Nat geo 166 2015 şubat

Page 1

|

ŞUBAT 2015

TENDEKİ D TENDEKİ DESEN ESEN

DÖVME İTALYA’NIN YABANIL YÜZÜ KRALLARIN PARKI GRAN PARADISO ÇİN’DEKİ DEV MAĞARALAR LAZER TARAMAYLA HARİTALANDI FLORİDA BATACAK MI? DENİZDEKİ YÜKSELME KORKUTUYOR

ISSN 1302-8464

KKTC Fiyatı yatı 12 TL

İİnsanoğlu nsanoğlu N Neden eden R Ruhunu uhunu D Derisine erisine Kazımayı Seçti? K azımayı S eçti?

112757 166 6

NATIONAL GEOGRAPHIC ŞUBAT 2015 DÖVME • ÇİN’İN DEV MAĞARALARI • MUHTEŞEM AKARLAR • GRAN PARADISO ULUSAL PARKI • FLORİDA

FİYATI 10 TL


. . Boutique: Abdi Ipekรงi Cad. No: 65/A Maรงka Istanbul Tel: 0212 230 06 71


GEORGE CLOONEY AND EINSTEIN’S CHOICE.


ŞUBAT 2015 NO. 166 Pakistan’ın, Khairpur Nathan Şah kentinde bir adam, 2010’da yaşanan taşkın sırasında sular içinde... Bu taşkınlarda ülkenin beşte biri su altında kalmıştı. FOTOĞRAF: GIDEON MENDEL

106

Suya Direnmek Florida’nın yükselen suları, iklim değişikliğinin diğer sahil yerleşimlerini –ve ekonomilerini– nasıl etkileyeceğinin habercisi. Yazı: Laura Parker Fotoğraflar: George Steinmetz Foto Haber | Sular Altında Bir Dünya Dünya genelinde, seller ve su taşkınlarının etkilediği yaşamlar... Yazı ve Fotoğraflar: Gideon Mendel

32

56

78

90

Tendeki Desen: Dövme Beden süslemesi ve tarih içindeki öyküsü...

Kaya İmparatorluğu Çin’in dev mağaraları üçboyutlu lazer tarayıcılarla hiç olmadığı kadar ihtişamlı görünüyor.

Muhteşem Akarlar Akarlar her yere girip üreyebilir, buldukları her vücuda yerleşir. Ve bu sizin vücudunuz olabilir...

Yazı: McKenzie Funk Fotoğraflar: Carsten Peter

Yazı: Rob Dunn Fotoğraflar: Martin Oeggerli

Cennet Bulundu İtalya’daki en eski ulusal park olan Gran Paradiso’da amaç, doğa koruma ve kültürün dengelenmesi.

Yazı: Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu

Kırılgan Ruhlar Ve derideki izdüşümleri... Yazı: Uzm. Dr. Didem Aksüt

Kapak Fotoğrafı

Hindistan’a özgü ayrıntılı geçici dövme motifleri bir kadının ellerini süslüyor. Fotoğraf: Archana Barthia

N A T I O N A L G E O G R A P H I C S O C I E T Y ’ N İ N R E S M İ YAY I N I

Yazı: Jeremy Berlin Fotoğraflar: Stefano Unterthiner


Özgürlükte sınır tanımayanlara...

*21 Nisan - 6 Haziran tarihleri arasında MediaCat ve IPSOS işbirliğiyle Türkiye temsili 12 kentte, 15-60 yaş arasında 2000 kişiyle (%50 kadın, %50 erkek) bilgisayar destekli telefon görüşmeleri tekniğiyle (CATI) yapılan “Türkiye’nin Lovemark’ları 2014” araştırması sonuçlarına göre Samsung, Türkiye’nin en sevilen cep telefonu markası seçilmiştir.


EDİTÖRDEN

Aşkın Tarihi

Duygular ve Ötesi

Bilinen en eski papirüs evlilik sözleşmesi, Mısır, Ptolemaios Hanedanı dönemine ait.

Sevgililer Günü olur mu? Olur. En azından modern dünya bir yolunu bulup oldurtmuştur... Hem belli mi olur, belki de sevgisini yılın geri kalan 364 gününde bir yolunu bulup da söyleyememişler için yaratılmıştır bu gün. Ve böylece onların da nihayet sırası gelmiş olur... Ya kendileri dörtbir yandan kulaklarına duyurulan günü, bugün o günmüş diye kendi kendine bilir, öğrenir ve sahiplenir. Ya da karşısındaki kişi günün anlam ve önemini, bırakın gelecek yılı, zaman ve mekânda sonsuzluğa dek unutulmayacak bir şekilde öğretir. Ki bu şekilde öğrenenler için o gün artık başka bir gündür. Anlam ve önemi öğrenilmiş, ama ifade edilecek kişi çoktan gitmiştir... (Ders bir: Zorla güzellik oldurtulmaz! Peki, modern dünyanın yarattığı, kiminin sonuna kadar sahiplendiği ve bu arada hiç de azımsanmayacak oranda büyük bir kitlenin de –çiftlerin her iki bireyi tarafından samimiyetle desteklenerek– burun kıvırdığı o günün altını çizdiği sevgililik hali nedir? Aşk ne anlama gelir? Yanıt kişiye göre değişir. Bu konuda bakalım tarihte kim ne söylemiş? Sokrates’e göre aşk, âşık olunan kişinin, idealize edilmiş bir çember içinde görülme halidir. Aristoteles’e göre dost olmadığıyla aşk yaşayamaz birey. Yani demek ister ki, kişi karşısındaki ile paylaşırsa hayatı işte asıl o aşk halidir ve Aristoteles, “Ey dostlar, dost yoktur!” diyerek, aşka ulaşmanın ne zorlu bir şey olduğunu aslında belki de gelmiş geçmiş en iyi ifadeyle bu şekilde dillendirir. Hegel’e göre aşk, toplumda evlilikle sonuçlanan bir duygu durumudur. Nietzsche hemen her konuda olduğu gibi bu kavram konusunda da farklı bir duruş sergiler ve der ki: Aşk bir savaştır. Arada olsa olsa geçici anlaşmalar olur, gerisi ise işkenceden ibarettir. (Ders iki: Filozof da olsanız, niye o kişi, neden şimdi, bunun anlamı da ne ki gibi soruları çok zor yorumlarsınız ya da bir ömrü o kişiye ve bu duyguya adayıp heba ederken bir de bakmışsınız ki aşkınızla siz de başka bir tarih yazmışsınız.) Sorular çoğaltılabilir. Örnek mi? Soralım. Sizce aşkın matematiği var mıdır? Evet, üstelik de üç bilinmeyenli bir denklemdir. Peki aşkın ömrü kesin olarak belirlenebilir mi? Hayır. Ama psikiyatrik açıdan değerlendirildiğinde yıllara yayılmadığı kesin gibidir. Hatta olsa olsa günlerle ifade edilebilir. (Ders üç: Ayağınız şimdi yerden kesilmiş olabilir, ama er ya da geç sizin de toprağa ayak basacağınız kesindir.) Bu sayımızda kapak konumuzu tarih içinde çok farklı anlamlar içerse de günümüzde genel olarak değerlendirildiğinde kişinin kendini ifade biçimine dönüşen “Dövme”ye ayırdık ve “Aşkın Tarihi” başlıklı özel ekimizi de sadece kalbini çarptıran kişiyi değil, doğayı, kuşu, börtü böceği ve tabii insanı seven, daha doğrusu gerçek sevgiyi bilen herkese adadık... Tüm okurlarımıza sevgiyle...

Nesibe Bat, Yayın Yönetmeni FOTOĞRAF: BRITISH MUSEUM


1 kişiye 1 milyon, toplam 25 milyon Mil hediye! Hemen 25milyonmil.com’a gel, ücretsiz üye ol, kazanma şansını yakala!

1 MiLYON MiL’LE NERELERE Mi GiDERSiN? TEK YÖN

32 DEFA AMERiKA

TEK YÖN

VEYA

132 DEFA AVRUPA

TEK YÖN

VEYA

266 DEFA YURT iÇi

Kampanyamız 8 Aralık 2014 günü saat 09:00’da www.25milyonmil.com adresli sitemizde başlamıştır. Bu kampanya, 08.12.2014 (Saat: 09:00) - 15.02.2015 (Saat: 23:59) tarihleri arasında, Türkiye genelinde Miles&Smiles üyeleri için geçerlidir. Kampanya, MPİ Gen. Müd.’nün 27.11.2014 tarihli, 58259698 - 255.01.02 / 3803-9353 sayılı izni ile TÜRK HAVA YOLLARI ANONİM ORTAKLIĞI tarafından gerçekleştirilmektedir. 18 yaşından küçükler katılamaz, katılmış ve kazanmış olsalar bile ikramiyeleri verilmez. ÖTV ve KDV hariç, diğer vergi, yasal yükümlülük ve harcamalar talihliye aittir. İnternetten katılım ücretsizdir. İkramiyeler, yasal metinde belirtilen içerikte sunulacaktır, herhangi bir seçim yapılamaz. Kampanyaya katılan herkes, kampanya şartlarını peşinen kabul etmiş sayılır. Detaylı bilgi için: www.25milyonmil.com


DOĞUŞ DERGİ GRUBU

DOĞUŞ YAYIN GRUBU

Erman Yerdelen

Ahmet İren

DOĞUŞ YAYIN GRUBU A.Ş.’Yİ TEMSİLEN İMTİYAZ SAHİBİ VE YÖNETİM KURULU BAŞKANI

GENEL MÜDÜR YARDIMCISI, YÜRÜTME VE İŞ GELİŞTİRME

Seda Domaniç

Ateş İnce

DERGİLER GRUP BAŞKANI

SATIŞ GRUP BAŞKANI

Belma Kencebay

Görkem Yaşayan GENEL MÜDÜR YARDIMCISI, KREATİF YÖNETİM VE İNOVASYON

İŞ STRATEJİLERİ KOORDİNATÖRÜ

YAYIN YÖNETMENİ

YAZI İŞLERİ

Nesibe Bat

Özge Akkaya

Zeynep Aylin Talu TASARIM VE UYGULAMA

Dinçer Dinç Ali Akyüz ÇEVİRMEN

National Geographic Society Washington D.C.’de kâr amacı gütmeyen bir bilim ve eğitim organizasyonu olarak “coğrafya bilincinin artırılması ve yaygınlaştırılması için” kurulmuştur.

(SORUMLU)

(KONU EDİTÖRÜ)

(EDİTORYAL KOORDİNASYON SORUMLUSU)

Hüseyin Takmaz

(DERGİLER FOTOĞRAF EDİTÖRÜ)

(RENK AYRIMI)

LİSANS SAHİBİ

NATIONAL GEOGRAPHIC SOCIETY TÜRKİYE LİSANS SAHİBİ

DOĞUŞ YAYIN GRUBU A.Ş. Ahi Evran Caddesi No: 4 34398 Maslak – Sarıyer / İstanbul Tel: (212) 335 0000 / (212) 335 0050

PRESIDENT AND CEO

Gary E. Knell

Inspire SCIENCE AND EXPLORATION: Terry D. Garcia Illuminate MEDIA: Declan Moore Teach EDUCATION: Melina Gerosa Bellows

Fahire Kurt

BU SAYIDA KATKIDA BULUNANLAR

Füsun Arman, Dr. Murat Ataol,

EXECUTIVE MANAGEMENT LEGAL AND INTERNATIONAL PUBLISHING:

Haldun Aydıngün, Ar.Gör. Direnç Azaz, Doç.Dr. Ozan Bilgiseren, Kerem Ali Boyla, Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu, Selmet Güler, Prof.Dr. Ahmet Karataş, Prof.Dr. Ayşegül Karataş, Ünsal Karhan, Prof.Dr. Adnan Ökten, Prof.Dr. Neriman Özhatay, Dr. Okay Öztürk NATIONALGEOGRAPHIC.COM.TR EDİTÖRÜ

Terry Adamson Tara Bunch Betty Hudson CONTENT: Chris Johns NG STUDIOS: Brooke Runnette TALENT AND DIVERSITY: Thomas A. Sabló OPERATIONS: Tracie A. Winbigler CHIEF OF STAFF:

COMMUNICATIONS:

INTERNATIONAL PUBLISHING SENIOR VICE PRESIDENT:

Onur Uygun

Yulia Petrossian Boyle Ross

VICE PRESIDENT OF STRATEGIC DEVELOPMENT:

Goldberg DERGİLER ONLINE ÜRÜN GELİŞTİRME YETKİLİSİ

Cenk Sönmez

DERGİLER PROJELER VE PAZARLAMA DİREKTÖRÜ

REKLAM SATIŞ SATIŞ BAŞKAN YARDIMCISI:

SATIŞ KOORDİNATÖRLERİ:

VICE PRESIDENT OF INTERNATIONAL PUBLISHING AND BUSINESS DEVELOPMENT:

Rachel Love Cynthia Combs, Ariel Deiaco–Lohr, Kelly Hoover, Diana Jaksic, Jennifer Jones, Jennifer Liu, Rachelle Perez

Ahu Terzi

Zeynep Özdemir

COMMUNICATIONS VICE PRESIDENT:

Banu Acar, Mehveş Turfan

Beth Foster

BOARD OF TRUSTEES

SATIŞ MÜDÜRLERİ:

Zeynep Arslan, Dilhan Çekiçer,

John Fahey Dawn L. Arnall, Wanda M. Austin, Michael R. Bonsignore, Jean N. Case, Alexandra Grosvenor Eller, Roger A. Enrico, Gilbert M. Grosvenor, William R. Harvey, Gary E. Knell, Maria E. Lagomasino, Jane Lubchenco, Nigel Morris, George Muñoz, Reg Murphy, Patrick F. Noonan, Peter H. Raven, Edward P. Roski, Jr., Frederick J. Ryan, Jr., B. Francis Saul II, Ted Waitt, Tracy R. Wolstencroft CHAIRMAN:

Sevgi Akkoyun, Merve Kurna SATIŞ YÖNETMENİ:

Yasemin Bayat

SATIŞ PLANLAMA MÜDÜRÜ:

Mehmet Gökmen

DERGİ REKLAM TEKNİK VE REZERVASYON SORUMLUSU:

Atakan Gül Tel: (212) 304 0840

RESEARCH AND EXPLORATION COMMITTEE

Peter H. Raven John M. Francis Paul A. Baker, Kamaljit S. Bawa, Colin A. Chapman, Keith Clarke, J. Emmett Duffy, Carol P. Harden, Kirk Johnson, Jonathan B. Losos, John O’Loughlin, Naomi E. Pierce, Jeremy A. Sabloff, Monica L. Smith, Thomas B. Smith, Wirt H. Wills EXPLORERS – IN – RESIDENCE Robert Ballard, Lee R. Berger, James Cameron, Sylvia Earle, J. Michael Fay, Beverly Joubert, Dereck Joubert, Louise Leakey, Meave Leakey, Enric Sala, Spencer Wells

CHAIRMAN:

İŞ GELİŞTİRME MÜDÜRÜ

Deniz Çobanlar

VICE CHAIRMAN:

e–posta: uye@nationalgeographic.com.tr ÇAĞRI MERKEZİ:

Tel: 0 850 222 1859

DIŞ İLİŞKİLER MÜDÜRÜ

Özgür Akhan

DERGİLER ÜRETİM MÜDÜRÜ

DERGİLER DAĞITIM MÜDÜRÜ

Yakup Akyıldırım Özgür Yüksel Karasu

TV TANITIM PRODÜKSİYON KREATİF DİREKTÖR:

BASKI VE CİLT:

FELLOWS

Korhan Ölçer

Dan Buettner, Sean Gerrity, Fredrik Hiebert, Zeb Hogan, Corey Jaskolski, Mattias Klum, Thomas Lovejoy, Greg Marshall, Sarah Parcak, Sandra Postel, Paul Salopek, Joel Sartore, Barton Seaver TREASURER : Barbara J. Constantz FINANCE : Michael Ulica DEVELOPMENT : Bill Warren TECHNOLOGY : Jonathan Young

Promat Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

Sanayi Mah. 1673 Sok. No: 34 34517 Esenyurt–İstanbul Tel: (212) 622 63 63 YAYIN TÜRÜ:

Aylık yaygın süreli yayın

www.nationalgeographic.com.tr

NATIONAL GEOGRAPHIC MAGAZINE EDITOR IN CHIEF

Susan Goldberg Keith Jenkins

DIGITAL GENERAL MANAGER MANAGING EDITOR:

David Brindley. EXECUTIVE EDITOR ENVIRONMENT: Dennis R. Dimick. Sarah Leen. EXECUTIVE EDITOR NEWS AND FEATURES: David Lindsey. Bill Marr. EXECUTIVE EDITOR SCIENCE: Jamie Shreeve. CARTOGRAPHY, ART AND GRAPHICS: Kaitlin M. Yarnall

DIRECTOR OF PHOTOGRAPHY:

EXECUTIVE EDITOR SPECIAL PROJECTS: EXECUTIVE EDITOR

INTERNATIONAL EDITIONS EDITORIAL DIRECTOR:

Smith. PHOTOGRAPHIC

LIAISON:

Amy Kolczak. DEPUTY EDITORIAL Laura L. Ford. PRODUCTION: Sharon Jacobs

6 national geo graphic

DIRECTOR:

• şuBat 2015

Her hakkı saklıdır. National Geographic Türkiye, National Geographic Society’nin lisansıyla yayımlanmaktadır. Bu dergide yer alan yazı, makale, fotoğraf ve illüstrasyonların elektronik ortamlar da dahil olmak üzere çoğaltılma hakları National Geographic Society ve Doğuş Yayın Grubu’na aittir. Yazılı ön izin olmaksızın hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun materyalin tamamının ya da bir bölümünün çoğaltılması yasaktır. Bu dergi, basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. Copyright © 2015 National Geographic Society. Tüm hakları saklıdır. National Geographic ve Sarı Çerçeve Tescilli Markalardır ® Marcas Registradas. National Geographic talep edilmemiş materyallerden dolayı hiçbir sorumluluk kabul etmez.

Darren ISSN 1302–8464


Kaynaklarımızı sudan sebepler tüketmesin. Her ayrıntıda Bosch: ActiveWater Eco bulaşık makineleri, yük algılama sensörü ile sadece gerektiği kadar su kullanarak akıllı su yönetimi sağlar, doğanın ve insanın kaynaklarını korur.

Bosch ActiveWater Eco bulaşık makineleri, bir makine dolusu bulaşığı sadece 6 litre su ile yıkar. Üstelik bunu, A++ enerji sınıfı ve A kurutma performansıyla yaparak doğanın kaynaklarını bir kez daha korur. Ayrıca koyduğunuz deterjanın tamamını kullanarak, bulaşıklarda hiçbir deterjan artığı bırakmaz. www.bosch-home.com/tr

Bosch Çağrı Merkezi

4 4 4 6 333 7/24 hizmetinizde

BoschHomeTurkiye




Forum

Ocak 2015

Okurlarımızdan

Hoş Geldiniz, Hoş Buldum Nisan 2001’de üniversite son sınıfta okuyan bir öğretmen adayıydım. Daha önce ABD edisyonunuzla tanışmış olsam da dergiyi Türkiye’de Türkçe okumak çok daha zevkliydi. Evimde kitaplığımın en güzel köşesini ayırdım “Sarı Çerçeve”ye. 2012 yılına kadar kesintisiz takip ettim. Ne yazık ki farklı nedenlerle iki yıllık kopuk kopuk giden bir beraberliğin ardından tekrar Ocak 2015 sayınızla beraber abonelik güvencesinde National Geographic ailesine geri döndüm. Şimdi hızla eksik sayıların temini yoluna gidiyorum. Nisan 2001’den bugüne evlilikle değişen, iki çocukla zenginleşen hayatıma tekrar hoş geldiniz, hoş buldum... Evlatlarıma kitaplığımda bırakacağım en değerli arşiv olacak “Sarı Çerçeve”ler... KEREM GÜREL Dikbıyık Anadolu Lisesi Coğrafya Öğretmeni/Samsun e–posta

Yenidoğan İşitme Taraması Yeni yıl hediyeniz ve çalışmalarınız için teşekkür ederek başlamak istiyorum. Ocak sayınızda, bebeklerde zekâ gelişimini konu alan, her anne–baba adayının ve eğitmenin okuması gereken çok önemli bir konudan söz etmiştiniz. Ben de bir odyoloji bölümü (işitme–denge bilimi) öğrencisi olarak, özellikle işitmenin ve dildeki fonem farklılığını ayırt etmenin zekâya olan etkisiyle ilgili yazıya dikkat çekerek birkaç uyarıda bulunmak istedim. Ülkemizde her yıl yaklaşık olarak 1,3 milyon canlı doğum gerçekleşmektedir ve doğuştan işitme kaybı ile doğan bebek insidansı 1000/3’tür. Oranın yüksek olduğu ülkemizde, ebeveynlerin doğumdan hemen sonra yenidoğan işitme taraması ile bebeklerinin işitsel yetersizliği olup olmadığını tespit etmeleri mümkündür. Bebeğiniz için yaptırmanız gereken bu tarama onun zekâ gelişimine katkı sağlamanın ilk ve en önemli adımıdır. Çünkü işitsel yetersizliği olan ve bunun geç tespit edildiği bebeklerde,

işitsel sistem, uygun davranışların oluşması için gerekli olan nöral bağlantıları oluşturamaz. Bu yüzden ailelere işitme taraması yaptırmalarını ve bebeklerinin işitmesini takip etmeleri gerektiğini vurgulamak istiyorum. Odyolog adayı olarak ileride ne kadar önemli bir mesleği icra edeceğimi hatırlatan yazınız ve aileleri bilgilendirme şansını bana tanıdığınız için teşekkür ederim. İyi çalışmalar. FURKAN AKGÜL İnönü Üniversitesi/Malatya

Işınlanmanın Yolu Öncelikle herkese merhabalar; benim National Geographic Türkiye ile tanışmam babam sayesinde oldu (babam sağ olsun). Ben küçükken biriktirmeye başlamış ileride bana hediye etmek için. Şu an muazzam bir arşivimiz var. Öncelikle babama teşekkür etmek istiyorum. Ben de küçük yaşta –ilkokul zamanlarımda– okumaya başladım National Geographic Türkiye’yi. Her zaman ilginç şeylere merakım vardı zaten ama dergiyi okumaya başladıkça yaşadığım hayatın as-

lında gerçek hayatın çok küçük bir bölümü olduğunu anladım. Benim yaşadığım dünyada şaşırdıklarım dergide okuduklarımın yanında tabiri caizse devede kulak kalıyordu. E doğal olarak bu büyülü ambiyans sizi içine çekiyor ve bu muazzam dünyada yaşamaya başlıyorsunuz artık. Eskiden beri fotoğraflara karşı zaafım vardı ve dergiyi alır almaz önce fotoğrafları inceler, ardından yazıları okurdum. Dergide emeği geçen herkesin eline sağlık. Acayip güzel bir iş çıkardıkları malum. Ve tabii fotoğrafçılar için sözüm yok gerçekten, tek kelime ile harika fotoğraflara sahip bir dergi ve beni her defasında daha da büyülüyor. Mektubum olur da derginizde yer alır ise, ben 20 yaşıma girmiş olacağım. Aşağı yukarı 7 yıldır National Geographic Türkiye dünyasının daimi üyelerindenim ve olmaya da devam edeceğim. Şu an yoldayım, tatil için ailemin yanına gidiyorum. Özellikle seyahat sürelerinin uzunluğundan şikâyet edenler için bir tavsiyem var. Sizi bilmiyorum ama ben kendi adıma ışınlanmanın yolunu buldum: Seyahat esnasında National Geographic Türkiye okumak... Şu anda da elimde National Geographic Türkiye Ocak sayısı var, yazmayı bitirir bitirmez hemen okumaya başlayacağım. Böyle güzel bir dünyanın kapılarını bize açan, dergide emeği geçen herkese şükranlarımı sunarım. BÜŞRA TOY e–posta Düzeltme Aralık 2014 sayımızda, 38. sayfada, Beyaz Savaş’ın Kara Günleri başlığıyla yayımlanan yazıdaki fotoğraf imzaları Stefano Torrione (üstte) ve Museo Storico Italiano della Guerra (en üstte) olacaktır. Düzeltir, özür dileriz.

E–POSTA forum@nationalgeographic.com.tr FACEBOOK/NGTurkiye TWITTER@NGTurkiye INSTAGRAM@natgeoturkiye ADRES National Geographic Forum, Ahi Evran Caddesi Doğuş Power Center No: 4 34398 Maslak–Sarıyer/ İstanbul

10 national geo graphic

• ŞUBAT 2015



KEŞFET Yaban Hayatı

Mitolojik Aşk Salyangozlar da âşık olur. Hem de ilginç bir şekilde... Hermafrodit olmaları nedeniyle çiftleşme sırasında her birey iki cinsiyeti de temsil eder ve karşılıklı aşk okları gönderir. Hermafroditlik söz konusu olduğunda Yunan mitolojisine göz atmak gerekir. Hikâyenin başrol oyuncuları, mitolojide erilliğin temsilcisi olan Hermes ile aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite... Hermes ve Aphrodite’in beraberliğinden doğan çocuklardan birinin adı Hermafrodit koyulur. Bir gün bir peri, sudan çıkıp ona öyle sıkı sarılır ki sonunda ikisi tek vücut olur. Böylece çiftcinsiyetli canlılara da Hermafrodit denmeye başlanır. Bu mitolojik bir anlatım olabilir, ancak doğada somut örnekler bulmak mümkün. Örneğin karasal akciğerli salyangoz ve sümüklüböcek (Pulmonata) grubunun çok sayıda türünde eşeysel organlar, çiftleşme sırasında eşe saplanan, özelleşmiş kalkerden veya kitinden yapılmış “aşk okları” üretiyor. Kur sırasında döllenme şansını artırmak için üretilen hormonlar, aşk okları ile partnerin vücudunun yumuşak dokusuna fırlatılıyor. Aşk okunun alındığı özel bir organ yok. Bu oklar spermin taşındığı bir eşey organı da değil; sperm, salyangozun baş tarafında yer alan penis ile aktarılıyor. Pek çok levrek, orfoz türü balık ve Kayıp Balık Nemo filmiyle üne kavuşan palyaço balığında da hermafroditlik görülebiliyor. Çiftcinsiyetlilik olarak da bilinen bu durum hayvanlar aleminin aşk hayatına renk katıyor. — Prof.Dr. Ahmet Karataş

Hermafrodit özelliğe sahip Adana salyangozu (Helix asemnis), Samos (Sisam) Adası, Kıbrıs, Toroslar ve Kuzeybatı Suriye’de dağılım gösteren bir Doğu Akdeniz türü.

