016 YAZ 2
Edebiyat dünyayı kurtarabilir mi ? Ahmet Ümit “Arkadaşım olabilecek karakterleri okudum !”
Sevin Okyay
Yazarlar okullarda ! Ama nasıl ? Yalvaç Ural, Mine Soysal
Edebiyat, bizim sığınağımız ! Aslı Der
Dil içinde renkli gezintiler Yusuf Çotuksöken
# ees9
5
İyiyi inatla üreterek ...
Edebiyat dünyayı kurtarabilir mi ? Ahmet Ümit
6
16
20
Sevilen dilbilimci Yusuf Çotuksöken’in dildeki renkli gezintisi, yaşamın her alanında kullanılan dilin nelere yol açtığını, “ben”i nasıl var ettiğini gözler önüne seriyor. Fantastik kitaplarıyla edebiyatımıza güçlü bir soluk kazandıran, gençlik edebiyatında da verimini başarıyla sürdüren yazar Aslı Der ise, karanlık bir koridorda başlayan felsefe yolculuğunu, savaşın ve kavganın hiç eksik olmadığı bir coğrafyada kitaplarla ve barışla süren direnişini, büyüme serüvenini anlattı. Çocuk edebiyatının deneyimli iki yazarı Yalvaç Ural ve Mine Soysal ise, okullardaki öğrenci buluşmalarına ilişkin gözlem ve değerlendirmelerini öğretmenlerle paylaştılar. “Yazar”ın çocuklar ve gençlerle buluştuğu o büyülü anların tadını ustaların ağzından dinledik.
Yazarlar okullarda ! Ama nasıl ? 10 Yalvaç Ural, Mine Soysal
“Arkadaşım olabilecek karakterleri okudum !” Sevin Okyay
Bugün, insanlık tarihinin izlere, iz bırakacak cümlelere ihtiyacı var. Edebiyatta, sanatta, evde, sırada ve sokakta... Günışığı Kitaplığı, 20. yılında insanın resmiyete dökülmemiş tarihine bu anlamda bir edebiyat çentiği daha atmak için çalışmaya devam ediyor. Bunun için, 9. Eğitimde Edebiyat Semineri’nde, bir Mart sabahı, Türkiye’nin dört bir yanından gelen öğretmenler ve kütüphanecilerle bir aradaydık. Bu yola çıkarken düşlediğimiz gibi, bir okulu “edebiyat sarayına” çevirmek için oradaydık. Aslında tüm okulları, tüm sıraları...
Dil içinde renkli gezintiler Yusuf Çotuksöken Edebiyat, bizim sığınağımız ! Aslı Der Çocuk ve gençlik edebiyatı dünyası İstanbul’da buluşuyor ! Prof. Dr. Gülçin Alpöge Yayıncılar kurultayda bir araya geldi !
24
28 30
Edebiyata davet eden yaratıcı okuma uygulamaları
34
Neden Zeynep Cemali Öykü Yarışması ? Adnan Binyazar
44
İNADINA EDEBİYAT • YAZ 2016 • 5 © Günışığı Kitaplığı Keçi edebiyat e-dergisi 6 ayda bir ücretsiz yayımlanır. Tüm yayın hakları saklıdır. Yayımlanan yazı, görsel ve bilgiler kaynak gösterilmeden alıntılanamaz. İmzalı yazılardaki görüşler yazarlarına aittir. Sahibi: MİA Organizasyon Restorasyon Yayıncılık Ltd. Şti. adına Mine Soysal Editör: Halil Türkden
Edebiyat Anadolu yollarında, halk kütüphanecileriyle...
46
Grafik tasarım: Huban Korman Grafik uygulama: Eda Tuğsal Son okuma: Hande Demirtaş Reklam: Dilara Korzay Bu sayıya katkıda bulunanlar: Banu Ünal, Deniz Boz Aydemir, Merve Özcan Kaynak, Müren Beykan, Tolga Gümüş keciedebiyat.com twitter.com/keciedebiyat facebook.com/keciedebiyat instagram.com/keciedebiyat info@keciedebiyat.com 0212 212 99 73 Profilo Plaza, Cemal Sahir Sok. 26/28 B3 Mecidiyeköy 34387 İstanbul
Günün en heyecan verici bölümlerinden biri de yaratıcı okuma uygulamalarıydı. Mersin, Bursa ve İstanbul’dan öğretmenler, öğrencileriyle yaptıkları uygulama çalışmalarını meslektaşlarıyla paylaştılar ve edebiyat kitaplarından yola çıkarak, çocuklar ve gençlerle işbirliği içinde nasıl yaratıcı yollar inşa edebileceklerini anlattılar. Edebiyatın çok ötesinde, hayata iyilikle, yaratıcılıkla devam etmeye yönelik yeni yollar önerdiler. Seminerin kapanışında Ahmet Ümit, edebiyatın dünyayı ve insanı kurtarabilme cesaretine sahip olduğunu, yine edebiyat ve uygarlık tarihinden anekdotlarla aktardı. Dostoyevski’nin, “İnsan yüreği, iyiyle kötünün savaş alanıdır,” cümlesini anımsatarak ve iyiyi de, kötüyü de atlamadan... Edebiyat ve sinemanın çeşitli alanlarında verdiği emekle kalplerde bambaşka bir yer edinen Sevin Okyay’la okuma yolculuğunu, edebiyatta horgörülen türleri konuştuk. Ülkemizde okulöncesi eğitimindeki çalışmalarıyla tanınan akademisyen Gülçin Alpöge de 2018’de Türkiye’de düzenlenecek, çocuk ve gençlik edebiyatı dünyasını yakından ilgilendiren uluslararası kongrenin müjdesini veriyor. Keçi’nin YAZ 2016 sayısında işte böyle bir içerik paylaşıyoruz sizlerle. 20 yıldır olduğu gibi, çocukluğun ve gençliğin baştacı edildiği bir gelecek hayaliyle, kötüyü anlayarak ve unutmayarak, iyiyi bir keçi inadıyla üreterek yürümeye devam ediyoruz.
Halil Türkden
yaz 2016
3
A o Vİ n u
DOSYA
E
g
n
f
c
o
İ
r
E
d
fm
V b z
E
s
s
b
5 Mart 2016
E
i
5 MART 2016 FMV Işık Ortaokulu
uğ
n
Eğitimcilerin, edebiyata ilişkin birçok konuda mesleki gelişimlerini amaçlayan Eğitimde Edebiyat Seminerleri’nin dokuzuncusu 5 Mart Cumartesi günü, FMV Işık Okulları’nın katkılarıyla gerçekleşti. Seminere, 30’u aşkın ilden 500’e yakın öğretmen, eğitim yöneticisi, kütüphaneci ve akademisyen katıldı.
9. EĞİTİMDE EDEBİYAT SEMİNERİ
s
ö
Ü a
b
EES.9
6 art 201
im 9. Eğit
de Ede
biya
eri, M t Semin
Edebiyat dünyayı kurtarabilir mi ? Ahmet Ümit Edebiyatımızın çok sevilen, üretken yazarlarından Ahmet Ümit, edebiyatın ayna olma ve insan ruhunu tüm yönleriyle ele alma işlevlerine değinerek, edebiyatın ve yazarların dünyayı nasıl kurtarabileceğini anlattı.
Dünyadaki iki büyük yazardan biri Dostoyevski, diğeri de Shakespeare bana göre. Çünkü, edebiyat söz konusu olduğu zaman subjektiflik başlar. Bir sanat eserini bilimsel olarak ele almaya çalışan eleştirmenler de subjektiftir. Bir eserin iyiliği, kötülüğü, bizi nasıl etkilediği okura göre değişir. Edebiyat, okura söz hakkı verir. Güzel olan da budur. Çünkü demokratik olan budur. Dostoyevski, “Dünyayı güzellik kurtaracak,” der. Bunu söylediğinde daha Birinci Dünya Savaşı ilan edilmemiştir. Ama dünya yine kurtarılma ihtiyacıyla doludur. Aslında Dostoyevski, politik olarak korkunç biridir ve politik anlamda güzelliğin kurtaracağını söylemez, son derece katıdır. Dünyayı Panslavizm’in kurtaracağını söyler, Türkler’den ve Müslümanlar’dan hoşlanmaz. Politik anlamdaki dar görüşlülüğüne rağmen, romanlarında olağanüstü bir derinlik ve gerçekçilik yakalamasının, ruhumuzdaki perdeyi cesaretle
6
yaz 2016
kaldırıp atmasının altında, dehası kadar romanın özellikleri yatar.
Nedir iyi edebiyat ? Roman, şiir, deneme ya da bir hikâye kitabı. Hepsi birer aynadır. Bu ayna bize ruhumuzdaki kusurları gösterir. İçimizdeki iyiyi, kötüyü, korkağı, kahramanı, merhameti ve cesareti gösterir. Dostoyevski’yi romanlarında büyük bir hümanist yapan da edebiyatın bu tarafıdır.
rilmesi, filmlere uyarlanması mı ? Bilmiyoruz, çünkü buna zaman karar verir. Tek bir ölçüt vardır, o da zamana direnmektir. Örneğin Cervantes, Don Kişot ’u yazarken, “Ben bu aptal şövalye romanını neden yazıyorum, büyük şiirler yazmalıyım,” biçiminde sürekli şikâyet ediyor, kaygılanıyordu. Ama bugün şiirlerini değil, bu başyapıt romanını hatırlıyoruz. Sherlock Holmes ’ün yaratıcısı, İskoç yazar Arthur Conan da, “Bu dedektif, saçmasapan problemleri çözüyor. Benim önüme geçti, beni öldürdü, daha büyük romanlar yazmalıyım !” diyordu. Fakat hiçbiri olmadı. Cervantes’i de Conan’ı da günümüze taşıyan metinler, onların beğenmediği metinler. 100 yıl sonra okunuyorsanız, iyi edebiyat bu oluyor işte. Hiç tanınmasanız bile. Kafka da öyle; hiç tanınmayan biriyken, üstelik eserlerinin yakılmasını istemişken...
tiyacı duyarsınız. Aynı şey toplum için de geçerlidir. Yanlış olan ne varsa, bunları edebiyat gösterir. “Kötülüğü değiştir” demese bile, Charles Dickens’ın anlattığı yoksul çocukların hikâyesi Oliver Twist ’te, edebiyatın dünyayı kurtarabilme potansiyelini görürsünüz. Edebiyatın hakikaten bir amacı olabilir mi ? Bu amaçların birçoğundan söz edilebilir. Ama edebiyat, öncelikle kaçışı sağlar. İnsan ruhunu anlatmak gibi bir amacı olduğunu söyleyen de var. Ruhun fotoğrafını çekebilir, dokunabilir misiniz ? Kokusu, ağırlığı, rengi ya da tadı var mı ? Hayır. Peki, insan ruhu var mı ? Var. Nedensizliğimizden, nedensiz kötülüğümüzden belli. Gözyaşlarımızdan, kıskançlığımızdan, durduk yere “bir insan sırf bilgili diye” o insandan nefret etmemizden ya da ona inanılmaz saygı duymamızdan belli.
Edebiyatın ayna özelliği Edebiyatın ayna özelliği, bize hayatın bütün alanlarını gösteriyor. Onu muhalif yapan da budur. Sanatın ve edebiyatın muhalifliğini politik anlamda okumak, onları sınırlamak, güdükleştirmektir. Edebiyat, hayata muhaliftir.
Politik görüşlerinin kötülüğüne rağmen, Dostoyevski gibiler, büyük yazarlardır. Balzac da öyledir. Kralcıdır, ama yaşadığı dönem Fransa’sını en iyi, en gerçekçi anlatan yazarlardan biridir. Çünkü iyi edebiyat, iyi bir romancı ve iyi bir sanatçı olması, onu buna zorlamaktadır.
Ernest Hemingway, Yaşlı Adam ve Deniz adlı romanında, “Artık bitmiş, uzun zamandır balık da tutamıyor, işe yaramaz,” denilen ihtiyar balıkçının dev bir kılıçbalığını yakalama hikâyesini anlatır. Bunu anlatmak yerine evdeki sardunyayla ilişkinizi, balkonunuza konan kumruyla ya da çocuğunuzla ilişkinizi, yatalak annenizi de anlatabilirsiniz. Doğrudan rejime yazılan, politik bir metin de olabilir bu.
İyi edebiyat demişken, iyisini kötüsünü bilmiyoruz ki ? Nedir iyi edebiyat, çok satmak mı ? Eserlerinin yabancı dillere çev-
Ayna olmak, kusurlardan güzelliklere, görünen her şeyi göstermek demektir. Çirkinliği gördüğünüzde değiştirme ih-
Edebiyat cinayeti anlatır mı hiç! İnsan ruhunu anlatmak müthiş zordur, belirsizdir ve sürekli değişir. Günlük yazmayı deneyenler bir süre sonra bırakır. Dürüstseniz bırakırsınız. Çünkü, duyguları, istekleri, bunların hepsini yan yana sıralamak dünyanın en korkunç işidir. Dünyada bunu yapan bir tek kişi var; aşağılık ve muhtemelen katil: Marquis
yaz 2016
7
De Sade, sadizmin kurucusu. İğrenç biri olmasına rağmen, dünyaya çok büyük bir iyilik yaparak, içindeki bütün kötülükleri yazmıştır Bastille Hapishanesi’nde. İnsanın kötü yanlarını yazmak, bizi Rönesans Dönemi’nin onu muhteşem, en iyi, en akıllı varlık olarak gösterme palavrasından bir nebze kurtardı. Rönesans, “İnsan olağanüstü bir varlık, kusursuzdur,” diyordu. Bu yüzden polisiye romanı, “Edebiyat cinayeti anlatır mı hiç !” diye yıllarca küçümsediler. Cinayetleri Marslılar işlemiş, atom bombasını Uranüs’ten gelenler atmış, işkenceleri timsahlar yapmış, kimyasal silahları kaplumbağalar kullanmış gibi... Yıllardır böyle kandırdılar bizi.
İnsan ruhu salt iyi olamaz. Salt iyi olanlar saftır, aptaldır. İyilik bir seçimdir. Kötülüğe rağmen iyiyi seçmeniz gerekir. Bu yüzden Dostoyevski, “İnsan yüreği, iyiyle kötünün savaş alanıdır,” der. Bu savaş her zaman devam edecektir. Sadece kendimizi yok etmiyoruz, öteki canlıları da öldürüyoruz. Bizden önce burada yaşayan canlılar vardı, onların çoğunu mahvettik. Ağaçları, çiçekleri, otları, böcekleri, bütün canlıları, bizi besleyen her şeyi yok ettik. İyileştirilmesi gereken bir varlık varsa, o da insandır. Hâlâ umut varsa tabii. Bunu yapabilecek en iyi yöntemlerden biridir edebiyat. Çünkü diktatör değildir. “Bunu yapacaksınız,” demez, gösterir. Sanatın işlevine uygun düşen de budur, sorunun yanıtını okur vermelidir. “Dediğimi yapın, doğrusu budur !” diyen metinler, tarihimize de uygun bir biçimde kul kültürünü aşılamaktadır. Niye sesimiz çıkmıyor ? Neden, “Hayır, dur yapma !” diyemiyoruz ? Çünkü, bize kul kültürü miras kaldı. Bizde babayı öldürmek üzerine roman yazılmadı. Çünkü, baba hep kutsaldı. Bugün kadınları öldüren bir toplumuz, çünkü biz imgesel olarak babayı öldüremedik. Batı bunu başardı; öncelikle kiliseye, “Benim inancıma karışamazsın, ben karar veririm !” dedi. Romanların biraz da bunları anlatması gerekiyor.
