Bahar 2015, Say› 17
ISSN: 2146-4820
PANoRaMA Kadir Has Üniversitesi Lider Akademik Ortak
Kartopuyla U¤urland›
Mooc’lar›n K›sa Hikayesi
Yarat›c›l›k ve Yenileflim
Kadir Has Üniversitesi Spor Çal›flmalar› Merkezi, UEFA ile anlaflma imzalayarak Avrupa çap›nda düzenlenecek UEFA Futbol Hukuku Program›’n›n lider akademik orta¤› oldu.
“Yeryüzündeki flartlar›n düzelmesi, sadece bilimsel bulufllardan çok, ahlâkl› bir yaflama düzeninin gerçekleflmesine ba¤l›d›r.” Albert Einstein
01
03 Sunufl 04 “Mecbur ‹nsan›”n Yazar› ile ‹ki Buçuk Günün An›s›na Ö¤r. Gör. Dr. fiehnaz fiiflmano¤lu fiimflek Kekemelikten büyük deyifl ustal›¤›na evrilen; a¤›tlar›n, destanlar›n, türkülerin büyük dengbêji Yaflar Kemal’siz Anadolu topraklar›n›n kültür bahçesi daha bir ›ss›z, tats›z, renksiz ve kokusuz.
08 Kadir Has Üstün Baflar› Ödülü fierif Mardin’e Verildi Haber: Khas Haber Merkezi Bu y›l “Toplum-Siyaset-Ekonomi” alan›nda verilen “Üstün Baflar› Ödülü”nün sahibi Prof. Dr. fierif Mardin; “Gelecek Vadeden Bilim ‹nsan› Ödülü”nün sahibi Doç. Dr. fiener Aktürk oldu.
13 ‹nsan Kendisiyle Oldu¤u Her Düzeyde Yaln›z ve Kalabal›k Haber: Khas Haber Merkezi Kadir Has Üniversitesi Rektör Yard›mc›s› Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman’›n yöneticili¤ini ve küratörlü¤ünü üstlendi¤i Galeri KHAS “Yaln›z ve Kalabal›k” isimli sergi ile 1 Nisan’da aç›ld›.
20 De¤erlerimizin Bafl›na “Önce ‹nsan Hayat› Gelir” Cümlesini Yazmazsak Dr. Ayten Görgün Smith Bireyin varl›¤›, “grup sa¤ kal›m›”na ba¤l›. Kendine benzeyen gruba kendini ait hissediyor; benzemeyene ise de¤il. Kendine benzeyeni grup içinde tutuyor; kendine benzemeyeni grup d›fl› b›rak›yor.
24 Genifl Karadeniz Havzas›ndan Uluslararas› Sisteme Meydan Okumalar Prof. Dr. Mustafa Ayd›n Bu yaz› K›r›m’›n bir y›l önce Rusya taraf›ndan iflgalinden yola ç›k›larak bölgesel geliflmelerin uluslararas› sistemdeki izdüflümleri ortaya koymaya çal›fl›yor.
28 Kar Maskeli Bilgisayar Mühendisi Cihatç› John ve Ifi‹D Dosyas› Mithat Bereket Ifi‹D’in ünlü yapt›¤› infazc›s›, ilk olarak geçen A¤ustos ay›nda internette paylafl›lan bir videoda Amerikal› gazeteci James Foley’i öldürürken görülmüfltü.
32 UEFA Futbol Hukuku Program›’n›n Lider Akademik Orta¤› Kadir Has Üniversitesi Oldu. Röportaj: Emir Güney Kadir Has Üniversitesi Spor Çal›flmalar› Merkezi’nin, UEFA ile imzalad›¤› e¤itim ortakl›¤› anlaflmas› çerçevesinde uluslararas› “Futbol Hukuku Program›” Ekim 2015’te bafllayacak.
35 Yarat›c›l›k ve Yenileflim Üzerine E¤itim Sohbetleri Prof. Dr. fiirin Tekinay Yarat›c›l›k insan beyninin bir ifllevi, yeni fikir ve iliflkileri bulma yetene¤i; inovasyon (yenileflim) ise yarat›c›l›¤› yarara ve de¤ere dönüfltürmenin yöntemidir.
38 Fabrika K›zlar› Deklanflöre Bast›, Foto¤raflar› Ünlüler Kaleme Ald› Haber: Khas Haber Merkezi Kadir Has Üniversitesi Komfluluk Hakk› Projesi’nde bu y›l Cibali bölgesinde yaflayan ve çal›flan 10 genç k›z›n objektifinden “Fabrika K›z›” hikâyesi, foto¤raf karelerine yans›d›.
ISSN: 2146-4820
02
48 Bir Araya Getirilmesi Çaba Gerektiren ‹ki Kavram: Giriflimcilik ve Üniversite Ö¤r. Gör. ‹smail Hakk› Polat ‹fl kariyerinin önemli bir bölümü giriflimcilik ve flirket yöneticili¤iyle geçmifl ve akademik unvan› olmamas›na karfl›n Coventry Üniversitesi’nin rektörlü¤üne atanan John Latham anlat›yor.
50 Kitlesel Aç›k Çevrimiçi Ders-Mooc’lar›n K›sa Hikâyesi ‹pek ‹li Erdo¤mufl MIT, Stanford, Harvard gibi dünya s›ralamas›nda önde gelen üniversitelerden “MOOC”larla (Massive Open Online Course: Kitlesel Aç›k Çevrimiçi Ders) sadece bir kullan›c› ad›na sahip olarak ders almak mümkün.
54 Yeni Medyada Okuryazar Olmak ya da Olmamak Haber: Kyra Mengefl Türkiye’de yaflanan siyasi geliflmeler, tekelleflen medya, yeni medyan›n yükselifli alternatif medyay› alternatif olmaktan çok etik anlamda zorunlu olmas› gereken bir alan haline getirmifltir.
56 Obama’ya Seçim Kazand›ran Sosyal Medya Ekibi ‹stanbul’da Dr. Gülfem Saydan Sanver “Seçim kampanyalar› döneminde aday›n yapaca¤› en büyük hatalardan biri dijitali ihmal etmek.” Bu sözleri söyleyen Obama’n›n 2012 Dijital Kampanya Direktörü Teddy Goff ve ekibin di¤er üyeleri ‹stanbul’daydılar.
59 “Türk Sinemas› ‹çin Hala Bir Umut Var.” Röportaj: Kyra Mengefl Almanya’daki Türk vatandafllar› üzerinden göç olgusunu anlatt›¤› üç sinema filminin yönetmeni Tevfik Bafler ile Türkiye-Almanya hatt›nda bir senarist ve yönetmen bak›fl aç›s› alt›nda geçmifl ve günümüz sinemas› üzerinden bir röportaj gerçeklefltirdik.
62 Hayat Bir Performanst›r, Sanat Yap›lmaz Yaflan›r Doç. Dr. Murat Akser Kuzey ‹rlanda’n›n baflkenti Belfast’ta Ulster University bünyesinde 2015’in mart ay›nda Sanat ve Tasar›m Festivali’ne grafik, mimari, animasyon, illüstrasyon, heykel ve performans sanat› dallar›nda dünyaca ünlü sanatç›lar kat›ld›.
64 Ya¤muru da Serbest B›rakt›m, Art›k ‹stedi¤i Kadar Ya¤s›n Arpaslan Budak Yazar bir gece ans›z›n uyan›r, kendine düflünme f›rsat› bile vermeden giyinip soka¤a ç›kar; hava biraz so¤uk gibidir, yar› ayd›nl›k ucu buca¤› görünmeyen sokaklarda geride b›rakt›¤› hiçbir fley yokmufl gibi yürümeye bafllar.
67 Tabutunun Üzerine Annesinin Koydu¤u Kartopuyla U¤urland› Uzman N. Buket Cengiz Nuh Köklü, 17 fiubat’ta arkadafllar›yla kartopu oynad›¤› esnada, mahalledeki bir esnaf›n cam›na kartapu isabet etmesi sonucu ç›kan tart›flmada öldürüldü.
70 12. Haliç Kürek Yar›fllar›’n›n fiampiyonu, Kadir Has Üniversitesi Kürek Tak›m› Oldu Haber: Derya Özkara 6 kulvarl› 1000 metrelik Haliç Parkuru’nda yedi tak›m›n yar›flt›¤› 12. Kadir Has Üniversitesi Kürek Yar›fllar›’nda Kadir Has Üniversitesi Kürek Tak›m› 30 puanla birinci oldu.
PANoRaMA Bahar 2015, Say› 17 Kadir Has Üniversitesi ad›na Sahibi-Genel Yay›n Yönetmeni Mustafa Ayd›n Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ayten Görgün Smith Yay›n Kurulu Bülent Çapl› G. Didem Önal Hasan Bülent Kahraman ‹smail Hakk› Polat Mithat Bereket Sevda Alankufl fiehnaz fiiflmano¤lu fiimflek Tasar›m Hande Çal›k Bafl Foto¤raf Ulafl Tosun Çeviri N. Buket Cengiz Bask› G.M. Matbaac›l›k ve Ticaret A.fi. 100 Y›l Mah. MAS-S‹T 1. Cad. No.88 34204 Ba¤c›lar-‹stanbul 0 212 629 00 24 Bask› Tarihi Mayıs 2015 Yönetim Yeri Kadir Has Üniversitesi Kadir Has Kampüsü 34083 Cibali ‹stanbul ‹letiflim 0 212 533 65 32 dergi@khas.edu.tr www.khas.edu.tr Yay›n Türü Ulusal-Süreli-3 ayda 1 yay›nlan›r Bu dergide yay›nlanan yaz› ve foto¤raflar›n tüm haklar›
PANORAMA Khas Dergisi’ne aittir. Önceden yaz›l› izin al›nmaks›z›n hiçbir iletiflim, kopyalama ve yay›n arac› kullan›larak yeniden yay›nlanamaz, ço¤alt›lamaz, da¤›t›lamaz, sat›lamaz veya herhangi bir flekilde kamunun ücretli/ücretsiz kullan›m›na sunulamaz. Akademik yay›n ve haber amaçl› al›nt›lar bu kural›n d›fl›ndad›r. Bu dergide yay›nlanan yaz›larda belirtilen fikirler yaln›zca yazar/yazarlar›na aittir.
03
SUNUS ‹lk Olman›n ve Yeniye ‹mza Atman›n Hakl› Gururu De¤erli okurlar, Kadir Has Üniversitesi olarak yaln›zca bilim yapmak ve mezunlar vermek de¤il, hayat›n her alan›nda üzerimize düflen görevleri lay›k›yla yerine getirmek istiyoruz. Yine yepyeni bir ortakl›¤a imza att›k. 16. say›m›z›n kapa¤› Türkiye’de kültür alan›nda çal›flan ilk UNESCO Kürsüsü’nün Kadir Has Üniversitesi’nde kurulmas› idi. Bu say›m›z›n kapak konusu ise, Kadir Has Üniversitesi Spor Çal›flmalar› Merkezi’nin UEFA ile anlaflma imzalayarak, Avrupa çap›nda düzenlenecek UEFA Futbol Hukuku Program›’n›n lider akademik orta¤› olmas›. Üniversitemizin kurucusu merhum Kadir Has’›n ad›na verilen 11. Kadir Has Ödülleri’ni titiz bir de¤erlendirme sonucunda bu y›l ‘toplum-siyaset-ekonomi’ alanlar›nda önemli çal›flmalara imza atm›fl iki isme; sosyolog-siyaset bilimçi Prof. Dr. fierif Mardin ile Koç Üniversitesi ö¤retim üyesi Doç. Dr. fiener Aktürk’e verdik. Üniversite olarak hem kimli¤imizle hem de merkez kampüsümüzün özgün ve farkl› mimarisiyle flehrin sanat hayat›n›n içinde olmay›, katk› yapmay› hep önemli görevlerimiz aras›nda gördük. Bu kapsamda, ça¤dafl sanat konusunda çal›flan yerli yabanc› kurum, sanatç›lar ilgili di¤er çevrelerin buluflaca¤› bir platform olarak tasarlad›¤›m›z Galeri Khas’›n aç›l›fl›n› 1 Nisan’da gerçeklefltirdik. Galeri’nin ilk sergisinin küratörlü¤ünü Khas Rektör Yard›mc›s› Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman üstlendi. ‹letiflim Fakültesi taraf›ndan 2009’da aç›lan Türkiye’nin ilk Yeni Medya Bölümü, kendisine yükledi¤imiz alan› gelifltirme sorumlulu¤u ile birey, kurum ve kurulufllar›n yeni medya araçlar›n› etkin biçimde kullan›p, siber mekan üzerindeki içerik ve iletiflimi gelifltirerek yönetecek uzmanlar yetifltirmeye devam ediyor. En son düzenledikleri II. Yeni Medya Kongresi internet üzerinden canl› yay›nla genifl kitlelere ulaflt› ve Yeni Medya okuryazarl›¤›n›n ne oldu¤unu sadece sunulan bildiriler ile de¤il, sunum yöntemleri ve genifl kitlelere ulaflma araçlar›yla da gösterdi. Bu y›l Kadir Has Kürek Tak›m› önemli baflar›lara imza att›. Son dönemde 12. Kadir Has Üniversitesi Haliç Kürek Yar›fllar›’nda üniversiteler kategorisinde tak›m olarak birinci oldu; Türkiye fiampiyonas› 1. ve 2. eleme etaplar›nda kat›ld›¤› tüm tekne kategorilerinde dereceye girdi; ve son olarak Kadir HasKoç Üniversiteleri Haliç Dostluk Kupas›’n› kazand›. Tak›mla ilgili bir habere de bu say›m›zda yer veriyoruz. Khas Komfluluk Hakk› Projesi’nde ise bu y›l Cibali bölgesinde yaflayan ve çal›flan 10 genç k›za foto¤raf e¤itimi verdik, onlar›n objektifinden yans›yan kareleri tan›nm›fl sanatç› ve yazarlar›n kaleme almalar›n› ard›ndan da “Fabrika K›z›” foto¤raf sergisi ile halkla buluflmalar›n› sa¤lad›k. Bu say›da, ilk olman›n ve yeniye imza atman›n hakl› gururunu bizlere yaflatan bize has “baflar› öykülerimiz”in yan›s›ra bilim, sanat ve kültüre iliflkin rengarenk yaz›lar da okuma f›rsat› bulacaks›n›z. Keyifle okuman›z ve yaz say›m›zda görüflmek dile¤iyle esen kal›n.
04
Gözleri kocaman çocuklar için değer... Mücadeleye değer... Bir hayat pahasına da olsa, değer...
Fotoğraf: Okan Güzelce - Milliyet
Yaşar Kemal
05
“MECBUR ‹NSAN”IN YAZARI ‹LE
‹K‹ BUÇUK GÜNÜN ANISINA Öğr. Gör. Dr. Şehnaz ŞİŞMANOĞLU ŞİMŞEK Khas Türk dili koordinatörü
Üç buçuk yafl›nda talihsiz bir b›çak darbesiyle bir gözü kör olan, öteki gözüyle babas›n›n öldürülmesine tan›kl›k eden, kekemelikten büyük deyifl ustal›¤›na, ozanl›¤a evrilen; a¤›tlar›n, destanlar›n, türkülerin büyük dengbêji… Kitaplar›n› okudukça insan›n cümle kötülüklerden ar›nd›¤› yazar, Yaflar Kemal… 2002 yılıydı. Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde yüksek lisans öğrencisiydim. Bölüm yeni kurulmuştu ve yalnızca edebiyat dışında farklı alanlardan öğrenci almakla kalmıyor, öğrencilerin bütün mesailerini edebiyata ayırabilmelerini olanaklı kılmak üzere onlara burs da sağlıyordu. Çoğumuz idealist edebiyatçılar ve geleceğin müstakbel eleştirmenleri ve akademisyenleri olarak Türkiye için epeyce “lüks” sayılabilecek bu ortamda dersler ve ödevlerle hemhal olmanın dışında bir yandan da sempozyumlar ve paneller düzenleyerek önemli yazarları ve entelektüelleri yakından tanıma fırsatı buluyorduk. Kendisini de çok kısa bir süre önce kaybettiğimiz değerli kültür insanı Talât Sait Halman hocamız, bir gün bizden bir grup öğrenciyi yanına çağırarak Türk Edebiyatı Merkezi’nin Uluslararası Yaşar Kemal Sempozyumu düzenleyeceğini müjdeledi. O gün orada toplananlar, düzenleme komitesi üyeleri olacaktı. Ağır görevlerden biri de bana aitti. Büyük
yazar Yaşar Kemal’e Bilkent Üniversitesi Fahri doktora unvanı verecekti ve Talât Hoca, İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bülent Bozkurt’un yazarı tanıtan konuşmasını benim hazırlamamı istiyordu. Nedense başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Evet, Yaşar Kemal’i tanıyordum, biliyordum, okuyordum ama oldukça kalabalık bir edebiyat seyircisinin karşısında yazarı takdim edecek nitelikli bir konuşma hazırlamak, o güne kadar söylenenleri tekrar etmemek, klişeye düşmemek, “hayatı, sanatı ve eserleri” kolaycılığına kapılmamak, hepsinden önemlisi de Talât Hoca’ya mahcup olmamak gibi üstesinden gelmesi zor bazı kriterler üşüştü hemen aklıma. “Ne zamana yazmam gerekiyor hocam?” diye Talât Hoca’ya sorduğumda da “yarın verirsin işte” demesin mi? Heyecandan iyice kıpkırmızı olduğumu hatırlıyorum. Hemen kütüphaneye koştum, Yaşar Kemal’e dair bulabildiğim neredeyse bütün yayınları aldım, okudum, okudum, okudum… O gece sabaha kadar istenen konuşmayı hazırladım. Konuşmanın bir kısmının zaten yazarın biyografisinden oluştuğunu söylersem, toy bir master öğrencisi olarak ne kadar ince eleyip sık dokuduğumu tahmin edersiniz…Yazıyı Yaşar Kemal’in bir romanında geçen “uğurböcekleri”yle noktaladığımı hatırlıyorum hayal meyal. Maalesef şu anda o konuşmanın metni bende mevcut değil. Muhtemelen şimdi evde duran disketlerin birinde duruyor. (Genç okurlara not: Siz siz olun yazılarınızı sistematik bir şekilde arşivleyin ki, günün birinde aradığınızda hemen bulasınız!)
06
Fotoğraf: Bilge Akkaya
Yıl 2002. Yaşar Kemal, Karıncanın Su İçtiği romanını imzalarken.
07
Ertesi gün sabahtan heyecanla bölüme koşturup, Talât Hoca’ya konuşmayı gösterdim, şöyle bir göz atıp “tamam” dedi. Asıl güzel haberse, birkaç gün sonra bana ulaşacaktı. Talât Hoca, Yaşar Kemal’e konuşmayı okumuş; Yaşar Kemal de çok beğendiğini belirterek, kimin yazdığını sormuştu. Tahmin edilebileceği üzere dünyalar benim olmuştu; dilin ustasının yazdıklarınızı beğenmesinden daha değerli ne olabilirdi ki? Sempozyuma gelince, iki gün süren etkinlik süresince ABD, Fransa, İngiltere ve Türkiye’den katılan yazar ve akademisyenler Yaşar Kemal’in edebiyatı üzerine 20’ye yakın bildiri sundular. Program çerçevesinde Yaşar Kemal’in yapıtlarından okumalara ve dramatik canlandırmalara da yer verildi; büyük usta, hayatında ilk kez, dinleyicilere eserinden bir bölüm okudu. 17 Mayıs akşamı, Bilkent Üniversitesi konser salonunda Yaşar Kemal onuruna türküler, şarkılar ve aryaların seslendirildiği bir konser düzenlendi. 18 Mayıs sabahı ise Bilkent Senfoni Orkestrası’nın konseriyle başlayan programda Yaşar Kemal’e fahri doktora unvanı verildi. Sempozyumun tüm oturumlarını izleyen Yaşar Kemal, birçok oturumda söz alarak yorumlarını konuklarla ve konuşmacılarla paylaştı. Bu haliyle Yaşar Kemal, akademik toplantının formatını sohbete dönüştürmekteki ustalığını sergiliyordu. Gençliğinde okulu bırakıp kütüphanede çalışmaya başladığını ve bu sayede çok sayıda tarih kitabı okuma fırsatı bulduğunu söyledi. Romancının her romanında dilini değiştirmesinin zorunlu olduğunu düşünen Yaşar Kemal, yapıtlarında hem dili hem de kültürü farklı şekillerde kurguladığını, böylelikle kendini yinelemediğini dile getirerek romanın bir süre sonra kendi kendini yarattığını ifade etti. Edebiyat yapıtlarında kadınların temsili konusuna da değinen yazar, “özgür olmayan bir dünyada kadın da özgür olamaz” diyerek yapıtlarındaki kadın karakterlerin özgür ve güçlü olduklarını vurguladı. Belleğim beni yanıltmıyorsa, sanırım sempozyumun ilk günüydü. Heyecanla büyük ustanın yanına giderek kendimi tanıttım; beğendiği konuşmayı utana sıkıla benim hazırlamış olduğumu söyledim. Gülümseyerek, sıcak bir ifadeyle şöyle dedi bana: “Nereden öğrendin sen bu lafları?” Sonradan çok kullanacağım bir espri olacaktı bu cümle. Ölümünden sonra yazılan yazılarda da sıkça ifade edildiği gibi doğallığıyla, samimiyetiyle tipik bir Yaşar Kemal cümlesiydi aslında. Yakın arkadaşlarım Bilge Akkaya ve Müge Canpolat ise sempozyumun işleyişinde aksaklık yaşanmaması için yazarı sürekli takipteydi. Yaşar Kemal Müge’ye “sen yine burada mısın kara kız?” diye takılmıştı program boyunca. Sempozyum sırasında da bu sıcak tavra yakından tanıklık ettik. Akademik toplantılarda çok sık rastlamadığımız bir biçimde, büyük yazar tebliğler sunulurken konuşmacıların sözünü kesiyor ve kendi yorumlarını söylüyordu. Amfi şeklindeki kocaman salonda, en önde oturarak kimi zaman bütün heybetiyle ayağa kalkıyor, çoğu zaman mikrofonsuz, yüzünü dinleyicilere dönüyor; ya sunumda tartışılan bir meseleye açıklık getiriyor ya da konuyla ilgili bir anısını anlatıyordu. Bir ara yine ayağa kalkmış bölüm hocalarımızdan Hilmi Yavuz’a seslenerek “Hilmi, neredesin? Bak bunu sen de bilirsin!” dediğini; o sırada
arkalarda olan Hilmi Hoca’nın da elini kaldırıp “buradayım Yaşar Abi” diye seslendiğini hatırlıyorum da salonda uzun süre gülüşmeler devam etmişti. Sanırım o günü, salondaki dinleyiciler akademik sunumlardan çok yazarın da müdahil olduğu bu tatlı atışmalar ve sohbetlerle hatırlayacak. Yaşar Kemal’i yalnızca öğrenciler ve akademisyenler değil, sempozyum boyunca üniversite kampüsünde çalışan işçiler de büyük bir hayranlık ve sevgiyle kucakladılar. Mahcup ve ürkek biçimde yazara yaklaşarak, onun elinden öpmek isteyenleri ve yazarın onların başını şefkatle okşamasını hiç unutmayacağım. Edebiyatına, yazarlığına hayran olduğumuz ancak tanışınca hayal kırıklığına uğradığımız ne çok yazar, sanatçı vardır… İşte onlardan biri olmadığını bir kez daha göstermişti büyük yazar. Yoksulun, işçinin, köylünün, Anadolu insanının, her şeyden önce de kendi deyişiyle “mecbur insan”ın yazarı. Gazete manşetlerinin de çok doğru bir tespitle vurguladıkları gibi, cenazesinde onu son yolculuğuna uğurlamaya gelenler arasında en çok okurları, Yaşar Kemal’in “mecbur insanları” vardı sanırım. Üç buçuk yaşında talihsiz bir bıçak darbesiyle bir gözü kör olan, öteki gözüyle babasının öldürülmesine tanıklık eden, kekemelikten büyük deyiş ustalığına, ozanlığa evrilen; ağıtların, destanların, türkülerin büyük dengbêji Yaşar Kemal…. O, bugün artık devlet televizyonlarında bile tartışılan, konuşulan meseleleri 1995 yılında Der Spiegel dergisinde yazdığında Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanmıştı; insan hakları ihlallerinde, Türkiye dar zamanlardan geçerken hep sahnedeydi. Türkiye yazarını yargılamaktan ona ödül vermeye evrildi belki; ama yazarın son yaptığı konuşmalarından birinde hatırlattığı gibi, yeryüzündeki acılar katlanarak artıyor. Bilkent’teki fahri doktora konuşmasını şöyle bitirmiş Yaşar Kemal: “Sözümü bitirirken ne demem gerek, ben buldum bile: Dünya bin bir çiçekten oluşmuş bir kültür bahçesidir: Bin bir renkli, bin bir kokulu. O bahçeden bir çiçek koparılırsa, insanlık da bir rengini, bir kokusunu yitirecektir.” Yaşar Kemal’le birlikte biz en güzel kokulu, en renkli çiçeklerimizden birini yitirdik; şimdi daha ıssız, daha yoksul ve daha tatsız olacak Anadolu toprakları. Büyük romancının son konuşmalarından biri ise, okurları ve onu sevenler için bir vasiyet niteliği taşıyor. Kasım 2014’te Bilgi Üniversitesi’nin kendisine ‘fahri doktora’ unvanı vermek için düzenlediği törene sağlık sorunları nedeniyle katılmayan Yaşar Kemal şunları söylemişti: “Bir, benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İki, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin. Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar."
08
11. KAD‹R HAS ÜSTÜN BAfiARI ÖDÜLÜ
fiER‹F MARD‹N’E VER‹LD‹ Haber: Khas Haber Merkezi Fotoğraf: Ulaş TOSUN
09
Türkiye’nin e¤itim gönüllüsü Kadir Has’›n ad›na verilen “Kadir Has Ödülleri” sahiplerini buldu. 11. Kadir Has Ödülleri toplumsiyaset-ekonomi alanlar›nda önemli çal›flmalara imza atm›fl iki isme verildi. Bu y›l “Toplum-Siyaset-Ekonomi” alan›nda verilen “Üstün Baflar› Ödülü”nün sahibi Prof. Dr. fierif Mardin oldu. “Gelecek Vadeden Bilim ‹nsan› Ödülü”ne ise Koç Üniversitesi ‹ktisadi ve ‹dari Bilimler Fakültesi Uluslararas› ‹liflkiler Bölümü ö¤retim üyesi Doç. Dr. fiener Aktürk lay›k görüldü.
Türkiye’nin eğitim gönüllüsü Kadir Has’ın adına verilen “Kadir Has Ödülleri” bu yıl 11. kez sahiplerini buldu. Kadir Has Üniversitesi’nde Kadir Has Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Can Has ve Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın’ın evsahipliğinde düzenlenen ödül töreninde Kadir Has Vakfı Başkanı Nuri Has ile Kadir Has Üniversitesi öğetim üyeleri, öğrenciler, Has Ailesi ile iş dünyasının önemli isimleri hazır bulundu.
Bu y›l 11. kez gerçeklefltirilen Kadir Has Ödülleri’nde “Üstün Baflar› Ödülü”nü alan Prof. Dr. fierif Mardin, din sosyolojisi; siyaset sosyolojisi; tarihsel sosyoloji, Osmanl› ‹mparatorlu¤u, Osmanl› dönemi entelektüel tarihi alan›ndaki çal›flmalar›yla tan›n›yor. Prof. Dr. fierif Mardin, son 50 y›lda sosyal bilimler alan›na yapt›¤› ulusal ve uluslararas› düzeydeki büyük katk›lar›, eserlerinin birer klasik olarak henüz afl›lamamas›, kitap ve makalelerinin düflünce tarihi alan›na sa¤lad›¤› büyük katk›lar, çal›flmalar›n›n 盤›r aç›c› derinli¤i, geniflli¤i ve uzun solu¤u ile oldu¤u kadar kiflili¤i ile de akademik çevrede belirleyici olmas›, bir kuflak akademisyen için rol model kabul edilmesi nedeniyle ödüle lay›k görüldü.
