Benim de Kalbim Var I also Have A Heart
KIZILAY: YÜKSEL CD, KONUR SK, KARANFİL SK 20.05 - 17.6.2011
ULUSLARARASI ÇANKAYA KAMUSAL ALANDA SANAT GÖSTERİSİ 2011 INTERNATIONAL ÇANKAYA PUBLIC ART MANIFESTATION 2011
ULUSLARARASI ÇANKAYA KAMUSAL ALANDA SANAT GÖSTERİSİ 2011 INTERNATIONAL ÇANKAYA PUBLIC ART MANIFESTATION 2011 “BENİM DE KALBİM VAR” / “I ALSO HAVE A HEART” Çankaya Belediyesi ve Hollanda Görsel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Vakfı (Fonds BKVB) tarafından desteklenmiştir. Supported by Çankaya Municipality and the Netherlands Foundation for Visual Arts, Design and Architecture (Fonds BKVB). Katkılarından dolayı Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık’a teşekkürlerimizle. Special thanks to Bülent Tanık, Mayor of Çankaya Municipality.
Sanatçılar / Artists: Ece Akay Volkan Aslan Kostana Banovic Marco Cops Jeroen Eisinga Emre Erkal Cemil Batur Gökçeer Özlem Günyol / Mustafa Kunt Geert Mul Suat Öğüt Metehan Özcan Erkan Özgen Ferhat Özgür Rob Sweere Jerome Symons Liesbeth van Woerden Küratör / Curator: Jerome Symons Yardımcı-küratör / Co-curator: Umut Şumnu Üretim / Production: Ali Ulusoy Ali Tekin İsmihan Karahüseyinoğlu Elif Ülger Olcay Kaya Bedia Fidancıoğlu Birol Altinay Umut Şumnu Jerome Symons Hakan Birik (ESCdigital)
Bu katalog, “Benim de Kalbim Var” manifestosu için hazırlanmıştır. This catalogue has been prepared for the manifestation “I also Have A Heart”. Ankara, Mayıs / May 2011 Yayına Hazırlayan / Editor: Jerome Symons Çeviri / Translation: Seval Sener Sergi Alanı Fotoğrafları / On Site Photographs: Kostana Banovic Marco Cops Cemil Batur Gökçeer Majid Katiraeefar Jerome Symons Roeki Symons Rob Sweere Grafik Tasarım / Graphic Design: Gökçen Ergüven, www.zgyunwz.net
© Çankaya Belediyesi ve sanatçılar, 2011 © Çankaya Belediyesi and the artists, 2011
Benim de Kalbim Var / I also Have A Heart Gösteri Ankara’nın kalbi olan bir noktada gerçekleştirildi: Yedi Hollanda’lı ve dokuz Türk sanatçı Kızılay’ın yaya bölgelerinde geçici yerleştirme çalışmaları yaptılar. Tüm sanatsal çalışmalar geniş anlamda fotoğraf mecrasını kullandı. Kamusal alana bakıldığında zaten halihazırda fotoğrafın yaygın bir şekilde kullanıldığının altı çizilebilir: Fotoğraflar, bizleri bir yerlere gitmeye, bir şeyler almaya, birine oy vermeye zorlayan niteliktedir. Bu projede, fotoğrafın mevcut kullanımının değerini koruyarak, mesajı konusunda bir değişiklik amaçlandı: Sanatçıların çalışmalarındaki fotoğraflar, ekonomik ve ticari bir değeri olmaksızın cesaret, özgürlük ve sevgi mesajları için kullanıldı. Gösteri, Hollandalı sanatçı Jerome Symons, Ankaralı sanatçılar Ece Akay ve mimar Umut Şumnu’nun önerisiyle ve Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık’ın girişimiyle hayata geçmiştir. Sanatçılar ve belediye çalışanları Ankara’nın kalbinde gerçekleşen bu kamusal sanat etkinliğinde birbirlerine yakın durarak çalışmışlardır. This manifestation takes place in the heart of the city. Seven Dutch and nine Turkish artists have made temporary installations in the public space of Kızılay. All artworks use the medium of photography, in a broad sense. Photography is filling our public spaces in every possible way; always in a message to make us go somewhere or to buy or choose something. In this project photography is used for the message of art: to be free, to love and to be courageous. The project is an initiative of Bülent Tanık, Mayor of Çankaya Municipality. It was proposed by the Dutch artist Jerome Symons, together with the architect Umut Şumnu and Ece Akay, both from Ankara. The artists and the municipality have been working close together to realize this manifestation of contemporary public art, to show their heart.
3
Jerome Symons: Kamusal Mekan Kamusal alan tüm yaşamların özgür ve güvenli bir şekilde birbirleriyle buluşabildiği ve tüm bu kalabalıklığa rağmen herkesin kendiliğini, kendi mahremiyetini yaşayabildiği bir yer olarak görülebilir. Bu masum tanımın dışında, kamusal mekan aynı zamanda bir savaş alanı, ekonomik ve siyasi çıkarların çatıştığı bir mekan olarak da yorumlanabilir. Dolayısıyla kamusal mekan, içerisinde birbirleriyle kesişen, bazen çatışan bir çok farklı katmandan oluşan asla basit bir mekan tanımına indirgenemeyecek nitelikte karmaşık bir mekan özelliği taşır. Bu sebepten, kamusal mekana sadece açık, serbest ve özgür bir mekan demek yeterli değildir: bu mekan içerisinde kanunların, düzenlerin, tehditlerin, şiddetin oluşturduğu değişken olgular her seferinde bu açık mekanı yeniden kurar. Bu noktada kamusal mekanın kamusallığının bir kurmaca olduğu söylenebilir. Öyleyse kamusal mekanın gerçekliğini nasıl tanımlayabiliriz? Kamusal mekanın süregelen anlamını nasıl aşındırabiliriz? Onu tarih boyunca süregiden, propogandaların meydanı olma, egemenin iktidar alanı olma ezberinden nasıl kurtarabiliriz? Herkesin kalbinin sesini duyduğu bir mekana nasıl dönüştürebiliriz?
4
Kamusal sanat, sesi olmayanların kamusal mekanın içerisinde ses kazanması, yüzü olmayanların yüzünü var etmesi açısından önemli bir araç olarak görülebilir. Bu kapsamda 16 sanatçı, “Benim de Kalbim Var” önermesi etrafında, kendi kişisel bakış açılarından, yukarıdaki sorulara cevap vermeye çalıştılar. Tüm bu sanatçıları bir araya getiren şey, kendilerine karmaşık gelen kamusal mekan içerisinde yer açabilmeleri ve kendi bastırılmış seslerini bu mekanda duyurabilme yetenekleridir. Bu çalışma gösteriyor ki; bu tip bir proje kamusal mekan içerisinde yapılabilir, ve Ankara için herkesin kendi kalbinin sesini dinleyebileceği gelecek etkinliklere/eylemlere bir umut oluşturabilir. Bu süreçte bizleri destekledikleri ve kamusal mekanın yeni anlamlarını keşfetme olanağı sağladıkları için Çankaya Belediyesi’ne ve Hollanda Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Vakfı’na teşekkür ederim.
Jerome Symons: Public Space The public space should in principle be a place where people of all walks of life can meet freely and safely, and where all can share their privacy. But the public space is not only a place to meet and make friends or go about your own business; it is also a battleground of many conflicting interests, commercial, political and also criminal. According to the different perspectives the public is then seen and manipulated as potential consumers, voters or possibly as victims. There are different interacting layers of reality on every spot in the public space. That space is anything but open and free. It is often a bewildering mixture of codes, regulations, laws, prohibitions, admonishments, appeals, seductions, coercions and threats. And we live in it. If the publicness of the public space is rather fictional, what is then the reality of public art? What is its aim, where is its focus? And how can public art, as a free creative act, overcome the burden of its history as a propaganda tool of rulers and as proof of prestige of the rich? What does public art of itself have to say to the public? What is in its heart? Sixteen artists have addressed these questions in the manifestation ‘I also Have A Heart’; in their own different ways but with the same premises: that art is for freedom and that the public consists of fellow human beings. The artists were chosen for this attitude, and for their determination and capacity to improvise in the often chaotic circumstances of a crowded downtown area. They have proven that a project like this can be successfully done and it is their hope that it will be a catalyst for future projects in Ankara; in which artists, architects, urban planners, administrators and politicians will collaborate to make the public space a place where everybody’s heart can sing freely. Finally our thanks go to the Netherlands Foundation for Visual Arts, Design and Architecture for its support and to the Municipality of Çankaya that has made it possible for us to explore new meaning for its public space.
5
Umut Şumnu: Çoğul için...
