Devrimci Kadın Kurultayı -10 Şubat 2013- Tebliğler

Page 1

DEVRİMCİ KADIN KURULTAYI - 10 şUBAT 2013 - TEBLİĞLER -

işçi-emekçi kadın komisyonları 1


Devrimci Kadın Kurultayı Sonuç Bildirgesi...

“Özgürlük, eşitlik, sosyalizm!”

Sınıf devrimcileri olarak, Devrimci Kadın Kurultayı’ndan aldığımız güçle, özgürlük, eşitlik ve sosyalizm mücadelesini büyüteceğiz. “Özgürlük, eşitlik ve sosyalizm mücadelesinde Devrimci Kadın Kurultayı”, 10 Şubat 2013 günü, İstanbul’da Petrol İş Sendikası Konferans Salonu’nda başarıyla gerçekleştirildi. Kurultaya, kadın ve erkek emekçilerin oluşturduğu yüzlerce kişi katıldı. Yaklaşık üç ayı bulan Devrimci

Kadın Kurultayı hazırlık süreci, başta İstanbul olmak üzere birçok kentte emekçi kadınlara yönelik mücadele çağrısı üzerinden şekillendi. Yanı sıra reformizme ve feminizme karşı ideolojik mücadelenin yükseltildiği, devrimci bakışaçısının net bir biçimde ortaya konulduğu bir çalışma olarak örgütlendi. 2


Kurultay kapsamında sunulan tebliğlerde kadın sorununa ilişkin marksist bakış özlü bir biçimde ortaya konulmuş, tebliğler üzerine yapılan konuşmalarda ise kadınların yaşadığı güncel sorunlar ile buna karşı mücadele perspektifi ele alınmıştır. Kurultayımız, kadın sorunu ve kadının kurtuluş mücadelesine ilişkin şu tespitlerde bulunmuştur: - İşçi sınıfının ideolojisi olan bilimsel sosyalizm, kadının sınıfsal ve cinsel ezilmişliğinin kaynağına ve bu kölelikten kurtulmanın yollarına ışık tutar. - Kadın sorununun temel bir toplumsal bir sorun olduğunu ortaya koyan Marksizm, tüm diğer temel toplumsal sorunlarda olduğu gibi kadın sorununda da gerçek ve köklü çözümün, bu sorunu yaratan toplumsal koşulların yok edilmesiyle olanaklı olacağını ifade eder. Bu nedenle toplumsal düzenin ürettiği sonuçlara karşı değil, temellerine karşı mücadeleyi esas alır. - Kadın cinsinin “tarihsel yenilgisi”, özel mülkiyetin ortaya çıkması, sınıflı toplumların oluşmasıyla başlar. Kadın-erkek arasındaki eşitsizliğin bu başlangıcı, iktisadi temelde cinsiyet farkı tanımaksızın efendi-köle eşitsizliği olarak ortaya çıkan ilk sınıfsal ilişkilerin bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. Bu açıdan, kadın sorunu basitçe kadın ile erkek arasındaki özel 3

bir sorun olmayıp, toplumsal-sınıfsal nitelikte bir sorundur. - Kadın sorununun tarihsel ve sınıfsal özünü yok sayan, kadının ezilmişliğinin nedenlerine ve kökenine bakma yeteneğinden yoksun olan feminizm, sorunu yalnızca kadının cins olarak ezilmişliği üzerinden ele almakta, dolayısıyla sorunun sınıfsal boyutunu inkar etmekte, kadın-erkek eşitliğini de kapitalist düzen temeli üzerinde biçimsel hakların elde edilmesine indirgemektedir. - Sınıf ilişkileri, yani toplumsal koşullar yok sayılarak, cinsler arası ilişkiler açıklanamaz. Marksist dünya görüşü kadın sorununu ve cinsler arası ilişkileri sınıfsal temelleriyle ele alır. Cinsiyet eşitsizliğinin, sınıfsal eşitsizliğe dayalı toplumsal sistemden kaynaklandığını ortaya koyar. - İşçi sınıfının kılavuzu olan bu dünya görüşü, kadının kurtuluşunun yegane yolunun, kadın-erkek işçi ve emekçilerin özel mülkiyet ve sömürüye dayalı kapitalizme karşı sınıfsal temelde birleşerek mücadele etmesinden geçtiğini söyler. - Kapitalist sistem kadın sorununu kendisinden önceki sınıflı toplumlardan devralmış, onu kendi egemenlik ve sömürü ilişkilerinin yeni koşullarına uyarlamıştır. Kadının kölelik zincirlerini yenilerini ekleyerek, sorunu daha da derinleştirmiştir.


- Eşitsizlik ve sömürü ilişkilerine dayalı olan kapitalizmden kurtuluş, kadını-erkeğiyle örgütlenmiş işçi sınıfının önderliğinde gerçekleşecek olan sosyalist devrimle mümkün olacaktır. - Sosyalizm mücadelesinde, işçi ve emekçi kadınların özgün sorunlarına dayalı demokratik talepleri ile sınıfsal talepleri arasındaki bağ doğru bir biçimde kurulmalı, nihai kurtuluşun sosyalizmle mümkün olduğu perspektifi, kadının özgül sorunları üzerinden bir mücadelenin önemini zayıflatan bir rol oynamamalıdır. Diğer yandan, işçi ve emekçi kadınların gündelik acil demokratik talepleri üzerinden mücadelesi örgütlenirken, sosyalist propaganda çalışması bunun olmazsa olmaz bir boyutu olarak ele alınabilmelidir. - Kadının kurtuluşu için, özel mülkiyetin ortadan kalkması, yani sınıflı toplum düzeninin son bulması gerekmektedir. Kadının kurtuluşu için izlenmesi gereken yolu bizlere Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği deneyimi göstermektedir. Siyasi iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi ile insanın insan tarafından sömürülmesine ve özel mülkiyet düzenine son verecek sürecin önünü açan Sosyalist Ekim Devrimi, kadının tarihsel ezilmişliğinin temellerini ortadan kaldıracak olan ilk adımları da hızla atmıştır. - Emekçi kadın çalışması,

işçi kadının cinsel eşitsizlik ve ezilmişlikten gelen özgül sorunları ile sınıfsal sorunlarını birleştirmek durumundadır. Sınıfın ortak sorunları ve çıkarlarının ötesinde, işçi kadınların cinsel ezilme ve sömürülme konumdan gelen özgül sorunları ve ihtiyaçları vardır. Bu bütünlük kurulmadan, kadın sorunu çerçevesinde başarılı bir mücadeleyi örgütlemek mümkün değildir. - 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kapitalist düzenin özellikle emekçi kadınlar üzerindeki çifte sömürü ve baskısına karşı devrimci başkaldırının ve uyanışın simgesel bir günü olarak tarihte yerine almıştır. Uzun bir dönemdir 8 Martlar reformist güçler tarafından bu sınıfsal ve devrimci özü yok sayılarak kutlanmaktadır. 2013 8 Martı’nın öngünlerinde, işçiler, emekçiler, ilerici-devrimci güçlerin devrimci bir 8 Mart zemininde tutum almalarını sağlamak yakıcı bir ihtiyaçtır. Sınıf devrimcileri olarak, Devrimci Kadın Kurultayı’ndan aldığımız güçle, özgürlük, eşitlik ve sosyalizm mücadelesini büyüteceğiz. Devrimci Kadın Kurultayı Şubat 2013

4


Devrimci Kadın Kurultayı - tebliğ / 1

Kadın sorununun tarihsel kökeni ve kadının kurtuluşu

İnsanın insan tarafından sömürüsü ve köleliğine dayalı olan kapitalizmden kurtuluş, kadınıyla, erkeğiyle örgütlenmiş işçi sınıfının önderliğinde gerçekleşecek olan sosyalist devrimle mümkün olacaktır. Diyalektik ve tarihsel materyalizm, kadın sorununun tarihsel kökenini anlamamızı sağlayan bilimsel bir yöntemdir. Bu yöntem, olaylara, tarihsel-toplumsal gelişim yasalarının ışığında ve sınıflar mücadelesinin perspektifiyle bakma

olanağı sağlar. Bu bilimsel yöntem, diğer toplumsal sorunlar gibi, kadın sorununun da tarihsel gelişmenin seyri içinde, belli koşulların ve ilişkilerin ürünü olarak ortaya çıktığını ve kadının ezilmişliğinin temelinde bu olgunun yattığını görmemizi sağlar. 5


tahakküm kurmaya dayalı veya onu ezmeye yönelik bir üstünlük olmamasıdır. İlkel komünal yaşamda, fiziksel özelliklerin sınırları çizdiği doğal bir iş bölümü söz konusudur.