FOTOĞRAF: PROF.DR. AHMET KARATAŞ


ŞUBAT SAYISI BAYİLERDE


KEŞFET

Bilim

Tasarım Harikası Yazılar

14 national geo graphic

Tasarım bu kez, harfler ve heceler arasında bağlantı kurmakta zorlananların hayatını kolaylaştırıyor. II. İstanbul Tasarım Bienali’nde sergilenen Dyslexie adlı yazı karakteri, okumaya bağlı öğrenme zorluğu çekenler için Christian Boer tarafından tasarlanmış. Kendisi de disleksik olan grafik tasarımcı, Dyslexie’yi ilk olarak 2008’de bitirme tezi için geliştirmiş. Bugünse bu yazı karakteriyle basılmış 100’e yakın kitap bulunuyor. Dyslexie’nin tasarımı basit bir mantık üzerine kurulu: Harflerin alt kısımları üst kısımlarına oranla daha dolgun; bu da daha oturaklı bir taban anlamına geliyor. Böylelikle akıcı bir okumaya engel olan, harflerin zihinde tepetaklak dönme sorununun önüne geçiliyor. Birbirine benzeyen harflerin bazılarına eğim verilmiş, bazılarının çubukları uzatılarak ayırt edilmeleri kolaylaştırılmış, noktalama işaretleri ve harflerin vurgu noktaları biraz daha kalınlaştırılmış. Ve bu küçük dokunuşlar birçok kişi için büyük kazanımlara dönüşmüş. Twente Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre Dyslexie yazı karakteriyle yazılmış bir metni okuyan disleksikler, diğer yazı karakterleriyle yazılmış metinlere oranla daha az hata yapıyor. Yapılan deneyler sonucunda daha etkili bir kullanıma sahip olması beklenen yazı karakteri, “kelimelerle yaşanan güçlük” anlamındaki Yunanca kökenli dyslexia sözcüğünün geçerliliğini yitirmesine neden olabilir. —Zeynep Aylin Talu • şubat 2015

İLLÜSTRASYON: NG TÜRKİYE


KEŞFET

Yaşam

DÜĞÜNÜMÜZ VAR DOSTLAR! Dünyanın hangi ucuna gidilirse gidilsin, evlilik kuru-

munun var olduğu tüm topluluklarda büyük bir neşeyle verilen bir haberdir düğün. Bir yastıkta kocamaya niyetlenen genç bir çiftin hayatlarını birleştirdikleri bu neşeli gün dünyanın farklı yerlerinde, farklı geleneklerle hayat buluyor. Kırılan tabakların gürültüsünden, avuç avuç serpilen pirinç tanelerinin sessiz yağmuruna kadar tüm bu gelenekler ortak bir amaç uğruna, geçen yıllara inat hâlâ uygulanıyor. O ortak amaç mı? Genç çifte bir ömür sürecek, bereketli, şanslı, sadakatle dolu bir hayat dilemek. —Özge Akkaya

İRAN İran’da düğün gelenekleri bölgelere göre değişse de çok yaygın olan üç gelenek öne çıkıyor. Ha–na–bandoon olarak adlandırılan kına töreninde gelin ve damadın ellerine Kur’an–ı Kerim’den sureler veya şiir isimleri gibi yazılar yazılıyor. Aqd va Aroosie olarak adlandırılan düğün töreninde ise gelin ve damat görkemli bir şekilde donatılmış bir masada oturuyor. Masada çifte şans getireceğine inanılan ekmek, bal, kuruyemiş, tuz, ayna, mum, bozuk para gibi şeyler yer alıyor. Nikâhın kıyılmasından sorumlu kişi geline üç kez evlenmek isteyip istemediğini soruyor. Gelin üçüncü defada cevap vererek, “Büyüklerimin izniyle evet,” diyor. İlk ikisinde suskun kalan gelinin yerine kalabalıktaki kadınlar, “Gelin çiçek toplamaya gitti,” gibi gelinin mutluluğuna işaret eden cevaplar veriyor. Gelin “Evet” dedikten sonraysa şölen başlıyor. Düğünün ertesi günü de sadece kadın akrabalar eve ziyarete geliyor.

HİNDİSTAN Hindistan’da düğün kutlamaları genellikle günlerce sürüyor. Düğünden önce düzenlenen mehendi töreninde bütün kadınlar ellerine kına yakıyor. Düğündeyse gelin ve damadın giysileri düğüm yapılmış uzun bir eşarpla birbirine bağlanıyor. Bu, sonsuza dek sürecek beraberlik anlamına geliyor. Ayrıca gelin ve damadın birleşmelerinin tanığı olan kutsal ateşin etrafında yedi kez dönülüyor. Ve son olarak gelin artık yeni evine giderken, doğduğu eve refah getirmesi için arkasına avuç avuç pirinç atıyor.

ALMANYA Almanya’da düğün gelenekleri düğünün arefesinde başlıyor. Düğün arefesinde gerçekleşen buluşmaya katılanlar tabak kırıyor. Bu geleneğin kötü ruhları kovduğuna inanılıyor. Kırıklarsa çift tarafından birlikte süpürülerek toplanıyor. Düğün töreninden sonra yeni çifti başka bir gelenek bekliyor. Kiliseden çıkan çiftin üzerine, bereket getirmesi ve bol çocuk vermesi için pirinç atılıyor.

AZERBAYCAN Azerbaycan’da düğünler mayıs ayında yapılmıyor. Neden mi? Kışlık yiyecek stoğunun bittiği ve henüz yeni ürünün gelmediği mayıs, geçmiş dönemlerden beri “boş ay” olarak kabul ediliyor. Ve düğün salonlarında, mutsuzluk getirdiğine inanılan mayıs ayında in cin top oynuyor. Düğünün yapıldığı güne gelince... Yaşlılar gelinin başı üzerinde, doğurganlık ve bereketi temsil ettiği için ekmek kesiyor. Bir diğer yiyecek geleneği ise çiftin hayatının bal gibi tatlı geçmesi için gelin ve damada ballı ekmek yedirilmesi. Günümüzde sadece bazı yerlerde uygulanan bir başka düğün geleneğiyse gelinin, eşinin evine giderken yere koyulan bir tabağı ayakkabısının topuğuyla kırması...

JAPONYA Japonya’da Şinto ibadethanelerinde, tapınaklarda ve kiliselerde farklı tarzda düğünler yapılabiliyor. Çiftin düğün yeri seçimi dinden bağımsız gerçekleşiyor. Hıristiyan olmayan bir çift kilisede evlenebiliyor. Şinto stili düğünlerdeki ilginç ritüellerden biri gelin ile damadın düğün sakesi içmesi. San–san–ku–do adı verilen ritüel, yeni evlilerin yaşamı paylaşmasını temsil ediyor.

FOTOĞRAF: MARTIN FISCHER. İLLÜSTRASYON: NG TÜRKİYE.


Posta Kartpostallar eşliğinde nostaljik bir yolculuk

Zamanın Tanığı Ayasofya 1478... Ayasofya tam 1478 yıldır var ve bu sürede defalarca isim değiştiren, en sonunda İstanbul adına kavuşan şehrin ortasında duruyor. Çöktü, yandı, yamuldu, eğrildi ama yok olmadı. Bizanslı mimarlar Ayasofya’dan sonraki yaklaşık 1000 yıl içinde onu geçmeyi hiç denemedi, Mimar Sinan çıraklık ve kalfalık dönemlerinde büyüleyici kubbesine bakıp bakıp iç geçirdi. Ayasofya, İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrildi ve bu görkemli kilise 481 yıl boyunca dünyanın en ilginç camilerinden biri olarak varlığını sürdürdü. Yüzleri boyanarak kapatılsa da (ve dönem dönem badanayla tamamen gizlenseler de) Meryem ve İsa figürleri, devasa kubbenin altında kılınan namazlara tanık oldu. Amerika kıtasının keşfedildiği yıl Ayasofya 955 yaşına bastı. Yıllar içinde minarelerinin sayısı arttı ve tüm Osmanlı topraklarında en iyi korunan ve Kâbe’den sonra en çok saygı gören yapı oldu. Defalarca restore edildi ve kendisine fazla yaklaşan binalar birer birer yıkıldı. Ayasofya’nın camilik kariyerinin son yıllarında namaz kılan insanları gösteren yukarıdaki kartpostal ise, Osmanlı Devleti’nin ünlü kartpostalcılarından Othmar Pferschy tarafından hazırlandı. 1926 yılında bazı Avrupa gazetelerinde yakında yıkılacağı hakkında çıkan haberler üzerine kapsamlı bir restorasyona giren ve bir ara “Bizans Müzesi”ne dönüşmesi de gündeme gelen Ayasofya, bundan tam 80 yıl önce, 1 Şubat 1935’te “Ayasofya Müzesi” olarak açıldı. —Onur Uygun

16 national geo graphic

• şubat 2015

KAYNAK: İBB TAKSİM ATATÜRK KİTAPLIĞI


3 Soru nationalgeographic.com/3Q

“Yeni Yaban” Benim İçin Neden Önemli? M. Sanjayan Korumacı biyolog M. Sanjayan, Conservation International’ın başkan yardımcısı. Ayrıca yeni başlayacak National Geographic yapımı EARTH: A New Wild (DÜNYA: Yeni Yaban) adlı belgeselin de sunucusu. Sanjayan beş bölümlük belgeselin çekimleri için beş yıl içinde 15 ülkeye yolculuk yaptı. PROGRAMIN ADI “YENİ YABAN.” BU TERİM NE ANLAMA GELİYOR?

Yeni yaban, “insanlar doğanın bir parçasıdır ve doğayı kurtarmak aslında kendimizi kurtarmaktır” anlayışının farkına varılmasını ifade ediyor. Doğa orada, uzaklarda olan bir şey değil. Yaşıyor, nefes alıyor ve bizim bir parçamız. YENİ YABANIL DOĞA NEDEN O KADAR ÖNEMLİ?

Doğayı seviyorum. Montana’da yaşıyorum. Afrika’da büyüdüm. Benim için yabanıl doğa alanları neredeyse ibadet yerleriyle eşdeğer. Ancak sevgi tek başına buraları kurtarmaya yetmiyor. Ve programda da gösterdiğimiz gibi, doğadan uzaklaşmanın insan yaşamı açısından çok önemli sonuçları var. İnsanların bunu tam olarak anladığını zannetmiyorum. Anlasaydık, verdiğimiz kararlar çok farklı olurdu. PEKİ SİZE UMUT VEREN NEDİR?

Bu programda, çözüm yolu olan öyküleri keşfediyoruz. Dev pandaların –dünyanın en kalabalık yerlerinden birinde yaşayan dünyanın en nadir hayvanlarından biri– yabana geri dönüşünü, sizi cephe hattına taşıyarak gösteriyoruz. Bangladeş’teki insanların, aile fertlerini öldüren kaplanlara tolerans göstermeyi öğrendiklerini görüyorsunuz. Teksas, Austin’in tüm sakinleri yarasaların varlığını kutluyor. New York Limanı’nda istiridyeler gökdelenlerin gölgesinde yeniden yaşam buluyor. Doğayı anladığımız takdirde, gücümüzü hem doğayı hem de kendi yaşamımızı daha iyi kılmak için kullanabileceğimize dair bir iyimserlik duygusuna kapıldım.

FOTOĞRAF: REBECCA HALE


TANITIM

Anı donduran makine National Geographic fotoğrafçısı Dinçer Dinç Samsung NX1’i test etti. Fotoğraf makinesini test için artistik buz pateni antrenörü Eray Özbal’ı görüntüledi.

Net taneler Toz ve suya dayanıklı gövdesiyle makineye doğru püskürtülen buzlar kamerayı etkilemedi. Sonuç ise; net çıkan buz taneleri.


Dinçer NX1’in 4K video kayıt olanağının yanı sıra hızlı ve hassas AF sistemi, saniyede 15 kare çekim hızı, gelişmiş DRIMe V görüntü işlemcisi, üstün kaliteli görseller üreten 28.2 MP APS-C sensörüyle patenin hızını rahatça yakaladı. İşte Dinçer’in yorumları…

Hızlı hareketli konuları özellikle seçtim. Çekimlerde yüksek enstantane hızlarında hareket halindeki eğitmeni dondurmayı amaçladım.

Hız, hassasiyet ve güvenilirlik Yüksek otomatik netleme hızı özellikle spor ve doğal yaşamda önemli. NX1’le buz pateni esnasında yapılan profesyonel hareketleri ve hızı rahatlıkla yakaladım.

İşte NX1’de sevdiklerim • Hızlı ve kararlı. Deklanşöre yarım basıldığında 205 faz algılamalı AF sensörleri devreye giriyor ve anlık sürede netlik kaybetmeden hareketler donuyor. Özellikle saniyede 15 kare çekim özelliği de spor ve doğal yaşam fotoğrafçılığı için önemli bir detay. • Üstün kaliteli video çekimi. 4K video özelliği HD çözünürlüğünün 4 katı olup sinema sektörünün yeni gözdesi. • Ben nereye NX1 oraya. Hafif ve dayanıklı gövdesi kolay taşınabilir. Düşük miktar toz ve su sıçramalarında da problem yok. • Hemen paylaşabiliyoruz. Samsung NX1’deki Wi-Fi bağlantısı sayesinde fotoğrafları anında akıllı telefona veya tablete aktarabiliyorsunuz. Bir akıllı telefonu fotoğraf makinesine bağlamak için Samsung Smart camera uygulamasını telefona ya da tablete indirmek yeterli.


VİZYON

20 national geo graphic

• şubat 2015


Estonya Kurtna Köyü’nde,Rainbow adlı midilli kış güneşinin tadını çıkarıyor. Dört yaşındaki beygir, yarı Estonya atı, yarı Şetland midillisi. Her iki cins de dayanıklı ve çok yönlü oluşlarıyla tanınıyor. FOTOĞRAF: KERSTI KALBERG



ABD Yukarıdan görünen –göz biçiminde katlanmış– tek parça beyaz kâğıt tabakası, New York Balesi’nin 81 dansçısını taşıyor ve gözlüyor. Birden fazla imajdan oluşan 603 metrekarelik görsel, Fransız sanatçı JR ile yapılan işbirliğiyle gerçekleştirildi. PANORAMİK GÖRSEL: JR



ABD Alaska Üniversitesi Fairbanks’teki bir laboratuvarda kış uykusuna yatmış olan Arktik yersincapları tıbbi gizemler barındırıyor. Beden sıcaklığını donma derecesinin altında düşüren hayvan, böylece 7 ay süren kış uykusu sırasında kafa travması yaşama riskini ortadan kaldırıyor. FOTOĞRAF: JOEL SARTORE

O Özel National Geographic fotoğraflarını internetten sipariş etmek için NationalGeographicArt.com


nationalgeographic.com.tr Şubat 2015

İnteraktif arşiv: Ağustos 2005’ten başlayarak tüm sayılarımıza ait online içeriği internet sitemizde bulabilirsiniz: nationalgeographic.com.tr

Denizlerin Devleri Okyanusların derin maviliklerinde yaşayan bir dev düşünün. Muhtemelen son yüzdüğünüz havuza sığmayacak kadar iri, kalbi bir otomobil kadar büyük, dili ise bir fil kadar ağır. Sözünü ettiğimiz canlı yalnızca masallarda var olan bir yaratık desek çok da yadırganmazdı. Ama bu canlı, yani mavi balina, çok uzun süredir dünyanın tüm okyanuslarında yüzüyor. Üstelik okyanusların derinlikleri, 200 kilogramlık denizanaları, üç metrelik solucanlar, bir kolunun ucundan diğerine olan mesafe on metreyi bulabilen ahtapotlar gibi diğer birçok deve de ev sahipliği yapıyor. Tabii bu durum abartı ve efsaneleri de beraberinde getiriyor. Gerçekleri ve efsaneleriyle okyanusların devlerini bu ay nationalgeographic.com.tr’de keşfedebilirsiniz.

26 national geo graphic

• şubat 2015

FOTOĞRAF: MARK CARWARDINE/GETTY IMAGES


ERKEK DÜNYASININ BİR NUMARALI DERGİSİ

ŞUBAT SAYISI BAYİLERDE iPAD VE iPHONE’DA

GQ.com.tr (-^) facebook.com/GQturkiye (-^) twitter.com/GQturkiye (-^) instagram.com/GQturkiye


National Geographic Channel Daha fazla bilgi için natgeotv.com/tr

Alaska’da Hayatta Kalmak 2 Şubat’tan 27 Nisan’a kadar her Pazartesi, saat 21.00’de

Dünyanın en zorlu yarışmalarını gözler önüne seren “Alaska’da Hayatta Kalmak” dizisi üçüncü sezonuyla geri dönüyor. Askerler, Dayanıklı Atletler, Alaskalılar ve yeni eklenen Kıta ABD’si adlı dört farklı takımda yarışan birbirinden dayanıklı 12 maceracı, Doğa Ana’nın olağanüstü güzelliğinin yanı sıra fark gözetmeyen şiddetiyle de karşı karşıya geliyor. Takımlar yanlarına aldıkları sınırlı ekipmanla parkurları tamamlamaya ve hayatta kalmaya çalışırken, korkutucu zirveler, ölümcül gelgit akıntıları, dev buzullar, dipsiz uçurumlar, vahşi etoburlar ve tehlikeli nehirlerle yüzleşiyor. Bitiş çizgisine giden yolda tek amaçları sınırları sonuna kadar zorlayarak insanın dayanıklılığını test etmek. Kazananıysa takımların kararlılık ve gücü belirleyecek.

28 national geo graphic

• ŞUBAT 2015

Nazilerin Mega Yapıları 11 Şubat’tan 18 Mart’a kadar her Çarşamba, saat 22.00’de

facebook.com/natgeotvturkiye twitter.com/natgeotvturkiye instagram.com/natgeotvturkiye youtube.com/natgeotvturkiye

Nazilerin amacı dünyanın hakimiyetini ele geçirmekti. Ve amaçlarına giden yolda tarihteki en büyük ve en ölümcül askeri teknoloji ve ekipmanları geliştirdiler. 6 bölümden oluşan “Nazilerin Mega Yapıları” belgeselinde Nazilerin ürettiği ileri teknoloji silahlar, devasa terör makineleri ve kitle imha silahlarının hikâyelerini dinleyebilir, tüm bunları tasarlayan mühendisleri tanıyabilir ve savaşın kurallarını yerle bir eden teknolojilere tanık olabilirsiniz.

FOTOĞRAFLAR: NATIONAL GEOGRAPHIC CHANNELS (ÜSTTE); KEVIN HOBAN (EN ÜSTTE)


DİJİTAL KÂŞİFLERİN YENİ ADRESİ

www.nationalgeographic.com.tr


National Geographic’ten

dijital diji di jijita t l kâ ta kkâşiflerin ş fl şi fler erin in yyeni enii ad en adre adresi resi si nati na t on ti onal a ge geog ogra raph phic ic.c .com om.t .trr’y ’yii nationalgeographic.com.tr’yi ziya zi yare ya rett ed edin in ziyaret


2 Yıllık Üyelik • 24 Sayı Dergi • Günlük Hayatın Bilimi •3 30 00 yerine 189 300

Bilim B il günlük hayatımızı nnasıl as etkiliyor? Bu kitabı ookuduğunuzda ku ddünyanız ün değişecek...

1 Yıllık Üyelik

Daha az ppara, ara, ddaha ahha ve daha aazz az stres ve kaybıylla zamann kaybıyla atin yolları yollarrı seyahatin

• 12 Sayı Dergi • Akıllı Gezginin Elkitabı • 145 14 45 5 yerine 99

National Geographic Society Üyelik Sertifikası National Geographic’e üye olarak sadece bir dergiye değil, aynı zamanda bugüne kadar 10 bini aşkın keşif ve araştırma çalışmasına katkı sağlamış National Geographic Society’ye de üye olmuş olacaksınız. NGS üyelik sertifikanız derginizin ilk sayısı ile birlikte sizlere ulaştırılacaktır. * Kitap teslimleri Mart ayı itibariyle yapılacaktır.

ÇAĞRI MERKEZİ 0 850 222 18 59 www.dogusdergi.com


TENDEKİ DESEN Bedeni boyalarla süsleme, dövme, kına, piercing... İnsanoğlu nasıl oldu da asıl giysisini, yani tenini süslemeyi seçti? Ne zaman buna karar verdi? Dövme nerede, neye karşılık geldi? Hangi uygarlıklar, ne zaman dövmeyi lanetledi?

32

national geo graphic • şubat 2015


MODERN D ÖVME

ABD

Tüm sırtı kaplayan bu dövmenin işlenmesi için 70 saatten uzun bir süre boyunca çalışıldı. Dövmede bir araya gelen figürler arasında ünlü oyuncu Jack Nicholson ve It filminin ana karakteri palyaço da yer alıyor.

FOTOĞRAF: JODI COBB/NATIONAL GEOGRAPHIC CREATIVE


34

national geo graphic • şubat 2015


KEŞİŞ D ÖVMELERİ Tayland

Tayland, Wat Bang Phra Budist Tapınağı’nda dövme sanatı bedenlere aktarılıyor. Tapınak her gün, bedenlerini süslemek için gelen onlarca insana ve “dövme keşişleri”ne ev sahipliği yapıyor.

FOTOĞRAF: ALISON WRIGHT/NATIONAL GEOGRAPHIC CREATIVE


36

national geo graphic • şubat 2015


GELİN VE DAMAT ABD

Dövme, gündelik hayatın bir parçası olarak tarihsel yolculuğuna devam ediyor. Günümüzde toplumsal bir atıftan çok, kişisel bir dışavurum niteliğinde olan beden sanatı, evlenmek üzere olan bir gelinin kolunu süslüyor.

FOTOĞRAF: JODI COBB/NATIONAL GEOGRAPHIC CREATIVE


38


Yazı: Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu

B

iraz çam ağacı (özellikle de kabuğu). Bir tutam korozyonlu tunç. Az biraz öd. Bir de zaç yağı tabii (bunun yerine kara boya da olabilir). Tamamını ezip karıştırıp elekten geçiriyorsunuz. Diğer tarafta sirkeyle korozyonlu tuncu öğütüp farklı bir karışım daha hazırladınız mı işin yarısı hallolmuş demektir. Sonrası, bu iki karışımı bir araya getirmek, biraz pırasa suyu ve biraz da su eklemek ve de karıştırmak... Bu tarif günümüzün kablosuz dünyasında arama motorları denilen sonsuz bilgi kaynağından alınmış herhangi bir pasaj değil. Bir uzmana, 6. yüzyılda yaşamış Aetius’a ait. O Aetius’tur ki, kendileri Romalı bir doktor olup, dövme tekniğine dair bilinen en eski metnin yazarıdır ve dövme yapımında kullanılan karışıma dair yukarıdaki tarif de yazarımızın Medicae Artis Principes başlıklı kitabından konuya ilişkin yapılan alıntıdır.

KADIN ŞEKLİNDE KAP

Anadolu, Hacılar I (İÖ 6000’in son çeyreği)

Olasılıkla farklı dövme şekilleriyle bezenmiş kadın şeklindeki bu toprak kap, Kalkolitik Dönem kadınlarının dış görünüşü, giysileri, mücevherlerini yansıtıyor. Kabın üst kesimi bir büstü, alt bölümü ise geniş kalçalara sahip hamile bir kadın bedenini andırıyor. KAYNAK: WOMAN IN ANATOLIA–9000 YEARS OF THE ANATOLIAN WOMAN (KÜLTÜR BAKANLIĞI)


Keltler, Gotlar, Cermenler, dövmeyi Perslerden devşiren Ben daha da eskilerin yöntemlerini merak ederim diyen tarih tutkunlarına ise çakmaktaşından aletlerin kullanıldığı dönemlere bir göz atmaları önerilebilir. Zira kimi uzmanlara göre ilk dövme yapımı aletleri bizzat çakmaktaşından elde edilmiştir. Bu arada bilim dünyasında her konuda olduğu gibi bu konuda da karşıt görüşlere sahip olanlar vardır ve onlara göre de, ilk olarak kemikten yapılmış aletler bu iş için kullanılmıştır. Üzerinde uygulama yapılan kişilerse dünden bugüne aralarında bir sınıflama ya da gruplama oluşturulamayacak kadar çeşitlidir. Ki yazının girişinde, dövmede kullanılacak karışımın hazırlanması konusunda başvurduğumuz Aetius örneğinde bu kişiler Romalı askerlerdir ve askerlerin yüzlerine, kollarına ve/veya vücutlarının başka bölümlerine işlenecek figürlerin adı da yine bu örnekte stigmatedir... Aetius, kitabında yalnızca kullanılacak karışımı tarif etmekle kalmaz, aynı zamanda uygulamayı da anlatır. Tarife göre, önce dövme yapılacak yer pırasa suyuyla yıkanır, sonra kan gelinceye kadar iğnelerle delme suretiyle deri üzerinde bir desen çizilir ve sonra da yukarıdaki karışım, yani “mürekkep” zerk edilir. Vazgeçilirse ne mi olur? Dövmenin en az yukarıda anlatılan örnekteki kadar acılı bir yöntemle silinmesi konusundaki tarif de Aetius tarafından yine aynı kitapta gözler önüne serilir...

S

tigma/stigmate (Grek–Roma döneminde dövmeye karşılık gelen kelime) veya mentenu (Eski Mısır’da tam bir karşılığı olmasa da, Bremer–Rhind papirüsünde yer alan hiyeroglif, “oyma” veya “oyma baskı” olarak anlamlandırıldığı için dövme konusunda Mısır’a dair referans alınabilecek bir ifade). Söz Anadolu’ya gelinceyse “dövme”, “döğün” (“dövün”) ve hatta “veşim” (kökeni, Arapçadaki veşm). Bir de “dek” ya da “dak” (Arap kökenli ailelere mensup kadınların yaptırdıkları dövmeyi anlatan sözcük)... Ve tabii tattoo (Batı dillerinde kullanılan ama aslında kökeni Okyanusya olup,

Bu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen– Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu’nun dergimizdeki ilk yazısı. 40

national geo graphic • şubat 2015

yalnız Türkiye’de değil, kendi dillerinde buna karşılık gelen bir sözcük mutlaka olsa da günümüzde hemen her ülkede ziyadesiyle kabul gören kelime)... En basit anlamıyla dövme, vücut derisi içine doğal veya doğal olmayan yollarla elde edilen boyaların zerk edilmesi suretiyle yapılan desen ve şekiller olarak tanımlanabilir. Türkçe’de dövme yaptırma işleminin bir zamanlardaki karşılığı, “vücut dövdürtmek.” Aslında, “dövme” terimi Türkçe’de “dövmek” fiilinin isim hali. Dolayısıyla, isim olarak kullanıldığında, dövme aynı zamanda bir eylemi de içermesi nedeniyle, bir anlamda “damga” manasına da geliyor. Peki işe damga manasıyla bakıldığında tarihin derinliklerinde kimlerin vücutları ne için “damga”lanıyor?