“Pis iş, tam insana göre !” Edebiyat insan ruhunu bütün çıplaklığıyla anlatır. Shakespeare’in en büyük sözü, “to be or not to be” değildir. En büyük sözü, daha yalın, güzel ve geçerlidir: “Pis iş, tam insana göre.” Tıpkı Hamlet’in kurduğu cümledeki gibi: “Babamın cenazesinde taziye yemeği olarak sunulanlar, annemin düğününde meze olarak çıkarıldı.” İnsan budur işte ! Aynı durumu Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sındaki Raskolnikov karakterinde de görürüz.
8
yaz 2016
Roman, şiir, deneme, öykü, dünyayı elbette kurtarabilir. Fakat çok uzun sürer. İktidarı ele geçirebilirsiniz, ama kültürel yapıyı değiştirmek yüzyıllar sürebilir. Hemingway, “Dünya güzel bir yerdir ve uğrunda dövüşülmeye değerdir,” der. Dünya için dövüşmeye devam edeceğiz. Elbette kültürle; silahla, şiddetle değil. Daha güzel bir dünya için, daha çok yazarak, daha çok okutarak... İnsanı ve kendimizi boş yere övmek yerine, iyi bir doktor gibi, kendi ruhumuzu doğru bir şekilde tanımlayarak... :
EES.9
6 art 201
im 9. Eğit
de Ede
biya
eri, M t Semin
kitapçılarda imza günü olmuyor, birkaç belediye dışında Anadolu’da etkinlik yapan da yok.
Yazarlar okullarda ! Ama nasıl ?
Yazar mı, pazarlamacı mı ?
Yalvaç Ural Mine Soysal
MS: Fiziksel olanakların yanı sıra yazarın kitabının, davet edildiği okulda etkinlik öncesinde, ne öğrenciler ne de öğretmenler tarafından okunmaması da önemli bir sorun. Kimsenin okumadığı bir kitabın yazarını sırf “bir şey yapmış olmak” için ve sadece ulaşabildiği yazar ya da yayınevi olduğu için davet edenler var. Hiç olmazsa, çocukların okuduğu bir yazarı davet etmekle başlamak gerekir.
Çocuk edebiyatının iki deneyimli yazarı, bugüne dek gerçekleştirdikleri sayısız etkinliğin ışığında, okullarda yazar ve öğrenci buluşmalarına illişkin görüş ve önerilerini paylaştılar.
Mine Soysal: Son yıllarda daha çok okul, yazarları davet ediyor, öğrencileriyle buluşturmak istiyor. Çocuk ve gençlik edebiyatına, öğrenci buluşmalarıyla da emek vermiş yazarlar olarak, biriken, konuşulması gereken konular olduğunu düşünüyoruz. Bunları üç ana başlık altında toparlayabiliriz: Okul bir yazarı davet ederken nasıl bir beklentiyle hareket ediyor ? Yazar davet edildiği okula hangi duygular ve beklentilerle gidiyor ? Öğrenci, yazarla buluşmadan nasıl çıkıyor ? Bu konuları konuşurken, Türkiye’nin her ilinde, ilçesinde ya da İstanbul gibi büyük kentlerdeki özel okulların ve devlet okullarının fiziksel koşullarını göz önüne alacağız. Aynı zamanda, pek çok yazarın bugüne kadar dillendirdikleri ortak meseleleri, örnek olayları da yazarlık gözlüğümüzle paylaşmaya çalışacağız. Öncelikle, okulun bir yazarı davet ederkenki beklenti ve hayallerini konuşalım sevgili Yalvaç Ural.
10
yaz 2016
Yalvaç Ural: Bugün değerlendirme yaparken, geçmişteki örnekleri de düşünmeden edemiyorum. Sevgili Gülten Abla’yla (Dayıoğlu) birlikte Cumhuriyet Kitap Kulübü’nün etkinliğinde, Beyoğlu’nda bir sokağın ortasındaki masaya oturtulduğumuzu hatırlıyorum. Sokağın ortasında, bir adam ve bir kadın, ellerinde kalemle bir masada oturuyorlar. “Ne yapıyorsunuz burada ?” diye sorandan “Size para verecek miyiz ?” diyene, etrafımızı merakla saranlardan arabası çalınmasın diye göz kulak olmamızı isteyen tüpçüye kadar, halkımızla bambaşka anlamlarda buluşmuştuk o gün. Okullarda da, söyleşi yapmadan, bir odada oturup kitap imzalamamızı isteyenlerden köhne ve soğuk bir odayı imza yeri diye gösterenlere kadar yaşadıklarımızı anlatabiliriz. Ama tüm bunlara rağmen, çocuk ve gençlik edebiyatına gönül veren yazarların okullarda bir şeyler yapabilmesi çok önemli. Çünkü artık
YU: Etkinlik öncesi ve sırasında, öğretmenin ya da kütüphanecinin emeği hep ön planda olmalı. Onların varlığı, kimliği, çocuğa, edebiyata ve dünyaya bakışı çok önemli. Tıkalı yolları görmek ve o yolları açmak için harcayacakları çaba, yazar olarak bizim nasıl konumlanacağımızı da belirliyor. MS: Etkinlik daveti ve öncesinden konuşmuşken, yazarı doğrudan arayıp pek çok teknik konuda ondan bilgi almaya ve organizasyonu onunla yapmaya çalışan kurumlardan söz edelim. Yazara, kendi kitaplarının pazarlamacısıymış gibi bakan yaklaşım da çok sorunlu. Bunu 10-15 yıl önce konuşuyor olsaydık, yayınevlerinin kurumsallaşma sürecinin sürdüğünü düşünerek, çeşitli nedenlerle anlayabilirdik belki. Ama artık durum değişti. Üstelik yazar, dünyada bir şeyleri değiştirebilme gücüne sahip, çok özel bir insan. Böyle bir insandan kendinin tanıtımını yapmasını ya da pazarlamacı gibi davranmasını bekleyemeyiz. Öğretmen ve kütüphanecilerin, öncelikle yazarı ve kitaplarını incelemesi, okuması, hangi
kitabı için nasıl bir etkinlik yapacağını belirlemesi önemlidir. Sonrasında yayıneviyle doğrudan iletişime geçmeleri ve kafalarındaki etkinlik düşüncesini anlatmaları gerekir. Bu yöntem hem yazarı korur, hem de onun öğrenciyle nitelikli bir içerikle ve en yüksek duyguyla buluşmasını sağlar.
Yazarı kitaplarıyla tanımak YU: Baştan aşağı yanlış bir sistem var. Bazen hiç beklemediğiniz bir okulda, bir öğretmen sorunlarınızı çözebiliyor, bilgece davranabiliyor. Okullar kadar, yayınevleri de yazarına gereken değeri vermeli, korumalı ve işini kolaylaştırmalı. Bir etkinliğe giderken, yazarın yanında ona rehberlik edecek, onun adına düşünecek, konuşabilecek bir eşlikçi olmalı. Bazen bu eksikliklerde yazar arkadaşlarımızın da payı olabiliyor. “Benim kitabımın indirimi fazla, komisyon da veririm,” diyerek, kitapları satılsın diye çantaya doldurup götüren yazarlar da var. Herkesin her şeyi yaptığı, herkesin “yazar” olduğu, postmodernist düşünce biçiminin hayatın içine yayıldığı bir zamandayız. Biyoloji mezununun hızlı okuma üzerine kitaplar, fizik mezununun diyet kitapları yazmaya başlaması gibi ! Tür-
yaz 2016
11
EES.9
lına geleni anlatması, çocukluk anılarını paylaşması, neden kitap yazdığını uzun uzadıya açıklaması, çocukların ilgisini, canlı katılımını köreltebiliyor. Hangi yaş grubu olursa olsun etkinlik süresince, öğrencilerin de yazar kadar konuşabilmesi çok önemli. Çocuğu ve genci ciddiye alarak, ona bu etkinlikte de ne kadar değer verdiğimizi düşünmemiz ve düşündürmemiz gerek.
kiye’nin en iyi karikatüristlerinin mimarlardan çıkması normaldir, bu başka bir şeydir. Ama bir haftalık Hindistan yolculuğu sonrasında, karşısındaki 500 insana nefes açtırmak, bir anda “yogacı” oluvermek, normal bir şey değildir. MS: Öğretmenlerin, farklı kitaplarını okutarak çocuğu ya da genci yazara yakınlaştırması, çok seçenek sunması, etkinlik öncesinde daha büyük bir ilgiyle ve merakla hazırlık yapılmasını sağlayabilir, değil mi ? YU: Okulların, “Biz bu dönem sizin şu kitabınızı okutuyoruz,” yaklaşımı da başka bir sorun. Benim kitabım ders kitabı değil ki, herkes beğensin. Farklı kitaplarımı ya da işlenen konuya yönelik, başka yazarların kitaplarını da öner ki, çocu-
ğun okumadan keyif alması için seçeneği olsun. MS: Şimdi de etkinlik için yazarın hazırlığına bakalım. Yazarın elinde nasıl bir bilgi var, buluşacağı öğrenci grubunu biliyor mu ? Öğrenciler onu ne kadar tanıyor, hangi kitaplarını okumuşlar ? Bu gibi temel bilgilerin ışığında bir önhazırlığı olmalı mı ve bu hazırlık neleri gerektirmeli ? YU: Öncelikle öğretmenin hazırlığına da bakmalı. İnternetten bulunmuş 20 yıl öncesine ait biyografimi elindeki kâğıttan okuyan, ama öğrencisine sunduğu kitabımın başındaki güncel özgeçmişimden bihaber olanlar var. Ancak yazar arkadaşlarımızın hazırlığı da önemli elbette. İmzalayacağı kitaptan öykü okuyan, kolaya kaçanlar var. Çocuk zaten okuyacak ya da okudu o metni. Her yazarın dünya görüşüne ve çocuğa bakışına göre, biçimlendireceği bir draması, uygulaması ya da çocukların merak duygusunu dürtecek bir önçalışma yapması gerek.
Öğrenci etkinliğin neresinde ? MS: Bu, aynı zamanda yazarın da buluşmaya aktif olarak katılması demek. Yazarın, çocukların karşısına çıkıp, ak-
12
yaz 2016
YU: Bu anlamda, çocukların çağdaşa olan ilgilerine saygı duymamız da lazım. Kendi yazarlık geçmişimizden ya da çocukluğumuzdan bir şeyleri zorla anlatmak, anlamalarını istemek çok kötü. MS: Son olarak, buluşmalara öğrenci açısından da bakalım. Bizler yazarlık duygumuzla, o etkinlikten nasıl çıkmasını istiyoruz çocuğun ? Onların beklentileri neler ? Aklıma gelmişken paylaşmadan edemeyeceğim... Yıllar önce büyük bir özel okulda, epeyce kalabalık bir salondaydım. Altıncı sınıflarla, “Okuyacağınız kitapları nasıl seçiyorsunuz ?” sorusunu tartışıyorduk. Söz verdiğim bir çocuk kendinden emin bir tavırla, “Yazarlara soruyorum ben, ona göre seçiyorum okuyacağım kitapları,” dedi. “Bu kadar yazar tanıdığın olması ne güzel, ailen çok özel olmalı,” diyerek konuşturmak istedim. Ama o kestirip attı: “Yok ya ne ailesi ! Okula ha babam geliyorsunuz ya, ben de sizlere soruyorum işte!” O anda kendimi çok tuhaf hissetmiştim. Altıncı sınıfa gelmiş bu öğrenci için hiçbir ilginçliği ya da özelliği olmayan, sıradan tiplerdik aslında. YU: Eskiden okullara gittiğimde, öğrencilerin enerjisinden dolayı kendimi Batman ya da He-Man ile rakip görürdüm. Ama sonraları okullara gittikçe, etkinlik öncesi öğretmenler ve idareciler, “Siz-
den önce Levent Kırca geldi, Gülben Ergen geldi,” gibi karşılaştırmalar yapmaya başladılar.
Muhteşem izler MS: Aslında çocuklar, gençler kitabınızı okumuşsa ve bu okumanın zihinlerinde yarattığı izleri bir şekilde size hissettirdilerse, bu çok özel bir an oluveriyor. Bazı etkinliklerde öğrencilere, “Ben buraya sadece sizin kafanızı karıştırmaya geldim,” diyorum. Onlara bir şeyler öğretmek benim haddim değil. Ama umut ederim ki, birkaçının bile, o güne kadar düşündüğünden farklı bir şeyler olabileceğine dair kafası karışsın, yeni sorular edinsin! Bu muhteşem olur. Yeni olandan korkmayan, kitapların edebiyat niteliğini tartabilen, edebiyat duygusu biriktirip biriktirmediğini anlayabilen, edebiyat keyfini hayatın her alanında nasıl örnekleyebileceğini önemseyerek öneriler yapan öğretmenlere ihtiyacımız var. Çocuklar ve gençlerle birlikte yürüyecek öğretmenlere, edebiyat buluşmalarından doğan uzun soluklu etkilere ve bunun yaratacağı enerjiye çok ihtiyacımız var. Elbette yazarlar olarak bizim de! YU: Yazarlar ve öğretmenler olarak, bugünün çocuklarının nasıl bir eksiklik içinde büyüdüklerini tespit etmeli, ona göre üretmeli ve çalışmalıyız. :
yaz 2016
13
Yıllık yayıncılık konferansı Zeynep Cemali Edebiyat Günü altıncı yılında!
2016
Edebiyat yayıncılığı 8 Ekim’de Kadir Has Üniversitesi’nde buluşuyor. Gelenekselleşen yıllık yayıncılık konferansının katılımcıları arasında, edebiyatımızın önde gelen isimleri, yayıncılar, editörler, çevirmenler, illüstratörler, tasarımcılar, akademisyenlerin yanı sıra resmi ve sivil toplum kuruluşları, kütüphaneler, eğitim kurumları ve medyadan yetkililer bulunuyor. Konferans, edebiyata ve kitaba emek veren tüm yaratıcılar ve profesyonellerle, kitapları toplumla buluşturma sorumluluğu olanları bir araya getiriyor.
#edebiyatta20yıl #zceg6
.
2016 Ödül Töreni
KAYIT FORMU’na sitemizden ulaşabilirsiniz.
Katk›lar›yla
Ödül sponsoru
Önceki konferansların tüm içeriğine Keçi e-dergisinden ücretsiz ulaşabilirsiniz.
Destekçi kuruluşlar
Konaklama sponsoru
gunisigikitapligi.com
Ulaşım sponsoru
keciedebiyat.com
Kırtasiye sponsoru
Basılı işler sponsorları
KONUK
“Arkadaşım olabilecek karakterleri okudum !” Sevin Okyay Yazar, çevirmen, radyo programcısı ve eleştirmen Sevin Okyay’la, çocukluk ve gençlik yıllarında edebiyatla tanışmasını, edebiyatın biçimsel ve tematik türleriyle yaptığı okuma yolculuğunu konuştuk.