“Gelecek Vadeden Bilim ‹nsan› Ödülü”ne lay›k görülen Doç. Dr. fiener Aktürk, akademik yaflam›n›n erken bir evresinde yapt›¤› çal›flmalar›, bu çal›flmalar›n uluslararas› alanda sa¤lad›¤› baflar›, temel çal›flma alan› olan uluslararas› iliflkilerle s›n›rl› kalmay›p makale ve kitaplar›nda, sosyal bilimler dünyas›n›n farkl› alanlar›ndaki sorunlara yan›t arama çabas› nedeniyle ödüle lay›k görüldü. 2009 y›l›ndan bu yana Koç Üniversitesi ‹ktisadi ve ‹dari Bilimler Fakültesi Uluslararas› ‹liflkiler Bölümü'nde ö¤retim üyesi olarak görev yapmakta olan Aktürk, karfl›laflt›rmal› siyaset etnik politikalar ve milliyetçilik; Rusya, Do¤u Avrupa, Avrasya siyaseti ve niteliksel araflt›rma yöntemleri konular›nda lisans ve lisansüstü dersler veriyor.
10
Kadir Has Üniversitesi taraf›ndan, üniversitenin kurucusu hay›rsever ifladam› Kadir Has’›n ismini yaflatmak üzere bafllat›lan ve 11. kez verilen Kadir Has Ödülleri’nin bu y›lki konusu “Toplum-Siyaset-Ekonomi” olarak belirlenmiflti. Bu y›l “Üstün Baflar› Ödülü” verilen isme 20 bin dolar ve “berat” takdim edildi. Gelecek Vadeden Bilim ‹nsan› Ödülü’nün sahibi olan baflar›l› isim ise 10 bin dolar ve “berat” ald›.
Kadir Has Üniversitesi Mütevelli Heyeti Baflkan› Can Has, Kadir Has’›n üniversiteyi kurmaya karar verirken, bu kurumun topluma bilimsel bilginin yol göstermesini istedi¤ini belirterek flöyle konufltu: “Kadir Has, insan›n gelece¤ini sadece insan›n bilinci ayd›nlats›n istiyordu. Bilimin s›çrama yapt›¤› her dönemde felsefenin de güçlü hamleler yapt›¤›n› biliyordu. Bugünkü dünyan›n temel gerçeklikleri iletiflim ve biliflim teknolojisinin olanaklar›yla önemli de¤ifliklikler geçiriyor. Üniversitemiz bünyesinde araflt›rma yapan, bilimsel çal›flmalarla yeni teknolojilerin, bilimin geliflmesine gayret eden bilim insanlar›n› hep destekledik ve istedik ki üniversitemiz d›fl›ndan da; de¤erli bilim insanlar›n›n çal›flmalar›na katk› sa¤layal›m. Kadir Has Ödülleri bu anlay›fl›n ürünü olarak do¤du.”
11
Kadir Has Vakf› Baflkan› Nuri Has törende yapt›¤› konuflmada, “Kadir Has ve onun gibi hay›rseverler, Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ifladamlar›yd›. Ortak hedefleri de memleketleri ve halklar›yla birlikte büyümekti. Kadir Has Vakf›’n›n s›f›rdan kurup da Türkiye’ye arma¤an etti¤i okullar›n, hastanelerin, müzelerin, spor tesislerinin say›s› 60’a yaklaflt›. Bunlar için harcanan rakam yar›m milyar dolar› aflt›. Bugün, vakf›m›z Türkiye’nin maddi kaynaklar yönünden en güçlü vak›flar› aras›ndad›r. Ülkemiz için en do¤ru projeleri, profesyonel bir yönetimle, büyük ba¤l›l›kla gerçeklefltiriyoruz” dedi.
12
“Toplum-Siyaset-Ekonomi” alan›nda verilen 11. Kadir Has Ödülleri De¤erlendirme Kurulu: • Prof. Dr. Mustafa Ayd›n (Kadir Has Üniversitesi Rektörü) • Prof. Dr. Nilüfer Göle (École des hautes études en sciences sociales ö¤retim üyesi) • Prof. Dr. Haldun N. Gülalp (Y›ld›z Teknik Üniversitesi emekli ö¤retim üyesi) • Prof. Dr. fiükrü Hanio¤lu (Princeton University ö¤retim üyesi ve Kadir Has Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesi) • Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman (Kadir Has Üniversitesi Rektör Yard›mc›s›) • Prof. Dr. Ça¤lar Keyder (Bo¤aziçi Üniversitesi ve Binghamton University ö¤retim üyesi) • Prof. Dr. Ayd›n U¤ur (‹stanbul Bilgi Üniversitesi ö¤retim üyesi)
Kadir Has’›n en büyük ve önemli eseri olarak gördü¤ü Kadir Has Üniversitesi’nin bugün emin ve kararl› ad›mlarla devam etti¤ini belirten Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Ayd›n flöyle konufltu: “Üniversitemiz, kuruluflunun 18. y›l›nda, 5 binden fazla ö¤rencisi ile her geçen gün baflar›lar›n› art›rmakta ve hedeflerini yükseltmektedir. Art›k içsellefltirmifl oldu¤umuz sürekli dönüflüm, geliflme ve ilerleme süreci ile kazand›¤›m›z büyük dinamizm, bizi sürekli ileriye götürüyor. Bu de¤iflim ve geliflim, bizi sürekli olarak hedeflerimizi gözden geçirmeye ve hep daha iyiye ulaflmaya zorluyor. E¤itim ve ö¤retim çal›flmalar›m›z›n yan› s›ra araflt›rma ve gelifltirme faaliyetlerine ayr› bir önem veriyoruz. Toplumumuzun sesini dinleyerek ve dünyay› yak›ndan takip ederek sürekli yeni projeler gelifltiriyoruz. Memleket ve dünya meselelerine katk› sa¤lamak, çözümler üretmek, alternatifler sunmak için çal›fl›yoruz. Bugün 11.’sini takdim edece¤imiz Kadir Has Ödülleri de, baflar›lar› ödüllendirmenin genel olarak zay›f kald›¤› ülkemizde, ulusal ve uluslararas› düzeyde önemli baflar›lara imza atm›fl, Türkiye’nin ve uluslararas› toplumun geliflimine katk›da bulunmufl kifli ve kurumlar›n› ödüllendirerek desteklemeyi amaçlamaktad›r.”
13
‹NSAN KEND‹S‹YLE OLDU⁄U HER DÜZEYDE
YALNIZ ve KALABALIK HABER: Khas Haber Merkezi
14
Hem kimli¤iyle hem de özgün ve farkl› mimarisiyle flehrin sanat hayat›na yeni ivme getirmeyi hedefleyen Galeri KHAS, ilk serginin de küratörlü¤ünü üstlenen Kadir Has Üniversitesi Rektör Yard›mc›s› Hasan Bülent Kahraman’›n katk›lar›yla, ça¤dafl sanat konusunda çal›flan yerli yabanc› kurumlar›n, sanatç›lar›n ve ilgili di¤er çevrelerin bulufltu¤u bir platform olarak tasarland›. 1 Nisan’da sanatseverlerle buluşan, 30 Nisan’a kadar açık kalan ve Kadir Has Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman’ın artnivo.com tarafından temsil edilen genç sanatçıların işlerinden oluşturduğu “Yalnız ve Kalabalık” adını taşıyan sergide 10 sanatçının yeni medya işlerine odaklanılıyor. Sergide; Can Akgümüş, Alper Aydın, Basako, Zeynep Beler, Hasan Deniz, Sibel Diker, Mete Ersöz, Hayal İncedoğan, Erdal İnci ve Jacqueline Roditi’nin fotoğraf, video ve neon işleri yer alıyor. Prof. Dr. Kahraman, yeni medyaya odaklandığı işlerde, serginin temasını şu şekilde açıklıyor: “İnsan kendisiyle olduğu her düzeyde yalnız. Ama yalnızlığına tahammülü yok insanın. Fizik evreninde de ruhsal dünyasında da yalnızlığını sevmiyor. Yalnızlığında direnmesi, insanın patolojik bir durumu sadece ama yalnızlığından da vazgeçmek istemeyen bir yanı var. Gene de felsefe tekil insanı hiç tanımlamadı fakat onu toplumsal varlık olarak nitelendirmesini bildi.... Bir de kentler var. Sokak, meydan ve apartman dairesinden oluşuyor kentler. Atomistik ve çoğul. Kent toplumsallığın ve atomizmin mekanı. Üstelik biliyoruz: Kalabalıklar içinde yalnız olmak mümkün; ama kalabalıkların yalnız olduğu söylenemiyorsa, neden? Kalabalık yalnızlık, yenilmek mi demek, ezilenler mi demek, kıyıda kenarda kalmış olanlar mı demek? Hamlet ‘olmak ya da olmamak/mesele bu’ diyordu. Ne demek istiyordu, ‘olmak’ derken, yalnız olmak mı, kalabalık olmak mı? Hâlâ mesele o! O nedenle: Kent şimdi, belki de, en çok, bu demek: Yalnız ve kalabalık... Yalnız ve kalabalık: Büyük savaş. Daima.” Sergi online olarak da artnivo.com üzerinden de gezilebilir. Detaylı bilgi için art@artnivo.com adresinden iletişime geçilebilir.
Tür: HD video projeksiyonu Sanatç›: Zeynep Beler Boyut: 8’15”-2/3 + 1 Edisyon Eser: 8 Tarih: 2011 Eser hakk›nda: Zeytinburnu metrobüs dura¤› ve çevresindeki trafi¤in farkl› günler ve saatlerde çekilmifl statik bir video kolaj›d›r. ‹stanbul trafi¤inin ve daha genifl anlamda flehrin kendisinin, sonuçsuzca ‘sekiz çizmekte’ veya bir deli¤e ak›p gitmekte oldu¤u illüzyonunu yarat›r. Zar zor kald›rabildi¤i bir nüfus yükünün alt›ndaki flehrin, bu nüfusu oradan oraya tafl›rkenki ak›fl› flehrin baz› yerlerinde “dipsiz bir kuyu” gibi bir niteli¤e bürünür, insanlar sanki beraberce kaybolup giderler ve yerlerine hemen bir otobüs dolusu yenisi gelir.
Sanatç›: Sibel Diker Eser: Tuzlu Toprak Tarih: 2011 Tür: Tek kanal video, 5’56’’ (loop), 1 stereo ses band›, 4 beyaz derin çerçeve içinde 4 C-print. Boyut: 72 cm x 50 cm x 4 cm (x4) Eser hakk›nda: Bir video ve dört foto¤raftan oluflan bu yerlefltirmenin ç›k›fl noktas› “non-place” kavram› üzerine kuruludur. Frans›z sosyolog Marc Augé’ye göre “non-place” insan›n anonim kald›¤›, iliflkisel ve tarihsel ba¤›n imkansız oldugu çeflitli geçifl alanlar›d›r (bofl arazi, inflaat alan›, otel, havaalan›...). ‹stanbul’un sürekli de¤iflen mimari dokusu ve say›s›z yap boz faaliyetlerinden, inflaatlar›ndan ve yap›laflma anlay›fl›ndan yola ç›k›lm›flt›r. Gerçekçi ve kimi zaman sert bir sürece sahip olan video, çeflitli inflaat alanlar› ve betonla kaplanm›fl manzaralar s›ral›yorken, yaflad›¤›m›z flehrin görsel fliddetini ve hibrit yap›s›n› göz önüne koyuyor. Videoya nazaran daha hayali bir boyut tafl›yan foto¤raflarda ise, denizi terk etmifl ve denize bakan bir bahriyeli yer al›yor. Böylece zaman› geçmifl ve edas›n› kaybetmifl bu denizci figürü, büyük flehirlerdeki yabanc›laflma ve yaln›zlaflma duygular›na vurgu yapmaktad›r.
15
Sanatç›: Can Akgümüfl Eser: Doma Tarih: 2014 Tür: C-print, pleksiglas Boyut: 90 x 162 cm-3 + 2 Edisyon Eser hakk›nda: Moderniteden nasibini alan uygarl›k, kendisinden ve do¤adan uzaklafl›rken güç, iktidar ve gösteriflin gölgesine s›¤›nmay› tercih eder. Estetik ve kusursuzluk yükselmenin mottosuna dönüflürken gücünü simetriden almaktad›r. Doma; tekinsiz manzaralar karfl›s›nda 'yükselen' medeniyeti ve dönüfltürdü¤ü do¤ay› günümüzden referanslar kullanarak kurgulay›p bir arada göstermektedir.
Sanatç›: Basako Tür: Ka¤›da kolaj Eser: ‹simsiz Boyut: 48 x 33 cm Tarih: 2014 Eser hakk›nda: Bir süredir yaflad›¤›m flehrin bir parças› ve belle¤i olmufl binalar› belgeliyorum. Onlar›n insanlar gibi ruhu olan, yaflayan, hatta bizi izleyen ve bizden ilgi isteyen varl›klar oldu¤unu düflünüyorum. Benim yaflad›¤›m flehir durmadan de¤ifliyor, y›k›l›yor ve yerine yenisi yap›l›yor. Ben de¤iflmeyeni görmek ve göstermek istiyorum. Bu seri ifllerim ise, baflka bir metropolde belgeledi¤im modern binalar›n imgelerinden yapt›¤›m kolajlardan olufluyor. Nehir boyunca yürürken gördü¤üm bu binalar›n önünde, güzel havan›n ve ö¤le aras›n›n tad›n› ç›karan çal›flanlar, h›zl›ca birfleyler at›flt›r›yorlar. Bu kibirli koca yap›lar›n gölgesinde belki de günün en keyifli anlar›n› geçiriyorlar. Birazdan ofislerine, ekranlar›n›n bafl›na dönecekler. Ayn› mekanda birçok insan birbirlerinin yüzüne bakmadan çal›flacak, ifl ç›k›fl› evlerine dönecek ve ertesi gün tekrar buraya geri gelecekler. Ben ise otelime dönerken metroya bir sel gibi akan bu kalabal›¤›n içinde, onlar›n ritmini bozmadan ilerlemeye çal›flaca¤›m.
16
Sanatç›: Alper Ayd›n Eser: Tafllar›n Gerçek Ölçütü II Tarih: 2012 Tür: Kayal›klar üzerine su bazl› boya, Diasec bask› Boyut: 120 x 80 cm-5 + 1 Edisyon Eser hakk›nda: Çal›flmada do¤an›n içerisindeki kayalara rakamsal müdahalelerde bulunuldu. Seçilen bu yer rakamlar›n gerçek anlamda uygulanabilece¤i, bilinçli olarak seçilmifl bir mekand›r. Bu müdahalelerin her biri tek tek hesaplanarak üzerine beyaz su bazl› boya ile tafllara zarar vermeyecek flekilde yaz›lm›flt›r. Rakamlar› hayat›n içerisindeki bir tak›m nesnelerin de¤erini biçmek için insanlar yaratm›flt›r. ‹nsanlar›n yaratm›fl oldu¤u bu rakamlarla, do¤a üzerindeki amorf fleylerin üzerine aktar›m›yla, insanlarla do¤a aras›nda bir diyalog kurmak amaçlanm›flt›r. Bu durum hayat› boyunca o sahilden geçenler ve seyirciler üzerinde paradoksal bir durum yaratm›flt›r. Yine burada anlams›z denilebilecek fleylerin kilolar› tart›l›p üzerine yaz›larak insanlar›n hayat›m›z›n içindeki birçok fleye bir s›n›r koyup o fleyi ölçütleriyle de¤erlendirip s›n›flara ay›rmas›ndan kaynaklanmaktad›r. Do¤al nesnelerin ölçülmesiyle toplumun meta alg›s›na karfl› bir tepkidir.
Sanatç›: Mete Ersöz Eser: Braille I Tarih: 2010 Tür: Lightbox Boyut: 105 x 70 cm Eser hakk›nda: Bu binada daha fazla bir yaln›zl›k vard› sanki. Braille alfabesiyle yaz›lm›fl hikayesiyle karanl›kta, yine karanl›ktan gelecek ellerin dokunufluyla anlafl›lmay›, yaln›zl›¤›n› paylaflmay› beklercesine...
17
Sanatç›: Jacqueline Roditi Eser: Daydream Tarih: 2014 Tür: Fine art bask› Boyut: 60 x 90 cm-2 /5 + 1 Edisyon Eser hakk›nda: Daydream isimli kolajda, Paris Pompidou müzesinin önünde kendini flehrin s›k›flm›fll›¤›ndan, müzenin kalabal›¤›ndan kaç›p denizlere atmak isteyen bir kad›n anlat›l›yor. Uçmayan kufllar, bo¤ucu hava, bitiflik binalarla çevrili depresif bir k›fl gününde, sanatç›y› temsil eden kad›n, kendini dönüp dolafl›p buldu¤u flehirde umursamaz ve mutlu bir halde denizlere b›rak›yor. Nü Kad›n›n kolaj›n içinde, müzenin d›fl›nda yer almas› müzelerdeki nü kad›n figürlerin çoklu¤una gönderme yap›yor.
Sanatç›: Hayal ‹ncedo¤an Eser: Bir ihtimal daha var Tarih: 2015 Tür: Ifl›kl› neon yerlefltirme Boyut: 90 x 160 cm-2 + 1 Edisyon Eser hakk›nda:
“olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu…” William Shakespeare, (1599-1601) Shakespeare’in Hamlet’indeki bu meflhur cümlenin baflka birçok esere daha ilham verdi¤ini biliyoruz. Yaklafl›k dört yüzy›l önce yaz›lm›fl olan eserdeki cümlenin bu kadar biliniyor olmas› tesadüf de¤il, felsefe ve varolufl ile ilgili derin anlamlar tafl›yor olmas›. Yüzy›llar sonra Can Yücel Hamlet’i içsellefltirip bizim kültürümüzle sindirerek, yine çok iyi bildi¤imiz bir flark›n›n sözleriyle yeniden yorumluyordu.. ‘‘bir ihtimal daha var’’ ya da yine ‹ngilizce’ye çevirecek olursak “there is one more possibility”... Tek bafl›na ele ald›¤›m›zda kendi içinde yeni bir olas›l›k ve umut vadeden cümle, flark›n›n devam› nedeniyle bizim kültürümüz için tam tersi bir alg› ile kaç›n›lmaz sonu düflündürüyor. Bu durum, flark›lar›n kültüre etkisinin asl›nda ne kadar güçlü oldu¤unu bir kez daha gösteriyor. Farkl› dillerde farkl› kültürlerde baflka ça¤r›fl›mlar yapabilen bu ifade kendi içinde umut ve umutsuzlu¤u birden tafl›yor… Yüzy›llar öncesinde bir kitab›n sayfalar›nda gördü¤ümüz bir cümleden esinli bir bugün yeni medya bir malzemeyle yorumlamaksa adeta zamanlar ve kültürleraras› geçifl düflüncesini pekifltiriyor.
18
Sanatç›: Hasan Deniz Eser: ‹simsiz Tarih: 2013 Tür: Fineart ka¤›da arflivsel pigment bask› Boyut: 50 x 75 cm-2/6 + 2 Edisyon Eser hakk›nda: AKM, Galatasaray Lisesi’yle birlikte en çok iliflki kurdu¤um bina. ‹lk konserime burada, büyük salonda gittim. Japon No oyunu görselleri üzerine, anlafl›lmas› bir çocuk için çok da kolay olmayan bir üçlüydü. Ortaokul ve lise y›llar›nda, cumartesi sabahlar› düzenli olarak takip etti¤im Senfoni Orkestras› konserlerinde, biraz da tak›nt›l› bir flekilde her sene ayn› koltu¤u, ‹-16'y› almaya çal›flmam›, bugün bakt›¤›mda buray› herhangi bir salon gibi de¤il, yaflayan bireylerinden biri oldu¤um ev gibi görüp kendi alan›m› oluflturma içgüdüsü gibi görüyorum. Bina, belirsiz tadilat sebebiyle çevrilmeden akl›mda kalan son resimler; k›r›k cam kap›lar, dönerek inilen merdivenin dehfletli yaln›zl›¤› ve naylonla sar›lm›fl bir Muhsin (Ertu¤rul) Bey büstü. Bu benim ve ça¤dafllar›m›n “zamans›z” klasöründe tuttu¤u foto¤raf, Gezi olaylar›nda AKM’ye girilip bayrak as›lan ilk saatlerde çekildi. Bina bugün, bir uzak karakol gibi amac›yla ilgisi olmadan, dönemi ve de¤erlerine neredeyse düflmanca bir tav›r al›n›p simgelefltirilerek, “de¤iflen” ‹stanbul’u seyrediyor.
Sanatç›: Erdal ‹nci Eser: Spooky Tarih: 2013 Tür: Tek kanal video loop Boyut: Full HD 5'-2/3 + 1 Edisyon
19
“ÜN‹VERS‹TEN‹N HER ANLAMDAK‹ B‹R‹K‹M‹N‹
ÇA⁄DAfi SANAT DÜNYASI ‹LE BULUfiTURACA⁄IZ.” RÖPORTAJ: Özge ERCAN Khas Sosyal medya uzmanı
1884 y›l›ndan 1997 y›l›na kadar Tekel Cibali Tütün Fabrikas› olarak kullan›lan Kadir Has Üniversitesi Cibali Kampüsü, 2015 y›l›nda Galeri KHAS’›n aç›l›flı ile ça¤dafl sanat›n merkezi haline geliyor. Kadir Has Üniversitesi Rektör Yard›mc›s› Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman’›n yöneticili¤ini üstlendi¤i Galeri KHAS, 1 Nisan’da “Yaln›z ve Kalabal›k” isimli sergi ile sanatseverlere “Merhaba” dedi. ‹lk serginin küratörlü¤ünü de üstlenen Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman ile Galeri KHAS’› konufltuk: Kadir Has Üniversitesi bünyesinde neden bir galeri açmak istediniz? Kadir Has Üniversitesi’nin sanat eğitimi, tasarım eğitimi, konumu, her anlamdaki birikimiyle çağdaş sanat dünyasını buluşturmak istedik. Galeriyi aynı zamanda bütün bu kesimlerin bir araya geldiği bir platform olarak tasarladık. Galeri KHAS ile neler hedefliyorsunuz? Buluşmalar. En önemlisi bu. Galeri KHAS pasif bir sergi mekanı olsun istemedik. Belirttiğim gibi çok çeşitli kesimlerin bir araya geldiği, etkileşimli, üretken bir zemin olmasını bekliyoruz. Ödünsüz bir biçimde çağdaş sanatla iç içe olacağız. Bu demektir ki, çok zengin, hatta çok karmaşık bir ilişki ağının ortasındayız.
Bu proje ile Türkiye ça¤dafl sanat ortam› için neler yapmay› planl›yorsunuz? Onu zaman gösterir. Çağdaş sanat ortamı bugün önceden tasarlanır bir alan değil ama benim müşahade ettiğim birkaç zayıf yanı var. Birincisi genç sanat, yenilikçi sanat hala ilgi bekliyor. İkincisi bu saha eleştirmene henüz yeteri kadar zemin açmadı. Galeri KHAS bu iki alana yeni bir katkı sağlarsa işlevini yerine getirmiş olur. Kaldı ki, burası bir üniversite. Üniversite sonsuz bir gelecek ve bellek demektir. ‹lk sergi için Artnivo ile çal›fl›yorsunuz, nas›l bir iflbirli¤iniz var? Onların genç sanata dönük birikimlerinden yararlanıyoruz. Çağdaş dünyanın sanal araçlarını kullanıyorlar. Hatta bu onların alametifarikası. Biz de onların bu güçleriyle kendi gücümüzü ve olanağımızı birleştiriyoruz. Cibali’deki eski bir tütün fabrikas› bir galeri için ilginç bir mekan. Bu oluflumla bölgede üniversite olarak bafllatt›¤›n›z de¤iflim dönüflüm dönemi ile devam eden süreç nas›l bir flekle bürünecek? Bölgeyle ilişkimiz zaten devam ediyor. Ama çağdaş sanat o ilgiyi oluşturan bileşenlerden daha farklı özelliklere sahip. Hemen bir katılım beklemek zor. Ayrıca burada didaktik bir yaklaşım içinde de olmayacağız ama gerek sergilerin içerikleri gerekse mekanın kendisi bu ilişkiyi farklı düzeylerde üretecek. Sergi boyunca etkinlikler düzenlenecek mi, nas›l bir konsept düflünüyorsunuz? Her sergide farklı etkinlikler düzenleyeceğiz. Yukarıda da belirttim. Burası bir platform. Ben küratörü ve yöneticisi olacağım. Bu işlerimi yaparken akademik kimliğimden, eleştirmenliğimden uzak kalamam. Burası bir üniversite. Dolayısıyla sergilerin etrafına öreceğimiz takım yıldız sergilerin kendileri kadar önemli olacak.
20
21
DE⁄ERLER‹M‹Z‹N BAfiINA “ÖNCE ‹NSAN HAYATI GEL‹R” CÜMLES‹N‹ YAZMAZSAK Dr. Ayten GÖRGÜN SMITH Khas Yayın koordinatörü
22
Her iki olayda da Türkiye us yarıklığı yaşadı. Biri “devlet katildir, kendi göz yaşlarında boğulmaya mahkumdur” dedi, diğeri “devlete katil diyenler! Sizden ala katil mi var bebek katilleri” dedi. Her iki taraf da birbirinin arkasından şu soruyu sordu: “Kimlerdenmiş?” Sordular, sordular ki kolay kamplaştırdılar, kolay dışladılar, ötekileştirdiler. Olumsuz, hep suyun diğer yakasındaki oldu. Olumlu ise biz. Kişilik psikolojisi ve sosyal psikoloji bu tutuma “yükleme” diyor. Olaylar, kendimiz ve başkalarının davranışlarını açıklarken, kendimiz için “iyi nedensellik” başkaları için “kötü nedensellik” yüklemeye çalışırmışız. Bu da bir “temel yükleme hatası”olarak kabul ediliyor. Neden böyle bir hata yapıyoruz? Çünkü bireyin varlığı, “grup sağ kalımı”na bağlı. Kendine benzeyen gruba kendini ait hissediyor; benzemeyene ise değil. Kendine benzeyeni grup içinde tutuyor; kendine benzemeyeni grup dışı bırakıyor.
12 yafl›ndaki Ceylan’›n okuldan gelip koyunlar› otlatmaya gitmeden önce annesine söyledi¤i son sözler “makarna piflirir misin?” oldu. Bir müddet sonra anne Saliha d›flar›da bir patlama sesi duydu. K›z›n›n havan topuyla vurulmufl bedeni ve elbiseleri metrekarelerce alana yay›lm›flt›. Diyarbak›r’›n Lice ilçesine ba¤l› fienlik mezras› s›n›r›, 28 Eylül 2009.
Kalekol-karakol ve baraj inflaat›na karfl› protesto eylemlerinin iki haftad›r sürdü¤ü Lice’de üç kifli öldürüldü. Diyarbak›r’›n Lice ilçesindeki 2. Hava Kuvvetleri Komutanl›¤›’n›n bahçesindeki bayrak gönderden indirildi. 7 ve 9 Haziran 2014.
