YÜZ LER ...
istanbulunyuzleri
mirilhami
@mirilhami
BU SAYIDA
5 8/9
4
Şimdi sıra İstanbul’un Yüzleri’ni tanımakta
Saime Toktaş
İstanbul’un Yüzleri projesine katılmak hiç de zor değil
6
Yüzlerin dövmeleri
10
İstanbul güzel ama siz kötüsünüz Sare Tanrıverdi
7
Just one question Nejat Başar
Vadinin keşfedilen yüzü Harun Aykut
21
25
Kamera arkasında neler oluyor?
45
31
Bas bas paraları Leyla’ya Hakan
Muhteşem bir gözü var Figen Algül
Ben Sushi’yim kedinin dibiyim Mr. Sushi
YÜZLER
03
SAİME TOKTAŞ @saimet
Şimdi sıra İstanbul’un Yüzleri’ni okumakta…
Saime Toktaş’ın videosu İstanbul’un Yüzleri projesinde dikkat çeken çalışmalardan...
04
YÜZLER
YÜZ LER
Arada Bir Çıkan Kültür Sanat Fotograf Dergisi
Yayın Yönetmeni Sare Tanrıverdi
Fotoğraf Editörü Yıldırım Sugöze
Genel Koordinatör Saime Toktaş
Backstage Şüheda Aykut
Görsel Tasarım Merve Güneş
Proje Sahibi İlhami Yıldırım
Brokoli De Yalan... Her Türlü Neşriyat A.Ş.
Editörler Kadir Taşkın Sevda Giresun
İstanbul... Milyonlarca insanın yaşadığı ve her gün binlerce yabancının gelip geçtiği dev bir metropol kent. Konstantin’in şehri olmadan önce Byzantion, sonralarında İstanbul’a çevrilen hayallerin şehri... Her taşı ayrı bir hikaye ayrı bir tarih... Geçen binlerce yılda ne hikayeler yazıldı, ne izler bırakıldı bu şehre... Hikayeleri yazan ne eller ne yüzler gördü muhteşem İstanbul... Bitmedi… Hikaye yazılmaya devam ediyor... İstanbul da kahramanlarını ağırlamaya.... Her gülümseyiş ayrı bir mutluluk ya da acı... Bazen uzaktakine sesini duyurmak için bir sesleniş... Bazen de içinden geçenleri sessizce anlatan bir bakış... Ama İstanbul’un her bir yüzünde ayrı bir hikaye, ayrı bir hayat var. Şimdi sıra İstanbul’un Yüzleri’ni okumakta. İyi seyirler İstanbul...
@istanbulunyuzleri
İSTANBUL’UN YÜZLERİ PROJESİNE
KATILMAK HİÇ DE ZOR DEĞİL İstanbul’un Yüzleri projesini gördünüz, beğendiniz. Nereden, nasıl katılırım diye düşünüyorsanız bu sorular tam size göre. * Projeye nasıl katılabiliriz? - tanriverdisare@gmail. com adresine e-posta, - Facebook’tan “Mirilhami” sayfasına mesaj, - Instagram’dan @istanbulunyuzleri kullanıcısına direkt mesaj, - Twitter’dan @sareyigodverdi kişisine mention atabilirsiniz. * Katılmak için belli bir ücret ödememiz gerekiyor mu? Hayır, gerekmiyor. Tam tersine gönüllü olmanız bizi daha mutlu edecek. * Çekim nerede yapılıyor? Çekim, Beşiktaş Balmumcu’daki Sabah/aTV binasının bitişiğindeki minik bahçede yapılıyor. * Çekim ne kadar sürüyor?
Çekim, sizin verdiğiniz pozlara, kullandığınız aksesuarlara göre değişse de ortalama 20 dakika sürüyor. * Çekimde hangi makine kullanılıyor? Projenin farklılığı aslında bu soruda gizli... Fotoğraflar iPhone ile doğal ışıkta çekiliyor. Sadece IOS kullanıcılarına sunulan Hipstamatic adlı uygulama kullanılıyor. Yani yapay ışık, stüdyo ortamı, profesyonel makine yok.
* Projenin herhangi bir kurum ya da görüş ile bağlantısı var mı? İstanbul’un Yüzleri projesinin hiçbir görüş, kurum ve kuruluşla ilgisi yoktur. * Çekime gelirken dikkat etmemiz gerekenler neler? Projenin son aşaması sergi ve kitap... Yani kalıcılık... İleride nasıl hatırlanmak istiyorsanız kıyafet seçiminizi buna uygun bir şekilde yapmanızı tavsiye ederiz. Fotoğraflar siyah-beyaz olduğu için özellikle istediğimiz iki şey var: İlki kadınların koyu renk ruj kullanması diğeri ise katılan herkesin kıyafet seçiminde koyu renk tercih etmesi. Çekimlerde kullanmak istediğiniz, hayatınızda önemli yer tutan aksesuar ya da eşyaları (şapka, gözlük, kitap, plak, enstrüman vb.) yanınızda getirebilirsiniz. Son olarak videonuzda kullanmamız için müzik düşünebilirsiniz. YÜZLER
05
İstanbul güzel ama siz kötüsünüz! SARE TANRIVERDİ @sarehanim
Ş
imdi başlığı okuyunca bi’ şaşırdınız tabii... Projenin adı ortada, atılan başlık ne alaka? Anlatayım... İnsanlar değişiyor da şehir pek kolay değişmiyor. Siz büyüseniz de her gün geçtiğiniz sokak büyümenize izin vermiyor. Çok sevdiğiniz bir insan var diyelim. Kaybettiniz onu. Sokağın sonundaki evine her yaklaştığınızda aklınızın yettiği kadar küçülüyorsunuz. Hadi vardınız. Pencerenin camına vuruyorsunuz. Açan yok. Çünkü açmasını istediğiniz kişi yok. Sokak aynı sokak, şehir aynı şehir. Burada biraz duraklıyorsunuz. Yaşadığınız anı, bulunduğunuz zamanı idrak etmek için... Ama kısa sürüyor. Biraz mutlu ediyor, biraz üzüyor. Yola devam ediyorsunuz. İlhami ağabey ile iki yıl önce tanıştım. Aynı iş yerinde çalışıyorduk. En büyük öğüdü -kulağıma küpedir- “olaylara karışma” idi. O hep aynı cümleyi söylerdi. Ben de hep farklı cevap verirdim. İyi niyetine inandığım ender insanlardandı. Sonradan anladım ki ‘olaylara karışma’ derken aslında ‘karış’ demek istediğini. Bu hayatta bir şeyler yapmaya, okumaya, anlatmaya en önemlisi de hayatta kalıcı bir şeyler bırakmaya yönelik yaşamalıydı insan... Onun için de “olaylara karışmak” gerekiyordu... Yine canımın sıkıldığı bir günde yolum İlhami ağabeyin çalıştığı gazeteye düştü. (Yalan; kuzenim Merve orada çalışıyor. Onu görmek için gittim.) İlhami ağabey ile karşılaştık. (Türk Dil Kurumu’ ndan özür diliyorum ama ağabey yerine abi yazacağım. Klavye dayanmayacak yoksa.) Epey bir muhabbet ettikten sonra bana “Böyle böyle bi’ iş var. Poz verir misin?” dedi. Düşündüm biraz. Fotoğraflarda da kendimi pek beğenmem. “Abi” dedim “Senin imzan varsa bu işte poz veririm”. Öyle başladık. Şimdi e-dergi için bu yazıyı yazıyorum. Aklıma geldikçe inanamıyorum aslında. İnanamıyorum
06 YÜZLER
ama güveniyorum. Niye güveniyorum? Poz verirken havadan sudan muhabbet ettik. Güldük. Benle ilgili bildiği tek şey okuduğum bölüm bir de İran merakım. Bu kadar... Gülerek poz vermekten de hoşlanmam. Ama öyle fotoğraflarımı da çekti. Videoyu bir izledim. Kullandığı müzik Sting Desert Rose; seçtiği pozlar ben... Aynadaki halim değil ama hislerim anlamında ben. 20 dakikada bunu kavramak zor bir şey. Hatta çok zor. O gün karar verdim; kendisi bırakmadıkça ben bu işin peşindeyim diye... Yazının başlığı ile yazı alakasız oldu belki ama en daraldığım anlarda kurtarıyor bu cümle beni. Her tekrar edişimde rahatlıyorum. Projeye katılan insanları tanıdıkça bu düşüncem belki zayıflayacak, belki kuvvetlenecek... Bir yılımız var. Bir yıl sonra yine yazı yazmam gerekirse belki yazının başlığı “İstanbul güzel siz de güzelsiniz ama ben kötüyüm” olur. Bilemeyiz...
Vadi’nin keşfedilen yüzü
HARUN AYKUT Kurtlar Vadisi Filistin filminde Erdal Beşikçioğlu ile karşılıklı oynayan tiyatro ve sinema sanatçısı Harun Aykut da İstanbul’un Yüzleri’nde
H “İlk defa kendi yüzümü oynadım.”
arun Aykut İstanbul’un Yüzleri projesine katılma hikayesini şöyle anlattı: “Ablamın arkadaşı olan İlhami Bey’in böyle bir proje yaptığını duyduğumda aslında şaşırmıştım. Projenin nasıl hayata geçeceğini merak ediyordum. Sıradışılığın ve hayal gücünün çok iyi harmanlandığı bu projede yer almaktan çok mutluyum. İlhami Bey’in etrafında bu kadar çocuk varken neden beni seçtiği de muamma değil çünkü ruhlarımız aynı… İkimiz de sanatçı kişilikleriz. Sanatım oyunculuk üzerine olduğu için bunu İlhami Bey’in objektifine sergiledim. Aslında bu projede hem herkes biraz oyuncu hem de biraz kendisi. Müzik seçimlerine gelince tesadüfen mi, bilinçli olarak mı bilmiyorum ama her biri kişilerin karakterlerini yansıtmış. Hayatlarımızın fon müziği gibi olmuş. Tiyatro akademisine yedi yaşındayken gidiyordum. O aralarda tiyatro hocamın katkılarıyla bir dizide rol aldım. Usta oyuncularla bir arada çalışma fırsatı yakaladım. Bu sayede ünlü yapım şirketi Pana Film’den Kurtlar Vadisi Filistin adlı film için rol teklifi aldım. Bu filmle birlikte gelecekteki oyunculuk kariyerime yardımcı olacak deneyimler elde ettim. Oynadığım dizi ve filmlerden sonra beni tekrar heyecanlandıracak projenin İstanbul’un Yüzleri olacağı hiç aklıma gelmezdi. Çok keyifli ve sıradışı olan bu kapsamlı projenin içinde yer almak benim için keyifliydi.” YÜZLER
07
Yüzlerin
dövmeleri
Dövmeler kimi için özgürlüğü kimi için azmi kimi içinse anıların vücutta dillendirilmesi... Onlar dövmeleriyle de İstanbul’un Yüzleri’nde var oldular
Özlem AKBAŞ ÖZCAN “Dövmem 2010’da Özgür Şaşmazer’in usta ellerinden çıktı. Ben Kafkas kökenli Abhaz’ım. Omzumdaki dövme figürü de bir geyşa. Aslında bir Kafkas figürü olmalıydı diye düşünülse de ben Abhaz kadınlarının tam bir geyşa olduğunu düşünüyorum. Çünkü bağlılıkları, her şeye hakim olmaları, duruşları ve asaletleri var.”
“Küçük Ayı takım yıldızı Kutup Yıldızı’yla başlar. Ne zaman yolumu kaybetsem, onu bulmak için bana destek olsun diye!”
Işılay ÇOLAK “Mavi lotus kasım 2012’de yaptırdığım bir cover up... Altında sekiz yıllık bir dövmem vardı. Lotus zaten balçıkta büyüdüğü halde asla üstünde kir tutmaması ve suya rağmen çürümeden kalabilmesiyle gücünü binlerce yıldır kanıtlamış bir çiçek... Bir de mavi lotus Hindistan ve Mısır bölgesinde yetişen ve kökleri insanların güç kazanmak için kullandıkları bir bitki... Firavunlar sınırsız güç ve bilgelik için mavi lotus köklerini yermiş. Sanırım bu daha çok bana beni ifade ediyor.”
08
YÜZLER
Kaan SEVİNÇ “Karmaşıklıklar içindeki beni temsil eden dövmemi 2012’de yaptırdım. İçinde bir köpekbalığı var. Dövmemi çok seviyorum. Bir dergide görüp kendime göre değiştirmiştim. Sonra da koluma uygulattım.”
Deniz İYİDOĞAN “Dövmemi güzel bir dönemimde 2008’de yaptırdım. Kelebek benim için güzelliğin ve kusursuzluğun simgesidir.”
Cansu ÇAKIR “Dövmemi 2006’da yaptırdım. Bana ait olmalıydı. Basit imgelerle özgürlüğümü kaybetmeden hedefime ulaşma çabamın sembolü. Kırmızı yıldız hayatta azimle tırmalamayı, yonca ise azmin getireceği şansı temsil etmekte... İkisinin basit bir iple bağlanması ise yüksek hedeflere ulaşmanın sadece azim ya da şansla değil, ikisinin birleşimiyle gerçekleşebileceğini anlatıyor. Bu yüzden de yıldız güçlü, kırmızı öncü hareketle yukarıda ve şansla paralel yükselişte...”