Söyleşi: Halil Türkden
Halil Türkden: Eleştirmen, yazar ve çevirmen kimliğinle değil; okur olarak edebiyat duygun, motivasyonunla başlamak istiyorum. Edebiyatta “ben”e, Sevin Okyay’a dair ne buldun ? Sevin Okyay: Her birini çok severek çeşitli işler yaptıktan sonra anladım ki, en son vazgeçeceğim şey edebiyat. Esas olan edebiyat. Kitap okumak benim hayatıma çok erken girdi. Daha okula gitmeden annem bana kitap okuyordu akşamları yattığımda. Edebiyat hayatım onunla başladı. Pollyana, Tom Sawyer’in Maceraları, Oliver Twist, Küçük Kadınlar ... Çok güzel kitaplar okurdu bana. Akşamın bir parçasıydı bu okumalar. Annemin çok iyi bir okur olması beni çok etkiledi. Önce anne ve babamın okuduğu kitapları okudum. Yani biraz ters gitti okumadaki gelişmem. Çünkü ben daha yedi yaşında bile
değilken, annem bana 12-13 yaşın kitaplarını okuyordu. Sonra ben evdeki kitapları da okumaya başladım. O yaşlarda Ernest Hemingway, John Steinbeck, Panait Istrati ve Varlık Yayınları’ndan çıkan diğer kitapları çok severdim. Daha doğrusu annemin sevdiği, okuduğu kitaplardı bunlar.
Okumalarda tersten gidiş HT : Her şeyi okuyan biri miydin, seçimlerin ne yönde ve nasıl gelişti ? SO: İsimleri dikkatimi çekerdi hep. Örneğin, Hemingway’in Güneş de Doğar çok güzeldi. “De”nin ayrı yazılması gerektiğini çok küçükken, bu vesileyle öğrenmişimdir. Erskine Caldwell’in Tütün Yolu da beni ismiyle cezbetmişti. Sonraları, bir kitabını okuyup sevdiğim yazarların külliyatını takip ettim. Aslında, ne olduğunu doğallıkla merak ederek okuduğum ilk kitap, Panait Istrati’nin Kodin adlı romanıydı. 14-15 yaş-
larına geldiğimde de masal okumaya başlamışım. Çünkü küçükken annemin kitaplarını okumaktan masalları atlamışım. O sırada Doğan Kardeş’ten çıkan Eflatun Cem Güney’in Nartanesi ve Karayılan kitaplarını çok sevmiştim. Cem Güney çok iyi bir derlemeci ve masal bilginiydi. Sonrasında Andersen kitapları geldi ve bu tersten gidiş, lise yıllarında klasiklere başlayıncaya dek devam etti. HT : Başlangıçta her şey gaz ve toz bulutuydu, ya sonra ? Farklı türler, farklı karakterler nasıl girdi hayatına ? SO: O bulutlar hep benim kafamda olduğu için, hiçbir şey fark etmedi aslında. Hâlâ da duruyorlar. Her an arkadaşım olabilecek karakterleri okuduğum için farklı türleri okumada ve benimsemede hiç zorluk çekmedim. Arkadaşımdılar zaten. Küçük Kadınlar ’daki Jo arkadaşımdı mesela.
yadı) hocamız. İlk derste bizden neler beklediğini anlattığı sırada, sınıfa arkamızı dönüp, ellerimizi arkamızda kavuşturmamızı ve bir alabalığın nehirden yukarı nasıl gittiğini anlatmamızı istemişti. HT : Peki ya çocuklar, gençler için nasıl bir etkisi olabiliyor bu türlerin ? SO: Bizim evde polisiye çok okunurdu. Akba Yayınevi vardı o zamanlar, çok iyi kitaplar yayımlıyordu. Onların kitaplarını okurdum. Duygusal gerilim dolu Wilkie Collins’in Beyazlı Kadın’ı, Agatha Christie romanlarını, Louis Charles Royer’in İnsan Harası kitabını çok sevmiştim. Denemeler yapmayı, yeni ve bilmediğim türde kitaplar almayı seviyordum.
Yasaklı olanı merak etmek HT : Edebiyatta çeşitli türlerin okunması, yayımlanması, çevrilmesi gibi konulara bakışın nedir ? Farklı türler sende nasıl patlamalara yol açtı ? SO: Çeşitli türler okumak oldukça önemli. Hayal gücünü beslediği kadar gerçekleri gösteriyor insana. Bunlar insanın kendinde sakladığı gerçekler. Farklı durum ve olaylarda vereceği en uç ve en sığ da olabilen, en gerçek tepkileri gösteriyorlar. Sadece fantastik edebiyatın değil, bütün türlerin bunu başarabildiğini düşünüyorum. Özellikle tiyatro türü, beni önce okumaya sonra izlemeye yöneltti. Çok iyi bir tiyatro izleyicisi oldum zamanla. Okulda seçmeli derslerimizden biri Drama’ydı. Oya Başar’dı (o zamanlar Kaynar’dı so-
Babam, “Bunlar sana göre değil,” gibisinden şeyler dese de, ben devam ettim. Yasaklı kitaplar da öyleydi. Bir şeyin ya-
yaz 2016
17
sak olması, onu merak etmek ve okumak için tek başına yeterli değil mi zaten ?
“Polisiye olması için cinayet olması gerekmiyor.” HT : Bunların birçoğuna “sakıncalı” etiketi yapıştırıldı çoktan. Nesi sakıncalı ? SO: Öncelikle polisiye olması için, şiddet ya da cinayet olması gerekmiyor. Polisiye ya da fantastik eserler, önyargıyla yıkanıp kenara atılamazlar. Patricia Highsmith ve Agatha Christie, içinde cinayet olmayan romanlar da yazmışlardır.
sa iyidir ve rahatlıkla okunur. Ruth Rendell ve Patricia Highsmith iyi yazarlardır örneğin, onlar ne yazarsa okurum. Sakıncalı olan bir şey varsa, o da kötü yazılmış kitaptır, kötü edebiyattır. Son yıllarda edebiyat kitaplarında çokça görülen bir sıkıntı bu, çok kitap yazıldığından belki de.
Huban Korman
HT : Son olarak, okullara gelmek istiyorum. Ben bir öğretmen olsam, bu türleri çocuklara ve gençlere okutmam konusunda beni nasıl ikna edersin ?
20. yıla özel tasarım “Çizgili Defter” ! Günışığı Kitaplığı, edebiyat yayıncılığındaki 20.
SO: Gözlemlediğim kadarıyla okullarda en çok karşı gelinen türler fantastik, bi-
yılını, hazırladığı özel tasarım Çizgili Defter ile kutluyor. Yayınevinin bugüne dek yayımladığı kitaplarından derlenen 100’den fazla alıntı ve desenle bezeli 224 sayfalık defter, özgün bir albüm özelliği taşıyor. Edebiyatımıza çağdaş bir yorum kazandıran metinleri ve desenleri, her yaştan insanın edebiyatla karşılaşmasındaki sihirli etkiyi ve bu etkinin toplumsal barışa, huzura yansımasını önemseyerek yayımlayan Günışığı Kitaplığı’ndan armağan niteliğinde bir defter. Kapak: Behiç Ak
Fantastik, çizgi roman, bilimkurgu ve polisiye türlerindeki eserler iyi yazılmışlar-
“
Çocukluğuma ait anımsadığım bütün mutlu anılarımın tabiata ilişkin olması bir rastlantı olamaz.” 15: Yaramaz Bu Kitap (derleme)
Behiç A
Peki, yetişkinler memnun mu kendilerinden ? Alice Harikalar Diyarında’yı okuyup da yoldan çıkan çocuk gördünüz mü ? Keşke yetişkinler okusa şimdi bu kitapları. :
Sedat Girgin
facebook.com/gk.gunisigikitapligi
twitter.com/_Gunisigi
Profilo Plaza, Cemal Sahir Sok. 26/28 B3 Mecidiyeköy 34387 ‹stanbul
yaz 2016
b Hu
Murathan Mungan
info@gunisigikitapligi.com
18
Ko rm an
limkurgu ve çizgi roman eserler. Bugünün kararvericileri, çocuğun da, gencin de, hatta öğretmenin de hayal gücünü zenginleştirecek her şeye karşı. Daha doğrusu, çocukların doğal yolla büyümelerini istemiyorlar.
an
Ayrıca, bugünkü şiddet algısı o zamanlar yoktu. Bugün de çocukların ve gençlerin dünyasındaki şiddet algısının yetişkinlerden daha farklı olduğunu düşünüyorum. Üstelik, benim gibi pek çok çocuk da korkmayı sever, gerilimli kurguları sever, keyif alır. Çocukların ve gençlerin okumaktan keyif alması kadar değerli bir şey var mıdır ?
Çizgili | 224 sayfa | 130 x 210 mm | Renkli resimli
T 0212 212 99 73
instagram.com/gunisigi_kitapligi F 0212 217 91 74
k
EES.9
6 art 201
biya
de Ede
im 9. Eğit
eri, M t Semin
Dil içinde renkli gezintiler Yusuf Çotuksöken Türkiye’nin sevilen dilbilimcilerinden, araştırmacı, yazar ve öğretim görevlisi Yusuf Çotuksöken, Türkçe’nin bugünkü durumuna, kullanımına, geçirdiği değişime yönelik derlediği ilginç örnekleri ve uzun yıllardan süzdüğü deneyimlerini eğitimcilerle paylaşıyor.
sal işlevinin içindeyse şiir, roman, öykü, deneme gibi türlerin hepsi yer alır. Dahası düşsel bir işlevi de vardır dilin. Ben şiiri ancak dilimle ve düşleyerek kurabilirim. Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Memleket İsterim” şiirinde olduğu gibi: Memleket isterim / Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; / Kuşların çiçeklerin diyarı olsun...
mak adına, siyasetçilerin ve radyo-televizyon sunucularının da özel amaçlarla, özel diller, argo ve alan argosu kullandığını görüyoruz. Üstelik bu kullanımlar sırasında, şey yani, hadi ya, yapma be, oha, süper bir olay, bittim yaa, yok be, vallaa mı gibi birçok garip söz de dilimize yapışıveriyor.
Dilin betimsel işlevine de pek çok örnek verilebilir: Kaynana, çaydanlık gibidir, foku fokur kaynar. / Gelin, demlik gibidir, sinsi sinsi demlenir. / Damat, bardak gibidir, bir gelin doldurur, bir kaynana. / Görümce, çay kaşığı gibidir, arada bir gelir ortalığı karıştırır. / Çocuk, şeker gibidir, ortalığı tatlandırır. Dilin tanıtım işlevi de gündelik hayatta sıkça rastladığımız örneklerde kullanılır.
1932’den 1983’e kadar 107 terim kılavuzu hazırlandı ve 100 binin üzerinde yeni terim üretildi. Bu arada, sadece Batı, Arap ve Ortadoğu dillerinden gelen sözcüklerle 25 bin dolayında yeni sözcük uydurduk. Bunların yanı sıra, dil devrimine tepkili olanların bizi kötülemek için türettikleri ittirgeçli götürgeç (bisiklet), gök konutsal avrat (hostes), yemeksel otlangaç (lokanta), ulusal düttürü (milli marş), öz itişimli götürgen (otomobil), tavuksal fırlatgaç (yumurta) gibi sözcükler de bulunuyor.
Türkçe ve kullanımları Dilin birçok değişik tanımlaması yapılabilir. Dil açısından, anlamlı ses dizgesi; kişi açısından, kendimizi bildiğimiz, bulduğumuz, yakaladığımız alan; düşünce açısından da, düşüncenin üretildiği, kavramlarla yenilerinin yaratıldığı, edebiyatın, sanatın ve diğer bilim dallarının oluşturulduğu bir araç diyoruz. İletişim açısından, tam anlamıyla bir araç olarak kullanıyoruz. Kültür açısındansa, yaratıcı, yaşatıcı, aktarıcı, olgunlaştırıcı diye tanımlayabiliriz dili. Dil, bireyleri topluluk, toplulukları da ulus haline getiren bir dizgi olarak tanımlanır. Bununla da yetinmiyoruz; bilim dili, kültür dili, uygarlık dili, doğal dil, özel dil, yapay dil, ölü dil, canlı dil, konuşulan dil, beden dili ve benzeri gibi, pek çok katmanları olan dil tanımları yapıyoruz. Sanat bağlamında, sinemanın, resmin ya da heykelin başka başka dilleri olduğunu ve her birinin kendi ana gereçleriyle dilin yaratıcısı ve yaşatıcısı olduğunu görebiliriz.
20
yaz 2016
Dili kullanmadığımız yer yok gibidir. Sabah uyanır uyanmaz söylediğimiz “günaydın” sözcüğünden gece yatarken söylediğimiz “iyi geceler” sözcüğüne kadar, başkalarıyla iletişimden mesleğimize ya da sadece hayaller kurmaya kadar pek çok alanda dili değişik şekillerde kullanıyoruz. İnsan için dil, yaşamın hemen her ânında çok amaçlı, çok işlevlidir. Şöyle bir düşünün, bir günde kaç saat konuşuyor, dinliyor, okuyor, yazıyoruz ? Bu sayı, kişiye, çevreye, koşullara ve pek çok şeye göre değişebilir. Kesin bir gerçek var ki, iş, aile, arkadaş çevresinde günün önemli bir bölümünü (4 -10 saat arası) dilimizi sözlü ya da yazılı kullanarak geçiriyoruz.
Dille düşlemek Dilin çeşitli işlevleri var. İletişim işlevi, anlatım işlevi, uyarı işlevi, buyurma işlevi, rica etme işlevi, çağrı işlevi... Dilin yazın-
Türkçe’nin yaşının birkaç bin yılı bulduğunu ve bugün, dünyada 200 milyonun üzerinde insanın konuştuğunu, bu anlamda konuşulan dünya dilleri arasında beşinci sırada olduğunu söyleyebiliriz. Bu diller içinde, Türk dilinin sözvarlığı 10 milyon sözcüğü geçmiştir. Türkçe’yi yoksul dil olarak görenlere bu sayı iyi bir yanıt olmalıdır. Bunun yanı sıra, Türkiye Türkçesi’nin de bin yıllık ömründe 1 milyon sözcüğü geçtiği biliniyor. Dilimize yabancı dillerin ne oranda karıştığına bakıldığında; Osmanlı Dönemi’nde %6570, Fuzûlî ’nin dilinde %72-74, Yunus Emre’nin dilinde bile %52 oranında yabancı sözcük olduğu görülebilir. Peki, nasıl kullanıyoruz dilimizi ? Çok çeşitli yazın insanlarının, edebiyat sanatçılarının dili, üst dil olarak kullandıklarını, bilim insanlarının bilimsel amaçla, halkımızın gündelik gereksinimlerini karşıla-
Tüm bunlar olup biterken, öğretmenlerimiz dilimizi, kültürümüzü gençlere aktarmaya çalışıyor ki, bu çaba çok ama çok önemli. Aynı süreçte, erkekler ve kadınların birbirlerine kızgınlıklarını ifade etmek için kullandığı eksik etek, kadın erkeğin elinin kiridir, pısırık, iskele babası gibi sözler de türetildi. Beddualar, hayır duaları, arabalara ve duvarlara yazılan, hatta tuvalet kapılarına yazılan yazılar da...
