Atlas Dergisi -şubat 2013

Page 1

ATLAS SAYI 239 / ŞUBAT 2013 l ORTA TOROSLAR l BODRUM l SAO PAULO l ANADOLU ORKİDELERİ l ULTRA MARATON l EKLER: BEYAZ ROTALAR VE 2012 ATLAS'IN TAMAMI

AYLIK COĞRAFYA VE

KEŞİF DERGİSİ

EK TÜRKİYE MACERA ATLASI

BEYAZ

ROTALAR

Sayı: 239 - Şubat 2013

Fiyatı: 8.00 TL (KKTC Fiyatı 10.00 TL)

ORTA TOROSLAR

NO: 2013 /02

2012 ATLAS'IN TAMAMI

Aladağlar’da Yalnızlık BODRUM

Derin Sırlar SAO PAULO

Latin Metropol ANADOLU ORKİDELERİ

Aşk, Arzu ve İhtiras

ULTRA MARATON

Dört Kıta, Dört Çöl Kayıp Deniz


SOL_SYF_225x297_ATLAS_adios_Premium6Kat.pdf

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

1

22.01.2013

11:37


SAG_SYF_225x297_ATLAS_adios_Premium6Kat.pdf

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

1

22.01.2013

11:38


AY LI K C O ĞR AFY A V E

K E Şİ F DE R G İ S İ

için­de­ki­ler

www.kesfetmekicinbak.com

ORTA TOROSLAR

Aladağlar’da Yalnızlık

BODRUM

42

İç Anadolu’yu Akdeniz’den ayıran Orta Toroslar’ın en görkemli zirveleri ve vadilerinin adıdır Aladağlar. Son Buzul Çağı’ndan kalanlarıyla birlikte bu ihtişamlı kütle dağcıların oyun parkıydı. Ama artık oraya insanların tek başına ya da kılavuzsuz gitmesi yasaklanıyor. ANADOLU ORKİDELERİ

Aşk, Arzu ve İhtiras

58

Bodrum Yarımadası’nı kuşatan deniz, binlerce yılın sırlarını barındırıyor. Fırtınaya kapılan, dalgalara ya da savaş yaralarına yenik düşen gemiler denizin dibinde yatıyor. İlk sünger avcılarının keşfettiği batıklara dalışlar, Türkiye’de sualtı arkeolojisine ve dalış turizmine yön verdi. SAO PAULO

76

Baharın gelişiyle genç yaşlı, çapalar ele alınıyor ve hemen her yer kazılarak aşkın simgesi talan ediliyor; yumruları koparılmış orkideler etrafa fırlatılıyor. Salep ve dondurma yapımından dolayı Anadolu’da yüzyıllardır toplanan orkidelerin ihracatına ilişkin kayıtlar da 1700’lü yıllara kadar gidiyor. 4 ATLAS ŞUBAT 2013

Derin Sırlar

Latin Metropol

88

Yıldızı kahve tarımıyla parladı, şimdi tek başına bir dünya. Brezilya’nın ekonomik başkenti Sao Paulo, gökdelen ormanı içindeki bulvarları, devasa parkları, kültürel çeşitliliği, sanayi ve ticaretteki iddiası; zenginliği ve tezatları, neşesi ve gerilimiyle devasa bir küresel sahne.



için­de­ki­ler

AYLIK COĞRAFYA VE

ALADAĞLAR, TURGUT TARHAN Şubat 2013

Kayıp Deniz

100

Dünya denizlerindeki büyük balıkların yüzde 90’ı yok oldu; sırada diğerleri var. Canlılarını yitirip sadece su depolarına dönüştüklerinde aslında denizleri de kaybetmiş olacağız. Altıncı büyük yok oluşu önlemek insanın elinde.

KEŞİF DERGİSİ

Ya­yın­cı

Do­ğan Bur­da Der­gi Ya­yın­cı­lık ve Pa­zar­la­ma A.Ş. İcra Kurulu Başkanı Meh­met Y. Yılmaz Ya­yın Di­rek­tö­rü Murat Köksal Ya­yın Da­nış­ma­nı Meh­met Ya­şin Ya­yın Yö­net­me­ni (So­rum­lu) Öz­can Yük­sek (oyuksek@doganburda.com) Ya­zı İş­le­ri Mü­dü­rü Hü­se­yin Ke­çe (hkece@doganburda.com) Araş­tır­ma Editörü: Ke­mal Tay­fur (ktayfur@doganburda.com) İdari Müdür Yardımcısı: Naz­lı Kurt (nkece@doganburda.com) Görsel Yönetmen: Tunç Erkoç (terkoc@doganburda.com)

ULTRA MARATON

Dört Kıta, Dört Çöl 110 Yürüyor, koşuyor, tırmanıyorlar. Dünyanın en zorlu, en geçit vermez noktalarında güç, dayanıklılık, sabır sınavından geçiyorlar.

Edi­tor­yal Ser­vis Fo­toğ­raf: Sinan Çakmak (scakmak@doganburda.com) Araş­tır­ma: Mus­ta­fa Tür­ker Er­şen (tersen@doganburda.com) Türkçe: İbrahim Baştuğ (ibastug@doganburda.com) Fo­toğ­raf Kurulu Si­nan Ana­dol, Ali Mu­rat Atay, Şeb­nem Eraş, Umut Kaçar, İz­zet Ke­ri­bar, Ali Ethem Keskin, Za­fer Kı­zılka­ya, Ufuk Sarışen, Cü­neyt Oğuz­tü­zün, Ha­kan Öge, Gökhan Tan, Turgut Tarhan, Kerem Yücel Yazı Kurulu Gü­ven Eken, Gü­ne­şin Ay­de­mir (Doğa), Ha­san De­mir­bü­ker, Ne­dim Gür­sel, Selcen Küçüküstel, Oruç Tür­ker Öz­ger, Selcen Pirge, Tev­fik Taş, Oktay Uludağ, Tülay Zihli, Prof. Dr. Feza Tansuğ (Antropoloji), Gök­han Tü­re (Eks­pe­dis­yon), Yard. Doç. Dr. Yıl­dı­rım Gün­gör (Jeoloji), Prof. Dr. Fa­ik Yal­tı­rık, Cenk Dur­muş­kâh­ya (Bo­ta­nik), Doç. Dr. Nec­mi Ka­rul, Fü­sun Ar­man, Rüs­tem As­lan (Ar­ke­olo­ji), Prof. Dr. Ce­ma­let­tin Taş­kı­ran (As­ke­ri Ta­rih), Do­ğa Der­ne­ği, Buğday Derneği, Su­al­tı Araş­tır­ma­la­rı Der­ne­ği, WWF-Tür­ki­ye Teknik Servis So­rum­lu ve Say­fa Ya­pım: Ba­ha­dır Er­şık Kat­kı­da Bu­lu­nan­lar Alper Dalkılıç, Prof. Dr. Serdar Evren, Arif Solmaz-ESO Bilim Toplum Ağı Türkiye

BÖLÜMLER

Marka Müdürü: Nihal Ayan

PANORAMA

Muhteşem Süleyman Albümü

10

ATLAS RAPORU

Dicle İçin Tarihi Karar

26

YER VE GÖK

Çiftçi Robotlar

28

ÇEVREN

Dünyanın Temizlikçileri

32

GEZGİNCE

Arının Sırrı

37

ARKEOATLAS

Troia’da Yeni Başlangıç

38

SEN DE GİT

Şubatta Ohri

126

MEKTUP

Önce Geyikleri Evcilleştirdik

128

GECENAME

Ejderha

130

EKLER

An­ka­ra Tem­sil­ci­si: Er­dal İpe­ke­şen 0 312 207 00 71 - 95 at­las@doganburda.com www.kes­fet­me­ki­cin­bak.com Yö­ne­tim Genel Yayın Koordinatörü: Yeşim Denizel Projeler Direktörü (Tüzel Kişi Temsilcisi): Ferit Özkaşıkçı Sa­tış Di­rek­tö­rü: Or­han Taş­kın Fi­nans Di­rek­tö­rü: Di­dem Ku­ru­cu Üre­tim Di­rek­tö­rü: Ser­vet Ka­va­soğ­lu Rek­lam Grup Başkanı: Viki Habif Grup Baş­kan Yar­dım­cı­sı: Nil Er­tan Aydemir Sa­tış Mü­dü­rü: Tuğba Altınbaş, Ebru Elçi, Yonca Gönen Tek­nik Mü­dür: Nus­ret Kı­rım­lı­oğ­lu Tel: 0 212 336 53 60 - 3 hat Faks: 0 212 336 53 90 Kurumsal İletişim Direktörü: Neslihan Sadıkoğlu Re­zer­vas­yon: Tel: 0 212 336 53 00 - 57 - 59 - Faks: 0 212 336 53 92 - 93 Ankara Reklam Bölge Temsilcisi: Sezinur Balıkçıoğlu Tel: 0 312 207 00 72 - 73 He­def Say­fa­lar: Tel: 0 212 336 53 70 - Faks: 0 212 336 53 91 Yö­ne­tim Ye­ri Trump Towers, Kule 2, Kat: 21-24, 34387, Şişli, İstanbul Tel: 0 212 410 35 66 Faks: 0 212 410 35 64 Bas­kı Do­ğan Of­set Yayıncılık ve Mat­ba­acı­lık A.Ş. Sanayi Mahallesi 1650. Sokak No: 2 Do­ğan Med­ya Te­sis­le­ri Esen­yurt/İS­TAN­BUL Tel: 0 212 622 19 00 Da­ğı­tım: Yay­sat A.Ş. 0 212 622 22 22 Ya­yın Tü­rü: Ye­rel, Sü­re­li, Ay­lık üyesidir

Atlas bu sayıda okurlarına iki ek armağan ediyor: “Türkiye Macera Atlası Beyaz Rotalar” ve 2012 arşiv CD’si.

6 ATLAS ŞUBAT 2013

© At­las der­gi­si, Do­ğan Bur­da Der­gi Ya­yın­cı­lık ve Pa­zar­la­ma A.Ş. ta­ra­fın­dan T.C. ya­sa­la­rı­na uy­gun ola­rak ya­yım­lan­mak­ta­dır. At­las der­gi­si­nin isim ve ya­yın hak­kı Do­ğan Bur­da Der­gi Ya­yın­cı­lık ve Pa­zar­la­ma A.Ş’ye ait­tir. Der­gi­de ya­yım­la­nan ya­zı, fo­toğ­raf, ha­ri­ta, il­lüs­tras­yon ve ko­nu­la­rın her hak­kı sak­lı­dır. İzin­siz, kay­nak gös­te­ri­le­rek da­hi alın­tı ya­pı­la­maz. DB Okur Hiz­met­le­ri Hat­tı: 0 212 478 0 300 okur­hiz­met­le­ri@doganburda.com DB Abo­ne Hiz­met­le­ri Hat­tı: 0 212 478 0 300 Faks: 0 212 410 35 12-13 abo­ne@doganburda.com - www.doganburda.com Pa­zar ha­riç her gün sa­at 09:00 - 18:00 ara­sın­da hiz­met ve­ril­mek­te­dir.


ITG_roaming_ilan tek 225x297.indd 1

23.01.2013 14:49


editör

oyuksek@doganburda.com twitter.com/ozcanyuksek

Geleceği Anımsamak İnsanoğlunun rakamlarla bir şeyi adlandırma huyuna bayılıyorum, kulak­ tan kulağa en eski zamanlardan beri gelmiş, bize hâlâ kılavuzluk ediyor. Etki­ si azalmak ne kelime, artarak devam ediyor. Atlas’ın yirminci yılına girdik. Ama yirminci yıl özel sayısı, kuruluş ayımız nisanda yayımlanacak. Bir yıldır o sayıya hazırlanıyoruz, hatta cümle­ lerimi bitirir bitirmez, nisan sayısı için çıkacağız, eksi 40 derecelerden geçen bir yolculuğa, kalabalık bir ekiple. Kuzey Kutbu’na yürümeden önceki heyecanla, sabırsızlıkla bekliyorum. Bu heyecanın hiç azalmamasını tuhaf bulduğumu itiraf edeyim. Benim mizacım, bir şeyden bık­ maya yatkın, ama hiç bıkmadığım kimi şeyler var ki, hayatımı bu heyecan rüz­ gârları sürüklüyor. Atlas da öyle bir şey. Yirmi yıl. Aslında rakamların bir sırrı olduğunu düşünüyorum. Bazılarının bizi heyecanlandırmasının nedeni nice­ liği anlatması değil, gizemli bir niteli­ ği anlatmasıdır. Örneğin yirmi, örne­ ğin yedi, on, on iki. Öyle bir nitelik ki, görünmüyor, o yüzden onu nicelikle ifade ediyoruz. Eski zamanların karan­ lığından kaynaklanan bir açıklama gibi gelebilir size bu. Bir örnek daha vereceğim; dünya­ nın yedi harikası deriz. Neden yedi? Neden bir fazlası değil? Çünkü bir faz­ lası yalnızca nicelik olur. Oysa harika, tarif edilemeyen bir niteliği ifade eder. İşte ben de rakamları, insanın tarif ede­ mediği, duyularıyla göremediği niteliği ifade etmek için bulduğu bir şifre olarak 8 ATLAS ŞUBAT 2013

düşünüyorum. Geçmiş bizi de şifrelemiş olmalı ki, vazgeçemiyoruz. En fazla, aynı kuralla zihinsel oyun oynayabiliriz. Biz gelecek kuşaklar için hiçbir şey belirleyemeyiz, hiçbir şey! Ama insanoğlu, dünyanın bir seki­ zinci harikası olduğunu ve kendisinden gizlendiğini düşünür. Geçmişin, rakam­ larla bize bıraktığı oyun bu olmalıdır. Dünyanın yedi harikası vardır, ama içten içe kuşkulanıyor ve bize güvenmiyorsan, sekizinci harikayı da sen bul. Ama gele­ cek kuşaklara ilan ettirebilmek için, söz konusu harikanı yine, o yedinin arasına sokman gerekiyor! Belki de Atlas, sonu gelmez bir şekilde o sekizinci harikayı bulup bulup getiri­ yor her seferinde, sanki hiç bitmeyecek bir görev gibi, yeni bir sefere çıkıp keşfini sürdürüyor. Geçmiş bize yaşamı sağlıyor, ilhamı sağlıyor, gizemi ve oyunu sağlıyor. Geçmiş, güneş gibi. Aslında geçmişten koparılmış bir geleceğe tapınma ayini de yapıyor dünya. Geleceğe tapıyoruz ama bizi geçmiş ısı­ tıyor. Güneş sekiz dakika sonra bize geliyor. En sevdiğim söz, hangisi olduğunu anımsamadığım gerçeküstücü bir ressam söylemiş: Geleceği anımsamak!



panorama ATLAS TARİH

Muhteşem Süleyman Albümü

Atlas Tarih dergisi, 2013 yılının ilk sayısında kapağına “200 yıl önce Boğaziçi yalıları”nı taşıyor. Erol Üyepazarcı’nın bostancıbaşı günlüklerine dayandırdığı anlatı, Boğaziçi’nin 200 yıl önceki yerleşim haritasını da içeriyor. Rus askerlerinin Yeşilköy’e kadar gelişini, hükümsüz kalan Ayastefanos Antlaşması’nı İlber Ortaylı yazdı. Orhan Koloğlu isyanları, sohbetleri, yasakları ve müdavimleriyle Osmanlı kahvehanelerini kaleme aldı. Birinci Dünya Savaşı’nda Rus ordusunun Rize, Artvin, Trabzon işgalini Osman Öndeş, Lazistan ve Erzurum bölgesi komutanı Avni Paşa’nın hatıratından aktardı. Behice Tezçakar, Varlık Vergisi ve Aşkale sürgününü Rıfat Bali’ye sordu. Gazanfer İbar son Ermeni köyü Vakıflı’yı gezdi. “1656’daki yeniçeri isyanı Vakayı Vakvakiye”, “Mustafa Kemal’i derinden etkileyen Çek kenti Karlsbad”, “Moğolların Anadolu istilası” ve “Zagor, Tom Miks ve Kaptan Swing Türk sinemasında” derginin diğer konularından. Ayrıca “Muhteşem Süleyman” albümü Atlas Tarih’in okurlarına hediyesi. 10 ATLAS ŞUBAT 2013

Atlas Tarih, Birinci Dünya Savaşı’nda Rus Kafkas Ordusu’nun, Anadolu’nun Karadeniz sahilini Trabzon’a kadar işgalini de anlatıyor.


TUBA ATLAS 22,5x29,7cm.pdf

1

21.01.2013

15:55

İsmini, tüm reklamcıların bildiği bir isim haline getirmek ister misin? Cannes Lions Uluslararası Yaratıcılık Festivali 2013, bu yıl 60. yaşını kutluyor! Young Lions 2013 Türkiye elemeleri başlıyor! Kategoriler: Cyber, Film, Basın, Medya, Genç Pazarlamacılar. Rakiplerine karşı yarışıp Cannes’da Türkiye’yi temsil etme şansını yakalayabilirsin. www.rv.org.tr Son başvuru tarihi: 11 Mart 2013 *Cyber, Film, Basın, Medya kategorileri için 29 yaşından, Genç Pazarlamacılar için de 30 yaşından gün almamış olmak gerekiyor.


panorama ALADAĞLAR

Atlas bu sayıda Aladağlar’a konuk oluyor, Orta Toroslar’ın bu özel köşesine fotoğrafçı Turgut Tarhan’ın gözleriyle bakıyor. Turgut Aladağlar’daki küçük buzul gölü Karagöl’ü gece ay doğarken görüntüledi (yanda). Fotoğrafın hikâyesini şöyle anlatıyor: “40 dakikalık zaman diliminde çekilmiş toplam 80 karenin yazılımla birleştirilmesi sonucu bu fotoğrafı elde ettim. Gölün etrafında bir defa dönüş yaptığım için fenerimin ışığı da kadraja dahil oldu. Şehir insanının unuttuğu yıldızlar ve ayın aydınlattığı dağların manzarası beni çok etkilemişti, ancak uygun çekim noktası arayışı ve düşündüğüm kompozisyonun geniş açı objektifimin limitlerini zorluyor olması biraz stres yaratmıştı. Zira böylesi bir gece her zaman tekrarlanmazdı…” Turgut Tarhan, Aladağlar’la ilk defa 20’li yaşlarında tanıştı. Tek başına Demirkazık, Kaldı, Emler, Alaca ve Güzeller zirvelerinin yaz çıkışlarını ve bazı serbest kaya tırmanışları gerçekleştirdi.

TURGUT TARHAN

Ay Doğarken Karagöl

Dağ evinden Demirkazık zirvesine bir günde çıkıp indi, Sokulupınar’dan Kapuzbaşı şelalelerine Trans-Aladağlar geçişi yaptı. Defalarca gittiği Aladağlar’a

olan tutkusu zamanla boyut değiştirdi; 2012’nin Ekim ve Kasım aylarındaki son çalışma tamamen fotoğraf odaklıydı.

KİTAP

Kadir Can’ın Denizi Atlas fotoğrafçısı Kadir Can’ın yeni kitabı Balık Ağalara Takıldı, Ekin Grubu’ndan çıktı. Can’ın belgesel nitelikli çalışması, Türkiye’de 1971’den 2012’nin son günlerine kadar yapılan balıkçılık faaliyetlerini konu alıyor. Kırk yılı aşkın süredir foto muhabiri olarak çalışan Can, 288 sayfalık kitabında on binlerce fotoğrafının arasından seçilmiş 190 kareye yer veriyor; geleneksel balıkçılıktan günümüzde her şeyi yok eden modern balıkçığa kadar yaşananları anlatıyor. Katliam gibi avlarla hangi türlerin yok edildiğini, balıkçılıktaki kısırdöngüyü

12 ATLAS ŞUBAT 2013

de gözler önüne seren kitap, konusunda en önemli kaynaklardan biri olmaya aday. Kitaptan alıntılar Atlas’ın bu sayısındaki Kayıp Deniz konusunda da yer alıyor. Balık Ağalara Takıldı, Kadir Can’ın dördüncü kitabı. Fotoğrafçının daha önce de Yaşayıp Unuttuğumuz İstanbul, Çarşı Pazar İstanbul, 12 Eylül 1980 Akıl Tutulması adlı çalışmaları yayımlandı ve çok sayıda ödül kazandı. Can’ın son olarak 12 Eylül 1980 Akıl Tutulması kitabı, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2012 Sedat Simavi Ödülleri’nde övgüye değer bulundu.


OGUN ATLAS 22,5x29,7cm.pdf

1

21.01.2013

15:34

İsmini, tüm reklamcıların bildiği bir isim haline getirmek ister misin? Cannes Lions Uluslararası Yaratıcılık Festivali 2013, bu yıl 60. yaşını kutluyor! Young Lions 2013 Türkiye elemeleri başlıyor! Kategoriler: Cyber, Film, Basın, Medya, Genç Pazarlamacılar. Rakiplerine karşı yarışıp Cannes’da Türkiye’yi temsil etme şansını yakalayabilirsin. www.rv.org.tr Son başvuru tarihi: 11 Mart 2013 *Cyber, Film, Basın, Medya kategorileri için 29 yaşından, Genç Pazarlamacılar için de 30 yaşından gün almamış olmak gerekiyor.


panorama KAYIP DENİZ

Atlas’ın yayın yönetmeni Özcan Yüksek’in yeni kitabı Kayıp Deniz çıktı. Hakikatçi ve Cinistan adlı kitaplarıyla masalların peşine düşen Özcan Yüksek, Doğan Kitap’tan çıkan Kayıp Deniz’le okurları, bizzat masalların içine girmeyi başaran bir kahramanla, Korkut Can’la tanıştırıyor. Kitap varoluşun ve aşkın gizemini çözmek için kıtalar, denizler aşıp ifritlerin, beden değiştiren hortlakların, ürkütücü canavarların diyarlarından geçiyor ve bizi “yerkürenin gizli belleği” olan masalların özündeki hakikatlere ulaştırıyor. Yüksek, daha önce Atlas’taki yazılarıyla da masal diyarlarına açılmış, kadim öykülere ilham veren coğrafyaları dolaşmıştı. İnsanoğlunun binlerce yıllık birikimini, düşünce dünyasını yansıtan masalları inceleyen Yüksek, bu evrensel metinlerin, söylencelerin analizini yapmış, içerdikleri mesajları çözümlemişti. Son kitap Kayıp Deniz, roman türüne yakın olmasıyla Hakikatçi ve Cinistan’dan ayrılıyor. Okuyucu bu kez baş karakter Korkut Can’la birlikte masalların içine giriyor, onunla seyahat ediyor, masalları onunla çözüyor. Yüksek şunları söylüyor: “Masallar, insanın kendisiyle, başka insanlarla, doğayla ve bilinmezle kurduğu ilişkilerin sırlarını anlatıyordu. Bu ilişkiler sarsılmış durumda, hatta kimi yerde tamamen kopmuş diyebilirim. Hiç olmazsa her insanın en az bir masalı anlatacak kadar bilmesi, anlatması; çocuk masalını değil büyük masalını

SELCEN KÜÇÜKÜSTEL

Yüksek’ten Yeni Kitap

bilmesini diliyorum.” Peki Yüksek, ilhamını nelerden aldı? Soruyu şöyle yanıtlıyor: “Yirmi yıldır yayına hazırladığımız Atlas dergisinin okurları için, dünyanın ücra köşelerine, cangıllarına, çöllerine giriyoruz. En başından bu yana bütün kültürlere hayranlık besleyerek yaklaşıyoruz. Bu hayranlık, özellikle geleneksel toplumların düşünce biçimlerine, sanatlarına, anlatılarına daha derinlemesine girdiğimde daha da çoğalıyordu. Bana asıl ilham veren, doğayla ve kendileriyle barışık yaşayan insanlardı.” Kayıp Deniz masalları anlamamıza, doğayla bütün olduğumuzu hatırlamamıza katkı veren benzersiz bir serüven...

Özcan Yüksek, Kayıp Deniz'in bir bölümünü Bengal Körfezi'nin uzak adaları Andamanlar'da yazdı.

Atlas 20 Yaşında!

Yıl 14 ATLAS ŞUBAT 2013

Keşif ve Coğrafya Dergisi Atlas, yolculuğuna 20 yıl önce, Nisan 1993’te başladı. Bu süre zarfında Türkiye ve dünyanın dört bir yanına seyahat etti; doğayı, insanı, kültürü anlamaya çalıştı, her zaman keşfetmek için baktı. Birçok özel projelere imza atan Atlas’ın en büyük gücü, her keşifte onunla birlikte yol alan okuyucusuydu. Atlas şimdi bu özel yılı, özel konular ve etkinliklerle kutlayacak; Nisan 2013’te de 20. yıl özel sayısını çıkaracak.


atlasD_timberland.pdf

1

1/18/13

6:36 PM

Hafta sonu kaçamağı Bizim HT3 serimiz yolunuzdaki bütün tecrübeleri heyecanlı kılar. Saat analog kronografın yanında LCD ekranında ikinci bir yerin zamanını gösterir ve böylelikle iki ayrı yeri birleştirir. Saat modeli HT3 www.tbl-watches.com

Aşirefendi Caddesi Türkiye Han No:13 Kat:1/2 Sirkeci / Fatih / İstanbul T. 0212 514 49 37 - F. 0212 526 49 37 www.meysaat.com


panorama SERGİ

Hayvanlara El Verin

İtalyan sanatçı Guido Daniele, hayvan hakları savunucusu bir aktivist. Onu ne bir nükleer santral bacasına tırmanırken görebilirsiniz, ne de bir feribotta bağırırken. Daniele, soyu tükenmekte olan hayvanları sanatıyla koruyor, insanları sanatıyla bilinçlendiriyor. Ustaca işlediği elleri gerçek hayvan-

BURSA

Yeşil Okul Ford Otosan ve OİB Eğitim Vakfı’nın destek verdiği Bursa OİB Endüstri Meslek Lisesi, “Yeşil Bina” sertifikası almaya hak kazandı. Okul, İngiltere’deki Bina Araştırma Kurumu (BRE) Breeam In Use sertifikasyonu için tüm değerlendirme süreçlerini tamamlayarak Türkiye’de bir ilke imza attı. Proje dahilinde okul birçok çalışmada bulundu; örneğin elektrik ve su tasarrufu için düzenlemeler yapıldı, güneş enerjisi sistemi kuruldu, atık toplama alanı, bisiklet parkı oluşturuldu. Böylece öğrencilere daha sağlıklı bir ders ortamı sağlandı ve enerji tüketimi büyük oranda düşürüldü.

16 ATLAS ŞUBAT 2013

lardan ayırt etmek zor. Yılandan zürafaya, kartaldan aslana kadar birçok hayvan resmini eline çiziyor; hem de en ince ayrıntısına kadar. Sanatçının işlerinden derlenen sergi 14-26 Şubat 2013 tarihleri arasında İstanbul MetroCity Alışveriş Merkezi’nde gezilebilir.

İskender ile Mehmet İki değerli dostumuzu, İskender Iğdır ve Mehmet Gülbiz’i saygıyla anıyoruz. Atlas’ın kartografya editörü İskender (sağda, üstte) ayrıca başarılı bir dağcı ve fotoğrafçıydı. Arama kurtarma çalışmalarında da birçok kişiye umut olmuştu. Onu 2000 yılı Şubat’ında sonsuzluğa uğurladık. Yurtiçi ve yurtdışında birçok başarılı çalışmaya imza atan Mehmet de (sağda, altta) yine şubatta, 2005’te aramızdan ayrılmıştı. Dostlarımızı unutmuyoruz…


AT_ASTORIA.indd1

11/21/128:37PM


panorama ECOFEST

İstanbul’da Çevre Festivali Uluslararası çevre festivali “EcoFest İstanbul”un ikincisi, 7-9 Haziran 2013 tarihlerinde gerçekleşecek. Ulus’taki Aykut Barka Parkı’nda düzenlenecek EcoFest İstanbul 2013, sürdürülebilir yaşam kültürünün önemini vurgulayan birçok etkinliğe, gösteri ve konserlere ev sahipliği yapacak. Festival, Beşiktaş Belediyesi’nin desteği, sivil toplum kuruluşlarının aktif katılımı ve çevreye duyarlı firmaların katkılarıyla CMS İstanbul tarafından düzenleniyor. Festivalin basın destekçisi ise Atlas. EcoFest çerçevesinde dünyaca ünlü gruplar geri dönüşümlü malzemelerle sahne ve sokak gösterileri yapacak, ekoloji temalı resim ve heykel sergileri, enstalasyonlar, atölye, seminer ve paneller, dinletiler, sergiler ve daha birçok etkinlik gerçekleşecek. Festival, toplumun her kesiminden katılımcıya ulaşarak çevre duyarlılığını yaygınlaştırmayı hedefliyor. Ayrıntılı bilgi için: www.ecofestistanbul.com

Doğa’nın Yeni Adresi Türkiye’de birçok başarılı projeye imza atan Doğa Derneği, İstanbul’daki ofisini Ocak 2013’te Çengelköy’den Fındıklı’ya taşıdı. Dernek bundan sonra İstanbul’daki çalışmalarını Alçakdam Yokuşu’ndaki yeni mekânında yürütecek; Anadolu’nun akarsuları, sulak alanları ve biyolojik çeşitliliği için mücadeleye buradan devam edecek. Bilgi için: www.dogadernegi.org

18 ATLAS ŞUBAT 2013

BELGESEL

Ucu Olmayan Şehir Ödüllü belgesel film “Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir”, özel DVD kutusunda satışa sunuldu. Belgesel, İstanbul’u nefes alınamaz hale getiren sistemin ilmek ilmek nasıl örüldüğünü, “Afet Yasası”nın içyüzünü, üçüncü köprü projesinin altında yatan dinamikleri ve olası sonuçlarını gözler önüne seriyor. Saraybosna Film Festivali’nden İnsan Hakları Ödülü’yle dönen film, Türkiye’de de birçok ödül aldı. İmre Azem’in yönettiği Ekümenopolis’in yapımcısı ise Gaye Günay. Ayrıntılı bilgi için: www.ekumenopolis.net


MEYDAN OKU! BU KIŞ LAFUMA İLE ÇOK SICAK

Laf

m

ermal Üst aT İ

k çli

u

Lafuma Thermal

m Lafu a Term Alt İçlik

o Ç ora p

Lafuma K a

al

Snowb

ard

k& ya

www.maceracumhuriyeti.com

ATLAS LAFUMA ILAN 225X297MM V2.indd 1

www.adrenalinoutdoor.com

ve diğer seçkin outdoor mağazalarında!