Necla GÖRGEÇ “2013 benim için epey zor bir yıl oldu... Kayıplar, hastalıklar derken kendime bir ödül aslında bu dövme... Bu sene tesadüf eseri bulduğum Latince ‘mulieres unique’ (eşi benzeri olmayan-eşsiz kadın anlamında) sözü tam da düşündüğüm bir sözdü. Ve benim algımda bir kadın için en hoş noktaya yaptırmak istedim. Yalnız bir anne, gazeteci ve kadın olarak kimseden iltifat beklemeden biraz da narsizimle kendi imzamı atmış oldum. Hayata karşı duruşumun bu hakkı bana verdiğini düşünerek...” YÜZLER
09
Just one NEJAT BAŞAR @nejatbasar
question... * Sadece tek sorum var
İstanbul’un Yüzleri’nden biri olmak bana artık dünyanın en güzel şehrinin beni kabul ettiğini gösterdi
İ
stanbul gibi renkli ve heyecan verici bir şehirde yaşayan renkli ve heyecan verici insanları içeren bu projeyi gerçekleştirmek için İlhami Yıldırım gibi renkli ve heyecanlı bir karakterden daha iyi bir seçim olamazdı. Serin bir pazar sabahı buluştuğumuz Yıldırım’la iş yerimizin tenha bir alanına gitmek beni başta tedirgin etmedi desem yalan olur. Ancak profesyonel ve neşeli tavrı beni rahatlattı ve ilk baştaki endişem yerini projeye katılma isteğine bıraktı. Ankara’dan gelmeme ve tam olarak İstanbullu hissetmiyor olmama rağmen, İstanbul’un Yüzleri’nden biri olmak bana artık dünyanın en güzel şehrinin beni kabul ettiğini gösterdi. Yıldırım’a daha önce projeye katılım konusunda yaptığım itirazlar genelde diğer İstanbul’un yüzleri gibi saçlarımı sallayamayacağım veya genç olmadığım gerçeklerine dayanıyordu. O ise, çoğunuzun bildiği sıcak gülümsemesiyle beni telkin edip, her şeyin iyi olacağını söyleyip kendi yaşam felsefesini paylaştı. Fotoğrafları çekerken fark ettiğim şey, ben ve diğer katılımcıların aslında onun kendini ifade etmesine yönelik bir araç olduğumuzdu. Katılımcılar arasındaki demografik yapı da Yıldırım’ın basit ve bir o kadar yerinde olan felsefesiyle uyuşuyordu. Çekim bitince yanıma gelip
10
YÜZLER
İlhami Yıldırım
Nejat Başar
beraber fotoğraf çekilmemiz ise en az benim kadar onun için de özel bir andı. Tabii çekimden sonraki süreç, çekimden çok daha yorucu ve yaratıcı bir dönem. Bir sabah Instagram’da İstanbul’un Yüzleri’nde kendimi görünce, üzerinde ne kadar düşünüldüğünü ve çalışıldığını anladım. Yıldırım’ın bu projesine katılmaktan onur duydum. Gelecekte İstanbul’un yüzü dışındaki diğer çeşitli bölgelerini içerecek projeleri olursa da katılmaktan mutluluk duyacağım.
İstanbul’un Yüzleri projesinde kullanılan uygulama Hipstamatic
İ
stanbul’un Yüzleri projesindeki fotoğraflar iPhone’ da bulunan Hipstamatic adlı uygulamayla çekiliyor. Uygulamanın en büyük özelliği indirdikten sonra satın aldığınız filmler. Aldığınız filmin özelliğine göre fotoğraf elde ediyorsunuz. Yani fotoğraf çekildikten sonra üzerinde filtre uygulaması yapılmıyor. Baştan fotoğrafı çekerken filmi seçerek fotoğrafın renklerine ya da özelliğine karar veriyorsunuz. Hipstamatic’i 2 milyon kişi kullanıyor iPhone telefonlarının kamerasını kullanarak farklı renklerde ve efektlerde fotoğraflar ortaya çıkaran Hipstamatic aslında 1980’li yıllarda üretilen ve piyasaya sürülen, ancak 200 adetten fazla satamayan plastik bir fotoğraf makinesinin akıllı telefonlara yönelik uygulaması olarak ortaya çıkarıldı. Orijinalinin aksine, telefon kullanıcıları tarafından çok tutulan ve bugüne kadar 2 milyonu aşkın kişinin indirdiği uygulama, günümüzde oldukça popüler hale geldi.
İstanbul’un
kedileri
MAKBULE NUR AYAN
İ
stanbul’un yüzleri mi, İstanbul’un kedileri mi? İstanbul’a eğitimim için gelmeden önce kedilerinin de İstanbulun yüzleri kadar çeşitli olduğunu bilmezdim.
İstanbul’da her kaldırımda, her köşede, cami avlularında, suyu akmayan bir sebilde, hatta fakültenin amfisinde hocanın koltuğuna rahatça kurulmuş kedilerle karşılaştığımda bu şehrin bir kedi cenneti olduğunu anladım. Amfilerinde, koridorlarında, kütüphanesinde kedilerin rahatça gezindigi okul ise benim tahsil gördüğüm İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi. Biraz araştırdığınızda fakültenin ilmi faaliyetlerinden çok kedilerinden bahsedildiğini hayretle fark edebilirsiniz. Okulun öğrencileri olarak kedileri kıskanmıyor değiliz. Şaka bir yana okuldaki kedi bolluğundan hiç şikayetçi değilim. Aksine okşadığınızda
stresinizi alıveren, yalanması, türlü türlü oyunlarıyla insana keyif veren bu sevimli hayvanları okulda görmekten oldukça memnunum. Çocukluğumdan beri yavru kedilere zaafım vardır. Zannediyorum onların da bana zaafı var. Çocukken yavru bir kediyi sahiplenmeme ramak kalmışken annem iki defa mani olmuştu da pes etmiştim. En son İstanbul’da ismini Şirin koyduğum ismiyle müsemma çok şirin bir kediyi sahiplendim. Onunla olan dostluğuma ise vicdansız insanlar mani oldu. İstanbul’un Yüzleri adlı çalışmaya çekim yaptığımız yerdeki yavru kedi ile iştirak ettim. Çok keyifli vakit geçirdik. Çekim sonrasında da bir süre kucağımda onu okşamaktan kendimi alamadım. Minik, yumuşak tüylü, keyifli keyifli mırlayan bir kediden kim kolay kolay ayrılabilir ki? YÜZLER
11
@ibrahimzaltay
İBRAHİM ALTAY:
“İnsanın evi kendisidir” Sabah gazetesi Ombudsmanı İbrahim Altay da İstanbul’un Yüzleri’nde
M
eslek hayatına televizyon belgeselleri yaparak başlayan Gazeteci-Yazar İbrahim Altay İstanbul’un Yüzleri projesinde yer aldı. ABD’nin Los Angeles kentinde evsizlerle birlikte, bir evsiz gibi yaşayarak gözlemlerde bulunan Altay’ ın Evsiz isimli bir romanı da var. Los Angeles’a sinema eğitimi almak için gitmişken kendisini sokaklarda bulması neden? Şu cümlelerle başlıyor kitap: “Burada anlatacaklarım bir anı hikayedir. Ne kadarı anıdır, ne kadarı hikayedir; emin değilim. Öğrenci olarak gittiğim ABD’de 25 gün sokakta yaşadım. Hapishaneye de yolum düştü, hastaneye de. Aç kaldığım da oldu karnımı tıka basa doldurduğum da. Parasız da kaldım, para da kazandım, kavga da ettim. Zaten bu kavgalar sırasında kafama çok darbe aldığım için tam olarak hatırlamıyorum anlatacaklarımın ne kadar gerçek ne kadar uydurma olduğunu. Ama bir gerçek var. Bu olaylar 21. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşandı.” Sabah gazetesi hafta sonu eklerinde, Evsiz romanı hakkında Tuluhan Tekelioğlu ile gerçekleştirdiği söyleşide şunlardan sözediyor:
12
YÜZLER
“Biz insanlar, cüceler ülkesine düşmüş Gülliver gibiyiz. Bir sabah dalgalar bizi bir kıyıya atıyor. Uyanıyor ve bakıyoruz ki bizi küçük sicimlerle, düştüğümüz yere bağlamışlar. Üzerinizde cüceler dans ediyor. O küçük bağların ve cücelerin aslında hiçbiri bizi orada tutacak kadar güçlü değil ama hepsi bir araya geldiğinde yerden kalkmanıza engel oluyor. Alışkanlıklar, günlük rutin işler, elektrik faturası, su faturası, randevular vs... Bu bağlardan kopabilmeyi denemek, hep yapmak istediğim bir şeydi. Amerika’nın birçok farklı yüzü var. Bu yüzlerden bazılarını, ancak çok yakından baktığınızda görebiliyorsunuz. Bir yanda eğlence ve ihtişam ama hemen yanı başında sefalet... Bu özellikle Los Angeles’ta belirgin. Los Angeles, evsizler başkentidir. Resmi kayıtlara göre sokakta yaşayanların nüfusu 50 bin. Bu da her 100 kişiden biri demek. Evsizliğin bu kadar yaygın olmasında ekonomik, toplumsal, ahlaki, hukuki birçok nedeni var. Ben toplumların da insanlar gibi bilinçaltlarının olduğunu düşünüyorum. Toplumun bilinçaltı, evsizler gibi kendi dışına fırlattığı insanlarda ortaya çıkıyor. Onları anlamadan Amerikan toplumunu anlamak mümkün değil.”
Altay bir dönem aHaber’de Uzun Hikaye adlı programı hazırlayıp, sundu.
Masallara ve mucizelere inanan caz sanatçısı
Asena Akan
İ
stanbul doğumlu Asena Akan, müziğe beş yaşında İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda klasik keman eğitimi ile başladı. Akan, sesini farklı şekillerde kullanmayı öğrendiği İstanbul Devlet Konservatuvarı Opera Bölümü’nden 1998 yılında mezun oldu. Caz müziğine olan tutkusu nedeniyle Randy Esen, Donovan Mixon ve Aydın Esen ile caz vokal ve teori çalışmaları yaptı. 2000 yılından günümüze birçok konser veren Akan rock, soul, flamenko, bossanova ve caz dahil birçok stilde deneyim kazandı. Tüm bu deneyim ve birikimler söz yazarı kimliği ile de birleşerek onu beste yapmaya yöneltti. ‘Z Yapım’ Kalan Müzik tarafından, söz ve müzikleri kendisine ait dokuz şarkıdan
sahip olan Asena Akan, müzikal deneyimini pedagojik formasyonu ile harmanlayarak geliştirdiği ‘kişiye özel’ bireyselleştirilmiş yöntemlerle, vokal desleri veriyor. ‘Herkes müzik yapabilir’ mottosundan hareketle, çeşitli kurum ve organizasyonlarda çocuk, genç ve yetişkinlere dönük yaratıcı müzik atölyeleri düzenliyor. Ayrıca Akan sanat temelli öğrenme yaklaşımı kapsamında projeler üretip, uyguluyor. Seminerler düzenliyor ve danışmanlık hizmeti veriyor. oluşan ilk albümü “İstanbul’un İzleri” yayınlandı. İstanbul Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Bölümü Lisans ve Yüksek Lisans diplomalarına
www.asenaakan.com https://itunes.apple.com/us/album/ istanbulun-izleri/id598544441
Söz ve müziklerinin tamamı kendisine ait olan ‘İstanbul’un İzleri’ adlı bir albümü bulunan Caz sanatçısı Asena Akan, İstanbul’un Yüzleri projesine albümünde yer alan Masal Şehri adlı parçasıyla yer aldı. YÜZLER
13
Ağlatan Qafe’nin büyüsü
İstanbul’un Yüzleri’nde
Geleneksel Çerkez halk danslarından “Ağlatan Qafe” İlkay Büyü’nün yorumuyla İstanbul’un Yüzleri’nde yerini aldı
K
afkasya bakışlı güzel.. Birçok hikayesi var Ağlatan Qafe’nin. Bu bir Çerkez ezgisi.
Hikayelerden biri şöyle:“Kuzey Kafkasya’da olduğu bilinen Kaf Dağı’nın eteklerinde bir çoban yaşamaktadır. Kendi halinde, sürüsünü güderek geçimini sağlamakta olan bir çoban. Gün gelir devran döner, garip çoban güzel bir Çerkez kızına gönlünü kaptırır. Zamanla bu kıza gönülden ve fena halde bağlanmıştır. Öyle bağlanmıştır ki onun için canını bile vermeye hazırdır. Bir süre bu şekilde kıza hiçbir şey belli etmeden, ona olan hayranlığını, sevgisini sürdürür. Derken, artık dayanamaz olur ve ona açılmaya karar verir. Evet, en yakın zamanda kıza gidecek ve açılacaktır. Aşık çoban aynı zamanda düğünlerde pişinawalık (akordeonist) da yapmaktadır. İşte o günlerde bir düğüne çağrılır çalması için. Hemen düğüne koşar ve başlar çalmaya. Geceye kadar dur durak bilmeden çalmaya devam eder. Herkes iyice eğlenmiştir. Sonunda gelin de düğünün yapıldığı yere gelir. Herkes gibi çoban da bakar geline. Çoban geline baktığında gözyaşları yanağından süzülüverir. Ağlıyordur. Çünkü gelin gönlünü kaptırdığı o güzel Çerkez kızıdır. Birden eli enstrümanının tuşlarına
14
YÜZLER
gider. Ve çalmaya başlar. Herkes ona hayret içinde bakmaktadır. Çünkü çaldığı bu şarkı daha önce hiçbir yerde duyulmamıştır. Sabaha kadar hem ağlar hem de bu hüzünlü şarkıyı çalmaya devam eder. Kimse anlamaz neler olduğunu. Bu ezgi şimdiki adıyla Qafe’dir. Bir diğer hikayeye göre ise, Çukurova’da yaşayan Çerkez kızı Gurina, fakir ailesi istedi diye zengin bir pamuk ağasıyla evlendirilmek üzeredir. Çaresiz buna evet diyen bu güzel kız, bir süre sonra köye gelen bir delikanlıya aşık olur. Delikanlı da ona. Delikanlı aşkını söyler ama sevildiğini bildiği halde olumlu karşılık bulamaz. Nişanlı olduğunu da bilmez Gurina’nın. Bir anlam veremez bu yüzden duruma. Bir süre sonra oradan ayrılır delikanlı. Aradan uzunca bir zaman geçer, delikanlıyı unutamayan güzel Çerkez kızı, hasret iyice içine çöktüğü bir gün, alır eline akordeonu, odasına kapanır. İçerden sadece Qafe ezgisi duyulmaktadır. Kapı kimseye açılmaz. En iyi arkadaşına haber verilir, o da açtıramaz kapıyı. Son notaya basacağı serçe parmağına ip bağlayan Gurina ipin diğer ucunu da babasının tüfeğinin tetiğine bağlamıştır. Son notaya basınca tüfek ateşlenir ve Gurina ölür. Qafe’yle birlikte Gurina’nın hayatı da biter. Ağlatan Qafe biraz da onun hatırası için söylenir yıllardır.
