İHLAS KOLEJİ BİREYSEL GELİŞİM VE EĞİTİM DERGİSİ
Sayı 13
İÇİNDEKİLER
04 ÇOCUKLARDA SAYGI EĞİTİMİ
08 HAYIR DEYİNCE KÖTÜ EBEVEYN OLMAZSINIZ!
12 ÇOCUK VE OBEZİTE
İMTİYAZ SAHİBİ Hami Koç İhlas Eğitim Kurumları Genel Müdürü GENEL YÖNETMEN Azmi AKSOY
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
16
Server Gürsoy
SANAT YÖNETMENİ Aytekin Karaca
YAZ AYLARINDA BESLENME
18 SICAK HAVALARDA ÇOCUKLARI KORUMAK
20 ANAOKULU ve ANAOKULUNA UYUM
DANIŞMA KURULU Hamdi Özakay Sebahattin Kazaz Müge Kılıç Sıtkı Çelik
REKLAM SORUMLUSU Ali Oğuz Çelikörs 0212 639 68 70
22
YAZI İŞLERİ A. Faruk Levent Esin Özer Şaban Yılmaz Elif Tuğçe Eyikoçak Ahmet Kenar Kübra Hamdioğlu Bahar Engin
KARNEYİ NASIL DEĞERLENDİRMELİ?
GRAFİK TASARIM Ozan Gürel
KATKIDA BULUNANLAR Levent Çelik, İsmail Baş
YAPIM DVC Reklam Ajansı 0 212 452 24 90 - 452 77 68
BASKI İhlas Gazetecilik A.Ş. Yenibosna/İstanbul - 0 212 454 35 08
24 “YALNIZ” ÇOCUKLAR
26 ÇOCUKLARDA DEPRESYON
28
YÜKSEK IQ HERŞEY DEMEK DEĞİLDİR
40
32
ELEKTROMANYETİK TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?
ÇOCUKLAR NEDEN EBEVEYNLERİYLE BİRLİKTE UYUMAK İSTERLER
42
HAYATI KALİTELİ YAŞAMAK
36
ANNENİN ÇOCUĞUN YAŞAMINDAKİ YERİ
44
ANNEME MEKTUP
38
GÜLER YÜZLÜ ÇOCUKLAR
45
FATİH’İ FATİH YAPAN ÖĞÜTLER
46
AİLE STRES TESTİ
YORUM ETKİLİ
01
Sayı 13
EDİTÖRDEN
Server GÜRSOY
Sevgiyi Göstermek...
Sevgi, her çirkinlikte bile, bir güzellik görebilmektir. Sevgi, yorulmak nedir, usanmak nedir bilmemektir. Sevgi,nedeni ne olursa olsun, kin beslememek, nefret etmemek, ettirmemektir. Sevgi, incinsen de, kırılsan da, asla küsmemektir. Sevgi, kendini onun yerine koyabilmektir. Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında fark vardır. *** Bir grup genç bilmek istemişler sevgiyi, “Bakın göstereyim” demiş, bilge kişi. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırmış ve onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da bir metre boyunda kaşıklar. Bilge, “bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye bir de şart koşmuş. Peki demişler, gelenler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden
bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlarmış ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine şimdi demiş bilge kişi, “sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.” Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş, oturmuş sofraya. Bu defa “Buyurun” deyince bilge kişi, her biri uzun boylu kaşığını daldırıp tasa, sonra karşısındakine uzatarak içirmiş çorbayı. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. İşte demiş bilge, “Kim ki sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı, düşünürse, o aç kalkacaktır ve kim kendi dışındakini düşünür ve doyurursa, o da, diğeri tarafından doyurulacaktır şüphesiz. *** Sevgi, kendinden çok başkalarını düşünmektir. Sevgi, yüreğin tüm kapılarını açık tutmaktır... Sevgilerimizle...
YORUM ETKİLİ
3
Prof. Dr. Nevzat TARHAN
«OCUKLARDA SAYGI EĞİTİMİ Saygılı olmak iyi bir insanın taşıması gereken temel ˆzelliklerden birisidir. Saygı, insanın kendi kişiliği ile başkalarının kişiliğinin arasındaki sınırı bilip o sınırı aşmaması, kendi aleyhine dahi olsa başkasının hakkına, hukukuna ˆzen gˆstermesidir. Her anne baba Áocuklarının etrafa ve kendilerine karşı saygılı olmasını ister. Ancak saygının sınırının ne olduğu; kimlere, nereye kadar saygı gˆsterilmesi gerektiği konusunda bazı soru işaretleri olabilir.
S
aygı ölçütleri kültürden kültüre farklılık gösterir. Bizim kültürümüzde yaşlılara saygı göstermek önemsenirken başka kültürlerde önemsenmeyebilir. Yine bizim kültürümüzde yardımlaşmak, ihtiyacı olanlara bağışta bulunmak çok önemlidir. Fakat örneğin Japonya’da yaşayan bir insana yardım etmek, para vermek onun kişiliğine yapılmış bir hakaret ve saygısızlık olarak kabul edilebilir. Saygı ölçütlerini bu kültürel farkları göz önüne alarak belirlemek gerekir. Aynı kültürün içinde de ölçütlerde birtakım değişiklikler olabilir. Zaman içinde
4
YORUM ETKİLİ
değer yargılarında değişmeler görülebilir. Örneğin, itaat kültürü ve otoriteye gösterilen aşırı saygı kişinin özsaygısı aleyhine işlediği için bu konudaki ölçütleri yeniden düzenlemek gerekir. Saygı Eğitiminde Yapılan Hatalar Yukarıda ifade ettiğimiz gibi kültürümüzde itaat ve büyüklere saygı önemli bir yer tutar. Sadece büyüklere değil, nefes alıp veren her şeye saygılı olmak elbette çok güzel bir davranıştır. Ancak bunu özsaygıyı önemsememe noktasına götürmek kendine güvensiz, girişimci olmayan, inisiyatif kullanamayan, de-
ğişimi sorgulamayan, zora talip olmayan, yeteneklerini geliştiremeyen insanlar ortaya çıkarır. Baskıcı kültürel özelliklerimiz nedeniyle ailede baba baskısı şeklinde başlayan bu sürece ilerleyen yıllarda toplum baskısı, koca baskısı, kayınvalide baskısı da eklenir. Kişi kendi özsaygısını kaybeder ve kendisini bir çeşit paspas gibi görür. Kendi kişiliğinin sınırlarını bilemeyen, sadece kurallara uymak zorunda hisseden; ama kuralları sorgulamayan bir insan ortaya çıkar. Anne babalar kendi haklarına sahip çıkabilen, silik olmayan, kendine güvenen
Sayı 13
çocuklar yetiştirmek isterler. Ama hayatın içinde yaşanan olayları alıp incelediğimizde, genellikle o anda sorunu çözmek için çocuğun kendine güvenini zedeleyeceği tavırlar takınıldığını görürüz. İnsanların çoğu başkalarını kırmamak, gücendirmemek için kendi çocuklarını kırar ve çoğu zaman bunun yanlış bir davranış olduğunu fark bile edemez. Çocuklara saygı eğitimini hak duygusuyla birlikte vermeliyiz. Çocuk hem kendi hakkını talep etme, hak arama becerisini kazanmalı, hem de başkasının hakkına zarar vermeme bilincini benimsemelidir. Çocuğa körü körüne itaat alışkanlığı kazandırmak yerine doğru olana, hakka, akla uygun olana saygı alışkanlığı kazandırılmalıdır. Çocuğun zihninde iyikötü, doğru-yanlış kavramlarının oluşması için ona kuralların nedenleri, gerekçeleri izah edilmelidir. Çocuk kurala anne babası öyle istediği için değil, doğru olduğuna inandığı için uymalı, başka insanlara da bu motivasyondan hareketle saygı göstermelidir. Körü körüne uygulanan kurallarda neyin neden yapıldığı bilinmediği için tutarsızlıklar olacaktır. Aslolan çocukta kalıcı bir davranış değişikliği ve saygı bilinci geliştirmektir. Aksi halde çocuk sadece anne babasının yanında onların istediği gibi davranıp yalnızken canının istediğini yapabilir. Çocuklarda saygı eğitiminde anne babaların tutumları çok önemlidir. Çocukların benmerkezci olduklarını biliyoruz. Benmerkezcilik, çocukların bencilce davranmalarına, hata yapmalarına neden olur. Çocuklar davranışlarının sonucunu düşünmeden hareket ederler. Kendilerini nasıl iyi hissederlerse öyle davranırlar. Çocuk için o anda korkunun gitmesi, incinme ihtimalinin ortadan kalkması, kendini daha iyi hissedebilmesi saygısız bir davranışta bulunması için yeterli nedendir. Davranışının iyi mi, kötü mü olduğunu, uzun vadeli sonuçlarını düşünmez. O nedenle anne baba çocuğa doğru rehberlik yapma görevini yerine getirebilmelidir. Büyükler rehberlik rolünü doğru üstlenebilirlerse çocuk hayatı tanır; nerede, nasıl davranacağını öğrenir. Aileler saygısızlık, haksızlık yapan çocuğa mutlaka müdahale etmelidirler;
fakat bunu çocuğa konuyla ilgili farkındalık kazandırarak, yaptığının neden yanlış olduğunu anlatarak yapmalıdırlar. Çocuğun saygısızlık yapmayı bir yöntem haline getirmemesi, huy edinmemesi için çaba göstermek gerekir.
Aileler çocuğa saygının sınırlarını iyi çizmeli; nerede, ne yapılacağını öğretmelidir. Gülünecek yerde gülünecek, ağlanacak yerde ağlanacak, saygı gösterilecek yerde saygı gösterilecek gibi zaman kavramını iyi öğretmek gerekir.
«ocuklara saygı eğitimini hak duygusu ile birlikte vermeliyiz. «ocuk hem kendi hakkını talep etme, hak arama becerisini kazanmalı, hem de başkasının hakkına zarar vermeme bilincini benimsemelidir. «ocuğa kˆr¸ kˆr¸ne itaat alışkanlığı kazandırmak yerine, doğru olana, hakka, akla uygun olana saygı alışkanlığı kazandırılmalıdır.
YORUM ETKİLİ
5
İyilik yapana iyilikle karşılık verilir. Kˆt¸l¸k yapana kˆt¸l¸k yapmak değil de haksızlık yapmamaya Áalışmak, haksızlık yapmadan hatasını gˆstermek idealdir. «ocuğa sadece iyilere saygılı olmayı değil kˆt¸l¸k yapana haksızlık yapmama kaygısını da ˆğretmek gerekir. «ocuklara haklarını ararken saygı sınırları iÁinde kalmayı ˆğretmek iÁin anne babaların bu konuda da model olmaları gereklidir. İnsanın kişilik gelişiminde sosyal sınırları çizebilmek çok önemlidir. Saygılı Davranarak Hakkını Aramak Saygılı davranmayla hak arama arasındaki sınır önemlidir. Hak aramak illa ki zor kullanmak, şiddete başvurmak değildir. İyilik yapana iyilikle karşılık verilir. Kötülük yapana kötülük yapmak değil de haksızlık yapmamaya çalışmak, haksızlık yapmadan hatasını göstermek idealdir. Çocuğa sadece iyilere saygılı olmayı değil kötülük yapana haksızlık yapmama kaygısını da öğretmek gerekir. Çocuklara haklarını ararken saygı sınırları içinde kalmayı öğretmek için anne babaların bu konuda da model olmaları gereklidir. Kavgacı bir ailede yetişen çocuk ister istemez bunun sorun çözmek için doğru yöntem olduğunu düşünür, öyle hareket eder. Nasıl ki aile içi ilişkilerde haklı olmak yetmiyor, haklı olanın kendisini doğru bir üslupla ifade etmesi gerekiyorsa aynı şekilde
6
YORUM ETKİLİ
sosyal ilişkilerde de kullanılan yöntem önemlidir. İnsanların medeniyet ölçüsünü gösteren en önemli özellik doğru yöntemle hak arama bilinci ve hukuka saygı anlayışıdır. Hukukun geçerli olduğu toplumlarda haksızlığa uğrayan kişi, karşısındakinin boynuna sarılmaz. Hatayı Kabul Edebilmek Günümüzde insanlar arasında yaygın olan bir tavır, kişilerin haksız oldukları, hata yaptıkları durumlarda bunu kabul etmeme eğilimi göstermeleridir. Bu davranışın temelinde hata yapmanın insanın değerini azaltacağı düşüncesi yatmaktadır. Oysa ki hata yapmak çok doğal bir şeydir. Önemli olan insanın hatasını fark edip düzeltmesi ve aynı hatayı bir daha yapmamaya çalışmasıdır. Hiç kimsenin her durumda haklı olması mümkün değildir. Hatalı olduğu halde “ben hep haklıyım” duygusu içinde hareket eden insan çevresindekileri kendisinden uzaklaştırır. Bazı
insanlar teşekkür etmeyi ve özür dilemeyi zayıflık olarak görürler. Sürekli haklı olduklarını savunma çabası içindedir. Bu davranışın arkasındaki dinamiği araştırdığımızda şunu görürüz: Kendilerinde birtakım eksiklikler gören insanlar kontrolü başkalarına bırakmamak için sürekli haklı olduklarını kanıtlamaya çalışırlar. Daima kendisinin haklı, başkalarının haksız olduğunu kanıtlamaya çalışan kendini beğenmiş kişiler kendilerini yalnızlığa mahkum ederler. Halbuki bir insanın hatasını kabul etmesi kendisine değer katar ve başkaları tarafından daha çok sevilmesini sağlar. Yetişkinlerin bu bilinçte olup hem kendi sosyal hayatlarında hem de aile içi ilişkilerinde özür dilemeyi bilmeleri ve bunu uygulamaları, çocuklarına doğru örnek olma bakımından önemlidir. Hatasını kabul etmek hem hak duygusuna uygun bir davranıştır, hem de kişiye duyulan saygıyı arttırır.
Psk. Şeyda ÖZDALGA
HAYIR DEYİNCE K÷T‹ EBEVEYN OLMAZSINIZ! Annenin ve babanın ortak tavır alması, birinin hayır dediğine diğerinin evet dememesi, kararlı ve tutarlı davranmaları, Áocuklarının istenen davranışları geliştirmesine yardımcı olacaktır. Hadi bu seferlik izin veriyorum. Al da sus yeter ki! yaklaşımları tutarsız yaklaşımlardır. «ocuğa verilen mesajlar karışır; «ocuk neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamakta g¸Ál¸k Áeker.