Dilin baharatı Argo kötü müdür hakikaten ? Doğan Hızlan ağbimizin dediği gibi, “Argo, dilin baharatıdır.” Eğer argo olmasaydı, yaşamın tadı tuzu da olmazdı. Yemeğinize tuz koymadığınızda, eşinize dostunuza ikram edebilir misiniz? Çocuk ve gençlik edebiyatında argo kullanılmalı mı? Ahlakçı yazarlarımız ve edebiyat araştırmacılarımız, argonun kullanıl-
yaz 2016
21
masının yanlış olduğunu, çocukların entelektüel algılarını bozduğunu söylüyor. Oğlum bir gün bahçede arkadaşlarıyla oynarken bir küfür sarf etti ki, ben söyleyemem ! Koştum, ağzını kapattım; elime vurdu. “Sen bana hiç küfür öğretmedin, ama ben sokakta hepsini öğrendim,” dedi. Sokakta bunları zaten öğreniyorlarsa, bari bizlerden iyiyi, düzgününü öğrensinler. Çüşş! demecek miyiz yani ? Yok deve, gazoz ağacı, gırgır, abayı yakmak, geri zekâlı demecek miyiz ? Bir yöre ağzını anlatırken; nörüyon? ya da nap’cen ? demeyecek miyiz ? Tabii, bunların hepsi ölçüsünde kullanılmalı. Dozunu ve ölçüsünü ayarlamak, yazar ve yayıncılarımızın ahlaki tutum ve tavırdan vazgeçmelerini de sağlayabilir.
Ya nefret söylemi? Dildeki en büyük sorunlarımızdan biri de, nefret söylemi. Bir kişi ya da grubu, ırkı, cinsiyeti, yaşı, etnisitesi, milliyeti, dini, cinsel yönelimi, cinsel kimliği, engelliliği, ahlaki ya da politik görüşleri, sosyo ekonomik durumu, mesleği ya da görünüşü nedeniyle, küçük düşürme, yıldırma ya da aşağılamaya yönelik kullanılan, düzeysiz dil ve söyleme, nefret söylemi adını veriyoruz. “Gâvurun dölü”nden “Affedersiniz Ermeni”ye, “Yine çingeneleşiyorsun”dan “gey öğretmen” ya da “lezbiyen şarkıcı”ya, “Bir kızın gecenin üçünde sokakta ne işi var”dan “Kızımı bir Sünni’ye asla vermem”e kadar uzayıp giden bir liste var önümüzde. Yaşayan dilimizde çocuklarımıza; Olgun Portakal, Bilgi Sayar, Asuman Erkek, Efsane Çilek, Reşide Tezek gibi adlar, soyadlar taktık. Çevirilerdeyse gülümseten yanlışlar yaptık. “Beyaz ev”e white house dedik; “Akdeniz”e white sea, “dil
22
yaz 2016
peyniri”ne cheese language, “çay ocağı”na tea january, “içliköfte”ye sensitive meatball dedik. Yemekler için de adlar uydurduk: Analıkızlı ya da sakalaçarpan çorbası, göbek dolması, kulak çorbası, gelinparmağı, tavşan üflemesi...
Türkçe’nin sorunları Türkçe’nin karşı karşıya olduğu sorunlar deyince, yabancı sözcükler, Türkçe eğitimindeki sorunlar, doğru ve temiz Türkçe kullanımına ilişkin problemler akla geliyor. 1980-2015 yılları arasında dilimize ortalama 3000’e yakın yabancı sözcük girmiş. Bunlardan 2000 kadarının karşılığını kendi dilimizde bulmuşuz. Buna, özellikle kurum adlarında sıklıkla rastladık. İşyeri tabelalarında kirlenme olduğu çokça söylenir, ama ben onların dilin sözvarlığına girmediğini düşünüyorum. Dil kirliliği yaratıyor, ancak günlük dil birebir etkilenmiyor. Çet Türkçesi diye bir kullanım yarattık ve slm, nbr, deil, gelio gibi kısaltmalar kullandık. Çocuklarımıza çok da kızmamalı; onlar kendilerine göre, özgür bir dil yaratıyorlar. Yalnızca, yetişkinlerle konuşurken, yazarken ve sınavlarda kullanılmaması yönünde uyarırsak, sorun yaşayacağımızı sanmıyorum. Sorunlar kadar, çözümleri de düşünmeliyiz. Aydın insanın her şeyden önce yapması gereken, Türkçe’yi doğru kullanmaktır. Dilbilimsel olarak, dilin kendine özgü kuralları, ilkeleri ve esnemelerini göz önünde bulunduran bir doğru kullanımdan söz ediyorum. İkincisi; Türkçesi varken yabancı sözcüklere yer vermemek, yani dili temiz kullanmak da bir başka çözüm. Bunların ötesinde, kendimizi geliştirmek, bol bol tiyatroya gitmek, okumak, klasik ve iyi filmler izlemek, entelektüel çevrelerdeki etkinlikleri takip etmek de önemli. :
EES.9
6 art 201
biya
de Ede
im 9. Eğit
eri, M t Semin
Edebiyat, bizim sığınağımız ! Aslı Der Fantastik kitaplarıyla çocuk edebiyatımıza güçlü bir soluk kazandıran, verimini gençlik edebiyatında da başarıyla sürdüren çok ödüllü yazar Aslı Der, çağdaş edebiyatın ve barış felsefesinin çocukluk ve ilkgençlikte sağlayacağı kazanımları, yazarlık deneyiminden süzerek paylaşıyor.
Kalabalık bir aileyle, kedisi hiç eksik olmayan ve çok da büyük olmayan bir evde büyüdüm. Neyse ki, insanın mekân algısı, kendi boyutuyla ters orantılı işliyor; küçükken evimizi çok büyük görürdüm. Evin uzun bir koridoru, koridorun sonunda da mutfak vardı. Hava karardığında o karanlık koridoru aşıp mutfağa ulaşmaya korkardım. Aklımda çılgınca bir soru vardı: Ben görmediğim zaman eşyalara ne oluyor ? Karanlıkta eşyalar oldukları yerde, oldukları gibi duruyorlar mı, yoksa başka bir yere mi gidiyorlar ? Mutfağa girip ışığı açtığımda neyle karşılaşacağım ? Küçükken beni tedirgin eden soru, felsefe okuduğum Boğaziçi Üniversitesi’nde ilk yılda, ilk derste karşıma çıktı. Öğretmenimiz, “Bakmadığınız sırada ağaçlar hâlâ orada mı, ne dersiniz ?” diye sordu. O ders, benim unutulmazlarımdan oldu. Anladım ki, felsefe çocukken sorduğumuz o çılgınca sorularla başlıyor.
24
yaz 2016
Evin her yanı kitap raflarıyla çevriliydi. Anne ve babamın kitaplarının yanına bir de okuma sevdalısı ablamın kitapları ekleniyordu. İstiyordum ki, benim kitaplarım da onlarınkinin yanına dizilsin. Anneme ve ablama şirinlik yaparak, onları sıkıştırarak, okuma yazmayı 1. sınıfa başlamadan öğrendim. Evde çok mutluydum, çünkü kimi bulursam deli gibi okuyordum. Ezop Masalları, La Fontaine, Gülten Dayıoğlu, Ömer Seyfettin, Astrid Lindgren, Kemalettin Tuğcu...
Boyalı Kuş ’un peşinde... 1980’li yıllardı. Annemle babamın evin içinde fısıldayarak memleket meselelerini konuştukları, tuhaf, hüzünlü, tedirgin zamanlar. Yanımızda memleket meseleleri temkinli konuşulsa da, İran-Irak Savaşı’nı konuşurken o derece rahattılar. Benim için İran ve Irak, Binbir Gece Masalları ’nın, Şehrazad’ın, uçan halıların, sihirli ve büyülü şeylerin olduğu, gerçekten
çok uzak bir yerdi. Orada bana benzeyen, benim gibi çocukların yaşadığını düşünmüyordum. Ta ki 3. sınıfta okuduğum bir kitaba kadar... Evdeki raflarda gözüm sürekli üç kitaba takılıyordu. Birincisi, Henri Charriere’in Kelebek adlı romanı. İkincisi Alfred Adler’in Kişilik Bozuklukları ve Toplumsal Bütünleşme ’siydi. Diğeri de, 3. sınıfa geldiğimde okumaya karar verdiğim, yaşıma hiç uygun olmayan Jerzy Kosinski’nin Boyalı Kuş ’uydu. Kosinski ve Boyalı Kuş, yarattığı kocaman fırtınayla küçük dünyamı alt üst etti. Elimden bırakamadım. Bittiğindeyse, savaş ve barış kavramları benim için bambaşka şeyler ifade eder olmuştu. Barışın, peşinde koşulması, elde edilmesi ve korunması gereken bir şey olduğunu ta içimde hissetmiştim. İran’ı, Irak’ı düşündüm; oradaki insanların masal kahramanları olmadığını, bizim gibi mutlu birer hayatları olduğunu ve bunun savaşla yıkıldığını ilk o zaman hissettim. Kosinski’nin kahramanının çocuk olması kadar dili de beni sarsmıştı, çok gerçekçiydi. Savaşın tüm sertliğini, yok ediciliğini ve haksızlığını anlatıyordu o dil. Boyalı Kuş, beni başka bir insan yaptı. Aklım karıştı, duygularım da...
Dayanağımız edebiyat Edebiyatın, dokunduğu her okuyucusunu şekillendirdiğine ve bunu da daha iyi bir insan yaratma yolunda yaptığına inanıyorum. Kitaplar ve edebiyat, zaman içinde kendi biricikliğimi öğretti bana. Dünyanın neresinde, hangi zorluklar içinde boğuşursak boğuşalım ya da hangi keyiflerin içinde kaybolursak kaybolalım, hangi inanca sığınır, hangi dili konuşursak konuşalım, özünde hepimiz insan olarak biriz.
5. sınıfta herkes test kitaplarıyla sınavlara hazırlanırken, ben Aziz Nesin kitapları okuyarak hazırlanıyordum. Ah Biz Eşekler kitabındaki “Mutlu Kedi” öyküsü hayatımı şekillendiren okumalardandı. Nesin’in 27 Mayıs öncesindeki sıkıyönetim günlerinde yazdığı öykü şöyle: Bir sergideki sanatçı, gece gördüğü rüyayı anlatıyor. Rüyasında, duydukları sesin komutuna uyarak, kendi çizdikleri daireler içinde hapis kalan ve o hayali daireden kurtulamayan insanlar vardı. Biri önayak olsa rahatlıkla çıkabilecekler, atacaklar kendilerini daireden. Ama yok. Bir kedi geliyor, o hayali daireler arasında özgürce dolaşmaya başlıyor. Herkes o kediye özeniyor. Öykünün sonunda şöyle diyor Aziz Nesin: “İnsanlar, insanca davranışı beceremezlerse kedilerin mutluluğuna bile özenirler.”
Savaşa tepkisiz kalmak Felsefe eğitimli bir çocuk kitapları yazarı olarak söyleyebilirim ki, edebiyat, bizim gibi yeni nesli felsefeden uzak tutan toplumlarda, çok daha büyük bir öneme sahip. Koşulsuz şartsız kabullenmek ve biat etmek üzerine kurulmuş bir hayatı sürdürmek yerine, sorgulamanın, düşünmenin, nezaketle tartışarak yaşamanın kapılarını küçük yaşta aralamamızı ve bu görüşle büyümemizi sağlayan tek dayanağımız edebiyat. 90’lı yıllarda Körfez Savaşı’na ilk kez televizyonlardan tanık olduk. Savaşın gerçekliğiyle ilgili algıları değiştiren, insanların savaşı kurmaca bir film izler gibi izlemesine neden olan bu durum, hayatımda ilk defa şahit olduğum dehşet verici bir durumdu. Kosinski’nin sarsıcı kelimelerine görüntüler de eklenmişti. Bugün yamacımıza düşmeyen bombalara, kendi mahallemizi tehdit etmeyen
yaz 2016
25
kuşatmalara, haksızca uygulanan adalete ses etmiyorsak, bunda televizyonlarda izlettirilen savaşlar kadar, okumadığımız kitapların ve uzağımızda tutulan edebiyatın ve sanatın eksikliğinin de etkisi var. Belki de Körfez Savaşı’nı izleyen insanlar, Yaşar Kemal, Nâzım Hikmet, Yusuf Atılgan, Sabahattin Ali okuyarak büyüselerdi, bugün bu kadar tepkisiz durmayı seçmezlerdi. Barışı elde tutmak ve sürdürmek için savaşa karşı dururlardı. Dili edebiyatla gelişen, ruhu edebiyat ve sanatla şenlenen, hayatı bunlar üzerine yeşerten insanlar, savaşın herhangi bir şekline tepkisiz kalamaz. Edebiyatla buluşan her bireyin, savaşın yıkıcı, yok edici gücüne karşın, barışın uzlaşmacı diline sığındığına inanıyorum.
Barış odalarımızı inşa etmek... Felsefe eğitimim, mutlak doğru ve mutlak yanlış diye bir şey olmadığını öğretti bana. Hayata böyle bakmak, beni çok daha anlayışlı ve nazik kıldı. Has edebiyat metinleri ise, daha felsefe eğitimine başlamadan bana sorgulamanın, önyargısız yaşamanın, karşımdakini ötekileştirmeden anlamanın önemini çok önce kavratmışlardı. Öğretmenlerim de çok önemli kapılar açtılar. Nurullah Ataç’la, Ece Ayhan’la, Turgut Uyar’la, Cemal Süreya’yla, Edip Cansever’le, Murathan Mungan’la, Osman Şahin’le ve daha nice yazarla onlar sayesinde tanıştım. Lise yıllarında beni Camus ve Kafka’yla buluşturan öğretmenim olmasaydı, ergenliğin o tuhaf ruh hali içinde, bir sabah başka biri olarak
26
yaz 2016
uyanmaktan korkmamayı beceremezdim. Liseden önce Aziz Nesin’in bana verdiği destek gibi, bu yazarlar da üniversite sınavına hazırlanırken ciddi birer psikolojik destek oldular. Edebiyat, çocukluğumun o kafa karıştıran sorularını çözmeye çalışırken, ergenlik yıllarımda da bana neler oluyor diye düşünürken sunduğu benzersiz destekle hayatımı şekillendirdi. Janne Teller’in Ağaçtaki (ON8) adlı romanından da bu nedenle çok etkilendim. Arkadaşlarının hiçlik söylemini kabullenemeyen, anlamı bulma peşine düşen ve sınırları zorlayan bir grup çocuğun hikâyesini lise yıllarımda okumayı, tartışmayı çok isterdim. Salt Edebiyat ve Türkçe derslerinde değil, edebiyatın karıştığı her dersteydim. 6. sınıftaki müzik öğretmenimiz bize “Aldırma Gönül” şarkısını çaldığında, Sabahattin Ali’yi anlattı. Sayesinde daha o zamanlar Sabahattin Ali’yle tanıştım ve edebiyatla, yazarlarla buluşmak için, dersin illa ki edebiyat olması gerekmediğini gördüm. Çünkü, edebiyata sadece sınavdan geçmek için ihtiyaç duymayız, duymamalıyız da. Hayatın anlamı kafamızı kurcalamaya başlamışken, yaşadığımız dünyanın renklerini bize sunan, varlığımızı sorgulamak için sayısız yol gösteren edebiyat, bizim sığınağımızdır. İçine daldığımız metinlerde fark etmeden kendimizi bulduğumuz, kendi yolumuzu adım adım çizdiğimiz, insanın türlü hali içinde kendimizle yüzleşip hesaplaştığımız, kendi barış odalarımızı inşa ettiğimiz, gerçek bir sığınaktır edebiyat. Edebiyat aracılığıyla kendisiyle yüzleşen insanın, savaşa, yokluğa, açlığa, eşitsizliğe, adaletsizliğe taraf olması mümkün mü ? İçindeki korku ve kaygılarla yüzleşen okur, tüm bunların baskı unsuru olmasına ve bir korku imparatorluğu kurulmasına izin verir mi ? :
4 Mart 2017
10. Eğitimde Edebiyat Semineri, 4 Mart 2017’de, FMV Işık Ortaokulu’nda !
KONUK
Çocuk ve gençlik edebiyatı dünyası İstanbul’da buluşuyor ! Prof. Dr. Gülçin Alpöge Ülkemizde okulöncesi eğitimindeki çalışmalarıyla ve resimli öykü kitaplarıyla tanınan akademisyen Gülçin Alpöge, yönetim kurulu üyeliği de yaptığı IBBY’nin 2018’de Türkiye’nin ev sahipliğinde düzenlenecek dünya kongresini anlattı.