6
Uluslararsı Çankaya Kamusal Alanda Sanat Gösterisi 2011, Ankara bağlamına yeni sanatsal düşüncelerini ve ifade biçimlerini sunmak, kamusal sanatın Ankara’nın gelişiminde oynayacağı rolü ve olanakları araştırmak ve bu sayede Ankara’yı uluslararası sanat ortamında çağdaş sanatın önemli merkezlerinden biri haline getirmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Küratörlüğünü Hollandalı heykel ve video sanatçısı Jerome Symons’un, yardımcı küratörlüğünü Umut Şumnu’nun yaptığı, ilk gösterimin başlığı “Benim de Kalbim Var” olarak belirlenmiştir. İlk duyuşta anımsattığı popüler Türkçe şarkının ismi olmasının yanında, gösterinin başlığı olarak belirlenmesinde genel anlamda sanatın izleyicisinin kim olması gerektiğini sorgulamak, sanatın sergilendiği alanları müze ve galeri gibi mekanlardan kent mekanlarına doğru genişletmek, özel ve kamusal mekan arasındaki kaygan sınırı araştırmak, sanatı gündelik hayat pratikleri içinde yeniden düşünmek, en önemlisi sadece iletişim aracı olmayan ama aynı zamanda bir direniş aracı olarak sanatı yeniden konumlandırmak gibi nedenler sıralanabilir. Bu gösteri yedi Hollandalı ve dokuz Türk sanatçının katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Tüm davetli sanatçılar işlerinde geniş anlamda fotoğraf mecrasını kullanmalarına rağmen, yapılan çalışmalar sanat ve kamusal mekan ilişkisine bakıştaki eleştirel yaklaşımlarda farklılık gösterir. Örneğin; Ece Akay, Marco Cops, Metehan Özcan, Erkan Özgen, Ferhat Özgür ve Jerome Symons’ın çalışmalarında yüzü (ve sesi) olmayan insanlara yüz (ve ses) verme, onları görünür kılma gibi eğilimler dikkat çeker. Marco Cops, projesinde kazı-kazan estetiğini bir malzeme gibi kullanarak gösteri alanındaki sokak satıcılarına odaklanır; Ece Akay’ın çalışması üniversiteye hazırlanan ve gösteri alanındaki dershanelere giden gençlerin ruh halini görünür kılmayı amaçlar; Metehan Özcan’ın fotoğraf çalışması mekan ve cinsellik üzerine yoğunlaşır ve eşcinsellerin kamusal alandakı mekansızlık durumunu sorgular; Erkan Özgen’in fotoğrafı zengin/fakir ikiliğinin sınırında gezinir ve modern toplumda fakir insanların iletişimini yitirişini ironik bir biçimde ortaya koyar; Ferhat Özgür’ün çalışması, başka bir bakış açısından, yine fakirlik ve zenginlik arasındaki köprü kurulamayan boşluğa bakar; Jerome Symons’un fotoğraf serileri gösteri alanının dokusu olan dolmuşlara, bu dolmuşların şöförlerine odaklanır ve bu insanların kendi içlerindeki çeşitliliği ortaya çıkarmayı amaçlar. Bu çalışmalara ek olarak, Rob Sweere, Jeroen Eisinga, Batur Gökçeer, Emre Erkal, Volkan Aslan, Suat Öğüt, Özlem Günyol ve Mustafa Kunt’un çalışmalarında herhangi bir grubun sesini temsil etmeden genel anlamda şu an içinde bulunduğumuz sisteme karşı ideolojik bir eleştirinin altı çizilebilir. Rob Sweere’in fotoğrafı modern kent içinde kaybettiğimiz doğayı anımsatmayı ve onunla ilişki kurmanın gerekliliğini amaçlar; Volkan Aslan’ın yerleştirmesi, şehirlerdeki rögar kapaklarını bir doku olarak ele alır ve benzer bir biçimde modern toplumlardaki doğal kaynakların yok olmasını kendine dert edinir; Jeroen Eisinga’nın fotoğraf serileri metaforik olarak modern bireyin can yakıcı bir şekilde kendini farkediş serüvenini temsil eder; Suat Öğüt’ün ışıklı kutuları ironik bir biçimde düzen ve kargaşa arasındaki ince çizgiyi araştırır; Batur Gökçeer’in fotoğraflı posterleri gösteri alanında yapılmış ama bir şekilde bastırılmış olan direnişlerin söylemlerini alana yeniden sunmayı amaçlar; Emre Erkal da benzer bir şekilde poster estetiğini kullanır ve bu posterlerle bize çağımızın görüntüleme çılgınlığını gösterir; Özlem Günyol ve Mustafa Kunt fotoğraflarında politikacıların halka seslenişlerinden önce yaptıkları provaları ele alırlar ve bu ‘ideolojik rol yapma’ sürecini ve burada kullanılan beden dilini sorgularlar. Kostana Banovic ve Liesbeth van Woerden’in çalışmaları gösterinin diğer bir katmanı olarak değerlendirilebilir: Yaptıkları etkileşimli performanslar, kişilerin hayallerine ve anılarına odaklanır. Son olarak, Gert Mul’un mekana özel interaktif çalışmaları anılabilir: Mul, çalışmalarında geçmiş ve gelecek, gelenek ve modern arasındaki sınırı aşındırdığı projeler sunar. Sonuç olarak, “Benim de Kalbim Var” başlığı, sanata ve mekana dair daha ‘müzakereci’, daha ‘olumlayıcı’, daha ‘özgürleştirici’ ve daha ‘çoğulcu’ bir anlayışı yüzeye çıkarma amacı taşır.
Umut Şumnu: For Multiplicity Cankaya International Public Art Manifestation 2011 can be considered as an initial step to bring new voices, new artistic ideas and expressions to Ankara; to explore the possibilities of public art for the development of Ankara, and thereby to highlight Ankara as a center of contemporary art within the international art circuit. In that respect, the working title of the first manifestation, that was curated by Jerome Symons and co-curated by Umut Sumnu, was decided as: “I also Have A Heart”. In addition to its well-known reference to a popular Turkish song, the aim of choosing this title for the manifestation embodies several layers of intentions like: To question, and to deconstruct the anchored meaning of the term ‘spectator’; to extend the physical boundaries of the so-called ‘art spaces’ from museums and galleries to the public spaces of the city; to problematize the shifting definitions of public and private space, to relate art with every-day life practices, and more importantly, to portray a conception of art not only for communication but also for resistance. In light of these ideals, the first manifestation was structured itself around the works of nine Turkish and seven Dutch artists. Although all invited artists used the medium of photography in a broad sense, the works differ from each other with their critical approaches to art and public space. For instance, in the works of Ece Akay, Marco Cops, Metehan Özcan, Erkan Özgen, Ferhat Özgür and Jerome Symons one can underline an effort to “speak the subaltern”, to give voice (or face) to the people that do not have one. In that respect, Marco Cops performatively, by using the scratch lottery as the materiality of his project, takes the street-sellers around the manifestation area as an issue; Ece Akay’s work concentrates on, and tries to surface the feeling of the high-school students who are going to the university preparation courses; Metehan Özcan’s works concentrates on the relation between space and sexuality, and aims to show the absence of space for guys in public-spaces of Ankara; Erkan Özgen’s photograph ironically calls the poor/rich binary, and tries to reveal the loss of communication for poor people in modern society; Ferhat Özgür’s work, from a different perspective, also manifest the unbridgeable gap between poorness and richness; Jerome Symons’ photographs takes the ‘dolmuş’ drivers as a texture of the manifestation area, and tries to show the plurality and heterogeneity that these people have. On the other hand, without dedicating their works to a specific group of people, in the works of Rob Sweere, Jeroen Eisinga, Batur Gökçeer, Emre Erkal, Volkan Aslan, Suat Öğüt, Özlem Günyol and Mustafa Kunt, one can highlight an ideological criticism against the current context. For instance, Rob Sweere work searches for the missing nature in modern cities; Volkan Aslan’s installation, by using manhole-covers as an aesthetic texture, also reminds the loss of natural sources in modern societies; Jeroen Eisinga’s photograph series underline a painful self awareness; Suat Ögüt’s lightboxes ironically focuses on the structure of the traffic, and problematize the thin line between chaos and order; Batur Gökçeer’s poster-photographs tries to show, and more importantly to re-introduce the repressed resistances made in the manifestation area; like him, Emre Erkal also uses the poster aesthetic as a texture of the manifestation area, and tries to question the frenzy of visibility in public-space; Özlem Günyol and Mustafa Kunt’s project tries to document the exercises made by the politicians before their public speeches, and lead us to question the body-language behind this ‘ideological acting’. One can also recall Kostana Banovic and Liesbeth van Woerden to surface another layer of the manifestation: Their performative and interactive works focuses on human’s dreams and memories. Finally, one can remember Geert Mul site-specific and interactive project that highlights an ongoing exchange between past and present, between tradition and modern. To conclude, one can say that “I also Have A Heart” tries to surface a more ‘dialogical’, ‘contingent’, and ‘pluralized’ understanding of art and space.
7
Emre Erkal Emre Erkal, 1972 İstanbul ve Ankara’da mimarlık uygulamaları yapmakta ve işitsel sanatlarla ilgilenmektedir. Mimarlık ve kentsel tasarım projelerinin yanında etkileşimli medya tasarımı konusunda Türkiye ve ABD’de profesyonel uygulamaları bulunmaktadır. Mekansal ses enstalayonları 8. İstanbul Bienali, İstanbul Mimarlık Festivali, Karlsruhe ZKM, Antwerp De Singel ve Amsterdam Mediamatic’ de yer almıştır. NOMAD’ın kurucularından biri olarak 2002 yılından bu yana uluslararası ölçekte dijital sanat projeleri düzenlemektedir. Emre Erkal, 1972 is a practicing architect and a sound artist from Ankara and İstanbul. In addition to architecture and urban design projects, he has professional designs in interactive media in Turkey and the USA. His spatial sound art installations have been featured in venues including the 8th İstanbul Biennial, İstanbul Architecture Festival, ZKM in Karlsruhe, Mediamatic in Amsterdam, De Singel Conservatory in Antwerp. As a co-founder of NOMAD, he organizes international digital arts events since 2002.
http://nomad-tv.net http://www.project-ctrl-alt-del.com
8
SEN-BEN-ONLAR-SEN “Sen-Ben-Onlar-Sen” kamusal alanda imajlar üzerinden döngüsel bir referans kurgusu yaratmayı amaçlıyor ve doğrudan bir müdahale ile başlıyor. Yeni oluşan bir görsellik biçimi, yığınsal ve ilintili bir imajlar ağı toplamak için kullanılan bu proje, dijital fotoğraf makinesi ve cep telefonlarındaki kameralar gibi ucuz ve erişilebilir teknolojileri bir popüler imaj üretim ve tüketim biçimini beraberinde getiriyor. Bu yeni ve kendini giderek daha belirgin olarak ortaya koyan görsel kültür, ‘an’ın ve ‘olay’ların kaydedilmesini kökten değiştirebilecek bir güce sahip. ‘Olay’lar artık aynı anda pek çok fotoğrafçı tarafından çekilmiş olmaları ve tüm fotoğrafçıların seçici algılarının bütünü olarak tanımlanmaya başlanabilir. Ancak hiçbir müdahale nötr değil; dokunduğu yerde yeni ‘olay’lara yol açıyor. Ortaya çoklu, detaycı, kazaların ve oyunların belirdiği, zıtlaşma ve olumlamaların iç içe örüldüğü bir ağ çıkıyor. İmaj ağı tekrar kamusal alana dönerek yeni referanslar oluşturmak için fırsatlar sunuyor.
10
YOU-ME-THEM-YOU “You-Me-Them-You” aims to create a cyclic referentiality generated by images in the public space and begins with a direct intervention. A recently emerging form of visuality is used to collect a massive network of related images: cheap and accessible digital cameras and cellular phones with cameras bring forth a popular form of image production and consumption. This novel and increasingly pressing visual culture has the potential to fundamentally change the way a ‘moment’ and an ‘event’ is recorded. ‘Events’ might begin to be defined by simultaneous snapshots of multiple photographers, and by the proliferation of the workings of their individual selective perceptions. However, no intervention is neutral; each one leading to new ‘events’. There emerges a network interwoven with multiple and detailed vectors, emergent accidents and games, confrontation and affirmation. The network of images furthermore creates possibilities for new references when it returns to the public space.
