marx in ekolojisi epos 1 basim 2001

Page 1

MARX’IN •

e k o l o jis i materyalizm ve doğa John Bellamy Foster V

/t

^

^

i

İngilizceden çeviren: E rcüm ent Ö zkaya

epos


-----------------------M ARX'IN E K O L O JİSİ-----------------------Materyalizin ve Doğa

John Bellamy Foster; Oregon Ü niversitesi’nde sosyo­ loji profesörüdür. A B D ’de yayınlanan Organizasyon vc Çevre Dergisinin editörlerindendir. Ayrıca Hungıy f-'or Profit (Kâr İçin Açlık), Capitalism and the Information Age (Kapitalizm ve Enformasyon Çağı) ve /« Defense o f H istory "M arxim s a n d the P ostm odern A g e n d a " (M arksizm ve Postmodern Gündem, Ütopva Yavinlan2001) adlı kitapların da E. Meiksins W ood'la birlikte editörlüğünü yapmıştır. Kitaplarından The Vulnerable Planet (Kırılgan Dünya1999) önüm üzdeki günlerde yayınevim iz tarafından yayınlanacaktır.

(m

epos


© E P O S YAYINLARI

b ilim -felsefe-p o litik a kitapları John Bellamy Foster MARX’IN EKOLOJİSİ- materyalizm ve doğa İn ^ iz c e 'd e n Çeviren: Ercürnem Ö zkaya Y ayım a H azırlayan; M. Serdar Kayaoğlu

K itabın O rijin a l Adı:

M A R X 'S EC O LO G Y- m aterialism a n d nature © M o n tly R e v ie w P r e s s -2 0 0 0

Düzelti: Enan Allan, Özlem Şimşek K apak T a sa n ra i: Memik Kayaoğlu

Di^: epos Baskı ve Cilt; Başak Matbaası ( 0 .3 1 2 ) 3 8 4 2 7 61 Birinci Baskı, A nkara 2D0I ISBN: 975-6790-00-8

E P O S Y A Y IN L A R I O lg u n la r S o k a k , N o :2 0 /1 5 ( 0 6 6 4 0 ) - K ız ıla y - A n k a r a T e l .F a x : (0.312) 425 08 95-425 86 04


John Bellamy Foster

MARX'IN EKOLOJİSİ ma teryalizm ve doğa (MARX'S ECOLOGY- materialism and na fure)

İn g iliz c e 'd e n Ç eviren: E rcüm ent Ö zk aya

epos


HAZIRLANAN KİTAPLAR • DEMOKRATİK PA RADO KS-C/ıanto/ Mouffe • İDEOLOJİ VE ÜTOPYA-ATar/ Mannheim >MARXTA MACHİAVELLİ M O M ENTİ-M igııe/ Abensour >GENEL HUKUK TEORİSİ ve M A RK SlZM -£vgeni Pasukanis ' KLİNİĞİNDOĞUŞU-Aiicte/ Foucault • ZARARSIZ A Ş I K L A R - Cane • KIRILGAN D Ü N Y A - J. Bellamy Foster • ŞİDDET ÜZERİNE DÜŞÜNCELER - Georges Sard • KAPİTALİZMİN KÖKENLERİ - E. Meiksins Wood

Joiın Bel lamy Foster, M arx'm Ekolojisi -materyalizm ve doğa, Çev.:Ercüment Özkaya, \. Baskı, Ankara2001, EPOS Yay.,352 s. ISBN;975-6790-00-8


İÇİNDEKİLER

T ü rk çe B ask ıya Ö n sö z / 7 Ö n sö z / 11

G i r i ş ............................................................................................................ 17 1. M a teryalist D o ğ a K a v r a y ış ı..............................................................4 3 2. G erçek D ü n y ev i S oru n ........................................................................ 104

3 . Papaz D o ğ a c ıla r ..................................................................................... 122 4. M ateryalist Tarih K a v r a y ış ı............................................................ 151 5. D o ğ a v e T oplum un M e ta b o lizm a sı............................................... 195 6. G örüşüm üzün D o ğ a l T arihsel T e m e li.......................................... 2 4 2

Sonsöz / ..............................................................301 D i z i n / ............................................................................. 339


Türkçe Basıma Önsöz

1884 yılında, bugünkü Türkiye’nin güneybatısındaki antik Likya* kenti Oenoanda’nın yıkıntılarında araştırmalar yürüten iki Fransız bilgini, Ijüyük bir taş duvara nakşedilmiş bir kitabede Epiküros’un felsefi öğ­ retisinin bir açıklamasını buldular. Kırk metreden biraz daha uzun bir du­ vara nakşedilmiş 120’den fazla sütundan oluşan kitabede Epiküros’un fizik ve ahlak hakkmdaki görüşlerinden geniş alıntılar yapılmıştı. Epi­ küros’un ölümünden yaklaşık beş yüzyıl sonra, MS 200 yılı civarında Oenoandalı D iyogenes tarafından yazdınidığı anlaşılan kitabe, Epiküros hakkında, Hegel ve Marx’in zamanlanndan bu yana giderek artan bilgimizin en önemli kaynaklanndan birini oluşturmaktadır. Oysa, He­ gel on dokuzuncu yüzyılın başlannda Epikür felsefesi hakkında yeni kaynaklar bulunmasının artık pek mümkün görünmediğini bildirmişti. Marx da bundan bir süre sonra Epikür felsefesi hakkında doktora tezini hazırladığı sırada, son derece kıt kaynaklara dayanarak yazmak zorunda kalmıştı. Türkiye’deki Oenoanda’dan başka iki k eşif daha, Epiküros hakkındaki bilgilerimizi Marx’m zamanına göre artırmıştır. Bunlardan ilki 1888 yılında, Vatikan kütüphanesinde Epiküros’un pek çok öğ­ retisini ve deyişini içeren on dördüncü yüzyıla ait bir elyazmasının bu­ lunuşu, İkincisi de on sekizinci yüzyıl sonlarında, antik Herculaneum kentinin kalıntılanndan çıkarılan yanmış durumdaki papirüs to­ marlarıydı. V ezüv yanardağının MS 79 yılında püskürmesiyle lavlar al­ tında kalan Herculaneum’da Philodemus’un kütüphanesinde bulunan tara 1200 kömürleşmiş tomann büyük bölümü Epikür felsefesine ait me­ tinlerden oluşuyordu ve yıllarca süren çalışm alann ardından bu me­ tinlerin bazı bölümlerinin okunabilmesi mümkün oldu. * B ugünkü M uğla ilinin doğu, A ntalya ilinin batı bölüm lerini içine alan Teke ya­ rımadasındaki antik bölge.


8

MARX'IN EKOLOJİSİ

Bu bulgulann önemi geçiştirilemez. Bacon, Kant ve H egel gibi pek çok önceli gibi Marx’m gözünde de, doğa hakkındaki bütün erekbilimsel ___ anlayışlann düşmanı olan Epiküros, antik Aydınlanmanın sembolüydü. Epiküros hakkında yaptığı doktora çalışm ası M arx’in materyalist fel­ sefe ile ilk sistem li karşılaşması olmuş ve sonraki eserleri üzerinde derin bir iz bırakmıştı. Bu çalışm a, aynı zamanda Marx ile on yedinci yüz­ yılın bilimsel devrimi arasındaki bağlantı halkasını da tem sil eder. Söz konusu devrimin Bacon, Hobbes ve Gassendi (hatta bir ölçüde B öyle ve Newton) gibi en büyük simalan, geç ortaçağ Avrupası'nın Skolastik Aris­ toculuğuna karşı isyanlarında Epikür atomculuğuna bağlanmışlardı. Epikür felsefesini Marx’in gözünde çekici kılan, her şeyden önce, bu felsefenin bütün mekanist, belirlenimci, indirgemeci, kuşkucu ve idealist anlayışlan bir yana iterek, materyalist bir bakış açısı sunmasıydı. Bu bir kez kabul edilince, Marx’in doğaya yaklaşımının temelindeki birlik ko­ layca anlaşılır. Marx’in doğal ve fizik biliminde bir ömür süren in­ celemelerinin başlangıçtaki temelini oluşturan ve L iebig’in toprağın sürdürülebilirliği mefhumu ve Darwin’in evrim kavramı gibi önemli bi­ lim sel keşifleri kendi genel bakış açısına içermekte gösterdiği beceriye yardımcı olan, bu genel materyalist doğa kavrayışıydı. Epikürcülüğün, aşın biçimde mekanist olmakla ve tümüyle tasarlamacı bir materyalizm geliştirmekle eleştirilse de, Marx’in ısrarla vurguladığı gibi, tem eldeki içkin diyalektiğinde, bunların ötesine işaret etmiş olduğu bir gerçektir. Helenistik felsefe üzerine önem li bir otorite olan Julia Annas’a göre, Epiküros’un “eylem lilik anlayışı... görece basit ve çekicidir. Uygun bir ussallık yeteneğini paylaşan hayvanlar ve bizler eyleyicileriz. Bu durum, başlangıçtaki yapılanmamızla belirlenip sın ırlan m !h i|i|^ da gelişm e yeteneğine sahip olduğumuzu gösterir. Eyleyiciler, çevrelerine esnek ve seçici bir tarzda karşılık verebilen ve çevreleriyle etkileşim lerindenöğrenebilen varlıklardır.” ' Epiküros, tem elini ortaya çıkış halinde bir gerçeklik olarak ma­ teryalist bir doğa anlayışından alan jnsan özgürlüğüne dayananj be­ lirlenimci olmayan bir felse fe ortaya koymuştur. “Şunu anlamalıyız ki” der, “insanın doğası daha çok duramların g ü c to çıplak zorlamasıyla öğretilmiş ve daha sonra, ise el kovan us gücü, farklı dönem ler ve fark'Julia Annas, “Epicurus on A gency, ” Jacques Brunschwig ve M artha C. Nussbaum, ed., Passions and P erceptions (Cambridge: Cambridge University Press, 1993) için­ de. 71.


ÖNSÖZ

9

İl halklara göre değişen bir gelişm e hızıyla yapılan yeni keşiflerle bu dersleri işleyip gehştirm iştir.”" İnsanlar, bu maddi çevre içinde doğar ve ondan etkilenirler, bununla birlikte, çevrelerini ve böylece ken­ dilerini dönüştürmekte bir rol de oynarlar. Bakış açılarını tinselci bir doğa anlayışından türeten Stoacılar ve günümüz çevrecilerinin çoğunluğunun tersine, Epiküros, dünyaya ma­ teryalist ve diyalektik bir açıdan bakmıştır. A nnas’m belirttiği gibi; Stoacı evren, inayetin tasarladığı ve usun nüfuz ettiği canlı bir evrendir. Epiktir’ün evreni bu şeylerin hiçbirine yer vermez ve bu durum, insanın evrendeki yeri üze­ rinde büyük bir fark yaratır. Atomların boşluktaki hareketi, aralannda canlı ve du­ yarlı varlıklann da bulunduğu bileşimleri doğurur; ancak, atomların kendileri cansızdır. Epiküros, yajayarüıer şeyin niha[ bileşenlerinde de hayat bujunm;^j|nı talep eden panpsişistlere karşı çıkar. Bu yüzden, Epikürcü bir ruhlar alemi yok­ tur... Dahası, Epiküros gerek bütün olarak dünya, gerek alt parçalan için, inayeti ve her türlü erekbilimi de reddeder. Dünya düzenli bir bütün olmadığı için, in­ sanlar dünya içinde m üstesna bir yere sahip değildirler ve bir varlıklar skalası yok­ tur... Epiküros için dünyaya nüfuz eden ve ona (birçok bakımdan) önemini veren Stoacıların ussallığı gibi bir şey de mevcut değildir. Ussallık, Stoacılarda olduğu gibi inşam hayvanİMdan keskin biçimde ayırmaz. Hayvanlar da insanlar gibi öz­ gürce hareket eder.'"

Epiküros’un materyalizmi, tinselciliği ve mekanizmi aynı anda red­ detmekle, insanlan evrenin merkezine yerleştirmeye yönelik bütün erekbilimsei anlayışlan da reddeder ve mekanik belirlenimciliğin bütün biçimlerini terk ederken, bunun yerine belirlenmemişlik, özgürlük ve evrimi seçer. Marx’m gözünde, materyalizm, yani, “insanın bütün bilgisini, du­ yarlılığını, vb., duyular aleminden ve ondan çıkan deneyimlerinden tü­ rettiği” öğretisi, “zorunlu olarak... sosyalizm ve komünizmle bağlantılı” idi. Başka hiçbir felsefe, insanın çevre üzerinde olduğu kadar, “çevrenin insan üzerindeki etkisinin” evrimci hipotezine işaret etmemişti." Daha önceleri H egel, Felsefi Bilimler Ansiklopedisi'ndQ Epiküros’tan söz ettiği bir bölümde, “Materyalizmde, eşit biçimde gerçek ve hakiki iki " Epiküros, Letter to H erodotus, a t . George Thomson, Studies in Ancient Greek So­ ciety, C.2 (Londra: Law rence andW ishart, 1955), s. 312. "‘Annas, Hellenistic Philosophy o f Mind, ¡34-35. K arl Marx ve Friedrich Engels, Collected Works, c.4{N ew York: International Publishers). 130.


10

MARX'IN

e k o l o j is i

ayn dünyanın varlığını öne süren bu ikiciliği aşmak, esasında Tek ola­ nın bu yırtıcı parçalanmasını hükümsüz kılmak yönündeki gayretli ça­ bayı görm eliyiz” demişti.'' Bundan dolayıdır ki, Epiküros’tan özgürlüğün eşlik ettiği bir zorunluluk kavrayışını çıkartan Marx için, materyalizm, bugün ek o ­ lojinin diyalektiği diye adlandırılabileceğimiz bir şeye yakın bir anlam ifade eder. John B ellam y Poster N isan 2001

G.W.F. Hegel, Philosophy o f Mind (Londra: Oxford University Press, 1971), 30,34. ♦Referans notlarını, kitabın bundan sonraki bölümlerinde, okumayı zorlaştırmamak için her bölümün sonuna koyduk.Çünkü notlar, hem sayı hem de kapladığı alan ba­ kımından oldukça fazla yer tutuyor.


ÖNSÖZ

Bu kitabın ilk düşünülen b aşlığı M arx ve Ekoloji idi. Çalışmanın bir noktasında bu başlık M arx’in Ekolojisi olarak değişti. Başlıktaki bu değişiklik, Marx (ve ekoloji) hakkındaki düşüncelerimde son yıllarda çok sayıda kişinin katkısıyla meydana gelen dramatik değişikliği yan­ sıtıyor. Marx, çoğu kez[ekoloji karşıtı'bir düşünür olarak nitelenmiştir. Fa­ kat ben, Marx’in yazdıklarını bu tür eleştirileri hiçbir zaman ciddiye al­ mayacak derecede iyi tanıyordum. Bununla birlikte, The Vulnerable Planet: A Short Econom ic H istory o f the Environm ent *( 1994) kitabımı yazdığım sıralarda, hâlâ, Marx’m ekonomik görüşlerinin her nasılsa düşüncelerinde ikincil b^r önem taşıdığına inanıyordum; fikrimce, bu görüşler ekoloji hakkındaki bugünkü bilgim ize yeni ya da özsel hiçbir şey eklemiyorlardı ve M arx’in düşüncelerinin ekolojinin gelişm esi için önem i, [genellikle tarih dışı ve Malthusçu mefhumlarla çahşan ekolojiyd şiddetle ihtiyaç duyduğu tarihsel-materyalist bir çözüm lem e sağlamaktan ibaretti. Marx’i farklı bir tarzda, ekolojiyi düşüncesinde merkezi bir yere sa­ hip olarak kavrayan bir tarzda yorumlamanın mümkün olduğunun farkındaydım. Bunun çok iyi farkındaydım, çünkü, 1980’li yıllarda eski N ew York yerlisi, çiftçi, marangoz, işçi sınıfı filozofu ve bir zaman için öğrencim olan arkadaşım Ira Shapiro, hergün bu konuyu ortaya atı­ yordu. Marx hakkındaki bütün alışılagelm iş yorumlara karşı çıkan Ira, “şuna bak” diyerek, bana, M arx’m tarım veftopra^bes^leyjcilem laşımıyla ilg ili sorunları ele aldığı pasajları gösterirdi. Onu dikkatle *Kınlgan D ünya:Ç evrenin Kısa E konom ik Tarihi


12

MARX'IN EKOLOJİSİ

dinlerdim, fakat söylediklerinin gerçek önem ini yine de takdir ede­ mezdim (bunda, Ira’nm tersine, hiçbir zaman toprakta çalışmakta ger­ çek bir deneyim im in olmaması kuşkusuz etkiliydi.). A ynı yıllarda, ra­ dikal bir eylem ci, sosyolog, part-time profesör ve profesyonel an yetiştiricisi olan arkadaşım Charles Hunt da, bana bilim selliği v e do­ ğalcılığı nedeniyle E n gels’in Doğanın D iyalektiği’ni daha iyi in­ celem em gerektiğini söyler dururdu. Onu da dinlerdim, ama te­ reddütlerim vardı. “Doğanın diyalektiği” daha başından sakat bir anlayış d eğil m iydi? Ekolojik materyalizme giden yolum, yıllar boyunca öğrendiğim Marksizm tarafından tıkanmıştı. Felsefi tem elim , H eg el’de v e pozitivist M arksizme karşı 1920’li yıllarda (pozitivizm e karşı A v ­ rupa’nın entelektüel hayatına 1890’lardan 1930’lar ve daha sonrasına dek hükmeden daha büyük bir isyanın parçası olarak) Lukács, Korsch ve Gramsci tarafından başlatılan ve Frankfurt Okulu ile Y eni Sol ta­ rafından sürdürülen H egelci Marksist isyanda biçim lenm işti. Burada, vurgu, M arx’m praksis kavramına dayanan pratik materyalizmine ya­ pılıyordu; kendi düşüncelerimde ise bu, A B D ’de M onthly R eview g e­ leneğiyle İngiltere’de E. P. Thompson ve Raymond W illiam s’in tarihsel-kültürel kuramlanyla birleşm işti. N e var ki, böyle bir sentezde doğa ve doğal-fıziksel bilim konulanna Marksist bir yaklaşım için faz­ la bir yer bulunamazdı. İngiltere’de Thompson ve W illiam s, Birleşik Devletlerde M onthly R eview ile özdeşleşen S w eezy, Baran, M agdoff ve Braverman gibi dü­ şünürlerin Marksizmi daha geniş doğal-fiziksel alana bağlamanın ön e­ mi üzerinde ısrar etm iş olduğu ve her birinin ekolojik düşünceye bu yoldan katkıda bulunduklan doğrudur. Fakat Lukács ve Gramci’nin iç­ selleştirilm iş olduğum kuramsal m eşruiyetleri, diyalektik düşünce tarzlarının doğaya uygulanmasının olabilirliğini, esasında bütün bu alanı pozitivizm e bırakarak, yadsıyorlardı. O zamanlar, çağdaş yaşam bilimleri içinde, Richard Lewontin, Richard Levins v e Stephen Jay G o­ uld gibi önem li düşünürlerin eserleriyle özdeşleşen alternatif ve daha diyalektik bir geleneğin variiğınm pek az farkındaydım (Bunu en so­ nunda fark edişim, uzun zamandır Marksizmi yeniden doğal ve fizik bi­ limlere bağlamaya çalışm akta olan M onthly R eview sayesinde oldu). A ynı şekilde, Roy Bhaskar’ın eleştirel gerçekçiliği ile de henüz ta­ n ışm am ıştım .


ÖNSÖZ

13

İşleri daha da kötüleştirmek, üzere, (bu tarihin bir ölçüde korunmuş olduğu biyoloji bilimlerinin dışındaki) pek çok Marksist gibi, ma­ teryalizmin gerçek tarihi hakkında da hiç bilgi sahibi değildim. Benim materyalizmim, felsefi olarak H egelci idealizmden ve Feuerbach’ın Heg e l’e karşı materyalist isyanından haberdar olan, fakat materyalizmin felsefe ve bilim içindeki daha geniş tarihinden habersiz bulunan, bü­ tünüyle pratik, ekonomi politik çeşidindendi. Bu bakımdan Marksist geleneğin kendisi, ulaştığı biçim iyle çok az yardımcı oluyordu. Çünkü M arx’m materyalist kalmakla birlikte mekanist m ateryalizmle bağ­ larını kopardığı temel, hiçbir zaman tam anlamıyla anlaşılm am ıştı. M arx’in dünya görüşünün derinden, daha doğrusu sistematik bi­ çim de (terimin bugün kullanıldığı olumlu anlamında) ekolojik olduğu ve bu ekolojik perspektifin onun materyalizminden kaynaklandığı g ö ­ rüşüne en sonunda ulaşmamın aşamaları üstünde durmamak (belki iz­ leyen akıl yürütmeye işaret etmek dışında) imkânsızdır. D üşünüşüm de eğer tek bir dönüm noktası olm uşsa, bu, The Vulnerable Planet'\n ya­ yımlanmasından kısa süre sonra, bir radikal avukat, klasik bir bilgin ve M onthly R eview 'deki çahşm a arkadaşım olan John M age’in, bana, ki­ tabımda ve onu izleyen makalemde kapitalizmin ekoloji karşıtı eğ i­ limlerinin hatın sayılır ölçüde on yedinci yüzyılın bilim sel devrimine ve özellikle Francis Bacon’m eserine dek geri götürülebileceği y o ­ lundaki Romantik Y eşil görüşü denem e kabilinden kabul etm iş o l­ makla hata ettiğim i söylem esiyle başladı. John, M arx’in Bacon ile olan ilişkisi ve on yedinci yüzyılda ortaya çıkan “doğanın boyun eğdirilm esi” fikrinin tarihsel anlamı sorununu ortaya attı. Yavaş yavaş, bütün bilim ve ekoloji konusunun başından ele alınmak zorunda o l­ duğu gerçeğini fark ettim. Beni düşündüren sorular şunlardı: Neden Bacon, Y eşil kuram içinde yaygın bir şekilde baş düşman olarak g ö ­ rülmüştü? Neden, on dokuzuncu yüzyıl ekolojisi içindeki tar­ tışmalarda Darwin, (sadece sosyal Darvinci ve Malthusçu anlayışları kendisine atfetm ek dışında) öylesin e sık göz ardı edilm işti? M arx’in bütün bunlarla ilgisi neydi? Bu süreç içinde, “ekososyalistlerin” Y eşil kuramı M arx’a ya da Marx’] Y eşil kurama yamamak yolundaki girişimleriıi"bugün öylesine ihtiyaç duyduğumuz organik sentezi asla yaratamayacağının pek çabuk farkına vardım. Bu bakımdan, B acon’m “Yeni şeyleri eskiye eklem ek ve yamamakla bilim sel bilgide ilerlem eyi boşuna bekleriz. Pek küçük, neredeyse hesaba katılmaz ilerlemeler yaparak daima bir çember içinde


14

MARX'IN EKOLOJİSİ

dolaşıp durmak istemiyorsak, tam da temellerden başlayarak taze bir b aşlangıç (instauratio) yapılm alıdır.” (Novum Organum*) ö z­ d ey işiyle çarpıldım. Ö yleyse, sorun, toplumsal kuramımızı ve onun ek olojiyle olan ilişkisini başlangıcından itibaren, yani, diyalektik bi­ çim de, o rta y a çıkışı bakımından yeniden sorgulayarak, yanıtlann ora­ da olduğunun giderek güçlenen bir şekilde görüldüğü materyalizmin tem ellerine geri dönme sorunuydu. Hayranlık içinde keşfettiğim şey, gerçek bir dedektif öyküsü gibi, çok sayıda dağınık ipucunun münhasıran tek ve şaşırtıcı bir kaynağa götürdüğü bir öyküydü. Bu örnekte, B acon ’ın ve Marx’m m a­ teryalizmleri ve hatta (daha az doğrudan biçim de olsa da) Darwin’inki, tek bir ortak çıkış noktasına dek izlenebiliyordu: Epiküros’un antik materyalist felsefesi. Epiküros’un antik çağın büyük Aydm lanm acısı olarak rolü (eseri hakkında Bacon, Kant ve H egel gibi farkh dü­ şünürlerin paylaştığı görüş), benim için ilk kez, m ateryalist ekolojinin, dünyanın tanımlanması üzerine diyalektik bir m ücadele bağlamında ortaya çıkışının tutarlı bir tasvirini sağladı. Bununla yakından bağlantılı bir araştırma çizgisi sonunda, M arx’m büyük Alman tanm sal kim yacısı Justus von Liebig’in eseriyle ilgili sis­ tematik incelemesini keşfettim. Marx’m Liebig’e ilgisi Malthusçuluğun eleştirisinden kaynaklanmıştı ve kendisini - doğanın yabancılaşmasının olgunlanmış taWili ola n - inşanın doğayla ilişkisindeki “metabolik ya nlma” merkezi kaHB^ntümüştü. N e var ki, bunu tam olarak an­ lamak için, on dokuzuncu yüzyıl ortalannda ikinci tarım devrimi bağ­ lamında başlayan ve günüm üze uzanan, toprağın yoksullaşm ası hakkmdaki tarihsel tartışmayı yeniden kurmak gereklidir. M arx’m ekolojik tartışmaya en doğrudan katkısı buradadır (B eşinci Bölüm e bakınız). L iebig’in “Ein — leitung” unun Rothamsted arşivlerinde bu­ lunan Lady Gilbert tarafından yapılan çevrisine ulaşmamı sağladıkları için Hertfordshire’daki lA C R —Rotham sted’den Lizz Allsopp ve ça­ lışm a arkadaşlanna son derece minnettarım. Bu araştırmayı sonuca ulaştırmakta. M onthly R eview ' mvî şim di Hungry f a r P rofit b a şlığ ıy la kitap olarak da yayım lanan T em m uz-A ğustos 1998 özel sayısını bir­ likte hazırlamak anlamında Fred M agdoff ve Fred B u ttel’in yakın iş­ birliğinden yararlandım. Ayrıca, O rganization & Environm ent der­ gisinin editörlüğünü birlikte yürüttüğüm John Jermier’den de destek *Francis Bacon, Novum Organum, Ç ev.: S. Ö. Akkaş, Ank. 1999, D oruk Yay.


ÖNSÖZ

15

aldım. Bu çalışm anın bazı bölüm leri, daha az geliştirilm iş biçim iyle O rganization & Environm ent’in Eylül 1997 sayısıyla Am erican Jo­ urnal o f S ociology'vıivi Eylül 1999 sayısında yayımlanmıştır. Bu kitabın ortaya çıkarmaya çalıştığı karmaşık entelektüel tarih dikkate alındığında, antik ve m odem felsefe gibi birbirinden ayn alan­ larda dolaşmak zorunluydu, bu açıdan olağanüstü yetenekte kılavuza duyduğum ihtiyaç açıktı. Bu rolü, bilgiye klasik yaklaşım ı ve d i­ yalektikte sahip olduğu bir avukata özgü yetkinlikle ikiye katlanan eş­ siz tarihsel ve kuramsal anlayışıyla John Mage, mükemmel biçim de y e­ rine getirdi. Bu kitapta John’ın araştm cı dikkatinden kurtulmuş tek bir satır yoktur. Bu kitabın en iyi taraflannı kendisine borçluyum, her ne hata varsa, onlar da, kesinlikle, hatta, iflah olm az biçimde, bana aittir. Paul Burkett’in usta işi eseri M arx and N ature: A R ed and Green P erspective* (1999) bu kitabın yazıldığı arka planı oluşturmakla kal­ mayıp, aynı zamanda buradaki tahlilin zorunlu bir tamamlayıcısıdır. Zaman zaman M arx’in ekolojinin siyasi—ekonomik yönlerini tümüyle geliştirm eyi ihmal ettiysem, bu, bunu gereksiz ve fazlalık haline getiren söz konusu eserin varlığındandır. Paul ile yıllar süren kam çılayıcı diyaloğum izleyen tahlili keskinleştirmekte son derece yararlı olmuştur. Verdikleri cesaret ve ortaya koydukları örnek için M onthly Review'un üç editörü Paul Sw eezy, Harry M agdoff ve Elen M eiksin W oo d ’a borçluyum. Paul’ün çevresel tahlillere bağlılığı beni bu alana y ö ­ nelten önem li bir etmen olmuştur. Cristopher Phelps de, M ohthly R eview Y ayınları’nm yazı işleri müdürü olarak, bu kitaba baş­ langıcından beri dahil oldu ve bana sayısız ve önem li yollardan yar­ dımda bulundu. Sevgi ve dostluğun her türlü yaratıcı etkinliğin şartı olduğunu sö y ­ lem eden geçm ek olm az. Burada, kendisiyle düşlerimi paylaştığım La­ ura Tamkin’e ve Saul ve Ida Foster’a, yine aynı şekilde, Bili Foster ve Bob M cC hesney’e teşekkür etmek istiyorum. Bu kitabı Saul ile Ida’ya ve içinde yer aldıkları bütün bir genç kuşağa adıyorum.

*Paul Burkett'in bu kitabı, M arx ve Doğa: Kırmızı ve Yeşil P erspektif adıyla y a ­ yınevim iz tarafından yayınlanacaktır.



GİRİŞ Açıklanması gereken ya da tarihi bir sürecin sonucu olan şey, canlı ve etkin insanın doğa ile metabolik alışverişinin ve dolayısıyla doğayı m ülk edinişinin doğal, inorganik koşullarıyla birliği değil, etkin insanla bu insanın varoluşunun inorganik koşullarının birbirinden ayrılmasıdır; ve bu ayrılış tam anlamıyla ilk kez ücretli emekle sermayenin ilişkisinde kendisini onaya koym uştur. ^ Kari Marx, Grundrisse '

Bu kitabm akıl yürütmesi son derece basit bir öncüle dayanmaktadır: Ekolojinin kökenlerini anlayabilmek için, materyalizmin on yedinci yüzyıldan başlayıp on dokuzuncu yüzyıl boyunca devam eden g eliş­ m esiyle birlikte ortaya çıkan yeni görüşleri kavramak zorunludur. Dahası bu çalışm ada, m ateryalizm ve bilim i, çağdaş Y eşil kuramda yaygın biçimde benimsendiği gibi doğa hakkında daha önceki, iddia edildiğine göre daha tercih edilebilir kavrayışların düşmanı olarak tasvir etmek yerine, tersine materyalizm ve bilimin ekolojik düşünce biçimlerini nasıl geliştirdiği —daha doğrusu nasıl mümkün kıldığı — vurgulanacaktır. Buradaki genel tartışma on dokuzuncu yüzyılın en büyük iki mater­ yalisti Darwin ile M arx’in eserleri çevresinde kurulmuştur. FakatJcitabın amacı, bugün çok büyük bir ihtiyaç duyduğumuz, toplumsal dönü­ şümü ekolojik dediğim iz tarzda insanın doğayla ilişkisinin dönüştürülmesine bağlayan devrimci bir ekolojik görüşü anlamak ve geliştirm ek olduğundan, bu çalışm anın ana odağını Marx olu ş­ *

Kari Marx, Grundrisse, Çev.: SevanNişanyan, Birikim Vay.

F:2 / M arx’in Ekolojisi


18

MARX'IN EKOLOJİSİ

turmaktadir. M arx’m bu alandaki düşüncesinin anahtannın, onun, m odem bilim sel ve ekolojik düşüncenin gelişm esinin ayrılmaz bir parçasını oluşturan, kendisinden önceki Epikürcü gelen eği mater­ yalizm ve özgürlük bakımmdan dönüştüım e ve geliştirm e ta zın d a yattığı düşünülmektedir? Bu G iriş’te bu konulan —çalışmanın ana fikrini aralarındaki zorun­ lu birlik oluştursa da— materyalizm ve ekolojiyi başlangıçta birbirinden ayırarak ve bu eleştirel çalışmanın nihai hedefini oluşturan sorunu, çağdaş sos y o —ekolojinin krizini kısaca yorumlayarak açıklığa kavuş­ turmaya çahşacağım.

Materyalizm Şeylerin doğası hakkmda bir kuram olarak materyalizm. Yunan felsefesinin başlangıcında ortaya çıkmıştır. Bertrand Russel’m bu yüzyılm başlannda belirteceği gibi, bu kuramm, “Büyük filozoflann çok azınca kabul edilmiş olduğu gerçeğine rağmen, zamamnuza dek yaşamayı başarmış, birçok bilimsel gelişmeyle birlikte gelişmiş ve görünüşe göre bazı dönemlerde neredeyse bilimsel bakış açısıyla aynı anlamda görülmüştür.” ^ En genel anlamında, materyalizm, varolan her şeyin, kökeninde ve gelişmesinde, doğaya ve “maddeye,” yani, düşünceden bağımsız ve önce gelen bir fiziksel gerçeklik düzeyine bağımlı olduğunu savunur. İngiliz bilim felsefecisi Roy Bhaskar’ı izleyerek, ussal bir felsefi materyalizmin aşağıdaki unsurlardan oluşan karmaşık bir dünya görüşü olduğunu söyleyebiliriz: 1. toplum sahn biyolojik (daha geniş anlam da) fizik olana tek y a n h bağım lılığını ve birincisinin İkincisinden çıktığm ı savunan bit ontolojikm ateryalizm ,. 2. bilimsel düşüncenin en azından bazı nesnelerinin bağımsız bir varlığı ve olgu ötesi (yani nedensel ve yasalı) etkinliği olduğunu savunan bir epistemolojik mater­ yalizm. 3.toplumsal biçim lerin y en id en —üretim i ve dönüştürülm esinde insanın dönüş­ türücü eylem liliğinin yapıcı bir rolü bulunduğunu savunan bir pratik m ater­ yalizm.*

Marx’m materyalist tarih kayrayışı esas olarak “pratik materYalizm”e odaklanmıştır. İnsanın doğayla ilişkileri “daha başından pratik, yani, eylem yoluyla kurulmuş ilişkilerdir.”^Ancak, daha genel materyalist doğa ve bilim kavrayışında hem “ontolojik materyalizmi” hem de “epis-


GİRİŞ

19

temolojik materyalizmi” kabul etmiştir. Marx’a göre, bilimin ilerleyişinde böyle bir m ateryalist doğa kavrayışı zorunluydu. M ^teofalisUarih kavrayışının M arx’in anladığı şek liyle — ve kendi çağında çoğu k ez anlaşıldığı şek liyle- zom niu olarak, mekanizm de (yani mekanik materyalizmde) olduğu gibi katı bir mekanik belir­ lenim cilik ima etm ediğini anlamak önemlidir. Marx’m materyalizme yaklaşım ı, büyük ölçüde, doktora tezine konu seçtiği antik Yunan F ilo­ zofu Epiküros’tan esinlenm işti. R ussel’ın deyişiyle, “Epiküros mater­ yalist g lm ^ la birlikte determinist (belirlenimci) değildi.”® Felsefesi, ş e y le m doğasına ilişkin m ate^falist bir görüşün nasıl insan özgürlüğü kayrayıjının zorunlu tem elini sağladığını gösterm eye adanmıştı. Marx’in Epiküros’a ilgisi din ve Aydınlanma felsefesi üzerine daha önceki incelemelerinden kaynaklanmıştı. Bu incelemelerinde Kant ve Bacon’dan etkilenmişti — bu iki düşünür de kendi felsefelerinin geliş­ mesinde Epiküros’a temel bir önem atfetmişlerdi. Bu ilgi, Epiküros’u “görgül Doğal B ilim ’in mucidi” ve “şu sözde ayanlanm a” ruhunun antik çağdaki cisim lenm esi’ olarak gören Hegel ile karşılaşmasıyla yeni bir ivm e kazandı. Son olarak, 1830’lann başlarında Feuerbach ile başla­ yarak birçok Genç H egelci arasında materyalist öğretilere karşı ilginin yeniden canlanmasıyla daha da büyüdü. Engels’in Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin 5on«’nda* (1888) açıklayacağı gibi, “En kararU genç Hegelcilerin ana gövdesi,” “pozitif dine karşı müca­ delelerinin pratik gereklilikleri tarafından Anglo-Fransız mater­ yalizmine” yani, İngiltere ve İskoçya’da Bacon, Hobbes, Locke ve Hume, Fransa’da da La Mettrie, Diderot ve Holbach gibi düşünürlere “geri itil­ mişlerdi.” Bu düşünürlerin materyalizminin ortak temeli, Marx’in çok iyi fatk ettiği gibi, Epikür felsefesiydi. Her şeyden önce, Epikürcülük erekbilim (teleoloji) karşıtı bir duruşa:Nihai nedenlere, tannsal niyete dayandınlan her türlü doğal açıklamalann reddine olanak sağlıyordu. Materyalizm ile bilimin karşılaşacağı yer burasıydı. Bütün bunlann önem ini anlamak için, on dokuzuncu yüzyıl başlanndaki bütün felsefe tartışmalannın en ön cephesindeki tek soruyu bilmek can alıcı önemdedir. Bu soru, Engels’in ortaya koyduğu biçimiyle şudur; *K.M arx, F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Çev.: S. Belli, Sol Yay., ve Sosyal Yay., Çev.: C. Karakaya


20

MARX IN EKOLOJİSİ

“D ünyayı tanrı mı y ^ a ttı, yoksa, dünya ezelden beri var m ıdır?” Filozofların bu soruya verdikleri yanıt, onları iki büyük cepheye ayırır. Ruhun doğaya ö nce­ liğini ve bu yüzden, son kertede şu ya d a bu biçim de dünyanın yaratılm ış oldu­ ğunu —(ye filozoflar a ra sın d a örneğin H egel’de bu yaratılış çoğu kez H ıris­ tiyanlıktaki y aratılıj arılayışından daha çapraşık ve o l a n ^ s ı z bir biçim a h r)savunanlar idealizm kam pını oluşturur. D oğanın önceliğini kabul eden diğer­ leri m ateryalizm in çeşitli okullarına aittir. Bu iki ifade, idealizm ve m ater­ yalizm , esas olarak bundan başka hiçbir şeye işaret etm ezler, ve burada da yalnızca bu anlam da kullanılm ışlardır. *

Materyalizm böylece, erekbilimsel açıklamalara muhalefetinden ötürü, insan bilişine ilişkin kuramlarda yaygın olarak duyum culuk ve görgülcülükle özdeşleştirildi. Bu yüzden, materyalizm ve duyumculuk çoğu kez idealizm ve tinselciliğin karşısına çıkarıldı. Büyük Alman ozanı (ve deneme yazan) Heinrich H eine’in 1830’lann başlannda gözlem lediği gibi, “tinselcilik” som felsefi anlamında “yalmzca kendini ululamak için maddeyi parçalamaya, en azından, adını kötüye çıkarmaya çahşan ruhun kötücül küstahhğı” olarak tammlanabilir. “Duyumculuk” ise, tersine “maddenin konumunu geri vermeyi ve duyulann haklannı iade etmeyi amaçlayan enerjik bir muhalefet” olarak tanımlanabilir. Birincisinin diğer adı “idealizm,” ikincisininki “materyalizm”dir.® N e var ki, materyalizm ve idealizmin ikisinin birden karşısına, hem David Hume’un görgülcülüğünde, hem de Immanuel Kant’ın aşkın idea­ list felsefesinde ortak olan kuşkuculuk çıkanidı. Kant’ın duyulanmızın ötesinde bir gerçekliğin varolduğunu kabul ettiği doğrudur, ama, bu gerçeklik doğrudan değil yine yalnızca duyulanm ız aracılığıyla kavra­ nabilir. Kant’a göre, bu gerçeklik “numenler” ya da “kendinde-şey” alanına ait olup, bilinem ez ve aşkındır. Böylece, Kant’a göre, kesinlik ihtiyacı, basitçe hiçbir zaman emin olamayacağımız (deneyimlerimize dayanan) a posterio ri bilgiye olduğu gibi, mantıken deneyimlerimizin mümkün olabilm esi için güvenilm esi gereken (zaman ve mekân gibi anla­ yışım ızın kategorilerine dayanan) a prio ri bilgiye de güvenmememizi gerektirir.‘‘K£ndinde 7şeyler[]in nedensel güçlerine güvenen her türlü görüşe yönelik Kantçı eleştiri, tutarlı bir materyalist felsefe kurmak yönündeki bütün çabalan yerle bir ediyor gibi görünmektedir. Maddenin (antik materyalistlerin “atomlar”ı ve maddenin hissedilir olmamakla birlikte gerçek olan bileşimlerini ve güçlerini nitelem ek için yapılan tüm diğer girişimler gibi) duyulara açık olmayan gerçek yapısı ve güçleri Kantçı rasyonalizm e kolay bir av olur. Söz konusu rasyonalizm, mutlak


GİRİŞ

21

İdealistlerin düşünceyi ve variiğm m ahiyetini tanımlamak yönündeki tüm çabalannı da aynı biçim de mahkûm eder. Kant, özet niteliğindeki “S af Usun Tarihi” adlı çahşm asında ve S a f Aklın E leştirisi eserinin sonunda, “Epiküros’un duyusalm, Platon’un entelektüelin en önde gelen filozofu olarak adlandınla’^ b ileceğin i söyler, kendi eleştirel felsefesi ise, aynı anda bu ikisini de aşmaya yönelik bir girişimdir. Georg W ilhelm Friedrich H egel’in diyalektik felsefesinin önemi (Marx ile E ngels’in bakış açısından), idealist bir bakış açısından mümkün olabildiği ölçüde, Kantçı kendinde— şey ikileminden bir çıkış yolu göstermesinden gelir. Bunu, insanı dış dünyadan ayıran ve böylece biliş sorunlannı meydana getiren nesneleşm e ve yabancılaşmanın, tinin tarih içinde gelişim i aracılığıyla sürecinde bulunduğunu öne sürerek yapmıştır." Dünya görüşlerimizin doğruluğu, usumuzun onay­ lanması, dünyayı ve onunla birlikte kendimizi dönüştürüşümüz sırasında kurulur. Bu, bir çelişki ve aşma, diyalektiğin özünü oluşturan bir yabançılaş^madan sıynim a sürecidir. N e var ki, H egel’e göre, bütün bunlar yalnızca düşüncenin gelişim i alanında meydana gelir ve sonuçta, idealist (aslında dinsel) bir bakış açısını güçlendirir. H egel, M antık'm âa, kendi başına ve kendisi için gerçekliği olmayıp yalnızca düşünce sayesinde varolan “Sonlu olan idealdir önermesinin, idealizmi oluşturduğunu” yazm ıştı: Felsefenin idealizm i, sonlu olanın hakiki bir varlık olm adığını tanım aktan ba§ka bir şey değildir. H er felsefe özünde idealizm dir, ya da en azından ilke­ sinde idealizm vardır... Bu felsefe için olduğu kadar din için de doğrudur; çünkü din de aynı biçim de, sonluluğu gerçek bir varlık olarak, nihai ya da mutlak bir şey olarak, yahut türem em iş, yaratılm am ış, ebedi bir şey olarak tanım az.'^

Buna karşılık Marx’a göre, H egel’in idealist felsefesini karakterize eden bu maddi gerçekliği/varoluşu düşünceye tabi kılma çabası, kesin­ likle dinsel bir dünya görüşüne ve [materyalizmle birlikte hümanizmin yadsınmasmalgötürür. Bu yüzden, Hegel ile özdeşleşen oluş halindeki bir bütünlük süreci kavrayışının, gerçekten anlamlı olabilmek için, bir pratik materyalist bağlama oturtulması ve [Hegel’in Aydınlanma mater­ yalizmi aleyhine on yedinci yüzyıl idealizmini restore etme çabasının* aşılması zorunludur.*^ M arx’a göre, eylem yoluyla, yani, maddi praksisim iz aracıhğıyla dünya ile ilişkimizi dönüştürür ve dünyadan yaban­ cılaşm am ızı praksis aracılığıyla aşarız.


22

MARX'IN EKOLOJİSİ

Felsefenin materyalist ve idealist kanatlanmn en önde gelen tem sil­ cileri Kant için Epiküros ve Platon ise, Marx için de Epiküros ve H egel’dir. Marx’m gözünde, L“görünüşü görünüş olarak, yani, özün yabancılaşması olarak] kavrayacak” ve i^'en yüksek kutsallığın insanın öz-bilinçliliği olduğunu] kabul edecek ilk k işi” olduğu için, Epiküros diyalektik bir gerçeklik arayışımn biçim lenm esinde can alıcı bir rol oynamıştır. Marx bu konuda şunlan söylemiştir: “Felsefe, o dünyaya hükmeden ve özgür yüreğinde çarpan tek bir kan damlası kaldığı sürece, hasımlanna Epiküros’un narasıyla karşıhk vermekten asla yorulmayacaktır: ‘Gerçek imansız, çoğunluğun tannlannı yadsıyan değil, onlan onaylayan kişidir.”'“* Buradaki imansızlık, hem insani öz-belirleyicilik ve özgürlüğü, hem de hayatın ölümlü, maddi temelini inkâr etmektir. Epikürcü materyalizm dünyamn faniliğini; bütün hayatın ve varoluşun geçici karakterini vurgular. En temel ilkesi, hiçlikten hiçbir şeyin doğma­ yacağı ve hiçbir şeyin hiçliğe varacak biçimde yok edilem eyeceği ya da hiçliğe indirgenemeyeceğidir. Maddi varoluşun tümü birbirine bağımhdır ve yeni gerçeklikler üretmek için sonu gelm ez biçimde örgütlenen atom­ lardan kaynaklanır (ya da bu atomlara aynşır.) Marx’a göre, Epiküros’un materyalizminin derinliği, “doğamn ölümünün” “Lucretius’un ‘ölümsüz ölüm hayata el koyduğunda’ dizeleriyle doğru olarak haykırdığı gibj” bu felsefenin — ve bizzat atom kavramının kendisinin— “...ölümsüz özü hali­ ne gehnesi” gerçeğinde kendisini açığa vurur.*’ Bu yüzden Epiküros felse­ fesinde Aristocu nihai nedenlere gerek yoktur, onun yerine, doğanın kendi içindeki ölümlü ve geçici (mors immortalis) olarak kavranan durmadan değişen düzenlemelere vurgu yapılır. Genç H egelci Ludwig Feuerbach’ın, en güçlü biçimde Felsefenin Reformu İçin Başlangıç T ezleri’nde (1842) ortaya koyduğu Hegel eleş­ tirisi, Marx’in bundan yalnızca bir yıl önce tamamladığı Epiküros üzeri­ ne doktora tezinde geliştirm eye başladığı kendi eleştirisiyle çakışmışür. Feuerbach, Marx’m da tezinde göndermelerde bulunduğu daha önceki eseri Bacon ’dan Spinoza 'ya M odern Felsefenin Tarihi (1833) adlı eserinde, Hobbes v e Descartes’in (fiziğinde) soyut, mekanik ya da “som materyalizm”lerini reddetmekle birlikte, materyalist bir dumş geliştirme m ücadelesine girişmişti. Mekanik materyalizme H egel’in idealizminin karşısına çıkaracağı bir alternatif geliştirme çabası, sonunda Feuerbach’ı Başlangıç T ezleri’nde ¡duyumculuğu vurgulamaya! götürdü. Duyumculukla, diyalektik gelişim in (ve kendinde-şey’in aşılmasının) anahtarı olarak tinin soyut özünün karşısına bir insani öz çıkanyordu. N e


GİRİŞ

23

var ki, Marx, Feuerbach Üzerine Tezler'de en önemlisi' Epiküros’unki olmak üzere daha önceki bütün materyalizmler gibi Feuerbach’ın mater­ yalizminin de tümüyle tasarlamacı/tefekkürcü (contemplative) mater­ yalizm e düştüğünü] ileri sürecekti,(Feuerbach’m materyalizmi hiçbir olumlu etik içeriğe sahip olmadığından ashnda Epiküros mater­ yalizminden daha da tasarlamacı nitelikteydi). Marx’a göre, gerekli olan, materyalizmi pratik yönüne, etkin bir ilkeye döndürmekti.** Gene de, burada önem le anlaşılması gereken nokta, Marx’in mater­ yalizm i bu şekilde pratik kılışında, materyalist bir doğa kavrayışına, yani, materyalizme, hem ontolojik hem de epistemolojik bir kategori olarak genel bağlılığını hiçbir şekilde elden bırakmamış olduğudur. Materyalizm, (Bhaskar’ın mateıyalizm tanımının ilk iki bileşenine işaretle) gerek “toplumsalın biyolojik (ve daha genel olarak fiziksel) varlığa tek yanlı bağımlılığı ve birincinin İkincisinden çıktığı” anla­ mında, gerekse de “bilimsel düşüncenin en azından bazı nesnelerinin bağımsız varoluşu ve olguaşın (transfactual) etkinliği” anlamında, Marx’m tahlilinin zorunlu öğeleri olarak kalmıştır. Bunun ardında, her türlü erekbilimsel düşünce biçimlerinin radikal materyalist bir eleştirisi yatar. Bu bakımdan, Marx, düşünceden bağımsız, dışsal, fiziksel bir dünyanın varoluşunu vurgulayarak, bugün olsa “gerçekçi” denecek bir ontolojik konum almıştır. Burada, Bhaskar’ın tanımladığı şekliyle rasyonel materyalizmin ilk iki bileşeninin, fiilen Bhaskar’ın kendi “eleş­ tirel gerçekçiliği” için ontolojik ve epistemolojik başlangıç noktalarını oluşturduğunu belirtmek gerekir. Marx, böylece, açıkça ilan edilm iş bir materyalist perspektiften hem gerçekçi hem ilişkici (yani, diyalektik) olan bir yaklaşım benimsemiştir. Görmüş olduğumuz gibi, Hegel, diya­ lektikle Kantçı kendinde-şey’in temsil ettiği antinomilerin üstesinden gelmenin araçlannı aramıştı. N e var ki, Bhaskar’a göre, H egel’in felse­ fesinde bu, “tam anlamıyla, maddenin özerk varoluşunun; yani, G eist’in [Ruhun] gelişim inde, mutlak fikrin kendini gerçekleştirmesinde bir uğrak olmanın dışında maddenin varlığının yadsınmasını” içerir. Buna karşılık M a rx ’a göre, ‘ne düşünce ne de dil... kendi başlarına bir alan oluşturur, onlar yalnızca fiili hayatın tezahürleridir.’,., öyle ki ‘bil inç asla bilinç­ li varlıktan başka bir şey olam az.’

Bu yaklaşımın felsefenin ve toplumsal bilimin sonraki gelişm esiyle


24

MARX'IN EKOLOJİSİ

İlgili önem i ne kadar vurgulansa abartılmış olmaz. Bir gerçekçilik biçim i olarak, doğal bilimle toplumsal bilim ve maddi/doğal bir dünya kavra­ yışıyla toplumsal dünya arasında sürekli ve yakın bir bağlantınm bulun­ duğunda ısrar eder. Bu nedenle Marx, kendi materyalizmini sürekli olarak “doğal tarih sürecine” ait bir materyalizm olarak tammlamıştır. Aym z a m a n d a , toplumsal tarihin, diyalektik—ilişkisel karakterini ve insan toplumunun toplumsal praksise gömülmüşlüğünü vurgulamıştır Bu yüzden, mateıyalizmi doğa alamndan ve doğal—fiziksel bilimden ayırma yönündeki her girişim ta başından reddedilmiştir. Aym zamanda, onun materyalizmi toplumsal alanda, insanhk tarihinde varolan özgürlüğü (ve yabancılaşmayı) yansıtan benzersiz ve pratik bir nitelik kazamr. Bütün bunlar tartışmasız bir nitelikte görülebilir, fakat, Marx’in yaklaşiiTunm en büyük önemi, Bhaskar’m “materyalizmin olanaklıhğı” dediği şeyi, yani, alanlan ne kadar farklılıklar gösterirse göstersin, “doğal ve toplumsal bilimler arasında zorunlu bir yöntem birliği olduğu (ya da olabi­ leceği) tezini” sağlamasından ileri gelir. Bu önemlidir, çünkü, toplumsal bilimde bir yanda bir “hiper-doğalcı pozitivizm” öte yanda “doğalcılık karşıtı yorumsamacılık” şeklindeki ikilikçi bölünmeden uzaklaştırır.'® Batılı, eleştirel Marksizm (çağdaş felsefe ve toplumsal bilimin çoğun­ luğuyla birlikte), toplumsal varoluş alamna (bilimin gelişmesinde bazı dikkate değer başanlarda payı olan) mekanist ve indirgemeci bir dünya görüşü transfer etmeye çalışm ış olan on dokuzuncu yüzyılın ham pozi­ tivizmini reddedişiyle tanımlamr. Ne var ki, Marksistler de dahil, insani bilimlerde kafa yoran düşünürler, Sosyal Darvinist çeşidinden mekanist biyolojiyi de içeren mekanizmi reddederken, toplumsal dünyamn bütü­ nünde insan pratiğiyle — doğamn toplumsal dünyaya ait olmuş yönlerini de içeren— ilişkileri içinde inşa edildiği görüşünü benimseyerek ve bu yolla geçişsiz bilgi nesnelerini (doğal ve insanlardan ve toplumsal yapı­ lardan bağımsız olarak varolan bilgi nesnelerini) basitçe yadsıyarak, gerçekçiliği ve materyalizmi de reddetmişlerdir Marksizm içinde bu eğilim idealist yönde bir dönüşü tem sil eder. Ö zellikle, E ngels’e karşı — sanki M arksizmde materyalist bir doğa kavrayışının varlığından Marx değil de tek başına o sorumluymuş gibi- diyalektiğin yalnızca praksise, yani toplum sal— insani dünyaya ilişkin olduğu yaygın biçim de iddia edilir.^® Bu nedenle, —bilim içinde Marksist bir geleneğin tümüyle ayn biçim de varolmaya devam etme­ sine rağmen— Marksist toplum sal bilimciler giderek artan biçimde bilim le bağlarını kopartmıştır. V e bu yolla, M arx’in K a p ita l'd e açıkça


GİRİŞ

25

İfade edilen kendi idealinin, materyalist bir tarih kavrayışmı doğal tari­ hin bütün gücüyle materyalist bir doğa kavrayışıyla birleştiren bir analiz düşüncesinin, usun ihlali demek olduğu ilan edilmiştir. Marksizm için trajik sonuç, materyalizm kavramının gitgide soyut­ laşması ve doğrusu anlamsızlaşması, Raymond W illiams’ın belirttiği gibi, son kertede hayatın üretimine ve ekonomik varoluşa, fikirler gibi “üstyapısal” unsurlara göre belli bir öncelik tanımaya indirgenen bir “sözel kate­ gori” haline gelmesidir.^' Materyalizm anlayışı, böylelikle, Marksist kuramcılann boş yere kurtulmaya çalıştıkları ünlü temel-üstyapı meca­ zının şey leşm iş bir kavrayışından ayırt edilem ez olmuştur. îronik biçim de, eleştirel Batı Marksizminin (en azından yapısalcı gelenek dışında) genel olarak tem el-üstyapı m ecazına karşı çıktığı düşünüldüğünde, daha derin ve sonuna dek götürülmüş bir mater­ yalizmin yokluğu, —eğer materyalizm bir biçim de korunacaksa- bu mecaza bağım lılığı kaçınılm az kılmaktadır. B öyle daha derin bir materyalist görüş, ancak materyalizmi üretken varoluşla ilgili olduğu şekilde gerçekliğin —duyular alanını da içeren— doğal/fiziksel koşul­ larına ve aslında daha geniş doğal dünyaya bağlamakla mümkün olabi­ lir. Hayat ve ölüm, yeniden-üretim, biyosfere bağım lılık gibi temel konular ancak bu yolla doğru biçimde ele alınabilir. Raymond NVilliams, 1978’de üzüntüyle “Şim diye kadar; bir kuşak­ tır, Marksizm ile doğal bilim ler arasında, yalnızca bilgideki boşluk­ lardan ve [M arksizmin] gelişm esindeki başarısızlıkların varlığından değil, ama bu boşluklar aracılığıyla ve Marksizmin düşmanlarının doluşmasından her iki taraftan da kaynaklanan, alışılm adık bir huzur­ suzluk var” diye yazmıştı.^^ Bilim içinde biyolojizm ya da aşırı Sosyal Darvinizmin yeniden canlanması, ancak Richard Lewontin ve Stephen Jay Gould gibi büyük doğa bilimcilerin iyi bir şekilde gösterdikleri gibi, mekanist ve indirgem eci olmayan ve m ateryalist bir tarih kavrayışını muhafaza eden bir eleştirel materyalizm aracılığıyla etkili biçim de savaşılabilecek bir te h lik e d ir .A y n ı biçim de, toplumsal bilimlerde de gerçekliği tanrı vergisi fikirler ve (Raymond W illiam ş ile özdeşleşen kültürel materyalizmden farklı biçimde) soyut kültürelci mefhumlar alanına indirgeyen idealizm e karşı tek gerçek savunma, maddi varo­ luşun m addi/fıziksel yönlerini yadsıyarak materyalizmini yoksul­ laştırmayan güçlü bir tarihsel m ateryalizmin geliştirilm esidir. Marx’ın bakış açısı, bu yüzden, bilim in, eğer bilim sel olacaksa, materyalist olm asını talep eder. Bu bakış açısından, değişen tarihsel


26

MARX'IN EKOLOJİSİ

gelişmelerin ve olanaklann incelenmesi hiçbir biçimde doğal-fıziksel bili­ min incelenmesinden ayn olamaz. Bu yüzden, Marx bütün ömrii boyunca yorulmaksızm bilimdeki gelişmelerie baş başa yürümüştür. Bunun, Marx’m değil de Engels’in saplantısı olduğu yolundaki yaygın yanhş anla­ malar devasa kamtlar yığınıyla çelişmektedir ve duram, Marx’in yeni bilimsel defterlerinin yayımlanmasıyla bugün bizim için bir onyıl öncesine oranla daha da açıklık kazanmıştır.

Ekoloji Marx’i ekolojiye gereken ilgiyi göstermediği için kınamamn uzun bir geçm işi varsa da, tartışmalarla geçen onyıllann sonunda, bu görüşün olgularla uyuşmadığı açık biçimde ortaya çıkmıştır. Tersine, İtalyan coğrafyacısı Massimo Quaini’nin gözlemlediği gibi, “Marx... modem buıjuva ekoloji bilincinin ortaya çıkmasından önce doğamn sömürülmesini kınam ıştı.”^ Marx’m insan emeğinin yabancılaşması mefhumu başın­ dan beri insanın doğadan yabancılaşması anlayışıyla bağlantıhdır. Tarih­ sel olarak açıklanması gereken şey, her şeyden önce, bu iki katlı yaban­ cılaşmadır. Bu yüzden, Marx’m en acımasız eleştirmenleri bile, son zamanlarda eserinin çok sayıda dikkate değer ekolojik sezgi içerdiğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Muanzlan, ekoloji konusunda Marx’i basit bir yeter­ sizlikle suçlamak yerine, artık birbiriyle yakından bağlantılı olan altı iddia kullanmaktadırlar. İlk olarak, Marx’m ekolojik ifadeleri, eserinin asıl konu­ suyla sistematik bağlantısı olmayan “parlak yan deyişler” olarak bir kenara atılır.^^ İkincisi, bu ekolojik sezgilerin oransız biçimde erken dönem yabancılaşma eleştirisinden doğduğu, sonraki eserlerinde pek görülmediği söylenir. Üçüncüsü, Marx’m doğamn sömürülmesini (onu değer kuramına dahil etmeyi ihmal ettiğinden) ele almakta nihai olarak başansızhğa uğra­ dığına ve onun yerine “Prometeusçu” (teknoloji yanlısı, ekoloji karşıtı) bir görüş benimsemiş olduğuna inanmamız istenir.^^ Dördüncüsü, “Prometeusçuluk” iddiasının mantıki sonucu olarak, Marx’m b a b ş açısından kapitalist teknoloji ve ekonomik kalkınmanın ekolojik sınırlardan kaynak­ lanan tüm sorunlan çözm üş olduğuna ve geleceğin ortaklaşmış üreticiler toplumunun bolluk koşullan altında varolacağına inanıldığı düşünülür. Bu yüzden, güya Marx’m mantığını aktaran iktisatçı Alec N ove’un söyle­ diği gibi, “kıt kaynaklann tahsisi sorununu ciddiye almaya” ya da “ekolojik yönden b ilin çli” bir sosyalizm geliştirm eye gerek kalma­


GİRİŞ

27

yacaktır.^^ B eşincisi, M are’ın bilim konulanna ya da teknolojinin çevre üzerindeki etkilerine pek az ilgi göstem ıiş olduğu ve bu yüzden ekolojik konulann tahlili için gerçek bir bilim sel tem ele sahip olm adığı iddia ed ilir Önde gelen İngiliz sosyologlan M ichael RedcIift ve Graham W oodgate’e göre, Marx, insanın doğal çevreyle etkileşim inin toplum­ sal olmakla birlikte, aynı zamanda “her yerde ve her zaman geçerli, değişm ez ve toplum sal varoluşun her aşamasında ortak” olduğunu önermiştir, oysa böyle bir anlayış, “ ...teknolojinin rolünü v e onun çevre üzerindeki etkilerini tam anlamıyla anlayamaz.”^* A ltıncı olarak, Marx’m “türcü” olduğu ve insanın hayvanlarla bağını radikal biçim de kopararak, hay vanlann karşısında insanın tarafını tuttuğu söylenir.^® M arx’in ekolojik düşüncesinin sistematik biçim de yeniden inşası yönünde bir girişim olan bu kitapta bütün bu eleştirilere açık bir karşılık verilecektir. Söz konusu eleştirilerin büyük çoğunluğu, Marksizmin eleş­ tirisinde, Jean-Paul Sartre’ın “bir ‘Marksizm karşıtı’ argüman, yalnızca Marksizm öncesi bir fikrin görünür yeniden canlanmasıdır” sözlerinde anlaümını bulan yerleşik bir geleneği izleyerek, Marx’i, Marx’in bizzat eleştirm iş olduğu başka sosyalist kuramcılarla kanştırmaktadır.^® Böylelikle, Marx, Proudhon’un Ekonomik Çelişkiler Sistem i’ne yönelttiği eleştirisinde bu tür bir “Prometeusçuluğa” gelm iş geçm iş en güçlü eleş­ tiriyi getirmiş olduğu halde, bu aynı teknolojik “Prometeusçuluğu” benimsemiş olduğu iddiasıyla saldınya uğrar. Benzer biçim de. Alman sosyalisti Ferdinand Lassalle’ı, em eği zenginliğin tek kaynağı olarak gören ve böylece doğanın katkısını göz ardı eden “doğaüstü” bir görüş benimsediği için sert biçimde eleştirmiş olmasına rağmen, zenginliğin oluşumunda doğanın rolünü kavrayamamış olmakla suçlanır. Bununla birlikte, daha tem elli olarak, bu eleştirilerin çoğunda asıl sorgulanan, Marx’m materyalizmidir. Bunlarda, materyalizminin Marx’i, ekolojik değerleri öne çıkarmak yerine, bir tür “Bacongü” doğaya boyun eğdirme ve ekonomik kalkınma anlayışını vurgulamaya götür­ düğü söylenir. B öylece Marx, Torilerin doğa tapmcma karşı çıkan bir tür radikal Whig,* Romantik ek o —m erkezciliğe karşı faydacı insanmerkezciliğin bir tem silcisi haline gelir. Bu eleştirinin somnu, çağdaş * A nglo Sakson siyasi tarihinde M uhafazakâr ve Liberal geleneklerin kökenindeki iki akım . Toprak sahibi aristokrasi ve taşra kibarlarının tem silcisi olan Toriler “kırsal değerleri ” savunurken, fın a n s ve sanayi burjuvazisinin çıkarlarının savunucusu olan W higler sanayileşm e, teknolojik gelişme ve modernizm in tarafındaydı.-ç.n.


28

MARX'IN EKOLOJİSİ

sosyo—ekonomik düşüncenin büyük çoğunluğu için geçerli olduğu gibi, insanlarla çevreleri arasındaki etkileşim in tem el doğasını anla­ yamamasıdır. Ekolojik sorun başlıca ve birincil olarak bir d eğ erler sorununa indirgenir, bu arada, insanlarla doğa arasındaki (M arx’in “metabolik ilişkiler” olarak adlandırdığı) evrim leşen m a d d i k a rşd ık lı ilişkilerin sunduğu çok daha güç olan konu tümüyle atlanır. Tutarlı bir materyalist bakış açısından sorun, bir eko-m erkezciliğe karşı insan m erkezcilik sorunu -ashnda bu tür ikicillikler biyosfer içinde insan varoluşunun gerçek, sürekli değişen maddi koşullan anlamam ıza pek az yardım eder- olmaktan çok, bir birlikte evrim sorunudur. Y alnızca ekolojik değerler üzerine odaklanan yaklaşımlar, daha genel olarak idealizm ve tinselcilik için olduğu gibi, bu karmaşık ilişkileri anlamaya pek az yardımcı olur. “Gökten yere inen” tüm bu görüşlerin tersine, “yeryüzünden göğe çıkmak” gereklidir.^' Yani, yeryüzüyle ruhsal bağlantılarımız da dahil, tinsel kavrayışlarımızın maddi ve dünyevi koşullanm ızla nasıl bağlantılı olduğunu görm em iz gerekir. Elbette, burada Marx’i da aşan bir sorgulama söz konusudur. Gerçek­ te sorgulanan, doğaya ve insana materyalist yaklaşımlann bütün bir tari­ hidir. Çağdaş Y eşil düşüncede, ekolojik bozulmanın tüm sorum­ luluğunu, on yedinci yüzyılda, herkesten çok Francis Bacon’m katkılannın tem sil edilen, bilim sel devrimin ortaya çıkışına yıkma yönünde güçlü bir eğilim vardır. Bacon, genellikle düşüncesinin sistem­ li bir değerlendirilmesinden çok, kendisinden aktarılan bazı özdeyişlere dayanılarak “doğaya hükmetm e” anlayışının başlıca savunucusu olarak tasvir edilmektedir. Buradan da, “doğaya hükmetme” fikri, kendisine Romantik, organist, dirimci ve postmodem bir görüşle karşı çıkılabilecek bir basit, dümdüz insan— merkezci bakış açısı olarak ele alın­ maktadır.^^ N e var ki, kişi, mekanizm ve dirimcilik ya da idealizm arasındaki çatışmaya yoğunlaşarak (ve daha tem el materyalizm konusunu gözden kaçırarak), bu kategorilerin tek yanlılıklarında diyalektik olarak bağlantılı olduklannı ve kapitalist toplumun yabancılaşm asını temsil ettiklerinden birlikte aşılmalarının gerektiğini görem eyen bir ikilikçi kavrayışa düşebilir. Tartışm asız biçim de kendi kuşağının İngil­ tere’deki en büyük Marksist düşünürü olan Christopher CaudweH’in (1907-1937) 1930’larda belirtmiş olduğu gibi, mekanist, “deneyim üzerine tefekküre dalarak — erekbilim in, dirim ciliğin, idealizmin, yara­ tıcı evrimin ya da nasıl adlandm lırsa adlandırılsın, kesinlikle çürüyen


GİRİŞ

29

kapitalizmin moda ideolojisi olan aynı yanılsamanın karşı kutbuna sürüklenen” kişidir.^^ Bu ikilikçi perspektifin idam esi, çağdaş Y eşil düşüncenin (kura­ mın) büyük bölümünün içkin vasfıdır ve bu geleneği zaman zaman Aydınlanma ve birçok devrimci hareketle birlikte neredeyse bütün m odem bilim in ham reddine götürmüştür. Bu eğilim çağdaş postm odem düşüncenin büyük bölümünde hâkim olan antirasyonalizmini de beslem iştir. Bu bakış açısından, neredeyse on yedinci yüzyıldan yirm inci yüzyıl aralığında yetişen bütün düşünürler, birkaç şair, sanat­ çı ve kültür eleştirmeninin istisna tutulmasıyla, ekoloji karşıtı değer­ lere bağlanmak ve ilerlem eyi tanrılaştırmakla suçlanmıştır.^“* Yalnızca değerlerin hesaba katıldığı bu tuhaf, idealist bağlamda, gerçek tarihsel-maddi konular kaybolur ve büyük tarihsel ve entelektüel mücadeleler sıradan ibarelere indirgenir. İnsanın “doğaya hâkim olm a­ sı” anlayışının, insan-m erkezciliğe eğilim li olm akla birlikte, zorunlu olarak doğaya ya da onun yasalarına karşı uç bir hürmetsizlik ima etm e­ diği açıktır, ya da, öyle olmalıdır. Bizzat Bacon, doğanın efendisi olm a­ nın ontı anlamak ve onun yasalarını izlem ekten kaynaklandığını söyle­ mişti. Marx, bunu esas olarak doğayı burjuva kalkınmanın gereksinmelerine uydurmaya yönelik bir “hile” olarak mahkûm edecek olsa da, söz konusu form ülasyon, her şeye rağmen insanlık durumunun gerçek çelişkisini ifade etmektedir.^^ Bu yüzden, Caudwell, Yanılsama ve G erçeklik’te “doğanın efendisi olmak” kavramından yola çıkarak şunları söyleyecekti: İnsanlar, Doğa ile mücadelelerinde (yani, özgürlük için mücadelelerinde) bu özgüllüğü kazanmak için birbirleriyle belli ilişkilere girerler... Fakat insanlar kendilerini değiştirm eden Doğayı değiştiremezler. Doğanın ve insanlarm, toplum tarafından dolayım lanan bu karşılıklı birbirine geçmiş yansıtıcı hare­ ketinin tam olarak anlaşılması, yalnızca Doğada değil kendim izde ve buradan toplumda da olduğu biçimde zorunluluğun kabul edilmesidir. Bu etkin özne-nesne ilişkisinin nesnel olarak görülmesi bilim, öznel olarak görülmesi sanattır; fakat, bu pratikle etkin birlikten doğan bilinç olarak, basitçe somut yaşamdır - bireylerle Doğa’nın tek dünyasında bir insan bireyi gibi çalışm anın, duym anın, düşün­ menin ve davranmanın bütün bir sürecidir. ^

“Yansıtıcılığı” vurgulayan böyle bir diyalektik kavrayışta şu sözde “doğanın efendisi olmak” fikri, sonsuz bir diyalektik etkileşim sürecine döner. Bu yüzden Yanılsama ve Gerçeklik'i&n kısa süre sonra taslak halin-


30

MARX'IN EKOLOJİSİ

de kaleme aldığı, ancak yayımlanmak için 1986 yılına dek yanm yüzyıl beklenen Heredity and Developm ent' (Kalıtım ve Gelişim) daC audw ell, insan-doğa ilişkilerine Darwin ve Marx’dan kaynaklanan biriikte evrim yaklaşımının güçlü bir örneğini verecektir. Yukandaki akıl yürütmeye uygun olarak yalnızca “doğanın efendisi olma” fikri ile sürdürülebilirlik kavramı arasında hiçbir zorunlu temel çelişkinin bulunmadığını bir kez kabul ettiğimizde, “efendilik” ve sürdürebilirlik” mefhumlarının aynı Bacongil gelenekten birlikte doğm uş olduklanm görmek şaşırtıcı olmayacaktır. John Evelyn’in Syiva’sm da (1664) ormanlar için yaptığı büyük savunma ya da Fumifiıgium'unda (1661) —hava kirliliğinin şim diye dek yapılmış en büyük materyalist eleştirisi olan— hava kirliliğine yönelttiği saldında görülebileceği gibi, Baconcu “ileriemecilerin” arasında aynı zamanda sürdürülebilir kalkın­ manın ilk savunuculannm bulunması tesadüfi bir olgu değildir. Yalnızca bir Baconcu ilerlemeci olmakla kalmayıp (Marx’m kendi mater­ yalizminin başlangıç noktasını oluşturan) antik Epikürcü materyalizmin şiirsel şaheseri olan Lucretius’un D e rerum natura'sm ı (Şeylerin D oğası Üzerine) bazı parçalarını da İngilizce’ye çeviren kişi olan Evelyn, çok karmaşık bir sorunlar küm esi ortaya koymuştur.^^ Gerçekte, ekolojik düşüncede on dokuzuncu yüzyıl boyunca kayde­ dilen en büyük gelişm eler, değişen tarihsel koşullarla etkileşim içinde materyalist kavrayışlann önem kazanmasının sonuçlarıydı. Orta­ çağlarda ve ashnda on dokuzuncu yüzyıla dek, baskın dünya görüşü “Varhğm Büyük Zinciri” erekbilim sei görüşüydü. Sonralan doğal teoloji tarafından değişikliğe uğratılarak savunulacak olan bu görüş, evrendeki her şeyi, tannsal inayet terimleriyle ve buna bağlı olarak, dünyanın Tann tarafından “insan” için yaratılmış olduğu anlayışından hareketle açıklıyordu. Yeryüzü evrenin merkeziydi ve zaman ile uzay sınırhydı. Bu bakış açısının en büyük düşmanı, Rönesans ve Aydın­ lanma içinde yeniden canlanacak antik materyalizm, özellikle de Epikür­ cü materyalizmdi. M ateryalizm , sk olastik — A ristocu bakış açısını sorgulam akla, bu erekbilim de m erkezi yeri olan insan-m erkezciliği de sorguladı: Yeryüzü evrenin merkezi olm aktan çıkarıldı; zaman ve uzayın sınır­ sız olduğu keşfedildi (hatta, yeryüzü tarihinin zam anın “derin uçuru­ muna” bağlı olduğu bulundu; ve son olarak, insanın aynı evrim ağacı­ nın bir dalı olarak m aym unlarla ortak bir atayı paylaştığı gösterildi. B ilim in bu büyüm esinin h er adım ı, m ateryalizm in gelişm esiyle eşit­


GİRİŞ

31

lenebilir. Tanrı maddi evrenden — güneş sistem inden, yeryüzünün evrim inden ve son olarak bizzat hayatın evrim inden uzaklaştırıldı; ö y le ki m odem bilim in bakış açısından, T ann, E piküros’un tanrıları gibi, giderek artan biçim de maddi evrenle hiçbir ilişkisi olmadan in term un dia'ya, dünyalar arasındaki gözeneklere yerleştirilm iştir. — Ekolojik tahlil için zorunlu olan — A ynı önem deki bir k e şif de, maddi evrim in tüm akışı boyunca insanla yeryüzünün karşılıklı bağım ­ lılığın ın bulunm asıydı. Bundan b öyle. Varlığın Büyük Z inciri’nde en aşağıdaki canlı organizmalarla en yüksek m elekler (ya da Tanrı) arasında ortalarda bir yerde işgal ettiği sabit konum uyla insanın hâkim ya da üstün bir varlık olduğu var sayılam azdı. A ksine artık önem li olan, insanla bir parçası olduğu maddi dünya arasındaki etki­ leşim in doğasıydı. İnsanm doğa ile ilişk isi, B aco n ’m vurgulam ış olduğu gibi, d o ğ a l tarihin bir görüngüsü, ya da D arw in’in altını çizd i­ ği doğal seçm enin uzun akışıydı.^* Darwin’in evrimci doğa anlayışı kendisinin (doğal dünya ile ilgili olarak) temelli, uzlaşmaz materyalizminden türemiştir. Bu anlayış, birden ve aynı zamanda (Marx’m altını çizdiği gibi) “erekbilimin ölümü­ nü” ve insan-m erkezciliğe karşı bir bakış açısının gelişm esini temsil eder. M odem ekolojik düşüncenin, on dokuzuncu yüzyılın ortalannda Darwin’in, toprak besleyicilerinin dolaşımı ve bunun hayvani meta­ bolizmayla ilişkisini vurgulayan büyük Alman tanmsal kimyacısı Justus von Liebig gibi başka bilimadamlannın biyo-fıziksel buluşlarıyla tamamlanan biyo-tarihsel eserinin belirlediği temel üzerinde ortaya çıktı­ ğı söylenebilir. Darvincilik sık sık yalnızca bir başka mekanist bakış açısına dönüştürülmüş olsa da, “Darwin’in yazılannda bulunduğu biçi­ m iyle Darvincilik” Caudwell’in deyişiyle, o zam andan bu yana keşfedilm iş yeni biyolojik olgularla tem asında hâlâ taze­ dir. Henüz, kuru biçim de organizm ayı çevrenin karşısm a koym am ıştı, tersine hayatın ağı akışkan biçim de hâlâ gerçekliğin geri kalanı ile karşılıklı nüfuz etmiş olarak görülm ektedir... D arw in’in gözler önüne serdiği değişim in, tarihin ve hayatın çatışm alarının zengin geçit töreni, kendisinin ve Huxley gibi ilk izle­ yicilerinin yazılarına baş eğm ez bir devrim ci güç verir.®

Darwin’in tahlilinin bugün bizler için taşıdığı önem, herkesten önce, şu sözlerin sahibi olan Rachel Garson tarafından vurgulanmıştır: “Bugün evrim gerçeğini yadsıyacak eğitimli bir insan bulmak gerçekten


32

MARX'IN EKOLOJİSİ

güçtür. Oysa pek çoğumuz bundan çıkan açık mantıki sonucu, yani, insa­ nın evrim sel bağlarla ilişkili olduğu bütün diğer binlerce canlı türünün hayatlarını kontrol eden aynı çevresel sonuçlar tarafından etkilendiğini yadsırız.” ^ Bu görüşün daha gen iş im alan ve materyalizmin ek olojik düşüncenin gelişim indeki genel önem ini Barry C om m oner’m ünlü ekolojinin dört “gayri resm i yasası”na bakarak çağdaş bir ekolojik bakış açısından daha iyi anlayabiliriz; B u gayri resmi yasalar şunlardır; (7) her şey diğer her şey le bağlantılıdır, (2) her şey bir yere gitm ek zorundadır, (5) doğa en iyisi­ ni bilir ve hiçbir şey hiçbir şeyden çıkmaz.'"

Söz konusu “gayri resmi yasaların” ilk ikisiyle sonuncusu, Epikür felsefesini şiirsel bir biçimde sunmayı amaçlayan Lucretius’un D e rerum natura sımn Birinci Kitap’ında vurguladığı gibi, bu felsefenin önde gelen ilkeleridir. Üçüncü “gayri resmi yasa” ise ilk bakışta bir doğalcı, erekbilimci belirlenimcilik ima eder gibi görünmektedir, ancak, Commoner’ın akıl yürütmesi bağlamında “evrim en iyisini bilir” şeklinde anlaşılması daha doğru olacaktır. Yani, —katı biçimde belirlenmiş ya da erekbilimci bir süreç olarak değil, her aşamasında inanılmaz düzeyde belirlenm em işlikler taşıyan bir süreç olarak doğru anlaşılmış biçim iyle— evrimin seyri boyunca, insanı da içeren canlı türleri milyonlarca yıllık bir zaman ölçeğinde işleyen içsel değişikliklerin doğal seçm esi yoluyla çevrelerine uyarlanmışlardır. Bu bakış açısına göre, öyleyse, çevreye uzun bir evrimin ürünü olmayan yeni, yapay kimyasallar katmanın ateşle oynamak olduğunun farkında olarak, köklü çevresel değişiklikler yapmakta çok temkinli davranmamız gerekir. , Son olarak, insanlar elbette, (Epiküros’un deyişiyle “bizimle hiç ilgisi olmayan” ölümün ötesinde) bir bütün olarak çevresel koşullarca belir­ lenmemiştir Gerçekte, bir insan özgürlüğünün unsuru, bir “sapma” yete­ neği vardır, ama daima, kendisini önceleyen ve belli sınırlara tabi kılan maddi koşullar temelinde. Buradan, insanlar, Epiküros’un vurguladığı gibi, uyum sağlamayanlann yok olmasıyla (bu Darvinci anlamda tam gelişm iş bir doğal seçm e kuramıyla kanştmlmamalıdır.) yönetilen ve insanlann geçim koşullanyla ilişkisinin gelişim iyle karakterize olan bir dünyada varolurlar. Bütün bunlar belirlenmemişliğe ve insanın dummunda, toplumsal sözleşmeleri de içeren ahlaki tercihlere tabidir(Bu anla­ yış Lucretius’un büyük şiirinin Beşinci Kitabında bulunabilir.) Marx açısından Epikür felsefesinin esas sınırhlığım, daha sonra Feuer-


GİRİŞ

33

bach’ta da ortaya çıkacak bir sorun olan, materyalizminin tasarlayıcı niteliği oluşturuyordu. Marx, Hegelci felsefe ve diyalektikteki eylemci unsuru alarak praksis kavramından kaynaklanan pratik bir materyalizm geliştirdi. Fakat, bu onun eserini düşüncesinde içkin kalan daha derin bir materyalist doğa kavra­ mından koparmamıştır. Bu durum, Marx’in eserine, çoğu kez atfedilenin de ötesine geçen muazzam kuramsal gücünü vermiştir. Marx’in Liebig ve Darwin’in eserlerinin önemini öylesine çabuk kavraması da bundan kaynak­ lanır. Dahası, bu, göreceğimiz gibi, Marx’in nasıl Liebig’in eserlerinden çıka­ rak bir sürdürülebilir kalkınma, Danvin’in eserinden çıkarak da birlikte evrim anlayışı geliştirdiğini anlamamıza yardımcı olur. Sonuna dek götürülmüş bir ekolojik tahlil aynı anda materyalist ve diya­ lektik olan bir dayanak noktası gerektirir. Bir materyalist, doğal dünyayı bazı erekbilimsel amaçlara uyar görmeye eğilimli tinselci, dirimci bir bakış açısına muhalif olarak, evrimi, belirienmemişlikle işleyen ancak ussal bir açıklamaya açık, açık uçlu bir doğal tarih süreci olarak görür. Aynı zaman­ da diyalektik de olan (yani mekanist olmayan) bir materyalizm, bunu her türlü mudak ayrımı dışlayan bir karşılıklı ilişkililik bağlamında türlerin dönüşüm süreci olarak kavrar. Rachel Garson’m vurgulamayı alışkanlık edindiği gibi, hayat (orga­ nizmalar) “yalıtılmış bölmelerde” varolmaz. Aksine, “organizmalarla çevre arasında olağanüstü bir birlik” vardır.“^ Diyalektik bir yaklaşım bizi, genel olarak organizmaların basitçe çevreye uyarianmakla kalmayıp aynı zamanda onu etkilediklerini ve etkileyerek değiştirdiklerini kabul etmeye zorlar. Bu yüzden, canlılarla çevre arasındaki ilişki, karşılıklı bir ilişkidir. Örneğin, “Toprak, üzerinde yetişen bitkilerin etkinliğinin doğrudan sonucu olarak muazzam ve sürekli evrimsel değişikliklerden geçer ve bu değişiklikler de kendi paylanna, toprağın üzerindeki organizmalann v aroluş koşullannı geri besler.”^ Bu nedenle hem bir ekolojik topluluk hem de çevresi diyalektik bir bütün olarak görülmelidir. Bu bütün içindeki değişik varoluş düzeyleri ontolojik olarak önemlidir ve bu topluluklan güden hiçbir genel amaç yoktur. Hatta, evrensel olduğu varsayılan insan amaçlan bile sınırlı nite­ liklerinden dolayı sorgulamaya açıktır. Marx, “bir koyuna insanlar tara­ fından yenebilmesinin kendisinin ‘yararlı’ özelliklerinden biri gibi görün­ mesi pek güç olsa da” insanlann ürettikleri “mallara” evrensel, “yararlı” nitelikler atfettiklerini belirtir.'*^ Ekolojik ilişkileri anlamaktaki bu tür diya­ lektik karmaşıklık, bütün tek yanlı, indirgemeci bakış açılarını aşmayı amaçlamıştır. F;3 / M arx'in Ekolojisi


34

MARX'IN EKOLOJİSİ

Richard Levins ile Richard Lewontin’in The D ialectical Biologist' (Diyalektik Biyolog) de açıkladıklan gibi, Gerek ekolojinin iç gereklilikleri, gerekse de toplumsal talepler, doğayla planlı etkileşim lerim izin karmaşıklık anlayışını m erkezi sorun kılm ayı gerektirdiğini bildirmektedir. Ekoloji, karşılıklı bağımlılık ve görece özerklik ile, benzerlik ve farklılık ile, genel ve özel ile, denge ve değişim ile, süreklilik ve süreksizlik ile, çelişik süreçlerle başa çıkabilmelidir. Giderek kendi felsefesinin öz-bilincinde olmalı ve bu felsefenin yalnız materyalist değil, aym zam anda diyalektik olduğu ölçüde etkili olacağım bilmelidir.“'*

Sosyo-Ekolojinin Krizi Çevresel sorunlarla ilgili çağdaş toplumsal-bilimsel tahlillerin büyük çoğunluğu, artık yaygın olarak insanın toprakla ilişkisinde küresel bir kriz olduğuna inanılan sorunsala odaklanmıştır ve bu durum söz konusu krize verilen bir karşılık olarak görülebilir. Bununla birlikte, kuramsal düzeydeki toplumsal-bilimsel yaklaşımlar konunun içerdiği devasa sorunların üstesinden gelebilm ek için son derece kötü donatılmıştır. Yakın zamanlara dek, genel kuramsal tahlillerin pek çoğu Y eşil düşün­ cede genelde hâkim olan iki konunun üzerinde yoğunlaşmıştı; Adh adın­ ca söylersek, bunlar, insani yayılmanın doğal sınırlan olduğu fikri ve insan-merkezci düşünme biçim inin karşısına eko-merkezci düşüncenin çıkaniması sorunudur. Klasik toplumsal düşünce (yani, esas olarak on dokuzuncu yüzyıldan miras alınan toplumsal düşünce), çevreci toplumbilimcilerce geleneksel biçimde, doğal dünyanın ontolojik önceliğini inkâr eden ve doğayı insani gelişm enin ürünü olarak kavrayan “radikal inşacılık”ın bir biçim i olarak mahkûm edilm işti. Klasik düşüncenin, yerleşik bir insan-merkezciliği, doğaya araçsal yaklaşımı ve (büyümenin sınırlan da dahil) doğal sınırları hesaba katmakta başarısızlığı yansıttığı düşünülüyordu.“’ Bu eleştirinin erdemleri, içkin gerçekçiliğinden; yani, doğal dünyanın ontolojik (ve maddi) önceliğinde ısrarından, insanın toprağa nihai bağım­ lılığını tanıyışından ve geri dönüşsüz değişim in (zaman oku) varhğmı anlayışından kaynaklanır. Bu eleştiri, nihai olarak yeryüzüyle kurulan insani ilişkimizde bir dönüm noktasında bulunduğumuzu önerir. Buna karşılık, toplumsal kuramın, insanın çevreye bağım lılığının anlamlı bir kuramına sahip olmaması aynı zamanda güçlü bir maddi temeli olmak­ sızın inşa edilm iş olduğunu da vurgular.


GİRİŞ

35

N e var ki, bu eleştirinin dikkat çekiciliğine rağmen, çevreci toplumsal kuram, toplumsal kuramı ekolojik bakımdan daha bilinçli, daha gerçekçi bir tarzda yeniden kurma yönsemesinde, yeteri kadar mateıyalist, tarihsel ya da diyalektik olmayı şim diye dek başaramamıştır. Tipik bir çevreci toplum bilimci, bir yaratığın gövdesinde bir başkasmm başını taşıyan atadamvari bir varoluş gösterir.''* Toplumbilimci olarak, Marx, Dürkheim ve W eber’den kaynaklanıp bize ulaştıklan biçim iyle, büyük klasik gele­ neklere bağlıdır. Çevreci olarak ise “sanki doğa söz konusu değilmiş gibi” geliştirildiklerinden ötürü geleneği reddeder. Fakat bu arada toplumsal kuramın köklerine tarihsel olarak geri dönüp, yitirilmiş olanın ve yeniden yerine konması gerekenin ne oldu­ ğunu ve aynı şekilde neyin diyalektik biçim de aşılması gerektiğini bulmaktan ibaret olan asıl karmaşık görev, entelektüel eleştiri mirasının yokluğundan ötürü, bu düşünürlerin çoğunluğunca bir yana bırakıhr. Bu yüzden, çevreci toplumbilim içindeki tartışma, inşacı (çoğunlukla kültürelci) ve inşacılık karşıtı (derin ekolojik) perspektifler arasındaki bölün­ m eye saplanıp kalmıştır. Bu ikiciliği aşma girişimi ise yalnızca bir “temkinli inşacılık” meflıumu üretmekle sınırlı kalmıştır - önem li, ancak bağımsız bir içerikten ya da açık bir kuramsal yönsemeden yoksun birsonuç.^“ Sonuç olarak, çevreci düşünce içinde ve tabii bir kısır döngüde sonsu­ za dek dönüp durma yönünde bir eğilim vardır, öyle ki tahlil başladığı noktaya dönüp orada durur, sonuna geldiğinde ise, çevrenin ve toplumun gerçek sorunlanyla ilgilenmek için gerçekleştirdiği donanımdan daha iyi donanmış değildir. Eko-merkezciliğe karşı insan-merkezcilik hakkında, şu ya da bu düşünürün, kültürün yahut uygarlığın daha fazla ya da daha az insan-merkezci olduğunu öne süren sayısız incelem e yazılmıştır.*' Bunlar, genellikle önem i çoğu kez azımsanmış olan konulara karşı gözü­ müzü açmamıza yarasa da, ikilikçi perspektif, burada da bilgide her türlü gerçek ilerlemenin ya da her türlü anlamlı pratiğin önünü tıkamaya devam eder. Aslında, bu tür görüşlerde cisim lenen ikilikleştirme, birçok bakım­ dan sorunun kaynağı olan “doğaya karşı insanlık” kavrayışını kalıcılaştırmaya eğilimlidir. Bu yüzden, “doğaya boyun eğdirme” kavra­ mının Batı düşüncesinde sabit bir tema oluşturduğu yadsınamaz olmakla birlikte, kavramla ilgili anlamlar ve çağrışımlar hiçbir zaman kolayca sınıflandırılabilecek basitlikte olmamıştır, bu terminolojiyi kabul eden­ ler bile, kavramı, etkileşim in doğasıyla ilgili karmaşık ve diyalektik bir tarzda almışlardır. Am a bu doğruysa, o zaman, insan-merkezcilik ya da


36

MARX'IN EKOLOJİSİ

eko-merkezcilik gibi ayrımlann boş soyutlamalardan, doğa tapıncına karşı doğanın fethi gibi eski ikiciliklerin yeni ifadelerinden ibaret olduklan ortaya çıkacaktır. Aynı şekilde. Batı kültürüne girdikleri biçimiyle doğal sınırlar ya da “büyümenin sınırlan” konulannı da, bu konulann ekonomi politikte yüzyıllar süren büyük tartışmalarda ve on dokuzuncu yüzyılda anlaşıldığı biçimiyle tanm ve toprak sorunlan içinde tarihsel olarak nasıl ortaya çıktıklannın çözümlemesini yapmaksızın anlayamayız. On dokuzuncu (ya da on sekizinci, yahut on yedinci yüzyıl kuramına) geri dönmenin nedenleri bir uslamlama zincirinin başlangıcını bulma gereksinmesinin ötesine geçer. Klasik kuramın toplumsal bilimciler için önemi, bu kuramın içkin biçimde tarihsel doğasından kaynaklanır. Klasik kuramlar feodalizmden kapi­ talizme ve ortaçağ skolastizminden modem bilimine geçiş bağlamında yazılmışlardır. Bu nedenle, klasik toplumsal kuramda karakteristik olan insanın doğayla ilişkisinin değişmesi üzerine sezgiler, bir toplumsal sistemden diğerine geçiş anlayışıyla bağlantılıdır. Eğer zamanımızda bizler bunu anlamakta inatçı bir başarısızlığa uğramışsak, bu kısmen bilgi alanlannın o zamandan beri giderek daral­ masından, kısmen de toplumsal düşüncenin İkinci Dünya Savaşı’nı izle­ yen yeniden inşa yıllannda, toplumbilim gibi tüm bilgi alanlannda, doğal-fıziksel çevreyle ilişkilerin önemini küçümsemeye (ya da basitçe, bu konuda, “insanın” giderek doğanın yerini aldığı muzaffer bir görüş benimsemeye) yönelen ve böylece toplumsal kuramla insanın doğayla ilişkisinin yansıtılması arasındaki her türlü hakiki bağı koparan tümüyle inşacı akıl yürütmeler geliştirme yönünde bir eğilim in olmasındandır. İnsanlar, devrimci Prometeusçu anlamda değil (on dokuzuncu yüzyılda Proudhon’un öncülük ettiği) yeniden tanımlanmış bir teknolojik Prometeusçuluk anlamında “Homo faber” kılınmış, “ateş” üzerindeki mito­ lojik mücadele insanın doğayla ve iktidann kurulmasıyla ilişkisindeki bir (Aeskhylus, Shelley ve Marx’in anladığı şekilde) devrimci mücadele(si) olmaktan çıkanlarak sonsuz teknolojik zaferlerin sembolü haline geti­ rilmiştir. Marksizm tam da toplumun maddi-üretken koşullannın önceliğini ve bunların insan olanaklannm ve özgürlüğün sınırlarını nasıl çizdiğini vurgulamakla kalmayıp, aynı zamanda, en azından Marx ile Engels’te bu maddi koşulların doğal tarih ile, yani, materyalist bir doğa kavrayışıyla zorunlu ilişkisini hiçbir zaman gözden kaçırmamış olmasından ötürü, bu gibi sorunlarla uğraşmak için muazzam bir potansiyel avantaja sahiptir.


GtRİŞ

37

Bu, sonradan (Engels’i izleyerek) “diyalektik materyalizm” olarak adlan­ dırılacak olan şeyle çakışsa da, M arx’in kendi tahlilini bu daha geç ve gene de büyük ölçüde farklılaştırılmamış bakış açısından yorumlamak yanlış olacaktır. Aksine, Marx’in düşüncesinin bu alandaki gelişiminin tam bir incelem esi, Marksist düşüncenin esas boşluklarının burada bulu­ nacağını kabul ederek, “doğanın diyalektiği” üzerine tartışmanın yeni­ den canlanan eleştirel dikkati için bir temel sağlayacaktır.^^ Bu yüzden, bu çalışm a Marx’in (ve Darwin’in) hayatı ve eseri üzerine kurulmuştur ve zorunlu olarak on dokuzuncu yüzyılın bu iki en büyük materyalistinin 1882-1883 yıllarına düşen ölümleriyle sona ermektedir. Daha sonraki doğanın diyalektiği kavramını tüm olarak ele almak bu kitabın sınırları ötesine geçmektedir. Ancak, çalışmanın Sonsöz’ünde Marksist kuramın bu alandaki sonraki gelişim i ve tarihsel-materyalist ekolojinin trajik yazgısı üzerine bazı düşünceler sunulmuştur. Hiç kuşku yok ki, Marx’in düşüncesinin ekolojik unsurlarını vurgu­ ladığı için bu çalışma, bazılarınca, ekoloji hakkındaki çağdaş görüşleri tarih dışı bir olgu olarak Marx’in eserinde yeniden keşfettiği gerekçesiyle eleştirilecektir. Fakat bu tür eleştiriler çalışmanın amacını tümüyle ıskalayacaktır, çünkü buradaki amaç, “ekolojik bakımdan doğru” kılmak için “Marx’i yeşile boyamak” değildir. Tersine, amaç, çağdaş Yeşil kuramın, kapitalist toplumun devrimci doğuş döneminde ekolojinin (daha da önem­ lisi sosyo-ekolojinin) keşfini sağlayan materyalist ve diyalektik düşünce biçimleriyle anlaşamamasından kaynaklanan kendi zayıflığını ortaya koymaktır. Başka bir deyişle, bu çalışmanın amacı, Marx’in (ve çalışma boyunca savunulacağı gibi Darwin’in) düşüncesinde merkezi önemde olan insanın doğadan yabancılaşmasının derin eleştirisini yeniden kazanarak çağdaş Yeşil düşüncenin büyük bölümünde hâkim olan idealizm, tinsel­ cilik ve ikiciliği aşmaktır. Marx’in çoğunlukla pariak olan ekolojik tespitleri deha parla­ malarından ibaret değildi. Aksine, bu tespitler, materyalist doğa kavra­ yışının derin bir felsefi anlayışı aracılığıyla on yedinci yüzyıl bilim sel devrimi ve on dokuzuncu yüzyıldaki çevre sorunlanna gösterdiği siste­ matik ilgiden kaynaklanıyordu. Bu yüzden, Marx düşünsel kariyerinin ilk yıllarından (örneğin 1844 İktisadi ve Felsefe E lyazm alan ’ndan*) başla­ yarak insanın doğadan yabancılaşmasını incelikle ve ekolojik bakımdan duyarlı bir biçim de çözüm lem iştir. Bu eğilimi, insanın geçim yollan ve *K. Marx,1844 İktisadi ve Felsefe Elyaznaları, Çev.: M .Belge, Verso Yay., ve Çev.: K. Somer, Sol Yay.


38

MARX'IN EKOLOJİSİ

toprakla ilişkisi ve de genel olarak kapitalist tanm sorunuyla ilgisiyle daha da güçlenmişti. Bu konudaki düşüncelerinin merkezinde kent ile kır arasındaki bölünme bulunuyordu. Marx’in düşüncesindeki bu temalar daha sonraki eserlerinde yitip gitmemiş, tersine ömrünün son onyılında etnoloji konulu yazılarında tarih öncesi ve arkaik komünal biçimleri ele alışında yeni bir önem kazanmışlardır. Elinizdeki araştırma, Marx’i yeniden yorumlama bakımından önem i­ nin büyük bölümünü Marx’m entelektüel gehşim inde şim diye dek açık­ lanmamış anomalilere ışık tutmasından almaktadır: Marx niçin doktora tezini antik atomcular üzerine yazmıştır? H egel’in materyalist eleş­ tirisinin kökenleri (Feuerbachçı materyalizmin yüzeyselliği ve ekonomi politiğin yetersizlikleri göz önüne alındığında) nelerdi? Marx’in Aydın­ lanma ile ilişkisi neydi? Marx’m Kutsal Aile'de* Bacon, Hobbes ve Locke’u öylesine büyük saygıyla anması nasıl açıklanabilir? Marx bütün ömrü boyunca doğal ve fiziksel bilimler üzerine sistematik incelemelerini niçin sürdürmüştü? Malthusçu kurama yönelik karmaşık ve sürekli eleş­ tirisinin ardında ne yatıyordu? Proudhon’a karşı tutumunda dostluktan düşmanlığa ani dönüşü nasıl açıklayabiliriz? Marx, neden, kapitalist tarımın gelişim ini anlamada Liebig’in ekonomi politikçilerin hepsinden birden üstün olduğunu ilan etmişti? Marx’m Darwin’in kuramı hakkında yaptığı, “görüşümüze doğal tarihte tem el sağladı” açıklamasını nasıl anlamlandırabiliriz?“ Son yıllannı esas olarak Kapital'i** tamamlamak yerine etnolojik incelemelere ayırmasının nedeni neydi? Bunların ve Marx’m zengin mirasını araştıranların canını sıkan diğer sorulann yanı­ tı, doğanın materyalist bir kavrayışına ve bunun tarihin materyalist kavrayışıyla ilişkisine dayanmaksızın Marx’m eserinin tam olarak anlaşılamayacağmı ortaya koymaktadır. Bir başka deyişle, Marx’m toplum­ sal düşüncesi, aynlam az biçimde bir ekolojik dünya görüşüne bağhdır.

*K. M arx,KutsalAile, Ç ev.: K. Somer, Sol Yay., **K.M arx, Kapital, Çev.: A. Bilgi, Sol Yay.


Giriş Notlar 1. Kari Marx, Grundrisse (New York: Vintage, 1973), 489. Tr. 548. 2. E piküros’un M arx’in ekolojisindeki önemine ve Liebig ile Darwin’in üzerindeki etkisine, birkaç yıl önce Jean-Guy Vaillancourt tarafından, M arx’in ekolojik görüşlerinin gelişimi hakkındaki övgüye değer çalışm asında dikkat çekilmiştir. Vaillancourt, açıkça, bu kitapta savunulan görüşler doğrultusunda görüşler ortaya atmıştır. Bak. Jean-Guy Vaillancourt, “ Marxism and Ekology: More Benedictine than Fransiscan” Ted Benton ed. The Greening o f Marxism içinde, (New York: Guilford, 1996), 50-63. 3. Bertrand Russel, “Introduction”, Frederic Albert Lange, Thi History o f Materialism içinde, (New York:Humanities Press, 1950), v. 4. Roy Bhaskar, “Materialism,” Tom Bottomore, ed. A Dictionary o f Marxist Thought içinde, (Oxford: Blackwell, 1983), 324. 5. Karl M arx, Text on Method, (Oxford: Basil Blackwell, 1975), 190. 6. Bertrand Russel, A History o f Western Philosophy, (New York: Simon&Schuster, 1945), 246. Aym zamanda bak. George E. McCarthy, M arx and the Ancients (Savage,Md.: Rowman & Littlefield, 1990),42-43. 7. Georg W ilhelm Friedrich Hegel, Lectures on the History o f Philosophy (Lincoln: University o f Nebraska Press, 1975) c. 2,295-298. 8. Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach and the Outcome o f Cassical German Philo­ sophy (New Yorlintemational Publishers, 1941) 17,21. 9. Heinrich Heine, Selected Prose, (Harmondsworth: Penguin Books, 1993), 238-40. 10. Immanuel Kant, Criticique o f Pure Reason, (Cambridge: Cambridge University Press, 1997), 702-3 ve Criticique o f Practical Reason (Cambridge: Cambridge University Press, 1997) 117. 11. K ant’in kendinde-şey’ini aşmakta Hegel diyalektiğinin rolü üzerine bak. Charles Taylor, H egel and Modern Society (Cambridge: Cambridge University Press, 1979), 47-49. 12. Georg W ilhelm Friedrich Hegel, Science o f Logic (New York: Humanities Press, 1969), 154-55. 13. Marx ve Engels, Collected Works, (New York: International Publishers, 1975), c. 4, 125. 14. Marx ve Engels, Collected Works, c. 1,30,64. Marx, Ferdinand Lasalle’e, som felse­ fe açısından antikler arasında Aristo ve H eraklitos’u “daha kolay olan” Epiküros’a tercih ettiğini yazmıştı. Bununla biriikte, M arx, Epiküros’un muhtemelen özgür­ lük kavramı ve aydınlanmayla bağlantısından kaynaklanan “önemi” nedeniyle bu düşünüre “ özel b ir inceleme” adamıştı. M arx’tanL assalIe’e,21 Aralık 1857 ve 31 Mayıs 1858 tarihli mektuplar, Marx ve Engels, Collected Works, c.40,226,316. 15. Marx ve Engels, Collected Works, c. 1,62; Lucretius On the Nature o f the Universe (Oxford nazım çeviri) (New York: Oxford University Press, 1999), 93 (i.865-70). 16. Burada bir “etkin ilkeye” göndermeyle, daha tefekkürcü biçimiyle karşıtlık içinde pratik materyalizmle özdeşleşme kastedilmektedir. Bu, hiçbir biçimde, Sebastiano Timpanaro’nun Materyalizm Üzerine’sindekı başka bakımlardan değerli eleş­ tirisinde benimsediği talihsiz ifadede olduğu gibi, “deneyimde edilgin bir unsurun”


40

MARX'IN EKOLOJİSİ

bulunduğu, ya da, doğanın basitçe “edilgin” olan insanlara ilişkiler dayattığı anla­ mına gelmez. Bu hata, Tim panaro’nun düşiincesinde, doğanın kendisini, insanların koşulları üzerinde sınırlayıcı bir kümeye indirgenen “edilgin” bir anlamda görme eğiliminde diyalektik karşıtını bulur. Bu tür varsayımların belirlenimci doğası Tim panaro’nun bakışını karakterize eden aşırı karam sarlığı besler. Bak. S. Timpanaro, On Materialism, (Londra: Verso, 1975), 34; Raymond Williams,/'/•oWents in Materialism and Culture,{Londra-, Verso, 1980), 107-9; Perry Anderson, Consi­ derations on Western Marxism, (Londra: Verso, 1979),60,91. 17. Roy Bhaskar, The P ossibility o f Naturalism, (Atlantic Highlands, N.J.: Humanities Press, 1979), 100. 18. Karl Marx, Capital, c. 1, (New York: Vintage, 1976), 92. 19. Bhaskar, The Possibility o f Naturalism, 3; Ayni yazar, “General Introduction” , Margaret Archer, R oy Bhaskar, Andrew Collier, Tony Lawson, ve Alan Lorrie ed. içinde. Critical R ealism , (New York: Routledge, 1988), xiii. 20. Bu, György L ukacs’in büyük eseri Tarih ve S ın ıf B ilinci'nde açıkça ifade edil­ miştir. Lukacs’ın sözleriyle, Engels’in diyalektik tanımından doğan yanlış anlamalar esas olarak Engels’in Hegel’in yanıltıcı yolunu izleyerek- yöntemi doğaya da diyalektiğin canalıcı belirleyicileri — özne ile nesne arasındaki karşılıklı etkileşim, kuram ve prati­ ğin birliği, düşüncedeki değişikliklerin kökü olarak gerçeklikteki tarihsel deği­ şikliklerin altının çizilmesi, vb.— doğa hakkmdaki bilgimizde mevcut değildir. Bu noktalar kadar önem li olan, Lukacs’ın kendi eserinin sonucunun, sanki, d o ğ a lfıziksel alanı pozitivizm e terk edercesine, - toplumsal bilimi doğal bilimden, tarihi doğadan radikal biçim de koparmasıdır. Bhaskar’ın deyişiyle, Lukács, bu yolla “ Marksizm içinde bilim i, bilimin pozitivist yanlış yorum lam alarıyla karıştıran uzun bir geleneği başlatm ıştır.” 21. Will iams, Problems in M arxism and Culture, 104. 22. A.g.e., 105. Aynı zam anda bak. Thompson, Making History (New York: New Press, 1994), 98. 23. Bak. Stephen Jay G ould, The Mismeasure o f Man (New York: W.W. Norton, 1996); R.C. Lew ontin, Steven Rose ve Leon J. Kamin ed. N ot in Our Genes (New York: Pantheon, 1984). 24. Massimo Quaini, G eography and M arxism (Totowa: N.J. Barnes & Noble, 1982), 136. 25. David Goldblatt, Social Theory and the Environment, (Boulder, Colo.: Westview Press, 1996), 5. 26. Anthony Giddens, A Contemporary Critique o f Historical Materialism (Berkeley: University of California Press, 1981), 59-60. Ayni zamanda bak. Ted Benton, “Marxism and Natural Limits,” New Left Review,no. 178 (Kasim-Aralik 1989),51-

86. 27. Alec Nove, “Socialism ,” John Eatwell, Murray Milgate ve Peter Newman ed. The New Palgrave D ictionary ofEkonom ics, c.4 (New York: Stockton, 1987), 399. 28. Michael Redclift ve G raham W oodgate, “ Sociology and Environm ent” , Michael Redclift ve Ted B enton, ed., Social Theory and the G lobal Environment (New York: Routledge, 1994),53. 29. Anna Bramwell, Ecology in the Twentieth Century (New Haven, Connectitut: Yale University Press, 1989), 34.


GİRİŞ

41

30. Jean-Paul Sartre, The Search fo r a M ethod (New York: Vintage, 1963), 7. Ayni zamanda bak. John Bellamy Foster, “Introductior,” Erast Fischer, H ow to Read Karl A/arj; içinde, (New York; Monthly Review Press, 1996), 7-30. 31. Marx ve Engels, Collected Works, c .5 ,36. 32. Bunun klasik ve parlak bir örneği için bak. Carolyn Merchant, The Death o f Nature (New York: Harper & Row, 1980) - Bacongil geleneği tek yanlı ele alışm a rağmen On yedinci yüzyıl biliminin büyük bölümünde etkili olan mekanist ve ataerkil eğilimlerin eleştirisi bakımından bu kitap son derece değerlidir. 33. Cristopher Caudwell, Scenes and Actions: Unpublished Manuscripts (New York: R outledge& K eganPaul, 1986), 199. 34. Örneğin bak. W ade Sikorsky, Modernity and Technology (Tuscaloosa: University o f Alabama Press, 1993) 35.“Doğaya boyun eğdirm e” kavrammm Bacon’da ortaya çıktığı karmaşık, diyalektik doğası ve bunun Marx tarafından daha da karmaşık ve diyalektik kavranış tarzı için bak. William Lewis, The Domination o f Nature (Boston: Beacon Press, 1974). M arx’in Bacongil tarzda “hile”yi eleştirisi için bak. Gruruirisse,409-4W. 36. Cristopher Caudwell, Illusion and Reality (New York: International Publishers, 1937), 279. 37. Bak. John Bellamy Foster, “Introduction to John Evelyn’s Fumifugium,” Orga­ nization & Environm ent,C A 2,B0.2{JuB t 1999), 184-87. 38. Bacongil ilerleme anlayışının ve on yedinci yüzyıldaki “doğal tarih” kavramının tarihsel bir çözümlemesi için bak. Charles Webster, The Greak Instauration (Lond­ ra: Duckworth, 1975). 39. CauA'uc\\,ScenesandActions, 187-188. 40. Rachel Carson, Lost Woods, (Boston: Beacon Press, 1998), 245. 41. Barry Commoner, The Closing Circle (New York: Knopf, 1971), 37-41. Commoner’in kendisi “bedava bir yemek diye bir şey yoktur” şeklindeki dördüncü bir gayri resmi yasadan söz ederse de, Rus ekologu Aleksey Yablokov, bunu daha genel biçimde “Hiçbir şeyden hiçbir şey çıkm az” şeklinde çevirmiştir. Rolf Edberg ve Alexei Yablokov, Tomorrow Will Be Too Late (Tucson: University of Arizona Press, 1991), 89. 42. Epiküros (ve Lucretius) ile Commoner arasındaki yakın ilişki Vaillancourt tara­ fından gösterilmiştir, “Marxism and Ecology ,”52. 43. Carson Lost Woods, 230-231. 44. Richard Levins ve Richard Lewontin, The DialecticalBiologist{Cambndge, Mass.: Harward University Press, 1985), 134. 45- Marx, Text on M ethod, bu tür bir karmaşık, diyalektik perspektif, ekosistemleri istikrar ve çeşitliliğe doğru evrilen tek doğrultulu süperorganizmalar olarak modelleştiren geleneksel Clem ent usulü ekolojiden ayırt edilecektir. 46. Levins ve Lewontin, The Dialectical Biologist, 160. 47. Çağdaş çevreci toplumbilimin W illiam Catton ve Riley Dunlap’ın, İkinci Dünya Savaşı sonrası toplumbiliminin büyük bölümünü karakterize ettiğini belirttikleri, insanların doğaya bağım lılıklarını yadsıyan “ insanı ayrı tutan paradigma” ile kendilerinin bağlı oldukları ve böyle bir bağımlılığı kabul eden “yeni çevreci para­ digma” arasındaki ayrım ı ortaya koydukları 1978 yılında ortaya çıktığı söyle­ nebilir. Bu paradigmalardan ilki insanın doğaylailişkisinde inşacılığm radikal bir biçimi olarak anlaşılırken, ikinci paradigm anın gerçekçiliği yansıtuğı düşünülür.


42

MARX'IN EKOLOJİSİ

İronik biçimde, A B D ’de çevreci toplumbilimi karakterize eden bu gerçekçilik, son zam anlarda (radikal kültiirelci ve post modernist düşüncelerin güçlenmesini yansı­ tarak) A vrupa’dan yayılan daha a ;ın , inşacı görüşler karşısında savunm aya çeki­ lerek kendisini zayıf ya da “ temkinli inşacılık” olarak yeniden tanım lam aya başla­ mıştır. Ne var ki, tüm bu tartışm ada dikkate değer biçimde ıskalanan şey, insanlarla doğal-fıziksel çevrelerinin karşılıklı etkileşim inin diyalektik, birlikteevrimci doğasım kavram a yönünde gerçek bir çabadır. Bak. W illiam Catton ve Riley Dunlap, “Environmental Sociology: A New Paradigm,” The American Soci­ ologist, c. 13, no. 4 (Kasim 1978), 252-56. 48. B u akıl yürütme, John Bellamy Foster tarafından “M arx Theory of M etabolic Rift; Classical Foundations o f Environmental Sociology” başlıklı makalesinde daha da geliştirilm iştir, American Journal o f Sociology, c.104, no. 2 (EyIUI 1999), 370. Çevreci toplumbilimin genel durumunun bir değerlendirmesi için bak. Fred Buttel, “ New Directions in Environmental Sociology,” Annual Review o f Sociology, c. 13 (1987), 465-88. 49. Raymond Murphy, Sociology and Nature, (Boulder, Colorado; W estview Press, 1996), 10. 50. Riley Dunlap, “The Evolution o f Environmental Sociology,” Michael RedcIift ve Graham Woodgate, ed. InternationalH andbookof Environmental Sociology (Nort­ hampton, Massachussets: Edward Elgar, 1997), 31-32. 51. Örneğin bak. Robyn Eckersley, Environtalism and Political Theory (New York; State University o f New York Press, 1992). 52. M arx’in sonraki “doğanın diyalektiği” tartışm asıyla ilişkisinin aslını anlamanın geleneksel güçlüğü Bhaskar tarafından çok iyi ifade edilmiştir: “ Kanıtlar, M arx’in, Engels’in m üdahalesinin genel am acını onaylamış olduğuna işaret etmekle biriikte, kendi ekonomi politik eleştirisi bir doğa diyalektiğini ne önvarsayar, ne de gerektirir.” Bhaskar, Rec/ammg Reality, 122. 53. M arx’in 19 Aralık 1860 tarihli mektubu, Marx ve Engel, Selected Correspondence, 1846-1895 içinde, (New York: International Publishers, 1936), 126.


I. Bölüm

M A T ER Y A LİST DOĞA KAVRAYIŞI

Genç Charles Darwin, HMS Beagle gem isinde geçirdiği beş yıllık k eşif gezisinden yeni döndüğü 1837 yılmda “türlerin dönüşümü” üzerine yazacağı bir dizi defterden ilkini açarak bu güç konuda sistematik bir incelem e başlatmıştı. Bir yıldan biraz uzun bir süre sonra, türlerin dönüşümünün varolma mücadelesinden kaynaklanan doğal seçm e yoluyla gerçekleştiğine ilişkin büyük aydınlanma anmı yaşadığm da, Thomas M althus’un Nüfus Üzerine D enem e'sım okumaktaydı. Malthus’un, nüfusun denetlenmediği takdirde katlanarak artacağı, bu neden­ le nüfus ile geçim araçları arasmdaki dengenin korunabilmesi için nüfus artışı üzerinde doğal kayıtların bulunması gerektiği önerisinden esin­ lenerek, Darwin, defterinde türler arasında nüfus artışı üzerindeki doğal kısıtlamaların “her türden uyarlanmış yapıyı D o ğ a ’nın ekonomisinin boşluklarına süren yüz bin kama gibi bir kuvvet” şeklinde işlediği gözlem ini yazm ıştı. Bu ifadeyi yirmi yılı geçen bir süre sonra büyük eseri D oğal Seçme Yoluyla Türlerin K öken i’nde de yineleyecekti.' Darwin, O tobiyografisinde, bu büyük aydınlanm a anını şöyle Hatır­ layacaktı: Sistem atik araştırm am a başladıktan 15 ay sonra, 1838 Ekimi'nde vakit geçirmek içia M althus’un N üfus üzerine yazdıklarm ı okuyacak oldum ve hayvanların ve bitkilerin alışkanlıklarm ın uzun sürm ü; gözlem lerim den, her yerde devam eden varolm a m ücadelesini kavram aya çok iyi hazırlanm ış olduğumdan, kafamda bir


44

MARX'IN EKOLOJİSİ

anda bu koşullar akında uygun varyasyonların korunm aya eğilim li olacağı, uygun olm ayanların ise, ortadan kaldırılacağı fikri çaktı. B unun sonucu yeni türlerin ortaya çıkm ası olurdu. Öyleyse, en sonunda çalışabileceğim bir kuram a sahiptim ; fakat önyargıya kapılm ış olm aktan öylesine çekiniyordum ki, bir süre için bu konuda en ufak bir not bile alm am aya karar verdim. Kuram ım ı yazıya dökme zevkini tatm ak için kendime ilk kez H aziran 1842’de izin vererek, 35 sayfalık kısa bir özet çıkardım . Bunu, 1844 yazı boyunca genişleterek 230 sayfa­ ya çıkardım ve kopyasını alarak şim diye dek sakladım.^

Darwin 1838’de yaptığı bu keşfi ancak 1858 yılında Alfred Russel W allace ile yaptığı ortak sunuşla açıklamıştır. Büyük eseri Türlerin Kökeni Ü zerine’y i ancak bundan bir yıl sonra yayınlamıştır. Bu durum bilim tarihinin en büyük bilmecelerinden biridir. Düşüncelerini kamuya sunmak için niçin 20 yıl beklem iş ve ancak genç rakibi W allace tara­ fından atlatılma tehlikesi üzerine bunu yapmıştır?’ Kuşkusuz, uzun süre, Darwin’in fikirlerini açıklamakta bu kadar gecikm esinde başlıca etkenin, doğal seçm e kuramının, dönemin kurulu fikirlerine karşı tem sil ettiği küfürle ilgili olduğu düşünülmüştür. Kurulu fikirlerle çatışmanın tem sil ettiği küfrün ve bunun yol açtığı iç hesaplaşmanın boyutları hakkmdaki maddi kanıtlar ancak yavaş yavaş toplanabilmiştir. Karısı Em m a’nm 1896 yılındaki ölümünden sonra Darwin’in Kent’teki evinin merdivenaltı dolabında çok sayıda defter bulundu. Bunlar arasında O tobiyografi'sm âe sözünü ettiği ve kura­ mının ilk biçimlerini geliştirdiği -biri 1842, (daha uzun olan) diğeri 1844 tarihini taşıyan- iki elyazm ası da bulunuyordu. N e var ki, bulu­ nanlar arasında -ancak yakın zamanlarda yayımlanan- 1836 ile 1844 yıllan arasında yazılm ış D arw in’e ait çok sayıda defter de vardı. Bu defterlerde Darwin, pek çok eserden notlar çıkarmış ve adım adım, kuramının 1844 versiyonuna ulaşan düşüncelerini geliştirm işti. Bu defterler arasında yalnızca “türlerin dönüşümü” konusuna aynim ış olanlar d eğil, daha da şaşırtıcı olarak, (A/ ve N D efterleri diye bilinen) “metafizik araştırmalar” alanına ait olanlar da bulunuyordu. Darwin’in kendini kararlı bir materyalist olarak ortaya koyduğu yer, söz konusu M ve N D efterleri'dır. D arw in’in zamanında, materyalizm, özellikle de insani gelişm eyi ve zihnin gelişim ini de kapsayacak biçim ­ de genişletildiğinde, aşırı derecede sapkın bir fikir sayılıyordu. B iyo­ log Stephen Jay G ould’un yazdığı gibi:


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

45

D efterler D arw in’in felsefeyle ilgilendiği ve bunun olası sonuçlarının neler olabileceğinin farkında olduğunu kanıtlam aktadır. Kendi kuram ının, onu bütün diğer evrimci öğretilerden ayırt eden temel özelliğinin uzlaşm az nitelikteki felsefi m ateryalizmi olduğunu biliyordu. Diğer evrim ciler, dirim sel güçlerden, yönü belirlenm iş tarihten, organik mücadele yeteneğinden ve zihnin zorunlu indirgenem ezliğinden; yani, yaratma yerine evrim yoluyla iş gören Hıristiyan Tanrısının varlığına izin verdiklerinden, geleneksel H ıristiyanlığın uzlaşm a olarak kabul edebileceği kavram lar örgüsünden söz ediyorlardı. Darwin ise yalnızca tesadüfi deği şim ler ve doğal seçm eden söz etmişti

Darw in’in zamanındaki baskın doğa perspektifi, bilimadamları ve filozoflar arasında etkisini artık yitirmekte olsa da, kökleri tanrısal inayet mefhumunda bulunan, erekbilimsel nitelikte bir perspektifti. Bu perspektifin geleneksel kavramı, yalnızca doğada, insana doğru yükse­ len hassas bir skala ya da derecelenme bulunmakla kalmayıp, aynı zamanda her şeyin başlangıçtan itibaren Tann tarafından birbirinden ayn olarak yaratıldığını varsayan, “D oğa Skalası” ya da “Varlıklar Zinciri” kavramıydı. Bu skala zorunlu biçim de statikti. Yaygın kam, insanın, en alt derecedeki meleklerin çok da altında olmamakla birlikte, bu skalanm tam da ortasında yer aldığı ve insan nasıl daha aşağı canlı türlerinin üstündeyse, yüksek meleklerin de aynı şekilde insandan üstün bir konumda bulunduğu şeklindeydi. Ekonom i Politiğin kurucusu Sir W illiam Petty’nin 1677 ’de “ Yaratıklann Skalası” üzerine yazdığı felse­ fi denem ede söylediği gibi, “Bu yaratık skalalannın esas yaran insana, Tannnın altında, insandan üstün, milyonlarca yaratık olabileceğini göstermektir. Oysa insanlar genellikle kendilerini üstün görürler ve yerlerinin Tanndan hemen sonra geldiğini düşünürler.” ^ On sekizinci yüzyılda ve on dokuzuncu yüzyıl başlarında evrim ci fikirlerin daha büyük önem kazanmasıyla “D oğa Skalası” nı “dünye­ vileştirm e” yönünde çabalar sarf edildi. Pek çok bilgin ve edebi kişilik, on sekizinci yüzyılın büyük tür tasnifçisi Carolus Linneus’u izleyerek, doğada (diyelim tanm da yapay seçm e yoluyla) canlı türlerinde bazı “iyileşm eler” olabileceğini kabul etm ekle birlikte, genelde bu d eği­ şikliklerin son derece sınırh olduğunu düşünüyordu.* Doğa skalasma olan yüzlerce yıllık inanç, ancak on sekizinci yü zyı­ lın sonlanna doğru, Fransız anatomi bilgini Georges Cuvier ve diğer­ lerinin, kesin bir biçimde türlerin yok oluşuna işaret eden kejifler yapması v e paleontoloji (eskivarlıkbilitn) bilim inin doğuşuyla ciddi biçimde sarsılmıştır. V e yine ancak on dokuzuncu yüzyılın başlarında,


46

MARX'IN EKOLOJİSİ

Özellikle Charles L yell’ın Principles o f G eology'(îto\o]in m İlkeleri) sinin (1830-1833) yayımlanmasıyla, dünyanın sadece birkaç bin yılhk bir geçm işi olduğu inancı kesin biçimde bir yana bırakılmış ve -yavaş bir evrim süreci fikrini kavranabilir kılacak- jeolojik zaman mefhumu sağlam biçimde kurulmuştur. Gene de, doğal evrimin gerçekliğini kavramaya yönelik girişimlerin pek çoğu dinsel görüşle kanşmıştı. Jeolojide, jeolojik dönemler anla­ yışı, İncirdeki yaradılış öyküleri ile jeolojik oluşumlar hakkında gide­ rek büyüyen bilim sel bilgi arasında bir uzlaşma olarak, yıkımcılık biçi­ mini almıştı. Buna göre, dünya tarihi farklı jeolojik dönemleri oluşturan birbiri ardından gelen felaketlerin yıkım lanyla karakterize ediliyordu. Birbiri ardından gelen her yıkımla hayat son bulmuş ve birbirini izleyen farklı yaratılışlar gelmişti. B iyolojide de hayatın, jeolojideki yıkım cılık görüşüyle yakın bağlantılı olarak birbiri ardından gelen yaratış çağlan içinde, sonunda insana ulaşacak biçim de basitten karmaşığa doğru g eliş­ tiğini öne sürerek, doğa skalası kavramını dünyevileştiren ilerlemecilik görüşü gelişm işti. Evrim kuramındaki “değişiklerle türeyiş”ten farklı olarak, bu görüş soyoluşsal (phylogenetic) türeyiş mefhumunu içermez, bunun yerine, her aşamada -birbiriyle yalnızca Tannnın zihni aracı­ lığıyla ilişkilendirilebilen birbirini izleyen yaratılışlar şeklindeki- tann­ sal yaratım fikrine dayanır.^ Bilim in gelişm esiyle geleneksel D oğa Skalası görüşü ve kutsal metinlere dayanan Hıristiyan dinsel görüşü bir şekilde önemini yitirdi ve “hem Hıristiyanlığa saldırmak hem de Hıristiyanlığı savunmak için”* kullanılan doğal teoloji geleneği ortaya çıktı. Böylece, İngiliz bilimsel devriminin Robert B oyle, Isaac New ton ve John Ray gibi önde gelen kişi­ likleri, görüşlerine doğal teolojiyi de kattılar. Bu perspektife göre, Tannnın gerçekliği ve teolojik bir dünya anlayışı, dinsel metinler yerine, doğa­ yı yöneten ve çoğu kez Tannnın (özellikle biyoloji alanında olmak üzere) doğrudan yaratış eylem lerini de içeren tannsal inayet yasalannı araş­ tırmaktan türetilecekti. Materyalizme karşı muhalefetine rağmen, doğal teolojiye dayanıklılığını ve esnekliğini kazandıran şey, bilimle yan yana gelişm iş olduğu gerçeğidir. Darwin kendi kuramını, hayat bilimlerinin hâlâ dinden alman teolojik kavramlarla yönetildiği bu karmaşık bağlam içinde geliştirmeye çalı­ şıyordu. Bu mücadelede, astronomi, fizik, kimya ve psikoloji bilim­ leriyle, genel olarak Aydınlanma düşüncesinin kendi içindeki materyalist fikirlerde kaydedilen gelişm enin yardımını gömıüştür. Britanya’da


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

47

Thomas Hobbes’a (1588-1679) dek geri giden materyalizm, (özellikle dinin deist anlaşıhşıyla olmak üzere) din ile bağdaştınlabilir bir şey olarak görülmüştü. N e var ki, materyalizmin gerek bilim, gerek toplum içindeki genel yayılması kilise kurumu tarafından tehdit olarak algı­ lanmaktaydı. Materyalizm sapbnlığı on sekizinci yüzyıla dek, çoğunlukla İngiliz Devrimi sırasında ortaya çıkan radikal halk hareketlerini (Düzleyiciler, Kazıcılar, Mugletonlular ve diğerleri) karakterize eden devrimci kamutanncı doğalcılık ya da materyalizm ile birlikte yürümüş, daha sonra da (Baron d ’Holbach ve diğerlerinin eserlerinde) radikal Fransız Aydın­ lanmasında kendini açıkça ortaya koymuştu. İngiltere’de Anglikan Whig oligarşisinde hâkim olan “Newtoncu sentezin” mekanik felsefesi, daha önceki dinsel görüşlerden (skolastik ya da Aristocu evren görüşü) bazı bakımlardan bir kopuş gerçekleştirmişse de, İngiliz D evrim i’nin daha radikal materyalist ya da kamutanncı görüşlerine karşı koymuştu. Newtongil dünya görüşünde, doğanın tanrısal inayetin belirlediği dışsal mekanik yasalarla yönetildiği düşünülür. Buna karşılık, gerçek mater­ yalistler ise, doğanın kendisi dışında açıklamalara gerek olmadığını düşünenlerdir. A ynca, daha ılımlı Aydınlanma düşünürleri (tin olarak) zihin ile beden arasındaki aynmı koruma eğilimindeydiler. Bu nedenle, zihni tümüyle mekanik ve materyalist açıklamalara indirgeme yönündeki her girişim, genellikle, sapkın materyalist ve tanrıtanımaz görüşlerin kanıtı olarak görülüyordu.® Bir yönüyle sınırlanmış fakat gene de tehditkâr bir materyalizm. Observation on Man (İnsan Üzerine İncelemeler) adlı eserinde (“ruhun madde dışılığm da” ısranna rağmen) bilgiye karşı genelinde materyalist bir yaklaşım benimsemiş olan David Hartley’in (1705-1757) fizyolojik psikolojisinde önem li rol oynamıştır. Hartley’den etkilenen büyük fizik ve kimya bilgini Joseph Priestley (1733-1804) A Free Discussion o f the Doctrine o f M ateryalism (Materyalist Doktrinin Özgür Bir Tartışması1704) gibi eserlerinde sergilediği daha kararlı materyalist bir tutum alm ış­ tı. Priestley’in bakışı, genelde John Lx)cke’un İnsan Anlığı Üzerine Bir D enem e'sinds deneme kabilinden ortaya attığı, düşüncenin ruhun saf, madde dışı bir tezahürü değil de Tann’nın maddeye “fazladan katmayı” uygun bulduğu bir özellik olabileceği önermesiyle uyum içindedir.'“ Priestley’e göre, psikoloji zorunlu biçimde sinir sisteminin fizyolojisidir. İnsana bakışı genelde mekanist ve belirlenimci olmakla birlikte, Priest­ ley, Holbach gibi dine saldıran, daha karadı Fransız materyalistlerini


48

MARX'IN EKOLOJİSİ

eleştirmiştir. O , bu bakımdan, on yedinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyı­ lın başlanna dek, İngiliz bilimine büyük ölçüde hâkim olan doğal teoloji geleneğini ve böylelikle, tannsal inayetin, faydacı akıl yürütmelerin orta­ ya koyduğu gibi, doğanın yasalarında bulunacağı görüşünü tem sil eder. Bu yüzden, bir yandan bu işleyişte T ann’nın varlığının “kanıtım” bulur­ ken, öte yandan kendi yasalanna göre işleyen maddi bir dünyayı kabul etmekte epeyce yol almak mümkündü. *‘ Charles Darwin’in büyükbabası Erasmus Darwin de Hartley’den esin­ lenerek materyalist görüşleri benimsemişti. İlk evrim kuramcılarından biri olarak, bütün hayatın Tannmn yaratmış olduğu tek bir hayat ipli­ ğinden türediği mefhumunu ortaya atmıştK Fransa’da ise Julian Offray de la Mettrie (1709-1751), Paul Henry Thiery, Baron d ’Holbach (1723-1789) ve Deniş Diderot’nun (1713-1784) eserleriyle m ateıyalizm daha da radikal bir biçim almıştı. Her şeyin madde ve harekete dayandınlabileceği şeklinde mekanist bir mater­ yalizm anlayışı geliştiren La Mettrie, zihnin yalnızca beynin bir işlevi olduğuna ve bu bakımdan bedenin diğer işlevlerinden hiçbir farklıhğmm bulunmadığına inanmıştı. İnsan, üpkı diğer hayvanlar ve hatta bitkiler gibi bir makinaydı. Holbach, esas olarak D oğa Sistemi (1770) adlı eseriyle tammr. Doğamn madde ve devinimden ibaret olduğu ve hareketin direnç, çekim ve itim gibi kuvvetler tarafından koşullandığı fikrini uygulayarak, ruhun gerçekte beyinden başka bir şey ohnadığında ısrar eder. Bununla birlikte, doğayı dinsel terimlerle açıklamak yönündeki tüm girişimlere yönelttiği saldınlan sayesinde Holbach’ın materyalizmi siyasal açıdan daha önemli bir biçim almıştır. Holbach’a göre, doğa kendi terimleriyle açıklanabileceğinden, doğada Tannyı görmek gereksiz bir yineleme olacaktır. Holbach, ruhun ölümsüzlüğü fikrinin insanları varolan koşullardan ve dünyayı kendi özgürlük ve zomnIuluklanna uygun hale getirme gereksinmesinden uzak­ laştırdığını ileri sürer. “Ahlak ve siyaset” diye yazar Holbach, “mater­ yalizmden, tinsellik dogmasının asla sağlayamayacağı, hatta, engel oluş­ turduğu avantajları elde etmekte aym biçimde başansız oldular. İnsan, onu inatla metafiziğe koşullanmış gözlerle görmekte ısrar edenler için daima bir sır olarak kalacaktır.” ’’ Holbach’a göre, teoloji doğayı iki parçaya ayır­ mıştır: bir yanda tann diye adlandırdığı ve doğayı önceleyen doğarım gücü, öte yandan güçten yoksun kılınmış hareketsiz doğa. Ansiklopedi’nin yayım cısı Diderot da, kendisini etkileyen Holbach’ınkine benzer bir materyalizm benimsemiş, ancak, mater­


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

49

yalizm ini antik Yunan fılozoflan Demokritos ve Epiküros’un felse­ felerine uzanan bir tarihe dayandırmıştı. Diderot’ya göre, nihai gerçekler hareket ve duyarhhğa haiz atomlardı. Ruh, ancak, atomlann belirli birle­ şimlerinde ortaya çıkabilir. Doğa, kendi içinde tamamlanmıştır, hiçbir türden bir dinsel ilkeye gereksinme duymaz. Tikel nesneler, sonsuz çevrimler halinde, atomlann belli bir araya gelişlerinden oluşur ve ardın­ dan dağılırlar. Böylece, on sekizinci yüzyıl ve on dokuzuncu yüzyıl başlanndaki materyalizm birbiriyle ilişkili iki biçim almış olarak görülebilir. Birinci biçimde materyalizm üzerindeki vurgu daha mekanik terimlerle yapıl­ mıştır (bu yüzden, doğanın üzerinde ve ötesinde bir tinin varlığı, buradan da ılım lı deizm mefhumlan ile daha kolay bütünleşebilir), ikinci biçim ise çoğu kez kamutanncı bir karakterde ve bazen evrensel bir dirimciliğe yönelecek biçimde, daha çok organik karşılıklı etkileşim (ve deneyim duygusu) üzerine odaklanan bir yaklaşımdır. Bu ikinci yaklaşım doğal­ cılık, dirimcilik ya da kamutanncılık olarak görülmüş ve çoğu kez, sıra­ dan bir mekanizm şeklinde yorumlanır olan materyalizmden ayırt edilir olmuştur. Fakat, bu iki biçim de, doğada tannsal ilkeleri (az ya da çok) reddedişlerindeki ortaklıklarıyla geniş anlamda materyalist tanımını hak eder. Materyalizmin daha kamutanncı versiyonunun klasik örneği, bütün doğanın “organik moleküllerden” oluştuğunu düşünen büyük Fransız biyologu George Louis Leclerc. Kont de Buffon’da (1707-1788) görü­ lebilir. Onun görüşünde, doğa dev bir makine değil, aşkın bir Tannya başvurmak gerekmeksizin kendi terimleriyle açıklanan muazzam bir organizma halini alır. ” Aralanndaki bütün farklılıklara rağmen, bütün bu düşünürlerde ortak olan şey, gerçekliğe ve hatta insan zihnine fiziksel terimlerle anlaşılan doğaya bağımlı olarak bakmak ve -zaman zaman bu, tannsallığın yerine basitçe doğayı ya da tanrısal inayet yoluyla belirlenmiş dışsal yasalan koymaya dönüşse de- dünyayı anlamak için tannsal kılavuzluğa ya da erekbilimci ilkelere başvurmaktan sakınmak yönündeki radikal eğilim ­ dir. Genelde, hem Newton ile özdeşleşen mekanik felsefe, hem daha doğrudan bir materyalizm, tannsal etkinin nerede bulunacağı konusunu ortaya atmıştır. D in ile bilim arasındaki ilişkinin karmaşık doğası, antik Epikür felsefesinde de bazı bakımlardan kendisini benzer biçimde ortaya koymuştu. Epiküros da evrenin atomlann bir araya gelişiyle işlediğini öğreten materyalist felsefesine rağmen, -yalnızca dünyalar arasındaki boşlukta olsa bile- tanrılara nihai bir yer vermeyi seçm işti. F:4 / M arx'in Ekolojisi


50

MARX'IN EKOLOJİSİ

Paradoksal biçimde, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarla on doku­ zuncu yüzyıl başlannda Britanya’nın entelektüel kültürü yalnızca bili­ min, materyalizmin ve faydacılığın büyümesiyle değil, aynı zamanda teoloji içinde, tannsal inayetin doğal yasalarda ve maddi evreni yönettiği varsayılan faydacı ilkelerde keşfedileceğini savunan doğal teolojiye doğru bir kaymayla belirlenmişti. Böylece, doruğunu. N atural Theo­ logy'si (Doğal Teoloji) ve diğer çalışmalan D arwin’in Cambridge’deki öğreniminin önemli bir parçasını oluşturan Başpapaz W illiam Paley’in temsil ettiği, teolojik ilkeleri (ve buradan Tannnın varlığının kanıtını) doğada ve “yetkin işlerlikte” açığa çıkarmayı amaçlayan bilim sel ya da faydacı bir teoloji kurma yönünde bir girişim vardı. Paley’e göre, “Tasanmın varlığını gösteren işaretler göz ardı edilem eyecek kadar güçlüdür. Tasarım ın bir tasanm cısı olmak zorundadır. Bu tasanm cı bir kişi olm a­ lıdır. Bu kişi Tanrıdır.”'* N e var ki, bütün bunlar, T ann’nın varlığını tannsal vahiy yerine, artık esas olarak (doğada ve bilimde kendisini açığa vurduğu şekilde) eserlerine bakarak aradığı için, teolojik görüşün artık savunmaya çekildiği anlamına gelmekteydi. Üstün Tanniık, dünyanın nihai tasanm cısı olarak, ancak, Paley’in görüşünce doğayı bir kez kurduktan sonra kendi kendine işlem esini sağlayan bir tasanmcı olarak, git gide daha arka plana çekildi. Bilim ve materyalizmin gelişmesinin her aşamasında, kaydedilen gelişm eyi dünyanın teolojik anlaşıhşıyla sentezleme yönünde çabalar vardı. Fakat, bilim ve doğanın geçerli olduğu alana karşı olarak doğrudan doğruya tannsal inayete atfedilebilecek alan, Hıristiyan teolojisi ve onun eşlik ettiği ayncahklar sistemi için daimi bir kriz yaratarak, daralmaya devam etti. Bu nedenle, teolojik öğretilerin bu dönem boyunca sergilediği esnekliğe rağmen, sonuna dek götürülmüş materyalizmin büyümesinin, kumlu düzen açısından -her adımda direnilmesi gereken- bir tehdit olarak algı landığına kuşku yoktur. K opem ikus’un evren öğretisinin geliştirilmesine yardım eden İtalyan materyalisti Giordano Bruno Katolik kilisesi tarafından odun ateşinde yakıldı, düşünürün cezalandınimasında K opem ik’i izlemesinden çok, teoloji karşıtı bütün olası sonuçlarıyla, Epikür felsefesine bağlılığı etkili olmuştu. Bruno sayısız sapkınlıkla suçlanmış olmakla birlikte, bu sapkınlıklardan en ciddisi, (Lucretius aracılığıyla) Epikürcü sınırsız evren anlayışını benimsem iş olm asıydı. Bilim tarihçisi Thomas Kuhn’a göre, bilim e “Bruno’nun başlıca katkısı,” K opem ikçilik ile Epikürcü atomculuk arasındaki “yakınlığı” tanıması ve geliştirmesiydi. “yakınlık bir kez anlaşıldıktan sonra, atomculuk, Kopemikçi bitimli kozmosu on


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

51

yedinci yüzyıl boyunca sonsuz ve çok dünyalı bir evrene dönüştüren çeşitli entelektüel akımlann en etkilisini ve en uzun erimlisini oluşturdu.” Bu durum, kendisine yöneltilen suçlamalar çeşitli "teolojik sapkınlık” isnatlanndan oluştuğu için B n ın o’nun bir “bilim şehidi” sayılmayı hak edip etmediğine ilişkin sık sık ortaya atılan sorulan da yanıtlayabilir. Bu “sapkınlıklar” arasında Epikürcü sonsuz evren anlayışına bağlılığının da bulunması sorunun yanıtı hakkında çok az kuşku bırakmaktadır. Darwin, Bruno’nun akıbetini iyi biliyordu. ''' Avrupa’nın pek çok ülkesinde devletle kilise arasında on dokuzuncu yüzyıl başlannda bile geçerli olan yakın ilişkiler, bilim sel araş­ tırmacılara yöneltilen materyalizm ve ateizm suçlamalannı çok ciddi bir tehlike kılıyordu. İngiltere’de Kraliyet Cerrahlar Koleji öğretim üyele­ rinden W illiam Lawrence, 1819 yılında, içinde materyalist görüşler sergi­ lediği Lectures on Physiology, Zoology and the Natural History o f Man (Fizyoloji, Zooloji ve İnsanın Doğal Tarihi Üzerine Söylev) adlı kitabını yayım lam ıştı. Kitap kamuoyunda öyle bir infiale yol açtı ki, yazar, eserini dağıtımdan geri çekmek zorunda kaldı. Aradan üç yıl geçtikten sonra kita­ bm bir korsan baskısı yapılınca Lawrence yayım cıyı mahkemeye verdi. Davanın görüldüğü mahkeme, kitap son derece bozguncu ve ahlak dışı olduğu için yazann üzerinde hiçbir hak iddia edem eyeceği gerekçesiyle (on yedinci yüzyıldan kaynaklanan garip bir İngiliz yasasına dayanarak) yayımcının yazara telif ödemeksizin kitabı yasal biçimde yayımlayabileceğine karar verdi. Zamanının kültürlü bir biyoloji düşünürü olan Lawrence, kitabında, canlı organizmalann cansız doğada geçerli olanlara göre daha yüksek düzeydeki doğal yasalara tabi olduğunu savunmuştu. Bununla birlikte, madde ve bedensel organların organizasyonunun dışında herhangi bir “dirimsel ilkenin” varlığını, buradan da beyinden bağımsız herhangi bir zihinsel özelliğin varhğını yadsımıştı. Britanya’nın kurulu düzeni açısın­ dan bu, fazla ileri gitmekti. Torilerin yayın organı Quarterly Review, “Britanya imparatorluğunun başkentinde. Bay Lawrence tarafından devletten aldığı yetkiyle verdiği derslerde materyalizm öğretisinin açıkça ilanını” kınayarak, zararlı pasajların kitaptan çıkanimasmı talep etti. Böylece, Lawrence kitabını piyasadan çekm eye ve öğretim üyeliği göre­ vinden istifaya zorlandı. '* Türlerin dönüşümü üzerine defterlerini yazdığı sırada kendi mater­ yalist görüşleriyle bir iç hesaplaşma yaşamakta olan Chartes Darwidi Lawrence’in başına gelenlerin de çok iyi farkındaydı. Lawrence’in kiU-


52

MARX'IN

e k o l o j is i

binin bir kopyası eline geçm iş ve sayfa kenarlarına notlar düşmüştü. Söz konusu kitaptan defterlerinde ve daha sonra yayımladığı İnsanın Tiirey i ş i ’nde de söz etmiştir. Dahası, Lawrence’in uğradığı muameleden yalnızca birkaç yıl sonra, materyalist düşüncelerin bastınlışına ilişkin benzer bir olaya kendi gözleriyle tanık olmuştu. Darwin, 1827 yılında Edinburgh Üniversitesi öğrencilerinin doğal tarih tartışmalan için kurdu­ ğu bir kulüp olan- Plinian Demeği'nin bir toplantısına katılmıştı. Toplan­ tıda kulüp üyelerinden W illiam Browne, hayatın, yalmzca bedenin örgüt­ leniş biçiminin bir ürünü ve “bireyin duyulan ve bilincini ilgilendirdiği kadanyla, zihnin maddi” olduğunu öneren bir bildiri sundu. Bu iddialar öyle bir infial yarattı ki, Browne’un ifadeleri toplantı tutanaklanndan çıkanidı ve genç öğrenci bundan sonraki araştırmalannı felsefe dışı konulara yöneltmek zorunda kâldı. Beynin bütün zihni yetilerin kendisinden kaynaklandığı organ olduğu düşüncesi, on sekizinci yüzyıl sonlannda Franz Joseph G all’in çalışmalanyla güçlü bir destek bulmuştu. Gali, bugün, uzun süre önce gözden düşmüş frenoloji “bilim ini” savunmasıyla hatırlansa da, Viyana’da verdiği derslerin 1802 yılında din için bir tehdit olarak damgalanması, bundan değil, beden ile zihin arasındaki ilişkinin materyalist yorumunda sergilediği çığır açıcı ısranndan kaynaklanmıştı. Gali, 1807 yılında, kitaplannın Index Librorum Prohibitorum’a (yasak kitaplar listesi) alına­ cağı ve öldüğünde dinsel törenden mahmm bırakılacağı Paris’e göçtü.^® Darwin, metafiziğe ilişkin defterlerinde tartışmasız biçimde mater­ yalist bir konum almıştır. D efierler’in yayımcılannm gözlediği gibi, “Materyalizme hevesle sanimış ve birlikçi bir dil kullanarak, düşüncenin duyarlılıktan türediğini savunmuştu.” Defierler'îmn bir yerinde kendi kendine “Zekâ, gizemli bilincin sonradan eklendiği organizasyondan başka nedir?” diye sorar. D ^ e r C ’de de, “Düşüncenin (ya da daha doğrusu arzulann) kalıtsal oluşu - bundan beynin yapısının kalıtsal oluşundan başka bir şey çıkarmak zor...ah, seni gidi Mateıyalist!” ifadesini kullanır.^' Darwin’in oluşmakta olan türlerin dönüşümü kuramının merkezinde, gelişme halindeki materyalist görüşler yatar. “Platon” diye yazar bir yerde, “Phaedo'du ‘zorunlu fikirlerimizin’ ruhun önvaroluşundan doğdu­ ğunu, deneyimden türetilemeyeceğini söyler.-önvaroluşu maymunlar diye okuyun.”^^ Francis B acon’m O f the D ignity and Advancement o f Learning’de (Öğrenmenin Değeri ve İlerlemesi) ortaya attığı, doğayla ilgili nihai nedenlerden kaynaklanan her türlü uslamlamanın “kısır ve Tanrıya adanmış bir bakire gibi hiçbir şey üretmez” olacağı iddiasını da


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

53

kabul ediyordu. Malthus’un tannsal inayete baş vurduğunda nihai neden­ lerden söz ettiğini gözlediğinde D efterler’ine mateı^ahzminin kendisini Malthus’u bu noktada izlemekten alıkoyduğunu yazmıştı. “Benim için Nihai nedenlerden söz etmek bir anomalidir: bunu düşün! -bu kısır baki­ releri düşün.” ^ Darwin, görüşlerindeki derin sapkın niteliği, derinden ve acıyla fark etmişti ve materyalizmin zorunlu olarak ateizme vanp vannayacağı soru­ nuyla boğuşmuştu-sonunda bunun zorunlu olm adığı kanısına varmış­ tı.^ Darwin zamanındaki kamuoyu nazannda materyalizm, genel olarak yalnızca ateizmle değil, aynı zamanda devrimci Fransa’nın ideolojisiyle de özdeşleştiriliyordu. Radikal özgür düşüncelileri hedefleyen küfür ve bozgunculuğa karşı yasalar vardh 1837 ve 1842 yıllan arasında gazeteler, toplumsal reform davası içinde materyalizmi benimseyen Çartistler, Owenciler ve benzeri radikal grupların korkutucu etkinliklerinin haber­ leriyle dolup taşıyordu. Ayrıca, özellikle tıp çevrelerinde, Lx>ndra’da odaklanan ve evrimci düşünceleri benimseyen radikal materyalistler de vardı, ancak, bunlann görüşleri aşırı kilise ve devlet karşıtı karak­ terlerinden dolayı Darwin için kabul edilem ez bir keskinlikteydi.^’ Darwin, kendi düşüncelerinin saygın çevrelerde mahkûm edilm emesi arzusuyla, materyalizmini kesin biçimde açıklamama stratejisini benim­ sedi: “Materyalizme ne ölçüde inandığımı açıklamaktan kaçınmak için” diye yazmıştı, “yalnızca, çocuğun beyninin ana babasmınkine benze­ mesinden ötürü, heyecanlann, içgüdülerin ve yetenek derecelerinin kalıt­ sal olduğunu söyleyelim .” “ Darwin, yalnızca dinsel erekbilimciliği değil. Doğa Skalası görü­ şünde, Tannnm dünyayı “insan” için yarattığı ve zihnin maddeden kesin biçimde aynidığı şeklinde ifadesini bulan insan-merkezciliği de tahtın­ dan etmesi nedeniyle içine düştüğü küfrün, diğer görüşlerie kıyas­ landığında daha da sapkın nitelikte olduğunun farkındaydı. Darwin’in görüşleri, bir yandan, başka ve “daha aşağı” türlerden türeyen bir köken atfederek insanın statüsünü düşürme eğilimindeydi. Şimdiye dek, doğa­ nın skalasında insandan pek de aşağıda olmayan bir yer işgal ettiklerine inanılmakla birlikte, artık ayn yaratım yoluyla insandan ölçülem ez biçim ­ de aynidığı kabul edilen maymunlarla yüksek maymunlar, her ne kadar çok uzaktan da olsa, insanla ortak bir köken paylaşıyor olarak görü­ lebilirdi. Darwin’in görüşleri, diğer taraftan da, hayvanların da sınırlı bir tarzda zekâ sahibi olduğunu kabul edişinden dolayı, insana kıyasla diğer canlı türlerinin statüsünü yükseltmeye eğilimliydi.


