soner yalçın 16.11.2012 oda tv davası savunması

Page 1

SAYIN BAŞKAN SAYIN ÜYELER PKK'lılar, KCK davası tutukluları açlık grevi yaptılar; Kürtçe savunma hakkı elde ettiler ve dil sorunlarını çözdüler. Fakat, bizim de "dil" problemimiz, var... Silivri Cezaevi'nde televizyon seyrederken anladım bir "dil" sorunumuz olduğunu. Bir emekli başsavcı şöyle dedi:

O

İşte bizim "dil" sorunumuz budur.

M

"Fazıl Say ünlü biri olduğu için yargılanmayacak mı; bir manav nasıl yargılanıyorsa, Fazıl Say da yargılanacaktır!" Emekli Savcının kafasında "düşünce suçu" diye bir ceza var. Bu sebeple Fazıl Say ile adli bir suç işleyen manav arasında fark görmüyor. Savcıya göre, düşünce kötülüğün simgesi.

.C

O emekli savcı ile Odatv savcıları arasında hukuksal yorum açısından hiç fark yoktur.

D A T

V

Bu sorunu ortaya çıkaran hukuk sistemimizdir. Hukuk, sosyal bilimlerden koparılmıştır. Öncelikle işe, hukuk fakültelerinin sosyal bilimler fakültesine bağlanmasıyla başlanmalıdır. Çünkü;

O

Disiplinler arası farklılaşma; toplumsal-siyasal gerçekliğin, bütüncül hukuki çözümünü zorlaştırıyor. Bu parçalanma yani ayrı uzmanlık alanı zorunluluğu, kısıtlayıcı bir hukuksal yapı doğuruyor. Düşüncesini açıklayan ile adam öldürenin suçu arasında fark olmadığı dile getirilebiliyor. Ve doğal olarak emekli savcı örneğinde olduğu gibi, hukuk adamı dar anlamda hukuk teknisyenine dönüşüyor. Bizim tarihimizde kanunun, siyasi kültürle hep karşı karşıya gelmesinin sebebi budur. Maalesef bu durum, günümüzde kanun ile ahlaki adalet farkının açılmasına neden oluyor. "Yasalaştırılmış adaletsizlik" kavramı böyle doğuyor. Ben burada istediğim kadar; 1


-"düşünce izne tabi tutulamaz" diyeyim... -"gazetecilerin kendini iktidarlara beğendirme sorumluluğu ve zorunluluğu yoktur" diyeyim... -"dünyanın anlamını ancak harflerle özümseyen bir gazeteci yazar terörle nasıl aynı kefeye konabilir" diyeyim... -"kitapla bomba nasıl eşdeğer tutulur" diyeyim... Buraya istediğim kadar kitaplarımı getireyim, "insan yaptığı şey'dir" diyeyim. Hayır: Salt pozitif hukukun incelenmesi ve öğrenmesine odaklı bu teknisyen hukuk anlayışında, bu sözlerimin hiçbir önemi yoktur.

M

Evet;

.C

O

Bizim de böyle bir "dil" sorunumuz var. Peki ne yapacağız, nasıl yapacağız; bu "dil" sorununu nasıl aşacağız? Alfabeyi öğretir gibi "A" harfinden mi başlayacağız? Örneğin;

D A T

V

Oda TV iddianamesine yazan savcılar bizim kara propaganda yaptığımızı iddia ediyor; ek klasörlere onlarca haber koydular. Savcılar için haberin doğru yalan olmasının bir önemi yok, haberin bizzat kendisi suç delili!