Anne Babaların Çocuk Disiplininde Yapması Gerekenler Nelerdir? Aile üyelerinin belli bir düzene göre yaşaması için oluşturulan disiplin, genel anlamıyla kişilerin içinde yaşadıkları topluluğun genel düşünce ve davranışlarına uymalarını sağlamak amacıyla alınan önlemlerin tümüdür. Bu, evin ve ailenin değer, düşünce ve davranışlarına uygun, yapılması ve yapılmaması ge-
8
YORUM ETKİLİ
reken davranışları içeren önlemler yani bir davranış düzeni demektir. Akşam yatma saati, yeme düzeni, tv seyretme, diş fırçalama gibi durumların sağlıklı ve bilinçli düzenlenmesi kısıtlama engelleme değil, düzenli bir yaşam sistemi kurmaktır. Bazı ailelerin disiplini(düzeni) daha katı, bazılarının ise esnektir. Burada önemli olan bu düzenin nasıl yapıldığıdır. Kuralların yerleşmesini sağ-
lamak için davranış öncesi, davranış sırasında ve davranıştan sonra yapılması gerekenler vardır. Davranıştan Önce; l Önleyici açıklama yapmak, kuralları öğretmek (Sokakta ağlayarak bir şey istemesinden ne kadar rahatsız olduğunuzu, nasıl davranması gerektiğini belirtmek)
Sayı 13
melerinizi karıştırıyorsa ona benzer çocuk malzemeleri almak, ablasının defterini karalıyorsa ona başka bir defter almak) l Duygularınızı belirtmek (“Yemeğini yemediğin zaman üzülüyorum, beslenemediğini düşünüyorum.””Arkadaşına vurduğun zaman onun canı yanıyor, çok üzülüyor.”) Sorundan Sonra; l Sonuçları değerlendirmek (“Bak odan toplu olmayınca, aradığın oyuncağı bulamıyorsun.”) l Sonuçları yaşamasına izin vermek (Duvarını boyayan çocuğun, duvarı temizlemesini sağlamak) Annelerin ve babaların bu stratejileri oluştururken ortak tavır alması, birinin “hayır” dediğine diğerinin “evet” dememesi, kararlı ve tutarlı davranmaları istenen davranışları geliştirmesine yardımcı olacaktır. “Hadi bu seferlik izin veriyorum.” “Al da sus yeter ki !” yaklaşımları tutarsız yaklaşımlardır. Çocuğa verilen mesajlar karışır; çocuk neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamakta güçlük çeker. Deneme ve isyanı körükler, öğrenmeyi ve sorumluluk kazanmayı engeller.
malarını beklemesi, çocuklarının küfürlü konuşmasını istemeyen anne babanın, kendisinin küfürlü, argo konuşması gibi) l Aşamaları öğretmek (Odasını toplama beklentiniz ne kadar gerçekçi ? Odasını nasıl toplaması gerektiğini aşama aşama öğretmelisiniz. Arabalar buraya, Legoların kutusu bu, şeklinde yardım etmelisiniz) l Çevreyi, koşulu değiştirmek. (Sokağa çıkar çıkmaz tuvalet ihtiyacını gidermek için tuvalet aramamak için evden çıkmadan önlem almak, yemek zamanında zor yemek yiyorsa yemek öncesinde abur cubur yemesini engellemek ya da yemek saatini değiştirmek) l Örnek olmak (Anne Baba olarak model olmak. Kitap okuma alışkanlığı olmayan ebeveynlerin çocuklarının kitap oku-
Sorun Sırasında; l Gerçek sebebi anlamaya çalışmak. (Çocuk için sorunu ortaya çıkaran durumun altında bir engellenmişlik ya da başka istek ve ihtiyaçlar olabilir. Annebabasının yanında korku sebebiyle yatmak isteyen çocuk, doyuma ulaşmamış bir sevgi gereksiniminde olabilir.) l Alternatifler sunmak (Makyaj malze-
En Çok Hangi Hataları Yaparlar? Hata tanımı çocuğun yaşına, mizacına, aile yapısına göre değerlendirilmelidir. Anne babasına 3-4 yaşında tekme atan, ona sen pissin, çöpsün diye kendince öfkesini gösteren çocukla, 9 yaşındakinin benzer davranışları aynı değildir. Ebeveyni rahatsız eden genelde, ağlayarak isteklerini belirtmesi, nedensiz huzursuz ağlaması, arkadaşlarına vurması, ısırması, küfürlü konuşması ev eşyalarına zarar vermesi, tuvalet eğitimini aldığı halde evde yere tuvaletini yapması, bir başkasının yanında farklı davranışlar sergilemesi, yatma saatinde yatmaması, tv’nin başından kalkmaması, yemeğini yememesi gibi davranışlardır. Bu hataların devamını sağlayanlar ise ailelerin şu tür yaklaşımlarıdır; l Çocukta görülen istenmeyen davranışın bir süre sonra kendiliğinden geçeceği inancı l Çocuğun anneyi, babayı duymazdan YORUM ETKİLİ
9
gelmeye neden olan bıktırıcı tekrarlar ve hatırlatmalar l Konuşmalar, ders vermeler, söylevler l Onaylandığını düşündüren, yanlış davranışı görmezden gelmek l Açık olmayan direktifler (“birbirinizle güzel güzel oynayın”) Çocuğa Hangi Noktada “Hayır” Denmelidir? Kabul sınırlarınızı aşan durumlarda, davranıştan önce kuralı öğrettiğiniz durumlarda, sık tekrarlanan durumlarda kararlı ve tutarlı “hayır” denmesi davranışın yeniden düzenlenmesine başlangıç olacaktır. Hayır demek ceza demek değildir. Çocuğa gösterilen bir tavırdır. “Hayır” çocuğun yaşına, kişilik yapısına ve özel durumlara göre düşünülmelidir.3 yaşında yemeğini üstüne dökmeden yemesi beklenemez. Çocuğa kuralların nedeni anlatılmalıdır. Beklenen davranış açıklanmalı, hangi davranışın, ne zaman beklendiği açık bir dille öğretilmelidir. Kuralların uygulanmasında çocuğa aktif rol ve sorumluluk verilmelidir. Beklendik davranışlar veya ona yakın olanlar ve çabası takdir edilerek pekiştirilmelidir. Bazı İsteklerine Hayır Demenin Yarar ve Zararları Nelerdir? Kısıtlayıcı sınırlar ve aşırı kontrol, denemek ve keşfetmek için çocuğa çok az özgürlük sunar. Tamamen yetişkine ait bir kontrol çocuğun özdenetimi geliştirmesini engeller. Öğrenme ve sorumluluk kazanmayı engeller, çocukta isyanı körükler. “Hayır” lar çocuklara sınırları öğretmek, elindekilerle tatmin olmasını sağlamaktadır. Sorumluluk ve özgürlüğün aile bireyleri arasında sağlıklı dağılımı söz konusudur. Anne baba ve çocuğun hakları güvence altındadır. Sınırların ihlal edilmesi durumunda nelerle karşılaşacağı, önceden tüm taraflar tarafından bilinir. Ağlayarak oyuncağa ulaşamayacağını bilir. Öğrenmeyi ve sorumluluk kazanmayı arttırır, işbirliğini ve ilişkileri düzenler. Ebeveyn Çocuğun İsteklerini Yapmadığında Suçluluk Psikolojisinden Nasıl Kurtulabilir? Suçluluk psikolojisi yanlış yaptığına
10 YORUM ETKİLİ
inanmaktır. Çocuğun özdenetimini sağlayacak yaklaşımların sonuçları ebeveynin doğru yaptığını gösterecektir. Eğer sorun sürüyorsa ya fazla katı, ya tutarsız ya da sınırsız bir yaklaşım söz konusudur. Çocuğa sınır koymak, yanlış davranışları önlemek, kuralları net ve anlaşılır şekilde öğretmek için ihtiyaç duyulan yöntemleri sağlar. Sağlıklı sınırlar konulduğunda öğütlere, tehditlere, cezalar, rüşvetlere gerek kalmayacaktır. Çocuklar yaşadıkları dünyanın kurallarını anlamak isterler ve buna ihtiyaçları vardır. Onlardan ne beklendiğini, insanlarla birlikteyken nerde duracaklarını, ne kadar ileri gidebileceklerini ve çok ileri gittiklerinde nelerle karşılaşacaklarını bilmek isterler. Sınırlar ço-
cukların araştırma yapmalarına yardımcı olur. Neden sonuç ilişkilerine bu şekilde ulaşırlar. Sınırlar ilişkileri tanımlar kim ebeveyn? Kim çocuk? Ve sınırlar güvenlik sağlar. Çocuklar anne babalarından “annebaba” olmalarını isterler. Anne babalarının sınırları belirlemede kararlı olmalarını ve kendilerine güvenecekleri sınırları sağlamalarını beklerler. l Kararlı ve tutarlı bir tutum sergileyiniz. l Mesajlarınız çocuğu davranışı üzerine olsun. l Doğrudan ve belirgin ifadeler kullanınız. l Normal bir ses tonu kullanınız. l Sonuçlarla yüzleştiriniz. l Sözlerimiz davranışlarımızla desteklenmelidir.
Tamer MADEN
«OCUK VE OBEZİTE G¸n¸m¸zde insanlar yoğun iş temposu, şehirlerdeki kargaşa, ses kirliliği, hava kirliliği, iş stresi, ekonomik şartların yetersizliği ve dengesiz, yanlış beslenme alışkanlığı nedeniyle Áeşitli sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının başında ise geleceğimiz olan Áocuklarımız arasında da oran olarak Áok b¸y¸k bir artış gˆsteren, hatta baş edilemez hale gelen obezite (şişmanlık) sorunu gelmektedir.
İ
nsanoğlu için her zaman fiziksel ve duygusal açıdan sağlıklı olmak çok önemlidir. Özellikle sanayi toplumuna geçişten sonra önemini biraz daha artırmış ve bilişim çağında önemi bir kat daha fazlalaşmıştır. Günümüzde insanlar yoğun iş temposu, şehirlerdeki kargaşa, ses kirliliği, hava kirliliği, iş stresi, ekonomik şartların yetersizliği ve dengesiz, yanlış beslenme alışkanlığı nedeniyle çeşitli sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının başında ise geleceğimiz olan çocuklarımız arasında da oran olarak çok büyük bir artış gösteren, hatta baş edilemez hale gelen obezite (şişmanlık) sorunu gelmektedir. Obezite, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka
12 YORUM ETKİLİ
tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Obezite, besinlerle alınan enerji miktarının, metabolizma ve fizik aktivite ile tüketilen enerji miktarını aştığı durumda ortaya çıkar. Obezite, insan vücudunda kalp ve damar sistemi, solunum sistemi, hormonal sistem, sindirim sistemi gibi sistemleri etkileyen ve birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlar. İnsan hayatını kısaltır ve hayat kalitesini olumsuz bir yönde etkiler. Özellikle son yirmi yılda ülkemizde de bir salgın hastalık gibi yayılmıştır. Türkiye’de Her 3 Kadından Biri ve Her 5 Erkekten Biri Şişman Ülkemizde şişmanlığın son on yılda kadınlarda % 65 oranında, erkeklerde %
30 oranında artış gösterdiği görülmüştür. Her üç kadın ve her beş erkekten birinin şişman olması düşündürücü bir durumdur. Şişmanlığın giderek artmasının nedeni fiziksel aktivitelerin azalması, hareketsizliğin giderek artması, beslenme alışkanlıklarının değişmesi, lezzetli ve yağ içeriği yüksek yiyeceklerle ve fast food türü gıdalarla beslenmenin artmasıyla bağlantılıdır. Çocuklarımızın eğitimde sınav sisteminin getirdiği yoğun tempo ve çalışma nedeniyle okul içi ve okul dışı tüm spor aktivitelerinden geri durması, ders çalışma sırasında atıştırarak beslenme ve bu beslenmede tercih ettiği besinlerin yanlışlığı, fast food beslenmenin önle-
Sayı 13
nemez yükselişi, organik besinlerin giderek azalması, okul kantinlerinin öğrencilere sunduğu beslenme yanlışlıkları obezitenin tüm hızıyla artmasına neden olmaktadır. Şişmanlıkta Kalıtımın-Genetiğin Rolü Yapılan çalışmalar şişmanlık oluşumunda kalıtım veya genetik faktörlerin % 25-40 oranında rol oynadığını göstermiştir. Şişman kişilerin çocuklarında şişmanlık görülmesi 2-3 kat fazladır. Anne ve babanın her ikisinin şişman olması durumunda çocuklarının %80’ninde erişkin yaşta şişmanlık gelişir. Anne veya babadan biri şişman ise çocuklarda %40, her ikisi normal kilolu ise %10 oranında şişmanlık gelişme riski vardır. Çocukluk çağında (310 yaş arası) aşırı kilolu olan çocukların %50’ sinde erişkin dönemde aşırı kilolu olma riski vardır. Erkek tipi şişmanlık, yağların karında ve iç organlarda toplanması, vücudun üst yarısının şişmanlığıdır. Kadın tipi şişmanlık, yağların kalça veya uylukta toplanmasıyla oluşan şişmanlık türüdür. Kalp hastalığının, şeker hastalığının, kan yağlarında yüksekliğin daha sık görüldüğü ve mutlaka tedavi edilmesi gereken şişmanlık türleridir. Şişmanlığı anlayabilmek için bel çevresi ölçümü yapılabilir; göbek hizasından ölçülür ki bu erkeklerde 102 cm. kadınlarda 88 cm’den fazla olursa risk oluşturur.
spor uzmanının vereceği program doğrultusunda yapılmalıdır. Pratik Egzersiz Bilgileri;
lEgzersizi sabah aç karnına yapılmalı. lGöbeğiniz sarkıyorsa, karın hareketleri yaparak kaslarınızı güçlendirin.
«ocuklarımızın eğitimde sınav sisteminin getirdiği yoğun tempo ve Áalışma nedeniyle okul iÁi ve okul dışı t¸m spor aktivitelerinden geri durması, ders Áalışma sırasında atıştırarak beslenme ve bu beslenmede tercih ettiği besinlerin yanlışlığı, fast food beslenmenin ˆnlenemez y¸kselişi, obezitenin t¸m hızıyla artmasına neden olmaktadır.
