Bir yoldu panldayan, gtimüşten, Gittik... Bahs açmadık dönüşten. "Gece", Yahya Kema] Beyatlı
İnsanlık, kendini öldüren ilk insan tarafindan iharıete uğramıştır. Ancak sadece zalnanın lehine işleyen zamarı|a zekAsrnın kati-
li ve kurbaııı oları insan, intihar etmeyi utarıç verici bulmuştur. Ölümsüzlüğiiıı, hayatta kalmaktan geçtiğini öğrendiği için varlığıncla yamanamaz clelikler açarak kendine tecaviz etmeyi öğren-
miştir. Böylece insarılığın unutamayacağı ve tarırk olabileceği en korkunç gösteri başlamıştır. Kendisini hamile bırakan insarı kendisini doğurmuş ve bir tecaıriz bebeği olarak atasrnrn bıraktığı yerden ih aneti dewalmıştır. 2002 yılmın eylül ayında iki hain tecaviz bebeği bir labirentin koridorlannda dolaşryordu. Bu labirentin adı Caddebostarı Migros'tu. Sağ elindeki siyah selülozik boya tüpünü sallayarak koıru-
şaJun adı ise Barbaros'tu.
"Evet, burada yaşayabiliriın. Burası benim evim olabilir. Bir
markette yaşamak fena olmaz, Kullaııma tarihleri geçtikçe ürünler değiştirilir. Onun dışında bir değişikliğe gerek yok. Raflar, reyonlar, kasalar, kameralar, hepsi kalabilir. Rahatsız olmam. Yalnrz, dışarıdaki yazlyı değiştirmek gerek. S harfinin üstüne bir çarpı atıp yanrna bir P harfi çizmeliyim. Evin adı Migrop olmalr." Afğart, montunun iç cebinde durarı discman'de|ı The Best of
Dauid Boııie 1974-1979 adlı albümün ilk şarkısı olan "Electric Blue"5ru tek kulakhkla dinlerken mınldanü: "Anrtkabir de iyi." Dört adım öntinde yürüyen Barbaros, elindeki sprey boyayı tuvalet kiğıtlanntn arasrna bırakıp arkasına döndü.
13
12
"Ha?" "Anıtkabir... Orası da iyi. Yazın serin olur. Hem o eski araba]ara da binerim. Kütüphanede otururum." "Nöbetçiler olacak mı? Bira al." "Yok. Gerek yok. Ama temizliği çok zordur herha]de, çünkii çok büyük." "Evet, büyuk ama gösterişli bir yer. Fena bir ev o\maz. İyl nl<lr. Alh tane az. Bvaz daha al. Bak, şurada boktarı viskilerden var. Onlardarı da a]." "İhönü Stadı da ıyı. Ortasına da olimpik bir havuz yaptırrsarı mükemmel bir yazlık olur." "Meclis de iyi. Votka alalım. White Russiaıı yaparız."
"Kahlua yoktur burada, boş ver votkayı. Meclis'in bir karıalı
var, biliyorsun. Devam edecek mi naklen ya5nnrna ?"
"Etsin. Ama sadece Genel Kurul salonunda verdiğim partileri gösterebilir. Onun dışında olmaz. Aynca orada konserler de düzenleyebilirim. Eminim, çok iyi bir akustiği vardır. Kahlua'nm yerine kakao likörü ahnz." "İyi de aynı \ezzeti yakatayamazsın. " "Üç kadehten sonra hissetmezsin." "İyi, aüa]ım o zalnan. En iyisi Boğaz Köprüsü." "Köprüden denize işemek hoş olabilir. Ama bir sorun var: orada yaşarsam sürekli atlamayı düşünürüm." Barbaros, kollannı koparacak kadar açarak altmış metreden aşağı atlarken, rizgilrı yüzüne nasıl yiyeceğini düşündü. Yüzü üşüdü. Ama Afgan'rn sorusuyla tekrar rsrndı. Çünkii birazdan vereceği yarırt, her ne kadar belli etmese de yaşadığı hayatta kendisiyle gırnrr duyduğu nadir anlardan bir seriyi içerecekti. "En garip sarhoş gecen hangisi?" Barbaros, çikolata raflarırun yanından geçerken bir Milka alıp ambalajını yırttı.
"Öncelikle bir sürü araba kazamvar. Onları hatrlıyorum..." Sade istediği halde dikkat etmeden aldığı çikolatanın üziimlü çıkmasına sinirlenen Barbaros'un sözünü Afgarı kesti: "Araba kazalanyla ilgili bir teorim var: bugiirıe kadar on üç ta-
ne sağlam kazayaptım. Hepsinde de hatalı olan bendim. Ne yara-
larıdrm, ne de öldtim. Ama bütün kazalarımdan sonra arabarun içindeki bir şeyler yok oldu. Bazen bir çarıta,bazen bir şişe. Bir keresinde bir zippo yok oldu. saatlerce aradrm ama bulamadım. ve arıladım ki kazasrrasında beni konıyan görünmez bir güç var. zarar görmemi engelliyor. karşilığında da barıa ait olan herhangi bir nesneyı alıp gidiyor." "çok ucuza çalışıyormuş ve senin çok saJak bir teorin valmrş. Neyse, garip sarhçş gecelerden bahsediyorduk. Bir tanesini ha-
tırlıyorum: pawondarı çıktım. Bütün parayı harcamışrm. Ama içeride de bir kadına Aşık olmuşum. sabahın üçü. Güya kadınrn işinin bitmesini bekleyeceğim. sonra da çıkarken yakalayıp onu sevdiğimi, benimle evlenmesi gerektiğini anlatacağım. Hemen karşı kaldınmda da bir bank var. oturdum oraya. Bir sigara yaktım. lJyandığımda yanımdaıı insarılar geçiyordu. Sabah olmuş. İnsarılar işlerine gidiyor." "Eve nasıl döndiin?" kelimeler zor da olsa, ağızdaki çikolataparçalarmrn arasından kendilerine bir yol buldu. "Deren'i araüm. Geldi, a]dı." "O nerede şimdi ?"
"Kaııada'ya gitti. Bir şey üzerine mastır yapıyor alna ne, bilmiyorum." "sana bir sır vereyim: yüksek lisansla mastır aı.asındaki farlon ne olduğunu bilmiyonrm. Belki de ara]arında bir fark yoktur. ya-
ni eğitim sistemini üniversiteye kadar biliyorum. sonra nereye
başvuruluyor, onu bile bilmiyorum. " "Ben LES diye bir şey biliyorum. onun için de pembe kAğıtlardaki yuvarlaklan kurşıınkaiemle doldurduklarrnı biliyorum, aına o kadar. Bir de galiba imzalannı ttikenmezkalemle atıyorlar." "Ne yiyeceğiz?" "Para var mı?" "Bugün yatrnış olmasr lazrm. kartla alamam. Aylarür hiçbir şey yatırmryorum. kartı veren barıkanın batmasrnı bekliyorum." "Sen daha önce öltirsiin."
14
15
Barbaros cümlesini tamamladı ve iç geçfuir gibi güldü. Tek hecelik bir gülüş. Blindeki Milka'nın kalaıunı makarna paketlerinin arasına sıkıştırdı. "Sen çalışıyor musun ki? Kim para yatıracak hesabrna?" Afgan öniindeki tekerlekli sepetin arka ayaklarını birbirine bağlayan demir çubuğun üstüne sağ ayağını koyup sol ayağıyla yeri itti. Barbaros'un yanrndan kayarak geçerken konuştu: "Sevgili arıneciğim."
Barbaros'un kendisini duymayacak kadar geride kaldığından emin olduğunda düşiirıcesini yüksek sesle tamamlaü: "Bir çeşit boşanma nafakası ödüyor barıa Onunla yaşamama-
mın karşrlrğrnda."
Türkçe'deki kelimelerin ilk arılamlarrnın pek de geçerli olmadığı bir yüzyılda piçleç baba]arı bilinmeyenler değil, babalanna ihanet edenlerdir. Babalanna ve arınelerine. Piçlerin ebeveynleri dtirıyadan doğal ölümlerle ayrılmazlar. Katillerinin adı iizüntüdür. Kimse öz çocuğunrrn ihanetlerinden caırlr kurtulamaz. Kurtulsa bile içi doldurulmuş bir av hayvarırndarı farksız yaşar. Ve piçler her ne kadar birçok geceyi ailelerinin leşlerinin hayaletleriyle geçirseler de, sabah hissettikleri tek acr bademciklerindeki sigara yarıığıdır. Onun tedavisi için gerekenlerse diş macunu ve üç ayda bir değiştirilen diş fırçasıdır. Barbaros ve Afgarı Ti.irkiye'de yaşayan piçlerin en değerlileridir. Piçlerin değerleri, sahip olduklan arıcak kullanmaükları firsatlarla yeteneklerin niteliğine ve niceliğine göre belirlenir. İnsanm hayatında boşa harcadıklarrnrn sayısı ve kalitesi çoğaldıkça piçliğin saflığı da artar. Bu srralamada onlardan hemen sonra gelen Hakan'la Cenk, terasa taşıdıklan televizyonun karşrsrna koydukları iki koltuğa gömülmüş, yalınayak oturuyorlardı. Orta]arındaki sehparıın iizerinde içi cips dolu büytik bir kAse, iki yanında da içi votka, elnra suyu ve buz dolu olan Coca Cola eşarıtiyonu, 40 cl'lik iki bardak vardr. Televizyonun uzaktan kumarıdasr ve konuşma srast Cenk'teydi: "Al şu kumandayı. Karıal değ§tirmekten nefret ediyorum."
"İstersen bir duşa gir." "Yok, boş ver. Biraz dinleneyiın sonra girerim. Ztrten dün geceden beri yoldayım. Çok yoruldum." "Yoruldun mu, içtin mi ?" Cenk ve Hakarı adı konulamayacak kadar garip saatlerde votka içebilirler. Çünkti onlar için günün bin döıt yiiz lork dakikası da ap eratif o larak adlandırdıklan iç kilerini yudumlayabilec ekleri arılardır. Ancak görgü ve sağlık kurallannırı hepsine a.}ın ayn uygun olan ve öncesinde aperatifler ahnan o yemek hiçbir zarnan başlamaz.
"Bvaz içtim aJna aktarTnada çok bekledim." "Nerede ?"
"Sofya'da." "Sen zaten Cenewe'den gelmiyor musrrn ? Ne aktarması bu ?" "'Charter' diye bir şey duymadm mı sen ? Dolmuş gibi uçak ! Nerede yolcu val§a, oraya iniyor." "Babanlara ne diyeceksin ?" "Daha hiçbir şey bilmiyorlar. Beni hili orada sarıryorlar."
"Siktir !" Kelime ağzındaıı çılctığı anda Hakarı pişman oldu. Tepkisinin şiddetini ayarlayamadığı için kendine lazdı. Çünkti hiçbir şeye şaşırrnamalan ve şaşırsa]ar bile kaşılarındakine belli edip onu üzmemeleri gerektiğini bilirdi. Karşısındaki piç, "Diin annemin bilezik taşıyan kolunu kestim ama kuyumcuya giderken bilezikleri düşürüp kaybettim. Eve dönüp annemi, koluyla birli}<te hastaneye götiirdüm" dese bile yemek tarifi dinlemiş kadar heyecarılanmasr gerektiğini bilirdi. "Gerçekten."
"Peki ne bok yiyeceksin şimdi ?" "Ne bileyim... Para bitince arayacağım. Sanki Cenewe'den arıyormuş gibi. 'Okuldarı atıldrm, geliyorum' diyeceğim." "İmkAnı yok. Baban seni kendi elleriyle verir askerlik şubesine."
"Ne askerliği be ! Gidersem, on altı ay er olarak yaparım. Aslında benim için ıyı olur. Ne de olsa yirmi yedi yıldır Cenk olarak ya-
17
16
ştyonım. On altı ay da er olarak yaşayabilirim." "Yrllarca bir sürü üniversitenin kayıt bürolarının önünde sıranın sana gelmesini bekle, sonra da lise mezunu yazsınlar nüfus sayrmında."
"İsterlerse 'Okumast yazması yok' diye yazsınlar ! Umurumda değil de, babama ne diyeceğim, onu düşünüyorum. Harcadığ, paranın haddi hesabı yok." Bardaklarınrn yanaklaırnr çarpıştırıp birazdan içlerine yağacak oları votka yağmurunun ilk damlalarını dudaklarınrn araslndan döktüler. Böylece iki yıldır İsviçre'de yaşayan Cenk'in dönüşü kutlarımış oldu.
"Siktir et." Hakan sürekli kiifredebilir. Hatta aynı ktifrü farkh tonlarda kullarıarak farklı kelimeler gibi söyleyebilir. Diğer piçler sadece gerektiğinde, gündelik hayatlarının bir parçası olmayacak kadar az ktifrederler ama Hakan'ın küfretmesine de karrşmazlar. Ailelerine, sevgililerine ktifredenin Hakan olduğunu bildikleri sürece de buna şiddetle yarııt vermezler. Ancak aynı sözleri telaffuz eden başka birinin üzerine üç kişi sa]duabilirler. Geçmişleri rakiplerinden saytca üstün oldukları kavgalarla doludur. Küçümsenmeyecek bir linç geçmişine sahiptirler. Afgarı, tekerlekli sepetin içindeki donmuş pizza|ara, margarinlere, elrmeklere, biralara, rala, likör, votka, şarap şişelerine, tuva-
let kiğıtlallna, prezervatiflere, diş macunlarrna, etlere, bulaşık deterj arıına, c ipslere, elmalara, şampuaııa, mak arnaJar a, hambur-
ger köftelerine, taze kaşara, ayakkabı cilasına, mangal kömürüne, domateslere ve kulağındaki David Bowie şarkrsrnr, kulakhğı çıkararak uzaklaştırdıktarı sonra Barbaros'a bakrp konuştu: "Bütün bunlar da ne?" "Ne ne ?" "Bunlar. Saçma sapan bir sürü şey. Hiç yapmayacağımrz yeme kleç hiç kullarımayacağrmız d eterj anlar, şampuarılar. "
Kasayla aralarında sadece, satrn a]acaklarını yürüyen banda
koyarı genç bir kadın kalmıştı ve arkalanndaki yaşlı kadın uyar-
dı. Her zamanki gibi markete kadınların hdkimiyetindeki bir saatte gelmişlerdi. "İlerler misiniz lütfen." Afgan'ın göbeğinin cirrarında sallanarı kulaklıktarı Daüd Bowie'nin kurduğu bir cümle duyuldu: "We could be heroes just for one day." İkisinin de bu cümleyi anlayacak kadar İngilizce'si vardı ve ikisi de kahraman olduklan o $ünü uzun zaman önce yaşamışlardı. Birbirlerine baktılar ve kas4ya doğru yürüdüler. Parası-
nın üstünü sayan senç kadının arkasındarı, karrnlarını çekerek geçtiler. Oysa ikisi de zayıftı. Yaklaşık bir saattir, satrn almayı düşündükleri her ürünün fiyatını, gerekliliğini, kullarıım biçimini tartışarak reyonlarında defilede ytirür gibi dolaştıkları marketin ikiye ayrrlan cam kapısından dışan çıktılar. Barbaros bir sigara yaktı. Bir tane de Afgan'a uzatrp konuştu: "Evin oradaki bakkaldarı bira ahrız." "Tamam ama votka da alalrm." Afgan kulaklığı vidalar gibi kulağına yerleştirdi. Barbaros önüne bakarak yürüyordu. Kentin deniz sahibi ve onlann bir sahil yolunda yıirüyor olması kimseyi duygulandırmadı. Her ne kadar Afgan'm annesinin salonundaki vitrininde, en hrzlı yüzen yetişkin Türkler sıralamasında oğlunun ikinci olduğunu belgeleyen bir madalya dursa da deniz sadece suydu, manzara değil. Yanlanndarı bisikletli bir çocuk geçti. Sonra bir dilenci yaklaştı. Barbaros kadından önce dawandı: "Allah rızasl için bir sadaka." Kaünrn açık ağzı sessiz kaldı ve derhal kaparıdı. Barbaros'la Afgan'ın arkalanndan ba}<tı ve kiifretti. Ağır adımlarla sahil yolunun pembe taşlannın üzerinde yurüdüler. Konuşmadılar. Tanıdıkları insanlara yeterince borçlan vardı. Bir de hayata borçlanmak istemediler. Onun için aldıklan her nefesi geri verdiler.
Televizyonda.lacivert takım elbiseli bir adam, öniinde ayakta ciurduğu ki.irsüye yaslanmış, elindeki kAğıtları sallayarak konuşu-
yordu. Ancak her ne kadar söyledikleriyle ilgilenen ve kaışısın-
18
daki sıra]arda oturan başka takrm elbiseli insanlar olsa da, ne dediği duyulmuyordu. Çünkü "TBMM TV" adrndaki karıalı gösteren televizyonun sesi sonuna kadar kısılmıştı. Salondaki müzik setinin hoparlörleri "Seni Tarın bile affetmeyecek !" cümlesini terasa taşıdı. İbrahim Tatlıses söylüyordu. Hakan elindeki yeni doldunılmuş iki Coca Cola bardağıyla terasa geldi. Bardaklardan birini Cenk'e verip yerden en f,ızla yırmi sarttimetre ytiksekte olan, yayları çölanüş koltuğa kenCini bıra}ctı. Cenk votkayı ağzına gö-
türürken Hakan'ı duydu: "Bir kitap okudum. Çok garipti. Kitabın kahramarıı bitkilerle sevişmek isteyen, çiçekleri seksi buları bir adam. Bütün kitap bunun üzerine. Adam bütün açelyalan, manolyalan, nilüferleri sikmek istiyor. Kadın değil, çiçek olarıları. Zoofilinin botaniğe uyarlanmış ha]i." "Sonunda ne oluyor?" "Çok sıkrldrm, okumadrm."
"Kim yazmrş ?" "Hatrrlamıyorıım." "Peki kitapta etobur bitkilerden bahsediliyor mu?" "Bilmiyonım." Hakarı'ın son okuduğu kitap on üç yaşındayken babasrnrn hediye ettiği Malaparte'nin Dgri adındaki romanıdrr. O romanı da beğenmemiş ancak sonuna kadar okumuştur. Birkaç ay sonra Hakan hiç yazılmamış romanları okuduğunu iddia etmeye ve konularınr çewesindekilere arılatmaya başlamıştır. Bunu yapmasınrn nedeni gerçek bir romancı olacak kadar hayal gücüne sahip olmasına rağmen binlerce cümle kuracak kadar sabrr içinde taşımamasıdır. Ve tabii, adlaırnı hatrlamadığını söylediği kişiler tarafindan yazılmış bu romarılann konuları beğenilmediği takdirde zekAsı da aşağılanmrş olmaktan kurtulmaktadır. Diğer piçler Hakan'ın bu alışkanlığını bilmez çünkti hiçbirinin konusuyla çok ilgilenseler bile romarır satrn almaya yetecek kadar merakr yoktur. Dostlan, romanın en itgi çekici yanlarını anlatır ve bu onlar için yeterlidir. Önsözleri, denemeleri, makaleleri, giriş, gelişme ve sonuçlaır, kompozisyon yaşını geçtikleri yıllarda terk etmişlerdir.
19
Hiçbiri kitap okumaz. Belki de Hakan bu boşluğu doldunrr. Hayatlarındaki roman boşluğunu ayaki.istü hik1yeler uyduran bir yalancıyla doldururlar. Ama bu öyle bir boşluküur ki arıcak doldurulduğu zaınan fark edilir. Cenk ve Barbaros, Palandöken'in pistin dışında kalan, normalde paraşiitle atlarıması gereken yamaçIarından yerçekimi hızıyla geçmiş ve hiçbir helikopterin yanaşamayacağı kayalıklaırn üzerindeki nadir karlarda kaymışlardır. Bu inişlerinden biri, buz tırmaır§ı yapan bir Amerikalı tarafindan tesadüfen foto ğraflanmrştır. Am eri kah' nrn yakalayab ildiği te k kare, Fransa'nrn Saint-Georges du Viewe adındaki pist dışı kayak heyecanlarıyla ünlü kasabasının'teleferik istasyonundaki bilet satış gişesinin karşısına di.işen duvara, turistlerin hayal kurmalannı sağlamak için elli kez büyitülerek yapıştırılrnıştrr. Cenk ve Barbaros, sabaha karşı yağan ince karla kaplanmış ölümcül yankları Erzurum'da öğrenmişlerdir. Afgarı ise Sakız Adası civarındayakalandığı girdapta benzer bir eğitimden geçmiştir. Ama üçü de, insan hayatındaki yalan boşlrığunun ne anlama geldiğini, arrcak Hakan doldurunca anlamıştır. Kente göç projelerirıi başarıyla gerçekleştiımiş, sahile yakın
apartrnanların kapıcılarrnın çimlerin üzerinde akşan. üstü pikniği yapan ailelerinin, esmer bebekleri gezdiren sanşm Slav dadılarrn,
Sergio Tachini nrarka eşofmarıların içincle baldırlarını birbirine sürterek yürüyen, aldıkları östrojen hornronu takviyesinden yüzleri şişmiş kadınlann arasından geçtikten sonra terasa giden so.. kağa girmek için geniş sahil caddesinin karşı kaldınrnına adımlarını attılar. Barbaros durdu. Afgan da durdu. Kulaklıkları çıkanp konuşmak için ağzını açan Barbaros'a baktı" "Rende hiç para yok. Sen bankaya bak. Ben eve çıkayrm. Para gelmişse içecek bir şeyler alrsrn. Bir de sigara al." "Olur" dedi Ai-gan. Birbirini dik kesen iki sokağın içine ayrı ayn dalıp ayrıldılar.
"Cenewe'de kadrn satarı bir arkadaşrm vardr: Marco. Sekiz Bırlgar kız çalıştnyordu. I{er biri Marco'ya günde dört yüz euro
2o
getiriyordu. İçlerinden biri hamile kaldı. Biliarıa'ydı adr. Çalşmaya devam etti ve hepsinden fazla kazarımaya başladı. Hamileliğinin yedinci ayına kadar gecede on adamla yattı. Bütün Cenewe bu kızın peşinde koştu. Adamlar hamile bir kadınla yatmak için sokaklarda onu anyorlarü. Diğer lazlann üç katı para kazanıyordu. Sonra doğurdu. Çocuk geri zekAlıydı."
Hakan, bir yandan kucağındaki ayakkabı kutusunun içindeki CD'leri kanştırıyor, bir yarıdan da Cenk'i dinliyordu. Sustuğunu fark edince başrnı çevirip "Sonra?" dedi. Başını tekrar kutuya eğdiğinde parmaklannın doğru yerde durduğunu gördü. Aradığı CD'ün çekti ve kutuyu yere koyarken tekrar Cenk'e baktı. "Çocuk geri zekAlı olmuş. Sonra?" "O kadar. Hepsi bu." Hakan salona geçip müzik setinin CD'yı yutmasını izledi ve bir düğmeye bastı. İlk notayı duyan Cenk, "'Wonderful Life', Black" dedi. Güldü. Ama sadece yüzünün burnundarı aşağısı güldü. Üstü, terasa giren Hakarı'la karşılaştığında neredeyse ağlayacaktı ki kapı çalındı. Hakarı tel«ar salona geçip kapıyı açtı. İçeri giren kişi kapıyı kapadı. Cenk ayağa ka]ktı ve Barbaros'a sanldr. Afgarı ise elindeki Di,scman'i inceleyen kaşısındaki adama tam olarak şunları söyledi: "Tamam. Elli milyona satarrm. İçindeki CD'yi de sana hediye
ediyorum." Artık bundan sonra arınesi dahil, Afgan'a kimse nafaka ödemeyecekti. Bu haberi telefonda almıştı. Yirmi altı yaşındaki bir tecavüz çocuğu daha ailesi tarafindan terk edilmişti. Ama yine de yaşadıklan hayat, Kolin Black TWang'in de dediği gibi muhteşerndi.
Çahştığını kimsenin görmediği, salondaki Nordmende marka
siyah-b eyaz televizyonun ekrarıındaki yansımasına bakarak saç-
larrnı parmaklanyla geriye taradı. Eski televizyonun üstiindeki otuz yedi el«arı Telefunken marka teleüzyonu kapatıp arıtreye yurüdü. Mutfak, arıcak ayal.<ta durulduğu takdirde iki kişiyi alabilecek kadar geniş olduğu için buzdolabı sokak kaprsınrn tam karşısında yani antrede duruyordu. Buzdolabınrn her iki yanında da kapılar vardı. Sağdaki banyoya, soldaki mutfağa açılıyordu. Barıyodarı garip bir koku geldiği için ar:alık durarı kapısınr kendisine çekerek kapadı. Buzdolabını açtı. Sendeledi. Uyandığından beri içki içiyordu. Ama sarhoş değildi. Buzluküaki votka şişesini ve alt raita duran elma suyunu aldı. Buzdolabını kapatıp salona girdi. Oradaır da terasa çıktı. "İşte geldi. İnanmazsanız HakaJı'a sorun !" "Cenk haklı. İharımadığınız her şeyi barıa sorabilirsiniz. Çünkü
ben her şeye inaıııyorum."
Cenk'in loşkırtıcı bir tişört koleksiyonu vardrr. Ön ve arkalarına kumaş boyalanyla yazdığı yazılıarı taşıyarı tişörtleri herhangi bir modaevinin ilgisini çel«nese de, sokakta birçok kez kavgalarla sonuçlanan ilgiler çel«rıiştir. Terasta geçirdiği ilk gecede, Cenewe'deki hayatında kullandığı bir tişört giymişti. Ve önünde iki kelime yazıyordu: "Barbar Türk." Her ne kadar üzerindeki tişörtle Aırrırpa kiiltiirünün gizli kompleksleriyle alay etse de Cenk kendisinin yaşayan son barbar Türk olciuğunu düşünür. Bunun nedeni çok karmaşık değildir. Ne politik, ne de ktilttirel bir gerekçesi vardır. Cenk sonradan bar-
23
?)
kabı yarı terliğin beyaz lastik tabanrna oyulmuş siyah bir çizgi vardı. Tabarıın burnwıdan başlıyoç ortalarında el yazısıyla "Cenk" yazLyor sonra da topuğa kadar iniyordu. Bir arı için masadakilerin hepsi bunu Cenk'in kendisinin yapm§ olabileceğini düşündüler. Ama aynı saniye içinde dostlarınrn ruhunun bu denli hasta olamayacağına karar verip iddiasına inanmayı tercih ettiler. İlk
bar, doğııştan da Türk olmuştur. Bunlar da bir araya gelince giydiği tişörtü süslemeye yaramışlardır. Hepsi bu. "O adamla tanıştığrmrzda sen de yok muydun yanımda?"
"Hangi adamla?" "Hani biryazMarmaris'e beraber gitmiştik. İçiyorduk- Yarı masadaki Almarı'la konuşmaya başladık." Afgan, sohbet konusunu bilmeyen Hakan'rn hiçbir şey anlamayiırı yüzüne bakıp oturduğu sandalyeyi neredeyse kıracak kadar gülüyor, Barbaros ise Cenk'iır iddiasını Hakan'ın tanıklığıyla güçlendirmesiyle hiç ilgilenmediği için sadece votkasını içiyor ve masanrn üzerindeki sigara paketlerinden dolu olanı anyordu. "Hatrrlasana! Adam Adidas'ın yöneticilerinden biri çıktı. O ak-
şam bizde de Three Stripes'lar vardr. Arkalarına basıyorduk ayakkabılann. Sonra adama ayakkabılan öyle gi5rmenin ne kadar rahat olduğunu, terlik gibi kullandrğımızı anlattıkbütün gece. Hiç hatrrlamıyor musun bunlan ?" "Ben Marmaris'e hiç gitmedim." Afgan sonunda kahkahalarrnı durdurup konuşabildi: "Gördtin mü? Kesintikle saçmalıyolsun. Hatırlamıyor işte. Çünkti öyle bir şey hiçbir zartan olmadı."
Cenk sinirlenmeye başlıyordu. "Tamam ! Şimdi geliyonım. Bir dakika." Kalkıp salona girdi, oradan antreye yurüdü. Valizinin durduğu, sa]on kapısnm tam karşısındaki odanın kapısını açıp kapattığı duyuldu. Hakaır, Afgarı'a dönüp sordu: "Ne diyor bu?"
"Güya o A]man'r ikna etmiş ve Adidas bir sonraki sezoncla, ayakkabı biçimindeki terlikleri üretmiş. Sırf Cenk o a§am faydalarrnı anlattığı için !" Bu kez gülme srasr Hakan'daydı. OturCuğu plastik sandalyede masaya doğru eğilerek ve te}«ar arkasrna yaslanarak güldü. Yaslarıdığı anda da başının sağından iki terlik uçarak geçti. Atan kişi kol hareketinin hrzrnı tam ayarlayamadığı için biri masadan düştü ama diğeri birkaç takladaıı sonra durdrı. Ve Cenk'in göstermesine gerek kalmadı. Herkes kendi gördü. Ters dönmüş yan ayak-
tepki Hakan'dan geldi: "Si}<tir !" ,
"O konuşmadan ü!ç ay sonra adam bana bunu yolladı." Afgan hAlA gtilüyordu. Çünkii dunrmun, Alman'ın, ayakkabı görünümlü terliğin, terliğin a]tında yazan adrn ve bütün bunları konuşmalannın çok saçma olduğunu düşünüyordu. Bir ara kahkahasını yarıda kesip ciddileşti: "Bir adam var, Türk. Mercedes, Peugeot modelleri çiziyordu. Aferin Cenk, sen de onun gibi olmuşsun !" Ve tel«ar sallanarak gülmeye başladı. Hakarı, sarhoşluğun ön kademelerinde gezdiği için iki yarıında üç siyah paralel çizgi olan beyaz terliğin sağ tekini elinde çevirerek inceliyor ve ilk tepkisini tekrarhyordu:
"Siktir !"
O ana kadar masadaki karmaşayla ilgilenmeyen Barbaros,
gözlerini elindeki votka kadehinden ayıITnadarı, Cenk'e sorulma-
sr gereken sonrp sordu:
"Kaç paIa verdiler?" "Hiç para vermediler. Sadece bunu yolladrlar." Barbaros bu kez, hAlA ayakta duran Cenk'in yüzüne bakarak sordu: "Hiç para vermediler mi ?" "Ha5nr. Onlar teklif etmedi, ben de istemedim. Zaten adamın adresiyle telefonunu kaybettim. Bulmak için de uğraşmadım. Hem bu sadece bir fikirdi. Herkesin aklına gelebilir. İlk bez Adidas'rmr aldığım gün bağcıklannı bağlayıp ayağımı içine geçirmiştim. O günden sonra da hepsini öyle, terlik gibi giydim. Hem paha]ı bir şeyin şeklini bozdıığum için kendimi daha iyi hissediyordum, hem de daha rahattı."
?,5
24
Oturarılar birbirine bakıp almı anda kahkaha attılar. Bardaklannı alıp Cenk'e doğru kaldırdılar ve votka]arrnı içtiler. Her ne kadar bir zamanlar evin telefon faturasrnr Hakan'rn annesinin ablası ödese de, banka talimatıyla gerçekleştirilen otomatik ödemedeki bir yanlışlıktan ötürü kesilmiş olaır hattr açtırmak için kimse girişimde bulunmamıştı. Dolayısıyla salondan gelen dijital melodinin cep telefonuna ait olduğunu anlaması Hakan için zor olmadı. Ağzındaki gülümsemeyi tutarak doğruldu. Cenk oturmuş ve tabanrnda adı yazan özel terliğinin sol tekini aramak için masanın altrna eğilmişti. Afgarı başnı sallayarak gülmeye devam ediyordu. Ama araları gittikçe açılan hıçkınk benzeri gülüşlerdi bunlar. Barbaros, dokunarak boşluklarından emin olduğu sigara paketlerini aırrçlarının içinde eziyordu, çünkti dolu olanı ararken sürekli yanılmaktarı sılolmıştı. Hakan hepsine birer kez birkaç saniyeliğine baktı ve salona geçti. "A-lO."
"Merhaba." IJakan votkadarı arta kaları dikkatini topladı. Sarhoşluğundan sıyrılıp konuşmasrnrn terastarı duyulmayacağı arıtreye doğru yıırüdü.
"Merhaba teyze."
"Nasılsın?" "İyi, fena değil. Sen nasılsın ?"
"Çok iyi değil." "Ne oldu?" "Eve bir müşteri çıktr." "Harıgi eve?" Hakarı bu soruyu sorarken sesinin arıtresinde yankılarıdığı evden bahsedildiğini tabii ki biliyordu. "Terası satmaya karar verdim. Muzaffer Bey'e haber verdim. Birinci katta oturarı yönetici. Zaten orayr hep almak isterdi." Hakan boştaki eliyle buzdolabmı açıp raftaki birayı aldı. "A5[ıca bu aralar gerçekten paraya ihtiyacım var. Mecbrırum satmaya."
Hakarı, diğer parmaklarıyla tuttuğu soğuk silindir kutunun
üzerindeki metal halkayı işaretparmağıyla çekti. "Senin durumunu arılattım. Acelesi olmadığını söyledi. Tapu işlemlerini getecek hafta yapacağız. Hem toparlanman için de zamanrn olur. Kusura ba}ona Hakan. Mecbur kalmasam, gerçekten yapmazdrm." Hakan sol elindeki telefonu, kolunu açarak kulağındaır ve gövdesinden uzaklaştırdı. Aynı anda sağ elindeki soğuk ktıtuytı ağzı, na götürdü. Ve boğazıy|a midesi arasmda ne kadar organl vaJ§a, hepsini birayla do\durdu. Cümlelerini dört saniyeliğine antredeki havaya kuran kadın, kulağa yaklaşan telefonla yeniden Hakarı'la konuşmaya başladı:
"... sonra da istediğim gibi gitmedi. Ben seni tekrar ararrm canım. Her şey gönlünce olsun."
Hakan konuşma srasrnrn kendisine geldiğini kiiçük sessizlik-
ten anladı: "Sağ ol teyze- Senin de."
Aslında evi satacağı için hiçbir suçluluk hissetmemesi gere}<tiğini, zaten kendisine kaşı fazlasıyla arılayışlı dawandığını anlatmak, kimsenin göstermeyeceği bir fedakArlık]a kira gelirinden vazgeçip evde yaşamasına izin verdiği için teyzesine teşekkiir etmek isterdi ama bunlan sadece düşünmekle yetindi çünkti telefon kapanmıştı. Telefonu buzdolabının üstüne koyup salona girdi. Müzik setinin yanına gelip dizlerinin üstüne çöktü. Bouga'nrn "Belsunce Breakdown" adl]. şarkrsrnr başlattı. Ekolayzın izledi. Sağ ayağını parkeye bastı. Sağ dizinin üstüne iki elini koyup ayağa kalktı. Birayı müzik setinin yanında unutup terasa döndü. Plastik masanln üzerine çöl«nüş kelimeler sisini dağıttı: "Bir roman okudum. Geçen yıldı herhalde. Yazarıı hatırlamıyor,ı-ım."
Bunlan söylerken sandalyesine oturmuştu. "Neyse, hikaye şu: bir kadın. Otuzlu yaşlarda. Fena değil, güzel sayılır. Başından bir evlilik geçmiş. Bir sürü sevgilisi olmuş ama o hep aynı kişiyi ser,rmiş. Ancak o kişinin kim olduğunu bilmiyoruz. Kimse ona duyduğu aşlo yok edememiş. Ve roman, kadrnrn o
26
27
kişiye ulaşmak için yola çıl«nasıyla başlıyor. Başından bir sürü yol macerası geçiyor. Erkeklerle tanışıyor. Ama hiçbiri onu yolundan döndürecek kadar etkilemiyor. Romanda sürekli kadının aradığı insarıdaki özellikler arılatılryor. Sonunda kadın, uğruna binlerce kilometre kat ettiği insanı buluyor. Flala kim olduğunu bilmiyoruz. Birbirlerine sanlıyorlar. Bir otele gidip seüşiyorlar. O insanın evli olduğunu öğreniyoruz. Sabah olunca da şehirden birlikte ayrılıyorlar. Çünkü anlryorlar ki birbirleri için yaratılmışlar. Başkalzın için değil." Cenk, diğerlerinin aksine bütün dikkatiyle dinlediği için Hakan sustuğu anda sordu: "İşrk olduğu kimmiş ?" "Tahmin et. Birbirleri için yaratılmrş olarılar kimlerdir?" Afgan, Cenk'in yanıtı bulmasrnı beklemedi ve "Cüceler!" deyip gülmeye başladı. Hakarı anlattığı hikAyenin gizemini açıklama}<ta geciktikçe etkisinin azalacağını hissetti ve kendi sorusunu kendi yanıtladı:
"Kadının kimseye hiçbir şey hissedememesine neden olacak
kadar aşık olduğu kişi tek yumurta ikiziymiş.'
Cenk kaşlarını kaldırdı. "Birbirleri için yaratılmış olanlar ikizler miymiş ?" "Evet ama tek yumurta ikizleri." Barbaros konuya teknik açıdan yaklaştı: "Hem ensest, hem eşcinsel." Yazılmamrş romanın sahibi Hakan bu kadar basit bir tanımlamadan rahatsız oldu: "Hayrr, tam olarak değil. Yani sadece bu kadar değil. Roman, insanın umutsuzca benzerini aramasını anlatıyor. Hepsi o kadar." Afgan, hiçbir zaman benzerini aramadığı için hikiyedeki kadının da Hakan'rn iddia ettiği gibi bir trajedi yaşadığını düşünmüyordu. O da en az Barbaros kadar teknik bir açıdarı yaklaştı konuya:
"Çok iyi pornosu olurmuş ! Vahşi ikizler tek yumurtalarını yahyor !"
Tabii ki yeniden kahkahalar savulTnaya başlamıştı. Ama bu
kez bütün gece boyunca yapamadığını yapmış ve ucunda oturduğu sandalyenin üstünde sallanırken yere düşmüştü. Böylece ne kadın kaldı, ne de benzerini arayan insanrn ekşi acısı. Terasın yan apartmandaki komşuları dört farkh kahkaha duydular. Bir hafta sonra evin sahibi olacak Muzaffer Bey de duydu kahkahaları. Muzaffer Bey, altmış dört yıllık hayatında hiç piç sörmemişti. Yiımi yedi yaşındaki oğlu ortodontist olmtış ve kendi muayenehanesini açmıştı. Yirmi yedi yaşındaki bütün ortodontistlerle yaşıt olan Cenk ise her ne kağar dişlerinde teller taşıdığı iki yıl boyunca onların plastik bardaklanndaki suJru, ağzını çalkaladıktan sonra tükürmüş olsa da, o gece midesindeki votkayı kusmak için barıyoya koşuyordu.
Öğleden sonra üç, günü yirmi dört saate bölnrüş olanlann tortrnlarrnrn iş hayatlarrnda en verimli oldukları zaınan dilimidir.
Başkalarrnrn barıka hesaplannda tutsak duran paralann kendi ceplerinde özgürlük bulacağını düşünenierin, sattıkları ürünün vazgeçilmezliğine karşılanndakini inandırmak için kelime hazırelerinin sınırlaırnı zorladıklan bir saattir. Anra eğer bir terasta yaşıyor ve herhangi bir çıkar karşıhğında çalışmanrn ne olduğunu bilmiyor ya da hatırlamıyorsanz öğleden sonra üç, sizin için sadece öğleden sonra üçtür. Pahalı saatler takan insanlann zarı:.ar.ları değerlidir. Ama bir terasta yaşlyor ve saati sokaldaki yabancılardarı öğreniyorsanLz, zalnaJı size sonsuzmuş gibi gelir. Ve ekonomi, bilim haline gelmeden önce de var oları bir kurala söre bolluk, değersizliği getirir. "Saat kaç?"
Satın alındığı mağazada sarıyken, üstüne oturan otuz yıl sonra kahverengiye doğru sessiz bir yolculuk yapmış olan kanepede yatan Cenk gözkapaklannı aralayıp çapakların arasrndarı gördüğü kadanyla karşısındaki koltukta oturan Afgaır'a tel«ar sordu. Çünkii ilk denemesinde, uykusrı boyunca işine yaramadığı için saatlerdir }a-ılla;rmadığı sesi duyulacak düzeye ulaşamamıştı. "Saat kaç ?"
Afgan, yerden iki kanş yükseklikteki dikdörtğen, gri sehpaya bacaklannr uzatmrş, kucağındaki gazeteyı okuyordu. Cenk'in çatlak sesini duydu. Başını kaldınp baktı. Cenk'in hafif doğrulmuş yüzünde, uykuyu beraber geçirdiği kadife yastığın üzerindeki ka-
30
31
bartmalı desenleriır bir bölünrünü gördü. Cenk'in sol yanağında bir gülün yansı vardı. "Bilmem. Üç olmuştur herhalde." "Günaydın." "Sana da günaydın." Afgan, bir zamarıIa;. yazlarını geçirdiği spor kamplanndan miras bir alışkanhğa sahiptir. Sabah yedi hariç, kaçta yatarsa yatsrn sabah yedide uyaıur. İll< bir saat içinde de gözlerinin beyazıpembeden beyaza dönerve yeni gününe uyku eksikliği çel«neden başlar. Eğer bir piç olrnasaydı, ülkesiniıı milli marşrnm meloclisinin
ilk notalannr Yaz Olimpiyatları'nın seyircileriıre dinletebilecek
oları Afgan büttin anlamlarda bütün yarışmalardarı çekilmiştir. Cenk, sol koluyla sol yarıağı arasrna sıkışmış olan yastığı sağ eliyle çekerken doğrulup oturdu. Yastığı da Afgan'a doğru attı. "Git, barıa bir su getir." Afgarı, gazetenin "Güzin Abla" başlığı taşıyan köşesindeki okur mektubunu okuyordu. "Talihsiz" rumuzlu kadın okur, üvey babasının kendisini her firsatta cinsel açıdan taciz etmesine eve para getiren tek kişi olmasından ötürü itiraz edemediğinden yal«ıuyor ve köşe sahibinden tavsiye istiyordu. Afgarı, okurun evindeki baba gibi yaşamanrn ne kadar zevkli olacağını düşüntiyordu ki sayfayı bir yastık yııttı. Ama sirıirlenmedi. "Kalk, kendin al."
"Uytıyorlar mı?" "Çıktılar. İçecek bir şeyler alıp gelecekleı,." "Yiyecek bir şey yok mu?"
"Cips var." "Dün bütün gün cips yedim zaten. Normal bir şey yok rnu ?" "Patlamrş m§rr var." Cenk, Afgarı'ın verdiği yanıt üzerine omuzlanrıı düşiirdü ve üç kişilik karıepenin iizerinde, iki yarıında şişman hayaletler varmış gibi silaştı. Ama acıl«ruş ve srrsaJnıştı. Kallop antreye geçti. Buzdolabındaki tek ş§enin içindeki büttin suru içti. Salona elindeki büyuk kavanozla döndü. İçindeki mısırlan avuç avuç yerken konuştu: "Bu gördüğün kavanoz bir Anadolu icadıdır. Nevşehir'e yakın
bir kasaba vardrr. Tarihin ilk kavanoz|arı orada yapılmıştr. Buna kavanoz denmesinin nedeni de kasabarırn adıdrr: Avanos. kavanoz, Avanos. Anladın mı ?" Afgan önce dostunun tişörtündekiyazıya, sonra leopar desenli şortuna, en son da elini kavanozdan her çıkarışında parmaklannın arasından parkeye döktilen mrsırlara bakh. Cenk'ten daha zeki olduğunu düşündü. "Cenk." "Ne Var?" . "Yok bir şey." Salondan arıtreye yiiı,üyen Cenk'in arkasından bakarken Afgan'n gözleri buğularıü ve bir saniyeliğine on bir yaşındayken ta-
nıştığı Cenk'i gördü. Bir buz pateninde tanışmışlardı. Cenk'in üzerindeki tişörtün önünde bir papağan, arkasrndaysa bir kafes vardı. Ve pistin ortasında kollannı kaldırmış halde, olduğu yerde hızla dönerken, tribündeki yaşıtı kızlara bir göz yanılması gösterisi sunarak papağarıı kafese solanaya çalışıyordu. O gün Afgan bunu dAhice bulmuş ve çok gülmüştü. Geçen yıllardan sonra Cenk bir buz patencisi olamamış ama Afgan erimiş buzun içinde binlerce kilometre yüzmüştü. Cenk 6şık olduğu sayısız kadrnın peşinde, dilini bilmediği kentlere sarrnrlmuş ama Afgan sadece bir kez 6şık olmuştu. Afgan, yirmi bir yaşnda kendisine tecavüz etrniş ve bir piçe dönüşmüştiir. Nedeni de aşık oldugg kadının "Sen benim gibi değilsin ! Mutlu olacaksın ! Başaracaksın ama benim hiçbir zamarı hiçbir şeyim olmayacak !" diye bağırdıktan sonra onu terk etrnesidir. Afgarı, hayatı boyırnca aşık kaJacağı arıcak kendisini bir tiirlü istediği gibi sewneyen kadın kendisine başarılı ve mutlu olacağını söylediği için başanh ve mutlu olmaktan vazgeçmiştir. Çiirıkii sadece seçkin sporculara özgıj oları o sonsrLz ihtirası yüziirıden Afgan kudurmuş ve kaünın kendisine hiçbir zalnan 6şık olmayacağını anladığı için yüzerek bitiremeyeceği suyu içmeye karar verm§tir.
Cenk müzik setinin yarıındaki ayakkabr kutusunun içindeki CD'leri kanştırdı. Birini alıp setin Jruvasna yerleştirdi. Din]emek istediği şar}oyı bulmak için diğerlerini hızlıca geçti. İlk notalann-
32
33
dan tarııdığı şarkıya denk gelince sesi açtı. Gözlerini kapadı ve nrüzik setine eğilmekten vazgeçip yere oturdu. Bağdaş kurdu. Şarkıyı dinlemeye başladı. Gözlerini açıp, "T\ıtun kollanmdan, düşerim şimdi" diyen İbrahim Tatlıses'in üstüne konuştu. "Küçük teleüzyon nerede ?" "Sabah sattıııı." "Afgan." "Efendim ?" "Babam kanser." "Ne ?"
"Geçen ay öğrendim. Kardeşim söyledi."
"Nasıl şimdi ?" "Bilmiyorum, babamla konuşmuyoruz. " "O sahte faturalar yüzünden mi?" "Evet."
cenk, liseden mezun olan yaşıtlan gibi ÖsyM'nin düzenlediği
srnava girmiş ve Bilkent Üniversitesi Bankacıhk ve Finans Bölümü'ne kaydolmaya hak kazanmıştır. Her ne kaclar bakmasa da iki
yrl öğrenim görmüş, ancak gerçekten istediğinin resim yapılan herhangi bir sanat bölümü olduğunu düşünerek üniversiteden aynlmıştır. o yıl Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü'ne girmiş ve yetenek srna\,T nr nasıl kazarıabildiğini kimse anlayamamıştır. yine her ne kadar görmezden gelse de iki yıl öğreııim görmiiş ve gerçekten istediğinin hesap yapılan herhangi bir ekorıomi bölümü olduğunu düşünerek o üniversiteden de lise diplomasını alarak aynlmıştır. cenewe kantonal Bankası'na on aih bin cHF yatırdığına dair dekontu ilgili kişiye vererek lııstitut de Finance et de Management'ın İşletme Bölümü'ne kaydolmuştur. "Peki ne yapmayı düşünüyorsun?" "Bilmiyorum." Ancak cenewe soğukkanh bir kenttir. cenk işletme Bölümü'nü de en az diğerleri kadar istemediğini cterhal fark etnriş ve ısviçre'de aInaçsrzca yaşamaya başlamıştır. Düzenli kentlerin, amaçszca yaşayan insanlar için kurulu tuttuğu düzenli tuzak|ar vardrr. kent, amaçsz kişinin sahip olduğu temel zaaia uygun bir
aInacr herharıgi bir caddede karşısına derhal çıkanr. Ancak nedense, bu ilk karşılaşma genelde geceleri gerçekleşir. "Belki de Adarıa'ya gitmelisin." "Belki de Adana'ya gitmeliyim." Cenk'in Adarıa'da yaşayaJı babası, büyuk babası gibi inşaat mühendisidir ve vasrfsız işgücü çokluğundarı dolayı Türkiye ekonomisini ayal<jıa tutan inşaat sektöründen payına düşeni faz|asıyla almıştır. Bu payın bir bölümünü de Cenk'in kaprisli eğitim hayatına ayumrştır. Ancak Cenk amfilerde anlatılarılardan ve evde okuduklanndarı hiçbir "§ey öğrenemeyeceğine karar ver<liği için, bilgiyi deneyle keşfetmeyi seçmiştir. Dolayısıyla babasının vıllık karının bir bölümü farklı da olsa bir eğitim için harcarımrştır. sadece, bunda her şey yaşanarak öğrenilmektedir. Ve bilinen en pahah özel okul Cenk'in hayatıdır. Cenewe de hiç bekletmeden, temel zaaiı bilinçsizce para harcamak oları Cenk'in karşısına Des Sols Sokağı'ndaki Casino Domino'5ru çıkarmıştır. "Belki de bir iş bulmahsın." "Belki de bir iş bulmalıyım." Tarif edilemez bir tebessümle, katedrale benzeyen beyaz binanın ardrna dek açık, yaldızlı kapısmdan geçmiş ve Cenk beş günde yirmi bir bin CHF kaybetmiştir. Pakistanlı komşusunun bilgisayannda "ekstra taksitler" başlığını taşıyan üç sahte fatura düzenlemiş ve bunlan Adana'ya, babasınayollamıştır. Ekstra harcamalara alışmış oları inşaat mühendisinin, yirmi bir bin CHF'yi he-
sabına yatırmasını Cenewe Kantonal Barıkası'nın hemen karşısındaki Buvette aündaki barda, parasr bitince de önündeki kaldınmda beklemiştir. "Belki de kendini öldürmelisin." "Belki de kendimi öldtirmeliyim." Yirmi bir bin CHF'yle Casino Domino'ya dönen Cenk rulet masasında hepsini kaybetmiş ve kumarhanenin en çok Jack Daniel's ikram edilen kişisi olmuştur. Ancak bu sıfat gerçek hayatta pek de bir işe yararyadığı için Adana'ya telefon ederek babasına her şeyi itiraf etmiştir. "Belki de resim yapmalrsın."
34
35
"Belki de sen yüzmelisin !" oğlunıın üç yıllık okulundarı mezun olacağı günü ajandasının takviminde kırmızı tükenmezkalemle işaretlemiş olan adam tek bir kelime söylemeden telefonu kapatmıştır. cenk ev kirasının bir bölümüyle tuval, şövale ve boyalar almrş, babasındarı haber gelene kadar geçen iki haftalık süre içinde on dört tablo yapmıştır. oğlundarı ötürü yorgun, babalığındarı ötürü bitkin baba, yaşadığı müddet içerisinde son kez kendisini affedeceğini söyleyerek on altr bin cHF yollayacağrnr söylemiş ve telefonu kapatmıştır. "Belki de..." "Belki de..." Cenk, İkinci yarı }rıl taksitinin kaşılığı oları miktarı Casino Domino'nun kasasrna rulet masasrndan geçirerek yatrm§ ve İsviçrelilerin a]tı taksitte ödediklerini yabarıcı öğrencilerin bir defada ödemelerini gerektiren kuralrn yaptrnmrna uygun olarak İnstitut de Finarıce et de Marıagement'tarı kovulmuştur. "Cenk biliyor musun, ben art* hiçbir şeyi düşiinmüyoıum.'' "Ben de."
cenk tablolarını kashya Hildebrarıd adındaki gateriye götiirmek için son pa.rasıyla taksiye binmiş ve Etienne-Dumont sokağr'na girmiştir. Ancak binarıın kapılarının açılış saatinin öğleden sonra iki olduğunu bilmediği için kaldınmda oturarak beklemek zorunda kalmıştır. cenk'in hayatındaki bu kaldınm bekleyişlerinin kaçıncrsr olduğunuysa kimse hiçbir zalTıan bilemeyecektir. Dört buçuk saat sonra kapılar açılmış, tablolar ise cenk tarafindan teker teker içeri taşınmış ve girişteki darıışma barıkosrınun üzerine dizilmiştir. Gonzillez Bravo'darı Takeo Adaçi'ye kadar
farklı kulvarlardarı modern sanatçılara duvarlanru açmrş oları galerinin müdürü Benoit Legitimus, otoparktan zemin kata çıkarı asansöriin kapıları açıhp da kata attığı ilk adımda güvenlik görevlisiyle genç bir adamın yüksek sesle tartıştığını görmüşttir. Birkaç aüm sonra danışma bankosunun üzerindeki tablolara göz|eri kaymış ve o anda arılamıştır. "Yalan söyledim." "Ben de."
Saırat eleştirisi ve sanat tarihi bilgisi nrütevazı bir ktitiipharıe genişliğinde olan rnüdür, tabloları yaratan ressamın bir dahi olduğunu anlamıştır. Cenk güvenlik görevlisine yumruk atmak tızere kaldırdığı sağ elini indirerek yanlanna geleıı bej takım elbiseli Benoit'ya uzatmayı tercih etmiş ve tablolaır satmak istediğini anlatmıştır. Benoit, hayatı boyunca hiçbir şey satmamış olaır Cenk'e, bu biçimde satrn alamayacağrrıı, tablr_ılarııı sergilenmelerinin gerektiğini ve bunu da büyük bir zevkle yapacağını söylemiştir. Cenk hayatı boyunca kıırıını taşımadığı kinrseden para istemediği için müdüre durumunu anlatmaya utarımış ve tablolarına dair iltifatlan sessizce dinlem§tir. Benoit Legitimus o giine kadar adrnı duymadığı genç adamı ilk keşfedenin kendisi olduğtuıu düşünmenin heyecanıyla Cenk'i öğle yemeğine davet etm§tir. "Aslrnda her şeyi düşiirıüyorum. Kendimi, ai.lemi, sizi..." "Ben de." Galerinin sokağındaki Cordon Mauve adlı et restoranma girmişler ve pencere kenannda bir masaya oturmuşlardır. Havarırn
sıcaklığı Benoit'nrn bej ceketini çıkarıp sarıdalyesinin arkasma asmasrna ve terlemiş yüzünii yıkamak için tuvalete gitrnesine neden olmuştur. Oysa Cenk ne havanın sıcaklrğrnr, ne de herhangi başka bir şeyi hissetmiştir. Bej ceketin iç cebinde duran kahverengi deriden portföyü açmış ve içindeki bin yüz elli CHF'yi aldıktan sonra restorandarı çıkrnıştır. Sokaktan çıkrnak için koşmuş ve solunda ilerleyen arabanın arkasından bağırmıştır. Bindiği taksiyle yaşadığı apartmarıa dönmüş, kendisiyle aynr srnıfia olan Pakistanh komşusunun kapısrnın kilidini krarak tek odalı eüne girmiş ve yatağın altındaki valizin fermuarlr cebinde durduğunu bildiği Amerikan dolarlarını alıp çıl«nıştır. Bir valizlik eşya hazırlamrş ve kendisini aşağıda bekleyen taksiye binerek havaalarırna, oradarı da terasa gelmiştir.
"Ama şunu bil: ne karar verirsen ver, hep senin yarırnda5nm."
"Biliyorum." Uçakta hostesin dağıttığı dergide Casino Domino'nun reklamrnı görünce başlayan ağlamasını yolculuk boyunca durduramayan Cenk, Afgarı'ın sandığı kadar aptal değildir. Çünkii Afgarı'rn son
36
söylediği cümle zihninde üç kez dönse de, bir piçin diğer bir piçe hiçbir yarannrn olmadığını bilir. "Her zaman yanındayrm" diyen bir piç gerçekte şunu hissediyordur: "Mezarına kadar gelir ve seninle gömülürüm." cenk, hoparlörlerin beşinci kez "T\ıtun kollarımdan, düşerim şimdi" cümlesini yaydığı havarıın tozunda kısa bir rüya gördü: Bir asarısördeydi. Altırı duvarlan oları bir asarısör. İniyordu. Asarısör üçiincü katta durdu. Altın kapılar açılü. Afgarı bindi. Kapılar kaparıdı. Asarısör inişine devam etti. İkisi de ellerini arkalannda kavııştruduklan için kimse kimsenin kollanndarı tutrnuyordu.'
Barbaros ve Hakan yanlanndan geçen Lincoln marka cipin arkasından baktılar. sonra da birbirlerine. İkisi de arabakullanma-
yl on dört yaşında öğrenmişti. Barbaros'un annesinin Golf'ünü her gece çalmış ve yaşadıkları kentin her sokağma girmişlerdi. On sekiz yaşında ehliyetlerini ve ailelerinin armağarıı arabalarını
almışlardı. İık kazalannı on dokuz yaşında yapmışlar ve alkollü
araç kullanmaktan ötürü ehliyetlerine üç ay el konulmuştu. Ama onları hiçbir şey durduramıyordu. Araba kullarımayı seviyorlardı. kent trafiğini altüst edecek biçimde kullandıklan, direksiyonunda oturduklan mekanizmayazerre kadar acımadan, kasisleri lastikleriyle zımparalıyorlardı. Dolayısıyla o üç ay içinde de araba
kullanmaya devam etmişlerdi. Barbaros'un üç, Hakan'ın dört farkh arabası olmuştu. İkisi de son arabalannı kimseye haber vermeden satmrş ve ellerine geçen parayı yürüttükleri düzenin sürmesi için harcamışlardı. kısa süre sonra Hakan'rn ailesi, oğullarrnrn piyasa bedelinin altında ruhsatını dewettiği arabayı yaşadıkları kentin en geniş caddesinde bir yabancı tarafindarı sürülürken görmüş ve iki dostun kiiçük ticari sırları bekAretini kaybetmişti. Aileler konuyla ilgili çok kısa bir konuşma yapmıştı, hatta bu o kadar kısa bir konuşmaydı ki üç kelimeden ibaretti: "Bir daha asla !" Bir daha asla Hakan'a ve Barbaros'a aileleri tarafindan araba alrnmayacaktı. Tabii, ebeveynlerin bu olgunluğa erişnresi için toplam yedi arabarun parçalanması gerekrnişti. En çok acı çeken piç aileleri kolay ders almayarılardır. sonuçta bir
5/
Lincoln'ün arkasındarı bakan iki genç adam bir yıldır araba kullarımıyordu. Ve özleseler de önemsemiyorlardı. Çünkti piç hayatı sürdürmek, kalabalık bir çevre yolunda makas atmaktan daha gösterişliydi. Dolayısryla Hakan'ın arabalardan bahsetmesine gerek yoktu. Olağarıüstü garip bencilliğinden ötiirü her zamanki gibi kişisel bir konuyu açtı. "Gerçek bir paranoyak olduğumu ne zaman anladrm, biliyor musun?" Barbaros sağ eliyJe denize bakarı boş bankı işaret etti. Konuşmadarı yürüdüler. Sahil yolundaki barıka oturup taşıdıkları siyah torbalardan birinin içinden iki kutu çektiler. Biralan aynı anda açtılar. İlk yudumlan aldılar. Köpek gezdiren yaşlı bir kadmın kendilerine iğrenerek bakmasrnr seyrettiler ve Barbaros konuştu: "Ne Zaman ?"