Bu öyle bir durum ki, birey türdeşlerini kayırabilmesi için oyuna ayrışıkları da almalı. Örneğin sahnede ben, bana benzeyenin yanı sıra bana benzemeyen olmalı ki, ben, beni ve bana benzeyeni diğerlerinden ayrıştırabileyim. Belirli gruplara ait olanlar hakkında sahip olduğumuz bilgileri düzenlememize yardım olan hazır bilişsel şemalar vardır zihnimizde. Otomatik vasıflandırma yapar bu şemalar. Yani bir kişi yahut bir konu uzun uzun düşünmeden bir an evvel karar vermemizi (stereotipleştirme) sağlar. Hayatımızdaki bizi rahatsız eden kanıtları (kişi, kurum, topluluk gibi…) eko sistemimizin dışına atalım ki sağ kalabilelim. Stereotipleştirmenin bir sonraki safhasında olumsuz duygular, düşünceler ve inanışlar yani önyargı bekler bizleri. Önyargıyla birlikte de “ayrımcılık” türer. Türkiye’nin ve evrenin huzuru ve barış için farklılıklara saygı ve hoşgörü; değişim-gelişim-yeniliğe açıklık ve ayak uydurma; diyalog kurabilme, karşılıklı anlayış gibi evrensel erdemleri düstur edinmek kutupları eritecektir diye düşünüyorum, ben de. Değerlerimizin en başına “önce insan hayatı gelir” cümlesini yazmazsak, anneler çocuklarının parçalanmış bedenlerini topraktan toplamaya, ekran başında Türk bayrağının gönderden indirilişini izleyenler “orada olsaydım, gözümü kırpmadan bayrağı indireni öldürürdüm” demeye devam edecekler. Türk bayrağı da öfke ve nefrete hakim bir toprağın göğünde dalgalanmaya… Not: Yazarın bu yazısı 12 Haziran 2014’te www.diken.com.tr de yayınlanmıştır.
23
Fotoğraf: Abdullah M. BOZOĞLAN Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü 4. sınıf öğrencisi
“Derin bir boflluktu bu asl›nda. Derine indikçe güzelli¤ini keflfedebilece¤imiz…”
24
25
Genifl Karadeniz havzas›nda yaflanan siyasi istikrars›zl›klar, 1989’da Berlin Duvar›’n›n y›k›lmas› ve 1991’de Sovyetler Birli¤i’nin da¤›lmas› ile sona eren So¤uk Savafl’›n ard›ndan uluslararas› sistemi zorlayan en ciddi s›k›nt›lar›n bafl›nda geliyor. Rusya ve Bat›’y› (Avrupa Birli¤i ve ABD) 21. yüzy›lda bir kez daha karfl› karfl›ya getiren son Ukrayna krizi ve takip eden bölgesel gerilimlerin post-modern bir So¤uk Savafl’›n habercisi olup olmad›¤› son dönemde uluslararas› kamuoyunu giderek daha çok meflgul eden bir soruya dönüflmüfl durumda. Bu yaz›da k›saca K›r›m’›n bir y›l önce Rusya taraf›ndan iflgalinden yola ç›karak, bölgesel geliflmelerin uluslararas› sistemdeki iz düflümlerini ortaya koymaya çal›flaca¤›m.
Hatırlanacağı üzere, Kasım 2013’te dönemin Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in, ülkesinin uzun süredir AB ile müzakere etmekte olduğu kapsamlı ticaret anlaşmasını büyük ölçüde Rusya’nın baskısıyla son dakikada imzalamaktan kaçınması üzerine, başta başkent Kiev, tüm Ukrayna’da kitlesel protesto gösterileri başlamıştı. Yaşanan gerginlik, AB ile bütünleşmeyi destekleyen batı ve kuzey Ukrayna ile anadili Rusça olanların yoğun olarak yaşadıkları ve Rusya ile sıkı ilişkilerin geliştirilmesini destekleyen doğu ve güney Ukrayna arasında zaten uzun süredir var olan sosyal-kültürel ayrışmayı daha da keskinleştirdi. Aylar süren gösterilerin ardından, 22 Şubat’ta Ukrayna Parlamentosu tarafından görevinden azledilen ve Rusya’ya kaçan eski Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yazdığı bir mektupla, kendinden sonra Kiev’de iktidara gelenleri “eşkıya” olarak nitelendirmesi ve doğu ve güney Ukrayna’da sivilleri korumak ve düzeni sağlamak için Rusya’nın müdahale etmesini istemesi, daha sonra anlaşılacağı üzere uzun dönemli bir planlama ve hazırlığın hayata geçmesine imkan tanıdı. Yanukoviç’in bu girişimi ve Rusya’nın takip eden müdahalesi, sadece Ukrayna’da iç savaşa varacak çatışmaları tetiklemekle kalmadı, çok kısa sürede tüm Karadeniz coğrafyasında
GEN‹fi KARADEN‹Z HAVZASINDAN
ULUSLARARASI S‹STEME MEYDAN OKUMALAR Prof. Dr. Mustafa AYDIN Rektör
26
siyasi-askeri dengeleri sarsacak bir krize ve ardından da uluslararası sistemin yerleşik kurallarına meydan okuyan bir girişime yol açarak, Soğuk Savaş günlerini hatırlatan bir süreci başlattı. Alandaki gelişmelere bakacak olursak; Mart ayı boyunca bir taraftan Rusya, Ukrayna ile olan sınırına asker yığıp manevralar gerçekleştirirken, diğer taraftan Ukrayna’nın doğu ve güney bölgelerinde yerleşik etnik Ruslardan oluşturulduğu iddia edilen milis güçleri, bulundukları yerlerde kontrolü ele geçirmeye başladılar. Öte yandan, ellerindeki silahlar, kullandıkları askeri taktikler, kıyafetleri ile hal ve tavırları, bölgede fiili kontrolü ele geçirenlerin basit yerel milisler olduğu söylemi hakkında ciddi kuşkuların oluşmasına neden oldu. Bu arada, Ukrayna ile yapılmış anlaşmalar kapsamında Kırım’da konuşlu Rus askerlerinin devreye girerek, hızla Kırım yarımadasını kontrol altına almaları ve tüm uluslararası itirazlar ve Ukraynalıların boykotuna rağmen 16 Mart’ta Kırım’ın Rusya ile birleşmesi kararının çıkacağı bir referandum yapılmasını sağlamaları, sürecin çok önceden soğukkanlılıkla planladığı ve Ukrayna’daki gerginliğin oluşturduğu fırsat ortamında hayata geçirildiğini açıkça ortaya koydu. Nitekim, Rusya Devlet Başkanı Putin de iki gün sonra, “Kırım Özerk Cumhuriyeti” yönetimiyle imzaladığı birleşme anlaşmasıyla, 21. yüzyılın ilk ilhakını neredeyse hiç kurşun atmadan gerçekleştirdi. Kırım’ın ilhakının ardından özellikle etnik Rusların çoğunluğu oluşturduğu Donetsk ve Luhansk bölgelerinde Ukrayna askerleri ve Rusya yanlısı ayrılıkçı gruplar arasında alevlenen çatışmalar sonucunda bu bölgeler fiilen Ukrayna’nın kontrolünden çıktı. Her ne kadar uluslararası tepkiler ve girişimler bu noktada krizi bir miktar soğuttuysa da, Ukrayna’nın siyasi geleceği, Karadeniz’deki güçler dengesi ve uluslararası sistemin evrimi konusundaki endişeler hala canlılığını koruyor. Rusya’nın stratejik konumdaki Kırım’ı ilhakı ve tüm çabalara rağmen Rusya’yla bütünleşme yanlısı ayrılıkçılar ile Ukrayna birlikleri arasında yaşanan çatışmalar mevcut bölgesel ve küresel dengeleri sarsmaya devam ediyor. SSCB’nin dağılmasının ardından zayıflayan ama son yıllarda Putin liderliğinde yeniden güç toplayarak yakın çevresinde etkili olmaya yönelik politikalar izlemeye başlayan Rusya’nın Ukrayna krizinde oynadığı rol, NATO ve AB’nin doğu genişlemesinin önünü kesecek şekilde Rus milliyetçiliğiyle perçinlenmiş bir “yakın çevre” stratejisinin hayata geçirildiğine işaret ediyor. Görünen o ki, geleneksel nüfuz alanlarında yaşayan halkların Batı ile bütünleşmelerinin önüne geçme, hatta bu bölgeleri yeniden Rusya nüfuzu altına alma hedefiyle hareket eden Rusya, Karadeniz havzası ve Kafkasya’da sıcak ve donmuş çatışma alanlarında Rusya yanlısı rejimlerin güçlenmesi adına askeri, siyasive ekonomik araçlarla harmanlanmış bir politika izliyor.
Yeni politikanın ilk habercisi, aslında daha Yakın Çevre Doktrini ilan edilmeden, Temmuz 1992’de Rusya’nın, Moldova’nın Transdinyester bölgesindeki ayrılıkçı gruplarla hükümet güçleri arasında çıkan çatışmalara müdahil olmasaydı 1992’de bölgeye konuşlanan Rus birlikleri hala geri çekilmedi. Etnik Rusların nüfusun ciddi bir bölümünü oluşturduğu ve tüm arabuluculuk çabalarına karşın, bugüne kadar çözülemeyen Transdinyester sorunu, Rusya’nın takip eden dönemde bu bölgede atacağı diğer adımların habercisi gibiydi. Yakın çevre stratejisi kapsamında aradan geçen sürede, geniş Karadeniz coğrafyasında oluşan “don(durul)muş ihtilaflar” meselesi Rusya’nın bölgede etkinliğini sürdürmesinin önemli bir aracı olarak kullanıldı. Daha yakın dönemde, Ağustos 2008’de Rusya’nın Güney Osetya’yı Gürcistan’a karşı savunmak üzere Gürcistan topraklarını işgal etmesiyle başlayan süreç, “donmuş ihtilafların” aslında pek de öyle olmadıklarını ve Rusya istediği zaman ısıtılabildiklerini ortaya koydu. Rusya karşısında hızla çöken Gürcü savunmasının ardından imzalanan ateşkes sonrası, Güney Osetya ve Abhazya bağımsızlıklarını ilan ettiler ve Rusya tarafından da tanındılar. Osetya’da başlayan çatışmaları kimin nasıl ve neden çıkardığı tartışması bir yana, Rusya’nın tüm bu gelişmelerdeki rolü ve Batı’nın bu müdahalelere Rusya’yı geriletecek anlamlı bir tepki verememesi, pek çok uzman açısından Kırım’ın Mart 2014’de ilhakına giden süreci başlatan gelişme oldu. Bu bağlamda, Ukrayna krizi, bir taraftan Batılı kurumların (NATO ve AB) doğuya doğru genişleme ve bütünleşme politikalarını etkisiz hale getirirken, diğer taraftan Rusya’nın yakın çevre doktrinine uygun şekilde eski Sovyet bölgelerinde etkin nüfuz alanları oluşturmaya başlamasını da sağladı. Tüm bunlar yavaş da olsa Batı’da Rusya’nın izlediği politikalar hakkındaki kuşkuları artırırken, özellikle Kırım’ın ilhakından sonra artık Rusya’nın durdurulması gerektiği söylemini de güçlü bir şekilde gündeme getirdi. Nitekim, Almanya Başbakanı Angela Merkel de, Aralık 2014’de yaptığı bir açıklamada, Rusya’nın AB ile kendi iradeleriyle bütünleşmek isteyen bölge ülkelerine zorluk çıkardığını ve bazı Batı Balkan ülkelerinde ekonomik ve siyasi bağımlılıklar yaratmaya çalıştığını ifade ederek, ilk kez açıkça Rusya karşıtı bir pozisyon aldı ve Kırım’ın ilhakı dolayısıyla gündeme gelen Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımların uygulanmasında bu güne kadar AB ülkelerini bir bütün olarak tutmakta etkili oldu. Bu noktada, yeni nesil Doğu-Batı çekişmesinin keskin ideolojik karşıtlıklardan ziyade güç temelli bir alan etkinliği mücadelesi üzerinden yaşanmakta olduğu tespitinde bulunmak önemli. Gerek ekonomik yapısıyla giderek küresel sistemin bir parçası haline gelen Rusya’nın ekonomik çıkarları, gerekse enerji bağımlılığı çerçevesinde Rusya’yla siyasi ve ekonomik düzeyde yakın ilişkilerini sürdürmesi gereken AB’nin çıkarları göz önünde bulundurulduğunda,
27
karşılıklı bağımlılıklar tarafları şimdilik düşmanca bir dil kullanmaktan alıkoyuyor. Bu kapsamda, gelinen noktada, Soğuk Savaş döneminin ideolojik kamplaşmasından ziyade, enerji politikaları, ekonomik baskılar, silahlanma yarışı ve “Batı değerleri” ile Rus milliyetçiliği eksenine oturmakta olan bir ayrışmadan bahsetmek mümkün. Rusya için ekonomik baskı araçlarının tepesinde hiç kuşkusuz enerji yer alıyor. Nitekim, AB Komisyonu tarafından Haziran 2014’de Kırım’ın ilhakına tepki olarak kabul edilen Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlar paketinin hemen ardından Rusya’nın enerji devi Gasprom, Ukrayna ve Beyaz Rusya gibi transit ülkeler üzerinden AB üyesi ülkelere ulaşan doğalgaz sevkiyatını Polonya, Avusturya ve Slovakya’yı kapsayacak şekilde azalttığını açıkladı. Bu noktada, Ukrayna ile ilişkilerinde etkin bir pozitif koşulluluk mekanizmasını hayata geçiremeyen ve 2014 boyunca anlamlı bir kriz yönetimi yapamayan AB ülkelerinin Rusya’ya olan enerji bağımlılıklarının, “Batı” cephesini AB ve ABD’nin Rusya’ya karşı etkin bir biçimde hareket eden monolog bir blok olmaktan alıkoyduğunu da tespit etmek lazım. Gerek doğu genişlemesi sonrası Rusya’yla sınırdaş olması, gerekse sürdürülebilir enerji arzı noktasında Rus doğalgazına ihtiyacı, AB’yi Rusya’ya karşı daha temkinli olmaya zorluyor. Diğer taraftan 2008 finans krizinin ardından toparlanma belirtileri gösteren ABD’nin Rus doğalgazına bağımlılığı bulunmaması ve ekonomik bir dev haline gelen Çin’i kontrol altında tutma hedefine odaklanmasının da Batı kampında siyasi ve ekonomik öncelikler konusunda ayrışmaya neden olduğu söylenebilir. Yine de Ukrayna üzerinde gelişen olaylar Batı’yı belli ölçüde hareketlendirmiş gözüküyor. En azından uluslararası sistemin geleceğine yönelik tartışmalar şimdilerde Batı kurumlarında daha yoğun şekilde gündemde. Ukrayna, Moldova ya da Gürcistan örneklerinde görüldüğü gibi, Soğuk Savaş sonrası ulus devletleşme sürecinde yaşanan pek çok etnik, dilsel, sosyo-kültürel ve tarihsel ayrışmalar geniş Karadeniz havzasında siyasi istikrarsızlıklara zemin hazırlamışsa da, donmuş çatışmaları yeniden alevlendirenin büyük ölçüde Rusya ile Batı arasında bölgede yaşanan nüfuz mücadelesi olduğu görülüyor. Yeni bir soğuk savaş mı başlıyor tartışmalarını bir yana bırakacak olursak, Ukrayna krizinden akılda kalacakların başında modern uluslararası sistemi şekillendiren “iç işlere karışmama”, “eşit egemenlik” ve “toprak bütünlüğüne saygı” prensipleri üzerine kurulu Vestfalya sisteminin ciddi şekilde yara aldığı olgusu geliyor. Yeni tehditler, fırsatlar ve bağımlılıklar barındıran modern uluslararası siyasal sistemin bundan sonra nasıl bir yöne doğru evrileceğini ise hep birlikte izleyeceğiz.
28
KAR MASKEL‹ B‹LG‹SAYAR MÜHEND‹S‹
C‹HATÇI JOHN ve Ifi‹D DOSYASI Mithat BEREKET Khas Pusula akademisi
29
Onu sevenlerin; onu örnek alanlar›n say›s› bir hayli fazla... O adeta yeni bir “anti-kahraman”! Ezilen, toplum d›fl›na itilen müslümanlar›n ya da ifl güç sahibi olan; fakat, “Kapitalist Bat›” taraf›ndan sömürüldü¤üne inanan geliflmekte olan Ortado¤u halklar›n›n yeni idolü... Baz› savaflç›lar onun videolar›n› izledikten sonra örgüte kat›lmaya karar verdi. O, Avrupa’daki Genç Müslümanlar› ve özellikle de, flu veya bu flekilde, “toplum d›fl›na itilmifl”leri çekmek için kullan›lan bir flöhret. Onu örgüt, ünlü yapt› ve flimdi de kullan›yor... Evet, yazının başlığında adı yazıyor... IŞİD’in “tanınmış” infazcısı “Cihatçı John”... Bu adam, ilk olarak geçen Ağustos ayında internette paylaşılan bir videoda Amerikalı gazeteci James Foley’i öldürürken görülmüştü. Aynı IŞİD militanı daha sonra da, Amerikalı gazeteci Steven Sotloff, İngiliz yardım görevlisi David Haines, İngiliz taksi şoförü Alan Henning ve “Peter” olarak bilinen Amerikan yardım görevlisi Abdülrahman Kassig’i da öldürürken görüldü. Sürekli olarak kar maskesi takıyor; böylelikle yüzünü hep gizliyordu... Japon rehineler Haruna Yukawa ve Kenji Goto'nun geçen ay öldürülmeden önce paylaşılan videolarında da aynı, kar maskeli adam görülüyordu... İşte, haftalarca İngiltere’de, medyanın gündemini bu, “Cihadçı John” oluşturdu. Nasıl tartışılmasın ki? İngiliz basını, infazlar sırasında İngilizceyi BBC aksanıyla mükemmel konuşan ve Batılı liderlere mesajlar, daha doğrusu “tehdit”ler yollayan bu adamın gerçek adının Muhammed Emwazi olduğunu ortaya çıkardı. Emwazi, Londra’da yaşayan Kuveyt doğumlu bir İngiliz vatandaşıydı. Washington Post gazetesine konuşan arkadaşları, Emwazi’nin Westminster Üniversitesi’nde bilgisayar programcılığı eğitimi gördüğünü söylüyorlardı. Gazetenin haberine göre, Emwazi Suriye’ye 2012 yılında gitmiş olabilirdi...
Kısacası, aslen “bilgisayar mühendisi” olan bir “cellat”; bir “terörist”!. Nasıl olmuştu da, “uygarlığın başkenti” olduğu söylenen (ve öyle olduğu da genel kabul gören) bir kentte yaşamış, buradaki okullara gitmiş; hatta, başarılı olmuş biri azılı bir IŞİD militanı haline gelmişti? İngiltere’nin o çok övündüğü eğitim sisteminden, lise ve üniversitelerinden; kendine has “değerlere” sahip kültüründen, nasıl olup da böyle bir “vahşi” ve “ilkel” bir “terörist cellat” çıkmıştı? Bu inanılmaz bir durumdu... Daha da vahimi, Cihadçı John’u bir kahraman olarak gören; onun gibi olmak isteyen ve bunun için de evlerinden, ailelerinden kaçıp Suriye yollarına düşen yüzlerce; belki de binlerce genç vardı... Geçtiğimiz ay Türkiye üzerinden Suriye’ye gitmek isterken görüntülenen 3 genç kız gibileri, İngiliz basınının sürekli tartıştığı “başrol” oyuncularıydı, adeta... Yanıtlanmayı bekleyen bir diğer önemli soruysa şu: Muhammed Emwazi’yi IŞİD mi acımasız bir katile dönüştürdü, yoksa zaten içinde olan bazı dürtüler Suriye’deki iç-savaş sırasında açığa mı çıktı? Son olarak, dikkatinizi çekerim, Muhammed Emwazi’ye takılan lakap “Cihatçı John”; yani, “Cihatçı Emwazi” ya da ne bileyim, “Cihatçı Yunus” veya “Cihatçı Abdül” filan değil... Yani, bir teröriste verilen Batılı bir isim... İlk başta doğrudan “Müslüman olmayan” bir kültürü çağrıştıran bir isim... Dikkat... Bu IŞİD’çilere, “radikal İslamcı fanatiklerden oluşan bir grup sunni”, demek aslında çok yanıltıcı. Çünkü, IŞİD’de daha fazlası var... Zaten örgütü biraz daha yakından incelediğinizde adeta bir bürokratik yapıya; bir devlet mekanizmasına ulaşıyorsunuz.
DEVLET ‹Ç‹N TERÖR “Bu ne biçim bir ara başlık. Günümüzde, böyle bir şey mümkün mü? Bir terör örgütü nasıl olur da bir devlet olmaya çalışır?”, diye sorgulamaya başladığınızı duyar gibi oluyorum. Ancak, yaşanan son olayları, Ortadoğu ve Arap coğrafyasında hergün adeta yeniden bozulan ve kurulan yeni dengeleri gözönüne aldığınızda ve “IŞİD Dosyası”na biraz daha yakından bakınca, hiçbir şeyin tesadüf olmadığını; bütün yaşananların, yeni bir devlet kurmak amacı etrafında yoğunlaştığını fark ediyorsunuz. Öyle ya, “bir örgüt ya da bir grup insan, terörü kullanarak; zulmederek; insanları korkutarak bir devlet haline nasıl gelebilir ki? Devlet dediğin aksine, merhametli, şevkatli ve adil olur”, diye düşünebilirsiniz…
30
Ama, pek öyle düşünmeyenler de var... Onlar tam tersi görüşte… Sanki, Arap Dünyası ve Ortadoğu halklarına korku salmanın, buralarda “otorite” ve “saygı” oluşturmak için gerekli olduğuna inanıyorlar. Hatta, onlara göre, bu coğrafyada bunu sağlamanın ve dünya sahnesinde ciddi”ye alınmanın başka yolu yok. Özellikle, Avrupalılar ve Amerikalılar bu dilden iyi anlıyorlar ve terörün evlerine kadar ulaştığını görünce sizi, gerçekten, ciddiye alıyorlar. IŞİD, Aralık ayında Suriye’nin Rakka kentinde uçağını düşürdükten sonra esir aldığı 26 yaşındaki Ürdünlü pilot Muaz Kesasibe’yi demir bir parmaklığın içinde diri diri yaktı… Bununla da kalmadı bir hayvan gibi kafeslenen ve cayır cayır yakılan pilotun videosunu dev ekranlardan halka defalarca izletti… İzleyiciler arasında çocuklar da vardı… IŞİD’in işkence ederek adam öldürmesine ve diğer pek çok insan hakları ihlaline, dünya kamuoyu, ne yazık ki alıştı. Ancak kafeste adam yakma rezaleti bardağı taşıran son damla oldu… IŞİD, tüm dünyaya İslam’ı ve Müslümanlığı çok farklı gösteriyor. Öyle ya, bu görüntüleri izleyen herkes şöyle düşünüyor: “Bir Müslümanı bile böyle soğukkanlı bir şekilde cayır cayır yakabilen sözde dindarlar, başka dinden insanlara kimbilir neler yaparlar?” Bu açıdan IŞİD’in “İslamiyet” adına yaptığı her türlü barbarlık İslam dinine yapılmış bir hakarettir; iftiradır; kötülüktür… Oysa İslam’da bir düşmana, savaş ortamında bile, işkence yapmak yasaktır. Ayrıca, savaşta bile olsa kadınlara, çocuklara ve silahsız insanlara dokunmak günahtır. IŞİD, en son hareketiyle tartışmasız bir terör örgütü olduğunu ve İslamla hiçbir ilgisi olmadığını bir kez daha kanıtlamış oldu. IŞİD’in rehin tuttuğu Ürdünlü pilot Kesasibe’yi öldürmesinin ardından Ürdün de pilotla takas edilmesi planlanan El Kaide’li “intihar bombacısı” Sacide Rişavi’yi idam etti. Asıl önemlisi, IŞİD tarafından 3 Şubat 2015 gecesi yayınlanan ve Ürdünlü rehin pilot Muaz Kesasibe’nin yakılarak öldürülme görüntülerini içeren video, örgütün uyguladığı vahşeti kamuoyuna anlatma stratejisinde değişikliğe gittiğini gösteriyordu. Kesasibe’nin infazı öncesinde IŞİD, “dinin esaslarına aykırı” saydığı Suriyeli ve Iraklı toplulukları zorla sınır dışı etmekten tutun, o grupların dini mekanlarını tahrip etmeye ve kadınlarını köleleştirmeye kadar farklı zulüm yöntemlerine dayalı bir strateji uyguluyordu. Örgütün çarmıha germe, kafa kesme, eşcinselleri yüksek binalardan atma şeklindeki idam metotlarının her birinin kendi başına gaddarca olması bir yana, bu eylemlerin ileride yayınlanmak üzere videoya kaydedilerek belgelendirilmesi, hem örgütün esas taraftarlarına kararlılık aşılama hem de düşmanları korkutma amacına hizmet ediyordu. IŞİD, uyguladığı şiddetin sıradan olmadığını; kafa keserek başladığı
vahşi eylemlerini insanları diri diri yakmaya vardırabileceğini göstermenin derdindeydi. Örgütün, daha önce Amerikan ve İngiliz vatandaşlarını idam etmesinde amaç, ABD ve İngiltere liderlerini manipüle edip tepki göstermelerini ve IŞİD karşısındaki gelişmiş ordularına rağmen, örgütün misilleme yapma imkanına sahip olduğunu kabullenmelerini sağlamaktı. Son idam olayında da aynı “patoloji” söz konusu. Örgüt bu kez de Ürdün Kralı’nı nasıl manipüle edebildiğini gösteriyor. Ürdün halkını ikiye ayırıyor, kutuplaştırıyor: bir yanda “IŞİD’le daha sert savaşalım”, diyenler; öte yanda “IŞİD’e karşı çıkmak bizim işimiz değil”, şeklinde düşünenler… Öyle görünüyor ki, IŞİD, uyguladığı şiddetin sıradan olmadığını, kafa keserek başladığı vahşi eylemlerini insanları diri diri yakmaya kadar vardırabileceğini göstermenin derdinde. Zira örgütün hesabına göre, bıçak ya da kılıçla kafa kesmek, dehşete düşürmek istediği kesimlere bu yöntemin artık rutine bağlandığı izlenimini verebilir. Kesasibe vakasında yakarak öldürme yöntemine başvurulmasının nedeni, daha büyük bir şok yaratmaktı. Olay, IŞİD’in idamları gösteriye dönüştürmeyi takıntı haline getirdiğinin; insanları (bu örnekte bilhassa Ürdün kamuoyunu) her seferinde şok edip düşünmeye sevk edecek yeni yollar aradığının bir göstergesi. Unutmayalım ki IŞİD, Suriye’deki iç savaş ortamından yararlanarak, ülkenin doğusunda ve Türkiye sınırında etkinliğini arttırdı; Irak’ta da Sünniler’in kalesi olarak bilinen Anbar eyaletindeki Felluce ve Ramadi şehirlerini ele geçirdi. Kısacası, belli oluyor ki, örgüt, Irak’ın batısı ile Suriye’nin doğusu arasında bir devlet kurmayı hedefliyor. Evet, bu sisteme “devletleşme” diyebiliriz. IŞİD, hakkındaki tüm raporlarda, “dünyanın en zengin ve en iyi silahlanmış terör örgütü” deniyor. Örgüt, kontrolüne geçen yerlerde elektrik, su, kanalizasyon ve hatta posta gibi hizmetlerin sürmesi için ciddi boyutta insan ve finans kaynağı ayırıyor. Sağlık kurumları, yargı ve belediye hizmetleri süreklilik içinde. Yeni yol inşası, otobüs vb. toplu taşıma sistemi, erkek çocuklara özel okul açılması, hibe programlarıyla küçük işletmelere destek de IŞİD’in düzenli çalışma alanları içerisinde. Bu kurumsallaşmada “üst düzey” yöneticiler de genellikle yerlerini koruyorlar. Örgüt, tamamen kendine özgü; Şeriat yorumları çok sert ve kanlı cezalara karar verebilen bir mahkeme sistemine sahip. IŞİD’in “şeriat eğitimi” verdiği kendi polis teşkilatını kurduğu da ileri sürülüyor. Öte yandan örgüt, Suriye’de fakir ve özellikle de açlık sınırında yaşayan bölgelere, düzenli ekmek dağıtımı yapıyor. Bir süredir IŞİD kontrolündeki Suriye-Rakka’da da halkın “Esad döneminden daha az vergi ödemekten memnun olduğu”, rüşvetin ortadan kalktığı gibi haberler New York Times tarafından bile yazıldı. IŞİD’in lideri Bağdadi, kendisini “İslami devletin halifesi” olarak takdim ederken bilim adamları, akademisyenler, imamlar, yargıçlar, doktorlar, mühendisler, askerî ve bürokratik tecrübesi olanlardan sözde devletlerine destek istemekten de geri kalmıyor.