Şişmanlığın Tedavisi 1. Diyet Tedavisi: Diyetler genelde 3 ana ve 3 ara öğün olacak şekilde düzenlenir. Fakat ana öğünler kadar önemli olan ara öğünler her zaman ihmal edilir. Kan şekeri, kişi öğününü tükettikten 2 - 2,5 saat sonra yavaş yavaş düşmeye başlar ve böylece açlık hissi doğar. Buradaki ara öğünlerin amacı da kan şekerinin düşmesini ve açlık duyulmasını engellemektir. Bu nedenle de ara öğünlere gereken önemi verilmelidir. Asıl önemlisi mutlaka ama mutlaka bir uzman diyetisyenle görüşülmeli ve verilen programa uyulmalıdır. 2. Egzersiz: Egzersiz, kuvvet, dayanıklılık ve esnekliğe sahip olmanız demektir. Egzersiz diyetle beraber olmalı ve mutlaka sağlık kontrolü yapıldıktan sonra YORUM ETKİLİ
13
÷zellikle Áocuklarda giderek artan obezite yetişkin yaşlarda daha fazla daha ˆnemli sağlık sorunlarının meydana gelmesine sebep olmaktadır. Unutulmamalıdır ki obeziteyi engelleyen en b¸y¸k g¸c¸n¸z dengeli - sağlıklı beslenme ve bilinÁli egzersiz yapmanızdır.
lOturduğunuz yerde kol ve bacak hareketleri yapın. lHer zaman hızlı tempoyla yürüyün. lEgzersiz 20-30 dakika 4-5 kez veya 45-60 dakika haftada 2-3 kez yapılmalıdır. Egzersiz İçin Bahanelerimiz; lÇok meşgulum lÇok zor bunu yapamam lEgzersize değil rahatlama ve dinlenmeye ihtiyacım var lSportif yapıda birisi değilim lÇok yaşlıyım lKendi başıma yapamam lSpor kıyafetleriyle güzel gözükmem, yadırganırım Bahane Yok; lAlışveriş ve gezmek için vaktiniz varsa egzersiz için de vardır lKolay olan egzersizleri seçin lEgzersiz Rahatlama ve dinlenmenin en iyi yoludur lYapınıza uygun sporları seçebilirsiniz lYaşın asla bir önemi yoktur lHiçbir zaman tek olmazsınız lRahat kıyafetler seçin
14 YORUM ETKİLİ
Egzersizin Faydaları; lKalp ve akciğeri kuvvetlendirir lKalp dolaşım sistemini verimli çalıştırır lİyi bir fiziksel uygunluğa sahip olmanızı sağlar lKaslarınız kuvvetli, eklemleriniz esnek olur lZinde tutar, straesten uzaklaştırır lKemiklerinizin sağlamlığını korur lSigara ve alkolün bırakılmasında önemlidir Öneriler; Yürüyüş: Her fırsatı değerlendirin, yakın olan okulunuza, marketinize, iş yerinize yürüyerek gitmeyi ihmal etmeyin. Jog (Hafif Koşu): Kendinizi sıkmadan, hız olmadan nefes kontrolünüzü yaparak hafif koşular yapınız. Yüzme: Fırsat buldukça yaz-kış yüzmeye mutlaka gidiniz. Havuz tercihlerinizde hijyene özen gösteriniz. Aşırı Zorlamayın: Egzersizin hangi türünü yaparsanız yapın asla zorlamalardan kaçının. Spor uzmanlarının programını dikkate alın. Açık Alanları Tercih Edin: Mevsime göre spor kıyafeti giydikten sonra açık
alanlar en güzel egzersiz alanlarıdır. Özellikle yaz aylarında kapalı mekanlardan uzak durun. 3. Davranış Tedavisi: Davranış tedavisi obezite tedavisinde çok önemlidir. Şişmanların %40-60’ında üzüntü ve sıkıntı zamanında atıştırmalar olur. Hareketsiz bir yaşam obezitenin en önemli kaynağıdır. Günlük hayatta hareketi artırmalıdır. Televizyon ve bilgisayar başında geçen zamanın fazla olması da şişmanlığın önemli nedenlerindendir. Bütün bunların yanında ilaç tedavisi ve cerrahi tedaviler de vardır. Bu tür tedaviler için en verimli önerimiz tabiî ki doktora danışmaktır. Yukarıda belirtilen konular aslında hiç de küçümsenmeyecek aksine özenle üzerinde durulması gereken hususlardır. Özellikle çocuklarda giderek artan obezite yetişkin yaşlarda daha fazla daha önemli sağlık sorunlarının meydana gelmesine sebep olmaktadır. Unutulmamalıdır ki obeziteyi engelleyen en büyük gücünüz dengeli - sağlıklı beslenme ve bilinçli egzersiz yapmanızdır.
Diyetisyen Seçil KENAR
YAZ AYLARINDA BESLENME Yaz aylarında sıcaklığın artması ile birlikte v¸cuttan ter ile ˆncelikle sıvı, potasyum ve sodyum gibi birÁok mineral kayıpları olur. Su v¸cudumuzda, cildin nem ve elastikiyetinin d¸zenlenmesinde metabolik olaylarda, v¸cut ısısının dengelenmesinde, v¸cuttan zararlı maddelerin uzaklaştırılmasında, sel¸litin ˆnlenmesin gibi birÁok hayati v¸cut işlevlerinde gˆrev alır.
H
avaların ısınması ile beslenme düzenimiz de değişmektedir. Peki, yazın beslenme alışkanlıklarımız nasıl olmalı, hangi besinlerden fazla tüketmeli, hangi besinleri tüketmemeli ve besinleri hazırlarken nelere dikkat etmeliyiz. Öncelikle Sıvı Tüketimi Arttırılmalı Yaz aylarında sıcaklığın artması ile bir-
16 YORUM ETKİLİ
likte vücuttan ter ile öncelikle sıvı, potasyum ve sodyum gibi birçok mineral kaybı olur. Su vücudumuzda, cildin nem ve elastikiyetinin düzenlenmesinde metabolik olaylarda, vücut ısısının dengelenmesinde, vücuttan zararlı maddelerin uzaklaştırılmasında, selülitin önlenmesi gibi birçok hayati vücut işlevlerinde görev alır. Vücutta fazla su kaybı sonucunda bayılma hissi, bulantı,
baş dönmesi gibi sağlık problemleri baş gösterir. Özellikle yaz aylarında terleme ile artan sıvı kaybını karşılamak amacıyla günde 2.5-3 l su içilmelidir. Ayrıca yaz aylarında egzersiz ve spor yapılırken kış aylarına göre daha fazla sıvı kaybı yaşanacağı için egzersize başlamadan 15 dk. önce 1-1.5 bardak, egzersiz sırasında ise 10-15 dakikada bir yarım bardak su içmek gereklidir.
Sayı 13
Ayrıca ter ile kaybedilen minerallerin de yerine konulması açısından ayran da tüketilebilir. Bunun yanında vücudun ihtiyacından fazla su tüketmesinin, böbreklerin zarar görmesine ve vücutta ödem oluşmasına sebep olabileceği unutulmamalıdır. Yağlı, Ağır Gıdalardan Uzak Durun Yaz aylarında sıcakların artması ile besin seçimlerinde dikkatli davranmak gerekmektedir; lKızartmalar, aşırı yağlı gıdalar, sakatatlar yerine ızgara, buğulama, haşlama olarak hazırlanmış, yağı alınmış etleri tercih ediniz. lBağışıklık sistemini güçlendirmek için, zararlı maddeleri vücuttan uzaklaştırmada görevli Omega-3 yağ asitlerini içeren balığı haftada 2 kez tüketiniz. lKışa göre tabaklarınızdaki yemek porsiyonlarını daha küçük tutunuz. lKan şekerinin hızla yükselip, hızla düşmesine sebep olan yağlı, şekerli, ağır tatlıları tüketmek yerine; protein, karbonhidrat ve yağın yanı sıra A, B, C, D ve E grubu vitaminlerle birlikte kalsiyum, fosfor, magnezyum, sodyum, potasyum, demir ve çinko gibi mineraller de zengin olan dondurma veya sütlü tatlıları tercih edin. lKarbonhidrat (şeker)kaynağı olarak yağlı, kızartılmış, ağır olan hamur işleri yerine kan şekerinizi daha iyi düzenleyen kepek ekmek, bulgur, kepekli makarna gibi gıdaları tüketiniz. lYağ oranı yüksek gıdalar yerine bağırsakların çalışmasını kolaylaştıran, doygunluk veren salata, tam buğday ekmeği, sebze yemekleri, meyve gibi posalı gıdaları tercih ediniz. lSerinlemek için çok tükettiğimiz gazlı, şekerli, kafein içeren içecekler yerine taze sıkılmış meyve suyu, soda ve bol su tüketiniz. Fazla tüketilen kafein kalp çarpıntısı, uykusuzluk, huzursuzluk gibi sağlık problemlerine neden olur. Bol Meyve-Sebze Tüketiniz Özellikle yaz aylarında meyve-sebze çeşidindeki artışlardan yararlanmak gerekir. Başta kanser, kalp hastalıkları, sindirim sistemi hastalıkları gibi birçok hastalığın önlenmesinde, yüksek posa içeriği ile kan şekerinin düzenlenmesi, kabızlık gibi hastalıkların engellenme-
sinde ve vitamin-mineral içerikleri yö nünden zengin olan meyve ve sebzeler günde 6-7 porsiyon tüketilmelidir. Son yıllarda vücut için öneminin altının çizildiği antioksidanlardan zengin meyve ve sebzelerin tüketilmesine yaz aylarında da özen gösterilmelidir. Yeşil biber, maydanoz, çilek, erik gibi meyve ve sebzelerde bol miktarda bulunan C vitamini de antioksidandır. Yumurta, süt ve türevleri, havuç, kayısı gibi besinlerde bulunun A vitamini ve tahin, kurubaklagil, fındık, badem gibi yağlı tohumlarda bol miktarda bulunan E vitamini antioksidandır. Özellikle yaz aylarında kolay ulaşabileceğimiz meyve-sebzelerin vücuda yararları: Üzüm: Vücudu zararlı madde etkilerine
karşı koruyan, fitokimyasallardan flavonoidleri içeren kalp hastalıkları ve kansere karşı koruyan üzümü bol bol tüketilebilir. Karpuz: İçerdiği laykopen maddesinin, kansere karşı koruyucu özelliği olduğu bilinen A ve E vitaminlerinden daha etkili olduğu görülmüştür. Yazın tüketimi yararlıdır. Kayısı: İçindeki bet karaton adlı madde hücrelere saldıran molekülleri kontrol altına alarak, kanseri önler. Bağırsakların çalışmasına yardımcı olur. Bir kayısı ne kadar parlaksa, içindeki beta karoten
oranı o kadar yüksektir. Domates: Karotenoidlerden özellikle laykopen yönünden zengindir. Laykopenin antioksidan etkisi nedeniyle göğüs, sindirim sistemi, serviks, mesane, deri kanser riskini azalttığı bildirilmektedir. Antioksidan öğeler, tekli oksijenin oluşmasını önleyerek ya da oluştuktan sonra bağlayarak etkinlik gösterir. Biber: Bol miktarda A ve C vitamini içerir Çilek: Bol miktarda A, B1, B2, C ve K vitamini, protein, şeker, meyve asidi, demir, fosfor, sodyum, kalsiyum ve potasyum içerir. Şeftali: Bol miktarda A ve C vitaminlerini içerir. Pektin içeriği yüksektir. Yaz Aylarında İshal ve Besin Zehirlenmelerine Dikkat! Sıcakların artması ile besin zehirlenmeleri ve ishal vakalarında artışlar görülmektedir. İyi yıkanmayan sebze ve meyvelerin tüketilmesi, temiz olmayan suların kullanılması, açıkta satılan gıdaların tüketilmesi, pişmiş yemeklerin buzdolabı dışında bekletilmesi gibi birçok nedenden dolayı besin içinde toksin ve bakteri oluşumlarının vücuda alınması ile ishal ve besin zehirlenmeleri görülebilmektedir. lYiyecekleri buzdolabında belirli ısı derecelerinde saklamaya özen gösterilmelidir. lSebze ve meyveler bol akan su altında yıkanmalıdır. lDışarıdan açıkta satılan gıdalar alınmamalıdır. lBesin satın alınırken son kullanma tarihleri kontrol edilmelidir. lAlınan besinler taze ve kısa sürede tüketilmelidir. Uzun süre saklanan besinlerde mikroorganizma üremesi ve vitamin kayıpları artmaktadır. YORUM ETKİLİ
17
Dr. Şükrü CİDO
Sıcak havaların yetişkinler ¸zerinde bile olumsuz etkiler oluşturduğunu biliyoruz, bu durumdan Áocukların nasıl etkilenebileceğini tahmin etmek hiÁ de zor olmuyor. «ocukların v¸cutlarında su kaybı daha hızlı gerÁekleştiği iÁin onlar sıcak havalardan yetişkinlere oranla daha Áabuk etkilenebiliyorlar.
SICAK HAVALARDA «OCUKLARI KORUMAK S
on günlerde hava sıcaklıkları artmaya başladı. Sıcak ve bol güneşli havaların, insanın psikolojik durumunda olumlu etkileri olduğu gibi, biyolojik durumunda da bazı olumsuz sonuçlara yol açabildiği biliniyor. Sıcak havaların yetişkinler üzerinde bile olumsuz etkiler oluşturduğunu biliyoruz, bu durumdan çocukların nasıl etkilenebileceğini tahmin etmek hiç de zor olmuyor. Çocukların vücutlarında su kaybı daha hızlı gerçekleştiği için onlar sıcak havalardan yetişkinlere oranla daha çabuk etkilenebiliyorlar. Bu Konuda Neler Yapabilirsiniz? 1- Çocukların rahat, geniş, hafif ve açık renkli giysiler giymesine özen gösterin. 2- Çocuğunuza, güneşten korunması için mutlaka bandana gibi bir başlık giydirin. 3- Bol sıvı almalarını sağlamak amacıyla sık sık sıvı içecekler verin
18 YORUM ETKİLİ
4- Açık havada oynanacak oyunların zamanlarını saat 11:00’den önce ve 14:00’ten sonra olmak üzere düzenleyin ve çocuğunuzun gölge olan yerlerde oynamasına özen gösterin. 5- Çocukların, çok sıcak ortamlardan çok soğuk ortamlara (ya da tam tersi) geçmelerine izin vermeyin. Ani ısı değişikliklerine maruz kalmak enfeksiyonlara zemin hazırlar. 6- Çocukların bulundukları ortamlarda eğer klima ya da fan gibi araçlar çok fazla çalıştırılıyorsa derecelerinin iyi ayarlanmış olmalarına özen gösterin. 7- Dışarı çıkarken eğer uzun süre güneşli ortamda kalacaksanız çocuğunuzun cildine çocuklar için hazırlanmış güneş kremlerinden bulunmasına dikkat edin. Ciltleri çok hassas olduğu için güneş yanıkları oluşabileceğinden 30 koruyucu faktör ve üzeri kullanılabilir. 8- Çocukların sıcak havalarda çok soğuk yiyecekler yemelerini ya da içecekler
içmelerini engelleyin. Dondurmanın, külahta azar azar yenmesi ve arkasından bir bardak su içilmesi durumunda hiçbir zararı yoktur. 9- Onlara sık sık duş aldırın. Böylece terlemenin yol açabileceği pişik ve çeşitli kızarıklıkların önüne geçmiş olursunuz. Çocuklarınızın ense bölümünde sık sık terleme ve buna bağlı döküntü oluyorsa saçlarını kestirebilirsiniz. Güneş ışınlarının yoğun olduğu saatler dışında yüzme aktivitesi çocuğunuzun sıcak havalarda bunalmasını engelleyecektir. Ancak dikkat etmeniz gereken en önemli konulardan bir tanesi yüzülen yerin temiz olup olmamasıdır. Denizler için genelde temizlik problemi söz konusu değil iken havuzlar için bu problem oldukça önemlidir. Çocuğunuzun girdiği havuzun temiz olmasına özen gösterin, temizliğinden emin olmadığınız havuzlarda çocuğunuzun yüzmesine müsaade etmeyin.
Uzm. Psk. Aynur SAYIM
ANAOKULU ve ANAOKULUNA UYUM 20 YORUM ETKİLİ
Anaokulları 3-6 yaş arası Áocukların eğitimini veren kurumlardır. Fra Ebelíin deyişiyle, "anaokulunun amacı ˆğrenmeye ilgi uyandırmaktır."
Sayı 13
«ocuğun ilk yaşam deneyimleri ailesiyle başlar. Aile iÁinde g¸vendedir. Korunur, ihtiyaÁları karşılanır. Aile iÁinde koşullar ne derece iyi olursa olsun, kişilik gelişimi, sosyalleşme s¸recinde okul ˆncesi eğitimin ˆnemi b¸y¸kt¸r.