1/14/13 11:16 AM


panorama FUAR

Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı EMITT, 24-27 Ocak 2013 tarihlerinde İstanbul TÜYAP’ta 17. kez düzenlendi. Bu yıl fuarda konuk ülke Arjantin’di. EMMIT’te yine dünyanın ve Türkiye’nin dört bir yanından seyahat rotaları tanıtıldı. Stant açan illerden Diyarbakır da doğa ve kültür değerlerini dünyaya duyurdu; “2013 Diyarbakır Surları Yılı Olsun” kampanyasını tanıttı. Daha önce ile birçok kez yer veren Atlas, önümüzdeki dönemde Diyarbakır’la yine bir araya gelecek, Anadolu’nun bu kadim şehrinin kültür mirası derginin sayfalarında boy gösterecek…

DİYARBAKIR SURLARI / CÜNEYT OĞUZTÜZÜN

Diyarbakır, İstanbul’a Geldi

OKUL ÇANAKKALE

Savaşın Keskin Nişancıları Tarihin en trajik sayfalarından Çanakkale Savaşları’nı konu alan “Çanakkale Yolun Sonu” adlı film, 15 Mart 2013 tarihinde izleyiciyle buluşacak. Kemal Uzun’un yönettiği, senaryosunu Alphan Dikmen ve Başak Angigün’ün yazdığı film, uzun ve yoğun bir çalışma sürecinin ürünü. Film, tarihin gizli kalmış ayrıntılarını iddialı bir prodüksiyonla beyazperdeye taşıyor. Çanakkale Boğazı’nı geçemeyen işgal kuvvetleri, Gelibolu Yarımadası’na karadan saldırmaya başlar. İki kardeş; Muhsin ile Hasan, bölgeye geldiklerinde savaşın acımasızlığıyla yüzleşir. Gelişmeler çok geçmeden onları iki tarafın keskin nişancılarının karşılıklı mücadelesine sürükler.

20 ATLAS ŞUBAT 2013

Atlas Derste

Atlas yazarlarının çalışmaları peş peşe ders kitaplarında öğrencilerle buluşuyor. Türkçe editörü İbrahim Baştuğ’un Türkiye Adalar Atlası’nda yazdığı “Kefken Adası” ile yayın yönetmeni Özcan Yüksek’in “Küçük Tibet Ladakh” yazıları Ortaöğretim Dil ve Anlatım Ders Kitabı’nda yer aldı. Servet Somuncuoğlu’nun, Giresun’un en özel köşelerinden Sis Dağı’nı konu alan yazısı da Türkçe 7. sınıf ders kitabına girdi.


efespilsen.com.tr /// facebook.com/efespilsen /// twitter.com/efespilsen

BiRA OLMAK KOLAY, EFES OLMAK ZOR.

Duygusal samdan 22,5x29,7.indd 1

15.01.2013 15:46


panorama MARDİN-İKİSU KÖYÜ

Sincap Cenneti

SELİM KAYA

Diyarbakır’da yaşayan Selim Kaya, Ocak 2013’te Türkiye’nin dört bir yanında görülen kar yağışının doğadaki etkisini gözlemledi, yaban hayatın özel anlarını fotoğrafladı. Bu arayışı, Kaya’yı Mardin’in Mazıdağı ilçesi İkisu köyüne kadar götürdü. Köyün dışındaki meşelik alan adeta bir “sincap cenneti”. Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yüksel Coşkun şunları söylüyor: “Memeli hayvanların kemirgenler grubundan olan sincaplar, bölgemizde ansızın bastıran kar yağışı yüzünden şaşkınlık yaşadı. İkisu köyünde yaşayan bu sevimli hayvanlar, alışık olmadıkları kar yağışına hazırlıksız yakalandı. Büyük bölümü kışı uyuyarak geçiren sincapların gündüz kar üstünde dolaşması, sonbaharda sakladıkları palamutları aradıklarına işaret. Bölge sakinleri, çok sevdikleri sincapların kar üzerinde oynamasını zevkle izledi. Temel olarak meşe palamutlarıyla beslenen bu hayvanlar, sakladıkları palamutlarla meşe ağaçlarının yaygınlaşmasına, bölgenin orman varlığının sürmesine fayda sağlıyor. Sincapların ve yaşam ortamlarının korunması hepimiz için önemli bir görev kabul edilmeli.”

KİTAP

Tarihte Kadın İzi

Amerikalı arkeolog Jeannine Davis Kimball’un yazdığı Savaşçı Kadınlar Amazonlar, Mert Çağdaş’ın çevirisiyle Türkçede. İleri Yayınları’ndan çıkan kitap, Amazonları saha çalışmalarının ışığında ayrıntılı olarak ele alıyor. Kimball’un araştırmaları onu bu savaşçı kadınların izinde Kazakistan’a kadar götürüyor. Kitap, haklarında birçok efsane bulunan ama bilimsel açıdan fazla incelenmeyen Amazonlar üzerine önemli bir kaynak. 22 ATLAS ŞUBAT 2013

Bal Kütüphanesi

BAL-DER Arı Ürünleri ile Sağlıklı Yaşam Platformu Derneği, önemli kaynak eserler hazırlamayı sürdürüyor. Prof. Dr. Neriman Özhatay, Dr. Mine Koçyiğit, Dr. Mehmet Bona tarafından yazılan, fotoğraflarını Adil Önder Erdem’in çektiği İstanbul’un Ballı Bitkileri, arıların bal üretmek için ziyaret ettiği bitkileri tanıtıyor. İstanbul, hızlı kentleşmeye rağmen bitki çeşitliliği açısından hâlâ çok zengin. Müge Aral da İstanbul’un Saklı Kovanları kitabında bu hazineyi ayrıntılarıyla inceliyor; kitapla birlikte Coşkun Aral’ın hazırladığı belgesel CD’si veriliyor. Bilgi ve kitap istemek için: www.balder.org.tr



panorama ARBORSCULPTURE

Geçmişi eskilere dayanan, kısaca ağaç şekillendirme sanatı olarak tarif edebileceğimiz “arborsculpture” yeniden canlanıyor. Bu uygulama insan ve doğa arasındaki ilişkiye “çağdaş ve yenilikçi bir cevap” olarak da değerlendirilebilir. Ağaç şekillendirme sanatının en eski örnekleri 16. yüzyıla kadar uzanıyor. Ancak asıl ustası Axel Erlandson (1884-1964). Bahçesindeki iki ağaç dalının birleşmiş görüntüsünden ilham alan Erlandson, yaklaşık 70 farklı ağaç üzerinde tasarım ve heykel çalışmaları yaptı. Kaliforniya’da 1947’de ilk sergisini açtı. Gövdeler, kökler ve dallar aşamalı olarak birbirinin içine geçiyor, kaynaşıyordu. Bu tek bir ağaçta da, aynı veya farklı türdeki komşu ağaçlarda da ortaya çıkabilirdi. Zaman içerisinde ağacın dalları büyüyerek birbirlerine baskı uygular. Bu, ağaçların kabuklarının soyulmasına neden olur ve içsel dokuyu açığa çıkarır. Böylece her iki ağacın birbirine karışmasına imkân sağlanır. Bu sanatta ağaçlara dal ekleme dışında budama, bükme, dokuma ve canlandırma gibi farklı uygulamalar da kullanılıyor. Tekniklerin birçoğu bonsai (büyümesi engellenmiş ağaç), espalier ve topiary (budama sanatı) gibi uygulamalardan esinleniyor. Her ağaç türü yaratıcı çalışmalar için uygun değil. Ağaç şekillendirmesi için seçilen tür esnek ve dinamik olmalı. Söğüt, çınar, kavak, karakavak gibi. “Arborsculpture” terimi 1995’te Richard Reames ve Barbara Delbol tarafından kullanıldı. Yeni uygulamalar, şehir planlaması için de yeşil alternatifler sunuyor. Ağaç şekillendirmenin ilgi çekici bir örneği de Almanya’da. Mimar Ferdinand Ludwig’in “Baubotanik” veya “Yaşayan Bitki” kurgulaması botanik düzenlemenin en iyi örnekleri arasında. Üç katlı söğüt kule, sepetçisöğüdü yaya köprüsü ve söğüt kuş izleme istasyonu en iyi eserleri arasında sayılıyor. Ludwig, çalışmalarıyla birçok ödül de kazandı. Bu yeni mimari anlayışıyla doğal yaşam alanı, barınak, besin ve oksijen sağlanırken erozyonunla da mücadele ediliyor. Erlandson’a ağaçları nasıl şekillendirdiği sorulduğunda “onlarla konuşuyorum” diyordu. İnsan ve doğa beraber çalışırsa, sonuçlar inanılmaz derecede etkileyici olabilir. Ağaçları kesmek yerine ağaç şekillendirme sanatı, dünyanın geleceğini doğal bir tutkuyla kazanmanın yollarını arıyor. –Ansel Oommen 24 ATLAS ŞUBAT 2013

STUTTGART ÜNİVERSİTESİ

Ağacı Tasarlamak

Almanya’daki bir ağaç şekillendirme sanatı örneğinde, çelik taşıyıcılarla bir “yeşil kule” inşa edilmiş.

LUFTHANSA

Uçakta Türk Mönüsü Lufthansa, geçtiğimiz haftalarda Türkiye çıkışlı business class uçuşlarında yeni bir hizmete başladı. Türkiye-Almanya hattındaki uçuşlarında mönü artık Türk mutfağının seçkin örnekleriyle zenginleşecek. Uçaklarda ikram edilecek mönüler Turkish Cultural Foundation bünyesindeki YESAMYemek Sanatları Merkezi tarafından Lufthansa için özel olarak belirleniyor ve dünyanın en büyük havayolu catering şirketi LSG Sky Chefs‘in tesislerinde hazırlanıyor. Lufthansa Güneydoğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi Satış ve Hizmet Bölümü Başkan Yardımcısı Carsten Schaeffer, ilk kez orta menzilli uçuşlarda yerel lezzetlere yer verdiklerinin altını çiziyor.


Glen Plake, Eva Walkner, alpineXtrem Team

Pic: Hansi Heckmair

Tırmanıştan Kayağa irtibat Tel: 0 532 403 84 00 info@eco-tr.com www.salewa.com


atlas raporu HASANKEYF’E SADAKAT

Danıştay 14. Dairesi, Ilısu Barajı’nın çevre etki değerlendirmesinden (ÇED) muaf tutularak inşa edilmesine karşı dava açan TMMOB Mimarlar ve Peyzaj Mimarları odalarını haklı buldu ve yürütmeyi durdurma kararını 7 Ocak 2013’te davacılara tebliğ etti. Böylece baraj projesinin ÇED’den muaf olması yönündeki çabalara set çekildi. Peyzaj Mimarları Odası’nın avukatı Emre Baturay Altınok, konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Büyük bir çevresel ve kültürel yıkıma sebep olacak Ilısu Barajı Projesi’nin ÇED sürecinden geçmeden ve olumlu ÇED kararı alınmadan inşa edilemeyeceğinin Danıştay tarafından karara bağlanması son derece önemli. Yürütmeyi durdurma kararının Çevre ve Şehircilik ile Orman ve Su İşleri bakanlıkları tarafından ivedilikle uygulanması için girişimlerde bulunacağız.” Doğa Derneği Genel Müdürü Engin Yılmaz ise Dicle’nin, Türkiye’de üstün-

TURGUT TARHAN

Dicle İçin Tarihi Karar

de baraj bulunmayan son doğal nehir olduğunu, projenin ulusal ve uluslararası kanunlar ve sözleşmelere tamamen aykırı olduğunu vurguladı. Yılmaz, Hasankeyf ve Dicle’nin UNESCO Dünya

Kültür Mirası kriterlerinin onda dokuzunu sağladığını da hatırlattı. Atlas da “Hasankeyf’e Sadakat” projesiyle Ilısu Barajı Projesi’ne karşı kampanya yürütüyor.

ALAKIR VE MUNZUR

ALAKIR / CÜNEYT OĞUZTÜZÜN

Mahkemeler HES’lere Dur Dedi

26 ATLAS ŞUBAT 2013

Antalya 2. İdare Mahkemesi, Alakır Vadisi’ndeki Kürce HES (hidroelektrik santralı) projesinin uygulanmasının, telafisi güç ya da imkânsız zararlara yol açacağı gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu, Anadolu’nun diğer birçok akarsuyu gibi HES’lerin tehdidi altındaki Alakır (solda) için büyük bir umut. Ancak mahkemenin kararı uygulanmadığı için nehir ve ev sahipliği yaptığı canlılar hâlâ tehlikede. Alakır Nehri Kardeşliği, mahkeme kararının uygulanması için bir imza kampanyası başlattı. Katılım için: www.change.org/tr/kampanyalar Bir iyi haber de Munzur Vadisi’ne yapılması planlanan Bozkaya HES Projesi için çıktı. Ankara 8. İdare Mahkemesi, Tunceli’deki projenin iptaline karar verdi. İptal davası, HES projesinin ÇED kararı alınmadan hazırlandığı, bölgenin ekolojik dengesini bozacağı gerekçesiyle açılmıştı.



DAVID DORHOUT

yer ve gök

TEKNOLOJİ

Çiftçi Robotlar Çok kısa bir zaman sonra tarlalarda çiftçi robotları görürseniz şaşırmayın. Amerikalı David Dorhout, tohum eken robot yapmayı başardı. Bu robotlar güçlü sensörleri sayesinde daha önce tohum ekilen yerleri tespit edebiliyor. David Dorhout projesiyle ilgili Atlas’ın sorularını yanıtladı. “Çiftçi robot” yapmaya nasıl karar verdiniz? Neden küçük, bağımsız çiftçi robotlar? Yaklaşık 2007 sonbaharından beridir bu proje üzerinde çalışıyorum. Aslında bu fikir otomasyonla ilgili bir konuşmada aniden aklıma geldi. Geçmişte elektronikle ilgili çalışmalarımın büyük bir çoğunluğu başarısızlıkla sonuçlanmıştı ne yazık ki! Amerika’nın en büyük tarım arazilerinin olduğu bölgede yaşıyorum. Aslında tarım düşündüğümüzün aksine teknolojiye en erken uyum sağlayan alanlardan biri. Çırçır, dizel motorlar, hibrid tohum gibi birçok örnek var. Kısa bir süre önce de tarım araçları sektöründe mevcut aletlere GPS tabanlı hassas sistemler ve otomasyon eklemeleri yapılmaya başlandı. 28 ATLAS ŞUBAT 2013

Ancak tarım araçlarını hâlâ bir insanın kullanması gerekiyor. Bu robotlar her bir karışı ayrı ayrı analiz edip en uygun yere tohum ekebiliyor. Böylece daha az insan emeği harcanmış oluyor. Robotlar nasıl iletişim kuruyor? Robotlar kısa menzilli kızılötesi sensörlerle iletişim kuruyor. Bu sayede aynı yere tohum ekmiyorlar. İnsanın tarımla ilgili 10 bin yıllık bir bilgi birikimi var. Ürettiğiniz robotların böyle bir bilgi birikimine sahip olabileceğini düşünüyor musunuz? Tahminlerime göre, daha donanımlı ve akıllı robotlar üretebilmek için altısekiz yıla ihtiyacımız var. Ancak bu çok maliyetli bir iş. Üreteceğim yeni robotlardan kazandığım paralarla bunu sağlayabileceğim. Gelecekte tarlalarda robotlar çiftçilerin yerine çalışabilecek mi? Robotların bir çiftçinin yapabileceği her şeyi yapması imkânsız. Ancak çiftçilerin en iyi tarım aracı olabilirler. Çiftçi-

lerin robotlara sadece ne yapması gerektiğini söylemesi yeterli olacak. Böylece çiftçiler daha verimli ve daha güvenli bir şekilde çalışabilecek. Bir hektarlık alanı ekmek için kaç robota ihtiyaç var? Her hektar için iki robot yeterli. Küçük robotların en büyük avantajı sadece ihtiyacınız kadar alabilmeniz. Tüm dünyada işsizlik rakamları artarken, çiftçi robotlar bunu daha da artırmayacak mı? Evet, işsizlik her yerde artıyor. Ancak bu tür robotlar yeni imkânlar yaratacaktır. İnsan traktörü kullanmaya başladı ama işsizlik artmadı. Aynı şey birçok tarım aracı için de geçerli. Açıkçası bu robotlarla çiftçiler neler yapacak ve neler keşfedecek merakla bekliyorum. Üzerinde çalıştığınız yeni bir projeniz var mı? Şu anda zararlı otları temizleyecek bir robot üzerinde çalışıyorum. Sanıyorum önümüzdeki bir-iki yıl içinde tarlalarda yerini alacak n



yer ve gök ALMA TELESKOPU

Gökbilimciler ilk kez dev gezegenlerin oluşumuna dair önemli aşamaları gözledi. Gözlemlerde genç bir yıldızın etrafındaki disk maddesindeki boşluk boyunca ilerleyen dev gaz akışları tespit edildi. Bu tür gaz akışları doğrudan ilk kez gözlendi.Dev gezegenlerin oluşurken çevrelerindeki gazı yutarak büyüdükleri düşünülüyor. Gökbilimciler dünyaya 450 ışık yılı uzaklıkta, bir gaz diski ve kozmik tozla çevrili HD 142527 adlı genç yıldızı gözledi. Teoriye göre, dev gezegenler dış diskten madde çalarak büyüyorlar, bu sırada gaz akışları disk içerisindeki boşluklarda köprüler meydana getiriyor. Çalışmaya liderlik yapan Simon Casassus’un yorumu: “Gökbilimciler bu akışların varlığını tahmin ediyorlardı, ancak ilk kez bu tür bir gaz akışını doğrudan gözlemledik. Bu gaz akışlarının içerisinde bunlara neden olan dev bir gezegenin var olduğunu düşünüyoruz. Gezegenler dış diskten gaz maddesi alarak büyüyorlar, ancak çok dağınık birer yiyiciler, geriye kalanlar ise iç diskten besleniyorlar.”

ESO

Gazla Beslenen Dev Gezegenler

MÜZE

MERSİN DENİZ MÜZESİ ARŞİVİ

Zaman Denizinden Fosiller Mersin Deniz Müzesi’nde “Jeolojik Zaman Denizlerinden Fosiller” temalı salon 10 Ocak 2013 tarihinde açıldı. Özel bölümde Mersin Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurdan İnan’ın akademik çalışmalarından derlediği bilgiler, fosil örnekleri ve destekleyici posterler sergileniyor. Salonda toplam 312 fosil örneği yer alıyor; ayrıca son 600 milyon yılda dünyanın coğrafyasını, Tetis Denizi’nin hikâyesini ve Türkiye’nin bu denizlerden yükselişini gösteren sunumlar bulunuyor. Her bir fosil örneğinin yanına yerleştirilen etikette, fosilin cins adıyla birlikte jeolojik yaşı da belirtiliyor.

30 ATLAS ŞUBAT 2013

FİLLER

Önlenemeyen Av Ocak ayının son haftasında Tanzanya’dan gelen haber korumayla ilgili başka yollar bulmamız gerektiğini hatırlattı. Tanzanya hükümetinden Rev Peter Msigwa, düzenlediği basın toplantısında yasadışı avın önüne geçemediklerini açıkladı. Msigwa toplantıda şunları söyledi: “Tüm dünyadaki fildişi ticaretinin yüzde 25’i Tanzanya’da öldürülen fillerden sağlanıyor. Milli parklarda ve korunan alanlarda yılda 23 bin fil öldürülüyor, bu da günde 67 filin katledilmesi demek. Maalesef bu organize kaçakçılığa ülkedeki üst düzey emniyet görevlileri ve politikacılar da ortak. Bu nedenle avcılığı önlemek için tek çaremiz politikacılardan bağımsız bir komisyon kurmak.”


ATLAS


çevren

SELCEN PİRGE

Dünyanın Temizlikçileri

LUKE MCKAY / GEORGIA ÜNİVERSİTESİ

Petrol “yiyen” bakteriler, arseniği depolayan eğreltiotları, toksik maddeleri toplayan susümbülleri... İnsanoğlunun kirlettiği dünyayı onlar temizliyor.

Meksika Körfezi’ndeki platformda meydana gelen patlamadan sonra yüz binlerce varil petrol denize yayılmıştı. Yeni bir araştırma, körfezdeki mikro canlıların en az 200 bin ton petrolü ve doğalgazı beş ay içinde ortadan kaldırdığını belirledi.

32 ATLAS ŞUBAT 2013

B

ritish Petroleum’un (BP) Meksika Körfezi’ndeki Deepwater Horizon platformunda 2010 tarihinde meydana gelen patlama ve yangının ardından platform batmış ve yüz binlerce varil petrol körfeze yayılmıştı. Kısa süre önce yapılan basın açıklamasında, Amerika’nın Rochester ve Texas A&M üniversitelerinden araştırmacıların, patlamadan sonraki beş ayda mikroorganizmaların en az 200 bin

ton petrolü ve doğalgazı ortadan kaldırdığını tespit ettikleri belirtildi. Dünya yüzünde, endüstriyel ve tarımsal atıklarla kirlenen gezegenimizi temizleyen, ekosistemleri yenileyen çok sayıda “temizlikçi” organizma var. Özellikle son yıllarda yapılan çalışmalar, tehlikeli atıkların temizlenmesinde mikroorganizmaların çok önemli rol oynadığını gösterdi. Farklı ortamlarda


YURTICIKARGO.indd1

1/22/137:12PM


yaşayan o kadar çok çeşit mikrop var ki, çoğu kez atıklar bu organizmalar tarafından ayrıştırılıyor ya da daha az zararlı hale dönüştürülüyor. Brigham Young Üniversitesi’nden Prof. Byron Adams şöyle söylüyor: “Toprakta yaşayan organizmalar bizim için önemli türlü türlü işi yapıyor. Atıklarımızı, toksik kimyasallarımızı ayrıştırıyor, zararsız hale getiriyor; suyumuzu arıtıyor; erezyonu önlüyor; verimliliği yeniden sağlıyor.” Prof. Adams ile birçok kuruluştan bilim insanlarının yer aldığı bir araştırma ekibi, tropik ormanlardan Antarktika’ya ve çöllere dünyanın 16 bölgesinden toprak örneği aldı; her örnekteki organizmaların genlerini inceledi ve analiz sonuçlarını Ocak 2013’te ünlü akademik dergi PNAS’ta yayımladı. Bazı mikroorganizmalar klorlanmış çözücüler, tarım ilaçları gibi kirleticileri ayrıştırıyor, bazıları da demir, alüminyum gibi metallerin oksitlerini, hatta uranyum gibi radyoaktif elementlerin oksitlerini “soluyor”. Örneğin, ihtiyacı olan oksijeni suda çözünür uranyumdan alan bir bakteri, bunu uraninite mineraline dönüştürüyor. Sonuçta radyoaktif madde çöküyor ve yeraltı suyundan yavaş yavaş süzülüyor. Geobacter de, bu şekilde radyoaktif atıklarla kirlenmiş yeraltı sularını temizleyen bir bakteri. Bedenine bağlı uzun, elektrik telleriyle elektron transferi yapıyor, uranyumu dönüştürüyor. Proteinden yapılmış olmalarına rağmen tellerinin metal teller kadar iyi iletken oldukları belirtiliyor. Çevreye yayılan ağır metal atıkları, yoğun endüstrileşmenin yol açtığı sorunlardan biri. Kirlenmiş alanların ağır metallerden arındırılmasında bitkiler de kullanılıyor. Bazı bitkiler, toprak ve sudan zehirli metalleri topluyor ve daha az zehirli hale dönüştürerek depoluyor. Mesela birçok bitki türü, çok zehirli Krom VI alıp 1000 kat daha az zehirli olan Krom III haline getiriyor. Bitkilerin çoğunda, ortamdaki metalleri dokularından uzak tutan mekanizmalar 34 ATLAS ŞUBAT 2013

PURDUE ÜNİVERSİTESİ

çevren

Kirlenmiş alanların ağır metallerden arındırılmasında bitkiler de kullanılıyor. Prof. David Salt (sağdaki) ve ekibi, bazı bitkilerin yüksek miktarda metal depoladıkları halde neden zehirlenmediklerini araştırdı.

var. Oysa, metal toplayıcı bitkiler, fazla miktarda metal depoluyor ve zehirlenme belirtisi de göstermiyor. Peki, nasıl zehirlenmiyorlar? Bir süre önce Purdue Üniversitesi’nden araştırmacılar bu bitkileri çevreleyen esrar perdesini araladı. Nikel toplayıcı thlaspi çiçeğini inceleyen Dr. David Salt ve ekibi, çoğu bitkide görülen standart enfeksiyona karşı savunma sisteminin thlaspi’de bulunmadığını ve bitkiyi hastalıklardan koruyanın nikel olduğunu keşfetti. Bitkiyi nikelin zararlı etkilerinden koruyan ise, güçlü bir antioksidan olan glutasyon. Kavak ağacı, insan sağlığı için tehlikeli olan trikloretilen gibi çözücülerle kirlenmiş alanların ıslahında, bildiğimiz çimen petrolle kirlenmiş toprağı temizlemede kullanılıyor. Pteris vittata türü eğreltiotları, çok kısa bir süre içinde sudaki arseniği bünyesine alarak daha az zehirli hale getirip depoluyor. Opuntia ficus-indica türü kaktüs içme suyunu arıtıyor. Bu, Türkiye’de de yetişen hintinciri, dikenli incir gibi adlarla tanınan bir kak-

tüs. Bir zamanlar Latin Amerika topluluklarının sularını temizlemede kullandıkları kaktüsün ağdalı özü kumu, tortuyu ve arseniği ayırıyor. Böylece bir kum filtresi ile sudan çıkarılmaları mümkün oluyor. Güney Florida Üniversitesi’nden Doç. Dr. Norma Alcantar, kaktüs özüyle bazen sudaki arseniğin yüzde seksenini çıkarabildiklerini söylüyor. Kaktüsün özünün arıtılmamış suya eklenmesiyle bakterilerin de dibe çöktüğü belirtiliyor. Meksika Körfezi’deki patlamadan sonra, mikroorganizmaların petrolü daha hızlı ortadan kaldırması için denize yaklaşık yedi milyon litre petrol dağıtıcı sentetik madde karıştırıldı. İki ay kadar önce, Amerika’nın Georgia Teknoloji Enstitüsü bu kimyasalın dökülmesi ile petrolün 52 kat daha toksik hale geldiğini açıkladı. Doç. Dr. Alcantar ve ekibi, petrol sızıntılarında kullanılan bu zehirli kimyasal yerine, aynı işlevi görecek zehirsiz Opuntia ficus-indica özünün kullanılıp kullanılamayacağını araştırıyor n


KURTUBA CAMİİ - İSPANYA / ÖZCAN YÜKSEK

sözcüklerin yolculuğu

X’in Serüveni

M

atematiğin harika buluşlarından biriydi bilinmeyen. Mucidi de ortaçağ İslam dünyasından matematikçilerdi. Bilinmeyen için Arapçadaki “şey” sözcüğünü kullanıyor ve bunu “ş” harfi ile ifade ediyorlardı. Kavramı Endülüs Arapları aracılığıyla öğrenen İspanyollar bunu kendi

BU BİR İLANDIR

dillerine aktarırken alfabelerinde “ş” sesini veren “x”i kullandılar ve Avrupa’ya yaydılar. (KEMAL TAYFUR)


1

22.01.2013

16:14

Keyifle ve kararında içiniz.

Toprağın değerini bilenlerden hayatın değerini bilenlere…

kayrasaraplari.com

Atlas_KoklayanDik 225x297_HR.pdf


gezgince

MEHMET YAŞİN

myasin@hurriyet.com.tr

Bu aylar güneyde çok yağmur yağar. Güneyde kış demek yağmur demektir. O yüzden dere tepe mis gibi toprak kokar. İşte bu aylarda dere tepe düz gidip ormanların sessizliğine sığınırım. Yine öyle yaptım; Marmaris, Turunç, Selimiye, Bozburun civarında dolaştım durdum. Bu bölge arı ve bal bölgesidir. Arıcılar, diğer çobanlar gibi yalnız insanlardır. Yunan asıllı ünlü yönetmen Theo Angelopoulos, onlar için “şair ruhlu insanlar” der. Arıcılar, doğayla ayrıcalıklı bir ilişki kurarlar. Bal toplamak sanatsal bir faaliyeti andırır. Turunç’tan Bozburun’a giderken yolum Osmaniye köyüne düştü. Yolun kıyısında, petek şeklindeki Marmaris Bal Evi’ni gördüm. Merakla içeri girdim ve kendimi tatlı bir sonsuzluğun içinde buldum. Orada bal denen koyu sıvının, sadece ekmeğe sürülen bir kahvaltı yiyeceği olmadığını öğrendim. Hele arının marifetlerini öğrenince aklım başımdan gitti. Önce bal evinden bahsetmem gerek. Aslında burası bir “bal müzesi” ama müze adını alabilmek için uygulanan prosedür bıktırıcı olduğu için bal evi demeyi tercih etmişler. Balla ilgili her türlü araç gerecin, bilginin bulunduğu bu mekâna Marmaris Kaymakamlığı, Marmaris Ticaret Odası ve Osmaniye Muhtarlığı öncülük yapmış. Burada çalışanların amacı, başta çocuklar olmak üzere uğrayan herkese balı öğretmek. Bal dünyanın dört bir yanında binlerce yıldan beri üretilen, insanların en değerli gıdasıdır. Ve tüm dinlerce arı ve bal kutsal sayılır. İslam dininde arılar, Tanrının askerleri olarak nitelendirilir ve onları rüyada görmek, Kur’an okumakla eşdeğer tutulur. Hıristiyan inancına göre ise o, Bakire Meryem’in sembolüdür. İlk arının, Mısır’ın ilk Tanrısı Re-Atum’un gözyaşlarından olduğu rivayet edilir. Hint mitolojisinde, aşk Tanrısının elindeki yayın ipinin arılar tarafından yapıldığı da yaygın söylen-

ALİ İHSAN GÖKÇEN

Arının Sırrı

Bal insanların en değerli gıdası. Yunan mitolojisinde Zeus’un balla beslendiği bilinir.

cedir. Yunan mitolojisinde ise Zeus arıların Tanrısıdır ve balla beslenir. Mezopotamya’da bal kutsal yapıların inşaatlarında kullanılır. İÖ 682’de Babil’in yeniden inşasında temellere bal dökülmüştür. İnsanlığın ilk içkisi, bal ile suyun karıştırılarak fermantasyona bırakılmasından elde edilen “hidromel”dir. Bunun Latince anlamı “bal suyu”dur. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, İstanbul’da 100 tane bal suyu esnafının bulunduğunu, bu bal suyunun bir kâsesinin insana Şirvani yayla türküsü söylettiğini yazar. Bal evinden, dünyanın en kaliteli çam balının Osmaniye köyünde sağıldığını ama Avrupa’ya satılamadığını öğrendim. Bal ve arı, öğrendikçe öğrenme isteğini kamçılayan bir konu. Filmlerde başrol oynayan, kutsal kitaplara konu olan, mitoljilerdeki söylentilerde yer alan, şarkılara, şiirlere, romanlara konu olan bu besini ve bu sevimli hayvanı daha iyi tanımanızı öneririm. Eğer yolunuz Marmaris ve civarına düşerse, Osmaniye köyündeki “bal evi”ne mutlaka uğrayın n

Bir Çay Kaşığı Balda, 12 Arı Ömrü Var o Yaz arılarının ömrü 40 gün; kış arılarınınki ise 4 aydır. o Balarılarının 450 gram bal üretebil mek için 2 milyon çiçeğe konmaları gerekiyor. o Bir kovan arı, yarım kilo bal için 88 kilometre kadar uçar. o Bir işçi arı hayatı boyunca bir çay kaşığının 12’de biri kadar bal yapar. o Bir balarısı yaklaşık olarak saat te 24 kilometre hızla uçabilir. o Arılar mavi rengi ayırt edebilirken kırmızı rengi, koyu gri ve siyah olarak algılar. o Balarıları bir peteği doldurabilme k için 100 milyon çiçeğin nektarını emiyor ve 100 bin kilometre boyunca kanat çırpıyorlar. o Balarıları dakikada 11 bin 400 kez kanat çırpar; bu da çıkan vızıltı sesine neden olur.