Kadın sorununun tarihsel kökeni Tarihsel ve antropolojik veriler, insanlık tarihinin ilk dönemlerinde cins ayrımcılığına dayalı ilişkilerin olmadığını gösterir. İlkel komünal toplumda üretim ilişkileri, üretim araçları üzerindeki toplumsal mülkiyet karakteri ile belirgindir. Özel mülkiyetin, dolayısıyla sınıfların ve devletin olmadığı bu toplumda sömürünün, baskının, cinsel ezilmişliğin maddi zemini de henüz oluşmamıştır.

Geriye dönük bilimsel araştırma ve bulgulardan hareketle o dönemin yaşam koşullarına göz atmak bu doğal iş bölümü hakkında fikir verecektir. O dönemde temel sorun olan yaşamın devamı ancak birlikte yapılan hayvan avı, balık tutma ve bitki/meyve toplama yoluyla sağlanabiliyordu. Burada kadınların doğurganlıkları nedeniyle avlanmaya katılamadığı yaygın görüştür. Ancak bu, kadın olduğu için değil, yeni nesillerin yetiştirilmesinde oynadığı kritik rolden dolayıdır. Ortaklaşa yaşam içinde, beslenme ve barınma gibi sorunlarda herkese iş düşmektedir. Zamanla ortaklaşa yürütülen işlere, toprak işleme ve evcilleştirilen hayvanların yetiştirilmesi de eklenmiştir.

Bu dönemde kabileler halinde ortaklaşa yaşayan insan topluluklarında kadının, doğurganlık özelliğinin de etkisiyle saygın bir yeri var. Soy zincirinin kadına göre belirlenmesi ise, onun saygınlığını pekiştiriyordu. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, bu topluluklarda kadının belirgin üstünlüğünün öteki cins üzerinde

6


Sözünü ettiğimiz dönemin belli bir aşamasında yaşanan üretim araçlarının gelişimi ve emek üretkenliğindeki artış, kabilelerin sayısının artması ve doğal yaşama uyum sağlamada ulaşılan düzeyle birlikte, toplumsal evrim kendi yolunda ilerlerken, kadın-erkek ilişkileri de tarihsel bir değişime uğramıştır.

içi hizmetler ise toplumsal bir iş olmaktan çıkıp, kadının angaryası haline dönüşmüştür. Özel mülkiyet sahibi olan erkek, toplumsal olarak ayrıcalıklı bir statüye kavuşmuş, yasal sayabileceği ve mülkiyetinin varisi yapabileceği çocuklara ihtiyaç duyduğu için de sadece kadınlar için geçerli olan tek eşlilik dönemi başlamış, soy ağacı ve miras erkek üzerinden devam etmiştir.

Her türden eşitsizliğin kaynağı olan özel mülkiyetin tarih sahnesinde görünmesini sömürünün, sınıfların ve zamanla devletin ortaya çıkışı izlemiştir. Bu gelişme, aynı zamanda kadın cinsinin “tarihsel yenilgisinin” de başlangıcı olmuştur. Kadın-erkek arasındaki eşitsizliğin bu başlangıcı, iktisadi temelde insan soyu içerisinde cinsiyet farkı tanımaksızın efendiköle eşitsizliği olarak ortaya çıkan ilk sınıfsal ilişkilerin bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. Sınıfsal sömürü ve baskının tüm maddi ve manevi araçları kadın üzerindeki cinsel sömürü ve baskının da araçları olmuşlardır.

Özel mülkiyete paralel olarak gelişen erkek egemenliği tüm sınıflı toplumlarda, özü aynı kalarak, değişen toplumsal düzenlerin kendine özgü yanlarıyla yenilenerek günümüze dek sürmüştür. Köleci sistem, feodal dönem ve kapitalizm koşullarında kadın sorununun biçim değiştirerek devam ettiğini görmekteyiz. Özetle kadının ezilmişliği, sınıflı toplumların tarihsel bir ürünüdür. Tüm bu nedenlerle kadın sorunu basitçe kadınla erkek arasındaki özel bir sorun olmayıp, toplumsal ve sınıfsal nitelikte bir sorundur. Kadın sorununda gerçek ve kalıcı çözüm için, bu sorunun toplumsal niteliğini ve içeriğini kavramak temel önemdedir.

Sınıfların ortaya çıkışı, üretim tekniğindeki gelişmeler ve üretimin ağırlıklı olarak kol gücüne dayalı olması, üretimde erkeğin ön plana çıkmasına zemin hazırlamıştır. Oysa tarihsel evrede kadının üretim sürecindeki konumu gerilemiş ve giderek eve hapsolmuştur. Ev 7


Kadın sorunun çözümü ve kadının kurtuluş mücadelesi Diyalektik materyalist yönteme dayalı sınıf mücadelesini temel alan biz komünistler, kadın sorununun tarihin belli bir evresinde belli sınıf ilişkilerinin ürünü olarak ortaya çıktığını, tarihin belli bir evresinde bu koşulların değişmesi ile ortadan kalkacağını savunuyoruz. Kadın sorununun tam çözümü için vazgeçilmez olan toplumsal koşulları yaratabilecek olan tek devrimci sınıf, işçi sınıfıdır. İnsanın insan tarafından sömürüsü ve köleliğine dayalı olan kapitalizmden kurtuluş, kadınıyla, erkeğiyle örgütlenmiş işçi sınıfının önderliğinde gerçekleşecek olan sosyalist devrimle mümkün olacaktır. Bu temel hedefe bağlı olarak, kadınların maruz kaldığı sömürü ve baskı koşullarına karşı acil demokratik ve sosyal istemler uğruna mücadele de büyük bir önem taşır. Bu mücadele içinde emekçi kadınlar öz deneyimleri yoluyla eğitilerek devrim mücadelesine kazanılabilir. Komünistler, kadının tarihsel ezilmişliğinin yarattığı fiili eşitsizliklerin tüm izlerinin silinmesinin yeni toplumun inşası ve yeni insanın biçimlenmesi eşliğinde uzun bir tarihi döneme yayılacağının bilincindedir. Bu nedenle de, toplumsal bir devrimle üretim araçlarının özel mülkiyetine son vererek, sömürü ilişkilerinin ortadan kaldırılması için atılan adımların, geçmişten miras kalan ataerkil kültüre, geleneklere ve gerici ideolojiye karşı sistematik mücadele ile birleştirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Özgürlük, eşitlik ve sosyalizm mücadelesinde Devrimci Kadın Kurultayı’nı buradan selamlarken, bir kez daha vurgulamak istiyoruz: Kadının kurtuluşu devrimde, sosyalizmde! 8


Devrimci Kadın Kurultayı - tebliğ / 2

Kadın sorununa yaklaşımlar...

İşçi sınıfının ideolojisi olan bilimsel sosyalizm hem kadının sınıfsal ve cinsel ezilmişliğinin kaynağına hem bu kölelikten kurtulmanın yollarına ışık tutar. Devrimci Kadın Kurultayı’mızı, kadının kurtuluş mücadelesini ve kadının yaşadığı sorunların çözümünü Marksizm’in ışığında ortaya koymak, kadın sorununu cinsiyetçi temele indirgeyen reformist/feminist anlayışlara karşı devrimci sınıf alternatifini yükseltmek amacıyla gerçekleştiriyoruz.

kadın sorununda feminist çizginin belirgin bir ağırlık kazanmasıdır. Bu savrulma, devrim ve sosyalizm mücadelesinden uzaklaşmanın, kadın sorununa karşı alınan pratik tutuma yansımasından başka bir şey değildir. 8 Mart kutlamalarında yaşanan ayrışmalarda belirgin bir hal alan bu çizgi, dünün devrimcilerinin, gelinen yerde burjuva bir akım olan feminizmin peşinde sürüklenmelerinin yolunu açmıştır.

Kadının kurtuluşu mücadelesini bir kurultayda tartışmayı zorunlu kılan, uzun bir dönemdir sol harekette 9


Bu vahim tablo, sınıf mücadelesini bölen ve parçalayan eğilimlere karşı her zeminde mücadelenin yükseltilmesini zorunlu kılıyor.

ölçüde işçi hareketi sayesinde ve işçi sınıfı partilerinin önderliğinde kazanılmıştır. Feminizm burjuva bir akımdır

Her toplumsal soruna olduğu gibi, kadın sorununa bakış da sınıfsal bir nitelik taşır. Feminist hareketin tarihsel evrimine bakıldığında da bu gerçek net bir şekilde görülür.

1960’lı yıllarda şekillenen feminizm ise, dönemin toplumsal hareketlilikleri ile bağlar kurmayı başarabilmiştir. Bu dönemde feministler, toplumsal cinsiyet rollerinin bütünüyle yıkılmasını ve tam bir eşitliği savunmuşlar. Dönemin toplumsal hareketlerine de yaslanarak, kürtaj hakkı, doğum kontrolü vb. alanlarda kazanımlar elde etmişlerdir. (Aynı dönemin sosyalist feministleri ise, bugünkülerden farklı olarak Marksizm ile bağ kuran daha özgün bir akımdı.)