"Herhalde bir iki yıl önceydi. Teleüzyon seyrediyordum. Bir uçak kaçırma haberi gördüm. Türk Hava Yollan'nın bir uçağı kaçırılmış ve korsarıların amacı bilinmiyor. Önce normal bir insarı gibi seyrettim, yorumlan dinledim. Bir süre sonra uçağı kaçıranlarrn ne isteyebileceklerini düşündüm. Ve aklıma şu geldi: ya'Hakan çırılçıplak soyunup CNN'e çıl«nazsa uçağı düşürürüz' derlerse ? Bir an için çok korktum. Sanki gerçekten böyle bir talepte bulunabilirlermiş gibi geldi barıa. Ya da daha kötüsü: 'Hakarı annesiyle sevişecek ve bunu büttin dünya televizyondarı seyredecek, yoksa uçaktaki iki yüz elli kişi ölür.' Tam bu düşüncelerle boğuşuyordum ki korsarırn srradarı, salak bir terörist olduğunu söylediler. Ancak o zalnaır rahat bir nefes aldım." "Peki gerçekten öyle bir talepte bulunsalar yapar mrydın, yani annenle sevişip bunu televizyonda yayınlatır mıydın?" "Bilmiyorum. Sen yapar mrydın ?" "İki yüz elli hayat kurtaracaksrn." "Kesinlikle yapmazdım. Siktir olup gitmelerini söylerdim." "Binlerce kişi senden nefret ederdi." "Zaten şimdi de nefret ediyorlar. Belki binlerce kişi değil ama binlerce canr olan kişiler nefret ediyor benden." Sustular ve kendilerinden nefret edenlerin yüzlerini güneşin
38
bulaştığ denizde gördüler. oysa kötü insanlar değillerdi
ama yiacı veriyorclıı. Acrnrn nedeni tam olarak hayatta olmalan değil, rıayatı kullanma biçimleriydi. Harcıyorlardı. Her Kendilerini, hayatlaı]nı, şeyi. onlara sunulrnuş her duyguyu ve her malı. Barbaros l_ıarcamak fiiti_ ni düşünüyordu. Altdudağından sarkarı bira damlasrnı eliııin tersıyle silip başını Hakarı'a çevirdi. "Bazen dünyanın bir kasa olduğunıı düşünüyonrm. Tanrr'nın par€ısmı sakladığı bir kasa. parabirinıinin insan olduğu bir ewe4deki kiiçük bir kasa, Tann'nın paraya ihtiyacı olduğu zaınan büyük savaşlar, felaketler, öliimler oluyor. Ölenler harcanıyor. kalanlarsa faiz yaratmak için ürüyor.'' "Eğer öyle olsaydıbiz, nereden geldiği belli olmayan sahte paralar olurduk. Hiçbir yerde geçmeyen sahte insanlar.'' ne de hayatta olmalan onlan nedensizce sevenlere
"Dokuz yaşımdan
beri Birleşmiş Milletler genel sekreteri olmaYı İstemişimdir. Dünya üzerinde bir huzur düzeni kurabilece_ ğimi düşünmüşümdür.'' "Ben de bir tarikat hayal ederdim. Lideri olduğum bir tarikat. Günah ve yüksek sanat tarikatı. Tek artıacı mükemmel insanı yaratmak olan bir tarikat. Hatta hflll uyuyamadığrm zamanlarda bu hayali kurarım. 'Binai Zina'adında dev binaleırda resim, heykel, müzik yapan yüzlerce çocuk, uyuşfurucu deneyleri "vapan çocııklar, dövüş sanatlanyla uğraşarı kimsesiz çocuklar hayal ederim.
Mükemmel insan eğitimini alan çocuklar. Mükemmel insan olmak için hayat süresinin mükemmel biçimde değerlendirilmesi
gerekir. İşte bunu öğrettiğim binlerce çocuğu hayal ederim. Daha önce adınr duymadıkları bir hayatla onlan tanıştrnr ve tek bir sa-
niyelerini bile harcamamalaır gerektiğini öğrettiğim çocuklarla konuşurum hayallerimde.'' "Binai zına. Tabelada iyi dururmuş zıma bu isimle belediyeden ruhsat alman zor olurdu.'' "Haydi kalkalım." Boşalmış bira kutulannı denize savunıp yürüdüIer. küçük köpeğini gezdiren yaşlı kadın her giin yaptığı yurüyuşün dönüşünde yanlarından geçerken Hakarı ve Barbaros'a ikinci kez iğrenerek
39
baktı. Bilemezdi yaşlı gözlerinin Birleşmiş Milletler genel sekreteriyle dünyanın en güçlü tarikatnın liderini süzdüğünü. Süzdüklerinden geriye kalanınsa iki sıradan, mutsuz insarı gibi göründüğünü bilemezdi. Barbaros'un birazdan Hakan'ın söyleyeceği keli meleri bilemeyeceği gibi: "Terastarı aynlmamız gerekiyor. Evi satryorlar. " "Ben Barbaros, Birleşmiş Milletler genel se}«eteriyim. Dört yaşayan ve bir ölü lisarıda yaz|p, okuyup, konuşabiliyorum. Dünya üzerindeki nadir asillerdenim. İsrail-Filistin, Krbns, Orta Afrika ve diğer coğrafyalardaki irısanlara dair bütün sonrnlaır çözebilirim. " Hakarı dudaklannı kapatıp iki yanrnı yarıaklarına gömdü. Dişlerini göstermeden güldü. Bir ses çıkarmadı. Sadece yüzünde binlerce kannca vaım§ gibi hissetti. Kanncaların ktiçük ayaklarını derisinde hissetti. Sonra kanncalar yok oldu. Dudaklannın iki yanı gömüldükleri yerden çıktılar ve Hakan, Bijarı'da yaptınlmrş sekiz düğmeli lacivert takrm elbiseli dostunun yanında yurüdüğünü düşündü. Birleşmiş Milletler genel sel«eteri dizleri yırtık bir Levi's 50l ve siyahı gri olmuş Adidas eşofman üstii giyiyor olamazdr. Bu kez diişünmedi, sadece söyledi: "Ben Hakarı, mükemmel insarıı yaratan insanrm ve gerisinin hiçbir önemi yok." Hakarı'ın hayalindeki tarikat ne Tann'ya gider, ne de insarıa. Merkezi zaman oları ve sonsuz çapa sahip bir dairedir. İçinde, televizyonda görülen hiçbir şey yoktur. Tek tanrılı ve tek kullu bir dine inarıarı Hakan'ın taııınması mümktin ancak anlaşılması imk6nsızdır, O da bunu bildiği için kendisini arılamak isteyecek insarılarla görüşmesini gerektirecek bir hayat sürdürmemekte ve bir piç olarak yaşamaktadır. Ancak tabii ki piçler yaşamaz, sadece hayatta kalır.
Siyah, demir bahçe kapsını açıp taş patikaya adımlarını attılar. Muzaffer Bey'in, komşu apartmanın bahçesiyle kendilerininkini ayıran duvardan yararlanarak inşa ettirdiği tel örgülü bir ka-
feste yaşayan köpeği her zamarıki gibi havlamaya başladı. Sahibi gibi o da, terasta yaşayan genç insanlara ve kokularına alışamamıştı. Apartmanın ağır kapısından geçip basamaklara saldırdılar. Dördüncü kattaki tek kapınrn önüne gelince ardından gelen seslerin yakınlığmdan dolayı anahtarlarına dawanmaktansa yumruklarıyla ahşabı dör.rneyi tercih ettiler. Binaııın temelinin atıldığı 1963 yılmdan beri yerinde duran kahverengi ahşap kapı açıldı. Karşılarındaysa Gonca vardı. Barbaros'un düzenli seks hayatı, siyah saçlannı kızıla boyatmış, gülümseyerek onlara ba-
kıyordu. Hakan, Gonca'yı öpüp elindeki siyah torbaları kadına verdi. Barbaros, Hakan'ın dudaklannrn değdiği noktalarrn birkaç santimetre yalonlarına yasladı kapah ağzını. Renkli lensler takan kadınrn terasta olmasına sevindiği söylenemezdi. Ama birilerinin konuşması gerekiyordu ve Hakarı, hafizasındaki hassas insanlan taklit etti: "Nasrlsrn Gonca?" "İyiyim. Ben de şimdi geldim. Sen nasılsın ?" "Fena değil."
İllüzyon gösterisinin srrnnrn arılaşılacağını düşünen bir sihirbaz g|bı Hakan da sahneyi terk edip hızh adımlarla salona girdi ve terasa çıktı. Gonca'nın torbadarr çıkardı$ şişeleri, bira kutulannı
ve et paketlerini buzdolabına yerleştirmesini izleyen Barbaros, biraz önce hassas insarılan taklit etmiş olan dostunu taklit etti.
42
43
"Neler yapryorsun?" "Seni çok özledim." "Bir bira versene." "Neden aramadın ?" "Torbada bir de sigara olacaktr."
"Hamileyim." Barbaros "Ben de" diyecekti ki sustu. Cenk'in çatlak sesi terastarı antreye ses hızıyla geldi: "İnsanııı maymundan geldiğinin karııtı maJrrnuna dönüşüyor olmasıdrr. yarıi insarırn atası da, tonrnu da ma5rmundur!" Ve üç erkek kahkahası da cümlenin sonuna yetişti. Barbaros koıruştu:
"Evlenelim." "Saçmalama !"
"Evlenmeyelim." "Ben bu çocuğu doğurmak istiyorum. Ama serıi istediğimi sanmıyontm." Gonca yaları söylüyordu. Barbaros'a yillardır 6şıktı. " Finlandi y a' da yaşanııyoruz. Te k b aşına o c uk doğuramaz sın. " ç "Ben de Fin]andiya'ya taşı.nınm."
Barbaros, Gonca'nın her zamarıki gibi Birleşmiş Milletler genel sekreteri sabnnı zorlamayakararh olduğunu anlamrş ve kiirtaj parasını denkleştirmek için evde satılabilecek nelerin olduğunu düşünmeye başlamıştı. "Neden daha önce söylemedin?" Aslında Barbaros genç kadına tam olarak, neden bir hayatn ba*slangıç haberini, harabeye benzeyen bir evin arıtresinde verdiğini soruyordu.
"Emin olmak istedim. Doktora gittim. Ashnda sana hiç söylemeyecektim." Barbaros sadece kadın siyasi liderlerden oluşan bir Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kesinlikle başansızbir yönetim sergileyeceğine emin oldu. "Peki o zaJnan nedeh bu konuyu şimdi burada konuşuyorllz?" "Bilmiyorum. Sadece bilmeni istedim. "
"Taınam. Şimdi terasa diğerlerinin yanına gidelim ve bunu sonra konuşalım." Barbaros buzclolabınrn açık kalmış kaprsını kapattı ve eliyle salon kaprsını gösterdi. Gonca'nın ağlayıp ağlamayacağmı anlayamıyordu alna iki yudum alkolden sonra hıçkırarak bağırabileceğini tahmin ediyordu.
Piçlerin çocukları olmaz. Çünki.l onlar kökleri çok derinlerde olan aile ağaçlaruıın en yukarıdaki yalırız dallandır. Ki o dallar yalnızlıktarı kurur. İçiırde yaşaükları toplumun önlerinde saygıyla eğildiği soyacllarrnın sona erdiği nokta piçlerdir. Dolayısıyla geçnıişten geleceğe gen taşıma işlemine hayrarı olanlann birden faz|a erkek çocuk sahibi olma]ıırı gerekir. Çünkü piçlerin ilginç bir ctiğer özeltiği de ailede tek oltışlarıdır. Erkek kardeş ya da ağabeyler, piçin aileye verdiği zarart\en yalon tarııklan olarak, sahip olduklan her şeye derhal sanlıp mutlu hayatakaçarlar. Dolayısıyla hiçbir aile tek erkek çocuğa güvenmemelidir. Çünkii geri tepmesi çok şiddetli bir silah ha]ine dönüşme ihtimali yüksektir. Salondaki iki hoparlörün eve yaydığı şarkı The Stranglers'tan "La Folie"ydi. Deli olduğunu düşiindüğü için mutlu olamayacağını anlatarı bir adamın hikAyesi. Oysa terastaki beş kişi de deli olduğunu düşünmüyorclu. Evet, belki mutsuzlardı ama bunun nörolojiyi ya dapsikiyatriyi ilgileııdiren nedenleri yoktu. Portatif iki pitarik sandalyesine oturmtış olan Cenk ve Afgan sadece kendilerinirı aırladığı bir konuyu taıtışıyor ve gülüyorlardı. Hakan terası çevreleyen alçak duvara oturmuş, ailesinde borç istemediği birinin kalıp kzümadığını düşünüyordu. Sa]ondaki kahverengi kanepenin talamına ait iki koltuktaysa Gonca ve Barbaros oturuyordu. Onlar konuşmuyordu. Geceyi bekliyorlardı. Birbirlerini didiklenrek için karanlığı bekliyorlardı. Sadece dişlerin beyazlannın görüldüğü o karan}ık geceyi. Çünki.i yapacakları konuşrnada önemli olan tek vücut parçalan dişleriydi. Birbirlerini ısıracaklardı. Daha doğnısu Gonca ısıracak, Barbaros da boynunu ızatacaktr.
45
44
Hakarı, anne ve babasının görüşmediği alaaba]arı dahil, bir şekilde kan ya da gözyaşı bağ olan herkesten borç istemiş olduğuna kararverdi. Artık görüşmediği arkadaşlarrnın adlarını dateker
teker sildi zihninden. Hepsini de geçmişte sömürmüştü. Terini paraya dönüştürebileceği kimse kalmamıştı.
piçler borç alır ama ödemezler. paranın kaybolduğu kara deliklere benzerler. Onlara verilen para hibedir. Geri gelmez. Eroinmana doz ısmarlamak gibidir. zarrıarı kazandırmaktan başka işe yaramaz. Borç veren kişinin hayat öniindeki elastikiyeti bu gerçeğe bakışını etkiler. satrarıç oynayanlar piçleri terk eder. poker
oynayanlarsa görüşmeye devam eder.
cenk, Afgan'ın vampir olsa, gecenin altı ay sürdüğü bir coğrafyadayaşamayı tercih edeceğini içeren detaylı açıklamasını dinledikten sonra başını Gonca'ya çevirip konuştu: "İşlerin nasıl gidiyor ?" Gonca üst dişlerini alt dişleriyle bilemekle meşgul olduğu için, ancak bütün gözlerin ağırlığını üstünde hissedince sorunun kendisine yöneltildiğini anladı. "Şimdilik iyi gidiyor. " Cenk ayrrntr istiyordu. "Ne satıyordunuz siz?" "Bir şey satmryoruz. Portföy yönetimi yapryoruz." Cenk daha çok ayrıntı istiyordu. "Cüzdan mı çalıyo(§unuz ?" cenk'le tanıştınldığı anda aşağılık bir varlığın elini sıktığına inanmış oları Gonca çok kısa zamanda ki.istahlaşma yeteneğine
sahipti. "Sizde olmayan bir şeyi yönetiyoruz: paray/ı."
cenk'in gözünün önüne bir tişört geldi. Gonca'nın üzerinde
görmeyi isteyeceği bir tişört. Önünde şöyle yazaca|<t].: "0 - kaltak: 7 saniye." kullanüğı arabalarda merak ettiği temel özellik, maki-
nenin saatte 100 l«n hıza kaç saniyede ulaştığıydı. Belki Gonca hiçbir zamansaatte 100 laT hızlahareket edemeyecekti ama 7 sa-
niye içinde srfir noktasından kaJtaklık noktasına ulaşabiliyordu. Büyuk bir başarı diye düştirıdü Cenk. "İyi işçilik !" diyecekti ki, kimsenin sözünden bir şey anlamayacağını fark edip diyalog marıtığına daha çok oturarı bir cümleyi ağzındarı çıkardı: "Belki paramz yok ama bir gün çok zengin olacağız." İnsart daha tesadiifün ne denli şaşırtıcı bir gerçek olduğunu anlayamadığı için yan yaJra gelen ya da a}mr zalnarıda gerçekleşen olayları kiiçümsemeyi sürdürse de, Cenk'in son cümlesini kurduğu anda Adarıa'da bir telefon konuşması gerçekleşiyordu. Cenk'in babası avukatından, büyük oğlunu mirasrndarı mahrum bırakrnarıın hukuki yöntemini öğreniyordu. "Sadece bir önlem" diyordu. Gelişmelere bakacak ve kararrnr verecekti. Cenk'se konuşmasmı sürdtirüyordu:
"Bu gördüğün dört adam da büyük miraslarla yaşayacaklar. Her ne kadar şimdi cüzdart taşımasalar da o zalnan yönetilecek çok portföyleri olacak. " Gonca, Cenk'ten hemen orada bir kez daha nefret etti. Çiinkii dinlediği, o güne kadar duyduğu en mide bulandıncı konuşmaydı. Birilerinin ölmesini beklemek, miraslarla yaşamak, hiçbir şey üretmeden, tek bir gün çalışmadan para harcamak... Cenk'in çocukluk arkadaşı olan ve yüzünde sabit bir gülümsemeyle konuşmayı dinleyen Barbaros'a nasrl hili aşık olabildiğini sordu kendine. Neden Barbaros'u, onun içinde yaşamak isteyecek kadar seüyordu? Hiçbir yarııt gelmedi sorusuyla buluşmaya. Gelseydi de tanıyamazdı. Çtirıkti Gonca aşkın İQ düşürücü yarı etkisinin altmdaydı.
Kadınlar piçlerle tarıışırlar. Sorumsuzluklarına ve hayatın işlevsel alarılannın dışındaki uzmanlıklarına hayran kalırlar. Geçmişin, geleceğin, hatıraların ve ideallerin konuşulmadığı masalarda uzun uzun tarif edilerek hazırlatılan kokteyller içerler. Bir sonraki iş gününde erişilmesi gereken verimlilik kotaları olmadığı için uzun uzun. sevişilen yataklarda uyurlar. Ve sabah, kadınlar piçlere Aşık uyanırlar. Doğıu kişi tarafindarı çaldırrlmasrnr bekledikleri telefonların yakrnlarında sinirlenirler. Aile ve dostlanyla
46
47
ayarladıkları tarıışma rarıdevulanna tek taraflı iştiraklerden ötürü öziir dilerler. Sorumsuzluğun her türlü içten duyguya karşı duyarsızlığı da içerdiğini düşündükleri gecelerde ağlayarak uyurlar. Ve sabah kadınlar piçlerden nefret ederek uyanrrlar. Gonca, sorumsuzluğun duyarsızlığı da içerdiğinin düşünüldüğü aşamadaydı. Barbaros'un yüzünü bir daha görmek istemeyecek hale gelmesine az ka]mıştı. Dolayısıyla biraz daha sabır gös-
terse, bütün kadınların piçleri unuttuğu gibi o da Barbaros'lu gündüzleri, geceleri hatırlamayacak ve kend.isiyle aynı sıkletteki erkeklerin ellerinin vücudunda gezmesine izin verecekti. Ama şimdilik, hamilelik yalanını sürdürmeye ve Barbaros'un gözlerinde tek bir parlama görmek için beklemeye kararhydr. Gonca, aşlon bir ışık olduğunu, kendisinin bir ayna görevi görüp sevgilisinin gözlerine ışığı yansıtacağını ve gözlerin bir arı için bile olsa parlayacağmı düşünüyordu. Bu yüzden de hiçbir anrnr kaçrmamak için elinden geldiğince Barbaros'un gözlerine baloyordu. Ama Cenk kimseye acrmryordu: "Senin gibi profesyonel olamıyoruzbiz. Profesyonel insan değı|iz. Daha çok, amatöriz. Amatörce yaşıyonrz. Sen profesyonel olduğun için duygulannla hayatı karıştrrmıyorsun amabiz o aJirrmı yapamryoruz. Bence sen de istifa etmelisin." Gonca, Barb aros'un g özlerin de ki parlamayı kaç ırma p ahasına, başını Cenk'e çevirdi. Çok sinirlenmişti. Her ne kadar Cenk sadece kelime oyunlan yapıyor olsa da Gonca kesinlikle hiçbir oJruna dahil edilmek istemiyordu. "En azındarı bir işim var. Sizin gibi asalak değilim." Hakan, oturduğu duvardarı gördüğü kadanyla Muzaffer Bey'irr,
bir kez karşılaştığı ortodontist oğlunun apartmanın bahçesine girmesini izledi. Başını kaldınp Gonca'ya baktı ve kendince bir düzeltme yaptı:
"Tlıfeyli. Ben tufeyliyi tercih ediyoıum. Daha edebi duruyor. Hem asalağın içinde salak da var ki bu bize pek u5rmuyor." Hakaret etmek için sohbetin doğru yerinde ve zalnartında olduğunu ancak doğru kelimeyi bulamadığını düşiınen Gonca'nın im-
dadına Hakarı'ın son cümlesindeki kelimelerden biri yetişmişti: "Salak ! Evet, bence size çok uygun. Kusura bakmayın ama öyle. Bütün gün boş boş oturup saçma sapan şeylerden konuşuyorsunuz. Sonra da insanlarrn size anlayış $östermesini bekliyorcunuz. Bence bu salaklıktarı başka bir şey değil." Hakan güldü ve tek gram gunrnı olmadığı için Afgan'a bakarak konuştu: "Bir kitap okumuştum. HikAye Çin'de başlryor..." Gonca bıraz önce ettiği hakarete bir romarı konusundan esin-
lenerek verilecek olduğurıu düşündüğü yanıtı bütün dikkatiyle dinlemeye başladı.
"XVI. yüzyılda bir çocuk doğuyor. Doğumda annesi ölüyor. Ebe kendisini suçlu hissedip intihar ediyor. Ebenin kocası çok zengin bir kaünla tanışıp evleniyor. Ve bunun gibi yüzlerce zincirleme olay nreydarıa geliyor. Zarrıarı ilerliyor ve 2001 yılmın Atina'srna geliyoruz. XVI. yüzyılda doğarı çocukla başlayarı olaylar zinciri 2001 yılmda, Atina'daki bir restoraıı sahibi kadının, kendisini aJdattığını öğrendiği için kocası tarafindarı öldüriilmesiyle sona eriyor. İnarıılmaz bir roman. Düşünebiliyor musunuz ? Yazar, beş yüz yıl boyunca dünyarıın çok farklı yerlerinde birbirlerine bir şekilde bağlı olan olayları teker teker arılatıyor. Tabii bir süre sonra srkrcı geliyor alna mantık fena değil." Gonca'nrn yakındarı tanıdığı piç çeşidi saysı tek olduğundan, yeni bir çeşitle tanışıyordu. Hakan'ın hiçbir şeyi umursamayan karakteriyle selamlaşıyordu. Ettiği hakaretin tarihe karrşması ve tıpası çekilmiş bir küvetteki suyun deliğe hücum etmesi gibi yok olması için Afgan tarafindarı hayali romana gösterilen ilk tepki yetti:
"Çok iyi değil. Hatta bvaz kötü. Çünkii iki kez okunmayacak bir romarı. Bence romanların iyi olup olmadıklarrnı artlamak için ikinci kez okumaya çalışmak lazım. Eğer okunabiliyorsa, iyi romarı testini geçmiş demektir. Okunmuyorsa, en yakındaki ilkokulun kiitüpharıesine bağışlarımalıdır. Bir de hangi sayfasındarı başlarsan başla, okuyabileceğin romanlar vardrr. Doğru romarı testi için o da M bir yöntemdir. İll< ol<umadan sonra kitabı eline alır-
48
49
srn ve herhangi bir sayfasmı açıp okumaya başlarsın. Sonra da istediğin yerde brralorsın. Bğer o okuduğun birkaç sayfa sana bir şeyler düşündürdüyse roman iyidir." Cenk, Gonca'nrn kendilerini üzeceği ya da sinirlendireceğini düşündüğü herhangi bir cümle kurmak için sabırsızlandığını çok net görebiliyordu. Sadece dilini, dişlerini ve ses tellerini kullandı: "Sen ne dersin Gonca?" "Ben gidiyorum !" Sakin görünmeye çahşarı Gonca'nrn hızlanmış karıının damarlarına ça[pa çarpayol aldığını duyabilecek kadar yakınında oturan Barbaros ktiçük bir hayvanın büyük hayvanlar tarafindaıı derisinin yüzülmesini seyretmekten sıkılmıştı. "Nereye gidiyorsun Gonca? Daha yemek yiyeceğiz." Srnrrr çeken hayali tebeşiri elinde tutan Barbaros, çenesiyle sağdan sola bir hital çizdi. "Siz de başka şeylerden bahsedin aıtık." Düzensiz aralıklarla ve farklı tonlarda üç "Tamam" duyuldu te-
rasta.
Afgarı, Hakan'a sordu: "Et aldınız mı ?"
"Aldım."
"İyi, haydi, mangalr yakalrm."
Hakan kendisini duvardan kalkamayacak kadar yorgun hissediyordu. Ruhsal yorgunluğunu Türkçe'ye tercüme etti: "Kim yakacak?" Afgan kundakçı bir karaktere sahipti. Hazırdı yal«naya. "Ben yakarrm" dedi. "Sen sadece kömürün yerini söyle." "Mutfak tezgAhının altında açılmamış bir tane var." Cenk ve Afgan a5mı anda ayağa ka]}<tılar ve salona geçtiler. Barbaros, hamile sarıdığı sevgilisinin elini eline aldl Birbirlerine baktılar ve güliimsediler. Aslında Gonca anlamıştı. Barbaros'la hiçbir gelecek hayali kurulamayacağını anlamıştı. Genç adamı çok iyi tanıdığı anlarda bile sarıki yeni tarıışmış gibi hissettiği anlardan birini yaşıyordu. Bir yabancının elindeydi sağ eli. Ne o gözlerdeki parlama gelecekti, ne de Barbaros birlikte yaşayacak-
ları evin duvarlannda, tablolar asmak için darbeli matkapla delikler açacaktr. Cenk ve Afgan terasa sırayla çıktılar. Cenk'in elinde cep telefonu vardı. Afgan'sa kömür torbasını tutuyordu. Dunrp göz göze geldiler. Cenk sağ yumruğunu göğüs hizasına kaJdınp içinden başparmağını çıkardı. Sonra işaretparnrağını. En sonunda da ortaparmağını. Ve o an, Afgan terasm arkatarafindaki mangala doğru koşmak için ilk adımını attığında Cenk de telefonun el«anındaki kronometreyi başlattı. "Zamantutuyorum. On iki dakikada mangalı yakabileceğini iddia etti de onu deniyoruz." Gonca, bir an için polisi ya da itfaiyeyi arayıp Barbaros'la kendisini kurtarmaları için yardım istemeyi düşündü. Çünkii, salıip olduğu bütün bilgilerin aydınlattığı duvarda oynayan filmin adı Yetişkin Geri ZekAlrlar'dı. Barbaros hariç terastaki üç erkeğin de geri zekAlı olduğunu düşünmesi için kendince birçok nedeni vardı. Ve son kez denedi:
"Barbaros, gidelim buradan. " "Nereye ?"
"Bu insanların olmadığı bir yere." "Ama onlar her yerde." "Ne demek istediğimi biliyorsun. Beş aydır burada yaşryorsun ve hiçbir şey yapmıyorsun !" Hakarı, Gonca'nı.n ilk kelimelerini duydu, sonra kadının sesi yavaşça yok oldu ve yerini bir şarkı aldı. Salondarı terasa taşarı bir şarkı: Village People'dan "I am what I am". Hakan, şarkrnrn sözlerini sessiz dudaklarıyla takip etti. Adını öğrenmek için en
küçük zahmete katlarımadığı, grubun dewiye polisi kılığındaki zenci şarkıcısr "Böyle olmayı ben seçmedim" cümlesinin İngilizce'sini bağınrken, Hakan da kendi kulaklarına fisıldadı: "İngilizce konuşmayı bilmenin bir yaran yok. Saymasını bilmek yeter. Çilrıkü İngilizce sadece parasa}iTnaya yarar." Barbaros ise'Gonca'nın sol kulağına fisıldadı: "Kaç aylrl«nış?" Gonca tereddüt etmedi:
51
50 "İki."
Cenk antreye geçmiş ve evde yaşayan herkese içki hazırlamak üzere buzdolabıyla boğuşuyordu. Bir ara, Gonca'yı bayıltıp üzerine dördünün de çullandığı bir sahne düşündü. En son ne zaman seviştiğini hatırlamaya çahştı. Bir hafta önce Cenewe'de Polonyalı bir fahişeyle, Pakistanlı arkadaşrnrn arabasında sevişmişti. Ashnda bu tam bir sevişme değildi. Direksiyondaki Cenk pantolonunun düğmelerini, hemen yanındaki Polonyalı da ağzını açmıştı. Arabaysa hiçbir kırmızı ışıkta durmamıştı. İkinci Düaya Savaşı sonundaki Berlin'in merkezini andıran mutfağın tezgihlanndaki temiz bardakları ayıklamaya çalışırken kapı zilini duydu. Zili üretenler, bir kuşun ötüşünü andırması için ellerinden geleni yapmışlar ancak otuz yıl sonra kuşun da, zilin de neslinin tükenebileceğini düşünememişlerdi, Zlli deweye sokan di"iğme, iki ay önce apartmanın içi beyaza boyanırken firçalardan payna düşeni almış olması sonucunda bir kamuflaja kavuşmuş, dolayısıyla canlı kulaklar ölü kuş ötüşlerinden kurtulmuştu. Ancak şu an için kapınrn ardındaki her kimse, neden olduğu elektrikli çığlığa aldırmıyordu. Cenk sinirlendi. Çünkti yeterince temiz bardak yo}<tu. Çünkil babası kanserdi. Çünkü parasnt çaldığı Pakistanlı arkadaşının anlattığı komik hikAyeleri hatırlamıştı. Çünkü bir orospu çocuğu parmağını kapıya vurmak için değil, zil düğmesine basmak için kullanıyordu. Elindeki bulaşık süngerini fırlattı. Sünger, duvarm seramiğine yapıştı ve musluğun sırtına çarphktan sonra evyede kayboldu. Dört büyuk adım sonra sol eli kapmm tokınağındaydı. Aşağ, indirdi,ve kapıyı açtı. Ama zili bir enstrümanla karıştıran kişi böylesi hızlı bir manzara değişi mine hazırlıklı olmadığı için bir adrm geri attı. Ve sadece "Benim, Nilay" diyebildi. Cenk lastığı gözlerini açtı. Ağzının aşağıya büktüğü kenarlarını yukarr kaldırdı. Karıser olan babasrnı, Pakistanlı arkadaşrnr ve satın aldığı her üründe cinsel anlamda kazıklandığını fonetik olarak hatırlatan Fuct marka giysiler koleksiyonu yapmasına neden olan ruhunu unuttu. "Nilay! Hoş geldin !"
Sağeliniıızattıvebirazöncekırmayıdüşündüğüparmağında
doğru dahil olduğu sol eli yakalayıp, bağlı olduğtı bedeni kendine dudaklann aşağılarındaki çekti. Bedene boyuırdarı bağlı kafanırı yıl son_ birleştiği noktayı kendi ağzıy|azorlaclı. Nilay ve cenk, üç
railkkezöpiiştüler.Cenköpi'işmeyitıirçokdenemesindensonra mi.ikenımel düzeye çıkarmıştr. Dişlerin çarpışmasrırdaıı
ve dudak_
lar uzaktaşlnca çewelerinde ıslaklık kalmasındarı nefret ederdi, izlemiş ve Rochy Hoyı-or picture shoıı adındaki filmi elli üç kez girip beyinlerinden çıl«nı^şt1 erkeklerle kadınlarıp dudaklarındarı yol_ molaverdiği amabeyinlerde gitmemiş Erkeklerle daha ileriye öpüşme Antredeki noktalamıştı. ctıluğurru kadınlann kalplerinde bir mesahnesi sona erdiğinde ve Nilay,la cenk,in arasrna sosyal oldu: gelen Hakan yanlarrıra konuşan, safe girdiğinde ilk "Demek gelebildin."
Nilay,ın gözleri cenk,te kalmış ama bedeni çoktarı Hakan,rn kollannın arasına girmişti.
"Evet, sonunda gelebildim," konuştrı: Hakan, önce Nilay,ın Solrra Cenk,in gözlerine bakıp ,,KtıSura bal«ıla Ceırk. Ama Nilay,ı aramak zorundaydım, Ne
zamarırlır seni soruyordu. " polonyalı fahi_ cenk kızmıyordu, aksine Hakan,a nrinnettardı. e [a tamamlayabilec ğini düşündükç e, şeyl e yanm bıraktığını Nilay,
ağzıhıçkapartmayacalonışgibigülüyordrı"Henrgülüphemko-
nuştu:
za_ "Tabii ki kızmadım. Hatta ben arayacaktrrn, Aına bu kadar ! Hiç_ Dur ? Nilay Nasılsın marıdarı Sonra, doğrusu utanryordum. hazr_ bir şey söyleme. Şimııi siz terasa gidin. Ben bütün içkileri konuşunız," tayıp geliyorum. Orada
Nilay,üçyılcİanSonraCenktarafindarıöpülmeninveRüzgar
sol G,ibi Geç ti, ııınafişindekine benzer bir saı,ılmanın etkisinden, tarafindaır Hakarı çıkarıldı, doğru kapısına çekerı kolunu salonun Iler ne ka.dar Scariett o,Hara'ya benzemese de hlocky Hoıvor picture show,aoenk,le lıeraber birkaç kez izlemiş ve susan sa_ I want rartdon'ın söylediği bir şarkıdaki "I'ı,e tasted blood ancl kan_ tadılan kez more !" cümlesini hiç rrnutmamıştı. o cürnle bir
52
53
darı asla vazgeçememeyi anlatsa da Nilay için başka anlamlaır
vardı. Bunlardarı biri de, arayaneler girerse girsin, Cenk'in dudak-
larındaki günal-ıın sonsuza dek kölesi olabileceğiydi. Nilay, Cenk'le aynı liseden mezundu ve bir avukat olmuştu. Annesi, aylık magazin dergilerinde fotoğraflan olan genç erkeklerle tanışmasrnr sağlamış ve soyadma yaraşır bir evlilik gerçekleştirmesi için gerekli adımlan atınıştı. Ama her altüst edebilecek şeyi etkiye sahip olart "homme fatal" faktöriirıü unutmuştu. Nico İcon için
yazılmış "Femme Fata.le" adrndaki şarlo her ne kadar baştan çıkg.mak iÇin YaŞaYan ve karşı konulmaz bir kadının hikdyesini arılatsa da, terastaki duyulmaz şarkı cenk için erkeklere uyarlanarak söyleniyordu. En azından Nilay öyle düşünüyordu. oysa Cenk'in, adliye koridorlarında volta atarı kiiçük sahtekArlardan sadece birkaç farkı vardr. Ama Nilay daha o kadar aıııkat olmamştı. Hiçbir
zaJnan cenk'le gerçek bir ilişki yaşayamamış ve bu yüzden genç adamın korlrutucu ve üzücü yanlaırna tarıık olmamıştı. Daima bir balayı kadar süren saJnsrz evlilikler yapm§ bir gibi, yaşaüklaçift
n hayat onlan birkaç haftactan sonra ayumış ve kimse kimseyi
suçlamamıştı. Dolayısıyla ortak arıılar, zaınanrn kirleteceği kadar uzun değildi. Elindeki büyuk ahşap tepsiye, dolu kadehleri dikkatle yerleştiren cenk o anılan düşiinüyordu. yata}<tarı çıl«nadıklan saatleri, kahkahadan çenelerini acıttıklan geceleri...
piçler, aşık olduklan kadınlann kendilerini
kurtaracaklannr
düşünür. oysa hiçbir kadm dtinyaya bir piçi kuriarmak için gelmemiştir. cenk, onlarca kadın tarafindan terk edilmiş olmasına rağmen bu gerçeğin farkrnavalmamrştr. Nilay'ı öptüğü anda kur-
tancrsı olarak belirlemiş ve bir girdaba benzeyen hayatınm acil çıkış kapısının üzerindeki tabelaya genç kadrnrn adını yazmıştır. OYsa NilaY'ın Yarıgında ilk kurtarılması gerekenler listesinde bile Cenk'in adı yoktur. Çünkti Nilay, Cenk'ten farklı olarak diğer insanlardan farksızdır. ve "homme fatal"leri çekici bulan bütün kadınlar gibi onlara sadece geceleri eşlik etmeyi tercih eder. cenk'in bir piç olduğunu öğrendiği anda ise buharlaşmak için tereddüt etmez. Gonca kadar duygusal değildir. Annesinin üye ol-
duğu kulüplerin yemeklerinde tanıştınldığı erkeklere dönmek çok zamanrnr almaz. Hele hamilelik yalanları gibi umutsuz oyunları asla oynamaz. Çünki.l Nilay nerede durması gerektiğini bilir. I]aritada olmayan yollardan geçmez. Oysa Cenkler o yollann kaldınmlannda oturur ve kendilerini kurtaracak Nilay'lan beklerler. Cenk, beliniıı hizasında tuttuğu tepsideki kadehleri titreterek terasa çıt<tığında Afgan'rn yanan mangalı plastik masanrn yanrna taşımış olduğunu gördü ve elindeki telefonun durmuş kronometresini yüksek sesle okuyuşunu duydu: "On dakika elli iki saniye ve ki.isur. Evet Cenk Bey, buna ne di yorsunuz ?" cenk,in diyebileceği hiçbir şey yoktu. Ne biraz önce tecavüz etmeyi düşündüğü Gonca'ya, ne de şrmankça sıntan Afgan'a bakıyordu. Gözleri terasrn alçak duvanna ilişmiş Nilay'daydı. Ama belki kiiçük bir yanıt verebilirdi. Ayaküstü bir kışkırtma: "Neredeyse on bir dakika, hiç de fena değil. Ben bir keresinde dokuz dakikada yakmrştrm. " O an için kanıtlanmasr imkflnsız olan bu iddia karşısında Afgan sadece sessizce kiifretti. Masarıın üzerine konan kadehler, içerikleri ve ağırlıklarına göre paylaşıldıktan sonra herkes kendine bir yer bulup omuriliğini yormayacak bir biçime girdi. Hakan, elindeki ralo kadehini yavaşça kaldırrp "Bize !" dedi. Terastakilerin her biri farkh bir nedenden dolayı bu kelimeyi fazlasıyla ciddiye ahp yüksek sesle tekrarladr: "Bize|."
Gonca Barbaros'a, Cenk Nilay'a, Afgan Hakan'ave diğerleri elterindeki kadehlere baktı. Hepsi içkisinden bir yudum aldı.
"Hayat seni öyle bİr noktaya getirir ki kendini sevdiklerinle savaşrrken ve nefret ettiklerinle sevişirken bulursrrn. Üzütürsün. Pişmarı olursun. Sonra biraz zaInan geçer ve tersinin bu dünyada
işlemediğini anlarsrn. " Afgarı hem konuşuyor, hem de gözkapaklannı ara]ık tutmaya çalışıyordu. Teras duvannrn dibine, serin taş zemine oturmuş, güneşin bulutlardan arta kalarıına bacaklannr uzatmrştı. Hakarı, Afgan'ın sırtını yasladığı duvann devamrnın üstüne sırtüstü yatmış ve ellerini başının altında kavuşturmuştu. Dostunu dinlerken gö§tizünü lekeleyen martıları seyrediyofdu. Saatlerce içki içmiş ve terasın doğal çiftlerini iki ayrı odaya yolcu ettikten sonra yalnız kalmışlardı. Önce uyumak istemişler, arıcak kurduklan cümleler korkuluğa dönüşmüş ve uykularını kaçrrmrşil. Gö§tizünün deniz rengine dönüştüğü saatlerde uykuları yeniden gelmiş ancak güneşin doğmasıyla gitmişti. Bu dakikalarda beyaz alkole direnç kalmazdı. Sadece dudak ıslatmaya yarayaJı bira içilebilirdi. Onlar da öyle yapıyordu. Aldıklarr seyrek yudumlann arasında konuşuyorlardı. Hakan, Afgan'm ne demek istediğini çok iyi arılıyordu. Bunu onun da bilmesini istedi. "Evet. Ne yazık ki bazen öyle olur. Hatta bir laf vardır. Şimdi tam hatırlamıyorum. Ama galiba şöyleydi: 'O§ayan elleri rsranlar, te}«neleyen ayakları öperler.'Ben bunun sadece bizim gibiler için geçerli olduğunu düşünürdüm. Ama artık ğörüyorum ki bu herkesin kadert" A]kolün alaşağı ettiği her beyin gibi Afgan'rnki de hayatırun en büyuk ac§rna odaklanü. Aşrk olduğu kadının kendisine söyle-
57
56
diklerini hatırladı. ve dostunun sözünü kısık sesle tekrarladı: "Tel«neleyen ayaklan öpersin... " Hakan doğrulup oturdu. Eğilip duvarın dibindeki bira kutusunu aldı. İçindekinden birkaç yudum alıp konuştu: "Yann gidiyoruz. Burası da bitti." Afğan başını çevirip dostunun yuzüne doğru kaldırdı. "Ne oldu?" "E,ır satılıyor. Biz de gidiyonüz." Afgan tam yanrt verece}di ki caddeden sokağa siyah bir Pontiac Firebird girdi. Açık camlanndan ve olmayarı tavanından tiir şarkı yükseldi terasa. Sabahın ilk notalan sessiz sokağın içinde yaşlı binalann duvarlanna çarpa çarpa Afgan'la Hakan'rn kulaklarına kadar geldi. Steve Miller Band'in en sevdikleri şarkısı: "Serenade," Şarkı, arabayla birli}<te sahile doğru giden sokağa dalıp uzaklaştı. Geriye çirkin sesler çıkaran nıartılar kaldı. Ancak o za-
karıındaboğulur. İnsarıın ken_ çarken başkasınrn, dururken kendi kendine dine biçtiği cezadan daha acı dolu olanı yokı,ur. İırsanın piçlerin suçunun bir adı var_ suçtur. işlediği verdiği ceza|arınilki, dunırlar ve her sa_ dır: Üyat felci. isteyerek felç geçiren insarılar bin bir hareketin oldrığu bir filmde donmuş tek kare niyesinde
olarakyaşarlar.Çilnkikorkarlar.Geçmiştenvegelecektenkorbir Geçmiş ve geleceğin arasında sıkışnrış olan piçler tek
karlar. bir kar_ adım bile atamayacak hale gelirler. İki silinclirin arasrnda dar tekrar Hakarr, bilen bon kiğıdına dönüşurler, Bütün bunları Saçla_ kavuşturdu, altında duvarrn üstüne rruİrp ellerini başının Tabii ki rrntn arasmdan parmaklarını birbirine geçirip konuştu, kuırılmuyordu: ağzından çıkan cümleler tesadüfen ,,Bir kitap okumuştum. Adını hatırlamıyonrm. İçinde bir clomi_
"Hiç paramız kalmadı. Diğerlerinde de olduğunu salımıyonım. Satabileceğimiz ne varsa satmalıyız. Ben Ankara'ya dönemem. Sen de İzmir'e giclemezsin. Kimse hiçbir yere dönemez. Sence ne
dizilirler no teorisi vardı. Domino taşlannı bilirsin. Önce özenle romandaki ylkılır. Ancak teker teker hepsi sonra tek bir fiskeyle da ayhikflyede domino taşlarrndan oluşmuş zincirin iki tarafina yıkılmaya taraftarı iki arıda aynı zincir ve nl anda dokunuluyor. yı_ başlıyor. Zincircteki domino taşı sayısı tek. İki uçtan birbirini anda da aynı karak ilerleyen taşlar tam ortadaki taşın iki yarıına
yapmalıyız ?"
çarpıyor.ortadakitaşaynıanda,aynıgüçteikidarbeyi,ikitara-
man AJgan konuştu:
"Bilmiyorum. Bir ara Cenk'le konuştum. Nilay'la birlikte oturmaya karar verdiğini söyledi. Belki öyle yapar. Barbaros'un da gidecek bir yeri olmadığına göre, oturup bir karar vermemizlazm." İkisi de biliyordu. Birbirlerine bakrnadan konuşuyorlar ama birbirlerinin ne söyleyeceklerini tahmin edebiliyorlardı. Bir otelde kalmayacaklardı. Bir ev kira]amayacaklardı. Ailelerinin evlerine dönmeyeceklerdi. Temel gıda fiyatlarının daha ucuz olduğu bir kente taşınmayacaklardr. Sadece bir gün daha, diyeceklerdi, Bir gün daha, sonra bir giin daha... İkisi de başlarına neler geleceğini bilmediklerini biliyordu. Doğalan gereği değerli oları piçlere özgü bir tavırla da bu bilinmezliği önemsemiyorlardr. Maceraları, kaçan ve kovalayan insanlannkinden çok daha durağan gibi görünse de, dökülen kan ve gözyaşı her zamankinden ve herkesinkinden fazlıaydı. Çünkti onlar bir yere gitmiyordu. Sadece duruyorlarü. Belki de en korlııınç şiddet buydu: durmak. İnsan ka-
arasında
fuıdarı aldrğı için ayakta kalıyor. Bütün yıkılnuş taşlann tek başına d,uruyor. İşte roman böyle bir şeyi anlatryordu," vazgeçti, Afgan önce bir sürü soru solTnayl düşündü.'So,", ra_ kimseyi içinden. Hakan konuşmaya devam etti. Ancak bu kez bir zincirin oluşmuş hatsrz etmek istemedi: "Domino taşlarından yıkılıyorlar teker teker ve şimdi_ ucu geçmiş, diğer ucu gelecek.
ki zamarı kalıyor ayai<ta. Geçmiş ve gelecek sıkıştırdı$ için,
in_ kaları sadece şu an. Şimdiki zamana mahküm olmuş insarıgeçirmiş gibi felç taşı domino sanlar. Hareket edemeyen o zihnim_ lar. Geçmiş, anılarla zihnimde, gelecekse tahminlerimle içim_ saniye Her var. hayaller kırılan de. Hepsi acı dolu. Hepsinde aklımla dolu gelecekle ve zaman geçmiş, şimdiki de hissettiğim dönüş_ donup kaldığımı görüyorum. Nefes ahp veren bir heykele zamart de sadece gibi ben heykeller Bütün görüyorum. tüğiimü bir başka yarıi Elimden yaşlanıyorum. ediyon_ım. içinde hareket aya|<ta
59
58 şey gelmiyor. Tabii her arıın içinde üç zamanı da yaşayarak yaşla-
ruyonrm ve bu beni delirtiyor. İnsaırm üç zamanlı bir canlı olmasındaıı nefret ediyonrm. Aynı arıda geri, park ve ileriye takılmış otomatik ütesli bir arabanın motonr ne gürültii çıkarabilirse, bin katını ben her saniye aklımda duyuyorum." Tabii ki Afgan bilmiyordu dostunun neler düşündüğünü arıcak o garip tesadüflerden biri daha gerçekleşti: her ne düşündüyse düşündü ve konuştu:
"Gelecek, geçmişin merhametine kalmıştır ve insan, ikisinin
arasında bir kurbandr. " "Siktirin lan ! Kurban dediğiniz benim gibi aşık olabilir mi?" Terasın ağır havasuıı çıplak ayaklarıyla çigneyen Cenk, üzerinde sadece leopar desenli bir şort oldugu halde Afgarı'rn birasrnr elinden söl«nüş ve sorusunrın yarııtını beklemeden kafasına çoktan dikrnişti. Böylece domino taşlannın, ğeleceğirı, geçm§in ve şimdiki zalnanrn özenle üzerine dizildiği masa, sırtına "Dennis The Menace"ın yüzü kazınmş olan Cenk tarafindan dewilmiş oldu. Boşalmış kutuyu yumruğuntın içinde ezip martılaırn çıkardığ gürültüden fazlasına neden olan Cenk, konuşmasrna devam etti: "Bu kadrna gerçekten 5şık oldum." Hakan, Cenk'in terasa girdiği anda sarf ettiği ilk cümlede başını hafifçe kaldırmış, sonra tel«ar avuçlannrn üstüne koymuştu. Gözlerini kapattı ve konuştu: "K7zI üç yıldır görmüyorsun. Bir gece iyi seüştiniz diye 6şık mı
oldun?" "Evet ! Ne var bunda? Olamaz mı?" Bu kez Afgan yanıtladı: "Olur da, buzdolabında son bir bira var. Getir de içelim." Sağ elinin başparmağıyla sırtınn ancak uzarıabildiği noktalannı kaşıyarak salona geçen Cenk'in aklına bir çözüm geldi. Aslında resmi olarak herharıgi bir sorundan haberdar edilmem§ti, ancak Barbaros, terası terk etmeleri gerektiğini ve gerekçesini gece arılatnrıştı. Buzdolabının serinliği yüzüne ve çıplak gövdesine çarparken, Cenk gülümsedi. "Evet!" dedi. Birayla beraber terasa döndü. Metal halkayı çekti. Bira köpiirdü ve taş zemine döktilmeye başla-
dı. Eıini sabit tutarak, başını kutuya yaklaştırdl ve iki bükli"im, du_ geldaklarıyla birayı sakinleştirmeye çalıştı. Sonunda bira kendine di. Çenesinden damlayarı köpüklere alürmadarı konuştu:
"Ev satrlıyormuş. Dün Barbaros söyledi. Şimdi, şöyle bir öne_ rim var: Nilay ya\nız kalıyor. Karşı yakada iki kath bir eü valTnış, Döı,dürnüz de oraya taşınalım. Ne dersiniz?" Eğer aşık olduğu kadın kendisinden, dostlannl terk etmesini istese ya daböyle bir teklif sunduğunda reddetse derhal kabul edeceğini düşünen $fgar,, Cenk'in arkadaşlarrna sadakatine hayraır kaldı. Hakan ise Cenk'in aptallığına hayrarı kalmakla meşguldü. Çünkti Nilay,ın, evine dört erkeği kabul edebilmesi için o eün Laponya'da, buzlann ara^srnda olması gerekirdi, Dolayısıyla teklifin, üzerinde konuşulmayacak kadar saçma olduğunu düşiinen Hakan konuştu: "Aklı başında bir kadın, bizim gibi dört tane hayvanı evine alır mı? Haydi, seni anlanm da,bizi kabul etmesi imkAnsrz." Bu konuşma Cenk'ebeyaz eldivenle atılmış bir tokattı, Bir düello d.avetiydi. Birayı Afgan'a uzatırken "Göreceğiz" dedi, Daha geçti, faz|a da konuşmadr ve çıkhğı odaya girmek üzere salona yuzü_ Afgan Açı}ışında köpürmüş birarıın tatsızlaştığını fark eden nü bunışturup Hakan'a seslendi: "Sence olabilir mi?" "Bilmiyorum" dedi Hakarı. "Aslrnda birkaç günümüz daha var, Ama ben yarın çıkrnak istiyorunr. Haydi, yatalımbrtık, Biraz uyuyalım."
lJykusuzluktarı ve alkolden altın külçelere dönüşmüş bedenlerini ayaklandınp salona geçtiter. Afgan kanepeye uzandı, Hakan ise salon kapısrnrn arkasına dayadıklan şilte genişliğiııdeki ince köpük parçasmr alıp terasa çıktı. Günün her saati gölgede kaldı_ yatb. Birkaç l,ıınltılı ne_ ğını bildiği bir noktaya yerleştirip üzerine fes ve rnükemmel pozisyon araylşından sonra son kez terasta ıryudular. Dört saat sonra terasrn bütün uyuyarıları evin ahşap kapısınrn, gürültü üzerine gözlerini çerçevesine hızla çarpmasının yarattığı
60
açtı. Aslında kapıyı parçalamak için elinden geleni yapmış olan kişi bu hareketi öncesinde tıirkaç kez yüksek sesle hakaretler sa\urrnuş ama kimseyi uyandıramamrştı. Onun yerine bu işi yaşh kapı yapmıştı. Gonca koşarak merdivenlerden indi ve bahçe kaprsmr açıp adımını kaldınma attı. Bahçe kapısı açık kaldı. Beetle adındaki hilkat garibesi volkswagen'ine binip direksiyonunu sokağa çevirdi ve gaz pedalına yüklendi. Gonca gece boyunca içtiği dört büyuk kadehteki votkanın bir bölümünü seüşirken terleyerek, bir bölümünü de seviştiküen sonra ağlayarak çıkarmışh. Hamilelik yalanrnı itiraf etmemek için dudaklannı §uTnış ve Barbaros'la son kez kavga ederek, sonsuza dek hayatından çıkacağını söyleyip terası terk etmişti. Gonca'nın Barbaros'a verdiği ceza, hakkında hiçbir şey bilmeyeceği bir çocuğa sahip olduğunu dü-
şündürmekti. sıradan insanların intikamları da kendi değerleri dahilinde biçim bulduğu için kendi acımasızlığına gülüyordu. "Müthiş bir intikam planı" diyordu kendine. "Hayat boyu acı çekecek" diye söyleniyordu, Beetle'ın hoparlörlerinden yükselen sabah haberlerinin üstüne. Ancak böylesi planlar bir piçle karşılaşrnca, grarıit bir duvara çarpmış gibi olur ve bin parçaya bölihtirdü. Barbaros, srrtüstü yattığı serin yatakta, çocuğu olacağı ihtima-
lini sadece on bir dakika düşiirıdü. Gözlerini yumdu ve u5rudu. Tabii Gonca'nın ses gösterisine kayıtsız kalamayanlar da vardı. Cenk, uyanm§ Nilay'ın çıplak bacaklarını okşuyor, Afgarı, kanepede doğrulmuş kendisini hatırlamaya çalışıyor, Hakan üzerinde yattığı köpüğü yarılış hesapladığı bir yere çektiği için bunın deliklerine kadar giren güneşten, srrtını dönerek kaçmaya çalışıyordu. Her şeye rağmen piçler yavaşça uyarııyordu. Yarrm saat sonra terasr tamamen bastıran ğüneşten kaçmak
için salona teker teker döktilmeye başlaülar. Afgan, Nilay ve Cenk kanepede, karşılanndaysa, içeriye taşınmış piknik sandal-
yelerinde Barbaros ve Hakan oturuyordu. Hangi günde olduklarını Nilay'dan öğrendiler. Bir cumartesiydi. Sıcak bir cumartesi öğleni. Yorgun değillerdi, sadece Gonca'nın }<rizi yüzünden uyku eksikliği ç e kiyorlardı. Birbirlerine balcrıadarı, s essiz c e oturuyorlar-
61
dı. Oysa yapmaları gereken işleri vardı. Kendilerine ait eşyaları toplayıp satılabilecek olanları dışan çıkarmaları, giysilerini valıız[ere, torb a|ara yerleştirmeleri gerekiyordu. Aslında eğer Nilay'ın gözlerine bıraz daha dikkatli baksalardı, genç kadırun birazdan hayatını etkileyecek bir karan açıklayacağını arılayabilirlerdi. Aına Nilay onlarrn anlamasına fırsat vermedi, sadece konuştu: "Bugünden itibaren bencle kalıyorsunuz. İki aıaba bize yeter. Bir arkadaşımı arayacağım. Bize yardım etmeye gelecek." Teker teker başlapnı kalünp Nilay'a baktılar. Sonra da sözleşmiş gibi almı anda Cenk'e çevirdiler bakışlannı. Cenk gülümsüyordu. Öne ve arkayadoğru çok hafifçe başını sallıyordu. İll< l<onuşan Barbaros oldu. Hepsi de genç kadına teşekkiir edeceğini düşündü ve söylenmesi gereken nezaket sözlerini kendileri telaffuz etmek zorunda kalmadık|2rı için derin nefesler verdiler. "Tamam. Ara arkadaşınr, gelsin. Biz de eşyalarımızı toplayalım."
Ne bir teşekktir, ne de bir minnettarlık belirtisi. Tavırlanyla
Rus çarlarrnr arıdırarı Barbaros kendisine ait bir sarayın hazırları-
masını emreder gibi konuşuyordu. Nilay büttin bunlan şimdilik eğlenceli buluyordu. Barbaros isteklerini sıralamaya devam etti: "Hakan, evde boş kutu var mI ? Neyse, buluruz bir yerlerden. Öncelikle paraya ihtiyaç var. Onun için de herkes ceplerini boşaltsın. Ama muhtemelen kimsenin cebinde bir şey qlmadığna göre para edecek eşyaları bir araya getirelim. Sonra da birkaçını Nilay'ın arabasına koyup götürelim. Bir şekilde satanz. Nilay, sigaran var mı?" Nilay, ne tür bir belayı evinin duvarlarına sıvadrğının farkında olmadığı için gülümseyerek başını salladı ve yattığı odada bıraktığı çantasına ulaşmak için antreye yürüdü. Salondan çıkar çlkmaz, Hakan konuştu: "Mikro finn var. Sonra müzik seti. Gördüğünüz hiçbir mobilya bana ait değil. Biraz düşüneyim. Evet, bir taıre bilgisayar yazrcrsı var. Sonra..."
Afgan öne doğru eğilip dirseklerini dizlerinin üstüne koydu ve ellerini birleştirdi. Önemli bir şey söyleyecekti. En azından bir-
62
kaç saniyeliğine öyle olduğunu düşündü. "Bo5rnumdaki biraz para eder" Yirmi dört ayzır o]ması IazüTı." Afgan'ın boynunda sallanan, kuyumculuk se}<törünün sarıatçıları sadekArlar için utarıç kaynağı sayılabilecek bir parçaydı. İşrretparmağı kalınlığıııda bir zincir ve iki ucunu birleştiren bir asma kilit. Hepsi de altınü. Giirniiş, palladyum ve balcrın yüzde doksan dokuz saflıktaki altınla kanşımrndarı iiretilmişlerdi. Gerçei<ten de para edebilirdi anıa satın alacak olan kişi mutlaka eritme yoluna gidecekti çünkii estetik açıdarı rezaletti. Cenk, büyuk bir sorunu çözmüş olmarıın getirdiği rahathk ve üstünlük duygularıyla konuşmayı noktaladı: "Tamam, şimdilik sadece Afgan'ın kolyesini satarız. Diğerlerini Nilay'a taşıyalım. Sonra bakarız." Afgan, b<ıyrıuncla bir ileri bir geri giden ağr asma kilidi okşa-
dı. Si,d and liancy adındaki filmi aşık olduğu kadınla izlemişti. İlişkilerinin başlanndaydılar. Filmin bir salrnesinde ünlü punk müzisyeni Sid Vicious'un bo5nıunazincir ve asma kilit takan sevgilisi Nancy Sptıngeon tarn olarak şöyie söylüyordu: "Kilidin anahtan mı ? Ne anahtan ?" Sid, bu yarııt üzerine, ölene kadar boynunda taşıyacağı, olabilecek en basit kolyeyi okşarken sevgilisine bakıp gülüyorctu. Çünki.i anahtarsız kilit, kaba da olsa sonsuz aşkın simgesiydi. Bir hafta sonra Afgan'ın doğum güntirıde kendisine rızatılan bir paketten filmdeki aksesuar]n altını çıl«nıştı. Sevgilisi ensesini ve boynunu öperek zinciri dolanrış, iki ucunu da asma kilitle birleştirnişti. Afgan kendini o kadar iyi }ıissetınişti ki bir anahta.rın var olup olmadığını bile sormaJnrştı. Şiıııdiyse zinciri bir testerenin yardınrıyla kesmek gerekecekti. Afgan bütün bunları düştindü. Boynundaki aşk kilidi de gittikten sonra geriye bir piçten başka bir şey kalmayacaktı. Salona ciönmüş olan Nilay'd:uı bir sigara istedi. Oturduklan yerde arkalanna yaslarıdılar. Salona duman doldu. Duman önce tavana 1ükseldi, sonra da terasın açık kapısıırdan uçup gitti. Birkaç nef'es sonra Hakarı, üç yıldır yzçadığı terasın bir yerlerine bir şeyler yazmayl diiştindü. Birkaç cürnle ya da dostlannın adlan. Ama vazgeçti. Çiinkti bunun da bir önemi yoktu. Sa-
63
dece gidiyorlardı, hepsi bu. Büyütmemek gerekiyordu. Hiçbir şeyi. Özellikle de kendilerini.
Sessizce eşyalarını topladılar. Va]izlerini hazırladılar. Afgarı'ın üç sokak uzaktaki süper marketten aldığı deterjan kutularmı doldurdular. Terasta son bir sigara içerek Nilay'ın arkadaşının gel-
mesini beklediler. Nilay'rn cep telefonu çalınca, aşağıya inip arabaları yüklediler. Hakan kapıyı kilitlemek için tel«ar yukan çı[<h. Pencereleri ve teraşa açilan kapılan kapadı. Sigonahn gevşetti. Muslukları kontrol etti. Antrenin taş zeminine tükiirdü ve kapıyı kilitledi. Posta kutularınrn yarıındarı geçerken, üzerinde "1" yran siyah kutunun deliğinden içeri iki anahtar bıraktı. Bahçe kaprsına giden patikada ytiriirken tel kafesin içinde yaşayan köpekle göz göze geldi. Köpek havlhmadı. Hakan bahçe kapısrnı kapatırken, başını kaldınp terasa baktı. Nilay'ln arkadaşınrn arabasrnrn
arka koltuğuna açıları kapıdan içeri girdi. Denizi arkalarına alıp caddeye çıktılar. Hakarı'rn arıtredeki tuktirüğü kuruyana kadar, piçler terasta geçirdikleri zamanı düşündüler. Tüktirük kurudu, terası unuttular. Genç kadınlar arabaları sürdü ve piçler birbirlerini güldürdü.