Ç
ocuk her şeyden önce kendisini tanır, kendisini nasıl ifade ettiğini, fark eder. Okul öncesi eğitim paylaşmayı öğrenmesi, dil gelişimi duygusal gelişim sosyal ve bilişsel gelişiminin daha iyi olması ve genel uyum sürecini öğrenmesini ifade eder. Aynı zamanda ilkokula hazırlanma sürecidir. Bu eğitim isteğe bağlıdır. Çocuğun, dürtü kontrolünü kazanması önemli bir gelişmedir. Pek çok psikiyatrik sorun çocuğun bunu öğrenememesinden kaynaklanabilmektedir. Anaokulları, bu süreçte de faydalı olmaktadır. Çocuk beklemeyi, isteklerini ertelemeyi, ısrar etmemeyi, kendisini yönlendirebilmeyi öğrenmelidir. Anaokulları, 3-6 yaş arası çocukların eğitimini veren kurumlardır. Fra Ebel’in deyişiyle, "Anaokulunun amacı öğrenmeye ilgi uyandırmaktır." Anaokulunda bilgiler çocuğun gelişimine uygun bir şekilde somuta inilerek verilir. Çocuk en iyi ve örgütlenmiş oyun ortamını anaokulunda bulur. Çocuğun yaşıtlarıyla oynaması onun gelişimini destekleyen en önemli unsurdur. Çocuk oyunla kendini geliştirir, tanır; işbirliği, yardımseverlik duygularını öğrenir. Üreticiliği gelişir, duygusal boşalım gerçekleşir. Anaokulu duygusal gelişimde önemli rol oynar. Çocuğun bu süreçte iyi bir öğretmen modeline ihtiyacı vardır. Bu nedenle anaokulu öğ-
retmeninin iyi bir model olması yanında, pedagojik formasyonunun olması ve mesleğini sevmesi gerekir. Anaokulunda birtakım psikiyatrik-psikolojik sorunlar ilkokula başlamadan fark edilir. Ebeveynlere aşırı bağlılık, uyum sorunları, dikkat eksikliği, hiperaktivite, davranış sorunları, zeka engeli, depresyon gibi sorunların erken dönemde fark edilmesi, tedavi sürecinin erken başlamasını ve çocuğun ilkokul dönemine
daha sağlıklı girmesini sağlamaktadır. Öğretmen- çocuk - aile işbirliği, çocuğun uyumu ve var olan sorunların çözümü için son derece önemlidir. Okul olgunluğu önemli bir kavramdır. Her çocuğun kapasitesi farklıdır. Beklenti düzeyi de bu doğrultuda olmalıdır. Çocuğun okul için belli bir olgunluğa ulaşması gereklidir. Bu süreçte bu durumu gözlemek mümkün olabilmektedir. Bazı çocuklarda, anaokulu yaşantısıyla birlikte sosyal ilişkilerinde sorunlar, ayrılma anksiyetesi veya çekingenlik, utangaçlık görülebilir. Okul, çocuğun ilk kurallı sosyal ortamıdır. Çocuğa baskıcı davranmamak, öğretmenin güven veren tarzı, yine aile ve öğretmenin kararlı tavrı önemlidir. Sorun bu şekilde çözülemiyorsa bir çocuk-ergen psikiyatristinden yardım alınmalıdır. Çocuğun çekingenliği, utangaç tavırlarının altında aile sorunları, kendi psikiyatrikpsikolojik sorunları ya da okuldan kaynaklanan sorunlar olabilir. Öncelikle bu durumun tespiti önem taşımaktadır. YORUM ETKİLİ
21
Esin ÖZER / PSİKOLOG
KARNEYİ NASIL DEĞERLENDİRMELİ?
Karne, bazı ˆğrenciler iÁin sevinÁ iÁinde evlerine gˆt¸recekleri bir araÁken, bazıları iÁin anne babalarına gˆstermeye Áekindikleri bir kazanım belgesidir. Burada kastedilen kazanımlar, ˆğrencilerin, derslerinde ˆğrenmeleri gereken bir takım bilgi ve becerilerdir. Karne sayesinde veli, ˆğrencinin başarılı olduğu alanlar ile geliştirilmesi gereken alanlar konusunda bilgi sahibi olur.
22 YORUM ETKİLİ
Sayı 13
Ç
ocuklar yaşlarına uygun yeni bilgiler öğrenmek ve beceriler kazanmak için okula gelirler. Bu çocukların anne ya da babaları gibi ev dışında geçirdikleri bir zaman bölümüdür. Nasıl ki büyükler evi geçindirmek için çalışıyorlarsa, çocuk ve ergenler de bir iş olarak okula gitmekte ve öğrenmektedirler. Bu nedenle okul bilgi edinilen bir kaynak olması yanında çocuğun kendisi ve çevresi ile uyum becerilerini kazanacağı bir yerdir. Karne Göstergedir Öğrenciler, dönem sonunda, takip ettikleri tüm derslerdeki başarılarının değerlendirildiği; tüm sözlü, yazılı ve ödev notlarının ortalamasının belirtildiği karnelerini alırlar. Karne, bazı öğrenciler için sevinç içinde evlerine götürecekleri bir araçken, bazıları için anne babalarına göstermeye çekindikleri bir kazanım belgesidir. Burada kastedilen kazanımlar, öğrencilerin, derslerinde öğrenmeleri gereken bir takım bilgi ve becerilerdir. Karne sayesinde veli, öğrencinin başarılı olduğu alanlar ile geliştirilmesi gereken alanlar konusunda bilgi sahibi olur. İyi bir karne öğrenciye “bundan sonraki dönemlerde aynı şekilde çalışmaya devam etmesinin uygun olacağını”, düşük notların bulunduğu karne ise öğrenciye “başarılı olabilmek için daha farklı ve daha uygun yaklaşımlar geliştirmesinin gerekli olduğunu” bildirir. Bazı durumlarda çok başarılı bir karne getiren bir öğrenci, sonraki yıllarda aynı başarıyı gösteremeyebilir. Bazen de, öğrencinin başarısını yükseltmesi gerektiğinin bildirildiği karneler, okul-öğrenci-veli işbirliği ile uygun şekilde ele alınarak değerlendirildiğinde öğrencinin akademik hayatında hiç beklenmedik olumlu sonuçlara yol açabilir. Dolayısıyla, hem iyi karneler, hem de başarısızlık gösteren karneler, tüm bir dönemin değerlendirmesi olarak ele alınmalı ve gelecekteki başarı ya da başarısızlıkların göstergesi olarak kabul edilmemelidir. Karnedeki başarısızlığın nedenleri çocukla birlikte araştırılmalıdır. Çocuğa yardım teklif etmek onu motive etmenin bir yoludur. Aile, çocuğa bu süreçte onun yanında olacakları mesajını verebilmelidir.
Bilgi Sahibi Olmak Velilerin çocuklarının okul başarısı ile ilgili olarak öncelikli sorumluluklarından biri, çocuğunun okul hayatındaki başarısını sürekli olarak ve yakından takip etmektir. Veliler, çocuklarının okul hayatı içindeki bilişsel, duygusal, sosyal gelişimleri ve arkadaşları, öğretmenleri, dersleriyle kurdukları ilişkiler hakkında bilgi sahibi olabilmelidirler. Bunu gerçekleştirebilmek için de yargılamadan, hemen çözüm üretmeye ya da akıl vermeye çalışmadan çocuklarını dinleyebilmeleri, çocuğunun kendisiyle konuşabileceği, paylaşabileceği ve gerektiğinde yardım isteyebileceği aile ortamını hazırlamalıdırlar. Böylece veliler, çocuklarının okul hayatında yaşayabileceği zorlukları zamanında fark edip, çocuğunun ihtiyaçları doğrultusunda ortaklaşa çözüm üretebilme, dönem sonunda olumsuz bir karneyle karşılaşmadan önce çocuklarını destekleyebilme şansını elde etmiş olurlar. Çocukla kurulacak sağlıklı bir annebaba-çocuk ilişkisi yanında, öğretmenlerle yapılacak düzenli görüşmeler sayesinde çocuğun eksiklerini fark etmek, öğretmenlerin beklenti, uyarı ve yönlendirmelerini dikkate almak da başarısız karneleri engelleyebilmek adına uygulanması gereken önlemlerdendir. Çocuklarının okul hayatını yeterince iyi takip edebilen veliler, karne ellerine geçmeden çok önce çocuklarının olası başarısızlık nedenlerini fark edebilmiş olurlar. Sadece takip etmekle kalmayan ve başarısızlığı önlemek adına okulöğrenci-veli işbirliği doğrultusunda gerekli önlemleri alabilen veliler de çoğunlukla başarısız karnelerle karşılaşmazlar. Düşük Notların Olduğu Bir Karneyle Karşılaştığınızda, Azarlama, aşağılama gibi sert tepkiler verirseniz, çocuğunuz kendine olan güveniyle birlikte, anne babaya olan güvenini de kaybeder. Bu, duygusal zedelenmelere, karne döneminde evden kaçmalara, intihar girişimlerine bile neden olabilir. Karnesi kötü diye çocuğun tatilini zehir edecek ağır eğitim programları uygulamanız, çocuğu okuldan büsbütün soğutabilir.
Cezalandırmak Çözüm Değil Velilerin, kötü niyet içermemesine rağmen sıklıkla başvurarak başarısız oldukları bir diğer yöntem de, başarısız olan çocuğu cezalarla tehdit etmek ya da başarılı çocuğu ödüllere boğmaktır. “Okulda başarısız olursan tatile çıkamazsın!”, “Sınıfını geçemezsen seni okuldan alırım!”, “Dersine çalışmazsan, her türlü hakkını elinden alırım”, “Başarılı olursan, istediğin her şeyi yerine getiririm, istediğin şeyi alır, istediğin yere götürürüm!” gibi söylemler çoğun-
lukla işe yarayan söylemler değildirler. Tabi ki her anne baba çocuğunun başarılı olmasını ister ve bunu sağlamak için bir çok fedakarlıkta bulunur. Buna rağmen öğrencinin başarı veya başarısızlığı öncelikle öğrencinin kendi hayatı için önemlidir. Bu durumun okul yıllarının başından itibaren çocuğa uygun şekilde anlatılabilmesinde fayda vardır. Böylece çocuk etrafındakileri memnun etmek ya da cezalandırmak için değil, kendi hayatı için başarılı olabilme motivasyonunu kazanabilir. Unutulmaması gereken, başarısız bir karne getiren öğrencinin de, diğer öğrenciler kadar tatil yapmaya ve dinlenmeye ihtiyacı olduğudur. Bu noktada velilere düşen görev, çocuklarının payına düşen üzüntü miktarını arttırmak değildir. Önemli olan her şeyden fazla değer verdikleri çocukları için umutsuzluğa kapılarak sonradan kendilerinin de pişman olacağı gereksiz cezalardan kaçınmak ve çocuklarının başarısını arttırabilmek için çocuklarıyla ortaklaşa hareket edebilecekleri çözümler üretebilmektir. YORUM ETKİLİ
23
Psk. Ayça İYİGÜN
“YALNIZ” «OCUKLAR S
osyal fobi, toplum içerisinde hata yapma, eleştirilme, küçük düşmeye ilişkin yoğun kaygı ve korku duyma ve bu nedenle sosyal ortamlara girmekten, insanlarla ilişki kurmaktan kaçınma olarak tanımlanabilir. Sosyal fobiye sahip bir birey, başkalarının önünde konuşma, sunum yapma, genel yerlerde yeme içme, sınava girme, yazı yazma, genel tuvaletleri kullanma gibi durumlarda yoğun kaygı duyar ve bunun sonucunda titreme, terleme, çarpıntı, yüz kızarması, baş dönmesi, karın ağrısı, bulantı, tuvalete gitme ihtiyacı gibi fiziksel belirtiler ortaya çıkar. “Güçsüzüm”, “Yetersizim”, “Beğenilmiyorum”, “Sevilmeye layık değilim”, “Mükemmel olmalıyım”, “Asla hata yapmamalıyım”,
“Kaygılı olduğumu belli etmemeliyim”, “Kusursuz görünmeliyim”, “Kimseyi gücendirmemeliyim”, “Herkesin beğenisini kazanmalıyım” sosyal fobisi olanların aklından geçen düşünceler arasındadır. Korkulan ortama girmeme, korkulan ortamı terk etme, göz temasından kaçınma, ilgisiz şeyler düşünme, hayallere dalma, konuyu değiştirme de kaygıdan uzaklaşmak için sergiledikleri davranışlardır. Sosyal fobisi olan bir insan, “yalnız” olduğunda rahattır, topluluk içine çıkmak, insanlarla bir arada olacağı ortamlara katılmak onun için oldukça zor bir durumdur. Sosyal fobinin nedenleri Sosyal fobinin oluşmasında birçok faktör bir arada bulunabilir. Özellikle çocukluk çağında anne babaların sergiledikleri tutum ve davranışları, kayıplar, ebeveyn tarafından uygun davranışı sergileme konusunda sürekli uyarılma ya da her davranışın onaylanması, aşırı koruma, sosyal yoksunluk, sorun çözme bece-
rileri konusunda yeterince destek olmama; alay konusu olma, küçük düşürücü şakalar gibi travmatik sosyal yaşantılar sosyal fobinin olası etkenleri arasındadır. Özellikle, anne baba tutumlarının ön plana çıktığını söylemek mümkündür. Kişiliğin oluşumunda anne babanın en büyük paya sahip olduğu düşünüldüğünde, çocuğun davranışlarını, düşüncelerini, değerlerini onların şekillendirdiği görülmektedir. Anne babalarının söyledikleri ve yaptıkları her şey çocuklar için bir modeldir ve çocuklar farkında olmadan bunu içselleştirirler. Baskıcı otoriter, ihmalkâr ve aşırı koruyucu anne baba tutumları, sosyal fobinin oluşumuna neden olabilecek anne baba tutumları arasındadır. İhmalkâr anne babaya sahip çocuğun önünde model alacağı kişiler yoktur, dolayısıyla çocuk sosyal yönden zayıf, kendine dönük bir birey olarak yetişir. Aşırı koruyucu anne babaysa, çocuğun tüm sorumluluk, ihtiyaç ve görevlerini onun yerine getirdiği için çocuk kendi başına kaldığında nasıl başa çıkacağını
Baskıcı otoriter, ihmalkar ve aşırı koruyucu anne baba tutumları, sosyal fobinin oluşumuna neden olabilecek anne baba tutumları arasındadır. İhmalkar anne babaya sahip Áocuğun ˆn¸nde model alacağı kişiler yoktur, dolayısıyla Áocuk sosyal yˆnden zayıf, kendine dˆn¸k bir birey olarak yetişir.