Rob Sweere
12
(1963), Arnhem, Hollanda Sanat Eğitimi: 1984-1986 St. Joost Breda Güzel Sanatlar Akademisi (Fotograf ve Görsel-İşitsel Sanatlar Bölümü). 1986-1989 Sanat Üniversitesi (Lisans) Arnhem (Güzel Sanatlar Bölümü). 1991-1992 Rijks Güzel Sanatlar Akademisi (Yüksek Lisans) Amsterdam (Sanat Medyası Çalışmaları Bölümü). Kolleksiyonlar: Özel Koleksiyonlardaki çalışmalar, Arnhem Modern Sanatlar Müzesi ve Hollanda Kröller-Müller Müzesi. NUTUUR VAKFI: Hans Jungerius ve Kim Lokers ile birlikte Nutuur Vakfı kurucusu ve başkanı. Sipariş Edilmiş Kamusal Alanda Büyük Ölçekli Kalıcı Çalışmaları: Zutphen, Hurwenen, Arnhem, Spijk, Zoetermeer, Geertruidenberg, Nijmegen, De Bilt; Hollanda Projeler ve Sergiler: Hollanda, Almanya, Fransa, Mesika, Yunanistan, Türkiye, ABD, Gröndland, Litvanya, GüneyKore, İngiltere, Brezilyal, Avustralya, El Salvador, İsrail, Filistine, Güney Afrika, Hindistan, Kenya, İsviçre, Yugoslavya. (1963), Arnhem, The Netherlands Art Education: 1984-1986 Academy for Fine Arts St. Joost Breda (dept. Photography & Audiovisual). 1986-1989 University for the Arts (BA) Arnhem (dept. Fine Arts). 1991-1992 Rijksacademy voor Fine Arts (Masters) Amsterdam (dept. Art Media Studies). Collections: Works are in private collections, Museum of Modern Art Arnhem and the Kröller-Müller Museum, NL. Stichting NUTUUR: Founder and chairman of Foundation Nutuur, together with Hans Jungerius and Kim Lokers. Commissions for permanent large scale artworks in public space: Zutphen, Hurwenen, Arnhem, Spijk, Zoetermeer, Geertruidenberg, Nijmegen, De Bilt; Neterlands Projects and exhibitions: The Netherlands, Germany, France, Mexico, Greece, Turkey, USA, Greenland, Luthuania, South-Korea, England, Brazil, Australia, El Salvador, Israel, Palestine, South Africa, India, Kenia, Switserland, Yugoslavia.
www.robsweere.nl www.nutuur.nl
SESSİZ GÖKYÜZÜ PROJESİ# Hollandalı sanatçı Rob Sweere (1963) tarafından yapılmış uluslararası bir sanat projesi olan Sessiz Gökyüzü Projesi#, aynı anda dünyanın birçok yerinde meydana gelen olayları içeren bir sanat eseridir. Bu küçük olaylar büyük bir oluşumu meydana getirirler. Bu projede dünya heykelsi bir objedir ve uzayda yüzen büyük bir top olarak düşünülmelidir, ve topun yüzeyi büyük bir gözlemevi işlevi görecektir. Sessiz Gökyüzü Projesi# kapsamında yapılan uygulamalar sanatçının insanlara, belirli koşullar altında sanat eseri ile en yoğun biçimde ilişkiye girerek bir atmosfer yaratmaları için doğrudan rehberlik etmesiyle gerçekleşen projelerdir. Sessiz Gökyüzü Projesi# ile Sweere insanları sırtüstü yatıp gökyüzünü seyrederek vakit geçirmeye çağırıyor. Bunu kendi iç aleminizden başka bir aleme bakarken aynı zamanda başkaları ile birlikte bakarak mı yaparsınız, yoksa ikisi zaten aynı şey midir? Proje 2004 yılı Nisan ayında başladı ve 2011 yılına kadar 5 kıta, 15 ülkeden 39 grup sessizce gökyüzüne baktı. Sessiz Gökyüzü Projesi# Ankara
14
Nisan 2011’de Rob Sweere, Sessiz Gökyüzü Projesi# için Ankara’yı ziyaret etti. Çankaya Belediyesi çalışanlarından oluşan iki grup sessizce gökyüzünü seyrettiler. Bu seyir tepeden bakıldığında Ankara şehir merkezindeki binaların görüldüğü Çankaya Belediyesi Ahşap Atölyesi’nde yapıldı. Birinci grup sokakları temizleyen işçilerden ve park görevlilerinden oluşmaktadır. Bu grup, şehirdeki işlerini yapmaya gitmeden önce, sabahın erken saatlerinde gelip, hep birlikte gökyüzünü seyretmiştir. İkinci grup ofislerde çalışanlardan oluşmaktaydı, bu kişiler birinci gözlemi görmüş ve istekli olan kişiler arasından spontane olarak çağırıldı.
SILENT SKY PROJECT# An international art-project by the Dutch artist Rob Sweere (1963). The Silent Sky Project# is one artwork which consists of small events happening in many different parts of the world. Together these events make it one big happening. In this project the earth is seen as a sculptural object, a big ball floating in space. The surface of this ball is then one big lookout at the universe. In each event of the Silent Sky Project# the artist directly guides the public into certain conditions that create an atmosphere for the most intense involvement in the artwork. Rob Sweere invites groups of people to spend time together lying on their back and looking into the sky. You do this together and at the same time you are by yourself looking from your own inner universe into another universe, or is it the same? The project started in 2004 and until april 2011 39 groups of people in 15 different countries, on 5 continents have looked at the sky in silence. SILENT SKY PROJECT# in Ankara In april 2011 Rob Sweere visited Ankara for the Silent Sky Project#. Two groups of people working for the Cankaya Municipality looked at the sky in silence. The actions were done at the wood studio of Çankaya Municipality. Looking from the hill you can see the buildings of the center of Ankara. The first group are the streetcleaners and park workers. They came early in the morning and looked at the sky together before they went to the city to do their work. The second group are the people working at the offices. They were invited spontanously by enthousiastic colleagues who witnessed the first action.
Kostana Banovic Kostana Banovic Eski Yugoslavya, Saray Bosna’da doğdu. 2000 yılında Hollanda Film Festivali’nde “en iyi kısa video” dalında ödül alan ilk videosu olan “Hayal Avcıları”nı çekti. Sanatçı halen ağırlıklı olarak video ile çalışmaktadır. Düzenli olarak uluslararası rezidans programlarına katılmaktadır, bunlardan bazıları Senegal, Brezilya, Karayipler’dir. Banovic’in Kendi ve Öteki arasında olan ilişkinin ritüellerle olan bağına odaklanarak ürettiği çalışmaları, sanat ve antropoloji arasındaki dengenin sınırındadır. Resimden performansa, performanstan filmlere uzanan eser yelpazesine bakıldığında Kostana Banovic’in yolculuklarında tanıdığı kültürlerde Kendi ve Öteki’ni temsil edilme biçimlerini, ritüeller yoluyla yine Kendi ve Öteki arasındaki mesafeyi azaltmak için kullanmak konusunda asla tereddüt etmediği görülür. Sanatçının çalışmaları birçok uluslararası galeri ve müzede sergilenmiştir. Bunlardan bazıları Hollanda Arnhem’de bulunan Modern Sanatlar Müzesi, Amsterdam’da katıldığı Akıllı Proje Mekanları ve Sanat Amsterdam 2010, Senegal-Dakar Sanat Bienali, Finlandiya Rauma’da bulunan Lönnström Sanat Müzesi, Kamerun Yaounde’de düzenlenen Mismebinga Kadın Filmleri Festivali, Viyana Ethnocineca Etnografik ve Belgesel Film Festivali, Avusturya, Estonya Tartu’da düzenlenen Görsel Kültür Dünya Film Festivali, Güney Afrika Durhan’da düzenlenen Uluslararası Film Festivali, Paris’te yapılan Rencontres Internationals, Berlin, Madrid ve Karakas’ta gösterilmiştir. Kostana Banovic, Hollanda Utrecht Sanat Okulu, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nde eğitim vermektedir.
16
Kostana Banovic was born in Sarajevo in former Yugoslavia. In 2000 she directed her first video Dream Hunters, which was awarded during the Netherlands Film Festival in Utrecht and until now she has been mostly working with the video. She has regularly worked in international artist residencies like in Senegal, Brazil and Caribbean. The work of Banović balances on the boundary of anthropology and art; focuses on the relation between Self and Other and on ritual. Throughout her oeuvre – drawings, performances, movies – Banović never hesitated to engage in rituals as a means to reduce the distance between Self and the Other, represented by the cultures encountered during her many travels. Her work has been shown in Museum of Modern Art in Arnhem, Netherlands, Art Amsterdam 2010, Netherlands, Smart Project Space, Amsterdam, Netherlands, Art Biennale in Dakar, Senegal, Lönnström Art Museum in Rauma, Finland, Women Film Festival Mismebinga in Yaoundé, Cameroon, Ethnocineca, Ethnographic Filmfest in Vienne, Austria, WorldFilm, Festival of Visual Culture in Tartu, Estonia, International Film Festival South Africa in Durham, Rencontres Internationales Paris, Berlin, Madrid, Caracas. She teaches at Utrecht School of the Arts, Faculty of Fine Arts and Design, Netherlands.
www.kostanabanovic.com
HAYAL AVCILARI Hayal Avcıları, sanatçı Kostana Banovic’in memleketi olan Eski Yugoslavya’da kullanılan bir kehanette bulunma sistemidir. Bu ritüel 41 adet fasulyenin bir motif oluşturmak için yere yayılmasını içerir. Numaralar ve kombinasyonları sevdiğiniz kişi ile olan ilişkinizi ve neler olacağını gösterir. Banovic, fasulye ritüelini sayesinde, sanatçıya ve katılımcıya bir tür gerçeğin ve bireysel kimlik algısının verilebileceği sanatsal bir iletişim biçimi olarak geliştirdi. Sanatçı 1997 yılından beri birçok uluslararası sanat platformunda ve kamusal alanda bu performansı gerçekleştirmek suretiyle bu proje üzerinde çalışmaktadır. Banovic’in ritüellere olan sanatsal ilgisi, Kendi ve Öteki’ni ayrı kılan anlatılara karşı duran içgüdüsünü izler; ancak öte yandan ritüeller, duyular ve beden ile de ilgilidir, sözleri ve düşünceleri devredışı bırakırlar. Dildeki net ayrımları belirsizleştirerek kontrol edilenin ötesinde, Kendi ve Öteki’nin yeniden icat edileceği bir yer açarlar. Banovic’in Ankara performansına, elişi/iğne oyası öğretmeni Ayşegül Kuru ile birlikte öğrencileri Zeliha Kutlu, Ayten Yücel, Süreyya Gençalp, Nurgül Ciminli, Belgin Yücel ve Süheyla Gençalp geleneksel nakış işlemeleri yaparak katılmaktadır.
18
DREAM HUNTERS Dream Hunters is a divination system from former Yugoslavia, the native country of the artist Kostana Banovic. The ritual itself comprises of laying out a series of 41 beans according to a set pattern. The numbers and their combinations reveal the nature of your relationship with a beloved one... Banovic has developed the bean ritual into an artistic communication tool with which she tries to give both the artist and ‘participant’ a grip on reality and personal identity. She has been working with this performance since 1997 performing it in art galleries and in public spaces. Banovic’ artistic interest in rituals follows her intuition that it is the narratives that keep Self and Other apart. Rituals, on the other hand, engage the body and the senses. They by-pass the universe of words and thoughts and they thus open up a space beyond control, where the notions of Self and Other can be reinvented. Banovic’ performance in Ankara will be supported by craftwork teacher Ayşegül Kuru and her students: Zeliha Kutlu, Ayten Yüzel, Süreyya Gencalp, Nurgül Ciminli, Belgin Yücel and Süheyla Gencalp who will be doing traditional embroidery.