Hayat, tren raylanna benzeyen iki paralel çizginin arasında ilerler. Bu çizgilerden biri en alt, diğeri en üst hayat kalitesini belirler. Çoğu insan bu çizgilere yaklaşmadan ölür. Yaklaşanlar ise çiz giden ayrı|amaz, çünkii mıl«tatıs gibidirler. Elektronik televizyon orunlannın en ilkeli oları Pong'da siyah ekrarırn solunda ve sağmda iki beyaz çubuk ve onlann arasında gidip gelen beyaz bir nokta vardrr. Piçler, iki hayat kalitesi çizgisi arasrnda, o nokta gibi hiç zorlarımadarı gidip gelebilen tek varlıklardrr.
Bir site. Pembe duvarlan olan dört kath apartmarılarla ve ara* larındaki çimleri ezen beton patikalarla dolu bir site. Girişinde telefon kulübesinden hallice bir nizamiye. İçindeki güvenlik görevlisi, Nilay'ın yüzünü görünce gülümseyerek başını salladı ve siteyle caddeyi ayrran ince çubuğun ucunu havaya kaldırmayayarayan düğmeye bastı. İki arabalık konvoy sınırdan geçmiş oldu. Bu daha çok ekonomik bir sınırdı. Coğrafyaya da siyasetle bir ilgisi yoktu. Sitenin park halindeki arabalardan ötürü daralmış sokaklanndarı geçip 16 numarah binanın öniirıde durdular. Nilay el frenini çekerken, sol eliyle sağ taraflanndaki binantn en üst katınr, yanrnda oturarı Cenk'e gösterdi: "İşte burasr. Son katlar dubleks." Araba kapıları ve bagaj kapakları açıldı. Çok şişman bir kapıcr, apartman kapısından çıkıp yanlarrna geldi: "Hoş geldiniz Nilay Hanım, yarüm edeyim." O arı dörü piç de, kapıcının harıgi sularda yüzdüğünü anladı. Aşmi ya da nakdi bütün bahşişleri kabul edebilecek ve bu bahşiş-
67
66
ler karşılığında hemen hemen her şeyi yapabilecek bir adamla karşı karşıya olduklannı anladılar. Bir apartmana yerleştik|erizaman, gün ve gece saatlerini değerlendirme alışkanlıklannr komşulann hazmedebilmesi için birkaç hafta geçmesi gerekirdi. Bu süre içinde apartmarı kapıcrsı kilit bir rol oynardr. Terasın olduğu apartmanda kapıcı yoktu ve Hakan'ın bir şekilde gayrimenkulun sahibi olması komşuluk ilişkilerine bir düzey $etiriyordu. Bu çok şişmaıı adamı yeterince besleyerek her türlü şikAyetten sıynlabilecekleri bir gerçekti. Bu gerçeğin bir hayalete dönüşmesini engellemek isteyen Afgarı, kolye parasrndan ayırdığı asgari bir miktarı asarısörde cebinden çıkardı. "Ne gerek vardı abi?" Parayı almak üzere uzanan bir elle birlikte böyle bir cümle kurulursa içeriğinin inarıdrncılığı derhal kayboluç arıcak asansördeki hiç kimsenin inandıncı olmak gibi bir kaygısı yoktu. Çok şişman kapıcı bahşişini alü ve sararmış dişlerinin arasma porselen serpiştirilmiş ağzını yüzüne yayü. O arı Afğan, daha sonra Cenk'e anlatmak üzere bir tişört düşündü. Tarın'yı çağrıştıran yaşlı bir adam yarıındaki 100 dolarlık barıknota şöyle diyordu: "Ben de sa-
şurubuna kadar her tür ilacın bağunlısıydı. Nilay'ın pil üreten bir firmada genel miidür yardımcısı olarak çalışan ağabeyi, Jesse adlı zenci bir erkekle Detroit'te yeşıyordu. Nilay mutsuz ve heyecan bağımlısıydı. Cenk'in sunacağı heyecanın ne kadar süre yeteceğiniyse kinrse bilmiyordu. Dolayısıyla eıvirı yeni kullarııcıları asgari sayıda val.iz açmışlardı. Sürdürdükleri modern göçebe hayatı, onlara kullanacaklarr kadar eşyayı ortaya döl«nelerini öğretmişti.
Aksi takdirde her şeylerini kaybediyorlardı. Tembel ve dağınık yapılan yüzünden bugüne kadar kaybettikleriyle birkaç aile giydirilebilirdi. Barbaros'un nereye giderse gitsin, siirekli yarıında taşıdığı ilkokul karneleri vardr. Bu sararmış köğıtlar onun için çok önemliydi. Ama onlar bile teras gibi metrekaresi mütevazı
na güvenİyorum !"
bir evde yok olmuşlardı. Bunu fark eden lJarbaros ilk yarım saati bir sinir l«iziyle, ikinci yarım saati ise televizyoırda hava durumu sunan kadrnabakıp mastürbasyon yaparak geçirmişti. Kadın, Kuzey Amerika kentlerinin ortalama sıcaklık derecelerini verirken, boşalmış ve yillardrr yarırndan ayumadığı karnelerini unutmuştu. Tel«ar aklına getirmemek için de özen göstermişti. Çünkü karnelerini hatırlarsa, o güne kadar kaybettiği her eşya ve anr bilincinin altındarı üstüne giden basamakları trrmanacak, Barbaros'u
Nilay'ın eünin birinci katında geniş bir salon, her nedense kiiçük bir mutfak ve bir tuvalet vardr. Mutfak kaprsrnrn karşısındaki a}ışap merdiven ikinci kata çıkıyordu. Orada da üç yatak odası ve geniş barıyoyu birbirine bağlayan uzun bir koridor vardr. Kimse Nilay gibi yalnız bv kadının neden böyle büyük bir evde yaşadığını merak etmedi. Hepsi de o kadar garip ve içinde yaşayanlarla tamamen çelişkili evler görmüşlerdi ki artık konuyla ilgili hiçbir şeyi merak etmiyorlardı. Nilay'ın avırkat olan babasr, daha çok dewik banka sahiplerinin, dört mevsimi dört ayn ülkede geçiren gri takım elbiseli kara adamların devletle pazarlıklarını ytiıı,ütüyordu. Do layısıyl a p ar a Nilay' ın ailesinde mutsuzluk getirici bir konu değildi. Onlar da aile olarak mutsuzluğu başkayerlerde anyorlarü. Babasının, Nilay'ın aJınesi dışında iki düzenli ilişkisi daha vardr. Annesi mutsuz ve kas gevşeticiden öksiiııük
Piçlere sır verilebilir. Öltlmleriyle son bulan sırdaşlıklan vardrr. fuicak carılı ya da canslz hiçbir emanete sahip çıkamazlar. Kaybederler, l«rarlar. Bu bir katp ya da bir kol saati olabilir. Yanlış arılaşılmasın. Kaybedilen ve lonlanlaırn çoğu kendilerine ait olur. Dunış ve hareketlerinden dolayı üzerlerinde gerçek değerlerinin dört katı pahatı durarı giysilerve ayakkabılar sadece ilk giyildikleri saatlerde yeni alınmış gibi dıırurlar. Daha sonra hepsi birbirine benzer, ba}omszlık ve kötü kullaııımdan öttirü mahvolurlar. Eşyaya sahip çıkrnamak ve onunla iyi geçinemernek piçlere özgüdür. §ın zengin şımanklığına sahip yoksullar olarak ğarip değerlerine sahip çıl«nayı ve.sadece birbirleriyle ıyı geçinmeyi tercih ederler. Var olmayan bir ülkenin var olmayarı asilleri gibi yaşayarak bir kez kullandıklarını bir daha kullarımazlar, çünkti kaybederler.
yaşayan en mutsuz insan yapacaktı.
68
Evin dekorasyonu basitti. sa]on kapısınrn tam karşısına düŞen, iki duvaırn birleştiği noktada doksarı derece kıırnları aJtı kişilik bir karıepe vardı. Bir karenin iki kenarrnr oluşturuyordu. Diğer kenarlardan biri steinway marka siyatı piyarıo, diğeri de 120 ekran bir televizyon ve "home theatre" sisteminin gereği hoparlörlerdi. Afgan sa]ona attığı ilk adımda, hoparlörlerin yanlış yerleştirildiğini fark etmiş ve yerlerini değiştirmeye başlamıştı. Bil-
diği en basit terimlerle ev sahibesine dawanışrrun gerekçesini arılath. Nilay ilora olmadı ama arılayışla karşıladı. Barbaros, üzerinde kendisi dışında kimsenin rahat edemediği deniz yatağını, şfşirdiği yarıaklarrnm içinde stokladığı havayla dolduruyordu. Bir zamarılar bu işe yarayaJr bir pompasr vardr ama kaybetmişti. Deniz yatağı önemli bir aksesuardr. İçi havayla dolu değilken yer çok kaplamıyor ve sayesinde her yerde uyunabiliyordu. Her ne kadar kayak dışındaki bütün doğa sporlarından nefret etse de, çocuk-
ken yeterli sayıda kampa gitmiş ve çatrsrz hayatın gerektirdiği malzemelerle tanışmıştı. ve yine her ne kadar daima çatısı olan yerlerde u}nrmuş olsa da, Barbaros kendini hep sokakta hissetmişti. Hakan, Nilay'la mutfakta, içki şişelerini ve hepsi de sağlıksız olan yiyecekleri buzdolabına yerleştiriyordu. vejetaryen piç bulmak çok zordur. Aralarında gurme olanlar vardır arıcak genelde et yerler. Az pişmiş olmasını tercih ederler. çünkti kanh etin salduganhğa neden olduğunu düşüniir ve bununla övüntirler. sekiz yıl önce bir kurban Bayramr'nda cenk, sahibi öldürülüp kesildikten dört saat sonra pişmemiş bir budun çeyreğini yemiş ve aralıklarla üç saat boyunca kusmuştur. kalori saymak, sağlıklı beslenme kurallanna uymak piçlere göre değildir. stirdiirdükleri hayat şişmanlamalarını engeller. İnşaat işçilerininkine benzeyen dolu vücutları vardrr. Dolayısıylabir pazar sabahr, herharıgi bir sahil yolunda hızlı yürüyüşleryapan şişman yaşıtlarına bakarak, yakışıklı bedenleriyle oturduklan bankta bira içebilir ve herkesin duyabileceği biçimde onlarla alay edebilirler. cenk, ikinci kattaki geniş balkona çıl«nış ve başınr hafifçe sa-
59 ğa eğmiş, Nilay'm yetiştirdiği "carınabis"e bal«yordu. Ba]konun o noktasınr görebilecek herhangi bir yabancı pencere otmadığı için genç kadın bu iiretimini gizleme gereği duyrnuyordu. Cenk'in aklrna o giine kadar uyuşturucuyla ilgili tarıık olduğu ve yaşadığı her saniye geldi. Eczarıe soyarken vurulup ölen kan kardeşini hatırladı. Morfin bağımlısıydı. Hafif bağımlılardarı, hafta sonu içicilerinden, her şeyi ama her şeyi kararrnda yapanlardarı bininci kez nefret etti. Onlarla aynı dtinyada yaşadı$ için kendinden utandı. Onlardan bahsederken, "Dengeli ve tutarlı büttin orospu çocuklarr"
diye başlardr cümlelerine. "Dengeli ve tutarlı büttin orospu çocuklan..." Bu nefretin kaynağında onlar gibi olamamak suyunrrn alop akrnadığınıysa kendisi dahil kimse bilmiyordu. Sadece Cenk bir tahterevalli değildi ve dengeyle ilgilenmiyordu, o kadar. İlgilenenlerin de sadece çocuk parklarında yaşayabileceğini düşünüyordu. Gökdelenlere ya da kentteki ormarı evlerine benzeyen gösterişli çocuk parklannda. Aşık olduğu kadının onlardan biri olma olasılığı tabii ki yüksekti. Ama Cenk her zamanki gibi bunu önemsemedi. Ba]konun tırabzaruna dirsekleriyle yaslarımış, çok uzaktaki gecekondulara bakarken "Değiştiririm" diye fisıldadı. Ama kendisini mi yoksa Nilay'ı mı kastettiğini duyarı olmadı. Nilay, evindeki yeni nüfus yapısma alışmaya çalışıyordu. Hafta sonu olduğu için şimdilik her şey bir tatil köyiine yeni gelenlerin yerleşmesi gibi görünüyordu. Ahşap basamaklarda karşılaşılıyor, buzdolabının başında sohbet ediliyor, birbirlerine değil ama Nilay'ı gören piçler gülümsüyorlardı. Kayıtlı olduklan muhtarhğın hangi kentin hangi semtinde olduğunu hatırlamıyor ve bunu önemsemiyorlardı. Yaşadıkları ülkenin bürokrasisiyle uzun zamarıdrr herhaııgi bir ilişkileri olmuyordu. Dolayısıyla yeni taşındıkları eün ada ve parsel numaralartnın dahil olduğu listenin çel«necesinde durduğu masaya sahip muhtarlığa isteseler de kaydolamazlardı. Çünkti nakil kiğıdının üzerine yazdırabilecekleri bir adresleri de yoktu. Hakan dışında hiçbiri oy verTnemişti. Hiçbiri askerliğini yapmamıştı Hepsi de çeşitli iiniversitelerin öğrenci işleri bilgi depolannda, çeşitli fakültetere kayıtlı görünüyorlardı. Ancak Cenk dışında hiçbiri iki yıldır harcrnr yatırmryor
70
ve kaydını yenilemiyordu. Enfaz|abir dönem sonra o üıriversitelerden de kovulacak ve devletin vatarıdaş niteleme telariğine uygun olarak adlannrn yanına asker kaçağı yazıIacak<tı. Bu sisli resmi bilgilerin arasında sadece Cenk'in nüfus ki.itüğünün nereye kayıtlı olduğu biliniyordu, çünkti kimliğinin önünü ve arkasınr taşlyarı bir tişörte sahipti. Evdeki ilk koşuşturmalar yürüyüşlere, yiirtiyüşler de salondaki kanepede ve oturma grubu dahilindeki, kare dışında kaları iki koltukta nokta]arıdı. Günün bira ya da votka ve elma su)ru içilebilecek saatlerindeydiler. Alkol saatlerinin gereklerine b<ıyun eğmekte hiç nazlaırmayan piçler ellerindeki kadehleriyle, sadece öğlen öncesi güneş ğören serin salonda oturuyor ve konuşuyorlardı. Nilay'ın kiiçük bir miizik seti vardı. Ama Hakan buıru yeterli bulmamış dolayısıyla Technics rnarka setini derhal kurmuş ve "home theatre" sistemirıin hoparlörlerine bağlamıştı. I{enry Mancini dinliyorlardı: "Pembe Parıter." Hakarı, çaprazında oturarı Nilay'a sordu: "Zeynep ne zaInan gelecek ?" Dostları Hakan'rn son§unu duydukları anda yüzlerindeki ciddiyeti korudular ama ciişleri ve dilleriyle güldüler. Çünki.i Ha-
kaıı'ın, taşınmalanna yardımcı oları Nilay'ın arkadaşının güniin kalart bölümünü nasıl değerlendireceği hakkındaki sorusunun komik ve çocukça bir ilgiyle bağlantılı olduğunu dtişündüler. Haklıydılar. Ama bu ilgi komik ve çocukça değil, daha çok yetişkince ve pornografikti.
Piçlerin cinsel hayatı düzensizdir. Harem kurduklan ve yalnızlıktan kendileı,ini okşadıkları dönemler biı,birini kovalar. Ancak bu kovalamanın kazarıanı yoktur. Çünkii kovalayanla kaçaıı kişi aynıdır. Cinsel tercihleri doğuştarı sahip oldukları cinsiyetlerinin emrettiği yönde ilerler ve nadiııen yoldan çıkar. Kadınlan tercih ederler. Pornografi ve biyoloji bilgilerinin yeterli olnrası nedeniyle zamaıı içinde eğittikleri kadınlan mutlu ederler. Tatminsiz yatıp tatmin olmuş kalkarlar. Ancak düzenli bir ilişki yürütemeyecek yapıda olmalan ve stirekli spermatozoit iireten bedenleri, özellikle para karşılığında cirıselliklerini sunaJı kadınlan tanıma-
71
larrnr sağlamıştır. Fahişelerle ve sevgili olmanrn her şey olıirak arılamına gelmediğine ilcra ettikleri kadınlarla sevişirler. Hayatın her alanrndaki bencilliklerine rağmen, sevişirken asla bencil olmazlan Orgazmın neye benzediğini görmemiş gözlerin beyazını
seyretmeden ayağa kall«nazlar. Sadece soruasrnda, kimsenin inanmadığı cümleler kurarak biraz önce yaptıklannr meşru ve pişmanlık harici kılan cümleler kurup giderler. Fahişe olmayan ve onlarla sevişen kadınlar günahm, toplumsal değerlerin ve aşkrn ne olduğunu bilu bütün bunlann kurallannı gözleri kapalı sayabilir, arıcak piçlerle seüşmekten vazgeçemezler. Bu, Cenk'in bir tişörtünde yazdığı gibi porno yıldızı olma]anndan kayrıaklanırraz. Nedeni basittir. Piçler insan kimyasında zevk yaratan her salgıya baraj ve vadi kurmayı öğrenecek kadar zamana sahip olduktan bir hayat sürerler. Çünkii başka işleri yoktur. Piçlerle sevişmek, ancak asla onlara 6şık olmamak gerekir. Ancak ne yazık ki kadınlar bu gerçeği çok geç kabullenir. "Akşam Suatlar gelecek. Cenk, sen hatırlıyorsun değil mi Suat'l?" Cenk, Nilay'n sonısunu duyabilirdi, eğer karıser olan babasını düşünmeseydi. Babasrnrn tam olarak ne karıseri olduğunu bile bilmiyordu. Kardeşi telefonda anlatırken du5rmamrş ve o an için yeniden sorTnamrştı. Cenk, kendinden nefret ediyordu. Ailesinin
yaşadığı evin kapısrnı, anahtarı içeride bırakarak kapatm§ gibi hissediyordu kendisini. Dışanda kalmış gibi. Ailesinin dışında. Her şeyin dışında "Cenk, Suat'r hatırlıyor musun?" Ama Cenk dostlarına bir ev bulmuştu. Kardeşinin hangi faki.iltede öğrenim gördüğünü bilmeyen, bir gün bile ona yardrm etmenriş olan Cenk, dostlarının hayatrnı kurtarmıştı. Terastaki kirli yatağm üstünde Nilay'ı ilcna etmiş ve kadına evinin kapısını açtırmıştı. Cenk kendisiyle gunrr duyuyordu. Kendisini, yabancılann evlerine yasalar dahilinde girebilen bir çilingir gibi hissediyordu. Aileye bile açılmayan, kilitli kapıların ardındaki odalann içinde gibiydi. Yabancılann içinde. Her şeyin içinde.
72
/J
"Cenk, sen duymuyor musun beni ?"
Cenk duyuyordu. "Hayrr, hatrrlamıyonrm. Suat da kim ?" "YazlııLda tanışmıştık. Yıllar önce. Birkaç yıl üst üste yazın gö-
rüştük. Neyse, belki görünce hatırlarsın. A§am yemeğe onlar ge-
liyor. Suat, birkaç arkadaşı daha ve..." Nilay, başını Hakarı'a doğru çevirerek cümlesini tamamladı: "Zeymep."
"Güzel" dedi Hakan. "Çok güzel." Tam Barbaros, "Zeynep mi, gelmesi mi ?" diye soracaktı ki Af-
gan konuştu: "Mangal yapacak bir yer var mı ?" Tabii ki sorusunun yanıtınr sadece Nitay biliyordu. "Yukarrdaki balkonda yapıyo ruz bazen." Afgan, Hakarı'rn ses tonunu taklit etti: "Güzel. Çok güzel."
Günlük gazeteler hafta sonlarrnda bölünerek çoğalrr ve arıa sayfa]arınrn yanrna ekler gelir. Hafta sonu tatili bu gazetelerin ve eklerinin okunmasıyla başlar. Çahşarı insan iletişime ve her ttirlü yöntemine ilgi duyar. Çalışan insan için diğer çalışan insarılar çok önemlidir. Bunun tek bir nedeni vardır: para daima diğerlerindedir. Dolayısıyla onların hükiim sürdüğü dünyarıın srrtrnda taşıdığı gelişmeleri gazetelerden takip etmek, çalışan insanlığın görevidir. Hafta sonları bu göreve, o dünyarırn srrtından çok kann ve aşağı bölgesinde gelişenleri içeren ekleri okumak da dahil olur. Uzun kahvaltılar sonrasrnda alışveriş merkezleri ya da yüksek ai-
datlı herhangi bir spor kulübünün tesislerine gidilir. Ara]arında Cumartesi, Gecesi Ateşi adh filmi izlememiş olanlar vaı§a da, cumartesi gecesine hazrrlarımak için evlere dönülür. Çalışan insan, yüzyıllar süren sendikal mücadelelerin sonucunda önce çocuklann çalışmasınt engellemiş, sonra ücretlerde kadın-erkek eşitliğini sağlamış, daha sonra çalışma saatlerini insan ene4jisinin verimlilik starıdartlanyla srnrrlamrş, €ır sonunda da haftalık tatil günlerini belirlemiştir. Böylece, döktilen binlerce litre karırn ve
binlerce litre gözyaşının sonunda, doğumlarını doğru yüzyılın doğru yansma denk ğetirmiş olan Suat ve arkadaşları üç arabanın içinde geldikleri Nilay'ın evinde, cumartesi gecesini eğlenerek geçirmeye hak kazarımıştır. Onların atalan iş hayatının kurallarrnı belirlemek için birbirlerinin karınlarını parçalarken, piçlerin atalannrn ne yaptığı bilinmediğinden Nilay'ın evinde neler yaşanacağı da tahmin edilememektedir. "Hoş geldiniz ! Nasılsın Suat? Ne zahmet ettiniz ! Girin, girin !" "Ben iyiyim de, Öen nasılsın hatun?" Suat, kapıylaberaber ağzını da açarı Nilay'a sanldı. Onlann sarrlmasrnr firsat bilen diğer misafirler arkalanndan dolarıarak evin
içlerine kaydılar. Ellerinde, çoğu kırmızr şarap olan içki şişeleriyle, gülümseyerek eski dostlan seyrettiler. Nilay, Suat'tarı aynldı ve teker teker hepsini öptü. Hatta birkaç saat önce gördüğü Zeynep'i bile. Yeni misafirler aralarrnda konuşuyor, ev sahibelerini tanımayanlar Nilay'la tanıştnhyordu. "Sen Feyza'yr tarıryorsun, değil mi? Unilever'den." "Tabii, tabii. Merhaba, nasılsın ?" Nilay, Feyza'yı hatırlamıyordu ama Suat'a, ileride müşterisi olma ihtimali oları biriyle tanışabilmek için yaları söylemesi de zor değildi. Suat küçük şovuna devam ediyor ve sirkindeki hayvanları tarııtarı bir sunucuya benziyordu: "Defne de bizim firmadarı. Bu gördüğün adam da Emre. O da bizden."
"Memnun oldum. Ayakta durmayın, buyurun, şöyle geçelim. Ben onları alayım." Mutfağa yürüyen Nilay ve en yakın dostu Zeynep şarap şişelerini, karıepe ve koltuklar da misa.firleri paylaştı. Kulüplere gitme yaşlarırun geçtiğine inarıarı ve yüksek stilli eğlencelerin arıcak evlerde mümkün olabildiğini düşünenlerin plarıladıklan bir geceyi iki şey bozabilirdi: deprem ya da piçler. Suat'rn burnu estetik ameliyat geçirdiği halde iyi koku alıyordu. Oturduğu yerden mutfağa doğru bağırdı:
"Bunu yeni mi alün ?"
74
75
Nilay kafasını buzdolabından çıkardı: "Neyi ?"
"Müzik setini." Ru kez Nilay, kafasını mutfak kapısından çıkardı: "Benim değil. Hakan'ın." "Hakan da kim ?"
Nilay, hazırLayacağı içkilerin şişelerine ulaşabilmek amacıyla Frigidaire marka çift kapıh büyük buzdolabına kafasrnı tekrar sapladığı için suat'ın sorusunu duyamadr ama bir üst katın koridonında merdivene doğru yürüyen Hakan, arkasrndan gelen Bir-
baros'a dönüp konuştu: "Ben kimim ?" ıkisı de kahkaha attı. Basamakları indiler ve gözler onlarda buluştu. uzun süren bir tarıışınave tokalaşmayı engellemek için Hakan, hafif bir baş selamıyla giriş yaph: "Merhaba, ben Hakarı. Bu da Barbaros. Onlara'merhaba' de Barbaı,os." Barbaros, oturarı dört kişinin ayakhizalarına bakarak konuştu: "Merhaba." Hakarı'rn kurduğu ilk ctirnlede genç adama §mmrş oları kanlar, üçüncü cümlesinde soğumuş, Barbaros'un konuşmasıyla da donmuşfu. Ancak çalışarı insarılar her şeyden önce ha]kla ilişkiler uzmanıydı. Bu uzmanlıklan onlan sakinleştirdi. yapanlann gülmediği bir esprinin salonda döndüğünü varsaydılar. küçük gültirnserneler ve kısık merhabalar duyuldu. Hatta Emre, sağ avucunu boyun hizasına kaldrnp selam vererek, ha]kla ilişkilerde ne denli ileri bir noktaya ulaştığını herkese karııtladı. Salona yayılmış insarılann ne tür üninler olduğunu Nilay'dan dolayı a§amüstü civan anlamış oları Barbaros ve Hakan arkalarrnı dönüp merdiveni ağır ağır tırmanmaya başladılar. o sırada bir kadın sesi duyuldu. Muhatabının kula}cırıemesini ısıracak kadar kadrnsr çıkan bir ses: "Merhaba Hakan." Kulaknnemesi ısınlmış Hakan, olduğu basamakta dönüp Zeynep'e bakarak konuştu: "Gelsene yukan, mangalı yakıyoruz."
"Tamam, içkileri hazırlayalım, geliyontm. Daha salata da yapı-
lacak. Neyse artık onu erkekler yapar." Ze5mep, sadece birkaç kez gördüğü Suat ve diğerleriyle Ni_ lay'rn oturduğu apartmanrn asansöründe karşılaştığı için evin garip misafirlerinden kimseye bahsetmemişti. Ancak Suat ve diğerleri evdeki piç sayısını sadece iki sanmalanna rağmen huzursuz olmuşlardı. At yarışının baştayabitmesi için atlann "baks" adı verilen çatısız kulübelere girme,leri ve söz konusu kulübelerin kapılannrn arkalarından kapannrası gerekir. Suat ve arkadaşları birer attır. Yanşsa sosyal hayattır. Ancak hemen yanlanndaki atların hareketlenme lerinden ötilrü tanırnlayamadı klan bazı duygular hiss etmiş ve huzursuz olmuşlardır. Önlerindeki bakslara girmemek için direnen Suat ve arkadaşlan yüzünden yar§ bir türlü başlayanıamaktadır. Ta ki aralanndan biri anlamlı biçimde kişneyecek kadar sakinleşene kadar: "Tatıii. ben acayip $üzel salata yapanm. Siz barıa aletin edeva-
tın nerede olduğunu sösterin, gerisine karrşmayın," Suat'ın ardından Emre de ayağa kalktı: "Ben de sarıa yardım edeyim." Emre'yle sadece iş arkadaşı olmadıklan birbirlerine bakışlarındaır belli oları Defne cle peşlerinden gitmeye yeltendi ama sol dirseğine dokunarı Feyzabaşlamış bir hareketi yarıda kesti. "Bırak, onlar halletsin. " İki kadın konuşnraya başladı. Konuştular. Cümleler kurdular". Sonra biraz daha lirtırdu].ar. Kelime inşaatı mutfa}<ta da devam ediyor.du. Suat konuşuyordu, Nilay, Zeynep, Emre konuşuyordu. ,Ancak ikinci katrn, çok uzaktaki gecekonduları gören balkonunda sadece nrangaldaki kömürlerin kırmrzıya çalmasrnın sesi du_ yuluyordu ve kimse konuşmuyordıı. Cenk'le Barbaros balkonun trrabzanına yaslanmış, yanlarındaki mangala ve Afgan'rn sadece kenclisinin ölçebildiği açılardan kömürlere iiflemesini seyrediyorlard"ı. Hakan'ın elindeki kadehte Disaronno Amaretto vardı, Nilay'ın "Bunlar da babamın içkileri. Ne zaman gelse içer" dediği birini balkona taşrmrş, ağdalı iç!-:ilr ya,ıaklannın içiyle şişelerden
76
77
eze eze içiyordu. konuşmuyorlardı. Hepsi de kendini düşünüyor-/ du. kendini ve hayatını. Barbaros hayata, onu denetlemek için geldiğini ilk düşündüğü anı hatırlalnaya çalışıyordu. Aslında bu an§ı Birleşmiş Milletler genel sekreteri olmayı istediği yillara dayaruyor ve sonsuz kibirli yapısl nedeniyle ayakta kalabiliyordu. "Ben" diyordu içinden, "bir hayat müfettişiyim. Hayatı ve diinyayı denetlemeye geldim. İnsanları, tercihlerini, doğayı, her şeyi denetlemek için yaşıyorum." yıllar önce kurduğu bu cümleleri hil6 hissederek düşündüğiinü fark edince görünm ezbirtebessüm yürüdü yıizüne. Ancak tebesstimü o kadar da görünmez olmadığından cenk'in dikkatini çel«nişti. Gördüğü gizli tebessümün bir benzerini zar*an zaman taşıyabilen, hayatındaki başka bir kişiyi düşündü: babasını. cenk başını hafifçe, sağa ve sola salladı. Bu hareketi yaparken gözlerini hafifçe kısmıştı. Afgan'm 6şık olduğu kadının kahkaha atarken yaptığı gibi. Afgarı, sonunda yarııp kül olacak bir şey için yeterince nefes harcadığını düşünerek ayağa kalktı ve Hakan'ın elindeki kadehi alıp içindekinden bir yudum aldı. Aşık olduğu kadın da severdi Disaronno Amaretto'yu. Aslında o her içkiyi severdi. "Şimdi nerededir acaba,ne yapıyordur?'' diye soracalctı ki zihninin tahminler departmanına, 6şık olduğu kadının aJmr sorunun Afgan'a uyarlarımış halini kendine hiçbir zarnan sormadığrnl ve hiçbir zaman da sormayacağını hatırlayıp girişimini frenledi. Duygusal bir kaydırağı ayaklarr ve elleriyle tırmanıp başladığı noktaya kayarak döndü, kadehi Hakan'a iade etti. Hakan bir cümleyi dudaklarrnda gezdirdi sonra kimsenin duymadığını fark edince yüksek sesle tel«arlamaktan vazgeçti. oysa bir soruydu bu ve varsa bir yanıtı onu verecek olan da balkondakilerden biriydi. "Ne kadar sürebilir ?'' cümlesini mınldanmıştı. *Bütün bunlar daha ne kadar sürebilir?'' kentin örgütlenmiş hayatında yeri olmayan piçlerin suskunluğu ve gözlerindeki karanlık, balkon kapısurın eşiğini aşan, boksörlerinkine benzeyen yan bot yan spor ayakkabının içindeki kadın aYağıYla Yok oldu. Bağlı olduğu bedene dair, piçler tarafindarı ilk
görülen parça olan sol ayağuı sahibi balkona
"Nasıl gidiyor? Etleri getireyim mi?''
çfttığı anda konuşfu:
Zeynep'in tuttuğu tepside beş kadeh rakı vardr. Kendi zevkine göre ayarlamış olduğu orarılara sahip beş kadeh rakı. Üzerlerine dört el geldi. Afgarı konuştu: "Yok, birazdan getirirsin. Daha istediğim gibi olmadı." Zeynep tepsiyi pencerenin bel hizasındaki mermer taşıyan beton çıkmtrsrna bıralap üzerindeki yalııız kadehi de kendine aldı. "Sen ne yapıyordun Hakarı?" "Ne zaman ?" "Yok, yani ne iş yapıyordun ?"
Hakarı çok hafifçe dudaklarını büzdü. Blraz önce çarpıp düştir-
düğü parçalarımış bibloya bakarı beş yaşmdaki bir çocuk gibi.
"Bir iş yapmryonrm." "Okul mu devam ediyor?"
"Hayır." Diğer piçler kendi piçlikleriyle kulaklarrnr trkamrş ve dostlarını bininci kez kurduğu cümlelerle yalnız bıralanışlardı. Ama Hakan uzun zamandrr utarımryordu yaptıklanndan, daha doğrusu yapmadıklanndarı. Dolayısıyla belki de balkondaki en soğuk kana satıip olan oydu. "Okul da yok. Ben çalışmryorum. Ne özel sektörde, ne kamu sektöriinde, ne de bir okulun amfisinde." Diinyarıın çeşitli coğrafyalarında düşen çığlann yüzde doksan beşi insan ka5maklıdır. Zeynep bir çığın düşmesine neden oluyor, diğerleri de kimin sağ kurtulacağını düşünüyordu. Elindeki kadehi nazikçe ağzına götürüp ğetiren Zeynep, ktiçük bir gülümsemeyle sordu: "Çok mu zengin senin ailen ?" Ama kimse gülmüyordu. "Ha5n_r" dedi Hakan. "Öyle çok zengin değiller. Hatta vasat, di-
yebiliriz."
Zeynep, en tehlikeli yerlerde, kann en oturmam§ olduğu bölgelerde takla]ar atmaya devam ediyordu: "Peki nasrl geçiniyorsun ?" Kar titremeye, yer kaymaya başlaü ve nefesler tutuldu. "Satıyorı,ım."
78
79
"Neyi?" "Her şeyimi." Çığ düştü ve nefesler verildi. "Nasıl her şeyini?" Torılarca kann altında kalmış Zeynep yardım istiyordu. "Bugiine kadar ailemin bana verdiği her şeyi. Ayakkabılarınıı, gitarlarımı, televizyonumu, kitaplarımı, her şeyi." Ama kar, çığlığının duyulmasrıra izin vermiyordu. zeynep gözlerini olabildiğince açarak bir kez daha denedi: "Güzel bir soru... Çok güzel." Tonlarca kar eridi, nehirlere bulaştı. zeynep yükseldi ve çığın altından sağ çıktı. Nehrin sularr buharlaşıp birbirine kanşh. Hakan kayboldu.
"Bilmiyorum. O gün geldiğinde ne yapacağımı bilmiyorum.'' Bin romarı okumuş dostlarının neden bu denli yalın ve yalnız cümleler kurduğunu arılayamayarı piçler sanki onu yeniden hayata döndiirmek istercesine aynr arıda kadehlerini kaldırdılar. yükselen kadehlere kayıtsu kalamayarı zeynep, gözleri Hakan'da kadehini onlannkine yaklaştırdı. Beşinci kadeh de kalabalığa karıştı. Barbaros konuştu: "Ze5mep'e !"
Genç kadın hariç herkes tekrarladı. "Ze5mep'e."
Bardaklar birbirine ve acemi ellerin hazırladığı bol sulu rakrlar dillere dokundu. zeymep,I{akarı'ın verdiği yanıtlardaki kelimeleri ilk kez duymuyordu. Ama bir cümle içinde böylesi sıralarıışlanna ilk kez tanık olmuştu. Afgan, genç kadrnrn donuk gülümsemesini silmek ve hafizaları tazelemek için gülerek konuştu: "Hakart, ameliyat izini göster§ene." Ze5mep'e döndü: "Geçen ay böbreğini sattı da."
Güldüler. Ama hiçbiri Afgarı'ın söylediğini komik bulmadı. Sadece hafıza tazelemek için. yarılış anlaşılmasın. Daha iyi hatırla-
mak için değil, boşalmış kadehleri yenileri ve dolularıyla değiştirir gibi hafizalan srfirlamak için gülmüşlerdi. Zeynep'se susmuş ve dört bir yarıınr salTn§ gülen piçleri seyretmişti.
Nilay etleri getirdi. Etler pişirildi. Salona inildi ve dikdört§en yemek masasrnrn etrafina oturuldu. Kadehler dolduruldu. Salata şefi Suat sordu: "Sen ne iş yapıyordun Hakarı?"
Hakan, sol elinin U, ,.r*rğıvla tuttuğu pirzola.rıın etini dişleriyle kemiğinden sıyırdr, iki kez çiğneyip yuttu. Sol elinin yağlanmam§ iki parmağı ve avucuyla kadehini yakalayıp rakrsrnr yarrladı. Tabağının sağında durarı peçeteyi alıp sol elini üstünkörü temizledi. Sağ elinin altındaki paketten bir sigara çekip, yanında oturan Afgan'rn yakmasını şaşı gözlerle seyretti ve konuştu: "UNİCBF için çahştyorum. Çocuk işçiler için mücadele veren NCHO'nrın Türkiye koordinatörüyüm. Aslında işimiz çok basit. Çocuk çalıştırarı işyerlerini tespit edip işvereni kaçınyonz, Sonra da işkence yapıyonru. Bir daha çocuk işçi çatşt[mayacağına dair yemin ettirip serbest\brraloyoruz. Edilen yeminin niteliği §verenin inarıçlanna göre değişiyor tabii. Bazen de arabalanna ya da evlerine uyuşturucu saklayıp narkotiğe ihbar ediyonrz. Bir de erkek işverenler için çok nadir de olsa uyguladığımız bir işlem var. İşvereni kaçnp NCHO'nun fonuyla kurulmuş özel hastarıede cinsiyet değiştirme ameliyatındarı geçiriyoruz. Birkaç ay hormon tedavisi görüyor. Tabii bu süre içinde bilincinin yerine gelmemesi için uyuşturucu veriyoruz. Daha sonra da, genellikle sabah ezanisaatlerinde işyerinin kapısrna yan baygın vaziyette bıraloyor\z." Hakan bütün bunlan o kadar ciddi bir ifadeyle arılatmıştı ki ilk
başta duyulan birkaç kıkırdama sessizliğe kanşmrş ve Nilay'ın piçlerin haricindeki misafirleri ne çatallarını ne de kadehlerini ağızlarına götlireb ilmişl erdi. İlk silkinen Suat o l du :
"Haydi carıım,!" Hakan hiç tereddüt etmedi: "Sen nerede çalışıyordun ?"
82
83
"Rugstore'da." "Hint ve Nepal halıları satan o devasa firma değil mi?" "EVet." "Tamam işte, sizin Hindistan'daki fabrika müdürünüzü kadın yaptılar. O uygulamanrn fotoğrafları daha sonra NCHO'nun broşürlerinde yer aldı." Suat ne diyeceğini belki de ilk kez bilemiyordu. Yeni tanışhğı bir insarırn son derece kendine ve söylediklerine güvenen biçimde arılattığı garip meslek kolunun varlığına tabii ki inanmamıştı. Ancak Hakan'rn neden böylesine komik olmayan bir şakayı uzattığını ve neden doğruyu söylemediğini anlayamıyordu. Ancak o bir genel müdür yardrmcısıydı ve mastrrrnı Wisconsin kentinin en saygıdeğer üniversitesinde yapmıştı. Türk, İrarı ve Çin halılarının pazardaki payrnı düşürmek için elinden geleni yapıyor, satış psikolojisinde doruk noktasına oynuyor, pratik zek6"ve hazrrcevaplılığa bir din gibi inarııyordu.
"Olabilir tabii. Bizde kadın çalıştırma kotası var. Belki de o
yüzden ameliyat olmuştur." Herkes güldü. Nilay, Hakan'a dönüp gülerek "Çok salaksrn !"
bir çocuk günde bin tuğla yapabiliyor. Karşılığında da bir buçuk dolar alıyor. Fahişelik yaparı kız kardeşiyse üç dolar kazarıabiliyor. İşte NCIIO bütün bunlarla mücadele ediyor." Hakarı'rn anlattıkları artık kimseye komik gelmiyordu. Nilay tel«aı: söze girdi: "Tarnam, yeter artık. Yaptığın işi herkes anladr." Sadece Zeynep garip bir tebessümle Hakarı'a bakıyordu. Çünki.i o anlamıştı. Tam karşısında oturan adamrn o güne kadar tzırııştığı kimseye benzemediğini anlamıştı. Ama Suat anlamıyordu ve anlamadığı konulan da seı.rmiyordu. Çaprazında oturan Cenk'e döndü:
"Peki sen ne yapryorsun?" Barbaros, birazdan duyacağı yanıtın saçınalığına daha Cenk ıığzını açmadan güldü. Kim bilir, ortasrnda iki mor mumun yandığı, servis tabaklarının Çekoslovak porseleni olduğu masada Cenk neler anlatacaktı ? Bir sigara yakıp arkasrna yaslandı. Hayatı ve içinde olup biten her şeyi denetleyen beş duyusuyla eski dostunu dinlemeye başladı. Ne de olsa bu a§am absürd gösteriler gecesiydi. Barbaros, asla çıkmayacağı sa}uıeye en yal«n yerde otunr-
dedi.
yordu.
Hakarı da gülüyordu. "Nilay, ben hissettiğim zekidayım. Kendimi salak gibi hissedeısem, salak oluyorum. Tabii bazen de d6hi gibi hissediyonrm." Afgan bir buçuk kilo eti tek başına yemiş ve şişmiş midesini sıvazlayarak kendi kendine söyleniyordu: "Ben de hissettiğim kilodayım ve kendimi şişko hissediyo-
"'Echelon' diye bir kelime duydunuz mu hiç ?" sorusuyla Cenk konuşmasma başladı. Tabii ki kimsenin yanıtlamasını beklemeyeceği bir soruydu. "Echelon bir iletişim ağıdır. DPu doğrusu kendine ait uyduları oları dünyarıın en gelişmiş ileti§im ağı. 1948 yılında, Soğuk Savaş'ın lrerkesi d<ındurduğu bir zamanda Amerika ile İngiltere USUKA anlaşmasını imzalarlar. Brı zırılaşmaya göre Sovyetler lıakkında toplanan askeri bilgiler tek bir merkezde toplanacak ve müttefiklerle paylaşılacaktır. Echelon böyle doğar. Sonra birliğe Avustralya, Kanada ve Yeni Zelarıda dahil olur. Gün gelir, nrüttefikler Soğuk Savaş'taki düşmanlarını kaybederler. Bu gizli bilgi toplama sistenri de ekonomiyle özel konular üzerinde yoğunlaşır. Şimdi, claha basit aırlatmak için şöyle söyleyeyim: Echelon'un dünya yörüngesinde birçok ııydusu vardır. Aslında şu an için bilinen üç tane var: İntelsat, İnmarsat ve İntersputnik. Tabii bu uy-
rum."
Hakan yeniden konuşmaya başladı: "Nepal'de otuz milyon insan yaşıyor. Hindistan'da ise bir milyar. Her gün aralanndaki sınrrdarı Hindistan'a yüzlerce çocuk geçiyor. Her ne kadar dönenlerin hikAyeleri felaket tecrübeleri anlatsa da Hindistan, Nepalli aileler için bir rüya. I{ızlar fahişe, oğlarılar ise halı fabrikalannda dokumacr olarak çalışmayabaşlıyor. Tabii bir de pirinç tarlalarından hasat alrnrnca geriye kalan çamurlann kullanıldığı tuğla tiretimi var. Ahşap kalıplarla çalışan
85
84
dularn topladığı bilgileri yaydığı istasyonlar var. Bunlar dünyanın her yerine yayılmış istasyonlar. Ben Kıbrıs Rum Kesimi'ndeki Ayos Nikolas istasyonunda çalışıyonım. İngilizlerin kurduğu bir yer. Government Communications Headquarters'a bağlıyız. Yarıi Amerikalrlann meşhur National Security Agency'lerinin İngiliz versiyo nu. Aslında N ationa] S ecurity Agency' nin m erke z kar ar gdhı oları Fort Meade'yle ortak çalışıyoruz. Bütün bilgiler Fort Meade'yde ki Sup er-Cray adh bilgisayarda toplarııyor. İnternet' le il gili bir örnek vereyim: Echelon'urı hafizasmda binlerce anahtar,kelime vardır. Bu kelimelerden birini İnternet'te yazüğrruz anda peşinize düşüp sizi listemize kaydediyoruz. Golf topuna benzeyen dev, beyaz yapılar görmüşsünüzdiir. Teleüzyonda, kitaplarda. İşte ben onlardan birinde çalışıyorum. Binlerce kilometrekare içindeki konuşulaıı, fisıldarıarı, yaz/ıary okunarı, hatta düşünülen her şeyi kaydeden bir kuruluşun mensubuyum. Ne yediğinizi biliyorum, ne Sıç..."
Nilay ağzı çok hafif açık dinliyordu. Cenk'in yüziirıden başka hiçbir şey görmüyordu. Arkadaşlarıyla birlikte evine aldığı adamın arılattıklarına inartamıyor ve sadece dinliyordu. Ta ki Cenk son cümlesine başlayarıa kadar. Ev sahibeliği duyarlılığı yemek fiilinden sonra gelecek olanı tahmin etmesini sağlamıştr. Konu, yemeğin bağırsak yolculuğuna gelecekti, dolayısıyla kendi elleriyle kurduğu bir masada o fiilin telaffuz edilmesini engellemeyi kesinlikle gerekli gördü: "Evet, arıladık !"
Cenk, Nilay'ın araya girmesini arılayışla kaşıladı ve sevgilisinin duymak istemediği fiilin üstünden atlayıp ciimlenin sonuna geldi:
"Biliyorum. İşte Suat, benim yaptığırn iş bu. Çok zevkli değil
ama sosyal imkAnlan çok iyi. Ma]ta'da yazlık kamprmızvar. Ora-
da tatil yapabiliyoruz. lhşın da, Romarıya'nın kuzeydoğusunda
satın aldıklan bir dağda kayak yapıyoruz. An|ayacağrn, şartlar fena değil. Ama tabii işin bir kötülüğü var. Önüne gelene anlatamıyorsun. Yani o kadar gizli futulması gereken bir iş ki kimliğini açıkladığrn anda seni ve açıklamayı duyan kişileri derhal yok edi-
yorlar. Böyle bir sorun var alna burada aile içindeyiz nasıl olsa, değil mi ?"
Emre, Cenk'in konuşmasındaıı ve verdiği ayrıntılardarı o kadar etkilenmişti ki dinlediği sürece gözlerini kırpmayı unutmuştu. Defne kesinlikle kaybolmuştu. Sadece Feyza ve Zeynep gülümsüyorlardı. Çünkii Cenk ya}<ışıklıyü. Çünkti çok iyi bfu hikaye anlatmıştı. Ve üstiindeki tişörtte çıplak çektirdiği boydarı bir fotoğrafi vardr. Zatensadece o tişört bozuyordu anlahlarıların büyüsünü. Zeynep biraz önce Hindistan' da çalıştırıları çocuklardan bahsederken gözlerihohn Hakan'n şimdi hiçbir şey olmamışçasrna öntindeki pirzola]an bir sokak çocuğu gibi yemesini seyrediyor, Suat ise uzun bir zaman kimseye yaptığı işin ne olduğunu solTnayacağına dair kendine söz veriyordu. Afgan konuştu:
"Tabii ki hepimiz bir aı},eyız. Birilerini yok etmeleri gerekirse,
'Beni alın' derim. Siz keyfinize balon. Nilay, daha ralomz var mı?" Kendine yavaş yavaş olsa da gelrnş olaıı Nilay yerinden kal}op masadarı birkaç tabak aldr ve Afgarı'a bakıp başını olumlu yönde sallayarak sonrsunu yanıtladı. O mutfağa giderken, son birkaç dakikadır masada konuşularüann arıa]izini yapmak için diğer kadınlar da ellerindeki tabaklarla peşinden gittiler. Emre, Suat'rn asistanıydı. Masaya oturduğıındarı beri sadece iki kez konuşmuşfu. nkinde el«nek istem§, ikincisindeyse hapşırarı Defne'ye "Çok yaşa" demişti. Dört piç ve iki çalışarı insarı dikdörtgen masanrn etrafinda baş başa ka]dılar. Hakan, miizik setinin uzaktan kumarıdasını yıllar önce kaybettiği için yerinden kall«nak zorunda ka]ü. Hot Chocolate'ın bilinen parçalarının toplandığı CD'yi bastığı düğmeyle döndiiı:üp sandalyesine döndü. Bu arada Suat, Cenk'in konuşmasrnrn sona erdiği andarı itibaren dört kez "Evçt" dem§ti. Her seferinde de başrıı sağa ya da sola yatırmştı. Yaruh saat öncesinin kendine güvenen halı tiiccanndarı geriye şaşlon bi;: halı motifi kalmıştı. Ancak Barbaros, Birleşmiş Milletler genel se}«eteri olarak, bir masanın etrafinatoplarımş yet§kinleri nereden ve harıgi eğitimden gelm§ olurlarsa olsıınlar bir ortak noktada buluşturmak zorurıluluğunu hissetm§ ve parmaklannın arasındaki sigarayı agzındakiyle ya-
87
86
lap yerlerini deği-ştirdikien sonra konuşmaya başlamıştı. Tenisin masanrn merkezi ağrhk noküası olduğuna emindi. "İş dışrnda bir şeyler yapıyor musunuz? Yani ben uzun zaman-
dır adam gibi tenis oynayamıyorum. Hiç firsat olmuyor. Umarrnr siz oynayabiliyorsunuzdur. " İlk kez Emre'nin burun detikteri genişleıniş ve üzerinde birkaç cümle gezdirebileceği bir konu açılmıştı. [Iiç zamarı kaybetmedi. Hatta üç duble rakrnrn etkisiyle Suat'rn konuşmaya hazırlarııp ha-
zırlanmadığıyla bile ilgilenınedi. "Mutlaka haftada sekiz saat oynrıyorum. Aramızda bayağı'çekişmeli maçlar yapıyonız. Tenis, bisiklet gibi olmadığı için, ara velTneye hiç gelmiyor. Hemen paslanıyorsun." Afgan duyduklan kaşısında dişetleriyle grilüyordu. Yıllarca yüzmüş ve suyun içinde terlemenin ne demek olduğunu çok yakındarı tarumış biri olarak gülüyordu. "Oksijendendir" dedi. Bmre, Afgan'ın söylediğini anlayartramıştı. "Efendim ?"
"Oksijenden. Oksijen yüzünden paslanıyonrz. Oks[ien yüzün-
den yaşlanıyonrz. Oksijenle işimiz olınasaydı eskimezdik. Açılcta
kalmış elma gibi çürüyonru. Sen de o yüzden paslarııyorsundur. Oksijenden."
Sohbetin kontrolünü daha ele geçiremeden kaybettiğini gören Barbaros, tarilıte istifayla görevinden aynlan bir Birleşmiş Milletler genel sekreteri olmadığı için bir nefes alıp geldi ve yeniden denedi:
"Çok iyi ! Haftada sekiz saat çok iyi bir rakam. Keşke biz de oynayabilsek." Bu kez Suat asistanrndan önce dawandı. Her ne kadar arkadaş da olsalar, aralanndaki hiyerarşiyi gözetmesi gerekiyordu. "Yann biz kulüpte olacağız. İstersen sen de gel. Bir dörtlü yapanz." Çok nadir bir şey oldu. Dört piç de aynı düşünceye daldı. Dört farklı yerde, dört farklı kişiye raketlerini sattıklarr anlan hatırladılar.
"Tabii" dedi Barbaros. "Yann telefonlaşalrm. Benim için de iyi olur." Hot Chocolate'rn "You Sexy Thing" adlı şarkısı başladığı arıda salona Zeynep girdi ve girer girmez Hakan'la göz göze geldi. Bir litrelik Tekirdağ rakısı kadehlere dağıtıldı. Emre ve Defne daha
fazla içemeyeceklerini söylediler. Feyza, Barbaros'un kendisini bir an önce fark etmesini sağlamak amacıyla yanına oturup kadehini onunkine değdirdi. Gece herkes için farklr nedenlerden ötürü çok sıkıcı geçebilecekken kadın ve erkeklerin yavaş yavaş birbirlerini paylaşmasıyla ilginç bir beze sarıhyordu. Bu daha çok bir yatak çarşafiydı. Ancak Nilay'ın evinde üç çifte yetecek çarşaf takımı yoktu. Dolayısıyla Zeynep, Hakan'ı kendi mağarasına götürmeyi düşiinüyordu. Kadın ve erkek, içlerinde doğup büyudükleri kültiir ve aldıkları eğitim ne kadar gelişirse gelişsin hilA cinsiyetlerinin tamamlayıcılığı üzerine kurulmuş cinsellikte buluşabildikleri için, birbirini çekici buları insanlar karşılarındakinin casus uyduların alıcı istasyonlanndaya da UNİCEF'in var olmayan vahşi bir alt kuruluşunda çalıştrklannr iddia etmeleriyle ilgilenmiyorlardı. "İyi ki seks var" diye düşündü Cenk. "İyi ki o var da, kendimizi hAli insan gibi hissedebiliyoruz." Yemek masasrnrn bacaklan kınlmadı ama üç saat daha eskidi ve herkes ayağa kalkh. Suat, hemen hemen hiç konuşmayan Defne ve Emre bir arı önce yok olmak için birbirlerine gözleriyle yalvanyorlardı. Suat, uzun zamandrr tanıdığı Nilay'ın hangi garip ilişkilere girdiğini anlayamam§ ve her zamanki gibi anlayamadığı için de kaygılanmaya başlamıştı. Bütün gece, evde kalmaya başladıklannr bilmediği dört adamla nereden tanıştığrnı, gerçekte ne tür insanlar olduklarrnı öğrenmek için Nilay'|aya|nız kalmaya çalışmış aına 190 metrekarelik kapalı alanda bunu başaramamıştı. Telefon edecekti. On altı saat sonra Nilay'la görüşecek ve yardıma ihtiyacı olup olmadığını öğrenecekti. Bu karan verdiği için rahatladı ve konuştu: \ "Hatun, biz kaçıyoruz artık. Ben daha çocuklan bralİacağım. Yemek için çok teşekkiir ederiz. Her şey çok güzeldi." Nilay yalcn çewesinin uzaklaştığını görebiliyor alna bir yarıdan
89
88
da Cenk'in saatlerce seviştikleri yataktaki kalça hareket}erini düşiirıüyordu. Bir seçim yapmast gerekiyordu. Suat ve arkadaşlarrnuı bvaz daha kalma]an için rica etmek o arı için yanlış oları seçimdi. Diğerini ele a]dı. Bu, hemen yarıında duran Cenk'in eliydi. "Rica ederim. Tamam hayatım, siz kaçın. İyi geceler. " Bir daha asla birbirlerinin yüzünü görmeyecek olan insanlar o gece "Görüşürüz !" dediler ve ha5rvarıat bahçesinin pembe duvarlı kafesinde üç kadınla dört erkek kaldı. Barbaros, kadınlar mutfaktayken, amerikarı barrn ardındaki kiiçük servis masasrndan bir Chivas Regal şişesi çekti. Bu gidişle, Nilay'rn babası [Ik zİyaretinde lozrnın a]kolizme yatkınlığınr sorgulayacaktı. Amabu sorguda Nilay kimsenin adrnr velTneyecekti. Merdivenlere yönelen
Barbaros, elindeki şişenin içeriğini içinde hissehnek istediğini arılatmak için Chivas Regal'i yavaşça kaldırıp dostlanna gösterdi ve bir baş hareketiyle ya\nız kalmaya gittiğini anlattı. Üç piç geniş karıepeye oturmuş rakılarını yudumluyorlardı. Kadınlarsa evcilik oynuyor, ailelerinin evinde aslayapmayacaklan bir işle meşgul oluyor ve kirli tabakları bulaşık makinesine yerleştiriyorlardı. Üç piçin en uzun boylusu olan Afgan konuştu: "Etleri iyi pişiremedim. Ateşten erken aldım. Aslında olsaydr, üstlerine biraz altın tozu serperdim. Siroza M gelir." Sustuğu arıda konuşmayı Hakarı dewaldı. Basketbol topu biçimindeki cam avizeyi rakı kadehiyle gösterdi. "Hiçbir evde avize olmama]ı. Onlann yerine teleüzyonlar asılmalı. Sağlam bir zincir ve ucunda bir kanca Kancanın ucıında da televizyon. Nasıl olsa elelctrik bağlarıtrsı da var. Kablolar da ortada durmaz. Tavandarı sallanan bir teleüzyon fena olmaz." Sustuğu anda Cenk konuştu: "Galiba çok içtim. Beynim kalbim gibi atıyor. Daha doğrusu kalbimle aynı anda atryor. Hissedebiliyorum. Nabzımr hem kafamda, hem göğsiimde hissediyorum." Piçlerin konuşmaları bir orkestra şefinin yönetiminde ilerliyolTnuş gibiydi. Tonlamaların inişleri ve çıkışları birbirine o kadar uyumluydu ki, onları dinleyen yazılmış bir metni okuduklarını sarıabilirdi. Birbirlerinin sözünü kesmiyorlar ve tonlamayı düş-
tüğü yerden harf harf çıkarak yükseltiyorlardı. Piçler, yillardır birlikte şarkı söylemekten almonisi mükemmele yaklaşmış bir koro gibi konuşarak melodiler yaratryorlardı. Çağın vebasrnrn heba olduğundan bahsediyorlardı. Sırasıyla Cenk, Hakan ve Afgan konuşuyordu. "İnsan kendini öğrendi." "Sonra başını katdırü ve diğer insanlara baktı." "Evet." "İnsarı paradarı önce harcamayr öğrendi." "Sonra harcayacdgı nlr şey kalmadı ve diğer insarılara baktı." "Evet." "Diğerleri ne yapıyorsa o da aynrsrnı yapmaya başladr." "Yani kendini harcadı." "EVet." "Ve insarıın başına kendisinin getirdiği en büyük felaket olan..." "Heba..."
"Dönemi başladı."
Piçler, yaşadıklan yılın Hıristiyan takvimine göre kaçı gösterdiğiyle ilgitenmezler. Sadece heba çağında yaşadıklarını bilirler. Bu çağda her şey harcanır. Ancak paranm harcanması durumunda olduğu gibi kaşılığında ele geçen bir şey yoktur. Her şey karşılıksız harcarırr. Heba edilir. Piçler kendilerini, diğerleriyse hayatlarını heba eder.
Evcilik adındaki oyunda kazarıarı, yoktur ama Nilay, Feyza ve Zeynep herhangi bir ödülü hak etmiş gibi gülüyor ve salondaki
kanep eyle ko ltukları b edenleriyle dolduruyorlardı. F eyza, B arb aros'un tuvalete ya da geri dönmek üzere bir yere gitmediğini arı-
ladığı arıda ciddileşip salonun arıa karesinin merkezindeki ahşap sehpaya doğru bir cümle attı: "Barbaros nerede ?" Afgan masaya düşen sonryu alıp sahibine iade etti: "U5rumaya gitti."
Ancak masadan atdığını iade ederken o kadar nazik dawarımış
90
91
ve Feyzaya öyle bir gülümsemişti ki genç kadın yeniden bir ödüI
kazandığını hissettiği ana döndü. Afgan'ın gülümsemesini yan
yolda kendi gülümsemesiyle karşıladı. o an birkaç saat içinde se-
üşeceklerini anladılar. Bunun rahatlığıyla da birbirlerine
kur
yapnra zahmetinden kurtuldu]ar. sadece arada bir, gecenin sonunda seüşeceklerini birbirlerine hatırlatmak
için karşılıklı gü-
lünısediler. Tabii ki bu diş göstermeler kadehlerin arasındarı yapılıyordu. Eğer Feyzabu kadar içmiş olmasaydı Afgan'ı asla çekici bulmazdı, çünkü giinde on saat çalışıyor ve hak ettiği hayüı kendine sunmak için diğer insarılarla boğuşuyordu. Boğuş*u rrrasında kırılan onunı ve kemiklerini, üzerinde gözlerincle ve hiçbir mücadele izi taşımayan karşısındaki adamla tedaü etmek sadece krrmızı şarabın aklına getirebileceği bir düşünceydi. PiÇterin bedenleri ve akıllan, diğer insanlannkilerin aksine na_ sırlaşn-ıaz. onlann nasırlaşan tek yerleri ruhlandır.
Dolayısıyla çıplak gözle bakıldık]annda hayat değmemiş gibi görünürler. El değmemiş elmas gibi gözbebeklerini yakarlar. §ıao"ti yüksek ışık yüzünden kadınlar kör olur. ve karanlığın içinde kadınlar hayı,an kalır. Ta ki elmas için de geçerli olduğu gibi foyalan ortaya çıkana kadar. yani rulrlanndaki nasırlar, kadınların dudaklannı parça|ayana ve şiddetli ışığa alışan gözlerin yeniden görnreye başla-
m€ısına kadar.