NECLA GÖRGEÇ @neclagorgec
İstanbul
Şehir sessiz… Alabildiğine bulanık, alabildiğine kalabalık… Şehir gürültülü… Alabildiğine hüzünlü, alabildiğine acılı… En tutkulu kadının sıcaklığıyla bile ısıtamayacağı kadar soğuk şehir… Birbirini düşünüp, başkalarıyla sevişenlerin zevksiz çığlıkları var duvarlarında… Her türlü sefaletin kokusunu barındıranların solukları sokaklarında şehrin… Yaşamın, ölümün, acının, ölümsüzlüğün, umarsız neşenin, hiçliğin peşinde koşanların koştuğu şehir sesleniyor… Dur orada... Öylece… Sakin ol… El ayak çekilince bir göz, bütün şehirde kendi yüzünü görür sizin yüzlerinizde… Siz şehir, şehir de sizin suretinizdir gecenin en karanlık noktasında… Sonra gün ışır, sıcak bir güneş aldatır sıcaklığıyla bütün yüzleri… Herkes sever bu aldatmacayı… Yaldızlı, parlak, sıcak… Taze bir tutku gibi… İstanbul gibi… Aşk gibi… Mavi gözlü genç bir kız mı, yoksa gecenin karanlığı saçlarına karışmış, dudağının kenarında acı bir kahkaha şuh bir kadın mı İstanbul... Onu yenmek için gelen savaşçılara acımasız, yaşamak isteyenlere cömert… Taşına, toprağına, denizine düşen her sırrı yeni bir efsaneyle dünyaya getiren doğurgan bir kadın gibi… Durun orada… Öylece kalın… Sakin olun… Sesine sesiniz karışmış, yüzü yüzünüz olmuş şehri dinleyin… Bu kez siz O’nu değil, O sizi yaşasın en derininden… Yaşamaya değer bularak… Tutku gibi… Aşk gibi… İstanbul gibi… İstanbul’un yüzü gibi…
YÜZLER
15
Piyonerler ve
Bijelo Dugme TARİHÇESİ VE GÖSTERGELERİYLE PİYONERLER
K
n Piyonerler Kimlerdir? Dünyanın 30’dan çok BİRKUT ENGÜLLÜ ülkesinde faaliyet göstermiş kitle çocuk örgütü üyeleridir. Her çocuk, ilkokulun birinci sınıfında piyoner olur ve 7-14 yaşları arasında olan her çocuk piyoner sayılır.
arşılıklı etkileşimle ilerliyor olmasını çok önemli bulduğum ve içinde bulunduğum İstanbul’un Yüzleri projesindeki fotoğraflarımı/fotoğraflı videomu; Kurtuluş Savaşı vererek emperyalistlere karşı bağımsızlığını kazanan ve ardından gerçekleştirilen devrimle kurulan Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti’nde doğmuş ve aynı süreçlerden geçerek kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyor olmaktan dolayı duyduğum tarihi gurur ve sorumlulukla kurguladım. Bu fotoğraflarda/ fotoğraflı videoda ‘Titovka (Piyoner Şapkası)’, ‘Piyoner Boyun Bağı’, ‘Piyoner Selamı’ ve Bijelo Dugme’nin ‘Pljuni i Zapjevaj’ şarkısını Yugoslavya’ya ait; toplumcu gerçekçi yazar Hasan İzzettin Dinamo’nun, Kurtuluş Savaşı ve sonrasını tüm gerçekçiliğiyle aktardığı ‘Kutsal İsyan’ ve ‘Kutsal Barış’ romanlarıyla benim bizzat İstanbul’un bir yüzü olmamı ise Türkiye’ye ait göstergeler olarak kullandım. Bu giriş kısmında kendi bakışıma dair de bir özet geçmiş oldum, devamında söz konusu göstergeler hakkında bilgi vereceğim.
16
YÜZLER
n Tarihçe İlk piyoner örgütü, 1922’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde kurulmuştur. Bununla birlikte bütün sosyalist ülkelerde de piyoner örgütleri etkinlik göstermiştir. Pek çok ‘bağlantısız’ ülkede olduğu gibi Batılı kapitalist ülkelerin bazılarında da (İtalya, Fransa, Belçika, Portekiz, Finlandiya, Norveç) piyoner örgütleri faaliyet göstermiştir.
“Yugoslavya’da çocuklar; ilkokul birinci sınıfta, cumhuriyetin kuruluş günü olan 29 Kasım’da piyoner olurmuş.”
n Yugoslavya’da Piyoner Örgütlenmesi Yugoslavya’da, ‘öncü’ anlamına gelen ‘piyoner’ adı; 1941 yılında, Yugoslavya Halk Kurtuluş Savaşı’nın başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Yugoslavya Piyonerler Birliği; 27-29 Aralık 1942 tarihleri arasında, Bosna Hersek’in Bihaç kentinde yapılan Yugoslavya Birleşik Antifaşist Gençler Birliği 1. Kurultayı’nda kurulmuştur. Örgütün kurulma amacı, genç nesillerin korunması ve toplumsal açıdan eğitilmesidir. Savaş sonrasında piyoner örgütlenmesi büyük bir hızla genişlemiştir. Yugoslavya Sosyalist Gençler Birliği çatısı altında Yugoslavya Piyonerler Birliği kurulmuştur. Örgütün hedefi; çalışma içerikleri ve biçimleri aracılığıyla çocukları toplumsal hayata aktif bir şekilde katılmaya hazırlamak olmuştur. Örgüt; okullarda, çocuklarla ilgili çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşlarında örgütlenmek suretiyle önemli rol oynamıştır. Toplumsal-siyasi örgütler arasında yer alan Yugoslavya Piyonerler Birliği, Yugoslavya’nın dağıldığı 1992 yılına kadar faaliyet göstermiştir. n Piyonerlerin Etkinliği Savaşın ağır ve acımasız koşullarının hüküm sürdüğü İkinci Dünya Savaşı yıllarında çok sayıda piyoner, faşist terörün kurbanı olarak hayatlarını kaybetmiştir. Partizan komuta merkezleri ve tugayları dâhilinde faaliyet gösteren pek çok piyoner, savaş yıllarında gösterdikleri kahramanlık örnekleriyle destanlaşmıştır. Yugoslavya Halk Kurtuluş Ordusu saflarında, savaşa etkin olarak
katılan piyoner birlikleri bile kurulmuştur. Yılmaz savaşçı ve bombacı, kurye ve kılavuz piyonerlerin sayısı pek çoktur. Savaş sonrasında piyonerler, yurdun kalkınmasında da çeşitli görevler üstlenmişlerdir. Piyonerlerin başlıca etkinlik alanları şunlardır: i Derslere çalışmak ve okuldaki çalışmalara katkıda bulunmak; i Piyoner toplantıları, konferansları yapmak; i Toplumsal oyunlar ve eğlenceler düzenlemek; i Devrim ve yurtseverlik geleneklerini yaşatmak; i Ülkede ve dünyada meydana gelen güncel olayları takip etmek; i Kutlama ve törenlere katılmak; i Bilim ve eğitim etkinliklerine katılmak; i Kültür-sanat etkinliklerine katılmak; i Gezilere, yürüyüşlere, kamplara katılmak; i Piyoner birlikleri karşılaşmaları ve programları düzenlemek vb. n Ne Zaman ve Nasıl Piyoner Olunuyormuş? Yugoslavya’da çocuklar; ilkokul birinci sınıfta, cumhuriyetin kuruluş günü olan 29 Kasım’da piyoner olurmuş. Çocukların Yugoslavya Piyonerler Birliği’ne kabul edilmeleri dolayısıyla okullarda yapılan Cumhuriyet Bayramı törenleri dâhilinde özel bir etkinlik düzenlenirmiş. Düzenlenen etkinliğe çocuklar; başlarında ‘Titovka (Yugoslavya’nın kurucusu Josip Broz Tito’nun giydiği şapkaya verilen ad) olarak bilinen ve üzerinde kızıl yıldız bulunan mavi şapka, boyunlarında kırmızı boyun bağı ve beyaz gömleklerine takılmış piyoner rozeti ile katılırlarmış. Her piyonere törende
“Ailemin ‘son piyonerleri’ babam, annem ve büyük ağabeyimdir.” piyoner üyelik kartı verilirmiş. Piyonerler Birliği’ne kabul edilen yeni piyonerler; eski piyonerlerin, ebeveynlerinin karşısında, piyoner bayrağı ve devlet bayrağı önünde ‘Piyoner Andı’nı söylerlermiş. Piyonerler Birliği’ne kabul edilen piyonerlere ‘Tito Piyonerleri’ denildiği bilinmektedir. n Piyoner Andı: Çocukların, Yugoslavya Piyonerler Birliği’ne kabul edilmeleri törenlerinde okudukları andın içeriği, zaman içinde toplumda yaşanan gelişmelere uygun şekilde birtakım değişikliklere uğramıştır. Yugoslavya Federatif Halk Cumhuriyeti döneminde okunan ilk Piyoner Andı şöyledir: “Piyoner Bayrağı ve piyoner yoldaşlarım önünde, yurdum Yugoslavya Federatif Halk Cumhuriyeti’nin sadık evladı olarak okuyup yaşayacağıma ant içerim. Yurdumuzun en iyi evlatlarının kanlarıyla kazanılmış olan uluslarımızın kardeşlik birliğini ve ülkemizin özgürlüğünü koruyacağıma ant içerim. Yurdumuz için, Tito ile birlikte, ileri!” 1972 yılından sonra okunan Piyoner Andı’nda ‘özyönetim sosyalizmine’ vurgu yapıldığı, andın ‘dünyayı kucaklayan’ şu sözlerle son bulduğu görülmektedir: “… özgürlükten ve barıştan yana olan bütün insanlara değer vereceğime ant içerim.” n Piyoner Selamı ve Sloganı: Piyonerler, partizan selamıyla selam verirlermiş. Selam; yumruğun, hazır ol vaziyetinde, alın hizasında şakağa götürülmesi şeklindeymiş. Piyoner ambleminin üzerinde,
piyonerlerin sloganı hâline gelen “Yurdumuz için, Tito ile birlikte, ileri!” sözleri yazılıdır. n Ailemin Son Piyonerleri: Ailemin son ‘piyonerleri’ babam, annem ve büyük ağabeyimdir. Babam 1957, annem 1960, büyük ağabeyim de 1987 yılının 29 Kasım Yugoslavya Cumhuriyet Bayramı’nda Piyoner Andı içip, ‘piyoner’ olmuşlardır. Fotoğraflardaki Titovka, ağabeyimin piyoner olduğu törenden hatıradır.
YÜZLER
17
Bijelo Dugme ijelo Dugme (Beyaz Düğme), 1970’li yılların başında Yugoslavya’da kurulmuş olan bir rock müzik grubudur. Goran Bregovic tarafından kurulan ve Željko Bebek, Mladen ‘Tifa’ Vojicic, Alen Islamovic gibi müzisyenleri bünyesinde barındırmış olan grubun ilk albümü, 1974 yılında yayınladıkları ‘Kad Bi Bio Bijelo Dugme’dir. Yugoslavya’nın ‘Beatles’ı olarak anılan Bijelo Dugme, ülkenin parçalanma sürecine girmesi sonucu ortaya çıkan büyük sıkıntılar nedeniyle 1989 yılında dağılmıştır. Bijelo Dugme’nin 1986 yılında kaydettiği ve sondan bir önceki albümünde bulunan ‘Pljuni i Zapjevaj’ şarkısı; dönemin getirdiği şartlar da göz önünde bulundurulduğunda, anlamsal olarak kuşkusuz ayrı bir yer elde etmektedir. Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti’nin büyük önderi Josip Broz Tito’nun 1980 yılında hayatını kaybetmesinin ardından fırsat bekleyen hainler kendilerine alan yaratma çabasına girişmiş, dışarıdan da desteklenen etnik temelli sürtüşmeler başlamış ve ülke, 1980’lerin ikinci yarısıyla birlikte içinden çıkamayacağı bir ‘fırtına’nın tam ortasına doğru sürüklenmeye başlamıştır çünkü. Bu gidişatı gören ve önüne geçilemediği takdirde yaşanacak çöküşün altında bütün bir halkın kalacağını bilen Bijelo Dugme; “… Ayağa kalk Yugoslavya! Şarkı söyle, duysun herkes. Şarkı dinlemeyenler, fırtınanın uğultusunu dinlerler ...” diyecek ve insanlarını, kendi özgün lisanıyla uyaracaktır. Ne yazık ki bu uyarı yeterli olmayacak, Yugoslavya yedi parçaya bölünecek ve Bijelo Dugme dağılacaktır… Yazıya, Bijelo Dugme’nin uyarı çağrısı niteliğindeki şarkısıyla son vermek istiyorum; hala benzer çağrılara ihtiyacı olan toplumlar vardır belki…
18
YÜZLER
Pljuni i Zapjevaj Pljuni i zapjevaj! Pljuni i zapjevaj, moja Jugoslavijo! Matero i maceho, tugo moja i utjeho. Moje srce, moja kuco stara, Moja dunjo iz ormara, Moja nevjesto, moja ljepotice, Moja sirota kraljice, Jugo, Jugice... Ovaj hljeb, evo lomim, Moja Jugoslavijo, Za tebe i bolje dane, Konje neosedlane Ovdje kome ne porastu zubi, E, kukala mu mati Ovdje nikad nece copor naci, Ko ne nauci urlati Jugoslavijo na noge, Pjevaj nek’ te cuju, Ko ne slusa pjesmu, Slusace oluju! Ovaj hljeb, evo lomim, Moja Jugoslavijo, Za tebe i bolje dane, Konje neosedlane, Moje srce, moja kuco stara, Moja dunjo iz ormara, Moja nevjesto, moja ljepotice, Moja sirota kraljice Jugoslavijo na noge, Pjevaj nek’ te cuju, Ko ne slusa pjesmu, Slusace oluju!
Haydi şarkı söyle Hadi şarkı söyle! Şarkı söyle hadi, Yugoslavyam benim! Anam ve üvey anam, derdim ve tesellim. Yüreğim, kadim evim, Dolapta saklı ayvam, Gelinim benim, dünyalar güzelim, Zavallı kraliçem benim, Güneyim, Güney/kızım… Bu ekmeği, bölüşüyorum işte, Yugoslavyam benim, Senin için, daha güzel günler için, Atları eyerlenmemiş Dişleri burada bitmemiş Anası ağlar, anası olanların, Sürüsünü bulamaz burada Ulumayı öğrenmemiş olan. Ayağa kalk Yugoslavya Şarkı söyle duysun herkes Şarkı dinlemeyenler Fırtınanın uğultusunu dinlerler! Bu ekmeği, bölüşüyorum işte, Yugoslavyam benim, Senin için, daha güzel günler için, Atları eyerlenmemiş Yüreğim, kadim evim, Dolapta saklı ayvam, Gelinim benim, dünyalar güzelim, Zavallı kraliçem benim, Ayağa kalk Yugoslavya Şarkı söyle duysun herkes Şarkı dinlemeyenler Fırtınanın uğultusunu dinlerler!