54

MARX'IN EKOLOJİSİ

Bu türden materyalist sapkınlıklara Viktorya dönemi İngiliz toplumunun tepkisinin ne olacağı konusunda hayale kapılmayan D anvm D efterler'Ae bu problemleri defalarca tartmış, en azından altı değişik vesileyle, bir biçim de bilm ecem si, ancak geleneksel D oğa Skalasma açık bir m eydan okuma olan şu ifadeleri kullanmıştır: “Bütün insanlar ölseydi, o zaman maymunlar insan yapardı-însanlar melekleri yapSr. B u ifade iki bölümde ele alınabilir (ve gerçekte geleneksel D oğa Skalası düşüncesinin iki katlı bir eleştirisi çevresinde kurulmuştur). Dârvvın, D efterler’dc insan türünün bir şekilde yeryüzünden silinm esi duru­ munda başka türlerin (diyelim , “maymunların”) bu zeki hominidın yok oluşunun bıraktığı ekolojik boşluğu dolduracak biçim de (bu yeni canlı­ nın bildiğim iz anlamda “insan” olm ayacağını açık biçim de belirtmekle birlikte) evrim leşeceğini öneriyordu. Am a aym şekilde insanlann da başka türlere evriliyor olduğu ve evrilebileceği de doğruydu. Darwin, geleneksel D oğa Skalası kavrayışıyla oynayarak, “İnsanlann m eleklen yaptığını” yazm ış, b öylece, insanın (elbette, D anvin’in genelde dindı­ şı bakış açısından gerçek anlamda m elek olm amakla birlikte) daha üstün bir canlı türüne evrim leşebileceğini önermişti. Darwin, bu şekil­ de kendi fikirlerinin, yani, insanın tesadüfi evriminin ürünü olduğu; başka hominidlerin, bir kez boşaldığı takdirde insanm doğadakı yerını dolduracak şekilde evrim leşebileceği ve insanın, diğer bütün türler gibi sabit bir tür olm ayıp evrim sürecine maruz bulunmaya devam ettiği görüşlerinin olası sonuçlan v e bunlann Viktorya dönemi İngiliz toplumunda neden olacağı tepkilerle cebelleşiyordu. Darwin, daha sonra yayım ladığı yazılannda yukandaki sorunu parça­ layıp, daha tehlikeli konulan daha sonraya bırakarak, olası eleştirilerin büyük bölümünü savuşturacakU. Bu yüzden, insanın evrimi sorunu 1859 yıhnda yayımlanan Türlerin Kökeni'nde neredeyse bütünüyle dışanda bırakılmış, ve -bu eserin yarattığı infialin bir ölçüde söndüğü 1871 yılın­ da yayımlanan- İnsanın TUreyişi’nc dek bir daha ele alınmamıştı. Zihnin ve duygulanımlann insan ve hayvanlardaki sürekliliği konusuyla ise daha sonra, Expression o f the Emotions in Man an d Animals (insanlarda ve Hayvanlarda Duygulann İfadesi-1872) adlı eserinde -materyalistçe- ilgi­ lenecekti. Bu son kitap, zekâ eksikliğiyle insandan bir araya gelemez biçimde aynldığı düşünülen, insan-m erkezci “vahşi yaratık” yorumuna ve aynı şekilde, dünyanın ve üzerindeki bütün yaratıklann Tann tara­ fından “insan” için yaratıldığına ilişkin sözde olguya kesin biçimde son verdiğinden, bazı bakımlardan D arw in’in eserleri arasında en radikal


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

55

olanıdır. Bu görüşlerin tersine, Darwin’in nazarında bütün canlı hayat, ortak bir maddi ilişkiler ve evrim yasalan kümesi tarafından birleş­ tirilmiştir. Tanınmış Darwinci Bilgin John Durant’ın sözleriyle, “Darwin, doğa ve insan doğası üzerine görüşlerini, yeni yaşam ve zihin biçimlerinin ortaya çıkarmakta sürekli biçimde etkin olan daha geniş bir dünya vizyonu içinde geliştirdi. Bu materyalizmdi, ve Darwin bunu bili­ yordu; ama bu materyalizm, insanı doğallaştırdığı gibi, her adımda, doğayı da insanileştiren bir materyalizmdi.”

Materyalizm ve En Başlardaki Marx İngiltere’de Darwin’in evrim ve materyalizm üzerine görüşlerini biçim­ lendirmeye çalıştığı 1839-1842 yıllan arasındaki dönemde, Alm anya’da da Darwin’den dokuz yaş küçük olan (sonunda bir on dokuzuncu yüzyıl düşünürü olarak şanı Darwin’in şanına rakip olacak) genç bir bilgin, Alman idealist felsefesinin özünde dinsel bakışının etkisinden kurtul­ maya çalışarak, kendi materyalist bakış açısını çok farklı bir biçimde geliştirmeye uğraşıyordu. Kari Marx, Berlin’de öğrenciliği sırasında, kısmen ve isteksizce, Georg Wilhelm Friedrich H egel’in zamanın Alman felsefesine hâkim olan ve tinin (ya da zihnin) tarih içindeki gelişimini açıklamayı hedefleyen idealist felsefi sisteminin büyüsüne kapılmıştı. Yine de, Marx’m ilk tamamlanmış çalışm ası olan Demokritosçu ve Epikürcü D oğa Felsefeleri Arasındaki Fark üzerine (1840-1841 yıllan arasında yazılan) doktora tezi, özünde sol H egelci bir bakış açısından yola çıkmakla birlikte, kurgul (spekülatif) felsefe (ya da idealizm) ile mater­ yalizm arasındaki çatışma konusunu ortaya atarak, daha o zamandan H egel felsefesin i aşmaya başlamıştı.^’ Marx’m doktora tezi üzerindeki tartışmalann çoğu, kendisinin ve genel olarak Genç Hegelcilerin (Epikürcülük, Stoacılık ve Kuşkuculuk gibi) antik Yunan felsefesine çekilişinin, basitçe, bu felsefelerin Aris­ to’nun felsefeye getirdiği bütünsel canlanışı izlemelerinin, H egel’in bütünsel felsefi canlanışı sonrasındaki Genç Hegelcilerin konumuyla olan benzerliğini görmelerinden kaynaklandığını öne sürer. Buradan hare­ ketle, Marx’m Epikür felsefesine olan ilgisinin, içeriğinden çok, bu felse­ fenin kendi zamanınınkine bir tür paralel “ruh” yansıtmasından etki­ lendiğine inanmamız istenir. Bununla yakından bağlantılı olarak, Marx’m doktora tezi boyunca bütünüyle Hegelci dünya görüşü içinde kaldığı da kabul edilir. Böylece, Marx’m tezi (Hegelci terimlerle) bir Epikürcü öz-


56

MARX'IN

e k o l o j is i

bilinç diyalektiği betimleme yönünde bir girişim olarak görülürken, Epikürcülüğün Aydmlanma ve özellikle İngiliz ve Fransız mater­ yalizmleriyle ilişkisi, sanki konuyla hiçbir ilgisi yokmuş, ya da tümüyle Marx’m bilincinin ötesindeym işçesine göz ardı edffir. Marx’m doktora tezinde Epiküros’un antikitenin Aydmlanma figürü olduğunu vurguladığı -H egel’in de, ancak daha az olumlu bir tarzda değin­ diği bir husus- dikkate ahndığında, böyle bir göz ardı ediş daha da şaşırtıcı olmaktadır. Dahası, Marx, Epiküros’un on yedinci ve on sekizinci yüzyıl­ larda materyalist görüşler geliştiren bütün düşünürlerin düşüncelerinde merkezi bir önem taşıdığında ısranm sürdürecekti. Bu yüzden, Marx’in doktora tezinin ahşıhmş yorumu, bu tezin yazıldığı dönemin -sıradan Hegelciliğin ötesine uzanan- daha geniş entelektüel atmosferi göz önüne alındığında, inandıncıhğını giderek daha da yitirecektir.^ ‘ Burada, Marx’in Hegelci sistemle ilişkisinin daha başlangıcından itibaren kararsız ve karma­ şık bir nitelik taşıdığını hatırlamak önemlidir. Aslında Marx’m Hegelcilik hakkında ilk izlenimi, onu, o zamana dek o derecede esinlendiği Aydın­ lanma düşüncelerine karşı bir tehdit olarak görmek şeklinde olmuş gibi görünmektedir. H egelcilikle ilişkisinde, “düşmanın kollanna” düşmekten, “nefret ettiğim bir görüşü” putlaştırmaktan ve “bu güçlü grotesk melo­ diden” kaçmak için gösterdiği çeşitli çabalardan sö z etmişti.’^ Bu kitapta, standart yoruma karşı olarak, Marx’in doktora tezinin yalnızca Hegelci döneminden kalma bir anomali olmayıp, antik Yunan filozofu Epiküros’un materyalist diyalektiğinin olası sonuçlannı, hem H egelci felsefi sistemin bakış açısından, hem de bazı bakımlardan bunun ötesine geçen bir bakış açısından, kabul etmek yönünde bir girişim oluş­ turduğu savunulacaktır. Bunun da ötesinde, Marx’in tezi,-Epiküros’tan büyük ölçüde esinlenen- İngiliz ve Fransız Aydınlanmalarının mater­ yalist geleneklerinin H egel felsefesi açısından doğurduğu sorunla uğraş­ ma yönünde de dolaylı bir çabaydı. Epiküros’un Britanya ve Fransız materyalizmde verili önem i dolayısıyla, “atomcu felsefenin,” James W hite’in gözlediği gibi, “güçlü siyasal imalan vardı ve Marx ... 1840’ta tezini yazmaya başladığında bunlann çok iyi farkındaydı.”“ Marx, (H egel felsefesi ile tanıştığı aynı yıl olan) 1837’de B acon’ı incelemişti ve Epiküros’un Aydınlanma düşünürlerinin genelinde olduğu gibi, Bacon üzerindeki etkisini fark etmişti. Marx’in Epikürcülüğün Aydın­ lanma ve özel olarak İngiliz ve Fransız materyalizmleriyle ilişkisine olan ilgisi yalnızca doktora tezinde değil, 1839’de bu tez üzerinde çalışırken tamamladığı yedi defterlik Epikür Üzerine D efterler'dt v e Engels ile


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

57

birlikte yazdığı Kutsal Aile (1845) ve Alman İdeolojisi’nde* de açıkça görülmektedir. Maximilian Rubel ve Margaret Manale’in belirtmiş olduklan gibi, M ant’ın doktora tezini Epiküros üzerine yapma karan: Hegelci olmayan büyük bir dönüştü...M arx’m, doğallığı, entelektüel ve duyum ­ sal özgürlüğe, tanrılardan ve şansa, zorunluluğa verdiği önem den daha fazla değilse bile eşit önem tanıyan öğretilerden özgürlüğe verdiği büyük önemden dolayı E piküros’a ilgi göstermiştir. Bireysel iradenin hakkı teslim edilir; bir olabilirlik anlayışı hayat bilgeliğinin merkezi olur. İnsan kendini batıl inançlar ve korkudan kurtanr ve kendi m utluluğunu yapabilmeye m uktedir olur.

Epiküros Epiküros, MÖ 3 41’de, Platon’un ölümünden altı yıl sonra ve Aristo’nun Lyceum ’daki okulunu açışından altı yıl önce Samos (Sisam) adasında doğan bir Atina yurttaşıydı. 306 yılında “Bahçe” adı verilen kendi felsefe okulunu kurdu ve 271 yılındaki ölümüne dek dönemin Yunan dünyasında giderek artan bir etki kazandı. Epiküros, Büyük İskender’in ölümünden sonra ardıllannın Makedonya İmparatorluğu üzerinde sonu gelmez savaşlara tutuştuğu ve siyasal etkinliğin özellikle etkisiz göründüğü trajik bir zamanda yaşadı. Bu yüzden, izleyicilerine bir tür tasarlayıcımüşahedeci (contemplative) -ancak yine de kendisinden daha radikal sonuçlar çıkanlabilecek- bir materyalizm vaaz etti. Görüşlerinin Roma döneminin antik düşüncesi üzerinde büyük etkisi olduysa da, kendisinin ve izleyicilerinin Hıristiyanlığın en başta gelen sapkm muhalifleri ilan edildiği Orta Çağ’da eserleri neredeyse bütünüyle yok oldu. Bu yüzden, eserleri modem zamanlarda esas olarak ikincil kaynaklar aracılığıyla tanı­ nır; bunlann en önem lisi de Romalı ozan Lucretius’un büyük eseri D e rerum natura’dır. Lucretius (yaklaşık MÖ 99-55), kelime anlamı Şeyle­ rin D oğası Üzerine olan eserinde, çağdaş araştırmaların gösterdiği gibi, üstadının temel düşüncelerini ve hatta ifade tarzını sadık biçimde yeniden üretmiştir.’^ (Lucretius da, üstadı gibi. Roma Cumhuriyeti’nin düşüşüne tekabül eden ağır bir siy asal kriz dönem inde yaşamıştır.) Epiküros, düşüncelerini oluştururken, tüm gerçekliğin, boşlukta varolan, gözle görülemeyecek kadar küçük olmakla birlikte farklı biçim­ lere ve ağırhklara sahip olan sonsuz sayıdaki atomlardan oluştuğunu * K. Marx, F. Engels, Alman İdeolojisi, Çev.: Sevim Belli, Sol Kay., ve M ELSA Yay., Çev.: Hamdullah Erbil.


58

MARX'IN EKOLOJİSİ

düşünen Yunan atomculan Leukippos (MÖ 4 30 yılı civannda) ve Demokritos’tan (MÖ 420 yılı civan) esinlenmişti. Bu atomlar hareket yeteneğine sahipti ve duyu nesnelerini oluşturmak üzere çok çeşitli tarz­ larda birleşip aynlabiliyordu. Demokritos’a göre atomlann iki belirleyici niteliği vardı; B oy ve şekil. Demokritos’a getirilen yorumlann çoğu (çünkü kendisi hakkındaki antik kaynaklar çelişkilidir) onun, atomlara ağırlık niteliği de atfettiğini ve bu nitelik nedeniyle hareketlerini düz çizgide bir düşüş hareketi olarak açıkladığını da (atomlann bu son özel­ likleri daha çok Epiküros’un eserleriyle özdeşleştirilse de) iddia eder. Epiküros’un Demokritos’tan en önemli aynlığı, atomlann tümüyle belir­ lenmiş bir tarzda hareket etmediği önermesini eklemek olmuştur; onun yerine bazı atomlar, bir şans ve belirlenmemişlik unsuru yaratarak (böylece özgür irade için bir alan bırakarak) “sapar.”’* “Bilimin dünyada hiçbir temele sahip olmadığı duygusundan ilk olarak kurtulması” diye yazar Hegel, “bu atom kuramındadır.” Epikuros’un felsefesi olağanüstü tutarlı bir mantıki sistemdi. Bu yüzden birkaç başlangıç varsayımı bir kez verildiğinde, geri kalanı büyük ölçüde çıkarsama yoluyla elde edilebilirmiş gibi görünmektedir. En önemli çıkarsamalar arasında, (sonsuz sayıda dünyalan içeren) sınır­ sız evren ve sonsuz zaman mefhumlan bulunur. Epiküros, türlerin yok olmasından ve insani gelişm enin ilkel kökenlerden başladığından da söz etmişti. Materyalist felsefesi, bilimin bulgulannı dikkate değer ölçüde önceden tahmin etm işe benzemektedir ve gerçekte on yedinci yüzyıl bilimsel devrimi ve Aydınlanmanın önde gelen bilimadamlannın pek çoğu üzerinde son derece büyük etkisi olmuştu. Epikürcü doğa felse­ fesinin başlangıç önermeleri “Hiçbir şeyin hiçbir zaman tannsal güç tara­ fından yoktan var edilm ediği ve “doğanın... bir şeyi asla hiçliğe indir­ gem eyeceği” idi. Bu iki önermenin birlikteliği bugün “sakınım ilkesi” olarak bilinen şeyi oluşturur.’* Tannlar, var olm aya devam etseler de, dünyalar arasındaki boşluklara sürülmüşlerdir. Dahası, Epiküros doğayı ele almakta erekbilimciliğin ve mutlak determinizmin bütün biçimlerine karşıdır. “Tannlar hakkındaki efsaneleri izlem ek” der, “doğa fılozoflannın kaderinin kölesi olmaktan daha iyidir; Çünkü, birincisi ibadet yoluyla tanniann yatıştınlabileceği umudunu banndmrken, İkincisi hiçbir yaüştırma tanımayan bir zorunluluk içefîr.” Epiküros ’a göre, ne determinizm ne zorunluluk -yani, şeylerin sıradan özelliklerine dayanan gelişm eler- “yapılan” “olaylan” açıklayamaz, çünkü, bu tür olaylar tesadüf (belirlenmemişlik) alanına aittir;


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

59

Ö yleyse, olayların hiçbir zaman m addenin olduğu gibi K endi başına varolm adığını görebilirsin, Boşluğun varolduğu tarzda var oldukları da söylenem ez A m a, onları doğru bir şekilde. M addenin ve m ekânm , içinde şeylerin m eydana geldiği K arşılaşm aları olarak adlandırabilirsin.'*®

Epiküros’un, yaygın olarak materyalist bakış açılanna atfedilen her türlü indirgem eciliği reddedişi, (genel sistem inin sunuşunu oluşturan) Kanunlar'ındA geliştirdiği incelikli epistem olojide aşikârdır. Bu epis­ temoloji basitçe duyulara değil, aynı zamanda kendisinin ortaya attığı bir kavram olan, (kim i zaman “önkavrayış” olarak bahsedilen) ünlü “önsezi” kavramına da dayanır.'" Ç içero’ya göre, Epiküros’un “önsezi” (prolîpsis) kavramı, bir şeyin “anlayış, araştırma ve tartışma mümkün olmadan, zihin tarafından önceden kavranması”dır. Bu yüzden, “Mater­ yalist Epiküros,” Farrington’ın gözlediği gibi, “bilgi ediniminin her aşamasında öznenin etkinliğini açık biçimde anlamak onuruna sahiptir.”"*^ Bu, insan varlığının, fiziksel olarak, akıl yeteneğini de içeren karakteristiklere haiz olduğunu önerir. Duyarlılığın kendisi zihinsel içerik taşımamakla beraber, genel kategorilerin tekrarlanan duygu­ lanımlar tem elinde kurulması, ancak, ardından, zihin içinde bir bakıma bağımsız bir varlık kazanması ve duyu verilerini hazır kategoriler için düzenlemenin tem elini oluşturması bakımından, duygulanımdan ayrı­ lan zihinsel süreçleri doğurur. Bu anlamda, Epiküros, bu zihni süreç­ lerden “önseziler” olarak söz eder. Farrington’ın belirttiği gibi, “önse­ ziler’ her türlü deneyimden önce gelmezler; ancak, her türlü sistematik gözlem le bilim sel akıl yürütmeyi ve her türlü ussal pratik etkinliği önce­ lerler. A ynı şekilde, bilgi ediniminde öznenin etkinliğine işaret eder­ ler. Bütün bunlardan sonra, Kant’ın S a f Aklın E leştirisi’nm ” Algının Önsezileri”ne adadığı bölümünde, “K işi, a p rio ri idrak edip belir­ leyebileceği görgül gözlem alanına ait bütün bilişi önsezi olarak adlan­ dırabilir ve kuşkusuz, Epiküros’un bu ifadeyi kullanışının önemi budur.” '*^ dem esi şaşırtıcı değildir. Epikürcü ahlak, Epiküros’un materyalist perspektifinden, ölümlülük ve özgürlüğe yaptığı vurgudan türer. M arx’m gözlediği gibi, “Epikürcülere göre, doğa kavramının esası, Lucretius’un söylediği gibi mors im m ortalis’hr [ölümsüz ölüm ].”'*^ Materyalist bir ahlak için zomniu çıkış noktası kurulu dinin ve batıl inancın yaydığı ölüm korkusunun üstesinden gelmektir. “Ölümün” der, Epiküros Tem el Ö ğretiler’m d t,


60

MARX'IN EKOLOJİSİ

“bizim le hiçbir ilgisi yoktur, çünkü, dağılan duyarsızdır v e duyarlıhktan yoksun olanın bizim le hiçbir ilgisi yoktur.” Bireyin özgürlüğü, ancak, “doğal bilim ” yoluyla, dünyanın ve onun içindeki bireyin ölüm ­ lülüğünün araştırılması olanaklı olduğunda başlar.'“ Epiküros, esas olarak tasarlayıcı/müşahedeci bir m ateryalizm g eliş­ tirmiştir, ancak, bu tasarlayıcılık Platon’un m üşahede aşkından keskin biçim de farklıdır. George Panichas’ın yazm ış olduğu gibi, Epiküros’u ilgilendiren, “ötesindeki ebedilikte değil, insani var oluşta gerçek­ leşebilecek olanın m üşahedesiydi.” İnsanın ihtiyaçlarını bu dünyada tatmin etm esini savunan Epikürcü ahlak, kestirme bir zevk arayışı ve acıdan kaçınmaya dayanıyordu. Ancak, Epiküros buna, kısa görüşlü, kaba bir hazcılık açısından değil, bazı kısa vadeli bencil zevklerin ancak daha büyük acılar yaratacağının farkında olan, bütün bir varoluş pers­ pektifi açısından bakmıştı. Bu nedenle servet ardında koşm ayı bırakıp basit bir hayat sürdürmeyi savunuyordu. “Doğanın istediği servet” diyordu, “hem sınırlıdır, hem de kolayca elde edilebilir; aylak hayal gücünün istediği servet ise sonsuza uzanif.” Epiküros için, iyi bir hayatın en önem li gereksinm esi, ona göre bütün hayatın ve toplumun çevresinde düzenlenm esi gereken ilke olan, dostluktur. “Bütünlüğe ulaşm ış bir hayatın kutluluğunu üretmek için bilgeliğin sağladıklarının en yü cesi, dostluğa sahip olmaktır.” Bu, sadece bireyler arasındaki ilişkilerle ilg ili bir ahlak anlayışı olm ayıp, daha geniş siyasal imalar içeren bir anlayıştır. A .A . Long ve D avid S ed ley ’in gösterdikleri gibi, “D ostluk, Greko-Rom en kullanışında modern kavramların taşım adığı bir siyasal tınıya sahiptir ... Yunanc a ’da filia (Latince’de a m icitia), düzenli biçim de, toplumsal tütü­ nümün tem eli olarak kavranm ıştır.” Epiküros’un bahçesine, kadınlar, topluluğun ve felsefi tartışmaların saygıdeğer üyeleri olarak m em nu­ niyetle kabul edilirdi. E piküros’un felsefi düşünceye (M arx’i önem li biçim de etkilem iş olan) önem li katkılarından biri adalet kavramıydı. “A dalet” diye yazm ıştı, “asla k endisi için bir şey d eğ il, ama insanları, birbirleriy le ilişkilerinde her nerede ve her ne zaman olursa olsun zarar verm em eye ve zarar görm em eye yönelten bir tür sözleşm edir.” Eğer hukuk “insanların birbirleriyle ilişkilerinde yararlı olm aya devam etm ezse,” genel kavramına uygun olmaktan uzaklaşırsa ve artık maddi koşullarla uyum içinde olm aktan çıkarsa, “o zaman, artık adale­ tin zorunlu doğasına sahip d eğild ir.” Bu yüzden, Epiküros’ta, idea­ lizm e karşı, yasanın insani toplu m sal etk ileşim den bağım sız, aşkın


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

61

bir yönü olduğunu yadsıyan, materyalist bir hukuk kavramı bulunur. Sonradan M arx’m işaret ed eceği gibi, toplumsal sözleşm e mefhumu Epiküros’tan kaynaklanm ıştır.“* Epikürcü doğa felsefesi başlangıç noktası olarak “korunum ilkesini” aldığından ekolojik bir dünya görüşüne eğilim liydi. Bu durum, antik ekolojik düşüncenin tanınmış tarihçisi J. Donald H ughes’un sözleriyle “şimdi ekolojik sayılan bazı sorular sormuş olan” Lucretius’un eserinde özellikle belirgindir. Lucretius, insanın hayvandan radikal biçim de fark­ lı olmadığını savunduğu gibi, madenciliğin neden olduğu hava kirli­ liğine, toprağın verim liliğini yitirmesi yüzünden hasadın azalmasına, ormanların yok olm asına ilişkin imalarda da bulunmuştu.“*’ Long ve S ed ley’e göre, “Epiküros, evrenbiliminde erekbilimi tümüy­ le bir yana bırakarak, insani kurumlarm kökeni ve gelişm esi hakkında evrim ci, ya da deneysel bir anlayışa eğilim göstermiştir.”^® Böylece, Epiküros’un materyalizmi bir insani ilerleme kavrayışına yönelir. “Heredot’a Mektup”unda Epiküros, “İnsan doğasına her türden pek çok şeyi yapabilmenin, sadece koşullar tarafından öğretildiğini ve zorlan­ dığını; ve ardından uslamlamayla doğanın önerdiğini geliştirip yeni buluşlar yaptığını, bazı konularda hızh, bazılarında yavaş iler­ lem elerle, bazı çağlarda büyük, bazı çağlarda daha yavaş gelişm eler kaydettiğini varsaym alıyız” d iye yazm ıştı.’ ’ İnsanın doğası, insan toplumunun evrim iyle dönüşüme uğrar, dostluk ve toplumsallaşma, var oluşun maddi araçlarının tatmini sürecinden doğan toplumsal sö zleş­ melerin bir ürünüdür.^^ Epiküros’ta, Lucretius aracılığıyla görüldüğü şekliyle, evrim ci görüşlerin, türlerin uyarlanması ve varlıklarını sürdürmesi sorunlarını da içeren, antik çağdaki en açık ifadeleri de bulunur. Antik çağda ilk olarak Em pedokles (MÖ 445 yılı civan) ve Anaksagoras (yaklaşık olarak MÖ 500-428) tarafından ortaya atılan evrim ci görüşler Aris­ to’nun saldırısına uğramıştır. Aristo, Em pedokles’i özetleyerek şunları yazm ıştı: Öyleyse niçin doğanın parçaları için de durum aynı olmasın, örneğin, dişlerim iz ön dişler parçalam aya uygun olacak biçimde keskin, azı dişleri besinleri öğüt­ m eye uygun biçim de geniş-, bu amaçlar için yapılm ış olmayıp yalm zca bu amaca uygun düşen tesadüfi bir sonuç olarak zorunluluktan çıkm ış, aym şeki İde, diğer parçalar da bizim onlara atfettiğimiz amaçlar için yapılmış olmayıp, bu amaçlara uygunluğu tesadüfi sonuçlar olmasın? Her nerede parçalar sanki bir am aç için yaratılm ışçasına bir araya gelm işse, böyle şeyler kendiliğinden olarak


62

MARX'IN EKOLOJİSİ

uygun biçim de düzenlenm iş olduğundan varlığım sürdürm eyi başarır, böyle olmayanlar ise Empedoldes ’in sözünü ettiği “ insan yüzlü öküz neslinin” tükendiği gibi, yaşayam ayıp yok olacaklardır.’’

Aristo, özetlediği bu materyalist görüşe, nihai nedenlerin önem ini ön plana çıkararak karşıhk verir. “Doğanın bir neden, bir amaca doğru işle­ yen bir neden olduğu açıktır” diye yazar.’^ Epiküros, Empedokles’in “insan yüzlü öküz nesli”ni doğaya aykın tesadüfi birleşimlerin garip bir derlemesi olarak alaya alsa da, Aristo’ya karşı evrimci materyalist bakış açısını savunmuştur. Lucretius, hayat kavgasında kendilerini çevre­ lerinden koruyacak özel yetiler geliştiren türlerin hayatta kaldığım ve “soy zincirlerini” sürdürebildiklerini, “buna karşılık, bu doğal arma­ ğanlara sahip ohnayanlann ... doğa soylarını kurutuncaya dek diğer­ lerinin oyuncağı ve avı olacaklar”ını söylemiştir. Buradan, evrimci çözümlemenin daha sonra Darvinci kuramda kendini gösterecek olan önemli bir unsurunun Empedokles, Epiküros ve Lukretius kanalıyla orta­ ya çıktığı görülebilir.’’ Lucretius’un temsil ettiği biçim iyle, Epiküros’un düşüncesinin merkezinde, hayatın gökten inmiş (ya da tannlar tarafından yaratılmış) olmayıp dünyadan doğduğu görüşü bulunmaktadır. Lucretius’a göre, “Hayvanlar gökten düşmüş olamazlar ve toprağın üzerinde yaşayanlar tuzlu uçurumlardan çıkm ış olamaz. Sonuçta ana diye adlandırılmayı hak eden yeryüzüdür, çünkü bütün her şey yeryüzünden doğmuştur.” Thomas Hall, Ideas o f Life and M atter: Studies in the History o f G ene­ ral Physiology 600 B.C. to 1900 A.D. (Yaşam ve Ö z Hakkında Görüşler:Genel Fizyoloji Tarihi Üzerine Çalışmalar) adh eserinde Epiküros’un (Empedokles ve Demokritos’un hazırladığı) hayatın maddenin örgüt­ lenişinin “ortaya çıkan sonucu” olduğu görüşünün en önemli antik kaynağı olduğunu savunmuştur. “Antikitede” diye yazar Hail, “Epiküros, vücudun, atomlarının tek başına dikkate alınmasından farklıhğında ısrar ederek, hayatı, ortaya çıkışın açık bir örneği olarak kullanmıştır.” Bu yüzden, Epiküros’a göre, “Hayat, en kesin anlamında, ortaya çıkıştır.” Bu yüzden, Epiküros’un düşüncesinde, maddi varoluş, ancak değişim, yani, evrim aracılığıyla aşikâr olur.’^ Aynı evrimci görüş, Epiküros’un insan toplumunu ele alışında da belirgindir. Darwin’in Türlerin Kökehi'm yayımlamasına v e insan fosil­ lerinin genel kabul gören ilk bilim sel keşiflerinin yapılmasına eşlik eden “etnolojik zaman devrimini” izleyen 1860 ve 1870’li yıllarda, John


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

63

Lubbock ve Henry Morgan gibi önde gelen Darvinci düşünürlerde, Lukretius’un, insanlığın taş ve tahta çağından, tunç çağına, oradan demir çağma bir evrim geçirdiğini dikkate alan ve bu evrimi, konuşmanın, karşılıklı yardımlaşmanın, ateşin kullanılmasının gelişm esine ilişkin düşüncelerle birleştiren tartışmalarına göndermede bulunmak adet halini alm ıştı.’* Sonuçta, Epiküros’un görüşünce doğanın v e yasalarının anlaşılması, yani bilimin ilerlemesi din tarafından yayılan korkuyu dağıtacaktır. Lucretius’un dizeleriyle; Bu yüzden bu dehşet ve zihnin karanhğı Güneşin ışınları, ya da gündüzün parlak kargılarıyla Değil, gerektiği gibi, doğanın yüzü Ve yasalarıyla dağıtılm alıdır.

Bu yüzden, biyolog Michael R ose’un dediği gibi, “Lucretius’un bazı bilginlerce modem bilimin en büyük klasik öncüsü sayılması” şaşırtıcı değildir.”

Epiküros iie Bilim ve Us Devrimi Epiküros felsefesi, İngiliz ve Fransız Aydınlanma materyalizminin, Hıris­ tiyanlıkça yayılan özünde Aristocu doğa felsefesiyle bir mücadele biçi­ mini alan gelişm esinde olağanüstü bir rol oynayacaktı.“ Hıristiyanlaştırılmış Aristoculuk ya da skolastiğin on yedinci yüzyılda İngiliz Üniversitelerinde hâlâ öğretilmekte olan değişkesine göre, madde, hava, toprak, ateş ve su olmak üzere dört temel unsurdan oluşuyordu. Özenli skolastik sınıflandırmalar özünde statik ve totolojik bir doğa görüşüyle birleştirilmişti. N e var ki, bu görüşler, ortaçağ kurumlarının hızla çözül­ düğü ve tanmda ve sanayide dinamik bir kapitalist düzenin ortaya çıkma­ ya başladığı on yedinci yüzyıl İngiliz toplumunun değişen maddi bağla­ mında fazla dayanamayacaktı. Bir sonuç olarak, önde gelen bilimciler dikkatlerini Yunan atomculuğuna, özellikle de Epikür felsefesine çevir­ diler. “(Descartes’ten günümüze uzanan post-Rönesans fizyolojisiyle en küçük bir tanışıklık” der Thomas Hail, “Epiküros’u, modem çağın ortaya-çılcışçılığı ve mekanik materyalizmiyle diğer bütün antik bilim­ cilerden daha yakın gösterecektir.)’ *‘Aynı şey, genel olarak, hepsi Yunan atomculuğundan derinden etkilenmiş olan Thomas Harriot, Francis Bacon, Thomas Hobbes, Robert Böyle ile Isaac Newton’ın bilimleri ve özel olarak, Epikür felsefesinden etkilenen Bacon’ın felsefesi için de geçerlidir.“


64

MARX'IN

e k o l o j is i

Madde, atomlann bileşimi olarak anlaşılmaya başlanrmştı. Buradan da, Epiküros’u izleyerek, atomlann madde parçacıklan olarak basitçe, büyük­ lük, şekil, ağırlık ve hareket terimleriyle açıklanabileceği -kolayca mekanik terimlere tercüme edilebilecek bir görüş- kabul ediliyordu. İngiliz bilimsel devriminin en parlak kişiliklerinden biri olan Thomas Hariot (1560-1621) Epikürcü atomculukla Bruno aracılığıyla tanışnuştı. Hariot, Johannes Kepler’e gönderdiği, fiziksel optiğin işleyişini açıklayan mektubunda şunlan yazmıştı: “Şimdi sizi, içinde gizemlerin yattığı doğa­ mn evinin kapılanna getirdim. Çok dar olduğu için bu kapılardan geçe­ mezseniz, kendinizi bir atomda soyutlayıp yoğunlaştınn, o zaman kolayca içeri girersiniz. Geri döndüğünüzde de, orada gördüğünüz harikalan bana anlatın.” ® Hariot, 1591’de bir Epikürcü ateist olarak damgalanmış ve 1605 yıbnda (parlamentoyu havaya uçurmaya kalkan Guy Favkes tertibinin ardından) Lucretius ve Epiküros gibi antik materyalistlere olan ilgisinden kaynaklanan, asılsız sapkınlık kuşkulan yüzünden hapsedilmişti.*“ Francis Bacon (1561-1626) da Demokritos ve (Lucretius’u da içeren) Epiküros’tan şiddetle etkilenmiş ve -kendi düşüncelerini geliştirirken cömertçe ödünç aldığı Yunan atomculuğunu - dinsel terimlerle haklılaştırmaya çalışmıştı. Epiküros’un doğa felsefesinin dinsel bakımdan Aristo’nunkinden karşılaştmlamayacak ölçüde üstün olduğunu savun­ muştu: “Çünkü, yerleşmemiş sonsuz sayıda küçük parçacık ya da tohu­ mun tannsal bir düzenleme olmaksızın bu düzen ve güzelliği oluşturmasındansa, uygun biçim de ve ebediyyen yerleştirilmiş dört değişebilir unsur ve değişm ez bir beşinci özün Tannya gerek bırak­ madığı bin kez daha inandıncıdır.”“ Daha da önem lisi. O f the D ignity and Advancem ent ofLearning ’deki sözleriyle, “T annyı ve Zihni şeylerin yapısından kaldıran ve böylece biçimi doğanın sonsuz denem e ve kanıtlarına atfeden ... ve özgül şeylerin nedenlerini, nihai nedenleri işin içine hiç karıştırm adan m addenin zorunluluğuna bağlayan” Dem okritos ve (Lucretius’u da içeren) Epiküros gibi antik materyalisrier “(felse­ felerinin fragm anlarından ve kalıntılarından çıkarabildiğim kadarıyla) fiziksel nedenler bakım ından Aristo ve P laton’un felsefelerinden çok daha sağlam durm uş ve doğaya ço k daha iyi nüfuz edebilm işlerdir; bu tek bir nedenden dolayı böyledir; İkinciler daim a bunları yinelerken, birinciler nihai nedenler için asla vakit harcam am ışlardır.“

Bacon, The Wisdom o f the Ancients (Eskinin Bilgeliği) adh eserinde yer alan Prometeus üzerine denemesinde, Prometeus’u Yunan mitolojisinde tann-


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

65

lann ve insanlannki olmak üzere iki tür erdemin temsilcisi olarak tanımlar. Denemenin devamında, Bacon, Prometeus’un yerine, Epiküros ile birlikte materyalizm kisvesinde Prometeusçuluğun gerçek kahramanca niteliğini temsil eden, Demokritos kişiliğini koyar. Bacon’a göre, Epiküros, özgür­ lüğe karşı çıkan hiçbir şeyi kabullenmeye nza göstermeyerek “doğa felse­ fesini ahlak felsefesine” tabi kıldığı için, Demokritos ile kıyaslandığında daha alt konumdadır. Gene de, Bacon, Epiküros’un batıl inanca saldınsını aydınlanmanın özü olarak görecektir. Bu bağlamda, Epiküros’un “Meneceus’a Mektup’undaki “Çoğunluğun taptığı tannian yadsıyan kişi değil, çoğunluğun inandığı tannian onaylayan kişi gerçek im ansızdır” ifadesini aktanr.*"^ Bacon, “türlerin dönüşümünün” gerçekliğine işaret ederek Epikürcü evrim mefhumunu da kabul edecektir. Syiva Syivarum ya da A Natural History in Ten Centuries (Onuncu Yüzyılda Doğal Tarih) adlı kitabındaki söyleyişiyle, “türlerin dönüşümü vulgar Felsefede olanaksız ilan edilmiştir ... ancak, bunun bazı açık örneklerinin varlığını görmekle, olanaksızlık reddedilir ve araçlan bulunur.”“ Lucretius’un kopyalanmış, ancak, ortaçağlarda yitirilmiş olan elyazması 1417 yıhnda yeniden bulundu. İlk baskısı 1473 yılında yapılan eserin on yedinci yüzyıl başına dek tam otuz baskısı yapıldı. Ancak, Epikürcülüğün Avmpa düşüncesinde derin etkiler yapması ancak on yedinci yüzyıl ortalannı bulacaktı. Fransız din adamı, ilahiyatçı, filozof, matematikçi ve çağdaşlan Hobbes ile Descartes gibi mekanist felsefenin önde gelen temsilcilerinden Pierre Gassendi (1592-1655) 1647-1649 yıllan arasında Hıristiyanlıkla Epikürcülüğün muazzam bir sentezini ortaya koydu. Gassendi’nin açıkça ifade edihniş amacı, eski Aristocu doğa kavrayışını devirmekti.^ Marx’ın belirttiği gibi, Gassendi’nin hayranlığını uyandıran şey, Epiküros’un “ağırhk ve kütlece birbirlerinden ne ölçüde faiklı olurlarsa olsunlar, bütün cisimlerin yukandan aşağıya aynı hızla düştükleri yolunda deneysel olarak kanıüanan gerçeği” us yoluyla “öngörmüş olmasıydı.” ™ Marx’m gözlediği gibi, Epiküros’u yeniden canlandıran kişi olarak Gassendi, Rene Descartes’ın Yöntem Üzerine Söylev (1637) ve Düşilnceler'dc (1641) cisimlendirdiği metafiziğinin baş muhalifi olmuştu. Gassendi, 1644’te yayımladığı Kuşkular adlı eserinde, çıkış noktasını, anlatımını ünlü “Düşünüyorum öyleyse vanm” sözünde bulan doğuştan gelen fikirler kavramının oluşturduğu Kartezyen metafiziğe saldırır. Gassendi, eleştirisinde Descartes’ın zihin kavramında (Descartes’ın meta­ fiziği, doğasında mekanik olan fiziğinden büyük ölçüde aynlır) cisimlenen F:5 / M arx'ın Ekolojisi


66

MARX’IN EKOLOJİSİ

İdealist konumlanış karşısında genelde materyalist bir tavır alır. Maddi dünyanın ve duyulann önceliğini vurgulayan Gassendi, önceden hiçbir şey bilmeksizin ve duyulannız engellenmiş olarak düşünmenin yalm zca sonsuz bir “Ben, Ben, Ben” ile sonuçlanacağında ısrar eder. Çünkü, “Hiçbir atıf bilmediğiniz için düşüncenizde kendinize hiçbir şey atfedemeyecek ve ohnamn ya da ohnak ile olmamak arasındaki farkın ne olduğunu bilme­ diğinizden “im” fiilinin gücünü bilemeyeceksinizdir.”’' İngiltere’de, Gassendi’nin eseriyle arkadaşı Thomas H obbes’un aracı­ lığıyla tanışan I. ve II. Charleslann saray hekimi Walter Charleton (16191707), Hıristiyanlıkla eşdeğerde gördüğü kendi “saflaştınhm ş” Epikürcü versiyonunu geliştirerek, Fransız bilginin araştırmasının sonuçlannı İngi­ liz bilim çevrelerine iletmişti.’^ Charleton’ın Physiologia EpicuroGassendo-Charletonia (1654) başlıkh eseri, İngiltere’de Epiküros’u meka­ nik felsefe ile birleştirme yönünde ilk sistemli girişimdi. Charleton’ın eseri­ ni, kısa bir süre sonra 1656’da, Lucretius’un D e rerum naiHra’sının I. kita­ bının John Evelyn tarafından yapılan İngilizce çevirisi izledi. Ardından, Thomas Stanley, 1660’ta yayımladığı Felsefe Tarihi, Hayat, Fikirler ve Eylemler Hakkında Çeşitli Geleneklerden Felsefecilerin Söylevleri, başlıkh felsefe tarihinde en büyük yeri Epiküros’a adadı, kitapta Epiküros’a aynlan bölüm Aristo ve Platon’a aynlan bölümlerin toplamından fazlaydı.’’ John Evelyn (1620-1707) yalmzca bir Epiküros hayranı ohnakla kalma­ yıp Royal Society’nin kuruluşunun arkasındaki kişiliklerden biri ve on yedinci yüzyılda çevre korumacılığın İngiltere’deki en büyük savu­ nucusuydu. Syiva, Ya da Orman Ağaçları ve Majestelerinin Mülklerinde Keresteciliğin Geliştirilmesi Üzerine Söylev (1664) başlıklı (kendi yaşa­ dığı sürece dört baskısı yapdan) çalışması. Royal Society’nin ilk yayını olmuştu. Evelyn, bu çalışmasında, tersaneler, cam imalathaneleri ve hadde­ haneler gibi sanayi işletmelerinin yoğun talebinin İngiliz ormanlarını zayıf­ latan “korkunç yıkımından” yakımyordu. “Bu değersizleşme artık öyle bir Salgın halini aldı ki, bu ulusun en şanh ve değerli zenginliklerinden biri, uygun çareler bulunmadığı takdirde çok kısa bir zaman içinde aranır olacaktır.” Evelyn, ormanlann tükenişine karşı, Kraliçe I. Elizabeth Döneminde çıkanlan, “bir ayakküp” ya da daha büyük hacme ulaşan ağaçlann hiçbir biçimde kesilmesine izin vermeyen ve Londra’nın 22 mil çevresinde ağaç kesimini yasaklayan fermanın uygulanmasını ve geniş arazilere fidan dikilmesini istiyordu. Daha da önemlisi, Evelyn, Kral II. Charles’a sunduğu Fumifugium, Ya da L ondra’nın Yaydığı Hava ve Dumanın Sağlıksızlığı başlıklı büyük


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

67

eserini kaleme almıştı. Bu eserde Evelyn’in yalmzca Baconculuğa değil Epikürcülüğe karşı duyduğu bağlılık da açıkça ortadadır. Eserinin baş sayfasında, Lukretius’un büyük şiirinin VI. Kitabındaki “Mangal kömü­ rünün uyuştumcu dumam ve kokusu beyne nasıl kolayca işler” dizelerini aktarmıştı. Londra’mn genel kirliliğinden yakınırken Evelyn, hava kirliliği konusunu dikkate alacak kadar ileri gitmiş ve bunun yalnızca halkın ısınma ve pişirme amacıyla evlerde yaktığı ateşlerden değil, aynı zamanda “bira üreticileri, boyacılar, kireç kaynatanlar, tuz izleyicileri, aşhaneler benzer özelzenaatlann atıklarından” kaynaklandığını görmüştür: Bunlar isli çenelerinden bu akım ları püskürtürken, Londra kenti gerçekte, Etna D ağı, V ulkan’ın Sarayı, Stromboli yahut Cehennem Ç u ku rla n ’na benzer ... Geldiği yerdeki her şeyin üzerine bu kara ve kirii Atom ları yayıp dağıtan bu [korkunç dumanjdur.

“Bütün bunlann sonucu” diye devam eder “Londra’da telef olanlann yansının Verem ve Akciğer rahatsızlıklarından ölmesinde, kent sakin­ lerinin asla Öksürükten kurtulamamasında” görülecektir. Evelyn, bütün bunlan yazarken açıkça Lukretius’un eserinin VI. Kitabında bulunan mater­ yalist salgın hastalık açıklamasından etkilenmiştir. Lukretius, salgın hastalıklan açıklarken, “hastalığa ve ölüme neden olan” bazı tözsel atomlann varlığını vurgulamıştır.’^ Epikürcülüğün Cromwell ve onu izleyen restorasyon dönemlerinde yeniden canlandığı gerçeği, bu felsefenin radikal ve din karşıtı imalannın daima ateş almaya hazır olduğu anlamına gelir. Bundandır ki, ünlü ozan ve Hobbes’un dostu Edmund Waller, Lucretius’un ateist dünya görüşünü açıkladığı şu şiiri yazmıştı: Lucretius, leyleğe benzer bir yazgıyla. B ir devlette doğdu ve bir başkasına çevrildi Şimdi İngilizce ilan ediyor Evrende hiçbir M onark hüküm sürmez. Tasarım ya da Kader ya da K udret olmaksızın H e r şeyi şans ve Afo/n/ar yapar Dem okratik bir usulde.

Bilim sel topluluktaki hâkim gelenek, mekanik bir materyalizmi ve (daha ateistçe unsurlanndan arındırılmış) Epikürcü atomculuğu benim­ sem ekle birlikte, çoğunlukla İngiliz Devrimi ile özdeşleştiren radikal


68

MARX'IN EKOLOJİSİ

materyalizmi reddediyordu. Newton’dan önce döneminin en önde gelen Ingiliz bilimcisi ve bir Baconcu olan olan kimyacı Robert B o y le (16271697), maddenin nihai kavranışı olarak atomculuğa dayanan ılım lı ve Hıristiyanlaştınimış bir mekanist felsefe benimsem işti. Böyle, G assen­ d i’nin Epiküros hakkında 1648 yıhnda yayımladığı eserinden, ilk kez, yayın tarihinden bir yıl önce, Baconcu geleneğin önde gelen yayıcısı Samuel Hartlib’in aracılığıyla haberdar olmuştu.^* Ilımlı mekanist felse­ fesini, açık biçimde İngiliz Devrimi’nin daha radikal unsurlannm benim­ sediği kamutanncı materyalizme muhalefeti nedeniyle geliştirmişti. 1660’tan sonra Böyle ve çevresindekiler restore edilen monarşinin hizm e­ tine girdiler. 1662 yıhnda, yeni bilimi kuramsallaştırmanın resmi meka­ nizması olarak, bilim le dinin uzlaştınlabilirliği yönündeki Anglikan ideo­ loji çevresinde odaklanan Royal Society kuraldu.^'^Bu uzlaştmlabilirlik, B o y le’un Yunan atomculuğun teoloji karşıtı im alannı reddedişinde simgeleniyordu; Epikürcüler gibi sonsuz boşlukta tesadüfen karşılaşan atom lann kendi başlanna bir dünya ve onun bütün görüngülerini oluşturabileceklerini varsaymaktan uzağım: ne de T annm n bütün m adde yığınım ve sabit hareket m iktanm bir kez ortaya koyduktan sonra, evreni yapmak için başka bir şeye gerek görmediğini; maddi kısmın, kılavuzdan yoksun kendi hareketiyle kendisini düzenli bir sisteme sokabilecek yetenekte olduğunu düşünüyorum. Benim savunduğum felsefe, yalm zca cismani şeylere ulaşır; ve ilk nedenlerle doğanın daha sonraki gidiş yolu arasında ayrım yaparak, maddeye hareketi gerçekten T annnın verdiğim öğretir. Ancak, bunu başlangıçta, tasarladığı dünyayı oluşturacak madde parçalarını bu şekilde ayarlayacak biçim de, değişik hareketlerini yönlendirerek yapmış ve hare­ ketin kurallannı ve maddi şeyler arasındaki doğa yasalan dediğim iz bu düzeni kurmuştur. Aynı felsefe, evren bir kez Tanrı tarafından yaraülıp hareketin yasa­ lan konuldukta ve bütün bunlar Tanrının ebedi toplayıcılığıyla, genel takdiriyle, bir araya getirildikte, dünya görüngülerinin madde parçalarımn mekanik özel­ likleriyle fiziksel olarak üretildiğini ve bunlann birbirlerine karşı m ekanik yasa­ lara göre işlediklerini de öğretir.’*

Böylece, Böyle, atomcu bir madde kavramına dayanan mekanist bir doğa yasalan görüşünü, maddenin ve hareket yasalannın kökenini her şeye kadir bir Tann’nın tasanmına atfeden dinsel bir konumla bir araya getir­ m eyi başarmıştır. Aslında, B öyle, bilim üzerine olduğu kadar teoloji üzerine de yazmıştır ve doğal teolojinin ilk büyük savunuculanndan biri olarak kabul edilebilir. 1 6 8 8 ’de yayım ladığı D isquisition About the Final


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

69

Causes o fN a tu ra l Things (D oğal Düşüncenin Nihai N edenlerinin A ra ş­ tırılm ası H akkında), Tannnın varlığına ilişkin tasarımdan çıkarılan kanıtın ilk ifadelerinden biridir. Çağdaşı John Ray tarafından da g eliş­ tirilen bu akıl yürütme, W illiam Paley’in bir yüzyıl sonra yaygın­ laştıracağı görüşlerin öncüsüdür. B öyle’a göre, “Epikür ve izle­ yicilerinin çoğu ... kendilerine göre dünya, niyetlenilm iş hiçbir amaç olm aksızın şans tarafından yapıldığından, şeylerin sonlarını [nihai nedenleri] dikkate almayı bırakmışlardır.”™ Buradaki şans anlayışı, atılan zarlann sonuçlarındaki gibi som bir şans anlamına gelm eyip, tasanmdan kanıtlamaya doğrudan karşıthk içinde- evrenin, ve böylece doğal ve toplumsal tarihin belirlenmemiş doğasına dayanan bir akıl yürütmedir. Bu yüzden. Böyle, Epikürcü atomculuğun kendi mekanist görüşlerini oluşturmak için zorunlu olan bazı hipotezlerini benim­ serken, sonuna dek götürülen materyalizmi ve ateizmi reddediyordu. Tersine, Stephen Jay Gould’un söylediği gibi, “mekanizmi ve dini, her iki tarafa da daha yüksek bir statü bahşeden tutarlı bir sistem içinde düzgünce evlendirm işti.” Philosophiae N aturalis Principia M athemetica (Doğal Felsefenin Matematik Tem elleri-1687) başlıklı eseriyle bilimde devrim yapan Isaac Newton (1642-1727), hemen hemen B oyle’unkiyle aynı olan bir görüş benimsemişti.*' İlk çahşmalannda büyük ölçüde Epikür atom­ culuğuna dayanmış, ancak, kuşkusuz klasik Epikürcülüğün din karşıtı imalan yüzünden, atomculuğun gençlik dönemindeki yansımalanndan bazılannı g eç dönem çalışmalarından çıkarmıştı. Principia'smda. parça­ lardan oluşan ya da atomcu bir madde anlayışı sunulmakla birlikte, bu, ancak, bu anlayışın, Gassendi, Charleton ve B oyle’un eserleriyle meka­ nist felsefede daha önce kaydedilen gelişmeler sayesinde, Epikürcülerin en kötü aşınlıklannı karşı aşılanmış olan bilim de yaygın olarak kabul edilmesinden sonra yapılmıştır. N ew ton’m doğa felsefesi ve bu felsefenin doğal teoloji ile ilişkisi en iyi biçimde 1692-1693 yıllarında Richard B entley’e yazdığı dört mektup­ ta görülebilir. Bentley, Epikürcü materyalizm ve ateizm tarafından tehdit edilen doğal teoloji hakkında yazdığı (Böyle Dersleri olarak bilinen) sekiz vaazından son ikisini hazırladığı sırada, tezlerine bilimsel bir ussallık temeli sağlaması için N ew ton’in yardımını istemişti. Newton, gerek söz konusu, gerek başka vesilelerle yazm ış olduğu diğer mektuplarında orta­ ya koyduğu gibi, materyalizmle savaşmak ve dinsel inançlannı savun­ mak için gerekli olduğunu düşündüğü noktalarda mekanik felsefeye


70

MARX'IN EKOLOJİSİ

bağlılığını bir kenara bırakmaktan çekinmiyordu. Ö yle ki, Thomas Bum ett’a yazdığı bir mektubunda, T ann’nın dünyayı yedi günde yaratüğına ilişkin Tevrat anlatısıyla dünyanın eskiliğine işaret eden jeolojik kanıtlan bağdaştırabilmek için, başlangıçta dünyanın kendi çevresinde dönüşünün son derece yavaş olduğu, bu yüzden bir günün hayal ed ile­ m eyecek uzunlukta olabileceği hipotezini ortaya atmıştı.“ Gene de, geleneksel dinsel görüşlere meydan okuyan Epikürcü m ateryalizmin etkisini sınırlamak için yapılan girişim lerin hiçbiri, antik atomculuğun Newton ve Royal S ociety’in ilk üyeleri üzerindeki belirgin etkisini silecek kadar ileriye gitmedi. Bilim tarihçisi Robert Kargon’m belirttiği gibi, -çağdaşı Edmund H alley’in zamanında gerçekten yorumladığı şekilde “eserin kendisi esas olarak gözle görü­ lebilir cisim lere ilişkin olmakla birlikte, P rin cipia’nm büyük bölümünü atomik hareketin m ekaniğinin sunuluşu olarak görülebilir ve görül­ müştür.” Halley, N ew ton için yazdığı ve onun da P rin cipia’mn girişine aldığı şiirinde, okuyucuyu N ew ton ’in eseriyle tanıştırmak için, Hıris­ tiyan ilkelere göre “arındınim ış” da olsa Lucretius’tan alman bir dil kullanır.*^ Alan C ook’un kalem e aldığı olağanüstü biyografisinde işaret etm iş olduğu gibi, H alley ve büyük ölçüde N ew ton, “aynı G alileo ile Gassendi gibi... m etafiziklerini A risto’dan çok Epiküros’a dayan­ dırm ışlardı.”*“ Aynı biçim de. A ydınlanm a düşüncesine ilişkin çok sayıda yetkili eser veren Peter Gay de, “Gassendi’nin zerreci fiziğinin B o y le’u, onun aracılığıyla da N ew ton ’i etkilediği açıktır... Epikürcü, boşlukta dönenen bir atomlar dünyası m odeli, ham ve keyfi olmakla birlikte, Hıristiyan uygarlığına yüzyıllarca hâkim olan bilim sel dünya tasvirini düzeltmekte yararlı olm uştur.” demişi.®’ Bütün bunlar, Royal Society ’nin IL Charles tarafından kumimasmdan kısa bir süre sonra yazılm ış alaycı bir şiirin iki dizesinde son derece keskin bir biçimde ifade edilmiştir: “Bu allameler bize şunu belletir: Epiküros karşısında Aristo bir eşektir.” ^ Bu yüzden, Aristo felsefesinin on yedinci yüzyıl boyunca etkisinin zayıflaması, yaygın olarak düşünüldüğü gibi eskiler ve modemler arasın­ da açık bir çatışma biçim ini almamıştır. M odem düşüncenin ilk başlan­ gıcının tarihi daha çok, Margaret Osier ve Letizia Panizza’nın belirttiği gibi, “belki de, en azından kısm en, antik modellerin birbiriyle karşılıklı etkileşim i olarak anlaşılabilir.”*’ Gene de, Epikürcü materyalizmin dine karşı yönelttiği meydan okuma, maddi dünyaya ilişkin mekanist bir görüş geliştirmekle birlikte, sahne arkasında doğaya ilk hareketini veren


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

71

bir Tannya yer veren Böyle ve Newton gibi önde gelen bir çok bilginin eserinde garip bir uzlaşmayla sonuçlanmıştır. On yedi ve on sekizinci yüzyıllarda bir anlaşmazlıklar fırtınası estiren şey yalnızca Epiküros ve Lucretius’un atomculuklan değildi. Antik m ateryalizmle özdeşleşen ve Hıristiyan dünya görüşüne karşı tehdit oluşturan “derin zaman” mefhumu da (Gerçi Lucretius’da, evrenin eski­ liğine karşılık, dünya açıkça “yeni yapılmıştır”) bilimin gelişm esiyle giderek artan bir destek kazanmışa benziyordu. Edward Still ingfleets’in Origines Sacrae (Dinin Kökenleri-1662), John Woodwards’m Essay Toward a N atural H istory o f the Earth (Dünyanın D oğal Tarihi Üzerine B ir D enem e-1695) ve Samuel Shuckford’un Sacred and Profane H istory (Kutsal ve Suistimal Edilen Tarih - 1728) gibi önemli doğal teoloji eser­ lerinin hepsi baş karşıtlan olarak Epiküros ile Lucretius’u onlardan sonra da Hobbes’u kabul etmişlerdi. Yani, bugün “jeolojik zaman” dedi­ ğim iz şeye karşı yürütülen dinsel mücadele, klasik hasımlannı Epikür­ cü materyalistler olarak belirlemişti.** Büyük İtalyan felsefecisi Giambattista V ico’nun (1668-1744) baş yapı­ tı Scienza Nuovada dahil olmak üzere, Epiküros felsefesinin çalışmalan üzerindeki etkisini büyük ölçüde gizleme gereğini duyması, Epikürcülüğün bu sapkın doğasından kaynaklanıyordu. Vico, özellikle insani kültürün gelişm eci mefhumlanyla ilgili olmak üzere, düşüncelerinin çoğunu Lucretius’tan almıştı. N e var ki, Napoli Engizisyonu V ico’nun dostlannın birço­ ğunu Epiküros ve Lucretius’un sadece adını andılar diye hapis cezalarına çarptırdığından, bu etkilenme gizli tutuhnak zorundaydı. Epiküros hakkın­ da, Kom edya'sm da onu ve yandaşlannı Cehennem’in altıncı katında yan açık yanan mezarlarda tasvir eden Dante’nin dinsel görüşü hâlâ geçer­ liliğini koruyordu. V ico’nun kendisi de, insamn yabanıl kökenleriyle ilgili Lucretiusçu görüşleri benimsemekle suçlanmıştı. Bunun sonucunda, Vico, -modem araştırmalann kesin biçimde gösterdiği gibi- bir yandan Lucre­ tiusçu fikirleri geliştirir ve yeniden canlandınrken, bir yandan da “mahsusçuktanLucretius’u reddediyormuş” pozuna gimiiştir.*® Epikürcülük on sekizinci yüzyıl boyunca gerek İngiltere’de gerek kıta Avrupası’nda materyalist fikirlerin gelişiminde önemli bir rol oynamayı sürdürdü. Bilimdeki gelişmeler yalnızca Epikürcü materyalizmi doğru­ lamaya hizmet ediyor gibi görünüyordu.** Büyük İskoç felsefecisi David Hume ( 1711-1776) İnsan Anlığı Üzerine Bir İnceleme ( 1748) başlıklı eserin­ de, “tannsal varhğı” yadsımak ve ahlab ortadan kaldırmaya çalışmak suçla­ masıyla Atina’da yargılandığım hayal ettiği Epiküros’un ağzından yazdığı


72

MARXTN EKOLOJİSİ

kurgusal bir meydan okuma nutku için bütün bir bölüm ayırmıştı. Hume, böylece, antik mateıyalist Epiküros’un akıl yürütmeleri aracüığıyla, kendi çağında kendisine karşı yöneltilen benzer suçlamalara yanıt veriyordu.®' Filozof, yaklaşan ölümü karşısında son aylannda kendisini Lucretius ve Lucian’ı yeniden okuyarak eğlendirmişti. Fransa’da Voltaire, Lucretius’un D e rerum natura'sına verdiği önemi, kitapbğmda kitabın altı değişik baskı ve çevirisini bulundurmakla gösteriyordu.®^ “Lucretius, sunuşlannda, tanımlamalannda, ahlakında, batıl inanca karşı söylediği her şeyde hayranlık uyandıncıdıı” demişti. Lucretius’un Voltaire üzerindeki etkisinin büyük­ lüğü, Gay’in savunduğu gibi, on sekizinci yüzyılda anlaşıldığı biçimiyle “Aydınlanma” düşüncesinin kendisinin, büyük ölçüde Lucretius’tan esintenildiği kavranmca daha iyi anlaşılabilir. Çünkü, “Lucretius, geceyi kovmak, gölgeleri kaldırmak ya da düşünceleri açıklığa kavuşturmaktan söz ettiğinde, dinin bilim tarafmdan fethini kastediyordu.”®^ N e var ki, Voltaire, ateizmi ima eden sonuna dek götürülmüş mater­ yalizmi kabul edemeyecek kadar deist ve Newtoncuydu. Bu yüzden, (Newton’un etkisine ilk girdiği) 1740’lardan başlayarak Buffon ve Holbach gibi materyaUstlere karşı bir dizi keskin saldın yayımlamıştı.®^ La Mettrie, Hel vetius, Holbach ve Diderot gibi Fransız materyalislerinin çahşmalannın önemli ölçüde Epikür materyalizminden kaynaklandığı görülmektedir. Bu çalışmalarda, Epikürcü atomculuğun, ahlakın, canlı doğanın tartışılması, dine karşı eleştiri ve ölümlülüğün ele alınışı açıktır. La Mettrie, hayatımn son yıllannda Lucretius üzerine Epiküros Sistemi (1750) başlıklı bir dizi düşünce kaleme almıştı. Holbach’ın Lucretius tarzında yazdığı D oğa Sistemi adlı kitabı, daha yayımlandığı yıl parla­ mento karanyla yakılmaya mahkûm edilmişti. Mahkûmiyet gerekçesi, kitaptaki kuramlann Epiküros ’tan kaynaklanmasına dayandınimıştı.®* Genç Immanuel Kant, bilimsel kozmolojiye büyük katkısı Evrensel Doğal Tarih ve Gökler Kuramı (1755) başlıklı eserinde, sadece, dünyanın ve bütün güneş sisteminin zaman içinde oluştuğu devrimci görüşünü orta­ ya atmakla kalmamış, aynı zamanda, sınırsız uzay görüsünün eşlik ettiği bir derin zaman argümanı geliştirmiştir. Kant’ı esas olarak ilgilendiren şey, evrimsel bir evren açıklamasıydı. Bu görüşlerin yaygın biçimde Epikürcü materyalizmle özdeşleşm iş olm ası Kant’ın şunu söylemesini gerektirecekti: Lucretius’un ya da öncülleri Epiküros, Leukippos v e Demokritos'un kuramının benimkine çok benzediğini yadsımayacağım . Bu filozoflar gibi, doğanın ilk duru­


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

73

m unun, bütün cisimlerin ilksel maddesinin, ya da bu filozoflarm deyişiyle madde atom lannın, uzayda dağılması olduğunu varsayıyorum. Epiküros bu temel parça­ cıkları batm a ya da düşmeye zoriayan çekim ya da ağıriıktan söz etm işti; ve bu Nevvton’un benim de kabul ettiğim Cazibe’sinden çok farklı değildir. O aynca, bunun nedenleri ve sonuçları hakkında saçma fanteziler kurmuş olmakla birlikte, bu parçacıklara düşm e hareketi sırasında düz yoldan belirli bir sapm a da tanımıştı. Bu sapm a, bir dereceye kadar, parçacıkların, itilim lerinden çıkardığım ız, düşüş sırasında doğru hattan ayrılm asıyla mutabıktır.®^

N e var ki, Kant, Epikürcülüğün bütün bunlarda yalnızca “şansı” görme­ sine karşı çıkıyor ve onun yerine, “iyi düzenlenmiş bütünü” üreten bir t a k ı m “zorunlu yasalara” işaret ediyordu. Kant, Newtoncu mekanik felse­ fe ve ona tekabül eden doğal teolojide olduğu gibi, böyle yasaların varlı­ ğını bir “evrensel Üstün zekâ”nın varlığına atfediyordu.®’ Eleştirel felse­ fenin yazan olgun Kant, Yargı Yetisinin E leştirisi başlıklı çalışm asında ve özellikle erekbilimsel yargılama hakkındaki eleştirisinde, doğaya erek­ liliği ya da nihai nedenleri varlıkbilimsel bir gerçeklik olarak atfeden som bir teolojik doğa anlayışına karşı çıkacak, bu yüzden, güçlü erekbilim karşıtı yönsem esiyle Epiküros’tan kaynaklanan materyalist gelenekle kısmen uyuşacaktır. Bununla birlikte, Kant, bilim a p rio ri olarak ussal, yasalı ve ereksel bir evren varsayımı gerektirdiğinden, bu tür erekbilimsel yargılamalann heuristic (yani yorumsal) bir araç olarak gerekli olduğunu savunacaktır. Buradan çıkarak, maddi dünya Tannnın varlığı için bir kanıt sağlamasa bile, maddi dünyayı sanki ardında bir akıl varmış gibi incelemek zorun­ ludur. Bu nedenle Kant, materyalist bir yöntembilimini, bilginin düzen­ leyici ilkesi olarak bir erekbilimsel yargılama mefhumu ile bir araya getir­ m eye çalışmıştır. Kant’a göre, Epikürcülük bir erekliliği ya da ussalhğı kastetmeyen ancak buna yer veren felsefeler grubuna aittir.®* Epikür­ cülüğü “aşın fizikselliğinden” ötürü eleştirmekle biriikte, Kant, (“psikoteoloji” diye adlandırdığı) doğal teolojiyi reddederek fizik dünya ile ilgili analizini mekanist bir bakış açısına yerleştirir. “Kant’ın... meka­ nik bir açıklamaya kapıyı açık bırakması” der Daniel Dahistrom, “bu tür bir açıklamaya tekrar tekrar verdiği öncelik göz önünde tutulduğunda şaşırtıcı değildir. Şeylerin doğası üzerine bir görüş sahibi olabilm em izin ancak doğanın mekanizmi temelinde olanaklı olacağını ifade eder, böyle bir mekanizma olm azsa bir doğal bilim de var olam az.” ®® Epiküros’un Kant nezdindeki önemi, ilk ve ikinci eleştirilerinde yani S af Aklın E leştirisi ile Pratik Aklın E leştirisi'nde de aynı biçimde


74

MARX'IN EKOLOJİSİ

aşikârdır. S a f Aklın E leştirisi'nât epistemolojide Platon’un muadilinin Epiküros olduğunun altını çizer: “Epiküros duyusallığın. Platon ussal­ lığın en önde gelen filozofudur.” Kant, bir duyusallık filozofu olarak Epiküros’un, “Kendi duyusal sistemi içinde (çıkarsamalan hiçbir zaman deneyim in sınırlarını aşmadığından) Aristo ve Locke’tan daha tutarh olduğunu” savunur. Bu düşüncesini, Platon ile Epiküros’tan ep is­ temolojideki -kendisinin S a f Aklın E leştiri'sinde a p rio ri bilginin analizi aracılığıyla aşmayı amaçladığı- (materyalizm ve idealizm arasındaki) temel bölünmenin temsilcileri olarak söz ettjği Pratik Aklın E leştirisi'de de vurgular. -Bu iki düşünürün temsil ettiği söz konusu bölünmenin aşıl­ masıyla, pratik aklın, teolojinin ve ahlakın yönetiminde daha tam bir gelişm enin yolu açılacaktır. Kant, ölümünden dört yıl önce 1880 yıhnda yayım ladığı Mantık' ın da Epİkürcülerden “Yunan düşünürleri içinde en iyi doğa filozofları” olarak söz edecektir. Kant’a göre, “felsefe, son zamanlardaki gelişm esini kısmen doğa hakkında giderek yoğunlaşan incelem elere” borçluydu ve “...modem zamanlann ilk ve en büyük doğa öğrencisi Verulamlı B acon’dı.” '“'Bu pasajdaki Epiküros ile Bacon arasındaki zımni bağlantı kuşkusuz bilerek kurulmamıştı. Epiküros’a Kant’ın gösterdiği eleştirel ama büyük hayranlığın karşı ucunda, Friedrich Schelling’in (1775-1854) kendi Romantik kamutanncı felsefesinden Epikürcü materyalizmi cansız mekanizmin felsefesi; doğa felsefesinin içine mistik bir ruh doldurmasına ihtiyaç duyan bir felsefe olarak tasvir edişi bulunur. Schilling’in materyalizme tinselci muhalefeti, ifadesini en açık biçimde “Hans Brittieback’ın Epikürcü İman İkran” adh şiirinde bulur. Bu şiirde, ozanın Epikürcü bir materyalist olan hayali hasmı Brittieback, uzun bir itirafın ortasında ansızın, duyulann ötesinde “zalim bir çevreye karşı” savaşan ve en sonunda, “ruhun planının ürünü ve tacı olan” insanlığın ortaya çıkışıyla zaferi kazanan “dev bir ruh”u keşfeden bir Alman idealistine dönüşür.'“ Georg W ilhehn Friedrich Hegeİ’in (1770-1831) çok daha amansız felsefesinde ve ondan da çok, M arx’in da 1830’lardave 1840’lannbaşlannda kendileriyle birlikte hareket ettiği (en önemlileri Bm no Bauer ve Kari Friedrich Köppen olan) radikal genç Hegelcilerin düşüncesinde ise Epikürcülük, Stoacıhk ve Kuşkuculuk ile birlikte, “öz-bilinçliliğin” antik Yunan ve Roma toplumlanndaki gelişim inin temsilcisi olarak görülür. Hegelci terimlerle, öz-bilinçlilik ile kendini tanımayı ve kendini tatmin etmeyi arayan ve kendisinin dışındaki her şeyi kendisinden ayn olarak


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

75

tanıyan soyut öznel özgürlük ilkesi kast edilir. Bu yüzden, felsefi eleş­ tirinin amacı, insan öz-bilinçliliğinin özgürce gelişm esine karşı çıkan tüm güçleri, olduklan gibi -yani düşüncenin ya da zihnin yabancılaşması olarak- tanıyarak açığa çıkartmak olmalıdır. Bu öz-bilinçliliğin en yüksek biçimi. Aydınlanma’nın kendisidir. H egel’in Felsefe Tarihi'nAe, Epikürcülük soyut bireyseUiğin, Stoa­ cılık soyut evrenselliğin gelişiminin tem silcisi. Kuşkuculuk da bu ikisinin geçersiz kılınması olarak tasvir edilir. H egel’in görüşünden Epikür’ün fiziği “m odem fiziğin esasından başka bir şey değil”di. H egel’in sözle­ riyle, “Epiküros, görgül Doğal Bilimin, görgül Psikolojinin mucididir... Epiküros’un f iz iğ i... neyin fiziksel olduğuna ilişkin daha aydınlanmış bir görüş getirmesi ve Tannlardan duyulan korkuyu dağıtmasıyla ünlüydü.” “Aydınlanma denen şeyin” soyut bireyciliğinin antik bir kisve içinde bulunacağı yer işte burasıydı. N e var ki, H egel’in gözünde Epiküros m odem bilimin bakış açısını temsil ettiği gibi, bilimin felsefi yoksul­ luğunu da temsil etmekteydi. Bu yüzden (daha önce dedikleriyle tümüyle tutarlı olmamakla birlikte) şunlan söyler: “Epiküros’un felsefi düşün­ celerine saygı gösteremeyiz, ya da, daha doğmsu, onun, saygı duya­ bileceğim iz bir düşüncesi yoktur.”'**^Epikürcülük hakkmdaki bu görüş, sonradan Genç Hegelciler tarafından daha da ileriye götürüldü. Epikür­ cülüğün on yedinci, on sekizinci, on dokuzuncu yüzyıllann Avrapa Aydınlanmasının öncelediğini kabul eden Genç Hegelciler, aynı zaman­ da, bu felsefeyi öz-bilinçliliğin, soyut bireyselliğin ve doğayla ilişkisinde tannsal gücü reddedişin gelişm e dönem i olarak görüyorlardı.'“ Hegel ve Genç Hegelciler için 1740’tan 1786’yakadar Prusya tahtında oturan ve Voltaire ile La Mettrie’nin koruyuculuğunu yapan Büyük Frederick (1712-1786) “taç takmış materyalizm” yani, Heinrich H eine’ın deyi­ şiyle, Epikürcülüğün modem mensubu olarak görülüyordu. Marx’in (kendisinden on yaş büyük olan) arkadaşı Köppen, 1840 yılında Büyük Frederic ile Muhalifleri başlıklı bir kitap yayımlamıştı. Daha sonralan, bu dönemdeki düşüncelerinin tümüyle Marx’tan kaynaklandığını söyle­ yecek olan Köppen, kitabında, “Epiküros’unhaşin materyalizmine” saldı­ ran ve “Epiküros’un öğretisinin D oğa bilimlerindeki yeni keşiflerle yaygınlaşıp güçlendiği” ve “özellikle Fransa’da olmak üzere, on sekizinci yüzyılın ikinci yansının hâkim felsefesi haline geldiği” gerçeğini esefle karşılayan Friedrich Schlegel gibi Romantiklerin tersine. Yunan atom­ culuğu ile Aydınlanma arasındaki bağlantıyı bir erdem olarak görmüştü: “Aydınlanma’nın bütün kişilikleri birçok bakımdan Epikürcülerle


76

MARX'IN EKOLOJİSİ

bağlantılıdır, tıpkı, tersinden bir anlatımla, antik çağda Epikürcülerin kendilerini esas olarak Aydınlanma kişilikleri olarak görmüş olduklan gibi.” Köppen’in söz konusu kitabı arkadaşı Kari M arx’a ithaf etmiş olması da önemlidir.'“

Marx ve Epiküros Marx, 1841’de sunduğu (ve kısa bir süre sonra kabul edilen) doktora tezinin önsözünde K öppen’in Büyük Frederik'm û^n olumlu bir dille söz etm işti. Ancak, tezinde, Epikürcü felsefenin on yedinci, on sek i­ zinci ve on dokuzuncu yüzyıllardaki Avrupa A ydınlanm asını önceden haber verişini açıklığa kavuşturmak am acıyla, Epiküros’un fe lse ­ fesinin kendisine geri dönm eyi seçm işti. M arx’a göre, “Epiküros Yunan Aydınlanmasının en büyük tem silcisidir ve Lucretius’un ö vgü ­ lerini hak etmektedir.” '®’ (Lucretius, D e rerum natura'da Epiküros’a yönelttiği m ethiyede ondan, us ya da aydınlanmayı getiren, içteki , zihin sel ışığ ı anlayan ve batıl inancın gölgelerin i güneşin ışın ­ larından çok daha etkili biçim de dağıtabilen kişi olarak söz eder.'"*) M arx’in uslam lam ası, Epikürcülerin, Stoacılar ve Kuşkucularla birlikte Yunan felsefesin in tüm gelişim inin ip uçlarını sunmakla kalm ayıp, Avrupa’nın bugününü anlamakta özellik le Epikürcülerin anahtar konumda olduğunu ima eder."” Daha H eg el’i sistematik biçim de in celem eye girişm eden bile önce, B acon ’m O f the D ign itiy an d A dvancem ent o f L earn in g’im ( \ 623) incelem iş olan Marx, İngiliz düşünürün Epiküros’u “D oğal felsefesin i ahlak felsefesiy le uzlaş­ tırmak ve ona tabi kılm ak” ile eleştirm esinin çok iyi farkında olm akla birlikte, filozofa atfedilen bu zaafı (Dem okritos felsefesiy le karşı­ laştırıldığında) bir gü çlü lü ğe dönüştürür."“ Dahası, Marx, B acon’ın doğal teolojideki biçim iyle nihai nedenlere göre akıl yürütmeye yönelttiği saldırıdan ve Demokritos, Epiküros ve Lucretius gibi antik materyalistlerin doğa felsefelerinin, özellikle “Tanrı ve Zihni şeylerin yapısından” kaldırmalarından dolayı. Platon ve Aristo’nunkinden daha üstün olduğu iddiasından da kuşku götürmeyecek biçim de etkilenm işti.'" B acon ’ın The W isdom o f the Ancients’inde, yaptığı gibi, Marx da, Prom eteus’u Yunan atomcularıyla eşleştirir, ancak, Marx’in gözünde Prom eteus’un antik dünyadaki eşdeğeri olan kişi Dem okritos’tan çok Epiküros’tur. Marx, B acon’ı incelediği sırada, başta C onsiderations on the Art o f


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

77

A nim als (Hayvanlarda Sanat İçgüdüsü Üzerine Düşünceler -1760) adlı kitabı olmak üzere Alman doğal teologu Hermann Samuel R eim am s’un (1694-1768) eserleri üzerinde de hayli zaman harcamıştı. En tanmmış eseri ölümünden sonra yayımlanan F ragm anlar (1774-1777) olan Reimarus, Epikürcü materyalizmi doğal teoloji açısından eleştiren ve 1791 ’e dek A lm anya’da altı baskı yaptığı gibi, Felem enkçe, İngilizce ve Fransızca’ya da çevrilen The P rincipal Truths o f N atural R eligion D efended (D oğal Dinin Savunduğu Temel Hakikatler-1754) başlıklı etkili bir eleştiri de kalem e almıştı. Kitabın İngilizce çevirisinin alt b a şlığ ı W herein the O bjections o f Lucretius, Buffon, M aupertius, R o u s­ seau, La M ettrie and other A ncient a nd M odern F ollovers o f Epicurus are C onsidered a nd their D octrines R efuted (Lucretius, Buffon, Mauper­ tius, Rousseau, La Mettrie ve Epiküros’un Antik ve M odem D iğer İzle­ yicilerinin İtirazlarının Değerlendirilip Çürütülmesi) idi. Gerek H a yva n ­ larda Sanat İçgüdüsü'nâ& gerekse de D oğal D inin Tem el H akikatleri'nde. Tanrının varlığı hakkında tasarımdan çıkan kanıtı gösterm eyi hedef­ lem iş olan Reimarus, bu yönüyle P aley’in Alm anya’daki dengini oluş­ turuyordu. İşte, Marx’i doktora tezinin konusunu seçm ekte -dolaylı biçimde de olsa- etkileyen şeylerden biri de materyalizmle ve onun doğal teolojiyle çatışm asıyla ilgili bu tür konulardı."^ Doktora tezinin temel argümanı, Demokritos ile Epiküros’un atomun fiziği hakkmdaki anlayış farklılıklarıydı, fiziğin ötesine, epistem olojiye işaret eden bir farklılık. Epiküros’u İngilizceye çeviren büyük Epiküros uzmanı Cyril B ailey’in 1928’de ifade edeceği gibi, “[Marx’in] eserine şimdi geri dönüp baktığımızda, zamanında elde bulunan malzeme düşünüldüğünde ne derece ileriye gitm iş olduğunu görmek şaşır­ tıcıdır... N eredeyse bir öncü olarak, döneminin tarih kitaplarında tartış­ m asız kabul edilen antik geleneği, yani Epiküros’un Dem okritos’un Atomculuğunu, şurasında burasında daha kötüye giden değişiklikler yapmış olmakla birlikte, olduğu gibi kabul etm iş olduğu görüşünü reddetmiştir.” B ailey’e göre Marx, Epiküros’un atomların sapması anla­ yışının anlamı üzerine odaklanarak Demokrit ve Epikür sistemleri arasındaki gerçek ayrımın farkına varan “belki de ilk kişi” idi. “İki düşünür arasındaki gerçek farkın tem eldeki ‘bilgi kuramlarında’ yattı­ ğını... doğru biçim de görmüştür.” Dem okritos, gerçeğin görünüşte bulunacağı görüşüyle atomun hakikatinin insan duyulannm ötesinde ve bu yüzden uzakta ve bilinem ez oluşu arasındaki paradoksu kabul etmek­ le yetinmiştir. Buna karşılık, Epiküros’un atomculuğu, insan duyar­


78

MARX'IN EKOLOJİSİ

lılığ ın ın ve var oluşunun doğasını araştırmaya iziıi'Verir. Benjamin Farrington’ın The Faith o f Epicurus (Epüküros'un İnancı) adlı kitabında belirttiği gibi: M arx’in doktora tezinde... sorunun boyutunu ortaya koyan ve çözümünü getiren ilk kişi olması yeterince şaşırtıcıdır. M arx, sisteminde canlı varlıklara olduğu kadar cansız varlıklara da, doğaya olduğu kadar toplum a da, dış dünyam n görün­ gülerine olduğu kadar ahlaki vicdamn taleplerine de yer bulmaya çalıştığı için [Demokritos ile karşılaşUnIdığında] derinliği Epiküros’a tanıyarak bu ikisi arasındaki rolleri değiştirm iştir.

Farrington, bir başka yerde de, “Platon bilim sel materyalistlere karşı savaşırken, Epiküros’un(M arx’m göstereceği gibi) yalnızca mekanik belirlemeciliklerini reddederek, felsefesini onlara dayandır”dığı g ö zle­ minde bulunur.'“' Gerçekten, Marx, Farrington’ın Science an d P olitics in the Ancient W orld (Eski Dünyada B ilim ve S iyaset-1939) başlıklı çalışm asında gözlem iş olduğu gibi, Epikürcülüğün “som bir mekanik sistem olm a­ dığı; Epiküros’un fizik alanındaki ayırt edici özgünlüğünün, evrimin bir ürünü olarak insanın irade özgürlüğünü savunmuş olm asında bulun­ duğu” yolundaki m odem bilginin doğruladığı gerçeği keşfeden ilk kişiydi. Epiküros ‘‘H e red o t’a M ektup”unda, insan doğasının başlan­ gıçta koşullar tarafından sınırlandığını, ancak, “sonralan, aklını doğa tarafından önerilen şeyler üzerinde geliştirdiğini ve ... bazı çağlarda daha büyük, bazı çağlarda daha az ilerlem eler kaydederek yeni icatlar yaptığını” söyler. Epiküros, dilin kendisinin de pratik koşullardaki bu değişikliklerden evrildiğini savunur. B öylece, analiz, insanın kültürel evriminin başlangıçta maddi dünya tarafından konulan kayıtlar üzerine tarihi hayatın ussal bir organizasyonuna olanak sağlayan bir tür özgürlük olduğuna işaret eder. “B ö y lece” der Farrington, “Erek tarihin akışı için­ de ortaya çıkar. İnsanın m etafizik değil tarihi olarak edinilm iş karak­ teridir.”” ’ Bu noktayı A. H. Armstrong da, 1938’de C la ssica l Q uar­ terly'dc- yer alan denem esinde şöyle vurgulamıştır: E piküros’un, anlaşıldığı kadarıyla bunu yapan ilk kişi olarak, yapm ış olduğu şeyin, geleneksel R asüantı-Zorunluluk kavrayışım parçalam ak olduğunu görü­ yoruz. Bunu öyle bir şekilde yapm ıştır ki, sıkı sıkıya kendi sistem inin sınırları içinde kalmakla ve maddi olmayan y a da us sahibi (yani teolojik) hiçbir açıklam a ilkesi katmamakla birlikte, dünyada kararsız, kaprisli bir ilkeye yer bırak-


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

79

malcsızın, Icendisine, bir intizam ve düzen çerçevesi ya da arka planı sa|Iam ıştır. Bu aynştırtnadaki Platon evrenbilimine m ateryalist temelde bir ikâm e sağlama yönündeki bilinçli çabayı görmek heyecan vericidir.'

Marx, doktora tezinin önsözünde, bu felsefeleri öz-bilinçliliğin g eli­ şim i açısından gören H eg el’in, Epikürcü, Stoacı ve Kuşkucu felse­ felerin “genel görünüşlerini bir bütün olarak doğru tanımladığını” ancak bu sistemleri tümüyle açıklamakta başarısız olduğunu gözlem ekle işe başlar."’ Epiküros’u, yalnızca, Dem okritos’un, sistemine “keyfi sapkın­ lıklar” ilave eden kötü bir taklitçisi olarak gören Alman Romantik felse­ fesindeki hâkim anlayışa karşı çıkan Marx, Epiküros’un felsefi siste­ minin, görgül dünyayı (Dem okritos’taki “öznel görünüş”ün yerine) atomlar dünyasının “nesnel görünüm”ü şeklinde tanımlayarak Dem okritos’un daha kuşkucu felsefesinden koptuğunu savunur. ‘ '* Epiküros’un felsefesinin zımni içeriği, gerek (duyularca duyumsanamaz olan) atom dünyasının gerekse de duyusal gerçekliğin bilgisinin, soyut bireysellik ve özgürlükte (öz-belirlem e) cisim lenen insan ussallığının içsel zorun­ luluğundan doğduğu mefhumudur. Marx, Epiküros ile Dem okritos’un tek yanlı belirlenim ciliğinin aşıldığını savunur. Dem okritos’a göre belirlenim cilik her şeydir, oysa Epiküros, şansı, belirlenm em işliği, özgürlüğün olanaklılığm ı kabul eder. ‘ ” M arx’m akıl yürütmesi Epiküros felsefesini Demokritos felse­ fesinden ayıran atomların sapması ya da düz çizgiden ayrılması anla­ yışıyla başlar. Epiküros’un bu konuda Dem okritos’a “getirdiği düzelt­ meleri sadece keyfi sapkınlıklar olarak tanımlamanın eski ve pekişm iş bir önyargı” olduğunu saptar. Oysa, Epiküros’un sapması -hafif bir yön değiştirme olan bu sapma- (belirlenmemişlik anlamında) özgürlük alanı­ nı ve böylece beiirlenmişlikten kurtulma olanağını yaratır. Sapma, aynı şekilde, Lucretius’un belirtmiş olduğu gibi, bizzat dünyanın var olma olanağını da yaratmıştır, çünkü sapma olm asaydı atomlann çarpışması da olmayacağından “dünya asla yaratılmamış olacaktı.” Çiçero gibi, bu sapma için gösterilen bir neden olmadığı gerekçesiyle atomculuktan mutlak bir determinizm talep eden muhaliflerin itirazı, Marx’a göre daha mantıklı değildir, çünkü, atomun kendisi bir nedene, sahip değildir. Daha­ sı, kimilerinin yaptığı gibi, bu argümana -“atomun ruhu” gibi- bir parça tinsellik katmak gerektiğini öne sürmek de bir kelime eklemek ve maddi olmayan bir ilke dahil etmekten başka bir yarar sağlam az.' M arx’i büyüleyen şey, Epiküros felsefesinin, tıpkı bu felsefede


80

MARX'IN EKOLOJİSİ

tannlann dünyadan -kendilerinin hiçbir ağırlığı bulunmadığı o özgür­ lük v e öz belirlem e dünyasından- “sıyn lıp g eçm esi” gibi, varlığın bütün kısıtlayıcı tarzlarından “sıyn h p geçm esi” idi. Epiküros’ta, “atom lann yasası,” unsurlann çarpışması, yani, “itm e”dir; bu nedenle hiçbir sabit­ liğe ihtiyaç duymaz. Gerçekten, (bu bakımdan Kant’ı izleyen) Mabc a göre (Epiküros) “itmenin özünü kavrayan ilk kişiydi”. Bu yüzden, M arx’a göre “Lucretius, yoldan aynim anm [sap m an ın ]/a iı/o ei/era ’y ı (yazgının bağlannı) kopardığını söylerk en ... haklıydı.” '^' Marx’a göre Epiküros’un bütün felsefesinin temelinde duyarlıhğın dünyevi (geçici) bir süreç olduğu anlayışı vardı. “İnsan duyarlılığı ... cisimlenmiş zamandır, duyarh dünyamn kendisinde varolan yansı­ masıdır.” Duyular aracılığıyla sıradan algı, ancak doğayla etkin bir ilişkiyi - aslında doğamn kendi kendisiyle ilişkisini ifade ettiği için olanakhdır. “İşitmede doğa kendisini işitir, koklamada kendisini koklar, görmede kendisini görür.” Fakat bu, zorunlu biçimde, şeylerin duyularla algı­ lanabilir olduğu anda “geçip gidişi” şeklinde yaşanır- çünkü Epiküros’a göre duyular, kendileri geçici olan dış uyanlar tarafından harekete geçi­ rilirler. Bu yüzden, “görünüşler dünyasının som biçimi zamandır.” Marx, bu temel üzerinde “Epiküros’un görünüşü görünüş olarak yani, özün, kendisini bir yabancılaşma olarak kendi gerçekliğinde harekete geçiren yabancılaşması olarak kavrayan ilk kişi” olduğunu savunacaktffi Antik materyalizm, genç Sidney Hook’un yazdığı gibi çoğu kez, düşün­ ceyi, kendileri de “Demokritos’a göre ‘atomlardan ve boşluktan’ başka hiçbir şey varolmadığından, yokluktan harekete geçen güçlerin ürününden başka bir şey olmayan” “pasif duyulara” indirgeyen bir görüş olarak tasvir edilir. Buna karşılık idealizme, genellikle, “algı diyalektiğine” “aktif’ yönü sağlama onuru bahşedilir. Ne var ki Marx, duyarlıbğı değişim ve “geçip gitmeyle ilişkili kavrayışıyla Epiküros’un felsefesinde bu aktif yönün zaten varolduğunu açıkça görmüştü. Bu felsefede, daha o zamandan, bir yaban­ cılaşm ış öz-bilinçliliğin varlığı anlayışı vardır. Bu felsefede, hem duyar­ lılığı hem entelektüel soyutlamayı içeren bir b ilgi anlayışı vardır (Marx’in Epiküros üzerine notlannda “duyusal kesinliğin” diyalektiği olarak söz edeceği karmaşık ilişki).'“ Dahası, Epiküros’ta, dünyaya iliş­ kin bilincimizin (öm egin, dil gibi) geçim i belirleyen maddi koşullann evrim iyle ilişkisi içinde geliştiği görüşü bile bulunur. Bu yüzden, M arx’in deyişiyle “Epiküros’ta ...atom istik, bütün çe liş­ kileriyle öz-bilinçliliğin doğal bilim i olarak geliştirilip tamamlanmıştır.” Epiküros görünüşler dünyasını “özün yabancılaşması” olarak algı­


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

81

lamasında, insanın insan dünyasından uzaklaşmasını fark etmiştir. Marx, Epiküros’a dayanarak insanlann kendilerini bir “farklı varoluş” ile değil diğer insan varlıklanyla ilişkilendirdikleri zaman doğanın ya da doğaüstü güçlerin basit ürünleri olmaktan çıkacaklannı gözlemişti.'^“ Marx için Epiküros, H egel’in tasvir ettiği gibi bir “sıradan mantık” yansıtmaktan çok, daha o zamandan, -büyük ölçüde tasarlayıcı bir biçimde de olsa- bir özbilinçlilik diyalektiği getirmiştir. Marx, Epiküros felsefesinin ayırt edici karakterini büyük ölçüde hem Demokritos fiziğinin belirlenimciliğine, hem de dinin erekbilimsel ilke­ lerine karşı çıkışından kaynaklandığını vurgular. Bu yüzden, Epiküros “Tannlar hakkındaki miti izlememiz fizikçilerin yazgısına köle olmaktan iyidir. Çünkü, birincisi tannlara saygı gösterirsek bir merhamet umudu bıra­ kırken İkincisi acımasız zorunluluktur. Fakat kabul edilmesi gereken, çoğunluğun inandığı gibi Tanrı değil, fanitır.”'“ der. “Felsefeye hizmet etmek,” Epiküros’a göre, “gerçek özgürlüğü” aramaktır. Marx’in görü­ şünce Epiküros felsefesinin merkezi, hiçbir nihai kısıtlama tanımayan özgürlük üzerine vurgusudur. Bu, Seneca’nın Epistle'de aktardığı, “Kısıt­ lama altında yaşamak yanlıştır, fakat hiçbir insan kısıtlama altında yaşa­ mak üzere kısıtlanmamıştır.” Elbette öyle. Her yanda özgürlüğe giden pekçok kısa ve basit yol uzanır; ve Tannya şükredelim ki hiçbir insan {isteği dışında ya da sonsuza dek} hayatta tutulamaz. Bizi tutan en temel kısıtlamalan defedebiliriz. ‘Epiküros,’ diyorsun, ‘bu sözleri söyledi’” ifadesinde aşikârdır.'^’ Marx’in, tezinin yayımlanmasından neredeyse yirmi yıl sonra Ferdinand Lasalle’e açıklayacağı gibi, “Epiküros, [Demok­ ritos’a ait] argümanı ebediyen tersyüz etmektedir”- yalnızca Çiçero ve Plutarkos’un değil, hatta H egel’in bile gözden kaçırdığı bir olgu. Yakın yıllarda Herculaneum örenlerinde Philedem us’un kütüp­ hanesinin yıkıntılanndan çıkarılan yanmış haldeki bir papirüs kahntısında Epiküros’un büyük eseri D oğa Ü zerine’nin okunabilir bazı parçalannın bulunması, Marx’in büyük ölçüde tahmin ve diyalektik uslamlamaya dayanan yorumuna güçlü bir doğrudan kanıt sağladı. Gerçekten, D oğa Ü zerine’nin X X V . Kitabında Epiküros’un Empedokles ve Dem okritos’un mekanik belirlenim ciğine eleştiri getiriyordu. “Nedenler hakkında uygun bir açıklama getiren ilk kişiler olan ve m ükemmellikte yalnızca seleflerini değil haleflerini de çoğu kez geride bırakmış olan bu adamlar, birçok konuda büyük sorunlan kolaylaştırsalar da” diyordu Epiküros, “her şeyi zorunluluk ve tesadüfün üzerine yıkmak için kendi kendilerine gözlerini kapadılar.” (Epiküros, F:6 / M arx ’in Ekolojisi


82

MARX'IN EKOLOJİSİ

İnsanlar tarafından yapılan olayların sıradan zorunluluk ya da sıradan tesadüf değil, insan özgürlüğünün sonucu olduğunda ısrar ediyordu.) Elbette, Epiküros hiçbir zaman zorunluluğu toptan yadsım ayı am aç­ lamıyor (böyle birey kendi deyişiyle her şeyin hiçbir şeyden çıka­ bileceği anlamına gelirdi), yalnızca bu zorunluluğun bağlannı kıran özgürlüğün olan aklılığını vurguluyordu. Böylece, materyalizmi savu­ nurken aynı zamanda, bu belirlenimci görüşü ciddiye alacak olursa hayatın kendisi anlamsızlaşacağından, her türlü katı belirlenim ciliğe karşı çıkm ışti?* D oğa Ü zerin e'dt şunları yazar: “B izler daima, daha büyük ve daha küçük sayıda, bizi kimisi şu, kimisi bu, kim isi hem şu hem bu eylem lere, düşüncelere, karakterlere yönelten tohumlara sahibizdir. Sonuçta geliştirdiğim iz, -şu ya da bu türden özellikler- öncelikle mutlak biçim de bize bağlıdır.’™ Doğrusu Marx’a göre, bir materyalist olmakla birlikte, Epiküros eğer bir hata yapmışsa bu, esas olarak, zorunluluğu da tanıyan ve bu nedenle sınırlı olan gerçek olabilirliğe karşıt olarak, şansı ve özgür iradeyi abartan soyut olabilirliğe ağırlık vermesindendir. Hiçbir hükmün duyularla çelişm em esi gerektiğinde ısrar etm ekle, belirleyici-olm ayan ve açık (hatta bu olabilirliği soyut bir olabilirlik haline getirme riski için­ de) kalırken, açık seçik bir olabilirlik kavrayışını korumayı y e ğ le ­ miştir. Epiküros’un bu duruşunun işaret ettiği kararlı biçim de belir­ leyici-olm ayan düşünme tarzı, M arx’m d eyişiyle “yalnızca tahminden çıkarsanabilecek şeyler üzerine, kesin hüküm vermekte acelecidir.’”® Bu yüzden, Epiküros bazen pozitif bilim in tek yanlı iddialannı hor, basit görgülcülüğü hakir görür. M arx’in doktora tezinin sonuna eklediği “Plutark’ın Epiküros T eolo­ jisine Karşı Polem iğinin Eleştirisi”nden günümüze yalnızca kısa bir fragman kalmıştır. Ancak, bu parçayla yakın ilişki içinde pekçok bölü­ münü Plutark’ı eleştirm eye ve Epiküros’u ona karşı savunmaya ayır­ dığı kapsamlı Epikürcü Felsefe Üzerine D efierler'ı elimizdedir. Bu defterlerde Marx, kısmen Epiküros ile Lucretius’un etkisi altında ilk büyük din eleştirisini ortaya koymakta ve doğadan her türlü doğaüstü, erekbilimsel ilkenin ayıklanması çağnsm da bulunmaktadır. Plutark, Epiküros’a tannian dünyadan kaldırarak dünyadan her türlü zevki kaldırdığı gerekçesiyle saldırmıştı. Epiküros’u doğal bilim aracıhğıyla, ruhun ölüm süzlüğü inancının ardında yatan ölüm korkusunu ortadan kaldırmaya çalıştığı için de eleştirm işti. Plutark’ın kendisine göre, bu korku Tannya inanmanın önem li bir unsuruydıi“ Marx,


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

83

E k ’İnin notlannda (asıl metnin kendisinde daha dağınık ve az yoğun biçimde yer vermiştir) Plutark’ın söylevin e karşı H ollbach’ın D oğa Sistem i’nden bir alıntıyı çıkanr. Holbach, bu pasajda, Lucretius'un izin­ den giderek dünyayı yöneten bir tannsal güç düşüncesinin “daima bir dehşet fikriyle birlikte yürüdüğünü... Bu yüzden, hiçbir şeyin, insanı doğadan üstün bir varhğm, önünde usun susması ve insanın mutluluğa kavuşabilmek için her şeyi kendisine feda etm esi gereken bir varlığın varolduğuna ikna etmekten daha tehlikeli olam ayacağı”nı savunur.'^’ Marx’da Epiküros’u izleyerek “korku, özellikle söndürülemeyecek içsel bir korku”da “insanın bir hayvan olarak belirlen”eceğini, her türlü öz-belirlem eden yoksun bırakılacağını yazar.'^ Bu, M arx’a göre dinin en büyük günahıdır. Hıristiyanhğm kurucularının bütün bunları açığa çıkaran Epikür felsefesinden öylesine nefret duymuş olmaları tesadüfi değildir. Marx ve Engels Alman İdeoloji’sinde şu gözlem de bulunurlar: “Lucretius Epiküros’u tanrıları tahtlarından indiren ve dini ayaklar altı­ na alan ilk kahraman olarak över, bu yüzden Plutark’tan Luther’e dek bütün kilise babalarının gözünde Epiküros daima ateist filozofun p a r exellence örneği olarak görülmüş ve bu yüzden de daima bir domuz olarak anılmıştır. İskenderiyeli Clem ent, Havari Paul felsefeye karşı silahlarını kuşandığında aklında yalnızca Epikür felsefesinin bulun­ duğunu söyler.” Marx, Epikürcü materyalizmin özünün, onun hem insanların hem evrenin ölümlülüğünü kavrayışında yattığını görmüştü. Lucretius, “Artık olmayan ıstırap çekem ez, ne de hiç doğm am ış olan bir şekilde değişir, bu ölümlü hayat bir kez ölüm süz ölüm tarafından gasp edil­ diğinde” demişti. M arx’a göre, bu sözler Epiküros materyalizminin anahtarıydı: “Epikür felsefesin de ölümsüz olanın ölüm olduğu sö yle­ nebilir. Atom, boşluk, rastlantı, keyfilik, düzenlem e, bunların kendileri ölümdür.” Maddi “koşullar” üzerine Epikürcü ısrar, içinde insani özbilinç ve özgürlüğün zorunlu olarak gelişeceği bağlam olarak ölümsüz ölümün - rastlantının ve önceleyen koşullann rolünün- tanınmasıdır.'^ Marx, Plutark’ı eleştirirken idealist filo zo f Friedrich Schelling’e muhalefetini de ortaya koyar. Marx, Sch elling’in daha önce yazdığı “objektif T an n ” anlayışı eleştirisinde, dini savunmada aldığı gerici tutumun daha sonra doğa felsefesinde benim sediği eşit biçimde gerici * Alm an İdeolojisi'nin Türkçe basımlarında (Sevim Belli. Sol Yay. ve Hamdullah Erbil,M elsa Y a y .)b ö y leb irp a sa jy e ra lm a m q tır. -ç.n.


84

MARX'IN EKOLÖJİSI

konumun temelini oluşturduğunu söyler. Dikkate değer biçim de, Alman üniversitelerinin G enç Hegelciiere kapanmasını ve b öylece genç Marx’m akademik yazgısının mühürlenmesini sim geleyen gelişm e, Schelling’in Berlin Üniversitesi rektörlüğüne atanması olmuştur.'^’ Bu yüzden, M arx’in doktora tezinin (ya da hiç olm azsa Ek’inin) Plutark ile S ch elling’e karşı “antik Aydm lanma” ile m odem Aydınlanm a’yı tem sil eden Epiküros ve H olbach’ın safında yer alması şaşırtıcı değildir. Marx, Plutark’m “felsefeye karşı teolojileştirici zekâyı” tem sil ettiğini savunuyordu.'^“Epiküros ise tam tersine T ann’yı dünyadan yok etm iş­ ti. Gerçekten, Epiküros’a göre, Marx’in deyişiyle, “insan için kendi dışında hiçbir iyilik bulun”muyordu.'” Marx, doktora tezinin yayımlatmayı düşündüğü versiyonu için yazdığı önsözde, Epiküros’u tannian dünyadan sürdüğü ve her türlü kör inancı reddettiği için alkışlam ıştı. “Felsefe, o dünyaya boyun eğdiren ve mutlak biçimde özgür yüreğinde atmaya devam eden tek bir damla kan kaldığı sürece, hasım lanna Epiküros’un narasıyla karşılık vermek­ ten usanmayacaktır: ‘Çoğunluğun taptığı tanrıları yadsıyan kişi değil, çoğunluğun inandığı tanrıları onaylayan kişi gerçek im ansızdır.’” Burada Marx, bilinçli bir biçim de (görmüş olduğumuz gibi) Epiküros’ta bu aynı pasajı övm üş olan B acon ’ı yankılamıştır.*'” Marx, doğayı teolojiye indirgeyenlere yönelen “Epiküros’un nara­ sından,” A iskylos’un Z incire Vurulmuş P rom eteus’unda. Prometeus’un tanrılara meydan okumasına geçer. Eserde, Zeus tarafından kayalara zincirlenmiş olan Prometeus T anniann habercisi H erm es’e şöyle karşılık verir: Şunu iyi bil, kötü talihim içindeki durumumu Senin kulluğunla değişm ezdim Bu kayanm bendesi olm ak Baba Z eus’a sadık b ir oğlan olm aktan iyilfiK

Marx için, Epiküros dinsel doğa görüşünün reddi olan ışık getirmeyi ya da aydınlanmayı - aym zamanda bir doğallık ve hümanizm biçimi de olan bir materyalizmi temsil eder. Epiküros’un felsefesi duyusal ve görgül dünyayı vurgulamış, ama bunu yaparken dünyanın yorumlamasında uslamlamanın rolünü de tanımıştır. B öylece dünyanın yorumlanması için, basitçe dünyalar arasındaki uzayda ikâmet eden tannlara ihtiyaç bırakmamıştır.


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

85

Bununla birlikte, Marx, “Epiküros ... atomistiği nihai sonucuna, çözü­ lüşüne ve evrensele bilinçli karşıthğına dek götürdü.” deyişinin gösterdiği gibi, H egel’in çerçevesini benimsemiştir. ‘^^Epikiiros’un materyalizmi, bayağı atomculuğa, yani mekanizme dayanması bakımından, özünde, evrensel olana karşıthğı temelinde kurulan ve kendi çözülüşüne işaret eden tek yanh bir çarpıtmaydı. Epiküros ’un doğa felsefesinin en büyük eksikliği, Epiküros’un “mekanikten başka doğa tanımayışıydı.” Marx, Lucretius’un büyük şiirine gönderme yaparak, Epiküros’un duyarlılığı övdüğünün doğru olduğunu yazar, ancak, Epiküros’un doğa felsefesinin garip karakteri de burada yatar, çünkü, “duyular alamndan kaynaklan”masına rağmen, “atom gib i... soyut bir ilke” varsayar, '^ u gerilim, Marx’m doktora tezinde bizzat vurgulaımş olduğu gibi, Epiküros’un mekanik materyalizmin dikkate değer ölçüde üzerine yükselmiş olmasına rağmen, hiçbir zaman tam anlamıyla çözülmez. Faırington ’m belirttiği gibi, Yunan dünyasını Akadem i’nin [Platon ile Aristo’nun] etkisinden kurtarabilecek olsa bile, Epiküros’un niyeti Dem okritos’un fiziksel sistemini hiçdegiştirm eksizin restore etmek değildi. Onun gözünde, Leukippos ve Demokritos tarafından kurul­ muş olan atomik sistem temelli bir bozuklukla malüldü; bu sistem insanı cansız madde ile aynı nedensellik zincirine bağlamayı içeren bir evrensel nedensellik öğretisi kurmuştu. Mekanik belirlenimcilik öğretisi, Epiküros’un gözünde insan soyu için mitlere inanmaktan daha kötü bir ayartıcıydı.

Bununla birlikte, Marx’in Epiküros’un Demokritos’tan bir ölçüde devralmış olduğu mekanizmi hakkında ara sıra koyduğu çekinceler, ne bu mekanizmi aşma yönünü gösteren Epiküros’un, n ede “taze, uyanık, şaira­ ne dünya üstadı” olarak nitelediği Lucreitus’un gerçek katkısını ortadan kaldırmaz. '“Kalıcı etkisi olan, Epikürcü (ya da Demokritosçu) fizik değil, Epiküros’un antik felsefi devriminin öncelediği Aydınlanmanın mater­ yalist hümanizmiydi. Marx’in doktora tezi bir geçiş çalışmasıydı. M arx’in, Bruno Bauer gibi diğer Genç Hegelcilerle birlikte Hegelciliğin devrimci bir felsefe oldu­ ğunu düşündüğü bir dönemde yazıldığından, (özünde daha az olsa da) ruhunda dikkate değer ölçüde Hegelciydi. Genç Hegelciler, H egel’in gerçek mhunun onun din karşıtı (eğer tümüyle ateist değilse) imalannda bulunacağına ve Hegel felsefesinin, radikal Aydınlanma ile usu ideal devlette cisim lenecek biçim de birleştirdiğine inanıyorlardı. Kendisinden önceki bütün felsefeyi kenti bütüncül felsefesinin kısmi gelişimi olarak kavrayan H egelci öğretinin aşkın doğası dolayısıyla, Marx için, bunu hâlâ


86

MARX'IN EKOLOJİSİ

tek yanlı, akıl ilkesiyle henüz ideal biçim inde birleşmemiş olarak görmekle birlikte, Epiküros ile İngiliz ve Fransız materyalizminin devrim­ ci öz-bilinçliliğini büyük ölçüde teşhis etmek mümkün olmuştu. N e var ki, gerçeklikte, materyalizm ile kurgul felsefe arasındaki antinomi öyle kolay­ ca çözülmüyordu, ve Marx, daha o zamandan, karar verici biçimde mater­ yalist yönde ilerlemişti, öyle ki, düşünceleri dış biçiminde kurgusal (ya da idealist) olsa da özünde giderek artan ölçüde materyalistleşiyordu. Marx’in din eleştirisi bu noktada (belki de Schelling tarafmdan tem sil edilen Romantik reaksiyona karşıhk olarak) Alman idealizminin doğa felsefesinin reddi biçimini aldı.'“'* Yine aynı zamanlarda da Epiküros, Lucretius, Bacon, Hume ve Holbach gibi düşünürlerin (Aristoculuğa karşı çıkış anlamında) geniş ölçüde materyalist/doğalcı görüşlerini hevesle benim sem eye başlamı^tf. Marx, Epiküros yorumunun büyük ölçüde başkalarının anlatılarına bağımh olduğunun açıkça farkındaydı. Epiküros hakkında (özellikle de onun özgürlük kavramıyla ilgili olarak) bildiklerinin çoğu, Seneca ve Sextus Empiricus gibi başka yazarların eserlerinde aktanlan frag­ manlardan ibaretti. (Epiküros’un eserlerinden dikkate değer ölçüde daha fazla parçanın elimize geçtiği bugün, Marx’m yorumunun özsel olarak doğru olduğu görühnüştür.) Bu yüzden, daha sonralan 31 Mayıs 1858 tari­ hinde Ferdinand Lasalle’e yazdığı mektupta, tezini yazdığı sırada, Epikü­ ros’a atfettiği soyut bireysellik üzerine inşa edilen bütün düşünce siste­ minin, büyük düşünürden geriye kalan fragmanlardan “zımnen” çıkanlabileceğini, ancak, yine de bunun doğru olduğuna inandığını kabul ediyordu. Bu yüzden, Marx yorumunu kendini tatmin edecek biçimde “kanıtlayamadığı” gibi, bu yorum sayısız Yunan ve Latin metninin derin bilgisine dayandığı ve varolan felsefi yorumlardan dikkate değer ölçüde aynidığı için, Epiküros’tan ne kazandığını da başkalanna kolayca açık­ lamıyordu. Bu nedenlerle doktora tezinden sonra bunu sadece bir vesile doğduğunda açıkça dile getirmekle birlikte, (başka birçok şeye-ömeğin, H egel’in diyalektiğine yaptığı gibi) Epiküros materyalizmini kendi düşün­ celerine içselleştirmişe benzemektedir. Modem bilimin köklerinin Epiküros ve Bacon’ın materyalist felse­ felerinde bulunduğu M arx’m zamanında geniş kabul görmüş bir önerme olduğundan, onun materyalizmin kökenleri hakkmdaki vukufu, bazı bakımlardan daha sonraki analizinin kapsamı içinden kolayca çıkarsanabilir. Gerçekten, H egel’in idealizmini aşma ve felsefeyi mater­ yalizm /doğalcılıkla uzlaştırma yönünde onunkiyle yakından ilintili bir


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

87

girişim de Rus demokrat devrimcisi Aieksandr Herzen’in 1845-1846 arasında yazdığı D o ğ a ’nın incelenmesi Üzerine Mektuplar'mda. bulu­ nabilir. Herzen de, bilimle felsefeyi, materyalizmle idealizmi uzlaştırma girişiminde yüzünü büyük materyalistlere -Epiküros, Lucretius, Bacon, Hume, Holbach ve sonunda Feurbach- çevirmiştir. Herzen’in yaklaşımı Marx ile karşılaştınldığında derinlikten (ve diyalektik vukuftan) yoksun olsa da, bu durum analizine kısmen yaygınlık ve kolay anlaşılırlık kazan­ dırmıştır. Herzen, “Epikürcülük paganlığa (yani antik dine) ölüm darbe­ sini vurmuştur” der. Epiküros bu bakımdan Bacon’ın ve modem bilimin habercisidir. Epikürcülük diyalektikten de yoksun değildir. “Lucretius, işe , a la Hegel etkin ilk ilkeler olarak karşılıklı hareket eden ve biriikte varolan oluş ve olmayıştan başlar.” O yalnızca “bütün canlı şeyler için belli bir kardeşçe sevgi tutumu” tasvir etmekle kalmaz, aynı zamanda “fosillerin varlığını da kestirir.” Herzen, özellikle daha diyalektik ve antik biçim iyle, materyalizmin gücünün burada yattığını savunur. Buna karşı­ lık modem idealist içinse, “doğa bir saçmalıktır ve ... fani olan, dikkatine layık değildir.”'“* Marx’in bu alana kendi katkısı ise doktora teziyle sona ermemiştir. Daha sonra Engels ile biriikte, Descartes’ın fizikteki materyalizmine eşlik eden zihnin metafiziğinin oluşturduğu düalistik felsefesini açıkladıkları Kutsal Aile 'de Epikür felsefesinin daha geniş tarihi önemini ele almışlardır. Kartezyen metafizikten kaynaklanan bu on yedinci yüzyıl görüşü doğal karşıtını Gassendi tarafından restore edildiği şekliyle Epikürcü mater­ yalizmde bulmuştu. Marx ve Engels, “Fransız ve İngiliz materyalizminin daima Demokritos ve Epiküros ile yakın ilişkide” olduğunu belirtirler. Hobbes ile birlikte Epikürcülüğü yeniden canlandıran Gassendi, şahsında. Kartezyen metafiziğin en büyük düşmanını temsil ediyordu.'“’ Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi’nâe gözledikleri gibi “Epiküros antikçağın gerçek radikal Aydınlatıcısı” olduğundan ve etkisi Aydmlanma’nın kendi­ sine dek uzandığından, Epikürcülük bu mücadelede merkezi bir rol oyna­ mıştı. Epikürcüler “Dünya yanılsam alardan arındırılmalı, özellikle de tann korkusundan kurtanimalıdır, çünkü dünya benim dostumdur.” görü­ şünü savunmuşlardı. Aslında, Marx ve Engels’in işaret ettikleri gibi, “devletin halkın karşılıklı anlaşmasına, bir toplum sözleşm esine dayan­ dığı fikrine ... ilk olarak Epiküros’ta rastlanmaktadır.”‘^° Lucretius, krallann öldürülmesini izleyen bir süreç olarak özgür bireyler arasında bir toplumsal sözleşmenin kumimasını tasvir eder:


88

MARX'IN EKOLOJİSİ

Bu yüzden krallar öldürüldü ve tahtların kadim haşm eti Ve gururlu heykeller tozlar içine devrildi Hükm eden başın büyük tacı kalabalığın ayakları A ltında kana boyandı. Bütün itibar yi tirildi, eski şanına ağıtlar yaktı.

Bu yüzden, Epiküros’un izleyicilerine Helenistik kamu hayatından uzak durmalannı öğütlem iş olmasma rağmen, Epikür felsefesin in y ık ı­ cı imalan antik yorumculan tarafından da, on yedinci ve on sekizinci yüzyıl A vrupası’nın kültür ikliminde de açıkça anlaşılm ıştı. Plutark, Epikürcülerin “yasalan ve hükümetleri ortadan kaldırmayı arzulad ık lan ”ndan y akınmıştı'.’^ İşin gerçeği, Epikür felsefesi tam da, sıra­ dan atomculuğun -hatta, taunlarının maddi dünyada etkin güçler oldu­ ğunun reddedilmesinin ötesinde, daha olumlu bir duruşla, antik hayatta gerçek hümanizm ve doğalcılığı tem sil etmesinden ötürü. Aydınlanma üzerinde öylesine büyük bir etki yapmıştır. Marx ve E ngels’in K u tsal A ile’de vurguladıklan gibi, Aydınlanma materyalizmi Fransa ile sınırlanmış olm ayıp, İngiliz devriminin hemen öncesine ve hemen sonrasına denk gelen yıllarda doğan “Büyük Britan­ y a ’nın öz çocuğuydu.” “İngiliz m ateryalizm inin ve bütün deneysel b ili­ min gerçek başlatıcısı B acon ’dı.” N e var ki, materyalizmin bu “ilk yara­ tıcısı teolojiden ithal edilm iş tutarsızlıklarla doludur.” “Baconcu materyalizmi sistemleştiren” H obbes’du, ancak, İnsan A nlığı Üzerine Deneme'sıy\e. Locke “Bacon’m temel ilkesinin, insan bilgisinin ve fikir­ lerin kökeninin duyular dünyası olduğunun kanıtını” sağlam ış ve Hart­ ley ve Priestley gibi bilim ciler “L ocke’un duyumculuğunu hâlâ bulan­ dırmakta olan teolojik engellere saldırmıştı.” L ock e’un 1845’teki Marx ve Engels için önem i, “ sağduyunun ... felsefesini kurmuş; yani, dolaylı olarak, hiçbir felsefenin sağhklı insan duyuları ve onlara dayanan uslam lama ile ayrı düşem eyeceğin i söylem iş” olmasıydı'.*^ Bununla birlikte, m ateryalizm i toplumsal alana taşımak Fransa’da HelvĞtius ve Holbach gibi düşünürlere kalmıştı. V e bu durum, sonunda tarihsel mücadele aracılığıyla kom ünizm in ve sosyalizm in daha radikal materyalizminin doğuşuna y ol açm ıştı. E ğer insan bütün bilgisini, algılarını vb. duyular dünyasından ve onda kazandığı deneyim lerden çıkarıyorsa, o zam an yapılm ası gereken, bu görgül dünyayı insa­ nın onda tüm üyle insani olanı yaşayacağı ve buna alışacağı biçim de düzen­ lem ektir... Eğer doğru anlaşılm ış çıkar bütün ahlakın ilkesiyse, insanın özel çıkarı insanlığın çıkarıyla uygun hale getirilmelidiı!*'*


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

89

Marx doktora tezini tamamlayıncaya dek mekanist ve belirlemeci olm ayan karakteriyle on sekizinci yüzyıl Fransız materyalistlerinden (Epiküros’un farklı yorum lanna dayanmaları nedeniyle) aynisa da materyalist bir konuma ulaşmıştı. N e var ki, daha sonra hatırlayacağı gibi, bakış açısı hâlâ Alm an idealizm inin felsefesiy le “boyanm ıştı.” Epiküros ve İngiliz ve Fransız materyalizm leriyle karşılaşması, onu, E n gels’in daha sonra “materyalist doğa kavrayışı” diyeceği şey le yüz yüze getirdi. Ancak, Marx, ussallığın pratik rolünü göz ardı eden her türlü vulgar ya da mekanik materyalizmden kaçınıyordu. '15piküros ve B acon’dan esinlenerek materyalizmin çekirdeği olarak anti-teolojik bir görüş benim sem işti. Tıpkı D arw in’in 1840’larda yapm ış olduğu gibi, Marx da bütün eleştirel dikkatini B acon ’m “kısır bakireler” deyişine odakladı. “Verulamh Bacon” diye yazar 1842’de “teolojik fiziğin tannya adanmış kısır bir bakire olduğunu söylem iş ve fiziği teolojiden kurta­ rarak verim li kılm ıştır.” M arx’m felsefi gelişim ini, bu gelişm enin bazı bakımlardan Kant’ınkine benzediğini (ve aslında görünüşe göre ondan etkilendiğini) görm ekle daha iyi anlayabiliriz. Görmüş olduğumuz gibi. Kant, Epikü­ ros’u “duyarlılığın” Platon’u “entelektüelin” “en önde gelen filozofu ” olarak sunmuştu- Kant’m kendi eleştirel ve aşkın felsefesinin başlan­ gıç noktasını oluşturan bir antinomi. (Kant, belirtmiş olduğum uz gibi, B acon’ı da doğanın en büyük m odem öğrencisi olarak tasvir etm işti.) Marx için, Epiküros insanın dünyadan yabancılaşm asını ve buna karşı koymak için doğanın materyalist kavranışına dayanan bilimin (A ydın­ lanmanın) gerekliliğini k eşfetm iş olan, duyarlılığın en büyük filozofu olarak kalmıştır. N e var ki, M arx’m düşüncesinde, anlığın en büyük filozofu olarak Platon’un yerini, aşağıdaki eleştirisinde göreceğim iz gibi, Marx’a göre, -soyut olarak ve entelektüel emek biçim inde olsa daem egin tarih içindeki yabancılaşm asını keşfetm iş olan H egel alır. M arx’m kendi pratik materyalizm i bu görüşlerin eleştirel biçim de a şıl­ masıdır. N e var ki bu materyalizm temelinde realist bir ontolojiyi (yani doğanın materyalist kavranışını) korar ve H egelci anlamda bir diya­ lektik aşma olarak ortaya çıkar. G elecek bölüm de görüleceği gibi, Feuerbach da (Doğrudan Epiküros’tan çok Bacon ve Gassendi’den esin­ lenerek) H egel’e benzer bir eleştiri getirecek ve bunu açıkça hümanist ve materyalist bir bakış açısından yapacaktır. Fakat, Feuerbach’m materyalizmi de, Epiküros’unki gibi, esas olarak tasarlayıcı bir nite­ likteydi, oysa, M arx’ın amacı materyalizmipra/ife kılmaktı.


90

MARX'IN EKOLOJİSİ

M arx’in doktora tezini yazmasından yanm yüzyıl sonra, 1893 yılın­ da, 1890’lann Sosyal Demokrat Parti etkinliklerinde rol almış bir edebi­ yat adamı olan bir Rus, A leksey M ihayloviç Vodin (1870-1939) Lond­ ra’ya gelerek Engels ile görüşmüştü. V odin, son konuşmalarından birinde E n gels’in söylediklerini şöyle hatırlar: Engels bana Yunan felsefesinin tarihiyle ilgilenip ilgilenm ediğim i sordu ve eğer ilgileniyorsam M arx’in ilk felsefi çalışm asını açıklam ayı önerdi. Bana, hiçbir m etne dayanm aksızın, bütün a ynntılan ve yalnız Lucretius ile Ç içero değil, (Diogenis Laertius, Sextus Empiricus ve Clem ent gibi) çok sayıda Yunan metninden ezberden aktarm alar yaparak, M arx’in doktora tezini anlattı.

Engels, devam la Epiküros’a Çiçero ve başkalan tarafından yönel­ tilen kuramının nedenselliği hesaba katma yönündeki her türlü girişim i reddettiği yolundaki eleştirinin de yanlış olduğunu, Epiküros’un eseri­ nin “tem el tezlerle çelişm em ek koşuluyla değişik yönlerden nedensel bağlantılan araştırmaya” diyalektik olarak öz-bilinçli “bir ça ğ n ” oldu­ ğunu açıklam ıştır. V odin hatırlamaya devam eder: M arx’in kelimenin tam anlamında gerçekten hiç Hegelci olup olmadığım sordu­ ğumda, Engels, tam da Demokritos ile Epiküros arasındaki farklılık hakkındaki tezin, H egel’in diyalektik yönteminde tam bir ustalık kazanmış, bununla birlikte araştırmasının gidişi boyunca bu yöntemi m ateryalist diyalektik yöntem le değiş­ tirmek zorunluluğunu henüz hissetmemiş bulunan M arx’in, edebi kariyerinin daha başında, Hegelci di yalektiği uygulamakta,- hem de onun en güçlü olduğu alan olan düşünce tarihi alanında uygulam akta- Hegel ’den mükemmel bir bağımsızlık göstermiş olduğunu söylem em ize izin vereceği karşılığını verdi. Hegel, Epikür sisteminin içkin diyalektiğinin yeniden inşasını değil, bunun yerine bu sistem hakkında bir dizi aşağılayıcı düşünce vermişti. Buna karşılık M arx, idealize etm eden, tersine A risto ile karşılaştırıldığında ne kadar yoksul kaldığını ortaya koyarak Epikürcülüğün içkin diyalektiğinin yeniden inşasını vermişti... M arx’in Yunan felsefesi tarihi üzerine incelemelerini sürdürme niyetinde bulunduğunu, hatta, sonradan bu konu hakkında kendisiyle konuşm uş olduğunu söyledi. Bunu yaparken materyalist sistemler lehine hiçbir tek yanlı tercihte bulunmamış, hatta özellikle Platon ve A risto’nun diyalekti klerinedayanm ışlî?

V odin’in Engels ile konuşmalarıyla ilg ili anıları (Ruşça’da ilk yayım landığı yıl olan) 1927 yıhna dek ortaya çıkm am ış ve görünüşe göre, Marx’m doktora tezinden söz etm iş olan herkes tarafından gözden kaçm lm ıştır. Konuşm aları sırasında E ngels, V o d in ’den çağdaş yazın ­ da Marx’inki ile benzerlik taşıyan bir Epiküros yorumunun bulunup


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

91

bulunmadığını araştıraıasını ve sonucu kendisine bildirm esini de rica etmişti. V odin ’in bu ricayı yerine getirip getirmediğine ilişkin bir kayıt bulunmamaktadır. (Vodin, 1893 yılında Paris’teyken kaldığı yerde devrimci belgeler aramaya yönelik bir polis baskınından haberdar edil­ m iş ve son anda, polisin vanşmdan bir kaç dakika önce E n gels’in mektuplarını yakmıştı.'*®) Marx’m Epiküros yorumunun farkına, en sonunda Cyril Bailey gibi yirminci yüzyıl Epiküros uzm anlannca vanlacağı gerçeği kuşkusuz E n gels’i çok ilgilendirirdi. Bütün bunlar, E ngels’in Marx’m düşünsel gelişim i hakkında standart yorumdan çok farklı bir görüşü olduğunu düşündürmektedir. Marx daha ilk eserinde H eg el’den bağım sızlaşm akla kalmamış; üstelik bunu, düşüncesinde kalıcı bir etkisi olacak olan ilkçağ m ateryalizm iyle karşılaşması üzeri­ ne yapmıştır. Son olarak, E ngels’in sözleri, M arx’m tezinin ne H egelci ne de tam anlamıyla materyalist olmayıp, içinde M arx’in materyalist diyalektik konusunda düşünm eye başladığı, ancak H egel’in diyalektik yöntemine bir “materyalist diyalektik yöntem ” ile henüz değiştirmediği bir geçiş çalışm ası olduğunu önerir. M arx’in doktora tezini tamamlamasından kısa bir süre sonra, 1842’de İngiltere’de Darwin de metafizik üzerine defterleriyle (M ve N D efter­ leri) uğraşmayı tamamlayarak türlerin dönüşümü kuramının ilk versi­ yonunu kalem e aldı. A ynı yılda, Epiküros üzerine tezini tamamlamış olan Marx, Ludwig Feuerbach’m felsefesi, İngiliz ekonom i politiği ve Fransız sosyalizm i ile sistematik hesaplaşmasına girişti. Dikkatinin artan biçim de yöneldiği Almanya, Fransa ve İngiltere’nin ekonom i poli­ tik gerçekleri gelecek birkaç yıl içinde M arx’i daha kararlı bir biçimde materyalizme yöneltecek ve tarihsel materyalizmin daha engin bir sente­ zini ortaya çıkaracaktı.


1. M ateryalist D o ğ a K avrayışı N o tla r 1. C h arles D a rw in , Notebooks, (Ithaca, N.Y.: C o rn ell U n iv e rsity Press, 1987), 375. 2. C h arles D a rw in , Autobiography, (N ew Y ork: H a rtc o u rt, Brace, 1958), 120. 3. S te p h en Jay G o u ld , " D a rw in 'in G e cik m esi" b a şh k lı h a y ra n lık verici d e n e ­ m e s in d e b u so ru n a eğilir. Ever Since Darwin içinde, (N e w York: W .W . N o rto n , 1977), 21-27, T r. s. 3-10. 4. A .g.e., 24-25, Tr. s. 7. 5. P etty, A rth u r O . L ovejoy içinde a k ta rm a . The Great Chain o f Beings (C am b ­ rid g e, M ass.; H a rw a rd U n iv e rsity P ress, 1964), 190. 6. D o g a n m Skalası d ü şü n c e sin in , o n sek izin ci y ü z y ıld a ve o n d o k u z u n c u y ü z y ıl b a ş la n n d a k e n d is in i " d ü n y e v ile ş tirm e " a rz u la rın ı d a içe ren b ü t ü n b ir tarih i için bak. L o ren E iseley, D arwin's Century, (N e w York: D o u b le d ay , 1958). 7. A .g.e., 66-69,88-89,94,353. 8. Jo h n H e d le y B rooke, Science and Religion (N e w Y ork: C a m b rid g e U n iv e rsity P ress, 1991), 193-194. 9. Bak. M a rg a re t C. Jacob, The Radical Enlightment: Pahtheists, Freemasons and Republicans (Boston: G eorge A llen & U n w in , 1981) v e Scientific C ulture and the M aking o f the Industrial W est (N ew York: O x fo rd U n iv e rsity Press, 1997). 10. Jo h n Locke, A n Essay Concerning H um an Understanding (N ew Y ork: D ow er, 1959), c .2 ,193. 11. C h a m le s C o u lsto n G illispie, Genesis and Geology (C am bridge, M ass.: H a rw a rd U n iv e rsity P ress, 1996), 33-35. 12. A b ra h a m W olf, A H istory o f Science, Technology and Philosophy in the 18th C entury, D o u g la s M cK ie ta ra fm d a n g ö z d e n g e çirilm iş 2. B asım (N e w York: H a rp e r & B rothers, 1952), 784-87; Jo h n W . Y olton, Thinking Matter: M ate­ rialism in Eighteenth-Century Britain (M inneapolis: U n iv ersity of M innesota P ress, 1983), X I, 14,107-25. 13. P aul H e n ry T hiery, B aron d 'H o lb a c h , The System o f N ature (N ew York: G a rla n d P u b lish in g , 1984), c .l, 138. 14. W oU, A H istory o f Sciettce, 787-91. 15. A .g.e., 791-93. 16. W illiam Paley, N atural Theology (L o n d ra, R. F a u ld e r, 1803), 473. 17. H o w a rd E. G ru b e r, Darwin on M an (C hicago: U n iv e rsity o f C hicago Press, 1981), 37; John H e d le y B rooke, Science and Religion: Some Historical Pers­ pectives (N ew York: C a m b rid g e U n iv e rsity Press, 1991), 74-75; T hom as S. K u h n , TTie Copernican Revolution (C am b rid g e, M ass.: H a rw a rd U niversity Press, 1985), 195, 237-35. K u h n , K o p e m ik ç ilig in E p ik ü rc ü lü ğ e "y a k ın ­ lığ ın ı" k e şfe tm e s in in B ru n o 'n u n b ilim e y a p tığ ı e n b ü y ü k k a tk ı o ld u ğ u n u v u rg u la r, fakat, (z a m a n ın H ıris tiy a n K ilisesi ta ra fın d a n d in e k a rşı en b ü y ü k sa p k ın lık o la ra k g ö rü le n ) E p ik ü rc ü lü k sa p k ın lığ ın ın B ru n o 'n u n m a h k u m e d ilm e s in d e e n ö n e m li gerekçe o ld u ğ u n u n fa rk ın a v a rm a m ış gibi g ö rü n m e k te d ir. Bu y ü z d e n , K u h n 'u n k e n d isi d e B ru n o 'n u n b ir gizem ­


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

93

cilik ş e h id i m i y o k s a "bilim şe h id i" m i sa y ılm a sı g e re k tiğ in i so rg u la r. B u ra ­ d a , B ro o k e 'u n d e ğ e rle n d irm e si ö n e m lid ir. 18. G ru b e r, Darwin on M an, 204-5. 19. Jan et B row ne, Charles Darwin: Voyaging (P rinceton, N.J.: P rin c eto n U n iv e r­ sity P ress, 1995), 72-78. 20. G ru b e r, D arwin on M a n ,204. 21. S a n d ra H e rb e rt ve P aul H . Barret, "In tro d u c tio n to N o te b o o k M ,", D a rw in , Notebooks 1836-1844 içinde, 519; D a rw in , Notebooks 1836-1844,291,638. 22. D a rw in , Notebooks 1836-1844,551. 23. F ran cis B acon, Philosophical Works (N e w York: F reep o rt, 1905) 24. D a rw in , Notebooks 1836-1844,637. 25. Jam es R. M oore, " D a rw in of D o w n ", D a v id K o h n ed. The Darwinian Heritage için d e (P rinceton, N.J.: P rin c eto n U n iv e rsity P ress, 1985), 452; A d ria n D e sm o n d , The Politics o f Evolution: Morphology, Medicine and Reform in Radical London (C hicago: U n iv e rsity of C h icag o Press, 1989), 421-414. 26. D a rw in , Notebooks 1836-1844,532-33. 27.A .g.e.,213. 28. Jo h n R. D u ra n t, "T h e A scen t of N a tu re in D a rw in 's Descent o f M an" K ohn, ed. The Darwinian Heritage içinde, 301. 29. M a rx 'm d o k to ra tez i g ü n ü m ü z e ta m a m la n m a m ış b içim iy le u la ş m ıştır. En ö n e m li eksikliği te z in in B irinci K ısm ının so n iki b ö lü m ü n ü n (4 ve 5. B ölüm ­ ler) y itm iş o lm a sıd ır. "E p ik ü rc ü v e D e m o k rito sç u D o ğ a Felsefeleri A ra sın ­ d a k i İlk esel F a rk lılık la r" ve "S o n u ç" b a şlık la rın ı ta ş ıy a n b u b ö lü m le rin v arlığ ın ı için d e k ile r ta b lo s u n d a n b iliy o ru z . (B u n u n la b irlik te 4. B ö lü m ü n n o tla rı g ü n ü m ü z e u la şm ıştır.) B u n d a n b a şk a , te z in " P lu ta r k 'ın E p ik ü r o s 'u n T eolojisine K arşı P o le m iğ in in E le ştirisi" b aşlık lı E k'i d e g ü n ü m ü z e u la ş a n k ısa b ir p a rç a sı d ış ın d a y itm iştir. (A y n ı şe k ild e , E k 'in n o tla rı d a g ü n ü m ü z e u la ş m ış tır.) 30. B u g ele n ek sel y o ru m için bak. H .P. A d am s, Karl M arx in his Earlier W ritings (L o n d ra: G e o rg e A llen & U n w in , 1940), 27-41 v e D a v id M cL ellan, M arx Befo­ re M arxism (New York: Harper & Row, 1970), 52-68. M cL ellan 'in M a rx 'in "H eg e lc iliğ e ih tid a si" h a k k in d a k i d a h a ön cek i id d ia sın ı d e ste k le r n ite ­ lik tek i, M a rx 'in d o k to ra te z in d e h içb ir şe k ild e H e g e l'in b a k ış a çısın ın ö tesi­ n e g e çm em iş o ld u ğ u şe k lin d e k i y o ru m u , M a rx 'i sıra d a n b ir " m ü h te d i" y e in d irg e y e re k , g iriştiğ i (ve b iz z a t te z in d e y a n sıy a n ) b ü y ü k e n te le k tü e l m ü c a d e le y i açıkça g ö z d e n k açırır. M arx Before M arxism , 46-52. M cL ellan 'in y o ru m u b irç o k b a k ım d a n , M arx h a k k ın d a k i k la s ik y a ş a m ö y k ü s ü n d e d o k to ra te z in in " tü m ü y le H eg el felsefesinin id e a lis t z e m in in d e " k a ld ığ ım id d ia e d e n F ran z M e h rin 'in y o ru m u y la b e n z e rlik g ö ste rir. M e h rin g 'in b u id d ia sı iç in tek k an ıtı, M a rx 'in D e m o k rito s'u n m e k a n ist m a te ry a liz m in e , ö z g ü r e tk in liğ e d a h a fazla v u rg u y a p a n E p ik ü ro s 'u n m a te ry a list m o d elin i y e ğ le m esid ir. N e v a r ki, M a rx 'in d a h a so n ra k i y a z ıla rın d a d a k e n d in i g ö ste ­ r e n E p ik ü ro s h a y ra n lığ ı, k e n d isin in b ir H egelci id e a list o ld u ğ u n u değil, d ü ş ü n c e s in in o lu ş u m u n u n en e rk en d ö n e m le rin d e bile, m a te ry a liz m le g e n e l o la ra k s a n ıld ığ ın d a n çok d a h a k a rm a ş ık b ir ilişki g e liştirm iş o ld u ­ ğ u n a işa re t e d er. Bak. F ra n z M e h rin g , Kari M arx (A n n A rbor; U n iv e rsity o f M ichigan P ress, 1962), 30.


