ŞEHİR KÜLTÜR SANAT MART 2019 SAYI: 27 Ücretsizdir Yerel Süreli Yayın ISSN: 2548-0081 E-ISSN: 2564-7113 İMTİYAZ SAHİBİ Kayseri Büyükşehir Belediyesi adına Kayseri Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Hüseyin BEYHAN GENEL YAYIN DANIŞMANI Yusuf YERLİ GENEL YAYIN YÖNETMENİ Dursun ÇİÇEK SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Salih ÖZGÖNCÜ YAYIN KURULU Ahmet Selman AKYURT Prof. Dr. Celalettin ÇELİK Dursun ÇİÇEK Fehmi GÜNDÜZ Mustafa İBAKORKMAZ Dr. Faruk KARAARSLAN
Ayşe ÖNDER Salih ÖZGÖNCÜ Osman YALÇIN Yusuf YERLİ İlyas YILDIRIM
FOTOĞRAF KURULU Dursun ÇİÇEK Ali SARAÇOĞLU Abdullah KOÇ
Faik ÇİFTÇİ Fatih S. Mehmet ÇOLAK
YAYIN KOORDİNATÖRÜ Ahmet Deniz DOĞAN GÖRSEL YÖNETMEN Ali SARAÇOĞLU REDAKSİYON Mustafa İBAKORKMAZ Rumeysa ERSÖZLÜ KAPAK FOTOĞRAFI Nuri ÇORBACIOĞLU KAPAK TASARIMI Ali SARAÇOĞLU İLETİŞİM Milli Mücadele Müzesi Tacettin Veli Mah. İnönü Bulvarı No.72 38050 Melikgazi / KAYSERİ t: (0352) 220 70 50 - 90 sehir38@kayseri.bel.tr www.kayseribusam.com
YAPIM
Barbaros Mahallesi Oymak Caddesi Sümer Hukuk Plaza A-Blok No: 8 Kat: 10/55 Kocasinan - Kayseri t: +90 352 221 16 16 bilgi@bilgegrafik.com TASARIM Ahmet Deniz DOĞAN Şerife BOZDAĞ İLLÜSTRASYON Tuğba DÖKMECİ (sf. 6, 26) BASKI HAMDİOĞULLARI A.Ş. Büyük Sanayi 1. Cadde Elif Sokak 7/244-246-247 İskitler - ANKARA t: +90 312 342 08 00
Bu dergide yer alan yazı, makale, fotoğraf ve illüstrasyonların elektronik ortamlar da dahil olmak üzere çoğaltılma hakları yalnızca Kayseri Büyükşehir Belediyesine aittir. Yazılı izin olmadıkça makul alıntılar dışında bir kısmının ya da tamamının çoğaltılması yasaktır. Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Dergimiz TÜRDEB -Türkiye Dergiler Birliği üyesidir.
başkandan...
Şehir’imizden Selamlar Bu dergi vesilesi ile yirmi yedi kez selamlaştık sizlerle. Selam ki birbirine ulaşmanın, iletişimin, aidiyetin ve sadakatin en yalın ve güzel yoludur. Kitap ve dergiyi selama vesile kılmak ise bambaşka bir güzelliktir. Bu anlamda göreve geldiğimden bugüne özellikle kültür ve sanat alanında belediye olarak ne yapılması gerekiyorsa yapılması bilinci ile hareket ettik. Bütçe kısıtlamasına gitmedik. Kayserimizin her alanda zenginliklerinin olduğunu biliyorduk ve bu zenginliklerle hem hemşerilerimizi, hem de tüm ülkemizi tanıştırmak istiyorduk. Ticareti ve sanayisi ile tüm ülkeye ve hatta yurt dışına nam salmış olan Kayserimizin Kültür/ Sanat alanında da müthiş zenginliklerinin olduğunu ve insanımızın bu zenginlikleri fark etmesi gerektiğini düşündük. Ve Kayseri belediyecilik tarihinde olmayan bir işe imza atmak için yola çıktık. İnsanımıza ulaşacak dergi, kitap, tiyatro, sinema, söyleşi, konferans vb. etkinlikleri hiçbir zaman kısıtlamadık. Türkiye’nin en kapsamlı, en katılımcı, en canlı Kitap fuarını gerçekleştirdik. Kitap yayınları, eğitim kursları, Ramazan sokağı etkinlikleri, tiyatro başta olmak üzere sanatın bütün dalları ile ilgili güzel şeyler yaptık. Büsam Şehir Akademi ve Film Akademi bünyesinde açtığımız atölyeler, yaptığımız panel, konferans, çalıştay ve sempozyumlar sadece Kayseri’de değil tüm ülkemizde dikkatle takip edildi. Yaptığımız kültür
sanat eksenli organizasyonlar gıptayla izlenir oldu. Böylesine zengin ve etkin kültürel ve sanatsal faaliyetler yapılsa yapılsa ancak İstanbul gibi metropollerde yapılır, siz bir hayalin peşindesiniz, diyenlere inat İstanbul’u bile kıskandıracak kalite ve çeşitlilikte kültürel faaliyetlere imkân verdik, zemin sunduk, ortaya koyduk. Tüm bu ve benzeri çalışmalarımız neticesinde Kayseri kültür ve sanat etkinlikleri bakımından da Türkiye’nin kıskanılan ve kıstas alınan bir şehri oldu. Elhamdülillah, biz bunu başardık. Şüphesiz ki bu sürecin ve kültür ekseninin en önemli iki ürünü ise dergilerimiz oldu. Şehir eksenli akademik dergimiz Düşünen Şehir ile tüm Türkiye’ye açılarak şehir düşüncesi ile ilgili çalışmalar yaparken, Kayseri eksenli Şehir Kültür Sanat dergimizle de şehrimizin tarihini, kültürünü, edebiyatını, sanatını, hafızasını somutlaştırmaya çalıştık. Nitekim kalıcı olan tarih, hafıza, kültür, sanat, edebiyat, kitap ve dergidir. Bizler tarihin bir anında ona katkıda bulunarak vesile oluruz ve sonra yeni bir kişiye bayrağı teslim ederiz. Bu anlamda Büyükşehir Belediye Başkanı olarak tüm okuyucularımızdan helallik diliyorum. Her yazımın sonunda dediğim gibi onlarla mutlaka bir sergide, bir kütüphanede, bir kitabevinde, bir panelde, bir konferansta yollarımız mutlaka kesişecektir. Çünkü kitabın ve derginin bu birleştirici özelliği her daim var olacaktır.
Bu sayıda da yine dopdoluyuz. Sembol şahsi- mekânlarını görmeye, tanımaya devam ediyoruz. yetlerimizde Kayserimizin tam kalbinde yaşayan Bu sayımızın konuğu Nuri Çorbacıoğlu. ve şehrimize anlam veren Zeynel Abidin hazYaşayan Şehir, Şehir ve Sanat, Kitabiyat, Kayretleri var. Mustafa Işık hocamızın kaleminden seri Sofrası ve Akademi Günlüğümüz ile Kültür okuyacaksınız. Şehrin Yüzleri bölümünde geçen haberleri bölümümüz de dopdolu. ay Hakk’a uğurladığımız Kayserimizin değerli Çok kıymetli ve saygıdeğer okuyucularımız; ağabeylerinden Aydın Karakimseli var. İki dostu Atalarımız ne güzel ifade etmişler: “Eşek ölür Dursun Çiçek ve Yusuf Yerli’nin hatıralarla dolu kalır semeri, insan ölür kalır eseri.” Biz geride duygu dolu yazıları gerçekten çok güzel. bıraktığımız iyi izlerle, faydalı eserlerle, hayırla Kayserimiz kardeş şehir ilişkilerine önem yâd edilmek, anılmak istedik. Bunu sağlayacak veren bir anlayışa sahip. Bu anlamda dünyanın işlerin peşinde koştuk. pek çok yerinde kardeş şehirlerimiz var. Bunlardan Kanuni dönemi şairlerimizden Baki’nin şu en önemlisi de Macaristan’ın Miskolc şehridir. dizeleri ne de ilham vericidir: Kardeş şehrimizle ilgili anlamlı bir yazıyı Yusuf Âvâzeyi bu âleme dâvûd gibi sal Dursun’un izlenimlerinden okuyacaksınız. Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş Şehrimizin önemli mekânlarını paylaştığımız Gezi-Mekân bölümümüzde Celaleddin Sipahioğlu Bir alıntı da ecdadımız Fatih’ten yapmak isterim: Gediris’i anlatmış. Beğeneceğinizi umuyorum. Hüner bir şehr bünyad eylemekdür (kurmaktır), İbrahim Doğanyiğit’in Selçuklu Mimari EserleReâya kalbin âbâd eylemekdür (gönül almaktır). rinde İklimlendirme ve Alttan Isıtma yazısı ile Mehmet Çayırdağ’ın Kayseri’nin 1071’de DemogSevgili Dostlar; rafik Durumu yazıları gerek Kayseri tarihi ve Beş yıllık başkanlığım döneminde bir yandan gerekse günümüz için önemli yazılar. Yine Kutlu şehrimizi hemen her alanda fiziki olarak inşa Emre’nin Anadolu ve insanlık tarihi için en önemli ederken, diğer yandan hemşerilerimizin gönlünü belgelerden birisi olan Fraktin Kaya Anıtı ile ilgili ihya etmeye; Gönül Belediyeciliği uygulamasını yazısı okunmaya değer. Söyleşi bölümümüzde bu ay Kayserimizin ikame etmeye çalıştım. Artık veda vakti. Her kıymetli yazarlarından Rasim Deniz var. Kayseri başlangıcın bir sonu, her sonun bir başlangıcı tarihi ve kültürü ile ilgili keyifli bir sohbet olmuş. var. Bir mü’min için hayat hep Fatiha ile başlar. Biz bu görevden gider olduk, gelenlere selam Şehir ve Hafıza bölümümüz Kayseriyi Fotoğraflayanlar dizisi ile devam ediyor. Her seferinde bir olsun. Helallik istiyorum. fotoğrafçımız üzerinden Kayseri’nin fotoğraflanan Allah’a ısmarladık…
Mustafa ÇELİK Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı
içindekiler...
PORTRE
Zeynel Abidin
Doç. Dr. Mustafa Işık
6
MEKÂN - GEZI
Gediris
Celaleddin Sipahioğlu
28
TARIH
Kayseri’nin 1071’de Demografik Durumu
Mehmet Çayırdağ
40
ŞEHRIN YÜZLERI
Aydın Karakimseli
Dursun Çiçek - Yusuf Yerli
10
MIMARI
Selçuklu Mimari Eserlerinde İklimlendirme ve Alttan Isıtma İbrahim Doğanyiğit
34
KARDEŞ ŞEHIR
Avrupa’nın Ortasında Bir Kardeş Şehir Miskolc
Yusuf Dursun
20
ARKEOLOJI
Fraktin Kaya Anıtı
Kutlu Emre
48
SOFRA
SÖYLEŞI
Nohut Yahnisi
Rasim Deniz’le Hayata ve Kitaplara Dair Sohbet
Şehir Kültür Sanat
83
Mustafa İbakorkmaz
52
ŞEHIR VE SANAT
Bu Dünyadan Bir Seyfi Teoman Geldi Geçti!
Akif Kaya
72
AKADEMI GÜNLÜĞÜ
Şehir Kültür Sanat
84
ŞEHIR VE HAFIZA
Kayseri’yi Fotoğraflayanlar: Nuri Çorbacıoğlu
Alper Asım
58
KITABIYAT
Kayseri’nin En Önemli Gazete ve Dergisi Erciyes
Özen Tok
78
YAŞAYAN ŞEHIR
Nev-i Şahsına Münhasır Mezar Mesut
Mustafa İbakorkmaz
66
KÜLTÜRDEN
Şehirden Kısa Kısa Haberler
Şehir Kültür Sanat
88
Portre Zeynel Abidin Doç. Dr. Mustafa Işık
Portre
Doç. Dr. Mustafa Işık eynel Abidin 750/1349 yılında Medine’de doğmuştur. Babası Ahmed Şemseddin Efendi (ö:771/1369), anası Şerife Sadi’dir. Hz. Ali’nin 29. kuşaktan torunudur. Çocukluk ve gençliği Medine’de geçmiş; babasının ölümü üzerine çıktığı yolculuk sonrasında 800/1397 tarihinde Kayseri’ye gelmiştir. Soyu şeyh Rufai’ye, 29. kuşakta Hz. Fatıma’ya dayanır.1 Zeynel Abidin Türbesi, Kale’nin doğusunda, ok burcunun yanında, yol kenarındaki tarihî binadır. İsmini içinde yatan Zeynel Abidin’den alır. Onun Kayseri’yi, Kayserililerin onu sevmesi sonucunda, kendisine ev ve tekke tahsis edilir, Kayseri’ye yerleşir. Yine soyu Rufai’ye dayanan ve Kayseri’de kalan Seyyid Ahmed Burhaneddin’in kızı Şerife Fatıma ile evlenir. Ahmed, Musa 1
Hz. Fatıma’ya dayanan soy kütüğü ve Rufai’ye dayanan tarikat zinciri için bkz. Ali Rıza Karabulut, Mutasavvıflar, s. 172-174; Ahmed Nazîf, Kayseri Meşhurları, s. 11
ve Eyyub adında üç oğlu dünyaya gelir. 817/1444 yılında, Kayseri’de vefat eder. Böylece 17 yıl boyunca halkın eğitim/ öğretimiyle uğraşmış olur. Kayseri’ye gelişi, kalışı Kadı Burhaneddin dönemi; ölümü ise Kayseri’nin Karamanoğulları’na bağlı olduğu bir dönemdir. Halk kendisini çok sevdiği için mezarını ziyaret eder, bununla da
yetinmeyip üstüne türbe bina ederler. Son Mevlevi şeyhlerinden Ahmed Remzi Akyürek (ö:1944), Zeynel Abidin Hazretleri’nin hayatını “Mir’at-ı Zeynel Abidin” adıyla, manzum olarak hikâye eder.2 Zeynel Abidin’in yaşadığı dönem 2
Portre
Z
Bkz. Karabulut, Mutasavvıflar, s. 176-180
7
Cumhuriyet döneminde, türbenin “spor salonu” olarak kullanılmasına karar verilmesi üzerine, müftü Hacı Hüseyin Aksakal tarafından Zeynel Abidin Hazretleri’nin naaşı Seyyid Burhaneddin Türbesi’ne taşınmıştır. Daha sonra bu bina 1970’li yıllarda İl Halk Kütüphanesinin ödünç kitap verme yeri olarak kullanılıyordu. Ben de o yıllarda kütüphanenin üyesiydim. 1994 yılında tekrar türbe görevine döndürüldü. Çevresindeki binalar yıkılıp meydanın ortaya çıktığı 2003 yılında ise esaslı bir şekilde restore edildi.
Kayseri’de Kadı Burhaneddin Devleti dönemi olaraka değerlendirirlir. Kendisi de âlim olan Kadı Burhaneddin, Zeynel Abidin adında oğlu olması, onun Zeynel Abidin Hazretleri’ne bağlılığı olarak yorumlanabilir. Ancak Zeynel Abidin Hazretleri’nin Kayseri’ye geliş tarihi Kadı Burhaneddin’in ölüm tarihine denk düşmektedir. Bu durumda yorum havada kalmaktadır. Zeynel Abidin'in yaşadığı dönem, Osmanlılarda ise Yıldırım Bayezid Han’ın saltanatı zamanına denk gelmektedir. Kayseri’nin bu dönemde Osmanlı’ya katıldığı belirtilir.3 Ancak biz Kayseri’nin 3
Bkz. Halil Edhem, Kayseri Şehri, s. 145-146; Ahmed Nazîf, Mir’at-ı Kayseriyye, s. 107; Bu isim benzerliği “İki Zeynel Abidin”, (Erkiletlioğlu, Halit, IV. Kayseri ve Yöresi Sempozyumu-Kayseri-2003) adıyla bir
▲ F.:Ahmet Zeki Okur
872 /1467’de, yani Fatih Sultan Mehmed fından eski tarzında tamir ettirilmiştir. devrinde, Gedik Ahmed Paşa eliyle, Bugünkü (1914 öncesi yıllar) gelirleri Osmanlı’ya bağlanmasını tercih ediyoruz.4 Abdi Bey Vakfı’nın gelirlerinden ibaretAhmed Nazif Efendi, “Türbesi tir.”5 demektedir. Yıllık konumundaki 944/1537’de tamire ihtiyaç hissettiğin- “salname”lere baktığımızda, 1288/1871’de, den, Hüseyin Beyoğlu Abdi Bey tara- şehirdeki ziyaret yerlerinden biri olarak anılmaktadır.6 Yeni binanın yapılışı, II. Abdulhamid dönemindedir. O sırada 4
bildiri sunulmasına neden olmuştur. Ahmed Nazîf Efendi, Mir’at-ı Kayseriyye, s. 115; Kocabaşoğlu-Uluğtekin,, Salnamelerde Kayseri, s. 168
5 6
Ahmed Nazîf, Kayseri Meşhurları, s. 12 Kocabaşoğlu-Uluğtekin, s. 19
Kayseri, Ankara sancağına bağlıdır. Kayseri valisi ise Mehmed Nazım Paşa’dır. (ö:1926)7 Ankara Valisi Abidin Paşa’nın (ö:1908) emriyle Vakıflar tarafından, 7
Nazım Hikmet’in dedesi olarak bilinir. Mevlevi olduğu söylenmektedir. Abdulhamid Dönemi valisi olan bu Paşa’nın Taceddin Veli, Hacı Bulam, Zeynel Abidin türbelerinin yapım ve tamirinde de imzası vardır. Hayatı için bkz. Satoğlu, Kayseri Ansiklopedisi, s. 299
1303/1886 yılında yeniden yaptırılır.8 Pencere üstlerine yazılan beyitler, zamanın Kayseri Kadısı Mehmed Fevzi Efendi tarafından yazılmıştır.9 Edirne Müftüsü olarak bilinir. Seyyid Burhaneddin Türbesi’nden önce olmakla birlikte aynı 8 Kitabe için bkz. Mustafa Işık, Ayet ve Hadisler, s. 124 9 Şiir için bkz. Karabulut, Mutasavvıflar, s. 176
10 Bu iki bina ile Hunat Cami kubbesinin, Nazım Hikmet’in dedesi olan vali tarafından İstanbul’dan getirtilen Rum kalfalara yaptırıldığı için kilise kubbesine benzediği söylenmiştir. Abdullah Satoğlu, Kayseri Ansiklopedisi, s. 489 11 Bkz. Sağıroğlu, Aslı, “Kayseri’deki Eski Mezarlıklar”, s. 83 12 Satoğlu, Kayseri Ansiklopedisi, s. 489;
Portre
dönemde ve benzer şekilde yapılmıştır.10 O dönemde mezarı Rufai Tekkesi’ne yakın olup çevresi mezarlıktır.11 Cumhuriyet döneminde, türbenin “spor salonu” olarak kullanılmasına karar verilmesi üzerine, müftü Hacı Hüseyin Aksakal (ö:1952) tarafından (15 Mart–1950) Zeynel Abidin Hazretleri’nin naaşı Seyyid Burhaneddin Türbesi’ne taşınmıştır.12 Daha sonra bu bina 1970’li yıllarda İl Halk Kütüphanesinin ödünç kitap verme yeri olarak kullanılıyordu. Ben de o yıllarda kütüphanenin üyesiydim. 1994 yılında tekrar türbe görevine döndürüldü. Çevresindeki binalar yıkılıp meydanın ortaya çıktığı 2003 yılında ise esaslı bir şekilde restore edildi. Hasılı Kayseri'nin sembol şahiytlerinden biri olan ve “İmam Sultan” olarak bilinen Zeynel Abidin Peygamberimizin torunudur. Tasavvuf geleneğinden gelen eğitimciler söz sultanıdırlar. Söylediklerini yazma geleneği yaygın olmadığı için yazılı eseri yoktur.�
9
Şehrin Yüzleri Aydın Karakimseli Dursun Çiçek - Yusuf Yerli
Şehrin Yüzleri
AYDIN Abi
Dursun Çiçek
Yıl 1982 Ekim ayı…
E
rciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne öğrenci olarak Kayseri’ye ilk gelişim... Ama anlamlı bir yerden geliyorum. Necip Fazıl beni Söğüt Fikir Kulübü ve Ali Biraderoğlu’nu bulmam için gönderdi Kayseri’ye. Belki de İlahiyat hayatın bahanesiydi. Çünkü bu yolculukta yolda ilk karşılaştıklarım benim hayatımın en belirleyici insanları oldu. İlahiyat’tan daha çok onlar var oldular hayatımda. İstasyonda trenden indikten sonra herhangi bir insana Söğüt Kitabevi’ni aradığımı söyledim. Adam bana İstasyon caddesini göstererek “bu caddenin sonunda meydana bakan bir medrese var, onun içi kitapçılar çarşısı, muhtemelen oradadır”… İstasyon caddesinin sonuna kadar geldim, Sahabiye/Sahibiye medresesi olduğunu öğrendiğim medresenin kapısından içeri girdim. Başımı sola çevirdim ve sol köşede Akabe Kitabevi tabelasını gördüm. İçeri girdim lakin kimse yoktu. Selam verince, boyu kısa, (Aydın abi’nin deyimiyle asıl gövdesi yerin altında) bir adam (Esat Ayata) “aleykümselam” dedi
gülümseyerek. Ben de “Beni Necip Fazıl gönderdi Söğüt’ü ve Ali Biraderoğlu’nu arıyorum” dedim. Bu kez daha içten gülümsedi. “Burası da Büyük Doğucuların kitabevi” dedi. Mehmet Güldeste’den ve Ali Emre’den söz etti. Sonra bana Medrese’nin kapısının önünden gideceğim yeri tarif etti. Namazı kaçırmamak için sağ tarafta gördüğüm küçük bir camiye yöneldim. Bu camii Mimar Sinan’ın Kayseri’de ayakta kalan tek camii Kurşunlu’ydu. Sonra tarif üzere yola koyuldum. Erciyes kalenin yanından o kadar güzel görünüyordu ki, o dağa çıkacağım zamanları düşünüyordum. Daha sonra bir iş hanının alt katında cama yatay Söğüt tabelasını ve “Pul Satılır” levhasını gördüm. İçeriden normal olmayan bir duman geliyordu. Tabi ki sigara dumanıydı bu. Camın önünde de iki kişi yine yoğun bir sigara dumanı içinde satranç oynuyorlardı. Bir an afalladım. Tam karşımdaki kişi (Aydın abi) Necip Fazıl’a o kadar benziyordu ki içimden “bu da ne, neler oluyor” demeden kendimi alamadım. Selam
Şehrin Yüzleri 12
verdim, yüzüme bakmadan selamımı aldılar ve ben o dumanın içine içeri girdim. Aydın abi ile ilk karşılaşmam böyleydi. Kaldığım eve gidince düşündüm. Akabe Kitabevi, Söğüt Kitabevi, Ali Biraderoğlu, Aydın abi, Esat Ayata, Sahabiye Medresesi, Kurşunlu Camii, Mimar Sinan, Mehmet Güldeste, Ali Emre ve Erciyes Dağı. Sanki hayatımı kuşatacak insanları ve varlıkları ilk günde görmüş, hissetmiştim. Daha sonra Söğüt ve Akabe benim hiç kopmadığım mekânlar oldu. Aydın Abi o dönem kitap almak ve satranç oynamak, sigara içmek ve Ali abiyi dinlemek için Söğüt’e, yine kitap almak, sohbet etmek ve sigara içmek için Akabe’ye sürekli gelecekti. Bir süre sonra Söğüt’e hiç gelmemeye ve Akabe’den hiç ayrılmamaya başladı. Akabe onun için düşüncelerini aktardığı, düşüncelerine şahitlik ettiği bir mekândı. Arkadaşlıkları ve dostlukları bu çatı altında daha çok somutlaştı. Çok geniş çevresine ve Kayseri’nin bilinen bir ailesinden gelmesine rağmen o Akabe’yi ve buradaki insanları tercih etti. Aydın abi ülkücü gelenekten geldiği için eşya ve hadiselere bakışı milli görüş geleneğinden gelen arkadaşlara göre biraz daha farklıydı. Bu farklılık elbette usûl yönündendi. O dönem felsefi metinleri çok okurdu. Akabe’nin duvarları onun heybetli sesinden çok aşındı. Konuştuğu insanları her zaman sevdi. Konuştuğu insanlar da elbette onu sevdi. Bazen kızdı, bazen gıcık ve sinir oldu ama insanlar onu genelde sevdi. Fikir öfkesine ve sert duruşuna rağmen içli ve derin bir merhamet duygusuna sahipti. Özellikle çevresindeki insanlara karşı sadakati gerçekten sonsuzdu. Çevresindekilerin ona sadakatinden ziyade onun çevresindekilere sadakati daha baskındı. Bizde yakın ve yakında olanın kıymeti bilinmez. Ondan daha sığ ve sıradan insanlara değer verilirken o bazen es geçildi, bazen görmezden gelindi. Kayseri Gündem, Rey Yayınları, Elif TV onun basın yayın aracılığı ile
Şehrin Yüzleri
bir şeyler yapmaya çalıştığı dönemler. Sonra Büyükşehir Belediyesinde Tiyatro ve Kütüphane müdürlüğü… Bu süreçte aslında o hep okuyor, önemsediği insanları öneriyor, çevresindekilere hakikate dair bildiklerini kendine mahsus üslubu ile aktarıyordu. Sonra emeklilik ve Akabe ve Sahabiye medresesinin sürekliliği başladı. Cuma oturmalarında her zaman olmasa da geldiğinde ayrı bir keyif olurdu. Dışarıdan Akif Emre geldiğinde bir iki gün içinde mutlaka Aydın abinin evinde bir oturma ayarlanır herkes toplanır ve Akif Emre dinlenirdi. Gündüzleri ise genelde Akif Emre, Aydın abi, İbrahim Kanberli bazen Yusuf Yerli dağlara ve taşlara giderdik. Erciyes’in bir tepesinde, bir dervişin türbesinde, bir su kuyusunun yanı başında veya bir derenin kenarında saatlerce süren sohbetler… Akif abi ile haftada bir mutlaka telefonlaşırlardı. Akif Emre Kayseri’ye ilk geldiğinde veya İstanbul’a gittiğimizde hemen “Aydın abi nasıl” diye sorardı. Aydın abi geç evlendi. Lakin kadın/lar onun hayatının kırılması ve döngüsü oldu. Eşi Nermin abla ve kızları onun bundan sonraki yaşayacağı sürecin işaret taşları idi. Ama onun hayatına yüzünü bile hiç
14
görmediği öyle bir kadın girecekti ki Aydın abi için her şey o günden sonra daha başka olacaktı. Aydın Abi Tiyatro müdürü iken yaşadığı bir olayla aslında hayatındaki en önemli dönüşümü yaşadı. O güne kadar daha iddialı, daha yukarıdan olan tavırları birden daha mülayim, daha derviş bir eksene dönüştü. Bir çanta kaybıyla başlayan hadise aslında ona kendini buldurdu. Odasında oturduğumuz bir gün gözleri dolu sigarasından derinlemesine çektikten sonra “ben şeyhimi buldum benim şeyhim bir kadın” dedi. Afallayarak bakıyorum ve devamını bekliyorum. “Yüzünü bile görmediğim bir şeyhim var” dedi. Huzurlu ve mutluydu. Teslimiyet ve sadakat yüzünden öylesine okunuyordu ki, görmemek, okumamak aptallıktı. Sonra olayı baştan sona anlattı. Gerçekten müthiş bir olaydı. Emanetin ne olduğunu anladım dedi. Ruh emanet, can emanet, ten emanet, eş emanet, çoluk çocuk, su, hava, toprak; her şey emanet… Aydın abinin zaten meşrep olarak uygun olduğu tasavvufi süreç de bu dönem başladı. İbni Arabi okumaları ve tasavvuf eksenli sohbetler etrafında bir hayat başladı bu olaydan sonra. Uzun yıllar sürdürdüğü Füsus’ul Hikem okumaları ortalama 20 civarında genç insanın katılımı ile devam etti. Daha sonra başlayan Fütuhat okumaları ise 1. cildi aşamadı. Çünkü sağlığı elvermedi. Ancak o belki de yıllardır delicesine aradığı iklimi, anlamı ve ruhu bulmuştu. Nitekim İbni Arabi’den sonra kütüphanesinin önemli bir kısmını etrafındaki gençlere dağıttı. Yazları haftada 3 gün kışları ise hava iyi olursa haftada bir gün mutlaka Akabe’ye, Sahabiye medresesine gelir sohbet ederdi. Güncel konulardaki dayanamadığı öfkesi onun polat gibi imanından kaynaklanıyordu. İçinde yaşadığı toplumun düştüğü girdabı iliklerine kadar hissediyor ve buna çok üzülüyordu. Üzüldükçe de daha çok İbni Arabi’ye, kendine, içine kapanıyordu.
