v.23
Belkiça'dan Öfke ve Eylem Haberleri Seneffe - 8 Kamyon ateşe verildi 24/03/2011 - Gece yarısı, Seneffe sanayi bölgesind bulunan bir hangar ve sekiz kamyon ateşe verilerek tahrip edildi. Gent - Başkanın aracı tahrip edildi 27/03/2011 - Flaman Başkanı Johan Deckmyn'in (faşist partiden) evinin girişindeki aracı gece yarısı tahrip edildi. Başkan kendisine karşı ayrıca iki saldırı daha gerçekleştirildiğini bildirdi: seçimlerde, reklam panolarının tahrip edildiğini ve giriş kapısının camından bir Hıristiyan haçının atıldığını belirtti.
4 Nisan 2011 Brüksel - Kemer sıkmalara karşı gösterilerde küçük çatışmalar 20000 kişi, kemer sıkma politikalarına Avrupa Birliği zirvesinin yakınlarında sendikacıların protesto çağrısıyla yanıt verdi. Gösteriler şehrin merkezinde bir araya gelen dört farklı noktadan başlatıldı. Aşağı yukarı tüm trafik bloke edildi. Bakanlıkları ve ofislerin olduğu caddede olaylar meydana geldi. İki saat boyunca maskeli ve maskesiz göstericiler polislere taş, şişe ve havai fişek attılar. Polisler tazikli su ve göz yaşartıcı gaz bombaları kullandı ama pek başarılı olamadı. Birisi çatışmalara katılmaktan diğeri polisin fotoğraflarını çekmekten dolayı gözaltına alındı. Bazı bakanlıkları ve ofislerin camları kırıldı.
Leuven - Üniversitede 2 araç yakıldı 24/03/2011 - Gece yarısı, ateşe verilen 2 araç tamamen yandı. Araçlar Leuven Katolik Üniversitesinde park halindeydi.,
Gent - Bir yoldaş hapishaneye havaifişek atmaktan suçlu bulundu 20/03/2011 - Hakim bir yoldaşımızı Yeni Yıl gecesi Gent Hapishanesinin önündeki toplantıya katılmaktan 6 ay şartlı olarak mahkum etti. Toplantı esnasında, polislere havaifişek atılmış, kalıcı sağırlık yaşayabilecek bir polisin kulağına isabet etmişti. Polisin avukatı bunun "adam öldürmeye teşebbüs" olduğunu savundu.
Leuven - Parti merkezlerine politika karşıtı sloganlar yazıldı 24/03/2011 - Vandallar dört siyasi parti merkezine (hıristiyan-demokrat, stalinist, faşist ve yeşiller) "Saçmalık" sloganları yazdılar.
Gent - Mc Donald'sın camları indirildi 18/03/2011 - Gece yarısı, şehir merkezindeki Mc Donald's bir kaç camı indirildi. Müdür bu saldırının ilk olmadığını söyledi.
İsviçre’deki bombalı saldırıyı İtalyan anarşistler üstlendi BERN - İsviçre nükleer santrallerini işleten Swissnuclear grubu bürolarında 2 kişinin yaralanmasına yol açan bombalı koli eylemini İtalyan bir grup olan “Gayrı Resmi Anarşistler Federasyonu” üstlendi. Perşembe sabahı Olten kentinde İsviçre nükleer santrallerini işleten Swissnuclear federasyonu binasında saat 08.15’te açılan bir koli patlamış, 2 işçi yaralanmıştı. Bunlardan birinin kolundan yaralandığı belirtilirken, yaralıların durumu ve kimlikleri hakkında bilgi verilmemişti. Başsavcı Carlo Bulletti yaptığı açıklamada saldırıyı İtalyan “Gayrı Resmi Anarşistler Federasyonu”nun üstlendiğini bildirdi. Bulletti, saldırıda kullanılan patlayıcının güçlü olduğunu kaydederken bu anarşistlerin bir yıl önce Zürih yakınındaki Rüschlikon’da bulunan IBM araştırma merkezine yönelik bombalı saldırıyı gerçekleştiren hareketle aynı olduğunu söyledi. Başsavcı kolideki bir mektupta IMB saldırısı sonrasında tutuklanan üç anarşistin adının geçtiğini belirtti. “Federazione Anarchica Informale” (Fai) geçen Aralık ayında Roma’daki İsviçre ve Şili Büyükelçiliklerine yönelik bombalı saldırıları da üstlenmişti.
İngiltere - Kara Blok Londra sokaklarında İngiliz hükümetinin bütçe açığını kapamak için L500ondra'da kamu kaynaklarında yapmayı planladığı kesintilere karşı bin kişi yasal sendika TUC'un çağrısıyla büyük bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşün ötesinde bir protesto gerçekleştirmek isteyen yüzlerce maskeli gösterici, polisle çatıştı, mağazalara saldırdı ve bir mağazayı işgal ettiler.
Siyah giyinmiş ve yüzlerini siyah fularlarla kapatmış olan Kara Blok kitlesi polise havaifişek, molotof ve boyalarla saldırdı. Bir giyim mağazasının ve HSBC bankasının camları kırılırken bazı göstericiler Ritz Hotele havaifişek fırlattılar. Polis göstericileri Trafalgar meydanından çıkarmaya çalışırken çatışmalar çıktı. Bazıları da alışveriş bölgesinin kalbindeki Oxford Sirkinde büyük bir ateş yaktılar. Polis Picadilly'de göstericilere sert bir müdahalede bulundu. Fortnum ve Mason'un dışında genç bir gösterici kafasından yara aldı. 200 kişi gözaltına alındı.
1
o P a P d d n d o Ç oP o nr d P aPr a r n n a aÇr Ço na radrod o Ç ağ ı dao a Çd odno n ğ ğ n ğ ı ı Çı a ğn nÇ Ç ağ ı ı Pardon Çağı
E
n az on beş yıldır bu kültürün işlevsel olarak, içsel olarak, sistematik olarak adaletsiz ve sürdürülmesi mümkün olmayan bir kültür olduğunu, yasal yaklaşımlar bu adaletsizlikleri ya da sürdürülemezliği belli belirsiz yumuşatırken, bu yaklaşımların asla gerçek anlamda yeterli olmayacağını söylüyorum. Yanılmışım. Yakın zamanlarda kendimi bu kültürün adaletsizliklerini ve sürdürülemezliğini çözecek türden yasal bir çözümü hayal etme yönünde kışkırttığımt ürden bir düşünce deneyine giriştim.