O

Demek ki, savunma yaparken önce teorik çerçeveyi anlatmamız gerekiyor. Savcılar bilmiyor çünkü. Bilmiyorlar ki, dünyada iki tür medya yaklaşımı vardır. Birincisi, liberal çoğulcu yaklaşım olarak tanımlanan ana akım'dır. İkincisi ise, eleştirel yaklaşımdır. Ve buna göre, ana akım medya toplumun genel çıkarlarını değil, iktidarın- patronun çıkarlarını gözetir. İktidarlar, patronlar için gerçek tehlikelidir. Eleştirel yaklaşım ise sadece gerçeğe bağlıdır; patronun iktidarın değil halkın gazetesidir; çünkü gerçeği sadece halk ister. Oda TV, eleştirel yaklaşımı benimsemiştir. İktidarlara muhaliftir. İşte, sosyal bilimi/siyaset bilimini bilmeyen ve hukuk teknisyenine dönüşen savcı, iktidarın hoşuna gitmeyen her haberi kara propaganda saymaktadır. Bu "dil" sorunu Oda TV davasının esasını oluşturan o sözde virüslü word dosyalarında da karşımıza çıkıyor. Üzgünüm ama söylemek zorundayım, bu yeni hukuk düzeninde avukata, hakime gerek yoktur. Bilirkişiler, kriminal laboratuarlar, adli tıp merkezleri hem avukatlık hem hakimlik yapmaktadır. Gerçeği sanal dünyanın uçuşan word dosyalarında arıyoruz. Burada haykırıyoruz; davanın sanıkları olarak çoğumuz birbirimizi bu duruşmalarda tanıdık. Nedim Şener, Ahmet Şık, Müyesser Yıldız, 2


Sait Çakır, Çoşkun Musluk'u ben ilk kez burada gördüm. Nedim ve Müyesser ile hayatımda sadece bir ya da iki kez telefonda konuştum. Hanefi Avcı'yla 10 yıldır konuşmuyordum. Yalçın Küçük'le 4 yılda 3 kez yan yana geldik. Sadece dokuz telefon görüşmesi yaptık. Ama tüm bunların hiçbir önemi yok. O sözde word dosyası var mı yok mu; başka hiç bir şeyin önemi yok. Burada yargılananların kitapları var; o sözde word dosyasında yazılanların biçimi, içeriği, üslubu ile bu kitaplar arasında hiçbir benzerlik var mı? Yok. Ama bunların önemi yok, teknisyen hukuk anlayışı gerçekle bağını koparmıştır.

O

M

26 yıldır gazetecilik hayatımda ne yaptığımın, ne yazdığımın hiçbir önemi yoktur. O tapılacak hale getirilen bilirkişiler, adli tıpçılar, kriminal uzmanları benim ne olduğumu ortaya çıkarıvereceklerdir. Utanıyorum; 28 Şubat’ta 32.Gün’de danışmandım. Doğan Yurdakul Ankara temsilcisiydi.Derin çeteleri biz yazdık. 28 Şubat’ta işimden oldum. O halde, mecburen bu teknisyen hukuk anlayışına boğun eğeceğiz. Bu "dil"e göre, savunma yapacağız. Bu “dil”den konuşacağız. Baksanıza 2 yıldır hapisteyim. Böyle davranmazsam hapiste çürütüleceğim. Evet teknik içerikli savunma yapmak zorundayım...

.C

Ve dersime iyi çalıştım.

D A T

V

Başlayabilirim...

SAYIN HEYET

Son tutukluluk inceleme kararında diyorsunuz ki, "TÜBİTAK Raporu'na göre kuvvetli suç şüphesi devam ediyor."

O

Nasıl yani, mahkemeniz bile şüphe duyup ek rapor istemedi mi? Sizde ki 339 sayfalık TÜBİTAK Raporu başka mı? Çünkü bizdeki rapora göre, 1) Bu word dosyalar üzerinde bizler tarafından bir işlem gerçekleştirilmemiş; yani dosyalar bilgisayarımızda oluşturulmamış, değiştirilmemiş ve açılmamıştır. (TÜBİTAK sonuç bölümü) 2) Suçlamaya konu olan üç bilgisayara (Oda TV haber merkezindeki bir bilgisayara, Barış Pehlivan ve Müyesser Yıldız'ın bilgisayarlarına) birebir özel olarak hedef alan sosyal mühendislik saldırıları düzenlenmiştir. (s 259 ve 293) 3) Bu üç delil bilgisayarına yapılan saldırı, ekinde zararlı yazılım (virüs) gizlenen mailler yoluyla gerçekleştirilmiştir, (s 229-259 arası) 3


