerini beklemeye başladık. 11.34 Beklemedeyiz. Havaalanını gezmeye başladım. Havaalanını yaptıran İzak Rabin’in ve alana ismini veren Ben Gurion’un heykelleri var. 11.35 20’li yaşlarda biri geldi, görevli kartı var. İki arkadaşımıza pasaport sordu, sonra çekti gitti. Maksat, uyuzluk olsun. Havaalanında Doritos reklamları var. Neredeyse tüm ülkelerde cipsin adı latin harflerle yazılıyorken burada İbranice yazılıyor. 11.49 Hâlen beklemedeyiz. Havaalanı içerisinde Süleyman Mabedi maketi bulunuyor. Bu maketin birçok yerde bulunduğunu öğrendim. 12.20 Diğer arkadaşlarımız da nihayet pasaportlarını aldılar; ancak üç kişi sorgudan geçti. Bir minibüs ve bir otobüsle Yafa’ya doğru hareket ettik. Ben minibüsteyim, şoförümüz Filistinli. Tel Aviv’de çok sayıda gökdelen var. Yapıların birçoğu eski ve şehir planlaması çok kötü görünüyor. Arsalar çok pahalıymış.. Yolda Osmanlı mirası olan Büyük Cami’yi gördük. 12.55 Arapların yoğun olarak yaşadığı Yafa semtine geçtik. Yafa’daki sur kalıntılarını ve mescidleri gördük. Bunların tamamı Osmanlı eseri. Tabiya Camii’ndeyiz. İsrail bölgeyi işgal ettiğinde, bu mescidi Ermeni bir aileye vermiş ve bu aile mescidi hâlen kullanıyormuş. Sahildeyiz. Mescidül Bahr’ı görüyoruz. 13.40 1862 yılında imar edilen Mescidül Kebir’de öğle ve ikindi namazları için mola verdik. Mescidin iki ismi daha var : Mahmudiye ve Ebu Nebud. 14.10 Yafa’nın merkezinde 2. Abdülhamid Han’ın yaptırdığı saat kulesinin önündeyiz. Yürüyüş boyunca birçok Afrikalı gördüm; hepsi de ağır işlerde çalışıyorlar. Birçok yerde İsrail bayrağı var. Bölgede araba plakalarının rengi sarı. Bisiklet kullanmak isteyenler için bisiklet durakları var. 15.00 Hasanbeyk Mescidi’ndeyiz. Mescitte naneli çay hizmetinin yanında ayna, tarak ve çeşitli kokular insanların istifadesine sunulmuş. Mescitten çıkınca üç Afrikalı ve dört Filistinli kardeşimizle muhabbet ettik. İletişim dilimiz İngilizce ve Arapça. 15.45 Hasanbeyk Mescidi’nden ayrıldık. Hedefimiz, KUDÜS! Otelimize yerleşip akşam namazı için Mescidi Aksa’ya gitmeyi planlıyoruz. 17.09 Elhamdülillah. Şehr-i Kudüs’teyiz. 17.15 Otelimize geldik ve yerleştik. Bir Filistin otelindeyiz ve otel Mescidi Aksa’ya on beş dakika mesafede. 17.47 Mescidi Aksa’da akşam namazı için yola çıkıyoruz. 18.08 Kubbetüs Sahra’nın yanındayız. Muhteşem bir yapı. Fotoğraftakilerden çok daha büyük görünüyor kubbesi. 18.10 Nihayet Mescidi Aksa’dayız. Kocaman bir Mescid. Çok geniş. Binlerce insanı barındırması normal. Mescidin her köşesinde Kuran okuyan, sohbet eden ya da uzanan insanları görmek mümkün. Ayrıca ailelerin çocuklarıyla birlikte gelip onları mescide
57
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
ısındırdıklarını öğrendim. Namaz sonrası dünya tatlısı üç minik sarıverdi etrafımı. Yusuf, Selam ve Sarvan. Fotoğraf makinası ile oynuyorlar, hopluyorlar, zıplıyorlar. En küçükleri olan Yusuf, fotoğraf makinamı ve not defterimi gaspetmeye çalıştı. Fotoğraf makinasını ancak kurtarabildim. Mescitten çıktık, Ağlama Duvarı’nda ayin yapan Yahudilerin sesleri geliyor. Kuzey Korelilerin ölen devlet başkanlarına döktükleri gözyaşından fazla gözyaşı döktüklerine eminim. Muhtemelen katlettikleri Filistinliler içindir! Otele dönmek üzere dar sokaklardan geçiyoruz. Bu sokaklarda birçok satıcı var. Müslümanlar geçimlerini genel olarak ticaretle sağlıyorlar. Filistinlilere selam verip İstanbul’dan geldiğimizi söylediğimizde o kadar canayakın davranıyorlar ki, tarifi imkansız. Ayrıca bize “Turkiyye, ehlen ve sehlen, Murad Alemdar, Abdülhay, Memati” diyorlar. Sokaklardaki birçok dükkan geç vakte kadar açık kalıyor. Otele döndükten sonra akşam yemeğimizi yedik ve istirahate çekildik. Sabah namazı için yine Aksa’ya gitmeyi planlıyoruz. 26.01.2012 08.15 Kahvaltı sonrası Al-Halil şehrine doğru yola çıktık. Tel Aviv’deki sıcak havaya karşın, Kudüs oldukça soğuk. Şehrin mimarisi mükemmel, şehir tam bir tarihi eser cenneti. Adım başı bir cami, bir mescid, bir kilise… Rehberimiz Tutku, İsa’nın Çilesi filminin çekimlerinin bir kısmının burada yapıldığını söyledi. Kudüs nüfusunun %80’i Yahudi, %15’i Müslüman ve %5’i Hristiyan. Farklı giyim tarzları, farklı saç stilleri… Şehirde çeşit çeşit insan var. Yahudilerin bir kısmı batının giyim tarzını benimsemişken, bir kısmı da kendilerine has giyim tarzını benimsemiş durumda. Birçok kişi kippa, bazıları ise şapka (şitrimil) takıyor. Şapka takanların birçoğu fanatik. Müslüman gençlerin ise giyim konusunda batıyı örnek aldıkları aşikar. 08.46 Batı Şeria’ya (West Bank) girdik. Bölgede Beyt Cale isminde bir köy var ve köyün tamamı Hristiyan. Batı Şeria bölgesi dört milyon insanı barındırıyor ve bölgede Cenin, Nablus, Tul-Karim, Kalkili, Eriha, Ramallah, Beytüllahim, Al-Halil ve Halhul şehirleri bulunuyor. 08.58 Kudüs’ten göç eden Filistinlilerin yaşadığı Al-Arrub beldesindeyiz. Yolda ara ara UN (Birleşmiş Milletler) araçlarını görüyoruz. 09.01 Beyt Ummar beldesindeyiz. Beldeye giriş çıkışlar İsrail askerlerinin kontrolünde gerçekleşiyor ve Mahmud Abbas’a bağlı bir bölge olmasına rağmen, güvenliği de İsrail askerleri sağlıyor. Bunun sebebini de öğrendik : Filistinlilerin yaşadığı bölgelerin yakınlarında Yahudi yerleşim yerleri varsa Filistin bölgesinin güvenliğine ve giriş çıkışlara İsrail el atıyor. Bu, tamamiyle Yahudilerin güvenliğini sağlama adına yapılıyor. Filistinlilerin güvenliği ise İsrail’in umrunda değil. Görünen o ki, Mahmud Abbas ve El-Fetih’in Yahudilerle barış içinde yaşama ümitleri suya düşecek. 09.03 Halhul şehrine giriş yaptık. Rehberimiz El-Fetih’e gönül verenlerin Mahmud Abbas’ı da lider olarak kabul ettiklerini, başka çarelerinin olmadığını söyledi. 09.12 Al-Halil şehrine giriş yaptık. Şehrin girişinde cadde ışıklarının direklerinde Filistin ve Fransa bayrakları asılı. Geçtiğimiz aylarda Filistin ile Fransa arasında bir işbirliği anlaşması imzalanmış, sebebi bu imiş. 09.20 Yolda para bozdurmak ve paralarımızı İsrail para birimi olan sheqel’e çevirmek için mola verdik. Türkiyeliyiz, Filistin topraklarında İsrail parası kullanmak durumunda kalıyoruz. 09.50 Yola devam… Minibüsteki arkadaşlarımızla detaylı bir şekilde tanışıyoruz. 09.55 Seramik, tabak, bardak vb. ürünlerin imalatını yapan bir dükkanın önünde durduk. Kafiledekiler alışveriş yaptılar. Onlar alışveriş yaparken ben yakınlardaki bir Filistin marketine girdim. Snicker ve Nestle ürünlerini gösterip, “bunlar İsrail ürünleri, bana Filistin yapımı çikolata lazım” dedim. Market sahibi : “Filistin çikolatası istiyorsan Gazze’ye gitmelisin” dedi. (Sadece bu ifade bile birşeyleri anlamak için yeterli olabilir.) Bense ısrarla, “burada yok mu?” diye sordum. Marketin bir çalışanı arka raflardan 30’luk bir çikolata paketi çıkardı. Fiyatını sordum, bana hediye ettiğini, para almayacağını söyledi. Israrlarım sonuç vermedi. Ben de on yaşlarındaki oğluna harçlık verdim. Çocuğun babası bunu da kabul etmedi ama zorla verdim parayı. Sarıldık birbirimize, onlarla fotoğraf çektirdim ve marketten ayrıldım. 11.00 Al-Halil çarşısından Mescidi Halil’e doğru yürüyoruz. Muhammed isminde bir çocuktan minyatür Kur’an-ı Kerim aldım. Muhammed o dakikadan sonra yanımdan ayrılmadı ve gruptakilere Kuran almaları için baskı yapmamı istedi ve böylece, beni bir nevi pazarlamacı konumuna düşürdü. Çarşıda yok yok. Çeşit çeşit tatlılar, saç böreği pişirip satanlar, hazır cacık satanlar… Mescidi Halil’in girişine gelmeden gruptan koptum. Mescidin girişinde İsrail askerlerinin kontrol noktası var ve bana geçiş sırasında problem çıkardılar. Zaten sizi tek başınıza yakaladıklarında, her türlü problemi çıkarabiliyorlar. Birkaç İngilizce ve Arapça kelimeden sonra girebildim içeriye fakat orada da gruptan kimse yok. Hâliyle bir endişe başladı, farklı bir yere mi gittiler diye. Yaklaşık on beş dakika mescitte bekledikten sonra, gruptan birkaç kişi geldi. Mescidin dış kapısı haricinde iç kapısının
58
i
p e n
i
ı
n
ı
d
z
n
r . a
n
e
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
girişinde de askerler var. Mescide girerken onların öfke dolu yüzlerini görmek durumunda kalıyoruz. Mescidin kapısının önünde halı yok. “Neden burada halı yok” diye sorduk. “Buradaki askerler halının üzerine çizmeleriyle basıyor ve halıyı kirletiyor” yanıtını aldık. 11.55 Mescidi Halil’de öğle namazının sünnetini kıldık. Farza durmadan mescitteki miniklerle fotoğraf çektirdik. Çocuk cıvıltıları ve çocukların koro hâlindeki ağlamaları eşliğinde namazımızı tamamladık. Mescidi Halil, Hz. İbrahim’in (as) haremi ve İslam âleminde Mescidi Haram, Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa’dan sonra dördüncü mescid olarak biliniyor. Mescitte İsrail şu zamana dek onlarca Müslümanı katletmiş. Katliamlar sonrasında İsrail tarafı haremin üçte ikisine el koymuş. Mescidin içerisinde Hz. İbrahim, Hz. İshak ve eşinin; arka tarafında ise Hz. Yakub ve eşinin kabirleri bulunuyor. Mescidin biraz ilerisinde ise Hz. Yusuf ’un kabri bulunuyor. Mescidin minberi tamamen abanozdan üretilmiş, üzerinde bir çivi dahi bulunmuyormuş ve 1000 yıllık geçmişi varmış. Mescid, Memlukler tarafından inşa edilmiş. Haremi Şerif ’in tahta kapılarının hepsi Osmanlı döneminde yapılmış. Mescitteki bir Filistinli kardeşim benden Kuran okumamı istedi ve tecvid bilgimi sordu. Arapça ifade ile “Hafızul Kuran” olduğumu söyledim ve okudum; sonra kendisi okudu. Birçok Filistinli gibi çok güzel Kuran okuyor. Bana ismimi sordu, söyledim ve hediye olarak not defterime ismimi yazdı. Mescitten çıkarken mavi gözlü minik bir kız, tüm kafilenin ilgi odağı oldu. 14.11 Beytüllahim’e gitmek üzere araçlara bindik. 14.30 Yemek için mola verdik. Yemek yediğim lokantada El-Fetih bayrağı var. Lokantanın bir çalışanına, Mahmud Abbas’ı sevip sevmediğini sordum; sevdiğini söyledi. Bu konuda samimi bir cevap verip vermediğini bilemiyorum tabi. Zira Abbas tam bir işbirlikçi ve Gazze’nin aksine, Batı Şeria’daki Filistinliler O’nu sevmek zorunda. Bölgede trafik lambası yok ve trafik polisleri görev yapıyor. Yemek sonrası bir trafik polisi gördüm, selam verip hâlini hatrını sordum. “Sizi karşıya geçireyim mi” dedi, der demez araçları durdurdu ve bizi karşıya geçirdi. Türkiyeli kardeşlerini ne kadar sevdiklerinin bir göstergesi daha. 15.45 Beytüllahim’e girdik. Şehirde Müslüman ve Hristiyan nüfusun olduğunu, Hz. İsa’nın dünyaya geldiği yer olduğunu ve Hristiyan âleminin hac için bu şehre geldiğini öğrendik. Şehirde yüz altmış bin kişi yaşamakta, bunların %80’i Müslüman, %20’si ise Hristiyan. Buna rağmen belediye başkanı, Hristiyan. Bu meselenin yönetmelikle ilgili olduğunu öğrendik. 16.10 İkindi namazını Ömer bin Hattab Camii’nde kılmak üzere mola verdik. Camiden çıktıktan sonra caminin önündeki meydanda çocuklarla top oynadık. Filistin polisinden şapkalarını vermelerini rica edip fotoğraf çektirdik. Caminin hemen karşısındaki Al-Mehd Kilisesi’ne geçtik. Hristiyanlar Hz. İsa’nın bu kilisede doğduğuna inanıyorlar. Kilisenin alt katındaki bölümde de bu inancı resmetmişler. Kilisenin dışında ise Hz. İsa’nın doğumunu temsil eden heykeller var. 17.00 Mescidi Aksa’ya dönüyoruz. Araçta rehberimiz çok önemli bilgiler verdi : “Türkiye’deki Müslümanlar Filistinli Arapları tembel, uyuşuk, topraklarını satan insanlar olarak görüyorlar. Halbuki topraklarını satan Filistinliler, tüm Filistinlerin sadece %1’i. Filistinliler evlerini onarmak istediklerinde İsrail’e elli bin $ ödemek zorunda.” 17.40 Akşam ve yatsı namazları için Mescidi Aksa’ya geçiyoruz. 17.55 Aksa’dayız. Camide biriyle tanıştık. İsrail’in Aksa ile ilgili planlarını anlattı. Sonrasında surlarla çevrili alanın içerisinde herhangi bir yerde namaz kılmanın Aksa Mescidi’nin içerisinde namaz kılmakla eşdeğer olduğunu ifade etti. Zaten surlarla çevrili olan, içerisinde birçok mescidin bulunduğu alana Mescidi Aksa deniyor. Yatsı namazı sonrası akşam yemeği için otele döndük. 20.53 Akşam yemeği sonrası Zeytin Dağı’na çıkmak üzere otelden ayrıldık. Filistinlilerin en büyük hastanesi ve cerrahları Türkiye mezunu olan, Al Maqasid Hastanesi’nin yanından geçtik. 21.01 Zeytin Dağı’ndayız. Kudüs’e kuşbakışı bakıyoruz. Hemen önümüzde çok büyük bir Yahudi mezarlığı var. Rehberimiz anlatıyor : “Beytüllahim ve Al-Halil’deki gençler on sekiz yaşına girmelerine rağmen Kudüs’e alınmıyorlar, Mescidi Aksa’yı dahi göremiyorlar. Gazzeliler ise yirmi iki yıldır Aksa’yı göremiyorlar. İnsanlar İsrail baskısı sonucu ortaya çıkan hayat pahalılığından dolayı, duvarın dışına yerleşmek durumunda kalıyorlar. İsrail bu kişilerin duvar dışında üç yıldan fazla kaldığını tesbit ederse, onların kimliklerine el koyuyor.” 21.55 Zeytin Dağı’ndan ayrılıyor ve otele dönüyoruz. 27.01.2012 * Aklıma gelmişken ifade edeyim istedim : İsrail vatandaşları tüm ülkelere vizesiz girebiliyor. 05.59 Bugün Cuma, Müslümanların bayram günü. Aksa tarihi bir gün yaşayacak ve biz buna tanık olacağız inşaallah. 08.32 Kalvaltı sonrası araçlarla yola çıktık. Marşlar eşliğinde ilerliyoruz. 08.50 Hz. Davud’un (as) kabrindeyiz. Selahaddin Eyyubi’nin inşa ettirdiği bir mescit var burada. Hz. İsa’nın (as) havarilerle birlikte son akşam yemeğini yediği kilise ise çok yakında. Hz. Davud’un kabrinin yakınlarında İbranice metinler var. Yahudiler bunları çok eski yazıtlar gibi göstererek mekanı sahiplenmeye çalışıyorlarmış. Kudüs’ün su ihtiyacının karşılandığı Abdülhamid Han Vadisi’ne bakıyoruz. Mescidi Aksa’nın dışındaki mahallelerde gezmeye devam ediyoruz. Ermeni mahallesindeyiz. Ermenilerin şer’i mahkemesini gördük. Selahaddin Eyyubi Hanka Mescidi’ndeyiz. Mescidin dışında İsra isimli bir Filistinli çocukla tanıştım. 10.23 Hz. Ömer Camii’ndeyiz. 10.30 Kıyamet Kilisesi’ndeyiz. Hristiyanlar Hz. İsa’nın burada öldürülüp çarmıha gerildiğine inanıyorlar. Kilisenin girişinde bir
59
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