1993’te kurulan Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği (ÇGYD), 25. yılını kutlayacağı 2018’de, ulusal temsilcisi olduğumuz IBBY’nin iki yılda bir düzenlediği kongresine 1- 4 Eylül tarihlerinde ev sahipliği yapacak. “Çocuk Kitapları ve Masallarıyla Doğu Batı’yla Buluşuyor” temasının işleneceği kongre için bugünlerde konu başlıklarını belirleyecek ve web sitesin-
da hiç kitap olmadığını saptayınca çocuk kitapları üretilmesine öncülük etmeye, çocuklar ve gençler için kütüphane kurmaya soyundu. Başka ülkelerden kitap isteyerek işe başlayan Lepman, Münih’te bir çocuk kütüphanesi kurmayı başardı. Bugün, Türkiye dahil, bütün dünyadan zengin bir çocuk kitapları arşivine sahip bu kurumun, aynı zamanda çocukların kullanabileceği bir okuma odası da var.
den duyurmaya başlayacağız.
Nitelikli kitaplarla buluşmak
Münih Uluslararası Gençlik Kütüphanesi
Açılımı, International Board on Books for Young People (Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu) olan IBBY, 1953 yılında İsviçre’de kuruldu. Jella Lepman adlı bir
Kütüphanenin ardından, çocuk edebiyatı konusunda bir dernek oluşturma fikri doğdu ve bunun için de merkez olarak yine İsviçre seçildi. Artık dünya çocuk edebiyatının arkasında bir “kurul” vardı. Daha sonra sıra ödül düşüncesine geldi. Yetişkin edebiyatı için Nobel Ödülü vardı. Neden çocuk yazarları için de bir ödül olmasındı ? İşte, çocuk yazınının Nobel’i olarak bilinen ve günümüzde de verilmeye devam edilen Hans Christian Andersen Ödülü böyle doğdu.
kitapsever, 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya’da çocuklar için ders kitabı dışın-
28
yaz 2016
Bugün IBBY, kâr amacı gütmeyen ve
77 ülkede temsilci dernekleri bulunan bir sivil toplum kuruluşudur. Bu ulusal derneklerin de çabalarıyla, nitelikli kitaplarla çocukları bir araya getirmeyi amaçlayan IBBY, her çocuğun okuryazar olma hakkını savunuyor. IBBY ayrıca, çocuk kitapları yoluyla ülkelerarası anlayış ve uzlaşma sağlanabileceğine inanıyor. Çünkü bu kitaplar çocuklara, başka ülkeler ve onların değerleri, kültürleri hakkında bilgiler de veriyor. Böylece ülkelerarası iyi niyet, barış ve hoşgörünün oluşmasına yardımcı oluyor. IBBY’nin kurduğu Yamada Fonu’nun amacı da nitelikli kitapların yayımlanması ve dağıtılmasını özendirmektir. Okuma alışkanlığının yaygınlaşması için IBBY Asahi Ödülü oluşturulur. Bunların yanı sıra kriz ortamında büyüyen çocuklar için bir yardım projesi başlatılırken, engelli çocuklar için de özel bir dokümantasyon merkezi kurulur.
2018’in önemi 2018 IBBY Kongresi, kuruluşun Türkiye temsilcisi ÇGYD’nin sorumluluğunda, 77 ülkeden 500 kişinin katılımıyla İstanbul’da düzenlenecek. Kongre, IBBY’nin tüm ulusal temsilcilerini bir araya getirip, onlarla fikir alışverişinde bulunma olanağı sunduğu için Türkiye çocuk yazını için elbette çok önemlidir. Bu alana gönül vermiş, kafa yormuş ustaları tanıma olanağı sağlayacak. Özellikle ülkemizde okuma alışkanlığını geliştirme çabası içindeki bizler için, kongrenin bu anlamda da çok yardımı olacaktır. Kongrenin, birçok disiplini kapsayan, okumayı işlevsel kılan, düşünme becerilerini geliştiren yaratıcı okuma uygulamalarının gelişmesine katkısı olacağı kuşkusuz. Öte yandan, çocuk yazınında nitelikli kitapların öneminin ön plana çıkmasına ve yaygınlaşmasına vesile ola-
cağı da açık. Dünya çocuk yazını içindeki yerimizi belirlemeye de, dünyaya biraz daha açılmamıza da yararı olacaktır bu buluşmanın. Düzenlenmesinden ÇGYD sorumlu olmakla birlikte, bu kongre Türkiye adına yapılmaktadır. Söz konusu olan, çocuklarla ilgili çalışmalar yapan herkesi, her kesimi ilgilendiren bir buluşmadır. Derneğimiz ÇGYD’nin ve IBBY’nin yelpazesi bu bağlamda oldukça geniş. Çocuk ve gençlik edebiyatına emek veren yazar ve çizerlerin yanı sıra kütüphaneciler, akademisyenler, öğretmenler, yayıncılar, editörler, çocuk tiyatrosu ile ilgilenenler, televizyon ve radyo çocuk programı yapımcıları gibi çeşitli mesleklerden kişilerin bir araya geleceği bir organizasyon olacak. Toplantıda sunulan çalışmalardan edinilecek bilgiler kadar pratik bilgiler de katılımcılar için önem taşıyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerden okuma kültürünü zenginleştirebilecek son derece yaratıcı fikirler çıkıyor. Geçtiğimiz aylarda yazarlarımızın ve yayınevlerinin yardımıyla kongreye gelecek konuşmacıları belirledik ve davetlerimizi yolladık. Şimdiden kabul edenler arasında; Roger Mello, Jack Zipes, Kathy Short, Anastasia Arkhipova gibi dünyaca ünlü isimlerin yanı sıra, ülkemizden de değerli pek çok sanatçı ve akademisyen bulunuyor. Dünyanın neredeyse her köşesinden gelecek edebiyatçılarla tanışmak, Nobel ödüllü yazarları dinlemek, ayağımıza kadar gelen bu fırsatı değerlendirmek için şimdiden 1- 4 Eylül’ü not etmeli. :
yaz 2016
29
da
Yollar
Yayıncılar kurultayda bir araya geldi ! Türkiye Yayıncılar Birliği’nin İstanbul Bilgi Üniversitesi işbirliğiyle düzenlediği 7. Türkiye Yayıncılık Kurultayı 12-13 Mayıs 2016 tarihlerinde, Santralistanbul Kampüsü’nde, yayıncılık sektöründen paydaşların katılımıyla gerçekleşti.
İki yılda bir düzenlenen ve yayıncılık sektörü paydaşlarını bir araya getiren, sektörün eğilimleri, sorun ve ihtiyaçları çerçevesinde üretken bir diyalog zemini oluşturmayı hedefleyen Türkiye Yayıncılık Kurultayı’nın yedincisinde yayıncılığın önemli konuları masaya yatırıldı. Açılış konuşmalarını Kültür ve Turizm Bakanı Yardımcısı Doç. Dr. Hüseyin Yayman, Bilgi Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Ege Yazgan, Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Metin Celâl Zeynioğlu, Uluslararası Çoğaltım Hakları Kuruluşları Federasyonu (IFRRO) Genel Sekreteri Olav Stokkmo ve Avrupa Yayıncılar Federasyonu (FEP) Direktörü Anne Bergman -Tahon’un yaptığı kurultaya akademis-
30
yaz 2016
yenler, yayıncılar, eğitimciler, yazarlar, hukukçular, öğrenciler, resmi ve sivil toplum kuruluşları katıldı.
vam edeceklerini aktarırken, Metin Celâl Zeynioğlu da 14 yılda yedi kez düzenlenen kurultayın işbirlikleri, sorunları ve gelişmeleri tartışmak, paylaşmak ve ortak çözümler aramak açısından önemli olduğunu vurguladı.
“ Telif yaratıcılığı destekler.” Uluslararası Çoğaltım Hakları Kuruluşları Federasyonu (IFRRO) Genel Sekreteri Olav Stokkmo konuşmasında, “Telif haklarının korunması yaratıcılığı destekler. Bedelsiz, sınırsız istisnalar uzun vadede yaratıcılığı öldürür,” diyerek, telif haklarının ülke ekonomisine önemli katkıda bulunduğunu, düzenlemelerin toplumun her kesimince ulaşılabilir, anlaşılabilir olması gerektiğini söyledi. Açılış konuşmacıları arasında yer alan Avrupa Yayıncılar Federasyonu (FEP) Direktörü Anne Bergman-Tahon Avrupa’daki e-kitap pazarında çocuk ve gençlik edebiyatı eserlerinin dikkat çeken bir artış gösterdiğini söyleyerek, “ Toplumlararası empatiyi geliştirecek bir yayıncılığı yaşatabilmemiz için pozitif politikalar önemli,” ifadesini kullandı.
Doç. Dr. Hüseyin Yayman, kentlerin en güzel yapılarının kültür ve sanat etkinliklerinin yapıldığı binalar olması gerektiğini, Bakan Mahir Ünal’la birlikte göreve yeni geldiklerini ve Cumhuriyet tarihinin ilk “kültür paketi”ni açıklayarak işe başladıklarını, gerekli düzenlemeler için zamana ihtiyaç duyduklarını, bu anlamda en büyük adımı halk kütüphanelerinde atacaklarını belirtti.
Kurultayın ikinci oturumu olan “Dijital Yayıncılık, Yeni İş Modelleri ve Telif Hakları” başlıklı paneli yöneten YAYBİR Başkanı Serhat Baysan, geçtiğimiz yıl yayıncılıktaki kayıpların büyük kısmının dijitaldeki hak düzenlemelerinin yetersizliğinden kaynaklandığının altını çizerek, “Bugün başlayamadığımız şeyler, beş yıl içinde kayıplara yol açacak. İthal kitapların çok fazla artması, kısırlaşmayı ve çölleşmeyi getirecek, sektör de bundan zarar görecek,” dedi.
Prof. Dr. Ege Yazgan, Kurultay başta olmak üzere, yayıncılık ve edebiyat faaliyetlerini üniversite olarak desteklemeye de-
Panelin öne çıkan konuşmalarından birini yapan Katinka Bratvold (ProQuest) dijital gelişmeler devam ederken, yayı-
nevlerinin de içeriğini güncel, doğru ve erişilebilir hale getirmesi gerektiğini, “Bugünün dünyasında her şey arama motorlarıyla işliyor ve her şey bulmakla ilintili. Bulunabilir olan satar ve okunur,” cümleleriyle aktardı.
Zenginleştirilmiş içerik nedir ? Kurultay kapsamındaki “Eğitim Yayıncılığında Zenginleştirilmiş İçerik” başlıklı oturumda uzun yıllar Oxford Yayıncılık’ın genel müdürlüğünü yapan Emrah Özpirinççi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayıncılık yapmak yerine, bu kaynağını okuma olanaklarını geliştirmeye ve öğretmenleri desteklemeye ayırması gerektiğini belirtti. Özpirinççi, yayıncılığın 1990’lı yıllarda doğan, hızlı içerikle yaşayan, yaratıcılığa ve ilk elden bilgiye ihtiyaç duyan Z Kuşağı’nın taleplerini karşılayabilmesi gerektiğini de vurguladı. Eğitim Reformu Girişimi (ERG) Direktörü ve eğitim politikası uzmanı Batuhan Aydagül, zenginleştirilmiş içeriğin kötü ders kitabına resim ya da video eklemekle mümkün olamayacağını; ne yazık ki, Tarih Vakfı ve Talim Terbiye Kurulu’nun ya-
Anadillerinde yayıncılığa devam eden üç yayıncı da yaptıkları işin bir tür direniş olduğu yönünde hemfikir oldular.
yımladığı kitaplarda bile insan haklarına aykırı, ötekileştirici ve ayrımcı söylemler bulunabildiğinin altını çizdi. Kurultayda ilk günün son oturumu olan “Öğrenci Kitapla Nasıl Buluşur ?” başlıklı panelde konuşan Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü Hamdi Turşucu, kütüphanelere yönelik istihdam ve geliştirme projelerinin devam edeceğini, gelecek yıllarda Bologna Çocuk Kitapları Fuarı’nda Türkiye’nin onur konuğu olabileceğini, bu konukluğa yakışacak bir hazırlık yapılması gerektiğini söyledi. Paneli yöneten yazar Nilay Yılmaz ise çocuk kitaplarındaki nitelik sorununu dile getirdi.
Kurultay kapsamındaki “Akademik Yayıncılıkta Yeni Gelişmeler: Fırsatlar, Dezavantajlar” başlıklı panel, akademik yayıncılığa emek veren akademisyen, dağıtımcı ve yayıncıları bir araya getirdi. Seçkin Yayınları’ndan Koray Seçkin, “Yayınevlerinin İngiltere’de 95 milyon sterlin, Almanya’da 400 milyon avro lisanslama geliri var; ama Türkiye’deki yayınevlerinin hiçbir geliri yok,” diyerek, yurtdışında akademik yayıncılıkla uğraşanların lisanslama geliri sayesinde bile ülkemizdeki benzerlerinden çok daha iyi durumda olduğunu aktardı.
Kitap Seklinde, . Dekoratif Ahsap Kutular .
Kurultayın son oturumu olan, “Kitap Eklerinin 25 Yılı” başlıklı panelde, Dünya Kitap’tan Faruk Şüyun, Radikal Kitap’ın eski yayın koordinatörü Cem Erciyes ve Cumhuriyet Kitap editörlerinden Eray Ak, kitap eklerinin uzun soluklu yayın mücadelesi üzerine sohbet ettiler. Panelin sonunda üç kitap eki temsilcisine Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından plaketleri takdim edildi. :
Anadilde yayımlama direnişi ! Boyutlar: 19,5 x 27 x 7cm İç Hacim: 15,5 x 23,5 x 5,5cm
Yayıncılık Kurultayı’nın ikinci günü “Anadilde Yayıncılık” oturumuyla başladı. Fahri Aral’ın yönettiği panelde Aras Yayıncılık’tan Rober Koptaş, Lazika Yayın Kolektifi’nden İsmail Bucaklişi ve Lîs Yayınları’dan Lal Laleş, anadilde yayıncılık deneyimlerini ve olanakları tartıştılar. Kürtçe, Ermenice, Rumca ve Lazca gibi dillerde anadil kullanımının seyrelmesi, okuma yazma oranının azlığı gibi nedenlerle entelektüel ve nitelikli editör ya da çevirmen bulmanın zorluğu belirtildi.
32
yaz 2016
9. Eğit
t Sem debiya imde E
6 art 201
ineri, M
Bunun Adı, Çıtır Çıtır, Büyük Tuzak...