Gecenin bundan sonrası değersizdi,
çünkti piçler sıradan insan-
lara dönüşmüşlerdi. salondaki herkes tek bir |"ı ırtıyordu: yalnızken kendilerine verdikleri zeı,kten daha fazlasını.
zeynep,Hakan'r ikinci kattaki en büyuk odaya cenk'in kucağında Feyzave Afgarı karıepeye çıktı. gömüldiiler. okşadılar, terlediler, öptüler ve karşılığını aldılar. Büttin bunlar olurken, balkona taşıdığı deniz yatağında viski şişesini şeffafa boyamış Barbaros uyumadı. Düşündü. 1ngilizce'deki*pain" kelimesiyle, Fransızca'daki ''pain'' kelimesini düşündü. Biri "ac'", diğeri "el«nek" demekti. Barbaros bunu sıradarı bir tesadiif elinden tutup ayrrı sitedeki eüne götürdü. Nilay
olarak değerlendirmeyecek kadar sarhoş ve yalnızdr. Acr, insarıın
hayat tarlasında b içtiği b uğdaylardan p işirdiği e lcne kti, Do layısıyla sabah kahvalhsı kadar kaçınılmazdı. Barbaros bir delik, bir çatlak aradr. Çewesini saran acr duvannırı diğer tarafina geçebilece-
ği bir aırahtar deliği. "Eğer" dedi kendisine, "sadece zevk ve acı
varsa. FIer şey sadece onlardarı ibaretse tek bir çözüm kalıyor ge-
riye: acıdan da zevk almak. Böylece hayat sadece zevk olacak."
Ancak tam acı duvannrn aııahtar deliğinden geçerken Barbaros'un aklına bunun insaırhk dışı olacak kadar zor olduğu geldi. O dar deliğin içinde sıkıştığı yerden, acıdarı dazevk almak imkAnsız gibi göründü. "Eğer zevk alınabilseydi acıdan, o zalnan acı olmazdr" dedi ve daha da sıkıştı. Kaburgalan kınlacakken aklına kendi yaşadıkları geldi. Çektiği acılan rendeleyip avucuna koyduğu ve uçuıumlardan aşağı üflediği anlan düşündü. Ailesiyle iki yıldır görüşmüyor ve konuşmuyordu. Buna rağmen Barbaros, soranlara geçen hafta sonu birlikte kahvaltı yaptıklannı anlatıyordu. Kahvaltıda neler yediğini, ablasrnın çocuğunun kendisini nasıl giildürdüğünü, babasıyla göz göze geldikleri ve ne söyleyeceklerini bildikleri için konuşmadıkları, sadece gülüınsedikleri o kahvaltı sabahnı anlahyordu. İkl yıtdır aynı kahvaltıyı anlatıyordu. Çewesine hiç oturulmanrş bir masadaki, hiç yenmemış peynir, ze5rtiır, salam, yumurüa ve e}<rnekleri arılatıyordu. Barbaros'un ailesinde kimse kahvaltı yapmazdı, sadece kahve ve sigara içilirdi. Ama o yine de "Ailem mi ? Daha geçen hafta birlikteydik, hep beraber toplarup kahvaltı yaptık. Çok güzeldi" diyordu. Gelecekten bir şey beklemeyenler, mutluluklannı geçmişte yaratırlar. Barbaros da öyle yapıyordu. Hayatındaki en büyuk acıyı zevke dönüştürüyon du. Hayatın lime lime ettiği ailesinin parçalarını hafizasrnda yapıştınyor ve onlarla gülüyordu. Deniz yatağından simsiyah gö§tizüne bakarken yaptığı gibi. Sadece gülümsüyordu. Çıinkti o gece Barbaros kendi kendine acıdan zevk almayı öğrendiğini fark etmiş ve yaşayan en değerli piç olmuştu. Aynı anda, bütün vücudundan sonra ayaklan da delikten sı5rnlm§ ve duvarın diğer tarafina geçmişti. Artık daha önce kimsenin nefes alıp vermediği bir yerdeydi, Taşın altında, aclnrn zevke dönüştüğü bir yerde. Dünyanın en değerli piçi ve dünyarıın hiçbir şeyi: BarbaIos.
"Her şey dahil ve herkes dahi !" Pazar, öğleden Sonra. Nilay'rn, girdiği müzik mağazasında, en pahah parçaları satın alrrken, özelliklerini arılatart görevliyi sıkılmadarı sadece üç dakika dinleyebildiği bir alışverişten sonra
salonuna yerleştirilmiş oları VanHool kablolarla birbirine bağlı hoparlör sisteminden yükselen ses Dean Martin'e aitti. Söylediği şarkıysa, "İnnamorata"ydr. Nilay'ın amatör ve hoyrat kulaklan için faz|aprofesyonel ve hassas olan sistemden çıkan ve erimiş kar şelalesi kadar temiz olan müziği dinleyen Hakan konuşuyordu: ,,Her dahil ve herkes dahi ! Artık böyle. Kimse aptal değil. şey Ve her şey toptan. Dünya arhk bir tatil köyu. Hayatın yeni kuralı bu. Herkes her şeyi biliyor. Sadece ben bilmiyonım çünkii ben her şeyden hariç ve herkesten aptalrm." Kanepenin iki koluna birbirlerini görecek yarıi çıplak ayakları
birbirine değecek biçimde uzaruntş, konuşuyorlardı. I,{ilay'la Hakarı salon da yalınızdı. Feyza, Afgart'la kahvaltı yapmaya gitmişti. Cenk ve Barbaros uyuyor,Ze1lmep de geçirdiği gecenin yorgunluğunu doldurduğu küvetinin içinde pazar gazetelerini okuyarak atıyordu. Küvete girmesi için Hakan'a da §rar etmiş ancak o bunu kabul etmernişti. Çünkti Hakan'rn aklında başka bir düşünce vardı. İhanetle ilgili bir düşünce. Dostunave aralanndaki ilişkiye. Pazar öğleden sonra, Hakarı planını uyguluyor ve konuşuyor, Nilay ise dinliyordu. "Bir roman okumuştum Nilay. Bundan yıllar önce. Şimdi adrnı hatırlamıyorum. Romanın kahramanı bir polisiye yazan Dünya-
94
ca meşhur ve Nobel ödüllü bir yazar. imzagünleri düzenleniyor ve önünde binlerce kişilik bir kuynık oluşuyor. kitaplarını imzalaması için yazar adına iki günlük bir organizasyon gerçekleştirmişler. yazar, önüne konan her kitaba bir paragraf yazlyor, altına da tarihi ve tam olarak saati kaydediyor. İki gün boyunca yüzler-
ce kitabın ilk sayfalannı bu şekilde cloldurup ortadan kaybolu-
yor. Ancak yazdıği paı,agraflar, ilk bakışta son derece arılamsız görünseler de, hayraırlar krılübünden birkaç kişinin fark etmesiyle anlam kazarııyor. Çtinkii paragraflar birbirini takip ediyor. yazaıIn son ronranını iınzaladığı kitaplara parçaparçayazdığı orlaya çıkıyor. Gazetelere ilanlar veriliyor, televizyon haberlerine ko-
nu oluyor. imza ğünlerine katılmış herkes bır araya getiriliyor. Ancak romanrn sonu yok. yazar da orbada yok. Herkes merak ediyoı: Çünki.i bütün roman bir katil ve bir kurban üzerine. Adlan bilinmiyor. Ama romanda bütün a5rnntısıyla katilin kurbanı neden öldürmesi gerektiği anlatılıyor. Hayranlan bu bilinmezlik içinde deliye dönüyor. En sonunda yazarın nereye saklandığını buluyor ve adresini öğreniyorlar. Eve girdiklerincle duvarlarda sprey boyayla yazılmış paragraflar görüyorlar. İlk göı.dükleri paragraftaşöyle diyor: "kalabalık bir grup eve girdi. kapıyı açık bulduklarma bile şaşırmadılar, tek şaşırdıkları duvarriaki yazılardr..." Biraz daha ilerliyor ve evin ikinci katına çıkıyorlar. Kapalı bir kapının üzerindeyse şöyleyazıyor: "sadece öğı,enmek istiyorlardı. katilin ve kurbanın kim olduğunu öğrenrnek istiyorlardı. Ağızlanndan salyalar, a.vuçlarından teı.ler akıyordu. Bütün bakışlar ve düşüncelerin kaygan olduğu bir koridorun sonunclaki kapıyı açtılar..." kalabalık büyuk bir heyecanla üzerinde yazı olan kapıyı açlyor ve yazarl kendini vurmuş olarak buluyorlar. ÖIıyazann kapaklanmış olduğu çalışma masasrnrn dayandrğı duvarda, ''Kurban da, katil de benim. Hepsi beninı..." yazlyor. Şaşırtmak Nilay ! Herkesin tek bir amacı kaldı. o da şaşırtmak. En gözde sektör bu artık. İrısanların birbirlerini şaşırtınak için yapmayacakları şey yok. kendilerini ölclürmek dahil, bunun için her şeyi yapabilirler." Tabii ki Hakan konuşmasmı yaparken, eleştirdiği insanların
95
ileri gelenlerinden biri olduğunu biliyordu. Şaşırtmak için intihar edenleri aşağılarken tek amacr yine şaşırtmaktı. Nilay'ı şaşırtmak ve genç kadınla o gece mutlaka seüşmek. Cenk'i düşiinmüyordu. Hem de hiç.
Piçler sadece kendi aşklarına saygı duyarlar. En yakın dostlarrnln kadınlarına dil ve el uzatabilirler. Eğer kadınlann vücutları o dil ve elden rahatsrz olmuyorsazaten oriada bir aşk da yoktur. Bu durumda piç taQii ki suçlu, arıcak piçlik meşrudur. Nilay, evinde yaşamaya başlayan genç erkeklerin bu denli ilgi çekici olduğunu bilmiyor, arıcak öğreniyordu. Tabii geçen gece yenmiş o yemek, daha önce ğörüp duyduklanna benzemeyen insarılar olduklarına dair sinyaller vermişti. Ancak Hakan, Cenk'in kollannda uyanmış oları Nilay'ı yeniden uyutmak için bir hipnoz gösterisi düzenliyor ve tek izleyicisinin iradesini krrarak sadece şehvetin hüküm sürdüğü birkaç saat geçirmek istiyordu. Nilay'ı diğer kadınlardan ayıran özellik on küsur saat önce Ze5mep'in seyrek de olsa birbirlerine dokunduklarını ve kendilerini olağanüstü bir zevk çamunına saplarımış biçimde bulduklarını anlatmasıydı. Tabii ki Zeynep bu kadar gösterişli tamlamalar kullarımamıştr, Nilay'la geçirdiği yalnız dakikaları sayıklarken. Hakan'ın hayal gücüydü zevk çamurü,ındaki güreşi iki kadrnrn yatağında düzenleyen. Aralanna girmek istiyordu. Dövüşenleri ayırmak için değil. Onlan daha da l«zdırmak için. Çünkti Hakan'rn şimdilik yapacağı başka bir iş ve edineceği başka kutsal bir amaç yo}<tu. Günlük prograJnı, öğleden sonra Nilay'ı etkilemek ve gece iki kadınm arasına girmekten ibaretti. Bu iki rarıdevunun arasrnda da uzun zamandır gerçekleştirmediği başka bir buluşma vardı. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinden emin olmadığı bir buluşma: ailesini arayacak ve seslerini sessizce dinledikten sonra telefonu kapatacaktı. Ailesi, Hakan'la yedi aydr konuşmuyordu. Anne ve babası Hakan'a dair geniş hayaller kurmaya hak kazarıacak kadar ona yeterli eğitimi ve çok sayıda firsatı sunmuştu. Ancak oğullan büttfuı kuruları hayalleri üst üste koytıp tek bir darbede
96
kırmıştı. Üstelik asla kaynamayacak kadar derinden. Hakarı'rn kendine tecavüz edip bir piçe dönüşmesinin tek bir nedeni yoktu. Bir örümceğin ağını örmesi gibi Hakan da piçliğini sabır ve inatla sağlamlaştırmıştı. Dönüştüğü hale uzun zaman içinde kar,uşabilmişti. Sürekli değişen ve aşrrı duygusallığından ötürü dengesizleşmiş olan ruhsal yap§r geçmişte birçok düşünceye ve yaşam biçimine saplanmasına neden olmuştu. Hakan bir zamanlar matematik profesörüırden sirk cambazlığına, anarşistlikten rkçılığa kadar birçok düşünceyi üstünde denemiş ama hiçbirini kendine yaloştuamamıştı. Dünya üzerindeki hiçbir şeyin ilgisini çekmediğini, ancak nadiren şonsuz srkıntrsını dizginleyecek uğraşlar bulabildiğini görünce, ailesinin kendisi için çizdiği yolu bombalamış ve kaybolmuştu. Başka bir yolda ortaya çıl<tığı zamansa artık geri dönüşü olmayan bir piç haline gelmişti. Hiçbir düşünceye, hiçbir mesleğe ve hiçbir şeye saygı gösterilmeyen, tek yönlü bir yolda sakince ytirüyordu. Sadece çocuklar. Sadece onlan düşünüyordu. Hayatta önemsediği tek şey çocuklann çalıştırılmasıyü. Halbuki Hakan çocukları özellikle ser,rmezdi ama onlann çalıştınlmalarına hiçbir şeye kızmaüğı kadar kızıyordu. Hakarı adrndaki piçin içinde kalmış oları son sürekli ve futarlı düşünceler bütirnü zayıf elleriyle şişmarı dudakları besleyen işçi çocuk}arla ilgili olanü, Aslında, Hakarı'ın çocuklar ve yetişkinler üzerine kurduğu bir teori de vardı. Yasalar huzunında yetişkinliğe geçiş yaşınırı değişmesi gerektiğini düşünüyordu. Hayat şartlarınrn geçen yüzyıllara oranla rahatlamış olması ve hayat süresinin uzalnasr nedeniyle çocukluğun bitiş yaşının yirmi üç olması gerektiğini savunuyordu. Hakan'a göre, ytiııümek yerine motorlu taşıtlar kullanan, düşünmek yerine teleüzyon se5ıreden, spor yapmak yerine Play Station oynayan, kütüpharıe koridorlan yerine lırternet sitelerinde dolaşan çocuklann olgunlaşmalan gecikiyordu. Geçmiş kuşaklara göre tabii ki daha çok bilgiye sahiplerdi arıcak bu bilgiyle ne yapacaklaırnı belirlemelerine onları zor|ayacak bir hayat yaşamıyorlardı. Bilgili ancak bilinçsiz çocuklar on sekiz yaşından sonra da çocuk olrnaya devam ediyor ve kendileri başta olmak üzere çewelerine de zarar veriyorlardı. Ortaöğretim süresi uzatı-
97
larak çocuklar hayata alıştınlmalr ve ancak yırmi üç yaşından sonra yetişkin olarak kabul edilmeliydiler. Ne kadar firsat ve bilgilerden yoksun olursa olsun, günümüzdeki az çok varlığını sürdürebilen bir üike vatandaşı çocuğu, atasrna oranla daha yumuyetişkinliğin gere}<tirdişak bir hayat sürdürmekte ve dolayısıyla son olarak da geç olmaktaydı. claha zor, daha ği sertliğe ulaşması nokedilemeyecek bile yıl hayal yüz önce süresi insan hayatının yıl ertelen_ yaşı geçiş beş yetişkinliğe gelmişti. Dolayısıyla talara meliydi. Hakan böyle düşünüyordu. Tabii bu teoriyi kurmuş ol_ masrnrn nedeni bir piç olarak genel sonrmsuzluğunu meşru lol_ gü_ mak ya da ailesinin imkinlanyla yaşamaya devam etmesinin Belolabilirdi, nümüz şartlanna birebir uyguntuğuna inarımasr da ki de düşündüklerine gerçekten ve saf bir bakışla inanıyordu, Nedeni ne olursa olsun, Hakarı, çocuk işçiler kullanan ve on sekiz yaşında işlediği suçtan ötürü yetişkin gibi yargılayıp bir çocuğu müebbet hapisle ceza]arıdırarı bütün sistemlerin öncelikle kuru_ cuları.nın heykellerini, daha sonra da mevcut yöneticilerinin kafataslannı delmek istiyordu. Bu delme işi için Black&Decker marka bir matkabın uygun olacağını düşünüyordu, Barbaros, balkondaki deniz yatağının üzerinde boğazına kadar güneşe batmış ve gözkapaklarını aralamak zorunda kalmıştı. sa_ atler öncesinin sarhoşluğu boğazını doğduğundaıı beri su içme-
miş kadar kurutmuş, bedenini bir maden işçisininki kadar yor_ muştu. Dünyarıın kendisini hayatta bırakrnası için bu denli rsrar edişinin nedenini anlayamasa da, buna boyun eğiyor ve her uyanışındarı sonra ayaklarının üzerinde doğruluyordu. Barbaros ayağakalkı ve sadece bir ütü masasıyla ğömme do_ labın olduğu ki.içük odaya açılan kapıdan içeri girdi. koridora gelen Dearı Martin'in sesini duydu, Kendini bir an çı}<tı. A]t kattan için iyi hissetti. sanki doğru bir hayat yaşıyolTnuş gibi. Barıyoya girip aynada yüzüne baktı. Sonra idrar torbasını hafifletirken klozetin üstüne debir ayna yerleştirilmesi gerektiğini düşündü, Barbaros yüzünü pek de görülmeyen bir biçimde yıkıyordu. Musltığu yüzün_ açryor, akan suya ellerini değdiriyor ve ıslak parmaklarını
98
de bastırarak gezdiriyordu. Lavabonun önünde eğilmiyor ya da ellerini birleştirerek yaptığı ilkel kabı suyla doldurup içindekini yüzüne atmıyordu. sadece yüziinün uyanması gereken noktalarını rslatıyordu. Gözlerini, gözlerinin altlannı, kulaklannr ve saç diplerini. Tekrar koridora çıktı ve cenk'le karşılaştı. konuşmadılar, birbirlerinin yüzüne bile bal«nadılar, sadece birbirlerine yol verd! ler. Çünkti açık gözlerle yürümek uyanmak arılamına gelmiyordu. Cenk banyoya girdi. Tişörtünü ve şortunu çıkarıp küvete adıryı1ıı
attı. sıcak suyu açıp soğuğuyla dengeledi. Ellerini duşun çakılı olduğu duvara dayayıp ağırhğını öne verdi. Aklına cenewe'deki pa-
kistanlı arkadaşı geldi. parasrnı çaldığı o yakın arkadaşı. kendinden utandı ve Afgan'dan a]abildiği kadarını alıp cenewe'ye yollamaya karar verdi. Belki bir de mektup yazabilirdi. Dawan§mm nedenini anlatabilirdi. Ama sonra vazgeçti. sadece para yeterdi. çünkti insan karşrsına dürüstçe duygularını anlatmak isterken ne kadar çok konuşursa o kadar inarıdrncılığındarı kaybediyordu. "Sadece para yeter" dedi ktivetten dışarı adımını atarken. Afgarı'daki smrrlı paruınrn üçte birinin cenewe'ye gönderilmesi cenk'in seçici ücdarıının sesini krsmasrna yarayacak, ancak dostlannın birkaç gün sonra tamamen parasrz kalmalarrna neden olacaktı. cenk, Nilay'ın piçlere dağıthğı havlulardan kendine düşenle kurularıırken almadan tanıdığı birini, yarıi kendini gördü. sadece üç sarıiye için kendinden nefret etti. Ama tişört ve şortuna büründükten sonra o da geçti. Bu arada, Barbaros tabarılarını salonun zeminine değdirdiği anda Hakan'rn ses tonundan, seçtiği kelimelerden, yüz ifadesinden, Nilay'la nasrl bir ortaklığa girmeye çahştığını arıladı. Ama önemsemedi. Geniş koltuklardan kanepelere doğru dönük olarıına kendini bıraktı. Nilay, Hakan'ın sözünü bitirmesini bekleyip Barbaros'a baktr: "Nasıl, iyi uyuyabildin mi balkonda? Keşke içeride yatsaydrn." "Gayet güzel u5rudum." Hakarı önce güldü sonra neye güldüğiinü arılattı: "Senin doğum günün ne zalnan ? Bir iki kolluk hediye edeyim
99
de deniz takrnunı tamamla. Yastık yaparsın."
Barbaros gülrnedi rıe yanrt vermedi. Nilay'ın kanepeye vzar.mış ve çok hafif sallanaıı viicrıduna baktı. Bir kadına ihtiyacı olduğuıru düşündii. Aslında cın birılerce kadınla sevişmiş bir adam bulup düzebilir ve böylece tiirne vaıabilirdi ama sonra sakiııleşip bütiin bıı düşüncelerin saclece artık sabahlan tutturamayacak kadar düzensizleşnıiş sabah ereksiyonrrrıdan ka5maklarıdığını anladı. Sol ayak bileğini sağ dizinin üstüıre atıp kendini sakinleştirdi. "Bir şeyler yemef, istersen, tıuzclolabında kahvaltılıklar var." Nilay'ın nazik bir kadııı olduğunu düşündü. Nazik ama kötü olacak kadar sıradarı. Barbaros genç kadrnrn, neden dördiinü de
evine kabul ettiğini anlayabiliyordu. Bu karaırn verilmesinde tabii ki Cenk başrolü o5mamıştı. Ama figüranlar da Nilay'ın ailesine ve yaşamak zorunda kaldığı düzenli hayata karşı ırçtığı isyan bayraklanydı. Ancak bayrakların kumaşı ipekti. Nilay da benzerleri gibi isyanı arıcak beili bir dozda hazmedebiliyor ve o dozla kendini heyecanlandırabiliyordu. Otoriter babarıın evdeki üç leşinden biri olarak Nilay çok da çürümüş bir cesedi arıdırmıyr_ırdu. İşinde başanlı ve ne yaptığını bilen arıcak heteroseksüel oimadığı için Türkiye'de yaşayamayan ağabeyi de ilk baloşta çürümüş gibi durmuyordu amabazı yaptmcı firmalara yüzünde maske taşımak şarhyla ücret almadarı pornografik filmlerde oynayabileceğini belirten mektuplar yazması bu duruşun çok da uzun sürmeyeceğini arılatıyordu. Belki Nilay'ın, gaddar babası tarafından hırpalarımış hayatı kol«nuyordu ama evine aldığı dört piç de etrafina dört ayn koku yayıy«ırdu. Kokuların her birini burnıında ilk hisseden çok şişman kapıcı oldu. Kapının yanındaki zile bastı ve bekledi. Kapı açıldı, karşısırıda Nilay vardı" "Nilay Hanrm, dün gece çok ses olmuş. ŞikAyet geldi. Misafirlerinizden biri de balkonda çıplak yatmış. Siteden görenler o1muş."
Nilay'darı hemen sonra kapıya gelen Hakan, adamın sözünü kesti:
"Benim ne iş yaptığımı biliyor musun ?" Kaprcı, kaşısında duran ve değil yaptığı işin öneminden, çalı-
101
10o
şıp çalışmadığından bile emin olmadığı Hakan'a birkaç saniye
baktı. Hakan'sa testereye benzeyen gözleriyle Afgan'ın besleme-
sine rağmen havlayan adama baktı. "Bilmiyorum abi. Ne bileyim ?" "Ben Devlet Denetleme Kunrlu başkarımın başdanışmaruyım. Kaybol !" çok şişman kapıcı Devlet Denetleme kurulu adındaki yapmrn varlığındarı haberdar olmasa da adındaki kelimelerden etkilen-
miş arıcak kurulun, kaybolmasına neden olacak bir güce süip olup olmadığı konusunda kuşkuya düşmüştü. "Ama abi..."
Hakan kapıyı kapıcınrn yüzüne kapattı. o an aklına yıllar önce bir arkadaşınrn söylediği cümleler geldi: "Beni terk edenlerin hepsi kapı oldu. Çünki.i sırtlannı bile görmeye vaktim olmadı. kapıyı çekip çılrtılar ve ben daha ne olduğunu arılayamadarı kapıya dönüştüler." Böylece kapıcı daHakan'ın kapıya dönüşmesini görmüş ve Nilay'ın babasını tanıyarı site yöneticisiyle konuşmaya karar vermişti. Nilay'ın tedirgin olduğunu ve heyecanlandığını hisseden Hakan, "Merak etme, bir şey o|maz" dedi. Tam Nilay, ''Babam..." diyecekti ki Cenk merdivenlerden indi. "Kapıcı mıydı o ? Ne istiyormuş ?" Barbaros, Cenk'e bakmadan konuştu: "Beni şikAyet etmişler." cenk, Nilay'ı Hakan'rn yanından çekip dudaklanna bir öpücük yerleştirdikten sonra akıl verdi: "sen de onları şikAyet et. Mesela polise sitedeki bütiin evlerde fuhuş yapıldığını söyle. Tabii burası drşmda." Nilay konuşmalardan rahatsız olmuştu. Huzurunun bozulmasını istemiyordu. kontrol edebildiği oyuncaklar istiyordu, yaşama alanında rahatsrz edici dawarıışlar sergileyen serseri mayınlar değil. kılçık küçüktü ama geçtiği boğazda yara bıral«nış ve Nilay'rn düzenli aklını kanştırmıştı kapının zili evin içinde tekrar dolaştı. Nilay heyecanlandı. Kapıyı açtı. Gevşedi. "Bakın, size neler g|etirdim !"
İçeri, elindeki torbalarla Afgarı girdi. Gülüyordu. Kanepenin döşemesini kirletmeden Feyza'y|a seüşmiş ve yaptrklan geniş kahvaltınrn hesabını da kadın ödemişti. Torbalardaysa tabii ki birbirine çarptıklannda çıkardıkları gürültüden de arılaşılacağı gibi içki şişeleri vardr. Nilay yeniden rahatsız oldu. Cenk'e baktı. O da gülüyor ve Afgarı'rn elindeki torbalardan birini alıyordu. Demek ki misafirleri her gün ve her saatte içki içebiliyorlardr. "Bu hoş değil" d,iye düşündü kadın. "Hiç hoş değil." Cenk,le Barba_ ros'un uyarıdıklarr andan itibaren hiçbir şey yememiş olmalarrna rağmen ellerindel<i Ülra şişelerinin kapaklarınr çevirmelerine tanrk olunca çok derinden de olsa midesinde bir bularıtı hissetti. Ama Hakan, aklındaki iharıet planına uygun olarak, Nilay'ın hayat düzeyini her santimetrekaresine kadar ezberlediği için kendine hAkim olup elini torbalardan birine sol«nadr. Onun yerine Dean Martin'i Frank Sinatra'yla değiştirmekle yetindi. Başlayan şarkrnrn adr "My Way"di.
Kimin nerede oturacağının belirlenebileceği kadar üzerlerinde zarnan geçirdikleri koltuk ve karıepelere dağıldrlar. Kanepede, Cenk'le Hakarı'rn ortasında Nilay, koltuklarda da Barbaros ve Afgarı oturuyordu. Konuşmuyorlardr. Hepsi de farklı düşiincelere bata çıka zaInan geçiriyordu. Ama akıllannı ıslattıklan düştirıce-
leri yühsek sesle tekrarlamalan miirnktin değildi, çünkti bulıındukları salondaki oksijeni paylaştıkları bir yabarıcı vardr: Nilay. Onu öldürüp yokluğu fark edilene kadar evde yaşamak bir arı için Afgarı'a mantıklr gelmiş olsa da plarıın gerçekleştirilmesinin zorluğundan ötürü vazgeç\p elindeki birayı yudumladı. Salonda sadece Frank Sinatra'nrn sesi vardr. Ve eşlik eden orkestrarıın. Nilay, Cenk'in eve misafir olma isteğini kabul ettiği gece tam olarak neler konuşulduğunu hatırlamaya çalışıyordu. "Geçici bir süre için" kelimeleri geçmiş miydi acaba aralarında ? "Mutlaka geçmiştir" dedi kendi kendine. "Sonsuza kadar burada kalamazlar. Mutlaka bir gün giderler." Nilay'ın uykusu vardı çünkti geceyi Cenk'le geçirmek, uyumalnak anlamına geliyordu. Belki b\raz gözterini dinlendirse, son bir saattir az çok hissettiği garip rahatsızlrktarı sıynlabilirdi.
103
102
"Ben bıraz yatayrm" diyerek ayağa kalkıtı. Kimse tepki veffne-
di. Genç kadın merdivenin basamaklarına yüklenip odasına çekildi. Alt kattaysa başka bir fitm çekilmeye başlandı. İlk replik
Barbaros'a aitti: "Bn son kim ailesiyle konuştu? Farkrndamısrnrz, kimse aralnryor artık bizi." küçük iğnelerle ve öldürücü sılontılarla dolu bir çırvaidaıı ibaret olan konuyu açtığı için dostlaırna kızdılar ama ister istemez, sonınun yanrtrnr düşündüler. Afgan düşünmekle kalmadr, söyledi: "En son annemle konuştum. Bana bir daha para yoilııınayaİağını, kendi ayaklarımın üzerinde dunnayı öğrenene kadar da onu aralnamalnı söyledi." Hakan, Afgarı'ın cümlesinden aklmda kalan clört kelimeyi kısık sesle tekrarladı: "Kendi ayaklan üzerinde durmak." Barbaros daha kesin bir sesle kontıştu: "Ben ayaklarrmr keseii yıllar olrnuş, neyin iistünde duracağrm?" Cenk Cenewe'yi düşünüyordu: "AfgaJü, bana para |azım. Buraya gelmek için arkadaşrmdan para çaldım. Bir kısmını da olsa, yollamak istiyonrm." Afgan, elindeki bira şişesini sol dizinin üstüne kowp ğözlerini
Cenk'e kaldırdı: "Emin misin?" "EVet."
Afgan, parmaklarrnrn ucuyla tuttuğu soğuk şişeyı çok hafıf terlemiş alnrnda gezdirdi. Diğer piçler konuşnrarıın bu bölümleriyle ilgilenme}<tense, başını düşünmeyi tercih ediyoı,lardı. Afgan konuştu:
"Tamam ama küçük bir mi}rtar olur. Parayı da kargoyla yolla. En ucuzu o. Yann ha]lederiz." Piçler çıkarlannı diğer insanlar gibi parmak hesabıyla bile olsa hesaplayamadıklan ve içinde bulundukları durunlun somut
şartlarmı sağlıklı biçimde algılayamadıkları için Cenk'in aptalca isteği, Afgan'ın aptalca kabulüyle buluşmuştu. Cenk'in kendisine ait olmayan, ancak üzerinde yathğı yataklarda birkaç kez daha az
dönerek uyuyabilmesi için a]ıcrnın hiçbir işine yaramayacak, ne var ki bulunduklan kentte dört kişiyi günlerce doyurabilecek miktardaki para İstarıbul'darı Cenewe'ye hareket edecekti. Barbaros zamanl geri aldı: "Beni kimse aramıyor. En son ne zaInan konuştuğumu bile hatırlamıyonım." O an için söytenebilecek en doğru sözü Hakan kullandı: "Siktir et ! Yapacak bir şey yok. Böyleyiz biz. Kimse üzülmesin. Kimse delirmesin." Barbaros'a ba}<tı:' "Kimse de bir bok hatırlamak zorunda değil." kaşlar kalktı. Başlar çok hafifçe oynadı. kaşlar indi. Bu süre içinde Hakan'ın söyledikleri kabullenildi. Özellikle de "Yapacak bir şey yok" bölümü. Hakarı hayali ajandasmdaki anne ve babasının sesini telefonda sessizce dinleme rarıdevusunun üstünü çok krrmrzr bir kalemle çizdi. Hem de üç kez. Ama Afgan, aklına gelmiş olan ve sesini iki kulağınrn arasrnda duyduğu arınesinden bahsetmekte kararlıydı: "Eskiden benim için kadınlar ikiye ayrılırdı: annem ve orospular."
Cenk dudaklarınrn arastndakini hiç bekletmedi: "Bence erkekler de ikiye a5rnlıyor: ben ve ibneler." Sadece kendisi güldü. Afgarı duymadı bile. Devam etti:
"Aslrnda hAli öyle. Bana en çok katlanan kadın yine arınem oldu. Bir kAğıdı en faz|a yedi kez katlayabilirmişsin. Annem de yedi kez katlandı ve bitti. Eminim beni düşündükçe kahroluyordur, durmadan hatayı kendisinde arıyordur ama..." Hakan kızgrnhktarı krzarmrş kalemle her şeyin üsttinü çizmeye devam ediyordu: "Siktir edeceksin ! Düşünmeyeceksin ! Pişman olmayacaksrn, sonr sorTnayacaksın ! Tahminde bulunmayacaksın ! Kimse bize
bunları zorlayaptırmıyor. Başka çaremiz olmadığı için böyle yaşıyonrz. Bu od4daki hiçbir insarı hayatrnın hiçbir $üniirıde maaşlı bir işte çalışmayacak. Açlıktan da ölse, soğuktan da donsa çalışmayacak. Sahip olduğu bilgilerin hiçbirini herhangi bir mesa-
104
ide harcam ayacak! Kimseyle paylaşm ayacak !'' Dostlarının ne kadar sinirlendiğini görebiliyorve bağırarak konuştuğu için duyabiliyorlardı. cenk, üstüne düşen hamleyi yap-
malda geciknnedi: "Yavaş, Nilay u5ruyor." Biliyorlardı. Hakan'ın neden bu kadar sinirlendiğini biliyorlardı çünkü kendilerini tanıyorlardı. Hepsi de bir zamanlar çalışmayı denemiş ama yapamamışlardı. sadece onlar bu eksikliği kabullenmiş ama Hakarı reddetmişti. Hakarı, çaJışma yeteneğine sahip olmadığı için değil, çalışmak utanç verici olduğu için çalışmahığını düşünmeyi tercih ediyordu. İş konusu açıldığında dikenlerini firlatan bir kirpiye dönüşüyor ve kendisi dışında kimseyi duymak istemiyordu. Diğerleri söz konusu gerçeği hazmetmiş ve üzerinde düşünmekten vazgeçmişlerdi. Hiçbir zaıni.an çalışmayacaklardı, bu kadar basit. Bedeli ne olursa olsun. Nasıl olsa o bedel, çalışma}ctan daha ağır olmayacaktr.
piçlerin ölçüleri diğer insanlarınkinden farkhdır. Böbrek taşı
düşürme sanc§ınr, iş arkadaşlarıyla yenen bir öğle yemeğine tercih ederler. Acı ve zevk şiddetlerini yukarıdan aşağı srralarken
normlar dahilindekilerden farklı ölçüleri kabul ederler. Örneğin bir kravatı işyerinde tal«naktansa, kendilerini onunla asmayı daha uygun görürler. Takım elbiselerini tamamlayabilmesi için kravatrn boyundan aşağı değil, baştarı yıkan sallanması gerekir. Hakan, yokış trrmanmaya başlayarı bir kamyon gibi yavaşladr ve zihnindeki kalem yok oldu. Birkaç saniye sonra da bu kadar sinirlendiği için p§manlık duydu. Birkaç sarıiye daha geçti ve bira a]-
mak için mutfağa gitti. Buzdolabının kapısınr açarken, Nilay'ın Zeynep'e, kendisinin de ikisine birden dokunacağı geceyi düşiirıdü.
Cenk, Barbaros'a göz ucuyla bakıp sordu: "Bu a§am ne yapıyonüz?" Soruyu dikkate alan Afgan oldu: "Pavyona gidelim." Barbaros, hepsinin bildiği bir gerçeği hatırlattı:
105
"Sonu olmayarı bir iş. Pavyondan kadm kaldıracak kadar paran yoksa, yanrna oturtmarıın ne anlamı var?" Afgan gece plarıında diretecekti ki vazgeçti. Son bir tane denedi. Onun da reddedileceğini bile bile: "Kavga edelim. Hem Cenk geldiğinden beri kavga etmiyonrz." Bu kez Afgarı'rn önerisini Hakan savuştıırdu: "Belki başkalarıyla kavga etmiyoruz ama sen görmeden biz Cenk'le durmadan birbirimize vuruyo nüz." cenk devam etti: "Hiç dışarı çıkıp karga edemem şimdi. Zatendünden beri boynum ağnyor." Barbaros noktayı koydu:
"Taksi durağında yediğin dayağı ne çabuk unuttun. Herifler
levyeyle kolunu krnyorlardr." Afgan umutsuzca Barbaros'un koyduğu noktaya iki tane daha ekledi ve konu buharlaştı: "Ama kırilmadı. Peki, tamam, kavga da etmeyelim..." Sustular. Hakarı ne olursa olsun, evde kalmak ve herkesi saf dışı bıraktıktan sonra Nilay'ı Zeynep'e götürmek istiyordu. Ama diğerlerinin aklına evden çıkma düşüncesi düşmüştü artık. Hem zaten uzun zamandrr hep beraber dışan da çıkmıyorlardı. Küçük bir gezintinin zararı olmazdı. Biraz paraları da vardı. Eğlenebilirlerdi. En azından Cenk böyle düşündü: "Evet, çıkalım. Nilay uyansın, biz de gidelim. Kızdarı evin arıahtannr da alayım. O kapıcıyı da görürsek, dövelim. Ama sadece görürsek. Yani dövülmek onun kaderi olmalı. Eğer karşımıza çıkarsa alnrna yazılmış demektir. Eğer orta]arda yoksa eünin kapısını kınp girmek yok." Son önerinin ana fil«i kabul gördü. Aynntıyı Barbaros ekledi: "Nilay'dan arabayı almak |azum." "Tamam" dedi Cenk. "Ben isterim." Tekrar sustular. Aynı anda ayağa kalkıp boşalmış şişeleri dolularıyla değiştirmeye mutfağa ğittiler. Buzdolabının önünde şişeler uzatıldı ve salona dönüldü. Kanepe ve koltuklardaki belli belirsiz çukurlar düzleşmeden dolduruldu. Konuşmadılar, çünkü yıllardır
106
konuşuyorlardı ve hiçbir işe yaramamıştı. sadece Frarık sinatra'yı ve kendilerini clintediler. salonun duvarlannda dolaşırken kulaklarına uğradığr zamanlarda Frank sinatra'nın sesini duyabildiler. Ama her zamanki gibi beyin duvarlanna çaJpa çarpa ilerleyen kendi seslerine sağır kaldılar.
Piçler düşünmekten yorgun düşmüş ve kendi kendilerini aptallaştırmış insaıılardır. Kılıçlan kesmeyen Ortaçağ savaşçrlarına benzerler. kendilerini duymaz, görmez, tatmaz, koklayamaz ve kendilerine dokunamazlar. Ancak hayatı duyar, ğörüı tadar, köklar ve ona dokı-ınabilirler. kendilerini değit ama dünyayı avuçlarına çizmiş kadar tanırlar. Dolaysıyla insanlığın iierlemesindeki etkileri görünmez adamlarrn ve ölülerinki kadardır, Piçlik insarıın son halidir. Daha ilerisi yo[<tur. Daha ilerisi ölümdür. Bu yüzden kendilerinden önceki kuşakların "kendimden nefret ediyorum ve ölmek istiyorum" diye haykırdığı aynalara, "ölünrden nefret ediyonrm ve kendimi istiyonım" diye fisıldarlar.
"Dur ! Orada kal. Neşet Ertaş bu !" Nilay'ın Audi A4'ü amaçszca denize paralel giderken, arabayı kullarıan Afgan, radyo kanallannın üzerinde seksek oynayan Cenk'e sesini duyurmak için bağınyordu. Cenk, direksiyonu kavram§ dostunun isteğini yerine $etirdi ve Neşet Ertaş kendisinden
önce kinısenin yan yana getiırneyi bile düşünmediği komaları birlikte kullanarak müzikal bir dAhi olduğunu kanıtladığı türkülerinden birini söylemeye beşladı. Sahil yolu trafiği, hizaya girmeye çalışan anlarabenzeyen binlerce arabadarı ötürü durmuş, dört adam da bakışlarrnr farklı rıoktalarda sabitlemişlerdi. O an için sabit olmayan tek şey, lıağlaınayı asimetrik çalan Neşet Ertaş'ın dokunduğu tellerde kayan ve rakıya yatınlmış toprak kokan melodilerdi. Cenk'irr, arabasrnın anahtannl velTnesi için Nilay'ı ikna etmesi zor olmamıştı. Çünkii geçirdiği geceden ötürü yorgun olan Nilay evde kalmak istediğini ve Ze5mep'in kahve içrneye geleceğini söylemişti. "Siz çıkm, benim hiç halim yok" demişti. "Anahtar masanrn üstünde." Cenk, yaşadığı ilişkide herhangi bir sömürtinün söz konusu olduğunu düşünmüyordu. Aşrk olduğu kadının sahip olduğu maddİ imkintan sev$ilisiyle paylaşmasr kadar sıradan bir durum yoktu. Aıcak sıradan olmayarı, Hakan'rn nedensizce evde kalmak istediğini söylemesiydi. Yapacak bir işi olamazdı, çünkü hiçbirinin işi yoktıı. I{obileri bile yoktu. Hakarı televizyondaki bir filnrden bahsetmişti: "Gece M agi,c Chri,s ti,an'r gösterecekler. Onı"ı seyr"etmem lazım. Yıllardır seyretmiyorum. Peter Sellers'in en ga-
rip filmi," Diğerleri umursamazken Cenk §rar etmiş ve Hakan
109
108
zorlukla da olsa kontrol altına aldığı hormonlannı kapıya doğru yönlendirebilmişti. Ruhsat işlemleri tamamlandı$ günden beri içinde tek bir sigara içilmemiş ve hAli poliiiretan kokan arabada beş sigara yanryordu. Çünkü Barbaros palmaklarının arasındaki sigarayla ağzındakini ateşliyordu. Aralannda en iyi araba sürenler Hakan ve Barbaros'tu. Ama onlar, önce birine, sonra diğerine uzatıları anahtara dokunrnayı reddetmiş ve "Biz brraktık, kullanmıyoruz" demişlerdi. Anlar hizaya girdi ve trafik, petrol gibi akmaya başladı: ağır ağır. Cenk'in bakışlarını gömdüğü noktada bir restorarıın ba}İçesi vardı. Hakan'ı ve Nilay'ı düşünmeyi bırakmış, bahçedeki masaların çewesindeki ytizleri seyretmişti. Gülen, tedirgin, alaycr, donuk ytizler. Kentin ki.içük l«al ve kraliçelerinin büyük yüzleri. Sağ kolunu dirseğinden itibaren açık camdan sallandıran Cenk, araba birinci viteste harekÖt ettiği anda diğer parmaklannı avucuna yapıştırm§ ve işaretparmağıyla başparmağını doğal yönlerinde uzatabildiği kadar uzatmıştı. Restoraııın bahçesindeki insarıların üzerine şarjörü boşalarıa kadar organik tabarıcasıyla hayali kurşunlar yollamıştı. İkinci ütese geçildiğindeyse işaretparmağının ucundan çıkarı hayali dumana üflüyordu. Neşet Ertaş'tan sonra klasik bozlaklara geçen radyo DJ'nin zevksizliğine ortak olmak istemeyen Afgan, "Başka bir yeri aç" dedi. Cenk, radyonun dokunmatik düğmelerine yüklenirken, tatil parasınrn yansınl vererek Venedik'te bir geceliğine kiraladığı gondolun içinde seüştiği kadını ve tarihi köprülerin altından geçen kanallan hatırladı. Sonra bir radyo kanalında Ferdi Özbeğen'in sesini duydu. "Gerçek taverna müziği ! Bunu dinleyin. Piyanoda kayan şu paffnakların dansözlüğüne bakın !" Cenk sadece sessiz kalmamak için konuşuyor ama bir yandan da Goethe'nin gondollar için yazdıklarrnı düşünüyordu. Goethe gondolları, biçim ve hareketlerinden dolayı beşiğe, siyah ahşabı ve üzerlerindeki kabartmalr motiflerden ötürü de tabuta benzetmişti. Ama Cenk, arıcak uçak biletini satarak otel ücretini ödeyebildiği, evine otobüs ve otostopla iki giirıde döndüğü Venedik tatilinde, içinde sallanırken şampanya içtiği gondolu dünyanın en
romarıtik yatağına benzetmişti. Dümencinin de sarhoş olduğu gecede, cenk bir an için de olsa mutluluğu hissetmişti. Ancak gö§iizü cam atölyelerindeki firm alevlerinin mavisine, kanal top*tll"ri de turist beyazına dönüşünce anlamıştı mutluluğun da arıcak bir gece sürebileceğini. Dümenci ayılmış, yanındaki fahi_ para da iki katına çıkıyor, şe de "İki saat sonra iki gün oluyor. Haberin olsun" demişti. O arı Cenk, Nilay'ın Audi'sinde olduğu gibi gülmeye başlamıştı. "Ne oldu? Ne güLiiyorsun?" Cenk, Afgarı'rn sorusuna bir yalanla yanıt verdi: ,,Aklrma zıLgıtçeken kadınlar geldi. Sence harıgi halrvarıın tak_ lidini yapryorlar?"
Afgan kendinden emin konuştu: 'Tabii ki insan denen halnıanın," Aptalca konuşmalanna güldüter. Arabarıın arka koltuğu, ayrı
bir yer ve zalnan dilimindeymişçesine, üzerinde oturanlar duydukları hiçbir sesle ilgilenmiyordu. Sadece calnrn ardında kayıp giden hayatı ve bir sarayrn pasaklı aşçrslrun renga_renk, kirli mut_
fağına benzeyen zihinlerinde, gördüklerinin çağnştırdığı b ambaş_
ka hayatlarr izlemekle yetiniyorlardı,
Barbaros, dünyadaki bütii{ı kentlerin bütün insarılanndaıı iğ_ renüğini, hepsinin de biçimsiz bilimkurgu canavarlarına benzediğini düşünüyor ve aklrna o canavarlan yaratmakta gerçek bir usta olan Henri Gigger geliyordu,
Hakan, yalancr, hain, dolandıncl, kolonici ve hayatrnm son günlerinde deli ama dünyaya Krzılhaç'ı armağarı etmiş oları Ce_ neweli Henri Dunarrt'r düşünüyordu. Osmanlı İmparatorluğu hökimiyetindeki Filistin'e Hıristiyarı ve Yahudi nüfus taşımaya çalışyamaldan İsviçreli General Guillaume-Henri Dufour'la işbirliği A\nnr_ koyup el toprağa metrekare yiz parak cezayir,de binlerce palı hissedarlann paralanyla entrikalı oyınlar çeürmeye kadar hayal dünyasına konuk her şeyi gerçekleştirmiş olan Henri Du_ nant 1864,te Cenewe Sözleşmesi,nin mimarlığmı yapmış ve her tuğlayı nasıl itcra ettiği bugün bile bitinmeyen on aItı devletin temsilcisine taşıtmıştı. İlk kez 1901'de verilmiş oları Nobel Barış
110
111
ödtiıtı, savaşçı ellerine tutuştunılmuş olan Dunant bundan dokuz yıl sonra Heiden'de, duvarlan açhk ve kaybolmuştukla boyarımış çirkin bir klinikte ölmüştü. Hakan, bir an için kendini bu adama benzetti. Hem kötü, hem iyi, hem güzel, hem çirkin. Aralanndaki tek fark Dunarıt'rn harekete geçmiş olmasıydı. oysa Hakan en az Dunant kadar geniş bir hayaller kataloğuna sahip olmasına rağmen bunlardan herharıgi birini gerçekleştirmek için en ktiçük çaba sarf etmiyor ve sarf edenleri de ktiçümsüyordu. Dolayısıyla Henry Dunant'dan daha kötü, daha iyi, daha güzel ve daha çirkindi. Hakan sadece İstanbul adındaki kentin sahil yolunda, harıgi parayla alındığı bilinmeyen ve kendilerine ait olmayaıı, hassas bir ilişkinin meyvesi Audi'nin içinde ilerliyordu. Ttrna Nehri, Macaristan'rn başkeııtini Buda ve peşte diye ikiye ayrrm§sa,Boğaz da Hakan'ı dünyadan ayırıyordu. Aralanndan tarıkerler geçiyordu. sadece taşıdıklan yükün kuru olduğu, onun dışında mürettebatının gözpınarlanna kadar her yerinin ıslak olduğu gemilerin ışıklarınr izleyen Hakan sol elinin işaretparmağı ile ortaparmağı arasrna srkrşmış sigarasmn yanan külünün düştüğünü, gözünün önünden çok ince bir duman geçince fark etti. "Siktir ! Siktir ! Siktir !" İlk ilgilenen Barbaros oldu: "Ne var?" Hakan, aralık camdan yanm kalmış sigarasını firlatmış, kararılığın içinde krrmrzr kiilü arıyordu. Ellerini döşemenin uzaırabildiği her noktasına değdiriyor ve avuçlannm yanma pahasına, gözünün önüne gelen deliği büyümeden bulmaya çalışıyordu. kafası ve omuzları dizlerinin arasından sarl«nış haldeyken ktifretmeyi kesip sakinleşti. Arabanın döşemesindeki ve hayatındaki bütün yangmları sön dürme kten v azgeçti. D oğrulup pantolorıunun arka cebinden çektiği paketten bir sigara alıp Barbaros'un sigarasıyla yaktı. İlk nefesten sonra da konuştu: "Arhk birisi bir çakmak alsın ! Bıktım sigarayı oradarı buradarı
yal«naktan
!"
ŞikAyetini duyan olmadı, çiinkti Afgarı, The Cure'un hoparlörlerden kulaklara dağıları "Just Like Heaven" adlr şarkısının sesini
olabildiğince açmışh. Gidecekleri bir yer yoktu. Dönecekleri bir yer de yoktu. Trafik kontrollerindeki gece törenine seyrek de o1sa katılan Asayış birimindeki polislerin "Nereden geliyorsunuz ve nereye gidiyorsunıfz?" sontsuna verebilecekleri bir yaırıt yoktu. Bir yere gelemedikleri ve bir yere gidemediklerirrden ötürü, durmak için en uygun yerin bir benzin istasyonu olduğunu düşündü-
ler. Nilay'ın l«edi kartı teklifini geri çevirmiş oları Cenk, Afgan'dan aldığı parayı pompaclyavermek üzere arabadan indi. Ehliyetinde kaç puan [aldığını bilmeyen Afgan sağ elini yarıındaki koltuğun kafalığına yaslayıp arkasına döndü. İki zıt yönü seyreden dostlanna birkaç sarıiye baktı ve kapatılmış radyonun sessizleştirdiği arabanrn içinde konuştu: "Cenk'in babası kansermiş. " İki dostu da başlannr ona çevirip arabaya bindiklerinden beri ilk kez aynı no}<taya aJrnr anda baktı. "Belki de onu Adarıa'ya götürmeliyiz." Afgan son söylediğini terastan beri düşünüyordu. Cenk'i Adana'ya, babasrnın yaırrna götürüp onları bir odarıın içinde yalnız bırakmak istiyordu. Kendi babasıyla evinin hiçbir odasında yalnız kalmamıştı, kalmışsa bile hatırlamıyordu, çünkii o daha altı yaşındayken ölmüştü. Annesi yaşının uygunluğuna rağmen evlenmemiş ve tek çocuğunun üzerine lark bir derece ateşi varmış gibi titremişti. Ama Afgarı bir piçe dönüşmüş ve teoride bitirilmesi imkinsız olan anne sevgisini neredeyse tüketmişti. Dostlan, duydukları üzerine düşündüler ve bir refleks olarak benzinliğin marketinden çıkıp arabayadoğru yürüyen Cenk'e baktılar. Üzerinde, boğazındarı bağırsaklarına kadar iç organlannrn kabaca çizildiği bir tişört vardı. Bu, sıradarı bir tişört olarak kabul edilebilirdi eğer midenin içindeki kiiçük beyaz paketin üzerinde "eroin" yazmasaydı. Tişöriteki tek kelimeyi içlerinden okuyarı Barbaros ve Hakan tekrar Afgarı'da buluştular. Konuşan Barbaros oldu: "Hayır. Boş ver. Buna sadece o karar verebilir." Kapı açıldı veAfgan direksiyonuna döndü. "Bira alüm. İki tane de çikolata çaldrm." Audi'nin egzozundan tekrar duman çıktığında Barbaros,
112
Cenk'in uyanık geçirdiği her gün içinde en az bir kez yanlış karar verdiğini düşündü. Dostunun farklı durumlarda sadece pişman ve üzgün olması gerektiği için öyle dawandığını yüzlerce kez görmüş ve aslında hiçbir şey hissetmediğini çok iyi anlamıştı. Cenk, neden olduğu üzüntüleri görüp kendini sarhoş ediyordu. Haftalarca kendini suçlayabiliç bundarı gizli bir zevk alabilir ve istediği an bambaşka duygulann içine kulaç atabilirdi. Hassas ama sakar insan rolünü oynuyor ve kırdığı her kalbin arkasından ağladığını bütün dünyaya duyurmak istiyordu. Ancak Cenk umursarytıyor ve Barbaros bunu biliyordu. Karmaşık hayatının içinde gerçekte hiçbir şey yoktu ve Cenk her gördüğü boşluğu, ona değer verenlere karşı işlediği suçlarla dolduruyordu. Üzerlerini de o suçluluk duygularıyla cilalıyordu. Çünkti Cenk'in bu hayattayapacak hiçbir şeyi yoktu. Günlerin daha hızlı geçmesini sağlamak için acı verici de olsa kendine bir oyrn bulmuştu: kendine acrma oyunu. Cenk iyi oynuyordu. O kadar iyi ki, en yakm dostlanndan Afgan bile yanaklanndaki gözyaşları kuruduğu anda Cenk'in kadınlar, tişörtler, resimler haklonda düştinmeye başlaüğını anlayamıyordu.
Piçler akrllarını parçalara böler ve öyle yönetirler. Ancak zamanla her parça bağımsızlığını kazanır ve merkezi sinir sistemi iflas eder. Bombardıman artığı harabelere benzeyen düşünce kemikleri birbirine kanşır ve hiç var olmamış hayvanlann iskeletlerini oluştunrr. Birbiriyle çelişen akıl parçaları tarafindan paylaşılmış ruhsal dünyaları dünya adındaki gezegenden milyonlarca ışık yılı uzaktadrr. Dolayısıyla hiçbir zaman hiçbir piçin ruhsal
dünyasında, hayat olup olmadığı bilinemeyecektir. Ne onlara aşık kadınlar, ne sevgilerinden ikinci bir çocuk yaratacak kadar onlara bağh aileleri, ne de uğursuzluklarma ve uğurlanna hayatlarını verecek dostlan o dünyaya ilk ayak basarı olacalctır. Çünkii piçin ruhsal dünyasına giden yol o kadar uzundur ki bir insarıın oraya ulaşabilmesi için milyonlarca rşık yılı yaşayabilmesi gerekir. Öltlmsüzlük de sadece anlık bir duygunun adı olduğu için, bu yolculuğun gerçekleşmesi mümkiin değildir.
113
Bira şişelerinin kapakları döndü ve içindekiler ağızlara dökiildü. Dördünün de araba içinde amaçszca binlerce kilometre kat
ettikleri düşünülürse, sıradan bir kentin srradan caddelerinde ilerlemek hiçbirini sılanıyordu. Ankara'da yaşadıkları dönemde, Barbaros ve Hakan geceyi sabaha bağladıklan zamanlarda sırf arabadan inmemek için kahvaltı yapmak üzere Bolu'ya giderlerdi. Dört şeritli otobarıın bomboş olduğu gri sabahlarda iki bariyer arasında zıkzakl.ar ç iz ere k, altlann daki te kerle kleri döndürdü kçe kendilerini iyi hissqderlerdi. Bir defasında Barbaros, ailesinin eünden sigara almak için çıkmış ancak arabasındaki müzik sistemini ve stepneyi satıp Sofya kumarhanelerinde poker o}mamaya ğitmişti. Dolayısıyla kamyon ve trr şoförlerinin otobanlardaki çorbacılarının park yerlerinde uyumayı da, araba kullanırken uyanık kalmak için kaç dakikada bir kendilerini tokatlamak zorunda olduklannı da biliyorlardı. Yalnız Cenk ve Afgan'ın daha farklı bir araba sürme arılayışı vardr. Benzin göstergesine asla bakmazlar ve yakıtları bittiği için defalarca yolda kalabilirlerdi. Bu dikkatsizliklerine o kadar alışmışlardı ki deposu tamamen boşalmış bir arabaıım bidonla takviye edilen beş litre benzinle tekrar nasıl çahştırılabileceğine dair tel«riklerin hepsini ezberlemişlerdi. Arabanın enjek§iyonlu, karbüratörlü, yarı eqjeksiyonlu oluşuna göre değişen uygulamalann hepsine hAkimlerdi. Motor yağı, motor suyu, akü suyu, antifrız, silecek suJru, hava filtresi gibi değiştirilmesi ya da yenilenmesi gereken araba düzeneğine ait hiçbir şeyle ilgilenmezlerdi. Sadece düzeneği kullanırlardı. Sahil yolundarı aynlmayan Afgan'rn yaptığı gibi. Ancak Afgan bununla yetinmiyor ve konuşuyordu: "Tarııdığınız bir kulüp sahibi yok mu?" Hakan rüyalannı daha sonra çözüp kullanmak için dondurmak üzere zihnindeki buzluğa yerleştirip dostuna yanrt verdi: "Nefret ediyorum kulüplerden. Tabii sahiplerinden de. Tlavestİ paılıonuna ğiderim, daha iyi !" Barbaros yava§ça başını çevirip Hakarı'a baktı Baktığı adam hayatını geçirdiği kentlerin en seçkin kulüplerinin en seçkin müşterilerinden biri olmuştu. On altı yaşında, yaşıtlarrnrn evle-
115
114
rinde gizli giz|i sigara içip telefonla konuştuklan saatlerde, gittiği kulübün kapısında tokalaşmak için uzatılaıı ellerle karşılanmıştı. Her eğlence çeşidini öğrenmişti. Pattaya'daki on dört yaşındaki kızlann seks tiyatrolanndaki performanslannı da, Prag'daki gotik katedrallerde yarıaklannr nefesleriyle delen müzisyenleri de izlemişti. Ama bir piçe dönüştüğü yıllarda kulüpleri terk etmiş ve çeşitli evlerde müzik dinleyerek içki içmekle yetinmişti. İnsanlann karanlıkta birbirlerini her anlamda sıkıştırdıkları hiçbir kapalı ya da açık alana girmemeye karar vermişti. Belki de Hakan]ın değişimi kendiliğinden olmuştu, çünkii bir piçin herhangi bir karar verip uygulayabilme ihtimali birden çok sıfira yakındı. Hakan'rn konuşmaya paraşütsüz girişi Afgarı'rn homurdanmasına neden oldu. Cenkve Barbaros'un konuyla ilgili hiçbir düşüncesi yoktu. Bir arabada ilerliyorlar ve bu onlara yetiyordu. Üstelik bira içiyor ve döıtlünün sahip olduğu tek kaset oları B6rurier Noir'ın Viua Bertaga adındaki konser albümünü dinliyorlardı. Bir saat on iki dakika otuz dört saniyelik albüm sona erene kadar da kimse herharıgi bir düşüncesini yüksek sesle açıklamadı. Sahil yolundan çıktıklan anda son şarkr da bitti ve Afgan konuştu:
"Alemdar'ın garajına gidelim. " Cenk, gözlerini önlerindeki arabanın arka koltuğunda öpüşen çiftten ayrrmadan Afgaır'a sordu: "O hala yaşıyor mu ?" Afgan calna düşen iiç yağmur damlası saydı ve yanıtladı: "Evet, üstelik bıraktığın yerde duruyor. Geçen ay telefonda konuştum. İçecek bir şeyler alalım sonra da ona gidelim." Arka koltuktakiler Alemdar'rn garajına gidilmesini onayladıklarını §östermek için sessiz kaldılar. İçkiler a]ındı ve sanayi sitesinin dar sokaklanna girildi. Geniş garaj kapısrnın üstündeki tabelada "8 Alemdar 0" yazıyordu. İki kath binanın önünde gri bir Audi durdu. Arabanın içinden çıkan-
lardan biri önce dawanıp ellerini ağzının iki yanına koydu ve ikinci katın ışık sızdıralr penceresine doğru bağırdı:
"Aiemdar !"