gün önce 3 saatlik bir kayıt daha yaptık. Devam da edecektik. Çünkü yolculuğun başlayacağını o da biz de son dönemlerinden gerçekten çok iyi hissediyorduk. Akif Emre’nin vefatından sonra kendini daha yalnız hissettiğini biliyordum. Zaman zaman başbaşa kaldığımızda “nasıl dayanıyorsun?” dediğinde o da ben de sadece sessizce ağlıyorduk. Sonra toparlayan o oluyordu. Gür sesiyle “güzel yaşadı güzel ve sessizce gitti darısı bize” derdi. Aydın abi bizim için Mehmet Melik Gazi’nin torunuydu. Dedesinin türbesini ziyarete gittiğinde neler yaşadığına birkaç kez şahit oldum. Bazen Şem’un El Gazi’nin, bazen Omuzu Gürzlü’nün, bazen Şeyh Turesan’ın ayak ucunda o neyi kaybettiğinin ve neyi kaybettiğimizin farkında olarak çok gözyaşı döktü. Gözyaşı bir anlamda suretin sirete tövbesidir. O bizim adımıza, içinde yaşadığı toplumun adına da ağlıyor, taksiratlarımızdan tövbe ediyordu. Ümitsiz değildi ama. Her şeye rağmen her daim hakikatin zuhur ettiğine inandı. Mesele bizlerin o zuhuru ve tecelliyi fark edip etmemesiydi. Mevla rahmet eylesin…�
Düzenli bir yazı hayatı olmadı. Yazmazdı. Medrese ve Düşünen Şehir dergilerinde yayınlanan birkaç yazısının dışında sistemli olarak yazı yazmadı. Ama son dönemlerinde istiyordu. Mustafa İbakorkmaz ondan habersiz yazılarını topladı, bazı konuşmalarını çözümledi ve bir gün bana “abi Aydın abinin kitabını hazırladım” dedi. Şok olmuştum ama bir anlamda da güldüm içimden. Çünkü bunu ancak İba yapardı. Aydın abi’yi ikna etmek de bana düştü. Kitabın taslağını götürdük ve verdik. Şaşırdı, sevindi. Ben bir bakayım, gözden geçireyim dedi. Birkaç gün sonra yazıyorum dedi. İlaveler yapıyorum dedi. Ben de bir yıl önce benim ricamla yaptığı bir söyleşinin çözümünü de ekleyelim abi dedim ve onu da kabul etti. Hatta vefatından 10
Kula Renkli Çantanın Hikâyesi Yıl: 2003... Mülahazalarımın bizimkiler kısmına geldiğim ve “Büyük Doğu”dan “Büyük Batı”ya doğru savruluşun (yoksa evrilişinin mi demeliyim) bizim çevrelerde oluşturduğu inkısarı hayalin nasıl aşılacağı problematiğine yoğunlaştığım bir lahzada, Aydın Ağabey’in o buyurgan ve erkeksi tonlamalı sesi ile birlikte reel dünyama döndüm. — Dinle, şimdi çantamın hikâyesini anlatacağım: Sigarası eline işaret parmağından daha bir ait olan adam, sigara paketini göğüs cebine yerleştirdi ve yürümeye başladı. Kadın kocasına gel gitme dedi. Kocası kadının uyarısına kulak asmadı. Merakla çantayı aldı. Etrafında ne yaptığı ile ilgilenen birisinin yokluğundan emin olduktan sonra çantayı karıştırmaya başladı. Yeşil dolarlara dokundukça hem heyecanı hem de sevinci artıyordu. Kadın, kocasına “Adam henüz uzak-
laşmadan, koş peşinden yetiş ve çantasını ver. Kendisi açısından oldukça önemli evrakları olabilir.” dediyse de kocasını ikna edemedi. Koca, işsizliğin ve fukaralığın verdiği moralsizlikle kumar ve içki illetine mahkûm. Veya içki ve kumar illeti sonucu işsiz kalıp fukara düşmüş de olabilir. Karı koca arasında yıllardır yaşanan aile içi kavgaya yeni bir neden daha eklenmiştir. Kadın çocuklarına helal olmayan yoldan edinilmiş parayla alınan ekmeği yedirmemekte ısrarlıdır. Koca paranın önemli bir miktarını çoktan kendi spesifik ihtiyaçları için ayırmıştır, ancak günah paylaşmak babından bir kısmını da evi için ayırmayı ihmal etmez. *** Telefonun zili çalar, adam ahizeyi kaldırır ve kükremsi bir edayla alo der. Ağabey ben filan, beni hatırladın mı?
Şehrin Yüzleri
— Yusuf şu çantaya sahip ol. Gelince onun hikâyesini anlatırım. Yirmi yıla yakın arkadaşlığımız olmasına rağmen Aydın ağabeyin elinde ilk defa küçük bir el çantası görüyorum. Kullanılmaktan kaynaklanan yıpranmışlığı ve renginin solmuşluğu olmasa, yol için yeni edinmiş deyip geçeceğim. — Sen pencere tarafına otur. Bacağı uzun olanlar koridor tarafına oturup arada bir ayağını koridora uzatarak dinlendirirler, diyor Aydın Ağabey, beni pencere tarafına iteklerken. Otobüsümüz yol almaya, ben hayallere dalmaya başlayacağım. Bir yandan Ayet el-Kursi’yi okurken diğer yandan başımı otobüsün penceresine yaslamış gökyüzünü seyreyliyorum. Mülahazalar... Düşünceler... Çağrışımlar bir bir sökün ediyor ve ben Kayseri-İstanbul arasında derin bir yolculuğa daha koyuluyorum: İç yolculuk…
Yusuf Yerli
17
Şehrin Yüzleri 18
Hani seçim çalışmalarında birlikte ev ev dolaşmıştık. Hatırlamasa bile adam ha evet çıkardım, der. Telefondaki adam, abi seninle çok önemli bir mevzuyu konuşacağım, mutlaka buluşmalıyız. Adam, tabii buluşalım. *** Adam, telefon eden kişiyle bir apartman dairesinde buluşur. Mütevazı döşenmiş, sobalı bir ev. Sobanın üzerinde çaydanlık. Su kaynıyor. Misafire çay hazırlanırken sohbet tanışma faslından
esas mevzuya doğru bir seyir takip ediyor. Kapıdan içeriye, mahcup olduğu her halinden belli bir kadın giriyor. Kapının eşiğine çömeliyor. Konuşulanlara dikkat kesiliyor. Telefondaki adam söze başlıyor. Bu hanımefendi baldızım olur. Senden helallik diliyor. Adam şaşırır. Neden benden helallik dileme ihtiyacı duyuyor? Telefon eden adam baldızından kula renkli çantayı alıp adama uzatıyor. Bu çanta senin değil mi? Adam şaşırıyor. Evet benim. Bilmem
kaç yıl önce kaybetmiştim. İçinde kayda değer bir miktarda döviz de vardı, diye anlatırken bir yandan da çantanın içini uzun parmakları ile yoklamaya başlıyor. Yeşil dolarları hissediyor. Parayı sayma ihtiyacı duymuyor. Kadının eniştesi anlatmaya başlıyor: Baldızım bu çantadaki parayı kendisine rağmen kocasının yemesi üzerine, ahdediyor. Ben bu parayı kazanıp, sahibine iade edeceğim. Bu haram lokma ile yaşayamam, diyor ve temizlikçilik yaparak kıdım
fenersiz kaldık. Rabbim ışıksız bırakmasın. � NOT: Sosyal Medya’da Emanet adıyla Aydın Karakimseli’nin bizzat anlatımıyla paylaşılan bu “menkıbe”yi 2003 yılında ortak mail grubumuzda paylaşmıştım. Bu hikâye Rahmetli Emir Kalkan tarafından da “Ha bu Diyar” isimli eserinde konu edilmiştir.
Şehrin Yüzleri
Aydın ağabey: kıdım, dolar dolar parayı biriktirmeye başlıyor. Aylarca bu böyle devam ediyor. Ya Yusuf dünyada ne insanlar var. Buldukları çantadaki dolarlar hep yüzlük Benim çantamın hikâyesi de bu. Hikâyeyi dinledikten sonra mülahaolduğu için kadın tüm parayı yüzlük dolar banknotu şeklinde biriktirmeye dikkat zalarım esnasında içime çöken sıkıntının ediyor. Ancak son biriktirdiği yüz doları hafiflediğini, ufkumu saran karanlığın beşlik ve onluk dolarlardan oluştuğu için yavaşça dağıldığını hissetmeye başladım. de mahcuptur kadın. Adam parayı say- ‘Kocakarı imanını kutsamak geçti içimden... madan tam ortadan para destesini ikiye O kadın Aydın Abi için Meçhul Şeyh bölüp kapının eşiğinde oturan kadına olurken, Aydın Abi de benim için aydınlatıcı fener oluyordu. engin bir saygı duyarak hediye ediyor. Aydın Abi’nin ahirete intikali ile biz *****
19
Kardeş Şehir Avrupa’nın Ortasında Bir Kardeş Şehir Miskolc Yusuf Dursun
Kardeş Şehir
Avrupa’nın Ortasında Bir Kardeş Şehir
MİSKOLC
Yusuf Dursun
Kardeş Şehir
M
20
acaristan: Atilla’nın Ülkesi. Macarlar için Attila kurucu kralı - milli kahramanı. Bizim için Attila İslam öncesi Türk tarihinin, Hun imparatorluğunun ayrılmaz bir parçası. Sadece bu kadar mı? Elbette hayır. Attila aynı zamanda çocukluğumuzun sinema perdelerini şenlendiren kahramanlık hikâyelerinden biri olan Tarkan da Attila’nın fedaisi olarak belleğimizde müstesna bir yere sahiptir. Macarlarla Türkler, Macaristan’la Osmanlı/Türkiye ilişkileri diğer batı ülke ve kavimlerine bakarak daha bir sıcak ve samimi gelmiştir bizlere. Bugün Budapeşte’nin hâkim tepesinden sakin ve derin akan Tuna’ya bakarak bizlere selam yollayan Gül Baba aynı zamanda derin ve uzun tarihi temasın sembol şahsiyeti olarak hala o Tuna boylarındaki nöbetine devam etmekte, Macarlarla Türkler arasındaki tabii ve tarihi bağın kopmazlığının sembolü olarak bizlere ilham olmaktadır. Budapeşte’deki Gül Baba gibi, Peç şehrinde bulunan İdris Baba, Zigetvar şehrindeki Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organları ve Süleyman Camii da bizleri birbirimize bağlıyor.
Budapeşte’de, 70 yaşında şehit düşen son Budin Valisi Arnavut Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezarını, Akıncılar mezarlığını ziyaret edip, ayrılarak Estergon Kalesi, Hacı İbrahim Öziçeli Camii ve 1916 - 1917 yıllarında 1. Dünya Savaşı Galiçya cephesinde 15.kolordusundan 480 şehidimizin bulunduğu Budapeşte’nin 10. bölgesi Kőbánya’da Kozma utca Újköztemető mezarlığındaki ortak kahramanlarımızı da unutmuyoruz. Birinci Dünya savaşında şehit düşen askerlerimiz, Macaristan’ın farklı bölgelerinde defnedildi. Sonrasında şehitlerimizin naaşları 1926 yılında Budapeşte’deki bugünkü Újköztemető’deki yerlerine nakledildi. Türkiye’nin çevresindeki ülkelere gittiğim zaman trajedi ile karışık duygular yaşarım. Pasaportla gezebildiğim bu ülkeleri 100 yıl önce, 200 yıl önce veya 300 yıl önce pasaportsuz gidebileceğimi bir Evliya Çelebi misali gezebileceğimi düşündüğümde bu trajedi daha da derin hissettirir kendini. Kudüs’e, Bosna’ya, Balkanlardaki herhangi bir ülkeye, Mısır’a, Fas’a, Hicaz’a bile gittiğinizde biraz tarihle hemhal oluyor-
21
Kardeş Şehir
Kardeş Şehir
2012 yılında Miskolc ile Kayseri arasında başlayan kardeşlik ilişkileri, 2013 yılında iki şehri resmi olarak kardeş şehir haline getirdi. Bu hususta en büyük gayret Macaristan Ankara Büyükelçisi Gabor Kiss ile Türk Macar İşadamları Derneği Başkanı, DEİK- DTİK Avrupa Bölge Başkan Yardımcısı ve Macaristan Kayseri Fahri Konsolosu Osman Şahbaz’a ait.
22
sanız oradaki izlerinizi gördüğünüz zaman tarihsel anlamda bildiğiniz bir aidiyetle, bugünkü mekânsal aidiyetler birbirine karışır. Ancak bütün bunlara rağmen gezdiğim bu yerlerde izlerimizin hala ayakta duruşu ve bu izlerin peşinde binlerce insanın bulunması teselli eder. Avrupa’nın ortasında rastladığınız bir türbe, bir tekke, bir mescid sizi alır yüzyıllar öncesine götürür. Bir yandan üzülür bir yandan teselli olursunuz. Mohaç’tan Haçova’ya kimler gelir kimler geçer. Zaman Tuna misali derinden ve dertli akar lakin mekân boğazınıza düğümlenir kalır.
1526 Mohaç zaferinden sonra Macaristan Osmanlı’ya bağlanır. Evliya Çelebi Seyahatnâme adlı eserinde Budin’de 25 cami, 47 mescit, 12 medrese, 16 mektep, 10 tekke - türbe, 2 hamam, 9 ha n, 8 ılıca, 75 sebil, 3500 ev, 1 baruthane, 1 saat kulesi, 1 bedestenden söz eder. İstanbul, Edirne ve Bursa’dan sonra en sevilen Osmanlı şehri Budin olmuş her daim. Osmanlı'nın 145 yıl hüküm sürdüğü bu topraklarda, kimi uzun kimi kısa süreli 75 beylerbeyi görev yapmış. 2 Eylül 1686’da şehit düşen Son Budin Valisi Arnavut Abdurrahman Abdi Paşa.
Kardeş Şehir
Paşa’nın kahramanlığını Macarlar asırlar boyu unutmadılar koparmanız anlamına gelmez. Bir şeyleri vesile kılıp bir türlü ve şehid düştüğü yere çok daha sonraları üzerinde son derece oralara ulaşırsınız veya oralar size ulaşır. Macaristan ve Miskolc şık ifadelerin yazılı olduğu bir mezartaşı diktiler. Taşta “145 da böyle bir ülke, böyle bir şehir. yıllık Türk egemenliğinin son Budin Valisi Abdurrahman Abdi Macaristan tarihindeki hızlı sürece rağmen bugün Avrupa’nın Arnavut Paşa, bu yerin yakınında 1686 Eylül ayının 2. günü en sessiz ve sakin ülkelerinden biri. Büyük şehir dedikleriniz öğleden sonra yaşamının 70. yılında maktul düştü. Kahraman bile nüfusu 200 bini 300 bini geçmeyen şehirler. Herhangi bir düşmandı, rahat uyusun!” yazılıydı. şehrin sokağına girdiğinizde sakinliği ve sessizliği, düzeni ve Tarih ve zaman bir biçimde geçmiştir. Bir mekân gerçek- nizamı hemen hissediyorsunuz. Her ne kadar bunu olumlu liği içinde olanı kabullenirsiniz. Ama bu daha önce aidiyet gibi kabul etsek de hareketsizlik ve cansızlık ekseninde bakhissettiğiniz zaman dilimleri ve mekân biçimleri ile bağınızı tığınız zaman olumsuz olarak da algılayabilirsiniz. Gittikçe
23
yok denecek kadar az. Yaya trafiğinden bahsetmek imkânsıza yakın. Caddeler geniş ama bakımsız. Sosyalist bloğa ait ülke ve şehirlerin temel karakteristik özelliklerini bu şehirde de görmek mümkün. Sokaklarda gözüken tek tük insanların simalarından yansıyan bezginlik ve yorulmuşluk ve umursamazlık… Gençsiz, çocuksuz sokaklar. Sokaklarda dönüp dolaşan grup halindeki Miskolc aynı zamanda bir üniversite şehri. Tarihi 1735’e insanlar turistler. Çevrede bulunan tarihi dayanan üniversitesi özellikle Türkiye dâhil yurtdışından binaların restorasyon çalışmaları devam ediyor. AB fonlarından 15 milyona yakın gelen öğrencilerin yoğun olarak tercihine mazhar olmuş. para almışlar bu parayla eski binaları Almanca esas olmak üzere, Latince ve Macarca dillerinde onarmaya çalışıyorlar. Kentin toplu ulaeğitim veriyor. Makine mühendisliği konusunda iddialı. 85 şımı tramvay ve otobüslerle sağlanıyor. Kenti panoramik seyretmek için hâkim bin metre karelik bir kampüs içinde yer alıyor. bir tepeye çıkıyoruz. Bu tepede 1963 yılında, Komünist dönemde TV kulesi olarak inşa edilmiş 72 m. yüksekliğinde kuzeydoğusunda yer alan Miskolc tarif edilemez bir yeşilliğe salaş bir kule var. Kulenin seyir terasından şehri seyrediyoruz. sahip. Bundan dolayı görenler hemen ‘Yeşil Şehir’ diyorlar. Yeşillikler içinde bir ada adeta. Akşam turistik bir tesis olan Nitekim böyle denmesinin boşuna olmadığını bir müddet Barlangfürdö’ye (mağara kaplıcaya) gidiyoruz. Miskolclular sonra anlıyoruz. Miskolc ‘daha yeşil kentler’ hareketine katılan Orta Avrupa’nın en zengin jeotermal suyuna sahip olmakla ilk şehirlerden biri olmuş. Yeşille birlikte ağır sanayi şehri övünüyorlar. Kentin üçte birinin ısınma ihtiyacını bu yöntemle
Kardeş Şehir
yaşlanan ve yüzyıl içinde iki dünya savaşı görmüş Avrupa nüfusunun dünyadan geçmişliği, bezginliği, bıkkınlığı olarak da değerlendirilebilir bu sakinlik ve sessizlik. Miskolc Macaristan’ın kimine göre 3, kimine göre 4. büyük şehri. Budapeşte ve Debrecen’den daha küçük. Macaristan’ın
24
olduğu için şehir kendisini ifade etmek için slogan geliştirmiş. Açık Kapılar Şehri ve Çelik Şehir ile kimliğini tanımlamış. Bir ağır sanayi şehri olan Miskolc, Demir-Çelik ve Makine sanayi konusunda iddialı. Önceleri ticaret temel geçim kaynağı iken son yıllarda üretime yönelmiş. Ancak bu alanda da bariz bir başarıya imza atamamış. Miskolc’un sokakları tenha. Trafik
karşılayacaklarını söylüyorlar. Termal turizme yatırım yapacağız diyorlar. Macaristan’da az rastlanan dağlardan bir kısmı bu Kent civarında bulunuyor. Kayak turizmini de düşünüyorlar. Kaplıca Miskolc Belediyesi tarafından işletiliyor. Mağaradan oluşan bir yapı. İç içe geçmiş mağara kolları arasında yüzerek de ilerliyorsunuz. Miskolclüler bu kaplıcadan umutlular. Yete-
şehir Almanların, Polonyalıların, Slovakların ve daha pek çok etnik unsurun birlikte yaşadığı bir şehir. Her milliyet, her din burada anlam bulmuş. Yeşil bir ormanı andıran kampüsün içinde şehre nispeten canlı ve akıcı bir hayat var. Her zaman açık ve aktif olan spor salonları, atletizm alanları, jimnastik
Almanca esas olmak üzere, Latince ve Macarca dillerinde eğitim veriyor. Makine mühendisliği, madencilik konusunda iddialı. 85 bin metre karelik bir kampüs içinde yer alıyor. Üniversitede dünyanın her tarafından öğrenci var. Aslında bu Miskolc’un tarihi misyonuna da uygun. Macaristan’ın mekânsal olarak en önemli geçiş yollarından birinde mekân kurmuş
salonları, tenis kortları, yüzme havuzu, gölet, yürüyüş parkurları, yemekhane ve sohbet mekânlarının dışında bir de orman içinde, göl kenarında Palota Lillafüred Oteli bulunmaktadır. Miskolc’da futbol, buz hokeyi, basketbol, su topu, judo, atletizm, güreş, yüzme gibi alanlarda başarılı birçok kulüp de bulunmaktadır. Eski şehir ile yeni şehrin birbirinden ayrılması, hem tarihi hem de bugünü aynı mekânda görmenizi sağlıyor. Klasik mimari gerçekten büyüleyici. Sosyalist izlere rağmen bir ortaçağ şehrinde geziyor hissine de kapılıyorsunuz. Budapeşte Miskolc arasında yatay mimarinin güzel örneklerini görmüştük. Avrupa Amerika ve Asya ülkelerine göre yatay mimari yönünden hala daha çok zengin. Ama buna rağmen genelde Macaristan ve Miskolc bir ağır sanayi ülkesi. Ancak şehrin kenarlarında az da olsa yüksek beton binaları da görmek mümkün. Miskolc’da bir Türk izi arıyoruz ama bilindik bir eser göremiyoruz. Osmanlı’nın en az kaldığı bölgeler burası. Ama az derken de 100 yıla yakın hükmetmiş buralara. Osmanlı'nın
Kardeş Şehir
rince tanıtımı yapılırsa turist akar düşüncesindeler. Avrupa’da bir benzerinin olmadığı iddiasındalar. Miskolc aynı zamanda bir üniversite şehri. Tarihi 1735’e dayanan üniversitesi özellikle Türkiye dâhil yurtdışından gelen öğrencilerin yoğun olarak tercihine mazhar olmuş. İngilizce,
25
ve tarihimizin en önemli izlerinden birisi olan Haçova buraya 50 km yakınlıkta. Dümdüz bir ovada insan tarihin akışına bırakıyor kendini. Miskolc’da rastladığınız her akarsu veya her küçük gölet yeşiller içinde cennet bulmuş hissi ile sizi sunduğu huzurla
deşlik ilişkileri, 2013 yılında iki şehri resmi olarak kardeş şehir haline getirdi. Bu hususta en büyük gayret Macaristan Ankara Büyükelçisi Gabor Kiss ile Türk Macar İşadamları Derneği (TÜMİŞAD) Başkanı, DEİK- DTİK Avrupa Bölge Başkan Yardımcısı ve Macaristan Kayseri Fahri Konsolosu
Miskolc ‘daha yeşil kentler’ hareketine katılan ilk şehirlerden biri olmuş. Yeşille birlikte ağır sanayi şehri olduğu için şehir kendisini ifade etmek için slogan geliştirmiş. Açık Kapılar Şehri ve Çelik Şehir ile kimliğini tanımlamış.