18. yüzyılın ortalarında kadının hak eşitliği istemiyle ortaya çıkan, burjuva kadınlarının damgasını vurduğu kadın hareketi, “oy hakkı, mülkiyet hakkı, eğitim hakkı, siyaset hakkı”nı talep ediyor, burjuva kadının burjuva erkeğiyle eşitliğini istiyordu. Toplum ölçeğinde kadın haklarının insan haklarının bir parçası olması ve kadınların hak eşitliği taleplerinin (burjuva ve orta-burjuva kesimlerin talepleri olmakla birlikte) meşrulaştırılmasının ötesinde, burjuva kadın hareketinin kadınların hak kazanımlarına özel bir katkısı olmamıştır.

Burada feminist hareketin tarihsel gelişim sürecini ayrıntılı olarak ele almak gerekmiyor. Vurgulamak istediğimiz birinci nokta, feminist hareketin sınıfsal karakteridir. Başlangıçta kadının hak eşitliği mücadelesi tümüyle burjuva kadınlara dayanmıştır. ‘60’lı yıllardaki kadın hareketi ise orta ve küçük burjuva kadınlarına dayanmakla birlikte, burjuva kadın hareketinin uzantısı olarak şekillenmiştir. Ufku burjuva sınırların ötesine geçememiş, sorun, düzen sınırları içinde kadının biçimsel hak eşitliği temelinde ele alınmıştır.

19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarında, işçi sınıfı partilerinin yol göstericiliğinde, sınıf hareketinin bir parçası olan proleter kadın mücadelesi gelişmeye başlamış ve o günden bu güne önemli kazanımlar elde edilmiştir. Dolayısıyla, bugün kadınların sahip olduğu tüm temel demokratik ve sosyal haklar, tam da kurulu burjuva düzene karşı gelişen sosyal-siyasal mücadelelerde, önemli 10


tasfiyeciliğin ve yenilginin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

Vurgulanması gereken ikinci nokta ise, kadınların en temel kazanımlarının işçi sınıfı ve onun partilerinin mücadeleleri sayesinde elde edilmiş olduğudur. ‘60’lardaki kısmi kazanımlar da, dönemin yükselen toplumsal hareketliliği ve onun devrimci dinamizminin etkisiyle sağlanabilmiştir.

Türkiye’de feminizm, tam da bu gerici dalga ile soldaki yenilgi ve tasfiyeciliğin ürünüdür. ‘80 darbesinin ardından, geçmişte kimi sol örgütlerin bünyesinde yer alan kadınların, kendilerinin deyimiyle “sınıfsal, kimliksel farklılıklar parantez dışına atılarak, tek bir ortaklıkla (kadınlık)” bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır.

Kadın sorununda feminizme savrulanlar, devrim iddialarını yitirenlerdir...

Dünyada da bu dönemde esen liberal gerici rüzgara paralel bir feminist hareket şekillenir. ‘60’lı yıllarda feministler toplumsal cinsiyet rollerinin yıkılmasını talep ederken, bu dönemin feministleri tarafından bu roller kabullenilir. Erkek kimliğinin eril bir iktidara sahip olmasından yola çıkılarak “ezen” olduğu ifade edilir ve kadın kimliğinin “ezme” misyonu olmadığı, yaşatılması gerektiği söylenir. Mücadelesi de öncelikli olarak bu “eril iktidara” yani erkeğe yönelir. Türkiye’de ‘80’lerde ortaya çıkan feministler de, kadın

Türkiye’de ise süreç farklı gelişmiştir. 1980’deki 12 Eylül faşist darbesi Türkiye’de toplumsal hareketin gelişimi açısından önemli bir dönemeci ifade eder: Dünya ölçeğinde esen gerici, liberal dalga, Türkiye’de faşist darbenin yarattığı ağır baskı ve gericilik, SSCB’nin çöküşü vb... Bu dönem kapitalizmin ebediliğinin kutsandığı, “sosyalizmin öldüğü” naralarının atıldığı, koyu gerici bir dönemi ifade eder. Türkiye’de feminizm, tam da bu gerici dalganın, solda yarattığı

11


renkle yer değiştirdi. Dolayısıyla, bugün kadın sorununa yaklaşımdaki savrulmanın kaynağında, sol hareketin ağırlıklı bölümünün iktidar perspektifini yitirmesi ve devrim ufkunun kararması var. 8 Martlar’da yaşanan tablo, bu vahim savrulmanın yansımasından ibarettir.

cinsinin ezilmişliği temelinde erkek egemenliğine karşı mücadeleyi esas alırlar. Türkiye’de feminizm, sol harekette tasfiyeci savrulmanın derinleşmesiyle etki alanını genişletti. Halkçı küçük-burjuva devrimci akımların önemli bir bölümünün “reformizm”e evrimi, ‘90’ların ortalarından itibaren işçi hareketinin geri çekilişi ile birlikte hız kazandı. Bu gelişme giderek toplumsal mücadelenin çeşitli alanlarında sonuçlarını üretti. Bu alanlardan biri ise kadın sorunu ve mücadelesi oldu. Reformist sol akımlar feminist düşünce ile buluştular ve “sosyalist feminizm” adı altında gerçekte “burjuva feminizmi”ne yöneldiler.

Sonuçta, kadın ve erkeğin ortak mücadelesini dışlayan bağımsız bir kadın hareketi, birleşik emekçi mücadelesini bölmeye ve kadın emekçilerin mücadelesini burjuva toplum sınırlarına hapsetmeye hizmet etmektedir. Böylece sadece kadın-erkek işçi ve emekçilerin ortak mücadelesini değil, aynı zamanda emekçi kadın mücadelesinin kendisini de sakatlayıp zayıflatan bir rol oynamaktadır.

Kürt hareketinin sistemle barışma çizgisine yerleşmesi ile bu tasfiyeci eğilim, bir-iki örnek dışında halkçı akımların tümünü girdabına almıştır. Reformizmin bayrağı altında toplananlar, hızlı bir biçimde feminist çizgi ile buluştular ve “sosyalist feminizm” söylemiyle, “sosyalizm” ile “burjuva feminizmi”ni birleştirme çabasına girdiler.

Kadın sorununun tarihsel ve sınıfsal özünü yok sayan, kadının ezilmişliğinin nedenlerine ve kökenine bakma yeteneğinden yoksun olan feminizm, kadın sorununu, kadın-erkek eşitsizliğine indirgemekte, sorunun sınıfsal boyutunu inkar etmekte, kadınerkek eşitliğini kapitalist düzen temeli üzerinde biçimsel hakların elde edilmesine indirgemektedir.

Burjuvazinin egemenliğine boyun eğenler, “erkek egemenliğine” karşı mücadele ile teselli bulmaya başladılar. “Emekçi kadın” mücadelesi, salt “kadın” mücadelesiyle, kızıl renk mor

Sonuçta, sınıflar mücadelesinden bağımsız bir kadın hareketini savunanlar, kadın emekçileri burjuva ufkunun dar sınırlarına hapsetmekle kalmıyor, sınıfın birliği 12


ve mücadelesini bölen, zayıflatan, sakatlayan bir rol de oynuyorlar. Hal böyleyken, bazılarının bu çizgiyi devrim ve sosyalizm adına savunmalarını, ciddiyet ve samimiyet bunalımı içinde olduklarının kanıtı saymak gerek. Kadın sorununda biricik gerçek çözüm bilimsel sosyalizmdir! özgürlüğü ve eşitliği mücadelesine elbette gereken önemi verir, fakat hukuksal planda çok ileri kazanımlar elde edilse bile, tam da sınıfsal ezilmişlikten dolayı bunların önemli ölçüde kağıt üzerinde kalmaya mahkum olduğunu da ortaya koyar. Zira kadının ezilmişliği hak yoksunluğundan değil kapitalizmin ekonomik karakterinden kaynaklanır.

Kadın sorununun toplumsal bir sorun olduğunu ortaya koyan Marksizm, tüm diğer temel toplumsal sorunlarda olduğu gibi kadın sorununda da gerçek ve köklü çözümün, bu sorunu yaratan toplumsal koşulların yok edilmesiyle olanaklı olacağını ifade eder. Bu nedenle toplumsal düzenin ürettiği sonuçlara karşı değil, temellerine karşı mücadeleyi esas alır.

İşçi sınıfının felsefesi olan bu dünya görüşü, kadının kurtuluşunun yegane yolunun, kadın/erkek işçi ve emekçilerin özel mülkiyet ve sömürüye dayalı kapitalizme karşı sınıfsal temelde birleşerek mücadele etmesinden geçtiğini söyler.