31
İşte, bu örgüt şimdi “devletleşmek” konusunda “kendinden emin; ama “vahşi” ve “gaddar” adımlarla ilerliyor. İngiliz Telegraph gazetesi, IŞİD’in finans kaynakları, savaş taktikleri, hedefleri ve yönetimi konusunda özetle şu bilgileri yayınladı: “Mali güç: IŞİD, son altı ayda toplam 1.2 milyar sterlin (4.3 milyar TL) değerinde nakit elde etti. Silahlar: Uzmanlara göre, örgütte Rus yapımı 30 adet T-55 ve 5 ila 10 adet T-72 tankı bulunuyor. Uzun menzilli topları ve Grad tipi roketatarları da var. Humvee tipi zırhlı keşif araçları kullanıyorlar ve bir düzine de helikoptere sahipler…
YEN‹ B‹R KOMfiU (MU?) Bu gidişle çok değil, en fazla 5 yıl içinde, Türkiye’nin güney ve güneydoğusunda artık yeni bir komşusu olabilir. Kendisini “Halife” ilan eden Bağdadi’nin liderliğinde, eski Irak, Suriye ve hatta Ürdün topraklarının önemli bir bölümünü kaplayan, bayrağı simsiyah renkli radikal bir İslam Devleti... Kendine özgü “Şeriat Kanunları”yla yönetilen bu ülkenin tek ve temel mezhebi de bu bölgelerdeki Sünni Müslümanlar’dan oluşacak. Nasıl ki, Suudi Arabistan’da Vahabizm öndeyse; nasıl ki, İran’ın çoğunluğu Şiilerden oluşuyorsa; bu da Sünniler’in kurduğu bir devlet olacak... Adını da artık tüm dünya biliyor: IŞİD. Evet, gidişat bu yönde. IŞİD, Batılılara göre “terörü”; Müslümanlara göreyse “cihad”ı kullanıp, “devlet olma” yolunda emin adımlarla ilerliyor. IŞİD, 2004’te ABD işgali altındaki Irak’ta Ebu Musab el-Zerkavi tarafından kuruldu. Nisan 2004’te “Tevhid ve Cihat” adıyla kurulan organizasyon, aynı zamanda “Zerkavi Grubu” olarak da anılıyordu. Ekim 2004’te yeni bir isim alan örgüt, el-Kaide ve elebaşısı Usame bin Ladin’e bağlılık için resmen başvurdu. Bin Ladin 27 Aralık 2005’te bu grubu tanıdığı gibi, Zerkavi’yi de Irak’taki temsilcisi tayin etti. El-Kaide’nin Irak uzantısı bu örgütün adı değişimlere uğradı. 2006’da başlarında “Mücahitler Şûra Konseyi” adı altında yeni bir birim kuruldu ve başına Ebu Abdullah El-Reşit El-Bağdadi getirildi. Haziran 2006’da Zerkavi’nin öldürülmesinden sonra, Ebu Eyub El-Mısri örgütün liderliğini devraldı. Ekim 2006’da örgüt adını “Irak İslam Devleti” (IİD) şeklinde değiştirdi. O tarihten itibaren de sözde bir kabine tarafından yönetilmeye başladı. Bağdat’ın Sünni kesiminde, El-Anbar, Diyala, Selahaddin, Kerkük, Ninova ile El-Vasit ve Babil’de, hatta, Irak Kürt bölgesinde bile “İslam Devleti” duyurusu yapıldı. Ardından da örgütün çok sayıda ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan terör faaliyetleri devam etti. Bu bağlamda 2006’da Bağdat, Kerbela, Tuzhurmatu ve Kufa’da 440 kişi katledildi…
Örgüt, 2007’de tüm Irak çapında patlayıcı yüklü arabalar ve canlı bombalarla terör faaliyetlerini genişletti. O yıl 1.900 kişi katledildi. 2008’de Musul, Bakuba, Bağdat ve Telafer’de faaliyet gösteren IŞİD, 520 kişiyi katletti. 2009’daysa katledilenlerin sayısı 630’u bulmuştu. 2010’da ağırlıklı olarak Musul, Bağdat, Diyala ve Şii hacıların mekânı Kerbela’yı hedef alan IŞİD, yaklaşık 700 kişiyi katletti. Nisan 2010’da örgütün liderlerinden El-Mısri ve El-Bağdadi Amerikan kuvvetleri tarafından öldürülünce, Mayıs 2010’da halen bu görevi sürdüren Ebu Bekir El-Bağdadi örgütün başına geçti. 2011’de Bağdat, Kerbela, Selahaddin ve Samarra IŞİD’in hedefindeydi ve 320 kişi katledildi… ABD, 15 Aralık 2011’de Irak’tan askerlerini çekti. 2012 yılında Irak, dünyada terörün ilk sıraya yükseldiği ülke haline gelirken Basra ve Selahaddin şehirlerinde ve bunların civarındaki saldırılarda 770 kişi katledilmişti. 21 Temmuz’da örgüt lideri Bağdadi, bu kez, taarruz niteliğindeki emrini veriyordu: “Duvarları Kırın!” 2013’de Musul’da etkili olmaya başlayan IŞİD, ABD tarafından her ay verilen 8 milyon dolarlık yardım parasının peşindeydi. Kasım 2013’de, ABD, Irak Başbakanı Maliki’nin ABD ziyareti sırasında IŞİD’le mücadele için Irak’a roket ve insansız hava aracı gönderdi. Ocak 2014 başlarında IŞİD, Ramadi ve Felluce kentlerinde kontrolü ele aldı. Felluce’deyse Sünni aşiret liderleri, bölgesel polis gücüyle birlikte, bölgenin güvenlik sorumluluğunu devraldılar. Bağdadi’nin emri üzerine örgüt, 2014 Haziran başlarında, “Yıldırım Taarruzu” ile Irak’ın 2’nci büyük kenti Musul’a saldırdı. Kent birkaç gün içinde ele geçirildikten sonra, Sünnilerin yoğun olduğu Ninova, Selahaddin ve Anbar da ele geçirildi. Irak ordusu bu taarruzlar karşısında savaşamayacak haldeydi. Haberlere göre, IŞİD’in Musul taarruzu sırasında yaklaşık 30 bin kişilik Irak ordusu kaçmıştı. IŞİD savaşçıları ise tahminen 800 kişiydi. Bunun sonucunda terk edilen Irak silahlı kuvvetlerine ait garnizondaki ABD yardımı Black-Hawk helikopterleri, diğer hava araçları ve silah sistemleri de IŞİD’in eline geçmişti. IŞİD böylece Haziran 2014 başlarında, sadece Bağdat’a ulaşım hatları üzerinde kontrolü değil, aynı zamanda komşu olduğu Türkiye sınırı yakınlarından itibaren Fırat Nehri’ni takiben sınırın güneydoğusuna kadar uzanan 320 km’lik hattın çoğunluğunu kontrol etmeye başlamıştı. “Halka korku salan, saldırılarıyla bölgede mezhep çatışmasını körükleyen” IŞİD, iç savaş karışıklığından istifadeyle Suriye’nin doğusunda ve Türkiye ile olan sınır boyunca etkinliğini arttırmış, Irak’ta da Sünniler’in kalesi olarak bilinen Anbar eyaletindeki Felluce ve Ramadi şehirlerini de ele geçirmişti. İşte, IŞİD’in bu tavrı, “Irak’ın batısı ile Suriye’nin doğusu” arasında bir devlet kurmayı hedeflediğini gösteriyordu…
32
Kadir Has Üniversitesi Spor Çalışmaları Merkezi Kurucu üyesi ve UEFA Tahkim Kurulu üyesi Dr. Levent Bıçakcı
33
“UEFA FUTBOL HUKUKU PROGRAMI’NIN
L‹DER AKADEM‹K ORTA⁄I KAD‹R HAS ÜN‹VERS‹TES‹ OLDU.” Röportaj: Emir GÜNEY Khas Spor çalışmaları merkezi müdürü Fotoğraf: ULAŞ TOSUN
Kadir Has Üniversitesi Spor Çal›flmalar› Merkezi geçti¤imiz ay içerisinde Avrupa Futbol Federasyonlar› Birli¤i (UEFA) ile bir e¤itim ortakl›¤› anlaflmas›na imza att›. ‘UEFA Futbol Hukuku Program›’ ismiyle düzenlenecek olan bu e¤itim program› Ekim 2015’te bafllayacak. Kadir Has Üniversitesi’nin ‘lider akademik ortak’ statüsünde olaca¤› programdaki di¤er ortak üniversiteler ise ‹talya’dan Padova Üniversitesi ve ‹spanya’dan Rey Juan Carlos Üniversitesi olacak. Son 20 yılda hızlı bir büyüme içerisinde olan futbol sektöründe bu büyümeye paralel olarak açılan davalar ve hukuki uyuşmazlıkların da sayısı bir hayli artmış durumda. Khas Spor Çalışmaları Merkezi kurucu üyesi ve UEFA Tahkim Kurulu üyesi Dr. Levent Bıçakcı ile UEFA Futbol Hukuku Programı hakkında konuştuk: Avrupa Futbol Federasyonlar› Birli¤i (UEFA) “UEFA Futbol Hukuku Program›”ad›yla bir e¤itim program› gerçeklefltirece¤ini duyurdu. Kadir Has Üniversitesi de bu uluslararas› program›n üç ortak üniversitesinden biri olacak.
Sizce UEFA neden böyle bir programa ihtiyaç duydu? UEFA bir süredir uluslararası futbol alanında açılan dava sayılarının artış hızından ciddi şekilde endişe duymaktaydı. UEFA Kontrol, Etik ve Disiplin Birimi’nin kulüplere ve federasyonlara verdiği cezaların hem sayısı hem de ağırlığı her geçen gün artmakta. Bu hususta da tabii ki özellikle kulüp ve federasyonların avukat ve hukuk danışmanlarına ciddi sorumluluklar düşüyor. Zira kesilen bu cezaların en temel nedeni, UEFA üye federasyonlarının ve Avrupa futbol kulüplerinin hukuki konularda yeterli bilgiye sahip olmamaları ve dolayısıyla hukuki düzenlemeleri ihlal etmeleridir. Bu nedenle, UEFA bu noktada önemli bir adım atmış ve Avrupa futbolunda çalışan profesyonellerin eğitilmesi için bir girişimde bulunmuştur. UEFA Futbol Hukuku Programı sayesinde büyük resimde futbol organizasyonlarının güvenilirliği ve profesyonelliği artacak, uluslararası federasyonlar ve CAS nezdinde devam eden davaların sayısıda gün geçtikçe azalacaktır. Peki neden Kadir Has Üniversitesi? Bildiğiniz gibi Kadir Has Üniversitesi olarak 2005 yılında merhum Kadir Has’ın da büyük desteği sayesinde Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) onaylı ilk Spor Hukuku Araştırma ve Uygulama Merkezi’ni kurduk. Kurulduğu günden beri yalnızca spor hukuku alanında değil, spor ve sosyal bilimlerin kesiştiği tüm alanlarda eğitimler veren ve yayınlar yapan merkezimizin ismini 2012 yılında değiştirerek Spor Çalışmaları Merkezi haline getirdik. Böylece sadece spor hukuku alanında değil, spor yönetimi ve spor
34
MODÜLLER‹N TAR‹H VE YERLER‹ 26 – 30 Ekim 2015, ‹stanbul. 18 – 22 Ocak 2016, Padova. 18 – 22 Nisan 2016, Madrid. 12 – 15 Eylül 2016, Nyon.
medyası alanlarında da çok değerli hocalarımızın özverili katkılarıyla verdiğimiz eğitimlerle Türkiye’nin ilk ve tek spor çalışmaları merkezi konumuna geldik. Ayrıca uluslararası konferanslar ve panellerde birçok defa UEFA’dan eğitmenleri de üniversitemizde konuk ettik ve kendileri her gelişlerinde eğitimimizin kalitesinden övgüyle söz ettiler. Yani uzun yıllara dayanan bir dayanışmamız söz konusu. UEFA Futbol Hukuku Programı da bu dayanışma ve güven ortamının bir çıktısıdır.
ve Spor, İsviçre Hukukuna Giriş, Avrupa Konseyi ve Spor gibi konular aktarılacak.
Bize biraz da ‘UEFA Futbol Hukuku Program›’n›n yap›s›ndan ve içeri¤inden bahseder misiniz? Programdan kimler faydalanabilecek? Bu programın en önemli özelliği toplam dört modülden oluşuyor olması. Her iki yılda bir düzenlenecek eğitimler Ekim-Ocak-NisanEylül aylarında verilecek olan beşer günlük eğitimlerden oluşuyor. Bu eğitimler Kadir Has Üniversitesi’nin yanı sıra diğer ortak üniversiteler olan İspanya’nın en tanınmış Üniversitesi Rey Juan Carlos (Madrid) ve İtalya’nın en eski Padova Üniversitesi (Padova) bünyesinde gerçekleştirilecek. Son modül ise UEFA’nın merkez binasında yani İsviçre’nin Nyon kentinde yapılacak. Programın ilk modülü ise 26-30 Ekim 2015 tarihleri arasında İstanbul’da Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek. Sonrasında katılımcılar sırasıyla Ocak 2016’da Padova, Nisan 2016’da Madrid ve Eylül 2016’de UEFA Merkezi’nin bulunduğu Nyon’da dersler görecekler.
İspanya’daki “Diğer Futbol Kuralları ve Yönetmelikleri” başlıklı üçüncü modülde ise UEFA Finansal Fair Play Sistemi, Dopingle Mücadele, Futbolda Disiplin Süreçleri ve Fikri Haklar gibi daha ayrıntılı, spesifik konular ele alınacak.
Programın öncelikli hedef kitlesi UEFA üye federasyonlarında çalışan hukukçular ve uzmanlar olacak. Zaten programın çıkış amacının uluslararası alandaki ihtilaf ve dosya sayılarının azaltılması olduğunu unutmayalım. Bu kişilerin yanı sıra program, Avrupa’daki futbol kulüplerinde çalışan hukukçulara ve futbol alanında çalışan diğer kişilere de bu programda yer olacak. İlk eğitim programı için UEFA 20 kişilik kontenjan öngörüyor. Toplam kontenjanın 160’ı, yani 12 kişi üye federasyonların çalışanlarına, kalan sekiz kişilik kontenjan ise futbol kulüplerinde ve futbol hukuku alanında çalışan diğer kişilere ayrılmış durumda. Programın tüm modüllerini başarıyla tamamlayan katılımcılara Eylül 2016’da UEFA Genel Merkezi’nde gerçekleşecek mezuniyet töreninde hem sertifikaları hem de Kadir Has Üniversitesi tarafından sağlanacak olan 10AKTS kredileri verilecek. Böylece program mezunları Avrupa’daki herhangi bir üniversitede lisans üstü eğitim almayı düşünürlerse bu kredileri kullanabilecekler. Kadir Has Üniversitesi hem bu programın sertifikasını veren hem de bu krediyi sağlayan kurum olduğu için programın ‘lider akademik ortağı’ statüsünde olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Program dahilinde hangi alanlarda e¤itimler verilecek? Bu e¤itimleri kimler verecek? Dört modülden oluşacak programın ilk modülü Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleşecek ve konu başlığı “Futbol Hukukuna Giriş” olacak. Bu genel başlık altında katılımcılara Avrupa Hukuku
Programın ikinci modülünün gerçekleşeceği Padova Üniversitesi’ndeki seminer başlığı ise “Uluslararası Transfer Yönetmelikleri” olacak. İtalya’daki program kapsamında ise verilecek derslerin bazıları Dayanışma Bedeli Sistemi, Küçüklerin Uluslararası Transferi ve Oyuncu Statüleri’dir.
Programın kapanış modülü niteliğindeki UEFA merkezinde gerçekleşecek eğitimin ana başlığı CAS Sistemi ve Süreçleri olacak. Bu bölümde genel kapsamda CAS yargılaması ve yargılama sırasında karşılaşılan sorunlar, süreçler ve ilgili uygulamalar ele alınacak. UEFA, bu programın hayata geçirilmesinde tek başına hareket etmek yerine, spor hukuku alanında çalışmalar sürdüren ve bu alanda Avrupa genelinde başarılı konferanslar, eğitim ve sertifika programları gerçekleştiren akademisyenler, profesyoneller ve uzmanlardan destek alma yoluna gitmiştir. Dolayısıyla alanlarında Avrupa’nın ve büyük ihtimalle de dünyanın en iyileri programda eğitim verecekler. Detaylı ders programı için UEFA’ya universities@uefa.ch mail adresinden ulaşabilir veya Spor Çalışmaları Merkezi’nin websitesini ziyaret edebilirsiniz. Bu eğitim programı oldukça yoğun çalışan profesyonellere hitap ettiği ve seminerler Avrupa’nın 4 farklı ülkesinde gerçekleşeceği için 20 günlük bir eğitim süreci dahilinde toplamda 120 saatlik eğitim verilecek. Eğitimin sonunda katılımcıların sertifikalarına hak kazanabilmeleri için yapılacak sözlü ve yazılı testlerde de başarılı olmaları gerekiyor. Programa baflvurmak için ne yapmak gerekiyor? Başvuru süreciyle ilgili tüm detaylı bilgiyi UEFA’nın ve üniversitemizin websitesinde bulabilirsiniz. Ancak bu seneki programın başvuru son tarihinin 30 Haziran 2015 olduğunu unutmayın. Ayrıca açılacak olan 20 kişilik kontenjandan en az birinin mutlaka ülkemizden bir hukukçu olmasının hem ülke futbolu hem de katılacak kişi için çok faydalı olacağına inanıyorum. Son olarak önemli bir konuya değinmek ve bu vesileyle üniversitemiz için son derece kıymetli bir ismi, Kadir Has Bey’i yeri gelmişken anmak isterim. Engin vizyonu ile sporun gelişmesinden büyük memnuniyet duyan ve spor merkezimizin açılmasına ilişkin teklifi tereddütsüz kabul eden sporun büyük destekçisi, üniversitemizin kurucusu merhum Kadir Has Beyefendi bugün yaşasaydı, UEFA ve diğer üniversiteler ile olan bu işbirliğimizden büyük mutluluk duyardı. Bir kez daha kendisini buradan şükranla anıyorum.
35
YARATICILIK VE YEN‹LEfi‹M ÜZER‹NE
E⁄‹T‹M SOHBETLER‹ Prof. Dr. Şirin TEKİNAY Khas öğretim üyesi
36
Bu y›lki Dünya Mühendislik E¤itimi Forumu’nda (WEEF 2014) bir panelin sonunda moderatörün “sizce yenileflim (inovasyon) ö¤retilebilir mi?” sorusunu s›radan, hatta beylik bulmuflken, gelen yan›tla irkildim (beynimde çakan düflünceleri parantez içinde ekleyerek iletiyorum): “Hmm, zor bir soru (hay›r, yan›t› bilinen, gayet kolay bir soru!), san›r›m inovasyon baz› koflullarda güçlükle de olsa ö¤retilebilir (o koflullar hangileridir, güçlükler nelerdir? Sistemati¤i gelifltirilmifl, de¤iflik kitlelere yönelik e¤itim programlar› halihaz›rda baflar›yla sunulmakta!), ama yarat›c›l›k, iflte o baflka mesele, yarat›c›l›k ö¤retilemez, az bulunan bir yetenektir (hay›r, insan›n do¤as›nda var olan bir yetenektir!).” Yanıtı veren meslektaşım bu forumda, mühendislik müfredatı, fakülte yönetimi gibi konularda konuşan biri; ama görünen o ki maalesef eğitimci değil. Üstelik panele ayrılan 10 dakikalık süre aşılmış, soru panelin ana konusuyla uzaktan ilgili, diye bu sözler izleyicilerden umduğum tepkiyi de almadı. Moderatör usulen teşekkür etti ve kibar alkışlarla kahve molasına geçildi. Ben kendi payıma, o ana kadar en azından eğitimle ilgili kimselerin bildiğini ve hemfikir olduğunu sandığım tanımları yeniden yapmak ve tartışmayı doğru temeller üzerinde açmak ödevini üstlenerek çıktım. Bu yazıyı ödevimin bir adımı olarak yazarken, eğitime gönül ve ömür vermiş değerli meslektaşlarımla yıllar içinde yaptığım sohbetlerden yola çıkıyorum; bilgilendirici olduğu kadar zevkli bulduğum kaynaklara değiniyorum. Öncelikle basitçe temel tanımlarla başlayalım: yaratıcılık insan beyninin bir işlevidir, yeni fikir ve ilişkileri bulma yeteneğidir. Hemen her konuda olduğu gibi eğitimle, çalışmayla, deneyimle, özendirmeyle, ödüllendirmeyle işlenir, gelişir, parlar. Örneğin, kurduğumuz her cümle, yakıştırdığımız her niteleyici, yaptığımız her benzeti ve yürüttüğümüz tahmin bir yaratıdır. Yenileşim (innovation) ise, kavramların anlaşılırlığını artırmak için Türkçelerini
kullanmakta özen gösteren değerli hocamız Prof. Dr. Ali Rıza Kaylan’ın duru tanımıyla, “yaratıcılık artı uygulama”dır (1). Uygulamanın, yani yaratıcılığı yarara ve değere dönüştürmenin yöntemleri de elbette öğretilebilir. O halde neden hala yaratıcılığın az bulunan bir yetenek olduğu söylenebiliyor, öğretilip öğretilemeyeceği tartışılıyor? Bu tartışmayı bence en hoş irdeleyip özetleyen Sayın Tınaz Titiz Bey’dir (2). İstihdam, Bilim ve Teknolojiden sorumlu Devlet Bakanlığı dahil önemli hizmetlerde bulunmuş ve halen ülkemizin sorun çözme yeteneğini geliştirme misyonuyla çalışan Tınaz Bey, “yaratıcılığı nasıl öğretsek?” sorusunu “ne yapsak da tatlılardaki tuzdan kurtulsak?” sorusuna benzetir; asıl yapılması gerekenin tatlıya baştan tuz koymamak, yani doğal yaratıcılığı bastırmamak, yaratıcılığı ödüllendirmeyen, özendirmeyen, beslemeyen, tek tip, baskıcı, ezberci eğitim sisteminden kurtulmak olduğunu savunur. Üniversitelerde ya da yetişkinlere yönelik eğitim programlarında yaratıcılığı öğretmeye çalışmanın, tatlıdaki istenmeyen tuz tadını yok etmek için su veya limon eklemeye eşdeğer olduğunu anlatır. Cenk Doğru, Otomotiv Sanayi’nde uzun yıllar Genel Müdürlük pozisyonunda bulunmuş ve insan kaynakları yönetimi alanında da engin deneyimi olan Yüksek Endüstri Mühendisi bir arkadaşım. Uluslararası akreditasyona sahip eğitimlerden geçtikten sonra, birikimlerini Profesyonel Koç ve Liderlik Eğitmeni olarak paylaşıyor. Cenk Bey (3), kendi yaratıcılığına inanmayan gençlerle ve yöneticilerle yaptığı çalışmalarda onları tek tek özdeğerlerine döndürüp yeteneklerini fark etmelerini sağlamaktan mutluluk duyan elleri öpülesi bir eğitimci. Madem herkes yaratıcı doğuyor, neden yalnızca az sayıda dahi sivriliyor, şöhret ve para kazanıyor? Bu sorunun yanıtı içinde; dikkatli bakınca “dahi” dediklerimizin aslında üstün insanlar olmadığını görüyoruz. Araştırmacı yazar Malcolm Gladwell, (4) “Çizginin Dışındakiler (Outliers)” adlı kitabında pek çok alanda “dahi” dediğimiz kimselerin (iş adamlarının, sporcuların, bilişim gurularının) doğup büyüdükleri ortamları, erken yaşta elde ettikleri fırsatları inceler. Onlarca örneği birbiri ardı sıra ayrıntıyla araştırır, yetiştikleri koşulların yaşıtlarının koşulları arasındaki sıradışılığını anlatır. Bill Gates’in, Steve Jobs’ın üniversiteyi bitirmemiş olmalarını yaratıcılığın eğitimden geçmediğine kanıt diye gösterip duranların bu iki çalışkan ve hırslı adamı çocukluklarından itibaren sarıp sarmalayan özgürlüğü ve olanakları incelemesi gerekir. Gladwell, yıldız sporcuların bile doğumgünü yılın ilk yarısında olup okula yaşıtlarından altı aya kadar büyük başlamış olanlardan çıktığını saptar; dört-altı yaşlarında yarım yaşın ne kadar büyük bir fark olduğunu vurgulayarak bu avantajın daha sonra kapanması gitgide zorlaşan bir ara açtığını ortaya koyar.
37
Yaratıcılık ve yenileşimden söz açılmışken, son zamanlarda popüler olan tasarım ve girişimcilik olgularına değinmek gerekir. “Tasarım” deyince aklınıza ne geliyor? Pekiyi, ya “girişimcilik” neleri çağrıştırıyor? Son 10 yılda her ikisinin de artarak yarışmaları yapılıyor, eğitimleri veriliyor, üniversitelerin bu alanlarda üstlenmesi gereken roller tartışılıyor. Ancak maalesef “kaymaklama (5)” dediğimiz yüzeysel algılama sendromu yüzünden tasarımın ve girişimciliğin tanımları, algının öznelliğiyle zedeleniyor. Örneğin, günlük dilde, belki ünlü modacılar yüzünden “tasarım,” markacılığı, hatta lüksü çağrıştıran bir anlam (“dizayn”) kazanıyor, sonra da “endüstriyel tasarım, sanatsal tasarım, mühendislik tasarımı, otomotiv tasarımı” gibi ayrımlarla nitelendirilmesi gerekiyor. Girişimcilik ise atılgan, hatta saldırgan bir davranış biçimiymiş gibi kullanılıyor, arkasındaki düzenli adımlarla harcanan emek ve eğitim (iş modeli, hukuku, muhasebesi, pazar araştırması, vs) göz ardı ediliyor. Yaratıcı tasarımların yenileşime ve girişimlere; bir diğer deyişle düşüncenin değere dönüşmesinde işleyen sürecin eğitimini veren Prof. Dr. Ali Beba, (6) yazılarında kalıcı ve sürdürülebilir yaratıcılıktan söz eder. Prof. Beba, değerli yenileşimden ve yenilikçilikten oluşan “ticat (“ticari icat”)” sözünü yaratmıştır. Son 10 yıldır, teknolojiye; yaratıcılığı ürüne dönüştürecek üretim araçlarına erişimin demokratikleşmesi için dünyanın birçok yerinde bir sivil toplum hareketine tanık olmaktayız. Bu heyecan verici gelişme, açık erişimin, ortak tasarımın, işbirlikçi girişimlerin hüküm sürmeye başladığı şu günleri getiriyor. Sayısal teknolojinin mümkün kıldığı, artık doğanın parçası olarak algıladığımız kişisel iletişim ve bilişim, yalnızca soyut bilgiyi değil bilginin fiziksel temsilini de önce yerel sonra da bireysel üretime doğru evirmekte. 20. yüzyılın Karmaşıklık Teorisi’ne damgasını vuran ünlü ekonomist Brian Arthur (7), bu evrimin, birer dahinin beyninden şans eseri çıkan buluşlarla değil, sonsuz iletişim ve etkileşimle bir mercan kayasının büyümesi gibi gerçekleştiğini anlatır. Sonuç olarak yaratıcılığı efsanevi, ulaşılmaz, ender görmekten vazgeçip çocuklarımızın, öğrencilerimizin ve en önce kendimizin; her birimizin sahip olduğumuz öz değerlerimize güvenmeli, ileriye bırakacak başka hiçbir gerçek sermayemiz olmadığı için de iyi bakmalı, geliştirmeli, üretmeli ve paylaşmalıyız. Bu yolda yapıcı çalışmaların yolu engelleri yıkmaktan geçiyor: çocukların hayal gücünü, oyunlarını, oyuncaklarını özgür bırakmak; öğrenciliğin deneysel, sorgulayıcı, devingen bir iş olduğunu ve ömür boyu sürdüğünü anlamak; çok sesliliği, farklılığı, katılımı kutlayarak arttırmak; üretmeyi ve paylaşmayı başarı saymak gerek.