Kardeş Şehir
yakalıyor. Karşılaştığımız her göletin kenarında kitap okuyan insanlar, dinlenen insanlar, çocukları ile oynayan insanlar başka bir keyif veriyor. İnsanın mekânla bütünleştiği anları yaşıyorsunuz. O zaman aklınıza Erciyes, Gesi Bağları, Sultan Sazlığı, Kapuzbaşı Şelaleleri geliyor ve mekânların kardeşliğinin ne olduğunu anlıyorsunuz. Çağımız aynı zamanda ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerle iz bırakma çağı. Bir toplumu veya mekânı savaşla değil, kültür taşıma veya gelenekle etkileme bağlamında daha çok etkileyebiliyorsunuz. Bu anlamda bir geleneği ve kültürü taşımanın en önemli yollarından biri hatta en önemlisi
26
Osman Şahbaz’a ait. Her iki insanın çabaları ve gayretleri hiç eksilmeden devam etti ve karşılıklı ticari ve kültürel ilişkiler 2017’de zirve yaptı. Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik kurulan kardeşliğin gereklerini her daim güncel tuttu. Şu an Kayserililer bir dönem atalarının at koşturduğu, yurt edindiği bu topraklarda mekân tutuyorlar. Kalp ve gönül kazanıyorlar. Tıpkı Balkanlarda, Bosna’da, Mostar’da olduğu gibi… Goraz-
ekonomik ve kültürel ilişkilerdir. Tarihte tüccarların kültür de’de, Nalçik'te olduğu gibi… Zaten kardeş olmanın gereği taşımacılığında ne denli önemli olduğunu bugün çok daha iyi de bu değil midir? Sahip olduğunu paylaşabiliyorsan ancak anlıyoruz. Kültepe ile bir ticaret ve kültür şehri olarak bilinen, kardeş olabilirsin. Ekonomik temelli başlayan bu ilişkiler ve kelime anlamlarından biri de çarşı ve pazar anlamına gelen yakınlaşmalar tarihin zorunlu tuttuğu mekânsal ortak payda Kayseri, ticari yollarla kültürünü taşıma ve başka kültürleri bilinciyle ayrı bir güzelliğe de dönüşüyor aslında. Bir şehri tanıma anlamında çeşitli şehirlerle kardeş şehir ilişkisi kuruyor. sadece kendi coğrafyasında tutmanın artık imkânsız olduğunu Bunlardan biri de Miskolc… anlıyorsunuz. Ve biliyorsunuz ki zaman ve mekân planında 2012 yılında Miskolc ile Kayseri arasında başlayan kar- Kayseri Kayseri’den ibaret değil… �
Mekân - Gezi Mekân - Gezi Gediris Celaleddin Sipahioğlu
Gediris Celaleddin Sipahioğlu ahmetli ağababamın hep bir atı olurdu. Yazın bağa göçüldüğünde ağababam, atla gider gelirdi. Zaten o dönemlerde bağlara gitmek için, ya atınız eşeğiniz olacaktı ya da muhitlerde ikamet eden şahısların üstü açık kamyonlarını kullanacaktınız. O yıllar elli altı impalaların, belairlerin bıyıkların, oldsmobillerin meşhur olduğu dönemlerdi. Yollarda; at ve eşeğiyle giden insanların hem hayvanlarını sulamaları, hem de akşamüzeri vakit geçmeden namaz kılmaları için, üzeri namazgâh olarak kullanılan niyet kuyuları olurdu. Hatırlarım, akşam ezanı okunduğunda kuyu üzerinde o dönemin bağlarda oturan hocaları bazen yolda gidenlere cemaatle namaz kıldırırlardı. Hatta kuyu başlarında kılınan bu namazlarla ilgili olarak rahmetli Mahir Hoca ile ilgili bazı namaz fıkraları halk arasında ağızdan ağıza dolaşırdı. Niyet kuyuları, bölge, semt kuyusu olması dolayısıyla ortaklaşa kullanılır, hatta hayvanların su içmesi için üzerlerinde
Mekân - Gezi
R
29
Mekân - Gezi 30
taştan oyulmuş yalaklar bulunurdu. Kışın bu kuyulara kar doldurmayı ibadet telakki eden bazıları, kar yağınca kuyuları kar doldururlardı. Karın kıvamı önemliydi, hem sertleşmiş, hem de kesekleşmiş olacaktı ki ağaçtan yapılmış kar kürekleriyle kuyuya atmak kolay olsun. Bu kar kuyuları, ramazanın yaz dönemine
geldiği zamanlarda, henüz buzdolabı olmadığı için, yanmış yürekleri iftarda soğutmak için kullanılan doğal soğuk su ve kar depolarıydı. Ağababamın bağı Gediris’te idi. Hacı emminin Commer marka dolmuşuna sıkışık vaziyette biner ve cevizli kuyu durağında inerdik, oradan bağlar arası
yoldan, yaklaşık iki kilometre ötedeki bağ evine varırdık. Yolda iğdeler çiçek açtığı dönemlerde mis gibi kokardı. Anneannem hep “Aman yavrum dikkat edin, iğde çiçek zamanı yılanların çiftleşme zamanı, yolunuza çıkarsa ‘Muhammed şefaat etmesin bana dokunursan’ deyin.” diye tembih ederdi.
bağlık hobisi güvercinlerin yuvasıydı. Aşağıdan bağ evine doğru yürürken evin yirmi metre kadar sağ tarafında bulunan ahırın yan tarafındaki ocaklığa bakardım. Oradan duman yükseliyorsa değme keyfime, anneannem ve yengem bazlama yapıyorlardır. Tabii hamur yoğrulmuşken yağlama olmadan olmaz. O
akşam mutlaka ineklerden elde edilen süte çalınmış yoğurt ve bostandan getirilmiş taze hıyarla yapılmış sarımsaklı cacık yağlamanın yol arkadaşı olurdu. Bir de süt yüzü ile yağlanmış şebit, yiyeceklerin efendisiydi. Bazlama üzerine çalınan sarımsak, onun üzerine ince dilimlenmiş domates
Mekân - Gezi
Bağa doğru yolda yürürken yamacın yüzüne kurulu bağın en üstünde kartal yuvası gibi bir örtme, onun sol tarafında bir oda ve örtmenin sağ tarafında içinde Erciyes’in lavlarından oluşmuş kızıl kayanın altına oyulmuş ini bulunan tokana görünürdü. Tokananın sağ üst köşesine yapılmış küçük kuşluk dayımın
31
Mekân - Gezi 32
ve de üzerine serpilmiş kırmızıbiberden oluşan sarımsaklı bazlama menüsü hem o zamanların hem de birçok insanın bunlarıntadını dahi bilmediği bu zamanların, bizim için en kral menüsüdür. Bütün bunlar; bir saç üzerinde, kepekli undan yoğrulmuş hamur ve dumanı tüterek bazen söndüğünde altına üflenmek suretiyle tekrar tutuşturulan ot ateşiyle, maharetli Anadolu kadınlarının bereketli ellerinin değdiği, her bir hamlesinde besmele çekilerek yapılan güzel işlerdi. Ocak söndükçe sacın altına atılan otların tutuşması için üflenirken insanın yüzüne gelen ot dumanının kokusu güzelleşme vesilesi sayılırdı. İnsanın yüzü güzelleşir miydi bilmem ama hayatın her evresinde insan eli değerek yapılan işler, hem yapılanları güzelleştirir hem de hayatın her aşamasına dokunan insanın ahlakını güzelleştirirdi. Akşam sofraya ben ve dayımın kızları babamın tabiriyle çerçi boncuğu gibi dizilir, sofrayı dizlerimize çekerek ağababam, dayım, anneannem ve yengem aydınlatma aleti olarak kullanılan löküsün ışığında yemeğimizi yerdik. Bir defa bağ büyük bir hazın deposu sayılırdı, dut, kaysı, üzüm, elma armut ne varsa hepsinin kurusu mutlaka olurdu.
Üzüm dut ve kaysının ayrıca pestili, pekmezi yapılırdı. Aman Allah’ım o üzümden kaç çeşit pekmez yapılırmış! Duru pekmez, çalma pekmez, kabaklı pekmez, patlıcanlı pekmez… Say say bitmez. Bir de pekmezin un ve cevizle entegrasyonu ile kedi bacağı. Biraz meşakkatli olmasına rağmen kadınların maharetini göstermeleri adına iyi bir nevale idi. Ağababamın üç tane tarla ile aile bütçesine sağladığı katkı daha bir farklıydı. Cüzdanında bir kerecik ellilik banknot gördüğüm ağababam, tarlanın birine buğday, birine arpa, diğerine de bostan ekerdi. Buğday ve arpa harman yerinde atlı düvenle sürülürdü, düvenin üzerine oturup güneşin çat sıcağında harman yerinde tur atmak benim için çok keyifli bir işti. Büyük adam edasıyla atın koşumlarını tutar, dehlerle, cıkcıklarla döner dururdum. Arpanın bir sonraki seneye ait olan tohumluk kısmı ayrıldıktan sonra kırma yapılır, hayvanlara yiyecek olarak kışa saklanırdı. Buğdayın da tohumluğu ayrıldıktan sonra, yenisi çıkıncaya kadar yetecek şekilde evin unu çıkarılırdı. O zamanlar kepeği buğdaydan ayıran değirmen az olduğu için ekmekler biraz esmer olurdu ama bugün organik diye
çırpındığımız ve bulamadığımız gıdaların anası olarak yenilirdi. Üçüncü tarladan elde edilen bostan ürünleri, yaz boyunca sofralarda kullanılır, kışlık turşuların hazırlanmasına ana sermaye olurdu. Son zamanlarda çıkan kavunlar da kışlık diye samanların içine gömülür ve kasım aralık aylarında yenirdi. Hevenklik üzüm bütün bağcıların favorisiydi. Buludu, kara üzüm gibi iğde çalılarına asılan üzümler evin biraz havadar ve soğuk yerlerinde kışın gelecek misafirlerinin ikramı olarak saklanırdı. Ekmeğin mahalle fırınında tarladan çıkan unla yapıldığı, turşusunun bostanda yetişenlerle kurulduğu kahvaltı sofrasında
havaalanının dönen projektörleri gibi bağdan rahatlıkla görünürdü. Havaalanının arka taraflarına düşen Talas yolu üzerindeki Tıp Fakültesi inşaatının yeni yeni yapıldığı yıllardı. Dayım Hacettepe Tıp Fakültesi hastanesi yapılacakmış, üniversite kurulacakmış diye, bir efsaneden bahseder gibi dili döndüğü kadar anlatırdı. Kuyudan su çekmek daha çok çocukların işiydi, zaten her işin bedenen yapıldığı bir zaman diliminde, bugünkü çocuklara bir şey dediğinizde karşılaştığınız her şeyi bana yaptırıyorsunuz itirazına sahip olmayan o zamanın uyumlu bebeleri, işlerin ucundan tutar, işlerin tamam-
Mekân - Gezi
bağdan devşirilen kabaklı pekmez, duru pekmez, çalma pekmez, yanı sıra turşu; ahırdan çıkan ürünler olarak peynir, yoğurt, süt; zamanlarının hikâyesinde, yaz boyunca bağda beslenen ve sızgıt olsun diye kesilen dananın etinden yapılmış sucuk sofraların favorisiydi. Sucuk yoksa çaman gadanı alsındı. O zamanlar Gediris bağlarının karşısında bulunan Hava İkmal önündeki havaalanı faaliyette idi. Adını sonradan askerlikteki paraşütçülük dolayısıyla öğrendiğim C47 uçakları sabahtan akşama kadar kalkar inerlerdi. NATO üssü olarak kurulan Erkilet Havaalanı’nın projektör ışıkları da akşamları tıpkı Esenyurt’taki
lanmasında pay sahibi olurlardı. Hem bu onların hayat içinde yaşayacaklarına dair küçük tecrübeleri de kendilerine yaşatmış olurdu. Kuyunun ağızlığı taş olmasına rağmen aşırmanın yumuşacık kendir ipi nasıl oluyordu da onu aşındırıyordu? Orada yaptığı ize merakla bakardım. Ta ki bir hocanın vaazında, yıllarca medresede okuduktan sonra bir şey öğrenmeden memleketine dönerken yoldaki kuyudan su çeken Ahmet’in, kuyunun ağızlığında gördüğü ip izleri için, benim kafam bu taştan daha mı sert ki hiçbir şey öğrenemedim, deyip yeniden medreseye döndüğü hikâyesini dinleyene kadar. Kuyudan su çekeceğiniz zaman, şayet kuyuya sallanmış, içinde kokmaması için soğuk kalması istenen et bulunan sepet varsa önce onu çıkarırsınız, sonra aşırmayı sallarsınız. Aşırmayı birkaç kez havaya kaldırıp suya daldırırsınız, içi su dolar, sonra da birkaç kez kaldırıp yeniden suya bırakarak döğersiniz ki içinde kalmış çer çöp varsa aşırmanın içinden suya geri düşsün. Akşamları bağ evinin kapalı odası dayımla yengemin yatak odası olarak kullanıldığı için, ya örtmeye ya da kuyu başına yapılan yataklara yatardık. Örtmenin damı ağaç direk ve tahtalarla örtülü, üzeri de toprak idi. Toprağın arasına giren böceklerin ya da farelerin dam içinde gezinmeleri sonucu ufak tefek toprak dökülmeleri olur, acaba yılan mı, akrep mi, böyü mü diye korkarak uykuya dalardık. Kuyu başında yatıyorsak yıldızlarla döşenmiş, gökyüzünün altında çocukça hayallerin arasından, süzülerek, rüyalar âlemine dalardık. Arkası bağ duvarı denilen hikâyelerin anlatıldığı o zamanlar, tokadın adı beşkardeşti, büyüklerin vurduğu yerlerde güller biterdi, hocaya, ustaya teslim edilen çocukların eti senin, kemiği benimdi. Üç atanın hakkı birdi o zamanlar: baba, hoca ve usta. �
33
Mimari Selçuklu Mimari Eserlerinde İklimlendirme ve Alttan Isıtma İbrahim Doğanyiğit
Mimari
Mimari
Selçuklu Mimari Eserlerinde İklimlendirme ve Alttan Isıtma
34
İbrahim Doğanyiğit
⊲ Gevher Nesibe Tıp Medresesi - Toprak Boru (Boruların gittikçe darlaştığını fark edebilirsiniz.)
S
elçuklu medeniyetinde bazı yapıların can alıcı mahiyetteki önemi yadsınamaz. Bu yapılar daha çok genele hitap eden yapılardır. Eviniz şahsi mekânınızdır. Oradaki eksiklikler doğrudan şahsınızla ilgilidir. Fakat toplulukları ilgilendiren cami, medrese, kervansaray, hastane gibi yapılardaki ufak bile olsa aksaklıklar problemler, eksiklikler vebal, kul hakkı olarak değerlendirilmiştir. Bu sebeple o tür yerlere her yönüyle ihtimam gösterilmiştir. Selçuklu mimarisinin ana kaynağını taş oluşturmaktadır. Umuma ait binalarda belirli seviyede iklimlendirme uygulandığını çeşitli araştırmalar sayesinde biliyoruz. Yüksek kemerler, yan koridorlar hem düzgün bir havalandırma sağlamak için hem de içerideki sıcak havanın doğrudan dışarı çıkmasını engellemek için dizayn edilmişlerdi. Ayrıca bir mazgal deliğini andıran küçük pencereler de ısı kaybını minimuma indiren en önemli unsurlardan birisi olarak göze çarpmaktadır. (Bkz. Anadolu’da iklimlendirme harikaları ve rotaları-İrfan Unutmaz) Isı kaybını düşük tutmak için tedbirler alınmış olması tabii karşılanmalıdır fakat bu ısının nasıl üretildiği daha mühim bir meseledir. Özellikle Anadolu Selçuklu Devleti’nin üç başkentinin (Konya, Kayseri, Sivas) de İç Anadolu Bölgesi’nde olduğunu düşünürsek bu mesele daha önemli bir hale gelir. İç Anadolu Bölgesi’nde karasal iklim hâkimiyeti vardır ve uzun kış gecelerinde sıcaklık zaman zaman -25/-30’lara bile düşebilir. Yakın zamanda bile bu durum teşhis edilebilir. Mesela Kayseri’de 2 Şubat 2012’de
⊲ Kayseri - Bünyan Karatay Kervansarayı - Duvara Döşenen Boru Detayı (Borunun yükselti kazanmak için duvardan nakli)
⊲ Konya Karatay Müzesi Borunun Binaya Girişi Konya Karatay Müzesi (Pişirilmiş kil borunun binaya giriş şekli)
en düşük sıcaklık -32,7 derece, Ocak 1972’de ise Sivas’ta en düşük sıcaklık -34,6 derece olarak ölçülmüştür. Kaldı ki geçmiş zamanların aşırı soğuk kışları hep anlatılır. Taş yapıların içinde böyle bir kış gecesinde öğrenci barındırmak ya da misafir ağırlamak zorunda kalınırsa bu insanların sağlığını korumak, donmalarını engellemek için ne yapılmalıdır? İlk aklımıza gelen şömineye benzer ocaklarla ısı üretmek olabilir. Mesela bir kervansarayda bu uygulanırsa alan daraltmanız gerekir. Her ocak için alan belirlemelisiniz ve her ocağa bir baca koymalısınız. Bu durumda kervansarayın dışı bir baca ormanı gibi gözükecektir. Bu yola da başvurulduğunu tespit edebiliyoruz. ▲ Tokat Amasya Yolu - Hunat Hatun Tarafından Yaptırılan Kervansaray
Mimari
▲ Sivas Buruciye Medresesi
36
Tokat/Amasya yolundaki Mahperi Hunat Hatun tarafından yaptırılan bu kervansarayda bacalar net olarak gözükmektedir. İç tarafta ise şömine, ocak yerleri vardır ve ısı israfını önlemek için ocakların ön bölgesinin daraltıldığı tespit edilebilir. Ocak önleri adeta yarı açık odacıklar haline getirilmiştir.
Fakat bu bölgede iklimin ılıman olduğu unutulmamalıdır. Aynı mimari tarzı ve iklimlendirme çalışmasını karasal iklime uygulamamız mümkün görünmemektedir. Örnek olarak aldığımız Kayseri Gevher Nesibe Tıp Medresesi, Kayseri-Bünyan Karatay Medresesi, Sivas-Buruciye Med-
▲ Kayseri - Bünyan - Karatay Kervansarayı ▼ Tokat Amasya Yolu - Hunat Hatun Tarafından Yaptırılan Kervansarayın İçten Görünüşü
resesi, Konya Zazadın Kervansarayı’nda rüzgâr ve yağışı dağıtmak için kullanılan çıkıntılar net bir şekilde görüldüğü halde hiç baca dikkati çekmez. Mutfaktaki ocaklar için kullanılan birkaç baca da ustaca gizlenmiştir. Öyleyse kışın bu kadar sert geçtiği bu yerlerde ısınma nasıl sağlanmaktadır. Tabii ki alttan ya da duvardan ısıtma sistemi ile… Alttan ısıtma günümüzde, zemin döşemesi üstü ve döşeme kaplaması altına döşenen ısıya dayanıklı plastik borular içinden yaklaşık 40 derecedeki suyun geçirilmesi ile mekânların ısıtılması olarak tarif edilebilir. Doğal olarak sıcak suyun devridaimi motorlarla yapılmaktadır. Selçuklu medeniyetinde ise sistem şu şekilde geliştirilmiştir. Dışarıda ya da ▼ Kayseri Gevher Nesibe Tıp Medresesi
içeride bulunan bir cehennem ocağından medrese ya da kervansaray içine kilin pişirilmesiyle oluşturulmuş, öncesinde geniş, gittikçe daralan borular döşenir. Cehennem ocağı iki bölümden oluşur. Ateşin yandığı bölüm ve suyun depolandığı ve ısıtıldığı havuz. Cehennem ocağında ısınan su borulara hücum eder, boruların gitgide daralması sebebiyle de ilerler ve tüm yapıyı dolaştıktan sonra tekrar havuza döner. Soğuyan suyun tekrar havuza dönmesi, soğuk dönemlerde ateş söndürüldükten sonra suyun boru içinde kalmamasını sağlar. Dolayısıyla da boru içinde donan suyun oluşturacağı tahrip de engellenmiş olur. Cehennem ocağı genellikle ısıtma ve
▲ Konya Zazadın Kervansarayı
⊲ Gevher Nesibe Tıp Medresesinin Arka Tarafında Bulunan Havuz ve Altında Cehennem Ocağı (Yeşil olan bölüm çukurdur, içine toprak doldurulup bir tür saksı gibi kullanılmaktadır. Yapı sekizgendir ve bir su damlasını andırır.)