4) Bu özel hedefli sosyal mühendislik saldırıları sonucunda ilgili üç delil bilgisayarlarına, uzaktan yönetim ve dosya atma özelliği bulunan zararlı yazılım yerleştirilmiştir, (s 259 ve 293) 5) Üç bilgisayara da yerleştirilen bu uzaktan yönetim ve dosya atmaya programlı yazılımlar, ilgili bilgisayarlarda aktif olarak çalışmıştır. Yani üç bilgisayar da uzaktan yönetilmiş ve içlerine uzaktan dosya atılmıştır, (s 259 ve 293) 6) Delil bilgisayarlarından biri olan Müyesser Yıldız'ın bilgisayarına atılanlar, güçlü ihtimalle iddianamedeki dosyalardır. Bunlar arasında iddianamenin "belkemiği" sayılan "Ulusal Medya 2010" vardır, (s 152, 153 ve 293)

M

7) Müyesser Yıldız'ın bilgisayarına iddianamedeki dosyaları bilgisayar korsanlığı yoluyla atan saldırgan ile Oda TV bilgisayarı ve Barış Pehlivan'ın bilgisayarına dosya atan saldırgan aynı kişi ya da kişilerdir.

O

ÇÜNKÜ:

.C

a) Üç bilgisayara yapılan saldırının kaynağı, Jangomail. b) Üç bilgisayara yapılan saldırı mail yoluyla oluyor

D A T

çekecek türden.

V

c) Üç bilgisayara atılan mailler tuzak içerikli, yani bir gazetecinin ilgilisini d) Üç bilgisayara da saldırı tarihi ve saati aynı: 5 Şubat 2011 e) Üç bilgisayara gönderilen virüs dosya adı aynı, Svchost.exe f) Üç bilgisayara saldırı sonucu yüklenen trojan türü aynı, yani; Bandook

O

RAT

g) Üç bilgisayara yerleştirilen Bandook RAT, bilgisayarı uzaktan yönetmeye

ve bilgisayarlara dosya yüklemeye programlı bir zararlı yazılım.

h) Üç bilgisayara saldırı sonucu yüklenen bu zararlı yazılım üç bilgisayarda

da aktif olarak çalışmış; yani üç bilgisayar da uzaktan yöneltilmiş ve üç bilgisayara da dosya atılmıştır. (230, 231,243,244)

Bunları yazan TÜBİTAK Raporu şaka yapar gibi son cümlesini şöyle bitiriyor: "Bu dosyaların zararlı yazılımlar vasıtasıyla geldiğine veya gelmediğine dair kesin yargıya varılamamıştır." Bu TÜBİTAK Raporu'nu yazanlar ne yazdığını bilmiyor mu?

4


Ve mahkemeniz de -sanki sadece bu son cümleyi okumuşsunuz gibi- diyorsunuz ki, "kuvvetli suç şüphesi devam ediyor." Dikkatli okur için TÜBİTAK raporu gerçeği ortaya koymaktadır. Gerçek ortadadır. TÜBİTAK'ın ek bilirkişi raporu da ana rapordan farklı değerlendirmeler içermiyor: Raporun 16. sayfası tespitlerin özünü oluşturuyor. TÜBİTAK Bilirkişilerinin değerlendirmesi şu şekilde: "Tablo 1 ve Tablo 2 deki veriler ve yukarıda verdiğimiz bilgiler ışığında “prj_60.doc” ve “SY.doc” dosyaları dışındaki diğer dosyaların Delil 1, 2 veya 3 bilgisayarında oluşturulmuş veya değiştirilmiş olma ihtimali çok düşüktür." Savcılara göre davanın esasını oluşturan 13 Word dosyası; birden 2’ye inivermiştir. Gelelim bu iki word dosyasına:

.C

Ardında “ama” diyor:

O

M

TÜBİTAK: diyor ki; “herhangi bir dosyanın bir bilgisayarda oluşturulup oluşturulmadığının, değiştirilip değiştirilmediğinin kesin tespiti mümkün değildir.”