94

MARX'IN EKOLOJİSİ

31. M a rx 'm d a h a d o k to ra s ın ı y a z d ığ ı s ıra d a m a te ry a liz m e y ö n e lm e y e b a ş la ­ d ığ ı g ö rü ş ü , 1837'd e y a z d ığ ı şu d iz e le rd e n d e ste k b u lu r: "K a n t ve F ichte y e n i to p ra k la r a ra y a r a k / M avi gökte s ü z ü lü r le r / O y sa ben, b u lu n d u ğ u m s o k a k ta k i/ Sağlam v e h ak ik i o lara n p e şin d e y im ." K ari M arx v e F rie d ric h E ngels, Collected Works (N e w York; In tern a tio n a l P u b lish e rs, 1974), c .l, 577. 32. A .g.e., 18-19. 33. Jam es D. W hite, Karl M arx and Intellectm l Orgins of Dialectical Materialism (Nevir York: St. M a rtin 's P ress, 1996), 42. N o rm a n L iv e rg o o d 'u n b e lirtm iş o ld u ğ u gibi, "M arx d o k to ra ç alışm ası k a d a r e rk e n b ir ta rih te m a te r­ y a liz m le ilgilen m iştir... M arx, E p ik ü ro s 'u n m a te ry a liz m e y a p tığ ı e n b ü y ü k k a tk ın ın ö z g ü r e tk in lik k a v ra m ı o ld u ğ u n u d ü ş ü n ü r." N o rm a n D. L iverg o o d . A c tiv ity in M arx's Philosophy (The H a g u e: M a rtin u s N ijhoff, 1967), 1. 34. M axim illian R ubel ve M a rg are t M anale, M arx W ithout M yth: A Chronological S tudy o f H is Life and W ork (O xford: Basil Blackwrell, 1975), 16-17. M arx, d a h a lised ek i o k u m a la n sıra sın d a E p ik ü rc ü m a te ry a liz m i H ıristiy a n ilahiy a tım n d ü ş m a n ı o la ra k s u n m u ş tu . Bak. K ari M arx, " O n th e U n io n o f th e F aithful w ith C h rist A cco rd in g to Jo h n " R obert PajTie ed. The Unknown Karl M arx için d e (N ew York; N e w Y ork U n iv ersity Press, 1971), 43. 35. E p ik ü ro s 'u n g ü n ü m ü z e k a la n e se rle rin in a n a g ö v d e si C y ril B ailey 'in Epicu­ rus: The E xtant R em ains'inde b u lu n ab ilir, (O xford: O x fo rd U n iv e rsity P ress, 1926). W h itn e y J. O ates, B ailey 'in E p ik ü ro s 'u n eld e k a la n e se rle rin d e n çevi­ rile rin i d e içe ren iyi b ir k ita p y a y ım lam ıştır, The Stoic and Epicurean Philo­ sophers: The Complete E xtant W rintings o f Epicurus, Epicteus, Lucretius, M arcus A urelius (N ew York: R a n d o m H o u se, 1940). L u c re tiu s'u n De rerum natura'si İn g iliz ce 'y e g e re k n a z ım g e re k n e sir o la ra k say ısız d e fa çev rilm iştir. Bu u z u n d id a k tik şiirin ç e v rilm e sin in g ü ç lü k le ri g ö z ö n ü n e a lın d ığ ın d a , İn g i­ lizce o k u rla r h e m n a zım , h e m d e n e sir çevirileri y a ra rlı b u lac ak la rd ır. N a zım çeviri için b a k . R o n a ld M elville, O n the N ature o f the Universe (N ew York: O x fo rd U n iv e rsity P ress, 1999). D ü z y a z ı ç ev iri için R.E. L ath a m 'ın (John G o d w in ta ra fm d a n g ö z d e n geçirilm iş) çevirisi L u cre tiu s, On the N ature o f the Universe (H a rm o n d s w o rth : P e n g u in B ooks, 1994). Bu k ita p tak i a lın tıla r genellik le L a th a m 'ın d ü z y a z ı ç e v risin d e n y ap ılacak , a ra sıra O x fo rd n a z ım çeviri o la ra k sö z e d ile n M elville ç e v irisin d e n a lın tılara d a yer v e rilec e k tir (A ynı z a m a n d a , k ita p la ra v e L u c re tiu s 'u n d ize lerin e işaret e d e n k lasik re fe ra n s siste m i d e ku llan ılacak tır). B elirtild iğ i gibi, M arx 'm z a m a n ın d a n b u y a n a E p ik ü ro s 'u n eserleriyle ilg ili b a z ı yeni k a y n ak lar b u lu n m u ş tu r. M a rx 'm ö lü m ü n d e n b ir yıl so n ra 1884'te F ran sız v e A v u s­ tu ry alI a rk eo lo g la rc a b u g ü n k ü T ü rk iy e 'd e b ir d u v a rd a E p ik ü r felsefesini a n la ta n v e k e n d is in d e n u z u n b ir p arçay ı a k ta ra n y a z ıla r b u lu n m u ş tu r. Y azılar, 40 m e tre lik b ir d u v a ra y a z ılm ış 120 'd en fa z la s ü tu n b içim in d e d ir v e M.S. 200 y ılla rı d o la y la rın d a E p ik ü ro s 'u n iz le y ic ile rin d e n O enoandalı D io g e n e s 'in g irişim iy le y a z ılm ış la rd ır. Bak. D io g e n e s of O e n o a n d a , The Fragments (N e w Y ork: O x fo rd U n iv e rsity P ress, 1971). B u n d a n başka, E p ik ü ro s 'u n d ü şü n c e le rin in İta ly a 'd a k i ö n d e g e le n tem silcilerin d en Filis­ tin li G a d a ra lı P h ilo d e m u s 'u n V e z ü v y a n a rd a g ım n MS 79 yılındaki p a tla ­ m a s ın d a H e rc u la n e u m k e n tin d e k ü lle r a ltın d a k a la n o kul k ü tü p h an e si v a rd ır. H e rc u la n e u m 'u n o n sekizinci y ü z y ıld a k e şfe d ilm e sin d e n sonra


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

95

y ü rü tü le n sa b ırlı k a z ı ç a lışm a la rın d a y ü z le rc e y a m k p a p ir ü s to m a rın ın çık a rılm asıy la so n ik i y ü z y ıld a b u p a p irü s le r ü z e rin d e y a p ıla n a ra ş­ tırm a la rla E p ik ü ro s h a k k ın d a b ilg im iz b ira z d a h a a rtm ıştır. Y anm ış to m a rla rd a n E p ik ü ro s 'u n Doğa Lİzenne'sinin ön em li b ir b ö lü m ü n ü n y e n i­ d e n o k u n u r h a le g e tirilm esi m ü m k ü n o lm u ştu r. B u ese rin ta m b ir d e ğ e r­ len d irm esi ve ö zeti için bak. D a v id Sedley, Lucretius and the Transformation of Greek Wisdom (N e w York: C a m b rid g e U n iv ersity Press, 1998), 94-133. Sedley, L u c re tiu s 'u n şiirin i E p ik ü ro s’u n m etn iy le d ik k a tli b ir b içim d e k a rşıla ştıra ra k , L u c re tiu s 'u n " h ın d e m a lis t" b ir E p ik ü rc ü o ld u ğ u n a ilişk in b ilg in ler a ra sın d a k i y a y g ın k a b u lü d o ğ ru la r. L u cretiu s, b ir kaç n o k ta d a E p ik ü ro s 'u n e se rin in g en el y a p ıs ın d a n a y rılm ak la birlik te, gen el o lara k u sta sın ın akıl y ü rü tm e le rin i h a tta d ilin i h a rfi h a rfin e y a n sıtm ıştır. A ynı z a m a n d a bak. B enjam in F a rrin g to n , The Faith o f Epicurus (N ew York: Basic Books, 1967) xi-xiii; M arcello G igante, Philodemus in Italy: The Books from Herculaneum (A n n A rbor: U n iv e rsity of M ich ig an P ress, 1990). M a rx 'm e lin ­ d e b u lu n m a y a n ü ç ü n c ü k a y n ak , E p ik ü ro s 'u n a h la k k u ra m ın ı se rg ile y en bir d izi a lın tın ın v e ö z d e y işin y e r a ld ığ ı V a tik a n d e rle m e sid ir. " E p ik ü ro s 'u n D ey işleri" a d ıy la d a ta n ın a n b u d e rle m e , M a rx 'm ö lü m ü n d e b e ş yıl so n ra 1988 y ılın d a, E p ik te te u s 'u n El Kitabı v e M a rcu s A u re liu s 'u n Meditasyonlar'm dan p a rç a la rın d a b u lu n d u ğ u o n d ö rd ü n c ü y ü z y ıla ait b ir V ati­ k a n e ly a z m a sın d a b u lu n m u ş tu r . Bak. E p ik ü ro s, Letters, Principal Doctrines and Vatican Sayings (In d ian ap o lis: B obs-M erril, 1964), 89 (ç ev irm e n in notu). 36. B ak C yril Bailey, The Greek A tom ists and Epicurus (O xford: O x fo rd U n iv ersity P ress, 1928), 128-33,287-317; A. A. L ong, Hellenistic Philosophy: Stoics, Epicu­ reans and Sceptics (berkeley: U n iv e rsity of C alifo rn ia Press, 1986), 14-74. S apm a, E p ik ü ro s 'u n g ü n ü m ü z e k a la n k e n d i y a z ıla n n d a h içb ir z a m a n b u lu n a m a m ıştır. B u k o n u h a k k ın d a k i b ilg iler tü m ü y le L u c re tiu s'a v e çeşit­ li ikincil k a y n a k la ra d a y a n ır. E p ik ü ro s 'u n " H e ro d o t'a M e k tu p " u n u y a y ım ­ la y a n la rın çoğu, d a h a a n la şılır k ılm a k için m e tn in b ir y e rin e L u c re tiu s'ta n ald ık ları sa p m a k o n u s u n u eklerler. E p ik ü ro s’u n Doğa Ü zerine'sinin kalıntıla rım n P h ilo d e m u s k ü tü p h a n e s in d e b u lu n m a sı n ih a y e t d ü ş ü n ü r ü n sa p m a h a k k ın d a k i d o ğ ru d a n g ö rü şle rin in ö ğ ren ileceğ i u m u tla rın ı g ü ç le n ­ d irm iş, ancak, m e tn in re sto ra s y o n u n d a şim d iy e d e k b u so n u ç ç ık m a ­ m ıştır. Bak. E p ik ü ro s , Letters, Principal Doctrines and Vatican Sayings, 12 (çevrim enin n o tu ); G ig a n te Philodemus in Italy, 43. 37. G eorge W ilhelm F rie d ric h H egel, Lectures on the H istory o f Philosophy (Lincoln: U n iv e rsity of N e b ra sk a Press, 1995), c .l, 306. 38. L ucretius, On the N ature o f the Universe, 13-15 (1.145-214); A. A. L ong v e D .N . Sedley, ed. The Hellenistic Philosophers: Transaltions o f the Principal Sources w ith Philosophical Comm entary (C am b rid g e: C a m b rid g e U n iv e rsity Press, 1987), 25-27. K o ru n u m ilkesi E p ik ü ro s’a ö z g ü d e ğ ild ir. F a rrin g to n , "fiziksel d ü n y a h a k k ın d a k i b ü t ü n b ilim sel d ü şü n c e n in ilk ilkesi o la ra k b u n u u y g u n y erin e y e rle ştire n ilk k iş in in " D e m o k rito s o ld u ğ u n a iş a re t e d er. B enjam in F arrington, Science in A n tiq u ity (N e w York: O x fo rd U n iv e rsity P ress, 1969), 46. 39. E piküros, "L etter to M en o eceu s" O ates e d . The Stoic and Epicurean Philosophy içinde, 33; C yril Bailey, The Greek A tom ists and Epicurus (O xford: O xford


96

MARX'IN EKOLOJİSİ

U n iv e rsity Press, 1928), 318. 40. L ucretius, O n the N ature o f the Universe (O x fo rd n azım çeviri), 17 (1.475-85). 41. L ong ve Sedley, ed. The Hellenistic Philosophers, 88-89. M arx, E pikür Felsefesi Hakkında Defterler’im n e n b a şın d a ve d a h a s o n ra Sextus E m p iric u s v e İsk e n ­ d e riy e li C lem e n t ile ilgili n o tla rın d a E p ik ü ro s 'u n prolepsis (sezgi, ö n k a v ra y ış) k a v ra m ı h a k k ın d a d ik k atli n o tla r çık arm ıştır. Bak. M arx v e E ngels, Collected Works, c .l, 405-6,428,487. 42. Ç içero, L ong ve S edley ed. The Hellenistic Philosopher için d e, 141. A y m z a m a n d a bak. E p ik ü ro s, The Epicurus Reader (In d ian ap o lis, H a ck e tt, 1994), 51, 43. F a rrin g to n , The Faith o f Epicurus, 108-109. A)rm z a m a n d a bak. D io g en es L aertiu s, Lives o f E m m inent Philosophers (C am b rid g e, M ass.: H a rw a rd U n iv e rsity Press, L oeb C lassical L ibrariy, 1925), c.2, 563; Bailey, The Greek A tom ists and Epicurus, 245-48; Long, Hellenistic Philosophy, 23-24. G assen d i'n in E p ik ü ro s 'u n "sez g i" y o ru m u için bak. L y n n S u m id a Joy, Gassendi the A tom ist (C am bridge: C a m b rid g e U n iv e rsity P ress, 1987), 169. D a h a y a k ın ­ la rd a k i b ir y o ru m için b a k . G isela S triker, Essays on Hellenistic Epistemology and Ethics (C am bridge: C a m b rid g e U n iv e rsity Press, 1996), 150-65. 44. Im m a n u e l K ant, Critique o f Pure Reason (C am b rid g e: C a m b rid g e U n iv e rsity Press, 1998), 290-91; H o w a rd C aygill, A K ant Dictionary (O xford: B lackw ell, 1995), 74-75. 45. M arx a n d E ngels, Collected Works, c.5, 138; L u cretiu s, O n the N ature o f the Universe, 88. 46. O a tes ed.. The Stoicand Epicurean Philosophers, 35. 47. G e o rg e A. F anichas, Epiküros (N e w Y ork: T w a y n e, 1% 7), 83; B rad In w o o d ve L.P. G e rso n ed., Hellenistic Philosophy (In d ian o p o lis: H ack ett, 1988), 65; O a te s ed.. The Stoicand Epicurean Philosophers, 35-39. 48.A.g.e.; P anichas, Epicurus, 116-117; L ong v e S edley ed.. The Hellenistic Philo­ sophers, 137; M arx v e E ngels, Collected Works, 5,141. 49. J. D o n a ld H u g h e s, Pan's T ravail: Environm ental Problems o f A ncient Greeks and Romans (Baltim ore: Jo h n H o p k in s U n iv e rsity P ress, 1994), 60,123-24,13031,144,196. C laren ce J. G lacken, Traces on Rhodian Shore: H ature and Culture in W estern Thought from A ncient Times to the End o f the Eighteenth Century (Berkeley: U n iv e rsity o f C a lifo rn ia P ress, 1967) ç alışm asın d a , a n tik d ü ş ü n ­ ced e d o ğ a -k ü ltü r ilişkisi (ve tü m eko lo jik ta rih k o n u su ) ile ilgili ta rtış­ m a s ın d a E p ik ü ro s v e L u cre tiu s ş id d e tli b ir v u rg u y a p a r. CS. 62-67,134-140). D a h a o n a lt ı n a y ü z y ıld a , F ra n sız R ö n e sa n s h ü m a n isti M ichael M ontaig n e, Apology for R aym ond Sebond'unda (H a rm o n d s w o rth : P e n g u in Books, 1993) L u c re tiu s'u n in sa n la rla h a y v a n la r a ra sm d a k i ö z se l b e n ze rliğ e y ö n e lik a b l y ü rü tm e s in e te k ra r te k ra r d e ğ in m işti. 50.Long ve Sedley ed., The Hellenistic Philosophers, 134. 51. E p ik ü ro s, "L etter to H e re d o tu s " O a a te s e d ., The Stoic and Epicurean Philo­ sophers i¡;inde, 13. 52. L ucretius, O n the N ature o f the Universe, 154-55 (5.1011-27). E m pedokles h a k k ın d a , bak. F a rrin g to n , Science in A n tiquity, 40-43. 53. A ristoteles, Basic Works, (N e w Y ork: R a n d o m H o u se , 1941), 249 (Book II, C h a p te rs , section 198b).


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

97

54. A .g.e. 251. 55. L u cretiu s, O n the N ature o f the Universe, 149-51 (5.791-895); R obert J. R ich ard s, "E v o lu tio n ", E vely n Fox K eller ve E lizabeth A. L lo y d ed.. Keywords in Evolotionary Biology (C am b rid g e, M ass.: H a n v a r d U n iv e rsity Press, 1992), 99; Sedley, Lucretius and the Transformation o f Greek Wisdom, 19­ 20; H e ry Fairfield O sb o rn , Fram the Greeks to Darwin (N e w York: C h arles S crib n ers’s Sons 1927), 36-68. 56. L u cretiu s, O n the N ature o f the U niverse,l49 (5.791-800); W .K.C. G u th rie, In the Beginning: Some Greek Views o f the Origin o f Life and the Early State o f M an (Ithaca, N.Y.: C ornell U n iv e rsity P ress, 1957), 28. 57. T h o m a s S. H all, Ideas o f Life and M atter: Studies in the H istory o f General Physology 600 B.C. to 1900 A .D . (C hicago: U n iv e rsity o f C hicago Press, C .l, 19-20, A y n i z a m a n d a bak. L u cretiu s, O n the N atue o f the Universe, 59 (2.865-85) 58. L ucretius, O n the N ature o f the Universe, 152-166 (5.916-1448). 59. L u cretiu s, O n the N ature o f the Universe (O xford n a zım çeviri), 7 (1.145-50); M ichael R. Rose, D arw in’s Spectre (P rinceton, N.J.: P rin c eto n U n iv e rsity Press, 1998), 217. 60. Jo h a th a n K e m p 'in d e d iğ i gibi, "E rken m a te ry a liz m in tarih in i E p ik ü ro s 'u n eseri b e lirler." Jo h a th a n K em p, Diderot, Interpreter o f N ature (N ew York: In te rn a tio n a l P u b lish ers, 1963), E d itö rü n n o tla rın d a , 343. 61. H all, Ideas o f Life and M atter, c .l, 136. 62. R o b ert H u g h K argon, Atom ism in England from Hariot to N ew ton (O xford: O x fo rd U n iv e rsity Press, 1966). 63. H a rio t, A .g.e. için d e a k ta rm a , 24. 64. A.g.e., 27-29; J. A. L ohue, " H a rrio t (or H a rio t) T h o m as," Dictionary o f Scien­ tific Biography, C . 6 , 124-129. 65. F rancis B acon, Philosophical Works, ed. Jo h n M. R o bertson (F reeport, N.Y.: B ooks fo r L ibraries P ress, 1905), 754. A yni z a m a n d a bak. T h o m a s F ra n k lin M ayo, Epicurus in England (1650-1725) (D allas: S o u th w e st Press, 1934), 19­ 23. 66. Bacon, Philosophical Works, 471-472. 67. A .g.e., 848-53, 444-446; D io g en es L aertius, Lives o f E m inent Philosophers, c.2, 649-51 (X, 123-124). B a c o n 'u n P ro m o te u s y o ru m u h a k k m d a k i y u k a rıd a k i akıl y ü rü tm e , b ü y ü k ö lç ü d e R eid B a rb o u r'u n p a rla k tah lilin e d a y an ır. Bak. English Epicures and Stoics: A ncients Legacies in Early Stuart Culture (A m herst: U n iv e rsity of M a ssa c h u se tts Press, 1998), 79-91. B acon'in m ate ry a liz m i h a k k ın d a bak. F.H . A n d e rso n , The Philosophy o f Francis Bacon, (C hicago: U n iv e rsity of C hicago Press, 1948). 68. F rancis Bacon, Philosophical Works (L ondra: L ongm an, 1857) C .2 ,507. 69. Bak. C a ro ly n M e rch a n t, The Death o N ature (N e w York: H a rp e r & Row, 1980), 201-2; H o w a rd Jones, The Epicurean Tradition (N ew York: R outledge, 1992), 166-85; A lfre d C o b b a n , In Search o f H um anity: The Role O f the Enlightement in the M odern H istory (N ew York: G eorge B raziller, 1960), 75. 70. M arx ve E ngels, Collected Works, c .l, 57. 71. P ierre G assen d i, Selected Works (N e w York: Jo h so n R ep rin t, 1972), 207; René D escartes, Discourse on M ethod and the M editations (H a rm o n d sw o rth : P e n g u ­ in Books, 1968) F:7 / M arx'm Ekolojisi


98

MARX'IN EKOLOJİSİ

72. G e o rg e A. P anichas, Epicurus (N ew Y ork; T w ay n e P u b lish e rs, 1967), 140141. H o b b e s d a , L ocke da, G a ss e n d i'n in E p ik ü r a to m c u lu ğ u n u re sto ­ ra s y o n u n d a n e tk ilen m işlerd i. Bak. B e rn a rd P ullm an, The A tom in the H istory o f H um an Thought (N ew York: O x fo rd U n iv e rsity P ress, 1998), 14445,166. 73. H o w a rd Jones, The Epicurean Tradition ( N j w York: R o u tled g e, 1992), 204205. 74. Jo h n E velyn, Sylva or a Discourse ofForest-Trees and the Propagation ofTim ber in H is Majesties Dominions (L ondra: R oyal Society, 1664), 2-3; A y n i y a z a r, Fumifugium: Or, th eln c o n ve in e n ce o fth e A era n d Smoake o f London Dissipated, Jam es P. L odge ed. The Smoakes o f London: Two Prophesies (E lm stead, N e w y o rk : M axw ell R ep rin t, 1969) için d e, 15-17; L ucretius, O n the N ature of the Universe, 187,194 (6.808-29,1065-91); M erchant, The Death o f Nature, 23642. 75. W aller, K a rg o n 'm A tom ism in England iç in d e a k ta rm a , 92. 76.A .g.e.;95. 77. Jacob, The Radical Enlightm ent, 70,81. A y n i z a m a n d a bak. J.J. M acin to sh , "R o b e rt Boyle o n E p ic u rea n A th eism a n d A to m ism ," M a rg a re t J. O sie r ed. A tom s Pneuma and Tranquility: Epicurean and Stoic Themes in European Thought (N e w York: C a m b rid g e U n iv e rsity Press, 1959), 11-12. 78. Boyle, Jo h n C. G reene, The Death o f A dam (A m es, Iow a: Io w a U n iv e rsity Press, 1959) için d e a k ta rm a , 11-12. 79. R o b e rt Boyle, Works (L ondra: A . M illar, 1744), c.4,515. 80. S te p h e n Jay G o u ld , Leonardo's M ountain o f Clams and the Diet o f Worms, (N ew York: C ro w n P u b lish ers, 1998), 287-98; M itchel Salem Fischer, Robert Boyle, D evout Naturalist (P h ilad elp h ia: O sh iv e r S tu d io P ress, 1945). 81. G reene, The Death o f Adam, 12. 82. Bak. R ich ard B entley, Sermons Preached at Boyle's Lecture (L ondra: F rancis M a c p h erso n , 1838), 1-50, 146-216. B oyle, 1691 y ılın d a ö ld ü ğ ü n d e , b ilim in H ıristiy a n d in in in e n h a k ik i k a m tı v e g e rç e k s a v u n u s u o ld u ğ u n u g ö ste r­ m e k a m a a y la b ir v a k ıf k u ru lm a s ı için y ıld a 50 ste rlin lik b ir a k a r v a siy et etm işti. Bu p a ra , "A teist, D eist, P u tp e re s t, Y a h u d i v e M ü s lü m a n la r gibi k ö tü ü n lü k a firle rin " g ö rü şle rin e s a ld ıra n sek iz v a a z v e rec ek "m ü b a re k v e vaiz b ir ra h ib e " tah sis edilecekti. R ich a rd B entley, b u v asiy etle k u ru la n k ü r s ü y ü d o ld u ra n ilk kişi o ld u v e A Confutation o f A theism b a ş lığ ı a ltın d a to p la d ığ ı, esas o la ra k E p ik ü ro s v e L u c re tiu s'u h e d e f alan sekiz v a a z verdi. B entley, d a h a so n ra İla h iy a t D o k to ru ve C a m b rid g e T rin ity K olej'de hoca o ld u . Bak. H.S. T h a y e r ed. N ew ton's Philosophy of N ature (N ew York: H a ffn er P u b lish in g C o m p a n y , 1953), 63-64,187-188; S te p h e n Jay G o u ld Dinosaur in a H a ysta ckN ew York: R a n d o m H o u se , 1995), 25-26. 83. K argon, Atom ism in England, 129; Jacob, Scientific Culture and the M aking o f Industrialized West, 69; J.T: D o b b s, "S toic a n d E p icu rean D octrines in N e w to n 's S ystem o f the W o rld ," O s ie r ed. "A to m s, Pneuma, and Tranquility içinde, 221-38. 84. A la n C ook, E dm und Hailey: C harting the H eavensand the Seas (O xford; O x fo rd U n iv e rsity P ress, 1998), 198. 85. P e ter G ay, The Enlightem ent (N e w Y ork: A lfre d A. K nopf, 1966), c .l, 306.


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

99

86. M ayo, Epicurus in England, 129. 87. M a rg a re t j. O sie r v e L etizia A. P a n izz a, " In tro d u c tio n " O sie r ed. A tom s, Pneuma, and Tranquility, 9. 88. P ao lo Rossi, The Dark Abyss ofTime:The H istory o f Earth and the H istory o f N a ti­ ons fro m Hooke to Vico (C hicago: U n iv e rsity o f C hicago Press, 1984), 25-28, 217-27,251; L ucretius, O n the N ature o f the Universe, 137 (5.326-36). 89. G ino B edani, Vico Revisited (O xford: Berg, 1989), 132. 90. C ob b an , In Search o f H um anity, 140. 91. D av id H u m e , Enquiries Concerning H um an Understanding and Concernin the Principles o f Morals (O xford: O xford U n iv e rsity P ress, 1975), 132-42. L ucian (y a k la şık 120-180), özellik le d in h a k k ın d a k i h icivleriyle ta n ın a n eski Y un an lı b ir h iciv ve ö y k ü u sta sıy d ı. E p ik ü rc ü o lm am aİd a b irlik te E p ik ü ro s 'a b ü y ü k h a y ra n lık d u y a rd ı. 92. G ay, The Enlightenm ent, c .l, 98-107,356. 93. A .g.e., 102-103. G ö receğ im iz gibi, M arx, d o k to ra ç a lışm asın d a E p ik ü ro s 'u a n tik ç a ğ ın b ü y ü k a y d ın la n m a c ısı o la ra k tan ım la y ıp , k e n d isin i A eskilo s 'u n Zincire V urulu P rom eteus'unda in sa n la ra ateşi a rm a ğ a n e d ip O lim ­ p o s ta n rıla rın a açıkça m e y d a n o k u y a n m itoloji k a h ra m a n ıy la ilişk ile n d ire re k a y n ı so n u c a iş a re t e tm iştir. 94. S h irley A. Roe, "V oltaire v e rsu s N e e d h a m : A theism , M aterialism , a n d th e G e n e ra tio n o f Life," John W . Y olton ed. Philosophy, Religion and Science in the Seventeenth and Eighteenth Centuries (R ochester, N e w York: U n iv e rsity of R o ch ester Press, 1990) içinde, 417-39. 95. Ju lien O ffray d e La M ettrie, Machine M an and Other W ritings, (N ew York: C a m b rid g e U n iv e rsity P ress, 1996), 91-115; K em p ed. Diderot, Interpreter o f Nature, 21; P u llm an , The A tom in the H istory o f H um an Thought, 153. 96. Im m a n u e l K ant, Cosmogony (N ew York; G re en w o o d , 1968), 12-13; Jam es W. E llington, "K ant, Im m a n u e l," Dictionary o f Scientific Biography, c .7 ,22İ-35. 97. A .g.e., 14. K ant, Doğal Bilimlerin M etafizik Temelleri (1758) a d lı e se rin d e . Y u n a n a to m c u lu ğ u h a k k ın d a , o n u tü m ü y le re d d e tm e k siz in b ir tü r eleştirel b ir g ö rü ş b en im se y ec e k ti. Bak. K ant, Philosophy o f Material N ature (In d i­ a n ap o lis: H a ck e tt P u b lish in g , 1988), Book II, 90-93. 98. Im m a n u e l K ant, Critique o f Judgement (In d ian a p o lis: H ack ett, 1987), 257-317, 324-36, 369-81; F red eric C o p lesto n , A H istory o f Philosophy, c.6 (L ondra: B u rn e s & O ates, 1960), 349-56, 370-79; Ja m es G. L ennox, "T eleology" Fox K eller ve L loyd e d . Keywords in Evolutionary Biology, 324-33. 99. K ant, Critique o f Judgement, 7171-, D aniel O . D a h lstro m , " H e g e l's A p p ro p ­ ria tio n of K a n t's A c c o u n t o f T eleology in N a tu re ," S te p h en H o u lg a te ed. Hegel and the Philosophy o f N ature (A lbany; State U n iv ersity of N e w Y ork P re ss, 1998) içinde, 172. 100. K ant, Critique o f Pure Reason, 702-703; Critique o f Practical Reason (C am b­ rid g e: C a m b rid g e U n iv e rsity Press, 1997), 117. 101. K ant, Logic (N e w York; D over, 1988), 34-36. K ant, Antropoloji’s m d e (1798) E p ik ü rc ü le rin d u y u la n n ta tm in i, y an i, h ız a ra y ışı y a k la şım ın d a S to acılara ü s tü n o ld u ğ u n u s a v u n m u ş tu r. Bak. Im m a n u e l K ant, Antropology from a Pragmatic Point o f View (C a rb o n d ale: S o u th e rn Illionis U n iv e rsity Press, 1978), 54,136.


100

MARX'IN EKOLOJİSİ

102. Bak. Jo su a h Royce, The Spirit o f Modern Philosophy/ (B oston: H o u g to n M iff­ lin , 1920), S c h e llin g 'in şiirin in ta m m e tin çev irisin in y e r a ld ığ ı 186-189. 103. H eg el, Lectures on the H istory ofPhilosophy, c .2 ,232-236. 104. A .g.e., 235-236. M ichael In w o o d , b elli b ir h aklılık p a y ıy la , M a rx 'in d o k to ­ r a tez in i " H e g e l'in E p ik ü ro s 'a y a p tığ ı h a k sız lığ ı d ü z e ltm e k iç in " y a z d ığ ın ı ön e sü re r. 105. Bu b a k ım d a n , G a y 'in filozof o lara k V o lta ire 'in "S to a cılan n , E p ik ü rc ü le rin ve K u ş k u c u la n n fik irlerin i se n te z le y e re k z a m a n a u y g u n h a le g e tire n b ir E k lek tik " o ld u ğ u n u sö y le d iğ in i b e lirtm e k g erekir. P e te r G ay, The Party of the Enlightenm ent (N ew York: W .W . N o rto n , 1963), 11. 106. H e in ric h H ein e, Selected Prose (H a rm o n d sw o rth : P e n g u in B ooks, 1993), 256; Schlegel ve K o p p en , W h ite 'm Karl M arx and the Intellectual Origins of Dialectical M ateryalism 'in d e ak ta rm a , 122-123; A d am s, Karl M arx in H is Earli­ er W ritings, 26. M a tery a list o lm a k ta n ç o k k a m u ta n ric i v e d e ist b ir tep k iy e y o l açm ak la birlik te, E p ik ü rc ü lü ğ ü n A lm a n A y d ın la n m a sın a y a p tığ ı ö n e m li etki için bak. T h o m a s P. Saine, The Problem o f Being Modern: O r the German P ursuit o f E nlightenm ent from Leibniz to French Revolution (D etroit: W ay n e State U n iv e rsity P ress, 1977). 107.M arx v e E ngels, Collected Works, c .l, 73. 108. L ucretius, O n the N ature o f the Universe, 167-68. 109. " M o d e m d ü n y a y ı k e n d ile rin i m a n e v i v a ta n d a ş la rı o la ra k k a b u l e tm e k z o r u n d a b ırak a n , k a ra k te rc e öyle tam , öyle y o ğ u n ve e b ed i ö z le ri d e ğ il m id ir? " M arx ve E ngels Collected Works, c .l, 35. 110. B acon, Philosophical Works, 443-44. 111. A .g.e., 47-72. 112. M arx v e Engels, Collected Works, c.1,19; H e rm arm S am uel R eim aru s, The Principal Truths o f N atural Religion Defended and Illustrated, in N ine Disser­ tations; Wherein the Objections o f Lucretius, Buffon, M aupertius, Rousseau, La M ettrie, and other A ncient and Modern Follovers o f Epicurus are Considered, and Their Doctrines Refuted (L o n d ra: B. Law , 1766); C h a rle s H . T albert, "In tro ­ d u c tio n ," H e rm a n n R eim aru s, Fragments (C hico, Calif.: S ch o lar's Press, 1970) içinde, 6; F re d e ric k L ange, The History o f Materialism (N e w York: H u m a n itie s Press, 1950), 140; C o p lesto n , A H istory o f Philosophy, 123-24; Saine, The Problem o f Being M odern, 193-205.X 113. C yril B ailey, "K arl M arx o n G re e k A to m ism ," Classical Quarterly, c.22, no. 3 v e 4 (T em m uz-E kim 1928), 205-206. Bailey, M a rx 'm D e fte rle rin d e "E p ik ü r S iste m in in İçkin D iy a le k tiğ i" n d e n söz e tm e sin i v u rg u la r. 114. F arrin g to n , The Faith o f Epicurus, 7-9, 113-19; F a rrin g to n , Science in A n ti­ quity, 123. 115. O a tes ed. The Stoic and Epicurean Philosophers, 13; B enjam in F arrin g to n , Science and Politics in the A n cien t W orld (N e w Y ork: B arnes & N oble, 1965), 146,159,173. 116. A .H . A rm stro n g , "G o d s in P la to , P lo tin u s, E p ic u ru s," Classical Quarterly, C.32, no. 3 & 4 (T em m u z-E k im 1938), 191-92. 117.M arx ve E ngels, Collected W orks, c .l, 29-30. 118. A .g.e., 40. 119. A .g.e., 43. M a rx 'in d o k to ra ç a lışm a la rı s ıra sın d a Bacon'dan Spinoza'ya


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

101

M odern Felsefenin Tarihi (1833) e se rin i in celed iğ i L u d w ig F euerbach, E p ik ü ­ ros v e G a s s e n d i'n in a to m c u lu ğ u n d a şa n sın r o lü n ü v u rg u la m ış tır. "A to m u şe y lerin ilkesi k ılm ak , şa n sı d ü n y a n ın ilkesi k ılm a k tır." A k ta ra n M a rk W. W artofsky, Feuerbach (N e w York: C a m b rid g e U n iv e rsity Press, 1972) içinde, 72. 120. M arx v e E ngels, Collected Works, c .l, 36,49-53. E p ik ü r fe lsefe sin in ş a n s ı/ b e lirlen m em işliğ i k e n d is in e b a ğ la d ığ ı ve o o lm a k sız ın d u y u la rım ız a a şik â r o lan e v re n in d o ğ a s ın ın a n la şıla m a z olacağ ı s a p m a k o n u s u n d a , G eorge S tro d a ch , "Ö y le ki, sa p m a k u ra m ı m o d e rn fiziğ in H e sin b e rg B elir­ siz liğ in d e m ü k e m m e l b ir m o d e m b e n ze y iş b u lm u ş tu r. Bu ilk e y e göre, m a d d e n in ö z ü n d e (kim i z a m a n n e d e n se l o lm ay ış o la ra k ta n ım la n a n ) tem el b ir k e sin siz lik v a rd ır. A to m a ltı p a rç a c ık la rın d a v ra n ışı, b e lirle n m iş d e n e y k o şu lla rın d a bile, n e tek biçim li, n e d e tü m ü y le ö n g ö rü le b ilir n ite lik te d ir." der. Bak. The Philosophy o f Epicurus, (E vanston, III.: H o rth w e s te rn U n iv e r­ sity P ress, 1963), 88. 121. M arx v e E ngels, Collected Works, c .l, 49-53. 122. A .g.e., 63-65. B ugün, b ü tü n b u n la n n a n lam ın ı E p ik ü ro s 'a g ö re m a d d i d ü n y a n ın d u y u la r y o lu y la e d in d iğ im iz b ilg isin in , eş z a m a n lı o la ra k z a m a n o k u n u , y an i, m a d d i g eçip g id işi ta n ım a m ız o ld u ğ u n u sö y le y e re k y a k a ­ layabiliriz. 123. S idney H ook, Towards the Understanding o f Karl M arx, (N ew Y ork: Jo h n D a y C o m p an y , 1933), 93-96; M arx v e E ngels, Collected Works, c .l, 458. 124. H ook, Towards the Understanding o f Karl M arx, 52,73. 125. H egel, Lectureson the H istory o f Philosophy, c.2,365. 126. D io g en es L aertiu s, Lives o f E m inent Philosophers, c .2 ,659 (X, 134,135). A k ta ­ ra n M arx ve E ngels, Collected Works içinde, c .l, 42-43. E p ik ü ro s 'u n , Doğa Ü zerine'sinde D e m o k rito s'u n fiziğine belirlenim ciliği n e d e n iy le y ö n e lttiğ i e le ştirin in d a h a a y rın tılı b ir k a y d ı için bak. L ong ve S ed ley ed. The Helle­ nistic Philosophers, 102-104. Doğa Ü zerine'den b u k ita p ta n a k ta rıla n bölüm , M a rx 'm e lin d e b u lu n a n k a y n a k la rın k ıtlığ ın a ra ğ m e n E p ik ü ro s h a k k ın d a n a sıl d o ğ ru b ir k a v ra y ış g e liştirm iş o ld u ğ u n u g ö ste rir. 127. Seneca, A d Lucilium Epistulae Morales (C am bridge, M ass.: H a rv a rd U n iv e r­ sity Press, 1927), c .l, 71-73) (E pistle XII); M arx ve E ngels, Collected Works, c .l, 41,43,82. 128. E p ik ü ro s, Doğa Ü zerine'den, ak ta ran , Sedley, Lucretius and the Trans­ form ation o f the Greek Wisdom, 142-88. 129. E p ik ü ro s, L ong v e Sedley, The Hellenistic Philosophers için d e, c .l, 102. 130.M arx ve E ngels, Collected Works, c .l ,45. 131. A .g.e., s. 44-45. E p ik ü ro s 'u n b ilim in gelişm esi ü z e rin d e k i etkisi, felse­ fesinin s o y u t olabilirliği v u rg u la rk e n bile, hiçbir b içim d e gerçekçiliğe ters d ü ş m e d iğ in i g ö ste rm e y e y e te rlid ir. 132. P lu tarc h , Moralia, c .l4 , (C am b rid g e, M ass.: H a rv a rd U n iv ersity Press, 1967), 137-49. P lu ta rk 'ın E p ik ü ro s eleştirisi e sa s o la ra k M ora/i«'sının "E p ik ü ro s 'u n A s lın d a Z ev k li Bir H a y a tı İm k â n sız K ılışı" ve "C o lo tes'e Y anıt" başlıklı ik i p a rç a s ın d a y e r alır. M arx, d o k to ra te z in in n o tla rın d a ve E k 'in in g ü n ü m ü z e k a la n p a rç a la rın d a P lu ta rk 'ın e le ştirilerin e k a p sa m lı b iç im d e k a rşılık v e rm iştir.


102

MARX'IN EKOLOJİSİ

133. H o lb ach , M arx v e E ngels, Collected Works içinde alıntı, c. 1,102. 134.A .g.e.,174. 135. M arx v e E ngels, Collected Works, c .6 ,142. 136. A .g.e., c .l, 478,473; L ucretius, O n the N ature o f the Universe, 88 (3.861-70. 137. M e h rin g , Karl M arx, 26-27. 138. M arx v e E ngel, Collected Works, c. 1,30. 139. A .g.e., 446. E p ik ü ro s 'u n b u g ö rü ş ü n e M a rx 'in g ö ste rd iğ i sa y g ı, d a h a s o n ra " g ö z d e h ik m e ti" o la ra k a n a c a ğ ı "N ihil hum anum a me a litnum puto" (İn sa n i o la n h içb ir şe y b a n a y a b a n a d e ğ ild ir) ö z d e y işiy le ç arp ıcı b ir b e n z e rlik g ö sterir. K ari M arx, "C o n fessio n s," T e o d o r S h an in , Late M arx and the Russian Road (N e w York: M o n th ly R eview P ress, 1983) içinde, 140. 140. M arx v e E ngels, Collected Works, c .l, 30. 141. Aeskilos, y u k a n d a k i e se rd e a k ta rm a , 31. M arx, d in in a n tik m a te ry a lis t eleş­ tirisin in e n g e lişm iş biçim iy le L u c re tiu s v e L u c ia n 'd a b u lu n d u ğ u n a in a n ­ m a k la birlik te, b u t ü r d ü ş ü n c e le rin (yani a n tik m ito lo jin in y ık ılm asın ın ) a n tik u y g a rlığ ın s o n u n u g e tird iğ i y o lu n d a k i g ö rü şle ri şid d e tle re d d e t­ m işti. "B ilim sel a ra ş tırm a d in in h a ta la n h a k k ın d a se sin i ç ık a rm a sa y d ı ve R o m a m a k a m la n ... L u cre tiu s v e L u c ia n 'ın y a z ıla n n ın y o k ed ilm esin i e m re ts e y d i a n tik u y g a rlık z ev a l b u lm a y a c a k m ıy d ı? " d iy e so ra r. M arx ve E ngels, Collected Works, c .l, 190. M arx, L u c ia n 'ın " Ş a rla ta n P e y g a m b e r A le k sa n d e r" a d h a te şli y a şa m ö y k ü s e l a n la tıs ın d a E p ik ü rc ü le ri b a tıl in a n ­ cın v e e n b a şta (E p ik ü ro s 'u n Temel Öğretilerdim y a k a n v e E p ik ü rc ü le rd e n b irin i lin ç e ttirm e y e k a lk a n ) A b o n o te ic h u slu A le x a n d e r'in tem sil ettiği d in se l ş a rla ta n lığ ın e n c e s u r m u h a lifle ri o la ra k ta n ım la m ış o ld u ğ u n u n elb e tte fa rk ın d a y d ı. Bak. L u d a n , Selected Satires, (N e w York: W .W . N o rto n , 1962), 267-300. 142. M arx ve E ngels, Collected Works, c .l, 73. 143. A .g.e., 70, 471. H egel, M a n tik 'in d a a to m u n k e n d is in in s o n lu olanın, b ir "id ea liz m ilk e sin in " y a n i u s u n y a d sım a sı o ld u ğ u n u id d ia e tm iştir. Bak. H egel, Science o f Logic (N e w Y ork: H u m a n itie s P ress, 1969), 148. 144. F arrin g to n , Science and Politics in the A ncient World, 148. 145. M arx v e E ngels, Collected Works, c .l, 468. 147. M arx, d o k to ra te z i ü z e rin d e ç alıştığı s ıra d a H e g e l'in Doğa Telsefesi'ran içe riğ in in b ir ta s la ğ ın ı ç ık a rm ıştı. 147. M a rx 'in d o k to ra te z in in , ö n s ö z ü n d e teo lo ji k a rşıtı k o n u m la n ış m d a n ö tü rü H u m e , E k 'in d e y se , S a f A klın E le ştiri'sin d e T a n n m n v a rh ğ ın m o n to ­ lojik k a n ıtım ç ü rü tm e s in d e n ö tü r ü K a n t (a m a d a h a ateşli b iç im d e ) ö v ü lü r. M arx, d a h a 1842 gibi e rk e n b ir tarih te, d in in e le ştirisiy le b a ğ la n tılı o la ra k B aco n 'd an söz eder. Bak. M arx v e E ngels, Collected Works, C. 1,30,104,201. 148. A le k sa n d r H e rze n , Selected Philosophical W orks (M oskova; F o re ig n L a n g u ­ ages P u b lish in g H o u se, 1956), 103,205,221-23. 149. M arx ve E ngels, Collected Works, c.4, 124-126. M arx 7 in g ö z ü n d e . A lm an A y d ın la n m a filozofu G o ttfrie d W ilh elm L eib n iz (1646-1716) D escartes ile S p in o z a'ru n o n y e d in c i y ü z y ıl m eta fiz ik g e le n e ğ in in d a h a ileri b ir u z a n ­ tısını tem sil e d er. L eib n iz 'in m e ta fiz iğ in in tu ta rlılığ ı, b ü y ü k ö lçü d e , "n ih ai n e d e n "in (T ann) s a v u n u s u n d a E p ik ü ro s, G a ssen d i, H o b b e s ve L ock e'u n m ate ry a liz m im şid d e tle re d d e tm e s in d e n v e g en el id e a lis t b a k ış a ç ısın d a n


MATERYALİST DOĞA KAVRAYIŞI

103

k a y n ak lan ır. Bak, G .W . L eib n iz, Philosophical Essays (In d ian a p o lis: H ackett, 1989), 245,281-82,292,318,329. 150. M a rx ve E ngels, Collected Works, c .5 ,141-142. E p ik ü ro s 'u n (L ucretius a racı­ lığ ıy la) H o b b e s 'u n to p lu m sa l sözleşm e m e fh u m u ü z e rin d e k i e tk isi için bak. M ayo, Epicurus in England, 121. M arx, d o k to ra tezini g ö z d e n geçirirk en e k le d iğ i b ir p a sa jd a siy a sa l sö z le ş m e d e n söz e d er. M arx ve E ngels, Collected Works, C . 1 , 53. 151. L u cretiu s, O n the N ature o f the Universe (O xford n a zım çeviri) ,169. 152. P lu tarc h , Morfl/ifl, c .l4 ,313. 153. M arx ve E ngels, Collected Works, c.4, 128-29. A y n i z a m a n d a bak . Boris H essen, "T he Social a n d E conom ic R oots of N e w to n 's Principia", B u h a rin v.d. Science at the Cross Roads: Papers Presented at the International Congress o f the H istory o f Science, and Technology, 1931 (L ondra: F ra n k C ass, 1971), 181. H essen , H o b b e s m a te ry a liz m in in , d in in k itle le r ü z e rin d e k i h a k im iy etin e k a rşı ç ık m a k sızın e ğ itim li k e sim le ri v e bilim sel to p lu lu ğ u h e d e f­ le d iğ in d e n , d a h a k a b u l e d ile b ilir o ld u ğ u n u sa v u n m u ştu r. "C a n lı r u h m a te ry a liz m d e n k o p a rılm ış v e in sa n so y u n a d ü ş m a n k ılın m ıştı. B u so y u t, h esap çı, b içim sel o la ra k m ate m a tik se l m a te ry a liz m , d e v rim ci ey lem i ateşley em ezd i." 154. M arx v e E ngels, Collected Works, c .4 ,129-33. 155. K arl M arx, Early W ritings, (Newr York: V intage, 1975), 424. 156. F ried rich E ngels, Ludwig Feuerbach and the Outcome o f Classical German Philo­ sophy (N ew York: In te rn a tio n a l P u b lish ers, 1941), 67. 157. M arx ve E ngels, Collected Works, c .l, 201. 158. A lexei M ik h a ilo v ich V oden, "T alks w ith E ngels" M ark sizm -L en in izm E n stitü sü , Reminiscences from M arx and Engels (M oskova: F o reig n L an g u ­ ag es P u b lish in g H o u se, tarih siz ) içinde, 332-333. 159. A.g.e., 333. 160. A.g.e., 326.


2. Bölüm

G ER Ç EK D Ü N YEV İ SORUN

Marx’m doktora tezi 1841 Nisanı'nda kabul edildi, ama akademik bir kariyer yapma yolundaki umutlan da Prusya makamlannm radikal Genç Hegelcileri ezm eye başlamasıyla kısa süre içinde hayal kınklığıyla son bulacaktı. 1842 Martı'nda Marx’in yakın çalışm a arkadaşı Bruno Bauer aykırı görüşler yaydığı gerekçesiyle öğretim üyeliği görevinden alındı. Akademik kariyer olanağını yitiren Marx da gazeteciliğe yönelerek, 1842 Ekimi'nde yükselen Köln orta sınıfını temsil eden, fakat o zamanlar yazı işleri Genç Hegelcilerin hâkimiyetinde bulunan Rhineland’m (Ren bölge­ si) büyük gazetelerinden Rheinische Zeitung’un editörlüğünü üstlendi. Editörlük görevini üstlendikten sonra yazdığı “Odun Hırsızlarına Karşı Yasa Üzerine Tartışmalar” başlıklı makalesi hayatında entelektüel bir dönüm noktasını oluşturur. Bu makalede, odun hırsızlığı denen sorunun “bütün canlı boyutuyla gerçek dünyevi sorun” olduğunda ısrar eder.' Marx, böylece hayatında ilk kez yoksulların davasını savunmayı üstlen­ miş ve bunu daha sonraki eserlerini karakterize edecek bir ateşlilikle yapmıştı. Daha sonradan bunu, ekonom i politik konusundaki “utanç verici” bilgisizliğini ve çalışmalarını ekonomik konulara yöneltme ihtiya­ cını ilk hissettiği an olarak hatırlayacaktı.^


GERÇEK DÜNYEVİ SORUN

105

Marx, odun hırsızlığı konusuna eğilmekle önem siz bir sorunla ilgilen­ m eyi seçm iş değildi. O dönemde Prusya’da verilen tüm cezaların altıda beşi ağaçla ilgiliydi ve Rhineland söz konusu olduğunda bu oran daha da yüksekti.^ Buradaki sorun, köylülerin bir zamanlann ortak topraklarında sahip olduklan -hatırlanamayacak kadar eskiye dayanan ancak sanayi­ leşmenin ve özel mülkiyetin gelişm esiyle adım adım ellerinden alınanson haklann da ortadan kaldınimasıydı. G eleneksel olarak halkın ısınmak ve yem ek pişirmek için ihtiyaç duyduğu odunu ormandan (kurumuş ağaçlar ya da yere düşmüş dallar) toplama hakkı vardı. N e var ki toprak sahipleri ormandaki her şeyle birlikte kuru ağaçlara da sahip çıkarak sıradan insanlann odun toplamasını engellem eye başlamışlardı. Odun hırsızlığı, kaçak avcılık ve özel mülke izinsiz girme gibi, ağır cezalarla karşılaşan bir suç olmuştu. Marx, konuya Ren Diyetinde (Rhineland eyalet meclisi) odun hırsız­ lığı hakkındaki tartışmalan inceleyerek girdi. Bu tartışmalar esas olarak büyük toprak sahiplerinin ormanlannın küçük toprak sahiplerinin yarar­ landığı korumadan yararlandınhp yararlandırılmaması üzerinde yoğun­ laşıyordu. Küçük toprak sahipleri, arazilerinde bizzat oturmalan sayesinde ormanlannı izinsiz giriş, kaçak avlanma, yaş ağaçların kesil­ mesi ve odun toplamaya karşı büyük toprak sahiplerine göre daha etkili koruyabiliyorlardı. Buna karşılık büyük toprak sahipleri topraklannı korumak için orman koruculanna bağımlıydı ve bu da ancak, yoksullann odun toplamak da dahil, ormandaki söz konusu eylemlerinin ceza gerek­ tiren suç kapsamına sokulmasıyla mümkündü. Bu parlamenter tartış­ malarda yoksullann kendi haklan ise hiçbir şekilde dikkate alınmıyorduişte Marx makalesinde bu görevi üstlenmişti.“* Marx, ormandan kum odun toplamanın artık hırsızhk kategorisine sokul­ duğunu ve yaş ağacı kesme ve çalma ile aynı sertlikte cezalandınidığını gözlemlemişti. Bu yolla, oıman sahibi daha önceleri satılmayan ve piyasa değerine sahip bulunmayan bir şeyi bir “değere” (bir özel servet kaynağına) dönüştürmeyi beceriyordu. Yoksul çocuklann geleneksel eğlencesi ve aile geçimine katkı yolu olan ormandan böğürtlen toplamak bile artık hırsızlık olarak görülüyordu. Yoksullann (“izinsiz geçiş” olarak tanımlanan omıana girme de dahil olmak üzere) toprakla bütün geleneksel ilişkileri yasaklanmış ve orman sahibinin toprak üzerindeki tekeline tecavüz olarak bakılır olmuştu. Tek suçlan ailelerini geçindirmek için yoksullann geleneksel haklanm kullan­ maktan ibaret olan “odun hırsızlan” bu barbarca orman mevzuatı sayesinde orman sahibine teslim edilerek angaryaya koşuluyor, böylece mülk sahibinin


106

MARX'IN EKOLOJİSİ

kânna kâr katması sağlanıyordu. Marx, özel ormanlan korumakla görevli korucuların çelişkili rolüne bıkıp usanmaksızm dikkat çekti. Görünüşte ormanlann komyucusu olan komcular gerçekte “değer unsurlarına” dönüş­ müşlerdi ve temsil ettikleri değerde çıkarlarım komduklan orman sahiplerine kalıyordu. Marx, böyle us-dışı bir yasayı desteklemekle devletin, geleneksel haklanın (gerçekte ussal hukukun “hükümlerini”) kullanan sıradan vatan­ daşları suçlulara, “ağaç düşmanlanna” çevirdiğini savunuyordu. Yoksullar, böylelikle doğa ile özel mülkiyetin aracılık etmediği her türlü -hatta yaşaya­ bilmeleri için en zomnlulan da dahil- ilişkiden yoksun kıhmyordu. Marx, bu bakış açısından, bütün hayatı boyunca dünyanın özel mülk sahipleri için parsellere bölünmesine karşı çıkacaktı.* N e var ki, Marx sonunda, ussal hukuk ve geleneksel haklar üzerine bütün bu tartışmada ormanlara mülk sahiplerinin yaranna el konulması yönündeki bu merhametsiz sürecin nedenlerini ortaya koymakta başansızhğa uğradığını kabul edecekti. Sorunun yanıtı, hükümetin giderek artan baskısı ve gazete sahiplerinin kendisine destek vermekten kaçınması sonucunda beş aylık fırtmah bir sürecin ardından 1843 Martı'nda Rheinische Z e itm g ’un editörlüğünden istifa etmek zorunda kalmasından sonra artık bütün gayretiyle yöneleceği ekonomi politikte yatmaktaydı.

Feuerbach Marx m ekonomi politik üzerine çahşmaya başlamasından önce, tarihi zihnin gelişmesinin yansıması olarak gören Hegel felsefesiyle alçak gönüllü, ancak daha tayin edici bir kopuş yaşaması zorunluydu. Marx için bu, esas olarak, Hegelci sisteme Ludwig Feuerbach (1804-1872) tarafından getirilen eleştiriye verdiği karşıhkla gerçekleşti. Genç Hegelciler arasında önemli bir kişilik olan Feuerbach, daha 1833 gibi erken bir tarihte yayımladığı Bacon’dan S pinom ’ya M odem Felsefenin Tarihi başlıkh eserinde pozitif dine karşı bir mücadele aracı olarak materyalizmi dikkate alımştı. Bu kitabında, “bilimin gerçek babası” olarak nitelediği ve kendisine (nicel ya da mekanik materyalizme karşıt olarak) nitel bir materyalizm atfettiği Bacon’a karşı eleştirel bir yakınlık sergilemişti. Feuerbach için Bacon, “doğanın özgünlüğünü fark eden, doğanın matematiksel, mantıki ya da teolojik ön kabullerden ya da hükümlerden yola koyularak kavranamayacağım, ama yalmzca kendisinden çık cu ^ kavramp açıklanabileceğini ve öyle de yapıl­ ması gerektiğini anlayan ilk kişi” idi. Bu bakımdan, Feuerbach’a göre Bacon’ın doğa felsefesi (ve bilimi) Descartes’ınkinden çok daha üstündü.


GERÇEK DÜNYEVİ SORUN

107

“Bacon doğayı olduğu gibi alır, olumlu biçimde tammlar, buna karşılık Descartes onu yalmzca tinin karşıtı olarak, olumsuz biçimde tanımlar, Bacon’m konusu gerçek doğadır; Descaıtes’ınki yalmzca soyut, matema­ tiksel, yapay doğadır.” ® Feuerbach, 1841’de Tann fikrinin yalmzca gerçek, sahici insan duyarlılığımn tersine çevrilmesi olduğunu, insanlığm Tannyı kendi suretinde yarat­ tığım savunduğu The Essence o f Christianity'nü (Hıristiyanhgın Özü) yayımladıktan sonra giderek artan bir üne kavuştu. Feuerbach’ın Marx üzerin­ deki etkisinin esas olarak bu kitaptan kaynaklandığı genel kabul görmüş (ve bizzat Engels de bu görüşü savunmuş) olsa da, bunun gerçekten böyle olduğu­ nu gösteren somut bir kamt yoktur. Marx açısından, Feuerbach’ın Hıristiyanhğın Öztt’nde savunduğu görüş yeni ve şaşırtıcı bir şey olamazdı, çünkü benzer görüşler başta David Strauss’un İsa ’nın Hayatı (The Life o f Jesus-1835) başlıkh eseri olmak üzere Genç Hegelciler arasında uzun zaman önce yaygınhk kazanmıştı. Marx’in kendisi de daha doktora tezinde H egel’i “[Tannmn varhğma ilişkin] bütün teolojik sergilemeleri... ters-yüz ettiği, yani onlan hakb çıkarmak üzere reddettiği” gerekçesiyle eleştirmişti.’ Ashnda Marx’in gözünde daha önemli olan -ve doğrusu büyük bir aydınlanma olarak gelen- Feuerbach’ın Felsefenin Reformu Üzerine Başlangıç Tezleri (Preliminaıy -Theses on the Reform o f Philosophy-1842) idi.* Başlangıç Tezleri Hegel’den kopuşu, sisteminin en zayıf noktasından yani doğa felsefesinden yapmıştı. Hegel’in felsefesinde doğa, kendi özbelirlemesinin, kendi anlamh eyleyişinin araçlanm kendi içinde taşıyan bir şey değildir; daha çok, kendini yeniden tümüyle tine dönüştürmeden önce, soyut ve genel bir biçim almak zorunda kalan düşüncenin yabancılaşmasıdır. Böylece Hegel’in sisteminde, kendi içinde hiçbir etkin ilkeye sahip bulun­ mayan doğa, sıradan bir mekanik kimliğe ya da bir sımflandırma alamna indir­ genmiştir. Feuerbach, maddi dünyamn kendi gerçekliğinde, inşam ve insamn dünyamn duyusal algısım da içeren gerçekliğinde ısrar ederek bu kavramdan kararh biçimde kopmuştur. Feuerbach’a göre Hegel özü varoluştan ayırmıştır, bu yüzden: Hegel’in M antık’mâa öz, doğanın ve insamn özüdür, fakat, özsüz, doğasız ve insansız bir özdür... Hayat ve hakikat, yalm zca özün varoluşla, düşüncenin duyualgısıyla, etkinliğin pasiflikle ve Alm an metafiziğinin skolastik ağırlığının Fransız duyumculuğu ve m ateryalizm nin anti skolastik, şen ilkesiyle birieştiği yerde bulunacaktır.®


108

MARX'IN EKOLOJİSİ

Genç Hegelciler için H egel’in kurgul felsefesi bu noktaya dek, imalan açısından teoloji karşıtıydı; aslında bu felsefenin gerçek amacını dinin eleştirisi oluşturuyordu. Bu yorum, H egel’in sistemini geliştirirken açık biçimde Lutherciliği benimsemiş ve zamanında eserinin imanın önündeki siper olarak görülmüş olm ası gerçeğine rağmen yapılıyordu. Oysa Feuer­ bach, Başlangıç Tezleri’nde, kurgul felsefenin teolojinin eleştirisi olmak şöyle dursun, onun “son ussal dayanağını” oluşturduğu görüşünü savunuyordu: “Tıpkı, bir zamanlar Katolik ilahiyatçılann Protestanîara karşı savaşmak için fiilen Aristocu olmalan gibi, şimdi de, Protestan ilahiyatçılar ateizmle savaşabilmek için resmen Hegelci olmak zorunda kalıyorlar.” Feuerbach’a göre, Descartes’ın başlattığı insan zihninin ve insanhk kavrayışının doğadan soyutlanması modem kurgul felsefenin kökeniydi. Bu soyutlama, özün (zihnin) varoluştan aynidığı ve felsefi sonucu bütün varhğın zihnin gelişm esine tabi kılınması olan bir düalistik dünya yaratmIŞtı. Feuerbach’a göre, H egelgil sistem dinsel teoloji yerine laik felsefe adına, duyusal varlık dünyasının yadsınmasına varmıştı; insanın doğadan kopanlması özgürlüğün gelişm esi önündeki başlıca engeldi. Böylece, kurgul felsefe kendisinden önce teolojinin geliştiği gibi ters-yüz edilmiş biçimde “idealden gerçeğe” doğru ilerlemektedir. “[Y]alnızca şeyleri ve varlıklan nesnel gerçekleri içinde algılamak insanı özgür kılar ve bütün önyargılardan kurtanr. ‘İdealden’ gerçeğe geçişe yalnızca pratik felsefede yer vardır.” Hegel felsefesinin yücelttiği öz-bilinçlilik, Feuer­ bach açısından, insanlıktan, yani, gerçek duyusal varoluştan soyutlandığı için, yalnızca yabancılaşmış bir öz-bilinçliliktir (çünkü bunlann hepsi soyut bir Aydınlanmanın bahaneleridir.). “Gerçekliği olmayan bir soyut­ lamadır”. Gerçeklikte, “ö z bilinçlilik insandır” ve dünya insanın yeridir.'' Feuerbach’a göre, “İnsan doğasının özünün kendisinden başka, insanın mutlak olarak düşünebileceği, düşleyebileceği, hayal edebi­ leceği, hissedebileceği, inanabileceği, özleyebileceği, sevebileceği ve hayran olabileceği bir öz yoktur.” Burada, “dış doğayı” da kutsar, “çünkü, alelade materyalizmin aksine, insan Doğanın özüne aittir ve bu yüzden, aynı zamanda en azından Doğayla ilişkisinde bizim ‘mutlak’ felsefem izin sim da olan öznel idealizmin söylediğinin aksine- Doğa da insanın özüne aittir. Hıristiyanlığın doğaüstü bencilliğinin üstesinden ancak insanı Doğa ile birleştirmekle gelebilirii.” Feuerbach’m eleştirisi, H egel’in kurgul felsefesinin özünde hâlâ insanın öz-bilinçliliğinin, maddi varoluşunun ve bunlann taşıdığı özgür­


GERÇEK DÜNYEVİ SORUN

109

lük olanaklannm soyut tinin sunağında kurban edildiği bir teolojik dünya görüşünün ussal haklılaştırması olduğunu gösterdiğinden, M arx’m gözünde tayin edici önemdeydi. Bunu 1842’de şöyle dile getirmişti: Kurgucu ilahiyatçı ve filozoflar, şeyleri farklı biçimde, oldukları biçimde anlamak, demek oluyor ki, hakikate ulaşmak istiyorsanız, size, varolan kurgul felsefenin bütün kavram lanndan ve ön kabullerinden kurtulmanızı öğütlerim. Sizi, ateş akıntısının [Feuerbach, A lm anca’da ateş akınUsı anlam ına gelir] arasından geçen­ den başka, hakikat ve özgürlüğe götürecek yol yoktur. Feuerbach, zamanımızın a rıtıcısıdıt}^

Marx’m Feuerbach’m doğalcılığına gösterdiği bu ilgi, odun hırsızlığı üzerine yazdığı makaleden sonra, doğanın insani-maddi ediniminin anahtannın orada bulunduğunu fark ettiği ekonomi politiğe karşı giderek büyüyen ilgisini de güçlendirmişti. Dahası, Marx’m Feuerbach’ta önem verdiği tek şey H egel’in kurgul felsefesini yadsıyışı değildi. Feuerbach materyalizminin doğallığı vurgu­ layan duyusal karakterini de aym biçimde önemsiyordu. Feuerbach, H egel’i yadsıyışıyla felsefi eleştiri ile doğal bilim arasındaki boşluğa köprü oluştu­ racak alternatif bir materyalist bakış açısının ana çizgilerini de sağlamıştı. “Bütün bilim” diyordu Feuerbach, “doğaya yerleştirilmelidir. Bir öğreti doğal temelini bulamadığı sürece bir hipotez olarak kalır.” Feuerbach ’a göre, bu doğal temel maddenin kendisinde bulunacaktır. “Madde” der, “us için zorunlu bir nesnedir. Madde olmasaydı, us düşünce için hiçbir uyarıcı, hiçbir malzeme ve bu yüzden hiçbir içerik bulamazdı. Hiç kimse, ustan da vazgeçmeksizin maddeden vazgeçemez; hiç kimse usu da kabul etmeksizin maddeyi kabul edemez. Materyalistler usçudur.” Feuerbach için, sonlu olan gerçek dünya, kendisini evrensel tinin içinde eritmez, onun yerine, sonlu olan (tümüyle Epikürcü bir tarzda) sonsuz haline gelir. Marx, duyumcu bir epistemolojiye dayanan bu hümanist mater­ yalizm inşasını coşkuyla karşıladı. Epikürcü materyalizmin ayırt edici karakteristiği, duyulann gerçekliği üzerine yapmış olduğu vurguydu. Epiküros’un bu yönü, Lockçu duyumculuğa da yeni bir hız veren Fransız Rönesans hümanisti Michel de Montaigne’in Raymond Sabond’a Savun­ ma’smda şiddetle vurgulanmıştı.'® Bu nedenle, duyumculuğa bu anlam­ da yaptığı vurguyla Feuerbach’ın materyalizmi mekanik olmaktan çok uzaktı. Daha çok, Marx’m daha sonra bizzat Kutsal A ile’de adlandıracağı gibi, materyaHzmin, modem felsefede Locke ile başlayan, antik felsefede


no

MARX’IN EKOLOJİSİ

İse kökleri Epiküros’a dek izlenebilen duyu deneyiminden kaynaklanan bir koluna dahildi. Feuerbach’ın materyalizmi özünde insan-biçimci bir materyalizm olmakla birlikte, insan duyarlılığma yapılan bu vurgu doğanın geri kalanını reddetmiyordu. Geleceğin Felsefesinin İlkeleri'nAe Feuerbach, “bu felsefe insanı insanın temeli olan doğayla birlikte felse­ fenin benzersiz, evrensel ve en yüksek konusu yapar; psikolojiyle birlikte antropolojiyi evrensel bilim kılâf.” diyordu. Marx, Genç Hegelci Arnold R uge’ye 1843 ’te yazdığı mektupta şunlan söylemişti: “Feuerbach’ın aforizmalan [Felsefenin Reformu Üzerine Başlangıç Tezleri] bana tek bir husustan, doğa ile çok fazla politika ile ise çok az ilgilenmesi bakımından doğru görünmüyor... Fakat muhtemelen işler, doğa heveslilerine aynı sayıda devlet heveslisinin eşlik ettiği on altıncı yüzyılda yürümüş olduğu gibi yürüyecek.”’’ Marx’in Rheinische Zeitung'un yayın yönetmenliğinden sonra giriştiği ilk önem li çalışma, Feuerbach’ın dönüştürücü yöntemini siyaset alanına uygulamaya çahştığı, kapsamlı H egel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi oldu.

Doğa ve İnsanlığın Yabancılaşması N e var ki, Marx’m, H egel’in devlet felsefesi ilişkin eleştirisi tamam­ lanmadan kalacaktı. 1843 yıh güzünde, Jenny von Westphalen ile yeni evlenmiş olan Marx, yeni bir yayım, Deutsch-Französische Jahrbüchers'ı (Fransız-Alman Yıllıklan) başlatmak üzere Paris’e taşındı. Paris’in seçil­ mesindeki amaç, yıllıkları Prusya sansüründen kurtulmuş olarak yayım­ layıp oradan Almanya’ya göndermekti. Yeni yayın uzun ömürlü olmayacak ve 1844 yılında yayımlanacak bir çift sayıdan ibaret kalacaktı. Dergi yayımlanır yayunlanmaz Pm sya’da yasaklandı ve ülkeye gönderilen nüsha­ lara el konuldu. Prusya’da, Marx ile önde gelen diğer yayımcılan hakkında tutuklama karan çıkanlu-ken, dergi Paris’te de çok az ilgi gördü. N e var ki, Paris’in daha radikal siyasi ikliminde, o zamana dek İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizm inin ciddi bir incelem esine girişmiş olan Marx, geniş kapsamlı eleştirel incelemelerinin ilk kapsamlı ürünü olan 1844 İktisadi ve Felsefi E lyazm aları'm kaleme alacaktı. Bu çalışma, özellikle em eğin yabancılaşması kavramını geliştirm esiyle tanınır. Fakat, işçinin ( i ) emeğinin nesnesinden, (2) emek sürecinden, ( i) insan türünden (yani, insanı bir tür olarak tanımlayan dönüştürücü, yaratıcı etkinlikten), ve (4) işçi olarak birbirlerinden -hep birlikte Marx’m yaban­


GERÇEK DÜNYEVİ SORUN

111

cılaşm a kavramını oluşturan- kopuşu, insanm doğayla, hem içsel hem dışsal doğasıyla yabancılaşmasından ayrılamaz. “İnsanın evrenselliği” diyordu Marx, kendisini, tüm doğayı (1) hayatın doğrudan araçları olarak ve (2) madde, yani etkin­ liğinin nesnesi ve aleti olarak kendi inorganik bedeni kıldığı pratikte gösterir. Doğa insanın inorganik bedenidir demek, insan bedeninin dışındaki doğayı ifade eder. İnsan doğadan yaşar, yani, doğa onun bedenidir, ve ölmeyecekse doğayla sürekli bir diyalog sürdürmelidir. İnsanın fiziksel ve zihinsel hayaüm n doğaya bağlı olduğunu söylemek, doğanın kendi kendisine bağlı olduğunu söylemektir, çünkü insan doğanın bir parçasıdır.' *

Marx, İktisadi ve Felsefi El Yazmaları’ndan başlayarak tüm hayatı boyunca doğayı daima, insan tarihine üretim aracılığıyla doğrudan girişi şeklinde, insan bedeninin bir yayılması (yani insanlığın “inorganik bedeni”) olarak ele almıştır. Bu kavrayışa göre, insanın doğayla ilişkisi yalnızca üretim aracılığıyla değil, aynı zamanda daha da doğrudan biçim ­ de -kendileri de insanın üretim aracılığıyla doğayı dönüştürmesinin ürünleri ola n - aletler aracılığıyla da gerçekleşir. Aletler, insanlığa doğayı evrensel bir tarzda dönüştürme olanağı verir. Marx açısından insan doğa ilişkisi açıkça organik bir ilişkidir. Ancak aynı zamanda insanın gerçek bedensel organlarını genişlettiğinden, aşkın bir ilişkidir- bu yüzden doğadan “insanın inorganik bedeni” olarak söz eder. Bu kavrayışa göre, insanlar doğa ile kendi tarihsel ilişkilerini büyük ölçüde geçim araçlannı üretirken üretirler Böylece doğa, hayat etkin­ liğinin sonucu, hayatın araçlannın üretimi olarak, insanlığın pratik anlamını oluşturur. “İnsan” der Marx, “bütün doğayı üretir.” Fakat insanın bunu başardığı pratik etkinlik yalmzca dar ekonomik anlamında üretim değildir; “çünkü insan aynı zamanda güzelliğin yasalanna göre de üretir” Bunu, yabancılaşmanın insanın bir ve aynı anda kendi emek etkin­ liğinden ve doğanın dönüştürülmesindeki etkin rolünden uzaklaşması olduğu görüşü izler Bu yabancılaşma, Marx’a göre insanı “kendi bedenin­ den, kendisinin dışında varolduğu şekliyle doğadan, tinsel özünden, insani özünden kopanr” Dahası, bu daima toplumsal bir uzaklaşmadır; “insanın kendisinden ve doğadan her türlü uzaklaşması kendisini, diğer insanlarla kendisi ve doğa arasında kurduğu ilişkide gösterir.” Marx’a göre insan em eğinin yabancılaşması mefhumunu ortaya atan ilk düşünür H egel’d ir Ancak, o bunu, bu yabancılaşmayı yalnızca


112

MARX'IN EKOLOJİSİ

entelektüel emeğin kendine yabancılaşması olarak kavrayan idealist bir bağlamda yapmıştır. Bu yüzden, Hegel, insanın pratik etkinliğinin kendi­ ne yabancılaşmasını insanlann yalnızca kendilerinden değil, aynı zaman­ da kendi gerçek, duyusal varoluşlanndan, yani, doğa ile olan ilişkilerinden uzaklaşması olduğunu kavramakta başansız olmuştur.“ Marx’m, insanın pratik hayatından kaynaklanıyor olarak gördüğü doğanın yabancılaşması mefhumu, temelinde, em eğin yabancılaşması mefhumundan daha soyut değildir. Her iki mefhum da, kapitalist toplumun temel itkisi hakkındaki anlayışında temellenmiştir. Emeğin yaban­ cılaşması, kapitalist toplumda emeğin (emek gücünün) tam anlamıyla arz ve talep yasasıyla yönetilen bir meta statüsüne indirgenmesi olgusunun yansımasıdır. Gene de, em eğin bu kutuplaşması, Smith, Malthus, Ricardo ve James M ili gibi klasik ekonomi politikçilerin vurguladığı biçim iyle, insanın toprakla ilişkisinin dönüşümüne bağımlıdır. Marx, “Toprağın insan için varoluşu, yalnızca emek yoluyla, tanm yoluyladır.” diye yazmıştı. Fakat insanın toprakla ilişkisi. Adam Smith’in “ilkel birikim” diye adlandırdığı, ortak topraklann çitlenmesi, büyük malikanelerin ortaya çıkışı ve köylülüğün yerinden edilm esini içeren bir süreç yoluyla hızh bir dönüşüme uğramaktaydı. Marx’a göre, yeıyüzünün hâkimiyetinin kendisi, yabancılaşma kavra­ mından türeyen karmaşık bir diyalektik anlam almıştır. Hem toprağın kulla­ nımını ve böylece doğanın temel güçlerini tekellerine alanlar tarafindan hâkimiyet, hem de (toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin gücünü temsil eden)insaıüığın büyük bölümünün üzerinde toprağa ve maddeye hâkimiyet anlamma gelir. Bu yüzden, toprağın yabancılaşması ve böylelikle (çok küçük bir azııüığın yaranna yabancılaşmasıyla) insaıüığın büyük bölümü üzerinde hâkimiyet kurması özel mülkiyetin zorunlu unsurudur ve kapitalizmden önce özel mülkiyetin kökeni olan- feodal toprak mülkiyetinde varohnuştur. “Feodal toprak mülkiyetinde” der Marx, “daha o zamandan, toprağın yabancı bir güç olarak insana hâkim oluşunu buluruz.” Toprak, daha o zamandan, efendisi olan ve onu köylülüğü baskı altına almak için kullanan “sahibinin inorganik bedeni olarak görünür.” Ancak, gelişmesinin belirleyici bir evresinde toprak mülkiyeti sistemine muhalifmiş gibi görünmesine rağmen, toprak üzerindeki hâkimiyeti (ve toprak üzerindeki hâkimiyet yoluyla insanlığa boyun eğdirmeyi) mükem­ melliğe eriştiren buıjuva toplumu olmuştur. Bu yüzden, “İngiltere’de büyük ölçekli toprak mülkiyeti nüfusun ezici çoğunluğunu sanayiin kucağına iter ve kendiişçilerini de tambir sefalet durumunaindirger.”^' Marx’a göre, geniş ölçekli toprak mülkiyetinin toprağı tekel­


GERÇEK DÜNYEVİ SORUN

113

leştirmekteki -ve bu yolla yeryüzünü yabancılaştırmaktaki- rolü, “ölü madde” olarak anladığı sermayenin para üzerindeki hâkimiyetine benzer. “Para efendi tanımaz” ifadesi, basitçe, “ölü maddenin insan üzerindeki topyekün hâkimiyetini ifade eder.” “Toprağın, insan gibi, yozlaşmış bir nesne düzeyine” düştüğü gerçeğinin en tam ifadesidir.^^ “Özel mülkiyet ve para rejimi altında doğanın aldığı görünüm” der Marx, 1843’te yazdığı “Yahudi Somnu Üzerine” makalesinde, “Doğaya yöneltilmiş gerçek bir hakaret ve doğanın pratik aşağılanmasıdır... Thomas Müntzer, “bütün yaratıklann -sudaki bahğın, gökteki kuşun- mal haline getirilmesinin” hoş görülemeyeceğini ve yaşayan her şeyin aynı zamanda özgür de olması gerektiğini’ bu anlamda ilan eder.” Burada, Marx, on altıncı yüzyıhn başlannda Almanya’daki büyük Köylü Savaşı’nın, canh türlerinin mala dönüştürülmesini hem insanlığa hem de doğaya yöneltilmiş bir saldın olarak gören devrimci önderinden esinlenmiştir. Müntzer’in daha açık ifade­ siyle “Açın gözlerinizi! Bütün gasp, hırsızlık ve soygunun kendisinden fışku'dığı kötülük, beylerimizin ve prenslerimizin bütün yaratıklan kendi mallan saymasından başka nedir?”“ Marx’a göre, Müntzer’in tanımladığı bu doğadan yabancılaşma, “yabancılaşmış öz” haline gelen para fetişizmi aracılığıyla ifade edilir: “Para bütün şeylerin evrensel ve kendinden menkul değeridir. Bu yüzden, bütün dünyayı -hem insani hem doğal dünyayı- özgül değerinden yoksun bırakmıştır.”^ N e var ki, özel mülkiyetin doğayla uzlaşmaz çelişkisi yalnızca tanm ve büyük malikanelerle ilgili değildir. Ekolojik değersizleşme, Marx’m İktisadi ve Felsefi Elyazmaları'nda “büyük kentlerde görülen evrensel kirlilik”ten söz edişinde de görülebilir.“ Marx’m deyişiyle, bu büyük kentlerde. Temiz hava gereksinmesi bile işçiler için bir gereksinme olmaktan çıkar. İnsan bir kez daha mağara hayatına dönmüştür, ancak bu mağara, artık, uygarlığın pis kokulu ve hasta edici soluğuyla kirlenmiştir. Dahası, işçi artık burada yaşamak için son derece güvenilmez bir haktan başka şeye sahip değildir, çünkü burası onun için günü gününe idamesi gereken yabancı bir güçtür ve ödemesini yerine getiremezse her an buradan atılabilir. Gerçekten, bu mezar için ödeme yapm ak zorundadır. Aiskhylos’ta Prometeus’un, sayesinde vahşileri insana dönüştürdüğü en büyük armağanlarından biri olarak tammladığı ışık içinde bir mekan, işçi için variiğını yitirmiştir. Işık, hava vb. en basit hayvani tem izlik- İnsan için ihtiyaç olmaktan çıkar. Pislik -insanın bu kirlen­ mesi ve kokuşması, uygarlığın lağımı (bu kelime gerçek sözlük anlamıyla anlaşıl­ m alıdır)- insanın hayat unsuru hal ine gelir. Doğal olmayan evrensel ihmal, kokuşmuş doğa, insan için \>\thayat unsuru halini alır.^^

F;8 / M arx'm Ekolojisi


114

MARX'IN EKOLOJİSİ

Büyük kentlerdeki işçilerin yabancılaşması, böylece, artık ışık, hava v e temizliğin varoluşlann bir parçası olmaktan çıktığı, onun yerine karan­ lığın, kirli havanın ve temizlenmemiş ham lağımın maddi çevrelerini oluşturduğu bir noktaya ulaşmıştır. İnsanlık ve doğanın bu yaban­ cılaşmasının bedeli, yalnızca yaratıcı çalışmanın değil, aynı zamanda hayatın zorunlu unsurlannm yitirilmesi olmuştur. Marx’m doğanın ve onun yabancılaşmasının önem ini anlamasına Feuerbach’ın materyalizminin yardımcı olduğu kabul edilirse, bu bakış açısı aynı zamanda, doğanın ruhtan aynidığında “en kaba materyalizme” doğru yozlaştığını vazeden H egel’in sisteminin bu materyalizm karşı­ sındaki zayıflığını da gösterir. Hegel, D oğa Felsefesi'nde, “Doğanın amacı, kendisini söndürmek, dolaysız ve duyusal oluş kabuğunu kırmak ve bu dışsallıktan ruh olarak yeniden doğmak üzere. Firavun kuşu* gibi kendisini tüketmektir.” diyordu. Bu yüzden, Marx’a göre, H egel’in siste­ minde doğa (özellikle madde) “insan iradesinin” ya da başka bir deyişle, tek başına doğaya anlamını veren ruhun “lehine kendi gerçekliğinden mahrum bırakılır.”^’ Aynı zamanda, Hegel tarafından, insanlar nesnel olmayan ruhsal varlıklar olarak görülür. Böylelikle, Hegel için yabancılaşma, ruhsuz maddenin maddi ohnayan ruhsal varlıklardan ayniması halini alır- bütün bunlar ruhun kendisinden yabancılaşmasını yansıtır. Sonunda, Hegel, bu yabancılaşmış düalizmi nesnel dünyayı (gerçekçiliği), yani, madde ya da varoluşu ruhun kendi üzeri­ ne düşünmesinin bilincinden çıkararak aşar. H egel’in D oğa Felsefesi, mantık ilkeleriyle uyum içinde donmuş - ve kendinin bilincindeki ruh olmaksızın, kendi başına her türlü hayat ve gelişmeden yoksun olan bir doğa anlayışıyla, Varlıklann Büyük Zinciri anlayışından fazla pek az şey içerir. Böylece, ontoloji, varlık konusu bütünüyle epistemolojiye, yani, insan bilgisi ve öz-bilinçliliğine tabi kılınmıştır. Bu durum, en açık biçimiyle H egel’in D oğa Felsefesi'nde evrimi ele alışında görülür. H egel için doğa bir “aşamalar sistemidir,” fakat bu aşama­ lar düşüncenin gelişim iyle işaretlenmiştir. “M etamorfozlar böylece yalnızca Mefhum’a aittir, çünkü, gelişme, yalnızca onun değişimleridir.” Hegel, idealist diyalektiği tarafından böylece doğanın maddi evrimini, onun insan bilişinden bağımsız ortaya çıkışını yadsımaya sürüklenmiştir. * Firavun kuşu (P hoenix): Her yüzyılın sonunda alevler içinde yanan ve gençleşmiş ola­ rak bir yüzyıl daha yaşam ak üzere küllerinden yeniden doğan ölümsüz efsane kuşu. 'Bazılarınca, doğu edebiyatındaki Simurg y a da Anka ’nın karşılığı olarak görülür, -ç.n.


GERÇEK DÜNYEVİ SORUN

115

“Dikkatli bir düşünüş” diyordu “özellikle, örneğin bitkiler ve hayvanlann sudan, ardından daha gelişm iş hayvan organizmalannın daha aşağı organizmalardan türeten ve böylece sürüp giden şu sözde türeyiş (origi­ nation) ohnak üzere, bu vuzuhsuz, temelinde duyusal görüşleri reddet­ melidir.”"* Gerçek dünyayı mutlak fikrin hâkimiyetine sokma yolundaki bu ideaüst çaba -klasik teolojik çeşidinden- açık saçmalıklar doğurmuştur. Auguste Comu’nun Marksist Düşüncenin KökenlerVnde açıkladığı gibi, “kavramlar arasmda ussal bir sıralama ve diyalektik bir düzen kurmak görece kolay olabi­ lirse de, belirlenmemişlik ve rastlantının daha büyük rol oynadığı tarih alamnda bunu yapmak zordur; hele doğa alamna geldiğimizde, gerçeği bu şekilde ussala özümsemek ancak son derece keyfi süreçlerle yürütülebilir.” Bu neden­ le, Hegel’in D oğa Felsefesinin zaafı, doğrudan doğruya doğal görüngüyü kavramların diyalektiğine indirgeme yönündeki çabasmdan kaynaklanır. Hegel, doğanın mutlak fikri gerçekleştinnekteki başansızhğım, doğamn, düşüncenin kendisinin kendi dışında bir tarzda dışsallaşması ya da yaban­ cılaşması, yani, bir anlamda, düşüncenin olumsuzlanması olduğunu öne sürerek açıklamaya çalışmıştı. Ustan yabancılaşan doğa, insan etkinliğinin olduğu gibi biünçli ve amaçlı bir iradeden kaynaklanmayan, mekanik (madenler), bilinçsiz (bitkiler) ve içgüdüsel (hayvanlar) değişiklikleri yansıtan kör rastlantı ve kör zorunluluğa tabidir. Gene de, doğa Hegel ’e göre ussal olan gerçeğin bir parçası olarak, usun zorunlu biçimiyle uyum içindedir ve ussal bir düzen, bir tür içsel amaçhhk sergiler, bir bütünlüğe kavuşmak için tek ihtiyacı olanmhtur. Fakat, bu tuhaf doğa felsefesine ışık tutarak imparatoru tüm giysi­ lerinden yoksun bıraktığı için, Feuerbach’m eleştirisinin en yıkıcı etkisi burada görülür. H egel’in kurgul felsefesinin -diyalektiğinin- en dikkat çekici başansızlığı, tam da gerçek bir doğalcılık geliştirmekteki yeter­ sizliğinde ve (mekanik biçimde kavradığı) doğayı mutlak fikre tabi kılmak yönündeki üstün körü girişiminde ortaya çıkar. ” Feuerbach’ı izleyen M arx’in bakış açısından, nesnel bir dünyanın ve nesnel varlıklar olarak insanlann varoluşunun yani sahici gerçekçilik ve natüralizmin kabulü zomniudur. İnsanın doğal güçlere sahip cismani, yaşayan, gerçek, duyarlı, nesnel bir varlık olduğunu söylemek, onun, varoluşunun ve hayati ifadesinin nesneleri olarak gerçek, duyusal nesnelerinin olduğunu, yahut, hayatını ancak gerçek, duyusal nesnelerde ifade edebileceğini söylemektir. Açlık doğal bir gereksinmedir; bu


116

MARX'IN EKOLÖJİSI

yüzden kendisini tatmin etm ek ve yatıştırmak için kendi dışında bir doğaya ve nesneye ihtiyaç duyar... Kendisi dışında bir doğası olmayan bir varlık doğal bir varlık değildir ve doğa sistemi içinde hiçbir rol oynam ai?

Bu zaman boyunca tutarh bir doğalcıhk, hümanizm ve materyalizm ortaya koymaya çalışmış olan Marx’a göre, “İnsan, doğal güçlerle donan­ mış ... doğrudan bir doğal varlıktır... Öte yandan, doğal, cismani, gerçek, duyusal, nesnel bir varlık olarak, hayvanlar ve bitkiler gibi, tahammül eden, kısıtlanmış ve sınırlanmış bir varlıktır. Bu demektir ki, arzulannın nesne­ leri, kendisinden bağımsız nesneler olarak kendi dışında varolur.” N e var ki, insanlar arzulanmn nesnelerinde diğer canlı türlerinden ayırt edile­ ceklerdir, çünkü insan ihtiyaçlan, “gerçek doğal tarih” olan insanlık tarihi boyunca bütünüyle insani bir tarzda gerçekleştirihneleri sürecinde dönüşü­ me uğrayacaktır. Gerçekten, Marx, “Dünya tarihini anlama yeteneğinin yalnızca materyalizmde bulunduğunu” iddia eder.^‘ Hegel eleştirisi bağla­ mında, Epiküros’un “ölümün bizimle ilgisi yoktur.” Hümanist materyalist uslamlamasıyla paralellik kuran Marx, “Soyut olarak alınan ve insanla farkhiığı içinde sabitlenen kendinde doğanın, insan ile hiçbir ilgisinin olmadığım” savunur. Doğa hakkmdaki fikirlerimiz yalnızca “doğal biçim­ lerden çıkanlan soyutlamalardan" ibarettiF M arx’m doğalcı materyalizmi şu sözlerinde aşikârdır: “Duyu algısı (Feuerbach’a bakınız) bütün bilimin temeli olmalıdır. Bilim ancak duyusal bilinç ve duyusal ihtiyaç olarak ikili biçiminden yola çıktığında yani, bilim ancak doğadan yola çıktığında- gerçek bilimdir. Marx için, tarih yalnızca “doğal tarihin gerçek bir parçasıdır... Zamanla, tıpkı insan bilimin doğal bilimi tabi kılacağı gibi, doğal bilim de insan bilimi kendi­ sine tabi kılacak: Tek bir bilim olacaktır.” Marx’m eleştirel gerçekçiliği, (ontolojik temeli olarak) insanlığın ve dünyanın nesnelliğini tanıyışında ve doğal tarih ile insani tarihi birbiriyle bağlanUİı olarak kabulünde görüle­ cektir. “Hayatın bir temeli, bilimin bir başka temeli olduğu fikri daha başından bir yalandır.” Marx, doğa biliminin sanayiin kendisini değiş­ tirerek, insanın doğa ile ilişkisini pratik biçimde dönüştürmesine hizmet ettiğini ve böylece, “insanın kurtuluşunun koşullannı hazırladığını” savunur, ne var ki bu sürecin “ilk dolaysız etkisi gayri insanileştirme sürecini tamamlamak” olacaktır.^^ Marx, Feuerbach’ın H egelci sistemi üç yollakırdığı için övgüye layık olduğunu savunur: İlk olarak, H egel’in kurgul felsefesinin, tinselciliğin, yani teolojinin yerini almak yerine, onu restore etm iş olduğunu göster­


GERÇEK DÜNYEVİ SORUN

117

miştir. İkincisi, “insanın insan ile” toplumsal ilişkisini kuramının temel ilkesi kılmakla gerçek materyalizm ve gerçek bilim i” kurmuştur. Üçüncü ve son olarak, H egel’in “eleştirel olmayan bir pozitivizm ile aynı şekilde eleştirellikten yoksun bir idealizmin” birbirine bağlanmasını temsil eden yadsım anın yadsınması fikrine karşı çıkmıştır. H egel, yadsımanın yadsınmasını “zihnin yaratığı olarak doğanın yaratılması”nı öngören bir “k e ş if’ olarak adlandırmıştı.^'* Feuerbach sayesinde böylece H egel’in-m ateryalizm e karşı başından beri duyduğu hayranlığı ve teolojik anlayışlara daimi muhalefetine rağmen üzerinde etkisini göstermekten geri kahnayan- idealizminden bütünüyle kurtulan Marx, yabancılaşmaya getirilen bütünüyle felsefi çözüm lere karşı çıkmaya devam etti. Dahası, Marx’m bakış açısından nesnel olan ile nesnel olmayan arasındaki bölünmeyi aşma iddiasında bulunmak olanakh değildi - ve bu konu ancak dünyayla ilişkinin duyusal, yani pratik terimlerle değil de kuramsal yoldan konulduğunda ortaya çıkar. İnsanlann kendileri kendi dışlannda buldukları ve bitimli (sonlu) olduk­ ları sürece, sınırlanmış ve acı çeken varlıklardır. Bu yüzden doğa, insan merkezci (ya da tinsel) biçimde “zihnin yaratığı” olarak görülemez. Fakat insanlar basitçe doğa tarafından koşullanmış varlıklar da değildir: Epikü­ ros’un işaret etmiş olduğu gibi, insanlar buluşları yoluyla doğa ile ilişki­ lerini değiştirme yeteneğindedir. Bu yüzden Marx, insamn doğaya yabancılaşmasının çözümünün ancak pratikte yani insanlık tarihinde keşfedilebileceğinde ısrar eder. İnsanlık tarihinin büyük bölümünü oluşturan insanın doğadan ve kendi insan türünden yabancılaşması, zorunlu çözümünü de bu insani kendine yabancılaşmayı aşma mücadelesi yoluyla, yine bu aynı tarihte bulacaktır.

Ekonomi Politiğe Karşı Ortaklaşma Marx, “ortaklaşma” ya da “ortaklaşmış üreticiler” mefhumunu ilk kez iktisadi ve Felsefi Elyazmalan'nda. ortaya atmıştır. Toprak mülkiyetinin eleştirisinden türettiği bu terim, hayatı boyunca kendi komünizm anlayı­ şında tanımlayıcı bir rol oynayacaktır. Marx, toprakta özel mülkiyetin tekelinin ortadan kaldırılmasının “ortaklaşma” sayesinde başarı­ labileceğini savunmuştur: ortaklaşm a toprağa uygulandığında ekonom ik bakış açısından büyük toprak mülkiyetinin avantajlarını korur ve toprağın parçalanmasında içkin olan eğilimi, yani eşitliği ilk kez olarak gerçekleştirir. Ortaklaşm a, aynı zam anda insamn


118

MARX'IN EKOLOJİSİ

toprakla doğrudan bağım, artık serfliğin, beyliğin ya d a ahm akça bir özel m ülkiyet gizeminin aracılığı olmaksızın, ussal bir tarzda yemden kurar. Bu beyledir, çünkü yeryüzü bir değiş tokuş nesnesi olmaktan çıkar ve özgür em ek ve özgür zevk sayesinde yeniden bir kez daha insanın otantik ve kişisel malı olur.^®

M arx,- ‘sanki bu avantajlann, bir yandan en tam gelişm esine ulaşması, öte yandan ilk kez olarak toplumsal bakımdan yararlı olm ası özel mülki­ yetin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olmayacakmışçasına”- büyük ölçekli tanmsal avantajlann yarannın daima toprak m ülkiyetiyle bağlan­ tılı çıkarlann m azeretçileriyle özdeşleştiğini savunur.^ Marx için komünizm, özel mülkiyetin ortaklaşma aracılığıyla olumlu biçimde ortadan kaldınimasından başka bir şey değildir. Bu pozitif komüniznf* tam anlamıyla gelişm iş doğalcılık olarak hümanizme, tam anlamıyla gelişm iş hümanizm olarak doğalcılığa eşittir; insanla doğa, insanla insan arasındaki çelişkinin sahici çözüm ü, varoluşla oluş, özgür­ lükle zorunluluk, bireyle tür arasındaki çelişkinin gerçek çözümüdür.” Doğanın insani özü ve insanlığın doğal özü ancak ortaklaşmış (tümüyle toplumsal) varhklar arasmda varolur. Komünizmde özel mülkiyet kurumu ve sanayiin yürütücü gücü olan servet birikimi tarafından artık yabancılaştınlmayan toplum, “Bu yüzden, özünde insanın doğayla mükemmel birliği, doğanın yeniden dirilişi, insanın gerçekleşm iş doğallığı ve doğanın gerçekleşmiş insaniliğidir.” Marx, bu komünist toplumu, “işçinin evrensel suiistimali” ve büyük kentlerin “evrensel kirliliği” ile karakterize olan bir dünyanın-para biçimindeki “ölü maddenin” insani ihtiyaçlara ve insani öz gelişim e tahakküm ettiği bir dünyanın karşısına koyar. Marx’a göre, kapitalizmin ötesindeki bir dünyamn, “insanın gerçekleşm iş doğallığının ve doğanın gerçekleşm iş insancıllığının” dünyasının -tarihsel sürecin özünü oluşturan- devrimci bilgisi doğrudan biçimde elde edilmez, ama, “gerek görgül, gerekse de kuramsal temelini özel mülkiyetin [yabancılaşmış] hareketinde, daha kesin bir söyleyişle ekonomide bulur.” M arx’in doğalcı hümanist vizyonu, bu yüzden, aynı zamanda -yabancılaşm ış bir dünyanın üstesinden gelen- bir tarihsel aşkmiık vizyonudur.^’ Feuerbach, ömrünün sonuna doğru, muhtemelen Marx’in hiç haberi olmadan, “ekonomi politiğin muhteşem bir eleştirisi” olarak nitelediği KapitaV'm büyük bir hayranı olmuştu. K apital’d e özellikle doğanın yabancılaşması ile ilgili sonuçlardan etkilenmişti. Feuerbach, bunu şöyle ifade etmiştir;


GERÇEK DÜNYEVİ SORUN

119

tnsanlann üst üste yığıldığı yerlerde, örneğin havada solumak için yeterli oksijenin bile bulunmadığı, insanın dom uz ahırlan diye adlandırabileceği İngiliz fabri­ kalarında ve işçi bannaklannda -burada Kari M arx’m son derece ilgi çekici ve aynı zamanda dehşet verici ve zengin eseri Das Kapital’deki karşı gelinemez olgulara göndermede bulunulabilir-... ahlaka yer kalmaz... ve erdem en fazla, fabrika sahip­ lerinin yani kapitalistlerin tekelindedir.”^*

Feuerbach, Marx’m İktisadi ve Felsefi Elyazm aları'm hiç görmediği için, bunlan yazarken, Marx’m büyük kentlerin “evrensel kirliliği” eleşti­ risini geliştirmekte kendi materyalizminden ne kadar etkilenmiş olduğu­ nun farkında değildi. Sonraki çahşmalannda felsefesinin tarih dışı tasarlayıcı yönlerini reddetmişse de, Feuerbach’ın doğacı materyalizmi Marx’m olgunluk çağının tarihsel materyalizminde çınlamaya devam eder. Dahası, Marx Feuerbach’da, Epiküros’da olduğu gibi, kendi materyalist dünya görüşü­ nün ayrılmaz bir parçasını oluşturacak bir din eleştirisi bulmuştur.


2. Gerçek Dünyevi Sorun Notlar 1. M arx v e E ngels, Collected Works (N ew York: In te rn a tio n a l P u b lish e rs, 1975), c.1,225. 2. Bak. K arl M arx, "P reface to A C o n trib u tio n to a C ritiq u e o f P o litical E con­ om y ," M arx, Early W ritings içinde, (N e w York: V ihtage, 1974,424. 3. D a v id M cL ellan, Karl M arx (N e w York: H a r p e r & R ow , 1973), 56; Frariz M e h rin g , Karl M arx (A n n A rbor: U rüversity o f M ic h ig a n P ress, 1962), 41. 4. Bak. S id n e y H ook, Towards the Understanding o f Karl M a rx (N e w York: Jo h n D ay, 1933), 259-61) 5. M arx v e E ngels, Collected Works, c. 1,224-63. 6. F eu erb ach , a k ta ra n M a rk W artofsky, Feuerbach (N e w York: C a m b rid g e U n iv e rsity P ress, 1977) içinde, 436. M a rx 'm B acon v e D esc arte s h a k k in d a k i g ö rü şle ri v e B a c o n 'in H o b b e s ile ilişk isin i a n la y ışı, Kutsal A ile 'd e b e lirtild iğ i b iç im d e , F e u e rb a c h 'ın g ö rü şle riy le b ü y ü k b e n z e rlik g ö ste rm e k ted ir. 7. A .g.e., 197; M arx ve E ngels, Collected Works, c .l, 103. 8. Bak. M eh rin g , Kari M arx, 52-53; A lfred S chim idt, The Concept o f N ature in M arx (L ondra: N e w L eft B ooks, 1971), 22. 9. L u d w ig F eu erb ach , The Fiery Brook (G a rd e n C ity, N.Y.: D o u b le d ay , 1967), 164-165. 10. A .g.e., 168,185. 11. A .g.e., 161,171. 12. L u d w ig F eu erb ach , The Essence o f C hristianity (B oston: H o g h to n M ifflin, 1881), 270. 13. K arl M arx, W ritings o f the Y oung M arx on Philosophy and Society (G a rd en C ity, N.Y.: D o u b le d a y , 1967), 95. 14. F euerbach, Fiery Brook, 172,198. 15. M ichel d e M o n ta ig n e , A n A pology fo r Raym ond Sebond (H a rm o n sw o rth : P e n g u in Books, 1993), 170-175. 16. F eu erb ach , Fiery Brook, 243-45. 17. M arx v e E ngels, Collected Works, c .l, 400. 18. M arx, Early W ritings, 328. 19. A .g.e., 329, 331. 20. A .g.e., 386. 21. A .g.e., 343,318-21. 22. A .g.e., 319. 23. A .g.e., 239; T h o m a s M ü n tz e r, Collected Works, (E d in b u rg h : T. & T. Clark, 1988), 335. A y m z a m a n d a b a k . E ngels, The Peasant War in Germany (N ew York: In tern a tio n a l P u b lish e rs, 1926), 68. 24. M arx, Early W ritings, 239. 25. A .g.e., 302. 26. A .g.e., 359-60.


GERÇEK DÜNYEVİ SORUN

121

27. A .g.e., 174; G.W .F. H egel, Philosophy o f N ature (N e w York: H u m a n itie s P ress, 1970), c .l, 212. H egel, "Bu d e rsle rin am acı, b u P ro te u s 'u k o n tro l altm a alm ak , b u so n s u z lu k ta ancak k e n d im iz in b ir a y n a s ın ı b u lm a k , d o ­ ğ a d a tin in ö z g ü r y a n sım a sın ı g ö rm e k ve T an rıy ı a n la m a k için d o ğ a n m b ir im g e sin i a k ta rm a k tır." d iy e ekler. A.g.e. 213. 28. H egel, Philosophy o f Nature, c .l, 212. 29. A u g u s te C o m u , The Origins o f M arxian Thought (S pringfield, III.: C h arles C. T h o m as, 1957), 37-44. 30. M arx, Early W ritings, 390. 31. A.g.e., 389-91. 32. A.g.e., 398-99. 33. A .g.e., 355. 34. A .g.e., 381-82, 385, 400. 35. A .g.e., 320. 36. A .g.e. 37. A .g.e., 348-349. 38. F eu erb ach , a k ta ra n W arto fsk y , Feuerbach içinde, 451-452.


3. B ölüm

PAPAZ DOĞACILAR

Charles Darwin, hayatının sonlanna doğru şaşırtıcı bir açıklama yaptı: Gençlik düşünceleri üzerinde en önemli etkilerden biri, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılın en büyük doğal teologu William Paley’in düşünceleri olmuştu. Cambridge’deki öğrenimi sırasında BA sınavlan için Paley’in Evidences ofChristianity (Hıristiyanlığın Kanıtlan) ile Principles o f Moral and Political Philosophy (Ahlaki ve Siyasal Felsefenin İlkeleri) adlı eser­ lerini okuması gerekiyordu ve bunlan ezberlemişti. Sonralan, Paley’in Evidences'ı ile onu izleyen D oğal Teoloji s\n\n mantıksal yapısının kendisine “Öklid’in verdiği kadar zevk verdiğini” hatırlayarak, üzerindeki etkisini şöyle anlatacaktı: “O zamanlar, Paley’in önermelerini kendime dert etmiyordum. Bunlan uzun akıl yürütme çizgisiyle ikna olmuş ve büyülenmiş halde güvenle kabul ediyordum.” ' Darwin’in açıklamasını öylesine önemli kılan şey, kendi kuramını geliştirdiği dönemde, Paley’in doğal teolojisinin T ann’nın varlığına tasanmdan çıkanlan kanıtın en etkili argümanını oluşturmasıdır. Bu bakım­ dan, Darwin’in kendi entelektüel gelişimi, materyalizmi ve evrim kuramını oluşturması büyük ölçüde Paley’e karşı bir mücadele olarak görülebilir. Gerçekten, bunun nasıl olduğunu, Darwin ’in kendisi olgunluk çağında yaznuştır: “Eskiden bana o denli kesin olarak görünen, Paley’in tanımladığı şekliyle tasanmdan gelen kanıt çöktü, artık doğal seçme yasası bulun122


PAPAZ DOĞACILAR

123

muştu.” Fakat, bu doğruysa, Darwin’in kabul ettiği gibi Paley’in görüşleri kendisine bir zamanlar “kesin” görünmüşse, o zaman, eseri kolaylıkla, ide­ alist, teolojik bir dünya görüşüne karşı az ya da çok bilinçli bir mücadele olarak görülebilir. Gerçekten, Darwin uzmanlan çoğu kez Darwin’in ente­ lektüel devrimini Paley’i aşma -ya da en azından başaşağı çevirme- yönün­ de bir girişim olarak değerlendirirler.^ Bütün bunlar Darwin’in hayat hikâyesi içinde daha somut bir anlam kazanır. Darwin’in başlangıçta, -tıp mesleğini bir kez bir yana bıraktıktan sonra- babasının telkinleriyle yazgısının din adamı olmak olduğuna ken­ disini inandırmış olduğunu bilmek önemlidir.^ Bu durum doğayla ilgili araştırmalar yapmasına zorunlu bir engel oluşturmuyordu. Çünkü o zamanlar bu tür incelemeler (yaygın biçimde “papaz doğacılar” tarafından yürütülen) doğal teoloji geleneğinin bir parçası olarak, din adamlan sını­ fının meşru uğraşısı olarak kabul edilmişti. Paley’in Natural Teology: Or Evidences o f the Existence and Attributes o f Deity; Collectedfrom the Appearences o f Nature (Doğal Teoloji: Ya da Tannnın Varlığının ve Nite­ liklerinin Doğanın Görünümlerinden Derlenmiş Kanıtlan-1802) eseri tam da bu alanda itibar kazanmıştı. Bu dönemde doğal teolojinin kapsamının doğa ve teoloji konulannın ötesine geçmiş olduğunun ve ekonominin ve devletin daha geniş ahlaki evrenini de içine alacak biçimde genişlediğinin vurgulanması gerekir. Bun­ dandır ki, Protestan din adanu ve ilk klasik ekonomi politikçilerden biri olan -ününü esas olarak, Darwin’in doğal seçme kuramının esin kaynağı olarak da önemli rol oynayan NUfus Üzerine Deneme adh çalışmasından kazanan- Thomas Malthus da bu papaz doğacıhğı geleneğine aittir. Malthus, teolojik konularda esas olarak Paleygil bir bakış açısı benimsemişti (Paley de buna karşılık kendi Natural Teology’sinde Malthus’un nüfus kuramını kabul etmişti.). Malthus’a göre. Yüce Tann “İnayetin rahim ve lütufkâr tasanmıyla” nüfusun daima geçim araçlan üzerinde baskı oluşturmaya eği­ limli olmasını “takdir eylemişti.”^ İzleyicilerinden Rahip Thomas Chal­ mers, 1834 yihnda Haley’in doğal teolojisini Malthus’un ekonomi politiğiyle birieştirme girişiminde bulunacaktı. Chalmers’ın bu girişimi, 1829’da ölen Sekizinci Bridgewater Kontu Francis Henry Egerton’ın vasi­ yetiyle finanse edilen ve on dokuzuncu yüzyılda entelektüel emeğin bütün dallanna hâkim olacak bir doğal teoloji yaratma yönündeki en büyük giri­ şimi temsil eden sekiz tezden oluşan Bridgewater Tezleri'mn ilkini oluş­ turacaktı. Bu yüzden, Darwin’in büyük entelektüel başansı, kendisini önceleyen


124

MARX'IN EKOLOJİSİ

doğal teoloji arka planına karşı kazanılmış bir başarı olarak görülebilir. Thomas Malthus ve Thomas Chalmers’m papazca doğacıbğının ve doğaya teolojik ilkeler sokma yönündeki bütün bu girişimin güçlü bir eleştirmeni olarak ortaya çıkacak olan Kari Marx da, Darvvin’i, özellikle teolojik doğa anlayışı üzerinde kazandığı zaferden ötürü alkışlayacaktı.

D oğal T eo lo ji Eski skolastik dünya görüşünü, kutsal kitaplarda ve antik Aristo fel­ sefesinde kökleşmiş erekbilimsel bakış açısıyla birlikte yıkan A ydın­ lanma ve daha özelinde on yedinci ve on sekizinci yüzyıllann bilimsel devrimi olmuşsa da, buradan çıkarak Aydınlanma’nın topyekun din karşıtı ya da mateıyalist olduğu söylenemez. Bu dönemde, genel bir Aydınlanma perspektifi içinde -doğa, bilim, din, devlet ve ekonomi alanlannı tek bir erekbilim içinde yeniden birbirine bağlayarak kumlu mülkiyet ve iktidar sis­ temini güçlendirecek biçimde- dini yeniden ihya etme yönünde etkili giri­ şimler de vardı. Böyle ve Newton gibi düşünürler atomculuklanm dinsel bir dünya görüşüyle birleştirmeye çalışmışlardı. B öyle örneğinde, bu, I6 8 8 ’de yayımladığı Disqusition About the Final Causes o f Natural Things’de açıkça belkgin olan bir doğal teoloji geliştirmeye kadar gitmişti. Gerçekten, bu dönemde John Ray ve B oyle’un eserleriyle önem kazanan doğal teoloji geleneği, doğayı, dini, devleti ve ekonomiyi -eğer feodal bir evren ile değilse- en azından erken tanmsal kapitalizmi oluşturan toprak mülkiyeti ve sanayi sistemi ile uyumlu bir erekbilimsel görüşü yeniden can­ landıracak biçimde yeniden birbirine bağlamakta oldukça ileri gitmişti. (Tasanmdan çıkan kanıt, -Çiçero’nun Tanrıların D oğası’nda. tanımladığı gibi- dinin Epikürcü eleştirisine karşı koyan Stoacılara dek geri götüriilebilirse de) Doğal teoloji, ilk olarak, doğanın incelenmesi yoluyla Tannnın varhğını ortaya koymayı amaçlayan on altıncı yüzyıl sonu ve on yedinci yüzyıl ilahiyatçılan tarafından geliştirilmiştir. Bacon’ın Advan­ cement o f Learning’de konuyu tanımlayışı şöyledir: “Tannsal felsefe ya da Doğal Teoloji... Tannyla ilgili, onun yaratıklanmn müşahedesinden elde edilebilecek bilgi ya da bilgi başlangıcıdır; ki bu bilgi, konusu bakımından gerçekten tannsal, [konunun aydınlatıldığı] ışık bakıımndan da doğal ola­ rak adlandınlabilir. ” Bununla birlikte Bacon kendi felsefesinde doğal teoloj i için çok az yer bırakır. Onun yerine, nihai nedenlere y a da erekbilime daya­ nan her türlü uslandamaya karşı uyanda bulunur ve “Tannyı ve zihni şey­ lerin yapısından uzaklaştıran” ilk çağ materyalistlerini alkışlar.^


PA PA Z DOĞACILAR

125

Ne var ki on yedinci, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda doğal teoloji alanında yazılan yüzlerce çalışma tam da Bacon’m kendisine karşı uyardığı bu erekbilimsel uslamlamalara dayandınlnuştır. İngiltere’de On yedinci yüzyıldaki doğacılann en önemlilerinden biri ilk papaz doğa­ cılardan olan. Evrenin Yantılmasmda Tanrının Ortaya Koyduğu Bilgelik yazan Rahip John Ray ( 1627-1705) idi. Ray, Böyle ile birlikte, kısa bir süre sonra Newton’in da katılacağı Royal Society’nin de kumculanndandı. Ray, Kiliseye 1600 yılında kabul edilmesine rağmen. Kral II. Charles’ın tüm din adamlannm imzalamasını zorunlu koştuğu püritenliğe karşı yemini imza­ lamayı reddetmesinin sonucunda seçtiği alanda asla yükselemedi. Onun yerine, yine her zaman “yaratım tarafından ortaya konduğu biçimiyle tannnm bilgeliğini” sergilemek amacıyla da olsa, doğa araştırmalanna yönel­ di. Ray, “doğal sistem” olarak adlandırdığı şeyi betimleme girişimiyle Linneus’un, Paley’in ve hatta Darwin’in öncüsü olmuştur® Ancak, Ray’in Wisdom o f G od başlıklı çalışm ası yalnızca doğacılığı ortaya koymakla kalmarmştır, o, aynı zamanda Paley ’den önce doğal teoloji alanında yapılmış en etkili çahşmadır. Ray’in muhtırası özellikle “Epi­ küros ve Demokritos’un Ateistçe Hipotezleri” dediği konu üzerinde odak­ lanan, ateist ve materyalist düşüncelerin bir eleştirisiyle başlar. Epiküros’un (Lucretius’un aktardığı biçimiyle) atomlann sapması kura­ mına şiddetle karşı çıkarak, atomların kargaşa içindeki hareketinin, bil­ diğimiz biçimiyle doğal dünyanın düzenli yapısını oluşturamayacağını savunur. (Bilimsel çalışma arkadaşları Robert Böyle ve Isaac Newton ile birlikte bir tür atomculuğa bağlanmış olan Ray atomlann varlığını toptan yadsımaz, ancak, bundan çıkacağı düşünülebilecek sonuna dek götürülmüş bir materyalizme karşı çıkar.) “Herhangi bir insanın” der Ray, “bu şahane ve hayranlık verici Dünyamn atomlann tesadüfi bir araya gelişiyle ortaya çıktığına kendini inandıracak kadar budala ve akıldan yoksun olabilmesi için bir mucize gerekir” Aynı şekilde. Ray, antik materyalistlerden etki­ lenerek -Tannya yalnızca ilk yaratış eylemini ve bir kaç yönetici yasayı beliriemeyi bırakarak- sonuçlanndan ayn bir madde ve hareket mefhumu geliştiren Descartes ’m görüşünü kabul etme niyetinde de değildir.^ Ray için, doğanın tasannu Tanrının inayetinin işaretidir. Kişi, “plastik (biçime sokulabilen) Doğa ya da Dirimsel İlke” olarak adlandırdığı organik çeşitlilik kadar, “türlerin çokluğunda” da (dünyadaki canlı türlerinin toplam sayısının “muhtemelen 20,000’den fazla” olduğunu tahmin eder) Tannmn tasanmının karmaşıklığını keşfedebilir. Eğer Tann, doğal dünyanın geli­ şimini yönlendirmek için biçimlendirilebilen doğa ya da bitkisel mh gibi


126

MARX'IN EKOLOJİSİ

İkincil ilkeler koymuşsa, bu dirimselliğin (hayvani nıh) kendisi de tannsal tinsellik tarafmdan oynanan etkin rolün bir işaretidir. “Eğer D oğanın Eser­ leri, Sanatın Eserlerinden daha iyi, daha tam ve daha mükemmel ise ve Sanat Us olmaksızın ortaya hiçbir şey koyamıyorsa. D oğanın Eserlerinin de U s ohnadan ortaya konmuş olduğu düşünülemez.” Ray’e göre, bu us tannsal Mimann aklıdır. Bu uslamlamayı geliştirerek. Ray, erekbilime, nihai nedenlere dayah uslamlamaya, doğamn her noktada düzenlenmiş karakterine dayanan açıklamalara başvurur: Hava hay vanlann soluk alması için vardır, bitkiler bir “Bitkisel Çan’a” haizdir, insamn dik beden yapısı, açık biçimde başa destek olmak için tasarlanrmştır. Ray için, doğanın tasar­ lanmış olduğu gerçeği, saat ile benzerlik kurularak görülebilir. Nasıl ki saat kendi tasanmcısımn kanıtım sağlıyorsa, doğa da aym biçimde kendi yüce tasarımcısının kanıtını verir. Ray’in ortaya koyduğu tüm doğa imgesi Tannnın taslağına dayanan değişm ez bir varhğm imgesidir.* John Greene’in r/ıeöeai/ıo/A iiam ’da(Adem'in Ölümü) yazm ışolduğu gibi, “Ray’in sayfalannda ortaya konan Doğa kavramı gelecek iki yüzyıl boyunca doğal tarihin içeriğini belirleyecekti. Ta esastan devrimci olmayan karakteriyle, evrimci görüşlerin doğmasının önündeki baş engeli oluş­ turacaktı.”’ Başdiyakoz Paley’in yüzyıldan biraz sonra ortaya koyduğu Natural Theology ise akıl yürütmeleri bakımından Ray’in The Wisdom o f G od ile yakından bağlantıh olmakla birlikte, on sekizinci yüzyıl sonlanyla on dokuzuncu yüzyıl başlanmn bir ölçüde değişik atmosferini yansıtan bir tarzda kaleme ahnmıştır. Bu yüzden, Paley’in eseri geometrik bir kanıt­ lamaya benzer ve önemini büyük ölçüde on sekizinci yüzyıl faydacıhğını doğal teolojiyle birleştirmesinden alır. N e var ki, uslamlamalan R ay’inkilere benzer. Tannmn, yaratımının eserleri yoluyla kendisini gösterdiğini öneren tasanmdan çıkan kanıt, Paley’in eserinde de aym vurguya sahiptir. Ray’in meydan saatine işaret ettiği yerde, Paley benzerliği cep saatiyle kurar ve doğal teolojisinin temelini saat yapan Tann mefhumu oluşturur. Paley’e göre, saat gibi sanatkârca kurulmuş bir şeyin bir yapımcısı olmaksızın varolamayacağı, dikkat eden heıkes için açıktır, öyleyse, saatten çok daha harika ve incelikli bir düzeneğe sahip olan doğa için de aynı şey geçerli değil midir? Natural Theology'nm giriş bölümünde bu saat benzetmesini iyice ileri götürerek, öteki bütün saat­ leri hasıl eden bir saat hayali im gesini geliştirir- bu mefhumun, kaçınılmaz olarak, “ayarlamaya hayran olm aya” ve “ayarlayıcının tükenmez hünerini” takdir etmeye götüreceğini varsaymaktadır. Paley saat mecazıyla yetinmeyerek, doğanın v e inayetin, tasanmın ken­


PA PA Z DOĞACILAR

127

dini aşikâr kıldığını savunduğu bazı “mekanizmalan” hakkında da bol bol düşünce üretir. Bu bağlamda insan gözünün mucizevi yapısı ve bal pete­ ğinin geometrik mükemmelliğine büyük vurguda bulunur. Kendi payına Paley’in akıl yürütmesinden olağanüstü etkilenmiş olan Darwin, doğal teo­ lojinin erekbilimsel görüşlerine karşı koymak için bu aynı dogal-tarihsel tezahürleri tartışmayı zorunlu görmüştür. Paley’in tasanmdan çıkan kanıtı taşıdığı olağanüstü kapsamın en iyi örneği, belki de yumurtalanmn üzerinde yatan anaç kuşun bu içgüdüsel davranışı hakkında yaptığı açıklamadır. “Bu dummda gördüğüm asla bir kuş değil” diye yazar, “fakat, onu tarlalarından ve komlanndan alıp bu gönüllü tutsakhğa razı eden görünmez eldir” Paley, burada Adam Smith’in “görünmez elini” haber verir, ama bu el Tannnın elid ir'' Biyolojik koşullar hakkındaki aynntılı malumatına rağmen, Paley’in doğal tarihsel görüşü, her türlü zaman ya da doğal tarih mefhumundan soyunmuş, durağan, mekanik bir görüştü. Saat ile kurduğu benzetme, yal­ nızca saati tannnm rahmeti hakkında erekbilimsel bir argümanın merkezi parçasını oluşturan bir makine olarak ele almasındandı; böyle bir saatin doğanın kendisinde sürekli ve çoğu kez geri dönüşsüz değişmelerin yan­ sıması olarak- işliyor olması oldukça önemsiz bir konuydu. Paley’in ana­ lizinde zaman oku mefhumu yoktu. Tam da bu nedenle, Danvin’in Türlerin Kökeni adh eseri, Paley’in saat ustası Tann anlayışının nihai yenilgisini ifa­ de edecekti.’"

D o ğ a l T eo lo ji V e E k o n o m i P o litik Principles o f M oral and Political Philosophy (1785) adlı eserinde geliş­ tirdiği biçimiyle Paley’in faydacılık ve doğal teoloji arasında yaptığı on sekizinci yüzyıl usulü harman, varolan mülkiyet ilişkilerini, bu ilişkiler doğa dışı, keyfi ve adaletsiz olarak göründüklerinde bile savunuyordu. Bu mülkiyet haklannın doğal hak tarafindan değil, sivil otorite tarafından bağışlandığı durumlarda bile, sanki “göğün takdirinden” geliyormuş gibi görülmesini, bu nedenle ihlâl edilemez ve el konulamaz olduklannın kabul edilmesini savunuyordu. “Dünya” der Paley, “ayarlamalarla dolup taşar; ve tanıdığımız bütün ayarlamalar hayırh amaçlara yönelmiştir” bu da gerek “tasanmın” gerekse d e“tannsal rahmetin” kanıtıdır Fransız Devrimi’nden dört yıl önce, mülkiyet ilişkilerinin görece istikrarlı ve faydalı olanın daima mülk sahiplerinden yana gibi göründüğü bir zamanda yazdığından, Paley, güven içinde “Her n e ki faydalıdır, doğrudur” diye ısrar eder


128

MARX'IN EKOLOJİSİ

Paley’in Pricinples o f Moral and Political Philosophy’sinde, daha son­ ralan doğal teolojiden silinecek olan -yoksullara karşı sorumluluklara sahip- ataerkil bir toplum anlayışının işaretleri vardır. Kendi zamanı için, toplumun genel mutluluğunun nüfusun artışıyla birlikte artacağım savu­ nur. Nihai olarak nüfus gıda üretimi ve toprağın verimliliğiyle sınırlanmış olmakla birlikte, o an için nüfusun artışına yetecek bol miktarda verimli top­ rak bulunmaktadır. “Nüfus azalışı” diye yazar, “bir devletin başına gele­ bilecek en büyük kötülüktür; ve nüfusu artırmak, bütün ülkeler için, hesaba katılabilecek diğer bütün siyasal amaçlara göre öncelik verilmesi gereken ilk amaç olmalıdır.” Dahası, Fransız Devrimi’ni önceleyen bu yıllarda, Paley, belli bir ölçüde toplumsal hayırseverliğin doğal olduğuna hâlâ inamyordu. “İlk Hıristiyanlar” arasında her şeyin ortak olmasına rağmen, insanlar arasında mülkiyet farklılıklann nedenlerinin bulunduğunu ve daha geniş ve kanşık bir toplumun gelişm esi için zorunlu olan bu farklılıkların Tann tarafından “onaylandığını” savunur. Gene de, “En büyük mülk sahi­ bi,” mülkiyetin bu farklılaşmasına ancak herkes için yaşamasına yetecek kadar nzk bırakılması koşuluyla razı olur. Paley açısından, kamu hayır­ severliği için doğal teolojik temel buradadır; yoksullann mutlak sefalet durumundan kurtanhnası Tannnın iradesine uygundur. N e var ki, Natural Theology’sim kaleme alıncaya dek geçen süre içinde Paley’in bu konudaki görüşleri dramatik biçimde değişecektir. On seki­ zinci yüzyılın sonlanyla on dokuzuncu yüzyılın başlannda nüfus somnu papaz doğacılığımn özel ilgi alanı haline gelecek, bu yoldan da, klasik eko­ nomi politiğin söylemine sızacaktır. İngiltere’de 1798 yılında An Essay on Principle o f Population as it Effects the Future Improvement o f Society; with Remarks on the Speculations Mr. Godwin, Mr. Condorcet and Other Wri­ ters (Toplumun Gelecekteki İlerlemesini Etkilediği Şekilde Nüfus Üzerine Bir Deneme; Bay Godwin, Bay Condorcet ve Diğer Yazarlann Kurgulan Üzerine Değinmeler) başlıklı bir çalışma yayımlandı. Yazar adı belir­ tilmeyen, aralıklı basılmış 396 sayfadan ibaret olan bu kitap, başlığının işaret ettiği gibi, esas olarak, genel Aydınlanma ruhuna uygun ve Fransız Devrimi’nin ilkelerine uyumlu biçimde, insanlığın sonsuz ilerleyişinin ola­ naklı olduğunu savunan İngiltere’de William Goldman, Fransa’da Marki Condorcet gibi etkili düşünürlerin fikirlerine karşı çıkmayı amaçlıyordu. Adı belirtilmemiş yazar, bu düşünürlerin aksine, insan toplumuna yön veren ve gelecekteki ilerleme olanaklannı belirleyen en temel ilkenin “nüfusilkesi” olduğu ve besin maddeleri ancak (1 ,2 ,3 ,4 ,5 ... gibi) aritmetik oranla artma eğilimindeyken, nüfusun denetlenmediği takdirde ( 1 ,2 ,4 , 8,


PAPAZ DOĞACILAR

129

16... gibi) geometrik bir oranla artma eğiliminde olduğunu öneren kötümser bir görüş geliştiriyordu. Nüfus artışı, uzun sürede asla besin mad­ delerindeki artışın üzerinde olamayacağından, nüfus ile geçim araçlan ara­ sındaki dengeyi sürdürmek için nüfus artışı üzerinde bazı doğal kısıtlann olması zorunluydu. Ancak, bütün bu kısıtlann sefalet ve kötülüğe indir­ genebileceği ve bu yüzden, toplumun sonsuz ilerlemesi ve Aydınlanma iy imserieri tarafmdan ortaya atılan bütün muüu senaryolar için aşılamaz bir engel oluşturduğu vurgulanıyordu. Bu tezden etkilenen Paley, Natural Theology'smin sonuna “İnsan türü­ nün her ülkede” daima, Tannsal tasanmım bir parçasını oluşturan “belli bir huzursuzluk noktasına dek ü reyeceğr uyansını ekleyecekti Bu yüzden, “nüfus doğal olarak ilerlemenin ayak izlerini takip eder.” Y ine de, “eğer ger­ çekten sözü edilebilirse, böyle sınırlamalann yalnızca hayvani ihtiyaçlan koşullayacağında” ısrar eder, çünkü ahlaki ihtiyaçlar sınırsız biçimde karşılanabilme yeteneğindedir. Paley’i böylesine etkileyen Nüfus Üzerine Deneme'mn yazan Thomas Robert Malthus’tan (1766-1834) başkası değildi. Malthus Deneme'smm ilk biçimini yazdığında otuz iki yaşında bir bölge rahibiydi. Daha sonra kla­ sik ekonomi politiğin önde gelen temsilcilerinden biri olarak sivrilecek olan Malthus hali vakti yerinde bir aileden geliyordu ve öğrenimini Cambridge Üniversitesi’nde görmüştü. Babası David Malthus, David Hume’un arka­ daşı ve Jean Jacques Rousseau taraftanydı. Malthus, nüfus üzerine dene­ mesinde savunduğu fikirleri ilk olarak İngiliz Aydınlanmacı ütopyacısı William Godwin’in görüşleri üzerine babasıyla yaptığı ocak başı soh­ betleri sırasında geliştirmişti. Taşra papazı olarak geçirdiği birkaç yılın ardından 1805 yılında, Malt­ hus, Doğu Hindistan Şirketi’nin Haileybuıy’deki kolejinde öğretim üye­ liğine getirildi. İngiltere’nin ilk ekonomi politik profesörü olarak atandığı bu görevi 1834’deki ölümüne dek sürdürecekti. Yazar olarak ününü de yal­ nızca yaşadığı sürece altı baskı yapan Nüfus İlkesi Üzerine Deneme' sinden değil, aynı zamanda tanınmış eseri Ekonomi Politiğin İlkeleri’r\Atn de kazanacaktı. Nüfus Üzerine D enem e's\ bir ekonomi politik çalışması olduğu kadar Malthus’un papaz doğacılığının da ürünüydü. Doğal teolojinin bakış açı­ sını benimseyerek, “Tanndan doğaya doğru akıl yürütme cüretinde bulun­ mayıp, doğadan çıkarak doğanın Tannsına doğru akıl yürütmemiz gerek”tiğinde ısrar eder. Üstün Varlık, “İnayetin kerim ve rahim tasanmı” yoluyla “...nüfusun yiyecekten daha hızlı büyümesini takdir eylemiştir.” F:9 / Marx'm Ekolojisi


130

MARX'IN EKOLOJİSİ

Bu, Malthus’un “kısmi bir kötülük”, ancak, geçim araçlanm sürekli sağ­ lamak için insan emeği biçiminde daha büyük bir gayret harcamayı zorunlu kıhşıyla“bunu fazlasıyla dengeleyen bir iyilik” ürettiğini savunduğu, genel bir yasadır İnsanlar arasmdaki eşitsizlik ve huzursuzluk bile, “tek tip bir refah akışının karakteri yüceltmekten çok yozlaştıracağı” düşünülürse haklılaştmlabilirdi. Bu tür güçlükler “Hıristiyan erdemlerini” uyandmrdı. Malthus’a göre, aslında, nüfus ilkesinin gösterdiği “yaradılışın yüce ere­ ğine” müdahale etmektense boyun eğmek için her türlü neden bulun­ maktaydı. Bir aileyi geçindirecek geçim araçlanndan yoksun olduğu halde evlenmeyi seçmiş yoksul bir aile reisinin “Tannmn yasalan olan doğanın y asalanmn tekrar tekrar verdikleri öğüde uymadığı için kendisini ve ailesini açhğa mahkum ettiğini; kendi emeğinin hakkıyla satın alabileceğinin dışında, toplumdan en küçük parça yiyecek talep etme hakkının bulun­ madığını öğrenmiş ohnası gerektiği”nde ısrar eder Malthus, bu tür sert öğütleri çoğu kez Tannya göndermede bulunarak destekler Bununla birlikte, her zaman için -doğal teolojiye uygun olarakişaret ettiği bu ilkelerin öncelikle doğamn yasalan olduğunu göstermeye çalışrmştır Bu yasalar, arkalannda yatan doğal sonuç alıcılık bir kez gös­ terildiğinde, “Tannmn açık emirlerinin” yani Yaraücının genel mutluluğu geliştirmek yönündeki müşfik niyetinin ifadeleri olarak yorumlanır Malt­ hus, ahlaki felsefesini, erdemin, en fazla sayıda varlığa en büyük mutluluğu bahşeden Yaratıcının sağladığı doğanın malzemelerinin devşirilmesinde yattığını öne süren Paleyci faydacılıktan alm ıştır Bu yüzden, Malthus ’un D enem e’si daha başından doğal teolojiden ahnm tş polemikçi bir niyet taşımaktadır. N e var ki, Deneme'nm akıl yürüt­ mesinin doğası -doğrudan siyasal amaçlan- sonraki baskılannda bir değişiklik geçirmiştir. Nüfus Üzerine Deneme, Malthus’un yaşadığı süre içinde (1798,1803, 1806, 1807,1817 ve 1826 yıllannda olmak üzere) alü baskı yapmışür İkinci basım yani 1803 basımı, ilk basımın neredeyse dört katı uzunluğundaydı ve birinci basımda yer alan tam bir bölüm ikinci basımdan çıkanim ıştı. Y eni bir başlık konan ve konusu da değişikliğe uğrayan ikinci basım gerçekte yeni bir kitap olmuştu. Daha sonraki basım­ larda metinde yapılan değişiklikler ise görece önem siz kalmıştır Bu nedenle 1798 basımı genel olarak nüfus üzerine Birinci Deneme olarak, 1803 ve izleyen basımlar İkinci Deneme olarak tanınmıştır Malthus’un genel düşünce yapısını anlamak için konumunun fiirmci Deneme'den İkin­ ci’sine nasıl bir değişiklik gösterdiğine bakmak zomniudur.


PAPAZ DOĞACILAR

131

Birinci Deneme Birinci Deneme'mn tam başlığı, görmüş olduğumuz gibi, An Essay on Principle o f Population as it Effects the Future Improvement o f Society; with Remarks on the Speculations Mr. Godwin, Mr. Condorcet and Other Writers idi. Başlığın işaret ettiği gibi, bu çalışma toplumun gelecekteki ilerlemesi sorunu hakkındaki bir tartışmaya yönelik bir müdahale giri­ şimiydi. Söz konusu özgün anlaşmazlık Edinburgh’lu bir rahip olan Robert W allace’in 1761 yûm dayayım iadığıV ariousProspectsofM ankind.N ature arul Providence (İnsanoğlu, Doğa ve İlahi Gücün Değişik Görünümleri) adlı çahşmasma dek izlenebilir. Wallace, daha önceki çalışmalannda insan nüfusunun denetlenmediği takdirde bir kaç onyılda bir iki katına çıkarak katlanarak artma eğiliminde olduğunu göstermişti. Söz konusu kitapta ise, eşitlikçi biçimde örgütlenmiş “mükemmel bir hükümet” yaratılmasının mümkün olmakla birlikte, bu koşullar altında “insan soyu böyle müthiş bir hızla artacağından yeryüzü sonunda aşın dolacağı ve artık üzerindekileri geçindiremez duruma geleceği” için böyle bir hükümetin geçici olacağım savunuyordu. Önünde sonunda, “dünyamızın, en çahşkan kültürün bile sayısız sakinini beslemek için gerekli olanı üretemez hale geleceği” bir zaman gelecekti. Wallace, bu yüzden, “insan soyunun yeryüzündeki koşullanna” uygun düşmeyen bir hükümetin ortaya çıkmasını da engelliyorsa, nüfus artışı üzerinde engelleyici etki yapan toplumsal kötülüklerin tercihe şayan olacağını düşünüyordu. '* W allace’m tezinin baş muhalifi, Enquiry Concerning Political Justice and its Influence on M orals and Happines (Siyasal Adaletin Ahlak ve Mut­ luluk Üzerindeki Etkisinin Araştırılması) adlı çalışmasında daha eşitlikçi bir toplum için Aydmlanmacı bir ütopya geliştiren radikal İngiliz düşünürü William Godwin (1756-1836) idi. İlk basımını 1793, İkincisini 1796 ve üçüncüsünü 1798 yılında yapan bu kitabında Godwin, mükemmel birhükümetin, önünde sonunda nüfusun baş edilemez ölçüde artışıyla sonuç­ lanacağını savunan W allace’a yanıt olarak, insan nüfusunun dahna geçim araçlanyla bir denge içinde olma eğiliminde olduğunu, bu yüzden nüfusun, “olaylann olağan seyrinde, muhtemelen hiçbir zaman, geçim olanaklannm ötesine geçecek biçimde aşın artmış olduğunun görülemeyeceğini” ileri sürmüştü. Godwin’e göre, insan toplumlannda nüfus, ücret ve servet koşullanna uygun biçimde düzenlenme eğilimindeydi. “Emeğin fiyatının büyük ölçüde düşmüş olduğu ve fazla nüfusun daha da büyük bir düşüşle tehdit ettiği yerde, erkeklerin erken evlilik ve kalabalık aile bakımından


132

MARX'IN EKOLOJİSİ

hatin sayılır bir korkunun etkisi altında olmaması imkânsızdır.” Dahası, “antik toplumlarda ve günümüzde Çin’de yapıldığı gibi, çocukları ölüme terk etmek, ya da Seylan’da uygulandığı söylenen kürtaj sanatı g ib i... ya da iki cinse tahsis edilmiş manastırlarda geçerh olduğunun varsayıldığı şekil­ de, karşı cinsleri sistematik biçimde birbirinden ayn tutmak gibi, uygulanmalanyla nüfusun denetim altında tutulabileceği değişik yöntemlerin” varhğmı gözlemiştir. Am a Godwin, “muhtemelen bütün etkisiyle işlediği görülecek olan toplumun genel duramundan kaynaklanan teşvik ve cay­ dırmalarla” bu türden uç uygulamalar ve kurumlara gerek bile kalmadan nüfusun denetlenebileceğinde ısrar eder. ” Kaldı ki, nüfusun, Godwin’in kuvvetle inandığı gibi daima geçim araçlanna uygun biçimde düzenlendiği ve daima bu araçlarla denge içinde kala­ cağı doğru olmasa bile, W allace’in işaret ettiği sorun ancak “çok uzun bir süre sonra” ortaya çıkacaktır, çünkü, “yeryüzünün yaşanabilir topraklannın dörtte üçü şu anda işlenmemiş durumdadır.” Dahası, “tanm yöntemlerinde sağlanabilecek ilerlemeler, toprağın verimlilikte sağlanacak gelişmelerle kazanabileceği çoğalma yeteneği, henüz hesaba sığdınlacak biçimde sınırlanamaz... Şu yaşadığımız dünya, güneş sistemi ve bil­ diğimiz her şey zeval bulabilir.” Godwin için, bundan dolayı bu koşullar altında akılcı olan, -yeryüzünün insanlarla aşırı dolması ya da dünyanın zeval bulması gibi uzak geleceğin hayal edilebilecek felaketlerinin çare­ lerinin zamanı gelince bulunabileceğini (ve bunlann bazılannm şu an için hayal bile edilemeyeceğini) umut ederek- insan toplumunun koşullannı iyi­ leştirmek ve eşitlikle adaleti yaymak için yapılabilecek olan her şeyin yapılmasıdır.^® Marki de Condorcet de (1743-1794), ilk kez 1794’te yayımlanan büyük eseri İnsan Zekâsının İlerlemesi İJzerine Tarihsel Bir Tablo Taslağı'nda benzer bir tutum benimsemişti. Condorcet insan soyunun geleceği üzerine düşünürken şunu sorar: Dünyadaki insan sayısının sonunda geçim araçlarım aşacağı, sonuçta mutluluğun ve nüfusun sürekli azalacağı gerçek bir gerilemenin, ya da, en iyi durumda iyiile kötü arasında salınım ın başlayacağı bir an ... gelmiş olmayacak mıdır? Bu aşamaya gelen toplumlarda, söz konusu salınım büyük ya da küçük dönemsel felaketlerin dai­ mi kaynağı olmayacak mıdır? Bu, belli bir noktanın ötesinde artık hiçbir i leriemenin mümkün olmayacağını göstennez mi?

Condorcet’in bu soruya yanıtı “Ancak insan soyunun zorunlu biçimde, şu


PAPAZ DOĞACILAR

133

an için talimin bile edemeyeceğimiz bir bilgi düzeyine eriştiği bir zamanda meydana gelebilecek bir olaym olup olmayacağını ilan etmek imkânsızdır” şeklindedir. “Akim gelişmesinin bilimle birlikte hızını sürdüreceği” ve bu sayede eğer dünyadaki geçim araçlarının “sınınna ulaşıldığı gün gelirse, bundan, insanın mutluluğu ya da sonsuz mükemmelleşme yeteneği bakı­ mından korkutucu bir sonuç çıkmayacağı” umut edilecektir. İnsanlar “henüz doğmamış olanlara karşı bir sorumluluklannm bulunduğu” bilin­ cine ulaşacaklanndan “dünyayı aptalca, yararsız ve sefil varlıklarla dol­ durmak yerine” insan nüfusunu buna göre düzenleyeceklerdir.^^ Malthus’un 1897’deki denemesi Godwin ve Condorcet’in bu iddialanna karşı çıkmaya ve nüfus ilkesinin daha eşitlikçi bir toplum yara­ tılmasına engel olduğunu göstermeye adanmıştı. Bunu yaparken, W allace’inkinden daha aşın bir konum almıştı. Wallace, nüfusun ancak zaman içinde bir bütün olarak dünyanın sımrlanyla bsıtlanacağım savun­ muşken, Malthus, nüfus ilkesinin dünyanın nihai sımrlanyla değil, geçim (yiyecek) maddelerinin daha yakm sımrlanyla ilgili olmasından ötürü, nüfus üzerindeki kısıtiamalann “güçlü ve sürekli işleyen bir kısıt” biçimini alarak “her zaman” geçerli olduğunda ısrarlıdır.M althus, Godwin gibi nüfus ile geçim araçlan arasında bir dengenin bulunduğunu kabul eder. Ne var ki, nüfusun denetlenmediğinde geometrik bir oranla artma eğiliminde olduğunu, buna karşılık, yiyecek arzının, o da en iyi durumda, ancak arit­ metik bir dizi olarak artacağını savunur. Bu koşullar altında, dikkatlerin nüfusun (küçük dalgalanmalar dışında) sınırlı geçim kaynaklarıyla denge içinde kalmasını sağlayan fiili kısıtlara yöneltilmesi gerekir. Mathus bu kısıtlann daima (kendi zamanında yaygın olarak inanıldığı gibi) doğur­ ganlığı sınırlayan evlilik öncesi rastgele cinsel ilişki, hastalık, salgınlar- ve bütün bunlar yetersiz kalırsa- kıtlığın korkunç darbesi biçimlerini alan, sefa­ let ve kötülükle birlikte yürüdüğünü iddia eder Nüfusu geçim araçlanyla dengede tutmak için bu sefalet ve kötülüklerin her zaman gerekli olma­ sından ötürü, Godwin ve Condorcet gibi yazarlann toplumun gelecekteki gelişmesine ilişkin yaptığı her türlü öngörünün gerçekleşmesi ola­ naksızdır. Malthus, daha sonra Marx’m altını çizerek alıntılayacağı bir pasajında “Bu denemenin temel tezi, yalnızca, bir mülk sahipleri sınıfıyla bir emekçiler sınıfının varlığının zorunluluğunu kanıtlamaktır” diyordu.^“* (Eleştiricileri tarafından ta başından beri kullanılmış olsa da) Malt­ hus’un kendisi düşüncelerini ortaya koyarken “aşırı nüfus” terimini kul­ lanmamıştır."’ Malthus’un geç on sekizinci yüzyıl bakış açısına göre, nüfus üzerindeki doğal kısıtlamalar öylesine etkilidir ki, dünyanın sonunda


134

MARX’IN EKOLOJİSİ

İnsan sakinlerince aşın biçimde doldurulması anlamında aşın nüius kor­ kulacak bir şey değildir. Buna karşılık, “aşın kalabalıklaşmış nüfus” sorunu ise (Godwin’in söylediği gibi) "uzak bir gelecekte” gerçekleşecek bir şey değil, yeryüzünün büyük bölümünün işlenmemiş olduğu bir zaman da dahil “her zaman” işleyen bir olgudur.“ MaIthus, Condorcet’e karşılık olarak şunlan yazmıştır: Bay Condorcet bunun [dünya nüfusunun geçim araçlannın sınınna ulaşmış oldu­ ğu bir dönemin gelişinin] son derece uzak bir çağdan önce m ümkün olmayacağım düşünür. Oysa, nüfus ile yiyeceğin doğal artışı arasında verm iş olduğum orantı bir ölçüde gerçeğe yakın ise, tam tersine, insanların sayısının geçim araçlanm [daha sonraki baskılarda bu, “kolay geçim araçlanm ” şeklinde değiştirilm iştir.] geride bırakmış olduğu dönemin çoktandır gelm iş olduğu açıkça görülür, ve bu zorunlu salımm, dönemsel sefaletin bu kalıcı nedeni, bir insanlık tarihine sahip olduğumuzdan beri varolmuştur, şu anda varolm aktadır, ve doğamızın fiziksel kuruluşunda son derece büyük bir değişiklik olmadığı takdirde de, ebediyen varol­ m aya devam edecektir.^

Malthus, eserinin 1803 baskısına da şunu eklemiştir: “Bay Godwin dışın­ daki kişiler de, gelecekte nüfusun geçim araçlanmn üzerine şimdi oldu­ ğundan daha fazla aşacağı dönemleri düşündüğümü, bu yüzden nüfiıs ilkesinden kaynaklanan kötülüklerin gerçekte varolmaktan çok tasavvurda yer aldığını hayal etmişlerdir, ama bu, argümanın tümüyle yanhş anla­ şılmasıdır.” “ Akıl yürütmesini nüfus ve üretim artışının dünyanın taşıma kapa­ sitesini aşacağına dayandırmak yerine, Malthus, gerçekte “Dünyamn üre­ timine hiçbir sınır konamayacağı, bu üretimin durmadan artınlabileceği ve her türlü belirlenmiş miktan aşabileceği”nde ısrar etmiştir.® Analizinin konusu (öğretisinin daha sonraki yommlanmn anhş olarak kabul ettiğinin aksine) böyle bir taşıma kapasitesi sorunu değil, nüfusun doğal artış ora­ nının, geçim araçlannın doğal artış oranına olan ilişkisinden ibarettir. Ve birincisi, “aşın kalabalıklaşmış” karakterine rağmen nihai olarak İkin­ cisine uymak zoranda olduğundan, bu ancak, insan nüfusu üzerinde sefalet v e kötülüklerle özdeşleşen çeşitli doğal kısıtlann varlığının yasal bir zomnIuluk olduğuna işaret eder. Malthus’a göre, yüksek nüfus artışı bir ülkenin nüfusunun gereğinden düşük olduğuna işaret ederken, görece düşük ve durgun bir nüfus artışında nüfusun geçim araçlan üzerindeki baskısına işarettir. “M odem Avrupa’nın önem li devletlerini ince­ lediğimizde” der, “bunlann çoban uluslar olduklan zamanlara göre


PAPAZ DOĞACILAR

135

nüfuslanmn son derece dikkate değer biçimde artmış olmakla birlikte, artık bu hızın yavaşladığını ve sayılannı iki katına çıkarmamn eskiden olduğu gibi yirmi beş yıl yerine, üç ya da dört yüzyıl gerektiğini görürüz.”^“ Malt­ hus’a göre, nüfusun geçim araçlannın sınmna ulaşmış bulunduğu ger­ çeğini bundan daha açık biçimde hiçbir şey gösteremezdi. Malthus, Godwin, Condorcet ve başkalan tarafından seslendirilen nüfusun temelde daima geçim araçlanyla denge içinde kaldığı yönündeki hâkim görüşü paylaşıyordu. Bununla birlikte, bu eski yazarlann (7) Eğer denetlenmezse doğal olarak geometrik oranla artma eğiliminde olan ve her yirmi beş yılda ikiye katlanan bir “aşın kalabalıklaşmış nüfus” ile, en iyi olasılıkla ancak aritmetik oranla artan geçim araçlanndaki daha sınırh artış arasındaki sürekli oransızlığı ve (2) bu koşullar altında, onun aracıhğıyla nüfusun büyümesi ile geçim araçlannın arasındaki dengenin sağlandığı düzeneği, yani, nüfus artış oranı üzerinde zorunlu kısıtlar olarak kötülük ve sefaletin varoluşunu anlamakta başansız olduklannı düşünüyordu. Fakat, Malthus’un başı, tam da tartışmaya ayırt edici katkısını oluş­ turan bu iki nokta arasındaki mantıksal tutarlıkta derde girer. İnsan nüfu­ sunun geometrik oranla artmasının olanaklıhğı hakkında asla bk kuşku bulunmamıştır. Bu konu Malthus’un denemesini yazmasından önce görgül olarak saptanmıştı. Bu yüzden, Malthus ’un nüfus ve geçim araçlanmn bek­ lenebilecek artışı hakkında getirdiği özgün katkı, tümüyle, yiyeceğin yal­ mzca aritmetik oranla artacağı kabulünden oluşuyordu. Fakat bu kabulün dayandığı temeller daha başından itibaren son derece dayanıksızdı. Mahhus, basitçe Kuzey Amerika nüfusunun yinni beş yılda iki katına çıktığını, yiyecek arzında bu süre içinde bu oranda bir artışın beklenemeyeceğini öne sürmüştü. Fakat, görünüşe göre bundan kendisinin yapmış olduğu gibi, besin maddelerindeki artışın aritmetik orandan başka türlü olamayacağını çıkarmak bir yanılgıydı. Edwin Cannan’m işaret ettiği gibi, besin mad­ delerindeki artış ancak her beş bin yılda bir iki katına çıkabilecek şekilde olsa bile, bu artışın geometrik bir oranda olduğu söylenebilir. Geçim araçlannın ancak aritmetik oranla artacağını söylemekle Malthus, ashnda, yılhk ortalama tanmsal üretime dönemsel eklemelerinin artınimasının asla mümkün olamayacağını söylemiş oluyordu.^' Gerçekte, Malthus’un akıl yürütmesi bir el çabukluğu marifeti içe­ riyordu. Geçim araçlan hakkındaki aksiyomunu, yiyeceğin ancak sabit bir miktarda artabileceği varsayımı -bu sabit miktann azami seviyesini belli bir dönemde üretilen yiyecek miktannın bütününe eşitlediğinden, daha da mantıki görünen bir önerme- üzerine kurduktan sonra, bu varsayımı artık


136

MARX'IN EKOLOJİSİ

daha fazla bir kanıtlama gerektirmeyen kesin bir olgu olarak gösterir. {K esin olgu katına yükseltilen} Bu varsayım böylece (kısıtlanm adığı tak­ dirde) katlanarak çoğalan bir nüfus artışıyla, katlanarak artması kesinlikle beklenem eyecek yiyecek arzı arasındaki aşılm az çelişkinin tem eli haline geliverir. M althus’un bizzat sunduğu görgül verinin bu aksiyom u des­ teklem ediğini söylem ek bile gereksizdir. Bu yüzden. K uzey A m erika’da iki katına ulaşan hızlı nüfus artışını çözüm lerken, bu sayıların y iy e c e k arzı­ nın da geom etrik olarak artmış olduğunu gösterdiğini kabul etm ek zorunda kalır. Bu açık çelişk iyle yüzleşm ek için (yedek m ecazından yararlanarak) yalnızca, kıta sakinlerinin sabit kaynakları kullanmakta olduğunu, bu yedeklerin zamanla tükeneceğini ve nüfus artışının yiyecek arzındaki fiili artışla uyumlu hale geleceğin i söylem ekle yetinir. A m a bunu kabul etm ek, M athus’un bizzat oluşturmaya çalıştığı konumdan çok, (bütün yeryüzü işlen in ceye dek sınırlara ulaşılm ış olm ayacağım savunan) W allace ile G odw in’e yakın birkonum almaktır.” K ısacası, Mathus, M arx’m nüfus kuramındaki tek özgün fikir olarak nitelediği şeyi, yani, aritmetik artışı destekleyecek kanıtlara sahip değildir. Kanıtlama yerine, sadece otoriter bir tarzda, bunun tarımdaki durumun her bilgili gözlem cisinin kabul etmek zorunda olduğu gerçeklere uygun düş­ tüğünü iddia etm ekle yetinir (ve bu iddia ortaya atılır atılmaz, çağın en önem li tarım otoritelerinden biri olan meslekten çiftçi, İskoç ekonom i poli­ tikçi ve tarımcısı James A nderson’ın eleştirisine uğramıştır). Gerçekten, M althus’un aritmetik artışının bir dayanağı varsa bu, kendisinin doğa hakkındaki (Carolus Linnaeus ve Paley gibi düşünürlerce tem sil edilen) bitki ve hayvan türlerinin “ g elişm esi” için ancak sınırlı bir olanağın bulun­ duğunu varsayan Darwin ö n cesi bakış açısında bulunabilir.” Daha sonraları, “toprağın azalan verimler yasası” denen şeyin yaygın biçim de M althus’un aritmetik artış mefhumunun tem eli olarak görüldüğü doğrudur. Am a, bu kuram N apolyon savaşk an dan önce -M althus’un en dişli muhaliflerinden olan Jam es A nderson’ın eserleri dışında- çekirdek haliyle de olsa ortada değildi ve M althus’un Deneme’s'mm altı basım ının hiç birinde, A nderson’m görüşleriyle ilgili belirsiz önermelerin dışında, görünmez. Büyük tutucu iktisatçı ve iktisadi düşünce tarihçisi Joseph Schum peter’in işaret ed eceğ i gib i, “Toprağın azalan verimleri ‘yasası’... M althus’un D enemesi'nde hiçbir biçim de yer alm am ıştır.” ” Söz konusu çelişkinin kısm en giderilmesi v e çözüm lem enin toprağın varsayılan azalan verim ine dayandırılm ası, ancak M althus’un ölümüne yakın yayım ladığı -A Summary View o f the Principle o f Population (Nüfus


PAPAZ DOĞACILAR

137

İlkesine Ö zet B ir B akış) adıyla tanınan- nüfus konusuyla ilgili son çalış­ masında mümkün olmuştur. A ncak, bu çalışm ada da M althus, bir kez bütün iyi topraklar işlen d iğin d e“ yiyeceğin artış oranı, artan olmaktan çok azalan bir geometrik orana benzer. Her ne olursa olsun, yıllık yiyecek artışı sürekli azalış eğilim ine sahiptir, ve birbirini izleyen her on yılın artış miktan m uhtem elen bir önceki on yılınkinden düşük olacaktır.”^’ ifadesiyle diğer uca gider. Burada, M althus’un Nüfits Üzerine Deneme'sinm, m odem toprak bili­ minin Justus von Liebig ile diğerlerinin çalışm alarıyla doğuşundan tam kırk yıl önce ortaya çıkm ış olduğunu anlamak önemlidir. Bu yüzden, büyük çağdaşı D avid Ricardo gibi Malthus da, toprağın verim liliğinin ancak çok sınırlı iyileştirm elere konu olab ileceğin i düşünüyordu. A ynı şekilde, son­ raları M arx’m L ieb ig’i izleyerek ortaya atacağı, toprağın verim sizleşm esi de bir sorun olarak görülmüyordu. M althus için, toprağın özellikleri tarihsel değişm eye tabi değildi, ama, doğanın insanlara, R icardo’nun söylem iş olduğu gibi, “tahrip edilem ez” bir armağanıydı. A ynı şekilde, ham ­ m addeler alanında da doğal sınırlar olam azdı. Tersine, M althus’a göre ham ­ maddeler yiyeceğin aksine “çok büyük miktarlarda bulunur” ve “talep ... onlan istenen miktarda sağlamakta başansızlığa uğramaz.”^'’ Bu nedenle Malthus, Deneme’sinin 1806 basımında, ince bir çar­ pıtmaya sığınm ak zom nda kaldı. Kendi d eyişiyle “ Nüfusun geometrik, yiyeceğin aritmetik oranla arttığını kanıtlamak için koca bir cilt yazm ış olduğum söylenmektedir; ama bu kesinlikle doğru değildir. Bu öner­ melerden ilkini, A m erikahlann artışıyla ilişkilendirildiği anda, İkincisini ise telaffuz edilir ed ilm ez kanıtlanm ış saym ıştım .” Çağdaşı olan e le ş­ tiricilerden biri buna şu karşılığı verm ekte gecikm edi: “Eğer bir anlam lan varsa bu sözler, geom etrik oranın ancak son derece zayıf kanıtlara daya­ nılarak kabul edilm iş, aritmetik oranın ise hiçbir kanıt olm aksızın ortaya atılm ış olduğu anlam ına gelm elidir.” ” M althus’un nüfus artışına yön elik doğal eğilim üzerindeki bütün kısıtlann kötülüğe ya da sefalete indirgenebileceği kabulü de görgül ve mantıki bakımdan eşit biçim de sorgulanmaya açıktır. M althus, -muhtemelen akıl yürütmesindeki mantıki zaafın önem ini küçültm ek niyetiyle- nüfus ü ze­ rindeki kısıtlan tanım lam ak için iki farklı şem aya baş vurmuştur. Daha tarafsız şem asında, nüfus üzerinde “ön leyici” v e “ p o z itif’ kısıtların var­ lığından sö z eder. Ö nleyici kısıtlar genellikle doğum lan azaltmak, pozitif kısıtlar ise ölüm lerin sayısını artırmak biçim inde işler. Malthus önleyici kısıtlar arasında ahlaki kaçınm ayı da ima eder, ne var ki, bunun ancak üst


138

MARX'IN EKOLOJİSİ

sınıflar açısından olanaklı olabileceği düşüncesindedir. Pozitif kısıtlar başlığı altında ise sefalet ve “elden ağıza” varoluş olarak tanımladığı zaru­ ret durumunun etkilerini göz önüne alır, pozitif kısıtlar etkisini, neredeyse bütünüyle, alt sınıflar üzerinde gösterir. Bununla birlikte, akıl yürütmesini, bu kısıtlann sırasıyla ikinci şema­ sına, yani kötülük ve sefaletten kaynaklanan (birinciler esas olarak önleyici kısıtlarla, İkinciler esas olarak pozitif kısıtlarla özdeştir) kısıtlara indir­ genebileceği şeklinde sürdürür.^* Malthus’un “kötülük” ile kesin olarak ne kast ettiğini yahut bunun ne şekilde bir önleyici kısıt oluşturduğunu söylemem iş olduğu belir­ tilmelidir, ama, evliliğe getirilen sınırlamaların “dünyanın hemen her yerin­ de yol açtığı kötülüklerin, her iki cinse içinden çıkılamaz mutsuzluklara neden olan kötülüklerin son derece açık olduğunu” söylemiştir. Dahası, (büyük kentlerin, lüksün ve “sağlıksız işletmelerin” büyümesiyle birlikte) böyle bir kötülük oluşturan “kadınlarla ilgili haince gelenekler”den söz etmiştir. Daha sonralan da Condorcet’i ahlakın cinslerin ilişkisini düzen­ lemek ve doğumlan önlemekle ilgisi bakımından “ya üremeyi önleyen ras­ gele dost hayatını ya da doğal olmayan başka bir şeyi” ima ettiği için eleştirmiştir.^“^ Malthus İkinci D enem e’sinde, “göçebe kabilelerin” Rus­ ya’da nüfus artışı üzerinde daimi bir kısıt oluşturan “ahlak dışı çapulculuk ruhu”ndan söz eder. Aynı şekilde, nüfus üzerindeki önleyici kısıtlarla özdeşleşen kötülük biçimleri olarak “kadınlarla düzensiz ilişkiler”e ve “cinsler arasında meşru olmayan birleşmeler”e de işaret eder, aynı zaman­ da “rastgele ilişkilerin çocuk doğumlannı önleyecek bir dereceye vara­ bileceğini” de ima eder.'* Bütün bunlardan, Malthus’un, Godwin tarafından açıkça ifade edildiği biçimiyle “cinsler arasındaki rastgele ilişkinin” kendi başına nüfus üzerinde önleyici bir kısıt oluşturduğuna ilişkin yaygın on sekizinci yüzyıl inancını paylaştığı sonucu çıkanlabilir. John A very’nin Condorcet ile ilgili olarak değindiği gibi, “Muhtemelen bu inanç gözlemlere dayanıyordu, çünkü, bugün önemsiz sayılan cinsel hastalıklar, Con­ dorcet’in zamanında çoğu kez kısırlıkla sonuçlanıyordu.”^' Kötülük, ölüm oranının artmasına yol açan sefalete de neden olabilirdi. Ancak, sefalete götüren kötülükler, kötü eylemlerin sonucu olan kötü­ lüklerden ayırt edilmelidir. “İnsan soyunun kötülükleri” diye akıl yürüt­ mesini sürdürür Malthus, nüfussuzlandırmanın etkin ve yeteneMi icracılarıdır. Bunlar yıkımın muazzam ordusunun öncü kuvvetleridir ve çoğu kez bu korkunç işi kendi başlarına bitirirler.