Mimari
⊳ Kayseri - Bünyan - Karatay Kervansarayı - Cehennem Ocağının Bulunması Gereken Yer (Ne yazık ki daha yüksekte duran havuz tahrip edilmiş.)
38
hamamla ortaklaşa kullanılır. Bu durumun en güzel örneklerinden birisi Sivas’tadır. Şifaiye ve Buruciye medreselerinin arasında meydanı andıran geniş bir bölge vardır. Bölgeye bir umumi hamam (Kale Hamamı) inşa edilmiştir. Hamamın cehennem ocağına bağlı borulardan birisi kendi içinde dönerken diğer ikisi medreselere ulaşmaktadır. Sağdaki kanal Şifaiye Medresesi’ne, ortadaki Buruciye Medresesi’ne gitmekte, soldaki kanal ise hamamın kendi içinde dönmektedir.
⊳ Gevher Nesibe Tıp Medresesi Havuzun Yanında Bulunan ve Fazla Suyu Tahliyeye Yarayan Kanallar
⊲ Kayseri Bünyan - Karatay Kervansarayı - Cehennem Ocağının Bulunduğu Yer ⊳ Sivas Buruciye Medresesi Alttan Isıtma Boru Giriş Yeri
Bu tür ısınmanın (Avrupa tarihine bakacak olursak) ilk olarak şatolarda 15. yüzyılda uygulandığını görüyoruz. Derebeyi ya da hükümdarın yatağı yükseğe kaldırılmış altına yan odanın devamı sayılabilecek bir bölüm ya da oyuk eklenmiştir. Köleler yan odada su ısıtır kovalarla şahsın yatağının altındaki bölüme sıcak suyu serperler… Bu da dünyadaki ilk alttan ısıtma olarak kayıt altına alınır. Yukarıda bahsi geçen medrese ya da kervansarayların yapılış tarihleri 13. yüzyılın ilk yarısıdır. �
⊳ Sivas Kale Hamamı Cehennem Ocağı
Mimari
▲ Sivas Kale Hamamı
39
Tarih Tarih Kayseri’nin 1071’de Demografik Durumu Mehmet Çayırdağ
Kayseri’nin 1071’de Demografik Durumu
Mehmet Çayırdağ
T
ürkler 1071 Malazgirt öncesinde, hatta İslam öncesinde de Anadolu’ya gelmişlerdi. Tabii ki bunlar bir işgal ve devlet kurma şeklinde olmamıştır. Son zamanlarda, bilhassa rahmetli Servet Somuncuoğlu’nun tespit ettiği, Cengiz Saltaoğlu’nun tercüme ve değerlendirmelerini yaptığı, neredeyse Göktürk Yazıtları’yla çağdaş, Eski Türk runik harfleriyle kayalar üzerinde yazılıp çizilmiş birçok yazıt ve damga, Ordu’nun, Denizli’nin, Ankara’nın, Hakkâri’nin köylerinde, arazide kayalar üzerinde bulunmuştur. Yine Türkler 1071’den önce Bizans tarafından Balkanlardan Peçenek ve diğer Türk Boyları, doğuda Müslüman Araplarla yaptığı mücadelelerde, Arap cephesinde bulunan Türk grupları Anadolu’ya yerleştirilmiş ve onlar baskıyla Hıristiyanlaştırılmıştır. Bu Türkler
Emevi komutanlarından ismi Anadolu’da efsaneleşmiş olan Battal Gazi 725 yılında Kayseri’yi fethetmiş ve bu fetih onun 740’ta Seyitgazi’de Bizans karşısında şehit olmasına kadar devam etmiştir. Battal Gazi’nin bu fethi sırasında Kayseri’de herhalde Bizanslı ustalara inşa ettirmiş olduğu Battal Mescidi halen ayakta, faal ve hatırayı muhafaza etmektedir. sonradan Hıristiyan olmalarına rağmen milli benliklerini, gelenek ve göreneklerini terk etmemişler, İncili Türkçe okumuşlar, Türkçe ibadet etmişler ve Türkçeyi unutmamışlardır. Rum olarak adlandırılan bu Anadolu Türkleri (bir başka değerlendirmeyle Karamanlı Hıristiyan Türkler) Grek harfleriyle Türkçe (Karamanlıca) yazdıkları gibi Ermeniler içerisine dâhil olmuş büyük Türk grupları da Ermeni harfleriyle Türkçe yazmışlardır. Kayseri’de bulunan ve eski Türk isimlerini alan Talas, Tavansun (Tavlusun), Mancusun, Muncusun, Dadasun, Sosun, Süksun gibi yerleşim yerlerinin adlarını, Bizans döneminde buralara yerleştirilen ve Hıristiyanlaştırılan bu Türk boyları koymuştur. 1071’den kısa süre önce Büyük Selçuklularının keşif kolları akınları Anadolu’nun çeşitli bölgelerine olduğu gibi Kayseri civarına da yapılmış, Alp Arslan’ın kumandanlarından Afşin Bey kısa süreli de olsa 1068’de şehri ele geçirmiştir. Afşin Bey ve arkadaşları o
▲ 1970'lerde Battal Gazi Camii
Kayseri’nin fethi için önce Melikgazi Kalesi’nin fethi gerekliydi. Türkler burada çok şehitler vererek kaleyi fethetmişlerdir. Bu sebeple Emir Gazi İran-Türk üslubundaki tuğla türbesini büyük şehirlerin dışında olan bu kale önüne, fetihte şehit olan arkadaşlarının bulunduğu yere inşa ettirmiş, 1134 yılında Malatya’da vefat ettiği halde eski Türk âdetine göre cesedi mumyalanarak buradaki türbesine nakledilmiştir. Danişmendlilerin bu zaferleri “Danişmendname” ismini alan destana konu olmuştur. Herhalde bundan sonra sıra Kayseri’nin fethine gelmiştir. Kayseri daha önce de Müslüman Araplar tarafından 8. yüzyılın ilk yarısında kısa süreliğine fethedilmiştir. Emevi komutanlarından ismi Anadolu’da efsaneleşmiş olan Battal Gazi 725 yılında Kayseri’yi fethetmiş ve bu fetih onun 740’ta Seyitgazi’de Bizans karşısında şehit olmasına kadar devam etmiştir. Battal Gazi’nin bu
fethi sırasında Kayseri’de herhalde Bizanslı ustalara inşa ettirmiş olduğu Battal Mescidi halen ayakta, faal ve hatırayı muhafaza etmektedir. Türkler şehri ele geçirdikten sonra o zamanki yerleşiminin ve surların dışında kalmış olan bu mescidi hatırasına binaen ilave kemer ve kaplama duvarlarla takviye etmişler ve bugüne kadar yaşamasını sağlamışlardır. Osmanlı kayıtlarında bu
Tarih
kışı, Bizans’ın hanım Zamantı Valisi’nin misafiri olarak geçirmişlerdir. 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra esir alınan Bizans İmparatoru ile yapılan Anadolu’ya teslim etme ve savaş tazminatı ödeme anlaşmasını Bizans’ın ve yeni imparatorun tanımaması üzerine Alp Arslan emirlerini (komutanlarını) sanki zafer kazanılmamış gibi Anadolu’yu bölge bölge fethetmekle görevlendirmiş, Kayseri ve çevresinin fethi ile de önce Artuk Bey, onun doğuya çekilmesiyle Danışmend Ahmed Gümüştekin Gazi görevlendirilmiştir. Hanedan Süleyman Şah ise kuvvetleriyle harekete geçerek kısa sürede bütün Güney ve Batı Anadolu’yu baştanbaşa fethetmiş ve ilerleyip Bizans’a son verecek şekilde baş şehir olarak en batı uçtaki İznik’i seçmiştir. Kendisine merkez olarak Niksar’ı seçen Danışmend Gazi, oğlu Emir Gazi ile birlikte fetihlerini Tokat, Amasya, Sivas, Kayseri ve Malatya’ya da yaymış ve bu çevrede kendi adıyla bir devlet oluşturmuştur. Kayseri’nin kesin olarak fetih tarihini söylemek mümkün değildir. Malazgirt’ten sonra birkaç yıl içinde bölge ile birlikte Türk hâkimiyetine geçmiştir. Burayı fetheden Emir’in Danışmendli komutanlarından Turesan Bey olduğu hakkında kanaat söylenegelmiştir. Kayseri’nin fethi için önce Orta Anadolu’nun kilidi durumunda olan, Pınarbaşı yakınlarında bulunan Melikgazi (Zamantı) Kalesi’nin fethi gerekliydi. Bizans’ın çok müstahkem bir kalesi olan bu stratejik mevkii ele geçirmek isteyen Türkler burada belli ki çok zorlanmışlar ve çok şehitler vererek kaleyi fethetmişlerdir. Bu sebeple Emir Gazi İran-Türk üslubundaki tuğla türbesini büyük şehirlerin dışında olan bu kale önüne, fetihte şehit olan arkadaşlarının bulunduğu yere inşa ettirmiş, 1134 yılında Malatya’da vefat ettiği halde eski Türk âdetine göre cesedi mumyalanarak buradaki türbesine nakledilmiştir. Danişmendlilerin bu zaferleri “Danişmendname” ismini alan destana konu olmuştur.
43
▲ Melik Gazi - Zamantı Kalesi
Tarih
▼ Ulu Cami
44
cami etrafında oluşan mezarlığa “şehitlik” ismi verilmektedir. Şehirde başka yerde görülmeyen bu isimden anlaşılıyor ki 725 yılında vuku bulan ilk fetihte ve 1071’den sonraki ikinci fetihte şehit olanlar bu cami etrafına defnedilmişlerdir. Yakın zamanlarda burada oluşan gecekondu mahallesinde, buradaki mezar taşları da evlerde yapı taşı olarak kullanılmış, bu arada birkaç Selçuklu lahit tipi mezar taşı, Müze Müdürlüğümüz sırasında, cami önünde bulunan eyvan tarzındaki üst katı yıkılmış Selçuklu türbesinin alt katına taşıttırılarak koruma altına alınmıştır. Türkler şehri ele geçirdiklerinde Bizans surları içinde bulunan Rumlarla, yani yukarıda bahsedildiği gibi Hıristiyanlaştırılmış, çoğunluğu Türk olan şehir ahalisiyle karşılaşmışlardır. Tabii bu Türkler herhalde artık Türk olduklarını pek bilmemektedirler. Emir
Gazi’nin ve Kayseri’yi kendisine merkez yapıp şehrin ilk büyük mabedini, Cami-i Kebir’i (Sultan Cami-Ulu Cami) sur içine yapan oğlu Melik Mehmed Gazi’nin Grek harfleriyle bastırmış oldukları sikkeler bunlara yönelik olmalıdır. Türklerin Rumlardan başka karşılaştıkları ikinci grup ise Ermenilerdi. Ermeniler, Malazgirt’ten 50 yıl kadar önce Bizans tarafından doğudan kaldırılıp Sivas ve Kayseri çevresine yerleştirilmiş oldukları için onlar daha ziyade sur dışında şehrin güneyinde oluşan mahallelerde iskân edilmişlerdi. Onların bu mahallelerdeki kiliseleri yenilenmiş de olsa bugüne kadar gelmiştir. Ancak sur içinde de bir kısım yerleşmelerinin olduğunu, şehir içindeki halen mevcut kiliselerinden anlamaktayız. Rumlar acil durumlarda sur içerisinde, herhalde aynı zamanda iç kale içinde oluşan mahallelerinde yaygın şekilde
yaşıyorlardı. Nitekim şimdiki Durmaz İş Hanı ve Havuzlu Han yerinde olan ve yakın zamanlarda yıkılıp ortadan kaldırılan merkez St. Nikola Kilisesi şehrin tam merkezindedir. Bu kilise Milli Mücadele yıllarında Papa Eftim’in kurduğu Kayseri Türk Patrikhanesi’nin de faaliyet merkezi olmuştur. Kayseri surları MS 243 yılında Roma İmparatoru III. Gordianus tarafından inşa ettirilmiştir. Onun yaptırmış olduğu bu sur hatırasına bastırmış olduğu sikkeleri bulunmaktadır. Bu sur şimdiki Cumhuriyet Meydanı’nda, iç kale surlarının kuzey ve doğu duvarlarını oluşturarak Yoğunburç altında Kartal semtine kadar geliyor, buradan batıya dönerek mevcut Ermeni Kilisesi’nin batısından herhalde aslı Aziz Basileus’un yapılarının kalıntıları olan eski Emir Ağa Mahallesi’nden kuzeye dönüyor, Bozatlıpaşa Mahallesi’nin batısından
doğuya dönerek Düvenönü’ne geliyor ve buradan da iç kale (Roma Dönemi’nde iç kale yoktu) ile birleşiyordu. Böylece dikdörtgen veya kare şeklinde, şehrin çok büyük bir alanını içine alıyordu. Roma’nın bu surları dıştaki duvarı takviye eden nöbetçilerin dolaşmasına imkân sağlayan iki sıra kemeri bulunan surlardı ve bazı kısımlarda kalıntıları zamanımıza kadar gelmiştir. 6. yy.da Bizans İmparatoru Justinianus zamanında küçülen şehir etrafında oluşan bu çok büyük surların bakım ve onarımı büyük külfete sebep olduğundan ve yapılamadığından şimdiki Yoğunburç’un yerinden Düvenönü’ne doğru Bizans tarzında üçgen burçlarla takviyeli bir duvarla yay çizerek Düvenönü’ndeki Roma surunun köşesine ulaşmış ve böylece şehir toparlanmıştır. Şimdiki Cumhuriyet Meydanı’na doğru en köşede, güneyden bir sur daha çeki-
Tarih
▼ Melikgazi Türbesi
45
II. Kılıç Arslan zamanında şimdiki Cumhuriyet Meydanı’na saray inşa edilmiş, bu sarayın etrafı Alaaddin Keykubat zamanında surla çevrilmiştir. Onun zamanında şehirde yazlık saray şehir merkezine 10 km mesafede şimdiki Şeker Fabrikası arazisine inşa ettirilmiştir. Selçuklular zamanında şehrin nüfusunun 15-20 bin civarında olduğu tahmin edilebilir.
Tarih
lerek iç kale oluşturulmuştur. Bu sura Selçuklular zamanında Yoğunburç ve şimdi sadece Ok Burcu kalan, iç kaleyi güneyden çeviren surlar ilave edilmiştir. Türkler İçerişar dedikleri bu Bizans şehrini ele geçirdikten sonra muhakkak ki mevcut surları tamir etmişler, sur içine Cami-i Kebir ve medresesi ile
46
saraylarını inşa etmişlerdir. Cami-i Kebir’in yapımında çevrede yıkılmış bulunan Roma’nın çoktanrılı mabedine ait sütunlar ve sütun başlıkları kullanılmıştır. Yine Cami-i Kebir yanında bir küçük Bizans kilisesi, belki büyük cami yapılmadan önce camiye çevrilmiştir. Türklerin Hacet Mescidi dediği bu tarihî
yapı 1960’lı yıllarda şehirde birçok tarihî yapıyı ortadan kaldıran belediye başkanı tarafından yıktırılmıştır. Yine bugün kalıntılarından öğrendiğimize göre erken Bizans dönemine ait Tonlar semtinde, Ermeni Kilisesi’nin 300 m güneyinde, yolun karşı tarafında ve şehrin sur dışı bazı semtlerinde kiliseler bulunuyordu. Tabii ki bugün ayakta bulunan Ermeni ve yıkılan Rum kiliselerinin yerinde de eski kiliseler vardı. Türkler Danışmendliler Döneminden itibaren hızla sur dışına taşmışlar ve buralarda mahalleler oluşturarak tarihî yapılar inşa etmişlerdir. Şehirde ikinci
dâhil etmiştir.) şimdiki Cumhuriyet Meydanı’na saray (devlethane) inşa edilmiş, bu sarayın etrafı Alaaddin Keykubat zamanında surla çevrilmiştir. Onun zamanında şehirde yazlık saray şehir merkezine 10 km mesafede şimdiki Şeker Fabrikası arazisine inşa ettirilmiştir. Selçuklular zamanında şehrin nüfusunun 15-20 bin civarında olduğu tahmin edilebilir. �
⊲⊲ Anna Komnena, Aleksiad (Malazgirt’in sonrası), Çev. Bilge Umar, İstanbul 1996. ⊲⊲ Halil Eldem, Kayseri Şehri, Yay. Prof. Dr. Kemal Göle, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayını No: 84, Kayseri 2011. ⊲⊲ Albert Gabriel, Kayseri Türk Anıtları, Çev. A. Akif Tüfenk, Yay. Faruk Yaman, Kayseri 2008.
KAYNAKÇA
⊲⊲ Mehmet Çayırdağ, Kayseri Şehrinin Kuruluş Yeri ve Kalesinin Tarihi Değişimi, Kayseri Müzesi Yıllığı, S. 1, Kayseri Tarihi Araştırmaları, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları No. 38, Kayseri 2001, S. 1-11.
⊲⊲ İbni Bibi, El-Evamirül-Alaiye, Çev. Mürsel Öztürk, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1996.
⊲⊲ Mehmet Çayırdağ-Mehmet Eskioğlu, Melikgazi Türbesi Rehberi, Kayseri, 1971
Tarih
Danişmend Cami ve medresesi olan Gülük Camisi’ni de şehir (sur) dışına inşa etmişlerdir. Sırasıyla 12.yy’da Lala Külliyesi’ni, Hoca Hasan Külliyesi’ni de sur dışına inşa etmişlerdir. 13.yy’ın başında Gevher Nesibe tıp kompleksini (şifahiye ve Gıyasiye Medresesi) Hunat (Mahperi Hatun) Külliyesini, Hacı Kılıç Külliyesini, Sahabiye ve diğer bir kısım medreseleri de sur dışına yapmışlar ve tabii ki buralarda şehrin göçle oluşan Türk ve gayrimüslim mahalleleri oluşmuştur. Sur dışına II. Kılıç Arslan zamanında (II. Kılıç Arslan 1176 yılında Danışmendlileri ortadan kaldırıp burasını Selçuklulara
47
Arkeoloji Fraktin Kaya Anıtı Kutlu Emre
Arkeoloji
FRAKTİN KAYA ANITI Kutlu Emre
Arkeoloji
H
48
ititler, imparatorluğun güç simgesi olarak, güneye, Toros Dağları üzerindeki geçitler/beller aracılığı ile Kuzey Suriye’ye doğru ilerleyen doğal yollar üzerindeki kaya yüzeylerine, kralları veya yerel yöneticileri tanrılar önünde gösteren tasvirli anıtlar yapmışlardır. Güneye inen doğal yol üzerinde, genelde akarsulara hâkim noktalardaki bu anıtlardan üçü (Fraktin, Taşçı, İmamkulu) Kayseri ilinde yer almıştır. Her üçü de Kayseri’nin güneydoğusunda Develi ilçesindedir.
Arkeoloji
▼ F.: Caner Başer
49
Arkeoloji
▲ Kohlmeyer 1983
50
Fraktin Anıtı, Develi’nin güneydoğusunda, Zamantı Irmağı yakınında kurulmuş, Gümüşören köyü sınırlarındadır. Köyün eski adı olan Fraktin adıyla yayınlara girmiş ve bu isimle tanınmıştır. 1880 yıllarında, A. H. Sayce tarafından varlığı duyurulmuştur. 1892 yılında W. R. Ramsay ve D. Hogart’ın yayınıyla ilk defa yayımlanmıştır. 1892-93 yılında ise E. Chantre fotoğrafını yayımlamıştır.
Hitit tasvir sanatı ile ilgili yayınlarda güzel fotoğrafları bulunmaktadır. Fraktin Kaya Anıtı kızıl kahve renginde volkanik bir kaya kütlesinin kuzeybatı cephesine işlenmiştir. Mahallinde “Yazılıkaya” olarak anılan kaya anıtı, günümüzdeki zeminden 180 cm yukarıda başlayan, ortalama 1 m genişliğinde ve 3,261 m uzunluğundaki bir bant içinde, iki ayrı sahne olarak düzenlenmiştir. Bu iki sahnenin güneyinde ek
olarak yalnız hiyerogriflerden oluşan bir yazıt bulunmaktadır. Her iki sahnedeki figürlerin yanlarına eklenmiş hiyeroglif lejantlar ve ikonografik özellikleri, onların kimliğini açıklamaktadır. Kabartmaların zeminden yüksekliği 4 m’dir. Her iki sahnede de konu aynıdır. Sol sahnede kral tanrıya, sağdaki sahnede ise kraliçe tanrıçaya, içki kurbanı (libasyon) sunarken gösterilmiştir. Her iki sahnede de figürler, aradaki sunağın iki yanında karşılıklı olarak yüz yüze gelecek şekilde yerleştirilmişlerdir. Her iki sahnede de kıyafetler, çağının klasikleşmiş giysilerinin özelliklerini taşır. Tanrı ve kral boynuzlu, sivri külah, kısa kollu gömlek, önden yırtmaçlı kısa etek ve uçları sivri, tipik Hitit ayakkabıları taşımaktadır. Uçları kıvrık, ay biçimli kabzaları olan hançerleri, gövdenin arkasında, kemer-
işaretlerinin yalnız dış çevreleri çizilerek alçak kabartma olarak işlendiği yazıt yer almıştır. Detayları işlenmemiş işaretler nedeniyle okunuşu tartışmalıdır. H.G. Güterbock, E. Laroche, P. Meriggi gibi dil bilimcileri bu yazıtın okunuşu üzerinde durmuşlardır. Genelde “Kizzuwatna ülkesinin kızı, tanrıların sevgilisi” olarak okunuşu kabul görmüştür. Bilindiği gibi Büyük Kral III. Hattuşili’nin eşi Büyük Kraliçe Putu-Hepa, Kizzuwatnalı (Çukurova yöresi) saygın bir rahibin kızıdır ve kendisi de rahibedir. Onun zamanında, Hurri dininin Hititler üzerindeki etkisi çok büyük olmuştur. Sağdaki sahnede ve yazıtta detaylar işlenmeden bırakılmıştır. Bu kral çifti zamanında, Mısır Firavunu II. Ramses ile Büyük Hitit kralı Muwatalli arasında gerçekleşen ve Hititlerin zaferi
Kaynakça: ⊲⊲ Bittel, K., Die Hethiter, München 1976; Darga, M., Hitit Sanatı, İstanbul 1992; Dinçol, A., Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi I, İstanbul 1982; Emre, K., “The Dam of Karakuyu” Essays on Anatolia Anatolian Archaeology BMCCJ VII s. 1-42. Weisbaden 1993; Emre, K., Felsreliefs, Stelen, Orthostaten” Das Volk Der 1000 Gotter 2002, s. 62-73 (Türkçesi, s. 486-492); Klengel, H., “Die Geschichte des hethitischen Reiches” Das Volk Der 1000 Gotter 2002, s. 62-73 (Türkçesi s. 412-413); Kohlmeyer, K., “Felsbilder der hethitischen Grossreichzeit” Acta Praehistorica et Arcaeologica s. 15. 1983; Bittel, K., 1986: “Bildliche Darstellungen Hattusili’s in Agypten” Kannisuwar. Atribut to Hans G. Güterbock on his Seventyfifth Birtday, May 27, 1983. Chicago.