K

eltler, Gotlar, Cermenler, dövmeyi Perslerden devşiren Grekler, Romalılar, Eskimolar, Çukçiler... Ve diğerleri... Tarihin şu ya da bu döneminde, dünyanın herhangi bir noktasında biçimleniveren dövmeler öyle çeşitli ve öyle yüksek sayılarda ki, sadece teknikler arasında bir genelleme yapmak veya dövme kullanan halklar için bir liste oluşturmak dahi bu yazının sınırlarını zorluyor. Ayrıntıya girildikçe de bir zamanlar insanların dövme uğruna nasıl da inanılmaz acılı işlemlere maruz kaldıkları günyüzüne çıkıyor. Bu konuda Polinezyalılara ait, günümüze kadar ulaşan en eski örnekte, sanatçı is ve sudan yarattığı boyar maddeyi, tahta başlı bir çekiçle desen üzerine vura vura uyguluyor. Çok daha ötelerde, dünyanın bir başka köşesinde, Grönland’da is bir kez daha karşımıza çıkıyor: Qilakitsoq’ta keşfedilen mumyaların yüzlerinde görülen dövmeler de yine basit –ve acı veren– tekniklerle yapıldıklarını ortaya koyuyor. Grönland örneğinde, isin yanı sıra kül ve belli başlı bazı bitkilerin özsuları da devreye giriyor. Ve bu kez iğneler ve bir kiriş yoluyla karışım deri altında ilmeklenerek kurumaya bırakılıyor. Söz konusu topraklarda geç dönemlerde barut da bu karışımda yer alabiliyor. Dövme konusunda en cesur örneklerden biri de Yeni Zelanda’ya, Maori halkına ait. Maoriler


Grekler, Romalılar, Eskimolar, Çukçiler. Ve diğerleri... pigmenti deriye yedirebilmek için küçük, kalem biçiminde kemik parçalarını alıyor ve onların deri altına girmelerini sağlamak için de ahşaptan yapılma çekiçleri kullanıyorlar. Bu arada moko olarak anılan yüz dövmelerinde olay daha da can yakıcı hale geliyor. Mokolar yüz derisi üzerine “oyma” ya da “kabartma” tekniğiyle işleniyor. İlginç yöntemlerden biri de Mayalar’a ait. Fransisken rahibi Diego de Landa’nın 16. yüzyıl ortalarında kaleme aldığı metinde anlattığına göre, Mayalar’da dövme yapımcısı önce deseni, seçtiği mürekkeple vücudun dış yüzeyine işaretliyor, sonra oluşturulan resim kesilip alınıyor ve dövme olarak yapılması hedeflenen işaretlerin, birbirine karışan kan ve mürekkeple deri üzerinde sabitlenmesi sağlanıyor. Ve sonuçta bu öylesine çok dayanıklılık gerektiren bir işlem oluyor ki, çoğu, yaşadıkları acı ve yaralarındaki iltihaplanma nedeniyle yatağa düşüyor. Peki dünyanın bizim tarafımızda kalan bölümünde, atalarımızın geçmişinde dövmeye nasıl bakılıyor? İç Asya’da, Proto–Türklerin ve Hunların, Oglaktı, Pazırık kurganları ve Ukok kurganlarından çıkarılan mumyalaşmış cesetleri üzerinde yapılan incelemelerle bu konuda bir sonuca ulaşılmaya çalışılıyor olsa da kullanılan teknikler çok da net olarak ortaya koyulamıyor. Öte yandan, bu dövmelerin çok profesyonelce yapılmış, sanat değeri yüksek uygulamalar olduğu tespit edilmiş durumda. Kullanılan yöntem konusundaki genel kanı ise, çoğunlukla kömür, is, yağ ve bitki özsuyu karışımından oluştuğu kabul edilebilecek bir boyanın, iğnelerle deri altına enjekte edildiği şeklinde. Örneğin, Barak Türkmenleri’nin günümüze yakın dönemlerde tespit edilen geleneksel dövme yapım tekniği şöyle: Önce dövmeyi yaptıracak –ya da duruma göre uygulamayı yapacak– kişi şekli belirliyor. Sonra bu şekil, yanmış bir kibrit çöpünün isinden yararlanılarak deri üzerine çiziliyor. 3 ya da 9 tanesi bir araya bağlanan iğnelerle derinin “dövülme”sinden sonraysa, koyun ödü ve ocaklarda yanan kazanların altından alınan isle gerekli karışım hazırlanıyor. Bu karışım “dövülme” esnasında deri altına yerleştiriliyor. Ve yaranın bağladığı kabuğun düşmesinden sonra desen ortaya çıkıyor... KAYNAK: THE HISTORY OF TATTOOING, WILFRID DYSON HAMBLY

LİBYAN TASVİRLERİ

Mısır (İÖ 1330)

Mısır’da yapılan arkeolojik kazılar, dövmenin insanın kutsalla kurduğu ilişkinin sembolü olduğunu ortaya koyuyor. I. Seti’nin mezar anıtında keşfedilmiş olan mumyalar arasında savaş tanrıçası Neith’i ifade eden piktografları gösteren dövmeler de (soldan ikinci) var.

D

övmelerin temelinde insanın vücudunu ve ruhunu korumak için yardımcı olacağı varsayılan –ve ilgili toplulukların dinsel inanç ve mitlerine atıfta bulunan– şekil veya resimler yatıyor. Dövme, bedeni boya ile süsleme, kına, beden içine iğne ve ip ya da şerit tel yardımıyla kabartmalı süsler yapma, Afrika’da çok görüldüğü üzere deriyi dekoratif yara izleri bırakacak şekilde kesme (nedbeleme) veya piercing... Beden süslemesi örneklerinin ortaya çıkışında, insanın ilk doğal giysisini –yani derisini– tamamlama, kendini karşı cinse ve ait olduğu topluluğa daha güzel gösterme, aynı zamanda topluluğun inanç sistemine, mitlerine bağlılığını ifade etme; diğer bir anlatımla o topluluğa aidiyetini belli etme ve bunun yanı sıra, şekillerden, desenlerden koruma anlamında yarar bekleme gibi pek çok değişken rol oynuyor. Tüm bu sayılanlar, aynı zamanda dövmenin böylesine yaygınlaşması ve günümüze kadar ulaşmasında da etkili olan unsurlar. Aslında bedenin süslenmesi yaklaşımı D öv me

41


YÜZÜ D ÖVMELİ ADAM

Paskalya Adası

Polinezyalılar tarafından olabildiğince doğuya taşınan dövme sanatı, Paskalya Adası’nda da önemli bir role sahipti. Kabile liderinin seçkisi sonucunda en güzel dövmeye sahip olanlar bir tepeye çıkarılıp vücutları sergilenirken, kötü bir şekilde dövmelenmiş olanlar da başka bir tepeye çıkarılır ve kendileriyle alay edilirdi. KAYNAK: TATTOO HISTORY: A SOURCE BOOK, STEVE GILBERT


TANRIÇA HEYKELCİĞİ

Anadolu, Çatalhöyük (Neolitik Çağ, İÖ 6 binin ilk yarısı)

Bilim dünyası, Anadolu ve Mezopotamya’da dövme uygulamalarına ilişkin kesin bir bilgiye sahip değil. Bedeni kırmızı motiflerle süslenmiş bu tanrıça heykelciğinin yanı sıra diğer bazı heykelciklerin gövdelerinde de görülen süslemeler, erken dönemlerde dövmenin varlığına işaret ediyor olabilir. KAYNAK: WOMAN IN ANATOLIA–9000 YEARS OF THE ANATOLIAN WOMAN (KÜLTÜR BAKANLIĞI)


Dövme, uygulama sırasında akan kan ve yaşanan büyük acı

öncesinde, yukarıda sayılan örneklerin yanı sıra dövmenin de üzerinde yükseldiği kültürü şekillendiren çok önemli bir diğer unsur daha var: Hayvan derisi. Paleolitik çağda, insanın doğa koşullarıyla savaşmak ve örtünmek için üzerine bir şeyler geçirme zaruretinin ötesinde bir anlam taşıyor postlar. Nitekim, aynen dövme örneğinde olduğu gibi, kutsal sayılan hayvanların postunu giymek de kendi içinde farklı anlamlar içeriyor. Boğa, aslan, kaplan, at ve hatta koyun ya da koç, gücün yanı sıra berekete, soyun devamlılığına işaret ediyor. Bu arada içerdikleri anlamlar arasında yeniden doğuş ve ölümsüzlüğün garanti altına alınması da yer alıyor. Orta Asya’nın İslam öncesi ve sonrası Türk sanatı tasvirlerinde ve yine Anadolu’da üretilmiş bazı Türk minyatürlerinde de kahramanların, hükümdarların, din adamlarının hayvan derisi üzerine oturur şekilde veya hayvan derisini üzerine almış biçimde (en çok da kaplan derisiyle) ya da hayvan derisinden yapılmış giysiler kuşanmış, bazen de hayvan derisi desenlerinden yapılmış kıyafetlere bürünmüş halde tasvir edilmeleri dikkat çekiyor. Doğa koşullarına direnmek ve örtünmek üzere kuşanılan hayvan postlarından, günümüzün yüksek teknoloji şaheseri hazırgiyim ürünlerine uzanan o çok uzun çizgide, aralarda bir yerlerde,

44

national geo graphic • şubat 2015

bazen düz, bazense üzerine dövme yapılmış deriyi andıran desenler içeren giysiler yer alıyor. Sanat tarihi ve arkeoloji çalışmaları da ortaya çıkarılan bu tür örnekleri içeriyor. Ve araştırma sonuçları, günümüze uzanan bazı halkların geçmişlerine bakıldığında elbise desenlerinin hiç de gelişigüzel yapılmadığına, aksine dövmelerdeki gibi dinsel, kimi kez de büyüsel ve mitsel anlamlar içerdiğine işaret ediyor. Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan tılsımlı gömlekler bu konuda güzel bir örnek oluşturuyor. Müzede yer alan Osmanlı padişah elbiseleri koleksiyonundaki tılsımlı gömlek sayısı seksen yedi. Kötülüğe ve savaşta düşmana karşı korunma, başarı kazanma –ki bu açıdan, savaşlarda giyilen zırh şekil ve simgeleri ile benzerlik gösterirler–, hastalıktan kurtulma, belalardan uzak durma, aşkta kazanma gibi, yani dövmelerde de gözlenen amaçlarla yapılmış bu gömleklerde hayvan figürleri, silah şekilleri, astrolojik şekiller ve simgeler de yer alıyor. Kuzey Amerika ve Kuzey Sibirya’nın –bazıları Türk kökenli olan– halklarının tarihinde de dövmeler, takılar, elbiseler ve üzerlerindeki simgeler birbiriyle ilişkili ve birbirlerini tamamlar şekilde benzer anlamlar içeriyor. Örneğin Tlingitler, geçmişte, kış festivallerinde yaptıkları yüz dövmelerinde önem verdikleri hayvanları sergiliyor ve bunların benzerlerini elbiselerinde de korumaya


nedeniyle kahramanlık ve güç simgesi olarak kabul ediliyor.

özen gösteriyor. Bu da servet ya da statü simgesi olarak kullanılıyor. Athapaskanlar’da yapılan dövmeler de giyim ve eşyalar üzerindeki şekillere benzer anlamlar taşıyor. Kuzey Asya topraklarında elbise kuşakları, amuletler, bilezikler ve dövmelerin desen ve motifleri ortak anlamlara işaret ediyor. Elbise desenlerine benzer şekildeki dövmeler yüze, kollara ve göğse işleniyor. Tarihten bugüne genel olarak özetlenirse dövme, toplumsal statünün önemli bir simgesi. Sahibinin rütbe, mevki ve yeteneğinin göstergesi. Yetişkinliğe geçişi simgeliyor, yani bir aşamadan diğerine ya da daha üst bir rütbeye geçişi ifade ediyor. Uygulama sırasında akan kan ve yaşanan büyük acı nedeniyle kahramanlık, güç ve erkeklik simgesi olarak da kabul görüyor. Kişinin hangi toplum ya da kabileye ait olduğunu anlatıyor. Kötülükten, kötü ruhtan ve şeytandan koruyucu olarak algılanıyor; hastalıkların iyileştirilmesine yardımcı olduğu düşünülüyor ve büyüsel bir işaret ya da sağaltıcı olarak kullanıldığı da oluyor. Bu arada bazı topluluklarda, yaşamını yitiren bireyin ölüler dünyasına geçişte engellerle karşılaşmasını önleyen işaretler olarak değer yüklenirken, kimi topluluklar açısından da kişinin cennete kabulünü sağlıyor. Ve tabii daha güzel görünmeyi sağladığı, cinsel çekiciliği de artırdığı düşünülüyor...

D

övmeler eski Türklerde, Avrasya’da Türk topluluklarının yayıldığı yerlerde ve günümüz Türkiye topraklarında da geçmişten bugüne çeşitli anlamlar ve fonksiyonlar yüklenmiş. Bazı araştırmacılar Pazırık ve Ukok mumyalarındaki dövmelerin acıdan kurtulmak üzere yapılan şifa verici şekiller olduğunu ileri sürüyor olsa da, genel kanı bunların daha geniş bir anlama sahip olabileceği yönünde. Proto–Türk ve Hun dönemine ait olarak kabul edebileceğimiz, Oglaktı, Pazırık ve aynı kültüre dahil olan Ukok kurganlarındaki kadın ve erkek mumyaları üzerindeki dövmeler incelendiğinde, bunların çoğunun gerçek veya gerçeküstü hayvanları yansıttığı görülüyor. Ki bu noktadan hareketle, sanatın diğer alanlarında olduğu gibi dövmelerde yer alan geyik, koç, balık, kaplan, grifon ve benzeri hayvan tasvirlerinin “hayvan–atalar”a ve bu hayvanların çeşitli sembolik anlamlarına işaret ettiği düşünülebilir. Bu arada bazı dövmeler de Türk hayvan üslubunun en önemli simgesel sahneleri olan “hayvanla mücadele sahneleri”ni içeriyor. Sonuçta, “Gök ve Yer” dinine ilişkin inanışlar ve mitler de göz önüne alındığında, dönemde bu dövmelerin pek çok şeyi simgeleyebileceği gerçeği ortaya çıkıyor. Genel olarak bunların kötülüklerden ve kötü ruhlardan korunma, savaşta düşmana karşı başarı kazanma, iyiliğin kötülüğe galip gelmesi,

EL D ÖVMELERİ

Anadolu

Ellere işlenen farklı motifler, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu kültürlerinde önemli bir yere sahip. Bölgede uzun yıllar boyu uygulanan dövmeler, genelde yaşlı kadınlar tarafından ergenlik dönemi yaklaşan genç kızlara işlenirdi. FOTOĞRAF: SELMET GÜLER


D ÖVMELİ SANATÇI Guatemala

Maya zanaatkâr, kireçtaşından bir dikilitaş hazırlıyor. Önemli olayların kaydını tutmak için kullanılan bu taşın üzerindeki ayrıntılar, sanatçının vücudunu süsleyen dövmelerle benzerlik gösteriyor. Mayalar için dövme, savaştaki başarının yanı sıra dayanıklılık, cesaret gibi değerleri temsil ediyordu. ÇİZİM: TERRY RUTLEDGE/ NATIONAL GEOGRAPHIC CREATIVE


ANKA KU KUŞU ŞU

Japonya

Kazuo Oguri tarafından kâğıt üzerinde suluboyayla tasarlanan bu dövme, Japon dövme tekniğinin renk, form, gölge ve ışık kullanımı açısından diğer uygulamalardan ne denli farklı olduğunun kanıtı. Ayrıntıların sabırla işlendiği tasarımlar genellikle cesaret, sadakat, fedakârlık gibi ögelerle bağdaştırılıyor. KAYNAK: TATTOO HISTORY: A SOURCE BOOK, STEVE GILBERT


ERKEK MUMYA

Sibirya

Rus arkeolog S. I. Rudenko ve M. P. Gryaznov tarafından 2. Pazırık kurganından çıkarılan erkek mumyanın omuzları, kolları, sırtı ve bacağında çeşitli dövmeler vardı. Sağ kolundaki dövmenin tamamında (solda) farklı hayvanlar farklı pozisyonlarda betimlenmiş.

KAYNAK: SOUTH SIBERIA, MIKHAIL P. GRYAZNOV (FOTOĞRAF), FROZEN TOMBS OF SIBERIA, SERGEI I. RUDENKO (ÇİZİM)


ERKEK MUMYA

Sibirya

1995 yılında Verh Kal’djin (Yukarı Kal’djin) mezarlığındaki 3 numaralı kurgandan V. I. Molodin tarafından çıkarılan erkek savaşçı mumyasının bedenindeki dövmeler zamana meydan okuyor. Aynı bölgede bulunan mumya dövmelerinin birçoğunu hayvan figürleri oluşturuyor.

KAYNAK: PHENOMENON OF THE ALTAI MUMMIES, RUSYA BİLİMLER AKADEMİSİ


196 ortadan oluşan Yeniçeriler’in her bir ortasının bir

hangi “hayvan–ata”dan türediğini gösterme ve bu atanın koruyuculuğu veya kişinin koruyucu hayvan ruhunun muhafazası altında hayatını sürdürme, öldükten sonra yeniden dirilme, öte dünyaya geçerken hayvanı vasıta olarak kullanma, çekiciliğini arttırmak üzere süslenme ve benzeri amaçlarla yapıldığı söylenebilir. Ayrıca, 2. Pazırık kurganındaki erkek mumyanın ayağında yer alan balık dövmesi ve benzeri bazı hayvan şekilleri de, üreme, soyun devamlılığı, bolluk ve bereket gibi konulara işaret ediyor olabilir. Dövme renginin mavi olması belki gökyüzünü ve Gök Tanrı’yı çağrıştırabilir, hatta ruhların gideceği ve insanın dirileceği âlemi de hatırlatabilir ama sonuçta, dövmenin böyle düşünülerek yapıldığına dair bir kanıt yok. Öte yandan, dövme yapımı sırasında kan akması ve doğal yollarla elde edilen boyanın kanla karışması da derin bir anlam taşıyor. Kanı ifade eden kırmızı aşıboyası ile boyanmış topaklar Proto–Türk ve izleyen dönemlerdeki Hun ve diğer Türk mezarlarında ortaya çıkarıldı. Yapılan araştırmalarda kırmızı aşıboyasının bazen cesetler üzerine sürüldüğü de kanıtlandı. Diğer bazı topluluklarda da görülen –kanı ifade eden– bu boyalar ve boyanmış toprak küreleri ya da topakları hayat sıvısına atıfta bulunuyor. Dolayısıyla, bu yönleriyle yeniden dirilmeye işaret ediyor olabilirler...

50

national geo graphic • şubat 2015

Bu arada, dövme yapımı sırasında duyulan acı, ruhun olgunlaşması ve kişinin bir evreden daha ileri bir evreye geçişini ifade edeceği gibi, dayanıklılık, güçlülük, yiğitlik gibi kavramlara da işaret ediyor ki, Proto–Türk ve Türk halklarının dövmelerinde de bu anlamın gözetildiği bir gerçek... Asya ve Anadolu’daki Türk–İslam devirlerinin başlangıcında dövmenin ne anlamlarda kullanıldığına ilişkin net bir bilgi yok. Osmanlı döneminde, 19. yüzyıl sonrasındaysa dövmeler Avrupa’dakine benzer anlamlarda kullanılıyor. Örneğin dövmenin Yeniçeriler’de kullanımı İngilizlerdekine benzer şekilde: Dövmeleri hangi Yeniçeri ortasına ait olduklarını gösteriyor. (196 ortadan oluşan Yeniçeriler’in her bir ortasının bir simgesi vardı ve bu simge bir nişan olarak vücuda işlenirdi.) Ayrıca Fransa’da olduğu gibi, geç dönemde fahişelik yapan kadınların kollarının damgalandığı da anlaşılıyor ve yine Avrupa’da ya da geç dönem dünya ülkelerinin önemli bir bölümünde olduğu gibi dövmelerin bireyin mahkûmiyetini anlatan birtakım şekil, simge ve işaretler olarak kullanıldığı da görülüyor. Barak Türkmenleri’nde dövmeler bazen sadece süslenme amaçlı, bazen de dinsel–büyüsel nedenlere bağlı olarak yapılmış. Bazı şekiller uğur ve tılsım olarak kullanılmış. Dünyanın farklı yerlerindeki topluluklarda olduğu gibi


simgesi vardı ve bu simge bir nişan olarak vücuda işlenirdi.

dövmelerin tıbbi nedenlerle hastalık ve nazardan korunma amacıyla veya sosyal nedenlerle, bir topluluğa aidiyet belgesi olarak kullanıldığı da görülüyor. Günümüzde Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde geleneksel türden dövmelerin yaygın olarak uygulanmaya devam edildiği biliniyor. Güneydoğu’da ve özellikle de belirli bir yaşın üzerindeki insanlarda görülen dövmelerin içerdikleri anlamlar da çeşitlilik gösteriyor. Ve örneğin Mardin Kızıltepe’de dekkak (erkek) ve dekkakelerin (kadın) yaptığı dövmelere (dek veya dak) sahip kadın veya erkeğin eşi tarafından sevileceği ve onların daha talihli olacağı inancı kabul görüyor.

B

ilim insanları arasında “en eski dövme” denince tarihin tek bir dönemindeki tek bir örneğe gönderme yapılması gibi ortak bir görüş –konu zaman ve mekânda böylesi yaygınlık gösteren bir uygulama olunca– doğal olarak söz konusu değil. Ancak, Avrupa’daki birkaç arkeolojik kazı alanında keşfedilmiş bir alet grubunun Üst Paleolitik dönemde (İÖ 38 bin–10 bin) dövme yapımına işaret ettiği yolunda bazı görüşler var. Boya kaynağı olarak kırmızı aşıboyasından bir diski ve diskin üzerine sokulmuş iğneleri içeren bu aletlerle, bulunan taş veya toprak

figürinlerin üzerinde yer alan desenlerin dönem dövmelerine işaret ediyor olabilecekleri düşünülüyor. Biraz daha yakın ve daha kesin bir bulgu ise bizi Alpler’e, 5 bin 300 yaşındaki bir mumyaya götürüyor. Bu mumyanın üzerinde bulunan dövme sayısı tam 59. Yine yaklaşık olarak benzer bir tarihe, günümüzden 5 bin yıl öncesine ait bir diğer örnek de, yakın dönemlerde, Avusturya–İtalya arasında donmuş halde bulunan bir avcının bedeninde yer alan dövmeler: Sol dizi üzerinde dört yönü gösteren bir şekil, bedeninin böbreğin üzerine rastlayan kesiminde yer alan çizgi demetleri ile bileklerinde ve üzerinde yer alan paralel çizgi demetiyle, dünyanın en eski dövmeleri konusunda örnek oluşturuyor. Mısır’a, XI. Hanedan dönemine uzanan (İÖ 2160–1994) örnekse Tanrıça Hator’un rahiplerinden Amunet’e ait. Mumyası üzerindeki dövmeler Mısır tanrıçası Hator’a dair şekiller barındırıyor. Eski Mısır bu konuda aralarında Osiris tasvirleri de olmak üzere sayısız örnek içeriyor. Bu arada Mısır’da sadece erkeklerde değil, kadınlarda da dövmelerin yer aldığı örnekler öne çıkıyor. Ve bazı araştırmacılara göre, Eski Mısır’da yapılan dövmelerin etkileri yakın uygarlıklar aracılığıyla Çin’e, İskoçya’ya, Japonya’ya ve oradan da Kamçatka ve Kuzey Sibirya kadar ötelere ulaşıyor...