Deniz Şahin
Bursa Çakır Eğitim Kurumları 5. sınıflarla gerçekleştirilen yaratıcı okuma uygulamasında, üç kitaptan yola çıkılarak dil, dil estetiği, dilin olanakları ve kitap eleştirisi gibi temalar işleniyor.
Yaratıcı okuma uygulaması çalışmamızda, Brigitte Labbé’nin “Çıtır Çıtır Felsefe” dizisinden Söz ve Sessizlik, Andrew Clements’in Bunun Adı Findel ve Aslı Der’in Büyük Tuzak kitabını öğrencilerimizle birlikte okuduk. 12 hafta gibi uzun bir süreye yaydığımız çalışmaya 5. sınıflardan 80 öğrenci katıldı. Çalışmamızın amacı, öncelikle çocuklara edebiyatı ve edebiyat eseri okumayı sevdirmek, edebiyatın hissettirdikleri aracılığıyla onlara aslında edebiyatın hayatlarının bir parçası olduğunu sezdirmekti.
Bu önyargılı tavrı nasıl ortadan kaldırabiliriz diye düşünürken, bir kitabı eleştirmek, beğenme durumunda bile nedenlerini anlamak ve önyargılı davranmamak üzerinde durmaya karar verdik.
Kitapların seçiminde ortak nokta, üçünün de dil temasına yoğunlaşması oldu. Dil, onlar için de bizim için de çok gizemli bir kavram. Çocukların kafasındaki sorular, Bunun Adı Findel’deki Nick’in sorduğu sorulardan çok da farklı değildi. Bu nedenle, onları dil üzerine araştırmaya ve konuşmaya yönlendirmeye çalıştık.
Yaratıcılık nedir, sorusuyla başladığımız yolculukta, onlardan yaratıcılık üzerine araştırma yapmalarını istedik. Sınıfa resim, şiir ve öykü kitapları getirdiler. Bu aşamada, dil yaratıcı mıdır sorusuna yöneldik ve neden bu kitapları, materyalleri getirdiklerini sorduk onlara. Türkçe ve İngilizce dil öğretmenleriyle bu konuyu tartıştılar, dille ilgili daha da derinleşen araştırmalar yaptılar ve derslerimizin bir kısmını kütüphanede geçirdik.
Çalışmayı yaptığımız 5. sınıflarda, kitabı ellerine aldıklarında, daha arka kapaktaki yazısını bile okumadan, “Bu kitap güzel değil, okumayacağım !” diyerek, önyargılı davrananlar olduğunu gözlemledik.
34
yaz 2016
Çalışmanın farklı noktalarından biri, aynı tema etrafında toplanan bu üç kitabı karşılaştırmalı okumak oldu. Her kitaptan alınan bazı paragraflar üzerine karşılaştırmalar ve yorumlamalar yapıldı.
Yaratıcılık nedir ?
Dil ile ilgili sorular çıkardılar: Dil nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır, dünyada en çok ve
en az konuşulan diller hangileridir, sözcükler nereden geliyor, sözcüklerin yaşı var mıdır gibi sorular çıkardılar ve buradan hareketle kökenbilime geçtik. Bu süreçte, en çok başvurduğumuz kaynaklardan biri Sevan Nişanyan’ın Sözlerin Soyağacı – Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü oldu. Üç kitaptan da merak ettikleri sözcükleri seçtiler; önce anlam, sonra da kökeni üzerine çalıştılar. Okulumuzdaki büyük bir duvarı bu çalışmadan çıkacak ürünlere ayırmıştık; çocuklar da hazırladıkları küçük afişleri bu duvarda tüm okula sunma fırsatı buldular. Çocukların dile ilişkin bazı soruları, biz öğretmenleri de aştığı için, onları bir uzmanla tanıştırmak istedik. Uludağ Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Prof. Dr. Kerime Üstünova’yı davet ettik. Dil kirliliğinin salt yabancı sözcüklerle olmayacağı, dilin yapısının bozulmasının da bu kirlenmede etkili olduğu ve bunun giderek normalleşmesinin tartışıldığı söyleşi, dile ilişkin önemli farkındalıklar ve aydınlanmalara yol açtı. Okuma öncesi, üç kitabın kapakları yorumlanarak görsel okuma yapılması da sağlandı. Kitabın ne anlattığına ilişkin tahminler ve doğruluğunu düşünmeden yaratıcı görüşler almaya çalıştık. Sınıftaki çekingen çocuklar da bu çalışmayla fikirlerini özgürce ifade etmeye başladılar. Tahmin ve görüşler sonrasında öğrenciler meraklanmaya başladılar. Okuma öncesinde karakteri her yönüyle tanımak istediler ve kaç yaşında, nelerden hoşlanır gibi sorular hazırlayarak, okumaya geçtiler. Okuma sürecimizde beş haftayı Büyük Tuzak’a, beş haftayı Bunun Adı Findel ’e ayırdık. Söz ve Sessizlik’i tek bir okuma yapıp bitirmeden, on hafta boyunca paragraflar halinde inceledik. Bunun Adı Findel, dilin nasıl oluştuğunu ve zengin-
leştiğini; Büyük Tuzak, dilin bireyleri var edecek derecede önemli olduğunu; Söz ve Sessizlik de dilin okuyup anlamada, yorumlamada ve iletişimde ne kadar büyük bir güç olduğunu konu ediniyordu.
Eleştiri farkındalığı Çalışmanın çocuklara en keyif veren bölümlerinden biri, sözcük oyunları tasarlamaktı. Evden getirdikleri sözcük oyunlarını okuldaki boş zamanlarında oynadılar. Sonrasında, üç kitaptan seçtikleri sözcüklerle kendi oyunlarını tasarladılar, küçük sınıflarla birlikte oynadılar. Yaratıcılık üzerine araştırma yaparken, aynı objeyi farklı resimlere yerleştiren Victor Nunes adlı bir ressamla tanıştılar. Onlar da, bir kalemi kaç farklı şekilde, nerelere yerleştirebileceklerini düşündüler ve bunun üzerine çalıştılar. Okumaya başlamadan önceki önyargılı hallerini ortadan kaldırmak için, eleştiri üzerine de eğildik. “Bir kitap nasıl eleştirilir ? ” sorusundan yola çıkarak eleştirmeden önce fikir sahibi olmaları gerektiğinin farkına varmalarını istedik. Çocuk edebiyatından eleştiri örnekleri, yayımlanmış kitap eleştirileri okuduk ve sonunda Büyük Tuzak’la ilgili eleştiriler yazdık. Bu süreçte, eleştirinin her aşamasında onlara yardımcı olacak sorular sorduk. Bu çalışmayla, okumayı yaşam biçimine dönüştürme yolunda önemli bir adım attığımızı düşünüyorum. Öğrenciler, üç kitabın yazarının da diğer kitaplarını okumaya, aralarında kitap alışverişi yapmaya başladılar. Eleştiri yapma konusunda kazandıkları farkındalığın yanı sıra, dili sevmenin ve konuştukları dili bilinçli kullanmanın önemini fark ettiler. :
yaz 2016
35
9. Eğit
t Sem debiya imde E
6 art 201
ineri, M
Lise okumalarında İnsan Kendine De İyi Gelir !
Eser Demirkan Özpalabıyıklar Kurtuluş Anadolu Lisesi
Lise öğrencileriyle gerçekleştirilen yaratıcı okuma uygulamasında, Ahmet Büke’nin ödüllü kitabı İnsan Kendine De İyi Gelir ’den yola çıkarak yeni okuma biçimleri, yeniden yazma, metin çözümlemeleri ve disiplinlerarası ilişkiler işleniyor.
Yaratıcı okuma uygulaması çalışmamızda, Ahmet Büke’nin ON8’deki ikinci kitabı İnsan Kendine De İyi Gelir’i 11 ve 12. sınıflarla okuduk. Kitap, 9 ve 10. sınıflar için de okumaya ve yaratıcı çalışma yapmaya uygun.
“Birer kahramanız!” Lisede öncelikle, hangi kitabı okutacağız sorusuyla baş başayız. Öğrencilerin kafasında tek bir şey var; o da roman. En iyi okuyanların kafasında bile, ilk akla gelen edebiyat türü roman. Bu romanların çoğu da, savaş, cinsellik, şiddet ve vahşetin işlendiği kitaplar oluyor. Onlara göre, kitabın entrikası ne kadar sağlam olursa, o kadar iyi kitaptır. Romanın diliyle, ne anlattığıyla ya da nasıl bir dünya sunduğuyla ilgilenmekten çok, macerasıyla ve entrikasıyla ilgileniyorlar. Romanla bu kadar çok ilgilenirken, doğal olarak öyküden uzaklar. Sanki öykü ve roman kahramanları bambaşka dünyalardanmış gibi bir yargı var. Oysa çevremizde, kendi hayatımızda, birçok öykü ve roman kahramanı var. Bizler de birer
36
yaz 2016
şündük. Sınıfta kavram kargaşasına boğulmadan, “Metin nedir ?” sorusu üzerine söyleştik. Bir mimari yapının, müzik parçasının, yemeğin, kısacası her şeyin bir metin olabileceğini konuştuk. Divan Şiiri’nde gördükleri zeyl ve nazire geleneğinden söz ettik. Batı Edebiyatı’ndaki hipertekst, postmodernizm, oulipo, metinlerarasılık ve disiplinlerarasılık gibi kavramlardan söz ettik. Onları canından bezdirecek şekilde tanımlarını yaparak değil, örneklerle işledik. Öğrenciler kitabı görmeden önce, adı üzerine tartıştık, insanın kendine gelmesi, kendine iyi gelmesi üzerine dilsel tartışmalarımız oldu. Bu çalışma, kitabı daha da merak etmelerini sağladı.
kahramanız aslında. Bu kitapta bunu ve sıradan yaşamların öyküsünü görebileceklerdi. Gündelik ayrıntılardaki fısıltıyı duyabilecekleri, yakalayabilecekleri bir örnek olacaktı. Üstelik, kitabın bir öyküler toplamı olduğu ve romana da dönüşebilecek öğeler içerdiği görülebilir. Önemli bir yanı da kitaptaki öykülerin ON8 Blog’daki “Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi” adlı köşeden derlenen öyküler olması. Ekrandan okumayı, okuduklarını sosyal medyadan takip etmeyi seviyorlar. Eğer isterlerse kitaptaki öykülerin devamını kendileri de ekran okuması, blog okurluğu şeklinde devam ettirebilirlerdi. Bazı öğrenciler Ahmet Büke’nin diğer kitaplarına (Mevzumuz Derin, Gizli Sevenler Cemiyeti) geçtiler, bazıları da blog yazılarını takip ettiler. Kitabın kahramanının genç olması da öğrencilerin kahramanla özdeşlik kurabilmesi açısından önemliydi. Estetik beğenilerinin gelişimine katkı sunabilecek, biçem açısından iyi bir örnek, olan bu kitabı seçtikten sonra öğrencilerle beraber nasıl okuyabileceğimizi dü-
Çalışmamız başladığında kitap yeni yayımlanmıştı ve Büke’nin röportajları ve hakkındaki yazılar basında çıkmaya devam ediyordu. Öğrencilerin gündemin içinde kalarak, edebiyat gündemini takip ederek yazarı tanımaları mümkündü. Bu haber ve röportajları derlemeyi planladık. Öğrenciler, Ahmet Büke’yle okulda buluşmadan önce, kitabı okurken buldukları alıntıları farklı fontlarla kâğıtlara yazarak okul duvarlarına astılar. Böylelikle dersine girmediğim sınıflardan bazı öğrenciler de okul duvarlarında bu sözleri görüp beğenerek uygulamaya katılmak istediler. Yazarın okulumuzdaki söyleşisinde, içten bir konuşma yapması, kitaba da çok
uygun düştü. Öğrenciler kitapla yazarın örtüştüğünü gözlemlediler. Kitabı okumamış olanlar arasında, yazarın konuşmasından ve samimiyetinden etkilenip okumaya başlayanlar oldu.
Sınavlar engel değil ! Lise öğrencileriyle böyle bir çalışma yaparken, “Üniversite sınavına hazırlanıyorum, böyle bir şeyle ilgilenemem,” gibi tepkiler alacağımız beklenen bir şeydi. Özellikle 12. sınıflarla yaşadığımız bu olumsuz durumu, fırsata dönüştürdük. Eksik oldukları konuları birlikte saptadık. Örneğin, eylemsiler konusunda eksik olduğunu düşünenlerle, bir ders saati eylemsi çalıştık, sonra da kitaptaki eylemsileri buldular. Bu konuda, metin üzerinden üniversite sınav soruları, paragrafta anlam ve dilbilgisi soruları çıkardılar. Çalışmasını yazıya dönüştürmek isteyenler de oldu. Kitaptan beğendikleri kahramanlardan seçip onun üzerine yeni bir öykü yazan da oldu, seçtikleri bir öykünün sonuna alternatif sonlar yazanlar da. Kendisini bir öykü kahramanı yapıp karakterin İzmir’deki evine giden, kendi çocukluğuyla karakterin çocukluğunu karşılaştıran da... Resim, anime, karikatür, moda tasarım, gibi alanlarla ilgilenen öğrenciler, kahramanların çizimlerini yaptılar, aralarındaki diyalogların karikatürlerini çizdiler, öykü karakterlerine giysiler tasarladılar. Onlarla çalışırken, öğretmenleri olarak benim bile ayrımında olmadığım yönlerini fark ettim. “Okuduklarımızı paylaşalım,” dediklerinde akıllarına ilk gelen yöntem WhatsApp uygulamasından bir okuma grubu oluşturmak oldu. Başka okumalarını da bu grupta paylaştılar ve değişik okullardan öğrencilerin bile bu okuma serüvenine katıldığı gözlemlendi. :
yaz 2016
37
Kim Gamble
Ja c
#benim için
qu es
A za
m
Edebiyat yayıncılığında 20. yılını kutlayan Günışığı Kitaplığı’nın önemli sanatçılarının imzasını taşıyan özgün illüstrasyon panosu “Benim İçin Günışığı Kitaplığı”nda gün boyunca çektirilen fotoğraflar, FMV Işık Ortaokulu’nun fuayesinde ve sosyal medyada renkli paylaşımlara neden oldu.
#ees9 #edebiyatta20 yıl
9. Eğit
t Sem debiya imde E
6 art 201
ineri, M
Sınav Yolunda Buluşan Dört Kozalak !
Deniz Gönüllü
Mersin Gazi Anadolu Lisesi Lise öğrencileriyle gerçekleştirilen yaratıcı okuma uygulamasında, Karin Karakaşlı’nın ödüllü romanı Dört Kozalak ’taki sınav ve başarı kavramı, kültürel farklılıklar, aile içi iletişim, ortak amaç, kimlik arayışı gibi temalar işleniyor.