Belki biraz ön bilgi vermem gerekir. Bu kültürün temel sorunu, her anlamda şiddet uygulayanların neredeyse hiç sorumluluk yüklenmemesi, buna ev içi şiddet ve tecavüzden (hapiste sadece bir gece geçiren tecavüzcü oranı %6) çevreye karşı hükümet sponsorluğunda işlenen şiddet eylemleri, savaş suçları ve kitlesel suçları da katabiliriz. Pek de komik olmayan bir bilmece ne demek istediğimi anlatacaktır.Soru: İki eyalet, büyük bir şirket , 40 ton zehir ve en az 8 bin ölü insanı çarpınca sonuç ne olur? Cevap: Tam ücret artı faiz ile elde edilen mis gibi bir emeklilik ( Union Carbide CEO’su Warren Anderson). Gezegeni yıkıp geçiren insanların gerçekten bir bedel filan ödemediğini farkeden tek kişi ben değilim. BP CEO’su Tony Hayward’a ne oldu?, bu adam diğer insanlarla beraber devasa Deepwater Horizon petrol akıntısından sorumlu tutulmalı. Adam 1,6 milyon dolarlık bir ihbar tazminatıyla görevinden çıkarıldı, ayrıca yıllık emekli maaşı da 1 milyon dolar civarında (BP hisselerinin çoğu da onun elinde). Bazı cesur insanlar, cesaretle, azıcık da olsa minicik de olsa, öhhö, nezaketle acaba ihbar tazminatı en aza indirilebilir mi diye soracak oldular; ama Hayward’ın başını mızrak ucuna takıp New Orleans tepelerinde dolaştırmaya niyet eden türden bir kamu davası açıldığını duymadım (ama duyduğuma göre şahsi davalar açılmış). Bu türden bir sorumluluk duygusu ile ilgili kurduğum hayâl tedbir prensibinin mecburi yasal versiyonunun bir örneği. Tedbir prensibi; eğer bir eylem, veya politikanın halka ya da çevreye zarar verme riski varsa, bu eylemin zararlı olmadığını kanıtlamanın bu eylemi yapmaya niyetli olanlara kaldığını öne sürüyor. Eğer hiç bir zararın söz konusu olmadığını kanıtlayamazlarsa o zaman harekete geçemezler. Bu yüzden, meselâ, Meksika Körfezindeki petrol akıntısının zararlı olmadığını öne sürüyorlarsa ve zararın söz konusu olduğunu gösteren kanıtlar olmasına rağmen sadece sondajı askıya alıyorlarsa, o zaman tersi kanıtlanana dek bu eylemin zararlı olduğunu kabul etmek zorundayız. Aynı mantık sera gazı emisyonları konusunda da uygulanmalı. Aslında, tedbir prensibini mantıklı bir şekilde uyguladığımızda durdurulması gereken binlerce zararlı eylem bulunuyor. Elbette, tedbir prensibinin hastalıklı bir biçimi kültürümüz tarafından halihazırda uygulanıyor, ama çevreye veya halka hizmet etmek yerine şirketlere hizmet ediyor: gerçek dünyayı koruyan eylemlerin ciddi ciddi planlanmadan önce çıkarlara zarar vermediğinin gösterilmesi gerekiyor. Bugün potansiyel zararlar,genel olarak risk değerlendirmesi adı verilen bir şekilde hesaplanır, burada zararlı eylemi yapacak olan şirket genelde uzun ve okunması pek mümkün olmayan bir belge hazırlar, böylece projenin potansiyel risk-
2
Derrick Jensen
leri ve ödüllerinin ortaya konmasını engellemiş olur. Bu süreçle ilgili bir çok sorun var.
Öncelikle, belgeler saçma sapan şeylere dayanıyor, belgelerin kendisi açık açık yanlış (Deepwater Horizon meselesinde bildiride mesela petrol sızıntısının diğer memeliler ve morslara potansiyel etkilerinin ne olacağına dair bilgiler içeriyordu).İkinci olarak, bu belgeler genelde en az şirketlerdeki benzerleri kadar yozlaşmış bürokratlar ve teknisyenler tarafından onaylanıyor (ve gerçekten de güya birbirine zıt bu varlıklar arasında kayar kapılar var), bu insanlar ya baskı zoruyla (belgeleri onaylamak ya da işini kaybetmek arasında kalıyorlar) ya da kontrol ettikleri endüstrilerin üyeleriyle işbirliği sayesinde (ya da alenen yatağa girerek) işi bağlıyorlar.Ama bunların hepsi risk değerlendirmesinin yanında basit kalıyor, değerlendirilen projeler genelde şirketin liderlerine ve hissedarlarına gidiyor, bu arada söz konusu riskler de hem hayvanların hem de insanların sırtına yığılıyor, tabii
lemin ya da ürünün çevreye ya da halka zarar vermeyeceğini öne sürüyorsa ve ardından bu politikasını eylemini ya da ürününü devreye sokuyorsa, yani bu zarar riskini halka ya da çevreye dayatıyorsa – ve ardından halk ya da çevre zarar görüyorsa, işte o kişi adaletin önüne çıkarılmalı: dava açılmalı, elde ettiği kazançların hepsi kurbanlara teslim edilmeli, sebep olduğu bütün kargaşayı temizlemesi sağlanmalı, söz konusu hasarın ölçüsüne göre uygun bir cezaya çarptırılmalı. Diğer bir deyişle, ödüller içselleştirildiği gibi, riskler de içselleştirilmeli. Sonuçta bu politikaları, eylemleri ya da ürünleri devreye sokan insanlar gerçeği söylüyorsa ve halka ya da derin su sondajından, sera gazı emisyonundan, barajlardan ya da toksik kimsayallarında işlenmesinden çevreye yönelik önemli bir risk söz konusu değilse,o zaman kaybedecek bir şeyleri yok demektir, değil mi? Bu tür bir politika bu insanlar ancak yanıldıysa ya da yalan söylüyorsa sorun yaratabilr. Başka insanların yaşamlarını risk altına sokuyorsanız kesinlikle yalan söylememeniz gerekir, ayrıca yanılma olasılığı konusunda da bu kadar cesur olmamak gerekir. İnsan ve hayvan toplumlarını yok ederek kendilerini zenginleştirenler diğer canlılara empoze ettikleri risklerle orantılı riskleri üstlenebilseler o zaman bu yıkıcı davranışları bir gece içerisinde sona erebilir. Şimdi, sadece CEOlara ve politikacılara uygulanmayıp projeyle alakalı bütün insanlara uygulandığını düşünelim bu durumun, yıkıcı ürünler dizayn eden mühendislerden onlara para ödenmesinin bir yolunu bulan muhasebecilere, onları reklam edip para kazanan pazarlamacılara, ve cebini dolduran bürokratlara kadar herkese uygulandığını düşünün. Bu öneri radikal bir öneri bile sayılmaz. Önemli bir yasal örnek bulunuyor elimizde: eğer siz ve ben bir bankayı soymak için üçüncü bir kişi tarafından tutulsak ve birisi bizim eylemlerimiz yüzünden ölse, üçümüz de ceza alırız, siz tetikçi olsanız, bense sadece arabayı sürmüş olsam bile.
bu canlılar işler ters gidince ( ve hatta işler iyi gitse bile) acı çekiyorlar. Union Carbide, Bhopal, Hindistan’daki endüstriyel kimyasal maddeleri işleyen bir fabrikadan para kazanıyor (bu maddelerin çoğu toksik), Bhopal halkı ise her geçen gün fabrikadaki operasyonlar sebebiyle acı çekiyor, fabrika havaya uçtuğunda ölüyor. BP parasını Meksika Körfezi’ndeki sondajlardan kazanıyor; ama hem körfez hem de insan-hayvan orada yaşayan canlılar bu toksik ve artık bir felaket boyutunu almış sonuçlardan kaynaklı acılar çekiyorlar. Kaçınılmaz olarak vahşete yol açan gülünç bir sistem bu. Sanki şirket sahiplerinin zar atarsa para kazandığı, atmazsa sizin öldüğünüz türden bir kumarhane gibi. Zar atmaya devam etmelerine şaşmamak lazım. Biz de ölmeye devam ediyoruz. Ve ayrıca eğer yaşanabilir bir gezegen istiyorsak, o zaman risk değerlendirme analizimizi değiştirmek zorundayız. Önlem almaya yönelik prensip yönetmeliği önerim şöyle bir şey: eğer birisi bir politikanın, ey-
Şirketlerin sadece bir biçimi olduğu bürokrasilerin en önde gelen işlevlerinden biri, sorumluluğun ortadan kaldırılmasıdır.Ben yanlış bir şey yapmadım! Ben sadece işimi yapıyordum! Sadece trenlerin zamanında çalışmasını sağlıyordum ! Trenlerin ölüm kamplarına gitmesi umrunuzda değil, değil mi? Eğer ABD Çevre Koruma Organı adına çevresel etki bildirimlerini incelemekle görevli bir kamu çalışanıysanız ve gerçekten derin su sondajının okyanuslara, okyanus yaşamına ya da kıyı topluluklarına yönelik ciddi riskler oluşturduğuna inanıyorsanız bu sondaj teknolojisinin başarısız olduğu zaman (böyle olacağını hepimiz biliyorduk, hatta siz bile), diğer canlıların bu riskten zarar görmesi gibi sizin de bu riskin birazını yüklenmeye istekli olmanız gerekiyor. Peki şuna ne dersiniz: eğer gerçekten inanmıyorsanız, o imzayı atmamalısınız.