Penceredeki ışık gölgelendi ve açılan camdan bir kafa sarkıtı: "Afgan ! Durun, geliyorum."
Bir dakika sonra garajın kirli kapısı yavaş yavaş havalandı ve A]emdar göründü. Afgan arabayı garaja sokarken, Cenk de eski arkadaşına sarılmaya gitti. "Sen ne yapıyorsun buralarda? Ne zaman geldin?" Cenk sadece gülerek A]emdar'a sıırrlıyor ve hiçbir sorusuna yanıt vermiyordtı. Djğerlerinin sırtlanna da kollaırnı doladıktan sonra A]emdar garajın dibindeki merdivene yöneldi. "Yukan çıkalım. Gelin." Blindeki kumanday|a garaj kapısını indirdi ve beş adam ikinci kata dönerek çıkarı dar merdivenin basamaklanna dizildiler. A]emdar'la ilk tanışan Hakan ve Barba.ros olmuştu. Dokuz yıl önce iirıiversite aündaki uzmanlaşnabirimine adırn atmış, arıcak hiçbir konuda uzmanlaşamayacak kadar dikkati bir claha ttıplanmamak üzere dağılmış oleuı tlakan, kampüs çıkışına giden yolda araba kullarıımıyta ilgili bazr deneyler yapıyordu. Bunlardan birini yanında oturarı Barbaros'la gerçekl eştirmişti. Deney basitti: geniş ve aşağı doğnı eğimli yolda arabasaatte yüz yiımi kilometre hıza eriştiğinde ön kapılan ayrrı anda ardına kadar açmışlzudı. Hakarı'rn arnacr arabanın aerodinamiğini altüst eclecek bu hareketi on saniye bo5runca yaparak makinerıin hrzrnrn ne kadar aza|acağını görmekti. Ancak tek görebildiği sıkıca tüttuğu ve şiddetli rizgilra doğru ittiği kapınrn önce arabadan kopması, birkaç takladzırı sonra da yolun kenarındaki çimle kaplı alarıa düşnıesi oldu. Deneyirı gerçekleştirilemernesinin nedeni Hakarr'rn kapıyı açmacian önce dikiz aynasma bakmamış olmasıydı. Eğer baksaydı, siyah bir Audi 80'in kendilerini sollamak iizere olduğunu fark edebilircli. Tek kapısı eksik bir arabada daha faz|a ilerleyemeyeceğini derhal anlayan Hakan zorlukla direksiyona hAkim oldu ve yoiun sağrnda, birkaç yüz metre sorua durdu. Kapıyı, çarparak bir uçurtmaya çeviren arabayı kullanan kişi de sakinleşip durabilecek kadar şofördü. Hurdadaıı hallice arabalardan inildi. Eşit sayıda adımleır atıldil<tarı sonra «ırtalarda bir yerlerde göğüs göğ,iise
116
gelindi. Hakarı tanıdık bir koku aldı: votka. Aynı anda da, yıllar boyunca tanıdık olacak bir sesi ilk kez duydu:
"Giden bir arabarıın kapısrnı neden açtığını solTnayacağım. sen de bana niye sallandığımı sorma. Tarııdığım bir tamirci var. kapını alalım ve gidip taktıralım. Ben de benim arabayı yaptıra-
yım." Barbaros ve Hakan bıraz önce gerçekleşmiş olan kazadabir ve
iki numaralı suçlular olduklannr bildikleri halde kapılannı koparan kişiyi dövmek üzere arabadarı çıl«nışlar ancak karşılanndaki sarhoş ve sakin adamr görünce birbirlerine bakıp gülümsemişlerdi. Adının Alemdar, Hakarı'la aynı üniversitenin ancak farkh bir
fakiiltesinin öğrencisi, zamanının kayda değer bölümünü sarıayi sitesinde, araba|arrn arasrnda geçirecek kadar yürüyen aksamlara ve zalnantnın kayıt dışı bölümünü de sanayi sitesindeki pavyonlarda geçirecek kadar duran şişelere düşkün olduğunu geçen yıllar içinde öğrenmişlerdi. A]emdar kendini ve ailesinin parasrnr içkiyle araba|ara adamıştı. İçki ayırmazdı amaarabalardan sadece belli modellerde olarılarını kendisine layık görürdü. 1980 ve 1990 yıllan arasında üretilmiş bütiin arabaları tasarlayarı herkese saygı duyardı. Bu öylesine büyük bir saygıydı ki üniversitede gördüğü makine mühendisliği eğitimini yanda bıra}«nış, ailesinin parasıyla sanayi sitesinde bir garaj satın alarak bir performans yükseltme ve yenileme nıerkezi kurmuştu. Tabii ki kirli ve yağlı bir garajdarı ibaret olan merkez sadece 80'li yılların ürünü olan arabalara açıktı. Önceleri A]emdar'rn ne tür bir hizmet verdiğini arılayamayan komşuları onun kısa süre içinde, garajının kapısrnr açtığı hızla iflas nedeniyle kapatacağını düşünmüşler ancak kullandığı 1984 model Audi 80'i ne hale getirdiğini görünce genç adamın bir mekarıik dAhisi olduğunu arılamışlardı. var olmayan bir modayı yaratmaya çalışan Alemdar bölgede losa sürede adını duyurmuş ve S0'lerin arabalarına sahip her yaştan insarı garajına girmişti. Alemdar müşteri portföyünü birkaç sayfa daha daraltarak, asıl ilgilendiği Avnıpa ve Japon arabalanna yönelmiş, Amerikarı araba|arını modifiye etmeyi reddetmişti. zaman içinde, klasik Amerikan arabalannın yenilenmeleri modası gibi, SO'lere ait
117
Arrnıpalı ve Japon arabaları restore ettirip çeşitli eklemeler yaptırmak da genç insarılar için hayat kalitesini çağnştıran bir hobiye dönüşmüştü. Hattasırf A]emdar'ın garajından geçebilmek için o özelliklere sahip arabalar satın alanlar bile vardı. Sıradan bir 1986 model Opel Kadett alıp Alemdar'a teslim edenler, bir hafta sonra karşılannda gerçek bir şerit yiyen buluyorlardı. Alemdar, fiberglasla mucizeler yaratabiliyoç beygir gücünü akla gelmeyecek nokta]ara çıkarabiliyor ve üretildiği yıl içinde herhangi bir otobanda kesinlikle ciddiye alrnmayan arabalar, on beş yıl sonra sadece dikiz aynasında, o da bir kez görülebiliyorlardı. Son olarak Alemdar'ın S0'lere ait araba]ar ve her yaştarı içki şişeleriyle dolu hayatrnın bir de fon müziği vardr: Jimi Henfuix ve gitan. Garajın asmakatrna ayak basan kaiileyi de bu ikili kaşıladı. Clarion marka bir araba setine nasıl bağlanmış olduğu anlaşılamayan dört hoparlörden "Crosstown Tiaffic" etrafa saçılıyordu. Çok az da olsa eğilerek yürümek zonında brrakan alçak tavanın altında, merdiveni takip eden duvara yaslanmrş, üst üste dizilmiş araba yedek parçalan, tesadüfen yerleştiülmiş dört deri koltuk, bir çalışma masasr ve ardında yine deri bir koltuk vardı. Koltuğun arkasındaki duvara ise bir mini buzdolabr yaslanm§ ve bir de Hendrix posteri asılmıştı. Postere dönüşmüş fotoğrafin çekildiği arıı fark edemeyecek kadar ıızak bir kimyevi yolculuğa çıl«nış zenci dAhinin şehla gözleri piçleri karşıladı. Alemdar masasrnrn üzerindeki Jim Beam şişesinin yaruna mini buzdolabındarı çıkardığı dört kadehi koydu. "Ulan iyi ki geldiniz !" Afgan, viski kadehlerini doldurdu ve dostlanna dağıttı. Ayaküstü çarpıştırdılar kadehlerini. Ne içtiklerini neyin şerefine içtiklerinden daha çok önemsedikleri için sadece birbirlerine bakarak başlarını hafifçe sallayıp, bardakları sessiz ağızlarına götürdüler. Koltuklara dağıldıkları arıda Hakan konuştu: "Alemdar, geçenlerde bir arabagördtim. Ne olduğunu kesinlikle anlayamadım. Sanki önü bir Peugeot 205, arkası da bir Mitsubishi Colt'tu. Senin işin mi?" "Colt değil. Önü 205 ama arkası 405'ti. Benim işim tabii, kimin
118
olabilir ki başka? Birinin arkasr, öbürünün önü gitmişti" Kestim, birleştirdim. Nikela.jlarını gördün mü? Gümüş kaplama gibi oldu. Felaket bir şey ! Tabii sahibi bir bok anlamıyor alna gerçek bir sanat eseri oldu."
Cenk iki parmak üskiyi bir boyun hareketiyle devirmiş, kadehini doldunryor, bir yarıdan da söze giriyordu: "Ne zaman evleneceksin sen? Hayatın burada mı geçecek?" AJemdar, arabalanndan uzal<ta iki günden fazIa geçirince kalbinde bir sıkışma hissettiği için garajın yanındaki binayı kiralamrş ve orayr kendisine ev yapmrştı. Sanayi sitesindeki tek evde A]emdar ofuruyordu. Aslında evini de çok kullarıdığı söylenemezdi. Terk edilmiş çocuklan alıp büyüten şefkatli bir insarı gibi Alemdar da küllerinden doğmalannı sağladığı arabalannı geceler boyu izliyor ve onlar için daha faz|aneler yapabileceğini düşünüyordu. "Tabii ki burada geçecek ! Hem ben böyle gayet iyiyim. Kadın
gerekince sokağın sonundaki pavyona gidiyorum. Yemek gerekince de sokağın öbür tarafindaki markete gidiyorum. Onun dışında da bebeklerimle oynuyonrm. Senin İsüçre işi ne oldu?"
"Öldü." "A]lah rahmet eylesin. Sen ne yapıyorsun Barbaros?" "Şu kadar senedir bizi tarııyorsun, hAlA ne yaptığımızr sonıyorsun. Bir türlü öğrenemedin bir şey yapmadrğrmızr." "Gelin çalışın burada ! Kovayım çocukları, siz gelin. Adam gibi bir işiniz olur, üç beş kuruş da bir şey kazarıırsınız." Hakan dudaklarıyla ısırdığı kadehi aceleyle ağzından çekip gülerek konuştu: "Siktir lan ! Sen gel de benim yanrmda çalış. Yattığım yatağı topla !" Bu arada Afgan arabada unuttukları torbalan almaya inmiş ve dönmüştü. Üç Jack Daniel's ve beş büyuk boy cips paketini çıkanp odarıın orüasında dolarıan küçük siyah sehpaya yerleştirmişti. Ağzındaki sigarayı, viskileri aldıklan marketten çaldığı çakrnakla yakarken Cenk'e döndü. Dudaklarının birleştiği yere sıkışmış sigaraya rağmen ne dediği arılaşilıyordu:
119
"Biliyor musun, bu herif hayvan gibi zengin oldu. Sigara pake_ ti gibi araba|ar yapıp insanlan dolandırıyor." A]emdar yeni gelen şişelere sa]dırmak istediğini masasrnln üzerinden uzartan eliyle belli etti. İsteğini sehpaya ve masaya en yakın oturan Barbaros karşıladı. Avırcuna yerleşen şişeyle koltuğuna yaslanırken Afgan'a yanrt verdi: "ışin şakasl bir tarafa, sonunda hayal ettiğim her şey gerçek ol_ du. Milletin aklında bu arabalar tamamen ölmüştü. Kimse bunlarla ne yapacağını bilmiyordu. otomotiv sektörünün en işe yaramaz dönemini en şılİ hale getirdim. Herifin biri bir Mercedes 500 SEC getiriyor. 87 model. Öyle bir oynuyorum ki, adamın parası olmasına rağmen gidip de son model bir CLK almıyor." Afgan, Alemdar,ın sözünü kesti. Yine Cenk,e anlatryordu: ,,Almanya,dan, Hollanda,dan, Fransa,dan bu herifle röportaj yapmaya geliyorlar. Dünyada bir benzeri yok, yaptığı işin." Piçler kendilerini iyi hissediyorlardı. Çünkii tarııdıkları bir insanın yanındayülar. Her gün gördükleri insanhk dışı insanlann hiçbirine benzemeyen, 6şık olduğu bir işi olsa da bazen gerçek bir piçe dönüşebilen Alemdar'ın garajındaydılar. En önemlisi, garajın asmakatrnda konuşularılar o kadar önemsiz konulardı ki, bir an için kim olduklarını bile unuttular. Çünkii Alemdar da en az onlar kadar hayatı ve kendisini ciddiye almıyoç sadece üzerlerinde cirit athğı arabalannı düşünüyordu. Ama bu da kabul edilebilir bir kusurdu. O gece, viski şişelerini boşaltıp konuştular. Ağzlarından çıkan hiçbir kelimenin, karşrlanndakilerin hayatında en ktiçük bir değişikliğe neden olmamasına özen gösterdiler. Garajdaki araba]ann birkaç grh sonra egzoz|arındarı çıkacak dumarılar gibi sarf ettikle-
ri sözler de havaya kanştı. Havayı olduğundarı daha faz|akirletrnediler, çiinkii zaten dünyarıın hiçbir yerinde bir piçin rahatça nefes alabileceği safhkİa hava yoktu. Sadece bir ara, Barbaros'un sarhoş ağzındarı çıkarılqr dinleyenlerin boğazlanna ktlçük bir düğüm attı: "İnsanın kendisine çektirdiği acıya azap denir. Teknik adı vicdarı azabıdır. Bugüne kadar binlerce hayalet hikiyesi duymuşsu-
121
120
nuzdur. İşte bunların başlaırglcr da bu vicdan azabıd:u.. Dünya üzerinde hayalet gördüğünü iddia eden ilk insan, yaşarken cantnı yaktığı dostunu öldükten sonra o kadar çok düşünmüş ve kendine o kadar çok kızmıştır ki, yıllardır tanıdığı bir yüzü, bedeni evinin odalarında uçuşurken görmeye başlamıştır. Sonra bu olayın üstüne binlerce yıl binmiş ve insarılar lrer yerde hayaletler görmeye başlamıştır. Oysa hayalet dediğin şey, yaşarken kazık attığın insanlar öldükten sonra duyduğun vicdan azabının sana oynadığı bir tiyatrodur. Vicdan azabı öyle bir hikAyedir ki, aynı hayaletler gibi adamı korkudan öldürür." Hepsi de Barbaros'u Jack Daniels'ın tezgAhındarı geçmiş büttin dikkatleriyle dinlemiş ve ne demek istediğini çok iyi arılamışlardı. Hatta Cenk "Keşke anlanrasaydım" diye düşünmüştü. Çünkti çewelerinde gezdirdikleri onlarca hayalet vardı. Ortaya çıkmalan için gerekenlerse bırazviski vebiraz da cipsti. Hiçbir iç organa bağlı olmayan, ancak kalple karaciğer arasında bir yerlerde olduğunu tahmin ettikleri vicdarıları öyle saııcılanmıştı ki, Afgan garajın girişindeki dar tuvalette kusmuştu. Döndüğündeyse, terlemiş alnrrıı avucuyla silerken şu sözleri duydu. Hakan konuşuyordu:
"Dokuz on yaşlarmdaydım. Eün yakınlanndan bir çewe yolu geçiyordu. Akşam saatleri acayip kalabalık olurdu. Bir an önce eve kapağı atabilmek için insanlar ne kadar hzh gidebilirlerse o kadar gidiyorlardı. Kimsenin ayağını gazdarı çelanediği bir yoldu. Ben de boş zeytinyağı tenekeleri koyardım. Yolun oıtasına, sağına soluna, özellikle de kör noktalara, Sonra da yolun yanındaki tepeye çıkar, beklerdim. Arabalann hızlarıdığı saatler başlayınca mevzu da başlardı. Adam yırmi litrelik tenekeyi dolu sandığı için ya da sadece çarpmamak için direksiyonu kırar, ne olduğunu şaşınr, koca yolda dönmeye başlar, frene asılır, asıldıkça döner. Arkadarı gelen varsa bindirir. Onun arkasındaki de ona bindirir Sonra da eve gidip yatağa girerdim. Çekerdim yorganı üstüme. Ağlamaya başlardım. Bu teneke işini birkaç kez yaptım. Ama o kazalatda ölen olup olmadığını hiç öğrenemedim. Niye öyle bir !
şey yapardım, ha]a bilmem."
Hakan, elindeki boşalmış kadehe bakarken kendisine sorduğu sorunun yarııtını kimse veremedi. Kötülüğün kötü olduğunu anlayacak yaştaki bir çocuğun içindeki iyiliğe rağmen kötiilük yap-
masına kimse bir neden bulamadı. Ağzındaki kelimeleri geveleyen cenk oldu. söyleyeceklerinin bıraz önceki karanlık itirafla hiçbir ilgisi yoktu: "Barcelona'da James Brown'ı se5ırettim. Mükemmeldi, Adam hiç ölmeyecel«rıiş gibi !" Afgan tamamladı:_ ,,Belki ölür ama o saçlarının hayaleti MTV,ye daha elli yıl çı_
kaı." Barbaros'un boğazlara attığı düğüm çözüldü. vicdanlannda tek gram yer kalmamış piçler gülümseyip kadehlerini tazelediler, A]emdar çalışma masasrntn üstünde, Cenk 84 model bir BMW 520'nin arka koltuğunda, Afgarı birleştirdiği iki koltukta, Barba_ ros Nilay'rn arabasının şoför koltuğunda uyudu. Hakan ise bira almak için açık bir yer bulmaya gitti. Afgarı'ın pantolonundarı cebine sokunçektiği paIa tomarrnrn hacmini ıslak sokakta elini pawona doğru yüyakaladığı göz ca fark edip, neonlannı ucuyla paket sigaiki geriye sadece paradan bütün rüdü. İki saat içinde satan sigara pavyon da O ka]dı. miktar çıkışında ra alabilecek bir
seyyann cebine girdi. Hakan'rn pazarlık yapacak hali yoktu ve boş ceplerine rahatça soktuğu ellerini yumruk yapıp garaja dön_ dü. İlk gördüğü boş karton kutularr yere serip üzerlerine uzanü, Gözlerini yumdu ve gördü. Her şeyi. İçindeki pişmanlığın sadece bir paket sigarayı içme süresine yetecek kadar olduğunu arıladı$ bir vicdanı vardr. Hakan'rn kötülüğünün Türkçe'si, hayat boyu pişman olmayacak kadar yoğun ve krsa süren ücdan azap|arı birkaç saat süçekrnesiydi. Bu azap|ar o kadar ağırdı ki, sadece rüyordu. Üç saatlik bir yağmurun içinde üç saniye dolu yağması gibi, on yıllar süren insarı hayatındaki birkaç saatin de hiçbir defarkı yoktu. Sadece onğeri yoktu. Astuıda kötülerin de iyilerden ve yeni günahlar dawanıyorlar lar pişmarı olurlarken daha hızlı gözyaşı basazaplarrnı vicdan işlemek için sokağa çıktıklarında
122
mış evlerinde bırakıyorlardı. Oysa iyilerin evlerini $özyaşı basana kadar bir ömür geçiyordu. Onun dışında bir farklan yoktu. Kötüler, iyiler, krsa ve uzun süreli vicdarı azapları, sessiz ve gürültülü pişmanhklar. Hakan hepsini ve kendisini anladı. Anlayacak bir şey kalmaymca da uyudu.
"8 §emdar 0"ın kaprsı yağlı zincir sesleri birbirine çarpa çar-
pa açıldı. Garajdan gri bir arabaçıktı. İçinde dört genç adam. Bir-
birleriyle konuşmuyorlarü. Öze[ikle de Pakistanlı arkadaşının parasrnr iade etmeye çalışan Cenk, sahip oldukları paranm tümünü Svetlarıa adındaki bir kadına içki ısmarlayarak tüketen Hakan'la konuşmuyordu. Ancak arabadaki dört kişi, kimsenin kimseye kızmaya hakkının olmadığı bir ilişkiler yumağı içinde, dondurulmuş bahklar gibi yaşadığı için önce kısa kelimeler, sonra da cümleler dökülmeye başladı sigara kokan dudaklardan. İlk uzun cümleleri Hakan kurdu: "Bugün müzik setini satacağım. Bir de telefonu. Nasıl olsa artık kimse aramıyor, ben de kimseyi araınlyorum. İkisinin parası bizi bir süre idare eder." Cenk, hilA Cenewe'ye yollayacağı parayı düşünüyordu: "Ben de Nilay'dan borç isteyeceğim." O an arabayı kullanan Afgarı dahit, herkes arka koltuğun sağın-
da oturarı Cenk'e baktı. Sonra da önlerine dönüp güldüler- Çünkü iki yıldır kimse onlara borç vermiyordu. Bir piçe dönüştükleri haberi misafir gittikleri her ev ve işyerinde kendi seslerinden önce duyulmuş olduğundan insarılar geri gelmeyecek bir parayl
tek başına karanlığa yollamaktan çekiniyordu. Ama Cenk'in iki yıldır Türkiye'de olmaması kötü şöhretininbazı çewelerde yayılmasrnı yavaşlatmıştı. Çok seyrek de olsa hili bazı şık lokantalarda, kulaktarı kulağa oJ.nanan loş barlarda "Cenk de kendini harcadı. Yazık. Çok yazık. En son 'İsviçre'ye gitti' diye duyduk ama orada da kendini kurtarabileceğini sanmryorum" benzeri sözler
124 615rulmas""'2 rağrnen asgari bir güvenilirliğe sahipti. Ancak bu güvel. eok suln€z, cenk'in piçliği denize fırlatılmış ağzı kapalı 59ş bir şişe sibi,. yukında gözle görülür ha]e gelirdi. Nilay'm cenk'e borç verdiği sabahın akşamında gideceği bir kafede çok yaılı§ bir dawranışta bulunduğunu söyleyecek kişilerle aJ.nı masaya olurma ihtimali, üstünden düşmeye korkulacak kadar yüksekti. cenk de bunu bildiği için aşık olduğu kadının kendisine sadece bir kez oo1' 'u."""gı.,den emindi. Dolayısıyla isteyeceği-, mıl<tara Pakistanlı arkadaşrnrn para.sı da dahil olmahydı.
pıçler hakkında konuşmak, insanlara filmler ve haber bültenlerindeki felaket sahnelerini izlerken hissettiklerine benzeyen garip bir zevkvelTr, sözünü edebilecekleri konular tiikencliğinde tanrdıklan piçlerin ne hale geldiklerini ve o hale nereden geldikle_ rini konuşurlar, Çunı.ri sıfirdan hayatlarını yaratmış insanların hikayeleri kadar hayatlarındm bir sıfir yaratmış olanlannki de gösbrişlidir- Tabii, iÇhde bulunduklan şartlardarı tatmin olmayan hrrs sahibi insanlar triçler hakkında konuşarak kendilerini iyi de hissederler. Çünkü Diçlere kıyasla onlar daima iyi durumdaür. zaffin piçlere l'oyasla, ölüler ve sakatlar hariç herkes iyi durumdadır. sonuç olarak, rnahvedilmiş hayatlar, yetenekler ve kaçırılmış fırsatlarla dolu Jallar hakkında konuşmak zevklidir eğer o hayatlar, yetenekler ve Jnilar size ait değilse. suni deri ve metalin doldurduğu işyerlerinin sigara içilebilen fgk yerleri olan Yan8rn merdivenlerinde harıgi barlarda ''happy
hours" uygulama,laxrhrn olduğunun konuşulduğu saatlerde, hiç-
bir ıamarı hiçbir bara ucuz lçl<l l<ampuınyasma dahil olmak üzere gitrnemiŞ olT.,C.u"k bır kadındarı isteyeceği borç miktarını hesaplıyordu, Belki utanrhcak bir dunrm değildi zıma gunır da duazmdan Cenk böyle düşündü. wLamazdl En En son ne zaJnan kendisiyle gurur duyduğunu hatırlayamadığını fark etti. Belki de Adidas terliklerin_tabarıında adınr kazrnmış gördüğünde. Belki de dosdannl evine 'T^. için Nilay'ı ikna ettiğinde. Belki de Casino Dornino'daki loıupive kadının kendisiyle sevişmek istediğini ku-
125
lağına fisıldadığrnda. Belki de telefondaki kardeşi "Babam kanser" dediğinde. Belki de hiçbir zaman. Cenk solunda oturan Barbaros'un profiline baktı. Sonra da görebildiği kadarıyla Afgarı'a ve sağ dikiz aynasındarı gördüğü kadarıyla Hakan'a. Ve kararrnr verdi. Arabadaki hiçbir insan doğduğundan beri kendisiyle gurur duymamışh. Çünkii bunun ne demek olduğunu bilmiyordu. Öğrenmelerine de gerek yoktu. Çtinkü nefret ettikleri dünya kendileriyle gunır duyanlar tarafindan kurulmuştu. Benzininin bitmesi4e iki litre kala arabanın lastikleri pembe sitenin dar sokağına girdi. Pazartesi adındaki günün hiçbir heyecanlna dahil olmayan dört adam öğlene sar}«nış bir saatte asansöre yerleşti. İçlerinden biri dubleks evin kapısını açtı ve içeri girdiler. "Bugün benim doğum giiniim." Barbaros'un bu sözünü kimse duymadı. Çünkii kutlarıacak doğumlar listesinde adı yoktu. Evin çeşitli noktalarına dağıldılar ve bedenlerini yatırdılar. Sadece Hakan, çok ama çok yavaş hareketlerle müzik setinin bağlantılannı söl«ıreye başladı. On dokuz yaşındarı beri sahibi olduğu, kulaklarının her krrrnmını, hayatı unutturacak kadar saf seslerle srvamrş müzik setinin parçalannı
üzerinde "Migros" yazan üç torbaya yavaş yavaş yerleştirmeye başladı. Üç çocuğu a)mt gün ölmüş bir adamın küçük bedenleri toprağa vermeyi geciktirmek için beyaz kumaşlara sarrlmalarını yavaşlatmak istemesi gibi ağır dawandı. Ama Hakan düşünmedi. O müzik setiyle yedi yıldrr neler dinlediğini düşünmedi. Çünkü böyle bir seçeneği yoktu. Hafizasının kapılannı yedi kez kilitledi. Sadece bir ara, ağ|ayacağını hissettiği için, "Bundan sonra lslık çalanm artık" dedi. Kısık sesle. Çok kısık. Neredeyse bir düşünce kadar sessiz. Hakan'rn hayat müziği Migros torbalarının içinde hapsoldu ve her biri bin bir süzgeçten geçirildikten sonra satın alnmış oları CD'lerin durduğu ayakkabı kutusu çöp toplama saatinde çok şişman kapıcıyla buluşmaya çok erken gitmek için kaprnrn önüne konuldu. Çünki.l o CD'ler sadece Technics marka bir sette dinlenmek için yıllardır bir ayakkabı kutusunda saklanıyorlardı. Artık oyun bittiği için de kimsenin saklanmasına gerek kal-
126
mamıştı. Herkesin sobelendiği bir pazartesi günü Hakan'rn akarı ytizünü uzandığı kanepeden gören Afgan konuştu: "Boş ver be oğlum. Zaten bu öyle bir dünya ki, insanlar arıcak bir milyon dolardan sonra özgür olur. O §üne kadar herkes köledir. Özgürlüğü için clövüşen gladyatörler gibi bir milyon dolar için clövüşebilir ya da dövüşmeyü reddeder ve karıının aknrasını bekleyen arenadaki seyircileri seyredersin. Seyredip iğrenirsin. " Hakan gözlerini yuvalarrnda tuttu. Sadece oldukları yerde Afgan'a döndüler. Ağzı açılmadı. Söyleyeceği bir şey yoktu. Afşan devam etti: "O kolyeyi kolay mr sattrm zarınediyorsun?.. Boş ver." Merdivenden inen ve salonun zeminine ayak basarı Cenk, her
zamanki,uıırdumduymazlığıyla kenclisinden önce açılmış hiçbir sohbete saygı duymadığı için yüksek sesle konuştrı: "Evet ! Boş verin. Herkes boş versin ! Çiinkii biz ne yapıyoruz? Dolu alıp boş veriyoruz. Ama tabii bira şişelerinin aksine hayatın depozitosu yok, onun için de elimize bir şey geçmiyor. Hatta öyle boş veriyoruz ki ortada şişe bile kalmıyor. Çünkti şişeyı de değerlendiriyoraz. Kınp kavga ediyoruz. Doltı alıp boş veriyoruz !" Hakan başını yavaşça sağa ve sola salladı. Yüzünde ince de olsa bir gülümseme çizildi. O an kendi deyimiyle müzik setini de, CD'lerini de siktir etti. "Hoş geldin."
Kapıyı açan Barbaros, biraz tince çalansa Hakan'dı. Hakarı'ın elinde siyah torbalar varü. Siyah torba]arın içinde de votka, elma su)ru, sigara ve et.
"Hoş btılduk." Mutfağa beraber yüridüler. "Ze5rnep seni aradı."
"Aferin. Ne dedin ?" "Ne diyeceğim ? Para kazanmak için çalışmadığındaır ötürü sahip olduğun eşyalarr teker teker elden çıkardığmı ve rnüzik setinle telefonurru satmaya gittiğini söyledim." "Sana cla aferin."
127 "Afgan'a mangalı yaktıralım da, akşam şu etleri yiyelim." "Barbaros, votka koysarıa. Adamlar nerede?" "Cenk uyuyor. Afgan da yukarıda, teleüzyon seyrediyor. Geçen senenin yüzme yanşlannı gösteriyorlar." "Onlara da aferin." Ellerindeki kadehlerle salona geçtiler. Saat öğleden sonra ikiydi. Alkolizmin titreyen elleri ve gözü kararmış gözleriyle hiç karşılaşmamışlardı ama içki içmeden geçirebilecekleri bir günün
kendilerine ne zarqr|ar verebileceğini de bilmiyorlardı. Çünkti o gün daha gelmemişti.
Piçler düzensiz hayatlannda düzenli olarak içki içerler. Ancak hepsinin de bir srnrn vardır. Belli sayıdaki kadehten sonra sarhoş olup sızarlar. Sızdıklan yerin adr huzurdur. Hiçbir şeyin düşünülmediği ve hiçbir şeyin hissedilmediği o muhteşem huzur. Piçler içki içmeye mecburdur. Çünkti gündüzler ve geceleç dünya adındaki gezegenin mevsimlik hareketleri sayesinde değil, alkol oranı yüksek içkilerle kısalır. Piç de kısa günün k6rı oları huzuru dudaklanndarı, içine dökendir. Kanepenin iki ucuna oturmuş oları Barbaros ve Hakan kadehlerini dizlerinin arasındarı sarkıtmış yerdeki Çin halısının motiflerine bakıyorlardı. Salonda herhangi bir saatin sarıiye çubuğunun hareket sesinin duyulmamasr büytik şanstr. Çünkii böylesi bir sessizlikte her saniye sağa kayan bir çubuk kafataslannda delikler açan bir çekice dönüşürdü. Dolayısıyla her zamanki gibi kendilerinden başka onlan rahatsız eden kimse ya da hiçbir şey yoktu. Ama dudak derilerini yeni çıl«nış dişleriyle parçalayan çocuklar gibi onlar da kendilerine zarar velTneye alışmışlardı. Hakan daha faz|a dayanamadı: "Biliyor musun Barbaros , bazen ne düşünüyonım ? Yaşamaya büyuk bir yeteneğim olduğunu düşünüyorum. Yani nasıl yaşanmasr gerektiğini çok iyi biliyorum. İyı hayat nasıl geçirilir, çok iyi biliyorum. Ama ilgimi çelcrıiyor. Yani yaşamaya büyük bir yeteneğim var ama ilgimi çel«niyor."
128
Barbaros votkadıırı bir yudum aldıktarı sonra sol elinin iki parmağyla dudaklarının birleştiği noktalan kurutup konuştu: "Üzülmem mi gerekiyor ?" "Hayır."
"Peki senin intihar etmen mi gerekiyor?" "Zaten intihar ediyonrm. Hepimiz intihar ediyoruz." "Tamam. O zaman sorun yok."
"Peki her şeyin bambaşka olmasrrıı ister miydin ? Bir kadınrnrn,birişinin,çocuklannrn,evininolmasınıistermiydin?,,< "Ben isterdim de onlar beni ister miydi?" "Senin gibi bir babam olsaydr, onu öldürürdüm." "Tamam işte, benim de bu yüzden bir çocuğum yok." O arı Barbaros'tın aklrna bir zıpkın saplarıdı. Bu zıpkın, Gonca'nın hamileliğiydi. Ama zıpkın Barbaros'un süngere benzeyen beyrıinden girdiği hız|a çıktı. Geriye küçük bir delik kaldı. Biraz da kan. "Burnum kanıyor !" Barbaros votka kadehini halıya bırakıp elini burun deliklerinin altında tutarak merdivenlere yöneldi. Avucunun kiiçük kırmızı lekelerle dolduğunu görüyor olmasına rağmen sakince basamaklan trrmarııyordu. Merdivenin bittiği yerde Afgan'la karşılaştı. "Hakarı mı vurdu ?" Barbaros yanıt vermedi. Sadece güldü. İçinden. Banyoya girip başını lavaboya eğdi. Beyaz fayansr çok yakmdan gördü. Musluktan akan suyla burnundarı akan kanı kanştırdı. Her yer pembeleşti. Gözlerini kaldınp aynayabaktığındaysa hiçbir şey görmedi. Bıraz daha dikkatli baktı ama yine de hiçbir şey göremedi. "Ne yaptrn adama?"
"Olur böyle şeyler." Afgarı halının üstündeki kadehi alıp Barbalos'un sıcaklığını taşıyan yere oturdu. Uzun boylu ve geniş omuzlu adamın yüzü gülüyor ama gözlerinin hemen ardındaki geçit töreninde biraz önce seyrettiği yüzücüler uygun adımlar atıyordu, çünkti piçlerin bedenleriyle akıllan ayrıı odada nadiren bulunurdu. Afgan'rn aklı da
129
kesinlikle salonda değildi. Daha hulı ytizebilmek için bedenindeki bütttt tüyleri jiletle kazıdığı günlerdeydi. Biçimli vücudunun, bir dozerin kepçesine benzeyen kulaçlaırnın, sahip olduğu her şeyin kendisine sunulmuş armağanlar olduğunu düşünüyordu. Ve
tabii ki bir dozerin kepçesinin kaldırdığı toprağabenzeyen akh da sunulmuş armağarılann arasındaydı. "Beni deniz tuttuğunu sana hiç söylemiş miydim?"
Söylemişti. Ama Hakarı Afgarı'ı üzmeyecekti:
"Hayır."
ı,
"Ne plastik bir bota, ne de bir transatlarıtiğe binebilirim. Derhal kusarım. Ama yüzerken hiçbir şey hissetmem. Saatlerce yüzebilirim. Kulaç atarken hiçbir şe}, düşünmem. Bazı|arıvolta atar, ben de kulaç atarım." Hakan, Afgarı'ı duyuyor ama dinlemiyordu. O sadece kendisini dinliyordu. Afgarı'rn da dinlemesini istedi: "Bir dAhi olduğumu ne zaman anladım, biliyor musun ?" Nedendir bilinmez ama Afgarı dostunun sorusuyla ilgilendi: "Ne Zaman?" "Kendimi tüketmek için her şeyi yapmama rağmen kendimi bitiremeyeceğimi arıladığım gün. Oysa kendimi harcamak için her şeyi yaptım. İçki içtim, hem de çok. Yeteneklerimi keskinleştirmek için en ufak bir uğraşta bulunmadrm, sahip olduklarımın değerini aıtırmak için hiçbir şey yapmadım ama hAl6 buradayım ve herkesten daha zekiyim. Beynim bir atom reaktörü gibi çalışıyor. Kendime verdiğim bu kadar zarardarı sonra hlli çalışıyor. Bitiremiyorum. Kendimi bitiremiyonrm. Demek ki bir d6hiyim. Çünkii kendimi harcıyorum, harcryorum ama bitmiyorum !" "Harca harca, bitmez !" "Bitmez..." Jaluzilerden dolayı güneşin içine giremediği ama penceresinde beklediği salondaki iki adam sessizliğe diri diri gömüldüler. San-
ki konuşmayı hiç öğrenememiş gibi dudaklannı yapıştırdılar. İçlerindeki buz kiiplerinin buz tozuna dönüştüğü kadehleriyle de ilgilenmediler. Basamakları çiğneyen Barbaros'un burnuna bile bakmadılar. Ama Barbaros onlara baktı:
130
"Beyin kanaması geçiriyonım, siz hilA oturuyorsunuz !'' Gömüldükleri yerden Barbaros yarümıyla çıktılar ve ilk teşekktir eden Hakan oldu: "sen beyin kanaması geçireceksin de biz oturacağız! sen benim hayatımdaki en değerli varlrksrn." Afgan da sessizlik çukurundarı çıkmış, üstüne bulaşan suskun-
luğu temizliyordu: "Tabii. Benim de hayatımdaki en değerli varhk, Barbaros. Bir kere, adam zaxif. Thomas Edward Lawrence'a benziyor. Gerçekten, acaba şu üzerimizdeki kıyafetleri atıp ihram mı giysek? Nasıl görünürdük beyaz ihramlar içinde? Bir de harıçer takardık belimize, sokakta öyle dolaşrrdrk." Hakarı, Afgan'ın hayalini tek bir hamlede krdı: "olmaz, ben Araplardan nefret ederim. Aynca dünya üzerinde-
ki bütün ırklardan da nefret ederim. Bütün etnik kökenlerden, bütiin ktiltiirlerden. "
Barbaros, sağlığına ka,rı-ışmuş burnunu okşarken hem gülüyor hem de konuşuyordu: "Ama unutmamak lazım ki yaşadığımız ülke bir kiiltürler mo-
züği." Hakan o hayali de l«rdı: "Mozaik ancak tuvalet zemininde olursa iyi görüntir. Toplumlarda olursa, adrna'karambol'denir. Şu konuştuğumuz şive dışındaki bütün şivelerden de nefret ediyorum. Tatarlardarı, Çerkez-
lerden, S iiıryanil erde n, Kürtl erd en, Rumlar darı, Lazlard arı, Ab azalardan, Ermenilerden, Bulgar göçmenlerden, Yahudilerden, Adigelerden, Tia§alılardan, Marıavlardan, Çingenelerden ve öz ellikle de gifuıeye yerleşmiş Almanlardan nefret ediyonrm !'' Barbaros, Birleşmiş Milletler genel sekreterine dönüşti.i. "Ancak bu kadar mı sayabiliyorsun ?" "Devam edeyim, istersen." Ama Afgarı istemedi ve bunu belirbti. "Peki ya Tiirkler? Onlardarı nefret etmiyor musun?'' "Aksine, bütün diinyarıın Ttirk egemenliği altına girmesini istiyonrm. Dünyaya sadece Türk ktiltiiııi.inün hökim olmasrnı istiyo-
131
rum. Altı mityar insanrn Türkçe konuşmasırıı istiyorum. Nereye gidersem gideyim, beni arıadilimcle karşılamalarını istiyorum. Hiçbir kiiltür, din, dil, devlet kalmanıalı. Sadece Tiirklük, Türkçe ve Türkiye Cumhuı,iyeti olmalı. İşte ben ancak öyle bir dünyada huzurlu olabilirim. Onrın dışında imk6nsız. }'arklılıklardan, hoşgörüden, el ele vermiş halklardan, l3enetton reklamlarındarı, Uluslararası Af Örgüti.i'nderı, insanların birbirlerine anlayışla yaklaşma]anndan, yabancı dil kıııştanndarı, İnsarı Hakları Ewensel Beyarınamesi'nden, yerel pa{a birimlerinden, elçilik rnensırplanrrdarı, tu-
rizmden, Slav fahişelerden, pasaportlaı,daıı, bayraklardan, başkentlerden, dinlerden, iİ'ade özgiirlüğünden, medeniyet müzelerinden, benden olmayarı her şeyden ve herkesten nefret ediyontm. Tek istediğim dünyayı Tiirk görmek !" Sadece Türkiye'den ibaret olacak bir dünyada Birleşmiş Milletler adında bir örgüte de gerek kalmayacağını fark eden Barbaros, Hakan'ın garip düşüncelerini kesinlikle benimsemediğini derhal ğösterdi: "Saçmalrk ! İnsanlara kendi ktiltürlerini, dillerini, dinlerini nasrl unutturabilirsin ?"
"On bin yıl boyunca planlı çalışırsarı dünyayı Pigmelerin ülkesi haline bile getirebilirsin. Herkes kendini Pigme bile zarınedebilir ! Önemli olan sabrrlı ve planlı olmak." Afgarı, Hakarı'ın kurduğu hayale daha net bir yanıt verdi. Sağ kolunu havaya ızatıp "Sieg heil !" dedi. "Reenkarnasyon diye bir şey valTnış demek ki. Nasılsın Adolf ? Sen yokken dünya çok sıkıcıydı. Peki Türki cumhuriyetler hakkmda ne düşünüyorsun?" "Onlardarı da nefret ediyorum. Ttirk derken kendimi kastediyonrm. Türk oları benim, onlar değil. Çekik gözlü Ttirk istemiyorum. Benim gibi oları kadın ve erkeklerin doldurduğu bir dünya
istiyorum." Barbaros, Hakarı'rn gerçek sonınunu bildiği için cümlelerini rahatça kurdu: "O kadar yalnızsın ki kerıdin gibi milyarlarca insan istiyorsun. Sırf kendine oyun arkadaşı bulmak için... O kadar yalnrzsrn ki..." Hakarı gülmüyordu. Afgan ya da Barbaros gibi suf ağız oynat,
132
mak için de konuşmuyordu. Bir arı için gerçekten inarımıştı söylediklerine. Herkesin Tiirk olduğu bir dünyada yaşamarıın kendisini sıcak tutacağına inanmıştr. kuru kelimelerin kuruttuğu ağzı-
nı kadehindekiyle ıslattı. Arkasına yaslarıdı. konuşurken heyecanlandığı için karıepenin ucuna doğru ilerlemişti. Nabzı yavaşladı. Gözlerindeki ışık bir deniz feneri gibi yavaşça söndü. kadehini dizlerinin arasrndarı sarlottı ve Çin halısrnrn motiflerine bakmaya başladı. Hiçbir şeye inarımadığını ve dünya üzerinde yaşayarı tek Türk olduğunu hatırladı. "kaldrrımda iki kişiden fazla kol kola yürümemek ve bağırmadan konuşmak: temel nezaket kurallan. Beni uyarıdrrmak için bu
kadar uğraşmarıa gerek yoktu. kolumu larsaydın da uyanabilir-
dim !"
cenk hem konuşuyor hem de merdivenden iniyordu. Baktığı kişi biraz önceki ateşli konuşmayı y?pm, arıcak şimdi sönmüş bir kibrite benzeyen Hakarı'dr. cenk'in söylediklerine verdiği tek
yanıtsa omuzlaırnı kaldırıp indirmek oldu. Mutfağa sapan cenk'in üzerindeki tişörtün önünde, anarşi işareti olan, çember içindeki, duvar yazrsr alfabesinden A vardı. Tişörtiin sırtındaysa a}mı alfabeden ve yine çember içinde oları bir z vaxdı. cenk, Adarı z'ye kadar bütün siyasi işaret ve sloganlaır herkesten iyi bildiğini ve hepsini de ktiçük düşürücü bulduğunu anlatmaya çalışmıştı. Buzdolabındaki votkayı arayan adam herhangi bir konuşma güçlüğü ya da ifade zorluğu çel«niyordu ama yine de yarattığı tişörtler binlerce sayfalık romarıların yerini tutacak kadar zekice tasarlanmıştı. Salona girdi ve halınrn orLasına gelip yere oturdu. sonra da bağdaş kurup önüne kadehini koydu.
Artık müzik dinlemedikleri için pembe sitenin geniş caddelere uzaklığından dolayı sessiz çewesi sayesinde salon, içindekiler konuşmadığı müddetçe bir mezarlık kadar ıssız oluyordu. piçler de konuşmadıkları zamanlarda ölülere benziyorlardı. Ama Hakarı
hortladı:
"Bir kitap okumuştum. Daha doğrusu bir antoloji.'' Afgan acele etti: "Şiirdeır nefret ederim. Kafiyelerden, beyitlerden.''
133
"Şiir arıtolojisi değil. İntihar mektubu arıtolojisi. Dünyarıın her yerinden toplanmış intihar mektuplarını bazr başhklar altmda bölmüşler. '§k', 'Yoksulluk', 'İhanet' ,'Yalnızlık' gibi başlıklar var. İntihar gerekçesine göre mektuplarr sıralamışlar. Kitabrn sonunda da hiçbir başlığa sığmayarı, 'İstisnai Mektuplar' bölümü var." Cenk konuyla ilgilenmişti: "Va.r mı aklında kaları ?" "Bir tane var. Kadın, dünya nüfusunun gerekenden fazla çoğal-
dığını düşündüğü için yeni doğanlara yer açmak istediğini yazmış. Bu yüzden de kendini öldiirmüş. Galiba bir İsveçli'ydi." Barbaros gülümsedi ve elma suyunun votkaya iyice karrşması için kadehinin dibiyle havada ktiçük bir daire çizerken konuştu: "İyi yapmış. Belki onun sayesinde dünyada yer açılmamıştır ama dünya bir salaktarı kurtulmuştur. Peki Hakan, sen yazar olsaydın, ne yazmak isterdin?" Hakarı on beş yıldır bu sorunun kendisine sorulmasrnı beklediği için tereddüt etmedi: "Oto-otopsi."
Barbaros gözleriyle birlikte kaşlannı da kaldrdı: "Efendim ?" "Eğer bir gün yazmaya karar verirsem bir oto-otopsi yazacağım. Çünkü otobiyografilerini yazanlardarı çok uzaklarda bir varlık olduğum için ölüm nedenim olan yaşamrmı ancak bir otopsiyle açıklayabilirim. Otopsi sonucu da, 'Hakarı'rn ölüm nedeni doğumudur'olacak. Ne bir cinayet, ne bir kaza, ne de intihar. Ölilm nedeni doğumu olan Hakan'ın kendi yazdığı otopsisi." "Fena değil" dedi Afgarı. "Hiç fena değil. Ama kitap çok sıkıcı da olabilir. Yaşadığın hayatı düşünürsek, rezalet bir şey bile ola-
bilir."
Hakarı, çok uzaklardan kendine geldi: "Haklrsrn, ben onu da rezil ederim... Nilay'r sil«nek istiyorum."
İnsanların karar verip uygulama düzeneklerinin lokomotifi iradeleridir. İrade, kawamlar listesinde dirençten tercihe kadar olan bölümü içerir. Bütün insarılar eşit sayıda iradeye sahip olarak doğar ve iradelerini tüketemeden ölürler. Adına dünya deni len tatil köyüne adım attığı anda insarıın eline tutuşturulmuş suni bir para birimine benzer. Her dawan§ ve düşünce bir miktar iradenin harcanmasrnr gerektirir. İnsanlar, kendilerini ve hayatın kurallarını anladıkça iradelerini harcama konusunda faıklılık gösterir. BazıIarı işlerine, bazılıan aşklarına, bazıIarı hobilerine, bazılıarı ailelerine harcar. Herkesin iradesini eritip buharlaştırdığı bir kazarı vardır. Piçlerse iradelerini sadece hayatta ka]mak için harcar. Dünya üzerinde bir gün daha geçirebilmek için. Çünkü onları en çok zorlayaıı konu hayattır. Bütün iradelerini yataklarından kalkmak, akıllanndan geçen delice düşünceleri gerçekleştirmemek, içinde yaşadıklan toplumun yargı ve ceza düzenekleri tarafından fark edilmemek için harcarlar. Dolayısıyla e}ine doğduklan topluma yararlı bir birey olmak ve o ele tükürmemek konusunda irade eksikliği çekerler. Sadece ve sadece hayata katlarıabilmek için harcadıkları irade miktan, sahip olduklannın hepsini tüketmeye yetecek kadardr. Bu nedenle piçler sosyal hayatın içinde zayıflıklanyla tanınırlar. Diğer insarıların $özünde zaaflan uçunımlar kadardıı,. İnsani bütün günahlann çok kolay aktörleri olabilir ve seks, kumar, içki, uyuşturucu, kibir gibi kelimelerin içlerini kendi kanlarıyla doldurup en yakın dostları lraline getirebilirler. Çünkü hayatla savaşmaktarı, kendileriyle savaşmaya $üçleri kalmamıştır. Kendileriyle savaşacak iradeye sahip ol-
137
I36
madıkları için de bütün güdülerine boyun eğmişlerdir. Bunun nedeni de boyunlannın ince olması değil, kafalarının ağr olmasıdrr. Piçin bir tımarhane ya da hapisharıeye kilitlenmemek uğruna sarf ettiği irade miktan, sıradarı bir insanın kansere çözüm bulmak, devlet başkanı ya da peygamber olmak için harcadığındarı faz|aclır. Son olarak, bir karaktere sahip olabilmeleri için gereken iradeyi sadece nefes almaya harcadıklan için piçler karaktersizdir. "Ne dedin ?" "Evet Cenk, Nilay ve Zeynep'i almı yatağayatırıp onlarla sevişmek istiyorum." Tabii Cenk, göğsünde "A", sırtında"Z" yazanbirtişört giyse de,
Hakan'ın üzerindeki siyah gömleğin önünde "1", a"rkasrndaysa "sonsuz" yazdığını görebilecek kadar dostunu tanıyordu. Bu yüzden, birkaç gün önce 6şık olduğunu belirttiği kadına karşı cinsel bir çekim hisseden Hakan'ı da suçlayamıyordu. Ama başka bir nedenden ötürü suçlayabilirdi: "Gerçekleşmeyecek hayatler kuruyorsun. Öyle bir şey olmayacak ve sen bir daha Nilay'dan bahsederken küfretmeyeceksin." "Kiifretmedim. Sadece cinsel birleşmenin en yalın ifadesini kullartdrm." "O yalrn ifadeyi ağzından aJır, alnına saplarrm." "Olur." Afgan, kendisine bakarı Barbaros'a gözlerini çevirdi. Barbaros
belli belirsiz başını sallaü. "Merak etme" demek istiyordu.
"Cenk'in yıllar önce, üstünden hayat geçmiş ve bir toz bulutuna dönüşmüş onunrnun son çığlığı bu. Merak etme. İtk çıkarı rizgdrda uçar gider."
İkinci kattaki açık pencerelerden biri hızla kapandı. Beklenen rizgar çılonıştı. Cenk ayağa kalkıp sağ elini karnında gezdirdi. "Haydi, mangalı yakalım. Çok acıktım."
"Olur." Eğer o arı salonda çok gelişmiş bir ses anaIiz sistenri kayıtlar yapıyor olsaydr, Hakan'ın son iki kelimesinin de birebir benzerlikte vurgulartdığını kartıtlayabilirdi. Bir tehditle bir teklif arasın-
dahiçbir fark görmeyen Hakarı ayağakalktı ve eti buzdolabından çıkarmak üzere mutfağa ytirüdıi. "Bence saçmalıyorsun. Adamı yıllardır görmüyorsun. Bir gün ortaya çıkıp sana taşrnıyor. Ne olduğu, kim olduğu belli değil_ Haydi, onu anlarım ama yanrndakileri niye evine aldın ? Bir sürü it kopuk! Bence o herifleri evinclen hemen def etmelisin." Nilay, şekersiz ve sütsüz kahvesinin ortasındaki köpüğün yüzmesini seyrediyor,"bir yandarı da Suat'ın dediklerini, çok şişko kapıcının komşu şikiyetlerini iletmek üzere geldiği arıı düşünüyordu. Suat susmamakta kararlıydı. Nilay'ı ikna edene kadar konuşacaktı. Çünkü çocukluk arkadaşı oları kadınr seviyor ve onun herhangi bir zaraı görmesini istemiyordu. İçinde bulundukları kafe, benzerleriyle doluydu. İş çıkışı insanlarıyla masalan kuşatılmış, ahşap bir kafe. Mönüsünde dünyanın her yerinden gelmiş ya da öyle olduğu yazarı, değişik aromalarda kahvelerin adları bulunan, steril bir kafe. Neşter gibi. Belki kafenin müşterileri bir_ birlerini ameliyat etmiyordu ama Suat, Nilay'ın aklındaki Cenk'i bildiği en sakin kelimelerle söküp çıkarmaya çalışıyordu. Beyin tümörü almak gibi bir işti. Onun için de mevsime uygun kumaş_ tarı talom elbisenin içincleki, düzgün saç kesimli Suat çok özenle seçtiği kelimelerle, aşkrn narkozu altında olmasrna rağmen Nilay,rn etkileneceğini bildiğinden dikkatli konuşuyordu: "Önünde kocaman bir hayat var. Belki bugüne kadar istediğin gibi bir ilişki yaşayamadrn. Belki çewende Aşık olacak bir adam bulamadın alnabugün yaptığın aceleci bir tercih yann sadece canrnr daha çok yakacaktır. Onun için senin bir karar vermeni istiyorum. Kesinlikle sonu kararılık olan bir ilişkinin daha başlanndasın ve daha ileriye gitmeden, çok kolayhkla buna bir son verebilirsin. o insarılar bizim gibi değil. Özeltikle de cenk kesinlikle seni mutlu edecek biri değil. Bir işi yok, parasr yok, sana karşı neler hissettiği meçhul. "
"Hayr, o baııa Aşrk." "Tabii ki 6şık, ama sadece sana mı? Şu an içinde oturduğu evin mutfağına, odalarrna, salonuna da aşık olamaz mL? Bilmiyorum
138
Nitay, bu garip bir durum. {yrıca aileni de düşünmelisin. Haydi onlardan geçtim, kendini düşünmelisin. Sen o kadar iyi bir kadınsın ki her şeyin en $üzeline layıksın. Düzgün bir insarıla düzgün bir ilişki yaşamalrsrn." Suat sustu ve arkasrna yaslandı. Önündeki İrlanda kahvesinden bir yudum aldı. Bütiirı bunları yaparken de Nilay'ın gözlerine baktı. Ama Nilay'ın göz\en Suat'ı görmüyor ve bir karanlığın içine bakıyordu. O karanlık, Cenk'le geçirdiği terastaki gecenin karanhğıydı. O gece Cenk, kulağını okşayarı ve öpen o kadar çok söz söylemişti ki Nilay her şeyden emin olmuştu. Cenk'in aşkırİdan, heyecaır ve huzurun yan yana yaşayacağı bir ilişkileri olacağından. Ama şimdi o karanlık aydınlarımaya başlıyordu. Suat'ın elindeki fenerle bazı noktalar ışığa kavuşuyordu. O aydınlık noktalarda da Cenk'in hiçbir işinin olmamasrnr, Cenk'i tanrmamastnı, eüni işgal etmiş garip insanlan görüyordu. Nilay ne yapacağını
bilmiyordu. Ama Suat biliyordu: "Adamlarrn nasıl yalan söylediğini görmedin mi o gece ? Cenk'in işi konusunda nasıl yaları söylediğini duymadın mı ? Böyle birinin sana Aşık olduğuna nasıl inanabilirsin ki? Bence şimdi onu telefonla aramalı ve evden de, hayatrndan da çıkıp gitmesini söylemelisin. Senh üzülmeni istemiyorum. Herkes yarılış kararlar verebilir. Önemli oları, o yanlışlardan dönebilmektir." "Ben, ereksiyon adındaki ruh haline tamamen söz geçirebiliyorum. Bir kadınla sevişirken iktidars|z taklidi yapabiliyorum. Sonra istediğim anda yeııiden sertleşip bir porno aktörüne dönüşebi-
liyorıım." Afgarı elindeki faıraşı mangala doğru hız|a sallıyoı,ve ağzındaki sigaraya rağmen konuşuyordu. Dostlanysa ellerindeki kadehlerle, serin bir gölgenin hükiim sürdüğü balkonda ayal<ta duruyor ve çönrelmiş Afgaıı'ı dinliyordu. "Tabii, bu çok bencilce bir dawanış, kabul ediyorum." Barbaros sordu: "Peki bunu neden yapryorsun?" Afgan ağzındaki sigarayı alıp ortapaırnağıyla başparmağı ara-
139
sına sılaştırdı. Sonra da sigarayı balkondarı aşağı uçurdu. "Çünkii kadınların tepkilerini merak ediyonrm. Onların bir ruh halinden diğerine ani gidiş ve gelişlerini görmeyi seviyorum. Bazen çok dc,iz,bazen çok vahşi, bazen de kayıtsrz oluyorlar." Mangalın kendi kendine usulca yaJı:ıcağını arılayan ve çömelmekten dizleri uyuşmuş olan Afgan açıklamasrnrn devamını ge-
tirmek için ayağa kalktı: "Şimdi şöyle bir sahne düşünün: kadınla yatağa giriyorum. Onunla, kimsenin v,4pnradığı gibi sevişiyorum. Dilim, dudaklarını, palmaklarım orkestra gibi çalışıyor. Belli bir aşamadan sonra da kadın beni vücudumun esas ilgilendiği bölümüyle istiyor. Çthkii metabolizmasının h.er santirnetrekaresi bunu ona ernrediyor. Bense onlr hiç tahmin etmediği bir yumtışaklıkla karşılıyonrm. Kafası karışıyor, anlamıyor.Biraz öırce yatak çarşafi gibi sevişen adaın bir eşcinsel gibi yanında yatıyor. Genelde kaün bu noktada kendisini sakinleştirip, 'Önemli değil, boş ver, herkesin başına gelebilir' gibi sözler sarf ettikteıı sonra artık beni görmek istenıediği için arkasmı dönüp uyumaya çalşıyor. Biraz bekliyonım. Kadrnın birkaç dakika tince olarıları kabullenip vücudunun ve aklınrn seksten uzaklaşmasınt bekliyorum. Kadın, o an için bir rnucize bile beklemeyecek hale geliyor. Geceyi boş geçireceğinden son derece enrin. İçinrden elliye kadar yavaşça sayıyonrm. Sonra da uyımasıııa birkaç gö7, kırpması kalmış kadınla neredeyse tecavüz olarak tanımlanabilecek bir şekilde sevişiyorrrnı. Yani o andarı itibaren gerçek bir hapishane seksi oluyor. Kadın yine bir şey arılamıyor. Çünkü o yatakta bir şeyler anlayabilen tek ki-
şi benim. Çünkti bu benim gösterim. İstediğimi yaparım. Seks, biı, takım işi değildir: Seks bir gösteridir: biri performarısınr srınaE diğeri de alkışlar. Bir sirkteki bütün gösteriler sekste vardrr. Czunıbazlık yaparsm, yaııan çemberlerin içinden geçersin, palyaçolar
gibi güldürürsün, kılıç yııtan adamlar gibi korkutıırsun, vahşi
hayvarılar gibi çığhk attrnrsrn. Seçersin. Ya performansü sergileyen ya da alloşlayan olursun. Gtirıdüz kendini nasıl hissediyorsan gece tle ona uyan rolü üstlenirsin."
Afgarı'ın konuşn-ıasının sona erdiği anda Cenk'in teiefbnu çal-
140
dı. Cenk telefonu açtı ama Afgarı'la konuşmayı tercih etti: "Kesinlikle yanılıyorsun. Sevişmek için en azl\okişi lazım. Alo ! Ben dinliyonun seni. o iki kişinin de üsttine düşeni yapmasl lazım. Evet? Dolayısıyla seks bir gösteri değil, bir tenis maçıdır. Tamam, sen nasıl istersen, hoşça kal. İyi o}mayan kazarırr. yarıi yataktan kalkarken en çok zevki tatmış olan kazanandır. Bu arada, evden aynlıyoruz. Arayarı Nilay'ü. Yemeği yiyelim sonra da toparlarııp çıkalım." Marıgal, Afgan'ın sözünü dinlememeye ve sönmeye kararlıyü. Afgan bunu fark edip sinirlendi. Bir eline faraşr, diğerine demir maşayı ahp marıgah terbiye etmeye başlarken konuşuyordu: "Olmaz. Bu gece gİdemeyİz. Bıı gece yeriz içeİz, suzar:rz, yann sen kadından borç istersin, biz de gideriz. yoksa bu evi bir saat içinde fahişelerle ve müşterileriyle doldururum. sen seç. performans mı sergileyeceksin, yoksa alkışlayacak mısın?"