24 YORUM ETKİLİ
Sayı 13
bilemez ve bağımsızlığını kazanamaz, kendi başına kararlar alıp uygulamaktan korkan çekingen bir birey olarak yetişir. Baskıcı otoriter bir tutumla büyüyen çocuk duygularını saklamayı ve pasif konumda durmayı öğrenir. Olduğu gibi kabul edilmeyen, nasıl olduğuna değil, nasıl olması gerektiğine önem verilen, sözleri önemsenmeyen, duygularını olduğu gibi ifade etmesine izin verilmeyen, ana babasının istediği kalıplara girmek zorunda bırakılan bir çocuk zamanla kendi özünden kopar ve duygularına yabancılaşır. Çocuğun isteklerini bastırarak ona neyi, ne zaman yapması gerektiğini dayatan bir ana baba, çocuğa onda bir eksiklik, bozukluk olduğu mesajını verir ve hissettiklerine güvenmemeyi öğretir. Kendi duygularına yabancılaşan ve hislerine güvenmemeyi öğrenen çocuk, kendi içinden gelenleri yapmakta zorlanır. Korku merkezli bir anlayış hakim olduğundan, kişi, kendisini değersiz bulan, sevilmeye layık görmeyen, insanlarla iletişim kurarken rahat davranmakta zorlanan ve aşağılık duygusuyla ya çekingen, haklarını korumakta sıkıntı yaşayan ya da başkalarını ezmeye çalışan, baskın, saldırgan bir kimliğe bürünebilir. Hata yapmaktan
ve eleştirilmekten korktuğu için kendini ifade etmekten kaçınır, örneğin okulda yanlış yapmaktan korktuğu için parmak kaldırmaz; arkadaşları tarafından kabul görmek için sessiz durup, pasif bir rol benimser ya da kabul görmek için saldırgan tutumlar sergiler. Okulda başarısızlık ve akademik hayatın erken bitmesi de görülebilen sonuçlar arasındadır. Başkalarıyla etkileşime girmekten kaçınma ve yalnızlık; kendisinden beklenen performansı gösterememek, başarısızlık hissi sonucunda depresif duygular ön plana çıkabilir. Sonuç olarak, ortaya mutsuz ve yalnız bireylerin çıktığını söylemek mümkündür. Peki, sosyal fobiyi aşmada bireyin ya da ailenin yapabilecekleri nelerdir? Öncelikle, anne babanın çocuğunu sahip olduğu kapasite ve becerileriyle kabul
etmesi ve olumlu özelliklerinin üzerinde durması gerekmektedir. Yaşına ve becerilerine uygun sorumluluklar verilmelidir ki çocuk bunları başararak, üstesinden gelerek kendine güvenmeyi öğrensin. Bunların yanında, anne baba, çocuğu tiyatroya, sosyal kulüp ve etkinliklere, spor faaliyetlerine (özellikle takım sporları) yönlendirmelidir. Ona topluluk içinde konuşma fırsatı tanımalı, konuşması için teşvik etmelidir. Aktif olacağı her alan çocuk için bir fırsattır, akranlarıyla bir arada olduğu oyun ortamları, grup çalışmaları bu çocuklar için doğal bir terapidir. Geniş ve zengin bir kelime haznesi, kendini yeteri kadar ve istediği gibi ifade edebildiğini hissettirecektir, bunun için bol kitap okuması teşvik edilmelidir. Anne baba çocuk olarak yapılacak üçlü sohbetler, konuşmalar hem çocuğunuzu daha iyi tanımaya, hem de onun kendini ifade etmesine olanak sağlayacaktır. Anne baba olarak birçok problemin çözümü aslında sizde, yapacağınız küçük yardımlar ve çabalarınızla onun gelişimini, kişiliğini kısacası tüm hayatını belirleyecek olan sizsiniz. Bunu bilerek çocuğunuzu desteklemeniz çoğu problemin üstesinden gelmenize yardımcı olacaktır.
YORUM ETKİLİ
25
Psk. Sengül DURMUŞOĞLU
«OCUKLARDA DEPRESYON
Depresyon b¸y¸k bir ¸z¸nt¸, suÁluluk, kendini değersiz hissetme, uyku ve iştah kaybı, başkalarından uzaklaşma ya da her zamanki faaliyetlere karşı ilgisizlikle belirginleşen bir duygu durumu olarak tanımlanabilir.
D
epresyon büyük bir üzüntü, suçluluk, kendini değersiz hissetme, uyku ve iştah kaybı, başkalarından uzaklaşma ya da her zamanki faaliyetlere karşı ilgisizlikle belirginleşen bir duygu durumu olarak tanımlanabilir.
26 YORUM ETKİLİ
Hepimizin zaman zaman yaşadığı bu duygu durumunun depresyon tanısı alabilmesi için gereken ise belirtilerin hemen her gün 2 hafta süreyle devam etmesi ve kişide aşağıdaki belirtilerin en az beşinin gözlenmesidir; l Olumsuz benlik kavramı, kendini yer-
me ve itham etme, değersizlik ve suçluluk duyguları l Her günkü faaliyetlere karşı ilgi kaybı l İştah azalması ve kilo kaybı l Günün büyük kısmında kendini üzgün, çökkün hissetme
Sayı 13
l Düşüncede yavaşlama, kararsızlık, dikkati toplamada güçlük çekme l Enerji kaybı ve aşırı yorgunluk l Uyumada güçlükler (insomnia); uykuya dalamama, gece uyanıp bir daha uyuyamama, bazı kişilerde ise zamanın çoğunu uyuyarak geçirme l Faaliyet düzeyinde azalma (psikomotor yavaşlama) l Yinelenen ölüm ve intihar düşünceleri Depresyonda olan kişi için dikkat etmek çok yorucu bir çabadır. İzledikleri filmleri, okuduklarını veya başkalarının onlara söylediklerini anlamakta çoğu zaman zorluk çekerler. Dikkatleri hep dağınıktır bu yüzden yaptıkları işlere konsantre olamazlar. Bu dönemde birey içine kapanmayı tercih ettiği için karşılıklı konuşma içine girmekten mümkün olduğunca kaçınır. Konuştuğu zaman ise yavaş, duraksayarak, monoton bir sesle ve mümkün olduğunca az sözcük kullanarak konuşma eğilimindedir. Çoğu zaman ise tamamen keyifsiz, umutsuz, inisiyatiften yoksun, endişeli ve ümitsiz bir hal alabilirler. Tabi bahsettiğimiz bu belirtiler yaşa, cinsiyete ve kültürel faktörlere göre değişiklik gösterebilmektedir. Kadınlarda ve alt sosyo-ekonomik düzeydeki bireylerde depresyona yakalanma oranı daha yüksektir. Benzer şekilde çocuklarda depresyon genellikle baş ağrısı, mide ağrısı gibi bedensel yakınmalar şeklinde gözlenirken, ileri yaştaki yetişkinlerde dikkat dağılması ve bellek kaybı ile karakterize edilebilir. Ergenlerdeki depresyon tablolarında ise erişkinlerden farklı olarak aşırı bir tedirginlik ve huzursuzluk hali, öfke patlamaları, sabırsızlık, çabuk bıkma ve sıkılma, dikkat dağınıklığı, aşırı bir hareketlilik, düşünmeden çok sayıda amaçsız girişimde bulunmak ve kurallara karşı çıkma eğilimi ön planda olabilir. Peki, Bireyi Depresyona İten Sebepler Nelerdir? Bu noktada; l İnsanların olumsuz yaşam olaylarını kalıcı ve genel nedenlere yükleme eğilimi l Engellenme l Çaresizlik l Yaşanan olaylardan kendini sorumlu
Depresyonda olan kişi iÁin dikkat etmek Áok yorucu bir Áabadır. İzledikleri filmleri, okuduklarını veya başkalarının onlara sˆylediklerini anlamakta Áoğu zaman zorluk Áekerler. Dikkatleri hep dağınıktır bu y¸zden yaptıkları işlere konsantre olamazlar. Bu dˆnemde birey iÁine kapanmayı tercih ettiği iÁin karşılıklı konuşma iÁine girmekten m¸mk¸n olduğunca kaÁınır. Konuştuğu zaman ise yavaş, duraksayarak, monoton bir sesle ve m¸mk¸n olduğunca az sˆzc¸k kullanarak konuşma eğilimindedir.
tutma gibi birçok faktör sıralamak mümkün olabilir. Sevilen bir kişinin kaybı da özellikle bağımlı kişilerde suçluluk duyma, kendini itham, aşağılama ve depresyon sürecine dönüşebilmektedir. Bu süreçte etkili olan bir başka faktör ise düşünce ve inançlarımızın duygusal duruma olan etkileridir. Bireyin edindiği olumsuz şemalar yada inançlar çeşitli olaylarla karşılaştıklarında harekete geçer ve kişinin gerçeği çarpıtmasına neden olan bazı bilişsel yanlılıkları uyarır. Bu bilişsel yanlılık ve olumsuz şemalar kişinin bütün ters giden işlerde kendilerine sorumluluk yüklemesine dolayısıyla depresyona yol açar. Bu yüzden tedavide amaç bireye kendini suçlamayla ilgili içgörü kazandırmaya çalışmaktır. Bireye olumsuz, mantık dışı düşünme yerine olaylara ve kendine
daha gerçekçi bakma yolları öğretilir. Bunların yanı sıra birey hayatındaki acil sorunları çözebilirse ve daha zevkli etkinliklerde bulunursa depresif duygudurumunun olumlu yönde değişim gösterebileceği de unutulmamalıdır. Bireyin dünyayla ilgili düşünme örüntüleri ya da son zamanlardaki olan olayları algılayışına konsantre olması yerine, onun özgül davranışları daha başarılı şekilde yapabilmeyi öğrenmesi gerekmektedir. Mevcut sağlıksız davranışları sağlıklı olanlarla değiştirmek, yeni davranışlar edinmek örneğin; bir arkadaşla birlikte kahve içerek sohbet etmek, dinlemekten zevk alacağı bir müziği dinlemek, yürüyüşe çıkmak ya da güneşin doğuşunu izlemek gibi basit etkinlikler bile bu dönemde kişinin içinde bulunduğu olumsuz ruh halinden kurtulabilmesi için faydalı olabilir. YORUM ETKİLİ
27
Pedegog Ali ÇANKIRILI
Y‹KSEK IQ HERŞEY DEMEK DEĞİLDİR
Bir insanın y¸ksek entellekt¸el zekaya (IQ) sahip olması, o insanın iÁinde yaşadığı topluma faydalı olacağı anlamına gelmez.
A
merika’da çalıştığım üniversitede çoğu öğrencilerin çarpım tablosunu ezbere bilmediklerini gördüm. Her öğrencinin cebinde hesap makinesi vardı. Basit bir toplama ve çıkarma işlemini bile makine ile yapıyorlardı. Bütün işlemleri makine ile yaptıkları için ilkokulda ezberledikleri çarpım cetvelini artık hatırlayamıyorlardı. Bir öğrenciye sordum: " En basit işlemleri bile makine ile yapıyorsun, çarpım cetvelini ezbere bilmiyorsun; makine bo-
28 YORUM ETKİLİ
zulsa ne yaparsın?" Hiç düşünmeden cevap verdi: "Çarşıya gider yenisini alırım." Üretim araçlarının toplum hayatı üzerinde etkili olduğu ve yaşam biçimini değiştirdiği bir gerçek. Sanayi devriminden sonra Avrupa toplumu hızla makineleşmeye başladı. Teknolojinin son hârikası "bilgisayar" çağa damgasını vurdu. Yaşadığımız çağa "bilgisayar çağı", bilgisayar kullanan topluma da "bilgi toplumu" deniyor. İnternet üze-
rinden istediğiniz bilgiye saniyeler içinde ulaşabiliyor, dünyanın öbür ucundaki bir insanla sohbet edebiliyorsunuz. Görsel bilgi araçları dediğimiz "multimedia", saniyeler içinde bilgiye ulaşmamızı sağlarken aynı zamanda bizleri zihinsel tembelliğe alıştırıyor. Günümüzün bilim adamı, artık neyin ne olduğunu bilen değil, neyin nerede olduğunu bilen insandır. Amerika’da üniversite öğrencilerinin çarpım tablosunu bilmedikleri gibi...