Suat Öğüt Diyarbakır’da doğdu. İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor. 2007 yılında Marmara Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Eğitim Fakültesi’nden mezun olan Öğüt, “Hızlandırılmış Domestik Yaşam” adlı ilk kişisel sergisini 2008 yılında İstanbul’da Kristina Kramer & Anna Heidenhain organizasyonuyla açtı. Son dönemde işlerini gösterdiği grup sergileri: ‘’Re-locate Workshop in Balkan Countries” organizasyon: Apartman Projesi, Flibe, Atina, Üsküp, Priştine (2011), ‘’Ateşin Düştüğü Yer’’ organizasyon: Türkiye İnsan Hakları Vakfı, İstanbul (2011), ‘’Heyday- Diffusion of Inventions’’ Kürator: Kristina Kramer, İstanbul (2010), ‘’Deapen Exchange V’’ Kürator: Gökçe Suvari, Üsküp (2010), ‘’İstanbul’da Yaşıyor ve Çalışıyor’’ Kürator: Beral Madra, İstanbul (2010), ‘’Fikirler Suça Dönüşünce’’ Kürator: Halil Altındere, İstanbul (2010), ‘’Sense of Place’’ Kürator: Hüseyin Karakaya, Gelsenkirchen (2010), ‘’Cityscale’’ Kürator: Beral Madra, Deniz Erbaş, Munih (2010), ‘’Subap’’ Kürator: Arzu Ozkal, Nanette Yannuzzi-Macias, Ohio (2010), “İstanbul’da Yaşıyor ve Çalışıyor” (Antoni Muntadas Çalıştayları projeleri Sergisi), İstanbul (2010), “Amsterdam Bienali” İstanbul Pavyonu, Amsterdam (2009) ,‘’İstanbul Ses Turu’’ organizasyon: C.U.M.A., İstanbul,(2009).
20
Born in Diyarbakır. Lives and works in İstanbul. Having graduated from Marmara University’s Painting Department in 2007, Öğüt had his first solo exhibition “Speeding Up Domestic Life” curated by Kristina Kramer & Anna Heidenhain, İstanbul (2008). Some of the recent group shows he has shown his works at are ; ‘’Re-locate Workshop in Balkan Countries’’ organization by Apartment Project, Plovdiv, Athens, Skopje, Prisyina (2011), ‘’Where Fire Has Struck’’ organization by Human Rights Foundation of Turkey, İstanbul (2011), ‘’Heyday- Diffusion of Inventions’’ Curator: Kristina Kramer, İstanbul (2010), ‘’ Deapen Exchange V’’ Curator: Gokce Suvari, Skopje (2010), ‘’Lives and Works in İstanbul’’ Curator: Beral Madra, İstanbul (2010), ‘’When Ideas Become Crime’’ Curator: Halil Altındere, İstanbul (2010), ‘’Sense of Place’’ Curator: Huseyin Karakaya, Gelsenkirchen (2010), ‘’Cityscale’’ Curator: Beral Madra, Deniz Erbaş, Munich (2010), ‘’Relief Valve’’ Curator: Arzu Ozkal, Nanette Yannuzzi-Macias, Ohio (2010), “In Between” Antoni Muntadas Workshop Projects Exhibition, İstanbul(2010), “Amsterdam Biennial, İstanbul Pavilion” Amsterdam (2009), “İstanbul Audio Tour” with C.U.M.A Organization (2009). ‘’Nightcomers’’ 10th International İstanbul Biennial special project, İstanbul (2007)
http://ogutsuat.blogspot.com
DAHA İYİSİ İÇİN ÇALIŞIYORUZ Fotoğraf serisi, 5 adet Işıklı pano, 2011 Trafik kuralları, yayalar ve araçlardan oluşan yapıyı düzenleyen yönergeler ve kurallar, günlük yaşantıda en çok maruz kalınan toplumsal düzenlemelerin başında geliyor. Trafik, daima dinamik bir durum ve araçların çeşitli yönlerdeki sürekli gidiş – gelişi, insanoğlunun daimi akışını göstermekte. İşte bu noktada trafik, üzerinden bir çok “metafor” yaratılabilecek bir alan olarak görülebilir. O bir kaos ve aynı zamanda da bir düzendir ve bu düzen, devletin ve ona bağlı kurumların birey üzerindeki baskısını ve bireyin kodlanmasını görünür kılmaktadır. Peki, böylece trafiğin gerçekliği içinde bir sürü imge ve durum iç içe geçerken, bu bağlamda gerçeklik ve kurgu arasındaki çizginin inceliği sanatsal bir ifadeye nasıl bir alan yaratabilir? Peki, tüm bunlarda bir estetik yaratı olasılığı yok mu? Suat Öğüt’ün “Daha iyisi için çalışıyoruz” serisine bakıldığında, bunu görebilmek olası ve sanatçı imgeleri tersyüz ederek ya da daha doğrusu bir nevi “konfigüre” ederek sloganlaşan olayları imgelerle gösteriyor. Polis arabası çekilirken, bu arabalardaki kırmızı-mavi ışıkların insanları trafikte nasıl davranmaları gerektiğini kodlayan unsurlar olduğu akıllara geliyor. Fırat Arapoğlu
22
WE ARE WORKING TOGETHER Photo series, 5 Light boxes, 2011 The rules that regulate the structure of traffic; roads, vehicles and pedestrians, these rules are the most common social arrangements in our daily life. Traffic is a perpetually dynamic situation; the vehicles, moving back and forth in different directions, indicate the constant flux of human activity. At this point, the term traffic may seem as a space to form ‘metaphors’. It is both chaos and an order; this order may be a sign of the oppression by the state, and affiliated institutions, on the individual and his visual surroundings. So, since much imagery and many situations are entangled in the reality of traffic, what space can be created for artistic expression in this context, on the thin border between reality and fiction? So, is there a chance of an artistic expression in all of this? When looking at Suat Öğüt’s photo series We are working for better, we see that the events are turned into a motto by inverting the situations -or more precisely by ‘re-configuring’ them. When the police car is towed away, it comes to mind that the red and blue sirens on the police cars are the elements that code how people need to behave in a certain traffic situation. Fırat Arapoğlu
Jerome Symons Jerome Symons Hollandalı heykeltıraş ve video sanatçısıdır. Büyük ölçekli anıt heykelleri Çin, Dubai, Güney Kore, Lübnan, Türkiye gibi ülkelerin yanında Hollanda’nın bir çok şehrinde sergilenmektedir. Son dönem çalışmaları İstanbul’da uygulanan 2010 tarihli Özgürce Konuşma Noktası ve yine 2010 tarihli Hollanda, Zaandam’da bulunan İnsan Hakları Anıtı’dır. 2010 yılında Jerome Symons Türkiye’de ilk Türk Euro’sunu İstanbul Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü’nde üretmiştir. Özlü video çalışmalarında genellikle sosyal eleştiri yapmanın yanında, hemen her zaman kısa insan ömrünün şiirsel yanlarının keşfine çıkar. Jerome Symons, Mayıs ve Nisan aylarında Ankara’da düzenlenecek olan Çankaya Uluslararası Kamusal Alanda Sanat Gösterisi 2011’e önayak olan kişi ve etkinliğin küratörüdür. Türkiye’de Pg Art Gallery ile birlikte çalışmaktadır.
24
Jerome Symons is sculptor and videomaker in the Netherlands. His monumental sculptures are in China, Dubai, South-Korea, Lebanon, Turkey and in many cities in the Netherlands. Recent sculptures are: Free speech point, İstanbul, 2010; Human Rights Monument, Zaandam, NL, 2010. In 2010 Jerome Symons produced the First Turkish Euro coin with the Turkish State Mint in İstanbul (Darphane). His compact videoworks are often sociocritical and always poetical explorations of life on a short timeline. Jerome Symons is initiator and curator of the Cankaya International Public Art Manifestation 2011 in Ankara (May/June 2011). He is represented in Turkey by Pg Art Gallery, İstanbul.
www.jeromesymons.com
DOLMUŞ 70x70cm. büyüklüğünde Karanfil Sokak boyunca 46 fotoğraf. ‘Dolmuş’, durağında koltukların tümünün ya da büyük çoğunluğunun dolmasını bekler. Yolcular, yol boyunca istedikleri yerde inebilirler; inecekleri durak ne olursa olsun aynı ücreti öderler. Dolmuş şöförü, bir taraftan aracını sürerken diğer taraftan da paraları toplar veya para üstlerini verir. Eğer sürücüye yakın bir yerde oturuyorsanız, bu para toplama ve üstünü verme sürecine siz de dahil olursunuz. Bu anlamda dolmuşlar, hem özel hem de toplumsal etkileşimin olduğu bir kamusal alan olarak değerlendirilebilir. Bu anlamda kalabalık asansörlerin münasebetsizliği ya da belediye otobüslerindeki anonimlikten farklılaşırlar. Paranın verilişi, toplanışı ve üstünün müşteriye geri dönüşü kolektif bir eylem olsa da, dolmuş şöförünün para kutusu onun dolmuş içindeki özel alanıdır. Projemde bu özel alanların farklılıkları ve aynılıkları üzerine bir belgeleme yaptım.
DOLMUŞ 26
46 photo’s, 70x70cm, along Karanfil Sokağı. ‘Dolmuş’ means ‘filled’. The minibus waits at the beginning of its route until most or all of its seats are filled. Passengers can get out anywhere along the route, or ride to the end, for a single set fare that’s the same for all passengers no matter what their destination.The driver collects fares and makes change as he drives, which often makes for a thrilling ride. If you’re not near enough to hand the fare to him, hand it to someone in front of you and they’ll hand it up to the driver. The dolmuş is a shared public space in which we can be close together and still be private. It does not have the awkwardness of a crowded elevator or the anonimity of a citybus. We all share the ride, pass the money and trust the driver. We are lost in our own thoughts and contemplations until we get to our destination and leave this temporary bond to go on our different ways. In every dolmuş there is a very private space, the moneybox of the driver. In my project the differences and similarities of these personal spaces are being made public along one of the main shopping streets of Kızılay.