Sınıf ilişkilerini, yani toplumsal koşulları yok sayarak cinsler arası ilişkileri açıklamak olanaklı değil. Marksist dünya görüşü, kadın sorunu ve cinsler arası ilişkileri sınıfsal temelleriyle ele alır. Cinsiyet eşitsizliğinin, sınıfsal eşitsizliğe dayanan toplumsal sistemin sadece bir parçası olduğunu ortaya koyar.

Kurultayımız vesilesiyle bir kez daha vurgulayalım ki, işçi ve emekçi kadınların yeri, tüm işçi ve emekçilerin olduğu gibi, kadın sorununun da gerçek ve kalıcı çözümünü sağlayacak olan devrim ve sosyalizm mücadelesinin saflarıdır.

İşçi sınıfının ideolojisi olan bilimsel sosyalizm hem kadının sınıfsal ve cinsel ezilmişliğinin kaynağına hem bu kölelikten kurtulmanın yollarına ışık tutar. Burjuva düzen koşullarında kadının

Kadının kurtuluşu sosyalizmde! Yaşasın devrim ve sosyalizm! 13


Devrimci Kadın Kurultayı - tebliğ / 3

8 Mart’ın tarihsel-sınıfsal önemi ve tutumumuz

8 Mart, kadının tarihsel yenilgisine tıpkı kendinden önceki toplumsal düzenler gibi kapitalizmin de çözüm bulmadığı ve bulamayacağının bir ilanıdır. Kapitalizmin azgın sömürüsü, eşitsizliği, baskısı ve şiddeti zamanla birçok işçi kadını bir araya getirdi. Emekçi kadınların hem sınıfsal hem de cinsel kimliklerinden ötürü maruz kaldıkları sömürüye ve eşitsizliklere karşı başkaldırılarına yol açtı. 8 Mart 1857 yılında Amerika’daki işçi kadınlar “10 saatlik işgünü” talebiyle alanlara çıktılar. Ve böylelikle proletaryanın

kapitalistlere karşı sürdürmüş olduğu sınıf mücadelesinde cesurca en ön saflarda yer aldıklarını göstermiş oldular. 8 Mart 1886’da yine Amerika’daki tekstil işçisi kadınların “eşit işe eşit ücret”, sendika ve oy hakkı için başlatmış oldukları mücadele de azgın bir devlet terörüne maruz kaldı. Yüzü aşkın kadın işçi hunharca yakılarak katledildi. 14


Kapitalistlerin gerçekleştirmiş olduğu bu vahşi katliamlar ne proletarya hareketini engelleyebildi ne de işçi kadınların özgürlük ve eşitlik talepleri ile bu mücadele içerisindeki konumlarını geriletebildi. 8 Mart 1908’de New York’ta işçi kadınlar, bir kez daha eşitlik ve özgürlük talepleriyle alanları doldurdular. İşçi ve emekçi kadınların mücadelesi ile tarihe yazılan 8 Mart, II. Enternasyonal’in 1910 yılında gerçekleşen II. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’na taşındı. Clara Zetkin, 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını önerdi ve bu öneri doğrultusunda her yıl Mart ayının belirli günlerinde “kadınlar günü” kutlanmaya başlandı. 1921 yılında Moskova’da Nadejda Krupskaya ve Clara Zetkin’in de katıldığı “II. Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı” toplandı. Konferansta, 1917 Şubat Devrimi’nin ilk kıvılcımını çakan Petrogradlı tekstil işçisi kadınların tüm işyerlerinde birden 8 Mart’ta çıktıkları grevlere ve direnişlere ithaf edilerek 8 Martlar’ın dünyada “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmasına karar verildi. O günlerden bu yana 8 Martlar, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adıyla sosyalist ülkelerde resmi tatil olarak, diğer ülkelerde ise komünist, sosyalist ve ilerici güçlerin öncülüğünde 15

düzenlenen etkinliklerle kutlanıyor. Devrim ve sosyalizm mücadelesinde 8 Mart’ın yeri 8 Mart’ın tarihine ve çıkışına kaynaklık eden oaylara baktığımızda 8 Martlar’ın uluslararası işçi hareketine ve sosyalizme ait olduğunu görürüz. 8 Mart, özel mülkiyet ve artı-değer sömürüsüne dayalı kapitalist düzenin, kadın cinsi ama özellikle de emekçi kadınlar üzerindeki çifte sömürüsü ve baskısına karşı devrimci başkaldırının ve uyanışın simgesel bir günü olarak tarihte yerine almıştır. Bu anlamıyla 8 Mart, kadının tarihsel yenilgisine tıpkı kendinden önceki toplumsal


düzenler gibi kapitalizmin de çözüm bulmadığı ve bulamayacağının bir ilanıdır. Ama aynı zamanda sorunun kalıcı çözümü yönünde sosyalizme ulaşma arzusuyla kapitalizme karşı bir savaş çağrısıdır. Nitekim daha o dönemde yapılan kutlamalara bakıldığında “oy hakkı”, “eşit işe eşit ücret”, “8 saatlik iş günü”, “analık hakları” gibi taleplerin yanı sıra, “emperyalist savaşların son bulması” gibi taleplerin de dile getirildiği görülmektedir. Fakat II. Enternasyonal’in I. Emperyalist Paylaşım Savaşı ile açığa çıkan utanç verici oportünizmine kaynaklık eden teorik yaklaşım ve sınıfsal tutum, Sosyalist Kadın Hareketi içerisinde ve kadın sorununu ele alışta da yansımasını buldu. Bu ayrışma sonucunda, Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün artık resmen 8 Mart’ta kutlanmasına ilişkin kararın alındığı 1921 tarihli II. Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’nda komünist kadın hareketinin yönergeleri belirlendi. Bu yönergelerle ilgili olarak Clara

Zetkin, cinsiyet köleliğinin ve sınıf köleliğinin nedeninin son tahlilde özel mülkiyet olduğunu ve kadınların tam kurtuluşunun ancak ve yalnızca üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması ve onların toplumsal mülkiyete dönüştürülmesi ile güvence altına alınabileceğini ifade etmektedir. Proletaryanın devrimci sınıf mücadelesi olmaksızın kadınların gerçek ve tam kurtuluşunun, kadınlar bu mücadeleye katılmaksızın kapitalizmin parçalanmasının, sosyalist yeniyi yaratmanın olanaksızlığını belirtmektedir. Bu tarihsel deneyimden de anlaşılacağı üzere; bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutladığımız güne vesile olan kadın cinsinin ezilmişliği sorunu ve onun çözümü, Marksizm’i benimseyenler için her zaman bir devrim sorunu olarak ele alınıp kavranmıştır. Bu anlamıyla 8 Mart’ın devrimci özüne ve mirasına bağlı kalmak Marksizm’e ve devrime bağlı kalmaktır aynı zamanda. 16


Türkiye’de 8 Mart’ın tarihçesi Türkiye’deki ilk 8 Mart kutlaması, 1921 yılında II. Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’nda alınan karar doğrultusunda Türkiye Komünist Partisi (TKP) tarafından “Emekçi Kadınlar Günü” adıyla gerçekleştirildi. Kutlama, kurtuluş savaşının zorluklarıyla boğuşan emekçi kadınların talepleriyle ve Kemalist burjuvazi tarafından katledilen Mustafa Suphi ve yoldaşlarının anılması üzerinden bir toplantı şeklinde düzenlendi. Bundan sonra uzun yıllar boyunca yasaklanan 8 Mart, 60’lı yıllarda başlayan sosyal ve siyasal uyanışın etkisiyle 1975 yılında tekrar kutlanmaya başlandı. Bu arada 1975 yılı, dünya genelinde yaşanan sınıf mücadeleleri ve devrimci atmosferin basıncıyla Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Kadın Yılı” ilan edilmişti. Birleşmiş Milletler, 16 Aralık

17

1977’de ise 8 Mart’ın her yıl “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kararlaştırdı. Aradan 50 yıl geçtikten sonra alınan bu karar proleter kadınların ve sosyalist hareketin kadınlara sağladığı yeni bir kazanım oldu. Emperyalist kapitalizm açısından ise 8 Mart’ın tarihsel kökeninden ve devrimci özünden kopartılıp, sistem içi bir hale dönüştürülmesine yönelik ideolojik ve politik bir manevraydı. Fakat Türkiye’de sınıf ve sol hareketin yükselişi 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün devrimci özünden koparılmasına yönelik adımları boşa düşürüyor, etkinlik, anma ve kutlamalarda kadın işçilerin talepleri, ABD ve NATO’nun protestosu, emperyalizmin, faşizmin ve darbelerin lanetlenmesi gibi siyasal taleplerle birleşiyordu. Sosyal mücadelenin yükseldiği koşullarda 8 Martlar devrimci içeriğine ve özüne uygun bir şekilde kutlanıyordu.