D A T

V

“Delil 1’deki yani Odatv’deki bilgisayarda kullanıcı tarafından değiştirilmiş dokümanlar içinde; ‘Soner Yalçın’ imzasıyla yayınlanan haber yazıları tespit edilmiştir.” Eee, nedir bunlar?

O

Bunlar benim Odatv’ye gönderdiğim haberler ve Hürriyet gazetesinde yazdığım düzeltmesi, Odatv’de yayınlaması ve Hürriyet gazetesi yazı işlerine göndermesini istediğim yazılarımdır. Bunların davayla o virüslü word belgeleriyle ne ilgisi var? Yok, TÜBİTAK kurnazlık yaparak kafa karıştırmak istiyor. Ve daha da kötüsü yapıp varsayımda bulunmaya başlıyor. Diyor ki: “Soner Yalçın kendi bilgisayarında yazdığı yazıları CD-DVD-USB tarzı veri depolama cihazlarıyla taşımıştır; Barış Pehlivan da düzeltmeler yapmıştır; O halde: Davaya konu olan “Soner” isimli kullanıcının oluşturduğu ve “baris”in düzelttiği o iki sabıkalı word dosyasını onlar yapmış olabilir.” Bunu TÜBİTAK bilirkişileri söylüyor. Ve bu akıl dışı varsayımla tarihe geçmişlerdir. Elma ve armudu karıştırarak mahkemeyi yanıltmak istemektedirler.

5


Soner Yalçın’ın evindeki üç bilgisayar incelendi; toplam 39 bilgisayarımız incelendi; bu virüslü word dosyalarının bilgisayarlarımızda yazıldığına ilişkin bir tek kanıt var mı; yok. Evimden, işyerimden yüzlerce cd-dvd-USB alındı incelendi; bu virüslü word dosyalarının taşındığına ilişkin bir tek kanıt var mı; yok. TÜBİTAK zorluyor. Yoksa böylesine sığ, kaba bir varsayımı neden yapıyor. Bilgisayar tekniğini çok iyi bilebilirler; ama çok önemli bir eksikleri var, okuma-yazmaları yok. Nasıl mı? Bakınız, benim yazabileceğimi varsaydıkları “SY.doc” da ne yazıyor? Okuyorum:

böyle bahsedecek birini tanıyor

O

Bunu ben yazıyorum, iyi mi? Kendinden musunuz?

M

“Soner Bey’den gelen Silivri’yi ne ölçüde takip ediyoruz, isteklerine cevap verebiliyor muyuz?..”

.C

Dedim ya TÜBİTAK o “SY.doc” word dosyasında ne yazdığını akıl edemedi.

D A T

Yine örneğin:

V

TÜBİTAK nedense aynı polis ve savcı gibi bir önkabulle, önyargıyla bizi suçlu çıkarmak için çırpınıyor. Hiçbir delile dayanmayan varsayımlar üretiyor.

Zararlı yazılımların gönderilme zamanıyla ilgili iki farklı değerlendirmede bulunuyor. Ne yazık ki medyanın bir bölümünü de kandırdılar.

O

Bakınız: Şu tespiti birazcık bilgisayar bilen herkes yapacaktır: Bir bilgisayarda eğer kötü amaçlı yazılım/virüs varsa, o bilgisayarın içindeki dokümanların üzerindeki “yazar” ve “tarih” bilgilerinin gerçek olmasını söylemek mümkün değildir. Bu zombi olmuş bilgisayar artık güvenilmezdir. Bilgisayarı teslim alanlar istedikleri değişikliği yapabilirler. Yani, zararlı yazılım yoluyla zombi bilgisayarın saatini geri ya da ileri almak artık basit bir işlemdir. Ve ne yazık ki, TÜBİTAK bunu bilmesine rağmen, diyor ki; “Delil 1 (Odatv), Delil 2 (Barış Pehlivan) bilgisayarında herhangi bir iz bırakmadan tarih üst verilerinde değişiklik yapma olasılığı çok düşüktür. Bunu diyen TÜBİTAK, Delil 3 (Müyesser Yıldız) bilgisayarı için “dosyaların zararlı yazılımlar tarafından gönderilmiş olması ve daha sonra yine zararla yazılımlarla ilgili zaman değişikliği yapılmış olması ihtimali mevcuttur.” 6