PAPAZ DOĞACILAR

139

Fakat bu yok etme savaşında onlar başarısız kalırsa, hastalık dönemleri, salgınlar, kıranlar ve veba düzenli saflar halinde yürüyüşe geçer ve binlerle, on binlerle yok eder. Başarı hâlâ tamamlanmamışsa, geriden kıtlığın kaçınılmaz devasa saldırısı gelir ve tek bir güçlü vuruşladünyanm yiyecekleriyle biriikte nüfusu yeriebir eder.'*"

Öyleyse, Malthus için “nüfussuzlandırma nedenleri” arasmda önemli olan sıradan kötülükler değil, oransız biçimde yoksullann üzerine çullanan “zaruretin, sefaletin ve sefalet korkusunun öğütücü yasasıdır”. Ve eğer, gıda darlığı ve aşırı kalabalıklaşma ile desteklenen- savaş, hastalık dönemleri, salgınlar ve kıran, bu işi görmeye yeterii olmazsa “kıtlık, doğa­ nın son ve en korkutucu silahı olacağa benzemektedir.” Pozitif kısıtlann genel olarak sefalete indirgenebileceğini tartıştığı sıra­ da Malthus, bunun yoksulluğun doğal sonucu olduğunu ve İngiltere Yoksul Yasalan örneğindeki gibi, ne yolla olursa olsun, bunu engellem eye çalış­ manın, kıtlık ve üst sınıflann yaşam koşullannın kötüleşmesi gibi, daha büyük felaketlere peşkeş çekmek olacağını savunur. “Doğanın gani­ metlerinden herkes eşit pay almaz” der, bu yüzden, “doğamızın kaçınılmaz yasalannın bazı insanların zaruret içinde kıvranmalannı gerektirdiği görül­ mektedir. Bunlar hayatın büyük piyangosunda boş çekmiş olan mutsuz kişilerdir.” ** A şın yüklenmiş bir nüfus üzerinde hayati bir kısıt olduğundan, sefalet, hem gerekli hem de kaçınılmazdır. Bunu görmeyi beceremeyen iyi niyetli ancak yanlış yönlendirilmiş kişilerin eleştirilmesi gerekir. İngiltere'de Yoksul Yasalan, “bireysel talihsizliklerin yoğunluğunu bir parça hafif­ letmiş olabilirse de ... daha geniş alanda yoksullann durumunu daha da ağırlaştırmaya eğilimli genel bir kötülük yaymıştır.” Malthus, toplumun böylelikle layık olmayan yoksullara pay vererek, daha layık durumdaki yoksullara düşen payı azalttığını iddia eder. Bu yüzden. Yoksul Yasalan uygulanmaya devam edilecekse, kötü etkilerinin azaltılması bakımından yalnızca çahşma evlerinin* bulunduğu yerlerde uygulanmalıdır.“*^ Malthus’a göre, yoksullann durumunun düzeltilmesini isteyenler, ya da, gelecekte yaşam koşullarının daha iyi olacağı bir toplumun olanaklıhğını savunanlar, kötülüğün ve sefaletin kaçınılmaz gerekliliğini yadsımaktadırlar. Erken evlilik teşvik edilirse, beklenebilecek şey, Çin’deki gibi bir tür dur­ gunluktur. Bu ülkede, toprağın, normal yıllarda çok az kişinin mutlak açlığa manız kalmasını sağlayacak biçimde -gerçi dönemsel kıtlıklar yoluyla bu *Çalışmaevleri: On dokuzuncu yüzyılda İngiltere’de zoria ve ancak yoksulların boğaz tokluğuna çalıştırıldıkları hükümete aitkuruluşlar.-ç.n.


140

MARX'IN EKOLOJİSİ

da sık sık gerçekleşir- görece eşitlikçi biçimde çok küçük parçalara aynlması yoluyla “zorlama” bir nüfus ortaya çıkmış ve nüfus artışı çocukların terk edilmesi gibi, doğal olmayan yollara baş vurularak önlenmiştir.'^ N e var ki, bu yolla sınıf konusu bir kez analize girince Malthus’un yük­ sek ve alçak denge dummlan arasında bir ayınm yaptığı ve birincisine belli bir lüks payı ayırdığı açığa çıkar, böylelikle de akıl yürütmesi “geometrik kanıt” değerini yitirir. Malthus’un akıl yürütmesinde ta başından, zen­ ginlerin ve yoksulların durumunu birbirinden bütünüyle farklı ele alan bir sınıf unsum içkindir. Bu yüzden, Malthus önleyici kısıtlar hakkmdaki tar­ tışmasında -üst similar söz konusu olduğunda- insanlann bazı ahlaki sınır­ lamalara uyabikne yeteneğinde olduğunu kabul etmiştir. Ahlaki sınırlama, İngiltere ömeğinde, çoğunlukla evlenme yaşının geciktirilmesi biçimini alıyordu. Kuşkusuz üst smıflann evlenme kalıplarında bunu destekleyen yeterli ömek vardı.'*^ Pek tabii ki, Malthus için imtiyazlı sınıflar arasında gecikmiş evlilikler, esas olarak, eşitsiz ve kararsız mülkiyet ilişkilerinin etkisinden kaynaklanıyordu, bu eşitsiz ve kararsız ilişkiler yüzünden üst sımflardan pek çok erkek evlenip bir aile kurmak için güvenli bir gelire sahip oluncaya dek beklemek zorunda kahyordu (Malthus bunlan yazdığı sırada hâlâ mütevazı bir gelire sahip bir taşra papazıydı). Ahlaki sınırlamaya yönelik bu dürtüler, mülkiyet eşitsizliği temelinde kurulmamış bir top­ lumda fazla etkili olmazdı. N e var ki, böyle bir toplumda da moral smırlamalann ortaya çıkabileceği de göz ardı edilemez. Bu yüzden, Malthus sonunda, kendisine yönelen eleştiriler karşısında bazı biçimleriyle “ahlaki sımrlamalann” (özellikle üst sınıflar arasında) gerçekten mümkün ola­ bileceğini kabul etmek zorunda kahruştı. Gerçi bu moral smırlamalan “mantıki [genellikle mülkiyetie ilgili] nedenlerle evlilikten geçici olarak ya da bütünüyle uzak durma ve bu bekârlık durumunda cinsellikten kesin biçimde kaçınma şeklinde son derece kısıtlayıcı terimlerle düşünür ve ona göre bu dar tanımlanmış ahlaki sınırlamalann etkisi “pek de güçlü değildir”."*®Ancak, bu olasılık deneme kabilinden de olsa bir k ez kabul edildi mi, Malthus’un gelecekteki ilerlemenin olanaksızlığı hakkmdaki tüm akıl yürütmesi yerle bir olur.“’

İkinci Deneme Bu nedenle, Malthus’un ahlaki sınırlamanın olabilirliğini kabul ettiği İkinci Deneme'si birincisinden çok farklı bir çalışmadır. Bunun yansıması olarak, başlık da An Essay on the Principle ofPopulation; or a View o f its Past and


PAPAZ DOĞACILAR

141

Present Effects on Human Happiness; With an Inquiry into Our Prospects Respecting the Future Removal or Mitigation o f the Evils which it Occassions (Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme; ya da, Bunun İnsan Mutluluğu Üzerinde Geçmişteki ve Şu Andaki Etkileri Hakkında Bir Görüş; Neden Olduğu Kötülüklerin Gelecekte Ortadan Kaldırılması ya da Hafifletilmesiyle İlgili Beklentilerimiz Hakkında Bir Araştırmayla Birlikte) ola­ rak değiştirilmişti. Başlıkta artık “toplumun gelecekteki ilerlemesi” sorunuyla ya da Godwin yahut Condorcet ile ilgili bir gönderme yoktu. İkin­ ci Deneme'nm esas itici gücü, İngiltere Yoksul Yasalan’na yönelik bir sal­ dırıydı, bu konu, Birinci Deneme'de ancak ikincil bir rol oynamıştı. Büyük Malthus uzmanı {Deneme'mn karşılaştırmalı basımının edi­ törü) Patricia James’e göre, Malthus’un çahşmalan arasında “Çağdaş düşünce üzerinde en büyük etki yapan 1803 denemesidir [yani İkinci Deneme'nın ilk basımıdır].”^“ Bu etki muhtemelen, bu eserde yoksullara yönel­ tilen salduımn sertliğinden kaynaklanır. Malthus, Önsöz’de “ilk denemedeki çok ağır sonuçlann bazılannı hafifletmeye çalıştığını” söylem iş olmasma rağmen, bu yumuşatma esas olarak (üst sınıflar için geçerli olmak üzere) bir ahlaki sınıriama olasılığını kabul etmesinden ibarettir. Bu tür ahlaki sınır­ lamalar için yetenekli olmadığına inandığı yoksullarla ilgili görüşleri birin­ ci denemeye göre daha da sertleşmiştir. En kötü ünlü ibareleri de yine bu 1803 basımında yer almıştır. Örneğin, “Gayri meşru çocuklarla ilgili ola­ rak, gerekli özen gösterildikten sonra, bunlann kilise tahsisatından hak iddia etmesine hiçbir biçimde izin verilmemelidir...Kıyaslamayla konuşursak, küçük çocuklann toplum açısından hiçbir değeri yoktur, çünkü yerlerini anında başkalan doldurabilir.” diyordu.^' Aynı duygusuz edayla şunlan da yazmıştı: Çoktan sahiplenilmiş bir dünyaya doğan kişi, eğer anne babasından adil biçimde talep edebileceği geçim araçları almamışsa ve toplum da emeğini istemiyorsa, en ufak miktarda yiyecek üzerinde hak iddia edemez, ashnda burada işi yoktur. Doğa­ nın zengin şöleninde onun için boş yer yoktur. Doğa ona gitmesini em reder ve eğer konuklardan bazılannın şefkatinden yararlanamazsa, bu emrini çabucak yerine getirir. Eğer böyle konuklar kalkar da ona sofrada yer açarlarsa, aynı lütuftan yarar­ lanmak isteyen başka davetsiz konuklar derhal üşüşür... Yemeğin düzen ve uyu­ m u bozulur ve o zam ana dek hâkim olan bolluğun yerini dariık alır... Konuklar, tüm konuklarmm bol bol yemesini arzulayan ve sonsuz sayıda gelen olursa isteklerini karşılam anın olanaksız olacağını çok iyi bilen şölenin muhteşem sahibesinin, masası çoktan dolm uşken, yeni gelenlere karşı insani nedenlerle koyduğu katı yasaklara karşı çıkm anın yanlışlığını çok geç öğrenirler. "


142

MARX’IN EKOLOJİSİ

Bu kötü ünlü pasaj ve ondan önce aktarılanı, Deneme'ran sonraki baskılanndan çıkanimıştır. Ancak, yansıttıklan temel fikir -yani yoksullann en ufak bir yaniim hak etmediği, ve onlan (doğal teolojinin doğa anlayışını tem­ sil eden) “sahibesinin” dileğine aykm biçimde “zengin şölene” davet etmeye yönelik her girişimin yalnızca dertlere yol açacağı görüşü- bütün basımlan boyunca.İkinci Deneme’nin ana fikri olarak kalmıştır. Şeylerin doğası gereği diyordu Malthus, “Daha çok sayıda çocuklanm yetişkinliğe ulaştırmaya muktedir kılmaksızın, hiçbir biçimde yoksullara yardım edemeyiz.”” Malthus’un dar papaz değer yargılan en açık biçimiyle kadınlara yöne­ lik aynmcılıkla ilgi görüşlerinde görülür. “Erkeklerin neredeyse hiçbir yaptmm la karşılaşmaksızın işledikleri bir rezaleti [özellikle gayri meşru bir çocukla sonuçlandıysa evlilik dışında “erdenliğin bozulması”] işledikleri için toplumun dışına itilen” kadınlara uygulanan çifte standardı, “topluma karşı ciddi bir uygunsuzluğun sık sık yinelenmesini önlemenin en kesin ve etkili yöntemi” olduğu gerekçesiyle haklılaştırmaya çah şır^ Malthus, İngiltere Yoksul Yasalanna saldırırken, nüfus arüşının, yiye­ cek maddelerindeki artışın sımrlanyla belirlenmesinin kesin olmakla bir­ likte, toplumlann ya Çin’deki gibi nüfusun gerçekte herkesin açlık sınınnda bir varoluşa “zorlandığı” Çin’deki gibi, görece eşitlikçi koşullarda bir alçak dengede, ya da İngiltere’deki gibi yüksek bir dengede varlığım sür­ dürebileceğini belirtir. İngiltere’deki yüksek dengede, aristokratlar, ku- zen­ ginleri ve orta sınıflar doğamn “zehgm şöleni”nin tadım çıkarabihnektedirler, yoksullar bu şölenin dışında kalsa bile, nüfus üzerindeki kısıtlar, nüfusu ve çocuklann ölüme terk edilmesi gibi uygulamalan düşük düzeyde tut­ maktadır Malthus’un (İngiltere oligarşisine aşılanmasına da yardımcı olduğu) en büyük korkusu, eşitlikçi fikirlerin yayılmasımn eşlik ettiği sürekli nüfus artışının sonucunda “toplumun orta sınıflannın... yoksullarla kanşabilecek” olm asıydı.“ Kırsal yoksulluk sorununun çözümü ise basitçe yoksullan topraktan sür­ mek ve proleterlere dönüştürmekti. Bu yüzden Malthus, İrlanda’daki kıtlık ve yoksullukla ilgili olarak 1817 Ağustosu’nda Ricardo’ya yazdığı mek­ tupta, çarenin yoksullara yardım göndermekte değil, köylülerin mülksüzleştirilm esinde olduğunu savunmuştur: “İrlanda’nın topraklan İngiltere’ye göre karşılaştınlamayacak ölçüde kalabalıktır; bu yüzden ülkenin doğal kaynaklanndan tam anlamıyla yararlanabilmek için nüfusun büyük bölümünün topraktan uzaklaştınlıp sanayi ve ticaret kentlerine gön­ derilmesi gerekir.”** Malthus, Malthusçuluğun zaferi olarak değerlendirilen Yeni Yoksul


PAPAZ DOĞACILAR

143

Yasası’nın parlamentoda onaylandığı 1834 yılında öldü.Budüzenleme,yok­ sulların ve işçilerin Yoksullar Yasası’mn yardımından yararlanmaktansa, işyerlerinde sömürülmeyi, hatta, yavaş yavaş açlıktan ölmeyi tercih etme­ lerini hedefliyordu. Bu yasamn ardındaki düşünce, Marx’m 1844’te Malt­ hus’un Deneme’sine ilişkin gözlemlediği gibi, “Yardımseverliğin ... başlı başına toplumsal kötülükleri beslediği” idi. “Eskiden yardımseverliğin yeteraz/iği/K atfedilen” sefaletin kaynağı o\?n2k “ 2ıiiik, yardımseverliğin Ofgörülüyordu.” Bu nedenle, İngiliz işçi sınıfı radikallerinin en büyük düşman olarak Malthusçuluğu görmeleri şaşırtıcı değildir. İngiliz işçi sınıfı adına dövü­ şen WiUiam Cobbett, 1819 yihnda Malthus’u, sınıf tahakkümü ve kurulu Protestan kihsesinin dar kafalı ahlakçılığından ötürü suçlayan “Papaz!” başlıklı bir bildiri yayımlamıştı. Cobbet, bu bildiride şu ifadeleri kul­ lanmıştı: “Hayatım boyunca pek çok insandan tiksindim, ama hiçbirinden senin kadar d eğil... Seni uygun biçimde tanımlamaya hiçbir kelime bileşimi yetmez, onun için, sana, böyle bir karaktere en çok uyan tek bir kelimeyle, diğer anlamlan yanı sıra sımaşık Hacı-ağa anlamını da içeren Papaz hita­ bıyla sesleneceğim.”’* Malthus’un akıl yürütmesinin kaü imalanndan biri de, verili bir zaman­ da işçilerin yaşaması için gerekli geçim araçlan sınırlı olduğundan, ücret­ lerde genel bir artışın tek sonucunun, yalnızca bu sınırlı geçim araçlannın fiyatlanmn yükselmesi olacağı, hiçbir biçimde işçilerin yaşamak için gere­ ken şeylerden daha büyük bir pay almasını sağlayamayacağı da vardı.’* Böylelikle, -daha incelikli versiyonlan “ücret fonu öğretisi” olarak bilinenbu yanhş öğreti, sendika gibi kuramlarla işçilerin genel koşullannm düzel­ tilmesinin olanaksız olduğunu savunmak amacıyla kullanılıyordu.*“ Ashnda, Cobbet ve işçi sınıfı radikallerinin Malthus’a yönelik nef­ retlerinin bir nedeni de, görüşlerinin, yalmzca John Stuart Mill gibi orta sınıf reformculannın değil, Francis Place gibi işçi sınıfı düşünürieri ve eylemcileri üzerinde bile etkili olacak bir kandmcıhğa sahip olmasıydı. Malthusgil ücret fonu kuramını benimseyen Place için, doğum kontrolü işçiler için sınıf örgütlenmelerinin yerini tutacak bir kurumdu, hatalı bir biçimde, doğum kontrolünün sermayenin değil işçi sınıfının çıkanna oldu­ ğuna inanıyordu. Bu yüzden, Malthusgil ideoloji, daha başlangıcından iti­ baren, sermayeye yönelik işçi sınıfı muhalefetini örgütsüzleştirmeye hizmet etmişti.*' Hâkim çıkarlar için sunduğu bu hizmetten ötürü, Joseph Schumpeter’in dediği gibi, “Malthus’un öğretisi, 1803 yılına dek savunulamaz ve değersiz


144

MARX'IN EKOLOJİSİ

görülmesi gerekirken ve bir anlamda da öyle olmuşken, iktisadi ortodoksinin içine sağlamca yerleşti ve onu bu şekilde kabul etmek için yeni nedenler de hızla olgunlaşıyordu:” Schumpeter, ahlaki sınırlamayı kabul etmekle, Malthus’un, “silahlannı yitirdikten sonra düzenli bir geri çekilişe” baş vurmak dışında, kuramına pek fazla bir şey kazandırmış olmadığını da ekler“

T h o m a s C h alm ers ve B rid g e w a te r T e zle ri Malthus’un ilk şakirtleri arasında en önemlisi İskoç dinadamı ve doğal teo­ logu Thomas Chalmers (1780-1847) idi.“ Chalmers, Mathusgil bir ekonomi politikçi olmaktan başka, Edinburgh Üniversitesi’nde bir ilahiyat pro­ fesörü, bir bölge papazı, etkili bir vaiz ve Kurumsal İskoçya Kilisesi içinde bir reform önderiydi. Zamanla, bu kilise içinden 1843 yılında Özgür İskoç K ilisesi’nin doğmasıyla sonuçlanan ayrılıkta aynlıkçı partinin lideri olarak sivrilecekti. Chalmers, asıl ününü ise On the Power, Wisdom and Goodness o f G od as Manifested in the Adaptation o f External Nature to the M oral and Intellectual Constitution o f Man (1834) başlıklı kitabıyla kazanmıştır. Bu çalışma, Bridgewater Kontu’nun vasiyetiyle yayımlanan ve Darwin’in Tür­ lerin KökenVm yazmasından hemen birkaç onyıl önceki materyalist ve evrimci sapkınlıklara karşı doğal teolojiyi savunma yönündeki en büyük ve iyi örgütlenmiş girişimi oluşturan sekiz \^ \ü m \û k Bridgewater Tezleri’nia ilkini oluşturacaktı. Düşünce tarihçisi Robert Young’ın göstermiş olduğu gibi, “Paley’in “doğal teoloji kavrayışının bu büyüyen bilimsel aynntılar çağında artık savunulamazhğı gösterilmiş ve sonunda, bu kavrayış, bütün bilim dallannın bilgilerini birikimli diziler şeklinde teker iefer Tannnın bil­ geliğinin, iyiliğinin ve merhametinin kamtlan olarak sıralayan Bridgewater Tezleri’nde reductio in absürdüm (saçmaya indirgenerek) çökmüştür”*^ Chalmers tezine materyalizm ve ateizme saldırarak başlar. Ona göre. Ateist yazarlann eğilimi, yalmzca m addenin yasalan üzerine düşünmek ve onun ardmdaki düzeni gözden kaçımıaktır. Astronom ik sistemin bütün güzellikleri ve yararları bir tek çekim yasasına atfedilebilir mi, bu, akıl yürütmeyi büyük ölçüde bir tasarlayıcı nedene indirgerdi... Maddenin, kendisini pek çok yara.h sonuca hizmet ettirecek böyle bir güçle donanmış olduğunu söyleyeceksek Tann argümaıunın en güçlü ve karşı çıkılamaz parçasını m uhafaza ederiz. Maddeye, güçlerinin doğru yöne yönelmesini ve yararlı sonuçlarını ortaya koymasım sağlayan bazı parçalar bahşedilmiş olduğunu söylemek çok daha uygun ve ikna edici olacakîır.


PAPAZ DOĞACILAR

145

Chalmers’ın görüşünce, Maddenin “bu kaosunun evrimini” meydana getiren v e onu “doğru niteliklerle” donatan, doğada aşikâr olan tannsal akıldır. Bu akıl yürütmeyi geliştirmekte, saat ustası Tann, planateryumla karşılaştınidığmda gözün m ükem melliği vb. bütün Paleyci örneklerden yararlanmıştır.^ Chalmers için ’Tannsallığın imzası” yalnız dış dünyada değil, ahlaki ve entelektüel hayatta ve özellikle ekonomide de aşikârdır; “Eğer üstün bir bilgelik ve despotik bir iktidara sahip olan bir yasa koyucunun insan top­ lumunun refah ve konforunu artırmak için en mükemmel planı uygu­ lamasına izin verilseydi, bütün dünyada böylesine geçerli olan mevcut mülkiyet ilişkilerinden daha etkin bir şey ortaya koyamazdı.” Chalmers’a göre, ticaret dünyası ve piyasa “insan toplumunun harekete geçirici makinalanndan biri” ve “kendisini tasarlayan ve ortaya koyan aklın” belirtisiydi. Kendi çıkan peşinde koşma yoluyla piyasa aracılığıyla genel iyiliği yayan Smithgil görünmez elin de “daha yüksek bu- eyleyicinin” işareti olduğunda ısrarhydı. Benzer biçimde, Tann’nın insanlann içine. Yoksullar Yasası gibi doğal olmayan insani müdahalelere karşı koyan, güçlü bir “mülkiyet duy­ gusu” aşılamış olduğuna inanıyordu.*’ Belki de başka hiçbir ekonomi politikçi, piyasanın “kendi kendine düzen verici” karakterini ve onu her türlü dış düzenlemelerden masum tut­ mak gerektiğini Chalmers kadar vurgulamamıştır. Ona göre, “sermaye tam da Tannmn önceleyen ahlaki ve zihinsel düzenlemeleri sayesinde- dai­ ma, kendi başına ve olabilecek en iyi tarzda ülke koşullanna uyar -bu yüz­ den insan bilgeliğinden kaynaklanan hertüriü ekonomik düzenleme haksız ve gereksizdir.” Aslında, “Ticaretin son derece garip düzeneğinde... eğer herhangi bir şey adil bir Tannsallığın elini gösterirse, bu, hareketinin bütü­ nüne verilen sağlıklı itkidedir.”“ Öyleyse bu adalet temelinde Yoksul Yasalanna saldınlabilir ve Malthusgil nüfus öğretisi savunulabilir: Bay Malthus tarafından ortaya konduğu biçimiyle modem nüfus öğretisi zayıf ve sınırlı duygusallara ne derili sevimsiz görünürse görünsün, gerçek, diğerleriyle kar­ şılaştırıldığında insanlığın dünyevi beklentilerine en parlak ışığı bu öğretinin tut­ tuğudur- ve bu, kendisine karşı koparılan bütün bu çirkin ancak dayanıklı yaygaraya rağmen böyledir. Bu, dünyanm içinde yaşadığımız dışsal doğası ile bu dünyanın baş sakini olan insanın ahlaki doğası arasında tam bir uyum örneğidir.®

Chalmers, daha sonraki çalışması On Political Economy in Connexion with the Moral State and the M oral Prospects o f Society’de (Toplumun F:10 / Marx'm Ekolojisi


146

MARX'IN EKOLOJİSİ

Ahlaki Gelişimi ve Devlet Ahlakının Siyasal Ekonomiyle Bağlantısı1853) Malthusçu terimlerle, Hıristiyan ekonomi politiğin baş amacının, bütün Yoksul Yasalarının ve devlet yardımlanmn kaldınlması yoluyla “yoksulculuğun yok edilmesi” olduğunu bıkıp usanmaksızm tekrarlar. İddi­ asına göre, yoksullara yönelik toplumsal yardım sistemleri toprak rantlanna, bu yolla da toprağın işlenmesine zarar verdiğinden. Doğa yasalanmn açık ihlallerini temsil ederler ve ihlaller, toprağa “kendisini terk edenlere” refah ve yiyecek üretmeyi reddetmesini emreden “Göksel bir hük­ mü” davet eder.™ Chalmers, Malthusgil ekonomi politiği savunmakla kalmayıp, (Dar­ win’in yakın dostu ve a b l hocası) Charles Lyell’m geliştirdiği tek biçimci jeolojiye de, Tannmn rolünü dışlayıp, yıkımcıhğın ve art arda gelen yaratımlann önemini küçümseyerek, jeolojik değişmeleri “bayağı doğa yasalanna” bağladığı gerekçesiyle saldırmıştır.’ ‘ Chahners’da doğal teoloji, zarafetten yoksun bir biçimde de olsa- mevcut toplumsal ve düzeninin savu­ nusuyla mükemmel şekilde birleştirilmiştir. Papaz doğacılan yalmzca işçi sınıfına değil, aynı zamanda insanı doğayla bütünleştirmeyi amaçlayan her türlü görüşe karşı da böylesine güçlü bir tehdit kılan şey, Hıristiyan doğal teolojisinin -Paley, Malthus ve Chahners’da cisimlenen ekonomi politikle evliliğiydi. Bu yüzden, bu görüşlere yönelik radikal eleştiri Marx ve Engels’in materyalist tarih kavrayışlannda, daha başından itibaren can ahcı bir rol oynayacaktı.


3. Papaz Doğacılar N otlar 1. C harles D a rw in , Autobiography (N ew York: H a rc o u rt & Brace, 1958), 59. 2. A .g.e., 87; C h arles C o u lto n G illespie, Genesis and Geology (C am bridge, Mass.: H a rv a rd U n iv e rsity Press, 1996) 219; A tonello La V ergata, "Im ages o f D a r­ w in " D avid K o h n ed. The Darwinian Heritage (Princetorv N.J.: P rinceton U n i­ versity P ress, 1985), 945; S tep h en Jay G o u ld , Leanordo's M ountain o f Clams and the Diet o f Worms (N ew York: C ro w n P ublishers, 1998), 296. 3. D arvnn,Autobiography,56-58. 4. T h o m as M althus, A n Essay on the Principle o f Population and A Summ ary View o f the Principle o f Population (H a rm o n d sw o rth : P e n g u in Books, 1970), 205. B u n ­ d a n so n ra y a p ıla ca k b ü tü n a im tıla rd a b u d e n e m e d e n First Essay (ya d a Birinci Deneme) o lara k söz edilecektir. 5. F ra n d s Bacon, Phibsophical Works (Freeport, N.Y.: Books for L ibraries Press, 1905), 91,456,471-72. 6. L oren Eisely, Darwin's Century (N ew York: D obleday, 1958), 14-15; John C. G re­ ene, The Death o f Adam (A m es, Iow a: Iow a State U n iv ersity Press, 1959), 1-3. 7. John Ray, The W isdom o f God Manifested in the Works o f Creation (L ondra: Ben­ ja m in W alford, 1699), 35-39,41,49; G reene, The Death o f Adam, 8-10. 8. Ray, The Wisdom o f God, 53,81,116,257,425. 9. G reene, The Death o f Adam, 5. 10. W illiam Paley, Natural T ^ o lo g y (L ondra: R. F aulder, 1803), 9. 11. A.g.e., 344. S te p h en Jay G ould, P a ley 'in "g ö rü n m e z el" m ecazına A d a m S m ith 'in k iy le k a rşıla ştın rk e n "b u iki k u lla n ım ın ta b a n ta b a n a z ıt o ld u ­ ğ u n u " sa v u n u r. "P a le y 'in g ö rü n m e z eli T a n n n ın (bu ö rnekte, d o ğ ru d a n b ir itişle d e ğ il k u ş u n iç g ü d ü s ü y le d o lay lı o la ra k işley en ) n iy etid ir. S m ith 'in g ö rü n m e z eli ise, a slın d a v a ro lm ay a n b ir jrüksek g ü ç izlenimid&r." G ould, Eight Little Piggies (N e w York: W .W , N o rto n , 1993), 150-151. B ununla birlikte, G o u ld 'u n aksine, b u iki k u lla n ım d a da, b irin d e piy asa, d iğ e rin d e ta n n o lm ak ü z e re h â k im b u rju v a g ö rü ş ü n ü n k arşılıklı o la ra k y e n id e n d a y atılm ası y ö n ü n d e o rta k b ir a n la m ın b u lu n d u ğ u söylenebilir. S m ith 'in p erspektifi, d ış g ö rü n ü m ü n d e erek b ilim sel o lm a m ak la birlikte, p a z a n şeyleştirm eye v e nered ey se in a y e tte n k a y n a k la n a n b ir m ü k em m ellik le d o n a tm a y a eği­ lim lidir. Bir P ro te sta n p a p a z ı o la n M a lth u s 'u n o n d o k u z u n c u y ü z y ıl İngiliz to p lu m u n u n acım asız d in anlay ışın ı o ld u ğ u k a d a r, o n d a n h iç d e d a h a a z a a m asız o lm a y a n ekononni p o litiğ i d e k e n d i ş a h s ın d a sim g eleştirm esi te s a d ü f değildir. O n u n e se rin d e b u iki g ö rü n m e z elin h er ikisi d e -S n u th ve P a ley 'in çifte erekbilim i- e şit d e rec ed e tem sil edilir. 12. Bak. D.L. L eM ahieu, The M ind o f William Paley, (Lincoln: U niversity of N eb­ raska Press, 1976), 177-81. 13. W illiam P aley, The Principles o f M oral and Political Philosophy (N ew York: H a r­ p e r & B rothers, 1867), 36-38,44. 14. A.g.e., 99-103,278. 15. Paley, Natural Theology, 539-42.


148

MARX'IN EKOLOJİSİ

16. M althus, First Essay, 201-12; aym yazar. A n Essay on the Principle o f Population; or A View o f its Past and Present Effects on Hum an Happiness; W ith an Inquiry into O ur Prospects Respecting the Future Removal or Mitigation o f the Evils which it Occasions (C am bridge: C a m b rid g e U niversity Press, 1989), c .2 ,140-141. (Bun­ d a n b öyle Second Essay o la ra k anılacaktır). 17. M althus, Second Essay, c.2, 101-5; L eshe S tephen, The English Utilitarians (L ondra: D uckwforth, 1900) c.2,156. 18. R obert W allace, Various Prospects o f M ankind, Nature and Providence (L ondra: A M illar, 1761), 107,114-17,125. 19. W illiam G o d w in , Enquiry Concerning Political Justice and its Influence on Morals andHappiness (Toronto: U n iv ersity of T oronto Press, 1946), c.2,515-18. 20. A.g.e., 518. 21. C ondorcet, Jean-A ntoine-N icholas C aritat, M a rq u is de. Sketch fo r a Historical Picture o f Progress oftheH um an M ind (N ew York: N o o n d a y Press, 1955), 188. 22. A.g.e., 188-89. 23. M althus, FirsfEssfli/, 71. 24. A .g.e., 177; K arl M arx v e F ried rich Engels, Historisch-Kritische Gesamtausgabe {M EGA), p a r t 4, c.9 (Berlin: D ietz V erlag, 1991), 229. 25. M althus, y e ry ü z ü n ü n m o d e m a n la m ın d a a ş ın n ü fu sla n m a sın d a n söz e tm e k te n k açınm akta, h a tta , e se rin d e fa rk ın d a olm ak sızın in sa n n ü fu s u n u n geçim a ra ç la n m aştığı izle n im in i vereb ilecek az sa y ıd ak i pasajı so n rak i b a sım la rd a geçim a ra ç la n ifad e sin i "k o lay geçim a ra ç la n " şe k lin d e d ü z e l­ tecek biçim de, so n d erece tu ta rlıd ır. Bak. E d w in C arm an, A H isto ry o f Theories o f Production and Distribution in English Political Economy from 1776 to 1848 (N ew York: A u g u stu s M. K elley, 1917), 108. 26. M althus, First Essay, 120,134. 27. A.g.e., 124. 28. M althus, Second Essay, c .l, 329. 29. M althus, First Essay, 76. 30. A.g.e., 89. 31. Carmiai, A History o f Tlwories, 112. 32. M althus, First Essay, 106. 33. A.g.e., 129; Second Essay, c .l, 312-13; Eisley, Darwin's Century, 312. 34. Joseph S chum peter, History o f the Economic Analysis (N e w York; O x fo rd U n i­ versity Press, 1954), 581. 35. M althus, First Essay, 239. 36. T hom as R obert M althus, Pamphlets (N ew York: A u g u s tu s M. Kelley, 1970), 185; D av id R icardo, Principles o f Political Economy and Taxation (C am bridge: C a m b rid g e U n iv ersity Press, 1951) 67; M althus, First Essay, 100. 37. M althus, Second Essay, c.2, 212; P ie rcy R avenstone, a k ta ra n K enneth Sm ith, The Malthusian Controversy (L ondra: R o u tled g e & K eg an Paul, 1951) 224. 38. M althus, First Essay, 89,98. 39. A.g.e., 81,92,103,124. 40. M althus, Second Essay, c .l, 17-19,81; c .2 ,97. 41. G odw in, Enquiry Concerning Political Justice, c.2, 517; John A very, Progress, Poverty and Population: Re-reading Condorcet, Godwin and M althus (Londra: F ra n k C a ss,1 9 9 7 ),ll.


PA PA Z DOĞACILAR

149

42. M althus,fîV stE ssi^, 118-19. 43. A.g.e., 118,133. 44. A.g.e., 134,143. 45. A.g.e., 94,97,102. 46.A .g.e.,115. 47. Bak. A lan M acfarlane, Marriage and Love in England: Modes o f Reproduction I300-1840(O xford:B lackw elI, 1986). 48. T h o m as R obert M althus, Occasional Papers (N e w York: B urt 6 Franklin, 1963), 139 49. C arm an, History ofTheories, 104,113. 50. Patricia Jam es, Second Essay's Ö nsöz, c .l, ix-xv. 51. M althus, SecondEssay, c .2 ,141. 52. A.g.e., c .2 ,127-28. 53.A .g.e.,c.2,192. 54. M althus, First Essay, 142. 55. M althus, Pamphlets, 18. 56. M a lth u s 'd a n R icardo'ya, 17 A ğ u sto s 1817, D a v id R icardo, Works and Cor­ respondence (C am bridge: C a m b rid g e U niversity Press, 1952), c .7 ,175. 57. Karl M arx, Early W rintings (N e w York: V intage, 194), 408-9. 58. Cobbet, a k ta ra n Sm ith, The M althusian Controversery, 120. 59. M althus, First Essay, 183-84. 60. Ü cret fo n u k u ra m ı h a k k ın d a bak. M aurice D obb, Theories o f Value and Dist­ ribution since Adam Sm ith (C am bridge: C a m b rid g e U niversity Press, 1973), 131-34. 61. Place gibi re fo rm c u la rın b ir y a n d a n se n d ik a ö rg ü tle n m esin i s a v u n u rk e n bir y a n d a n d a M a lth u s 'u n ü c re t fonu k u ra m ın a b a ğ h o lm ası o lg u su n d a ilk b aşta d ü şü n d ü re b ile c e ğ i k a d a r çelişki y o k tu r. Place, s e n d ik a la n n am acın ı ü c ret eşitliğini sa ğ la m a k la sınırlı g ö rü y o rd u . G enel ü c re tle r d ü z e y i (n ü fu su n geçim a ra ç la n y la ilişkisi y ü z ü n d e n ) a rtın la m a z d ı, ancak, işçi sın ıfın ın bazı k esim leri ü c re t eşitsizliğ i y ü z ü n d e n sınıfın geri k a la n ın ın z a ra rın a aşırı çıkarlar sağ lay ab ilird i. P lace’e göre, işçi sınıfı genel o la ra k d u r u m u n u iy i­ leştirm ek için d o ğ u m k o n tro lü u y g u lam a lı ve böylece n ü fu s u n g eçim araç­ ları ü z e rin d e k i b a sk ısın ı a z a ltm alıy d ı. Bu tü r M altu sg il g ö rü şle rin işçi sınıfı rad ik alleri a ra sın d a d izg in siz b ir öfke u y a n d ırd ığ ın ı sö y le m e k g ereksizdir. Bak. E.P. T h o m p so n , M aking o f the English Working Class (N e w York: V intage, 1963) 769-79; P e d ro S chw artz, The N ew Political Economy ofJ.S. M ill (L ondra: L ondon School o f E konom i cs a n d Political Science, 1968), 28,74,245-56. 62. Schum peter, H istory o f Economic Analysis 580-81. 63. M a lth u s 'u n D enem e'sm in W illiam Paley, W illiam P itt ve D avid R icardo gibi çağdaşı o la n ü n lü k işilik ler ü z e rin d e y a rattığ ı e tk id e n son d e rec e g u r u r d u y ­ d u ğ u çok iyi bilinir. B u n u n la birlikte, n ü fu s k u ra m ın ın , d o ğ a l teoloji ve eko­ no m i p o litik a ra sın d a k i gerekli bağı k u ra ra k b ü tü n olası so n u ç ların ı o rtay a koyacak e n önem li şakirdi T h o m a s C h a lm e r idi. 64 .R obert Y oung, "T he H isto rio g rap h ic and Ideological C ontexts of the N ine­ teen th C e n tu ry D eb ate o n M an 's Place in N a tu re," M ikulas Teich ve R obert Y oung ed. Changing Perspectives in the History of Science: Essays in Honour o f Joseph Needham (L ondra: H e in em an n , 1973) içinde, 373.


150

MARX'IN EKOLOJİSİ

65. T h o m a s C halm ers, On the Power, Wisdom and Goodnes o f God as M anifested in the Adaptation o f External Nature to the Moral and Intellectual Constitution o f M an (L ondra: W ilUam Pickering, 1834), c.l, 17-21. 66.A .g.e.,c.l,15,24,64-65. 67. A .g.e., C .1 , 2 1 ,252; c. 2,7,34-35. 68. A .g.e.,c.2,45-47. 69.A .g.e.,c.2,49. 70. T h o m as C halm ers, O n Political Economy in Connexion w ith the M oral State and Moral Prospects o f Society (G lasgow : W illiam coUins, 1853), c .2 ,338. C halm ers, M a lth u s 'u n ru h u n a u y g im biçim de, y o k su llu ğ u karşı k a m u y a rd ım ın m y e rin e kilise m erkezli b ir y a rd m ı siste n ü ko n m asm ı sa v tın m u ş v e G lasg o w 'd a b u n la rd a n b ir ta n e k u ru lm a sm a y a rd m ı etm işti. 71. C halm ers, O n the Power, 28-29; a y n c a b a k . GiUispie, Genesis and Geology, 210­ 16.


4. B ölüm

M A T E R Y A L İS T TARİH K A V R A YIŞI

Marx, K a p ita l'â t “Özgün ve zeki bir yazar olan Venedikli keşiş Ortes dışında, nüfus kuramcılannın çoğu Protestan din adamlarıdır” diye yazmıştı. “...Bu konunun daha düşük rütbeli kalemşörlerini bir yana bırakırsak... Papaz Wallace, Papaz Townsend, Papaz Malthus ve çömezi Başpapaz Thomas Ghalmers... ‘Nüfus ilkesi’nin [Ekonomi Politiğe] giri­ şiyle Protestan papazlannm saati gelm iş oldu.”' Malthus’a 1819’da ''Papaz' hakaretini yöneten William Cobbett gibi, Marx da, ekonomi poli­ tiği herkesten önce Malthus’un temsil ettiği doğal teolojinin, inayet fikri­ nin ve dar, papazca ahlakçılığın istila etmesinin kararlı bir muarızıydı. Malthus’un ve onun eserinin sim gelediği, nüfusun toprakla ilişkisi kavrayışınm eleştirisi 1844’ten ölüm yıh 1883’e dek, M arx’m ekonomi poli­ tiğinin merkezi konulanndan biri olmuştu. Aslında, topluma benzersiz bir yaklaşım olarak tarihsel materyalizmin doğuşu, kısmen bu çerçeveden görülebilir. Toprakla ilgili olarak Malthus’un, sanayi ile ilgili olarak da Pierre Joseph Proudhcn’un eleştirisi, -Feuerbach’ın tasarlayıcı mater­ yalizminden kopuşla birlikte- Marx’in materyalist tarih anlayışının ve materyalist doğa anlayışının gelişim inde belirleyici konaklar olmuştur.


152

MARX'IN EKOLOJİSİ

Malthus Eleştirisi ve Tarihsel Materyalizmin Kökenleri Malthusçuluğun Marksist eleştirisinin başlangıcı Engels’in “Ekonomi Politiğin Eleştirisi D enem esi”dir. Marx ile Engels ilk olarak, Marx’m Rheinische Zeitung’un yayın yönetmenliğini yürüttüğü 1842 yılında, K öln ’de tanışmışlardı. Bir Alman tekstil fabrikatörünün oğlu olan Engels, Manchester’da, babasının ortağı olduğu büyük bir pamuk dokuma firması olan Ermen ve Engels’de işe başlamak üzere İngiltere yolundaydı. Tarihsel materyalizmin iki kumcusunun bu ilk karşılaşması, - Genç Hegelciler hareketinin iç çatışmalarından kaynaklanan- soğuk bir atmosferde gerçekleşm işti. Tanışıklık, ancak 1844’de E ngels’in “Bir Ekonomi Politik Eleştirisi D enem esi”nin Marx’m yönetimindeki D eutsch-Franzözische Jahrbücher'de. yayımlanmasından ve ikisinin aynı yıl Paris’te yeniden karşılaşmasından sonra yaşam boyu sürecek bir arkadaşlığa dönüşecekti. Engels, denem esinde M althus’un nüfus kuramının özünün dinsel doğa kavrayışında yattığını savunuyordu. “Malthusçu kuramın, ruh ile madde arasında, her ikisinin de yozlaşm asıyla sonuçlanan çelişkiye ilişkin dinsel dogmanın ekonom ik ifadesinden başka bir şey olm adığm ı” söylüyordu. Ancak bu, dinsel bir dogma olmanın da ötesinde, Protestan ilahiyatını (ve papaz doğacılığını) burjuva toplumunun ekonom ik zorunluluğuyla birleştirme çabasıydı. “Özel mülkiyetin dolaysız sonucu” der Engels, “üretimin, insani ve doğal olmak üzere iki karşıt tarafa bölünm esiydi - {o y sa } insani verim lilik olm aksızın toprak ölü ve kısırdır ve insani etkinliğin ilk koşulu da toprağın kendisidir.”^ Burjuva toplumu nüfusu giderek artan ölçüde topraktan uzaklaştırmış, böylelikle üretimin hem doğal hem insani yönlerinin daha yoğun söm ü­ rüsünün yolunu açmıştır: Toprağı, -her şeyim iz, varoluşum uzun ilk koşulu olan toprağı- bir alışveriş nesnesi yapmak, insanın kendisini bir alışveriş nesnesi yapm aya doğru son adım ­ dır. Bu, o günden bugüne, ancak kendine yabancılaşm anın ahlaksızlığınca geride bırakılabilecek bir ahlaksızlıktır. İlk m ülk edinme -toprağın bir azınlığın tekeline alınm ası ve geri kalanların hayatlarının koşulundan dışlanm ası- bunu izleyen toprağın mal kılınması ahlaksızlığından başka b ir şey doğurm az.’

Malthusgil nüfus kuramı, her türlü ilerleme olasüiğım yadsıyarak, insa­ nın ve doğanm bu sömürüsünü haklı çıkarmak için ortaya atılmıştır. “Bu


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

153

ana dek ortaya atılmış en acımasız ve barbarca kuram olan bu umutsuzluk sistemi” açıkça, insanları ekonomi politiğin katı yasalarına boyun eğm eye zorlamak için tasarlanmıştır. M althus’un kuramını aynntılı biçimde gözden geçiren Engels, tarihsel koşullardan bağımsız olarak her zaman ve her yerde uygulanabilir gördüğü bu nüfus ilkesinin amansız önerileri hakkında keskin bir eleştirel tavır alır. Malthus’a göre nüfus ilkesinin yoğun nüfuslu Avrupa ülkeleri için olduğu kadar, Amerika ve Avust­ ralya’nın koloni yerleşmeleri için de geçerli olduğuna işaret eder. Aslın­ da, Malthus’un akıl yürütmesi öyle kurgulanmıştır ki, “tek bir insan varolduğu anda, dünya aşırı nüfuslanmış demektir.” Dahası, “Bu düşün­ ce çizgisinin ima ettiği sonuç, yoksullar fazlalık olduğundan, açlıktan ölmelerini olabildiğince kolaylaştırmaktan, onlan, hiçbir şeyin dertlerine çare olmayacağına ve bütün bir sınıf olarak çoğalmalannı mutlak asgaride tutmak dışında kurtuluşları bulunmadığına ikna etmekten başka, onlar için hiçbir şey yapılmaması gerektiğidir.”'* Engels ise tam tersine, yeryüzünün ancak üçte birinin işlenmekte ve bu işlenen üçte birin verimliliğini de altı kat artırmanın olanaklı olduğu bir zam anda,-“Hıristiyan ekonomi anlayışının doruğu” olarak nitelediği“toprağın insanlan doyurma gücünden yoksun olduğu yönündeki delice iddiayı” reddetmenin zorunlu olduğunu savunur. Dahası, Engels, “Malt­ hus tümüyle haklı olsaydı bile,” bunun yalnızca, “hemen anında yerine getirilmesi gereken” sosyalizm e acil geçişin zorunluluğuna işaret edece­ ğini vurgular. Çünkü, yalnızca sosyalizm, “bizzat Malthus’un kendisinin aşın nüfusun en etkili ve en kolay çaresi olarak sunduğu, çoğalma güdüsü üzerindeki ahlaki sınırlamalan mümkün kılar.” Malthusgil kuram, bu anlamda, “insanın en derin düşkünlüğüne,” özel m ülkiyete ve insanlan sistem li biçimde harcayan bir rekabet sistemi bağımhiığına işaret eden “mutlak biçimde zorunlu bir geçi^’ haline gelir. Malthus ’un öğretisi bir de, burjuva ekonomisinin “doğa” hatta mater­ yalizm üzerine vurguda bulunduğu zamanlarda dahi, “özünde Hıris­ tiyan” olduğunun altını çizer. Burada, dine karşı “İnsanın Mutlak muhatabı olarak Hıristiyan Tanrısının yerine basitçe D oğa’yı koyan” on sekizinci yüzyıl materyalist isyanınm eksikli doğasını bir k ez daha belirtmek önemlidir. Malthusçuluğu böylesine tehlikeli kılan ve E ngels’e göre ekonominin “her türlü önerm esini” karakteristik olarak Hıristiyan yapan şeyin ardında, pusudaki eski dinsel inayet fikriyle birhkte doğanın işbilirliğine dayanan faydacılık adına, devrimci materyalizmin reddedilişi yatmaktadır..


154

MARX'IN EKOLOJİSİ

Malthusgil öğretinin tarih dışı doğası, ilerleme mefhumunu reddinde açığa çıkar. Bir başka deyişle, Malthusçuluk, bütün toplumsal ilerlem e olasılıklannı dışladığı gibi, toprağın işlenm esinde ve hayvancılıkta her türlü hızlı ve sürekli gelişm e mefhumunu da reddeder. E n gels’e göre, iler­ leme hakkındaki bu on sekizinci yüzyıl kötümserliği, özellikle Humphry Davy ve Liebig gibi kişiliklerin devrimci başanlanna dikkat çektiği toprak biliminde olmak üzere, bilimde o zamandan beri meydana gelen gelişm elerle büyük ölçüde çürütülmüştür Malthus’un denetlenmediği takdirde nüfusun geometrik oranla, buna karşıhk yiyecek maddelerinin aritmetik oranla artma eğiliminde olduğu iddiasının, iddia için kilit önem ­ deki aritmetik önermesinin hiçbir sağlam temeli olmadığı görüldüğünde darmadağın olduğuna işaret eder Engels (kendisi de Malthusçuluğun güçlü bir muhalifi olan) ütopyacı sosyalist Robert O w en’in kendisinden üç yıl önce geliştirdiği akıl yürütmeyi izleyerek, bilimin nüfusla birlikte geometrik bir hızla artma, böylece tanmsal üretimi genel olarak üretimle birlikte devrimci bir tarzda dönüştürerek, yiyecek üretme yeteneğini büyük ölçüde artırma eğiliminde olduğunda ısrar eder. Koca M ississippi vadisinin büyük bölümünün işlenm em iş durumda bulunduğu ve tüm Avrupa nüfusunun oraya yerleştirilebilmesinin mümkün olduğu bir zamanda, bilimde saklı olan gelişm e olanaklan umutsuzluğa mahal olm a­ dığı anlamına gelmektedir. Bu yüzden, yoksullann durumunun (tannsal inayete dayanan) doğal yasalardan kaynaklandığı mefhumu temelden yanhştır O w en’in söylem iş olduğu gibi, M althus’un hatası, geçim sorunlanm “Doğamn yasalanna ters düşen insan yasalanna değil, D oğa­ nın kaynaklanmn yetersizliğine” bağlamış olmasındadır* Marx da, daha 1844 gibi erken bir tarihten başlayarak Mathusgil kura­ ma eleştirel saldınlar yöneltmişti. Esas olarak, İngiliz Yoksul Yasalanna yöneltilen (1834 tarihli Yeni Yoksul Y asası’nm yansıttığı) saldınlann nasıl “Malthus’un kurarmna uygun bir ebedi doğa y a sa srn a dayandınldığını teşhir etm ekle ilgileniyordu. Malthusçu anlayışta, “yoksul­ luğun sürekli artışı m odem sanayiin kaçınılmaz sonucu” olarak değil, aksine “İngiliz Yoksul Yasası'’m n sonucu olarak görülüyordu; Malthusçulara göre bu yasanın eksikliği hayırseverlikten yoksun oluşu değil, aşın bir hayırseverlik içermesindeydi. 1834 yıhnda çıkanlan Yeni Yoksul Yasası ile getirilen toplumsal yardım sistem iyle, devlet, artık iktidannın tem elini oluşturduğunu anlam ış bulunduğunu yoksulluğun kökü­ nü kazımayı amaçlamıyordu, aksine “yönetim hünerini umutsuzluğun getirdiği bu yoksulluğu yakalayıp tutuklamaya” adamıştı. Bu çerçevede,


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

155

M althus’un ekonom i politik alanına taşınmış olan papaz doğacıhğı, zorunlu ve vazgeçilem ez bir kurum oluşturuyordu.’ “Malthus’un Nüfus Yasası ve onun üzerinde kurulan Yeni Yoksul Yasası burjuvazinin proletaryaya karşı en açık savaş ilanıdır.” Engels, bu sözlerin yer aldığı 1844 (1845) tarihli İn giltere’de İşçi Sınıfının D uru­ m u' ş ö y l e devam eder: 1601 Ferm anı’na (Kraliçe Elizabeth’in 43. Fermanı) dayanan Eski Yoksul Yasası, safıyane biçimde yoksullann geçiminin kilise bölgesinin görevi olduğu mefhu­ m uyla başhyordu. Bir işi olmayan yardım dan yararlanırdı ve yoksul kişi, bölge­ sinde yetkili kilisenin kendisini açlıktan korumakla yükümlü olduğuna inanırdı. Haftalık yardımını bir lütuf değil bir hak olarak talep ederdi ve bu sonunda burju­ vazi tarafmdan kabul edilemez hale geldi.

Malthus’un nüfus yasası yoksullann yardım almasımn bir “hak” olduğu yönündeki her türlü anlayışı ortadan kaldırmak ve toplumun yoksullaşmış kesimlerinin “gereksiz fazlalık” olduğunu, bu yüzden de açhktan korun­ maması gerektiğini vurgulamak için tasarlanmıştı. Böylece buıjuvazinin “şirin kuramı” olarak Malthusçuluk, Yoksul Yasalarını yürüriükten kaldır­ mamakla birlikte, bunlan Malthusçu öğretinin katı gereklerine uygun hale getirmenin yolu olarak, “Yoksul Yasası Bastilleri” olarak bilinen çahşma evlerinin kuruluşunu haklılaştırmakta kullanılmıştı.* Engels, Marksist ekonomi politiğin merkezi kavramlanndan olacak yedek işgücü ordusu ya da göreli artık nüfus kavramını Malthusçu kura­ ma karşılık olarak geliştirmişti. “Malthus... daima artık bir nüfusun varolduğunu, dünyada her zaman için gereğinden fazla insan bulun­ duğunu iddia ederken... kendi tarzında haklıydı.” der Engels, “yalnızca, elde edilebilir geçim araçlannın yaşamalanna yeterli olduğundan fazla sayıda insan bulunduğunu söylediğinde yanılm ıştı.” Düşük ücretlerin ve yoksulluğun açıklaması, geçim araçlanyla ilgili aşın nüfus değil, istih­ damla ilgili aşın nüfustaydı. Sanayide her zaman için bir “işsiz yedek işçi ordusu,” piyasanın istihdamı ne ölçüde teşvik ettiğine bağh olarak büyü­ yen ya da küçülen bir yedek ordu mevcuttu. “Artık nüfus” bu yolla ortaya çıkıyordu. Fakat işçiler, gereksiz fazlanın kendileri olduğunu düşün­ mekten uzaktı, tam tersine, “çalışkan elleriyle kendilerinin gerekli oldu­ ğunu, buna karşılık, hiçbir iş yapmayan zengin kapitalistlerin artık nüfusu oluşturduğunu kafalarına koymuşlardı.” ® Böylece, Marksizm içinde proletarya mefhumu açıkça ilk kez, Mark-


156

MARX'IN EKOLOJİSİ

sizm in Malthusçuluğa muhalefetinde ortaya çıkmıştı. Bu dönem de, İngihere’deki fabrika işçileri pislik içinde yaşıyor, salgınlar ve açlıktan kınlıyordu. İngiliz proletaryasının bu dönemdeki durumunun birinci elden bir tanıklığı olan İn giltere’de İşçi Sınıfının Durumu adlı eserinde Engels, okuyucu Manchester’da sokak sokak gezdirir ve işçi sınıfı Manchester’ıyla Burjuva M anchester’ın yaşam koşullannın iki ayn dünyayı temsil ettiğini savunur. Manchester “yüksek burjuvazisinin” evleri “Chorlton ve Ardwick’in bahçeli uzak villalannda ya da Cheetham Hill, Broughton ve Pendleton’m tatlı esintili tepelerinde bulunur. Buralarda tam bir kır havasının içinde, güzel, konforlu evler vardır ve bunların kent­ le ilişkisini her yanm ya da çeyrek saatte bir kalkan omnibüsler sağlar. V e düzenlemenin en güzel yönü,” gözleminde bulunur Engels, “para aris­ tokrasinin üyelerinin işyerlerine gitmek için, sağda solda pusuya yatmış korkunç sefaletin farkına bile varmaksızın, bütün bu işçi mahallelerinin arasından geçen en kısa yolu seçebilmeleridir.” Genç Engels, sanayi kentlerindeki işçi sınıfının yaşam ve çalışm a koşullannı araştınrken çevreyi zehirleyen toksinlerle özellikle ilg i­ lenmiştir. Hekimlerle fabrika denetçilerinin raporlanna ve kendi gözlem ­ lerine dayanarak, genel sağlık koşullannın aynntıh bir analizini sunmuştur. Kamu sağlığı yetkililerince düzenlenen verilerden yarar­ lanarak, ölüm oranlannm, her kentin belirli mahallelerini inceleyerek, kesin biçimde toplumsal sınıflara bağh olarak değiştiğini gösteren araş­ tırmalara öncülük etmiştir. İşçilerin kötü havalandırılan evlerinin toksik maddelerin atılmasına yeterli olmadığını, yakacaklardan ve insanlann solunumundan çıkan karbon gazlarının sürekli olarak bu evlerin içinde kaldığını savunmuştur. İnsan ve hayvan dışkılannm atılmasını sağlayan bir sistem bulunmadığından, bunlar apartmanlarda, avlularda ve sokak­ larda birikerek ağır bir hava ve su kirliliğine yol açıyoriardı. Yetersiz havalandırma, aşın kalabalık ve yetersiz temizliğin sonucunun (havadan geçen) verem ve (bitlerden geçen) tifüs gibi bulaşıcı hastalıklardan kaynaklanan yüksek ölüm oranlan olduğunu savunuyordu. Engels, o zamanlar bu hastalığın D vitamini içermeyen beslenme reji­ minden kaynaklandığının bilinm em esine rağmen, raşitizmden kaynak­ lanan iskelet bozukluklannm nedeninin beslenme yetersizliği olduğunu anlamıştı. Aynı şekilde, ortopedik bozukluklar, göz bozuklukları, kurşun zehirlenmesi, karaciğer hastalığı gibi, m esleki rahatsızhklann da ayrıntılı birtanımını yapm ıştı." Ne var ki, fabrika sisteminin pek çok savunucusu vardı. Bir fabrika


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

157

denetlem e komisyonunun tanıklığa çağırdığı hekimler, çocukların fizik­ sel gelişim i için güneş ışığının zorunlu olduğu yönünde ifade verdik­ lerinde, fabrika sisteminin baş savunucularından Andrew Ure, öfkeyle, fabrikalardaki gaz lambalarının güneş ışığının yerini yeterince tuttuğu karşılığını vermişti.'^ Marx’m kendi proletarya vizyonu Malthus ve Ure gibi klasik liberal ekonomi politikçilerin gayri insaniliğine karşı muhalefeti içinde şekil­ lendi. Marx’a göre, genel insani ihtiyaçlann kapitalizmi karakterize eden yabancılaşmasıyla, “Hava, ışık ve benzeri -en basit hayvan temizliğiinsan için bir gereksinme olmaktan çıkar... İrlandah için bir tek gerek­ sinm e bırakılmıştır, yem e, patates yem e ve daha açıkçası çürük patates, en kötü cinsinden patates yem e gereksinmesi. Fakat İngiltere ve Fransa şimdiden bütün sanayi kentlerinde birer küçük İrlanda’ya sahiptirler.” Marx’a göre büyük sanayi kentlerini karakterize eden “evrensel kirlilik” işçi smıfınm yaşama ortamıydı. Proletarya böylece “evrensel kirlen­ m eye” ve evrensel ıstıraba maruz bırakılan, tümüyle insanlığını yitirmek tehdidi altında kalan ve kendisini ancak insanlığın topyekûn kurtuluşu yoluyla kurtarabilecek olan evrensel bir sınıf haline gelmişti.'^

Y eni M ateryalizm Marx’m sınıf mücadelesine, proletaryanın koşullarına ve (en gayri insani biçimiyle Malthusçuluk tarafından temsil edilen) burjuva ekonomi pohtiğine artan ilgisi, soyut, statik doğa kavrayışıyla Feuerbach doğalcılığının artık yeterli olmadığı ve giderek artan biçimde, aşılması gereken çıkmaz bir sokağa girmiş bulunduğu anlamına geliyordu. Yıllar sonra Engels, “en kararlı Genç Hegelcilerin ana gövdesinin pozitif dine karşı kavgalannda Anglo-Fransız materyalizmine geri dönmek zomnda kaldığını” hatır­ layacaktı. Fakat, Hegelci sistem doğayı mutlak ruhun yabancılaşmış varo­ luşundan “öyle denebilir ki, fikrin düşkünleşmesinden” başka bir şey olarak görmeyişiyle materyalizme karşı durduğundan, bu dumm radikal Hegelciler arasında bir çelişki doğurmuştu. Feuerbach, “materyalizmi yeni­ den tahta oturtarak” bu çelişkiyi “un ufak” etmişti: “Doğa her türlü felse­ feden bağımsız olarak vardır. Kendisi de doğanın ürünü olan biz insanların yetiştiğimiz temeldir. Doğanın ve insanın dışında varolan hiçbir şey yoktur ve dinsel fantazilerimizin yaratmış olduğu yüce varlıklar, kendi özümüzün fantastik yansımalanndan başka bir şey değildir.” Böylece, “büyü bozul­ muş, H egelci ‘sistem ’ infilak ederek bir yana atılmıştı.” '''


158

MARX'IN EKOLOJİSİ

Ancak, Feuerbach’m bütün önemini H egelci sistemin reddiyesi olm asmdan alan soyut materyalizmi de, durağan, kavrayışında tarih dışıydı ve hiçbir yere götürmüyormuş gibi görünüyordu. Hümanizmi, dönüş­ türücü pratik (praksis) kavramından yoksundu. Daha o zamandan, sın ıf mücadelesi, özellikle de burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadele için tarihsel bir temel anlayışına yatkın olan Marx’m gözünde, Feuerbach materyalizmi, boş ve H egelci sistemin sıradan bir ters yüz edilm esi gibi görünüyordu, kendi başına bağlamdan yoksundu ve bu yüzden sonsuza dek, reddettiği büyük sistemin gölgesinde kalıyordu. Dahası, Genç H egel­ ci Max Stim er’in (1806-1856) Ben ve Kendisi adlı eserinde gösterdiği gibi, Feuerbach materyalizmi hakiki bir temelden yoksun olduğundan ötürü, diyalektik biçimde tersine çevrilerek bayağı bir bencillik ve nihi­ lizm e, “hiçbir şey beni kendimden daha çok ilgilendirmez” ve buradan da “benim dışımdaki her şeyden bana ne” öğretisine dönüşebiliyordu.’’ Feuerbach, Marx ile Engels’in Alman İdeolojisi'nde, vurguladıklan gibi, varolan gerçekliği hem kabul etmiş, hem de yanlış anlamıştı. Feuer­ bach için varlıkla özü aynı şeydi ve bu yüzden bu ikisi arasında bir çeliş­ kinin olabilmesi söz konusu değildi. Bu nedenle pratik bir materyalizm geliştirm eyi başaramamıştı. Adı materyalizm olsa bile, Feuerbach’m doğası ve Feuerbach’ın özü soyutlamadan ibaretti. “Babğm ‘özü’” diye yazacaklardı Marx ile Engels, Alman İdeo­ lojisi'nde, “varhğı,” yani, sudur. TaÜı su balığının “özü” ırm ağın suyudur. Fakat bu ırmak sanayiin hizmetine koşulur koşulm az, boyalar ve diğer üretim atıklarıyla kirlenir kirlenmez, üzerinde buharlı gem iler işlem eye başlar başlam az ya da basit drena­ jın balığı varoluş ortam ından yoksun bırakabileceği biçimde suyu arklara çevrilir çevrilm ez, balıgm “özü”olmaktan çıkar ve artık onun yaşaması için uygun bir ortam değildir.

Bütün bunlar, balığın varhgmın, bir anlamda insan praksisinin sonucu olarak yabancılaştm ldığı olgusuna işaret ediyordu. Bu yüzden, varlık ve öz arasındaki bu tür bütün çelişkiler tümüyle pratik çözümler gerek­ tirmekteydi.'* Bu nedenle M arx’m Feuerbach materyalizminden kopuşu kaçı­ nılmazdı. Dahası, Marx’m daha pratik materyalizmi, materyalist tarih kavrayışı ilk olarak bu kopuş bağlamına eklenüenecekti. Kopuş, 1845 bahannda, Prusya hükümetinin isteği üzerine Fransa’dan çıkanlan


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

159

Marx’in Brüksel’de eyleştiği sırada gerçekleşti. Marx, Engels tarafından kırk yıl sonra eski bir defter içinde bulunacak Feuerbach Üzerine Tezler'\ burada kalem e almıştı. Marx’a göre, Şim diye kadar ki (Feuerbach’ı da içeren) m ateryalizm in başlıca kusuru, şeylerin, gerçekliğin, insanın duyumsal etkinliği, yani, pratikolamk. değil, yalnızca raej/ıe ya da tasarlam a biçim inde kavranmasıdır. Bu yüzden, etkin tarafın, materyalizmle karşıüığı içinde idealizm tarafından ortaya konulması vuku buldu - ama yalnızca soyut biçimde, çUnkü idealizm böyle bir gerçek duyusal etkinlik tammaz.

Materyalizm bütün tarih duygusundan ve pratik insan eylemliliğinden kopanimış, ironik bir şekilde, soyut bir biçim de de olsa, idealist felsefe tarafından daha iyi biçimde yakalanmıştı. Bu yüzden, Marx yeni mater­ yalizmin amacının “pratik-eleştirel etkinliğin ‘devrimci’ önemini yaka­ lamak” olduğunu savunuyordu. Amaç, materyalist bir temeli korurken hayatın aktif tarafını, insan özgürlüğünü idealizmin elinden almaktı. M arx’m “şim diye kadar ki bütün materyalizm i,” tasarlayıcı/ tefekkürcü karakterinden ötürü eleştirirken Epikür materyalizmini de eleştirmekte olduğunu belirtmek gerekebilir. Marx, Epikürcülerin “hayatın ideali olarak etkin hayatın yerine tanrısal aylaklığı koymuş olduklarını” düşünüyordu.'* Bununla birlikte gene de, Epikürcü mater­ yalizmin gerek Platoncu p o lis idealini, gerekse de Helenistik devleti reddedişinde, Feuerbach’m materyalizmine oranla çok daha öz-bilinçli bir siyasal anlayışa sahip olduğunun da çok iyi farkındaydı. Aslında, Marx’m doktora tezinde iddia ettiği gibi, Epiküros, tesadüfü ve buradan insan özgürlüğünü vurgulamakla, kendisinden önce basitçe mekanist belirlenimciliğin bir biçim i olan materyalizme etkin bir yön getirmeye ça lışm ıştı. Marx, Feuerbach’ın dinsel kendine yabancılaşmanın, gerçek dünya­ nın ardında, ona hâkim olan, taklit, hayali bir dinsel dünya kurmanın, aynı zamanda seküler biçimlerin de bir yanim ayla karakterize olduğu ve eleştirilip aşılması gerektiği anlamına geldiğini unuttuğunu savunur. “Bu yüzden, örneğin dünyevi ailenin kutsal ailenin sırrını oluşturduğu bir kez keşfedildiğinde, bu dünyevi ailenin de kuramsal olarak eleş­ tirilip pratik olarak dönüştürülmesi gerekir.” '® Düşüncenin dinsel temellerinin eleştirilm esi yalnızca, gerçek dünyevi çelişkilerin eleş­ tirisi yönünde bir ilk adımdır. Bu ilkeyi M arx’in materyalist doğa kavra­ mına uygularsak, Marx açısından, doğa hakkındaki erekbilimsel


160

MARX'IN EKOLOJİSİ

kavrayıştan yani, insanlann Hıristiyan teolojisinde ifade edildiği biçim de doğadan yabancılaşmasını ortadan kaldırmanın, yalnızca, insanlann üretim içinde doğadan gerçek, maddi yabancılaşm asının eleştirisine doğru bir ilk adım oluşturduğu söylenebilir. Marx, özcülüğün bütün biçimlerini (insanlığın kendisinin Homo fa b e r olarak pratik, dönüştürücü etkinliği dışında) reddederken, “insanın özü herhangi bir tekil bireyde içkin olan bir soyutlama değildir. Gerçekte, bu öz toplumsal ilişkilerin bütünüdür” saptamasında bulunur.^® Bir başka deyişle, insanlar her bireyin içinde bulunan bir değişm ez insan d o ğ a ­ sından oluşmazlar, aksine, daha sonralan savunacağı gibi, bütün tarih, insan doğasının toplumsal etkileşim yoluyla gelişm esinden (yani kendini geliştirm esinden) başka bir şey değildir. Stimer’in, Feuerbach’ın soyut hümanizm kavramımn, hümanizmi bayağı bir egoizm e indirgeyen bir eleştiri karşısında savunmasız olduğunu gösteren Feuerbach eleştirisinin etkisini sergiler biçimde, Marx şunlan yazmıştı: “Tasarlayıcı materyalizm, yani duyusalhğı bir pratik etkinlik biçiminde kavrayamayan materyalizm tarafından ulaşılabilecek en yüksek nokta, ‘sivil toplumun tekil bireyler biçiminde tasavvurudur, yeni olan bakış açısı ‘insan toplumu’ ya da ortaklaşmış insanlıktır.” Bu nedenle pratik bir materyalizm, “değişen koşullarla insan etkinliğinin tekabüliyetinin yalnızca devrimcileştirici pratik olarak kavranabileceğini ve ussal biçimde anlaşılabileceğini” kabul eder...“Filozoflar yalnızca dünyayı değişik yollardanyorw/n/amaWa yetindiler, aslolan onu değiştirmektir'.'^' Bununla birlikte, Marx’m yeni, pratik materyalizminin sonuçlanndan biri, doğanın ontolojik önceliğini yadsımaksızın, materyalist düşüncenin odağını doğadan tarihe kaydırmasıdır M arx’m kendi materyalist tarih kavrayışının materyalist doğa kavrayışından kaynaklandığını ve ikisi­ nin birlikte (Bacongil anlamında insanlarca gerçekleştirilen üretimi de içeren) doğal tarih alanım oluşturduğunu düşünmeye eğilim li olduğu doğrudur. N e var ki, toplumsal eleştirisindeki vurgusu ağırlıklı biçimde insanlığın tarihsel gelişim ine ve doğa ile yabancılaşm ış ilişkisi üzerine yapılmıştır, doğanın kendi daha geniş evrimi üzerine değil. M arx’m pratik materyalizminde doğanın materyalist kavrayışıyla tarihin materyalist kavrayışı bütünleşmiş olarak kalmışsa, bu büyük ölçüde, Marx’m sonralan Felsefenin Sefaleti'nde önereceği gibi, “mors immortalis” (ölüm süz ölüm) kavramı yoluyla olmuştur. Marx’m Lucretius’tan aldığı bu kavram, kendi deyişiyle tek ebedi değişm ez gerçeğin “hareketin soyutlaması” yani “Mutlak biçimde som ölümlülük” olduğunu


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

161

İfade eder. Doğal v e toplumsal tarih geçişsel ve gelişim ci süreçleri temsil ederler; bu ölümlü dünyanm ötesinde ebedi özler, tannsal biçimler ya da erekbilimsei ilkeler yoktur.^^ Marx’m analizinin hiçbir noktasında dışsal doğa alanı basitçe ihmal edilmemiştir. Gene de, tarihsel materyalizmi geliştirirken, insani tarih tara­ fından dokunulmamış bir doğayı bulmak git gide zorlaştığından, doğa ile yalnızca insanhk tarihine girdiği ölçüde ilgilenmeye eğilim göstermiştir. Analizinin bu yöndeki gücü, insanlık ile doğa arasmdaki ilişkinin, ya da, sonunda adlandıracağı biçimiyle insanlığın üretim aracılığıyla doğayla “metabolizmasırun” niteliğine yaptığı vurgudan kaynaklanır. Feuerbach Üzerine Tezler'\n “yeni materyalizmi,” Marx ile Engels’in Feuerbach’ın som tasarlamacı materyalizmi, doğalcılığı ve hüma­ nizminden kopup, yerine pratik materyalizm, doğalcılık ve hümanizmi yani materyalist tarih kavrayışını koyduklan büyük ortak eserleri Alman İd eo lojisi'n dt{\^ A 6) çok daha sistemli biçimde geliştirilmiştir. Marx ile Engels’in yaşadıklan sürece yayımlanmadan kalacak olan bu eserin esas özelliği Feuerbach ile kopuşma olmakla birlikte, bu çahşma, Stim er’in Feuerbach hümanizminin diyalektik karşılığı olarak önerdiği egoist felse­ fesinin ve Feuerbach’m soyut hümanizmi ve doğalcılığına dayanan bir sosyalizm inşa etm eye çalışan şu sözde “hakiki sosyalistlerin” de kapsamlı bir eleştirisini içerir. Gqnç Hegelcilerin yöntemi, dinin, Tannnın, erekbilimin sırasıyla dünyanın her kategorisinde içerildiğini göster­ mek ve böylece hepsini sadece dinsel olarak çürütmekten oluşuyordu. Stimer, “insan” ya da insanlığın kendisini dinsel bir kavram haline getirip reddetmekle, bu yöntemi daha da ileri götürmüştü. Bu yolla insani dünya, yani, hümanizm en bloc reddediliyordu.^^ Marx ile Engels açısından, “eleştirel eleştiri”nin bütün bu soyut, kurgul görüşlerine materyalist bir tarih kavrayışı geliştirmek suretiyle karşı çıkılm ası gerekiyordu. “Yola çıktığım ız öncüller” diye yazdılar, keyfi öncüller, dogmalar değil, fakat soyutlaması ancak imgelemde yapılabilecek gerçek öncüllerdir. Onlar, gerçek bireylerdir, bu bireylerin etkinlikleridir, bunlarm yaşamlarının, gerek hazır buldukları, gerek kendi etkinlikleriyle kendilerinin üret­ tikleri, maddi koşullarıdır. Bu yüzden bu öncüller salt görgül bir tarzda doğru­ lanabilirler. Bütün insanlık tarihinin ilk öncülü, kuşkusuz, yaşayan insan bireylerinin varlı­ ğıdır. Bu yüzden saptanacak ilk olgu bu bireylerin fiziksel organizasyonu ve bu organizasyonun sonucu olarak doğanın geri kalanıyla olan ilişkileridir. Elbette, burada ne insanın gerçek fiziksel doğası ne de insamn kendisini içinde bulduğu, F:11 / M arx'm Ekolojisi


162

MARX'IN EKOLOJİSİ

jeolojik orohidrofık, klimatik ve benzeri doğal koşulları derinliğine ince­ leyenleyiz. Her tarih yazımı yola bu doğal tem ellerden ve bunların tarihin akışı boyunca insan eylemi yoluyla geçirdiği değişikliklerden çıkmalıdır. İnsanlar hayvanlardan bilinçle, dinle ya da istediğiniz herhangi bir şeyle ayırt edilebilir. İnsanların kendileriyse, fiziksel organizasyonlanyla koşullanan bir adım olarak, kendi geçi m araçlarını üretmeye başlar başlam az kendileri ni hayvan­ dan ayırm aya başlarlar. İnsanlar kendi geçim araçlarını üretirken dolaylı olarak kendi maddi hayatlarını üretirler. İnsanların geçim araçlarını üretiş tarzları her şeyden önce fiilen varolan şekil­ leriyle buldukları ve üretmek zorunda olduklan biçimiyle bu geçim araçlarının doğasına bağımlıdır. Bu üretim tarzı, basitçe, bireylerin fiziksel varoluşlarını yeniden üretmeleri olarak alınmamalıdır. Aksine bu, söz konusu bireylerin etkinliğinin belirli bir biçi­ mi, hayatlarını ifade edişlerinin belirli bir biçimi ve kendi adlarına belirli bir yaşam tarzıdır. Bireyler hayatlarını nasıl ifade ediyorlarsa odurlar. Öyleyse ne olduklan, hem ne ürettikleri hem de nasıl ürettikleri anlamında, üretimlerine denk düşer. D em ek ki bireylerin ne olduklan üretim lerinin maddi koşullarına bağlıdır. Bu üretim kendisini ancak nüfusun artışıyla görünür kılar. O da, kendi payına bireylerin birbirleriyle etkileşimini önceden varsayar. Etkileşimin biçimi de yine üretim tarafından belirlenir.^“*

Marx ile Engels, böylece, doğayı, maddi dünyayı insani varoluşun ön koşulu ve geçim araçlannın üretimini de bütün belirlenimleriyle insan hayatının, buradan da insan toplumunun ön koşulu olarak alan mater­ yalist ya da gerçekçi bir ontolojiden yola koyulmuşlardı. Bunu izleyen analiz, tarihin uzun akışı boyunca, özellikle antik, feodal ve kapitalist toplumlann temsil ettiği büyük çağlar içinde iş bölümü ve smıflann geli­ şim iyle özdeşleşen değişik üretim tarzlarının gelişim ini izleyerek bu nokta üzerinde inşa edilm işti. Marx ile Engels, Feuerbach’m “gerçek tarihsel insanın yerine “İnsanı” koyduğunu öne sürmüşlerdir. Benzer biçim de, doğal tarihin yerine de {soyut} doğayı koymuştur. İnsanlık ile doğa arasında varolan uyum­ suzluğu, böylece de doğanm yabancılaşmasını görmüştür. Ancak, buna verdiği karşılık, durmaksızın şeylerin, doğanın, insanlığın “gerçek özünü” bulmaya çalışm ak olmuştur. Doğanın tarih ile birlikte değiştiğini görmemiştir. “Çevresindeki duyusal doğanın ezelden beri varolan bir şey değil... [ama] tarihsel bir ürün, birbirini izleyen bütün bir kuşaklar d izi­ sinin etkinliğinin sonucu olduğunu görmez.” Marx ile Engels için Bruno Bauer’in “doğa v e tarihteki antitezler” d iye adlandırdığı şey, sanki tarihsel doğa ve doğal tarih tek bir maddi gerçek-


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

163

liğia iki ayn yönü değilm işçesine, doğa ile tarihi “iki ayrı ‘şe y ’” gibi görme eğilim ini yansıtır. Bunun tersine, “insan ile tarihin şu çok övülen ‘birliğinin’ sanayi içinde her zaman varolmuş olduğu söylenebilir... ‘Som ’ doğal bilim bile bir amaçla, kendi m alzemesiyle, yalnızca ticaret ve sanayi aracılığıyla, insanlann duyusal etkinliği aracılığıyla var olm uş­ tur.” Bir yandan, doğa insani tarihe indirgenemez. Öte yandan, algı­ ladığım ız biçim iyle doğa, insani tarihten ve doğayla özgül ilişkiyi de içeren verili bir işbölümü altında geliştiği biçim iyle insanlann duyusal etkinliğinden kolayca aynlamaz. “Bu yüzden” diye yazar Marx ile Engels, “dışsal doğanın önceliğine halel gelm ez ve bütün bunlar, generatio aequivoca [kendiliğinden (yani tanrı aracılığıyla olmayan) üreme] yoluyla üremiş olan ilk insanlara uygulanamazlar.” Gene de, “madde, doğa, insani tarihten önce gelen doğa, hiçbir biçimde Feuerbach’ın içinde yaşadığı doğa değildir, bu doğa artık (belki yakın zamanlarda oluşmuş bir kaç Avustralya mercan adası dışında) hiçbir yerde mevcut değildir, dola­ yısıyla Feuerbach için de mevcut değildir.” Son olarak, Feuerbach’m materyalizminin kusuru etkinlikten, pratikten, tarihten kopuşudur. “Feuerbach materyalist olduğu sürece tarihle ilgilenmez, tarihi dikkate aldığı ölçüde de materyalist değildir. Onda materyalizm ile tarih tümüyle birbirinden aynlm ıştır.” “ Aksine, Marx ile Engels şunu savunurlar: Bütün insan varoluşunun, dolayısıyla tarihin ilk koşulu ... insanların “ tarih yapa­ bilmek” için yaşayacak bir durumda olmaları gerektiğidir. Fakat hayat, her şeyden önce yemeyi, içmeyi, barınmayı, giyinmeyi ve daha başka bazı şeyleri içerir. Bu yüzden, ilk tarihsel eylem bu gereksinmeleri doyuracak geçim araçlarının üretimi, maddi hayatın kendisinin üretimidir. Ve gerçekten bu tarihsel bir eylemdir, yalnız­ ca insani hayatın devamını sağlamak için binlerce yıl önce olduğu gibi bugün de, günü gününe, saati saatine yerine getirilmesi gereken bu görev bütün tarihin temel koşuludur.

Bunu, “hayatın üretiminin hem kişinin em eğiyle kendisini üretmesi hem türün yeniden üretimi yoluyla yeni bir hayat üretmesi olarak ... bir yanda doğal, öte yandan toplumsal bir ilişki olarak ikili bir ilişki olarak görün” düğü izler. İşbölümünün tarihsel evrimini tartışırken Marx ile Engels, yalnızca çok tanınmış aşiret mülkiyeti, ilkel komünal ya da devlet mülkiyeti, feodal ya da ikta mülkiyeti ve burjuva özel mülkiyetini sunmakla kalmaz. Aynı zamanda kır ile kent arasındaki tarihi uzlaşmazlığın ortaya çıkışma da hatırı sayılır


164

MARX'IN EKOLOJİSİ

bir vurgu yaparlar. Açıklamış olduklan gibi, “Bir ulus içindeki işbölümü, ilk olarak sınai ve ticari emeğin tanmsal emekten aynimasına, böylece, kent ile kırın birbirinden aynimasına ve çıkarlannın çatışmasına y ol açar.” Antik "toplum esas olarak kente dayannuşsa -burada akıllannda Yunan polisi vardır- feodal toplum da kıra dayanmıştı. Bununla birlikte, kent ile kır arasındaki uzlaşmazlığın “maddi ve zihni emek arasındaki en önemli bölünmenin” tam gehşimine ulaşması ancak kapitalizmde gerçekleşir. Aslında, “kent ile kır arasındaki karşıtlık” Marx ile Engels’e göre, “ancak özel mülkiyet çerçevesinde varolabilir. Bu karşıtlık, bireyin işbölümüne, kendisine dayatılan belirli bir etkinliğe boyun eğmesinin en galiz biçimidirbu boyun eğm e bazı insanlan kısıtlanmış bir kent hayvanı, bazılannı kısıt­ lanmış birer kır hayvanı haline getirir ve bu ikisinin çıkarlan arasındaki çatışmayı günü gününe yeniden doğurur.” Marx ile Engel, bu bölünmenin, kır halkının “bütün dünyevi etkileşimden ve bunun sonucunda bütün kültürden” kopmasına neden olduğunda ısrar ederler. Bu yüzden, “Kır ile kent arasındaki karşıtlığın ortadan kaldıniması komünal hayatın ilk koşullanndan biridir.”^’

Tarihsel Jeoloji ve Tarihsel Coğrafya Burjuva mülkiyetinin rekabetçi sisteminin doğasını anlamak için, önce­ likle bu rekabetin kent ile kır arasındaki bölünmenin ileri bir aşamasını temsil ettiğini ve rakiplerin bir dünya pazan boyunca hareket ettiklerini, böylelikle de elverişli coğrafi, jeolojik ve hidrolojik koşullann avantajlanndan yararlanmaya muktedir olduklannı anlamak gereklidir.^* Bu yüzden, Marx ile Engels Alman İdeoloji'sm âe kendi materyalist tarih kavrayışlannı ortaya koyarken, jeoloji ve coğrafyanın onlar olmaksızın canh doğanın (bitkilerin yetişm esi gibi) varolamayacağı temel koşullarınm üretimin koşullannın parçası olduğunu savunmuşlardı.^® Marx’m jeoloji biliminin gelişm esi konusunda hatın sayıhr bilgisi vardı. Trier’deki lise öğrenimi sırasında-çoğu kez “tarihsel jeolojinin babası” olarak adlandınlan- büyük Alman jeologu Abraham Gottlob W emer’in (1749-1817) öğrencisi olan zamanın ünlü jeologu Johann Steininger’den (1794-1874) ders almıştı. Berlin Üniversitesi’nde de (Friedrich Schelhng geleneğinden) bir doğa filozofu, önemli bir coğrafyacı ve jeolog olan Heinrich Steffens’in verdiği antropoloji derslerine katılmıştı.^“ Hegel de kendi D oğa F elsefesi’nde, büyük ölçüde Wemergil tarihsel jeoloji kura­ mına (W em er’in kendisi bunajeognozi diyordu) dayanmıştı.^'


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

165

Çağdaş jeoloji tarihçisi Rachel Laudan’ın yazmış olduğu gibi, “tarih­ sel jeoloji merkezi kavramım oluşturan kişi” Werner idi. W em er’den önce kayalar, jeologlar tarafmdan, işlenme tarzı, büyüklük ya da yer gibi madencilerin kullandığı ölçütlere göre ya da maden bilimcilerin tanımıyla bileşik madenler olarak sınıflandırılmıştı. Werner ise değişik kaya türle­ ri arasındaki “özsel farkhhklann” bunlann “oluşum tarzı ve zamanında” bulunacağında ısrar etmişti. Laudan’m açıkladığı gibi, “zamansal sınır­ lamayı oluşumlann tanımlayıcı karakteristiği yaparak, zamanı özselleştirerek, Werner, bu oluşum lan doğal türler değil benzersiz, tarihsel kimlikler olarak tanımlamıştı.”’^ W em er’in oldukça kurgusal uzun dönemli art arda geliş kuramının temel postülaları, dünyanm ilk zamanlannda evrensel bir okyanusla örtül­ müş olduğu ve yerkabuğunu oluşturan önem li kayalann bu okyanusun çökeltileri ya da tortulanndan oluştuğuydu. Belki bundan da önemlisi, W em er’in jeolojik zamanın olağanüstü büyüklüğünü vurgulamış olma­ sıdır. Ona göre, dünyanın sularla kaplı olduğu dönem “belki bir milyon y ıl” sürmüştü. (Bu sayı, bir iki kuşak sonrasının jeologlannm telaffuz ettiği sayılarla kıyaslanınca gülünç biçimde küçük görünmektedir, ama daha önceki Hıristiyan zaman anlayışından önem li bir ayrılığı temsil eder.) Jeognozi üzerine verdiği derslerde, “zaman içinde yalnızca bir nokta oluşturan yazılı tarihe karşı” dünya tarihinden söz ediyordu. W em er’in derin zaman argümanı başka çevrelerden de destek almıştı. Kant, güneş sisteminin yaratılışıyla ilgili büyük eseri Evrensel D oğal Tarih ve Gökler Kuramı'nda {1155), “kendimizi içinde bulduğumuz kuru­ lu doğa şimdi içinde cisim lenen mükem melliğe erişene dek belki de milyonlarca yıl ve yüzyıldan oluşan zaman serileri akıp geçmiştir.” diye yazmıştı. Kant, bunun Epiküros’un varsayımlanna uygun düştüğünün farkında olarak, sonsuz zaman ve uzaydan söz etm eye devam etmişti. Kant ile aynı zamanda yazan Werner de kendi araştırmalannın “zamanın derin uçurumuna” işaret ettiğinin fark ederek, kendi jeolojisini İncil’deki yaratılış öyküsüyle ilişkilendirme gereğini duymamıştı. Ashnda, jeo lo ­ jik art arda geliş ilkesine dayalı yaklaşımı, kararlı biçim de materyalistti.’^ W em er’in eseri jeolojinin gelişim ine Avm pa çapında olağanüstü bir etki yaptı. W em er’den bir kuşak sonra, geçm işi yeniden kurmanın anahtan olarak maden sınıflan yerine “oluşumlar” kavramına dayanan tarih­ sel jeoloji, ayn bir disiplin olarak kumimuştu. İngiliz jeologu W.H. Fitton’ın (1780-1861) açıkladığı gibi, oluşumlar kavramını g eliş­ tirmekle, Werner, “jeologlann dikkatini, açıkça, genel olarak bulunan


166

MARX'IN EKOLOJİSİ

değişik doğal kaya ailelerinin art arda geliş düzenine çeken ilk k işi” olmuştu.^'' Bu yönüyle, W em er’in düşüncesinin büyük Fransız paleontologu Georges Cuvier (1769-1832) üzerinde çok büyük bir etkisi oldu. Cuvier, fosil kayıtlannı inceleyerek yürüttüğü kendi karşılaştırmalı anatomi ve yeryüzü kuramını geliştirirken Alman jeognozi geleneğine çekilmişti. O da, 1804 gibi erken bir tarihte, Paris yakınlannda bulunan ve görece yakın tarihlere ait fosilleri incelediği sırada, oldukça kayıtsız bir biçimde, bunlann “binlerce yüzyıllık” olduğundan söz etmişti. Böylece, engin, gerçekten hayal edilem ez kadar eskiye uzanan jeolojik zaman kavramına işaret ediyordu.^^ N e var ki, W em er’in jeoloji tarihindeki saygınlığı, kendi zamanında jeoloji çevresinde cereyan eden tartışmalardan büyük zarar görmüştür. Daha geniş anlamdaki kurgul kuramı madenlerin evrensel bir okyanusun tortulan ya da çökeltileri olduğunu önerdiği için, yaklaşımı, în cil’deki Nuh tufanı anlatısının savunuculannca kapılmıştı. Jeoloji içindeki tartışmalarda bu düşüncenin yandaşlan “Neptüncüler” olarak bili­ niyordu, görüşleri en iyi biçimde İngiliz jeologu James Hutton’ın (1726­ 1797) eserlerinde temsil edilen karşıdanna ise, “Vulcancılar” deniyordu. Bu yaklaşım yıkım cılığa karşı geliştirilm işti ve sonradan Charles Lyell ile özdeşleşen “tek biçim ci” jeolojiye dönüşecekti. N e olursa olsun, işin gerçeği, W emer’in kendisinin Neptüncüler tarafından savunulan teolojik duruşu paylaşm adığı ve kuramsal yaklaşımının asıl katkısının -jeolojik zamanın enginliğine yaptığı vurguyla- kendi başına İncil’deki anlatımı zayıflatan bir tarihsel jeolojinin temelini kurmak olduğudur.^® Hegel, D oğa Felsefesi’nde, kuramıyla yeryüzü tarihinde “oluşumlann birbirini izleyişi”ne dikkat çeken “W em er’in büyük değerini” savunmakla birlikte, Neptüncülüğü açık biçim de reddetmiştir. Aslında, H egel’in görüşünden jeognozinin (yani W emerci geleneğin) başlıca katkısı, “ Yeryüzü ’nün yapısını” ele alırken “bunun bir tarihe sahip bulun­ duğunu, durumunun birbirini izleyen değişmelerin bir sonucu olduğunu” ilk kez olarak görmüş olm asıydı. “{Yeryüzünün yapısı} uzak bir geçm i­ şe ait olan büyük devrim dizilerinin izlerini taşır.” W em er’i izleyen H egel’e göre, bu jeolojik zamanın enginliğinde yani milyonlarca yılda meydana gelen bir süreçti. H egel, “generatio aequivoca” yani hayatın canlı olmayan maddeden kendiliğinden üremesi görüngüsünü vurgu­ lamıştı. Bu görüngü jeolojik zaman içinde geçm işte belli bir noktada meydana gelmiştir: “generatio aequiveco, deniz ve karada kendini ifade eden genel dirimselleştirmenin genel tarzı,” bir başka deyişle “kaostan


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

167

çıkan devrim”dir.^’ (Hegel, burada, düşüncesinde tipik olandan daha evrimci bir doğa anlayışı benimsemiş gibi görünmektedir.^*) Bu düşüncelerle Steininger ile Hegel ve muhtemelen Steffens (antro­ poloji derslerinde yeryüzü tarihi sorununa kuşkusuz değiniyordu.) aracı­ lığıyla tanışan Marx, Wemergil kurarm çok iyi öğrenmekle kabnamış, aynı zamanda -Neptüncü fikirler bakımından değil, tarihsel jeoloji bilimi olarak aldığı bu kuramın yamnda yer almıştı. Bu kuramın evrim ve jeolojik zaman kavrayışının devrimciliğini yakalamıştı. Bu yüzden, İktisadi ve Felsefi £fyazw a/an’ndaşunlan söyler: “yeryüzününyaratılmış olduğu görüşü jeognoziden yani, yeryüzünün oluşumunu, yeryüzünün gelişimini bir süreç, bir kendihğinden türeyiş olarak sunan bilimden, güçlü bir datbe yedi. Generatio aequiveco, yaradıhş kuramının tek pratik çürütmesidir.”^’ “Gencrario aequiveco”dan daha sonra yazdıklan Alman İdeoloji'smdt de söz eden Marx ile Engels, yeryüzünde hayatın başlangıcı sorununa yaklaşımda mateıyalist bir ontolojinin gerekliliğinde ısrar ederler Marx, bu bakımdan, Lucretius tara­ fından aktanlan Epikürcü görüşe sadık kalmıştır “yeryüzüne ana adı haklı olarak verilmiştir,çünkü her şey topraktan doğar.” “” Valentino Gerratana, haklı olarak, on dokuzuncu yüzyıl başlannda, generatio aequiveco mefhumunun her türlü özgül felsefi bağlamı aşan genel bir felsefi kavrama dönüştüğünü öne sürmüştür. “Bu yüzden, Genç Marx’m yazılarında generatio aequiveco fikrinin işlevi evrimcilik düşüncesinin kendisine eşittir.” Bu (bilimin henüz ortaya koymadığı bir zamanda) hayat için bir materyalist köken hipotezinden başka bir şey değildir Daha sonralan, Engels, Anti D «/ın/zg’de (1877-1878) bilim için­ deki “kendiliğinden üremenin daha kibirli savunuculannı” hayatın kökeni ile ilgili olarak “şimdiye dek bilimin kesin olarak yalnızca bunun kimya­ sal bir tepkime sonucu doğmuş olduğunu söyleyebildiği”den dolayı eleş­ tirir.'" Varoluş bilm ecesine bir yanıt olarak kendiliğinden türeyiş genel fikrinin gerisinde yatan tüm materyalist sorgulamayı yaradıhşçı temelde reddedenlere verdiği karşılık ise daha da sert olmuştur. Bugün, çok daha geniş bir bilimsel anlayışa yaslanarak hayatın başlangıcı konusuna daha büyük bir kesinlikle yönelinebilir. Hâkim anla­ yış, materyalist tarih kavrayışından çıkartılan bu ilk kurgul görüşlerle benzer biçimde, hayatın tanrısal yaratımın sonucu olarak değil, cansız maddeden kaynaklanmış olduğu yönündedir Bununla birlikte, hayat cansız maddeden kaynaklanmışsa bu nun bugün de neden devam etmediği sorusunu yanıtlamak artık olanak dahilindedir Tanınmış bilimadamları Richard Lewis ile Richard Lewontin’ in sözleriyle:


168

MARX'IN EKOLOJİSİ

Bütün hayatın hayattan türemesi yasası ancak yaklaşık bir m ilyar yıl önce geçer­ lilik kazanmıştır. İlk başta hayat cansız maddeden doğmuştur, ancak bu türeyişin kendisini sürekli bir m eydana geliş kılması olanaksızdır, çünkü canlı orga­ nizmalar hayatı de novo başlatm ak için gerekli karmaşık organik molekülleri tüketirler. Dahası, hayatm başlangıcından önce varolan seyrek atm osfer, canlı organizmalar tarafından, oksijence zengin farklı bir atmosfere dönüştürülmüştür.

Rachel Carson’m son derece güzel açıklamasıyla, “Taze dünya üzerin­ deki koşullar hayatı üretmiştir; hayat da bir kez ortaya çıkar çıkmaz dünya üzerindeki koşullan kendisine uygun olarak düzenlemiştir, bu yüzden bu tek ve olağanüstü kendiliğinden türeme eylem i bir daha tekrar­ lanamaz.” “*^ Carson’ın “kendiliğinden türeme”ye yaptığı gönderme, hayatın başlangıcına ilişkin materyalist bir açıklama nihayet geliştirildiğinde, bunun temelindeki akıl yürütmenin, hayat doğadan kendiliğinden biçim­ de doğmuşsa bu eylem in bugün hala niçin devam etmediğini açıklamak biçiminde kurulmuş olm asını yansıtır. İki materyalist v e Marksist düşü­ nür -Sovyetler Birliği’nde Aleksander Oparin ve İngiltere’de J.B.S. Haldane- tarafından birbirinden bağımsız olarak geliştirilen OparinHaldane hipotezinin getirdiği açıklama kısmen biyokimyaca sağlan­ mıştı. Rus ekolog V. I. Vem adski, 126’da yayım ladığı B iyosjer'm âe ortaya attığı kuramında bugün bildiğimiz biçim iyle atmosferin hayatın kendisi tarafından üretildiğini söylemişti. Hayat, atmosferi üretmekle “kendiliğinden türemeyi” olanaklı kılan koşullan değiştirmişti.“*’ Marx, tarihsel jeolojinin ötesinde, tarihsel coğrafya bilimindeki geliş­ melerden de büyük ölçüde etkilenmişti. Berlin Üniversitesinde öğren­ ciyken, tarihsel ve erekbilimci yaklaşımı H egel’in Tarih Felsefesi D ersleri’m de etkilemiş olan, büyük idealist tarihsel coğrafya bilgini Kari Retter’in (1779-1859) derslerine katılmıştı. H egel, Ritter’in değişik kıta­ lar arasındaki ilişkilere getirdiği özgün coğrafi yaklaşım ıyla birlikte, uygarlık ile doğaya bağımlılığın derecesi arasında ters bir korelasyon olduğu görüşünü de benim sem işti.“*“* Ritter’in bu konudaki ünlü yakla­ şım ı şöyleydi: Uzaklıklar, doğal etkiler, hatta doğal üretim ler daim a insanın muzaffer yürü­ yüşüne boyun eğer ve yolundan çekilir; bir başka deyişle, insan ırkı doğanın kuvvetlerinden git gide daha fazla özgürleşm ektedir; insan, içinde yaşadığı yeryü­ zünün hâkimiyetinden git gide kurtulm aktadır. Özgül bölgelerin ve koca kıtaların tarihi bunu doğrular.


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

169

Ritter’İn yeryüzü tarihine yaklaşımı nihayetinde erekbilimcidir ve inaye­ tin kutsal eline götürür. Ancak, daha dolaysız karakterinde, mekanik nedenlerin gerisinde uzun vadeli organik gelişim sürecini gördüğünden ötürü, evrimcidir. Ritter’e göre, coğrafyanın konusu, yani yeryüzü, tarihsel (ve aynı zamanda erekbilimsel) olarak ele alınmalıdır. “Yeıyüzü tarihi, geçmişin bütün anıtlarında, her yönden ve her parçası için sonu gelm ez bir dönü­ şüme konu olduğunu göstermektedir.” Bu dönüşüm, “bu kadar üzerinde durduğum organik gelişim i gerçekleştirebilme yeteneğindedir.”^’ Bu yüzden, Ritter’in coğrafyasının gizem ci kabuğunun altında, ussal bir çekirdek bulunmaktadır. Ritter’in çevreci düşünce üzerindeki en önemli etkisi. Yeni İngiltereli büyük çevre korumacı George Perkins Marsh aracılığıyla olmuştur, Marsh, Lewis Mumford’un “çevre koruma hareketinin kaynağı” olarak nitelediği İnsan ve D oga'm n yazarıydı. Marsh, kitabı hakkında “Ritter ve Guyot’nun [Ritter’in A B D ’ye göç eden İsviçreli bir izleyicisi] yeryüzünün insanı yaptığını düşündüğü yerde, insanın yeryüzünü yaptığını gösteren küçük bir cilt” ifadesini kullanmıştır."^ Marsh’ın bu sözlerle kastettiği şey, Ritter’in insanın uygarlığın gelişim iyle doğanın hâkimiyetinden kurtulduğu yönündeki (normal coğrafi belirlenimciliğinden ayrılan) özsel eleştirel sezgisinin, insanın böylece dünyanın dönüşmesinde etkin bir güç haline geldiği ve bunun sonuçlarının da çoğu kez yıkıcı olduğu görüşüyle birleştirilmesinin zorunluluğudur (Marsh’ın kitabının alt başlığı, The Earth as Transformed b y Human Action (İnsan Eylem iyle Dönüş­ türüldüğü Biçim iyle Y eryüzü) idi. Böylece, Ritter’in tarihsel sezgileri Marsh tarafından, yeryüzü üzerindeki insan hâkimiyeti sorununu ortaya koymak üzere başaşağı çevrilerek kulla­ nılmıştı. Ritter’in öğrencisi Marx da Almun İdeoloji’sinde insamn ortaya çıkışından önceki biçim iyle artık doğayı bulmanın çok güç olduğuna işaret edişinin gösterdiği gibi, benzer bir süreçten geçmişti. Dahası, insanın doğayı dönüştürmesinin doğası - v e bunun çoğu kez neden olduğu yıkıcı sonuçlaryavaş yavaş Marx’m düşüncesinin ana izleklerinden biri olmuştu.

H a k ik i S o sy a listle rin E le ştir isi Marx ile Engels, doğa ve insan tarihine ilişkin bu uzun tarihsel görüşleri nedeniyle, 1840’lann ortalannda gelişen fakat 1848 Devrimlerinden sonra ortadan kalkan entelektüel bir akım olan “hakiki sosyalistleı^’in doğa


170

MARX'IN EKOLOJİSİ

ve insan hakkmdaki tarih dışı gizem ci görüşlerinden rahatsızlık duymuştu. “Hakiki sosyalistler” hakiki insanlığı ve hakiki doğayı yeni­ den kurmak düşüncesine dayanan bir “sosyalizm ” mefhumu yaratmak için ekonomi politikten alınan bir çok kavramı soyut bir hümanizm ve soyut bir doğalcılıkla harmanlayan, ama bunu yaparken insanın g eliş­ mesinin ve doğal tarihin maddi temellerini bütünüyle göz ardı eden bir grup Alman yazarıydı. Marx ile Engels bu grubu adlandırmak için kullandıklan “hakiki sosyalizm ” ifadesini grubun önde gelen temsilcilerinden Kari Grün’den almışlardı. Marx ile E ngels’in “hakiki sosyalistleri” eleştirirken başlıca hedefleri R udolf Matthäi tarafından yazılan “Sosyalizm in K öşetaşlan” başlıklı makale oldu. Matthâi’yi önemli bir entelektüel olarak değil de “hakiki sosyalizm ” eğiliminin bir tem silcisi olarak ele alan Marx ile Engels, eleş­ tirilerine başlamak için, kendisinden şu hayıflanmayı alıntılarlar: “İnsan, yeryüzünü yeniden mutluluğunun ülkesi olarak selamlayamaz mı? Yeryüzünü bir kez daha asıl evi olarak kabul etmez mi? Ö yleyse niçin hayatını ve mutluluğunu birbirinden ayırması gereksin? Niçin, dünyevi hayatı iki düşman yarıya ayıran son engeli parçalamasın?” İnsanı doğa ile banştırmayı arzulayan bu hakiki sosyalist, insanın doğadan yaban­ cılaşmasının şifasını yine doğanm kendisinin sağladığı ruhsal araçlarda bulması için okuyucuyu “özgür doğanın” alamnda bir yürüyüşe çağırır: [Ş]en çiçekler... uzun ve görkemli meşeler... m utluluklan hayatlarında, serpilip gelişm elerinde yatar... çayırlardaki m inik yaratıkların sonsuz çeşitliliği... orm an kuşları... soylu bir tay sürüsü... Bu yaratıkların yaşamaktan aldıkları hazdan ve bunun ifadesinden başka bir mutluluğu ne tanıdıklarım ne de arzu ettiklerini görü­ yorum. Akşam çöktüğünde, gözlerim, sonsuz uzayda sayısız dünyaların ebedi yasalara uygun biçimde birbirinin çevresinde döndüğüne tanık oluyor. Onların dönüşlerinde hayatm, hareketin ve m utluluğun birliğini görüyorum.“*^

Hakiki sosyalistler, uyumsuzluğun bu dünyaya “insan” eliyle, yani soyut insanlıkla getirildiğini düşünüyordu. Marx ile Engels’e göre, bu “felsefi m istifıkasyon” biçiminin hatası, insanlığın “özgür doğa” ile yeni­ den birleşmesi mefhumunda yatıyordu. Hakiki sosyalistler, “bu dikotominin [bu yabancılaşmanın] doğada da varolmadığını varsayarak” yanıtı doğaya “çağrıda” bulunmakta görüyordu. Oysa, "insan” da bir “doğal varlık” olduğuna göre, bu yabancılaşmanın, doğada bulun­ muyorsa insanlıkta da bulunmaması gerekirdi. Marx ile Engels, bu görüşe karşı çıkarak, yaşam m ücadelesinin artık saf olarak görülemeyecek


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

171

doğada sürdüğü görüşünü savundular. Yirmi yıl sonra “Darvinci” bir dil olarak nitelenecek bir ifadeyle, “insanın” doğada, bitkiler ve hayvanlar arasındaki çok şiddetli rekabet gibi, başka büyük şeyler de göre­ bileceğine işaret ettiler. Aslında, “Hobbes bellum omnium contra omnes'imn kanıtını doğaya dayandınrken ve hakiki sosyalistlerimizin kurgulannm kendisine bağımlı olduğu Hegel, doğayı bir yanima, Mutlak Fikir’in yavaşlamış dönem i olarak kavrarken, hatta, hayvanı Tannnın somut ızdırabı olarak adlandınrken, [hakiki sosyalistlerden] çok daha mantıklıydı.” diyecek kadar ileri gitmişlerdi.'** Hakiki sosyalistler, Matthäi örneğinde olduğu gibi, doğa hakkındaki bu görüşlerinden hareketle, toplumun özgürleşmesi için doğanın sure­ tinde kurulması gerektiğini savunuyorlardı. Matthäi şunlan söylemişti: “Tıpkı tekil bir bitkinin büyümesi, yaprak, çiçek ve m eyve verebilmesi için toprak, ısı, güneş, hava ve yağmur talep etmesi gibi, insan da toplum içinde tam gelişiminin, bütün gereksinmelerin, eğilimlerini ve yete­ neklerini tatmin edebilmesinin koşullarını bulmayı arzu eder.” Marx ile Engels’in buna - doğanın materyalist kavrayışı açısın dan - karşılığı şöyledir: bitki, doğadan varoluşunun yukarıda sayılan bütün bu koşullarını talep etmez; bunları zaten hazır bulmazsa hiçbir şekilde bitki olmaz; bir tohum taneciği olarak kalır. Dahası, “yaprak, çiçek ve meyve” olma durumları, büyük ölçüde "toprağa,” “ısıya” ve büyümesinin buna benzer iklimsel ve coğrafi koşullarına bağlıdır. Herhangi bir şey “talep etm e”nin çok ötesinde, bitkinin, bütünüyle varoluşunun fiili koşullarına bağımlı olduğu görülür.

Hakiki sosyalist, doğa hakkındaki bu gizem leştirici görüşü toplum hakkında gizem leştirici bir görüş üretmekte kullanır, öyle ki, böyle bir toplumun, yani “hakiki sosyalizm in” kurulması, varoluş koşullanyla ilgi­ li olmayıp yalnızca bir istek sorunudur. Bu yüzden, Marx ile Engels, hakiki sosyalizm e verdikleri karşılıkta, materyalist doğa kavrayışı ile materyalist tarih kavrayışı arasındaki iliş­ kiyi son derece açık terimlerle ortaya koymuşlardır. Hakiki sosyalizm , insanlar arasındaki doğal varlıklar ve toplumsal varlıklar olarak farklılığı ayırt etmekteki -ve insanlığın sayesinde doğayı ve kendi toplumsal iliş­ kileri değiştirdiği emeğin insan tarihinin özü olduğunu kavramaktakibaşansızlığıyla insanları basitçe “pirelerle, saman demetleriyle, taşlarla eşitliğe” indirgemiştir Marx ile Engels’e göre, hakiki sosyalistlerin


172

MARX'IN EKOLOJİSİ

duygusal, ruhçu doğalcılıklanna karşı çıkmak için, insan tarihinin bir parçası olan “insanın doğayla mücadelesi”ni kabul etmek zorunludur. Hakiki sosyalistler insanı hayvandan ayıran toplumsal farklılığı ortadan kaldırmış ve aynı şekilde, doğadan yabancılaşmanın gerçek insani temellerini kavramakta başansız olmuştur.‘'® Hakiki sosyalizmin ve onun doğaya tapmaya yakın tümüyle ruhçu ve duygusal doğa anlayışının eleştirisi, Marx ile E ngels’in 1850’de George Friedrich Daumer’in aynı yıl yayımlanan Yeni Çağın D ini’ne getirdikleri eleştiriyi anlamamıza yardımcı olur. Daumer (1800-1875), yalnızca Hıristiyanlığı eleştirmekle kalmamış, aynı zamanda dini ve toplumu, Marx ile Engels ’e göre “Hıristiy anhğa kıyasla bile daha gerici” bir çizgide yeniden örgütlemeyi savunmuştu. Daumer’in, Marx ile E ngels’in “doga tapıncı” diye adlandırdıklan anlayışı şu dizelerinde görülebilir; Kutsal Doğa, tatlı Ana, Ayaklarımı ayak izlerine yerleştir. Bebek elim senin eline yapışsın. Beni yol gösterici ipinde yürüt!

Bu kadan da, Marx ile Engels için çok fazlaydı. Dahası, Daumer’in “doğa tapıncının” yüzeysel ve tarih dışı bir karakter taşıdığına işaret ettiler. Aslında, kendileri ifade etmiş olmasalar da- Daumer’in görüşleri doğal teolojinin görüşlerine benzerlik gösteriyordu. Marx ile Engels’in aktardıklan, Daumer’in doğayla ilgili duygusal gözlem leri, “Guguk kuşunun başka kuşlann yuvasına yumurta bırakmasını hayranlıkla izleyen bir küçük taşra kasabası sakinin Pazar yürüyüşlerine” karşılık düşüyordu; ki o guguk kuşunun başkalarınm yuvasına yum urta bırakm asına, gözlerinin yüze­ yini nemli tutmak için gözyaşlarının düşünülm üş olm asm a ve buna benzer şeyle­ re çocukça bir hayranlık duyar ve nihayet çocuklanna Klopstock’un Bahar Türküsü'nü okurken huşuyla titrer. Elbette, m odem sanayiin onların aracılığıyla tüm doğayı devrim cileştirdiği ve insanın doğa karşısındaki çocukça davramşma son verdiği modem bilimlerin sözü bile edilmez... A m a onun yerine, Nostradam us’un kehanetleri, Iskoçlann ikinci görüsü ve hayvansal manyetizma hakkındaki m efhumlara... ilişkin gizem li anıştırm alar ve hayranlıklar buluruz. Gerisi için, Bavyera’nm rahiplerin ve D aum erlerin yetişm esine zemin oluşturan ağır kanlı köylü ekonomisinin en sonunda m odem tanm v e modem makinelerle sürülüp alt üst edilmesi arzu edilir olacaktır.

Marx ile Engels için, değişen m addi koşulları yadsırken, eski feodal


MATERYALİST TA RİH KAVRAYIŞI

173

hiyerarşi ihşkilerini yeniden kurmaya çahşan doğa hakkmdaki gerici duygusallığın reddedilmesi zorunludur. Köylüler için toprakla olan ihşkilerinin daha “m odem ” üretim ilişkileriyle dönüştürülmesi daha iyidir. Buradaki reddedişleri, köylülüğe ya da “toprağa” sempati besle­ mediklerini göstermez, yalnızca, her ikisiyle gerici bir ilişkiye karşı çıkışlannın işaretidir. Engels, on altıncı yüzyıhn devrimci köylülüğüne ve özel mülkiyete son verip toprakla yeni bir komünal ilişki kurmak için Thomas Müntzer önderliğinde yürüttüğü mücadeleye övgüler yönelttiği büyük eseri A lm anya’da Köylü S avaşı’m* bu aynı 1850 yılmda yayım ­ lam ıştır.

Proudhon’un Mekanist “Prometeusçuluğu” M arx’m Fransız sosyalizm iyle tanışıklığı, Rheinische Zeitung’da yayım ladığı bir makalesinde Charles Fourier (1772-1837) ve Pierre Joseph Proudhon’un (1809-1865) eserlerine gönderme yaptığı 1842 yılına dek geri gider. Fourier, kadınların durumu, toprağın düşkün­ leşm esi ve ortak em eğin doğası gibi alanlarda önem li sezgiler sağla­ mıştır. Fourier’ye göre, “kadınların ayncahklarm m genişletilm esi bütün toplumsal ilerlemenin genel ilkesidir.” Doğa hakkmda da şunları yazmıştı: “Torunlarımız, Fransa’nın güneyinde olduğu gibi nice dağla­ rın yağm alandığını ve çırıl çıplak bırakıldığını gördüklerinde, uygar­ lığa nasıl da söveceklerdir!” Fourier, kendi “ortaklaşmacı rejimi”nde avlanacak balık miktarının yirmi kat artmlabileceğini öngörüyordu: “Balıkların ancak uygun zaman­ larda avlanabileceğine ilişkin bir anlaşma yapılabilse ve ırmaklann mahvedilmesi için harcanan zamanın dörtte biri su samuru avlamaya yöneltilebilse, balık miktarı balıkların doğal üremesiyle düzenlenirdi.” Fourier, İngiliz ütopyacı sosyalisti Robert Owen gibi, nüfus sorununun çözümünü, burjuva toplumunda kırların nüfussuzlaşmasıyla birlikte giden kentlerdeki artan nüfus yoğunlaşmasının tersine, nüfusu küçük yerleşim birimlerine dağıtmakta aramıştı.’ ‘ Fakat, Marx’m düşüncesi üzerinde -hem olumlu, hem olumsuz yöndeProudhon’un çok daha büyük etkisi olmuştur. Proudhon’un sonraki izle­ yicileri, en fazla, ilk çahşmalanndan biri olan ve “Hırsızlıktır” şeklindeki yamtıyla ün kazanan Mülkiyet Nedir? (1840) adh eserinden etkilenmişlerdir. Proudhon, bu kitabında düşüncesinin anarşist yönünü ortaya koymuştur. *F. Engels, Alm anya'da Köylü Savaşları, Çev.: K. Somer, Sol Yay.


174

MARX'IN EKOLOJİSİ

Marx da bu eserden etkilenmişti. Komünizm liakkindaki 1842’de Rhei­ nische Zeitung'a yazdığı en eski makalesinde, “Proudhon’un zekice eseri­ nin” benzer biçimdeki daha az kuramsal nitelikteki çalışmalanyia biriikte, “yüzeysel düşünce parlamalan temelinde değil, ancak uzun ve kapsamlı bir incelemeden sonra eleştirilebileceği”nden söz etmişti.“ Proudhon, M ülkiyet N edir?'âs, daha sonra Marx’m eserinde merkezi bir yer tutacak bir tema geliştirmişti; bu, üretim sürecinde em eğin doğaya ya da hammaddeye eklenmesinin, (Locke’un doğal mülkiyet kuramındaki gibi) toprak üzerindeki özel mülkiyeti ve nüfusun çoğunluğunun yeryü­ züyle komünal bir ilişki olarak kalması gereken şeyden uzaklaştırmasını haklı çıkarmadığı düşüncesiydi. Proudhon, devletin meşru olarak tüm nüfusa ait olm ası gereken oım anlan ve öteki topraklann satılması hakkında yazarken, (daha sonra Marx’m K apital'de]&i eleştirisinde yankılanacak terimlerle) şunu gözlem lem işti: M ülk sahibi ulusun kendisi olsa bile, bugünün kuşağı yarının kuşağının malına sahip çıkabilir mi? Halk, zilyet sıfatıyla tasarrufta bulunur; hükümet onları yönetir, gözetir ve korur ve adalet tevzii eder. Eğer ulus toprak üzerinde tahsislerde de bulu­ nursa, ancak kullanımını tahsis eder; toprağı satmak ya da yabancılaştırm ak için hiçbir biçimde hak sahibi değildir. Mülk sahibi olmaksızın, mülkü nasıl yabancılaştırabilir? ... Toprağı tahrip edin ya da (o da aynı şeydir) satın; bu şekilde bir, iki, ya da üç haşatı yabancılaştırm ış olmaz, ondan -sizin, çocuklarınızın ve onla­ rın çocuklarının- elde edebileceğiniz bütün ürünü yok etmiş olursunuz.

Marx ile Engels, “Proudhon, ekonomi politiğin temelinin, özel mülki­ yetin eleştirel bir soruşturm asmı-ilk kararh, acım asız ve aynı zamanda bilimsel soruşturmasmı- yapar. Bu, onun yaptığı büyük bir ilerlemedir, politik ekonomiyi devrimcileştiren ve ilk kez gerçek bir ekonomi politik bilimini olanaklı kılan bir ilerlem e.” sözleriyle. Kutsal A ile'de Proud­ hon’un MM//:i>’eiNeJ/r.^’ine büyük övgüler getirmeyi sürdürmüşlerdi.^ Ne var ki, Marx iki yıl sonra, Proudhon’a tümüyle farklı bir karşılık verecekti. 1843 yılından itibaren İngiliz ekonomi bilimini sabırsız bir hızla incelem eye girişmişti. Bu incelemelerin etkisi daha İktisadi ve P oli­ tik E lyazm aları, Kutsal Aile ve Alman İdeolojisi'nde belirgindir. Ancak, Marx’m felsefeden çok ekonomi politik ile ilgilendiği ilk eseri Felsefenin Sefaleti* (1847) olmuştur. İronik biçim de bu, Proudhon’un Ekonomik *K. Marx, Felsefenin Sefaleti,Ç ev.:A . Kardam , Sol Yay,


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

175

Ç elişkiler Sistemi Ya da Yoksulluğun Felsefesi (1846) başlıklı eserinin eleştirisi biçim ini almıştı. Ekonomik Çelişkiler Sistemi, önceki M ülkiyet N edir?'dtn bütünüyle farklı tarzda bir çalışm aydı. Yoksulluğun Felsefesi alt başlığıyla daha tanınmış olan bu kitap, bir yanda bir ekonomi politik eleştirisi giri­ şiminin, öbür yanda burjuva toplumunu daha toplumsal kılmaya yönelik bir çabanın -tümü de antik çağdan alınmış alegoriler ve inayete erek­ bilim sel göndermelerie sanlıp sarmalanmış tuhaf bir harmanından oluşu­ yordu. Mark açısından, bu kitap. Komünist M anifesto'da Engels ile birlikte “burjuva sosyalizm i” diye adlandıracaklan, burjuva toplumunu, yol açtığı sefaletler ve proletarya -ya da en azından proleterlerin muha­ lefeti* olmaksızın yeniden kurma çabası olarak tanımladıkları şeyin örne­ ğini oluşturuyordu.’’ Yoksulluğun Felsefesi (ilk cildinde) kendisi aracılığıyla insanlığın “doğanın yasalannı ve akün yasalannı ima eden mutlak’a özüm sendiği” inayet kavramıyla açılır ve kapanır. Proudhon, alaycı bir edayla Tanrıyı inkârla sonuçlanan bir uygarlıkta, tarihin iyicil doğasını anlayabilmek için bir “Tann hipotezinin” zorunlu olduğunu yazar. Tıpkı inayetin etkin nede­ ni olarak tannnın akıl aracılığıyla doğrulanamayışı gibi, “toplumsal ekonomide komünizmi, felsefede gizem ciliği ve statükoyu doğrulamaya varan” hümanizm de aynı biçimde akılca doğrulanamayan bir “dinsel restorasyondan” başka bir şey olmayan bir inayet düşüncesine (bu kez etkin neden insanlıktır) vanr. Proudhon’a göre, bize kalan, düzen, iler­ leme, yazgı -ruhumuzun, doğanın bütünü aracılığıyla sonsuzla kurduğu gizli ilişki”- anlamında, bir inayet mefhumudur.’* Proudhon, bu tuhaf, felsefi çerçevede değer kavramıyla başlayan ve iş bölümü, makinalar, rekabet ve tekel gibi görüngülerin araştırılmasıyla devam eden kendi “yoksulluğun felsefesini” geliştirm eye çalışır. Proud­ hon, ekonomik görüşlerini açıklamak için hem toplumu tasviretmek^ hem insan etkinliğini sem bolize etmek üzere her ikisini de “Prometeus” adıyla kişileştirmekte karar kılar. “Masala göre, Prometeus” diye yazar, “insan etkinliğinin sembolüdür. Prometeus, gökten ateşi çalar ve dünyevi sanatlan icat eder; Prometeus geleceği görür ve Jüpiter ile eşitliği telkin eder; Prometeus Tanndır. Öyleyse, gelin, toplumu Prometeus diye adlan­ dıralım.” Proudhon için, “Prometeus... fetihlerini D oğa’ya yayar.” “Adale­ tin, yalnızca değerlerin uygun oranda olması olduğunu” öğrenir. Ashnda, Prometeus, şu ürünün bir saatlik emeğe, ötekinin bir günlük, bir haftalık, bir yıllık


176

MARX'IN EKOLOJİSİ

emeğe mal olduğunu bilir; aym zamanda, kendi maliyetlerine göre düzenlenen bütün bu ürünlerin, servetin ilerlemesini oluşturduğunu da bilir. Öyleyse ilk önce, kendisine en az maliyetli ve buna uygun olsırak en zorunlu şeyleri sağlayarak varo­ luşunu güvenceye alacaktır, ardından konumu güvenli durum a gelir gelmez, eğer bilgeyse, fiyat skalasındaki kendi konumlarına uygun bir sıraya koyacağı lüks m allan aram aya başlayacaktır.^^

Bu yüzden, toplum ya da Prometeus, “oransallık yasasrna” uygun biçim ­ de, metalann fiyat bakıımndan, hayatm temel gereksinmeleri olan en ucuz mallardan, lüks mallar olan en pahalılara doğru sıralanacağını kabul eder. Bu, “toplum ilk önce en düşük maliyetli, ve bunun sonucunda en gerekli mallan ürettiği” için böyledir. En basit ve en düşük m aliyetli sana­ yiler uygarlığın başlangıcında ortaya çıkmıştır: (hepsi “doğrudan doğa­ dan elde edilen” sanayiler olan) “toplayıcılık, hayvancılık, avcılık ve balıkçılık ancak çok sonra tanm tarafından izlenm iştir Daha ileri uygar­ lıklar ancak üretkenlikte yeni ilerlemelerin olmasıyla gelişebilirler, ve bunlann modeli en basit sanayilerde bulunacaktır. Proudhon’a göre, değer/servetin belirlenmesi basitçe emek zamanıyla belirlenen mali­ yetlerin nispi dağılımıdır. Bu yüzden üretkenlik, “[Tann, em ek ve mülk sahibi kavramlannı kendisinde toplayan] Prometeus eskiden on günde ürettiği belli bir nesneyi bir günde üretmenin bir yolunu buF’duğunda artar. Proudhon, takvimin, geliştirilmesine ve saat yapımına götüren bu tür yeniliklerin ilk olarak ilkel sanayilerle başladığını önerir.^* Proudhon, efsane yüklü ve dinsel bir üslupla yaradılışın ilk gününde “Prom eteus’un Doğanın rahminden çıktığını” ve çalışmaya başladığını; ikinci gün iş bölümünü keşfettiğini, üçüncü gün “makineleri icat ettiğini, şeylerin yeni kullanımlannı ve Doğada yeni güçler keşfettiğini” anla­ tarak devam eder.^® Bu “Prometeusçu” terimlerle anlaşılan toplumun amacı, toplum için en büyük ekonom ik değeri ve çeşitliliği yaratmak ve bu zenginliği ekonomik ödüllerin em ek zamanına uygun olarak adil dağı­ lım ı yoluyla her birey için orantılı olarak gerçekleştirmektir Proudhon’a göre, bu, varolan toplumun temelleri üzerine kurulabilecek emeğin toplumsallaşmasıdır. “Em eğin toplum sallaşm adığı yerde ... değişimde düzensizlik ve gayri dürüstlük vardır” ve toplum uyumsuzdur. Tann değil (hem tann hem tann olmayan, yani, yabancılaşm ış insanlık, burjuvazi ve proletarya olan) Prometeus tarafindan temsil edilen inayet daha uyumlu koşullara götüren bir oransallık yasasına işaret eder.“ Proudhon için, proletarya ile toplum arasmdaki uzlaşmazlık, basitçe.


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

177

uyumlu bir gelişmeyi önlem ek için ortaya çıkan iş bölümünde yatar. O zaman sorun, “Sorumluluğu, kişiselliği, kısacası emekçinin özgünlüğünü koruyan sentezin, aşın bölünmeyi ve muazzam çeşitliliği tek bir karmaşık ve uyumlu bütünde birleştireceğini” gösterme sorunudur. Bunun yanıtı, Proudhon’un mekanist Prometeusçuluğunun cisimlenişi, ilerlemenin ve inayetin anahtan olan makineleşmedir. “Her makine” diye yazar, çeşitli operasyonlann bir özeti, kuvvetlerin bir basitleştirmesi, em eğin sıkıştm lm ası, maliyetlerin azaltılması olarak tanımlanabilir. Bu yüzden, m akineleşme aracılığıyla, parcellaire emekçinin restorasyonu, emekçinin zahmetinin azalması, ürününün fiyatının düşmesi, değerlerin ilişkisi, yeni keşiflere doğru ilerleme, genel refahın gelişmesi yönünde bir hareket gelecektir.

B öylece makineler sayesinde, “Prometeus, Neptün gibi, üç adımda dünyanm sınırlanna ulaşır.”*' Varolan ekonomik biçimlerin toplumsallaştmimasında uyumu keşfetmek yönündeki aynı eğilim , Proudhon’un rant analizinde de bulu­ nur. Bu analizde, Proudhon, Ricardo'nun rant kuramının yanlış ve bece­ riksizce bir yorumuna dayanarak, rantın gelişmenin bu aşamasmda “insanı doğaya daha yakından bağlam ak için" zorunlu hale geldiğini savunur: Artık rant bu yeni sözleşmenin fiyatıdır... Öyleyse, özünde ve hedefiyle rant tevzii adaletin bir aracıdır... Rant, ya da daha iyi bir deyişle mülkiyet tanm sal bencilliği kırmış ve hiçbir gücün, toprağın hiçbir üleştirme biçim inin var edemeyeceği bir dayanışm a yaratmıştır... M ülkiyetin ahlaki etkisi korunm uştur, şimdi yapılm ası gereken rantın dağıUmıdır.

Marx açısından, bu sonraki Proudhon’un tem sil ettiği fikirler yeni g eliş­ mekte olan sosyalist harekete yöneltilm iş doğrudan bir meydan okumaydı ve tam takım bir eleştiri gerektiriyordu. Felsefenin Sefale ti’nde Proudhon’un Ekonomik Ç elişkiler S istem i’nin tam bir e le ş­ tirisini verir. Marx, Proudhon’un insanlann “kendi öz dramlannın yazarlan ve oyunculan” olduğunu ve bu anlamda tarihin “kutsal değil cism ani” olduğunu kabul ederek, toplumsal ilişkilerin doğuşunun açık­ lamasını vermek yerine, şeyleşm iş mefhumlara başvurduğunu savu­ nur: Bunlar, oransallık yasası, Prometeus (bu Prometeus asıl mitten tümüyle kopanim ış sadece Proudhon’un kendi m itolojisini yansıtan “tuhaf bir karakter”dir) v e hepsinin üzerine inayet gibi değişm ez yasalar F:12 / M arx'm Ekolojisi


178

MARX'IN EKOLOJİSİ

ve ebedi ilkelere yaptığı göndermelerde açığa çıkar. (Prom eteus’un toplumsal dünyayı İncil’in üç gününde yaratmasına göndermede bulu­ narak) Proudhon’un “şeyleri açıklama tarzının hem Yunan, hem İbrani tadında olduğunu, aynı anda gizem sel ve alegorik olduğunu” söyler. Daha sonra, G rundrisse’de, Proudhon gibi bir düşünür için “tarihsel kökenin cahili olduğu bir ekonomik ilişkinin kaynağı hakkında, bir Adem ya da Prometeus’un onu hazır bulduğunu, ardından bunun herkesçe benimsediğini vb. anlatan bir mit uydurarak tarihi-felsefı bir açıklama getirmenin” son derece uygun olduğunu söyleyerek, Marx, eleştirisini daha da aşikâr kılacaktır. B öyle harcıalem bir düşünce, bütün tarihsel gelişim i, oradan da tarihsel özgünlüğü göz ardı ettiği için aslında tarih dışıdır.*^ Bu tür mekanist Prometeusçuluk bu yüzden bir şeyleştirm e (gerçek insani ilişkileri şeyler arasındaki ilişkilere tercü­ me etme) biçimidir ve bundan dolayı da statükoyu güçlendiren bir tarih­ sel unutma biçimidir. Marx, Felsefenin Sefaleti’nde Proudhon’un inayet üzerine yaptığı bütün vurguya şöyle saldırır: “İnayet, inayette içkin amaç, bugün tarihin hareketinin amacını açıklamak için kullanılan büyük söz budur. Gerçekte bu kelim e hiçbir şeyi açıklamaz. En fazla olgulan açıklamak için başvumlan değişik yollardan biri, bir retorik biçimidir.” Eğer birisi “İskoçya’daki büyük toprak mülkiyetinin inayete uygun amacının insanlann koyunlar yaranna topraktan sürülmesi olduğunu” söylerse, insan bu “inayetle açıklanan tarihin” biçimini ve özünü daha iyi kavrayacaktır. Gene de, Marx, bu sıradan “inayet” kelimesinin ötesinde büyük toprak mülkiyetinin yayılmasının bütün tarihinin, yün üretiminin, işlenebilen topraklann otlaklara çevrilmesinin, küçük toprak mülkiyetinin ortadan kaldınimasmın, çitlemenin, köylülerin topraktan zorla sürülmesinin aslında tarihin gerçek, maddi nesnesinin ve akışının yattığını savunur. Marx, analizinin merkezine inayeti yerleştirmekle Proudhon’un Tann hakkmdaki hürmetsizce yorumlanna rağmen, özünde bir tür teolojik konuma yerleştiğini, ya da, bir başka deyişle doğa ve topluma karşı erek­ bilimsei bir yaklaşım icat ettiğini öne sürer.*^ Marx, özellikle Proudhon’un Mekanik Prometeusçuluğunu, maki­ neleri doğrudan doğm ya iş bölümünden türetmesini ve bunu “inayetin amacı” olarak ele almasını eleştirir. Proudhon’un “yeni Prometeus’u,” kendisinin toplumsal üretim ve sömürü ilişkilerinden kopararak yalnızca kendi teknolojik mantığı uyarınca hareket ettiğini düşündüğü makineler hakkında önerdiği tümüyle metafizik anlayışı gizleyen tann benzeri bir


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

179

görüntüdür. Makinelerin “sentez,” işbölümü çözümü olduğunu öne süren Proudhon’un makine mefhumunu reddeden Marx, makinelerin tarihsel kökenleri ve iş bölümü (“uluslararası iş bölümü”nü de içeren), piyasa, üretim, sömürü ve işçinin düşkünleşmesiyle ilişkilerinin uzun ve ayrmtıh biranlatısını ortaya koyar. P.V. Annenkov’a 1846’da yazdığı mektup­ ta, “M. Proudhon, iş bölümü sorununu öylesine az anlamıştır ki” der, “kır ile kent arasındaki örneğin Almanya’da dokuzuncu yüzyıldan on ikinci yüzyıla dek meydana geldiği gibi, aynlığın sözünü bile etm ez.” Marx’a göre, Proudhon’un şeyleşm iş bir “Prometeusçu” karakter verdiği maki­ nelere karşı, onlan tarihsel kökenlerinden ve durumlanndan koparan feti­ şist yaklaşımı, yalnızca, en berbat burjuva sınai ideolojisinin karakteristiği olan hatalı, mekanist bir erekbilim üretir. Marx, “Hiçbir şey, makinelerde iş bölümünün antitezini, bölünmüş em eğin birliğini onara­ cak sentezi görmekten daha saçma olamaz” der.“ Marx’m bakış açısına göre, toplumsal ilişkiler, teknoloji, düşünceler sürekli değişim halindedir, onlar, yalnızca tarihsel kökenlerinin unutul­ duğu bir şeyleşm e süreci aracılığıyla değişm ez biçimler olarak görü­ lebilirler. Fikirlerin kendileri, diye yazar, “ifade ettikleri ilişkiler kadar az ebedidir. Onlar, tarihsel ve geçici ürünlerdir. Üretici güçlerin büyü­ mesinde, toplumsal ilişkilerin yıkımında, düşüncelerin biçimlenmesine sürekli bir hareket vardır; tek değişm ez şey hareketin soyutlamasıdırmors immortalis [ölümsüz Ölüm-Lucretius] Marx, aynı şekilde, Proudhon’un toplumun, bunlar en düşük mali­ yetliler olduğu için ilk önce en temel gereksinmelerini ürettiği bundan sonra daha pahalı lüks malların üretimine döndüğü görüşüne de kapsamlı bir eleştiri getirmiştir. Marx, Proudhon’un savunduğunun aksine -Orta Çağlarla kıyaslandığında- sınai ürünlerin fıyatlannm düşmeye eğilim li olmasına karşılık, tarımsal malların fiyatlarının artma eğilim inde oldu­ ğunu ileri sürer. “Bizim çağımızda gereksiz olanı üretmek zorunlu olanı üretmekten daha kolaydır.” Marx’a göre, ürünlerin üretimi ve kullanımı, nihai olarak sınıf uzlaşmazlığına dayanan toplumsal üretim tarafından koşullanır. Pamuk, patates ve ispirtolu içkiler en yaygın biçimde kulla­ nılan nesnelerdir; oysa patates “sıraca hastalığına yol açmıştır;” pamuk, kendisinden “çok daha yararlı” olan yün ve ketenin yerini almıştır; ve ispirtolu içkiler çok daha zehirli oldukları bilinmesine rağmen, bira ve şarabın yerine üretilmektedirler. “Pamuk, patates ve ispirtolu içkiler neden burjuva toplumunun dayanaklandır? Çünkü bunlan üretmek için gerekli em ek miktarı en düşük düzeydedir ve bunun sonucunda fiyatları


180

MARX'IN EKOLOJİSİ

da son derece düşüktür... Sefalet üzerine kurulu bir toplumda en bayağı ürünler en büyük sayılarda kullanılmanın ölümcül önceliğine sahiptir.”*’ Sıra Proudhon’un rantın “insanı doğaya bağlamanın” bir aracı oldu­ ğu yolundaki görüşüne geldiğinde de Marx daha insaflı değildir: Rant toprak sahibini topraktan, doğadan öylesine tam biçimde ayırm ıştır ki, İngil­ tere’de görüldüğü üzere, çoğu kez mülkünün yerini bile bilm esine gerek yoktur. Çiftçi, sanayici kapitalist ve tanm işçisi söz konusu olduğunda da, bunlar, sömür­ dükleri toprağa fabrikalardaki işveren ve işçilerin ürettikleri pam uklu ya da yünlü­ ye olduklanndan daha bağlı değildirler. Yalmzca ürünlerinin fıyatma, parasal ürüne bir bağlılık duyarlar.

Marx’a göre, rant, Proudhon’un düşündüğü gibi toprağın verimliliğinin değişm ez bir göstergesi de olamaz, çünkü, kimyamn m odem uygulaması toprağm doğal özelliklerini an be an değiş­ tirmektedir ve jeoloji bilgisi şu anda, günümüzde, eski göreli verimlilik tahmin­ lerini kökünden değiştirm eye başlam ıştır... Verim lilik sanıldığı kadar doğal bir nitelik değildir, zam am n toplumsal ilişkilerine sıkı biçimde bağlıdır.