YÜZ D ÖVMELERİ

Anadolu

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da uygulanan geleneksel dövme sanatının figürlerini çoğunlukla ait olunan aşiretin sembolü oluşturuyor. Dövme yaptırmanın güzellik, yoğunluk ve kullanılan figürlerin zorluğu paralelinde maddi ve manevi bedelleri vardı. FOTOĞRAF: SELMET GÜLER


D O ĞU’DA D ÖVME

İran

Türk–İslam devri başlangıcında dövme kullanımına ilişkin kesin bilgiler söz konusu değil. Bazı uzmanlar, 1570 civarında olasılıkla İran’da yapılmış ve Dabbet’ül Arz’ı tasvir eden bu minyatürdeki mitsel figürün gövdesinde yer alan süslemelerin dövmeyi çağrıştırdığı görüşünde. KAYNAK: FALNAMA: THE BOOK OF OMENS, MASSUMEH FARHAD VE SERPİL BAĞCI


P

eki ama dövme topluluklar açısından nasıl bir anlam taşıyor. Diğer bir ifadeyle tarihin her döneminde kullanımı pozitif bir anlam mı içeriyor? Bu konuda da farklı yaklaşımlar var. Örneğin Roma İmparatorluğu sırasında bir dönem sadece kölelerin ve suçluların “damgalanması”nda kullanılıyor dövme. Ancak bu yaklaşım Hıristiyanlığın kabulü ve yaygınlaşmasından sonra aşamalar halinde terk ediliyor. Roma İmparatoru Büyük Constantinus, gladyatörler ve suçluların elleri ve bacaklarına dövme yaptırabileceklerini söylüyor, ancak ilahi güzelliği yansıtan yüzlerine dövme yaptırmalarını yasaklıyor. Papa I. Hadrianus (I. Adrian) İS 787’de her türden dövmeyi Hıristiyanlara yasaklıyor. İzleyen papalar da bu görüşü sürdürüyor ve 19. yüzyıla kadar dövme deyim yerindeyse tamamen unutuluyor. İslami gelenekte de dövme, aynen Hıristiyan ve Musevi geleneklerinde olduğu gibi, pek hoş karşılanmıyor. Öte yandan olasılıkla Japon kültürü ve Uzakdoğu etkisiyle geç dönemlerden itibaren dövme Avrupa ve Amerika’da bir sanat akımına dönüşmekte gecikmiyor. Bir dönem boyunca dövme, İngiliz asilzadeleri arasında bir prestij unsuru haline geliyor. Japonya örneğinde dövmeler 17. yüzyıldan sonra daha çok suçu ifade etmek veya suçlunun mensup olduğu grupları belirtmek için kullanılıyor; yüzyılın sonlarına doğru ise dövmelere erotik anlamlar yüklenmeye başlıyor. Ve “Aşk yeminleri”ni ifade eden dövmeler bedenleri süslemeye başlıyor. Kendilerini halkın koruyucuları olarak gösteren Yakuzalar ise acı verici dövmeleri cesaretlerinin bir kanıtı, gruplarına bağlılık işareti ve aynı zamanda da hukuk dışı olmalarının simgesi şeklinde kullanıyorlar. Asya ve Anadolu açısından bakıldığında, Türk–İslam devirlerinin başlangıcından günümüze dövmeye ilişkin gelen veri hemen hiç yok. Ancak, bu devirlerde yapılan minyatürlerde cinler, devler ve bazı mitolojik figürler olarak ortaya çıkan tasvirlerin üzerinde dövmeye benzer şekil veya süslerin bulunuşu, dövmenin Türklerde ortaçağ Türk–İslam döneminde kullanıldığına dair bir kanıt olarak ileri sürülebilir. Osmanlı dönemine gelindiğindeyse dövme, kullanıldığı zümre ya da bireye göre gerek KAYNAK: TATTOO HISTORY: A SOURCE BOOK, STEVE GILBERT

D ÖVMELİ MOHAVK

Kuzey Amerika

Mohavk lideri Sa Ga Yeath Qua Pieth Tow’un 1710’da yapılan yağlıboya portresi, Amerika Yerlileri’ne özgü dövmelerin en güzel örneklerinden birini gözler önüne seriyor. Yine Kuzey Amerika haklarından olan Haidalar da dönemde dövme örnekleriyle öne çıkıyor (altta).

olumlu, gerekse olumsuz anlamlar içerebiliyor. Örneğin denizcilerde ve Yeniçeriler’de olumlu anlamda kullanılırken, yine aynı dönemlerde hapishane mensuplarında kullanıldığında topluma aykırılık, bir çeteye ait olma, isyan gibi konuları ifade edebiliyor... Simgeler, yapımında kullanılan yöntemler, içerdiği anlamlar, üzerine yapılan yorumlar büyük farklılıklar gösteriyorsa da ortada net olan bir gerçek var ki o da, dövmenin Paleolitik çağdan bu yana toplumların, toplulukların ve yeri geldiğinde de tek bir bireyin, inanç, ritüel, tabu, mit, toplumsal statü, rütbe, korku, umut, amaç ve arzularını ifade etmek üzere büyüsel işaretler ve şekiller ve en sonunda da insan bedenini güzelleştiren bezemeler olarak kullanılageldiği... j D öv me

53


Kırılgan Ruhlar ve Derideki İzdüşümleri... Dövmelerin ne söyledikleri, ne zaman söyledikleri, bu söyleneni kime söyledikleri ve hatta söyleneni ne kadar tekrar ettikleri önemli...

KURUKAFA D ÖVMESİ

ABD

Ayrıntılı bir şekilde ve canlı renkler kullanılarak işlenen kurukafa dövmesi kafatasını kuşatıyor.


Ç

ağdaş ruhbilim alanında çalışan çoğu araştırmacı açısından dövme, “kendine zarar verme davranışları”ndan biri olarak kabul görme eğiliminde. Birçok araştırmada piercing, delme, tekrarlayan estetik cerrahi ya da transseksüel operasyonlar, sadomazoşizm, deride iz bırakma, madde kullanımı gibi uzayıp giden bir listeye dahil edilerek ele alınıyor. Üzerinde pek çok araştırma, sayısız yorum yapılıyor. Bu arada, suç işleme davranışları ile dövmeler arasındaki korelasyon dahi araştırma konuları arasında yer alıyor. Hatta kriminolog Adolf Loos’un geride bıraktığımız yüzyıla ait ifadesiyle, “Eğer dövmesi olan biri, özgür bir adam olarak ölmüşse, bu onun cinayet işlemeden birkaç yıl önce şans eseri öldüğü anlamına geliyor.” Bu satırların yazarı olarak, kimileri gerçekten sanat eseri değeri taşıyan bu “deri tabloları”nı bu kadar katı yargılama taraftarı olmadığımı söylemeliyim. Psikanalitik bir bakış açısıyla dövmeler, psişik dünyanın deri üzerindeki izdüşümleri gibidir. Ne söyledikleri, ne zaman söyledikleri, bu söyleneni kime söyledikleri ve hatta söyleneni ne kadar tekrar ettikleri önemlidir. Kişisel olarak ifade etmem gerekirse, görünür bir yerde bir dövmesi olan insan benim ilgimi çeker. İlk dikkatimi çeken şeyse kompozisyondur. Bazıları sadece bir kelime, bazıları da bir paragraf anlatır. Bazıları ürpertici, bazıları keyif verici olabilir. Renkleri koyu, kontürleri keskin, içeriği öfkeli olabilir. Travmatik bir durum mevcudiyetinin habercisi gibi okunabilir genelde bu dövmeler. Ya da çok renkli, yumuşak hatlı, sevimli olabilir, bu da sahibinin sevilme, bağlanma, beğenilme peşinde olduğunu düşündürebilir. Dikkatimi çeken ikinci şey ise dövmenin yaşıdır. Renklerin tonları fikir verebilir yaş tahmini için. Bir sözün söylendiği kesindir

FOTOĞRAF: JODI COBB/NATIONAL GEOGRAPHIC CREATIVE

bu dövmeyle ama ne zaman söylendiği de çok önemlidir. Bazı sözler edilir, olanca anlamlarını muhafaza ederek deride korunur ve sonra başka sözlere dönüşmek üzere kişinin iç dünyasının tarih sahnesinden silinebilirler ama deriye düşen gölgeleri baki kalır. Ruhsal bir arkeolojik çalışma için bu eski dövmeler çok anlamlıdır. Bazen de benzer bir temayı anlatma derdindeki başka dövmeleri bir arada görebilirsiniz, ki bu da insanda söylemeye çalışılan şey bir türlü duyulmamış ve bağıra bağıra söylenmek zorunda kalmış duygusu yaratır. Peki ama kime söylenir bu sözler? Bakan herkese mi? Çoğu zaman belirgin birine edilmiş sözler gibidirler. Reel ya da imgesel olarak onlara kimin bakacağı, ne duyacağına dair bir fantezi vardır sıklıkla dövmenin sahibinin zihninde. Bu tür dövmeler şanssızdır biraz. Çünkü, hitap edilen kişi önemini yitirdiğinde dövme de anlamını yitirir. Kurtulunması gereken bir yaraya, kötü bir ize dönüşür. Eski sevgili isimleri, geçmişte çok değer verilen ama acı vermiş insanlara ait semboller bu tür dövmelerdendir. Bir de tekrar tekrar, bazen giderek tüm vücudu kaplayacak biçimde, dövme yaptırma davranışları görülebilir. Bu, çağdaş ruhbilimcilerin ruhsal patoloji savlarını destekleyen bir gruba örnek olsa gerek. Bende daha çok dövmelerle bezeli bir derinin arkasına saklanma duygusu yaratıyor bu durum. “Sahte kendilik” psikanalistlerce iyi bilinen bir kavramdır ve içerideki gün yüzüne çıkamayacak kadar kırılgan olan bir “gerçek kendiliği” koruyan yapılanmaları anlatır. Herkesin az ya da çok sahip olduğu bir durum iken bu, bazı kişilerde çok güçlenir, hipertrofiye bir hal alır. İşte tekrarlayan dövmeler biraz sahte kendilik parçaları gibi “kırılgan içeriyi”, dışarının yaklaşmasına izin vermeyecek şekilde, tehditkâr bir tavırla korur... —Didem Aksüt (*) (*) UZM. DR. DİDEM AKSÜT, PSİKİYATR/ PSİKANALİST

D öv me

55


Lazer tarama sistemi kullanan araştırmacılar tarihte bir ilke imza attı ve Çin’in dev mağaraları yeraltının karanlık dünyasından günyüzüne ulaştı... 56


Tırmanışçı Emily Harrington, Güney Çin’de, çökmüş bir mağaradan geriye kalan Ay Tepesi’ne zor yoldan çıkmayı seçmiş. Turistler içinse daha kolay bir seçenek mevcut: Kemerin altındaki manzara noktasına asfalt, tepeye de toprak bir yol uzanıyor.


Fotoğrafçının ışığı, yüzölçümüne göre değerlendirildiğinde dünyanın en büyük ikinci mağara salonu kabul edilen Miao’daki yeşile çalan Getu He Nehri’ni aydınlatıyor.




Taş Ormanı, Güney Çin’in Kunming kenti yakınlarında, aşınmış ve erimiş kireçtaşından oluşan labirentimsi bir dünya. Burayı ilk ziyaret edenler, kaya oluşumlarına “Ay’a hayran kalan gergedan” ve “eriklere methiye düzen taşlar” gibi adlar vermiş.


YAZI: MCKENZIE FUNK FOTOĞRAFLAR: CARSTEN PETER

Ç

in’in –ve dünyanın– en büyük mağara salonlarından birinin zemininde, çamurun içinde çömelmiş haldeyiz. Sadece nefesimizin sesini duyuyoruz. Bir de uzaklarda bir yerlerde pıt pıt damlayan suyun sesi var. Görebildiğimiz yegâne şey boşluk... Sonra, lazer tarayıcıya bağlı bir dizüstü bilgisayarın ekranına dönüp bakıyoruz ve Hong Meigui Salonu kendini gösteriyor. Şu anda salonun tavanına doğru süzülüyoruz. Tarayıcının ışınlarını engellememek amacıyla çömeldiğimiz çamurun 290 metre kadar üzerinde, katedral kemerini andıran bir kavis çiziyor bu tavan. Ve şimdi de bir göl üzerinde asılı kalıyoruz bir süreliğine. Ardından, karşı kıyıda, kumsalda yere iniyoruz. “Google Earth gibi,” diyorum ben. Bilgisayarın başındaki yerbilimci Daniela Pani’ye göreyse “aynen Matrix filmindeki gibi.” Mağaranın dijital versiyonu, gerçek yaşamda deneyimlenenden çok daha gerçek görüntüler sunuyor. Gerçek mağaralar karanlık olur. Zifiri karanlık. Büyük bir salonda önünüze ya da yukarıya baktığınızda, eskilerin karpit lambalarından kat kat fazlasını aydınlatan modern LED kafa lambalarıyla dahi olsa, ancak 50 metreye kadar uzanan bir alanı görebilirsiniz; daha fazlasını değil. Sis ya da uzayıp giden boşluk, en parlak ışığı bile yutar. Daha fazlasını görmeyi istemek de fazlasıyla doğaldır. Andy Eavis de işte bu daha fazlasını görme isteğiyle, 30 küsur yıl önce, Güney Çin’e gelmiş. Genel olarak karst olarak bilinen ve düdenleri, kayadan kuleleri, sipsivri kayaların 62

national geo graphic • şubat 2015

dantel gibi birbirine girdiği kaya ormanları ve yağmur sularının çözünebilir bir ana kayacı –genelde kireçtaşı– asırlar boyunca eritmesiyle oluşup yok olan nehirleriyle başka bir dünyaya aitmiş gibi görünen coğrafi özellikler, en yoğun olarak, günümüzde halen dışa kapalı sayılabilecek bu ülkedeymiş. Ve çünkü, yeryüzünün henüz belgelenmemiş mağaraları arasında en yüksek sayıyı oluşturan bu örnekler, geleneksel Çin tablolarında resmedilen, simgeleşmiş görüntülerin birebir kopyası olan bir yeşil dağ manzarasının içinde –ve altında– yer alıyormuş. Ki Eavis’in yıllar içinde defalarca ve bu kez de, kullanmaktan aşınmış mağaracılık çantaları yeni dizüstü bilgisayarlar, bataryalar ve 100 bin dolar değerindeki kiralık bir üçboyutlu lazer tarayıcıyla tıka basa dolu halde Çin’e gelmesinin nedeni de yine bu. Teknoloji bir mağarada gözün göremediğini yakalayabilir. Eavis’in planı da dünyanın en büyük salonlarının en az üçünde bir ay geçirmek, tarayıcıyı çalıştırmak ve tarihte ilk kez kesin ölçümlerini elde etmek. Plastik imalat sektöründe bir servet yapmış olan kır saçlı, tıknaz yapılı, neredeyse 70 yaşındaki bu İngiliz’in kilometreye vurulduğunda günümüzde yaşayan herkesten daha fazla alan keşfetmiş olduğu sıkça dile getirilir. Eavis’in öncülük yaptığı keşif gezilerinde belgelenmiş yeni mağara kollarının uzunluğu 530 kilometreyi

Cedar Wright, Matt Segal ve Emily Harrington, Enshi Kanyonu’nda kireçtaşından bir kuleye çıkıyor.



buluyor, üstelik çalışmalarının sonu da gelmiş değil. “Ben bunun için mağaracılık yapıyorum,” diyor. “Keşfetmek için. Mağaracılıkta ilk olma şansınız var. Keşfedilecek ülkeler, kıtalar kalmış olsaydı geriye, onları da keşfetmek isterdim.” Bugün İngiliz Mağaracılık Kurumu’nun başkanı olan Eavis, Çin’e ilk olarak 1982 yılında gelmiş. Endonezya’daki bir keşif turundan dönüşte, Çin’in nemli güneydoğusundaki karst başkenti Guilin’de verdiği kısa bir molaymış bu. Zirvelerle çevrili kent ve kentin içinde yer aldığı Guangxi bölgesi o günlerde çok farklıymış. Bisiklet çok, araba azmış. Mavi iş kıyafetleri içindeki köylüler yabancıların yanına eskort olarak verilirmiş. 64

national geo graphic • şubat 2015

Eavis ve ortağının, o gezide, turistik programın çoğunu es geçip Karst Jeolojisi Enstitüsü’nden yetkililerle buluşmasıyla kurulan ilişki, izleyen 30 yıl boyunca İngiliz ve Çinli mağaracıların kireçtaşı dünyasına yaptığı yolculuğun da temelini oluşturmuş. Üstelik keşifleri de Çin’in aynı süre içinde geçirdiği dönüşüm kadar hızlı ve çarpıcı bir biçimde gelişmiş. Eavis bu kez 10 mağaracıdan oluşan uluslararası bir ekiple Guilin’de. Oraya ulaştığımızda, artık nüfusu 1 milyona yuvarlanmış olan kentte taksi ve motosikletlerin homurtusu karşılıyor bizi. Otoyolları, süper lüks dev AVM’leri, büyümeyi beslemek için taş ve maden


Yabancı tırmanışçı ve dağcılar 20 yıl önce yakınlardaki kaya oluşumlarını ziyaret etmeye başladığında, Yangshuo kendi halinde bir köymüş. Bugünse yerli turistlerin sayısı yabancılardan çok daha fazla.

tarayıcıyı kullanıyor olacak. 2009 yılında Bristol Üniversitesi’nden emekli olan ünlü karst uzmanı Smart’ın profesörlere yakışan bir sakalı ve yüzünde hep yamuk yumuk halde duran bir gözlüğü var. Modern bir desandör –mağarada iple iniş sırasında hızı kontrol eden alet– kullanmak için ikna edilmesi gerekiyor; çünkü kendisine göre eskisi de gayet iyi çalışıyor. Ancak lidar olarak da bilinen lazer taraması gibi bir yenilik karşısında tutucu davranmak şöyle dursun, aksine aşırı heyecanlanıyor. Çünkü aksi takdirde “mağaracılık sisler içinden bakmak gibi” kalıyor. Çin’de yaşanan tüm değişime rağmen, Guilin’den batıya, en büyük mağara salonlarına doğru yol alırken Smart’ın uzman gözüyle yaptığı tanımın coğrafyaya halen uyduğunu görüyoruz. “Yukarıdan bakınca,” diyor, “girintileri ve çıkıntılarıyla bir yumurta kabını andırıyor.”

ocaklarına dönüştürülen zirveleriyle yeni Çin, ekip açısından şaşkınlık verici bir görüntüde. Özellikle de ekip üyelerinden Richard Walters ile Peter Smart için. İkili, 1985–1986 yıllarında, çığır açan Çin Mağaraları Projesi’ni oluşturan ve sayıları artık 25’e kadar ulaşan keşif gezilerinin ilkinde Guilin’de Eavis ile berabermiş. Bugüne kadar da bir daha gelmemişler. Bu araştırma sırasında, telekomünikasyon girişimcisi Walters, daha önceki çalışmalarında Akdeniz’de II. Dünya Savaşı’ndan kalma batıklar keşfetmiş ve doğup büyüdüğü Sardinya Adası’ndaki mağaralarda astronotluk eğitimine destek vermiş olan Pani’yle birlikte

TARAMAYI PLANLADIĞIMIZ İLK SALON olan Hong Meigui’nin yüzölçümünün yaklaşık sekiz futbol sahası kadar olduğu düşünülüyor. Dünyanın bilinen en büyük mağara salonlarına ilişkin, mağaracılar arasında elden ele dolaşan 2012 tarihli listede –Malezya, İspanya, Umman, Belize ve Çin’in diğer yerlerindeki bazı rakiplerinin ardından– sekizinci sırada yer alıyor. Hacim olarak kaçıncı sırada yer aldığı sorusunu ise yapacağımız üçboyutlu çalışmayla biz yanıtlamayı umuyoruz. Keşif gezisinin bu ilk bölümündeki ana üssümüz yeraltında bir kamp değil; Çin Mağaraları Projesi tarafından ilk ziyaret edildiğinde nüfusu 5 bin olan Leye kentindeki, fabrika büyüklüğünde eski bir otel. Bu kentin nüfusu da artık bir zamanlardakinin katbekat üzerinde. Karst Enstitüsü uzmanlarının, varlığından 1998 yılında haberdar olduğu ve Çin Mağaraları Projesi’ninse bundan iki yıl sonra araştırdığı, gerek eni gerekse derinliği 610 metre olan yakınlardaki Dashiwei Tiankeng’i görmeye gelen turist sayısı da yılda 160 McKenzie Funk’ın yeni kitabı Windfall: The Booming Business of Global Warming (Talih Kuşu: Küresel Isınmayla Canlanan İş Dünyası) başlığını taşıyor. Carsten Peter’ın Vietnam mağaralarına dair fotoğrafları Ocak 2011 sayımızda yer almıştı. Çİ n Mağa r a l a rı

65


ÇİN’İN YERALTI KRALLIĞI Güney Çin, yeryüzünün karst adı verilen aşınmış topoğrafyasının en yoğun olarak bulunduğu yer. 600 küsur milyon yıl boyunca denizle kaplı olan bu bölgede, kireçtaşı dahil olmak üzere, kilometrelerce kalınlıkta tortul katmanlar birikmiş. Jeolojik oluşumların yükselmesi ve erozyona uğraması, bugün görülen devasa mağaraları oluşturmuş.

GUİZHOU Guiyang

ZİYUN GETU HE CHUANDONG ULUSAL PARKI,

Pekin

Karst

ÇİN

Enshi Kanyonu

Kunming BÜYÜTÜLMÜŞ ALAN

YUNNAN

Guilin

Guilin

TAYVAN

Dashiwei Tiankeng ve Hong Meigui GUANGXİ Salonu Nanning

H VİETNAM on g (K ız ıl

) 0 km

Yüzey: Yaklaşık 99 m yukarıda

Üçboyutlu tarama, daha önce bilinmeyen bir geçidin yanı sıra, karanlıkta görünmeyen başka özellikleri de ortaya çıkardı.

i

Ma¤arası Fengshan Crown Yangshuo LEYE–FENGSHAN Moon JEOPARKI Tepesi

Leye

TAŞ ORMANI JEOPARKI

BÜYÜTÜLMÜŞ ALAN

Gebihe ve Yanzi ma¤araları

L

Titan

100

Yu

ÇİN zi rfe Kö n i k Ton

Yağışlı dönemlerde mağaradan akan dere, salonu derinleştirip zeminde yatan kayaların yerlerini değiştiriyor. Zaman zaman yerdeki bir bacadan da su yükseliyor.

Boyu 45 metreye ulaşabilen dikitler, yeryüzündeki en büyük dikitlerden bazıları ve salonun ne kadar eski olduğunun da bir göstergesi.

Miao Ziyun Getu He Chuandong Ulusal Parkı, Guizhou Eyaleti

ÇİN’DEKİ

SÜPER MAĞARALAR Araştırmacılar Güney Çin’in konik doruklar, kemerler ve helezonik yükseltilerle kaplı topraklarının altında, yeryüzünün en büyük yeraltı salonlarının bir bölümünü keşfetti. 2013 yılında İngilizlerin önderliğinde gerçekleştirilen keşif gezisinde kullanılan son teknoloji lazer tarayıcı, bazı mağara sistemlerinin daha önce görülmemiş derecede ayrıntılı bir biçimde ölçümlendirilmesini sağladı. Aralarında, maksimum yüksekliği 191 metreye ulaşan ve dünyanın bilinen en büyük ikinci salonu olarak kabul edilen –ve burada orijinal lazer verileriyle modeli çıkarılan– Miao’yu içinde barındıran Gebihe mağara sistemi de vardı.

Devasa iki kubbeyi 852 metre uzunluğunda bir galeri birbirine bağlıyor. Miao’nun tek bir salon mu, iki salon mu, yoksa dev bir galeri mi olduğu sorusu henüz yanıt bulmuş değil.


Gebihe Mağara Sistemi

MAĞARACI CENNETİ Yeryüzündeki en büyük mağaraların bazıları, Guangxi ve Guizhou eyaletlerinde, kalın kireçtaşı tabakasının altında bulunuyor. Gebihe mağara sisteminin sonunda yer alan Miao, yeraltındaki büyük bir akarsu yatağının bir parçası ve yüzölçümü açısından, Malezya’daki Sarawak’tan sonra, dünyanın bilinen en büyük ikinci mağara salonu.

Shuitang He Nehri yerin altına dalıyor

JUAN VELASCO, MARTIN GAMACHE VE LAUREN JAMES. ÇİZİM: STEFAN FICHTEL, IXTRACT GMBH. TARAMA İÇİN VERİ HAZIRLIĞI: JOE BEECHING, 3D LAZER HARİTALAMA KAYNAK: ANDY EAVIS, TIM ALLEN, RICHARD WALTERS, PETER SMART, DANIELA PANI, JANE ALLEN VE MARK RICHARDSON, ÇİN MAĞARALARI PROJESİ; ZHANG HAİ, KARST JEOLOJİSİ ENSTİTÜSÜ, GUİLİN, ÇİN

Getu He Nehri batıyor

MİAO

K

(altta büyütülen alan) 305 m

Dere yerin üstüne çıkıyor

LAZERLE TARANMIŞ SALONLAR AD

Lazer tarayıcının göremediği yerlerde veri boşlukları veya “gölgeler” beliriyor.

Üçboyutlu lazer taraması, mağara çöktüğünde düşen kaya döküntülerini ortaya çıkardı. Araştırmacıların bu döküntüleri inceleyerek, mağaranın nasıl büyüdüğünü daha iyi anlayabilmesi mümkün.

DÜNYADAKİ SIRASI

Miao İkinci en geniş

191 m

852 m

118.000 metrekare Titan Beşinci

54.000 metrekare Hong Meigui Sekizinci Boeing 747 (ölçek referansı olarak koyulmuştur)

48.000 metrekare

Ekip üyeleri mağaraya erişmek için, mağara girişindeki baraj gölünü kayıklarla kat etti.

C Hi na C av es

67



İngilizlerin önderliğindeki keşif gezisinin üyeleri, yılda 127 santimetreden fazla yağış alan Guizhou ilinin güneyindeki Titan Salonu’na giderken bir yeraltı gölünde mola vermiş. Göl yağmurlarla oluşuyor, yağışlar durunca da yok oluyor.


bini buluyor ve hatta aşıyor. Bu arada Eavis’in bir fotoğrafı da yerel müzede sergileniyor. Hong Meigui’ye ulaşmak için arabayla –her gün– kente pek de uzak olmayan bir otoparka kadar gidip tulumlarımızı giyiyor, emniyet kemerlerimizi kuşanıyor, kask ve kafa lambalarımızı takıyor, sonra da bir–iki dakika boyunca ormanlık dağ yamacında pek de ilgi çekici bir ■ NGS Fonu Gerek İngilizlerin önderliğinde gerçekleştirilen mağara keşif gezisi, gerekse Cedar Wright, Emily Harrington ve Matt Segal tarafından yapılan kaya tırmanışı keşif gezisi National Geographic Society üyeliğinizle desteklenmiştir.