taş var. Hristiyanlar bu taşın üzerinde secde eder şekilde eğiliyorlar, taşın üzerine dokunuyorlar ve bu vesile ile Hz. İsa’ya dokunup arındıklarına inanıyorlar. Kıyamet Kilisesi ile ilgili yaşanmış bir olay : Hz. Ömer (ra) Kudüs’ü fethettiğinde kiliseye uğrar. Namaz vaktidir, kilise rahibi “namazınızı burada kılınız” der. Hz. Ömer teşekkür eder, dışarı çıkar ve sonradan Hz. Ömer Camii’nin inşa edileceği yerde namazını kılar. Namaz sonrası rahip sorar : “Burası da mabed, burası da temiz bir mekan. Namazınızı neden burada kılmadınız?” Hz. Ömer tarihe geçecek şu cevabı verir : “Evet, burası da mabed, burası da temiz bir yer lâkin burada namaz kılarsam ilerde Müslümanlar burada hak talep edebilirler. Oysa burası sizindir.” Bu olaydan hemen sonra Hz. Ömer bölgedeki tüm gayrimüslimler için bir emanname yayınlar. 10.50 Alman Kilisesi’ni gördük ve Burak Duvarı’na (ağlama duvarı) geçtik. İçerisi oldukça kalabalık. Askerler kol geziyor. Kadınlar ve erkekler için ayrı bölmeler var. Yahudiler Burak Duvarı’nın Süleyman Mabedi’nin bir parçası olduğunu iddia ediyorlar ve bu emelleri doğrultusunda çalışıyorlar. Çocuklar burada birer fanatik Yahudi’ye dönüştürülüyor. 11.25 Burak Duvarı’ndan ayrıldık. Aksa’ya Cuma Namazı için giderken Pamukçular Çarşısı’ndan geçiyoruz. Mescidi Aksa’ya giriş yaptık. Müslümanlar Aksa’yı doldurmaya başlamışlar. Kalabalık gitgide artıyor. Aksa Mescidi çok kalabalık olduğundan hanımlar Cuma namazını Kubbetüs Sahra’da kılıyor. Grubumuz Cuma sonrası biraraya gelmek üzere dağıldı. Aksa’nın her noktasında yankılanan Kuran’ı dinlerken, bol bol fotoğraf çektim. Mescidin kapılarının yanında iki tane cenaze var. Tabutların üzeri açık ve cenazelerin üzerinde battaniye var. Namaz için mescidin içine girme imkanım olmadı. Dışarda namaz kılanların bazıları seccadelerini getiriyor, bazıları ise taşların üzerinde namaz kılıyorlar. Bir taşın üzerine oturdum, hutbeyi dinliyorum. Hutbe okunurken dışardan çan sesleri geliyor. Hutbe Arapça okunduğu için bir kısmını anlayabiliyorum. Hutbeyi dinlerken hüzünlendim. Bu insanlar bizim kardeşlerimiz. Bizi o kadar seviyor, sayıyorlar ve bizden o kadar razılar ki… Biz onlar için ne yapabiliyoruz, ne yapabildik diye düşündüm. Kardeşlerimize, Filistinimize, Aksamıza, Şam’a, Suriye’ye sahip çıkmazsak bunun hesabını veremeyeceğimizi, sorumluluğumuzun farkına varmamız gerektiğini düşündüm. Türkiye halkı etnik çatışmaların kıskacında iken, Kudüs’te insanlık, tarih, kültür ölüyor. Peki, ne için? Bin yıl yaşasa bile dünyaya doyamayacak zalimler için. Namaz sona erdi. Cenaze namazı kılınıyor. On binler namaz sonrası Aksa’dan ayrılıyor. Bir insan seli var adeta. Grupla buluşmamız gereken yerde kimseyi göremedim. On beş dakika boyunca aradım, birkaç Türk gördüm, onlar da farklı gruplardan. Bu arada iki İsrail askeri gördüm, ikişer kalkanla içeri girdiler. Korkaklıkta sınır yok. Grubu yarım saatlik arama sonucunda bulabildim. Detaylı bilgi almak için tekrar Aksa Mescidi’ne döndük. Yahudilerin iddia ettiğinin aksine, Mescidi Aksa ve Kabe’nin temellerinin Adem (as) zamanında atıldığını belirten rehberimiz şu hadisi şerifi nakletti : “Görülmesi gereken üç mescid vardır. Mescidi Haram, Mescidi Nebevi, Mescidi Aksa” Hz. Ömer Kudüs’ü fethettiğinde, Kudüs çevresindeki dağların ve mescidin çevresinin çöplük olarak kullanıldığını, Hz. Ömer’in bu pislikleri toplattırdığını belirten rehberimiz, sonraki süreçte gerçekleşen Hristiyan işgalinde ise Hristiyanların Aksa’da içki tükettiklerini ve zina ettiklerini ifade etti. 1969’da fanatik bir Yahudi mescidin minberini yakmış ve minber kullanılamaz hale gelmiş. 1982’de ise bir Yahudi Kubbetüs Sahra’ya girerek bir güvenlik görevlisini öldürdükten sonra, mescidin içineki Osmanlı döneminden kalma avizenin zincirine ateş ederek avizeyi yere düşürmüş ve etrafa rasgele ateş açmış. Rehberimiz, Mescidi Aksa’nın Fas Kapısı’nın anahtarını da gösterdi. Büyük Mescidi Aksa katliamında İsrail tarafından atılan gaz bombaları ve boş kovanları da gördükten sonra mescidin alt katına indik. Müslümanlar için Kudüs’ün en büyük kütüphanesi burada. Mescidi Aksa’ya elektrik ilk kez 1945’te gelmiş, o zamana dek gazyağı kullanılıyormuş. 1967’deki İsrail işgalinde Yahudiler gazyağının bulunduğu yeri bulup orayı çimento ile kapatmışlar. Alt bölümdeki mescide, birinci dünya savaşında bölgeyi işgal eden İngilizler kilit vurmuş. Mescit tam altmış yıl boyunca ibadete kapalı kaldıktan sonra, 1985’te Filistinli gençlerin girişimiyle temizlenmiş ve ibadete açılmış. Filistinli gençler mescide girdiklerinde yaklaşık 4-5 cm boyunda güvercin pisliği ile karşılaşmışlar ve hepsini temizlemişler. Bu mescidin mermerlerini ise o vakitten sonra bir Türk döşemiş. 14.53 İkindi namazını kılmak için ilk defa Kubbetüs Sahra’ya girdik. Burası Beytül Makdis’in en tepe noktası. Sahra’yı inşa eden Abdülmelik bin Mervan bu mekanı Kabe gibi çevresinde namaz kılınsın ve bir sembol olsun diye inşa etmiş ancak Müslümanlar, inşanın kırk yıl sonrasında bu mekana girip namaz kılmaya başlamışlar. Kubbetüs Sahra’dan ayrıldık. Akşam gerçekleşecek toplantıya dek serbestiz.Yorgun olduğum için otele geçtim ve istirahate çekildim. 20.40 İkindi namazı sonrası başlayan sağanak yağmur... Akşam ve yatsı namazları sonrası otelimizin bir salonunda muhabbet amaçlı biraradayız. Birazdan Kudüs’teki bir müessesenin başkanı bize konferans verecek. Konferans başladı. Müessese başkanı, Mescidi Aksa’nın çevresindeki ailelerin evlerinin onarımını üstlenen bir derneğin İsrail tarafından üç ay önce kapatıldığını ifade etti. Konferans sonunda Kudüslü kardeşlerimiz için yardım toplandı ve müessese tarafından herkese Kubbetüs Sahra maketi hediye edildi. Program sonrasında gruptan on beş arkadaşımızla, otelin kafesinde muhabbet amaçlı biraraya geldik.
60
i
”
r
)
n a
n
k
n
, a ,
z a
i
ş
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Önemli bir mevzu : Filistinliler Türkiye’de boykot edilen bazı ürünlerini kullanmak, alımını ve satımını yapmak durumunda kalıyorlar. Bunun başlıca nedeni İsrail’in Filistinlileri bu ürünleri kullanmaya zorlaması ve yerli üretime izin vermemesi. O açıdan buradaki kardeşlerimizi bu konuda eleştirmemiz mânâsız oluyor. Şunu da belirtmek gerekiyor : Marketlerde Ülker başta olmak üzere Türkiye’den birçok firmanın ürünleri de bulunuyor. 28.01.2012 Sağanak yağmur var. Sabah namazını Aksa’da kıldık, dönerken sırılsıklam ıslandık. Kudüs’te de rahmete yakalandık, şükür ki. 08.39 Kahvaltı sonrası ikinci kez Zeytin Dağı’na çıkmak ve Kudüs’ü gündüz gözüyle görmek üzere yola çıkıyoruz. Öncelikle Selmanı Farisi Mescidi’ne ve makamına uğradık. Sonrasında Rabiatül Adeviyye Mescidi’ni ve kabrini ziyaret ettik. Zeytin Dağı’ndayız, çok kalabalık. Şehir muhteşem görünüyor. 10.15 Zeytin Dağı’ndan indik, Lut Gölü’ne doğru hareket halindeyiz. 10.37 Lut Gölü sağımızda göründü. Karşıda ise Ürdün kıyıları görünüyor. 11.41 Göl kıyısında konaklayacağımız yere doğru ilerlemeye devam ediyoruz. Göl çok büyük. Zaman zaman hurma bahçeleri ve seralar görüyoruz. Bir kontrol noktasından geçtik. 11.50 Göl kıyısındayız. Hava oldukça güzel. Kışın ortasında göle giren insanlar var. Lut Gölü’nde hiçbir canlı yaşamıyor. Nedeni ise tuz oranının çok yüksek olması. Ayrıca bu bölge Lut Kavmi’nin helak olduğu yer. 12.29 Göl kenarından ayrıldık. Öğle namazı için yoldayız. Eriha şehrine gidiyoruz. Yolda muz ve hurma almak isteyenler için mola verdik. Bir deve gördüm, fotoğrafladım. 14.00 Eriha’ya girdik. 14.06 Öğle namazını Camiul Harb’de kıldık. Alışveriş yapmak için Eriha Çarşısı’na geçtik. 15.32 Havaalanına gitmek üzere Eriha’dan ayrıldık. Yaklaşık iki saatlik yolumuz var. Batı Şeria ile Kudüs’ü ayıran yolu gördük. Hemen ardından ‘utanç duvarı’ karşımıza çıktı. Duvar 320 km uzunluğunda ve Filistinlileri Kudüs’ten ayırma amacı ile inşa edilmiş. 16.38 Tel Aviv Ben Gurion Havalimanı’ndayız. Pasaport işlemleri ile ilgili hepimize bazı sorular sordular ve geliş seferimizden daha uzun süre beklettiler. Check-In işlemi sonrası içeri girdik, olmadığını tahmin ettiğimiz halde mescit olup olmadığını sorduk. Olmadığını söylediler. Biz de taşların üzerinde akşam ve yatsı namazlarımızı eda ettik. 19.40 Uçağa geçiyoruz. Uçak biraz gecikmeli kalktı ve İstanbul’daki hava trafiğinden ötürü yarım saat gecikmeli olarak 23.00 civarında İstanbul Atatürk Havalimanı’na iniş yaptık. Önemli bir not : Mescidi Aksa ifadesi, esasında surlarla çevrili olan ve içinde birçok mescidi barındıran büyük alan için kullanılıyor. Bu alanın içerisinde ise Miraç’a konu olan Mescidi Aksa isimli mescid ve sarı kubbeli Kubbetüs Sahra dikkat çeken yapılar. Kubbetüs Sahra Mescidi Aksa olarak bilinmesin ve Aksa Mescidi’nin Mescidi Aksa’nın içinde bir mescid olduğu bilinsin diye belirtmek istedim
r
e r
n
e
l e e
61
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
İslam dininin mukaddes mekanları denilince zihnimize; Mekke-i Mükerreme’de bulunan Mescid-i Haram(Ka’be-i Muazzama), Medine-i Münevvere’de bulunan Mescid-i Nebevi ve Kudüs’ün incisi Mescid-i Aksa gelmektedir. Her Müslüman’ın gönlünde bu üç mübarek kardeş mescidin sevgisi ve muhabbeti vardır. Aşk derecesindeki bu sevgi, Hac ve Umre ibadetleriyle iki mescidi(Ka’be-i Muazzama ve Mescid-i Nebevi) ziyaret sırasında patlama yaparken, üçüncü mescidse(Mescid-i Aksa) yalnız, öksüz, yetim ve esir durumdadır. Çevresindeki bir avuç samimi Mü’minle yalnızlığını teselliye çalışan bu mescid, Mescid-i Aksadır. Allah’ın evi Ka’be ile Allah Resülü’nün mescidi tüm Müslümanlarca daha mukaddesken sayılırken bizler Burak Derneği olarak Mescid-i Aksa’yı daha ön plana alıyoruz. Peki Ya Niçin Öncelik Mescid-i Aksa? Burak Derneği olarak bizler, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’nin kutsiyeti konusundaki ortak inancı kabul ediyoruz. Bununla birlikte Mescid-i Aksa’nın, Müslümanların çoğunluğunun kalbinde hak ettiği yeri almadığını; yalnız, yaralı, mahzun olmasının bilgi ve bilinç eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyoruz. Mescid-i Aksa’ya karşı sorumluluğumuzu nasıl takınabilir, ortak yitiğimize nasıl sahip çıkabiliriz. Önce hafızamızı tazeleme, bunun için arayışımızı sürdürüyor ve soruyoruz: Niçin Mescid-i Aksa??? Mescid-i Aksa; İlk kıblemizdir. Miraç gecesinde namaz farz klındıktan sonra hicrete kadar üç yıl Mekke’de, hicretten sonra da on altı on yedi ay süresince, namazda Mescid-i Haram’a yönelmeyi emreden ayet nazil oluncaya kadar Müslümanların kıblesi olmuştur. Mescid-i Aksa; İsra ve Miraç mucizesine şahitlik etmiştir. Yüce Allah, Peygamberimiz’in(s.a.v) Mescid-i Haram’dan başlayan yeryüzündeki İsra yolculuğunun bitiş ve gökyüzündeki Mirac yolculuğunun başlangıç noktası olarak Mescid-i Aksa’yı seçmiştir. Böylece Yüce Allah, Mescid-i Aksa’yı, göklerin yeryüzüne açılan kapısı Mescid-i Haram’a eklerken, yeryüzünden göklere açılan Mirac kapısı yapmıştır. Mescid-i Aksa; Yeryüzündeki ikinci kutsal mescidttir. Hz. Adem döneminde Kabe’den 40 yıl sonra yapılmıştır. Daha sonra eski temelleri üzerine Hz. Davud’un başlattığı yapıyı Hz. Süleyman tamamlamıştır. Mescid-i Aksa’yı ziyareti sevgili Peygamberimiz(s.a.v) teşvik etmiştir. Bir hadislerinde Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: İbadet amacıyla şu üç mescide ziyaret düzenlenir: Mescid-i Haram(Ka’be-i Muazzama), şu benim mescidim(Mescid-i Nebevi) ve Mescid-i Aksa. Yine peygamberimiz Hz. Meymune annemize:
62
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
”Oraya gidin ve orada namaz kılın.”buyurduğunda, Annemiz:”Ya Rasulullah, Orada Rumlar varken bu nasıl olur” diye cevap verir. Bunun üzerine Efendimiz(s.a.v): “Oraya gidemeseniz bile kandillerinde yakılmak üzere yağ gönderin” buyurarak, Mescid-i Aksa için ellerinden geleni yapmalarını istemiştir. Şehir olarak Kudüs, peygamberler mekanı olan üçüncü mübarek ve kutsal şehirdir. Hz. İsa burada doğmuş, Hz.Musa İsrailoğullarıyla bir sure bulunmuştur. Hz.İbrahim buraya hicret etmiştir. Bu sayılanlardan sadece bir tanesi bile Mescid-i Aksa için çalışma konusunda inanmış bir gönlü harekete geçirmeye yeterli olabilmelidir. BURAK DERNEĞİ OLARAK KURULUŞUMUZDAN BUGÜNE KADAR NELER YAPTIK, NELER YAPMAKTAYIZ VE BUNDAN SONRA NELER YAPACAĞIZ?
yapıldı. • Sosyal medya üzerinden tanıtım programları düzenledik.
Yaptıklarımız: • Alanında tanınmış önemli bilim adamlarımızın sunumu ile Mescid-i Aksa konulu dört tane geniş katılımlı konferans gerçekleştirdik. Program sonunda Kudüs ziyareti çekilişleri yaptık. • Belirli aralıklarla belirli tarihlerde altı adet Kudüs seferi düzenledik. Mescid-i Aksa ve çevresindeki dini, tarihi eserler hakkında rehberlik hizmeti verdik. • Gezi sonrasında, katılımcılarla kahvaltılı değerlendirme toplantıları yapıldı. Geziye katılanların gezi hakkında duygu, düşünce, istek, öneri ve eleştirileri alındı. • Çeşitli yazar, gazeteci, bilim ve fikir adamları ile çeşitli görüşmeler yapılıp bilgi alış verişinde bulunuldu. • Dernek, vakıf gibi farklı sivil toplum kuruluşlarıyla görüşmeler gerçekleştirilerek bilgi ve tecrübe paylaşımı
Yapmakta olduklarımız: • Toplantılar; Haftalık mutad toplantılar yapılmaktadır. • Tanıtım çalışmaları; Çeşitli sivil ve örgün kurum ve kuruluşlarla görüşmeler yapılmaktadır. • Eğitim çalışmaları; • Cumartesi günleri çocuklara yönelik dini bilgiler • Üniversite öğrencilerine yönelik Tefsir dersleri • Lise, Üniversite Öğrencileri ve halka açık Kudüs Tarihi dersleri • Pratik konuşmaya yönelik Arapça dersleri Yapacaklarımız: • Mescid-i Aksa ile ilgili çalışmalarda genç yüreklerin toplandığı Mescid-i Aksa gençliği, bayanlara yönelik Mescid-i Aksa kadınları ve Mescid-i Aksa çocukları gibi çalışma grupları oluşturmak, • İstanbul’un iki yakasında çalışma yapmak, • Diğer illeri de kapsayan tanıtım çalışmaları yapmak, • Yurt dışında çeşitli tanıtım çalışmaları yapmak • Ulusal ve Uluslararası paneller düzenlemek • Sosyal medya aracılığıyla tanıtım çalışmalarımızı artırmak • Mescid-i Aksa konulu şiir, makale, resim gibi yarışmalar düzenlemek Beklediklerimiz: Yaşı, cinsiyeti, mesleği, ekonomik durumu, sosyal çevresi, eğitim düzeyi ne olursa olsun her bir insanın pek çok şey için olduğu gibi Mescid-i Aksa için de yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır. Bunun ne olduğuna siz karar verebilirsiniz ve katkınızı başlatabilirsiniz. Biz ise size rehberlik etmek ve katkılarınızı hizmete dönüştürmek için varız.