1980 askeri faşist darbesinin ardından 8 Martlar’ın yeniden alanlarda kutlanması ise, sınıf ve kitle hareketinde yaşanan yeni bir çıkışla ’90’ların başında mümkün olmuştur. ’90’ların ortalarına kadar 8 Martlar, devrimci demokrat hareketler tarafından devrimci içeriğine ve özüne sadık kalınarak kutlanmaya çalışıldı. Gazi Direnişi ve 96 Ölüm Orucu süreci sonrasında devrimci harekette yaşanan kırılma, Kürt hareketinde düzen içi çözüm arayışlarının yaratmış olduğu tasfiyeci ideolojik basınçla birleşince birçok alanda olduğu gibi 8 Mart kutlamaları ve kadın sorununu ele alışta da liberalreformist yaklaşımları öne çıkaran koşullar oluşmaya başladı. Bu da 8 Martlar’ın “erkeksiz kutlanması” gibi ucube bir yaklaşım üzerinden kendini göstermiş oldu. Başta komünist hareketin ilkesel duruşu ve yaklaşımı ile küçük burjuva devrimci demokrat grupların tüm tasfiyeci basınca karşın “devrim iddiasını” az çok koruduğu dönem boyunca, “Devrimci 8 Mart Platformu” gibi birlikteliklerle bu dayatmalara karşı duruldu ve direnildi. Bu, düzendevrim ayrışmasının 8 Mart şahsında da ifadesini bulan bir yansımasıydı. 2000’li yıllara gelindiğinde sermaye devletinin F tipi saldırısı ve Kürt hareketinin İmralı süreci üzerinden devrimci demokrat 18


hareketler üzerinde yaratmış olduğu yeni tasfiyeci basınç, zaten yapısal zaaflar içeren küçük burjuva devrimci gruplar şahsında devrim iradesinin ve iddiasının gittikçe yitirilmesine yol açtı. Bu irade yitimi kadın sorununu ele alış ve 8 Mart’ın devrimci özüne ve mirasına sahip çıkma noktasında da kendini gösterdi. Feminist grupların liberalreformist gruplarla oluşturdukları blok ve bu bloğa Kürt hareketinin de destek vermesi, küçük burjuva devrimci demokrat hareketin sınırlı sayıdaki son mirasçıları şahsında da yalpalamalara yol açtı. Bazıları şahsında ilk başlarda “her iki 8 Mart’a” katılmak üzerinden yansıyan bu ilkesiz tutum, zamanla bu ara konumdakileri ayrıştırarak, safların daha da netleşmesine yol açtı. Liberal-reformistlerin ve feministlerin oluşturduğu blok, 2010’lara gelindiğinde devrim iddiası ve hedefinden epeyce uzaklaşmış olan birçok grubu da içine alarak, uluslararası proletarya hareketi ve sosyalizme ait olan 8 Mart’ı, devrimci özünden ve mirasından yalıtık bir şekilde, cinsiyet karşıtlığına indirgenmiş “erkeksiz” kutlamalar eşliğinde gerçekleştirmeye başladı. Feminist grupların sol harekete kabul ettirmiş olduğu “erkeksiz 8 Mart” kutlamasının hiç de “masum” bir durum olmadığını, kadın 19

sorununu ele alıştaki ideolojiksınıfsal derin bir ayrışmanın sonucu olduğunu bir kez daha vurgulayalım. Tarihte bu ayrışmanın bir benzeri Rusya’da Bolşevikler ve Menşevikler arasında, tam da bu aynı nedenle yaşandı. 1913 ve 1914’teki kutlamalarda, Uluslararası Kadınlar Günü’ne sadece kadınların katılmasını isteyen Menşeviklerle, tüm işçi sınıfının katılımında ısrar eden Bolşevikler arasında, kadın sorununu ele alıştaki ideolojikprogramatik yaklaşım farkından kaynaklanan bir ayrışmaydı bu. 2013’ün 8 Martı’nı öncelediğimiz bugünlerde 8 Mart şahsında yaşanan bu ayrışmada işçilerin, emekçilerin, ilerici-devrimci güçlerin devrimci bir 8 Mart’tan yana taraf olmalarını sağlamak yakıcı bir ihtiyaçtır. Devrimci Kadın Kurultayı’nın ardından bundan sonra 8 Martlar’ın tarihsel ve sınıfsal özüne uygun devrimci bir çizgide gerçekleşmesi için yoğun bir çaba içerisinde olmayı sürdürmeliyiz. Bu bilinçle, başta emekçi kadınlar olmak üzere tüm işçi ve emekçileri kapitalist sömürüye, emperyalist saldırganlığa, baskıya, şiddete ve gericiliğe karşı 8 Mart alanlarında buluşmaya çağırıyoruz. 8 Mart kızıldır, kızıl kalacak! Yaşasın 8 Mart, yaşasın sosyalizm!


Devrimci Kadın Kurultayı - tebliğ / 4

Kadınların örgütlenme ve mücadele sorunu!

Kadın sorununun gerçek çözüm yolu ancak, sınıfların ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir mücadele içinde açılabilir. Kadının toplumsal yaşamda ikinci plana itilerek cins olarak ezilmesi, özel mülkiyetin/sınıfların ortaya çıkışı ile başlamakta, bu olgunun kendisi kadın sorununa tarihsel ve sınıfsal bir karakter kazandırmaktadır. Bu tarihsel-sınıfsal kaynak, kadın sorununun çözümünün koşullarına da işaret etmekte, kadının kurtuluşunun sosyalizmde olduğunu ortaya koymaktadır. Bu da, emekçi

kadın çalışmasında, sınıfın genel kitlesinin ayrılmaz bir parçası olan kadın işçilerin temel alınmasını zorunlu kılmaktadır. Zira, genelde kadınların özgürleşmesi, ancak bu mücadelenin kazanımları ve zaferi ile mümkün olacaktır. Marksizm-Leninizm ışığında yaptığımız bu belirlemelere bağlı olarak tebliğimizde; işçi ve emekçi 20


kadınların talepleri ve komünistlerin bu talepleri ele alış yöntemi, kadınların örgütlenme sorunları ve bunun araçları, yöntemleri vb. üzerinden komünistlere düşen görevleri tanımlamaya çalışacağız. Emekçi kadınların mücadelesinin ve örgütlenmesinin araçları Kapitalizmde kadın ve erkek işçi, aynı baskı ve kölelik ilişkilerine mahkûm edilmektedir. Sınıfsal konum üzerinden şekillenen bu toplumsal sorun her iki cinsi de kapsamaktadır. Fakat işçi ve emekçi kadınlar, sınıfın genel sorunlarının yanı sıra kadın olmaktan kaynaklı bir dizi sorunla da yüzyüzedirler. Bu olgu emekçi kadınların, hem sınıfsal hem de cinsel sömürü ve ezilmişliğe karşı mücadele etmesini zorunlu kılmaktadır. Çünkü kadın ücret artışı, sigorta, örgütlenme vb. haklar için mücadele ederken, aynı zamanda cinsel sömürüye, şiddete, töreye, aşağılanmaya, aile ve toplum içindeki ikincil konumuna karşı da mücadeleyi yükseltmek durumundadır. Tam da bu olgu, sınıfın organik bir bileşeni olan emekçi kadınların, mevcut düzene karşı mücadele sürecinde erkeklerle omuz omuza yerlerini almalarının daha güçlü bir biçimde örgütlenebilmesinin bir olanağıdır. Bu nedenle biz komünistlerin görevi, tüm 21

sınıf örgütlerinde, mesleki örgütlenmelerde ve demokratik kitle örgütlerinde kadın ve erkek emekçilerin birlikte mücadelesini örgütlemektir. Kadını salt kendi özgün talepleri çerçevesinde ayrı örgütlenmeye yöneltmek, emekçi erkeği kadın sorunu çerçevesindeki görevlerine yabancılaştıracağı gibi, kadın emekçiyi de mücadelesinde yalnızlaştıracak, ufkunu daraltacak ve bilinç bulanıklığı yaratacaktır. Tıpkı bugün KESK içerisinde yaşandığı gibi, hak ve özgürlükler mücadelesi salt kadın mücadelesine daraltıldığı içindir ki, mücadelenin kısırlaşmasına ve giderek dejenere olmasına yolaçacaktır. Kadın sorununun gerçek çözüm yolu ancak, sınıfların ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir mücadele içinde açılabilir. İşçi sınıfının bir parçası olarak bu mücadelede yerlerini alan kadınlar, erkek sınıf kardeşleri ile birlikte, kurulu düzene yönelik mücadeleler içinde aynı zamanda “erkek egemen ideoloji”ye karşı da güçlü ve etkili bir mücadele verebilirler. Mücadelenin bu boyutunda da kadın işçiye en büyük desteği ise erkek sınıf kardeşleri vermek zorundadırlar. Emekçi kadınlara yönelik çalışmada açıklık getirilmesi gereken önemli noktalardan biri, “bağımsız