Çeviri: Suat ENGÜLLÜ
B
ve ‘Pljuni I Zapjevaj’ şarkısı
‘Dolana dolana’
bir ‘Yüz’lük hikaye S
İLHAMI YILDIRIM
affet Yiğit gazeteci ve CNN Türk televizyonunda editör. O’nun İstanbul’un Yüzleri projesine dahil olması için yoğun çaba harcadık. Bir sanatçı kaprisi, bir sağlıklı yaşam koşuşturması içinde olan Saffet Bey’den randevu almak zor oldu. Kendisinin Whatsapp’taki durumu hep “at the gym”di. Gym’den çıkamıyor projemize dahil olamıyordu. Durum haliyle tüm ekip arkadaşlarımızı gerdi. İstanbul’un Yüzleri projesi için Saffet Bey’i aramaya yüzümüz kalmadı.
Astar bile verdik bir ‘yüz’ vermedi. Saffet gelene kadar 99 kişi projemize dahil olmuştu ama kendisi bir türlü teşrif edememişti. Bir ay sonra at the gym modundan çıkan Saffet Bey projeye katılmak için randevu verdi. Bu kez de klipte kullanılacak müzik kaprisi başladı. Aradan geçen bir ay sonunda tüm kaprislerini kendisi çözen Saffet Bey eğlenceli bir müzikle yüzünü gösterdi. Kardeş Payı adlı dizinin baş karakterlerinden Feyza’nın seslendirdiği “Dolana Yar Dolana” türküsüyle kebaba köz isteyerek İstanbul’un Yüzleri’nde yerini aldı.
“Astar bile verdik, bir ‘yüz’ vermedi.” YÜZLER
19
Yıkımın
sürekliliği Geceye yığılan erguvanların mahremidir ıslak avuçlarımızda kalan dokunuşlar. Öyle gürültülü suskunluklardı serdiğimiz, -peşi sıra hızlı adımlaryoktu dönüp bakmaya cesaretimiz. Hangi kuytuda alevlendi sigaramız? Ey, içimde yalpalayan düşler! Ayaklarımızın altına almışken nefesleri, daha ne kadar dayanırsınız? Yüzümüzde kesif bir duman arşınlarken kaldırımsız yolları, bir adım dahi gitmedi ayaklarım. Tuzlu dudaklarının kıyısında kalakaldım. Ruhunda yorgun düşen bedenim dayamışken sırtını Galata’ya anladım ki sevgilim tekrar inşa ediyorduk yerle bir edip iki kıtalı bir şehri. Fatih Külahçı
20 YÜZLER
FİGEN ALGÜL @figenalgul79
Canon ya da Nikon’u değil,
İ
muhteşem bir gözü var…
lk gazeteci arkadaşım Ulaş Yıldız’ın Facebook’ta paylaştığı fotoğraflarla videoyu gördüm ve altına şöyle bir yorum düştüm: “Ben de istiyorum.” Sonra kendimi bir gün Balmumcu’daki Sabah gazetesi binasının karşısında yer alan pastahanede İlhami Yıldırım ve Ulaş Yıldız’ı beklerken buldum. Heyecanlıydım, meşhur kırmızı elbisemi giymiştim, ojelerim de kırmızıydı, yanıma kırmızı rujumu da almıştım. Ulaş: “Sakın kırmızı ruju unutma haa!” demişti… Gelip beni alacaklar ve gazete binasının içinde yer alan stüdyoya geçeceğiz diye düşünüyordum. Ama öyle olmadı. Evet, gelip beni aldılar ama gazete binasını es geçip yanındaki sokaktan aşağıya doğru yürüdük ve bir otoparktan geçtik. Sonra “İşte burası” dedi İlhami. Şöyle bir etrafıma bakındım, inanamadım. Derme çatma bir duvar, duvarı sarmış yapraklar bir de kırık dökük ahşap bir bank vardı. Hepsi topu topu bu kadardı. Stüdyo yoktu, özel ışıklar yoktu. Duvar, yapraklar, bank, bir de gün ışığı… Tüm malzeme bundan ibaretti. “Makinan nerede?” diye sordum. İlhami “Cep telefonuyla çekiyorum” diye cevap verdi… İkinci bir şok daha geçirdim… İlhami “Müziğin ne?” diye sordu. “Ne müziği?” dedim. “Fonda çalacak müzik” dedi. Alelacele aklıma cep telefonumun melodisi geldi. Leonard Cohen’den “A Thousand Kisses Deep”. Çaldım heyecanla, İlhami “Olur” dedi. Sonra çekimlere başladık. Uyumlu bir ekiptik. Bazen bir öneride bulunuyordum. İlhami saygıyla karşılıyordu. Yaklaşık 500 poz çektik cep telefonuyla. Çekimler sırasında çok eğlendim ama sonlarına doğru bir o kadar da yoruldum. Çok heyecanlıydım, bir an evvel fotoğrafları görmek istiyordum ama mümkün değildi. Sürekli İlhami’yi göster, gönder diye sıkıştırıyordum. Nihayet birkaç gün sonra İlhami’den
bir e-posta aldım. 500 pozdan 60 kadarını seçmiş bana göndermişti, benim de eleme yapmamı istiyordu. Ben de 60 pozdan yaklaşık 30 tanesini seçip geri gönderdim. Sonra ortaya Instagram, Facebook ve Youtube’ta paylaşılan video çıktı ve ardından gelen tepkiler. Aldığı beğeniler ve zincirleme bir biçimde “Ben de istiyorum” lar… Evet, İlhami Yıldırım’ın İstanbul’un Yüzleri/Faces of Istanbul videoart projesi Nisan 2014’te başladı ve her gün giderek büyüyor. Halen devam eden projede şu ana kadar yayınlanan 150 videoyu izlediğimde görüyorum ki bu proje aynen İstanbul gibi… Müziklerinden, modellerine kadar İstanbul gibi kozmopolit. Yerli, yabancı, Türkçe, İngilizce, Fransızca,
Arapça ve etnik dünya müzikleri. Klasik, pop, türkü… Modellerse sivilceli ergenlerden orta yaş üstüne kadar geniş bir yelpazade değişiyor. Tıpkı İstanbul gibi… İstanbul’un Yüzleri İstanbul kokuyor… Hani yukarıda benim modellik yaptığım video yayınlanınca aldığım tepkilerden bahsetmiştim ya, işte onlardan birkaçı… “Gerçekten cep telefonuyla mı çekiyor? Aa! Ben profesyonel makine zannetmiştim… Aa! Stüdyo ve ışık yok mu? Aa! Hiç photoshop yok mu?” Bu tepkileri düşününce aklımda öğrencilik yıllarımızda grup olarak eğitim aldığımız, çalıştığımız Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Haber Ajansı (MİHA) günlerimiz ve Kayıhan Güven Hocamız geldi… O günlerde hepimizin hayali bir Canon, bir Nikon sahibi olabilmekti. Benimse bir Zennith’ im vardı. Bir gün fakülte bahçesinde Coşkun (Aşar) benim makineyle portremi çekmişti. Karanlık odamızda filmi banyo edip, fotoğrafları basmıştık. Coşkun’un çektiği fotoğraf harikaydı. İmzalayıp vermişti. MİHA toplantı odasında fotoğrafa bakarken Kayıhan Hoca bizi gördü, etrafında da MİHA’lı öğrenciler vardı. “Harika bir fotoğraf” dedi. “Coşkun benim Zennith’imle çekti” dedim. Ve Kayıhan Hoca hepimize döndü ve şöyle dedi: “Bakın çocuklar mesele makinenız değil, mesele sizin objektiften nasıl baktığınız.” İşte o günlerin MİHA’sından bugünlere makineye değil, objektiften bakmasını bilen göze önem veren İlhami Yıldırım’lar, Coşkun Aşar’lar geldi… Ta ki 2011’de Yusuf Devran adlı şahıs Marmara İletişim Dekanı olup da, MİHA için “Orası PKK yuvası” diyerek MİHA’yı kapatana dek… Bu zihniyet sayesinde şimdilerde Marmara İletişim’den ne İlhami Yıldırım’lar, ne de Coşkun Aşar’lar çıkıyor… YÜZLER
21
İstanbul ve
İstanbul’un izleri
üzerine...
ASENA AKAN @asenaakan
H
epimizin bir hikayesi var. Ben müziğimde kendi hikayemi anlatmaya doğup büyüdüğüm, yaşadığım şehirden, İstanbul’dan başladım. İstanbul, coğrafi konumu ve üzerindeki sayısız kültürün derin izleriyle çok özel ruha sahip ve pek çok kültüre kucak açmış bir şehir. Farklı dokuların, seslerin ve renklerin birlikteliği benim için hep ilham verici olmuştur. Çocukluğumdan beri topladığım, biriktirdiğim anıların çoğunun üzerinde İstanbul’un izleri var. Nerede doğacağımızı seçemiyoruz belki ama nasıl yaşayacağımızı seçebiliyoruz. Son zamanlarda İstanbul’a, şehrin kalabalığına, trafiğine, gürültüsüne dönük şikayetleri daha fazla duyar olduk. Yaşanılan mutsuzluk ve hayalkırıklıkları beraberinde ‘İstanbul yaşanmaz bir şehir’ kabullenmesini getiriyor. Oysa ki yaşadığımız ev, çevre, şehir, kendi aynamız gibidir. Bireysel ve toplumsal olarak olumsuz duygu, tutum ve davranışlarımız ile yarattığımız kirlilikten, düzensizlikten, özensizlikten ötürü bir şehri suçlamak; mutsuzluklarımızın nedenini bir şehre bağlamak, bana akılcı ve haklı gelmiyor. Ben kişisel gelişim odaklı bir insanım. Bu nedenle çok okur, çok
22
YÜZLER
gözlem yaparım. Her gün yeni şeyler öğrenip, bunları hayata geçirmeye çalışır, sonra da değerlendirme yaparım. Neredeyim ve nereye gitmek istiyorum? Daha iyi ve güzel şeyler nasıl yaratabilirim, çevreme nasıl faydalı olabilirim? Bunlara cevap ararım. Bugüne dek, yaşadığım bir problemin kaynağını dışarıya, çevreye, başka kişilere yükleyip de faydalı bir sonuca ulaşabildiğim olmamıştır. Sanırım insan kendi zayıf ve güçlü yanlarının farkına vardıkça, olaylara, durumlara daha gerçekçi bir pencereden bakmaya başlıyor. Tıpkı bedenin, ruhun bir yansıması olması gibi, yaşadığı ortamın da kendi tutum ve davranışlarının bir sonucu olduğunu kavrıyor. Bir yerin huzur ve güzelliğinin, bizim oraya sahip çıkmamız ve iyi bakmamız ile doğrudan ilgisi olduğunu düşünüyorum. İstanbul, her gün binlerce insanın olumsuz duygu, düşünce ve davranışlarına maruz kalan; üstelik insanların birbirlerine de bu şekilde yaklaşım gösterdiklerine şahit olan bir şehir. Buna rağmen hala herkesi kucaklamaya açık olacak kadar samimi ama gördüğü her ne ise de ona fazlasıyla karşılık verecek kadar dürüst. Bir yerde insanca yaşayabilmek için değişimin kendi içimizden başlaması gerekli.
İstanbul’un çok farklı bölgelerinde eğitim ve çalışma deneyimlerim oldu. Oldukça elverişsiz yaşam şartlarına tanık oldum. Hele çocuklar söz konusu olduğunda benim için akan sular durur. Çocukların asla haketmedikleri fiziksel ve sosyal koşullar içinde yer almaları kabul edilemez bir durum. Ne yazık ki İstanbul’da, durmak bilmeyen göç, çarpık yapılaşma, plansız yerleşim gibi nedenlerden ötürü bu tür manzaralar artıyor. Bu durumda, şehre yabancılaşmak yerine, onu bu denli zor yaşanır hale getiren etkenler üzerinde çözümler üretmeye odaklanmamızın; eğitim, çevre, sağlık vb. alanların hangisinde güçlüysek, o yönde çalışmalar yapmamızın çok daha faydalı olacağına inanıyorum.
“Çocukluğumdan beri topladığım, biriktirdiğim anıların çoğunun üzerinde İstanbul’un izleri var.”
‘İstanbul’un İzleri’ albümüne dönecek olursak; her şeyin iki farklı yüzü olduğuna inanıyorum ben. İyilik-kötülük, sevgi-nefret, aydınlıkkaranlık hep içiçe, el ele.. İstanbul bu tezatlıkları birarada sıklıkla yaşayabileceğimiz deneyimler sunan bir şehir. Yürümeyi çok severim ve uzun yürüyüşler yaparım ben. Şarkı sözlerimin çoğu bu yürüyüşler sırasında yazılmıştır. Mesela yağmurlu bir günde Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde yürümek... Kendinizi romantik bir film karesinde gibi hissedebilirsiniz... Ta ki ayağınız yerinden oynamış taş nedeniyle su dolu çukura girene dek... İşte o zaman gerçekte bunun bir komedi ya da dram olduğunu idrak edersiniz... Bu şehirde, bana ve müziğime ilham olmuş, buna benzer pek çok örnek sayabilirim. Farklı kültürlerin birlikteliği her şeye olduğu gibi müziğe de büyük zenginlik katıyor. Zaten hayattaki görüş ve eylemlerim de hep birleştirici, farklılıkları bir araya getirici olma yönünde seyretti. Bu albüm de aslında biriktirdiklerimin ve hayal ettiklerimin bir yansıması. Ama tabii ki sadece benim değil. Albümdeki uyum; ortak noktaları müzik aşkı, çalışkanlık ve yeni şeyler üretme isteği olan iyi bir takımın özverili çalışmasının sonucu bana göre. Müzisyenliğin -diğer her şey gibi- insanın kişiliği ile paralel giden bir şey olduğuna inanıyorum. Ben birey olarak ‘ne’ isem, bir müzisyen olarak da ‘o’yum. Yaşamım boyunca müziğin akademik hayatıma, duygusal, sosyal gelişimime ve kişiliğime çok olumlu katkıları oldu. Ben de müzikten edindiğim bu katkıları yine müziğime geri yansıtmaya, iyi bir enstrüman olmaya çalışıyorum. Çevremizdeki tüm olumsuzluklara rağmen güçlendiren, pozitif, birleştirici ve umut dolu bir müzik yaratabilmeyi hedefliyorum. İhtiyacı olduğu anda birine müziğimle ulaşabilmek, ona moral vererek destek olabilmek istiyorum. Yaşam felsefem “iyi etme, onarma ve faydalı olma” üzerine kurulu. Yaşamda ve kişilerarası ilişkilerde ‘niyet’ çok önemlidir. Niyeti ‘iyi etmek’ olan biri, özünde kendini iyileştirdiğini
bilir. Öğrenmemiz ve öğretmemiz gereken şeylerle dünyaya geldiğimize inanıyorum. Karşımıza çıkan zorlukların da gerçekte öğretmenlerimiz olduğuna... Çevremizde olan bitenlerin bizi aşağı çekmesine izin vermemiz gerekli. Elbette ben de hayalini kurduğum yolda ilerlerken, örneğin albüm sürecinde pek çok sorunla karşılaştım. Ama bunların hemen hepsinin benden kaynaklanan yanlarını gördüm zaman içinde ve anladım ki bir şeyin planladığın gibi gitmemesi aslında düşündüğünden de güzel bir şekilde sonuçlanacağı için olabiliyor. Albümle ilgili olarak dinleyicilerden çok güzel geribildirimler alıyorum. Başından beri müziğimin doğru kişilere ulaşacağına inanıyordum ve bu konuda yanılmadığımı görüyorum. Uzun yıllardır, sadece ülkemiz değil, tüm dünyada insanlığın özünden hızla uzaklaştığı, manevi değerlerin yerini çılgınca tüketimin aldığı bir dönem yaşıyoruz. Her şeyin bir sonu olduğu gibi, bunun da zamanının dolmakta olduğuna inanıyorum. Tüketim kültürünün sonunda kendini de tüketmesi ve üretimin hakettiği değeri geri kazanması kaçınılmaz. Ülkemizde, son zamanlarda çok güzel albümler yapılıyor ve ben bu müzikleri dinlemekten, paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. İyi ve yaratıcı işler, yeni iyi işleri beraberinde getiriyor. Yaptığı işe değer katan, çok çalışıp emek harcayan, ego ve hırslarının esiri olmayarak kollektif çalışma ve işbirliğine açık olan herkesin önce kendisine, sonra çevresine faydalı olacağına ve kalıcı izler bırakacağına inanıyorum. Şimdiden sonra, benim için yine çok çalışmak, iyiye ve güzele ulaşmak için bolca üretmek var. Sesler her zaman kendimi en iyi ifade ettiğim araç oldu. Ben hep müziği takip ettim. Hala da öyle...