63
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Kudüs Aşıklarının Filistin İzlenimleri Ayak bastık mübarek toprağına iman gücüyle Namaz kıldık kıyam ile rukûyle Peygamberin alın koyduğu secdede Çoluk çocuk, genç yaşlı demeden hep beraber kardeşce Bilal-i Habeşin ezan sesi çınladı Kubbetu’s-Sahrede kulağımda Sanki O ve Hz. Ömer vardı yani başımda İz vardı Hz. Muhammed’den ve 240.000 Peygamberden Her başımı çevirip baktığım toprağında taşında Ey nebi sen kokuyordu duvarına burağını bağladığın Kıble mescidi Hepimizin yürekleri son zerresine kadar dolu idi İsgal etmis şerefsizin iti Benim ceddimin bana bıraktığı kutsal Filistin’i Silahını kuşanmış yahudinin p… Tek dayanağı o olmuş gibi Doğrultuyor istediğine istediği gibi Ya Kahhar kahret o kafiri, vuku bulsun artık Filistin Fethi! Sesimiz çıkmıyor nutkumuz tutuk Ey mü’minler biz burayı neden unuttuk?! Kalktık tek dişi kalmış canavar olan batıya uyduk Yıllardır gaflet içerisinde bulunduk; uyuduk uyutulduk Kıldık herşeye rağmen salâtımızı amin sesleri ile omuz omuza Ah kardeşim bitmez bu hissettiğim yaza yaza Düşürmek istiyorlar mescidimizi altını kaza kaza Rabbim sen fırsat verme su kâfirin içindeki azgın domuza Başsız kalmışız ey Nebî ey Peygamber Dağılmışız her bir yana peyder pey Şimdi doldu yüreğimiz gam ve keder Ey Râsül ne olur gel, gel de bize yol göster Fâtıma Şahin
64
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Tutsak mısın ey Aksa? Ah mescid-i Aksa, ey kutlu mescid! Benden seni anlatmamı istiyorlar, nasıl tarif edilir ki sende bulduğum huzur? Nasıl anlatılır sana ayak bastığım an gönlüme dolan saadet? Bir öğle vakti. Dedesi torununun elinden tutmuş, sana gelmiş, namaz sevgisini aşılamaya. Genç hanımlar evden hazırladıkları azıkları ile çimler üzerinde adeta piknik yapıyorlar. Anlıyorum ki sen sosyal hayatın kilit noktasısın bu beldede. Çocuklar senin o geniş yeşil avlunda top koşturuyor mutlu mutlu; mescidi o tıfıllara sevdirmenin nede güzel bir yöntemi. Kuşlar bile farklı ötüşüyor burda sanki; güneşin yüzlerini okşayan sıcaklığı ile cilveleşircesine. Bir başka çekiyorsun inanları kendine ve işte tam orta yerinde o bildik Kubbetüs Sahra. Öğle güneşinin altında bir başka ışık saçıyor sanki altın renginde parlayan koca kubbe. Ne de yakışmış ey mescid sana üzerinde Yasin suresi bulunan mas mavi çiniler. Nur iniyor sana adeta. Hangi asırları yaşadın, neleri gördün ey Aksa, dilin olsa da bir anlatsan bana? Kimlere şahit oldun? Büyük kumandan Selahaddin Eyyubi’ye mi? İslam fetihlerinin dirilip yeniden şaha kalktığı Emevilere mi? İlk fatihin olan ve Resulullah’ın (sas) en yakın dostları arasında sayılan Hz.Ömer’i (ra) de bildin mi? Ah cânım mescid, bana biraz bahsetsen koca Ömer’den (ra) dedikleri kadar heybetli miydi? Peki ya Yusuf ’u gördün mü? Gözler kamaştıran yüzü ile Yusuf ’u (as) ve babası Yakub’u (as) yan yana, ve dahil yüz bini aşkın peygamberi omuz omuza, saf tutmuş namaz kılıyorken gördün mü? Bak işte o esmerce olanı Musa (as) değil mi? Ya o edebinden yanaklarında hicap gülleri açmış olan İsa (as) değil mi? Ama kimdir bu namazı peygamberler silsilesinin tamamına kıldıran? Kimdir bu imam? Bakamıyorum nurundan! Gözlerim almıyor! Adına “lev lake..” buyrulan, Onun hürmetine alemler yaratılan iki cihan Mustafası efendimiz Hz Muhammed (sas). Evet, işte O! Hayır, buna yüreğim dayanmıyor. Dayanacak gibi değil. Senin, ey Aksa, taşın toprağın Onu misafir etmeye, Onu Mekkeden alıp alemlerin Rabbi olan Allaha göndermek üzere buyur edip bağrında gezinmesine nasıl takatin yetti? Mümkün değil, yetmez! Yetmemiş de... Buna bizzat şahidim. Hatem’ül enbiya efendimizin ayağını bastığı taşın hürmetten nasıl da eriyip gittiğini gördüm. Ah, tozuna kurban olası ayağının izini taşıyan kutlu taşı gördüm sende ey Aksa. Keşke ayakları altında ezilip büzülen bir taş da ben olaydım... Miraca yükseleceğinde Burağını bağladığı duvarı gördüm. O öpülesi Burak duvarı... İşte, hemen yanıbaşımda. Elimi uzatıp dokununca ona sankı Resul’ün (sas) kokusunu alıyorum. Onu andıkca hızlı hızlı salavatlar getiren kalbim kabzına sığmaz oluyor ve en ulvi duygulara kapılırken kulağıma bir uğultu ilişiyor. Bu da ne? Bu huzuru bozan bu sesler? İniltiler, hayıflanmalar, sızlanmalar, hatta isyan zırıltıları. Mescidin dışından, tam da Burak duvarının diğer tarafından. Kim bu adamlar? Saçlarını iki yandan uzatıp siyah içine bürünmüş yarasa kılıklı, şapkalı kipalılar? Neden senin temellerin etrafında sallanıp duruyorlar ey Aksa? Bu bayraklar da ne her bir burca dikilmiş? Beyaz zemin üzerinde mavi yıldızlı bayrak ki göğü kaplamış, engelliyor güneşin ruhlara dağıttığı ferahlığı. Bu demir kapılar ne? Neden bu altı köşeli yıldızı takmış adamlar benden kimlik soruyorlar? Neden müslüman gencin ibadetine mani olmak istiyorlar? Neden elleri tetikte bekliyorlar? Yoksa, tutsak mısın ey Aksa? Yoksa zalim seni ele mi geçirdi? Ne istiyorlar senden? Neden altına tüneller kazıyorlar? Seni çökertmek için türlü planlar kuruyorlar ama bilmiyorlar mı ki onların tuzaklarına karşı “Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır” (Enfal 30)? Şimdi anlıyorum seni ey yüce mescid, neden böyle mahzun durduğunu, seni boş bırakmak isteyenlere inat demir kapılar gerisinde binlerce mü’minin sana kavuşmayı beklediğini. Şimdi anlıyorum sütunlarındaki kurşun izlerinin sebebini. Secdede iken en muhsinler, bir avuç nasipsizin makinalı tüfek ile üzerlerini tarayıp onları peygambere, şehit vasfı ile cennette komşuluğa gönderdiğini. Şimdi anlıyorum gözlerimin Selahaddin Eyyubi’nin mirasından olan bin yıllık muhteşem mimberini neden bulamadığını. Meğer bir din düşmanı bu eşsiz tarih ve sanat eserini hiç acımadan hunharca ateşe verip yok ettiğini. Şimdi anlıyorum avludaki Filistinli çocukların uzattığım şekerlerden alıp yemeğe neden çekindiğini. Meğer siyonist işgalciler zaman zaman ınsafsızca zehirlemeye kalkmış yavrucakları. Yahudi demeye dilim varmıyor, çünkü hiçbir samimi dindar katil olamaz. Lakin yahudi kılığında bürünmüş bu sahtekarlar kim bilir nice canlara kıydılar. Nedir senin çektiklerin ey Aksa, yarım asırdan fazla süredir cemaatin üzerine bombalar yağmakta. Hala yetmedi mi zalimin zulmü? Hala dolmadı mı mazlumun çilesi? Ümmet artık uyanıp birlik olsa biiznillah zafere kavuşacaksın. Hürriyetin yakındır ey Mescid-i Aksa! Fatma Çevirici
65
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Cenab-ı Hakk daha önce bu abd-i acize Mekke ve Medine’ye gitmeyi nasib eylemişti. Kudüs ziyaretimiz ile Müslümanların üçüncü haremi olan Mescid-i Aksa’yı ziyaret etme fırsatını da Rabbim nasib eylemiş oldu. Fakat bu ziyaret diğer ziyaretlerle mukayese edilemeyecek derecede farklı idi. Bu ziyaret vesilesiyle Tarih kitaplarında okuduğumuz işgal kavramının bizzat şahidi olduk ve işgalin soğuk yüzünü bedenlerimizde hissettik. 4 günlük ziyaretimde Siyonist çete militanlarını(İsrail askerlerini) Mescid-i Aksa çevresinde ve Kudüs’te görmek şahsen çok zoruma gitti. Hele ayrılacağımız gece Mescid-i Aksa’dan ayrılmak, zalim Siyonistlerin işgali altında Filistinli kardeşlerim için bir şey yapamamak ve onları adeta işgal altında yalnızlığa terk etmek tarifi imkansız duygu seline sevk etti beni. İsrail’in bölgede yapmış olduğu keyfe keder uygulamaları, insan hakları ihlallerini, ben yaptım oldu şeklindeki tavırlarını, Müslüman ve Hristiyanları hakir gören tavırlarını gördükçe “Rabbim ben bu adamların buradaki varlıklarına bile tahammül edemezken, Filistinli kardeşlerim bizlerin umursamazlığı yüzünden bu varlıklarla aynı vatanı paylaşmak zorunda kalıyor. Bizlere yardım et, şuur nasip et ki, zalim Siyonistlerin savaş alanına çevirdiği kutsal topraklarımızda barışı yeniden hakim kılalım” şeklinde niyazda bulundum. Kudüs sokaklarında caddelerinde yürürken sanki İstanbul’da Fatih sokaklarında caddelerinde yürürcesine kendi evimdeymişim gibi yabancılık çekmedim. Filistinli kardeşlerimizle yaptığımız hasbihallerde ise sanki yıllardır görmediğim öz kardeşimle sohbet ediyormuşum gibi duygular kapladı zihnimi. Mescid-i Aksa’da bir sabah namazı sonrası edilen dua beni etkileyen sahnelerden birisiydi. Çünkü bu dua işgal atında olan, o gece İsrail’in füze saldırısı sonucu şehid olan kendileri için değildi. Bu dua Suriye’de zalim Beşar Esad’ın yönetiminden mağdur olan mazlum Suriyeli kardeşlerine idi. Düşündüm dedim Allahım şu kardeşliğe bak, biz işgal altında olsak, hergün şehid versek kendi halimize düşeriz, fakat bu kardeşlerimiz diğer Müslüman kardeşinin derdiyle dertleniyor. Velhasıl Rabbime hamdolsun Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı ziyaret edip orada ibadet yapmamızı nasip etti. İnşaAllah bir sonraki ziyaretimiz de işgalden kurtulmuş Kudüs’e olacaktır. Özgür Kudüs’te buluşmak dileğiyle… İbrahim AKKURT “Kur’an bize yeryüzünü gezmemizi, ondaki rızıklardan yememizi, tefekkür ve teşekkür etmemizi nasihat eder. Bir umre ziyaretinden sonra hesap günü sorularının çok farklı olacağını, hiç ummadığımız yerden sorularla muhatap olacağımızı hissettim. Mescid-i Aksa ziyaretinden sonra ise “ümmet” kavramının içinin adım adım nasıl dolduğunu hissediyorum. İçimde farklı bir mes’uliyet duygusunun geliştiğini farkediyorum. Ve defalarca Kudüs’e gitmek, ruh dünyama ait orada kalmış parçaları toplamak istiyorum. Bunu yapamazsam eksik kalacağımı düşünüyor ve üzülüyorum. Bir de büyük sevincim var: Şu yeryüzünün hiç bir zaman gidemeyeceğim ve göremeyeceğim köşelerinde “kardeşlerim” var benim.” İhsan Ataman Bismillahirrahmanirrahîm… (Bizleri bugünlere getiren, bu bilinçte yetiştiren anne ve babalarımızdan biz razıyız, Allah(c.c.) da onlardan razı olsun) Herşeye gücü yeten Yüce Allah, babamın yüreğine ferahlık vermiş, maddî- manevî imkânları nasîb etmiş, vesîleler göndermiş ve benim o gitmeyi çok istediğim kutsal topraklara kavuşabilmemi mümkün kılmıştı. Hergün ayın kaçında olduğumuzu bile bile tarihe baktım, duvardaki takvimin yapraklarını yeni güne girer girmez heyecanla kopardım. Hiç gelmeyecekmiş kadar uzakta duran o gün geldi çattı. Dilimizde dualar, , yüreğimizde büyük bir neşe ve heyecan ile, mübarek mîraç beldesine doğru yola çıktık. Psikolojik işkencelerle bizi biraz olsun yıldırabileceklerini sanan Yahudiler, havalimanında epey vaktimizi aldılar.
66
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Ama Allah’ın yardımı bizimleydi biz buna her zaman inandık ve YAFA’yı gezdikten sonra akşam namazımızı kılmak için işte Aksâ’mıza varmıştık. O daracık Kudüs sokaklarında ilerlerken duyduğum heyecan, doğduğum günden beri hasretini çektiğim bir şeye kavuşuyormuş hissi, Arap çocukların uzaktan gelen ve anlayamadığım bağırtıları, hızlı hızlı yürüyen ayaklarımızın yere vurunca çıkardığı o ses.. Gözlerimi kapattığım anda tüm bu anıları çok iyi hatırlıyorum. Ve o büyük avluya doğru yaklaştığım anlar… Başımı öne eğdim. Avluya çıkan merdivenlere geldiğimizi anladığımda karşıya baktım. Kubbe’tüs Sahrâ tüm görkemiyle karşımda duruyordu. Gözyaşlarımı tutamadım, tutmak da istemedim. Bir damla gözyaşı da olsa benden bir hatıra kalsın istedim o topraklarda. Müthiş bir coşkuyla kıldığımız akşam namazının ardından, dua ettik. Önce şükrettik Rabb’imize bize buraları görmeyi, bu saflarda namaza durup alnımızı secdeye dayamayı, Filistinli kardeşlerimizle onların topraklarında kucaklaşmayı nasîb ettiği için. İlerleyen günlerde Mescid-i Aksâ’nın avlusundaki eserleri, mîraç mahallîni gezecektik. Biz oraları gezerken, bir amca Türkiye’den geldiğimizi öğrenince ağlamaklı bir şekilde haykıracaktı: “İnşaAllah hilafet yeniden doğacak, ve halife sizlerin arasından çıkacak!” diye. Kıble Mescidi’nin bugüne dek ne zulümler gördüğünü gözyaşlarıyla dinleyecektik.. Nice acıklı, nice gurur verici hikâyeler duyacaktık mescid muhafızı abimizden. Ve biz Mescid-i Aksâ’da, bir güzel Cuma namazı edâ edecektik.. Suriyeli kardeşleri için dua eden imamın yakarışlarına biz de “Amin” diyecektik. Tekbir Dağı’nda bir gece, korkusuzca “Bir avuçtuk biz göklere sığmayan…” deyip Yahudilerin korku, şaşkınlık ve kin dolu bakışları altında “LAİLAHE İLLALLAH” nîdâları atacaktık. Biz Allah’tan başka hiç kimseden korkmayacaktık! Adem Özköse abimin Suriye’de esir düştüğünden habersiz onun sözlerini, Kudüs’e gelmemizi ne kadar istediğini hatırlayacak ve dönüşte anılarımı ona anlatmak için heyecan duyacaktım. Ve El Halil’e gidecektik, Hz.İbrahim’den, Hz. Yusuf ’tan esintiler gelecekti ruhumuza. Beyt’ül Lahim’de islâmî ilimler öğrenen kardeşlerimizle kucaklaşacak ve bugünlere uzanan dostluklar kuracaktık. Mescid-i Aksâ’nın giriş kapısında pasaport kontrolünden geçerken,eli silahlı İsrail askerinin postalının hizasında, merdiven basamağında oturan yaşlı amca, boynumdaki “Kudüs bizimdir” yazılı atkıyı görünce duygulanıp gözlerimin içine bakarak sessiz sessiz ağlayacak ve beni de ağlatacaktı. Ve anlayacaktık sahipsiz kalmış o topraklara sahip çıkmak için aramızdan bir Selahaddîn daha yetişmeli, Kudüs’ün fethi bizlerin eliyle yeniden gerçekleşmeli! Anlayacaktık ki “Biz yoksak, Mescid-i Aksâ yok.”O son sabah namazı, o ayrılık saatleri. Medine’den, Mekke’den ayrılırken tattığım acıya benziyordu. “Seni nasıl bırakır giderim Mescid-i Aksâ?” dedim kendime, çoğunluk hazırlıklar için otele dönmüştü. Ben dönemiyordum, O’na son kez bakmasını beceremiyordum bir türlü. Tam karşısındaki merdivenlere oturdum doya doya seyrettim. Sonra avluda yalnız başına dolaşan birini gördüm kafiledeki arkadaşlardan. Belli ki o da veda edememişti hâlâ. Karar vermiştim bir anda ayağa kalkacak ve uzaklaşacaktım, kulağıma Ömer Karaoğlu, “Sızı”yı söylüyorken. Bir anda ayağa kalktım arkama bakmadan yürümeye başladım hızlıca. Bir yandan ağlıyordum. Karar vermiştim hiç dönmeyecektim arkama, ama az ilerde avluya giren 7-8 kadar eli silahlı İsrail askerini görünce, geri dönüp son birkez daha baktım O’na. Sanki gitmemem gerekiyormuş, kalıp O’nu korumam, O’nun için savaşmam gerekiyormuş gibi… Ama veda vaktiydi, bana kalsa döner miydim? Beni bekleyen bir ailem olmasa, seni bırakmaya kıyabilir miydim Aksâ? Rabb’im o topraklara kavuşmayı yürekten isteyen tüm kardeşlerime bunu hayırlısıyla nasîb etsin. Bizlere - tüm Müslümanlara-, Mescid-i Aksâ’nın özgürleşmesi davasında en ön saflarda en büyük fedakârlıklarla yer alabilmeyi nasîb etsin. Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi tüm din kardeşlerimin üzerine olsun. Tuğba Ertuğrul
Bir gün iş yerinde önümdeki dosyalar ile hemhal olmuşken telefonum çaldı telefondaki ses biz Kudus’e gidiyoruz geliyor musun? Diye bir soru yöneltiyordu bana. O sözden sonra bir anda düşünceler anaforunda kendimi soru ve cevapların arasında buldum adeta. Şaşkınlık ve heyecan içerisinde ağzımdan çıkan ilk kelime bende geliyorum oldu. Önce aklıma mavi Marmara olayında yaşananları hatırlayıp ailem geldi, kendi kendime dedim ki 550 kişi bir gemide insani yardım amacıyla gittiler 9 tanesine şehidlik mertebesi nasip olurken diğerlerine gazilik rutbesi düştü. Derken yola çıktık ve İşgal atındaki Filistin topraklarına ayak bastık bazen hırs bazen de hüzün kapladı o topraklarda bizleri. Bizim eserlerimiz bizim topraklarımız gasp edilmiş ve elimizden bir şey gelmiyordu. Mescid-i Aksa’da namazımızı kılıp otelimize dönerken kendi aramızda yaptığımız sohbeti bir ses böldü. Yanında 14-15 yaşlarında bir çocuğu olan Filistinli birisi(daha sonra mimar olduğunu öğrendik) Siz Türk müsünüz? dedi bize. Önce birbirimize baktık ve cevap verdik evet diye yanındaki oğluna dönerek hadi oğlum dedi ve o yusuf yüzlü güzel çocuk üç kelime Türkçe ile seslendi bizlere “Çok Yaşa Türkiye”. O güzel insan oğluna Türkiye’yi ve Türkiye halkını nasıl anlattı bilinmez ama çocukta bıraktığı etki çok yaşa Türkiye 67
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
kelimeleriyle dışa vurmuştu. Filistinli abimizle yaptığımız sohbette Filistinli abimiz bizlere hitaben “Buradaki eserlerin yüzde 90’ı sizin eseriniz. Birçoğu II. Abdulhamid’in eserleri, bu eserler hala ayakta buralar sizin” diyerek bize bizi anlatan ağabeyimiz sohbetin devamında “Mavi Marmara olayının olduğu sabah İskenderun’da Türk askerlerini şehid ettiler Bu Siyonistlerin fitnesidir kardeşi kardeşe kırdırmaya çalışıyorlar oyuna gelmeyin” dedi. Ve sarılıp ayrıldık bizden uzaklarda ama bizi bizden daha iyi tahlil edebilen bir Filistinli… Kaldığımız otelde akşam yemeğimizi yedikten sonra çaylarımı alarak kafile arkadaşlarımızdan bazılarıyla sohbet ediyorduk. Kaldığımız otelin önünde yaptığımız sohbet devam ederken yanımızdan 40-45 yaşlarında bir âmâ geçiyordu, karşıdan karşıya geçmesi için yardımcı olmak istedim ama Arapça bilmediğimden geri durdum istemsiz olarak. O kişi yanımızdan 5-10 metre geçmişti ki durdu geri döndü ve yanımıza geldi. Siz Türk müsünüz? Dedi. Bizler şaşkın bir şekilde birbirimize bakarken bize kendini tanıttı. Filistin’de özürlüler ile alakalı çalışmalar yapan bir derneğin başkanıymış. Orada yaşadığımız yerlerden çok uzaklarda bize İstanbul’u anlattı. Bir İstanbulludan daha çok İstanbul’u biliyordu hem de âmâ haliyle… Orada anladım ki “Filistin bizim bizler Filistinliyiz” sözü boş bir söz bir slogan değilmiş. Filistin ziyaretimizde çok güzel insanlarla bir araya geldik, çok nadide insanlar tanıdık Nasır, Huzeyfe, Numan… Ama içlerinden Huzeyfe Abi farklı etkiledi beni, derin izler bıraktı zihnimde. Onunla ayrılırken gözünden dökülen damlalar içimdeki külü kora çevirdi ve Kudüs benim için bir geziden ziyade öze dönüş oldu ve and içtim kendi kendime bir sonraki Kudüs ziyaretim tüm ailemle birlikte özgür bağımsız ve gerçek manada bizim olan Filistin’e … Yaşar AKKURT
68
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Mescid-i Aksa
İçerisinde Yer Alan Eserlerden Bazıları Kıble Camii (Mescid-i Kıblî): Camii, Mescid-i Aksa’yı da kapsadığı için Mescid-i Aksa olarak bilinmektedir. Bu camiyi Hz. Omer bin Hattab 636 yılında ağaçların kütüklerine Mescid-i Nebevi gibi inşa etmeye başladı. 3000 kişilik büyük bir mescitti. Abdulmelik ibni Mervan döneminde yeniden inşa edildi. Oğlu El-Velid ibni Abdülmelik döneminde tamamlandı (705-714). Bu cami yüzlerce kez saldırıya uğradı. Bu saldırıların en büyüğü 1969 yılında Mescid-i Aksa’nın yakılma girişimidir. Selahaddin Eyyübi’nin minberi bu saldırıda yakıldı. Eski Camii (Mescid-i Kadim): Mescid-i Aksa’nın altındaki en köklü en eski camidir. Mescide, taştan yapılmış merdivenlerle, Kıble Camii kapısının altından girilir. Saraydan, Müzdeviç Kapısı (çiftli kapı) aracılığıyla kıble camine gitmek için Emeviler döneminde yapıldı. 1999 yılında Aksa Müessesesi tarafından sahiplenilip açılıncaya kadar yüzlerce yıl kapalı kalan Eski Camii’nin içi taş ve toprakla doluydu.