Kaynakça: (1) Ali Rıza Kaylan, “Mühendislik Eğitiminin Dünü, Bugünü, Yarını Değişim Dinamikleri,” 29. Mühendislik Dekanları Konseyi Toplantısı, Elazığ 24.10.2014. (2) Tınaz Titiz, “Sorunların İntikamı: Çözemeyeni Çözerler!” Pegem Akademi, ISBN: 978-605-364-138-4. (3) Cenk Doğru, “Koçun Keşif Günlüğü” yazıları , kocunkesifgunlugu.blogspot.com. (4) Malcolm Gladwell, “Outliers,” Black Bay Books, ISBN: 13: 978-0316017930. (5) Nazan Özenç Uçak “Bilgi: Çok Yüzlü Bir Kavram,” Türk Kütüphaneciliği 24, 4 (2010), 705-722. (6) Ali Beba, Girişimcilik İklimi Dergisi “Akıl Teri” köşe yazıları. (7) Brian Arthur, “The Nature of Technology: What it is and How it Evolves,” Penguin Books, ISBN: 13:978-1416544067.
38
FABR‹KA KIZLARI DEKLANfiÖRE BASTI,
FOTO⁄RAFLARI ÜNLÜLER KALEME ALDI Haber: Khas Haber Merkezi Kadir Has Üniversitesi Komfluluk Hakk› Projesi’nde bu y›l Cibali bölgesinde yaflayan ve çal›flan k›z çocuklar›n›n objektifinden “Fabrika K›z›” hikayesi, foto¤raf karelerine yans›d›. Kadir Has Üniversitesi’nde foto¤raf e¤itimi alan 10 genç k›z›n hayatlar›na, hayallerine ve korkular›na dair çekti¤i kareler, Kadir Has Üniversitesi Fabrika K›z› Sergisi’nde ünlülerin kaleminden ç›kan kelimeler ile ses buldu. Kadir Has Üniversitesi tarafından her yıl farklı bir konu başlığı ile gerçekleştirilen Komşuluk Hakkı Fotoğraf Eğitimi Projesi bu yıl Cibali Bölgesi’nde yaşayan veya çalışan 10 genç kızın yer aldığı Fabrika Kızı temasıyla gerçekleşti. Proje kapsamında Cibali bölgesinde oturan ve çalışan işçi kızlara, proje koordinatörü Ulaş Tosun tarafından iki ay boyunca belgesel fotoğraf dersleri verildi. Ardından başta iş hayatları olmak üzere gündelik hayatlarını fotoğraflamaları sağlandı. Çalışmanın sonunda ise fotoğraflar “Fabrika Kızı” sergisinde bir araya getirildi. Üniversitesi’nin Cibali Kampüsü’nde 11 Mart’ta açılışı yapılan Fabrika Kızı Fotoğraf Sergisi 1 Nisan’a kadar açık kaldı. Serginin açılışında, sanatçı Bora Ayanoğlu’nun, bugün Kadir Has Üniversitesi Cibali Kampüsü olan Cibali Tütün Fabrikası’nda çalışan bir kadının gazetedeki resminden etkilenerek 1969 yılında yazdığı “Fabrika Kızı” adlı şarkısını seslendirmesi ile de yıllar öncesine gidildi. Sergi açılışında konuşma yapan Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevda Alankuş, “Cibali, yani bir
zamanlar tütün fabrikasının tam merkezinde bulunduğu mahallemiz, bir mikro kozmos olarak, her coğrafyadan, her yaştan kadının evi, sokağı, iş yeri, okulu. Bir sosyal sorumluluk projesi olarak hayata geçirdiğimiz bu proje ile biz, mahallemizin kadınlarının hülyalarının, sabırlarının, dirençlerinin, emeklerinin, kendi ayakları üzerinde durma mücadelelerinin görünür kılınmasına katkıda bulunmak istedik. Burada gördüğünüz fotoğraflarla 10 genç kadın, bizleri çoğu zaman dostça ağırlamayan sokaklara, sokak aralarına sıkışmış minyatür parklara, merdiven altı işliklere, ev içlerine mercek tutuyor. Dilerim, bu projenin kadın dostu mahalleler, kentler, sokaklar ve evler için bilinç oluşturulmasına ufacık bir katkısı olur” dedi. Serginin sponsorluğunu yapan Canon Eurasia’nın Sürdürülebilirlik Müdürü Karen Lensink ise projeyle ilgili olarak şunları söyledi: “Canon Eurasia, Türkiye’de, çevrenin korunması ve sürdürülebilirlik konusunda çocukları bilinçlendirmek ve bilgilendirmek için ‘Canon Objektifinden Çevre’ konulu bir okul programını 2011 yılında hayata geçirdi. Bu program kapsamında Anadolu’da birçok ili ziyaret ettik ve Kadir Has Üniversitesi ile gerçekleştirdiğimiz Fabrika Kızı sosyal sorumluluk projesine destek olmaktan dolayı onur duyuyoruz.” Sergide yer alan fotoğraflar, ünlülerin kaleminden öyküleştirildi. Bora Ayanoğlu, Sezen Aksu, Kadir Has Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman, Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevda Alankuş, gazeteci Burcu Aktaş, Karin Karakaşlı, Pınar Öğünç, Cüneyt Özdemir ve Aret Vartanyan ile yazar ve senarist Gaye Boralıoğlu’nın kaleminden akan yorumlar genç kızların vizöründen yansıyan fotoğrafları konuşturdu. Fabrika Kızları’na projenin sponsoru Canon Eurasia tarafından temin edilen fotoğraf makineleri ile Kadir Has Üniversitesi temel fotoğraf eğitimi sertifikaları sunuldu.
40
10 FOTO⁄RAF-10 GENÇ KIZ-TEK KADER • Sibel Soylu (18) ailesinin geçimine yard›mc› olmak ve e¤itim ald›¤› aflç›l›k okulunun ücretini karfl›lamak üzere e¤itim hayat›n› yar›da b›rakmak zorunda kalm›fl. • fieymanur Zatero¤lu (19) tezgahtarl›k yap›yor. • Gözde Sezgin (17) garson olarak çal›fl›yor. • Zeynep Aytan (16) bir atölyede bardak temizleyerek aile bütçesine katk› sa¤l›yor. • Emine Kurflun (19) ve Dilek Kurflun (16) kardefllerden Emine bir atölyede bardak boyuyor, Dilek bir konfeksiyon firmas›nda çal›flarak hayat›n› kazan›yor. • Hatice Akyüz (16) hem okuyup hem çal›fl›yor, • Dilek Aytekin (21) tafleron bir firmada temizlikçi ve görme engelli day›s›na bak›yor. • fiilan Toksöy (18) ve Emine Toksöy (19) kardefller bardak çanak gibi porselenlerin üzerini boyayarak desen ekliyor, aile bütçesine katk›da bulunuyorlar. • Kübra Akdemir (15) Fabrika K›zlar›’n›n en küçü¤ü, hem okuyup hem çal›fl›yor.
41
SEZEN AKSU-Sanatç› (Foto¤raf: Sibel Soylu) Dünya yorgun düflürdü¤ünde, kendi dünyas›na s›¤›n›r, kendi hayal dünyas›nda soluklan›r insan… En çok da çocuk... Bedenin ne kadar küçükse, kurulan dünya da inad›na o kadar büyük olur… ‹mkans›z yoktur orada, uzak yoktur; olmaz, olmaz… Hayal kurmak, çocuklar›n çok daha özgürce kullanabildi¤i, zamans›zl›¤a ve mekans›zl›¤a aç›k bir bilettir….
BORA AYANO⁄LU-Sanatç› (Foto¤raf: fieymanur Zatero¤lu) ‹flçi kardeflim fieymanur’un çekti¤i foto¤rafa bak›nca tekrar hat›rl›yorum Fabrika K›z›’n›; Bir evi olsun ister, bir de içmeyen kocas› Tanr› ne verirse geçinir, gider Yeter ki mutlu olsun yuvas›.. Demifltim, o y›llarda ben de gençtim, dile kolay nerdeyse 50 y›l geçmifl üzerinden. Kara bir pla¤a okudum ilk, sonra radyo mikrofonuna. Sevildi, konserlerde söyledim, kameralara söyledim, zaman de¤iflti önce kasete sonra cd’ye okudum. Ümit ederim bu çocuklar, her sabah fabrikalara de¤il okullara yollanana ve yar›nlar› umut dolana kadar dillerinden düflmez Fabrika K›zlar›n›n flark›s›.
42
ARAT VARTANYAN-Yazar (Foto¤raf: Zeynep Aytan) Yorgun da olsa gözler, yaflam›n getirip götürdüklerinin izlerini tafl›sa da yüzdeki çizgiler, her kad›n›n yüre¤inde tafl›d›¤› güzellikler keflfedilmeyi bekler. A盤a ç›kar bazen bir kemençe t›n›s›nda, bazen bir ‹stanbul hoflsedas›nda. Her kad›n, bir dünya tafl›r yüre¤inde… Sevgiyle kucaklanmay›, sarmalanmay› hak eden, sana seni yans›tan…
CÜNEYT ÖZDEM‹R-Gazeteci (Foto¤raf: Emine Kurflun) Hemen her gün en az bir ya da bir kaç tane kad›n cinayeti, erkek terörü önüme geliyor. Haber merkezinde hepimiz biraz çaresizlik biraz da suçlulukla bu cinayetlere nas›l bir çözüm olaca¤›n› kara kara düflünüp duruyoruz. Ço¤u zaman e¤itim flart ad›ndaki uzak bir ülkeden medet umuyoruz. Bu karamsarl›ktan dolay› da ço¤u zaman görmezden geliyoruz. Bu foto¤rafa bakarken içimden ‘iflte’ dedim ‘günün birinde Türkiye’de kad›n cinayetlerini de engellemenin yollar›ndan biri, kad›nlar›n hayat›n içine kat›lmalar›..’ Bu da kad›nlar›n üretkenlikleri ve ekonomik ba¤›ms›zl›klar› ile mümkün. Bundan y›llar önce mikro kredinin kad›nlar›n hayat›nda yaratt›¤› büyük de¤iflimleri gördü¤ümde hayran olmufltum. fiafl›rm›fl, bu kadar küçük dokunufllar›n yaratt›¤› farkl›l›klar karfl›s›nda etkilenmifltim. Bu atölye kimin, bu biraz mahçup biraz da utanarak foto¤raf çektiren kad›n›n ad› ne bilmiyorum. Ancak ben bu foto¤rafa bakt›¤›m zaman çal›flkan, üretken, mutlu bir kad›n görüyorum. Ba¤›ms›z ve özgür bir kad›n… Günün birinde Türkiye özgür bir ülke olacaksa kad›nlar›n› özgürlefltirerek ve elbette yaflatarak olacak.
43
GAYE BORALIO⁄LUYazar/Senarist (Foto¤raf: Dilek Aytekin) Dünya çukur. Yukar› ç›kmak için... yakay› gövdeye, cepleri cekete, al› mora, yast›¤› rüyaya, denizi buluta, hayali dünyaya, olmaz› olura... önce teyellemek sonra dikmek laz›m Dilek Abla. Eh, gerisini sen düflün.
PINAR Ö⁄ÜNÇ-Gazeteci (Foto¤raf: Dilek Kurflun) fiimdi o geldi akl›ma... Gelin gitti¤im ev sobal›yd› benim. Kay›npederimin f›t›¤› vard›, e kaynanalar nazl›. Ben yakard›m sobay›, yakmayacaks›n da n’olacak? Camlar demir çerçeveli, yan duvar kuzeye bak›yor. Sobay› harlasan bile mesela ben tek bir gün evde terliksiz dolaflt›¤›m› hat›rlamam. Tafl öyle emerdi ki buzu, çocu¤un olmaz, idrar zoru yapar en hafifinden. Sonra kendi evimize ç›kt›k biz, aman›n o ne so¤uk. Çorab›n üstüne yün patikle giyiyordum o zaman terlikleri. Bir numara büyük almak laz›md›, yoksa girmez ayak. fiimdi kombisi var k›z›m›n evinde. Düz ince çorapla yere bas için ürpermez. Sigaray› da içerde içiyorum valla. Yeri gelir açars›n cam›, havalan›r. fiahsi kombi neticede.
44 KAR‹N KARAKAfiLI-Gazeteci (Foto¤raf: Gözde Özkorkmaz) Bismiflah, Allah Allah Eflikten geçtim, huzuruna geldim. Dünyay› kap›n›n önünde b›rakt›m da geldim. Kendimi bulmaya geldim. Burada herkesle birim. Kendimi kaybetmeye geldim. Burada her fleyimle hiçim. Tavanlar bilir sustuklar›m›. Her gece bir onlara anlatt›klar›m›. Bir Allah›n bildi¤ini ald›m da geldim. Medet Allah›m medet Gel derdime derman eyle ‹stemekten korkmamay› senden ö¤rendim. fiükretmeyi, umut etmeyi senden. Verebileceklerimi verecek cesaret, alacaklar›m› bilmeye hikmet, edeceklerimi eylemeye kudret almaya geldim. Çok sevdim, anlam› kem gözlerden sak›nmak için geldim. Dünya unutturuyor bana beni. Unuttuklar›m› hat›rlamaya, bildiklerimi duymaya geldim. Sen duy sesimi Allah›m. Var olmak için yok olmaya geldim. Pirler aflk›na, erenler demine Hüü. Gerçe¤e Hüü. Allah›m kofl yard›ma. Beni sak›n hakikatimden ay›rma.
BURCU AKTAfi-Gazeteci (Foto¤raf: Hatice Akyüz) Babas› zordu, kocas› ondan da zor bir adam ç›km›flt›. Bir Haydar’›n evinden öbür Haydar’›n evine gitti¤inde üzerine giydi¤i yelek iki beden küçüldü, evin üç penceresi yetmez oldu nefes almak için. Her ifli yokufla süren kocas›yla bir ömür geçerken k›z›na tutundu.
45
HASAN BÜLENT KAHRAMAN-Khas Rektör Yard›mc›s› (Foto¤raf: fiilan Toksoy) Ne kadar çok hayatlar›m›z... Bir genç k›z taraf›ndan çekilmifl bu resme uzun süredir bak›yorum. Dönüp dönüp bak›yorum. ‹çimi ac›tan bir fleyler buluyorum bu resimde. Foto¤raflar›n daima ac› verdiklerini biliyorum. Sevmedim hiçbir zaman görüntülere bakmay›. Sadece yitip gideni de¤il, ço¤u zaman tan›kl›k etmek istemediklerimi de buldu¤um için görüntülerde foto¤raflar daima uza¤›mda kald›lar. Hat›rlamak insan›n belle¤inde oldu¤u, kald›¤› kadar›yla lezzetli. Veya de¤il... Ama ac› verene dönmenin de bir çekicili¤i var. O nedenle dönüyorum bu görüntüye. Ve akl›ma üflüflen say›s›z düflünceyi örgütlemeye çal›fl›yorum. Bu kadar zengin, bu kadar çok katman› olan, bu kadar kapsaml› görüntü insan› bo¤uyor. Hayatlar var burada. Do¤al. Hayat›n içinden çekilmifl bir foto¤raf bu. Yoksulluk var. Tam yoksulluk de¤il. Hayat›n darl›¤› diyelim. Ölçülülü¤ü. Hayat›n getirdi¤i k›s›tlamalar. Kesiflen yaflant›lar! Hayat›n görkemini o yarat›r. Çok hayat›n kesiflmesi. Ve bu foto¤raf›n gücü de oradan kaynaklan›yor. ‹flte, bir mekan. ‹ki ayr› hayat. Kutsall›¤›n dünyas›yla güncel, s›radan ve dünyevi olan›n iç içe geçifli. As›l dü¤üm bu. Tevekkül, teslimiyet ve belki de onun sa¤lanmas› için hayata yönelik tutku. ‹ki gencin heyecan› ve namaz k›lan insan›n sükuneti. Nimetin haz›rlan›fl› ve onu nasip eden Tanr›’n›n mevcudiyeti; bereket... Kuflaklar ve farklar ve çokluk... Bütün bunlar asl›nda mekan›n ço¤ullu¤u. Son kertede bir mekan görüntüsü bu. Kutsal› ve dünyevi olan› bir araya getirip mekan›n alçakgönüllü ama hakim iktidar›n› vurguluyor bu foto¤raf. Hayatlar o mekana gömülü. Gene de: mekan insand›r. Ne kadar çok, hayatlar›m›z...
46
SEVDA ALANKUfi-Khas ‹letiflim Fakültesi Dekan› (Foto¤raf: Kübra Akdemir) Palimpsest; silinip silinip üzerine defalarca yaz›labilen; ama yaz›lanlar›n hiçbir zaman tam olarak kaybolmad›¤›, silinemedi¤i, bir kadim zamanlar “ka¤›d›”… J. Derrida’n›n kullan›m›nda, anlam›n metinleraras›l›¤›na, bir özün yoklu¤una, ötekinin hep buradal›¤›na, ben ile birli¤ine, fark olarak yok edilemezli¤ine dair bir metafor…. Cibali; mekanlar›, insanlar›, dilleri üst üste, yan yana, alt alta palimpsest gibi yaz›lm›fl, dokunmufl bir semt…hem ve hep Bizans, Osmanl›, Ermeni, Rum, Yahudi, Türk, Kürt, Alevi, Laz, flimdilerde Suriyeli Arap… Cibali’de kimbilir hangi kadim mekana “karfl›” yükseltilmifl, onu silmeye yeltenmifl, palimpsest gibi “modern” bir duvar….; “sevgisinden can› yanan birinin “seni seviyorum”u ile, “ötekinin” kimbilir hangi aflk, hasret, yoksulluk ac›s›yla yürekten kopmufl “Daye Zore” (“Zor be Anne”)’si birbirine dokunuyor, birbirini dokuyor…araya di¤erleri de kar›fl›yor, s›z›yor…. Duvar›n önünde çocuk coflkusuyla, umursamazl›¤›yla çember oluflturmufl befl k›z; nerelerden geldiklerini ve nerelere gideceklerini, birbirlerinden, Cibali’nin üst üste yaz›lm›fl tarihinden, annelerinden, baflka kad›nlardan, hangi silinmeyen izleri devrald›klar›n› ve hangilerini b›rakacaklar›n›, bilmiyoruz…. Foto¤raf› çeken, an› yakalayarak, bir yandan iz(ler)i kaydederken, kendi iz(ler)ini de b›rakan, belki de sür(dür)en Kübra; hem Cibalili, hem de Siirtli… Ailesinde Arap, Kürt, Türk hepsi varm›fl ve mutlaka daha da ço¤u….
47
Fotoğraf: Abdullah M. BOZOĞLAN Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü 4. sınıf öğrencisi
“Yorulduk. Tek ihtiyac›m›z olan yaslanabilece¤imiz bir omuzdu sadece…”
48
49
B‹R ARAYA GET‹R‹LMES‹ ÇABA GEREKT‹REN ‹K‹ KAVRAM: G‹R‹fi‹MC‹L‹K VE ÜN‹VERS‹TE İsmail Hakkı POLAT Khas öğretim görevlisi
Giriflimcilik, e¤itimle kazan›labilecek bir teorik ve pratik çal›flmalar bütünü mü, yoksa daha fazlas›na m› ihtiyaç var? Bu soruya bak›n Coventry Üniversitesi Rektörü John Latham nas›l cevap veriyor: “Giriflimcilik ve Yenilikçilik e¤itimi ve ifl sonuçlar› aç›s›ndan ‹ngiltere’nin en iyi 3 üniversitesi aras›nday›z. Di¤er ikisi Oxford ve Cambridge!” Kadir Has Üniversitesi Girişimcilik ve Yenilikçilik Merkezi’nin davetlisi olarak öğrencilere bir konferans veren Coventry Üniversitesi Rektörü John Latham, konuşmasının hemen başında bu sözleri söylediği sırada, elimde akıllı telefon, seminerin canlı yayın linkini paylaşıyordum. İçimden geçen “Yok artık!” tarzı bir düşünceyle elimdeki telefonu cebime koydum ve konuşmaya odaklandım.
“Yerel, ulusal, bölgesel ve küresel değişimlere süratle uyum sağlayan bir eğitim ve girişimcilik ortamı yaratabilmek. Üniversite, kurulduğu 1843’ten beri konjonktürel değişimler sonucu birçok kriz yaşamasına karşın her seferinde zamana ayak uydurabilecek dönüşümü gerçekleştirebilmiş. Coventry şehrinin ticari dinamiklerini, bunun İngiliz ticaret ve ekonomisine katkısını ve bunun İngiltere’nin küresel düzlemdeki rekabet gücüne yansımasını hep birlikte düşünüp değerlendirebilen yapıda bir girişimci üniversiteyiz biz. Üniversitemizdeki TeknoPark sayesinde akademisyenlerimizin disiplinlerarası çalışma becerisini arttırmanın yanı sıra öğrencilerimizi de girişimcilik ve yenilikçilik süreçlerine dahil edebiliyoruz ve bu sinerji bizim gerek Coventry şehri, gerek İngiltere ve hatta uluslararası ölçekte cazibemizi arttırmakta.” Coventry Üniversitesi’nin Bilgisayar Mühendisliği Bölümü mezunu olan, iş kariyerinin önemli bir bölümü girişimcilik ve şirket yöneticiliğiyle geçmiş ve akademik bir unvanı olmamasına karşın rektörlüğüne atandığı üniversiteyi bir şirket gibi yöneten (yönetmesi istenen) Latham’ın verdiği mesajlar, aslında bir araya getirilmesi çok zorlu çabalar gerektiren iki kavram olan üniversite ile girişimciliğin, sadece eğitim boyutunda değil onun ötesindeki birçok faktörlerle de ele alınmasının gerekliliğini kanıtlar nitelikte.
Slaytlarda birbirinin peşi sıra akan rakamlar inanılacak gibi değildi; 2014 yılı itibarıyla her yıl 600 yeni iş girişimini bünyesine kabul eden ve bunların %15 civarının ticari sıçrama (spin-out) yaptığı, irili ufaklı 10.000 şirketle yaptıkları işlerden yılda 250 milyon pound gelir elde eden ve bu gelirin 50 milyonunu da geliştirme bütçesi olarak ayıran kurumun bu başarısının altında ise Rektör Latham’ın bir sonraki slaytta beyan ettiği üniversitenin “misyonu” yatıyordu;
Bir başka deyişle,
“Dinamik, küresel ve girişimci bir üniversite”.
* Girişimcilik ve yenilikçilik projeleri kampüsünün olduğu yörenin ihtiyaçlarına sırtını dönen, ülkesinin ekonomisine ticari ve inovatif sıçrama boyutunda değer katmayan ve ülkesinin küresel alandaki rekabet gücüne katkı sağlamayan üniversiteler,
“Türkiye dahil birçok ülkede sizinkine benzer bir misyon belirleyip yola çıkan bir sürü girişimci üniversite var; ama çoğu böylesi görkemli sonuçlara ulaşamıyor. Sizi bunlardan ayıran fark ne peki?” John Latham konferans sonrası yaptığımız özel sohbetimizde bu sorumun yanıtına şöyle ilginç bir karşılık verdi:
* Girişimciliği sadece akademisyenlerin öğrencilere verdiği ders, teknoparkı da şirketlere vergi teşviki sayesinde kira geliri olarak gören, * Girişimcilik-yenilikçilik kriterleri fon aldığı kurumları kağıt üzerinde memnun etmekle sınırlı,
bir zahmet bu sevdadan vazgeçsin ve yüksek öğretimin geleneksel ihtiyaçlarına yanıt vermeye odaklansınlar. İnanın toplumsal katkıları daha fazla olur!
50
K‹TLESEL AÇIK ÇEVR‹M‹Ç‹ DERS“MOOC”LARIN KISA H‹KAYES‹ İpek İli ERDOĞMUŞ Khas Eğitim Teknolojileri Koordinatörü
51
MIT, Stanford, Harvard gibi dünya s›ralamas›nda önde gelen üniversitelerden kim ders almak istemez ki? Hem de herhangi bir ön koflul veya ödeme olmadan, kampüse gitmek zorunda kalmadan! Bu üniversitelerin kurdu¤u “MOOC”larla (Massive Open Online Course: Kitlesel Aç›k Çevrimiçi Ders) art›k bu mümkün; hem de sadece bir kullan›c› ad›na sahip olman›z yeterli. Nas›l bafllad›?
“MOOC”ları açık ders malzemelerinden ve yükseköğretim kurumlarındaki elektronik derslerden ayıran bazı özellikler var. Açık ders malzemelerinden ayıran özelliği; “MOOC”un başlangıç ve bitiş noktasının olması. İçeriği önceden belirlenmiş, üniversite seviyesinde ve birbirini takip eden konularla verilen bir ders. Üniversitelerde verilen elektronik derslerden ayıran özelliği ise; herhangi bir ön koşul veya bir kuruma kayıt şartının olmaması.
Nas›l iflliyor? “MOOC”lar web tabanlı platformlar üzerinden zaman ve mekan kısıtlaması olmaksızın çok büyük kitlelere hitap edecek şekilde tasarlanmışlar. Dersleri alabilmek için platform üzerinde bir kullanıcı hesabı oluşturmanız ve derse kayıt olmanız gerekiyor.
Aslında “MOOC”lar çok uzun bir geçmişe sahip değil. Her şey 2011 yılında Pennsylvania, Princeton, Stanford ve Michigan üniversitelerinin bir araya gelerek, herkese açık, ücretsiz online dersler açmaya karar vermesiyle başlıyor. Ardından, 2012 yılında Massachusetts Institute of Technology ve Harvard üniversiteleri de aynı şekilde güç birliği yapıyorlar. Bu şekilde dünyanın önde gelen üniversitelerinin başlattığı hareket “Kitlesel Açık Çevrimiçi Ders”ler, İngilizce kısa adıyla “MOOC”lar (Massive Open Online Course) olarak karşımıza çıkmış oluyor.
Derslerin içeriğinde genellikle 45 dakika ila 1 saatlik uzunluğunda ders videoları yerine, konu başlıklarına ait 15 dakikalık kısa videolar yer almakta. Derse kayıtlı kişilerin dersi tamamlayarak sertifika almaları mümkün. Buna hak kazanabilmek için ise, bir takım aktiviteleri tamamlamanız gerekli. Bu amaçla, sistem üzerinde ödev, sınav gibi aktiviteleri gerçekleştirebilmek için değerlendirme araçları yer alıyor. Bunun yanında, tartışma platformu gibi sosyal öğrenme araçları da kullanılmakta. Böylece, derse kayıtlı kişiler birbirleriyle konulara dair bilgi paylaşımında bulunabiliyorlar.
“MOOC”ların geçmişine baktığımızda, uzaktan ve dijital eğitimdeki gelişmelerin ve 2000’li yıllarda başlayan açık ders malzemeleri akımının bu dersler üzerinde büyük etkisi olduğunu görüyoruz.
Hedef Kitle Kim?