Derrick Jensen Orion 2011 Mart sayısı Çeviri: CemC * Hayvan Özgürlüğü Hareketi ve Felsefesi blog’undan alınmıştır.
Alevler içinde 13 araç
n Ç aÇ a Ç aÇğa ğ ı ı ğ ığ ı
Atina - 16 Mart Atina’da o gece gerçekleşen yangınların kundaklama sonucu ortaya çıktığı anlaşılıyor. İlk yangın Psiri’de 22.55’de sivil bir araçla başladı. 00:58’de Menidi Cumhuriyet Caddesi’nin yakınlarında plakasız 2 araç patladı. Saat 01:33’de Klifissia belediyesi Eritrea’da, 13. Anaxagoras Caddesi üzerinde park etmiş bir araçta yangın çıktı. Birkaç dakika sonra, 01:42’de Atina Michail Voda Caddesi üzerindeki bir araç yangınla tamamen kullanılamaz hale geldi, yangın çevredeki 2 motosiklet ve bir araca da sıçradı. 02.10’da Kato Patissia, 57 Lakovan Caddesi üzerindeki bir otoparktaki 3 araç yakıldı. Araçlardan biri tamamen kullanılamaz hale geldi diğer iki araç ise zarar gördü. Son yangın haberi ise saat 02:20’de Paleo Faliro’dan geldi. 14 Nazliou Caddesi üzerinde park halindeki biri diplomatik, diğeri plakasız olan iki araç yakıldı.
Süpermarkete Kulon Progo ile Dayanışma Saldırısı - İngiltere Nottingham-20 Mart “Pazar gece saat 01:45’de Hucknall yolu üzerindeki Tesco’ya saldırı gerçekleşti. Saldırı sonucunda marketin ön kapısı parçalandı ve duvara “her küçül saldırı acıtır” yazılaması yapıldı. Saldırıyı kapitalizmiz fiziksel yansıması Tesco’dan nefret ettiğimiz için yaptık. Ayrıca saldırımızı, topraklarına saldıran kapitalizme karşı yürekten mücadelelerini sürdüren Endonezya’daki Kulon Progo halkıyla dayanışmaya adıyoruz. Her ne kadar çabalarımız sistem karşısında zayıf kalsa da eylemimizle, sistemin yıkım ve baskısına karşı mücadele eden herkesi selamlıyoruz.
Polis Karşıtı Saldırılar / Amerika Polis Merkezine Kundaklama Olympia -16 Mart Çarşamba sabahı Olympia polis karakoluna kundaklama gerçekleştirdi. Sabah saat 3:30 sularında 200 Perry Kuzeybatı Caddesindeki karakola gerçekleşen saldırıda karakolun batı duvarı yıkıldı. Olayda yaralanan olmadı. Bu, geçen iki hafta içerisinde polis merkezine yapılan ikinci saldırı. 5 Mart’ta karakolun pencereleri parçalanmış ve iki devriye aracına zarar verilmişti. Tacoma - 14 Mart 14 Mart gecesi bir polis aracının üzeri boyandı ve pencerelerinden üçü asitle eritildi. Eylemimizi Şili’de tutsak olan ve 21 Şubat’tan beri açlık grevinde olan yoldaşlarımıza adıyoruz. Dayanışma sınır tanımaz. Santa Cruz -15 Mart 15Mart gecesi Santa Cruz Şerif Departmanına ait iki polis aracına saldırı gerçekleşti. Lastikleri parçalanan polis araçlarının camlarına asitli sıvıyla zarar verildi. Seattle. Montreal. Bahreyn. Domuzları cezalandırın. Montreal -18 Mart Quebec Kamu Güvenliğinden Sorumlu Bakanlığın pek çok aracının lastikleri parçalandı ve boyalarla zarar verildi. Bakanlık cezaevleri ve polis güçlerinden sorumludur. Eylemimiz, tutuklu anarşistler, Seattle ve Kuzeybatı Pasifik’teki polis karşıtı eylemlerle dayanışmak adınadır.
İtalya - Eni Ofisine Saldırı Bologna – Geçtiğimiz gece Eni ofislerinin dışında 3 adet bomba patladı. Dördüncü bomba ise patlamadı. Üç cam kırıldı ve iki elektrik trafosu ateşe verildi. Polis bulgularına göre, bombacılar bir fitile iliştirilmiş kibrit paketlerine bağlanan büyük fişekler içerisinde beş litrelik petrol kullanmışlar. Saldırıyı henüz üstlenen olmadı.
Gerze Halkı bir kez daha Termikçi Şirkete Geçit Vermedi ’Gerze’de bir kişi bile istemezse Termik santral yapmam’’ diyen Tuncay Özilhan’ı bir kez daha uyarıyoruz....
B
ugün sabah saatlerinde termikçi şirket tarafından tutulduğu anlaşılan taşeron sondaj kamyonları Termik santralın yapılacağı Yaykıl Köyü Çakıroğlu mevkiinde zemin etüt çalışmaları yapmak üzere geldiler. Köylüler , sondaj firması çalışanlarını uyararak hemen YEŞİL GERZE ÇEVRE PLATFORMU’nu arayarak bilgilendirmiş ve destek istemişlerdir. Yaykıl köylüleri ve Gerze halkı ellerinde mahkemenin vermiş olduğu yürütmeyi durdurma kararına rağmen zemin etüt çalışması yapmaya gelen şirket çalışanlarına ‘burada termik santralle ilgili herhangi bir çalışma yapılamaz’ uyarısında bulunmuşlardır. Sondaj çalışmalarını yapmaya gelen personeller termik santral yaptırmamak üzere kararlı halk tarafından kovalanarak köyden çıkarılmıştır. Gerze bir kez daha Termikçi şirkete ve çalışanlarına karşı direneceğini göstermiştir. Öfke taşıyan halk termikçi şirketin irtibat bürosuna gelerek protesto gösterisi yapmış ve bu konuda ki kararlı tutumunu devam ettirmiştir.YEGEP dönem sözcüsü Şengül Şahin tarafından bir açıklama yapılmıştır. Ardından Termikçi Şirket ‘ in kurdurmuş olduğu paravan dernek GERÇEK’in önünde de bir süre durarak protestosunu sürdüren Gerze halkı YEGEP Bürosuna giderek durum değerlendirmesi yaptıktan sonra , Yegep Dönem sözcüsü ve yürütme üyeleri ile birlikte Gerze Kaymakamlığı’na giderek şirket hakkında suç duyurusunda bulundular. Yegep önderliğinde birleşen Gerze Halkı bu gün bir kez daha Termik Santral İstemediğini ve kararlı mücadelesini sürdüreceğini herkese göstermiştir. Anadolu Grubu’na Gerze halkının kül yutmayacağı bir kez daha hatırlatılmıştır. ‘’Gerze’de bir kişi bile istemezse Termik santral yapmam’’ diyen Tuncay Özilhan’ı bir kez daha uyarıyoruz:
ÇOCUKLARININ NEFESİNİ , GELECEĞİNİ, SUYUNU , TOPRAĞINI, HAVASINI SAVUNAN GERZE HALKINA GÜCÜNÜZ YETMEYECEK.. ONURLU MÜCADELEMİZ HER BİÇİMİYLE SÜRECEKTİR..!!