O zaman, Proudhon’un düşündüğünün tersine “rant, insanı doğaya bağlamak yerine, [kapitalist üretim koşulan altında] yalnızca toprağın istism annı rekabete bağlamıştır.”“ Marx’a göre, Proudhon’un burjuva sosyalizm i, ya da daha doğrusu, özsel karakterini değiştirmeksizin burjuva üretimini daha toplumsal kılma yönündeki hatalı girişimi, en açık biçimde, adaletin basitçe emek zamanının oransal dağılım ıyla, yani, herkesin em eğine göre alması ilke­ sinin evrenselleştirilm esiyle ilgili olduğu düşüncesinde ortaya çıkar. Marx’a göre tersine, “Değerin emek zaman ile belirlenmesi -M. Proud­ hon’un bize geleceğin yaratıcı formülü olarak verdiği form ül-... Ricardo tarafından Proudhon’dan önce, açık ve kesin biçim de gösterildiği gibi, yalnızca günümüz toplumunun ekonomik ilişkilerinin bilimsel ifade­ sidir.” Marx açısından, Proudhon’un duruşu kapitalist toplumun sorun­ ları için uygun olmayan bir çözümdür, çünkü, devrimci strateji üretimin ve dağıtımın emek zamanına göre belirlendiği bu sistemden (ve dola­ yısıyla kapitalist toplumun değer yasasından) kopuşu ve üretim ve dağı­ tım ilişkilerinin hakiki insan gereksinmelerine göre belirlenmesini talep eder. Yıllar sonra G otha P rogram ının E leştirisi'nde açıklayacağı gibi, “herkese emeğine göre” ilkesinin yerine, “herkesten yeteneğine göre,


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

181

herkese ihtiyacına göre” ilkesi konulmahdır. Bu yüzden, gerekli olan, kapitalizmin “değer yasası”ndan kopmaktır, onu genelleştirmek değil.® Bu yüzden, Marx’a göre, kapitalizmdeki üretim ve dağıtım ilişkilerini açıklamada -ya da daha doğrusu açıklamaktan kaçınmada- “büyüye” sığındığından (Marx burada, Proudhon’un yeni Prometeus’unu kast etmektedir) Proudhon’un analizi (Ricardo gibi) bilim sel iktisatçılannkine göre daha düşük değerdedir. Aynı şekilde, Proudhon’un Ekonomik Ç eliş­ kiler Sistemi, “kurgul biçimde bile olsun, burjuva ufkunun üzerine yükse­ lemediği” için komünizm analizinde de yetersiz kalmıştır. Proudhon’un şaşkın gizem ciliği hatta idealizminin karşısına Marx, Lucretius’dan aldı­ ğı “mors immortalis” (ölümsüz ölüm) ya da mutlak, som ölümlülük mater­ yalist ilkesini çıkanr. Marx’a göre, gerçekliğin tarihsel, belirlenmemiş ve geçici doğasına, ancak maddi üretim ya da insanlann varoluş mücadelesi bakış açısından yaklaşılabilir.^®

Komünist Manifesto*n\m Görüşü Materyalist tarih kavrayışımn devrimci bir bildiri biçiminde ilk kez ortaya konulduğu eser olan Komünist Manifesto'mm (1848) akıl yürütmesinde Malthusçuluk ve Proudhonculuğun eleştirisi merkezi bir yer tutar. Manife s to ’nn yazıhnası 1847 yihnda Alman Komünist Birliği tarafından isten­ mişti. Başlangıcında, M oses H ess’in daha önce kaleme aldığı Fourierci Komünist İnanç Açıklaması (1844) öm ek alarak yazılmış “İnanç Açık­ laması” adh bir metinde yer alan bir dizi ilkeye karşı, yine Birliğin isteği üzerine Engels’in hazırladığı “Komünizmin İlkeleri” adh taslak bulu­ nuyordu. (Alman Komünistler Birliği çevresinde, Hess’in metnine karşı hazırlanan ve Birliğin resmi amentüsü olmak için o metinle rekabet eden, “İnanç Açıklaması” adıyla tanınan iki ayn metin üretilmişti. Bunlardan “Komünist İnanç Açıklaması” olarak tanınan Temmuz 1847 tarihli metin, yine Engels’in etkilerini taşıyordu ve geçici olarak Birliğin resmi amentüsü olarak kabul edihnişti. Ekim 1847’de yazılan “Komünizmin İlkeleri” ise bizzat Engels tarafından kaleme alınmıştı.) Engels’in “ilkeler”inin büyük başansı ve Marx ile Engels’in Birliğin 1847 Kasım-Aralığı'nda Londra’da yapılan ikinci kongresinde yarattıklan büyük etki kendilerinden nihai bir metin hazırlamalanmn istenmesine neden olmuştu. Bunun sonucunda, Marx, Engels’in “İlkeler”ine dayanarak Komünist Manifesto’yu yazdı ve kitapçık yazar adı belirtilmeden 1848 Şubatı'nda ilk baskısını yaptı. (Yazar olarak Marx ile Engels’in adlan ilk kez 1850’de belirtilecekti.)’’ '


182

MARX'IN EKOLOJİSİ

M arx’m Proudhon’a daha önce yöneltm iş olduğu eleştiri düşü­ nüldüğünde, ekolojik bir perspektiften okunduğunda, M anifesto’nun sık sık M arx’m insan-doğa ilişkisine şu sözd e “Prom eteusçu” bakışm ın baş örneği olarak görülmesi gerçekten ironiktir. Bu çok yaygın e le ş­ tiriye göre, Marx, bu eserde, -kendisini bu yönden eleştiren- sosyalist çevreci Ted B enson’m ‘üretimci’ ve ‘Prometeusçu’ olarak nitelediği bir tarih anlayışı benimsemişti. Reiner Grundmann da, Marxism an d E cology’sınâe, “Marx’in temel önermesinin” doğaya hâkimiyetin “Prometeusçu modeli” olduğunu teslim eder ve bu konumu savunmaya çalışır. N e var ki liberal Victor Ferkiss açısından böyle bir savunma olanaksızdır: “M arx’m dünyaya karşı tutumu daima insanın doğayı fethini yücelten Prometeusçu itkisini korumuştur.” Bu görüş, M arx’m (gençlik yazıları) dışında eserinin tümünü karakterize eden insan doğa ilişkisine “Prometeusçu yaklaşım ”dan yakman sosyolog Anthony Giddens’dan da destek görür. G iddens’a göre, “M arx’in sınıf sistem ­ lerinin ifade ettiği sömürücü insani toplum sal ilişkileri dönüştürmeye gösterdiği ilgi, doğanın sömürüsüne uzatılmamıştır.” Toplumsal ekolog John Clark daha da ileri gider: M arx’m Prometeusgil ... “insan”ı, doğada kendisini evinde hissetmeyen, yeryü­ zünü ekolojinin “hane halkı” olarak görm eyen bir varlıktır. O doğayı kendini gerçekleşürm e arayışına boyun eğdirmesi gereken dizginlenemez bir ruhtur... Böyle bir varhk için, doğanın güçleri, bu güçler ister kendi efendisiz iç doğasım ister dış doğanın tehditkâr güçleri biçim inde olsun zaptu rapt altına alınmalıdır.

Devrimci sosyalist Michael Löw y bile, Marx’i “iyimser bir ‘Prometeusçu üretici güçlerin sınırsız gelişim i kavrayışı benim sem iş” olmakla suçlar, oysa böyle bir kavrayış, “her şeyden önce gezegenin ekolojik dengesine oluşturduğu tehdit açısından... tümüyle savunulamaz”dır.’^ Bu “Prometeusçuluk” suçlamasının, içinde zımni biçimde. Yeşil kura­ mın önemli bir kesiminde artık dokunulmazlık kazanan belli modemizm karşıtı (postmodernist ya da premodemist) varsayımlar taşıdığını anlamak önemlidir. Görülecektir ki, hakiki çevrecilik modemitenin kendisinin reddinden daha azını talep etmemektedir. Bu yüzden, Promoteusçuluk suçlaması Marx’m eserlerini ve Marksizmi bir bütün olarak, modernizmin, liberalizmden bile daha kolay mahkûm edilebilecek, aşın bir çeşitlemesi olarak damgalamanın dolambaçh yoludur. Böylece, postmodernist çevreci Wade Sikorski şunlan yazabilir: “Marx, ... çağımızdaki en sofu makine


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

183

aşıklanndan biriydi. Makineyi mükemmelleştirme yolunda olduğu için ... kapitalizmin günahlan affedilebilirdi.”’^ İronik biçimde Marx’a -Soğuk Savaşm ilk yıllanna uzanan çok uzun bir tarihi yöneltilen Prometeusçuluk eleştirisi, çok dolambaçlı bir biçimde, Proudhon’a bu yönden yönelttiği kendi eleştirisinden kaynaklanmışa benzemektedir. Öyle ki, Marx’m Proudhon’un makine vem odem ite anali­ zinin mitolojik dinsel temellerine yönelttiği eleştiri, her nasılsa (bu eleş­ tirinin gerçek tarihini gözden kaçıranlar arasında) sanki bu tür görüşler Proudhon’a değil kendisine aitmişçesine Marx’a dönmüştür. Aslında, bu tür eleştiriler son derece iyi kurulmuş bir kalıbı izlerler. Jean-Paul Sartre’ın belirttiği gibi, “bir ‘anti-Marksist argüman, çoğu kez, yalnızca Mark­ sizm öncesi bir düşüncenin görünür yeniden canlanışıdır.’” Bu yüzden, Marx’m eleştirmenleri arasında, kendisinin aşmayı amaçladığı (Proud­ hon, Blanqui, Lasalle vb.) başka radikal düşünürlerin fikirlerini kendisine atfetmekten daha yaygın bir şey yoktur. Şu sözde “Prometeusçuluk” öm e­ ğinde de, Marx’m bu bakımdan Proudhon’a yönelttiği eleştiri Proudhon’un kendisini okumadıkları için Marx’m eleştirisinin gerçek anlamı hakkında fikir sahibi olmayanlar dışında- herkes için çok açıktır. Marx açısından, Prometeus, A eskilus’un Zincire Vurulmuş Prom eie«5’undaki Olimpos tanrılarına meydan okuyan ve insanlara ateşi (ışığı, aydınlanmayı) getiren hayranlık uyandırıcı mitolojik devrimci karak­ teridir. Bacon gibi, Marx da, Prometeus’u bilim ve materyalizmin ortaya çıkışıyla ve bu yoldan Antik Ç ağ’ın aydınlanma figürü Epiküros ile özdeşleştiriyordu.’’ Mekanizmin temsilcisi olarak daha sonra biçimlenen Prometeus im gesi -Proudhon’un mekanist Prometeusçuluğunun eleştirisi dışında- yazılarında hiçbir biçimde yer almamıştır. Benton ve Giddens gibi düşünürlerin Marx’a yönelttikleri “Prome­ teusçuluk suçlaması, her şeyden önce, Marx ile E ngels’in “dünyanın insa­ na boyun eğm esi,” “kırsal hayatın aptallığı” gibi ifadeler kullandıkları Komünist M anifesto'yü hedef almıştır. Söz konusu ifadeler bağlamından koparılarak ve yüzeysel biçimde ele alındığında hakikaten, eleştirel açıdan uygunsuz ve gerçekten “Prometeusçu” bir duruş yansıtırlar. Gene de, Manifesto, popüler ve polemikçi amacına rağmen, zımnen, materyalist doğa kavrayışıyla materyalist tarih kavrayışı arasındaki ilişkiye dair bir anlayışa olduğu kadar, -Proudhon’un mekanistik Prometeusçuluğuna karşıt olarak- bir ekolojik perspektifin insani ve doğal varoluşun zorunlu birliğini vurgulayan önemli bir bileşimi ne de sahiptir.’*’ Manifesto'mxr\ Birinci Bölümü burjuvazinin, “katı olan her şeyi


184

MARX’IN EKOLOJİSİ

buharlaştıran” devrimci başanlannı kutlayan ve bu başanlannm ötesin­ de, meydana getirdiği temel çelişkilere -dönem sel ekonomik krizlere ve sanayi proletaryası biçiminde kendi mirasçısım doğuruşuna- işaret eden ünlü övgüsünü içerir. Marx ile Engels, buıjuvaziye yönelttikleri övgü bağlamında, kapitalizmin, “kırı kentlerin idaresine boyun eğdirm iş oldu­ ğu" gerçeğine işaret ederler: muazzam kentler yarattı ve kırsalla karşılaştınidığm da kentli nüfusu büyük ölçü­ de artırdı, böylelikle nüfusun dikkate değer bir parçasının kırsal hayatın aptal­ lığından kurtardı. Aynen kın kentlere bağımlı kıldığı gibi, barbar ve yan barbar ülkeleri de uygar ülkelere, köylü uluslan burjuva uluslara, D oğu’yu Batı’ya bağım lı k ıld ı.^

Yalnızca “kırsal hayatın aptallığı” tabiri kullanılmış olduğundan dolayı, bu pasaj çoğu kez, ekoloji karşıtı bir konum olarak nitelenm iştir Bu yüzden, bu ifadenin Marx ile Engels’in analizindeki yerine daha dikkatli bir bakış yöneltm eye değer. Birincisi, Marx klasik eğitim almıştı ve bu yüzden “aptal” kelimesinin antik Atina’daki anlamının “Idiotes," yani, kamusal hayattan uzaklaştın İmiş yurttaş kelim esinden kaynaklandığını biliyordu.* Böyle bir yurttaş, kamu hayatını (yani p o lis hayatını) kamu toplantılarına katılma hakkı olan yurttaşlara göre daha dar ve sınırlı bir açıdan görebilir, bu yüzden “aptallaşır”dı. İkincisi, Marx ile Engels bu pasaj ile Alman İdeoloji'sınâc em eğin kır ile kent arasmda antagonistik biçimde bölünmesini tartışırken daha önce söylem iş olduklarından başka bir şey söylemiyorlardı. Orada, kent ile kır arasındaki bölünmenin “maddi ve zihni emek arasmdaki en önemli bölünme” olduğunu gözlem ­ lemişlerdi: bu, “bazı insanlan kısıtlanmış bir kent hayvanı, bazılannı kısıtlanmış birer kır hayvanı haline getir”en ve kırsal nüfusu “bütün dünyevi etkileşimden ve bunun sonucunda bütün kültürden” kopartmaya hizmet eden bir “boyun eğm e” biçim iydi.’* Marx, entelektüel yaşarm boyunca, kapitalist toplumda proletaryanın havadan, temizlikten, hayatm en tem el fiziksel gerekliliklerinden yoksun bırakılmasına karşıhk, köylülüğün de dünya kültürüyle bütün iliş­ kilerden ve toplumsal etkileşim in daha geniş dünyasından mahrum kıhndığmda ısrar etmiştir. Sömürülen kesimin bir bölümünün (kentli varoluşunun bir parçası olarak) toplumsal etkileşim dünyasına girişine *tngilizce’de aptal kelim esinin karşılığı “id io t”tır. -ç.n


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

185

İzin verilip buna karşın fiziksel sağlık ve rahatlıktan yoksun bırakılırken, (temiz hava ve benzer etkenler sayesinde) çoğu kez fiziksel sağlık ve rahat­ lığa sahip olan diğer bölümü de dünya kültürüyle her türlü bağlanüdan uzak bırakılıyordu. Marx, David Urquhart’in, toplumun, çalışan nüfusun bir kesim ini entelektüel gelişimden, diğerini fiziksel gelişim den yoksun bırakacak biçim de kır ve kent varoluşu arasındaki aşın bölünmesinin sonucu olarak, git gide artan ölçüde “beyinsiz yarmalar” ile “iğdiş edil­ m iş cücelere” aynimakta olduğu yönündeki gözlem ini gerçekten ciddiye a lm ış t ıB ü t ü n bu gözlemler, Marx tarafından proletaryanın niçin köylü­ lükten daha büyük bir devrimci güç olduğunu açıklamak için kullanıldı. Kentli yığınlar, kentlere doldurulmuş olmakla doğal koşullarla zorunlu bağlannı yitirmekle birlikte, kendilerini daha devrimci bir toplumsal gerçekliğe yönelten bir ortaklık biçimi kazanmışlardır. Marx ile Engels, kapitalizme karşı yapılacak her devrimin ilk görevlerinden birinin, bu yüzden, kent ile kır arasındaki uzlaşmaz bölünmeyi ortadan kaldırmak olacağında ısrar ederler. Buradaki püf noktası, doğanın hor görülmesi değil, ama, kır ile kent arasındaki uzlaşm azlığın burjuva uygariiğının yabancılaşmış doğasının başlıca ifadelerinden biri olduğudur. Marx ile Engels kınn kente bağımhiığının, kısmen, burjuva çağında kentlerde ortaya çıkan muazzam “nüfus yığılmasının” ürünü olduğunu görmüşlerdi - bu, proletaryanın “kırsal hayatın aptallığından” kurtulması ifadesinin hemen ardından gelen paragrafta ele aldıklan konuydu. Manife sto 'm n proletaryanın ve komünistlerin özgül tarihsel taleplerine aynlmış olan ikinci bölümünde, bu yüzden, nüfusun ülke üzerinde daha eşit bir dağılımı aracılığıyla, “kent ile kır arasındaki farklılığın tedrici biçim­ de ortadan kaldınim ası” gereğinde ısrar ederler. Bu, ancak “tanmın imalat sanayileriyle bütünleştirilmesi” yoluyla başarılabilecek bir olanaktır. Marx ile Engels, bu şekilde, birbirinden kopanim ış olanı daha üst düzeyde yeniden birbirine bağlamayı hedeflemektedir. Marx, bunu, sonradan insanın doğayla metabolizması olarak adlandıracaktır. Bu önlemler, daha sonra, “topraktaki mülkiyetin kaldıniması ve bütün toprak rantlannın kamusal amaçlar için kullanılması” ve “bütün boş topraklann işlenmesinin ve toprağın genel olarak ıslahının bir genel plan altında toplanması” ile birleştirilecektir.*'’ Bütün bu önlem ler nüfusun toprakla ilişkisine M althusgil yaklaşıma verilmiş bir karşılık olarak görülebilir. Kentli işçilerin sayısını artırmak için köylülerin topraktan “sürülmesini” öneren Malthus’un aksine, Marx ile Engels, (bir ölçüde Fourier ile O w en’in daha önceki önerilerinden esinlenerek) burjuva toplumunun


186

MARX'IN EKOLOJİSİ

tem eli olarak gördükleri kent ile kır arasındaki uzlaşmazlığm üstesinden gelerek nüfusun dağıtılm asını önerirler.*' Marx ile Engels, (eğer iler­ lemenin kendisine değilse o zaman hızına bir çok kısıtlamalar koyarak) toprağın ıslahındaki ilerlemelerin son derece sınırlı olacağını savunan M althus’un aksine, özellikle bir “ortak plan” altında ortaklaşmış üreti­ cilerce yürütüldüğü takdirde, böyle ilerlemelerin olanaklı olduğunu savunmuşlardır. Öyleyse, Malthusçuluğa verilecek asıl yanıt, insanlann doğadan yabancılaşmasına son verilmesidir. Elbette ki, bu, doğanın insan eli değmeden bırakılmasını savunan bir konum değildir. Marx ile Engels, doğamn hâlâ bozulmamış durumda olduğuna ve el değmeden bırakılabileceği inancına dayanan tümüyle “duygusal” doğa anlayışlannı çoktan reddetmişlerdi. Zamanlannın neredeyse bütün bireyleri gibi, yiyecek arzının hâlâ bir sorun olduğu bir dünyada hâlâ “boş topraklann” varolmasını kınamışlardı. Onların yazılan geliştikçe daha açıklık kazanan- konumu daha çok, üretimin insanlarla toprak arasındaki metabolik ilişkiyi dikkate alacak tarzda örgütlenmesiyle insanlarla doğa arasında sürdürülebilir bir ilişkiyi teşvik etmek yönündeydi. Komünist Manifesto, görmüş olduğumuz gibi, çoğu kez Proudhon’un mekanist “Prometeusçuluğu”nu doğrudan doğruya benimsemiş olduğu iddiasına dayanılarak eleştirilir ve Proudhon’un “Prometeusçuluğu,” kendisinin buna yönelttiği eleştiriye rağmen, sık sık Marx’m üzerine yıkılır. Bu türden eleştiriler çoğu kez Marx ve E ngels’in ifade etmiş olduklan tek yanlı burjuvazi övgüsüne yöneltilir: burjuvazi, bir yüzyılı zor bulan iktidarı sırasında, daha önceki kuşakların hep birlikte ortaya koyduğundan daha yoğun daha anıtsal üretici güçler yarattı. Doğa­ nın güçlerinin insana boyun eğdirilmesi, makineler, kimyanın sanayiye ve tarıma uygulanması, buharlı gemiler, dem iryolları, koca kıtaların tarım için temiz­ lenmesi, ırmakların arklara bölünm esi, topraktan fışkıran kalabalık nüfus. Daha önceki hangi yüzyıl toplumsa] emeğin kucağında böyle üretici güçlerin uyumakta olduğunu hayal dahi edebilirdi?

Esas olarak buradaki “Doğanm güçlerinin insana boyun eğdirilmesi” ve “tanm için koca kıtalann tem izlenm esi” ifadelerine dayanılarak, Marx ile Engels sıklıkla Komünist M anifesto'yu yazdıklan dönemde burjuva üretimin ekolojik çelişkileri konusunda yeterince eleştirel olmadıklan söylenir.*^ Bilim in ve uygarlığın gelişm esiyle özdeşleştirdikleri, doğa­ nın güçlerinin insanlığa boyun eğdirilm esinin bütün olarak bakıldığında


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

187

İyi bir şey olduğu yönündeki görüşlerinde kesinlikle yeterince Baconcıdırlar. Gene de, bu. Manifesto'nan sö z konusu tek yanlı burjuvazi övgü­ sünün yer aldığı Birinci Bölüm ’ünde ele almadıklan bütün bir sürdürülebilirlik sorununu açık bırakır. Burada, “Doğanın güçlerinin insana boyun eğdirilmesi”nin değişik yorumlara açık olduğunun ve Bacon’ın ünlü “Doğaya ancak ona itaat ederek kumanda edebiliriz.” uyansıyla uyumlu bulunduğunun belir­ tilmesi gerekir. “Koca kıtalann tanm için temizlenmesi”ne gelince, -bu Marx ile Engels açısından, Mathusgil kıtlık hayaleti, şu ya da bu araçla burjuva üretiminden kovulmuş olduğundan, kutlamaya değer bir şeydi. N e var ki, bu ifadelerden hiçbiri, -vah şi hayatın korunmasının Marx ile Engels’in birincil kaygılan arasında bulunmadığına işaret etmekle birlik­ t e - tanmın pahasına kayıtsız şartsız makine ve sanayileşm eyi alkışlayan bir mekanist Prometeusçuluk anlamma gelmez. Kom ünist M anifesto'yu okumuş olan herkes, bu eserin açılış bölü­ müne hâkim olan burjuvazi övgüsünün, yalmzca, kapitalizmin ortaya çıkarmış olduğu ve sonunda kendisinin yıkılmasına neden olacak çeliş­ kilerin ele alınmasına bir giriş olduğunu fark edecektir. Hiç kimse, Marx’in Afûrti/ei/o’nun Birinci Bölüm ü’nde kapitalisti bir kahraman figü­ rü olarak sunarken, ya da, iş bölümünde, rekabette, küreselleşmede, vb.deki gelişm eleri alkışlarken, bütün eleştirel bakış açısını bir yana bıraktığını söyleyem ez. Aksine, bu gelişmelerin tek yanlılığı, izleyen akıl yürütmeyle diyalektik bir tarzda getirilmiştir. Marx ile Engels, tıpkı kapitalizmin servet yaratan karakterine nüfusun daha büyük bölümünün göreli yoksulluğundaki artışın eşlik ettiğini gördükleri gibi, “Doğanın güçlerinin insana boyun egdirilme”sine de, kapitalizmin merkezi özelliği olarak gördükleri kentle kır arasındaki aynlıkta kendini ortaya koyan, doğanın yabancılaşmasının eşlik ettiğini anlamışlardı. Bu yüzden. Manifesto -hayal kinci biçimde kısaca da olsa- bu soruna -daha az bilinen İkinci Bölüm ’ü de içeren on maddelik planda- eğilir. Dikkate değer biçim­ de, Marx ile Engels daha sonraki yazılarında, bu tür ekolojik çelişkilerin hesaba katılmasını modem uygarlığa (ve özellikle kapitalist topluma) yönelttikleri eleştirinin merkezi bir unsuru haline getireceklerdir. Marx ile Engels, M anifesto’nun Birinci B ölüm ’ünün açılış sayfa­ larına burjuvaziye getirdikleri övgüyü, dev üretim ve değişim araçlanyla kapitalizmin, “kendi büyüsüyle çağırdığı karanlık güçleri artık kontrol altında tutamaz hale gelen bir büyücüye benzediği” gözlem iyle bitirirler. Bu ifade nihai olarak proletaryayı kast ediyor olsa da, aynı zamanda, kapi-


188

MARX'IN EKOLOJİSİ

talist uygarlığın tek yanlı doğasının getirdiği bütün bir çelişkiler küm e­ sini de kastetmektedir.*’ Manifesto'nun Birinci Bölüm ’ünün geri kalanında, Marx ile Engels akıl yürütmelerini, kapitalizmden sosyalizm e devrimci geçişte bir rol oynayacağma inandıklan çelişkilere hasrederler. Burada, kentle kır arasındaki bölünme gibi ekolojik faktörlerin bir rolü yok gibi görün­ mektedir. Marx ile Engels’in uygun bir biçimde ekolojik olarak adlandmlabilecek faktörleri vurguladıklan tek yer, İkinci B ölüm ’ün sonunda yer alan ortaklaşmış üreticiler toplumunu kurmaya nasıl başlanacağına ilişkin önerileridir. Konuların bu şekilde ikiye aynimasmın nedeni açıktır. Marx ile Engels genel olarak ekolojik sorunlan (proletaryanın hayatında -sağlığın temel koşullan olan havanın, temizliğin vb. eksikliği g ib i- doğrudan rolleri dışında) acil bir görev olarak gördükleri kapitalizme karşı devrim­ ci hareket içinde önemli bir faktör olarak ele almamışlardı. Ekolojik çelişkileri vurguladıklan yerde de, bunlann sosyalizm e geçişte merkezi bir rol oynayacak ölçüde gelişeceğine inanmamışa benzemektedirler. Doğayla sürdürülebilir bir ilişkinin kurulmasına ilişkin bu tür düşün­ celer, sosyalizm e geçişten ziyade, komünizmin kuruluşunun sonraki diyalektiğinin unsuru -hatta ayırt edici ö ze lliğ i- olacaktı. Ashnda, Marx ile Engels tam da insanlığın doğadan yaban­ cılaşmasının anahtan olarak kent ile kır arasındaki bölünmenin gide­ rilmesini böylesine önem verdiklerinden dolayı, ekoloji sorununu burjuva toplumunun olduğu kadar, proleter hareketin acil hedeflerinin de ufkunu aşan bir olay olarak görme eğilim inde olmuşlardır. G eleceğin toplu­ munun taslağını çizerken varolan hareketin çok ötesine giden ütopyacı sosyalistlerin düştüğü tuzağa düşmemekte çok dikkaüi davranmakla birlikte, -Fourier ve diğer bazı ütopyacı sosyalistler gibi- hareketin, sürdü­ rülebilir toplum yaratma çabasında doğanın yabancılaşması sorununu da dikkate alması gereğini vurgulamaktan geri kalmamışlardır. Bu anlamda, toplum analizleri yalnızca materyalist tarih kavrayışlanndan değil, aynı zamanda materyalist doğa kavrayışlanndan da kaynaklanmıştır. Bu yaklaşım, Marx’in olgunluk dönemindeki ekolojik bakış açısının, yani, doğa ve toplumun metabolik etkileşim i kuramının yolunu açmıştır.


4. Materyalist Tarih Kavrayışı Notlar 1.KarI M arx, Capital (N ew York: V intage, 1976), c .l, 766-67,800. G iam m aria O rtes (1713-1790), b ir eko n o m i politikçi, filozof, şa ir ve fizikçiydi. Otıaz y aşına d e k V e n e d ik 'te k e şişlik y a p m ış, b u y a şta n so n ra b ilim sel a ra ştırm a la rd a b u lu n ­ m ak için m a n a s tırd a n aynirm ştı. B urjuva m ü lk iy e t ilişkilerini ve p a ra ek o n o m isin i e le ştirm iş v e z en g in liğ in k ö tü /y a n lış d a ğ ılım ım v u r g u ­ lam ıştı. H a l D ra p e r, The Marx-Engels Glossary (N ew York: Schocken Books, 1986), 158. 2. F riedrich E ngels, "O utlines of a C ritique of Political E conom y," K arl M arx, The Economic and Philosophical Manuscripts o f 1844 (N ew York: International Publishers, 1964), 221,212. 3.A .g.e.,199,218. 4.A .g.e.,199,218. 5. A.g.e., 197-98,218-22. 6. A.g.e., 222; R obert O w en, Selected Works (Londra: W illiam Pickering, 1993), c.2, 361,367-69. 7. Karl M arx, Early W ritings (N ew York: V intage, 1975), 408-9. 8. F riedrich Engels, The Condition o f Working Class in England (Chicago: A cadem y C hicago, 1984) 308-17. 9. A.g.e., 113-17,309. 10. A.g.e., 79-84. 11. A.g.e., 126-238; H o w a rd W aitzkin, The Second Sickness (N ew York: Free Press, 1983), 66-71. E n g els'in M a h c h este r'd ek i çevre k o şu llarım ele alışı h a kkınd a k i b u ta rtışm a Jo h n B ellam y F o ste r'ın The Vulnarable Planet adlı eserin d en alınm ıştır, (N ew York: M o n th ly R eview Press, 1994), 57-59. 12. LeviTİs M um ford, The C ity in History (N ew York: H artco u rt, Brace & W orld, 1961), 472. 13. M arx, Early WriHngs, 302,359-60. 14. F riedrich Engels, Ludung Feuerbach and the Outcome o f Classical German Philo­ sophy (N ew York; Intern atio n al Publishers, 1941), 17-18. 15. M ax Stim er, The Ego and its Own, (C am bridge: C a m b rid g e U niversity Press, 1995), 5,7,324. 16. K arl M arx ve F riedrich Engels, Collected Works (N ew York: International P ublishers, 1975), c .5 ,58-59. 17.A.g.e.,6-8. 18.A.g.e.,139. 19. A.g.e., 7. 20. B u cü m len in çevirisi M a rx 'm E ngels ile birlikte y a zd ığ ı Ludwig Feuerbach' d a k i "F euerbach Ü zerine T ezler" b ö lü m ü n d e n alınm ıştır. 21. M arx ve Engels, Collected Works, c.5,7-8. 22. Karl M arx, The Poverty o f Philosophy (N ew York: International Publishers, 1963), 110, 114; L ucretius, On the Nature o f the Universe (H arm ondsw orth; P en g u in Books, 1994), 88.


190

MARX'IN EKOLOJİSİ

23. M arx v e Engels, Collected Works, c.5,29. 24. A.g.e., 31-32. 25. A .g.e., 39-41. B urada, D a rw in 'in m erc an a d a la n ü z e rin e çığır a ç ıa çalış­ m asının, M arx ve E ngels'in m ercan a d alarım jeolojik z a m a n içinde görece y a k ın b ir z a m a n d a o rta y a çıkm ış ve g e n iş ö lç ü d e in sa n lığ ın eli d e ğ m e m iş o lara k k alm ış b ir d o g a alanı olarak k a b u l ettikleri b u a çık lam ala rın d a n b irkaç yıl önce yayım landığım h a tırla tm a y a değer. 26. A.'g.e., 41-43. 27. A.g.e., 32-34,64-65,401. 28.A .g.e.,374. 29.A .g.e.,476. 30. Y.M: U ranovsky, "M arxism a n d N a tu ra l Science," N ik o lay B u h arin v.d., M arxism and Modern Thought içinde, (N ew York; H arcourt, Brace, 1935), 139; A lexander O spovat, "W em er, A b rah am G ottlob," Dictionary o f Scientific Biog­ raphy içinde, c.14, 257-259. Stenienger h a k k ın d a bak. K arl A lfred v o n Zittel, History o f Geology and Paleontolgy (N ew York; C harles Scribner's Sons, 1901), 258-259. 31. A b ra h am G ottlob W em er, Short Classification and Description o f the Various Rocks (N e w Y o rk H affner P ublishing Co., 1971), 102; R achel L au d an , From Mineralogy to Geology: The Foundations o f Science, 1650-1830 (Chicago: U niver­ sity of C hicago Press, 1987), 88. 32. Laudcin, From Mineralogy to Geology, 95-95. 33. W em er, a k ta ran O spovat, "W em er, A b ra h am G otlob," 259-60; Im m an u el K ant, Cosmogony (N ew York: G reen w o o d Publishing, 1968), 132-133; Paolo Rossi, The Dark Abyss o f Time: The History o f the Earth and the History o f Nations from Hooke to Vico (Chicago: U niversity o f C hicago Press, 1984), 111-112. 34. L au d an , From Mineralogy to Geology, 139-40. 35. M a rtin J.S. R odw ick ed. Georges Cuvier, Foss/7 Bones and Geological Catastrophes: N ew Translations and Interpretations o f the Primary Texts (Chicago: C university of C hicago Press, 1997), 70, 80,265-266. M arx, C u v ier'in b ü y ü k eseri D ünya­ m n D önüşümleri'rû tam y o rd u v e m u h te m e le n ilk jeolojik incelem elerini y a p h ğ ı sıra d a b u kitabı o k u m u ştu . Beık. M arx v e Engels, Collected Works, C . Î 2 , 322. C u v ie r'in eseri, a y n c a M a rx 'm ç o k iyi a şin a o ld u ğ u H e g e l'in Doğa Fe/se/esı'nde d e ele alınır. M arx jeoloji y a zm ı ü z erin e incelem elerini h a y atın ın so n u n a d e k sü rd ü rm ü ştü r. 36. W e m e r'i esas o larak sonraki " N e p tü n c ü " g elenek içinde g ö rm e eğilim i C har­ les C o u lsto n G illispie’m Genesis and Geology'sinde m erkezi bir yer tutar, (C am bridge, M ass.: H a rw a rd U n iv ersity Press, 1966). D ahası, İngiliz jeoloji tarih i geleneğinde, jeolojik z a m a n k a v ra m ıra n esas olarak H u tto n v e Lyell ta ra fın d a n g eliştirildiğini k a b u l e tm e k y ay g ın d ır. H u tto n ve L yell'ın genel o lara k tek biçim ci p e rsp ek tifle rin d en d e rin , jeolojik z a m a n üzerine gö rü l­ m e m iş b ir v u rg u y a p m ış o ld u k la n d o ğ ru o lm a k la birlikte, jeolojik z am an a n la y ışın ın -b ir ö lç ü d e d e ğ işik te m e lle rd e n - k ıta A v ru p a sı'n d a d a o rtay a ç ık m a d ığ ım d ü ş ü n m e k y a n lış o lu r. 37. G.W. H egel, Philosophy of N ature (N e w Y o rk H u m a n ities Press, 1970), c .3 ,1524, 33-36. Generatio aequivoca k a v ra m ı A risto, L ucretius, Bacon ve H eg el'd e o rta k b r. K avram , hem , ö rn e ğ in k u r tla n n g ü b re d e n k e ndiliğinden oluşa­


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

191

bileceği gibi d a h a özg ü l b ir a n la m , h e m de, b aşlangıçta T anrırun z o ru n lu m ü d a h a le sin e g e rek olm aksızın h a y a tın cansız m a d d e d e n o lu ştu ğ u k a b u lu gibi d a h a genel b ir anleım taşır. L ucretius terim i h e r iki a n la m ın d a d a k u lla n ­ m ış, ancak, d a h a çok ikinci a nlam ını v u rg u la m ıştır. H egel ve M a rx 'd a te ri­ m in y alm zca ikinci an lam ı g ö rü lü r v e b u d a W erner g eo g n o zisin d en d e rin d e n etkilenm iştir. Bu y ü z d en , H e g e l'in geognozi ve generatio aequivoca'yı genel ele alış biçim in so n u n a d e k g ö tü rü lm ü ş b ir m ate ry a list p e rs­ p ektife çok iyi u y ar. N e v a r ki, b u ra d a tahliline bir b a şk a (ve d ü şü n c e sin e g öre m u h te m e le n d a h a ü s tü n ) b ir y a k la şım k a n ş ır ve Y aradılış k u ra rp m a d a h a u y g u n , in sa n ın h a y v a n d a n e v rild iğ in e k arşı çıkan v e tü rle rin a y n a y n y a ratıld ığ ı g ö rü ş ü n ü d estek ley e n b ir h ip o te z benim ser. H e g e l'in b u k o n u ­ la rd a in sa n -m e rk e z d (ve n ihai o larak d insel) b ir g ö rü ş sa v u n m a k istediği ve b ilim in b u lg u la rın a ancak g ö n ü lsü z b içim d e y e r v e rd iğ i açıktır. 38. H egel, sadece generatio aequivoca’da n s ö z etm ek le kalm am ış, aym z a m a n d a h a y a ü n v e in o rg an ik m a d d e n in b irb irin d e n köktenci b içim de a y n o ld u ­ ğ u n d a ısra r etm iştir. "Y eryüzü b ird e n canlı v a rh k la rd a n boşalsa v e k im y a ­ sal sü re çle r vb. ile sım rla n sa bile, c an h v a rlığ ın şim şeği m ad d e y e ç a rp a r ça rp m a z belirli v e tam a m lan m ış b ir o lu şu m h a z ır olur; ve M in e rv a'run Jüpiite r'in a ln ın d a n d o ğ u şu gibi, te p e d e n tırn a ğ a silah lan m ış o la ra k o rtay a çıkar. Bitkilerin, h a y v a n la n n ve in sa m n a y n g ü n lerd e o rtay a k o n d u ğ u n u anlatışıyla, T ek v in 'd e k i y a ra d ılış anlatısı h â lâ en iyisid ir." A.g.e., 22. 39. M arx v e Engels, Collected Works, c.2,304-5. 40. Lucretius, O n the Nature o f the Universe, 195 (5.780-800). M arx, (bu so ru n u esas o lara k jeolojik b ir b a ğ la m d a -yani, to p ra ğ ın k e n d i k e n d in e o lu şm ası a n la ­ m ın d a o rtay a atsa da) "generatio a e q u iv o ca "d a n söz ederken, m u h te m elen Pierre L ouis M o reau d e M aupw rtuis'in ese rin d e n h a b erd a rd ı. N e v to n cu tahli­ li F ra n sa 'd a tara ta n ilk kişi olan d e M a u p e rtu is (1698-1759), N e v to n cu lu ğ u n b elirlenim ci ve yaradılışçı y ö n lerin e k arşı çıkm ış ve E p ik ü ro s v e L ucretiu s 'd a n e sin len erek b e lirlen m em işliğ in ön em in i v u rg u lam ıştır. D oğal teolojinin v e ta s a n m d a n çıkan k a m tm d a a m a n sız m uhalifi olan d e M a u p e r­ tuis, d iğ er m ateryalistlerle birlikte, h a y atın k ö k e n in in açıklam ak için "k e n d i­ liğ in d e n tü re y iş"e baş v u rm u ştu r. Bu fikir, k im ilerin d e d a h a incelikli, d e ğ işik biçim ler alm ıştır. Jean B aptiste P ierre A nto in e d e M onet, C h ev alier D e L am arck (1744-1829) tara fm d a n k a v u ştu ru la n e n incelikli biçim inde, e n b a sit o rg a n iz m a la n n cansız m a d d e d e n k en d iliğ in d e n tü red iğ in i, d a h a geliş­ m iş o rg a n iz m a la n n d a d o ğ a ra n ölçeğine u y g u n o la ra k b u e n b asit biçim ­ le rd e n o rtay a çıktığını sav u n u r. Böylece, k e n d iliğ in d e n tü rey iş fikri tü rle rin d ö n ü şü m ü (evrim ) fikrine bağlanır. (M aupertuis, L am arck 'ın tersine, yeni tü rle rin ted rici değişikliklerle d eğil ani değişikliklerle ortaya çıktığım sa v u ­ n a n s ıç ra m a a bir e v rim an layışı b e n im se m iştir. Bu, a n i d eğişiklikler fik rin in D a rw in ’d e n önce a ld ığ ı e n y a y g ın biçim d ir.) Y aradılışçılığa karşı çıkan m a te ry a lis t/e v rim c ile r açısından, b u n u n o ld u ğ u süreç açıklığa k a v u ş­ tu ru lm u ş o lm a sa da, h a y a tın belli b ir a şa m a d a c an sız m a d d e d e n d o ğ m u ş olm ası z o ru n lu y d u . Bak. E m st M ayr, The Growth o f Biological Thought (C am b­ ridge, M ass.: H a rv ard U niversity Press, 1982), 328-29 v e One Long Argument: Charles Darwin and the Genesis o f M odem Evolutionary Thought (C am bridge, Mass.: H a rv a rd U niversity Press, 1991), 18.


192

MARX'IN EKOLOJİSİ

41. V alentino G erratana, "M arx a n d D a rw in /' New Left Review, no. 82 (K asunA ralik 1973), 60-82; F riedrich Engels, Anti-D tihring (N ew York: In tern a tio n a l P ublishers, 1939), 82. 42. R ichard Levins ve R ichard Lew ontin, The Dialectical Biologist (C am bridge, Mass.: H a rv a rd U niversity Press, 1985), 277; R achel C arson, Lost Woods (Boston: Beacon Press, 1998), 230. 43. O p a re n ve H a ld a n e 'in orijinal p a rça la n J.D: B em al'in eirutsal eseri The Origins o f Lifimin E k b ö lü m ü n d e bulunabilir, (N ew York: W orld PublisW ng C o m pany, 1967). 44. Bak. H egel, Lectures on the Philosophy o f World History: Introduction (C am b­ ridge: C am bridge U niversity Press, 1975), 173-179, 218; M assim o Q uaini, Geography and M arxism (Totow a, N.J.: B am es & N oble B ooks, 1982), 20-26. 45. C arl Ritter, Comparative Geography (N ew York: V an A n tw e rp , B ragg & Co., 1881), xxi, 59. R itter hak k m d a, bak. T.W . Freem an, A Hundred Years o f Geog­ raphy (Londra: G erald E hickw orth, 1%1), 32-40,321. 46. G eorge Perkins M arsh, M an and Nature (C am bridge, M ass.: H a rv a rd U n iv er­ sity Press, 1965), ix, 35-36, 42-43; L ew is M um ford, The Brown Decades (N ew York: D over, 1971), 35. 47. R u d o lf M atthäi, akt. M arx ve E ngels Collected Works, c.5,471. 48. A.g.e., 471-473. 49. A.g.e., 475-76,479,481. 50. M arx v e Engels, On Religion (M oskova: Foreign L anguages P ublishing H ouse, tarihsiz) 95. 51. C harles Fourier, Selections (L ordra: S w an S onnenschein, 1901), 77,109,115-17, 120 v e The Theory o f the Four M ovements (C am bridge: C am rid g e U niversity Press, 1996) 160-161; O w en, Selected Works, c.2,69,84-85. 52. M arx v e Engels, Collected Works, c .l, 220. 53. P ierre Joseph P ro u d h o n , What is Property? (C am bridge: C am b rid g e U niver­ sity Press, 82-84. 54. M arx v e Engels, Collected Works, c .4 ,32. 55. M arx ve Engels, The Comm unist Manifesto (N ew York: M onthly R eview Press, 1998), 52-53. 56. P ierr Joseph P ro u d h o n , Siystem o f Economical Contradictions (N ew York: A m o Press, 1972), 28,468-69). 57. A.g.e., % -97. 58. A.g.e., 98-101. 59. A.g.e., 117-18. 60. A.g.e., 126-28. 61. A.g.e., 168,174-75. 62. P ro u d h o n , a k ta ra n Karl M arx, The Poverty o f Philosophy (N ew York: Inter­ natio n al P ublishers, 1963), 155-56. 63. A.g.e., 99,115; Karl M arx, Grundrisse (N ew York: V intage, 1973), 84-85. 64. M arx, The Poverty o f Philosophy, 119-20. Marx, -Ç iç e ro 'n m Nature o f the G ods'unda tan ım la n d ığ ı g ib i- in a y e t k a v ram ın ın a n tik ç ağ d a S to a a la r tarah n d a n E p ik ü r m a te ry a liz m in e k a rşı k ullam im ış o ld u ğ u n u n elbette farkın­ d a y d ı. 65. A.g.e., 98-99,132-44,184.


MATERYALİST TARİH KAVRAYIŞI

193

66. A .g.e., 109-110; L ucretius, On the Nature o f the Universe, 88 (3.861-70). Bu ayni b ö lü m d e , M arx, iyi b ilin e n v e sik sik y a n lış y o ru m la n a n özdeyişse] açık­ la m a sın ı yapm ıştır: "eld eğ irm en i size feodal beyli to p lu m u , b u h a r d e ğ ir­ m eni sınai kapitalistti to p lu m u verir." M arx, b u sözlerle b ir tü r teknolojik belirlenim cilik önerm eyi değil, tü m to p lu m sal ilişkilerin, teknolojinin ve fikirlerin, d u r d u ra k b ilm e y en bir değişim sü re cin in parçası o lara k tarihsel o ld u ğ u n a ve b u y ü z d e n tem el ebedi ilkelere d a y a n a n h e r tü rlü akıl y ü rü t­ m e n in y an lışlığ ın a işa re t e d ere k , P r o u d h o n 'u n ta rih d ışı teknoloji, to p lu m v e fik irle r a n la y ışın ı a şm a y a çalışm ıştır. E p ik ü ro s 'u n sö y le m iş o ld u ğ u gibi, te k d eğ işm ez gerçek, ö lü m lü lü k tü r. 67. M arx, The Poverty o f Philosophy, 61-63. 68. A.g.e., 159-60,162-63. 69.A .g.e.,69. 70.A .g.e.,126,114. 71. M anifesto'nun k ökenleri için bak. Rob Beam ish, "T he M aking o f M anifesto", Leo P anitch v e C olin leys, ed. The Comm unist Manifesto Now: Socialist Register 1998 (L ondra: M erlin, 1998) iç in d e , 218-39; ve D irk J. Struik, ed. Tlw Birth o f the Comm unist Manifesto (N ew York: International Publishers, 1971). 72. T ed B enton, "M arxism a n d N a tu ral L im its," N ew Left Review, no. 178 (Kasim A ralik 1989), 82; R einer G ru n d m a n n , M arxism and Ecology (N ew York: O xford U niversity Press, 1991), 52 v e "th e Ecological C hallenge to M arxism ," N ew Left Review n o 187 (M ayis-H aziran 19991), 120; V ictor Ferkiss, Nature, Technology and Society (N ew York: N e w Y ork U niversity Press, 1993), 108; A n th o n y G iddens, A Contemporary Critic o f Historical Materialism (Berkeley: U niversity of C alifornia Press, 1981), 59-60; John C lark, "M arx's Inorganic B ody," Environmentalist Ethics, c .l l, no. 3 (Güz, 1989), 258; M ichael Lowy, "F or a C ritical M arxism ," A gainst the Current, c.l2, no. 5, (Kasim -A ra lık 1997), 33-34. N o rm a ld e k i ö m e k b ilginliğine rağ m en , B haskar b ile b u g ö rü şe k a p ı­ larak, T om B o tto m o re 'u n yay ım lad ığ ı A Dictionary o f M arxist Thought'daki "M ateryalizm " m ad d e sin d e, M iirx'in "orta ve geç d ö n e m eserleri"nin "teknolojik P ro m e te u sç u lu ğ u n d an " söz eder, (O xford: Blackwell, 1983), 325. Bu eleştirilerin e n etkilisi, Leszek K olakow ski'ninkidir, M ain Currents o f M arxism (N ew York: O xford U niversity Press, 1978), c.l, 412-414. M arx'i "P ro m e teu sç u lu k "la ta m m la y an b u eleştiriler, son z a m a n la rd a p e k çok yazan n k arşı ç ık ışla n y la k a rşıla şm ıştır. Bak. Jo h n B ellam y P oster, "M arx a n d E nvironm ent," E llen M eiksins W o o d s ve John Bellam y Foster ed. in Defense o f History içinde (N ew York: M onth ly R eview Press, 1997), 149-62; Paul B urkett, M arx and Nature: A Red and Green Perspective (N ew York: St. M a rtin 's Press, 1999; ve W alt Sheasby, "A nti-P rom etheus, Post-M arx," Organization & Envi­ ronment, C .1 2 , n o .l (M art 1999) 5-44. 73. W ade Sikorski, M odernity and Technology (Tuscaloosa: U niversity o f A labam a Press, 1993), 138. 74. Jean-Paul Sartre, The Search o f a Method (N ew York: V intage, 1963), 7. M arx'i b iz z a t k e n d isin in k a rşı çıktığı g ö rü şle rle d ü z en li o la ra k ilişk ilen d ire n M arx eleştirilerinin d o ğ ası h a k k ın d a bak . John B ellam y Foster, "In tro d u ctio n " E m st Fischer, H ow to Read Karl M arx içinde (N ew York: M onthly R eview Press, 1996), 7-30. F:13 / Marx'm Ekolojisi


194

MARX'IN EKOLOJİSİ

75. A esk ilo s'u n Zincire V urulu Prometeus'ım un a n tik çağdaki b ilim v e m a te r­ y alizm ü z e rin e tartışm alarla ilişkisi B enjam in F a rrin g to n 'ın Science and Poli­ tics in the Ancient W brW 'inda h a y ran lık verici a y n n tıla n y la ta n ım la n m ıştır, (N ew York; B am es & N oble, 1965), 67-86. 76. Manifesto h a k k m d ak i izley en akıl y ü rü tm e n in bazı p a rç a la n Jo h n B ellam y Foster tara fın d a n "T he C om m unist M anifesto a n d th e E n v iro n m e n t"d e g eliştirilm iştir, P u n itc h v e Leys ed. The Comm unist Manifesto N ow içinde, 169­ 89. 77. M arx ve Engels, The Communist Manifesto, 9-10,40. 78. M arx ve Engels, Collected Works, c.5,32-34,64-65,401. 79. M arx, Capital, c .l, 637-38. 80. M arx v e Engels, The Comm unist Manifesto, 9-10,40. 81. Bak. F riedrich Engels, The Housing Question (Moscowr: P ro g ress P ublishers, 1975), 92, veAnti-D U hring, 319. 82. M arx v e Engels, The Communist Manifesto, 10. 83. Ö rneğin. Bak. M ichael L ow y, "G lobalization a n d Internationalism : H o w U pto-D ate is the "C o m m u n ist M anifesto?" M onthly Review, c.50, no. 6 (Kasrm 1998), 20. 84. Francis Bacon, N ovum Organum (Chicago: O p e n C ourt, 1994), 43. 85. M arx ve Engels, The Comm unist Manifesto, 11.


5. Bölüm

DOĞAVE TO PLUM UN M ETA BO LİZM A SI

Komünist M anifesto’nun daha mürekkebi kurumadan 1848 yılında Paris’te patlak veren devrimler dalgası hızla kıta Avrupası ’nin diğer ülke­ lerine yayıldı. M anifesto’nun burjuva devriminin bu yeni evresi üzerinde doğrudan bir etkisi olmasa da, çıkışı için daha iyi bir zamanlama bulu­ namazdı. Olaylar, M anifesto’nun devrimci analizinin öneminin altını çizer gibi görünüyordu. Gerek Marx, gerek Engels, bu devrimler kapsa­ mında Alm anya’da ve Fransa’da çıkan ayaklanmalara katıldılar. Marx, K öln’de Neu Rheinische Zeitung adıyla devrimci bir gazete çıkarmaya başladı. N e var ki, devrimler çabucak bastınidı ve artık Prusya, Fransa ya da Belçika’da bannamaz olan Marx, ailesiyle birlikte İngiltere’ye sığı­ narak Londra’ya yerleşti. Geri kalan ömrünü burada geçirecek ve büyük eseri Kapital: Ekonomi Politiğin E leştirisi’ni burada kaleme alacaktı. M arx’m materyalist doğa kavrayışı ile materyalist tarih kavrayışının bütünüyle kaynaşması K apital’de olmuştur.' KapitaV'm temsil ettiği tam gelişm iş ekonomi politiğinde Marx, em ek sürecini, “insan ile doğa arasında bir süreç, insanın onunla, kendi eylemleri aracılığıyla kendisi ile doğa arasmdaki metabolizmayı kurduğu, denetlediği, düzenlediği bir süreç,” olarak tanımlamak için “metabolizma” (Stoffwechsel) kavramını kullanır. N e var ki, kapitalist üretim ilişkileri ve kent ile kır arasındaki bölünmenin sonucunda, bu metabolizmada “onanlamaz bir yanima” orta­ ya çıkmıştır. Bu yüzden, ortaklaşmış üreticiler toplumunda, “insanın


196

MARX'IN EKOLOJİSİ

doğayla metabolizmasını” burjuva toplumunun yeteneklerinin çok ötesin­ de “ussal bir tarada yönetmek” zorunlu olacaktır.^ Bu kavramsal çerçeve Marx’a burjuva ekonomi politiğinin üç önemli noktasının eleştirisini birbirine bağlama olanağı sağladığı için önemlidir. Bu üç önemli nokta şunlardır: (1) artığın doğrudan üreticilerden çekilm e tarzının tahlili (2) bununla ilişkili olan kapitalist toprak rantı kuramı ve (3) bu ikisini birbirine bağlayan, Malthus’un nüfus kuramı. Bundan başka, kent ile kırın, insanla toprağın ilişkisinde ortaya çıkan yarılma kavramı, Marx’a, kendi çağında cereyan ve tarihçilerin kimi zaman “ikin­ ci tanm devrimi” diye adlandırdıkları olayın ve tanmda buna eşlik eden krizin köklerine inebilme, dolayısıyla, çevresel bozulmanın, günümüz ekolojik düşüncesini büyük ölçüde haber veren bir eleştirisini yapma olanağı vermiştir. Analitik bakımdan Marx’in kapitalist tanm ı eleştirisi iki aşamadan geçmiştir: (7) Malthus ve Ricardo’nun eleştirisi (bu eleş­ tiride James Anderson’ın çözümlemeleri merkezi bir rol oynar); ve (2) ikinci tanmsal devrim ve Justus von Liebig’in toprak kimyasının olası sonuçlan üzerine bir değerlendirme. Bu değerlendirme Marx’i toprakla sürdürülebilir bir ilişkiyi destekleyen koşullann tahlilini yapmaya zorla­ m ıştır.

A şın Nüfus ve İnsanların Yeniden Üretiminin Koşulları Marx’m analizinin merkezinde, her zaman, Malthus’un, Marx’m sözle­ riyle, “papazca bir yobazlıkla” ileri sürdüğü Malthusgil nüfus mefhumlan bulunmuştur. Marx, ekonomi politik eleştirisinin ilk bütünsel taslağını çıkardığı büyük eseri Grundrisse’de (1857-1858) buradaki asıl konunun, olağanüstü kamiaşık tarihsel ve kuramsal bir sorun, yani “insan varlıklanmn yeniden-üretiminin {insamn tür olarak kendini yeniden üret­ mesinin} koşullan” sorunu olduğunu savunacaktı. İnsanın yenidenüretimi bütün insanhk tarihinin özüdür, ancak bu, farklı toplumsal oluşum­ lara ve farklı tarihsel koşullara göre değişen koşullar altında olur.^ Marx’a göre, Malthus’un kuramı, birincisi “sermayenin merhametsiz bakış açısının merhametsiz bir ifadesini” verdiği için, İkincisi, “bütün toplum biçimlerinde bir aşırı nüfus olgusunun bulunduğunu iddia e ttiğ i’ için iki bakımdan önem taşır. Marx, daha önceki toplumlarda da bir aşırı nüfusun olduğunu yadsımamakla -hatta vurgulamakla- birlikte, Malt­ hus’un bu olgunun tarihsel gelişim in farklı çağlanna denk düşen farkh


DOĞA VE TOPLUMUN METABOLİZMASI

197

toplumsal oluşumlarda aldığı “özgül farklılıkları” dikkate almayı reddet­ mesine ve bütün bu farkh örnekleri değişm ez bir doğal yasaya dayanan bir sayısal ilişkiye indirgemesine karşı çıkar. “Bu yolla {M althus} tarihsel olarak farklı olan ilişkileri, tümüyle havadan çıkardığı ne tarihsel ne doğal yasalarda dayanağı olmayan soyut bir sayısal ilişkiye dönüştürür.” Özellikle, yeniden-üretime ilişkin bütünü sorunları, birisi aritmetik bir hızla artacağında ısrar ettiği insanın yaşaması için gerekli bitkilerin ve hayvanlann yeniden-üretimi, diğeri, (denetlenmediği takdirde) geometrik bir hızla artma eğilim inde olduğunda ısrar ettiği insanlann yenidenüretimi olmak üzere iki denkleme indirgemekle Malthus, Marx’a göre hem mantık hem de tarih bakımından yanlış yapmıştır. İnsan toplu­ munun (yüksek çocuk ölümleri, salgın hastalıklar ve açlık gibi doğal etmenler tarafmdan) dışsal biçimde kısıtlanana dek geometrik biçimde artacağı iddiası, insani yeniden üretimin tarihsel ve toplumsal niteliğini kavramayı reddetmektir. Aynı zamanda Malthus, bazen, bitkiler ve hayvanlar, nüfuslannı yalnızca aritmetik artışla sınırlayan bir içsel eğili­ m e sahipmiş gibi yazmıştır. (Aslında, savunduğu aritmetik oranlı artış için başlangıçta Malthus’un hiçbir açıklaması yoktu.) Marx, tersine, yalnızca dışsal etmenlerce sınırlandıktan sürece, bitkilerin ve hayvan­ lann demografik artışı için böyle açık bir içsel kısıtlamanın bulun­ madığını öneriyordu. Hiçbir dış engelle karşılaşmasalardı, “eğrelti otları bütün dünyayı kaplardı. Üremeleri ancak yayılmak için hiç yer kalma­ dığında dururdu.” Bu yüzden, Marx’a göre Malthus, yanlış biçimde, “insani yeniden-üreme sürecinin içsel, tarihsel olarak değişen sınırlarını d ışsa l engellere [yani, yiyecek artışı üzerindeki dışsal kısıtlamalara], yeniden-üretimin içsel sınırlarına ya da doğalyasalarına" çevirmiştir. Aşırı nüfus ya da nüfus fazlasıyla ilgilenm ekte önem li olan, bu soru­ nu her durumda kendisini ortaya koyduğu özgül tarihsel tarzda ele almaktır. “Farklı toplumsal üretim tarzlannda” diye yazar Marx, “nüfus artışının ve fazla nüfusun farklı yasaları vardır... Atinalılar için aşırı nüfus anlamma gelen sayılar bize ne kadar küçük görünür!” Marx’ a göre M althus’un kuramı, nüfusun hareketinin bu özgül tarihsel yasalarından, gerçekten insanın doğası, doğal yasalar, ama, yalnızca özgül bir gelişme aşamasındaki insanlığın doğal yasalan olan bu yasalardan yapılmış bir soyutlamadır... Tarihsel olarak belir­ lenmiş insanm soyutlam ası olan M althus insanı ve bu doğal Malthus insanına denk gelen geometrik yeniden-ürem e yöntem i yalnızca kendisinin beyninde varol ur.^


198

MARX'IN EKOLOJİSİ

Marx, Malthus’un karşısında nüfus fazlalığını, yani yoksullann varlı­ ğını belirlemekte en önem li şeyin eldeki tahıl miktanndan çok istihdam düzeyi olduğunu söyleyen Ricardo’nun yanında yer alır. Fakat Marx’a göre “bu olguyu daha genel düzeyde kavramak ve bireyin kendi yenidenüretiminin araçlanna erişebilme ve onlan üretebilme tarzım belirlenen toplum sal dolayım a, dolayısıyla üretim koşullarıyla ve bireyin onlarla ilişki biçim iyle bağlantılandırmak gerekir.” Bu yüzden, kapitalizmdeki nüfus fazlası basitçe iş v e böylece geçim araçlan arayan işçilerin göreli bir artık nüfusunun varlığıyla değil, daha tem elli biçimde böyle bir göreli artık nüfusun sürekli varlığını sistem için zorunlu kılan üretim ilişkilerince belirlenir. N e var ki, Marx’m fark ettiği gibi, Malthus’un nüfus kuramının daha tam bir eleştirisi, bu kuramın sonunda gelip dayandığı klasik farklılık rantı (differential rent) kuramının eleştirisini gerektiriyordu. Malthus, Nüfus Üzerine Denem e'sınm altı baskısının hiçbirinde aritmetik oranı için hiçbir kanıt getirmemiş de olsa ve Marx’m vurguladığı gibi, rant kuramı “Malthus için hiç uygun olm a”sa da, hayatının sonlanna doğru yazdığı Nüfus İlkesine Ö zet B ir Bakış başlıklı çahşm asm da aritmetik oran tezini savunmak için klasik rant kuramına dönmüş ve söz konusu kuram sonunda klasik Malthusçuluğun dayandığı tem eli oluşturmuştur.

James Anderson ve Farklılaşan Verimliliğin Kökenleri Çoğu kez, Marx’m rant kuramı ve tanmsal gelişm enin çözüm lem esi alanında Ricardo’yu izlem ekle yetinm iş olduğu düşünülürse de, o aslın­ da, yeryüzünün ya da toprağm işlenmesinin tarihsel gelişim ini anla­ maktaki başansızlığı nedeniyle bu kurama keskin eleştiriler getirmiştir. M arx’m gözünde, (bazen Malthus/Ricardo kuramı olarak da bilinen) Ricardocu rant kuramının başansızlığı, bir tarihsel gelişm e kuramıyla birleştirilmemiş olmasından kaynaklanıyordu (ve ashnda, tanmdaki sonraki tarihsel gelişm eler bu kuramı eskitmişti). Bu bakımdan, Marx, klasik farkhhk rantı kuramının gerçek başlangıcının, İskoç ekonomi politikçi ve kibar çiftçi James Anderson’m (1739-1808) Malthus veRicard o ’nunkilerden çok üstün eserine dayandığını ileri sürmüştür.^ Anderson, An Enquiry into the Nature o f the C o m Laws adh çalış­ masında 1777 gibi erken bir tarihte, klasik rant kuramının belli başlı bütün kuramsal önermelerini ortaya koymuştu. Rantın, daha verimli topraklann


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

199

kullanımı için konulan bir ücret olduğunu iddia eder. İşlenen en verimsiz topraklar ancak üretim maliyetlerini karşılayan bir gelir getirir, buna karşı­ lık, daha verimli topraklar “onlan kullanma hakkının karşılığı olan ve toprağın verimlilik derecesine göre daha büyük ya da daha küçük olan belli bir prim kazanır. Bugün rant dediğimiz şeyi oluşturan bu primdir; bu rant, kendi aracıhğıyla çok değişik verimlilik derecelerindeki topraklann işlet­ me masraflannm tam bir eşitliğe getirilebildiği bir araçtır.” ® Anderson’dan onlarca yıl sonra yazan Malthus ve Ricardo, söz konusu farklılaşan verimliliğin kaynağını neredeyse bütünüyle insandan bağım­ sız doğal üretkenliğin koşullan bakımından ele alıriar. Ricardo’nun yazdığı gibi, rant, “yeryüzünün ürünlerinden, toprağın özgün ve yok edile­ m ez güçlerinin kullanımı için toprak sahibine ödenen bölüm” olarak tanımlanabilir.’ Bundan başka, Malthus ile Ricardo, -varsayım sal bir doğal yasaya dayanarak- doğal olarak en verimli topraklann ilk olarak işletm eye açıldığını, bu topraklann rantının yükselm esinin ve tanmsal üretkenlikteki genel düşüşün, giderek büyüyen nüfus baskısı karşısında giderek daha marjinal verim liliğe sahip topraklann işlenmek zorunda kalmasından kaynaklandığını savunurlar. Anderson’ın daha önce geliştirdiği model ise tersine, farklılık rantının ortaya çıkışını “mutlak verim lilik” koşullan yerine esas olarak toprak verimliliğindeki tarihsel değişimlere bağlıyordu. Gübreleme, akaçlama, sulama yoluyla toprakta sürekli bir iyileştirme mümkündü ve en az verim­ li topraklann üretkenliği bile bu yollarla en verimli topraklann üret­ kenliğine yaklaştınlabilirdi, tabii, bunun tersi, yani toprağın üretkenliğinin azalabileceği de doğruydu. Anderson ’a göre, farklılık rantı­ nın dayanağı Malthus ile Ricardo’nun sonradan ileri süreceği gibi, mutlak verimliliğin koşullan değil, toprağın göreli üretkenliğindeki bu tür değiş­ melerdi. Anderson’a göre, toprağın verimliliğinde genel bir gerilemenin olduğu durumlarda, bu büyük ölçüde, ussal ve sürdürülebilir tanmsal uygulamalann benimsenmemesinin sonucuydu. İngiltere’de toprağın büyük toprak sahiplerinin mülkiyetinde olması buna karşılık kapitalist kiracı çiftçiler tarafından işlenm esi ona göre ussal bir tanmın önüne büyük engeller çıkanyordu. Çünkü, çiftçiler, işledikleri topraklar üzerinde, bütün kazancını kira süreleri dolmadan önce getirecek olan küçük iyileş­ tirmeler dışındaki her türlü iyileştirme yatınmmdan kaçınıyordu.* Anderson, A Calm Investigation ofthe Circumstances that have Led to the Preseni Scarcity o f Grain in Britain (1801) başlıklı çalışm asında.


200

MARX'IN EKOLOJİSİ

kent ile kır arasındaki giderek büyüyen ayrılığın gübre için doğal kaynaklann yitirilmesine yol açtığını ileri sürdü. “Tanmm sadece adını duymuş kişiler bile” der, “hayvan gübresinin toprağa katılınca verim ­ liliğini artırmaya eğilim li olduğunu bilir; bu yüzden, toprağı bu gübreden yoksun bırakan her türlü durumun, son derece kınanmaya layık, ekono­ mik olmayan bir israf sayılması gerektiğinde duyarlı olmalıdır.” Aslında, Anderson’a göre, hayvan ve insan dışkılarımn akıllıca kullanımıyla “başka hiçbir ekstra gübre kullanımına gerek kalmaksızın toprağın verimliliğini her zaman" korumak mümkündü. Oysa, Londra’da bu doğal verimlilik kaynaklannın devasa yığınlar halinde “her gün Tham es’a atıl­ ması ve kentin aşağı bölümlerinde yaşayanlan dayanılmaz bir kötü koku­ ya maruz bırakarak akıp gitm esi,” toplumun sürdürülebilir bir tanmsal ekonomiden ne denli uzaklaşmış olduğunun göstergesiydi.’ Anderson, bu eleştirel tahlil ve tarihsel bir bakış açısıyla silahlanmış olarak, tahıl kıtlığının insan nüfusunun artışına ve bunun sınırlı ekilebilir toprak miktan üzerinde yaptığı baskıya dayandınlabileceği yolundaki Malt­ husgil görüşe doğrudan karşı çıkıyordu.*“ Marx, Anderson’ın eserini 1851 gibi erken bir tarihte okumuş ve defterlerine oradan iki alıntı geçirmişti." Klasik ekonomi politiğin geli­ şimi üzerine 1850’lerle 1860’larda kaleme aldığı üç bölümlük bir tefsir olan Artık D eğer K uram ları’nda., Anderson’ın bu alandaki asıl katkı­ sının, toprak verim liliği konusunu tarihselleştirmesinde yattığını ileri sürmüştü. “Anderson hiçbir şekilde ... farklı verim lilik derecelerinin sadece doğanın ürünü olduğunu varsaymaz.” Aksine, “toprak sahiplerinin aldığı farklılık rantları kısmen, çiftçinin toprağa yapay olarak kattığı verimliliğin sonucudur.” '^ Marx, başlangıçta Anderson’ın modelinin öneminin tanmsal ilerlemenin olanaklılığmı ve bunun farklıhk rantı ile nasıl bağdaştığını anlamış olm asından ileri geldiğini vurgulamıştı. Ama aynı zamanda, toprağın verimliliğinde genel gerilemeyi Ricardocu kuramda savunulduğu gibi, marjinal topraklann işletm eye açılmasından kaynaklanan toprağın toplam üretimindeki gerileme olarak değil de, toprakta iyileştirme yatınm lannı olanaksız kılan kiracı ile büyük toprak sahipleri arasındaki sm ıf çatışm ası ya da toprağın verim liliğinde (kır ile kent arasında büyüyen aynhğın sonucu olan) gübrenin yeniden dönü­ şümünün engellenm esi sonucunda ortaya çıkan fiili zayıflama gibi etmenlere bağlayan Anderson’ın tarihsel perspektifini de izlemiştir.'^ Böylece Anderson, daha on yedinci yüzyıhn sonunda ekonomi poli­ tiği tanm bilim iyle birleştirerek, kendisinden aşağı yukan kırk yıl sonra,


DOĞA VE TOPLUMUN METABOLİZMASI

201

toprak kimyasındaki devrimci gelişmelerin sonucunda güncelleşecek sorunlan önceden gören bir düşünce bütünü geliştirmişti. Anderson, daha çok toprağm durumuna yoğunlaşmakla birlikte, M arx’m kapitalist toprak rantı konusunu tarihsel bir olgu olarak kavramasına da yardımcı olmuştu. Bununla birlikte, Marx’in tanmsal ilerleme sorununa tarihsel yaklaşımını kapitalist tanm ın eleştirisine çevirm esine olanak sağlayan asıl gelişm e, kendi yaşadığı dönemde Avrupa ve Kuzey Amerika’da toprağın verimliliğinde ortaya çıkan kriz ve eşzamanlı olarak toprak bili­ minde sağlanan büyük ilerlemeler oldu.''' Anderson, yalnızca toprak rantı ve tanmsal ilerlemenin (ya da geri­ lemenin) tarihsel dayanaklı bir tahlilini geliştirmekle kalmadı, hayatının son yıllanna doğru da Malthus’un 1798 Nüfus Üzerine D enem e'sm m önde gelen eleştirmeni olarak ortaya çıktı. Calm Investigation'ı, büyük ölçüde Malthus’un Nüfus Üzerine Deneme'sımn ve belki aynı zamanda da 1800 yılında yayım ladığı. An Investigation o f the Cause o f P resent High Price o f Provisions broşürüne karşı kaleme almıştı. Anderson, Malt­ hus’a Calm Investigation'in bir kopyasını göndermişti. Anderson’m görüşlerinden muhtemelen ilk kez bu yolla haberdar olan Malthus, dene­ mesinin sonraki baskılannda durmaksızın ona karşılık verm eye çalış­ mıştır. (Marx, Anderson’m ekonomi alanındaki bu görece az bilinen çalışmasından haberdar olm asının Malthus’a, 1815 yıhnda yayımladığı Inquiry into the Nature an d Progress o f Rent başlıklı çalışm asında, Anderson’m rant kuramının bazı unsurlarını, bu kuramı pek de anlamaksızın, kaynak göstermeden kendine mal etme fırsatını verdiğini iddia edecektir.) Anderson’ın, Malthus’un aritmetik oranına bu çalışmasında getirdiği. Recreations in Agriculture başlıklı eserinde de yinelediği eleştiri, bu iddia için yıkıcı olmuştur. Anderson, eleştirisini, Malthus’un arit­ metik oranına (yani, yiyecek maddelerindeki artış oranının hiçbir zaman sabit bir miktann -ki bunun en iyi durumda 1798 yıh toplam tarımsal üreti­ mine eşit olabileceğini iddia eder- ötesine geçem eyeceği varsayımına) “kanıt” olarak, bunun hiçbir bilgili tarım gözlem cisinin karşı çıka­ mayacağı bir olgu olduğunu söylem esine karşı çıkarak başlar. Kesinlikle bilgili bir tanm uzmanı olan Anderson bu iddiayı çürütmeye kararlıdır. Anderson, “herhangi bir ülkenin nüfusu artacaksa, eğer bu nüfus esas olarak toprağın işlenmesinde istihdam edilirse, toprak verimliliğinin nüfus artışına uygun olarak artacağını; nüfus ne büyüklükte olursa olsun bir bolluk olacağını, bütün ülkelerin deneyiminin det)unu doğruladığını”


202

MARX’IN EKOLOJİSİ

savunur. N e var ki, kent ile kınn bölünmesi, toprağın uygun olmayan biçim de işlenmesi ve organik artıklann yeniden toprağa kazandm lm asınm başanlamamasmın “toprağın tedrici bir verim lilik kaybı yoluyla neredeyse başlangıçtaki verimlilik düzeyine gerilediği” yani iyileştirmelerin bütün yararlannm yitirildiği, “bir noktaya ulaşmasına dek tersine bir gelişim e yol açması” da mümkündür. Bu son durumda, ortaya çıkabilecek yiyecek kıtlığı tanmdaki yerleşik uyumsuzlukların değil, toplumdaki ve toprağın işlenmesindeki çarpıklıklann sonucudur. Anderson, Kuzey Afrika, Sicilya ve bizzat İtalya’da Roma impa­ ratorluğuyla karşılaştırıldığında toprağın verim liliğinde görülen geri­ lemenin tartışmasıyla devam eddi.

Liebig, Marx ve İkinci Tarımsal Devrim Anderson’ın tanm sorununa, iyileştirmenin (ve aynı zamanda kötüye gitmenin) olanaklılığmı vurgulayan yaklaşımı kendisinden sonra gelen Malthus ve Ricardo’nun yaklaşımlanndan çok daha üstünse de, ekonomi politiğin bu ilk kuramlannm tümü de toprağın bileşiminin bilim sel anla­ yışının eksikliğinden muzdaripti. Bu eksiklik, özellikle, neredeyse bütü­ nüyle bir doğal yasa kavrayışına dayanan Malthus ve Ricardo’da hissediliyordu. Ricardo’nun daha iyi gübreleme, ürün dönüşümü vb. yöntemlerle toprağın iyileştirilmesinin mümkün olduğunu kabul ettiği doğru olmakla birlikte, buna çok az önem vermiş ve asıl olarak bu tür iyileştirm e olanaklannm oldukça sınırlı olduğunu vurgulamıştı. Onun kuramı, toprağın özelliklerinin genel olarak değişm ez olduğunu kabul ediyordu. Bu yüzden, tanmdaki başansızlıklar, neredeyse bütünüyle, artan nüfusa bağh olarak artan talebin sonucunda giderek daha düşük nitelikli topraklann işletm eye açılm asına bağlanabilirdi. Marx, K apital'i yazdığı 1860’larda geriye dönüp bu ilk tanm ve rant kuramlanna baktığında, “toprağın tükenişinin fiili doğal nedenleri ... tanmsal kimyanın kendi zamanlardaki durumu yüzünden, farklılık rantı üzerine yazan bu iktisatçılann hiçbiri tarafından bilinmiyordii* gözle­ m iyle, bu analizleri keridi zamanından ayıran tarihsel uçuruma şiddetli bir vurgu yapacaktı. Marx, bu gözlem i Tarım sal K im ya olarak da bilinen eserinin yedinci baskısında yazan L iebig’in, bu kitabın ilk baskısının yapıldığı 1840 yılına dek tanm sal bilginin ne düzeyde olduğuna ilişkin değerlendirmesini okuduğunda yapm ıştı. L iebig’e göre, 1840 yılı önce­ sine dek tanm bilgisi, gübrelemenin ve arazinin ya da toprağın “görün-


DOĞA VE TOPLUMUN METABOLİZMASI

203

mez gücünün” rolünü Vurgulamıştı. B u dönemde toprağın kimyasal özel­ likleri bilinmediğinden, bitki beslenmesinin doğası da bilinmiyordu. Bu yüzden, toprağa atfedilen görünmez güç, çoğu kez, içkin olarak sınırlı ve aynı zamanda yok olmaz bir özellik olarak kabul edildiğinden, tanm ın gerçek sorunlan da doğru bir biçimde anlaşılamıyordu. Liebig ve Marx’m bu gözlemleri, bazı tanm tarihçilerinin “ikinci tanmsal devrim” dedikleri olguya işaret eder.'* Tarihçilerin çoğu kez on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda meydana gelen ve sınai kapitalizmin temellerini atan tek bir tanm devriminden söz etmesine karşılık, tanm tarihçileri bazen ikinci, hatta üçüncü bir tanm devriminden söz ederler. Bu anlayışa göre, birinci devrim birkaç yüzyıl süren ve çitlemelerle, piyasanın büyüyen m erkezileşm esiyle, gübreleme, ürün dönüşümü, akaçlama ve hayvancılıkta kaydedilen ilerlemeleri de içeren teknik deği­ şiklerle bağlantılı tedrici bir süreçtir. Buna karşılık, 1830-1880 yılları arasında daha kısa bir zamanda gerçekleşen ve özellikle Justus von L iebig’in eseriyle özdeşleştirilen ikinci tanm devrimi gübre sanayiinin büyümesi ve toprak kimyasında kaydedilen gelişmelerde ifadesini bulmuştur.'® Yirminci yüzyılda meydana gelen üçüncü tanm devrimi ise çiftliklerde çekim gücü olarak makinenin hayvan gücünün yerini alması, bunun sonucunda hayvanlann büyük besi çiftliklerinde yoğunlaşmasıyla başlayıp, (daha dar tek kültürlü tanmı yaygınlaştıran) bitkilerin genetik yapısının değiştirilm esiyle katlanan ve gübre ve ilaç gibi kimyasal girdi­ lerin daha yoğun kullanımını içeren bir süreçtir.^“ M arx’m kapitalist tanm eleştirisi ve bu alanda ekolojik düşünceye yaptığı katkılar, kendi zam anında gerçekleşen ikinci tanm devrim i bağlam ında anlaşılm alıdır. Bu devrim in başlangıcı M arx’m düşün­ cesin in biçim lenm eye başladığı tarihe çok yakın düşer. E ngels daha 1844 yılında, “Ekonom i Politik Eleştiri D en em esi”nde, artan nüfusun y o l açacağı y iy ecek kıtlığına ilişkin M althusgil korkuların y ersiz­ liğinin kanıtı olarak L ieb ig’in tem sil ettiği b ilim sel devrime işaret etm işti. Başlangıçta, Marx ile E ngels, L ieb ig ’in kendisi de dahil zamanın diğer gözlem cileri gib i, bu tarım devrim ine, tarımdaki iler­ lem enin yakın bir gelecekte sanayiyi geride bırakacağı sonucunu çıkararak karşılık verm işlerdi. Dikkate değer biçim de, M arx’in 1851 tarihli defterlerinden biri, L ieb ig’den alıntılarla başlayıp, M althus’tan v e çeşitli M althus karşıtı düşünürlerden alıntılarla devam etm ekte ve (izleyen bazı küçük alıntılar dışında) eseri L iebig ile yakından ilişkili olan İngiliz toprak k im yacısı F.W. Johnston’dan alıntılarla sona


204

MARX’IN EKOLOJİSİ

ermektedir. Esas vurgu, aynen Liebig gibi, tanmsal iyileştirmenin mümkünlügü üzerinde çalışan Johnston’a yapılmıştır- Marx, tanmda iyileştirmenin mümkünlüğünü toprağın üretkenliği hakkmdaki Malt­ husgil anlayışlann çürütülmesi olarak görmektedir. Y ine de, M arx’m 1860’lardaki analizinde bu iyimser değerlendirme yerini -Liebig’in deği­ şen görüşleriyle yakından bağlantıh olarak- kapitalist tanmdaki ekolojik gerilemenin daha incelikli bir anlayışına bırakacaktır.^’

Liebig ve toprağın verimsizleşmesi Toprağın verimliliğinin azalması, on dokuzuncu yüzyıl boyunca, kent­ lerde artan kirlilik, koca kıtalann orm ansızlaştıniması v e bununla birlik­ te aşın nüfus hakkında Malthusvari korkular, Avrupa ve Kuzey Amerika çapındaki kapitalist toplumun başlıca kaygısıydı. Toprakla ilgili bu soru­ nun kritik doğası, ikinci tanm devrimini başlatan 1820 ve 1830’lardaki krizde açık biçimde görülebilir. Ancak, bu sorun toprak kimyası biliminin ortaya çıkm asıyla basitçe son bulmuş olmadı. Aksine, yeni yöntemlerin yalnızca ekolojik tahribatı ussallaştırmaya hizmet ettiği giderek yaygın biçim de kabul görm eye başladı. “Toprağın tükenişi” ile ilgili yaygın korku, 1820 ve 1830’lu yıllarda İngiltere’de patlak verip hızla Avrupa ve Kuzey Amerika’nın diğer geli­ şen kapitalist toplumlanna bulaşan gerçek bir paniğe ve gübre talebinde benzersiz bir patlamaya dönüştü. Avrupah çiftçiler bu dönemde, topraklanna kemik serpmek için N apolyon’un en büyük savaşlannın cereyan ettiği Waterloo ve Austerlitz savaş alanlanna hücum ettiler ve bildi­ rildiğine göre katakomblan kazdılar. İngiltere’nin 1823’te 14,400 sterlin değerinde olan kemik ithalatı, 1837 yılında 254,600 sterline fırladı. Peru guanosu (okyanus adalannda üst üste biriken kuş pisliklerinin oluş­ turduğu çok zengin gübre) Liverpool limanına ilk kez 1835 yılında geti­ rildi, 1841 yıhna dek 1,700 tona ulaşan ithalat, 1847 yılına dek beş yıl içinde 220,000 tona tırmandı.“ M odem toprak biliminin başlangıcıyla biriikte ilerleyen bu ikinci tanm devrimi kapitalist tanmı desteklem ek için toprağın verimliliğinin artıniması talebinin şiddetlenm esiyle yakından bağlantılıydı. Bilimin İlerlemesi İçin İngiliz Birliği, 1837 yılında L iebig’i tanm ile kimyanın ilişkisi hakkında bir kitap yazmakla görevlendirdi. Varlıkh toprak sahip­ lerinin çiftlik işletm e sanatını geliştirm ek amacıyla oluşturduğu yüksek tanm hareketinin en önem li örgütlenmesi olan İngiltere Kraliyet Tanm


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

205

D em eği de ertesi yıl kuruldu. İki yıl sonra, 18 4 0 ’ta Liebig, azot, fosfor ve potasyum gibi toprak besleyicilerinin bitkilerin büyümesindeki rolünün ilk ikna edici açıklaması olan (Tarım sal Kimya olarak da bilinen) O rga­ nic Chemistry in its Applications to Agriculture and Physiology adli ça lış­ masını yayım ladı.“ Liebig’in fikirlerinden en fazla etkilenenlerden biri (kendi keşifleriyle L iebig’in görüşlerine meydan okuyan bir rakip de olan) zengin İngiliz toprak sahibi ve tanmbilimci J.B. Law es’ti. Lawes, 1842 yılında fosfatı çözünür kılmanın bir yolunu bularak ilk yapay gübre­ yi icat etti, ardından, 1843 yılında bu yeni “süperfosfat”ı üretecek bir fabrika kurdu. Tahıl Y asası’nm 1846 yılında yürürlükten kaldı­ rılmasıyla, Liebig’in organik kimyası L aw ey’in yeni yapay gübresiyle birlikte İngiltere’nin büyük toprak sahiplerince daha fazla tahıl üretme sorunun çözümü olarak görüldü.^ N e var ki, L aw ey’in yapay gübresinin İngiltere dışına yayılm ası çok yavaş oldu. Süperfosfat üreten ilk fabrikalar A lm anya’da ancak 1855 yıhnda, A B D ’de ancak iç savaşın ardından (1875), Fransa’da da Prusya Savaşı’ndan sonra (1870) kuruldu. Bundan başka, toprak verim liliği daima en az bulunan besleyicinin miktarına bağlı olduğundan (L iebig’in Minimum Y asası), toprağa tek bir besleyici (fosfat gibi) eklenmesinin sonucu, başlangıçta şaşırtıcı bir verim liliğe yol açsa da hızla azalma yönündeydi. Bu yüzden, Liebig’in buluşları başlangıçta, çiftçilerin topraktaki minerallerin azalmasının ve gübre kıtlığının farkına daha şiddetle varmasına neden olarak yalnızca kapitalist tanmdaki kriz duygusunun yoğunlaşmasına yol açtı. Bundan başka, kapitalistin toprak kimya­ sındaki bu atılımlardan yararianma yeteneği, sistemde içkin iş bölü­ münün gelişm esi, özellikle kent ile kır arasmdaki büyüyen uzlaşm azlığın gelişm esine bağımlıydı. Bu nedenle, Marx, KapitaVi yazdığı 1860’lara doğru, döneminin iki tarihsel gelişm esine bağlı olarak, kapitalist tanm ın sürdürülemez doğasına ikna olmuştu. Bu geliş­ melerden ilki, Avrupa ve Kuzey Amerika’da toprak bilimindeki çarpıcı ilerlemelerle hiçbir şekilde dağıtılmayıp tersine yeni bir hız kazanmış olan, toprağın doğal verimliliğinin azalmasıyla birlikte giderek geniş­ leyen kriz duygusu; İkincisi de Liebig’in çahşmalarının, 1850’lerin sonu ve 1860’lardan itibaren, kapitalist kalkınmanın ekolojik açıdan güçlü bir eleştirisine doğm yön değiştirmiş olmasıydı Tanm daki çelişkiler bu dönemde A B D ’de - özellikle yukarı N ew York çiftçileriyle G üney’in plantasyon ekonom isi arasında olmak


206

MARX'IN EKOLOJİSİ

Üzere- özel bir yoğunluk kazanmıştı. Peru’daki guano yatakları İn giliz tekeli yüzünden, (hem azot hem de fosfat bakımından zengin) guanoyu kolay ve ucuz biçim de elde edebilm e olanağından yoksun kalan A B D , önce gayri resmi, sonra devlet politikasının bilinçli bir unsuru olarakdoğal gübre bakımından zengin olduğu düşünülen her adayı ilhak etm e yönünde bir emperyalist çizgi benimsedi. Kongre’den 1856 yılında çıkanlan Guano Adalan Y asası’nın yetkisine dayanarak A B D kapi­ talistleri, 1856 ile 1903 yıllan arasında bütün dünya üzerinde doksan dört ada, kayalık ve resife el koydu. B unlann altm ışaltısı. D ışişleri Bakanlığı’nca A B D mülkü olarak resmen tescil edildi. Liebig, 1862 yılında “Son on yıl içinde İngiliz ve A B D gemileri bütün dünya deniz­ lerini taradılar, guano peşindeki bu araştırmalanndan tek bir kıyı, tek bir küçük ada kurtulamadı” diye yazacaktı. Bu guano adalanndan doku­ zu bugüne dek A B D mülkü olarak kalmıştır. Gene de, guano em per­ yalizm i, A B D ’ye istediği nicelik ve nitelikte doğal gübre sağlamakta başarısız olmuştur.^’ Bu arada, Peru’nun guano yataklan 1860’larda hızla erim eye başla­ m ış ve yerine giderek artan biçimde Ş ili’nin nitratının konması zorunlu olmuştu. Avrupa’da potasyum tuzlannm bulunması bu minerale kolay ve ucuz biçim de ulaşmayı sağlam ış, gerek doğal gerek yapay fosfat üretimi de bu besleyicinin bulunmasını kolaylaştırmışsa da bu kez azot, az bulunan ve verimliliği sınırlayan unsur olmuştu. (Yapay azot gübresi (nitrat), 1913 yılına dek, savaş amaçlı patlayıcılar ve sinir gazlan üreti­ minin öncüsü Alman kimyacısı Fritz Haber’in bu araştırmalanmn yan ürünü olarak keşfetm esine dek, geliştirilem eyecekti.) Toprağm beslenm e çevriminde kapitalist tanma eşlik eden kınima, özgül toprak besleyicilerine duyulan ihtiyacın giderek daha fazla anla­ şılması ve doğal verimlilik kaybını telafi edecek doğal ve yapay gübre miktannın sınırlılığı, hep birlikte toprağın verim liliğine ilişkin yaygın bir kriz duygusunun gelişm esine katkıda bulundu. Bu durum, A B D ’de coğrafi etm enlerle daha da karmaşıklaşmıştı. Bu ülkede, 1800’e doğru tahıl yetiştirme merkezi olarak N ew England’ın yerini alan yukan N ew York’datoprağıngöreli tükenişi 1825 yılında Eire kanalının açılışını izleyen onyıllar içinde Batı ’ya d oğm yeni çiftlik alan­ lan açmak için girişilen sürekli rekabet tarafından büyük ölçüde rahatlatılmıştı. Buna karşılık, G ü ney’in k öle plantasyonlan, özellikle topraklann tütün ekimine adanması sonucunda, verimlilikte dramatik bir düşüş yaşam ıştı.


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

207

N ew York çiftçileri krize çiftçi demekleri kurulması yoluyla tanmda daha ussal yöntemler geliştirerek karşılık verdi. New York Çiftçi Dem eği 1832 yılında kurulmuştu. İki yıl sonra, A lbany’li gazeteci Jesse Buel, İngiltere’de uygulamaya konulmuş bulunan ve gübreler, sulak alanların kurutulması ve dönüşümlü ürün ekimi gibi konularda yoğunlaşan türden çiftçiliği tanıtıp yaygınlaştırmayı amaçlayan Cultivator gazetesini yayın hayatına sokm. Liebig’in Tarımsal K im ya eserinin 1840 yılında yayımlanışıyla. N ew Yorklu çiftçiler kurtarıcı olarak bu yeni toprak bilimine sanidılar. Marx’m “İngilizlerin L iebig’i” diye adlandırdığı James F.W. Johnston 1850 yılında A B D ’yi ziyaret etti. Bu yolculukla ilgili olarak yazdığı N otes on North Am erica adlı kitabında toprağın doğal verimliğinin azalmasını belgeledi ve özellikle N ew York’un tanm arazilerinin daha verimli Batı’daki topraklarla karşılaştınldığında nasıl yoksul­ laşm ış olduğunu gösterdi.“ A B D ’li ekonomi politikçi Henry Carey (1793-1879) de bu konularla ilgilenmiştir. Carey 1853’te yayım ladığı -ve bir kopyasını M arx’a gönderdiği- K öle ve H izmetçi Takası adlı çalışmasında, “İngiltere’nin bütün ekonomi politikçilerinin insanın toprağın yalnızca borçlusu olduğu ve borcunu ödemediğinde toprağın bütün alacaklılar gibi kendi mülkün­ den onu kovacağı gerçeğini göz ardı etmesi ilgi çekicidir” gözleminde bulunmuştu. 11 Ocak 1855’te ziraat mühendisi olarak başladığı m eslek hayatım A B D ’nin ilk çevre sağlığı uzmanlanndan biri olarak tamamlayan ve şehir koruma hareketi içinde kentlerin tem izliğe kavuşturulması tale­ binin güçlü bir savunucusu olan genç tanm uzmanı George Waring (18331898), N ew York Coğrafya D em eği’nde “ 1850 Nüfus Sayımının Tarım­ sal Özellikleri” konulu bir söylev verdi. Toprağın sistemli biçimde için­ deki besleyici unsurlardan yoksun bırakıldığını savunan söylevin yazılı biçimi 1857 yılında Bulletin o f the Am erican G eographical and Statistical A jjod a/ion içinde yayımlandı. Carey, 1858 yılında yayımladığı Lerters ta the President, on the Foreign and D om estic P olicy o f the Union içinde yer alan önemli bir denemesinde “önemli bir tanm uzmanı” olarak nite­ lediği Waring’in söz konusu söylevinden bol bol alıntı yapmıştır. Carey, özellikle Waring’in, yiyecek ve bitkisel liflerin tek yönlü bir hareket biçi­ minde kırdan kente taşınmasının toprağın besleyici maddelerinde y ol açtığı kayıp hakkında ülke çapında yaptığı kabaca hesaplamalara önem vermişti. Waring iddiasını şu sözlerle noktalamıştı: [B]u toprak kasaplığı ve savurganlığımızla, heryıl, hayatta kalabilmemizin hakiki


208

MARX'IN EKOLOJİSİ

Özünü yitiriyoruz... Ekonominin sorunu yıllık olarak ne kadar ürettiğim iz değil, yıllık üretimimizin ne kadarım n toprağı koruduğu olmalıdır. T oprağı verim lilik madde stokundan soymak için kullanılan emek, kullanılm adan atılan em ekten daha kötüdür. İkinci durum , yalnızca bugünün kuşağı için bir kayıptır, ama birin­ cisi bizden sonra geleceklere yoksulluğu miras bırakmaktır. İnsan yalnızca bir toprak kiracısıdır ve eğer daha sonra gelecek kiracılar için toprağın değerini düşü­ rürse büyük bir suç işlem iş olur.^’

Carey, 1840’lann sonuyla 1850’lerde kent ile kınn (ve tanm sal ürün­ lerin üreticisiyle tüketicisinin) aynimasından doğan uzun m esafeli tica­ retin toprağın besleyici maddelerinin net kaybının ve tanmda büyüyen krizin başlıca nedenlerinden biri olduğunu vurgulamıştı. Bu nokta daha sonra Liebig ve Marx tarafından daha da geliştirilecekti.^ P rinciples o f Social Science (1858) adh eserinde, -yine Waring’den almhlar yaparak) A B D ’den söz ederken, “Ülke enerjisinin tümü tüccann emrine veril­ diğinden, halkının tümünün her yerde ‘toprağı ana sermayesinden soym ak’ işine koşulduğunu görm ek şaşırtıcı değildir.” diye yazm ıştı.® Waring ve Carey’in görüşlerinin Liebig üzerinde önemli etkisi olm uş­ tur. Liebig 1859’da yazdığı Letters on M odern Agriculture’ûe Carey’in Letters to President'ixvie Warning’den yaptığı alıntıyı olduğu gibi tekrarlar ve tüccann “görgül tanmının” toprağın “yeniden-üretiminin koşullanna” zarar veren bir “talan sistemi” doğurduğunu savunur. Meslekten çiftçi Albrecht Block’un sözlerini yineleyerek, “içinden bir şeyin ebediyyen alın­ dığı bir tarlanın üretkenlik gücünü artırmasının hatta sürdürmesinin olanaklı olmayacağım” söyler. Gerçekte, “çiftçilikte toprağın yağma­ lanmasına dayanan her sistem yoksulluğa çıkar.” Liebig’e göre, “ussal tarım, yağmacı çiftçilik sistemine karşıt olarak, eski durumuna getirme ilkesine dayamr; çiftçi toprağa verimliliğinin koşullannı geri vererek topra­ ğın kalıcıhğmı güvence altına ahr.” İngiliz “yüksek tanmı Amerikan çift­ çisinin açık soygunuyla bir değildir... ancak, o da, ilk bakışta soygunculuk gibi görünmeyen daha incelikli bir talan biçimidir.” Liebig, Carey’i izle­ yerek, A B D ’de tahılın yetiştirildiği merkezlerle bunlann pazarlan arasın­ da yüzlerce, bazen binlerce millik m esafe bulunduğu gözlemini yapar. Bu yüzden, toprağın oluşturucu unsurlan başlangıç noktalanndan uzak yerle­ re taşınır bu da toprağın verim liliğinin yerine konmasını iyice güçleştirir.^® Liebig, bu sözlerinden birkaç yıl sonra. Tarımsal Kimya' sının 1862 bası­ mının ünlü önsözünde Marx’i da etkileyen felaket uyansında bulunur: “Çiftçinin içinde üretim yaptığı koşullann daha farkında olmasını sağla­ mayı ve ona ürününü artırmak için zorunlu araçlan vermeyi başaramazsak,


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

209

savaşlar, göçler, kıtlıklar ve salgın hastalıklar, herkesin refahım ortadan kaldıracak ve sonunda tanmı yıkıma götürecek yeni bir dengenin koşullannı zorunlu olarak yaratacaktır.” Liebig, aynı eserin bir başka yerinde, gerekli olanın “Büyüklükçe İngiliz kömür rezervlerine yaklaşan miktarda... yeni guano ya da gübre rezervleri buhnak” olduğunu savunur.’^ Familiar Letters on Chemistry’de ise nihai sorunun, yiyecek ve bitkisel ve hayvansal liflerin uzun mesafeli ticareti ve hayvan sürülerinin uzaklaştırılması yoluy­ la kaybedilen “toprağm temel bileşenlerinin restorasyonu” olduğunu söyler.’^ Liebig’e göre, toprağın verim sizleşm esi kentlerin insan ve hayvan atıklarıyla kirlenmesiyle de bağlantılıdır. L iebig’in toprağın besleyici çevrimi ve büyük kentlerdeki atık sorununu ele alış biçim i, daha 1842 gibi erken bir tarihte Edwin Chadwick’in kamu sağlığı hareketini başlatan ve Engels’i derinden etkileyen Âcpori on the Sanitary Condition o fth e Labo­ uring Population o f G reat Britain başlıklı çalışm asında ortaya konm uş­ tu.^ L iebig’in kendisi de 1865’te yazdığı ve büyük yankı uyandıran Letters on the Subject o fth e Utiliziation o fth e M unicipal S ew age'inde, Thames ırmağının durumunun analizine dayanarak- lağımlardaki toprak besleyicilerinin yeniden dönüşümün ussal bir kentsel-tanmsal sistemin aynim az parçasını oluşturduğunda ısrar etmişti. Bu konuda şunlan söylemişti: “kent sakinlerinin bütün katı ve sıvı dışkılannm toplanması uygulanabilir olsaydı ve aslında kente kendilerinin göndermiş olduğu bu üründen her çiftçiye belli bir pay verilebilseydi, toprağının üretkenliği gelecek çağlar boyunca hemen hemen zarar görmezliğe kavuşurdu ve bütün verimli tarlalann var olan mineral unsur stoklan kuşaklar boyu artan nüfusun isteklerine bol bol yeterdi.” “

Marx’m metabolik yarılma kuramı Marx, 1860’lann başlannda KapitaVi yazdığı sırada Liebig’in anali­ zinden derinden etkilenmişti. Birinci cildin yayımlanmasından bir yıl önce 1866 yılında E ngels’e, üçüncü Ciltteki toprak rantı eleştirisini geliş­ tirirken, “bu alanda bütün iktisatçılann birlikte ortaya koyduklanndan çok daha önem taşıyan A lm anya’daki bu yeni tanmsal kimyaya ve özellikle Liebig ile Schönbein’e dalmak zorunda kaldığını” yazmıştı. Marx, birin­ ci Ciltte de, “Liebig’in ölümsüz erdemlerinden birinin de, doğal bilimin bakış açısından m odem tarımın olumsuz, yani, yıkıcı tarafmı göstermiş olm ası” olduğunu söylemiştir.^* F:14 / Marx'm Ekolojisi


210

MARX'IN EKOLOJİSİ

Marx, - çalışma defterlerine yoğun alıntılar yaparak- dikkatle ince­ lediği Liebig’in etkisi altında, toprağın kapitalist “sömürüsünün” (topra­ ğın kendini yeniden üretmesini sürdürmesini gözetm eyen yağm acılık anlamında) sistemli bir eleştirisini geliştirecekti.’’ Bu yüzden, M arx’in kapitalist tanm hakkındaki iki ana tartışmasının ikisi de, büyük ölçekli sanayinin ve büyük ölçekli tanmın işçiyi ve toprağı sömürmekte nasıl birleştiğinin açıklanmasıyla sona erer. Bu eleştiri Marx’m KapitaF'm 3. Cildinde “Kapitalist Toprak Rantımmn D oğuşu” ile ilgili yazdıklannın sonunda yer alan şu dikkate değer pasajda özetlenmiştir: Büyük toprak mülkiyeti tanmsal nüfusu giderek azalan bir asgariye indirir ve karşısm a kentlerde toplanm ış sürekli büyüyen bir sınai nüfus çıkanr; bu yolla, toplumsal metabolizmanın, hayatm kendi doğal yasalannca konm uş olan bu metabolizm arun karşılıklı bağımlı sürecinde onanlam az bir yanim aya neden olan koşullan üretir. Bunun sonucu toprağm hayatiyetinin boşuna harcam nasıdır ve bu israf ticaretle tek bir ülkenin sınırlanm n çok ötesine taşım r (Liebig)... Büyük ölçekli sanayi ve sınai biçimde yürütülen büyük ölçekli tanm aym etkiyi yapar. İlk başlarda birincisinin emek-gücünü ve böylece insanm doğal gücünü harcayıp tüketirken İkincisinin aym şeyi toprağın doğal gücüne yapm asıyla ayırt edilirlerse de, gelişmenin daha sonraki seyri içinde, tanm a uygulanan sınai sistemin oradaki işçileri zayıflatırken, sanayi ve ticaretin tanm a toprağı tüketm enin araçlanm sağlaması yoluyla birbirine bağlanırlar.

Marx, KapitaV'm Birinci Cildindeki “Büyük Ölçekli Sanayi ve Tanm” tartışmasında da yukandakiyle yakından bağlantılı ve aynı derecede önemli bir ifade kullanır: Kapitalist üretim insanlan kentlerde bir araya getirir ve kentli nüfusun giderek artan bir öncelik kazanmasına neden olur. Bunun iki sonucu vardır. Bir yandan toplumsal harekete geçirici gücünü yoğunlaştırır, ö te yandan insanla yeryüzü arasındaki m etabolik etkileşimi bozar, yani, insanlann besin ve giyecek olarak kullandığı toprağın oluşturucu unsurlannm yeniden toprağa dönmesini önler ve böylece toprağın kalıcı verim liliğinin ebedi doğal koşulunun işleyişini engeller... Fakat bu m etabolizm ayı çevreleyen koşullan tahrip etm ekle ... onun toplumsal üretimin düzenleyici yasası olarak ve insan soyunun tam gelişimine uygun bir biçimde sistematik yenilenmesini de zora sokar... [K]apitalist tarımdaki tüm iler­ lem eler yalnızca işçiyi soym a değil, ay nı zam anda doğayı soym a sanatında da iler­ lemedir; belirli bir zaman için toprağın verimliliğinde sağlanan her artış, bu verimliliğin daha uzun öm ürlü kaynaklarının tahrip edilmesi yönünde bir iler­ lemedir; kapitalist üretim bu yüzden tekniği ve üretim in sosyal süreçlerinin bütün­ leşm e derecesini eş zam anlı olarak, ancak, bütün zenginliğin asıl kaynağını, toprağı ve işçiyi kurutm ak üzere geliştirir.”


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

211

Marx’in Kapitarinâ&a alınan bu iki pasajda -birincisi Üçüncü Ciltte kapitalist toprak rantı tartışmasının sonunda, İkincisi Birinci Ciltte büyük ölçekli tanm ve sanayii ele aldığı bölümün kapanışında- ortak olan şey “insan ile yeryüzü arasmdaki metabolik alışverişteki,” yani, toprağı “sistematik biçimde yenilenm esi” gereken oluşturucu bileşenlerinden soymak yoluyla “hayatın doğal yasalannca konmuş olan toplumsal meta­ bolizmada” meydana gelen “yarılma” merkezli kavramıdır. Bu çelişki kapitalizmde büyük ölçekli sanayiin büyük ölçekli tanmla eş zamanlı büyümesiyle gelişir, bu büyümede sanayi tanma toprağın yoğun sömü­ rüsünün araçlanm sağlar. Marx, Liebig gibi yiyecek maddelerinin ve giysi yapımında kullanılan liflerin uzun m esafeli ticaretinin toprağın oluş­ turucu unsuriannın yabancılaşmasına yol açarak bu “onanlamaz yanlma”mn önemli bölümünden sorumlu olduğunu savunur. Marx’a göre, bu, kapitalist gelişm enin doğal seyridir. 1852 yılında yazm ış olduğu gibi, “toprak pazarianabilir bir meta olmuştur, ve toprağın sömürüsü ticaretin olağan yasalanna göre yürütülecektir. Tıpkı pamuklu dokuma ve iplik imalatçılan gibi yiyecek imalatçılan olacaktır, ama artık toprak beyleri kalmayacaktır.” “^ Dahası, bu gelişm eye eşlik eden çelişkiler küresel niteliktedir. Marx’m KapitaVm Birinci Cildinde, “kör kazanç tutkusunun toprağı tükettiğinin,” “İngiliz tarlalannm” Peru’dan ithal edilen “guanoyla gübrelenmesini zorunlu kılan” koşullarda günü gününe izlenebileceği gözle­ minde bulunur.'" G rundrisse'Ae de, tohum, guano ve benzerierinin uzak ülkelerden ithal edildiği basit gerçeğinin, kapitalizmde tanmın “kendine yeterli” olmaktan çıktığına, “artık kendi üretiminin doğal koşullannı kendi içinde, doğal olarak yetişen, kendiliğinden ve el altında olarak değil, ama, kendisinden ayn, bağımsız bir sanayi olarak bulabildiğine” işaret ettiğini belirtir.“*^ Marx’in akıl yürütmesinin merkezi bir unsuru, kapi­ talizmdeki büyük ölçekli tanmın içkin karakterinin yeni toprak işleme biliminin her türlü ussal uygulamasını önlediği tezidir. Tanmdaki bütün bilim sel ve teknik ilerlemelere rağmen, sermaye, toprağın oluşturucu bile­ şimlerinin geri dönüşümü için gerekli koşullan sürdürmekten acizdir. Marx’m bu alandaki temel kavramsal kategorisi metabolizma {Stojfwechsel) kavramıdır. Almanca "Stojfwechseü' kelim esi bileşenlerine aynidığında, doğrudan, “metabolizma” teriminin kavradığı biyolojik büyüme ve çürümenin yapısal süreçleri mefhumuna temel oluşturan “maddi alışveriş” mefhumunu anlatır Marx emek sürecinin analizinde, analizinin tüm sisteminin merkezine metabolizma kavramını oturtmuş ve


212

MARX'IN EKOLOJİSİ

em ek süreci hakkmdaki anlayışmı ona dayândırmıştır. Bu yüzden, em ek sürecini (özgül tezahürlerine karşıt olarak) genel biçim inde tanımlayışmda, Marx, metabolizma kavrammı insamn doğayla em ek aracı­ lığıyla kurduğu ilişkisini tanımlamak için kullanır: Emek, her şeyden önce, insan ile doğa arasında bir ilişki, insamn onunla, kendi eylemleri aracılığıyla kendisi ile doğa arasındaki metabolizmayı kurduğu, düzen­ lediği ve denetlediği bir süreçtir. İnsan, doğanın malzemeleriyle bir doğa gücü olarak karşı karşıya gelir. Doğamn malzemelerini kendi gereksinmelerine uygun bir biçi­ me sokmak için kendi bedenine, kollanna, bacaklanna, kafasma ve ellerine ait doğal güçleri harekete geçirir. Bu hareket aracılığıyla dış doğa üzerinde eyler ve onu değiştirir ve bu yolla eş zamanlı olarak kendi öz doğasını değişikliğe uğratır... Bu [emek süreci] insan ile doğa arasındaki metabolik alışverişin [Stoffwechsel] evren­ sel koşulu, insani varoluşun doğaca dayatılmış ezeli ve ebedi koşuludur.^’

Marx bu ifadeden birkaç yıl önce 1861-63 Ekonomik Elyazmaları"îiA& da şunlan yazmıştı: “fiili em ek, doğanın insan gereksinmelerinin tatminine uydurulmasi, kendisi aracıhğıyla insan ile doğa arasmdaki meta­ bolizmanın kurulduğu etkinliktir.”^Bunu da, “maddi zenginlik, kullanım değerleri esas olarak em ekçe değişikliğe uğratılmış doğal m alze­ melerden oluştuğu için” fiili emek etkinliğinin asla doğanın kendi zengin­ lik yaratıcı potansiyelinden bağımsız olamayacağı görüşü izler. Marx, metabolizma kavramından bağlamı değişse de bütün olgunluk dönemi eserlerinde yararlandı. 1880 gibi geç bir tarihte, ekonomi üzerine son eseri o lm Adolph Wagner Üzerine N otlar’àa, “kelimeyi insan ile doğa arasın­ daki maddi alışveriş olarak ‘doğal’ üretim süreci için... kullanmış olduğuna” işaret ederek Stoffwechsel kavramımn ekonomi politiğe yönelttiği genel eleştirideki merkezi yerine dikkat çeker. Metalann dolaşımındaki “biçimsel alışverişteki aksamalar” daha sonra “maddi alışverişteki aksamalar olarak belirlenir.” O zaman, Marx’m analizinde ekonomik devrevi akış, insanlarla doğa arasmdaki metabolik ahşverişle özdeşleşen maddi alışverişle (ekolo­ jik devrevi akış) yakından bağlantılıdır.’’Emek tarafından düzenlenen kimyasal süreçler her yerde (doğal) eşdeğerler arasmda bir alışverişten oluşur.” Maddi alışverişin evrensel karakteri üzerine inşa edilen kapitalist ekonomin içindeki biçimsel ekonomik eşdeğerler alışverişi yabancılaşmış bir ifadeden ibarettir, Marx, G nındrisse’d t metabolizma kavramından ilk kez genelleştirilmiş meta üretiminde kurulan “bir genel toplumsal meta­ bolizma, birçok çeşitli gereksinmeler ve evrensel kapasiteler sistemi” olarak daha geniş anlamda söz eder."*’


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

213

Dem ek ki, Marx, metabolizma kavramım, hem doğayla toplum arasmdaki insan em eği aracılığıyla kurulan metabolik etkileşim (eserlerinde teri­ min genel kullanılış biçimi) anlamında, hem de daha geniş anlamda, kapitalizm tarafından meydana getirilen ve yabancılaşmış bir biçimde durmaksızın yeniden üretilen karmaşık, dinamik ve bağımsız bir ihtiyaçlar ve ilişkiler kümesini tanımlamak amacıyla kullanmıştır. Bütün bunlar insamn doğayla insan emeğinin somut örgütlenmesinde ifadesini bulan metabolizmasının yürütüldüğü taızla bağlantıh olarak görülebileceğinden, insanın özgürlüğü sorunu da insanın doğayla metabolizmasından kaynak­ lanır. Böylece metabolizma kavramı hem özgül bir ekolojik anlam hem de daha geniş bir toplumsal anlam kazanır.“'* Marx’m insanlarla doğa arasındaki metabolik ilişkiyle ilgili tartışmasımn büyük bölümünün, gençlik yıllannda insanla doğa arasındaki karmaşık karşılıklı bağımlılığın hesaba katılması için yaptığı daha felsefi girişimlerinde kurulduğu görülebilir. 1844 yıhnda/M sodı ve Siyasi Elyazm aları'nda şunu söylemişti: “İnsan doğadan yayar, yani doğa onun bede­ nidir, ölmemek için onunla daimi bir diyalog sürdürmelidir. İnsamn fiziksel ve zihinsel olarak doğaya bağh olduğunu söylemek, insan doğanın bir parçası olduğundan, basitçe, doğanın kendi kendisine bağlı olduğu anlamına g e lir .B u n u n la birlikte, daha sonra geliştireceği metabolizma kavranu, insanla doğa arasında insan emeğinden kaynaklanan karmaşık ve dinamik alışverişi tammlamasıyla, bu temel ilişkiye daha sağlam ve daha bilimsel bir ifade kazandırır. Kendisine bağh maddi ahşveriş ve düzen­ leyici eylem mefhumlarıyla birlikte, metabolizma kavramı, ona, insamn doğayla ilişkisini, hem “doğaca dayatılmış koşullan,” hem de i n s a n l a n n bu süreci etkileyebilme yeteneğini kuşatan bir anlamda ifade etme olanağı tanımıştır. En önem lisi de, metabolizma kavramının ilk yazılanndan itibaren Marx’a, eleştirisinde merkezi bir yer tutan doğanın (ve onunla ilgili olarak em eğin) yabancılaşması mefhumunu somut bir biçim de ifade etme olana­ ğı sağlam ış olm asıdır. G rundrisse'd t söylediği gibi. Açıklanması gereken ya da tarihi bir sürecin sonucu olan şey, canlı ve etkin insanın doğa ile m etabolik alışverişinin ve dolayısıyla doğayı m ülk edinişinin doğal, inor­ ganik koşullarıyla birliği değil, etkin insanla bu insanın varoluşunun inorganik koşullarının birbirinden ayrılmasıdır, ve bu ayrılış tam anlamıyla ilk kez ücretli emekle serm ayenin ilişkisinde kendisini ortaya koymuştur. “**


214

MARX'IN EKOLOJİSİ

Bu pasajda, Marx’m burjuva toplumunun yabancılaşmış karakteri hakkmdaki tüm eleştirisinin özü verilidir. TimHayward’agöre, Marx’m sosyo-ekolojik metabolizma mefhumu, hem doğal hem fiziksel varlıklar olarak insani varoluşun temel yönlerini kavrar: Bunlar insanlarla doğal çevreleri arasında m eydana gelen enerji ve m adde alış­ verişini içerir... Bu m etabolizma, doğa tarafından, içerdiği çeşitli fiziksel süreçleri yöneten doğa yasalarıyla, toplum tarafmdan ise iş bölUmünil ve refahın dağılımım vb. yöneten kurumsal normlarla düzenlenir.

Emek yoluyla insanı doğaya bağlayan karmaşık ve karşılıklı bağımlı bir süreç oluşturan- Metabolizma kavramına verdiği merkezi önem i göz önünde tutunca, bu kavramın M arx’in geleceğin ortaklaşmış üreticiler toplumuyla ilgili vizyonunda da merkezi bir rol oynağını görmek bizim için şaşırtıcı olmayacaktır. KapitaVm Üçüncü Cildinde “Bu alandaki [doğal zorunluluk alanındaki] özgürlük, ancak toplumsallaşmış insanın, ortaklaşmış üreticilerin insanın doğayla m etabolizmasını ussal bir tarzda yönettiği, bu metabolizmaya kör bir güç olarak boyun eğm ek yerine onu denetim altına aldığı ve bunu en az enerji harcamasıyla ve insan doğasına en uygun ve en layık koşullarda başardığı zaman gerçekleşebilir.” ^ Marx’m, emek aracıhğıyla toplum-doğa ilişkisini anlamakta meta­ bolizma kavramını kullamşımn önemini tam olarak anlayabilmek için, bu kavramın nasıl ortaya çıktığına kısaca bir göz atmak zorunludur. “Meta­ bolizma” (Stoffwechsel) terimi Alman flzyologlan tarafmdan 1815 gibi erken bir tarihte icat edilmiş ve 1830’lar ve 4 0 ’lar boyunca esas olarak, vücut içinde solunumla ilgili madde alışverişini anlatmak için kullamlmıştı. Ancak terime daha geniş bir anlam (böylelikle de daha büyük geçerlilik) kazandıran kişi, büyük eseri Tarımsal Kim ya'ûzn iki yıl sonra 1842’da yayımladığı H ayvansal ÂTimja’smdaki kullammıyla Liebig oldu. Liebig, söz konusu eserde dokulann güçten düşmesi bağlamında metabolik süreç mefhumunu ortaya attı. Bu kullanım sonralan daha da genişleyerek, biyokimyamn gehşm esi içinde hem hücre düzeyinde hem tüm orga­ nizmalar düzeyinde kullanılan anahtar kavramlardan biri haline geldi.” L iebig’in H ayvansal K im ya'sm A a maddi metabolizma kavramı oldukça tutarsız biçim de “dirim sel güç” mefhumuyla kanşmıştır. Liebig, kendisinden önceki dirim ciliğin etkisi altında, fizyolojik hareketi maddi alışverişe indirgenem eyecek, bilinmeyen, hatta, gizem li kaynak­ lara (ölçülem eyenlere) dayandırmıştı. (L iebig’in buradaki katkısı, biyo­


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

215

kim yaya mekanist bir yaklaşımdan kaçmmayı amaçlayan ve “dirimsel m ateryalizm” adıyla tanınan koca bir analiz geleneğini doğurmuştur.) Ç özüm lem esinin bu yönü, 1845’te, enerjinin sakinimi yasasını bulan dört kişiden biri olan Alman bilimadamı Julius Robert M ayer’in saldınsına uğramıştır. Mayer, “Organizmalann Hareketi ve Bunun Metab olizm alan yla İlişkisi” başlıklı çalışm asında L ieb ig’e karşı çıkarak, “dirimsel güç” mefhumunun gereksiz olduğunu ve metabolizmanın (Stoffw echsel) tümüyle enerjinin sakinimi yasası aracılığıyla bilim sel materyalizm açısından açıklanabileceğini savunmuştu. B öylece, bütün metabolizma mefhumu bilimde enerjinin önemi yönünde ilişkin daha geniş çaplı bir anlayış değişikliğine bağlandı. Bu, “nicel ekoloji”nin gelişim i için zorunluydu. Marx’m söz konusu kavramı 1860’larda insan em eğinin çevresiyle ilişkisini açıklamak için kullanması, enerjinin önem ine ilişkin bu bilim sel anlayış değişikliği çerçevesi içinde gerçek­ leşmişti.^^ V e bu, M arx’m bütün bu bilim sel tartışmaları çok yakından izlem esi nedeniyle, bir rastlantı değildi. Marx, 1860’larda M ayer’in düşün­ celerini savunan İngiliz fizikçi John T yndall’ın çalışmalarını yakından izliyordu. Aynı şekilde, M ayer’in katkılannı ve bu alandaki genel tartışmaları iyi bilen E n gels’in de bu bilgisini Marx’m hizm etine sunmuş olduğundan kuşku duyulamaz. Dahası, Marx, 1839’da hücre metabolizm asını ortaya atmış ve bu yolla Liebig, Mayer ve bu alanda çalışan diğer bilim adam lannı etkilem iş olan Alman fizyolog Theodor Schwann’m eserini incelem iş ve derinden etkilenm işti.’’ Metabolizma kavramı, 1840’lardan günümüze dek organizmaların çevreleriyle etkileşimleri konusuna yönelen kuram sistemlerinde kilit önem de bir kategori olmuştur. Bu kavram, bir organizmanın (ya da veri­ li bir hücrenin) çevresinden madde ve enerji alıp büyümenin yapı taşla­ rına çevirirken çeşitli m etabolik tepkim elerle bunlan dönüştürdüğü karmaşık biyokim yasal sürecin özünü yakalar. Ek olarak, metabolizma kavramı, organizmalar ve bunlann içinde yaşadığı çevreleri arasındaki bu karmaşık alışverişin ö zgü l D üzenleyici süreçlerine de işaret eder. Eugene Odum ve diğer önde gelen sistem ekologlan şimdi “meta­ bolizm a” kavramını tek bir hücreden başlayıp bütün ekosistemde biten tüm biyolojik düzeylerle ilgili olarak kullanmaktadır. ^ Bütün bunlar ortadayken, Alfred Schmidt’in M arx’ta D oğa Kavram ı (1962) adlı eserinde, Marx’m basitçe. Alman kimyacı Jacob “M oleschott’un metabolizma kuramını” hiçbir değişiklik yapmadan alıp kullan­


216

MARX'IN EKOLOJİSİ

mış olduğunu söylediğini görmek şaşırtıcıdır. Schmidt, bu iddiasının kanıtı olarak Maleschott’un 1857 tarihli eserinden şu alıntıyı yapar: “ M etabolizm a” adı [değişik hayat biçimleri arasındaki] bu m adde alışverişine verilmiştir. Dünyadan bir hürm et duygusu taşım aksızın söz etm em ekte haklıyız. Çünkü mal dolaşımının ticaretin ruhu oluşu gibi, maddenin dışsal dolaşım ı da dünyanm ruhudur... Şunu söylemekte tereddüt etmiyorum: günüm üz dünyasının çevresinde döndüğü eksen, metabolizma kuramıdır.^

Ne var ki, Schmidt’in buradan Moleschott’un Marx üzerinde doğrudan bir etkisinin bulunduğunu çıkarmasının maddi ve mantıki dayanağı çok zayıftır. M oleschott’un, bunlan yazdığı zamana dek “m etabolizm a” (stoffwechsel) terimi, bilimsel yazında sağlam biçimde yerleşmiş bulu­ nuyordu. Marx’in, M oleschott’tan haberdar olmasına rağmen düşün­ celerine (Londra’da Liebig, Tyndall ve Thomas H uxley’in olduğu gibi, M oleschott’un derslerine de katılmıştı.), özel bir dikkat yönelttiğine dair kanıt yoktur.^^ Buna karşılık, L iebig’i çok dikkatle incelem işti ve kuşku­ suz onun metabolizma kavramını daha önceden ve daha etkili bir tarzda kullanmış olduğunu fark etmişti. Dahası, kavramı Kapital'deki kulla­ nışında da daima L iebig’ in akıl yürütmesine yakın kalmış ve bunu genel­ likle Liebig’in eserine belirgin imalarda bulunan bir bağlam içinde yapmıştır. M oleschott’un mekanik materyalizm ile gizem cilik arasında gidip geldiği düşünüldüğünde, Marx’in onun düşünceleriyle yakınlık kurduğunu düşünmek pek inandırıcı değildir. Metabolizma kavramının bu onyıllar boyunca kazandığı yaygın kullanıma -L iebig açık biçimde önemli bir rol oynamış olsa da bu kulla­ nımın mucidi olmak onuru tek bir düşünüre atfedilem ez- Engels, Anti Dühring'öc* (1877-1878) işaret etmiştir. Engels, “metabolizma” ya da “organik madde alışverişinin hay atın en genel ve karakteristik olayı oldu­ ğunun son otuz yılda fizyolojik kimya ve kimyasal fizyoloji uzmanlannca sayısız kez söylenm iş” olduğunu vurgular. Daha sonralan Doğamn D iyalektiği’ndc* de -enerjinin önem ine ilişkin anlayış değişm esinde büyük katkıları olan Liebig, Helm holtz ve Tyndall’a karşı giriştiği tartışma içind e- “Hayat proteinli cisimlerin varoluş tarzıdır, bu cisimlerin varoluş tarzının zorunlu unsuru kendi dışlarındaki doğal çevre ile sürekli bir m etabolik alış veriştir, bu metabolizmanın kesilm esiyle protein ayrışır *F. Engels, Anti Dühring, Çev.: K. Som er, Sol Yay. **F. Engels, Doğanın Diyalektiği, Çev.: A. Gelen, Sol Yay.


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

217

ve varoluş sona erer” diyecekti. (E ngels’e göre bu metabolik alışveriş hayatm, daha tanımmda, başlıca koşulunu oluşturmakla birlikte bu koşul “ne tam, ne de belirleyici”dir. Dahası, madde alışverişiyle canlı­ lığın olmadığı durumlarda da karşılaşılabilinir.) Bu yüzden, M arx’m 1850’ler ve 1860’larda kullandığı metabolizma kavramını M oleschott’tan aldığına inanmanm temeli yokmuş gibi görünmektedir.^’' Bu durumda, Marina Fischer-Kowalski’nin, Schmidt’in yorumuna dayanarak, “Schmidt’e göre Marx, metabolizma anlayışını büyük ölçüde bu kaynaktan [Moleschott] almış ve yine ondan organik, biyokimyasal bir metabolizma mefhumu yerine bir tropikal hiyerarşi, besin zinciri ve toprak besleyicilerinin çevrimi mefhumu ithal etmiştir” demesi daha da garip kaçmaktadır. İşin gerçeği, Marx’m bu alandaki çözümlemesinin esas olarak Liebig’den (kuşkusuz, Mayer, Tyndall ve Schwann’in da etki­ siyle) kaynaklandığı ve bu analize yöneltilen organik ya da biyokimyasal bir anlayışa sahip olmadığı iddialarının tem elsiz olduğudur. Aslında, Fischer-Kowalski’nin yaptığı gibi, “toprak besleyicilerinin çevrimi” gibi konulan, “metabolizma kavramının biyokimyasal yorumundan” ayır­ manın bir hata olduğu kuşkusuzdur. Çünkü, bu konular organizmalann hayatındaki metabolik süreçlerin bir parçasıdır. Bu yüzden Marx, toprak besleyicilerinin toprağa verilmesi ya da insani atık ve dışkılann üremesi gibi birbirine bağlı karmaşık biyokimyasal süreçleri tartışırken, “insanm doğal metabolizması”ndan söz etmiştir.^* Marina Fischer-Kowalski, daha yeni çalışmalannda daha yararlı bir biçimde, belirli bir sınai komplekste enerji ve malzeme girdi çıktısını yöneten düzenleyici süreçlerle ilgilenen disiplinler arası bir araştırma yöntemi olan “sınai metabolizma” anlayışının ortaya çıkmasından ötürü,metabolizma kavramından, sosyo-ekonom ik düşüncenin “yükselen kavramsal yıldızı” olarak söz etm eye başlamıştır.’®Dahası, metabolizma kavramı, sıklıkla Marx ve L iebig’in kullanışına benzer bir şekilde kentle kır arasındaki maddi alışverişin çözüm lem esinde daha küresel bir tarzda kullanılmaya başlanmıştır. Bu alanlarda çalışan uzmanlar arasmda, artık, Fischer-Kovalski’nin belirttiği gibi “Toplumsal kuramın on doku­ zuncu yüzyıldaki temelleri içinde “metabolizma” kavramını topluma uygulayanların Marx ve Engels olduğu” yaygın bir kabul görmektedir.“ Son yıllarda “sınai metabolizma” kavramıyla çahşan çevreci kuram­ cılar, tıpkı kuşlann yuvalannı kurmakta kullandıklan malzemelerin yaygın biçimde kuşların metabolizmasıyla özdeşleşen malzeme akışı olarak görülmesi gibi, insani üretim içindeki analog malzeme akışının da


218

MARX'IN EKOLOJİSİ

İnsan metabolizmasının oluşturucu bir parçası olarak görülebileceği konu­ sunda ısrar etmektedir. Ömeğin, Fischer-Kowalski, “sistemin m addi bölüm­ lerin idamesi için gerekli m addi ve enerjisel akışları bir toplumsal sistemin metabolizmasımn bir parçası” olarak görür.®' N e var ki, asıl önemli sorun, özellikle insan toplumlan söz konusu olduğunda, böyle bir sistemin nasıl düzenlendiğidir. Marx örneğinde, bunun yanıtı insan em eği ve bu emeğin tarihsel bakımdan özgül toplumsal oluşumlar içindeki gelişimidir.

Marx’in Sürdürülebilirlik Analizi Metabolizmanın hayatın devanu ve büyümenin mümkün olabilmesi için gerekli karmaşık karşılıklı etkileşim ler ağının tem elini oluşturduğu düşüncesi, her zaman için metabolizma kavramının zorunlu bir unsurunu oluşturmuştur. Marx, kapitalist toplumda insanlann varoluşlannın tem e­ lini oluşturan - “insani varoluşun doğaca dayatılmış ezeli ve ebedi koşu­ lu” olarak adlandırdığı- doğal koşullardan maddi kopuşunu saptamak için, insanla toprağın metabolik ilişkisinde meydana gelen “yanim a” kavramını kullanmıştır. Geniş ölçekli kapitalist toplumun insanlarla toprak arasında böyle bir metabolik yanim a yarattığında ısrar etmek, sürdürebilirliğin doğaca konmuş koşullannm kapitalist toplumda ihlal edildiğini savunmaktır. Marx, “Kapitalist üretimin ancak, onu tükettikten ve doğal niteliklerini mahvettikten sonra toprağa döndüğü” gözlem inde bulunur. Dahası, bu durum yalnızca toprakla ilişkili olarak değil, kent ile kır arasındaki uzlaş­ mazlık ilişkisinde de görülür. Liebig gibi, Marx’m gözünde de, yiyecek ve lifli maddeler biçiminde topraktan alınan toprağın besleyici unsurlannın yeniden yerine konmasındaki başansızlık, karşılığını kent­ lerdeki kirlilik ve m odem kanalizasyon sistemlerinin usdışıhğında bulur. K apital’in Üçüncü Cildinde, “Londra’da... dört buçuk milyon insanm ürettiği dışkıyla, Thames ırmağını devasa bir m aliyetle kirletmekten başka yapacak daha iyi bir şey bulamamaktadırlar.” der. Engels de bu konuyu vurgulamakta geri kalmaz. Kentle kır arasındaki bölünmenin aşılması gerektiğini işlediği Konut Sorunu’nda,* Liebig’i izleyerek, “Yalnızca Londra’da her gün, bütün bir Saksonya krallığında üretilenden daha fazla miktarda gübrenin korkunç masraflar yapılarak denize akıtıl”dığından söz eder. Bu nedenle, (Kom ünist Manifesto’nnn argü­ manını yineleyerek) “nüfusun bütün ülkeye olabildiğince tek biçimli bir *F. Engels, Konut Sorunu, Çev.; G. Özdural, Sol Yay.


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

219

dağılım ı” ile birlikte “sınai ve tanmsal üretim arasında dolaysız bir bağlantının” yeniden kurulmasını savunur. Marx, Kapital'in Üçüncü Cildinde, metabolik çevrimin tamamlanması için “insanın doğal meta­ bolizmasının ürettiği dışkılann” sınai üretimin ve tüketimin artıklanyla birlikte toprağa geri döndürülmesinin gerekliliğindeki ısrannı sürdürür.“ Marx’a göre, toplumsal düzeyde kent ile kır arasmdaki karşıtlıkta özdeşleşen metabolik yanim a, daha küresel bir düzeyde de aşikârdır: Bütün sömürgeler, ülkelerinin, kaynaklannın ve topraklarının sömürgeci ülkelerin sanayileşmesini desteklemek üzere ellerinden alındığını görmüşlerdir Marx, “Büyük Britanya’nın bütün ülkelerin verimlilik koşullarını soyduğunu” ileri süren ve buna uç bir öm ek olarak İrlanda’yı gösteren L iebig’i izleyerek, “İngiltere, bu toprağı işleyenlere tükenmiş toprağın oluşturucu unsurlannı yeniden yerine koymak için gerekli araç­ lan bile vermeyerek, dolaylı olarak İrlanda’nın toprağını ihraç etmiştir” diye yazm ıştı.“ Bu yüzden, kapitalist tanm ve insanla toprak arasında doğaca konul­ muş ilişkilerde ortaya çıkan metabolik yanim a hakkmdaki görüşünün Marx’i daha geniş bir ekolojik sürdürülebilirlik kavramma götürdüğü sonucundan kaçınmak olanaksızdır. Marx, söz konusu sürdürülebilirliğin bu alanda ussal bilim sel yöntemleri uygulama yeteneğine pek az sahip olan kapitalist toplumda fazla geçerliliği bulunmadığmı, ancak ortak­ laşmış üreticiler toplumu için zorunlu olduğunu düşünür: Piyasa fiyatıanndaki dalgalanmalara ve üretimde bu fiyat dalgalanmalarıyla birlik­ te gerçekleşen sürekli değişikliklere - en dolaysız parasal karlara yönelik kapi­ talist üretimin tüm ru h u - bağımlı olan belirli bir ürünün üretilme tarzı, birbirini izleyen insan kuşaklarının ihtiyacı olan hayatm kalıcı koşullarıyla bir bütün olarakilgilenm esi gereken tanm m geneliyle çelişki içindedir.*^

Marx’m dünyanın “birbirini izleyen insan kuşaklan” için korunması (ilk kez 1840’larda Proudhon’un Mülkiyet Nedir?'inA& karşılaştığı bir fikir) gereğine yaptığı vurgu, günümüzün sürdürülebilir kalkınma mefhu­ munun esasım yakalamıştır. En iyi ve en ünlü ifadesini Brundtland Komisyonu’nun “bugünün gereksinmelerini gelecek kuşaklann gereksinmelerini karşılama yeteneğine zarar vermeden karşılayan kalkınma” tanımında bulan bu anlayış, temeldeki aynı fikri yakalayan Marx tarafından da, “topra­ ğın kalıcı bir komünal mülk olarak bilinçli ve ussal bir tarzda işlenmesi birbirini izleyen insan kuşaklannın varoluşu ve yeniden-üretiminin vaz


220

MARX'IN EKOLOJİSİ

geçilm ez koşuludur” şeklinde anlatılmıştır.®’ Gerçekten K a p ita lin haki­ katen dikkate değer bir pasajında şunlan söylemiştir: Daha yüksek bir sosyo-ekonom ik yapılanmanın bakış açısından, belli kişilerin toprak Üzerindeki özel mülkiyeti tıpkı bir insamn diğer insanlar üzerindeki özel mülkiyeti gibi saçma görünecektir. Hatta, bir toplumun bütünü, bir ulus ya da belli bir anda varolan bütün toplumlar bir arada alındığında bile toprağın sahipleri değil­ dirler Onlar, sadece toprağm zilyetleri, kullam cılandırlar ve onu, boni patres familias [iyi aile babalan] gibi, gelecek kuşaklara iyi durum da m iras bırakm ak zorundadırlar.®*

Manc, hayatımn sonlanna doğm bu gibi konulara daha da artan bir önem vermiştir. Bu duram, arkaik Rus komününün devrimci potansiyeli üzerine giriştiği araştırmalann sonucudur. Bu araştırmalanmn sonu­ cunda, kapitalizm altında tam ve ussal biçimde yararlanılamayan “bilimsel tanmsal yöntemlerin” kullanılması yoluyla “geniş ölçekte örgütlenmiş ve kolektif emek tarafından yönetilen” bir tanmsal sistemin kurulmasının mümkün olabileceği tezini geliştirmişti. Ona göre, böyle bir sistemin değeri, “kapitalist sistemde elde edilen bütün olumlu kazaıiımlan” toprak­ la kapitalizmi karakterize eden tümüyle sömürücü, yani soyguncu bir ilişki geliştirme tuzağına düşmeden “içerecek bir konumda” olabil­ mesinden kaynaklanır. Marx’m hayatının sonlanna doğru Rus popülist yazınına yönelen ilgisi ve de kapitalizme karşı devrimin ilk olarak -sın ai, daha doğrusu tanmsal zenginliğin olduğu gibi el altında bulunm adığıRusya’dan başlayacağına giderek daha fazla ikna olm ası, kendisini tanm ­ sal azgelişm işlik ve daha ussal bir tanmsal sistemin ekolojik gerek­ sinimleri üzerine yoğunlaşm aya zorlamıştı.*’ Kendisine sık sık bu tür görüşler yakıştınlm ış olsa da, Marx, tanmsal gelişmenin sorunlanna çözümün basitçe üretim ölçeğini artırmak oldu­ ğuna inanmamıştır. Aksine, çözüm lem esi, kendisine asıl konunun insan­ larla toprak arasındaki metabolik metabolizma olduğunu gösterirken, büyük ölçekli tanmın içerdiği tehlikeleri de öğretmişti. Bu yüzden, tanm ancak sürdürülebilirliğin koşullannın korunmasına yeterli ölçek büyük­ lüğünde topraklar üzerinde yapılabilir. Ona göre, bu sürdürülebilirlik geniş ölçekli kapitalist tanmda mümkün değildir. “Bu kıssadan çıkanlacak hisse” der Kapital'in Üçüncü Cildinde, “... kapitalist tanmın ussal bir tanma karşı işlediği, ya da, ussal bir tarımın (kapitalizm tanmda teknik ilerlemeleri yaygm laştırsa da) kapitalist sistem le uyuşmadığı ve ya kendileri için çalışan küçük çiftçilere ya da ortaklaşmış üreticilerin


DOĞA VE TOPLUM UN META BOLİZMASI

221

denetimine ihtiyaç duyduğudur.” Marx ile Engels yazılannda büyük toprak sahiplerinin toprakla ilişkilerinde serbest çiftçilere göre her zaman daha tahripkâr olduğu görüşünü durmaksızın savunmuşlardır. Bu bağlamda Engels Anti Diihring’de Kuzey Amerika’da “Güneyin büyük toprak sahiplerinin köleleri ve tarlalan gözü doymaz işleyişleriyle, topra­ ğı artık çamdan başka bir şey yetişem eyecek ölçüde tükettiklerini” söyler.“ Büyük ölçüde ikinci tanm devriminin çelişkileri ve bunun kent ile kır arasındaki uzlaşm azlıkla ilişkisi üzerinde yoğunlaşm ış olsalar da, g eliş­ tirdikleri materyalist doğa kavrayışı, Marx ile Engels’in (çok daha kısaca da olsa) kömür rezervlerinin erimesi, ormanlann yok edilm esi vb. diğer ekolojik sorunlarla da ilgilendiklerini gösterir. Engels’in Marx’a yazdığı bir mektubunda belirttiği gibi, “çalışan birey yalnızca şim diki zamanın düzleyicisi değil, aynı zamanda ve çok daha büyük ölçüde geçm işin, güneş ısısının harcayıcısıdır. Enerji rezervlerimizi, kömürümüzü, madenlerimizi, ormanlanmızı vb. çarçur ediş tarzımız hakkmda sen benden daha bilgilisin.”®^ Marx’m kendisi de “ormansızlaştırmanm” “yıkıcı” etkilerinden söz etm iş ve bunu yalnızca kapitalizmi değil, bir noktaya dek, bütün uygarlığı karakterize eden doğa ile sömürücü tarzdaki ilişkinin uzun erimli, tarihsel sonucu olarak görmüştür. Ö yle ki, “uygar­ lığın ve sanayiin genel gelişim i kendisini her zaman ormanlann tahri­ binde o kadar etkin olarak göstermiştir ki, ormanlann korunması ve yetiştirilm esi için yapılanlar, tahribiyle karşılaştınidığmda, tümüyle önemsizdir.”™ Marx, İngiltere’deki ormanlann “gerçek orman” olma­ yışından da yakınır, çünkü “büyüklerin parklanndaki geyikler, bir Lond­ ra Belediye M eclisi üyesi kadar şişman, uysal ve evcil sürü hayvanlandır.” buna karşılık İskoçya’da (kır emekçilerinin aleyhine) zengin avcılar için kurulan “şu sözde geyik ormanlan” geyikleri banndınr, ama içlerinde ağaç bulunmaz.^' Antik materyalistler ve Darwin’in etkisi altında, Marx ile Engels insanı doğal evrenin merkezine yerleştiren asırlık kavrayışı reddetmişlerdir. Engels, bu yüzden, “insanın diğer hayvanlara karşı idealist yüceltilm esine karşı küçültücü bir aşağılama” duyduğunu bildiriyordu. Marx ile Engels’de hayvanlan sıradan maki­ nelere indirgeyen Kartezyen anlayışın izi bulunmaz.’^ Ekolojik ekonomi son yıllarda ağırlıklı olarak enerji kuramı ve entropi yasasına yoğunlaşmıştır. Bu bağlamda, kimi zaman Marx ile Engels’in ekonomik değer kuramında enerji ve malzeme akışının önemini kabul etm eyi yadsımakla yanlışa düşmüş oldukları iddia edilir. Bu görüş,


2 22

MARX'IN EKOLOJİSİ

Marksizmin kuruculannın ekolojik iktisadın bu alanda bazı öncü katkı­ larda bulunmuş ilk temsilcilerinden olan ve kendisini Marx’m izleyicisi sayan Sergey Podolinski’nin çalışmalarını reddetmiş olmalanndan kaynaklanır. Bu eleştiri, özellikle Jüan Martinez-A lier’in bir dizi çalış­ masında dile getirilmiştir.^^ N e var ki, bu eleştiriye kaynak gösterilerin “kanıtlann” olancası, E ngels’in (Marx’m ricasıyla) Podolinski’nin çözümlemesinin değer­ lendirmesini içeren M arx’a yazdığı iki mektuptan ibarettir. Marx’m ölümünün üç ay öncesine rastlayan bu mektuplarda Engels, Podo­ linski’nin çözümlemesinin üzerinde yükseldiği genel bilimsel temeli kabul etmekle birlikte, bu çözümlemenin enerjinin transferi konusundaki yetersizliklerini eleştirmiştir. Bu yetersizlikler, tanmda gübreler tara­ fından transfer edilen enerjiyi ve fosil yakıtlann öneminin dikkate alın­ mayışıdır. Genel olarak, Engels, ekonomik m uamelelerde gerçekleşen eneıji transferini kesin biçimde hesaplamanın önünde muazzam engeller bulunduğuna ve bu durumun böyle bir hesaplamayı uygulanamaz kıldı­ ğına inanmıştı. Bu durum, entropi yasasının reddedilmesi a n l a m ı n a gelmekten uzaktır. Marx, E ngels’in söz konusu mektuplannı yanıtlamamış ve Podo­ linski’nin çalışm ası üzerinde herhangi bir yorumda da bulunmamıştır, üstelik bu mektuplardan bû-kaç ay sonra öldüğünü göz önünde tutarsak, bu konudaki sessizliğinden de herhangi bir anlam çıkanlamaz.’“ Marx, bu nedenlerden dolayı Podolinski’nin eserinden yararlanma fırsatı bula­ mamış olsa bile, bu durum Liebig ile ilişkisinde geçerli değildir. Liebig’in sezgilerini kendi eserine almıştır. Bu nedenle, bazı ekolojik iktisatçılann Marx’m eserinin, Liebig ile aym çizgide, kapitalist tanmın termodinamik bir eleştirisinin tem el unsurlannı sağladığını düşünüyor olması önemlidir.’’ Sürdürülebilirlik sorununa yaklaşımını anlamaktaki yetersizlikten kaynaklanan daha önem li bir eleştiri de, onun doğayı sermayeye “bedava verilmiş bir armağan” olarak ele alan ve bütün zenginliği doğadan çıkanlm ış olarak gören bir em ek değer kuramı geliştirerek zenginliğin yara­ tılmasında doğanın rolünü yadsıdığını iddia eder.”'* N e var ki, bu eleştiri Marx’m iktisadını tem elden yanlış anlamaya dayanmaktadır. Doğanm sermayenin “armağanı” olduğu fikri Marx’tan çok önce Malthus tara­ fından ortaya atılmıştır. Marx bunu kapitalist üretimin bir gerçeği olarak kabul etm ekle birlikte, böyle bir görüşün içerdiği çelişkilerin farkın­ daydı. 1861-63 İktisadi Elyazm aları'nda, çevrenin, “doğanın insana bir


DOĞA VE TOPLUMUN METABOLİZMASI

223

armağaıu” olduğu yönündeki “fızyokratik mefhuma” geri döndüğü, ama bunu yaparken de sem iaye tarafından meydana getirilen ve söz konusu durumun tarihsel olarak özgül toplumsal ilişkilerle nasıl bağlantılı oldu­ ğunu kavramaktan aciz olduğu için Malthus’a tekrar tekrar saldmr.’’ Bununla birlikte, klasik liberal ekonomi politiğin bu inancı büyük ikti­ sat kuramcısı Alfred MarshalI’m çalışm alanyia neoklasik iktisada taşın­ m ış ve 1980’li yıllara dek neoklasik iktisat ders kitaplannda yaşamıştır. Ö yle ki, Campbell M cConell 1987 yılında yayımladığı iktisat kitabının girişinde şunlan yazabiimiştir; “Toprak, üretim sürecinde kullanılabilir olan bütün doğal kaynaklar - ‘doğanın bütün bedava armağanlan’- anla­ mına gelir. ” A ynı kitapta biraz sonra da “Toprağın üretim maliyeti yoktur; o, ‘doğanın bedava ve yeniden-üretilemez bir armağanıdır” ifadesine rastlanz. Muhakkak ki Marx, kapitalist değer yasası altında toprağın bir değer yaratmadığı konusunda klasik liberal ekonomi politikle görüş birliği için­ deydi. “Toprak” demişti, “...bir kullanım değerinin, bir maddi ürünün, diyelim buğdayın üretilmesinde üretimin bir eyleyicisi olarak etkindir. Ancak, buğdayın değerinin* üretilmesiyle ilgisi yoktur.”^^ Buğdayın değeri kapitalizmde tüm metalannki gibi emekten kaynaklanır. N e var ki, Marx açısından bu, yalnızca kapitalist meta ilişkileri ve değişim değeri çevresinde inşa edilen bir sistemle özdeşleşen son derece dar ve sınırlı bir zenginlik kavrayışına işaret eder. Hakiki zenginliğin ise üretimin genel karakteristiği olarak özgül kapitalist biçimini aşan, kullanım değer­ lerinden oluştuğunu savunur. Aslında, Marx’a göre sermayenin bütün diyalektiğinin en önem li çelişkisi, kullanım değeri ile değişim değeri arasında meydana getirdiği bu çelişkidir. Kullanım değerlerinin üretimine katkıda bulunan doğa, -zenginliğe olan katkısı kapitalist sistem tarafından göz ardı edilse bile- tıpkı emek kadar bir zenginlik kaynağıdır. Gerçekte, materyalist gelenekte Epiküros’a dek geri giden önermeye göre, emeğin kendisi nihai olarak doğal bir özelliktir. K a p i t a l ' şunu söyler: “Lucre­ tius’un dediği kendiliğinden aşikârdır: nil po sse creari de nihilo, hiçten hiçbir şey yaratılamaz. ‘Değer yaratımı’ emek gücünün em eğin yerine geçmesidir. Emek gücünün kendisi, her şeyden önce, bir insan orga­ nizmasına dönüşmüş bir doğa m alzemesidir.”*“ * M arx değer analizinde bir ürünün toplumsal ilişkiler içinde ve diğer ürünler karşı­ sında aldığı değer anlam ında değişim değeri ile insan ihtiyaçlarını giderme hassası, yani yararı anlam ında kullanım değeri ayrım ı yapm ıştır. Değer terimini tek başına kullandığında her zam an değişim değerim kasteder, -ç.n.