Volkan Aslan
28
1982 Ankara 2005 Mersin Güzel Sanatlar Fakültesi, Lisans / Mersin Fine Arts Faculty, Undergraduate 2005 Çukurova Üniversitesi, Yüksek Lisans / Çukurova University, MA Kişisel Sergiler / Solo Exhibitions 2010 ‘’Those Who Wear the Same T-Shirt‘’, Pi Artworks, İstanbul 2009 “four“, Pi Artworks, İstanbul 2008 “Concern”, Pi Artworks, İstanbul 2006 “Volkan Aslan in İstanbul”, Under Construction, İstanbul Seçme Sergiler / Selected Exhibitions 2011 “Trade Routes”, Pi Artworks, İstanbul 2010 “Second Exhibition”, Arter, İstanbul 2010 “Floating Volumes”, 5533, İSTANBUL 2010 “Floating Volumes”, Frise, HAMBURG 2010 “fasafiso”, Cer Modern, ANKARA 2009 “St-art”, 14th European Contemporary Art Fair, STRASBOURG 2009 “Reciprocal Visit”, Depo, İstanbul 2009 “a question of staging”, Manzara Perspectives, İstanbul 2008 “On Produceability”, Cologne, GERMANY 2008 “Save As”, Contemporary Artist’s Exhibition, Triennial Bovisa Museum, Milan, ITALY 2008 “Concern”, Contemporary Artist’s Exhibition, Atelier Frankfurt, Frankfurt, GERMANY 2008 “Culturel Jam”, Contemporary Artist’s Exhibition, Weimar, GERMANY 2008 “Accumulated: put side, left aside”, 5533, İstanbul www.vaslan.blogspot.com
HEPİNİZİ ÇOK SEVİYORUM I LOVE ALL OF YOU SO MUCH
30
Ece Akay Ece Akay 1978 yılında doğdu. 2000 yılında Hacettepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Heykel Bölümü’nden mezun oldu. 2008 yıllında Hacettepe Üniversitesi’ nde heykel üzerine yüksek lisansını tamamlamış ve tezini “Heykelde Zaman Bağlamında Yeni İnşa Arayışları” başlığıyla sunmuştur. Şu anda aynı üniversitenin Heykel Bölümü’nde sanatta yeterliliğe devam etmektedir. Aynı zamanda Başkent Üniversitesi, Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi’nde öğretim görevlisi kadrosunda heykel, illüstrasyon ve baskı teknikleri dersleri vermektedir. Ece Akay was born in 1978. In 2000 she was graduated from the department of Sculpture, from the Faculty of Fine Arts at Hacettepe University. In 2008, she was graduated from master degree program at Hacettepe University, Faculty of Fine Arts with a variety of artistic works related to her thesis “Searching New Ways of Construction in Sculpture in the Context of Time”. Now, at the same university, she is doing her Ph.D. study. On the other hand, she is working as an instructor at Başkent University, Faculty of Art Design and Architecture, Department of Visual Arts and Design. She is responsible for the courses; Sculpture, Illustration and Printing Techniques.
www.eceakay.com
32
HAYALPERESTLER Önemli olan, görmeyi bilmek, Düşünmeden görmeyi, Görürken görmeyi; Görürken düşünmek değil, Ne de düşünürken görmek. F. Pessoa
THE DREAMERS What matters is to know how to see, To know how to see without thinking, To know how to see when seeing And not think when seeing Nor see when thinking.
34
F. Pessoa
Metehan Özcan Metehan Özcan (1975, İstanbul) 1993-1995 yıllarında St. Louis Devlet Üniversitesi mimarlık önlisans eğitimini tamamladı. 2000 yılında Bilkent Üniversitesi, Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, İç Mimarlık Bölümü’nden mezun oldu. 2000-2002 yılları arasında Bilgi Üniversitesi, Görsel İletişim Tasarımı Böümü’nde Yüksek Lisans programına katıldı. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde (2000) ve Amerikan Hastanesi Galerisi Operation Room’da (2010) kişisel sergiler açtı. 2009 yılında Slag Gallery NY’da, 2010 yılında Alanistanbul’da ve 2011 yılında Ankara Galeri Nev karma sergilerde yer aldı. Le Monde Diplomatique Türkiye Edisyonu, ICON, XXI, Cornucopia dergilerinde; Yapı Kredi Yayınları ve Can Yayınları gibi yayınevlerinin yayınladığı kitaplarda işleri kullanılmıştır. Halen Baraka Tasarım Akademisi’nde tasarım eğitimi vermektedir. Metehan Özcan (1975, İstanbul) finished pre-architecture study program at School of Polytechnic Studies, St.Louis 1993 and 1995. He graduated from Bilkent University, Department of Interior Architecture and Environmental Design at 2000. Until 2002 he attended the Visual Communication Design master program of Bilgi University. He had solo shows at Gazi University Communication Faculty Gallery (2000) and Operation Room at American Hospital İstanbul (2010). Group exhibitions in which he participated were by Slag Gallery New York (2009), Alanİstanbul (2010) and Galeri Nev Ankara (2011). His works were published in Le Monde Diplomatique Turkish Edition, ICON, XXI, Cornucopia Magazines and in the books of Yapı Kredi Publications and Can Publications. Presently he is working as instructor at Baraka Design Academy.
36
www.metehanozcan.com
“NEDENAHMET” “Nedenahmet”, çok fazla soru sorduğu için Ahmet Yıldız’a okul arkadaşları tarafından verilen lakap. Ahmet Yıldız, ailesine eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra 2008 yılında 26 yaşında öldürüldü. Uğruna ölünen/öldürülen şeyleri sembolize ettiği için bayrak kullandım. Bu, aynı zamanda çok yönlü benliğimizin nasıl tekliğe indirgendiğine bir örnek. Çalışma, pankart formatında kamusal alanda sergilenmekte ve kartpostal şeklinde kitapçılarda dağıtılmaktadır.
“WHYAHMET” “Whyahmet” is the nickname that his classmates used to call Ahmet Yıldız who used to question everything. Ahmet was murdered at 2008 (26yrsold) after coming out to his family. Flags are to construct identities. They are to die or kill for. And they are also emblemetic of how a person may be reduced to a single identity by the society. The work consists of a banner that will be displayed at the public space and of postcards to be handed out at the bookstores nearby.
38
Liesbeth van Woerden Çalışmalarımın (yerleştirme sanatı, video, heykel, fotoğraf) hepsi sıradan olanın karşısında büyülenmekten kaynaklanmaktadır, yani gündelik hayattan. Bu katlanılamaz bir rutin mi yoksa rahatlatıcı ritüeller meselesi midir? Aynı anda hem trajik hem de ilgi çekicidir. Güvenli görünen bu “mikro” düzey sıradanlık, küreselleşme ve yeni medya teknolojileri sayesinde her zamankinden daha görünür olan, yeni yeni ortaya çıkan pazarlar gibi anlaşılması zor ekonomik ve sosyal “makro” unsurlarla karışmaktadır. Çalışmalarımda, mesela “Made in China –Çin’de üretilmiştir” adlı balığımı Çin’de bir ırmağa salıvererek, renkli şekerleri renkleri yok olana kadar eriterek, artık çalışmayan otomobilleri hareket ettirerek, günlük hayata ait olanı yakalayıp, küresel olanların içinde yer alanla eşleştirme olasılıklarını keşfediyorum. My works (installation art, video, sculpture, photography) all start from a fascination for the commonplace, for everyday life. Is it a question of unbearable routine or reassuring rituals? It’s tragic and intriguing at the same time. This ‘micro’ level commonplace, seemingly safe, gets mixed with elusive social and economic ‘macro’ elements like globalisation and emerging markets via ever present new media. I explore the posiblities to catch and match everyday things and acts in a global world: by liberating my ‘made in China’ goldfish in a Chinese river, by melting colourfull ice lollies untill the colour disappears, by moving cars that don’t make any progress.
40
www.liesbethvanwoerden.nl
İSİMSİZ (5 telefon kulübesi) Hareket noktam günlük hayatın belleğidir. Bu bellek uzak ve yakın arasında kolaylıkla köprü olabilir. Aynı anda burada ve başka bir yerde olma olasılığı? Uzaklarda ya da hemen köşede, şimdi, yıllar önce ve dün? Kendimi nerede bulacağım? Bu proje için Türkiye’de bir geçmişi olan Hollandalılardan Türkiye ile ilgili hatıralarıyla alakalı bir fotoğraf göstermelerini istedim. Bunlar, Türkiye’de büyümüş ya da ebeveynleri hala Türkiye’de yaşayan insanlar ya da Hollanda’da yaşayıp Türkiye’ye geri dönmüş insanlar. Hatıralarını benimle paylaştılar. Gündelik hayatın foroğrafları; ne görüyoruz, neyi gösteriyorlar, neyi özlüyoruz, göremediğimiz nedir? Yalnız ya da küçük gruplar halinde yolda yürüyen, alışveriş yapan insanlar. Küreselleşme çağında bir başkentin merkezinde meçhul bireyler. Rastlaşmıyoruz, geçip gidiyoruz. Neredeler? Ankara’da, Amsterdam’da, geçmişte ya da gelecekte, uzaklarda ya da yakında?
42
UNTITLED (5 call boxes) My fascination concerns everyday memories. The ease with which they can bridge distance and time. The possibility to be here and somewhere else at the same time? Far away or around the corner, now, years ago and yesterday? Where do I find myself? For this project I asked Dutch people with a Turkish background to show me a picture connected with memories in Turkey. People who grew up in Turkey or whose parents where born in Turkey. Or who grew up in the Netherlands and moved back to Turkey. They shared their memory with me. Everyday pictures; what do we see, what do they reveal, what do we miss, what cannot be seen. People walking, shopping, on their way, alone or in small groups. Anonymous individuals in the centre of a capital in the era of globalisation. We don’t meet, we just pass. Where are they? In Ankara, in Amsterdam, in the present or in the past, far away or nearby?
Ferhat Özgür Ferhat Özgür (1965 yılında Türkiye’de doğdu, İstanbul’da yaşıyor) video, fotograf, resim ve yerleştirme gibi farklı araç ve yöntemlerle çalışmaktadır. Çalışmaları öznel gerçekliğin –yaşadığı zamanın ve mekanın sosyal, politik ve kültürel karakteristikleri– doğrudan yansımalarıdır. 6. Berlin Bienali, İsveç-Örebro Bienali, 10. İstanbul Bienali ve 1. Tirana Bienali’nde yer almış olan Ferhat Özgür’ün çalışmaları, Paris’de bulunan Georges Pompidou Merkezi, Reina Sofia Ulusal Müzesi, MadridMagazin 4, Casino Luxembourg, Salzburg Modern Sanat Müzesi, Torino’da bulunan Fondazione Sandretto, Pittsburgh Mattress Fabrika Müzesi, Milan Isola Sanat Merkezi, İsviçre’de bulunan Wintherthur Sanat Merkezi ve Frankfurt Fotoğraf Forum’un da arasında olduğu bir çok mekanda sergilenmiştir. Ferhat Özgür (b. Turkey 1965, lives in İstanbul, Turkey) uses a number of mediums, including video, photography, painting, and installation. His works are a direct reflection of his subjective reality —the social, political, and cultural characteristics of the time and place in which he lives. Taking part in 6th Berlin Biennale, Sweeden-Örebro Biennale, 10th İstanbul Biennale and 1st Tirana Biennale, the works of Ferhat Özgür have been shown in numerous venues including Centre Georges Pompidou-Paris, Reina Sofia National Museum-MadridMagazin 4, Casino Luxembourg, Salzburg Modern Art Museum, Fondazione Sandretto Torino, Mattress Factory Museum Pittsburgh, Isola Art Center Milan, Kunsthalle Wintherthur Switzerland and Fotografie Forum Frankfurt.