yenilenip ibadete açıldı.
Mervani Mescidi: Mescid-i Aksa’nın güney sahası içinde ve altındaki en büyük mescittir. 3600 m2dir.Emevilerin ilk dönemlerinde inşa edilmiştir. Bu mescidi yapmakla hedeflenen sahayı aynı seviyede tutmaktır. Rivayete göre kıble caminden önce yapıldı. Haçlı işgali döneminde atlarını içine bağlıyorlardı. Selahaddin Eyyübi Kudüs’ü fethedip tekrar eski haline getirene kadar “Süleyman Ahırı” olarak adlandırmışlardı. Yahudilerin ele geçirip kendi amaçları doğrultusunda kullanmalarını engellemek için Aksa Müessesesi tarafindan 1997 yılında
69
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Burak Camii: Burak Camii’nin bir kısmı, Efendimiz ’in (s.a.v.) İsra hadisesinde bineğini bağladığı yerdir. Mescid-i Aksa sahasının altındadır ve merdiven aracılığıyla girilmektedir. Yüksek bir girişi vardır. Cuma ve bayram namazları için ibadete açıktır.
Kubbet-üs Sahra: Resulullah (s.a.v)’in miraca çıktığı yerin üzerine Abdülmelik Bin Mervan tarafından 685 ile 705 yılları arasında yaptırıldı. Sekizgen kubbeli mimarilerin en güzel örneklerinden biridir.35 metre yüksekliğinde ve altın parçaları ile kaplı çok heybetli bir kubbesi ve 4 metre uzunluğunda hilali bulunmaktadır. Iç mimarisi özel yapılmış seramikler, en güzel hatlar ve özel çinilerle süslüdür. Haçlı işgali döneminde kiliseye çevrildi ve “Çok Azametli Tapınak” diye isimlendirildi. İçine bir sunak yapıldı ve hilal yerine haç takıldı.1187 yılında Selahaddin Eyyübi Kudüs’ü fethedip Kubbet-üs Sahra’yı eski haline geri çevirdi. 2009 yılında ise Türkiye, 250 bin Euro’ya üzerindeki hilali yeniledi.
70
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Silsile Kubbesi: Abdul Melik Bin Mervan 685 ile 688 yılları arasında yaptırdı. Kubbenin hacmi küçüktür mihrabı ve 1 köşesi bulunmaktadır 2009 yılında Türkiye tarafından tamamen el yapımı 3600 adet seramik ve çini yapıldı. 500 bin Euro’ya mal oldu proje ağustos 2009 yılında restore çalışmaları başlayacak.
Burak Duvarı: Hz. Peygamber’in İsra ve Mirac olayında, bineğini bağladığı duvar’dır. Hz. Peygamber bineğini bu duvara bağlayarak Mescid-i Aksa’ya giriş yapar. Megaribe Duvarı olarak ta bilinmektedir.
71
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Selahaddin Minberi: Bilinen gelmiş geçmiş en iyi İslami motiflerin, nakışların ve hatların üstünde bulunduğu ve adeta sembol haline gelmiş bir eser. Nureddin Zengi’nin Kudüs’ü Haçlılardan kurtardık tan sonra Mescid-i Aksa’ya taşımayı planladığı ve tam 20 yıl boyunca üstünde çalışıldığı minber. Fakat hayallerini gerçekleştiremeden vefat etti. Minber, Selahaddin Eyyübi’nin Kudüs’ü fethinden sonra Halep’ten getirildi. Fanatik bir Yahudi tarafından 1696’da yakıldı fakat 2 yıl içerisinde yenilendi ve yerine yeni minber getirildi. Yangından kurtarılmış olan minberin birkaç tahtası Mirac Kubbesi: İslamiyet’in ilk dönemlerinde Hz. Peygamber( s.a.v)’in miracını ölümsüzleştirmek amacıyla yapılmış olan bir kubbenin kalıntıları üzerine 1201 yılında Eyyubiler döneminde bina edildi. Sekizgen küçük bir kubbedir ve bir mihrabı vardır. Osmanlı döneminde ise restoresi yapılmıştır. Megaribe Camii: 1193 yılında Selahaddin Eyyübi kendisi yaptırmıştır. Günümüzde İslami müze olarak kullanılmaktadır. Kıble Camii (Nisa Camisi): Kıble camisinin seviyesinde ve büyük bir binadır. Batı duvarına kadar uzanıyor. Eyyubiler döneminde özellikle kadın camisi olarak yapıldı. Günümüzde bir kısmı müze ikinci kısmı ise genel kütüphanedir. İkiye ayrılmış durumdadır; 72
e
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Kudüs’e Nasıl Gidilir ? Minare Tur 2007 Yılından beri Turizm sektöründe tecrübeli, geniş ve dinamik bir ekip ile çalışmalarını sürdüren Minare Tur güvenilir, kaliteli ve müşteri memnuniyetini hedefleyen hizmet anlayışı ile yıllardır sizlere hizmet vermeye devam ediyor. Minare Tur, Uzman Kadrosu İle Hac Umre Yurtiçi, Yurtdışı ve Termal Otel Ve Uçak Bileti Rezervasyonlarıyla çalışmalarını Sürdürmektedir... Minare tur Turizm olarak bizler eğitimli deneyimli ve güler yüzlü kadromuzla ilkeli ve profesyonel hizmet vermeyi ilke edinmiş olarak Hac ve Umre vazifelerinizi gönül huzuru ile yapmanızı önemsiyor ve güvenli bir seyahat için tüm imkânlarımızı hizmetinize sunuyoruz. Yeniliklere açık ve kalitesinde kendini ispatlamış olarak güvenli seyahatin adresi olmaya devam ediyoruz. 4 Gün 3 Gece KUDÜS TURU PROGRAMI Tur Tarih : Her ay düzenli şekilde yapılıyor Güzergâh : İstanbul - Tel Aviv TK 784 saat: 06:45 Hareket - 08:45 varış Tel Aviv - İstanbul TK 789 saat: 21:20 Hareket - 23:40 varış Gezilecek Yerler: Kudüs, Yafa, El-Halil, Beytullahim, Ummul Faham, Hayfa, Sahabî Selman El-Farisî ve Râbia’tül Adeviyye (r.a) türbeleri. Tur Detayları : 1. Gün Perşembe İstanbul Atatürk Havalimanı Dış hatlar gidiş terminali THY kontuarı önünde en geç saat 04.15’de buluşma. Check-In işlemler sonrası saat 06:45’da Tel Aviv’e hareket ve 08:45 vardıktan sonra Kudüs’teki otele yerleşme, yerleşme sonrası Yafa’ya hareket. Yafa’daki Sultan Mahmud Camii ve Külliyesi ile Osmanlı eserleri ziyareti ve sonrasında Kudüs’teki otele transfer. Mescid-i Aksa’da akşam ve yatsı namazının eda edilmesinden sonra otele dönüş ve akşam yemeği. 2. Gün Cuma Mescid-i Aksâ’ da sabah namazının eda edilmesi. Otelde kahvaltıdan sonra Tarihi Kudüs şehrinin ve çarşılarının gezilmesi, ardından Hiristiyan ve Ermeni mahallerinden geçerek tarihî Kıyamet Kilisesi, Hz. Ömer Câmiini, Hz. Davud’un Camisi kabrini ziyaret edilmesi Cuma namazını Mescid-i Aksa’da eda ettikten sonra ikindi namazına kadar Mescid- Aksa’daki bütün eserlerin tanıtımı ve gezilmesi Akşam ve yatsı namazını Mescid-i Aksa’da eda ettikten sonra otele dönüş ve akşam yemeği 73
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
3.Gün Cumartesi: Mescid-i Aksâ’da sabah namazının eda edilmesi. Otelde kahvaltıdan sonra saat 08.00’de Sahabî Selman El-Farisî ve Râbia’tül Adeviyye (r.a) türbeleri ziyaret ettikten sonra El-Halil şehrine hareket. Yaklaşık 1 saat sonra varış. Burada bulunan Harem-i İbrahimi ve bu kapsamda haremin içinde Hz. İbrahim, Hz. Sara, Hz. İshak, Hz. Yakup ve Hz. Yusuf Peygamberlerin kabirlerini ziyaret. Ardından tarihi çarşıların gezilmesi ve Beytlahm şehrine geçiş. Burada tarihî bir kilise içinde kalan Hz. İsâ’nın doğduğu yeri ziyaret. Kısa bir moladan sonra Kudüs’teki otele dönüş, Mescid-i Aksa’ da akşam ve yatsı namazının eda edilmesinden sonra otele dönüş ve akşam yemeğinden sonra Zeytin Dağına hareket. Buradan Kudüs ve Mescid-i Aksa’yı kuşbakışı ile seyretmek. 4.Gün Pazar: Mescid-i Aksâ’ da sabah namazının eda edilmesi Otelde kahvaltıdan sonra Filistin’in iç bölgelerine hareket Ummul-Faham gezisinden sonra Hayfa’da bulunan Arus Denizi’ni gezdikten sonra Osmanlı zamanın da inşa edilen İstiklal Camii, Cereni Camii gezilecek. Sonrasında tarihi eski şehri gezdikten sonra Bahai Tapınağı ve bahçeleri ziyaret edilecek. Tel Aviv Havalimanına hareket. Saat 21:20’da İstanbul’a kalkış ve saat 23:40’de İstanbul Atatürk Havalimanına varış Programa Dâhil olanlar: Uçak bileti, otel konaklama (Yarım Pansiyon) Kudüs vize ücretleri. Yukarıda belirtilen turların uygulanması, tüm giriş ücretleri, otobüs transferleri. Karşılama ve uğurlama MİNARETUR rehberlik hizmetleri. Programa Dâhil olmayanlar: Öğlen yemeği. Yurtdışı Çıkış harç pulu. Tüm içecekler. Kaza sigortası. Kişisel harcamalar. Otel ekstraları (oda servisi, telefon, minibar vb). Otel Bilgileri : National Hotel-Jerusalem (www.nationalhotel-jerusalem.com) Tel.: 00972.2.627.8880 Minaretur Yetkili bilgileri: Adı / Soyadı: Mehmet Esmer. Türkiye tel. : 0090 507 944 43 77 Kudüs tel. : 00 972 523 88 77 54 Email: kudus@minaretur.com.tr 74
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
YÜREKLERİ BURKAN BİR HİKAYE: MESCİD-İ AKSA’DA NÖBET TUTAN IĞDIRLI HASAN ONBAŞI
Ona Mescid-i Aksada rastladım
İlhan BARDAKÇI Mevki: Kudüs Mekan: Mescid’ül Aksa Tarih: 21 Mayıs 1972 Cuma
Ben ve gazeteci arkadaşım rahmetli Said Terzioğlu, İsrail dışişleri rehberlerinin yardımı ile bu mübarek makamı dolaşıyoruz. Kudüs Kapalı Çarşısında rüzgar gibi dolanan entarili kahvecilerin elindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü, önünüze çıkan kapı sizi Mescid’ül Aksa’nın önüne kavuşturur. Mir’ac mucizesinin soluklandığı ilk Kıble’mize yani... Hemen oracıkta, ilk avlu vardır ki, hala bizim lakabımızla anılır. “12 bin şamdanlı avlu” derler oraya. Yavuz Selim 30 Aralık 1517 Salı günü Kudüs’ü devlete katmıştır da, ortalık kararmıştır. Yatsı namazını o avluda kılar. Kendisi ve bütün ordu beraber. Şamdanları yakarlar. Tam 12 bin şamdan... O isim oradan kalmadır. Sekiz on basamaklı geniş merdiveni adımladınız mı, o mukaddes Mescid’in bağdaş kurduğu ikinci avluya ulaşırsınız. O’nu merdivenin başında gördüm. İki metreye yakın bir boy. İskeletleşmiş vücudu üzerinde garip bir giysi. Palto?.. Hayır, kaput, pardösü veya kaftan? Değil. Öyle bir şey işte. Başında ki kalpak mı, takke mi, fes mi? Hiçbirisi değil. Oraya dimdik, dikilmiş. Yüzüne baktım da, ürktüm. Hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibi. Yüzbinlerce çizgi, kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı. Yanımda bizim eski vatandaşımız İstanbullu Yusuf ’a sordum: “Kim bu adam?” dedim. Lakaydi ile omuz silkti. “Bilmem, diye cevap verdi. Bîr meczup işte. Ben bildim bileli, yıllardır burada dururmuş. Çakılı gibi, hâlâ duruyor ya... Kimseye bir şey sormaz. Kimseye bakmaz, kimseyi görmez.” Nasıl, neden, niçin halâ bilmiyorum. Yanına vardım. Türkçe “Selamunaleykum baba” dedim. Torbalanmış göz kapaklarının ardından sütrelenmiş gibi jiletle çizilmişcesine donuk gözlerini araladı. Yüzü gerildi. Bana, bizim o canım Anadolu Türkçemizle 75
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
cevap verdi: “Aleykümselam oğul...” Donakaldım. Ellerine sarıldım, öptüm... Kimsin sen, Baba? Dedim. Anlattı ki, bende size anlatacağım Ama evvela biliniz. O canım devlet çökerken, biz Kudüs’ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hakimiyetten sonra bırakırız. Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür. Tutmaya imkân yok. Ordu bozulmuş, çekiliyor, devlet zevalin kapısında. İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir ardçı bölük bırakırız. Adet odur ki kenti zabdeten galip, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmaz. Anlattı, dedim ya. Gerisini tamamlayayım. “Ben!” dedi, “Kudüs’ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan ardçı bölüğünden...” Sustu. Sonra, elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı. “Ben, o gün buraya bırakılmış 20. kolordu, 36 Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makinalı Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasan’ım.” Yarabbi!.. Baktım, bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı, öpülesi sancak gibiydi. Ellerine bir kere daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı: “Sana, bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?” Elbette, dedim, buyur hele... Konuştu: “Memlekete avdetinde yolun Tokat Sancağı’na düşerse... Git, burayı bana emanet eden kumandanım Kolağası (Önyüzbaşı) Musa Efendi’yi bul. Ellerinden benim için öp. Ona de ki...” Sonra, kumandanı olduğu takımın makinalısı gibi gürledi: — O’na de ki, gönül komasın. “11. MAKİNALI TAKIM KOMUTANI İĞDIRLI ONBAŞI HASAN, O GÜNDEN BU YANA, BIRAKTIĞIN YERDE NÖBETİNİN BAŞINDADIR. TEKMİLİM TAMAMDIR KUMANDANIM!..” dedi dersin. Öle yazdım. Sonra yine dineldi. Taş kesildi. Bir kez daha baktım. Kapalı gözleri ardından, dört bin yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun, serhat nöbetçisi gibiydi. Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başında idi. Tam 57 yıl kendisini unutuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen devletine küsmemişti.