kadın örgütlenmesi” sorunudur. Bu sorun kadın çalışmasında tartışma yaratan alanlardan biridir. Biz komünistler, feministlerin ve soldaki versiyonlarının savunduğu tarzda bir bağımsız kadın örgütlenmesini doğru bulmuyoruz. Çünkü, işçi ve emekçilerin ortak mücadelesinden, bu çerçevede birlikte yer alacakları parti, sendika ve diğer kitlesel sınıf örgütlerinden bağımsız bir kadın örgütlenmesi olamaz. Kadın ve erkek emekçiler, parti örgütünden sendikal örgütlere, demokratik kitle örgütlerine kadar kadar tüm sınıf örgütlenmelerinde birlikte mücadele etmelidirler. Emekçi kadın ile emekçi erkek ancak sınıfa karşı sınıf savaşımında omuz omuza bir mücadeleyi yükseltebildikleri koşullarda, kadın sorununun özgül boyutundaki mücadeleyi de daha güçlü bir biçimde verilebilecektir. Emekçi kadınları ayrı bir örgütlenmeye yöneltmek, devrimci sınıfın gücünü bölmekten, kadın-erkek tüm emekçilerin kölelikten kurtulma mücadelesini

zayıflatmaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır. Dahası, kadının mücadelesini salt kadın olmaktan kaynaklanan sorunlar alanına hapsederek, onun tam da bu düzene karşı sınıfsal mücadeleler içinde aşabileceği geri konumunu aşmasını güçleştirecektir. Kuşkusuz bu, emekçi kadınları örgütlemeye yönelik çalışma çerçevesinde özgün araçları, kitle örgütleri bünyesinde kadın sorununa yoğunlaşacak komisyonlar, komiteler, vb. oluşturma ihtiyacını ortadan kaldırmamaktadır. Tersine, bu tür araçlar kadınların mücadeleye çekilmelerini kolaylaştıran bir rol oynayacaklardır. Bu komisyonların temel görevi, işçi ve emekçi kadınlara yönelik aydınlanma ve bilinçlendirme faaliyeti yürütmek, popüler broşür, bülten ve benzer araçları da kullanarak, onları özgün sorunları ve talepleri üzerinden de mücadeleye çekebilmektir. 22


Fabrikalarda, mesleki örgütlenmelerde, kültür kurumlarında, işçi derneklerinde, vb. oluşturulacak kadın kollarının, işçi-emekçi kadın komisyonlarının temel işlevi, bulundukları alanlarda kadınlara yönelik özgül çalışmayı planlayıp somutlaştırmanın ötesinde, bunu bünyesinde yer aldığı örgütün geneline maledebilmektir. Öyleyse; * Tüm işçi ve emekçi kadınlar, parti, sendika ve diğer kitlesel sınıf örgütlerinde erkek işçi ve emekçilerle birlikte örgütlenmelidirler. * Mevcut mesleki ve sınıfsal örgütler içinde, kültür kurumlarında, işçi derneklerinde vb., kadınlara yönelik özgül çalışmanın ihtiyaçlarına yanıt verebilen uzmanlaşmış örgütlenmeler olan işçi ya da emekçi kadın komisyonları oluşturulmalıdır. * Örgütlü ve örgütsüz tüm fabrika ve işyerlerinde de işçi ve emekçi kadınları yaşadıkları çok yönlü sorunlar üzerinden mücadeleye çekecek komite, komisyon vb. örgütlenmelere gidilmelidir. Komünistlerin işçi ve emekçi kadının özgül sorunlarına yaklaşımı Kadın sorunu demokrasi sorununa indirgenemeyecek denli köklü ve kapsamlı bir temel 23

toplumsal sorundur. Bu nedenle komünistler, işçi ve emekçi kadını öncelikle kendi sınıfsal kimliği üzerinden kazanmayı ve etkin kılmayı hedeflerler. Fakat, işçi-emekçi kadına yönelik çalışmalarını yalnızca onun sınıf konumundan kaynaklanan sorunlarına indirgemezler; bu temel üzerinde işçi kadının cinsel konumundan kaynaklanan özgül sorunlarını, çıkarlarını ve bu çerçevedeki talepleri uğruna mücadelesini örgütlemeyi de bu çalışmanın temel önemde bir boyutu olarak ele alırlar. Dolayısıyla, sınıfsal temelli sorunlarının yanısıra, kadınının cinsel konum ve ezilmişliğinden kaynaklanan sorunları da, komünistlerin sınıf çalışmasının özgül bir alanıdır. Kadın ve erkek işçi ve emekçi, kapitalist toplumda


genel planda sınıfsal baskı ve kölelik ilişkileri içerisindedir ve bunun çok yönlü toplumsal sonuçlarını yaşamaktadır. Ama kadın işçi ve emekçi, bunun yanısıra kadın olmaktan kaynaklanan bir dizi sorun yaşamaktadır. Bu sorunları yalnızca gündelik toplum yaşamında ve kültürel düzeyde değil, yalnızca aile ve ev ilişkileri içinde de değil, bizzat üretim sürecinde de yaşamaktadır. Ev köleliği sermaye köleliği ile birleşmekle kalmamakta, sınıfsal ezilme ve sömürülme cinsel konum üzerinden ayrıca ağırlaşarak yeni boyutlar kazanmaktadır. Böylece cinsel ezilme kapitalist sömürü ilişkileri içinde çok daha geniş bir zemine oturmaktadır. Bunun içindir ki komünistler, işçi ve emekçi kadını sadece sınıfsal ezilmişliği değil, bu temelde daha da katmerleşen cinsel ezilmişliği ile iki katlı bir baskı ve sömürüye maruz kalması üzerinden de mücadeleye çekme çabası içindedirler. Bu ikisi

birbiriyle kopmaz bir bütünlük taşımaktadır. Temel bir toplumsal sorun olması nedeniyle “Kadının kurtuluşu sosyalizmle mümkündür!” demek, hiçbir biçimde bugün kadın sorunu çerçevesinde demokratik haklar mücadelesinin önemini azaltmamakta, tam tersine, yukarıdaki bakışaçısı çerçevesinde, bu alandaki mücadeleye özel bir önem kazandırmaktadır. Fakat bu mücadele kendi içinde bir kadın hakları mücadelesi olarak değil, kadının sınıfsal ezilmişliği ile bütünlüğü içerisinde ele alınmaktadır. Öyleyse; * İşçi ve emekçi kadınların özgün sorunlarına dayalı demokratik talepleri ile sınıfsal talepleri arasındaki bağ doğru bir biçimde kurulmalı, nihai kurtuluşun sosyalizmle mümkün olduğu perspektifi, kadının özgül sorunları

24


üzerinden bir mücadelenin önemini zayıflatan bir rol oynamamalıdır. * Öte yandan, işçi ve emekçi kadınların gündelik acil demokratik talepleri ve siyasal istemleri üzerinden mücadelesini örgütlerken, sosyalist propaganda çalışması bunun olmazsa olmaz bir boyutu olarak ele alınabilmelidir. Bu ikisi arasındaki bağı doğru bir biçimde kuramayan bir propaganda-ajitasyon çalışması ile düzen içi reformlar mücadelesinin ötesine geçmek mümkün değildir. Komünistlere düşen görevler Komünist partisi işçi sınıfının öncü müfrezesidir. Bundan dolayı, geniş kitlelere politikalarını taşırken, saflarını işçi sınıfının diri öncü güçlerine açar. Bu çerçevede, işçi sınıfının organik bir parçası olan öncü kadın işçilerin komünist partiyle buluşmasını kolaylaştıracak yol, yöntem ve araçlar üzerinden parti saflarını güçlendirme doğrultusunda üzerine düşen görev ve sorumlulukların gereklerini yerine getirir. Bu doğrultuda; * İşçi ve emekçi kadınların bilinçlenmesi, mücadeleye çekilmesi ve örgütlenmesi amacıyla çok yönlü araçlar kullanılmalıdır. Bu çerçevede emekçi kadın bültenleri bir araç 25

olarak kullanılabilmeli, bülten sayfaları hem komünist partinin kadın politikasının taşıyıcısı hem de emekçi kadınların kürsüsü olabilmelidir. Süreklilik taşıyan merkezi bir emekçi kadın bülteni kadın çalışmasının geliştirilmesinde önemli bir rol oynayabilir. * Emekçi kadının mücadelesine ve örgütlenme sorununa yönelik reformist yaklaşımlar ideolojik mücadelenin konusu haline getirilmelidir. * İşçi sınıfının öncü kadın unsurlarının işçi sınıfının partisiyle bütünleşmesinin önünü açabilecek değişik araç, yol ve yöntemler geliştirilebilmelidir. *** Sonuç olarak kadın çalışması, işçi kadının cinsel eşitsizlik ve ezilmişlikten gelen özgül sorunları ile sınıfsal ezilmişliğini birleştirmek durumundadır. Zira sınıfın ortak sorunları ve çıkarlarının ötesinde, işçi kadınların cinsel ezilme ve sömürülme konumdan gelen özgül sorunları ve ihtiyaçları, bununla bağlantılı çıkarları vardır. Bunları içermeyen bir sınıf çalışmasıyla, kadın sorunu çerçevesinde başarılı bir mücadeleyi örgütlemek mümkün değildir.