2000-07
2008
2009
Aslında, “MOOC”lar, yükseköğretimin, bu öğrenimi görmek isteyen herkese internet aracılığıyla ulaşabilmesi düşüncesiyle başladı. Böylece, yükseköğretimin demokratikleşmesi
2010
2011
2012
2013
Open Education Open Source Software
Open University Open Learn
OER
Future Learn
Connectivist MOOC (cMOOC) Udacity
Open Content
Coursera
Stanford MOOC (xMOOC) MIT Open Course Ware
Kaynak: Yuan and Powell (2013), MOOCs and Open Education: Implications for Higher Education
MIT edX
52
amaçlanmaktaydı. Bu bağlamda; hedef kitle, tüm dünyada yükseköğrenim almak isteyip de alamayan üniversite çağındaki insanlar olarak düşünülebilir. Ancak; geçtiğimiz üç yıl gösterdi ki, “MOOC”lara ilgi gösteren insanların büyük bir kısmı üniversite mezunu, iş sahibi kişiler. “MOOC”lara yükseköğretim kurumları açısından bakıldığında, yöntem ve içerik kaynağı olarak hedef kitlesine öğretim üyeleri de girmekte. Bazı öğretim üyeleri öğretim yöntemleri konusunda açılan derslere kayıt olup kişisel gelişim sağlarken bazı öğretim üyeleri de derslerinde “MOOC”ların kaynaklarından yararlanıyor.
En Bilinen “MOOC” Platformlar› Coursera (www.coursera.org): 2012 yılında Stanford Üniversitesi’nden iki öğretim üyesi (Daphne Koller ve Andrew Ng) tarafından eğitim teknolojileri hizmetleri vermek üzere kurulmuş olan bir firma. 30’dan fazla üniversite ile işbirliği yaparak içerik üretmek için geliştirdikleri platform üzerinden online dersler sunmaya başladılar. 2015 yılı itibariyle 12 milyona yakın kullanıcısı, işbirliği yaptıkları 114 kuruluş ve kendi platformları üzerinde açtıkları 850’ye yakın ders var. edX (www.edx.org): 2012 yılında MIT ve Harvard üniversitelerinin işbirliği ile kuruldu. edX kar amacı gütmeyen bir kuruluş ve kullandığı platform da açık kaynak kodlu bir yazılıma sahip. Bugün 60'dan fazla kurum ve kuruluş edX platformunda ders açıyor. 2014 yılı sonu itibariyle kullanıcı sayısı yaklaşık 3 milyon, açılan ders sayısı 300 dolaylarında. FutureLearn (www.futurelearn.com): 2012 yılında, İngiltere’de “The Open University” tarafından kurulan platform, bugün farklı ülkelerden 40 partner ile işbirliği içinde. Diğer “MOOC” platformlarından farklı olarak partnerleri arasında yükseköğretim kurumları dışında kalan organizasyonlar da var. Udacity (www.udacity.com): 2012 yılında Stanford'dan üç öğretim üyesi (Sebastian Thrun, Mike Sokolsky, David Stavens) ve sonradan Virginia Üniversitesi'nden katılan bir öğretim üyesi (David Evans) tarafından kuruldu. 2014 yılı sonu itibariyle kullanıcı sayısı yaklaşık 1.6 milyon. Udemy (www.udemy.com): 2010 yılında Eren Bali ve Oktay Çağlar tarafından kuruldu. Diğer platformlardan farkı, derslerin kurum ve kuruluşlar adına hazırlanması yerine konusunda uzman kişilerin bireysel olarak ders tasarlayıp açmasına izin vermesi. Web sitesi üzerinden paylaştıkları bilgiye göre; platforma kayıtlı kişi sayısı 6 milyona ulaşmış durumda. Platform üzerinden 25 bin kadar ders veriliyor.
“MOOC”lara Dair Alternatif Görüfller “MOOC” üzerine yapılan tartışmalar; bu dersleri sunan platformların iş modelleri, yükseköğretim kurumları ve bu dersleri alan kişilere etkileri üzerinde yoğunlaşıyor. “MOOC” platformları ticari -kar amacı güden ve ticari olmayankar amacı gütmeyen kuruluşlar olarak ikiye ayrılıyor. Varlıklarını sürdürebilmeleri; ticari olanlar için gelir elde etmeye dayanırken, ticari olmayanlar için bu platformları destekleyen kuruluşların olmasını gerektirmekte. Bu durumda platformların iş modelleri de farklılaşıyor. Ticari olanlar gerek yükseköğretim kurumlarına gerek bireylere ders hizmetini ücretli sunabiliyor. Ticari olmayanlardan da ücretli ders paketleri sunarak program sonunda bir derece veya sertifika verenler mevcut. Örneğin; Coursera kullanıcılara “uzmanlaşma paketleri” (specializations) sunarken, Udacity “Nanodegree” terimini kullanarak karşımıza farklı paketler çıkarıyor. Gelinen aşamada, platformların iş modellerini belirlemesinde en önemli etken, katılımcı kitlesinin özellikleri olacak gibi görünüyor. Dersleri alan kişiler açısından “MOOC”lara katılımın etkilerini de söz konusu kitlenin özelliklerine göre değerlendirmemiz gerekiyor. edX platformu için yapılan araştırmada “MOOC”lara katılanların büyük çoğunluğunun üniversite mezunu olduğu görülüyor. Pennsylvania Üniversitesi’nde yapılan çalışmada da benzer sonuçlar ortaya çıkmış. Peki eğitimli insanlar bu dersleri neden takip ediyor? Büyük çoğunluğun amacı, bu derslerden elde ettiği bilgilerle işini daha iyi yapabilmek. Bazı kişiler bu dersleri aldıklarında daha iyi bir iş bulacağına inanıyor. Bugün; bazı firmaların çalışanlarına belli konularda eğitim vermek için “MOOC”ları kullanması da kişilerin bu düşüncesini destekler nitelikte. Bir diğer amaç ise; dersi alan diğer kişilerle tanışma, fikir alışverişinde bulunma imkanlarından faydalanarak profesyonel çevreyi genişletme isteği. “MOOC”ların yükseköğretim kurumlarına etkilerini iki noktada toplayabiliriz: Yükseköğrenim modellerindeki olası değişimlere ayak uydurma ve kurumların platformlarda yer alma kararları. “MOOC”ların, yükseköğrenim modellerini tamamıyla değiştireceğine inanan bir kesim olmasına karşılık, yeni bir model olmadığını ve var olan modellerin uyarlaması olduğunu savunanlar da var. Yükseköğrenimi tümüyle değiştireceğine inanan kesim, daha da ileri giderek, “MOOC”ların yükseköğretim kurumlarının varlığını tehlikeye sokacağını iddia ediyor. Ancak; bu iddia şimdilik çok da gerçekçi görünmüyor. Bu bağlamda, yükseköğretim kurumlarının bu platformlarda kendilerini konumlandırma kararları
53
önem kazanıyor. Üniversiteler açısından herhangi bir “MOOC” platformunda yer almanın faydası ne olacak? Bu konu, birkaç başlık altında özetlenebilir. İlk olarak, bu platformlara katılmanın üniversitelerin tanınırlılığını arttırdığı belirtiliyor. İkinci başlığı online ders verme deneyimi kazanan öğretim üyeleri açısından değerlendirebiliriz. Öğretim üyeleri, öğretimde yeni yöntemleri kullanarak farklı bir deneyim kazanırken, aynı zamanda öğrenme ve öğretme üzerindeki araştırmalarını da arttırabilir. Son olarak; bu platformlarda açılan derslerin aynı zamanda üniversitedeki mevcut öğrencilere de açılması maliyetlerin azaltılmasını kolaylaştırıyor. Elbette tüm bu faydaları elde edebilmenin ön koşulu; üniversitelerin kaliteli “MOOC” sunması. Şu anda yükseköğretim kurumları, konuya üç farklı şekilde yaklaşıyor: Platformlara aktif katılma, bazı “MOOC”ları üniversite bünyesindeki programlarda kredi olarak saydırma ve tamamen uzak durma.
Son Sözler Buraya kadar “MOOC”ların hep olumlu özelliklerinden bahsettim. “Acaba içinde hiç olumsuzluk barındırmıyor mu?” diye düşünebilirsiniz. Elbette barındırıyor. Beklenen etkiyi yaratmadığını savunan bir kesim var. Araştırmalara göre, “MOOC”ları tamamlayanların sayısı çok düşük. Bu durumda platformlara kayıtlı kişi sayısına değil açılan dersleri tamamlayanların sayısına bakmak gerekiyor. Kişiler platforma ve hatta derse kayıt yaptırmalarına rağmen derslerden fayda sağlamak için gerekli olan etkinlikleri tamamlamadıklarında söz konusu dersin bu kişilere katacağı olumlu etkiler de azalmış oluyor. Hedef kitleye bakılırsa, başlangıç amacından oldukça saptığını söyleyebiliriz. Amaç, üniversite çağındaki yükseköğrenim görmek isteyip buna sahip olamayan kişilere bu hakkı vermekti. Ancak; bugün, dersleri alanlara baktığımızda iş sahibi, üniversite mezunu kişilerle karşılaşıyoruz. Bu durum olumsuzluk olarak değerlendirilmese de; “MOOC”ların çıkış noktasındaki amaçtan uzaklaştığını ifade etmiş oluyor. Bunun yanında; platformlardaki pek çok ders İngilizce; yerelleşmeye çalışan platformlar olsa da derslerin yerel dillere çevrilerek yayınlanması uzun zaman alacak gibi görünüyor. Sonuç olarak, “MOOC”lar yükseköğretime alternatif olmaktan çok, yaşam boyu eğitim kavramının bir parçası olarak profesyonel hayatı destekleyecek gibi görünüyor. Böyle bir trendin varlığını yoksaymamız ise pek mümkün değil. Bu trendin hangi noktaya ulaşacağını ise zaman gösterecek.
54
YEN‹ MEDYADA OKURYAZAR OLMAK YA DA OLMAMAK
‹zleyicilerin mesaja daha kolay ulaflmas›n› sa¤lay›p mesajlar›n daha iyi analiz edilmesine ve yorumlanmas›na olanak sa¤layan yeni medya okuryazarl›¤› bu toplumsal dönüflümde alternatif medyaya da kaynakl›k etmektedir. Kadir Has Üniversitesi ile Alternatif Bilişim Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği II. Yeni Medya Kongresi 26-27 Şubat tarihleri arasında Kadir Has Kampüsü’nde yapıldı. Temanın “Yeni Medya Okuryazarlığı” olduğu kongrede birçok oturum ve atölye gerçekleştirildi.
Kyra MENGEŞ Haber: Khas lisans öğrencisi
Kongrenin bu seneki teması kullanıcılara bilgi ve beceri kazandırarak yeni medyayı etik temeller üzerine kuran yeni medya okuryazarlığıydı. Bilgi toplumundan ağ toplumuna geçtiğimiz günümüz dünyasında toplumsal anlamda hayatlarımızda yer edinmiş olan yeni medya kavramı okuryazarlığın yanında birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Bu açıdan akademisyenlerin yanı sıra farklı sektörlerden pek çok kişinin de katıldığı kongrenin açılış konuşmalarını Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevda Alankuş ile Alternatif Bilişim Derneği Başkanı Ali Rıza Keleş yaptı. Prof. Alankuş konuşmasında yeni medyanın etkisinin her konuda küresel
55
‹nternet üzerinde canl› yay›n ile de takip edilebilen 2 günlük kongrede toplamda 51 sunum, 6 atölye çal›flmas› yap›ld›. 481 kiflinin kat›ld›¤› kongre için aç›lm›fl olan #YeniMedya2015 etiketine 1.521 tweet at›ld›.
Dijital Ça¤da Do¤rulama atölyesinde Mehmet Atakan Foça yanl›fl bilginin ortalama 6 dakikada ortaya ç›kt›¤›n› söyleyerek “‹nternetteki yanl›fllara bu do¤ru de¤il diyoruz ama do¤rusunu söyleyerek arflivleme de yapm›yoruz.” dedi.
boyutlarda olduğunu ve gerek günlük hayatta gerek profesyonel hayatta yeni medya ile iç içe olduğumuzu aktardı. Keleş ise yeni medyada ifade özgürlüğü problemine değinerek bu mecrada okur yazar olmanın önemini vurguladı. Hem akademik hem aktivist dünyayı bir araya getiren kongrede dijital aktivizm, dijital gözetim, katılımcı yurttaşlık, yeni medya yayıncılığı gibi birçok farklı konuda oturumlar gerçekleştirilirken veri gazeteciliği, dijital çağda doğrulama ve yeni medya sanatları üzerine de atölyeler gerçekleştirildi. Günümüzün başlıca iletişim kaynağı haline gelmiş olan yeni medya gerek yazılı gerek görsel boyutlarda yeni medya okuryazarlığını hayatımıza soktu. İzleyicilerin mesaja daha kolay ulaşmasını sağlayıp mesajların daha iyi analiz edilmesine ve yorumlanmasına olanak sağlayan yeni medya okuryazarlığı bu toplumsal dönüşümde alternatif medyaya da kaynaklık etmektedir. İnternet, cep telefonu gibi araçları içeren yeni medya, kullanımı açısından alternatif medyada önemli bir rol üstlenmektedir. Yeni iletişim teknolojileri gözetim, sansür gibi kötü özelliklere sahip olsa da sesini duyurmak isteyen bireyler tarafından politize edilmiş bir alan olma özelliğine de sahip. Yeni medyayı her ne kadar “doğuştan” demokratik bir alan olarak görsek de Yeni Medya Okuryazarlığı ve Katılımcı Yurttaşlık: Sorunlar, Paradigmalar, Uygulamalar sunumunda Burak Özçetin’in belirttiği gibi aslında yeni medyayı katılımcı ve demokratik yapan vatandaşların siyasi iradeleridir. Vatandaşlık pratiğinin de derinden değiştiği “bağlantılı” vatandaşlar ile birlikte alternatif mecralar kurulmaya başlanmıştır. Yurttaşların herhangi bir kampanya, bir fikir, bir medya ürünü için çevrimiçi olarak finansal katkı sağladıkları bir finansman modeli olan kitlesel fonlama tekniği ile de kendisini geliştirebilen bu mecra farklı analiz katmanlarına sahip. Türkiye’de Kitlesel Fonlama Kampanyaları: Kültürel Bir İnceleme sunumunda Suncem Koçer kitlesel fonlamanın teknolojik bir süreci varken kültürel, sosyal, siyasal boyutları da olduğuna değinerek bu kampanyaların internette nasıl dolaşıma girdiğine ve hangi türdeki ürünlerin kitlesel fonlanmaya daha müsait olduğuna T24 kitlesel fonlama kampanyası üzerinden örnek verdi. Crowdsourcing’in Türkiye’deki uygulamasından bir örnek olan T24 Okur Fonu bu sayede binin üzerinde destekçi kazanmış, yüz bin liranın üzerinde de para toplamıştır. Projelerin hayata geçmelerine ve sürdürülebilir olmalarına olanak sağlayan kitlesel fonlama örnekleri tekelleşmeden
71 yazara ait 51 bildiride yeni medya okuryazarl›¤› kapsam›nda LGBT‹ bireylerin, kad›nlar›n, sivil toplum kurulufllar›n›n, siyasi partilerin, müzelerin, flehirlerin, gazetelerin yeni medya kullan›mlar› tart›fl›ld›.
‹nternet Teknolojileri Derne¤i kurucusu Doç. Dr. Mustafa Akgül Türkiye’de inovasyona ciddi yat›r›mlar yap›lmas›na ra¤men s›ralamada 130 ülke aras›nda 120’nin üzerine ç›kamad›¤›m›z› belirtti.
kurtulmak isteyen gazeteciler için alternatif bir alan oluşturmuş durumda. Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmeler, tekelleşen medya, yeni medyanın yükselişi alternatif medyayı alternatif olmaktan çok etik anlamda zorunlu olması gereken bir alan haline getirmiştir. Etkin şekilde kullandığımız sosyal ağlardan günümüze yayılmış olan katılımcı haber siteleri Castells’in de dediği gibi Enformasyon Çağı’nın bittiğini artık Ağ Toplumu’nun başladığını bize kanıtlar niteliktedir. Ancak içinde bulunduğumuz Ağ Toplumu birçok açıdan yeni medya okuryazarlığında eksiklikler yaşamaktadır. Dijital kapsama ve dijital yetkinlik konularında yeterli olmayan toplum haberin 5N+1K’sını anlamlandırmayabilmektedir. Anındalık, etkileşim, çoklu medya, hipermetin gibi özelliklere sahip olması gereken alternatif alanlar bu konuda geçiş yapmaya çalışan konvansiyonel medyadan daha başarılı olabilmektedir. Teknolojik cihazlara olan erişimin kolaylaşması insanların istedikleri hedefler doğrultusunda farklı medya araçlarına alternatif bakış açıları katmalarına da olanak sağlamıştır. Kullanıcı türevli içerik bu noktada devreye girmiş ustream, vine, blog gibi alanlarda kolektif içerikler üretilmeye başlanmıştır. Bütün bu noktalardan sonra artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan yeni medya ile var olması gereken şey yeni medya okuryazarlığına eleştirel bir bakış getirebilmektir. Geleneksel mesajların yeniden anlamlandırılması sürecinde o alandan gelmekte olan ötekileştirilmiş bireylerin yeniden göz ardı edilmesi, sansüre uğraması yeni medya mecrasında da devam etmektedir. Buna önlem olarak yapılması gereken şey yeni medya okuryazarlığına sahip olmaktır. Yeni Medya Kongresi’nin ele aldığı oturumlar ve atölyeler sonrası yayınlanan sonuç bildirgesinde yeni medya okuryazarlığı “Yeni medya okuryazarlığı teknik ya da salt pedagojik bir mesele değildir. Daha ziyade aktif ve katılımcı yurttaşlık, demokratik ve çoğulcu bir toplumsal ve siyasal düzen ile önyargılar ve nefretten arındırılmış bir iletişim zemininin kurulmasını hedefleyen politik bir duruştur. Bu anlamda yeni medya okuryazarlığı çok farklı disiplinlerin, çok farklı kaygıların, bireylerin, kurum ve kuruluşların kesişim noktasında yer alan çok boyutlu ve çok ortaklı bir süreçtir.” şeklinde açıklanarak “Her türlü medya okuryazarlığına ilişkin veri oluşturmak üzere nicel ve nitel araştırmaların yapılmasını özendirmek gereklidir, bu konuda araştırma desteklerini arttırmak üzere konuya tarafların ve ortakların katılımıyla bilim politikası geliştirilmelidir. Akademinin bilgi üretimindeki rolü bu bağlamda önemlidir.” denildi.
56
OBAMA’YA SEÇ‹M KAZANDIRAN
SOSYAL MEDYA EK‹B‹ ‹STANBUL’DA ‹D‹ Dr. Gülfem SAYDAN SANVER Siyasal iletişim danışmanı
57
ABD Baflkan› Barack Obama’n›n efsanevi 2012 seçim kampanyas› direktörleri 6 Mart 2015 tarihinde ‹stanbul Ritz Carlton Oteli’nde Element Strateji Yönetimi’nin düzenledi¤i “Hedef: Hedef Kitle” konferans›nda bulufltu. 7 Haziran öncesi nefesler tutuldu ve seçim maratonuna girildi. Seçim kampanyaları da her seçim döneminde olduğu gibi yine tartışmaların odak noktasını oluşturmaya başladı. Hangi partinin hangi ajansla çalışacağı, sloganı, kullanacakları söylemler büyük bir merak konusu olurken yine her seçim döneminde olduğu gibi “kampanya seçim kazandırır mı?” sorusu da tartışma konuları arasına girdi. Kamuoyu bu tartışmaları yaparken biz de Element Strateji Yönetimi olarak, 6 Mart 2015 tarihinde İstanbul Ritz Carlton Oteli’nde “Hedef: Hedef Kitle” konferansını düzenleyerek Barack Obama’nın efsanevi 2012 seçim kampanyasının önemli aktörlerinin bizlerle kampanya tecrübelerini paylaşmalarını istedik. Amacımız, hem kampanyalarının bilinmeyen arka planlarını göstermek, hem de seçim kampanyalarında kullanılan iletişim strateji ve taktiklerinin diğer alanlardaki uygulanabilirliklerine de dikkat çekmekti. Konferansa Barack Obama'nın 2012 Başkanlık Seçimleri ulusal saha direktörü görevini yürüten Jeremy Bird, Obama’nın 2012 Dijital Kampanya Direktörü Teddy Goff, Twitter'ın Asya Direktörü Peter Greenberger, Boris Yeltsin’in imaj danışmanı Igor Mintusov, Bill Clinton'ın Batı Eyaletleri Kampanya Sorumlusu ve Barack Obama’nın Denver/Colorado anketörü Rick Ridder, uluslararası ödüllü Anketör Joannie Braden ve Türkiye’den Bahattin Yücel, Haluk Şahin, Mehveş Evin, Volkan Karsan, İzmir Tolga ve Gökhan Yücel katıldı. Konferans, adından da anlaşılabileceği üzere, hedef kitleyi bulma, doğru mesajları, içerikleri üretme ve hedef kitleye doğru kanaldan ulaşabilme sorunsalı üzerine odaklandı. Sahada, dijitalde ve sosyal medyada farklı kazanma kurallarının da anlatımı ile başarılı bir kampanyanın tüm ayaklarını bütünsel bir bakış açısıyla katılımcılarımız ile paylaşmak istedik. Tüm gün süren konferanstan Türkiye için de çıkarılacak çok konu başlığı bulunuyor.
Yerel Liderler Yaratmak Konferansın ilk konuşmacısı, Barack Obama’nın 2012 seçim kampanyasında 2.2 milyon gönüllü toplayarak dünyanın en büyük gönüllü organizasyonunu oluşturan ve bu rakamla Obama’nın “gönüllülerle seçim kazandı” efsanesini yaratan Ulusal Saha Direktörü Jeremy Bird yerel düzeyde liderler yaratmanın önemini ve başarılı bir saha organizasyonu için kaçınılmazlığını vurguladı. İnsanların kampanyaya olan bağlılıklarını arttırmanın kampanya için önemini anlatan Bird, yerel düzeyde yetkilendirmenin seçmenlerle daha kişisel bir ilişki kurmayı kolaylaştırdığını ifade etti.
Seçmenle Kiflisel ‹liflki Kurmak 2013 yılında Fortune dergisinin, önümüzdeki yıllarda geleceği şekillendirecek 40 yaşından genç en etkili 40 yönetici (40 under 40) arasında gösterilen Bird, başarılı bir kampanyanın en temel ayaklarından birinin de seçmenlerin kim olduğunu anlamak ve seçmenle kişisel bir iletişime geçilmesi olduğunu ifade etti. Saha çalışmalarının kişisel ilişki kurmadaki önemine değinerek seçmene sadece ulaşmanın yeterli olmadığını, seçmenin sorunlarını ve beklentilerini ilk ağızdan dinlenmesi gerektiğini de ekledi.
“Günefl Batmayan ‹mparatorluk: Twitter” Konferansa Singapur’dan canlı video-konferans ile katılan Twitter’ın Asya Direktörü Peter Greenberger‘ın “Güneş Batmayan İmparatorluk” olarak nitelediği Twitter’ın 288+ milyon aylık aktif kullanıcısı, 500+ milyon sabit kullanıcısı ile dünyanın en etkili sosyal medya araçlarından biri olduğu bilinen bir gerçek. Greenberger, ilk 1 milyar tweet’e ulaşmanın 3 yıl, 2 ay, 1 gün sürdüğünü oysa şimdi her 2 günde 1 milyar tweete ulaşıldığını söylemesi ile zaten Twitter’ın sunduğu fırsatları tahmin etmek dinleyiciler açısından da daha kolaylaştı. Eskiden cevap vermek için haber süresi kavramı varken artık bu süre Twitter sayesinde saniyelere ve 140 karaktere inmesi de bize ulaşılan rakamın nedenlerini anlamaya yetiyor. “Twitter sadece sosyal bir ağ değil, bir konuşma platformu” Twitter bize kişilerin ilgi alanlarını gösterdiğini, böylece kullanıcılar hakkında birçok bilgi öğrenebildiğini vurgulayan Greenberger kim kimi takip ediyor, hangi hesaplarla bağ kuruyor, ne hakkında tweet
58
atıyor gibi birçok bilgi sayesinde kullanıcıların ilgi alanlarının ve profillerinin çıkarılmasının mümkün olduğunu da ekledi. Twitter’da olan herkesin platformdaki herkese ulaşması da Twitter’ın dialoglara açık olmak istediğinin ve bir konuşma platformu olduğunun da en temel göstergesi.
Twitter’da Takipçi Say›s› Artt›rman›n ‹pucu Twitter deyince takipçi sayısından bahsetmemek mümkün gözükmüyor. Daha fazla kişi tarafından takip edilmenin yolları ülkeden ülkeye ve konjonktüre bağlı olmakla beraber gerçek bir kişi izlenimi vermek, samimi bir ses tonu kullanmak, görselleri etkili kullanmak, doğru zamanda doğru mesajı iletmek, olabildiğince güncel olmak ve hashtag kullanmak Greenberger’a göre takipçi sayısı arttırmanın olmazsa olmazları arasında sayılabilir.
Slogan Mesaj De¤ildir ABD eski başkanı Bill Clinton’ın başkanlık seçim sürecinde Batı Eyaletleri Kampanya Organizasyon Sorumlusu olarak görev yapan uzman anketör Rick Ridder ve Meksika, İngiltere, Avustralya, İspanya, İsveç gibi ülkelerdeki siyasi kampanyalarda etkin görevler alan uluslararası ödüllü anketör Joannie Braden konferansın ilgi çeken konuşmacıları arasındaydı. “Ridder/Braden” danışmanlık firmasının da kurucuları olan ikili hedef kitleyi bulma ve bu kitleye yönelik mesaj üretme yöntemleri üzerinde durdu. Slogan ve mesajın farklı olduğunun defalarca altını çizen Ridder iyi bir mesaj oluşturmakta kilit önem taşıyan dört unsuru “karşılaştırmalı ifade”, “vizyon”, “değerler” ve “gerçek sorunlar” olarak ifade etti. Hedef kitleye özellikle onlar açısından önem ve anlam taşıyan konulardan bahsetmek gerektiğinin altını çizen Ridder ihtiyaç analizinin önemini de vurguladı.
Mesajda Sadelik Braden da mesajın, kitleleri ikna etmek için kullanılan, dürüst bilgilerin bir parçası olduğunu söyleyerek mesajın adayın ne için mücadele ettiğinizi gösterdiğini bu nedenle hedef kitleye ev hayvanlarından ekonomiye kadar her konuda mesaj verebileceğinden bahsetti. Mesaj iletmede sadeliğe dikkat çeken Braden, tüm kavramları, temaları açıklamaya çalışmanın sözcükler arasında boğulma anlamına geleceğinden bahsetti.
Dijital’de S›k›c› Olmay›n Konferansın bir önemli konuşmacısı da Barack Obama’nın 2012 Dijital Kampanya Direktörü Teddy Goff ’tu. Time Dergisi tarafından “Dünyayı değiştiren 30 yaşın altındaki 30 kişi” arasında gösterilen Barack Obama’nın 2012 Seçimleri Dijital Direktörü Teddy Goff, Obama için yürüttüğü kampanyada, internet üzerinden 690 milyon doların üzerinde bağış toplamış, 1 milyondan fazla seçmen kaydetmişti. Facebook’ta 45 milyon, Twitter’da 33 milyon takipçi toplamasıyla da Obama’ya “Sosyal Medyada Kazanan Başkan” unvanını da kazandırmıştı. Goff ’a göre dijitalin olmazsa olmaz birinci temel kuralı sıkıcı olmamak. Siyasetin genellikle toplum tarafından sıkıcı ve tekdüze bulunduğunu ancak kendisinin buna asla katılmadığını söyledi. Seçmenlere sıkıcı olmayan, yer yer komik yer yer de eğlenceli içerikler sunmanın başarıyı yakalamanın en temel formüllerinden biri olduğunu söyleyen Goff, eğlenceli içeriklerle de hedef kitleye ilham verici ve bilgi verici bir iletişim yapılabileceğini söyledi.