76
n e
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Ortadoğu ve Dünya Barışı Önündeki Engel
Siyonizm
,
.
:
ı
Yaşar AKKURT İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Mezunu
İnsanoğlu geçmişten günümüze birçok zararlı fikir akımları ve tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır. Bu tehlikelerden bazıları kısa bir süre tesirli olmuş, bazıları ise günümüze kadar mevcudiyetini devam ettirmektedir. Bahsetmiş olduğumuz, insanlığın karşılaştığı tehlikelerden günümüzde en zararlısını teşkil eden şüphesiz ki Siyonizm’dir. Terminolojide “Siyonizm” kelimesi, Siyon (İbranice: Tzi-yon) kelimesinden türetilmiştir. Bu isim ilk zamanlarda, Kudüs yakınlarında bulunan Siyon Dağı ile bu dağ üzerindeki Siyon Kalesi’ni belirtmek için kullanılmaktaydı. Sonraları, Kral Davud(Davud a.s.) döneminde, “Siyon” tüm Kudüs şehrine ve İsrail Diyarı’na atıfta bulunan bir kapsayıcı mekan haline geldi. Tevrat’taki birçok ayette, İsrailoğullarından Siyon halkı, Siyon’un oğulları ya da kızları olarak bahsedilir. Siyonizm; Yahudi ırkını üstün gören ve diğer insanları insan yerine koymayan, - yahudiler dışındaki tüm insanları Yahudilere hizmet etmek için yaratılmış olarak düşünen- ırkçı bir harekettir. Siyonizm; Arz-ı Mev’ud’a ulaşmak için Nil’den Fırat’a bütün toprakların Yahudilerin eline geçmesi projesini de hedeflerken, idealine ulaşmak için her şeyi mübah görür ve gösterir. Yahudi din ve kültürüne ait olmayan ne varsa yok edilmesini hedefleyen Siyonizmin diğer bir hedefi, Mescid-i Aksa’nın yıkılması ve yerine Süleyman Mabedi’nin kurulması projesidir. Siyonist Hareketin Kuruluşu Siyonizm politik bir hareket olarak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. İlk etapta Siyonizm diasporadaki Yahudilerin durumunun iyileştirilmesi ve “geri dönüş” fikrinden ibarettir. “Halkı olmayan bir ülkeyi, ülkesi olmayan bir halka devredin” diyen Israel Zangwill, Filistin’de Arap varlığını inkar eden Siyonist hareketin tavrını açıkça ortaya koymuştur. Filistin topraklarında hak iddia eden Yahudiler, bölgenin en eski yerleşik toplumunun kendileri olduğunu ve Kitab-ı Mukaddes’in Yahudilerin Filistin’e geri dönüşünü haber verdiğini ileri sürerek, Filistin’de bir Yahudi devleti kurma hedefiyle yola koyulan Siyonist hareketi meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Örgütlenmiş bir hareket olarak politik Siyonizm’in kurucusu Theodor Herzl’dir. Siyonist hareket için önemli bir merhale olan, Filistin’in kolonizasyonu programı ve Dünya Siyonist Örgütü’nün kurulmasının planlandığı ilk Siyonist Kongresi, 29-31 Ağustos 1897 tarihinde İsviçre’nin Basel kentinde yapılmıştır. Farklı görüşlere ve kesimlere mensup iki yüzü aşkın delegenin katılımıyla düzenlenen kongre dindar, reformcu ve asimilasyon yanlısı üç farklı eğilimi bir arada toplayabilmiştir. Herzl’in açılış konuşmasındaki “Biz Yahudi ulusunu barındıracak olan evin temelini atmak için buradayız” ifadesi kongrenin hedefini açıkça ortaya koymuştur. Basel Kongresi’nde Siyonizm’in resmi programı “Yahudiler için Filistin’de kamu hukukuyla güvence altına alınmış bir vatan yaratmak” olarak açıklanmıştır. Bu hedefi gerçekleştirmek için yapılacak girişimler ise şöyle özetlenmiştir: • Filistin’de Yahudi kolonisinin tesisi, • Yahudilerin yaşadığı ülkelerdeki kurumlar vasıtasıyla dünya Yahudilerini birleştirmeye yönelik bir örgütün kurulması, • Yahudi ulusal fikrinin güçlendirilmesi, • Siyonizm’in hedefinin gerçekleşmesi için yönetimin onayının sağlanması. Daha sonra Herzl, Mayıs 1901’de Sultan II. Abdülhamid’e dolaylı yollardan Yahudilerin Filistin’e göçünü öngören bir teklifte bulunmuş; ancak teklif Sultan tarafından kabul edilmemiştir. 1904’te Herzl’in ölümüyle Siyonist hareket politikler ve pratikler olarak ikiye bölünmüştür. Politiklere göre Yahudi sorununa Filistin’de ya da başka herhangi bir yerde acil olarak çözüm bulunması gerekmekteydi. Pratikler olarak adlandırılan grup ise Yahudi vatanı ve ulusunun Filistin’den başka bir yerde kurulmasının mümkün olmadığı görüşünde ısrarcıydı. Ancak hareket içindeki bölünme aynı yıl Rusyalı bir Yahudi kimyager olan Haim Weizmann’ın Siyonist hareketin liderliğine gelmesiyle son bulmuştur. Herzl gibi Yahudi dünyası dışından gelecek olan desteğin
77
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
önemine vurgu yapan Weizmann, bu yöndeki ilk diplomatik temaslarını İngiltere ile gerçekleştirmiş ve aradığı desteği elde etmiştir. Düşünce noktasında Yahudi olmadığı halde Siyonizm’i destekleyen çoğu kimse, ırksal hoşgörü olgusuna hizmet ettikleri inancındaydılar. Yahudi olmayan kimselerin Siyonizm’e yardım etme konusundaki istekliliklerinin nedeni, Siyonizm ile liberalizm arasındaki ilişkiye dair zihinlerindeki karışıklıktı. Diğer bir neden de ahir zamanda Yahudilerin İsa’nın ordusuna katılacakları ve İsa’nın yeniden zuhur etmek için Yahudilerin göç etmesini beklediği inancına dayalı Evanjelizm’in İsrail’in kuruluş aşamasında İngiltere’de çok güçlü bir dini akım olmasıydı. Nitekim gerek Balfour Deklarasyonu’nu kaleme alan Lord Arthur Balfour gerekse İngiliz başbakan David Lloyd George, Evanjelik inançları nedeniyle Siyonist hedeflere yakındı. 1897 Basel Kongresinde Alınan Kararlar Politik Siyonizm’in kurucusu sayılan Thedore Herzl’in liderliğini yaptığı 1897 yılında Basel’de toplanan 1. Dünya Siyonist Kongresi’nin 100 yıllık hedeflerini 3 ana başlık halinde toplayabiliriz: 1 – İlk 50 yılda Filistin’e yerleşimi sağlamak, ileride kurulacak devletin temellerini hazırlamak. Kendilerine para karşılığı toprak satmayan Osmanlı Sultanı İkinci Abdülhamid’i tüm nüfuzlarını kullanarak tahtından indirmek (-ki Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilme hadisesinde, hal’ fetvasını padişaha arz eden heyette Selanik Mebusu Yahudi Emanuel Karasu’nun bulunması bunun en bariz misalidir) ve Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını sağlamak böylelikle Filistin bölgesine yerleşmek. 1917 tarihi ile bölgedeki İngiliz işgali ile bu göç hareketine start vermişlerdir. 2 – Kongrenin 50. yılında Filistin’de “İsrail” isminde bir devlet kurmak. Dünya Siyonizmi, İkinci Dünya Savaşını tanzim etmek suretiyle tüm dünyanın dikkatini savaşa çekmişlerdir. Bu vesileyle o kargaşa ortamında İsrail Devleti’nin bağımsızlığını ilan etmişlerdir. Kurdukları devlete nüfus sağlamak için Avrupa’da özellikle Almanya ve Polonya’da ırkdaşlarını katlettirip, “-Ey Yahudiler! Dünya’da en huzurlu yaşayacağınız yer Filistin’dir” propagandasıyla Filistin bölgesine Yahudi nüfusunu çekmişler ve o bölgede nufüslarını arttırmışlardır. Bu olayı Theodor Herzl, Yahudi Devleti isimli risalesinde zikretmektedir.(Belki de ilk kavgalarımızı öncelikle bizim kendi ırkımızın kötü niyetli, dar kafalı, dar görüşlü ve yüreksiz insanlarına karşı vermemiz gerekecek. – Theodor Herzl, Yahudi Devleti, s.100 çev: Sedat Demir) (İlâhî Mesajlar Toprağı Filistin adıyla dilimize çevrilen kitabında Roger Garaudy, Yahudi asıllı devlet adamı, düşünür ve yazarların ağzından Hitler’in Yahudilere karşı yaptığı soykırıma Siyonist liderlerin yardımcı olduğunu gözler önüne seriyor.) Bu tarihten sonra Büyük İsrail Devleti’ni kurmak için faaliyetlerini kademe kademe hızlandırmışlardır. Siyonisler Filistin’de İsrail isimli işgal devletini kurduklarında ilk tanıyan kurum Birleşmiş Milletler olmuştur. Siyonizmin öncülerinden İsrail Zangwill: “Milletler Topluluğu Yahudi ilhamının ürünüdür” demektedir. Yani Yahudi Devleti’nin kurulma aşamalarından birisi de para ile yönlendirilmiş Birleşmiş Milletlerin kurulma aşamasıydı. 3 – Kongrenin 100. yılında yani 1997 tarihinde Büyük İsrail Devleti’ni kurmak. Büyük İsrail Devleti diye tarif edilen bölge Arz-ı Mev’ud (Tanrı tarafından vaad edilen topraklar) ki bu bölge Nil ile Fırat arasındaki bölgeyi kapsamaktadır. Bu bağlamda Siyonizm, bölgede yıllarca çeşitli taşeron terör örgütleri kurmuş ve desteklemişlerdir. Bunlardan en bilineni ASALA VE PKK terör örgütleridir. Fakat bu planlarının tutmadığını 1997 yılında dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Morton Abramovitz “ Türkiye’deki hükümet D-8’i (İslam Birliği) kurarak Büyük İsrail hayalimize son verdi” demiştir. Yine bu acı pişmanlığa bir misal de 2009 yılında dönemin İsrail Başbakanı Olmert’in, Gazze’de başarısızlığa uğramaları sonucu “Büyük İsrail Devleti projesi çökmüştür” diyerek istifa etmesidir. Nitekim günümüzde İsrail’in gözü dönmüşçesine Lübnan’a, Gazze’ye ve Gazze’ye insani yardım götüren sivillere saldırması; Büyük İsrail Projesini gerçekleştirememenin hırçınlığından kaynaklanmaktadır. Siyonizm’in niye tüm dünya insanlığı tarafından bir felaket olduğu, İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’da istenmeyen topluluk olarak Yahudilerin görünmesinin nedenlerini öğrenmek isteyenler Siyon protokollerine bakmalıdırlar. Günümüz insanlığının
78
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
karşılaştığı tehlikeleri ve problemleri 22 maddelik bu protokolde rahatlıkla görmekteyiz. Bu protokolde (Siyon Protokolleri) 1. Gelecek nesilleri, ahlâka aykırı, telkinlerle ifsat etmeli, bozup yozlaştırmalı. 2. Aile hayatını yıkmalı. 3. İnsanlara aşağı sınıflarla tahakküm etmeli, azınlıkları kışkırtıp üste çıkarmalı. 4. Sanatı zayıflatarak, edebiyatı müstehcen ve şehevî hale sokmalı. 5. Mukaddesatı, hürmeti yıkmalı, hürmetle anılan kimseler hakkında rezilâne vak’alar uydurulmalı. 6. Hudutsuz bir lüks, baş döndürücü modalar icat etmeli, çılgınca sarfiyatı teşvik etmeli, herkesi borçlandırmalı. 7. Kalabalıkların vakitlerini, eğlencelerle, oyunlarla oyalamalı, herkes düşünmekten alıkonulmalı. 8. Müfrit (aşırı) nazariyelerle, halkın fikirleri zehirlenmeli, gürültü ve kargaşalıklar çıkarılmalı. 9. Umumi hoşnutsuzluklar meydana getirilmeli, içtimai (sosyal) sınıflar arasına kin ve itimatsızlık sokulmalı. 10. Aristokratlara müthiş vergiler koyarak, onlar bunaltılmalı. 11. Mal sahipleri ile işçilerin arasını bozmalı, grevler sabotajlar tertip ettirilmeli, düşmanlıklar yaygınlaştırılmalı. 12. Yüksek tabakanın manevî kuvvetini, her çareye başvurarak kırmalı. 13. Sanayinin, ziraatı ezmesine imkân verilmeli, böylece köylü sınıfı ortadan kaldırılmalı. 14. Saçma nazariyeleri ortaya atarak, halkı gayr-i kabili tatbik (yani uygulanması imkânsız) yollara sevk etmeli, boş hayallerle oyalamalı. 15. Hayat pahalılığını sürekli azdırmalı ve lüks tüketim yaygınlaştırılmalı. 16. Beynelmilel (uluslararası) meseleler ihdas ederek, milletler arasına kin ve nefret tohumları serpmeli, savaşlar çıkartılmalı. 17- Milletlerin mukaddesatını, tahsil ve terbiyeden mahrum kimselerin ellerine teslim ettirmeli, hainler iktidara taşınmalı. 18. Bütün hükümet şekillerini değiştirmeli, devlet sırlarını ifşa edip açığa çıkarmalı. 19. Meşru hükümet tarzlarından, gizli bir istibdada gitmeli, buna demokrasi kılıfı takılmalı 20. Siyasî, iktisadî buhranlar oluşturulmalı. 21. Millî istikrarı bozmalı, spekülasyonlara, enflasyonlara yol açmalı, altını mahdud ellerde toplamalı, muazzam sermayeleri felce uğratmalı. 22. Hükümetlerin ölümlerini hazırlamalı, insanlığı elem, ızdırab ve yoksulluk içine atmalı. Siyon Protokolleri Ülkemiz ve Dünya üzerinde yaşayan insanların iyi bilmesi ve buna karşı önlem alması gereken hususlardır. Ülkemiz ve ülkemizin bulunduğu bölgede yaşayan devletler, bu coğrafyada varlıklarını devam ettirmek istiyorlar ise; Siyonizm’in kirli emellerini iyi idrak edebilmeli, bu çirkin emellere karşı önlem almalı ve Siyonizm karşısında ABDÜLHAMİDİ BİR DURUŞ sergilemelidirler. Son olarak John Rose’nin dediği gibi “ - Sorun Siyonizmdir: onun bertaraf edilmesi, Ortadoğu’ya barışın gelmesinin ön şartıdır. Filistin’e Arap - Yahudi barışının gelmesi buna bağlıdır.” KAYNAKLAR Yaşar Kutluay, Siyonizm ve Türkiye, Çatı Yayınları, İstanbul 2004 Yahudiliğin Tarihi ve Siyon Liderlerinin Protokolleri, Will Durant-Roger Lambelin, Okumuş Adam Yayınları, İstanbul 2004 Sedat Demir, Yahudi Devleti, Ataç Yayınları, İstanbul 2007 Kadir Mısıroğlu, Bir Mazlum Padişah; Sultan İkinci Abdülhamid, Sebil Yayınları Lütfü Akdoğan, Siyon Protokolleri, Tercüman Gazetesi Nasuhi Güngör, Yenilikçi Hareket, Anka Yayınları Refik Şakir En-Nedşe, II. Abdülhamid ve Filistin, Semerkand Yayınları
79
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Birleşmiş Milletler Zemininde Filistin Meselesi
İnsanlık tarihinin en önemli ve trajik olaylarından birisi şüphesiz yüzyılı aşkın bir süredir yaşanmakta olan Filistin sorunudur. 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulması ile bu sorun daha pekişmiş ve uluslararası politikanın ve hukukun gündemine daha çok girmiş olsa da sorunun temellerinin 19. yy’ın son dönemlerine dayandığını belirtmek gerekmektedir. Yüzyıllar boyunca sıkıntılı dönemler geçiren ve özellikle Avrupa’da uğradıkları kötü muamele nedeniyle dünyanın birçok yerine dağılmış olan Yahudileri tek bir çatı altında toplamak üzere bir devletin kurulması yönündeki girişimler 19. yy’ın son çeyreğinde hız kazanmıştır. Özellikle dönemin en önemli aktörü olan İngilizlerin desteğini alan Yahudiler, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Filistin Bölgesi’nden toprak satın alma talebinde bulunmuşlardır. Bu talebin geri çevrilmesi üzerine farklı siyasi girişimler başlatılarak Filistin toprakları öncelikli olmak üzere Yahudiler için bir devlet kurulabilecek yer arayışına girişilmiştir. I. Dünya Savaşı’na doğru giden süreçte İngilizler ve Fransızların Dünya siyasetine yön verme girişimleri ve başlatmış oldukları toprakları paylaşım süreci Filistin sorununun
80
en önemli kırılma noktalarından birisi olmuştur. 1917 yılında İngiliz savaş kabinesinin Dışişleri Bakanı olan Althur Balfour’un girişimiyle başlatılan ve Yahudilere bir devlet kurulması fikrini taşıyan deklarasyon İsrail-Filistin çatışmasının da en önemli temellerinden birisidir. Bakan Balfour’un ismiyle anılan bu deklarasyon Filistin topraklarında bir Yahudi Devletinin kurulmasına verilecek desteğe yönelik bir beyan olarak nitelendirilebilir. Nitekim Althur Balfour, uluslararası Siyonist hareketin liderlerinden olan Lord Rothschild’e bir mektup göndererek İngiliz Hükümeti’nin Filistin topraklarında bir Musevi devleti kurulması için gerekli desteği vereceğini ifade etmiştir. Bunu takip eden süreçte, Osmanlı’nın Orta Doğu’daki topraklarının İngiliz ve Fransızlar arasında paylaşıldığı Sykes-Picot Anlaşması da bu durumu pekiştiren bir unsur olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından İngiliz ve Fransızlar arasındaki paylaşım sonucunda Filistin toprakları İngilizlerin kontrolü altına girmiştir. Daha önceden hazırlıklarına başlanan ve İngiliz yetkililer tarafından Musevi devletinin kurulması için gerekli desteğin verileceği yönündeki taahhüdün bir sonucu olarak bu dönemde Filistin topraklarında Yahudi yerleşimi başlamıştır. Ancak Yahudilerin bugünkü Filistin bölgesine yerleşmesinin oldukça uzun bir geçmişi vardır. Milattan önceki dönemlerden itibaren bölgeye yerleşen Yahudiler sonraki dönemlerde de göçlerini devam ettirmiştir. Osmanlı Devleti 1517’de Filistin’e girdiğinde kayda değer miktarda Yahudi ile karşılaşmıştı. 1880’lere kadar Yahudi göçü azalarak da olsa devam etmiştir. Doksan üç harbinden sonra siyasi bir durum arz eden Yahudilerin Filistin bölgesine göçü meselesi Theodor Herzl’in çabalarıyla zirveye ulaşmıştır. Osmanlı Devleti Filistin’e Yahudi göçünü engelleme konusunda taviz vermemesine ve çeşitli sınırlamalar getirmesine rağmen Yahudiler belli oranlarda da olsa Filistin’e yerleşmeyi başarmışlardır. Diğer taraftan, 1880’lerde Rusya’da çıkan Yahudi aleyhtarlığından (anti-semitizm) kaçan Yahudilerin bir kısmı da Filistin’e yerleşmiştir. Böylelikle 1882’de 6 yerleşim merkezi ve 22.000 dönüm arazisi olan Yahudiler, bunu 1900’de 22 yerleşim yeri ve 220.000 dönüm araziye yükseltmişlerdi. Aynı süreçte bölgedeki Yahudi nüfusu da 25.000’i aşmıştı. 1922’de 84.000, 1932’de ise Filistin’deki Yahudi nüfusu 181.000’e ulaşmıştır. Sadece 1933–35 yılları arasında Filistin’e olan Yahudi göçü 134.540’dır. 20. yüzyılın başından itibaren Arapların tepkisinde rol oynayan en önemli etken işte bu Yahudi göçleri olmuştur. 1921,1929, 1933 ve 1937– 38 yıllarında şiddetli çatışmalar olmuştur. İngiltere bu çatışmalara çözüm bulmak amacıyla 1939’da Filistin’e yapılacak Yahudi göçlerini ciddi oranda sınırladı. Bu
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