Barbaros'la Hakan'ın bakışlan kesişti ve güldüler. O an dört piç de tavanrrun altında son gecelerini geçirecekleri evi terk edeceklerine üzülmediler ya da sinirlenmediler çünkii bunu düşünmediler. Bir yerden ilk kez kovulmuyorlardı. sinirlendikleri konular farklıydı. Hakan, Nilay ve Zeynep'le seks ayıni düzenleyemeyecek olmasına, Barbaros serin balkonda deniz yatağının üsttinde uyuyamayacağına, Afgan yanmayan mangala, Cenk de bir kadına daha gerçekten Aşık olamadığının farkrna varmasırıa sinirleniyordu. Ancak ellerdeki kadehler içildikçe kızgınlıklar hedef değiştirmeye başladı. Hafızalardaki tozlu hedefler vurulmaya başlandı. Bunlar öyle hedeflerdi ki zaten delik deşiklerdi. Barbaros, nefret ettiği babasını düşünüyordu. onu terk eden babasını. Bağışlamayı bilmeyen babasını. İlk gördüğü yerde ağzını burnunu krrmak istediği ama bunu yaptıktan sonra da kanlı yüzünü ellerinin arasına alıp ağlayacağı adamr düşünüyordu. Barbaros, yirmi yedi yaşına gelene kadar sapmaması gereken yolların hepsine girmiş ve daha on yedi yaşında bir çocukken babası ondarı uzaklaşmaya başlamıştı. On yıldır da, babasının Barbaros'a duyduğu sevgi her gün biraz daha azalmıştı. kentin herhangi bir sokağında karşılaşsalar iki yabancıdan farkları olmazdr. Ama Barbaros,
141
babası için çok şey hissediyordu. Daha doğrusu birbirinden çok farklı duygularr a}mt anda hissediyordu. Bunlar hayranlıktarı en derin nefrete kadar uzanıyordu. Onunla ne yapacağını bilemiyor ve oks[jenle ilişkisi sürdükçe beyninin yarrm kilosuna rehin koyacağını biliyordu. Piçlerin babalarıyla olan ilişkileri mezar taşı kadar soğuk, yeni dökiilmüş kan kadar sıcaktrr. Hayal kınklıklan hayat kınklıklarına dönüşiir ve piçleple babalan sonsuza dek ayrılırlar. Nasıl bir fare bir pitona babahk edemezse, hayatr kendinden ibaret sanan bir erkek de bir piçe babalık edemez. Kimsenin mutlu olmayı hak etmediği çirkin bir ilişkidir. O kadar çirkindir ki, kimse bakarrıaz ve balomsızlıktan ölür. Ama eğer bir suçlu gerekiyorsa, bu tabii ki piçin babasıdır. Çünkü bir baba her şeyi bağışlamak ve yıkılan her duvan inşa etmek zonrndadır. Baba olmayr seçenler sadece taraflardan birinin ölümüyle sona erebilecek bir sözleşmenin altını belki karılanyla değil ama speITnleriyle imzalamış olan kişilerdir. Sözleşme kurallanna uyulmaması durumunda tek yaptınm cinayettir. Anne sütü kadar meşnı bir cinayet. Ama hiçbir piç babasrnr öldürecek kadar önemsemez. Çünkii herkes bilir ki önemli oları babalar değil, piçlerdir. Yedek ana}ıtan kilidin içinde döndüren elin sahibi Nilay'dı. Kendi evine ilk kez korkarak giriyordu. Kapıyı yavaşça itti ve aralıktan başını uzatıp evi dinledi. Bunu yaparken, gözleriyle de dört piçin evi h6lA terk etmediğine işaret olabilecek bir nesne aradı. Ne bir ses, ne de bir nesne. Küçük adımlar atarak antreye girdi ve kapıyı açtığı hızla kapattı. Yavaşça. Anahtarlığı ve çantasını portmantoya bıraktı. Salonun ışığını açtı. Yüzü tedirginliğini korusa da içi gülümsedi. Çünkü piçlerin eşyalannı göremedi. Ceketini çıkarıp gömleğini eteğinin belinden sıyırdr. Tekrar antreye girdi ve ayakkabılannr çıkardı. İkinci kata giden merdivenin her basamağında gömleğinin bir düğmesini açtı. Karanhk koridorun ışığını yaktı ve bu kez yüzü de gülümsedi. Gömleğini çıkardı ve yatak odasınrn kapısmı itti. Bir an için kararılığm altmdaki karaltıları
142
fark etmedi. Işığı açtı ve yatağında Cenk'le Hakan'rn, yerdeyse Barbaros'la Afgan'ın yattrğrnı gördü. Yüzü ve içi dondu. Adamlann gözleri açıları ışığa rağmen kapahydı. Çığlık atmak istedi. Yapamadı. Ağlaınak istedi. Başardı. Işığı kapatıp odadan çıktı. Banyoya girdi ve a5mada kendiyle göz göze geldi. Gözlerinden yaşlar dökülüyor ve Nilay ktiçük kızgınlık çığlıklan atryordu. Bunlar kapı gıcırdamasrna benziyordu. Kafeden çıktıktan sonra Suat'la sürekli gittikleri bara giımişler ve hafif kokteyller içmişlerdi. Ama Nilay derhal sarhoş olacak kadar ağır günler geçiriyordu. T[rvalet kAğıdıyla gözyaşlarını sildi. Üzerinden hiç ayrrmadrğı gözlerine bıraz daha baktı ve banyodan çıktı. Bir içki mahzeni gibi kokarı dört piçli odarıın kapısında nefesini tutup, ışıkla beraber kapıyı ardındaki duvara vuracak biçimde açtı: "Yeter artık ! Gidiyorsunuz ! Flaydi, kalkın !" Afgan gözlerini açtı: "Üstüne bir şey giy, istersen." Nilay odaya girme biçiminden içeride nasrl dawanacağına kadar her şeyi hesaplamış ama belinden yukansmda sadece bir sutyen olduğunu unutmuştu. Ama Nilay, Afgarı'ı duymayacak kadar sarhoştu. Aslında uyaıımakta güçlük çeken adarııları telcnelemek istiyordu ama bunrı yapmaya korkmayacak kadar da sarhoş değildi. Dolayisıyla sıktığı sağ yumruğu ve sürekli inip kalkaıı, kapıyı gösteren sol elinin işaretparmağı eşliğinde bağırmaklayetiniyordu: "Haydi ! Ka]krn !"
Cenk gözlerini açtı: "Bağırma."
Hakan gözlerini açtı: "Nilay, sakin ol." Nilay gözkapaklarrnr sımsılo kapatıp bağırmaya devarır etti. Kelimeleri tam toparlayamadığı için etmek istediği hakaretleri sıralayamıyordu, bu yüzden de hep aynı emirleri veriyordu: "Kalkın, def olun ! Def olup gidin !" Suat iyi bir çalışma yapmıştı. Evlenmeyi bile sadece aldatma zevkine erişmek için düşünen baskın karakterli bir halı tüccarı
143
Nilay'a istediği biçimi verebilmişti. Ruh heykeltıraşlarının eserlerinin sergilendiği bir geceydi. Barbaros gözlerini açmadı arna olduğu yerde doğrutdu. Konuşmadan ayağa kallctı. Nilay, her nedense kendisini yumnıklayacağını düşündü. Barbaros kadına doğru iki adım attı. Nilay Barbaros'un zarar velTneyeceğini anladığı anda tükürük fiskıyesi ağzını yanından geçen adamrn sol kulağına yaklaştırarak bağırmaya devam etti. Dönüp diğerlerine baktığında, onların da ayakta olduğunu gördü. Genç kadın kendini iyi hissetmeye başlıyordu. Odaya ilk girdiği anda titremeye başlamış bacaklan durulmuş, zihninde aradığr, duruma uygun kelimeleri rahatlıkla bulmaya başlamrş, kızgınlığı siirse de heyecartı aza|dığı için kızgınhğın zevkini çıkarmaya başlamıştı. En önemlisi, dört uyuyan işgalciyi uyandırmış, ayaklandırmış ve evinden kovmasına raınak kalmıştı. O gece Nilay, kendine güvenmenin nası"l bir duygu olduğunu, bundan
sonraki davalannda nasıl savunmalar yapması gerektiğini, yarı çıplak olmasına rağmen insanlarda korku uyandrrmarırn yöntemlerini bütün a5rnntılarıyla öğrendiğine inarıdı. O gece Nilay, içindeki sertliği keşfetti. İnsanların "karakter" adını verdikleri sertliği. Tabii Nilay'ın en büyük şansı karşısındakilerin birer piç olmasıydı. Eğer sıradarı insanlar olsalardı önce Nilay'ı döver, sonra tecaviz eder, son olarak da evdeki değerli eşyaları ve parayı aJıp kaçarlardı, Ama piçler sabahın iki buçuğunda, eü sessizce terk etmekle yetindiler. Gürültü ve şiddet başka hayatların konusuydu. Piçlerse pembe sitenin ekonomik sınrnnrn diğer tarafinda ellerindeki torbalan ve valizleri kaldınma bıral«nrş, üzerlerinde sigara arryorlardı. Nilay kendisini kilitlediği odasındaki çift kişilik yatakta, piçlerin evin kapısnı drşarrdan son kez kapattrklannı duymuş ve bildiği en derin uykuya bir denizaltı gibi dalmak için gözkapaklarnı indirmişti. Afgarı, Cenk'in Delsey marka valizinin üstüne oturmuş olan
Hakan'a sordu: "Kaç paramrz var?" Hakan saymadan yarııt verdi:
144
"Bir taksiye binecek kadar." Cenk gerinirken duruma açıklık getirecek sonry.r sordu: "Peki taksiden inmeye yetecek kadar val mı?" Barbaros herkesin sözünü kesti: "Geçen gün, şurada bir park gördüm. Gidip orada yatahm. Çok uykum var. Ne yapacağımrzr yann düşünürüz." Teklifinin kabul edilip edilmediğiyle ilgilenmedi ve hemen yanındaki üç büytik torbayı ve ktiçük bir valizi yakalayıp biraz önce çenesiyle gösterdiği yöne doğru yurümeye başladı. Diğerleri de kupkuru olan gecenin içinde, ellerindeki yükteriyle dostlarİnı takip etti. En arkadaki Cenk kendi kendine ama duyulabilecek bir seste konuştu:
"Kendimi beyaz kadrarılı, Romen rakamlı bir duvar saatindeki saniye çubuğu gibi hissediyorum. Sadece dönüyorum- Zamanın kendisiyim. Geçiyorum. " Cenk'in dudaklanndarı geceye damlayarı her kelimeyi diğer üç piç içti. Hepsi de birer saniye çubuğuna dönüştü. Her sarıiye sağa doğru kayarı siyah ince bir çubuk. Piçler zaman oldu. Geçip gittiler. Evlerin, arabalann, ağaçlann önünden. Geçtiler. Bir kaldırımdarı diğerine. Sokak lambalarıyla beraber yaşlandılar. Onun dışında hiçbir şey yapmadılar. Çünkü onlar birer saniye çubuğuydu ve tek işleri geleceğe düşmekti. Yirmi dört saatlik bir mesai. Yaşamay a zarnarı|an yoktu çünkii zaInanrn kendisi olmuşlardı. Geçip gittiler. Saniyeler, dakikalar, piçler. Barbaros parçatannr Jrumruklarınrn içinde tuttuğu üç torba ve va|izi yere bırakırken konuştu: "IJjruyalım."
Medeniyet duvarla başlar. Duvar örmek çeşitli amaçlar taşır. Bu amaçların ilki ayrmaktır: insanları, hayvanlan, bitkileri ve şeyleri. Daha sonraki amaçlar içeride ya da dışarıda bıral«naktr:
insanlan, hayvanları, bitkileri ve şeyleri. Duvarlar örülür ve iki cephelerinde hayatlar gelişir. Duvarsrz bir dünya günümüz insanı için cehennemdir. Medeni insanrn ruhsal dengesini sonsuza dek kaybetmesine elektrik, kanalizasyon ya da iletişim sistemlerinin çökmesi değil, duvarlann yıkılması neden olacaktır. Bu yüzden duvar ustalığı kapitalist arılamda ilk gerçek meslektir. Var oları en kalabalık, y2[ gizlı, güç dayanlşması eksenli örgütün bu meslekten esinlenerek kendini vaitiz etmiş olmasr bir tesadiif değildir. Çünki.i duvar, sıradan insarıın tek gararıtisidir. Savunulması gereken ilk siperdir. Dünya üzerindeki mevcut düzenin devamı duvarların ayalüa kalmasınabağlıdır. Elleri alçılı duvar ustalarından elleri paralı bankacılara kadar, duvarlar dünya nüfusunu gölgelerinde gizler. Ancak duvarrn hangi tarafinda olunduğuysa, hayat tarzını belirler. G ec eyi so kakta geç irenl erse duvarların, do layısıyla medeniyetin dışındadır. Çöp torbalanyla aynı kaldırımda uyuyanlar duvarlan delmek isteyenlerdir. Asla yılorıarıın değil arıcak sadece geçebilecekleri kadar bir delik açmarun peşinde olan organik matkaplardır. Çünkti ister S5o Paulo'nun gecekondularında, ister Koumbala'nın ormanında, isterse de M5Jaga'nın sahilinde yaşasın, her insanın bir duvara ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın devalnı ise pencerelerdir. Duvann diğer tarafindakileri izlemek için inşa edilmiş saydam duvarlar.
147
146 "Şu apartmanr görüyor musun?" "Hangisini?" "Şu karşıdaki marketin olduğu apartmanı. Adamın biri üçüncü kattaki pencereden on dakikadır buraya bakıyor. Bence polisi
aıayacak." Şüphesini Hakan'la paylaşan Afgan, gecenin zifirinde parlayan
sarr pencere ışığında siluetini sergileyen kişiyi yattığı yerden izliyor ve sağ elindeki sigarayı çekiştiriyordu. Hakan sordu:
"Ne diyecek polise ?" Afgan kafasının altındaki sol elini yumruk yapıp ensesine kaydırırken sağ elindeki sigarayı yakınlanndaki çmara doğru firlattı. "Evimin karşısındaki parkta dört tane adam yatıyor. Yakrnlarda bir dewiye varsa gelip kontrol etsin, diyecek." "Peki polis ne diyecek?" "Onu bilmiyorum ama gerçelden de burada ne yaptığımızı sorsa, alacağı yanrt karşısında polisin şaşıracağnı biliyorunr." Hakan başmm altına koyduğu torbayı elleriyle düzeltip güldü ve konuştu: "Memur bey, biz ne yaptığımızı bilmiyoruz. Her şey çok iyi gl diyordu aJna sonra birden kendimizi sokakta bulduk. Yani yıllardır evlerde yaşadık ama ancak bıı kadar dayanabildik. Şimdi buradaynz. Hepimizin de gideceği yerler var amazaten biz o yerlerden geliyoruz. Dolayısıyla geldiğimiz yerle gideceğimiz yer arasında srkrştrk." Parkı çeweleyen sokak lambalarınrn, yüzlerine ağaçların gölgelerini düşürdüğü gecede, düzenli olarak belediye tarafindan sularıarı çimlerin üzerinde yatan piçler, Hakan'rn ilk gördüğü polise yapacağı konuşmanrn provasma güldüler. Hiçbiri de uyumuyordu. Sadece Barbaros arada bir gözlerini kapatıp burnuna yakın çimleri koklayarak kendinden geçiyordu. Deniz yatağını Nilay'rn
balkonunda unutmuştu. Hatırladığındaysa Hakan'rn kurdıığu cümlelere gülmekle meşguldü. Önemsemedi. Bedenini içine katlamış ve sağ yanrnrn üzerinde yatarı Cenk, ellerini sağ yanağının altında birleştirmişti. Hakan'ın konuşmasıntn devamrnr $etirdi: "Memur bey, daha iki hafta öncesine kadar Cenewe'nin en pa-
ha]ı üniversitesinirı öğrencisiydiın,n, Arna şimdi buradayırn. Arada rreler oiduğunu kesinlikle hatırlaıımıyol"ıım. Sizce kaçınlmış olabi-
lir miyim ?" Afgan, bir turnuvaya katılnıakı,iiçin gittiği Kanada'yr hatırladı: "Kanada'da geceleri miııibüslen:r $eziyor ve görevliler evsizleri topluyor. Yemek ve yatacak yervmeripı, sabah, evsizi aldıkları yere bırakıyorlar. Sosyal yarılan gelşrrniş devletler çok sıkıcı. Sadece zaman kazanmaya çalışıyorlar. E,Evsizler ölene kadar zarıran kazanrnay a çalış ıyo rlar, "
Cenk sol göztinü açtı ve konu$ştu: "İyi ki öyle bir yerde değilim. De0evl etten borç alnrak, ondan yardınr istenrek, yoksul olduğun için ı ha_klar talep etmek, bütün bunlar utanç verici. Bu arada yeşilanlanlaı parklar, bahçeler konusurıdaki mevzrratr bilen var mı?ia(anl şu an burada bulunmamızın yasal tanrrnr ne ?" Diğerlerinin sessiz kaldığını göıörürıce, Hakan konuştu: "Şu anki hukuki statümüz, uzayıydan dünyaya gelmiş bir yaratığınkiyle aynı. Şöyle clüşün: uzayd,can bir yarahk geliyor ve bir insan öldürüyoı: Hiçbir ceza kanuıiınurıda dünya dışı varlık diye bir terim geçmiyor. Hukuken, yarahg,ğarzerilebilecek hiçbir ceza yok. Bizim dururnumuz dalrenren henımerr böyle." Sessiz gülüşleri çewelerini sarıınış ağaçlann kovuklanna girip kayboldu. Yüzleri ciddileşti, dudalakları birbirine değdi. Sirstular. Kuşatıldıklaır sokaklardan seyrelCk d_ e olsa geçen araba]ar geceyi parçalara böldü. Böcek sesleriduluyclular. Birer birer sızdrlar. Bir parkta uy.umaktan çekinmemeleıırinirı nedeni dört kişi olmalanydı. Sokakta sayı}aı,önem kazarıır. Dön,rtkişilik bir evsizler çetesi ancak sekiz kişilik bir çete tarafindarı salaİdıııya ugrayabilir. Sokaldannda metrekare başına düşen insan say§ısl nm sıfira yaklaştığı saatlerdeki bir selntte sekiz kişinin devnydılere yakalanmaclan, apartmanlann aralıırrnda dolaşnrası imkAnsuz olduğundan, dört kişinin saldınya ufuama ihtimali de ölü doğrnuşi.şbir çocrık kadar duşüktiir *Ka]k. Uyur,*- burarla."
Hakan, nridesine dol«rnaır po§lstal_ burnıınu }ıissettiği anda göz-
148
lerini açmıştı. Ama postal sahibinin bir polis olduğunu anlaması için gözlerinin karanlığa ayarlarıması gerekiyordu. Hemen yalrmda, ayakta durarı kişinin kimliğini çözmesinde kulaklan da yardımcı oldu: "Haydi, ka]krn."
Hakan arıiden doğrulup ayağa kalktı. Cenk sadece doğrulup
oturdu ve gözlerini ovuşturdu. Barbaros olan biten her şeyin far-
kmdaydı ama gözlerini açmamaya da kararlıydı. "Keşke bütün hayatım boyunca böyle uyuma taklidi yapsaydım" ciimlesini geçirdi aklından.Afgan ise ortalarda görünmüyordu. Çünkü gecÖl"ri ortaya çıkarı her böceği teker teker düşünmüş ve çimlerin üzerinde uyumaktanvazgeçmişti. parlon diğer tarafindaki bir bankta uyuyordu.
"Kinilikleri görelim. Ne yapıyorsunuz siz burada? Burada uyu-
nur mu ?"
Polis kendininkini soru sormak, piçlerin çewelerine yayılmış torbalaırn ağızlannı da içlerine bal«nak için aralıyordu. Hakan konuştu: "Memur bey,biz sokakta kaldık. Bir arkadaşımzr ziyaret etmeye gelmiştik. Evde bulamadık. Telefonu da yarııt vermiyor. Arkadaşrmızr beklemeye karar verdik." Torbaların tehlikesizliğinden emin oları polis, Hakan'rn uzattrğı kimliği elindeki fenerin ışığında incelerken, kaışısındakinin söylediklerinin ne kadannrn yalan olduğunu da deneyimlerinin ışığmda anlamaya çalışıyordu: "Sen ne iş yapryorsun?" "YazarLm."
Polis, yerde oturan Cenk'e baktı: "Sen ne yapıyorsun?" "Ressamım." Ağaçların arasından bir ses katıldı ktiçük bilgi alışverişine: "Ben de milli yüzücüyüm."
Afgan dewiye arabasınrn çatı ışıkları yüzünden uyaJrmrş ve dostlannı tahmin ettiği biçimde bulmuştu. Birkaç metre yakınında hiçbir hareket ve gürültü yol«nuş gibi sakince yatarı Barba-
149
ros'a sıra gelmeden Afgarı gereken açıklamayı yaptı:
"Arkadaşımız da Birleşmiş Milletler'de çalışıyor. Ama şimdi bi-
raz içkili."
Birbirinden uzak meslekler sıralamrş ve Türkçe'leri kendininkinden daha temiz olan dört genç adamı son kez süzen polis, "On dakika" dedi, "on dakika sonra buradan tekrar geçeceğim. O arada kaybolun. Yatmaym burada. UğraştuTnayrn beni."
Polis duyduğu hiçbir kelimeye inanmamıştı. Ancak nöbetçisi olduğu asayişi bozacpk insarılar değildi karşısındakiler. Üstelik sağlıklı ve son yirmi dört saat içinde yıkanmış, daha önemlisi tıraş olmuş gibi görünüyorlardı. Bilimsel olarak sakinleştiriciliği karııtlarımış olan açık mavi üniformanın içindeki adam, Hakarı'ın kimliğini iade etti ve parktan kaldınma çıktı. Dewiye arabasrna binip direksiyondaki meslektaşına "Devam et" dedi. O anda, bir mucizenin sonucu gibi Barbaros da uyandı: "Haydi Taksim'e gidelim. Bira alır, içeriz." Cenk ayağa kall«nış, srrtına yapışmış olduğunu tahmin ettiği çimleri temizlemeye çalışıyor, bir yandarı da konuşuyordu: "Şimdi size kiiçük bir gösteri sunacağım." Parıtolonunun sağ arka cebinden bir telefon çıkardı ve birkaç tuşa bastı. "İyi geceler. Tevfik Onat Parkr'nrn girişine bir taksi istiyorum."
Cenk, dubleks evden çıkarken Nilay'ın telefonunu çalmıştı. Rehberde büyük harflerle taksi yazdığını kısa bir araştırmadarı sonra fark etmişti. Taksi geldi. Bşyalar ve piçler yüklendi. Pembe sitenin güvenlik kulübesi önünde duruldu. Telefon, üniformalı genç adama teslim edildi ve Taksim'e doğru ilerlendi. "Buranın adr neden Taksim, biliyor musunuz ?" Ellerinde bira kutularıyla dört piç, meydandaki bir banka otur[uş, eşyalannı da çewelerine yığmışlardı. Sabahın dördü ve konuşarı Afgan'dı. Sorusu yarııtsız kaldı. Hidrojenle dolu bir balon gibi uçup kaybolacaktı ki Afgan sonrsunun ipinden tutup çekti: "Taksim ne demek? Paylaştırmak, dağıtmak demek. İşte burası, İstanbul'da yaşayan insarılann taksim edildiği yerdir. İnsarılar
151
150 bu meydarıdan sokaklara, semtlere, caddelere dağıtılırlar. Ayrıca burada sürekli bir pay alma durumu da söz konusudur. yarıi İstanbul'dan payrna düşeni Taksim'de alrrsrn. Çünkü buracla zevk, insan, uyuşturucu, kan, aşk, acr, akla gelen her şey taksiın edilir. Hak edilen payların alındığı yer burasıdır. Tabii yapılan taksim bazerı adaletli olmayabilir. Ama zaten meydanın aclı sadece Taksim'dir, Adil Taksim Meydanı değil." Afgan meydanın adr üzerine y,ürüttüğü düşünceyi o kadar benimsemişti ki, biri durdurmasa konu üzerine güneşi görene kadar konuşabilirdi. Ama Barbaros atın gemini çekti: "Bir zamanlar diinyaya hAkiın olan siyaset kuralları satrançtakilerle aynıydı. Binlerce yıl önce dünya satranç kurallanna göre yönetiliyordu. Şimdiyse satrarıç saclece bir oyun. Bir gün cumhu* riyet ve kurallan da oJ^rn lıaline getirilip oyuncakçılardaki zihin geliştirme raflarnda yerini alacak. 'Beş yaş ve üstü'yazacak içinde durduğu kutunun kenannda. ve kimse bir zamanlar bu oyunun kurallarıyla ülkelerin yönetildiğini bilmeyecek.'' Hakan, önünden geçen iki slav fahişenin kalçalarını gözleriyle takip ediyor, dudaklarrnrysa konuşmak üzere açıyordu: "'Dejenerasyon !' Anahtar kelime bu. Dejenerasyon kelimesinin anlamı istemli olarak çarpıtılmıştır. Güç sahibi insanlar, kelimenin arrlamınrn 'bozulma, özünü yitirme' olduğunu sanmamrz için ellerinden geleni yapmışlardr. Oysa Frarısrzca'da'de' öneki, oltımsuzluk, yokluk beliıtirken, Jenerasyoıı' da'nesil' anlamına gelir. Dolayısıyla dej enerasyonun gerçek anlamı'nesilsizlik'tir. ve kelimeyi icat etmiş olan kişi insanlığm varacağı no}<tayı doğru tahmin eden müthiş bir sosyolog ve politologdur. Çünkü günümüz neslinin adını koymuştur. Biz ne X-Generation'uz, ne Y-Generation ne de herhangi bir başka nesil. Bizim neslimizin adı dejenerasyondur. Film afişlerincle iyi duracak bir nesil adı: D-Generation ! yani nesilsizler nesli. Hiçbir nesle ait olmayarılann çağı. En korkulması gerekenlerin nesli, çünkii hiçbir tanımr, srnırı, kuralı yok. Muhtemelen, bu son nesil olacak. Belki binlerce yıl sürecek. Ama son olacak. Dünya adındaki tiyatronun perdesini dejenereler kapatacak. Bu gerçeğin farkına valmamrz istenmediği
için de, dejenerasyon kelimesinin önemini yitirmesi ve sözlükteki on binlerce kelimenin arasında kaybolması uğruna insarılar ellerinden geleni yapıyor. Dejenerasyona ait olduğunu anlayarı bir çocuğun, oksijenden bağımsızlaşmış gibi olacağını bildiklerinden, bunun ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyorlar," Cenk'in gözlerinin arkası h6tA Nilay'la, dolayrsıyla kadınlarla meşgul olduğundan, teorisi de onlara dairdi: "'Tecavüzcü tereddüdü testi' adrnda bir yöntemle yanındaki kadının çirkinliğini ölçebilirsin. Dar ve karanlık bir sokakta, kadınla beraber yürürsün. Karşına beyninin her sarıtimetrektibü seksle dolu oları bir vahşi çıkar. Adamla ararıızda üç metre kalır. Gözlerine bakarsın. Eğer bir saniyenin yarrsı kadar bile sana bakryorsa, kadınla senin aranda karar veremiyor demektir. Yani bir saniyenin yar§t kadar olan bir zaInan için bile olsa sarıa tecaviz etmeyi düşünmüştür. Ancak tabii ki doğa onu, çirkin bile olsa kadına doğru iter. Ancak o bakışıyla sen, yarıındaki kadından daha çekici olduğunu, ymi yarımdaki kadının bir çirkin olduğunu arılamrşsrndrr."
Hakan elindeki bira kutusunu buruştururken, diğerlerinin düyükşündüğü ama konuyuuzatacak kadar önemsemedikleri için etti: telaffuz sek sesle söylemekten kaçındıkları kelimeyi "Siktir !" cenk, bankın en sağında oturduğu için Hakan,m yüzünü gör_ mek üzere öne eğilip başını sola çevirdi: "Çok sa]ak bir test. Heteroseksüel hiçbir tecavüzcü bir an için bile olsa karşısı.nda kadın varken, yarıındaki adamın üzerine atla-
mayr düşünmez. İmk6nı yok !" Tam Cenk, testinin geçerliliğini ve teorisinin doğruluğunu savunacaktı ki aklına bundan sonraki hayatında bir değişiklik olmazsa geceleri ve gündüzleri sokaklarda geçireceği geldi. Susup arkasrna yaslaırdı. Üç saat boyunca bankta oturdular. Seyrek de olsa, kısa yürüyüşler yapmak.için kalkanlar oldu. Ama onlar da barıktaki boş_ luklanna döndüler. Güneş hayatlarına ğirdi ve piçler meydanın üstündeki parka yürüdüler. Geniş ve boş banklara yatıp uyudu-
152
lar. Eşyalarlnrn çalrnmasını engellemek için hiçbir önlem a]madılar. Taksim'de piçlere düşen pzy, M sayıdaki eşyalannın kendile-
rine kalması olduğu için onlarla birlikte uyandılar.
"Günaydın." Afgan, hızla doğrulup üzerinde yıJızkez dönerek uytıduğu ban-
ka oturan Barbaros'a tekrar seslendi. Afgan'sa dört kişilik bir bankn ortasında oturuyordu. Barıklann arasında iki metre vardı. "Günaydrn."
Barbaros mutlu değildi. Yüzü krzarmrş, gözleri siyahlaşmıştı. Konuşmadan, Afgan'a baktı. Sonra dikkatini başka bir ses çekti: "Al, poğaçaye." Başını, sağına çeürdiği anda, ktiçük şeffaf torbanrn içindeki poğaça, böbreğiyle baırkın arasrna saplandı. Poğaçarıın uçarak gerçekleştirüği yolculuğun rotasrnı iki metre uzaktaki bankta oturan Cenk çizmişti. Barbaros, sol eliyle sağındaki torbayı aldı ve göz hizasına yükseltti. Yavaşça soluna koydu. Konuştu: "Hakarı nerede?" Aslında bu soruyu sorarken bolmunu oynatmamıştı, dolayısıyla bedeninin doğal yönünde geziyordu bakışları. Annesinin elini, bir sokak köpeğine yaklaşmak için bıralanaya çalışan beş yaşlarındaki bir çocuğa balayordu, Ama buna rağmen Afgan bir yanıt
vermekte tereddüt etmedi: "Telefonlan satmaya gitti. "
Beş yaşlarındaki çocuk sol yaırağıyla çenesinin arasrna gelen sakar bir tokatlabuz kesti ve arınesinin çektiği yöne bir pazar torbası gibi sürüklendi. "Bir gazete alın da, iş bakalım. Bu böyle olmayacak. Eğer derhal bir şey yapmazsak satacak hiçbir şeyimiz kalmayacak ve sokakta açlıktan bayı|acağız." İl<i çlrt göz birbirine çewildi aııcak birbirini göremedi, çünkti aralarında başka bir çift göz daha vardr: Barbaros'unki. Afgan ve Cenk, tanıdıklan en değerli piçin böylesine sorumluluk simgesi cümleler söylemiş olmasrna inanamıyordu. İnanmamakta da haklıydılar çünkii Barbaros konuşmasrnrn devamını gülerek getirdi:
I53 "İş ilarılarının olduğu gazete sayfalanna sanlmrş biralar istiyo-
rum ! Madem birer evsiz gibi yaşayacağız, bari görünüşümüzü ve alışkanlıklarrmrzr da buna göre belirleyelim. Her sabah iş bulaca-
sarhoş bulan rezil
ğına yemin eclen ama bir saat içinde kendini evsizler gibi dawanalım. Haydi Cenk, bize bira aI. Bıraz da siga_ ra. Şuralarda bir yerlerde taneyle satıyor olmalılar. Sakm ucuzla-
rındarı alma." Afgan gülüyor ama cenk hiçbir şeyi komik bulmuyordu. Gece taksisinden arta kalap parayı Hakan'dan almış ve poğaçadan ibaret kahvaltılannı bitirdit<ten sonra geriye cebindeki birkaç banknot kalmıştı. Hava sıcak değildi. Ancak üşümelerine neden olacak bir derece düşüklüğü de yoktu. Her yer griydi. Bulut da yoktu, güneş de. Dünyanrn tavanrna dev bir floresarı asrlmış gibiydi, Cenk bunu da komik bulmadı. Üzerindeki tişörtte "unisexy" yazı, yordu. Ayağa kalktı ve yürümeye başladı. yüz kiisur metre sonra
bir telefon kulübesinin ve yanındaki tezgAhta telefon kartları sa_ tan Çingene'nin önünden geçerken ailesini aramayı ve kurtanlmak için yalvarmayı düşündü. Ama carı simitlerinin hepsini oyun oynarken kaybetmişti. Vazgeçti. Her şeyden. Babasrnı ya da kar_ deşini aramaktan, onlara açıklamalar yapmaktan vazgeçti. Garip bir gülümseme geldi yüzünün merkezine. "Dibe vıırmak diye bir dibi yok. En fazla yerin şey yok" dedi içinden. "çünkü dünyanrn öbür tarafindan çıkagirer, dünyanın dibine geçerim, oradan da rım. Biraz da ora|arda dolanırım." "Uç bira ver. Soğuk olsun." Telefon kulübesinin önünden ikinci kez geçerken, Adana'yı aramayı düşünmedi. Çünkti cebindeki para sadece dört sigara almaya yetecek kadardı. "Dört kısa Marlboro ver." Dostlarını bıraktığı gibi buldu. Biri diğerinin barıkma gitmemiş ve aralarrndaki uzaklığı kon_ımuşlardı. Çewelerindeki torbalar ve valizlerle sırad,an.yolculara benzeyebilirlerdi, eğer bir tren garı ya da havaalanında olsalardı. Ama piçlerin yolculuğu doğumdan ölüme olduğu için gidilecek yere bir bankta da vanlabiliyordu,
154
Cenk, Barbaıos'un sağındaki banka oturmadan önce biralan ve sigaraları dağıttı. İnsaırılar öğle tatillerini değerlendirnrek üzere işyerlerinden ayrılmlş ve gözle görülür lrale gelmişlerdi. Gri gökyüzünün altındaki üç piç, karşılarındaki banklarda sandviçler yiyen kravatlı insaırları seyrederek biralarını içmeye başladılar. Hiçbiri geceyi ilk kez sokakta geçirmemişti ama sokakta geçirecekleri bir hayatın ilk gecesini yaşamışlardr. "Önemli değil" dedi Barbaros, "normaldir. Bütün bu olup bitenler normaldir." Diğerleri neden bahsettiğini anlamadr ve önenrsemediler ama ciimlelerin içinde geçtiğini dulrunca rahatladıklan bir kelime vardı: "nbrmal." Her ne için kullanılmış olursa olsun.
Piç hayatı ikiye aynlır. Ya|nızve kalabalık. İnsarım kendine tecavüzüne kadar geçeır zamana hül«neden yalnızlığın yerini, piçli-
ğin başladığı anda kalabahk alır. Çünkü piçliğin ileri düzeyleri yalnızken dayarıılamayacak kadar acı vericidir. Yalnızken direnemeyecekleri ve bilinçlerini sonsuza dek kapatacak kadar delirtecek her duyguya yakmlanndaki diğer piçlerin varhğı sayesinde katlanabilirler. İntihar edenler ya da asla dönemeyecekleri bir evin önünden günde bin kez geçenler, hayatlan boyunca piç tanımam§ olan piçlerdir. Piçlik, tek kişilik bir kibus, dört kişilik bir rüyadır. Uyanmak söz konusu değildir çünkii piçlerin gözkapakları saydamdır.
Cenk, yanma oru.* Hakan'a sordu:
"Halledebildin mi?" ,,Evet, sattrm. Artık kimse bize iletişim tel«nolojisinden yarar_ iste_ laııarak ulaşamaz. sim kartlarını bir hatıra olarak saklamak Yen Var ml ?" Ir-ızon avucundaki o.^ır.rrnr]: kiiçük beyaz kartlarl SOl Omİsteyen yoldu. Hakart
etti: zunun üstünden, çimlere doğru.atıp konuşmaya devam *Topladığım para fena değil. Özellikle Afgan,ın ve Cenk,in tele_
fonu iyi paraya gitti." pahalı cep tele_ Ailelerinin parasryla satın aldıklan, o ğünün en değiştirmişti sahip fonlan tabii ki piyasa değerlerinin çok altında etmiyordu, iddia ama hiçbir piç de gerçek bir tüccar olduğunu yol açabilir_ değişikliklere her banlcıot hayatlannda büyük
oysa
di ama Hakarı dapazar|ık süresini uzatamaYacakkadar
soYluYdu-
Hem elinde_ Barbaros, Cenk,in getirdiği sigarayı yeni yakıyordu. ki plastik çalanağın alevini sigaranın ucuna denk
getirmeye çalı_
şıyor hem de konuşuyordu: ,,Bence eşyalanmızı bir emanetçiye bırakmalryrz. sonra da etmeliyiz. En temiz kıyafetle_ çewedeki bütün lüks otelteri tespit zalnan geçirmeliyiz, Bir oturarak lobilerinde ii*ıri giyip otellerin oturabiliriz, defaya mahsus olmak üzere o lobilerde uzun saatler oluruz, kurtulmuş oturmaktan sokaklarda gün içinde Böylece Tabii lobilerin tertemiz tuvaletlerinden de yararlanabiliriz, bir yudum Hakan, cenklin elinden söktüğü yartm biradan dev alıp elinin tersiyle, konuşarı ağzınr kuruladı, ,,sonra havaalanlan var. otobüs terminalleri bize göre değil, "
I56
Tien garı da boktan. Ana uçak yolcusuna hizmet eden havaalanları bizim için inşa edilmiş gibi. Üstelik valizlerimiz de var. Girebilirsek dış hatlarda, yoksa iç hatlarda dikkat çekmeden uyuyabilir, banyo, tıraş, tuvalet ihtiyaçlarımızı karşılayabiliri z. yalnız, yemek ve içkiyi yanımızda götürm etiyız çünkii hepinizin bildiği gibi havaalanlan şehirden üç kat pahalr.'' Emanetçi bulmak doğru bir düşünceydi. Ellerindeki torba ve valizlerle faz\a dikkat çekiyorlardı. Aynca torba ve valizler, nakde çevirebilecekleri eşyalar içeriyor, dolayısıyla kaybetmemeleri gerekiyordu, ancak hiçbiri bu unsuru düşünmedi. sadece yorulduklarını düşündüler. Taşımaktan yorulmuşlardı. Barbaros'un yerini bildiğini iddia ettiği emanetçiye doğru yürümek için yüklerini kawadılar.
Emanetçiyle pazarlık basitti. Her gün için belirlenen ücret,
emanet süresi uzaclıkça azaIacak, ancak bir ay içinde eşyalar ge*
ri alınmadığı takdirde mülkiyetleri emanetçiye geçecekti. kirli
depodan çıl.tıklarında piçler ellerine yeniden kavıışmuşlardı. sahip olduklan paranın tamamını pantolınunun sağ arka cebinde taşıyan Hakan'a enrirler yağmaya başladı: "Sigara al." "Hamburger al."
"Bira al."
"Paket bitti. Sigara al.''
Gündüzün tek hamlede akşama dönüştüğü arıda piçler bir
meyhanede toplantı halindeydiler. Toplantının konusu, gelecekleri değildi. Konu, doğallıktr. Afgan, 2002yılında doğallığın ne anlama geldiğini arılatıyordu:
"ınsan doğanın bir parçası. Beyni de öyle. f)olayısıyla insan beyninin ürünleri de doğanın bir parçası. Toprağa karışamayan plastikten doğanın dengesini bozacak kadar şiddetli hidrojen bonrbasına kadar, her şey doğal, kimse insarırn doğaya zararverdiğini barıa anlatmasın. Çünkü bu imkAnsız. Çünkü doğaya zaraı veren doğanın kendisidir. Düzeneği böyle çalışır. İçinde barındır-
157 clığı insaır zekAsıyla, depremleriyle, harekete geçen volkanik dağlarıyla, doğa kendine zarar veITne eğilimi olan yaramazbir çocuk gibidir. Bir nükleer santralın, bir ağaçtanfarkı yoktur. İkisi de doğaldır. Çünkü ikisi de doğanın içinden gelir. Biri insandan, diğeri
topraktan. Tel«ıolojiyi doğallıktan uzaklaşma olarak görenlerin salak olduklannı düşünüyonım. Tabii bunlar işin telanik yaru. Bir de bu te}«ıiğin psikoloji ve sosyolojiye yansımalan var. İnsanlarrn çrrpmrcasrna savundukları gibi, doğallık. yemeği elle yemek, sahte mimiklerden kaçrnmak, dürüst olmak, sosyal maskeler taknramak değildir. Doğallığın bütün buniarla hiçbir ilgisi yoktur. Mağaralarda ya da saraylarda yaşamıyoruz. Her çağın kendine ait doğatlığı vardır. Bu çağın doğalhğı da insanın üzerinde bir karak-
ter taşımamasıdır. Doğal olmak isteyen insan çağın gereklerine boyun eğecek ve kara}<terini her sabah yenileyece}<tir. Geçmişten gelen doğallık bugün işe yaramaz. Mayrnunlar gibi dawanmanrn ve adrnı da dpğallık koymanın salaklıktan başka bir şey olmadığını herkesin arılaması lazım. Bu çağda gerçek doğallık, yapay olduğu için aşağrlarıan insaııi dawanışların tümüdür. Nefret etınesine rağmen patronunun yüzüne g!ülen insarı doğaldır. Lokantada, yan masadaki kadının çantasının markasından yola çıkarak onu yargılayarı kadın doğaldır. Moda olduğu için zevk almadıkları müzikleri dinleyen çocuklar doğaldır. Çünkii bütün bunlar 2002 yılınrn doğasında vardır. Sürekli eleştirilen bu tavırlara karşı sunulan doğalhk yalanı kullanma tarihi geçmiş bir antibiyotiğe umut bağlamak gibidir. Bu çağda insanlardan cesur, dürüst, idealist, tutarlı, onurlu olmalarını beklemek günün doğallığına aykırı bir yapaylığı savı.rnmaktır." Afgan'ın uzun konuşnrası ahşap masanın çewesindeki üç kişiyi de bir arı için etkilemişti. Çünkti dostları, bugüne kadar düşünmedikleri bir açıdan konuya yaklaşm§ ve yeni cümleler duydukları için kendilerini iyi hissetmişlerdi. l'abii bu iyi hissetmenin temelinde çeweleri tarafindarı daima yapayhkla suçlarımış olmaları da yatıyordu. Eğer Afgan haklıysa, esas doğal olanlar kendileriydi. Ancak böylesi bir gerçeğin farknda olanlann sayrsr sadece dörttü. Doğallığın yeni tanrmının dünya tarafindarı kabul görme-
158
si için birkaç milyar insan daha gerekiyordu. Ama meyhane o kadar geniş değildi. Bira dolu kirli bardaklar masanın üzerinde birbirine çarptı ve içerikleri boğazlara döktildü. Doğallığın şerefine
içildi. Meyhaıredeki kimse piçlere benzemiyordu. Daha çrık sabıkahlarrn ve tozlrı fahişelerin devamlı müşterilerine dahil olduğu bir yerdi. Ancak piçler rahatsız değildi çünkti ortalıkta heüaırgi bir hoparlör, dolayısıyla da kulaklannı kemirecek bir müzik yoktu. Biranın fiyah kabul edilebilir ayardaydı.
Piçler hiçbiı, serveti yeterli bulnraz. Milyar dolarlann en hıziı biçimde nasıl tükenebileceğini bildiklerinden hiçbir miktardaki para onlara hayat boyu garanti duygusunu velTnez. Dünya üzerin-
deki bütün banlcıotlara sahip olsalar bile ölmeden önce hepsini harcayabileceklerine inarırlar. Dolayısıyla ceplerindeki pararıın miktannı asla önemsemezler. Çünkti hiçbir zaman yeterli değildır. Az yetersizle çok yetersiz arasrndaki fark ise siyah etiketli Johnırie Walker'la ucuz fiçı birası arasındaki tat farkı kadardır. İük kadehlerde ayırt ectilebilen ancak sonrasında gelen sarhoşlukla buharlaşarı tat farkı kadar. Sekizinci kadehirıin boşaldığını fzırk eden Cenk, masalarrn arasnda slalom yapan sakallı garsona seslendi: "Bira." Garson, meyhanede ilk kez gördüğü dört adamclan hoşlanrnıştı. Çerezleri yere, kabuklannr da masaya döl«ıriiyorlar, tıira bardaklannı kirletmiyor ve bağrarak konuşmuyorlardı. Başını salla-
yarak siparişi getireceğini belirtti. Cenk başını masaya çevirip konuştu:
"Monaco Casinosu İtalyan mafyasının elinde. Kralların, aktrislerin, petrolcülerin ve şeyhlerin geldiği o kumarhanede para aklıyorlar. Ama İtalya:r rnaSıasının gücii Fransa srnrnnda bitiyor. Cöte d'Azur'e ayak bastığın arıda karşına çıkan bütiiıı kumarlraneler de Rtıs mafyasınrn kontrolünde. Zava||ı Fransızlar, hAlA 8O'lerde yaşayan yüz yirmi kiloluk katil Ruslan kaşılarında görünce ne
159
yapacaklarınr şaşınyorlar. Ne Carlton adındaki otelin, ne de Saint-Ttopez sahilinin Fransrzlıkla bir ilgisi var. Artık oralar bütün Akdeniz gibi votka cenneti. Bu arada neden Rus erkekleri bu kadar çok votka içiyor biliyor musunuz ? Çünki.i kaduılan çok güzel. §ın $üzel kadını olan her erkek gibi onlar da sürekli üzerlerine kilitlenen bakışların ağırlığına dayarıamayıp sarhoş olmayı tercih ediyor. Tabii bir de Rus kadınının tarihin her virajında güzelliği ve ahlaki serbestliğiyle arıılmrş olması var. Bu durumda Rus erkeği de tarihi4 gizli de olsa kabul ettiği bir pezevenk oluyor. İşte bütün bunları düşünmemek için durmadarı votka içiyorlar. Kanlarının fahişe olduğunu unutmak için sarhoş olup sızıyorlar ya da "gulag"lardan beri devam eden, günde üç öğün şiddet ahşkarılıklarrnr mafya adr altındaki gösteriyle dünyaya sunuyorlar. Her ne olursa olsun Slavlardan nefret ediyorum. Çünkti dediklerinden hiçbir şey anlamıyonrm. Bu arada NAzım Hilarıet'ten de nefret ediyorum. Çünkii onun da dediğinden hiçbir şey anlamryonrm. Belki bunu söylemeden önce yazdıklarını okumahyım. Ama okusaydım da hiçbir şey anlamazdım. Çünkü yazdıklannın artık var olmayan yakın çewesine döktilmüş altın mısralar olduğunu biliyorum. Altrn, 1 064 derecede erir. 1 200 derecede de dökülür. İşte o mısralar da belli bir sıcaklıktarı sonra en faz\a boktan bir yüzüğe dönüşür. Görgüsüz Ruslarrn salyalannı akıtan iğrenç krrmrzı altrndan yapılmış bir yüzüğe." Barbaros, yrllık tatil iznindeki bir Birleşmiş Milletler genel sekreteri gibi konuştu: "Ben bütün komünistlerden nefret ediyorum. İyi ki soyları tükendi ! Ayrıca kadife ceketlilerden, sakallılardan, gözlüklülerden, kollannın altında kitap taşıyanlardarı, şiir okuyanlardan, devrimcilerden, üniversite öğrencilerinden, bohemlerden, eşcinsellerden, dilencilerden de nefret ediyoıum." İük kez dostlannın ağzındarı, nefret içerikli bir konuşma dinlemiş olan piçler sustu ve bir saniye sonra kahkahalar atmaya başladılar. Hakan'ın,kahkahası duruldu ve konuşmaya dönüştü: "Bence zıt siyasi görüşlerdeki terör örgütlerine üye olmalıyız. Barbaros'la ben dewimcilere, siz de f'aşistlere katılmalısınız. Sırf
160
eğlenmek için. Bn azrndan yiyecek ve yatacak yerimiz olur !"
cenk ciddileşmişti, çünkii aklına gelen soruJru önce kendine
yöneltıniş ve aldığı yanıt karşısında mutlu olmamıştı. "Aranızda birini öldürebileceğini düşünen var mı?'' cenk'in ciddiyeti masaya bulaştı. Barbaros altrncı parmağı haline gelmiş sigarayı yaktı. Tereddütsüz konuştu: "Ben kimseyi öldüremem. Yeterince cesur değilim. Ayrıca bir! ni öldürmek ilgimi çel«niyor." Hakan iki eliyle tuttuğu bardağı ikiye bölen, sarıyla saydamhk arasındaki çizgiye bakarak konuştu: "Nefsi müdafaa halinde bile birini öldüremem. karşımdakinin beni öldürmesini tercih ederim. Çiinkü ölmek, öldürmekten daha çok hoşuma gider." Cenk, Afgarı'ı beklemeden yeni sonrsunu sordu: "peki o zaman, bu kadar nefreti nerenizde saklıyorsunuz ? yani bütün bu nefretle ne yapacaksınız? Çünkü bildiğim kadarıy'a nefret öldürmeye yarar." Barbaros ve Hakan birbirine ba}<tı, konuşmasa]ar da kimin yanrt vereceğini kararlaştırdılar. Ağzını açan Barbaros oldu: "Bugüne kadar hissettiğim hiçbir duygunun peşinde sonuna kadar gitmedim. Eğer öyle yapsaydım şu an Brüksel'in on beş kilometre dışındaki Waterloo semtinin malik6neler caddesinde önümdeki raporları okuyor olurdum. ve o raporların altındaki imzalar farklı ülkelerin yöneticilerine ait olurdu. Ben sadece Birleşmiş Milletler genel sel«eteri olmak istedim. Çünkü bunun bana zevk vereceğini düşündüm. Ama olmak için hiçbir sarf çaba etmedim. Ben birçok kişiden nefret ederim ama onlan öldürmem. Nefret duygusunu hissetmek bana yeter. Bir de onun emirlerini yerine getirmeme gerek yok." Hakan'm ekleyeceği bir düşünce yoktu. Sadece "Evet'' dedi. Ama cenk aşktan nefrete kadar içindeki her duyguyu ciddiye almıştı. cenk bir insanın hayatına son verebileceğini biliyor ve bunun gerçekleşmesinden korkuyordu. Çünkü o insanın kendisi olmayacağından emindi. Bir piçe dönüşmesinin nedeni de duygulannı fazlasıyla ciddiye almasıydı. İçini kaplamış olan boşluk duy-
161
gusu Cenk'i dünyaya geldiği dünyadarı kopanp kimsenin bilmedi-
ği bir dünyaya firlatmıştı. Bütün bunlan açıklamakİansa konuyu
değiştirmeyi tercih etti:
"Haydi kalkalım." Buluşmaları gereken insarılar kendilerini bekliyormuş gibi, itiraz etmeden ayağa kalktılar. Hakan, meyhaneye olan borcunu ga§ona ödedi. Tabii ancak bir piçin yapabileceği bir dawarıışı da ekledi. Adisyon kAğıdının katlarımış olarak durduğu, yuvarlak metal tabağın içine bahşiş de koydu. Garson teşekkür etti ve piçler sokağa çılııtı. Hava serinlemişti. Ama piçler üşümüyordu, çünkii yeterince içmişlerdi. Rusların ısrnmak için votka içtiklerini tahmin edememiş olsalar da, elleri ceplerinde, cenaze ritminde yürümeye başlamışlardı. Cenk sordu: "Biranın üstüne ne iyi gider?" Afgan yanıtının doğruluğundan emindi: "Biraz daha bira." Hakarı ve Barbaros iki adım geride kalmıştı. Geceyi nerede geçireceklerini düşünüyor ama birbirlerine söylemiyorlardı. İll< itlraf Hakan'dan geldi: "Sabaha kadar açık bir biratıarıe biliyor musun?" Barbaros düşündü ve konuştu: "Dörde kadar açık bir biraharıe biliyorum. Oradan da dörtten sonra kapılarını herkese açan ve girişte par:a almayan bir kulübe gidebileceğimizi biliyorum. İçinde yastıklar oları ve techno çalınan. Orası da sabah altıda kapatıyor. Yani parktaki banklann, saldnya uğramadan kullanılabilecek hale geldikleri saatte." Barbaros hem bu cümleleri kuruyor, hem de hayatrnın en çirkin plarıını yaptığı için kendine kızıyordu. Ama yapacak bir şey yoktu. Evlerde yaşarken akıllarda kalmış birçok gereksiz bilgi sokaktayken işe yanyordu. Gidilecek kulüpteki J&B sponsorluğunda dağıhlmış geniş, sarr yastıklann üzerinde yatmaya ilk kez mecburdu. Afgan'ın birden dönüp "Aşağı sokakta tanıdığım bir herif var. Şimdi aklıma geldi. Gümrülçten ytirüttüğü viskileri yarı ,
153
162
fiyatına satryor. Haydi ytirüyün, bir Jack Daniel's alalım !" demesiyle Barbaros hiçbir şeye mecbur olmadığınr, her şeyi kendi seçtiğini düşündü ve gülerek konuştu: "O herifi ben de tarııyorum. Viskileri evinde yaplyor ama olsun, yine de gidip alalım. En azındarı şişenin kendisi Jack Daniel's !" Piçlerin İstarıbul'un toprak seviyesi altında yaşayan aktörleriyle tanışıyor olmalarrnrn nedeni, kanalizasyon hayatrnı benimsemiş ya da arka sokakları kendilerine cadde yapm§ olmaları değildir. Sadece bulunduklan kentlerde dışarı çıktıklan gecelrJrde dolarıırken öylesine düğümler atarlar ki, kilit ve arıahtarların çoğuyla kendilerini aynı loşlukta bulurlar. Nadir gece gezmelerinde limuzinle başlayan eğlenceleri çoğunlukla şaraba bulanmış katdınmlarda noktalarıdığı için kentin kirli sakallannı tarırrlar. Yoksa hiçbiri gerçek sokak çocuğu değildir. Çünkii piçler kimsenin ve hiçbir şeyin çocuğu değildir. Ruhsatında sabah ikiye kadar kapılannı açık tutabileceğiyazarı arıcak bordrolarındaki maaşı yeterli bulmayarı kolluk kuwetlerinin bilgisi dahitinde kepenginin iki saat rötarh indirildiği birahaneye dört genç adam girdi. Birinin elinde birviski şişesi vardı. Kapağı kaybolmuş ve yanlarım§ bir ş§e. Biraharıenin garsonu, sahibi, bulaşıkçrsr, komisi ve güvenlik sorumlusu oları yaşlı adam köşedeki masayr gösterdi. Piçler masayt beğendi ve çewesine srralandrlar. Birahanenin diğer müşterileriyle kesinlikle ilgilenmediler çiinkii kendilerini Watdorf Astoria'da gibi hissediyorlardı. Ne esrar satarı tombalacıya, ne tek bacaklr travestiye, ne de bir zalnanlar Ttirk sinemasına figürarılık hizmeti vermiş yaşlı kaduıa baktılar. Sadece "Dört bira" dediler ve Afgarı'r dinlemeye başladılar: "Doğallık, diirüstlükten geçer. Kendine, çewene. Bedenin bir karbon k6ğıdı gibi olmah. Özeilikle de yüzün. Çünkii doğallığın tek bir arılamı vardrr: düşüncelerini dawanışlara dönüştürmek. Oysa bugün kimse doğal değil. Herkes satıte. Herkes yalancı. Ve ben hepsinin ölmesini istiyorı,ım." Masadaki hiçbir piç uyarmadı. Kimse en ufak bir yüz sarl«na-
önce ağ_ Sı sergilemecli, kızmadı, üzüirnedi. Afgan,rn birkaç saat zından kan gelecel«niş gibi savunduklannın tersini cümlelerinde geçiriyor olmasına kimse şaşırmadı, Sadece dinlediler,
Başkalan taı.afindan ihra eclilemeyecek kadar beş duyulannın benzeyen alrcrlarınr kısma yeteneğine salrip oları piçler, o§anusa gösteriillüzyonistin bir Değişimleri Değişirler. bir akla sahiptir. alal ça_ değil, el olan konusu söz ve leri gibi şaşırtıcı çabuktur. yararlartmak görüşterinden ve gerçek bilgi piçip Bir bukluğudur. için şarısa ihtiyaç vardrr. Doğru zamanda doğnı yerde karşılaş_ da_ mak gerekir. Çünkü bir saat öncesinin dıihi piçi, bir aptaldan bir sadece piçterle ha aptal olarak kaşrnrza çıkabilir. Dolayısıyla farklıdır, kez karşılaşmış oları her insaıırn, onlara dair düşiirıcesi oysa piçlerin dehalanndarı yararlarıabilmek için sabırlı olmak gerekir. Çünkti piçler gölgeterinden hızlı değişir, konuşmak için Afgan,ın susmasrnı bekleyen Hakan, dostunun göri,lnce ağzınısadece elindeki şişeden r,,iski içmek için açtığml masaya eğildi:
n.Bunuşimdiyekadarkimseyesöylemedim.Amaonyaşımdan bir Ja_ on iki yaştma kadar kendimi bir Japon zaruıettim. Evet,
pon.Gerçe}ıtendebirJapongibiyaşamayaçalışıyordum.Çubuklarla yemek yıyor, Şinto ve Japon gelenekleri hakkında kitaplar okuyor, bütiin marügaları seyrediyor, okuyor, Japonca öğrenmeye benzetmeye çalışıyor_ çalışıyor ve saçlanmı sumotori,lerinkine dum."
cenk, Hakarı,rn ne demek istediğini çok iyi anlıyordu. Başmı sallayarak konuştu: ,,NormaJdir. Ben de iki buçuk yılımı Leonardo da Vinci olarak
geçirdim.onunnirüdüğünühayalettiğimbiçimdeyürüyor,ko-
" nuşurken yaptığını düşündüğüm mimikleri yapryordum, götürifuı_ ağzına Barbaros önündeki bira bardağını boşalttığrnı,
du_ ce fark etti ve Afgan,rn elindeki şişeyi aldı. Şişenin deliğini konuştu: yolda durup yarı daklanna götürecekti kl "1985. 23 Nisan. Başbakanlık makamında bir çocuk oturuyor,
164
Hemen yanında şişmarı, kısa boylu bir adam duruyor: Türgut Öza|. Çocuk, geleceğe dair çok geniş la^flar ediyor. Türgut Özal gülüyor. Sonra her şey bitiyor, TRT'nin kameralarıve gazeteciler yok oluyor. Çocuk evine dönüyor. Bir yıl boyunca Tlrrgut Özal oluyor. İşte o çocuk şimdi sizinle biraz bira, biraz viski içiyor." Piçler, Barbaros'un anısına o kadar çok güldüler ki saat dört oldu ve biraharıeden çıkıp techno kulübe girdiler. Hakan dışındakiler ilk gördükleri boş yastıklara kendilerini bıraktı ve $özlerini kapattı. Çünki.i kararılığın içindeki büwk yastıklar banklardan çok daha rahat duruyordu ve piçler yeterince içki içmişti. Anİa Hakan'rn Üykusu gelmemişti. Zeynep'in numarasrnı hatırlasa mutlaka bir telefon bulur ve arardı. Oysa genç kadının göz rengi dahil hiçbir şeyini hatırlamıyordu. Kulübün içinde dolaşmaya başladı. İnsarılara çarph. Göz göze geldiği kadmlar başlannı çevirdi. Güvenlik elemarılan Hakan'ı beyinlerine bir not olarak düşürdüler. Plastik bardakta sek votka satrn alü. Döke döke ilerledi. Bir duvara çarptı ve durdu. Olduğu yerde dönüp duvara yaslandı. Sayılan bini geçen ve eğlenen insarılan gördü. Ağlamaya başladı. Bir çocuk gibi, ağlarken çirkinleştiğini düşünmeden hıçkrrarak sözyaşı döldü. Sağ eliyle yüzünü kapadı. Gözyaşlart palmaklannın arasından döldildü. İti lnsarı boyundaki hoparlörlerden çıkarı müzik o kadar yüksekti ve kulüp o kadar kararılıktı ki Hakan'ın ağladığını gören ya da duyarı olmadı. Olduğu yerde yavaşça kaydı. Yaslarıdığr duvann zeminle birleştiği çizgiye çöktü. Ağlaması geçmiş, geriye ıslak ve bunışuk yüzü kalmıştı. Aklına su damacanalanna girebilecek kadar vücutlarrnr katlayabilen bir metre doksarı sarıtimetrelik yogiler geldi. Küçülmek istedi. Çenesini dizlerinin arasına yerleştirdi. Gözlerini kapadı. Technics marka müzik setine, ayakkabı kutusundarı çıkardığı Dearı Martin CD'sini ızattı. "Innamorata" çalıyordu. Hakan techno dinlemiyordu. Bin ki.isur insarı önünde dans etti. Hakan darıs etmeyi bilmiyordu.