Haber Bülteni Yerine Sosyal Medya Kampanya döneminde adayların yapacağı en büyük hatalardan birinin dijitali ihmal etmek olacağını söyleyen Goff dijital alanda özgün ve sahici olmanın ve insanı öne çıkarmanın öneminden bahsetti. İnsanların eskiden haber bültenlerini takip ettiğini, oysa şimdi haber almanın en önemli mecralarından birinin sosyal medya olduğunu söyleyen Goff sosyal medyada hesabı olmayan yaşlı insanların da torunlarının hesaplarının olduğunu, dolayısı ile haberlerin de yine buradan yayılabileceğini ekledi.
Dijitalde Baflar›n›n Üç S›rr› Teddy Goff ’a göre, iyi bir iletişim yakalamak için yapılması gereken en önemli üç kural eğlenceli içerik oluşturmak, ağlar üzerinden komüniteler kurarak güven inşa etmek ve bireysel iletişimi hedeflemek. Hedef: Hedef Kitle konferansı bize bir kez daha gösterdi ki başarılı bir siyasal iletişim kampanyasının sihirli bir formülü yok ve başarı ancak birçok farklı faktörün entegrasyonu ile sağlanabilir. Başarılı bir kampanya iyi bir aday, güçlü ve somut mesajlar, dijital ve saha çalışmalarının entegrasyonu gibi birçok faktöre bağlı olabileceği gibi seçmen davranışlarının da psikolojik boyutlarının incelenmesi gerekiyor.
59
“TÜRK S‹NEMASI ‹Ç‹N HALA B‹R UMUT VAR.”
Röportaj: Kyra MENGEŞ Khas Lisans öğrencisi Fotoğraf: Abdullah BOZOĞLAN
Almanya’daki Türk vatandafllar› üzerinden göç olgusunu anlatt›¤› üç sinema filmi ile çeflitli ödüller kazanm›fl olan yönetmen Tevfik Bafler ile Türkiye-Almanya hatt›nda bir senarist ve yönetmen olarak, geçmifl ve günümüz sinemas› üzerine 40 metrekareden de küçük bir odadan Kap›kule’nin d›fl›na aç›lan bir röportaj gerçeklefltirdik: Türkiye’den Almanya’ya yaflanan iflçi göçünün sosyolojik sonuçlar›n› filmlerinizde görmek mümkün. O dönemlerden bugüne toplumsal olarak nas›l bir de¤iflim yafland›¤›n› düflünüyorsunuz? Hiçbir değişim yaşandığını zannetmiyorum. Filmlerim birinci jenerasyonu yahut ikinci jenerasyonu konu alıyordu. Onlar aynı düşüncede kaldılar. Onların çocuklarındaki değişimi Fatih Akın gibi Almanya’da yaşayan Türk gençlerimizin filmlerinde görüyoruz.
Tevfik Başer, 2003’ten bu yana Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü’nde sinema ve fotoğraf dersleri vermektedir.
60
40 Metrekare Almanya filminde eve kilitlenmifl bir hayat görüyoruz. O dönem Türk vatandafl› göçmenler için Almanya ‘‘kilitli bir odayd›’’ diyebilir miyiz? Bir kişinin hikayesi anlatıldığı için genelleyemeyiz. Film, büyükşehir görmeden büyükşehre gitmiş insanların dramı. Almanya’nın ne kadar dışında kalırlarsa o kadar kendi kültürlerini koruyacaklarına inanan bir kesimden bahsediyoruz. O yüzden her toplum gittiği yerde kendi kültürünü kurmak için bir gettolaşmanın içine girer. Bizim için Berlin’de Kreuzberg’te, Hamburg’ta Altona’da olduğu gibi. Filmlerinizde Yaman Okay, Zuhal Olcay, Müflfik Kenter gibi güçlü oyuncular dikkat çekiyor. Karakterlerinizin yarat›m sürecini olufltururken oyuncu seçiminde dikkat ettikleriniz nelerdir? Kasta uygun oyuncu seçmeye çalışıyorum. Birinci filmde Türkiye’den bir tiyatro oyuncusu getirmiştim. Ancak oyunundan tatmin olmadığım için yerine Özay Fecht’i bulmuştum. Filmlerini bildiğim için Zuhal Olcay’da hiç zorlanmadım. Bilinen bir oyuncu olduğu için Müşfik (Kenter) Abi için de aynı şey geçerlidir. Zaten Müşfik Abi’nin anne tarafından bir İngilizce eğitimi vardır. Hem yabancı bir ülkedeki çekimlerde İngilizce bilmesi işimize yaradığı için hem de çok iyi bir oyuncu olduğu için onu tercih ettim. Filmlerinizin senaryosu ile kulland›¤›n›z mekan ve çekim teknikleri aras›nda nas›l bir ba¤lam kuruyorsunuz? Üç filmi de izole edilmiş mekanlarda çektim. 40 Metrekare Almanya’da kamera evin dışına çıkmıyor. Yanlış Cennete Veda’da hapishane izole edilmiş bir yer. Kamera yine biraz içeride ve dışarıda. Elveda Yabancı bir adada geçiyor. O adada da bir iç ve dış var. Orası da sularla çevrildiği için karadan izole olmuş durumda. Bu adada insanların yaşam alanlarının daralmasını anlatmak için med-cezir kullanıldı. Yani suların yükselmesi ve bu insanların yaşam alanlarının yok olması sembolize edildi. Filmleriniz günümüz festivallerinde halen gösteriliyor. Birçok ödül alm›fl olan filmlerinizden sonra film çekmeyi neden b›rakt›n›z? Film çekmeyi bırakmadım. Ben çekmek istediğim filmleri yapamadığım için film çekemedim. Artık göç filmleri değil başka filmler de yapmak istedim. Onlara da para bulamadım. İki üç tane deneme yaptım, yine para bulamayınca başka işler yapmaya başladım. Bu aflamada akademisyenli¤e nas›l karar verdiniz? Film yapamayınca size gelen bir teklif varsa gidiyorsunuz o okulda ders vermeye başlıyorsunuz. 1991 senesinde Stuttgart’taki film akademisi Baden Wurtenberg’de ders vermeye başladım. Oradan buraya kadar geldi. Ama o arada Almanya’ya göç olayını
anlatan Dilekler Zamanı filminin senaryosunu yazdım. Bu senaryo Almanya’nın en önemli TV ödüllerinde birincilik aldı. Senaristin hikayeyi yazarken inand›r›c› olmas› için atmas› gereken ad›mlar hakk›ndaki önerileriniz nelerdir? Senarist hikayesinin ne kadar inandırıcı olduğunu hikayesi çekildikten sonra görür. Ancak diyalogların ve filmin inandırıcı olup olmadığı tabii ki yönetmenin ne kadar inandırıcı çektiğine, nasıl bir kast olduğuna ve diyalogların kulağa yaşayan diyaloglar mı yoksa ağaçtan kesilmiş diyaloglar olarak mı geldiğine göre değişir. Bunları ancak film çıktığı zaman görürsünüz, o zaman da geç olur. Sizce Oscar, Golden Globe, Sundance Film Festivalleri gibi ödül törenleri filmleri derecelendirme konusunda ne kadar do¤ru kriterler oluyor? Söylemiş olduğunuz üç isim de Amerikan sinemasının kendi filmlerine “körlerle sağırlar birbirini ağırlar” muhabbetine koydukları ödüllerdir. Onun bizimle hiçbir alakası yok. İngilizce konuşmayanlarla Amerika’yı bir yerde ayırmak lazım. Bence Cannes, Berlin ve Venedik Film Festivalleri dünyanın en önemli 3 büyük festivalidir. Bu festivaller dünya sineması için Oscar’dan daha önemlidir. Artık o kadar çok festival var ki takip bile edemiyorsunuz. Türkiye’de bunların içinde en önemlileri Antalya ve Adana Film Festivalleri’dir. Bunlar Türk filmlerine büyük ağırlık vermişlerdir. !f ve İstanbul Film Festivali de daha çok uluslararası olmasına karşın Türk filmlerine az da olsa yer vermektedir. Geçmiflten günümüze ilerleyen sinema teknikleri ve teknolojisi ile birlikte bu kadar yat›r›m yap›lmas›na ra¤men sizce neden günümüz Türk sinemas›nda ayn› oranda daha yap›c› ve sanatsal filmler yap›lm›yor? Daha çekilmesin de ne olsun? Nuri Bilge Ceylan, Cannes Film Festivali’nde 5 kere ödül aldı. Demek ki Kapıkule’nin dışına çıkan filmler yapılabiliyormuş. Sayıca az tabii ki de; ama bundan evvel Türkiye’yi temsil eden Yılmaz Güney vardı. Erden Kıral’ın Hakkari’de Bir Mevsim ve Bereketli Topraklar Üzerinde filmleri Avrupa’da festivallerde gösterilmiş, tanınan filmlerdir. Bir dönem araya boşluk girdi; ama ondan sonra yeni Türk sinemasında Nuri Bilge Ceylan’ın başı çektiği sinemacıları başarılı buluyorum. Kapıkule’nin dışına çıkmakta zorluklar var; ama bu da aşılacaktır. Dijital teknolojide artık film yapmak eskisi kadar zor olmadığından Türk sineması için hala bir umut var. Günümüzde artan tan›t›m araçlar› ve yeni medya ile birlikte sizce yönetmenlerin izleyici kitlesine ulaflmas› daha m› kolay hale geldi? Sinema zor iş. Çünkü sinema birtakım büyük güçlerin elinde
61
olan bir şey. Amerikalılar bir sürü ülkede sinemaları kendi filmleri için kapattıklarından Almanya’da bir müddet Alman filmcileri kendi filmlerini gösterecek sinema bulamıyorlardı. Türkiye’de de bir müddet öyle gitti ama bugün ticari filmlerin başarısından dolayı diğer küçük filmler de küçük Avrupa sinemalarında veyahut da Beyoğlu’nda açılan alternatif sinemalarda gösterim şansı buluyorlar. Sinemada iyi bir gişeye ulaşabilmek zor bir kulvardır. Reklam bütçeleri, tanıtım bunun içine giriyor. Seyirci daha çok ticari filmleri seçtiği için diğer filmlerin şansı biraz daha az oluyor; ama onun yanında artık bugün internette ya da DVD sektöründe o filmleri görme imkanını buluyoruz. Küçük bütçeli filmlerin diğer ana akım filmlerle bir yarış içine girmemesi gerekir. Mesela Nuri Bilge Ceylan’ın bile yapmış olduğu filmler bu kadar ödül almasına rağmen eskiden 30 binlerde, 40 binlerde dolaşırken bugün 200 bin seyircinin üzerine çıkmıştır. Farkl› üniversiteler sinema e¤itimi için farkl› ekoller belirliyorlar. Bu noktada sinema sektöründe yer almak isteyen genç bireylerin sizce takip etmeleri gereken noktalar nelerdir? Öğrencilerime mezun olduktan sonra başkalarının filmleri için uğraşmak yerine gidip kendi filmlerini yapmalarını öneriyorum. Yani 3-5 kişi bir araya gelirsiniz, film şirketi kurarsınız, ufak filmler çekersiniz. Müzik kliplerine başlayabilirsiniz, arkasından kısa filmler çekersiniz. Bunlar sizin referansınız olur ve uzun metraja geçersiniz. Dijital teknolojinin çıkmasıyla bu işler artık yapılabilir olmaya başladı. O yüzden de çekilebilir filmlerin senaryolarına çalışıp o filmleri çekmeliler. Derviş Zaim, Serdar Akar, Yeşim Ustaoğlu gibi örnekler önümüzde. Nuri Bilge Ceylan’ı zaten söylemeye gerek yok. Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak, İklimler gibi kendisinin, karısının, annesinin, babasının, akrabalarının oynadığı filmler çekerek bugün buraya geldi. Benim önerim büyük bütçeli filmlere girip de senelerce finans bulacağım diye uğraşacaklarına küçük bütçeli filmlerle film piyasasına girerek kendilerini ispat etmeleri. Türkiye’de yer alan S‹YAD gibi sinema platformlar›n› nas›l buluyorsunuz? SİYAD çok büyüktür. Oturmuş en eski sinema yazarları derneğidir. O kadar çok üyesi vardır ki kendi içlerinde de çatışmaları vardır. O yüzden çok iyi yazarlar da, eleştirilerini beğenmediğim yazarlar da var. Yeni dönemde yapmay› planlad›¤›n›z projeler var m›? Benim çekmecemi açarsanız 10-15 tane senaryomun olduğunu görürsünüz; ama insan yarı zamanlı film yapamıyor. Hem öğretim görevliliği yapıp hem hafta sonu film çekimi olmuyor. Daha gencim, bir gün belki tekrar film yaparım ama şimdilik öyle bir planım yok.
YÖNETMEN‹N ÖDÜLLER‹ 40 Metrekare Almanya • Cannes Film Festivali 1986 Unesco Ödülü • Locarno Film Festivali 1987 Gümüfl Leopar Ödülü • Rotterdam Film Festivali 1987 En ‹yi Film Ödülü • Alman Film Ödülleri 1987 En ‹yi Film Ödülü Yanl›fl Cennete Veda • 39. Uluslararas› Berlin Film Festivali Yar›flma Bölümü’ne Almanya ad›na kat›ld›. • Grand Prix Filmfestival Strasbourg 1989 • Seyirci Ödülü Salso Filmfestivali 1989 • Civis Ödülü Köln 1990 Elveda Yabanc› • 44. Uluslararas› Cannes Film Festivali Yar›flma Bölümü’ne Almanya ad›na kat›ld›. • En ‹yi Yönetmen Ödülü Garda Filmfestival Verona 1991 Dilekler Zaman› • Adolf Grimme Ödülü 2005
62
HAYAT B‹R PERFORMANSTIR,
SANAT YAPILMAZ YAfiANIR Doç. Dr. Murat AKSER University of Ulster öğretim üyesi
63
Kuzey ‹rlanda’n›n baflkenti Belfast’ta Ulster University bünyesinde 2015’in mart ay›nda Sanat ve Tasar›m Festivali düzenlendi. Festivale grafik, mimari, animasyon, illüstrasyon, heykel ve performans sanat› dallar›nda dünyaca ünlü sanatç›lar kat›ld›. Belfast tam bir festivaller flehri: müzik, sinema ve di¤er sanat dallar›nda y›l boyunca festivaller var. Belfast’›n yak›n tarihinden gelen çat›flma ve ac›lar da kentin dokusunda sanat ve yaflam›n performansla yo¤ruldu¤u bir ortam yarat›yor.
olan Belfast’ın iki önemli sanayisi tekstil ve gemi yapımı olmuş. Titanik gemisi Belfast’taki tersanelerde yapılıp denize indirilmiş. Burada bu günleri anımsamak için iki anıt var. Biri Titanik Müzesi diğeri ise Samson ve Goliath adındaki iki vinç. Harland and Wolf şirketinin dev binaları ise günümüzde sinema sektörü için kullanılıyor. Taht Oyunları (Game of Thrones) dizisi Belfast’ta Titanic Stüdyolarında çekiliyor.
Kuzey İrlanda’nın başkenti Belfast’ın 10 bin yıllık bir geçmişi var. Kelt dilinde Béal Feirste “Nehrin Ağzı” anlamında kullanılıyor. Şehrin altından nehir geçmekte. Bu durum yüksek bina veya metro yapımını güçleştiriyor. Gene de İrlanda adasının en yüksek binaları (Obel Tower) Belfast’ta bulunuyor. Dünyada uzaydan görülebilen en eski insan yapımı anıt da Belfast’ta bulunuyor. Giant’s Ring yani “Devin Yüzüğü” adı verilen insan yapımı taşlardan oluşan bir daire Belfast’ın hemen dışında bir turistik alan olarak ilgi görüyor. İrlanda adasının kuzeydoğusunda bulunan Belfast’ın ana yerlileri Keltler. İngilizlerin adaya gelişi görece olarak yakın. Kral James’in İrlanda adasını ilhak etmesi ve adayı koloni olarak tarıma açması ile beraber Belfast 1600’lü yıllarda gelişiyor. 19. yüzyılda sanayi devriminin gözde şehirlerinden olan Belfast göç alıyor ve büyüyor. 1950’li yıllara kadar devam eden bu büyüme bundan sonra sekteye uğruyor. Tekstil ve gemi yapımı iş yerleri kapanmaya başlayınca şehir de boşalıyor. Bugün hala pek çok tarihi boş bina restore edilerek otele dönüştürülüyor.
Belfast’ın mezhep çatışmalarının korku saldığı sokaklarında bugün uluslararası sanat festivalleri yapılmakta. Eski İrlanda dört ana parçadan krallıklara ayrılmış. Bunlardan Kuzey İrlanda’yı kapsayan bölgenin adı Ulster. Ulster adı popüler bir kahvaltı tipinden siyasal görüşe kadar hayatın her yanında kullanılmakta. Belfast’ta Ulster Tasarım ve Sanat Festivali de adını burdan almış. Festival bu yıl oldukça dolu geçti.
Adanın kuzeyi ve güneyi, 1920’de İngiliz-İrlanda savaşı sırasında gerçekleşiyor. Belfast kuzeyde kurulan İngiltere’ye bağlı yeni otonom bir bölgenin başkenti. Şehrin hemen güneyinde olan İrlanda Cumhuriyeti ile olan ilişkisi ikircikli. 1940’larda 2. Dünya Savaşı sırasında Alman savaş uçaklarının Belfast şehrini bombalaması ile çıkan yangınlar o dönemde tarafsız olan İrlanda Cumhuriyeti’nden gelen itfaiye araçları tarafından söndürülüyor. İrlanda bu yardımının bedelini de Dublin şehrinin Alman uçakları tarafından bombalanması ile ödüyor. 1970’li yıllarda vatandaşlık eşit hakları için mücadele veren Katolikler ile İngiltere’ye bağlı kalan protestanlar arasında iç savaş çıkıyor. Bu iç savaşın halk arasındaki popüler adı ise Kargaşa Dönemi (The Troubles). Belfast’ta çatışmalar döneminden kalma en ilginç öge şehri ayıran mezhep duvarları. Her akşam saat altıdan sabah altıya belirli mahallerde iki mezhebe üye vatandaşları birbirinden ayırmak için çekilen duvarların kapıları kilitleniyor. Bu duvarların üzerinde çok sayıda siyasal içerikli resim (mural) bulunmakta. Duvar resimleri dışında Belfast’ta sembolik performanslar her gün yaşanıyor. Her yıl protestanlar Orange Day günü Katolikler St. Patrick’s günü gösteriler yapıyorlar. Şehir merkezinde belediye binası önünde birbirine karşı İngiltere ve İrlanda bayrakları açarak hararetli tartışmalara giren vatandaşları her gün görmek mümkün. Şehrin merkezi ise mimari olarak Victoria dönemi sanatını yansıtan ihtişamlı binalarla dolu. Bunların en öne çıkanı ise Belediye binası. Harland and Wolf şirketi uzun yıllar boyunca Belfast’taki tersanelerde dünyanın en büyük gemilerini üretmiş. Bir işçi şehri
Belfast’ın bir özelliği de popüler müzisyenlere olan sevginin ifadesi olan taklit grupların (tribute band) cenneti oluşu. Hemen her gün bilinen bir grubun hayran grubundan oluşan ve onlar gibi giyinen şarkılarını söyleyen gruplar Belfast barlarında çıkıyor. Gerçek gruplar da sessiz sedasız dünya konser turlarının ilk deneme ayağı olarak Belfast’tan geçiyorlar. Öyle ki Muse ve Postmodern Jukebox konserleri sessizce yapıldı ancak hemen sonraki hafta Muse taklit grubu Musest konserinin afişleri tüm şehri donattı.
Sanat ve Tasarım festivalinde ise yer alan en dikkat çekici performans Marilyn Arsem’den geldi. Sanatçı ‘‘Zamanı İşaretle’’ (Marking Time VI) başlıklı çalışmasında minimal, mekana odaklı ve fark edilmemenin farkındalığı üzerinden yorumlayan performansı gerçekleştirdi. Performans sanatının ne olduğunu bilmeyenler için özetleyelim. 1960’lar konsept sanatı, kökeni futuristlerin teatral sunumlarına giden sürrealist ve dadaistlerden etkilenen bir sanat tipi. Sanatçının bedeni fikirlerini ifade etmek için kullandığı bir alan. Dans, pandomim ve farklı ifade biçimleriyle kendini beklenmedik yerlerde plansız biçimde doğaçlama gösteren bir sanat. Joseph Beuys ve Marina Abramovic bu dalın öncüleri. Performans tek defada gerçekleşen ve eseri yeniden üretilemeyen bir sanat. Bir kere gerçekleşen performans zaman ve mekan olarak eşsizlik taşıyor. Ancak filme alınırsa ve fotoğrafı çekilirse mekanda o an olmayanlarca bilinebiliyor. Ortada bir senaryo bir metin yok, dramatik etkiden çok içerik öne çıkıyor. Amaç seyircinin kendi yaşamı ve toplumla ilgi ezberini bozmak ve onları kendilerini sorgulatmak. Seyirci/katılımcı ile doğrudan bir iletişim sözkonusu. Performans sanatı çeşitli türleriyle uluslararası alanda Almanya’da Fluxus, İngiltere’de Gilbert ve George’un canlı heykelleriyle uluslararası çeşitlilik gösteriyor. Türkiye’den Şükran Moral, Nil Yalter, Nezaket Ekici, Gülhatun Yıldırım gibi performans sanatçıları faal olarak çalışmalarına devam ediyor. Gezi protestoları sırasında Duran Adam eylemi ile dikkat çeken Erdem Gündüz’ün de yaptığı bu duruş tipik bir performans sanatı eseriydi. Belfast Sanat ve Tasarım Festivali’nde Marilyn Arsem’in yanında Amanda Coogan ve Alastair MacLennan de çeşitli performanslarda bulundular. Festivalin diğer öne çıkan sanatçıları Pauline Cummins, Sinead Keogh, Mads Floor Andersen, Hugh O'Donnell, Jennifer Hanley, Fergus Byrne, Helge Meyer, Paddy Bloomer, Wahshi Kuhi , Peter Morgan Barnes, Christoff, Gillen Aliansyah, Caniago ve Maurice Blok oldular. Halkının her daim sembolik sokak performansı yaptığı Belfast’ta, Taht Oyunları karakterleri olarak giyinip dilenenlerin yanısıra sokakta saat öğrencileriyle performans yapan sanatçıların içiçe yeraldığı Belfast sanat yapmıyor, onu yaşıyor.
64
YA⁄MURU DA SERBEST BIRAKTIM,
ARTIK ‹STED‹⁄‹ KADAR YA⁄SIN Arpaslan BUDAK Khas Lisans öğrencisi
65
Bir gece ans›z›n uyand›m. Kendime düflünme f›rsat› bile vermeden giyinip soka¤a att›m kendimi. Hava biraz so¤uk gibiydi. Yürümeye bafllad›m. Ne yalan söyleyeyim, bu hofluma gitti. Geride b›rakt›¤›m hiçbir fley yokmufl gibi yürüyordum, o yar› ayd›nl›k ucu buca¤› görünmeyen sokaklarda. Gökyüzünü kendime öylesine yakın hissediyordum ki dokunsam parmaklarımda gezeceği hissi içimde oluşuyordu. Yürüdükçe gökyüzündeki rengin tonunda gerçekleşen değişimi hissedebiliyordum. Önce koyu griydi, martıların rengini hatırlatan grimsi bir hava vardı ki bu yürüyüşün bazı şeyleri unutabilmem için güzel bir başlangıç olabileceği düşüncesi her dakika içimde bir dem daha artıyordu. Yoksa geçmiş diye bir şey yok, o içimde hiçbir zaman olmamış, ben mi uyduruyordum onu? Bildiğim tek şey vardı: Varsa da yoksa da kendimi ona yakın hissetmemdi. Sanki çok uzun yıllar onunla birlikte yaşamış, birlikte düşler görmüştüm. Hayatımı o düşün renkleriyle boyayıp kendime farklı bir dünya tasarlamıştım, eksik olarak gördüğüm ya da zanları da içinde barındıran her şeyi bu düşün dışında tutarak. Kendimi iyi hissetmiyorum. Bu sorunu derinlerde, öncelerde aramaya çalışıyorum bir şekilde. Geriye dönüş toprağında kalan gizli, değerli bir parçayı aramak kadar zor ve yorucu bir iş aslında. Bazen yanlış yer kazılır, rahatsız edilmemesi gereken başka anılar ortaya çıkar. Bu da başka bir sorun oluşturur benim için. Tekrar tekrar kazmak gerekir ki doğru şey bulunabilsin. İşte buydu tüm yaptığım, eskiye gidip kendimi bulma çabası. Çünkü şimdiki bende ben kalmadığını fark ettikten sonra yaşadım geçmişe dönük hikâyemi. Onun olmadığı zamanlara doğru ilerledim, ilerleyebildiğim kadar. O zaman belki bulabilirdim kendimi, bilincimi, kendime ait olan her şeyi. Bir bedel ödediğimin çoktandır farkındayım -belki de daha fazlası-. Geçmiş hayatımdaki insana verdiğim acıların aynısını şimdi ben çekiyorum. Yaptıklarım ve yapacaklarıma karşılık bir bedel bu, şimdi de ruhu beni bırakmıyor, köşe bucak kaçıyorum ondan. O yüzyıllarca vermiş olduğum acının bedelini ödemekten kaçıyorum, kaçarken de aklımda hep aynı şey, nasıl kurtulacağımın yollarını arıyorum. Bu köşeye sıkışmışlık hissinden nasıl olur da kaçabilir, bu labirentten nasıl çıkabilirim? O benim için duygu gemime aldığım fazla yük gibiydi bu saatten sonra. Tutkuyla bağlı olduğum o insana tüm bunları anlatamam, bir imgeden ibaret artık. Belki de bu yüzyıl içinde geçmişi aramam gerekiyor. Fakat her şeyden önce uyumalıyım. Uyumak, olanları bir kez daha düşünmek için verilen bir fırsat gibi, yola çıkmadan önce yapılan son hazırlık gibi. Bunların ötesinde uyumak, aşklardan, sevinçlerden, belki de tüm
yaşananlardan daha güzel... Cezbedici bir özelliği var. Sabahın 5:30’unda uyandım. Gün yeni yeni ağarmaya başlıyor, havadaki sis yavaş yavaş dağılıyor ama yağmur çiseleyerek yağmaya devam ediyordu. Bunun bir rüya olduğunu düşünüyorum çünkü uyanmadan önce bir sürü rüyanın içinde farklı yerlerde farklı şeyler yapmakla meşguldüm. Ayrıca bu saatte uyanmak zor, hem de kendi kendime. Kısa bir süre sonra fark ediyorum ki aklımda olan ne varsa sanki uyandığımı fark edip tekrar geliyorlar. Saatlerce yatakta bunu düşündüm ancak üzerime çöken bu düşünce yığını kalkıp bir şeyler yapmam için beni engelliyordu. Bunu dağıtmanın tek bir yolu vardı ki geçmişe ait o şeyi bulup oradan çıkarmak. Ve saatler sonra kütüphanenin yolunu tutarak -çünkü bana yol gösterecek kaynaklar sadece orada- o zamana ait hatırlayıp bilmem gereken ne varsa onları bulmak için gerekli şeyleri ve anıları arıyorum. Kitaplar içinden o döneme ait bulduğum ne hatıra varsa hepsini çıkarıyorum. Hayal gördüğümü sandığım o anlardaki görüntülerden kendime bir yol belirlemeye çalışıyorum. Artık o döneme ait yanımda yol gösterici birçok kitap var. Sayfaları aralarken içindeki küçük notları da göz önüne alıyorum. Bildiğimi sandığım aslında bilmediğim, gözden kaçırdığım küçük ipuçlarıyla dolu kitaplar. Onca zamandır aradığım ve bilmek istediğim şeylerin birçoğunu küçük notlar tamamlıyordu; telefon numaraları, adresler, sokak isimleri, tebessümler, kaçamak bakışlar, tende kalan izler, şarkının nakaratında düşünülmeyi bekleyen cümleler, sokak lambalarının kaldırımlara yazdığı okunması zor yazılar... Kitabı karıştırdıkça olaylar daha da gerçekçi bir hal alıyordu, sayfaların içinde gezinen insanların bana bir şeyler fısıldaması beni biraz daha rahatlatıyordu -belki bana yol gösterebilirler-. Okudukça beliriyordu çağrışımlar gerçekçi bir hal alıyordu. Kitaba biraz daha yaklaşıp baktığım zaman oradaki birisi beni o ana çağırıyordu, yüzünü tam seçemiyorum ama bana sürekli doğru sayfayı açtığımı ve aradığım şeylerin orada olduğunu ısrarla söylüyordu. Kimdi bu acaba ve nereden biliyordu ne aradığımı ki beni o ana çağırıyordu? Bildiği önemli bir şeyler vardı, belki de onca zamandır aradığım şeyi şimdi bulacaktım. Fakat korkuyordum, bir kitabın içine girme fikri bana hem korkutucu hem de heyecan verici geliyordu. Girmeliydim. Yaz tazeliğini koruyordu. Her şey yaşadığım şekildeydi. O kuşlar o zaman da uçuyordu, o bulut yine oradaydı, toprak hala çimen kokuyordu, şimdiki gibi. Filmlerde olduğu gibi siyah beyaz soluk bir manzarayla karşılaşacağımı zannettim ama öyle olmadı. Her şeyi eskisi gibi görmek içimdeki korkuyu biraz olsun azaltmıştı. O yabancının kim olduğunu hala bilmiyordum. Görebileceğim bir mesafede fakat uzaktaydı. Bir anda yanımda beliriverdi. İşte bu korkutucuydu, gerçekte böyle olmuyordu çünkü. Kendimce kitaptaki ya da geçmişte kalan şeylerin şimdiki gibi olduğunu düşünmeye başladığım anda tabularım yıkılmıştı. Ona bunun nasıl mümkün olduğunu sordum, aslında cevabı basitti: Bunun
66
kitap içinde sıkışmış bir andan ibaret olduğu için bu şekilde başka şeylerin de olacağını söyledi, tıpkı hayallerde ya da rüyalarda olduğu gibi. Bu konuda ona hak verdim, belki de burada her ne kadar kendimi gerçek gibi hissetsem de belki de ben de burada bir hayaldim, geçmiştim ya da onun gibi bir şey. Bunu düşünmek için vaktim olacaktı, olanları olacakları görerek buna karar verecektim. Daha önemli bir şey vardı, beni neden buraya çağırdı ona sormak. Fakat daha bunu sormadan “gidelim” dedi, sanki ne soracağımı anlamış gibi. Buna şaşırmadım, olanlara giderek alışıyordum. Oradan ayrıldık, neresi olduğunu tam olarak bilmediğim ya da hatırlayamadığım. Bir anda nehrin kenarında kurulu iskeleye gittik o yabancının yanıma geldiği gibi, bir anda. Nehre en yakın masanın renkli sandalyelerine oturduk balıkları görebiliyor, uzaktan gelen denizin sesini sessizlikte rahatça duyabiliyordum. Bu işin eğlenceli olacağını düşünmeye başladım fakat bu uzun sürmedi. Çünkü zaman geçtikçe o yabancının kim olduğunu hatırlamaya başladım. Bu uzun zamandır kaçtığım o kişinin ta kendisiydi! Ben ondan kaçtım hem de aylarca. Aklıma geldiğinde aklımdan kaçtım, duygulardan kaçtım, başka yerlere, başka sokaklara, başka yerlere... Onca zamandır kaçarak kendisini unutmaya çalıştığım kişi tam da karşımda oturmuş bana bakıyordu. Neden diye başlayan sorumu soramadan anlatmaya başladı. Huşu içinde ona bakıyor, ne anlatacağını merakla bekliyordum. Tozlu masaya bir şeyler çizmeye başladı. Ne yaptığını anlamadım ilk başta, ondan tüm bu olanların bir açıklamasını beklerken o masaya bir şeyler çizmeye devam ediyordu. Çizmeye devam ettikçe daha anlaşılabilir bir şekil ortaya çıkıyordu. Yanımızdan akıp giden nehri, hemen arkamızda kalan tahtadan yapılmış küçük kulübeyi, oturduğumuz sandalyeleri, nehrin diğer tarafında bulunan kavak ağaçlarını ve beni çizdi. Kendisi hariç etrafımda gördüğüm her şeyin aynısı masanın üzerinde ufak çizgilerle betimlenmişti. Ve bir anda masaya üfleyerek çizdiği her şeyi bir anda toz bulutu halinde gözümün önüne geldi. O tozdan parçalar tıpkı bu sayfalarda olduğu gibi hareket etmeye başladı. Geçmişteki o günü yani içinde bulunduğum bu anı canlandırmaya başladı -duymaya başladığım müzik, o gün de bu çalıyordu-. Sadece izliyordum, her şey geçmişte olduğu gibiydi. Hatırlayamadıklarımı da gördüm, gözden kaçan ya da umursamadığım küçük ayrıntılar. O günü sonuna kadar izledim toz bulutunun içinde. Yavaş yavaş dağılıyordu toz bulutu. Ne olduğunu sordum, eliyle yukarıyı gösterdi. Yağmur çiseliyordu. Evet, o gün de böyle olmuştu. Güneşli bir günden sonra ansızın yağmaya başlayan yağmur. Dudaklarıma ve saçlarıma düşen yağmuru hissedebiliyordum. Çok gerçekçiydi, en az benim kadar. Sanki daha öncesinde beraber birçok defa bir şeyler yapmış olmanın verdiği rahatlıkla benimle konuşuyordu. Tüm bu olanların nedenini sorgularken, bu sırada ne düşündüğümü soruyor, şarkıda “Artık beni duymadığını bilmiyorum” diyor, yağmur hala çiseliyordu. Bir damla düştü.