durumun sonucu olarak Yahudiler Filistin’e kaçak girmeye başladılar. Filistin topraklarında Yahudi nüfusunun artması ve II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Birleşmiş Milletler’in (BM) İsrail Devleti’nin kurulmasını gündemine almasıyla Filistin Sorunu uluslararası arenada da daha kapsamlı olarak yer tutmaya başlamıştır. II. Dünya savaşı sonrasında İngiltere meseleyi 2 Nisan 1947’de Birleşmiş Milletlere götürdü. B.M. Filistin Komisyonu, yaptığı incelemelerden sonra raporunu yayımladı. Buna göre komisyon oy birliği ile Filistin’in bağımsızlığını teklif ediyordu. 27 Kasım 1947’de Filistin komisyonu Filistin’in Araplarla Yahudiler arasında taksimine karar verdi. Bu karara göre Kudüs şehri milletlerarası bir statüye sahip olacaktı. Türkiye ise Arap ülkeleriyle beraber bu taksimin “aleyhinde” oy vermişti. Netice itibarıyla Filistin’deki kuvvetlerin çekilmesinden bir gün önce, 14 Mayıs 1948 günü Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, İsrail Devletinin kuruluşunu ilan etti. Aynı gün Amerika Birleşik Devletleri İsrail’i tanıdığını bildirdi. İsrail devleti kurulur kurulmaz, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları İsrail’e savaş ilan etti. Böylelikle de Birinci Arap-İsrail savaşları başlamış oldu. Bu savaşlar bir yıl kadar sürdü ve Arapların mağlubiyetiyle neticelendi. Bu savaşları ilerleyen yıllarda 1956 Süveyş Krizi, 1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı takip edecekti. Böylece Filistin Sorunu tüm dünyanın yakından takip ettiği önemli bir çatışma alanı haline gelmiştir. Bu çerçevede bu çalışmada BM bünyesinde devletlerin 2000 yılından itibaren yaptığı konuşmalar üzerinden Filistin sorununa yaklaşımları ve çatışmanın ana unsuru olan İsrail ve Filistinlilerin ise ne tür dayanaklardan hareketle siyaset izledikleri birincil ağızdan açıklama ile ortaya konulmaya çalışılacaktır. Birleşmiş Milletler Genel Kurul’u bünyesinde yapılan ve devletlerin üst düzeyde temsil edildiği Genel Müzakere oturumları bir devletin genel politikasını ifade etmesi anlamında önem taşımaktadır. Genel Müzakere oturumlarında yapılan konuşmaların doğrudan bir bağlayıcılığı olmamakla beraber bu konuşmalar bir devlet adına tüm dünyaya yapılan resmi açıklama olması nedeniyle devletlerin algılamalarını ve siyaset yapma şekillerini kavrama açısından hayati bir konuma sahiptir. Nitekim BM gibi devletlerin kendilerine meşruiyet zemini sağladıkları bir kurumun çatısı altında yapılan bu konuşmalar dünya siyasetinde tezahür eden gelişmelere yönelik devletlerin yaklaşımlarına dair bizlere önemli ipuçları vermektedir. Ayrıca her yıl gerçekleştirilen yeni oturumda devletlerin olaylara yaklaşımları bağlamında da bir süreklilik ya da değişim analizi yapmak mümkün olmaktadır. Bu çerçevede Filistin Sorunu’nun en önemli çözüm noktalarından birisi olarak kabul edilen BM’nin Genel Kurul bünyesindeki Genel Müzakereleri sorunun konuma dair önemli yer edinmektedir. Gerek İsrail ve Filistin gibi bu sorunun doğrudan tarafı olan siyasi yapıları temsil eden konuşmacıların gerekse bu sorunla
ilgilenen diğer devletlerin açıklamaları İsrail ve Filistin arasındaki uzun yıllardır devam eden çatışmaya yönelik nasıl tavır alındığı ya da uygulanan politikalarda ne tür değişimlerin ortaya çıktığını bize göstermektedir. Özellikle başta sorunun doğrudan tarafları ve ardından diğer önemli güçlerin açıklamalarını dikkatle analiz ettiğimizde çatışmanın boyutu ve algılamasına dair oldukça kapsamlı fikirler elde etmek mümkün gözükmektedir. Filistin Sorunu’nun başlamasının en önemli nedeni şüphesiz İsrail Devleti’nin Filistin topraklarında bağımsızlığını ilan etmesi ve bunun sonucunda uluslararası toplumun ve BM’nin İsrail’in bağımsızlığını tanımasıdır. Bu andan itibaren İsrail ve Filistin çatışması sadece yerel bir sorun olmanın ötesine geçerek uluslararası bir hüviyet kazanmıştır. Bu durum sadece küresel güçlerin ya da farklı devletlerin bu sorunun bir tarafı olmasından ziyade aynı zamanda BM tarafından da tanınmış ve meşruluk iddiasında olan bir devletin fiili işgal siyasetini devam ettirmesi ve uluslararası hukuka muhalif uygulamalar gerçekleştirmesinden kaynaklanmaktadır. Nitekim BM Güvenlik Konseyi tarafından İsrail aleyhine alınmış olan 200’ü aşkın karar bu açıdan önemli bir göstergedir. Bir taraftan meşruluk
81
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
vurgusunu yapan ve demokratik bir ülke diskurunu yürüten İsrail Devleti bir taraftan da uluslararası hukukun gerekliliklerini yerine getirmeme hususunda direnmekte ve siyasi manevralarla kendisine daha fazla alan açmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, İsrail Devleti adına BM Genel Kurulu bünyesindeki Genel Müzakereler de 2000 yılı sonrası yapılan görüşmeler İsrail’in genel tavrını ve siyaset üretme dinamiklerini anlama açısından oldukça önem taşımaktadır. İsrail’in Genel Müzakerelerde yaptığı konuşmalar mercek altına alındığında sürekli olarak Yahudi inancına vurgunun yapıldığı, Tevrat’tan alıntıların konuşmaya eklendiği ve Yahudi teolojisi çerçevesinde bir siyaset yapma algısına sahip olunduğu açıkça görülmektedir. Konuşmalarda Kudüs’ün –İsrail’in tabiriyle Yeru Şalim’in- İsrail’in ezeli ve ebedi başkenti olduğu sıkça tekrar edilmektedir. 2000 yılında İsrail Dışişleri Bakanı Shlomo Ben-Ami’in yaptığı konuşmadaki ifadeleri İsrail Devleti’nin Kudüs’e yönelik planlarının kaynağını göstermek hususunda önemli bir örneklik teşkil etmektedir. Bu konuşmada Ben-Ami’nin ifadeleri Kudüs ile ilgili ifadeleri şöyleydi: “Ancak “Altın Çağın’ın” zirvesinde dahi Müslüman İspanya’nın mucizeleri ve sefası arasında dahi halkımız hiçbir zaman Kudüs’e olan hasretlerini ve hayallerini terk etmediler. Bu durum sekiz yüz yıldan uzun bir süre önce şair Yehuda Halevi’nin mısralarında da vurgulanmıştır: Kalbim Doğu’da atıyor, ancak ben Batı’nın en uzak köşesindeyim. Batı’nın derinliklerinden sanadır hasretim. Soykırım ve dağılmışlık yüzünden bir yana savrulmuş küçük bir ulusuz ancak mirasımız zengindir. Müslüman bir kaynağa göre “İsrail halkının günlerinde Kudüs Kahire ve Bağdat’tan daha büyük bir bölgeydi” ki bu bölge bizim ezeli başkentimiz Kudüs’tür ve Tek tanrılı dinlerin mesajı insanlığa buradan yansıtıldı. Kudüs’teki kutsal mekânlar Yahudi inancı, kimliği ve tarihinin tam kalbinde bulunmaktadır. Son iki yüzyıldır Yahudiler günde üç kez ibadetlerinde Harem-i Şerif ’e dönmektedirler. Eğer seni unutursam Yerüşalim, sağ elim kurusun. Eğer seni anmazsam, dilim damağıma yapışsın. Bu duayı okudular mutlulukta ve üzüntüde. En azından biz tüm kutsal mekânlar üzerinde özel hak iddia etmiyoruz. Peygamber İshak’ın müjdelediği gibi: “Benim evim tüm insanlar için İbadet Evi olarak anılsın”.” Görüldüğü üzere bu ifadeler İsrail’in temel felsefesi ile ilgili önümüze açık bilgiler koymaktadır. Kudüs’ü ezeli ve ebedi başkent olarak kabul eden ve onu unuttuğu takdirde sağ elinin kuruması için dua eden bir düşünce biçiminin ürünü olarak siyaset üretilmesi Filistin topraklarının İsrail nezdinde meşru ve hak edilen topraklar olduğunu göstermektedir. Nitekim müzakereler esnasında yapılan bir konuşmada “Vaad edilen topraklar artık umut vaad ediyor” şeklinde ifade, İsrail’in Yahudi inancı temelli bir devlet olduğunu ve bu felsefe ile hareket ettiğini göstermektedir.
82
İsrail’in konuşmaları incelendiğinde göze çarpan önemli hususlardan birisi de Siyonizm düşüncesini meşrulaştırma çabasıdır. İsrail Devleti’nin Siyonist düşünce ekseninde siyaset ürettiğini BM Genel Kurul’unda açık bir şekilde ifade etmesi İsrail’in devlet yapısına dair soru işaretlerini peşi sıra getirmektedir. Siyonizm’in bir başkaldırı olduğu bizzat İsrail Devlet adamlarınca BM’de ifade edilmektedir: “Çoğu başkaldırı bir sisteme karşıdır; Siyonizm kadere karşı bir başkaldırıdır. Siyasi gerçeklikler dünyasıyla tekrar karşılaşmamızın bu ifadesi 1948 yılında Yahudi Devletimizin kurulmasına bizi taşımıştır.” Bu ibare İsrail’in Siyonist bir devlet tanımlamasını kabul ettiğini göstermektedir. Aynı şekilde başka bir konuşmada “İsrail kurucularının Siyonist vizyonu, dünyayı öyle bir duruma getirmekti ki bu kadim yurdumuz insanlarımızı zulümden koruyacak bir cennet olarak hizmet etsin. Yahudi insanların modern dönemde kendi kaderini belirleme hakkını yerine getirebildiği bir yer! Demokrasinin bir burcu ve tüm vatandaşlarına fırsat sağlayan bir ülke!” ibaresi Siyonizm üzerinden siyaset üreten bir devlet varlığını açıkça ispat etmektedir. Bununla birlikte Siyonizm ve demokrasinin birlikte zikredilmesi ve İsrail’in demokratik bir ülke olduğunu ve bunun Siyonist vizyon sayesinde gerçekleştiğinin ifade edilmesi de tartışılması gereken önemli hususlardan birisidir. Genel Müzakerelerdeki konuşmalara bakıldığında İsrail’in çift devletli bir barıştan yana olduğu görülmektedir. Sürekli olarak geçmişe vurgunun yapılması ve Arapların geçmişteki teklifleri değerlendirmediğini ifade etmeleri uluslararası toplum nezdinde bir meşruiyet sağlama girişimi olarak da okunmaktadır. Bununla birlikte özellikle Ehud Barak’ın 2000 yılındaki Milenyum Zirvesi nedeniyle gerçekleştirilen özel oturumda yaptığı konuşma esnasında “Artık Rubicon noktasındayız ve hiçbirimiz onu tek başımıza geçemeyiz.” yönündeki ifadesi İsrail’in barış hususunda istekli bir tavır sergilemeye çalıştığını göstermektedir. Roma İmparatoru Jül Sezar’ın M.Ö. 49 yılında Lejyonu ile birlikte nehri geçmesine atıfta bulunularak kullanılan Rubicon’u geçmek deyimi geri dönüşü olmayan bir yolda daha ileri gitmek anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Barak’ın bu deyimi özellikle kullanması İsrail’in de barışı bir zorunluluk olarak görmeye başladığının ifadesi. Barışa dair mesajların İsrailli yetkililer tarafından verilmesiyle birlikte 11 Eylül saldırılarının sonucu olarak terörizm üzerinden bir meşruiyet sağlanmaya çalışıldığı ve Filistin Sorununa yaklaşımda İsrail’in teröre karşı mücadele(!) çerçevesinde kendisine bir saha açmaya çalıştığı görülmektedir. 11 Eylül’de gerçekleşen saldırıların ardından Şimon Peres’in BM’de yaptığı konuşmada ABD’ye yönelik yaklaşımı İsrail nezdinde ABD’nin konumu gösteren önemli bir örnektir. Peres bu konuşmasında şunları ifade etmiştir: “Amerika yalnızca yeni bir dünya değildir. O büyük bir kurum ve tepenin üzerindeki parıldayan bir şehirdir.
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Yalnızca somut bir yapı değil, aynı zamanda sağlam bir düşüncedir. Amerika’ya saldırabilirsiniz, onu incitebilirsiniz ancak onu yok edemezsiniz. Amerika’nın terörizm ile savaşı hepimizin savaşıdır. Biz derken bu Oturum’da bulunan her bir ülkeyi ve bu gezegendeki her bir insanı kastediyorum.” Bu konuşmanın ardından bir yıl sonra yine Peres BM’de ABD ile ilgili benzer ifadelerde bulunarak İsrail ve ABD arasındaki dostluğun ne tür bir dereceye sahip olduğunu göstermeye çalışmıştır. Aynı zamanda bu ifadeler ile İsrail, ABD’nin dünya üzerinde nasıl bir misyona sahip olduğu yönünde de tüm devletlere bir mesaj vermeye çalışmaktadır. Peres bu konuşmasında şunları ifade etmiştir: Hedef bu sefer Amerika Birleşik Devletleriydi. Daha önce kendi özgürlük ve hürriyetlerini savunan birçok ulusa yardım etmiş olan Amerika Birleşik Devleri. Şimdi, A.B.D’ ye kendi özgürlüğünü korurken bizim özgürlüğümüzü savunma görevi ile meydan okundu. Kendi hayatını korurken bizimkilere siper olması için yapılan bir meydan okuma. Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırı zamanımızda yeni bir ayırımı ortaya çıkardı: Ölüme ve acıya neden olan ve bunları telkin eden bir grubun yarattığı ayrım. Bu ayrımın yanlış tarafında duranlar; çeşitliliği ve heterojenliği barındıran, her inancı ve düşünceyi bağrına basan özgür dünyayı ve her bireyin farklı olma ancak yine de huzur ve güvenlik içerisinde yaşama hakkı olduğu prensibini yok etmeye çalışanlardır. İsrail’in ABD üzerinden terörü ön plana çıkararak tüm insanlığa dair yaptığı çağrılarından ardında Filistinlileri terörist olarak gösterme amacını yattığı konuşmalarda görülmektedir. İntihar saldırılarından sıkça bahsedilmesi ve hayatını kaybeden sivil İsraillilerin örnek gösterilmesinin temel nedeni teröre karşı mücadele verme söylemini güçlendirmektedir. Hamas’ın bir terör örgütü olarak adlandırılmasına ek olarak Yaser Arafat’ta tehlikeli bir isim olarak ve İsrail’in barış için verdiği mücadeleyi baltalamaya çalışan bir figür olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. 2003 yılında İsrail Dışişleri Bakanı Silvan Shalom tarafından gerçekleştirilen konuşmada Arafat aleyhine kullanılan dil oldukça farklı ve suçlayıcı bir üsluba sahiptir: Bu korkunç acıdan Yaser Arafat direkt olarak sorumludur. Otuz yıldan fazla bir süredir, halkını terör yoluna sevk etmiştir; adam kaçırmaktan intihar saldırısına uzanan bir yelpazede. Ve her zaman İsrail’in acısını Filistin’in kazancından üstün tutmuştur. Halklarımız arasında barışın önündeki en büyük engel olmuştur kendisi ve öyle kalmaya devam etmektedir. Güç kaynaklarını kontrol ettiği sürece de ılımlı bir liderlik ortaya çıkamayacaktır. Bu Kurul’da daha geçen hafta gördüğümüz gibi, Arafat için oy kullanmak Filistinli insanlara karşı oy kullanmaktır. Arafat kazandığı zaman terörizm kazanır ve biz- hepimiz- kaybederiz. Uluslar arası topluluk Arafat’ın yardımına koşmak yerine Filistin halkının
gerçek çıkarlarının yardımına koşmalıdır. Uluslar arası topluluk, Arafat onları yıkım ve terör yoluna daha fazla yöneltmeden, hemen şimdi bunu yapmalıdır. Daha önceki yıllarda Arafat’ın barış için önemli çabalar sarf ettiği ve bu yoldan gidilmesi gerektiği ifade edilirken özellikle 11 Eylül sonrası ABD’nin başını çektiği küresel teröre karşı mücadele söylemi çerçevesinde İsrail’in buradan kendisine fırsatlar sağlamaya çalıştığı gözükmektedir. BM ve uluslararası toplum nezdinde tanınan ve saygınlığı olan, Filistin davasının en önemli simalarından birisi konumundaki ve Filistin halkının temsilcisi olarak defalarca görüşme yaptığı ve masaya oturduğu Arafat için İsrail’in kullandığı bu dil genel diskurda bir değişimin olduğunu göstermektedir. Şüphesiz terör etrafında şekillenen ve yeni güvenlik duvarlarının oluşturulmaya çalışıldığı küresel sistemde İsrail’in bunu değerlendirerek Filistinlilere karşı suçlayıcı bir dil üzerinden üstünlük sağlama siyasetini benimsediği görülmektedir. İsrail’in konuşmalarında göze çarpan en önemli hususlardan birisi de İsrail’in BM’ye yönelik eleştirisidir. Özellikle son yıllarda beklediği desteği alamadığı için İsrail, BM’nin işlevselliğini ve meşruiyetini sorgulamaya başlamıştır. Uluslararası toplumdaki konumunun BM tarafından tanınmasıyla meşrulaştığı gerçeğinden uzaklaşılarak İsrail’in BM’ye karşı oldukça suçlayıcı bir tavır takınmaya başladığı görülmektedir. Benjamin Netenyahu’nun 2011 yılında yaptığı konuşma esnasında kullandığı ifadeler İsrail’in BM’ye yönelik değişen yaklaşımı için güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu konuşmasında Netanyahu şöyle hitap etmiştir: Evet, bu BM kurumunun talihsiz bir yönüdür. Bu saçmalıklar tiyatrosundan başka bir şey değildir. Bu tiyatro yalnızca İsrail’i zalim olarak göstermekle kalmamakta; aynı zamanda gerçek zalimlere de başroller vermektedir: Kaddafi’nin Libya’sı BM İnsan Hakları Komisyonu’na başkanlık yaptı, Saddam’ın Irak’ı BM Silahsızlanma Komitesine başkanlık etti. Şöyle diyebilirsiniz: Bu geçmişte kaldı! Evet, işte size şuan, bugün olan bir şey: Hizbullah kontrolündeki Lübnan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine başkanlık yapıyor. Bu aslında şu demek: terörist bir kuruluş dünyanın güvenliğini garanti altına alması gereken bir organa başkanlık yapmakta! Bu hiçbir şekilde mazur gösterilemez. Yani burada BM’de, otomatik çoğunluk herhangi bir şey için karar alabilir. Güneşin batıdan doğduğu ya da doğudan battığı yönünde bir karar alabilirler. Ancak şuna da karar verebilir- zaten verdiler- ki Kudüs’teki Batı Duvarı’nın, Yahudi inancının en kutsal yerinin, İşgal Altındaki Filistin Toprağıdır. Netenyahu’nun bu serf ifadeleri İsrail’in birkaç sene önce BM’ye biçmiş olduğu rol ve misyona oldukça zıt bir konumdadır. BM ile ilişkilerinin hiç olmadığı kadar iyi olduğunun vurgulandığı ve BM’nin sağladığı katkının alkışlandığı bir durumdan İsrailli yöneticilerin böyle bir diskura geçmeleri ve Güvenlik Konseyi kararlarını İran, Suriye gibi devletlere ve Hamas ve Hizbullah gibi
83
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
siyasi yapılara karşı uygulamaya koymadığı gerekçesi ile elştirmesi oldukça garip gözükmektedir. Çünkü Güvenlik Konseyi’nin İsrail aleyhine aldığı 200’ü aşkın karara rağmen uluslararası hukuk ve toplumu yok sayan İsrail’in tehdit olarak algıladığı siyasi yapı ve devletlere karşı Güvenlik Konseyi kararlarının işletilmesini istemesi ve bu gerçekleşmediği için BM’yi suçlaması oldukça manidar bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. İsrail-Filistin çatışmasının en önemli diğer bir tarafı da Filistin otoritesidir Bu bağlamda Filistin otoritesi adına Yaser Arafat, Mahmud Abbas ya da onlar adına konuşma yapan diğer temsilcilerin beyanatlarının ortak vurgusunun genel olarak sorunun çözülmesi ve çift devlet esaslı bir barış anlaşmasının imzalanması üzerine olduğu görülmektedir. Kudüs başkentli bir Filistin devletinin kurulmasına yönelik bir çabanın içinde olan ve gerek BM’de yapılan konuşmalarda gerekse uluslararası toplum nezdindeki tüm diğer girişimlerde bunu öncelik edinen Filistin otoritesi, İsrail’in ezeli ve ebedi başkent olarak nitelendirdiği Kudüs yönelik söylemini şiddetle reddetmektedir. Aynı şekilde konuşmalarda ön plana çıkan hususlardan birisi de İsrail’in Filistinliler yönelik uyguladığı şiddet politikalarıdır. Bu çerçevede Filistinlilerin konuşmalarında İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve 1967 öncesi sınırlara dönülmesi arzusu görülmektedir.