Sayı 13
Bilgisayarı gözünde büyüten öğrencilerime diyorum ki: "Bilgisayar efendisinin verdiği emirlere uyan IQ’su yüksek, EQ’su düşük bir köledir." Entellektüel veya akademik zekâya IQ (Intelligence Quantity), duygusal zekâya da EQ (Emotional Quantity) diyoruz. Bilgisayar mekanik bir araçtır ve dolayısıyla duygusal zekâdan yoksundur. Biliyorsunuz, yüzlerce kilometre uzaktaki hedefe ulaşabilen bombalı füzeler bilgisayarla donatılmıştır. Bilgisayar, fırlatılan bombalı füzenin tam istenilen hedefe ulaşmasını sağlar. Bu hedefin askerî olup olmadığı bilgisayarı ilgilendirmez. Vurduğu hedef yüzlerce mâsum çocuğun yaşadığı "kimsesizler yurdu" da olsa bilgisayar üzülmez... Geçen gün, bir öğrenci tahtaya kalkarken ayağı sürçüp yere düştü. Yere düşen insanın psikolojisini bilirsiniz. Düşüp bir yeri incindiği için değil, düşerken görüldüğü için üzülür. Sınıftaki öğrencilerin hemen yarıya yakını düşen arkadaşlarına güldüler. Gülen öğrencilere hiç bir şey demeden tahtaya İngilizce şu cümleyi yazdım: "Those who laughed at their falling down friend showed that
they have a low EQ." (Düşen arkadaşlarına gülenler, düşük bir EQ’ya sahip olduklarını gösterdiler.) Yaralı bir hayvanı görüp üzülmeyen, hatta bir de tekme atan, karınca yuvalarını bozan, kedilerin kuyruğuna teneke bağlayıp eğlenen çocukların EQ’ları çok düşüktür ve acınacak haldedirler. Yine belediye otobüsünde, yaşlı insanlara ve çocuklu bayanlara yer vermemek için, oturduğu koltukta uyur numarası yapan gençler, beş yaşındaki çocuğunu yanına oturtan ve "bileti var" diyerek yaşlı insanlara yer vermesini istemeyen anneler, kapıya gelen dilenciye hakaret ederek kovan insanlar da EQ yönünden fakirdirler. Yüksek IQ Her Şey Demek Değildir Bir insanın yüksek entellektüel zekâya (IQ) sahip olması, o insanın içinde yaşadığı topluma faydalı olacağı anlamına gelmez. Eğer bu insanın düşük bir duygusal zekâsı varsa, entellektüel zekâsını kendi ihtirasını ve egosunu tatmin etme yolunda harcar. Kısa yoldan servete ve üne kavuşmak için toplum zararına da olsa, her türlü gayri meşru yolu dene-
mekten çekinmez. Bankaların içini boşaltarak binlerce insanın birikimini kendi kasalarına indirenler entellektüel zekâsı yüksek kimselerdir. Batılı eğitim uzmanları, içinde yaşadığımız makine medeniyetinin, insanları mutlu etmeye yetmediğini, maddi yönden doyuma ulaşan insanların manevi yönden aç olduklarını ifade etmektedirler. Araştırmalar, mutlu bir aile ortamında yetişen, seven, sevilen, paylaşmasını bilen, inançlı, faziletli, kendisiyle ve içinde yaşadığı toplumla barışık insanların yüksek duygusal zêkaya sahip olduklarını, en zor şartlar altında bile ümitlerini yitirmediklerini göstermektedir. Duygusal zekânın temelleri ancak bebeklik ve çocukluk yıllarında atılabiliyor. Ailede adam yerine konmayan, sevilmeyen, horlanan, şiddete ve baskıya maruz kalan çocukların duygusal zekâları gelişmiyor. Bu çocukların insanlara güveni olmadığı gibi, kendilerine de güvenleri yoktur. Sevgi ve güven duygusu ancak yaşanarak kazanılıyor. "Eti sizin kemiği benim." diyerek çocuklarını bize teslim eden anne babalara
YORUM ETKİLİ
29
Batılı eğitim uzmanları, iÁinde yaşadığımız makine medeniyetinin insanları mutlu etmeye yetmediğini, maddi yˆnden doyuma ulaşan insanların manevi yˆnden aÁ olduklarını ifade etmektedirler. Araştırmalar, mutlu bir aile ortamında yetişen, seven, sevilen, paylaşmasını bilen, inanÁlı, faziletli, kendisiyle ve iÁinde yaşadığı toplumla barışık insanların y¸ksek duygusal zekaya sahip olduklarını, en zor şartlar altında bile ¸mitlerini yitirmediklerini gˆstermektedir. diyorum ki: "Kusura bakmayın, yanlış geldiniz, burası kasap dükkanı değil; okul." Anne babaların en büyük yanlışı, çocuk adına ve çocuğa sormadan her şeye kendilerinin karar vermeleri. Savunma olarak da,"Biz onun için her türlü fedakârlığa katlanıyoruz ve en iyisini yapmaya çalışıyoruz." derler. Çocuklarını yatılı okula veren anne babalar çok iyi düşünmeli, çocuğa sormadan ve onun onayını almadan karar vermemelidir. Eğer çocuğa yeterli sevgiyi ve güveni verememiş iseniz, çocuk yaptığınız fedakârlığı bilemez. Sevilmediği ve istenmediği için yurda verildiğini zanneder. Yatılı okullarda bu tür çocukların sayısı az değildir. Kendilerini evden uzaklaştıran anne babalarından intikam almak için ders çalışmazlar. Yurttan atılmak için bilerek kuralları çiğnerler. Yatılı okulda kalan çok zengin bir ailenin tek erkek çocuğu hırsızlık yaparken yakalandı ve bize getirildi. Çocuk, yaptığı işten utanmadığı gibi adeta zevk alır gibi bir hâli vardı. Yaptığımız
30 YORUM ETKİLİ
psiko terapide çocuğun babadan intikam almak için hırsızlık yaptığı ortaya çıktı. Baba, hırsız bir oğlu olduğu için toplum içinde utanç duyacak ve yıkılacaktı. Aileden problemli gelen çocuklar, duygusal zekâları düşük olduğu için, bizi çok uğraştırıyor. Onlara sevgi ve güven duygusunu kazandırma-
da zorlanıyoruz. Aileler, çocuklarını özel okullarda okutmakla, markalı mağazalardan giyindirmekle ve ceplerine bol harçlık koymakla görevlerini yaptıklarını zannetmesinler. Çocuklar, maddi yönden doyuma ulaşmış, ancak manevi yönden açtırlar. Manevi açlık başarısızlığı da beraberinde getiriyor. Zengin aileler, bu sırrı bilemedikleri için çocuklarının başarısızlığını bir türlü hazmedemezler. Sebebini okulda ve öğretmenlerde ararlar. "Çocuğum çok zeki, çalışsa yapar; ama çalışmıyor. Yaptığımız bunca fedakarlık boşa gidiyor" derler. Çocuğun manevi yönden açlık çektiğini, kendisine güveni olmadığını, sorumluluk duygusu kazanamadığını bilmezler. Söyleseniz de kabul etmek istemezler. Her şeyi okuldan beklerler. Çocuklarınızın başarılı olmaları için yüksek IQ’ya sahip olmaları ve maddi ihtiyaçlarının giderilmesi yetmez. Onlara yeterli sevgiyi, ilgiyi, güveni, yardımlaşmayı ve paylaşmayı kazandırarak EQ’larını yükseltmeniz gerekir.
A. Faruk LEVENT
ELEKTROMANYETİK TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ? Her yanımız elektromanyetik dalgalarla kuşatılmış durumda. SaÁ kurutma makinesinden bebek gˆzleme cihazına, ev iÁi kablosuz internet erişiminden onunla kullandığımız diz¸st¸ bilgisayara, elimizden d¸ş¸rmediğimiz cep telefonundan evimizdeki telsiz telefona kadar hayatımıza girmiş her t¸rl¸ elektrikli cihaz elektromanyetik dalga yayıyor. Bazı evlerin tepesinden geÁen y¸ksek gerilim hatları da aynı şekilde bir elektromanyetik alan kaynağı. Dolayısıyla g¸nl¸k hayatımızda doğada bulunanın Áok ¸st¸ndeki seviyelerde elektromanyetik dalgalara maruz kalıyoruz.
32 YORUM ETKİLİ
Sayı 13
H
ayatımızda önemli bir yere sahip olan elektrikli araçların kullanımı, teknolojinin gelişimine bağlı olarak gittikçe artıyor. Elektrik akımıyla çalışan her araç veya ona enerji taşıyan kablolar; çevresinde elektrik, manyetik veya elektromanyetik alan oluşturur. Bu aletlerin çalışması sırasında yakınındaki canlıların aletlerden kaynaklanan elektromanyetik alan etkisinde kaldığı bilinmektedir. Yapılan araştırmalar sonucunda elektriğin iletimi ve kullanımı sırasında ortaya çıkan manyetik alanların insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olduğu sık sık ifade edilmektedir. Elektromanyetik Alanın Canlılar Üzerindeki Etkileri Nelerdir? Elektromanyetik dalgaların sağlık üzerindeki etkileri son zamanlarda tartışılan bir konudur. Bu konuda karamsar bir tablo çizip sizi yanlış yönlendirmek istemiyorum. Bu yüzden sizleri öncelikle temel kabuller, daha sonra en son gelişmeler ve ardından ufuk açıcı bilgilerle
donatıp son kararı size bırakıyorum. Elektromanyetik radyasyonun göreceli olarak düşük frekanslı biçimleri olan görünen ışık, kızılötesi radyasyon ve radyo frekans dalgaları iyonlaştırıcı olmayan radyasyona örnektir. Ortamdaki iyonlaştırıcı olmayan elektromanyetik dalgaların etkisinde kalma sonucunda canlılarda iki tür etki oluşabilir: Isıl etkiler ve ısıl olmayan etkiler. Isıl etkiler, vücut tarafından yutulan elektromanyetik enerjinin ısıya dönüşmesi ve vücut sıcaklığını arttırması olarak tanımlanır. Bu sıcaklık artışı, ısının kan dolaşımı ile atılarak dengelenmesine kadar sürer. Cep telefonları gibi radyo frekans kaynaklarının sebep ola-
bileceği sıcaklık artışı gerçekte çok düşüktür ve büyük olasılıkla vücudun normal mekanizmaları ile kolayca etkisizleştirilebilir. Isıl olmayan etkilere bağlı olarak radyo frekans dalgaların etkili olduğu iddia edilen bozukluk ve hastalıklar arasında beyin aktivitelerinde değişiklikler, uyku bozuklukları, dikkat bozuklukları ve baş ağrıları bulunmaktadır. Ancak bu riskler çok yüksek deneysel dozlar ve sürelerde geçerli olabilir. Yüksek enerjili iyonlaştırıcı elektromanyetik dalgalar, DNA ve genetik malzemeyi kapsayan biyolojik dokuda hasara yol açabilen moleküler değişikliklere yol açabilirler. Bu etkinin olabilmesi için dokunun x-ışınları ve gama ışınları gibi yüksek enerjili fotonlarla etkileşmesi gerekir. İyonlaştırıcı radyasyonun hücrelerin genetik malzemesini (DNA) etkileyerek mutasyon ve kansere yol açtığı bilinmekle birlikte, radyo frekans dalgaların benzer etkiler yaptığı kanıtlanmamıştır. Son yıllarda cep telefonlarının
özellikle beyin tümörlerini arttırıp arttırmadığı konusu gündeme gelmiş, ancak bugüne kadar yapılan incelemelerde cep telefonu kullanımının kansere yol açtığını gösterecek kesin deliller bulunamamıştır. Günlük yaşamda maruz kalınan radyo frekans seviyelerinin başağrısı, uykusuzluk gibi sorunlara yol açtığı kesin olarak gösterilememiştir. Ancak çeşitli çalışmalarda, sınır değerlerin altında mobil telefon sinyallerinin beynin elektriksel aktivitelerinde ve algılama fonksiyonlarında (dikkat, hatırlama, tepki verme gibi) kısa süreli değişimlere neden olduğu gösterilmiştir.
Gizlenen Gerçek! Türkiye'de 2009 sonu itibariyle toplam 80 bin kadar GSM ve 3G baz istasyonu bulunmaktadır. Bu istasyonların yüzde 70 kadarı şehirlerde (yüzde 45'i 3 büyük şehirde), yüzde 20'si ise İstanbul'da kuruludur. Bu rakam 16 bin adettir. Buna WiFi, WiMAX ve DECT baz istasyonlarını da eklersek rakam basit bir hesapla ikiye katlanacaktır. Bu durumda baz istasyonlarından kaçamayacağımızı tespit etmiş olduk. 1980'lerde yeni bir olgu olan kablosuz haberleşme teknolojileri ısısal etkiler dışında bir denetlemeye tabi tutulamamıştır. Üretici firmalar izinlerini gerekli sağlık araştırmalarına destek sözü üzerine almıştır. Bir başka deyişle, mobil teknolojiler YORUM ETKİLİ
33
test edilmeden pazara sunulmuştur. Nasıl ki ilk tütün zararı 1950'de yayınlandı ve sigara üreticileri bunu 50 yıl bastırmayı başardıysa, mobil iletişim piyasasında da benzer bir oyunun oynanacağı varsayılabilir. Yani insan sağlığına zararları 2030'lara kadar gizlenmeye çalışılabilir. Elektromanyetik Alanın İnsan Sağlığına Etkileri Anten hüzmelerinin 350 metreye kadar önünde yaşayan insanlarda kanser riski 10 kat artmaktadır. Bilgi taşıyan dalgalar beyindeki uyku sırasında salgılanan melatonin hormonunu azaltmaktadır. Melatoninin bağışıklık sistemini uyarma olasılığı azalmaktadır. Bu da kanser riskini arttırmaktadır. Elektromanyetik alan, DNA’da tek ya da çift sarmal kırılmalarına sebep olmaktadır. Bu da genetik kodun uzun vadede dejenerasyonu anlamına gelmektedir. Elektromanyetik alanın etkileri çocuklarda çok daha fazla görülmektedir. Bunun sebebi çocuk kafatasının 5-20 yaş arasında yüzde 70 kalınlaşması yani beyin büyüklüğünün sadece yüzde 10 artmasıdır. Ayrıca kırmızı kemik iliği sadece çocuklarda bulunmakta ve lenf, kemik ve ilik kanseri vakalarının çocuklarda daha sık görülmesi buna bağlanmaktadır. Klinik deneylerde elektromanyetik alan sonrası; diyabet hastalarındaki kan şekeri seviyesinin yükselmesi, gözde katarakt rahatsızlığı sıklığının artışı, iris ve retinada bozukluklar; kulakta ise sinirsel hasar ve çınlama şikayetleri; beyinde beyin kan engelinin çalışmasının bozulması, konsantrasyon eksikliği, uyku bozuklukları, melatonin salgısının düşmesi, kısa zaman hafızasının bozulması, depresyon etkilerinin artması, DNA hasarı, kalp ritim değişikleri, büyüme hormonu azalması şikayetleri çoğalmıştır. Peki Elektromanyetik Alanın Etkilerinden Nasıl Korunabiliriz? Bilgisayar, telsiz telefon, cep telefonu, mikrodalga fırın, elektrikli battaniye, saç kurutma makinası gibi gündelik hayatın vazgeçilmezlerini mümkünse
34 YORUM ETKİLİ
uzun süreler kullanmamalıyız. Ev ve daire alırken yüksek gerilim hatlarının nerelerden geçtiğine dikkat edip bu hatlara en az 500 metre uzaklık olmasına dikkat etmeliyiz. Baz istasyonlarının bulunduğu noktaların tam karşısında veya hemen yanlarındaki yerleri tercih etmemeliyiz. Bilgisayar kullanırken, hem x-ışınlarından hem de elektromanyetik radyasyondan korunmak için ekrandan en az bir kol boyu uzaklıkta çalışmalıyız. Manyetik alanların duvarlardan (metal dahil) geçebileceği de göz önüne alınarak, yatak odalarımız veya uzun süre oturduğunuz yerlerin yakınında çok akım çeken aletleri bulundurmamalıyız. Elektrikli tıraş makinesi veya saç kurutma makinesi gibi aletlerin, çok kısa süreli kullanılmalarına karşın, yaydıkları elektromanyetik radyasyon yüksektir. Bu nedenle elektrikli tıraş makinesini mümkünse şarjlı kullanmalıyız. Saç kurutma makinesini uzun süreli kullanmak yerine aralıklarla kullanmalıyız. Uyku düzeninizin bozulmaması için saç kurutma makinesini yatmadan önce kullanmamalıyız. Elektrikle çalışan radyolu çalar saatleri başımızdan mümkün olduğunca uzak tutmalı, pille çalışanlarını tercih etmeliyiz. Dinlendirici bir uyku için yatak odasında televizyon ve bilgisayar bulundurmamalıyız. Özellikle yatarken bu cihazları tamamen kapatmalıyız.
Açma-kapama düğmelerinden tam olarak kapatılan aletler elektromanyetik alan yaymaz, ancak fişleri takılı olduğu sürece elektrik alanı oluşturmaya devam edebilir. Bu sebeple mutlaka elektrikli cihazlarımızı ya açma kapama düğmesinden kapatmalı ya da fişini çekmeliyiz. Geleneksel ampullerin alanları düşüktür ancak floresan gibi lambalar için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Floresan lambalar, en çok elektromanyetik radyasyon yayan aletler listesinde ön sıralarda yer almaktadır. Halojen ve floresan gibi ekonomik lambaları kullanmamaya özen göstermeliyiz. Telefonla konuşurken başparmağımızı cep telefonu ile kulağımızın arasına koyarak, telefonumuzun kulağımıza yapışmasına engel olmalıyız. Eğer telefonumuz çekmiyor ya da düşük anten seviyesinde gösteriyorsa, arama yapmakta ısrar etmemeliyiz. Çünkü ısrar edilmesi halinde, cep telefonu şebekeyi aramak için çok daha güçlü bir elektromanyetik alan yayacak, vücudumuz her aramada elektrik yüklemesine maruz kalacaktır. Son olarak anne karnındaki bebeklerde bağışıklık (savunma mekanizması) sistemi tam olarak gelişmediği için vücut koruma sağlayamaz. Bu nedenle anne adaylarının hamilelik sürecinde uzun süre cep telefonuyla görüşme yapmaması elektromanyetik dalgalara maruz kalmaması açısından önerilebilir.