Devrimci Kadın Kurultayı - tebliğ / 5

Sosyalizm, kadının kurtuluşu ve tarihsel deneyimler

İşçi ve emekçi kadınlar verdikleri mücadeleler ile özgürleşme yolunda ilk adımlarını atmış, kadının kurtuluşunun koşulu olan toplumsal devrim için önemli deneyimler biriktirmişlerdir. Kadın sorununun ortaya çıkışının sınıflı toplumların tarihi ile eş ve sorunun kökeninde özel mülkiyetin olduğu gerçeği bizi kadın sorununun ortadan kalkması için bu koşulların ortadan kaldırılması gerekliliğine götürmektedir. Kadının kurtuluşuna giden yolun açılması için özel mülkiyetin ortadan kalkması yani sınıflı toplum düzeninin son bulması gerekmektedir. Kadının kurtuluşu için izlenmesi gereken yol ile ilgili en somut

deneyimi ise bizlere Ekim Devrimi ve Sovyetler deneyimi göstermektedir. Kapitalist sistem içerisinde kadın sorunu çözülemez! Kapitalist sistem kadın sorununu kendisinden önceki sınıflı toplumlardan devralmıştır. Onu kendi ihtiyaçlarına göre yorumlamıştır. Kapitalist sistemin kadının ezilmişliğinin korumasında çıkarı büyüktür. Bu yüzden de sorunu 26


çözmek yerine derinleştirmektedir. Kapitalizm kadına baskı, şiddet, sömürü, sefalet, savaş ve yıkım getirmiştir. Ama diğer yandan da gitgide daha çok kadını üretim sürecine çekerek, kendisine karşı verilecek savaşta proletarya için daha güçlü ve daha sağlam bir birliğin, kadın/erkek emekçilerin birlikte mücadelesinin koşullarını yaratmıştır.

adımlardır. Çünkü emekçi kadını mücadeleye çekemeyen bir devrimci sınıf hareketinin kapitalist sömürü düzenini alaşağı etmesi neredeyse olanaksızdır. Tersinden emekçi kadınların bu mücadeleye katılmadan özgürleşmeleri de aynı oranda olanaksızdır. Dolayısıyla kadının kurtuluşu ile proletaryanın kurtuluş mücadelesi her açıdan birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

Kadının kurtuluşu için ilk adım: Mücadele!

Kadının kurtuluşu devrimde, sosyalizmde!

Kadınların yararlanabildiği tüm haklar, sömürü ve köleliğe karşı verilen çetin mücadelelerle kazanılmıştır. Anayasal düzlemde kadın-erkek eşitliği, seçme ve seçilme hakkı, iş yaşamında elde edilmiş tüm haklar uğruna, kadın/ erkek işçi ve emekçiler mücadele etmiş, ağır bedeller ödemiştir.

İşçi sınıfının iktidarı ele alması ile birlikte toplumsal hayatın tüm alanlarında kadın-erkek eşitliği sağlanacaktır. Toplumsal devrim kadının gerçek anlamıyla kurtuluşu için gerekli koşulları yaratacaktır. Kuşkusuz ki toplumsal devrimin hemen ardından kadının gerçek anlamda özgürleşmesi gerçekleşemeyecektir.

İşçi ve emekçi kadınlar verdikleri mücadeleler ile özgürleşme yolunda ilk adımlarını atmış, kadının kurtuluşunun koşulu olan toplumsal devrim için önemli deneyimler biriktirmişlerdir. Kadın işçi ve emekçilerin gerek tek başlarına gerekse de erkek sınıf kardeşleri ile omuz omuza yükselttikleri mücadele, kadınların özgürleşme aşamaları olmaktadır. Emekçi kadınların hak eşitliği mücadelesine etkin bir biçimde katılmasını sağlamak ve sınıf mücadelesinin etkin bir bileşeni haline getirmek kadının kurtuluşu için bugünden atılacak önemli

Binlerce yıllık olumsuz mirasın etkilerinin tam anlamıyla silinmesi zaman alacaktır. Ancak Sovyetler deneyimi de göstermiştir ki işçi sınıfının iktidarda olduğu bir yönetim biçiminde kadının özgürleşmesi ve eşitliği doğrultusunda en gelişmiş ve demokratik burjuva devletlerin kadına sağladığı haklar daha ilk yıllarda katbekat aşılacaktır. Devrimin zaferiyle birlikte alınacak ilk önlemler kapsamında, “Kadının kurtuluşu” sorunu şöyle ortaya konabilir:

27


- Toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için kararlı ve sistematik bir mücadele yürütülür. Eski toplumdan miras fiili eşitsizliklerin giderilmesi için her alanda kadın lehine ayrımcılık gözetilir. - Analık toplumsal bir işlevdir, kadının bundan doğan tüm hakları tanınır. Eski düzende kadını köleleştiren çocuk bakımı ve ev işleri toplumsal kurumlaşmalar yoluyla çözülür. - Kadının tarihsel ezilmişliğinin yarattığı fiili eşitsizliklerin tüm izleriyle silinmesi yeni toplumun inşası ve yeni insanın biçimlenmesi eşliğinde uzun bir tarihi döneme yayılacaktır. Bu bilinçle, kadını köleleştiren ve aşağılayan ideoloji ve geleneklere karşı sistematik bir mücadele yürütülür. Ekim Devrimi ve Sovyetler deneyimi de incelendiğinde bu kapsamda önlemlerin alındığı görülmektedir. Kadının kurtuluşu ve Ekim Devrimi deneyimi Siyasi iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi ile insanın insan tarafından sömürülmesine ve özel mülkiyete son veren Sosyalist Ekim Devrimi kadının tarihsel ezilmişliğinin temellerini ortadan kaldırmıştır. Bu sayede üretim araçlarının üzerindeki toplumsal mülkiyet kadın cinsinin tam özgürlük

ve eşitliğinin temel dayanağı haline getirilmiştir. Sovyetler deneyiminde kadının özgürleşmesi doğrultusunda sağlanan temel önemde bir dizi ilerlemeye rağmen, kadın sorunu tam anlamıyla çözülemedi. Kadının özgürleşmesi doğrultusunda son derece önemli adımlar atılmıştır. Ancak yine de, tam da ataerkil kültür ve alışkanlıklar yeterli bir mücadeleye konu edilemediği için kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik tam olarak yok edilememiştir. Bunda başka nedenlerin yanında, bürokratik yozlaşma süreçlerinin de önemli bir rolü olmuştur. Kısacası, kadının kurtuluşu alanındaki yetersizlik, yeni temeller üzerinde sosyalist bir toplumun kuruluşu ve komünizme doğru ilerletilmesi alanındaki genel yetersizliğin dolaysız yansıması olmuştur. Ancak toplumsal hayatın her alanında gerçekleşen bir dizi önlem ve uygulama ile kadın sorunun çözümünde dünyanın en ileri kapitalist ülkelerinin 130 senede yapamadıklarını Sovyet iktidarı 1917 Ekim Devrimi’nin ikinci yılında siyasal, ekonomik ve toplumsal alanlarda hayata geçirmeyi başarmıştır. Üretim Yaşamın tüm alanlarında kadının hak eşitliğini ilan eden ve yasal güvence altına alan Ekim Devrimi’nin daha ilk günlerinde “eşit işe eşit ücret”, 28