Arkeoloji
lerine tutturulmuştur. Tanrı, ucu kıvrık silahını sağ eliyle omzuna dayalı olarak taşırken kral sol omzuna taktığı yayını sol eliyle tutmaktadır. Sağ elindeki gaga ağızlı testiden yerdeki kaba, içkiyi dökmektedir. Tanrının baş hizasında yalnızca tanrı işareti, kralın başı hizasında ise, “Büyük Kral Hattuşili” yazıtları, onların kimliklerini açıklamaktadır. Diğer sahnede ise, tahtında oturan tanrıça “Hepat”ın önünde sunak, karşısında ayakta duran, “Putuhepa, Büyük Kraliçe”, aynı şekilde libasyon yapmaktadır. Onların da giysileri, çağının tipik giysileridir. Yani geniş, ay biçimli başlık, uzun etekli üstlük, sivri uçlu ayakkabılar giymektedirler. Kimlikleri hiyeroglif isim yazıları ile net olarak tanımlanır. Anıtta bu iki sahnenin, izleyiciye göre sağında, daha dar bir alanda, hiyeroglif
ile sonuçlanan Kadeş Savaşı sonrasında, sulh antlaşması imzalanmıştır. Tarihte bilinen en eski yazılı antlaşmadır. Muwatalli’nin oğlu Urhi-Teşup’dan sonra tahta geçen III. Hattuşili ve eşi, Mısır’la ilişkileri sulh içinde geliştirmişlerdir. Diplomatik ilişkiler sonucunda, çiftin kızları prenses, II. Ramses’e eş olarak Mısır’a gönderilmiştir. Bu önemli tarihî olay, Nubya’da Nil kıyısında II. Ramses tarafından yaptırılan Abu Simbel kaya tapınağının önünde “evlilik steli” olarak anılan anıtta vurgulanmıştır. Burada prenses Mısırlı giysiler içindeyken, yazıttaki kral yüksek sivri külahlı ve uzun mantolu olarak işlenmiştir. Tipik Hitit giysileriyle görülmektedir. �
51
Söyleşi
Söyleşi
Söyleşi Rasim Deniz’le Hayata ve Kitaplara Dair Sohbet Mustafa İbakorkmaz
52
RASİM DENİZ’LE Hayata ve Kitaplara Dair Sohbet
Mustafa İbakorkmaz lığıyla tanıdığımız Doktor Rasim Deniz Hocamızla birlikteyiz. Hocam sizi tanıyabilir miyiz?
●● Erkilet-Molla Hacı Köyü’nde 15 Nisan 1938’de doğdum. Babam Abdullah, annem Fatma’dan olmayım. İlkokulumu kendi köyümde tamamladım, daha sonra babam rahmetli, 1950’de, “Sen hafız olacaksın, hafız olman lazım.” dedi ve Kayseri’ye, Taşçıoğlu Kur’an Kursu’na getirdi. Yanımda aynı köyden Ahmet Aydın diye bir arkadaşımızla geldik. Babam, rahmetli, bir hasır aldı, yatak yorgan da köyden getirmiştik; Taşçıoğlu Kur’an Kursu’nun zemin katına
hasırı serdi, “Yatağınızı da akşam olunca serin. Burada bin hafızdan okuyun.” dedi ve bıraktılar, gittiler. Çifteönü Mahallesi’nde, yine rahmetli oldu, Gözlüğün Nuh Ağa’nın (Gözlüğün Nuh Memet) evinde kaldık. Orada uzun zaman kaldık, hafızlığımızı neredeyse bitirmek üzeriydik. Bir gün Selahattin Hamamı geçtikten sonra bir arkadaşımız rast geldi, ona “abi” derdik, bizden büyüktü. Dedi ki “Gel, imam hatip okuluna gidelim. Orada devlet okutuyormuş ve oradan mezun olduktan sonra köylere veya mahallelere imam olarak tayin ediyormuş,
Söyleşi
■■ Divan Edebiyatı üzerine uzman-
53
para veriyormuş. Bu daha iyi oraya gidelim.” dedi. “Tamam” dedik. Anamla babamı razı etmem gerekti. Ama çok itiraz etmediler, izin verdiler. Yokluk zamanıydı, birçok zorlukla imam hatip okuluna yazılmış oldum ve sekiz sene okudum. Liseye gelince; biz nişanlandık, nişanlanınca, efendim, köye gittik, 3 dersten ikmale kaldıydım. O zamanlar “ikmal” diyorlardı, tamamlama manasında ve gelmedik, nasıl olduysa. Geldik ki zaman da gelmiş, köylülük var... O sene kaldık ve 8 senede bitirmiş olduk imam hatip okulunu. İmam hatip okulunu bitirdik, bizi imtihana tabi tuttular. Yüksek İslam Enstitüsü’ne girme imtihanı. Yazılı imtihana girdik ve burada bir hafta sürmeden; “siz kazandınız” dediler. İstanbul’u kazandığımızı söyleyince ter saçlarımdan tırnağıma kadar boşaldı; İstanbul nere, biz nere? Kayseri’nin bir köyünden İstanbul’a gideceğim okuyacağım, efendim mümkün değil. Yine de geldim, anneme sordum, babama sordum. Çünkü üç yıllık evliydim ve iki tane çocuğum vardı o dönemde.
hep eski yazı aradım; eski hocaların, ölen hocaların. Bir şeyler aradım ve buldum da yani. Sonra Bünyan’a geldik. Üç sene de Bünyan’da müftülük yaptım. Vefat eden bir hoca efendinin kitaplarına bakmak için götürdüler bizi. Orada doktora tezime kaynak olan Kırımlı Mahmud’un Yusuf-u Züleyha’sı. Tek yazma. Yani diğer nüshası Paris’te olmak üzere iki tane olsa da, bu civarda bulunan tek yazmayı buldum. Adıyaman merkez vaizliği, Mersin merkez vaizliği yaptım ve nihayet tayinimizi Nevşehir’e aldık, biraz daha Kayseri’ye yakın olsun diye. Ankara Milli Eğitim’e dilekçemizi verdik. “Biz Diyanet İşleri’nden feragat ettik, orada çalışıyorduk. İsmimiz şu, cismimiz şu, görevimiz şu, öğretmen olmak istiyoruz.” Öğretmenlik de o zamanlar öyle kıt ki. Hemen kabul ettiler bizi. 15 gün sonra görevimiz; Nevşehir Lisesi din dersi ahlak dersi öğretmenliğine çıktı. Ondan sonra rahat mı ettik, biraz daha rahat ettik. ■■ Hocam Bir de sizin kitaplarla
maceralarınız var.
■■ Üniversiteden sonra nerelerde
Söyleşi
görev yaptınız?
54
●● İzmir Seferhisar kazasında merkez vaizliği yaptım. Oradan, Çankırı merkez vaizliğine geldik. Çoluğu çocuğu götürmedim çünkü pek kalacak gibi değil efendim. Kurşunlu Camii diye bir cami var; orada vaaz ediyorum. Orada da dek durmadım ben
Hastalık var ya, o hastalığı tedavi edemedim. Burada Kur’an kursuna giderken, şimdi iki kapılı cami var ya, Bürüngüz Camii. Bürüngüz Camii’nin hemen merdivenleri vardı, 1-2 tane, oraya sergi sermiş adam, kitap sergisi yapmış, ilk kitabı oradan aldım ben. Yazma bir kitap. Sermiş adam, kim bakar ki yazmaya
bilmem ne, oradan aldım ve onu hâlâ hatırlarım ve sevinirim. İlk kitap. Orada; İzmir’in Seferihisar kazasında dediler ki “kuy-kuy” kuy ne, “Sığacak. Sığacak diye bir köy var, ufacık bir köy deniz kenarında. Orada büyük bir hoca vefat etmiş, onun kitapları var, oğlu zaten hiç, sarhoş, ayyaş biridir.” filan dediler. “Hoca efendi sen kitabı çok seviyorsun, oraya gidersen alırsın.” dediler ve gittim. Bir ramazan günü vardım adamı sordum. “Kahvede efendim” dediler, vardım kahveye. Beni kim ne bilir orada, küçücük bir köy. Seferihisar’da küçücük bir yerde vaaz veriyorum. Camiye gelen de çok yok, az insanlar. Şu adamı arıyorum dedim. Gösterdiler, baktım masanın üzerinde kâğıt oynuyorlar. Bu adamla gayet tuhaf bir sohbetimiz oldu. Kendimi tanıttım, Seferihisar kazasında merkez vaiziyim dedim. Sonra babasının veya dedesinin kitapları olduğunu duyduğumu, bir iki tane kitap verirse sevineceğimi söyledim. Oyunu bittikten sonra gidip getireceğini söyledi. Yanlarına oturup çay içtim, laf lafı açtı. Bu arada
Söyleşi
Para meselesi değil. Bu benim de değil, bugün için benim elimdedir amma Allah lütfetmiş de “koru” diye bana vermiş. Yak diye vermemiş, sat diye de vermemiş. Emin olun, Tayland’dan bir adam geldi, bir kitap için yalvardı bana, çok da para verdi. Dedim ki “benim ağırlığımca altın versen gene vermem, bir satırını vermem çünkü sen ayrı bir milletsin, bu benim de değil, bu milletindir.”
55
gitti ve bir tane yazma kitap getirdi. O kadar önemli bir yazma, o kadar önemli bir yazma ki yani o şu anda bana deseler ki “500 bin lira vereceğim, şu kitabı bana ver.” dönüp bakmam, bu kadar kıymetli. Hem yazısı hem tarihi hem de muhtevası bakımından. O kadar güzel kitap. ■■ Nevşehir’de de kitap bulma
maceralarınız olmuş herhalde.
Söyleşi
●● Nevşehir’de boş mu durduk? Hayır. Ama orada bizi üzen şeylerle karşılaştık. El yazması Kur’an-ı Kerimlerin parçalanıp sayfa sayfa satıldığını gördük. Bir hoca efendi vefatından sonra kimse bu kitapları okumaz artık, götürün bir yere gömün demiş. O zatın çocuklarıyla kitapların gömüldüğü mezara gittik. Baktık ki kitaplar çürümüş, sadece derileri kalmış. Bazıları dedelerinden babalarından kalan kitapları el ayak değemesin diye yaktıklarını söylediler. Kimileri samanlığa
56
■■ Hocam, hem el yazması kitapları
toplamışınız, hem de cönkleri. Sizin
kadar toplayan pek duymadım ben. Cönkleri de toplamışsınız hep. Çok bilinmeyen, Kayseri’de unutulan birçok şairi siz gün yüzüne çıkardınız; mesela benim aklıma gelen Molulu Âşık Revai var. ●● Biz, efendim, saçta bir kıl mesabesinde topladık. Yani denizde bir taş. Esas Kayseri’nin kitaplarını iki üç kişi toplamıştır. Birincisi Ahmet Bilgin. İki kamyon, Kayseri’den kitap götürmüş. 300 tane cönk, şiir, 300 tane Kayserili şairlerin yazmış olduğu cönkleri Amerika’ya satmış adam. Bir kısmını milli kütüphaneye vermiş. İkincisi, buraya bir savcı gelmiş, Allah ondan razı olsun; Ahmet Şükrü Esen. Bu adam savcılık yaparken civar köylerden, mahallelerden, hep adamları vasıtasıyla kitap toplatmış ve şairler varsa, şairlerin şiirlerini yazdırmış veya aldırmış. Şimdi bu zat-ı muhterem ki Allah rahmet eylesin diyorum, teşekkür ediyorum, minnet ediyorum çünkü çok faydalandık bu adamdan, hâlâ faydalanıyoruz. İstanbul’a götürmüş. İstanbul’da “Tarih Vakfı” diye bir vakıf var, Eminönü’nde, deniz kenarında, oraya devretmiş.
lütfetmiş de “koru” diye bana vermiş. Yak diye vermemiş, sat diye de vermemiş. Emin olun, Tayland’dan bir adam geldi, bir kitap için yalvardı bana, çok da para verdi. Dedim ki “benim ağırlığımca altın versen gene vermem, bir satırını vermem çünkü sen ayrı bir milletsin, bu benim de değil, bu milletindir.” Yani 80 milyonun tamamı ver dese gene vermem. Daha bir 80 daha gelecek, daha bir 100 daha gelecek, hep bunların hakkı var. Vermem mümkün değil, versem köşeyi dönerdim ama bugün dönersin. Yarın toprağın altında hesap vereceksin. Vermesen şu an için vicdanına ve beynine hesap vereceksin ya. Onun için veremeyiz, vermemiz mümkün değil. Amma ilim, takdir edilmediği yerden kendini başka yere atar. Bundan dolayıdır ki Kayseri mübarek bir yerdir. Çünkü ilmin kıymetini öteden beri bilmiştir. Kayseri halkı âlimlerin kıymetini takdir etmiştir. Yoksa ilim erbabı takdir görmediği yerden göçer. ■■ Hocam, sizi yorduk. Bu güzel
sohbet için teşekkür ederiz, ağzınıza sağlık.
■■ Hocam bir de siz sadece topla-
mıyorsunuz aynı zamanda da bunları okuyabilecek ender insanlardansınız.
●● İşte onun için yapıyoruz, biz satsaydık zaten köşeyi dönerdik. Para meselesi değil. Bu benim de değil, bugün için benim elimdedir amma Allah
Söyleşi
sakladığını söyledi, gel al götür dediler. Kurtarabildiklerimizi kurtardık. Bazıları da ahırın bir kenarına koyduk dediler. Nemlenmiş, küflenmiş, onları da oralardan kurtardık. Emin olun, mümkün olsa, yalayarak temizleyecektim neredeyse. Ne kadar sevdiğimi anlayın. Bir hocaya yine kitapları sorduk, “Şu kayaları görüyor musun?” diye güvercin yuvalarını gösterdi. “Oralara götürdük, zar zor tepelere çıkarıp o güvercin yuvalarına attık.” dediler. Oralara da gittim. Büyük tehlikelere girdim. Ama çok kitap aldım o güvercin yuvalarından. Güzelim Kur’an-ı Kerimler, yazma Kur’an-ı Kerimlerin üzerine güvercinler pislemiş. Ne bilsinler, pislikleriyle güzelim Kur’anları çürütmüşler. Yağmurun değmediği, güvercin gübresinin harap etmediği kitapları kurtardık. Böylece kütüphanemiz zenginleşti.
57
Şehir ve Hafıza Kayseri’yi Fotoğraflayanlar: Nuri Çorbacıoğlu Alper Asım
Şehir ve Hafıza
Alper Asım
R
önesans’ın tabiata bakış açısını değerlendiren Berger’in “görünenler dünyası seyirciye göre bir zamanlar evrenin Tanrı’ya göre düzenlendiği biçimde düzenlenmiştir” yargısını çok iyi anlamak gerekir. Sontag’ın da yerinde tespit ettiği gibi, insanı ve onun rasyonel aklını hakikatin merkezine koyan modern bakış açısı, tabiatı “ilkelliğinden ve barbarlığından” soyutlayarak bir görüntü haline getirirken, aslında yok ettiği kutsalların, dinlerin, inanma biçimlerinin yerine, tıpkı onlara benzer biçimde yeni kutsallar
Şehir ve Hafıza 60
üretiyor, yeni inanma biçimleri ortaya koyuyordu. Tanrı kovulmuştu. Onun yerine üstün insan ya da insanımsı tanrılar oluşturulmuştu. Tabiat bağlamından koparılarak görüntülerden oluşan efsunlu, büyülü kutsallar haline getiriliyordu.
Sontag’ın dediği gibi “inançsızlık çağı görüntülere bağlılığımızı daha da kuvvetlendiriyordu.” Görüntü, görünenin yerini almıştı. Dini, geleneği, mitolojiyi bir yanılsama olarak kabul eden modernite
aslında bizatihi bir yanılsamalar silsilesi üzerine kuruyordu anlam çerçevesini ve oluşunu. Tıpkı insan gibi tabiat da mekanizmin kısır döngüsüne giriyor ve makineleşiyordu. Sanal olan ile hakikatin ince çizgisi kayboluyordu. Sanal olan,
insanlar, cins kafalar her zaman var oldu. Burada Walter Benjamin’in Alp Dağları bağlamında söylediklerini aktarmakta yarar var: “İnsan dağa ne kadar bakarsa baksın dağ görkemini ve kendine has güzelliğini korumaktadır. Fakat aynı
dağa, konumsal bir yararlılık olarak, bireylerin tek başlarına keyfine varmak istedikleri, doğaya yönelik bir kutsal yer olarak bakılabilir. O zaman, vurgunun yalnızlığa, mahremiyete ve bakış nesnesiyle kişisel, yarı-tinsel bir ilişkiye
Şehir ve Hafıza
görüntü, geçici gerçekliğin, hakikatin ve tezahürün yerini alıyordu. Dolayısıyla bu bağlamda tabiata bakan insanın tabiatla bir aidiyet ilişkisi ve ilgisi kalmıyordu. Nitekim üretilen söz konusu kutsallığa Batı’da da dikkat çeken aykırı
61
“İnsan dağa ne kadar bakarsa baksın dağ görkemini ve kendine has güzelliğini korumaktadır. Fakat aynı dağa, konumsal bir yararlılık olarak, bireylerin tek başlarına keyfine varmak istedikleri, doğaya yönelik bir kutsal yer olarak bakılabilir. O zaman, vurgunun yalnızlığa, mahremiyete ve bakış nesnesiyle kişisel, yarı-tinsel bir ilişkiye yapıldığı romantik bir turist bakışı biçimi ortaya çıkar.”
Şehir ve Hafıza 64
yapıldığı romantik bir turist bakışı biçimi ortaya çıkar.” Barthes bu bakış açısının Guide Blue’de bulunmasıyla ayırt eder: Dağların bu burjuvaca tanıtılmasının, bu eski Alp söylencesinin sadece dağların, koyakların, geçitlerin ve akarsuların bir çaba harcama ve yalnızlık ahlakını cesaretlendirdiğinden söz eder. Yani tabiata hakikat penceresinden bakmayan, tabiattaki tecelliyi göremeyen, kutsalını ve kutsalla olan gerçekliğini yitiren bir insan, bir süre sonra tabiatı görüntüleştirerek, kadraj sınırlarında tabiatı modern bir biçimde kutsamakta ve onu bir “dinsel” öge haline getirmektedir. Bu biçimde kutsallaştırılan tabiat aslında kutsal değil, rasyonel ve sekülerdir. Bağlamından ve anlamından kopuktur. Ruhu yok edilmiş, ona ruhunu yok edenler tarafından yeni bir anlam, yeni bir tanım, yeni bir ruh verilmiştir. Sonuç olarak tabiat hakikatin bir tecellisidir. Dolayısıyla o aynı zamanda bir ibret alma, mana ile ilgili bir bilgi sahibi olma yeridir. İnsanın hakikate geçişindeki en önemli geçit “berzah”tır. Batılının tabiatta ürpertisi korku ve kaygı ile ilgilidir. Oysa Doğulunun tabiatta ürpertisi bir hayranlıktır. Hatta öyle ki şaştığında bir Müslüman tekbir getirirken, geleneksel inançları doğrultusunda bir başka Doğulu Tanrı’nın tecellisini görür ve hatta Tanrı’yı onun şahsında müşahhaslaştırır. Çünkü Doğulunun tabiatta gördüğü, görüntüden başka bir şeydir. Öyleyse fotoğrafçının tabiatta hissettiği ve yakaladığı tabiatın ahengi, şiiri ve türküsüdür. Nuri Çorbacıoğlu yıllardır elinde makinesi ile tabiatın şiirini somutlaştırırken, kulağında da her daim tabiatın türküsü oldu. Diğer deyişle ona nazar ederek, onu dinleyerek onu fotoğraflarıyla şiirleştirdi. Bundan dolayıdır ki onun fotoğraflarını izlerken bir görüntüyü değil görüneni hisseder ve görürsünüz, adeta bir şiir okur, bir türkü dinlersiniz. Fotoğraf makinesinin nasıl kaleme dönüştüğünü ve fotoğraflarla nasıl anlamın yakalandığını hissedersiniz. �
65
Şehir ve Hafıza
Yaşayan Şehir Nev-i Şahsına Münhasır Mezar Mesut Mustafa İbakorkmaz
Yaşayan Şehir
Sıradışı Bir Mezar Ziyareti
NEV-İ ŞAHSINA MÜNHASIR MEZAR MESUT
Mustafa İbakorkmaz
Yaşayan Şehir
öyle bir mekân ki, hengâmesinin içerisinde birbiŞ ehir rini hiç tanımayan insanları toplu taşıma araçlarında,
66
kalabalık sokaklarda, meydanlarda birbiriyle mecburi temasa mahkûm ediyor. İş, güç, hayatın gündelik telaşları içerisinde bir de geçmişle kıyaslandığında artık uzak dediğimiz mesafeler oluşuyor. Yakın akrabalarımızla, eşimizle, dostumuzla daha seyrek görüşüyoruz bu yüzden. Hatta bayramdan bayrama veya daha kötüsü ayda yılda bir. Durum bu minval üzere, bu nedenle kimileri gözden ırak olunca gönülden ırak olma kuralına yenik düşüyor. Çünkü yalnızca hafıza insani ilişkileri yaşatmaya yetmiyor. Nam-ı Diğer Mezar Mesut, yani Mesut Coşkun benim için gözden ırak olsa da gönülden ırak olmayan kadim bir dost. O kadar eski bir arkadaşlık ki, bu arkadaşlığın başladığı mekânlar artık yok bu şehirde. Bu arkadaşlığa
67
Yaşayan Şehir
Yaşayan Şehir
Mezar aslında bir hediyelik eşya imalathanesi... Ama Mesut’un orjinalliği Mezar'ı da benzersiz bir mekâna dönüştürüyor. Eskiden Kasseria alışveriş merkezinin bodrumundayken de böyleydi, Cumhuriyet Mahallesi’ne taşındığında da bu değişmedi. Mezar şimdi Talas’ta. Osmanlı Sokağı’nda
68
sebep olanlar bu şehirde yaşamıyor. Bunları düşününce, yaşayanlarla ölüleri, ölüp de hafızalarda yaşayanları ve gönlümüze gömülenleri hep bir arada gözümün önünden birer birer geçirdim. Ölümün böyle bir yanı var. Hayatı düşünmemize sebep oluyor. Peki, bu yazıda ölüm düşüncesine nereden geldik. Elbette ‘Mezar’dan yola çıkarak. Mezar, Mesut’un dükkânının adı… Doğrusu Mezar’a henüz uğramamış olanlar için ürkütücü bir marka. Kapısından girip, Mesut’la tanışmayanlar için gotik bir intiba. Mezar eskiden Kasseria alışveriş merkezinin bodrumundaydı. Siyah tabelası, siyah ağırlıklı dekorasyonuyla dikkat çekerdi. Kızım küçükken, bir gün gel seni mezara götüreyim dediğimde, burada ne mezarı var, beni neden mezara götürüyorsun diye korktuğunu hatırlıyorum. Mezar diye marka ismi mi olur. Sahibi Mesut olursa elbette böyle bir isim garipsenemez. Çünkü Mesut Kayseri’de Nev-i şahsına münhasır sözünü en çok hak eden adam gibi adamlardan biridir. Mezar aslında bir hediyelik eşya imalathanesi... Ama Mesut’un orjinal-
liği Mezar'ı da benzersiz bir mekâna selerden biri. Bu sözlerde abartı olup dönüştürüyor. Eskiden Kasseria alış- olmadığını anlamanın bir tek yolu veriş merkezinin bodrumundayken var. Yolunuzu Talas Osmanlı sokağına, de böyleydi, Cumhuriyet Mahallesi’ne Mesut’un Mezarı’na düşüreceksiniz. taşındığında da bu değişmedi. Mezar Ziyaret edeceksiniz. Tanışacaksınız. şimdi Talas’ta. Osmanlı Sokağı’nda. Biraz sohbet edeceksiniz. Bu yazıda Bu sokağın kendine mahsus bir havası söylenenlerin bu mekânı ve Mesut’un var elbette. Ama Mezar’ın orada oluşu orijinalliğini tarif etmeye yetmediğini sokağa başlı başına anlam katan hadi- göreceksiniz.
deriden yüzük, kolye, bileklik, ahşaptan kapılar, saatler, heykeller yapar. Portreler çizer. Anadolu evlerinin modellerini üretir. Lambalar, çantalar yapar. Mutlaka insanların ilgisini çekecek şeylerdir bunlar. Mezar’da şehrimizde böyle insanlar da yaşıyor muymuş diye sizi hayrete düşürecek insanlarla karşılaşırsınız.