“Delil 1 ve Delil 2 için tarih değişikliği ihtimali düşükken, Delil 3 için değişiklik yapma ihtimali mevcuttur” diyor. Niye böyle diyor: Delil 1 ve Delil 2’deki tespiti bizi zora sokuyor; Delil 3’deki lehimize olan durum o kadar açık ki, bu kez “değişiklik yapma ihtimali mevcuttur” diyor. İşte TÜBİTAK’ın geldiği yer burası. İşte bilim namusu. Öyle ki… Müyesser Yıldız’ın 19 yaşındaki ODTÜ bilgisayar öğrencisi oğlunu bile işin içine katmaya çalışıyorlar. Vay efendim, İlim bilgisayardan iyi anlıyormuş, dosya tarih tutarsızlıklarını yapabilirmiş.

M

Aman Allah’ım!

O

Düşünebiliyor musunuz, bunu TÜBİTAK bilirkişileri söylüyor. Polislik oynuyorlar. Kendilerini bu davalara kaptırdılar; cahil cesareti böyle oluyor demek ki. Ya da korkutuldular.

.C

Çırpınıyorlar…

D A T

V

Ek raporuna, davanın esasını oluşturan virüslü word dosyalarını “ek 1” diye koyuyor; bu 2 sayfa tutuyor. Benim Hürriyet gazetesine Odatv’ye yazdıklarımı da ek raporu koyuyor. Bu ise 5 sayfa! Ne ilgisi var 5 sayfanın bu ek raporda?

O

Davayla o yazıların ne ilgisi var? Mahkemeyi ve medyayı kandırmaya çalışıyor. Ama eline yüzüne bulaştırıyor. Bu zararlı yazılımlarla gelmiş ve artık sayısı 2’ye inmiş virüslü word dosyasını “Soner” adlı kullanıcı hazırlamış ya, TÜBİTAK kafa karıştırarak, “bakın Soner Yalçın’ın o bilgisayarlarda haberi/yazılarılar” diye bilinler benim o virüsle word dosyaları hazırlamış olduğumu şırınga ediyorlar. Ayıptır… Yahu o haberlerin, yazıların olmaması tuhaf olmaz mı? Odatv’nin bilgisayarı o. Senin görevin bizim tarafımızdan oluşturulmamış, değiştirilmemiş ama nedense, kim tarafından ise, silinmiş bu word dosyalarını bilgisayara taşıyor zararlı yazılımların peşine düşmektir. Bilim namusu bunu gerektirir. Bilim adamlığı bunu gerektirir. 7


Sonuçta: ODTÜ, Boğaziçi, Yıldız Teknik Üniversiteleri, ABD Data Devastation adlı bilişim şirketi ve TÜBİTAK raporu ortak tespiti yapıyor: Davanın esasını oluşturan; Delil 1, Delil 2 ve Delil 3’te uzaktan yönetim ve dosya atma özelliği bulunan zararlı yazılımlar mevcuttur. Bu bilgisayarlarda kötü niyetle her şey yapılabilir. Yani, bunlar delil olamaz. O halde: Bu dava bitmiştir.

M

Bu dava TÜBİTAK’ın ilk raporuyla aslında 14 Eylül’de bitmişti.

O

Ama mahkemeniz beni yine Silivri Cezaevi’ne gönderdi.

.C

SAYIN HEYET

V

Tutukluluk inceleme kararınızda, tutukluluk gerekçem için; fiziki takip tutanaklarını sebep gösteriyorsunuz!

D A T

İyi de ne var bu fiziki takip tutanaklarında?