44
www.ferhatozgur.com
MADIMAK TOPLAYANLAR
46
‘Madımak Toplayanlar’, ellerinde naylon torbalar ve bıçaklarla birlikte dağ, tepe, bayır ve benzeri alanlarda yiyeceklerini topraktan temin eden, büyük kentteki yoksul sınıfın durumunu betimleyen belgesel fotoğraf dizisidir. ‘Madımak’, Nisan yağmurlarıyla birlikte olgunlaşıp toplanabilir hale gelen, kaynatılıp yenilebilen, temin etmesi ucuz, masrafsız ve tadı ıspanağı andıran bir bahar bitkisidir. Eğlenceli bir oyun gibi görünmesine karşın gerçekte bu ritüel, bugün kentteki bu yoksul sınıfın hayatta kalma mücadelesinin farklı bir yansıması gibidir. Sözde kentli insanın bugün hala toprağa bağımlı olduğuna ilişkin bir metafordur. Kentsel dönüşümün göstergeleri olan, yıkık dökük gecekondular, yeni inşa edilmekte olan apartmanlar ve kooperatif inşaatı bölgelerinden arta kalan toprak alanlarda madımak, kendiliğinden hiçbir özel tarımsal işlem gerektirmeksizin filizlenir ve olgunlaşır. Kent, kent olarak büyürken madımak da ondan arta kalan toprak içinde varlığını sürdürür. Toprak, böylece sözde kentlilerin besin kaynağı olmaya devam eder. Çekimlerinin tamamı Ankara’da gerçekleşen ‘Madımak Toplayanlar’, Türkiye’de modernleşme sürecindeki toplumun sefalet ve refah çelişkisini yansıtmayı amaçlamaktadır. Toprak ve insan arasindaki ilişkiyi modern kent coğrafyası üzerinden yeniden yorumlamayı içerir. Köy-kentli insanın toprağın sunduğu bu ganimetten istifade edişinin özetidir.
KNOTWEED PICKERS ‘Madımak (Knotweed) Pickers’ is a series of documentary photographs depicting the plight of poor people in the city. ‘Madımak’ is a spring plant which costs nothing. It blooms on the mountains, hills and in the valleys and is ready to be picked with the onset of the April showers. People venture into the outside world carrying their plastic bags & with cutting knives in their hands. Collection is quick and easy, after which the plants are boiled and eaten, tasking similar to parsley. Although it appears to be an enjoyable game, this ritual is actually a struggle of poor people trying to survive in a city or urban environment. It also acts as a symbolic reminder that the so-called ‘city dwellers’ still depend on the land. Between the remaining ramshackle shanty houses, the new apartment blocks & the cooperative urban zones, knotweed continues to bloom, mature and flourish, requiring no special agricultural attention. Even though the city keeps on expanding, there is still space for the knotweed to co-exist with the development providing food for the city dweller. ‘Madımak Pickers’, shot entirely in Ankara, seeks to demonstrate the dilemma between poverty and prosperity in the modernisation process within Turkey. It tries to assess the relationship between the land and the people within the geography of a modern city. It is a conceptual attempt to identify how ‘urban-villagers’ profit from this free bounty provided by nature.
Özlem Günyol / Mustafa Kunt Özlem Günyol (1977 Ankara, Türkiye) ve Mustafa Kunt (1978 Ankara, Türkiye) halen New York’ta yaşıyor ve çalışıyorlar. 2001 yılında Hacettepe Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra her ikisi de Almanya’ya taşındılar. Özlem Günyol 2001-2006 yılları arasında Frankurt Stadelschule’de, Mustafa Kunt 2002-2009 yılları arasında Mainz’de bulunan Johannes Gutenberg Üniversitesi’nde ve ardından 2003-2007 yılları arasında Frankurt Stadelschule’de eğitim gördü. İki sanatçı 2005’ten bu yana birlikte çalışmaktadırlar. Çalışmalarından “Anlayışınız için Teşekkürler” 2. Antakya Bienali’nde, “Vier” Frankfurt-Zollamt Modern Sanatlar Müzesi’nde, “Unexpected/Beklenmedik” Bochum Sanat Müzesi’nde, “YUKARI!YUKARI!YUKARI!” adlı çalışmaları Dublin Temple Bar & Stüdyoları’nda, “Bir Manzara Yaratmak” Naples’de bulunan Fondazione Morragreco, “Alman Malı” Münih Kunstverein’de, “be-cause/ için-ki”adlı çalışmaları Frankurt Basis Kültür Enstitüsü’nde sergilenmiştir. Çalışmaları çoğunlukla kimlik konusundaki bütün yaklaşımlara karşı, vis-a-vis, şüphe ile yaklaşmak üzerine temellenir. Bireysel ve kolektif aidiyetlerin temsilini, dilin anlamını, sembolleri, medya tarafından sağlanan enformasyonu ve bu anlayışların kültürel kodlama modelleriyle olan bağlantılarını araştırmaktadırlar. İşlerinin kavramsal karakteri her zaman avangard sanat biçimlerinin geleneksel görsel dili ile bağlantılıdır.
48
Özlem Günyol (1977 in Ankara, Turkey) and Mustafa Kunt (1978 in Ankara, Turkey) currently live and work in New York. After graduating from Hacettepe University in 2001 both Özlem Günyol and Mustafa Kunt moved to Germany. Özlem Günyol studied in Städelschule, Frankfurt (2001-2006) and Mustafa Kunt studied in Johannes Gutenberg University, Mainz (20022009) and Städelschule, Frankfurt (2003-2007). They have been collaborating consistently since 2005 and exhibited among others in the shows “Thank You for Your Understanding” at 2nd Antakya Biennial, Antakya, “Vier” at Museum for Modern Arts-Zollamt, Frankfurt, “Unerwartet/Unexpected” at Art Museum Bochum, UP!UP!UP!, Temple Bar Gallery & Studios, Dublin, “Making a Scene” at Fondazione Morragreco in Naples, “Alman Mali” at Kunstverein München, Munich, “be-cause” at Basis, Frankfurt. Their works are mostly based on a skepticism vis-à-vis any matter-of course approach to identity. They investigate the representation of individual and collective belonging, the meaning of language, symbols, and information conveyed by the media, as well as their link to culturally coded patterns of understanding. The conceptual character of their work is always connected with the traditional visual language of avant-garde art forms.
http://www.gunyol-kunt.com
İKNA DENEMELERİ Propaganda posterleri kitleleri taraf olmaları için ikna etmek amacıyla kullanılırlar. Bunlar farklı stratejiler kullanarak inançları, davranış ve/veya tutumları etki altına almak için yapılan açık müdahalelerdir. “İkna Denemeleri” politik partilerin, parti liderlerinin propaganda posterlerindeki pozlarını yansıtan bir iştir. Aktör seçim kampanyalarında kullanılan propaganda posterlerindeki politikacıların pozları üzerinde çalışmaktadırlar. Çalışma iki kısımdan oluşmaktadır; birinci kısım aktörün farklı pozlar üzerinde çalışmasını gösteren videodur. İkinci kısım aktörün her çalışmasının sonunda nihai pozunu verdiğinde çekilen fotoğraflardan oluşan posterlerdir. Bu posterler Türkiye’de seçim döneminde reklam panolarında sergilenmektedir.
PERSUASION EXERCISES 50
Propaganda posters are used to convince the masses; they convince the people to take side. They are an explicit attempt to influence beliefs, attitudes and/or behaviours by using different strategies. “Persuasion Exercises” is a work that reflects the usage of body postures at the political parties’ propaganda posters. For the work an actor will exercise the postures of various politicians that are used for propaganda at the election campaigns. The work consists of two parts. First part will be the video of the actor exercising different postures. Second part consists of posters with the photographs of the actor taken at the end of each exercise, when he gives the final pose. These posters will be displayed on a billboard at a public space during the election period in Turkey.
Cemil Batur Gökçeer Fotoğraf çekmeye 2004 yılında Turizm Bölümü’nden mezun olduğu Bilkent Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Fakültesi’nde aldığı derslerle başladı. Dilovası, K.Irak, Çukurca gibi bölgelerde uzun soluklu projeler gerçekleştirdi. 2007 yılında Türk Fotoğrafında Genç Soluklar seçkisinde yer aldı, işleri ulusal ve uluslararası fotoğraf festivallerinde sergilendi, ulusal dergilerde yayınlandı. Daha çok kitap formunu hedef alan çalışmaları hikaye anlatıcılığı ve fotoğrafla deneysel bir ilişki içerisinde yapılanmaya devam etmektedir. Cemil Batur Gökçeer (1981, Ankara) started to take photographs in the year 2004, while he was University. He realized several long-term projects in Dilovası, North Iraq, and Çukurca. In 2007, his photographs were placed in “Young Breaths in Turkish Photography” reader. Most of his works were exhibited in international festivals, and documented in various national photography journals. He continues to take photographs in relation to story-telling, and prefers to present these experimental studies in book format.
www.cargocollective.com/cemilbaturgokceer
52
TUTULMAMIŞ BİR SÖZ GİBİ Cemal Süreya’nın bir şiirinde Ankara için yaptığı bu benzetme, şiiri ilk okuduğum andan itibaren Ankara’nın üzerimde yarattığı hissi ve onunla dolaylı olarak ilişkilenen bütün yolculuklarımı yeniden anlamlandıran bir imgeye dönüştü. Ankara’nın kamusal alanında gerçekleşen bu proje için bir iş üretmeye çalıştığım süre içerisinde “söz”ü sahiplenen ve “tutulmamış” hissi veren kimi anlara ait fotoğrafların önümde serilişini seyrettim. İşimi içinde konumlandırmaya çalıştığım (kamusal alanda bir iş gerçekleştirmek benim için yeni bir süreçti) şehrin duvarlarına yapıştırılan posterlerin zamanla yırtılması, yıpranması sonucunda altından çıkan eski posterlerle oluşturduğu yeni doku bir form olarak önümdeki fotoğrafları algılayışımı dönüştürmeye başlıyordu. Zaman, mekan ve taşıdığı his olarak birbiriyle tezatlık ve çelişkiler taşıyan daha önce çektiğim fotoğrafları sokağa posterler gibi yapıştırmak ve zamanın müdahalesini bu kez bilinçli bir şekilde yeni bir duygu yaratmak üzere üst üste yapıştırdığım fotoğraflara uygulamak bu işi meydana getiren düşünce ve eylemleri tanımlamaktalar.
LIKE AN UNREDEEMED PROMISE 54
In one of his poems Cemal Süreya uses this phrase to depict Ankara. This single line in his poem helps me to understand the effect of Ankara on me and to re-explain all the journeys I have made in this context. While preparing a proposal for a project in the public space of Ankara, I went through all my photographs that involve a ‘promise’, but also create a sense of “non-redeemed”. During this period, eventually, the texture of the ordinary posters on the walls of the city, the layers that these images create on each other and more importantly their (dis)junctions with each other, have led me to materialize such a texture in my work. In that respect I can say that my work embodies a sense of relation with time and space: by placing posters which are unrelated with each other in terms of meaning and by tearing down the front layer, to “bring the past into present” so to speak, my work tries to remind the spectators to recognize the ghost of the past, the unredeemed promises that we are forced to forget.