Psk. Elif Tuğçe EYİKOÇAK
ANNENİN «OCUĞUN YAŞAMINDAKİ YERİ Bebek ile annesi arasındaki ilişkiden doğan g¸ven duygusu, Áocuğun gelecekte kuracağı bireylerarası ilişkilerin temelini oluşturur. Bebek iÁin anne d¸nyanın tamamıdır. Anne g¸l¸msedikÁe bebek de g¸l¸mser ve karşılıklı sıcak bir ilişki başlar. İşte bu karşılıklı olumlu ilişki g¸venin temelini oluşturur.
A
nne ile çocuk ilişkisindeki süreklilik, tutarlılık, aynılık çocukta temel güven duygusunun özünü oluşturur. Bebeklik çağında elde edilen güven duygusunun niceliği, bebeğe verilen besinlerin ya da yapılan sevgi gösterilerinin niceliğine değil, daha çok anne çocuk ilişkisinin niteliğine bağlıdır. Yaşamın ilk yılında çocukla kurulan
36 YORUM ETKİLİ
duygusal iletişim, çocukta güven ya da güvensizlik duygularının oluşumuna neden olur. Bu dönemde bebeğin psiko-sosyal görevi güvenmeyi öğrenmektir. Bebek ile annesi arasındaki ilişkiden doğan güven duygusu, çocuğun gelecekte kuracağı bireylerarası ilişkilerin temelini oluşturur. Bebek için anne dünyanın tamamıdır. Anne
gülümsedikçe bebek de gülümser ve karşılıklı sıcak bir ilişki başlar. İşte bu karşılıklı olumlu ilişki güvenin temelini oluşturur. Bebekte bu duyguyu hisseden anneler kendini güveni olmayan kişilerin yetişmesine ortam hazırlar. Kısaca anne bebeğin davranışlarına duyarlıysa, bebek anneye güvenle bağ-
Sayı 13
lanmakta, bebeğin etkileşime girme isteklerini reddediyorsa, bebek bu güven duygusundan yoksun kalmaktadır. Dört çeşit anne yaklaşımından söz edebiliriz; 1- Duyarlı Anne: Bebekten gelen işaretlere ve iletişim simgelerine olumlu tepki verir. Sağlıklı bir etkileşim ortamını hazırlar. Buna karşılık duyarsız anne, son derece keyfi bir yaklaşımla ilişkiye katılır. Kendi arzuları ön plandadır. 2- Kabul Eden Anne: Çocuğuna bakma ve ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğunu genellikle üstlenir. Ara sıra sinirlilik belirtileri gösterir. Buna karşılık reddeden anne, çocuğa karşı sevgi ve şefkatini gölgede bırakan öfke ve içerleme duyguları ile doludur. Çoğunlukla çocuğa sinirlenir ve ceza ile bir denetim sağlamaya çalışır. Çocuğunu kucağına almaz, okşamaz. Bebek için tensel temas kurmaz, onunla bir bakıcının ilgilenmesini sağlayarak, kendi yaşantısını sürdürür. 3- İşbirliğine Açık Anne: Çocuğun özerkliğine saygı duyar. Nadiren onun üzerinde denetim kurmaya çalışır. Buna karşılık mücadeleci anne, çocuğun o andaki psikolojik durumunu yeterince dikkate almadan, kendi arzularını ona zorla benimsetmeye çalışır. Annenin isteklerinin aşırılılığı karşısında başarısızlığa uğrayan çocuk, bir yandan kendi gözünde de değersizleşirken, öte yandan cesareti kırıldığı için, başarı için çaba göstermez. 4- Erişilebilir-Ulaşılabilir Anne: Çocuğun iletişim girişimlerini tanır ve belli uzaklıktan da bunları fark eder, dolayısıyla dikkati kolaylıkla çocuğa çevrilir. İlgisiz, kayıtsız anne ise kendi etkinlikleri ve düşünceleriyle fazlasıyla meşgul olduğundan, çocuğun iletişim girişimlerini çoğunlukla fark etmez. Annenin mutluluğu ve ruh sağlığı, çocuk yetiştirmedeki etkinliği açısından da özel bir önem taşır. Annenin Mutluluğu Çocuğuna Yansır İlgili anne, sadece çocuğu doğrultusunda yaşamak yerine, kendisi için
yeni şeyler öğrenmekle ilgilenip, kendisi için de bir şeyler yapıyorsa, çocuk da kendi adımlarıyla gelişip öğrenmeyi başaracaktır. Kendi ilgilerini geliştirmeye devam eden anneler, çocuklarında da benzer girişimi destekler. Annenin kişisel yaşamı iyi gittiğinde, çocuğuyla çok daha iyi bir ilişki içine girer. Sözgelimi, mesleğini icra etmenin mutluluğunu yaşayan ve eşiyle iyi ilişkiler içinde olan bir annenin, çocuğuna karşı tutumu olumludur. Buna karşılık anne bir şeylerden endişe duyduğunda, çocuğun hareketleri daha fazla canını sıkacaktır. Ev işleri dışında başka hiçbir uğraşı olmayan ya da eşiyle mutsuz bir birliktelik içerisinde olan bir annenin çocuğuna karşı tavrı olumsuz olabilir. Böyle bir durumda yaşanan bir problem, çocuğun davranışından çok, annenin ruh haline bağlı olabilir.
olması gerekir. İnsanların zihninde çalışan annelerin yetersiz olduklarına dair inançlar vardır; fakat çalışan ve zamanını doğru kullanan anne için böyle bir yetersizlik söz konusu değildir. Çalışan ve ekonomik bağımsızlığı olan anne, suçluluk duygusuyla çocuğu şımartmadığı takdirde, ideal annedir. Yeter ki, geri kalan zamanını çocuğuyla geçirmiş olsun ve mutlaka mutfakta yemeğini yaparken bile çocukla olan birlikteliğini sürdürsün. Bu nedenle çalışan annenin zamanını doğru kullandığı takdirde yetersizliği söz konusu değildir. Önemli olan ‘çok zaman’ın değil, ‘kaliteli zaman’ın birlikte geçirilmesidir.
Babanın Rolü Önemli Babanın ‘dolaylı görevlerinden biri’ de sıcak anne-çocuk ilişkisinin zeminini hazırlayabilmektir. Yapılan bazı araştırmalara göre böyle bir ilişkinin gerisinde, ‘destekleyen baba’ faktörünün olduğu görülmektedir. Eğer baba, sorumluluklarının bilincinde bir bireyse, bu durum annenin rahatlamasına ve çocuğuyla sıcak ilişkiler geliştirmesini sağlar. Mutlu ve huzurlu çocuklar yetiştirebilmek için öncelikle annenin mutlu ve huzurlu bir birey
Babanın dolaylı gˆrevlerinden biri de sıcak anneÁocuk ilişkisinin zeminini hazırlayabilmektir. Yapılan bazı araştırmalara gˆre bˆyle bir ilişkinin gerisinde,destekleyen baba faktˆr¸n¸n olduğu gˆr¸lmektedir. Eğer baba, sorumluluklarının bilincinde bir bireyse, bu durum annenin rahatlamasına ve Áocuğuyla sıcak ilişkiler geliştirmesine sebep olur. YORUM ETKİLİ
37
Yusuf DURSUN
G‹LER Y‹ZL‹ «OCUKLAR Bir anne çocuktan uzak, Taş büyütür yüreğinde. Bir çocuk anneden ayrı, Bulamaz evini Yerli yerinde.
Bir dünya çocuktan uzak, Üzerinde ot bitmez. Bir çocuk dünyaya küskün, Ne verseniz Kâr etmez.
Bir baba çocuktan uzak, Ne bilsin yaşadığını? Bir çocuk babaya hasret, Söyleyemez her gece Üşüdüğünü.
Bir bahçe ister çocuk, Çiçeği anne. Bir yuva ister çocuk, Direği baba.
Ve bir dünya... Bayrağında, Güler yüzlü çocuklar.
38 YORUM ETKİLİ
Psk. Aynur SAYIM
40 YORUM ETKİLİ
Sayı 13
«OCUKLAR NEDEN EBEVEYNLERİYLE BİRLİKTE UYUMAK İSTERLER? Aileler Áocuklarını Áeşitli nedenlerle yanlarında yatırıyorlar. Bunu bazen Áocuk, bazen de ebeveynler talep edebiliyorlar. Annebabalar genellikle ˆzellikle bebeklik dˆneminde kendi kontrol¸nde olmasını istedikleri iÁin aynı odada ya da aynı yatakta yatabiliyorlar.
A
ileler çocuklarını çeşitli nedenlerle yanlarında yatırıyorlar. Bunu bazen çocuk, bazen de ebeveynler talep edebiliyorlar. Anne-babalar genellikle çocuğun üstü açılmasın, üşümesin diye, özellikle bebeklik döneminde kendi kontrolünde olmasını istedikleri için aynı odada ya da aynı yatakta yatabiliyorlar. Çocuğun, annesinin ya da babasının yanında yatma nedenleri farklı olabilir. Bu ihtiyaç, yaşa ve çocuğun duygusal gelişimine göre farklılık gösterebilir. Zaman zaman buna kontrollü bir şekilde izin verilebiliriz. Ancak, alışkanlık, bağımlılığa dönüşmemelidir. Nedenler Neler Olabilir? Ü Çocuk, korkuları nedeniyle kendini güvende hissetmek için birlikte yatmak isteyebilir.
Ü Anneden ve babadan ilgi ve paylaşım ihtiyacı varsa yakın olmak isteyebilir. Ü Ebeveyne bağlılığı varsa, anneden ve babadan ayrılma kaygısı yaşıyorsa birlikte yatmak isteyebilir. Ü Cinsel kimlik gelişimiyle ilgili ebeveyn birlikteliğini kıskanma- izin vermek istememe nedeniyle beraber uyumak isteyebilir. Ü Kardeş doğumuyla birlikte çocuk, kardeş kıskançlığı yaşayabilir. Annebabaya yakın olmak, onları kardeşiyle paylaşmak istemediği için birlikte yatmak isteyebilir. Ü Fiziksel rahatsızlıklar döneminde anneye ve babaya daha çok ihtiyaç duyabilir. Ü Veya anne ya da baba çocuğuna bağlı- aşırı korumacı olabilir. Annebaba çocukla yatmak isteyebilir. Bu durumda çocuğun bireyselleşmesi engellenir. Çocukta korkular ve kendine güvensizlik oluşabilir. Yaş ve gelişim dönemleri, çocuğun yaşadığı sorunun derecesi önemli olmakla birlikte, nedenler tespit edildikten sonra aşama aşama bu soruna çözüm getirilmelidir. Sorun çözülmüyorsa, bir uzman yardımı alınmalıdır. Öncelikle bir çocuk-ergen psikiyatristinin desteği, beraberinde aile -çocuk- okulla yapılacak çalışmalarda psikolog desteği alınması gereklidir. Pratik Öneriler Neler Olabilir? Ü Çocuğunuza mutlaka özel zaman
ayırın. Bu zamanın kaliteli olmasına, iletişim içermesine dikkat edin. Yapacağınız etkinlik için istekli olduğunuzu ona hissettirin. Ü Çocuk için kritik dönemler vardır. 2-3 yaş, okula başlama, yaşantısındaki değişimler, cinsel gelişim dönemleri-kardeş doğumu-aile sorunları gibi- Bu dönemleri iyi takip edin. Yaşanan sorunlarda sabırlı ve bilinçli davranmaya çalışın. Ü Annenin ve babanın kaygılı yapısıkorumacı ya da baskıcı tutumları da bu sorunu ortaya çıkarabilir. Evdeki stres çocuğun anksiyetesini artırır. Kaygı düzeyi yükselebilir, korkular oluşabilir. Annenin veya babanın ruhsal durumu ve tutumları son derece önemlidir. Sakin ve sabırlı olun, sorunları birlikte çözmeyi teklif edin. Ü Uyku öncesi ortamı sakinleştirin. Ü Kapıyı aralık bırakmak, ışığı açık bırakmak, çocuğun oyuncağıyla uyuması sağlamak çözüm olabilir. Ü Çocuk uyuyuncaya kadar anne ya da baba yanında kalabilir (kitap okuyabilir vs.) Ü Onu anladığınızı hissettirin. Ü Sorunun çözümüne aşama aşama gidilmeli -önce kaygı- korku çalışılmalısonra davranış çalışmaları ve ödüller kullanarak önce ayrı yatakta aynı odada, sonra oradan ayrı odaya geçiş yapılmalıdır. Ü Tabii, çocuğa baskı-yargılama yapılmamalı yanındayız mesajı verilmeli, ama açıklama yaparak KARARLI olunmalıdır. YORUM ETKİLİ
41
Azmi AKSOY
HAYATI KALİTELİ YAŞAMAK
Hayatı anlamlı kılan ve insanı y¸celten en ˆnemli gaye; onu, adeta b¸t¸n evreni kucaklayacakmış gibi dışa dˆn¸k ve maksada uygun , olarak yaşamaktır. Hz. Mevlana yı t¸m d¸nyaya tanıtan ve sevdiren de bu anlayış değil midir? Hayatı sadece kendine dˆn¸k olarak, ben-odaklı yaşayanlar, Áevresindekileri hiÁe sayan, kendi dışındaki olayları ˆnemsemeyen, onlarla sadece Áok ihtiyacı olduğu zaman bile zoraki bir l¸tfen tavrı ˆlÁ¸s¸nde iletişim kuran ve kendi dışındaki b¸t¸n ˆtekiler ona hizmetle y¸k¸ml¸ym¸ş tavrı ve beklentisi iÁinde olan zavallı insancıklardır.