70

national geo graphic • şubat 2015

görüntü oluşturmayan sıradan denebilecek bir açıklığa yürüyoruz. Çiftçilerin, tavandan sarkan bir kaya parçasından damlayan suyu toplamak için kullandığı beton sarnıcın yanından geçince mağara birdenbire soğuyor, sarplaşıyor, kararıyor. Çok kısa bir süre sonra artık başka bir dünyadayız. Grubun en iyi iki mağaracısı olan Tim Allen ve Mark Richardson, –olasılıkla 5 ve 15 metrelik– iki kısa ip inişi hazırlamış durumda. Bunun dışında hep yürüyoruz. İlk inişimde, bir saate yakın bir süre Tim’in eşi –kendisi de uzman bir mağaracı olan– Jane Allen’ı izliyorum. Kafa lambalarımızın ışığında parıldayan, basamak


Wright, Taş Ormanı’nda bir kulenin zirvesinde dengede duruyor. 270 milyon yıl önce sığ bir denizde biriken kireçtaşı, yoğun tropik yağmurlar sonucunda aşınmış.

yerlerde –tam uzaklığını kestirmek zor– birinin kafa lambasının ışığı yukarı aşağı hareket ediyor. Döküntü dolu bir yamaçtan tırmanmaya başladığım zaman deneyim benim açımdan tanıdık bir hal alıyor. Yamaç öyle büyük, ben öyle yavaş ilerliyorum ve zemin öyle zorlu ki, sanki yıldızsız bir gecede dağa tırmanıyorum.

basamak havuzlardan inip yüzeyin bir çamur nehrini andırdığı, boru gibi uzanan dümdüz bir geçide giriyoruz. Hong Meigui Salonu’na girdiğimizde yaşadığım his baş döndürücü olduğu kadar tanıdık da. Büyük olduğunu anlıyorum, çünkü pek bir şey göremiyorum; kafa lambamın ışığı artık tavana veya duvara vurup geriye yansımıyor. Havada zerrecikler yüzüyor, çünkü buraya rüzgâr bile erişemiyor. Damperli kamyon büyüklüğünde bir kaya, olağanüstü bir yükseklikten düşmüş. Kraterini, sıçrayan çamurun oluşturduğu bir şok dalgası çevreliyor. Ekip ona “meteor” adını veriyor. Uzaklarda, galerinin diğer ucunda bir

MAĞARALARIN BELİRLİ BİR ŞEKLİ olmaz. Dolayısıyla bir mağara salonunun nerede bittiğini, sınır hatlarının nereye çizileceğini belirlemek zor olabiliyor. Hangileri salon, hangileri sadece bir galeri? Bu soru ekip üyeleri arasında sürekli tartışma konusu, çünkü mağara araştırmacıları bir tanım üzerinde anlaşamazsa, üçboyutlu taramanın nihai hedeflerinden biri –yani, dünyanın en büyük salonlarının hacim açısından sıralanması– imkânsızlaşıyor. Bilinen en büyük salon, Malezya’da yer alan ve Eavis’in yanında iki kişiyle birlikte 1980 yılında keşfedip 2011 yılında taranmasına yardımcı olduğu Sarawak. Hacmiyse tahminlere göre 9,57 milyon metreküp. Tarama ekibinin yanına ulaştığımda, meteorun yakınında, üzerinde çatlaklar oluşmuş çamurun içinde, göl kıyısına ve mağaranın görünmeyen tavanına uzanan dik bir kireçtaşı duvarın yakınlarındalar. Bu nokta, Hong Meigui’deki 17 tarama istasyonundan biri (sayıları çok, çünkü lazer tarayıcı da insan gibi bir köşenin veya kayanın arkasını göremiyor). Tarayıcı lazer sinyalleri gönderip geri yansımalarının ne kadar zaman aldığını ölçüyor. Böylelikle, ışık hızı temel alındığı için, mesafeler de kolayca belirleniyor. Bizim kullandığımız model mimarlık, mühendislik, madencilik ve bu örnekle birlikte ilk kez mağaracılıkta kullanılan bir Riegl VZ–400. Yaklaşık bir insan kafası büyüklüğünde metal bir silindirden oluşuyor ve 9,5 kilogram ağırlığında. Üstelik bu rakama 4 kilogramlık iki batarya, tripod, bilgisayar ve kabloların ağırlığı dahil değil. Çalıştığında yaklaşık olarak göz hizasında 360 derece dönerek, maksimum 610 metre yarıçapındaki her şeyin saniyede 122 bine kadar ölçümünü alıyor. Walters, tarama istasyonunu kurmak için önce bir su terazisiyle tripodun düz durduğunÇİ n Mağa r a l a rı

71


Dev Miao’dan yokuş yukarı çıkınca, Miao azınlığının üyeleri olan ve aynı mağara çatısı altında yaşayan 21 aileyle karşılaşıyorsunuz. Yaşlılar, bahar aylarında güvenilir olduğu için buraya geldiklerini söylüyor. Mağarada bugün bir basketbol sahası var, yakın zamana kadar içinde bir de okul varmış.



dan emin oluyor. Pusulayla tarayıcının yönünü belirliyor ve ardından 43 santimetrelik yeni bir dizüstü bilgisayarı su geçirmez kabından çıkarıp Pani’ye veriyor; Pani kucağında bilgisayarla çamurun içine yerleşiyor. Eavis uzakta değil, çantaları lazerin görmeyeceği yere çektiği sırada aşırı titiz Pani’yi sık sık sinirlendirse de, genel olarak süreci hızlandırmaya çalışıyor –bu mağara ne kadar hızlı taranırsa, o kadar çok salon görebileceğiz. Mavi–yeşil bir Ethernet kablosunu Daha fazlası için Tırmanışçı Wright, Harrington ve Segal’in Çin’deki iniş–çıkışlarının devamı için ngadventure.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

74

national geo graphic • şubat 2015

bilgisayara takıp lazer tarayıcının bir düğmesine basıyorlar ve cihaz aniden canlanıyor. Ekipte herkes nefesini tutmuş beklerken kafa sessizce kendi ekseninde dönüyor. Üç dakika sonra sonuçlar Pani’nin bilgisayarında beliriyor. Görsel siyah–beyaz, çözünürlüğü de düşük. Ama tek kelimeyle müthiş. Karanlıkta, çamurda çömelmiş halde parlak ekrana bakarken, Pani bizi sanal mağarada uçuruyor. Ve sonunda nerede olduğumu görebiliyorum. Bedenimden ayrılıp gitmişim gibi bir his içindeyim. KEŞİF GEZİSİ MİAO VE TİTAN adlı iki büyük salona doğru devam ederken, Hong Meigui’nin


Bir tekneci, yerin altından çıkan Poxin Nehri’nde turist gezdiriyor. Nehir, içinde 610 metre derinliğindeki çökmüş bir mağara olan Dashiwei Tiankeng’in de bulunduğu geniş jeoparkın bir parçası.

Çin’deki varlığının, büyüklüğünden öte bir farklılık daha içerdiğini anımsıyoruz. İlk olarak 2001 yılında yabancı mağaracıların araştırdığı salonda tek bir ayak izi bile yoktu. Belki de, girişindeki iki sarp kayalık, yerli halkı uzak tutmuştu ondan. Oysa, Çin’in güneyindeki mağaraların çoğunda insanların geçmişi en az iki bin yıl öncesine, Qin ve Han hanedanlıklarına kadar uzanıyor. O dönemlerde yeraltında yapılan araştırmalar, karstik bölgelerde bol olduğuna inanılan qi, yani yaşam enerjisini bulmayı amaçlıyordu. Dikitler ve kalkerli çökel havuzlarından ilk afrodizyak ve ilaçlara malzeme de sağlanıyordu; mağara salonları dua yerlerine dönüşmüştü. Günümüz-

de de çiftçiler mağara girişlerini tahıl depolayıp kurutmak için kullanıyor. Hong Meigui’ye doğru yola çıktığımızda, Guilin’in sekiz saat batısında, 930 kilometrekarelik Leye–Fengshan Jeoparkı’nın içinde yer alan Fengshan’da durmuştuk. Burada halka açık olan ve içinde iki şeritli bir yol, bir açık hava müzesi, bir de amfiteatrın bulunduğu Chuanlongyan adlı büyük bir mağara vardı. Bir gün öğle sonrasında yolda yürüyüşe çıktığımda, müzenin otoparkının uzak bir köşesine motosikletlerini park etmiş, karanlıkta öpüşen genç bir çift görmüştüm. Jeoparkın kadrolu, yabancı uzmanı olan Fransız mağaracı Jean Bottazzi, “Bir mağaranın en ideal kullanımı bu işte,” demişti. Bottazzi, Eavis ve Smart, çevre mağaraların kabataslak taramalarını Fengshan’da bir bölge yetkilisine gösterdi. Yetkilinin ilk sorusu ise, bir mağaranın hangi kesimlerinin güvenli olmadığını anlayıp anlayamadıkları oldu. Mağaracılıktaki başarısını kısmen bürokraside yolunu bulma başarısına da borçlu olan Eavis, anında olayın kokusunu aldı. “Evet, elbette,” dedi Smart ve hemen ekledi: “Tehlikeli bölgeleri iple ayırmak ve turistlerin güvenli yoldan gitmesini sağlamak mümkün.” Karstik bölgede yaşanan ve Çin’in giderek büyüyen orta sınıfıyla simgeleşmiş manzaralara duyulan nostaljinin beslediği turizm patlaması, buralarda herkesin aklında. Fengshan’da turkuvaz bir nehirde, tekne dolusu insan gördük. Teknecilerin onları mağaranın tavanı alçak kesimlerindeki dikitlerin yanından geçirdikleri sırada keyifle bağırıp çağıran, turuncu can yelekleri kuşanmış ailelerdi bunlar. Kuzeyde, 10 saatlik mesafedeki Ziyun Getu He Chuandong Ulusal Parkı’na şimdiden kaya tırmanışçıları gitmeye başlamış. Leye ve Hong Meigui’den sonra ulaştığımız, adını mağara duvarlarına yuva yapan kırlangıçlardan alan Yanzi Mağarası’nın yüksek duvarlarına, işçiler turistler için bir patika açıyor. Bu patika da, yeni bir asansöre uzanıyor... Ve Getu’da da yüzölçümü açısından yeryüzünün en büyük ikinci mağara salonu kabul edilen, 19 futbol sahası büyüklüğündeki Miao’yu tarıyoruz. Günlerden bir gün, Eavis ve Pani’yle yakınlardaki, 183 metre eninde bir mağaranın içinÇİ n Mağa r a l a rı

75


de yer alan köyü görmeye gidiyorum. Çatısız bambu evlerde yaşayan 21 ailenin bir basketbol sahası, panjurlu bir ilkokulu ve sayıları giderek artan ziyaretçileri var. Anlatıldığına göre her hafta gelen ziyaretçi sayısı nedeniyle yetkililer artık mağara sakinlerine mağaranın dışındaki modern evlere taşınmayıp yerlerinde kalsınlar diye para bile ödüyormuş. Getu’dan güneye yönelip son hedefimiz olan Titan Salonu’nu taramadan önce, keşif ekibi üyelerinden Amerikalı Michael Warner, burada tam olarak ne yaptığımızı kavramaya çalışıyor. “Girdiğimiz her salona daha önce girilmiş,” diyor. Mağaracılar olmasa bile çiftçiler girmiş, yani keşif söz konusu değil. Warner, sonunda, “Araştırmak, bir şeyi ilk kez belgelemekten ibaret,” kararına varıyor. “Ve lazer taraması da bir mağarayı belgelemenin bugüne dek icat edilmiş en iyi yolu.” YENİ YENİ GELİŞEN yeraltı lazer tarama sanatı açısından ideal bir mağara varsa, Titan işte o mağara. Devasa salonunun ortasında, üzerleri döküntü kaplı, yer yer havuzlarla delik deşik olan yamaçlar, yeraltındaki bir dağın zirvesinden yükselen 15 metrelik ikiz dikitlere kadar kesintisiz uzanıyor. Tarayıcıyı sağdaki büyük dikitin tepesine koyunca, Titan’ın neredeyse tamamını –yaklaşık 5 hektarlık bir alan, Hong Meigui’den biraz büyük– 360 derecelik tek bir turda belgelemek mümkün. Bu yüksek noktanın ötesinde başka dikitler, olağanüstü bir biçimde –dişleri dahil olmak üzere– bir timsah kafasını andıran bir kaya oluşumu ve biz oradayken kuruyup ardında çatlamış bir çamur katmanı bırakan bir yeraltı gölü var. Herkes çamur içinde, bitkin bir halde yüzeye döndüğünde, bir eyalet yetkilisi bizi bekliyor. “Dünyanın en büyük salonu mu?” diye soruyor. Yanıt “evet” olsa, yerel ekonomi tavan yapacak. Ama dünyanın en büyük salonu değil. Belki ilk 10’un içinde. Hacme göre mağara listesi henüz tamamlanmadı. Yetkili hayal kırıklığına uğruyor. “Ama hayatımda gördüğüm en güzel mağara salonlarından biri,” diyor Eavis. Biz artık keşif gezisinin bittiğini düşünürken, uçakla eve dönmemizden bir gün önce, Eavis’in 76

national geo graphic • şubat 2015

bir sürprizi var: Guilin’in en turistik gezisini yapacağız. Li Nehri’nde karstik yapıların arasında tekneyle gezip 1985 yılında ilk kez yine kendi ekibinin araştırdığı bir mağarada mola vereceğiz. Eavis bu geziyi 1982 yılında, nehirde henüz birkaç düzine tekne varken yapmış. Şimdiyse her gün, her biri yüz turist taşıyan birkaç yüz tekne olabiliyor ve binlerce insan Crown Mağarası’na akın ediyor. Li Nehri hâlâ çok güzel, ama Titan’dan sonra Crown Mağarası oldukça sarsıcı. Yirmi kişilik gruplar halinde girişe yönlendiriliyoruz. Her grup elinde bir mikrofon ve ucuz, taşınabilir bir hoparlör olan, diğer rehberlerin gürültüsünü bastırmak için bağırarak konuşan bir rehberi izliyor. İçeride, dikitlerle havuzlar yeşil, kırmızı, mor ışıklarla aydınlatılmış. Patikalar, tırabzanlar ve bazı galerilerde de incik boncuk satan tezgâhlar var. Mağaranın bir noktasında, cam bir asansör bulunuyor. Yeraltı treni için sıraya giriyoruz. Bu tren bizi yeraltı tekne gezisinin yapıldığı yere ulaştıracak. Orada yeniden sıraya girecek ve sonra tekneyle yeraltı lunapark treninin yanından geçip, yeraltı nehrindeki köprüleri kat edeceğiz. Eavis arkadan geliyor, her şeyin fotoğrafını çekiyor. Bir zamanlar Crown Mağarası’nda yapayalnızdı, haritasını çıkarıp mağaranın gizli galerilerini keşfediyordu. Ve şimdi de bu! Grubumuzu yakalamak için patikanın basamaklarından koşarak çıkıyoruz. “Kafa karıştırmıyor mu bu?” diye soruyorum. “Yok,” diyor koşmaya devam ederken. Turistler de kendi fotoğraf makinelerini çıkarıyorlar, Crown Mağarası’nın yapay ışıkta görünen her bir köşesini belgeliyorlar. Aslında bu da bir tür araştırma. Ve Eavis için dünyada bundan daha doğal bir şey yok... j DAHA FAZLASI iPAD’DE VİDEO

Görüş Alanı Yeryüzünün en büyük ikinci mağara salonu olarak kabul edilen Miao’yu ve içindeki saklı dünyayı üçboyutlu lazer tarayıcılar sayesinde keşfedin.


Segal ve Wright günbatımında, Ziyun Getu He Chuandong Ulusal Parkı’nda Büyük Kemer’den iniyor. Ve camdan yapılmış yeni bir asansör, ziyaretçileri kemerin ayağına bırakıyor. Wright’a göre her şey normal, “sadece Çin’in olaylara yaklaşımı farklı.”


Yatağınızda saklanır, yüzünüzde çoğalırlar. Bu cümlenin sonundaki noktadan bile ufaktırlar. Ki onlar...

Muhteşem Akarlar

Yüzlerce kez büyütülmüş olan bu yırtıcı toprak akarı, içinde yaşadığı mikroskobik dünyada terör estiriyor. PARAZERCON SP., 556 KEZ BÜYÜTÜLMÜŞTÜR.


79


Yazı: Rob Dunn Fotoğraf lar: Martin Oeggerli

B

irkaç yıl önce yüz akarları üzerine

bir iddia ortaya attım... Kıl foliküllerinde (kıl kökünü kapsayan kapsülümsü yapılar) yaşayan bu hayvanlar öyle küçüktür ki, bir düzinesi topluiğne başında dans edebilir. Ama yüzünüzde dans etme olasılıkları çok daha fazladır. Zaten geceleri çiftleştikleri sırada da aynen böyle yaparlar, sonrasındaysa –gündüzleri beslenmek üzere– kıl köklerine geri dönerler. Bu girintilerdeki akar anneler, akar biçiminde –görece büyük– yumurtalar yumurtlar. Sonra bu yumurtalar çatlar ve tüm akarlar gibi bu bebekler de dış iskeletlerini geride bıraktıkları bir değişim sürecinden geçerek biraz daha büyürler. Tam boyuta ulaştıktan sonraki yetişkin yaşamlarıysa ancak birkaç hafta sürer. Ölüm, anüsleri olmayan akarların dışkı dolmasıyla çıkagelir ve akar ölüleri kafanızda çürür. Halihazırda yüz akarlarının bilinen iki farklı türü var ve bunların en az birinin tüm yetişkinlerde bulunduğu göze çarpıyor. Benim iddiam ne miydi? Yetişkinler arasında yapılacak ılımlı bir örneklemede dahi bilime tamamen yabancı yeni akar türlerinin ortaya çıkacağı idi (iddiam, evrim ve insan eğilimlerini anlamaya dayanıyordu). Biyologlar sık sık bu tür iddialarda bulunur ve daha tumturaklı gözükmeleri için de bunlara öngörü adını verir. Evrim, büyük zenginliğini küçük biçimlerde ortaya çıkarma eğilimi gösterir. İnsanlar ise küçük şeyleri görmezden gelme eğilimindedir. Örneğin su akarları, çoğu gölde, gölette ve hatta su birikintisinde, genelde her bir metreküpe yüz Rob Dunn, Kuzey Carolina Eyalet Üniversitesi’nde evrim biyoloğu. İsviçreli fotoğrafçı Martin Oeggerli’nin uzmanlık alanı, bilimsel mikroskopi. 80

binlercesi düşecek miktarlarda bulunur. Hatta içme suyunda dahi yaşamalarına rağmen ancak çok az sayıda kişi su akarlarının varlığından haberdardır. (Ki mesleği minik yaratıkları incelemek olan bu satırların yazarı da bir süre öncesine kadar bu insanlar arasında yer almıştır!) Akarlar tozda da yaşar. Gittiğimiz her yerde arkamızda bıraktığımız ölü deri parçalarını yiyerek kazandıkları sevimsiz bir ünleri de var. (Evet biz, atılmış yaşam kalıntılarımızla akar yığınlarını besleriz.) Akar dünyasının gerçek canavarları ise toprakta yaşar. Ortaçağ silahları misali ağızlarla donanmış yırtıcı akarlardır bunlar. Bazılarının köpekbalığı dişi gibi sivri çeneleri vardır. Bazıları müthiş bir güçle kapanan yalın bıçaklarla donanmıştır. Bazıları da keskin ve öldürücü kılıçlarını saplar. Solucan tünellerinde ve kum tanecikleri arasındaki küçük boşluklarda kol gezerler. Kimi akarlar yağmur ormanlarındaki ağaçların tepelerinde, yapraklarda, dalların gövdeyle birleştiği oyuk ve çatlaklarda biriken toprakta ve epifit bitkilerin çanaklarında yaşar. Akarların dünyayı değiştirdiğini söylemek hiç de abartılı olmaz. Toprağın hızlı ya da yavaş altüst olması, çürüme hızının artıp azalması, ürünlerin hastalıklı ya da sağlıklı büyümesi onların elindedir. Yani akarlar, küçük boylarından umulmayacak kadar büyük yeteneklere sahiptir.

TÜM FOTOĞRAFLAR, İSVİÇRE’DEKİ FHNW YAŞAM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ’NİN DESTEĞİYLE ÇEKİLMİŞTİR. KAYNAK: HEATHER PROCTOR, ALBERTA ÜNİVERSİTESİ, KANADA; ELKE MCCULLOUGH, GRAZ ÜNİVERSİTESİ, AVUSTURYA


Kuştüyü akarının büyük boy ayak yastıkçıkları, uçar konakçılarına sıkı sıkıya tutunmasına olanak veriyor. Bu türün yön ve eş bulmaya yarayan sensör kılları var. ALLEUSTATHIA SP., 194 KEZ BÜYÜTÜLMÜŞTÜR.


82

national geo graphic • şubat 2015


Kalın zırhlı Scutacaridae akarı, yiyecek arayışında kendisinden daha büyük eklembacaklıların (diğer akarlar da dahil olmak üzere) sırtında yolculuk ediyor, taze mantar ve başka mikropların kaynağına ulaşınca da yuvarlanıp aşağı iniyor. SCUTACARIDAE, 629 KEZ BÜYÜTÜLMÜŞTÜR.

MU HTEŞEM A KA RL A R

83


Fotoğrafçı Martin Oeggerli, “Oribatid toprak akarının ağzı, İsviçre çakısından daha fazla aletle donanmış,” diyor. Kıskaç benzeri kısa uzantılar ve yiyecek toplamakta kullanılan minik bacaklar da donanımının parçası. HERMANNIELLA SP., 1500 KEZ BÜYÜTÜLMÜŞTÜR.



Günümüzde dünyada ne kadar akar türü bulunduğu tam olarak anlaşılmış değil. Belki de sayıları bir milyon civarında. Ancak ne kendinden emin olacak kadar bilgiye sahip biri var bu konuda, ne de daha onlarca yıl bilgisi olabilecek biri. Müze koleksiyonları, henüz hiç kimsenin araştırma şansı bulamadığı akar türleriyle dolu. Bazılarının ilginç evrim öyküleri var kuşkusuz. Bazıları –otçul böcekleri yedikleri için– tarıma ve tıbba yararlı. Bazıları da belki öldürücü patojenlerin taşıyıcısı. İddiamın bir başka nedeni de şu: Akarlar, arıların trakeleri, kuşlarda tüylerin sap bölümü, kaplumbağaların anüsü, böceklerin koku bezleri, denizkestanelerinin sindirim sistemi, yılanların akciğeri, güvercinlerin yağı, meyve yarasalarının gözü, vampir yarasanın penisi etrafındaki kürk gibi akla gelebilecek tüm girintilere yerleşen birer uzmandır. Bu ortamlarda yaşamak ise, özel kıllara, kimyasallara, ayak tabanına, ağız biçimine ve hünerlere sahip olmayı zorunlu kılar. Ayrıca iyi bir yaşam ortamından diğerine geçmenin bir yolunu bulmayı da gerektirir. Bazı akarlar kolibrilerin burun deliklerinde çiçekten çiçeğe geçer. Kuşun üzerinde dolandığı çiçeği koklayan akar, taçyaprakları arasında kendine uygun eş bulunduracak bir tür olup olmadığını kontrol eder. Öyle olduğuna karar verirse, boya göre alınan yol açısından dünyanın en yüksek hızlarından biriyle kuşun burnundan aşağı koşar gider. Kimi akarlar kınkanatlı böceklerin ve karıncaların sırtında dolaşır, bazıları güvelerin kulaklarında uçarak yolculuk yapar. Bir akar türü ise ordu karıncası Eciton dulcius’un arka ayağına tutunur ve kendi arka bacakları karıncanın pençesi görevini üstlenir. Kimileri de bulutlar ya da üretip rüzgâra saldıkları ipek iplikçikler sayesinde havada süzülür. Yani demem o ki, olabilecek en dar yaşam ortamını hayal edin, akarlar oradadır. Ve hatta söz konusu yaşam alanına ulaşmak, sadece birkaç mikron uzunlukta ve insan saçının onda biri kalınlıkta bacaklarla çok zor olsa da bu böyledir... Yine de akarların ulaşım mucizeleri, tuhaf üreme özellikleriyle karşılaştırıldığında gölgede kalır. Kimileri kendilerini klonlar. Bazıları annesini yer. Bazıları da daha anne karnındayken kız kardeşiyle çiftleşir ve sonra da doğum sırasında annesini öldürür. Kolibrilerin burun deliklerinde ve güvelerin 86

national geo graphic • şubat 2015

kulaklarında sürdükleri küçük ve tuhaf hayatlarda Yunan trajedileri yaşanır. İster bir memeliye, ister kuş, böcek ya da akardan daha büyük bir canlıya ait olsun, akarlar için en avantajlı yaşam ortamı bedenlerdir kuşkusuz. Yaşamın açık büfeli otobüsleri gibidir bedenler; gıda ve ulaşım sağlarlar. Bedenlerde yaşayan akarlar, konakçıları koştuğunda, yüzdüğünde veya uçtuğunda dahi onlara sıkı sıkıya yapışacak şekilde adapte olmuştur. Kuş türlerinin çoğu başka hiçbir yerde bulunmayan birden çok özel akar türüne konakçılık yapar. Bir muhabbetkuşu türünün bedeninde ve tüylerinde, hepsi değişik mikro ortamlarda olmak üzere 25 farklı akar türü yaşar. Tavşanlar birden fazla, fareler ise altıya varan akar türünün konakçısı durumundadır. Hatta foklar bile kendi akarlarına sahiptir. Böylesine bir çeşitlilik ve uzmanlık söz konusu olunca, akar keşfetmek ve iddiamı ispatlamak için bir oda dolusu insanın (Tüm o yaşam ortamlarını bir düşünün!) ne büyük olanaklar sunduğunu hayal etmek çok da zor değil. Uzun bir süre boyunca bu konu, sakin geçen partilerde sohbet başlatmaya yaramıştı. Ama kısa bir süre önce, işbirliği yaptığım kişilerle birlikte, deri örnekleri almak için bir grup insanı bir araya topladık. Sıyırma, batırma ve DNA sekanslama işlemlerinin sonucunda, örnek aldığımız tüm yetişkinlerde akar bulduk. Aralarında, genelde Asya kökenli kişilerde yaşadığı izlenimi veren –bilim dünyası açısından yeni– bir tür de vardı. Bir düşünün: Milyonlarca, hatta belki milyarlarca insanda yaşıyor olmasına rağmen o ana kadar hiç kimsenin varlığından haberdar olmadığı bir akar. Çok heyecanlanmıştım. Peki akar sistematikçileri –yeni türleri adlandıran bilim insanları– nasıl tepki verdiler? Birkaçı heyecanlandı, diğerleriyse omuz silkti. Akar çeşitliliği iddiamın kolay olduğunu biliyorlardı. Bunun, bir parça toprağı incelediklerinde, bir yosun kümesine dikkatle baktıklarında ya da bir arkadaşlarından sürüntü örneği aldıklarında tanık oldukları, yaşama dair bir gerçeklik olduğunun farkındaydılar. Aslında bunun için sadece bu makalenin fotoğraflarında görülen akarlara bakmak bile yeterli. Hemen hepsi adsız türler. Görünen o ki, uzun bir süre daha öyle kalacaklar. Yani yaşamın kendisi gibi hem her yerde, hem de gizem içindeler... j


Tavşan kulağında yaşayan akarlar (en üstte) varlıklarından habersiz konakçılarını kemiriyor. Tavşan kaşınıyor, kulağından bir sıvı sızıyor ve akar bu sıvıyla kendine ziyafet çekiyor. Kutu akarı (üstte) tehlike karşısında bacaklarını çekip içe kapanıyor. PSOROPTES CUNICULI (EN ÜSTTE), 428; ATROPACARUS STRICULUS, 262 KEZ BÜYÜTÜLMÜŞTÜR.