“Niyeti ‘iyi etmek’ olan biri, özünde kendini iyileştirdiğini bilir.”
Müzik pek çok güçle baş etmemde bir nevi kanatlarım oldu benim. İstanbul da pek çok güçlüğe rağmen dimdik ayakta kalmayı başarabilmiş, direnişçi bir şehir. İnanıyorum ki yaşamımda ve müziğimde İstanbul’un bu birleştirici, kucaklayıcı ve mücadeleci ruhu bana yol göstermeye devam edecek...
YÜZLER
23
Kamera arkasında SARE TANRIVERDİ
Sevgili okur, Çekime geldiysen az çok fikrin vardır. Haydi diyelim gelmedin, merak da var tabii (derginin gövdesine gelmişsin; merak yoksa ayıp edersin), seni bir alt satıra alalım. Alt olmadı, yan satırla idare et. Daha fazla satır geyiği yapacak gücüm yok. Ben esas yazıya geçiyorum. SİZİ NEREDEN BULUYORUM? İnsanları çekime davet etmeden önce Instagram’da bir takım gezintiye çıkıyorum. O “tag” senin bu “tag” benim dolaşıyorum. Tabii ki katılan veya katılacak olan herkese o mecradan ulaşmıyorum. Ama araştırma aşamasında kolaylığı çok fazla. Yaptığımız incelemeler sonucunda “Projemize buyurur musunuz?” diyoruz. Samimi bir şey söyleyeyim. Bu incelemeler güzellik, yakışıklılık olarak algılanmamalı. İnsanın kendini nasıl yansıtmak istediğiyle alakalı bir durum… Kendiyle barışık ve samimi insanların olumlu anlamda daha farklı çıktığını söyleyebilirim. DM’DEN YÜRÜMEK Onay cümlemiz “dm’den yürü”... Kısaca proje hakkında
24
YÜZLER
bilgi veriyorum. “Çok hoş bir proje, tabii ki katılırım” yazanlara daha ayrıntılı anlatıyorum. Bazen de insanlar görüyor ama cevap bile yazmıyor. Belki de Instagram pek ciddiye alınmıyor. Davet ettiğim kişi “Evet” dediğinde tekrar Whatsapp’e geliyoruz. Saat belirliyoruz. Burada geleceğim deyip çeşitli sebeplerle çekimini iptal edenlere ve edeceklere söylemlerim olacak. Bakkala girdiğinizde çikolatalar buzdolabında değil, dışarda muhafaza edilsin. Sevdiceğinizle konuşurken şarjınız bitsin. Çamaşır asarken mandalınız aşağı düşsün. Hapşırmanız ve öksürmeniz aynı anda gelsin. Tam hazırlanmış evden çıkacakken kediniz üzerinizi tüy yapsın. Selfie çekerken kadraja sığmayın. Damacanadan su pompalarken ölçüyü tutturamayın da ayağınız ıslansın. Mangal yaparken işinize karışan çok olsun. Tam koltuğa oturmuş keyif yapacakken televizyon kumandasını almadığınızı fark edin. Özenle döktüğünüz çimentoya gelsin biri ayağıyla iz bıraksın. İlk defa duyduğunuz ve çok beğendiğiniz müziği Youtube’ da bulamayın. Eski otobüste camı açmaya çalışın ama o cam bi türlü açılmasın. Ay
neler
kusura bakmayın ama çocuklar zilinize basıp kaçsın. Söylemlerim bu kadar…
BAHÇE GÜZEL ASLINDA Çekim yaptığımız yer biraz değişik… Garaj çıkışında bulunan küçük bir bahçe. Bahçeye giderken de dik, kısa bir yokuş iniyoruz. İnsanlar o yolu görünce önce bir geriliyor. Aslında içten içe direk organlarınızı alacağız demek istiyorum ama böyle şakalara gerek yok. Efendi gibi çekimimizi yapalım, sanata katkımız olsun. Akşamüzeri yaptığımız çekimlerde insanı rahatlatan hafif de bir rüzgar eser. Bize faydası ne? Saçları savurması tabii ki. Poz veren kişinin saçları savrulurken “çıkırt” sesinde bir artış oluyor tabii. Ben de bu sırada çeşitli kedi sevme, müzik açıp dans etme, ışıktan yararlanarak gölge oyunu yapma, backstage fotoğrafları çekme işlerine bakıyorum. Katılımcılarımız da eşlik ediyorlar; sağolsunlar, var olsunlar. Projeyi anlatırken iPhone kullandığımızı, stüdyo ortamının olmadığını en başta belirtiyorum. Buna rağmen çekime gelip şaşıran çok insan oldu. Merak etmeyin, o halleriniz de elimizde. İnsanlar yazışırken pek üzerinde durmuyorlar ama çekimden sonra
?
oluyor
“Fotoğraflara nasıl ulaşırız?” sorusu hep geldi. Çünkü bir kişi için yüze yakın poz çekiyoruz. Bunlara sahip olma isteği de var. Hiç sorun değil. Çekim biter bitmez teşekkür amaçlı renklilerden bir miktar gönderiyoruz. Bitmedi! Instagram’a yüklendikten sonra video + videoda kullanılan fotoğrafları mail atıyoruz. İçiniz rahat, gönlünüz ferah olsun. Çekimden sonra genelde “Bir çay içelim” diyoruz ve Seramoni Pastanesi’nin yolunu tutuyoruz. Bazen oyun bozanlık yapıp limonata içiyorum o başka. Her zaman bize güler yüzle hizmet eden pastane sahipleri ve çalışanlarına da gönülden teşekkür ederiz. Evet, sevgili okur, elimden geldiğince çekimin nasıl planlandığını ve gerçekleştiğini anlatmak istedim. Bütün bu emeğin ve çalışmanın sonunda bir kitap olacak. Dergiyi inceledikten sonra o kitapta fotoğrafınızın olduğunu hayal edin. Bir de üzerine (Allah sağlıklı ömür versin) 20 yıl sonrasını düşünün. Denemeye değmez mi?
YÜZLER
25
CİHAN OĞUZ
İliğine kadar
Aşk
Dünyanın bütün adli tıpçıları akın etsin Lime lime doğrasınlar etlerimi Kemiklerimin üstüne tarih düşsünler “Bu adam sıkı aşıkmış” desin en sivrisi Astronotlar, kozmonotlar, taykonotlar Yükselen burcuma itiraz etsinler “Oğlak değildir” desinler Kalbimin milim milim haritası çıkarılsın Yetmezse Google Earth’te ışıl ışıl ışıldasın Yukarıdan aşağıya adım adım yaklaştıkça Herkes sırayla karşıma dikilsin mahşerden bir saniye evvel Tavlada zar tutan emekli paşalar İşkencede bir kadeh susuz rakıyı tek dikişte bitiren emekli polis müdürleri Tükrük köfte yapan Hasan Usta Kokoreççi Ali Haydar Bana şarap markası seçerken gözleri şaşı olan Tekel bayii Facebook’ta arkadaşlık teklifimi hep öteleyen o esmer kız Beni sevmekten bir ayda vazgeçen bir başkası -ömür boyu hep kahve falında bir umut ışığı olarak kalacakSonra Lotocum Serdar, berberim Nedim Amca Hepsi buyursun otopsiye Bakanlıktan izin de çıktı nasılsa seyir için Mideleri bulanmayacaksa Kusmayacaklarsa son anda üstüme Desinler bir ağızdan Dünyanın sırrını tam yakalamıştı ki Ayağı kaydı, kendine düştü
26 YÜZLER
Kalbimden
mektup var
İLKAY BÜYÜ @ilkayefsun
Kalbe dokunmak... Ne naz ne niyaz diyorsun suskunluklarına, üflüyorsun ruhundan kendine dönüyorsun bazen. Durulmak istiyorsun sakin bir kıyıdan kendine bakmak. Suya bırakıyor insan bazen kalbini daldırıp çıkarıyor. Üşüyor elbet arasıra, arasıra da fokurduyor! Sanki kalbi elinde dolaşır gibi sanıyorsunuz kendinizi o an. Sanki her yerden bir tokat yer gibi alıyor kalbin rengi sesi. Hayati görevi kan pompalamaktan başka bir kalbimiz var bizim. Bazen dokunduğunda hissetmediğini sanmak titretiyor insanı. Kalbe dokunmak nasıl oluyor derseniz herkesin kendi azlıklarından çıkılıyor yola. Azlıklar eğer seviyorsa kendinden kurtulmayı yol akıp gidiyor zaten çoğalmaya. Saldırganlaşamıyorum hiçbir kalbin sahibine. Kendimle dalaşıyorum. İyi kavgalar bunlar! Kıymıklarını tek tek ayıklıyorsun. Ne tatlı oluyor bazen kıymıklara bile kıyamamak. Kendinin sanıyorsun her şeyi. Sana ait olan hiçbir şeye kıyamıyorsun! Hayatta her şeyin bir dokunuşa ihtiyacı vardır... Aitlik duygusu bir yokluktur aslında. Ait olduğunu sandığın hiçbir şey yok. Kendine bile ait değilsin. Bunu en iyi ruh tanımlıyor. Elbet yön tayini gerekiyor sıklıkla bir kalp için ama eğer pusulanız şaşmışsa iş zorlaşıyor. Zor olan her şey basite doğru sınavdan geçiyor, bir yoldan geçiyor içimizde. Yollar hiçbir yere gitmiyor, duruyor öyle. Siz gidiyorsunuz, ben gidiyorum, o gidiyor, birileri gidiyor sanıyorsunuz. Aslında hiçbir yere gitmiyorsunuz her şey takvim yapraklarında asılı kalıyor. İnsanların iç takvimleri vardır bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bazen size sormadan gelip asılıyor kalbinize beyninize. Öyle kolayca kağıt parçası gibi koparıp bilinmezliklere karıştıramıyorsunuz işte. Gariptir ki hoşgeldin deyip vallahide oturup gülüyorsunuz halinize! Bazen de gelen hüznünüzü okşuyorsunuz. Hayatta her şeyin bir dokunuşa ihtiyacı vardır. İnsan olmak kolay da öylesine! İnsan gibi gittiğinde bir yüreğe itiklenmek hayli zor! Sığlıkları ve derinlikleri işte o zaman soruyorsunuz kendinize. Derinliklerden doğmuyor mu insanoğlu ;) Ondan mı yüzeyde sallandırmak istiyor kendini. Bilemiyorsun...
Kazanmak ya da kaybetmek diye bir şey yok! İşte her şey kişinin kendi yürek haritasında belirleniyor. Hangi parmağın boyu eş birbiriyle? O yüzden herkesi yüreklice olduğu gibi sevmek lazım. Korkmasın hiç kimse, döksün içindeki taşları. Hepimiz derinliklerin insanıyız aslında en çok oralarda buluşuyoruz kendimizle. Kapılar, kapılar, kapılar! Kapılardan geçiyoruz! Hiçbir kapının kolunu kırmamak lazım ya da öyle küt kapatmamak boşluklara. Burdan seçimlere yol alıyoruz, seçimler bizi hep taşıyor göçten göçe! İç göçlerinden yorulur insan kuşların kanat hızları kadar keskin değilizdir de ondan. Hatta bir yumak gibi dolanırız düğümden düğüme. Ee! Gör o zaman dolanan hallerini de çözülmeye sar kendini diyor insan. Kendine diyor ama bunu. Hoş bazen kendi sevdiklerine de demeli. Kazanmak ya da kaybetmek diye bir şey yok! Sahip çıkmalı güzellik yayan gecikmelere, sana iyi gelen her insana, her zerreye. Ben de diyorum ki kalbimi seveyim... Geçenlerde bir dostum ‘Otur azıcık kıs iç sesini çocuk’ dedi. Dinledim onu. O da hissetmiştir zaten. Empati kurabilmek insanın en özel yetisidir. İyidir zinde tutar ruhu. Ama artık daha hallice olmasına karar verdim. Yorulmak yoğuruyor insanı ama yorgunlukların da tadı başka. Öyle bir an geliyor ki aynı yorgunluklardan geçmiş bir dosta, bir cana ihtiyaç duyuyorsun. Yoksa geçmediyse bir diğeri o yoldan sana sadece boşver diyor! Boşvere vere kendinde kalacak bir şey bırakamıyor insan, kendine saklanmaktan başka. Seviyor olabildiğim için ruhumun üzüm bağlarını herkese birer salkım hediye ediyorum. Bence herkes bir mektup yazmalı kendine, kendini bir doğurmalı. Doğarken verilmemiş olduğunu düşündüğü seçim şansını şimdi yaşarken kullanmalı.