224

MARX'IN EKOLOJİSİ

Marx, “Doğa, makineler, lokomotifler, tren yollan, telgraf telleri, kendi başma hareket eden katırlar vb. yapmaz” der, “Bunlar insan çalışmasımn ürünüdürler; doğanın üzerinde insan iradesinin organlanna dönüşmüş doğal malzemeler, ya da, doğaya insani katılımlardır Bunlar, insan eliyle yaratılm ış insan beyninin organlarıdır, nesnelleşm iş bilgi güçleridirler.” Böylece, insanlar üretimleri aracılığıyla halihazırda varo­ lan doğaya yeni bir biçim verir, yani, onu dönüştürürler. “Emek yaşayan, şekil veren ateştir; o, şeylerin dönüştürücüsü, yaşayan zamanın formasyonlan olarak, şeylerin geçiciliğidir.” *' (Burada Marx, tezini Epikü­ ros’un şeylerin doğasının geçicilik olduğu, doğanın “cisim lenm iş zaman”den ibaret bulunduğu anlayışı üzerine kurmaktadır; yukandaki İkinci Bölüm e bakınız.) Marx, insan em eğinin maddi doğasını olduğu kadar dönüştürücü rolünü de hesaba katan bu kavrayışa uygun biçimde, K apitaVm başlan­ gıcında ifade ettiği gibi, “Emeğin maddi zenginliğin, yani, kullaram değerlerinin tek kaynağı olmadığında” ısrar eder; “W illiam Petty’nin dediği gibi, maddi zenginliğin babası emek, anası topraktır.” Gotha P rog­ ramının E leştirisi’nde, em eği zenginliğin tek kaynağı olarak görüp doğa­ nın katkısını bir yana bırakan Ferdinand Lassalle gibi sosyalistlere, “em eğe doğaüstü b ir yaratıcı güç” atfettikleri için sert bir eleştiri yönelt­ m iştir.“ Komünizmde zenginliğin, insan yaratıcılığının tam gelişiminin, doğanın izin verdiği zenginlik araçlanm geliştiren ve aynı zamanda insa­ nın doğa ile karmaşık ve değişken m etabolizm asını yansıtan, “tüke­ timinde olduğu gibi, üretiminde de yer alan zengin bireyselliğin gelişiminin” tem elini oluşturan kullanım değerleri olarak daha evrensel terimlerle anlaşılması gerektiğinde ısrar eder.*’ Bu alanda Marx’a karşı yöneltilen daha önem li bir eleştiri de, üretici güçlerin kapitalizmdeki gelişm esi sayesinde kapitalizm sonrası toplumda varolacak koşullar hakkında aşın iyimser, bereketçi bir görüş beslediği yolundadır. Bu yoruma göre, Marx geleceğin toplumunda bolluğun hüküm süreceği düşüncesine öylesine bağlanmıştır ki, doğal kaynaklann kıtlığı ve üretimin dışsal sınırian gibi ekolojik değerlendirmeler tahli­ linde tümüyle ortadan kalkmıştır. Alec N ove, bu yoruma dayanarak, Marx’in “üretim sorununun” kapitalizm tarafından "çözüldüğüne” ve geleceğin ortaklaşmış üreticilerinin “kıt kaynaklann tahsisi somnunu ciddiye almasına” gerek kalmayacağına inandığını öne sürmüştür. N ove’a göre, bu inanç zımnen “ekolojik bakımdan bilinçli” bir sosya­ lizme gerek olm adığını da ima etmektedir.*^


DOĞA VE TOPLUMUN METABOLİZMASI

225

N e var ki, N ove’un kendisine atfettiği gibi, doğal kaynaklann “tüketilemez” olduğunu ve ekonomik bolluğun kapitalist üretici güçler tarafmdan basitçe sağlandığım iddia etmek şöyle dursun, Marx, kapitalizmin, tanm alanında, nihai olarak üretimin sürdürülemez bir tarzda örgüt­ lenmesinden kaynaklanan müzmin bir üretim sorunuyla sanidığmda defa­ larca ısrar etmiştir. Marx, genel olarak tarımın, “kendiliğinden biçimde geliştiği ve bilinçli biçim de denetlenmediği zam an... İran, Mezopotamya, Yunanistan ve benzeri yerlerde görüldüğü gibi, ardında çöller bıraktığı”nı savunmuştur.*^ Marx, sanayi ile ilgili olarak da ortaya çıkan muazzam atığın farkın­ daydı ve özellikle KapitaV'm Üçüncü Cildinin “Üretim Artıklanndan Yararlanma” başlıklı bölümünde olmak üzere, atığın “azaltılması” ve “yeniden kullanılması” konusunun altını çizmişti. Dahası, bu güçlüklerin sosyalizm i ya da komünizmi kurmaya girişen her toplumu bizar etmeye devam edeceğine ilişkin her türlü uyanda bulunmuştu. Bu yüzden, Andrew McLaughlin gibi bazı eleştirmenler Marx’m “komünizmin teme­ li olarak genel bir maddi bolluk” tahayyül ettiğini ve bu nedenle “doğayı insan hâkimiyetinden kurtarma kaygısını göz önüne almak için bir gerek” görmediğini iddia ederlerse de, bu görüş bizzat Marx’m ekolojik sınırlar ve sürdürülebilirlik konularına derin bir ilgi gösterdiği kendi metin­ lerinden çıkan ezici kanıt yığınına ters düşmektedir.*® Bundan başka, M arx’m geniş entelektüel eserinin hiçbir noktasında, yeryüzüyle sürdürülebilir bir ilişkinin sosyalizm e geçişle otomatik olarak kurulacağına ilişkin en ufak bir işaret yoktur. Aksine, Marx bu alanda kent ile kır arasındaki uzlaşmaz işbölümünün ortadan kaldırılmasına yönelik önlemlerle başlayan bir planlama gereğinin altını çizmiştir. Bu planlama daha ileri giderek nüfusun ülke çapında dengeli dağıtımını, sanayi ile tanmın bütünleştirilmesini ve toprak besleyicilerinin yeniden dönüşümü yoluyla toprağın verimliliğinin yerine konması ve ıslahını içerecektir. Bütün bunlann, insanın yeryüzüyle ilişkisinin devrimci bir biçimde dönüştürülmesini gerektirdiği çok açıktır. Marx, kapitalizmin “tarım ve sanayinin uzlaşmaz biçimde birbirlerinden koptukları dönemde geliştirdikleri biçimler temelinde yeni ve daha yüksek düzeyde bir sente­ zinin maddi koşullarını yarattığını” gözlem işti. Ne var ki, bu “daha yüksek düzeydeki sentezi” başarmak için, ortaklaşmış üreticilerin yeni toplumda “insanın doğayla metabolizmasını ussal bir tarzda yönetm esi”nin gerekeceğini vurgular. Bu gereklilik devrim sonrası toplum için temelden ve sürekli meydan okumalar doğuracaktır.*’ F:15 / Marx'm Ekolojisi


226

MARX'IN EKOLOJİSİ

Ortaklaşmış Üreticiler Toplumuna Doğru M arx’a göre, kapitalizm, toplumda nüfusun aşm biçim de bölünmesiyle karakterize olan bir sm ıf toplumudur. Toplum içindeki bu bölünmenin kökü, nüfusun aynı biçimde, topraktan aşın biçim de kopmasına dayanır. G rundrisse'âe. hangi toplumsal biçim altında olursa olsun, “Bütün üreti­ min, doğanın özgül bir toplum biçimi içinde ve sayesinde bireyin hesabına tahsisi” olduğunu söyler. N e var ki, kapitalist özel mülkiyet sistemi, hem komünal mülkiyetten, hem de toprak üzerinde bireysel em ekçi-çiftçi mülkiyetinden farklı olarak, nüfusun büyük kitlesiyle toprak arasındaki her türlü doğrudan bağlantıyı -ço ğ u kez geniş yığm lann topraktan zorla süriihnesi yolu yla- kopararak ortaya çıkar. Bu yüzden, kapitalist ücretli em eğin gelişm esinin “ön gerekliliklerden” biri, “özgür em eğin kendisini gerçekleştirmesinin nesnel koşullanndan - em eğin araçlanndan ve em eğin malzemelerinden, aynimasıdır. Bu anlamda, her şeyden önce, işçinin, doğal işliği olan topraktan salıverilmesidir.” Bu nedenle Marx’a göre kapitalizmin varoluşunun özü, “işçinin mülk sahibi olduğu, ya da, mülk sahibinin çalıştığı tüm biçimleri çözen bir tarih süreci”ni ön varsa­ yar. Yani, her şeyden önce, (7) işçinin onun aracılığıyla kendi organik varlığıyla ilişkisini kurduğu, üretimin doğal koşulu olarak -toprak ve arazi olarak- yeryüzüyle ilişkisinin çözülmesi..., (2) bir mülk sahibi olarak ortaya çıktığı ilişkilerin çözülmesidir." İnsan em eği ile yeryüzü arasın­ daki bu organik ilişkinin çözülm esi, Marx da dahil, klasik ekonomistlerin “başlangıçtaki,” “ilksel” ya da “ilkel” birikim olarak adlandırdıklan biçi­ mi alır. Kapitalist sistemin yaratılışı bu süreçte yatar.** Marx, KapitaV'm Birinci Cildinin sonlanndaki sekizinci bölümü “Sözde İlkel Birikim”m tasvirine ayırmıştır. Bu bölümde, on dördüncü yüzyıl gibi erken bir tarihte başlayıp, geniş nüfus yığınlannın çoğu kez zorla topraktan kopanlarak “serbest, korumasız ve haklanndan yoksun proleterler olarak işgücü pazanna sürül”düğü uzun tarihsel sürecin öykü­ sünü anlatır. Dahası, bu tarihsel “tanmsal üreticinin, köylünün mülksüzleştirilmesi” süreci, kapitalist çiftçinin v e sanayi kapitalistinin doğuşuyla el ele gider.*® M arx’m bunlan yazdığı sırada bu sürecin en yüksek gelişm e dere­ cesine ulaştığı ve bu yüzden ilkel birikimin klasik biçimini aldığı İngil­ tere’de soylu sınıfı çok önceden para soyluluğuna dönüşmüş ve “ekilebilir toprakları davar otlaklanna çevirmeli... slogan” edinmişti. Köylülüğü mülksüzieştirme süreci ortak topraklann çitlenmesi biçimini


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

227

alm ış, böylelikle üretim araçlarından yoksun bırakılan tanm emekçileri yalmzca kentlerde emeklerini satarak yaşayabilen fukaralara ya da prole­ terlere dönüşmüştü. Marx, bu tarihsel hareketin eleştirisini geliştirirken onun yerini The Reign o f VIIH enry'A t “mülksüzleştiren çitlem e”yi eleş­ tiren Bacon’a ve Ütopya'sınAa İngiltere’nin “koyunlann... insanlann kendisini yuttuğu tuhaf bir ülke” olduğunu söyleyen Thomas M ore’a verir Marx’m belirttiği gibi söz konusu dönemde “Katolik Kilisesi, İngiltere topraklannın büyük bölümünün feodal mülk sahibi” olduğundan, Reformasyon ve kilise topraklanna el konulması bu sürece yeni bir itki vermiş­ tir K ilise topraklanna el konmasıyla bu topraklardaki sayısız köylü sürülmüştür. Yoksulluktaki artış öylesine büyüktü ki. Kraliçe Elizabeth Yoksul Y asalan’nm başlangıcına yoksul vergisi koymak suretiyle bu durumu resmen kabul etmek zorunda kalmıştı. Marx’m sözleriyle, “Gerçekte, ortak topraklann gaspı ve tanmda buna eşlik eden devrim tanm emekçilerinin durumunu öylesine şiddetle etkiledi ki ücretleri asgari sınırın altına düşm eye başladı ve resmi Y oksul Yasası yardımlanndan yararlanma durumuna düştüler.”^ Bu değişiklikler, on yedinci yüzyıl gibi geç bir tarihe dek sayılan çift­ çiler sınıfının sayısından fazla olan ve C rom w ell’in Yeni M odel Ordu­ sunun belkem iğini oluşturmuş bulunan yeom anlann da sonunu getirdi. On sekizinci yüzyıla doğru yeomanlar sınıfı tümüyle ortadan kaybol­ muştu. Bu dönemde ortak topraklara el konulmasını yasallaştırmak için parlamento tarafından sayısız yasa çıkarıldı. “On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, tanm em ekçisiyle komünal mülkiyet arasındaki bağlantının anısı bile... silinm işti.”®' Bununla birlikte, çitleme süreci on dokuzuncu yüzyılda da sürdü. “On dokuzuncu yüzyılda uygulanan yönteme bir öm ek olarak” der Marx, Sutherland Düşesi tarafından yapılan “ temizlik” yeterli olacaktır. İktisadı iyi öğrenmiş olan bu kişi, klan başkanlığını miras alınca, radikal bir ekonom ikçareye baş vurarak nüfusu benzer yollarla zaten I5,000’e inmiş olan tüm Sutherland ilçe­ sini davar otlağına çevirme kararı aldı. Yaklaşık 3,000 aileden bu 15,000 kişi 1814 ile 1820 arasında sistemli biçimde kovalanarak yerlerinden edildi. Bütün köyleri yakıldı, bütün tarlaları otlağa çevrildi. Bu kitlesel sürgünü İngiliz askerleri yürüttü ve köylülerie çatıştı. Yaşlı bir kadın ayrılm ak istemediği kulübesiyle biriikte yakıldı. Bu iyi hanım efendi, hatırlanaınayacak eski zamanlardan beri klana ait olan 794.000 acre toprağı bu tarzda kendine mal etti. Deniz kıyısına sürdüğü bu insan­ lara, aile başma 2 acre olmak üzere 6.000 acre toprak tahsis etti. Söz konusu toprak­ lar o zam ana dek işlenmiyordu ve bu yüzden sahiplerine tek kuruş gelir


228

MARX'IN EKOLOJİSİ

getirmiyordu. Düşes, soylu yüreğiyle gerçekten bu atıl topraklan acre başına orta­ lam a 2.5 şilin rant karşılığında, yüzyıllar boyunca ailesi için kanlarını dökm üş bu klan üyelerine kiralayacak kadar ileri gitti. Klandan çaldığı toprağm tümünü her birinde çoğu İngiltere’den getirilmiş çiftlik hizmetçilerinden oluşan tek bir ailenin yaşadığı yirmi-dokuz büyük davar çiftliğine böldü. 1825 yılına dek 15,000 Galli ’nin yerini 131,000 koyun almıştı. Toprağm asıl yerlileri deniz kıyısına sürü­ len balık kalıntılarını tutarak yaşamaya çalıştılar. Bir İngiliz yazarının dediği gibi, yarı karada yarı suda yaşayan, ama her ikisinde de ancak yan yarıya yaşayan amfibiler oldular.®^

Bütün bunlar, kentsel sanayii beslemek için zorunlu artık emek ordusunu yaratırken “toprağı sermayeye dahil etme”nin mümkün olduğu anlamına geliyordu.” Bununla birlikte Marx’m sorduğu asıl soru şuydu: “Tanm cı köylü­ nün sürülmesiyle doğrudan doğruya ortaya çıkan tek sınıf büyük toprak sahipleri olduğuna göre, kapitalistler başlangıçta nereden ortaya çıkm ış­ tır?” Marx bu soruya yanıtını iki bölümde verir: Kapitalist çiftçinin köke­ ni ve sınai kapitalistin kökeni. Birincisi yavaş yavaş ortaya çıkmıştır ve on dördüncü yüzyılın ortasında ortaya çıkan kahya tabakasından evrildiği söylenebilir. Bu dönemde toprak sahipleri çiftçinin fiilen tanm yapa­ bilm esi için tohumluk, hayvan ve çiftlik-aletleri sağlamaya başlamışlardı. Yavaş yavaş bu, toprak rantına dayalı gelişm iş bir sistem biçimini aldı. Bu süreç on beşinci yüzyılın sonlannda başlayan tanm devrimi ve çitle­ melerle daha da kolaylaştı. “Ortak topraklann gaspı, çiftçiye hayvan sürülerini neredeyse masrafsız olarak büyütme olanağı verdi, çoğalan hayvanlar da toprağm işlenmesi için daha çok gübre sağladı Adam Sm ith’in belirtmiş olduğu gibi, işbölümünün derecesi kısmen pazann genişliğine bağlıdır. Marx’a göre, “sanayi kapitalistinin doğuşu” İngiltere tarihinin olmaktan çok dünya tarihinin öyküsüdür. Tedrici olarak değil bir anda ortaya çıkm ış, kapitalist olmayan dünyanm talanı ve Atlas okyanusunun iki yakası arasında köle ticareti sisteminin yaratılması biçi­ m ini almıştır. Ünlü deyişiyle, A m erika’da altın ve gümüşün bulunm ası, bu kıtanın yerlilerinin kökünün kazın­ ması, köleleştirilmesi ve canlı canlı maden ocaklarına gömülmesi, Hindistan’ın fethinin ve talanının başlaması, A frika’nın kara derililerin ticari olarak avlandığı bir av alanı haline getirilmesi kapitalist üretim çağının şafağını karakterize eder. İlkel birikim in belli başlı konakları bu rom antik başlangıçlardı.®^

İngilizler ve Yeni İngiltere’nin püritenleri tarafından yaygınlaştırılan


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

229

kafa derisi ticareti, Cava’da köle ticareti, Hindistan’ın fethi ve talanı, afyon ticareti ve buna benzer şeylerin hepsi, sermayenin başka her yerde­ ki komünal mülkiyet sistemlerini yok ederken, zenginliği ve hammad­ deleri Avrupa’nın kapitalist sanayii için sızdıran kendi denetimi altında bir dünya sistemi yaratmasının araçlarıydı. Bütün bunlar, sanayi serma­ yesinin doğuşu için gerekli ilkel birikimi sağlayan daha geniş ve küresel bir mülksüzleştirmenin parçasıydı. Bu yüzden, Carey’in İngiltere’yi “bütün diğer ülkeleri imalâtçılan İngiltere olacak birer tanm ülkesine dönüştürmeye çahşm ak” ile suçlaması M arx’m deyişiyle “sebepsiz değildi.” Artık “dünyanın imalâthanesi” olarak tanınacak İngiltere’nin kendi içinde de değişim çok büyüktü. İngiltere, “bir kutupta toplumsal üretim ve geçim araçlannı sermayeye, diğer kutupta halk yığm lannı ücretli işçilere, modem tarihin yapay ürünü olan serbest ‘emekçi yoksul­ lara’” dönüştürmüştü.* (“Sözde”) İlke] birikim, sermayenin tarih öncesi ve ön koşuludur. Yabancılaşmış ancak biçimsel olarak özgür olan emeğin sömürüsüne dayanan kapitalist mülk edinmeyi temsil eden dönüşümdür. Ve bundan, kapitalist birikimin tüm tarihsel eğilim i, gelişmesinin “içrek yasalan” çıkar. Marx’ a göre bu en kısa ve öz biçimde, bu koşullar altında nüfusu yöneten yeni yasalar, yani, kapitalist birikimin “mutlak genel yasası” dedi­ ği şeyde ifadesini bulur: Proletaryanın sömürüsü üzerine inşa edilen kapi­ talist sınıf toplumunun eğilim i, giderek daha büyük bir servetin toplanması ve geniş nüfus yığınlannın, işsizlerin yedek sanayi ordu­ sunun sürekli yeniden-üretimi yoluyla kendilerini göreli bir yoksulluk ve zaaf içinde tutulur durumda bulması yönündedir. Marx’in kendi söyle­ yişiyle; Toplumsal servet, işleyen sermaye, bu sermayenin büyüme ölçüsü ile hızı, ve dola­ yısıyla, proletaryanın mutlak kitlesi ve emeğin üretkenliği ne kadar büyük olursa, yedek sanayi ordusu da o kadar büyük olur... A m a bu yedek ordunun faal orduya oram ne kadar büyükse, sefaleti, çalışm a sırasında katlandığı ıstırapla ters orantılı olan toplam artık nüfusun kitlesi de o kadar büyük olur. Ensonu, işçi sınıfının düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksulluk da o kadar yaygın olur. B u, kapitalist birikimin mutlak genel yasasıdır. Diğer bütün yasalar gibi bu d a işleyişi sırasında çeşitli koşullar ile değişikliğe uğrarsa da bunların incelenmesi bizi burada ilgilendirm em ektedir.^

Marx, böylece K apital'm birinci Cildinin son iki bölümünde nüfus yasalanna işaret eder. Ancak Marx’in anladığı bu yasalar, Malthus kura­


230

MARX'IN EKOLOJİSİ

mında aldıklan tarih aşın (v e zorunlu olarak gelişm eye kapah) biçim ­ den çok farklıdır. Kapitalizmin ön koşulu, kapitalizmin tarihsel geli­ şimini olanaklı kılacak biçim de büyük nüfus yığm lanm n topraktan sürülmesidir. Bu, zenginle yoksul arasında giderek artan sınıf kutup­ laşması ve kentin kırdan uzlaşmaz biçimde kopması (bu süreç, bazı ülke­ lerin sistemin merkezinin sınai gelişm esi için yalnızca tanmsal beslenm e alanlanna ve hammadde kaynaklanna dönüştürülmesi gerçeğiyle dünya ölçeğinde taklit edilir) biçimini alır Marx’a göre, bütün bunlar, kapitalist özel mülkiyet sisteminin, bu sistemin doğal temelli ihtiyaçlann bütün biçimlerinden sistematik bir yabancılaşması üzerine kurulmuş olduğu gerçeğinin “differentia spesif i c d ’sı dediği şeyden aynlamaz, dahası bu ayırt edici özelliğin mantıki sonucudur. Bu yüzden, sermayenin yapay rejiminin amacı, üretimin nesnesini, dürtüsünü oluşturan hakiki, evrensel, doğal ihtiyaçlara hizmet etmekten ziyade değişim değeri (yani kâr) arayışıdır. Bunun sonucu olan, bir tarafta sınır tanımayan servet, diğer tarafta insani olan her şeyin yadsınması dem ek olan yabancılaştırılm ış, sömürülmüş, düşkün­ leştirilmiş varoluş arasmdaki aşın kutuplaşma, kapitalist sistem i bir fay hattı gibi yaran bir çelişki yaratır. Sonunda, toplumsal em eği böylesine çarpıtan ve kısıtlayan kapitalist “zar,” “patlayarak parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin ölüm çanının çaldığı duyulur. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilir.” Bununla birlikte, bütün bunlan söylerken Marx, sürekli olarak, yeryü­ zünden yabancılaşmanın kapitalist sistemin sine qua non'u olduğunda ısrar eder Bu yüzden, K apitaVm Birinci Cildinin “M odem Sömürgecilik Kuramı Üzerine” başlıklı sık sık göz ardı edilen bölümünde, kolonilerde sanayi için ucuz proleter işgücünü korumanın tek yolunun toprağın fiya­ tını yapay olarak yükseltmenin bir yolunu bulmak olduğunu öne süren Edward W akefield’ın sömürgecilik kuramına işaret eder. Aksi takdirde, işçiler çabucak toprak için sanayiyi terk edecek ve küçük mülk sahipleri haline geleceklerdir. M arx’a göre, bu, biçimsel olarak bütün özgür emek sisteminin tem elini oluşturan nüfusun topraktan kopaniması ve ayniması çelişkisine işaret etmektedir. Marx, G rundrisse'de, toprakta mülkiyetin sermaye tarafmdan dönüştürülmesinin “Steuart’m söylediği gibi, toprağı fazla ağızlardan ‘tem izler,’ toprağın çocuklannı kendilerini besleyen memelerden kopanr ve böylece, kendi doğasında geçimin doğrudan kaynağı olarak görünen toprak üzerindeki em eği, dolayım lı bir geçim kaynağına, tümüyle toplumsal ilişkilere bağımlı bir kaynağa dönüştürür”


DOĞA VE TOPLUMUN METABOLİZMASI

231

diye yazmıştır. Bu nedenle, kapitalizmin dönüştürülmesi, ücretli emeğin kaldıniması ve bir ortak üreticiler toplumunun kurulması, insanlann topraktan bu yabancılaşmasının ortadan kaldınim asını gerektirir.®^ Bu yüzden, gerek Marx, gerek Engels, 1840’lardan başlayarak kapi­ talizmin dayandığı doğadan yabancılaşmanın bu biçiminin aşılması gereği üzerinde ısrar etmişlerdir. Akıl yürütmelerinde daima, tanmla sanayiin bütünleştirilmesi ve nüfusun dengeli biçim de dağıtılması ve Marx’in yeryüzüyle insanlar arasındaki metabolik ilişkinin “resto­ rasyonu” dediği şey aracılığıyla kent ile kır arasındaki uzlaşmaz ilişkinin ortadan kaldınim ası düşüncesini de içermiştir. Marx, Hippolyte C olins’in şu sözlerini aktarmıştı: “Toprağın bireysel tahsisi sayesinde yalnızca kollannın gücüne sahip olan insanlar varolabiliyor... Bir insanı boşluğa koyduğunuzda, onun havasını soym uş olursunuz. Toprağı ondan aldığınızda da aynı şeyi yapmış olursunuz... çünkü böylece o kişiyi zenginlikten yoksun bir mekâna koymuş ve böylece onu sizin arzulannıza boyun eğm ek dışında her türlü yaşama yolundan mahrum bırakmış oluyorsunuz.” L iebig’in yolunu izleyen Engels’e göre kent ile kır arasındaki uzlaş­ mazlığın aşılması ekolojik terimlerle ifade edilir: Kır ile kent arasındaki antitezin ortadan kaldm im ası yalnızca mümkün olmakla kalmayıp, tarımsal üretim in ve yanı sıra kamu sağlığının bir zorunluluğu olduğu kadar, bizzat sınai üretim in de doğrudan bir zorunluluğu haline gelmiştir. Havanın, suyun ve toprağın süregiden zehirlenmesine ancak kent ile kırın kaynaşması yoluyla son verilebilir; ve ancak böyle bir kaynaşma, bugün kentlerde perişan olan kitlelerin durumunu değiştirmeyi ve atıklannın hastalık üretmek yerine bitki üret­ mekte kullanılmasını sağlayacaktır.

Buradan hareketle, Marx ile Engels, kent ile kır arasında daha yüksek bir sentez önerirler. Berteli Ollman’ın gözlem lediği gibi böyle bir sentez, anlaşıldığına göre, “kentlerde, park, koruluk ve bahçeler için daha çok toprak aynimasını olduğu gibi, bazı sanayi kollannın kırlara taşınmasını da içerecektir. Marx’m kentlerde yaşayan insanlann sayısının azal­ tılmasını ve kıriık bölgelerde küçük ve orta büyüklükte yeni kentlerin kurulmasından hoşlanm ış olacağını da sanıyorum.” Marx’m komünizm vizyonuyla ekolojik sürdürülebiliriik arasındaki yakın bağlantı, on dokuzuncu yüzyılın parlak İngiliz sanatçı, usta zana­ atkar, tasanmcı, ozan ve sosyalist eylem cisi William Morris’in (18341896) ütopyacı kavrayışlannda aşikardır. Morris, Marksist sosyalizmin


232

MARX'IN EKOLOJİSİ

kararlı bir yandaşı olmakla kalmayıp, Y eşil hareketin İngiliz bağla­ mında kurucu düşünürlerinden de birisidir. H içbir Yerden H aberler adlı parlak ütopyacı romanında Dünya Pazannın yıkılışıyla kâr am acıyla yaratılan yapay gereksinmelerin üretimine yönelik savurgan ekonomik üretim biçimlerinin ortadan kalktığı ve üretimin “hakiki kullamma yara­ yanlardan başka hiçbir şeyin yapılmadığı” bir tarzda örgütlendiği bir toplum tasvir eder. Bu toplumda, entelektüel araştırma ve bağım sız zana­ atkarlık için gerekli serbest zaman rahatça bulunmaktadır -çünkü toplum dar biçim de tanımlanmış işlevselci am açlan bir yana bırakm ıştır- ve çalışmanın kendisi toplumsal gereksinmeleri doyurmaya olduğu kadar insani yaratıcılığın gereksinmelerini karşılamaya hizmet etmektedir. Morris, Marx’m ruhuna uygun biçimde, bu devrim sonrası toplumsal düzende “kent ile kır arasmdaki farkhiığın gitgide azaldığını” da yazar. Devrimin ardından, başlangıçta insanlar kentlerden kırlara sığınm ış, fakat sonradan “çevrelerinin etkisine teslim olarak kır insanlan haline gelmişlerdir,” böylece kırlarda yaşayanlann sayısı kentlerde yaşayanlann sayısını aşmıştır. On dokuzuncu yüzyıl İngilteresi “Atölyelerin sahipleri tarafından yağmalanan bakımsız ve sefalet içinde tarlalarla çevrili, mundar ve iri atölyeler ve pis kumarhaneler ülkesi” olmuşken, “şimdi hiçbir şeyin boşa harcanmadığı ve israf edilm ediği, içinde gerekli yaşama yerleri bulunan ve atölyelerin kırlık bölgelere serpiştirildiği, temiz, bakımlı ve güzel bir bahçedir.” Bununla birlikte, bu bahçenin varlı­ ğı, kendi öz değerleri için korunan yaban hayat alanlannın varlığını sürdürmesini engellemez. Bu arada, nüfus da (Marx ile Engels tarafından Komünist Manifesto'da. ilan edilen programa uygun olarak) dengelenmiş ve dengeli biçimde ülkeye dağılmıştır.'“ Morris’in (tekrar tekrar okuduğu) Marx’inkine öylesine yakın bu vizyonu, bize, ilk yazılanndan başlayarak kapitalizm altında insanın doğadan yabancılaşmasını kapitalist birikim rejimi içindeki yaban­ cılaşmanın ön koşulu olarak hesaba katmış bulunan Marx’m tahlilinin tümüyle devrimci niteliğini hatırlatır. Marx, bu bakımdan, hiçbir şeyin hiçbir şeyden çıkmayacağı ve hiçbir şeyin hiçliğe indirgenemeyeceğine, yani, bütün insan üretiminin maddenin dönüşümü v e korunumunu içer­ diğine ilişkin Epikürcü anlayıştan asla uzaklaşmamıştır. Aynı şek il­ de, bu tahlilden çıkan, toprağm gelecek kuşaklann hatınna korunması ve işlenm esi gerektiği önermesine bağlılığından da asla vazgeçmemiştir. Bunlar, insanm üretiminin ve varoluşunun doğa tarafından konulmuş koşullannı oluştururlar ve kapitalizmin üretimin genel koşullarından


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

233

yabancılaşmasının en genel ifadeleridirler. Bu yüzden, kapitalizme karşı devrim, yalnızca kapitalizmin emeğin sömürüsüyle özgül ilişkisinin yıkılmasını değil, aynı zamanda -m od em bilim ve sanayi aracılığıyla insanlarla doğa arasındaki metabolik ilişkinin ussal biçim de düzen­ lenmesi yoluyla- kapitalizmin nihai temeli/ön koşulu olan topraktan yabancılaşmanın aşılmasını da gerektirir. Marx’m “ücretli em eğin orta­ dan kaldınimasına” yönelik sık sık yaptığı çağrı, ancak bu terimlerle anla­ şıldığında bir anlam ifade eder.


5. Doğa ve Toplumun M etabolizması Notlar 1. iz le y e n taM il, geçerk en d e ğ in m e le r d ışın d a, M a rx 'm K apital'deki ek o n o m ik d e ğ e r tahlili ile d o g a a n la y ışı a ra sın d a k i ilişkiyi ele a lm a y ac ak tır, ç ü n k ü , b u görev, P a u l B u rk e tt ta ra fın d a n b a ş y a p ıb Alarx and Nature: A Red and Green Perspective ese rin d e layık ıy la y e rin e getirilm iştir, (N e w York: St. M a rtin Press, 1999). B u ra d a d a h a çok, Kapital'deid, m etab o lik y a rılm a ve s ü rd ü re b ilirlik k a v ram la rıy la v e b u n la n n M a rx 'm m ate ry a list ta rih v e d o ğ a an la y ışıy la ilişkisiyle b irlik te g id en , d a h a d o ğ ru d a n ekolojik tah lille ilgilen ilm e k ted ir. B uradaki akıl y ü rü tm e n in M a rx 'm eko n o m i p o litik eleş­ tirisiy le n a sıl ilişkili o ld u ğ u h a k k ın d a d a h a k a p sa m lı b ir a n la y ış için o k u y u c u y a B u rk e tt'in kitab ı sa lık verilir. 2. K ari M arx, Capital, c .l (N ew York; V intage, 1976), 283; K arl M arx, Capital, c.3, (N e w York; V intage, 1981), 949-50,959. 3. K arl M arx, Grundrisse (N ew York; V intage, 1973), 604-8. 4. A.g.e. 5. A n d e rs o n 'm k lasik ra n t k u ra m ın ı tü retişi için bak. Jo sep h A. S c h u m p ete r, A H istory o f Economic Analysis (N ew York; O x fo rd U n iv ersity Press, 1951), 26364. 6. Jam es A n d e rso n , A n Enquiry into the N ature o f C om Laws; w ith a View to the N ew C om Bill Proposed fo r Scotland (E d inburgh: M rs. M undell, 1777), 45-50; ve Observations on the Exciting a Spirit o f National Industry (E dinburgh; T. C adell, 1777), 376. 7. D av id R icardo, Principles o f Political Economy and Taxation (C am bridge: C a m b ­ rid g e U n iv ersity Press, 1951), 67. 8. Jam es A n d erso n , Essays Relating to A griculture and Rural Affairs (L ondra; John Bell, 1796), c.3, 97-135. M a rx 'm B rita n y a 'd k i k a p ita list ta n m m eleştirisin in tem el u n s u ru olacak olan, k ir a a çiftçi ile m ü lk sahibi a ra sın d a ta n m sa l ile r­ lem elere y a p ıla ca k y a tın m la rla ilgili çatışm a, E n g e ls'in 1844'd e y a zd ığ ı "T asla k "ta g ö rü lü r d u ru m d a d ır. Bak. E ngels, "O u tlin es o f a C ritique o f P oli­ tical E conom y," K arl M arx, Economic and Philosophical M anuscripts o f 1844 için d e (N e w York: In tern atio n al P ublishers, 1964), 209-10. 9. Jam es A n d erso n , A Calm Investigation o f the Circumstances that Have Led to the Present Scarcity o f Grain in Great Britain: Suggesting the Means o f Alleviating that Evil, and Preventing the Reccurrence o f Such A Calamity in the Future (L ond­ ra: John C u m m in g , 1801), 73-75. 10. A.g.e., 12, 56-64; E d w in C arm an, A H istory o f Theories o f Production and D ist­ ribution in English Political Economy from 1776 to 1848 (N e w York: A u g u stu s M . K elley, 1967), 114-115. 11. Karl M arx ve F riedrich E ngels, Historisch-Kritische Gesamtausgabe {MEGA), b ö lü m 4, C.9 (Berlin; D ietz V erlag, 1991) 12. Karl M arx, Theories o f Surplus Value, p a r t 2 (M oskova: P rogress P ublishers, 1968), 147-48. 13. A n d e rso n , Essays Relating to A griculture, c.3, 97-135; M arx, Capital, c.3, 757;


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

235

M arx, Theories o f Surplus Value, p a rt 2 ,244. 14. A n d e rso n 'in eserinin o n d o k u z u n c u y ü z y ıld a b ile b ü y ü k ö lçü d e ih m al e d il­ m iş o ld u ğ u d ü ş ü n ü ld ü ğ ü n d e , y a lm z ca M a rx 'm değ il, a y m z a m a n d a D a rw in 'in d e k e n d isin d e n y o ğ u n biçim d e yeırarlanm ası ilginçtir. D a rw in a çısın d an , A n d e rso n h a y v a n y etiştiriciliği v e k a lıtsa llık h a k k m d a g ü v e n ilir b ir k a y n ak tı. D arw in , The Variation o f Anim als and Plants Under Domes­ tication'm d n A n d e rs o n 'd e n b irço k alın tı y a p m ıştır. Bak. C h arles F. M ullett, "A V illage A risto tle a n d the H a rm o n y o f Interests: Jam es A n d e rso n (1739­ 1808) o f M o n k s H ill," The Journal o f British Studies, c.8, no. 1 (1968), 94-118. 15. Jam es A n d e rso n , Receations in Agriculture, Natural History, A rts, and Miscel­ laneous Literature (L ondra: T. B entley, 1801), c .4 ,376-80. 16. M arx, Capital, c.3, 915-16. Bu h u su s, M arx ta ra fn d a n (yine L iebig'e d a y a ­ n ılarak ) G rundrisse'de ö n g ö rü lm ü ş tü r. 17. L iebig'in Organic Chemistry in its Application to Chemistry and Physiology'sim n 7. b a sım ın a y a zd ığ ı u z u n ö n sö z ü n a y n n tıh b ir özeti v e o ra d a n y a p ıla n a lın ­ tılar için bak. The Chemical News, c. 7, no. 182 (30 M ayıs, 1863); C.7, no. 183 (6 H a z ira n 1863) 292-94 v e c.7, no. 186 (27 H a z ira n 1863). L ieb ig 'in b u e serin in b ü tü n b a su n la n n ın A lm an ca b a sım ın d a n b irk aç ay so n ra İn g iliz ce 'd e d e ]'a y ım la n m a sın a karşılık, 7. B asım ım n Ö n s ö z ü v e G iriş'i ("E in le itu n g ") İngilizce'ye çevrilm em iştir. B u n u n n e d en i, b u b ö lü m le rd e İngiliz b ü y ü k çiftçiliğine fazla eleştirel y a k la şılm ış o lm a sıd ır. Ö y le ki, L ie b ig 'in İngiliz y a y ım a s ı k e n d i elindeki k o p y a y ı im h a etm iştir. (Bak. W illiam H . Brock, Justus von Liebig [C am bridge; C a m b rid g e U n iv ersity Press, 1997], 177.) Bu y ü z d e n sö z k o n u su b ö lü m le rin y a y ım lan m ış o la n te k y u k a n d a k i İngilizce çevirileridir. B u n u n la birlikte, " E in le itu n g "u n İn g ilte re 'n in e n b ü y ü k ta n m ­ sal k im y a a la n n d a n H e n ry G ilb e rt'in eşi L ad y G ilb ert ta ra fın d a n yap ılm ış, a m a y a y ım lan m am ış b ir çevirisi, H e rtfo rd s h ire 'd a k i R o th am ste d E xpe­ rim e n tal S ta tio n 'm (b u g ü n k ü a d ıy la lA C R -R otham sted) a rşiv le rin d e saklanm ışfar. Bu ely azm asın ı söz k o n u su k u ru m u n k ü tü p h a n e c isi B ayan S.E. A llso p p 'm ilgisi sa y e sin d e inceleyebildim . Bu k ita p b o y u n c a Liebig, "E in le itu n g " şe k lin d e y a p tığ ım g ö n d e rm e le r b u e ly a zm a sın ad ır. A lm anca y a y ım la n m ış v e rsiy o n u için bak. Ju stu s v o n L iebig, Die Chemie in ihrer A nw endung aufA gricultur und Physiologic, c .l (B runsw ick, 1862), 1-156. 18. F.M.L. T hom pson, "T he Second A g ric u ltu ral R evolution, 1815-1880)," Econo­ mic H istory Review, c. 21, no. 1 (1968), 62-77. İz le y en ta rh ş m a m n b a zı p a rça la n n ı d a h a önce "M arx 's T h eo ry o f M etabolic Rift: Classical F o u n d a tio n s for E n v iro n m e n ta l S ociology" başlıklı m a k a le m d e o rta y a k o y m u ştu m , Am eri­ can Journal o f Sociology, c. 104, no. 2 (Eylül 1999), 373-78. 19. B u n u n k lasik sa v u n m a sı T h o m p s o n 'ın "S econd A gricu ltu ral R evolu tio n "ıd ır, bak. b ir önceki not. T h o m p so n , ikinci ta n m sa l d e v rim in 1815­ 1880 y ılla n a ra sın d a c ere y an ettiğini, yani, N a p o ly o n S a v a şla n 'n ın h e m e n a rd m d a n gelen tarım sa l krizle b a ş la d ı^ n ı (ve M a lth u s ile R ica rd o 'n u n fark ­ lılık ra n tı ta rtışm a la rın ın çerçevesini o lu ş tu rd u ğ u n u ) d ü ş ü n ü r, b en se, d e v rim i ö n celeyen krizle b u n a y a m t o la ra k gelen d e v rim i b irb irin d e n ayır­ m a k için b u tarihi 1830-1880 o la ra k daralttım . Ç ü n k ü , ikinci ta n m d ev rim in in d ö n ü m n oktası. B ilim in İlerlem esi İçin İngiliz B irliği'nin k im y a n ın ta n m a u y g u la m şı h a k k ın d a b ir çalışm a y a p m a k ü z e re 1837 y ılın d a L iebig'i


236

MARX'IN EKOLOJİSİ

g ö re v le n d irm e si olm uş, L iebig ü n lü eseri Tanm sal K im ya'yı 1840 y ılın d a y a y ım lam ış v e b u n d a n b irk aç yıl so rv a d a J.B. L aw es y a p a y g ü b re ü re te n ilk fabrikayı k u rm u ştu r. 20. Birinci ta n m devrim i (Elen M eiksins VV ood'un sa v u n d u ğ u gibi) k a p i­ ta liz m in d o ğ u ş u y la bağlantılıysa, ikinci ta n m d e v rim i sın a i k a p ita liz m e geçişle, ü ç ü n c ü ta n m d e v rim i d e tekelci k a p ita liz m in y ü k se lişiy le b a ğ la n ­ tılıd ır. Bak. W ood, The Origins o f Capitalism (N e w York: M o h th ly R eview Press, 1999); v e F red M agdoff, F red B uttel v e John B ellam y F oster ed. H ungry for Profit (N ew York: M onth ly R eview Press, 1999). 21. M arx v e E ngels, Historisch-Kritische Gesamtausgabe (M EGA), b ö lü m 4, c.9, 199-324. M arx, 1850-53 y illa n n d a tu ttu ğ u d efte rle rin d e L iebig v e Johns to n 'd a n ta n m s a l k im y a ü z e rin e so n d e rec e y o ğ u n a lın tıla r y a p m ıştır. M E G A ’d a L ie b ig 'd e n y a p tığ ı a lın tıla r a şa ğ ı y u k a n kırk say fa (A.g.e., 172­ 213), J o h n s to n 'd a n y a p tığ ı alın tılar ise elli b e ş say fa (A.g.e., 276-317,372-86) tutar. 22. L ord E m le, English Farming Past and Present (Chicago: Q u a d ra n g le , 1961), 369; D aniel H illel, O ut o f the Earth (Berkeley: U n iv ersity of C alifornia Press, 1991), 131-32. Liebig, "L eipzig, W aterlo o v e K in m savaş a la n la rın ın k e m ik için y a ğ m a la n d ığ ım " b elirtir, "E in le itu n g ," 85. 23. Bu eser, kim i z a m a n L iebig'in 1842'd e y ay ım lad ığ ı. Organic Chemistry a d ıy ­ la d a ta ra n a n Anim al Chemistry’sin d e n a y ırt etm e k için Agricultural Chemistry o la ra k a d la n d ın lır. B en d e b u g e len eğ e u y arak , esas o la ra k b itk i­ lerle ilg ilen d iğ i ta n m ü z e rin e ilk ç alışm asın ın k ısa b a şlığ ı o la ra k A gri­ cultural Chem istry'yi kullanacağım , h a y v a n fizyolojisi v e patolojisiyle ilgili 1842 tarih li kitabm ı d a Anim al Chemistry o la ra k anacağım . 24. Brock, Justus von Liebig, 149-150. 25. J.M. Skaggs, The Great Guano R ush (N e w York: St. M a rtin 's Press, 1994), 225; Liebig, "E inleitung," 79. 26. M a rg are t W. R ossiter, The Emergence o f Agricultural Science: Justus Liebig and Americans, 1840-1880 (N ew H a v en , C onn.: Yale U n iv ersity Press, 1975), 3-9; K arl M arx v e F riedrich E ngels, Collected Works (N ew York: Intern atio n al P ublishers, 1975), c.38,476; Jam es F.W. 27. G eorge E. W aring, Jr., "The A g ric u ltu ra l F eatures o f th e C e n su s o f the U n ited States for 1850," Bulletin o f the American Geographical and Statistical Association, c.2 (1857), 189-202 (y e n id e n basım . Organization b Environment C .1 2 , no. 3 [Eylül 1999], 298-307); H e n ry C arey, Letters to the President on the Foreign and Domestic Policy o f thi Union and its Effects as Exhibited in the Conditon o f the People and the State (P h iled elp h ia: M. P o lo c k 1858), 54-55. W arin g 'in ese rin in genel b ir d e ğ erlen d irm esi iç in bak. Jo h n B ellam y Foster, "R obbing the E a rth of its C a p ita l Stock," Organization and Environment, c.l2, no. 3 (Eylül 1999), 293-97). 28. H e n ry C arey, Past, Present and Future (N e w York: A u g u s tu s M. Kelley, 1967), 298-99,304-08; ö z g ü n basım 1847. 29. H e n ry C arey, Principles o f Social Science (P hiledelphia: J.B: L ippincott, 1867), c .2 ,215, v e Past, Present and Future, 298-99, 304-08. M arx ’in C arey lie ilişkisi h ayli k a rm a şık tır. M arx, 1853'e d e k C sirey'in b izz at g ö n d e rd iğ i The Slave Trade Domestic and Foreign d e d a h il o lm a k üzere, adı geçenin o z am an a d e k


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

237

y a y ım la n m ış b ü tü n e se rle rin i o k u m u ş tu . N e v a r ki, a n la şıld ığ ın a göre, C a re y 'in asıl b ü y ü k eseri Principles o f Social Sciatce'ı y a y ım la n m a sm ın ü z e rin d e n o n y ıld a n fazla b ir z a m a n geçtikten sonra, an ca k 1869'da o k u m u ştu . M arx, b ir "u y u m la ş tın c ı" v e k a y ıtsız b ir iktisatçı o la ra k g ö rd ü ­ ğ ü C a re y 'e k a rşı so n d erece eleştirel b ir tu tu m alm ış, fa k at e se rin i bazı b a k ım la rd a n y a ra rlı b u lm u ş tu . G e rek C arey , g e rek M arx, to p ra ğ ın y o k su l­ laşm ası v e u z u n m enzilli ticaret h a k k ın d a b e n z e r n o k ta la ra d ik k a t çekm iş, h e r ikisi d e b ü y ü k ö lç ü d e L ie b ig 'in ç alışm aların a d a y a n m ış v e h e r ikisi d e M a lth u s-R ic a rd o r a n t k u ra m ın a s o n d e rec e eleştirel y a k la şm ışla rd ır. B u n d a n başka, M arx, C arey 'i (Jam es A n d e rso n ile birlikte) canalıcı ö n e m ­ d e k i " y e ry ü z ü -se rm a y e " k a v ra m ın ın (d o ğ a y a in sa n ın k a ttığ ı "iy ile ş­ tirm e le rle ö z d eşle şe n v e b ö ylece d e ğ e r h e sa b ın a d a h il e d ile n serm ay eM a rx 'in y e ry ü z ü -m a d d e d e n a y ırt ettiği b ir k a v ram ) baş s a v u n u c u la n n d a n biri o la ra k g ö rm ü ştü r. M a rx 'm C arey h a k k ın d a k i g ö rü şleri h a k k ın d a ö zel­ likle bak. M arx ve Engels, Selected Correspondence (M oskova: P ro g re ss P ublis­ hers, 1975), 78-79, 212-15 (M a rx 'tan E ngels'e, 14 H a zira n 1853; M a rx 'ta n E ngels'e 26 K asim 1869); M arx, Grundrisse 883-93. M a rx 'm C arey ü z e rin d e belli b ir etkisi o ld u ğ u n u d a e k le m ek g ereklidir; C arey, köle ticaretiyle ilgili e se rin in iki y e rin d e M a rx 'm N ew York Daily Tribune'de y a y ım la n a n y azı­ la rın d a n u z u n a lın tıla r y a p m ıştır. M a rx 'm C a rey ile ilişkisi h a k k ın d a e n a y n n tılı d e ğ erlen d irm e M ichael P e re lm a n 'ın "Political E conom y a n d the Press: K arl M arx a n d H e n ry C a rey a t th e N e w Y ork T rib u n e" b aşlıklı m ak a ­ lesin d e bu lu n ab ilir. D iscussion P a p e r Series no. 85-9, School of B ehavioral a n d Social Sciences, C alifornia State U niversity, Chico, 1985. P erelm an, b u m ak a lesin d e , M a rx 'm N e w Y ork T rib u n e 'd e y ay ım lan a n ve sik sik e m p e r­ y a liz m in çevre ü lk e le rd e san ay ii g e liştirere k ilerici b ir rol o y n a d ığ ı tezini s a v u n d u ğ u şe k lin d e y o ru m la n a n İn g ilte re 'n in H in d ista n 'd a k i y ö n etim i h a k k m d a k i ü n lü m akalesinin, C a re y 'in İn g ilte re 'n in u lu slararası rolüyle ilgili tü m ü y le o lu m su z y o ru m u n u d e n g elem e k için yazıldığını v e g azete için d e k u ra m sal h eg em o n y a k a za n m a k için verilen m ü ca d ele n in b ir parçası o ld u ğ u n u g ö sterm iştir. C arey h a k k ın d a d en g eli b ir d e ğ erlen d irm e için bak. Schum peter, History o f Economical Analysis, 515-19. D ah a y a k ın la rd a y a p ıl­ m ış ay rın tılı b ir çalışm a için bak. M ichael P e re lm an , " H e n ry C a re y 's P oli­ tical-Ecological E conom ics," Organization b Environment, c.l2, no. 3 (Eylül, 1999), 280-92. 30. Ju stu s v o n Liebig, Letters on M odern Agriculture (L ondra: W alton & M aberly, 1859), 175-178,183,220. 31. Liebig, a k ta ra n K. W illiam K a p p , Tlıe Social Costs o f Private Enterprise (N ew York: Schocken Books, 1971), 35. 32. Liebig, a k ta ra n Karl K autsky, The Agrarian Question (Londra: Z w an, 1988) c .l, 53; Liebig, "E inleitung," 80. 33. Ju stu s v o n Liebig, Familiar Letters on Chemistry (Philedelphia: T.B. Peterson, 1852), 44. 34. E d w in C hadw ick, Report on Sanitary Condition of Labouring P opuktion o f Great Britain (E dinburgh: E d in b u rg h U n iv e rsity Press, 1965), 121-22; F riedrich Engels, The Condition o f the W orking Class in England (Chicago: A cadem y Press, 1969).


238

MARX'IN EKOLOJİSİ

35. Ju s tu s v o n Liebig, Letters on the Subject o f the Utilization o f the Metropolitan Sewage (L ondra: W .H. C ollingridge, 1865; Ju stu s von Liebig, The Natural Lmvs o f Husbandry (N ew York; D. A pp leto n , 1863), 261. 36. M arx v e E ngels, Collected Works c.42,227; M arx, Capital c .l, 638. 37. M a rx 'm d efte rle rin d e L iebig'in Tarımsal Kimya d a d ah il o lm ak ü z e re iki e se rin d e n , Ingiliz to p ra k bilim cisi Jam es F.W. Jo h n s to n 'm ü ç ç alışm asın d a n v e C h a rle s L yeli'm Principles ofGeology'si d e d a h il jeoloji a la ru n d a p e k çok ç a lışm a d a n y o ğ u n a lın tıla r v a rd ır. Bak. E. C olem an, "S h o rt C o m m u ­ n ica tio n o n d ie U n p u b lish e d W ritings o f K arl M arx D ealin g w ith M ath e­ m atics, th e N a tu ra l Sciences a n d T echnology a n d th e H isto ry o f T hese Subjects" N ik o lay B u h a rin v.d. Science at the Cross Roads: Papers Presented at the International Congress, o f History o f Science and Technology, 1931 içinde, (L ondra: F ra n k Cass, 1971), 233-34. 38. M arx, Capital, c .3 ,949-50. 39. M arx, Capital, c .l, 637-38. T o p rağ ın b ile şe n lerin in " y e n id e n y e rin e k o n m a ­ sı" M a rx 'm d o ğ ru d a n d o ğ ry a L ieb ig 'in Tanm sal K im ya'sının 1962 b a sı­ m ın ın G iriş'in d e n a ld ığ ı b ir k o n u d u r. Liebig, "E in le itu n g ," 97. 40. M arx v e E ngels, Collected Works, c .ll, 333. 41. M arx, Capital, c .l, 348. 42. M arx, Grundrisse, 527. 43. M arx, Capital, c .l, 283,290. 44. M arx v e E ngels, Collected Works, c.30,40. 45.Karl M arx, Text on M ethod (O xford; Basil Blackw ell, 1975), 209; M arx, Grund­ risse, 158, 361. M a rx 'ta n so n ra Stoffwechsel k a v ra m ım k u lla n a n A d o lf W agner, "İk tisad i siste m in işleyişinin, z o ru n lu olarak, verili b ir z a m a n d a söz k o n u su sistem in h izm e tin d e o lan m e ta la r k itlesininin (doğal) bile­ şimlerindeki alış v e rişe b e n z e r sü re k li b ir alış v e rişe y ö n e ld iğ i" n i sa v u n u r. M arx, atıfta b u lu n m a k sız ın k a v ra m ı m u h te m e le n k e n d is in d e n alm ış o lan W a g n e r'in b u ta n ım ın ın k e n d i g ö rü şle rin i y a n sıttığ ın ı söylem işti. M arx, Text on Method, 109. 46. M e tab o lizm a k a v ram ım n , Grundrisse"den çık a rılm ış d a h a g en iş ve to p lu m ­ sal b ir anlaşılışı Is tv a n M ^ sz aro s ta ra fın d a n g e liştirilm iştir. Mfeszaros, Beyond Capital (N e w York: M o n th ly R eview Press, 1995). 47. K arl M arx, Early W ritings (N ew York; V intage, 1974) 328. 48. M arx, Grundrisse, 489. 49. T im H a rw a rd , Ecological Thought (C am bridge: Polity, 1994), 328. 50. M arx, Capital, c.3 ,959. 51. Ju stu s v o n Liebig, A nim al Chemistry or Organic Chemistry in its Application to Physiology and Pathology (N ew York; Jo h n so n R eprint, 1964); F ran k lin C. Bing, "T he H istory o f W o rd 'M e ta b o lism ,'" journal o f the History o f Medicine and A llied Arts, c.26, no. 2 (N isa n 1971), 158-80; Brock, justus von Liebig 193; K e n n eth C aneva, Robert M ayer and the Conversation o f Energy (Princeton, N.J.: P rin c eto n U niversity Press, 1993), 117. 52. Julius R obert M ayer, "T he M o tio n s o f O rg a n ism s a n d th eir R elation to M eta­ bolism ," R obert B ruce L indsay ed. julius Robert Mayer: Prophet of Energy (N ew York: P e rg a m o n , 1973), 75-145; C aneva, Robert Mayer and the Conver­ sation o f Energy, 262-65; Brock, Justus von Liebig, 312-23; Juan M artinez-A lier,


DOĞA VE TOPLUM UN METABOLİZMASI

239

Ecological Economics (O xford: Basil Blackw ell, 1987), 110. "D irim sel m a te r­ y a liz m " h a k k ın d a bak. T im oth L enoir, The Strategy o f Life: Teleology and Mechanics in Nineteenth Century German Biology (Boston: D. R eidel P ublis­ h ing Co., 1982). T h o m as H a ll Liebig'i b ir " d irim d " d e n çok, b ir "d irim sel m atery alist" sa y m ak için iki gerekçe gösterir: (1) (her n e k a d a r in d irg en em ez olsa d a ) "d irim sel g ü ç " ü n g e risin d e b ir k im y asal sü re cin v arlığım k a b u l etm esi, (2) "d irim sel g ü ç " ü n ü s ıra d a n m a d d e d e n tü retm esi. Bak. T h o m as S. H ail, Ideas o f Life and Matter: Studies in the H istory o f General Physiology 600 B.C. to 1900 A .D . (Chicago: U niversity o f C hicago Press, 1969), c.2,269-71. 53. Y.M. U ranovski, "M arksism a n d N a tu ra l Science," N ikolay B u h arin v.d., M arxism and Modern Thought (N ew Y ork: H a rco u rt, Brace, 1935), 140; L ind­ say, Julius Robert Mayer, 11-12; H al D ra p er, M arx-Engels Glossary (N ew York: S chocken Books, 1986), 189. 54. M a rin a Fischer-K ow alski, "S ociety's M etabolism ", M ichael RedcIift ve G ra h am W o o d g ate ed. International Handbook o f Environmental Sociology (N o rth am p to n , M ass.: E d w a rd Elgar, 1997) içinde, 120; E ugene O d u m , "T he S trategy o f E cosystem D evolopm ent," Science, c. 164 (11969), 262-70. 55. A lfren Schm idt, The Concept o f Nature in M arx (L ondra: N e w Left Books, 1971), 86-88. 56. P aul H eyer, Nature, Hum an Nature and Society: M arx, Darwin and Hum an Sciences (W estport, C onnectitutt.: G re en w o o d Press, 1982), 12. S c h im id t'in b ir d ip n o tu n d a L iebig'in Chemische B riefe'm de 1851 gibi erk en b ir tarih te ve M o le sc h o tt'ta n önce, m eta b o lizm a k a v ram ın ı to p lu m sa l alan a u y g u lad ığ ın ı teslim ettiği b elirtilm elidir. Schm idt, The Concept o f N ature in M arx, 218. 57. F riedrich E ngels, Anti-D iihring (M oskova: P ro g ress Publishers, 1969), 99; M arx ve Engels, Collected Works, c.25, 578-79, 601. E n g e ls'in b u ra d a k i tartışm asım n a n a o dağı, L iebig'in, h a y a tın m a d d e k a d a r u z u n b ir geçm işe s a h ip o ld u ğ u n u s a v u n a n h a y a tın k ökenleri h a k k ın d a k i k u rg u la n n m eleştirisidir. 58. Fischer-K ow alski, "S ociety's M etabolism ,"133; M arx, Capital, c .3 ,195. 59. Fischer-K ow alski, "S ociety's M etabolism " 119-20. 60. A.g.e., 122. 61.A .g.e., 121,131. 62. K arl M arx, Theories o f Surplus Value, part.3, (M oskova: P rogress P ublishers, 1971), 301; M arx, Capital, c.3, 195; E ngels, The H ousing Question (M oskova: P rogress P ublishers, 1975), 92. 63. M arx, Capital, c.l, 860; Liebig, "E inleitung," 85. 64. M arx, Capital, c .3 ,754. 65. A.g.e., 948-49. 66. A.g.e., 911. 67. M arx ve Engels, Collected Works, c.24, 316; A yrıca bak. T h eo d o r Shanin, ed. Late M arx and the Russian Road (N ew York; M onth ly R eview Press, 1983). 68. M arx, Capital, c.3,216; E ngels, A nti-D iihring, 211-13. E ngels, b ü y ü k m ü lk le rin n e d e n o ld u ğ u to p ra k tah rib a tın ı y alnızca k a p ita lizm e b ağlam az, P lin y 'y i k a y n a k g ö ste rere k b u n u n R om a d ö n e m in d e d e g ö rü ld ü ğ ü n d e n söz eder. 69. M arx v e E ngels, Collected Works, c.46,411. 70. M arx v e E ngels, Collected Works, c.42,559, K arl M arx, Capital, c.2 (N ew YorkV intage, 1978), 322.


240

MARX'IN EKOLOJİSİ

71. M arx, Capital, c.l, 892-93. 72. M arx ve E ngels, Selected Correspondence, 102. 73. Ju a n M artinez-A lier ve J.M. N aredo, "A M arxist P re c u rso r o f E n erg y E cono­ m ics: P odolinsky," Journal o f Peasant Studies, c.9, no.2 (1982), 207-24; Ju a n M artinez-A lier, Ecolocigal Economics (C am bridge. Mass.: Basil Blackw ell, 1987), 45-63; ve (Polotical Ecology, D istributional Conflict a n d E conom ic Inco m m easu rab ility ," N ew Ix ft Review, no. 211 (M ay is-H aziran 1995), 71. 74. M arx ve E ngels, Collected Works, c.46, 410-13. A y rıca bak. B urkett, M a rx and Nature, 131-32. 75. K o zo M ayum i, "T em p o ra ry E m ancipation from th e L and", Ecological Econo­ mics c.4, n o .l (1991), 35-56. 76. Bak. Jean-P aul D eleage, "Eco-M arxist C ritiq u e of Political E conom y", M a rtin O 'C o n n o r ed. Is Capitalism Sustainable? (N ew York: F uilford, 1994) içinde, 48; W ard C hurchill From a Native Son (Boston: S o u th E n d Press, 1996), 467-68; N icholas G eorgescu-R oegen, The Entropy Law in the Economic Process (C am bridge, M ass.: H a rv a rd Lfniversity Press, 1971), 2. Bu eleş­ tirile re v e rilm iş g ü ç lü b ir k a rşılık için bak. B urkett, M arx and Nature, 79-98. 77. T h o m a s M althus, Pamphlets (N ew York: A u g u s tu s M. K elley, 1970), 185; M arx v e Engels, Collected Works, c.34,151-59. 78. C am p b ell M cC onnel, Economics (N ew York: M cG raw H ill, 1987), 20, 672; A lfred M arshall, Principles o f Economics (L ondra: M cM illan, 1920), 79. M arx, Capital, c .3 ,955. 80. M arx, Capital, c .l, 323; L ucretius, O n the N ature o f the Universe (H a rm o n d ­ sw o rth : P e n g u in Books, 1994), 13-14 (1.145-60). 81. M arx, Grundrisse, 706, 361. B u ra d a M a rx 'in e m e k ten "biçim v e re n ateş" o la ra k sö z edişi. K apitalde sık sık k u lla n d ığ ı e m e ğ in "d irim sel g ü c ü " d e y i­ şiyle ilintili g ö rülebilir. M arx, b u b a k ım d a n , L iebig'in, m a d d e y i e tk in biçim ­ d e d ö n ü ş tü re n ve y e n i ö rg ü tse l b içim ler y a ra ta n eylem -o larak -h ay at a n la m ın d a k i "d irim sel gü ç" m e fh u m u n u b e n im se m iş gibi g ö z ü k m e k ted ir. Bu, M a rx 'm k e n d i " o rta y a çıkışçı" y a k la şım ıy la tu ta rlılık a rz e d er. Bak. H ail, Ideas o f Life and M atter, 269-71. 82. M arx, Capital, c.l, 134; K ari M arx, Critique o f the Gotha Programme (M oskova; P ro g re ss Publishers, 1971,11. 83. M arx, Grundrisse, 325; a y n ca bak. M ichael L ebow itz, Beyond Capital (N ew York: S tockton Press, 1987), 319. 84. A lec N ove, "S ocialism ," John E atw ell, M u rra ş M ilgate ve P aul N e w m a n ed. The N ew Palgrave Dictionary o f Economics, c. 4 (N ew Y ork: St. M a rtin 's Press, 1992) içinde, 96-100. 85. A.g.e., M arx ve E ngels, Selected Correspondence, 190. 86. M arx, Capital, c. 3,195-97; A n d re w M cL aughlin, "Ecology, C apitalism a n d Socialism ," Socialism and Democracy, c.lO (1990), 69-102. 87. K arl M arx v e F riedrich E ngels, The Communist Manifesto (N ew York: M o n th ly R eview P ress, 1998), 40; M arx, Capital, c.l, 637-38; M arx, Capital, c.3, 959. 88. M arx, Grundrisse, 87,471,497. 89. M arx, Capital, c l, 873-76. 90.A .g.e., 877-88.


DOĞA VE TOPLUMUN METABOLİZMASI

241

91. A .g.e., 885-90. 92. A .g.e., 891-92. 93. A .g.e„ 895. 94. A.g.e., 905-6. 95.A .g.e., 915. 96. A .g.e., 912,925. 97.A .g.e., 798. 98.A .g.e„ 769,929. 99. A .g.e., 931-40, M arx, Grundrisse, 276. M arx, 1850-53 a ra sın d a tu ttu ğ u d e fte r­ lerd e ta m d a b u n o k ta la rd a W a k e fie ld 'd a n y o ğ u n a lın tıla r y ap m ıştı. Bak. M arx v e Engels, M E G A , p a rt 4, c.9,486-91. 100. M arx, Capital, c .l, 939. 101. Engels, Anti-Diihring, 351-52. 102. B erteli O ilm an, Social and Sexual Revolutuion (Boston: S o u th E n d P re s^ 1979), 56-57. 103. W illiam M orris, News from Nowhere and Selected W ritings and Designs (H a rm o n d sw o rth : P e n g u in Books, 1962), 244-46, 267; W illiam M orris, "T hree L etters o n E p p in g Forest," Organization & Environment, c. 11, no. 1 (M art, 1998), 93-97. 104. L ucretius, TheN atureofthe Universe, 13-15 (1.145-225).

F:16 / Marx'm Ekolojisi


6. Bölüm

GÖRÜŞÜM ÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEM ELİ

Darwin, türlerin dönüşümüyle ilgili kuramının ilk kısa taslağını 1842 yılında kurşun kalem le yazm ıştı. İki yıl sonra, yaklaşık elli sayfalık daha uzun bir taslak yazıp, ölümünden sonra yayımlanmasını sıkı sıkı tembihleyerek kansı Emma’ya teslim etti. Alfred Russel W allace ile 1858’deki ortak sunuşuna dek, yirmi yıl boyunca, kuramını kamuoyuna açıklamadı. Bunu ancak, kendi başına aynı sonuçlara varan W allace’m kendisini geride bırakması tehlikesi ortaya çıkınca yaptı. Bu durum, (İkinci Bölüm ’de görmüş olduğumuz gibi) Stephen Jay Gould’un “Darwin’in Gecikm esi” diye adlandırdığı, Darwin uzmanlarını yıllarca uğraştırmış olan sorunun ortaya çıkm asına yol açmıştır. Gecikmenin geleneksel açıklaması, usçu bir bilimadamı olan Darwin’in bu zaman boyunca daha sağlam bir kuram kurmak için yavaş yavaş kanıt biriktirmiş olduğu şeklindedir. Ancak, söz konusu yıllar boyunca sınıflandırma ve deniz kabuklulannın tarihi üzerine ciltler dolu­ su eser yazm ış olduğu düşünüldüğünde, bu yorum açıklamaya muhtaç­ tır. Darwin’in D efterler'm m sağladığı kanıta dayanan bilim tarihçileri, son zamanlarda, Darwin uzmanlannın hemen hemen genel kabulünü gören, tümüyle farklı sonuçlara ulaştılar: Darwin, seçkin çevrelerdeki konumunu ve saygınlığını yitirmekten korktuğu gibi, bilimsel buluş­ larını geleneksel W hig ve A nglikan inançlarıyla uzlaştırmaya çalışan bir “acı çeken evrimci,” “gönülsüz bir devrimci” v e korkmuş bir mater­ yalistti.’ Gene de, Darwin’in gecikmesini korkaklığa bağlamak ciddi bir


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

243

yanlış olacaktır. Aksine, kendisinin yalnızca bir bilimadamı değil, fırtı­ nalı bir toplumsal değişim döneminde yaşayan ve özel bir sınıf konu­ munu korumaya çalışırken bir yandan da materyalizmden kaynaklanan bilim sel görüşlerini geliştirmek için uğraşan karmaşık bir toplumsal aktör olarak anlaşılması gerekir. Anne tarafından sanayici Josiah W edgw ood ’un torunu olan, Kent’teki malikanesi D ow n H ouse’da yaşayan, parasını (ve kansımn parasını) demiryolu hisselerine yatırmış bulunan Darwin, burjuva düzeninin sadık bir inananıydı. Bilim i devrimciydi, ama insan olarak Darwin devrimci değildi. İç ikilemi burada yatıyordu.^ Darwin’in zamanındaki İngiltere, huzursuzluklarla kaynayan bir kazandı. Bilim in İlerlemesi İçin İngiltere Birliği’nin konferansına katıl­ mak üzere 1839 Ağustosu’nda Birmingham’a gittiğinde kenti sıkıyönetim altında bulmuştu. Kentte Çartist Kongresi toplantı halindeydi ve katılımcılann arasında sosyalistlerle kızıl-Lamarkçılar da bulunuyordu, kent sokaklarında mülkiyeti, evliliği ve yoksullara ilgisiz devleti kınayan yarım m ilyon bildiri dağıtılmıştı. Evrim hakkındaki taslağı üzerinde çalıştığı 1842 yılında, bütün ülke Çartistlerin düzenlediği genel grevle felce uğramıştı. Sanayi kentlerinin çoğunda İsyan Yasası ilan edilm iş ve bazı göstericiler vurularak öldürülmüştü. Bu arada, ateistler binlerce satan O racle o f Reason adh yasa dışı bir gazete yayım lam aya başlamıştı. Bu gazetede jeolojik açıklamalar ve devrimci Lamarkçı görüşlere daya­ nılarak dine saldırılıyordu. O racle'da yazan William Chilton devrimci sınıf terimleriyle sunduğu materyalizmi evrimci kavramlarla destek­ liyordu; “İnsan, yalnızca bir örgütlü atomlar derlemesiydi.” Oracle, statü­ konun “zararlı” bir haklılaştırması olduğu gerekçesiyle Paley’in doğal teolojisine de saldırıyordu. 1842 Ağustosu’nda O racle'ın yayım cısı George Holyoake halka açık bir mahkemede yargılandı ve duruşmada Tannnın varolmadığı ve yoksullann kötü ekonomik zamanlarda papazlan beslem eye güç yetirem eyeceği gibi küfür sayılan sözler söyledi. Bu sıralarda Darwin de, William Cobbet’in Papaz Malthus ve Tahıl Yasa­ larına saldırdığı Rural Rides’mı okumaktaydı. “Demir Dük” lakabıyla anılan yaşlı Wellington Dükü bir ayaklanma korkusuna karşı Muhafızlan ve özel polis birimlerini göreve çağırmıştı. Darwin’in meslekdaşı ve çalış­ ma arkadaşı Richard Owen, Şerefli Topçu Birliği ile talimlere katılmış ve polisi takviye için çağrılmıştı. Başkent, Allahın her günü binlerce, on binlerce kişinin katıldığı gösterilere tanık oluyordu. Darwin ile kansı Emma, genel grevin dördüncü haftasında Londra’yı terk edip, Kent’te kırlık bir çevredeki yeni evleri Down House’ayerleşmekle ferahladılar.^


244

MARX'IN EKOLOJİSİ

N e var ki, bu yeni çevre, kuramını ilk kez yazıya dökm eye koyulan D anvin’in içine düştüğü ikilemi hafifletmedi. Adnan Desm ond ile James M oore’un Darwin: The Life and Times o f a Tormented Evolutionist (Darwin: A cı Çeken Evrimci'nin Yaşamı ve D önem i-1991) başlıklı biyografi çalışmalannda gözledikleri gibi, Darwin tabii ki yayımlayamazdı. M ateryalizm onu dondurm uştu, nedeni de açık­ tır, bu anlayış, Kilise ve Devletin güçlerince ülkenin Hıristiyan yasalarıyla kafirce bir alay olarak mahkûm edilmişti. Tehlikeyi ve kahredici sım fsal imalarını seze­ bilecek kadar güngörmüş bir kişiydi. Ne tü r m uam elelerle karşılaşacağı konu­ sunda hiçbir yanılsama beslemiyordu... İnsan ile maymunu birbirine bağlamakla, ateist aşağı-hayat anlayışını savunmak, ya da, “zina eden” Kiliseye küfreden aşırı M uhaliflerden sayılm ak riskine girmişti. “B ütün doku” kendisinin yardımı olmadan da yırtılıp parçalanm aya hazırdı. Eski dünya “sarsılır ve düşerken” yıkı­ m a yardım ediyormuş gibi görünemezdi. Sonuçta, saygınlığı için korkuyordu. Sosyalist düzleyicilere karşı insan ruhunu savunm aya koşullanm ış Oxbridge* takımından bir centilm en için, bu görüşleri yayım lam ak dönekliğe denk bir şey, eski düzene bir ihanet olurdu.^

Evrimci düşünceler uzun zamandır -her biri ötekini ima ederbiçim demateryalizmle özdeşleştirilm iş ve ilk kaynaklan olarak antik mater­ yalistler Empedokles, Epiküros ve Lucretius görülmüştü. Antik çağda, türlerin hayatta kalabilmek için çevrelerine uyum gösterdiği mefhumunu ve daha da önem lisi (“elem e kuramı” diye bilinen) uyarlanmada başansız olan türlerin ortadan kalktığı düşüncesini en açık biçimde ifade eden Lucretius olmuştu. Lucretius MÖ 55 yılında öldü ve hayatın kökenleri üzerine evrimci düşünce On sekizinci yüzyıhn ortalanna dek bir daha ortaya çıkmadı. Bu yüzden, Paul Sears’ın Charles D arwin: The Natu­ ralist as a Cultural Force (1950) adlı kitabında belirttiği gibi, “Lucretius’tan sonra, hayatm kökeni ve gelişm esine ilişkin kurgular on sekiz yüzyıl boyunca bir durgunluğa girmiş” ancak o zaman, Jean Baptiste Lamarck (1744-1829) ve Erasmus Darwin gibi düşünürler tarafından canlandınim ıştı. N e var ki, D arw in’in Kökenler'inm yayımlanmasına dek, bu tür görüşler esas olarak yeraltmdaki materyalist düşüncelerle sınırlı kalmış ve saygın bilim den ve kurulu düzenin düşüncesinden uzak tutulmuştu. Bundan başka, bu görüşler evrimin mekanizması hakkında tutarlı bir açıklamadan da yoksundu.’ ♦Oxford ve Cambridge kelim elerinin hecelerinden oluşturulmuş, bu iki seçkin üniver­ siteden birinde eğitim görmüş İngiliz yönetici seçkinlerini tanımlamak için kullanılan birk elim e.-f.n .


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

245

Şim di, Darwin’in materyalist görüşlerle Edinburgh’ta genç bir tıp öğrencisiyken yürüyüş arkadaşı ve ilk gençlik yıllarının akıl hocası olan Lamarkçı biyolog Robert Grant tarafından tanıştırıldığını biliyom z. Dahası, yine Edinburgh’ta iken Pliny D em eği içinde materyalist görüş­ lerin ortaya çıkıp bastırılışına tanık olmuştu. Darwin, daha sonralan Cambridge’te eğitimini sürdürürken kendisini hâlâ, tartışma mantığına ve (tasanmın kanıtı olarak görülen) türlerin çevrelerine gösterdiği mükemmel uyuma yapüğı vurguya hayran olduğu Paley’in D oğal Teolo­ j is i’m bağlı bulmakla birlikte, bu materyalist-evrimci kuşkular içinde yer etm işti. Cambridge’te geçirdiği yıllar boyunca Darwin kendisini kararh bir Hıristiyan olarak görmüştü, ancak, yakın aile çevresinin kendisine özgür düşünceye yönelik, her zaman sergileyeceği ve Beagle yolculuğuyla daha da güçlenecek olan, bir eğilim kazandırmış olduğu kuşku götürmez. D edesi Erasmus gevşek bir deist, babası Robert inançsız, dayısı Josiah W edgwood Birlikçiydi. Kardeşi Erasmus da (Darwin’in Beagle gezi­ sinden döndüğü sıralara doğra) inançsız olmuştu. Bu özgür düşünceli ailenin geri planı böylelikle Darwin’i zamanının önde gelen doğacılanyla potansiyel bir çatışma konumuna sokmuştu, çünkü, Erast Mayr’ın söyle­ diği gibi, “zamanın İngilteresi’nin bütün doğacılan, Cambridge’in bota­ nik (J.S. Henslow) ve jeoloji (Adam Sedgwick) profesörleri örneğindeki gibi, meslekten din adamlanydi.”* Darwin’in evrimci kurgulan, birinci cildini geminin doğa bilgini olarak görev yaptığı Beagle yolculuğunda yanına aldığı Charles L yell’ın Principles o f G eology’sini okumakla daha da güç kazandı. Lyell’ın nere­ deyse sonsuz denebilecek bir zaman içinde gerçekleşen olağanüstü yavaş ve bir biçim li jeolojik değişim anlayışı, Darwin’e, üzerinde yavaş yavaş türlerin dönüşümü kurammı inşa edeceği tem eli sağlamıştır (L yell’m kendisinin söz konusu kitabını yazdığı sırada türlerin dönüşümü hipo­ tezine karşı çıktığını belirtmek ilginç olabilir.) Darwin, D efterler’inAt bu kurgulan sürdürerek, 1840’lı yıllar boyunca taslak üzerine taslak çıkardı. Ancak, görüşlerini yayımlamak için koşullar uygun görünmüyordu. Böylece, bir yandan bilim sel saygınlığını oluştumrken -H M S Beag/e ’deki dünya turunun Günlükler’im yayımlayarak hem bilimsel çevre­ lerde hem genel kamuda bir anda üne kavuşmuş, ardından Güney Ameri­ ka’nın jeolojisi, mercan kayalıkları ve volkanik adalar hakkında eserler kaleme alm ıştı- bir yandan da, bir gün yayımlayabilmek umuduyla en önem li düşüncesini, doğal seçm e kuramını geliştirmeye devam etti. A z


246

MARX’IN EKOLOJİSİ

sayıdaki sırdaşlanndan botanikçi Joseph Hooker, bir gün kendisine “pek çok türün aynntıh bir tanımını yapmamış kimsenin türler sorununu ince­ lem eye” hakkı bulunmadığını yazmıştı. Hooker bunlan yazarken kesin­ likle onu kast etmemiş de olsa, Darwin bu sözleri üzerine alındı v e kısmen bu nedenle deniz kabuklulan üzerine o kapsamlı incelem esine girişti. B öylece türlerin dönüşümü üzerine söz söylem eye hak kazandı. Kuramsal bir bilimsel devrimin, Kopemik devriminin olduğu gibi kurum­ sal görüşler açısından önem li ve tehdit edici olacağını anlayarak, ön ce­ likle, kendisine bir görgül bilim sel araştırmacı olarak saldınlardan korun­ muş bir saygınlık kazanmayı amaçladı. Yine de bu yalnızca bir oyalama taktiğiydi, çünkü, Darwin’in asıl sorunu, olası toplumsal sonuçlan ve zamanın düşünsel iklimi nedeniyle kuramını yayımlayamayacağmı hissetmesiydi.’ Darwin, 1854’e doğru kabuklular hakkındaki incelemesini tamam­ layarak yeniden doğal seçm e üzerinde çalışmasına döndü. 1856 yılında türlerin dönüşümü hakkmda bir çalışm a kalem e almaya başladı. İlk taslağını yazışından bu yana dikkate değer ölçüde değişen tarihsel koşul­ lar görevini bir ölçüde kolaylaştırmıştL Büyük Londra Sergisi’nin düzenlendiği 1851 yılına doğru “devrim çağı” geride kalmış ve yerini “sermaye çağı”na bırakmış gibi görü­ nüyordu. Büyük Sergi, İngiltere’nin dünyamn sınai atölyesi olarak baskın konumunu kutluyordu. Beş yıl önce Tahıl Yasalannın kaldmiması imalat sermayesinin İngiliz ekonomisinde artan hâkimiyetini yansı­ tıyordu. Bu koşullar, o zamana dek sanayi kapitalizmi sistemiyle uygun giden materyalist-evrimci bilimin artık kolayca örtbas edilem eyeceği anlamına geliyordu. Thomas Huxley’in (1825-1895) Türlerin Kökeni'nin ilk yayımlandığı 1859 yılında söylediği gibi, “türlerin dönüşümü kuramı denen şey, her zaman ortaya çıkma tehlikesi içeren bir ‘dolaptaki iskelet’ olmuştu.” Biyoloji alanının, hayat alanının, ‘tutarlı bir bütünün’ parçası olarak, niçin astronomiyi, fiziği, kimyayı, tıbbı yönettiği gösterilen maddi yasa­ lara uymadığı sık sık sorulmuştu. 1850’li yıllarda dönüşüm sorunu biryana bırakılamıyordu. Konunun işlendiği eserlerden biri, Edinburghlu yayım cı Robert Chambers’ın (1802-1871) yayım ladığı, yazan belirsiz The Vestige o f the Natural H istory o f Creation (1844) idi. Chambers’ın kitabı, ilk yayımından sonra yedi ay içinde dört baskı yaparak kısa zamanda bir best seller oldu ve toplam on baskıya ulaştı. Kitap 1860 yılına dek 24,000 adet satılmıştı.


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

247

Chambers kitabıyla “ruhban sınıfının köpekleri” diye söz ettiği bilimadamlannı değil, Viktorya döneminin sıradan okumuşlannı hedef­ lemişti. A kıl yürütmesi hatalı olmakla birlikte etkileyiciydi. N e kadar etkileyici olduğu, evrim kuramım ilk kez eğitim li sınıfın genelinde açık bir tartışma konusu haline getirmesinden anlaşılmaktadır. Vestiges kuşkusuz zaaflarla malûldü ve bu yönüyle yalnızca Oxford Piskoposu Sam Wilberforce ve Cambridge’in jeoloji profesörü olup doğal teolojiyi savunan Adam Sedgwick gibi kilise yanlılarının değil, sonradan “Darwin’in buldoğu” diye anılacak Thomas Huxley gibi bir bilimcinin de saldınsına uğramıştı. Bütün bunlara rağmen havayı temizlemek ve Darwin’in sonraki başansı için yolu hazırlamaktaki önemi küçüm­ senmemelidir. Desmond ve Moore, “Kırklann ortalanna doğru, evrim düşüncesi sokaklardan ve salaş tiyatro salonlanndan çıkıp oturma odala­ rına girm eye başlam ıştı” derken akıllannda Vestiges vardır. Büyük İngi­ liz Romantiği John Ruskin bir zaman için doğayı erekbilimci çerçeveden görmüştü, ancak 1850’li yıllara geldiğinde kuşkulara kapıldı. 1851’de yazdığı bir mektupta şunlan söylüyordu: “Jeologlar beni kendi halime bıraksa gayet iyi olabilirdim, ama şu korkunç Çekiçler! İncil ayetlerinin sonundaki her nokta işaretinde onlann çınlamasını duyuyorum.”* Darwin, araştırmalanmn yoğunluğuyla tüm tereddütlerin üstesinden gelerek 1850’lerin sonlarında düşüncelerini geniş ölçekte yayımlamaya karar verdi. 1858 yılına dek D oğal Seçme adını vereceği büyük eserinin birçok bölümünü yazmayı tamamlamıştı. Ancak, 1858 Haziranı'nda postadan gelen zarfı açtığında, Alfred Russel W allace’in doğal seçme hakkında kendi başına geliştirdiği ve kendisinin 1842 yılında yazdığı taslağınkine çok yakın bir uslamlamaya dayanan kuramını buldu. Paniğe kapılan Darwin, böylece kuramını Wallace ile ortak bir metinde sunmaya mecbur oldu. Bunu ertesi yıl Türlerin Kökeni izledi. Darwin, alelacele tamamlayarak yayımladığı bu eseri, hiçbir zaman yazamayacağı daha kapsamlı bir çalışmanın özeti olarak görmekte ısrar etmiştir.

Türlerin Kökeni Pek çok büyük buluş gibi, iç işlenişinde ve ayrmtılandırmasında son derece karmaşık da olsa Darwin’in tam adı D oğal Seçme Yoluyla Türlerin Kökeni Üzerine; Ya da H ayat M ücadelesinde Elverişli Irkların Koru­ numu olan eserinin temel fikri oldukça basitti. Teme] kuram kitabın başlangıç bölüm lerinde ortaya iionmuş ve şu şekilde geliştirilmişti:


248

MARX'IN EKOLOJİSİ

Tüm organizmalar “süper doğurganlıkla” ya da hayatta kalabilecek miktardan çok döl venneye yönelik bir eğilim le karakterize olurlar. Bu döller kendi aralannda çeşitlilik gösterir ve orijinal tiplerin basit birer kopyalan değildir. Bu çeşitlilikler kısmen gelecek kuşaklara aktanlır. (Darwin genetik biliminin gelişmesinden önce yazdığı için kahtım yasalannı bilmiyordu, ama kalıtım olayının kendisi kuşkusuz çok iyi bili­ niyordu.) Bütün döller hayatta kalamayacağından, Darwin, bu çok sayıda döl arasında bir varolma mücadelesinin zoranlu olduğu ve içinde yaşadıklan yerel çevrenin sınırlı koşullanna geçirdikleri içsel değişim süreci yoluyla en iyi uyum göstermeyi başaran döllerin istatistiksel olarak daha yüksek bir hayatta kalma oranına sahip olm a eğilim inde olacağı ve böyle­ likle uğradıklan değişimleri (en azından bir ölçüde) kendi döllerine aktaracaklan sonucuna varmıştı. B öyle yararlı çeşitlenm elerin jeolojik zamanın çok uzun ölçeğinde birikmesi, türlerin evrimi, ya da, deği­ şikliklerle türeyişle sonuçlanıyordu.® Darwin, sunuşunda eserinin başlıca katkısının, Vestiges’in yazannın yaptığı gibi kendisinden önce zaten defalarca dile getirilmiş olan türlerin dönüşümü düşüncesini ortaya atmak değil, kendisi aracıhğıyla bu dönü­ şümün meydana geldiği özgül m ekanizmayı -doğuştan çeşitlenm eler aracılığıyla doğal seçm e- açıklamak olduğunu açıkça ortaya koymuştu. Bundan başka, kuramının amacı doğada her yerde rastlanan ve doğal teoloji geleneğince öylesine şiddetle vurgulanan çevreye hayranlık verici uyarlanma (ve karşılıklı uyarlanma) olgusuna bir açıklama getirmekti. Darwin’in sunuş stratejisi basit ve seçkindir. Birinci bölüme, okuyuculannın en iyi bildiği bir konuyla, çiftçiliğin ve hayvancılığın uzun tarihi boyunca bitkilerde ve hayvanlarda meydana getirilen “Evcilleştirme Altında Çeşitlenm e” ile başlar. Burada, yapay seçm enin, bitkiler ve hayvanlarda çoğu kez genel olarak farklı türler olarak kabul edilen canhlan birbirinden ayıran farklılıklardan daha büyük bir çeşitlenme meyda­ na getirdiğini, bununla birlikte, bu şekilde farklılaşan canlılann yine de ortak bir atadan geldiğinin görülebileceğini gösterir. Ardından, İkinci Bölümde, “Doğadaki Ç eşitlenm e” sorununa eğilir. Buradaki olağanüstü çeşitlilik göz önüne alındığında, ortaya çıkan soru, çok daha geniş bir zaman ölçeğinde gerçekleşse de, doğada da, çiftçinin ya da hayvan yetiş­ tiricisinin yaptığına eşit biçim de işleyen ve aynı sonuçları doğuran bir mekanizmanın bulunup bulunmadığıdır. Sorunun yanıtı, Darwin’in böyle bir mekanizmanın işleyişini ortaya koymaya başladığı “Varolma M ücadelesi” başlıklı Üçüncü Bölümde


GÖRÜŞÜM ÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

249

gelir. Bu konu. Dördüncü Bölümde “Doğal Seçm e” terimleriyle daha tam olarak işlenir. Eserin geri kalan bölümü, varolma mücadelesi bağlamında doğal seçm e genel ilkesi tarafmdan ortaya konan konulann bütün karma­ şıklığı içinde araştırılmasına ayrılmıştır. Örneğin, A ltıncı Bölüm de Darwin, Paleygil doğal teologlann çok büyük önem atfettikleri -göz gibiolağanüstü mükemmellikteki organlann evrimini araştınr. Yedinci Bölüm de de petek yapan arılardaki gibi, karmaşık içgüdüsel davranışlann gelişm esi sorununu ele alır. Her durumda, bütün bunlann doğal seçm e aracılığıyla gerçekleşen sayısız tedrici gelişm eden nasıl kaynak­ lanabileceğini açıklar. Sonuçta, doğada tannsal müdahalenin çürütülemez kanıtı olarak uyarlanmanın mükemmelliğini gösteren doğal teolojinin akıl yürütmesine öldürücü bir darbe vurulur. Darwin, doğadaki çeşit­ liliğin ve organizmalann uyarlanmasının önemini kabul etmekle doğal teolojiden daha da ileriye gider. N e var ki, bunu nihai nedenlere başvur­ maksızın yapar. Darwin’in tüm akıl yürütmesinin temelinde “Varolma M ücadelesi” düşüncesi yer almaktadır. Bu düşünce dikkate değer ölçüde Malthus’tan esinlenmiştir. Darwin’in Türlerin Kökeni'nın sunuşunda ifade ettiği gibi. Bu, M althus’un bütün hayvanlar ve bitkiler alemine uygulanmış öğretisidir. Her türden hayatta kalması mümkün olandan çok daha fazla birey doğduğundan ve bunun sonucunda sık sık yinelenen bir varolma mücadelesi bulunduğundan, eğer bir canh kendisi için herhangi bir şekilde yararlı olacak bir değişikliğe uğrarsa, hayatın karmaşık ve kimi zaman değişen koşullarında hayatta kalm ak için daha büyük bi r şansa sahip olacak ve böylece doğal olarak seçilmiş olacaktır.

Bu ilke, “Varolma M ücadelesi” başlıklı bölümde biraz değişik biçim de şöyle ifade edilir: Bütün organik varlıkların yüksek bir oranla çoğalmaya eğilimli oluşunu kaçı­ nılmaz olarak bir varolma mücadelesi izler. Kendi hayat süreci içinde çok sayıda yumurta ya da tohum veren her varlık hayatının bir döneminde ve belli mevsimler ya da olağandışı yıllarda yıkıma maruz kalmalıdır, aksi takdirde, geometrik artış ilkesi nedeniyle sayısı öyle büyük bir hızla artardı ki, ortaya çıkan ürünü hiçbir ülke besleyemezdi. Bu nedenle, hayatta kalabilmesi mümkün olandan daha fazla sayıda birey üretildiğinden, her durumda, ya aynı türün bireylerinin birbirlerine karşı, ya da, farklı türlere yahut hayatın fiziksel koşullanna karşı bir varolma mücadelesi olmalıdır. Bu, çoğaltılm ış bir güçle bütün hayvan ve bitki alemlerine uygulanmış M althus öğretisidir; çünkü bu alanda [M althus’u ilgilendiren insanlar aleminde olanın aksine] besin maddelerinin yapay olarak artırılmasına ya da evli-


250

MARX'IN EKOLOJİSİ

likten kaçınma temkinliliğine yer olamaz. Şimdi bazı türler az ya da çok hızla sayı­ ca artıyor olabilse bile, dünya bu kadar ağırlığı kaldıram ayacağından hepsi bunu yapamaz, istisnasız bir kural olarak, bütün organik varlıklann doğal çoğalma hızı öylesine yüksektir ki, döllerinin bazıları yok olmasa, bütün dünya kısa zam anda tek bir çiftten üreyenlerle kaplanırdı. Yavaş üreyen insan nüfusu bile yirmi beş yıl içinde ikiye katlanmıştır, ve bu oranla artışı sürse, birkaç bin yıl içinde insan soyu için, kelimenin gerçek anlamında, ayakta duracak yer kalmazdı. ‘ ‘

Doğadaki varolma mücadelesi öylesine yoğundur ki Darwin bunu ancak (ilk olarak Defterler'\nd& kullandığı) dramatik bir mecaza başvu­ rarak açıklayabilir; “Doğamn yüzeyi (görünümü) on bin keskin kamanm bir araya geldiği ve bazen bir kamanm, bazen diğerinin, daha büyük bir gücün etkisiyle darbe alarak sürekli hamlelerle içeri doğru girdiği, hare­ ketli (üretken) bir sahaya benzetilebilir.” D anvin’in sık sık kullandığı kama imajı, Stephan Jay Gould’un sözleriyle, “Doğanın, kendisini Boşluk Yok tabelası takarak eğlendiren ekonomisinde, türleri tem sil eden kamalarla tamamıyla dolu bir yerin imajıdır. Evrimsel değişim , ancak, bir türün diğer bir türü sürerek, bu tıklım tıklım dolu alana yavaş yavaş kendisini sokmayı becerm esiyle meydana gelebilir.” Darwin, bütün orga­ nik varlıkların “geometrik bir oranla artmaya çalış”üğm ı ve bu organik varlıklann her birinin, “hayatının bir döneminde, yılın belli bir m evsi­ minde, her kuşakta, yahut kuşak aralannda... hay at için mücadele etmeye ve büyük yıkımlara maruz kalmaya” zorlandığını savunur.'^ Bununla birlikte, Darwin “varolma mücadelesi” mefhumunun basitçe (hatta esas olarak) bireysel organizmalar ve/ya da türler arasmda doğru­ dan bir mücadele anlamında görülmemesi gerektiğini açıklamaya özen gösterir. “Varolma M ücadelesi terimini” diye yazar: bir varlığın diğerine bağım lılığını ve bireyin yalnızca yaşam akta değil (daha da önemli olarak) neslini sürdürmekteki başarısını da içeren geniş ve mecazi bir anlamda kullanıyorum. Bir kıtlık döneminde iki yırtıcı hayvanın yiyeceği kimin kapacağı ve hayatta kalacağı üzerine mücadele edeceği doğru olarak söylenebilir. Fakat bir çölün kıyısında yetişen bir bitki için, nem e bağımlı olduğunu söylemek daha uygun olsa da, kuraklığa karşı mücadele ediyor denebilir...Ökseotu, elma ve az sayıda başka ağaç türlerine bağım lıdır, ama ökseotuyla bu ağaç türleri arasmda bir mücadele bulunduğunu söylemek, ancak, aynı ağacın üzerinde bu asalaklardan çok sayıda büyüyerek ağacı tüketip öldürdükleri durum da geçerli olacak bir zorla­ ma olur. Fakat aynı dalda büyüyen birkaç ökseotunun birbirleriyle mücadele etti­ ğini söylemek daha doğru olabilir. Ökseotu tohumlarım kuşlar aracılığıylayaydığı için, varoluşu kuşlara bağım lıdır; ve mecazi olarak, kuşları başka bitkilerin


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

251

değil de kendisinin meyvelerini yemeye ve böylece dışkilarıyla tohumlarını yaymaya çekmek için ökseotuyla diğer meyve veren bitkiler arasında bir mücadele bulunduğu söylenebilir. Birbiriyle ilintili bu çeşitli anlam lar için, kolaylık adına varolma mücadelesi genel terimim kullanıyorum.'^

Darwin’in çoğu kez kelim e anlamıyla değil mecazi anlamda aldığı “varolma mücadelesi” kavramını kullanması, kuramına büyük ölçüde yanıltıcı olan Malthusçu bir hava vermiştir. Malthus’un Nüfus Üzerine D enem esi'nâea esinlenmiş olduğu kesin olmakla birlikte, Darwin’in Mathus’a doğrudan entelektüel borcu son derece sınırlıdır ve geometrik doğal çoğalma oranının varolma mücadelesiyle birlikte yürüyen bazı dışsal kısıtlara tabi olm ası gerektiği hipotezini kabul etmekten fazla öteye gitmez. Görünüşe göre Malthus’un evrimci biyologlann “nüfus düşüncesi” dedikleri şeye bağlanması için Darwin’e esin vermiş olduğu doğrudur. Neo-Darvinci senteze en büyük katkıda bulunanlardan (Stephen Jay Gould’un “yaşayan en büyük evrimcimiz” olarak nitelediği) Ernst Mayr’m deyişiyle, nüfus düşüncesi “cinsellikle üreyen bütün türlerde her bireyin benzersizliğini ve böylece nüfuslann gerçek çeşitlenebilme yete­ neğini vurgulayan bir bakış açısıdır.” Malthus’un nüfusun (denet­ lenmediği zaman) geometrik artış oranı üzerine yürüttüğü tartışma, tek bir türe, hatta, bu kural, insanlar için de geçerli olduğu için, hâkim türe yani insan türüne ait bireyler arasındaki mücadeleye dikkat çekiyordu. Darwin, bu görüşü nüfus düşüncesiyle birleştirip, çeşitlenm e ve buradan varolma için mücadeleye yoğunlaşarak, “değişikliklerle türeyiş” dediği sayısız küçük ve doğuştan çeşitlenmelerle yürüyen bir evrim sürecini tüm gücüy­ le göstermeye muvaffak oldu. Fakat, Darwin’in kendisi bu entelektüel başansmı (esinlenm e anını) Malthus’u okumasına atfetmiş olsa da, Mayr’in belirttiği gibi, Malthus, çok katı belirlenmiş sınırlann ötesinde türlerin çeşitlenebilirliği anlayışını ve böylelikle aslında uyarlanmada “iyileşm e” olanağının kendisini reddediyordu. Malthus’un (bitkilere ve hayvanlara uyguladığı) canahcı önemdeki aritmetik oranı, başlangıçta (bir dayanağı olduğu ölçüde) bu son derece olumsuz varsayıma, yani tanmda üretkenliğin, insanm geçiminin bağlı olduğu toprağm, ya da, bitki ve hayvanlann koşullannda (son derece sınırlı bazı iyileştirmeler dışın­ da) iyileştirilme yapılamayacağı varsayımına dayanıyordu. Malthus’un doğal-teolojik bakış açısından uyarlanma, türlerin dönüşümünün bir sonucu değil, -Tannnın değişm ez tasanmının bir parçası olarak- doğaya


252

MARX'IN EKOLOJİSİ

verilm iş tannsal bir bağıştı. Bu nedenle, Malthus’un düşüncesinde evrimci bir tahlilin izi bile yoktu. Dahası, bugün biyolojinin kavradığı biçim iyle “nüfus düşüncesi” Malthus’un tümüyle habersiz olduğu bir şeydi. Mayr, bu konuda son derece nettir: “İlginçtirki M althus’un düşün­ cesinin derinlerine indiğimizde nüfus düşüncesinden iz bile bulamayız. Malthus’un söz konusu bölümlerinde Darwin’e katlanarak büyüme düşüncesini verecek, konuyla uzaktan yakından ilgili, bir şey yoktur.” ''* Malthus’un üzerindeki doğrudan kuramsal etkisi küçük olsa da, Darwin’in görüşlerini Malthusgil mecazlar üzerinde eklemlendirmesinin öğretilerinin algılanış biçim i üzerinde önem li etkileri olduğu yadsı­ namaz. Marx’m diyeceği gibi, bu, “H obbes’un bellum omnium contra omnes'ınin doğaya uygulanmış biçim iyle” keşfiydi.'’ Aslında, Malt­ hus’un görüşlerinin İngiliz üst sınıfı arasmdaki yaygınlığı g ö z önünde tutulduğunda, Malthusçu bir varolma mücadelesi yorumu belki de kaçı­ nılmazdı. Darwin’in Malthus ile kişisel tanışıklığı entelektüel olduğu kadar (sınıf konumunu yansıtır biçim de) ailevi ilişkilere de dayanıyordu: Önde gelen bir Malthusçu olan ve Malthus’u yakından tanıyan Harriet Martineau’nün Darwin’in kardeşi Erasmus ile uzun süren bir ilişkisi olmuştu. Kuzeni (ve kansının kardeşi - çünkü Emma da birinci dere­ ceden kuzeniydi) Hensleig W edgwood, Malthus’un yakın dostu ve Halleybury’deki Doğu Hindistan K oleji’nde çalışm a arkadaşı olan ikti­ satçı James M acintosh’un kızı Fanny Macintosh ile evliydi ve düğün­ lerinde Fanny’nin nedimeliğini Emma yapmıştı. Bütün bunlar, Malt­ hus’un geniş W edgwood - Darwin oym ağının yem ek masalannın başlıca konuşma konusu olm asını garantiliyordu.'* Darwin, -Türlerin KökenVmn 1869 basımında doğal seçm e kavra­ m ıyla aşağı yukan eş anlam da-ilk kez 1864 yılında Herbert Spencer tarafından ortaya atıla n -“en uygun olanlann hayatta kalması” kavramını gönülsüzce kabul etmekle -sonralan “sosyal Darvincilik” olarak tanı­ nacak düşünce tarzına işaret ed erek - kuramının Malthusçu yommuna daha bile büyük bir katkıda bulunacaktı.'^ Biyolojide “en uygun” mefhu­ mu, zamanla, bireysel organizmalann kendi genlerini gelecek kuşaklara aktarabilecek duruma gelm esi anlamını kazanmıştır. Spencerci/ Malthusçu, yani, sosyal Darvinci anlamında ise bu kavram, insan toplu­ muna uygulanarak, güçlü olanın haklı olmasını ve tepede olanın üstün­ lüğünü meşrulaştırmak için kullanılmıştır. M althus’un kuramı, toplum­ sal alanda iyileşm e ya da ilerlem enin nüfus artışını geçim kaynaklanyla denge içinde tutma sonucunu veren bir varolma mücadelesini zorunlu


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

253

kılan katı doğa yasalanyla olanaksız kılındığını göstermek amacıyla tasarlanmış on sekizinci yüzyıl usulü bir denge kuramıydı. Oysa, Spen­ cer, Darwin’in Türlerin Kökeni'ne yazdığı sunuşta, J.W. Burrow gibi, “kuramını ‘uygun olm ayanlann’ elenmesine dayanan bir insani ilerleme kuramı haline getirerek, M althus’u baş aşağı çevirdiği”ne işaret ediyor­ du.'* A B D ’de bu görüş, “milyonerlerin doğal seçmenin bir ürünü” oldu­ ğunu öne süren sosyal Darvinci William Graham Sumner tarafmdan savu­ nuldu. Bu bakış açısı John D. Rockefeller, James J. Hili ve Andew Carne­ gie cinsinden soyguncu baronlar açısından çok çekiciydi. Rockefeller, bir Pazar okulunda yaptığı bir konuşmasında, “büyük şirketlerin büyü­ m esinin yalnızca en uygun olanların hayatta kalması... yalnızca doğanın ve Tannnm yasasının işleyişi” olduğunu söylem işti. Uluslararası alanda sosyal Darvincilik, Joseph Conrad’ın romanı Karanlığm Yüreği’nin baş kahramanı Kurtz’un “bütün vahşileri yok edin” çığlığında özlü anla­ tımını bulan, emperyalist kitlesel şiddet ve kınm politikalannı haklı göstermek için kullanılmıştır.'® Bütün bunlar, Darwin’in şahsına bir hakarettir ve doğru anlaşıldığı biçim iyle kuramına terstir. N e var ki, son derece güç ve yaygınlık kazanan bu imaj, Darvinciliğin halk nezdindeki imajına günümüze dek hâkim olmuştur. “En uygunlann hayatta kalması” düşüncesi zaman zaman Darwin’in bilimsel mesajını boğmuşsa, bu, tıpkı söz konusu kavram gibi eserinin ilk basımında kullanmadığı “evrim” kavramı için de geçeriidir. Darwin, ilk basımda yalnızca “doğal seçm e,” türlerin “değişebilirliği” ve “değişm e yoluyla türeme” terimlerine yer vermiştir (bu basımda “evrilmek” terimi yalnızca bir kez kullanılmış, “evrim” terimine ise hiç yer veriimemiştir). Evrim kavramı, içerdiği “açılarak ortaya çıkma” ve “ilerleme” anlamlanyla -genel organik süreçte daha büyük bir m ükem melleşm eye doğru bir yön mefhumu ima ettiğinden- neredeyse erekbilimci bir bakış açısı banndınyordu ve bu yönüyle Darwin’in tümüyle materyalist görüşlerine ters geliyordu. The Vestiges o f C reation’m kütüphanesinde bulunan nüshasının sayfa kenarına, bir özdeyiş gibi “Asla daha yüksek ya da daha aşağı yok” ibaresini yazmıştı. Darwin’in kuramında doğal seçm e yalnızca içinde yaşanılan çevreye uyarlanmakla ilgilidir, eğer çevre değişikliğe uğrarsa, çevrenin eski duru­ muna son derece iyi uyarlanmış olan bir tür (diyelim tüylü mamut) yeni duruma uyum sağlayamayabilir. Değişen yerel çevrelere uyum sağla­ yabilme, hiçbir biçimde, üstünlük ya da aşağılık anlamına gelmez. N e var


254

MARX’IN EKOLOJİSİ

kİ, burada da, evrimi açık biçimde genel ilerlemeyle özdeşleştiren daha Spencergil bir bakış açısı galip gelmiştir. Darwin’in kuramı hızla hiç olmadığı bir şeye, burjuva ilerleme düşüncelerini özel olarak destek­ leyen bir kurama dönüştürülmüştür. Kuramının daha devrimci yönleri böylece perdelenmiş ve gerçekte sonraki biyologlar tarafından yeniden keşfedilm ek zorunda bırakılmıştır. Bugün biyologlar, evrim i artık üstün ya da aşağı terimleriyle düşünmemektedir, ancak, genel kamu, terimi hâlâ Spencergil anlamında kullanmaya devam etmektedir.^“ N e yazık ki, Darwin zaman zaman bu gibi tutarsızlıklannm tahlilini sakatlamasına izin vermiştir. Bu tutarsızhkların kaynağı kendisinin sın ıf konumunda bulunabilir. Böylelikle, bizzat kendisi, ilerlem eyi oluşturan bir evrim anlayışına katkıda bulunmuştur. Türlerin KökenVnin (öğre­ tisinin devrimci doğasının önemini küçük göstermeye ve sarsılmış okuyuculanm teskin etm eye adanmış) sondan ikinci paragrafında “D oğal seçm e yalnızca her varlığın iyiliği sayesinde ve iyiliği için çalış­ tığından, bütün bedensel ve zihni yetiler m ükemmelleşme yönünde iler­ lem e eğilimindedir” diye yazmıştır. Daha önceleri öylesine kararlı bir biçimde materyalist, yani özcülük ve erekbilimcilik karşıtı bir duruş benimsem iş bir düşünür için bu, geniş ölçekte yayılmanın bir bedeliydi.

Darwin, Huxley ve Erekbilimin Yenilgisi Ne var ki, Darwin’in düşüncesinin devrimci karakterinin üstü öyle kolay­ lıkla örtülemeyecekti ve bu daha başlangıcında bütün çıplaklığıyla orta­ ya çıktı. 1860 Haziranı’nda Bilim in İlerlemesi İçin İngiliz Birliği (B A A S), Oxford’da bilim tarihinin en ünlü karşılaşmalarından birine sahne olacak bir toplantı düzenledi. Türlerin Kökeni'mn yayım ­ lanmasından kabaca yedi ay sonra 30 Haziran 1860’ta Oxford’un yeni Gotik canlanış m üzesinde, sayılan yedi yüz ile bin arasında değişen büyük bir dinleyici kalabalığı toplandı. En tanınmış Darvinciler olan Thomas Huxley ile Joseph Hooker da katılımcılar arasındaydı. Toplantı salonunun ön koltuklannı ak yakalıklı kilise ileri gelenleri doldurmuştu. Podyumda, bir mateniatikçi, kuşbilim ci ve B A A S ’ın başkan yardımcısı olan (belagat yeteneğinden dolayı öğrencilerinin “yağcı Sam” adını taktıklan) Oxford Başpiskoposu Sam W ilberforce bulunuyordu. Başpis­ kopos, Türlerin Kökeni hakkında uzun uzun konuştuktan sonra, dinle­ yiciler arasında bulunan H uxley’e “maymunlann ailesinin ana tarafında mı, baba tarafında mı bulunduklarını” sorarak alaycı bir saldında bulun­


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

255

du. Bu alayla, H u xley’in Viktorya dönemi kadmlannın dokunulmazlığını çiğnemiş olduğunu göstererek dinleyicilerden puan toplamayı umuyordu. Huxley, bu sorunun imalannı basitçe reddetmek (ya da kabul etmek) yahut ne dese kabalık olarak anlaşılacak bir tuzağa düşmek yerine (sonra­ dan bir mektubunda anlattığı şekilde) şöyle karşılık verdi: Böyle bir konuyu tartışmaya açmak benim aklım a gelmezdi; ama saygıdeğer dinadamına bu alanda da gereken karşılığı vermeye fazlasıyla hazırdım. Madem ki dedim, büyükbaba olarak ya zavallı bir maymunu, ya da doğa tarafından üstün yete­ nekler verilmiş ve büyük etki leme gücüne sahip olmuş, ama bu yetilerini ve bu etki­ sini sadece ciddi bir bilimsel tartışmayı gülünçleştirmek için kullanan bir adamı seçme durumunda bırakıldım, hiç tereddütsüz tercihimi maymun yönünde yapıyomm.

Salondaki öğrenciler katıla katıla gülm eye başladılar. Mevki ya da serve­ te güvenerek bilime hakemlik yapmaya karşı daha iyi ifade edilm iş bir saldın yapılamazdı. Bu büyük kapışma devam ederken, Darwin’in ünlü gezisinde Beagle gemisinin kaptanlığını yapan ve aradan geçen yıllarda akli dengesini yitirerek Darwin’in erekbilime yaptığı saldırıdan kendisini sorumlu tutmaya başlayan Robert Fitzroy da, başının üzerinde tuttuğu bir İncil ile podyumda kasıla kasıla yürüyerek “Kitap, Kitap” diye bağınyordu. Bütün bu curcuna içinde kimin ne anladığı kuşkusuz kişiden kişiye büyük farklılık gösteriyordu, ama, Huxley ve Joseph Hooker ile Darvincilerin “yeni model ordusu” hengameden zaferin kendilerinde olduğu inancıyla ayrıldılar ve Down H ouse’daki D anvin’i çabucak zafer­ lerinden haberdar ettiler. Tarih, doğal teolojinin tayin edici bir yenilgiye uğradığını kaydedecekti.^' Darvinci devrim, geleneksel düşüncenin en temeldeki iki akidesine, yani, erekbilimciliğe ve özcülüğe darbe vurmuştu. Mayr’in sözleriyle: Darwin’in kuramlannm meydan okuduğu ideolojilerden... hiçbiri özcülük felse­ fesi kadar sağlam biçimde yerleşmiş değildi... Belirli bir felsefe olarak özcülUk, kendisi bu konuda sonraki bazı izleyicileri kadar dogm atik olmasa da, genellikle Platon’a isnad edilir... Platon’un dünya hakkmdaki mağara alegorisi çok tanın­ mıştır: Dünya görüngülerinden görebildiğim iz her şey, gerçek nesnelerin bir ateşin ışığıyla bir m ağaranın duvarm a düşen gölgelerine karşılık düşer. G erçek özleri asla göremeyiz. Çeşitlilik, temeldeki değişmez özlerin mükemmellikten uzak tezahürleridir.^^

Darwin’in Cambridge’deki hocalannın hepsi (erekbilimci olduklan


256

MARX'IN EKOLOJİSİ

kadar) Platoncu okuldan yetişmiş skolastik özcülerdi v e doğal teolojiyi benimsiyorlardı. Büyük jeolog ve Darwin’in daha sonraki akıl hocası Charles Lyell bile, “Ortak atadan gelen canhiann belirli bir tipten asla farklılaşamayacaklan belli sabit sınırlann olduğunu” savunuyordu. A ynı şekilde, John Stuart M ill de, türlerin “aralannda aşılmaz bir sınır bulu­ nan” doğal “cinsler” olduğunu söylemişti. Darwin’e göre, tersine, bütün türler değişebilm e özelliğine sahiptir ve aralannda kesin aynmlar yoktur - tür tanımlan anlama bakımından kullanışlı iseler de özlerinde keyfî ve değişkendir. Huxley, “bir kez ortaya çıkm ış bulunan bir ırk, içinden çıküğı topluluktan daha fazla belirli ve değişm ez bir kimlik değildir aynı şey, türlerin kendileri için de geçerlidir. Aslında, ‘türlerin değişim i hipotezinin’ özü budur.” diyordu.^’ Dahası, Darwin’in özcülük eleştirisi, insanın sözde değişm ez, âli konumunu ve değişm ez bir “insan doğasını” sorgulamakla bundan da daha ileri gidiyordu. Darwin’in erekbilime yönelttiği devrimci eleştiri, doğal teolojinin merkezi inancını hedeflediğinden daha da önemliydi. Thomas H uxley’in 1864’te ortaya koyduğu gibi, “yaygın olarak anlaşıldığı biçim iyle doğal teoloji, öldürücü darbeyi Bay Darwin’in elinden yem işti.” H uxley’e göre, erekbilim sel akıl yürütme aşağıdaki gibi işler: bir organ ya da organizma (A) tam amıyla bir işlev ya da am aca uygundur; (B) öyleyse bu organ ya da organizma özel olarak bu işlevi yerine getirmek için yapıl­ m ıştır. Paley’in ünlü örneğinde, saatin bütün parçalarının zam anı gösterm e işle­ vine y a d a amacına uygun olması, saatin özel olarak bu amaç için düzenlendiğinin; bir saatin zamanı ölçmesi şeklinde bir etki üretmeye yetenekli bir neden olarak yalnızca araçlarını doğrudan bu hedefe uyarlayan düzenleyici zekâmn kanıtı olarak alınır.

Fakat tümüyle rastlantısal bir doğal sürecin bir niyet ya da düzenleyici olmadan aynı sonuçlan üretebileceği gösterilebilirse “özel yaratma öğre­ tisinin” erekbilimci tasanmdan çıkan kanıtı ortadan kalkacaktır. H uxley’e göre, D arwin’in başansım n m uazzam lığını oluşturan budur.^ Erekbilimci tutum, kedilerin birincil amaçlan olarak buna ayar­ lanmış olduklarından fare yakalamaya öylesine iyi uyarlanmış olduk­ larım savunuyordu. N e var ki, H uxley’in bakış açısından bu erekbilimsel akıl yürütme, “bir diyalektik sorunu olarak ... o kadar da çarpıcı değildi.” Huxley, Darvinciliğin “kedinin fareyi iyi yakalam ak için varolduğunu hayal etmek­ tense, iyi yakaladığı için varolduğunu varsaydığını” ilan eder, “fare


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

257

tutmak kedinin varoluşunun sonucu değil, koşuludur.” Darwin’i erekbilimle bağdaştırmaya çalışanlara - ve akıl yürütmelerini Darwin’in Türlerin Kökeni'nm sonunda organizmalann “mükemmelleşmeye” yöne­ lik eğilimleri hakkmdaki yanıltıcı ifadesine dayandıranlara- karşı, Huxley, ‘Türlerin Kökeni’nin mhunu doğru biçimde kavnyorsak, o zaman, yaygın olarak anlaşıldığı şekliyle Erekbilime karşı hiçbir şeyin, Darvinci Kuram’dan daha tam ve daha mutlak biçimde muhalif olama­ yacağında” ısrar eder. Huxley, Darwin’in organizmalann “mükemmelliğe doğru” ilerleme eğilimi hakkmdaki ifadesinin önemsizleştirerek, doğru anlaşılmış Darwin Kuramının her türlü doğrusal ilerleme ya da amaçlı erekbilimsei süreç anlayışından bağımsız olduğunda ısrarlıdır; Mükemmelleşmeye doğru tedrici ilerieyişin Darvinci inancın zorunlu bir parça­ sını oluşturduğu şöyle dursun, bize öyle geliyor ki, bu inanç belli bir durumda çakı­ lıp kalm a ya da tedrici gerilemeyle son derece iyi uyuşmaktadır. Örneğin, buzul çağının geri döndüğünü ve kutup ikliminin tüm dünyaya yayıldığını düşünelim. Bu koşullarda doğal seçmenin işleyişi daha yüksek organizm alann kökünün kazınması ve hayatın daha aşağı biçimlerinin serpilip gelişmesi yönünde olurdu.

Çevre koşullannm radikal biçimde değişebileceği ve böylece, tüylü mamut gibi, daha önce çevresine çok başanlı biçim de uyarlanmış olan bir organizmanın değişen çevreye artık o kadar iyi uyum sağla­ yamayacağı (gerçekte tükenişe itileceği) gerçeği, tek başına her türlü basit ilerleme mefhumuna ters düşer.^’ Huxley için, ta başından beri Darvingil devrimin önemi, “nihai neden­ ler öğretisi”ne son verişindeydi. Üstelik bunu Lamarkçı “deneyimler sayesinde değişm e” ve değişimlerin bir kez olduktan sonra kalıtsal biçim­ de aktarıldığı varsayımlarına dayanmadan yapmıştı. (Lamarck yanlış biçimde, örneğin, “kısa boyunlu bazı kuşların ıslanmadan balık yaka­ lama çabalannın, zamanla ve ısrarla tekrarlanmakla, bütün balıkçıllann ve uzun boyunlu su kuşlannm ortaya çıkmasına neden olduğunu düşün­ müştü.) Ne var ki, H uxley’in Türlerin Kökeni hakkmdaki ilk tartışmalannda seslendirdiği, Darwin’in doğal seçmenin rolünü “abartmış” olup olmadığı sorunu baki kalıyordu: Huxley’in görüşünce: Kanımıza göre, sayfalar boyunca sık sık karşımıza çıkan “Natura non facit saltum" [Doğa sıçram alar yapmaz) özdeyişiyle kendisini zahmete sokmasaydı. Bay Darwin’in konumu daha da güçlü olabilirdi. Biz inanıyoruz ki... Doğa ara sıra sıçrayışlaryapar, ve bu olgunun kabul edilmesi dönüşüm kuram ının önündeki pek çok küçük engelinkaldınlm asındahiç de az önem taşım az.^ F:17 / N4arx'ın Ekolojisi


258

MARX'IN EKOLOJİSİ

Darwin’in evrimin tele mekanizması olarak doğal seçm e üzerine yaptığı şiddetli vurguya -e n büyük yandaşlan arasında b ile - yönelik bu tür kuşkular çok dayanıklıydı ve ömrünün kalan kısm ında daha da güçlenm işti, ö y le ki, hayatının sonlanna doğru D arw in’in kendisi de doğal seçm enin evrimsel gelişim in kapsayıcı nedeni olduğuna duyduğu güveni yitirdi. Buna, kuramına yöneltilen üç itiraz neden olmuştu. İtirazlardan ilki, fosil kayıtlarının yetersizliğine ve türler arasında geçiş tiplerinin yokluğuna odaklanmıştı. Darwin, jeolojik değişim leri açık­ lamakta yıkım ve felaketleri bir yana bırakan - v e böylece, jeolojik zamanın uzunluğunu yavaş yavaş, azar azar gerçekleşen değişikliklere izin verecek biçimde gen işleten - L y ell’ın tek biçim li jeolojik zaman anlayışına dayanarak, doğada “sıçram alann” varlığını reddetmişti. N e var ki, paleontolojik kayıtlar hızla, doğal tarihte büyük ve doldurulamaz boşlukların varlığına işaret etm eye başladı. (Bugünün bilim cileri evrim tarihinde bu türden ani ve keskin kaymaların varlığını kabul etmekte, ancak, bunu “noktasal denge” ile gerçekleşen doğal seçm e gibi kavramlarla, evrim kuramıyla bütünleştirmektedir.) İkinci eleştiri fizikten kaynaklanmaktadır. D arw in’in zam anının en büyük fizikçisi W illiam Thom son (sonradan Lord K elvin unvanını alm ıştır) yerkabuğunun varsayılan soğum a hızına dayanarak yaptığı hesaplarla yeryüzünün yaklaşık yaşının yüz m ilyon yıl olduğunu (bu rakam hesaplarının ortalama sonucudur, daha dakik hesaplarla, bu, yirm i m ilyon yıl ile dört yüz m ilyon yıl arasında değişebiliyordu), bu sürenin İn cil’de dünyanm yaşı için verilen altı bin yıla göre çok uzun olm akla birlikte, D arw in’in doğal seçm e kuramın önerdiği gibi, varo­ lan bütün türlerin son derece yavaş ve tesadüfi çeşitlenm elerin birik­ m esi yolu yla evrim i için gereken zamana göre de çok kısa olduğunu öne sürmüştü. (Fransız fizik çisi A ntoine Henri Becquerel’in 1896 yılında radyoaktiviteyi keşfetm esinden sonra, T hom son’ın hesap­ lamalarının (bilgi yetersizliğinden ötürü) doğru olm adığı gösterilm iş ve dünyanın tahm ini yaşı y in e L yellcı ölçülere uzatılm ıştır.) Son olarak bir mühendislik profesörü olan Fleeming Jenkin, 1867 yılında, o zamanlar varsayıldığı gibi, her ana-babanın kalıtsal karak­ terleri yavrularında birbirine karışıyorsa, bu durumda ana-babanın birinin taşıdığı önem li çeşitlenm elerin soyundan gelenlerde de ortaya çıkm a şansının çok küçük olacağını, çünkü, bu şansın her kuşakta yarıya inerek gitgide azalacağını öne sürdü. B öylece, çeşitlenm elerin kuşaktan kuşağa aktarılması şöy le dursun, bir bireyde ortaya çıkan


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

259

olumlu bir değişiklik kendi neslinden gelenlerde kaybolacaktı (İronik biçimde, bu itirazın yanıtı daha ortaya atılmadan önce verilmiş, ancak bilim dünyasınca Yirminci yüzyılın başlanna dek bilinmeden ya da değe­ ri anlaşılmadan kalmıştı. Bu yanıt, genetik etmenlerin bölünem ez parça­ cıklar gibi hareket ettiklerini ve bir kez kazanıldıklannda bir daha kaybolmadıklanm gösteren Mendel genetiğiydi.^’) Fizikçi Thom son’m eleştirisinin karşısına dikilen H uxley, “B iy o ­ loji zamanını Jeolojiden alır. Canlı biçim lerinin yavaş bir hızla d eğ iş­ tiğine inanmamızın tek nedeni, gerçekte, bunlann jeolojinin bize sö y le­ diğine göre oluşmalarının çok uzun süren tabakalar içinde bulunmuş olmalanndandır. Eğer jeolojik saat yanlışsa, doğacılann yapmak zorunda olduğu tek şey, hız mefhumlarını buna göre ayarlamaktır.” iddiasıyla karşı saldınya geçti. N e var ki, evrim sürecini anlatmakta doğal seçm enin yerine koyacağı bir kurama sahip olmadığından, H uxley’in savunması bir oyalam a taktiğinden başka bir şey değildi. Jeolojiyle ilgili olarak, mutlak olarak som bir tek biçimcilikten vazgeç­ mek ve jeolojik değişm enin açıklanmasına geleneksel olarak yıkım cılıkla özdeşleştirilen bazı unsurları katmak gerektiğini ima etmiştir. B iyolojik evrim bakımından ise o zaman için, doğal seçm enin yerine konmak ve evrim sel değişm enin saatini hızlandırmak için baş vuru­ lacak tek seçenek, Lamarkçılık ya da bir tür makro dönüşümler ya da sıçramalar kuramı gibi görünüyordu. Ancak, Huxley, Thom son’ı yanıt­ larken bu seçeneklerden hiçbirine başvurmamıştı.^* Darwin ise şahsen bu belagat oyunundan hiç etkilenm em iş ve Thomson ile Jenkin’in kâbusuyla gitgide gençliğinin (ve dedesinin) Lamarkçı m efhumlanna doğru gerilem eye başlamıştı. Kendi doğal seçm e kuramını olabildiğince savunmak için daima mücadele etmekle birlikte, giderek, kazanılmış karakterlerin kalıtsallığı hakkındaki Lamarkçı görüşleri benimsedi. Türlerin K ökeni’mn ilk basımı bile bu tür Lamarkçı görüşlerden tüm üyle arınmış değildi, ancak, bunlar genellikle arka plandaydı ve eserin merkezini doğal seçm e işgal ediyordu. Oysa, kitabm altıncı basımına doğru Lamarkçılık Darw^in’in akıl yürütmesinde daha gen iş bir yer tutmaya başlamıştı, bunun da tek nedeni, biyolojik saati Thom son’ın fiziksel hesaplarını izleyerek evrim için tanınan zamanı daha kısa tutan jeoloji bilim ine uydurmak için hızlandırma gereksinmesiydi.^® Gene de, Darwin’in doğal seçm e kurammın hayatının sonlanna doğru en inançlı izleyicilerinin çoğunluğu tarafından -hatta bir ölçüde


260

MARX'IN EKOLOJİSİ

kendisi tarafından- bile terk edilmiş bulunmasına ve yüzyılın geri kala­ nında da gücünü yitirmeyi sürdürecek olmasına (yirminci yüzyıldaki N eoDarwinciliğin ortaya çıkışına dek hiçbir zaman tam olarak yeniden canlanamayacakür) rağmen, genel evrimci görüşler zafer kazanmış ve doğal teoloji alt edilmişti. Huxley, 1860 yihnda, “Herakles’in beşiğinin yanında boğduğu yılanların yatması gibi, tüm bilimlerin beşiklerinin yanında da seçkin ilahiyatçılann yattığını” ilan etmişti. Huxley’in Darwin’in deği­ şiklik yoluyla türeyiş kuramını militan savunusu, biyografisini yazan­ lardan birinin belirttiği gibi, “Papazcıhğa” karşı “kahredici bir saldın” şeklinde yürütülmüştü. Charles Lyyel da, Huxley’den daha az kavgacı bir savunucu olmakla ve evrimciliği daha sonra kabul etmiş bulunmakla birlik­ te konuyu aym açıdan görüyordu ve bir seferinde A B D ’li bir dostuna ülke­ sinin “Avrupa’mn Ispanya’dan sonra en fazla papaz etkisi altında bulunan ülkesi olduğundan” yakınmıştı. Lyell, jeolojik sorunlann otuz bin papazın keyfine bağlı olmasım hazmedemiyordu. Bu yüzden, Darwin’in getirdiği açıklama, önde gelen yandaşlan tarafından bilimi dinin emrine tabi kılma­ ya çalışan doğal teolojiye karşı bilimin (ve bazılan için materyalizmin) zaferi olarak algılanmıştı. Bu bilimsel devrim, kendisinden önceki devrimlerin çoğu gibi, dini devirmek yerine, yalnızca (Epiküros’un intermundia’ya tahsis edilmiş tannian gibi) arka plana itmeye ve maddi dünya­ nın tek karar mercii olarak bilimi tanımayı amaçlıyordu.“ Paul Shorey’in Platonism : Ancient and M odern’inde (Platonculuk: Eski ve Yeni) yazdığı gibi “Lucretius’un görkemli şiiri,” Thomas Huxley ve İngiliz fizikçisi John Tyndall gibi materyalist bilimadamlan için, “bili­ min ruhunun ve şiirinin en hakiki ifadesiydi.” Huxley, Viktorya döne­ minin büyük ozanı Alfred Lord Tennyson’ın, Royal Society’nin seçkin üyeleriyle birlikte katıldığı cenaze töreninde yaptığı konuşmada, (ünlü “Doğa, dişleri ve pençeleri kan içinde” dizeleri yüzünden) “Darvinci” görüşler beslediğine inanılan ozanın, “Lucretius’tan bu yana bilimin çekimini anlamış ilk ozan” olm a bilimsel onuruna sahip olduğunu ilan etmişti. Yıllar önce Richard Owen tarafından “Lucretiusçu” bir zıpçıktı olmakla tahkir edilm iş olan ve her zaman savaşçı bir kişilik sergileyen Huxley, Tennyson’ın başanlannı anarken, dünyaya (Lucretius aracı­ lığıyla) doğal teolojiye karşı Darvinciliğin temsil ettiği materyalist zaferi hatırlatmaktan geri duramamıştı. Huxley, başka bir vesileyle de, “Lucre­ tius’un, antik ve m odem bütün ozanlar içinde Göte dışında bilimin ruhu­ nu en derinliğine kavramış” kişi olduğunu söylemişti.^ ‘ Huxley ile sıkı ilişkiler içinde olan ve Lucretius’u kendi bilimsel


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

261

Öncülerinden biri sayan bir başka düşünür de Darwin’in Alm anya’daki izleyicisi Ernst Haeckel (1834-1919) idi.^^ Haeckel, M arx’m K api­ ta l'inden bir yıl önce yayımlanan Genarelle M orphologie der O rga­ nismen başlıklı kitabında ekoloji ya da ökoloji kelim esini icat eden kişi­ dir. Kelimeyi türetirken, kök alarak “ekonomi” kelimesinin de kökünde bulunan eve ait anlamına gelen oikos kökünü seçmiştir. Haeckel ’in bakış açısından ekoloji, Darwin’in Türlerin Kökeni'nde “doğanın ekonomisi” diye adlandırdığı şeyle ilişkiliydi. Bu yüzden, Haeckel 1866’da yayımlanan kitabında “ekoloji” kelim esini tanımlamak için şunlan söylemişti: Ekoloji ile bir kelimeyle doğarım ekonomisine ilişkin bilgi gövdesini - canlının gerek inorganik gerek organik çevreleriyle, her şeyden önce doğrudan temasa girdiği hayvanlar ve bitkilerle dostça ya da düşm anca ilişkilerini içeren, topyekûn ilişkilerinin incelenmesini kastediyoruz, ekoloji, Darwin tarafından varolma mücadelesinin koşulları olarak tabir edilen bütün bu karşılıklı ilişkilerin araştınlmasıdır. Çoğu kez, pek doğru olmayan biçimde dar anlam da “biyoloji” olarak anlaşılan ekoloji bilimi, şimdiye dek, yaygın olarak “ Doğal Tarih”denen şeyin esas büeşenini oluşturmuştur.33

H aeckel’in “ekoloji” kavramının tutunması yavaş oldu ve Darvinci yazında hemen benimsenmedi. Kavram ve terim olarak moda haline gelm esi Yirminci yüzyıh buldu. H aeckel’in eserini yakından izleyen ve (insanı yaradılışın m erkezine yerleştiren erekbilim sel görüşü redde­ derek) evrim bakımından insan türünü hayvanlar aleminin bir parçası olarak gören Marx ile Engels, bu yeni “ekoloji” kavramını kabul etmek­ tense, (H aeckel’in dediği gibi, bu yeni kelim enin eşdeğeri olan) eski “doğal Tarih” kavramını benimseyeceklerdi. Aynı zamanda, “doğal tarih” mefhumunu, insan varlıklarının üretimle ilişkisindeki “doğal tari­ hi” üzerinde odaklanan Bacongil bir tarzda anlıyorlardı. Haeckel ise tersine, “ekoloji” kavramını, felsefi “m onizm ”iyle birlikte yürüyen sosyal Darvinci çağrışımlarla harmanlamıştı. D üşüncesinin bu yönü, daha sonralan, 1892’de yayımlanan Din ve Bilim le Bağlantıh Olarak Monizm: B ir Bilim Adamının İman İtirafı başlıklı eserinde şu ifade­ leriyle açıklık kazanmıştır: Gezegenimizdeki bütün organik doğanın ancak dursuz duraksız bir herkesin herke­ se savaşı yoluyla varolduğunu biliyoruz. Az sayıda seçilmiş bireyin variiğını sürdürmesi ve hayatın tadım çıkarabilmesi için yeryüzünün her köşesinde her gün, binlerce hayvan ve bitkinin mahvolması gerekir... İnsan toplumundaki müthiş çıkar kavgası, canlı alemin bütününde hüküm süren sonsuz ve korkunç varolma sava-


262

MARX'IN EKOLOJİSİ

şmın sadece soluk bir kopyasıdır. Tanrının iyiliği ve doğanın bilgeliğine ilişkin elli yıl önce çocuklar gibi inançla dinlediğimiz güzel rüya, en azından, düşünen eğitimli insanlar için artık inandırıcılığını yitirmiştir. Bu rüya, organizm aların karşılıklı ilişkileri hakkında artan tanışıklığımız, ekoloji ve sosyolojideki ilerlemeler ve parazit hayat ve patoloji hakkındaki vukufumuz karşısında dağılıp gitmi ştir.^^

Bu sosyal Darvinci görüşler, H aeckel’in düşüncelerinin sonunda trajik bir yönde, nasyonal sosyalizm yönünde etki göstereceğine işaret ediyordu. Stephen Jay Gould’un yazmış olduğu gibi, evrimsel ırkçılığı; Alman halkına ırksal saflık için çağrıda bulunması ve “adil” bir devlete ödünsüz bağlılığı; seçilmiş ırklara diğerierini yönetme hakkı bahşederek hem doğa hem de insan uygarlığı üzerinde hâkim olan katı ve temyiz edilemez doğa yasalarına olan inancı; nesnel bilim hakkında cesur sözleriyle daima tuhaf bir birlik içinde bulunan us-dışı mistisizmi; - bunların hepsi Nazizmin doğuşuna katkıda bulunmuştur. Kurduğu ve yönettiği Monist Birlik, içinde barışçı ve solcu bir kanat varolmakla birlikte, Hitler’e etkin destek vermeye kolay bir geçiş yapmıştır.^^

Marx ile Engels: Emek ve İnsan Evrimi Marx’m ömrünün en verimli dönemine girdiği sırada {Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'sı 1859’da, KapitaV'm ilk cildi 1867’de yayımlandı.), bütün İngiltere Darvinci devrimle sarsıhyordu. Bilimdeki bu devrimi ihmal edemeyecek olan Marx, bu fırsattan, materyalist doğa kavrayışına (ya da doğal tarih yaklaşımına) materyalist tarih kavrayışıyla olan ilişkisine daha bir somutluk kazandıracak bir özgünlük katmak için yararlanacaktı. Marx’ göre, Darwin’in “çağ açan” diye nitelediği eseri, nihayetinde, kendisinden çıkan zorunlu sonuç olan insan evrimi kavramıyla ilgiliydi ve bu, kendisini insan emeğinin insan evrimiyle ilişkisi üzerine açık seçik bir hipotez geliş­ tirmeye yöneltti. Darwin’in eserine verdiği bu karmaşık ve eleştirel karşı­ lığın değerini takdir edebilmek için, Darwin hakkındaki düşüncesinin {Türlerin Kökeni ile Darwin ile ilişkisini sistemleştirdiği KapitaVin yayım tarihleri olan) 1859’dan 1867’ye dek adım adım gelişmesini görmek ve bu kuramsal konumlanışın daha sonra (özellikle Engels tarafından) nasıl geliştirildiğini izlemek gereklidir. Türlerin KökenVmn ilk basımı 1859 K asım ı’nın sonlarına doğru çıktı. Sadece 1,250 nüsha basılmıştı ve hepsi de yayımlanmasını izleyen gün içinde satıldı. Bu l ,250 nüshadan birini edinmiş olan Engels, Aralık ayında Marx’a şunları bildirdi:


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

263

büyüleyici. Erekbilim in şu ana dek yıkılamam ış bir yönü vardı, artık o da yapıl­ mış oldu. Doğadaki tarihsel evrimi sergileme yönünde böyle görkemli bir girişim asla yapılm am ıştı ve asla böylesine etkili olmamıştı. Tabii, insan kaba İngiliz yöntemine katlanmak zorunda.