3
Anarko-Feminizm ve Hayvan Özgürlüğü
“
Et, pornografidir; birisinin eğlencesi olmadan önce, o, birisinin hayatıydı.” Melinda Vales
B
ir çok anarşist hayvan hakları düşüncesini tehlikeli buluyor. “Yasal” hakları sadece hayvanlara ait kılmak, insan haklarının ne derece kabul gördüğünü düşündüğümüzde fazla işe yaramayacak gibi geliyor. Peter Singer hayvanlara daha çok ahlâki bir kabul çerçevesinde odaklanır, bunu yaparken de hayvanlarla insanlar arasındaki benzerliklerin altını çizer. Peki ya daha büyük resme bakarsak? Hayvan özgürlüğüyle ilgilenen anarko-feministler erkek tahakkümü ve hayvan sömürüsünün erkek tahakkümü ve kadın sömürüsüyle bağlantılı olduğunu düşünüyor. Bariyerlerin kırılmasıyla ilgili bir şey bu- erkek/dişi, zengin/yoksul, siyah/ beyaz… hayvan/insan. Hem hayvanların hem de insanların kendileriyle ilgili seçimleri kendilerinin yapmasını istiyoruz. Avcılık ve hayvanları yemek geleneksel olarak erkeklere ait bir şey. Ölü hayvanlar ve kadınlar benzer şekillerde nesneleştiriliyor. TV, dergiler, video şöhretleri mutlu çizgi film civcivleri, erkek müşterileri hedef alan anoreksik kadınlarla ilgili imajlar satıyor bize. Kadınlara inek, piliç, kuş, kancık gibi isimler takılıyor- hem evcil hem de av hayvanları isimleri. Eğer erkekler hayvanlara benzetilecek olursa onlar kurt, aslan ya da damızlık at oluyor. Bir çok kadın, evlerinde, tavuk çiftliklerindeki bölmelerde bekleyen tavuklar ya da domuzlar gibiler-sürekli hamile, sürekli bunalımda, sürekli depresyondalar. Devasa işkence endüstrisi olmasının yanı sıra, dirikesim, hayvanları nesneleştirmenin bir başka yoludur. Draize testi gibi bir çok deney sonucunda hayvanların gözleri yok ediliyor, erkek
4
bakışına cevap veremeyen nesnelere dönüştürülüyorlar. Kadınlar ve hayvanlar erkek doktorlar tarafından kendi rızaları gözetilmeksizin deneylere tabi tutuluyor. Laboratuar hayvanları sezaryen tekniğiyle doğum yapıyor, aynısı kadınlar için de kullanılıyor. Pornografinin çoğu kadınları hayvan olarak sunuyor. Evening Post’ta çıkan “Yetişkin Eğlencesi” bölümüne bir bakın. “canayakın tavşan… özellikle sizin için” gibi reklâmlar var. Etli yemekler de cinsel terimlerle reklâm ediliyor. Cinsel kölelikle ilgili imajlardaki kamçılar ve zincirlerin hepsi atları uysallaştırmakla alâkalı imajlar. Kadnları istismar eden erkeklerin çoğu öncelikle evcil hayvanları istismar ederek başlıyor işe. Hem hayvan haklarını hem de seçimden yana olmayı destekleme konusunda bir sorun mu var? Bence bu hareketlerin bir çok ortak noktası var: 1) her ikisi de yaşama odaklanıyor, kadın ve hayvan bireylerin kendi seçimlerini yapabilmesi konusuna odaklanıyor.2) hem kadınlar hem de çiftlik hayvanları istenmeyen gebeliklere zorlanıyorlar.3) kürtaj karşıtı hareket anneliği et endüstrisinin çiftlik hayvanlarını romantize etmesine benzer şekilde romantize ediyor. Erken dönemlerde yaşanan kürtaj, hayvanları öldürmekle aynı anlamda bir cinayet değildir- tıbbî kanıtlar fetüslerin hamileliğin 7.ayından önce acı hissedemediğini ortaya koyuyor. Hayvan özgürlüğü ırk ve sınıf konularını görmezden mi geliyor? Hayvan hakları hareketinin çoğunun beyazın daha soluk bir hâli olduğu doğru. Ancak yerli insanlar da kadınlar gibi, hayvanlar gibi nesneleştirilip tüketiliyorlar. Farklı ırktan insanlar ve hayvanlar hem aşırı çalıştırılıyor, marjinalize ediliyor ve ekonomik anlamda sömürülüyor-
lar. Aynı iktidar yapıları her ikisini de eziyor. Hayvanları savunmak ve ırkçılığa karşı savaşmak, aynı mücadelenin parçaları. Keseli sıçanları örnek vermek istiyorum; çünkü bu hayvanlar Aotearoa’da (Yeni Zelanda’nın Kuzey Adası) büyük zarara yol açıyor. Ağaçları ve kuşları kurtarmak için bu hayvanları öldürmemiz gerekiyor mu? Bu mesele beni çok düşündürdü. Ancak bu hayvanları bu topraklara getirenler , pakeha (İngiliz kökenli insanlar) insanları, bu yüzden yaşadığımız sorun keseli sıçan sorunu değil, bir pakeha sorunu. Keseli sıçanları ezmeyen türden bir çözüm bulmak pakehaya kalmış. Keseli sıçanların çalılıkları yok etmesi de pakehanın kereste elde etmek için arazileri yok etmesine kıyasla çok küçük bir sorun. Bu hayvanları öldürmek yerine çıkar elde etmek amacıyla daha fazla yeşil alanın yok edilmesine engel olmaya odaklanmalıyız. Hem anarko-feminizmin hem de hayvan hakları hareketinin doğrudan eylem taktiklerine dayanması ilginç. Her ikisi de varolan sistemlerde reformlar oluşturmak yerine bu sistemleri ve pratikleri ortadan kaldırmak istiyoryani veal danalar için daha iyi koşullar yaratmak yerine veal danalar olmasın istiyorlar, daha iyi yasalar yerine hiç yasa olmasın istiyorlar. Hayvan ve insan özgürlüğü ve özgür iradesi bu yüzden birbirinden ayrılamaz. “Sadece et yemeyi bırakarak, kendimizi geri çekerek bile acı dolu bir endüstriye son vermek gücüne sahibiz”.
Roberta Katechofsky Spunk.org sitesinden. * Hayvan Özgürlüğü Hareketi ve Felsefesi blog’undan alınmıştır.