87


Bilim insanları, akarların doğanın tüm girintilerine özel olarak adapte olduklarını keşfediyor. Bir örnek: Su geçirmez cilanın renkli boncukları, karayosunu akarının ıslak dünyasında kuru kalmasını sağlıyor. EOBRACHYCHTHONIUS SP., 996 KEZ BÜYÜTÜLMÜŞTÜR.

Bu makalenin fotoğrafları bir taramalı elektron mikroskobu ile çekildi. Siyah–beyaz görseller akarların doğal görüntüsünü yansıtmak üzere daha sonra renklendirildi.


MU HTEŞEM A KA RL A R

89


Doğa korumacılıktan çok kültürüyle tanınan İtalya’nın en eski koruma alanı Gran Paradiso’daki karlı doruklar, Graian Alpleri’nin tepelerindeki sakin gölün sularına yansıyor...


Cennet Bulundu Bir zamanlar kraliyet ailesinin avlanma alanı olan Gran Paradiso Ulusal Parkı, İtalya’nın yabanıl benliğini koruyor. 91


Kışın geç yağan kar Valsavarenche Vadisi’nin kayalık yamaçlarından aşağı şelale gibi dökülüyor. Gran Paradiso’da yıkıcı çığlar çok nadir görülüyor. Ancak 2008 yılında yaşanan bir çığda park içinde yer alan iki köydeki bazı evler tahrip olmuştu.



Yazı: Jeremy Berlin Fotoğraf lar: Stefano Unterthiner

K

uzey İtalya’nın arduvaz çatılı Degioz Köyü’nde serin bir yaz sabahı. Espresso makinelerinin vınlayarak çalıştığı, tatlıların şekerli kokusunun havayı sardığı küçük bir kahvede Luigino Jocollè, saçlarına kır düşmüş dört adamla birlikte oturmuş, yöreden havadisler veriyor. Arada kapuçinolarını yudumluyorlar. Konuştukları konu spor ya da siyaset değil.

“Üç yuva!” diyor Jocollè heyecanla. Arkadaşları aralarında mırıldanıp başlarıyla onaylıyorlar onu. “Bir kilometre içerisinde üç yuva! İnanılmaz.” Sohbet konusu, komşuları! Bir çift sakallı akbaba –ki, en sonuncu bireyin Alpler’de yok olmasının 100 yıl ardından yabanıl doğada yeniden ürüyorlar– iki çift kaya kartalının yakınlarına yerleşmiş. Muhteşem bir türün geri dönüşü ve birbirine yakın yaşayan iki büyük yırtıcının varlığı dünyanın pek çok yerinde büyük sevinç yaratır. Oysa yaban hayatı ve kültürün ölçülü bir denge içinde varlık gösterdiği Gran Paradiso Ulusal Parkı’nda bu, gündelik hayata dair bir konu. Gran Paradiso, İtalya’nın en eski ulusal parkı. 1922’de kurulan park, devasa ulusal parklarıyla ünlü ABD’deki örneklerle karşılaştırıldığında oldukça küçük. Graian Alpleri’ndeki 71 bin hektarlık bu alan, ülkenin dağlık kuzeybatı köşesindeki Piemonte ve Aosta vadilerine yayılıyor. Ama sınır olduğu Fransa’nın Vanoise Ulusal Parkı ile birlikte ele alındığında, Batı Avrupa’nın koruma altındaki en büyük bölgelerinden birini oluşturuyor. Torino’dan arabayla bir saatlik bir yolculukla oraya varıyorsunuz ve hedefe ulaştığınızı hemen anlıyorsunuz. Otoyol virajlanarak dimdik yukarılara doğru tırmanıyor. Karlı doruklar, engebeli

Jeremy Berlin derginin kadrolu yazarlarından. Gran Paradiso yakınlarında yaşayan fotoğrafçı Stefano Unterthiner’in parkı konu alan kitabı bu yıl yayımlanacak. 94

national geo graphic • şubat 2015

araziye yayılmış meralar, nehirler ve buzullar tarafından oyulmuş karaçam kaplı vadiler... Sürekli su sesi... Nefis bir çam kokusu, üstelik her yerde... İtalyanların “büyük cennet” adını verdiği park, uygar Avrupa’nın ortasında yeryüzünde bir Cennet Bahçesi gibi yeşeriyor. Ancak insan eli de değmiş bu coğrafyaya. Ve geriye eskisiyle yenisiyle sayısız parmak izi bırakmış: Neolitik dönemden şekiller kazınmış kayalar, Roma kalıntıları, ortaçağ şatoları, güneş panelleri ve hidrolik barajlar... II. Dünya Savaşı’ndan bu yana birçok insan şehirlerde iş bulmak için bölgeyi terk etmiş. Ama parktaki 13 belediyede halen 8 bin 400 kişi yaşıyor ve bu insanlar bu coğrafyayı 50 memeli türü, yüzün üzerinde kuş türü ve yaklaşık bin çeşit bitki ve çiçekle paylaşıyor. Tabii bir de her yıl gelen yaklaşık 2 milyon turist var. Kendisiyle aynı adı taşıyan 4 bin metrelik dağın egemenliğindeki Gran Paradiso, bugün yaban hayatı korumacılığı, bilimsel araştırma ve kültürel korumanın yüksek rakımlı merkezi. Parkın ironik öyküsü 19. yüzyıl sonlarında başlıyor. Öykünün başlamasına neden olan şey mi? Bir dağkeçisi. TORİNO ÜNİVERSİTESİ ZOOLOJİ profesörü Pietro Passerin d’Entrèves, “Alp dağkeçisi olmasaydı Gran Paradiso da olmazdı,” diyor. Pietro, büyük büyük dedelerinin ta 1270’ten bu yana yaşadığı bölge konusunda doğal olarak uzman bir tarihçi aynı zamanda. Bulutlu bir günde, parkın


gayriresmi merkezi Cogne’de bir tabak gnocchi eşliğinde geçmişten söz ediyor. Dağkeçisinin, 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar eti, boynuzu, kanı (cinsel gücü artırdığına inanılıyordu) ve batıl inanç sahiplerinin muska yaptığı kemiği için avlandığını söylüyor. 1821’e gelindiğinde geriye kalan keçi sayısı ancak 50 kadar. Koruyucu önlemlerin başarısızlığa uğramasının ardından, II. Victor Emmanuel 1856’da türü –kendi zevki için– korumak amacıyla bir kraliyet koruma alanı kuruyor. Çünkü, kral avlanmayı seviyor ve bu zarif keçi de onun favori hayvanı... Kısa süre içinde yürüyüş yolları açılıyor, konaklama alanları inşa ediliyor ve bölge köyleri de bu yeni bölgenin içinde kalıyor. Avcılar ve yasadışı avlananlar korucu olarak tutuluyor. Kralın yıllık av partisini organize etmeleri için yöre sakinlerine para ödeniyor. Ve III. Victor Emmanuel’in tahta geçtiği 1900 yılına gelindiğinde keçi nüfusu, sayıları 2 bini bulacak kadar toparlanmış oluyor. Ancak o dönemde Avrupa artık savaş girdabına yuvarlanmış durumda ve yeni kralın avlanacak zamanı yok. Bu nedenle kral 1920’de av alanını gerçek bir koruma alanına FOTOĞRAF: LUIGI MONTABONE, PIETRO PASSERIN D’ENTRÈVES KOLEKSİYONU

İtalya Kralı II. Victor Emmanuel (oturan) 1869 civarındaki bir dağkeçisi avı sırasında verdiği molada maiyetiyle birlikte. Bölge, 1922’de ulusal park haline gelmeden önce kralın özel av alanıydı.

dönüştürerek devlete bağışlıyor. İki yıl sonra da alana ulusal park statüsü veriliyor... Parkın yaratılması, devlet ile toprak sahipleri arasında anlaşmazlıklar yaşanmasına yol açmış olsa da artık dağkeçisinin yasadışı avı gündem oluşturmuyor. Son 10 yılda raporlara geçen ancak bir avuç olay var. Çünkü günümüzde yerel ekonomi ekoturizme dayanıyor ve çünkü beş vadiye yayılan 71 bin hektarlık alanda 58 korucu devriye geziyor. Giovanni Bracotto da bu koruculardan biri. Güneşin son bulut kalıntılarını dağıttığı bir sabah eski bir av yolunu izleyerek çamla kaplı Valsavarenche Vadisi’nden kayalık Nivolet Platosu’na doğru tırmanıyor. Hüzünlü bir yüze sahip, irikıyım bir adam Bracotto. Geçitte durarak yamaçlarda ve üst kesimlerdeki meralarda göze çarpan taş ahırların kalıntılarını gösteriyor. “Yüz yıl önce,” diyor, “burada CENNET BULUNDU

95



Sonbahar renklerine bürünmüş ormanda bir tilki pusuya yatmış. Tüm tilkiler gibi Gran Paradiso’dakiler de ortama uyum sağlayan, fırsatçı hayvanlar. Balık yakalıyor, tavşan avlıyor ya da piknik artıklarıyla besleniyorlar.


ekonomi tarıma dayalıydı. O zamanlar otlar daha besleyici olduğu için süt daha iyiydi, yaz peyniri de. Ama artık çok şey değişti.” Korucuların işi de bu değişime dahil. Gündoğumundan günbatımına kadar –her biri farklı bir bölgeye dağılıp– yolları onarıyor, yürüyüş yapanlara yardımcı oluyor ve parkın (küçülmekte olan) 59 adet buzulunu gözlemliyorlar. Ayrıca yaban hayatına da göz kulak oluyorlar. Küresel konumlandırma sistemi, tablet, teleskop ve termal kamera kullanan Bracotto ve ekibi, dağkeçilerini ve burada yaşayan bir diğer keçi türü olan çengelboynuzlu dağkeçilerini etiketleme, tasma takma ve sayım konusunda parkın bilim insanlarına yardımcı oluyorlar. Geçtiğimiz Eylül’de yaptıkları dağkeçisi sayımı –2 bin 772– yirmi yıllık bir eğilimin doğruluğunu kanıtlıyor. Konu parkın simge hayvanına gelince, Gran Paradiso’da mutlaka bir problem yaşanıyor.

daha erken büyüyor. Bunun anlamı şu: Yeni doğan yavrular daha az yiyeceğe, daha az besleyici süte sahip ve eş bulup yavrulayacak kadar uzun yaşama şansları da daha düşük. Von Hardenberg, dağlık meralardaki bitki örtüsünün 30 yıl içinde nasıl değiştiğini gösteren uydu verilerinin analiz edilmesinin bu gizemin çözülmesinde yararlı olacağını umuyor. Dağkeçisinin eski dönemlerden kalma bir bilmece olduğunu söylüyor. Çizmenin topuğundaki Puglia’nın kıyı kesimlerinden çıkarılan fosilleşmiş kalıntılar, hayvanın eski çağlarda da burada yaşadığını ortaya koyuyor. 1991’de keşfedilen 5 bin 300 yıllık mumya Ötzi’nin midesi de aynı duruma işaret ediyor. DNA analizleri, dağkeçisi etinin Ötzi’nin son yediği yiyecekler arasında olduğunu gösteriyor. “Ancak geçen bunca zamana rağmen hâlâ buradaki yaşama alışmış değiller,” diyor von Hardenberg. “Tarihöncesi dönemlerde alçak bölgelerde

Bazıları kurtları tehdit olarak görüyor. Bazıları da jambon yanında sevimli kurt karikatürlü tişörtler satıyor. BATAN GÜN, ALPLER’İ gölgelerle kuşatırken Achaz von Hardenberg dürbününü indiriyor. Parkın Alman asıllı sarışın biyoloğu, Levionaz adını taşıyan huzurlu bir vadinin kenarında dikilmiş, dağkeçilerini tartmak için bekliyor. Bu hoş ve sıcak günün daha erken saatlerinde, dört–beş keçiden oluşan sürüler ovada zarafet içinde koşuşturuyor ve buz yalağının yamaçlarına tırmanmış otluyordu. Ama bu gece, von Hardenberg’in elektronik tartının yanı başında kurduğu tuz yalama yerine itibar etmiyorlar. “Nereye gittiler bilmem ki,” diye mırıldanıyor. Oysa 1993’te ortalık keçiden geçilmiyordu. Parkta 5 bin kadar keçi vardı. Ancak sayıları o zamandan beri azalma gösteriyor. Nedeni bilinmiyor ama teori çok. Von Hardenberg’in de iki teorisi var. Bunlardan biri, yavrulayan keçilerin yaşlı dişiler olduğu ve bu paralelde de, gelişmeye uygun donanımdan yoksun zayıf yavrular dünyaya geldiği. Diğer teorisinin kökeniyse iklim değişikliğine dayanıyor: Eskiden dağkeçisi yavrularının doğduğu yaz ortaları, otların en gür olduğu zamandı. Şimdi ise, daha az kar yağdığı için otlar 98

national geo graphic • şubat 2015

insanlar tarafından avlanıyor olmaları onları yüksek bölgelere itmiş olabilir. Binlerce yıl boyunca zorlu iklim koşullarına alıştılar ama yine de kışın kalın kar örtüsünde gelişemiyorlar.” DAĞKEÇİSİ, GRAN PARADISO’NUN var oluş nedeni olabilir ama parkın kayda değer tek sakini değil. Nivolet’in yukarılarındaki tepelerde, araştırmacı Luca Corlatti şöhreti dağkeçisinden az, ama nüfusu fazla çengelboynuzlu dağkeçilerini inceliyor. Son sayıma göre 8 bin olan sayıları dengesini koruyor. Caterina Ferrari, Orvieille’nin yeşil yamaçlarında dağsıçanlarının kişiliklerini ve sosyal yapılarını deşifre ediyor. Ve Rocco Tiberti, Djouan Gölü’ndeki bir şişme bottan attığı ağlarla binlerce alabalık avlayarak, buraya getirildiği 1960 yılından beri böcekleri ve diğer yerli organizmaları silip süpüren bir türü yok ediyor. Ve bir de kurt var. Burada nesillerinin tükenip gitmesinin yüzyıl ardından, 2007’de yedi bireyden oluşan bir sürü Aosta Vadisi’nde yeniden ortaya çıkmış. Birkaç çoban koyunlarını kaybedince kurtlar suçlanmış. 2011’de sürü ortadan yok olmuş –von


La Thuile

Mont Avic

Arvier FRANSA

R

U P A

a

i

Va d i s mes

Vadisi

Valnontey Levionaz

AOSTA VADİSİ

e r i A l p l GRAN PARADISO ULUSAL PARKI

Rhê

İTALYA

FRANSA

Pont

Gran Paradiso

Piamprato

Valprato Soana

PIEDMONT

4061 m

Ronco Canavese

So ][

Nivolet Geçidi

Ingria

Ceresole Gölü

ISE NO7°D A V

SA ULU

L PAR

Va d i si o rc O Ceresole Reale

KI

Ribordone Locana

Patika Yapılar

Gran Paradiso’daki dağkeçisi yayılımı

Hardenberg, “Muhtemelen vuruldular,” diyor– ama ertesi yıl bir başka çift, bu kez verimli Soana Vadisi’nde boy göstermiş. Geçen sonbahardaysa sayıları en düşük ihtimalle beşe kadar çıkmış. Parkın veterineri ve bilimsel yöneticisi Bruno Bassano kurtların yararlı olduğu görüşünde: Tilki ve yabandomuzlarının zayıf olanlarını avlayarak ekolojik denge sağlıyorlar. Yöre sakinleri ise ikiye ayrılmış durumda. Bazıları kurtları hayvanlarına karşı bir tehdit olarak görüyor. Bazıları da onlardan para kazanıyor. Piamprato Köyü’ndeki bir şarküteride, dilimlenmiş prosciuttoların (domuz jambonu) yanında sevimli kurt karikatürlü tişörtler satılıyor. Anna Rotella endişeli değil. Valsavarenche’de güneşli bir temmuz sabahı partneri Claudio Duguet ile birlikte düzinelerle koyun ve keçinin sütünü sağmışlar. “Ancak bilgisiz insanlar kurttan korkar,” diyor Rotella. “Eğitimli çiftçiler ve çobanlarsa kurtların kötü olmadığını bilir. Diğerleri gibi o da sadece aç bir hayvan. O kadar.” Parkın Piemonte tarafında Longo ailesi –Beppe, Lina, yetişkin oğulları Claudio ve kız arkadaşı VIRGINIA W. MASON. KAYNAK: GEO4MAP

isi

Noasca

an

ad a V

G

r

Djouan Gölü

Bruil

n i a

Cogne Degioz

Orvieille

500

45°30′K

ne

Valsavarenche

nche

0 km

MONT AVIC ULUSAL PARKI

g

İTALYA

Savar a

BÜYÜTÜLMÜŞ ALAN

Valsava re

P L E R A L Torino

Co

A

V

3006 m

Sparone 0 km

5

Pont Canavese Alpette

7°30′

Licia– kurtların kendilerini rahatsız etmediğini söylüyor. Taştan bir evde yaşıyorlar. Burada her şey, yüz yıl önce olduğu gibi elle yapılıyor. Modernliğin karşısında verilen tek taviz ise ceptelefonu. Tavuklar gıdaklıyor, ineklerin çıngırak sesleri duyuluyor. Beppe ve Claudio taze sağılmış süt kaynayan kazandan altı tekerlek peynir çıkarıyor. Licia, küvete koyduğu çamaşırları yıkıyor. Vadideki yaklaşık on aile de aynı şekilde yaşıyor. İki yakalarını bir araya zor getiriyorlar. Süt ürünlerini pazarda satarak elde ettikleri kazanç kira dışında çok az ihtiyacı karşılıyor. Ancak Lina’ya göre, zamansız olduğu kadar paha biçilmez bir yaşam tarzı bu. DEGıOZ’DAKİ KAHVEDE, Luigino Jocollè bu günlerde ulusal parklar için yeterince para olmadığından ve bürokrasiden yakınıyor. Çevre yasalarının, imar yasası ve ticari çıkarlarla çelişmesi nedeniyle parkın eşsiz kültür ve korumacılık bileşimini sürdürmesi zor olabilir. Ama bu da yeni bir durum değil. Jocollè, “Gran Paradiso’da her zaman sosyal ve doğal öncelikleri dengelemek zorundayız,” diyor. j CENNET BULUNDU

99



Gran Paradiso Dağı, bulut kümesinin ardından yükselirken, sarı gagalı dağ kargası sıcak hava akımlarında ve yükselen havada süzülüyor. Park yüz kadar kuş türüne ev sahipliği yapıyor.


Alp dağkeçileri, Gran Paradiso’nun simgesi. Parkın ve keçilerin kaderi yüzyıllardır iç içe geçmiş durumda.


Tüm mevsimlerin parkı: İlkbaharda, erkek dağkeçileri bir metreyi aşkın boynuzlarını kilitleyip hiyerarşiyi belirliyorlar (solda). İlkbahar aynı zamanda yükseklerde gezinen çengelboynuzlu dağkeçilerinin (en üstte) yavruladığı zaman. Halihazırda Gran Paradiso’daki sayıları 8 bin civarında. Rengi normalde kızıl–kahve olan kakım, soğuk havalarda kışlık beyaz postuna bürünüyor (üstte).

CENNET BULUNDU

103


Bir yaz gecesi, yavaş yavaş yaban çiçekleriyle dolu dağlık meralara iniyor. Kalabalık bir kıtanın hareketli bir ülkesinde kurulmuş olan Gran Paradiso’nun el değmemiş coğrafyası pastoral bir vaha.



S U Y A


İklim değişikliğinin maliyeti dünya genelinde artarken Florida’nın fatura ödeme zamanı da yaklaşıyor. Uyum çalışmaları Miami’ye zaman kazandırabilir. Peki ama kurtarabilir mi?

DİRENMEK Florida’da, Sunny Isles Beach’te çok katlı yeni lüks binalar yükseliyor. Miami ve banliyöleri, 2050 yılında, deniz taşkınları nedeniyle dünyanın başka hiçbir yerinde bir kentsel alanın tanık olmayacağı kadar büyük bir finansal tehlikeye maruz kalacak.

107



Dünya, Ay ve Güneş’in her zamankinden farklı bir hizada dizilimleri sonucu oluşan “dev yükselme” sırasında Fort Lauderdale’deki kanallardan biri çıkmaz sokakla birleşmiş. Ekim 2014’te yaşanan ve normal deniz yükselmesinin 30 santimetre üzerine çıkan bu tipik maksimum yükselme, “yeni normal”in bir öngörümü.


Yazı: Laura Parker Bonita Springs

Fotoğraf lar: George Steinmetz Harita ve Grafikler: Ryan Morris, Alexander Stegmaier ve John Tomanio

Naples

İklim değişikliğinde kayıp değil, kazanç gören Hollandalı inşaat şirketinin girişken satış elemanı Frank Behrens, 6,5 metrelik Hurricane motorun kontağını kapatıyor. Şimdi, bulanık sularda sürüklenerek, Miami Beach’in kuzeyindeki özel Maule Gölü’nün ortalarına doğru ilerliyoruz. Pek de cennete benzemiyor burası. Florida’daki birçok göl gibi bu göl de bir zamanlar taşocağıymış. O tarihlerden bu yana geçen yıllar içinde motor yarışı alanı, denizineklerine yönelik bir yüzme havuzu ve 1960’ların televizyon dizisi Flipper için de set olarak kullanılmış. Daha yakın bir tarihte ise iki müteahhit –Güney Florida coğrafyasının geçiciliğini vurgulamak istercesine– gölün bir bölümünü doldurup, üzerine apartmanlar inşa etmeyi düşünmüş. Behrens, kişiye özel 29 yapay adadan oluşan bir yüzer köyün tanıtımını yapıyor. Her birinde dört yatak odalı şık bir villa, kumsal, yüzme havuzu, palmiye ağaçları ve bir de 25 metrelik bir yatın bağlanabileceği uzunlukta bir iskele var. Fiyat: Birim başına 12,5 milyon dolar. Behrens’in çalıştığı Dutch Docklands şirketi gölün kullanım hakkını almış, adaları iklim değişikliğinin panzehri olarak zenginlere pazarlıyor. Deniz seviyesinin yükselmesine bağlı riskler mi? Yüzer evlerin hoş yanı da bu zaten. Adalar, petrol platformlarının en şiddetli fırtınalardan kazasız belasız çıkmasını sağlayanlara benzer iç içe geçen teleskopik bağlarla göl tabanına bağlanacak. Yüzer köy projesi, nakitle ödeme yapan varlıklı Güney Amerikalılar ve Avrupalılar tarafından beslenerek Miami’nin siluetini değiştiren çılgın inşaat patlamasının bir parçası. 110

national geo graphic • şubat 2015

Marco Adası

Motordan, lüksün hakim olduğu Sunny Isles bariyer adası civarında gökyüzünü dolduran inşaat vinçlerini görebiliyoruz. Zenginliğe övgü niteliğindeki bir emlak piyasasında –örneğin 560 milyon dolarlık Porsche Design Tower’da her apartmanda camdan araba asansörleri var– Güney Florida’nın var oluşuna karşı en büyük tehlikenin bir promosyon stratejisi olarak kullanılması belki de kaçınılmaz bir durum. Hollandalıların projesi, Florida emlak çılgınlığının uzun tarihinde yeni bir aşama gibi görülebilir. Ancak iklim bilinci taşıyan tasarımıyla civardaki çok katlı binalardan ayrılıyor. Çünkü bu çok katlı binalar, gelecekte Güney Florida’da sık sık taşkınlara neden olması ve yüzyıl sonuna gelindiğinde de büyük bölümünü sular altında bırakması öngörülen deniz seviyesi yükselmesine pek önem verilmeden inşa ediliyor. Ve bu zıt yaklaşımlar –tek bir kredi döngüsü için dahi olsa işe balıklama atlamak, ya da geleceği düşünerek olacaklara hazırlanmak– iklim değişikliği tartışmalarında bir dönüm noktasını yansıtıyor. Küresel ısınma konusundaki uyarıların aciliyet kazanması ve sonuçlarının daha belirgin hale gelmesi nedeniyle, giderek daha fazla sayıda işletme ve yerel yetkili gelecekle ilgili kararlarında iklim değişikliğini dikkate alıyor. Ancak karbon salımı üzerinde fazla durmazken –o konu siyasetçilerin işi– olağanüstü hava koşullarına ve deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle oluşan taşkınlara adaptasyon konusuna daha fazla odaklanıyorlar. Emlak piyasasının ekonomik bir güç olduğu Miami gibi kentlerde ise şirketler, büyümeyi mümkün olduğunca uzun süre nasıl Key West


F

L

O

R

İ

D

A

Boca Raton Deerfield Beach

Coral Springs

27

Pompano Beach

75

Sunrise Plantation

Fort Lauderdale

Davie

Hollywood Pembroke Pines

Sunny Isles Beach

North

Miami Miami Gardens Beach

Hialeah

Maule Gölü

95

Everglades City

Miami Beach

Miami

S

41 D

E

Coral Gables

L

A

Virginia Key

M ek

E

si

V

ka

E

R

G

Miami– Dade ilçesi kanalizasyon iyileştirme santrali

Biscayne Körfezi

Turkey Point nükleer santrali

Homestead

A

T

L

A

S

O

zi

KY AN US U

rfe Flamingo

DEĞİŞEN GÜNEY FLORİDA 2100 yılında deniz seviyesinin 1,5 metre yükselmesiyle kıyı şeridi (burada gösterildiği gibi) radikal biçimde değişecek. Bu öngörü, Florida’nın geleceğini planlayan kuruluşların dikkate aldığı senaryolar arasında gerçekleşme olasılığı en yükseklerden biri ama en yükseği değil.

i d r o F l

1

Deniz seviyesinin 1,5 m yükselmesi sırasında maksimum yükselme hattının altında kalan arazi Taşkına yatkın kentsel alan

K

e

y

s

Kentsel alan

a

0 km

15

KAYNAK: CLIMATE CENTRAL; ABD ORDUSU MÜHENDİSLER BİRLİĞİ; NOAA

111


Su Üstünde Ev Everglades’in suyunu Atlas Okyanusu’na akıtmak için, geçen yüzyılda 3 bin 380 kilometrelik kanallar inşa edildi. Ancak yine de, deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle, kanallardan iç kesimlere deniz suyu girmeye başlamış durumda. Halihazırda kapaklar tuzlu suyun büyük bölümünü dışarıda tutuyor. Miami Nehri üzerindeki de dahil (üstte) olmak üzere, dev pompalar, kanalların taşmasını önlemek için yağmur suyunun fazlasını okyanusa pompalıyor. Deniz seviyesinde yaşanacak 60 santimetrelik bir yükseliş sonucu kapakların yüzde 80’i işe yaramaz hale gelecek. Biscayne Körfezi’nde, Miami Beach’i Miami’ye (sağ üstte, uzaktan görülüyor) bağlayan Venetian Kazıklıyolu, Venetian Adaları’ndan geçiyor. Buradaki altı yapay ada, sahil yaşamının somut bir örneği. Kanallar, batı Palm Beach (sağda) gibi bataklık kıyısındaki alanlarda inşaatları olanaklı kıldı.