Marx, Darwin’i incelemeyi bir yıl sonra üstlendi ve 19 Aralık 1860’ta Engels’e şunlan yazdı: “Bu çetin günlerde, son dört hafta içinde (Marx, o sıralar ağır bir hastalık geçirmekte olan kansı Jenny’ye bakmaktaydı) her türden şeyi okudum. Bunlar arasında Darwin’in D oğal Seçme hakkmdaki kitabı da var. Kaba İngiliz uslubunda geliştirmiş olsa da, doğal tarihte görüşümüze temel sağlayan kitap bu.” Bir ay sonra da, Alman sosyalisti Ferdinand Lassalle’a yazdığı mektupta şu gözlem de bulundu: Tarihsel sınıf mücadelesine doğal bilim içinde bir temel sağlayan Darwin’in eseri en önemlisi ve benim amacım a en uygunu. Tabii, insan kaba saba İngiliz stiline katlanmak zorunda. Bütün eksikliklerine rağmen, ilk defa olarak bu kitapta doğal bilim İçindeki “erekbilime” öldürücü bir darbe indirilmekle kalmıyor, bu erek­ bilimin ussal içeriği de görgül olarak açıklanıyor.^®

Darwin’in eserinin Marx’m üzerinde etkisi öyle büyüktü ki. Alman komü­ nist arkadaşı ve sürgün yoldaşı W ilhelm Liebknecht bunu sonralan şöyle hatırlayacaktı: “Darwin araştırmasmdan sonuçlarını çıkarıp genel kamu­ ya açıkladığı zaman, aylarca Darwin’den ve bilimsel bulgularının muaz­ zam öneminden başka bir şey konuşmadık.” Paul Heyer, Nature, Hurmn Nature and Society’s'mds (Doğa, insan Doğası ve Toplum-1982) Marx’m Epiküros’un “belirlenimcilik kadar özgürlüğe de izin veren” materyalizmine eğiliminin Darwin’e olan muaz­ zam hayranlığı açıklamaya yardımcı olabileceğini öne sürmüştür. Heyer, “Darwin’in evrim kuramının Marx’i memnun etmiş olması gereken yönlerinden biri, tesadüfi şansın, fırsatçılığın ve çevresel belirienimciliğin karşıhklı etkileşim idir Darwin’in pek çok eleştirmeni, yaklaşımmı yanlış olarak -filozoflann kimi zaman mekanik materyalizmi yaftaladığı şekilde- mekanist bir yaklaşım olarak görürken, Marx, farklı bir görün­ güler kümesine uygulanmış da olsa, Darwin’in kendisininkiyle uyuşan materyalist bir perspektif sağladığına inanmıştır.” der.^* 1862 Haziranı’nda Türlerin Kökeni’n t yeniden dönen Marx, Engels’e şunları yazar: Yeniden göz attığım Darwin’in aynı zamanda “Malthusgil” kuramını, bitkiler ve


264

MARX'IN EKOLOJİSİ

hayvanlar alemine de uyguladığım söylediğim görmek beni eğlendirdi. Sanki bay M althus’un örneğinde bütün sorun, kuramımn bitkilere ve hayvanlara uygu­ lanmamasında, ama -geometrik artışıyla- bitkilere ve hayvanlara karşEadece insanlara uygulanıyor olmasında yatmıyormuş gibi. Darwin’in, hayvanlar ve bitki­ ler arasında işbölümüyle, rekabetiyle, yeni pazarlar açışı, “icatları” ve M althusgil “varolma miicadelesi”yle İngiltere toplumunu yeniden keşfedişi nasıl da dikkat çekici. Bu, Hobbes’un bellum omnium contra om nes’idir.^®

Bu dönemde, Marx Alman komünist arkadaşı Wilhelm Liebknecht ile birlikte, Thomas H uxley’in İngiliz işçilerinin oluşturduğu dinleyici kitlesine Darwin ve evrim kuramını anlattığı “halk dershaneleri”ndeki bazı dersleri izlemişti. Bu dersler, işçiler için verilmiş olmasına rağmen son derece bilginceydi ve Huxley, 1863 yılında verdiği bu derslerin düze­ yinden, onlan hayatmın son yıllannda tamamladığı D anviniana derle­ m esine dahil edecek ölçüde tatmin olmuştu. Bundan başka, Marx, U lus­ lararası İşçi Birliği’nden (Birinci Enternasyonal) Alman arkadaşı Friedrich Lessner ile birlikte 1860 ve 1864 yıllan arasında zaman zaman Londra Üniversitesi’nde Huxley ve Tyndall’ın derslerine de katılmıştı. Marx, H uxley’in materyalizmine hayran olmakla birlikte, her zaman dinsel bir bakış açısı için bir “gedik” bırakma eğilim inde olmasına eleş­ tirel bakıyordu. Gerçekten, Huxley, bütün bilimsel tahlillerde mater­ yalizm i onaylamakla birlikte, felsefi materyalizmi (bu bakımdan dinden daha üstün olmayan) kurgusal bir yaklaşım olarak niteleyecek kadar ileri gitmiştir. Bu karmakanşık bağlam içinde Huxley, daha önceki pek çok ifadesine ters düşer gibi görünen bir şekilde “Ben, kişisel olarak mater­ yalist değilim, tersine, materyalizmin ciddi bir felsefi yanhşlık içerdiğine inanıyorum” açıklamasmda bulunacaktı.'“ Lage’in History o f Materialism’mde belirttiği gibi, en sonunda materyalizmi Kantçı bir bakış açısı içine yerleştiren bir görüş benimsem iş gibi görünmektedir.'" Danvingil devrim ve paleontoloji ile etnolojide meydana gelmekte olan büyük ilerlemelerle ilgili kendi araştırmalannı sürdürmekte olan Engels, 1863 bahannı, aynı yıl içinde yayım lanmış olan ve her ikisini de “çok iyi” çalışmalar olarak nitelediği Charles L yell’in İlkçağ İnsanın Jeolojik K anıtları’ıy\a Thomas H uxley’in İnsanoğlunun Doğadaki G örevlerinin K anıtları’ım okum aya ayırmıştı.''^ H uxley’in kitabı insan­ larla büyük maymunlar arasındaki anatomik bağı -yakın akrabalık iliş­ kisini- gösterirken, L yell’ın kitabı da, etnolojik zamanda paralel olarak meydana gelen devrimi temsil ediyordu. Lyell, bu kitapta insan türünün çok eski olduğunun kanıtını sunuyordu. O zamana dek hâkim olan bilim­


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

265

sel oydaşmamn (ve kendisinin Principles o f G eology’stride kabul edilen görüşün) tersine, Lyell, bu eserinde, gönülsüzce, insanın yeryüzünde sadece birkaç bin yıldır değil, binlerce yüzyıldır varolduğunu kabul etmek zorunda kalmıştı Marx, 1866 Ağustosu’nda Origine et transformations d e I’homme et d es autres İtres (İnsanın ve öteki varlıklann kökeni ve değişim i) başlıklı, Pierre Trfemaux tarafından yayımlanmış bir kitap okudu. TrEmaux’nun kitabının son derece büyük yanlışlar içerdiği ve bilimsel açıdan fazlasıyla önem siz olduğu sonradan ortaya çıktıysa da, başlangıçta Marx, kitabın biyolojik evrimin jeolojik art arda gelişler ve toprağın koşullanndaki değişimlere uyduğu yönündeki akıl yürütmesinden etkilenmişti. Marx açısından, bu, bütün eksikliklerine rağmen, hem ilerlemeyi hem de “D arwin’in açıklayamadığı yozlaşm ayı” açıkladığından, “Darwin’in yolunda son derece önemli bir ilerlemeyi” temsil ediyordu. Aynı zaman­ da, türlerin daha yavaş gelişim ine karşılık “sıradan geçiş türlerinin hızlı yokoluşuna” işaret ettiğinden, “paleontolojideki Darwin’in kafa kanştıncı bulduğu boşluklann zorunlu olduğunu” gösteriyordu. Bu deneme kabilindeki yorumlardan, Marx’m, jeolojik art arda gelişle ilgili ve topra­ ğm önemini vurgulayan bir evrim kuramı aradığı ve paleontolojik kayıt­ lardaki boşluklan evrim kuramının başlıca sorunlarından biri olarak gördüğü anlaşılmaktadır. N e var ki, Tremaux ile ilgili bütün değinmelerin 1866 Ekim i’nden itibaren görünmez olması, jeoloji hakkındaki bilgi yetersizlikleri ve ırk hakkındaki saçma sapan düşüncelerinden ötürü Tremaux’nun şiddetle aleyhinde bulunan Engels’in Marx’i bu konuda ikna etmiş olduğunu düşündürmektedir.“*^ Bu yüzden. K apital'in ilk bölümünün yayımlanmasına dek Marx ile Engels yazışmalarında Darwin’in eserinin şu yönleri üzerinde görüş alışverişinde bulundular: Darwin, doğal tarih alanında erekbilime öldü­ rücü bir darbe indirmişti; Darwin’in (bitki ve hayvan alemlerinin evrilmemesini gerektiren Malthusgil kuramı anlamakta başarısız oluşu gibi) bitkiler ve hayvanlar aleminde Malhusgil/Hobbesgil ilişkiler keşfetmesi bir ironiydi; ve D anvin’in kuramı “bizim görüşümüz için” doğal-tarihsel bir “temel” sağlamıştL (Bunlann yanı sıra, jeolojik art arda gelişlerin evrimle ilişkisi ve paleontolojik kayıtların tamamianmamışlığı sorunu gibi konular da ele alınm ıştı.) Günümüzün kimi eleştirmenleri için Marx’m Darwin’in kuramının kendi tahlili için doğal tarihte “tem el” sağlamış olduğunu söylem iş olma­ sı, bunu söylediği mektuplarda ne kastettiğini açıklamamış olmasından


266

MARX'IN EKOLOJİSİ t

Ötürü ciddi bir bilm ece oluşturmaktadır. Bu durum, doğal seçm e ve “en uygun olanm hayatta kalması”nm sm ıf m ücadelesi ile ilişkisi üzerine pek çok kurgulamaya neden olmaktadır. Bu bağlamada, Darwin uzmanı Ralph Colp, “D oğal Seçme kuramının Sınıf M ücadelesi kuramına ‘tem el’ oluşturduğu tam olarak nasıl gösterilebilir? sorusunu sormuştur.“^ Bu sorunun yanıtının anahtan, Marx’m iki dipnotta Darwin’in kura­ mının insan tarihinin üretimdeki ve teknolojideki değişim ler yoluyla nasıl geliştiği hakkmdaki kendi tahliliyle ilişkisini kısaca kuram­ laştırdığı Kapital'in Birinci Cildinde bulunabilir. Marx, bu notlarda, manifaktürün “em ek araçlanm, onlan her bireysel işçinin özgül ve özel işlevlerine uyariayarak” nasıl çoğalttığı hakkmdaki görüşünü açık­ lamasına yardımcı olarak “çağ açan eser” diye tanımladığı Türlerin Kökeni'nde Darwin’in, (kitabın “Ç eşitlenm enin Y asalan” başlıklı Beşinci Bölümünde) bitkilerde ve hayvanlarda özelleşm iş organlarla özelleşm iş aletler arasında yaptığı karşılaştırmayı kullanır. Yine Kapital'de “doğal teknolojinin” bitkilerin doğal evrim süreci içinde geliş­ m esiyle insan teknolojisinin insani tarih süreci içindeki gelişim i arasm­ daki farkhiığı göstermek için Darwin’deki aynı aynm a dayanır: Darwin doğal teknoloji tarihine, yani, bitkilerin ve hayvanlann hayatta kalması için üretim araçlan olarak hizmet eden organlann oluşum una dikkat çekti. Toplum içindeki insamn üretken organlannm , toplum un her belirli örgüt­ lenmesinin temelini oluşturan organlann tarihi de aym derecede bir ilgiyi hak etmez mi? Ve V ico’nun dediği gibi, insan tarihi doğal tarihten, diğerini değil birin­ cisini kendim izin yapm ış olmam ız bakımmdan farklılık gösterdiği için böyle bir tarihi yazmak daha kolay olmaz mı? Teknoloji, insanın doğayla etkin ilişkisini, hayatmın doğrudan üretim sürecini ortaya koyar ve böylelikle hayatının toplumsal ilişkilerinin üretimini ve bu ilişkilerden doğan zihinsel kavram laşürm alarını da açığa çıkarır.“**

Marx, “doğal teknoloji” ve insani teknoloji arasındaki bu karşı­ laştırmayı yaparken, tabii ki. Yunanca “organ” {organon) kelimesinin aynı zarhanda alet anlamına da geldiğinin ve bu organlann başlangıçta, insanlann yapay aletlerine karşılık hayvanlann “kendiliğinden gelişen” aletleri olarak görüldüğünün farkındaydı.'*’ E ngels’in belirttiği gibi, “keli­ menin dar anlamında hayvanlann da aletleri vardır - ama ancak beden­ lerinin üyeleri biçim inde.” Bu yüzden, insan teknolojisi doğal tekno­ lojiden, böyle yapısal organlardan oluşmayıp, aletlerin toplumsal üretimi yoluyla meydana gelm esi, “toplum içindeki insanın üretken organlan”


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

267

olm asıyla aynlır. Marx, K apital'âe hem -aletleri insan bedeninin dışsal uzantılan, “insamn inorganik bedeni” olarak gördü ğü-İktisadi ve Felsefi E lya zm alan ’na. dek geriye giden bir insan doğa ilişkisi anlayışı, hem de Darwin’in tahlilinin sonuçlan üzerine kurulan, (ve sonunda insan varlıklanyla doğa arasındaki metabolik etkileşim mefhumuna ulaşan) mater­ yalist ve evrimci bir emek süreci ve insanın doğayla ilişkisi kavrayışı tanımlamayı başarmıştır: M eyveler gibi, onian topiamakta insanın emeğinin araçlan oiaralc yalnızca gövde­ sel organlarım kuiiandığı iıazır geçim araçlanm bir yana bırakırsak, işçinin doğru­ dan salıip olduğu nesne, emeğinin konusu değil, araçlandır. Böylece doğa, insamn etkinliğinin, kendi bedensel organianna eklediği bir organı haline gelir ve insan Incil’de söylenenin aksine kendisine yeni bir boyut katar. Yeryüzü insanın ilk azık deposu olduğu gibi, ilk alet deposudur da. Yeryüzü, insana ömeğin, fırlatmak, öğütmek, bastırmak, kesm ek vb... için taşlar sağlar. Yeryüzünün kendisi bir emek aracıdır, ama, tarım da bu şekilde kullanılışı, bir dizi başka aletin varlığım ve emek gücünün görece yüksek bir gelişmişlik düzeyini ön-gerektirir. Emek süreci en küçük bir gelişme gösterir göstemıez, özel olarak hazırlanmış araçlara ihtiyaç duyar. Bu yüzden, en eski mağaralarda taş araçlar ve silahlar buluruz. İnsan tari­ hinin en erken döneminde, evcil hayvanlar, yani, emek aracılığıyla değişikliğe uğratılmış, özel olarak yetiştirilm iş hayvanlar, taşlar, tahtalar, kemikler ve deniz kabuklanyla birlikte em ek araçları olarak baş rolü oynam ışlar ve aynı zam anda emeğin konusu da olm uşlardır Alet kullanmak ve yapmak, bazı hayvan türleri arasında tohum halindeki şekliyle görünse bile, özellikle insani emek sürecinin karakteristiğidir, bu yüzden Franklin inşam “alet yapan hayvan” olarak tanım lar Geçip gitmiş em ek araçlarının kalıntıları, toplumun ortadan kalkmış ekonomik biçim lerinin araştırılm asında, tıpkı fosil kem iklerin ortadan kalkmış hayvan türlerini belirlem ekte taşıdığı önemi taşır.'*®

Ö yleyse, Marx’a göre, insanın evrimi fosil kayıtlanndan çok, aletlerin gelişimi yoluyla izlenmelidir. Bu böyledir, çünkü, tıpkı hayvan organlannın hayvanlann yerel çevrelerine uyarlanmalannm araçlanm temsil edişi gibi, aletler de insanm üretken organlarının gelişim ini -insanm doğayla ilişkisinin evrim ini- temsil ederler. Marx, çok incelikli bir tarzda, Darwin’in Türlerin Kökeni'nm yayımlanmasından sekiz yıl sonra ve İnsanın Türeyişi’nin yayımlanmasından dört yıl önce, insani gelişim in ve evrimin ayırt edici doğasını beliriemeye çalışmıştı. Dahası, böyle bir tahlil ayrıntılı bir araştırmaya dayanmaktaydı. Marx, L yyell’in G eolo­ gical Evidence o f the Antiquity o f Man'ini dikkatle okuyarak sayfa kenar­ larına notlar çıkarmıştı. L yyel’in özellikle tarih öncesinde alet yapımının gelişim iyle ilgili yazdıklanna dikkat göstermiş ve “vahşi kabilelerin yeni


268

MARX'IN EKOLOJİSİ

icatlan kabullenmekteki gönülsüzlüğü”ne®° ilişkin söylediklerinin geçer­ liliğini sorgulamıştL Bütün bunlan tarihsel bir perspektife yerleştirmek için, Darwin ile evrim kuramını ortaklaşa geliştiren Alfred Russel W allace’m, “İnsan Irklannın Kökeni ve İnsanın ‘Doğal S eçm e’ Kuramından Çıkarsanan Eskiliği” üzerine etkili bir sunuş yazm ış olduğunu belirtmek yararlıdır. Wallace, bu sunuşta Darwin tarafından zaten önerilmiş v e sonralan Darwin kuramı içinde yaygın biçimde kabul edilm iş olan bir görüşü, hayvanlann çevrelerine yalnızca beden yapılannda meydana gelen deği­ şiklikler yoluyla uyarlanabildiğini savunuyordu. “Bir hayvanın y iy e­ ceğini, giysisini (postunu) ya da silahlannı değiştirmesi, ancak bedensel yapısını ve iç düzenlenişini ona uygun biçim de değiştirm esiyle mümkün olabilir.” Buna karşılık, insanlar “silahlar ve aleüer yaparak” ve böylece, “diğer bütün hayvanlar üzerinde sahip olduğu dış biçim ve yapıyı değiş­ tirme gücünü doğanın elinden” alarak, çevreleriyle ilişkilerini değiştirme yeteneğine sahipti. W allace’in görüşünce (zihinden farklı olarak) insan bedeni, “zihnin” gelişm esinin itkisi olan alet yapma yeteneğinden -ya da insan teknolojisinden- dolayı evrim sürecinden görece bağışıktı. (W alla­ ce, düşüncesinin gelişim inin bu erken aşamasında bile zihni ya da zekâyı fiziksel bedenden ayırma yönünde bir eğilim sergilemişti -ve bu yüzden beynin evriminden söz etmemişti- bu eğilim daha sonralan kendisini tinselciliğe ve Darwin’in tutarlı materyalist bakış açısından radikal bir kopuşa sürükleyecekti.*') Bundan yalnızca üç yıl sonra, ancak, W allace’dan çok D arw in’e yakın terimlerle yazan Marx, alet yapmanın -o zaman bile bazı hayvanların da böyle bir yeten eğe sahip bulunduğunu, ancak alet yapmanın yalnızca insanın “karakteristiği” olduğunu kabul edip- ayırt edici özelliğin e işaret ederek doğal ve insani teknoloji arasında ayrım yapm aya çalışm ıştı. Marx, bu yo lla insan toplum unun gelişim in de em eğin (elbette alet yapım ıyla da ilişk ili) rolü hakkındaki kendi genel kuramı için Darwin ile bağlantılı bir doğal-tarihsel tem el sağlam aya uğraşıyordu. E ngels, çığır açıcı den em esi “Maymundan İnsana G eçişte Em eğin R olü”nde (1 8 7 6 ’da yazılm ış, ölüm ünden sonra 1 8 9 6 ’da yayım ­ lanmıştır) bu tahlili daha da geliştirecekti. E n g els’in -k e n d i mater­ yalist felsefesinden kaynaklanan, ancak, Haeckel tarafından birkaç yıl önce dile getirilen görüşlerden de etkilenm iş bulu nan - tahliline göre, insanın atalarını oluşturan primatlar ağaçlardan y ere indiklerinde ilk


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

269

olarak (beynin evrim ini önceleyerek) dik vücut yapıları g elişm iş ve böylelikle eller alet yapımı için serbest kalmıştır: El serbest kalmıştı ve böylece daha büyük maharet ve hüner kazanabilir, ve böyle­ likle edinilen daha büyük esneklik kuşaktan kuşağa aktarılabilir ve her kuşakta daha da artırılabilirdi. Bu yüzden, el, yalmzca emeğin organı değil, aynı zamanda emeğin ürünüdür de. Ancak emek sayesinde, sürekli olarak yeni işlemlere uygu­ lanmasıyla, bunun sonucunda kaslann, bağ dokulann ve daha uzun zaman dilim­ lerinde kemiklerin kazandığı yeni gelişmelerin kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla ve bu yeni kazanılmış kalıtsal ilerlemelerin durmadan yeni, daha yeni karmaşık işlemlere uygulanması sayesinde insan eli Rafael’in resimlerini, Thomvvaldsen’in yontularım, Paganini’nin müziğini ortaya koyacak yetkinlik derecesine ulaş­ mıştır.*^

Sonuç olarak, ilk insanlar [hominidler] uyarlanabilme yeteneklerini radikal biçimde geliştirerek yerel çevreleriyle ilişkilerini değiş­ tirebilmişlerdi. Hayatta kalma ihtimali en yüksek olanlar alet yapmak ve kullanmakta en becerikli olanlar olacaktı, bu, evrim sürecinin beynin genişlem esi ve (toplumsal em ek süreci için zorunlu olan) konuşma yeti­ sinin gelişm esi doğruhusunda, sonuçta modem insanın ortaya çıkmasına neden olan seçm eci bir baskı uyguladığı anlamına geliyordu. Böylece, Engels’e göre insan beyni de, el gibi, karmaşık, interaktif bir ilişkiler kümesi sayesinde evrilmiştir, günümüz biyologları buna “gen-kültür birlikte evrimi” adını vermektedirler. Stephen Jay Gould, beynin evrimi hakkında şimdiye dek yapılmış bütün bilimsel açıklamaların gen-kültür birlikte evrimi kuramlan olduğunu ve “gen-kültür birlikte evriminin on dokuzuncu yüzyıldaki en iyi örneğinin Friedrich Engels tarafından veril­ diğini” öne sürmektedir.*^ Yirminci yüzyılın başlarına dek, (ne yazık ki, evrim biliminin geliş­ mesinde farkedilebilir çok az etki yapmış olan Engels’in kurgulanndan büyük ölçüde habersiz olmakla birlikte) bilimsel toplulukta hâkim oydaşma, Engels tarafından geliştirilen çeşitten bir açıklamaya radikal biçimde muhalifti. Pek çok biyolojik düşüncenin odağında (Engels’in idealist mefhumlann hâkimiyetine yorduğu şekilde) insan evriminin ardındaki itici güç olarak beynin gelişm esine aşın bir vurgu yapılıyordu. Beklen­ tiler, primatlarla insanlar arasındaki “kayıp halka” bir kez bulunduğunda, geçiş düzeyinde gelişm iş bir beyne sahip olduğunun görüleceği yönün­ deydi. Bu beklentiler, 1920’lerin başında, cört m ilyon yıl önce gelişm iş Australopithecus türüne ait fosillerin bulunmasıyla çöktü. Aust-


270

MARX'IN EKOLOJİSİ

ralopithecus’un beyni son derece küçük bir gelişm e göstem iişti ve bede­ ne olan genel orantısı maymun özellikleri taşıyordu. N e var ki, australopithecuslar, dik vücut duruşu, evrimleşmiş el (ve ayak) yapısı ve alet yapısıyla açıkça hominidler ailesine aitti.*^ Yirminci yüzyılın son onyıllan boyunca çeşitli australopithecus kalıntılannın bulunuşuyla birlikte yürüyen büyük paleontolojik keşifler, Engels’in on dokuzuncu yüzyıldaki tahliliyle büyük uyum gösteren kuram­ lann geliştirilmesine yol açtı. Antropolog Sherwood L. Washburn, Scien­ tific American'm Eylül 1960 sayısında yayımlanan “Aletler ve İnsan Evri­ mi” başlıklı makalesinde bu buluşlann yarattığı şoku sergilemiştir: Y akın zam anlarda yapılan bir dizi keşif, yarım m ilyon yıl öncesinin insanöncesi prim atlannı taş aletlerle ilişkilendirm iştir. Pek çok yıldan beri araştırm acılar A frika’daki eski yerieşim yerlerinde en basit cinsinden aletler ortaya çıkar­ m aktadır. İlk başlarda, bu aletlerin büyük beyinli, tam olarak iki ayak üzerinde yürüyen insanların varlığının kanıtı olduğu düşünülüyordu. A rtık, bulunan bu aletlerin çok daha ilkel yaratıklaria, tam anlam ıyla iki ayak üstünde yürüm eyen, küçük beyinli insansılar ya da m aym un-adam larla ilişkili olduğu görülm üştür Bu bulgulardan önce, insanın önce neredeyse bugünkü yapısına yakın dik duru­ şunun evrildiği, ve ancak ondan sonra aletleri ve bunları m üm kün kılan yeni yaşam tarzlarını keşfedebildiği düşüncesi hakim di. Şim diyse, bu m aym unadam yaratıkların iki ayak üzerinde koşabildikleri ancak henüz yürüyem edikleri ve beyinlerinin bugün yaşayan m aym unlannkinden daha büyük olmadığı görül­ m ektedir. Buna rağm en alet yapm ayı ve kullanm ayı öğrenmişlerdi. Bundan, m odem insam n yapısm ın, alet kullanım ına dayanan yaşam biçimini geliştiren doğal seçmeye bağlı değişikliklerin sonucu olduğu çıkmaktadır.^’

Bu tahlil, sonralan, Sherwood Washburn ile Ruth Moore’un 1974’te ifade ettikleri gibi, “Aletler İnşam Yapar” tezine dönüştü. Bu yazarlara göre. Az sayıda maymun cangılı terk ettiğinden ve bu yeni ülkede iki ayak üzerinde yürümeyi ve dik durm ayı en iyi becerenler hayatta kaldığından, bacaklan git gide uzadı ve ayaklar ve leğen kemikleri değişikliğe uğradı. Ancak başlangıçta kafa­ tasının alçak kubbesinde ve beynin küçüklüğünde çok a z bir değişiklik oldu ve gövdede, gövdenin genişliğinde, bel bölgesinin kısalığında ya da kolların uzun­ luğunda neredeyse hiçbir değişme olmadı. Kemiklerin, eklemlerin ve kasların çoğu m aym unken nasılsa öyle kalm ıştı. Sonra, eller değişmeye başladı. Yontma taş aletleri en iyi şekilde kullanmayı ve kendilerine daha fazla yiyecek bulmayı becerenler belirleyici bir avantaja sahipti, Leakey tarafından Olduvai koyağında bulunan el kemikleri m odem insanla günümüzdeki m aym unlann elleri arasında


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

271

yan yoldadır. Başparmak giderek büyümekte ve güçlü bir kavrama yeteneği kazanmaktadır.^®

Washburn ile M oore’a göre, insan evrimini anlamanın anahtan, elin alet yapımıyla ve genel olarak em ekle birlikte yürüyen gelişm esinde açık­ lanacaktır. Bu şekilde, çağdaş antropolojik kuram büyük ölçüde, Engels’in on dokuzuncu yüzyılda öncülüğünü yaptığı materyalist birlikte-evrimci görüşe gelmiştir. En başından beri, yalnızca insan toplu­ munun gelişim inin değil, aynı zamanda “maymundan insana geçiş”in sım n ı em ek oluşturuyordu. Dahası, insanın evrimde işgal ettiği benzer­ siz ekolojik yeri tanımlayan şey de emekti. Bu yüzden, Marx ile Engels insanın yeryüzüyle olan ilişkisini birlikte-evrim açısından değer­ lendirmişlerdi. Bu, insan varlıklannın çevrelerini tamamıyla kendi tercih­ lerine göre değil, ancak doğal tarihin sağladığı koşullara dayanarak dönüştürdüğünü kabul etmemize olanak verdiğinden, ekolojik anlayış için canahcı önemde bir perspektiftir. Engels, sonraki yazılannda da doğal tarihi Darwin’in doğal seçm e kuramı açısından görmeye devam etmiş, saldınlann güçlendiği dönem ­ lerde bile Darwin’in kuramının güçlü bir savunucusu olarak kalmıştır. Eugene Dühring’in “bilim devrimine” yönelik eleştirisinde ve {Doğanın D iyalektiği’n\ de içeren diğer eserlerinde) Darwin’in görüşlerini çarpıt­ malara karşı savunmanın ve sosyal Darvinci eğilimlere (Darwin’i toplumsal alanda Malthusçu bakış açısını yaymak için kullanmaya) karşı koymanın yollannı aramıştır. Bunu, özellikle bu gelişm eler doğuş halin­ deki sosyalist hareketi etkilediklerinde yapmıştır. Dühring’e verdiği karşılıkta (bu karşılığın tümünü yayımlanmasından önce Marx’a dinletmişti) Engels, Dühring’in, Darwin’in basitçe Malthusçu kuramı bitki ve hayvan alemine uyguladığı; hiçbir zaman bir hayvan yetiştiricisinin bakış açısının ötesine geçem ediği ve Türlerin K ökeni’nde yararlı her ne varsa, ashnda Lamarck’tan kaynaklandığı suçlam alarına karşı Darwin’i savunmuştu. Engels, bitki ve hayvanlar alemini bir varolma mücadelesi olarak gören bakış açısına karşı çıkmak şöyle dursun, bu görüşü şiddetle destekler. N e var ki, Darvinci terimlerle, “varolma mücadelesinin” basitçe bireyler ya da türler arasında doğrudan bir mücadele olarak değil, aynı zamanda (ve daha önemli olarak) bitkinin yer ve ışık elde etme müca­ delesinin sim gelediği, hayat için mücadele olarak anlaşılması gerektiğini savunur. Engels, bu konuda şöyle devam eder;


272

MARX'IN EKOLOJİSİ

Darwin varolma mücadelesi fikrinin kökeninin M althus’ta bulunduğunu söyle­ meyi akimdan bile geçirmemiştir. Onun bütün söylediği, kendi varolm a m üca­ delesi kurammm Malthus kurammm bir bütün olarak hayvan ve bitki dünyasm a uygulanması olduğudur. D arw in’in M athusgil kuramı böylesine naifçe ve eleştiımeksizin kabul etmekle yaptığı gaf ne denli büyük olursa olsun, yine de herkes. Doğadaki varolma mücadelesini kavramak için Malthusgil gözlüklerin gerekli olmadığım ilk bakışta fark edecektir.

Engels, Darwin’i, hiçbir zaman bir “hayvan yetiştiricisinin” bakış açısı­ nın üzerine çıkamadığı yolundaki Dühring’in suçlamasına karşı savu­ nurken, düşüncesinin kökenlerinin nasıl Âea^Ze’deki yolcululuğundan bulunacağını, düşüncesini sunmak için nasıl evcilleştirm e altında gerçekleşen çeşitlem eyi kullandığını, oysa, gerçek tahlilinin evcil çeşit­ lenm e ve yapay seçmenin değil doğal çeşitlenme ve doğal seçm eye odak­ lanmış olduğunu açıklayarak Darwin düşüncesinin gelişim ini adım adım izleyen bir tartışma yöntemi benimser. Sonunda, Dühring’in Darwin’in Lamarck’a göre ikincil olduğunu savunma girişimine ezici bir saldında bulunur. E ngels’e göre, Lamarck’ın önemi ancak Darwin’in devrimi gerçekleştikten sonra tam değerini bulmuştur. Ancak, Lamarck’ın edinilmiş karakteristiklerin kahtsallığı görüşü eksikliydi. Lamarck’ın döneminde, embriyoloji ve paleontoloji doğru bir bilimsel evrim kuramını mümkün kılacak ölçüde gelişm em işti. İronik biçimde, Engels, Dühring’in kendi yaklaşım ının (Lamarck’a sığınm asına rağmen) hâlâ doğal teolojinin erekbiliminin izlerini taşıdığını; bir “papazca düşünce tarzı” olduğunu savunur.’’ Engels’in Darwin’in kuramına sıkı bağlılığı, doğanın tahlilinisonunda Petr A leksiyeviç Kropotkin’in (1842-1921) eseriyle özdeş­ leşen- işbirliği ve yardımlaşma yönüne taşımaya çalışan Rus narodnik kuramcılara verdiği yanıtta daha bile açıktır. 1873’te önde gelen Rus narodnik düşünürü Pyotr Lavroviç Lavrov (1823-1900), radikal sürgün gazetesi Vperyod'da. (İleri) “Sosyalizm ve Varolma M ücadelesi” başlıklı bir makale yayımladı. Lavrov, Malthusçuluğu Darwin’in kuramından kovmaya ve varolma mücadelesinin hayatın yasası olduğunu ve bunun sosyalizm i imkânsız kıldığını savunan sosyalizm eleştirilerine karşı koymaya çalışıyordu. Lavrov, bunu başarabilmek için, bu mücadelenin çeşitli düzeylerde gerçekleştiğini; en aşağı düzeyin aynı türün ya da aile­ nin bireyleri arasında varolma mücadelesi olduğunu öne sürerek Darwin’in “varolma mücadelesinin” yapı çözümüne girişti. Ona göre, bu m ücadelede “kayıplar sayısızdır, doğa cesetlerle doludur.” Buna karşı-


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

273

İlk, varolma mücadelesinin en yüksek biçimi “böcek toplumlan” gibi, toplum halinde örgüüenmiş türler arasmda cereyan edendir. Bu tür “toplumlarda” temel karakteristik “dayanışma” ve “karşılıklı yardımlaşma”dır. Lavrov, Darwinci bakış açısından sosyalizm in imkan­ sızlığını savunanlara nihai yanıtın bu karşılıklı yardımlaşma olduğunu öne sürer.** Lavrov, bu tahlilini Engels ile tartışmıştır. Engels, 1875’te yazdığı cevabi mektubunda, Malthusçuluğa ve sosyal Darvinizme karşı çıkma arzusuna sempati duyduğunu ifade etmekle birlikte, Lavrov’u karşılıklı diyalektik bağlanülan gözden kaçınp “varolma mücadelesi” ya da “işbir­ liği” gibi tek yanlı ifadelere çok fazla kapılma yanılgısına düşmeme gere­ ği hakkında uyarmıştır. Engels, bu konuda, şimdi “gözleri varolma müca­ delesinden başka bir şey görmeyen”-V ogt, Büchner, M oleschott gibiaynı düşünürlerin, Darwin’den önce, nasıl “organik dünyada, Liebig tara­ fından işaret edilen bitki aleminin hayvan alemine oksijen ve besin sağla­ ması, bunun karşılığında hayvanların bitkilere karbonik asit ve gübre temin etmesi yoluyla gerçekleşen işbirliğini” dillerinden düşür­ mediklerini hatırlatır. Engels’e göre, biri esas olarak Darwin’den, diğeri esas olarak Liebig’den çıkarılan “Her iki kavrayış da bir ölçüde haklılık taşımaktadır, ancak her biri diğeri ölçüsünde dar ve tek yanlıdır. Doğal gövdelerin -gerek canlı, gerek ölü- karşılıklı etkileşimleri çatışma kadar uyumu da, rekabet kadar mücadeleyi de banndınr.” Engels için gerçek sorun, bir kez daha, doğada bir varolma mücadelesi bulunduğu düşüncesi, yani, Malthusçuluğun ya da Hobbes’un bellum omnium contra om nes’inin doğaya yansıtılması değil, aksine kimi kuramcılann “aym kuramlan doğadan tekrardan tarihe yansıtma, ve buradan bunların insan toplu­ munun ebedi yasalan olduğunu kanıtladıklannı iddia etme” çabalanydı.*® Bu yüzden, Marx ile Engels’in savunduğu türden diyalektik, birlikte-evrimci perspektiften organik doğa (ve doğayla insani ilişki) hem uyum, hem çatışmayla karakterize ediliyordu; bu perspektif, Darwin’in ve Liebig ’in sezgilerini bir araya getiriyordu. KapitaVin Birinci Cildinin ikinci Almanca basımı, İnsanm Türe­ yişi'ndcn iki yıl sonra, 1873 yılında yapıldı. Marx, bu yeni basımın bir kopyasını şu ithafla Darwin’e gönderdi: “Bay Charles Darwin/ Samimi bir hayranından/ (imza) Kari Marx/ Londra 16 Haziran 1873 [ı] Modena Villas/ Maitland Park.” Darwin, Ekim ayında Marx’a şu karşılığı yazdı: Saygıdeğer Bayım, Büyük eseriniz K apital’i göndermekle bana bahşettiğiniz onur için teşekkür F:18 / Marx'm Ekolojisi


274

MARX'IN EKOLOJİSİ

ederim; & ekonomi politiğin derin & önemli konusunu daha iyi anlayarak bu onura daha layık olmayı yürekten arzulardım. Çalışm a konularım ız böyle­ sine farklı olsa da her ikimizin de Bilginin genişlemesini içtenlikle arzu­ ladığımıza & bunun uzun vadede İnsan soyunun mutluluğuna katkıda bulu­ nacağına inanıyorum. Saygılarımla/ C harles Darwin.*’

Materyalistlerin Izdırabı “Bilim in baş demokratı” lakabıyla tamnan ve H uxley’in yakın arkadaşı olan John Tyndall ( 1820-1893), Bilimin İlerlem esi İçin İngiliz B irliği’nin Başkanı olarak 18 74’te Belfast’ta yaptığı ilk konuşmasında, kurulu yapı­ ya savaş ilan ederek, materyalizmin Epiküros’tan Darwin’e kaydettiği gelişm e üzerine uzun bir söylev verdi. Tyndall ile Huxley, İrlanda’ya, Tyndall’m daha sonraki anlatımıyla “Luther’in W orms’ta yaptığını yapmaya”* gitmişlerdi ve orada {Luther gibi} “cehennemin bütün iblis­ leriyle” karşılaşacaklardı.®' Tyndall, İrlandah Protestan bir ailenin çocuğuydu ve çahşm a haya­ tına demiryolu denetçisi olarak başlamıştı. Ardından, A lm anya’da büyük Bunsen’in gözetiminde kimya öğrenimi gördü ve en azından yüzeysel biçimde. Alman felsefesiyle tanıştı. 1851 yılında Londra’ya giderek Kraliyet Enstitüsü’nde M ichael Faraday’ın asistanı oldu. Zaman­ la Faraday’ın yerini alan Tyndall önde gelen bir fizikçi ve kimyacı olarak ortaya çıktı ve İngiltere’nin en büyük öğretmeni ve bilimi halka yayan kişisi olarak saygınlık kazandı. H uxley’in silah arkadaşı olarak, 1860’lı ve 7 0 ’li yıllann çalkantılı ortamında Darwin’in evrim kuramını yayan küçük materyalist bilginler grubu içinde yer aldı. Dağcılık merakıyla bili­ nen Tyndall, genellikle mekanizmle özdeşleşen görüşler ortaya atmasına *Protestanlığın kumcusu M artin L uther’in 1521 yılında A lm anya’nın W orms kentin­ de toplanan İmparatoriuk Diyeti önünde Katolik Kilisesiyle bağlarını kesin biçimde kopam iasm a anıştııma. Bunu yaparak, önce, pek bilm eden ve anlamadan, kapışmaya hazır egem en sınıf fraksiyonlarına kanlı bir boğuşm a için bir bahane veren, ardından sözlerini fazla ciddiye alan devrimci köylü partisinin (M ünzer) sahneye çıkışıyla A lm anya’nın altını üstüne getirecek bir sınıf savaşının patlak vermesine vesile olan Luther, bu olaylar arasında koruyucuları tarafından düşmanlarından saklanmak için (koruyucuları, belki de haklı olarak, karşı tarafın eline geçer geçm ez görüşlerini inkâr edeceğinden korkuyorlardı) kapatıldığı ücra bir şatoda kendi anlatım ına göre, şeytanı da görm üştür Bütün bunların trajik am a aym zam anda eğlenceli bir anlatımı için bak. Dieter Forte: Martin Luther ya da M uhasebenin Başlangıcı, Çev.: S. Ölçün, Kaynak Yay.~ç.n.


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

275

rağmen, düşüncelerine hümanist bir eğilim katan bir şairane materyalist olarak da ün kazanmıştı.® Tyndall, “Belfast Söylevi”nde, Friedrich Engels’in deyişiyle “Böyle bir izleyici kitlesine karşı (!) İngiltere’de verilmiş en cesur konuşmayı” yapmışü. Söylevinde, bilimdeki devrimci gelişmeleri desteklemek için Epiküros’a dek geri giden tutarh bir materyalist felsefe sunmaya çalış­ mıştı. Tyndall, Frederick Albert Lange’in History o f M aterialism'm m (1865) etkisiyle tüm bilim tarihini yeniden ele almıştı. Söylevinde “Demokritos’u Platon ya da Aristoteles’den daha sağlam bir kumaştan yapılmış bir adam olarak gören Bacon’ın” bu materyalist filozofa besle­ diği “derin takdiri” de hatırlatmıştı. Uyarlanma ve “en uygun olanın hayat­ ta kalması” mefhumlannı ilk ortaya atan kişi Sokrat öncesi filozoflardan Empedokles idi. Bununla birlikte, Tydall’a göre antik materyalizm en yüksek doruğuna Epiküros ve Lucretius’un eserieriyle ulaşmıştı. O f the Dignity and Advancement o f Learning'mde. Bacon’in, doktora tezinin önsözünde Marx’m yapmış olduğu gibi Tyndall da, Epiküros’un ortodoks dine karşı meydan okumasının özünü, “Gerçek allahsız kalabalığın tannlannı reddeden değil, kabul edendir” ifadesinde buluyordu.®^ Tyndall açısından, Lucretius aracıhğıyla Epiküros, atomlar ve boşluk hakkmdaki görüşleri ve maddenin ne yoktan var edilebileceği ne de varken yok edilebileceğini görmesiyle, modem bilimsel görüşün özünü sağla­ mıştı. Tyndall, Giordano Bruno’nun Kopemik astronomisinin ilk yandaşlanndan biri olmasını, “dünyalann sonsuzluğu mefhumuna” gözlerinin açılmasını sağlayan (Lucretius yoluyla) Epiküros’un etkisine bağlıyordu. Epiküros’un, “uzayda sonsuzcasına düşen atomlara ilişkin müphem ama muazzam kavrayışı, Kant’a bunu yapan ilk kişi olarak, bulutsu (nebula) hipotezini esinlemişti.” Kuşkusuz, antik materyalistlerin manyetizm ve elektrik hakkında en ufak bir fıkirieri. yoktu, bu yüzden de moleküler güç, yani, “çekim ve itim gücüyle donanmış moleküller” anlayışına ulaşmalanna olanak bulunmuyordu. Lucretius, sapma mefhumunu ortaya atmakla, atomlann birlikte hareketini sağlamak için fizik alanım terk etmişti, ancak bunu yapmakla tümüyle hatalı davranmamıştı, çünkü, m odem bilimin bakış açısından, sezgileri onu doğru yöne yöneltmişti. Julius Robert Mayer ve diğer on dokuzuncu yüzyıl bilginlerinin enerjinin sakinimi hakkmdaki buluşları için gerekli çıkış noktası, maddenin yok edilem ezliğini öylesine açıkça biçimde ilan etmiş olan ilkçağ mater­ yalistlerince sağlanmıştı.“ Tyndall, on yedinci yüzyılda Descartes ve Hobbes’un eserlerini alkış-


276

MARX'IN EKOLOJİSİ

lamakla birlikte, Epiküros ’a dayanan m odem materyalizm için sağlam bir felsefi temel sağlayan ilk kişinin, Katolikliğine rağmen Gassendi oldu­ ğunu söyler. “G assendi’de” diye yazar: “her değişimin ilkesi maddenin içindedir. Yapay üretimlerde devingen ilke, üzerinde çalıştığı m alze­ meden farklıdır; fakat doğada eyleyici, malzemenin kendisinin en etkin ve hareketli parçası olarak içerden çalışır. B öylece, bu cesur kilise adamı, kilisenin ya da dünyamn sansürüne yakalanmadan, neredeyse Bay D anvin’i geride bırakır.”** TyndaU’m gözünde, Darwin’in en büyük başansı, güya erekbilimcilerin kanıünı oluşturduğu düşünülen bütün aynntılan gözönüne almakla birlikte, “bu harikalan doğal nedenlere bağlamaya çalışarak erekbilimi reddetmesi”dir. N e var ki, Darwin’in geride bıraktığı sorun, eğer bir Yaratıcıdan çıkmadıysa dünya neden çıkmıştır? şeklindeki ilksel biçimdedir. Tyndall, Lucretius’un “Doğanın tannian işine kanştırmadan her şeyi kendiliğinden biçim de kendisinin yaptığı görül­ mektedir” anlayışında ve Bruno’nun maddenin “evrensel ana” olduğu iddiasında ısrar ederek, bilimde tümüyle materyalist açıklamalann gere­ ğini ve bunun bizzat bilimin gelişm esiyle birlikte gitmesinin zorun­ luluğunu kabul eder. “Bilimin vazgeçilm ez konumu birkaç kelim eyle tanımlanabilir. Biz, bütün kozmolojik kuram alanını teolojinin elinden çekip alacağımızı iddia ediyoruz ve bunu yapacağız.”** Tyndall, kendiliğinden türeyişin nihai bilim sel eleştirisine Pasteur ile birlikte yaptığı katkıyla tanınmış olmakla birlikte, sayısız vesilelerle hayatın zamanın derin uçurumunda maddeden ortaya çıktığında ve haya­ tın kökenlerinin -Kant ve Laplace’nin bulutsu hipotezince açıklanacakgüneş sisteminin kökenleriyle bağlantılı olduğunda ısrar etmiştir. Bu yüzden, hayat zamanın bir döneminde canlı-olmayandan çıkmıştır, ancak, bunu mümkün kılan koşullar güneş sisteminin tarihine aittir ve artık geçerli değildir. Tyndall’ın bu görüşünü açıklamasından yalnızca dört yıl önce, Huxley de, gerçi bulutsu hipoteziyle o kadar açıkça bağh olmayan (ama ana noktalarında bugün geçerli olan bilim sel görüşle çarpı­ cı benzerlikler taşıyan) benzer bir konum benimsemişti. Huxley, 1870 yılında Bilim in İlerlemesi için İngiliz B irliği’nde yaptığı başkanlık konuşmasında, bu görüşünü şöyle ilan etmişti: “Eğer bana, kaydedilmiş jeolojik zamanın uçurumunun daha da ötesine, dünyanın, bir daha görme­ sinin bir insanm çocukluğunu hatırlayabilmesinden daha olanaklı olma­ dığı fiziksel ve kimyasal koşullardan geçtiği çok uzak zamana bakma yeteneği verilseydi, canlı protoplazmanın cansız maddeden evrilişine


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

277

tanık olmam beklenirdi.” Darwin’in baş belası William Thomson, bu açıklamaya, haksız yere H uxley’i “kendiliğinden türeyişi” savunmakla suçlayarak karşılık verecekti.®’ Tyndall’ın “Belfast Söylevi” bir protesto kasırgasına yol açtı. Ö zel­ likle, “Hayatm her niteliğinin ve biçiminin yeterliliği ve imkânlan olarak... maddeyi” gördüğü gerekçesiyle saldm ya uğradı. İnsan soyunun “yıkım ım ” hızlandırmak ve küfre düşmekle suçlandı. Kendisini her yandan yağan darbelere karşı savunma durumunda kaldı.®* Tyndall ve H uxley’in Belfast’ta yaptıklan konuşmalan okuyan Engels, o zamanlar Almanya’da olan Marx’a, bütün bu olup bitenlerin “bu insanlann ızdırabını, kendinde-şey’e saplanıp kalış tarzlarını ve kendilerini kurtaracak bir felsefe için attıklan acı çığlığını” bir kez daha ortaya koyduğunu bildirmişti. Tyndall’ın konuşmasının yarattığı “müthiş etki ve paniği” tarif ederek, kurulu düzene karşı cesur meydan okumasını Marx ’a anlatan Engels, mektubuna şunlan da ekler: “Epiküros’a beslediği bağlılık seni eğlendirecek. Şu kadan kesin: gerçekten yansıtıcı bir doğa görüşüne geri dönüş, burada, İngiltere’de Almanya’da olduğundan çok daha ciddi bir ilerleme gösteriyor ve burada insanlar selameti en azından Epiküros, Descartes, Hume ve Kant’ta anyorlar... Tabii, on sekizinci yüzyılın Fran­ sız düşünürieri hâlâ tabu.” Engels, Tyndall ve Huxley gibi ödünsüz mater­ yalistlerin kendilerini içinde bulduklan güçlüklerin nasıl aşılacağını düşünür ve çıkış yolunun H egel’in diyalektiğinde, özellikle de, bu diya­ lektiğin, daha “avami” biçimde, tahlillerinin büyük bölümü görece idea­ lizmden kurtulmuş biçimde sunulduğu, bu yüzden “bu insanlara hazır elbise gibi” uyacak olan Ansiklopedi de bulunacağını önerir. Engels’in bu noktada, tamamlanmamış eseri D oğam n D iyalektiği biçimini alacak kendi büyük projesini formüle etm eye başladığından kuşku duyulamaz.®® Engels’in bu büyük projesi, 1878 yihnda yazdığı “Anti-Dühring'e D iyalektik Üzerine Eski Önsöz”de açıkça görülür. Anti-Dühring'in ilk basımı için yazdığı bu orijinal taslağı kitaba koymaktan vazgeçm iş, yalnızca kısaltılmış bir versiyonunu kullanmaya karar vermiştir. Engels bu “Eski Önsöz”de kısmen, Marx’m onun için hazırladığı notlara daya­ narak, doğal bilimcilerin sıklıkla felsefe tarihinin cahili olarak yazdıklannı gözlemler. Bunun sonucunda, felsefede yüzyıllar önce geliştirilmiş ve çoğu kez yeterince uzun bir süredir felsefi olarak düzenlenmiş olan önermeler, kuram laştıncı doğa bilim ciler tarafından yeni bir tür bilgelik olarak sık sık ileri sürülür ve bir zaman için moda bile olur...


278

MARX'IN EKOLOJİSİ

Fizik ve kimya bir kez daha, neredeyse münhasıran atomlar ve m oleküllerle iş gördüğünden, antik Yunanistan’m atomcu felsefesinin yeniden ön plana çıkm ası zorunlu olmuştur. Fakat bu felsefe bilimcilerin çoğunluğunca nasıl d a yüzeysel olarak ele alımr! Bu yüzden, Kekulfe bize... Leukippos’un değil Dem okritos’un bımu başlattığım anlatır ve niteliksel olarak farklı atom lann varlığım ilk farkeden ve onlara değişik elementleri karakterize eden değişik ağırlıklar atfeden ilk k işi­ nin Dalton olduğunu belirtir. Oysa, herkes, Diogenes Laertius’tan ... Epiküros’un çok önceden atomlara yalm zca büyüklük ve biçim değil aynı zam anda ağırlık fark­ lılığı da atfetmiş olduğunu, yani, kendi tarzında atom ağırlığı ve atom hacmiyle tanışık bulunduğunu okuyabilir.^®

Engels’e göre, antik Yunan felsefesiyle ilgili bu bilgisizlik, 1848’ten beri Almanya’da (ve başka her yerde) diyalektiğin ve H egelciliğin önem i­ ni kavramakta gösterilen başarısızlığa bağlıdır. Eski Yunanhlar ve H egel diyalektik bilginin iki büyük kaynağıdır. Onlann felsefesini ve böylelikle diyalektiğini anlamaktaki başarısızlık, m odem doğal bilimin gerek­ sinmelerine uygun bir felsefenin gelişm esinin önündeki en büyük engel­ dir. Engels, doğal bilimcilerin özellikle Yunan atomcu felsefesinden (adlı adınca Demokritos, Epiküros ve Lucretius) geride kalan fragmanlara bakma anlamında “Yunanhlara eğilm esinin” sırf Yunanlılarda “görgül doğal biliminin olm adığı” gerekçesiyle nasıl “giderek az görülen bir şey” haline gelm eye başlamış bulunduğunu belirtir; Yunanlıların holistik felsefesinin gücü sonunda çağdaş doğal bilimde kendisine zorla yer açmaya başlamıştır. N e var ki, doğal bilim ciler şim diye dek, diyalektik bilginin ikinci büyük kaynağını, yani H egel’i tanımakta henüz ilk adımı bile atmayı başaramamıştır.’ * Elbette, Engels’in bakış açısından asıl konu, doğal bilim e uygu­ lanabilir bir materyalist diyalektiğin yaratılmasıydı. Anti-Dühring’ı yazmaya başladığında, on sekizinci yüzyılın Fransız materyalistlerinin “münhasıran mekanist” bir materyalizm geliştirmiş olduklarından, bu amaç için işe yaramayacaklan sonucuna vam ııştı. Yanıt, felsefe tari­ hinde bulunabileceği ölçüde. Yunan materyalistleri ile Aristo, Kant ve H egel’de yatıyordu. Epiküros ile ilgili olarak, D iogenes Laertius tara­ fından aktanlan eski tartışmada, bu filozofun diyalektiği hakir görmesi önemli bir engeldi. Bütün bunlar, E ngels’in hayatının sonlanna doğru, Marx’m Epiküros’un “içrek diyalektiğine” ilişkin açıklamalanna niçin öyle büyük bir heves gösterdiğini açıklamaya yardım eder.’^ Engels açısından, eski Yunanlılann parlak sezgisi, görgül bilgi bakı­ mından on sekizinci yüzyılın bilimine göre düşük düzeyde olmakla


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

279

birlikte, maddi dünyanm kaostan evrimleşen gelişm e ve oluş halinde bir varlık olduğuna ilişkin sezgisel anlayışı nedeniyle, genel kavrayışı bakı­ mından ondan üstündü. Yunanlıların bu genel kavrayışı, bilim içinde ancak on dokuzuncu yüzyılda ve özellikle Darvinci devrim sayesinde aşılabilmişti. Ne var ki, Darvinci materyalistler her şeye rağmen felsefe bakımdan zayıflardı ve felsefi ve teolojik muarızlan tarafından her yandan kuşatılmışlardı. Bu yüzden. Yunan felsefesinin ve klasik Alman felsefesinin baş katkısını oluşturan diyalektik mirasa ihtiyaç duyu­ yorlardı.’’

Etnolojik Zamanda Devrim: Morgan ve Marx 1859 yılı yalnızca, Darwin’in ilk kez sağlam bir evrim kuramı sağlayan eseri Türlerin Kökeni Üzerine'nin yayımına değil, aynı zamanda onunla yakından ilişkili “etnolojik zamanda devrim”e tanık oldu. Etnolojik zamanda devrim Darwin’in tahlilinden bağımsız *kendi kaynaklanna sahip olmakla birlikte, Viktorya döneminin kendine ve dünyaya yönelik kavrayışlann ın değişm esinde birçok bakımdan onun kadar etkili olm uş­ tu. Bu devrim, güneybatı İngiltere’de Torquay yakınlanndaki ßrixham mağarasında bulunan kesin kanıtlar sayesinde, bilimsel topluluk içinde insanlann yeryüzünde “son derece eski” çağlardan, Lyell’m sonralan varacağı sonuca göre, binlerce yüzyıldan beri varolduğunun keşif ve kabul edilm esiyle başladı.’'* Bu devrimin önemini anlayabilmek için, jeolojinin ve buna bağlı olarak paleontolojik art arda gelişler anlayışının gelişm esiyle neredeyse sonsuz bir zaman anlayışının doğması ve böylece Darwin’in evrim kura­ mının olabilirliğinin kabul görm esiyle İncil’in zaman anlayışının uzun zaman önce yıkılmış olmasına rağmen, 1859’a dek geçerii olan pale­ ontolojik görüşün birkaç istisna dışında bu zaman anlayışını insanlan da kapsayacak biçimde genişletmediğini, insanların hâlâ dünya üzerinde ancak yakın zamanlarda, yani en fazla birkaç bin yıl öncesinde ortaya çıkm ış olduğunun düşünüldüğünü bilmek gereklidir. Bu anlayış doğrul­ tusunda, fosil kayıtlan insana uygulanmıyordu. Cuvier, “fosil insan kemiklerinin bulunmadığım” öne sürmüştü. Dahası, belki de tufandan önceki insanlar diye bir şey yoktu.’^ Avrupa’da, 1856 yihnda Neander V adisi’nde ortaya çıkanlan ilk Neandarthal adam kahntılan da dahil, (bazen yanlannda ilkel aletlerle


280

MARX'IN EKOLOJİSİ

birlikte) birçok insan kalıntısının bulunmuş olduğu doğrudur. Bu kalın­ tıların bazılan W illiam BuckIand ve Charles L yell gibi önde gelen jeoloji otoritelerince de incelenm iş, ancak, bu bulgulann arz ettikleri önem tartışmalı kalmıştı. İnsanlığın eskiliğine ilişkin kanıtlar çoğalıyor olmakla birlikte, hâlâ yadsınabilecek ölçüde tartışmaya açıktı. Bu kahntılann çoğu kez jeolojik disiplinin gerektirdiği özenle, ait olduklan katmanla ilişkilerinin kuşkuya yer verm eyecek biçim de belirlenmeden çıkanim amış oluşu, bilim sel gözlem cilerin, belirli bir jeolojik katmana ait kalmtılann başka kalıntılarla kanşm ış olduğu sonucuna varmasına izin veriyordu. Bridgew ater Tezleri’nin yazarlanndan biri olan BuckIand, 1837’de o zamana dek soyu tükenmiş hayvanlara ait kalıntılarlı ilişkili hiçbir insan kalıntısının bulunmadığını yazm ıştı. Bu görüş, 1855 gibi geç bir tarihte Lyell tarafından da yinelenmişti. Bilim tarihi açısından Almanya’da Düsseldorf yakınlannda bulunan Neandarthal adamı çok daha büyük önem taşımasına rağmen, Brixham mağarasındaki kazının özelliği, Londra Jeoloji D em eği’nin gözetiminde bilimsel ölçütlere uygun biçimde yürütülmüş olmasındaydı. Bu duram, Lyell’ın görüşünü değiştirmesine ve etnolojik zaman anlayışında bir devrime yol açacaktı. Lyell, Brixham bulgulannı inceledikten sonra, 1859 Eylülü’nde, Bilimin İlerlemesi İçin İngiliz Birliği’nin Jeoloji Şubesi’ninin başkanı olarak yaptığı açıklamada, insanın yeryüzünde çok eski çağlar­ dan beri varolduğu görüşünü benimsediğini bildirdi. Lyell, bunu izleyen üç yıl boyunca yeni kanıtlar üzerinde yoğun incelemeler yaptıktan ve Fran­ sa’daki mağaralarda bulunan kanıtlan değerlendirdikten sonra, 1863 yılın­ da, etnolojik zaman anlayışında gerçekleştirdiği devrimi açıkça ortaya koyan büyük eseri G eological Evidences o f the Antiquity ofM a n ’i yayım ­ ladı. Bu kitap, H uxley’in karşılaştırmalı anotomi ile ilgili önemli kitabı Evidence as to M an ’s Place in Nature ile ayni yil içinde yayımlanmıştı. Huxley, söz konusu eserinde Neandarthal kafataslanndan çıkan anatomik kanıtlan incelem iş ve insanın maymunlarla aynı atadan gelişm iş olduğu sonucuna varmıştı. Bu iki gelişm e Darvinci devrimin etkilerini güçlen­ dirdi ve bu devrimin insanın kendisini de kapsadığını açıkça gösterdi.’® Etnolojik zamandaki devrimin on dokuzuncu yüzyılın ortalanndaki düşünürler üzerindeki etkisi ne kadar vurgulansa abartılmış olmaz. Etno­ lojinin gelişim ine katkıda bulunan önde gelen Darvincilerden John Lubbock, 1865’te yayım ladığı Pre-historic Times başlıklı eserinin ilk sayfasında şunları yazıyordu: “İnsanm Avrupa’da ilk ortaya çıkışı o kadar eski bir döneme dayanır


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

281

kİ ne tarih hatta ne de efsaneler onun kökeni ya da hayat tarzı üzerine en küçük bir ışık tutamaz... gözlerimizin önünde şu ana dek arkeologlann çalışma alanına giren zamanlardan ve olaylardan çok daha eski zamanlar ve olaylarla ilgili yeni bir bilim... doğmuş bulunmaktadır.”’’ Bu g eliş­ meleri 1881 yihnda değerlendiren etkili jeolog James Geike şunlan söyler: Bundan birkaç yıl önce, Somme ırmağı vadisinin alüvyonlu yataklarında insan ırkı­ nın çok eski bir geçmişe sahip olduğunu düşündürten koşullarda, insan elinden çıktığı kuşku götürmez olan bazı kaba taş aletler bulunduğunda, jeologlar bu habe­ re genel bir kuşkuyla yaklaştılar. Yakın zamanlara dek, pek çoğumuz, insamn orta­ ya çıkışının daha dünkü bir olay olduğuna ve bu konuyu tartışmanın yalnızca kronoloji uzmanlarıyla tarihçilere bırakılması gerektiğine inandınlmıştık. Doğru­ su bu inanç içimizde öylesine kökleşmişti ki, Fransa’da yapılan sonraki keşiflerin de insan ırkının eskiliğine ilişkin, sonunda jeologların kayıtsızlığını kıracak benzer kanıtlar getirmesine rağmen, bu keşifler... zam an zaman kaale alınmamış... ya da yalnızca bir kenara itilmek üzere kaale alınmıştır.’*

Etnolojik zamandaki devrimin önemini en iyi anlayan düşünür, çoğu kez sosyal antropolojinin kurucusu olarak görülen A B D ’li antropolog Lewis Henry Morgan (1818-1881) oldu. Morgan, 1877’de yayımladığı Ancient Society, O r Researches in the Lines o f Human P rogress from Savagery through Barbarism to Civilization (Eski Toplum, ya da İnsan­ lığın Barbarlık Aracılığıyla Vahşetten Uygariiğa G eçiş Hatları Üzerine Araştırmalar) başlıklı eserinin önsözünde şunları yazar: İnsamn yeryüzünde çok eski bir geçmişe sahip olduğu kesin biçimde ortaya konmuştur. Son otuz yılda bu yönde bulunan kamtlar benzersizdir ve bugUnkü kuşak böylesine önemli bir gerçeği fark edecek ilk insan kuşağı olacak gibi görün­ mektedir. Artık insanın buzul çağmdan beri Avrupa’da varolduğu, hatta, daha önceki bir jeolojik çağda ortaya çıkmış olması çok muhtemel olarak, bu çağın başlangıcına kadar geri gittiği bilinmektedir. İnsanlar, çağdaşlan olan birçok hayvan ırkının yok olm asından sonra hayatta kalmış ve insanlık ailesinin çeşitli şubeleri içinde, akışı kadar ileriemesinde de dikkate değer olan bir gelişme sürecinden geçmişlerdir. İnsanların gelişiminin uzunluğu muhtemelen jeolojik dönemlerle ilintili oldu­ ğundan, sınırlı bir zaman ölçüsü dışarıda bırakılmıştır. Kuzey yarım küreden buzulların çekilişinden bugüne dek geçen zaman için yüz bin ya da iki yüz bin yıllık bir tahmin aşırı olmayacaktır. Gerçek süresi bilinmeyen bu dönemin uzunluğuyla ilgili tahminlerle ilgili kuşku ne olursa olsun, insamn varoluşu ölçülemeyecek kadar geriye uzanır ve zamanın genişliğinde ve derinliğinde kaybolur.™


282

MARX'IN EKOLOJİSİ

Morgan, Eski Toplum'unda, insanın toplumsal gelişmesinin bu uzun etnolojik zaman kavrayışını kapsayan bir genel kuramını vermeye çalış­ mıştır. Bu girişiminde, gelişmenin bölgesel özelliklerini aşmayı amaç­ lamış ve insan kurumlanmn üç şubesi; hükümet, aile ve mülkiyet üzerinde odaklanarak, etnolojik verilere uygun bir kuramsal düzeyde insani kummlann ve düşüncelerinin gelişiminin ortak temelini aramıştır. Bununla birlikte, Morgan bunu yaparken, bu alanlann maddi koşullannın evrimi anlayışından kaynaklanan kararh biçimde materyalist tarihsel bir yaklaşım benimsemiştir. Morgan, maddi koşullann evrimini, yani “geçim sanatlannın” büyümesini -ve bunun içindeki sayısız icatlar ve araçlann ortaya çıkışını- etnolojik kayıtlann ortaya koyduğu göstergeler olarak alnuştır.*® İnsanın bu geniş zaman aralığındaki gelişm esini yeniden kavramsallaşürmaya çalışan diğer düşünürler gibi, Morgan da, insanlann var olma mücadelesinde ilk başta tırnaklara, dişlere, ağaç parçalanna ve taşla­ ra güvendikleri, sonradan -ateşle “karşılıklı ittifak” ve ona hükmetmeyi izleyerek- sırasıyla bakırdan, tunçtan ve demirden aletler ve silahlar yapma­ yı öğrendikleri yönündeki Lucretius’un geniş kavrayışına yeniden ulaş­ m ıştı. Pre-historic Times (1865) başhklı eserinde insanın gelişim ini taş, tunç ve demir çağlanna ayıran Lubbock da, Lucretius’tan almülar yaparak, büyük şairin de “üç çağdan söz ettiğini” saptamıştı.*' Morgan, çeşitli “etnolojik dönemler” tanımlar; Büyük Vahşet ve Barbarhk çağlan -ki bunlann her ikisi de kendi içinde alt, orta ve yüksek aşamalarına aynlabilir- ve Uygarlık aşaması. Ona göre. Aşağı Vahşet döneminde insan soyu (burada, bu aşamadaki geçim sanatlan üzerine klasik kaynak olarak gördüğü Lucretius’a göndermede bulunur), ilkel bir toplayıcılık ekonomisi temelinde esas olarak meyveler ve (ceviz gibi) kabuklu yemişlerle geçinmiştir. Bu dönemle ilgili kesin olarak söyle­ nebilecek çok az şey varsa da, Morgan, Lucretius ’un insanlann bu dönem­ de ele geçirmek için hayvanlarla mücadele etmek zorunda olduklan inler­ de ve koruluklarda yaşadıklan düşüncesini aktanr.*^ Bunu, “ateş kullanma bilgisinin” mümkün kıldığı balık tüketiminin yaygınlık kazan­ dığı Orta Vahşet aşaması izlemiştir. Buna karşılık. Yüksek Vahşet aşaması ok ve yayın bulunuşuyla tanımlanır. Aşağı Barbarlık döneminin tem sil ettiği geçim taranda meydana gelen büyük değişimin ana göstergesi çöm lekçilik sanatının gelişmesidir. Morgan’a göre, Orta Barbarlık aşaması. Doğu Yanmküre’de hayvanlann evcilleştirilm esi ve tanmda sulamanın kullanılışıyla, (evcilleştirilebilecek büyük hayvanlann daha kıt olduğu) Batı Yanmkürede ise, kerpiç v e taş


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

283

mimarisinin ortaya çıkışıyla karakterize olur. Yüksek Barbarlık aşaması demirin işlenm esiyle başlar ve fonetik alfabenin bulunuşu ve yazının kullanılışıyla sona erer. Morgan’a göre, Barbarlıktan Uygarlığa geçiş, muazzam bir kültürel ilerleme dönemini temsil eder. Bununla birlikte, yüksek Barbarlık, daha uygarlığa geçişten önce zengin bir edebi gelenek geliştirmiştir. Yuna­ nistan’ın Kahramanlık Çağı’nın düşünerek, “D il öylesine büyük bir geliş­ me göstermişti ki, en yüksek yapısal biçim iyle şiir dahilerin hayal gücünü harekete geçirmeye hazırdı.” gözlemini yapar. Dil, her şey gibi insan kültürü içinde gelişmiştir. “İnsan konuşması” der, “en kaba ve basit ifade biçimlerinden gelişm işe benzemektedir. Hareket ya da işaret dili, Lucre­ tius’un ima ettiği gibi, heceli dili öncelemiş olmalıdır. Heceli dilden de gelişm iş dil ortaya çıkmıştır... Kendi başına bir bilgi dalı olan bu muhte­ şem konu bu araştırmanın alanına girmemektedir.”“ Morgan, bu yüzden Eski Toplum'daki tahlilinde, dilin değil, tutarlı biçimde her geçim düzeyinde insani kurumlarm oturduğu maddi temelin üzerine odaklanır. Demir sabanın, yazıyla birlikte Uygarlık aşamasını karakterize eden, bir “sınırsız geçinme” dönemi açtığında ısrar eder. Lucretius’tan aktarma yaparak, demir sabanın kullanıma sunuluşuyla “ormanlan azaltma, geniş alanlan tanma açma düşüncesinin” doğduğunu gözlemler. Morgan, bundan abartıh bir sonuç çıkararak, “başlangıçta diğer hayvanlardan üstün kılan böyle bir yeteneği bulunmayan insan soyu­ nun yiyecek üretiminde mutlak kontrol kazanmış tek canlı türü olduğunun söylenebileceğini” savunur.®'* Morgan’ın tanımladığı aşamalar, “Vahşet” ve “Barbarlık” terim­ leriyle özdeşleşen olumsuz çağnşım lar yansıtan adlan değiştirilmekle birlikte, çağdaş antropolojide hala yaygın olarak kullanılmaktadır. Morgan'm “vah şef’i şimdi genellikle, Paleolitik dönem boyunca geçerli bir geçim yolu olan toplayıcı (marjinal bir avcılığın eşlik ettiği) toplum için kullanılmaktadır. “Barbarlık” yerine ise bahçe tanmı uygulayan toplumlar kastedilmektedir. Bitkilerin evcilleştirilmesi, genellikle on bin yıl öncesinde gerçekleşen Neolitik devrimle özdeşleştirilmektedir. (“Paleolotik” ve “Neolotik” ya da “Eski” ve “Yeni Taş Çağı” terimleri yonga biçim li fazla işlenmemiş taş aletlerle onu izleyen cilalanmış taş aletlerin kullanıldığı çağlar arasında bir aynm yapmak için Lubbock tara­ fından ortaya atılmıştır. Bununla birlikte, şimdilerde antropologlar Morgan’m değişen geçinme biçimleri temelinde yaptığı aynm a daha büyük bir vurgu yapmaktadırlar.®’)


284

MARX'IN EKOLOJİSİ

Morgan, aletlerin gelişim i ya da “icatlar” üzerine odaklanan başlan­ gıç halinde bir gen-kültür kuramının ipuçlarını da vermiştir; tcatlann ve keşiflerin üretimi, kurum lann büyüm esiyle insan zihni de zorunlu olarak büyüyüp genişlemiştir; buradan beynin kendisinin özellikle zekâyla ilgili bölümlerinin tedrici genişlemesini kabul etm eye geliriz. V ahşet döneminde, hiçlikten en basit icadın bile çıkarılmasının olağanüstü güçlüğü nedeniyle, bu zihinsel büyümenin yavaş olması kaçınılmazdı.

Buradaki akıl yürütme, Darwin’in İnsanın Türeyişi'x\dQ]â akıl yürüt­ m esine son derece yakındır.** Uzun bir zaman için, Morgan’m insan toplumunun gelişim ine evrim­ ci yaklaşımının esas olarak, yakından bildiği ve açık biçim de etkilendiği Darwin’den kaynaklandığı düşünülmüştür. N e var ki, daha yakın zaman­ larda yapılan akademik incelemeler, Lucretius’un (ve onun aracılığıyla Epiküros’un) Morgan’ın düşünceleri üzerinde yaptığı canalıcı etki üzerinde odaklanmıştır. Thomas R. Trautmann’m Lew is H enry Morgan and the Invention o f K inship’inde belirttiği gibi, Morgan, “Darwin’in evrim kuramını, bir yenilik olmaktan çok uzak, Horace’a (Horatius) ve herkesten çok, Morgan için evrimin ilk kuramcısı olan Lucretius’a dek geri giden evrimciliğin özgül bir örneği olarak” değerlendirmişti. Bu varsayıtmn temelini Morgan’ın kendi elyazm alan oluşturmaktadır. Eski Toplum'un (1872-73 arasında yazdığı) ilk elyazması Lucretius’un siste­ mini anlatan “İnsani G elişim in Romalılarca A n laşılışı” başlıklı bir bölüm içeriyordu. Morgan, eserinin ilk elyazma müsveddesinde şunlan yazm ıştı: Darwin’in insanın bir dört ayaklı yaratıktan türediği kuramını benim seyenler ve evrim kuramını benimsemekle biriikte o noktada duranlar, aym biçimde, insanın merdivenin dibinden başladığım ve uygarlığa doğru yukarıya çıkan yolunu deneysel bilginin yavaş birikimi aracılığıyla çalışarak açtığı olgusunu kabul eder­ ler. İnsanın bu erken durumu, aksi söz konusu olmaksızın, gerçek koşulları tümüyle kavranılamaz değilse de göz önünde canlandırılması güç olan, olağanüstü bir ilkellik ve vahşet durumudur.*'^

Trautmann’agöre, bu pasaj M organ’ın Darvinci kuramı yalnızca evrim kuram ının özgül bir örneği olarak anladığım açıklığa kavuşturur. O nun bakış açısına göre, yeni üstlenm iş olduğu çalışmanın entelektüel haritası, D arw in’in değil, H orace ve herkesten önce Lucretius’un icadıydı ve Eski T oplum ’un taslağının ikinci bölümünü, m odem


GÖRÜŞÜMÜZÜN EX5ĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

285

evrim ciliğin öncüsü olarak gördüğü ‘İnsani Gelişim in Rom ahlarca A nlaşıhşı’mn değerini teslim etm eye adamıştı.

Cari Resak da, Trautmann’m kitabından önce kaleme aldığı Morgan hakkındaki önemli biyografisinde özünde aynı noktayı vurgulamıştı. Resak, Eski Toplum’un elyazm ası m üsveddesine işaretle şunları yazm ış­ tı: “[Morgan] Evrim kuramının aslında Darwin’e ait olmadığmı söyle­ m eye devam etti. Horace ve Lucretius gibi antik filozoflar insanın vahşi­ likten yola çıktığı ve yavaş ve dolambaçlı bir yükseliş izlediği gerçeğini görmüşlerdi.”*’ Morgan, bu temeller üzerinde, eserinin geri kalanının ayrıldığı üç bölümün konusunu oluşturan hükümet fikrinin, aile fikrinin ve mülkiyet fikrinin kökenleri hakkındaki düşüncelerini geliştirmeye koyuldu. Morgan’ın tahlili, L yell’in büyük eseri Antiquity o f M an’i notlar çıkararak dikkatle okumuş olan Marx’m ilgisini çekecekti.®“ Marx, 1857-1858 gibi erken bir tarihte G rundrisse’de “Kişinin silah, alet ve süs olarak kullandıklan aUm, bakır, gümüş ya da demir metallerden başka bir şey bilmek­ sizin bir halkın uygarlık derecesini a priori olarak belirieyebileceği” saptamasında bulunmuştu. Bunu söylerken, tuncun demirden önce bilin­ diğine ilişkin Lucretius’tan alıntı yapmıştı.®' Daha sonra KapitaV'm Birinci Cildinde de (muhtemelen L yell’i düşünerek) “tarih öncesi çağla­ rın” araştırılmasında, sınıflandırmanın nasıl, “şu sözde tarihsel araş­ tırma yöntemlerini kullanmak yerine, doğal bilimin araştırmalan teme­ linde” yapıldığını belirtmiştir. “Tarih öncesi, alet ve silah yapımında kullanılan m alzem eye göre Taş, Tunç Demir Çağlanna ayrılmışür.” Marx’a göre, prehistorya yazarlannın bu yaklaşımı, “bütün toplumsal hayatın ve bu yüzden bütün tarihin temeli olan maddi üretimin geliş­ mesine çok az dikkat” göstermeye eğilimli olan “tarih yazariannın” o zamana dek kullandıkları sınıflandırma şemalarından üstündü.®^ Marx, 1880-1882 aralannda tuttuğu Etnolojik Defterler'de. ilgisini özellikle Morgan’a yöneltmekle biriikte, John Budd Phear, Henry Sumner Maine ve John Lubbock’ın eserierinden de yoğun biçimde notlar çıkar­ mıştı. Engels, Marx’m ölümünü izleyen yıl, Marx’m bu defterlerinden, Morgan’ın eseriyle birlikte Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin KökenVm (1884) yazmakta yararlandı. Bu kitapta, “Morgan, Marx tarafından kırk yıl önce keşfedilm iş olan materyalist tarih kavrayışını A B D ’de kendi başına yeniden keşfetti ve barbarlıkla uygarlık arasında yaptığı karşılaştırma, kendisini esaslı


286

MARX'IN EKOLOJİSİ

noktalarda Marx ile aynı sonuçlara götürdü.” diye yazacaktı. Morgan’ı izleyen Engels’e göre, şim di hâkim olan özel mülkiyet v e sınıf kavgası ancak yazılı tarihin şu ana dek olan bölümünde geçerli olmuştu, ondan önce, Lubbock ve diğerlerinin 1860’lardan itibaren “tarih öncesi” diye adlandıracaklan dönemde, toplum, akrabalık gm plan çevresinde örgüt­ lenmişti. Bununla birlikte, bu, “bir yanda geçim araçlannın, yiyeceklerin, giyeceklerin bannaklann ve üretim için gerekli aletlerin üretimi, öte yanda insanlann kendilerinin üretimi, türün yayılması şeklinde... dolay­ sız hayatm üretimi ve yeniden üretimi” idi.®^ N e var ki, ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökenleri üzerine bu tahlilden doğan tartışmalann önemi, Marx’m (hatta E n gels’in) bu alan­ daki çalışmalanna hâkim olan bazı canahcı unsurlan gölgelem e eğili­ mindedir. Marx ile Engels’in, tarih öncesinin diğer tahlilcileri gibi, bu araştırmalara etnolojik zaman anlayışında 1859 yılında başlayan devrim tarafından yönlendirildiklerini anlamak çok önemlidir. Dahası, Marx’in örneğinde bu, ömrünün son on yılında incelemelerinin merkezi konusunu oluşturan (1860’lı ve 7 0 ’li yıllar boyunca jeoloji ve tanmsal kimya üzeri­ ne yüzlerce sayfa tutan notlar almayı sürdürmüştür) tanmın gelişm esi, yani, insanın toprakla uzun vadeli ilişkisi hakkındaki meraklanyla bağlantıhydı. Marx, bu konularla, gerek KapitaV'm Üçüncü Cildinin hazırlıklan bağlamında, gerekse de, R usya’nın gelişm esinin, bu ülkedeki popülist tartışmalarda yansıdığı biçimde, alacağı yönle ilgili meraklan nedeniyle ilgileniyordu. Rusya ile ilgili sorun, arkaik Rus komünal toprak sisteminin yazgısının ne olacağı ve bunun devrim beklentilerini nasıl etkileyeceğiydi. Son olarak, materyalist tarih kavrayışının antik Yunan’dan öncesine, yazılı tarihten önceye ve dilbilimsel tahlillerin ötesi­ ne genişletilm esi gerekliliği bulunuyordu. Dem ek ki, söz konusu olan, insanm ve insani kurumlann “tarih öncesi”nin uzun çağlan içindeki kökenleriydi. Marx, bu son yıllannda aynca, artan bir ilgiyle sömür­ gecilik edebiyatına yöneldi. Bu alandaki incelemeleri, doğal olarak, dünyanın geri kalan bölümünün gelişm esi üzerine, bugün “periferi” denen bölgelere kapitalizmin sızm asına karşı giderek eleştirel bir nitelik kazanan bir görüş geliştirm esini gerektirdi. B öylece, dünya tarihinin hâkim anlayışlan kıran tümüyle radikal bir kronolojisini oluşturmaya çalıştı. Bütün bu m eşgaleler, Teodor Shanin’in ünlü tanımıyla “geç Marx” olarak adlandınlan son on yılını belirledi.^ Bu tartışmalann evrim ve insan toplumunun kökenleri konulanyla ne kadar yakından ilgili ve iç içe geçm iş olduğunu anlarsak, Marx’m müca­


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

287

delesini ve kendi dönemiyle ilişkilerini daha iyi anlayabiliriz. 1871 yılın­ da Darwin, insanın biyolojik evrimini açıklığa kavuşturmayı hedefleyen ve bunu yaparken önemli etnolojik sorunlara de temas eden uzun zaman­ dır beklenen eseri İnsanın T ü reyişim yayımladı. Türlerin Kökeni'nin yayımlanması ve Brixham mağarası keşiflerinin insanın gelişim i hakkındaki düşünceleri devrimcileştirmesine bağlı olarak, bu konuyu ele alan başta H uxley’in İnsanoğlunun D oğadaki Görevlerinin K anıdan (1863), L yell’ın İlkçağ İnsanının Jeolojik Kanıtları (1863) ve Lubbock’m PreH istoric Times’ı (1865) olmak üzere çok sayıda çalışm a zaten yayım ­ lanmış olduğundan, Darwin’in çalışması olabileceğinden daha küçük bir etki yarattı. Marx’m Etnoloji D eflerleri'nde en fazla yoğunlaştığı dört düşünürden en önemli üçü -Morgan, Lubbock ve Maine- Darwin’in Türlerin Kökeni'ne göndermelerde bulunmuşlardı. Bu durumda, kişi, yazılı tarihten önceki insani ilerleme konusunu nasıl düşünecekti? Marx, bu dönemde tutkuyla jeoloji, paleontoloji, tanmsal kimya ve etnoloji konulannı inceledi. Morgan’ın Eski Toplum'Mm göster­ diği büyük ilgi, kuşkusuz, A B D ’li antropoloğun etnolojiye, Darwin’in tahli­ linden (dikkate almakla birlikte) bağımsız bir materyalist yaklaşım getir­ miş olmasından kaynaklanıyordu. Bu yaklaşım geçim sanatlannın gelişmesi üzerine odaklanıyor ve Darwin’in geçim için zorunlu icatlarla beynin gelişimi arasında bir ilişki bulunduğu yolundaki imasına açıklık getiriyordu. Geçim sanatlannın ana çizgileri Lucretius’un D e rerum natura’da getirdiği tahlile uygun olarak geliştirilmişti. Lucretius’u derinliğine anlamış olan Marx, Morgan’ın Lucretius’a atıflannı dikkatle saptamıştı ve geçim sorununa bu tarz bir yaklaşımın derin imalannın -materyalist tarih kavrayışı ve onu izleyen materyalist tarih kavrayışıyla ilişkisinin -çok iyi farkındaydı. (Lucretius ve onun aracılığıyla Epikiiros’tan esinlenerek) Morgan tarafmdan geliştirildiği biçimiyle, geçim sanatlan -doğayla, üreti­ min ve yeniden-üretimin dönüşümü yoluyla gerçekleşen insani ilişkiüzerine yapılan bu vurgu, insanın doğayla birlikte evrimleşmesi üzerine odaklanması anlamında, derinden ekolojikti. Marx, K apital'de zaten “geçip gitmiş emek araçlannın hatıraları” olarak aletlerin, “ortadan kalkmış toplumsal formasyonlann araştınimasında, fosil kemiklerinin ortadan kalkmış hayvan türlerini belirlemekte taşıdığı öneme eşit bir öneme sahip olduğunu” söylemişti.®’ Morgan’m aletlerin gelişimine verdiği önemle geçim araçlan üzerine odaklanışı, tahlilinin benzer bir yol izlemesini sağla­ mı ştır.O, aletlerin gelişimini aile/akrabalık ilişkilerinde, mülkiyet ve devlet {biçimlerindeki} değişimlerle ilişkilendirmiştir.


288

MARX'IN EKOLOJİSİ

N e var ki, Marx, Morgan’m insanlann “yiyecek üretimi üzerinde tam bir denetim” geliştirm iş olduğu kabulünü hoş karşılamamıştır. Ona göre, aksine, geçim sanatlanna eşlik eden ekolojik sorunlar (çelişkilerin gerçekten aşın bir boyuta ulaştığı) kapitalist toplumda da varolmaya devam etmiştir - ve ortaklaşmış üreticiler toplumunun ussal biçim de v e insanla doğa arasındaki metabolik ilişkinin anlaşılması tem elinde yaklaşmak zomnda olduğu soranlar oluşturarak kapitalizm sonrasında da varolacaktır. 1950’lerden bu yana, antropologlann artık ortadan kalkmış ya da yok olma tehdidi altındaki kültürlerin içerdiği “geleneksel çevreci bilgi”yi anlamaya çalışmasıyla, antropoloji içinde etnoekoloji alanının doğuşuna tanık olduk. Antropologlann bu çabası, ekolojik krizle karakterize olan bir zamanda bu zorunlu bilgiyi yeniden canlandırmayı olduğu kadar, şimdi kapitalizmin sızm asıyla yok olm a tehdidi altında kalan bu yerli topluluklannın hayatta kalmasının ne denli önem taşıdığını vurgulamayı da amaçlamaktadır. Bu konuda üretilen yazın içinde, Eugene Hunn gibi önde gelen etnoekologlarca, geçim , toplulukla topluluğun üzerinde varol­ duğu toprak (arazi temeli) arasındaki uzun dönemli ilişki olarak anla­ şılmaktadır. Temel geçim ilişkilerinin bu bilgisinin, insanlann doğadan kopmasına dayanmayan ekolojik anlayış için paha biçilm ez bir miras oluşturduğu da savunulmaktadır. Marx’in -özellikle Grundrisse ve ömrü­ nün son on yılında yazdıklan olmak üzere- bütün eserleri boyunca gele­ neksel komünal ilişkiler ve yeryüzüyle yabancılaşmamış bir ilişkinin önemi üzerine sürekli yaptığı vurgu, bazı etnoekologlarca bu yeni alanın dayanması gereken zoranlu eleştirel bakış açısı olarak görülmektedir. Hunn’m “Dünyanın G eleceği İçin Geçim in Değeri” başlıklı makalesinde yakın zamanlarda vurguladığı gibi, Marx, “kendi hayatlannı kazandıklan ve bu yolla topluluklannı yeniden-ürettikleri emekleri aracılığıyla topraklanna bağlanan insan topluluklannın organik birliğine değer vermiştir.”®*Topraktan yabancılaşmanın em ekten yabancılaşmayla iliş­ ki içinde geliştiği düşüncesi daima Marx’m materyalist tarih kavra­ yışının canalıcı bir parçası olmuştur. Bu yolla materyalist doğa kavra­ yışına, yani, doğal tarihteki tem eline bağlanan bu soran, bugün radikal etnoekolojinin (ve daha genel olarak kültürel materyalist ekolojinin) yöneldiği bir sorundur. Marx, ortaklaşmış üreticiler toplumunun karşı­ laşacağı en önemli soranun, kapitalizmin nihai devrimci krizini önce­ leyen daha gelişm iş sınai koşullar altında, insan varlıklarıyla doğa arasmdaki metabolik ilişkiyi ele alm a sorunu olduğunu defalarca vurgu-


GÖRÜŞÜM ÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

289

latnıştır. Bu amaç için, etnolojik zamanın geniş ölçeği içinde, doğa ve geçim le mülkiyet biçimlerinin gelişim i yoluyla kurulan insani ilişki hakkında daha çok şey öğrenmenin gerekliliği açıktır. Bu yüzden, Marx, tahlilinin materyalist gerekliliklerince, yabancılaşmış bir varoluşu daha tam biçimde aşma potansiyelini tahayyül etmenin bir aracı olarak, insan toplumunun ve doğayla insani ilişkinin kökenlerini hesaba katmaya yöneltilmiştir. Marx ile Engels, Marx’m ölümünden bir yıl önce, 1882 yılında Kom ü­ nist M anifesto'mm ikinci Rusça basımının önsözünde, arkaik Rus komü­ nünün, “bir komünist gelişim için kalkış noktası olarak hizmet edecek” komünal toprak sahipliğine dayanan bir proleter devrim için bir temel sağlayıp sağlayamayacağı sorununu ortaya attılar. Buradaki asıl m ese­ lenin yalnızca komünal toplumsal biçimlerin varlığı ya da yokluğu olma­ yıp, doğayla, kapitalist Amerika’daki “dev çiftlikler” sistem iyle keskin bir karşıtlık oluşturan, yabancılaşm amış bir ilişki olduğunu vurguluyorlardı. Toplumun maddi gelişim i sorunu, böylelikle, doğayla insani ilişkinin maddi gelişim ine bağlanıyordu - iki durumda da tarih, basitçe doğrusal değil, ama, karmaşık, çelişkili, diyalektik bir yön izliyordu. Devrimci dönüşümün tüm potansiyeli bu karmaşık, çelişkili gelişm ede yatıyordu.^

Genç Bir Darvinci ve Kari Marx Marx’m hayatının son yıllannda etnolojik konulara yönelen ilgisi, daha o zamandan önde gelen bir evrimci biyolog ve Royal Society üyesi olup, sonralan çağının en saygın İngiliz bilimadamlan arasında sayılacak ve 1898-1907 yıllan arasında ilgi alanının doruğunu oluşturan British Museum’un müdürlüğünü yürütecek olan genç Darvinci E. Ray Lankester ( 1847-1929) ile aynı yıllarda geliştirdiği yakın arkadaşlığı açıklamaya da yardımcı olabilir. Lankester, çocukluğunda Darwin, Huxley ve Hooker’i yakından tanımış ve Lyell, Haeckel ve Tyndall’a karşılaşmıştı. Kendi­ sine Huxley’i öm ek almış, Huxley de onu himayesi altında saymıştı. Esas olarak bilimadamı olmakla birlikte, Lankester, kendisini etkin döneminin büyük bölümünde (yaşlılığında daha tutucu olmuştur) ilerici düşüncelere yakınlık duyan bir entelektüel aristokrat olarak ortaya koymuştu. Bu yüzden, bir zaman için sosyalizm e sempati duymuş ve radikaller arasmda birçok (gençliğinde Marx, daha sonralan H.G. W ells ve J.B.S. Haldane bunlann arasındaydı, ayrıca W illiam Morris’i de tanımış ve hayranı F:19 / Marx'in Ekolojisi


290

MARX'IN EKOLOJİSİ

olmuştu.) dost edinmişti. A kıcı Almancasıyla, Marx’m K apital’ini 1880 yılmda büyük bir ilgiyle özgün dilinde okumuş ve Marx’a yazdığı mektu­ bunda “büyük eserini... çok büyük bir zevk duyarak ve yararlanarak” hatmettiğini bildirmişti. Onlarca yıl sonra, Titanik faciası üzerine Times gazetesinde, iş ortaklıklanmn “doğalan gereği vicdandan yoksun bulunduklannı” ve “arz ve talep yasalanyla yürüyen” kişisel olmayan meka­ nizmalar olduklanm yazacaktı. 1905 yılında yaptığı ve kamuoyunda büyük etki yaratan “D oğa ve İnsan” konulu konuşmalannm notlannda, “kapitalistlerin ucuz emek istediklerini ve İngiliz halkımn durumunun iyi olduğunu görmektense, yoksul ve onlann işini görm eye hazır durumda olmasım tercih ettiklerini” belirtmişti. Onu izleyen Ekim Devrim i’nden dolayı şaşkmhğa kapılacak olsa da, R usya’da 1917 Şubat D evrim i’ni coşkuyla selamlamıştı. Zamanla, arkadaşı H.G. W ells gibi müthiş bir Bolşevik karşıtı olacaktı. Bir entelektüel aristokrat olarak, Lankester, özellikle kültürel alanda olmak üzere, görüşlerinde çoğu kez seçkinci, hatta, tutucuydu. Yaşamöyküsü yazannın sözleriyle, “kadınlann oy kullanmasımn doğru olduğuna inanmıyor ve ashnda ne kadar az insan seçm e hakkına sahip olursa o kadar iyi olacağını düşünüyordu.” Gene de, yayımlanmış eserleri, Lankester’in daha genel bağlılığının bir “militan hümanizm” yönünde olduğunu açıkça göstermektedir.®* Bilimadamı olarak Lankester, kararlı bir materyalist, bir Darvinci, dinin ve boş inançlann muhalifiydi. Marx gibi, o da, ömrünün son yıllannda insanlann ilk etnolojik gelişm elerine özel ilgi duymuştu. G enç­ liğinde de, tarihöncesi alanımn Fransa’daki öncüsü Boucher de Perthes’i ziyaret etmişti. Böylelikle etnolojik zaman anlayışında gerçekleşen devrimi daha gençliğinde fark etm eyi ve tüm düşünsel gelişim i boyunca konuya ilgisini sürdürmüştü. Kingdom o f M an (1907) başlıkh eserinde, son derece ilkel taş çağı aletleri olduğuna inanılan eolitlerin keşfine daya­ narak insanın yeryüzündeki varlığının eskiliğine ilişkin tahminleri daha da geriye çekm eye çalıştı. Materyalizmi ve Darvinciliği Lankester’i yalnızca dinle değil, sık sık, başta W illiam Thom son (Lord Kelvin) ve Alfred Russel W allace gibi başka bilim adam lanyla da çatışmaya sürük­ lemişti. Lankester, Thom son’ın hayatı ele ahşında dirimcilikte yardım aramasına karşı çıkmıştı. Daha da önem lisi, radyoaktivitenin bulu­ nuşunun Thom son’ın yeryüzünün yaşı hakkında yaptığı tahmini boşa çıkardığına işaret eden ilk Darvincilerdendi. Bu olguyu. Bilimin İler­ lemesi İçin İngiliz D em eği’nin 1906 yıh başkanlık konuşmasında ilan etti. Lankester, Alfred Russel W allace’i da insan beyninin evrimi için


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

291

“m etafizik” açıklamalara başvurmasından dolayı eleştiriyor ve (Engels’in D oğanın D iyalektiği’nin elyazm alannda geliştirdiği akıl yürütmeye paralel bir akıl yürütmeyle) bu gelişmelerin materyalist terim­ lerle açıklanabileceğini savunuyordu.®® Çağının bilimcileri arasında Lankester, yeryüzünün insan eliyle tahri­ bine yönelttiği protestoyla dikkat çeker. “Canh dünyanın, gerek ilkel gerek uygar insanın sonuçlan hesaplanmamış pervasız işlem lerince uğratıldığı büyük yıkım ve tahribat”a işaret ettiği tanınmış denem esi “The Effacement o f Nature by Man”de, tüm zamanlann en güçlü ekolojik eleştirilerinden birini yapmıştır. Lankester, türlerin tükenmesi ve bunun yaşama alanlannm tahribiyle olan ilişkisine özel bir ilgi göstermiştir. “İnsan yayılmasının yıkıcı sonuçlannın en iğrenci” diye yazar: ırmakların zehirlenmesi ve bunun sonucunda, bunlarda yaşayan balıkların ve küf ve çürükçül bakteriler dışında, hemen hemen bütün canlıların tükenmesidir. İnsa­ nın kirli işlemleri sonucunda Tham es’daki güzelim somonların yok olmasının ve masum yılan balıklarımn öldürülmesinden bu yana yakında yüzyıl geçmiş olacak­ tır. Ne var ki, Tham es’m çamuru, en kirli zam anında bile, en kirii sularda bile olağanüstü bir yaşama gücü gösteren ve çürümüş toprakta beslenen, yer solu­ canına benzer minik zarif solucanlarla ığıl ığıl, kan kırmızı bir renkteydi (gerçek­ ten kan kırmızı, çünkü bu renk kanımızın rengindeki aynı tip kan kristallerinden kaynaklanmaktadır)... Özellikle İngiltere’nin sanayi ve madencilik bölgelerindeki daha küçük akarsularda, ilerici para-yapan- insan, doğamn en güzel şeylerini alabalıkiann yaşadığı berrak akarsuları-mutlak olarak ölü, çürütücü kimyasal lağımlara çevirmiştir. Bu ölü, kara pislik oluklarından birini görmek, hayalinde bütün ırmakları ve deniz kıyıları böyle bir acı kısırlığa tahsis edilmiş, bütün çayır­ lan ve tepe yamaçları iğrenç kimyasal gübrelere batırılmış bir dünya tasviri doğu­ rarak kişinin tüylerini diken diken edebilir. İnsanlığın gelecek kuşaklarını böyle bir dünyanın bekliyor olması mümkündür! Bu dehşet için suçlanacak olan “bilim” olmayacaktır, ama gerçekleşecek olursa, bu, fütursuz açgözlülük ve insanlığın adi böcekler gibi çoğalması yüzünden olacakür.

Marx ile Lankester 1880 yılında karşılaştı ve görünüşe göre, Marx’m hayatının son üç yılında bu iki adam arasında sağlam bir dostluk gelişti. Nasıl tanışmış oldukları bilinmemektedir, fakat, aralannda Lankester’in Üniversite K oleji’nden meslektaşı ve Marx ailesinin yakın dostu olan tarih profesörü E.S. B eesiy’nin de bulunduğu çok sayıda ortak tanıdıklan vardı. Marx, 1880 Eylülü’nde, göğüs kanserinden ölmekte olan kansı Jenny’ye tıbbi yardım aramak için Lankester’e başvurdu. Lankester yakın arkadaşı doktor H. B. Donkin’i tavsiye etti. Donkin, Jenny Marx’i


292

MARX'IN EKOLOJİSİ

ve sonradan son hastalığında da Marx’i tedavi etmiştir. Lankester, ilk tanışıklıktan sonra Marx’m evinin düzenli ziyaretçilerinden olm uş v e 1883 yılındaki ölümünde cenazesine katılan küçük grubun arasında yer almıştır. Lankester’i tanıdığı dönemde, Marx insanın yeryüzündeki varhğınm eskiliği sorunuyla ilgilendiği ve eserleri Darwin’in İnsanın Türeyişi ile çakışan Lubbock, Morgan ve M aine’i derinliğine ince­ lemekte olduğundan, aralanndaki sohbetlerinde evrim ve materyalizmin daha genel sorunlanm olduğu kadar bu etnoloji konularını da ele alm ış olacaklan açıktır. Marx, Lankester’in adına, onun Yozlaşm a üzerine yazdığı kısa incelem enin Rusça’ya çevrilip çevrihnediğini araştırmıştı. Marx’in Lankester ile ilişkisi uzun süre bir gizem olarak görülmüştür, oysa, Marx’in materyalizm ve bilime ömür boyu gösterdiği ilgisi göz önüne ahmnca, bu ilişkinin son derece doğal olduğu görülebilir. Stephen Jay G ould’un işaret ettiği gibi, Marx, elden ayaktan düşm eye başladığı son yıllarında, Darwin’in de kendi kuşağının çiçeği olarak gördüğü büyük gelecek vadeden daha genç bir adamın arkadaşlığından zevk almıştır. Ancak, Lankester ile olan dostluğu, aynı zamanda Marx’m materyalist doğa kavrayışına güçlü bağlılığının ve D anvin’in “görü­ şümüzün doğal tarihteki tem elini” sağlam ış olduğuna ilişkin değişm ez inancını simgeler.'®' Darwin, 28 Eylül 1881 ’de (daha sonra kızı Eleanor ile evlenerek M arx’m damadı olacak olan) Edward A veling ile aralannda en tanınmışı Alm an­ ya’dan Ludwig Büchner olan bir grup özgür düşünen genç aydını Down H ouse’da ağırladı. Konuşmalar arasında, Darwin, kırk yaşındayken Hıristiyanlığı kesin olarak terk etmiş olduğunu itiraf etmekle birlikte, Tann konusunda bir “agnostik” (bilinem ezci) olduğunu ve bilimin bakış açısından dine saldırmakta gönülsüz bulunduğunu vurguladı. Darwin, bunlan söyledikten sonraki davetini izleyen baharda 19 Nisan 1882’de öldü. Son günlerine dek kararlı bir materyalist olmakla birlikte, dini kesin biçimde reddetmekten kaçındı, bunun yerine Stephen Jay Gould’un “Birbirinin Alanına Kanşmayan Yetki A lanlan” anlayışını benim ­ seyerek, bilim ve dinin biri maddi, diğeri ahlaki, bütünüyle ayn alanlarda çalıştığım kabul etti.'“ D anvin’in ölümünün üzerinden bir yıl bile geçmeden, 14 Mart 1883’te de Marx hayata veda etti. Arkadaşının ölümünden bir gün sonra kaleme aldığı bir mektupta, Engels, Marx’m Epiküros’un “Ölüm ölen için değil, hayatta kalanlar için bir talihsizliktir” deyişini yinelem eyi sevdiğini anlatır.'“ Marx, böylece son demlerine


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

293

dek, Epiküros’un Lucretius tarafından mors immortalis olarak ifade edilen kökten materyalist öğretisine sadık kalmıştır. Marx’m Epikür felse­ fesinden aynidığı yer, yalmzca tefekkürün ötesine geçerek, dünyanm doğa ve toplumla insani maddi ilişkinin- devrimci biçimde dönüş­ türülmesi için yaptığı çağndır. “Filozoflar, yalnızca dünyayı değişik tarzlarda yorum ladılar, aslolan onu değiştirm ektir.”


6. GOrttfttmUzttn Dogal Tarihteki Temeli Notlar 1."Acı ç tk t n evrim ci" terim i A d n a n D esm o n d ve Jam es M o o re 'u n a ynı başlıkii ç a h fm a U n n d a n a lın m ıştır, Darwin: The Life o f a Tormented Evolutionist (Nevkr York; VV.VV. N orton, 1991). Yine Darvvin'i nitelem ek için k u iian ıian "g ö n ü isü z d e v rim d " terim i d e M ichael R ose'un Darwin's Spectre a d lı Icitabmdcın alm m ıştır, (Princeton, N.J.: P rinceton U niversity Press, 1998). A lfred Russel W allace, sosyalist o ld u ğ u için, b u b a k ım d a n D arvvin'in k arşı­ laştığ ı ik ile m le k a rşıla şm a m ıştır. 3. D esm ond a n d M oore, Darwin, 291-98. 4.A .g.e.,2% . 5. Rose, Darwin's Spectre, 49-50; Paul B. Sears, Charles Darwin: The Naturalist as a Cultural Force (N ew Y o rk C harles Scribner's Sons, 1950) 20; H e n ry Fairfield O sbom , From the Greeks to Darwin (ew York: C harles S cribner's Sons, 1927), 37­ 4 3 ,57-63. M ayr de, S ears'a b e n ze r biçim de, an cak o n u n k a d a r d erine g itm ek­ sizin "L ucretius v e G a len 'd e n sonra, R önesans'a d e k hiçbir gerçek sonuç alm m ad ığ ıra" söylem iştir. M ayr, The Growth o f Biological Thought (C am bridge, Mass.: H a rv a rd U rüversity Press, 1982), 91. 6. E m st M ayr, One Long Argument; Charles Darwin and the Genesis o f M odem Evolu­ tionary Thought (C am bridge, M ass.: H a rv ard U niversity Press, 1991), 3, l3. 7. D esm ond v e M oore, Darwin, 341,369. 8. T hom as H . H uxley, Darwiniana (N ew Y o rk D. A p p le to n a n d Co., 1897), 13; D esm ond ve M oore, Darwin, 320-23; L oren Eiseley, Darwin's Century (N ew York: D oubleday, 1958), 133; R uskin, a k ta ran J.W. B urrow , "E d ito r's Intro­ duction", C harles D arw in, The Origin o f Species by Means o f Natural Selection (H arm onsw orth: P e n g u in Books, 1968), 20. 9. S tephen Jay G ould, Full House: The Spread o f excellencefrom Plato to Darurin (N ew Y o rk liir e e Rivers Press, 1996), 138. 10. D arw in, The Origin o f Species, 68. 11. A.g.e., 116-17. 12. A.g.e., 119, 129; S tephen Jay G ould, Eight Little Piggiec Y o rk W.W. N orton, 1993), 302. 13. D arw in, The Origin o f Species, 116. 14. M ayr, One Long A rgum ent, 79-81,184; G ould, Full House, 41. 15. M a rx 'tan E ngels'e 18 H a zira n 1862 tarihli m ek tu p , Karl M arx v e F riedrich Engels, Selected Correspondence (M oskova: P rogress Publishers, 1975) içinde, 120 . 16. D esm ond v e M oore, Darwin, 201. 17. D iane Paul, "Fitness: H istorical Perspectives," E velyn Fox Keller v e Elisabeth A. L loyd ed. Keywords in Evolotiortary Biology (C am bridge. Mass.: H a rv ard U niversity Press, 1992) içinde, 112-14. 18. B urrow , "E ditor's Intro d u ctio n ," 33. 19. Sum ner, a k ta ran R ichard H o fstad ter, Social Darwinism in American Thought

2.


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

295

(Boston: Beacon Press, 1955), 58. A ynı z a m a n d a bak. W illiam G raham Sum ner, Social Darwinism (E nglew ood Cliffs, N.J.: Printice-HaU, 1963). JohnD . Rockefeller a k ta ran A lan Chase, The Legacy o f Malthus: The Social Costs o f New Scientific Racism (N ew Y o rk A lfred A. K nopf, 1977). C o n ra d v e aşınlıkçıhğm eleştirisi h a k k m d a bak. Sven L indquist, Exterminate A ll the Brutes (N ew York. N ew Press, 1996). 20. S tephen Jay G ould, Ever Since Danirin (N ew York: W .W . N orton, 1977), 34-38; B urrow , "E ditor's Introduction,'' 33. 21.A drian D esm ond, Huxley: From Devil's Disciple to Evolution's High Priest (Reading, M ass.: P erseus Books, 1997), 276-80; G ould, Ex>er Since Darwin, H al HeUm an, Great Feuds in Science (N ew York: John W iley & Sons, 1998), 8185. 22.M ayr, One Long Argument, 40-41. 23.Lyell ve Mill, a.g.e.'de alm b, 41; H uxley, Darwiniana, 42,54. 24. H uxley, Danviniana, 54,82-85. 25.A.g.e., 57,85-91. 26.A .g.e.,6,12,20,77. 27.Burrow, "E d ito r's Introductiorv" 46-47; Eiseley, Darwin's Century, 211-16,23344,252-53; H eilm an, Great Feuds in Science, 105-19. 28.Thom as H uxley, Lay Sermons, Adresses and Reviews (N ew Y o rk D. A ppleton a n d Co., 1871), 246. 29.Eiseley, Darwin's Century. 239-42. 30. Jam es A. Secord, "Introduction," C harles Lyell, Principles o f Geology (H arm o n d ­ sw orth: P en g u in Books, 1997), xxiv; H uxley, Darwiniana, 52; D esm ond, Huxley, 271-72. 31.Paul Shorey, Platonism: Ancient and M odem (Berkeley: U niversity of California Press, 1938), 17; D esm ond, Huxley, 595; H u)dey, Lay Sermons, 346. H uxley, k e n disinden önce gelen filozof ve bilim cilerle birlikte, L u cretiu s'u da, kendi­ liğ in d en tü rem ey i k a b u l ettiği için eleştirm iştir. T e n n y so n 'm "D oğa, dişleri v e pençeleri k a n içinde" dizesinin y e r aldığı b ü y ü k şiiri In M emoriam'm tarih ­ sel bağlam ı için b a k S tephen Jay G ould, Dinosaur in a Haystack (N ew York; R andom H ouse, 1995), 63-75. T e n n y s o a b ü y ü k R om aü ozan m ö lü m ü n ü n hayali b ir anlabsıru v e ren v e felsefesinin k a v ram la n ru a raştıran "L ucretius" başlıklı b ir şiir d e yazm ıştı. Bak. A lfred L ord T erm yson, The Poems o f Tenn­ yson in Three Volumes (Berkeley: U niversity o f California Press, 1987), c .2 ,70721 . 32. E m st Haeckel, hAonism as Connecting Religion and Science: The Confession o f Faith o f a Man o f Science (L ondra: A d am & C harles B lack 1895), 4: A rm a Bram w ell, Ecology in the 20th Century (N ew H aven, Conn.: Yale U niversity Press, 1989), 44. 33. Haeckel, a k ta ran Frank Benjam in Golley, A History o f Ecosystem Concept in Ecology (N ew H aven, Conn.: Yale U niversity Press, 1993), 207. 34. Haeckel, Monism, 73-74. 35. Stephen Jay G ould, Ontogeny and Philogeny (C am bridge, Mass.: H arvard U niversity Press, 1977), 77-78. 36. Karl M arx v e Friedrich Engels, Collected Works (N ew Y o rk International Publishere, 1975), c.40,551; c.41,232,246-47. M arx'tan E ngels'e 19 A ralık 1860 tariWi


296

MARX'IN EKOLOJİSİ

m ektup, M arx v e Engels, Selected Correspondence, 1846-1895 (N e w York; Interrmtional Publishers, 1936), 126. M arx'm b u ifadesi K a n t'm "E rekbilim sel M u h ak em en in E leşdrisi"nin hatırlanm asıdır. E rekbilim re d d e d ilir; am a gerçek dogal süreçler için ussal b ir açıklam a sa ğ lam a asıl g ö re v i tey it edilir. 37.W ilhelm L iebknecht, "Rem iniscences of M arx", M arksizm L eninizm E nstitüsü ed. Reminiscences o f M arx and Engels (M oskova: Foreign L an g u a g es P ublishing H ouse, tîirihsiz) içinde, 106; F rie d rid i Lessner, "Before 1848 a n d A fter," A.g.e. içinde, 161. 38. Paul H eyer, Nature, H um an Nature and Society (W estport, C onn.; G reen w o o d Press, 1982), 12-13. 39. M arx ve Engels, Collected Works, c.41,381. 40. Liebknecht, "Rem iniscences o f M arx," 106; H uxley, Danviniana, 303-475; M arx v e Engels, Collected Works, c.43, 183; H u)dey, Lay Sermons 130-39. H u x ley 'in derslerine z a m a n z a m a n Jeny M arx ile M a rx 'm k iz la n m n d a k a tild ik la n n i v e b u d ersler h a k k m d a y azılm ış ra p o rla r bırak tık ların ı b e lirtm e y e değer. 41. Frederick A lbert Lange, The History o f Materialism (N ew Y o rk H um an ities Press, 1950). 42. H al D roper, The Marx-Engels Chronicle (N ew York; Schocken Books, 1985), 116. 43. Francis C. H aber, The Age o f the World: Moses to Darwin (Baltim ore, M d.: John H opkins U niversity Press, 1959), 285. 44. M arx ve Engels, Collected Works, c.42,304-5,320-24,327. M arx'm , ("jeoloji konusim daki g a fla n " v e "edebi-tarihsel eleştirelliğindeki" y etersizliklerine d ikkat çekm iş o lm akla birlikte) T ré m a u x 'u n k itabm ı övm ekle d ü ş tü ğ ü hatayı, söz k o n u su kitabı inceleyen S tep h en Jay G o u ld "B ım d an d a h a saçm a ve d ah a k ö tü belgelenm iş b ir id d ia o k u m ad ım " sözleriyle v u rg u la m ışü r. G ould, "A D arw in ian at M arx 's F uneral," Natural History, c. 108, no. 7 (Bahar, 1999), 64. 45. R alp h Colp, Jr., "T he C ontacts B etw een Karl M a rw a n d C harles D arw in ", Jour­ nal o f the History o f Ideas, c.35, no. 2 (N isan H a zira n 1974), 330. 46. Karl M arx, Capital, c .l (N ew York; International Publishers, 1976), 461,493. 47. A n to n Pannekoek, Marxism and Darwinism (Chicago: C harles H . Kerr, 1912), 50; K. T im iryazeff "D arw in a n d M arx," D avid Riyazanoff, Karl Marx: Man, Thinker and Revolutionist (N e w Y o rk International Publishers, 1927) içinde, 170-73. 48. M arx ve Engels, Collected Works, c.25,330. 49. Karl M arx, Capital, c .l (N ew Y o rk V intage, 1976), 285-86. 50. M arksizm L eninizm E nstitüsü, Ex Libris, Karl M arx u n d Friderich Engels (Berlin: D ietz Verlag, 1967), 132-33; C harles Lyell, The Geological Evidences o f the A nti­ quity of M an (Philedelphia: G eorge W . C hilds, 1863), 376-77. 51. A lfred Russel W allace, 'T h e O rig in o f H u m a n Races a n d the A ntiq u ity of M an D educed from th e T heory o f N a tu ra l Selection" Journal o f the Anthropological Society o f London, c.2 (1864), clxii-clxiii. W allace'm ale t y a p m a n ın evrim deki ro lü v e b u n u n in sa n b e d en in in d e ğ işim d e n m a s u n kılan etkisi h akkm daki akıl yü rü tm esi, in sa n ırk larm ın kökenini açıklam a y ö n ü n d e k i d a h a şüpheli b ir g irişim in p arçasıd ır. W allace'a göre, değişik ırk la n n anato m ilerin d ek i fiili benzerlik, in s a n e v rim in in ale t y ap ım ın ın b a şla n g ıa n d a n itibaren m ü n h asıra n "z ih n in " gelişm esi biçim ini alm ası o lgusuyla açıklanabilir. W allace, b e y az A v m p a lı ırk m " d ü ş k ü n ırk la r" d a n ü s tü n lü ğ ü n ü n zekâ


GÖRÜŞÜM ÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

297

g ü c ü n d e n kay n ak lan d ığ ım savunur. Bir D arvingil e v rim d olarak, kendisi z am an ın d a A v ru p a 'm n eğitim li sınıflan a rasın d a y ay g ın o lan özgül ırkçı in an ç lard a n ç o ğ u n u p ay laşm am ak la birlikte, söz k o n u su m ak alesin d e şunlan sa v u n m a k ta n geri d u rm am ıştır: “Kaym im ış ırkların hayat mücadelesinde korunması".. A vrupalIlarla tem asa giren b ü tü n b u zihinsel o lara k az gelişm iş h a lk la n n k açınılm az tü k en işin e yol açar. K uzey A m erik a'n ın v e B rezilya'run kızılderilileri, g ü n e y y anrrıkürenin T asm anyalı, A vustralyalI v e Yeni Z ellandalılan, belirli b ir n e d e n d e n değil, am a, eşitsiz b ir zihinsel ve fiziksel m ü cad elen in kaçınılm az so n u cu olarak, yok o lu p giderler. A v rupalırun fiziksel o ld u ğ u k a d a r entelektüel ve ahlaki nitelikleri d e ü stü n d ü r... [ve] ilkel insanla tem asa geçtiğinde... tıpkı A v ru ­ p a 'd a n getirilen otların, y ap ılarm daki d a h a b ü y ü k içsel k u d re t v e d a h a b ü y ü k v aro lm a ve çoğalm a kapasiteleri sayesinde K uzey A m erika ve A vust­ raly a'd ak i yerli türleri y o k ederek hâkim iyeti ele geçirm eleri gibi, varolm a m ücadelesini k a zan m asm ı sağlar. A.g.e., clxv. Bu tü r akıl y ü rü tm e lerin Joseph C o n ra d 'ın Heart o f Darkness Karanlığın Y öre^ı'ndeki K urtz k arakterinin "B ütün vahşileri y o k e d in " çığlı­ ğ ın d a ö zetlenen em p e ry alist ırkçılık siyasetini h a k lü aştırm ay a y a rd ım etti­ ğine k u şk u y o k tu r. Bak. L indquist, Exterminate A ll the Brutes. 52. Friedrich Engels, The Dialectics o f Nature (N ew Y o rk International Publishers, 1940), 281. 53. Stephen Jay G ould, A n Urchin in the Storm (N ew Y o rk W .W . N orton, 1987), 111-12. fik o larak E ngels tara fm d a n geliştirilen g en -k ü ltü r birlikte-evrim i yaklaşım ı, yeni bilim sel b u lg u la n n sonucu olarak a n tro p o lo g la rc a , d a h a d a geliştirilm iş ve C harles J. L u m sd en ve E d w a rd O. W ilson'in Promethean Fire: Reflection on the Origin o f M ind (C am bridge, Mass.: H a rv ard U niversity Press,1983) adlı ç a lışm alân n d a ü n k a z a n d ird ik la n pozitivist, sosyobiyolojik ya k la şım a k arşı e n iyi seçenek o larak kalm ıştır. 54. G ould, Erxr Since Darwin, 207-13. 55. Sherw ood L. W ashburn, "Tools a n d H u m a n Evolution," Scientific American c. 203, no.3, (Eylül, 1960), 63. 56. Sherw ood W a sh b u rn v e R uth M oore, Ape into M an (Boston, Little, Brown, 1974), 186. A ym z a m a n d a bak. K enneth P. O akley, M an the Toolmaker (Londra: British M useum , 1972); Rose, Darwin's Spectre, 156-58. 57. Friedrich Engels, Anti-DUhring (M oskova: Progress Publishers, 1969), 83-93,

220. 58. Daniel P. T odes, Darwin W ithout Malthus: The Struggle for Existence in Russian Eiwlutionary Thought (N ew York: O xford U niversity Press, 1989), 36-39. 59. M arx ve Engels, Collected Works, c.45,106-8. 60. M arx ve D an v in , a k ta ran M argaret A. Fay, "M arx a n d D arw in: A Literary Detective Story," M onthly Review, c.31, no. 10 (M art, 1980), 41. Bu M arx ile D arw in arasm daki te k tem astı. D a rw in 'in M arx 'm kağıtları a ra sm d a b u lu n an 1880 taribili b ir m e k tu b u n a d a y a n a ra k u z u n yıllar, M arx 'm Kapital'in Birinci C ildini D a rw in 'e ith a f etm ek istediği, a n c a k k abul g örm ed iğ in e inanılm ıştır. O ysa so n a raşb rm alar, b u m e k tu b u n M arx'a değil, d a h a so n ra d a m a d ı olan ve E ngels'in ö lü m ü n d e n sonra, eşi E leanor Meirx A veling ile birlikte bir z am an için M a rx 'm k a ğ ıtlan ra n k o ru n m a v e d ü zenlem esini ü stlen e n E dw ard


298

MARX'IN EKOLOJİSİ

A veling’e h ita b e n yazıldığını o rtay a k o y m u ştu . L ondra Ü n iv e rsite si'n d e zooloji do k to rası y a p a n v e L o n d ra H a sta n e si'n d e karşılaştırm alı a n ato m i d ersleri v e re n A veling, D a rw in ile çeşitli vesilelerle k a rşıla şm ıştı. D a rw in , A velin g 'in The Student's M arx (1981) başlıklı kitab ın ı o lu ş tu r a n m a k a ­ lelerin d en bazılarıyla ilgilenm iş, b u n u n ü z erin e A veling, kitabı k e n d isin e ith a f etm eyi önerm işti. A ncak, A velin g 'in radiical laik d ü şü n c e le riy le birlikte a n ılm ak tan çekinen D a rw in b u isteği geri çevirm işti. A.g.e. 61. T yndall, a k ta ran D esm ond, Huxley, 445. 62. A.S. E ve v e C.H. Creasey, Life and Work o f John Tjfndall (L ondra: M acm illan, 1945); R oy M cLeod, "T yndall John," Dictionary o f Scientific Biography (N ew Yorlc C harles Scribner's Sons, 1976), c. 13,521-524; Jam es R. F rid ay v e R oy M . M cLeod, John Tyndall, Natural Philosopher, 1820-1893: Catalogue o f corres­ pondence, Journals and Collected Papers (L ondra: M ansall, 1924); E lbert H u b b a rd , Tyndall (East A urora, N.Y.: Roycrofters, 1905). 63. John T yndall, Fragments o f Science (N ew York; A.L. B urt Co, tarihsiz), 443-47; M arx v e Engels, Collected Works, c.45,50. 64. T yndall, Fragments o f Science, 450,458,478,484-85. 65.A .g.e.,462. 66. A.g.e., 475-76,485-86,491. 67. A.g.e., 500,641; H eilm an, Great Feuds in Science, 112-13. 68. T yndall, Fragments o f Science, 499; Eve ve Creasey, Life and W ork o f John Tyndall, 185-94. 69. M arx v e Engels, Collected Works, c. 45,50-51: D esm ond, Huxley, 444-46. 70. Engels, Anti-Diihring, 393. Engels, b u kitab m d a, Epilcüros h a k k m d a yalnızca, a n tik ç ağ d a n g ü n ü m ü z e u la şa n te k felsefe tarih i o lan D iogenes L ae rtiu s'u n ö n d e Gelen Füozoflann Hayatı'nı a k tarm ak la kalm az, aynı z a m a n d a E piküro s'ta n g ü n ü m ü z e u laşan ü ç m ek tu b a d a y e r verir. B a k EHogenes L aertius Liws o f Eminent Philosophers (C am bridge, M ass.: H a rv a rd U niversity P re ss / Loeb Classical Library, 1925), c.2, 572-75, 590-93 (D iogenes L aertius X, 43-44, 61). E ng els'in y o ru m u y la ilgili b u ra d a verilen notlar, Doğamn Diyalektiği'nde y e r a la n p a rç a d a n yapılacaktır. M arx v e E ngels'in eserlerinin y a y ım d a n b u p a rç a ra n y azıldığı y ılı beliriem eyi b aşaram am ıştır, ancak, a lın tıla rd a göste­ rile n k a y n ak lar b u n u n "Eski Ö n sö z" ile bağ lan tılı o larak y azılm ış o ld u ğ u n u g österm ektedir. Bu b a k ım d a n ön em li olan şey. Y unan a to m c u la n ile ilgili n o tla n n M a rx 'm e ly a zısm d a n çıkm ış o lm asıd ır, b u da, M a rx 'm Doğam n Diyalektiğinin y a zılışın d a d o ğ ru d a n y a rd ım ettiğ i d ü şü n c e sin e g ö tü r­ m ektedir. Bak. M arx v e Engels, Collected Works, c.25,470-71,672. A . Kekulfe ile ilgili o larak Engels, 1878 y ılm d a B o n n 'd a y a y ım lan a n Kimyanın Hedefleri ve Başarıları başlıklı b ir b ro ş ü rd e n a lın tıla r y a p ar. 71. Engels, Anti-Diihring, 395-96. 72. A.g.e., 444; A lekey M ihailoviç V odin, "Talks w ith Engels," M arksizm Leni­ n izm E nstitüsü ed. Reminiscences o f M arx and Engels içihde, 332-33. 73. Engels, Dialectics o f Nature, 7 ,13. 74."E tnolojik z am an d a d e v rim " ibaresi T h o m as R. T ra u tm a n n 'd a n alınm ıştır, Lewis Henry Morgan and the Invention o f Kinship (Berkeley; U niversity o f C ali­ fornia Press, 1987), 35,220. B rixham m ağarası h a ld a n d a b a k . Jacob W. G ruber, "B rixham C ave a n d th e A ntiq u ity of M an" M elford E. Spiro ed. Context and


GÖRÜŞÜMÜZÜN DOĞAL TARİHTEKİ TEMELİ

299

Meaning in Cultural Anthropology (N ew York: Free Press, 1965) içinde, 373-402; ve D onald K. G rayson, The Estcbilishment o f Human A ntiquity (N ew York: Free Press, 1983), 179-88. 75. C uvier, a k ta ran G rayson, The Estabilishment o f Human A ntiquity, 51. 76. G ruber, "B rixham C ave," 382-83,396; Lyell, Geological Evidences. 77. John Lubbock, Pre-HistoricTimes (Londra: W illiam s & N orgate, 1890), L 78. Geikie, ak taran G ruber, "B rixham C ave," 374. 79. Lewis H en ry M organ, Ancient Society; Or Researches in the Lines o f Hum an Prog­ ress from Savagery Through Barbarism to Civilization (N ew York: W orld Publis­ hin g C om pany, 1963), önsöz. 80. Eski Toplum 'un, M o rg a n 'm -bu gelişm enin b ü tü n a y rın ü la n n d a fiili tasvirine karşıt olarak- insan lığ m p ay laştığ ı tek b ir sü reç o lara k g ö rd ü ğ ü gelişm enin genel kuramm ın geçici b ir taslağını o lu ştu rm a girişim i o lara k önem i, E m onuel T erray tara fın d a n ş id d e tle v u rg u lan m ıştır, Marksism and "Primitive" Societies (N ew York: M onthly R eview Press, 1972). M organ'm genel kuram ı, E leanor L eacock'un v u rg u lad ığ ı gibi, bölgesel farklüıklarm v e k ü ltü rel ö zgül­ lük lerinin hakkım yem ez. A slında, Eski Toplum, b u tü r farklılıklara ç o k b ü jâ ık b ir d ik k at gösterm iştir. A m a asıl a m a a , -zam an m d a geçerli o lan ırksal m ü la ­ hazalara d o ğ ru d a n m uhalefetle- in sa n so y u n u n etnolojik evrim in in birleşik b ir anlayışım sağlam aktı. Bak. E leanor Leacock, "Ö nsöz," F riedrich Engels, TİK Origin oftite Family, Private Property and the State (N ew York- International Publishers, 1972) içinde, 11. 81. L ucretius, On the Nature o f the Universe (H arm ondsw orth: P enguin Books, 1994), 154-61 (5.1010-1296); Lubbock, Pre-Historic Times, 6; G lyn D aniel ve C olin Renfrew , The Idea o f Prehistory (E dinburgh; E d in b u rg h U niversity Press, 1988), 9; G rayson, The Estabilishment o f Human A ntiquity, 12. 82. M organ, Ancient Society, 9-10,20; L ucretius, O n the Nature ofthe Unixxrse, 152-53 (5.925-75). 83. M organ, Ancient Society, 5, 42; Lucretius, O n the Nature o fthe Universe, 155-56 (5.1031-91). 84. M organ, Ancient Society, 19, 26-27,44; Lucretius, On the Nature ofthe Universe, 161-62(5.1280-96). 85. E leanor Leacock, "Introduction, Part I", M organ, Ancient Society içinde, Ixi. 86. M organ, Ancient Society, 36: Bazı a raştırm a n lar, b u ifadeyi O n d o k u z u n c u yüzyılm ırkçı k u ra m la n y ia b ağ lan tıh o lara k g ö rm ü şle rd ir. Ö rneğin, bak. T rautm ann, Leuris Henry Morgan, 30. O ysa, b u ra d a M o rg a n eskitaş ç ağ ın d an söz e diyor o ld u ğ u n d an , m a n b k i o larak böyle b ir sonuç çıkanlam az. insem beyn in in m ilyonlarca y ıld a gerçekleşen tedrici genişlem esi so ru n u , o z am an a dek, yalnızca D arvvin'in k e n d i eserinin değil b ü tü n bir D arvinci ev rim kuram ım n önem li b ir p arçası o lm u ştu . 87. T rautm ann, Lewis H enry Morgan, 31, 172-73. B aşka b ir y e rd e T rau tm an n , "M organ'ın, so n ra lan evrim ciliğin D arvvin'den çok önceki ilk sav ım u cu su olarak göreceği L u cre tiu s'u n " M o rg a n 'm k ü tü p h an e sin e g iren "ilk Latince m etinler a rasın d a b u lu n d u ğ u n u " yazm ıştır. M organ, De rerum natura'sının Latince b ir ko p y asın ın yanı sıra İngilizce nesir ve m a n z u m çevirilerine d e sahipti. T hom as R. T rau tm arm v e Kari Sanford Kabelac, The Library (^Leuris Henry Morgan (Philadelphia: A m erican Philosophical Society, 1994), 41,198,


300

MARX'IN EKOLOJİSİ

88. T rautm ann, Lewis Henry Morgan, 173. N e v a r ki, T rau tm an n , b u k ita b ın sonraki sayfasında "D a rw in 'in fikirleriyle M organ'inkiler a ra sın d a ö zgül b ir bağ lan tı y o k tu r" d iy e y a zd ığ ın d a y anılm aktadır. Bu ko n u d a, y aln ız ca ikisi a rasm d a in sa n b e y n in in evrim i k u ra m ı arasındaki b a ğ la n tıy a işaret e tm e k yeter. 89. C ari R e sa k Lwis Henry Morgan, American Scholar (Chicago: U niversity of C hica­ go Press, 1%0), 100. H o ra tiu s (Vergilius gibi), gençlik y ılla rın d a L u cre tiu s'u n şiirine h a y ra n o lara k E p ik ü ro s'ta n çok etkilenm işti. 90. M arksizm L eninizm E nstitüsü, Ex Libris, Kari M arx und Friedrich Engels, 132133. 91. Karl M arx, Grundrisse (N ew York: Vintage, 1973), 182. 92. M arx, Capital, c.l, 286. 93. K arl M arx, Ethnological Notebooks (Assen, N etherlands: V an G orcum , 1972); Engels, The Origin ^ t h e Famüy, Private Property and the State, 71-73. 94. T heodor Shanin, ed. Late M arx and the Russian Road (N ew Y o rk M onth ly Revi­ e w Press,1983). M arx, L yell'in Principles o f Geolagy"sinden v e jeolc^i ve kim ya h a k k ın d a y azılm ış çok s a p d a e se rd e n y o ğ u n alın tılar y a p m ıştır. Bak. E. C olem an, "S hort C o m m u n icatio n o n the U n p u b lish e d W ritings K arl M arx D ealing w ith M athem atics, the N atu ral Sciences e n d T echnology a n d the H istory o f these Subjects," N ikolay B u h arin v.d.. Science at the Cross Roads Papers Presented at the International Congress o f the History o f Science and Tech­ nology, 1931 (L ondra: F rank Cass, 1971) içinde, 233-35. 95. M arx, Capital, c.l, 286. 96. E ugene S. H u n n , "The V alue o f Subsistence for the F u tu re of th e W orld", V irgi­ n ia D. N azarea, ed. Ethnoecology (Tucson: U niversity o f A rizo n a Press, 1999) içinde, 23-36. 97. Karl M arx v e F riedrich engels, "F*reface to th e Second R ussian E dition o f The Manifesto o f the Communist Party," Shardn, ed.. Late M arx and the Rttssian Road, 138-39. 98. Joseph L ester (Peter J. B ow ler tara fm d a n eklem elerle yayım lanan), E. Ray Lankester and the M aking o f M odem British Biology (Oxford: British Society for the H istory of Science, 1995), 10-11, 51-52, 183-92; E. Ray L ankester, From an Easy Chair (Londra: A rchibald & Constable, 1909), 117-23. 99. Lester, E. Ray Lankester, 8 9 ,1 7 3 ,1 7 9 /8 1 ; E. Ray L ankester, The Kingdom o f M an (Londra: W atts & Co., 1912), 9-13,34-37,45. M ateryalizm i, L ancester'e, h a y a ­ tm kökenleri h a k k m d a O p a rin -H ald a n e k u ra m ın ın b azı yönlerini önceden g örm e olanağı d a verm işti. B a k L ester, E. Ray Lankester, 90-91. 100.E. Ray L ankester, Science From an Easy Chair (N ew York: H enry H olt, 1913), 368-69. 101.Lester, E. Ray Lankester, 185-87; G ould, "A D a rw in ia n G entiem an a t M arx's Funeral." 102. D esm o n d a n d M oore, Darwin, 657-58; E d w a rd A veling, Charles Darwin and Karl Marx: A Comparison (L ondra; T w en tieth C e n tu ry Press, tarihsiz), 12-13; Stephen Jay G ould, The Rock o f Ages (N ew Y o rk BaUantines, 1999). 103. F riedrich Engels, "L etter to F ried rich A d o lp h Sorge," Philip Foner, ed. Karl M arx Remembered (San Fransisco: Synthesis Publications, 1983) içinde, 28.


SONSÖZ

Biz, tel( bir bilim, tarih bilimini tam yoruz. Tarihe İlci taraftan bakılabilir: tarih doğa tarihine ve insan tarihine ayrılabilir. Ne var ki bu iki yan bağım sız kim likler olarak görülmez. İnsan varolduğu sürece, doğa ve insan birbirini etkilem iştir. Kari M arx ve Friedrich Engels, A/ma« ideolojisi^

Şubat 1937’de, Rus D evrim i’nin önde gelen kişiliklerinden, Lenin’in “devrimin altm çocuğu,” “tüm partinin sevgilisi” ve “en büyük kuram­ cısı” olarak nitelediği Nikolay Buharin (1888-1938), Stalin’in talim atlanyla tutuklanarak Lubyanka Hapishanesi'ne kondu. Sorgu odasına götürüldüğü zamanlar dışında tek bir çıplak ampulle aydınlanan küçük bir hücrede, bir muhbirle geçirdiği kısa bir süre dışında aylarca tek başı­ na tutuldu. Bir yıldan uzun bir süre ailesinin hayatından da endi­ şelenerek mahkemeyi ve muhtemel idamını bekledi. Yalnız kendi haya­ tıyla değil tüm aile bireylerinin hayatlanyla da tehdit edilerek, 1938 Martı'nda yapılan kamuya açık yargılamada Devrimin aşağılık bir düşmanı olduğunu itiraf etm eye zorlandı. Bundan iki gün sonra da gizli bir idam hücresinde ensesinden kurşunlanarak öldürüldü. Yaşamöyküsü Devrim tarihinden sistemli biçimde silindi ve resmen, yalnızca bir halk düşmanı olarak anıldı. Buharin, Lubyanka’daki dehşet günlerinde umutsuzlukla her biri bir kitap uzunluğunda dört elyazması kaleme alarak mücadele etti. Günleri giderek uzayan sorgularla dolu geçtiğinden çoğunlukla geceleri yazdığı bu


302

MARX'IN EKOLOJİSİ

eserleri bir otobiyografik roman {Her şey N asıl Başladı?*), bir şiir kitabı {Dünyanın Dönüştürülmesi), sosyalizm üzerine bir inceleme {Sosyalizm ve Kültürü) ve geniş kapsamlı bir felsefı-kuramsal çalışmadan {Felsefi Arabeskler) oluşuyordu. Bu dört elyazmasının varlığından sadece Stalin ile birkaç gardiyan haberdardı. Kendisini büyük ihtimalle idamın bekle­ diğini bilen Buharin elyazmalannı kurtarmak için büyük gayret gösterdi ve Stalin’e mektuplar göndererek kendisi öldürülse bile bu eserlerinin korun­ ması için yalvardı. Sonunda, Stalin bu elyazmalannı yakmak yerine. Terö­ rün en gizli tanıkhklannın bulunduğu kişisel arşivinde sakladı. Ancak Gorbaçov döneminde, 1980’li yıllarda gün ışığına çıkan belgelerin variiğı, 1988’de Gorbaçov’un bir yardımcısı tarafından Stephen Cohen’e haber verildi. Bununla birlikte, Cohen’in belgelerin birer kopyasını elde etmesi 1992 yılını buldu. Bundan kısa bir süre sonra da Her şey N asıl B aşladı! ile Felsefi Arabeskler,* Rusça’da yayımlandı.^ Buharin, Felsefi Arabeskler'm en önemli ve olgun entelektüel eseri olacağına inanmıştı. Bu eserinde, felsefeyi diyalektik materyalizm ve bilimin gelişm esi açısından yeniden değerlendirmeyi hedeflemişti. Amacı, mekanik materyalizmin ham unsurlarını aşmak ve aynı zamanda solipsizm , gizem cilik ve faşizme karşı bir silah sağlamak için, Marx’in pratik materyalizmine dayanan, felsefi bakımdan daha gelişm iş, daha hümanist bir Marksizm inşa etmekti. Buharin aq\s,\nd2in. Felsefi Arabesk­ ler içinde işaret ettiği gibi, materyalizmin nihai temeli ekolojide, Vem adski’nin “yeryüzünün, sudaki, topraktaki ve havadaki mikro­ organizmalardan insanlara, sonsuz çeşitlilikte hayatla dolu biyosferi” hakkındaki kuramında bulunacaktır. “Çoğu insan bu biçimlerin büyük zenginliğini, ya da doğanın fiziksel ve kimyasal süreçlerine doğrudan katıldığını hayal edem ez.” Buharin devamla, “insanlar” diyecektir; doğanın hem ürünü, hem de parçasıdırlar; madem ki, toplumsal varoluşları hesa­ ba katılmadığında (bu ortadan kaldırılamaz!) bir biyolojik temelleri vardır; madem ki, kendileri doğanın doruklan ve ürünleridirler ve madem ki, toplumsal ve tarihsel hayat koşulları ve şu sözde “sanatsal çevre” aracılığıyla ondan ne kadar ayrılmış olabilirierse olsunlar) doğamn içinde yaşamaktadırlar, o zaman, insan varlıklarının doğamn ritmini ve çevrimlerini paylaştığı gerçeğinde şaşılacak ne vardır?^

1930’lann Marksizminden böyle sözler işitmek şaşırücı olabilir, ama. *Buharin'in "Her Şey Nasıl Başladı?" adlı biyografik rom anı ve "Felsefi Arabesk­ ler" yayınevim iz tarafından yayınlanacaktır.


SONSÖZ

303

Felsefi Arabeskler Stalin’in en gizli ve karanlık arşivlerine tıkjlacağına yazıldığı dönemde yayımlanmış olsaydı, eserin derin ekolojik karakteri Buharin’in dikkatli okuriannı şaşırtmazdı. Zamanmın önde gelen Mark­ sist kuramcılan arasında Buharin, doğal bilimle en yakın bağlara sahip olanıydı. 1920’lerde yayımladığı önemli eseri Tarihsel Materyalizm, “çevreyle sistem arasında, ‘dışsal koşullar’ ve insan toplumu arasındaki fundamental ilişki” olarak gördüğü “doğayla toplum arasındaki maddi metabolizma sürecim” incelediği “Doğa ile Toplum Arasındaki Denge” başlıklı bir bölüm içeriyordu. Söz konusu bölümde, Buharin, tahlilini Marx’m doğa ile toplum arasındaki metabolik etkileşim kavramı üzerine oturtmuştu. Buharin hakkında yazdığı yol gösterici biyografiyle Gorbaçov döneminde Sovyetler Birliği’nde yaşanan siyasi yumuşamada bir rol oyna­ mış olan Stephen Cohen, Buharin’in kuramını bir “doğal materyalizm” kuramı olarak nitelemiştir.'' Buharin, tutuklanmasından altı yıl önce, daha 1931 yılında, yaşayan, soluk alan gerçek insani öznenin, Wittgenstein ve diğer “solipsizm arayıcılan”nda olduğu gibi, “stenonun ‘uygun’ işaretlerini” sağlayan bir stenograf değil, tersine, “yeryüzünün bütün çehresini değiştirmiş olan” etkin ve dönüş­ türücü bir varlık olduğunu savunuyordu. “Biyosferde yaşayan ve çalışan toplumsal insan, gezegenin yüzeyini radikalce yeniden şekillendirmiştir.”’ V. i. Vemadski’nin eseri Biyosfer (1926), Buharin üzerinde derin bir etki yapmış ve insan tarihini daha geniş biyosfer bağlamına yerleştirmenin Marx’m pratik materyalizmini çağın gereklerine uygun biçimde yenilemekte zorunlu birunsur olduğuna inanmasına neden olmuştu. Doğa ile toplum arasındaki “denge” tahliline mekanist açıklamalar ve zaman zaman insanın doğayla ilişkisinin “yengici” bir anlaşılışı sızmış olmakla birlikte, Buharin, birlikte-evrimle özdeşleşen karmaşık, karşılıklı ilişkilerin; (özellikle, toprakla ilişkide Marx’i izleyerek) bir ekolojik geri­ leme olasılığının ve varoluşun doğal-fiziksel koşullannı dikkate almakta başansız olan bir radikal toplumsal inşacılıktan kaçınma gereğinin çok iyi farkındaydı. N e var ki, Marksizm içindeki (“diyalektik materyalizmi” karakterize etmeye başlayan daha mekanist ve pozitivist yaklaşımdan ayırt etmek için) “diyalektik doğalcılık” olarak nitelenebilecek bu düşün­ me tarzı, Buharin’in en büyük Rus ekolojistlerin bazılanna karşı girişilen temizliğin de eşlik ettiği düşüşüyle, büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Bu yüzden, Buharin’in yazgısı Marksist ekolojinin Marx’tan sonra uğradığı büyük trajedinin simgesi olarak ele alınabilir. Sovyet Marksizmi (ve 1970’lere dek Batı‘daki Marksizan toplumsal


304

MARX'IN EKOLOJİSİ

bilim) içinde ekolojik düşüncenin görünür eksikliği, Marx’m bu alandaki mirasının en azından son derece zayıf bir miras olduğu yönündeki görüş­ lere uzun süre güç kazandırmış olsa da, bu tür yaklaşımlar, meydana gelen gerçek mücadeleleri göz ardı etmektedir. Marx’m ekolojisine ölümünden hemen sonraki onyıllar içinde ne olduğunun öyküsü son derece karmaşık bir öyküdür ve Marksist kuramın gelişiminin en tartışmalı aşamalarından birini temsil eder: Engels’in bir “doğamn diyalektiği” geliştirme girişimini “diyalektik materyalizmin” çeşitli post-Engels gelişim evreleri izlem iş ve bu gelişmeler, sonunda Sovyet ideolojisini (ve bunun bilimle doğa arasın­ daki her türlü bağlantıyı reddeden Batı’daki diyalektik ikizini) oluşturacak bir başkalaşım geçirmişlerdir. Bu özet “Sonsöz”de bu gelişmelerin ancak kaba bir taslağı verilebilir. Burada, Marx’m materyalizmine ne olduğunu ve Engels’in doğanın mater­ yalist kavramşım içeren bir diyalektik materyalizm geliştirme yönündeki asla tamamlayamadığı kendi çabalanmn daha sonraki kuramcılarca nasıl üstlenildiğini (ya da nasıl yanhş üstlenildiğini) anlama yönünde bir giri­ şimde bulunulacaktır. Bu çerçevede, Marx’in ekolojik anlayışının bazı yönlerini canh tutmada, Morris, Bebel, Kautsky, Luxemburg, Lenin ve Buharin’in oynadığı roller araştınlacak, Rus ekolojisinin 1920’lerde ve 1930’lann başlannda gösterdiği olağanüstü canlıhk ve Stalin’in iktidannda uğradığı hızlı çöküş dikkate ahnacakür. Son olarak, Batı’da 1930’larda bu epistemolojik bölünmeyi diyalektik biçimde birbirine bağla­ maya en çok yaklaşan tahlili geliştiren ve hem Marx’a, hem Darwin’e dayanan insan tarihi ve doğamn birlikte-evrimci bir kuramına işaret eden Marksist düşünüre dikkat çekilecektir. Ve ne yazık ki burada da bir trajedi yatmaktadır; sözü edilen kuramcı, Cristopher Caudwell, daha yiım i dokuz yaşındayken İspanya iç savaşında şehit düşmüştür. Batı’daen sonunda 1970’lerde materyalist bir doğa kavrayışıyla (ve bir doğa diyalektiğiyle) silahlanmış bir materyalizm doğduysa, bunun, mater­ yalist doğa kavrayışı mirasının asla tamamıyla yok olmadığı doğal bilim yoluyla mümkün olduğu savunulacaktır.

Diyalektik M ateryalizm Marx’m ölümünden sonra, Engels’e düştü. Marksizm sağlayan Engels olmuştur. çalışm ası 1844 İktisadi ve

görüşünü ilerletme sommIuluğu ilk olarak ile bilim arasında en doğrudan bağlantıyı Bundan başka, M arx’m en önemli felsefi F elsefi E lyazm alan Engels’in kendisi de


SONSÖZ

305

dahil, ilk dönem Marksistlerince bilinmediğinden, Marksizmin felsefeyle ilişkisini ilk tanımlayan da Engels oldu. Burada, Engels’in Marksist kura­ mın sonraki gelişm esine katkılanyla ilgili olarak esas olarak D o ğ a ’nın Diyalektiği'nc atıfta bulunmanın yaygınlık kazanmış olmasına rağmen, bu eserin Lenin’in ölümünden sonra, 1927 yılına dek yayım lanm am ış olduğunu belirtmek önemlidir. Bu nedenle, İkinci ve Üçüncü Enter­ nasyonallerin Marksizm anlayışlan, başlangıçta bu eserden değil, E ngels’in diğer çalışm alan Anti-Dühring (1877-1878) \ e Ludwig Feuer­ bach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu (1886) tarafından etkilenmişti. Engels, Anti-Dühring'in tümünü yayımlamadan önce Marx’a okumuştu ve Marx’m, bir bölümünü bizzat yazdığı eserin bütününü onaylamış olduğu açıktır. Ludwig Feuerbach ise Engels’in Marksizmin Hegelci sistemin eleştirisindeki (Feuerbach yoluyla) kökenlerini açıklamak ve materyalizmin mekanik yorumlanna karşı çıkan diyalektik bir yakla­ şımda ısrar ederek doğanın materyalist kavranışmın zorunluluğunu savunmak yönündeki girişimidir. Bu eserlerin pozitivizm le sakatlannuş olduğu, Engels’in tahlilinin mekanist kabuller içerdiği sık sık iddia edil­ m işse de, yakından bir incelem e, diyalektik bir eleştiriye ve evrimin bilgi­ sine dayanan Engels’in, mekanist düşünüş biçimlerini aşmayı becer­ diğini gösterecektir. E ngels’in evrim anlayışı (Marx’inki gibi) eleştirel bir anlayıştır, çünkü, ona göre, Darwin’in tahlili, kişinin doğayı diya­ lektik olarak yani, m eydana gelişinin terimleriyle anlamasına izin veren bir tahlildir. Engels’in düşüncesinde, “materyalist doğa kavrayışı” dediği şeyle materyalist tarih kavrayışı arasındaki ilişkinin anlaşılmasının anahtan da buradadır. N e var ki, Engels’in tahlilinin esas olarak gözden kaçırdığı şey, Marx’in Epiküros ile Hegel ile hesaplaşmasından ortaya çıkan kendi materyalist doğa kavrayışının felsefî temellerini yeterli derinlikte anla­ mak olmuştur. Kant’ın “Epiküros’u duyusalhğın, Platon’u entelektüelin en önde gelen fılozoflan” olarak görmesine karşılık, görmüş olduğumuz gibi Marx, kendi karşılaştırmasında Platon’un yerine H egel’i geçirmiş ve bu yolla en önemli mateıyalist filozofla en önemli idealist filozofun içkin diyalektikleri arasındaki ilişkiyi kavramaya çalışmıştır. Bu eleş­ tirel ve diyalektik incelemeden, Marx’m, Feuerbach’ın benzer senteziyle çakışan, fakat som bir tasarlayıcı materyalizmden pratik materyalizme dönüşüyle onun (ve Epiküros’un) ötesine geçen kendi materyalizm ve diyalektik sentezi doğmuştur. Marx, Epiküros’un insanın doğayı kavra­ yışında din yoluyla göm ülü olan yabancılaşmayı keşfeden ilk kişi olduF:20 / Marx'm Ekolojisi


306

MARX’IN EKOLOJİSİ

gunu savunmuştu. H egel de, em eğin yabancılaşmasmı (ama ancak düşüncenin yabancılaşması olarak idealist bir tarzda) keşfeden ilk k işiy ­ di. Marx’m felsefe tarihi içindeki amacı, H egel’Ie özdeşleşen praksis içindeki yabancılaşma kavrayışıyla, Epiküros’ta bulunan insanın doğa­ dan yabancılaşması hakkmdaki materyalist kavrayışı daha geniş bir diyalektik sentez içinde birleştirmekten ibaretti. Engels’in hayatımn son yıllannda Marx’m Epiküros üzerine doktora tezinin ve bunun materyalist bir diyalektik geliştirmekle ilişkisinin önem ini anlamaya başlamış olduğu açıktır. Bu konulan konuştuğu A leksey V odin’den, Plehanov’a materyalizme diyalektik bir yaklaşımın (yani Materyalist doğa kavrayışının) dayanağının, mekanist Fransız materyalistlerinin incelenmesinde değil, ilk çağ materyalistlerinde bulu­ nacağı mesajını iletmesini beklemiş olduğu bellidir. Fransız Aydınlanma materyalizminin eleştirisine dayanarak kendi materyalizm kavrayışını geliştiren ve bunu yaparken çeşitli pozitivist tuzaklara düşen Plehanov mesajı anlamamıştır. Vodin konuyu şöyle hatırlar: “Plehanov, Engels materyalist Demokritos ve Epiküros’dan söz ettiği sırada konuyu değiş­ tirerek sözü on sekizinci yüzyıhn “daha ilginç” Fransız materyalistlerine getirmiş olsaym ışım daha iyi olacağı görüşündeydi. Ben de buna, Marx’m ilk felsefi çalışm ası hakkmda Engels ’in anlatımını işitm e zevki­ ni kaçıramayacak olduğumu belirterek karşılık verdim.”* Marx gibi Engels de, materyalizmin kökenlerinin (doğal temelinin) “münhasıran mekanik nitelikte” bir materyalizm geliştiren on sekizinci yüzyıl Fransız materyalistlerinde değil eski Yunan’da bulunacağı görü­ şündeydi: Doğanın materyalist göriilüşü doğayı hiçbir yabancı ilave olmaksızın olduğu gibi kavramaktan başka bir anlam a gelm ez ve doğa, başlangıçta Yunan filozofları arasında doğal olarak böyle anlaşılm ıştı. Ancak bu eski Yunanlılarla aram ızda özünde idealist dünya görüşüyle dolu iki bin yıldan fazla zaman vardır ve bu yüzden kendiliğinden aşikâr olana geri dönm ek, ilk bakışta göründüğünden daha güçtür.^

(Engels’ten) sonraki Marksist düşüncenin üzerinde önemli sonuçlan olmuştur. Engels sonrası Marksizm, bir yandan güya hem mekanizmi hem idealizmi reddeden diyalektik perspektifleri vurguladığında bile, sık sık mekanist kavrayışların ve basit bir yan sıtm acı (ya da karşılıklıcı) bilgi anlayışının kurbanı olmuştur. Böylece, Plehanov gibi kuramcılar.


SONSÖZ

307

Marksist pozitivizmin en berbat biçimlerini ortaya koymuşlardır. Lenin’in (özellikle Felsefe Defterleri'ndeki) materyalizmi de, felsefi olarak daha incelikli olmakla birlikte, diyalektik materyalizmin gelişim i için hakiki sorunlar yaratan aym güçlüklere yakalanmıştır. Marksizm içindeki pozitivist etki 1920’lerde iyice aşikâr hale gelm iş ve Lukács, Korsch ve Gramsci gibi Batı Marksistlerinin isyanına yol açmıştır. N e var ki, bu düşünürler ve onlan izleyen Frankfurt Okulu, pozitivizmin Mark­ sizmi istilasına direnmişlerse bile, bunu, E.P. Thom pson’ın vurguladığı gibi, “bir idealist kuramsal pratiğe kilitlenmiş yeni moda bir Marksist epistemoloji”nin yolunu açarak “çok ağır bir bedel pahasına” yapmış­ lardır. Bu, -yalnızca Marx ile Engels’le değil, hâlâ tahlili içinde hem bir materyalist tarih kavrayışını, hem de varoluşun doğal/fıziksel temeli üzerine gerçekçi bir vurguyu bütünleştiren Caudwell gibi bir kişilikle de kıyaslandığında- “ciddi bir gerilemeyi” temsil eder.® Engels, belirtmiş olduğumuz gibi. Batı Marksistleri tarafından, gerek materyalizm anlayışında mekanist ve indirgemeci olduğu, gerekse de, bilime Hegel ’den türetilmiş idealist bir doğa felsefesi dayatmaya çalıştığı gerekçeleriyle eleştirilmiştir.® Bu yüzden, olası yorumlardan biri, Engels’in başka bakımlardan mekanik bir evren görüşünün tepesine tinsellikten anndınlm ış bir Hegelvari diyalektik yerleştirerek büyük ölçüde H egel’in D oğa Felsefesi ve M antık'm a dayanmış olduğudur.'“ Engels’in, doğal görüngüye doğrudan uyguladığı, üç genel yasa terim­ leriyle kavranan basitleştirilmiş diyalektik mefhumu bu görüşü güçlendirmektedir. N e var ki, Engels’in amaçlamış olduğu sentezin böyle bir yorumu birçok nedenden ötürü tatmin edici değildir. Bu nedenlerden birincisi, H egel’in idealizmiyle mekanik materyalizmin mekanizmine yönelik eleş­ tirisinin kapsamı ve Marx’m pratik materyalizmine bağlılığıdır. İkinci olarak, Engels, yalnızca erekbilimsel düşüncenin eleştirisi için değil, aynı zamanda bunun Darvincilikle nasıl bütünleştirileceğine de ilişkin bir anlayış temeli sağladığına inandığı Kant’ın üçüncü eleştirisine, “Erek­ bilimsel Yargılamanın Eleştirisine” çok güçlü bir vurguda bulunmuştur. Üçüncü ve en önemlisi, çok açık biçimde, içinde Darwin’in evrim kura­ mının can alıcı bir rol oynadığı bir meydana g eliş diyalektiği g eliş­ tirmeye niyetlenmiştir. Engels için (Marx için olduğu gibi) materyalist ve diyalektik bir doğa kavrayışı sadece mümkün olmakla kalmayıp, üstelik, doğal alemin büyük bölümü için Darwin’in Türlerin K ökeni'ndt zaten geliştirilmiş bulunuyordu.


30 8

MARX'IN EKOLOJİSİ

Engels’in tamamlayamadığı eseri D o ğ a ’nın D iyalektiği’nm okun­ masındaki güçlük, eserde, birden fazla yoruma izin verir gözüken çözül­ m em iş bir gerilimin tamamlanmamış durumda bulunmasıdır. Kitap, aynı anda bir güçlü, bir de zayıf doğa diyalektiği barındırır. Engels, bazen sanki diyalektiğin doğanın kendisinin ontolojik bir özelliği olduğunu düşünüyormuş gibi yazar; bazen de, bu konuda, diyalektiği doğaya iliş­ kin insan uslamlamasının zorunlu yorumlama aracı olarak gören daha savunulabilir, eleştirel bir postülayı benimsiyor gibi görünür. Aslında iki akıl yürütme de tutarlı olarak kabul edilebilir. H egel’in söylediği gibi, “hakikat, bütündür.” Fakat, hemen ardından, bu yüzden hakikatin ancak“gelişm e” terimleriyle anlaşılabileceğini eklemiştir.“ Bu nedenle, aklı (ya da dünyayı) ancak ortaya çıkış bağlamında bilebiliriz. Marx’m kendisi, Epiküros’tan dünyayı duyularımız aracılığıyla ancak “geçip giderken,” yani, fani bir süreç olarak algılayabildiğimiz yolundaki materyalist kavrayışı almıştı. Bu kavrayışa göre, biz doğanm bir parçası olduğumuz, onu duyusal olarak ve bu duyusal algıdan soyutladığımız kavramlara uygun olarak algıladığımız gibi, “maddenin serbest hareketi” de bilişim izin bir parçasıdır. Marx, bunun, “maddeyi ele almanın yön te­ minin, yani, diyalektik yöntemin açıklamasından başka bir şey olm a­ dığını” söyler.'^ Diyalektik yöntem, böylece, üçüncü eleştirisinde, erekbilim saf akıl alanında bile savunulamayacak olsa dahi, her şeye rağmen, doğayı b ir şekilde tanım layabilm ek için yorumsal amaçlarla erekbilimci anlatımlann kullanılmasının gerektiğini savunan Kant’m akıl yürüt­ mesine daha radikal bir seçenek sunar. Burada, erekbilimin Kant için oynadığı bilişimiz için zorunlu yorumsama rolünü, diyalektik uslam­ lama, m eydana gelişin m antığı oynar. Ancak, Marx ile Engels öm eğinde, bunun nedenleri m addidir ve insan varhklannm kendilerini de içeren bir m ateryalist meydana geliş ontolojisine dayanırlar. Bize verili olan maddi dünya, nesnel görünüm dünyası, M arx’m inanışına göre “cisim lenm iş zaman”dan, mors imm ortalisden başka bir şey değildir.'^ Erekbilim ve mekanizme seçenek olarak Marx (ve Engels) tarafından bu tür bir içkin materyalist diyalektiğin kavrandığı gerçeği veriliyken, Engels’in Darwin’den kaynaklanan evrimci-ekolojik anlayışı içinde kendi diyalektik doğalcılığının en incelikli versiyonunu sağlamış olm ası şaşırtıcı değildir. Burada, “Darvingil kuramın H eg el’in zorunluluk ve şans arasındaki iç bağlantı anlatısının pratik kanıtı olarak gösteren” karmaşık evrim anlayışını görüyoruz. Bu yüzden Engels, “katı ve keskin çizgilerin evrim kuramıyla uyuşm az olduğunu” savunur:


SONSÖZ

309

Om urgalılar ile om urgasızlar arasmdaki sınır çizgisi bile, tıpkı balıklar ile amfıbyenler arasındaki sınır gibi, artık katı ve kesin değildir. Kuşlar ile sürüngenler arasındaki aynm çizgisi de günden güne daha da önemsizleşmektedir... Aynı şekilde hiçbir katı ve keskin çizgi, hiçbir koşulsuz, evrensel olarak geçerli “ya o- ya bu” tanımayan ve sabit m etafizik farklılıklan bağdaştıran ve “ya o -y a bu”nun ötesinde “ hem o-hem bu”ya hak ettiği yeri veren ve karşıtlan uzlaştıran diya­ lektik, [bilimin gelişmesindeki] bu aşamaya en yüksek derecede uygun olan tek düşünce yöntemidir.