2013 ŞUBAT ATLAS 37


arkeoatlas

Troia’da Yeni Başlangıç Troia’da bir dönem sona erdi. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Rüstem Aslan ile yeni dönemi ve Troia’nın geleceğini konuştuk. SÖYLEŞİ: NECMİ KARUL / FOTOĞRAFLAR: TROİA KAZISI ARŞİVİ

Troia’da 19. yüzyıldan beri arkeolojik kazılar yapılıyor. Bilim tarihi açısından da her biri ayrı bir dönemi yansıtan bu kazıları kısaca özetler misiniz? Troia’da 150 yılda beş ayrı arkeolog kazı yaptı. İlk olarak 1863 yılında İngiliz Frank Calvert, Hisarlık Tepe’yi arkeolo-

38 ATLAS ŞUBAT 2013

jik olarak keşfetti. 1870-90 yılları arasında Alman Heinrich Schliemann da kişisel olarak sürdürdüğü kazılarda, Hisarlık Tepe’yi Troia’ya dönüştürdü. 1932-38 yıllarında Cincinnati Üniversitesi adına çalışan Amerikalı arkeolog Carl William Blegen ise Troia’yı Ege arkeolojisinin

merkezine yerleştirdi. Almanya, Tübingen Üniversitesi’nden Manfred Osman Korfmann’ın 1988-2005 yılları arasında sürdürdüğü çalışmalar ise “yeni dönem kazıları” olarak adlandırıldı. Bu kazılar Troia’yı arkeolojik anlamda Anadolu’ya geri verdi. Dolayısı ile araştırma tarihçe-


si açısından Troia’yı arkeoloji biliminin doğduğu ve gelişmelere ayna tutan bir yer olarak tanımlayabiliriz. Korfmann’nın 1988 yılında başlattığı kazılar pek çok alanda yenilikler getirdi. Sizinle yeni bir dönem başlıyor; peki Korfmann’ın ölümü sonrasındaki dönemi özetleyebilir misiniz? Korfmann’ın ardından çalışmalara aynı üniversiteden Prof. Dr. Ernst Pernicka devam etti. Ancak yeterli kaynak bulunamaması bazı aksamalara neden oldu, daha az kazı yapıldı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da tüm kazılardan talep ettiği koruma ve restorasyon çalışmaları istenildiği gibi gerçekleştirilemedi. 2012 yılı sonunda ise Prof. Pernicka hem kaynak sağlanamadığı hem de yakın zamanda emekli olmaya hazırlandığı için görevi bıraktı.

Bunun yanı sıra “Troia Hazineleri”nin kronolojik bazı sorunları var. Onlara cevap arayacağız. Bir de Troia I, İÖ 3000 öncesi kültürlere ait, Korfmann döneminde elde edilen verileri daha da detaylandırmak istiyoruz. “Troia Kültürünün Kökeni” sorusuna cevap arayacağız. Uzun yıllardır devam eden Troia Müzesi çalışmaları ne aşamada? Yaklaşık 15 yıldır gündemde olan Troia Müzesi’nde son aşamaya gelindi. Yarışmayı kazanan proje ihaleye çıktı. Yanılmıyorsam bu günlerde sonuçlar açıklanacak ve inşa çalışmaları başlayacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı kararlı

bir şekilde müze sürecini takip etti. Troia Müzesi’nin, son yıllarda büyük atılım gösteren Türkiye’deki arkeoloji müzelerine yeni bir boyut kazandıracağına inanıyorum. Ülkemizden kaçırılan ve yurtdışında 44 farklı müze ve koleksiyonuna dağılan eserleri haklı bir şekilde geri isteyeceğiz. Etik anlamda da yeni bir sürecin başlayacağına inanıyorum. Tabii ki müze ören yerine gelen turist sayısını kalıcı bir şekilde arttıracak. Bu nedenle özellikle koruma ve restorasyon çalışmalarını ön planda tutmayı düşünüyoruz. Türkçe ve diğer dillerdeki yayın çalışmalarını da kesintiye uğramadan devam ettireceğiz n

Troia’da bundan sonra çalışmalar nasıl devam edecek? Yirmi beş yıldır Troia’da kazılara katılmaktayım. Yedi yıldır da Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nde görevliyim. Korfmann döneminde Troia Vakfı, onun ölümü sonrasında Çanakkale Belediyesi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin desteğiyle Türkiye’nin en iyi arkeoloji kütüphanelerinden biri kuruldu. Dolayısıyla Çanakkale’de artık Troia kazılarını devam ettirebilecek birikim ve altyapı mevcut. Bizler de Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi olarak Troia kazılarına talip olduk. Rektörümüz Prof. Dr. Sedat Laçiner çalışmalarımıza başından beri büyük destek veriyor, Troia kazılarını ülkenin ve üniversitemizin prestij projeleri arasında görüyor. 2013 yılı için, yedi farklı ülkeden gelecek, Troia konusunda deneyimli uzman ve arkeologlardan oluşan bir ekiple çalışmalara devam etmeyi planlıyoruz. Troia’da arkeolojik olarak bundan sonra hangi sorulara cevap aranacak? Özellikle Tunç Çağı nekropolü arama çalışmalarının çok büyük arkeolojik sürprizler ortaya koyacağına inanıyoruz. Konuyla ilgili elimizde önemli ipuçları var. Bunları takip edeceğiz.

1863 yılından bu yana kazılan Troia’da hâlâ açığa çıkarılmayı bekleyen alanlar bulunuyor (karşı sayfada). Doç. Dr. Rüstem Aslan 25 yıldır Troia kazılarına katılıyor (en üstte). Türkiye’de koruma çatısı inşa edilen ilk örneklerden bir olan Troia’da yakın gelecekde bir de müze yapılması planlanıyor (üstte). 2013 ŞUBAT ATLAS 39


görsel ve metin İçeriği, geniş kapsamı, duyarlılığı, milyon kişiye kalitesiyle her ay 20 ülkede 12 lık uyandıran ulaşarak hem saygı, hem de hayran

GEO DERGİSİ MART AYINDA TÜRKİYE’DE


“İyi insan, tüm canlıların dostudur.” Mahatma Gandhi

Merak eden, tutku ve hayallerinin peşinden giden, değişik bakış açılarını tolere edebilen, özgür fikirli, özgür yürekli insanların buluştuğu GEO gezegenine bekliyoruz!


ORTA TOROSLAR

Aladağlar’da Yalnızlık Dünya Güzeldir

İç Anadolu’yu Akdeniz’den ayıran Orta Toroslar’ın en görkemli zirveleri ve vadilerinin adıdır Aladağlar. Son Buzul Çağı’ndan kalanlarıyla birlikte bu ihtişamlı kütle dağcıların oyun parkıydı. Ama artık oraya insanların tek başına ya da kılavuzsuz gitmesi yasaklanıyor. FOTOĞRAFALTI YAZILARI: ÖZCAN YÜKSEK FOTOĞRAFLAR: TURGUT TARHAN 42 ATLAS ŞUBAT 2013


Yazgım Varoluştan payını almak için yükseğe çıktın, göğe en yakın olduğun, ama güvenle ayaklarını bastığın bir yere. Göster bana ebedi yazgımı diye sordun göklere. Üstelik işitir gibisin göğün sana seslenişini. Burada kal diyor sana işte, bir şair gibi konuşuyor: Burada kal ve karanlıklar dağılır dağılmaz ortaya çıkacak yazgını kendi gözlerinle gör. Yıldızların altında Yedigöller platosundaki Büyük Göl ve ufukta yükselen ayın aydınlattığı üç bin beş yüz on metrelik Direktaş zirvesi. 2013 ŞUBAT ATLAS 43


Tuhaf Hisler İnsanoğlu, her şeyi daracık çatlaklarından gördüğü daracık mağarasındaymışçasına kalabalık şehirlerin dev mağarasına kapanmıştır. Ne dağları, ne güneşi, bulutları, ne yıldızları görebilir orada. Oysa çıksa oradan, doğaya koşsa, duyduğu heyecanla dağları yerinden oynatır. Şehirli insan uçağın daracık penceresinden baktığında, tuhaf duygular içine girer, bu tuhaf duyguların nedeni işte budur. Dağlara, başka bir zamanın ve evrenin düş sahneleri gibi bakar, uçağın mağara deliğinden. Aladağlar kütlesinin, bulutların arasından yükselen bembeyaz zirveleri, platoları ve derin vadileri havadan bambaşka bir perspektifle sergileniyor. Gerçek ve hayalin kesiştiği noktada, işte orada Aladağlar ve gökkuşağının renkleri bekliyor.

44 ATLAS ŞUBAT 2013


Yedigöller Platosu

Gür Tepe (3625 m)

Kızılyar Tepe (3654 m)

Vayvay Tepe (3565 m)

Torosan Dağı (3141 m)

Demirkazık (3756 m)

Kızılkaya (3725 m)

Emli Vadisi

Hacer Boğazı

Kaldı Dağı (3736 m) 2013 ŞUBAT ATLAS 45


Güz Şalı Ayakların seni, Bademdere beldesi yakınlarına taşıdı. Aladağlar bir sonbahar fırtınasından şal yapmış, boynuna dolamış. Hasat yapılmış elma ve vişne bahçeleri kışı bekliyor, üç bin dört yüz metrelik boyuyla Küçük Demirkazık ve karlı zirvesini bulutların sakladığı, efsanevi kuzey duvarını ve bir buzulu barındıran, üç bin yedi yüz elli altı metrelik boyuyla, Aladağlar’ın en yüksek noktası Büyük Demirkazık. Oyalanmak yaşamaktır. Gönül, ayartılardan yana. Ah, o fethedilmez dağlarla elim sende oynuyor kalbin.

46 ATLAS ŞUBAT 2013


2013 ŞUBAT ATLAS 47


Suyun Alacakaranlığı Suyu seveni ırmağa daldır derler. İnsanın dehayı kutsayacağı en güzel sulardan biridir Kapuzbaşı Şelaleleri. Aladağlar’ı geçmiş yorgun dağcılar, hayranlıkla karşıladığı bu suyun kıyısında oyalanır ve sezgileri ona dehayı gösterir. Aladağlar’ın zirvelerinde saklı buzullar ve kar suları süzülerek kayalardaki karstik kaynaklardan büyük bir enerjiyle fışkırır ve alacakaranlıkta daha da büyülü bir atmosfere bürünür. Her mevsim akan, ama en yüksek debiye haziran ayında ulaşan bu şelaleleri anlatmayı kim başarabilir ki? 48 ATLAS ŞUBAT 2013


Anılar Boğazı Beş duyumuzun ve bilmediğimiz başka duyularımızın içine hapsedilmiş bir boğazdasın işte. Yirmi yıl önce ilk kez, yedi gün dağlarda yürüdükten sonra karşılaştığın bu boğazda başın dönmüştü. O dramatik, sarp, çorak, sarımsı ve kızılımsı günlerin ardından beliren yeşil yapraklar, engin biz haz duygusu içinde seni ağlatacaktı, belki ağlatmıştı da. Aladağlar’ın doğusundaki Hacer Boğazı, Barazama köyünden başlayıp yükselerek Yedigöller platosuna ulaşır. Geçirgen karstik yapısı nedeniyle yüzeyde hiç akarsu bulunmayan vadinin her iki yanındaki baş döndürücü duvarlar ve yemyeşil karaçam ormanı insanı tarifsiz hayallere sürükler. 2013 ŞUBAT ATLAS 49


50 ATLAS ŞUBAT 2013


Yaşayana Bağlanmak Ağaçlar ağaçların kanıtıdır, kendimiz kendimizin kanıtıyız. Sırtını Aladağlar’a dayamış Çamardı ilçesi yakınlarında upuzun, altın sarısı kavakların ve gölgesindeki metruk taş evin pastoral çizgileri de kendilerinin kanıtıdır, görmemek mümkün değil. Bugün var. Ya yarın? Şu Çamardı ilçesinde, dünyayla birlikte yaşlanmak için gözlemleyen kişi mi olmalıdır yoksa? Yaşayan her şeye kendini bağlamak kimine yorucu gelebilir, rüzgâra ayak uydurmaya çalışmaktan usanabilir kimileri, evime kapanayım en iyisi, diyebilir. Oysa benim için yorgunluk, yaşamdan kopuşlarla çoğalıyor.

2013 ŞUBAT ATLAS 51


Zamanla Oynamak İşte bak, yeni bir cennet başlıyor! Çok az düşü anımsayabilir insan, belki de bu yüzden, görülecek düşler arar gökyüzünde, dağların sırtlarında. Sarp bir uçurumun sana hırçın gözlerle baktığı bu vadinin ucunda, bir düş yaratmak için zamanla biraz oynaman gerekiyor. Aladağlar’ın kuzeyindeki Maden Boğazı’nın yukarı kesiminde bulunan iki bin sekiz yüz metre rakımdaki Karagöl ve otuz dakika içinde dünyanın dönüş hareketiyle birlikte yıldızların yansıması. Yalnızca dönüş eksenindeki kuzey yönü gösteren Kutupyıldızı sabit.

52 ATLAS ŞUBAT 2013


2013 ŞUBAT ATLAS 53


Suyun Dehası Coşkunluk güzelliktir. Su düz yolları sevmez, ama insan onu düz oluklara, borulara sokar. William Blake’i anımsadım, ki burada suyun sesinden başka hiçbir şey işitilmez, yalnızca anımsamalar konuşur? Gelişme düz yollar yaratır, der Blake, oysa gelişmenin uğramadığı dolambaçlı yollar, dehanın yollarıdır. Gelişme, bu suya göz koymaktadır. Kapuzbaşı Şelaleleri’nin en batısında bulunan ve kayalardan süzülerek akan Elif Şelalesi’nin dantelsi dökülüşü, doğanın dehasıdır. 54 ATLAS ŞUBAT 2013


Dağın Kapızı Aladağlar’ı keşfetmeye gelen gezginin yapacağı besbellidir: Erkenden kalkılır ve yürümeye başlanır. Gün sütlimandır. İri kayalar, görkemli yamaçlar kollarını açar ve yüzlerce koluyla kucaklamak üzere sana doğru koşar. Aladağlar’ın kuzeybatısında, işte isimsiz, derin bir boğazın içindesin. Yamaçlardaki bu oluşumlara yörede kapız dendiğini işitmiştim. Dikkatli gözlerin, pek güneş almayan boğazın tabanında farklı bir bitki ekosistemi görülebiliyor. Gökteki burçlar gibi tam on iki adet karenin birleştirilmesiyle oluşturulan bu fotoğrafta kapızın hem batıya açılan ağzı hem de doğuya yükselerek devam eden kısmı buluşuyor. 2013 ŞUBAT ATLAS 55


56 ATLAS ŞUBAT 2013

ATLAS KARTOGRAFYA SERVİSİ


Sonsuzun Çeperinde Karayalak Boğazı’nın kuzeyini oluşturan ve üç bin yedi yüz yirmi üç metreyle Aladağlar’ın dördüncü yüksek zirvesine ulaşan ince sırtın bir tarafı adeta yaz, öteki tarafı kış gibi güçlü bir karşıtlık sergiliyor. Burada dağkeçilerinin açtığı izleri de fark eden insanoğlu, bir an için, ah bir an için bir dağkeçisi olsaydım diye içinden geçirir. Sonsuza geçişin çeperi midir yoksa bu sırt. Canlı ya da cansız bütün sonlular, yalnızca çeperlerini, sınırlarını aşarak kolayca sonsuza ulaşabilirler. Sınırda yürümek güç. Dağkeçileri sonsuzluğa atlayıp geri geliyor olmalı (solda, en üstte). Aç bulutlar çekip gitmiş, ipince ve sipsivri bırakmışlar bir dağı. Kükreyen rüzgâr da yok. İnsanın başlangıcındaki gibi uysal ve adil her şey. Öfkeden kuduran kimse de yok etrafta. Uçurumlar mezarlara açılmıyor. Manzara dingin ve anıtsal. Aladağlar’ın güneybatısındaki

Emli Vadisi’nin bir kolu üzerinde bulunan Parmakkaya kütlesi adeta Aladağlar’ın simgesi durumuna gelmiştir. Çıkılması teknik açıdan son derece güç diye işittim. Ama en iyi tırmanıcı, kendi içinde tırmanandır derler (solda, ortada). Bazen soru sormayışların seni karlı bir günde uzak bir dağın yamacına kadar getirir, bazen de sorduğun tek bir sorunun yanıtını ararken adımlarının seni buralara getirdiğini fark edersin. Göğe açılan zirveler gibi midir yanıt, yoksa Aladağlar’ın kapızları, darboğazları gibi sıkıştırır mı seni? Henüz yeni başlayan tipide üç bin metrenin üzerinde yer alan v e adını yaz başlarında ortaya çıkan çok sayıda küçük buzul gölünden alan Yedigöller platosunun beyaz ıssızlığı. İleride görülen Kızılkaya kütlesi kısa bir süre sonra, sisler arasında kalıp gözden kaybolacak (üstte). 2013 ŞUBAT ATLAS 57


BODRUM

58 ATLAS ŞUBAT 2013


Bodrum Yarımadası’nı kuşatan deniz, binlerce yılın sırlarını barındırıyor. Fırtınaya kapılan, dalgalara ya da savaş yaralarına yenik düşen gemiler denizin dibinde yatıyor. İlk sünger avcılarının keşfettiği batıklara dalışlar, Türkiye’de sualtı arkeolojisine ve dalış turizmine yön verdi. Atlas’ın sualtı fotoğrafçısı Ali Ethem Keskin, Turgutreis açıklarında antik ve modern iki batığın üst üste bulunduğu noktaya daldı. Bodrum kıyılarının dalış tarihini ve dalış noktalarını inceledi. YAZI VE FOTOĞRAFLAR: ALİ ETHEM KESKİN

Bodrum Yarımadası, sadece doğal güzellikleriyle göz alıcı koyları, kıyılarıyla değil, sualtında barındırdığı renk ve zenginlik bakımından da eşsiz. Çok sayıda batığın yanı sıra dalmaya elverişli noktalar, yarımadayı önemli bir dalış merkezi haline getirdi. Bodrum’un hemen açıklarında bulunan Deli İbrahim Sığlığı’nda 6 metre derinlikte hemen hemen her dalış sonunda lipsos (Scorpaena scrofa) balığına rastlanabiliyor. 2013 ŞUBAT ATLAS 59


Ş

imdiye dek denizlerde, göllerde, nehirlerde ve mağaralarda, daha önce kimsenin dalış yapmadığı noktada dalışlar yaptım. Hepsinde de ayrı bir heyecan duydum. Ancak bu heyecan listesine Bodrum Yassıada mevkiinde yapacağım dalışları da ekleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Turgutreis açıklarında bulunan Yassıada derinlikleri tarihi eserler bulunması nedeniyle tüplü dalışa kapalı bölgelerden biriydi. Bu noktaya dalış yapan ilk kişi olmayacaktım belki ama içim içime sığmıyordu. Dalış için gerekli izinler alınmış, dalış tarihimiz belirlenmişti. Ancak Yassıada’nın önemli bir özelliği vardı; onu diğer dalış noktalarından farklı kılan bir özellik: Mirna M isimli ticaret gemisi, Eylül 1993’te 26 metre derinlikte İS 4. yüzyıl batığı Rodos amforalarının üzerine batmıştı. Antik ve modern iki batık üst üste öylece duruyordu. Görüntüyü hayal ediyordum ama gözümde bir

60 ATLAS ŞUBAT 2013

türlü canlandıramıyordum. Zira ortamı tam olarak ifade eden bir fotoğrafa hiç rastlamamıştım. O günü iple çekiyordum. Gerekli hazırlıklara başladım. Önce Bodrum Müze Müdürü Yaşar Yıldız ile buluşup bir planlama toplantısı yaptım. Dalışlarda yetkili olarak bana refakat edecekti. Bodrum’da yaşayan dostum Hüseyin Alan da hem dalış arkadaşım olacak hem de kendi özel teknesi ile dalış bölgesine ulaşmamızı sağlayacaktı. Suyun dibini çok merak ediyordum. Zira bugüne dek sadece sayılı arkeolog ve araştırmacının görebildiklerine artık ben de şahit olacaktım. Daha önce çekilmiş fotoğraflar bu bölge hakkında bana yeterince bilgi vermiyordu. Amacım dibi iyice inceleyip gördüklerimi fotoğraflara yansıtabilmekti. Şanslıydık. Zira dalış yapacağımız gün havada tek bir bulut yoktu. Çok güzel bir gündü. Rüzgâr hiç esmiyordu. Ancak bu aslında hiç de iyi


bir haber değildi. Zira Yassıada ile karşısındaki Kos Adası arasında bulunan kanal özellikle rüzgârın olmadığı zamanlarda güçlü akıntıların ortaya çıkmasını sağlıyordu. O sabah da işte böyle güçlü bir akıntı bizi karşıladı. Akıntı o kadar güçlü idi ki tekneden bakarak denizin yüzeyindeki suyun adeta bir nehir gibi aktığını rahatlıkla görebiliyorduk. İlk olarak teknenin arkasına uzun bir akıntı ipi bıraktık. Olur da suya girdiğimizde akıntıya kapılırsak ve tekneden uzaklaşmaya başlar isek bu ip sayesinde tekne ile yeniden bağlantı kuracaktık. İkinci bir ipi de çapa ipi ile teknenin kıçı arasına döşedik. Zira teknenin arkasından suya girip bu ipe tutunarak teknenin önüne geçecek ve çapa ipinden aşağı doğru dalışa geçecektik. Suya önce Hüseyin Alan girdi ve çapa ipine ulaşması oldukça uzun bir zaman aldı. Ben suya girer girmez teknenin kıçından uzanan akıntı ipini yakaladım ve

Karaada’nın güneybatısında bulunan Poyraz Limanı öğleden sonra çıkan meltem rüzgârlarından etkilenmeyen nadir yerlerden biri. O yüzden bu koy, dalış merkezlerinin dalışa yeni başlayanlara ilk deneyimlerini kazandırdıkları bir nokta (üstte). Bodrum civarında sualtı yaşamı son derece zengin. Batıklara dalışta dalgıçlara balık sürüleri de eşlik ediyor. Hakan Doğan balıkları besliyor (altta).

2013 ŞUBAT ATLAS 61


62 ATLAS ŞUBAT 2013


sımsıkı sarıldım. Akıntı öyle güçlüydü ki, suda dik duramıyordum. Tekneden bana uzatılan fotoğraf makinasını aldım, diğer elimle de kendimi çapaya doğru çekmeye başladım. Bir yandan ipi çekiyor diğer yandan da olanca gücümle palet vuruyordum. Çapa ipine ulaşmama bir metre kaldığında nefes nefese kalmıştım. Son bir hamle yapıp Hüseyin Alan’dan beni yakalayıp çapa ipine yönlendirmesini istedim. Ancak dalış yapacak durumda değildim. Hemen hemen her gün bisiklete binip antrenman yapıyordum ve buraya geldiğimde formdaydım ama işte şimdi uzun zamandır hayalini kurduğum dalıştan vazgeçmek üzereydim. Öylesine yorulmuştum. Ancak vazgeçemezdim. Birkaç dakika dinlendikten sonra tüm gücümüz ile kendimizi çapa ipinden aşağı doğru çekmeye başladık. Çapaya indikten sonra da kayalara tutunarak batığa doğru Turgutreis açıklarında, dalış yasağı bulunan Yassıada mevkiinde Rodos amforaları ve “Mirna V” batığı üst üste bulunuyor. Rodos amforalarını taşıyan İS 4. yüzyıla ait batığın yayıldığı alanın üzerine Eylül 1993’te Mirna V şilebi battı (solda). Sualtındaki antik amforalar, tarihi eser kaçakçılarının hedefi olmuş durumda. Pek çok batık alanında dalışlar yapanlar neredeyse hiçbir şey göremiyor. O yüzden dalış merkezleri, bazı noktalara taklit amforalar yerleştirmiş (altta).

2013 ŞUBAT ATLAS 63


Uzun yıllar Deniz Kuvvetleri’nde hizmet vermiş olan Pınar 1 gemisi, bir dalış alanı oluşturmak üzere 2007 yılında Poyraz Limanı yakınlarında batırıldı. 20-34 metreler arasında dipte yatan batığın uzunluğu 37 metre. Sualtında kaptan köşkünden dalgıçları sıra dışı bir manzara bekliyor (üstte). Bitez Koyu’nun Akvaryum Koyu’na uzanan batı kısmında 22 metre derinliğinde “Osmanlı Çapası” denilen bir batık yatıyor. 19. yüzyıla ait bu dev çapa, birçok balık ve deniz canlıları için yuva görevini üstlenmiş (sağda, üstte).

64 ATLAS ŞUBAT 2013

ilerledik. On beş metre derinlikte akıntının yönü değişti. Şimdi hiç palet çırpmadan doğrudan Mirna Batığı’nın üzerine doğru sürükleniyorduk. On beş metre derinlikte Mirna’nın iki çift zincirini bulduk; dev baklalar iki sıra halinde derinlere doğru uzanıyordu. Önden ben arkamdan takip eden Hüseyin Alan zinciri yakaladık ve kendimizi derinlere doğru çekmeye başladık. O an sadece dönüşte akıntıya karşı nasıl yüzeceğimizin derdindeydik. Zira tam teknenin altında zincirden yüzeye çıkmaz isek akıntı bizi

Ege Denizi’nin açıklarına sürükleyecekti. Yirmi beş metre derinlikte kafamızı yukarı kaldırdık. O an ikimiz de büyük bir şaşkınlığa düştük. Zira geminin tam burnunun altıda durduğumuzu fark ettik. Akıntı ile uğraşmaktan koskoca gemiyi nasıl olduysa fark edememiştik. Yükselip geminin üst güvertesine çıktık. Balık sürüleri arasında kaptan köşküne kadar akıntı ile süzülerek ulaştık. Aşağı baktığımızda her tarafa Rodos amforalarının serpilmiş olduğunu rahatlıkla görebiliyorduk. Geminin kıç kısmında yeniden dibe ulaştık. Pervanesi açıkta


Bodrum’da yapay resif oluşturmak ve dalış turizmini canlandırmak amacıyla batırılmış olan uçağın gövdesi 25 metre derinlikte yatıyor. Bu nokta “C47 Dakota Uçak Batığı” olarak anılıyor. Bir kanadı 17 metre, diğeri ise 25 metre derinlikte. Sualtına bir bütün olarak indirilmiş ancak kışın sert fırtınalarından etkilenip parçalanmış. Motorlardan biri kanattan kopuk vaziyette uçağın yanında duruyor.

duruyordu. Kolaylıkla pervanenin kanatları arasından diğer tarafa geçtik. Tekneye doğru nefes nefese bir dönüş yapacağımız için tüplerimizde yeterince hava bırakacak şekilde etrafta bir tur attıktan sonra dönüş maceramıza başladık. Bir yandan tüm gücümüzle palet çırpıyor, bir yandan da dipte bir sonraki kayayı yakalamaya çalışarak yol alıyorduk. Tekneye çıktığımızda nefeslerimizin eski haline gelmesi uzun zaman aldı. Çektiğimiz acıya değmişti. Sualtı için oldukça istisna sayılacak bir görüş mesafesi; modern ve antik iki batığı doya 2013 ŞUBAT ATLAS 65


Karaada, Poyraz Koyu ve çevresinde sadece birkaç metre derinlikte dev kayaların oluşturduğu yarıklar olağanüstü sualtı manzaraları ortaya çıkartıyor. Bu manzaralar genellikle serbest dalış yapılarak, hatta sadece maske ve şnorkel kullanarak bile görülebilir.

66 ATLAS ŞUBAT 2013

doya izlemiştik. Her şey harikaydı. Hayallerimizi gerçekleştirmiştik.