Jeroen Eisinga Jeroen Eisinga’nın çalışmaları acı, elem, eksilip bozulma, ölüm ve yıkımla ilgilidir. Filmleri genellikle performans kayıtlarından oluşmaktadır. Performansın kaydedildiği kamera sanatçının kendisinin hareketlerini dışarıdan görebildiği bir ‘iç-göz’ veya süperego işlevi görür. Filmleri, diğer başka müzelerin yanı sıra Amsterdam Stedelijk Müzesi, Haarlem Frans Hals Müzesi, Rotterdam Boijmans Van Beuningen Müzesi, Eindhoven Van Abbemuseum, MOMAK Kyoto Ulusal Modern Sanatlar Müzesi ve Belçika Gent’de bulunan SMAK tarafından gösterilmiş ve koleksiyonlarına katılmıştır. Çalışmaları son derece tartışmalıdır. Örnegin, 2008 yılında Alman Hayvan Partisi’nin başkanı olan Marianne Thieme tarafından Alman Parlementosu’nda tutuklanma olasılığının araştırılması konusu tartışmaya açılmıştır. Sanatçı olmasının yanı sıra, Los Angeles’da bulunan Amerikan Film Enstitüsü’nde senaryo yazarlığı eğitimi görmüş bir yazar ve yönetmendir. Halen senaryosunu yazdığı ilk uzun metrajlı filminin yapım çalışmalarını sürdürmektedir.
56
Jeroen Eisinga’s work is about pain, suffering, decay, death and failure. His films are often registrations of performances. The camera with which the performance is filmed functions as a super-ego or an ‘inner eye’ with which he can see his own action from a distance. His films have among others been presented in and acquired by The Stedelijk Museum, Amsterdam, The Frans Hals Museum, Haarlem, Museum Boijmans Van Beuningen, Rotterdam, The Van Abbemuseum, Eindhoven, the MOMAK National Museum of Modern Art Kyoto, and The SMAK in Gent, Belgium. His work is highly controversial, and in 2008 Marianne Thieme, the leader of the Dutch Animal Party asked questions in the Dutch Parliament investigating the possibility of his arrest. In October 2011 Jeroen will get his first solo exhibition in the Stedelijk Museum of Schiedam. Besides being an artist Jeroen is also a writer-director who studied screenwriting at the American Film Institute in Los Angeles and is currently in the process of getting his first feature length script produced.
KANO (mavi) İngilizcede şöyle bir deyiş vardır: “kanoda küreğiniz bile yokken gölde bataklığa saplanmak”. Bunun anlamı, anlamsız bir yerde olduğunuz ve başka bir yere gitmenizin de bir o kadar anlamsız olduğudur. Gidebileceğiniz açık bir yol yoktur, görünürde ufuk yoktur, perspektif yoktur. Sadece küçük bir gölet ve kanoda ben. Eğer dünyanız çok küçükse aşağıya, dip hariç hiçbir yöne gidemezsiniz. Kanodayım ve dengemi sağlamaya çalışıyorum. Aynı zamanda sınırlarımı ve cesaretimi ölçüyorum. Islanmadan önce ne kadar mesafe kat edebilirim?
CANOE (blue) In English there is an expression: ‘Stuck on shit creek in a canoe with no paddles’. It means you are nowhere and you don’t have the means to go anywhere else. There is no open water; there is no horizon visible; there is no perspective. There is just a small pond and me in a canoe. If your world is too small, you can go nowhere, except down. I’m in the canoe, trying to keep my balance. But I’m also trying to test my borders and my own courage. How far can I go before I get wet?
58
Erkan Özgen 1971 yılında Derik, Mardin’de doğdu. 2000 yılında Çukurova Üniversitesi Resim Öğretmenliği Bölümünü bitirdi. 1998 yılında ilk güncel sanat sergisi ‘’Genç Etkinlikler’’ ile başlayan sanat serüveni daha sonra Turkey, Croatia, Germany, Albania, Italy , USA, Spain, UK, Iran, Israel, Lubnan, Sweden, NL, Switzerland, Cetinje-Dubrovnik gibi birçok farklı ülkede karma sergilerle devam etti. 2005 yılında İsveç’te International Artists Studio Program at Rooseum Center in Malmö programına katıldı. Aynı yıl içinde İsviçre’nin Kunstmuseum Thun’da “Prix Meuly” ödülünü aldı. 2008 yılında Barselona’da, Can Xalant Exchange Program at the Center for Creating and Contemporary Thought in Mataró programına katıldı. Beyrut, Şam, Diyarbakır ve Enshede’de düzenlenen bir dizi workshop’ta gurup liderliği yaptı. Aynı zamanda Türkiye’de ve çeşitli ülkelerde sanat söyleşileri yaptı. Erkan Özgen was born in 1971, in Derik, Mardin, Turkey. He graduated from Çukurova University Department of Painting in 2000. After his first exhibition of Genç Etkinlikler in 1998, he exhibited many works in various exhibitions in Turkey,Croatia, Germany, Albania, Italy , USA, Spain, England, Iran, Israel, Lubnan, Sweden, Holland, Switzerland, and Cetinje-Dubrovnik. In 2005 he attended to International Artists Studio Program at Rooseum Center in Malmö. Same year, he was deemed to deserve the “Prix Meuly” prize at Kunstmuseum Thun in Switzerland. In 2008, he attended to Can Xalant artist-exchange program at the center of Creating and Contemporary Thought in Barcelona. Erkan Özgen made the leadership of several workshops held in Beirut, Şam, Diyarbakır and Enshede. He was also invited to give talks about his works in national and international artistic media.
60
www.erkan-ozgen.blogspot.com
KİRLİ –BEYAZ Walter Benjamin’in sıklıkla referans verilen “Aynı zamanda barbarlık belgesi olmayan hiçbir medeniyet belgesi yoktur.” sözü çoğünlukla biribirine zıt olarak düşünülen medeniyet ve barbarlık terimleri arasındaki ortak ve doğurgan ilişkiyi açığa çıkarır. Benjamin’e göre her medenileş(tir)me pratiği, arkasında yapısal bir şiddeti, kaçınılmaz bir barbarlığı da beraberinde getirir. Erkan Özgen’in Kirli-Beyaz adlı çalışması üzerinden Benjamin’in metinsel yaklaşımı görsel bir ifade kazanır. Özgen’in çalışması modern toplumların bitmeyen temizlik arzusunu, “beyazları daha da beyaz” yapma fantezisini bizlere gösterir. Daha da önemlisi, böylesine bir beyazlık çağrısı arkasında bir dışarıda bırakma ve marjinalleştirme eylemini de saklar. Zenginlik ve fakirlik, modernlik ve modern olmayanın sınırında gezinen Kirli-Beyaz adlı çalışma, mutlak beyazı bulma arzusuna koşut bir şiddeti de yüzeye çıkarır. Bu kapsamda, zenginlik ve fakirlik, medeniyet ve geri-kalmışlık, beyazlık ve kirli-beyazlık arasındaki fark “duman” imgesi etrafında kurulur. Duman, sesini kaybetmiş ya da kaybettirilmiş olanın modern-medeni dünyayla arasındaki iletişim kaybını metaforik bir biçimde temsil eder. Umut Şumnu
62
OFF-WHITE Walter Benjamin’s well-known phrase, “there is no document of civilization which is not at the same time a document of barbarism”, highlights the mutual and correspondent relation between civilization and barbarism which is mostly thought of being as an opposition. For Benjamin, there is a structural violence and barbarism behind every act of civilization. Through Erkan Özgen’s work Off-White, one can find a chance to visualize the textual interpretation of Benjamin. His work show the neverending desire of the modern societies for cleanness; for ‘making whites even more whiter’. Moreover, as Özgen brings to the surface with his work, this kind of quest for cleanness is pervaded by a constant concealment in the form of refusal and dissembling. Off-White, that questions the ideologically and hierarchically ordered binary of poorness and richness, of modern and not-modern, ironically underlines a hidden violence behind the desire for finding the true whiteness. The difference between poorness and richness, between whiteness and off-whiteness appeares around the image of the ‘smoke’. The smoke metaphorically signifies the voice of the subaltern that loses, or is forced to lose, its communication or connection with the civil world Umut Şumnu
Geert Mul
Photo: Koos Breukel
64
1965 doğumlu olan Geert Mul, Arnhem Sanatlar Akademisi’nde 1985-1990 yılları arasında eğitim gördü ve bu sürecin sonunda bilgisayar animasyonu alanında uzmanlaştı. Finansal olarak bağımsız olabilmek için 90’ların ortalarında VJ performanslarının ilk adımları sayılan video görüntülemelerini yaptı, bu görüntüler pop müzikle kombine edilerek Rotterdam gece kulübünde kullanıldı. Sonrasında bu işler etkileşimli video ve ses ortamlarına dönüşerek müzeler, pop müzik festivalleri, kamusal alanlar ve konser salonları gibi farklı mekanlarda kullanıldı. Geert Mul Amsterdam’da bulunan Galeri RONMANDOS ile çalışmaktadır. Strijp-s, Eindhoven’de bulunan Baltan Laboratuvarları’nın (Medya Lab) kurucularından ve yaratıcılık heyeti üyelerindendir. Aynı zamanda, Rotterdam MAMA Sergi Salonu’nun da yaratıcılık heyeti üyesidir. Amsterdam Gerrit Rietveld Akademi’de, DOGTIME Etkileşimli Tasarım`da eğitmenlik yapmaktadır. 2010 yılında Geert Mul Witteveen + Bos Sanat ve Teknoloji ödülünü kazanmıştır. Geert Mul (b.1965) studied at the Academy of the Arts at Arnhem from 1985 until 1990 where he eventually specialized in computer animation. To become financially independent, Mul, in the mid90’s, started to create video screenings combined with pop music for a Rotterdam discotheque, which marks his first steps as a VJ performer. These events grew into interactive video and audio environments, in a variety of settings: museums, pop festivals, publicspace and concert halls. Geert Mul is represented by gallery RONMANDOS Amsterdam, Co-founder and creative board member Baltan Laboratories (Media Lab) at Strijp-s, Eindhoven, Creative board member Showroom MAMA Rotterdam, Teacher at Gerrit Rietveld Academy Amsterdam, DOGTIME, Interactive Design. In 2010 Geert Mul won the Witteveen+Bos Art & Technology Award. Selected Exhibitions 2010 Witteveen + Bos Art & Technology award 2010 Ruhr European Capital of Culture 2010. Hagen Germany, 2008 ‘HORIZONS’ Museum Boijmans van Beuningen Rotterdam Interactive installation 2008 ‘SNX4’ Stedelijk Museum Amsterdam Exposition ‘Deep Screen” 2006 Local Squares, Global Stars’ I.V.A.M. Institute Valencia Arte Moderne. Valencia Spanje Interactive installation. 2005 Tiles and Drawings 3rtd Triennale-Chengdu 2005, Museum of Modern Art, Chengdu, China 2005 The Order Of Things, National Gallery of Modern Art, 11th Triennale India New Delhi, India. Generative installation.