Yaşayan Şehir
Salaş ve küçücük bir mekânda, duvarlarda asılı kimi garip, kimi ilginç, kiminin ne olduğunu bilemeyeceğiniz birçok objeyle karşılaşacaksınız. Hepsi Mesut’un el emeği göz nurudur. Başka yerde bulmak neredeyse mümkün değildir. Mesut, Mezarda ahşaptan ve deriden yapılmış defterler, doğal taşlardan ve
Bir bakmışsınız müzisyenler gelmişler, Mezar’da meşk yapılıyor. Bir bakmışsınız orada oturan birinin aslında hiç de kendinden umulmadık şekilde üstün yetenekli bir ressam olduğunun farkına varıyorsunuz. Bir bakarsınız başarılı bir akademisyen doğa ve yaban hayvanları için yaptığı akıl almaz çalışmaları anlatıyor... Sonra daldan dala atlar. Mesut’un yaptığı işlere, kullandığı malzemelere gelir söz. İşte o vakit, yarı değerli taşlar çıkar kıyıdaki köşedeki kutuların içinden. Ametist, zebercet, labrador, akik. Kimini görmüşüzdür, kimini duymamışızdır bile. Hele mevzunun üst başlığının adı bile sözlüğe bakmayı gerektirebilir. Gemoloji mevzu bahistir. Değerli ve yarı değerli taşların ilmi. Hangi taş doğada nerelerde bulunur. Hangi derde devadır. Doğal taşlarla, boyanmış, kaplanmış, işlemden geçirilmiş taşlar nasıl birbirinden ayırt edilir. Hangisinden yüzük olur, hangisinden kolye olur. Sohbet uzar gider. Şaşkınlık içerisinde kalakalırsınız. Öyle ya taş deyip geçeriz. Belki televizyonda bu konularda konuşanları izlemişliğimiz vardır. Ama böyle bir muhabbet buralarda olur mu onu düşünenimiz azdır.
69
Yaşayan Şehir
Mesut, sanatla zanaatı biraz da mistik bir şekilde birleştirir. İlginç bir karışım elde eder. Dolayısıyla Mezar’da sipariş ettiğiniz alışveriş tamamen kişiye özeldir. Kendinizi veya hediye aldığınız kişiyi özel hissettirir.
70
Biraz önce dediğim gibi, Mezar’ın ve Mesut’un en az mekân ve sahibi kadar enteresan müşterileri vardır. Akademisyenler, ressamlar, şairler, müzisyenler, fotoğrafçılar. Bu sanat dallarının her biriyle ilgili uzun uzun muhabbetler edilebilir. Biri bağlamayı eline alır, namelerde dolaşmaya başlar. Sonra o fon üzerine Mesut şiir okumaya başlar. Hem de ezberden. Hem de mesela Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan. Belki adını duymadığınız, belki çok sevdiğiniz bir başka şairden. Ama mutlaka bu adam bu şairi nereden tanıyor, bu kadar şiiri nasıl oluyor da ezberden okuyabiliyor diye hayretler uyandırarak afallatır sizi. Hele fotoğrafçılar için Mezar ve Mesut iştah kabartıcıdır. Dayanabilmeleri zordur. Hemen vizör, hemen deklan-
şör. Çünkü dedim ya hem mekân, hem ışık, hem objeler, hem de kişi fotoğraf sanatçısının bir arada zor bulabileceği birçok şeyi birleştirir. Mesut öyle biridir çünkü. Birleştiricidir. Müşterileriyle dostça ilgilenir. Çünkü yalnızca müşteri olarak görmez insanları. Mesut, sanatla zanaatı biraz da mistik bir şekilde birleştirir. İlginç bir karışım elde eder. Dolayısıyla Mezar’da sipariş ettiğiniz alışveriş tamamen kişiye özeldir. Kendinizi veya hediye aldığınız kişiyi özel hissettirir. Ama siparişin şifreleri vardır. Küçük bir ipucu vermekte fayda var. Zanaatçı yönüyle bir işin siparişini alır, ama onun aynı zamanda bir sanatçı olduğunu unutmamak gerekir. O sanatçı yönü zedelememek gerekir. Yoksa siparişinizin süresi uzayabilir. Mesut mistik bir sanatkâr demiştim. Şunu da belirtmeden
Yaşayan Şehir
geçmeyelim. Mesut kendi mezarında yaşayan karizmatik bir derviştir. Onu nev-i şahsına münhasır yapan birçok şeyden biri de bu yanıdır zaten. Mesut, ahşap, deri ve taş malzemeyle yaklaşık yirmi yıldır uğraşır. Mekân tasarımları yapar. Bir söyleşisinde de belirttiği gibi, şehrin kültürel yapısına uygun ve bu altyapıyı destekleyecek, güzellikleri insanlarla paylaşacak ürünler yapar. Yaşadığı şehrin kültürünün, doğasının, dağdaki kurdunun kuşunun, tarihinin farkında bir adamdır. Bunların güzelliklerinin de bilincindedir. Aynı zamanda, karşı karşıya kaldıkları zorlukları, tehlikeleri de kendine dert edinir. Zaten Mezar’a kimler gelip gidiyor diye sorarsanız, sancısı olan, duruşu olan insanlar gelir diye cevaplar bu soruyu. Görüp tanımadan, gidip incelemeden ne kastettiğimizi anlamak zor. O yüzden yaşayan şehrin bu bölümünde, Malcolm X’ten alıntı yaparak “Ben samimiyim, samimiyet itibarımdır” diyen Mesut’u ve onun mezarını ziyaret etmek lazım. Ama bildiğimiz bir mezar ziyareti gibi değil tabii ki... �
71
Şehir ve Sanat Şehir ve Sanat Bu Dünyadan Bir Seyfi Teoman Geldi Geçti! Akif Kaya
Kayserili Bir Yönetmen
Bu Dünyadan Bir Seyfi Teoman Geldi Geçti! Akif Kaya
Şehir ve Sanat
1
72
Ocak 1977 tarihinde Kayseri’de doğdu. Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü’nü bitirdi. Polonya Ulusal Sinema Okulu Lodz’da film yönetmenliği eğitimi aldı. 2004 yılında çektiği kısa metraj “Apartman” filmi ulusal ve uluslararası pek çok festivalde gösterildi ve ödüller aldı. İlk uzun metraj filmi “Tatil Kitabı” 2008 yılında 58. Berlin Film Festivali’ne kabul edilen tek Türk yapımı film oldu. 2011 yılında Barış Bıçakçı’nın “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” adlı romanından uyarladığı ve romanla aynı adı taşıyan filmi 61. Berlin Film Festivali’nin yarışma bölümüne seçildi. 16 Nisan 2012 akşamı 35. doğum gününde İstanbul’da motosikletle geçirdiği trafik kazasının ardından beyin kanaması teşhisi ile kaldırıldığı hastanede 8 Mayıs 2012 tarihinde yaşamını yitirdi.
73
Ĺžehir ve Sanat
Şehir ve Sanat 74
APARTMAN (2004) Günümüzün betonlaşan dünyasında hapsolmuş ruhların çaresizliğine giren filmin esas kızı Canan, taşındığı bir apartman dairesinde yeni bir yaşama başlamak isteyen bir kadındır. Her ne kadar bir başına olmayı tercih etmiş olsa da bir süre sonra bu yalnızlığa
alışamayacağını anlayınca eski erkek arkadaşlarına ulaşmaya çalışır. Canan kendi karmaşık duygularıyla mücadele ederken aynı zamanda evine gelen cevapsız telefonlara maruz kalmaya başlar. Bu sırada Canan’ın alt komşusu Osman da Canan’a olan ilgisini ifade etmenin yollarını aramaktadır. Sinema yolculuğuna kısa filmle başlayan Seyfi Teoman’ın ilk filmi Apartman, isminin de işaret ettiği gibi hikâyesini apartman mekânının üzerine oturtur. Genç bir kadın ve onun etrafındaki erkekler arasında geçen ilişki açmazları hikâyenin konusunu oluşturur. Filmin senaryosu Teoman’ın yanı sıra Emin Alper ve Elif Refiğ tarafından kaleme alınmıştır. Yalnız yaşayan Canan,
TATİL KİTABI (2008) Mustafa, oğlunun üniversite okumasına karşı çıkan, eğitim ve öğretim kendisi için önemi olmayan bir esnaftır. İstanbul’da okuyan büyük oğlu Veysel’in ikbaliyle oynamaktan çekinmez. Onun
üniversite sınavına girme isteğine karşı çıkan Mustafa, çekingen bir çocuk olan Ali’yi de yaz tatilinde çalışıp ticaret öğrenmeye zorlar. Mustafa’nın eşi Güler ve kardeşi Hasan’la aralarında da sürekli bir gerilim vardır. Tüm bu gerginlikler, Mustafa’nın, iş için gittiği Ürgüp’ten dönüşte komaya girmesiyle geri plâna itilir. İlk kısa filmi Apartman’dan sonra
Şehir ve Sanat
ne tam olarak geçmiş ilişkisini bitirebilmiş ne de yakınlaşmaya çalıştığı adamla bir ilişkiye başlayabilmiştir. Arada kalmışlıktan ve aradığını bulamamış olmaktan muzdariptir. Kıskanç eski sevgili, içe dönük âşık ve bir türlü erişilemeyen yeni sevgili bu açmazın diğer halkalarını oluşturur. Filme adını veren apartman güçlü bir anlatı ögesi olarak karşımıza çıkar. Her biri yalnız yaşayan karakterlerin yalıtılmış hayatlarına ve iletişimsiz hallerine vurgu yapar. Metropol hayatının içinde kaybolmuş bireyler, binalar arasına sıkışıp kalmışlardır. Birbiriyle temas etmeden yaşayıp giderler. Bu durumu aşmaya dönük çabaları ise hep bir yerde kalmaktadır. Filmin biçiminde Teoman’ın karakteristiği haline getireceği yalın anlatım egemendir. Sabit kadrajlar, doğal ışık, durağan ritim Apartman’ın anlatı nitelikleridir.
Tatil Kitabı’nı yapan Seyfi Teoman, yönünü taşraya çevirir. Bir yaz tatilinde Silifke’de yaşayan ilkokul öğrencisi Ali ve ailesi etrafında gelişen hikâye, ilk bakışta bir büyüme hikâyesi gibi dursa da ele aldıklarıyla bunun ötesine geçer. Senaryosunu kendisinin yazdığı Tatil Kitabı’nda bir aile üzerinden yaşamın karşıtlıklarını anlatmaya çalışır. Filmin açılışı ile birlikte olayların küçük karakterimiz olan Ali’nin üzerinden gideceğini bize hissettirir. Ali, baskıcı ve dediğim dedik babasının boyunduruğu altında büyümektedir. Aynı dertten muzdarip abisi Veysel de istemeden yapacağı bir mesleğe babasının baskılarıyla
75
terilmiş ve İstanbul Film Festivali’nden ödülle dönmüştür.
Şehir ve Sanat
BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ (2011)
76
hazırlanmaktadır. Örneğin baba, para merkezli yaşayan biri gibi gösterilmiştir. Fakat büyük oğlunun memur olmasını istemesi de bir çelişki oluşturmuştur aslında. Babanın bilinçaltındaki durum “devlete sırtını dayayacaksın” politikası olarak görülebilir ya da üniforma hayranlığı da olabilir. Film genel hatlarıyla bu dört erkeğin çatışmaları üzerinden ilerler, taşra yaşamının tekdüzeliğine zamanın döngüsel tekrarı eklenir. Filmin başında ve sonunda gördüğümüz birbirinin tekrarı olarak duran sekanslar, bu durumun ifadesi olur. Karakterlerin bu döngüyü kırmak istemelerine dönük çabası yetersiz kalmakta, yaşam değişmez biçimde tekrar etmektedir. Filmi biçimsel olarak irdelediğimizde uzun sekanslar, sabit planlar kullanıldığını görüyoruz. Filmde ışık neredeyse doğal olarak kullanılmıştır. Müziğin olmaması tamamen bir tercih unsuru olarak göze çarpmaktadır. Teoman’ın oyuncu seçiminden bahsetmek gerekirse büyük çoğunluğu amatördür. Usta oyuncu Taner Birsel’in filmin kadrosunda olması ve kritik bir rolü canlandırması filmi daha güçlü kılmış olup oyuncu yönetimi
kısmında Teoman’a destek olduğunu düşünebiliriz. Gerçekçi bir yaklaşım ve minimalist sinemayı, Seyfi Teoman’ın Tatil Kitabı filmindeki en önemli özelliği olarak görebiliriz. Seyfi Teoman, Tatil Kitabı filmiyle bir beğeni toplamış, film Berlin’de gös-
Barış Bıçakçı’nın en sevilen romanlarından biri olan Bizim Büyük Çaresizliğimiz (2004) de 2011 yılında Seyfi Teoman tarafından sinemaya uyarlandı. Film, geçmişe dayalı dostlukları olan otuzlu yaşlardaki Ender ve Çetin’in yaşamlarından bir kesiti konu alıyor. Çetin, yıllar sonra Ankara’ya dönmüş ve Ender’le bir ev tutarak tekrar bir araya gelmiştir. Bu sırada yakın arkadaşları Fikret de Almanya’dan Türkiye’ye tatile gelmiştir. Bu tatilde bir trafik kazasında anne ve babasını kaybeden Fikret’in yeniden Almanya’ya dönmesi gerekir fakat ortada bir sorun vardır: Artık yalnız kalan kız kardeşi Nihal. Nihal, Ankara Üniversitesi’nde öğrencidir ve okulunun bitmesine iki yıl vardır. Fikret’in Nihal’i emanet edebileceği kişiler ise Ender ve Çetin’dir. Fikret, Nihal’i arkadaşlarına emanet eder ve
Almanya’ya geri döner. Artık evde üç kişi yaşıyordur. Nihal anne ve babasını kaybetmiş olmanın yarattığı travmayı yaşarken Ender ve Çetin’le iletişim kurmak istemez. Fakat zamanla bu üç kişi arasında mecburiyetin de etkisiyle ismi konulamayan farklı bir yakınlaşma doğar. Film, Ankara’da yaşayan, kalemi gerçekten kuvvetli olan Barış Bıçakçı’nın aynı adlı romanından uyarlamadır. Bizim Büyük Çaresizliğimiz kendine özgü, kibar,
Nihal’e ebeveynlik yapmaya çalışırken diğer taraftan da duygularını kontrol etmeye çalışır. Filmin temel çatışma noktasını üçlü arasında gidip gelen duygusal yoğunlaşmalar oluşturur. Hep hayalini kurdukları birlikte yaşama planını gerçekleştiren Ender ve Çetin’in kendi ritminde giden yaşamları, Nihal’in birdenbire gelişiyle sarsıntıya uğrar. Ona olan duygularını kontrol etmekte zorlanan ikili için Nihal, büyük bir yüzleşmenin
sevimli, umutlu, aşka, dostluğa, hayata ve ölüme dair de çok şey söylüyor. Dram türünde olan film, üçlü bir aşk çıkmazı ve gelişen olayları anlatmaktadır. Filmin senaryosunu Barış Bıçakçı ve Seyfi Teoman birlikte yazmışlardır. Ender ve Çetin öncelikle mükemmel iki arkadaş. Dostlukları Ender’in tabiriyle bir nevi aşk. Romanın omurgasını da bu dostluk oluşturuyor. Roman, Ender’in ağzından Çetin’e yazılmış bir anı-mektup üslubunda. Seyfi Teoman ise romanı uyarlarken, böyle bir anlatıda işini kolaylaştıracak olan iç ses veya anlatıcı gibi tekniklere yüz vermemiş. Tamamen Ender’in gözünden anlatmak yerine üç karaktere de eşit mesafede durmuş. Çetin-Ender dostluğunu da ikinci plana atıp, ikilinin Nihal’e duyduğu aşka odaklanmış. Ender ve Çetin, bir taraftan üniversitede okuyan genç
ve sınavın sebebi olur. Dış mekânların atmosfer yaratmakta işlevsel olarak kullanıldığı filmde, kesmeler arasında Ankara’nın panoramik manzaraları ve şehirle özdeşleşen sembol mekânları
sinemasal bir eser olarak sıradanlıktan uzak, dokunaklı bir yapıttır. Tıpkı Tatil Kitabı gibi övgüyle karşılanmış, çeşitli festivallerden ödüller almıştır. �
Şehir ve Sanat
görülür. Bu seçim, filmin Ankara’da geçtiğini özellikle vurgulamak içindir. Kasvetli ve gri tonların hâkim olduğu Ankara imgesi, filmin duygusuyla uyumludur. Ender, Çetin ve Nihal arasındaki umutsuz aşk, çaresizliğin de kaynağıdır. Bu duygu, kasvetli atmosferle pekiştirilir. Filmin ritmindeki durağanlık, minimal anlatım ve atmosferi oluşturan tematik yapıyla uyumludur. Seyfi Teoman’ın bu seçimleri artık onun üslubu haline gelmiştir. Teoman, romandan aldığı güçle çaresizliğin farklı biçimlerini dokunaklı bir dille anlatır. Bizim Büyük Çaresizliğimiz, hem bir edebi metin hem de
77
Kitabiyat
Kitabiyat Kayseri’nin En Önemli Gazete ve Dergisi Erciyes Özen Tok
78
Kitabiyat
Kayseri’nin En Önemli Gazete ve Dergisi
ERCİYES Özen Tok
Kitabiyat
E
rciyes isimli ilk yayın, haftalık olarak, ilk sayısı 29 Ağustos Ali Rıza Önder, ilk 47 sayının, sağken Ahmet Hilmi Kalaç’ın 1910 Pazartesi günü basılmış olup 69 hafta boyunca çıka- özel kitaplığında bir cilt hâlinde bulunduğundan bahseder. rıldı. Gazete başlığının altında “Pazartesi günleri neşrolunur Ancak Kalaç’ın 1966’da vefatından sonra bu sayıların akıbetinin Türk gazetesidir.” ifadesi yer aldı. İlk sayıların başında yalnız ne olduğu hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak Erciyes adı yazılıyken, 15. sayıdan itibaren bu adın altında Ali Rıza Önder’in, Erciyes Üniversitesi Kayseri ve Yöresi Tarih bir de Erciyes Dağı’nın resmi yer aldı. Matbaanın idare işle- Araştırmaları Merkezine, eşi tarafından 2006’da bağışlanan riyle gazetenin başyazarlığını Ahmet Hilmi (Kalaç) yürüttü. kitapları arasında eski yazılı bazı gazeteler de bulunmaktadır. Haberler ve güncel olaylara ait kısımlarla Recep Bey, edebî yazılarla da Ramiz Bey meşgul oldu. Gazetenin sorumlu müdürü ve imtiyaz sahibi, Kayseri Maarif Encümeni adına, Erciyes’in yayın politikası, memleketi Turan köyünden Yunus Bekir’di. Kayseri’de az çok bir fikir ruhen uyandırmaya ve temel hareketi uyandırdı ve halk tarafından benimsendi. Her sayı 4 sayfa ve her sayfa 3 sütundan oluşuyordu. Gazete farklı ihtiyaçları tespit ederek ilerlemesine boyutlarda çıkmakla birlikte, ortalama 28x40 cm ebadındadır. yardımcı olmaya yöneliktir. Bunun Gazetede yazı yazanlar arasında Erkânıharp Miralayı Zihni, için de günlük olaylardan ziyade dinî, Ziraat Müdürü Şaban Hami, Muallim Halis Zeki (Çivicizade), Tahrirat Müdürü Salih Bedirhan, idadi muallimlerinden Şaban ahlaki, fennî ve edebî makalelere yer ve Mazlum Rasim Beyler yer aldı. Gazetenin bugün elimizde verildi. maalesef bir koleksiyonu bulunmamaktadır.