Sualtı Arkeolojisinin Doğuşu Peter Throckmorton isimli Amerikalı gazeteci 1959 yılında süngercilerin yaşamını anlatan bir röportaj yapmak için Bodrum’a geldi. Onlarla birlikte denize açıldı. Sezon sonunda da evlerine gidip oradaki yaşantılarını inceledi. Bu ziyaretler sırasında süngercilerin evlerinde amforaları görüp bunların ne olduğunu soruyor. Süngerciler de onları sualtından çıkarttıklarını ve suyu soğuk

tuttuğu için evlerinde kullandıklarını söylüyorlar. Peter bunların tarihi amforalar olduğunu anlıyor. Bunun üzerine amforaların ve süngercilerin sualtında rastladıkları batıklar hakkında daha ayrıntılı bilgi almaya karar veriyor. Her geçen gün süngerciler ile güçlenen iletişimi sonucunda süngerci Kemal Aras kendisine Gelidonya Burnu’nda bakır külçe yüklü bir gemiyi gösteriyor. Bunu dinamit ile patlatıp içindeki yükü satacaklarını söylüyor. Peter bu batığın arkeolojik olarak çok değerli olduğuna onları ikna edip


planladıkları operasyona engel oluyor. Bu noktada süngercilerin yaşamını konu alan hikâyesi de sualtı arkeolojisi olarak başlık değiştiriyor. İşte bu olay Türkiye’de sualtı arkeolojisinin miladı olarak kabul ediliyor. Zira Peter ABD’ye döner dönmez Pensilvanya Üniversite Müzesi (University of Pennsylvania Museum of Archeology and Anthropology) ile temasa geçiyor. Onlara Gelidonya Burnu’nda (Gelidonya Burnu Antalya Kumluca ile Çıralı arasında bugün beş adalar olarak bilinen mevkii) bronz çağına ait antik bir

batık bulduğunu bildiriyor. Müzenin de projeye destekçi olmasını sağlıyor. George Bass liderliğinde oluşturulan ekip Türk arkeologlar ile birlikte 1960 yılında dünyadaki ilk arkeolojik sualtı kazısını yapıyorlar. Bir senede çıkartılan objeler Bodrum Kalesi’ne getirilip bir depoda koruma altına alınıyor. Sualtı kazısının tamamlanmasını takiben Türkiye’nin antik batıklar bakımından çok zengin olduğunu anlayan ekip başka batıkları ortaya çıkartmak için çalışmaya başlıyor. Sonraki yıllarda Bodrum Yassıda mevkiinde 7. yüzyıl Bizans

Sünger avcılığı bir zamanlar Bodrum Yarımadası’nın en önemli geçim kaynaklarından biriydi. Süngerciler vurgun riskini göze alarak, dibe yerleşmiş bu pembe sünger gibi süngerleri toplamak için denize dalarlardı.

2013 ŞUBAT ATLAS 67


kazısı, Serçe Limanı’nda İS 11. yüzyıla ait cam batığı kazısı yapıldı ve ahşap restorasyonu yapılan batık Bodrum Sualtı Müzesi’nde sergilenmeye başlandı. 80’li yılların başında da süngercilere, kahve kahve dolaşıp antik batıklar hakkında brifingler verildi ve bu sayede de 1982’de süngerci Mehmet Çakır şimdiye dek bulunmuş en eski antik batık olan Uluburun Batığı’nı tespit etti. Texas A.M. Üniversitesi ve Sualtı Arkeoloji Enstitüsü adına önce Prof. Dr. George F. Bass başkanlığında, daha sonra Dr. Cemal Pulak başkanlığında yapılan kazılarda İÖ 14. yüzyıla tarihlenen dünyanın en eski batığı araştırıldı. 1984 yılında başlayan çalışmalar on bir sezon boyunca sürdü. İÖ 14. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen ve sayıları 150’yi aşan, kobalt mavisi, türkuvaz ve lavanta renklerindeki yuvarlak, yassı ham cam külçeler o çağda Suriye’den Ege’ye cam ticareti yapıldığını ispatladı. Bu cam külçeler, Türkiye müzelerindeki bilinen en eski cam buluntu olmalarının yanı sıra İÖ 2. binyıl ticareti, taşımacılığı ve DoğuBatı ilişkileri açısından da büyük öneme sahiptir. 68 ATLAS ŞUBAT 2013

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız “Bodrumlu süngerciler, sünger tekneleri olmasaydı, ülkemizdeki sualtı arkeolojisi bugüne gelemezdi. Süngerciler sayesinde binlerce yıllık batıkların yerlerini tespit ettik, gün ışığına çıkardık. Bodrum Müzesi süngerciler sayesinde dünyanın sayılı müzeleri arasına girdi” diyor.

Süngercilerin Yazgısı Bodrum beldesinin sualtı ile tanışması bu anlamda çok eskilere uzanıyor. Bir dönem Bodrum’da denizciliğin en önemli kollarından ve Bodrum Yarımadası’nın en önemli geçim yollarından biri olmuş süngerciliğin geçmişi, Ege yöresinde en azından bundan üç bin yıl öncesine kadar izlenebiliyor. Süngerin antik dönemde çeşitli alanlarda kullanılıyor olması da, birilerinin sünger için daldığını açıkça gösteriyor. Bundan elli yıl geriye gidecek olursak Bodrum denilince iki şey akla geliyordu. Narenciye ve süngercilik. Günümüzde süngercilik yapılmıyor. 2000’li yılların başında yasaklandı. Bu nedenle süngerciler farklı işlere


yöneldiler. Süngerci teknesi özelliğini koruyan bir tek tekne var. O da Aksona Mehmet lakaplı Mehmet Baş’a ait. Kendi ifadesi ile tarlada “orak işlerini” sevmeyip on beş yaşında süngerciliğe başlamış. Aksona Mehmet günümüzde dalış turizmi yaparak geçimini sağlıyor. Ondan Borum’da süngerciliği ve onun yaşadıklarını dinliyorum. Eski süngerci Mehmet Baş “Antik çağlardan gelen Trandil tipi bir tekne olan Aksona zamanının en büyük sünger teknelerindendi. Şu anda Bodrum ve Ege’de en eski ve yine en büyük süngerci teknesi özelliğini koruyor. 10 yaşından bu yana içinde yaşadığım tekneyi artık müzeye bağışlayarak orada yaşamasını sağlayacağım. Bodrum’da süngercilik de balıkçılık da öldü. Yeni nesil gençler ve çocuklar süngerciliği bilmediği gibi süngerciliğe ilişkin bir merak da yok. Yarım asır süngercilikte kullandığım, içerisinde aylarca 7 dalgıcın barındığı son süngerci kayığını müzeye bağışlama kararı aldım. Sünger avlamakta kullanılan malzemeleri de müzeye bağışlayarak tarih olan bu mesleğin en azından müzede yaşamasını sağlayacağım” diyor.

Bodrum Sualtı Derneği’ne (BOSAD) TC Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından hibe edilen TCG 115 Sahil Güvenlik Botu, yapay resif oluşturmak ve dalış turizmine katkıda bulunmak üzere 2007’de batırıldı. Bot, 20-30 metre derinlikte yatay olarak dip tabanına yerleşmiş durumda (karşı sayfada). Yassıada mevkiinde bulunan İS 4 yüzyıla ait Rodos amforalarının üzerine batan Mirna gemisi batıştan önce kurtulmak için çapalarını atmış. Ancak bu çabalar gemiyi kurtarmamış. Aksine amforaları kırıp antik batık enkazına zarar vermiş (üstte). Keyif verici dalışlar yapılan sığlıklarda orfoz, lagoslar ile birlikte yüzmek ve sığlıkların üst kısmında 5-6 metre derinliğindeki lipsos balıklarına rastlamak mümkün. Dipteki kayalıklar da balıklar için korunaklı bir alan olmuş (altta).

2013 ŞUBAT ATLAS 69


Karaada her seviyede dalıcı için olanaklar sunan Paçoz, Kaçakçı, Poyraz, Meteor, Alarga Koyu gibi onlarca dalış noktasını barındırıyor. Bu bölgede sualtı yaşamı da bir hayli zengin (üstte). Tüplü kurt (Protula tubularia) kayaların güneş görmeyen karanlık kısımlarında yaşayan ve planktonlarla beslenen 3-5 santimetre boyunda bir canlı (altta).

70 ATLAS ŞUBAT 2013

Bodrumlular ilk süngercilik bilgi ve deneyimini Ege Denizi adalarındaki ustalarından öğrenmişler. Daha sonra bu bilgi ve birikimi Bodrum’a taşımışlar, yeni kişilere öğretmişler ve özgün ilavelerle birikimlerini geliştirmişler. Bodrum’da süngercilik ekonomik olanakların sınırlı olması nedeniyle bir geçim kaynağı olmuş. Süngercilik bu işle

uğraşanların zaman zaman hayallerini, ciddi oranda hareket kabiliyetlerini ve bazen de hayatlarını alıp götürmüş. Bodrum’da dalgıç kullanarak sünger çıkarma işinin 1930’da İstanbullu Şevki Bey’le başladığı söyleniyor. Şevki Bey ilk dalgıçları ve kürekli iki süngerci teknesini Yunanistan’dan getirmiş. Bu dönemde dalgıçlar yöresel adıyla formalı olup, hava pompaları roda denilen ve elle çevrilen türdendi. Dalgıç teçhizatı forma adı verilen (dalgıcın vücudunu saran, sugeçirmez giysi) ve başlıktan oluşuyordu. Başlık metal olup formaya kenetlenen; etrafı görmeye olanak veren camlı; suüstünden hortumla hava almaya uygun; kılavuz ipiyle dalgıcın yukarı çıkarılması için donanımı olan bir gereçti. Süngerden para kazanıldığını fark edenler, dalgıç donanımı olmadan 5-6 metrelik “aynacı sandalı” diye adlandırılan kürekli teknelerle, alt ucunda cam olan bir borudan bakıp süngerin yerini saptıyorlar, kucaklarına aldıkları 8-9 kiloluk mermer parçasıyla 10 kulaç civarında dibe inip, dalmadan önce aldıkları derin nefesle idare ederek, süngeri kesiyor, mermeri bırakarak yukarı


çıkıyorlardı. Süngercilik bu yolla, çok doğal tarzda yapılıyordu. Dibe bırakılan mermer bağlı olduğu iple tekrar kullanılmak üzere yukarı çıkarılıyordu. Zamanla, bu zahmetli uğraş yeni bir boyut kazandı. Yelkenli bir tekneyle deniz dibi ağla taranarak sünger çıkarma işlemi başladı. Bu tarza, yöresel söylenişle “gangavacılık” veya “kangavacılık” deniyordu. İlk kangava teknesini Bodrum’a, 1932 yılında Bodrumlu Gâvur Ali lakaplı Ali Karayel getirdi. Formalı dalgıç kullanan, kangava ile çalışan veya aynacı usulüyle sünger çıkarma işlemini yapanlar 1961 yılına kadar gelenekselleşen uğraşılarını sürdürdüler. Bu tarihte İstanbul’dan gelen Tosun Sezer ve Baskın Sokollu isimli iki arkadaş, Ali Karayel’i de yanlarına alıp onun birikiminden de yararlanarak bu alanda büyük yenilik yaptılar. Birkaç yıl kendileri de dalgıçlık yaparak “nargile” adı verilen sistemi geliştirdiler. Balıkadam giysisi kullanılmaya başlandı. Teknedeki motorun, şaftı döndürmesiyle hareket eden bir mekanizmadan temiz hava bir tanka pompalandı. Tanktan hortumla sualtındaki balıkadam giysili

dalgıca iletildi. Dalgıcın taşıdığı regülatörle, (hava akış hızını ve basıncını düzenleyen araç) istediği miktarda hava alması sağlandı. Dalgıç, gözlükle etrafı kolay görüyor, hava hortumunu çekerek tekneyle haberleşiyor, kolay ve hızlı hareket edilebiliyor, daha rahat sünger topluyor, yanındaki filede süngerleri biriktiriyordu.

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, sualtından çıkartılmış arkeolojik eserlerin sergilendiği ilk müze olma özelliğini taşıyor. Şimdiye kadar dünyada bulunmuş en eski batık olan Uluburun Batığı’nın bire bir kopyası müzede yer alıyor. Batıktan çıkartılan eserler de ayrı bir galeride sergileniyor.

Türkiye’de Dalış Turizmi Bodrum’da 1970’lerin sonunda yabancı uyruklu dalgıçlar Turizm Bakanlığı’ndan izin alarak Türkiye’de dalış turizmini başlattılar. 1985 yılında Mahmut Süner, Triton isimli ilk yerli dalış merkezini açtı. Ortağı Şinasi Bingeli ile öncülük ettikleri bu hizmet uğraşını zaman içinde diğer birçok firma takip etti. Günümüzde ise Bodrum’da onlarca dalış merkezi, artan bir kalitede dalış turizmine hizmet vermeyi sürdürüyor. İşte Bordum’u farklı bir dalış cenneti yapan belli başlı noktaları:

Gâvur Ali ve Deli İbrahim Sığlıkları Kızıldeniz, Hint Okyanusu ve Büyük 2013 ŞUBAT ATLAS 71


dalışlar yapılan bu sığlıklarda orfoz, lagoslar ile birlikte yüzmek ve sığlıkların üst kısmında 5-6 metre derinliğindeki lipsos balıklarına rastlamak mümkün. Daha deneyimli dalgıçlar ise kayaların aralarına dikkatli baktıklarında oralarda yuvaları bulunan müren ve ahtapotları kolaylıkla görebilirler. Dalışta şans faktörünün de önemi bir rolü vardır. Zira akya sürüleri sığlığın açığında avlanır ve sürekli yer değiştirirler. Bu nedenle dalış sırasında sığlıklardan dışarı doğru bakıp, akya sürüleri olup olmadığını gözlemek gerekir.

Kargı Adası

Aksona süngerci teknelerinin sonuncusu. Sahibi Aksona Mehmet lakaplı Mehmet Baş. Bir ömür boyu geçimini süngercilik ile sağlamış. Süngerciliğin yasaklanması ile birlikte dalış turizmine yönelmiş. Geçmişten günümüze süngerciliğin belgelenmesi için çalışmalar yapıyor (üstte). Günün son ışıkları ile birlikte tüm dalış tekneleri limana dönmüş oluyor. Bodrum’da o gün yaşanan anların paylaşıldığı hızlı bir gece başlıyor. Bodrum Kalesi sualtından, çarpıcı bir görünüm sergiliyor (karşı sayfada).

72 ATLAS ŞUBAT 2013

Okyanus gibi sualtı faunasının çok zengin olduğu bölgeler ile karşılaştırıldığında elbet Bodrum oldukça mütevazı bir dip yaşamına ev sahipliği yapıyor. Bununla birlikte Bodrum marinasından tekne ile sadece on beş dakikada ulaşılan iki sığlık adeta bunun tersini söylüyor. Ters çevrilmiş dev kovaları andıran resiflerin üstü, yüzeyden yaklaşık beş metre ve dipleri de 30 metre derinlikte. Bu resiflere kendilerini ve yaşamlarını meslekleri olan süngerciliğe adamış olan Gâvur Ali ve Deli İbrahim’in isimleri verilmiş. Oldukça keyif verici

Kargı Adası, Bodrum Akyarlar’ın güneyinde yer alan deniz kuşlarına ev sahipliği yapan ıssız bir adadır. Bordum sualtı yaşamının en zengin noktalarından birisi olmasına karşın tekne ile ulaşımın uzak olması sebebiyle dalış merkezleri tarafından az ziyaret edilmektedir. Adanın güneybatısında yirmi beş metre derinlikte bulunan dev kayalar balıklar için korunaklı bir habitat oluşturmuştur. Kargı Adası’nın en önemli özelliklerinden birisi de genellikle bölgenin akıntılı olmasıdır. Akıntı dendiğinde belki ilk etapta olumsuz olarak algılanabilir. Ancak aslında sualtı için bu bir avantajdır. Akıntılı suda çok balık olur. Sürüler akıntıya karşı durup gelip geçen planktonlar ile beslenirler. Kargı Adası’nda kanyon ve açıktaki resif gümüş sürülerini; yüzeyde ise palamut, gümüş sürüsünü takip ediyor. Doğru zamanı kestirip aniden dikey olarak sürünün içine dalıyor. Sürüdeki balıklar bir yandan can derdi ile sağa sola kaçışıyor, diğer yandan da birbirlerinden ayrılmamaya çalışıyorlar. Zira sürü tek bir bütün olarak hareket ettiği zaman palamut bunu tek, büyük bir kütle olarak görüyor. Bu caydırıcı etki sayesinde sürüdeki balıklar yaşamlarını yüzeyden gelecek bir sonraki dikey saldırıya kadar sürdürme şansını elde ediyorlar.

Karaada Karaada her seviyede dalıcı için olanaklar sunan Paçoz, Kaçakçı, Poyraz, Meteor, Alarga Koyu gibi onlarca dalış


noktasını barındırıyor. Bunlardan biri TCG 115 Sahil Güvenlik Botu. Bodrum Sualtı Derneği’ne (BOSAD) TC Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından hibe edilen gemi, yapay resif oluşturmak ve dalış turizmine katkıda bulunmak üzere 16 Mayıs 2007’de batırıldı; 20-30 metre derinlikte yatay olarak dip tabanına yerleşmiş durumda bulunuyor. Bir başka batık ise TCG Y111 PINAR 1. 37 metre boyunda ve 7 metre genişliğindeki gemi 1939 yılında TC Deniz Kuvvetleri’nde göreve başlamış. BOSAD’a hibe edilen gemi 20 Mayıs 2007 tarihinde Karaada Poyraz Limanı mevkiinde batırıldı ve bir dalış noktası haline getirildi.

için en azından şimdiye kadar gördüğüm en büyük çapa olduğunu söyleyebilirim. Beş metre boyu ve üç metre genişliği ile dalgıçları hemen etkiliyor. Etrafında bulunan kayalık bölgelerde, dikkatli bakıldığında ahtapot yuvaları kolayca görülebilir n

Osmanlı Çapası

ATLAS KARTOGRAFYA SERVİSİ

Bitez Koyu’nun Akvaryum Koyu’na uzanan batı kısmında 22 metre derinliğinde, 19. yüzyıla ait dev bir çapa bulunuyor. Dalış merkezleri ona Osmanlı Çapası adını vermişler. Genellikle günün ikinci dalışlarında ziyaret edilen bu çapaya dalış yapmak ilk başta pek ilgi çekmeyebilir. Ancak onu gördükten sonra hemen fikriniz değişiyor. Benim 2013 ŞUBAT ATLAS 73


BODRUM DALIŞ BÖLGELERİ Gâvur Ali Resifi: Bodrum’un en popüler dalış noktalarından biridir, barakuda ve akya sürüleri ile karşılaşma ihtimaliniz oldukça fazladır. Resifin üst kısmında ahtapot, birçok küçük balık, akrepbalığı görebilirsiniz. 20-30 metrede süngerler, mürenler, orfozlar, lagoslar, akya sürüleri, barakuda sürüleri vardır. Tekne dalışı - Akıntı ihtimali Orta Derece Zorluk Derinlik: 5-35 metre Görüş: 15-30 metre Deli İbrahim Resifi: Büyük Resifle beraber Bodrum’un popüler dalış noktalarındandır. Özellikle resifin üst kısmında akrepbalıkları muhteşem görüntü verirler. Ahtapot, birçok küçük canlı, akrepbalığı, süngerler, mürenler, orfozlar, lagoslar, akya sürüleri, barakuda sürüleri görebilirsiniz. Tekne dalışı - Akıntı ihtimali - Orta Derece Zorluk Derinlik: 5-32 metre Görüş: 15-30 metre SG 115: Bodrum Sualtı Derneği tarafından gerçekleştirilen yapay resif projeleri kapsamında batırılan ilk gemidir. 29 metre uzunluğundadır. Üst kısmı 17 metre, dip kısmı 26 metre derinliktedir. Eski bir sahil güvenlik gemisi olan SG 115 dalışseverlere güzel görüntüler sunar. Ahtapot, birçok küçük balık çeşidi, deniztavşanları görebilirsiniz. Batık dalışı-Yapay resif-Düşük derece zorluk Derinlik: 26 metre Görüş: 15-30 metre PINAR 1: Projenin ikinci gemisi 37 metre uzunluğundadır. Üst kısmı 18 metre, dip kısmı 36 metrede uzanan münfesih askeri su tankeridir. Kaptan köşkünde orijinal dümen hâlâ durmaktadır. Sualtı fotoğrafçıları için birçok açıdan iyi görüntüler sunar. Deniztavşanları, kalamar, ahtapot, müren, birçok küçük balık çeşidi görebilirsiniz. Batık Dalışı - Yapay Resif - Orta Derece Zorluk Derinlik: 36 metre 74 ATLAS ŞUBAT 2013

Görüş: 15-30 metre C 47 DAKOTA Uçak Batığı: Yapay resif projelerinin üçüncü ayağı olan bu batık uçak, görüntüsüyle dalışseverlere güzel anlar yaşatır. Bir kanadı 17 metre diğeri ise 25 metre derinliktedir. Motorlardan biri kanattan kopuk vaziyette uçağın yanında durmaktadır. Ahtapot, birçok küçük balık çeşidi ve orfoz görebilirsiniz. Batık dalışı - Yapay Resif - Düşük Derece Zorluk Derinlik: 25 metre Görüş: 15-30 metre Kaçakçı Koyu: Yaklaşık 9 metre derinliğe sahip küçük bir koydur. Dip yapısı kumluk olan bu koyda başlayan dalış sualtından koyun dışına çıkınca 30 metre derinliğe kadar sürer. Koyun her iki tarafına da ayrı ayrı dalış yapabilirsiniz. Özellikle kumluk alanların yanında uzanan kayalık yapılar göz alıcıdır. Amforalar, orfozlar, vatoz, müren ve birçok küçük balık çeşidi görebilirsiniz. Düşük Derece Zorluk Derinlik: 30 metre Görüş: 15-30 metre Fener: Özellikle dalışa yeni başlayanlar için ideal noktalardan biridir. Dip alanı kumluktur. Ahtapot, birçok küçük balık çeşidi, orfoz, müren, barakuda görebilirsiniz. Düşük Derece Zorluk Derinlik: 20 metre Görüş: 15-30 metre Kurt Burnu: Daha demir atarken binlerce balığın etrafınızda oynadığını görmeye başlarsınız. Çok eski bir amforaya 24 metrelerde merhaba dedikten sonra dönüşte 8 metre derinlikteki eski bir otomobille karşılaşacaksınız. Amfora, müren, birçok küçük balık çeşidi görebilirsiniz. Düşük-Orta Derece Zorluk- Akıntı İhtimali Derinlik: 25 metre Görüş: 15-30 metre Kargı Adası: Adadan başlayan dalış sola dönüşle 25 metreye kadar iner. Bodrum’un en iyi dalış noktalarından biridir. Mesa-

BODRUM SUALTI MÜZESİ

bodrum dalış rehberi

feden dolayı çok sık gidilen bir bölge olmadığından gidiş günleri hakkında dalış merkezlerinden bilgi almalısınız. Pembe trompet süngerleri, orfoz, barakuda sürülerini görebilirsiniz. Yüksek Derece Zorluk - Akıntı İhtimali Derinlik: 25 metre Görüş: 15-30 metre Kargı Adası Resifi: Sadece deneyimli dalgıçların dalabileceği Kargı Adası’nın bir başka keyifli bölümüdür. Maksimum derinlik 35 metredir. Büyük orfozlar, müren, barakuda sürüleri, pembe trompet süngerleri görebilirsiniz. Yüksek Derece Zorluk - Akıntı İhtimali Derinlik: 35 metre Görüş: 15-30 metre Temel Koyu: 10 metre ile 30 metreler arasında dalış yapılabilir. Mürekkepbalığı, birçok küçük balık çeşidi görebilirsiniz. Düşük Derece Zorluk Derinlik: 30 metre Görüş: 15-30 metre Delikli Mağara: Yaklaşık 12 metre derinlikteki mağara baca formundadır ve çıkışı 4 metrededir. İçeride dalgıçların bıraktıkları hava kabarcıklarını, mağara tavanındaki çatlaklardan çıkarken seyretmeyi unutmayın. Orfoz, sünger çeşitleri, yengeçler, birçok küçük balık çeşidi görebilirsiniz. Mağara Dalışı-Orta Derece Zorluk Derinlik: 30 metre Görüş: 15-30 metre

Yassıkaya Adası: Yılın bazı aylarında yüzeyden ve dipten Knidos yönünde kuvvetli akıntı dalgıçların dikkat etmelerini gerektirir. Müren, ıstakoz, orfoz lagos, sinarit, baraküda, karagöz ve melanur görebilirsiniz. Düşük Derece Zorluk Derinlik: 30 metre Görüş: 20-30 metre Orak Ada- Burun: Harika bir topografik dip ve duvar yapısına sahiptir. Orfoz, mor sünger, lagos ve vatoz görebilirsiniz. Yüksek Derece Zorluk Derinlik: 40 metre Görüş: 30-50 metre DALIŞ MERKEZLERI Aquapro Diving Center .........................................532 344 31 96 www.aquapro-turkey.com Aşkın Diving .........................................532 323 29 97 www.askindiving.com Aquanaut Diving........252 382 92 52 www.aquanautdiving.com Ege Dalış Merkezi (Aegean Pro Dalış Merkezi) .......................532 411 68 77 www.aegeanprodive.com Erman Dive Center....532 213 59 89 www.ermandive.com Motif Diving Center..252 316 62 52 www.motifdiving.com Happy Bubbles Diving Center .........................................252 319 14 77 www.happybubbles.com Bodrum Sualtı Derneği (BOSAD) ........541 773 30 07/ 532 213 59 89 http://www.bosad.com


EFSANE KAYAK GÖZLÜĞÜ > Buğulanmayı

önleyici çift lens sistemi PC/AC hava akımı sağlayan filtre sistemi > Uyumlu kask yapısı > Geniş

ÜST SPERLİKLİ KASK > Sağlam

sert yüzey düzenleyici havalandırma sistemi > Ayarlanabilir kayış > Isı

www.maceracumhuriyeti.com

ATLAS CEBE ILAN 225X297MM.indd 1

www.adrenalinoutdoor.com

ve diğer seçkin kayak mağazalarında!

1/24/13 6:42 PM


Dünya Güzeldir

76 ATLAS ŞUBAT 2013


ANADOLU ORKİDELERİ

Aşk, Arzu ve İhtiras

Baharın gelişiyle genç yaşlı, çapalar ele alınıyor ve hemen her yer kazılarak aşkın simgesi talan ediliyor; yumruları koparılmış orkideler etrafa fırlatılıyor. Salep ve dondurma yapımından dolayı Anadolu’da yüzyıllardır toplanan orkidelerin ihracatına ilişkin kayıtlar da 1700’lü yıllara kadar gidiyor. Orkidelerin Türkiye’de 170 türü bulunuyor; bu narin ve hassas güzelliğin üzerindeki baskıyı, nesilleri tükenmeden azaltmak gerekiyor. YAZI VE FOTOĞRAFLAR: ZAFER KIZILKAYA

Cilalı Minos orkidesi (Ophrys candica subsp. lyciensis), Lykia bölgesine özgü bir tür. Diğer Ophrys türleri gibi nisan ayında çiçek açıyor. Kimi yerlerde boyu 70 santimetreye kadar ulaşabiliyor (solda). Ayna orkidesi (Ophrys speculum) Marmara ve Ege kıyılarında, mart ve nisan aylarında sıkça rastlanan bir tür. Tarım alanlarının artması ile yaşam alanları gittikçe azalıyor (üstte). 2013 ŞUBAT ATLAS 77


Narin Görkem Maymun orkidesi (Orchis simia) Türkiye’nin birçok yerinde seyrek çam ormanları ve makilik alanlarda görülebilen, gösterişli bir tür. Karadeniz Bölgesi’ndekiler ise daha sık çiçekli ve gürbüz yapıda. (Fotoğrafın çekildiği yer: Milas, Muğla.) 78 ATLAS ŞUBAT 2013


Datça Güzeli Yürek dudaklı orkide (Serapias cordigera) nisan başından mayıs sonuna kadar çiçek açar. Datça Yarımadası ve İstanbul civarında bulunduğu biliniyor. (Fotoğrafın çekildiği yer: Marmaris, Muğla.) 2013 ŞUBAT ATLAS 79


Pusudaki Renkler Üç dişli orkidenin (Neotinea tridentata) Türkiye genelinde geniş bir dağılımı var ve deniz seviyesinden 1700 metre yükekliğe kadar görülebiliyor. Peygamberdevesi, orkidenin üzerinde muhtemel avını bekliyor. (Fotoğrafın çekildiği yer: Milas, Muğla.)

80 ATLAS ŞUBAT 2013


G

ökova bölgesinde orkide çeşitlerini ve yaşam alanlarını belirlemek için Kultak köyünden Sadettin Turgut ile dağ tepe dolaşıyoruz. Bu bölge, Akdeniz Koruma Derneği’nin “Orkide Koruma Projesi” dahilinde, Türkiye genelinde belirlediğimiz Kastamonu-Cide ve AntalyaElmalı-Kaş bölgeleriyle beraber Anadolu orkide türlerinin en fazla bulunduğu alanların başında geliyor. Türkiye genelinde Kreutz’un 2009 yılında yayımladığı kitaba göre 170 tür orkide bulunuyor. Sadettin Turgut yereldeki bitkiler ve özellikle orkideler konusunda, eşine zor rastlanacak bilgi birikimine sahip. Yolda durdurup burada şu tür orkideler olabilir dediği her yerde orkide buluyoruz. Olmaz dediği yerlerde ise bulamıyoruz. Orkide yumrusu toplayanların özellikle hangi bölgelerde yoğun çalıştığını bildiğinden bizi kimsenin yumru toplamadığı yerlere götürüyor. Gökova Körfezi’nin kuzey kıyıları denizden 900 metreye kadar hızlı bir şekilde yükselirken değişen

bitki örtüsü ve yükseltiyle beraber çok sayıda orkide türünün ideal yaşam alanlarını içeriyor. Üç yılda 50’den fazla tür tespit ettik alanda. Kimi türleri ise her geçen sene daha az veya hiç görememeye başladık. Bodrum Karaova’ya yaklaştığımızda ise Türkiye’deki salep gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Belki de şimdiye kadar gördüğümüz en büyük ölçekli orkide yumrusu toplanmasına tanık oluyoruz. Aylardan nisan başı, çoğu orkide henüz çiçek açmamış. Zeytinliklerin altında hemen her yer kazılmış; yumruları koparılmış orkideler etrafa fırlatılmış. Orkideler hem tohumdan, hem de toprak altındaki yumrularla çoğalabilen bitkiler. Kökünde bir tanesi daha küçük olmakla beraber iki adet yumrusu var. Bunlardan küçük olan yumru mevcut bitkinin beslenip çiçeklenmesi ve meyve bağlaması için gerekli olan enerjiyi içeriyor. Daha iri olan ise bir sonraki sene için üretilen yumrudur. Toplayıcılar söküp büyük olan yumruyu aldıktan sonra bitkiyi toprak üstünde

Piramidal orkide (Anacamptis pyramidalis) değişik renk formlarıyla hemen bütün Türkiye’de seyrek orman ve çalılık alanlarda görülebiliyor. Akdeniz’de nisan ayında, Karadeniz’de ise temmuz ortasına kadar çiçek açıyor (üstte, solda). Mis kokulu orkide (Anacamptis coriophora) Türkiye’nin kokulu orkidelerinden biri. Yükseltiye bağlı olarak nisandan mayıs sonuna kadar çiçekleniyor (üstte, sağda. Fotoğrafın çekildiği yer: Taşköprü, Kastamonu.)