Engels, Doğanın D iyalektiği'm n taslağında biyolojiyle ilgili olarak “bilginin smırlannm” tartışmasının Alman bilim cisi (elektrofızyolojist) Emil Du Bois-Reym ond ile başlayacağına işaret etmişti. DuboisReymond, 1870 ve 80’lerde evrim kuramının - “aşkın” değil, “çözü­ lebilir” bir dünya gizem i olan - “hayatm kökeni” sorununun, bu sorun tam anlamıyla bir meydana geliş sorunu olduğundan, yanıtını sağla­ yabileceğini savunmuştu. Du Bois-Reymond, bu bakımdan Epiküros’a (hatta Epiküros’un da öncesine Empedokles ve Demokritos’a) dek geri giden bir geleneği izliyordu. Engels’in görüşünce, bu, içkin materyalist diyalektiğin zorunlu bir parçasıydı.” Dahası, ortaya çıkış felsefesi yalnızca organik evrimin ötesine, inorganik alana, kozmoloji ve kozm o­ goniye de uygulanabilirdi. Ted Benton, (Engels’in ekolojisi hakkmdaki daha olgun değerlendirmesinde) “Engels’in konumunun, hareket halin­ deki maddenin ardışık örgütlenme düzeylerinin sonucu olarak ortaya çıkm ış özellikler görüşüne doğru ilk yaklaşım olarak görülebileceğini” belirtmiştir.'* Engels, ortaya çıkış üzerine odaklanan böyle bir diyalektik görüşün, “şansı, onu tümüyle inkâr ederek ortadan kaldırmaya çalışan” Fransız materyalistleriyle özdeşleşen “belirlenim ciliğe” karşı olduğunu savun­ muştur. Tersine, zorunluluk, H egel’in öğrettiği (ve Marx’m da Epikü­ ros’ta keşfettiği) gibi şansın (ya da belirlenm em işliğin) içinde yerleş­ miştir. “Darwin, çağ açan eserinde” der Engels, varolan en geniş şans temelinden yola çıktı. Tek bir tür içindeki bireyler arasın­ daki tam anlamıyla sonsuz, tesadüfi farklılıklar, söz konusu türün karakterini aşıp geçene dek üst üste biriken farklılıklar ve bunlann dolaysız nedenlerinin ancak son derece az sayıda olayda gösterilebilmesi (bu zaman zarİFında tesadüfi oluşlar üzeri­ ne biriken malzeme kadim zorunluluk fikrini bastırmış ve sarsmıştı), kendisini biyolojide o zamana dek geçerli olan tüm düzenlilik temellerini, yani, daha önceki metafizik katılık ve değişmezlikteki türkavram ını sorgulamaya zorladı. Ne var ki, tür kavramı olmaksızın bütün bu bilim birhiçti. {Biyolojinin} Bütün dalları temel olarak tür kavramına ihtiyaç duyuyordu: insan anatomisi ve karşılaştırmalı anato-


310

MARX'IN EKOLOJİSİ

ml-«mbriyoİGjl, zooloji, paleontoloji, bitkiblllm, vb. tür kavramı olmaksızın

neydiler? BUtUn lonuçları ku|ku altında kalm akla kalmadı, aym zam anda doğru­ dan d o tru yt bir yana bırakıldı. Rastlantı, o zam ana dek kavrandığı şekliyle zorunlu lu |u yıktı. D ıh a Önceki zorunluluk fikri devrildi. Onu korumak, doğaya yasa ciltlik , kendiliyle ve gerçeklikle karşıtlık içinde bir keyfi insani belirlenimciliği diktatörce dayatmak, böylece yajayan doğanın bütün iç zorunluluğunu yadsımak anlamına gellr.'^ Darwin’in rastlantıyla işe başlamış olduğu gerçeği, evrimin ortaya çıkan gelişim le bağdaşan bir zorunluluk yarattığı gerçeğini hiçbir şekilde ortadan kaldırmaz. “Organik evrimde her ilerleme” der Engels, “aym zamanda tek yanlı bir evrime sabitlenmekle pek çok başka yönde evrim olasılığını dışlayan bir gerilemedir.” Engels, bu evrimci gelişm enin, hem metabolik alış veriş kuramlannda olduğu gibi bir “organik doğanın uyum­ lu, işbirliği içinde işleyişi” bakış açısından, hem de doğa içinde bir varol­ ma mücadelesi bakımından ikili bir tarzda görühnesi gerektiğinde ısrar eder.'* Bu iki unsur bir arada, doğada, özelliide de insan ekolojisinin geliş­ m esiyle Marx’m anladığı biçimde bir “yanlm a”nın olanaklıhğını yaratır. İçinde doğanın “diyalektiğin kanıtı” olarak görüldüğü bu karmaşık, diyalektik materyalizm, içerdiği parlak ekolojik sezgilerle Engels’in düşüncesinin daha sonraki gelişim ine hakim olmuştur.” Darvingil devri­ min ve tarih öncesinin keşfinin, tarihte ilk defa “insan zihninin... aşağı organizmalann basit ve şekilsiz olmakla birlikte, uyanlara tepki veren protoplazmasından, düşünen insan beynine dek çeşitli evrim aşamalannı izleyen... tarih öncesinin” çözüm lem esini mümkün kıldığını savu­ nur, “bu tarih öncesi olmaksızın... düşünen insan beyninin varoluşu bir gizem olarak kalırdı.”^” İnsanın ilkel atalarından evrimi, emekten, yani, insani geçim koşullanndan ve bu koşullann alet yapımı yoluyla dönüş­ türülmesinden kaynaklanan bir süreç olaıak açıklanabilir; çünkü, insan varlıklanmn yem esi, soluk alması ve hayatta kalmak için mücadele etme­ si gereken gerçek, maddi, etkin varlıklar olarak doğayla karşılıklı etki­ leşim e girdikleri yer, bu düzeydir. Engels, bu yolla kendi ayırt edici genkültür birlikte-evrimi kuramını geliştirmiştir, bu kuramda, insan türünün tarih öncesindeki gelişim i - dik duruş, insana özgü elin ve nihayetinde insan beyninin ortaya çık ışı- diyalektik biçimde maddi emek sürecinden kaynaklannuş olarak görülebilir, söz konusu süreçte, insanlar, geçim ihtiyaçlannı, doğa ile olan ilişkilerini, alet yapımı ve üretim aracılığıyla dönüşüme uğratırlar. İnsanlar üretmeye başladıklan andan itibaren, insani tarih kendisini


SONSÖZ

311

hayvanlann tarihinden ayırmıştır. Ancak burada da kesin ve katı aynmlar yoktur. Hayvanlar da doğal alemle birlikte-evrimci bir tarzda ilişkilidirler ve çevrelerinden etkilendikleri kadar, bu çevreyi değişikliğe de uğratırlar. Keçilerin Yunanistan’da ormanların yeniden üremesini nasıl önlediklerim görmüş bulunuyoruz; St. Helena adasına ilk gelenlerce getirilen keçiler ve domuzlar, adanın eski bi tki örtüsünü neredeyse bütünüyle yok etmeyi becermişler ve böylece daha sonraki denizciler ve yerleşimcilerce getirilen bitkilerin yetişmesi için topra­ ğı hazırlamışlardır. Fakat hayvanlar çevreleri üzerinde kalıcı bir etkiyi bilinçsiz olarak ve kendileriyle ilgili olduğu kadarıyla, tesadüfi biçimde uygularlar.

Bazı durumlarda hayvanlar çevrelerine verdikleri karşılığı plan­ layabilirlerse de, “hiçbir hayvanın hiçbir planh eylem i yeryüzüne irade­ lerinin damgasını vurmayı asla başaramamıştır. Bu, insana kalmıştır.”^' Ancak, insanın doğaya damgasını vurma kapasitesi, insanlann kendi­ lerinin de bir parçası olduklan bir doğal sisteme sürekli bağımhiıklan tarafından sınırianmıştır. Bu yüzden, E ngels’e göre, insan tarihi sürekli biçim de, insanın doğayla ilişkisindeki çelişkileri temsil eden ekolojik sorunlarla karşı karşıya kalır, bu çelişkilere, ancak, doğayla doğanın yasalarının anlaşılışına dayanan ussal bir ilişki kurmak ve böylelikle üretimi buna uygun biçimde örgütlemekle karşılık verilebilir: Ne var ki, kendim izi insanm doğaya karşı zaferlerinin öyküsüyle fazla pohpohlam ayalım . Ç ünkü, bu türden her zaferde doğa bizden öcünü alır. H er zaferin başlangıçta beklediğim iz sonuçları getirdiği doğrudur, fakat ikinci ve üçüncü adım larda tüm üyle farklı, önceden görülm em iş etkiler, çoğu kez ilk adım ın sonuçlarını iptal etm ek üzere, ortaya çıkar. M ezopotam ya’da, Y una­ n istan ’da, A nadolu’da ve başka yerlerde, işlenebilir topraklar kazanm ak için orm anları tahrip eden insanlar, bunu yapm akla, orm anlarla birlikte suların bütün toplanm a m erkezlerini ve yedek kaynaklarını ortadan kaldırm akta olduklarını ve bu ülkelerin bugünkü hazin durum larının yolunu açtıklarını hayal bile etm em işlerdi, A lplerdeki İtalyanların, kuzeyde öylesine güzel korunan çam orm anlarını güney yam açlardan tem izlerken, bunu yaparak bölgenin süt ürUnleri sanayiinin kökünü kuruttuklarına ilişkin en ufak bir fikirleri yoktu; böylelikle dağlarını su kaynaklarının büyük bölüm ünden yoksun bıraktıklarını ve kalanların da yağm ur m evsim lerinde ovalara daha y ıkıcı biçim de boşanm asına yol açtıklarını ise hiç düşünm em işlerdi... B öylece, her adım da, doğaya bir fatihin yabancı bir halka hükm ettiği gibi, doğanın dışında duran biri gibi hükm edem eyeceğim iz - am a, etim iz, kanım ız ve beynim izle doğaya ait olduğum uz, onun içinde yaşadığım ız ve onun üzerindeki bütün hâkim iyetim izin, onun yasalarını öğrenm ekte ve doğru biçim de uygulam akta, diğer bütün yaratıkların üzerinde bir avantaja sahip olm am ızdan ibaret bulunduğu yüzüm üze vurulur.^^


312

MARX'IN EKOLOJİSİ

Engels’ten Sonra M arksizm ve Ekoloji Genellikle, Marx ile Engels’ten sonra Marksizmin, en azından 1970’lere dek, ekolojik tahlile çok az katkı yaptığı ve tarihsel materyalizmin kuruculannm bu alandaki mirası her ne idiyse, bunun sonraki birkaç Marksist kuramcı kuşaklan üzerinde bir etkisinin olm adığı düşünülür. N e var ki, işin ash, Marx’m ekolojik eleştirisinin E ngels’inkiyle birlikte (felsefi temelleri daha karanlıkta kahmş olsa da) gayet iyi bilindiği ve ölümünden hemen sonraki onyıllardaki Marksizm üzerinde doğradan bir etki yapmış olduğudur. Marx’m ekolojik mirası, ancak daha sonralan, özellikle de Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’nde, üretimin üretim aşkına genişletilm esinin Sovyet toplumunun başka her şeyi göz ardı eden hede­ fi haline gelmesinden sonra bir yana bırakılmıştır. Bu, Marx’m (ve E ngels’in) ekolojik eleştirisinden çıkan iki önem li temanın ışığında anla­ şılabilir: bunlardan birincisi Liebig ile özdeşleşen sürdürülebilir gelişm e kavramı; İkincisi de Darwin’den kaynaklanan birlikte-evrimci tahlildir. Marx’m komünizm vizyonu ile ekolojik sürdürülebilirlik arasmdaki yakın ilişki, daha Engels’in sağlığında, W illiam Morris’in ütopyacı Marksist kavrayışında açık biçimde ortaya konmuştu. Morris, K apital'i ilk kez, Marx’m ölüm yılı olan 1883’te okumuş ve aynı sırada kendisinin sosyalist olduğunu açıkça ilan etmişti. Morris, kent ile kır arasmdaki uzlaşm azlığın aşılması için nüfusun dağıtılmasını savunması ve vahşi doğaya övgüsünün yam sıra, (ekolojik incelem eler içinde) üretimin kâr için değil, sadece sanat ya da kullamm için yapılması gereği üzerine ısranyla da hatırlanacaktır.^^ Morris, kentlerin içinde bulunduğu kirlilik ve sanayi işçilerinin içinde çalışm ak zorunda bırakıldıklan zehirli çevreden dehşete kapılmıştı. 1886 yılında Com monweal'de şunlan yazdı: Bir üstübeç zeiıirienmesi olayı hakkında bu hafta basında çılcan haber genel olarak işçiler arasında çok az ilgi gördü. E şlik eden la f kalabalığından soyulduğunda, gerçek, havanın üstübeçle dolu olduğu bir ortam da, hızlı ölümünü önlem ek için hiçbir önlem alm m aksızm çalışm aya m ecbur bırakılan bir adamın öldü­ rüldüğüdür. Bu zavallı adama katledilm esine karşı tazm inat olarak haftada fazla­ dan bir şilin gibi hatırı sayılır bir tutar ödenm işti. İşvereninin bu adamın hızlı bir ölüm riski içinde çalıştığını ve e r ya da geç zehirleneceğini bilmemesine imkan yoktur, ama, m ahkem e jürisinin bu konu hakkında söylemeye cesaret edebildiği tek şey, “Bay L akem an’ın (fabrika denetçisi) İçişleri Bakanlığına davayla ilgili olarak, boya fabrikalarında çalışan işçiler için bazı ekstra önlemler alınması gere­ ğini gösteren belgeler sunabilmesini um ut ettiğimizi ifade ederiz”den ibaret olm uştur.


SONSÖZ

313

G ene de bu, çalışan insanlann hayadanyla nasıl oynandığının yalnızca biraz abartılı bir örneğidir. M evcut koşullar altında, uygarlığın “aşağı sınıflar”a dayat­ tığı em eğin neredeyse bütünü sağlığa zararlıdır, yani, bu emek insanlann hayatmı kısaltır ve biz, sırf bu insanların gırtlaklan gözümüzün önünde kesilm iyor diye, bu durum hakkında hiçbir şey düşünm eyiz.^

Morris, “A Factory as It M ight Be- Olabileceği Gibi Bir Fabrika” adlı çalışm asında, fabrikalann işçilerin gönüllü çalışm asıyla işlenen bahçeler arasında kurulduğu bir sosyalizm tahayyül eder: Bir anti-sosyalistin imkânsız dediğini işitiyorum. Dostum, lütfen, günümüzdeki pek çok fabrikamn zaten geniş bahçeler ve çoğu kez yüksek ücredi İskoç bahçı­ vanlar, orm an korucuları, kahyalar, seyisler ve benzer hizmetliler için gerekli ek bölümleriyle, mümkün olabilecek en savurgan biçimde işletilen geniş parklar ve hektarlarca uzanan orm anlar kurmuş olduğunu hatırlayın. Sadece, sözü edilen bu bahçeler vb. fabrikadan, fabrikanın dumanından diyelim yirmi mil uzakta ve sade­ ce fabrikamn tek bir üyesinin, (kendi kân için) emeği örgütleyen ve karşılığında ölçüsüz derecede oransız bir pay alan üyesinin zevki için kurulmuştur.“

Morris, geleceğin böyle bir fabrikasının “hiçbir kirli atık üretmemesini, havayı ve suyu hiçbir biçimde zehirlememesini” öngörür. “Bu konuda daha fazla söz söylem e gereği duymuyorum, “kâr” bir yana bıra­ kıldığında, bu yeterince kolay olacaktır.” ^ Morris’in kurulmasına, Eleanor Marx ile birlikte ve yardım ettiği Sosyalist Birlik içinde de bu görüşleri doğrultusunda etkinlik gösterdi. N e var ki. Birlik kısa ömürlü olacak ve İngiliz sosyalizminin daha mekanist, reformist ve ekolojik olmayan çeşitlemelerince gölgede bırakılacaktı. Marx’in düşüncelerinin ekolojik bileşenleri üzerine (kullanım değeri ile değişim değerinin, kent ile kır arasındaki çelişkilerin aşılması gibi) görüş oluşturanlar Morris gibi bir ütopyacı Marksistten ibaret değildi. Bebel, Kautsky, Lenin, Luxemburg ve Buharin gibi düşünürlerce temsil edilen Marksizmin ana akımı içinde de bu yönde hareket edenler vardı. Augu st Bebel’in Sosyalizm de Kadın başhğıyla ilk kez 1879’da yayımlanan ve 1884’te Geçmişte, Bugün ve G elecekte Kadın başlığıyla geliştirilmiş basımı yapılan çalışm ası Alman sosyal demokrasisi ve Marksizmin en önemli ilk eserlerinden biridir. Marx ile Engels’in yakın arkadaşlan arasında olan Bebel, aynı zamanda Alman sosyal demok­ rasisinin siyasal kurucularından biridir. Kısaca K adın adıyla tanınan çalışması, B ebel’in en etkili kuramsal eseridir.


314

MARX'IN EKOLOJİSİ

Eser, esas olarak kadınlann sömürülmesini eleştirel tarzda incelem esi ve sosyalizm in geleceğinde kadmlann kurtuluşuna verdiği önem le tanmmıştır. Bununla birlikte, Bebel’in sosyalizm in kuruimasmm im kânlan üzerine yürüttüğü tartışma, Marx’m kapitalist toplumda topraktaki ek olo­ jik kriz hakkmdaki tahlilinin unsurlannı ve bunun çaresi olarak sosya­ lizm de üretimin ussal bir tarzda yeniden örgütlenmesi gerektiği düşün­ cesini de içeriyordu. Bebel, aym zamanda Malthus’un aşın nüfus kuramımn kapsamlı bir eleştirisini de yapmıştı. Bu yüzden, söz konusu eser önemli ekolojik unsurlar içerir. “Ormanlann kâr uğmna delice kurban edilmesinin” diye yazar, Prusya ve Pomeranya eyaletleriyle Styria, İtalya, Fransa ve Ispanya’da iklim in hissedilebilir derecede bozulm asının ve toprağın verimliliğinin düşüşünün nede­ ni olduğu söylenir. Sık sık meydana gelen su baskınlan yüksek yerlerdeki ağaçlan n yok edilmesinin sonucudur. Ren ve V istül ırm aklannm taşkınlan İsviçre ve Polonya’daki orman alanlannm yok edilm esine bağlanır.

Bebel, Liebig’in (ve Marx’m) topraktan alınan besleyicilerin geri veril­ m esinin gerekli olduğu görüşünü kabul ederek şunlan yazar: İnsan için yiyecek neyse, toprak için gübre de odur ve nasıl her türlü yiyeceğin insan için besleyicilik özelliği aym değilse, her türlü gübre de toprak için aym besin değe­ rine sahip olmaktan uzaktır. Toprağın daha önceki ürünler kendisinden hangi kimyasal bileşikleri almışsa, aym bileşikleri geri alması ve geleceğin ürünleri topraktan hangi kimyasal maddeleri götürecekse, aym maddelerin toprağa eklen­ mesi gereklidir... Hayvan ve insan artıklan ve dışkılan insan yiyecek kaynaklanran yenilenmesi için en uygun kimyasal bileşenleri içerirler. Bu yüzden, bu tür gübreyi mümkün olan an yüksek m iktarda elde etmek arzuya şayandır. Bugün bu kural, özellikle son derece büyük m iktarda yiyecek tüketen, buna karşılık, toprağa çok küçük bir artık ve dışkı m iktannı geri veren büyük kentlerde olmak üzere, sürekli ihlal edilmektedir. Bunun sonucunda, her yıl ürünlerinin daha büyük bölü­ münü kentlere gönderen uzaktaki çiftlikler, gübre yetersizliğinden hatın sayılır ölçüde zarar görmektedir; insanlardan ve çiftlik hayvanlanndan sağlanan gübre nJfctan, bunlar üretilen ürünün çok küçük bir bölümünü tükettiklerinden, yeter­ sizdir. Böylece, toprağı tüketen, ürünü hasadı azaltan ve yiyecek fiyatlanmn artma­ sına neden olan tahrip edici bir tanm sistemi yürütülmektedir. Esas olarak toprak ürünleri ihraç eden ve karşılığında gübrelem e için gerekli maddeleri almayan bütün ülkeler, Macaristan, Rusya, Tuna Prenslikleri ve Am erika, yavaş yavaş am a kaçımlmaz biçimde mahvolmaktadır. Yapay gübrelerin, özellikle de guanonun insan ve hayvan dışkısının yerini tuttuğu doğrudur, ama, fiyatı yüzünden çok az çiftçi bunu yeterii miktarda sağlayabilmektedir, kaldı ki, elde olan kaynaklar boşa harcamrken binlerce kilometre uzaklardan gübre getirtmek eşyanın tabiatına ters düşer.^^


SONSÖZ

315

Karl Kautsky’nin çığır açıcı eseri Tarım Sorunu (1899) bu konulan daha s is te m li biçimde geliştirmiştir. Kitap, “Kırın Kent Tarafından Sömürülmesi” başlıklı bir bölüm içeriyordu. Kautsky burada, kırdan kente net değer akışının, “toprağın besleyici maddelerinin, çiftçinin vergilerini, borç faizlerini ve toprak rantını ödeyebilmek için satmak zorunda olduğu tahıl, et, süt ve benzeri ürünler biçiminde sürekli ve katla­ narak kaybedihnesine tekabül ettiğini” savunur: Bu tür bir akış [kapitalizmin] değer yasalan bakımından tarım ın söm ürüsüne işaret etmemekle birlikte, nereden bakılırsa bakılsın, maddi söm ürüsüne, toprağın besleyicilerinden yoksun bırakılmasına... götürür.

Tartışmasını gübre sanayiinin Marx’in zamanına göre çok geliştiği bir dönemde yapan Kautsky, metabolik yanimanın sonucu olan gübre kısır döngüsünün bir eleştirisini ortaya koyar: Ek yapay gübreler... toprağın verimliliğindeki düşüşten kaçınılm asına izin verir, fakat onlan git gide daha fazla kullanm a zorunluluğu, tanm ın üzerine yeni bir yük bindirir - bu doğamn dayattığı kaçınılmaz bir yük değil, şu andaki toplumsal örgüt­ lenmenin doğrudan sonucu olan bir yüktür. Kent ile kır arasmdaki antitezin üste­ sinden gelmekle... topraktan alınan maddelerin tümüyle geri verilmesi mümkün olacakür. O zaman ek gübrelerin görevi, toprağm yoksullaşmasını önlem ek değil, en fazla, onu zenginleştirmek olacaktır. Tanm daki ilerlemeler yapay gübrelere gerek kalmadan toprakta çözünebilir besleyicilerin miktarının anışm a işaret edecektir.^*

Kautsky, Marx’in akıl yürütmesinin genel hatlannı izleyerek “toprağı giderek artan ölçüde tüketen ve bu tükenişle mücadele için gerekli yapay gübreler biçiminde tanma yeni yükler getiren kentlerin büyümesinin ve sanayiin yayılmasının, bu başanlanyla yetinmediğini, bu gelişm elerin aynı zamanda ‘kırsal kesimin nüfussuzlaşması’ yoluyla tanmın emek gücünü de soyduğunu” savunur.^'^ Kautsky, tanmsal mücadele ilaçlannın giderek artan kullanımıyla devam eder. Ürün zararlılannın çoğalmasına, ekili alanlann gelişm esiyle böceklerle beslenen kuşlann öldürülmesinin, bitki yetiştirilmesinde doğal seçmenin yerini yapay seçm e yöntemlerinin almasının (bu yöntem­ le meydana getirilen türlerin hastahk ve zararlılara dayanıklılıklan azal­ ma eğilimindedir) ve - örneğin, ormancılıkta “yavaş büyüyen geniş yaprakh ağaçlann, çabuk büyüyen iğne yapraklı ağaçlar lehine yok edil-


316

MARX'IN EKOLOJİSİ

meşinin” teşvik edilm esiyle doğal ormanlann ortadan kalkmasına y o l açılması g ib i- “modem büyük ölçekli işlemlerin” karakteristiklerinin neden olduğunu belirtir. Böylece, “yapay gübrelerin maliyetine tanm ilaçlannın maliyetleri de eklenmektedir.”“ Lenin de benzer kaygılan dile getirmiştir. 1901 yılm da yayım ladığı Tarım Sorunu ve “M arx’in Eleştirisi" nde şunlan söyler: doğal gübrelerin yerine yapaylanm n konm asının m ümkün oluşu ve bunun (kısmen) şimdiden yapılıyor olduğu gerçeği, hiçbir şekilde doğal gübrelerin boşa harcanmasımn ve bu yolla ırmakların ve kent yerleşimlerinde ve fabrika bölge­ lerinde havanın kirietilm esinin us-dışılığını ortadan kaldırmaz. İçinde yaşa­ dığımız zam anda bile, büyük kentlerin kıyılarında kentsel atıklan kullanarak inamimaz tanmsal getiriler sağlayan lağım çiftlikleri bulunmaktadır; fakat bu sistemle atıklann ancak son derece küçük bir bölümünden yararlamlabilmektedir.^*

Rosa Luxemburg da 1917 M ayısı’nda hapishanedeyken bu konuya ilgi göstermişti. Arkadaşı Sonja Liebknecht’e “doğal bilim ” çalıştığını yazm ıştı; bitkilerin ve hayvanlann coğrafyasını inceliyorum. Daha dün Alm anya’da ötle­ ğenlerin niçin kaybolm akta olduğunu okudum. Orm ancılığın, bostancılığın ve tanm ın giderek sistematik biçimde yürütülmesi adım adım bütün beslenme ve yuva kurm a alanlarını yok ediyor: oyuk ağaçlar, ham topraklar, çalılıklar, bahçelik alanlardaki kum yapraklar. Bunu okuyunca öyle üzüldüm ki. İnsanlar için söyle­ dikleri tatlı şarkılar için değil, daha çok, bu savunmasız, m inik yaratıklann sessiz ve karşı konulm az yok oluşu, ağlayacak derecede içim i acıttı. Bu bana, Z ürih’teyken okuduğum. Profesör Sieber’in Kuzey Am erika Kızılderililerinin m ahvoluşu hakkındaki Rusça kitabını hatıriattı. Onlar d a tümüyle aym tarzda, uygar insanlar tarafından adım adım topraklarından kovulmuş, sessiz ve zalimce m ahvoluşa terkedilm işlerdi.^^

Bununla birlikte, Marx ile Engels’in ilk izleyicileri arasında Marx’m insanlarla doğa arasındaki metabolik etkileşim kavramım, en azından genel bir düzeye uygulamakta en ileriye giden Buharin’di. Buharin, Tarih­ sel M ateryalizm ’inde şunları söylem işti: Toplum la doğa arasındaki maddi “ m etabolizm a” süreci, çevre ile sistem, “dış koşullar” ile insan toplumu arasındaki temel ilişkidir... İnsan ile doğa arasındaki m etabolizma, görmüş olduğumuz gibi, maddi enerjinin dış doğadan topluma transferinden oluşur... Bu yüzden, doğayla toplum arasındaki karşılıklı ilişki, bir toplumsal yeniden-üretim sürecidir. Bu süreçte, toplum kendi insani emek ener­


SONSÖZ

317

jisini uygular ve doğadan belli miktarda bir enerji (M arx’m sözleriyle “doğanın m alzemesi”) sağlar. Burada, harcanan ile edinilen arasındaki dengeraa toplumun büyümesinin tayin edici unsuru olduğu açıktır. Kazanılan, harcanan emekten fazla olursa, bunun toplum için önemli sonuçlan olur ve bu sonuçlar, fazlanın m iktanna göre deği şiklik gösterir.^^

Buharin’e göre bu metabolik ahş verişte aracıhk eden en önemli güç teknolojidir. Bu yüzden, doğa ile toplumsal metabolizma, toplumsal bakış açısından ilerici ya da gerileyici olabilen bir “kararsız denge” dummudur. Buharin, “emeğin üretkenliği” der, “toplum ile doğa arasındaki ‘dengenin’ kesin bir ölçüsüdür.” Bu ilişkiden doğan toplumsal üretkenliğinde bir artış, ilerici bir gelişme olarak görülürken, aksine, kötü uyarlanmış bir metabolik ilişki yüzünden toplumsal üretkenliğin gerilemesi -Buharin böyle bir duru­ mun muhtemel nedeni olarak “toprağın tüketilmesini” gösterir- gerici bir gelişme anlamına gelir. Böyle bir gerilemenin, toplumu “barbarlaşmaya” götürebileceğini savunur.” Buharin, tüm “toplumsal üretim sürecinin insan toplumunun dış doğaya bir uyarlanması” olduğunda ısrar eder. Bunun sonucunda, “doğaya erek­ bilimsel bir bakış açısından bakmaktan, onun insamn kullanunı için yara­ tılmış olduğunu ve bütün her şeyin insan gereksinmelerine uyarlanmış olduğunu düşünmekten daha yanhş bir şey olamaz.” Tersine, insanlar sürekli ve etkin bir uyarlanma mücadelesi içindedirler. “Bir hayvan formu olarak insan ve aym şekilde insan toplumu, doğamn ürünleri, bu ulu ve sonsuz bütünün parçalarıdırlar. İnsan asla doğadan kaçamaz ve doğayı ‘denetlediği’ zaman bile, doğanın yasalanm kendi amacı için kullanmaktan başka bir şey yapmamaktadır.”^^ Buharin, insan toplumu da dahil “hiçbir sistemin boş uzayda varolamayacağını, bütün koşullanmn nihai olarak kendisine bağımlı olduğu bir ‘çevre’ tarafından kuşatıldığım” vurgular. “İnsan toplumu çevre­ sine uyarlanmamış olsa, bu dünyaya ait ohnaz.” Elbette, insanın doğa ile iliş­ kisi, toplumun dolayımıyla gerçekleştiği için diğer türlerin doğayla olan iliş­ kisine göre daha az doğradan niteliktedir ve dolaysız insani çevre toplumdur. Fakat toplumun çevresi doğadır: Buharin’in kendi deyişiyle, “Ormandaki ağaç için çevre, bütün özellikleriyle birlikte, bütün diğer ağaçlar, dere, otlar, çayırlar, çalılar demektir İnsamn çevresi, içinde yaşadığı toplum­ dur; insan toplumunun çevresi dış doğadır.”“ Ashnda, insanlann, Buharin’in 1931 yıhnda Londra’da düzenlenen bilim tarihi konferansında vurguladığı ve 1937’de Felsefi Arabeskler'inde tekrarladığı gibi, “Biyosferde yaşayan ve çalışan” varlıklar olarak kavranması gereklidir.


318

MARX’IN EKOLOJİSİ

Sovyet ekolojisinin 1920’li yıllarda bütün dünyanın ilerisinde olduğu iddia edilebilir. Batılı ekoloji modellerinin hâlâ indirgemeci, doğrusal v e erekbilim yönsem eli modelleri dayanma eğiliminde olduğu bir zamanda, doğal ardışıklığa uyan Sovyet ekolojisi, diyalektik olarak daha karmaşık, dinamik, holistik ve birlikte-evrimci modeller geliştirilmesinde öncülük etmişti. 1920 ve 1930'lu yılların Rus ekologlannın en büyükleri V. I. Vemadski (1863-1945) ile N. I. V avilov (1887-1943) idi. Vem odski gerek biyosfer hakkmdaki tahlili, gerek jeo-kim ya (ya da biyo-jeo-kimya) biliminin kurucusu olması nedeniyle uluslararası bir saygınlık kazan­ mıştı. Vem adski, 1926’da Biyosfer başlıklı çalışm asını yayım ladı. Lynn Margulis ve diğerlerinin bu kitabın İngilizce basımının Ö nsöz’ünde yazmış oldukları gibi, “tarihte, Dünya’nın kendi kendine yeterii bir küre olduğu olgusunun gerçek sonuçlannı kavrayan ilk kişiydi.” Hayatm cansız maddedeki kökenleri somnunun (İngiliz ve Sovyet bilimcileri arasmdaki tartışmalar sayesinde) sonunda bilim sel bir çözüm e kavuştumlabilmesi, ancak V em adski’nin holistik bir yaklaşımla biyosfer üzeri­ ne yâptığı araştırmalarla mümkün olabilmiştir.” Lenin, Tanm Akadem isi’nin ilk başkanı olan ve Sovyet devletinin desteğiyle tanmın kökenleri sorununa materyalist bir yöntem uygulayan parlak bitki genetikçisi Vavilov, proleter devrimiyle Vem adski’den daha yakın bağlantılara sahipti. 19 20’lerde, “tropik ve yan tropik dağlık b ölge­ lerdeki” az gelişm iş ülkelerde -tü m tanmın tem eli olan büyük tohum bankalan oluşturan- büyük bitkisel gen çeşitlilik merkezleri bulun­ duğunu beliriemiş olan kişi de V avilov’du. Diyalektik, birlikte-evrimci bir görüş benimsemiş olan V avilov’a göre, bu bitkisel genetik çeşitlilik merkezleri, bütün önemli tanm bitkilerinin ortaya çıktığı “yedi birincil merkez”den doğmuş olan insan kültürünün ürünüydü ve binlerce yıllık tanm pratiğinin sonucu olarak en zengin genetik stoklar buralarda bulu­ nuyordu. “Tanm ürünlerinin temel ortaya çıkış merkezleri” diyordu V avilov, “...çok sık olarak türlerin şaşırtıcı çeşitliliğinin toplanma merkezi rolü o y n a r . V a v i l o v ’un keşfinden uzun yıllar sonra bugün, bilimadamlan, özellikle de Batı’da, gözlerini bu genetik “rezervuarlara” (Meksika, Pera, Etyopya, Türkiye ve Tibet’teki bu yerlere) çevirmiştir. Bugün tohum yataklannın bulunduğu çevre ülkeleriyle kapitalist sistemin merkezi arasında, bu genetik kaynaklann denetimini ele geçirmek için uluslararası bir mücadele yaşanmaktadır.^® Buharin ile ilişkili diğer Sovyet bilimcileri de onun insan toplumunun ekolojik köklerine ilişkin görüşünü paylaşıyorlardı. Buharin’in ön sö­


SONSÖZ

319

züyle yayımlanan M arksizm ve Ç ağdaş Düşünce başlıklı bir kitapta, V.I. Komrov, Engels’in Doğanın Diyalektiği'nden “doğanın fethi” yanıl­ samasına ilişkin uzun pasajını aktararak “dünyanm Doğanın yasalarına uyarak değiştirilebileceği gerçeğine rağmen, özel mülk sahibi ya da işve­ renin bunu yapamayacağını, çünkü onun amacının kâr ve yalnızca kârdan ibaret olduğunu” belirtir, “{Kâr peşindeki kapitalist} Sanayide kriz üzeri­ ne kriz yaratarak tanmdaki doğal serveti boşa harcar ve ardında çorak topraklar, çıplak kayalar ve kel tepelerle dolu dağlık alanlar bırakır.” Aynı kitapta, Y.M. Uranovski de Marksizmle bilim ilişkisini tartışırken Marx’m Liebig ve “toprağın tükenmesi kuramı” ile ilgili araştırmalannm önem ini vurgulamıştır."*® Bütün bu katkılar, ilk başlardaki Sovyet döneminin ve onun yarattığı diyalektik, devrimci düşünce biçimlerinin ürünüydüler. Sovyetlerin, doğayla sonralan “çevre katli” olarak nitelenecek ilişkisinin nihai traje­ disi, I920’li yıllarda Sovyet ekolojisinin gösterdiği olağanüstü canlılığı ve bizzat Lenin’in çevre korumacılığının gelişm esinde oynadığı kişisel rolü gölgede bırakmaya eğilimlidir.“" Lenin, kavrayışlı bir materyalistti ve (özellikle Felsefe D efterleri'nde geliştirdiği biçim iyle) materyalizmi diyalektik ve indirgemecilikten uzak nitelikteydi. H egel’in ve H egel’in Epiküros tahlilinin dikkatli bir öğrencisiydi ve Epiküros’un felsefesini “bir dahinin tahmin işinin ve din adamlığının değil, bilimin işaret levhalannın” cisimlenmesi olarak görüyordu.“'^ Lenin yazılannda ve siyasal bildirilerinde insan emeğinin basitçe doğanın güçlerinin yerini tutamayacağını ve çevrenin “ussal söm ü­ rüsünün,” ya da, doğal kaynaklann korumacılık ilkeleriyle uyumlu biçim ­ de bilimsel yönetiminin zorunluluğu üzerinde ısrar etmiştir. Genç Sovyet devletinin lideri olarak “doğanın anıtlannın korunmasını” savunmuştur. Kararlı bir çevreci olan Anatoliy Vasilyeviç Lunaçarski’yi Eğitim (Aydınlanma) Kom iserliği’nin başına getirmiş ve kendisini bütün Sovyet R usyası’nda çevre koruyuculuğuyla yetkili kılmıştı.“*^ Lenin, M ater­ yalizm ve Am priyokritisizm'de övücü göndermelerde bulunduğu Vemadsk i’ye de çok büyük bir saygı duyuyordu. Vemadski ve madenbilimci E. A. Fersman’m uyanlanyla, güney Urallan, Sovyetler Birliği içinde ilk doğal koruma bölgesi ilan etti, bu, aynı zamanda, tüm dünyada sırf doğanın bilim sel incelenmesi amacına tahsis edilmiş ilk doğal koruma alanını oluşturuyordu. Böylece, Sovyet çevre koruma hareketi, Lenin’in koru­ ması altında 1920’lerde, özellikle de Yeni Ekonomik Politika (NEP) döneminde (1921-1928) büyük bir gelişm e gösterdi.


320

MARX'IN EKOLOJİSİ

Fakat, Lenin’in 1924’teki erken ölümüyle ve Stalinizmin bunu izleyen zaferiyle, korumacılar git gide artan biçim de “burjuva”lıkla suçlandılar. İşleri daha da kötüleştirmek üzere, Trofim Denisoviç L issenko’nun b iyo­ loji biliminde hakemlik mevkiine yükselm esi, ekoloji ve genetik bilim ­ lerinin “bilim sel” yönden de saldın altında kalmasına y ol açtı.“*^ 1930’lann sonlanna doğru, Sovyet koramacılık hareketi tümüyle ortadan kalkmıştı. Buharin, V avilov ve Uranovski de içlerinde olmak üzere ekolojiye önem veren düşünürlerin önem li bir bölümü tem izlik harekâüna kurban gitmişti. Buradaki ironi, Sovyetlerin ekonomik büyü­ me hızında sonralan baş gösteren büyük düşüşte ve 1970’lerde girdiği durgunlukta ekolojik etmenlerin önem li bir rol oynayacak olm asıyla doruğuna varacaktır.'*’

Caudwell’in Diyalektiği A yn bir gelenek olarak 1920’lerde doğan Batı Marksizmi, toplumsal bilimlerde pozitivizm e karşı verdiği amansız savaşla karakterize edilir. N e var ki, bu savaş çok ağır bir maliyetle yürütülmüş ve doğayla toplum arasında, varoluşun ekolojiyle ilgili bütün alanlannm ve insamn doğayla birlikte-evriminin bütünüyle göz ardı edilm esiyle sonuçlanan bir çatlak yaratma eğilimini doğurmuştur. Bu bağlamda, hem Lukács, hem de Gramsci, Buharin’in Tarihsel M ateryalizm ''me karşı çok sert bir tutum almışlardır. Lukacs’a göre, Buharin’in zaafı, kendisini daha önce E ngels’in yaptığı gibi, “diyalektikten bir ‘bilim ’ çıkarmaya kalkışmaya” götüren bir “sahte yöntembilim” yaratan “doğal bilimlerie fazla haşır neşir oluşuydu”. Lukács, “Buharin’in kuramının burjuva doğal-bilimsel materyalizmine olan yakınlığının, m odel olarak... ‘bilim i’ kullanmış olmasından kaynaklandığını” yazm ıştı. Buharin, diyalektiği doğaya uygulamakla toplumun araştmhnasma pozitivizmin sızmasına izin verm işti.“'* Gramsci de. Hapishane D efterleri'nde Buharin’in Tarihsel M ater­ yalizm ’ini ve (1931 yılında Londra’da toplanan Uluslararası Bilim ve Teknoloji Tarihi Konferansı’nda sunduğu) Yol Ayrım ındaki Bilim ça lışmalannı eleştirmiştir. Buharin, birçok bakımdan Gramsci’nin başlıca hedefi olmuştur. Gramsci, “bilim i hayatın temeli yapma” ve “bilimin bir üstyapı” olduğu gerçeğini göz ardı etme yönündeki her türlü eğilime karşı çıkm ıştı. Çünkü, böyle bir görüş, praksis felsefesinin “kendi dışın­ dan felsefi dayanaklara” ihtiyaç duyduğu anlamına gelecekti.'*^ Bununla


SONSÖZ

321

birlikte, Gramsci her nasılsa, diyalektiği doğadan dışlamaya Lukács’ın olduğundan daha az teşnedir. Lukács’ı bu konuda şöyle eleştirir: Lukács, diyalektikten yalm zca insanlann tarihi ile ilgili olarak söz edilebileceğini ve doğayla ilgili olarak söz edilemeyeceğini ifade ediyora benzemektedir. Haklı da olabilir haksız da. Bu ifadesi doğayla insan arasında bir düalizmi önvarsayıyorsa, dine uygun bir doğa anlayışına ve Greko-Hıristiyan felsefesine ve aym zamanda, insanı doğayla sözelli ğin dışında ilişkilendirmeyi ve birleştirmeyi beceremeyen idealizme düşüyor olacağından, yanlıştır. Am a eğer insan tarihi doğa tarihi olarak da (ve aym zam anda bilim tarihi aracılığıyla da) kavranabilecekse, diyalektik doğadan nasıl aynlabilir? Belki de Lukács, Halkın El iTiMfci’ndaki [Buharin’in Tarihsel Materyalizm’i] barok kuramlara tepkisi içinde karşı yanlışa, idealizmin bir biçim ine düşm üştür.^

Gene de, Gramsci, Lukács gibi, Buharin’in tahlilinde aşikâr olan güçlü noktalan (ve zaaflan) kavramakta başansız olmuştur. Buharin’in tahlilinin güçlü yönleri materyalist tarih anlayışını bir materyalist doğa anlayışına bağlama girişiminden kaynaklanır. Buharin’in “denge”nin tanımlayıcı karakteristiklerinden biri oluşturduğu tahliline belli bir meka­ nizm sızmış olsa da, sentezinde, birlikte-evrimci bir perspektifi de içeren ekolojik bağlantılann. Batı Marksizmi geleneğinde yitirilmiş olan anlaşılışı canahcı önemdedir. Bu bakımdan Lukács örneğini izleyen Frank­ furt Okulu, ekolojik bilimin her türlü bilgisinden ( ya da her türlü ekolojik bağlamdan) yoksun, biçimde neredeyse bütünüyle kültürelci, aydınlanmacı olan ve genellikle insanm doğadan yabancılaşmasını dahi bili­ me atfeden b ir“ekolojik” eleştiri geliştirmiştir. Bu anlayış, Marx’tan çok Romantik köklerden ve W eber’in ussallaşmanın ve dünyanın “büyüsünü yitirmesi”nin eleştirisinden kaynaklanır.“*’ Bu perspektifte, yaban­ cılaşma, tek yanh biçimde, doga fikrinden yabancılaşma olarak kavranır. N e var ki, doğanın gerçek, maddi yabancılaşmasının, öm eğin Marx’m metabolik yanima kuramı gibi her türlü tahlili, eksik kalır. Alfred Schmidt’in son derece etkili kitabı The Concept o f Nature in Marx, Lukács ve Frankfurt Okulu’nun tek yanlı perspektifini geniş­ letmiştir. Schmidt’in tahliline hâkim olan çelişki, materyalizmle diya­ lektiğin “bağdaşmaz” olduğuna ilişkin kabulünde yatar.^“ Schmidt, M arx’m metabolizma kavrarmnın önemini defalarca vurgulasa da, bu kavramı en soyut biçimiyle em eğin kendisi dışında, doğal-maddi koşul­ larla her türlü ilişkisinden koparmış ve böylelikle yeryüzüyle metabolik ilişki anlayışından kaçınmıştır. Bu yüzden, kitap boyunca toprak besleF;21 / M arx'm Ekolojisi


322

MARX'IN EKOLOJİSİ

yicilerinin dönüşümündeki metabolik yanim a ya da kapitalist tanm a yöneltilen Marx-Liebig eleştirisinin neredeyse sözü bile edilm ez; oysa, M arx’m metabolik alış veriş kavramım geliştirdiği m addi bağlam budur. Schmidt, Marx’m metabolizma kavramım Marx’m gerçekten kullandığı anlamıyla, yani, kapitalist tanım n gerçek dünyevi sorunlanyla ilişkisi içinde kavramayı başaramadığından, materyalist diyalektiğini (düşüncesinin gerçek birlikte-evrimci tem elini) de gözden kaçırarak, Marx’m materyalizminin, sonunda, doğamn boyun eğdirilm esini vurgu­ layan “Prometeusçu” bir görüşe saplandığını iddia eder.” B öylece, 1930’lardan, Rachel Carson’ın Silent S pring’inm çevreci mücadelenin yeniden canlanmasına yardımcı olduğu 1960’lara dek, Marksizan toplum bilimler içinde ekolojik tahlil neredeyse tümüyle ortadan kalkmıştır (sadece birkaç istisna dışında, yalnızca Marksist gelenek için değil, toplum bilimlerinin geneli için de, söz konusu dönemde aynı duram geçeriidir). “D oğu”da Sovyet ekolojisinin yok edilişine, “Batı”da Marksist diyalektik yöntem in doğaya v e bilim e uygulanması yönündeki her türlü girişim in reddedilm esi eşlik etmiştir. 1 9 30’lan n Batı Marksizmi içinde bu çelişkileri büyük ölçüde aşm ış olan tek kişi, şimdi öğrendiğim iz gibi, Cristopher St. John Sprigg, ya da, daha iyi tanındığı yazarlık adıyla, Cristopher Caudwell idi. N e var ki, C audw ell’in çok kışa süren görkemli yazarlık kariyeri, daha yirmi dokuz yaşındayken, İspanya iç savaşında faşistlere karşı bir çarpış­ mada Uluslararası T ugay’a bağlı İngiliz taburundaki yoldaşlarının geri çekilişini korurken 12 Şubat 1 9 3 7 ’de m itralyöz başında şehit düşm e­ siyle sona erecekti. C audw ell’in nefes kesici entelektüel başansı, 19351936 yıllan arasındaki çok kısa zaman içinde kültür ve bilim alanında çok geniş bir yelpazeyi kucaklayan Illusion an d Reality, Studies and Further Studies in a D ying C ulture, The C risis in P hysics, Rom ance and R eaction ve H eredity and D evelopm en t (Yanılsam a ve Gerçeklik, Ölen Bir Kültür Üzerine İncelem eler, Fiziğin Krizi, Kalıtım ve G elişm e) adlı eserleriyle şiirlerinde görülebilir. Eserlerinin hepsi ölümünden sonra yayım lanmıştır. C audw ell’in genel bakış açısı en iyi ifadesini Studies an d Further Studies in a D yin g C u ltu re 'm önsözündeki ünlü sözlerinde bulmuştur; “Ya Şeytan büyük bir gü çle aramıza inmiştir, yahut ekono­ mi, bilim ve sanattaki ortak hastalığın nedensel bir açıklaması vardır.”“ Caudwell, merkezi sorunu burjuva bilim v e kültürünün, doğa ile toplum, idealizm ile materyalizm, v e bilim içinde mekanizm ile dirimcilik arasındaki diyalektik yanlm alarla karakterize olan atomize ve yaban­


SONSÖZ

323

c ıla ş m ış dünyası olarak görmüştür. Bu düalizmler ve burjuva toplumu için öylesine karakteristik olan kısmi, tek yanlı ussallıklar, onun bakış açısına göre, ölen bir kültürü savunma zorunluluğundan doğarlar. E.P. Thom pson’m belirtmiş olduğu gibi, C audw ell’e göre, burjuva kültürü “aynı kavrayış konağının ikizleri, ya da daha iyisi, aynı parça­ lanmış düşünce anının olumlu ve olum suz yönleri olarak türeyen idea­ lizm in ve mekanik materyalizmin, gerçek uzlaşmazlar olarak değil sahte antitezler olarak tekrarlanışı” ile karakterize olur.’’ Ama Caud­ w ell sadece bu ikiliklere karşı çıkmakla kalmaz, aynı zamanda, bilgi içindeki özne-nesne ilişkisi hakkında ham bir “yansıtm acı” görüş benimseyerek antitezin varlığını basitçe reddeden pozitivizm e de karşı çıkar. Buradan, eleştiri oklarının büyük bölümünü zamanının hâkim “diyalektik materyalizm” okulunun kaba “epistemolojik” konumlanışına yöneltir. Caudwell’in düşüncesindeki merkezi unsur, diyalektiği ortaya çıkış olarak vurgulayan, şimdi olsa “eleştirel-gerçekçi” olarak adlandınlabilecek bir bakış açısından özne ve nesnenin birbirlerini karşılıklı belirlemesi (ya da koşullaması) idi. Somut olarak bu, insanlarla doğa arasmdaki ilişkinin birlikte-evrilen karakterinde sürekli bir ısrar biçimini almıştı. Caudwell’e göre, etkin ve karakterinde diyalektik olan Marx’m materyalizminin daha önceki mekanik, indirgemeci ve tasarlamacı mater­ yalizm biçimleri üzerindeki zaferi, kısmen, evrim kuramlannm geli­ şim iyle bilim içinde daha geniş materyalist ve diyalektik bir uyumun sağlanmasının bir ürünü olarak açıklanabilirdi. Bu yüzden, “Condillac, d’Holbach ve Diderot’nun mekanik materyalizmini Marx ile Engels’in diyalektik materyalizmine dönüştüren ve bu materyalizmi idealizm tara­ fından geliştirilen özne-nesne ilişkisinin bütün etkin yönünü içermeye yetenekli kılan şey, 1750 - 1850 arasında [Danvin’i önceleyen] evrimci bilimlerin yükselişiydi.”^ C audw ell’in düşüncesi boyunca devam eden bu merkezi izleğin kendisini izleyen araştırmacılarca kolaylıkla fark edilmemiş olmasının nedeni, kuşkusuz, biyoloji üzerine eleştirel incelem esi H eredity and D evelopm ent’ın uzun yıllar yayımlanmayışıdır. Caudwell’in, Studies and Further Studies in a D ying Culture ve Crisis in Physic ile birlikte yayımlamaya niyet etm iş olduğu açık olmakla birlikte, söz konusu çalış­ ma, yazıldığı tarihten yanm yüzyıl sonrasına, 1986 yılma dek yayım ­ lanmadan kalmıştır. “ Caudwell, bu olağanüstü eserinde, “biyolojinin krizi” ile özdeşleşen


324

MARX'IN EKOLOJİSİ

epistemolojik ve ideolojik sorunlarla ilgilenm eye çalışm ıştır, kitabın yazıldığı dönemde, Darvinci kuram da, Lamarkçılığın yeniden canlan­ ması ve genetik biliminin gelişmesinden kaynaklanan bir kriz yaşıyordu. Tahlili, kimi zaman -yeni-D arvinci sentez öncesinde biyoloji biliminin yaşadığı kriz ve düzensizliğin sonucu o la n - yanlışlar içerse de, esas olarak, ardından gelecek en gelişm iş biyolojik ve ekolojik tahlilin bir çok yönünü önceden gören karmaşık bir birlikte- evrimci senteze işaret eder. Caudwell’e göre, biyolojinin kendisi gibi, yeni ortaya çıkan ekoloji alanı da, organizma ve çevresi arasındaki ilişkinin ikilikçi bir kavranışıyla karakterize olur; özne ile nesnenin, organizma ile çevrenin birbirini karşı­ lıklı olarak belirlediğini yadsıdığı için, diyalektik olmayan bir kavra­ yıştır bu. Caudwell, erekbilimin, yaygın olarak pozitivizm le özdeşleşen nesnel mekanizmin karşılığı olan bir öznel mekanizm (“evren Tannnın maki­ nesidir”) biçimi oluşturduğunu savunur. Pozitivizm , diyalektik ikizi olarak erekbilimciliği basitçe reddetmekten çok, tek-yanh, amaçlı bir evrim kavrayışı yaratmakla onu bir anlamda doğallaştırmıştır. Her ne kadar, bilim, materyalist ve diyalektik olduğu ölçüde erekbilime karşı çıksa ve “hiçbir bilimci bir Tann tarafından görüngülerin belirlenmesine bir yöntembilimsel kural olarak inanmasa da, yine de bugün -biyolojinin “yorgun” bir parçasında- hayatın kendi amaçh biUnçliliği ya da maddenin zorunluluğu değil, ama her ikisinin de dışında olan bir amaç, ya da kahp, veya plan, yahut zeka tarafından belirlenen görüngülerin olabilirliğini kabul etmektedir.” Bilim in materyalist ve diyalektik kalmaktaki başansızlığı böylece, “bireyle çevrenin ilişkisi bakımından -m akine hakkın­ da bir mit olarak ifadesini bulan, burjuva öz çelişkisinde” açığa çıkar. Bu, “bize, dirimci idealizm ya da erekbilimin görünüşte karşıtı, oysa aslında ikiz biçimleri olarak tekrar tekrar ortaya çıkan Kartezyen materyalizm ya da mekanizmin temel biyolojik metafiziğini verir.” ** Darwin’in eserinin değeri, Caudwell’e göre, bir birlikte-evrimci pers­ pektife işaret ederek bu tür tek yanh bakış açılannı büyük ölçüde ortadan kaldırmış olmasındadır. Darvincilik, insanlara doğayı tarihsel olarak görmeyi ilk kez olarak öğretmiştir. Caudwell, (bir şekilde doğrusal iler­ leme mecazına kapılarak) “Hayatı bir dizi admılar şeklinde bir çizelge şeklinde resmedersek” diye yazar: her adım da çevre değişm iştir- her adım lar dizisi, farklıhklannm ötesinde bazı ortak genel sorunlara, yasalara ve engellere sahip o lsa da, her adımda değişik


SONSÖZ

325

sorunlar, yasalar ve engeller vardır. E vrim in her yeni adım ı kendi başına yeni bir niteliktir ve bu yenilik, iki yanı da, yani hem organizm ayı hem de çevreyi içerir.’’

Caudwell, çevrenin doğa aşın nüfus ve türler arasında ve içinde varol­ ma mücadelesi terimleriyle anlaşılacak “hasmane” yorumunu reddeder. Aksine çevre kısıtlayıcı olduğu kadar zenginleştirici olarak da görü­ lebilir. Antropolojik keşiflere dayanarak, “Daha önceki bir toplumun Doğayı, içinde bütün canlılar dünyasının karşılıklı yardımlaşma teme­ linde işbirliği yaptığı bir sistem olarak gör”düğünü yazar. Bu işbirliği içinde doğa görüşü birçok bakımdan sadece bir yanılsama olsa da, gerçe­ ğin, kaba Darvinciliğin -Darwin’in kendisinin ve Huxley gibi yakın izle­ yicilerinin görüşleriyle kanştınimamalıdır- en uygunlann hayatta kalması ve amansız bir rekabetle nitelenen dünya görüşünün çok sık gözden kaçırdığı bir parçasını yakalamıştır. Caudwell, ekonom iye burju­ va yaklaşımı karakterize eden aynı diyalektik kınimanın biyoloji (ve ekoloji) anlayışını da karakterize ettiğini ve bu yüzden aynı genel eleştiri tipinin bir ölçüde uygulanacağını ikna edici biçimde savunur. Bu eleştiri harfi harfine şöyledir: (/) “Organizmayı karşılıklı olarak farklı karşıtlar şeklinde çevreden ayırmak mümkün değildir. Hayat, kendilerini gerçek­ likten çıkarak ayırmış olan, fakat oluşun ağı içinde ilişki içinde kalan karşıt kutuplann ilişkisidir.” (2) “Hayatın evrim i, ne tek başına canlı maddenin iradesi, ne de tek başına cansız maddenin koyduğu engeller tarafından belirlenir.” (3) “Çevrenin yasalan, hayatın işleyişini kısıtladıklan ölçüde, çevrenin kendisinde değil, hayat ile çevre arasındaki iliş­ kide verilidir.” (4) “Hayatın gelişim i hayatın eğilim leri tarafından belir­ lenir. Fakat tarih bireylerin iradelerini gerçekleştirmez, tarih, yalnızca bireylerin iradesi tarafından belirlenir ve karşılığında onlan belirler.” (5) “Bir türün kendi içinde ya da farklı türler arasmdaki ilişki, yalnızca sınır­ lı yiyecek kaynaklannın bireysel sahiplenişi için dövüşen bireyler anla­ mında hasmane bir ilişki değildir. Y iyecek kaynağının kendisi, hayat ve doğa arasmdaki özel ilişkilerin ürünüdür... Benzer biçimde, bir türün çoğalması, bir başka tür için, eğer çoğalan tür o diğer türün yiyeceğiyse, hasmane bir gelişm e değildir. Yahut, türler arasmdaki ilişki, kuşlann tohumlan, anlann çiçek tozlanm yaymasında ve mercan poliplerinin adalar oluşturmasında olduğu gibi, dostane fakat dolaylı olabilir.’”* Caudwell’e göre, organizmatarla çevre arasındaki ilişki, tam da, bir ilişki olması keyfiyetinden ötürü, bütün ilişkiler gibi, “m addi değişim e” bağlanan, karşılıklı olarak belirleyici bir ilişkidir. Aslında, “gerçeklik,


326

MARX'IN EKOLOJİSİ

maddi bir oluştur.”’® Bu karmaşık materyalist, diyalektik, birlikteevrim ci görüş, ekolojik bir dünya görüşünün özünü yakalamıştır. E.P. Thompson’ın ölümünden kırk yıl sonra öne sürdüğü gibi, Caudwell, özünde idealist bir diyalektik lehine, kaçınılmaz biçim de mekanik olduğu gerekçesiyle materyalizmi yeniden reddeden “Batı Marksizmi” ile özdeşleşen “ağır bedeli” ödemekten kaçınırken, pozitivizm i de aşmayı başarm ıştır.“ O, bu yolla eleştirel, diyalektik bir materyalizm ve doğal­ cılığın olanaklıhğını korumuş ve Marksist diyalektikten kopmaktan ya da insani ve doğal alanlan birbirinden koparmaktan kaçınmıştır.

Diyalektik Ekolog Görmüş olduğumuz gibi, Caudwell’in büyük katkısı, söz konusu dönem ­ de Marksist ekolojik çözümlemenin üzerine çöken trajediden kurtu­ lamamıştır Caudwell otuzuna basmadan öldü ve eserleri arasmda en birlikte- evrimci ve ekolojik nitelikte olan H eredity an d Developm ent, öbür çalışmalarının tersine yayımlanmadan kaldı. Yayım lanm ayış nedeni, bu eserin, Caudwell’in el yazmalannın yayınundan sorumlu olan dönemin İngiliz komünistlerinin ideolojisine ters düşecek biçimde, Lisenkoculuğun açık bir eleştirisin i içermesiydi.*' Ekolojik tartışmalann Marksizan toplum kuramda 1930-1970’1er arasmda tam anlamıyla silinm esine rağmen, bütün her şey yitirilmiş değildi. Raymond Williams ve E.P. Thompson tarafından temsil edilen İngiliz kültürel-materyalist gelenekte ekolojik anlayışlar yer etmişti. Özellikle Thompson, Caudwell’in materyalizmi gibi William Morris’in ekolojik materyalizminden de derinden etkilenmişti.“ Ekolojik konular hakkında bazı kavrayışlar, özellikle, (“Batı Marksizmi” geleneğinin çoğunluğunun tersine) güçlü bir materyalist yönsem eyi sürdüren Monthly Review okulu olmak üzere, Marksist politik ekonominin bazı okullarınca korunmuştu. Tekelci sermaye düzeninin (kullanım değeri ile değişim değeri arasındaki çelişkiyle ilgili olarak) neden olduğu ekonomik israfın eleştirisi, Paul S w eezy’nin eserierine daha 1940’lar gibi erken tarihte ekolojik bir nitelik kazandırmış ve bu özellik 1960 ve 9 0 ’lardaki çahş­ malannda daha da güçlenm işti.“ Bununla birlikte, asıl önemli olan, Batı’da Marksist ekolojinin ikinci temeli olarak, (özellikle biyoloji olmak üzere) bizzat bilimin kendi içinde, Marksizmden etkilenmiş önde gelen bilimadamlannın materyalizme ve diyalektiğe kararlı bağlılığıdır. Bu bağlılık, birçok durumda bu bili-


SONSÖZ

327

madamlannin bilimsel keşiflerinin temel felsefi dayanaklannı sağla­ mıştır. İngiltere’de 1930’lu yıllarda, J.D. Bemal, J.B.S. Haldane ve Joseph Needham ’ın da içinde yer aldığı güçlü bir sol kanat bilim adamları geleneği doğmuştu. Bem al ve Needham, görüşlerini oluştururken, Londra’da 1931 yılında toplanan İkinci Uluslararası Bilim ve Teknoloji Konferansı’nda içinde Buharin, Vavilov ve Boris Hessen’in de bulunduğu Sovyet heyetinin sunduğu bildirilerden derinden etkilenmişlerdi. Bilim tarihi üzerine çalışmalarıyla ve özellikle dört ciltlik Tarihte Bilim eseriyle tanınacak olan Bem al, bu çalışmasında, zaman zaman mekanist görüşler sergiliyor olduğu gerekçesiyle eleştirilse de, kararlı biçimde materyalist bir perspektif benimsemişti. B em al’e göre materyalizmin en muhteşem antik ifadesi, “Lucretius’un kumlu düzen için hem gücünü hem tehlikesini gösterdiği Dc/îerMmA^fli«ra’sı (Şeylerin D oğası Üzerine)” idi: Bu, özünde nesnelerin ve hareketlerinin felsefesi, Doğamn ve toplumun yukandan değil, aşağıdan bir açıklamasıdır. Sürekli hareket halindeki maddi dünyamn bozu­ lamaz istikrarım ve insanm kurallarını öğrenerek onu değiştirebilm e gücünü vurgular. Göreceğimiz gibi, el sanatlanndan kopmuş olmalarından ötürü, ne klasik materyalizm ve ne de sonraki çağlarda materyalizmi yeniden formüle eden büyük Francis Bacon bundan daha ileriye gidebilirlerdi.

Bemal, Marx’in Feuerbach Üzerine Tezler'A& tasarlayıcı materyalizmi eleştirirken sadece Feuerbach’ı değil, hatta ondan daha çok “eski gözdesi Epiküros’u” düşünüyor olduğunu öne süren ilk kişidir de.*^ Cambridge’in biyo-kimyacısı ve Royal Society üyesi Joseph Need­ ham da “Marx ile Engels, bunun [diyalektiğin] evrimleşen doğanın kendi­ sinde olduğunu öne sürecek derecede cesurdular” sözleriyle açıkladığı bir diyalektik perspektif benimsemişti. Dahası, “biz ve düşüncemiz doğanın bir parçası olduğundan, doğa hakkındaki düşüncemizin de diyalektik olacağı tartışmasız bir olgudur.”** Needham, diyalektik ve materyalist bir yaklaşım adma mekanik ve dirimci görüşleri açıkça reddetmiştir. Bemal ve Needham’dan daha da önemlisi, kendisi de Royal Society üyesi ve biyolojide yeni-Darvinci sentezin gelişmesinde önde gelen bir ad olan Haldane’dir. Haldane, (Sovyetler Birliği’ne yaptığı geziden bir yıl sonra) 1929’da Sovyet biyokimyacısı A. L Oparin ile paralel fakat ondan bağımsız bir çahşm a yürüterek. Beşinci B ölüm ’de görmüş olduğumuz gibi, yaşayan organizmalann inorganik alemden çıkışının ilk gerçek materyalist açıklamasını bulanlardan biri oldu. Bugün Oparin-Haldane hipotezi olarak bilinen bu açıklama, kısmen Vem adski’nin biyosfer tahli­


328

MARX'IN EKOLOJİSİ

li sayesinde münnkün olabilmişti. Bem al, 1967’de yayımlanan amtsal eseri Hayatın Kökenleri'nde (artık bilim içinde yaygm kabul gören) haya­ tın kökeni hakkındaki bu materyalist kuramı yorumlarken, şunlan sö y le­ miştir: “İnsan zihninin büyük özgürleşmesi, ilk kez V ico tarafından vurgulanan ve hayata Marx ve izleyicilerince geçirilen insan kendisini yapar düşüncesinin gerçekleşm esi, hayatm kökeni ve kendini yaratan karakterinin anlaşılması hakkındaki bu yeni bilginin zorunlu felsefi içeri­ ğ iyle genişlem iştir.”®* Haldane’in kendisi, Engels’in diyalektik materyahzminin güçlü bir savunucusuydu ve D oğanın D iyalektiği için bir önsöz yazmıştı: Haldan e’e göre, “Engels’in düşünce yöntemi daha tanınmış olsaydı, son otuz yılda fizik hakkındaki düşüncelerimizde meydana gelen dönüşüm çok daha kolay gerçekleşirdi. Darvincilik hakkında söyledikleri genel olarak bilinseydi, kendi payıma ben pek çok kafa kanşıkhğmdan daha önce kurtulmuş olurdum.”*^ Her türden kopukluklar eksik olmasa da, Marksistlerden etkilenmiş düşünürlerin yaşam bilimleri içersindeki materyalist ve diyalektik araştırmalan devam etti ve hatta, 1970’ler ve 1990’larda, Richard Lewontin, Stephen Jay Gould ve Richard Levins (üçü de Harward’da öğretim görev­ lisidir) gibi önemli kişiliklerin eserleriyle yeni bir ivm e kazandı. Bu düşü­ nürlerin materyalizmi, Marx kadar, hatta daha fazla, Darwin kaynaklıdır. Yine de Marx’a olan borçlan aşikârdır. Dikkate değer biçimde, mater­ yalizm ve erekbilim üzerine şimdiki filozoflann izini yitirdikleri uzun tartışma, -sonuna dek götürülmüş bir ekolojik materyalizm için temel sağlayarak- bu düşünürlerin eserlerinde korunmuştur. Aslında, bu bilim adamlannm - eski varlıkbilimde Gould, genetikte Lewontin ve ekolojide L evin s- alanlan için taşıdıklan önemin ta kendisi, yaygın olarak ekolo­ jik görüngüler olarak tanımlanan alanın tahlilinde, Marx’m, Darwin’in materyalizmin ve diyalektik uslamlamanın devam eden önemine işaret etmektedir. Yeni bir diyalektik materyalizm geliştirme yönündeki genel giri­ şimin taslağı. Levins ile Lewontin’in artık bir klasik haline gelen ortak eserieri The D ialectical Biologist'Xe (1985) konulmuştur. Başka kim seye değil, (“uzun zaman yanlış kabul edilen, sayıldığında ise doğruluğu orta­ ya çıkan”) Friedrich E ngels’e adanmış olan bu kitabın ayırt edici özelliği, karmaşık, erekbilimci olmayan ve biriikte - evrimci perspektifidir. Levins ve Lewontin, “Evrimsel bir dünya görüşüne bağlıhğın, istik­ rarsızlığa ve sistemlerin geçm işte, bugün ve gelecekte değişm ez hare­


SONSÖZ

329

ketine ve bu hareketin bu sistemlerin zorunlu karakteristiği olarak kabul edilmesine dayanan bir inanca bağhlık olduğunu” söylerler. Levins ve Lewontin’in tahlillerinin merkezinde (Engels ve Caudwell’deki gibi, ancak, daha sağlam bir bilimsel temelde) “organizmalann evrimin hem öznesi hem nesnesi” olduğu anlayışı vardır. Bunun anlamı, orga­ nizmalann basitçe çevrelerine uyarlanmakla kalmadığı, aynı zamanda onu değiştirdikleridir. “Bitkilerin yeşermesinin toprağın “çevresi” oldu­ ğu, toprağın, üzerinde yetişen bitkilerin etkinliğinin doğrudan sonucu olan büyük ve kahcı evrimsel değişikliklerden geçtiği ve bu deği­ şikliklerin karşılığında organizmalan beslediği sık sık unutulur.” Ardmdan, bu özsel olarak diyalektik görüş, ekoloji biliminin büyük bölümüne hakim olan ekolojik indirgemeciliği, adlı annca geleneksel Climeentgil görüşü eleştirmek için kullanılır. Bu geleneksel görüş, ekosistemlerin sanki gerçek süper organizmalarmış g ib i- giderek artan bir çeşitlilik, istikrar ve karmaşıklık gösterdiğini ve art arda geliş aşamalanndan geçti­ ğini düşünür. Levins ve Lewontin için ise bütün bu tür tahliller, tersine, “idealist” ve diyalektik olmayan” çözümlemelerdir.** Yrjö Haila ile Richard Levins, Humanity an d Nature: Ecology, Scien­ ce and Society başlıkh çalışmalarında, bu görüşü ekolojinin, Marksist bir perspektiften bakılan “doğanın toplumsal tarihini” de içeren sorunlannın, geniş kapsamlı bir tahlili ile birleştirmişlerdir. Bu eserde, insamn doğay­ la birlikte-evrilen ilişkisinin karmaşık ve değişken özgüllüğünü açık­ lamak için “eko-tarihsel dönemler” kavramını ortaya atarlar. Bu tür çalış­ malar, statik bir çerçevede değil, hem doğada hem toplumda ve hem de bunlann etkileşiminde içkin olan değişim sürecine odaklanmayı hedef­ leyen daha geniş bir çerçeveden, doğayla sürdürülebilir bir insani iliş­ kinin önemini vurgularlar.® Stephen Jay Gould, yazılannda sürekli olarak materyalizm ve diya­ lektik uslamlama ilkelerinin kendi bilim ve gelişm e anlayışına nasıl esin verdiğini yansıtır. Eseri esas olarak Darwin’e dayanmakla birlikte zaman zaman Engels hatta Marx’tan yararlanır. Sonuç, konu ne olursa olsun, yazdığı her şeyde kendini gösteren doğanın ve toplumun bir d oğal tarih süreci olarak dinamik materyalist ve diyalektik bir anlayışıdır. Daha da önemlisi, şans/tesadüfü ve “kesintili denge”yi e le alış tarzıdır.™ Darwin-Marx ilişkisi nasıl Levins, Lewontin ve Gould gibi düşü­ nürlerin eserlerinde aşikâr ise, Liebig-Marx ilişkisi de bilimdeki çağdaş çalışmalarda aynı şekilde açıkça görülmektedir. Marx’in tahlilinin Yirminci yüzyılın sonlannda yapılan daha ileri ekolojik tahlillerin bazı-


330

MARX'IN EKOLOJİSİ

lannı nasıl haber verm iş olduğunu görm ek şaşırtıcıdır. Başta Fred Magdoff, Less Lanyon ve Bili Liebhardt’ınkiler olmak üzere, toprağın ekolojisi hakkında son zamanlarda yapılmış çok önem li bilim sel araş­ tırmalar, toprak besleyicilerinin çevriminde birbiri ardına meydana gelen tarihsel kınlmalar üzerine odaklanmışlardı. Bu kınim alann ikinci tanm devrimine dek izlenebilen ilki, bu tahlillerde de, başlangıçta Liebig ve Marx’m tartıştığı aynı terimlerle ele kavranılır ve insanlann topraktan fiziksel uzaklaştınlmasından ve buna bağh olarak organik ürünlerin (yiyecek ve lifli maddeler) çıkış noktalanndan binlerce kilometre öteye taşınmasından kaynaklanan metabolik yanim a ve toprak besle­ yicilerindeki net kayıptan doğduğu düşünülür. Sonuç, bu besleyicileri yerine koymak için, çiftlik ekonomisine dışsal olan yapay gübre sana­ yiinin ortaya çıkışıdır. Sonraki kınim a, üçüncü tan m devrimi (sınai tanm m * doğuşu) ile m eydana gelmiş ve ilk aşam alannda büyük hayvanlann çiftliklerden uzaklaştınim ası, ekim alanlannm merkezileştirilmesi ve çekim hayvanlannm yerini traktörierin alm asıyla birlikte yürüm üştür. Artık, geviş getiren hayvanlan beslem ek için azotu toprağa doğal olarak bağlayan baklagiller türünden yem bitkileri yetiştirilmesine gerek yoktur. Bu nedenle, gUbre sanayiinin ürünü olan nitrati ı gübrelere bağımlılık artm ıştır, bu bağım lılık da yeraltı sulannm kirlenm esi, göllerin “ölüm ü” vb. her türiü olumsuz sonucunu birlikte getirmiştir. Bu gelişm eler ve bunlara yakından bağlı diğer süreçler, artık kent ile kır arasındaki yanim ayı, makineleşm iş doğamn karşısına m akineleşm iş insanlığı çıkararak çok daha aşın bir biçime götüren kapitalizmi (ve Sovyetler Biriiği gibi bu gelişme m odelini taklit eden diğer toplumsal sistemleri) karakterize eden çarpık gelişme m odeliyle bağlantılı olarak görülmektedir.’ ’

N e yazık ki, toplumsal bilimlerde son zamanlarda meydana gelen Marksist ekolojik canlanış, şim diye dek, bilim içindeki radikal mater­ yalistler arasında çoğunlukla koranmuş (hem bilim sel hem felsefi anlam­ da) daha derin materyalizmi ve daha geliştirilmiş ekolojik materyalizmi pek az dikkate almıştır.’^ Marksist ekonomi politik içinde ekolojik * Kapitalist ülkelerde neredeyse hâkim tanm biçim i olan v e azgelişm iş ülkelerde de yayılm aya başlayan tüm üyle piyasa için ve yoğun sınai girdilerle, bilimsel verim ­ lilik yöntem lerine uygun biçim de yürütülen bir çiftçilik/hayvancılık biçimi için kullanılan “agrobusiness”!, T ü rk çe’de uygun karşılık bulam am ak sıkıntısı nede­ niyle sınai-tarım olarak çevirdim . A ncak, bu terim, günüm üzden çok önce başlayan (Latin A m erika’daki latifundia sistem i, on dokuzuncu yüzyıl M ısın ’nda geniş ölçekli pam uk üretimi gibi) diğer kapitalist tarım uygulam alarm ı da niteleyebileceğinden kullanım ı için tereddütlüyüm , -ç.n.


SONSÖZ

331

düşüncede kaydedilen büyük ilerlemelere ve M arx’m bu konudaki akıl yürütmelerinin büyük ölçüde yeniden keşfedilm iş olmasına rağmen, materyalist doğa kavrayışının materyalist tarih kavrayışıyla olan ilişkisi konusu (yani, em eğin yabancılaşmasının doğanın yabancılaşmasıyla ilişkisi) bu tür tartışmalarda çok seyrek olarak ortaya atılmıştır.” Mark­ sist toplumsal kuramın kendisinde, “doğanın diy alektiği”nin hakim felsefi eleştirinin koyduğu engelin hegemonyası sürmüş; öyle ki, bu doğrul­ tudaki her türlü yaratıcı sorgulama, daha başından yolundan sapmış gibi görülmüştür. (Bunun tek istisnası, geliştirdikleri “cisim lenm iş doğa” kavramıyla Ariel Salleh ve Maty Mellor gibi sosyalist ekofeministlerin eserleridir.^'') Çevreci sosyalistler, çok sık olarak, daha geniş dünyanın ve üzerinde yaşayan canlıların “kaderi” soruna odaklanmak yerine, ekolojik sorunlan tek-yanlı biçimde bunlann kapitalist ekonomi üzerindeki etki­ leri açısından görerek, kapitalist ekonomi üzerinde yoğunlaşmakla yetin­ m işlerdir Bu tahlillerde, bilimle bağlantılar çoğu kez termodinamik, yani, enerjetik ve onun ekonomi üzerindeki etkileri üzerinden kurulmuş ve garip biçimde evrimsel biyoloji ekolojik konulardan ayn olarak ele alınır­ ken, Darwin çok seyrek olarak tartışılmıştır. Bu bakımdan, eğer dünyayı anlamakla yetinmeyip, insan özgürlüğü ve sürdürülebilirliğin gereklerine uygun biçimde değiştireceksek, belir­ lenmemişlik ve evrimi de içeren bir değişim süreci olarak daha geniş bir ekoloji kuramının geliştirilmesi zorunludur. Haila ile Levins’in dediği gibi, “Sorun, doğayı değiştirip değiştirmediğimiz değil, bunu nasıl ve hangi amaçla yaptığımızdır.”’^Sorun, doğaya dar insan amaçlan için tek­ yanh bir biçimde hâkim mi olunacağı, yoksa, insanın doğayla ve diğer insanlarla yabancılaşmasının insani varoluşun ön koşulu olmaktan çıkanlacağı bir özgür üreticiler toplumunda mı yaşanacağı sorunudur.

Koruma İlkesi Epiküros, hiçbir şeyden hiçbir şey çıkmaz ve hiçbir şey hiçliğe indir­ genecek biçimde tahrip edilemez, demişti. D iogenes Laertius’un bize anlattığına göre, Epiküros, “en verimli yazardı ve miktan neredeyse üç yüz tomara ulaşan yazdıklanyla kendisinden önceki bütün yazarlan geri­ de bırakmıştı.” N e var ki, Epiküros’un ciltler dolusu yazdıklanndan modem çağlann başlanna doğru ancak az sayıda parça ulaşmıştı. Bunlar, D iogenes’in sisteminin özeti olarak muhafaza ettiği üç mektup, (yine Diogenes tarafından saklanan) T em elÖ ğretiler'i, Epiküros’un siste-


332

MARX’IN EKOLOJİSİ

m ini sadık bir tarzda aktaran Lucretius’un şiirleriyle başka yazarlann eserlerindeki bazı alıntılardan ibaretti. Epikürcülüğün Helenistik ve Roma dönemlerindeki yaygın etkisine rağmen, düşüncesinin on yedinci yüzyılda yeniden canlanışından çok uzun zaman önce, Epiküros’un ve izleyicilerinin eserlerinin büyük bölümü kaybolmuş ya da yok edilmişti. Milattan Sonra 79 yılında Vezüv yanardağının patlamasıyla lavlara gömülen Herculaneum’da yapılan kazılannda Philodemus’un kütüp­ hanesinin yanık kalıntılannm gün ışığına çıkanlm ası, bu yazılann bir bölümünün yeniden bulunacağı umudunu doğurdu. Ancak bu yanmış kalıntılan yeniden okuyabilmek için yapılan çahşmalar öylesine yavaş ve zahmetli biçimde yürütülüyordu ki, Hegel, Felsefe Tarihi'nde. (“Epiküros’un kendi yazılanndan birkaç yıl önce Herculaneum’da bulu­ nan ve Orelli tarafından yeniden basılan parçalar... bilgim izi ne geniş­ letmiş ne de zenginleştirmiştir; öyle ki, bütün sam im iyetim izle geriye kalan yazılann bulunmasına karşı çıkm ahyız” diye yazm ıştı.’* Marx da, Epiküros’un yazılan hakkında H egel’in zamanmda bilinenden daha fazlasına sahip olmamıştı. Gene de, kalıntılan okunur hale getirmek için çalışmalar on doku­ zuncu ve Yirminci yüzyıllar boyunca sürdü. Yamk kalıntılardan, ancak şimdilerde, Epiküros’un D oğa Üzerine'sinin önemli parçalan okunarak, otuz yedi ciltlik bu büyük eserin geniş bir taslağı ortaya çıkanlabildi. Başka keşiflerle birlikte, Epiküros’un yazılanndan bulunanlar, günü­ müzde Hegel ile M arx’m zamanlannda bilinenin iki katına çıkmıştır. Marx’m ölümünden hemen bir yıl sonra, Oenoandalı D iogenes’in üzerine gelecek çağlara ulaşması amacıyla Epiküros’un sözleri yazılm ış büyük duvan keşfedilm iş, aynca Vatikan kütüphanesinde filozofun deyişlerini içeren bir elyazması bulunmuştur. Bütün bu keşiflerden, daha önceki görüşlerin büyük bölümüyle çeli­ şen bir Epiküros im gesi çıkmıştır. O, artık, insan özgürlüğü konusuyla ilgilenen, indirgemeci, mekanik ve belirlenimci olmayan bir düşünür ve diyalektiğin cisim lenm esi olarak görülmektedir. Genel olarak, Epikü­ ros’un yeni şekillenen tasviri M arx’m savunduğu (ve Kant’ın şüphe­ lendiği) tasvirine şaşılacak derecede uygunluk göstermektedir: hem mekanist fiziğin belirlenimciliği, hem de idealizmin erekbilimciliğiyle mücadele eden, belirlenmemişlik ve özgürlüğe bir yer bulmak için Platon’a olduğu kadar Demokritos'a karşı çıkan b ir düşünür. Dahası, Epiküros bunu eleştirel materyalist bir bakış açısından yapmıştır. Bu bakış açısı, materyalist postülalardan yola çıktığı halde.


SONSOZ

333

“sezgiler” (ya da önvarsayımlar” kavramıyla doğrudan duyulardan türe­ meyen belli bir a priori bilginin önemini de kabul eder. D oğa Üzerine’nin yakın zamanlarda ortaya çıkan tasviri, konunun önde gelen uzman­ larından David Sedley’in yöntembilimsel olarak incelikli ve “diyalektik” bir tasvirdir.’’ Epiküros’un materyalizmi, maddi zorunluluk alanım gözden kaçırmaksızın özgürlük ve belirlenmemişliği insanlara ve bütün doğaya doğru genişletmiştir. Bunu yapmakla da hümanist ve ekolojik bir dünya görüşü için gerekli temeli sağlamıştır. Long ve Sedley (Herculaneum’daki Philodemus kütüphanesinden çıkan malzemeyi dikkate alarak), “Bütün kamtlar soğukkanlı biçimde incelendiğinde, Epikür­ cülüğü çoğunlukla tanımlandığı gibi apolitik bir duruş olarak değil, zamamnm siyasetinin radikal ancak seçici bir eleştirisi olarak görülmesinin daha doğru olacağını” söylerler.’* Marx Epiküros’ta bulduğunu düşündüğü (ancak o zaman elde olan kaynaklara dayanarak kanıtlayamadığı) belirlenimci olmayan mater­ yalizmden derinden etkilenmişti. Bu görüşü, H egel’i, ekonomi politiği, Fransız sosyalizmini ve on dokuzuncu yüzyıl evrimci bilimini de içeren kendi daha genişsentezi içinde eriterek dönüştürdü. Marx’a göre, Epikü­ ros doğadan yabancılaşmayı keşfetmiş, fakat Hegel, insanlann kendi emeklerinden ve böylece hem toplumdan hem de özellikle doğayla insani ilişkilerinden yabancılaştıklannı göstermişti. Marx, bu derinlikli görüş­ leri Ricardo’nun ekonomi politiğinden, Liebig’in kimyasından ve Darwin’in evrim kuramından elde edilen eleştirel bilgiyle birlikte, devrimci bir felsefe içinde kaynaştırmıştır. Bu devrimci felsefe, yaban­ cılaşmanın bütün biçimleriyle aşılmasından, dünyevi bir tem elde ussal ekoloji ve insan özgürlüğünün dünyasından yani ortak üreticiler to^lumundan başka bir şey hedeflemez.


334

MARX'IN EKOLOJİSİ

Sonsöz Notlar 1. K ari M arx v e F riedrich Engels, Alman İdeoloji'ünden alıntı. K ari M arx, Writings of the Young Karl Marx on Philosophy and Society (Indianapolis: H ackett, 1967) içinde, 408. E lyazm asm da ü z eri çizilm iş o la n b u pasaj Collec­ ted Works'a a lın m a m ıştır. 2. S tephen R C ohen, "In tro d u ctio n ," N ikolay B uharin, How it All Began (N e w Y o rk C olu m b ia U niversity Press, 1998) içinde, vii-xxviii. 3. N ikolay B uharin, Philosophical Arabesques, b ö lü m 8, M o n th ly R eview P re ss ta ra fm d a n y a y ım a h a z irla n m a k ta olu p , b u ra d a Já a lın tıla r y a y ım a h a z ır­ la n a n b u İngilizce ç e v irid e n y apılm ıştır. 4. N ikolay B uharin, Historical Materialism: A System of Sociology (N ew York: In te r­ natio n al Publishers, 1925)108; S tephen F. C ohen, Bukharin and the Bolshevik Revolution (N ew York. O xford U niversity Press, 1980), 118. 5. N ikolay B uharin, "T h eo ry a n d Practice from th e S ta n d p o in t o f D ialectical M aterialism ," B u h a rin v.d.. Science at Cross Roads: Papiers Presented at the International Congress of the History of Science and Technology, 1931 (L ondra: F ran k C ass, 1971), 17. 6. Alexei M ikhailovich V oden, "Tall<s w ith E ngels," M a rk siz m L eninizm E nsti­ tü sü , Reminiscences of Marx and Engels (M oskova: F oreign L anguages P ublis­ h in g H ouse, tarihsiz), 333. P lehanov, F ransız m a te ry a liz m i h a k k m d a d e rin v e b u g ü n bile h a y ra n lık verici bilgisine ra ğ m e n , E p ik ü ro s v e L u c re tiu s'u n tem sil ettiği a rtik çağ m ate ry a liz m i h a k k ın d a h içb ir şey b ilm iy o rd u . 7. K ari M arx v e F riedrich E ngels, Collected Works (N e w York: In ternational P uslishers, 1975), c. 25,532; F riedrich E ngels, Ludwig Feuerbach and the Outco­ me of the Classical German Philosophy (N ew York: In tern atio n al P ublishers, 1941), 68. 8. E. P. T hom pson; Making History (N e w York: N e w Press, 1994), 98. 9. Bu k o n u n u n m ü k e m m e l b ir işlenişi için b ak. H e le n a S heehan, Marxism and the Philosophy of Sáenee (A tla n d H ig h lan d s, N.J.: H u m a n itie s Press, 1985), 5364, 10. Bu, y a k ın z a m a n la rd a eğ reti o la ra k b en im se d iğ im b ir k a b u ld ü , a m a b u k ita ­ bı y a z m a k için y a p tığ ım d a h a d e rin lem e sin e a ra ştırm a la r so n u c u n d a b u n u n fazla b a sitle ştirilm iş b ir so n u ç o ld u ğ u g ö rü ş ü n e v a rd ım . Bak. J.B. Foster, "M arx 's T h eo ry o f M etobolical Rift: Q a ss ic a l F g o u n d a tio n s of Envi­ ro n m en tal Sociology,"Araencfl« Journal of Sociology c.l04, no. 2 (Eylül 1999), 399. B u m ak a leja y a z d ığ ım s ıra d a h e r tü rlü "d o ğ a ru n diyalektiği"ni y a sa k ­ la y a n g ö z d e n geçirilm iş b ir L ukacsçılığa hâlâ b a ğ lıy d ım v e b u y asağı M a rx 'a a tfe d iy o rd u m . 11. G eorg W ilhelm F ried rich H egel, The Phenomenology of Mind (N ew York: H a rp e r& R o w , 1967),81. 12. M arx v e E ngels, Collected Works, c .l, 65; M arx, Letters to Kugelman (N e w York: Intern atio n al P ublishers, 1934), 112.


SONSÖZ

335

13. M arx v e E ngels, Collected Works, c.l, 65; L ucretius, On the Nature ofthe Universe (H a rm o n sw o rth : P e n g u in Books, 19994), 88 (3.861-70; K arl M arx, The Poverty ofthe Philosophy (N ew Y o rk Intern atio n al Publishers, 1963), 110. 14. M arx ve Engels, Collected Works, c.25,492-93,582. 15. A .g.e., T h o m as S. H all, Idias of Life and Matter: Studies in the History of General Physology 600 B.C. to 1900 A.D. (Chicago: U niversity o f C hicago Press, 1969), c .2 ,279. 16. T ed B enton, "E ngels a n d th e Politics o f N a tu re " in C.J. A rth u r, Engels Today: A Centenary Appreciation (N e w York; St. M a rtin Press, 1996), 88. B enton, b u d e n e m e sin d e E n g els'in (ve dolayısıyla M arx'm ) ekolojisi h a k k m d a k i d ah a önceki d ü şü n c e le rin i ra d ik a l b içim d e d e ğ iştirir. E ngels, a rtık d a r a n la m d a b ir "P ro m e te u sç u " d ü ş ü n ü r o larak k a rak teriz e ed ilm ey ip , ekolojik sınırla n n d e rin d e n fa rk ın d a o lan b ir d iy ale k tik gerçekçi o la ra k tasv ir edil­ m ektedir. 17. M arx v e E ngels, Collected Works, c.25,499-501. 18. A.g.e., 583-85. 19.A .g.e.,23. 20. Engels, Ludwig Feuerbach, 67. 21. M arx ve Engels, Collected Works, c.25, 459-60. E ngels, h a y v an larla insan a rasın d a , zihinsel becerilere, h a tta akıl g ü c ü n e d e k v a ra n benzerlikleri özel­ likle v u rg u lar, b u n u y a p ark e n (insan e v rim in d e m erkezi rol oynayan) em e ğ in in sa n i ö rg ü tle n m esi ü z erin e o d a k la n ır. H a y v an la ra d u y g u ve d ü şü n c e a tfe d e n böylesi in sa n m erkezci o lm a y a n g ö rü şler, o n d o k u z u n cu y ü z y ıl so n la n n d a h iç h o ş k a rşıla n m ıy o rd u ve ü ste lik insanbiçim ci o ld u k ­ ları gerek çesiy le k arşı çıla lıy o rd u . G en e d e D a rw in d e b öyle b ir b a k ış açısı benim sem işti. B ak C h arles D arw in, The Expression of the Emotions in Man and Animals (N ew Y o rk O x fo rd U niversity Press, 1998). 22. M arx v e Engels, Collected Works, c.25,460-61. T ed B enton, o lg u n lu k dönem i eseri o lan "E ngels a n d the Politics of N a tu re 'in d e E ng els'in b u ifadesinin, "M arx Ue E n g els'e b a ze n atfedilen niteliksiz P ro m e te u sç u lu k ile " çeliştiğini kabul eder. Bak. B enton, "E ngels a n d the Politics of N a tu re," 77-7Ş, 92. 23. M o rris’in k â r için ü re tim e karşı, k u lla n ım için ü re tim i sa v u n m a sın m ele alm ışı için bak. John B ellam y Foster, The Vulnarable Planet: A Short Economic History ofthe Environment (N ew York; M onth ly R eview Press, 1994), 67-68. 24. W illiam M orris, "N otes o n P assing E vents," Commonweal, c.2, (23 E kim 1886) 25. W illiam M orris, Selected Writings (N ew York; R a n d o m H ouse, 1934), 647. 26.A.g.e.,648. 27. A u g st Bebel, Woman in the Past, Present and Future (L ondra; Z w an: 1988), 204, 207-8. 28. Karl K autsky, The Agrarian Question (L ondra: Z w an , 1988), c.2,214-15. 29.A .g.e.217. 30. A.g.e., 216-17. 31. Lenin, Collected Works, c. (M oskova: P ro g ress P u b lish ers, 1961), c .5 ,155-56. 32. Rosa L uxem burg, Letters (A tlantic H ig h lan d s, N.J.: H u m a n ities Press, 1993), 202-3 (R o sa 'd a n S o n jaL ieb k n e ch t'e 2 M ay is 1917 tarihli m ektup). 33. B uharin, Historical Materialism, 108-12.


336

MARX'IN EKOLOJİSİ

34. A .g.e„ 77,111-13. 35. A.g.e., 104, 111. 36.A .g.e.,75,89. 37. L ynn M argulis, v.d., "F o rew o rd to E nglish-L anguage E d itio n ", V.L V e m a d s­ ki, The Biosphere (N ew York: C opernicus, 1998) içinde, 15; R ichard L evins v e R ichard L ew ontin, The Dialectical Biologist (C am bridge, M ass.: H a rv a rd U niversity Press, 1985), 47. 38. N.I. V avilov, "T he P roblem o f th e O rigin of th e W o rld 's A g ric u ltu re in the L ight o f th e L atest In vestigations," B uharin v.d.. Science at the Cross Roads içinde, 97-106. 39. Foster, The Vulnerable Planet, 94-95. 40. Bak. N ikolay B u h arin v.d., Marxism and Modern Thought (N e w Y o rk H a rco ­ urt, Brace, 1935), 147,230-32. 41. M u rra y Fessback v e A rth u r F riendly, Jr., Ecocide in the U.S.S.R. (N ew York; BasicBooks, 1992); Foster, The Vulnerable Planet, 96-101. 42. L enin, Collected Works, c.38,294. Lenin, Materyalizm ve Ampriyokritisizm'in de, m atery alizm v e id e a liz m in sonrasıyla D em okritos v e P laton tara fin d a n b a şla h ld ık la n m k a b u l e d er. L enin, Collected Works, c .l 4 ,130. 43. D ouglas W einer, "T he C h a n g in g Face of Soviet C o n se rv a tio n ", D o n ald W orster, ed. The Ends of Earth (N ew York; C a m b rid g e U n iv ersity Press, 1998) içinde. 44. Sovyetler B irlig i'n d e L isen k o cu lu g u n k a rm a şık ö y k ü sü için bak. L evins ve L ew ontin, The Dialectical Biologist, 163-96; Sheehan, Marxism and the Philo­ sophy of Science, 220-28. 45. Bak. Foster, The Vulnerable Planet, 96-101. 46. G eorg Lukács, Tactics and Ethics (N ew York: H a rp e r & Row , 1972), 136-40. 47. A n to n io G ra m sd , Further Selections from the Prison Notebooks (M inneapolis; U niversity o f M in n e so ta Press, 1995), 293. 48. A nto n io G ram sci, Selecticms from the Prison Notebooks (N ew York: In ter­ natio n al P ublishers, 1971), 448. 49. Bak. M ax H o rk h e im e r, The Eclipse of Reason (N ew York: O x fo rd U niversity Press, 1947), 92-127, M ax H o rk h e im e r ve T h eo d o r W . A d o m o , Dialectic of Enlightement (N ew York: H e rd e r & H e rd er, 1972). 50. A lfred Schm idt, The Concept of Nature in Marx (L ondra; N e w Left Books, 1971), 59,166. 51. S c h im id t'in akıl y ü rü tm e sin in sistem li b ir eleştirisi için bak. P a u l B urkett, "N a tu re in M arx R econsidered: A Silver A n n iv e rsery A ssesm ent of A lfred S c h m id t's Concept of Nature in Marx," Organization (f Nature, c. 10, no. 2 (H azi­ ra n 1997), 164-83. 52. C h risto p h er C a u d w e ll, Studies and Further Studies in a Dying Culture (N ew York: M onth ly R eview Press, 1971), xix. 53. T hom pson, Making History, 95. 54. C h risto p h er C a u d w e ll, Illusion and Reality (N ew York: International P ublis­ hers, 1937), 184-85. 55. A slında C a u d w e ll'in "ö len b ir k ü ltü r ü z e rin e in celem elerinin" b ir parçası olm akla birlikte m e tin b o y u n c a Heredity and Development’d e n a y n b ir e ser­


SONSÖZ

337

m iş g ib i sö z edeceğim . Ç ü n k ü , b u çalışm a n ih a y e t y a y u rü a n a b ild ig in d e C a u d w e ll'in Scenes and Actions: Unpublished Manuscripts'me d a h il edilm iştir, (N e w Y o rk R o u tled g e & K e g an Paul, 1986), 163-204. 56. A .g.e„ 202-3. 57.A .g.e., 174-76,187. 58. A .g.e„ 170-72. 59.A .g.e.,173. H i s ton/, 98.x 60. T h o m p so n , 61. S h e e h a n 'm Marxism and the Philosophy irf Science'd a k i çö zü m lem esin e bakiiuz,367. 62. B a k E.P. T h o m p so n , William Morris (N ew Y o rk P a n th eo n , 1977), v e Customs in Common (N ew Y o rk N e w Press, 1991); R ay m o n d W illiam s, Resources Hope (N ew Y o rk V erso, 1989), 210-26 v e PrMems in Materialism and Culture (N ew Y o rk V erso, 1980), 67-85. 63. S w ee zy 'n in ek o n o m iy e ekolojik y aklaşm u, tü m eserleri b o y u n c a "rüteüksel d e ğ e r s o ru n u " v e k u lla n ım d e ğ eri ile d e ğ işim d e ğ e ri a ra sm d a k i a y n m a ya p tığ ı v u r g u d a açıktır. Bu iki v u rg u da, tekelci k a p ita liz m d e k i sa v u rg a n (k ullanım için ü re tim e y ö n elik b ir sistem le ilişkisi için d e sa v u rg a n ) ü re tim tahliliyle b a ğ la n tılıd ır. B a k P a u l M . Sw eezy, The "Theory of Capitalist Deve­ lopment (N ew York: M o n th ly R eview Press, 1972), "C a rs a n d Q tie s ," Monthly Review, c.24, no. 11 (N isan, 1973), 1-18, "C ap italism a n d th e E n v iro n m e n t (H a rry M ag d o ff ile birlikte). Monthly Review, c.41, no. 2 (H a zira n 1989), 1-10 ve "Socialism a n d E cology" Monthly Review, c.41, no. 4 (Eylül, 1989); a y n ca P aul A. B aran v e P aul M . Sw eezy, Monopoly Capital (N e w Y o rk M onthly Review P ress, 1966). K ullarum d e ğ e ri/d e ğ iş im d e ğ eri a y n m m in v e b u n u n sa v u rg an lık la ilişkisinin ö n em i Jo h n Bellam y F oster ve H e n ry k Szlajfer, ed. The Faltering Economy (N ew York: M onth ly R eview Press, 1984 v e John Bellam y Foster, The Theory ofMonopoly Cop/fa/ism (N e w York: M o n th ly R evi­ ew Press, 1986) a d li e se rle rd e d e u z u n u z a d ıy a incelenm iştir. 64. J.D. Bernal, Science in History (C am bridge, M ass., M IT P ress, 1% 9), c .l, 53-54, 191. 65. N eed h am , a k ta ra n Sheehan, Marxism and the Philosophy of Science içinde, 333. 66. J.B.S: H ald an e, "P reface," F ried rich E ngels, The Dialectics of Nature (n e w York: In ternational P u b lish ers, 1940), xiv. 67. J.D. Bernal, The Origins of Life (N ew York: W o rld P u b lish in g Co., 1967), 182. 68. Levins v e L ew ontin, The Dialectical Biologist, 11,73,85-106,134-35. 69. Yrjö H aila v e R ich ard Levins, Humanity and Nature: Ecology, Science and Soci­ ety (L ondra; P lu to P ress, 1992). H aila ve L ev in s'in " ekolojik o lu şu m " kavra­ m anı ta rih e u y g u la m a y ö n ü n d e b ir girişim için bak. F oster, The Vulnerable

Planet, 3i. 70. Ö zellikle bak. S te p h en Jay G o u ld , Ever Since Darwin (N ew Y o rk W.W. N orton, 1977. 71. Fred M agdoff, L ess L an y o n v e Bill L iebhardt, " N u trie n t C y c lin g T rans­ form ations a n d F low s," Advances in Agronomy, c.60 (1997), 1-73. 72. Levins v e L ew o n tin 'in Capitalism, Nature, Sodalism’in sü re k li k öfe yazarlan o lm asm a ve b u k ö şe d e ekolojik d ü şü n c e v e a ra ş tırm a la r için son derecc F:22 / Marx’m Ekolojisi


338

' MARX'IN EKOLOJİSİ

d ik k a te d e ğ e r g ö rü şle r y a z m a la rın a ra ğ m e n , The Dialectical Biologist v e Humanity and Nature gibi eserlerin d e g etird ik leri ö z g ü n k a tk ın ın , sö z k o n u ­ s u ön em li y a y ın m çizgisi ü z e rin d e k i etk isi şim d iy e d e k ç o k az o lm u ştu r. Ç evresel k riz h a k k ın d a k i "E kolojik M a rk sist" tahliller b ilim sel b ir tem ele d a y a n d ık la n ö lçü d e enerjetik bilim ine d a y a n m a y a ve e v rim i ih m a l etm eye e ğ ilim li o lm u ş tu r. 73. CSmeğirv Jam es O 'C o n n o r'ım Natural Causes'ı (Nevir Y ork: G uilford, 1998) M a rx 'm d ışsa l d o ğ a y ı d a içe ren " ü re tim k o ş u lla n " m se rm a y e n in d iy a ­ lektiğine d a h il e tm e y ö n ü n d e çığır a ç ıa b ir girişim i tem sil e d er, n e v a r ki ü re tim in b u m a d d i k o şu lla n ru n M a rx 'm m ate ry a list d o ğ a (ve tarih ) a n la ­ y ışıy la v e d o ğ a v e to p lu m u n m eta b o lizm a sı ç ö zü m lem esiy le ilişk isin i a n la ­ m a k ta y e te rsiz kalır. M a rx 'm k a rm a şık d iy a le k tik ta h lilin d e d o ğ a n m y a b a n ­ cılaşm ası b a sitç e e m e ğ in y a b an o laşm e tsım n a rk a p la n ı o lm a k ta n d a h a fazla b ir şe y d ir. B u n u n karçısm d a, P a u l B u rk e tfin d a h a d iy a lik tik y a k la ­ şım ı, çıkış n o k ta s ım M a rx 'm d o ğ a l-to p lu m s a l ilişk ile r h a k k m d a k i k e n d i d iy ale k tik k a v ra y ışın d a n alır. Bak. P aul B u rk ett, Marx and Nature: A Red and Green Perspective (N ew York: St. M a rtin 's Press, 1999). 74. Bak. M eira H a n so n v e A riel Salleh, "O n P ro d u c tio n a n d R ep ro d u ctio n , Id e n ­ tity a n d N o n id e n tity in E cofem inist T h eo ry ," Organization & Environtnent, C.12, no. 2 (H a zira n 1999), 207-18; M ary M ellor, Feminism and Ecology (C am b­ ridge: Polity, 1997). 75. H aila v e L evins, Humanity and Nature, 11. 76. G eorg W ilhelm F ried rich H egel, Lectures on the History ofPhilosqihy (Lincoln: U niversity o f N e b ra sk a Press, 1995), c.2, 280-81; D io g en es L aertius, Lives of Eminent Philosophers (C am bridge, M ass.: H a rv a rd U n iv e rsity P re ss/L o e b Q a ssic al U b ra iy , 1925), c.2,555 (X, 25-27). 77. D avid Sedley, Lucretius and the Transformation of Greek Wisdom (C am bridge: C am b rid g e U n iv ersity Press, 1998), 133,190-97; D a v id Sedley, "E p icu rean A n ti-R eductionism ," Jo n a th an B am es v e M a rio M ig n u c d , ed. Matter an Metaphysics: Fourth Symposium Hellenisticum (N apoli: B ibliopolis, 1988) için­ de, 297-327. 78. A A. L ong v e D a v id N . Sedley, ed. The Hellenistic Philosophers: Translation of the Principal Sources with Philosophical Commentary (C am b rid g e: C am b rid g e U niversity Press, 1987), 137.


ADLAR ve KA VRAMLAR DİZİNİ

A eschylus, 19, Zincire Vurulmuş Prometheus, 84, 183. ahlaki sınırlam a, 140. aletler, 290; -in gelişm esi, 266, 270. A llsop, L iz, 14. A naksagoras, 61. A nderson, Jam es, 136, 196, 198-

202. A nnenkov, P.V ., 179. A risto, 55, 6 4 ,7 0 , 74, 76, 90, 275; evrimci görüş, 61; aritm etik (oran) artış, 136, 137, 197, 198, 250; toprakla ilgili olarak, 136. A ristoculuk, 6 3 ,1 0 8 , 124. aritm etik (oran) artış, 136, 137, 19 7 ,1 9 8 . A rm strong, A .H ., 78-79. ateizm , 53, 64, 8 3 ,1 0 8 . atom izm , 50, 5 8 ,6 3 , 6 7 ,6 8 , 6 9 ,7 2 , 7 7 ,8 0 , 85, 8 8 ,1 2 5 ,2 7 5 ,2 7 8 . A ustralopitecus türü, 269, 270. A veling, Edvv'ard, 292.

A very, John, 292. A ydınlanm a, 21, 3U, 46, 56, 58, 63, 72, 75, 84, 85, 87, 89, 108, 124, 306, 321. B acon, Francis, 13, 19, 28, 30, 38, 56, 63, 74, 76, 84, 86, 89, 89, 107, 160, 187, 275, 327;

Öğrenmenin değeri ve ilerlemesi), 52, 64, 76, 124, 275; Sylva Syivarum, 65; Eskinin Bilgeliği, 66, 76; gidemenin eleştirisi, 221 \ Epiküros eleştirisi, 76, 77. Bailey, C yril, 77, 91. Baron, P aul, 12. B auer, B runo, 74, 85, 104, 162. Bebel, A ugust, 304, 313-14; Sosyalizmde Kadın, 313. B ecquerel, A ntoine H enri, 258. B e e s ly ,E .S .,2 9 1 . B entley, R ichard, 69. B ernard, J.D ., 327; Hayatm Kökenleri, 328; Tarihte Bilim, 327.


340

B haskar, R oy, 12, 18, 23, 24. bilim , 116, 260; ve M arksizm , 304­ 5; üstyapı olarak, 320; -in g elişm esi, 154; -in nedeni, 29. B ilim in İlerlem esi İçin İngiliz B irliği, 2 0 4 ,2 4 3 ,2 7 6 ,2 8 0 , 290. B lack, A lbrecht, 208. B lanqui, A ugust, 183. B oyle, R obert, 46, 63, 68, 6 9 ,1 2 4 , 125; Doğal Düşüncenin Nihai Nedenlerinin..., 69, 124. B raverm an, H arry, 12. B rid g ew ater T ezleri, 123, 144-46, 280. B ritish M useum (-D oğal T arih), 289. B rixhaum m ağarasında bulunan kem ikler, 279, 280. B row ne W illiam , 52. B rundland K om isyonu, 219. B runo, G iordano, 50-1, 64. B uciand, W illiam , 280. B uel, Jesse, 207. B uffon, C om te de, 49, 72, 77. B uharin, N ikolai, 301-4, 313, 318, 320, 231, 327; Tarihsel Materyalizm, 303, 316-17, 320; Her Şey Nasıl Başladı, 301, 302; Felsefi Arabeskler, 302, 303, 317; Yol Ayrımındaki Bilim, 320; Sosyalizm ve Kültürü, 302; Dünyamn Dönüştürülmesi, 302. b urjuvazi 183, 184, 185, 187, 188, 322. B urkett, P aul, M arx ve D oğa, 15. B u m ett, T hom as, 70. B urrow , J.W ., 253. B uttel, F red, 14. B üchn er, L udw ig, 292. B ü y ü k F riedrich, 75. b ü y ü m en in sınırları, 36. C annan, E dw in, 135.

DİZİN

C arey , H enry, 2 0 8 ; Sosyal Bilimin İlkeleri, 208; Köle ve Hizmetçilerin Takası, 207. C am eg ie, A ndrew , 253. G arson, R achel, 31, 3 3 ,1 6 8 , 322,

Suskun Bahar. C audw ell, C hristopher, 2 8 ,3 1 , 304, 320-6, 329; Kalıtım ve Gelişim, 30, 322, 323; Yanılsama ve Gerçeklik, 30, 322; Şiirler, 322; Ölen Bir Kültürü Üzerine İncelemeler, 322, 323, 326; Fiziğin Krizi, 322, 323, Deney ve Reaksiyon, 322. C hadw ick, E dw in, 209. C halm ers, R everend T hom as, Bridgewater Tezleri, 123, 144-6; Siyasal Ekonomi..., 145-6;

Tanrının Bilgelik ve İyiliğinin İktidarı Üzerine, 144. C ham bers, R obert, Doğal Tarihin..., 246. C harleton, W ater, 66, 69, Fizyoloji, Epikür, Gassende, Charletonia, 26. C hilton, W illiam , 243. C lark, John, 182. C obbet, W illiam , 143, 15V, Rural Rides, 243. Cohen, S tephen, 302. C olins, H ippolyte, 231. C olp, R halp, 266. C om m oner, B arry, 32. C ondillac, E .B . de, 323. C ondorcet, M arquis de, 128, 134, 135, 138, \AV, İnsan Zekâsının

İlerlemesi Üzerine Bir Tablo Taslağı, 132. C onrad, Joseph, Karanlığın Yüreği, 253. C ook, A lan, 70. C om u, A uguste, Marksist

Düşüncenin Kökenleri, 115.


DİZİN

C uvier, G eorges, 45, 166. ç alışan sınıfların sağ lık k o şu llan ve ölü m oranları, 156. ç ev re ci toplum bilim ciler, 34. Ç içero, 79, 81, 90; Tanrıların D oğası, 124. Ç in, 1 3 9 ,1 4 2 . çitlem enin eleştirisi, 227. D ante, K om edya, 71. D arw in, C harles, 13, 17, 31, 33, 37, 38, 51-2, 89, 121-2, 127, 146, 2 2 1 ,2 4 2 -2 9 3 , 308-310, 324, 328, 329, 331, 333; agnostizm , 292; T hom as H uxley, 247-60; o tobiyografi, 43,122; ölüm ü, 292; İn sa m n Türeyişi, 52, 54, 267, 284, 287, 292, 292; İn sa n la rd a ve H ayvanlarda D u y g u la n n İfadesi, 54; m ateryalizm korkusu, 243; D o ğ a l S eçm e Yoluyla Türlerin..., 4 3 ,4 4 ,4 5 ,6 2 , 127, 144, 144, 242, 244, 246, 247-54, 257, 259, 261, 263, 267, 271, 279, 287, 307; N otebook, 44, 52, 54, 91, 242, 245. D arw in, E m m a, 44, 242, 252. D arw in, R obert, 245. D a rw in ’in G ecikm esi, 242. D a rw in ’in kardeşi E rasm us, 252. D aum er, G eorge Friedrich, Yeni Çağın D ini, 172. D avy, H um phry, 154. değer: -in belirlenm esi, 176, 180; em ek kuram ı, 223; -yasası, 181. D em okritos, 49, 58, 62, 65, 72, 76, 7 7 ,7 9 ,8 1 ,8 5 , 8 7 ,9 0 , 1 2 5 ,2 7 5 , 306, 309, 332. D escartes, R ené, 22, 63, 87, 107, 108, 125, 275; Yöntem Ü zerine Söylev, 65; D üşünceler, 65.

341

D esm ond, A d n a n , ve T hom as M oore; D arw in: A cı Ç eken E vrim cinin Yaşamı ve D önem i, 244. determ inizm (belirlenim cilik), 58. devrim , 289, 225, 333; R u sy a ’da, 301; k ap italizm e karşı, 232-33. devrim ci geçm iş, 188. D halstrom , D aniel, 73. D iderot, D enis, 19, 48, 49, 72, 323., dilin gelişm esi, 238. D iogenes, L aertius, 278, 331. D iogenes, O enoandalı D iogenes, 332. dirim cilik, 28, 49. dirim sel gi^ç, 214. doğal teknoloji ve insani teknoloji, 266. doğa skalası, 45, 46, 54. doğa, 111, 125, 152, 153, 161, 162, 223, 224, 276; b ir arm ağan olarak, 222; işbirliği, 273, -ya tapınm a, 172, -ya bağım lılık, 168; diyalektik, 12, 36, 304. doğacılık, 2 4 ,4 8 -4 9 , 115, 118, 157, 161; diyalektik, 3 0 4 ,3 1 1 . doğal seçm e, 253, 257-8, 259, 260, 266. doğal tarih, 161, 163. doğal teoloji, 122, 124-127, 144, 146, 243, 2 4 7 ,2 4 9 , 255, 260; ve ekonom i poliük, 127-130. doğum kontrolü, 143. D onkin, H .B ., 291. dostluk ilkesi, 60 61. D u B ois- R eym od, E m il, 309. D urant, John, 55. D urkheim , E m ile, 35. D ühring, E ugen, 271. dünyanın im alâthanesi olarak İngiltere, 229. D üzleyiciler, 47.


342

E gerton, F rancis H enry, B rid g eW ate r K ontu, 123. egoizm , 161. ekoloji, 26-34, 302, 324-5; oikos, 261-2; E n g els’ten sonra, 312-2; ökoloji, 2 61-2; diyalektik, 32631; S ovyetler B irliğ i’nde, 317-8, 320; gayri resm i yasalar, 32. ek o -m erkezcilik, 34, 35. ekonom i politik, 127-130. ekonom i politiğe karşı ortaklaşm a, 117-119. ek o-tarihsel d ö nem ler k avram ı, 329. E m pedokles, 62, 81, 244, 275, 309. en u y g u n olanın h a y atta kalm ası..., 252-253, 254, 275. E ngels, F riedrich, 24, 36, 83, 87, 88, 90, 91, 152-56, 1 5 7 ,1 9 5 , 2 0 9 ,2 1 5 ,2 1 7 , 221-2, 2 3 1 ,2 6 5 , 270, 2 7 1 ,2 7 3 ,2 7 5 , 278, 304-5, 306, 307, 308, 3 0 9 -1 0 ,3 1 1 ,3 2 7 , 329; Anti-Dühring, 167, 216, 221, 272, 277-8, 305; doğa

kavrayışı, İngiltere 'de İşçi Sınıfının Durumu, 155, 156; Doğanın Diyalektiği, 1 3 ,2 1 6 , 271, 277, 291, 304-5, 307, 309, 319, 328, Ludwig Feuerbach ve

Klasik Alman Felsefesinin Sonu, 1 9 ,3 0 5 ; Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, 285; E konom i P olitiğin E leştiri D enem esi, 152; Maymundan

İnsana Geçişte Emeğin Rolü, 268; Almanya ’da Köylü Savaşları, 173; K om ünizm in İlkeleri, 181; em eğe göre, 26274. E pikürcülük, 2, 30, 32, 50. 55, 68, 7 1 ,7 2 , 7 3 ,7 4 ,7 5 ,7 9 , 83, 8 7 ,9 0 , 109, 159, 165, 232, 333; K a n t’m E leştirisi, 73.

DİZİN

E piküros, 1 4 ,1 9 , 21, 22, 32, 49, 5 7 ,6 3 , 1 1 0 ,1 1 6 ,1 1 7 , 125, 159, 223, 244, 274, 275, 277, 278, 2 8 7 ,2 9 3 ,3 0 6 , 308, 309, 327, 331, 333; bilim ve us devrimi, 63-76, Kanunlar, 59; adalet kavram ı, 60; "Heredot’a Mektup," 6 1 ,7 8 ; "Menoerceus’a Mektup,” 65; M arx ve, 76-91; Doğa Üzerine, 81, 82; Temel Öğretiler, 59, 331; Vatikan Kütüphanesi, 332, 333. erekbilim , 308, 328; -in eleştirisi, 254-262, 308, 324, 333; -in ölüm ü, 31. etnoekoloji, 288. eutropi Y asası, 221. E velyn, John, 30, 66-7; Fumifugium, 67; Syiva Ya da... Söylev, 30, 66; Lukretius çevirisi, 67. evlilik, 139. evrim k av ram ı, 2 5 3 ,2 5 4 . fabrika sistem i savunucuları, 156. F arrington, B enjam in, 59; Epiküros’un İnancı, 78; Eski Dünyada Bilim ve Siyaset, 78. Ferkiss, V ictor, 182. F ersm an, E .A ., 318. F ischer-K ow alski, M arina, 217218. Fitton, W .H ., 165. F itzory, R obert, 255. Foster, John B ellam y , Kırılgan

Dünya'. Çevrenin Kısa Ekonomik Tarihi, 11, 13. Fourier, F .-M .-C ., 1 7 3 ,1 8 5 . F ranfurt O k u lu 'nun ekoloji eleştirisi, 3 21. F ransız D evrim i, 1 2 7,128. Fransız, A lm an Y ıllık tan , 110. Feuerbach, Ludwig, 1 3 ,1 9 , 3 2 .3 8 , 87, 8 9 ,9 1 , 1 1 8 ,1 1 9 ,1 5 1 ,1 5 7 .


DİZİN

158, 162, 163, SÇS, 327;

Hıristiyanlığın Özü, 107; Bacon’dan Spinoza'ya... 22; Başlangıç Tezleri, 22, 107; M a rx ’m konum u, 106-110, 116, 160. G ali, F ranz Joseph, 52. G assendi. P ierre, 65, 68, 70, 87, 89, 276; Kuşkular, 65. G ay, Peter, 70. G eike, Jam es, 281. G enç H egelciler, 19, 23, 55, 75, 84, 104, 106, 152, 157, 161. generaio aeqivoca, 163, 167, 276. genetik rezervuarlar, 318. ge n -kültür evrim kuram ı, 310. G erattana, V alentino, 167. G iddens, A ntony, 182, 183. G odw in, W ilUam , 129, 131, 133, 134, 165, 14\; Siyasal Adaletin..., 131. G oethe, J.W . von, 260. G orbaçov, M ikhail, 302, 303. G ould, Stephan Jay , 12, 25, 242, 250, 2 5 1 ,2 6 2 , 292, 328, 329. g örünm ez el, 145. G ram sci, A ntonio, 12, 307, 320; Lukács eleştirisi, 321; Hapishane Defterleri, 320. G rant, R obert, 245. G reene, John, Ademin Ölümü, 126. G rundm ann, R einer, 182. G rün, K arl, 170. G uyot, A., 169. güİDre olarak Şili n itratı, 206. gübrelem e, 314, 315. H aber, Fritz, 206. H aeckel, E rnst, 261, 262, 268, 289;

Monizm: Bir Bilim Adamının..., 261. H ailo, Y rjö ve R ichard L evins, İnsan ve Doğa..., 329, 331.

343

H aldane, J.B .S :, 168, 289, 327. H ail, T hom as, 63; Yaşam ve Öz Hakkında..., 62. H alley, E dm unt, 70, Newton’un Şiiri, 70. H ariot, T hom as, 64. H artley, D avit, 88, İnsan Üzerine..., 47. H artlib, S a m u e', 68. H avari Paul, 83. H ayw ard, T im , 214. H egel, G .W :F ., 12, 13, 14, 21, 23, 38, 5 5 ,5 8 , 7 4 ,7 5 , 76, 7 9 ,8 1 ,8 5 , 86, 89, 108, 111, 166, 278, 305, 308, 309, 319, 333; Felsefe Tarihi, 75, 332; idealizm , 20, 21, 28; Tarih Felsefesi Dersleri, 168; M d h m O T , M a rx ’a . göre, 113-116; Doğa Felsefesi, 109-10, 114, 164, 166, 300. M a rx ’m H egel eleştirileri. H egelcilik, 13, 3 2 ,1 0 8 , 116, 278, 307; bkz; genç H egelciler. H eine, H einrich, 20, 75. H elm holtz, H erm ann von, 316. H elvétius, C .-A ., 72, 88. H enslow , J.S., 245. H eredot, 61, 78. H erzen, A lexander, Doğanın

İncelenmesi Üzerine Mektuplar, 134. H ess, M oses, Komünist İman Açıklaması, 181. H essen, B oris, 327. H eyer, Paul, Doğa, İnsan Doğası ve Toplum, 263. Hill, Jam es J., 253. H ıristiyanhk, 45, 4 6 ,6 3 , 134, 108, 128, 130, 146, 153, 160, 165, 172, 244. H obbes, T hom as, 19, 22, 3 8 ,4 7 , 6 3 ,6 5 ,7 1 ,8 8 , 1 7 1 ,2 5 2 , 273, 275.


344

H olbach, B aron d ’, 1 9 ,4 7 ,4 8 , 72, 83, 86, 87, 88, 323; D oğa S istem i, 48, 72, 83. H olyoake, G eorge, 243. H o m o F aber, 36, 160. H ook, Sidney, 80. H ooker, Joseph, 246, 254, 255, 289. H orace, 284. H ughes, J. D onald, 61. H um e, D avid, 19, 20, 86, 87; İnsan A n lığ ı Ü zerine B ir İncelem e, 71. H unn, E ugene, 288. H unt, C harles, 12. H utton, Jam es, 166. H uxley, T hom as, 216, 247, 254­ 262, 274-77, 289, 325; İnsanın D o ğ a d a ki Tanıklığı, 280, 287. hüm anizm , 118, 158, 1 6 1 ,2 9 0 . ideahzm , 20, 21, 28; H e g el’de, 21. ilerlem ecilik, 46. ilkel birikim , 112, 226, 227, 229. inayet, 178. İngiltere K raliy et T a n m D im e ğ i, 205. İn g ilte re ’de Y oksul Y asaları, 139, 140, 145, 155; M a lth u s’un Saldırısı, 141-142. İn g ilte re ’ye kem ik ithalatı, 204. insan beyninin evrim i, 269, 290. insanlığın y abancılaşm ası, 110­ 117. insan-m erkezcilik, 30, 31, 34, 35, 5 3 ,5 4 . İrlanda, 1 5 7 ;-da açlık, 157; verim lilik araçları, 219. İskenderiyeli C lem ent, 89. işbölüm ü, 164, 179, 224. Jam es, P atricia, 141. Jenkin, F leem ing, 258, 259. je o g n o z i, 164, 166.

DİZİN

jeo lo ji, 281; g elişm esi, 279; tarihsel, 164. Jerm ier, John, 14. Johnston, Jam es F .W ., K uzey A m erika Ü zerine N otlar, 207. k ad ın ın K urtuluşu, 314. kalıtım y a sa la n , 248. kanalizasyon sistem lerinin u sd ış ıh ğ ı,2 1 8 ,3 1 6 . K ant, Im m anuel, 14, 20, 81, 89, 275, 2 7 6 ,2 7 8 , 307, 308, 332; Yargı Yetisinin E leştirisi, P ra tik A klın E leştirisi, 13\ S a f A klın E leştirisi, 21, 59, 73; M antık, 74; D o ğ a T arihi ve G ökler K uram ı, 72. kapitalist sınıfın doğuşu, 228. K argon, R obert, 70. K autsky, K ari, 304, 313; T a n m Sorunu, 315. K azıcılar, 47. K ehanetin N edenleri, 243. K ekul6, F.A ., 278. kendinde şey, 20, 23. k ent ve k ın n bölünm esi, 164, 178, 1 8 3 ,1 8 4 , 1 8 5 ,1 8 6 ,1 8 8 ,1 9 5 , 2 0 5 ,2 0 7 ,2 1 9 , 2 2 0 ,2 3 0 ,2 3 1 , 3 1 2 ,3 1 3 . kirlilik, 113, 118, 156, 157, 158, 209; h a v a n ın -61, 67, 312; nehirlerin-, 291. kıtlık, 139, 142; İrlan d a ’da, 142. K om rov, V .L ., M arksizm ve Ç ağdaş D ü şü n ce, 319. K om ünistler B irliği, 181. K om ünizm , 181, 2 2 4 ;M a r x ’ia, 118. K opem ik, 50. korsan b askının yasalhgı, 51. K orsch, K ari, 12, 307. K orum a(sakınım ) ilkesi, 58, 61, 3 3 1 ,3 3 3 .


345

DİZtN

K öppen, K arl Friedrich, 74; Büyük Friedrich ile Muhalifleri, 75. köylülük, 185; -ün m ülksüzleştirilm esi, 1 4 2 ,2 2 6 . K raliçe E lizabeth, 227. K raliyet D e m eğ i, 66, 68, 327; k u ru c u la n , 125. K raliyet E nstitütüsü, 274. K ropotkin, Prince P e tr A leksiyeviç, 272. K uhn, T hom as, 50. kullanım ve değişim değeri, 223. kuşkuculuk, 74, 79. küfür ve b ozgunculuğa karşı yasalar, 53. L ady G ilbert, 14. L am arck, Jean B aptiste, 224, 257, 2 7 1 ,2 7 2 . L am arkçıhk, 257, 259, 324. L ange, F rederick A lbert, Materyalizmin Tarihi, 264, 275. L ankester, E. R ay, 289-92; L anyon, L ess, 330. L aplace, P.-S., 276. L asalle, Ferdinant, 27, 81, 86, 183, 224, 263. L audan, R achel, 165. L avrov. P y o tr L avrovich,

“Sosyalizm ve Varolma Mücadelesi,'' 212. L aw rance, W illiam , Fizyoloji, Zooloji ve İnsanın..., 51. L enin, V lad im ir İliç, 304, 305, 306, 313; Tarım Sorunu veMarx'in Eleştirisi, 316; Felsefe Defterleri, 319; Materyalizm ve Ampriokritisizm, 319. L essner, Friedrich, 264. L eukippos, 58, 72, 278. L evins, R ichard, 12, 33, 167, 328, 329.

L ew ontin, R ichard, 12, 33, 168, 328, 329; Richard Levins ile Diyalektik Biyolog, 328. L iebig, Justus vw i, 14, 31, 33, 137, 154, 196, 202-33, 273, 312, 314, 319, 322, 329, 333; Tarımsal Kimya, 207, 208, 214; Toprağın Verimsizleşmesi, 204, 209; Hayvansal Kimya, 2 14; Kimya

Üzerine Mektuplar; Minumum Yasası, 205; Çağdaş Toplum Üzerine Mektuplar, 208; M a rx ’n Ç alışm alarında, 209; Organik Kimya..., 205, 205. L iebnecht, Sonja, 316. L iebnecht, W ilhem , 263, 264. L innaeus, C arolus, 45, 136. L oche, John, 19, 38, 74; İnsan

Anlığı Üzerine Bir Deneme, 47, 88 . L övy, M ichael, 182. L ubbock, John, 62-63, 285, 287, 292; Pre-historik Zaman, 280, 282, 287. L ucretius, 22, 61, 62, 64, 66, 67, 7 0 ,7 1 ,7 2 , 7 6 ,7 7 , 82, 83, 85, 87, 87, 125, 160, 167, 179, 181, 223, 244, 260, 275, 278, 282, 284, 285, 287, 292-293; D e rerum

natura (Şeylerin Doğası Üzerine), 32, 57, 72, 287, 327; elyazm aları, 65. Lukács, G yorgy, 12, 307, 320, 321. L yell, C harles, 1 4 6 ,1 6 6 , 256, 258, 260, 280, 285, 289; İlkçağ

İnsanının Jeolojik Kanıtlan, 264, 267, 280, 285, 287;

Jeolojinin İlkeleri, 46, 245, 265. L ysenko, T ro fim D enisoviç, 320, 326. M ackintosh, Fanyy, 252. M ackintosh, Sir Jam es, 252.


346

M agdoff, F red, 12, 14. M age, John, 13. M aine, H enry Sum m ar, 285, 287, 292. m ak in en in analizi, 1 7 9 ,1 8 3 . M althus, D avid, 129. M althus, E m ily, 251. M althus, T hom as R obert, 5 3 ,1 1 2 , 129, 130, 145, 151, 152, 153, 199, 201, 202, 223, 229, 249, 252; Nüfus İlkelerinin Özetlenmesi, 136-7; Nüfus İlkelerine Bir Özet Bakış, 136-7, 198; Ekonomi Politiğin İlkeleri, 129; NüfUs Üzerine Deneme..., 123, 129, 198, 251; M a rx ’m E leştirisi, 151-7, 196. M althusçuluk, 1 8 5 ,1 8 6 ,1 8 7 ,1 9 6 , 204, 2 5 1 ,2 6 4 , 265, 2 7 1 ,3 1 4 . M anale, M argaret, 57. M a n c h este r’de işçi sm ıfm m yaşam k o şu lla n , 156. M arksizm : ve ekoloji, 303, 312-20; b ilim le bağı, 24. M arsh, G eorg P erkins, İnsan ve Doğa, 169. M arshall, A lfred, 223. M artineau, H arriet, 252. M artinez, A lier, Juan, 222. M arx, E lenaor, 292, 313. M arx, Jen n y - von W estphalen, 110, 263, 291-92. M arx, K ari, 35, 136, 137, 1 4 3 ,1 9 5 , 2 7 1 ,2 7 7 , 323, 327, 328, 329, 332; iyimser bereketçi görüşü, 224; Prometusçuluğu, 2 7 ,1 8 2 , 183, 322; sürdürülebilirlik analizi, 219-25; ve E pikürcülük, 32-33; ve E pikür, 7 6-91; ve L evis H enry M organ, 279, 289; ve ikinci tan m sa l devrim , 20233; türcü olarak, 27; Kapital, 24, 38, 119, 151, 174, 1 9 5 ,2 0 2 , 205,

DİZİN

2 0 9 ,2 1 1 , 214, 262, 267, 287, 225, 229, 265, 219, 220, 225,

220, 2 2 3 ,2 6 1 , 290, 312, (cilt I, 273, 285; c ilt III, 286); Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, 262; Feuerbach eleştirisi, 158-9; F ourier eleştirisi, 173-81;

Hegel ’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, 110; Gotha Programının Eleştirisi, 180; Malthus Eleştirisi, 1 5 1 -5 6 ,1 9 6 98; Plutark Eleştirisi, 83; “Plutark’ın Epiküros Eleştirisi," 83; “Plutark’m Epiküros Teolojisine Karşı ”...,8 2 ; Proudhon eleştirisi, 173-181, 183; din eleştirisi, 83; ölüm ü, 292; “Odun Hırsızlarına Karşı

Yasa”..., \04-l06', Demokritosçu ve Epikürcü Doğa Felsefeleri Arasındaki..., 55; E pikür Ü zerine d oktora tezi, 22, 56, 78, 84, 85, 8 9 ,9 0 ,9 1 , 1 0 4 ,1 1 0 , 223, 275, 305; erken yazılar, 55-62;

İktisadi ve Felsefi El Yazmaları', 3 7 ,1 1 1 ,1 1 3 ,1 1 7 ,1 1 9 ,1 6 7 , 174, 2 1 3 ,2 6 7 , 304-, 1861-63 Ekonomik Elyazmaları, 212, 222; Neue RheinischeZeitung’un editörlüğü, 104, 152; N eue R heinische Z eitung, 195; E tnoloji D efterleri, 2 8 5 ,2 8 7 , 292; Grundrisse, 178, 196, 212, 213, 226, 230, 2 8 5 ,2 8 8 ; E n g e ls’le yazışm a, 265; Jenny von W estphalen, 110; Epikür Felsefesi Üzerine..., 56, 82;

Adolph Wagner Üzerine Notlar, 212; “Yahudi Sorunu Üzerine", 113; Felsefenin Sefaleti, 160, 177; H egelcilikle İlişkisi, 56, 89; E. R ay L an k e ster’le A rkadaşlığı, 289-93; Je o lo ji çalışm aları, 286;


DİZİN

bilim ç a h ş m a la n , 25-6; Artı Değer Kuramları, 200; Feuerbach ÜzerineTezler, 23, 159, 161, 327; L ucretius, 287; em ek, 262-74. M arx-E ngels: Komünist Manifesto, 175, 1 8 1 -8 8 ,1 8 3 , 1 9 5 ,2 1 8 , 232, 289; Alman İdeolojisi, 57, 83, 87, 158, 161, 164, 167, 174, 184; Kutsal Aile, 38, 57, 88, 109, 174. m atery alist tarih kavrayışı, 151­ 188, 286, 288, 331. m ateryalizm , 12, 13, 17, 18, 18, 22, 23, 106, 114, 146, 244, 263, 274­ 79; diyalektik, 36, 90, 91, 303, 304, 305, 306, 322, 326; ekoloji, 329; epistem oloji, 18; ontoloji, 18; p ratik, 18; F eu erb ach ’m-, 109; M a rx ’m -, 109; hüm anist-, 109. M athâi, R udolph, 170; “Sosyalizmin Köşetaşlan, " 170. M aupertius, P .-L .M .de, 77. M ayr, E rnst, 245, 251, 252, 255. M cC onnell, C am pbell, 223. M cL aughlin, A ndrew , 225. m ekanizm , 28. M e llo r.M a ry , 331. m etab o lik yarılm a, 14, 209-18, 2 1 8 ,2 1 9 ,3 1 5 , 3 2 1 ,3 2 2 . m etobolizm : kav ram ın ın kökeni, 214. M ettrie, Julian O ffray de la, 1 9 ,4 8 , 75, 77; Epiküros Sistendi, 72. m ey d a n a geliş, (ortaya çıkış) 305, 307, 3 0 8 ,3 2 3 . M eyer, Julius R obert, 275;

Orginazmalann Hareketi ve Bunun Metobolizmalanyla İlişkisi. 215. M ili, John Stuart, 143, 256. M olesch o t, Jacob, 216, 273. M on ist B irlik, 262.

347

M ontaigne, M ichel de, Raymond Sabond'a Savunma, 109. Monthly Review, 12, 13, 15, 326. M oq-e, R uth, 270. M ore, T hom as, Ü topya, 277. M organ L ew is H enry, 63, 279-89, 292; Eski toplum..., 281, 283, 284, 285. M orris, W illiam , 289, 304, 312-3; Hiçbir Yerden Haberler, 232. M ugletonlular, 47. M üntzer, T hom as, 113, 173. N azizm , 262. N eandartal kalıntılar, 279-81. N eedham , Joseph, 327. neolotik terim i, 283. N eptüncülük, 166. N ew ton, Isaac, 46, 49, 63, 69, 70;

Doğa Felsefesinin Matematik Temelleri, 69. nihilizm , 158. N ove, A lec, 26, 224. nüfus ilkesi, 1 2 9 ,1 5 3 . nüfus, 139, 139, 203; nüfussuzlandırm a n edenleri, 139; -artışı, 161-62, 173; M a rx ’a göre, 196-98, -kuram ı, 229-30, 314. nüfusun g eom etrik artış oranı, 251. O dum , E ugene, 215. O ilm an, B erteli, 231. O parin, A lexander, 168, 327. orm anların y o k edilm esi, 2 2 1 ,3 1 1 , 314. orm ansızlaştırm a, 221. ortaklaşm a v e ortaklaşm ış üreticiler, 117-119, 2 2 4 ,2 2 5 ­ 233, 333. O rtes, G iam m aria, 151. O sler, M argaret, 70. O w en, R ichard, 179, 260. O w en, R obert, 1 5 4 ,1 7 3 ,1 8 5 .


348

özcülük, 255. özel m ülkiyet, 205, 113, 118, 152, 163, 164, 174, 220, 226, 230; k a ld ın lm a sı, 117. P a leo litik terim i, 283. Paley, W illiam , 69, 77, 122, 125, 126-127, 133, 144, 145, 243, 256; Hıristiyanlığın Kanıtları, 122; Doğal Teoloji, 50, 122, 123, 126, 1 2 7 ,1 2 9 , 245; Ahlaki ve Siyasal Felsefenin..., 122, 127. Panichas, G eorge, 60. Panizza, L etizia, 70. p anteizm , (k am u tan n cılık ), 49, 74. para, d eğ er olarak; 113; fetişizm i, 113. Pasteur, L ouis, 276. Pelty, S ir W illiam , 4 5 ,2 2 4 . P hiledem us, 81. Place, F rancis, 143. P laton, 21, 22, 60, 64, 76, 78, 89, 90, 255, 275, 305, 332; Phado, 52. Plekhanov, G eo rg y V alentinoviç, 306. Pliny D e m eğ i, 52, 245. P lutark, 83, 84, 88. P odolinski, Sergei, 222. polis, 159, 164. pozitivizm , 24, 306, 320, 323, 326. P riestly, Joseph, 89; Materyalist Doktrin..., 47. P ristley , Joseph, 88; Materyalist

Doktrinin Özgür Bir..., 41. proletarya, 179, 184, 185, 187, 226, 229; ortaya çıkışı, 155, 156, 157; devrim , 289. Prom eteus, 113, 175, 176, 177, 181. P rom eteusçuluk, 27, 3 6 ,6 5 ,7 6 , 59, 176, 1 7 8 ,1 9 2 ; M a rx ’ta, 182, 1 8 3 ;P ro u d h o n ’da, 173-181.

DİZİN

Proudhon, P ierre, Joseph, 38, 151, 183; Ekonomik Çelişkiler Sistemi, 27, \11\M ülkiyet nedir? 173-181; P rom eteusçuluk, 173181. Q uaini M assim o, 26. R ay, R everend, John, 46, 125; T an n n m B ilgeliği..., 125-126. R edclift, M ich ael, 27. R eim arus, H erm ann Sam m uel;

Fragmanlar, İl', Doğal Dinin Savunduğu Temel Hakikatler, 77; Hayvanlarda Sanat içgüdüsü..., 11. R esak, C ari, 285. R icardo, D avid, 112, 137, 142, 1 8 0 ,1 9 8 , 199, 200, 202, 333; M a rx ’m eleştirisi, 196. Ritter, K ari, 168-69. R ockefeller, John D., 253. rom antizm , 27, 28. R ose, M ichael, 63. R ousseau, Jean Jaques, 77, 129. R ubel, M axim illian, 57. R uge, A rnold, 110. R uskin John, 247. Russel, B ertrand, 18. R u sy a’d a kom ünal sistem , 286, 289; potansiyeli, 220. Salleh, A riel, 331. Sarte, Je a n Paul, 30, 183. Schiegen, Friedrich, 74, 83, 84, 86, 164; Hans Brittlebach 'm

Epikürcü İman İkrarı, 74. Schm idt, A lfred, 217; M arx’ta Doğanın Kavranışı, 216, 321. Schönbein, C .F., 209. Schum peter, Joseph, 1 3 6 ,1 4 3 . S chw ann, Theodor, 215, 217. Sears, P au l, Charles Darwin..., 224. Sedgw ick, A dam , 245, 247.


DİZİN

Seneca, 86, Fragmanlar, 86. Sextus, E m p iricu s, 86. Shanin, T eodor, 286. Shapino, Ira, 11. Shelly, P ercy B ysshe, 36. S hory, P au l, Plantoculuk: Eski ve Y eni , 260. Shuckfard, S am uel, Kutsal ve Suiistimal Edilen Tarih, 71. S ikorski, W ade, 182. Skolastizm , 63, 256. S m ith, A dam , 127, 228. S osyal D arvinizm , 24, 25, 252-53, 2 6 1 ,2 7 1 . S o sy ah st B irlik, 313. sosyalizm , 177, 188, 244, 313, 314; -in eleştirisi, 272; ekoloji, 224, 326; “hakiki" sosyalistlerin eleştirisi, 169-181. sosyo-ekolojinin krizi, 34-38. S ovyetler B irliği, 330. Stalin, Josef, 301, 312. Stanley, T hom as, Felsefe Tarihi...,

66 . Steininger, Johann, 1 6 4 ,1 6 7 . S tim e r, M ax , 160; Ben ve Kendisi', M a rx ’m eleştirisi, 161. S ü in g fleet, E dw ard, Dinin Kökenleri, 71. Stoacılık, 7 4 ,7 9 . stoofw echsel, bkz. m etobolizm a. S trauss, D avid, İsa 'nm Hayatı, 107. S ttefens, H einrich, 1-64, 167. Sum m er, W illiam , G raham , 253. S utherland ilçesinin n iifiissuzlandinlm asi, 2 2 7 ,2 2 8 . S utnuriand D üşesi, 227-28. sürdüriilebilir gelişm e kavram ı, 312. sürdürülebilirlik an alizi ve M arx, 218-26. Sw eezy, P aul, 326.

349

T ahıl Y asasm ın y ürürlükten k a ld ın im ası, 2 0 5 ,2 6 4 . tahıl; yetiştirilm esi, 2 06; k ıtlığı, 199-200. tarih öncesi (prehistorik), analiz, 285-6; -nin keşfi, 310. tarihsel üretim olarak fikirler, 179. ta n m ilacı k ullanım ı, 315. tan m : -m gelişm esi, 186, ikinci tan m devrim i, 196, - em ekçileri, 227; tahıl y asası, 205, 264; kıtlık, 139, 1 4 2 ,1 8 7 ,2 0 9 ; toprağm verim sizleşm esi, 204209; gübre, 206, 315; R u sy a’da kom ünal sistem , 286, 289; sürdürülebiliriik, 218, 312. T ennyson, A lfred L ard, 260. teoloji, 166, 178. T h am es’ın Irm ağ ı’n m durum u, 200, 208, 218. T hierry, Paul H enri, bkz. H olbach. B aron d ’ T hom son, E .P ., 12, 307, 323, 326. T hom son, W illiam , L o rd K elvin, 2 5 8 ,2 5 9 ,2 9 0 . toplum sözleşm esi, 87. toprak sahibi olarak k a to lik kilisesi, 277. T rauatm an, T hom as R ., Lewis

Henry Margon ve Benzerliklerin Bulunuşu, 284. T r6m aux, P ierre, İnsanın ve öteki Varlıkların Kökeni ve Değişimi, 265. türlerin değişim i, 2 4 8 ,2 5 6 . T yndall, John, 215, 2 1 6 ,2 1 7 , 260, 274-77, 289; “Belfast S ö ylevi,” 277. U ranovski, Y .M ., 320. U re, A ndrew , U rquhart, D avid,

157. 183.

ücret fonu öğretisi, 143.


350

ücret, 155; ta n m em ekçileri, 227. ücretli em eğin kaldırılm ası, 231, 233. V ah şet ve barb arlık çağı, 282, 283. v arlığ ın b ü y ü k zinciri, 31, 45, 114. V a rlık lar Z inciri, 45-46, 114. v arolm a m ücadelesi, 250-51. V avilov, N .I., 318, 320. V em ad sk i, V .l., 168, 302, 318, 319. V ico, G iam battista, 226, Scienza nuova, 71. V odin, A .M ., 90-91, 306. V oltaire, 72. 75. W akefield, E dw ard, 230. W allace, A lfred R ussel, 44. 133, 136. 242, 247, 290; İnsan Irkla rın ın K ö k en i ve İnsanın 'D oğal S e ç m e 268. W alter, E dm und, 67. W aring, G eorge, 207, 208. W ashburn, S herw ood, 270. W eber, M ax, 35, 321. W edgw ood, Josiah, 243. W ellington, D ükü, 243. W ells, H .G ., 290. W em er, A braham G ottlob, 164, 1 6 5 ,1 6 6 . W hite. Jam es. 56. W ilberforce, Sam , 247, 254. W illiam s, R aym ond, 326. W ittgenstein, L udw ig, 303. W oodgate, G raham , 27.

d iz in

W oodw ard, Jo h n , D ü n y an ın D oğal T arihi Ü zerine B ir D enem e, 71. yabancılaşm a, 110-116, 117, 152, 1 5 8 ,1 6 0 ,1 7 0 , İ7 6 , 214, 230, 231, 233, 305, 321; insanhğın, 1 1 0 -1 1 7 ;H e g e l’de, l l l ; d o ğ a d a , 329-333. yapay gübre; 316, 316;-ye bağım lılık, 315, 330; sanayi, 205, 330. yed ek işçi ordusu, 109, 229. Y eni M odel O rdusu, 227. yeryüzü: ana olarak , 62; M a rx ’a göre hâkim iyeti, 112; tarihi, 166. Y eşil K uram , 17, 29, 34, 182. yoksulluk (sefalet),143, 155; -un felsefesi, 175; -yardım ı, 155; üzerine kurulu toplum , 180. Y oung, R obert. 144. Y unan F elsefesi, 278. Z am an, etnoloji, 260 (etnolojik zam anda devrim , 279-89); derin, 7 1 ;je o lo jik ,7 1 ,2 5 8 ; em ek, 180; devrim , 63.



M arksizm in insanlığın g elec eğ in i bugünden etk ileyen hayati m eselelere dair siyasal ve id eolojik d ü şü n celeri hem d ogm atik M arksistler hem d e B atılı M arksizm eleştiricilerici tarafından istism ar edilm iştir. E koloji m eselesi de bunlardan birisidir. E k oloji, günlük hayatı v e insanlığın g e le c e ğ in i de doğrudan etk ile y e n başk a konularda o ld u ğ u gib i d ogm atik M arksistler tarafından es g e ç ilm iş, so sy a liz m sonrasına b elk i de id eolojik cennete havale edilm iştir. Bu perspektifte, ek oloji gibi m eselelerle uğraşmak, Marx'in düşüncesinden uzaklaşma olarak kavranır. Batılı Marksizm eleştiricileri ise, problem e “ekolojik bilim in her türlü bilgisinden (ya da her türlü ekolojik b ağlam dan ) yok su n bir b iç im d e , n ered ey se b ü tü n ü yle kü ltü relci ola n v e g e n ellik le insanın doğadan yab an cılaşm asın ı b ilim e atfeden bir “ek o lo jik ” ideoloji eleştirisi geliştirm işlerdir.” Bu perspektifte, yabancılaşm a, tek yanlı biçim de, doğa fikrinden yabancılaşm a olarak kavranır. Her iki tarafında ortak ö z e lliğ i M arx’ta bir ek o lo jik görüş yo k m u ş g ib i davranm aları v e n ih ayet M arx’in düşüncesini basit bir ideoloji dünyasında kabul etm eleridir. John B ella m y F o ste r ’a göre, “M arx'in d ü şü n cesi derinden daha doğru su sistem atik b içim d e ek olojik tir. B u e k o lo jik p ersp ek tif ise , M arx’in tarih b ilim in d en kaynaklanm aktadır.” Çünkü M a rx ’in toplum v e d oğ a an a lizi, bütün/gövde ya da metabolizm a kavramlanyla anlam kazanrr Marx, Kapital'de toplum u bir bütün, bir göv d e, em ek sürecini ise, “ insanın doğa ile arasındaki bir sü reç, in san ın d o ğ a y la e y le m le r i a r a c ılığ ıy la ku rd u ğu , d e n e tle d iğ i, d ü zen led iğ i m etaholik hir ilişki olarak tanım lam ıştır. Fakat M arx’a göre, ondokuzuncu yü zyıl kapitalizm inin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkan doğa-insan bölünm esi, m etabolizm ada “onarılam az bir varılma" yaratm ıştı. “Bu kitabın iki amacı var. Birincisi Çağdaş Yeşil kuramda kabul edilen yaygın görüşün aksine, M arx’in d ü şü n cesin in ve tarih b ilim in in ek olojik d ü şünce b iç im le r in i n asıl geirştTrdig'inı d ah a d o ğ ru su n a sıl m ü m k ü n k ıld ığ ın ı vurgulam aktın İkincisi bugün ço k büyük bir ihtiyaç duyduğum uz toplum sal dönüşüm ü ekolojik bir tarzda insanın d oğayla ilişk isin in dönüştürülm esine bağlayan d ev rim ci bir görü şü tarihsel v e kuram sal olarak an lam ak ve geliştirm ektir.” M arx’in ekoloji gibi hayati bir m esele hakkında da söyleyeb ilecek ciddi sözleri var... Ekolojik perspektifin imkânlarını, felsefi, sosyolojik, tarihsel ve tabii bugünkü h ayatım ızı da gö zd en kaçırm adan in c e ley e n sık ı bir kitap J. B. F o ste r ’in

M arx'in Ekolojisi.

epos


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.