79
Kitabiyat 80
Bu meyanda Erciyes’in 29, 30 ve 38. sayıları mevcut olup, bunlara bakarak diğer sayılar hakkında gözleme dayalı bir bilgi edinmek mümkün olmaktadır. 47. sayıdan sonraki 22 sayı hakkında ise hiçbir bilgiye sahip değiliz. Mutasarrıf Muammer Bey’in, 1911 Haziran ayı ortalarında Adana Valiliğine atanması ve bir ay kadar sonra da Ahmet Hilmi Bey’i maiyet memuru olarak oraya götürmesi, gazetede birtakım değişikliklerin meydana gelmesine sebep olmuş olmalıdır. Erciyes gazetesinin yayın hayatına bakıldığında, gazetenin 47. sayıdan sonra da haftalık olarak hiç kesintiye uğramadan yayımlandığı ve 69. sayısının 18 Aralık 1911 Pazartesi günü çıktığı görülmektedir. 25 Aralık 1911 tarihinde yayımlanan nüshadan başlayarak her sayıya, biri eski diğeri yeni olmak üzere iki ayrı numara verilmeye başlandı. Buna göre eski seri numarasıyla 70. sayı olarak numaralandırılan nüsha, yeni seriye göre 1. sayı olarak numaralandırıldı. Ancak iki seri arasındaki farkın, yapılan birtakım küçük değişikliklerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, 70. sayıdan itibaren gazetenin sayfa sayısının arttığı ifade edilmektedir. Yine gazete, 70. sayıdan başlayarak her sayfada 2 sütun olmak üzere 16 sayfa hâlinde çıkmış, ancak boyutu biraz küçülerek 27x19,5 santimetreye düşmüştür. Ayrıca gazete, birinci sayfada “Fennî, Edebî ve Siyasî Osmanlı Gazetesidir.” ifadesiyle okuyuculara arz edildi. Birinci seride geçen “Türk Gazetesidir” tabirinin yerini “Osmanlı Gazetesidir” tabirinin alması dikkat çekmektedir. İlk altı sayının idare müdürlüğünü Ahmet Nazif, yedinci sayıdan itibaren ise Şaban Hami yürüttü. Gazeteye verilen ilanlar ücrete tâbi olup satır başına 3 kuruş olarak tespit edilmiştir. Gazetenin bir sayısı 10 paradır. Altı aylık abone bedeli Kayseri şehir merkezi için 7,5, şehir harici için 10 kuruştur. Bu tarife üzerinden Sivas, Tokat, Kırşehir, Mersin, Erzurum, Samsun, Adana ve Niğde gibi yerlerden de abone olanların bulunduğu anlaşılmaktadır. 16. sayıdan başlayarak yayın kurulu üyelerinin isimleri kaldırıldı. Bu arada gazetenin takdiminde de küçük bir değişiklik yapıldı ve “Fennî, Edebî, İktisadî, Siyasî Haftalık Risaledir.” ifadesine yer verildi. Yani bundan sonraki sayılarda iktisadî konulara da yer verileceği belirtildi. “Gazete” tabiri, yerini “Risale” kelimesine bıraktı. Bununla birlikte gazetenin iç ve dış görünümü önceki sayılara göre önemli bir değişikliğe uğramadı. İdare merkezi Kayseri’de Uzunyol olarak kaydedildi. Satışlardan elde edilecek olan kâr Kayseri Maarif Komisyonu yararına bırakıldı. İkinci serinin sorumlu müdürlüğünü 7. sayıya kadar Âlim, 7. sayıdan sonra Hisarcıklızade Mehmet Enver yaptı. Haftalık Erciyes gazetesi, yukarıda dile getirdiğimiz bazı değişikliklere rağmen, 29 Ağustos 1910’dan başlayarak 23 Haziran 1913 tarihine kadar 148 sayı kesintisiz olarak yayımlandı. Bundan sonra bir süre daha yayımlanmaya devam etmişse dahi, elimizde başka sayıları bulunmadığı için bu konuda şimdilik kesin bir değerlendirme yapmamız mümkün görünmemektedir. Ahmet Hilmi Kalaç, idari görevle ayrıldığı memleketine 8 sene sonra 1919 yılı Mart’ında müstafi olarak dönünce, kendi adına yeniden Erciyes gazetesini çıkarmak için uğraştı. Bazı engellemelere rağmen gazeteyi çıkarmayı başardıysa da, yayınını ancak birkaç ay sürdürebildi. Zaten 1920 yılı başlarında Meclisi Mebusan için vekil seçilince Kayseri’den tekrar ayrılmak zorunda kaldı. İlk sayıda “İfade-i Mahsusa” başlığı altında belirtildiğine göre Erciyes gazetesi,
milletin arzusu ve hükümetin uygun görmesiyle idare ve yazı işleri ehil ve iktidarlı kişilerden oluşan özel bir kurula ısmarlanmıştır. Erciyes’in yayın politikası, memleketi ruhen uyandırmaya ve temel ihtiyaçları tespit ederek ilerlemesine yardımcı olmaya yöneliktir. Bunun için de günlük olaylardan ziyade dinî, ahlaki, fennî ve edebî makalelere yer verildi. Mahallî konuların yanı sıra memleketin dününden ve bugününden söz ederek, onu herkese tanıtma görevini üstlenmek her açıdan faydalı görülmüştür. Bunun için gazetede bir sütun açıldı ve bu sütunda Kayseri’nin coğrafyasına, eski tarihine, tarihte isim yapmış olan Kayserililerin hayat hikâyelerine yer verildi. Ayrıca her sayıda bir de edebiyat sütunu yer aldı ve burada ünlü şair ve ediplerin yanı sıra, yeni yetişen edebiyatçıların eserleri yayımlandı. Kısaca gazetenin amacı, günlük olayları haber vermekten çok fennî, edebî ve siyasî konularda kamuoyunu aydınlatmaya hizmet etmek oldu. Erciyes gazetesinin yayımlanması konusunda fiilen çalışanlar bulunduğu gibi, gönderdikleri yazılarıyla gazeteye katkı sağlayanlar da oldu. Gazetenin çıkışı, Kayseri’de ilk Türk matbaasının kuruluşuyla yakından ilgili
görülmektedir. Çünkü bu matbaada basılan ilk yayın Erciyes gazetesi oldu. Mutasarrıf Muammer Bey’in bu konudaki gayretleri büyüktür. Ayrıca ikinci seri sayılarda hiçbir yazısı bulunmadığı hâlde Ahmet Hilmi Kalaç ve Yunus Bekir’in de ayrı yeri vardı. İkinci seri sayıların çıkmasında bizzat sorumluluk aldıklarını gördüğümüz Ahmet Nazif, Halis Zeki ve Şaban Hami Beylerin ise önemli hizmetleri oldu. Erciyes’in ikinci seri sayılarında makale yazarı olarak isimlerine rastladığımız kişiler arasında Oğuz Yüce, Yorgi Zaharyadis, Develili Ali Ulvi, Âlim Ahmet Remzi Efendi, Mazlum Rasim, Cemil Cevdet, Ebulkemal, Işık, İsmail Hakkı, Ömer Azmi, Şevket, Kırşehirli Hakkı, Avni, Bekir Fikri, İbrahim Agâh, Kemal, M Cevad, M Tevfik, Mehmet Nizami (Filibelizade), Osman Azmi, Raif Avni yer alır. Gazetenin çeşitli sayılarında, edebî seçme eserler bağlamında, dönemin önemli gazete ve dergilerinden Türk Yurdu, Aks-i Seda, Aşiyan, Beyânülhak, Genç Kalemler ve Çocuk Bahçesi’nde yayımlanan millî ve dinî duyguları güçlendirici, eğitici şiirler tekrar yayımlandı. Sonraki yıllarda, Cumhuriyet döneminde Erciyes adıyla başka gazeteler ve dergiler çıkmışsa da bunların ilk çıkan Erciyes ile organik bağları olmayıp bir bütünlük arz etmezler. Bu çerçevede 1938 Mart’ında Kayseri Halkevi dergisi olarak yeniden yayımlanmaya başladı. 32 sayfa ve iki sütun olarak çıktı. 12. sayıdan itibaren iki ayda bir çıkarılmaya başladı. Daha sonraki dönemlerde dergi aylık olmasına rağmen gecikmeli olarak çıkarılabildi. Derginin imtiyaz sahipliği ve yazı
Kitabiyat
Gazetenin çıkışı, Kayseri’de ilk Türk matbaasının kuruluşuyla yakından ilgili görülmektedir. Çünkü bu matbaada basılan ilk yayın Erciyes gazetesi oldu.
81
işleri müdürlüğünün değişik kimselerce yürütüldüğü görülmektedir. Halkevi yayını olarak 1950 yılına kadar sürdü ve kapandı. Bu dönemdeki yazarlardan bazıları şunlardır: Haşim Nezihi Okay, Kazım Özdoğan, Hamdi Üçok, Naci Kum, Naci Cıngıllı, Omuzugüçlüoğlu (Ahmet Hilmi Güçlü), Feyzi Feyzioğlu, Ömer Lütfü Barkan, Kemalettin Karamete, Hasan Ali Yücel, Fahri Bilge, Nuri Olcay, Halil Üstün, M Nihat Yahyabeyoğlu, Kazım Özyedekçi (Yedekçioğlu), Cemil Sena Ongun, Servet Dindoruk (Hacıpaşaoğlu), Ali Rıza Önder, Muharrem Barut, Hikmet Dizdaroğlu, Ali Çatak, Ahmet Hilmi Kalaç, Behçet Kemal Çağlar, A. Remzi Öcal, Tahir Molu, Asım Yahyabeyoğlu, Hulusi Satoğlu, Prof. Dr. Reşat İzbırak, Coşkun Ertepınar, Muin Feyzioğlu, Halil Soyuer, Hazım Gönen, Zeki Velidi Togan, Abdullah Satoğlu. 1955-1959 yılları arasında Yeni Erciyes ismiyle çıkan yeni bir yayın da 87 sayı aylık kültür dergisi olarak çıktı. Sahibi ve yazı işleri müdürü Mehmet Yedekçioğlu, kurucusu ve başyazarı Kazım Yedekçioğlu’dur. Derginin amacı, ilk sayısında yer alan “Çıkarken” başlıklı yazıda “edebiyat ve folklor” olarak belirtildi. Son sayıları hariç dergi kapağında Kayseri tarihi ile ilgili resimler yer aldı. Malî sıkıntılar yüzünden dergi zamanında basılamadı. Dergi sayıları ikişer aylık olarak çıkmaya başladı. Bu dönemdeki yazarlardan bazıları şunlardır: Behçet Kemal Çağlar, Hikmet Dizdaroğlu, Asım Yahyabeyoğlu, A. Pulat Gözübüyük, Ahmet Hilmi Güçlü, Faruk Yüce, Ali Rıza Önder, Cebbar Ertürk, Muin Feyzioğlu, Doç. Dr. Feyzi Feyzioğlu, Ahmet Hilmi Kalaç, Ahmet Akif Tütenk, Gündüzalp, Prof. Dr. İhsan Ketin, Hüsnü Dikeçligil, Ali Dündar, İlhan Geçer, Hilmi Topaloğlu, Hakkı Şinasi Çoruh, Ferit Devellioğlu, Abdullah Rıza Güven, Coşkun Ertepınar, Fikret Sezgin, Abdullah Satoğlu, Mustafa Necati Karaer, Fikret Kavafoğlu, Jülide Gülizar Ergüven, Mehmet Önder, Ahmet Evintan, Yüksel Satoğlu, Abdullah Akay, Kazım Özdoğan, Haşim Nezihi Okay, Bekir Sıtkı Erdoğan, Prof. Dr. Reşat İzbırak, A. Vehbi Ecer, Nevzat Türkten, Nebi Dadaloğlu, Yılmaz Gürbüz, Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Mustafa Gümüşkaynak, Aydemîr Doğan, Mustafa N. Çeven. 1978 Ocak ayında “Kayseri Kültür Derneği” yayını olarak her ay okuyucularıyla buluşan Erciyes dergisinin 1980 yılına kadar sahipliğini ve yazı işleri müdürlüğünü Âlim Gerçel yapmıştır. Bu yıldan sonra sahipliğini Nevzat Türkten, genel yayın müdürlüğünü Âlim Gerçel yürütmüştür. Günümüze kadar devam eden istikrarlı bir yayın hayatına sahiptir. Derginin içeriğinde kültür, sanat, folklor vb. konulardaki yazılar yayımlanmaktadır. �
Kitabiyat
Kaynakça
82
⊲⊲ Kalaç, Kitabım; A. Nazif, Meşâhir, (Diriöz’ler); A. Nazif, Mir’ât, (Palamutoğlu); Ahmet Nedim Kilci, Ahmet Hilmi Kalaç, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2005; Ali Aktan-Özen Tok, Kayseri’nin 1910’lu Yıllarda Yayınlanan İlk Gazetesi Erciyes (Metin ve Değerlendirme), Kayseri 2009; Önde, KBT; H. Edhem, Kayseri, (Göde); İbrahim Ethem Özkan, “Çeşitli Zaman Aralıklarıyla Kayseri’de Yayımlanan Erciyes Dergisi’nin Hayat Hikâyesi”, Kayseri ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni (12-13 Nisan 2001) Bildiriler, Kayseri 2001, C. II, s. 605-607; Mehmet Çayırdağ, “Vali Muammer Bey”, Kayseri Türk Ocağı Bülteni, (Kayseri 2007), S. 78, s. 12-13; Meşhur Valiler (50 Ünlü Vali), İçişleri Bakanlığı Yayını, Ankara 1966; Çalışkan, Kayseri Belediyesi; Ali Berat Alptekin, Erciyes Dergisi Bibliyografyası Kayseri, 2004.
Sofra Nohut Yahnisi Şehir Kültür Sanat
Sofra
Malzemeler 1 kg kemikli koyun eti
HAZIRLANIŞI
3 adet soğan
Nohutları akşamdan ıslayın. Soğanları yemeklik doğrayın. Tereyağında soğanları kavurun. Kavrulan soğanlara salça ve baharatları ekleyip birkaç dakika daha kavurmaya devam edin. Üzerine kemikli et, akşamdan ıslatılmış nohut ve suyu ilave ederek 1,5 saat kısık ateşte pişirip servis edin. �
1 çay bardağı nohut 4 bardak su 1 yemek kaşığı biber salçası 2 yemek kaşığı tereyağ 1 çay kaşığı karabiber 1 çay kaşığı tuz
Afiyet olsun...
Akademi Günlüğü Akademi Günlüğü Şehir Kültür Sanat
Akademi Günlüğü
Akademi Günlüğü
B
84
ÜSAM Şehir Akademi ve Film tüketim kültürü içerisinde tanıdığı ve Akademi Bahar Dönemine yeni- ne yazık ki, önemini kavrayamadığı bu liklerle başladı. Önceki dönemlerde büyük mimarımızı yakından tanımak katılımcıları tarafından ilgiyle takip gibi bir fırsatımız ve gayretimiz yok. edilen bazı atölyeler bahar dönemiyle Fırsatımız yok, çünkü Mimar Sinan, birlikte sona erdi. Akademiye Giriş büyük bir medeniyetin zirvesini temsil Atölyesi, İslam Düşünce Atlası Atölyesi eden isimlerden biri. Onu bütün yönve Şehir Akademi’nin kuruluşundan beri leriyle tanımak için akademik seviyede devam eden Görsel Düşünce Atölyesi uzman olmak bile yeterli olamıyor. eğitim programını tamamlayarak sona Mimar Sinan’ı tanımak ve anlamak erdi. Fakat Şehir Akademi yepyeni için farklı uzmanlık alanlarında, üstelik atölyeleriyle öğrencilerine kapılarını akademik seviyede yıllar harcamak araladı. Bahar döneminde en dikkat gerekiyor. Nitekim hem ülkemizde çekici atölyelerden biri hiç şüphe yok hem de uluslararası mimarlık çevreki Mimarsinan Okumaları Atölyesi lerinde Mimar Sinan üzerine ömür olacak. Dönem boyunca hemşehrimiz, tüketen ve uzmanlık derecesine ulaşan gurur kaynağımız Mimar Sinan’ı değişik bir çok akademisyen var. İşte Şehir yönleriyle tanımak için bir fırsatımız Akademi, ülkemizde Mimar Sinan olacak. Mimar Sinan deyince hepimizin üzerine en önemli akademik çalışmaadını bildiği, ama popüler kültür ve lara imza atan uzman isimleri Mimar
tam olarak Mimar Sinan’ı kuşatacak bir ders olacağı söylenemez. Ama bu dersleri verecek hocalarımızın bir ömür boyunca elde ettikleri bilgileri, damıtılmış bir özet olarak dinleme imkanı bulacağız. Bu bilgi ve birikim yelpazesi ise bizlerin ufkuna başka türlü bir araya getiremeyeceğimiz bir bakış ekleyecek. Mimar Sinan Okumaları atölyesi cumartesi günleri
İslam Düşüncesi; Dursun Çiçek, Film Okumaları; Osman Yalçın, Yazınsal Düşünce; Mustafa İbakorkmaz, Basın Dili Arapçası; Mehmet Çetinkaya. Bahar Dönemi’nin yeni atölyelerinden olan Türkiye’de Düşünce Akımları Atölyesinde, Celaleddin Çelik yönetiminde, yakın dönemde ülkemizde sosyal, kültürel ve siyasal gelişmeler merkeze alınarak
Şehir Akademi’nin Bahar 2019 dönemindeki diğer atölyeleriyse şunlar; Türkiye’de Düşünce Akımları; Prof. Dr. Celaleddin Çelik, Fıkıh Düşüncesi; Prof. Dr. Yunus Apaydın, Sosyal Bilimlerde Saha Araştırması; Aylin Yonca Gençoğlu, Şehir Okumaları; Yusuf Yerli, Metinlerle İslam Düşüncesi; Dursun Çiçek, Film Okumaları; Osman Yalçın, Yazınsal Düşünce; Mustafa İbakorkmaz, Basın Dili Arapçası; Mehmet Çetinkaya. saat 14.00’te halka açık olarak KCETAŞ konferans salonunda gerçekleştirilecek. Burada unutulmaması gereken bir notu da eklememiz gerek. Prof Dr. Ali Uzay Peker’in dersi 16 Mart cumartesi günü KCETAŞ konferans salonunda saat 11.00’de. Şehir Akademi’nin Bahar 2019 dönemindeki diğer atölyeleriyse şunlar; Türkiye’de Düşünce Akımları; Prof. Dr. Celaleddin Çelik, Fıkıh Düşüncesi; Prof. Dr. Yunus Apaydın, Sosyal Bilimlerde Saha Araştırması; Aylin Yonca Gençoğlu, Şehir Okumaları; Yusuf Yerli, Metinlerle
bunların hangi düşünce akımlarından çıktığını veya yol açığını derinlemesine anlamaya yönelik bir yolculuğa çıkılacak. Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet döneminde yani ülkemizin modernleşme sürecinde Türkiye’nin düşünsel birikimi, bu çerçevde şekilleen fikir akımları ele alınacak. Tanzimat, meşrutiyet, Kemalizm, batıcılık, milliyetçilik, muhafazakarlık, İslamcılık, liberalizm ve sol duşunce akımları derinlemesine incelenip konu olarak işlenecek. Yeni atölyelerimizden biri de Yunus Apaydın tarafından yürütülecek olan
Akademi Günlüğü
Sinan Okumaları Atölyesinde bir araya getirerek bizlerin Mimar Sinan’ı çeşitli yönleriyle tanımak için ömür harcanan müktesebatla buluşturuyor. Mimarsinan Okumaları Atölyesinde bahar dönemi boyunca Prof. Dr. Hayati Develi, 23 Şubat'ta “Mimar Sinan’ın Zihniyet Dünyası” konusunu, 2 Mart'ta Dr. N. Çiçek Akçıl Harmankaya, “Mimar Sinan Camilerinde Sembolizm”, 9 Mart'ta Dr. Savaş Ş. Barkçin, “Mekanın Müziği”, 16 Mart'ta Prof. Dr. Ali Uzay Peker, “Selçuklu Mimari Geleneği ve Mimar Sinan”, Serap Ekizler Sönmez, “Sinan Camilerinde Bulunan Geometrik Desenlerin Sistem Özellikleri” konusunu anlatacak. Prof. Dr. Uğur Tanyeli, 6 Nisan'da “Muhayyel ve Tarihsel Mimar Sinan” başlığını taşıyan dersiyle bizimle birlikte olacak. İbrahim Zeyd Gerçik ise 13 Nisan'daki dersimizde Süleymaniye ve Mimar Sinan’da Yönetim Anlayışı” konusunda Şehir Akademi Öğrencilerini ve misafirlerimizi bilgilendirecek. 27 Nisan Cumartesi günüyse Dr. Öğr. Üy. Halil Sencer Erkman, “Sinan Devri Osmanlı Mimarisinde Mukarnas Tasarımının Gelişimi” konusunu ele alacak. Mimarsinan Okumalarının son dersi 4 Mayıs’ta Prof. Dr. Suphi Saatçi’nin sunacağı “Mimar Sinan’ın Etkilendikleri ve Etkileri” konusu olacak. Yukarıda belirttiğim gibi, bu derslerin her biri ayrı bir çalışma, derin bir uzmanlık isteyen konular. Her biri Mimar Sinan’ın bir yönü olarak karşımıza çıkıyor. Yine de
85
Akademi Günlüğü
Fıkıh Düşüncesi Atölyesi. Bu atölyede fıkhın mahiyeti ele alınacak. Bu konudaki yaygın yanlış anlayışları gidermek için fıkhın din ve şeriatle olan ilişkisini netleştirmek amaçlanacak. Sağlıklı bir fıkıh tasavvuru oluşturmanın yolu ve yöntemi üzerinde düşünülecek. Gazali, Karafi, İbnül Kayyım, İbn Hazm gibi önemli alimlerin fıkıh tasavvurları da konunun anlaşılması açısından mercek altına alınacak. Görsel Düşünce Atölyesi’ni tamamlayan Dursun Çiçek, bahar dönemiyle birlikte yeni açtığı atölyede uzun bir yolculuğa yelken açıyor. Metinlerle İslam Düşüncesi atölyesininin temel amacı Peygamber efendimizden sonra ortaya çıkan İslam düşünce ekolleri ve yorumlama biçimlerini ele almak. Bu
86
filmi profesyonel olarak izlemek için, ayrıca ilerde film yapmayı arzu edenler için gerekli olan altyapıyı kazandırmayı hedeflemesi. Bu yönüyle kaçırılmaması gereken bir atölye olarak göründüğünü belirtmek lazım. Sinemadan ve filmlerden söz açılmışken tabi bir de BÜSAM bünyesinde Film Akademimiz var. Film Akademi de Belgesel Film ve Kısa Film atölyeleriyle bahar döneminde de teorik ve pratik biçimlerinin neden kaynaklandığını ve derslerine devam edecek. Film Akademi nelere yol açtığını inceleyecek. öğrencileri dönem boyunca Kerim Abanoz, Şehir Akademi’nin geçmiş dönemle- Mehmet Cansız, Burçak Evren, Akif Kaya rinde Film Okumaları Atölyesi ilgi gören ve Hasan Basri Özdemir’den oluşan atölyelerden biriydi. Önceki dönemlerde hoca kadrosundan belgesel ve kısa film bu atölye İsmail Doğu ve Hasanali Yıldırım eğitimi alacaklar. Üniversitelerimizi hariç tarafından üstlenilmişti. Güz döneminde tutarsak belgesel ve kısa film konusuna ara verdikten sonra bu dönem yeniden ilgi duyanların şehrimizde başka hiç bir yerde bulamayacağı bir hoca kadrosu bu. Üstelik akademik eğitimlerinin yanı sıra, Film Akademi öğrencileri dönem boyunca Kerim Abanoz, ödüllü belgesel ve kısa filmlere de imza Mehmet Cansız, Burçak Evren, Akif Kaya ve Hasan Basri atan bir hoca kadrosu. Öyle ki, geçtiğimiz Özdemir’den oluşan hoca kadrosundan belgesel ve kısa film dönemde eğitim verdikleri öğrenciler bile uluslararası festivallerde ödül eğitimi alacaklar. Üniversitelerimizi hariç tutarsak belgesel almayı başardılar. Bu başarılar BÜSAM ve kısa film konusuna ilgi duyanların şehrimizde başka hiç Film Akademi’nin göğsünü kabarttı. bir yerde bulamayacağı bir hoca kadrosu bu. Üstelik akade- Üstelik verilen emeklerin, gösterilen çabaların boş olmadığını da gösterdiler. mik eğitimlerinin yanı sıra, ödüllü belgesel ve kısa filmlere Ümit ediyoruz ki yeni dönemde Film de imza atan bir hoca kadrosu. Akademi öğrencileri aldıkları nitelikli eğitimle, güzel projeler hazırlarlar. Yine ümit ediyoruz ki, ulusal ve uluslararası düşünce ekollerinin ve yorum farklılık- Film Okumaları Atölyesi öğrencilerine festivallerde başarılara imza atarlar. larının hangi siyasal, sosyal ve kültürel kapılarını açtı. Bu defa sinema üzerine Bir sonraki Akademi Günlüğünde bağlamlardan kaynaklandığını, düşünce akademik eğitimi ve sektörel tecrübesi buluşmayı heyecanla bekleyerek, bu ve hayat arasındaki ilişkileri anlamak için, olan bir hoca olan Osman Yalçın tarafından sayı için sizlerle vedalaşma zamanı geldi. dönem dönem ortaya konulan metinleri gerçekleştirilecek. Bu dönemdeki Film Atölyelerde görüşmek üzere…� inceleyecek. Tefsir, felsefe, tasavvuf ana Okumalarının diğerlerinden bir farkı da eksininde farklı anlama ve yorumlama sinema yazarlığı yapmak isteyenlere bir
Kültürden Şehirden Kısa Kısa Haberler Şehir Kültür Sanat
Kültürden
kültürden...
KÜLTÜR SANAT GÜNCESİ
88
Yolda gezerken dikkatinizi çekiyor mu acaba? Çarşının içinde boş dükkânların camları, kimi duvarlar şehrimizdeki etkinliklerin afişleriyle dolu. O kadar çok seçenek var ki, insan inanamıyor. Konserler, tek kişilik gösteriler, sohbet programları, tiyatro oyunları seyircileriyle buluşmayı bekliyor. Bunlardan bir kaçını anmak gerek. Çünkü çoğu zaman bu afişler göze çarpmıyor. Mesela, Talas Belediyesi Tiyatro Akademisi Orhan Bak yönetmenliğinde Metot adlı oyunu sahneledi. Talas Belediyesinin Tiyatro Akademisi olduğunu kaçımız biliyorduk? Sonra, Eda Baba konseri, Hakan Yılmaz ve Ebru Cündibeyoğlu’nun oynadığı “Ölüm Bizi Ayırana Dek” adlı oyun, Derya Alabora ve Deniz Çakır’ın rol aldığı “Beyaz” adlı oyun, İstanbul Temaşa Tiyatrosu’nun hazırladığı “Benimle Delirir misin?”, “Nilgün Belgün’le Aşk ve Komedi” adlı gösteri, Emre Aydın konseri, Fırat Tanış’ın “Gelin Tanış Olalım” adlı tek kişilik gösterisi, Ali Poyrazoğlu’nun “Ödünç Yaşamlar” adlı tek kişilik gösterisi şehrimizde gerçekleşen etkinliklerden bazılarıydı. Dikkat edilirse ekranlardan tanıdığımız birçok ünlü, şehrimizdeki sanatseverlerle buluşmak üzere geldiler ve sanatlarını icra ettiler. Öte yandan sivil toplum kuruluşları da çeşitli etkinliklere ara vermeksizin devam ediyorlar. Büyükşehir Belediyesi de şehrimizin bugüne değer katan, geleceğini inşa eden etkinliklerini tüm hızıyla sürdürüyor. Artık her ay neredeyse başlı başına bir kitap oluşturabilecek sayıda kültür ve sanat haberi içerik olarak karşımıza çıkıyor. Doğal olarak birçok etkinlikten öne çıkanları Şehir dergisinin okurlarıyla paylaşıyoruz.