2013 ŞUBAT ATLAS 81


Kastamonu ili, Batı Karadeniz Bölgesi’nin bozulmamış doğal orman örtüsü ve çevresindeki çayırlıklara ev sahipliği yapıyor. Bahar mevsiminin daha geç geldiği bölgede orkide türlerinin çoğu mayıs-haziran gibi çiçekleniyor. Tıpkı baklagillerden yabani bezelyenin (Vicia cracca) mor çiçekleri gibi.

82 ATLAS ŞUBAT 2013

kurumaya terk ediyorlar. Oysaki eski yumrusuyla bitki yeniden ekilirse çoğu zaman hayatta kalabiliyor. Önüme gelen orkideleri yeniden ekmeye çalışırken Sadettin beni durduruyor. “Abi ne yapıyorsun? Onlar gözden kaçırdıkları var mı diye önümüzdeki günlerde muhakkak geri geleceklerdir. Senin ektiklerini yine sökecekler.” Orkide yumruları salep ve dondurma yapımında hem kıvam, hem de aroma verme özelliğinden ve uzun bir geçmişe dayalı ihracatından dolayı Anadolu’da yüzyıllardır toplanıyor. Yurtdışında ilaç sanayisinde de kullanılan orkide yumrularının ihracatına ilişkin kayıtlar 1700’lü yıllara kadar geri gidiyor. Avrupa kayıtlarında İzmir’den “Levent Salebi” adı altında o yıllarda yapılan orkide ihracatı yılda 6,5 ton olarak geçiyor. 1970 ve 1980 yılları arasında artan ihracatla beraber yılda yaş olarak toplanan orkide yumrusu miktarının 400 ila 500 ton arasındaki rakamlara ulaştığı görülüyor. O yıllardaki kayıtsızca toplama sonucu birçok türün doğadaki varlığı, neslini tehdit edecek kadar az sayılara düşmüş durumda. Resmi Gazete’nin 20

Haziran 1996 tarih ve 22672 sayısında yayımlanan “Nesli Tehlikede Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme” ile orkide türlerinin yumrularının ve diğer formlarının ihracatı yasaklandı. Buna rağmen “Doğal Çiçek Soğanlarının Sökümü, Üretimi ve Ticaretine İlişkin Yönetmelik”teki “Doğadan Toplanarak İhracatı Yasak Olan Çiçek Soğanları” kapsamında orkide yumruları için getirilen yasak sadece yurtdışı ticaretine uygulandı, mevzuattaki bu boşluk yurtiçindeki ticareti etkilemedi. Kastamonu Taşköprü’den Muğla Milas pazarına kadar, gittiğimiz her yerde orkide yumruları rahatça alınıp satılıyordu. Yine mevzuatta belirtilen, orkide yumrularının toplanması konusundaki yasaklama sadece orman alanları için geçerli; diğer yaşam ortamları bu hükmün dışında tutuldu. Oysaki orkideler hem ormanlık, hem makilik, hem çayırlık, hem de tarımsal arazilerde yaşamakta ve bazı hassas türler sadece zeytinlikler veya çayırlarda bulunmakta. Aynı anda birçok resmi kurumun birden ilgi ve sorumluluk alanına giren orkideler, Orman ve Su


Nisan ayında çiçeklenen Fransız orkidesine (Orchis provincialis) genelde Ege Bölgesi’nde kıyılara yakın alanlarda, çam ormanları çevresinde rastlanıyor (üstte, solda. Fotoğrafın çekildiği yer: Milas, Muğla). Morio miğferi orkidesi (Anacamptis morio) mart başında kıyılarda açmaya başlayan erkenci bir tür. Değişik renk formları görülür. Güneybatı Anadolu’da özellikle makilik alanlarda sıkça rastlanmakla beraber Karadeniz’de de görülür (üstte, sağda. Fotoğrafın çekildiği yer: Milas, Muğla). Dev orkide (Barlia robertiana) Türkiye’de görülen en büyük orkidelerden biri. Boyu 80 santimetreye kadar ulaşıyor. Çiçekleri büyük ve zengin. Şubat-mart gibi çiçekleniyor. Ender bir tür olan dev orkide şimdiye kadar sadece İzmir, Aydın, Muğla ve Antalya’da görüldü (altta, solda. Fotoğrafın çekildiği yer: Karaburun, İzmir). Kuş yuvası orkidesi (Neottia nidus-avis) parazitik bir tür. Toprak altında kuş yuvasına benzeyen kök yapısıyla kayın ve çam ormanlarındaki belirli tür bir mantarla besleniyor. Bu yüzden klorofil içermez. Karadeniz kıyısı boyunca dağlık alanlarda karşılaşılıyor (altta, ortada. Fotoğrafın çekildiği yer: Çatalzeytin, Kastamonu). Boynuzlu orkide (Ophrys oestrifera subsp. oestrifera) Türkiye’de çok geniş bir yayılıma sahip. Deniz seviyesinden 1700 metre yüksekliğe kadar nisan-mayıs aylarında çiçek açıyor (altta, sağda. Fotoğrafın çekildiği yer: İnebolu, Kastamonu).

2013 ŞUBAT ATLAS 83


Anadolu orkidesi (Orchis anatolica) yerel adıyla “diliçıkırık”, Ege ve Akdeniz Bölgesi’nde en fazla görülen türlerden. Daha çok seyrek çalılık ve makilik alanları tercih ediyor. Kimi dağılım yerlerinde bol çiçekli küçük topluluklar halinde görülebilir (Fotoğrafın çekildiği yer: Demre, Antalya).

84 ATLAS ŞUBAT 2013

İşleri Bakanlığı’nın orman yan ürünleriyle ilgili kanunlarıyla korunabilme şansına sahip olmakla beraber, diğer alanlarda yaşayan türler bu şansa sahip değil maalesef. Saleple ilgili tebliğler Tarım Bakanlığı’nca yapılmakta ve tarım arazilerinden saleplik orkide toplanmasının suç teşkil ettiği konusunda herhangi bir hukuki dayanak bulunmamaktadır. Öte yandan hassas türlerin korunması açısından bakıldığında; sayıları gittikçe azalan endemik Anadolu orkideleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nü de yakından ilgilendiren bir konu. Orkidenin yumru veya toz halinde ihracatı yasak olsa da işlenip dondurma veya salep olarak ihraç edilmesinin karşısında yasal bir engel yok. Son yıllarda bu sebebin de getirdiği artan iç talep sonucu kırsal alanda yaşayan ve geliri olmayan çocuk, genç ve yaşlı bahar geldiğinde elinde çapalarla orkide peşinde koşmaya devam ediyor. Toplanan yumruların kilosu 20 ila 160 TL arasında değer buluyor türüne ve yerine göre. Bir kiloda bin ila 4 bin arası yumru olabiliyor.

Kimi türler diğerlerine göre daha hassas ve zor çoğalabildiğinden kaybolmanın eşiğine doğru gelmiş durumda. Orkideler her ne kadar tohumdan çoğalabiliyorsa da, tohumlar ancak mikroskopla görülebilecek kadar küçük ve kendisini besleme özelliği çok zayıf. Bu nedenle her orkide tohumunun büyüyebilmek için özel bir mantar türüne ihtiyacı var. Her türe ait tohumun kendisine özel bu mantarı bulabilmesinin ve çimlenebilmesinin olasılığı ne yazık ki fazla değil. Bir de daha çiçek açamadan toplanan milyonlarca bitkinin tohum dahi saçamadığı düşünülürse, Anadolu’daki orkidelerin geleceği için karamsar olmamak elde değil. Projemizin botanik uzmanları Cenk Durmuşkahya ve Derya Yıldırım ile beraber 2012 Mayıs’ının son günlerinde, Kastamonu Taşköprü civarındaki toplayıcılarla arazide dolaşıyoruz. Doğal ormanlık ve çayırlık alanların daha fazla olduğu Batı Karadeniz Bölgesi’nde toplanan türler içerisinde ağırlık Dactilorhiza olarak bilinen çayır türleri ve yine bölgeye ait türler öne çıkıyor. Burada


da orkidelerin yumruları toplandıktan sonra bitki atılıyor. Derya toplayıcılara, yeni yumruyu aldıktan sonra bitkiyi tekrar ekmelerinin önemini anlatıyor. Bir gurup toplayıcının bitkileri atacaklarına kendi bahçelerine ekmelerine öncülük yapıyoruz. Hem bu bitkilerin tohumları etrafa yayılmaya devam edecek hem de bir sene sonra tekrar yumru alınabilecek. Toplayıcıların hemen hepsi, her sene aynı miktar yumruyu toplayabilmek için daha fazla dolaşmak zorunda olduklarını söylüyorlar. Çoğu zaman ormanlık ve kapsamındaki makiliklerde de çapa sallayan toplayıcılar gözlerden uzakta kalmayı tercih ediyorlar. Birçoğu görüşmek, arazide beraber çalışmak veya hangi türleri, ne kadar boyutta topladıklarına ilişkin sorularımıza cevap vermek istemiyorlar. Antalya Elmalı bölgesinde toplayıcı bir aile ile beraber dolaşıyoruz. Ege ve Akdeniz Bölgesi’nde bu işi yapan insanların içerisinde kadın ve beraberlerinde erken yaştaki çocuklar çoğunlukta. Toplama mevsimi büyük oranda nisan ayıyla sınırlı. İsmini yayımlamamızı istemeyen aileye, kimi zaman çiçek açmayan bireyleri toplarken soruyoruz: “Çiçek sonrası yumrular daha irileşecek, neden beklemiyorsunuz?” “Biliyoruz ama biz almazsak başkaları alacak!” İki gün içerisinde topladıkları yumru sayısı binleri geçiyor. Bu arada projenin ilk yılında numune olacak kadar görebildiğimiz antik Lykia orkidesine (Ophrys lycia) daha sonraki yıllarda hiçbir şekilde rastlayamadık. Eğer henüz nesli tükenmediyse bu türün geleceğiyle ilgili ciddi kaygılarımız var. Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü’nde (ETAE) Ziraat Mühendisi Mehmet Tutar, enstitü olarak orkidelerle ilgili yaptıkları çalışmaları anlatıyor. Bu işi görev icabı yapan bir ziraat mühendisinin ötesinde orkidelere karşı ciddi bir tutkusu olduğunu anlamak zor değil. Uzun süredir düşünülen, orkidelerin tarla ortamında yetiştirilme şansının olup olmadığıyla ilgili konu üzerinde araştırma yaptıklarını anlatıyor Mehmet Tutar. Değişik sayıda türe ait yumru toplatıp hem sera, hem de sonrasında tarla ortamında üretimleri

Kuklaadam orkidesi (Orchis anthropophora) Ege Bölgesi’nin güneyinde, sınırlı alanlarda ağırlıkla çam ormanları çevresinde bulunur. Nisanda çiçeklidir (en üstte, solda. Fotoğrafın çekildiği yer: Milas, Muğla). Mezarlıklar orkide türlerinin en önemli sığınağı. Buralarda toplayıcıların baskısından uzakta kalıyorlar; kimi türler neredeyse sadece mezarlıklarda görülebiliyor. Orkidelerin korunması ve tohumluk alan olması bakımından mezarlık çiçeği olarak özendirilmesinde fayda var (en üstte, sağda. Fotoğrafın çekildiği yer: Kemer, Antalya). İtalyan orkidesi (Orchis italica) Akdeniz ve Ege Bölgesi’nde mart ayından itibaren çiçeklenir. Bulunduğu alanlarda küçük topluluklar oluşturur. Yerelde toplayıcıların “tavşantopuğu” dediği türün çok hafif bir kokusu da var (üstte, solda. Fotoğrafın çekildiği yer: Demre, Antalya). Küçük dudaklı orkide (Ophrys holoserica subsp. heterochila) sürülmeyen, eğimli zeytinlik alanlarda yetişiyor ve toplanmazsa fotoğrafta görüldüğü gibi kalabalık topluluklar oluşturuyor (üstte, sağda. Fotoğrafın çekildiği yer: Çökertme, Muğla).

araştırılıyor. “Salep ve dondurma için aranan özellikler belirli türlerin yumrularında daha fazla bulunuyor. Bunların başında Roman orkidesi (Orchis romana) geliyor” diyor Mehmet Tutar. Roman orkidesi karaçam ormanlık alanlarında 2013 ŞUBAT ATLAS 85


Orkide yumruları Antalya Elmalı bölgesinde nisan ayında, yeni toplanmış. Yumruların büyüklüğüne bakıldığında çoğunun Ophrys ailesine ait olduğunu söylemek mümkün. Kiloda türüne bağlı olarak 2 bin ila 4 bin arası yumru bulunuyor. Doğanın bu eşsiz bitkileri salep ve dondurma yapımındaki katkılarından dolayı kimi zaman çiçek bile açamadan sökülüyor (altta). Akdeniz Koruma Derneği’nden Derya Yıldırım, Kastamonu Taşköprü civarında toplayıcılara, büyük yumrusunu aldıkları orkideleri atıp ziyan etmektense bahçelerine ekmelerinin yararını anlatıyor; nasıl ekmeleri gerektiğini gösteriyor. Bitkinin üzerinde kalan ve o an beslenmesini sağlayan küçük yumru zedelenmez ve yeniden ekilirse çoğu zaman hayatta kalabiliyor (en altta).

86 ATLAS ŞUBAT 2013

yetiştiğinden tarla ortamına hiçbir şekilde uyum sağlayamıyor. Diğer bir tür kutsal orkide (Orchis sancta) tarla ortamında son derece başarılı bir üretim denemesine sahne oluyor. Bilinen bir dondurma markası tarafından da desteklenen araştırmada, kutsal orkideler bire beş-altı yumruya kadar veriyor, dikkatli bir tarla bakımı sonucunda. Roman orkidesi kadar olmasa da yine salep ve dondurma için gerekli kıvam ve aromaya sahip. Bu aşamadan sonra yapılması gereken, ETAE’nin yeterli fon bularak üreticiye verebilecek miktarda yumru yetiştirmeye başlaması. Orkide tarımı, doğal ortamdaki türlerin toplanmasının önüne geçebilir mi?

Mehmet Tutar “Büyük faydası olacaktır ama yine de doğadan toplama devam edecektir bir şekilde” diye görüş bildiriyor. Belki üretim ölçeği arttığında, salep ve dondurma endüstrisine homojen ve sabit fiyatlarla hammadde sağlanmaya başladığında, doğadan toplamaya olan ilgi azalabilir. ETAE’nin tahminlerine göre günümüzde yılda en az 80 ton civarında orkide yumrusu toplanıyor. Bitkinin tohumdan üreyebilme şansını da konuştuk Mehmet Tutar’la. “Bizim yaptığımız araştırmalarda tohum ilk sonbaharda çimlenmezse bir daha çimlenmiyor” dedi. Yine de tohumun uzun yıllar sonra açabildiğine ilişkin görüşler de var Avrupa’daki benzer türler için. Anadolu orkidelerinin bir çiçek olarak değerinin insanlar tarafından bilinmemesi de türün korunması yönünde büyük bir eksiklik olarak önümüze çıkıyor. Her ne kadar meraklıları olsa da bugün Türkiye’de orkide denildiği zaman insanların aklına, çiçekçilerde satılan, ıslah edilmiş tropikal orkideler geliyor. Oysaki Anadolu orkidelerinin çiçekleri en az tropik soydaşları kadar, hatta birçoğu daha da güzel. Anadolu orkideleri mevsimlik çiçekler. Tamamına yakını baharda açıp sonra kayboluyor. Yılda toplanan 80 ton orkide yumrusu salep ve dondurma için kullanılırken belki çok küçük ölçekte bir miktarı saksı veya bahçe bitkisi olarak satılmaya başlanırsa hem insanlar Anadolu orkidelerinin güzelliğiyle tanışmış olacak, hem de ölmeden her sene açan çiçekler tohum yaymaya devam edecek. Rufford Small Grants Vakfı tarafından desteklenen projemiz, Gökova bölgesinde Türkiye’nin ilk orkide koruma alanının yaratılmasını hedefliyor. Kıyıdan başlayan, zeytinliklerden kızılçam ormanlarına, karaçam ve makiliklere kadar çok çeşitli flora ortamı içeren bölgede oluşturulabilecek orkide koruma alanı ile ilgili olarak İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nden Doç. Dr. Orhan Sevgi ve eşi Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden Ece Sevgi ile konuşuyoruz. Sevgi çifti 2003 yılından bu yana Anadolu orkidelerinin dağılımı, yetişme ortamları ve türü tehdit eden etmenlerle ilgili çalışmalarına devam


ediyor. Türkiye’deki orkide türlerinin adlandırılması, diğer türlerle ilişkileri, orkide türlerinin hayat döngüsü ve dağılımı üzerine halen yapılması ve bilinmesi gereken eksikler olduğunu belirten Orhan ve Ece Sevgi, koruma alanının bir nevi tohum bahçesi olarak da işlev görebileceğini söylüyorlar. Projemiz kapsamında çok sayıda türün yaşam ortamı olabilecek alan veya alanların koruma bölgesi olarak belirlenmesi ve bu bölgede yaşayabilecek hassas türlerin bu alana taşınarak toplanma ve otlatma baskısından uzak olarak doğal tohum bankası görevi görebileceğini tasarlıyoruz. Alanda açılabilecek ziyaretçi merkezi, koruma alanlarının yönetim planının bir parçası olabilir. Toplayıcıların sürdürülebilir tekniklerle, bitkinin yumrusunu topraktan çıkarma konusunda eğitilmelerini ve aynı zamanda bahçe süs bitkisi olarak kullanılabilecek türlerin halkın Anadolu orkideleri konusunda farkındalığını artırmasını hedeflerken, tarlada orkide üretiminin hem ekonomik, hem de türün korunmasına yönelik çok önemli bir adım olacağını inanıyoruz. Türkiye genelinde farklı türlerin yaşadığı alanların bu şekilde koruma altına

alınabilmesi, Anadolu’daki orkide türleriyle ilgili izleme ve araştırma çalışmaları için de önemli bir ortam oluşturacaktır. Orkidenin yüzyıllardır süregelen farklı kullanım alanlarıyla tartışılmaz bir ekonomik değeri olduğu inkâr edilemez. Bunun sürekliliği için öncelikle Anadolu orkidelerinin bu topraklara ait, korunmaya değer doğal bir hazine olduğunu kabul etmemiz ve bu hassas bitkilerin üzerindeki baskıyı, birçoğunun nesli tükenmeden azaltmamız gerekiyor n

Makilik alanlar kolayca tarlaya dönüştürüldüğünden Ege ve Akdeniz’de orkidelerin yaşam alanları, diğer tehditlerin yanında tarımsal gelişmenin de kurbanı oluyor. Ama Dilek Yarımadası Milli Parkı gibi korunan doğal ortamlarda gelişen çok sık maki ve orman örtüsü, sadece bu tür habitatlarda yaşayabilen orkide türlerini de barındırıyor (üstte). Gökova bölgesinde, Rufford Small Grants Vakfı’nın desteklediği projeyle Türkiye’nin ilk orkide koruma alanının yaratılması hedefleniyor. Proje kapsamında Gökova Ören’de yumru toplayan kadınlara, sezon boyunca karşılaştıkları türler soruldu (altta).

2013 ŞUBAT ATLAS 87


SAO PAULO

Latin Metropol Yıldızı kahve tarımıyla parladı, şimdi tek başına bir dünya. Brezilya’nın ekonomik başkenti Sao Paulo, gökdelen ormanı içindeki bulvarları, devasa parkları, kültürel çeşitliliği, sanayi ve ticaretteki iddiası; zenginliği ve tezatları, neşesi ve gerilimiyle devasa bir küresel sahne. YAZI VE FOTOĞRAFLAR: UFUK SARIŞEN

Brezilya’nın başkenti Brasilia ama ekonominin merkezi Sao Paulo. Yaklaşık 3 kilometre uzunluğundaki Paulista Bulvarı, şehrin atardamarı durumunda; dev iş, alışveriş ve kültür merkezleri bu hatta diziliyor. 88 ATLAS ŞUBAT 2013


2013 ŞUBAT ATLAS 89


S

ao Paulo’ya 200 kilometre mesafedeki Bouitiva kasabasından havalanan Cessna tipi uçağın kapıları 4 bin metre yükseklikte aniden açılıyor ve tüm yolcular kendilerini çığlıklar atarak boşluğa bırakıyor. Finans uzmanı 33 yaşındaki Rafael Driendl, saatte 200 kilometre hızla düşerken, geçen hafta yaşadığı stresli günleri nihayet kafasından silebiliyor; 800 metrelerde paraşütünü açarak aşağıya doğru süzülmeye başlıyor. Eğer hava şartları müsaade ederse üç atlayış daha yapacak ve ertesi gün sabah sekizde başlayacak mesaisine biraz rahatlamış olarak gidebilecek. Driendl şunları söylüyor: “Brezilya ekonomisinin başkentinde çalışmak herhangi bir yerde çalışmaya benzemez. Bizim şehir, Brezilya’nın genel algısından biraz daha farklı. Sao Paulo denildiğinde ilk akla gelen altın rengi kumsallar, samba, futbol ya da Gisele Bundchen değil, para oluyor genelde.” Sao Paulo, ülkenin devasa coğrafyasının ekonomik yükünü sırtlanmasının yanı sıra birçok alanda da “en”lerle anılmakta. Burası 11 buçuk milyonluk nüfusuyla sadece Brezilya’nın değil, Kuzey ve Güney Amerika’nın, güney yarımkürenin en kalabalık şehri. Metropoliten alan nüfusu ise yaklaşık 20 milyon ve dünyanın en büyükleri arasında. Yenidünya’da 1532’de Portekizli kolonicilerce kurulan ilk yerleşim Sao Vicente’den 22 yıl sonra, 25 Ocak 1554’te iki misyoner 68 kilometre daha içeriye ilerler. Manuel De Nobrega ve Jose de Anchieta isimli Portekizli bu iki din adamı, bugünkü Sao Paulo’nun tam kalbine mütevazı beyaz bir kilise ve misyoner okulu inşa eder. Bugün hâlâ ayakta olan Pateo do Collegio’nun etrafında büyüyen şehrin günümüzdeki halini alacağını bu iki misyonerin hayal etmesi elbette ki imkânsızdı. Hatta 20. yüzyılın ortalarına kadar Sao Paulo’nun bu kadar gelişebileceği tahmin edilemezdi. Serra Do Mar adlı tepelerin eteğine kurulu Sao Paulo, Tiete Nehri ile liman kenti Santos’a bağlanıyordu. Brezilya’nın güneydoğusunun verimli topraklarına açılan bu doğal geçit, kentin kalkınması için anahtar rol oynayacaktı. Sao Paulo’nun resmen şehir olarak

90 ATLAS ŞUBAT 2013

Sao Paulo, 5 bin 600’den fazla gökdeleniyle “yüksek bina” sıralamasında New York ve Hong Kong’un ardından dünya üçüncüsü. Şehir merkezinin dışında yoğunluk daha düşük, buralarda az katlı ve bahçeli konutlar da uzanıyor.


2013 ŞUBAT ATLAS 91


92 ATLAS ŞUBAT 2013


Kafeler, sanat merkezleri, mağazalar şehrin tarihi merkezinde yoğunlaşıyor. Sao Paulo’nun nüfusu 11 buçuk milyon, metropoliten alan nüfusu ise 20 milyonu buluyor; büyük caddeler günün her saati canlı.

kabul edildiği 1711 yılından kısa bir süre sonra Brezilya, kaderini değiştirecek bir ürünle tanıştı; kahveyle. Francisco de Melo adlı asker, getirdiği kahve tohumunu dikti ve şekerkamışı üretimi ile kendi yağında kavrulan Brezilya’da kahve büyük bir güce dönüştü. Afrika’dan getirilen binlerce kölenin bedava işgücü, verimli topraklar ve uygun hava koşulları sayesinde kahve üretimi hızla arttı. Tiete Nehri’nden kolayca Santos Limanı’na ulaşan kahve tüm dünyaya ihraç edilmeye başladı. Rafael Driendl konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Ülke ekonomisinin yüzde 50’si 19. yüzyılda kahve üretimi ve ihracatına bağlıydı. Ama bugün buralarda kahveyi ancak hediyelik eşya satan yerlerde bulabilirsiniz. Kahve kalmadı artık. İçmek isterseniz de Starbucks’lara gitmeniz lazım. Sanırım onlar da Kosta Rika’dan alıyor kahveyi. Yani Brezilya’da bir Amerikan şirketinin Kosta Rika’dan aldığı kahve satılıyor.”

K

öleliğin 1888 yılında kaldırılmasıyla oluşan işgücü açığını kapatmak için kahve baronlarının baskısı ile Avrupa’dan göç teşvik edildi. Binlerce İtalyan, Alman ve İspanyol göçmen işçi 19. yüzyılın sonunda Sao Paulo’ya geldi. Ama 1929’daki Wall Street krizi ile birlikte kahve baronları etkilerini kaybetmeye başladı ve kahveye talep neredeyse sıfırlandı, fiyatlar düştü. Tüm ülke ekonomik darboğazdaydı artık. Ama o dönemdeki zorluklar aslında gelecek için faydalı oldu. Şehrin yoğun nüfusu kahve dışında diğer ekonomik alternatiflere yönelmek zorunda kaldı, böylece sanayi gelişti. Brezilya yüzölçümü açısından dünyanın beşinci büyük ülkesi, bir yerden bir yere ulaşmak zaman ve maliyet gerektiriyor. Sao Paulo, bir diğer büyük şehir Rio de Janeiro’dan sadece 355 kilometre mesafede, birbirleri ile sürekli temas halindeler. Sao Paulo’da yaşayanlara “Paulistanos” deniliyor. Paulistanos ve Riolular arasında tatlı bir rekabet var. Birbirlerinden daha iyi durumda olduklarını, diğer şehrin yaşanmaz bir yer olduğunu söylüyorlar durmadan. “Sampa” diye de adlandırılan Sao Paulo, Brezilya’nın güneyinde bulunuyor. Ani bastıran tropikal yağışlar günlük yaşamı 2013 ŞUBAT ATLAS 93


Sao Paulo’da her yıl samba okullarının yarışması düzenleniyor. Renkli kostümlerini giyen grupların gösterileri sabahın ilk saatlerine kadar sürecek.

94 ATLAS ŞUBAT 2013

ciddi anlamda etkiliyor. Yağmurların şiddetine sokakta satılan ucuz şemsiyeler ile dayanmak pek mümkün değil. Bunun yerine plajdakilere benzeyen devasa şemsiye kullanan insanlar günlük hayatlarına yağmur altında devam ediyor. Sao Paulo merkezinde, ilk kurulan kilise etrafında See Katedrali, tiyatro binası ve 20. yüzyıl ortalarında inşa edilen ve New York’takilere benzeyen gökdelenler yükseliyor. Şehrin bu eski bölümü oldukça hareketli. Kafeler, sanat merkezleri, sokak satıcıları, alışveriş merkezleri bu bölgede toplanmış. See Katedrali, 8

bin kişilik kapasitesi ile şehrin en önemli dini yapısı; iki adet 92 metrelik “neo gotik” yeşil kulesi ile dikkat çekiyor. Katedral bugünkü görünümünü 1954’te aldı. Yaklaşık 124 milyon Katolik Hristiyan’ın yaşadığı Brezilya, Katolik dünyasının en büyük ülkesi ve Vatikan için çok önemli. Dünyadaki “özgürlük ve çılgınlıkların ülkesi” algısının aksine Brezilya, Katolik geleneklerine bağlı, muhafazakâr bir ülke. MTV Brezilya VJ’i ve aynı zamanda fotomodel Luisa Micheletti “Brezilya’da kadın olmak sanıldığı kadar kolay değil” diyor: “Elbette dünyanın en berbat yeri


de değil bu anlamda ama sanıldığı kadar rahat bir hayatımız yok. Özellikle Avrupa ile karşılaştırıldığında. Katolikliğin tutuculuğu kanunlarımıza bile girmiş. Örneğin üstsüz güneşlenirseniz hapse girersiniz Brezilya sahillerinde. Dekolte kıyafetler giymek de hoş karşılanmaz.”

E

ski şehrin hemen bitişiğinde Paulista Bulvarı uzanıyor. Burası Sao Paulo’yu Latin Amerika’nın en büyük ekonomik gücü haline getiren iş merkezlerinin, dev şirketlerin, bankaların bulunduğu, karşılıklı gökdelenlerin yükseldiği, yaklaşık 3

kilometrelik bir cadde. Her gün 450 bin insanın kaldırımlarını aşındırdığı Paulista Bulvarı’nın sembolü, iki katlı Sao Paulo Sanat Müzesi (MASP). Dört adet kırmızı sütün üzerine oturtulmuş müze, güney yarımkürenin en değerli eserlerini barındırıyor. Bulvardaki Trianon Parkı’nda öğle tatilinde büfeden aldığı sandviçi hızlıca midesine indiren Claudio Dos Santos, Brezilya’nın en büyük bankalarından birinde çalışıyor: “Ben buraya çok alıştım. Hafta sonu bile sanki şehirde başka yer kalmamış gibi bu parkta

Modern mimarinin Brezilya’daki en önemli temsilcisi Oscar Niemeyer’in (1907–2012) eseri Ibirapuera Oditoryumu, şehrin sembollerinden biri. Mekân, 2008 yılında Latin Grammy Ödül Töreni’ne ev sahipliği yapmıştı.