RADİKAL VE UZLAŞMA TEMENNİSİ İLE AYRILAN SİVİL İTAATSİZLİK ÖRNEKLERİ “Öfke” duygusunun faydası ve faydasızlığı üzerine kesin yargılarla konuşmak zor. Örneğin lüks konutlar yapılmak üzere talan edilen ormanlık alan için duyduğunuz öfke ile bu konutlardan alma imkânına sahip olamamanıza duyduğunuz öfke arasında nitelik olarak açık ara fark vardır. Yani “Keskin sirke küpüne zarar verir” yaklaşımı her öfke telkinine uygun düşmez. Galatımeşhur mudur, şehir efsanesi olmaya yüz tutmuş bilgilerden midir tam olarak yanıt veremem. Şöyle bir hikâye vardır: İ. Pavlov’un Enstitüsü’nü su basar. Can derdine düşen köpekler bu su baskınından sonra şartlı refleks vermeyi bırakırlar. Pavlov’un durumu özetleyecek tespiti yetişir: “Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırmaktadır.” Bir “can” taşıma konusunda hor gördüğünüz hayvanlar bile ölümle pençeleştikten sonra enseyi efendiden mahrum bırakmayı akıl edebilmiştir. Seneca, öfkeyi “ahmaklık” olarak değerlendirmişti. “Dünyanın neye benzediğine ve başka insanların nasıl insanlar olduğuna ilişkin, tehlikeli olabilecek kadar iyimser fikirlere sahip olduğumuz için öfkeleniriz.” (1) düşüncesi ile öfkenin kaynağının komik bir inanca bağlı olduğunu söylüyordu. İnceden inceye anlatmak sayfalar sürer ama Nietzsche de benzer bir açıklamayla öfkeyi ele almıştı. Zaten “Birazını da hayal ürünü varlıklara sunabilecek kadar sevgi ve iyilik yok ki dünyada” (2) diyen birine “kaderim neyse çekerim” edebiyatı da promosyon gelir. Tabi burada yalapşap bir anlatımla küçük bir nüansa değinmeden geçmemek lazım. Nietzche, akıllı akıllı boyun eğenlerdendi. Boyun eğdikten sonra farkı var mı ayrı tartışma konusu. Birçok politik kadının diline pelesenk olmuş “Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim” sözünün sahibi U. Meinhof ise tavrını, bireyi doğrudan eyleme götüren öfkeden yana koymuştu. Öfkeyi çağrıştıran aktif direniş hareketleri ile sükûnet içerisinde çözüm yolu arayışına giren Sivil İtaatsizlik hareketlerini, süreçlerinden bağımsız ele almak doğru değil. Bu yüzden tanımı oluşturan “Sivil İtaatsizlik” örneklerini karıştırmak gerekir. Doğrudan eyleme göre daha mülayim duran “Sivil İtaatsizlik”; şiddetsiz, uzlaşımcı, pasif direniş yöntemlerini seçer. “Sivil itaatsizlik”in isim babası sayılan Henry David Thoreau, ödemeyi reddettiği vergi sonucu tutuklanarak hapse atılır. Şerden gelecek hâyır işte. Thoreu, bunun üzerine “Sivil İtaatsizlik” makalesini yazar. Tolstoy, Gandhi, Rosa Parks, Martin Luther Kıng isimleri Sivil İtaatsizliğin pratik öncülerinden sayılırlar. Bu örneklere bakıldığında Sivil İtaatsizliği tek bir tanım altında birleştirmenin zor olduğunu söyleyebiliriz. Kamuya zarar vermeyecek şekilde ve barışçıl yöntemlerle “Yasalara riayet etmeme, karşı koyma, “aleni” bir şekilde eylemlilik hali” gibi özellikler tanımlarda benzeşen ifadeler. Sivil İtaatsizliği tartışmaya götürecek argümanları ise tarihteki “Sivil İtaatsizlik” örnekleri ile yürütmeye çalışalım. Sivil İtaatsizliği savunan Leo Tolstoy “şiddete karşı şiddet kullanılmaması konusunda uyarıda bulunur; çünkü ona göre böyle bir tutum, yeni bir şiddet ve zorbalığın egemen olmasına yol açmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu yüzden şiddetsiz direnme biçimlerinden, özellikle de insanların aydınlatılmasından yana olur.” (3) (Tolstoy’un inzivaya çekilişi bu düşünceleri ile dolaylı da olsa ilişkilidir. Liyapin Düşkünler Evi’nde gördüklerinden sonra “böyle yaşamak imkânsız” (4) çaresizliğini hisseden Tolstoy kimilerince kaçışı tercih etmiştir.) Tolstoy’un yakın arkadaşı olduğu söylenen Gandhi, Sivil İtaatsizliği geniş kitlelere duyuran ve benimseten bir diğer isimdir. “Göze göz ve tüm dünya gör” diyen Gandhi bu sözünün üstüne bile bile lades yapmış, pasifist direniş ısrarı ile gönülleri fethetmiştir. Böylelikle mitleşmiş sivil itaatsizlik örneği olarak ezberlerin başköşesine oturtulmuştur. Hindistan’da bazı çevrelerce “işbirlikçi” olarak tanınan Gandi’ye gelen en büyük suçlama İngiltere ile kurduğu diyalogun, Hindistan’ı sömürge olmaktan neo sömürge olmaya taşımasıdır. (Bu yüzden de adı özgürlük savaşçısı olarak anılan Bhagat Singh ile birlikte anılmaz.) Diğer bir örneğimiz Rosa Parks ise ilginç bir Sivil İtaatsizlik örneğine vesile olmuştur. Amerika’da siyahi ırkçılığın yaygın olduğu dönemler olan 1950’li yıllarda, otobüslerde beyazlarla siyahilerin koltukları ayrıdır. Bir gün beyazlara ayrılan yerde yer bulamayan bir beyaz, siyahîlere ait bölümde oturmakta olan Rosa Parks’ı koltuğundan kaldırmak ister. Parks yerinden kalkmayınca, tutuklanıp hapse atılır. Bu olaydan sonra bir yılı aşkın bir süre otobüse binmeyen siyahîler, her yere yürüyerek giderler. Sonunda Federal Mahkeme, otobüslerdeki bu uygulamayı yasaklar. Şaşırmayacağınız üzere uygulamaya getirilen yasak ırkçılığa son vermez. Rosa Park’ın başlattığı mücadeleyi Martin Luther King alır. Gandhi felsefesinin takipçisi olan M.L. King’in Yurttaş Hakları Reformu (Oy hakkı, çalışan hakları, ayrımcılığın son bulması gibi talepleri içeriyordu.) için düzenlediği gösteriler büyük ilgi görmüş ve bu hareket 1960’lı yıllara damgasını vurmuştur. Öyle ki Amerikan Hükümeti 1964 yılında Yurttaş Hakları Kanunu ve 1965 yı-
lında da Oy Hakkı Kanunu çıkarmak zorunda kalmıştır. Sivil İtaatsizlik örneklerine baktığımızda sosyal mücadelelere getirisi hakkında tek bir kanıya ulaşamayacağımızı görüyoruz. Devlet politikalarının çatışma ve direniş ortamlarını yönetmek ve kontrol altına almak için geliştirdiği yöntemlerden birisi de radikal eylemlilikleri, direnişleri törpülemek ve rutin bir sürece evirmektir. Böylelikle her türlü taşkınlığa, sürpriz ihtimallere, olasılıklara önceden müdahale edebilir. Sıklıkla çevreci örgütlerde (Greenpeace, Sierra Kulübü, Forest Ethics, Canadian Parks, Wilderness gibi…) gördüğümüz, komisyon masalarında uzlaşma durumuna benzer “ılımlı yaklaşımların kurduğu köprü” iyi şeylerin habercisi değildir. Buradan hareketle uzlaşmanın çoğu kez kontrolü kaybetmek; dengeyi sağlama adına kendi ağırlığından vazgeçmek olduğunu söyleyebiliriz. Kaldı ki bu topraklarda yatıştırılamayan, uysallaştırılamayan, kontrol altına alınamayan tüm direnişler kanla bastırılmıştır. (Yakın dönem 19 Aralık Hayatlara Son Veriş Operasyonu bunlardan sadece biri.) Türkiye tarihinin ilk Sivil İtaatsizlik örneği olarak saydığım Direniş Komiteleri ile tanışması 1960’lı yıllara denk gelir. Ümraniye’deki 1 Mayıs Mahallesi, Tunceli’deki Uskih Köyü ve 1980 öncesi şanlı Fatsa örneği ilk aklıma gelenler. Oktay Ekşi’nin o meşhur endişeli yazısı “Bırakırsanız bütün Türkiye Fatsa olur” gene bu dönemde yazılmıştır. Sonrasında ise 12 Eylül darbesine hazırlanma aşamalarından biri olan “Nokta Operasyonu” ile Fatsa indirilmiştir. Demirel’in ünlü vecizi ile anlatırsak “Çorum bırakılmış, Fatsa’ya bakılmıştır.”