KAYMEK’TEN EĞİTİM SEMİNERİ: KAYMEK, eğitim kalitesini artırmak için hizmet içi eğitim seminerlerini de sürdürüyor. Seminere konuşmacı olarak katılan Kemal Tekden, özellikle çocukların yetiştirilmesinde yapılan yanlışlara değindi ve bu konuda eğitimcilere büyük görev düştüğünü belirtti. 25. Dönem Kayseri Milletvekili, Eğitimci, Sağlıkçı ve Yapımcı Kemal Tekden, KAYMEK’in seminerine katılarak eğitimcilerle bir araya geldi. Özellikle çocukların yetiştirilmesi üzerinde duran ve bu konudaki yanlışlıklara değinen Tekden, çocukların birer cevher olduğunu söyledi ve bu cevherin eğitimcilerin elinde mücevher haline gelebileceğini dile getirdi. Çocukların sarıp sarmalanmasının yanlışlığına da değinen Kemal Tekden, “Çocuklarımız düşmeden,
SANAT GALERİSİ AÇILDI: Hunat Medresesi önünde yer alan Büyükşehir Belediyesi faaliyet çadırı, KAYMEK tarafından sanat galerisi olarak açıldı. KAYMEK sanat galerisinde 150’ye yakın eser sergileniyor ve bazı el sanatları uygulamalı olarak gösteriliyor. Sergide, KAYMEK sanat kurslarına katılan kursiyerler ile eğitimciler tarafından yapılmış eserler bulunuyor.
Tezhipten ebruya, çiniden hat sanatına kadar birçok özel çalışmanın yer aldığı sergide, ziyaretçilere Maraş işi ve ebru sanatları uygulamalı olarak da gösteriliyor. Sergide yer alan eserlerden Maraş işi tekniğiyle ve hat sanatıyla yapılmış olan, Osmanlı padişahlarına ait tuğralar vatandaşların büyük ilgisini görüyor. Sergide yağlı boya resim ve gümüş takı işlemeciliği ile yapılmış eserler de yer alıyor.
Kültürden
VİYANA’DA DA KAYMEK VAR: KAYMEK Sanat ve Mesleki Eğitim Kursları sadece Kayseri’de ve yurt içerisinde değil yurt dışında da bir birinden güzel işlere imza atıyor. KAYMEK’in Mostar Kurs Merkezi Ebru Kursu Eğitmeni Tarik Zagorçiç’in, Viyana İmam Hatip Lehrgang Okulu’nun ev sahipliğinde “Oluşum” adlı bir ebru sergisi açıldı. Sergiye Türkiye’nin Viyana Başkonsolosu Asip Kaya, Avusturya Müftüsü Mustafa Mullaoğlu, Avusturya İslam Birliği Başkanvekili Edina Husovic, KAYMEK Mostar Koordinatörü Billur Dilber ve şehir protokolü katıldı. KAYMEK Mostar Kurs Merkezi tarafından gerçekleştirilen projede serginin yanı sıra Schumpeter Ticaret Lisesi, Viyana İmam Hatip Okulu ve Viyana İslam Dini Eğitim Akademisi gibi çeşitli okullarda atölye çalışmaları da yapılıyor.
89
eğitimine destek veren sosyal yaşam merkezleri, okullardaki eğitimi destekleyen etkinlikler de gerçekleştiriyor. Yemliha Sosyal Yaşam Merkezinde eğitim gören öğrencilerin doğayı ve bilimi yaşayarak tecrübe etmelerini sağlamak amacıyla “Hadi DENEYelim mi?” kulübü oluşturuldu. Kulüp bünyesinde lav lambası, soğuk ve terlemeden, üşütmeden, acıkmadan büyütülüyor. Çocukları sarıp sarmaladığımız için ızdırap görmemiş, acıkmadığı için açın halinden anlamayan, sıkıntı görmemiş bir nesil yetişiyor.” dedi. Kemal Tekden, yapılan yanlışları dile getirerek bu konuda eğitimcilerin toplumu aydınlatması gereğine vurgu yaptı.
Kültürden
TATİLDE ROBOT EĞİTİMİ: KAYMEK Yahyalı Kadın ve Gençlik Merkezi ile Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) Yahyalı İlçe Temsilciliği tarafından “Yarıyıl Kampı” kapsamında çocuklara robot programlama eğitimi verildi. KAYMEK Yahyalı Kadın ve Gençlik Merkezinde açılan çocukların birlikte eğlenerek öğrendiği atölyelere, 10-17 yaş arasındaki çocuklar katıldı. Çocukların yaş grubuna bağlı olarak sahip oldukları farklı ihtiyaçlara göre düzenlenen yarıyıl eğitimi; haftanın 6 günü 10.00-12.00 ve 13.00-15.00 saatleri arasında gerçekleştirildi.
90
Eğitimlerde önce öğrencilere özel teknoloji tarama testi yapılarak seviyeleri görüldü. Çocukları yeni buluşlar yapmaya, sorgulamaya ve ortak çalışmaya teşvik eden atölye çalışmalarının her biri, çocukların hayal gücünü ve içlerindeki yaratıcı enerjiyi harekete geçirmek üzere hazırlandı. İlerleyen dönemlerde özel yetenekli öğrenciler ile Yahyalı’da proje ekibi oluşturulacak ve öğrencilerin kendi robotlarını prog-
ramlayabilip, kendi elektronik aletlerini tasarlayabilecek hale gelmesi sağlanacak. SOSYAL YAŞAM MERKEZLERİ EĞİTİMİN DE MERKEZİ: Büyükşehir Belediyesi tarafından ilçelere ve bazı mahallelere kazandırılan sosyal yaşam merkezleri aynı zamanda eğitimin de merkezi oldu. Sosyal yaşam merkezlerinde öğrenciler için bir dizi eğitim faaliyeti gerçekleştiriliyor. Sosyal yaşam merkezleri öğrencilerin geleceğe daha iyi hazırlanması için çalışıyor. Öğrencilerin
sıcak hava, ses, kaybolan hava, yanardağ, Pisagor Kupası gibi deneyler yapılıyor. Deneylere katılan öğrenciler eğlenerek
amacıyla Büyükelçimiz önemli gayretler gösterdi. Bundan sonraki hayatında kendisine başarılar diliyoruz. Görevlerimiz bitse de dostluklarımız baki kalacak.” Veda ziyareti kapsamında Kayseri’ye gelen Büyükelçi Gabor Kiss de Başkan Çelik’e özellikle teşekkür etmek için ilimize geldiğini belirtti. “Sizinle vedalaşmak için gelmeyi yürekten arzu ediyordum. İki ülke arasındaki ekonomik, sosyal kültürel bağların gelişmesinde çok ciddi katkılarınız oldu. Bu yüzden size teşekkür etmeden veda etmem mümkün olmazdı. Kayseri’ye ilk kez 2012’de gelmiştim. O yıldan beri şehrin gelişmesini birebir gözlemliyorum. Dostlarımın bu şehri büyütüp geliştirdiğinin birebir şahidi benim. Çok pratik bir başkansınız. Şehrinizi de böyle
ve samimi bir ortamda geçen ziyarette karşılıklı hediyeler de verildi. YAZARLIK OKULU BAŞLADI: Kayseri Büyükşehir Belediyesi, kültür ve sanata her alanda destek vermeye devam ediyor. Bu anlamda düzenlenen Yazarlık Okulu’nun altıncısı Şehir Tiyatrosu’nda gerçekleştirilen törenle başladı. Yazarlığa ilgi duyanların eğitim alabilmesi amacıyla Büyükşehir Belediyesi ve Türkiye Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen Yazarlık Okulu’na bu yıl 400’ün üzerinde yazar adayı katılacak. Şehir Tiyatrosu’ndaki Yazarlık Okulu açılış programında konuşan Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Salih Özgöncü, her alanda olduğu gibi kültür alanında da Türkiye’ye örnek çalışmalar yaptıklarını belirterek “Büyükşehir Belediyesi
öğrenme şansı yakalıyorlar.
Konuk Büyükelçiyi Kayseri’de ağırlamaktan memnuniyet duyduklarını ifade eden Başkan Mustafa Çelik, “Görevi süresince Sayın Büyükelçi ile Kayseri ve Macaristan’da görüştük. İkili ilişkilerin gelişmesindeki üstün gayretleri nedeniyle kendisine teşekkür ediyorum.” dedi. “Görevler Bitse de Dostluklar Baki” Konuşmasında ekonominin diplomasinin önünde geldiğini ifade eden Mustafa Çelik, sözlerine şöyle devam etti: “Ticari işbirlikleriyle güçlü diplomatik ilişkiler kurulabiliyor. Diplomasinin daha güçlü olması için ticari işbirliklerinin yapılması
yönetiyorsunuz. Daha önce geldiğimde büyük bir ekranda şehri nasıl yönettiğinizi göstermiştiniz. Ben bir başka yerde böyle bir şey görmemiştim. Sizinle çok güzel hatıralarım var. Sizin anlattıklarınızdan çok etkilenmiştim. Enerji, dinamizm ve başarılarınız hiç değişmeden devam etsin. Ailenizle beraber Budapeşte’de sizi misafir etmek istiyorum.” diye konuştu. Sıcak
olarak yazara, yazmaya, okumaya ve kültüre yatırım yapmaya devam edeceğiz.” dedi. Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şube Başkanı Selim Tunçbilek de Büyükşehir Belediyesinin hayatın kültürle şekillendirilmesi açısından önemli çalışmalar yaptığını dile getirdi ve bu çalışmalar nedeniyle teşekkür etti. Tunçbilek, Yazarlık Okulu’nun 12 hafta süreceğini kaydetti.
Kültürden
BÜYÜKELÇİDEN VEDA ZİYARETİ: Macaristan’ın Ankara Büyükelçiliği görevini devreden Gabor Kıss, veda ziyaretleri kapsamında Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik’i ziyaret etti. Ziyarette, görevler bitse de dostlukların baki kalacağı vurgulandı. Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik, veda ziyaretleri kapsamında Kayseri’ye gelen Macaristan’ın Ankara Büyükelçisi Gabor Kiss’i Başkanlık girişinde karşıladı. Büyükelçi Gabor Kıss›in veda ziyaretine Macaristan›ın Kayseri Fahri Konsolosu Osman Şahbaz da katıldı.
91
eden bu yarışmaya her yıl binlerce hikâye başvuruyor. Titiz okumaların ve seçimlerin ardından sonuçlar açıklanıyor. Üçüncü Hikâye Yarışmasına başvurular 19 Nisan 2019 tarihinde sona erecek. Yarışmada birinciye 7 bin TL, ikinciye 6 bin TL, üçüncüye 5 bin TL ödül verilecek. Yarışmada mansiyon ödülü ise 1000 TL olarak belirlendi. Yarışmaya başvurular www.kayseri.bel.tr sitesi üzerinden yapılabiliyor.
Kültürden
6. FOTOĞRAF YARIŞMASI: Sanatsal etkinliklerin niteliği elbette birinci derecede önem taşır. Hemen sonrasında ise bu niteliğin sürekliliği gelecektir. Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından son yılların yükselen
92
3. HİKÂYE YARIŞMASI: Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin ulusal çapta dikkat çeken ve ses getiren etkinliklerinden biri de şüphe yok ki bu yıl üçüncüsü düzenlenen hikâye yarışması. İlki Emir Kalkan, ikincisi Mustafa Miyasoğlu anısına düzenlenen hikâye yarışması bu yıl şehrimizin yetiştirdiği ve geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz yazar ve tiyatro sanatçısı Hasan Nail Canat adına düzenleniyor. Yarışmaya katılımlar 19 Nisan’a kadar devam edecek. Hikâye alanında Türkiye’nin tanınmış isimlerinin jüride yer aldığı yarışma ilk yılından beri ülkemizin sanat çevrelerinde dikkat çekiyor ve takdir topluyor. Şehrimizin yetiştirdiği değerleri anmak ve isimlerini yaşatmak açısından da önemli işlev üstlenen yarışma verdiği ödüllerle de göz dolduruyor. Hikâye yazarları açısından belli bir niteliği temsil
mansiyon 1.000 TL Kazanmayı hak edecek. Ayrıca sergileme kazanan 50 adet fotoğraf için 250’şer lira verilecek. Katılımcıların Yarışma fotoğraflarını online (çevrimiçi) olarak gönderebilmesi için, http://www. tfsfonayliyarismalar.org/ adresinden üyelik oluşturduktan sonra fotoğraf gönderme yönergelerini takip etmeleri gerekiyor. TATİLİ BİLİMLE GEÇİRDİLER: Kayseri Büyükşehir Belediyesinin TUBİTAK ile birlikte şehrimize kazandırdığı Kayseri Bilim Merkezi, sömestr tatilinde de büyük ilgiyle karşılaştı. Tatil süresince Bilim Merkezini yaklaşık 14 bin kişi gezdi. Kayseri Bilim Merkezinin sağladığı imkânlarla öğrenciler tatili bilimle geçirdiler. Yarıyıl tatilinde ziyaretçilerini bilimle buluşturan Kayseri Bilim Merkezi, farklı etkinliklerle bilimsel düşüncenin yerleşmesine katkılarını sürdürdü. Kayseri Bilim Merkezi, sömestr tatilinde sadece Kayseri’den değil Kayseri dışından da misafirleri ağırladı. Türkiye’nin farklı illerinden Kayseri’ye gelen bilim severleri Bilim Merkezi’ndeki sergi düzenekleri ve ülkemizin en büyük planetaryumu ile buluşturan Kayseri Bilim Merkezi, öğrenciler için dört dönem halinde Kış Bilim Kampı da düzenledi. Kayseri Bilim Merkezini yarıyıl tatili boyunca yaklaşık 14 bin kişi ziyaret etti. Yoğun ilgi gören bilim kamplarına ise farklı yaş gruplarından 100 öğrenci katıldı.
sanatçısı), Nuri Çorbacıoğlu (AFİAP, fotoğraf sanatçısı), Osman Yalçın (Büyükşehir Belediyesi Başkan Basın Danışmanı), Salih Özgöncü (Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı), Uğur Aydın (ERÜ İletişim Fakültesi Öğr. Görevlisi, fotoğraf sanatçısı). Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonunun da desteklediği 6. Fotoğraf Yarışması’nın konusu “Kayseri’de bir an” olarak belirlendi. Birincilik ödülü TFSF Altın Madalya ve 6.000 TL, İkincilik ödülü TFSF Gümüş Madalya ve 5.000 TL, Üçüncülük ödülü TFSF Bronz madalya ve 4.000 TL olacak. 3 adet mansiyon verilecek ve her
Büyükşehir Belediyesi kültür sanat etkinlikleri kapsamında sahnelenen ilk oyun çocukların çok sevdiği animasyon kahramanları “Köstebekgiller” oldu. Kadir Has Kültür Sanat Merkezinde sahnelenen oyunda sevgi ve beraberliğin önemi vurgulandı. Çocuklarla buluşan bir başka oyun ise “Ege ile Gaga” oldu. TRT Çocuk kanalının sevilen çizgi filmi Kadir Kas Kültür Sanat Merkezinde sahneye konuldu. Talas Belediyesi Tiyatro Akademisi tarafından hazırlanan
Kültürden
değeri olan fotoğraf sanatına da büyük önem veriliyor. KAYMEK’te düzenlenen fotoğraf eğitimleri ve zaman zaman fotoğraf sanatçılarının ilgiyle katıldığı fotoğraf gezileri şehrimizde fotoğraf sanatı açısından kıymetli bir zemin oluşturuyor. Bunların yanı sıra bu yıl altıncısı düzenlenen fotoğraf yarışması şehrimizi Türkiye’deki bütün fotoğrafçıların ilgi odağı haline getiriyor. Artık geleneksel olarak adlandırılmayı da hak eden fotoğraf yarışmasının bu yılki jüri üyeleri: Ali Saraçoğlu (fotoğraf sanatçısı), Dursun Çiçek (Düşünen Şehir Dergisi Genel Yayın Yönetmeni), Kemal Gönen (fotoğraf
ÇOCUKLAR İÇİN TİYATRO: Büyükşehir Belediyesi sömestr tatiline giren çocuklarımızı da kültür sanat etkinlikleriyle buluşturdu. Hafta sonlarını güzel geçirmeleri için oyunlar sahnelendi.
93
birliktelik, dayanışma ve yardımseverlik gibi değerlere vurgu yapıldı.
Kültürden
NEŞET ERTAŞ ANILDI: Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş, Büyükşehir Belediyesi kültür sanat etkinlikleriyle anıldı. Büyükşehir Belediyesi Konservatuvarı Türk Halk Müziği Korosu tarafından verilen Neşet Ertaş Türküleri Konseri büyük ilgi gördü. Konser Kadir Has Kültür Sanat Merkezi’nde gerçekleştirildi.
94
“Maharetli Ayı Avcıya Karşı” adlı oyun Şehir Tiyatrosunda sahneye konuldu. Üç seans halinde sahnelenen oyuna çocuklar ve aileleri büyük ilgi gösterdi. Bir avcıya karşı ormanda yaşayan hayvanların birlikte hareket etmelerini konu alan oyunda dostluk,
Şef Namık Kemal Bilgin yönetiminde gerçekleşen konserde koro ve solo olarak Neşet Ertaş’ın birbirinden güzel türküleri seslendirildi. Konsere Neşet Ertaş sevenlerce büyük ilgi gösterildi. GAZETECİLER ERCİYES’TE BULUŞTU: Kayseri Gazeteciler Cemiyetinin organizasyonuyla 30 ilin gazetecileri eş ve çocuklarıyla Erciyes’e geldi. Büyükşehir Belediyesinin
ev sahipliğinde Erciyes’e çıkan gazeteciler unutamayacakları anlar yaşadı. Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik de duayen gazeteci Yavuz Donat’la birlikte gazetecilerle bir araya geldi. Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik, Kayseri Gazeteciler Cemiyetinin organizasyonuyla Erciyes’e gelen 30 ilin gazetecileri ve ailelerinin katıldığı kızak yarışmasını Yavuz Donat ile birlikte takip etti. Eşler arası kızak yarışmasına 30 ayrı cemiyetten 70 gazeteci eş ve çocuklarıyla katıldı. Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Veli Altınkaya, ev sahipliğinden dolayı Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik’e teşekkür etti. Tanıtım Çalışmalarıyla Ziyaretçi Sayısı Arttı Yarışmanın ödül töreninde konuşan Büyük-
illerinde yapacakları haber ve yorumlarla paylaşmalarını da istedi. Kızak yarışmasında kızı ile birlikte ikinci olan Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti Eski Başkanı Halit Yılmaz da Kocaeli’deki Kartepe Kayak Merkezi ile Erciyes’i karşılaştırdı. Kartepe’nin İstanbul’a en yakın olan ve ulaşımı kolay bir kayak merkezi olduğunu ifade eden Yılmaz, “Ancak Erciyes başka. Erciyes, Kartepe’den en az 10 kat büyük bir kayak merkez. Erciyes’i hep televizyonlardan iyiliklerle ve güzelliklerle izledik ve inşallah güzelliklerle de izleteceğiz.” diye konuştu. 30 ilin gazetecileriyle Erciyes’e gelen
Küresel Gazeteciler Konseyi Genel Başkanı Mehmet Ali Dim de bir konuşma yaparak, “Kayseri çok heyecan verici bir şehir. Hemen hemen her yıl geliyorum. Bu şehrin etkinlikleri de güzel oluyor. Çok güzel bir ev sahipliği yapıldı. Ömrümüz boyunca unutamayacağımız anlar geçirdik.” dedi. Ödül töreni sırasında konuşan duayen gazeteci Yavuz Donat da Başkan Mustafa Çelik’e böyle bir güzelliği yaşattığı ve tüm Türkiye’ye böyle bir güzellik kazandırıldığı için teşekkür etti. Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik, akşam da Kayseri Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Geleneksel Gazetecilik Yarışması’nın ödül törenine katıldı. Burada bir konuşma yapan Başkan Mustafa Çelik, internet haberciliği gerçeğine vurgu yaptı ve başka sektörlerde olduğu gibi gazetelerin de birleşmesi gereğini dile getirdi. TEMAŞA DERGİSİNİN PROF. DR. FUAT SEZGİN ÖZEL SAYISI ÇIKTI: ERÜ Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü tarafından çıkartılan, imtiyaz sahipliğini ve baş editörlüğünü Felsefe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Arslan Topakkaya’nın yaptığı “Temaşa” Dergisinin Ocak sayısı yayımlandı. Derginin 10. sayısı, Cumhurbaşkanlığı Genelgesiyle ilan edilen 2019 Prof. Dr. Fuat Sezgin Yılı nedeniyle Fuat Sezgin özel sayısı olarak çıkarıldı.
Kültürden
şehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik de, Erciyes’in güzelliklerinden tüm Türkiye ve dünyayı faydalanmaya çağırdı. Pek çok alanda yaptıklarını tanıtım çalışmalarının yanı sıra farklı organizasyonlarla meslek gruplarını Erciyes’e davet ettiklerini ifade ederek “Herkesin bu güzellikleri gözleriyle görmelerini istiyoruz. Bu çalışmalarımızın sonucunu da alıyoruz. Bu yıl turnikelerden geçen kayakçı sayısı geçen yıla göre ikiye katlandı. Böylesine olağanüstü bir dağ olunca ve mükemmel bir işletmecilik yapılınca kayakçının tercihi de Erciyes oluyor.” dedi. Mustafa Çelik, gazetecilerden Erciyes’te gördükleri güzellikleri kendi
95
Derginin özel sayısı hakkında bilgiler veren Prof. Dr. Arslan Topakkaya, değerli bir İslam bilim tarihçisi olan Prof. Dr. Fuat Sezgin’i 2018 yılında kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşadıklarını söyledi. Prof. Dr. Topakkaya, “Dergimizin 10. sayısını kendisini Almanya’da tanıma fırsatı bulduğum rahmetli Prof. Dr. Fuat Sezgin’in anısına armağan etmiş bulunuyoruz. Prof. Dr. Fuat Sezgin’e, İslam bilim tarihine yapmış olduğu katkılar için ne kadar teşekkür etsek azdır. Geride bıraktığı devasa külliyatın kendisi için sadaka-i cariye olacağından en ufak bir şüphemiz yoktur.” dedi.
Kültürden
MİMARLIK GÜNLERİ DÜZENLENDİ: Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü ile Mimarlık Öğrencileri Derneği (MÖD) tarafından Mimarlık Günleri düzenlendi.
96
NNYÜ Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Yeşim Alemdar, NNYÜ, Erciyes Üniversitesi ve Abdullah Gül Üniversitesi başta olmak
üzere çeşitli illerdeki üniversitelerin mimarlık bölümlerinde öğrenim gören öğrencilerin büyük ilgi gösterdiği Mimarlık Günlerinin açılış töreninde bir konuşma yaptı. Dr. Öğr. Üyesi Yeşim Alemdar, “Doğayla Mimarlığın Bütünleşmesi” temalı Mimarlık Günlerinde öğrencilerin doğa konusundaki farkındalıklarının ve hassasiyetlerinin artırılmasının hedeflendiğini ifade etti. Alemdar konuşmasında ayrıca dünya çapında önemli bir gündeme sahip olan bu konuya, mimarlık öğrencilerinin önem göstermesi ve ortaya çıkarmasının çok heyecan verici ve önemli olduğunu belirtti. Süleyman Çetinsaya Kültür Merkezinde düzenlenen ve iki gün boyunca beş ayrı oturumda gerçekleştirilen Mimarlık Günlerine katılan mimar, akademisyen ve çevreci konuşmacılar, ekoloji mimarlığı üzerine geniş perspektifli konferanslar verdi. Mimarlık Günleri etkinlikleri kapsamında Mimarlık Bölümü öğrencilerinin projeleri de sergilendi.