2013 ŞUBAT ATLAS 95


Şehrin 1 numaralı lacivert metro hattı üzerindeki Saude İstasyonu’nu çağdaş sanat eserleri süslüyor (üstte). Sao Paulo sakinleri, yoğun iş hayatının yükünü hafifletmek için çeşitli etkinliklere yöneliyor. Ofis çalışanlarından oluşan ritim grubu da her hafta sonu bir araya geliyor (altta).

96 ATLAS ŞUBAT 2013

zaman geçiriyorum. Sanırım Paulista‘nın ‘çağdaş kölelerinden’ biriyim. Ben Sao Paulo’ya 11 yıl önce Brezilya’nın kuzeyinden, Amapa’dan geldim. Brezilya’da birçok insan, özellikle geçim sıkıntısı çekenler, Sao Paulo’ya gelme hayali kurar. Burası halen göç alıyor. Ancak birçok genç, iyi okulları bitirseler de iş bulamıyor artık. Benim birçok avukat, doktor, mühendis arkadaşım aylardır işsiz.

Çalışmaya başladın mı aslında iyi para kazanıyorsun ama Sampa’da hayat pahalı. Benim geldiğim yerde ananas suyu 1,5 real iken burada 10 real. Sao Paulo dışında az para kazanmak ile burada çok para kazanmak arasında pek bir fark yok aslında. Sampa dünyanın en pahalı 10 şehri arasında gösteriliyor ancak insanlar hâlâ akın akın buraya geliyor.”

Ş

ehrin en önemli noktalarından biri de içinde devasa bir göletin, piknik alanlarının, spor komplekslerinin, bisiklet ve yürüyüş parkurlarının bulunduğu Ibirapuera Parkı. Hafta sonları yaklaşık 200 bin kişi parka akın ediyor. Kaykaycılar, patenciler, bisiklete binenler, koşanlar, yürüyüş yapanlar, güneşlenenler hafta içi yaşadıkları yoğun iş temposunun getirdiği gerginliğe çözümü bu yeşil alanda arıyor. Parkta iriyarı cüssesiyle paten yapan Nathalie Nabechima üçüncü nesil bir Japon genç kız. Bir markette çalışıyor. Ailesinin Japonya’dan buraya İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce geldiğini söylüyor. “Japonya’dan daha çok Japon var burada” diyor şehirdeki 650 bin Japon kökenliyi kast ederek:


“Buradaki Japonlar çok kapalı bir topluluk, Brezilyalılar ile hiç sosyalleşmiyorlar. Kendi aralarında dostluk kurup evleniyorlar. Madem kaynaşmayacaktık niye buraya geldik? Ben bizimkilere benzemem, pek Japon arkadaşım yoktur. Ben Brezilyalıyım, Japonları severim ama hiç anlamam onların yaşam biçiminden, geleneklerinden. Zaten anlasaydım çoğu gibi iş hayatında önde gelen biri ya da üniversitede hoca olurdum.” Nabechima patenli bir tür rugby sporu olan “roller derby” yapıyor bir yıldır. “Zaten Brezilya’da iki yıldır yapılan bir spor. Buna rağmen Dünya Şampiyonası burada düzenlendi, biz de 12. olduk. Burası sözde spor ülkesi ama devlet bizi desteklemiyor, tüm giderleri kendi cebimizden karşılıyoruz. Brezilya spor ülkesi değil, hâlâ bir futbol ülkesi.” Sao Paulo, 2014 Dünya Futbol Şampiyonası’na ev sahipliği yapacak şehirlerden biri; “demir üçlü” diye anılan Sao Paulo FC, Palmeiras ve Corinthians takımları burada. Bu takımlardan Corinthians “varoşların takımı” diye anılıyor ve özel bir taraftar kitlesi var, ülkenin birçok kesiminin de sempatisini

kazanmış durumda. Sao Paulo’nun modern ve zengin yüzünün yanı sıra gecekondu bölgeleri “favelas”lar da var. Rio de Janeiro ile kıyaslandığında daha az nüfus barındıran favelas’larda yaşayan İngilizce öğretmeni Evando Sabino da fanatik bir Corinthians taraftarı: “Futbol bizim yaşam biçimimiz ama aynı zamanda ciddi bir sektör. Her yıl yüzlerce yetenekli Brezilyalı futbolcu

Ibirapuera Parkı bir göletin, piknik alanlarının, spor komplekslerinin, bisiklet parkurlarının bulunduğu 220 hektarlık bir yeşil alan. Hafta sonları yürüyüşçüsünden patencisine yaklaşık 200 bin Sao Paulolu, şehrin ortasındaki bu dev parka geliyor (üstte ve en üstte).

2013 ŞUBAT ATLAS 97


ATLAS KARTOGRAFYA SERVİSİ

Dinamik bir ekonomiye sahip Sao Paulo, Brezilya’nın dört bir yanından göç alıyor. Bu dev şehir birçok tezatlık da sergiliyor; gökdelenler ve geleneksel mahalleler, zenginlik ve geçimini sağlama mücadelesi…

98 ATLAS ŞUBAT 2013

yurtdışına gidiyor. Bu durum ülke için ciddi bir gelir kapısı. Benim çocukluğumda Pele olmak önemliydi, şimdiki çocuklar onu görmedi, varsa yoksa Neymar diyorlar.” Sabino, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bizim favelas’lar Rio’dakilerden farklı. Hem çok fazla favelas yok, hem de buradakiler de iş güç derdinde. Rio’da herkesin yüzü gülüyor. Deniz,

plaj, sıcak ilişkiler… Ama Sao Paulo’da herkesin suratı asık. İnsanlar çok çalışıyor, stresliler. İşinde yükselen çalışanlar İngilizce öğrenmek zorunda kalıyor ve benim kapımı çalıyor. Devlet okullarında eğitim zayıf, ancak özel okullar gerçekten iyi durumda; tabii yılda 15-20 bin real ödeyebilecek gücünüz varsa.” Sao Paulo’da milyonlarca insanı iş ve ev arasında taşımak için uzun bir metro ağı oluşturulmuş ancak bu devasa şehrin ihtiyacına yeterli değil. Metroyu karmaşık bir otobüs ağı destekliyor. Ancak şehirdeki 7 milyon araç, trafiği içinden çıkılamaz hale getiriyor. Yoksulluğun yanı sıra dünyanın en zenginlerinin de yaşadığı şehirde 593 helikopter ulaşım aracı olarak kullanılıyor. Bu sayı, “dünyanın en fazla helikopterli şehri” unvanını da Sao Paulo’yo veriyor. Sao Paulo, hiçbir zaman Brezilya’nın tanıtım yüzü olmadı, hep ekonomik ağırlığıyla önem taşıdı. Sampa dünyada hâlâ Rio kadar bilinmiyor. Ülkenin siyasi başkenti Brasilia; burası ise ticaretin merkezi. Sao Paulo hızlı ve kontrolsüz büyüyen bir şehir gibi görünüyor ama bir yandan da gücünü bundan, bu hareketten alıyor… n


sao paulo rehber NASIL GİDİLİR? THY, Sao Paulo’ya İstan­ bul’dan direkt uçuyor. Uygun fi­ yata bilet almak için aylar önce­ sinden satın almakta fayda var. VİZE-PARA Brezilya Türk vatandaşlarına vize uygulamıyor. Ülkenin res­ mi para birimi Brezilya Reali. Brezilya Büyükelçiliği .......................................312- 448 18 40 TELEFON Türkiye’den Sao Paulo’yu arama 00–55 + 11 + numara Sao Paulo’dan Türkiye’yi arama 00-90 + alan kodu + numara ŞEHİR İÇİ ULAŞIM Şehir içinde çok karışık bir otobüs ağı var. Şehrin yüzölçü­ mü büyük olduğu için kısa sü­ rede bu hattı çözmek, hele Por­ tekizce bilmiyorsanız oldukça zor. Onun yerine metro hattı ile merkez noktalara ulaşıp yü­ rüyerek şehri keşfetmekte ya­ rar var. KONAKLAMA-YEMEK Sao Paulo’da konaklama fi­ yatları çok da ekonomik dene­ mez. Ancak iş merkezi olduğu için her türlü konforun olduğu lüks otellerin yanı sıra evlerini günlük kiraya verenler de var. Ücretsiz kültür alışverişi karşılı­ ğı konaklamak için www.couchsurfing.org denenebilir. Şehirde ünlü fast food zin­ cirlerine her yerde rastlamak mümkün. Ancak burada “tartı restoranlar” çok daha yaygın. Açık büfede, her türlü yemeğin yer aldığı bu restoranlarda ta­ bağınızı doldurup tarttırıyor­ sunuz ve ağırlığı kadar ücret ödüyorsunuz. Değişik lezzetler tatmak için iyi bir yöntem. Kı­ zarmış tavuk, pilav ve Meksi­ ka fasulyesi satan büfeler de epeyce ucuz ve lezzetli. Bunun yanında acı biberli zeytinyağlı sosu deneyebilirsiniz. Her res­ toranda tuz karabiber ile bir­

likte bu acı zeytinyağı sos da mevcut. Bunu aslında kendi evinizde de yapabilirsiniz. Zey­ tinyağını bir kavanoza koyup içini tıka basa taze acı biberle doldurarak kapağını kapatıyor­ sunuz. En az iki ay beklettik­ ten sonra bu tada ulaşmanız mümkün. GEZİLECEK YERLER See Katedrali: Sao Paulo’nun merkezinde yer alan katedral, eski kentin de merkezidir. Ka­ tolik dünya için çok önemli olan yapının çevresi sürekli kalaba­ lıktır. Sao Paulo Sanat Müzesi: La­ tin Amerika’nın en zengin ko­ leksiyona sahip sanat müzesidir. Lina Bo Bardi tarafından inşa edilen bina 1968’de tamamlan­ dı. Goya’dan El Greco’ya kadar birçok ünlü sanatçının eserinin yer aldığı müzenin bulunduğu meydanda pazar günleri antika­ cılar pazarı da kurulmaktadır. Banespa Gökdeleni: New York’taki Empire State bina­ sının Brezilya’daki örneğidir. Yapı 1939’da inşa edilmiştir. En üst kattaki gözlem kulesi şehir manzarasının en güzel gözlem­ lendiği yerlerden biridir. Ibirapuera Parkı: Kentteki en büyük yeşil alandır. Şehrin 400. kuruluş yıldönümü için 1954 yılında açılmıştır. Beton yığını arasında nefes alabilece­ ğiniz nadir yerlerden biridir. Park alanında kültür merkezi de bulunmaktadır. Pinacoteca do Estado Müzesi: Özellikle yağmurlu havalar­ da sanat meraklıları için iyi bir ziyaret noktasıdır. Brezilya’nın 19. yüzyıla ait ünlü sanatçıları­ nın zengin bir koleksiyonunu barındırır. Kafeteryası da mola vermek için idealdir. Brigadeiro Faria Lima: Ken­ tin güneybatı kıyılarında yer alan Faria Lima bölgesi geniş caddeleri ve hareketli gece ha­ yatıyla ünlüdür. Edifício Copan: Kentin en ilginç mimari değerlerinden bi­ ridir. Modern üslupta mimar

Yoksulların yanı sıra dünyanın en zenginlerinin de yaşadığı şehirde 593 helikopter ulaşım aracı olarak kullanılıyor. Bu sayı dünyanın en fazla helikopterli şehri unvanını da Sao Paulo’ya veriyor.

Oscar Niemeyer tarafından ta­ sarlanmıştır. Kalıcı güneşlikleri kentin sembolü haline gelmiş­ tir. Tasarımında her sınıftan in­ sanları bir araya getirmek için geniş ve ufak daireler birlikte düşünülmüş. Bosque da Leitura: İçinde ördeklerin yüzdüğü gölet açık havada vakit geçirmek için ide­ aldir. Gölgelikli yürüyüş parkur­ ları ve pazar günleri kitap paza­ rıyla dikkat çeker. Butantan Enstütüsü: Kentin en popüler mekânlarından bi­ ridir. Biyomedikal araştırmala­ rıyla ünlü merkezi ziyaretinizde yılanları görebilirsiniz. Burada yılan ve örümcek sokmasına karşı panzehir üretiliyor. Ziya­ rete açık merkezde 1000 kadar yılanı kafeslerinde görebilirsi­ niz. FAYDALI NOTLAR Sao Paulo, yarı tropik nemli bir iklime sahip. Muson yağ­ murları da çok yoğun görülü­ yor. Eylül nisan ayları arasın­ da hava sıcaklığı 17-28 derece arasında değişiyor. Sıcaklık 37 derecelere kadar çıkabiliyor bu dönemde. Sao Paulo’nun he­ men ardında uzanan Amazon Ormanları’nın varlığı şehre

ciddi anlamda yağış bırakıyor. Buradaki yağmurlar insanı ger­ çekten zor durumda bırakacak kadar güçlü. Pırıl pırıl güneşli bir hava 10 dakika içinde hayal edemeyeceğiniz şiddetli bir ya­ ğışa dönüşebiliyor. Bu durum­ da fotoğraf makinesi gibi eşya­ larınızı korumak için yanınızda sugeçirmez poşetler bulundur­ makta fayda var. Çünkü sıra­ dan şemsiyeler ile korunmanız mümkün değil. Brezilyalıların kullandıkları bizim çay bahçesi şemsiyelerine yakın ebatlarda­ ki şemsiyeler bir nebze çözüm olabiliyor. Bu mevsimlerde şort veya yazlık yürüyüş pantolonu, penye tişört ve her ihtimale karşı yağmurluk bulundurmak­ ta fayda var. Şapka, bandana, güneş gözlüğü de unutulma­ malı. Sıcak ve nem sebebi ile sandalet ve terlik tercih edile­ bilir ancak burası iş hayatının merkezi olduğu için erkekler pantolon giymeyi tercih edi­ yorlar. Ayrıca gece sivrisinekler için sinek kovucu aparatlar bu­ lundurmalı. ÖNEMLİ TELEFONLAR Turizm Ofisi................ 11-2226 04 00 Türkiye Sao Paulo Başkonsolosluğu ........................................ 11-3063 10 51 2013 ŞUBAT ATLAS 99


100 ATLAS ŞUBAT 2013


Kayıp Deniz Dünya denizlerindeki büyük balıkların yüzde 90’ı yok oldu; sırada diğerleri var. Canlılarını yitirip sadece su depolarına dönüştüklerinde aslında denizleri de kaybetmiş olacağız. Altıncı büyük yok oluşu önlemek insanın elinde. YAZI: SELCEN KÜÇÜKÜSTEL / FOTOĞRAFLAR: ÖZCAN YÜKSEK

Masal coğrafyalarının harita üzerindeki gerçek yerlerinden biri de eski adıyla Serendip Adası, yani Sri Lanka. Özcan Yüksek, Kayıp Deniz kitabında uzun uzun bu adadan söz ediyor. Gemisi batınca Sinbad’ın çıktığı Serendip’in, en gizemli yerlerinden biri de yağmur ormanlarının içindeki Sigiriya ve onun antik duvarlarındaki gizemli peri kızları. 2013 ŞUBAT ATLAS 101


B

ana kadar ulaşan anlatılara göre, Bağdat kentinde Halife Harun Reşid zamanında, Hamal Sinbad diye bir adam yaşarmış. Binbir Gece Masalları’nda böyle başlar Gemici Sinbad ’ın öyküsü. Avrupalıları 1700’lü yılların başından itibaren, daha sonraları da tüm dünyayı büyülemiştir Gemici Sinbad. Alaaddin’in sihirli lambasından çıkan cin, ölümü simgeleyen korkunç hükümdar Şehriyar veya masallarda hep aklı temsil eden güçlü vezirler ya da anlatılarıyla Şehriyar’ı oyalayan vezirin kızı Şehrazad...

102 ATLAS ŞUBAT 2013

Fakat bütün bunlar eskisi kadar dünyayı büyülemiyor artık. Sihrini yitirmiş bir dünyada yaşıyoruz. Masalların hayranlıkla anlattığı ötücü kuşların seslerinin varlığını sezinlemek ne mümkün! Kumruların, bülbüllerin, ardıçkuşlarının, güvercinlerin ve vahşi kekliklerin seslerini kim ayırt edebiliyor artık, kim onları tanıyabiliyor? “Denizin beyaz, boz ya da pembe incilerinin eşsiz hazinesini bulmak isteyen kişi, bu güzel şeylere ulaşmadan önce dalmayı bilmelidir” der Şehrazad ve ölümü simgeleyen kocası Şehriyar’a Sinbad’ın


yedi macerasını anlatmaya koyulur. Peki ama nerede denizin o incileri, balinaları, orkinosları, diğer balıkları? Atlas için Binbir Gece Masalları yolculuklarına çıkan, sonra Hakikatçi ve Cinistan’da masal yolculuklarını ve incelemelerini kitaplaştıran Özcan Yüksek, son kitabına Kayıp Deniz adını vermiş, kitabın kahramanı Korkut Can, bir masal denizinde Sinbad adlı gemiye biniyor. Belki de, insanlık önce masallarını yitirdi, sonra da denizlerini. Korkut Can’ın, Dünya adlı felakete sürüklenen gezegendeki gidişatı durdurmak için yola

çıktığını öğreniyoruz. O, Himalaya eteklerinde, Hindistan’da, Serendip’te, Arap çöllerinde, Afrika’da dolanıyor, masallar dinliyor, masallara kapılıyor ve nihayetinde ismi Sodeva olan bir peri kızının yardımlarıyla masallar dünyasına sihirli bir geçiş yapıyor. Gemici Sinbad’ın kendini de aradığı romanda, yaşamın vazgeçilmez kimi unsurlarının da, insanlık kültürünün kimi simgelerinin de kayıp olduğunu fark ediyoruz. Sinbad da kendini kaybetmiş durumda, çünkü masalların bu ünlü gemicisi kendini bilme, anlama yolculuklarına çıkıyor. Öyleyse bu kendini keşfetme yolcuklarının yapılmadığı deniz de kayıp olmalı ki, zaten kitabın adı Kayıp Deniz. Özcan Yüksek’e “bir deniz nasıl kaybolabilir” diye sordum. Bana, “78 yaşındaki Amerikalı denizbilimci Sylvia Earle’ün bir konuşmasını dinledim, hatta defalar defa dinledim, o konuşmadan çok etkilendim” yanıtını verdi. “Ne demişti o denizbilimci?” “Söylediğine göre, dünya denizlerindeki büyük balıkların yüzde 90’ı yok olmuş. Bu yüzyılın sonunda da bütün balıklar bir daha geri gelmemek üzere tükenecekmiş. Yalnızca denizanaları kalacakmış!” “Peki, kaybolan yalnızca deniz mi, şu yeryüzünde?” “Bütün dünya denizlerinin kaybolması, nerdeyse bir su deposuna dönüşmüş olması beni dehşete düşürmüştü. Daha dehşeti ise insanların bu gerçek karşısında dehşete düşmemesiydi. Kaybolan denizle birlikte, kaybolan insandır! İnsan ruhu, insan kavramıdır!” “Ve Kayıp Deniz, o insanı mı arıyor?” “Bu büyük kayboluşun nedenini arıyor diyebilirim belki. İnsanların hislerinin kaybolması... Bana kalırsa her şey masalların kaybolmasıyla hızlandı.” Sylvia Earle, TEDX konferansındaki konuşmasında, 50 yıl önce dünya okyanuslarının bir cennet olduğunu söylemiş ve acı gerçeği açıklamıştı: “Ama biliyoruz ki, kayıp bir cennetle karşı karşıyayız!” Bu 50 yılda okyanuslardaki büyük balıkların yüzde 90’ının, mercan kayalıklarının yarısının kaybolduğunu anlatır Sylvia Earle ve bu durumun tüm diğer canlıların yanı sıra insanlar için öneminin ne

Masallardaki ifritlerin, gizemli yaratıkların günlük hayatta yaşatıldığı coğrafyalardan biri de Güney Tibet. Hindistan’a bağlı Ladakh’taki Hemis’teki Budist mabetlerde dev maskeler giyen insanlar, masalların dünyasına giriyor (solda). Kayıp Deniz kitabının kapağındaki resim, Berlin’de yaşayan ressam Yüksel Yüko Sönmez’e ait. Sanatçı resimlerinde insanı masal perileriyle iç içe, birbirine geçmiş halde tuvale aktarıyor (üstte).

2013 ŞUBAT ATLAS 103


olduğunu da açıklar: Tükeniş, kayıp, bitiş ya da aynı anlama gelen diğer sözcükler... Özel bir denizaltıyla 1979 yılında, kıyıdan 11 kilometre açıkta okyanusun 380 metre dibine inen ve orada yürüyen ilk ve tek kişidir; uzun ömrünün bütün

104 ATLAS ŞUBAT 2013

yetişkinlik dönemini okyanuslara adamış bir bilim kadını Sylvia Earle. Dünya sularının yüzde 97’si okyanus ve biz, uzayda su arayan insanlık, kendimize ait, varoluşumuzun kaynağı bu dev suyu cansız bir su birikintisine dönüştürdüğümüz için, doğa son nefesindeyken, Earle bizi uyarıyor, “Mavi yoksa yeşil de yok!” diyor, “Okyanus yoksa, yaşam destek sistemi de yok!” “İçtiğiniz her yudum su, aldığınız her solukla okyanusa bağımlısınız” diyen Sylvia Earle’ün sözleri, dünyayı kendine getirmeye yetmedi; dünyalının kaybettiği her neyse! Masallar, insana doğru olanı, bütün zamanlar için denenmiş ve kabul görmüş olan iyiliğin ne olduğunu, bir fikri dayatmadan anlatmanın tek yoluydu. Hakikatçi ve Cinistan kitaplarında Binbir Gece Masalları’nın sırlar kapısını aralarken Özcan Yüksek bu konunun üstünde duruyordu. Masallar, herkesi ikna etmenin yegâne yoluydu; çünkü yazarı dahi


Sequatia voluptatem dion conestrum fuga. Tem volupti oreseni hicitas pelibus mo vollorae. Itat venis ipidi ulpa illeseq uidestor aut ex eum int, nis dolut aligendae. Ut magnate moluptiume vitae dolorep tatusap itibuscidi volorit, quat.

yok, kimsenin fikri değil, tarih boyunca doğruluğu kabul gördüğü için anlatılmaya devam edilmiş. Masalları kaybettik diyebilir miyiz? Belki masallar hâlâ var, ama oyalansın ya da uyusun diye çoğunu çocuklara anlattığımız, dönüştürülmüş, yeniden yazılmış masallar var. Masalların toplum hayatındaki oranı, kayıp denizlerdeki balıkların oranından bile daha az. Kayıp Deniz, “Dünyayı masallar kurtaracak!” diyor. Kurtarabilecek mi acaba? Yeniden okyanuslara dönelim ve görelim, kurtarılabilecek ne kalmış? Sylvia Earle’ün, yüzyılın sonunda okyanuslarda yalnızca denizanaları kalacak uyarısının sonuçlarını bugünden görmek zor değil. Türk denizbilimci Profesör Bayram Öztürk, denizdeki besin zincirindeki kopuşların, dünya denizlerinde denizanalarının çoğalma nedenlerinden biri olduğunu söylüyor. Kendi denizlerimizdeki uskumru, kolyoz, aybalığı, vatoz, denizkaplumbağası gibi

avcı türleri tükettiğimiz için, denizanaları istila ediyor. Profesör Öztürk, denizanalarının kirli suları tercih ettiğini de belirtiyor. Bayram Öztürk, Akdeniz’de pek çok ülkede, özellikle Fransa, İspanya, İtalya’da denizanası patlaması yüzünden, yaz mevsiminde turistlerin plajlardan kaçtığını vurguluyor. Kadir Can’ın Türkiye denizlerini konu alan ve geçen ay çıkan kitabında ise 40 yıl öncesine değin süren, denizlere ve balıklara en az zarar veren geleneksel balıkçılıktan sonraki tükeniş dönemi anlatılıyor. Atlas fotoğrafçısı Kadir Can’ın 1970’li yıllardan bu yana görüntülediği balıkçılığın ve aşırı avlanmanın yarattığı kayıp deniz gerçeği sergileniyor.

Ekolojik Vandalizm

Kıyıları döven ürkütücü dalgaları bile okyanusların ve denizlerin insan tarafından cansızlaştırılmasına engel olamadı. Mitolojilerin deniz canavarları ve ejderhaları denizleri koruyamadı. Kıskançlık ve hırs yüzünden parçalasın diye deniz canavarının önüne atılan Andromeda belki de bugünü anlatıyordu. Canavar aslında karada yaşıyordu, insanın hırs ve hasetini temsil ediyordu. İzlanda’nın Dyrholaey Burnu’nu döven köpüklü dalgalar, belki de kayıp denizin öfkesini ifade ediyor (üstte). Atlas fotoğrafçısı Kadir Can’ın Türkiye denizlerindeki kayıp balıkları anlattığı Balık Ağalara Takıldı kitabı geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Kitapta, boğazlarda yakalanan tonlarca torikten kareler var. Onlar şimdi nerede (karşı sayfada)?

Okyanuslar dünya yüzeyinin yüzde 71’ini kapsıyor ve gezegenimizin su kaynaklarının yüzde 97’sini barındırıyor. Sualtı dünyasının ise yüzde 95’inden fazlası henüz keşfedilmemiş durumda. Okyanus 2013 ŞUBAT ATLAS 105


türlerin bu dönemden geriye kalan yüzde 4’ün soyundan geldiği düşünülüyor. Bu tükenişten en çok da deniz canlıları etkilenmişti. Böcekler de tarihlerindeki en büyük yok oluşu yine bu dönemde yaşadı. Bu “Büyük Yok Oluş”un nedenleri arasında meteor çarpmaları, volkanik aktiviteler sonucu oluşan bazalt sel patlamaları, ölümcül metan sızması, oksijen seviyesinin düşmesi, deniz seviyesindeki düzensiz değişim gösterilmektedir. Sylvia Earle gibi bilim insanlarının çoğunluğu, yeniden büyük bir yok oluşun tam ortasında olduğumuzu düşünüyor. Bu sefer, özellikle deniz canlıları büyük risk altında. Memeliler ve kuşlar deniz canlılarına göre daha avantajlı; öncelikle sınıflandırmaları deniz canlılarına göre daha iyi yapılıyor, kolay gözlemlenebiliyorlar ve fosillerine bakılarak tarihleri bilinebiliyor. Günümüzde bilinmeyen türlerin tanımlanabilenlere oranı 21’de 1 olarak tahmin ediliyor; bir tahmine göre 30 milyon tanımlanmamış türün yanında sınıflandırılanların sayısı 1 milyon 750 bin.

Kaç Tür Yaşar?

Hint masalları ve efsanelerinin masal perileri, dinsel mabetleri süslüyor. Caisalmer’de bir Cayna tapınağında görüldüğü gibi.

106 ATLAS ŞUBAT 2013

ve göller, iklim başta olmak üzere benzer çoğu sistem için önemli bir tamamlayıcı rol oynar. Ayrıca dünya üzerindeki tüm türlerin yaklaşık yüzde 50’sinin yaşamı da onların desteğine dayanıyor. İnsan beslenmesindeki hayvansal proteinin yüzde 5’i de yine okyanuslardan sağlanıyor. Gezegenimiz tarih boyunca büyük tükenişlere sahne oldu. Bunların hiçbiri insan kaynaklı değildi. Bugüne kadar bilinebilen beş büyük kitlesel yok oluş yaşandı. Bunlar yaklaşık 440, 359, 248, 200, 65 milyon yıl önce meydana geldi. En müthişleri de 248 milyon yıl önce Permiyen dönemindekiydi. Var olan türlerin yüzde 96’sı yok oldu. Bugün yaşayan

Bu sorunun yanıtını kimse bilmiyor. Toplamda yeryüzünde sınıflandırılan türlerin sadece 300 bini deniz canlılarına ait. Halbuki kara canlılarının denizdekilere göre çok daha az sayıda olduğu konusunda herkes hemfikir. Özellikle derin okyanus canlıları insanın teknik donanım yetersizliğinden dolayı çok az araştırılabildi. Derinlere inildikçe biyolojik çeşitliliğin azaldığı kuramı ise günümüzde geçerliliğini çoktan yitirdi. Şimdi bilim insanları şu soruyu soruyor: Gerçekten derin okyanusta ve tabanında henüz tanımlanmamış 10 milyon tür olabilir mi? Bu sayıya elbette tüm yaşam formları dahil.