YÜZLER
27
Hiç’ten
Yüzler’e
SEVDA GİRESUN @sevdagiresunn
İ
nsan yaşarken kimlerle tanışacak, ne iş yapacak pek kestiremiyor. Ama bazı anlar olur ki karşınıza güzel insanlar ve işler çıkabilir. Şu an İstanbul Aydın Üniversitesi’nin Grafik ve Tasarım Bölümü 2. sınıf öğrencisiyim. İki yıl önce Sabah gazetesi fotoğraf servisinde çalışmaya başladığımda kendimi geliştirmek ilk amacımdı. Foto muhabiri İlhami Yıldırım’ın çektiği fotoğrafların tasarımını yapıp kitaplar oluşturmaya karar verdik. Fotoğrafların teması Metrobüs İnsanları, Bizimkiler, Hiç ve İran kitapları olarak hazırlandı. ‘Metrobüs İnsanları’nda İstanbul’un her halini; genç, yaşlı, gülen, ağlayan, kızan, bağıran, dinlediği müzikle kendinden geçenleri kitap haline getirdik. Kışın karında, yazın sıcağında metrobüs vazgeçilmez bir araç... Fotoğraflara bakıldığında kendi hikayesini anlatan metrobüs ve İstanbullular var. Metrobüs İnsanları’nda yaptığımız değişikliklerle
28
YÜZLER
kitap boyutunu küçültmeye karar verdik. Görsellik ön plana çıktı. Kitap hazırlanırken iPhone ile çekilmiş fotoğraflar insanların dikkatini çekti. Yıldırım, Bizimkiler kitabında gazetedeki insanların doğal hallerini fotoğrafladı. Bu fotoğrafları düzenleyip tasarımını oluşturdum. İran kitabında ise insanlık tarihinde çok büyük kırılmalar, ilerlemeler meydana getiren olayları fotoğraflayıp görmenizi sağladık. Alanında dikkat çeken Hiç kitabı İstanbul’un Yüzleri projesi olarak devam ediyor. Öncelikle bu çalışmaya dokuz kareden farklı yüz şekilleriyle başladık. Birinci sayfasında portre çalışması yer alırken yan yüzünde doğa ve insanların doğal halleri yer alıyor. İstanbul’un Yüzleri, Instagram üzerinden 15 saniyelik video tasarımları ile yaygın bir hale geldi. İlhami Yıldırım sosyal medyayı da kullanarak projeyi zenginleştirdi.
“Hiç kitabı İstanbul’un Yüzleri projesi olarak devam ediyor.”
YÜZLER
29
İstanbul SOFYA AKAN @sofyaakan
İstanbul’un kendisi bir tarihi eser Sokaklarının hepsi ayrı güzel Türkiye’nin içinde iki parça halinde Asya ve Avrupa el ele Nasıl anlatsam Burası görülmeye değer Uzun kuleler büyük saraylar Bir sürü tarihi eser Laleler çiçekler hepsi İstanbul
İ
stanbul çok güzel bir yer. İstanbul’da bir sürü binalar, kuşlar, çiçekler ve tarihi eserler var. Bütün tarihi eserleri seviyorum ama içlerinde en sevdiğim Galata Kulesi. Çünkü bütün İstanbul’u görüyor ve İstanbul’da neredeyse her yerden görünüyor. İstanbul’daki tarihi mekanların çoğu kule ve saraylar. Sarayların arasından en çok Topkapı Sarayı’nı seviyorum. İstanbul’da bir sürü kuş var. En çok martıları seviyorum. En çok Taksim’i, Sultanahmet’i, Gülhane’yi, Beşiktaş’ı, Etiler’i ve Nişantaşı’nı seviyorum. Çünkü Taksim’in tarihi yerlerini, sokaklarını, tramvayını, mekanlarını seviyorum, tabii bir de sokak müzisyenlerini. Çünkü Sultanahmet’in
tarihi yerlerini, otellerini, binalarını, Tarihi Sultanahmet Köftecisi’ni ve dik yokuşlarını seviyorum. Çünkü Gülhane’nin parkını ve binaları seviyorum. Çünkü Beşiktaş’ın sahilini ve pazarını seviyorum. Çünkü Nişantaşı’nın restorantlarını, kafelerini ve evlerini seviyorum. Çünkü Etiler’in ağaçlarını seviyorum. İstanbul deyince aklıma ilk Galata Kulesi sonra Boğaz Köprüsü geliyor. Boğaz’ı ve köprüsünü seviyorum. Deniz sesi ve görüntüsü hoşuma gidiyor. Boğaz’da bir sürü martı ve kuş var. Bu da çok güzel. İki tane köprü var. İkisini de seviyorum. Özellikle gece seviyorum. Çünkü gece çok güzel parlıyor. Aslında ben İstanbul’da her yeri seviyorum.
“En sevdiğim Galata Kulesi. Çünkü bütün İstanbul’u görüyor ve İstanbul’da neredeyse her yerden görünüyor.” 30
YÜZLER
Hakan Ulus: “Bazen paraya dokunmak beni acayip bir şekilde rahatlatıyor. Onları öptüğüm doğrudur” diyor.
Bas bas paraları
Leyla’ya Hakan… İstanbul’un Yüzleri projesinde elinde dolar destesiyle gördüğümüz Hakan Ulus yaşadıklarını bizimle paylaştı
İ
“Paraya karşı
zaafım olduğu
doğrudur.”
stanbul’un Yüzleri projesinde yayımlanan videosunda elinde dolarlar saçarken görülen Ulus, arka planda “Bas bas paraları Leyla’ya” şarkısının çaldığı video için şunları söylüyor: “İlhami Yıldırım’ın böyle bir projeye başladığını Instagram’da gördüm. O an düşünmeye başladım. Nasıl fotoğraflar çektirmeliydim? Düşündüm ve buldum. Burada açık konuşacağım. Benim paraya ve güzel kızlara karşı zaafım var. Arada paraya dokunmak beni acayip rahatlatıyor, bazen onları, yani paraları öptüğüm de doğrudur. Bu düşüncemi proje koordinatörü Sare Tanrıverdi ile paylaştım. Sare Hanım ilk başlarda fikrime biraz mesafeliydi. Sonra İlhami Yıldırım’la da konuştuk ve böyle bir çekimin tamamen beni yansıtacağını söyledi. Bu konseptte İlhami Bey ile bir çekimimiz oldu. Videomuz da bayağı ilgi gördü. Herkese teşekkürler. YÜZLER
31
ŞAHİN YILDIRIM @sahinyildirim2014
İ
Gülümseyin!
nsan her şeyi sevebilir. Sevmek için illa da bir neden gerekmez. Nedensiz de sevilebilir. Ağaçları seversiniz, kuşları da, sokağınızdan geçen simitçiyi de. Oysa evinizde kederle otururken hiçbirisi sizin zilinizi çalmaz. Sevmek için illa da bir karşı cins gerekmez. Onu da seversiniz. Bazen neden sevdiğinizi bilmeden.
Sevgi belki de ihtiyaçtır. Kimseyi sevmeden yaşayabilir mi insan? Hiçbir şeyi sevmeden? Elbet vardır öyleleri. Onlar için, kendinden başka kimseyi sevmez, deriz. Eh, bu da sevgidir. Kimi malını mülkünü sever, kimi çevresini, kimi sadece birini, kimi herkesi, kimi sadece kendi türünü, kendi insanını, kimi ise insan dışındakileri sever. Hayvanları sever, hem hayvanları hem de insanları sever. Ama sever. Neden? O içi kan dolu kalbin gizemli dünyası bununla mükelleftir de ondan. Çünkü insan kalbiyle hisseder. Duygu kalbimizin en önemli özelliğidir. Duygusuzluk bile bir duygudur. Peki neyi sevdiğimizi ve niçin sevdiğimizi hiç sorguladık mı? Kendimize anlattık mı? Sözgelimi biri servetini niçin sevdiğini kendisine açıklamış mıdır? Mesleğini? Eşini, sevgilisini, ailesini, dostlarını?.. Hiçbir şeyi topyekûn sevemezsiniz. Sevgi aynı zamanda kibirlidir, seçicidir, eleyicidir. Birini seversiniz ama yine de, ah keşke şu özellikleri olmasaydı, dersiniz. Çocuklarınızı seversiniz ama yine de kusur bulursunuz. Evlerinizi, arabalarınızı seversiniz, birini daha çok. İşinizi seversiniz, keşke şu da olmasaydı, demekten geri durmazsınız. Sevmek, insanın kaçarak kurtulacağı bir şey değil. Mutlaka
32
YÜZLER
bir şeyi-kimseyi seversiniz. Belki şunu demek gerekir. Bir binayı sevmek, bankadaki hesabı sevmek, sahip olduğu evleri sevmek insana çok şey katmaz. Fakat insanı sevmek, doğayı sevmek, hayvanları sevmek kalbimizi pütürlerinden arındırır. İnsanı seven insan biriktirir, doğayı, canlıları seven yine öyle. Bunları sevdikçe içinizde biriktirdikleriniz çoğalacak ve içinizde birikenler dışınıza yansıyacak; böylece “insanlığınız” yüzünüze vuracak ve sevilen bir insan olacaksınız.
Çevrenize şöyle bir baktığınızda göreceksiniz ki insan biriktirmeyenler, yani içinde biriktirmeyen insanlar hep dışında biriktirir. Onların bir sürü evi vardır, arsaları vardır, paraları vardır; ama çevrelerinde onlara yürekten sarılacak insanlar yoktur. İçinde biriktiremeyenler dışında biriktirir. Oysa dışımızda biriktirdiklerimiz içimize asla nüfuz etmeyecektir, tersine, içimizde biriktirdiklerimiz dışımıza yansıyacaktır. Denilebilir ki içimizin zenginliği dışımızı da zengin gösterecektir, lakin dışımızın zenginliği içimize etki etmeyecektir. İnsan sevmekle mükellef olduğu halde niçin sevgisizlikle hareket eder? Niçin öyle hareket ettiği belki çok daha derin
konudur ve bir süreçtir. Ama sonucu görmek isterseniz kolay. İşte sonuç: Dünyadaki kıyımlara bakın, savaşlara. İnsanın kendi türünü yok etmesini izleyin. İnsan sevgiyi kendisi için vazgeçilmez yapsaydı savaşır mıydı? Doğayı seven, canlıları koruyan, insan elinin yaptıklarına saygı duyan hiç düşüncesizce bombalar yağdırır mıydı yaşadığı gezegene? İnsan sevgiyi en yüce değer görseydi kavga eder miydi, kalp kırar mıydı, eli kalkar mıydı birine vurmak için? Silahı tanır mıydı, baş keser miydi, hayvanlara kıyar mıydı, doğayı katleder miydi, ormanı ateşe verir miydi? Bütün bunları yapanlar sevgisiz mi? Hayır. Onlar sadece kendilerini sevenlerdir. Sevgiyle nefreti, öfkeyi, kini yarıştırıp sevgiye sonunculuğu verenlerdir. Onlar ancak sevgisizlik kendilerine kıydığında bunun değerini anlayanlardır ki kibirlerinden bunu kendilerine bile itiraf edemezler. “Ne yani, şimdi dünya aleme sevgiyi mi açıklayacağız”, diyenler çıkabilir. Bunu kim dinler ki? Kimseye sevgi anlatılmaz. Ama gösterilebilir. Hiç olmadık yerde gördüğünüz bir hayvanı sevin, bir çiçeği okşayın, bir ağacın gövdesine dokunun. İşinizi ne kadar çok sevdiğinizi gösterin. İnsanlara saygıdan önce sevgi duyduğunuzu gösterin. Gülümseyin. Korkmayın, gülümseyin. Siz gülümseyince size de gülümseyecekler. Gülümseyerek konuşun, öyle bakın, öyle yürüyün. Hem kim bilir, bakarsınız bir fotoğrafçı o an deklanşöre basar ve siz sevginin simgesi olarak sonsuza kadar gülümsersiniz. Hemen, şimdi gülümseyin!
Bir
kalbin
dilemması Bir filin kalbiyle sevebilirmiydi insan. Keşke diye bir şey vardı-ysa Sevebilmeyi de öğrenebilirdi o zaman. Büyük cüssenin titrektir kalbi. Bütün yanakların yüzölçümü arşa değmeli. Göğün yüzüne aban! Alnındaki yazıyı aşka bula. Göğün yüzü kutsaldır. Çünkü yanaklarından okunurdu kalbin dili. Şimdi çömel içine ve dinlen Bilmemek ayıp değilse öğrenmeyi de unut! Bütün gidişler öğrenmekten başlar. Bir fil insan kalbine inebilse korkardı. Korkan gözleri gibi olsun, gözü kara olsundu. Bütün gözler uzağa bakarken aradığını İçindeki dehlizde bulabilir. Gidemez uzağa! Çok değil en yakın terkedildiği kalbin suyunda yıkanır. En şifalı su kirpiklerden kırılıp gelen tuzdur. Gözün yaş tuzu! Yakabilir ayrıca! Yakmalı, yaksın da zaten. Ateşini seven külünden doğar. Filler ve aşıklar dünyanın orta göbeğindeki dokun taşlarıdır. Dokunsanıza! Dokundukça ağlarsınız taşlara. Taşı taşıma, öğüt onu. Bir kalbin içinden her şey doğabilir! Kun de! İçindeki taşa Kun de ve eri. Filler neden yalnız ölür bilir misiniz? Ağrının acımtırak tadını bilen Ağ gibi sarmalayan eşiğine sarılır. Sarıldığında Bütün ağrılar biter. Sarıl ve eri. Kalbin huyuna inat Erit içindeki taşı. İlkay Büyü YÜZLER
33
FOTOĞRAFLAR: SAFFET YİĞİT
Gazi Mahallesi’nden görüntüler...