* Bir diğer Sivil İtaatsizlik örneği olarak “Cumartesi Anneleri”ni gösterebiliriz. “Kayıp Yakınları” adı ile başlayan eylem süreçleri gözaltında işkence, tehdit, tutuklanma, coplanma hikâyeleriyle doludur. Dönemin Emniyet Müdürü Mehmet Ağar tarafından kayıp otobüsü tahsis edilen yakınların gönülleri alınmaya çalışılmış, böylelikle rutine bağlanan itaatsizlikleri pışpışlanmak istenmiş, sistemi sekteye uğratmayacak şekilde göz yumulan bir eylem biçimine dönüştürülmeye çalışılmıştır. Kürt halkının yıllardır süren mücadelesindeki istikrarına ve zoka yutmaz kurnazlığına bakılarak direnişlerinin pasifize olma ihtimalinin olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Karşı uçta da Türk Hükümetinin yıllardır süren sağır, takıntılı, kör milliyetçi öğelere sırtını dayayarak ilerlediği, yediden yetmişe bilinen “devlet” hatırlatmaları, antları, olmazsa olmazları var. Tüm bunları düşününce istenilen 4 talebe bu yöntemle yanıt alınacağı konusunda kimsenin pek öyle umutlu olduğunu düşünmüyorum. Bu umutsuzluğa rağmen ölüm kıstasları ile süren savaşın bu tip bir sürece girmesine kimsenin itirazı da olamaz. Bu yazıyı sloganvari cümlelerin koşturmasıyla bitirmek isterdim ama o cümlelere ulaşmamız için önümüzde kat edilmesi gereken çok uzun bir yol var gibi…
Filiz Gazi filizgazi@gmail.com
1. 2. 3. 4.
Alain de Botton, Felsefenin Tesellisi, Banu Tellioğlu Altuğ (çev.), İstanbul: Sel Yayıncılık, 2008, 8. Baskı, s. 104 Lev Çestov, Nietzsche ve Tolstoy’da İyilik Fikri, Işık Ergüden (çev.), İstanbul: Versus Yayınları, Birinci Basım, 2007, s. 117 Rolf CANTZEN, Daha Az Devlet Daha Çok Toplum, Özgürlük / Ekoloji / Anarşizm, Veysel ATAYMAN (çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1994, s. 79 – 80 Çestov, s. 34
* Bakınız; Oğuzhan Müftüoğlu, Bitmeyen Yolculuk (söy. Adnan Bostancıoğlu), İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2011, s. 192-198
5
Tunus’ta Anarşizm
B
u biyografik hikâye Tunus anarşizminin tarihini anlamak için bir katkıdır. Aslında çok uzun olan hikâyenin sadece bir bölümüdür.
Özgürlükçü sosyalizme ilgi duyması, Bakunin’in yaşadığı ve düşünceleriyle etkilediği Napoli’de E[milio] Covelli ve Napolili militanlarla tanışmasıyla başlar. Enternasyonel’e üye olmuş ve hızlı bir şekilde Napolili grubun aktif üyelerinden biri olmuştur.... ...Palermo’dan “Proleter” dergisindeki “Anarşi” başlıklı yazısının sonunda “komünizm olmadan anarşizm mümkün değildir” demiştir... ...14 ağustos 1936’da İspanya Halk Cephesine destek veren bir eyleme katıldı ve inancını ilan eden bir konuşma yaptı. ”İspanya’da özgürlüğün zaferi için, daha kardeşçe, daha iyi bir geleceği yaratmak için mücadele eden yoldaşlara selam olsun” 18 Mart 1855’te Roseto Capo Spulico’da doğdu. Hem annesi Elisabetta Aletta hem de babası Leonardo’nun aileleri zengindi. İlköğretimini Calabria’da, liseyi ise Naples’da okudu. Lise son sınıftaki hocası Giovanni Bovio idi. Üniversiteye tıp okumak üzere gitti fakat -arkadaşı A[ndrea] Costa(hep arkadaş kaldılar)‘ya söylediği gibi- 1909’a kadar bitiremedi. Aynı tarihte uzun süre kaldığı Tunus’tan ayrılıp ilk kez İtalya’ya döndü. Özgürlükçü sosyalizme ilgi duyması, Bakunin’in yaşadığı ve düşünceleriyle etkilediği Napoli’de E[milio] Covelli ve Napolili militanlarla tanışmasıyla başlar. Enternasyonel’e üye olmuş ve hızlı bir şekilde Napolili grubun aktif üyelerinden biri olmuştur. Propaganda faaliyetleri yürütmüş basılı yayınların çıkışında ve yeni bültenlerin hazırlanmasında rol almıştır. 1878’de Floransa’da haftalık çıkan “Anarşi”nin yerini doldurmak ve otoriter sosyalistlerle ittifak adına iki haftada bir basılan “Masaniello” gazetesi çalışmalarına katıldı. Gazete sürekli polis baskısına maruz kaldı ve dokuz sayı sonra yayını durduruldu. Converti ve diğer Enternasyonilistlerin ilişkisi sürekli olmadı. Kendisinin sekreter Merlino’nun sayman olduğu “Pisacane” çevresinin kurulması, Napolili anarşist gazetenin(“La Campana”) basılması gibi pek çok projede yer aldı. Böylelikle önceki yayınların canlandırılması ve Costa’nın[ç.n. Andrea Costa, ünlü İtalyan sosyalist] pozisyonuna karşı koymak için yeni gazeteler çıkması hedeflendi. Her iki plan da, geniş bir
6
Nicolo (Nicolantonio) Converti, 1855-1939
açıdan düşünmeyen, emek odaklı politikaları tercih eden üye işçiler ve “amaç-araç” konusunda uzlaşmayan ve sürekli ütopik rüyalarını öne süren “uzlaşmayan” anarşist entelektüeller arasında çatışma çıkması sonucu sürdürülemedi. Mayıs 1885’te Converti, illegal “Kazma” broşürünü yayınladı. Anarşist komünist gazete, sosyalist mirasçılar ile Costa ve kaybedilen toprakları isteyen Cumhuriyetçilerin her ikisinden de kesin olarak ayrılan ve her ikisinin de anarşizm için en tehlikeli unsurlar olduğunu belirtti. O’nun Fransa’ya zorunlu gidişi Napolili Anarşist hareketi zor durumda bıraktı(Aslında bundan sonra radikal demokrasi ve sosyalist hareket çok da ayırt edilemez oldu). Gazetenin yayını bir ay süreyle durdu ve tamamı öğrencilerden oluşan ekip sayesinde Kasım’da tekrar basılmaya devam etti. İtalya dışında olmasına rağmen Converti Napolili “İşçi” çizgisindeki “Demoman” gazetesini desteklemiş, Grassi ile yazdıkları yazıyı yayınlamıştır. Yazıda her iki anarşist de modern devrimci örgütü destekleyen beyanatlarda bulunmuştur. Milan dergisi “Enternasyonel Sosyalizm”de “Mülkiyet” başlıklı yazıyı yazmış, Pesaro’nun haftalık “Mart Ayında” dergisine destek olmuştur. Palermo’dan “Proleter” dergisindeki “Anarşi” başlıklı yazısının sonunda “komünizm olmadan anarşizm mümkün değildir” demiştir. Ayrıca diğer periyodik anarşist dergilere de katkıda bulunmuştur. 1885, hayatındaki dönüm noktalarında biridir.”Sadece on beş kişinin yargılandığı”, “Enternasyonel’e ait 300 delegenin imzaladığı manifestodan”(İtalya’da basılan son manifestodur) dolayı 22 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. “Ülkeyi terk edebilmesi için temyiz yeterli süreyi tanıdı” (“L’Adunata dei refrattari”, 28 Kasım 1939, p.5), ve İtalya’yı terk etmeye karar verdi. Livorno’ya yola çıkarken Kosika’ya sığındı, daha sonra Fransa’nın güneyinde önce Nice’a yerleşti. Burada devrimci anarşist gazete “Lo Schiavo”da çalıştı. Daha sonra Marsilya’ya geçti. Burada İtalyan ve Fransız anarşistlerinin yardımıyla tekrar devrimci propagandaya başladı. 16 Kasım 1886’da yerel dayanışma sayesinde “Enternasyonal Anarşizm” gazetesini kurdu. Gazetede İtalyanca ve Fransızca yazılar yayınlandı ve mevcut dört önemli başlık anarşist yayın için bir yenilik oldu.“Burjuva basını tarafından yaratılan ve sürdürülen İtalyan ve Fransız işçiler arasındaki kin” başlıklı yazısını yayınladı. Ayrıca Cumhuriyetçi kurum ve doktrinlerin eleştirisi üzerine yazılar yazdı.