Kendime ait bir ipucu, yakınlarda bulabileceğim ufak bir belirti. Benimle bu kadar rahat konuşması bende şüphe uyandırıyordu aslında, içimde ona ait taşıdığım heyecanı ona bakınca göremiyordum. Az odaklanmalıydım olanlara, bana hiç tahmin edemeyeceğim hiçbir zaman da önemsemediğim toz bulutlarından bu günü tekrar göstermişti. O gün masanın bu tozundan şikâyetçiydim ama yolumu bulabilmem için bana bir gösterge oldu sonradan. Aradığım çözümü onu tekrar gördüğümde bulacağımı sanırdım. Fakat tekrar karşımda olmasına rağmen çözüm giderek daha da karmaşık bir hal alıyordu. Onu tekrar görmenin böylesine bir bedelinin olacağını hiç düşünemezdim. Belki de benden böyle bir şey söyleyeceğimi beklemiyordu. Gittikçe karmaşık bir hale gelen bu andan kurtulmak istiyordum. Çözümüm sandığım şeyi terk etmek, bulduğumu zannederken daha da uzaklaştığımı anladım. Biraz şaşırmış, biraz da endişeliydi, belki de istemiyordu gitmemi. Ama daha kaç yüzyıl bir kitabın bir kaç sayfasında yaşamaya devam edebilirdim ki? O anı her yazdığımda, her hayal ettiğimde zaten ben oradaydım. Ama tek farkı o yoktu. Bunu anladı, cevabı basitti: “Yazmak” dedi. Gördüklerimi, hayal ettiklerimi, o anda düşündüklerimi ve o ana ait ne varsa tozlu masanın üzerine hızlı hızlı yazdım. Ona güvenmek zorundaydım, başka seçeneğim yoktu. Belki bu yaptığım beni başka bir kitabın başka bir anına götürecekti. Sadece yazıyordum, hatırladıklarımı ve toz bulutunda oluşan hatırlayamadığım ayrıntıları bile. Sanırım yine haklıydı. Yavaş yavaş yazmaya devam ettikçe çevremde gördüğüm ne varsa giderek bulanık bir hal alıyordu. Yağmur damlasının değdiği yer eriyordu adeta. Yazımı bitirmeye yakın masa da çoktan kaybolmaya başlamıştı bile. Umursamıyor, yazmaya devam ediyordum. Yavaş yavaş o da silinmeye başladı. Onu yazarken en sona bıraktım, ama çoktan silinmeye başlamıştı bile. Rüzgâr uzun saçlarının yüzünün kapanmasına neden oluyordu. Bir ara duraksadım, son kez ona baktım. Bir silüet halindeydi. Saçlarına uzattım elini, saçının uç kısmı boyalı o uzun saçlarına. “Devam et!” dedi. Huşu dolu gözlerle son kez ona baktıktan sonra devam ettim yazmaya. Artık o yoktu, düşen yağmur damlalarını bile göremez oldum. Sadece yağmurun sesi kaldı geride. Kitapların içinde birçok âlem vardır derlerdi de inanmazdım içine girmeden önce. Şimdi odamda oturmuş kendimi bunları önümdeki deftere yazarken bulduğumda buna şaşırmadım o kitabın içinde tüm bu olanlardan sonra. Haklıydı, artık kitabın içinde değil, odamda masanın başında bunları yazıyorum. Yağmur yağmaya devam ediyor. Belki ben oradayken yağmaya başladı belki de oradan bana kalan tek hatıra. O haklı çıktı. Belki o hala kitabın içinde aynı yerde duruyor, bundan emin değilim. Yağmuru da serbest bıraktım, artık istediği kadar yağsın.
67
TABUTUNUN ÜZER‹NE
ANNES‹N‹N KOYDU⁄U KARTOPUYLA U⁄URLANDI Uzman N. Buket CENGİZ Khas Yazı merkezi
Nuh Köklü, 17 fiubat’ta arkadafllar›yla kartopu oynad›¤› esnada, mahalledeki bir esnaf›n cam›na kartopu isabet etmesi sonucu ç›kan tart›flmada öldürüldü.
68
Köklü, hayat›n›n son gününde, birkaç saat sonra onu öldürecek olan esnaftan sokak kedilerini beslemek için mama alm›flt›. Köklü ve arkadafllar›n›n üyeleri oldu¤u Yelde¤irmeni Dayan›flmas›’n›n faaliyetleri aras›nda “Ne AVM ne süpermarket, esnaftan al›flverifl et” kampanyas› da bulunuyor...
Köklü’nün ölümünün ardından Yeldeğirmeni Dayanışması’ndan yapılan açıklamada şu ifadeye yer verildi: “Bu bir nefret cinayetidir! Neşe içinde kartopu oynayan, kadınlı-erkekli bir gruba duyulan nefretin sonucuydu bu olay. Esnafa polislik yetkisi veren iktidarın yarattığı bir ölümdü…” Köklü’nün öldürülmesinden kısa bir süre sonra, cinayette katile mahalleden bir başka esnafın da yardımda bulunduğu ortaya çıktı. Köklü ve arkadaşlarının Yeldeğirmeni Dayanışması’ndan insanlar oldukları mahalle esnafınca biliniyordu. Çoğunluk’tan insanlar olmadıkları her hallerinden belliydi. O katillerin bu insanların çocuksu neşesi karşısında bu kadar öfkeyle dolaşabilmesinin altında yatan da bu değil miydi? Peki ya, bu öfkeyi bu kadar pervasızca kusmaya cesaret edebilmesini sağlayan ne idi? Bu, başka yazıların konusu; bu yazı ise ülkemiz basın emekçilerinin sendikal haklar mücadelesi, dolayısıyla sınıf mücadelesi tarihinde saygıyla anılacak bir gazeteci olarak Nuh Köklü’den kısaca bahsetmeyi amaçlıyor. Köklü’nün hikayesini Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Uğur Güç ve Genel Sekreteri Mustafa Kuleli’ye sorduk:
ATV-Sabah Grevi’nin En Renkli Simalar›ndan Cinayetin ifllendi¤i Karakolhane Caddesi’nin ad›n›n Nuh Köklü Caddesi, grubun kartopu oynad›¤› Beyda¤› Soka¤›’n›n ad›n›n da Kartopu Soka¤› olarak de¤ifltirilmesi için bafllatt›klar› imza kampanyas› destek bekliyor.
Uğur Güç, Köklü’nün 2007’den beri TGS’nin aktif bir üyesi olduğunu belirterek başlıyor ondan bahsetmeye. Bu tarih, SabahATV örgütlenmesinin filizlendiği döneme denk geliyor. İkisi de sendikanın işyeri temsilcisi olan Güç ve Köklü, sendikadaki bir toplantıda tanışırlar. Güç, Köklü’nün bir aktivist olduğunun ve işçi hareketinin her türlü eylemi içerisinde yer aldığının altını çiziyor. Sabah-ATV grevinde işten ilk atılanlardan biri olmuş Köklü: Tabii, sendikal gerekçeyle değil, “performans düşüklüğü” bahanesi ile, işinde çok başarılı olduğu herkes tarafından görülüp bilinirken… Köklü’yle birlikte üç kişi daha işten atılınca işyerinin tavrının çok olumsuz olacağı belli olmuş; o zaman “bu pankartı buraya mutlaka asmalıyız” diye konuşmuşlar, yani “bu işyerinde grev var” pankartını. “Grev pankartı asılırken Nuh resmi bir grevci olamamıştı ama herkesten önce grev önlüğünü giyenlerden ve bunu çok isteyen arkadaşlardan birisiydi. Grevin ilk gününün sonunda ‘bu pankartı buraya astık ya bu da yeter’ demişti. Çünkü 30 yıldır basın sektöründe bir grev yapılmamıştı. 80 darbesi sonunda bu iş kolunda hiçbir örgütlenme süreci, toplu sözleşme süreci ya da grev yaşanmamıştı. Bu yüzden bizim için çok önemliydi bu grev” diye vurguluyor Güç.
Hani hepimize dayat›lan bir yaflam var ya orta s›n›f; çal›fl›lacak ifller belli, senden beklenenler belli… Hiç o dünyaya eyvallah’› olmayan biriydi, kaç yafl›na gelirse gelsin, hep istedi¤i gibi yaflayan…
Neflesi Hiç Eksik Olmayan Bir Bas›n Emekçisi Sabah grubunda sendikanın işyeri örgütlenme yetkisini kazanmasının TMSF sürecinde olduğunu, bu sürecin sonunda grubun iktidara yakın bir patrona satılmasının ardından sendikal baskıların başlamış olduğunu ekleyip şunları söylüyor Güç: “Nuh,
69
bu grevin baş aktörlerinden birisiydi.” Tüm medyaya yansıması endişesiyle grevi gazeteler yazmadığı, televizyonlar söylemediği için her hafta İstiklal Caddesi’nde yürüyüş yaptıklarını ve kendi hazırladıkları grev gazetesini halka dağıttıklarını söyleyen Güç, ekliyor: “Nuh da bu yürüyüşlerin en renkli simalarından birisiydi. Bir yürüyüşte slogan attırdıysa diğer yürüyüşte grev gazetesini dağıtmak için gönüllü olurdu. Başka yürüyüşte basın açıklamasını okurdu. Böyle çok sevecen, daima neşesi eksik olmayan bir arkadaşımızdı… Moralimizin en bozuk olduğu anda bizi güldürecek, neşelendirecek bir şeyler bulurdu illa... Hayatı biraz daha az ciddiye almamız gerektiğini söyleyen biriydi… Temiz bir arkadaşımızdı. Birçok insanın sendikadan istifa ettiği ortamda hiçbir şekilde sendikadan istifa etmeyip her çalıştığı yerde bunun da mücadelesini veren bir arkadaşımızdı…” Güç, Köklü’nün gazeteciliğine ilişkin de şöyle söylüyor: “Güzel yazılar yazardı. Yazdığı yazılar okunurdu.” İspanyolca bilen Nuh Köklü, Che Guevara’nın mirasının izlerini sürmek için Güney Amerika’da uzun seyahatlerde bulunmuş; oralardaki aktivizmle ilgili yazılar yazmış. “Her buluşmamızda ondan bir Güney Amerika macerası dinlerdik” diye ekliyor Güç, artık hatıraya dönüşmüş anları hüzünlü bir gülümseyişle hatırlarken...
Nuh Son Gününe Kadar Buradayd› Mustafa Kuleli ise NTV’de Nuh Köklü ile birlikte çalışmış; Köklü’nün NTV’den performans gerekçesiyle atılmış olduğunu, ama asıl nedenin orada da sendikal faaliyetlerine devam etmesi olduğunu vurguluyor. Köklü’nün ölümüne ilişkin NTV’de yapılan haberlerde ise “bir dönem NTV’de çalışmış olduğu” belirtilmiş sadece. Medyada Köklü cinayetinin sıradan bir adli vak’a, üçüncü sayfa haberi olarak görüldüğünün altını çiziyor Kuleli. Oysaki, yazının girişinde de belirtildiği gibi, bu korkunç olay aslında örtülü bir nefret cinayeti. Önümüzdeki masayı işarete ederek, “Nuh son gününe kadar buradaydı, bu masadaydı” diyor Kuleli. Sabah grubundan atıldıktan bir süre sonra NTV’de çalışmaya başlayan, buradan da insanları sendikaya üye yaptığı için çıkarılan Köklü’nün son dönemde sendikada İşsiz Gazeteciler Komisyonu’nunda çalıştığını ekliyor. Sendikaya üye olma şartı aranmadan, tüm işsiz gazetecilere açık olan bu komisyonun üyeleri internet üzerinde bir haber sitesi yapmak, ajans kurmak, dergi çıkarmak, bir gazeteci kooperatifi oluşturmak gibi olasılıklar içeren fikirleri tartışmış ve ilk aşamada haber sitesini başlatmak üzere kısa bir süre önce karar vermiş.
‹nsan›n Bir Tane Tek Foto¤raf› Olmaz m›? Kuleli; Köklü cinayetinin bir bankamatiğin kamera görüntülerine girmiş ama bu görüntülerin ortadan kaybedilmiş olduğunu; olayın
bu boyutunun medyada yer almadığını sadece birkaç internet sitesinde belirtildiğini söylüyor. Sendikanın bu konunun peşinden nasıl gideceğini sorduğumuzda Kuleli, adli boyutta sendikanın avukatlarının olayın takibinde olduğunu, duruşmaya da sendika olarak üyeleriyle beraber katılacaklarını, katil zanlısının olabilecek en ağır cezayı alması için ellerinden geleni yapacaklarını söylüyor. Kuleli, Köklü’nün mirasının yaşatılması konusunda ise şunları söylüyor: “İsmini yaşatmak için özel bir şey yapacağız; ödül olabilir, bir salona isminin verilmesi olabilir. Yayınlarımızda ona özel sayfalar ayırıyoruz. İnternet’te Nuh’a özel bir multimedya sayfa yapacağız; onun görüntüleri, fotoğrafları, yazdıkları; tanıklıklarla beraber…” Kuleli, Köklü’yle geçirdiği zaman boyunca hissettiklerini ise şöyle açıklıyor: “Gerçekten örnek bir üyeyi kaybettik. Kişilere küstü zaman zaman, ama sendikaya asla küsmedi. İnsanlar kolektif bir şey yapma konusunda zayıftır; hemen kişiselleşir, kızılır, küsülür, gidilir. Nuh asla öyle değildi. Ne olursa olsun; grevdeki arkadaşına da küsmüş olabilir, ATV-Sabah’da greve çıkmayana da küsmüş olabilir, sendikasının yönetimine de küsmüş olabilir ama asla örgütlü olma fikrinden geri adım atmadı. Müthiş mücadeleci, asla kendisini öne çıkarmayan, kolektiviteyi önemseyen bir adam… Ben bu kadar fark etmemiştim, öldükten sonra baktık fotoğraflara, görüntülere… İnsanın bir tane tek fotoğrafı olmaz mı? Yok; adamın bir tane tek başına fotoğrafı yok, hep iki kişinin içinde, üç kişinin içinde, yüz kişinin içinde… Hep kalabalıklar içinde mutlu hisseden, rahat eden; çok sosyal; sendika dışında da; yensin içilsin, edebiyattan bahsedilsin, Latin Amerika’dan bahsedilsin, futboldan bahsedilsin sabahlara kadar… Çok an’ı yaşayan, canı ne isterse onu yapan. Mesela, NTV’de çalışırken, kafama esti ben güneye gidip kafa dinleyeceğim diye giderken Kadıköy’e geçtiğinde bir arkadaşıyla karşılaşıp, muhabbete başlayıp iki günü onun yanında geçirip geri dönmüş! Çok genç ruhlu… Hani hepimize dayatılan bir yaşam var ya orta sınıf; çalışılacak işler belli, senden beklenenler belli… Hiç o dünyaya eyvallah’ı olmayan biriydi, kaç yaşına gelirse gelsin, hep istediği gibi yaşayan… “ Nuh Köklü, kırklarında bir adam, bir çocuk coşkusuyla kartopu oynarken bıçaklanmış yaralı halde hastaneye yetiştirilirken son sözleri “ne olur bu bir rüya olsun” oldu… Daha parçası olunacak pek çok dayanışma, anlatılacak pek çok Latin Amerika hikayesi vardı. Edebiyattan, futboldan konuşurken sabahlara kadar uzayacak daha çok dost meclisleri… Dolu dolu yaşadığı hayatı, ne yazık ki o karlı İstanbul gününde sona erdi… Bu dünyanın onun gibilere bu kadar ihtiyacı varken toprağa gömülen o, geride kalan ise camım kırılacak bahanesiyle eline bıçağını alıp insanların üstüne saldıranlar oldu. Nuh Köklü, tabutunun üstüne annesinin koyduğu bir kartopuyla sonsuzluğa uğurlandı. Karlar eridi… Onurlu anısı ile Köklü, ülkedeki tüm demokrat insanlar için ölümsüz olacak.
70
12. HAL‹Ç KÜREK YARIfiLARININ fiAMP‹YONU KAD‹R HAS ÜN‹VERS‹TES‹ KÜREK TAKIMI OLDU Haber: Derya Özkara Khas lisans öğrencisi
Bu y›l 12.’si düzenlenen Kadir Has Üniversitesi Kürek Yar›fllar›’nda Kadir Has Üniversitesi Kürek Tak›m› 30 puanla rakiplerini geride b›rakarak birinci oldu. Üniversiteler ve Türkiye Kulüplerarası Türkiye Kürek Şampiyonası 21 Mart’ta Haliç’te yapıldı. 6 kulvarlı 1000 metrelik yarışta yedi takım yarıştı. Kadir Has Üniversitesi Kürek Takımı’nın 8 tekne kategorisinde katıldığı yarışta Boğaziçi Üniversitesi Kürek Takımı, İstanbul Ticaret Üniversitesi Kürek Takımı, Koç Üniversitesi Kürek Takımı ile birlikte Fenerbahçe, Şişecam Çayırova ve Türk Balıkadamlar kürek takımları mücadele etti. Yarışın ardından düzenlenen ödül töreni, Türkiye Kürek Federasyonu Başkanı İlhami İşseven, Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın ve sporcuların katılımıyla gerçekleşti. Kadir Has Üniversitesi, kupasını İlhami İşseven’in elinden aldı. Ödül töreninde konuşma yapan İşseven Haliç’in su sporları merkezi olması yönündeki çabalara federasyon olarak destek verdiklerini ve bu kapsamda üniversitelerle işbirliği içinde olduklarını söyledi.
71
Kürekleri Kesintisiz Suda Khas Kürek Tak›m› bu sezon için antrenmanlar›na 2014 Ekim tarihinde bafllad›. Sezon bafl›nda haftada dört olan antrenman say›s› yedi olarak devam ediyor. Tak›m, su antrenman› yapmak için sabah 7’de toplan›p Haliç Parkuru’na ç›k›yor. Derslerin bitiminden sonra da akflam 5’te Spor Salonu’nda toplanan tak›m bir antrenman da burada yap›yor. Tak›m, tüm y›l boyunca hafta sonu, olumsuz hava koflulu ve tatil gözetmeden antrenmanlar› aksatmadan devam ediyor.
Rakipsiz Kürek Tak›m› Khas Kürek Tak›m›, 2014 sezonu içerisinde Türkiye Kürek Federasyonu takviminde yer alan Türkiye Kupas› yar›fllar›na kat›ld› ve üçüncü olarak tamamlad›. 2014 y›l› içerisinde Türkiye fiampiyonas› yar›fllar›na da kat›lan tak›m çeflitli dereceler ald›. 2015 y›l› itibari ile düzenlenen Türkiye fiampiyonas› 1. ve 2. Eleme etaplar›n› kat›ld›¤› tüm tekne kategorilerinde dereceye girerek geçti. Mu¤la Köyce¤iz’de gerçeklefltirilen Büyükler Kürek fiampiyonas› 1. Etap yar›fllar› 8 Mart 2015’te tamamland›. Kadir Has Üniversitesi Kürek Tak›m›, flampiyonay› 4-’de üçüncü, 1X’de dördüncü ve 8+’da birinci olarak tamamlad›. 18-19 Nisan tarihlerinde düzenlenen Final Yar›fllar›na kat›lma hakk› kazanan tak›m, turnuvayı Erkekler kategorisinide üçüncü olarak tamamlad›. Yar›fl kategorileri içerisinde birçok derecelere de sahip olan tak›m en son 3 May›s’ta düzenlenen Kadir Has Üniversitesi-Koç Üniversitesi 8+(sekiz tek dümencili) yar›fl›na girdi. Bu y›l dördüncüsü düzenlenen yar›fl çekiflmeli geçti. Haliç Dostluk Kupas›'n› kazanan tak›m Khas Kürek Tak›m› oldu.
72
Khas Kürek Tak›m› Sporcular› • Funda Çölmekçio¤lu: Uygulamal› Bilimler Yüksekokulu ö¤rencisi. ‹ki y›ld›r tak›mda. • Burak Dilsiz: Khas Sertifika Program› ö¤rencisi. Tak›ma bu y›l kat›ld›. Öncesinde Galatasaray Spor Kulübü Kürek Tak›m›’nda yer alan sporcu Milli Tak›m’da ve Türkiye fiampiyonalar›’nda birçok baflar›ya sahip. • Mehmet Gökhun Karagöz: Hukuk Fakültesi ö¤rencisi. Galatasaray Spor Kulübü Kürek Tak›m›’nda ve Milli Tak›m’da yer alan ö¤renci birçok baflar›ya sahip. • Cihat Yasin Sevinç: Hukuk Bölümü ö¤rencisi ve iki y›ld›r tak›mda. • Ozan Demirdelen: ‹letiflim Fakultesi ö¤rencisi ve dört y›ld›r tak›mda. • Bu¤ra Akyüz: ‹letiflim Fakültesi ö¤rencisi ve iki y›ld›r tak›mda. • Yi¤it ‹tmeç: ‹letiflim Fakültesi ö¤rencisi ve dört y›ld›r tak›mda. • Özgür Borazan: ‹letiflim Fakültesi ö¤rencisi ve iki y›ld›r tak›mda. • Do¤ukan Bingöl: Hukuk Fakültesi ö¤rencisi ve befl y›ld›r tak›mda. Ayr›ca tak›m kaptan› ve tak›m›n en eski sporcusu.
Baflar›l› Tak›m›n Antrenörü Kim? Burkay Günay, Kadir Has Üniversitesi Spor E¤itmeni ve Kürek Tak›m› antrenörü. Marmara Üniversitesi mezunu olan Günay, ana branfl› olan Kürek dal›nda uzun y›llar Fenerbahçe ve Milli Tak›m’da yar›flm›fl ve halen Milli Tak›m Antrenörlü¤ü de yap›yor. Ayr›ca, Triatlon, Maraton ve Da¤ Bisikleti branfllar›yla da hem sporcu hem de antrenör olarak ilgilenen Günay’ın bu spor dallar›nda da çeflitli baflar›lar› mevcut.
Fotoğraf: Abdullah M. BOZOĞLAN Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü 4. sınıf öğrencisi
“Enerjimiz varken kofluflturduk; çocuklar gibi…”
0 212 533 65 32 dergi@khas.edu.tr
www.khas.edu.tr facebook.com/Khasedutr
twitter.com/khasedutr
Kadir Has Üniversitesi Kadir Has Kampüsü 34083 Cibali ‹stanbul