42 YORUM ETKİLİ
Sayı 13
G
eriye doğru bakılarak ileriye doğru mesafe alınan tek yolculuk hayat yolculuğudur. Diğer bir deyişle hayat, ileriye doğru yaşanır ama yalnız geriye dönük olarak anlaşılır. Bu anlaşılma, şuurlu bir idrak ve yaşananlardan ders alabilme düzeyinde olursa ve bu düzey devamlı yükselirse, yoldaki sapmalar o nispette az, yolculuk ise o nispette çalkantısız, sarsıntısız ve hasarsız olur. Hayatı anlamlı kılan ve insanı yücelten en önemli gaye; onu, âdeta bütün evreni kucaklayacakmış gibi dışa dönük ve maksada uygun olarak yaşamaktır. Hz. Mevlâna’yı tüm dünyaya tanıtan ve onu sevdiren de bu anlayış değil midir? Hayatı sadece kendine dönük olarak, ben-odaklı yaşayanlar, çevresindekileri hiçe sayan, kendi dışındaki olayları önemsemeyen, onlarla sadece çok ihtiyacı olduğu zaman bile “zoraki bir lütfen” tavrı ölçüsünde iletişim kuran ve kendi dışındaki bütün ötekiler ona hizmetle yükümlüymüş tavrı ve beklentisi içinde olan zavallı insancıklardır. Koskoca kâinatta bir sivrisinek kanadındaki nokta kadar bile yer tutmadığı halde, lügatinde “ben” sözcüğünden başkasına yer vermeyen o kibir abidesinin, hiç beklemediği bir anda, çıkabileceği en tepe noktasından kafa üstü yere çakıldığına tarih çok defa şahit olmuştur. Kendi gözünde önemli kıldığı, değer olarak kabul ettiği şeyler bir şekilde elinden çıktığı zaman çırılçıplak kalacak, tüm fiziksel ihtiyaçları eksiksiz olarak karşılandığında ise hayatı anlamsız olmaya başlayacaktır. Bu, içinden çıkılması öyle zor bir paradoks ki, olması da, olmaması da ayrı bir dert. Çünkü bedensel tatminden sonra ister istemez yaşadığı hayat için bazı anlam arayışları başlıyor insanoğlunda. Zira; onu rahat bırakmayan, ama elle tutamadığı ve adını koyamadığı bir “ben” daha var görünenin ötesinde, içinin ta derinliklerinde. O bedensiz “ben’e” ruh deyin, can deyin, nefis deyin, ne derseniz deyin, her dilde, her kültürde ismi değişse de, özü aynıdır onun. İnsanı değerli kılan da o zaten. Zira beden, bir canide de, bir âlimde de anatomik olarak çok farklı değil. Şu var ki, nasıl beden, kendini soğuktan, sıcaktan koruyan giysiye, güçlü ve zinde tutacak yiyeceğe, içeceğe ihtiyaç duyuyorsa, bedeni ayakta tutan
o bedensiz “Ben” de benzer ihtiyaçları hissediyor ve istiyor. Ama çok önemli bir farkla ki, onun giysisi, gıdası her beden için ayrı değil. Standart ve asla değişmez bir formatta. Onun giysisi, kullandıkça eskimeyen, aksine değer kazanan, sabırdır, kanaattir, hoşgörüdür. Paltosu, hataları örtmek ve görmemek, görse bile affetmektir. Sofrasının en sevdiği yiyeceği karşılıksız verebilmek, lezzet veren çeşnisi ise tevazudur, tatlı dildir, güler yüzdür. Kullandığı sözlükte “haklıyım” fiilinin birinci tekil şahsı bir daha okunmamacasına silinmiştir adeta. O giysi bir işverende olursa eğer, işçisinin evindeki kedisinin ayağına batan kıymıktan çatısındaki kırık kiremidine kadar ilgisiz kalamaz. Bir öğretmende olursa eğer, yetişkin olduklarında topluma yön verebilecek, mensubu olduğu millete değer katabilme derdinde ve şuurunda olan bireyler yetiştirmek en büyük gayesi olur onun. Toplumda yer alan her fert, akıl, zekâ, kültür ve psikolojik özellikleri
nedeniyle toplum ağacının belki en güzel ve en tatlı meyvesi olamayabilir. Ama o elbiseyi giydiği sürece ağacın bütününe zarar verebilecek, hastalıklı, ben-odaklı iri bir dal yerine, o ağacı oluşturan sayısız dokulardan biri olmayı yeğleyecektir. İnsan hayatının nihai hedefine götüren pusulası ve feneri kıymetindeki bu standart ve değişmez değerler insanoğluna en baştan bedelsiz olarak verilmişti. O, bunu kısmen unuttu ya da yok saydı veyahut değerini bilemedi. Sis ve pus içinde rotasını, yönünü, yanını belirleyemediği hedefsiz yolculuğunda başına gelenler için hep suçlu aradı. Bir aynaya bakmayı bile akıl edemedi. Bu değerlerden bir şekilde haberdar olanların bir kısmı, onu yanlış yerlerde aradılar. Zira işportaya düşmesi düşünülemezdi. Diğer bir kısım ise bu değerlere sahip insanları dost ve arkadaş edindiler. Çünkü onlar biliyorlardı ki, vagonun lokomotife bağlanmaktan başka alternatifi yoktur. Zaten başka türlüsü yanlış olurdu.
İnsan hayatının nihai hedefine gˆt¸ren pusulası ve feneri kıymetindeki bu standart ve değişmez değerler insanoğluna en baştan bedelsiz olarak verilmişti. O, bunu kısmen unuttu ya da yok saydı veyahut değerini bilemedi. Sis ve pus iÁinde rotasını, yˆn¸n¸, yanını belirleyemediği hedefsiz yolculuğunda başına gelenler iÁin hep suÁlu aradı.
YORUM ETKİLİ
43
Nesrin BİLKAN
ANNEME MEKTUP
A
nneciğim, hep sana seni ne kadar sevdiğimi, küçücük yüreğimdeki kocaman yerini anlatmak isterdim. Ama başaramadım. Çünkü hiç anlamaya çalışmadın. Bir gün sana bahçeden çiçek topladım. Bardağa koydum, sana getiriyordum ki, bardak birden bire elimden düştü, kırıldı. Çiçekle sana sevgimi anlatacaktım. Kırılan bardak için o kadar çok bağırdın ki, bir daha kimseye çiçek vermemeye yemin ettim. Anne, benim küçük yüreğimde herkesi sevecek kadar yer vardı. Ben herkesi çok seviyordum. Ama sen insanların hep kötü olduklarını, onlara güvenilmemesi gerektiğini söyledin. Ben de artık insanları sevmiyorum. Anneciğim, bir türlü küçük kafam almıyor, bana başkalarına vurmayı sen öğrettin. Ben doğduğumda vurmayı bilmiyordum ki, neden şimdi kardeşime vurmama kızıyorsun. Ben ona vurunca elime vuruyorsun. Anne, babamı hiç sevmiyor musun? Hep beni onunla korkutuyorsun, onu sevmemi istemiyor musun? Ben bir şeyi bağırmadan istersem vermiyor-
44 YORUM ETKİLİ
sun. Bağırarak istersem veriyorsun, o yüzden ben de hep bağırarak, ağlayarak istiyorum. Hem de dediğini yapmak için bağırmanı bekliyorum. Biliyor musun seni bağırtmak hoşuma gidiyor. O zaman benimle ilgilendiğini düşünüyorum. Anne sana güzel bir haberim var: Artık yemeklerimi yiyeceğim. Bir an önce büyümek istiyorum. Neden mi? Seninle konuşurken yukarılara bakmaktan bıktım. Artık boynum ağrıyor. Eğer büyümem daha çok sürecekse, neden sen çömelerek benimle konuşmuyorsun? O zaman kendimi daha iyi hissedeceğim. Konuşurken gözlerini görmek istiyorum. Gözlerinin derinliğinde sevildiğimi anlamak istiyorum. Anne beni neden dinlemiyorsun? Benim çizgi film kahramanlarım, kırılan oyuncağım, kaybolan kalemim neden seni ilgilendirmiyor? Beni de senin şefin, arkadaşının yeni aldığı çanta ilgilendirmiyor... Onları dinlemek istemiyorum. Senin beni dinlemeni, onların benim için ne kadar önemli olduğunu anlamanı istiyorum. Sadece büyüklere ait şeyler
mi önemlidir? Anne, yeni bakıcımı hiç sevmedim. Saçlarımı senin taradığın gibi taramıyor, bana eski bakıcımın baktığı gibi şefkatle bakmıyor. Anne sen bana neden şefkatle bakmıyorsun? Anne, evdeki eşyaları, sehpayı, kül tablasını, televizyonu kıskanıyorum, onları kırmak, yok etmek istiyorum. Onlar olmazsa, beni daha çok seveceğini düşünüyorum. Hem de rahatça, onları kırma korkusu olmadan evin içinde koşup oynayabileceğim. Onları temizlemek için ayırdığın vakti bana ayırmıyorsun. Demek ki onları benden daha çok seviyorsun. Anneciğim, evde oynamaktan bıktım. Dışarılarda koşup oynamak, minik su birikintilerine ayaklarımı sokmak, dökerek pasta yemek, elimle makarna yemek, ayranı üstüme dökmek istiyorum. Anne ben yaşamak istiyorum. 'Yapma'ların, 'etme'lerin olmadığı, sevginin çok olduğu, annelerin çocuklarını anladığı bir yer istiyorum. O yeri bulmak için buradan gitmek istiyorum. Belki bir kuşun kanadında, belki bir çiçeğin yaprağında belki de bir balığın akvaryumunda...
Canten Kaya'nın"Çocuk Eğitiminde Anne Babaya Öneriler" adlı kitabından alınmıştır.
Sayı 13
Vehbi Tülek
, FATİH İ FATİH YAPAN ÷Ğ‹TLER
, Murad Han, Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinden, İstanbul u bu Áocuk alacak m¸jdesini , aldıktan sonra oğlu II.Mehmed in eğitimine Áok ˆnem verir. Artık onunla bir Baba olarak değil, Devlet politikası onu gerektirdiği iÁin ilgilenir ve ona altın ˆğ¸tler sunar.
O
smanlı Sultanı ll. Murad Han, gelecekte “Fatih” olacak oğlu Şehzade ll. Mehmed’e şöyle bir öğütte bulunuyor: “- Ey benim sevgili oğlum! İnsanoğlunun her birinde, başkalarıyla çeşitli münasebetler kurmaya yarayan normal bir akıl bulunmalıdır. İşte bu akıl, bütün saadet ve mutluluğun tükenmez kaynağıdır... Hayata doyum olmaz, az veya çok olması, onun kıymetini azaltmaz. Bir meyve ancak olgunlaştığı zaman güzelce yenir. Bunun gibi insanların da güngörmüş, tecrübeler geçirmiş olanları her zaman tercihe şayandır... “Kuvvet Aklın Emrinde Olmalı!” Gençlik çağında duyulan zevk ve sefayı, ben uyuz hastalığına yakalanmaya benzetirim. Bu hastalığa tutulan, ancak kaşındığı zaman rahata kavuşur. Tabii ki
böyle bir kaşınma sonunda, daha da kötü bir duruma düşer. Kişi, gençlik yıllarında işlediği kabahatleri de, genellikle düşünüp taşınmadan işler. Fakat sonraları bunları hatırlayınca, bu suçlar kişinin kalbine hançer gibi saplanır ve kişinin canını sıkarlar... Gençliklerinde, doğru ve iyi yolda gidenler bunun karşılığı olarak, yaşlılıklarında hürmet ve ikram görürler. Güçlü ve kuvvetli olmak iyidir. Fakat kuvvet aklın emrine verilmelidir. Şunu da iyi bilmeni isterim: Bu dünyada üç türlü insan vardır, birincisi; akıl ve fikirleriyle yerinde, geleceği az çok gören ve düşünen, hiçbir anormallikleri olmayan kişilerdir. İkincisi; yolların doğru veya eğri olduğunu bilmekten uzak olan kimselerdir. Ama bu duruma kendi istekleriyle değil, çevrenin etkisiyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde kabul eder ve söz dinlerler. Üçüncüleri ise;
ne kendileri bir şeyden haberdardır ve ne de yapılan ikazlara, nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini sanırlar. Bunlar diğerlerinden daha zavallıdır. Sen Padişah Olunca... Ey oğul! Yüce Allah, eğer seni ilk sırada saydığım kişiler arasında yaratmışsa sevinirim. İkinciler gibiysen, sana yapılan nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın üçüncü gruba dahil olmayasın! Onlar ne Allah’a, ne de insanlara karşı iyi bir durumda değildirler... Padişahlar, elinde terazi tutmuş bir kimseye benzerler. Sen Padişah olunca teraziyi doğru tutmanı isterim...” Sizce Şehzade Mehmed, bu öğütleri tutmuş mudur? “Tutmasa ‘Fatih’ olur muydu?” dediğinizi duyar gibiyim... YORUM ETKİLİ
45
Kaynak: BB Psikolojik Danışmanlık
Aile Stres Testi T¸m aileler stres altındadır. Stres ailenin gelişimine katkıda bulunabilir. Fakat stres ya Áok yoğunsa? Ailenizle birlikte aşağıdaki testi uygulayıp stres d¸zeyinizi gˆrebilirsiniz. Alacağınız sonuÁ tamamen size aittir. Aşağıdaki cümlelerden size en uygun cevapları sağdaki sütunda işaretleyip, alınan sonucu testin altındaki ölçekte değerlendirip ailenize ait stres durumunuzu görebilirsiniz. 1. Sık sık duygularımızı paylaşırız. 2. Öyle gözüküyor ki çok tartışıyoruz. 3. Çocuklarım için neyin önemli olduğunu bilirim. 4. (Çiftler için) Bazen evlilik bir hayal kırıklığıdır. 5. (Boşanmış aile) Bekarlık sultanlıktır. 6. Tartıştığımızda çocuklar olumsuz etkilenir. 7. Önemli ihtiyaçlarımız için gerekli gelirimiz var. 8. Nerelere ve ne kadar çok harcadığımız konusunda tartışırız. 9. İş önemlidir fakat ailemiz hepimiz için çok daha önemlidir. 10. Birbirimizi yeterince dinlemiyoruz. 11. (Çiftler için) Hepimiz ailemizdeki rollerimizden hoşnutuzdur. 12. (Boşanmış aile) Flört etmem çocukları olumsuz etkiler. 13. (Çiftler için) İlişkimiz çok güçlüdür. 14. Ailemizde birimiz huzursuzsa diğerini de huzursuz eder. 15. (Boşanmış aile) Çocuklar birlikte olduğum kişiyi severler. 16. Çok çalışmak beni bunaltır. 17. Evimizde gerginlik yoktur. 18. (Boşanmış aile) Bekarlık benim için çok zor. 19. Çocuklar okulda başarılı. 20. Asla yeterli zaman yoktur. 21. Ailemizde herkesin işi vardır, hiçkimse bu durumdan şikayetçi değildir. 22. (Çiftler için) Çocuklar için ne yaptığımız konusunda tartışırız. 23. Yemeğimizi her zaman birlikte yeriz. 24. Çocukların her istediklerini yapmaları mümkün değildir. 25. Tatilden mutlu döneriz. 26. Çocuğumun davranışları ile ilgili olarak okula çağrılırım.
46 YORUM ETKİLİ
Asla 0
Bazen 1
Sık Sık 2
Her Zaman 3
Sayı 13
Aldığınız stres puanı Yukarıdaki sorulara verdiğiniz “asla” cevabının 0 puan, “bazen” cevabının 1 puan, “sık sık” cevabının 2 puan ve “her zaman” cevabının 3 puan değeri vardır. Tümünü toplayarak aldığınız puanının açıklamasını aşağıdaki tabloda görebilirsiniz. 33 ve yukarısı tek sıra numaralı sorular için: veya 17 den az çift sıra numaralı sorular için:
Tebrikler! Aileniz çok iyi durumda. Bu durum yaşamınızı zenginleştirip sizleri doyumlu bir yaşama getirebilir.
25-32 arası tek sıra numaralı sorular için: veya 18-24 arası çift sıra numaralı sorular için:
Harekete geçip aile içindeki uyumu artırmak için çaba sarf etmelisiniz .
18-24 arası tek sıra numaralı sorular için: veya 25-32 arası çift sıra numaralı sorular için:
Yoğun stres altında olmanız mümkündür . Yukarıdaki soruları dikkatlice tekrar inceleyip stres skorunu artırmanın yollarını düşünmelisiniz .
17 ve daha az tek sıra numaralı sorular için: veya 33 ve fazla çift sıra numaralı sorular için:
Derhal harekete geçip bir aile terapisi almalısınız, aile birliği ve mutluluğu için.
YORUM ETKİLİ
47