www.geertmul.nl
Sembolik Yıkıntılar Müzesi
66
Geert Mul, özellikle politik kültür, popüler kültür ve halk kültürünün birbirinden farklı görsel dillerine odaklanarak şehrin yapısıyla birlikte varolan bu görsel dilleri fotoğraflamaktadır. Bahsedilen görsel diller mühendislikte, mimaride, arşivlemede, reklamcılıkta, politik mesajlarda, ticari malların sunumunda, fotoğraflarda, bezemelerde, süslemelerde ve benzeri birçok yerde kullanılmaktadır. Bu bağlamda şehir görsel bir kakafoni, bir ahenksizliktir. Bu görsel diller farklı amaçlarla ve farklı grupları hedef alarak kullanılmaktadır. 1920’lerde Ankara tarihinin yeniden yapılandırılması ve şehrin yeniden tasarlanması eskiden varolan Ankara’nın sunduğundan farklı, yeni bir görsel politik dil sunmuştur. Geert Mul, Ankara’da kamusal alanda rastgeldiği imajların resmi niteliklerine odaklanmaktadır. Aynı zamanda bu imajların orijinlerinin simgesel mantığını ortaya çıkarabilecek bir ‘anlatı’ yaratma potansiyellerini iyiden iyiye araştırmaktadır. Bu durum imajlar ve sunumları arasında bir oyunla sonuçlanmaktadır. Mul, renkli ışıklar kullanarak, içerisinde renklerin çaprazlama soluklaştığı, biçimlerin değiştiği fotoğraflar olan ışıklı kutular yapmıştır. İçerisindeki imajların ve bu imajların anlamlarının kelimenin tam anlamıyla değişken olmasından kaynaklanan bu oyuncu yan, seyirciyi kendi perspektifini, verili anlamı ‘yakalayabileceği’ ya da imajları kendine göre anlayabileceği biçimde değiştirmeye zorlar. Bu özellik klasik avangard sinemanın kullandığı büyüleme efektini ya da Rus Avangard sanatçılarının bir tür yabancılaşma anlamında kullandığı ‘ostrenanie’ kavramını hatırlatır. Mul bu bilinçli yabancılaştırma ile bizlerin şimdiki dijital (görsel) kültürümüzde varolan, işlevsel imajların köklü değişikliklerine işaret ediyor gibi görünmektedir. Bu çok hızlı değişen dinamik görsel kültürle birlikte kamusal alan yeni bir sembolik yıkıntılar müzesine dönüşmektedir.
Museum of symbolic debris Geert Mul photographed different visual languages that co-exist in the structure of the city, with a special interest for the visual language of political, pop and folk culture. These visual languages are used in engineering, architecture, graphic design, advertisements, political messages, storage and display of goods, photographs, ornaments, decorations and so on. From this point of view the city is a visual cacophony. All these visual languages are used by and targeted at different groups of people for different purposes. The design of Ankara and the reengineering of the history of Ankara in the 1920’s introduced a new visual political language in the ancient city of Ankara. Geert Mul focusses his attention towards the formal qualities of images that he encountered in the public space of Anakara and at the same time he has delved into their potential to create a ‘narrative’ that presents the symbolic logic of their origin.This results in a play with images and their representation. Mul created light-boxes with colored light in which the photographed images are changing, crossfading, morphing. This playful act in which images and their meanings become (literary) unstable, forces the viewer to constantly shift the perspective with-which the images are understood, or the given ‘meaning’. This quality resembles the quality of the classic avant-garde cinema, that also exerted this mesmerizing effect or what the Russian avantgarde artists called ‘ostrenanie’, a sense of alienation. With this intentional alienation Mul seems to point to the deep changes that have occurred in the way that images function and exist in our contemporary digital (visual) culture. In these ever-faster changing dynamic-visual-culture public space becomes a new museum of symbolic debris.
Marco Cops Marco Cops, 1963 yılında Eindhoven’de doğmuştur. Royal Art School of Den Bosch’ta 19821986 yılları arasında eğitim görmüş ve Amsterdam Rijksacademie’de 1986-1989 yılları arasında sanat alanında yüksek lisans yapmıştır. Amsterdam’da yaşamakta ve çalışmaktadır. Çalışmaları fotoğrafın üç boyutlulukla, mekanla birlikte düşünüldüğü, genellikle şehirle ilişkilendirilip gerçekleştirildiği bir mentalitenin ürünleri olan projelerden oluşur. Serbest çalışmaları ve sipariş çalışmaları her zaman insanlarla doğrudan bağlantılıdır. Katılım ve işbirliği işlerinin vazgeçilmez özelliğidir. Sanat üretiminin yanısıra düzenli olarak Dordrecht, Delft, Breda, Amsterdam şehirleri ve Kuzey-Brabat Eyaleti için Kamusal Alanda Sanat ile ilgili konularda danışmanlık yapmıştır. Çoğunlukla kamusal alanda çalışan sanatçı, bazen kalıcı bazen geçici yerleştirmeler yapmaktadır. Örneğin; ADAM Gösterisi esnasında AKILLI Proje Mekanları ya da de Watertoren tarafından organize edilen ve tüm Amsterdam çapında uygulanan geçici projeler yapılmıştır. Kalıcı projeler olarak Hollanda Hükümeti için yapılan bir gençlik hapishanesi projesi, gençleri koruma konsülü için yapılan proje, Amsterdam, Eindhoven, Leidschendam şehirleri için yapılan birçok proje sayılabilir. Çalışmaları yurtiçi ve yurtdışında sergilenmiştir. Örneğin; ulusal düzeyde sergi mekanları olarak Stedelijk Müzesi, Appel, Akıllı Proje Mekanları, de Watertoren ve de Achterstraat sayılabilir. Buralardaki işler genellikle mekana özel yerleştirmelerdir. Yurtdışında Berlin/Almanya, Poznan/Polonya, Knokke/Belçika, Londra/İngiltere, Helsinki/Finlandiya ve Mali’de çalışmaları sergilenmiştir.
68
Marco Cops is a visual artist born in Eindhoven (1963) and educated at the Royal Art School of Den Bosch (’82-’86) and Master of Arts, at the Rijksacademie in Amsterdam (’86-’89). He works and lives in Amsterdam. His work consists of projects that derive from an engaged mentality, where photography en three-dimensional aspects, sometimes combined, are realized in urban context. His work makes a (direct) link to people. This collaboration is a central part of his work. He works mainly in public space. Permanent projects have been realized for (a.o.) the Dutch Government, the city of Amsterdam, Eindhoven, Leidschendam. His work has been shown both International and National, (a.o.) Stedelijk museum, the Appel, Smart Project Space, de Watertoren, de Achterstraat, Berlin / Germany, Poznan / Poland, Knokke / Belgium, London / England, Helsinki / Finland and Mali.
http://marcocops.nl/
KAZI! Sokak Satıcıları Çankaya Ankara
70
“KAZI” projesi iki ögenin birleşmesinden oluşur; bunlardan ilki projenin zaten varolan kültürel fenomenleri ya da ana-akım gruplar tarafından kullanılan fenomenleri kullanarak çevreye kültürel ve tarihsel olarak verdiği referansların yerel olanla oryantasyonudur (ki proje yerel ortamla uyumlu olmak durumundadır). İkincisi benim kişisel olarak kendilerini ifade edebilecekleri bir platforma ihtiyacı olan insanlar için görünmeyen aktiviteler yapmak ya da onları görünür kılacak aktiviteler yapmak suretiyle bu insanların kullanacağı metodlar ya da stratejiler üretmek ve böylelikle ana-akım kültürün parçası olmak için sanatı bir platform olarak kullanmakla ilgileniyor olmamdır. Bu gruplar genellikle alt-kültürde, düşük ekonomik gelir seviyesinde ya da yasal olmayan veya yarı yasal icraatlar içerisindedirler. Proje birbirine kavramsal olarak sıkı sıkıya bağlı iki parçadan oluşuyor; birinci kısımda kazı-kazanda birden çok sokak satıcısının başının birbirinin aynısı olan imajlarını bularak kazanan kişi sadece bu sokak satıcılarının resmini kazanmakla kalmıyor, daha önemlisi sokak satıcısı kazanana resmi bizzat verirken, bu işi yapma nedenleri ve yaşamı hakkında bilgi de veriyor. Sanat eseri olarak kazanılan resim daha sonra resimleri sergileme esnasında görecek olan seyircilere açıklanacak. Resmin sahibi/kazanan tekrar ve tekrar izleyicilere resim hakında bilgi vermek zorunda kalacak, böylelikle projedeki asıl öğe sokak satıcılarının hikayesinin tekrar tekrar, sürekli anlatılıyor olması olacaktır. Proenin ikinci kısmı hemen hemen katılan bütün sokak satıcılarını içeren kazınmış, büyütülmüş bir resim olacaktır. Bu resimler kolayca çıkabilen bir mürekkeple basılacacaktır. Yüzlerin kazınarak silinmesiyle, sokak satıcıları katılmak istedikleri topluluğun anlatısının bir parçası olarak ikinci katmanda görünür olacaklardır. Bu çalışma bir yandan kazı-kazan oyununa gönderme yaparken diğer yandan da ikonoklasta gönderme yapmaktadır: Kazıma işlemine olumsuz bir çağrışım yüklemek yerine, kazımak burada sokak satıcılarının hikayelerini ortaya dökmek, özgürleştirmek anlamında pozitif bir dokunuştur.
SCRATCH! Street sellers Cankaya Ankara The idea behind the ‘SCRATCH’ project is a combination of two aspects. The project has cultural and historical references to its (direct) surroundings, its context. I use cultural phenomena’s that already exist (local) and are particularly used by mainstream groups (the project has to fit into the context). With the work for Cankaya I create a platform for one specific group, the Street Sellers. I use the work as a strategy (or method) that these people can make use of, and doing so becoming part of the ‘mainstream’ culture. The project consists of two parts; both have a strong conceptual bond with each other. One is a scratch lottery, where the winner that has a lot with tree identical images of one street seller wins not only a picture of that street salesman, but more important, the picture will be handed out to the winner by the street seller himself giving the winner important additional information about himself, for example his life or the reasons why he does it. As an artwork, the picture that was won will be explained to other viewers that see the pictures in a later stadium. The owner / winner of the picture has to explain over and over again the backgrounds of the picture and becomes thereby the constant factor of telling the story of the street sellers. The second part of the project is a stretch photo of almost all participating street sellers. They are printed on a layer of rub-off ink. By scratching away the faces, the texts that the street sellers want to participate with the community becomes visible in a second layer.This second layer is printed on mirror Dibond, reflecting the viewer while reading the texts. This rub-off work refers to both the scratch lottery itself, and local history (the iconoclastic era). Instead of giving this scratching action a negative connotation, the scratching gets a positive touch, by freeing the texts of the street sellers.