Uygulama çalışmamız için seçtiğimiz Dört Kozalak kitabından bir sözü çıkış sloganı olarak belirledik: Başarmak paylaşmaktan başka ne ki ? Biz öğretmenler, çocukları mutlu etmekle birlikte, aslında onların başarı yolculuğuna yol arkadaşlığı da ediyoruz. Bu anlamda oldukça önemli bir kitap. Ayrıca yazar Karin Karakaşlı’nın çocuklara, gençlere ve yetişkinlere seslenen geniş bir yelpazede yazdığını da unutmamak gerekir. Çalışmayı 11 ve 12. sınıflardan 30’u aktif olmak üzere toplam 55 öğrenciyi dahil ederek yürüttük. Üç aylık bir uygulama süremiz oldu ve kitabı toplamda 150 öğrenci okudu. Kitapta, başka kültürlerden, ailelerden ve çevreden yetişmiş dört genç, bir özel ders öğretmeninin bürosunda, aynı amaçla buluşuyor. Korku ve kaygıyla başlayan yolculukları, birlikte başarmanın tadını ve hayatı birlikte keşfetmeleriyle devam ediyor. Çalışmamızda, onların bu keşif dolu yolcuğuna uygun davranmaya çalıştık ve rehberlik, güzel sanatlar, müzik, sinema ve fotoğrafçılık kulüpleri gibi farklı branşlarla ortak çalışmalar yürüttük.
40
yaz 2016
Neden Dört Kozalak ? Onca kitap arasından Dört Kozalak’ı seçme nedenimiz, gençlerin gelişimsel bir sorununu işlemesi ve bunu yaparken en tehlikeli noktalardan biri olan öğreticilikten kaçınması. Edebiyatı ıskalamayan, dil inceliğinden taviz vermeyen, ülkemizin en sıkıntılı konularından biri olan ayrımcılığa yaklaşımıyla okutulması gereken bir kitap. Özellikle, okullardaki gibi tek bir kültürden insanın olmadığı, tıpkı Anadolu gibi farklı insanların bir arada bir şeyleri var etmeye çalıştığı bir düzende kimlik arayışını işliyor. Didaktizmden uzak, gençlere şiir, müzik, mektup, sanat ve yazmak gibi yeni kapılar sunan, uygulama sırasında gençleri farklı sanat disiplinlerine yönlendirmemizi sağlayan, yazarın akıcı üslubu ve şiirsel diliyle taçlanan bir roman. Kitaptaki hareket noktalarımızdan biri de, toplumumuzun sancılı taraflarından biri olan “başarmak” kavramını yeniden sorgulatması. Rekabete rağmen dostluk, hayalkırıklığına rağmen güven, ölüme rağmen hayat, korkuya rağmen sevgi nasıl
mümkün olabilir ? Bu sorgulamalar önemli birer hareket noktası oldu.
ratıcı okuma uygulaması çalışmalarımız yaklaşık 1000 kişiye tanıtıldı.
Çalışmaya başlarken farklı dil, din ve kültürlere saygı duyma farkındalığı yaratmayı ve sınava hazırlanan öğrencilere yeni bir bakış açısı kazandırmayı, onları rahatlatacak uygulamalar yapmayı amaçladık. Ortak ruhun, ortak amacın birleştirici etkisinden hareketle, “başarı”nın tek başına bir kavram değil, birlikte yapılan ve insanı mutlu eden bir şey olduğunu anlamaya çalıştık. Bunların yanı sıra, teknolojinin bir üretim aracı olabileceğini kanıtlamaya çalıştık.
Tıpkı romandaki Osman Hoca ve öğrencilerinin İstanbul’u keşfe çıkmaları gibi, biz de öğrencilerin teklifi üzerine birlikte orman ve doğa gezisine çıktık. Oluşturduğumuz “Mutluluk Köşesi” için herkes arkadaşı için kozalak topladı, ben de köşelerine koymaları için her birine edebiyatımızdan şiirler armağan ettim.
Lise seviyesinde okuma süresini uzattıkça, kitaptan kopmalar yaşanabiliyor. Bu nedenle, kitabın içeriğini tahmin ettirdikten sonra, beş günlük bir okuma süresi verdik. Okuma esnasında bir okuma defteri tutmalarını istedik ve bu bir anda bütün okulda yaygınlaştı. 400’e yakın öğrenci okurken alıntı yapabilecekleri okuma defterleri tutuyor artık.
Her okuma grubundan bir öğrenci bir kahramana mektup yazdı. En çok mektubun aile içi iletişimsizlik yaşayan Emre’ye ve Osman Hoca’ya yazıldığı görüldü. Bunun yanı sıra, İstanbul Üsküdar Lisesi ile mektup arkadaşlığı yürüttüler. Mektup, çocukların ve gençlerin en kolay yazabildikleri, pek çok konu üzerine görüş ifade edebilecekleri bir tür oldu.
Okuma sonrası çalışmalar Adımlarımızdan biri olan anket çalışmamızda, deney grubu ve kontrol grubu olarak ikiye ayrılan 50 kişilik grup üzerinde romanın çok kültürlü yaşama ilişkin farkındalığı nasıl etkilediğini inceledik. Roman kahramanına mektup yazma, başarı kavramıyla ilgili forum düzenleme, açılan bir sosyal medya sayfası aracılığıyla dijital mecralarda da tartışmaları devam ettirme, internet araştırmaları, diğer öğretmen arkadaşlarımızla ders içi ve ders dışı atölye çalışmaları, branş ayrımı gözetmeksizin bütün okulun katılımına ve izlemesine olanak sağlamak, kitap alıntılarının fotoğraflarının çekilmesi ve bunlardan afişler üretilmesi bu çalışmanın öne çıkan diğer yanlarıydı. Ya-
Gençler, romandaki mahalle kültürü temasına da değinmek istediler ve pek çok yerde, “Kavramsal Sanat Çalışması” araştırması yaptılar. Sınav stresinin ve ezberci eğitimin gençler üzerinde yarattığı tahribatı sorgulamak için çekilen kısa film ve kitap sözlerinden bestelenen şarkı da çalışma kapsamında üretilen diğer sanatsal çalışmalardı. Öğrencilerimizden birinin Karin Karakaşlı rolüne girmesiyle yaptığımız “Yazar Koltuğu” etkinliğimiz ve “Bir öğretmen nasıl olmalı ?” temalı açıkoturumumuz da yaratıcı okuma uygulamamızın dikkati çeken diğer noktalarıydı. :
yaz 2016
41
9. Eğit
t Sem debiya imde E
6 art 201
ineri, M
Farklı Yaşamlara Açılan Kapı: Ballı Çörek Kafeteryası
Dilek Akyüz
FMV Işık Ortaokulu
6. sınıflarla gerçekleştirilen yaratıcı okuma uygulamasında, Zeynep Cemali’nin Ballı Çörek Kafeteryası romanındaki dayanışma, mutfak ve mahalle kültürü gibi zengin temalar işleniyor.
Yaratıcı okuma uygulaması çalışmamızı Zeynep Cemali’nin Ballı Çörek Kafeteryası adlı romanıyla yaptık. Onun tadı damağımızda kalan dilini ve üslubunu öğrencilerimizle paylaşmak istedik. 6. sınıflardan 88 öğrenciyle dört hafta okuma, altı hafta da uygulama gerçekleştirdik. Okuma sürecinde hem yazarı tanımaya çalıştık, hem de uygulamada neler yapabileceğimiz üzerine tartıştık. Onların sosyal medyayla sıkı ilişki içinde olduklarını, bu ortamlarda sosyalleştiklerini sanırken, kendi içlerinde ne kadar yalnızlaştıklarını da gözlemliyoruz. Romandaki ana karakter Sıla ise, tıpkı bizim çocukluğumuzdaki gibi sokakta oynayabildiği, anahtarı yokken yan komşusuna gidebildiği, annesi vefat ettiğinde teyzesinin ve mahalledeki bütün arkadaşlarının onu sarıp sarmaladığı bir hayata sahipti. Ballı Çörek Kafeteryası ’nı seçerek, öğrencilerimizin mahalle, paylaşım ve beraber yaşama kültürünü deneyimlemelerini amaçladık. Çünkü kitap, yaşadığımız hayatı farklı kahramanların, farklı hayatların gözünden görmemizi sağlıyordu.
42
yaz 2016
olaylara farklı bakış açıları getirmelerini sağlayan soruları birbirlerine sorabildikleri ve keyifli tartışmalara neden olan, yaratıcılığı körükleyen bir etkinlikti.
Zeynep Cemali’yi tanımak… Öğrencilerimizin Zeynep Cemali’yi tanımalarını, sonra da onun hayatını anlatmalarını istedik. Araştırıp geldikleri ve özümsedikleri kadarıyla onu anlattıkları cümleleri, ortasında Cemali’nin fotoğrafı bulunan panoya renkli kâğıtlarla yazdılar. “Çörek Tadında Zeynep Cemali” adını verdiğimiz bu çalışmadan tüm okul yararlansın diye kat panosu oluşturduk.
Kız erkek, hepsi çok eğlendiler ve çörek yapımlarını videoya çektiler. Kafeteryaya gelen öğrenci arkadaşlarına, öğretmenlere ve yöneticilere bunun bir kitap etkinliği olduğundan söz edip, yazar ve kitap hakkında bilgi vermelerini söyledik.
Etkinliklerle bir arada… Uygulama kapsamında yaptığımız pek çok etkinlikle öğrencilerimizi bir arada tutmaya çalıştık. Etkinlikler için kütüphane ders saatlerimizi ve Türkçe dersinin bazı saatlerini kullandık. Öğrencilerimizle, kitabı tamamen anlamaları ve tanımaları için, belli bölümleri canlandırmaya karar verdik. Özellikle kendi istedikleri kişilerle gruplara ayırdık; çünkü sevdikleri arkadaşlarının yanında daha rahat hissediyorlar. Sonra istedikleri bölümü, tıpkı sessiz sinema oyunundaki gibi sözcükleri kullanmadan, arkadaşlarına anlatmalarını, oturanların da anlatılanın hangi bölümle ilgili olduğunu tahmin etmelerini istedik. Bazen eğlendiler, bazen birbirleriyle yarıştılar. Arada onlara ipuçları da verdik; çünkü amacımız yarışma değil, kitabı daha yakından tanımalarını sağlamaktı.
Öğrencilerimiz, Sıla’nın “hayalimizdeki” kafeteryasını okula kurdular. Renkli kartonlar ve duvar kâğıtlarıyla okulun fuaye alanına kurulan bu kafeterya, “Ballı Çörek Kafeteryası nedir ? ” sorusunu akılllara getirdi ve okuldaki diğer sınıflar da bizden bilgi edinmek istedi. Öğrencilerimize, tıpkı Sıla gibi, bir okul gününde çöreklerini yapmalarını ve ertesi gün okula getirip ikram etmelerini söyledik.
Romanın bir bölümünde, karakterlerden birinin ailesiyle ilgili kurallar tartışılıyordu. Öğrencilerimiz de, “Kurallar olmalı mı, olmamalı mı ? ” diye tartıştılar ve yaptıkları sokak röportajlarıyla hem farklı kişilerle farklı konularda konuşma deneyimi yaşadılar, hem de sokakta arkadaşlarıyla keyifli vakit geçirerek kuralların önemini kavradılar.
Bu uygulamada öğrencilerimiz, hem okul genelinde keyifli vakit geçirdiler, hem de arkadaşlarıyla bir şeyler paylaşmanın tadına vardılar. Onlar da Sıla ve Zeynep Cemali gibi, aynı mekânda kesişen farklı hayatları kendi okullarında birleştirdiler; herkesi bir arada tuttular. Onlar Zeynep Cemali’nin güçlü kadın karakterleri gibi hedeflerinin arkasında durmayı deneyimlerken, biz de öğretmenleri olarak Zeynep Cemali’yi onların gözünden okumayı başardık. :
Canlandırmanın ardından, kütüphane öğretmenimizle birlikte “patlamış mısır” adını verdiğimiz bir etkinlik yaptık. Sadece bilgiye dayalı soruların sorulmadığı,
yaz 2016
43
ası
Yarışm ü k y Ö emali C p e Zeyn
Yazarın, Varlık Dergisi’nin Mart 2016 sayısında yayımlanan “Zeynep Cemali Öykü Yarışmaları” başlıklı yazısından alıntılanmıştır.
Neden Zeynep Cemali Öykü Yarışması ? Adnan Binyazar
2016’da “adalet” için öyküler yazıldı !
Günışığı Kitaplığı’nın 2011’den beri düzenlediği ve tüm yurtta duyurulan Zeynep Cemali Öykü Yarışması’nın 2014 yılı seçici kurulunda yer alan, edebiyatımızın usta kalemi Adnan Binyazar, yarışmaya ilişkin görüş ve değerlendirmelerini paylaşıyor.
Zeynep Cemali Öykü Yarışması’nın altıncı yılı için başvurular 18 Mayıs 2016 tarihinde sona erdi.
Günışığı Kitaplığı adına yarışmanın sorumluluğunu taşıyan, aynı zamanda seçici kurulun değişmez üyesi Dr. Müren Beykan, bu amacın düşünsel açıklamasını da yapıyor: “Okumak yazmak, özgürleşmek demek. En başta da, hayal kurmada özgürleşmek... Hayal gücü ki, yarınları kurmada en derin pınar; edebiyat da, silkinip yenilenmek, hayallere dalmak ve illa ki, kendimizi oluşturmak olmalı...”
“Dünyanın kaç bucak olduğunu birlikte öğrenmişlerdi.” Zeynep Cemali’nin Çılgın Babam kitabından tema cümlesi.
Yarışmanın teması, Cemali’nin yapıtlarından seçilen bir cümleden esinlenerek belirleniyor. Belirlenen cümleyle, öğrenci, dolaylı yoldan kitaba yönlendirilmiş oluyor. Öğrenci bu yolla, temanın belirlendiği cümleyi ararken öyküyü tümüyle okumuş olacak.
2017 teması
DAYANIŞMA son başvuru
23 MAYIS 2017 .
Faruk Duman Feridun Andaç Gaye Boralıoğlu Müge İplikçi Müren Beykan
Yazmak, yazarak öğrenilir; öğrenci okumaya yatkın ise, yazarın öbür öykülerini de okuyacak, bu onun, yazarın neleri gözlemleyerek böyle bir cümle kurduğunu düşünmeye götürecektir. Böylece öğrenci, edindiği birikimle yazarın anlatım dünyasına girecek, yazacağı öykünün ipuçlarını hevesle bulmaya koyulacaktır. Yazmak, hangi tohumun hangi tarlada kök salıp yeşereceğini bilmek gibi bir şeydir. Yarışmaya katılmak, öğrenciye, neyi nerede değerlendireceğini de öğretecektir. :
2016 Ödül Töreni
gunisigikitapligi.com T 0212 212 99 73
facebook.com/gk.gunisigikitapligi
yaz 2016
Yarışmanın ödül töreni, Günışığı Kitaplığı tarafından 8 Ekim 2016’da düzenlenecek Zeynep Cemali Edebiyat Günü kapsamında İstanbul’da yapılacaktır.
yarisma@gunisigikitapligi.com info@gunisigikitapligi.com
44
SEÇ‹C‹ KURUL Desen: Huban Korman
Yarışmanın amacı, 6, 7 ve 8. sınıf öğrencilerini, duygu, düşünce ve gözlemlerini yazarak ifade etmeye özendirmek, öyküler yoluyla zengin ve doğru Türkçe kullanımının yerleşmesine katkı sağlayarak çocukların öğrenim yaşamını yaratıcı uygulamalarla zenginleştirmek, geleceğin yazarlarının yetişmesine de öncülük etmektir.
Günışığı Kitaplığı, yarışmayı, aramızdan genç denecek yaşta ayrılan yazarı, “Çocuk edebiyatımıza ustalara yakışan bir dil ve anlatım zenginliği katan öykücü” Zeynep Cemali’ye adamış.