İsrail’in konuşmalarında kullandığı daha saldırgan ve aktif üslubun aksine Filistin tarafının daha naif bir dil
84
benimsediği ve barışın tesisi için başta ABD olmak üzere tüm dünyayı göreve çağırmaktadır. İşgal altında bir devlet olmanın vermiş olduğu psikoloji ile Filistin’in dış dünya eksenli bir yardım beklentisi içinde olduğu ve bu çerçevede özellikle ABD be BM nezdindeki girişimleri memnuniyetle karşılamaktadır. Ayrıca Filistin Otoritesi adına konuşmalarını gerçekleştiren konuşmacıların İsrail’e kıyasla daha seküler denebilecek bir söyleme sahip olduğu görülmektedir. İsrail adına yapılan her konuşmada Tevrat’tan alıntıların olduğu ve Yahudi teolojisi üzerinden siyaset üretildiğinin açıkça ortaya konulduğu ifadeler yer almaktadır. Bununla birlikte Filistinlilerin İslamiyet üzerinden değil daha çok barış, demokrasi, insan hakları ve uluslararası hukuk gibi kavramlar üzerinden hareketle bir söylem geliştirdiğini bizlere göstermektedir. Bu bağlamda İsrail bir din devleti refleksi ile hareket ederken Filistinlilerin dini bu sorunun çözümünde ön plana çıkarmadıkları görülmektedir. Filistin Sorunun yakından takip eden ülkelerin başında gelen ABD, barış için belirli bir efor sarf etmesine ve iki devletli bir çözüm üzerine yoğunlaşmasına rağmen İsrail’e karşı çözümsüzlüğü körüklemesi nedeniyle yaptırım düşüncesi içinde olmamaktadır. ABD başkanlarının yaptığı konuşmalarda taraflar sürekli olarak barışın tesisi için daha fazla çalışmaya davet edilmekte ve bölgede akan kanın durması için samimi adımların atılması gerektiği belirtilmektedir. Bununla beraber, İsrail’in Filistinlilere ve özellikle de son yıllarda Gazze’ye yönelik uyguladığı ambargo ve gerçekleştiği saldırılara dair İsrail tarafına sert mesajlar vermekten de geri durulmaktadır. Radikal hareketlere karşı önlemler alınması gerektiğinin altını çizen ABD’liler güvenliğin tesisi için özellikle Filistinli İslamcı hareketlere karşı önlemler alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Masum Filistinlilerin saldırılarda hayatlarını kaybetmesinden duyulan üzüntü ABD başkanlarınca konuşmalarında belirtilirken, teröre karşı verilen mücadele ve İsrail’in dış tehditlerce çevrili olduğu ve bu nedenle de kendi güvenliğini sağlamaya çalıştığı yönündeki ibarelerle İsrail’in saldırılarında meşruiyet sağlamaya çalışılmaktadır. 2011 yılında ABD Başkanı Barack Obama’nın yaptığı konuşmadaki beyanatı ABD’nin İsrail’e karşı yaklaşımı ve Filistin Sorunu’nda tarafsız bir konumda yer alamayacağını ve bu çerçevede öncelikle İsrail’in güvenliğini ve çıkarını düşüneceğini göstermektedir. Obama’nın ifadeleri şu şekildedir: Ama şunu da çok iyi anlayınız: Amerika’nın, İsrail’in güvenliğine olan bağlılığı sarsılmazdır. İsrail ile olan dostluğumuz derin ve kalıcıdır. Bu yüzden, kalıcı barışın, İsrail’in her gün karşı karşıya kaldığı güvenlik endişelerini iyi anlaması gerektiğine inanıyoruz. Gelin kendimize karşı dürüst olalım! İsrail kendisiyle devamlı savaş halinde olan komşularla kuşatılmış durumdadır. İsrailli siviller evlerinde roketlere hedef olmakta ve otobüslerinde intihar saldırılarına maruz kalmaktadır. İsrailli çocuklar, bölgedeki diğer çocuklara İsrailli
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
çocuklardan nefret edilmesi gerektiğinin öğretildiğini bilerek büyüyorlar. İsrail, 8 milyondan az nüfusu olan küçük bir ülke olarak dış dünyaya baktığında; onları haritadan silmekle tehdit eden liderlerle karşılaşıyor. Yahudi toplumu yüzyıllardır yüklendikleri sürgün ve zulüm yükünü ve 6 milyon insanın sadece kendileri oldukları için öldürülmesinin taze anılarını taşıyorlar. Bunlar gerçeklerdir. İnkâr edilemezler. Obama’nın bu açıklamaları İsrail’in güvenliği için ABD’nin bir bakıma her şeyi yapmaya hazır olduğunu da göstermektedir. Bu bağlamda İsrail’in güvenliğini tehdit edecek unsurlara karşı önemli mesajlar da verilmektedir. BM Güvenlik Konseyi’nin ABD ile birlikte diğer daimi üyeleri olan İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in konuşmalarında da İsrail ve Filistin sorunun çözümüne dair genel mesajlar bulunmaktadır. Öncelikle bu devletlerin konuşmalarında her yıl İsrail- Filistin sorununa değinmedikleri görülmektedir. Genel olarak Orta Doğu politikaları çerçevesinde şekillenen ve genel mesajlardan oluşan ifadeler konuşmalarda yer almaktadır. Filistin sorunun zikredildiği durumlarda ise iki devletli çözüm önerisi ve bölgede akan kanın bir an önce durması ve barışın tesis edilmesi yönünde çağrılar yapılmaktadır. Aynı şekilde BM Güvenlik Konseyinin aldığı 242 ve 338 nolu kararların uygulamaya konulması yönünde vurgu da konuşmalarda sürekli olarak yer almaktadır. İsrail ve Filistin sorunu yakından takip eden ve her iki tarafa da sahip olduğu konum ve ilişkiler nedeniyle samimi duran Türkiye’nin açıklamaları da oldukça önem taşımaktadır. Bilindiği üzere Türkiye, Filistin davasını her daim sahiplenmiş ve Filistin Kurtuluş Örgütü’ne en çok desteği veren ülkelerin başında gelmiştir. Bu bağlamda tarihsel bağlara ek olarak son birkaç on yıldaki gelişmelerde de Filistin’e verdiği destek nedeniyle Türkiye İsrail ve Filistin çatışmasının en önemli dış aktörlerinden birisi haline gelmiştir. Aynı şekilde İsrail ve Türkiye’nin müttefikliğe varan yakın ilişkisi Türkiye’nin Filistin politikasında İsrail’i göz ardı etmemesini de beraberinde getirmektedir. Bu çerçevede Türkiye’nin İsrail’in Gazze’ye yönelik 2008 yılının son günlerinde başlatmış olduğu saldırılara ılımlı bir üsluba sahip olduğu konuşmalarda görülmektedir. Genel yaklaşım akan kanın durması, tarafların üzerine düşen yapması ve barışın bir an önce tesis edilmesi yönündedir. Birçok devlet gibi Türkiye’de Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 nolu kararlarının uygulanması yönünde çağrısını konuşmakarda her daim yinelemiştir. Bununla birlikte Gazze saldırıları sonrası meydana gelen gelişmeler, Türkiye ve İsrail arasındaki diplomatik kriz ve son olarak Gazze’ye yönelik insani yardım taşıyan filoya yapılan saldırıda 9 Türk vatandaşının hayatını kaybetmesi Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerinin kopma noktasına gelmesine yol açmıştır. Bunun sonucu olarak da özellikle 2009 yılında itibaren yapılan konuşmalarda İsrail’e karşı daha sert bir tutum benimsenmiş ve İsrail’in yaptığı hukuk dışı
uygulamalar Genel Müzakereler esnasında tüm dünyaya duyurulmaya çalışılmıştır. Sonuç olarak, BM Genel Kurul bünyesinde senede bir defa gerçekleştirilen ve Devlet Başkanı ya da Başbakan veyahut onları temsil eden bir bakanın katıldığı Genel Müzakereler devletlerin politikalarını anlama açısından önem arz etmektedir. Herhangi bir bağlayıcılığı olmayan bu müzakerelerde devletler dış politikalarına dair mesajlar vermekte ve dünya siyasetinde nasıl bir konumda olmak istediklerini göstermektedirler. Ayrıca küresel hale gelmiş sorunlara yönelik yaklaşımlarını da ifade ederek nasıl bir yol takip edeceklerinin sinyallerini vermektedirler. Son yüzyılın en önemli ve karmaşık sorunlarından birisi olan İsrail-Filistin çatışması da Genel Müzakereler esnasında en fazla temas edilen konuların başında gelmektedir. Bu çerçevede İsrail ve Filistin gibi sorunun doğrudan parçası olan taraflara ek olarak diğer devletlerin açıklamaları da bu soruna dair nasıl bir ajandaya sahip olduklarını göstermektedirler. Devletlerin dış politika felsefelerini ve belirli hususlarda nasıl bir pratik izleyeceklerini ortaya koyan Gnel Müzakereler devletlerin geçmiş yıllarda izlemiş oldukları politikalarda ne tür değişimler ve süreklilikler gösterdiklerini de anlama noktasında önemli ipuçları vermektedir. Yukarıda belirtilen çerçevede Filistin Sorunu etrafında öncelikle İsrail ve Filistin’in ardından ise ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Türkiye’nin nasıl bir politikaya sahip oldukları birincil ağızlardan incelenmeye çalışılmıştır. Genel Müzakerelerde devlet adına en üst düzey temsilcinin yaptığı konuşma o devletin bir bakıma resmi politikasının izahı şeklinde değerlendirilmelidir. Bu bağlamda bu kitap içinde yer alan metinler vasıtasıyla bu sorunun doğrudan ya da dolaylı tarafı olan devletlerin 2000 yılından bu yana nasıl bir süreç içinde yer aldıkları ve ne tür söylemlerde değişiklikler yaptıkları gerçekleştirilen konuşmalardan kolaylıkla analiz edilebilmektedir. Aynı şekilde bu sorunun çözümüne ne tür önerilerin olduğunu ve bunların uygulanmasının ne kadar mümkün olduğunu test etmek de bu çalışma sayesinde mümkün olabilecektir. Kitap içinde birincil ağızlardan Filistin sorununa dair yaklaşımları aktarılan devletlerin 2000–2011 yılları arasındaki beyanatları bu sürecin öncesiyle de ve sonrasıyla da doğrudan ilgilidir. Bu bağlamda bu konuşmalar hem bundan sonraki yılları anlama ve açıklama hem de daha önceki dönemi anlama ve açıklama da önemli katkılar sağlayacaktır. Filistin Platformu Bu yazı Filistin Platformu tarafından hazırlanan “Birleşmiş Milletler Zemininde Filistin Meselesi” isimli kitabın Mukaddime kısmından alınmıştır.
85
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Kitap Tanıtımı Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Siyonizm’den Uygarlıklar Çatışmasına FİLİSTİN SORUNU, Ufuk Kitapları, İstanbul:2002 Filistin sorunu, genç bir Türk bilim adamı adayının ilk göz ağrısıydı şeklinde önsözünü yazmaya başlıyor Sayın Mim Kemal Öke. Sonrasındaki cümlelerde de konuya olan hassasiyetinin nasıl başladığını ve hangi süreçlerden geçerek bir çalışma halinde ortaya çıktığından bahsediyor. En önemlisi de sorunun çözümlenebilmesi için, problemin kökenine inilmesi gerektiğinin üzerinde duruyor. Sayın Mim Kemal Öke’ye göre sorunun kaynağını bulmak sadece uluslararası ilişkilere göz atmakla görülemez ve anlaşılmaz. Bundan dolayı Ortadoğu bölgesinde hâkim bir coğrafyada bulunan Filistin’in diplomatik olarak krizleri nasıl doğurduğuna dair tarihi bir araştırma yapılmalıdır. Kitap, Filistin ve Filistin meselesi denildiğinde ilk akla gelen eserlerden birisidir. Bu şekilde kabul görmesinin nedeni arşiv belgelerine dayalı olarak çalışılmasının yanında diplomatik gelişmeleri de göz önünde bulundurması sayılabilir. Diğer yandan meselenin kökenine inerek özünü aramaya çalışması da kitabın dikkat çekici diğer önemli özelliklerinden birisidir. Eser, dört bölümden ve sonuç yazısından oluşmaktadır. Özellikle iki ana kısma ayıracak olursak; II. Abdülhamid dönemi ki sorunun başladığı ve çok yönlü bir boyut kazandığı bir zaman dilimi, diğer ise İttihat ve terakki dönemi sayabiliriz. Siyonizm ve Filistin meselesi bir biri ile paralel giden sorunlar ve düşünce akımları. Eserde bu durumu daha iyi anlayabilmek için Arap milliyetçiliği konusuna da değinilmiş. Ve eser okunduğunda görülüyor ki; önceleri Filistin bölgesine yapılmaya çalışılan Yahudi iskanı ilerleyen süreçte İngiltere’nin tekeline ve sorumluluğuna geçiyor. Bu durumu kendi lehine çevirmeye çalışan İngiltere, İstanbul’daki bütün bağlantılarını çok sıkı bir şekilde kullanma politikasına gidiyor. Sürecin işlemesinde görülen manzara artık, Filistin’e Yahudi iskanı etmekten çıkıyor ve büyük devletlerin hesaplaşma meydanı haline geliyor. II. Abdülhamid döneminde Almanların İstanbul ve Padişah ile yakın olmaları İngilizleri kuşkulandırıyor. Çünkü Avrupa’da en büyük anti-semitik tutumun sergilendiği bölge Almanya’dır. Diğer yandan demiryolu ihaleleri ile Almanya’nın Ortadoğu bölgesine gönüllü bir şekilde sokulmaya çalışılması bu iki devleti karşı karşıya getiriyor. Musevilere sahip çıkar gibi görünen devletlerin aslında bölgede en büyük sorunu çıkardıkları eseri okuyanlar tarafından hemen görülecektir. Öyle ki, Rusya ve Almanya’dan kitle halinde yurtlarını terk eden Museviler İngiltere ve Fransa gibi batı Avrupa devletlerinin kapılarını kapatması ile birlikte ortalıkta kalırlar. Ancak bu devletler bir konuda bir araya gelir ve ortak hareket eder; o da Musevilerin Filistin bölgesine iskân edilme durumları. İşte aksiyon da bundan sonra başlıyor. Çünkü Osmanlı devleti kesinlikle Musevilerin Filistin bölgesine iskânına izin vermez. Avrupalılar da gayri resmi yollarla özellikle de sızdırma politikası ile Filistin bölgesine Musevileri iskân etme yoluna gider. Bu durum için komu oluşturmaya da başlarlar. Gazeteler de ve uluslararası diplomasi de Osmanlı devletinin Yahudilere eziyet ettiği ve yurtlarında barınma hakkı vermediği gibi haberler yaparlar.