112

national geo graphic • şubat 2015


Treading Water

113


Pensacola

devam ettirecekleri konusuna yoğunlaşıyor. Behrens, Aruba’da yetişmiş ve 10 yıl önce Miami’ye yerleşmiş. Yerel liderlerin neredeyse eli kulağında olan felaketin ciddiyetinin farkına varmaya başlamaları üzerine de 2013 yılında Dutch Docklands’te çalışmaya başlamış. Şirketin Delft’teki vizyonerleri, yüzer köyün Güney Florida’yı kurtaracağı gibi bir yanılgı içinde değiller. Bu, Hollandalıların, düşük rakımlı ülkelerini ortaçağdan bu yana korumak için geliştirdikleri yaratıcı su projelerinden sadece biri olacak. “Buna rağmen,” diye belirtiyor Behrens, “proje gelecek onyıllarda yeniden tasarlanacak olan bir bölgedeki yatırımcılara lüks bir girişim olarak ilginç geliyor.” Ve eğer yüzer köy başarılı olursa, bir dizi başka olasılık ortaya çıkacak: Yüzer parklı ve yüzer okullu yüzer yerleşimler.

Denizin ısınmasına yol açarak kötü bir iş yaptık, o da bizden intikamını alacak. —HAL WANLESS Miami Üniversitesi jeoloji profesörü

Yüzer hastane. “Aklınıza ne gelirse,” diyor, şirketi Amsterdam yakınlarında bir de yüzer hapishane inşa eden Behrens. “Taşkınların sadece olumsuz etkilerine dikkat ediliyor,” diyen Behrens’in sesinde ironi yok. “İnsanlara bundan para kazanmanın yollarını göstermemiz gerekiyor. Hükümet açısından vergilerden sağlanacak dolarlar var. İnşaatçılar açısındansa, yatırımları gelecek 50 yıl boyunca güvence altına alınmış oluyor. İklim değişikliğinde çok para var. Yepyeni bir endüstri olacak.” Florida, iklim değişikliğinin maliyetini –ve potansiyel kârını– net olarak görmek açısından Laura Parker derginin kadrolu yazarlarından. Dergi için uzun yıllardır fotoğraf çeken George Steinmetz hava fotoğrafçılığında uzman. 114

national geo graphic • şubat 2015

Panama City

elverişli bir yer. Aslında kıyı şeritlerinde tehlikeye açık bir sürü yer var ama Florida, aralarında en korunmasız olanlardan biri. Dünyanın dört bir yanında, Washington’da ve hatta Florida parlamentosundaki hükümet yetkilileri iklim değişikliği konusunda kararsız davranırken, Florida’nın güney ucundaki yerel liderler hazırlık yapıyor. Florida’nın geleceğini vergi, imar, bayındırlık hizmetleri ve mülkiyet hakları konusundaki gürültülü ve çekişmeli toplumsal tartışmalar belirleyecek. Bu tartışmalara neden olan şey ise yükselen deniz. ABD HÜKÜMETİ ULUSAL İklim Değerlendirme çalışmasının öngörüsüne göre, Florida, önümüzdeki onyıllar içinde denizin yükselmesinin yanı sıra olağanüstü hava koşulları –kurak mevsimde su kıtlığı ve yağmur mevsiminde tufanlar– nedeniyle de güçlükler yaşayacak. Sıcaklık ve kuraklık, ABD’nin Doğu Yakası’na kışın sebze sağlayan tarım endüstrisini tehdit ediyor. Ayrıca Florida tarımının üç dayanak noktası olan domates, şekerkamışı ve narenciyeyi de zayıflatma olasılığı var. Yağmur mevsimi de, şiddetli kasırgalar ve büyük fırtına kabarmalarıyla daha sert geçecek. En büyük tahribat ise, eyaletin 2 bin 170 kilometrelik kıyı şeridinde yaşanacak. Florida’nın 18 milyonluk nüfusunun dörtte üçü, ekonominin beşte dördünün kaynağı kıyı kesimindeki ilçelerde yaşıyor. Binalar, yollar ve köprüler dahil kıyı kesimindeki yapılaşmanın 2010 rakamlarıyla değeri iki trilyon dolar. Eyaletin bin 330 kilometrelik kumsallarının neredeyse yarısı aşınmaya maruz. Bu arada, güneydeki dört ilçe –Monroe, Miami–Dade, Broward ve Palm Beach– Florida nüfusunun yaklaşık üçte birine ev sahipliği yapıyor ve buralarda yaşayan 2,4 milyon civarında insan gelgit sırasında denizin maksimum yükselme sınırından en fazla 1,2 metre yüksekte yaşıyor. Fort Lauderdale, Hollywood ve Miami Beach’in sokakları, arada sırada meydana gelen ve normal


Tal Ta T a llah ahhaasssee Tallahassee

JACKSONVILLE Etkilenen ev Emlak değeri*

13.200 5,7 milyar $

Gainesville Ga G aaiine nnes e vi vi lee vil

Daytona Beach

Kasırgalar İklimbilimciler, fırtına kabarmalarının –şiddetli rüzgârlar nedeniyle deniz seviyesinin hızla yükselmesi– 2100’e gelindiğinde çok daha tahripkâr hale geleceğini tahmin ediyor. Bu kabarmalar genelde cana ve mala karşı en büyük tehlikeyi oluşturuyor.

1,5 metre deniz yükselmesi sırasında deniz kabarması çizgisinin altında kalan arazi Orlanddo Or Orl Orlando

TAMPA

9200 5,6 milyar $

ST. PETERSBURG

28.400 7,6 milyar $

2100’DE FLORİDA

GERİ ÇEKİLEN KIYILAR

Okeechobee Gölü

Deniz seviyesi 1,5 metre yükselirse, sahil kesimlerindeki yaklaşık 1 milyon ev normal günlük deniz yükselme seviyesinin altında kalacak.

FORT LAUDERDALE

Tehlike altındaki diğer yapılar arasında 7 elektrik santrali, 26 hastane, 213 okul ve 32 arıtma tesisi bulunuyor. Toplamda 390 milyar dolar değerinde gayrimenkul tahribat görebilir ya da kayba uğrayabilir. Bu rakam Florida eyaletinin bütçesinin beş katı.

45.700 20,7 milyar $

CAPE CORAL

MIAMI**

9900 4,2 milyar $

98.500 31,4 milyar $

Key West 0 km

25

*KONUT, TİCARİ VE KAMU BİNALARI DAHİL (2012 YILININ DOLAR KURU OLARAK) **MIAMI, PEMBROKE PINES, HOLLYWOOD VE HIALEAH DAHİL. KAYNAK: CLIMATE CENTRAL; GÜNEY FLORİDA SU YÖNETİMİ BÖLGESİ


Pensacola

deniz yükselmelerinden çok daha yüksek olan “dev yükselmeler” sırasında su taşkınına uğruyor. Ulusal İklim Değerlendirme’nin yorumlarına göre, suyun ısınarak genleşmesi ve Grönland ve kutup buzul örtüsünün ergimesi nedeniyle 2060 yılına gelindiğinde okyanuslar 60 santimetre yükselebilecek. 2100 yılına gelindiğinde ise yükselme 2 metreye ulaşabilecek. Bu da Miami–Dade’in büyük bir bölümünün sular altında kalmasına neden olacak. Denizin yükseldiği her 30 santimetreye karşılık kıyı 150 ila 610 metre arasında değişen değerlerde içeriye çekilecek. 60 santimetrelik bir yükseliş, Miami–Dade ilçesi kanalizasyon arıtma tesisiyle Turkey Point’teki nükleer santralin çalışmasını engellemeye yeterli olacak (her ikisi de Biscayne Körfezi’nde yer alan Virginia Key’de).

Sloganları, “koruma, bakım ve geri çekilme.” İnsanda, bir inşaat mühendisinin acı evreleri gibi bir izlenim yaratıyor. Miami Üniversitesi Jeoloji Bölüm Başkanı Hal Wanless, “60 santimetrede, okyanusun ortasında kalacaklar,” diyor. “Bariyer adalarının çoğu yaşanmaz hale gelecek. Havaalanları 120 santimetrede sorun yaşayacak. Tatlı suyu deniz seviyesinin üzerinde tutamayacağımız için içme suyu kaynağımıza tuzlu su karışacak. Herkes mutlu son istiyor. Ama gerçeklik böyle değil. Başımıza kötü şeyler gelecek. Denizin ısınmasına yol açarak kötü bir iş yaptık, o da bizden intikamını alacak.” Yetmiş iki yaşındaki Wanless, kendi yaşam süresi içinde iklim değişikliğinin ciddi etkilerine tanıklık edeceğini düşünmüyormuş. Yine de, tam 30 yıl boyunca, ısınan denizin Güney Florida’yı sular altında bırakacağı uyarısında bulunan yegâne ses olmuş. 1980’lerde, yaşadığı Coral Gables’taki 116

national geo graphic • şubat 2015

+3,7˚

Panama City

+3,6˚

sülükayaklıların 1940’lara oranla köprü ayaklarında daha yükseğe tutunduklarını belgelemiş. Birkaç yıl önce Grönland’daki küçülen buzulları analiz etmiş ve deniz seviyesindeki yükselmelerin hesaplanmasında kullanılan temel bilimsel modellemenin, hızlanan buzul erimesini tam olarak hesaba katmadığı sonucuna varmış. (Nitekim, Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, geçtiğimiz yıl yaptığı hesaplamalarda buzul örtüsü ergimesine daha fazla ağırlık vererek deniz seviyesi yükselişine dair tahmini rakamlarını yukarı taşıdı.) Florida’nın uzun ve sığ kıyı şeridi burayı daha korunmasız kılıyor olabilir ama aslında hiçbir bölgenin bağışıklığı yok. Seller, orman yangınları, kuraklıklar ve fırtınaların ülke genelinde 110 milyar dolarlık hasara yol açtığı 2012, ABD tarihinde en büyük zararların yaşandığı ikinci yıl oldu. Küresel çapta yaşanacak şiddetli hava koşullarının habercisi olarak Haiyan Tayfunu, 2013 yılında Güneydoğu Asya’yı etkisi altına alıp Filipinler’i vurarak 6 bin 200 kişinin yaşamını yitirmesine neden oldu. Aynı yıl, başta Afrika ve Güney Asya olmak üzere tüm kıtalarda tarım ürünlerini tahrip eden kuraklıklar yaşandı. Güney Amerika muson bölgesinin merkezi durumundaki Brezilya’nın yüksek bölgeleri, 1979’dan bu yana yaşanan en kötü kuraklığa maruz kalarak suyu karneye bağladı. Andlar ve Himalayalar’daki hızlı buzul erimesi de Peru, Hindistan ve Nepal’de su sıkıntılarına yol açacak. Dünya Bankası’nın öngörülerine göre, siyasi istikrarsızlıklar, gıda sıkıntısı ve kıtlık nedeniyle önümüzdeki onyıllar içinde milyonlarca insanın yerlerinden oluşuna tanıklık edeceğiz. Güney ve Güneydoğu Asya’nın yoğun nüfuslu sahil kesimleri, başta Bangladeş ve Vietnam’dakiler olmak üzere sular altında kalabilir. Daha da kötüsü, yükselen denizler büyük nehir deltalarını istila ederek tuzlu suyla zehirleyip dünyanın en zengin tarım arazilerinden bazılarını yok edebilir. Vietnam’da 17 milyon kişinin yaşadığı ve ülke çeltik


Tallahassee

+4˚

Jacksonville

+3,7˚

Gainesville

+3,8˚

İklim havaya karşı Ortalama sıcaklıkta meydana gelen küçük bir yükselme, olağanüstü hava koşulları sonucu ortaya çıkan felaket tehlikesini birkaç kat artırabiliyor. Daha uzun ve yoğun sıcak hava dalgalarına, kuraklıklara ve orman yangınlarına neden oluyor.

Sıcaklık yükselişi, yıllık ortalama, 2081–2100* +4,5° Fahrenheit**

Orlando

+3,6˚

+2,5° F

Clearwater

+3,2˚

Tampa

+3,5˚

St. Petersburg

+3,3˚

2100’DE FLORİDA

AŞIRI SICAK İklimbilimciler, yüzyılın sonuna gelindiğinde sıcak hava dalgalarının daha dengesiz hale geleceğini söylüyor. Günümüzde, ABD’nin güneydoğusunda 35 derece (Celsius) ve üzerinde sıcaklık yaşanan gün sayısı yılda sekiz. 2100’e gelindiğinde, bu sayıya 48 ila 130 gün daha eklenme olasılığı var. Florida Atlantik Üniversitesi yerbilimcilerinden Leonard Berry, “Florida yağış modellerindeki değişimler büyük bilinmeyenlerden biri,” diyor. Elektrik Fiyatları Tufts Üniversitesi verileri, Florida’da sıcaklıkta halihazırdaki mevsim ortalamasından 1 derecelik (Fahrenheit) bir yükselmeye karşılık, elektrik fiyatlarının yılda kişi başı 90 dolar artabileceğine işaret ediyor. Bu da 2100 yılına kadar, 1 derecelik sıcaklık yükselmesine karşılık yılda ekstra 3 milyar dolar anlamına geliyor.

Cape Coral

+3,5˚

Coral Springs

+3,2˚ Fort Lauderdale

+3˚ Miami

+2,8˚

Key West

+2,9˚ 0 km

25

* YILLIK ORTALAMAYA BAĞLI OLARAK, 1986–2005. **1 FAHRENHEIT, 1,8 CELSIUS’A EŞİTTİR. KAYNAK: NCAR GIS PROGRAMI (HÜKÜMETLERARASI İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ PANELİ BEŞİNCİ DEĞERLENDİRMESİ RCP 6.0 SENARYO, CCSM4’TEN ELDE EDİLEN İSTATİSTİKSEL ÖLÇEK KÜÇÜLTME)


üretiminin yarısının gerçekleştirildiği Mekong Nehri Deltası daha şimdiden tuzlu su sızıntılarına maruz kalıyor.

Panama City Beach

BU ARADA GÜNEY FLORİDA’NIN YEREL

liderleri kendi geleceklerini kendileri belirlemek için çalışmalara başladılar bile. Genelde iklimbilimi konusuna kuşkuyla yaklaşan Cumhuriyetçiler’in çoğunlukta olduğu eyalet parlamentosundan ise pek bir destek gelmiyor. Cumhuriyetçi eyalet valisi Rick Scott konuyu görmezden gelip, “Ben bilim insanı değilim,” diye konuşuyor. Geçtiğimiz yaz Florida’nın önde gelen iklimbilimcileri –aralarında Wanless de vardı– kendisine brifing verdiklerinde teşekkür etti Scott ve başka da bir şey söylemedi. Öte yandan dört güney ilçesi bölgeyi 2060’a

Güney Florida’nın sıradışı jeolojik yapısının ortaya çıkardığı zorlukların üstesinden gelmek için yeni bir teknoloji gerekiyor. kadar adım adım “biçimlendirecek” bir yapılacak işler listesi hazırlamış durumda. Ayrıntılı bir plan hazırlanması yıllar sürecek. Ama yaklaşım büyük ölçüde tanıdık. “Her zaman yaptığımız şeyi yapacağız,” diyor Miami’de arazi kullanımı konusunda uzman avukat Joe Fleming. “Biraz daha kazıp destek yapacağız.” Miami–Dade ilçesi deniz seviyesi çalışma grubunun başkanlığını yapan eski ilçe temsilcisi Harvey Ruvin de bu konudaki anlayışı şöyle özetliyor: “Fikir, çok şeyi içine alan kapsamlı bir sermaye bütçelemesi yapmak; tuzlu su arıtma tesisleri, yolların yükseltilmesi, arazilerin yükseltileceği ve kanalların yapılacağı yerler. Gelecek, aslında bir yönüyle bazı arazileri elden çıkarma pahasına 118

national geo graphic • şubat 2015

bazı arazileri yükseltmeye bağlı olacak.” Ruvin neyle karşı karşıya olduğunu biliyor: Ağırdan alma. Mülkiyet hakkı anlaşmazlıkları. Korunması olanaksız alanlarda inşaatları yasaklamak için imar alanları ve imar yasasının değiştirilmesi. Tüm bu yeniden düzenlemelerin maliyeti konusunda ise konuşmak istemiyor. “Size gerçek bir rakam bile veremem. Belki 50 milyar dolar?” diye düşünceli biçimde mırıldanırken kendisi de bunun düşük bir rakam olduğunu biliyor. Kısa dönemli kazançlar elde etmek üzerine kurulu bir yerde uzun dönemli projelerin maliyetini nasıl karşılayacağını düşünüyor. “İlçe temsilcilerinin, kütüphane fonu yaratmak için emlak vergilerini az bir şey yükseltmekten korktukları bir dönemde böyle uzun dönemli bir borcu seçmenlere nasıl sunarsınız?” Miami–Dade ilçe mahkemesi kâtibi olan 77 yaşındaki Ruvin, bölgenin en becerikli politikacılarından biri. Ayak direyenleri harekete geçirmek için, iklim değişikliğine karşı hiçbir şey yapmamanın getireceği sonuçları kullanmayı denemiş. Ruvin, Florida’nın belirsiz geleceği konusunda başkanı olduğu çalışma grubuna brifing vermesi için geçtiğimiz yıl küresel sigorta devi Swiss Re’den iki yöneticiyi davet etmiş. Gerçekçi rakam uzmanlarının tahmin modeli, bölgenin fırtına kaynaklı afetler nedeniyle oluşacak yıllık kaybının 2030 yılına gelindiğinde 33 milyar dolara çıkabileceğini göstermiş –ki 2008’de bu rakam 17 milyar dolardı. Uzmanlar, tehlikeye açık binaların korunması için hemen harekete geçilmesi halinde bu kayıpların yüzde 40 azabileceğini de belirtmiş. Swiss Re sürdürülebilirlik uzmanlarından Mark Way, “Bu tür sorunlar 10, 20, 30 yıl sonrasına ertelenemez,” diyor. Way, bir diğer faktörün de, Florida’daki, devletçe sübvanse edilen sigorta programlarının piyasaları çarpıtması ve ortaya, gerçek riskleri yansıtmayan düşük oranlar çıkarması olduğunu belirtiyor. “Ki


ST. AUGUSTINE

Amelia Adası

2013 756 milyar dolar Turizm Yüzlerce yıllık tarihi gelirleri* bölge sular altında kalabilir.

CAPE CANAVERAL

1,5 milyar dolar Daytona Beach

Tehlikede

Aşınan kumsallar Florida’nın bin 330 kilometrelik kumsallarının yarıdan fazlası aşınıyor. ABD Ordusu Mühendisler Birliği, 2013 yılında kumsalın 63 kilometrelik bölümünü yeniden doldurmak için 150 milyon dolar harcadı.

Portakal Şekerkamışı Orlando

Turizm alanı 2008–2013 arasında yapılan 329 bin evin ilçe başına oranı

Yükselen deniz, füze fırlatma rampalarını ve diğer altyapıyı tehdit ediyor.

Tampa

%5–10 arası %2–5 arası %2’den daha az

EKONOMİK BEDEL

TEHLİKE ALTINDAKİ ENDÜSTRİLER İklim değişikliğinin eyaletteki önemli endüstriler üzerinde yaratacağı etkiler tüm ülkede hissedilecek. Florida, 2013 yılında ABD ekonomisine en büyük katkıyı yapan eyaletler arasında dördüncü sırada yer almıştı. Tarım Florida’nın iki önemli tarımsal ürünü olan portakal ve şekerkamışının 2012–2013 sezonundaki değerleri sırasıyla 952 milyon ve 677 milyon dolar olarak gerçekleşti. Turizm 2013 yılında gelen 94 milyon turist, eyalet içi turistlerle birlikte 76 milyar dolar harcama yaptı. İnşaat 2008 yılında ABD emlak balonunun sönmesinden bu yana Florida’da 65,6 milyar dolar değerinde konut inşa edildi. Florida, günümüzde ülkenin en hızlı büyüyen sekizinci eyaleti.

Okeechobee Gölü

Sanibel Adası Fort Lauderdale

KEY WEST

MIAMI

2 milyar dolar

22,8 milyar dolar

Key adalarının çoğunun deniz seviyesinden yüksekliği 1,5 metreyi geçmiyor.

Metropoller topluluğu aynı anda iki tahripkâr etkiyle karşı karşıya: Yükselen deniz ve kuraklık.

0 km

25

*GELİR TÜM İLÇEYİ KAPSIYOR. KAYNAK: USGS; USDA; ABD NÜFUS DAİRESİ; İLÇE YÖNETİMLERİ; JULIE HARRINGTON, FLORİDA EYALET ÜNİVERSİTESİ



Miami merkezi yakınlarındaki Biscayne Körfezi’nde güçlü su jetleriyle havalara çıkarak eğlenenler... Su jetleri, yükselen deniz seviyesi uzun vadede varlığına karşı ciddi bir tehdit oluştururken bile hareketli bir su yaşamına kucak açan bu kentin yeni oyuncakları.


bu yaklaşımın da, başka türlü çekiciliği olmayan alanlarda inşaatları doğrudan ya da dolaylı olarak özendirme konusunda kesin etkisi var.” Yerel liderler daha şimdiden deniz setlerini sağlamlaştırıyor, pompalar yerleştiriyor. Sonrasında daha zorlu projeler var: Kamu işletmelerini sahil kesimlerinden taşımak ve üniversiteler, hastaneler, havaalanları ve Florida ekonomisinin çekici gücü turistik merkezler gibi değerli binaları korumak. Sloganları olan “koruma, bakım ve geri çekilme” bir inşaat mühendisinin acı evreleri gibi bir izlenim yaratıyor. Ama grup iyimser. “Yetmiş yıl sonra olacak bir şey için şimdiden telaşa gerek yok,” diyor Kristin Jacobs. Eski Broward ilçesi temsilcisi ve ABD Başkanı Barack Obama’nın iklim değişikliği çalışma grubu üyesi olan Jacobs, geçtiğimiz sonbaharda Florida

“Bu tür sorunlar 10, 20, 30 yıl sonrasına ertelenemez.” —MARK WAY Swiss Re sürdürülebilirlik uzmanı

yasama meclisine seçilmiş.Teknolojiye güveniyor. “Tarihin başlangıcından bu yana dünyadaki yerleşim biçimlerine baktığımızda ihtiyaçlara göre evrim geçirdiğimiz görülüyor,” diye konuşuyor. “Hollanda gibi bazı ülkeler dirençli olma konusunda farklı yöntemler keşfettiler. Biz de dirençli olmanın yollarını arıyoruz.” BU ARADA HOLLANDALILAR DA Cakarta’dan San Francisco’ya sahil kentlerinde iş peşindeler. Birkaç yıl önce Behrens’in Miami’de bir Hollanda ticaret odası kurmasıyla, Güney Florida’da da köprübaşını tutmuşlar. Nüfusun üçte ikisinin deniz seviyesinde ya da altında yaşadığı Hollanda’da yaklaşık 450 şirket sudan para kazanıyor ve bu işkolları ülke ekonomisinin yüzde 4’ünü oluşturuyor. 122

national geo graphic • şubat 2015

Katrina Kasırgası’ndan sonra New Orleans için yeni bir set tasarlanması üzerine çalışan Arcadis şirketinden Piet Dircke, mimarlar ve mühendislerle bir seminer gerçekleştirmek üzere geçtiğimiz yaz –dördüncü kez– Hollanda’dan Miami’ye geldi. Dircke ve dört farklı Hollanda şirketinin temsilcileri, korunmasız alanların adapte edilmesine yönelik tasarımları gösteren güzel eskizler çizmişler. “Bizim deltamız paranızı yatırmak için en iyi yerlerden biri,” diyor Dircke. “Rotterdam adapte edilmiş bir kent olarak dünyaya örnek oluyor. Singapur, Kopenhag, Stockholm, bunların hepsi suya dayalı kimlikleriyle öne çıkıp bunu satış amacı haline getiren yerler. Miami de bir su kenti haline gelebilir.” Güney Florida’nın sıradışı jeolojik yapısının ortaya çıkardığı zorlukların üstesinden gelmek için yeni bir teknoloji gerekiyor. Buradaki kireçtaşı taban kayacı hem bir lütuf hem de lanet. Kireçtaşı, kazılıp çıkarıldığında yol inşaatlarında dolgu malzemesi olarak kullanılıyor ve arazi yükseltmeye yarıyor. Doğal halinde ise delikli bir sünger. Suyu geçiriyor. Tıkamak olanaksız. Miami Beach belediyesinin yaptığı gibi deniz setleri inşa edilebilir. Ama ne kadar yüksek olurlarsa olsunlar setler alttan kaynayan suyu engelleyemez. Önemli bir turizm destinasyonu olan 11 kilometrelik bariyer adası Miami Beach’i korumak Hollandalılar için bile zor görünüyor. “Sıfır noktasının merkezine hoş geldiniz,” diyor belediyede görevli mühendis Bruce Mowry. Miami Beach’in en alçak yerlerinden birinde, 20. Cadde ile Purdy Avenue’nün köşesinde buluşuyoruz. Başarının tadını çıkarıyor. 100 milyon dolar ve 20 yeni pompa, Ekim ayında yaşanan dev deniz yükselmesinin büyük oranda kuru atlatılmasını sağladı. Oysa bir yıl önce, Purdy’de kanoyla dolaşan biri olmuştu. Ve bu, turistler açısından pek de çekici bir görüntü değildi. Yeni pompalar kentin eski yağmur drenaj sisteminin geçirdiği 300 milyon dolarlık yenilenmenin bir parçası. Mowry 80 yeni pompayla Miami Beach’e 20–30 yıl daha kazandırmayı ümit ediyor. Union of Concerned Scientists’e (Endişeli Bilimciler Birliği) göre o zamana gelindiğindeyse kent çoktan yılda 237 taşkına maruz kalmış olabilir. “Miami Beach’in yok olması asla söz konusu değil,” diyor. “Ama başka bir biçimde var olacak.