O

CHP Milletvekili Durdu Özpolat ile yeni kurulacak televizyon kanalı projesini konuşuyoruz. O televizyon kanalı Ocak ayında faaliyette. Bunun neresi suç? Bu televizyon için bir soruşturma var mı, yok. Milletvekili Özpolat ile konuşmalarımızda bir suç var mı, yok. O halde bu fiziki takip nasıl benim tutukluluğumun devamına gerekçe yapılıyor? Bir de Yeni Mesaj ve Yeni Mesaj gazetesinden iki meslektaşım çay içmeye bana uğramışlar. Teknik takip yapılıp, ortam dinlenmiş. İyi güzel, peki bunda suç ne? Bu gazetecilerle ilgili bir soruşturma, bir dava var mı? Yok. Peki bu fiziki takibin davayla ne ilgisi var? Ve nasıl tutukluğumun devamına kuvvetli gerekçe gösteriliyor. Bir de, tutukluluğumun devam gerekçesinde iletişim tespit tutanaklarını sebep gösteriyorsunuz. Yapmayınız lütfen. Hangi telefon görüşmesinde suç var? Sahiden ben burada bir tam gün boşuna mı savunma yaptım? Tek tek Yalçın Küçük'le ne konuştuğumuzu anlattım. Zaten 3 yılda 9 telefon görüşmesi yapmışız. Bunlara tekrar mı döneyim? Londra'daki kuzenime iş için aramışım, rahmetli Sevil Yurdakul'un cenazesinden sonra anısına rakı içmek için davet 8


etmişim. O da beni Hürriyet'teki bir yazı için tebrik etmiş ya da Milliyet ve Vatan'ın satılmakta olduğunu söylemek için. Bunların hangisi suç? Halimize bakar mısınız, utanç verici şekilde kendimizi savunmak zorunda bırakılıyoruz. Ama ne yaparsınız, "kuvvetli suç şüphesi" olduğunu yazıyorsunuz bu telefon tutanaklarında. Önkabulle suçlu olduğumuz ilan edilmiş; sözde delillere öyle bakılıyor herhalde. Oysa; O iletişim tespit tutanaklarına önyargısız bakılsa benim o sözde "Ergenekon Terör Örgütü"nün üyesi olmadığım apaçık ortadır. Gazeteci Ünal İnanç ile Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu ile yaptığım telefon görüşmelerine bakın lütfen. Burada zamanınızı almayayım.

M

Zorlanarak tutukluluğuma bir gerekçe aranıyor. 2009 yılıyla birlikte polis, savcı hayatımı didik didik etmişler. Telefonlarım dinlenmiş, maillerim takip edilmiş, ortam dinlemeleri, fiziki takipler yapılmış. Ne bulmuşlar? İddianamede ne var?

O

Hiç! Koca bir hiç!

V

.C

Sonuçta davanın esasını, bilgisayarlarımıza pis bir tertiple, karanlık odaklarca atılan o virüslü word dosyaları oluşturuyor. Bu da artık ortaya çıkmıştır, bunlar artık delil değildir.

D A T

Ama ne yazık ki bu süreç benim iki yılıma bedel oldu. Bitmedi, ben hala hapisteyim. Niye hapisteyim? Bunun yanıtını hukuk içinde kalarak bulabilir miyiz? Bakın bir örnek vermeliyim:

O

İstanbul 15'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde bir başka Ergenekon davası var. 11 sanık, "Ergenekon Terör Örgütü"ne üye olmak; hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek; adil yargılamayı etkilemek gibi iddialarla yargılanıyorlar. Haklarında 10 ile 30 yıl arasında hapis isteniyor. Yani aynı Oda TV davası. Fakat aramızda bir fark var: o davadaki sanıkların sadece 4’ü 5 gün Silivri Cezaevi’nde kalıp tahliye oldu? Şimdi ben ne söylemeliyim? 2 yıl, yani hayatımın 23 gününden birini hapiste geçirmişim. 3. Yargı paketi çıktı: Yürüyüş Dergisi’nden 5 gazeteci “örgüt üyeliği” iddiasıyla yargılanmalarına rağmen, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi; “suçun vasfı, 3. Yargı Paketi yapılan değişikliği gerekçe gösterip tahliye etti. Peki ben niye 2 yıldır hapisteyim. Delilleri karartma, kaçma şüpesi bile yok. O halde neyin tedbiri bu. 2 yıldır hapisteyim. Kendimi Yunanlı filozof Phaedrus'un Kurt ile Kuzu öyküsündeki kuzuya benzetiyorum. Bir gün kurt ile kuzu susayınca tesadüfen aynı dere kenarına gitmişler. Kurt derenin üst tarafında, kuzu ise alt tarafında su içmeye başlamış. Bir bahane yaratıp kuzuyu yemek isteyen kurt şöyle seslenmiş: "Bana bak kuzu, neden benim içtiğim suyu bulanıklaştırıyorsun?" Kuzu korkudan titreyerek, 9


"Özür dilerim ama ben böyle bir şeyi nasıl yapabilirim; ben derenin alt tarafında sizin önünüzden geçen suyu içiyorum" demiş. Minik kuzu bu sözüyle kurdun zayii bahanesini yani kanıtını çürüttüğünü düşünmüş. Fakat kurt kararlı, bir bahane bulup mutlaka kuzuyu yiyecek. Bu kez şöyle seslenmiş: "Hey kuzu sen 6 ay önce benim hakkımda kötü konuşmuşsun." Yani bu davanın diline çevirirsek kara propaganda yapmışsın diyor. Kuzu "ama" der, "ben 6 ay önce daha doğmamıştım." Kuzu sahte delilleri tek tek çürüterek hayatta kalacağını sanmaktadır. Bilmiyor ki, Kurt kararlıdır; sadece aradığı "orman yasallığıdır." Yani kuzunun bir suç işlediğine orman kamuoyunu ve kendini inandırmaya çalışmaktadır. Ve kurt son olarak "tamam sen konuşmamış olabilirsen ama baban konuştu" der, kuzunun üstüne atılır ve paramparça ederek yer.

M

Ben burada ne söylersem söyleyeyim, TÜBİTAK ve diğer bilirkişiler raporlarında ne yazarsa yazsınlar sonuçta Oda TV davası kurt ile kuzunun hikayesine benzemiştir. Yoksa nereden çıktı bu; 13'üncü Ağır Ceza Mahkemesi ile birleştirme fikri, kararı?

.C

O

TÜBİTAK ek raporunu beklemeden bu ani kararı neden aldınız hiç anlamadım. Biliyoruz ki, esasını word dosyaları oluşturuyor; TÜBİTAK ek raporu belki davayı bitirecek, ki bence bitirmiştir. Neden ek rapor beklenmedi bunu anlamıyorum.

V

"Birleştirme" konusunu öncelikle burada konuşup tartışılması gerekmiyor muydu?

D A T

Ama özel yetkili mahkemelerde işler nedense hep tersten gidiyor. 27 Eylül 2012 tarihinde Silivri'deki 13'üncü Ağır Ceza Mahkemesi tanık gazeteci Aslı Aydıntaşbaş'ı dinliyor. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel Oda TV iddianamesindeki benimle arasındaki telefon görüşmesini soruyor. Aydıntaşbaş "bunun buradaki davayla ne ilgili var" diye soruyor.

O

Bunun üzerine mahkeme başkanı Hasan Hüseyin Özese araya girip, "Savcı Bey birleştirme talepli davadan soruyor" diyor. Bizim bilgimiz yoktu dosyamızın 13'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'ne gittiğinden! Ve zaten gitmemişti. Siz birleştirme yazısını 22 Ekim 2012'de yazdınız. Gelin de çıkın işin içinden! Kuzu çırpınıyor. EVET: Son duruşmamız 14 Eylül'de, siz TÜBİTAK Raporu'ndan şüphe duyup ek rapor istemediniz mi? Aslında 339 sayfalık TÜBİTAK Raporu Oda TV davasını sonlandırdı. Bu dava bitmiştir. O halde bu birleştirme kararı nereden çıkıyor. Şimdi Oda TV davası niye Ergenekon torbasına atılıyor? Burada ne davaların birleştirilmesi kavramını 10