Desen: Huban Korman
Her başarının artalanında büyük emekler yatar. Altı yıldır kesintiye uğramadan, başarı düzeyi sürekli yükselen Zeynep Cemali Öykü Yarışması’nın, genellikle etkinlik olsun diye yapılan kimi yarışmalardan ayrılan yanı nereden geliyor ?
Cemil Kavukçu, Karin Karakaşlı, Nazlı Eray, Yusuf Çotuksöken ve Müren Beykan’dan oluşan 2016 seçici kurulu, yurdun dört bir yanından gelen “adalet” temalı öyküleri değerlendirecek ve ödül almaya hak kazanan öyküler 2016 Eylül ayında ilan edilecektir.
F 0212 217 91 74
twitter.com/_Gunisigi
instagram.com/gunisigi_kitapligi
da
Yollar
diyerek edebiyatın kütüphane kullanıcısı yarattığını, halk kütüphanelerinin de edebiyatın toplumsallaşmasında aracılık eden bir yapı olduğunu vurguladı.
Edebiyat Anadolu yollarında, halk kütüphanecileriyle... Halk kütüphanecilerinin farklı konularda meslekiçi eğitimlerini amaçlayan Halk Kütüphaneleri Bölge Seminerleri, üniversite, resmi ve sivil toplum kurumları ve yayınevlerinin benzersiz işbirliğiyle 10 yıldır sürüyor.
Günışığı Kitaplığı Genel Yayın Yönetmeni ve yazar Mine Soysal, “Edebiyat, Yayıncılık ve Okuma Kültürümüz” başlıklı konuşmasında eğitsel kitapları, çocuğun duygusal ve düşünsel gelişimini hedeflediği için çok şeritli otoyollara, edebiyat kitaplarını ise köylerin, kasabaların içinden geçen ara yollara benzetti. Bu ayrımın farkına varması gereken ve çocuğun büyüme yolculuğunda onu tekdüzelikten saptırıp ara yollara döndürecek, yolunu renklendirecek belirleyicinin yetişkinler olduğunu hatırlattı. 2015 yayıncılık verilerini paylaşan ve otosansürün ürkütücü boyutlarına da dikkat çeken Soysal, “Edebiyatı çocuğa sevdiren öyküdür,” dedi.
En iyi kaynak, edebiyat sevgisi ! Halk kütüphanecilerinin mesleki gelişimlerini sağlamak, çeşitli konulardaki bilgi ve yöntem ihtiyaçlarını sürekli bir hizmetiçi eğitim modeliyle karşılayabilmek amacıyla başlatılan seminerler, Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü ile Türk Kütüphaneciler Derneği’nin çabaları sayesinde 2006’dan bu yana kesintisiz gerçekleşiyor. Yurt genelinde yılda iki üç kez düzenlenen Halk Kütüphaneleri Bölge Seminerleri’nin, 2014’te başlayan yeni döneminin ana teması “edebiyat”. Halk Kütüphaneleri Edebiyat Bölge Seminerleri’nin Hatay ve Mersin’den sonraki durağı Sivas’tı. 2930 Nisan 2016 günlerinde gerçekleşen seminerin ev sahibi, yeni binasına taşınan Şems-i Sivasi İl Halk Kütüphanesi’ydi. Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve
46
yaz 2016
Belge Yönetimi Bölümü, Türk Kütüphaneciler Derneği (TKD), Türkiye Goethe Enstitüleri ve Günışığı Kitaplığı işbirliğiyle gerçekleştirilen iki günlük seminere; Çorum, Elazığ, Erzincan, Kahramanmaraş, Kayseri, Kırıkkale, Kırşehir, Malatya, Nevşehir, Sivas, Tokat ve Yozgat illeri ve bazı ilçelerinde hizmet veren 18 halk kütüphanesinden 22 kütüphaneci katıldı.
‘Okur’dan, ‘kullanıcı’; ‘kullanıcı’dan ‘okur’ yaratmak
Öykücülüğümüzün ödüllerle taçlanan usta yazarı Cemil Kavukçu da seminerin ilk gününde halk kütüphanecileriyle bir araya geldi. Kavukçu, ilk eserini yayımlama mücadelesinden yıllar sonra ödüller alan bir yazar oluşuna kadarki yazarlık serüvenini samimi bir dille paylaştı. Kütüphanecilerin sorularını da cevaplayan usta öykücü, en iyi beslendiği kaynağın edebiyat sevgisi olduğunun altını çizdi.
Seminer, Türk Kütüphaneciler Derneği Başkanı Ali Fuat Kartal’ın “Mesleki Sorunlar ve Paylaşımlar” başlıklı konuşması, Goethe Enstitüsü’nden Sanem Yardımcı’nın “Almanya’da Yenilikçi Gezici Kütüphane Hizmetleri” ve Bülent Yılmaz’ın “Halk Kütüphanelerinde Halkla İlişkiler” başlıklı sunumlarıyla devam etti. Halk kütüphanecilerinin kendi kütüphanelerini tanıttığı ve uygulama örneklerini anlattığı sunumları sonrasında katılımcılara sertifikaları verildi. 10 yıldır projeye büyük emek veren Prof. Dr. Bülent Yılmaz, halk kütüphanecilerinin nitelikleri açısından bölgesel eşitsizlikleri en aza indirgemeyi amaçladıkları bu seminerlerde, kütüphaneciler arasında iletişim ve işbirliğini güçlendirdiklerine, dolayısıyla halk kütüphanelerindeki mevcut sorunlar kadar iyi örnekleri de paylaşma olanağı bulduklarına işaret etti. TKD Başkanı Ali Fuat Kartal ise, “Halk Kütüphaneleri Bölge Seminerleri’ne başladığımızda, 25 yıldır Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda çalıştığını, ama ilk defa böyle bir toplantıya çağrıldığını söyleyen de vardı; çevresindeki illere hiç gitmemiş ve başka bir kütüphane ya da kütüphaneci görmemiş olanlar da vardı,” diyerek, bu seminerlerin kütüphanecilere zengin bir meslekiçi eğitim olanağı sunduğunu ifade etti. :
Seminerin ilk gününde Prof. Dr. Bülent Yılmaz, “Edebiyat ve Halk Kütüphanesi” başlıklı konuşmasıyla kütüphanecinin edebiyat okuru olması, edebiyatı yakından takip etmesi ve edebiyat yayıncılarıyla işbirliği içinde çalışabilmesinin önemine değindi. Yılmaz, “Edebiyat sayesinde ‘okur’, ‘kullanıcı’; ‘kullanıcı’ da ‘okur’ olur,”
yaz 2016
47
ÇOCUK SESLER� “ Babamla uzun zaman sonra dışarı çıktık , onda da fuara geldik. İyi ki gelmişiz. ”
fuarlarına daki kitap ın n a y ir b dört İzmir, Türkiye’nin dü. Bursa, a rü d ü y ın s a rı d a ın y s ’nın ilk uklar, stantları ara Keçi, 2016 katılan çoc te yayınevi a lik n ir rı b a rl a a rl fu la uk görmek lenen kitap katılan çoc li’de düzen ap fuarında e it a k c ir o b K , e e v n ri Gaziantep liş nedenle k çok e kadar pe en fuara ge n d ri n ri le le im y im e ç n e de kitap s ap edinme ylerden kit e ş ri le ik d iste ylaştılar. rüşlerini pa konuda gö
“ Tıpkı kitaplar gibi bu fuarlar da. Farklı farklı renkler, kişiler ve yüzler... ”
Demet 14 “Öğretmenimle internetten araştırmalar yapıp geldik , ama hepsini fuardan almayacağım tabii ki.”
Ayşegül 12
“ İlk kitabımı bu fuardan almıştık , o zamandan beri geliyoruz. ”
“ Korku dolu romanlar en çok aradığım , ama en az gördüğüm kitaplar. Neyin korkulu olduğuna karar veremedim sanırım. ”
Orhun 13
Engin 13
İdil 1 1
Çınar 9
Sevgi 8
“ Annem gidelim dedi , geldik. Son gelişim olmayacak. ”
Timuçin 9
“ Burada büyük demirler, büyük bir çatı var. Oysa ben fuarı okul gibi düşünmüştüm. ”
Çağan 7 48
yaz 2016
“ Fuar kitabı okumak isterdim. Fuarın hikâyesi , fuarın masalı olsaydı okurdum. ”
Sıla 8
Tan 14
Sumru 12
Firdevs 10
“ Her fuarda , her masada resimli kitaplar görmek isterdim.”
Rana 13
“ Öğretmenim bugün geleceğimizi söyleseydi hazırlık yapardım. Almak istediğim , bilgisayarımda not aldığım kitaplar vardı. ”
“ Ne okuduğumuzun önemi yok bence. Herkes gelip görebilmeli buradakileri. ”
“ İzin verseler tek başıma da gelip alabilirdim kitaplarımı, ama ailecek geldik. Öyküler seçeceğiz birlikte. ”
“ Sınıfta olmaktan daha iyi sanki. Keşke buralarda işlesek derslerimizi. ”
“ Kütüphanede ve kitapçımızda bulamadığım bilimkurgu romanlarını buldum. Daha mutlu olamazdım bugün. ”
“ Evde sadece anneannemle ben kitap okuyoruz. O yüzden beraber geldik. ”
Melike 13 “ Herkes fuara gelmeli. Kitapçıya sığmayacak kadar çok çeşitte kitap var burada. ”
Berk 10
“ Fuarların daha yakın ve daha çok olmasını isterdim. Gelecek fuar için para biriktirmeye başlayacağım. ”
Can 9
“ Fuarda en çok kitap kapakları ilginç. Hiç bu kadar kapağı bir arada görmemiştim.”
Ece 9 “ Kardeşim de gelsin isterdim, ama daha 2 yaşında. Büyüdüğünde birlikte geliriz.”
Şule 8
ıl
GÖKKUŞAĞI YAZI
Sevim Ak
atımızın sevilen Çağdaş çocuk edebiy Ak, umudun ve im Sev yazarlarından üstesinden sevginin her zorluğun romanıyla son tan ırla hat geleceğini ını selamlıyor. rlar oku ı plığ Kita ığı Günış
BENİ BEKLERKEN Sibel Oral
yaşadığı l, iki gencin kendileri ve Gazeteci yazar Sibel Ora bir lirik sını şma apla eki hes toplumla tanışma sürecind zik, ritmi mü n çala nda pla a Ark anlatımla işliyor. na alkış tutuyor. belirlemekle kalmıyor isya
Çocuk Kitaplar
SIRLAR YOLU Füsun Çetinel
gin Resimleyen: Sedat Gir
da Füsun Çetinel, ilk kitabın ını rlar oku e yin i olduğu gib culuğa kültürel ve tarihi bir yol a uyl gus kur cı akı çıkarıyor, çocuklar için keyifli bir r. okuma deneyimi sunuyo Çocuk Kitaplar
BERK MUCİT OLDU Kaan Elbingil
gan Resimleyen: Merve Atıl
il, Genç yazar Kaan Elbing çocuklar için yazdığı ilk na kitabında, dâhilik konusu esinden yine çocukların pencer n bakıyor, hayal gücünü sınırlarını zorluyor. İlk Kitaplar
BABAANNEMİN İÇİNE UZAYLI KAÇTI ! Sevgi Saygı
Mizahla harmanladığı gücünü maceraları ve gözlem arıyla yansıttığı çocuk romanl son gı, Say gi Sev sevilen ırsız kitabında çocukların sın yor. tutu a ayn ına yas dün hayal Çocuk Kitaplar
50
yaz 2016
BEBEK ANNEM Behiç Ak
Resimleyen: Behiç Ak
duğu Çocukların severek oku son Ak, hiç Be ası mizah ust onut çocuk romanında topluk una lum top etim tük ve ne kültürü en, eleştirel bir bakış getirirk i dayanışmayı ve sevgiy yüceltiyor. Çocuk Kitaplar
HATIRLAMAK VE UNUTMAK Brigitte Labbé
Azam Resimleyen: Jacques Türkçesi: Azade Aslan
amına Felsefeyi çocukların yaş tır ustalıkla yerleştiren “Çı 29. Çıtır Felsefe” dizisinin tmak kitabı, hatırlamak ve unu ürüyor. ünd düş rine üze kavramları
ÇIPLAKLAR
Iva Procházková
çesi: Ayça Sabuncuoğlu
Türk
lik mi, Çıplaklık nedir ? Giysisiz “ayıp” ece sad sa Yok mi? gençlik unmak?.. mı? Ya hayata çıplak dok lü 2010 Magnesia Litera Ödü
MEVZUMUZ DERİN Ahmet Büke
üne ve İzmir’in tepelerinden, bug larıyla, luk boş ve rı ula sor r düne dai i yükseliyor... delik deşik bir gencin ses 2013 ÇGYD Yılın En İyi Gençlik Romanı
İNSAN KENDINE DE IYI GELIR Ahmet Büke
öyküye atladığı Karakterlerin öyküden ON8’deki in e’n Bük et Ahm ki, seç geldi. ya ara bir da bın ikinci kita lü
2015 Yılın Telif Kitabı Ödü
Çocuk Kitaplar
MUTSUZ PALYAÇOLAR ÖRGÜTÜ Neslihan Önderoğlu
üzün Çağdaş öykücülüğüm slihan ödüllü yazarlarından Ne anın ins ve atın hay u, Önderoğl ü derinliklerinden süzdüğ duru öykülerini, yaşamın en or. yansımalarını dillendiriy Genç Kitaplar
SAKLAMBAÇ Müge İplikçi
Medyanın uyuşturucu ve bir unutturucu düzeninde, ... genç kız kimlik arayışında
BEN AYRIKOTU İrem Uşar
ımadığı 19 yaşında bir genç, tan ktuplar me asız imz ra farklı insanla ritmiyle yazıyor. Yazının güvenli pek çok yol alan bu mektuplar, ir... ebil iştir değ hayatı
İNTİHAR NOTLARIM
Michael Thomas Ford Türkçesi: Nazlı Tancı
içsesi, 16 yaşındaki bir gencin ının cebinde günlüğü, yaşam a alm e elin ünü kontrol mücadelesi...
on8kitap.com
#edebiyatta20 y
m; o ise, büyümek... Ben, küçülmek istiyordu küçülmeye ne de Ama zaman dedikleri ne . Bizi orada bir yerde, büyümeye izin veriyordu akıyordu. yanılgıların ortasında bır
on8@on8kitap.com facebook.com/on8kitap twitter.com/on8kitap instagram.com/on8kitap
ON8, bir Günışığı Kitaplığı markasıdır.
20. yılı taçlandıran benzersiz bir seçki koleksiyonu !
nçler için airinin ge ş 3 5 ın ız m deki Edebiyatı iv niteliğin içim rş a i iğ ld ge söz ve b bir araya şiirimizin ş liyor. a d ğ a ç imi örnek iş seçki, ğ e d i iğ geçird estetiğini, UŞLARI
GECE UÇ
Çağdaş Gençlere iirler mızdan Ş Edebiyatı na y e İshak R Derleyen
AMAK
AY’I BOY
MAZ BU
15: YARA
KİTAP
rler... küler, Şii Anılar, Öy an k ren Bey Editör Mü
#edebiyatta20 yıl
LER YET‹ŞK‹N LARDAN EJDERHA ORKAR ? NEDEN K
Yazıları Deneme yna İshak Re Derleyen
DİKKAT ! K EŞYA KIRILACA atından rk Edebiy ü T ş a d ğ Ça Gümüş Gençlere en Semih y e rl e D - 2 Öyküler 1