Piçler insarı öldiiremedikleri, ağr suçlar işleyemedikleri, korkak ve hain oldukları için yaşadıkları yerleri zorunlu kalmadıkça
165
terk edemez|er. Ancak kendilerini hapsettikleri yerlerin kurallarlna uygun yaşayabilecek kadar da masum değillerdir. Suçluyla masum arasındaki piçin, adrna kurulmamış bir dünyada karmaşadan başka yaratabileceği hiçbir şey ve karmaşadan başka hissedebileceği hiçbir duygu yoktur. "Kulübümüz kapanmıştır. Hoşça kalın." Hakan kalabahğrn arasnda ayaklan yere değmeyen bir halnran gibi kapıya doğru uçarken fısıldadı: "Çok eğlendim, teŞekki.ir ederim. Hoşça kalın." Romain Gary, garip bir yazar, garip bir yönetmen ve garip bir diplomattı. Adrna, GöLgesirıi Satmzş Adam adlı kitabrn yazrlmış olduğu Gary her şey ve hiçbir şey olmakla övünürdü. 6mile Ajar sahte adıyla romarılar yazdı. Böylece Goncourt adlı edebiyat ödülünü biri sahte adıyla olmak üzere iki kez hak eden ilk yazar oldu. Ki 6mile Ajar'rn, Romain Gary olduğu, ya;zarıın vasiyetnamesiyle ortaya çıktı. 1980 yılında kendini öldürdü. Piçlerin aksine tesadüften ve belirsizlikten nefret eden Gar]ı'nin Hakan'latek ortak noktası, intihar mektubunun son iki cümlesiydi: "Çok eğlendim, teşekktir ederim. Hoşça kalın."
"Barbaros ! Sen misin? Kaç yıl oldu görüşmeyeli? Bir, iki? Nasılsın, neler yapryorsun ?" Hyatt Regency'nin lobisindeki koltuklara dağılmış İsveçli turistler, şaşkınlıktan bağırarı bir kadınrn, şaşuTnış taklidi yaparı bir adama sanlmasrnı izlediler. Kadm, Barbaros'un sırtındaki ellerini çel«niyor ve sarılma bir türlü son bulmuyordu. Piç kadını omuzlarından tutup yavaşça kendinden uzaklaştırmak zorunda kaldı. Kadınm bu hareketinin üzerinde durmaması için de dikkatini başka yöne yarıi ağzına çel«nek için konuşmaya başladı: "Deren ! İyiyim, iyıyım, gel, otur, sen neler yapıyorsun? Kanada'da değil miydin ?" Cenk, bir Jaguar bayiinde yeni modeller ve aksesuar fiyatları hakkında bilgi alıyordu. Hakarı, Ritz Carlton'ın lobisindeki tuvalet kabinlerinin birinde mastürbasyon yaplyordu. Afgan'sa ktiçük
hırsızlıklar yapmak için büyük bir market arıyordu. Barbaros'la Hyatt Regency'de buluşacaklardı. Ama onlann yerine Deren gelmişti.
"Mastırı yanda bıraktrm, geldim." Barbaros konuğuna birçok şey ısmarlayabilirdi ama hiç parasr yoktu ve bunu düşündüğünün anlaşılmaması için sordu: "Neden?" "Aşrk oldum. Benimle aynı okulda mastır yapan bir adama Aşık oldum. Onunki bu dönem bitti. Ben de daha fazLa kalamayacağımı anlayıp döndiim." "Üç ,y bekleyemedin mi?" "Bir yıl ve üç ay beklemem gerekiyordu. Neyse, annemleri de
168
ilaıa ettim. Bir iş buldum. Şimdilik buralardayım." "Evlendiniz mi?" "Sadece nişanlandık. Ama onun bir işi yok. Bir türlü istediği gibi bir yer bulamıyor. Evlenmek için de onun iş bulmasını bekliyoruz. Neyse, beni boş ver de, sen neler yapıyorsun? İstanbul'da mr
yaşryorsun ?" Barbaros, Deren'in sorusunu, kaç kez sorarşa sorsun, kesinlikle yanıtlamayacaktı.
"Nişanlın nereden mezun ?"
"Bir ay içinde istediğiniz özelliklerdeki arabayı İstanbul'a getirtebiliriz. Ama sağdarı direksiyonda neden ısrar ettiğinizi anlamıyorum." Cenk, genç satrcrnrn ikram ettiği sigarayı yaırsında söndürdü ve oturduğu deri koltukta arkasına yaslarııp sot bacağını sağ bacağının üstüne attı. "Öyle tercih ediyorum. Çünkti solağım. Şimdi, konuştuğumuz gibi XK serisi oluyor. Cabriolet ve siyah. Bir aydan önce §etirtemez misiniz?" "Eğer S ya da XJ serisinden isteseydiniz, derhal teslim edebilirdik. Ama xk pek de sık sattığımız bir seri değil. onun için sizden biraz zaman istiyoruz. Tabii ödemeyi yaptığınız anda, elimizdekilerden birini, arabarıız gelene kadar size verebiliriz. Eğer isterseniz."
cenk galerideki arabalann üzerinde gözlerini dolaştırclı ve
ayağa kalkarken konuştu:
"Yarın. Ödemeyi yarm yapıyonrm. Ve geçici araba vermenize gerek yok. Daha önce başkasının kullandığı hiçbir arabanın di-
reksiyonuna dokunmam. " Ayağa kalkmış ve Cenk'in uzanan elini tokalaşmak için kawamış olan genç satrcr "Tabii, tabii" dedi. Cenk, adamrn elini bırakmadı ve deri koltuklardan galerinin kapısına kadar olan otuz dört metreyi tokalaşarak yürüdüler. Genç satrcı bu rahatsız yürüyüşe rağmen yüzündeki gültimsemeyi düşürnredi ve uğurladığı Cenk'in arkasındarı baktı. Mutluydu, Jaguar'rn en pahalı ikinci se-
169
risinden bir araba satacaktı. Gülerek caIn kapının ardından Cenk'in srrtrnr seyretti. Cenk'in attığı her adımda gülümsemesi
biraz daha silindi, çünkii biraz önce şrmarık bir zengin gibi duran
Cenk, ayak bastığı kaldrıma karıştığında gözlerine sıradan olarak görünmeye başlamıştı. Ellerini ceplerine so}«nuş, omuzları düşmüş, yavaş ve avare adımlarla yürüyen Cenk'i seyreden genç satrcr onu bir daha görmeyeceğini deri koltuk]arın arkasındaki masasma doğru giderken aııladı. "Söz vermeyim Ö"."^ ama galiba bu konuda bir şeyler yapabi-
lirim."
"Eğer öyle bir şey olursa, sana hayat boyu minnettar kalrnm." "Abaıtma. Dur bakalım, bana bir iki gün ver. Seni ararrm."
Deren yanlarından geçen garsondan bir kAğıt istedi. Kalemi çantasından çıkardı ve telefon numarasınr yazdı. Çünkü Barbaros numarayı kendi cep telefonuna kaydetme girişiminde bulunmamıştı. İstese de bulunamazdı çünkii telefonu bulunamayacak bir yerdeydi. Barbaros, klğıdı alıp umutla yazılmış sayılan okudu. Düşündü.
"Telefonunu versene."
Deren çantasmdan cep telefonunu çıkanp Barbaros'a uzattı. Piç birkaç tuşa basıp bekledi. "Merhaba, Rival adındaki bilgisayar firmasınrn İstanbul'daki merkezinin numarasrnı alabilir miyim ?" Deren, yanlarından ikinci kez geçen garsonu durdurdu. "Bir sütlü kahve, bir de votka, elma su5ru." Cümlesinin sonunda, aklında tuttuğu numaraJn cep telefonunun el«anına tuşlarlayazmaya çalışan Barbaros'a bakh ve ekledi: "Yanlış hatırlamıyorum, değil mi ?" Barbaros telefonu kulağına götürürken garsona bakarak konuştu:
"Evet, votka, elma suyu. Votka Absolut olsun." Deren sigara paketini çarıtasındarı çıkarırken sessiz dawandı çünkii Barbaros'un yapacağı konuşma hayatının akışrnı etkileyecekti.
170 "A]o. Fevzi Durarıöz'le görüşebilir miyim? Ben Barbaros..." Barbaros'un soyadrnı sadece Rival adlı firmartın santralındaki genç kadın duydu. "Fevzi ! Nasılsın ?.. İyidia iyi. Dinle beni. Yarın sana bir adam gelecek. Adı Coşkun, soyadı..." Telefonu kulağındarı hafifçe uzaklaştınp Deren'|e göz göze geldi. Genç kadın konuştu:
"Ünsal." Telefon kulağa yaklaştı. "Coşkun Ünsal. Kanada'dan yeni döndü. Tam aradığın adam. O boktarı firmarıı uçuracak bir herif... Tamam, oldu. Yok, bana ulaşaınazsın, ben tatile gidiyorum. Cook Adalan'na gideceğim. Dönünce ulranm. Görüşürüz." Tatil için gideceğini söylediği yeri tesadüfen seçmemişti. Sadece Robinson Crusoe'nin hayali adasrna yakın bir yer düşünmüştü.
"Yann Coşkun, Fevzi'ye gitsin. Orada çahşmaya başlasın." Deren inaııamıyordu. İki aydır iş arayarı nişarılısının Türkiye'nin en güçlü bilgisayar firmalanndan birinde çalışmaya başlayabileceğine inarıamıyordu. Üstelik ortada sadece bir telefon konuşması vardr. Kısa bir konuşma. Tabii Deren, Fevzi'nin öz ailesine savaş açtığı için yıllar önce Barbaros'un ailesinin evinde aylarca kaldığını, ikisinin çocukluk arkadaşı olduğunu bilemezdi. O $üne kadar Barbaros'un Fevzi'den ilk kez bir şey istediğini bile-
meyeceği gibi.
"Çok teşekkiir ederim Barbaros. Gerçekten çok teşekki.ir ede-
rim."
"Ben teşekkür ederim" dedi Birleşmiş Milletler genel sekreteri.
Garson kahveyle votkayı masaya bıraktı. Çewesindeki tek sigara yuvasr, Deren'in paketi olduğu için Barbaros ona uzaııdr ve içinden bir tarıe çekti. Deren'in çal«nağıyla yakıp önündeki kade-
hi yakaladı. "Ben hemen Coşkun'a haber vereyim" dedi Deren. Barbaros kadehi ağzına götürdü ve uzun zamandır yapmadığı
171
bir şeyi yaparak içindeki votkayla elma suyunu tek bir yuduınmuş gibi içti. Deren, mi|jdeyi nişarılısrna verirken ve tesadüflerin gücünden bahsederken Barbaros, kalkarı sağ eline gelen garsona kadehini işaret edip "Bir tane daha" dedi. Hakarı, tuvalette yalrrız kaldığını kaparıarı ağır kapının sesinden anlayınca kabinden çıktı. On bir dakika arayla iki kez boşalm§ arna yine de tatmin olmamıştr. Mermer lavabonun muslu-
ğundan akan suyun,altına ellerini ıızattı. Karşısındaki Hakan'a
baktı. Bir zuı için Ritz Carlton'ın lobisindeki erkekler tuvaletinde
hayat boyu yaşayabileceğirıi düşündü. Güldü. Aynadaki Hakan da güldü. Islak elleriyle saçlarınr geriye doğru taradı. T[rvaletten çıkmadan, çewede çalabileceği bir şeyler olup olmadığma baktr. "Tlrvalet köğıdı çalabilirim" diye düşündü. Sonra vazgeçti. Yirmi dakika önce paspaslanm§ merTner zemine tükürüp tuvaletten çıktı. Dünyadaki bütün Ritz Carlton'larrn sahibi gibi çıkışa doğru yürüdü.
"Benim gitmem lazrm. Numararır verir misin ?" Barbaros, heyecarıdan kahvesini bile bitirememiş olan Deren'e Hakan'ın yere attığı sim kartrnrn numarasrnı söyledi. Kadın sigara paketini, cep telefonunu, çal«nağını çantasrna yerleştirdi. Oturduğu koltukta doksarı derece dönüp garsonu çağırmaya yel-
tendi. "Ben hallederim, bırak. " Deren'in, rsrar edemeyecek kadar acelesi varü. "Teşekkiir ederim." Ayağa kalktılar ve Deren, Barbaros'a sarrldı. Onun müthiş bir
insan olduğunu düşünüyordu. Bir zamarılar 6şık olmasına rağmen hiçbir zaman itiraf etmeye cesaret edemediği müthiş bir adam. Her sorı-ınu çözebilecek yeteneğe sahip bir dost. Barbaros'u öptü ve ayrıldılar. Genç kadın otelin kapsından çıkarken hdli ayakta durarı Barbaros'a baktı ve el salladr. Barbaros, Deren'in kuracağı evin ilk misafiri olacaktı. Onu kahvaltılara çağıracak, eşiyle birlikte dışan çıkacağı gecelerde kulüplere davet ede-
172
cek, nadir Absolut'lerden satın ahp hediyelere boğacaktı. Bütün bunları, Barbaros Cook Adalan'ndan dönünce yapaca}<tr.
Kendisine doğru gelen kadınrn göğüslerini ve yüzünü o kadar beğendi ki yanından geçince dönüp arkasmdan baktı. Cenk, Hyatt Regency'nin bahçesinden caddeye kıırnları Deren'in kalçalarını görebildiği noktaya kadar takip etti. Gülerek başını salladı ve otele doğru adımlar attı. İçeri girdi ve Barbaros'un ensesiyle, saçlannı gördü. Dostunun, oturduğu koltuktarı arta kalan ensesi ve saçlanna doğru yurüdü. Yaklaşınca sağ omzuna dokundu. Barbaros, başını sağa çevirdi ama Cenk solundan geçip Barbaros'un karşısındaki koltuğa kendini bıraktı. "Gerçekten de Los Angeles'a gidip porno aktörü olmalıyız. O kadar ğüzel kadnlar var ki şu dünyada !" Deren'in göğüsleri, kalçalan ve gözlerinin rengi sıcak bir hatıgibi ra Cenk'in burnunda tütüyordu. Barbaros'sa genç kadının bedeninin içindekileri düşünüyordu. "O kadar iyi kadınlar var ki şu dünyada!" Ancak gözlerinin önünde darıs eden kadrnm aynı kişi olduğunu tabii ki bilmiyorlardı. Garsonun dikkatini çekmeye hazırlarıan Cenk'i durduran Bar-
baros oldu: "Bende para yok. Hakan'ı bekliyonrm. Zaten iki votka, bir de kahve içtim." Cenk'in yüzü asıldı. Birkaç derslik de olsa işletme eğitimi gormüştü. Smırlı miktardaki bir paranrn böylesine sontmsuzca harcanmasrna seyirci kalmaktan rahatsız olmuştu. Hatta aklının arka bahçesinde hAla birkaç formül ve eğri adı el ele geziyordu: Lorenz eğrisi, Phillips eğrisi. Anra şu an için eğri olan tek çızgi nakit akışlannı gösteren tabloda duruyordu. "Her gün bir öncekinden daha kötü" cümlesiyle özetlenebilecek ekonomik durumları hiçbir ekonomi tablosunda yer alamayacak kadar sürreel bir resimdi. Simetrik sayılarla süslenmiş ciddi tablolarla, asimetrik boyalarla süslenmiş sürreel tabloları karşılaştırarak kendini sakinleştiren Cenk her şeye boş verip konuştu:
173
"Henry King Ketcham adında bir adam tanıyor musun ?''
Göğüslerine kadar gömüldükleri geniş koltuklarda karşılıklı oturuyorlardı. Lobideki tek gerçek turistler onlardı. Barbaros ya-
nıt verdi: "Hayır." "L920 doğumlu bir adam. Amerikalı. 4O'ların başında A]ice adında bir kadınla evlenir. 44'te bir çocukları olur. Kısa adı Hank
olan Henry king, bir çizerdir. Çok yetenekli bir çizgiromanct. Ama iki büytik soru4u vardrr: uyuşturucu bağımlısı kansı ve hiperaktif çocuğu. Bir gün, aile Hank'in atölyesindedir. Bir saniye bile sabit durmayan çocuğa tokat atarı Alice, dönüp Hank'e şöyle der: 'Senin oğlun tam bir tehdit!'Hank, bir hafta sonra beş buçuk yaşındaki bir çocuğun sonsuz yararrıazlığı üzerine kurulu bir çizgiroman sena4/osu yaratır. kahramanm adr çocuğunkiyle aynıür: 'Dennis The Menace.' Yani bizde bilindiği adıyla 'Afacan Dennis'yani 'Tehdit Dennis'. Hank, çocuğunun yaptığı bütün yaramazhklan, kesinlikle müdahale etmeden izler ve kaydeder. Daha sonra hepsini çizgiromarıa aktanr. lg5l'de Denni,s The Mgnace adındaki çizgiroman ortaya çıkar ve bir gazetede yayımlanır. 59 yılındaA]ice Ketcham -ki çizgiromarıdaki Dennis'in arınesinin aü da A]ice'tir- 'over dose'tan ölür. Hank çocuğunu yahlı bir okula terk eder ve cenewe'ye taşrnır. Dennis'e sadece para yollar ve onunla hiç görüşmez. oysa oğlu, çizgiromarıdaki adıyla 'Dennis Mitchell' olarak her zaman karşısındadır. Çünkti bu arada çizgifilmleri yapılmaya, çizgiroman albümleri dünya çapında tanınmaya, Amerikan televizyonunda dizileri çekilmeye başlanmıştır. Dennis ketcham girdiği bütün okullardan atılrrve vietnam Savaşı'na katılır. Gerçek bir serseri olan Dennis Ketchaln savaştan döner ve sefalet içinde yok olur. Lg77'de babası Monterey'e, Amerika'ya döner. Dennis'in annesi dışında iki kadınla evlenmiş olan Hank, ölmeden önce sorulduğunda şöyle der: 'oğlum mu ? Bilmem. Galiba Doğu'da bir yerlerde...' Dqnnis The Merıace adındaki çizgiromanın.albümleri dünya üzerinde elli milyondarı faz|a satmıştır ve Hank dolar milyoneri olmuştur. kendi yaramazçocuğu sayesinde. yaramazlığınadayanamadığı için terk ettiği çocuğu
]
175
174
sayesinde. İşte, zamaıırnda Walt Disney için bile çalışmış oları Henry King Ketcham denilen bu adam sayılı orospu çocuklarındarı biridir ve büttin bunlan çok az insan bilir." Cenk'in anlattığı hikAye Barbaros'a o kadar tanıdık gelmişti ki çok net konuştu:
"Orospu çocuğu." "Bu yüzden, döı,nnelerden nefret etmeme rağmen Dennis'in yüzünü sırtrma çizdirdim. Çünki.i srrtındarı bu kadar çok para kazarırlan ve bu kadar mutsuz, uJrumsuz başka bir çocuk tarıımryo-
r,ıım."
Dizlerini bül«neden, Cenk'in yanrndaki koltuğa vücudunu bırakan Hakan konuştu: "Ben tarııyorum. Adı da Afgarı. İşte, geliyor." Afgan sağ elindeki siyah torbayı sallayarak yurüyor, bir saat önce tıraş ettiği yarıaklarında da sol elini gezdiriyordu. Dostlarırun çewesine toplandıkları, üstü cam kaplı ağır ahşap sehpanın üstüne elindeki torbayı buakırken konuştu: "Hamama gittim." Grubun geçici muhasebecisi olzırı Hakarı başını belli belirsiz sağa yatırdı: "Ama yarıında hiç para yoktu." "Tag Heuer, beyler. Tag Heuer Monaco. Satmak bır,az zor oldu çünkii herkes çalınh olduğunu sarııyordu ama Kapalıçarşı, Tahtakale, Emirrönü güzerg6hrndarı sonra, hiç beklemediğinı biryerde, Nişarıtaşı'nda alrcr buldu. " Barbaros'un dizlerinin üstünden atlayıp dostunun yanındaki koltuğa oturdu ve sehpaya yayılmış siyah torbadan çektiği sigara paketinin ambalajınr açmaya başladı. Gözleri, bir açıklama bekleyenlerle buluşunca konuştu: "Saatlerce sokakta yere bakarak yürüdüm. Hiçbir şey bulamadrm. Ne bir cüzdan, ne bir bozukluk, ne de altın bir zincir. Artık kimse bir şey düşürmüyor herhalde. Ya da bir ülkede enflasyon yükseldikçe yerçekimi azalıyor. I(endimi o kadar yorgun ve bitkin hissettim ki aklıma Henri Charriğre'in Kelebek'i geldi. Okuduğum tek roman. Sonra sinema uyarlamasında Kelebek'i oynayaJr
Steve McQueen'i hatırladrm. Sonunda da o adama hayrarı oldu-
ğum için arınemin son doğum ğüntirnde hediye ettiği saati hatırladım. Steve McQueen bir araba yarışçısı olduğu için Tag Heuer'in Monaco modelini kullanıyordu. Anneme göre, her ne kadar bir arabarıın içinde olmasa da, ben de suyun içindeki bir yarışçıydım. Oysa ben saat talarııyordum. Hiçbir zaman da takmadım. Dolayısıyla saati alıp kutusuyla birlikte traş takrmımın durduğu kutuya koymuş ve varlığınr tamamen unutmuştum. Ama bu küçük haiıza canlarıması serisi barıa saati ve nerede olduğunu hatırlattı. Emanetçlye gittim. Saati aldım ve kilometrelerce yürüdükten sonra satabileceğim bir dükk6n buldum. Sonra da bir hamaIna gİttİm, tıraş olup yıkarıdım." Barbaros, siyah torbann ağzındarı Jim Beam şişesiyle çikola-
talan gördü: "Keşke annen sana bir Bulgari hediye etseymiş. Ya da bir Rolex... Bunlar ne?" Afgarı sigarayı, cebinden çıkardığı kibritle yaktıktan ve ilk nefesi çektikten sonra konuştu: "Onlaıı çaldım. Çünkü a§am bir partiye davetliyiz. Nişantaşı'ndaki dükk6nın sahibi oları kadına öyle yalarılar uydurdum ki beni Steve McQueen zannetti ve evine davet etti." Piçleç duyduklarıyla rahatladılar. Çünkü sahibini tanırnasalar da, çatısının altında geceyi geçirecekleri bir ev kendilerini bekli-
yordu.
Piçlerin geçmişleri, onları hayatta tutacak kadar gösterişlidir. Sıradan bir insanın Garıdhi'nin pasif direnişini, kendisi dışında her şeye uyarladığr anda acımasrzca derisini yüzen hayat, piçlere daha şefkatli dawanır. Çünkü piçlerin geçmişlerinde doğum günü hediyeleri, yüksek aidatlı özel okullarve içinde konuşmayı öğrendikleri doğru gramerli Tiirkçe'ye sahip aileler vardır. Piçlerin hayat tarafindarı ezilip çamur haline getirilmesi, sıradan insarılann püreleşmesiyle karşılaştınldığında, daha uzun sürer. Ancak sonuç değişmez. Yaşamayı bıral«nış her insan gibi piçler de diğer insanlann ayakları altında er ya da geç çiğnenirler. Çünkti hayat
176
tek taraflı sözleşme iptallerinin cezasını tereddütsüz verir. Ceza; yaşıyormuş taklidi yapmaya mahlçüm olmaktır. Bir insanrn tanryabileceği en şiddetli acının kaynağıdır. Müebbet hayat mahkü-
miyeti. Tek kaçışı ölüm olan bir hapishane. Piçler kaçmaktan korkanlardır. Ne evlerinden, ne de mahküm edildikleri hayatlardan kaçabilirler. Zamanın gardiyan olduğu hapisharıede diğerlerinden hızlı dawanıp kendilerine tecavüz eder ve çürürler. Çürüğe çıkmış insanlar olarak, piçler sadece korkar ve konuşurlar. Dünya üzerinde sağır, dilsiz, köç sakat piç yoktur. Çünkti piç olmak için sağhklı gözlere sahip olup görmemek, sağlıklı kulaklarİ sahip olup duyrnamak, sağlıklı bir bedene sahip olup yaşamamak gerekir. Sadece mükemmel insan adayları piçe dönüşebilir. Çünkti çok mutsuz sonlann birinci şartı çok mutlu başlarıgıçlardır.
Nişarıtaşı'ndaki nİağazasında saatler ve gözlükler satarı kadrn Bebek'teki evinde de satın ahyordu: her şeyi. Kırk yedi yaşurdaydı ve süt kokan erkekleri seviyordu. Bir inek kadar süt kokan Afgarı, kadrna hediye etmeyi düşündüğü Jinr Beam'i takside yarılamıştı. Kaları viskiyi de diğerleri paylaştı ve sosyal hayata taraf olabilecek kadar sakinleşip taksiden indiler. Şoför "Adres buIası" demişti. Bu, onlar için yeterliydi. Sahil yolundaki restore edilmiş, yetrniş iki yaşındaki binanın kapısına yüklendiler. Açılmadı. Cenk, yeşil bir ampuliirı aydınlattığı duvardaki düğmeleri gösterdi. Sonra da biraz yukarılaırndaki, duvara gömülmüş kamerayı. Afgarı, hafizasını son kez zorladı ve iizerinde "4" yazan siyah düğmeye basıp kameraya gülümseyerek bekledi. Apartman kapısını sütiin kokusuna değil ama kaymağırıa açtığuıı bilmeyen kadının sesi duyuldu: "Hoş geldiniz. İkinci kat." Kapıya te}«ar yüklendiler. Bu kez açıldı. Damarlı bordo mermerin bordo bir geneleve çevirdiği binarın girişinden geçip merdivene saptılar. Birinci kat. Sonra ikinci. Piçler kapıyı ardrna kadar açmış olan kadına baktı. Piçler, dönüp Afgan'a baktı. Afgan, kadının yaşından ve dünya üzerinde geçirdiği yılları geldikleri yere tıkma isteğinden bahsetmediği için piçleç dostlarının önden yürünresine izin verdi. "Hoş geldin hayatrm." "Merhaba Gülçin."
"Arkadaşlann mı ?" Barbaros grubun en arkasındaydı ve içinden "Hayrr, köpekleri !" dedi.
179
178
Antrenin loş ışığında tokalaşmalar gerçekleşti. Gülçin'in porselen dişlerinden yansıyan her ışık piçlerin gözünü aldı. Duvarlann rengi ilk bakışta arılaşılamryordu, çünki.i çerçevelenmiş afişlerle kaplanmışlardı. Batı medeniyetinin sanat merkezleri olarak tirı yapmış her kentinden kopartılmış tiyatro, opera, bale, film afişleri. Cenk, eksik afişlerin, aynı kentlerdeki gösterişli caddelerin ensesine yapışmış sokaklardaki "peep-show"larrnkiler olduğunu düşiirıdü. Antrenin döküldüğü uzun koridonrn sonundan başka yansrmalar ve sesler geliyordu. Tünelin sonundaki ışığa doğru yürüdüler. Onlarca ineğin hayvarıca huzur bulabileceği ğenişlikteki salona adrmlarnı attıklan arıda zeminin üzerinde durarılann yaş ortalamasr arıiden düştü. Gülçin yakatadığr her konuğuna Afgarı'r tarııttı. Diğer piçleri tanıtamamasrnrn nedeni onlan göremeyişiydi. Çünkii dağılmışlardı. Salonun köşelerini tutmak için çoktarı uzaklaşmışlardı. Konuklann çoğunluğu Gülçin'in yaşı civanndaki kadınlar ve purolannı üskilerine batırarak içen erkeklerdi. Piçler nasıl bir eve ayak bastıklarrnr ve evin tapusunda adı yazarı kadrnın ne tiir ayaklar öptüğünü derhal anladı. Hakarı boşluğa güliirnsedi çünkü o güne kadar duyduğu en berbat Latin müziği çalıyordu. Oysa müzik seti Bang&Olufsen'di. Kimsenin hak ettiğini bulamadığı bir dünyada Barıg&Olufsen de böylesi bir müziğe layık görülmüştü. Ev kokuyordu. Litrelik şişelerine minyatür servetler ödenen parfümlerin ölçüsüz kanşrmr tavanr düşürecek, duvarlarrn boyalarını kabaıtacak kadar kokuyordu. Ağır parfüm ve ma§ajların giinah kamuflajı olduğunu uzun yıllar önce öğrenmiş oları piçler, içki şişelerinin durduğu servis masasrnrn çewesinde buluştular. Kendine bir White Russiarı hazırlayan Bar-
dilik sadece izliyorlardı. Afgarı, Barbaros'un hazrrladığı kadehi aldı ve gülümsedi: "Kendine bir tane daha yaparsrn. Neyse, önemli oları buradaki herkesin sağhklı olduğunu bilmek. Hiçbirinde frengi ya da hepatit olduğunu sanmryorum." Hakan, J&B şişesinin kapağını açarken Afgan'rn sözünü kesti.
Ciddiydi:
"Kovulana kadar için. Gerisini de siktir edin. Yeterince içebilirsek, sokakta nerede yattığımızın bir önemi kalmaz." Cenk kendini iyİ hissediyor ve üzerindeki tişörtte "Milli İstihbarat Teşkilatı'nm bir numaralr demirbaşı" yazıyordu. Ağzını yüzüne yayarak konuştu: "Hepsini seüyorum. Hepsinin en yakın dostu olmak istiyorum ! Burasr bir cennet. Birazdarı küçük modelleri de gelir." Afgan olduğu yerde döndü ve en yakınındaki erkeğin kadehiyle kendininkini çarpıştrdı. Dört kişilik bir halkarın parçası olan adam, görüş alanına gürültüyle ğirmiş olan kadehi tutan elin sahibine baktı ve güliirırseyerek başını salladı. Afgarı, uzaktarı bakıldığında kendi kuyrırğunu çiğnemeye başlamış bir yılana benzeyen halkaırın beşinci parçası oldu ve konuşmaya başladı. Sarhoştu:
"Geçen yıl Bayburt'taydım. Her yıl giderim. Ciride giderim. Çok şanslrsrnrz, çünkti yaşayan en yetenekli ciritçiye bakıyorsunuz. Evet, o benim. Polodan sıloldığım gün ciride başladrm." Afgan kendi sözürıü kendi kesti. Elindeki kadehi ağzınasapladı. Uzun, gri saçlı ve ellilerinde oları, halkanın bozulmadarı önceki halinin doğa] lideri, genç adamın konuşamıyor oluşunu firsat
baros konuştu:
bildi:
"Tebrik ediyorum Afgan. Burası bir lunapark. Üstelik Kahlua da var. Orta yaş için düzenlenen seks partilerine davet edildiğini bilmiyordum." Gülçin'in estetik cerrahi kobayı kadın arkadaşları piçleri izliyordu. Özellikle de h6lA profesyonel yüzücü vücuduna sahip oları Afgarı'ı. Genç adamlarla göz göze gelmek, onları evin kararılıklanna davet etmek için atılması gereken ilk adım olduğu için şim-
"Ne diyordum ? Kozmik bilinç, kişinin uyanmasıyla ilintilidir. Uyanışın birinci şartrysa..." Afgan kadehini sapladığı yerden çıkarmıştı. "Cirit, rakibi bağışlamarun puan kazarıdırüğı tek spor disiplinidir. Eğer ciridi rakibinize çok yaklaşmış olmarııza rağmen ve yapabilecekken değdirmezseniz üç pueın alrrsrnrz. Ancak cirit kibiri ve acemiliği bağışlamaz. Eğer cirit ata değerse derhal oyun-
180
dan ihraç edilirsiniz. Aynca çabuk olmalrsınız. Soğukkanlı ve çabuk olmak gerekir. Oysa günümüzde..." Afgan daha fazla konuşamadı çünkti boş midesinin içinde organik bir mikserle kanştınlmış oları içkilerin tümü ve biraz da safra, renk değiştirmiş olarak ağzından havalanmış, purolu adamrn çenesine ve kadife ceketinin yakalanna konmuştu. Kozmik bilinç hakkında gereğindenf,azlabilgi sahibi olan doğal liderle bilinçsizlik anrtr oları Afgan göz göze geldiler. Cohiba marka puronun ucundan duman yerine Afgarı'ın biraz önce midesinde bulunan srcak sıvılar sarkıyordu. En doğal tepki yakınlardaki ev sahibesinden geldi. Gülçin çığlık attı. Çığlıklann sayrsı arttı. Bir iki gür ses duyuldu ama sahipleri kendilerininkinden daha gür sesler duyunca susmak zorunda kaldı. Çünkü bu kez piçler kovulmamaya kararlıydı. Sadece isteyerek terk ettiler, entelekiüeller ktimesini. Hakan çıkarken, birkaç şişeyi boynundan yakaladı. Damarlı bordo melTner zeminin üzerinden kayarak geçtiler.
Afgan, altdudağından sarkınasrna rağmen kopmayacak koyuluktaki sıvılarr parmaklanyla temizlerken çenesini kıracak kadar büyuk kahkahalar atıyordu. Çiğneyemeyeceği kadar büyük kahkahalar. Hakan, kollarıyla gövdesinin arasına sıkıştırdığı şişelerin markalannı anlamaya çalışıyor, Barbaros başını sağa ve sola sallıyor, Cenk de partinin verildiği evin sahil yoluna ışık saçan penceresine bakıp konuşuyordu: "Oysa ben sizi seviyordum. Sizi, çocuklarlnızı, onlann çocuklarrnı, köpeklerinizi, çiçeklerinizi, balıklarrnrzr, afişlerinizi sikmek istiyordum. Neyse artık, bir başka sefere." Cenk pencereden uzanan karanhk yüzlere doğru öpücükler yollarken, Barbaros yürümeye başlamıştı. Piçler güldü. Sonra biraz daha güldüler. Gülünecek bir şey kalmamasr için yirmi adım atmalan yetti. Yüzleri bir morg tabelasına benzedi. Hakarı dışındakiler ellerini ceplerine soktu. Sahil kaldırımında yürüdüler. Boğaz Köprüsü'nü gördüler. Üzerinden yüzlerce ışıklı hayatın geçtiği köprünün o an ikiye bölünerek yılclması ve arabalarrn denize dökülen bir şelaleye dönüşmesi için yalvarabilecek]eri bir muha-
181
tap düşündüler ama akıllarına bir şey gelmedi. Tanrr'yr unutmuşlardı. Onun da piçleri unuttuğu gibi.
Dura dura yürüdüler. Her duraklarında Hakan'ın yüküi biraz daha hafifledi. Sabaha karşı Taksim Meydanı'na ayak bastılar. Evi olmayarılar için bir labirente dönüşen kentin binlerce adım attıktan sonra kaybolup dönülecek tek yeri olan meydanda siper alm§ ve bir nalburda satılan tüm srvılann bağımlısı olart çocuklarrn yanrndan geçip kendi siperlerine girdiler. Uyuşturucu ve seks eksenli, ilgilenmedikleri alışverişler için açık pazar olan parktaki geniş banklara kendilerini bıraktılar. Hiçbirinin ölmeye niyeti yoktu. Hiçbiri buharlaşıp yok olmayı düşünmüyordu. Sürdürdükleri hayat ne kadar zor olursa olsun kaçmayacaklardı. Çünkti piçlik kaçabilecekleri en uzak yerdi. Gülçin'in şişeleri ve yanlanndaki sigarapaketleri boşaldı. Kendileri dahil her şeyin içi boşaldı. Gözlerini kararttılar ve beş duyuya seslenen hayatın mutsuz ettiği her insan gibi ytizlerindeki görünmez tebessümle uyudular. Moskova'nrn on iki katlı metrosu gibi derine indiler. En derinde Afgan vardı. Çünkü kusarak boşalttığı, içerek doldurduğu bir yukıi vardr. Bu yüzden parıtolonunun ceplerinde kanncalanan elleri hissetmedi. Tag Heuer'in Monaco modelinin ikinci el satış fiyatının karşılığı olan miktar on bir yaşındaki bir Bayburtlu tarafindan üyesi olduğu bağımlılar çetesinin yapışkart ellerinde paylaşildı. Aralarında ahşap yapıştıncısı bağımlısı olan çetedeki çocukların elleri, bambaşka çocukların, maceralannı düzenli olarak takip ettiği Orümcek Adam'ınkiler kadar yapışkandı. Gölgesi öğlene düşmüş bir saatte uyanan Afgan, çocuğun Bayburt doğumlu olduğunu bilmese de, ciritte üç puan kazanmak ve meydanın en ağır atlısı olduğunu karııtlamak için ceplerini boşaltan cüce hrrsrzı bağışladı. Diğerleri de önemsemedi, çünkti o güne kadar aileleri ve dostlanndan çaldıklarınm yarırnda ki.içük tinerkeşin avucuna sıkıştınp kaçtığı miktar bir ki.irdart kadardı. Sadece yemek artıklarını satın almaya yeterdi.
183
182
"Neyse, bendeki para biraz yeter. Bugünü çıkarrnz.'' Hakan hem konuşuyor, hem de işaretparmaklarıyla alnının iki yalrma bastırarak, ktiçük daireler çiziyordu. Başı ağnyordu. Kokuyordu. Üşüyordu. Acıkıyordu. "Bir şeyler yiyelim." sokakta evsizlere benzeyecek kadar zafi|an geçirmemiş olsalar da, satın almdıklan günlerin en pahalılan olan giysileri kirlenmiş ve çiüli barıklara sürtünmekten hırpalarımıştı. Dikkatli incelendiklerinde, Nilay'ın evinden ayrıldıkları geceden beri piçlerin değiştiği anlaşilabilirdi. Daha yaşlı, daha zayıf, daha yoksul, daha yorgun ve daha srradarı görünüyorlardı. Farklılann seçilebildiği kalabalıktaki bir kaldınmda eskisi kadar dikkat çekmiyorlarclı. kadmlar, çocuklar, çöpçüler yarılanndan geçip gidiyordu. piçler, çewelerindeki insanlar için, üzerinde yattıkları banklar kadar tanıdrk hale geliyor ve Hakaıı'ın peşinden bir şeyler yemeye gidiyorlardı. Herkes u5rurken, emanetçiye gidip valizindeki son temiz tişörtü giymiş oları cenk, zorlanmadan tel«neleyebileceği bir coca Cola kutusuna vurup konuştu: "sanki her gün aynıymış gibi. Dün bu saatlerde de buraiardaydık. İnsanın kapalı ya da açık havada yaşaması hiçbir şey değiştirmiyor. Evde de almr, dışarıda da ayrıı. Evindeyken, her gün aynı saatlerde televizyondaki karıalları karıştınyorsun, sokaktayken de her gün a5mı saatlerde çöpleri kanştırıyorsun. Hiçbir fark yok. Hayat tek hoparlörü çalışan bir müzik seti gibi. Müziğin sadece bir bölümünü duyuyoruz. Diğer hoparlörden ne çıktığınıysa kimse bilmiyor. Hayat her anlamda monoton." Barbaros, bir haftadır tıraş olmuyordu. parmak]an yarıaklarında ve çenesinin altında gezdi. Barbaros'un da, parmaklarının da ktiçük geziden hiç memnun kaJmadıklarr, lasa sakallann biraz üstündeki gözlerin bakışlanndan anlaşıldı. Genç adam, bir arı önce sakallanndan kurtulmak istiyordu. o an, kıyamet gününün, ilk doğacak güneşle başlayacağı bile açıklansa, Barbaros'un tek önemseyeceği sakalsz bir yüz olurdu. Çünkti evsizler gibi görünmekten çok korkııyordu. Bu gidişle öyle görüneceği ihtimalinin
yükseldiği aklına geldikçe iç orgarılan ğöriinmez eller tarafindan sıkılıyormuş gibi hissediyordu. "Hiçbir zaman" dedi fisıldayarak, "hiçbir zaffIan bir evsize, bir yoksula benzemeyeceğim. Hiçbir zamarı onlar gibi olmayacağım. Çiınkii derim bile onlannkinden değerli." Son cümlesini saç teli inceliğinde bir tebessümle söylemişti. Çiinkii sol göğsiirıdeki dörrmeyi düşünmüştü. Lacoste'un logosu oları ktiçük timsahı on yedi yaşrıdarı beri derisinin üzerinde taşı-
yordu. Lacoste gibi, üst srrııfuı en arka sıralannda oturarılara ait bir
zevk markasına bağlarımış büttirı insarüan kendince aşağılamak için sadece sahte Lacoste'lar $iyiyordu. Ama o giirıe kadar kimse bunu arılayamamştı. Çünkti bir piç olarak üzerindekileri değerli göstermek için nasıl dawanması gerektiğini daima bilmişti. Oysa meydandaki caddeyi Hakarı'ın peşinden geçerken, kendisi farlanda olmasa da, Barbaros'un giysilerinin sahteliği her adrmında daha da belirginleşiyordu. Piçlerin dokunulm az|ığı ağır ağır kalloyoç ke-
miklerinin erime sesi duyulabilecek şiddete ulaşıyordu.
Sıcakve sulu yemekler satan bir lokantarıın ütrinine sıralarıdıcalnm ardrndarı gördükleri ve metal kaplarda durarı hiçbir yemeğin tawmr beğenmediler. İlk itiraf eden cenk oldu: ,,Burger King,e gidelim. Üç ,double cheese,yiyip iki litre Coca Cola içmek istiyorum." Açık kahverengi bir sıvrnln içinde, ölü bahklar gibi dwarı tavuk parçalarrnr seyreden Hakarı, "Bvet" dedi, "gidelim ve karnrmrzı gerçek yemekle dolduralım. Kimyasal alaşımlarla dondurulmuş ve çözülmüş yağh yemekler yemek istiyorum. Midemi delecek kadar asitli bir şeyler içmek istiyoıum." Barbaros için fark etmiyordu. Çtirıkii tek ihtiyacı, sigara ve içkiydi. Oysa Gülçin'in içkilerini idrara dönüştiirüp üzerinden atLar. Kızartma yağından sararm§
mamıştı bile. "Ben yemek hakkımı içki ve sigara için kullarımak istiyorum. Hiç aç değilim." , Afgarı'sa çoktarı Burger King'e doğru yiiııümeye başlamıştı.
184
"Hoş geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim ?" "On clouble cheese..." "Bizde double cheese yok." "ona mukabil ne varsa, on tane. Dört büyuk boy kola. Sekiz büyük boy patates." Lokantanrn terasrna çıktılar. Ayhk sabit gelirleri olanlar, eşlerinin kazandıklannr harcayanlar, ailelerinin parasıyla yaşayanlar, yuvarlak ekrneklerin içindeki köftelere ulaşmaya çalışıyor ve du. daklannın civarrnı kirletiyorlardı. Tek boş masa, meydanı görüyordu. Oysa piçler artık meydanı görmek istemiyordu. Bazı lokantalarda yemek müziği, bazılarındaysa yemek manzarası vardır. yemeğin yetmediği insana, dinleyecek ya da seyredecek ürünler vermek gerekir. Burger king dünyaca tanınmış bir meydarıın manzarasını kasalarmdan geçenlere sunar. onlar da kabul eder. Ancak manzaranın kime ne hatrrlattığı bu noktada
önem kazanır.
Diğer müşterilerle piçlerin arasrndaki bu hatıra farlonı anla-
mak çok kolaydı. Çünkü meydanı gören bir masada oturmalanna rağmen, yürüyen yüzlerce insana, ilerleyen onlarca arabaya, Taksim'e sırtrnr dönmüş olanlar sadece onlardı. Gecelerini geçirdikleri yere bakarak yiyemezlerdi. Çünkü mideleri bulanırdı.
piçler, tepsilerinin üzerindekileri kazımak üzere kollannı sıyınrken, Barbaros, elindeki torbadan çektiği bira kutusunun halkasınr koparü. A]kolik olamayacağını bilmesine rağmen elinden geleni yapıyordu. uyumadan önce son, uyandıktan sonra ilk yaptığı işin içki içmek olmasrna özen gösteriyordu.
piçlerin alkol, uyuşturucu, tütün ya da ilaç bağımlısı olmalan imkdnsızdır. Bedenin temel zayıflıklanna seslenen bu uyancılann kullarıımı bile asgari bir disiplin gerektirir. oysa piçlerin disiplin arılayışı kreş çağındaki çocuklarınkilerle almı düzeydedir. piçlerin bağımlılığı, ceırah neşteri girmemiş bir ormarıda yaşar. Çünkti onlar ölü doğmuş ikizlerini kannlarında taşıyan sakat çocuklara benzerler. kendilerine a}ma kadar benzeyen ancak ölü olan
185
bir piç taşırlar içlerinde. Bağımlıhklan onadır. Ne rehabilitasyon merkezleri, ne duygusal destekler, ne de vitaminler. İnsanın içindeki ölü ikizine bağımhlığının tedavisi yoktur. Tıbbi olarak piç bir kadawa, onu taşıyan insaır da "Ben bir kadawayım" diyendir. Piç, takip edilmesi zor bir hikAyedir.
Elindeki peçeteyle çenesine bulaşmış mayonezi silmeye çalı-
şan Hakan bir yandan da konuşuyordu:
"Bir roman okurnuştum. Müthişti ! Şimdi, tam olarak konusunu hatırlamryonrm. Galiba XIX. yüzyilda geçen bir savaştaki çatışma anlatılıyordu. Üç saatlik bir çatışma. Bütün kitap onu anlatıyor. Kitabın ağır olduğunu hatırlıyorum. Yarıi e\ az beş yüz sayfaydı. Giden arabanrn tamponuna takılnrış gibi hikiyenin peşinden sürükleniyordun. Son sayfasındaysa şöyle yazıyordu: 'Bu roman yüz kelime kullanılarak yazılmrştrr.' O cümleyi okuduğumda inanamadığımı hatırlıyorum. Tabii doğruluğunu derhal kontrol ettiğimi de. Gerçekten de koca roman ytiz kelimenin konrbinasyonuyla yazılmış. Üstelik okurken, kesinlikle fark etmiyorsun. Hiçbir tel«an yakalayamayacağın kadar güçlü bir hikAyesi var. Kelimelerin hiçbir önemi kalmıyor, sadece bir sonraki sayfada ne anlatıldığını düşünüyorsun. " Hayal ettiği romanl o kadar içten düşünmüştü ki ağzınağötürdüğü patatesi rsıITnamlş, havada tutuyordu. Gözleri dalmış, romantn cümlelerini zihninde yazıyordu. Seçilmiş yüz kelimenin harıgileri olabileceğini bulmaya çahşıyordu. Ta ki birasını fark edilmeyecek aralıklarla yudumlayarı Barbaros düşüncesini açıklayana kadar:
"Bir matematik probleminin çözümüne benziyor. Bir performans gösterisi gibi. 'Bakm, yüz kelimeyle neler anlatabiliyorum' demekten ibaret bir görgüsüzli"ik. Yeteneğini, soytarılar gibi sergileyen insanlan çok salak buluyorum. Oysa gerçek yetenek in,sanlara gitmez, insanlar ona gelir. O durumda, sen yazmasan da, insanlar yüz keltmeyle bir başyapıt yaratabileceğini bilirler. Yoksa sirklerde iki elleriyle aynı anda resimler yapan palyaçolardan farkın ka|maz."
186
Piç olmanın, doğuştan gelen tek şartı herharıgi bir a]anda üstün yetenek sahibi olmak ve o alarıa ilgi duymamaktır. Boğuşarak ve ter dökerek sınrrh yetenekleriyle günümüz dünyasmr ve insanlık tarihini inşa etmiş olanlann yarıında piçler sınrrsız yeteneklerini harcayanlardır. Hırstarı yoksun üstiin yetenekli piçlerle, yeteneksiz ancak ihtiraslı insanlann a5mı havayı soluyan, aynı türdeki hayvanlar olduklarına inanmak çok zordur. Ancak dünya öyle bir oyun bahçesidir ki, herkes yasalar önünde eşit ve bir vatandaşlık numarası sahibidir. "Bir vatarıdaşlık nulnaraln var alna vergi numaram yok." Tepsilerdeki ketçap dökiintülerine bata çıka giden bir roman konusuna, en çok babasınrn Adarıa'daki işlerine duyduğu kadar ilgi gösteren Cenk ikinci kolasınrn plastik kapağına, birincideki pipeti ahp sapladı ve devam etti: "Evet, benim bir vergi numaraın yok. Sizin var mı?" Afgan, bir soruyla yarııt verdi: "Vergi numaran nasıl olmaz? Bugüne kadar kaç tarıe araba alıp sattın. Hatta o Taşucu'ndaki yaz|ık da senin üzerine değil miydi?" HızIa içine çektiği kolarun asidinden az da olsa gözleri yaşarmış Cenk başını salladı: "Hayrr, orası kardeşimin üzerine. Aynca arabalar da benim değildi. Onların ruhsatı da babamın üzerineydi." Birasrnı bitirmiş ve üstüne bir sigara yal«nış olan Barbaros, arkasına yaslandı. İlgilendiği bir konu dönüyordu masada. Yavaş konuştu. Zevk aldığı her sohbette yaptığı gibi. "'No taxation without representation.' 'Temsil yoksa vergilendirme de yok.' Demokrasilerdeki vergi sistemlerinde temel ilke budur. Bvet, taşıt vergisi, katma değer vergisi ve buna benzer birkaç vergi ödedim. Ama hiçbir zalnan gelir vergisi ödemedim. Bildiğim kadanyla hiçbiriniz ödemediniz. Gelir vergisi, temel vergidir. Vergi tarihi onunla başlar. Kazarıdığının bir bölümünü, haklanntn bir bölümünü dewettiğin, senin yerine seni korumakla sorumlu otoriteye verirsin. Ancak demokrasiler burjuvaların oyuncakları olduğu için kırılmasını engelleyen temsil sistemidir. Gere-
187
ğine inanmadığın bir vergiye temsilcin de inanmaz. Teoride yasama böyle işler. Şimdi, senin vergi yasa.sr çıkaracak oları yasamada bir temsilcin var mı? yok. Dolaysıyla ödeyeceğin bir vergi de yok. Bizler Meclis'in herharıgi bir noktasında temsil ediliyor muwz? Hayır. Demek ki vergi ödememiz için bir neden de yok." Cenk, Barbaros'u dikkatle dinlemiş ve bir kez "Yok", bir kez de "Hayır" üşında duyduğu bütün cümlelerin sonunda "Evet" de-
mişti. Belki Barbaros'un açıklamasr kendi durumlarına çok uygun değildi, ama piçlerin hiçbir yerde temsil edilmedikleri de bir
gerçekti.
Günümüz siyaseti hayvanlara göre düzenlenmiştir. Halnıanlar-
la iletişim kurmarırn iki yolu vardrr: karıdrmak ve korkutmak. Bir piçi de kendisi dışında kimse karıdıramayacağı ya da korkutama-
yacağı için siyaset onlarla ilgilenmez. sadece bürokrasi peşlerine düşer. ondarı kaçmak için de adressiz olmak yeter. piçlerin adresi olmaz. Olsa bile piçler -artık- orada oturmaz.
"Kolaııı içmiyor musun ?" "Hayrr, Hakarı." Hakan, Afgan'rn önündeki kolayı kendine doğru çekti ve on dakika içinde kent çöplüğiine çevirdikleri masaya baktı. Bııruşturulmuş boş kAğıtlar, ters dönmüş ve yanm bırakılmış mayonez kutulan, içlerinde izmaritler taşıyarı kiıçük ketçap tepeleri. Hakan'rn aklına pekin geldi. Bir sonbahar tatilinde ailesiyle gittiği o kirli kenti düşündü. Çin Halk Cumhuriyeti'nin Birleşmiş Milletler'in gelişmişlik raporlarında kaçıncı dünya ülkesi olarak göründüğünü bilmiyor ancak arıacaddelerin sırtındaki tek insarı genişliğindeki sokaklara sıkışmış çocukları hatırlıyordu. Ancak kimsenin kimseyi yargılamaya hakkı yoktu. Zihnindeki düzenli bilgiler ve görüntüler, bir duygu bombardımanı alarmı üzerine sığınaklara girdi. Bir sarıiye sonra bombardlman başladı. Hakan'rn zihninin sokaklannda tek bir mahtıklı düşünce kalmamıştı. Bir ton ağırlığındaki duygu bomba]arı duştii ve indikleri yerde kara delikler açtılar. savaş bitti. Hakan'rn zihni duygularının §gati altına girdi:
l88 "Kimsenin kimseyi yargılamaya hakkı yok !" Hakan bağırmıştı ve fzırkındaydı. Barbaros, ikinci birasını yudumluyor ve bakışlarıylaterastaboş tepsi toplayan garsonlan denetliyordu. Hakarı'ın bağırmasıyla denetlemesini yanda kesti: "Kim kimi yargılıyor ki ?" "Fert başına düşen rnilli geliri on beş bin dolann üstünde olan iilkelerin vatandaşlığına kapağı atmış ya da oralarda doğmrış ve Üçüncü Dünya iilkelerindeki sorunlar hakkrnda sanat eserleri veren büttin orospu çocrıklarından bahsediyorum |. Cezayir'deki iç savaş hakkında bir bok bilmeden filmler çeken Fransızlardan, Türkiye'den bir bok anlamadan kitap yazmaya çalışaır Almarılardarı, Orta Afrika'daki çocuklar için şarkılar besteleyen Amerikalı geri zekAlılardan bahsediyorum. Kimi nereye şikAyet ediyor bunlar? Kimi kime ifşa ediyorlar? Uçüncü Dünya ülkelerinde işlerin bombok gitmesi kimin suçu? O ülkelerde yaşayaır polislerin mi, askerlerin nri, teröristlerin mi, siyasetçilerin mi, onlara oy verdiklerini sanan halkların mı ?" Barbaros, Hakan'ın tek kişilik gösterisini sergilediği sahneye, İtalyaır tiyatrosundaki Harlequin gibi girdi. Harlequin adlı karakterin bir özelliği vardır. Seyirciler onu görüp duyabilir, ancak sahnedeki diğer karalırterler varlığını fark edemezler. Sadece kendini duyup kendini gören Hakarı da Barbaros'un konuşttığunu fark edenredi:
"O insanlar bir acı görüyorlar. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir nedenden kaynaklanan bir acı. Ve ellerinden geldiğince o acıyr anlatmaya çalışıyorlaı," Ama İtalyan tiyatrosunda hiçbir zaltıan gerçekleşmeyecek bir tesadüf sonucu Hakan sanki Barbaros'u duymuş gibi konuşmasına devam etti: "Kendi hayatlarındaki acı eksikliğini, dünya üzerinde olan ancak kesinlikle 2002'de yaşamayan, miladi takvimi yiz yı| geriden takip eden insanlarm gözyaşlanyla, kanlanyla doldurmaya çalışıyorlar. Aırrııpa adındaki kıtanın sanatçılarutrn, şu önünüzde duran hamburger ve Coca Cola'yla mücadelesinin tek yolu eski kolonilerinin destekleyicileri olarak yanlarında durduklarrnr göste-
189
ren eserler yaratmak. Bu bir pazar payt savaşı. Ya Amerika gibi güç ve parayla payını yükselteceksin ya da A,ırnıpa gibi kültürel ve insarıi yol}arı deneyeceksin. 'Sizi arılıyonım' demek isteyen filmler çekeceksin. 'Geri kalmışlığınızı düzeltmenin yolları bize benzemekten geçer' diyen kitaplar yazacaksın. En azından Amerika'da bir ayının dürüstlüğü var. Ama A,,rnıpa'da o bile yok. Çünkü nezaket ve 'Chanel No 5' gibi ki.llçe kadar ağır bir parfüm hilA asaletin parçalan. Seçilen kelimeler ve kokular $üzel. Ancak dawanışlar bir tilkininki kadar çirkin." Her anlamda dulİgularına esir düşmüş olan Hakan, ne demek istediğini anlatamıyoç kurduğu her cümlede varmak istediği analiz sonucundan uzaklaşıyordu çünki.i Cenewe Sözleşmesi, duygularırun umurunda değildi. Ama savaş esiri Hakan önemsemiyordu. Çünki.i kendisi ne dediğini biliyor ve her zamanki gibi bu ona fazlasıyla yetiyordu. Barbaros da önemsemiyordu. Dostunun adsız kızgınlığının hangi karanlıklardan çıkıp geldiğini tahmin edebiliyordu. Ama en çok da, Burger King'in terasmdaki masada konuşuları hiçbir konunun ıızatı|acak kadar önemli olmadığını biliyordu. Hakarı, son birkaç dakikad_ır dört kişinin yerine cümleler kurduğu için, sustuğu anda bütün masa sessizleşti. "Burada bira içemezsiniz. Lütfen çöpe atın ya da kalkın." Barbaros, masaya düşmüş gölgenin sahibinin sağ omzunun yakınlannda olduğunu ancak konuşunca anlamıştı. Dört piç ayağa kalktı. Hakan, garsonsuz olmakla tanınan bir lokantada garsonluk yaparı adama baktı. Genç değildi. Hakan da genç değildi. "A5ınca kürkleri ve derileri için avlanan hayvanlara acryaıı insanlardan da nefret ediyorum." "Ha?" dedi garson. "Ne dediniz?" Cümle tel«an yerine kapağı bardağından havada aynlan buzlu kolayla karşılaşarı garsonun gözleri açıldı. Üzerinde "Burger King" yazan tişörtü kolaya batınlmış gibi ıslandığı arıda sol elmacıkkemiğine üç parmak değdi. Parmaklar, iki sarıiye önce içi buz ve kolayla dolu karton bardağı tutan Hakan'rn sol yıımruğuna aitti. Şiddetin merkezinde Hakan'ın geri çekilen sol koluyla oluşan boşluğu Cenk'in sağ ayağı doldurdu. Ellerini bilinçsizce yüzüne doğru
190
kalürmış olan garsonun sol böbreğine tel«ne attr. Tek bir ses duydular. Bekledikleri bir sesti: "Haydi !"
Barbaros söylemişti. Terastaki masalann manzara seven müşterilerinin, izlemekle kanşmak arasında karar vermelerine zamanları olmamıştı. Onlaç böbreğine inen darbeyle bedeni yükselmiş, sonra da arkasındaki masanln üzerjne alçalmış garsona şaşrrmakla meşguldü. Çünki.i bu bir refleksti ve karar mekanizma]annın deweye girmesi gerel«niyordu. Piçler, şaşırmış gözlerin arasmdan koşarak geçİp merdivenin basamaklanna atladılar. zemin kata indiklerinde sırtlarını kasalara verip insanlara çarpa çarpa lokantarıın kapısrnı geçtiler. Durmadılar. Arkalarından sesler ve insarı başlan sarktı. Ama hiçbirinin de dört genç adamrn peşinden koşmaya niyeti yoktu. Herkes, vatandaşlık göreüni, devletin kendilerine sağladığı hizmetler orarıında yerine ğetirerek, gerektirdiği kadar bağırdı.
Piçler meydarıın kaldırımına çıktı. Önlerine düşen dar sokağın ağzını sağlarına ve sollarına bal«nadarı geçtiler. Piçler, en önde
koşan Barbaros'u takip ediyordu. Elinde hAli bira kutusunu tutan Barbaros meydarıın en büyük otelinin önünden geçerken, kaldırıma sarkmış kafeye doğru başını çevirdi ve ayaklan yere çakılmış gibi durdu. Hemen arkasındaki Afgan ona çalpmamak için solundan geçti ve ka]dınma yanaşmış bir taksinin arka kapısına iki avucuyla yapıştı. Nefes nefese olduğu halde kiiçük nefesler alıp veren arıcak göğsü bir tramplen gibi inip kalkarı Barbaros, elindeki bira kutusu, terlemiş yüzü ve o an sahip olduğu her şeyiyle otelin kafesindeki bir adama baldı. Adam da ona. Çewesinde, genç bir kadınla adamın oturduğu yuvarlak demir masayla Barbaros arasrndaki uzaklık ses yükseltilmeyecek kadar azdı. Cenk ve Hakan, Barbaros'un iki yaııında soluk soluğa durdular. Barbaros'un gözlerinin kızarttığı noktaya baktılar. Başlannı Barbaros'a çevirdiler. Onlar da tarırmıştı kafenin en güzel kadrnıyla aJmr masada oturan adamr. Barbaros, boşta oları sağ elinin işaretparmağını boğazrnrn soluna batırü ve başınr hafifçe sola çeürirken işaretparmağını boğazınn sağına kadar derisinde gezdirdi.