Okyanusları Nasıl Öldürüyoruz? İnsan kaynaklı sorunlar okyanuslardaki yaşamı birçok nedenden dolayı etkiliyor. Kirliliğin yüzde 80’i karasal kaynaklı. Okyanuslar dünyanın çöplüğü, istilacı türler dengelerin değişmesiyle mercanlardaki yaşamı öldürüyor, sanayi ve tarımsal çökeltiler, sanayi tipi aşırı avlanma gibi birçok neden karasal yaşamdan daha


çok doğrudan denizlerdeki yaşamı tehdit ediyor. Ayrıca tüm organik ve inorganik kimyasal kirlilik, gürültü kirliliği, derin su hasadı ve elbette küresel ısınma gibi nedenler sadece bir türü etkilemekle kalmıyor, denizdeki besin zincirini bozarak tüm deniz canlılarını tespit edilmesi imkânsız derecede tehdit ediyor. Her bir canlının bugüne ulaşması milyonlarca yıl sürmüşken insanın onları yok etmesi artık “ekolojik vandalizm” olarak tanımlanıyor. Altıncı büyük yok oluşun insan elinden olmaması için yeni kanunlara, yeni düzene acil ihtiyacımızın olmadığını kim söyleyebilir? Özcan Yüksek’in kaleme aldığı Kayıp Deniz iki kitaptan oluşuyor aslında, “Kayıp Deniz” ve “Masalperest”; dolayısıyla, iki sonu var, ama okur, başka sonlarla da karşılaşıyor her iki kitabın içinde. Binbir Gece Masalları, diğer masallardan farklı olarak yer isimleri verir, önemli Hint masallarında da bu özelliğe rastlarız. Kayıp Deniz’in masalsı anlatısında yazar, bu yolculuklara bizzat çıkıyor. Atlas’a aşina okur, kitabın sayfalarında gerçek coğrafyaları masalların içinde yeniden hayal etmiş olacak. Dahası, bir peri kızı, romanın

kahramanına masalların içine girmenin ipuçlarını veriyor. Yazar, okuru o sırları keşfetmeye çağırıyor. Dünyaya başka türlü bakma, başka türlü düşünme yolunu peri kızı aracılığıyla gösteriyor. Çünkü insanlığın kaybettiği bir diğer önemli şey de mantıktır. Kayıp Deniz, peri kızının ağzından kayıp mantığı şöyle tarif ediyor: “Sözcükler öldürüyorsa, kavramlar, bilgiler yok ederek anlaşılıyorsa, bu akıl, doğal, soluk veren her türlü yaşamı da hızla yok ediyor olmalı kuşkusuz!” Masallar anlatılmadığı için, yarıda bırakıldığı için dünya tehlikededir, Atlas okuruna bu düşünce tanıdık gelecektir. Atlas’ın Anadolu Yörüklerinden derlediği Kayıp Masallar, bu görüşün en önemli çalışmalarından biriydi. Yörük masalları ve doğanın eşsiz bilgileri göçebe Yörüklerle birlikte büyük ölçüde kaybolmuştu. Kayıp Deniz’de tarif edilene benzer bir dünyada mı yaşıyoruz yoksa: “Kim bilir, belki de bütün dinlerin cehennem diye tarif ettikleri yer, yaşadıkları kendi yeryüzünde onların karşısına çıkacaktır; hatta şu sıra iblisler cehennem ateşini üflemek için soluklarını toplamakla meşguldür!” n

Masalların hâlâ yaşadığı toplumlardan biri de Kamerun’un Ca ormanlarında yaşayan eşitlikçi toplum Bakalar. Onlar kaybolursa, gezegenin doğası için son umutlar da kaybolup gidecek (üstte). Ladakh’ta 4 bin 500 metrenin üzerinde yaşayan ve en zor doğa koşullarına alışkın halkın nüfusu da azaldı.

2013 ŞUBAT ATLAS 107


KİTAP

Dünyayı Masallar Kurtaracak Kayıp Deniz, Özcan Yüksek’in masallar serisinin, Hakikatçi ve Cinistan’dan sonra üçüncü kitabı. Masalsı roman diyebileceğimiz bir tarzda yazılmış. Özcan’a, Doğan Kitap’tan çıkan Kayıp Deniz’in sırlarıyla ilgili birkaç soru sorduk. SÖYLEŞİ: HÜSEYİN KEÇE

Kayıp Deniz’i neden yazma gereği duydun? Günümüz insanının masallarla bağını yeniden kurmaya çabalayanlara bir omuz da ben vermek istiyorum. Bir yerlerden başlıyorum işte. Masalların yaşamsallığını fark ettirmek, bin yılların hazinesinin, kütüphanenin en kıymetli ansiklopedilerinin, klasiklerinin, diğer başka değer verilen eserlerin yanına konulmasını anlatmak için. Masallar, insanın kendisiyle, başka insanlarla, doğayla ve bilinmezle kurduğu ilişkilerin sırlarını anlatıyordu. Bu ilişkiler sarsılmış durumda, hatta kimi yerde tamamen kopmuş diyebilirim. Hiç olmazsa her insanın en az bir masalı anlata108 ATLAS ŞUBAT 2013

cak kadar bilmesi, anlatması; çocuk masalını değil büyük masalını bilmesini diliyorum. Neler sana ilham verdi? Tam 20 yıldır yayına hazırladığımız Atlas dergisinin okurları için, dünyanın ücra köşelerine, cangıllarına, çöllerine giriyoruz. En başından bu yana bütün kültürlere hayranlık besleyerek yaklaşıyoruz. Bu hayranlık, özellikle geleneksel toplumların düşünce biçimlerine, sanatlarına, anlatılarına daha derinlemesine girdiğimde daha da çoğalıyordu. Bana asıl ilham veren, doğayla ve kendileriyle barışık yaşayan insanların, 20 yıl önce gittiğim Kalahari !Kung Sanlarının, Tanzanya’daki Hadzabelerin, Kamerun’daki Baka-

ların, Yukarı New York’taki Senacaların, Mohikanların, Meksika Kızılderililerinin, Sri Lanka, Hindistan, Mısır çölleri, Tibet düzlüklerinde yaşayanların düşünce biçimleriydi. Bir süre sonra onların, kendi aralarında ve doğayla kurdukları iyiliğe dayalı ilişkisinin temelinde, aynı zamanda bizim kaybettiğimiz bir mantık olduğunu fark ettim. O kayıp mantık, bana ilham verdi aslında. Nedir o kayıp mantık, neyi kaybetmişiz, neyimiz eksik kalmış ya da? Biz, bir boyutu eksik bir dünyada yaşıyoruz. Ya da gerçek dünyanın ve evrenin bir boyutunu eksik yaşıyoruz. Bu bizim, modern insanın bir çeşit kara deliği mi yani? Bir çeşit kara delik. Duyularımızın, gerçeğin bütün boyutlarını algılayamadığını biliyoruz. Yaygın bir şekilde olmasa da bunu biliyoruz. Atlas’ta geçen yıl yaptığımız “Kayıp Mantık” konusunda, daha ayrıntılı açıklanmıştı. Atlas’ın yazarlarından Mustafa Cemal’in, Hegel’in Kayıp Mantığı kitabı da bana ufuk açtı. Masalların, işte bu dördüncü boyutu insanlara gösterdiğini fark ettim. Bana masallarımızın şu ünlü sözüydü ilham veren: Bir varmış bir yokmuş. Bizim mantığımız bu söz karşısında dehşete düşüyor, hemen çocukların önüne atıyoruz onu. Bizim için bir şey hem var hem yok olamaz. Oysa masallar, az önce sözünü etti-

ğim toplumların düşünce biçimleri bu mantığa dayanır. Kayıp Deniz gizemli bir mantık anlatısı mı aynı zamanda? Peri kızı Sodeva’nın, tatlı bir dille bu mantığı romanın kahramanına öğretmeye çalıştığını görüyoruz çoğu yerde, neden? Kayıp Deniz’i yazarken en çok heyecanlandığım bölümler, peri kızı ile romanın kahramanı arasındaki tuhaf diyaloglar oldu. Masalların mantığını peri kızı anlatırken, dördüncü boyutu görmenin sırlarını işaret ediyor. Tabii ki doğrudan söylemiyor, masalların yaptığı gibi okuyucunun keşfetmesini istiyor. Kitabın bir yerinde romanın kahramanı Korkut Can’a şöyle diyor, okumak istiyorum: “Masalların bir varmışı ile bir yokmuşunun birliğini ve tabii ki ayrılığını yaşıyorsun sihirli aynana bakınca Korkut Can! Ve dev, seni kucaklayıp istediğin yöreye taşıdığında ise varmış ve yokmuş arasındaki süreci tüm olarak görüyorsun. Şimdi anladın mı?” Masallardaki sihirli ayna, kayıp mantığın dönüşüm niteliğinin en güzel örneklerinden biri zaten. İnsanın ruhsallığı ile bedeninin ayrılmaz birliği. Birbirinden kopardığımız pek çok şeyin birliği. Kitapta peri kızı diyor ki: “Varmış ve yokmuş birbirinin karşıtı olmadığı gibi, zamanda nöbetleşmezler de. İkisi birdir


ve birliğin şekli şemali bu yüzden tekyüzdür.” Nedir bu tekyüz ve neden birleşik yazdın, yazım hatası değil herhalde? Her şeyin tekyüz olduğunu anlatmak için öyle yazmayı tercih ettim. Birbirinden kopardığımız her şey. Örneğin iç dış, eğri doğru, var yok, uzak yakın... Hazırlık sürecinde nasıl bir araştırma yaptın, hangi ülkelere ve nerelere gittin? Binbir Gece Masalları ve aynı büyüklükteki Hint masallarında, diğer masallardan farklı olarak yer isimleri geçer. O yerleri harita üzerinde bulup yolumu oralardan geçirdim, masallar işitmek, etrafa bakınmak için oralarda oyalandım. Himalaya etekleri, Tibet civarı, Hindistan’ın, Pakistan’ın şurası burası, Afganistan, Horasan, İran, Suriye, Mısır, Afrika, Asya ülkeleri, Çin pek çok yer. Kitapta her yerin ismini zikretmiyorum. Kayıp Deniz’in daha önce kaleme aldığın “masal serisi” Hakikatçi ve Cinistan adlı kitaplarınla bir bağı var mı? Hakikatçi’yi yazdığımda, okurlara bu serinin üç kitabı olacağını söylemiştim. İkinci kitabın ismini de vermiştim. Cinistan demiştim. Böylece bir çeşit söz de vermiş oldum. Üçüncü kitabın ismi yoktu kafamda, onu verememiştim. İyi ki de vermemişim ismini, çünkü Kayıp Deniz diğer ikisinden büsbütün farklı oldu. İlk ikisi,

anlatı türünün inceleme örneğine yakın kitaplardı. Kayıp Deniz, anlatı türünde ama masalsı anlatı ya da masalsı roman diyebileceğimiz bir tarzda yazıldı. Üçüncü kitap, tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi oldu, bilinçli bir tercih olarak değil de kendi yolculuğu bu dönüşümü sağladı. Neden bir bilge, bir yaşlı vb. değil de kılavuz olarak bir periyi seçtin? Masalların pek çoğunda, özellikle de Birbir Gece’de bütün kahramanlar aslında aynı kişi, yani okurun kendisi, kral, vezir, kraliçe, cellat, köle, katil, kadı, hatta katır, ifrit, cin, herkes. Dolayısıyla yaşlı bilgenin yerine peri kızını tercih etmek arasında özde fark yok. Bilgenin kendisinin yaşlı olması, masalların binlerce yıllık bilgeliğini ifade ediyor esas olarak. Bugün artık, masalların yaşlı bilgesinden çok peri kızı meşhur. O yüzden, peri kızı, masalların yaşlı bilgesinin bütün bildiğini biliyor. Kimi bölümlerde farklı zamanlar, ortaçağ ile bugün, eski ile yeni iç içe geçiyor. Özellikle mi böyle bir yöntem izledin? Neden? Kitabın bir boyutu da zamanla ilgili. Hatta kitabın sonu, ikinci kitabın sonu diyeyim, modern insanın zaman algısından farklı bir zaman düşüncesini algılamakla ilgili. Zamanlar da, insan tarafından yapay biçimde birbirinden kopartılmış. Burada daha fazla anlat-

mayayım, okur zamanla, zamanın sırrını keşfetsin. Masallarla, insanın içsel dünyası arasında nasıl bir bağlantı var? Masallar, günümüz insanının birbirinden ayırdığı iç ve dış dünyayı tekyüz halinde birleştirir. Masal tastamam böyle zaten. Binbir Gece’de iki Sinbad var örneğin, Gemici Sinbad ve Hamal Sinbad. Sondan söyleyeyim, masal beden kavramını hamallık mesleğiyle anlatıyor. Denizler aşan Sinbad ise insanın ruhu, tini diyebiliriz. Birinci Sinbad maceralara çıkar ve döner, sonradan tanıştığı ya da sonradan fark ettiği diyelim, bedensel Sinbad’a başından geçenleri anlatır. Özellikle Binbir Gece, tamamen budur. Zenci köleler, zenci değildir, insanın ışık geçirmeyen kendi iç dünyasıdır. İnsanın kendi ihtiraslarının kölesi olarak davranır öykülerde. Cinistan’da bunun üstünde durmuş, özellikle Sudanlı üç haremağasının öykülerini incelemiştim. Gezegenimiz ile masallar arasında bir bağlantı var mı? Masallar, gezegenimizi taklit eder. Masallar, gezegenimizin oyuncak küresi gibidir, daha canlı, zihinsel olarak yuvarlak, dönen, tekrar eden, tekerlemelerle uyumu anlatan, bir varmış bir yokmuşla yaşam ve ölümün tekyüzünü anlatan benzersiz bir anlatıdır. Keşke, coğrafya veya biyoloji dersleri masallarla anlatılsa. Masallar-

da dağlar hareket eder, oysa biz baktığımızda, dünyada en sağlam ve hareketsiz duran dağlardır gibi. Bilim çok sonra, dağların hareket ettiğini buldu, depremleri anladı... Nerede doğdun? Çocukluğunda sana masal anlatırlar mıydı? Hakikatçi, Cinistan ve Kayıp Deniz’de bu masallardan etkilendiğin söylenebilir mi? Rize’nin Pazar ilçesinde eski adıyla Talvat köyünde doğdum. Köyümün adı dahil, nerdeyse her bahçenin, her sırtın, kendi özel, anlamını kimsenin bilmediği, sanki bir zamanlar yaşamış masal karakterlerinin verdiği tuhaf adları vardı, onlar ilgimi çekmişti. Lazcaydı, ama yine de kimse anlamını bilmiyordu. Çocukken yazları köye gönderilir ve o eşsiz doğanın içinde kendimi unuturdum. Sence gezegenimiz ile biz insanlar arasındaki temel sorun nedir? Temel sorun, insanın gezegeni, üzerine inşaat yapacağı bir arsa olarak görmesidir diyebilirim. İnsan, o gezegen olduğu için var olduğunu, o gezegenle tekyüz olduğunu unutmuş. Sanki işi bitince başka gezegene taşınacak biri gibi. Ormana kereste ya da en fazla manzara diye, suya kilovat saat, denize su birikintisi, yaz kış ya da diğer mevsimlere moda kreasyonları gibi bakıyor n www.facebook.com/kayipdenizkitap twitter.com/kayipdenizkitap twitter.com/Masalistan

2013 ŞUBAT ATLAS 109


Şili’nin kuzeyindeki Atakama dünyanın en kurak çölü. Burada ultra maratonun gerçekleştiği noktalardan biri de yüzeyi Mars’ı andıran Tuz Gölü. Maratoncular burada her an sürprizle karşılaşabilirler. Olağandışı manzaralar, maratoncuyu yolundan alıkoyabilir ve fotoğraf çekmekle koşmak arasında karar vermek durumunda bırakabilir. 250 kilometrelik maratonda, aynı gün içinde kat edilmesi gereken 74 kilometrelik etap büyük zorluklara sahne oluyor.

110 ATLAS ŞUBAT 2013


ULTRA MARATON

Dört Kıta Dört Çöl

Yürüyor, koşuyor, tırmanıyorlar. Dünyanın en zorlu, en geçit vermez noktalarında güç, dayanıklılık, sabır sınavından geçiyorlar. Türkiye’den Alper Dalkılıç’ın katıldığı 2012 Ultra Maratonu Asya’da Gobi, Afrika’da Sahra, Güney Amerika’da Atakama ve Antarktika çöllerinde gerçekleştirildi.

ALPER DALKILIÇ

YAZI: ALPER DALKILIÇ

2013 ŞUBAT ATLAS 111


E

112 ATLAS ŞUBAT 2013

Gobi Çölü, ultra maratonun en zorlu noktalarının başında geliyor. Yer yer 3 bin metre irtifalarda, koşmak bir yana yürümenin bile zor olduğu etaplarıyla Gobi Çölü bazen geçit vermiyor. Alper Dalkılıç, Gobi’deki ilk denemesinde maratonu yarım bıraktı, ama ikinci denemesini başarıyla sonuçlandırdı.

www.racingthplanet.com / SCOTT MANTHEY

n son ne zaman koştunuz ya da en son ne zaman “çölde” koştunuz? Sizinle paylaşacağım bu yazı aslında dört çöl değil, dört çöl ötesi ve fazlası… “Dört çöl” bu serüvenin sadece görüneni; ancak Antarktika’da karşılaştığım buzdağları gibi tüm deneyimi hesaba katarsam, yaşananlar buzdağının görünmeyen kısmında. Ne vakit ne olacağı belli olmuyor ancak şu bir gerçek ki her daim yaşananlar unutulmayacak anılar oluşturuyor. Çöller, insanı bambaşka yolculuklara sürüklüyor. Çöl maratonlarındasınız: Sırtınızda bir çanta ile koşuyor, tırmanıyorsunuz, sınırlı sürede bitiş çizgisinde olmanız lazım. Organizasyon, yarış süresince size yalnızca sıvı ve konaklama desteğinde bulunuyor. Yarışlar 6 gün ve 250 kilometre uzunluğunda. Uzun etap adı verilen blok günler 65-100 kilometre arasında değişebiliyor. Ara istasyonlarda sıvı desteği alacak, kamp alanında yeni bir maceraya hazırlanmak için verilen sıcak su ile yemeğinizi yapacak, beslenecek, dinlenecek ve yeni bir güne hazırlanacaksınız. Ultra maratonlar bildiğimiz standart şehir maratonlarının (42,195 kilometre) yerine farklı coğrafyalarda, farklı mesafelerde, farklı disiplinlerde gerçekleşiyor. Şehir maratonu koşuları ile kendimi ultra maratonlarda buldum. Koşmak, yüzyıllar öncesinde insanoğlunun yaşamak, hayatta kalmak, kendini korumak, beslemek ve mesafe kat etmek için yaptığı bir etkinlik. Mütevazı malzemeler yeterli: Bir çift spor ayakkabısı, giysi, sabır, sonrasında süreklilik ile dayanıklılık gerekiyor. Ne kadar çok adım o kadar çok mesafe, ancak hızlı değil yavaş yavaş. Lykia Yolu Ultra Maratonu’nda inanılmaz maceralar yaşadım, Türkiye’de bir ilk. Yarışı organize eden çöl maratoncusu Taner Damcı ile tanıştım. Benim Lykia ile uslanmayıp kendimi çöllerde bulacağımı ilk görüşmemizde fark ettiğini söylemişti. Lykia sonrasında sırada Gobi Çölü Ultra Maratonu vardı. Dünyanın beşinci büyük çölü, Çin ve Moğolistan topraklarında yer alan 3 bin metre irtifalara ulaşan, yer yer yükselen ve de bildiğimiz çöl fikrine ters bir


2013 ŞUBAT ATLAS 113


S. MANTHEY

Gobi Çölü’nde kum denizinde verilen mücadele çok yorucu. Ancak asıl zorluk çölü bir fırına çeviren ve 50 derecelere varan sıcaklık. Bu fotoğrafta maratoncular, Lut Gölü’nden sonra deniz seviyesinin altındaki en alçak noktada ilerliyorlar.

114 ATLAS ŞUBAT 2013

yapıdaydı. Organizasyonun hazırladığı bültende “adeta bir fırın” deniyordu. Deniz seviyesinin 150 metre altındaki Lut Gölü’nden sonra deniz seviyesinden en alçak noktayı ziyaret etmiş olacaktık. Katılım bedeli, kullanılacak malzeme, ulaşım, vize derken ödenmesi gerekenler yüksek bir kalemi oluşturuyordu. Başarmak için sponsora ihtiyacım vardı. Her yolu denedim; mail, telefon, ziyaret. Mailimi banka içi eğitimlerde tanıştığım Mehmet Özel Hocama da atmıştım; TEMA yararına koşacaktım. “Adım Adım” isimli, koşarak yardım toplayan

bir oluşumun isim babasıydım, koşarak Omurilik Felçlileri Derneği yararına bağışlar toplamış, omurilik felçli dostlarımı tekerlekli sandalyeleriyle maratonlarda finişe ulaştırmıştım. Koşarak bağış yapan tek ben değildim, yüzlerce insandan sadece biriydim. (Siteyi inceleyebilirsiniz: www.adimadim.org) Mehmet Özel’ in dosyamı KlimaPlus’a aktarması ile çöllere adım attım.

Gobi Çölü Kendi yolculuğumuza, kendi çölümüze gidiyorduk. Bizi çöle götürecek


S. MANTHEY

otobüslerle 2 saat kadar gittik. Büyük bir heyecan ve bilinmez içindeydik. Ne yapacaktık, nasıl yaşayacaktık? Dağcılıktan alın feneri kullanmaya alışkındım. Elektrik konusunu ise solar şarj cihazı ile hallettim. Cep telefonu kullanmak yasaktı, kullandığım müzikçalarımı ise her akşam solar cihaz ile şarj ediyordum. Yanımda sevdiklerimden, dostlarımdan aldığım ses kayıtları ile zaman geldi güldüm, zaman geldi hüzünlendim, kayıtlar sayesinde yalnız değildim. 250 kilometrelik ultra maratonda her gün değişen mesafeleri koşuyorduk. Pazar günü

başlayan yarışta beşinci etap bir sonraki günle blok olarak koşuluyordu. Uzun gün (5. gün) adı verilen bu etaplarda mesafeler her yarışta değişmekle beraber bizim koşmamız gereken 80 kilometre idi. Önceki dört gün süresince yüzlerce kilometreyi sırtta çanta ile koşmuştuk ve geçmemiz gereken kum etapları için hazırdık. Sıcaklık 50 derecelere varıyordu; saatler ilerledikçe çekilmez bir hal alıyor ve sonraki istasyonda (kontrol noktası) kendimizi birkaç metrekarelik çadıra atıyor, gölgeden faydalanmaya çalışıyorduk. Bir gün öncesinde tek kolu

Atakama Çölü’nde yeni bir gün; ultra maratoncular sırtlarında çanta ile bitiş çizgisine ulaşmak için mücadele içindeler. Yükselen güneş, uzun saatler süresince etapta kalacak sporcular için etkisini birazdan hissettirecek. Ultra maraton etaplarında mesafeler koşarak, yürüyerek ve tırmanarak tamamlanıyor.

2013 ŞUBAT ATLAS 115


A. DALKILIÇ

protez olan ve bitiş çizgisine gitmesi için büyük moral verdiğimiz Koreli kadın yarışmacının uzun etapta, bulunduğumuz çadırda bizi elindeki su şişesi ile serinletme çabası unutulmaz anılarımdan. O gün tamamladığım 40 kilometre sonrasında yarıştan çekildim, Alicem de ben yanından ayrıldıktan bir süre sonra yarışı bırakmış. Organizasyon doktorları 116 ATLAS ŞUBAT 2013

ayağımızdaki birkaç su toplanması dışında fiziki herhangi bir sorun görmediler. Yarıda bırakılan bir çöl maratonu ve yıkılan hayaller! Ne planlamıştım, neler yaşamıştım. “Gününde olmak” deyimi tüm elit, profesyonel ve amatör sporcular için geçerli. Elbette maraton bitmişti, yarıda bırakmıştık ama benim maratonum devam ediyordu.


A. DALKILIÇ

bir ultra maraton silsilesi. Gobi bana güzel bir ders vermişti: Başarılı bir başarısızlık provasıydı. Maratonlar Güney Amerika kıtasında Atakama Çölü’nde 3-10 Mart, ikincisi Asya kıtasında 1016 Haziran’da Gobi Çölü’nde, üçüncüsü Afrika kıtasında Sahra Çölü’nde 22 Ekim-3 Kasım’da ve son çöl adı verilen Beyaz Dünya olarak nitelendirdiğim 22 Kasım-3 Aralık tarihlerindeki efsane Antarktika’daydı. Gerçekleştirmeye niyetlendiğim bu 4 çöl maratonu, TIME dergisince 2010 yılındaki en zorlu 10 faaliyet arasında gösterilmekteydi. Henüz 4 çölü bir sene içinde bitiren kişi sayısı sadece 11 idi. 2012 yılında bu sayı değişecekti.

Atakama Çölü’nde sırt çantaları ile etapları aşan sporcular işaret bayrakları eşliğinde yol alıyorlar. Bir hafta süresince sırtta taşınan ve bedenle bütünleşen tüm malzemelerin taşındığı sırt çantasıyla maratoncu, yüksek irtifada kızgın kumlar üzerinde yol alıyor (solda). Alper Dalkılıç’ın bu bavulu Atakama’ya giderken 4 ayrı uçak aktarmasında da kaybolmuştu. Yaklaşık 25 kilogram ağırlığındaki bavulda ultra maraton süresince kullanılan tüm malzemeler var. Malzemeler gram gram tartılmış, yeni macera için hazırda bekliyor (üstte).

Atakama Çölü

Grand Slam Bir sonraki sene için hedefimi Grand Slam’e yönelttim, başarılı olursam bunu yapan ilk Türk sporcusu olacaktım. Grand Slam; bir takvim yılı içinde 4 kıtada 4 ultra çöl maratonunun tamamlanması ile kazanılan unvan. O zamana kadar 11 kişi vardı. Elbette ayrı bir cesaret, özveri, maddi manevi büyük güç isteyen

Atakama Çölü’nü, katıldığı Dakar Rallileri ile bize tanıtan, geçen sene kaybettiğimiz değerli sporcu ve örnek bir karakter olan Kemal Merkit sayesinde biliyordum. Kemal Merkit’in Gobi Çölü öncesinde ses kayıt cihazıma kaydettikleri benim için büyük değerdeydi. Her maratonda yanımda bir tanıdığım ya da orada tanıdığım Türk sporcular da oluyordu, büyük şanstı benim için. 2011 yılında katıldığım Lykia Yolu Ultra Maratonu’nda tanıdığım Elena Polyakova ile gidecektim bu sefer. Kendisi de katıldığı ultra maratonlarda kürsüye çıkan başarılı bir sporcu. Elena sponsor bulamadığı için sonraki çöllerde yanımda yer alamadı. Son anda Atakama 2013 ŞUBAT ATLAS 117


S. MANTHEY

Antarktika’da “ana kıta”ya ilk adımlar atılıyor. Yarışçıları getiren gemi demir atmış bekliyor. Maratoncular ana kıtada koştuktan sonra güneşin batmadığı bu beyaz dünyada çadır kampında kaldılar.

118 ATLAS ŞUBAT 2013

listesine dahil olmuş ve uçak biletlerimizi almıştık. San Pedro de Atacama, Şili’nin muhteşem bir kasabasıydı. Her gittiğimiz havalimanında bavulların izini sürüyorduk, bavullar bizden 2 gün sonra geldi, en büyük tesellimiz malzemelere ulaşmaktı. Yarış faaliyet bölgelerine erken gitmenin en büyük faydası, ortama uyumun yanında malzeme konusunda da hazırlık süreci için uygun vaktinizin kalması. Atakama’da, Viyana’da yaşayan iki Türk ultra maratoncu ile tanıştık.

Getirdiğimiz parmesan peyniri ve beraberindeki kurutulmuş pastırma oldukça leziz bir sürprizdi. Yarışlarda kişinin kendini tanıması, sınırları zorlaması ve bitiş çizgisini başarıyla göğüslemesi her yarışmacının ortak arzusu. Hayatımda ilk kez gördüğüm Mars, burada göz kırptı. Yıldızlar bir battaniye gibi üzerimizi örtüyordu. Nasa, araştırmalar için bu çölde çalışmalar yapıyordu. Ülkeler gözlemevi kurarak eşsiz yıldız manzarasına şahit oluyorlardı. Kendi gözüyle görmeli insan, çekimleri izlemiştim


S. MANTHEY

ama orada olmak, yıldızların parıltısı altında yeni bir güne hazırlanmak, hepsi muhteşem anlardı. Sabah 5’te kalkıp sıcak su koyduğumuz kaplarımızda lapa yemek keyifli değildi ancak en keyiflisi 35-45 kilometre arası mesafeyi koşup sonrasında ana kampa ulaşarak o güne ait yemeğimizi yemekti. Her yemek gün gün ayrılmıştı, günlük minimum kalori miktarı 2 bin kilokalori idi. Yarışlar öncesindeki malzeme kontrolü çok ciddi tutuluyor. Yaklaşık 30 ayrı malzeme kontrol ediliyor: 20 çengelli iğne, parasetamol,

yara bandı olmazsa olmaz malzemelerden birkaçı. Kendine yeterlik üzerine kurulu yarışta bir şikâyetiniz varsa, doktora ilkyardım malzemeleriniz ile gidiyorsunuz. Doktor yapılması gerekeni söylüyor ve kendiniz uyguluyorsunuz. Atakama Çölü, Gobi Çölü’nde olduğu gibi 3 bin metrelerin üzerinde. RacingThePlanet isimli firmanın organize ettiği bu yarışmalara uluslararası birçok yarışmacı katılıyor. Firma bu sene 10. yaşını kutluyor. Çadırlar ortalama 10 kişiden oluşuyor. Organizasyonda koşucuların

Penguenler, dünyanın en soğuk kıtası Antarktika’ya müthiş bir sıcaklık ve sevecenlik katıyor. Penguenlerle insanlar arasındaki mesafe en az 5 metre olmalı ama penguenler insanları yadırgamıyor ve çok yakınlarına kadar sokulabiliyorlar.

2013 ŞUBAT ATLAS 119


S. MANTHEY

Ultra maratonun son noktası “Son Çöl” denilen Antarktika. 27 ülkeden 49 katılımcı ana kıtada yeni bir etaba başlıyor. Etaplar süreyle sınırlı, diğer çöllerin aksine kat edilen mesafeden çok süreye odaklı olarak koşulan mesafe değerlendiriliyor (üstte). Alper Dalkılıç’ın Gobi’deki ilk çöl maratonu başlamak üzere. Bu deniyim Alper’in bir sonraki yıl katıldığı Dört Kıta Dört Çöl yarışı için önemli bir deneyim oldu (altta).

yanında dünyanın dört bir yanından gelen gönüllüler yer alıyor. Her gün kurulan onlarca çadır, yüzlerce yarışmacının sonraki bitiş noktasında tekrar kuruluyor. Serinin ilkinde tuz gölü etabı adeta rezistanslı bir fırın gibiydi. Gündüz ve gece arasındaki ısı çok farklıydı. Uzun günde yaklaşık olarak 74 kilometre yol alacaktık. Tuz gölü etabı sonrasında karşılaştığımız kum tepesi artık sınırlarımızı

test ettiğimiz, kapasitemizi en yüksek seviyede zorladığımız bir andı. Gün içinde bir anda değişen hava, son 10 kilometre kala son gideceğimiz istasyonda havanın bozması ve iletişim kurulamaması, istasyonda önemli bir karar vermemiz gerekiyordu ve 10 dakika içinde bu karara vardık. Beklemeden hemen çıkmalıydık. 157 kişinin katıldığı ultra maratonu 142 kişi bitirdi.