Çocukluğumun SAFFET YİĞİT @saffetyigit
Ç
ocukken İstanbul’un büyüklüğünü anlamak zordur. Gittiğin ve götürüleceğin yerler hep sınırlı olmuştur. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapan kenti büyüdükçe tanırsın. Benim doğup ve büyüdüğüm yer o uygarlıklardan izler taşımayan bir gecekondu semtiydi. Gerçi o gecekondulardan şimdi eser kalmadı ama İstanbul’a bir o kadar yakın bir o kadar da uzaktı. Çocukken boğazı sadece memlekete giderken otobüsün camından görürdüm. Ortaköy, Bebek ve o tarihi yapılar bir silüet halinde gözümün önünden geçip giderdi. Sonra biraz büyüyüp tek başıma İstanbul’u tanımak istediğimde yine gittiğim yerler, tek otobüsle ulaşılan yerler oldu. Bulunduğum semtten Beyazıt, Eminönü, Aksaray ve Topkapı’ya otobüs giderdi ve sadece oraları gezer, eve geri dönerdim. Tarihi dokuyu anlamak o dönem bizim için çok da önemli değildi. Öyle ki İstiklal Caddesi’ni gezdiğim de 16 yaşındaydı. Beyoğlu’na liseye giden arkadaşlarım hep İstiklal Caddesi’ni anlatırlardı. Her gün bir ünlü gördüklerini ve yarın yine caddeyi gezeceklerinden söz ederlerdi.
34
YÜZLER
“İstanbul yüzü”
Tanıdık birilerinin; onları görmesi bile beni mutlu ederdi. Sonradan gördüm ben de bir çoğunu ama hiçbiri o gün aklımda kalandan güzel değildi. İstanbul’da yaşamama rağmen kente bu kadar uzak olduğumu sonradan anladım. Sadece yaşadığımız yerdeki fiziki değişikleri gözlemleyebiliyordum. Gerçi ikinci köprünün yapılışını, yaşadığımız yerden görüyordum. Köprü yapılmaya devam ederken oturduğumuz semt de kabuk değiştiriyor. Yeni evler ve yollar yapılıyordu. Top koşturduğumuz ana caddede 20 dakikada bir araba geçerken artık her dakika bir araba geçiyordu. Bir ailenin oturduğu gecekonduların yerinde yüksek katlı binalar yükseliyor, o evlerde oturan aile sayısı her
geçen gün artıyordu. “İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna o yerin toprağına benzer” diyordu Edip Cansever. Biz suyu ve toprağına ne kadar benzedik bilmiyorum. Bir akarsuyunu göremedik, sular musluktan akmadan önce; mahalleye gelen tankerlerden aldığımız suyla büyüdük. Toprağa gelince; toprakla oynadığımız yerlere her seçim döneminde yeni evler yapılıyor, giderek betonlaşıyordu. Bir kentte yaşamak onu bütünüyle hissetmek gibiydi, bunu büyüdükçe anlıyor insan. İstanbul’da yaşayıp da onu görmeyen belki de yüz binleriz. Kız Kulesi’ni, Galata Kulesi’ni görüp de kaçımız çıktı oraya? İstanbul’a ilk tarihi geziyi rahmetli babamla yapmıştım. İlkokuldayken yaptığımız gezi Sultanahmet’e idi. Tarihi yapıları pek anlamlandıramasam da Gülhane Parkı’ndaki hayvanat bahçesi tek aklımda kalandı. “Ceviz ağaçlarının bile farkında değildim” Birçok insan doğduğu ve büyüdüğü yerle övünür. Ben hiç övünmedim. Doğduğu kente yabancı olan ya da sonradan onu tanımaya çalışan biri olarak, bazen o kadar uzak olduk ki yaşadığımız yere; gezip, görüp hep geri döndük.
İstanbul`un izleri Gürültüsünden kirlenmiş sokağın kaldırımı Adımlarda yer oynar zemin ıslak Gürültüsünden kirlenmiş sokağın kaldırımı Toz kaplı ama pembe ve kirli Çamur çamur varya ve paçanı kirletiyor Gürültüsünden kirlenmiş sokağın kaldırımı Çamur izleri ardımda peşimi bırakmıyor Önümdeyse mendilci kız bana gülümsüyor Mendilimden almadan peşimi bırakmıyor Mendilleri izleri silmeye yetmiyor Yanık yanık bağırıyor yüreğimi titretiyor İstanbul’un izleri peşimi bırakmıyor Asena Akan
YÜZLER
35
@haberinsesi
Haberin Sesi
İstanbul’un Yüzleri’nde
D
eniz Gülen nam-ı diğer “Haberin Sesi” uzun yıllardır televizyon dünyasında sesiyle haberlere can veriyor. Şimdi ise Galatasaray TV’de haber ve program sunmanın yanısıra yapımcılık da yapıyor. Deniz Gülen mesleğiyle ilgili şöyle diyor: “Bu işe 15 yılımı verdim. Sevmekle başladım. Zaten sevilmeden yapılmıyor. Ön planda olmadım diye asla hayıflanmadım. Yerimi, yurdumu iyi bildim. Asla böbürlenmedim, asla kendimi beğenmedim. Gün geldi, sesimle birlikte yüzüm de çıktı ortaya... “Aa! Bu muymuş o kişi?” dediler. Hoşuma gitti. Beğenen de oldu beğenmeyen de... Ama çokça takdir edildim. Benim verdiğim bir lakap değildi “Haberinsesi”. Dostlarım taktı bu ismi bana. İyi ki takmışlar. Haketmek için elimden geleni yaptığıma da inanıyorum. Yıllar geçti aTV, Show’da ve şimdi de GSTV’de hayat ve ses veriyorum haberlere. Gururla...
“Sıradışı bu projede yer almak benim için harikaydı. Amatör ruhla profesyonel bir çalışma oldu. Emeği geçen İlhami kardeşime sonsuz teşekkürler. Şimdilik 15 saniyelik videoyla Facebook ve Instagram’da olsak da projenin bitimiyle kitap ve sergiyi dört gözle beklediğimi de belirteyim.” 36
YÜZLER
KÜBRA AKGÜN @akgunkubra
H
erhangi bir projeye ya da bir yazıya başlık armağan etmek bir nevi önsözdür okuyucuya… İstanbul’un Yüzleri, her İstanbul hayranına bir çağrı, bir önsözdür elbet. O halde okumaya başlayalım. İstanbul, tarih sahnesine fillerin, kalelerin dizilmesinden sonra yerini almış bir kültür şahıdır. Bu kültür şahının çağlar boyunca her devletten, milletten kültürden, inançtan, estetikten harmanlanmış bir görünümü olmuştur. Nitekim daha XVI. yüzyılda bir Alman sefaret heyetiyle beraber İstanbul’a gelen Teolog Stephan Gearlach, Kanuni’ye ithafen “Çiçekler ne kadar çok renkli olursa o kadar güzeldir. İstanbul tabiattaki renk renk çiçekler gibidir. İşte beyaz ve yeşil renkli sarıklarıyla Türkler ve Müslümanlar; beyaz, kırmızı, mavi karışımı serpuşlarıyla Ermeniler; mavi renkleriyle Rumlar; sarı renk serpuşlarıyla Yahudiler… Hepsi tabiattaki çiçekler gibi bin bir renk…” demiştir.* XVI. yüzyıldan çok daha önce ve çok daha sonra –günümüzde de- bu çeşitliliğini daha da arttırarak sürdürmektedir. Genellikle tarihiyle, mimarisiyle, metropol oluşuyla öne çıkan Aziz İstanbul’un sadık evlatları nasıl peki? Tıpkı İstanbul gibi… Tıpkı T.S.Gearlach’ın dediği gibi renk
“Kimi zaman dertli, kimi neşeli, kimi kızgın, kimi sakin, kimi umutlu, kimi karamsar, kimi biz, kimi bambaşka… Kimi İstanbul’un dar sokaklarından geçmek için feda ettiklerini hatırlayarak bakar. Kimi toprağında büyüdüğü, göğünde soluklandığı İstanbul’a şükranla bakar.”
renk, desen desen, suret suret… Peki bu renklerin, suretlerin yansıması nasıl? Bizler, İstanbul’un naçizane misafirleri, dikkatimizi ne kadar çekiyoruz kendimizin? Çoğu insan, başını bir otobüsün ya da bir tramvayın camına yasladığında ya da Yahya Kemal gibi bir tepeden şöyle bir baktığında İstanbul’u yüzlerde okur; yüzlerde tanır. Değil mi ki; her bir yüz kendi hikayesinin baş sayfası… O halde nefesine İstanbul dolmuş herkesin hikayesidir İstanbul…
göğünde soluklandığı İstanbul’a şükranla bakar. Kimi “Olsun be kardeşim! Yaşıyoruz ya buna da şükür!’’ diyerek güler de bakar. Kimi “Sigara dumanı kapamazsa dertleri; İstanbul’un gecesi kapatır’’ der de bakar. Kimi “Ey İstanbul! Ben de aşığım sana aşık olanlar gibi gel şahit ol nikahımıza hak ettin’’ der de bakar. Kimi ’’Taşı, toprağı altın değilse de kendince yuvadır” der de bakar. Kimi ömrünün en güzel bakışıyla en derin manalarıyla bakmak ister de bakar…
İstanbul’un Yüzleri… Kimi zaman dertli, kimi neşeli, kimi kızgın, kimi sakin, kimi umutlu, kimi karamsar, kimi biz, kimi bambaşka… Kimi İstanbul’un dar sokaklarından geçmek için feda ettiklerini hatırlayarak bakar, kimi toprağında büyüdüğü,
İstanbul’un Yüzleri, İstanbul’un duvarlarına astığı her bir portrenin sergilenmesini sağlamaya çalışan özgün bir proje… Her bir yüzün “Hadi ağabey bizden de bir bakış olsun. Gerisi sana kalmış rastgele’’ deyişine tanıklık eden ve ölümsüzleştiren bir proje… Sıcak bir gülüşüyle bıraktığı ilk intibahta insanı kendine çeken sevgili İlhami Yıldırım da İstanbul’u yüzlerden okuyan ve okutmak isteyen bir İstanbul sevdalısı… Bu yazı kafi gibi ne dersiniz? Hadi seyredelim yansımalarımızı ve bir kez daha teşekkür edelim -başta İlhami Yıldırım olmak üzere- emeği geçen ve geçecek herkese… * Şehir ve Kültür İstanbul, Profil Yayıncılık, s.14, 2012 YÜZLER
37
Klasik Türk Şiiri
penceresinden
“İstanbul” YUNUS VAROL @yunusemrevarol
“Atâyî ben geçerdüm Rûm ilinün merhabâsından Irakdan seyr idebilsem civânân-ı Sitanbûl’ı (g. 245/6, Nev’î-zâde Atâyî) İstanbul, İslambol, Konstantiniyye, Konstantinopolis, Byzantion… Kurulduğu günden bu yana nâdideliğini bir parça olsun kaybetmemiş ve her dâim el üstünde tutulmuş, ülke içinde bir ülke kadar kıymet arz eden bir şehir… Batı medeniyetinin XV. asra dek hayatını sürdürdüğü, XV. asırdan sonra ise batı yaşantısının doğu esintileriyle harmanlanıp yepyeni bir kültürün ortaya çıktığı, “taşı, toprağı altın” şeklinde tanımlanabilecek kadar önemli bir görülen bir kent… Medeniyetler hazinesi... İstanbul, tarihsel birikimi, coğrafî konumu, birçok devlete ev sahipliği yapmış olması, evrensel yapısı vb. sebeplerden ötürü her zaman imrenilen bir şehir olmuştur. Tarihî açıdan pek çok siyasî ve sosyal hadisede bir mekân rolü oynamasıyla birlikte muhtelif uygarlıkların miras olarak bıraktığı hemen her izi bünyesinde barındırmakta ve bu sayede tarihsel kimliğini hâlen tüm ehemmiyetiyle korumaktadır. Batı medeniyeti tarafından idare olunduğu yıllarda
38 YÜZLER
bir gözbebeği olarak görülen İstanbul, Osmanlı Devleti’nin 1453’te fethi gerçekleştirmesinden sonra da öneminden hiçbir şey kaybetmemiş hatta “Kültür Başkenti” sıfatını kazanarak bilim ve sanatın özgürce icra edildiği bir dünya merkezi halini almıştır. Farklı dinî ve sosyal yaşantılar, bilimsel ve sanatsal çalışmalar, çeşitli kültürel etkileşimler için âdeta bir buluşma noktası görevindedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olması, insanlarının farklı ve renkli kimlikleri, sahip olduğu
manzaralar, İstanbul’u sanata oldukça elverişli kılmış, sanatçılar da bu eşsiz fırsatı değerlendirmeyi bilmişlerdir. Minyatürden edebiyata, mimarîden mûsikîye birçok sanat eserinde İstanbul’u görmek mümkündür. İstanbul, yeri geldiğinde nakkaşın fırçasında, yeri geldiğinde şairin kaleminde, yeri geldiğinde mûsikîşinasın nağmelerindedir. Bahsettiğimiz sanat dalları içerisinde edebiyat, oldukça önemli ve geniş bir yer tutar. Sosyal olguları, toplumsal yaşantıları anlamada edebiyat, vazgeçilmez bir kaynaktır. Hiçbir edebî algı, toplumundan uzak düşünülemez. Bu bağlamda, Osmanlı topraklarında yer alan şairler, toplumu ve toplumun sosyal yaşantısı ile sıkı bir bağ içerisindedir. Söz konusu sosyal yaşantı ve toplumsal bağ dâhilinde temel bir mekân arz ettiği için İstanbul, diğer eserlerde olduğu gibi edebî eserlerde de sık sık mevzubahis edilmiştir. Konjonktürel çerçevede bazen sahip olduğu güzelleri ve güzellikleriyle methedilmiş, bazen de tarihî veya sosyal bir hadiseyi anlatmada bir sembol görevini almıştır.