Bunlar daha sonra Converti’nin en önemli teorik katkısı olan ve İtalya’da tekrar yayınlanan“Cumhuriyet ve Anarşi”(Tunus, 1889)adlı broşürde derlendi. Programatik unsurları Roma gazetesi “Kurtuluş” yazarı E.Matteucci tarafından reddedildi ve yazılarına otoriteleri tarafından el konuldu. Paris’teki iki tıp dergisiyle dayanışma organizasyonunun başarısız olmasının ardından 10 Ocak 1887’de arkadaşı Grassi ile kesin olarak Tunus’a dönüş yaptı. Böylelikle İtalya ve güney Fransa anarşist hareketi tekrar zor durumda kaldı. Risorgimento yıllarındaki liberal-ırkçı hareketin ilk dönemlerinden beri, Afrika şehirleri siyasi zulme maruz kalan İtalyalılar(özellikle Sicilyalılar) için sığınma yeri oldu. Afrika şehirleri aynı zamanda 1912’de 100.000’in üzerinde burjuva ve okuma yazma bilmeyen proleterin oluşturduğu halka ev sahipliği yaptı. Bu topluluk Afrika topraklarında ağırlıkla İtalyanca konuşan İtalyan bölgeleri oluşturdu, Converti bunlarla arkadaş(bazı kaynaklara göre psikopos amcası sayesinde) oldu ve hayatının kalan kısmını yerel bir hastanede doktorluk yaparak geçirdi. Cosenza Valisinin belirttiğine göre bir kardinalin müdahalesiyle Converti Tunus’ta tıp öğreniminden mezun oldu. Bu dereceyle, Tunus sağlık sistemine -ona göre uygunluktan çok uzak olan- katkıda bulundu ve Müslümanlardan da destek alarak “Yeşil Haç” Yardım Topluluğunu kurdu ve uzun yıllar yöneticiliğini yaptı. Yoksul bir doktor olarak yaptığı çalışmalar dışında Corventi, kısa bir süre sonra Maghrebi işçi hareketinin önderliğini yaptı ve uluslararası çevrelerle iletişime geçerek yayıncılığa devam etti. Pek çok İtalyan ve yabancı anarşist yayına destek verdi ve 1887’de Tunus ve Sicilya’nın ortak sesi olan “İşçi”yi yayınladı. Basit, vurgu ve teoriden uzak bir dille yayınlanan bu ”paçavra” –gazeteyi kendileri basıyordu- İtalyan ve Fransız olmak üzere yerel burjuvazinin iki önemli Hıristiyan grubuna saldırdı. Böylece büyük şirketler tarafından yürütülen “işçileri sarsan ve orta sınıf ilgisizleştiren” sömürü kampanyasını göstermek istiyordu. Bunu daha sonra sendikalist gazete “İşçinin Sesi” izledi. Converti gazetede sefaletin
sebepleri ve bu lanetin olası çözümleri üzerine incelemeler yaptı. Aynı zamanda Converti aktif anarşist bir propaganda ve komplo grubu kurup, Sicilya’ya sürgüne gönderilip Tunus’a kaçan İtalyan anarşistlere yardım etti(özellikle Favignana ve Pantelleria). 1896’da ünlü özgürlükçü yazarlar A[ugustin] Hamon, L[uigi] Fabbri, A[milcare] Cipriani and P. Raveggi’nin de yazdığı teorik dergi “İnsan hakkındaki şikayet”de yazmaya başladı. Bu dergide Alman naturalist teorisyenlerinin sosyal toplumun “beyni” devlettir düşüncesini üç parçalı denemesi “Genel Düşünceler” başlıklı makalesiyle eleştirdi. Sürgüne gönderilen İtalyan anarşistler Tunus kıyılarında İtalyan ve Fransız yetkililerce ele geçirilince, onların savunulması için büyük ve hareketli bir eylem çağrısı yapılıp gerçekleştirildi. O zamanlardaki [İtalya’daki] tek anarşist dergi olarak nitelenen dergi, kısa bir süre sonra maddi sebeplerden dolayı Haziran 1987’de Macerata’ya taşındı. Teorilerini yayınlamak amacıyla Converti 1894 ve 1913 yılları arasında bazı Fransız burjuva haber sayfalarında yazdı. Pek çok anarşist veya diğer Fransız ve İtalyan gazeteleri işçi kitlelerinin ekonomik ve politik örgütlenmeleriyle ilgili makalelerini yayınladı. Tunus’tan “La Petite Tunusie”,”L’Avenir social”,”Le Courier”, Algiers’ten “L’Emancipateur”, Palermo’dan “Il Progresso”, Marsilya’dan “Il Picconiere”, Messina’dan “L’Avvenire sociale” ve anarşist yayınlar arasında Milan’dan “Il Secolo” ve “La Gazzetta”, Paris’ten “Il Momento” ayrıca Tunus’tan İtalyan toplumunun resmi sözcüsü Livornese tarafından kurulan “Unione” gazeteleri bunlardan başlıcalarıdır. 1900’lerin başlarında demokratik çevrelerin dikkatini çeken Tunus’taki işçi sınıfının şartlarından dolayı devrimci propagandası iyi niyetli toplum düşüncesini destekleyen ve Costa’nın parlamentarizmine destek vermesine sebep olan kısmi bir devrim geçirdi. Costa 1907’de Tunus’u ziyaret etmiş ve Converti’ye iyi niyet mektubu yazmıştı. 1913’te Cosenza’nın Yukarı İyon bölgesindeki başlayan ve belirli altyapı çalışmalarına dikkat çeken Calab-
ria’daki büyük halk hareketi ve miting Converti’nin düşüncelerinin evriminde kesinlikle belirleyici oldu. Bütün bunlar onun düşüncelerinin değişmesine ve kitlesel hareketlerin doğrudan politik eylemlere yönlendirmesine sebep oldu. Bir anarşist-komünist platform üzerinden 26 Ekim seçimlerinde Cassano Ionio’den aday olması İtalyan ve Avrupalı anarşist çevrelerde karışıklık yarattı. Güçlü bir seçim programına rağmen denemesi başarısız oldu ve merkeziyetçi devlete karşı sadece teorik bir protesto olarak kaldı. Aynı yılın Kasım ayında birkaç haftalık gezisinden sonra tekrar Tunus’a döndü ve kendisini işine ve ailesine adadı. 