86
Prof. Dr. Vahdettin Engin, Pazarlık, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2010 1890’lı yıllarda Yahudiler, Rusya başta olmak üzere Romanya ve Yunanistan’da uğradıkları baskılar yüzünden bu ülkeleri terk etmek zorunda kaldılar. Sığındıkları ilk ülke ise Osmanlı Devleti oldu. Dönemin Padişahı II. Abdülhamid, başlangıçta insani nedenlerle Yahudilerin Filistin dışındaki Osmanlı vilayetlerine yerleşmelerine izin verdi. Fakat Yahudiler ‘vaad edilmiş topraklar’ olarak kabul ettikleri Filistin’e yerleşmek istiyorlardı. II. Abdülhamid’in saltanatı süresince bu konuda yoğun çabalar harcadılar. Özellikle Rotschild ve Baron Hirsch gibi zengin Yahudiler, Filistin’de toprak satın alarak buralara göçmen yerleştirmeye çalıştılar. 1896 yılından itibaren ise sahneye Theodore Herzl çıktı. Herzl Filistin’de Yahudiler için özerk bir devlet oluşturma peşinde idi ve bunun yolunun II. Abdülhamid’i ikna etmekten geçtiğini düşünüyordu. Bu uğurda beş defa İstanbul’a geldi. Bir defasında Padişah’la görüşme imkânı buldu. Herzl’in kafasında, Osmanlı Devleti’ne bazı mali imkânlar sağlayarak hedefine ulaşmayı sağlayacak izni koparmak vardı. II. Abdülhamid ise Herzl’in şahsında, Avrupalı alacaklıları Osmanlı dış borçlarının indirilmesine ikna edecek bir destek bulmuştu. Bütün bu ilişkiler ağının ne şekilde örülüp nasıl sonuçlandığını bukitabı okuduğunuzda öğrenebileceksiniz. Osmanlı Belgelerinde Filistin, Yayına Hazırlayan: A. Semih Torun, Cafer Durmuş, Hüseyin Özdemir, Yılmaz Karaca, Başbakanlık Osmanlı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, İstanbul 2009 Filistin toprakları, sınırları içinde İslamiyet, Hıristiyanlık ve Museviliğin ilgi odağı olan Kudüs’ü barındırmasıyla ayrı bir önem taşır. Bölge, bu sebeple hemen her devirde dünyanın alakasını üzerinde toplamıştır. Bu çalışmada, Filistin’in Osmanlı idaresinde bulunduğu zaman diliminde bölgeye götürülen sosyal ve idari hizmetler ile en üst seviyede emniyet ve huzuru sağlamaya yönelik askeri tedbirlere dair örnekler seçilmiştir. Vesika ve Fotoğraflarla Osmanlı Devrinde Kudüs, Hazırlayanlar: İlhan Ovalıoğlu, Cevat Ekici, Dr. Raşit Gündoğdu, Ebul Faruk Önal, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2009 Çamlıca Basım Yayın, Osmanlı Devleti’nin Kudüs-i Şerîf ’teki hizmetlerini, padişah ve devlet adamlarının bu mukaddes şehre gösterdiği tazim ve hürmeti ortaya koymak maksadıyla “Vesika ve Fotoğraflarla Osmanlı Devrinde Kudüs” isimli çalışmayı okuyucularına takdim ediyor. Vesika ve fotoğraflardan oluşan kitapta vesikalar, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan binlerce vesika arasından seçilmiş ve hem görüntü hem de transkribe metin olarak verilmiştir. Yine arşivden çok sayıda plan ve kroki de vesikalarla birlikte sunulmuştur. Fotoğraflar ise Yıldız Fotoğraf Albümü ile Çamlıca Basım Yayın Fotoğraf Arşivi’nde bulunan malzeme arasından seçilerek kitaba derc edilmiştir.
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Şeyh Ahmed Yasin ve İlk İntifada
ÖNCE AŞK, SONRA CİHAD: İNTİFADA Fatma BÜYÜKKARA İstanbul Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü Yüksek Lisans Talebesi ‘‘Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.’’1 Bismillâh ile başlıyoruz kelama. Başlıyoruz ki söz bereketlensin. Şehidler bir kez daha şarab-ı kevserden yudumlasın. Bizlere de onların yüzü suyu hürmetine Resûl şefaat eylesin. Taksiratımızı affetsin Yaradan, yarattığı kuluna affı reva görsün. Bir varmış. Hep varmış. Ezelden ebede var olana hamd û senalar olsun. Bir yokmuş. Yok olan masalların hissesindeymiş. Ve ben bir gün sana masallar anlatacağım Hanzala. Şimdi gözlerini sımsıkı kapa ve dinle. Dinle ki ruhun ürpersin. Ve de ki ‘‘Onlar Rablerine iman etmiş genç yiğitlerdi.’’2 Aşkın iki şehri vardı: Biri İstanbul, diğeri Kudüs. Birinde martılara simit atıp güneşe gülümseyen çocuklar vardı. Diğerinde değil gülümsemeyi, yüzünü bile göstermeyen Hanzala. Sahi aşk neydi? Küçücük ellerdeki taşı dahi yumuşatmaz mıydı? Ya da aşkın şehri gerçekten var mıydı? Vardı ki; İstanbul vardı, Kudüs vardı. Yaradanın Filistin’e Muştusu: Ahmed Yasin: 1938’in şehadet kokan bir gününde Gazze’nin güneyindeki Cevra Köyünde dünyaya geldi. Çok küçük yaşta Peygamber Efendimiz (sav)’in yetim sıfatından nasiplendi. İsrail’in işgali, hayatlarına hicreti denk düşürdü. İstikamet Gazze, cihad bilincinin filizlendiği Şahi Mülteci Kampı oldu. Burada, her bir gününü hizmet yolunda harcadığı yirmi beş senenin ardından ailesiyle birlikte Harre’ye yerleşti. Tahsilini sırasıyla; Ceva İlkokulu, İmam Şafi Okulu, Ramal el-İdad’taki ortaokul ve Filistin Lisesi’nde tamamladı. Kahire El-Ezher Üniversitesi’ne kaydını yaptırdı lakin sağlık sorunları sebebiyle devam edemedi. Şu bir gerçekti ki; O, Hakk yolun yolcusuydu. Bu bilinçle hususi bir eğitimin haddesinden geçti. Din, edebiyat, siyaset, iktisat başta olmak üzere pek çok mevzuda söz sahibi oldu. Saygınlığı arttı. Öyle ki ileri de devrin en meşhur hatibi haline gelecekti. El- Aman Yarabbî, Gönüllere Felci İndirme: Devrin İslami hareketlerinin düzenlediği kültürel faaliyetlere katıldığı birgün, yüzme eğitimi sırasında baş üstü düştü, boynu kırıldı. Ve kısmet felç geçirdi. İşte bu vak’a Ahmed Yasin’e ciddiyet libasını biçti, daha bir vakurlaştı. İlim faaliyetlerini kat kat arttırdı. Ardından felç tüm vücuduna yayıldı. Yılmak şöyle dursun, Ahmet Yasin şunu haykırdı adeta: Yeter ki kalplere felç inmesin! Şeyh, bu şekilde öğretmenliğe başladı. Hem de arkadaşlarının ‘‘Seni bu şekilde bu vazifeye getireceklerine imkan veriyor musun?’’ suallerinin gölgesinde. Çünkü Ahmed Yasin şunu çok iyi biliyordu: Rızkın varsa günü gelince elbet senin olur. Öğretmenlik vazifesine getirilir getirilmez çevresinde öğrenci grupları oluşturdu ve onları muhtelif sahalarda geliştirmeye çokça gayret gösterdi. Yardım sandıkları kurdu; muhtaçların ihtiyaçlarını gidermeye çalıştı. Yahudilerin işgali sonrasında çözülmeye başlayan Filistin Müslümanlarının, inançlarıyla sağlam durmasını sağladı. 1970’lı yıllarda Gazze başta olmak üzere Refah, Beytü’lHanun gibi bölgelerde İslam merkezleri oluşturdu. Bu merkezlerde din, kültür, spor ve siyaset dersleri verildi, ilim toplantıları düzenlendi. Ahmet Yasin bizzat bu toplantılara iştirak etti. Ardından Gazze İslam üniversitesini açtı. Toplumu bilinçlendirmek için var gücüyle çalıştı.
87
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Dört Duvar Arasından Taşan İman: Şeyhin hapislik seneleri ibretlikti. Bu zor günlerden fayda sağlamayı bildi; günlerini ibadet, zikir ve Kur’an’la meşgul olarak geçirdi. Başladığı hafızlığı tamamlamak hapishane duvarları arasında nasip oldu. İlk olarak 1965’te hapse girdi, çeşitli işkencelere maruz kaldı. Tüm bunlara sebep olarak ise kuruculuğunu Hasan el- Benna’nın yaptığı İhvan Hareketiyle alakası olması gösteriliyordu. Hapishaneden çıkar çıkmaz Cuma hutbelerine geri döndü. 1984’te İsrail askerleri tarafından evinden alındı. Mecdel Cezaevi’nde bir buçuk ay süren bir sorgulamanın ardından Bi’ru Seba cezaevine nakledildi. Burada tekrar sorgulandı. Pek çok ahlaki iftiranın hedefi oldu, tehdit edildi. Saf değiştirmesi istendi. Şeyhe ve hüküm giymiş gençlere Filistin’den ayrılmak koşuluyla serbest bırakılabilecekleri söylendi. Fakat Şeyh bu teklifi kabul etmedi, edemezdi. Onun için yüz sene hapiste kalmak, birtakım tavizler vererek çıkmaktan daha iyiydi. Çünkü Filistin’den ayrılmayı kabul etmek, yenilgiyi kabul etmekti. Oysa ki İslamiyet’e yenilgi lafzı hiç yakışmazdı. Askalan Cezaevinden çıktığında ise şunları söyledi: ‘‘Gerçekten hapis güzel idi. On kilo almayı düşünenler bir tecrübe etsin.’’ Mayıs 1989’da, Hamas hareketinin başlatıcısı olduğu gerekçesiyle İsrail istihbarat görevlileri tarafından tekrar tutuklandı. Şeyhe hapishanede türlü işkenceler yapıldı, suratına tükürüldü, dövüldü, hakaret edildi. Bir an bile uyumasına izin verilmeden günlerce sorgulandı. Amaç, şeyhi konuşturmak ve İslami hareketin içinde olduğuna dair şeyhten birkaç itiraf kelimesi koparmaktı. Lakin başaramadılar. Şeyhe İsrail rejimini tanımasını, böylece özgür kalacağını söylediler. Şeyh ise onlara: “Bana dışarı çıktığımda karpuz yemememi şart koşsanız bile yine kabul etmem. Çünkü ben işgal rejimini muhatab almıyorum ki onun şartını kabul edeyim” cevabını verdi. 30 Eylül 1997 Salı akşamı serbest bırakıldı ve tedavisi için Ürdün’ün başkenti Amman’a getirildi. Bu serbest bırakılma olayı çeşitli söylentilere sebep oldu. Bunlardan biri, Ahmed Yasin’in Ürdün’e sürgün edildiği, bir diğeri ise Amman’da Hamas Siyasi Birimi başkanı Halid Meş’al’e suikast girişiminde bulunan iki MOSSAD ajanına karşılık serbest bırakıldığı iddiasıydı. Hamas, bu haberlerin asılsız olduğu ve tedavisinin ardından Şeyhin Filistin’e geri döneceğini açıkladı. Sual: Bir ömre kaç savaş sığar ki? El-Cevap: Bilemezsin! Sual: Ya ömrün bir savaşın ortasındaysa?! El-Cevap: O zaman Ahmed Yasin ve nicesinin libasını edin. Edin ki sonunda hüsrana uğrayanlardan olmayasın! Sene 1967… İsrail tüm Filistin’i ablukası altına aldı. Mısır hükümeti, Filistinlilere silah dağıtmasına dağıtmıştı ama bu silahlarla tankların önüne çıkmak, ya deli işiydi yahut sağlam bir cihad zihniyeti. Bu dönemde gerek Mısır’ın baskıları, gerek Yahudilerin yıpratıcı politikaları halkın direniş ruhuna zarar veriyordu. Güzel olan tek şey şehid olanların cihetinden bakılınca görülebiliyordu. Hakikaten şehadet ne güzel şeydi. Mağlubiyet bir ömür sürmezdi ya, öyle de oldu. 1973’te Filistinlilerde topyekun bir uyanış görüldü. Bilinçlenmeyle birlikte şehadet, ab-ı Kevser lezzeti vermeye başladı. Lakin gidişat da ani bir değişiklik vuku buldu. Arap ülkeleri içinde en güçlü olan Mısır, İsrail ile masaya oturdu ve Camp David Anlaşmasını imzaladı. Bunun tefsiri şu idi: Mısır’ın mücadeleden çekilmesi Arap ülkelerinin direnişini tüketecekti. Direniş tükenirse geriye ne kalırdı?!
88
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Taş, Sapan ve İman: Birinci İntifada! Nihayet taş mana kazandı. O taş ki; kurtuluş ezgilerine ilham verdi. Yeri geldi Siyonist İsrail’e korku saldı. Gün oldu; tanklar karşısına imanla çıkan gencin eline silah, minicik avuçlarda umut oldu. Şimdi ilk intifadanın nabzını tutma vaktidir: Sene 1987, İsrail’in yerleşim yerlerinde çalışmakta olan Filistinli işçiler evlerine dönerken Yahudilerden biri aracını kasıtlı olarak işçilerin üzerine sürdü ve dört Filistinliyi öldürdü. Bu vak’a üzerine Filistinli direnişçiler cenazeleri alarak kalabalık bir grupla Cebelya Caddesi’nde yürüyüşe geçti. Defin işlemlerinin ardından İsrail polis merkezine saldırdılar. Bunun üzerine polis merkezinden Filistinlilere ateş açıldı, pek çok şehit Hakk’a yürüdü. İşte böyle başladı ilk intifada. Böyle filizlendi direniş hareketi. Böyle uğurlandı şehitler ebediyete. İlerleyen günlerde çatışmalar arttı. Direniş; Cebelya’dan Han Yunus’a, Gazze’den Refah’a yayıldı. 14 Aralık 1987 tarihinde ilk intifada açıklandı. Bu tarih, Allah’ın izniyle zafere ulaşacakları büyük günün kutlu miladıydı. Şeyh, bu ilk açıklamanın altına; İslami Direniş Hareketi Hamas’ın kuruluşunu müjdelercesine, Yahudilerin Filistin üzerinde hiçbir hakkı olmadığını haykırırcasına ‘‘H.M.S’’ harflerini yazdırdı. Marşlarla coşan yüreklerle sabahtan akşama her gün yürüyüşler yapıldı. Filistinli işçiler İsrail fabrikalarında ve tarlalarında çalışmadı, boykot etti. Bu durum üzerine İsrail direnişi kırmak amacıyla biri Hamas’tan, biri İslami Cihad’dan ve bir diğeri ElFetih’ten olmak üzere üç kişiyi sürgüne yolladı. ‘‘Tek emelim Allah’ın benden razı olmasıdır.’’ 6 Eylül 2003’te Şeyh Ahmet Yasin, aralarında İsmail Heniyye’nin de bulunduğu bir binada toplantıda iken suikasta uğradı, hafif yara alarak kurtuldu. 22 Mart 2004 tarihinde Gazze’deki Mecmeu’l İslami mescidinde sabah namazı eda etti. Dışarı çıktığında Siyonist işgalcilerin fırlattığı üç füzeden birinin kendilerine isabet etmesiyle vücudu paramparça oldu. Ez-cümle İmam Ahmet Yasin şehadeti yudumladı. Cihattaki lezzet demindeydi. Dem ise aşktı. Kimileri aşkı en derinden –şehadet kadehinden- yudumlardı. Bu nasıl bir sarhoşluk haliydi ki Resulullâh Efendimiz (sav): ‘‘Şehit öldürüldüğünde, sizden birinin pirenin ısırmasından duyduğu rahatsızlık kadar rahatsızlık duyar.” buyurmuşlardı. Ahmet Yasin; ömrünü İslam yoluna koymuş bir mü’min, cihad yolunda sağlam adımlarla ilerleyen bir davetçi, gençlerin eğitimine ehemmiyet veren bir eğitimci, vatanının kurtuluşunda meşaleyi en önde taşıyan bir siyasetçiydi. Ümmeti gafletten uyandırmak ne kadar zordu. Ama O biliyordu: ‘‘Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır.’’3 Rabbim O’nu yolunda muvaffak etti. Biz O’ndan razıyız, Sen de razı ol Yâ Rab! Şimdi bir tek sen değil Hanzala, tüm çocuklar Büyük Nakkaşın çizeceği kutlu zaferi gözlüyor. Gökyüzünde bağımsızlık uçurtmalarının nazlı nazlı salınacağı güzel günlere niyetle… Bahar çok uzak değil Hanzala! Ve bir gün aynı yağmur altında ıslanacağız. Ilık bir bahar esintisi yüreklerimizi teskin edecek. Şimdi küçük avuçlarını usulca aç. Ve gör ki bizim buraların kelebekleri konmuş avuçlarına. Ve bir gün döneceksin yüzünü ve ben bakacağım sol yanağında gamzen var mı diye. Varsın olmasın Hanzala! Mühim olan soldaki yürek değil mi? Ve bir gün, evet mutlaka bir gün, Sen Kudüs’ten İstanbul için yola düşeceksin. Denize karşı oturup simit yiyeceğiz. Kim bilir belki demli bir çay da içeriz, içimiz ısınır!.. Dipnotlar 1 -İbrâhim Suresi, 42. 2- Kehf Suresi, 13 3- İnşirâh Suresi, 5.
89
TAR‹HÇE
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu
Şehid Şeyh Ahmed Yasin’in Ümmete Mektubu
Allah’ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum! Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah! Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim! Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim! Tek isteğim, benim gibi Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır! Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helâk olmuş ölüler! Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felâketler karşısında? Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak? Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak! Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilâtları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye: “Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mü’min kullarına yardım et!” diye çağıramaz mı? Buna da mı gücünüz yetmiyor? Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak: “Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!” Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız! Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın! Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! Temennimiz, Allah’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır! Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın! Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları! Allah’ım! Sana şikâyette bulunuyorum... Sana şikâyette bulunuyorum... Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı Sana şikâyet ediyorum. Sen mustazafların Rabbisin... Sen bizim Rabbimizsin... Bizi kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? veya düşmana mı? Allah’ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına Sana şikâyette bulunuyorum. Sana şikâyette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı... Birliğimiz bozuldu... Yollarımız ayrıldı... Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini Sana şikâyet ediyoruz...” Eylül 2003 - ŞEHİD Şeyh Ahmed Yasin
90
91
www.minaretur.com.tr
92