Misallere geçecek olursak Bâkî’nin “Reh-i mey-hâneyi kat’ itdi tîg-i kahrı sultânuñ/ Su gibi arasın kesdi Sıtanbûl u Kalâtânun” (g. 279/1, Bâkî) şeklindeki meşhur beyiti Kânunî devrinde, Şeyhülislam Ebussuûd tarafından getirilen içki yasağını anlatır. Beyitten, Galata’nın önemli bir eğlence merkezi olduğunu, eğlence farkı itibariyle İstanbul ve Galata’nın birbirinden ayrıldığını ve Bâkî’nin de bu ayrılıktan yani yasaktan kısmî bir şikâyette bulunduğunu anlıyoruz. Kânunî devrinde yaşanan bu olay, her ne kadar tarihî bir vesika olsa da, edebiyattan da nasibini almaktan geri kalmamış ve çeşitli şairler tarafından renkli bir anlatıma bürünmüştür. Beyitin sanatsal değeri ve derin anlamının yanında İstanbul’da gerçekleşen bu hadisenin canlı bir anlatımla bizlere aktarılması, edebiyatın tarihî olayları yorumlamadaki önemini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Öte yandan Tırsî, İstanbul’un imar harikası olan çeşmelerinden şikâyet etmektedir: “Çok çeşme yapuldı bizüm İstanbul’umuzda/ Hep kurıdı birinde dahi âb mı kaldı” (g. 186/4, İbrahim Tırsî) Tırsî’nin bu beyiti itibariyle İstanbul insanlarının, su ihtiyacını eskisi kadar rahat bir şekilde karşılayamadıklarını anlıyoruz. Evvelden gürül gürül akan çeşmeler bir süre sonra su vermez hale gelmiştir. Çeşmelerden suyun kesilmesi; çeşmeleri, üzerinde ayet, hadis veya beyit yer alan kitabelerin bulunduğu bir yadigâra çevirmiştir. İstanbul, terk edilmesi veya ayrılması mümkün olmayan, yaşanan bir ayrılık
“Birkaç istisna dışında İstanbul neredeyse sürekli övülmüş ve sanatçıların hayranlıkla bahsettiği bir şehir olmuştur.” durumunda ise özlem duyulan memleket konumundadır. Sarayın İstanbul’da yer alması, Galata gibi önemli bir eğlence ve mesire yerinin İstanbul’da olması, insanların diğer şehirlere nazaran daha fazla olması, yaşantının daha seri bir biçimde akması İstanbul’u çekici ve rahat yaşanılır bir şehir kılar. Bugün de durum çok farklı değildir. Nitekim Mihrî “Geçmiş ki hayıf Mihrî Amâsiyye’de ömrün/ Kostantini’de âkil isen gitme kal imdi” ifadesiyle ömrünün bir kısmını Amasya’da geçirdiği için pişman olduğunu, İstanbul’da yaşamaktan büyük mutluluk duyduğunu bizlere aktarmaktadır. İstanbul, şairlerin sadece saray himayesi için birbirleri ile rekabet ettiği bir mekân olmayıp aynı zamanda muhtelif sanatçıların dergâhında şiir ve edebiyat sohbetlerinin düzenlendiği, ilim-irfan meclislerinin kurulduğu da bir mekândır.
Mihrî Hatun’un İstanbul’a yerleştikten sonra etkin bir rol oynadığı ve XV. asrın büyük şairi Necâtî Bey’in şiirlerine nazireler yaparak onu şiir konusunda kendisine hoca kabul ettiği bilinmektedir. Mihrî’nin beyiti ışığında İstanbul’un renkli ve neşeli bir hayata sahip olduğu anlaşılmaktadır. Rusçuk’ta geçirdiği günlerden pek mutlu olmadığı anlaşılan Ebubekir Kânî ise mutsuzluğunu “Gitmek ister gönül İstanbul’a/ İstediğin belki o yirlerde bula” (k. 39/84, Ebubekir Kânî) şeklinde ortaya koymakta ve İstanbul’a özlemini açıkça dile getirmektedir. Kânî gibi birçok şair, şiirlerinde İstanbul sevgisine veya İstanbul’un çeşitli güzelliklerine yer vermektedir. İstanbul’un güzelleri, güzellikleri, mimarî yapıları, manzaraları, sosyal yaşantıları görüldüğü üzere sıklıkla konu edinilmiştir. Birkaç istisna dışında İstanbul neredeyse sürekli övülmüş ve sanatçıların hayranlıkla bahsettiği bir şehir olmuştur. Daha nice beyitte İstanbul, renkli anlatımlarla süslenmiş ve edebiyattan tam anlamıyla nasibini almıştır. Sadece edebiyatta değil sanatın, kültürün, tarihin birçok dalında İstanbul, kendisine özgün bir yer edinmeyi başarmıştır. XVIII. yüzyılın büyük şairi Nedîm, meşhur beyitinde bu yargıyı bizlere oldukça açık ve güzel bir ifadeyle yansıtmaktadır: “Bu şehr-i Sitanbûl ki bîmisl-ü behâdır/ Bir sengine yek-pâre ‘Acem mülkü fedâdır” (k. 18/1, Nedîm) Minyatürlerin kaynakları için bk. Surnâneme-i Vehbî ve Matrakçı Nasuh
YÜZLER
39
Bir hikaye, bir masal sanki...
GÜLGÜN ŞEN
Yitip gider her şey karanlık gecede kayan yıldız misali...
K
imi kepçe kulaklı, kimi iri dudaklı, kimi hüzün verir insana, kimi
neşe... Düğme burunlusu da var, çekik gözlü olan da. Yani dünyanın bin bir türlü hali gibi, insanın da bin bir türlü yüzü var. Ve tabii hepsinin bir hikâyesi! Bazen içimizde fırtınalar kopar ama yüzümüz düğün dernek havasındadır. Kıpır kıpır olur içimiz bazen de yerimizde duramayız ama yüzümüz sirke satar. Soğuktur kimi yüzler buz gibi ama bilemeyiz taşıdığı kalbin sıcaklığını. Sıcak gelir kimi yüzler içimizi ısıtır sanki ama kim bilir belki içinde bir şeytan saklıdır! Ve ondandır çoğu zaman aldanışımız, kimin yüzü gerçek, kimin yüzü sahte... Bilemeyiz! Hayat da öyledir ya, her birimize ayrı bir yüzünü gösterir. Kimi doğuştan mutludur, kimi hiç yakalayamaz onu. Kimi yakaladım zanneder
40
YÜZLER
oysa avuçlarından uçup gider. Öylesine zordur ki bazı hayatlar, hayal bile kuramaz insan. Çıkmaz sokak gibidir, kafese kapatılmış kuş misali çırpınır durur. Her çırpınışta biraz daha uzaklaşır hayalindeki gelecekten. Umudu ümitsizliğe dönüşür, gülüşü hüzne. Oysa çok kısadır hayat. Geriye dönüp bir bakarsın sanki hiç yaşanmamışçasına geçip gider. Bir hikaye, bir masal sanki. Düşünür dururuz bazen, kaybettiklerimizin ardından. Yitip gider her şey karanlık gecede kayan yıldız misali. O yüzden çok geç olmadan farkına varmalı yaşadığımız hayatın. Zaman geçer ve geriye aklımızda yüzler, yüreğimizde hissettiklerimiz kalır. Çıkaralım artık maskeleri, gerçekten gülümseyelim hayata ve insanlara. Yüzlerinizden gülücük kalplerinizden sevgi eksik olmasın…
İstanbul’un Yüzleri sosyal medyada
YÜZLER
41
42
YÜZLER
İstanbul’un
@berrakh
‘Yüzleri’ “Burası İstanbul... Omzunu iki kıtaya yaslamış; ne oralı, ne buralı. Ne şehir, ne ülke. Ne umut, ne çare... Öyle bir atmosfer ki; 5 duyuyla anlaşılmaz 6. his burda çalışmaz. Gerdanından öpesin gelir, meydanından kaçasın... Bir akşamüstü vapuruna biner aşık olursun, bir sabah metrobüse biner hasta olursun. Burası İstanbul... Herkes kaderiyle yarışır. ‘Yapayalnız kalabalıklar’, ‘kalabalık yalnızlıklara’ karışır. Gelene ‘hoşgeldin’, gidene ‘eyvallah’ demez. Burası İstanbul... Yalnızken hiç çekilmez.” Aşkı bir başka, hasreti bir başka güzel. Doğduğum, büyüdüğüm, sevdiğimi ‘boğazından’ asker ocağına uğurladığım İstanbul... Öyle buram buram hasret kokan şafaklara uyandırırsın ki, saymakla bitmez. “Sayılı gün çabuk geçer” cümlesine tahammül edemez hale getirirsin. Çünkü; seninleyken yalnızsak eğer, “sayılı gün” de çabuk geçmez. Beklemek… Zamanın geçmesini beklemek, sabretmek. Dayanamaz hale gelirsin, sabrı öğretir İstanbul… Tüm keşmekeşin içinde güzelim sahillerini, caddelerini, meydanlarını gezmek varken, bir elin telefonda “Aradı mı, arayacak mı?” diye bekletir, tüm cazibesini yitirir, dört duvar arasına hapseder. Diyorum ya; yalnızsan, çekilmez bu İstanbul… Bir gün sahiline iner, hayaller kurarsın. O manzaraya karşı her şeyin belki de ilk defa ‘tam’ olmasını istersin. Avcunun içine alır endamıyla. Gözünü boyar bir ada vapuruyla. İçine çeker masum edasıyla... Sonra ansızın anımsatır sevdiğinin kilometrelerce uzakta olduğunu... Nasıl da üzer seni gözünün yaşına bakmadan. Ah İstanbul... Gündüz; bir ‘mavi’dir alır gider... Gece; bir ‘hüzün’dür yıkar geçer... Gerdanından öpüp, seni okumak ne edebi bir eylemmiş... Sen... ‘168 gün’ boyunca beni hüzünlendiren şehir... Bir sabah uyandığımda... İşte o gün bambaşka çizeceğim seni ey İstanbul... Berrak Hümmet
YÜZLER
43
İstanbul’un Yüzleri,
Faces of Istanbul
olarak da sosyal medyada...
44
YÜZLER
MR. SUSHI @bensushiyim
Ben Sushiyim, kedinin dibiyim
C
anlar selam… Ben Sushiyim, kedinin dibiyim. Tevellüt Şubat sonu, 2012. İran Chincilla cinsiyim ama aldığım duyumlara göre orada bana pek benzeyen kedi yokmuş. Varsın biz de farklı olalım. Biz kimiz? Tanıtayım… Annem Özlem, babam Aycan. Ben babamın iş arkadaşının kedi yavrularından biriymişim. O zamanlar küçüğüm pek hatırlamıyorum. Anneme göre onun çok istediği bir dönemde hediye olarak ailenin bir parçası olmuşum. Canım annem… Adım konulurken de epey düşünmüşler. Bana sorsalar miauuv diyeceğim, anlamsız olacak. Günlerden bir gün annemin yakın bir arkadaşı Sushi’yi önermiş. Annem ve babam sevmiş bu adı. Zaten sushi yemeği çok severler. Söyleyiş o söyleyiş; yazdılar kafa kağıdıma Sushi’yi...
Kendini beğenmiş demeyin sakın ama çok karakterli bir kediyim. Kişileri tanırım. Onları nasıl kullanacağımı da iyi bilirim. Saklambaç… Oo! En sevdiğim. Bireysel oynamaktansa beraberliği tercih ederim. Siz saklanınca kesin bulurum aynı şekilde sizin de beni bulmanızı isterim. Saklambaç dikkat gerektiren bir oyundur. Bak işte bana her şeyi deyin ama veteriner demeyin. Çok sakin ve havalı bir kediyimdir. Gelin görün ki klinikte tam bir aslan parçasıyım. Akıllı kediyimdir öyle “Adda gidiyoruz” diye kandıramazsınız. Çekime gelirken veterinere gidiyoruz sandım. Huzursuzlandım. Sürekli miyavladım. Şükür akıl sağlığım yerinde ki veterinere değil, çekime geldiğimizi anladım. Hele bir de Sare Abla var ki, dünya tatlısı… Hiç kucağından
inmek istemedim. Annemle de iyi anlaştılar zaten. Keşke her gün görebilsem onu… Bir durum var; ona çok sinirlendim, mırladım. Sare Ablam beni güzel güzel severken İlhami Abi beni çağırdı. Yav, miyav, nasıl bırakıp geleyim. Annemi babamı çek; benim keyfimi niye bozuyorsun? Neyse önce biraz dikleştik. “Bana bak Sushi, mır, pisi” diyor, ben bakmıyorum. Bakar mıyım? Keyfimi bozmuş bir kere. Ablamın kucağından ayırmış ya, nasıl ona poz vereyim? Ama şimdi düşündüm. En karizmatik pozlarımı verirsem ablam beni daha çok sever dedim. Doğru tahmin etmişim. Tamam, yerimden etti ama İlhami Abi de iyi bir insanmış. Başta kızmıştım ama sonra onu da sevdim. Eline, gözüne sağlık; fotoğraflarımı çok beğendim. Ee! Hanım kediler de beğeniyor tabii…
YÜZLER
45
İstanbul Türkiye’dir YILDIRIM SUGÖZE
Y
üz ile ilgili yüzlerce sözümüz var: Yüzsüz, yüzü yok, yüzünde meymenet yok, yüzünden nur yağıyor, yüzü güzel huyu güzel, yüzü güzele doyulur huyu güzele doyulmaz, yüz bulmak, yüz kızartmak, yüz sürmek, yüzü tutmak, yüz vermemek, yüzü kızarmak, yüzüne bakmaya kıyamamak, yüzüne gözüne bulaştırmak, yüzünü görmemek, yüzü sararmak, yüzü gözü açılmak, yüzü olmamak, yüzü suyu hürmetine, yüzünü kara çıkarmak, yüzünü gören cennetlik… Daha böyle onlarca yazılabilir. Demek yüz sözcüğü önemli ki hakkında bunca söylenmiş söz var. Önemi karakteri yansıtmasından gelir, içimizin aynası olmasından. Birini ilk gördüğümüzde yüzünü inceleriz, ilk izlenimi yüzünden ediniriz. Çünkü yüz insanın içinin aynasıdır. İçinizde ne varsa çoğu zaman yüzünüzde de o vardır.
46
YÜZLER
O yüzden Mirilhami (İlhami Yıldırım) İstanbul’un Yüzleri projesini hayata geçirdi: Objektif içimizi değil, dışımızı çeker. İstanbul’u tanımak için onun yüzlerini tanımak gerekir. Çünkü her yüz bir dünyadır. Kimi yüz sevecenliği, kimi iyiliği, erdemi, ahlakı, mutluluğu, sevinci; kimi yüz hüznü, kederi, karamsarlığı, umutsuzluğu; kimi yüz kibarlığı, anlayışı, nezaketi, olgunluğu, vicdanı; kimi yüz ise adaleti, tarafsızlığı, çalışkanlığı, dürüstlüğü barındırır. Bunların tersi de doğrudur. İstanbul’un Yüzleri’ne iyi bakın; ola ki bir tanıdığınızı görürsünüz. Belki özlediğiniz, kıymetini bilmediğiniz bir yüzü; vefayı, dostluğu, sevinci, mutluluğu, huzuru, sakinliği görürsünüz. Hiçbirini görmezseniz de Türkiye’yi görmüş olursunuz. Çünkü artık İstanbul Türkiye’dir, ne Türkiye ne İstanbul hiçbirisi artık çok uzakta değil. İstanbul’un Yüzleri parmaklarınızın ucundadır.