8 saatlik işgünü, kadın emeğinin korunmasına, anne ve çocuğun korunmasına dair yasaları ilan eden kararnameler yayınlandı. Sovyet iktidarı, annelik ve ev kadınının ev içi faaliyetlerini, toplumsal üretimdeki çalışmaya denk, toplumsal fonksiyonlar olarak tanıdı. Köylüye toprak dağıtımında, ailelere değil, bireylere kendi parselini verme yöntemini izledi. Kadınların toplumsal üretime katılabilmeleri için çocuklarını emanet edebilecekleri ve çocuklarının yetiştirilmesine yardımcı olacak yaygın bir çocuk bakım/eğitim kuruluşları (kreşler, yurtlar, yatılı okullar, etüt merkezleri vb.) ağı yaratıldı. Kadınların yaşantısını kolaylaştırmak için, mahallelere, tek tek fabrikalara dek örgütlenen yemekhaneler, kantinler, çamaşırhaneler, terzihaneler, alınan diğer önlemlerin başında geliyordu. 1954 yılında çalışabilir yaştaki bütün kadınların %70-80’i çalışıyordu. Sanayide çalışan kadınların oranı, bütün işçi ve hizmetlilerin %45,5’ini oluşturuyordu. Yine, yüksekokul mezunu kalifiye elemanların %53’ünü, orta dereceli kalifiye elemanların %66’sını, ekonomi, istatistik, planlama elemanları ve ürünlerin kalitesini denetleyen elemanların %69’unu, doktorların %76’sını, tüm sağlık çalışanlarının %91’ini, hukukçuların %31’ini, öğretmenlerin %70’ini ve kültür ve kütüphane alanında çalışanların %72’sini kadınlar oluşturuyordu. 29

Politika Sovyetlerde kadını politik hak eşitliğine, seçme ve seçilme hakkına kavuşturan ilk belge, Ocak 1918’de III. Tüm Rusya Sovyet Kongresi tarafından karar altına alan “Emekçi ve Sömürülen Halkın Hakları Deklarasyonu” oldu. Temmuz 1918’de kabul edilen ilk Sovyet Anayasası, bu hakları yasa biçiminde güvence altına aldı. Kadınların hayatın her alanında tam hak eşitliğine gerçekte kavuşması için Sovyetler Birliği’nde bu uğurda izlenen yol, emekçi kadınların toplumsal üretimin her alanına, ülkenin kamusal ve politik hayatına, devlet ile kamu kurum ve kuruluşlarının bütün mercilerine olabildiğince yaygınlıkta çekilmesi ve bunun için gerekli koşulların yaratılmasıydı. Ekim Devrimi’nden 10 yıl sonra, Sovyet seçimlerine kadınların katılımı şehirlerde %49,8, kırda %31,1 iken, 1934’lere varıldığında bu oran şehirlerde %89,4 ve kırda %80,3’e çıktı. 1936’da yürürlüğe giren yeni Anayasa’dan sonra kadınların yerel sovyetlerde temsil oranı %30’ların üzerine çıktı. %50’lik hedefe varılamamış olsa da kadınların yerel sovyetlerde 1/3 oranında temsil ediliyor olmasını, başlangıçtaki durum göz önüne alındığında büyük bir başarı olarak kaydetmek gerekir. 1920’de 8. Tüm Rusya Sovyet Kongresi’nde kadın delegelerin oranı


%2,1’di. Aralık 1922’de yapılan 1. Sovyet Kongresi’nde bu oran %3,9’du ve bunlardan 5’i Merkez Yürütme Komitesi’ne seçilmişti. 1928’de 5. Sovyet Kongresi’nde bu oran %15,5’e çıktı. Şubat 1935’teki, 58 milliyeti temsil etmesiyle özel bir öneme sahip olan VII. Sovyet Kongresi’nde kadınların oranı %19’du. Bu kadın delegelerin içinde artık azınlık milliyetleri temsil eden bir dizi kadın da yer alıyordu. Eğitim Sovyet kadının eğitim hakkını pratikte kullanmaya başlamasının ilk adımını okuma-yazma bilmezliğin tasfiyesi oluşturdu. Okuma-yazma kampanyası, tüm halkın meselesi haline getirilerek “okuma-yazma bilen herkesin bilmeyen birine öğretmesi” şiarıyla başlatıldı. Bu kampanyada kadın delege toplantıları ve diğer kadın örgütlenmeleri önemli bir rol oynadı. Devrimden hemen sonra uygulamaya konan kız ve erkek çocuklar için parasız genel zorunlu eğitim uygulaması, kadınların eğitim alanındaki hak eşitliğinin bir diğer halkasını oluşturdu. Bu uygulama sanayi kentlerinde yedi yıllık, kırsal alanda dört yıllık bir temel eğitimi kapsıyordu. 1940’tan sonra her yerde 7 yıllık eğitim zorunluluğuna geçildi. Aynı süreçte orta öğrenim de giderek yaygınlaştırıldı ve 50’li yılların ortalarında özellikle büyük kent ve

sanayi merkezlerinde fiili olarak genel on yıllık eğitime geçildi. Ayrıca tüm işçi ve emekçilere, özellikle kadınlara mesleki vasıflarını geliştirebilmeleri için geniş bir eğitim ağı kuruldu. İşçi ve köylü kadınlara, çalışmalarına ara vermek zorunda kalmadan alanlarında mesleki eğitim ve bunların yüksek eğitimini görme olanağı sunuldu. Kurulan akşam okulları ve uzaktan eğitim (evde eğitim) sistemiyle yüz binlerce kadın kalifiye işçi oldu, büyük bir bölümü de yükseköğrenim gördü. Birçok büyük işletmenin bünyesinde eğitim kombinaları yaratıldı. Burada emekçiler orta ve yüksek öğrenimlerini tamamlayarak kendilerini geliştirme fırsatı buldular. 1947’de Sovyetler Birliği’nde yalnızca 250 bin kadın teknisyen ve mühendis ve 100 bin kadın doktor olarak çalışıyor; üç milyon kadın zihinsel meslekler icra ediyordu. Bunların bir milyonu öğretmenken, 33 bin kadın bilimsel alanda çalışıyordu. Sağlık Devrimden yalnızca iki ay sonra özel bir kararnameyle, anne ve çocuğun korunmasının “doğrudan devletin yükümlülüğü” olduğu ilan edildi. Dönemin tüm zorluklarına karşın ülkenin her yerinde çocuklar için kurum ve kuruluşlar inşa edilmeye başlandı. Her türlü sağlık hizmetini parasız 30


sağlayan Sovyet devleti, kadına bir gebelik yardımı ve önemli bir ek beslenme ödeneği ayırdı. Doğum için de anne ve çocuğun yaşamını ve sağlığını en geniş anlamda güvence altına almak üzere çok çeşitli düzenlemelerde bulundu. SSCB’de kadın ve çocuklara hekim danışmanlığı sağlayan binlerce sağlık kuruluşu, hamileler ve emzirenler için özel yurtlar, fabrikalarda kreşler, garlarda vb. kamusal alanlarda anne ve çocuk için özel odalar yaratıldı. Hukuk ve aile “Sovyet iktidarı eski, adaletsiz, emekçi yığınların savunucuları için katlanılamaz olan yasaları yerle bir etti.” (Lenin) Bu yasalar dini kurumların, evlilik ve aile kurumu üzerindeki etkisine karşı mücadelenin bir parçasıydı. Kilise evliliği, imam nikahı geçersiz kılınıyor, yalnızca medeni evlilik yasalar önünde geçerli sayılıyordu. Kadına boşanma hakkı tanındı. Öte yandan istek üzerine devrimden önce kıyılmış dini nikahların kayıt altına alınarak tanınması sağlandı. Yine, devrimden sonra ilan 31

edilen kararnamelerin getirdiği en büyük yeniliklerden biri de evlilik içi doğan çocuklarla evlilik dışı doğan çocukların yasa önünde eşit haklara sahip kılınmasıydı. Kültür ve sanat Sovyetlerin en önemli başarılarından biri de gerçekleştirdiği kültür devrimiydi. 1956’da kadınların kültür kurumlarındaki temsil oranlarına bakıldığında, bunu daha da açık bir biçimde görmek mümkün: Yayınevlerinde ve gazetelerde % 53,7; kitap evlerinde %79,8; kültür bakanlığına bağlı eğitim kurumlarında %64,4; müzelerde %72 ve kulüplerde %50,6; kütüphanelerde %96; kültür bakanlığının tüm yönetim organlarında %47,6. Sosyalizmi inşa sürecinde geleneksel zincirlerini kırarak özgürleşmede önemli mesafe kat eden Sovyet kadını, sosyalizmin kazanımlarının tasfiye edilmesiyle yeniden büyük hak kayıplarına uğramıştır. Tıpkı işçi sınıfı ve emekçiler gibi…


Yaşamak için

işçi-emekçi kadın komisyonları

İletişim bilgileri

İstanbul 0 536 714 62 06 - 0506 146 40 75 ankara 0 312 364 06 90 - 0 553 457 81 06 İzmir 0 232 2390089 mersin 0 538 970 64 95 Kocaeli 0 542 843 16 01

32


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.