Gobi Çölü

S. MANTHEY

2011 yılındaki Gobi etabı Urumçi tarafında gerçekleşmişti. Bu yıl Kaşgar tarafında olacaktı. Yarışa Mustafa Kızıltaş ile gidecektim, kendisi Lykia Yolu Ultra Maratonu birincisiydi, çöl maratonu ödülüydü. İstanbul Havalimanı’nda karşılaştığımız Türk vatandaşı ve Kanada’da ailesi ile yaşayan Tan Torun da gönüllü olarak katılacaktı. Kaşgarlı Mahmud’un yaşadığı yerleri tekrar görmek ve orada olmak. Kaşgar, Sincan Uygur özerk bölgesinde yer alıyor. İki yıl önce tırmanış partnerim, dostum Cumhur Fevzi Baştuhan ve tırmanış amacıyla gittiğim Muztag Ata Dağı’nda tanıştığım aşçımız 120 ATLAS ŞUBAT 2013


tı! A t l a s Ta r İ fha r Çk ıınka v a r ı n !

r” “Dün hâlâ yaşıyo

Bostancıbaşı defterlerinden

LUK KOLEKSİYON LA IY ÖZEL KAPAĞ

200 yıl önce Boğaziçi

BAYİNİZDE!

l Rus

askerleri Yeşilköy’de… İlber Ortaylı Ayastefanos’u yazdı l Potemkin:

Rus Devrimi’nin ünlü zırhlısı, Karadeniz’i de bombaladı New York Times’ın haberi Aşkale sürgünlerini kurtardı l

Osmanlı kahvehaneleri: İsyanlar, sohbetler, yasaklar ve müdavimler l

l Muradiye

Külliyesi: Cem Sultan da, şehzade Mustafa da burada yatıyor l Moğollar Anadolu’yu nasıl istila etti? l Vakıflı:

Musa Dağı’ndaki son Ermeni köyü

İmparatorluğun gizli başkenti Edirne l

Karlsbad: Sosyal hayatı Mustafa Kemal’i etkiledi, devrim yapmaya burada karar verdi l

HEPSİ VE DAHA FAZLASI Atlas Tarih’te

Atlas Tarih’ten okurlarına armağan:

“Muhteşem Süleyman” albümü


S. MANTHEY

Antarktika’da her an değişen hava dolayısıyla giyim konusu çok çok önemli. Maratoncular, yarışı düzenleyenlerin bir listeyle bildirdiği malzemeler olmaksızın yarışamaz. Sırt çantasında en az 6 kilogram malzeme bulunuyor. Yarışta penguen kostümü ile koşan Japon sporcular da vardı.

Kahraman ile şehirde karşılaşıyorum önce. Daha sonra görüyorum ki Kahraman, maratonu organize eden ekibe yemek yapıyor. 3 bin metrelerde geçen maratonda sıcak ve irtifa koşucuları zorladı. 160 kişinin katıldığı maratonu 145 kişi bitirdi. Maratonun finali ilk Türkçe sözlük yazarımız Kaşgarlı Mahmud’un türbesinin yanında sona eriyordu. Son 5 kilometreyi TEMA’dan Elif Hanım’ın armağan ettiği Türk bayrağımı kullandığım batonlardan birine takarak koştum. Büyük coşku ve tezahüratlar eşliğinde finişe ulaşırken Mustafa Abi de bu eşsiz anın videosunu çekerek ölümsüzleştirdi. Serinin ikinci ayağı sona ermiş, Gobi bu sefer davetkâr davranmıştı. Sırada dünyanın en büyük çölü Sahra vardı.

Sahra Çölü Üçüncü kez katıldığım, bir hafta süren Lykia Yolu Ultra Maratonu (LYUM), Sahra öncesi önemli bir antrenmandı benim için. 240 kilometrelik Lykia Yolu sonrasında kumla kaplı halı üzerinde, tek bir gölgenin olmadığı, dünyanın en 122 ATLAS ŞUBAT 2013

büyük çölü ve kum denizindeyim bu sefer. Kahire’de şehir merkezi dışında güzel bir oteldeyiz. Yarış bölgesine otobüsle 3 saatte gidiyoruz. Maratonda Türkiye’den sadece ben varım. Elena bu sefer gönüllü olarak katılmaya karar verdi organizasyona. Gönüllü olarak katılanlar da yarışmacılarla aynı şartlara tabiler. Ulaşım ve yemek için gerekli harcamaları kendileri karşılıyorlar. Yarışı bırakanlar ilk 3 gün içinde oldukça fazlaydı. Zira ilk çöl için oldukça hırçın ve de tehlikeli olabilir Sahra. Sahra’da fosil kalıntıları arasında kurulu açık hava müzesinden koşarak geçiyoruz. Uzun etapta 86 kilometre mesafe kat ettik, bitmeyen kum denizinde. Sahra organizatörlerine göre biz en iyisini yapıyorduk, çölü koşarak ve de yürüyerek en iyi şekilde yaşayabilirdik. 36 ülkeden 140 kişi katıldı ve bu maratonu 116 kişi bitirdi.

Son Çöl: Antarktika En çok beklenen, heyecan uyandıran, ulaşılması en zor etap Antarktika’daydı. Bu çölde de Taner Damcı ile aynı kamarayı paylaşacaktık. Antarktika’ya


50

BOAT SHOW ÖZEL

Fuarın en yeni

Teknesi

mercek altında

YELKENLİDE YENİ TREND Geniş havuzluklar YACHT TEST Sonsuz ışık, şeffaf tasarım, yüksek performans SINIF DIŞI BİR YAT ABSOLUTE 70 Megayatlarımız dünya arenasında Türk yapımı 11 yat ödül peşinde

ŞUBAT SAYISI BAYİLERDE!

TÜRKİYE

En yeni tekneler, yelken yarışları ve Türkiye’nin en kapsamlı tekne alım-satım rehberi YATMARKET ile birlikte…

www.yachtturkiye.com -

83_YAT_ATLAS.indd 1

www.facebook.com/ YACHT_Türkiye -

www.twitter.com/ @yachtturkiye

22.01.2013 19:17


ATLAS KARTOGRAFYA SERVİSİ

Ushuaia’dan gemi ile hareket ettik. Dünyanın en uç noktası olan Ushuaia’ya bir gün geç gitmek zorunda kaldım, Buenos Aires’teki grev dolayısıyla. Tüm uçuşlar iptal olunca Buenos Aires’te plansız ama muhteşem bir mola verdim; üstelik Barselona’dan gelmesi gereken bavulum da gelmemişti. Ertesi gün bavulum ve ben buluşarak Ushuaia’ya uçtuk. 27 ülkeden 49 yarışmacı ile bir arada gemiye binmek için heyecanla bekliyorduk. Ushuaia, yedinci kıtaya en hâkim liman. Plancius isimli gemimiz limanda bizi bekliyordu. Gemiye yerleştikten sonra lobideki ilk tatbikatımız, gruplara ayrılarak kurtarma botlarına ulaşmaktı. Güney Amerika ile Antarktika kıtalarının arasında kalan Drake Geçidi, Antarktika’dan gelen soğuk ve kuzeyden gelen sıcak suların buluşması, Büyük Okyanus’tan Atlas Okyanusu’na sürekli akıntı bulunması ve rüzgâra açık olması dolayısıyla yolculuğun en zorlu bölümüydü. Bir grup olarak scapolamin isimli bantlardan takmıştık kulak arkamıza, bir grup yarışmacı ilaç alıyordu. Pasaj geçişini iki günde atlattık ama aynı yol bizi dönüşte de bekliyordu. Toplamda 12 gün süren faaliyette inanılmaz yerler gördük, hayatımızda ilk defa buzdağlarına bu kadar yakından 124 ATLAS ŞUBAT 2013

baktık. Penguenler bize rahatlıkla yaklaşıyor ve poz veriyorlardı fakat bizim onlara beş metreden fazla yaklaşmamız yasaktı. Gemide diğer çöllerin aksine üç öğün yemeğimizi organizasyon veriyordu. Hollanda gemisi Plancius oldukça konforlu bir gemiydi. Keyifli geçen yemekler ve sunumlar dışında kamaramızdaki televizyondan Antarktika ile ilgili filmler izledik, kitap okuduk. Yapılan anonslar ile elimizde fotoğraf makinalarımız güverteye koşuyorduk. Yunuslar ve balinalar şansımız yaver giderse bize eşlik ediyorlardı. Bu faaliyette 4 gün süresince King George Adası’nda (11 saat 45 dakika), Dorian Körfezi’nde (8 saat), Neko Limanı’nda (2 saat 12 dakika), Danko Adası’nda (1 saat 50 dakika) koştuk. Finişe Taner Damcı ile birlikte Türk bayrağımız ile giriyorduk. Uzun süre dağda ve çölde kalmıştım ama ilk defa bir gemi ile bu kadar çok seyahat ediyordum. Ana kıtada bir gün tüm yarışmacılar olarak çadır kurduk, penguenler arasında. Danko Adası’ndaki koşumuz sonrası adalara ulaşımı sağlayan zodyak botlar ile gemiye tekrar döndük. Yemek sonrası yapılan tören ile madalyalarımızı alacaktık. Benimle beraber 17 sporcu daha 2012 yılı Grand Slam unvanı alanlar arasına katıldı n


AT L A S İ S T A N B U L Ç I K T I , B AY İ L E R D E !

Sanatkent

İSTANBUL

Sanatın ve sanatçının ilham kaynağıdır İstanbul. Şiirden tiyatroya, edebiyattan sinemaya, resim ve heykelden mimariye her alanda sanatın yurdudur. Atlas İstanbul Özel Sayısı, İstanbul'un sanatsal kimliğini araştırıyor.

Sanat İmparatorlukları

İmparatorlukların görkemini, kültürlerin zarafetini yansıttı İstanbul. Bizans ve Osmanlı devirlerinde sanatın başyapıtlarıyla donandı.

Tuvaldeki İstanbul

Doğal güzellikleri ve rengârenk insan haritasıyla ressamları büyüler İstanbul.

Sahnedeki İstanbul

Kentin bin bir yüzünü gösterdiği, kendini ifade ettiği bir vitrindir sahne. Ve İstanbul, tiyatrodan müzikale, operadan baleye sahne sanatlarının kalbinin attığı bir dünya kentidir.

Sanatın Direnişi

Çılgın bir yapılaşmanın gölgesinde kalsa da anıt ve heykeller sanatın direnişini temsil ediyor.

Sait Faik

Yazmasa delirecek kadar tutkuyla bağlıydı İstanbul’a ve onun insanlarına.

Orhan Veli

En güzel İstanbul şiirlerinin yaratıcısı Orhan Veli’nin İstanbul’daki izleri…

Yedinci Sanatın Şehri

Yeşilçam’ın kalbi İstanbul, sinemacılar için eşsiz bir şehir.

EK İSTANBUL ROTALARI İstanbul’da dört ayrı rota ve kahverengi tabelalarla gösterilen 71 nokta. Şehrin tarihi, kültürel ve doğal güzelliklerine uzanan günlük yolculuklar…


l

Şubatta Ohri Makedonya’nın güneybatısında yer alan Ohri, doğal güzellikleri ve aynı adlı devasa gölüyle Balkanlar’ın en turistik bölgelerinden biri. Yaklaşık 42 bin nüfuslu kent, ülkede önemli bir kültürel ve dini merkez.

m

l Yemyeşil dağların arasından kendini gösteren güneşin eşliğinde, bir deniz heybetiyle karşımıza çıkar Ohri Gölü. Makedonya ve Arnavutluk’a kıyısı olan göl, dağlardan gelen tatlı sularla besleniyor ve içinde 200’e yakın canlı türü barındırıyor. m ve n Aziz Kliment’in Ohri’ye gelişinin şerefine 1295 yılında inşa edilen Sveti Kliment Klisesi, Ohri’nin kuzeye bakan yamacında yer alıyor. Kilisenin bulunduğu tepede arkeolojik kazılar devam ediyor. o Onuncu yüzyılda inşa edilen Sveti Naum Manastırı Makedonya-Arnavutluk sınırında, bir tepenin üzerinde yer alıyor. Turistlerin uğrak yerlerinden olan manastırın bahçesinde tavuskuşları özgürce dolaşıyor. p Sveti Naum Manastırı’nın içinde yer alan kilisenin duvarlarındaki freskler kısmen tahrip olsa da görkemini hâlâ koruyor. q Ohri’yi çok sayıda tarihi eser süslüyor; 13. yüzyıldan kalma St. Yovan Kaneo Kilisesi ise kentin en etkileyici yapılarından biri. Göle hâkim bir yamaçta kurulan kilise, Milço Mançevski’nin yönettiği “Yağmurdan Önce” filminden sonra daha fazla ziyaretçi çekmeye başladı. FOTOĞRAFLAR: BAHADIR ERŞIK

n


o

p

q


Önce Geyikleri Evcilleştirdik Rengeyiği Türkleri olan Dukhaları konu edindiğiniz yazıları okudum. Verdiğiniz CD’yi de izledim. Türkoloji ve tarih yazılarından okuduğum kadarıyla Türklerin ilk çıkış yerleri Kuzey Asya’da imiş. Önce geyikleri evcilleştirmişler, miladi zamanlara doğru güneye inerek bugünkü Moğolistan bozkırlarına yayılmış ve bozkır insanı olmuşlar. Geyiklerin yerini atlar almış ama eski hayatın hatırasını yaşatmışlar. Eski Hun kurganlarında geçmişe özlem olarak geyik kılığına sokulmuş at kalıntıları bulunmuş... Türk halk edebiyatında geyikle ilgili desenler buralardan kaynaklanıyor olsa gerek. Dukhaların birine adını sorarken “seen adıng gim” demeleri bizdeki küçük çocukların -kreş anaokulu çağında- “senin adın kim” diye sormalarıyla aynı. Bu da sanki onların Türkçesinin daha saf olduğunu gösteriyor gibi. CD’nin başındaki yaşlı kadının içten söylediği şarkı ile bizde mesela Teke bölgesindeki yaşlı Yörük kadınların söylediği boğaz havalarının benzerliği de ilgimi çekti. Asya’daki köklerimize ve tarihimize dair yaptığınız çalışmalardan dolayı teşekkür ederim. Koray ÖZTÜRK

Derinlikli Çalışma Çalışmanız gerçekten çok derinlikli ve ilham verici olmuş. Fotoğraflar inanılmaz etkileyici. Gördüklerinizi paylaştığınız için çok teşekkürler. Sosyolojiden mezunum ve böyle bir şey yapmayı gerçekten çok isterdim. Umarım günün birinde literatüre ve öncelikle kendime katkıda bulunacak benzeri deneyimleri yaşayabilirim. Pınar GÜLTİN

Dukhalar Dukhalarla alakalı çalışmanızdan yeni haberdar olmuş ve takdir etmiş biri olarak sizi ve Özcan Bey’i tebrik ederim. Kıskandığımı itiraf etmeliyim. Yine bu lezzette farklı çalışmalar 128 ATLAS ŞUBAT 2013

ÖZCAN YÜKSEK

mektup

Ponsul, Dukhaların doğu obasının en yaşlı kişisi; 80 yılı geride bırakmış. Ponsul’un en bilinen özelliği, iyi şarkı söylemesi.

gerçekleştirirsiniz umarım. Burak YILDIRIM

Olağanüstü Deneyim Dukhalarla ilgili çektiğiniz görüntüler olağanüstü, çok güzel bir işe imza atmışsınız. O insanlarla bir arada yaşamak da olağanüstü bir deneyim olmalı. Eminim izleyenler de benim gibi sizi kıskanmış, orada olabilmeyi, o insanları tanıyabilmeyi istemiştir. Tolga DEMİR

Dukhaların Yaşam Tarzı Size ne kadar teşekkür etsem az. Belgeselinizi izlediğimde sanki asırlardır içinde olduğum bir yaşam tarzı gibi geldi bana. Gerçekten çok güzel çalışma. Remzi CEVHER

Kazanımlar Moğolistan ziyaretinizi heyecanla okudum, fotoğraflara sabırsızca baktım. Çok teşekkür ederim bize bu şekilde kazanımlar sunduğunuz için. Belgeselinizi ısrarla bekliyorum.

Volkan ÇELİK

Dukhalar Ne Kadar da Yörük’müş İnsanın konuştuğu dilin, aynı dili konuşanlarca aşağılanması ne yaman acıdır. 1968 yılının bir yerinde çadırı katladık, bir köyün epeyce dışına duvar ördük, dam kurduk. Yalnızca yaşama biçimimizden geçmek yetmedi. İstemeden bilmeden de olsa yeni çevremiz dilimizden de geçmemizi dayattı. Örneğin “geliyor” sözcüğünü biz “geliyoru” diye seslendirirdik, onlar “geliviri” diye… Komşu köyde de “geliiri” diyorlardı. “Konya”ya onlar da “Gonya” diyordu biz de. Hatta “Ankara” sözcüğündeki “an” hecesi onlarda da genizden geliyordu bizde de. Bir başka köyde; “elindekini” (yakınındaki anlamında da kullanılır) sözcüğü yerine “engini” diyorlardı, biz “endeğini” diyorduk. Altı yaşımdayken amcamın evine yakın bir yere çadır kurmuştuk. Anam bir eşya getirmem için beni amcamın evine yollamıştı. Eve yaklaşınca, yerleşik olanlar gibi “Ayşe yenge” demek yerine “Ayşe cice” diye çağırmıştım. Rahmetli Ayşe


cicem, o sözümle son alay ettiğinde kırk beş yaşımdaydım. İnat bu ya… Ben ona hâlâ “Ayşe cice” diyordum (örnek çoğalırsa incinecek insan da çoğalacak…). Yörüklükten geçip köye yerleştikten sonra, yazgıdaşlarımın büyük çoğunluğu, kendi diyleğini, gırtlağına attığı düğümün altına gizlemeyi seçti. Kıyısına kenarına iliştikleri köylerin diyelekleriyle konuşmaya öykündüler. Daha kibar, daha uygar olacaklarını düşündüler. Ben mi? Bizim obadan, komşu obalardan üç-beş delibozukla birlikte kibarlaşmayı da uygarlaşmayı da beceremedim. (Galdık horda, dağın başında şaşkın ayı gibi…). Diyeleğinden geçenin, dilinden de geçmesi pek sancı vermiyor. Gözledim biliyorum. Öyle ki öğrendiği, yalan yanlış kullanarak alıştığı, her yeni yaban sözcüğün karşılığında öksüz bıraktığı, kendi öz diline ait sözcükler onu hiç üzmüyor.

Atlas’ın kasım, aralık sayılarında Dukhaların dillerinden nasıl uzaklaşmakta olduklarını okuyunca anladım, biz ne kadar Dukha’ymışız, Dukhalar ne kadar da Yörük’müş. Hele o 1950 tarihli, “rengeyiği sayısının azaltılması” girişimini düşününce, ne çok üzüldüm. Okuyanların büyük çoğunluğu da üzülmüştür elbet. Uzaktan sevmek de, kızmak da, üzülmek de beleş nasıl olsa… Bir başka ülkede 2008 tarihli “Keçi zararlarının azaltılması eylem planı” ile o başka ülkedeki keçi sayısının üçte bire düşürülmekte olması bizi hiç ilgilendirmediğine göre… (Üstelik Atlas, birçok kez, o keçilerle birlikte yok olmakta olan kültürün çığlığını sayfalarına taşıdığı halde.) Belli mi olur? Okuyan birkaç kişi başını kaldırıp şöyle bir etrafa bakınma ihtiyacı duyar da; Atlas’ta kanımıza ışıyan bu emek, bu çaba arşivler

yerine belleklere dizilir… Sağ olasın Özcan Yüksek, sağ olasın Selcen Küçüküstel… Dünyanın ta öteki ucundan dokundunuz şahdamarımıza… Muhammet GÜZEL

DÜZELTİ Atlas’ın Ocak 2013 sayısında verilen Türkiye’de Görülmesi Gereken 365 Yer adlı takvimde Sivas ile Erzincan il sınırları arasında yer alan Kızıldağ, yanlışlıkla Erzincan’da diye yazılmıştır.

Atlas’a Katılın Bu sayfa sizin. Atlas’ta yayımlanan konularla ilgili yorumlarınızı ve dergiden beklentilerinizi atlas@doganburda.com adresine yazabilir ya da Trump Towers, Kule 2, Kat: 21, 34387 Şişli İstanbul adresine mektup gönderebilirsiniz.

Ücretsiz özel ilan sayfasında nasıl yer alabilirsiniz n Özel ilan sayfası, turizm sektörüne hizmet veren küçük çaplı işletmelerin kendilerini daha iyi tanıtabilmeleri ve seslerini daha geniş kitleye duyurabilmeleri amacını taşımaktadır. n Şubat 2005 sayısından itibaren gönderilen fotoğrafsız küçük ilanlar ücretsiz yayımlanıyor. n Ücretsiz küçük ilan metinleri, adres, telefon ve içerik bilgileri dahil her ilan için toplam 10 kelime AGORA PANSİYON Bafa Gölü’nde Tarih, Doğa, Yürüyüş 252-543 54 45 www.agorapansiyon.com

BUTİK HOTEL MAŞUKİYE Kartepe / 262-354 21 74 www.hotelmasukiye.com

AĞVA HİMALAYA MOTEL www.himalayamotel.com 533 426 79 94

ÇİĞDEMHAN KÜÇÜK OTEL KEMER/ANTALYA www.cigdemhan.com

AKÇAKOCA FOTOĞRAF KULÜBÜ Akçakoca’yı daha yakından tanımak için www.akcakocafk.com AYDER NATURA LODGE 464-657 20 35 / www.naturaotel.com BELLA MONTE BUTİK OTEL Kalkan / Kaş 242-844 20 68 BEGONVİLLA EVLERİ Cunda-Ayvalık 532-311 16 27 meralbonfil@hotmail.com BEMET TOUR Mikolog Jilber Bey eşliğinde mantar turları. 216-467 83 66 www.bemettour.com

ile sınırlandırılmıştır. 10 kelimeyi aşan ilanlar yayımlanmayacaktır. n Tüm ilanlarınızı e-posta ile göndermeniz gerekmektedir. Konu bölümüne “atlas küçük ilanlar servisi” yazılacaktır. Sadece e-posta ile gönderilen ilanlar yayımlanır. Faks ya da telefon ile gönderilen ilanlar kabul edilmez. n Her ayın 15’ine kadar posta kutumuza ulaşan ilanlar

DEDE GARDEN HOTEL Eski Datça, 0539 654 8688 www.dedegardenhotel.com DOĞADER FOTOĞRAFÇILIK KULÜBÜ 224-222 96 01 / www.dogader.org DROGOMAN DOĞA SPORLARI www.dragoman-turkey.com EBRULİ TURİZM Yurt içi ve yurt dışı kültür turları www.ebruliturizm.com 232-464 07 18 DOĞADA İLK YARDIM EĞİTİMİ www.oksijenilkyardim.com

GEOS TURİZM 212-572 62 24, www.geostur.com.tr GEZİCİYAK 212 238 51 07 / www.geziciyak.com HANE-İ KEYİF PANSİYON Çıralı-Olimpos-Antalya www.hane-ikeyif.com / 242-825 73 09 HİNDİBA PANSİYON www.hindibapansiyon.com.tr 530-824 97 91

yayımlanır. 15’inden sonra gönderilenler bir sonraki sayıda yayımlanmaz. Örneğin, Mart 2013 sayısında, 15 Şubat 2013 tarihine kadar posta kutumuza ulaşan ilanlar yayımlanacaktır. n Gönderilen ilanlar sayfa kapasitesine göre yayımlanacaktır. Uygun bulunmayan ilanlar yayımlanmaz. n E-posta: atlas@doganburda.com

KUYULU BAHÇE KONUKEVİ Ayvalık, 542-343 08 05 www.kuyulubahce.com

PİRPİLA TURİZM Doğa ve Kültür Turları 212-244 80 07 / www.pirpila.com

LAPERA PANSİYON Aralık (Klaskur) köyü, Borçka-Artvin. 532-721 13 60 www.laperapansiyon.com

TAMZARA TURİZM Doğu Karadeniz, Sinop-Kastamonu, Küre-Valla Kanyonu, Yenice Ormanları 212-251 98 64-www.tamzaratur.com

LİMANKÖYEVİ VE LİMANKÖYSOFRASI İğneada, Kırklareli 288-694 41 48/www.limankoyevi.com

SERİNYER Küçükkuyu 286-752 50 40 www.kucukkuyurehberim.com

HOTEL GÖLEVİ SARAYCIK www.golevisaraycik.com/530 3439999

NESİLCE TATİL KÖYÜ

İLİADA HOTEL KAZDAĞI www.iliadahotel.com / 286-484 77 78

NOVİTAŞ TURİZM Yurtiçi ve yurtdışı kültür turları www.novitas.com.tr-212-251 28 08

KİLİTBAHİR APART BUTİK OTEL Çanakkale’de doğa, tarih, konfor 541-558 29 04 www.kilitbahirapart.com

505 -790 50 16 / www.nesicetatilkoyu.com

OLEA NOVA BUTİK OTEL Çukurbağ Yarımadası, Kaş www.oleanova.com.tr/242-836 26 60

SEYAHAT 53 TURİZM 312-432 53 53/ www.seyahat53tur.com www.bisikletgezgini.com Bisikletle yolculuk uzmanı: Bisiklet, ekipman, yolculuk. Kadıköy İstanbul TEMPO TUR Gezi yazılarınızı ve fotoğraflarınızı gönderin, blogumuzda yayınlıyalım. http://leyleginguncesi.blogspot.com


gecename

Ö. YÜKSEK

ALİ MURAT ATAY

Ejderha

Nihayet, gemideki o Çinli tacirden işittiğim ejderha bulutlarını görebilme bahtiyarlığına eriştim. Çinli dostum bana gökyüzündeki bulutları gösterirken, “Bak şu bulutları görüyor musun, işte bu bulutları denizdeki ejderhalar çok sever” demişti. Sarı Nehir’in kıyısından geliyormuş. Küçük Çin’in başkenti Gansu ile Büyük Çin’in başkenti Humdan arasında akan bir nehirmiş Sarı. İki imparator için de çok önemliymiş bu nehir. Nehrin kıvrılarak aktığı derin vadilerin bağlandığı kimi zirveler, mıknatıslı özellikli dağlarmış. O denli güçlü bir çekim gücü varmış ki bu dağların, omurgasında ya da yükünde demir bulunan hiçbir gemi bu nehirden geçemezmiş, geçmeye kalkışırsa eğer, vadinin kayalarına çarpıp parçalanırmış. O vadilere giren atlılar da, bu gerçeği bilip yola çıkar, atlarına demirden nal çakmazlarmış, atlarının narin toynakları zarar görmesin diye onlara ağaçtan nal yontup yine odundan çivilerle tuttururlarmış. Üzengileri ağaçtan, gemleri de ya sağlam yaprak ve kamıştan ya da hayvan deri130 ATLAS ŞUBAT 2013

sindenmiş. Sinbad’ın güvertesinde yalnız olduğum bir saatte, doğu yönünde bulutlar, denizin yüzeyine değecek denli alçalmıştı. Çinlinin söylediği sahne tam bu yönde, gözlerimin önünde gerçekleşiyordu. Bu mevsimde çaydanlıktaki su gibi kaynayan denizde barınmaları güç olduğundan denizde yaşayan ejderha balıkları bulutlara girip serinlemek için fırsat kollar demişti. Ejderha balıklar serin bulutlardan birini yakalıyor, bütün gövdesiyle ona sarılıyor, bir süre o bulutlarla birlikte sürükleniyorlardı. Esen kuvvetli bir rüzgâr ejderhanın yakaladığı bulutu denizden yükseltiyor, iyice yükseltiyor, sonra da o bulutlar ejderhaları, bir ufuktan bir ufuğa taşıyordu. Çok geçmeden, gökyüzü dev ejderha bulutlarıyla örtülmüş oluyordu. Bu olağanüstü manzarayı görmeyen birine anlatmak çok güç ey bahtı güzel okur. (Kayıp Deniz için yazılmıştı.) Ama bir süre sonra, güneşin etkisiyle bulut tüm suyunu yeniden denize boşalttığından, ejderhaya tutunabilecek hiçbir kütle bırakmıyordu. Bu durumda

ejderhalar gökyüzünden yeniden denize ya da karaya, artık hangisine rasgelirse oraya, birer birer düşüyorlardı. Örneğin Andaman Adaları civarında yaşayan ve bazen talihsiz balıkçıları kendine yem eden tuzlu su timsahları, karaya düşmüş ve yeniden denizdeki yurduna gitmeye çalışan aç ejderhalardan başkası değildi. Denize ulaşmayı başaramayan diğer ejderhalar, insanların develerini, koyunlarını, başka besi hayvanlarını parçalayıp mideye indiriyor, onlara hatırı sayılır ziyanlar veriyorlardı. Ama talihsiz ejderhaların çoğu denize ulaşamadan, ıssız karalarda açlıktan telef oluyordu. Bana böyle anlatmıştı Çinli tacir. İşte bir ejderha, denize yaklaşmış bir buluta ön pençeleriyle sıkıca tutunmuş, ama uzun kuyruğunu aşağıya, dalgalara yaklaştırıyor, iyice yaklaştırıyor, kuyruğunun ucunu suya batırıp çıkarıyordu. Sonra çarçabuk, bütün vücuduyla yeniden buluta sarıldı. Besbelli ki, hâlâ okyanusun suyunu dayanılmayacak denli sıcak buluyordu n


www.adrenalinoutdoor.com

ün iş ür n e g ve aları ğında... k r a m a arklı bir tık uz f n e rind ıyla Birbi alin fark n Adre

yelpa

ile zesi

,

zirve

N İ K L S İ A R N E M R U D M A İ N M İ U M M İ S MAK

ve daha fazlası Adrenalin mağazalarında: Bakırköy - Kadıköy - Karaköy - Beşiktaş - Adana

ATLAS ADRENALIN ILAN 225X297MM YESIL BASKI.indd 1

1/14/13 12:33 PM


Untitled-1 1

19.12.2012 13:23


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.