içeren CMK'nın bağlantılı davalar başlığını taşıyan üçüncü bölümün 8,9,10 ve 11. maddelerinden bahsedeceğim. Ne de yargılamaların kolaylaştırılması, çabuklaştırılması zorunluluğunu belirten usul ekonomisinden. Anayasa'nın 141 'inci maddesine hiç girmeyeyim. Ne diyor, "davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir." Mahkemeniz ne yapıyor? Bizi dipsiz bir çuvala gönderiyor. Bakın o çuvalda ne var: -O dava 6 yıldır sürüyor. -600'e yakın duruşma yapıldı. -1.360 kişi ifade verdi. -287 sanık yargılanıyor. -44 gizli tanık var. - 19 dava birleştirildi, iddianame sayfa sayısı 17 bin oldu.

M

-Dava dosyası yaklaşık 5 terebaytlık bir dosya büyüklüğüne ulaştı.

O

Yani, 120 milyon sayfa word sayfası demek bu.

.C

Yani, 300 sayfalık 500 bin kitap demek bu.

V

Dünya tarihinde bir örneğin daha yok. "Suikast çözülmemesi için sayfa sayısını çok tuttular" denilen Kennedy cinayetinin dosya sayfası 5 bin sayfadır.

Ayrıca,

D A T

Şimdi odatv dosyasının bu torbaya atılarak nasıl bir hukuki yarar ilkesi gözetilmiş olabilir?

O

Biz yaptığımız haberler nedeniyle yargılanıyoruz. Bunlar arasında 13'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam eden Ergenekon davasında yaşanan hukuka aykırılıklar da vardır. Ergenekon davasını etkilemeye çalışmakla itham ediliyoruz. Bu durumda davalar birleştirildiğinde mahkemeyi etkilemeye çalışan bizleri; etkilemeye çalıştığımız mahkeme mi yargılayacak? Oda TV’de 13'üncü Ağır ceza mahkemesi başkanı Hasan Hüseyin Özese'nin de yer aldığı, Ergenekon davasının polisleri, savcıları ve hakimlerin bir araya gelip iftar yapıp fotoğraf çektirdikleri haber oldu. Hakkımızda dava açıldı. Hakim Özese bu davada mağdur sıfatıyla yer almaktadır. Şimdi sayın Özese mi bizi tarafsız olarak yargılayacaktır. Keza; Ergenekon davasının bir diğer hakimi Sedat Sami Haşıloğlu hakkında şikayet konusu olan Çatalca Sulh Ceza Hakimliği sırasında icra müdürü tarafından yapılan şikayet üzerine başlatılan ve Adalet Bakanlığı'nda bekletilen dosyasıyla ilgili yaptığımız haber Oda TV iddianamesindedir. Hakim Haşıloğlu bu haberi 11


haber olarak mı yoksa terör faaliyeti olarak mı değerlendirecektir. Haberin doğruluğu için kendisini tanık olarak çağırabilecek miyiz; duruşmada soru sorabilecek miyiz? Böyle bir dava olur mu? Bu hukuki aykırılıklar nasıl görülmez? Amaç Oda TV davasını Ergenekon torbasına atarak uzatmak mı? İşin özünde Oda TV davası bitmiştir. Yoksa biz saf ve masum kuzu gibi çırpınıp duruyor muyuz?

SAYIN HEYET 2 yıl sonunda geldiğimiz yer, bu dava çökmüştür. Beraat kararı veriniz ve bize bu pis karanlık adi hileyi yapanların ortaya çıkarılması için savcılığı suç duyurusunda bulununuz.

M

Adalete olan güveninin tekrar kazanılmasında örnek olunuz.

16 Kasım 2012 Soner YALÇIN

O

D A T

V

.C

O

Türkiye'de hakimlerin de olduğunu dünyaya ispat ediniz. Adınızı hukuk tarihine altın harflerle yazdırınız.

12


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.