1930’ların başına kadar kendisine destek sağlayan bir İtalyan Sömürge hastanesinde gece vardiyasında çalıştı. Faşist rejim süresince aktivitelerine yeniden başladı, C[amillo] Berneri, anarşist ve Fransa ile Amerika’daki anti-faşist çevrelerle sürekli iletişim halinde kaldı. “Birkaç yazısı volkanik bir patlama gerçekleştirdi gençlik yıllarına geri döndü.” 1933 Mart’ında Tunus’taki İtalyan konsolosu(İtalya için “bilinmeyen şartlarda” eylem organize ettiğini ileri sürüp onu sürekli yakından izleyen) tarafından sert, militan anarşist ve “sürekli karşıt yazıp konuşmasından dolayı rejimin düşmanı ilan edilen” Converti, suç eylemleri işleyenlere her türlü yardımı sağlama yeteneğine sahip bir birey olduğu düşünülürse “cezai amaç için aklındaki[olan] İtalya’ya gidiş” olasılığını reddetti. -Konsolosa göre- 14 ağustos 1936’da İspanya Halk Cephesine destek veren bir eyleme katıldı ve inancını ilan eden bir konuşma yaptı.”İspanya’da özgürlüğün zaferi için, daha kardeşçe, daha iyi bir geleceği yaratmak için mücadele eden yoldaşlara selam olsun” 14 Ekim 1939’da Tunus’ta öldü. Cenazesinde anarşist Sapelli tarafından son konuşması yapıldı Tunus’taki bütün anti-faşist topluluklar ona selamladı.
Infoshop Çeviri: st
7
Bir Hayvan Kurtuluşçusu Portesi: Tom Worby (1976-03.04.1991)
T
akvim 1993 yılının Nisan ayının 3. gününü gösterdiğinde; Tom Worby adlı av sabotajcısı, ilk tilki avı protestosundan dönerken Cambridgeshire Tilki Avcıları’na ait bir av köpeği kamyonetinin tekerleklerinin altında kalarak can verdiğinde daha 15 yasındaydı.Bu olay 1991 yılında aynı sekilde ölen Mike Hill adlı sabotajcıyı akla getirdiğinde olayın kasıtlı bir biçimde yapıldığı aslında gözler önüne seriliyordu. Basarılı bir sabotaj gününün ardından eylemciler avı kutuya koymus olarak bulusma noktalarına doğru dar bir yoldan ilerliyorlardı.Bu sırada peslerinden gelen avcı derneğine ait kamyonet gaza daha bir süratli basarak ve motorunu inleterek eylemcilerin üstüne doğru gelmeye basladı.Eylemciler kendilerini kamyonetin geldiği yolun kenarına doğru kendilerini atarak kurtulmaya çalısırlarken; Tom Worby’nin ceketi kamyonetin aynasına takıldı.Bu sırada Tom kendisini kurtarmak için hamle yaptı ve hareket halindeki aracın ön kaportasına doğru tırmanmaya çalıstı ancak kafasını aracın ön camına çarptıktan sonra kontrolünü kaybetti ve yere düserek aracın tekerleklerinin altında kaldı.Tüm bunlar olurken kamyonet sürücüsü hiç yavaslamadan yoluna devam etti. Kafası kamyonetin arka tekerleğinin altında ezilen Tom kısa bir süre sonra olay yerinde can verdi. Bu olaydan sonra kamyonetin sürücüsü olan 53 yasındaki Alan Ball adlı avcı hakkında hiçbir islem yapılmadığı gibi, daha sonra da herhangi bir suçtan dolayı yargılanmadı. Alan Ball hakkında bu olaydan bir yıl öncesine dair av sabotajcılarına karsı asırı siddet kullandığına dair birçok görüntü olması da, bu olayın ne kadar planlı bir sekilde yapıldığının açık bir göstergesiydi.Ayrıca alanda bulunan avcılar Tom Worby’nin öldüğünü öğrendiklerinde kahkahalarla gülerek “ZAFER” diye eğlenmeyi de unutmadılar. Tom Worby’de hayatını kaybetmis olan diğer doğa korumacı arkadaslarımız gibi anılarımızda yasıyor.Onun ölümü üzerine zafer çığlıkları atanlar sunu bilmelidirler ki;” Bugün silahlar sizin elinizde, peki o silahlar bizim elimize geçtiğinde ne yapacaksınız!” Çeviri ve Dramatizasyon: Selçuk Armağan
Cesaretimizi kıramazlar. Hayvanların yaşadığı katliamlar sona erene dek düşüncelerimiz için mücadele edeceğiz. Et endüstrisinin bizleri insan olarak küçük düşürdüğünü lütfen unutmayın. Şimdi harekete geçin ve hayat kurtarın. Sabotajlar, yangınlar veya özgürleştirmeler… dünyanın her yerinde acı çeken hayvanlar uğruna gereken her türlü şekilde mücadele etmek zorundayız.
Fransız ALF’i.
Atina - 02/03/11 tarihindeki kundaklamalar üstlenildi. • Kesariani ‘deki Ethnikis Antistaseos caddesi üzerindeki Eurobank
• Holargos’da Eleftherios Venizelos sokağında bulunan Vergi Dairesi
• Tavros bölgesinde Panagi Tsaldari caddesinde bulunan yerel Yeni Demokrasi (muhalif sağcı parti) büroları
Eylemlerimizi: Aynı davada suçlu bulunan 5 kişi gibi yıkıcı eylemlerinden dolayı herhangi bir delil olmadan tutuklanmıl Christos Politis’le, 9 Mart’taki davasının siyasi davalarda DNA kullanımının “pilot programı” olacağı Aris Sirinidis’le, “Bombalama davasında” açlık grevinde olan Şilili yoldaşlarla dayanışmak için gerçekleştirdik. TUTUKLANMIŞ TÜM SAVAŞÇILARA ÖZGÜRLÜK LAMBROS FOUNDAS’A EBEDİYEN SAYGI Geceyarısı sabotajını savunan Gölgeler
iletişim/contact:
http://w w w.issuu.com/internationala audioslave@riseup.net
kIyamet
http://w w w.internationala.org/index.php/kutuphane/dergi.html
internet üzerinden oku/read online:
8
24 Mart’ı 25 Mart’a bağlayan gece, gece yarısına doğru, Paris’in Ablis bölgesinde bir kamyonu yaktık, romörküne hasar verdik. Bu kamyonlar Propdesos şirketine ait, kasaplara, mezbahalara ve şarküterilere bir takım aletler satıyorlar. Bu şirkete saldırdık; çünkü bu şirket et endüstrisiyle iş birliği yapıyor. Yarın gene kamyon yollarsa aynı şey olacak.
by Stephanie McMillan
Min imum G üvenl i k
indir/download:
Fransa’da ALF Mezbaha Kamyonlarını Yaktı