Yüzer yerleşim alanları olabilir. Kazıklar üzerinde inşa edilen yükseltilmiş yollar olabilir. Bir suyolunu ulaşım yolu haline getirebiliriz. İnsanlar bana soruyor, ‘Bruce, yapılabilir mi böyle bir şey?’ Ben de şöyle cevap veriyorum, ‘Yapılır ama karşılayabilir misiniz?’” Belediye, yolları ve kaldırımları yükseltme konusunda deneylere başladı bile. İlk seçilen yer ise 2013’te kötü bir taşkına uğrayan, içinde kafe, içki mağazası ve bir de giysi dükkânı olan bir binanın bulunduğu Purdy Avenue oldu. Kaldırım ve caddenin 60 santimetre yükseltilmesiyle suyun mağazaların içine girmesi engellenecek. 60 santimetre, sorunu çözmek için yeterli değil. Ancak kaynak ve halk desteği belirsiz olduğu için belediye yetkilileri işe küçükten başlamaya karar vermiş. “60 santimetre bu binanın yaşamını uzatıyor,” diyor Mowry. “Gelip radikal değişiklikler yapamazsınız.” EĞER MIAMI’NİN DÜNYANIN su kentlerinden

biri olarak geleceği varsa, Stockholm’den çok Florida Keys’e benzeme olasılığı daha yüksek gibi. Key West’e doğru Overseas Otoyolu’ndan ilerlerken, sırıklar üzerindeki evlerin, denizcilik donanımı satan mağazaların ve tuzlu deniz suyu zehirlenmesi nedeniyle ölen çam ağaçlarının yanından geçiyorum. Keys adalarındaki golf sahalarına artık tuza dayanıklı otlar ekiliyor. Bu adalar, eski bir mercan resifinin su yüzeyinde kalan parçaları. Çoğunun deniz seviyesinden yüksekliği 1,5 metreden az. Resifler kıyı bölgelerini fırtına dalgalarına karşı korur. Sağlıklı olmaları durumunda ise deniz seviyesinin yükselmesine ayak uydururlar, okyanus yükseldikçe onların da boyu uzar. Ancak Florida açıklarındaki resifin büyük bölümü 1970’lerin sonunda hastalıklar nedeniyle yok oldu. Miami Üniversitesi okyanusbilimcisi Chris Langdon, “Bugün resife daldığınızda, ölü mercanlardan oluşan bir mezarlıkla karşılaşıyorsunuz,” diyor. Okyanusların daha sıcak ve asitli olması resifin yeniden kendine gelmesine engel oluyor. Langdon, bu koşullar altında yaşayabilen bir mercan bulmak için uğraşıyor. “Resiflerin ekonomik değerini anlamak için, bu işin orduya verildiğini, 241 kilometrelik bir set

inşa etmek zorunda kaldıklarını ve birkaç yılda bir, biraz daha yükselttiklerini kafanızda canlandırın,” diyor. “Resifler bunu bedavaya yapıyor.” U.S. 1 olarak da bilinen otoyol, adalar zincirini 42 köprüyle birbirine bağlıyor. Keys adalarında nüfus, yaklaşan bir kasırga olması durumunda 24 saat içinde araçlarla boşaltılacak insan sayısıyla sınırlı tutuluyor. Nature Conservancy’den Chris Bergh ile Big Pine Key’de buluşuyoruz. Keys’e, henüz küçücük bir bebekken, anne–babasının 1973 model Volkswagen minibüsüyle Pennsylvania’dan gelmiş ve buradan gitmeye hiç niyeti yok. “Altı yaşında bir çocuğum var,” diyor. “Ben hayatımın sonuna kadar burada yaşayabilirim ama o yaşayamayacak. Bir noktada bir ekonomist, ‘Bakın, U.S. 1’in yeniden inşası 1 milyar dolara mal olacak ve bu da bize ancak 20 yıl kazandıracak’ diyecek. Sorulması gereken soru, devam etmeyi sürdürmek için zaman kazanmanın bize maliyeti ne olacak?” Yolun bittiği Key West, Havana’ya Miami’den daha yakın. Belediye için 20 yıldan uzun bir süredir planlamacı olarak çalışan Don Craig ile belediye binasında buluşuyoruz. Belediye, son yıllarda yeni pompalar eklemek, yüksek bir noktada itfaiye binası inşa etmek ve adayı neredeyse tamamen çevreleyen deniz setinin bazı bölümlerini yenilemek için milyonlar harcamış. Ama seçenekler sınırlı. Setleri daha da yükseltmek olanaklı değil. “Civarda dolgu malzemesi kaynağı yok,” diyor. “Büyük taşocaklarından 190 kilometre uzaktayız.” Craig, Keys’in can damarı olan otoyolun bir gün sular altında kalacağını söylediği kişilerden dört farklı yanıt aldığını anlatıyor. “Bazıları korkuyor,” diyor. “Bazıları, ‘O zamana kadar ben çoktan ölmüş olacağım, bana ne!’ diyor. Bazıları ‘Böyle bir şey olacağına dair fikir birliği yok, öyleyse niye bize bunu söylüyorsun?’ diyor. Bir diğer tepki de derin bir sessizlik.” Craig’in yanıtı da göç. 2100 YILINA KADAR SULAR altında kalması

olası bir bölgedeki inşaat hızında gerçeküstü bir durum var. Kuzeybatıdaki Broward ilçesi üzerinde sabahın erken saatlerinde uçtuğum sırada, Everglades’e sırtını vermiş bir inşaat arazisindeki yapay SUYA DİRENMEK

123


Deniz seviyesindeki birkaç metrelik yükseliş Florida Keys adalarının boyutlarını küçültebilir ve onları anakaraya bağlayan Overseas Otoyolu’nun bazı bölümlerini sular altında bırakabilir.

gölde ince, uzun yarımadalar yapmak üzere dolgu malzemesi çıkaran bir ekskavatörü izliyorum. Miami’nin merkezinde, geçen baharda, Miami Nehri boyunca yaptığım motor gezisi sırasında, burası için rekor bir fiyatla 125 milyon dolara satılan, nehrin hemen kıyısındaki yarım hektarlık bir arazinin yanından geçiyorum. Biraz ileride, 3,6 hektar üzerine kurulan bir milyarlık Brickell City Centre öyle büyük ki inşaat alanında bir beton tesisi var. Kentin diğer ucunda, bin 800 odalı bir oteli olan 600 milyon dolarlık bir kongre merkezi planlanıyor. Güney Florida’da iklim değişikliğinin neden olduğu en büyük ekonomik sorun, iş dünyası liderlerinin sözünü etmekten nefret ettiği bir konu: Yavaş yavaş ilerleyen bu krizin inşaatları durdurabileceği korkusu. Çevre hukuku 124

national geo graphic • şubat 2015

profesörü Richard Grasso, “Adeta ‘Şiiişt, bu konu hakkında konuşmayın!’ gibi görünmez bir uyarı var ve böylece gerçek olmaktan çıkıyor,” diyor. Ancak alçak sesle de olsa özel konuşmalar yapılıyor. Geçtiğimiz sonbaharda, bölgenin büyük bankaları, sigortacıları ve inşaat şirketi yöneticileri, Lloyd’s of London ile Miami’de sadece davetlilere açık bir yuvarlak masa toplantısı düzenlediler. Sigorta şirketi yöneticilerinden biri, katılımcılara, bazı korunmasız alanlardaki ev sahiplerinin daha şimdiden kredi ödemelerinden daha yüksek sigorta primi ödediklerini açıkladı. Dutch Docklands’i temsil eden Miami arazi kullanımı avukatı Kerri Barsh, “Yükselen sigorta primlerinin sürdürülebilir olmadığı ve insanların Miami’yi terk etmek ya da sigorta yaptırmamak dışında seçeneklerinin kalmayacağı gibi bir kaygı


vardı. Ama ev kredisi almış olanlar için böyle bir seçenek söz konusu değil,” diyor. “Eğer sigorta fiyatları artmaya devam ederse, Güney Florida ekonomisi üzerinde ve hatta daha da geniş bir kesimde katlanarak kendini gösteren olumsuz bir etki yaratabilir.” Yerel liderler için, emlak patlamasının devamlılığını sağlamanın yollarından biri de uzak geleceğe bakmamak. Böylece güney ilçeleri 2100 yerine 2060’a odaklanıyor. Bu yaklaşımın belli bir mantığı da var. Çoğu binanın ortalama ömrü 50 yıl ve henüz 119 yaşında olan Miami de kendini sürekli yeniden inşa ediyor. “60 santimetre üzeri deniz seviyesi artışlarına bakmak istemiyorlar. Bu, çok da ürkütücü olmamak için bilerek yapılan bir seçim,” diyor Wanless. “Yani, bir şeyler yapma zamanının geldiğini

anlayana kadar parayı denize dökmeye devam ederek daha epey zaman harcayacağız.” Üçüncü kez Güney Miami belediye başkanı seçilen Phil Stoddard, o zamanın ne zaman geleceğine dair konuşmayı kabul eden birkaç politikacıdan biri. Kendisiyle evinde buluşuyoruz. Tek katlı, stucco duvarlı evin zemini taş (Taşkın Dersi 101), çatısında güneş panelleri ve arka bahçesinde büyük bir göleti var. Eşi ile birlikte Lola adlı bir akvaryum balığı ve sekiz yaşındaki Ackwards isimli levrekleriyle birlikte burada yüzüyorlar. “İnsanlara yüksektekini alıp, alçakta olanı satmalarını söylüyorum,” diyor. Aynı zamanda Miami’deki Florida Uluslararası Üniversitesi’nde biyoloji profesörü olan Stoddard’ın da bir senaryosu var. Nüfus, emlak fiyatları ve deniz seviyesini gösteren üç çizgili bir grafik çizmiş. Hepsi yükselişte. Sonra nüfus artışı ve emlak fiyatları birdenbire dibe vuruyor. “Bir şeyler işleri berbat edecek,” diyor. “Bir kasırga, bir taşkın, denizin biraz daha yükselmesi, tatlı su kaybı. İnsanlar artık buraya gelmeyecek, buradan uzaklaşacak.” Emlak likidasyonunun kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Böyle bir şey yaşanmadan önce seçmenlerinin bilgilendirilmesini istiyor. “İnsanlar bana soruyor, ‘Yaşım şu, evimin şu kadar özsermayesi var. Ne yapmam lazım?’ Ben de onlara şöyle diyorum, ‘Eğer emeklilik ya da yaşamak için bu evin değerine ihtiyacınız varsa o zaman belli bir noktada paraya çevirmeniz lazım. Bu yıl olması gerekmez. Ama 20 yıl beklemeyin.’” Stoddard’ın bir süre önce katıldığı bir toplantıda, Wanless buzul örtüsünün çözülmesindeki hızlanmanın denizlerin yükselişini daha da hızlandıracağına dair analizinin sunumunu yapmıştı. Ve bu yükseliş federal hükümetin tahminlerinden daha hızlı ve yüksekti. Stoddard o akşam ay ışığı altında Miami Beach’te birlikte yürüyüşe çıktığı –henüz ergenlik çağındaki– kızına duyduklarını anlatmış. “Bir süre sessiz kaldıktan sonra, ‘Yani ben burada yaşamaya devam edemeyecek miyim?’ diye sordu. ‘Hayır,’ diye cevap verdim. Çocuklar yaşananları anlayabiliyor. Peki ya, olan biteni görmezden gelen anne–babalara ne demeli...” j SUYA DİRENMEK

125


9. Amsterdam

AV R U PA

A S YA

2. Guangzhou 7. Osaka–Kobe 8. Şanghay

AFRİKA

5. Hong Kong

6. Mumbai (Bombay)

10. Ho Çi Minh City

OLAĞANÜSTÜ BİR HAVA KOŞULUNUN, KENTSEL ALANLARDA YÜKSELEN DENİZE KARŞI KURULAN SAVUNMALARI ETKİSİZ HALE GETİRMESİ DURUMUNDA 2050 YILINDA YAŞANACAK KAYIPLAR*

AV U S T R A LYA

140 milyar dolardan fazla 70 milyar–140 milyar dolar arasında 35 milyar–70 milyar dolar arasında 17,5 milyar–35 milyar dolar arasında 17,5 milyar dolardan az NÜFUS YOĞUNLUĞU, 2013 Düşük

Yüksek

KIYIDA YER ALAN İK 10 SIRADAKİ KENTSEL ALANLAR Miami

278 milyar $

Guangzhou

268

New York–Newark

209

New Orleans

191

Hong Kong

140

Mumbai (Bombay)

132

Osaka–Kobe

108

Şanghay

100

Amsterdam

96

Ho Çi Minh City

95

* KENTLERİN, DENİZ SEVİYESİ YÜKSELİŞİNİ TAKİP EDEREK GÖRECELİ TAŞKIN RİSKİNİN DEVAM EDECEĞİ ŞEKİLDE KORUMA İNŞA EDECEĞİNİ VARSAYIYOR (2005 YILININ ABD DOLAR KURU) KAYNAK: STÉPHANE HALLEGATTE VE DİĞERLERİ, NATURE CLIMATE CHANGE, EYLÜL 2013


KUZEY AMERİKA 3. New York–Newark 4. New Orleans

1. Miami

İklim Değişikliğinin 2050’deki Maliyeti

GÜNEY AMERİKA

Deniz seviyesinin yükselmesi, nüfusu artan, binalarının ve altyapısının değeri yükselen sahil kentlerinde maliyetlerin artması anlamına geliyor. Daha sık yaşanan taşkınlar, sigorta işlemlerini ve buna bağlı olarak Miami gibi kentlerde inşaatları olanaklı kılan finansmanı büyük olasılıkla aksatacak. 2050’ye kadar deniz seviyesi 40,5 santimetre yükselirse, liman kentlerinde meydana gelen taşkınların yol açtığı zarar yılda 1 trilyona çıkabilir. Ustalık ve önemli yatırımlar sayesinde kurulan yeni setler taşkınları azaltabilir ama kentlerin setleri geliştirmesi ve bakımını yapması gerekecek. Ancak olağanüstü hava koşullarının savunma duvarlarını aşıp geçmesi kaçınılmaz. Yüzyılın ortasına gelindiğinde bu tür olayların kentsel alanlara kaça mal olacağı tahminleri üzerinde çalışan Dünya Bankası araştırmacısı Stéphane Hallegatte, “Koruma, ancak başarısızlığa uğrayana kadar bizi korur,” diyor.

SUYA DİRENMEK

127


FOTO HABER

FOTOĞRAFÇININ GÖZÜNDEN

Sular Altında Bir Dünya Yazı ve Fotoğraflar: GIDEON MENDEL

O

lağanüstü hava koşulları, içinde yaşadığımız şu günlerde hemen her yerde karşımıza çıkıyor. Oysa sıklıkla yaşadığımız bu olayların etkisini kişisel yaşamımızda görmek oldukça zor. Bu saptamadan yola çıktım ve biri İngiltere’de, diğeri Hindistan’da birbirinden birkaç hafta arayla yaşanan iki su taşkınını fotoğraflayarak, 2007 yılında söz konusu etkiyi belgelemeye başladım. O dönemden bu yana dünyanın dört bir yanındaki taşkın bölgelerine yolculuk yaptım. Haiti, Pakistan, Avustralya, Tayland, Nijerya, Almanya, Filipinler ve bir kez daha İngiltere’ye gittim. Tanık olduğum görüntüler hüzün vericiydi... Projenin merkezinde portreler var. Çalışmam sırasında derin sulardan geçerek evlerine geri dönen öznelerimin peşinden gidiyorum. Ve sular altında kalmış evlerinde samimi görseller yaratmak için onlarla birlikte çalışıyorum. Verdikleri pozlar belki bilindik ama bulundukları ortam şaşırtıcı derecede değişik. Genellikle koşullardan ya da yetkililerin yetersiz müdahalesinden dolayı kızgın oluyorlar. Ve çoğu da, içinde bulundukları duruma tanıklık edilmesi ve başlarına gelenlerin tüm dünya tarafından bilinmesini istiyor. Bu çalışmada eski bir Rolleiflex fotoğraf makinesiyle filmli çekim yapıyorum. Dijital belki daha kolay olabilirdi ama benim için filmin dokusunun ayrı bir özelliği var. Ayrıca eski bir fotoğraf makinesinin kullanılması da kanımca duruma resmiyet ve ağırbaşlılık katıyor. Birçok kültür açısından seller, eski zamanlardan kalma bir mecaz, insanları güçsüz kılan yıkıcı bir güç. Ancak olağanüstü hava koşulları etkisini giderek artırdıkça, kutsal kitaplarda yer alan tufan gerçek oluyor. j Tayland, 2011’de ülkenin son 50 yılda gördüğü en kötü selleri yaşadı ve Wilaiporn Hongjantuek’in Bangkok yakınlarındaki köyü de taşkından etkilendi. Ama o yine de ailesi için markete gitti.

128



FOTO HABER

FOTOĞRAFÇININ GÖZÜNDEN | proof.nationalgeographic.com

2013–2014 kışında Britanya Adaları’nı etkisi altına alan fırtınalar, İngiltere’nin bazı bölgelerine rekor yağmurlar getirmiş ve büyük su taşkınlarına yol açmıştı. Yörede Somerset Levels olarak bilinen ovalık bir bölgede binlerce hektarlık tarım alanı birkaç ay boyunca su altında kalmıştı. Bu alanlar arasında Roger Forgan’ın çiftliği de vardı.

130

national geo graphic • şubat 2015


Somerset köylerinden Burrowbridge’de inşaat ustası Dave Donaldson ve kızı Heather (12) su basmış evlerinde poz veriyor. Ailesi bir süreliğine tahliye edilen Dave, hayvanlarını “tuhaf bir felaket filminden çıkmış gibi” diye tanımladığı suyun yarattığı tahribattan korumak için burada kalmıştı.

SuL AR Altında Bİr Dünya

131



Joseph ve Endurance Edem, oğulları Godfreedom ve kızları Josephine ile birlikte Nijerya, İgbogene’deki evlerinin kapısı önünde... Nijerya, 2012’de son yarım yüzyıl içindeki en kötü su taşkınlarını yaşadı. “Çok korkmuştum,” diyor Josephine, “suda boğulacağımızı düşünmüştüm.” Bu felakette yaşamını yitirenlerin sayısı 360’ı aşmıştı.


FOTO HABER

FOTOĞRAFÇININ GÖZÜNDEN | proof.nationalgeographic.com

Temmuz 2011 ile Ocak 2012 arasında, Tayland’ın 77 ilinden 65’i felaket bölgesi ilan edildi. Sakorn Ponsiri, Bangkok yakınlarındaki evini sular altında bırakan muson etkili taşkınların “iklim değişikliğiyle ilişkili olduğunu” söylüyor. “Yeniden yaşanabilir. Daha hazırlıklı olmamız lazım,” diyor.

134

national geo graphic • şubat 2015


Hindistan’ın Bihar eyaletinde, Muzaffarpur yakınlarında sel sularıyla kuşatılmış bir ev ve okul... Halk, 2007 yılında yaşananları, hatırladıkları en kötü seller olarak tanımlıyor. Taşkınlar, okulların kapanmasına neden olmuş, milyonlarca insanı etkilemiş ve bini aşkın can almıştı.

SuL AR Altında Bİr Dünya

135



2014 yılında İngiltere’de yaşanan seller “gerçeküstü duygusu” vermişti diyor Jeff Waters. Fotoğrafta eşi Tracy ile birlikte Staines–upon–Thames’teki bahçelerinde görülüyor. Daha batıda, Moorland Köyü’nde yaşayan Shirley Armitage’ın ise şansı o kadar yaver gitmemiş. Göğüs hizasına kadar çıkan sular babasının 1955 yılında inşa ettiği evi (üstte) doldurmuş.


VİZYON

Aşk

Sizin Kareniz

Görev Geçtiğimiz ay okurlarımızdan aşka dair en güzel fotoğraflarını paylaşmalarını istedik. Önümüzdeki ayın görev konusu için nationalgeographic.com.tr adresini ziyaret edin.

Hasan Bağlar Lefkoşa, KKTC Kelebeklerin yoğun olduğu bir yonca tarlasında aradığı kareyi yakalayabilmek için uzun süre bekleyen Hasan Bağlar, bu güzel kelebek çiftinin gelişiyle aklındaki kompozisyona kavuşmuş.

Murat Yılmaz İzmir Murat Yılmaz, bir atlı spor kulübünde atların dinlendiği bölümden geçerken iki atın birbirine kur yaptığını görmüş. Biraz sonra güzel bir kare yakalayacağını sezen Yılmaz, “Beklediğime değdi,” diyor.

138 national geo graphic

• ŞUBAT 2015



VİZYON

Sizin Kareniz

Veysel Kaya Bursa Bursa’nın gizli saklı dağ köylerinden biri olan İhsaniye’de hayvanlarıyla birlikte mutlu bir yaşam süren Fadime ve Osman Dursun çiftinin aşkı, Kaya’nın objektifine böyle yansımış...

Hatice Akgül Yalımkılınç, Denizli Hatice Akgül Yalımkılınç, Pamukkale’ye güneşin battığı ve travertenlerin ışıklandırıldığı akşam saatlerinde ulaşmış. Ve Pamukkale’nin bu alışılmadık manzarasında iki turist Yalımkılınç’ın objektifine yakalanmış.

140 national geo graphic

• ŞUBAT 2015



Mercek Altında National Geographic Arşivcisi Bill Bonner eşliğinde

Tüm Gözler Devrimde Meksika, Zacatecas’ta bir sokak manzarasını gösteren 1914 tarihli bu fotoğrafta, bir optik dükkânının tabelasındaki gözler merceklerin ardından yukarı doğru bakıyor. O tarihte, ayaklanma lideri Panço Villa’nın kuvvetleri, demiryolu nedeniyle önemli konumdaki bu kasabayı Başkan Victoriano Huerta’nın kuvvetlerinden henüz almışlardı. Zacatecas, Meksika Devrimi’nin en kanlı savaşlarından biriydi. Bu savaşta 7 bin kişi ölmüş, binlerce kişi yaralanmıştı. Görsel, büyük olasılıkla National Geographic’in Temmuz 1916 sayısında yayımlanan Meksika konulu makaleler için satın alınmış ama dergide yayımlanmamıştı. Fotoğrafta tabut taşırken görülen adam (ortada) belki de fotoğrafın arkasına yazılmış mesaja dair tek ipucu. Bu kare, bir zamanlar “en yeni savaş fotoğrafları” arasında yer alıyordu. —Margaret G. Zackowitz

142 national geo graphic

• ŞUBAT 2015

FOTOĞRAF: PAUL THOMPSON, MUTUAL FILM COMPANY/ NATIONAL GEOGRAPHIC CREATIVE



Temel İçgüdü Hayvanlar aleminde aşk ve şehvet üzerine nazik bir inceleme

Aşk Aceleye Gelmez Yeryüzünün en yavaş memelisi olarak bilinen tembelhayvanlar ne kadar mı yavaş? Bir günde aldıkları yol: Genelde ancak birkaç metre. Dinlenme zamanı: 24 saatin 20’si. Metabolizma: O kadar yavaş ki, ağaçta yaşayan bu otçul hayvanlar bağırsaklarını boşaltmak için haftada sadece bir kez yere iniyor. Aslında böylesi daha iyi, çünkü yerdeki yavaşlıkları yüzünden arabalara, insanlara ve diğer hayvanlara karşı korunmasızlar. Tembelhayvanın iskeleti uzanıp yatmaya ve ağaçlardan aşağı sarkmaya uygun. Tembelhayvanlar bu durumda yemek yiyor, uyuyor, çiftleşiyor ve doğuruyor. Baltimore’daki National Aquarium’un yağmur ormanı sergisine dört tembelhayvan yavrusu katılmış, ama küratör Ken Howell görevlilerin tek bir doğum ya da çiftleşmeye tanık olmadıklarını söylüyor: “Özel hayatlarını önemsiyor olmalılar.” Yakınlaşma durumu cinsellikle sonuçlanınca da, “belli ki çok hızlı gerçekleşiyor,” diyor. Egzotik hayvan kurtarma programı Animal Magic’ten Mark Rosenthal’in bu konudaki yorumu ise, “Hem evet, hem hayır.” Akıllı telefon ve biraz da şansla, yaşam alanlarında dallardan sarkar durumdaki iki tembelhayvanı çiftleşirken gösteren çok nadir bir video çekmeyi başarmış. Duraksayan anlatımı yavaş gelişen olayı tanımlıyor: “Erkek denemeye devam ediyor… kız… hazır… Erkek tekrar deneyecek… Sabırlı olun, tembelhayvan bunlar…” İzleyiciler arasında çocuklar da olduğu için Rosenthal videoyu tembelhayvanlar işlerini bitirmeden sonlanacak şekilde montajlamış. “Nihayet yaşanan başarı,” diyor Rosenthal, “baş aşağıydı. Ve çok uzun sürmedi.” —Patricia Edmonds

ABD’nin Nebraska eyaletindeki Lincoln Çocuk Hayvanat Bahçesi’nde yaşayan ikiparmaklı bayağı tembelhayvan (Choloepus didactylus).

DOĞAL ORTAM

Orta ve Güney Amerika DURUM

Önceliği düşük (dört tür) DİĞER BİLGİLER

Altı tembelhayvan türünün ikisi tehlikede. Brezilya’daki yeleli üçparmaklının durumu hassas. Panama’daki cüce üçparmaklı yok olmak üzere.

Dünyanın en yavaş memelisinin çiftleşmesi “belli ki çok hızlı gerçekleşiyor.”

FOTOĞRAF: PIOTR NASKRECKI FOTOĞRAF: JOEL SARTORE


İ nc i Ak s o yi l e

A R T LI FE

“Sa n a tHa y a t t ı r , Sa n a t s ı zKa l ma y ı n ”

www. wor l dt r a v el c ha nnel . c om



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.