191
Tek bir hamleyle işaretparmağını boyrıundan çekerek gırtlak kesen pantomimci gösterisini nolctalamış oldu. Adam ayağa kalkmrştr. Farkında olmadan, sağ eli boğazına gitmişti. Kendisini tehdit eden gencin adınr söylemek üzere ağzını açacaktı ki Barbaros kaldığı yerden koşmaya başladı. Piçler takip etti. Cadde burkuldu ve meydandarı koptu. Dört piç yokuş aşağı koştu. Caddenin adı Gümüşsuyu'ydu. Günün o saatlerinde güneşin parlattığı bir yoldu. Asfalt, gümüştenmiş gibi dururdu. AğızLarr sadece nefes alrp vermeye yaradı. Konuşmadrlar. Durdular. Dördü de ellerini dizlerine koydu. Oksüre öksiire tüktirdüler. Caddenin sonundaydılar ve meydarıa dönmekten bahsetmediler.
Genç kadın, hAiA ayakta ve eli boğazında olan adama sordu: "Kimdi o ?" Adam elini boğazrndarı yavaşça çekip indirdi ve kadrnın omzuna koydu. Gözleri Barbaros'un kaybolduğu ufuktaydı. Konuştu. "Mükemmel hayatımdaki tek hatam... Oğlum."
Sahil yolunun kaldırımı yaJr yaJra yürüyen dört kişi tarafindarı kesilmişti. Onlardaıı hızh adım atanlar önlerine geçmek için caddeye inmek zorunda kalıyordu. Kimse, babası ve babasrnrn gözlerinin dibine bakarak yaptığı hareket hakkında Barbaros'la konuşmaü. Kimse bir şey sormadı. Barbaros da arılatmadı. Sadece Cenk bir ara kendi babasını düşündü. Yüzünü hatırlayamadığı adamı. "Belki de ölmüştiir" dedi sessizce. "Ne dedin?" "Yok Barbaros, bir şey demedim." Afgarı, parıtolonunun arka cebinden çektiği paketten aldığı sigrayı, karşılanndarı gelen bir yabancının çakmağıyla yaktı. Teşekktir etmedi.
"Herhalde yine hiç paramız kalmadı, değil mi ?" Sonr Hakan'aydr. "Şöyle tarif edeyim: o kadar çok param|z var ki çaiışmryoruz
ve o kadar azparam:ızvar ki çalışm|yoruz." Cenk kollarını açarak durdu.
"Bir dakika." Piçler de durdu. Kaldınma et barajı kuruldu. "Evet, çalışmıyoruz. Çünkti çalışmak istemiyoruz. Çünkii bun-
|ara b enzemek istemiyonrz. "
"Bunlara" derken uzattığı sol kolunun ucundaki elle bir hilal
çizmiş ve sahil yolunda olup da hilale dahil olan bütün insarılarr göstermişti. Piçter de hepsine bal«nıştı. Devam etti: "Bunlar ne yapıyor? Bilgi satıyor. Yetenek satıyor. Kendileri için saklamaları gereken her şeyi satıyorlar. Ama çalşmak sade-
194
ce bu değil. Paha biçilemeyecek, hiçbir bilginin erişemeyeceği değerde olan bir şey var: kol gücü. Bence derha] organize sarıayi bölgelerinden birinde iş bulmalıyız. Ya da bir inşaatta." Cenk iki saniye boyunca sustu. "İnşaat olmaz. Bizi almazlar. Elli yerden elli adam tanımak gerekir. Ama bir fabrika olabilir. ya da bir atölye. sadece bedenlerimizi çalıştıracağımız, hiçbir karar almayacağımız, emirleri uygulayacağım ız bir yer olabilir. " "Olabilir" dedi Afgarı. "kol gücüyle çalışmak benim içi uyğun.." "Fark etmez" dedi Hakarı "yeter ki benden hayal gücü istemesinler."
Üç piç Barbaros'a baktı. Barbaros'un elinde iki metal parçası
vardı. Yuvarlak metaller. Bozuk paralar.
"Haydi, gazete alalım. " "ışte bu iları, tam bize ğöre ! kııru glilh fabrikasına vasrfsız işçi aranryor.' Barbaros gazeteyı kapatıp iş arama seansına son verdi ve konuşmaya devam etti: "Yalnız bir telefon lazrm. Fabrikanın nerede olduğunu öğrenmek içİn telefon etmemiz gerek."
oturduklan bankın çiülendiği kaldırunrn karşısında bir büfe vardı. "Gazeteyi ver" dedi Hakan, "ben adreslerini ala5nm." piçler, dostlarının telefon etmesini ve dönmesini beklediler. "Tamam, konuştum. Ama bıraz ııza|<ta. Hiç para kalmadı. Yürümek gerekiyor. Fabrika Halkalı'da5ımış. " "Saat kaç ?" diye sordu Cenk, ayaklarının önünden geçen çocuğa.
"Beş buçuk abi." "Tamam, şimdi yürümeye başlasak beş ya da altı saat sonra orada oluruz. Geceyi oralarda bir yerlerde geçiğ sabahı bekleriz. Sonra da fabrika kapılarını açtığı arıda işe başvurarllz." o kadar aptalca bir plandr ki, sadece piçler kabul edebilirdi. Barıküan kalkıp yürümeye başladılar. ulaşmalan gereken semti
195
bulmak için yabancrlara sorular sordular. Sokaklardan, caddelerden geçtiler. Dinlendiler. Kentin beton sıcaklığının azaldığı çevre
yollarına çil<tılar. Dinlendiler. Yüriidüler. Konuşmadılar. Yürüdüler. Konuştular. "Saat herhalde on iki olmuştur. Biraz dinlenelim."
Cenk üşümeye başlamış ve krırdrığu cümleyi ağzındarı titreterek çıkarmıştı. Üç şeritli bir çewe yolunun bariyerlerinin yanmdan yürüyorlar ve gecenin içinde sadece kamyonlarrn farlannr
görüyorlardı.
}
"Tamam" dedi Afgarı ve durdu. Eller uzatıldı ve Afgarı'ın dağıttığı sigaralar toplarıdı. Çakmak ya da kibritleri olmadığnı sandıklarr süre içinde ölmeyi istediler ama Cenk, Adidas eşofmarı üstüniirı iç cebinde katlarımış bir kibrit kutusu buldu. Dirildiler. Sigara]arrnı ateşleyip dumarılarrnr kamyonlaırn ayarsız farlarına üfle-
diler. Ağır vasıta şoförleri iki ayakları üzerinde duran canlrlar görmeye alışmadıklan bir nokta ve saatte dört sigara ucu görünce korna]arrna bastılar. Piçlerin ne sattıklzırrnı arılamaya çalıştılar. Ama bariyer kenarı çocuklaıry|a göz göze gelemeyince hiçbir alışverişin söz konusu olmadığını anlaülar. Sigaralar sessizce yendi, hazmetmek üzere adımlar atıldı. Bir kentin uçlan arasında yürüyerek yol alrnak, tabarıları şiş* tikçe yerden yükselen bir insarıa birinci saatte gezinti, ikinci saatte spor, üçüncü saatte savaş, daha sonraki saatlerde yenilgi gibi gelir.
Uzerinde "Halkalr" yzu,an tabelayı gördüklerinde güneş de gözlerine girdi. Çewe yolundarı }curtulup Halkah sapağına yakalarıdılar. Yorgunluk ve açlıktarı ötürü konuşmayan piçler fabrikayr, çewe insarılan ayaklanarıa kadar bulamayacaklannr anladr ve gördükleri ilk ağacın altındaki çimlerin üzerine yattılar. Araüklarr semti başlatan kavşağın yakınlanndaki tek parkta uyudular. Oysa çamrrr mevsimindeydiler. Parkların uwnaJnayacak kadar kahverengi olduğu bir ayda. "U5ruyamryonrm. Üşüyorum. "
196
"Ben de" dedi Afgarı. Yanında bir salyarı goz glbiyatan Cenk'e balarıadan. "Sence kaç saat vardır, fabrikanın açılmasına?" "El«nek kamyonları geçtiğine söre, enfaz|abir saat.'' "Biliyor musun Afgarı, ben bu fabrikada gerçekten çalışabilirim. kendimi gerçekten iyi hissedebilirim. Tek istediğim, işin bir şeyleri kaldınp indirmekten ibaret olması. olabilecek en basit işi yğpmak istiyorum. Eğer öyle bir iş verirlerse dünyaJıın en mutlu adamı bile olabilirim. kendimi karıdırmıyorum. Gerçeküen de mutlu bir insan olurum." '
cenk, anlattıklarının ateşiyle rsmmrş ve olduğu yerde doğrulup oturmuştu. Çamurlanmış paçalarına bile ba}onadı çünkti tek gördüğü, bir hartgarda, isten ve makine yağındarı simsiyah olmuş bir cenk'in ağır demir parçalannı kaldınp bir kasaya yerleştirdiği sahneydi. Sahneye Afgan girdi:
"Hattabir han odası bile tutabiliriz. Çok az, ama çok azbir parayla yaşanz. En kötü sigarayı içenz. İçkiyi bırakınz. ya da belki çcık seyrek içeriz. Bir han odasında yaşarrz. Bizi tanımayanlarla dolu bir harıda. Hayatımızda sadece işimiz olur. Alqam odamıza döniince o kadar yorgun oluruz ki hiçbir şey düşünmeden yatax
u5ruılıZ."
Afgan nefes aJmak için durduğunda cenk dewalü hayalin dümenini: "Yedi gün çalışırız. Günde on iki saat. Belki on dört. Her gün aynı loyafeti giyeriz. kirleniriz. yıkanınz. zamarıgeçer. Hiçbir şey gelmez aklrmıza. sadece ağır demir parçalannı bir yerden diğerine taşırız. Bazen çekiçler alıp elimize, srcak demirlere vururuz. öğlenleri bir elorıeğin içine serpiştirilmiş beyazpeynir yenz. Hayvan gibi yeriz. Litrelerce su içeriz. Terleriz. o kadar çok çalışınz ki yaşadığımızı unuturuz."
cenk ve Afgan, aydrnlarrmış gö§iizünde çevirdikleri filmi, yüzlerindeki o güne kadar görülmüş en temiz tebessümle izlediler. Nabızlaır hızlandr ve diğerlerinin gözkapaklan kalkana kadar bulutlar, gri gö§tizünde rol yaptılar. Hakan kall«nış, üzerindeki l«ırumuş çamurlan, pantolonuna to-
197
kat atarak temizlemeye çalışıyordu. Bir yarıdan da söyleniyordu: "Niye uyandırmadrnız ? Geç kalacağız. Haydi Barbaros, kalk, yürü, gidiyoruz."
"Kime bal«nıştınrz ?" "8 Alemdar 0"ın girişine benzeyen geniş bir boşluğa adımlarını atmışlar ve birkaç dakika boyunca çewelerini incelemişlerdi. Sorusuyla berabeç ktiçük fabrikarıın içlerinden kendi yaşlannda bir adam gelmişti. Anclk sorusunun duyulmadığını düşündü ve tekrarladı: "Kime bal«nıştrnız ?" Sözcülüğü şimdilik Hakan yapacaktı:
"Biz iları için gelmiştik. Gazetedeki iları için." İlkokulun dördüncü yılından beri babasının atölyeden fabrikaya terfi etmeye çalışarı işyerinde günlerini geçirmiş genç adam şaşırdı ama belli etmedi. Çünkti işin satış bölümüyle de ilgileniyor ve yüz ifadesini gizlemeyi biliyordu. Ama emin olmak istedi: "İşçi ilanı için mi geldiniz?" "Evet" dedi Hakan, "vasıfsız." Bıral«naya başlayalı beş gün oları bıyığının altındaki dudakları açıları adam, kararınr vermişti. Biraz ilerisinde duran masanrn arkasındaki tahta sartdalyeye oturdu. Piçler attıkları ilk adımlarda kalmışlardı. Gördükleri belki hayal ettikleri fabrika değildi ama bir harıgar büyüklüğiindeki yerin ilerilerinde aşağı ve 5rukarr çıkan merdivenleri görebiliyor ve o basamaklann gittiği yerlerden gelen demirin demire çarpma sesini duyuyorlardı. "Ya|n|z, iş biraz ağv. Kazanlan kaldıracak, indirecek adamlar arıyoruz. Haftarun yedi günü çalışılıyor. Sabah sekiz, a§am sekiz. Asgari ücret veriyonrz. Keşke daha çok verebilsek ama aJıcak bu kadar. Anlayacağınız hayli ağır bir iş." Afgan'ın gözleri büyüdü: "Tamam IYaparız. Şartlar bize uygun." Üniversitede tel«ıik ressamlık eğitimi görmüş olmasına rağmen kurduğu yeni ailesi ve kendisini büyütene sahip çıl«nak için babasrnrn fabrikasını ça"lıştırmak zorunda kalmış olan genç adam
198
verdiği karardan bir kez daha emin oldu. "Peki. İsimleri alayım." Önündeki kAğıtta bir liste vardr. En alta "22" yazıp bekledi. Hakan, adrnı ve soyadını söyledi. Ağzından çıkarılar "22"nin yaruna
yazıldı.
"Nerelisin?" Hakan yarııt verdi. yaları söyledi, çünkü,nereli olduğunu bilmiyordu. "Doğum tarihi ?" Hakarı yanıt veriyordu ki "Aya, güne gerek yok" cüırüesi üzerine sadece doğum yrlrnr söyledi. Diğer piçler de numaralandılar ve söyledikleri, listeye kaydedildi. piçlerin kelime haznelerinin kendininkinden daha geniş olduğunu çoktarı arılamış olan genç adam konuştu: "Telefon ?"
"Yok" dedi Hakan, "bakın, bizim bu işe ihtiyacımlz var. Hatta hemen başlamak istiyoruz." "Yok" dedi fabrikarıın ikinci patronu, "kusura bakmayın. Hemen karar veremeyiz. size haber vereceğiz. Bana bir telefon numarasr Verin."
Barbaros genç adamrn ne düşündüğünü "Kime ba}«nıştınuz?" derken seçtiği tondarı anladığı için o dakikaya kadar konuşmamış ancak küçük komedinin daha faz|asürmesini istemediği için de soruya yarııt vermek zorunda kalmıştı. Deren'e verdiği telefon numarasını iki kez ve ağır ağır, yüksek sesle tekrarladı. Diğer piçler Barbaros'a baktılar. Barbaros saç teli inceliğinde bir baş sallamasıyla hiçbir zamafl hiçbir işe alınamayacakları gibi binlerce kelimelik açıklamalar gerektiren bir gerçeği dostlarına anlattı. Hangar benzeri fabrikadan sokağa döki.ıldüklerinde, arkalarırrdan bakan genç patron ekşi ekşi tebessüm etti. piçleri reddetmesinin üç nedeni vardı: işçi ve patron doğasına aykırılığı. IJiçbir işçi patronundan daha patron gibi duramazdı. Durursa, söz konusu ikilinin içinde bulunduğu işletme kısa sürede kanşırdı. sadece kas gücünün çalıştırıldığı iş için gereken dayarııklılığın piçlerde var olmadığını düşünmesi. ve son olarak, bir dakika önce kar-
199
şısma dizilmiş insanların srradarı hayatlaırna garip heyecarılar katmak isteyen zenginlere benzemesi. Oysa dört piç de karaktersiz, dolayısıyla her biçime girebilecek, bir patronun hiçbir sonrnla karşılaşmadan emirler yağdırabileceği işçilere dönüşebilecek yapıdaydı. Oysa beyinleri ancak a]tı kilo etse de dört piç iki yüz kilonun üstünde kas ederdi ve var olan en ağır işin altına girmek için gereken dayanıklılık bile, onlarrn sadece hayatta kalabilmek için sergilediklerinin yanında doğum günü pastasındaki mumları söndürmek gibi kaltrdı. Ve son olarak, piçler günün her saatinde farkh görünürlerdi: zengin, yoksul, aptal, zeki... Sonuçta genç işadamı yanlış bir karar vermiş ve hiçbir zaman tahmin edemeyeceği nedenlerden dolayı köle olmayı kabul etmiş dört kişiyi sömürme firsatrnı kaçırmıştı. "Siktir ! Orospu çocuğu ! Sarıki bizden daha iyisini bulabilecekmiş gibi !" Hakan, kimsede sigara kalmadığını öğrenince daha da sinirlendi:
"Siktir !" Barbaros'un tebesstirnü de enaz genç patronrınki kadar e§iydi:
"Bulur" dedi, "bizden çok daha iyisini bulur. Her yer onlarla
kaynıyor. Herkes bizden iyi." "Oysa" dedi Cenk, "bu sabah Tanrı'yla bir arılaşma yapmıştım. Eğer bu işe kabul edilseydik, ölene kadar çalışacaktım. Kazandığım her Türk lirasınrn yarrsrnı kimsesiz çocuklar için harcayacaktım." Afgan güldü: "Ben artık Tarırr'yla görüşmüyonrm. Birbirimize karışmıyonız. İülşkimiz tamamen kesildi." Diirıya üzerindeki yaşıtlannm yansı gibi "Tann var mı, yok mu ?" sonrsunu hiçbir zaman solTnalnrş olan piçler, Tanrı'nrn var olduğunu bilir arıcak ona inanmaz ve kullarr olmayı reddederler. Tanrrtanı.mazlann aksine Tarın'yı bilir ama tanrmazlar. Tarın'nrn yaratıklannı hatalı bulurlar. Tarın'nrn çalışma tarzını beğenmezler.
200
Dolayısıyla O'nunla hiçbir ilişkilerinin olmasınr istemezler. Tarın'nın varlığını bilen arıcak ona isyarı etmiş Şeyüan'la da hiçbir benzerlik ve ilgileri yoktur. Çünki.i piçler güvenmedikleri Tarın'ya karşı savaşmazlar. Piçler ve Taıırı birçok konu hakkında farkh düşüntir. Ancak piçler bu görüş aynlığını kine dönüştürecek kadar konuyu önemsemezler. Oysa Tann'nın bu olgunlukta olduğunu düşünmezve kendilerinden nefret ettiğini bilirler. Ancak Tarın'nın adlarına biçtiği hiçbir cezanın vereceği acının kendilerine ısmarladıklanndan daha koyu olamayacağını da bilirler. İki ayağı üzerinde siirünen hayvarılar olarak cehenneme sadece bronzlaş-' mak için gideceklerinden emindirler. A5rnca, sadece İstam dininde bile doksan dokuz adı olan bir varhğın çok kalabalık otduğunu düşünür ve layık oldukları mutlak yalnızlığın Tarın'nın ewenini reddetmekten geçtiğine inarıırlar. Ruhlannı yaratmış olduğunu bildikleri ha]de Tarın'nın beceriksizliğine ortak olmamak için O'nu umursaInaz, aralıarına a|maz ve kendileriyle oynatmazlar. Yaratılmış ewenin içinde bir araya getirilmiş insan, diirıya ve hayatın hiçbirini heyecan verici bulmayan piçler, "Hayatrn anlamı nedir?" oları insanlığın temel sorusunun yarııtuır merak etmez ve axamaz|aı çünkii hayatn arılamınrn da en az hayatuı kendisi kadar aptalca olduğunu bilirler. Sorunun yanrtınrn iyilik, şevgi, aşk, dostluk, inanç gibi insarıi erdemlerden biri olabileceği ihtimaliyle alay ederek zalnan geçirirler. Çiınkıi Tanrr, insaıı, diirıya ve hayatı öylesine amatörce bir arayagetirmiştir ki insaıı, dünyave hayattan nefret etmiştir. Ewenin büyük bir yatınm olduğunu kabul eden piçler, bunun ölü bir yatırrm olduğunu da bilirler. Doğarıın ve orgaııizmalaıın mükemmel işleyişlerinin, Discovery Charınel'daki hayvarıi mucizeler gibi komik gösterilerin bu yatınmı kurtaramayacak kadar zayıf girişimler olduğuna inanırlar. Piçlere göre Tarın iyi niyetlidir ama yaratmak da iyi niyetten fazlasrnı gerektirir.
İşçiler gördüler. Yanlarındart, önlerinden, arkalanndan geçen. Düşük yüzlü insarılar. Kamburları yüziinden başları ters dönmüş baykuşlara benzeyen insanlar. Acelesi olanlara yol verdiler. Kim-
201
senin işine geç kalmasrnr istemediler. Aynı kaldınmda yürüdükle-
ri insanlann aksine hiçbir sosyal güvenceleri yoktu çünkii ne
SSK, ne Bağ-Kur, ne Emekli Sandığı ne de özel bir sağlık sigortasatın alacakları ilaçlann yüzde seksenini devlet hiçbir zaman ödemeyecekti. Devletle ilişkileri, Tanrr'yla aralarında olaııa benziyordu. Devlet ya da örgütlü herharıgi bir kurumla ilişkiye girmek bir piç için sadece utanç vericiydi. Devlet ve piçler farklı gezegenlerde farklı yönlere yürüyorlardı. Devlet nereye gittiğini biliyordu ama piçler nereye gittiklerini bilmeden yiirüdüler. Soracaklan tek bir adres bile olmadığı için de kaybolmadılar. Afgan, parıtolonunun derinlerinde biraz bozukluk buldu ve bir bakkala girip tuzlu ayçekirdeği aldı. Yüz gram. Bir zil sesi duydular. Sonra yok oldu arıra hafiza|arına güvenip sesin geldiği sokağı buldular. Bir ilkokul gordüler. Mavi demir parmakhklann ardındaki bahçesinde küçük insanlann durduğu, koştuğu bir okul. İki de bank gördüler. İl<l l<işlil< banklar. Bölündüler. Ayçekirdeklerini de bölüştüler. İl-
sı firmasının ilgi alarıına giriyorlardı. Hastalandıklarında
kokul öğrencilerine bakarak çekirdekleri dişleriyle ayıklayıp ye-
meye başladılar.
"Çocuklar... " dedi Barbaros.
Hakan, bir folklor figürünü tekrar eden ve kol kola girmiş üç küçük kıza bakıyordu. "Evet" dedi, "çocuklar... Belki onlar..." Cümlesini tamamlamadı çünkii söyleyeceklerinin eskiliğine ve saçmalığına güldü. Kim bilir kaç bin yıldır insarırn sadece çocuğundarı umudu vardı? Sırf boyu bir metrenin altında diye dünyayı cennete çevireceğine inarıılan kaç çocuğun başı "Sizler her şeyi değiştireceksiniz" cümlesi eşliğinde okşanmıştı ? Hakarı düşündü. Ctimlesinin sonunu değiştirdi: "Belki onlar kendilerini bizden daha da kötü hissedecekler." "Kötü değil" dedi Barbaros, "aptal, aldatılmış, dolandınlmrş, karıdırılmış. İşte böyte hissedecekler. Tabii bunu sadece açıkgözler hissedecek. Diğerleri dünyayı döndürmekle meşgul olacaklarrndarı farkına bile varamayacaklar. Ayııı şimdi olduğu gibi, bu çocuklar daher işleri, duygulan, düşünceleri yarım kalmış olarak
202
ölecekler. Tama varamayanlar sürüsünün itaatkar üyeleri olarak kimliklerinden televizyonlarına kadar her şeyin oyuncağı olacaklar. Oysa şimdi onlara, bak ! İyiler. Koşuyorlar, düşüyorlar, gülüyorlar, umursalnıyorlar, çünkii bilmiyorlar. Şu an için dünya onlar için bir oyuncak. Ama bir gün gelecek ve onlar da hepimiz gıbi bir oyuncak olacak."
Artık birbirlerini dinlemiyor ve sadece konuşuyorlardı. Sıra
Hakarı'daydı:
"Bir roman okumuştum. Yıllar önce. Korkunç bir kitaptı. Her sayfası dikenli tel gibi olan bir kitap. Hiçbir şeye inarımadıklan için insanlan öldüren ve kendileri dahil her şeyi tüketen çaresiz iki insanın hikAyesi. Kitap bitiyor ve ikinci bir kitap başlıyordu. Birinci kitaptaki, insarı felaketleriyle dolu, lıilkat garibesi ruhlann kol gezdiği hikiye çocuklar için bir masala dönüştürülerek arılatılıyordu. Yazan insanın gerçekten de bir d6hi olduğuna inanmıştım. Çünkti bir çocuğa kendini tüketme isteğini, mutlak inançsızlığı anlatmak için doğru kelimeleri bulmak ve bütün bunları bir masal kılıfina sokabilmek bana üstiin bir yeteneğin eseri gibi görünmüştü." İki metre sollanndaki bankta, ayçekirdeği kabuklannın çatlama gürültüsü eşliğinde başka bir konuşma vardı. Cenk kendinden bahsediyor, Afgarı da, gözleri patlak bir topun arkasında koşan yedi yaşındaki bir çocuğun peşinde, dinliyordu. "Hiç hatrlamıyorum. Bunlann yaşındayken ne yaptığımr, nasrl bir çocuk olduğumu, ilk aşlomr, ilk öpücüğümü, öğretmenlerimin
yüzlerini, arkadaşlanmrn adlannı, hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Sanki dünyaya dün gelmiş gibiyim." "Ben" dedi Afgarı, "sekse dair olan her gelişim aşamamr hatrrlıyorum. Dokuz yaşımdayken odamrn penceresine çınlçıplak yanaştığımı ve birilerinin beni görebileceği ihtimaliyle heyecanlandığunı hatırlıyorum. Onun dışında benim için de karanlık o günler. Ama hiçbir ayrıntıyı hatırlamadığım için de kesinlikle üzülmüyor ya da sinirlenmiyorum. Geçmiş umurumda değil." Afgan aşık olduğu tek kaünı hatırladı ve kalbiyle beyni arasrndaki tünelde yzşayan kadrnın hayalinin Doktor Frarıkenstein'rn o
2o3
meşhur yaratığı kadar canlr olduğunu fark etti. O kadın Afgan'ın kalbini saran zarl yaşadığı müddetçe soyacak ve dokunduğu ilk eti yiyecekti. o kadrn, Afgan ne yaşıyor olursa olsun, genç ada_ ının kalbini yiyip bitirecekti. Çünkü Afgan gerçek bir piç gibi aşık olmuştu. Gerçek bir piç gibi aşık olmarıın tek tedaüsi ölümdü. Kadınrn değil, piçin ölümü. Cenk dudaklarınrn ucundaki siyah kabuklarr başını hafifçe sağa çevirerek boşluğa tüki.irdii. "Biliyor musun" dedi, "şu an çok üzgününr. Hıçkıra hıçkıra ağlaınak istiyorum. Bağıra bağıra, kafarnr şu clemirlere vura vura. Ama bunları yapacak kadar kendim-
den geçemeyeceğimi de biliyorum. O kadar üzgiinüm ki ağlayamayacak bir haldeyim. O kadar mutsuzum ki dondum. Aklıma PaL Sokağı Çocukları geldi. Boylarındart büyük onurlan olan çocuklann hikiyesinin anlatıldrğr o kitap." Afgan, içindeki tüneli genişleten kadının daimİ kazma ki.irek gürültüsünü bir süreliğine kısıp sordu: "Neden?" "Çocuklar. Yaptığım hiçbir hatayı yapmamtş olan bir sürü çocuk. Bana hiç benzemiyorlar. Benim gibi otmayacaklar. İsteseler de olamazlar. Çünkti her hayat kişiye özeldir. Ama ben hiç bu çocuklar gibi koştum mu, oynadını mı, güldüm mü, bilmiyorum." ZlIIer çaldı. Okul binası çocuklan yuttu. Z\||er çaldı. Okul bina_ sı çocuklan kustu.Y:Jrz gram ayçekirdeğinin kabukları bir batak_ lık gibi banklann çewesini sardı. Ölü bocekter gibi piçlerin ayaklar,ınrn çewesine yattılar. Ama o ayaklar hareket etmedi, çünkü saatlerce çocuklan izleyen sahipleri varü. O gtine kadar gördtikleri en acl veren filmi izler gibi. Bazen güldüler. Çünkti çocuklar onlara güldu. Toplan parmaklıkları aşıp sokağa taştı ve Cenk sadece o zaman ayağa kalkıp topu kiiçük sahiplerine iade etti. Diğer piçler de ayağa katktı ve yürümeye başladı. Çünkii dahafazla çocukların btiyümesini izlemek istemiyorlardı. Çünkü akıl sağ_ lığı yerinde hiçbir insarun midesi bir insarıın büyümesini izlemeyi ka]dıramazdı Siyah saçlı bir oğlan arkalanndan el salladı. Bir saniyeliğine ardnabakan Hakan tesadüfen gördü sallanarr ktiçük eli. Omzunun üstünden kendi avucunu ğösterdi. Piçler dönrne-
204
mek üzere okuldarı uzaklaştı. Çocuklar geride kaldı. Önlerini bir sokak kesti. İçine girdiler ve çocuklar görünmez oldu. Dönütüp bakılsa da görülemezlerdi. Piçlerin çocuklukları gibi.
Piçler tek kişilik ailelerdir. Anne, baba ve çocuğu tek bedende yaşatırlar. Aile boyu insarılar olan piçler, ruhlarının ceplerinde taşıdıkları anne, baba ve çocuğa özgid. acı, kaygr ve zevkleri eksiksiz hissedebilirler. Daimi çocuklar olarak baba]arı gibi kendilerini cezalarıdırır, arıneleri gibi kendilerini affederler. Biyolojik aileleriyle ilişkilerinin karmaşıklığı "arıne, baba ve çocuk" üçlüsünü eritip içmelerine neden olmuştur. Çünkii enselerindeki detikte çelik bir tıpa vardır ki bunun adı ailelerinin hayal kınklığıdır. Çelik tıpanın acısınr dayanılabilir kılaıı da piçin içindeki ailedir. Her piç hayalindeki aileyi kurar ve sonsuza dekmutlu yaşamak ister. Oysa psikoloji kitaplarına göre kişinin ailesini zihninde yaratması bir hastalık, sonsuza dek mutlu yaşamak da edebiyat kitaplarına göre masaldr. Ancak bilindiği gibi piçlerin kitaplarla arası birkaç kilometreden fazladır.
Piçler açtı. Piçler kirliydi. Ter, toz ve çaJnur kokuyorlardı. Üşüyorlardı. Ama gülüyorlardı. Çtinkti bedenlerini kent merkezine yaklaştırarı bir kamyonun damperinde, yürümeden ilerliyorlardı. Birbirine yapışmış tellerden yapılmış değersiz taçlara dönüşmüş saçlan rüzg6rda datgalarıarı ağır kumaşlara benziyor, asla utarıçtarı değil arıcak soğuktarı yüzleri lozanyordu. Kamyon, çewe yolunun kente uzanan bir sapağının dudaklannda durdu. Piçler yola atlaü. Sapağın ağzındarı ğirip, çılolacak bir burun aradılar. Burun, kalürılmış başparmaklara duran bir minibüs biçiminde yaklaştı. "Biz Taksim'e gitmeye çalışıy orıfz." "Biz de oraya gidiyoruz, at[ayın."
Başını bir arılığına piçlere çevirmiş olan şoförtin bıyıkları
altdudağıru, $özlüğü de yüziinün yansını gizliyordu. Orta yaşlardaydı ve hayatındaki her şeyın de ortasındaymış gibi duruyordu. Yarıındaki koltukta çirkin ve sarr bir montun içinde kaybolmuş, uzun, kızıl saçlı bir kadın vardr. Piçler minibüsün raylı kapısını kaydınp koltuklara yerleştiler. Hakan teşekki.ir etti. "Önemli değil dostum. Keyfinize bakın." Barbaros, yarıında oturan Cenk'in kulağına fisıldadı: "Dostumuz komiinist." Cenk başıyla onayladı ve güldü. Şoför ancak yırmi kilometre dayanabildi. Dikiz aJması ve içinde gördükleriyle konuşmaya başladı. "Öğrenci misiniz?"
"Evet" dedi Afgarı, "öğrenmenin sonu olmadığına göre ölene kadar öy|eyiz."
206
Kadın oturuşundan ötürü vücudunu zor|ayan bir dönüşle Afgan'a, alınmamrş kaşlarını kaldırarak baktı. Adam gülerek devam etti:
"Doğru dostum. Doğru."
Bntelektüel birikimini üzerlerine dökecek düzeyde birilerini minibüsüne aldığı için kendini iyi hissetti. Entelektüel birikim zehirli atıklara benzer. İll< alıcıya tereddütsüz verilir. Damper kaikar ve ilk uygun görülen kişinin başından aşağı bilgiler, görüşler yağmaya başlar. Piçlerin komiinist olduğuna inarıdıklan şoför konuşmaya başladı. Anlattıklarına bakılırsa yarıılmamışlardı. Zaten piçler, kendileri dışında kimse hakkında yanılmazü. Piçler dinledi, şoför konuştu. Piçler eğlendi. Cenk üzerinde, "Komiinist olmak için 0 900 1917 l917'yi arayrn ! Daha ne bekliyol§unuz, a^raJnn |." yazan bir tişört hayal etti. Afgan komtinizmin şoföre ne kadar para getirdiğini soracaktr ki sustu. Hakan, adamrn bir iiretim aracı olarak değerlendirebileceği kansınr, halkla paylaşmak üzere otostopçu erkeklere srrnmak için yollarda minibüsüyle dolaştırdığını düşünerek güldü. Barbaros adamla her konuda aynı düşünceyi paylaşıyordu çünk[i o bir Birleşıniş Milletler genel sel«eteriydi. Minibüs durdu. Kimse üşenmedi ve herkes tokalaştı. Hatta yolcırluk boyunca ağzını ara]amamış oları kadın bile konuştu: "Kendinize iyi balon !" Barbaros trafiğe karışarı minibüsü gözleriyle takip ederek güldü:
"Paramız olsa yoğurt alırdık. Çünki.i gerçekten kullanma tarihleri geçmiş ! Zehirlenmiş olabiliriz." Hakarı kahkahatannın arasrnda konuşmaya çalışıyordu: "Fark ettiniz mi,'inşallah' kelimesini asla kullarımıyorlar.'IJmanm' diyorlar. Gerçekten de bambaşka bir zamarıda yaşıyorlar." kahkahalan duruldu. "Ama yine de söyledikleri her kelimeye inanıyorlar. Ve bıı onları tutarlı yapıyor. Ki bu da onlan idealist ve doğru insarılar yapıyor." Tam ciddi bir konuya gireceklerdi ki Afgarı kollanndan çekip durdurdu:
207 "Tlıtarlr insanlar ne tutar?" Bacaklannın arasrndarı sarkan her şeyi aıırçladı: "Mesela bunu tutarlar mı?" Cenk dağıları konuyu özetleyip öldürdü: "Komünistler, faşistler, demokratlar, liberaller, bütün siyasi fa-
natikleE hepsi de ibne. Biliyorum çünkü dünyadaki tek normal erkek benim !" Afgarı, ciirnlelerini bitirmiş ve ytiııtimeye başlamış oları Cenk'in arkasındarı fisıldadı: "Çok ama çok gizli eşcinsellik !"
Cenk derhal durup döndü. Daha önce erkeklerle öpüşmüştü ama $izli eşcinselliğin bununla ilgisi olmadığından emindi: "Gizli eşcinsellik teorisi eşcinseller tarafindarı uydurulmuştur. 'Önemli oları ruh güzeltiğidir' lafinrn çirkinler tarafindan uydurulduğu gibi. Kendilerini yalnız hissetmemek ve insanlann aklını karıştırmak, onlan kışkırhnak için bulduklan ibnece bir teoridir." Afgan gülümseyerek konuştu. "Biliyorsun: gizli eşcinsellik teorisine göre, ne kadar reddedersen o kadar eşcinselsindir." "İşte" dedi Cenk, "teorinin ibneliği burada. Homofobik bir insana gizli eşcinsel yaloştuTnasrnr yapmak, bir Nazi'ye'gizli Yahudi'demekle ayrıı şey!" İnsanlar içinde bulunduklan şartlann farkında oldukları sürece onlaır değerlendirebilir ve kendilerine acı verecek olaylann gerçekleşmesini engelleyebilirler. Ancak piçler, içinde bulundukları hiçbir şartı değerlendiremeyecek kadar önemsiz konular hakkında konuşur ve düştinürler. Dünyaya düşünmek için gelmişlerdir. Açlıktarı kaynaklarıan tansiyon düşmesini, soğuktan uyuşmuş parmak uçlarınr, geceyi nerede geçireceklerini, yürümekten parçalarımış tabarılannr önemsemeyen piçler, komünistler, eşcinseller, fahişeler, arabaiar, müzik setleri, spor markalar ve sözlükteki her.kelime hakkında konuşabilirler. Onlan kendileri için tehlikeli yapan bu bilinçsizlikleri, zihinlerini mesken tutmuş düşiirıceleri, içinde bulundukları şartlardan daha çok önem-
208
semelerinden kaynaklanır. Piçlere ğöre, onlar konuşurken dünya
durmalı, insanlar her ne yapıyorlarsa bırakmalr ve söylenenleri dinlemelidir. Çünkti piçler konuşarak ölür. Diğer insaıılarsa ölürken dua eder. Komünistler de "IJmarım..." der.
Kentin caddeleri, arabafarları ve lorık camlı sokak lambalanyla aydınlanıyordu. ÇaJışarı insarısa aslapatronu kadar zenginleşe-
meyeceğini bildiği için hayal kunıyordu. Bu hayalde patronunun da üyesi olduğu bir tarikata giriyordu. Örgüt içinde hız|ayükseliyor ve patronunun da dahil olduğu yüzlerce kişinin ruhani lideri oluyordu. Mesai saatlerinde yüzüne doğru sallanan işaretparmağını taşıyan el ve emirler firlatarı dudaklann sahibi olan patronu, mesai saatleri dışında bunlarla ayaklannı karınyor ve öpüyordu. Şeyh çalışanının ayaklarına kaparıarı mürit patron hayali eve dönerken zaJnallın hızlı geçmesini ve caddelerdeki karmaşayla ilgi-
lenmemeyi sağlıyordu. İnsanın damlaya, insanlann ırmağa dönüştüğü saatlerdi. Hayatla savaşlarına bir sonraki sabah kaldıklan yerden devam etmek üzere siperlerine çekiliyorlardı. Bazı binalar boşalıyor, bazılıan doluyordu. Asansörler, otobüsler, dolmuşlar, arabalar ve kaldnmlar insan eti taşımaktarı eskiyordu. Karanlığın içinden gelen soğuktarı korunmak için giysilerin yakaları kulakmemelerine kadar kalduıhyor, eller ceplere sokuluyordu. Issız ada fiyatlannrn en çok merak edildiği saatlerdi. Yasa] kumarhaneler olan işyerlerinde kaybettikleri onurlannın heykelini evlerinde yapmak için kınk dökiik aile parçalarrnr kullanacak olan insarılar yumruklannı ağız|arına götiirüp içlerine iiflüyorlardı çünkü o a§am İstarıbul'da herkes üşüyordu. "Çok soğuk !" Hakarı avuçlarını birbirine siirttü ve tekrarladı: "Çok soğuk. Gidip emarıetçiden montlan aJalım." Cenk, nereye gittiğini bilmeyen arıcak soğuk yüztinden hızlı yürüyen grubun en sağındaydı. Kataba]ık bir kaldırrmda kimseyle çaıpışmzımaya dikkat ederek ilerliyorlardı. Cenk, başını hanfçe öne eğip Hakarı'a baktr:
"Bir, ben montLan nefret ederim ve sadece palto giyerim. İki, son
209 gittiğimde emarıetçi, parasız hiçbir şey verTneyeceğini söyledi. " Afgan, derhal sinirlendi: "Kimin malrnı kime vermiyormuş ?" Barbaros, Afgarı'r derhal sakinleştirdi: "Normaldir. Adama hAlX hiçbir şey ödemedik ve dükkAnını so-
J.unma kabini gibi kullarııyoruz. Para istemesi normaldir. Gidip adamrn suratrnr dağıtmanın hiçbiryaran olmaz. Karaköy'de esrar satıları ki.içük bir kulübe biliyorum. Deniz kenannda. Oraya gidelim. Sahibini tanıyorum. Zamanrnda srrtrmdarı çok para kazarıdr.
Sayemde en az elli tane sağlam kokain müşterisi edindi." Cenk, başını tekrar öne eğip Barbaros'a çevirdi: "Ben yokken kokaine mi başladın ?" "Ha5rır" dedi Barbaros, "ama çocukluk arkadaşlarımızın çoğu
cumaıtesi geceleri kokain kullarımaya başladı. Ben de satıcıyla alıcrlan bir araya getirdim. Ama asla komisyon almadım. Çünkü o zamarılar hesabrnı bilmeyecek kadar zengin bir çocuktıım." Cümleyi Afgarı tamamladı: "Şimdiyse hesabını bilmeyecek kadar yoksul bir çocuksun." Barbaros'un aümlarına uydular. Yollarını üşüye üşüye buldular. Açlığın bedenlerini hareket ettiren enediye musallat olmasına zaman vardr. Bu yüzden sadece seyrek de olsa mideleri civarrnda bir buruntu hissediyorlar ve nefeslerinin ramazan ayı gibi koktuğunu biliyorlardı. Cenk'in bir zarrıaııLar kapısındarı girip denizden çıktığı sahildeki Mimar Sinan Üniversitesi'nin Fındıklı kampüsüniirı kaldrrımrndarı yürüdüler. Diğerlerinin aksine Cenk, demir parmaklıklann ardındaki üniversite binasına bal«nadan attı adımlarrru. Hakan konuştu. Ancak sadece ciirnle kurmak için. Öylesine. Geldiği gibi: "Bunun gibi bir sarıat okulu görmüştüm. Öniirıde B6la Bart6k'un büstü vardı. Büstün kaidesinde de adı yazıyordu. Elimde de siyah sprey boya vardı. B6la'nın başına'Yedi'yazmıştım. Yedi B6la Bart6k !" lhsa bir sessizlik oldu. Tepkisiz birkaç saniye. Sonra bir stadyum konserinin kapıları açıldığı arıda insanlann boşluğa salürma]arı gibi kahkahalar da piçlerin ağzından geceye kaçtı. Yaşa-
210
dıkları hayat canlarrnr o kadar yakıyordu ki Hakarı'ın aptalca h! kAyesine bir an önce tedavi edilmesi gereken histerikler gibi güldüler. Ağularını o kadar büyuk açtılar ki kahkahalar büyük harflerle çıktı. canlan o kadar yanıyordu ki piçler bağırarak güldüler. "Barbaros Bey, siz buralara uğrar mrydınız ?" "Nasılsrn Resul?" "İyidir. Gençler kim?" "Hepsi sağlam. Oturacak yerin var mı?" "Sedire geçin. Çay koydum. Şimdi olur." "Resul, bu gece misafirin olacağız. Buralar basılıyorsa, bizi hiç uğraştırma, derhal devam edelim." "Yok be Barbaros. Yoklamıyorlar artık. Anlayacağın, herkes temiz. Laciler de temiz, biz de temiziz. Elcrteğimize bakıyoruz. Uğramryorsun?"
"Senin dükkAnda bana göre mal yok. Getir bir yerlerden on kasa kaçak Jack, istediğin parayı basayım." "Sen canhyı bas, ben sana Mr. Jack Daniel'ın kendisini ğetiririm ! Hayırdır, geceleri dışarıda kalmazdrn?" "Üç günden önce rnisafire neden geldiği sorulmaz. Sen de sorma."
"Başımın üstünde yerin var. Neyse, bak ne diyeceğim ? Senin adamlan zula patlatnıa mevzularından içeri aldılar. Ama hergeleler çay içip çıktı. UIan, ne acayip arkadaşlann var senin !" "Öylelerdir Restıl. Sen onlarr memnun et, buraya jakuzi yaptınrlar. Yalnız faz|a yolma, uyanrrlarsa kendini locada bulursun." "Valla yolmuyorum ! Rızkımızı çıkaracak kadar. Haydi, çay içelim. Aç mısınız ?" Ahşap kulübenin, ağır naylonlarla perdelenmiş kırık pencerelerinden giren rizgdr, sobanın üstündeki çay güğümünden çıkan buhara çalpmca eriyordu. Resul'ün işyeri, Sahil Koruma Komutanlrğı'nın haritalarında yer almayan bir Boğaz kenarındaydı. Dört çürümüş telcrenin kuşattığı, elektriğini nereden bulduğu belli olmayan bir ampulün aydınlattığı, sahip siz mezara benzeyen bir kulübe. Resul, yaşsızdı. Yüzü yaralı ve kınşıktı. İçi kurumuş
21I ama hili köklerinin üstünde duran çirkin bir ağaca benziyordu. Çingene'ydi. Ama göçebe değildi. İstanbul göçer, Resul gitmezdi.
Sağı solu patlamış, her hareketinde süngerleri uçuşarı yeşil bir koltukta oturur, müşterilerini beklerdi. Resul'ün kıılübesi labirentin sonundaki peyııir parçasma benziyordu. Oraya giden yolu sadece uyuşttrrucu satrn almaya gelen fareler bulabilirdi. Tabii bir de peyniri oraya koyan yan resmi yarı sivil otoriteler. Piçler, Resul'tin karşısındaki duvarın dibine serilmiş sedirde bağdaş kurmuş otunırken,* Barbaros'un değişen ses tonunu, daha önce telaffuz ettiğine tanık olmadıkları kelimeleri dinlediler. Dostlarınrn sosyal hayatın her düzeyinde saygı görüyor olmasına hayran kaldılar ama Barbaros bundan nefret ediyordu. Ani değişiminden, herkesin arılayacağı dilden konuşabilme yeteneğinden iğreniyordu. Resul'ün sonrsuna verdiği yarııt midesinin bularımaya başladığının ilk belirtisiydi: "Yeni yedik. Aç değiliz." Bir gerilme gürültüsü oldu ama kimse duymadı. Çünki.i gürtiltü, piçlerin açılan ğözlerinin çewesindeki derilerden geldi. Ancak ev sahipleriyle aralarındaki tek bağlantı olan Barbaros, aç olmadık]annr ilan ediyorsa, bu iddiayı tekzip edebilmelerine de imkAn yoktu. Sadece birbirlerinin dawanışlannın nedenini her anlamadıklannda yaptıklan gibi sessizce kabullenmekle yetindiler.
Piç, diğer piçe sonsuz hoşgörü gösterir. Çünkii tek ayağı, avlarımaya çılcrıış hayatın kapanına sıkışmış olan ancak diğeriyle de ölümün ciğerine adım atzın piçin dawarıış ve tercihlerini sadece bir başka piç kabul edilebilir olarak değerlendirir ve "Neden?" diye sormaz. 'Neden' sonısu piçliği yok eder. 'Çünkti'yle başlayan cümleler sadece isteııildiğinde kurulmalıdır. Aksi takdirde piçlerin diğer insarılıırdarı farkı kalmaz. Oysa piçler diğer insarılann aklma gelmeyen her şeydir. Resrıl, çaylan ve şekerleri dağıtıp koltuğuna gömüldii. Hakan tabağmdaki iki kesmeşekeri çaya atmaktarısa çiğneyerek yemeyi tercih etti. Böylece, bedeninin içindeki o§anusun dalga sesleri-
212
ni biraz olsun bastırabileceğini düşündü. Ancak yarıılmıştı, çünkii açlığın çığhğı kulaklanndaydı. Tlirkiye'deki uyuşturucu ağına yakalarımış siwisineklerden birinin yemeğini paylaşmayacaklardr ama belki val§a içkisini içebilirlerdi. Barbaros'a baktr: "İçecek bir şey var mıdır?" Resul soruyu duydu ve ağzına götürmek üzere kaldırdığı çay bardağına yapışmış ktiçük metal tabağı sökiip yere koyarken konuştu. sesi her eğilen insarıın konuştuğunda olduğu gibi tekleyerek çıktı: "Var. Konyak var. Bak, şurada bir yerde olacaktr.'J kulübenin şurası ya da burasr yoktu. sadece dört duvarı ve bir duvara çakılmış, omuz hizasındaki raf vardı. Rafin üstünde de küçük renksiz torbalar, plastik su şişeleri sıraJanmıştı. Ancak tabii ki hiçbir kap, torba, şişe üzerinde etiketini taşıüğı ürünü içermiyordu. Bir buçuk litrelik şişelerden biri kapaksız ve ağzrna kadar kahverengi bir sıvıyla doluydu. Resul'ün bir sarıiyeliğine palTnağıyla gösterdiği yönde duruyordu. Hakan kalkıp şişeyi aldı. Ağzını kokladı. o güne kadar kokladığı en ekşi konyak kokusunu içine çekti. Kokuyu ağzından çıkardı. Piçler, yarılanmış çay bardaklarını ızattıIar ve su şişesi boşalmaya başladı. sıcak çay ve esrar kulübesi kalitesindeki konyak ince belli, geniş omuzlu bardaklarda kanştı. "Sağ ol" dedi Resul "ben istemem. Benim ilacım başka." Hakarı, sedirin ısıttığı noktasına oturup bağdaş kurdu ve yapraksız ağacın esrar saımasrnı izledi. Aklına Red Kid geldi. Tütün karşıtlan yüzünden bir çizgi roman efsarıesinin ağzına sigara yerine saman çöpü sokan çizere içinden kiifretti. Resul, koltuğuyla yarıında oturduğu duvann arasına sıkışmış kararılığın içine elini soktu ve kulübede bir darbuka doğdu. Resul kadar esrarkeş bir kasetçalann 20 vathk tek hoparlöründen çıkarı darbuka sesi nabız gibi hızlandı. Resul esrarlr sigarasını yaktığı arıda darbuka bir kemanla evlendi. su şişesi elden ele 5ruvarlanü. Çaylar konyakla tazelendi. Duman ampule yükseldi ve kanatlı bir böcek gibi çewesinde uçuştu. Ancak gideceği bir yer olmaüğındarı aşağı indi. İnerken de piçlerin nefes borulanna uğra-
213 dı. Dumanrn altı da, üstü de aynı tattaydı. Kemanın yayı darbukanın derisinde gerildi ve Çingene müziği bir ok olup piçlerin kulağma saplandı. Açlık, soğuk, hayat, ölüm, dostluk, aite yok oldu. Konuşmaya gerek yoktu.
.
Yetişkin serçepafmağı büyıiklüğünde, antenleri bedeninin yansı kadar olan kahverengi bir böcek Hakan'rn başparmağyla işaretparmağının arasındaki vadiden sol eline trrmandı. Kurumuş terin, üzerine beyaz resimler çizdiği siyah gömleğin kolunda yürüdü. Resimlerin bir anlamı ve böceğin ayak sesleri yoktu. Gövdeye yapışmış dirsekten, hAli darbukarırn nabzrnda inip kalkan göğse geçti. Olduğu yerde bir daire çizdı. Yoluna devam etti. Gömlek cebinin ağzını yeni açılmış kurşunkalem kalınlığındaki bacaklanyla ezdi. Önüne çıkarı tepeyi geçip yakadarı boyna ulaştı. Her ne kadar ten rengi kahverengiyle uyumlu da olsa Hakan'rn uykusunun kapısı böcek tarafindarı zorlandı. Hakan başını yavaşça sağa çeürdi. Böcek sol yanağa yürüdü ve antenleri kirli insan derisine değdi. Hakarı'rn uykusunun kapısı bir daha asla kapanmamak üzere kınldı. Böceğin antenlerinin bittiği yerdeki gözkapağı açıldı ve Hakarı kendisini tokatlayarak bir mancrnrk gibi doğruldu. Böcek sedire düştü ve karanlığın içinde parçalanmış kesmeşekerlere doğru yurüdü. Hakan uyarıdı. Ardına dek açılmış gözler, ışıksızlığa rağmen her şeyi gördü. Yere uzanmış piçleri. Resul'ün
boş koltuğunu. İl<l Ulil<ltim edilmiş plastik şişeleri. Elektrikten yoksun ampulün calnlnı ve içindekileri. Her şeyi. Yere yasladığı ellerini yumruk yapıp sedire bastırdı. Dizlerini göğsüne doğru çekip ayağa kalktı. Kulübenin zifiri siyah havasında kapının demir tokmağına baktı. Bir çöl kaktüsü gibi hareketsiz durdu. Tokmağa giden dört adımlık yolu gözleriyle geçti. Basarak doldurması gereken boşlukların yerini ezberledi. Kal.<tüsün bir ayağı yükseldi ve Barbaros'un başının üzerinden geçip rutubet yeşili beton ze-
216
mine dokundu- Diğer ayak, kulübenin inmeyecek tozlannı daha da Yükselterek Afgan'ın sağ bacağıyla
Cenkin soı omzunun ara_ bıraktı. Dördüncü hamlede Hakan'rn vücudu bir kaktüsü gibi hareketsiz durdu. Demir çöl tol«nağa giden kol uzaklığındaki yolu gözleriyle geçti. kulübenin dıŞındaki haYatı yıllar önce ezberlemişti. Kapının bir kilidi ve Ha_ kan'rn ayak sesleri yoktu. Gö§iizünün ışığı kulübeye, açık kapı kadar girdi. kapandıkça ezildi, Dikey bir çizgiye dönüştü ve yok oldu. Saat yediydi. Afgan'ın uyanma vakti. oysa Barbaros ve cenk de uyarııktı. Üzeflerinden srzan Hakarı'ın gölgesini kapalı dudakları ve açık gözleriyle izlemişlerdi. kulübenin zifiri siyah havasrnd a gözkapaklarını indirdiler, Dostlannr son kez gördüklerini arıladılar. O sabah, PiÇleri terk eden Hakan nadasa bırakılmış toprak ka_ dar sakindi, o sabah, hiçbir piç Hakan'ı giderken gördüğiirıü söysına girdi. Üçüncü adım cenk'i geride
lemedi.
Piçler piçtir.
Kulübedel<i saUanın üzerinden yüz yetmiş yedi gece geçti.
Beyaz yüzlü ve çamur giysili adam, terk edilmiş bir binarırn ze.min katındaki yıkık duvarlı bir odada tuvalet kflğıdı yerine sağ elini kullandı. karşısındaki çatlak aynada önce saralmrş avucunu, sonra yüzünü gördü. yırtık pantolonu bileklerine sarrlmış bir yılan gibi duruyordu. Tek sağlam duvardaki deliklerden, doğalı yanm saat olmuş bir giineş damlıyordu. Bacaklarında canlı ödemlerve ölü yaralar oları adam bağırsağından düşenlerin ne olduğunu bilmiyordu. Ama korkrnuyordu. Çıplak tabanlannr, beton zemine sürterek iki ktiçük adrm attı. Bir su birikintisine bastığını kınk ve kopuk tırnaklı ayakları rclarıınca anladı. Ağır ağır çömeldi. sağ avucunu suya bastırdı. kirli suyun içinde, elini temizlediğini sandı. Ağır ağır doğrulurken parıtolonunu beline çekti. Ancak pantolon kasıklanna kadar kaydı çünkti çekilecek bir fermuan ve kapatılacak bir düğmesi yoktu. odarıın kapısız çıkşına doğru üç adım attı. Durdu. Düştü. Glikoz eksikliğinden ötürü vticudundaki mineral dengesi bozulmuş oları adamın bilint:i yok oldu. ÜÇ buÇuk saat süren bir komanın sonuctın(lıı ııtl:ııııııı kııllıi
durdu. Afgan, açlık ve susuzluktan öldü.
Kulübedeki sabahın üzerinden yüz dört gece geçti. Sokağın trafiği durmuş, kadın, erkek ve çocuklar tek bir noktaya bakıyordu. Yedi polis, kaldırıma oturmuş adama yaklaşmaya ve onunla iletişim kurmaya çalışıyordu. Ancak üzerinde sadece bir parıtolon olan adam, elindeki karıa batrrılmış satın bırak-
mlyor ve kimseyi duymuyolTnuş gibi, kalabalığın içindeki tek boşluğa, kendisini izleyen insanlarrn gözlerine bakıyordu. Polis telsizlerinde, bir kasap dükkfinına giren ve üç kişiyi satırla öldürdükten sonra kasadaki parayla kaçmaya çalışarı bir şahıstan bahsediliyordu. Şahıs, sokaktarı tesadüfen geçen motosikletli bir polisle karşılaşmış ve kaldırrma oturmuştu. Tek bir namlunun denetiminde beklerken üzerine doğrultulmuş tabanca sayrsr zaman içinde artmrştı. İzleyiciler ve adam sessizdi. Konuşarılar polister ve telsizleriydi. Beyaz yuzlü adam üzerine doğrultulmuş çeliklerle ilgilenmiyoç boşta oları sağ elinin işaretparmağıyla sol kolunun derisinden topladığı kanla çıplak göğsüne "tişört" yazıyordu. Brı yüzden arkasrndart yaklaşıp, sol bileğini kawadıktan sonra kolunu boğazına dolayan polisi fark edemedi. Bilekleri srrtından kelepçelenmiş oları Cenk, polis arabasrnrn arka koltuğuna ensesinden tutularak bindirildi.
Kulübedeki sabahın üzerinden seksen altı gece geçti.
Kiralık bir Cadillac New Yorker, geniş bir bahçeye açıları yüksek demir kapılann arasrndarı geçti. Ağaçlann arasındaki yolun sonundaki binarıın önünde durdu. Arabarıın şoför koltuğundan inen adam, kendisine doğru yaklaşarı iki hastabakrcıya baktı. Biri, sol arka kapıyı açıp koltuğa uzarımış adamı kollanndarı tutarak yavaşça çekti. Diğeri sürdüğü tekerlekli sandalyeyi arabaya yaklaştırdı. Beyaz yüzlü adam, sarıdalyeye nazikçe yerleştirildi. Arabayr, John E, Kennedy Havaalarıı'ndan beri sürmüş oları adam, kendisinden uzaklaşan üç k§ıyı izledi. Gözleri yükseldi ve çift kanatlı büytlk ahşap kapının üzerindek| yazlyl okudu: Silver Lake Psikiyatri Kliniği. Barbaros'un babası arabaya bindi. Tekerlekli sandalyede oturan ve bir felçliyi arıdrrarı Barbaros, binarun ağzındarı içeri kaydı. Birleşmiş Milletler Örgütü'nün merkezi krk iki kilometre doğudaydı.
Kulübedeki sabahın üzerinden üç saat geçti. Siyah yüzlü bir adam kendisine uzatılan banknotu alırken konuştu:
"Bütün eşyalar senindir." Hakan, elindeki barı}«ıota bakarak emanetçinin deposundan çıkh. Taze g|üneş, gözbebeklerini büytittü. Yürüdü. Aradığı tabelayı buldu. A]tındaki kapıdan içeri girdi. "Bir dör,rme istiyorum. Sol omzuma." Hakan, elindeki kartı arıkesörlü telefonun karnına soktu. Parmaklannın hafizasındaki tuşlara bastı. Bekledi. "A_lo."
"Anne." "Hakan ?" "Evet anne, benim... Lütfen beni kurtarın." Hakan ağlamaya, annesi konuşmaya başladı. Hakarı, annesinin bütün şartlannı kabul etti. "Söz veriyonrm anne. Bir daha sizi hiç üzmeyeceğim. Size layık olmak için her şeyi yapacağım. Ne oluç beni kabul edin." Hakan'rn annesi sancrlandr ve çocuğunu ikinci kez doğurdu: "Eve gel Hakan. Seni bekliyoruz."
On saatlik bir yolculuğun ardmdan, ücreti ailesi tarafindan ödenmiş oları otobüs koltuğundan kalkan Hakan, ücreti ailesi tarafindan ödenecek olan bir taksi koltuğuna oturdu.
224
İçinde, ailesinin yaşadığı daireyi banndıran apartmanrn asansörüne bindi. Üzerinde "6" yazan düğmeye bastı. Olduğu yerde döndü. Gömleğinin düğmelerini açıp sol yakasrnr omzuna indirdi. Asansörün aynasnda, omzundaki kelimeyle göz göze geldi. Daktilo harfleriyle yazılmış ve derisine işlenmesinin üzerinden yirmi dört saat bile geçmediği için hlli simsiyah olan kelimeyi, kurumuş dudaklarını çatlatan bir gülümsemeyle okudu. Üç harflik bir kelimeydi: "HİÇ."
_ ığ"
'-"r!
j.fföt, .. *t .r!'