Cesaret Fanzin sayı 3

Page 1

İşçi Bülteni Özel Sayı No 918

Birimiz bile özgür değilsek hepimiz tutsağız!

SURİYE ‘IRAK’, ÜNİVERSİTELER ‘TİCARETHANE’

OLMAYACAK!


Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim? Kitaplar yalnız kralların adını yazar. Yoksa kayaları taşıyan krallar mı? Bir de Babil varmış boyuna yıkılan, kim yapmış Babil’i her seferinde? Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar altınlar içinde yüzen Lima’nın? Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince? Yüce Roma’da zafer anıtı ne kadar çok! Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler? Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri? Yok muydu saraylardan başka oturacak yer dillere destan olmuş koca Bizans’ta? Atlantik’te, o masallar ülkesinde bile, boğulurken insanlar uluyan denizde bir gece yarısı, bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden. Hindistan’ı nasıl aldıydı tüysüz İskender? Tek başına mı aldıydı orayı? Nasıl yendiydi Galyalılar’ı Sezar? E bir aşçı olsun yok muydu yanında? İspanyalı Filip ağladı derler batınca tekmil filosu. Ondan başkası ağlamadı mı? Yediyıl Savaşı’nı 2. Frederik kazanmış? Yok muydu ondan başka kazanan? Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı. Ama pişiren kim zafer aşını? Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam. ama ödeyen kimler harcanan paraları? İşte bir sürü olay sana Ve bir sürü soru. Bertolt Brecht 2

MERHABA MERHABA Duvarları ören, şehirleri yapan, anıtları dikenlerin, savaşlarda ölenlerin, şehirleri kuşatan, zaferleri yaratan, koca imparatorlukları deviren ama her zaman unutulanların, kitaplarda hiçbir zaman adı geçmeyenlerin gözünden hayata bakma iddiasıyla, merhaba dostlar… Bugüne kadar aldığımız eğitimin tamamında kralları, imparatorları, beyleri, padişahları, firavunları anlattılar bize. Onların yiğitlikleri, ileri görüşlülükleri, üstün yetenekleri ile tarihi nasıl var ettiklerinden bahsedilip duruldu fakat o toplumların varlıklarına devam edebilmeleri için barikatlarda ölerek yaşamlarını feda edenlerden, emeklerini son damlalarına kadar akıtarak şehirleri var edenlerden bahsedilmedi… Devamlı egemenlerin, iktidarı elinde bulunduranların gözüyle tarihi öğrenmemizi istediler ve başarılı da oldular. Çin Seddi’ni ören duvarcının, Babil’i her seferinde tekrardan var edenlerin, Sezar’a zafer kazandırmak için savaşanlarınsavaştırılanların gözünden bakmayı unuttuk. Unuttuk ki, daha 17’sinde iken yaşı büyütülerek idam edilen Erdal EREN’i, Diyarbakır sokaklarında katıldığı bir gösteride polis kurşunu ile katledilen üniversite öğrencisi Aydın ERDEM’i, “Hayata Dönüş” operasyonu ile cezaevlerinde katledilen ölüm orucu direnişçilerini, Ege Üniversitesi’nde kendisine teklif edilen ajanlığı kabul etmediği için iletişim fakültesi tuvaletinde polisler tarafından katledilen ve intihar süsü verilmeye çalışılan Ali Serkan EROĞLU’nu tanımıyoruz. Unuttuk ki ya da unutmamızı başardılar ki 1978’in Aralık ayında gerçekleşen Maraş katliamı, bu seferde 2011’in Aralık ayında Uludere’de gerçekleştirildi.… Bizler, hayata farklı bir açıdan bakmaya çalışmak için bu fanzini çıkarıyoruz. Erdal’ı unutturmaya çalıştırarak bizleri Gam Gam Style fanatikleri yapmaya çalışanlara karşı, Ali Serkan Eroğlu’nu anmayı bırakarak hangi mankenin hangi futbolcu ile birlikte olduğunu öğrenmemizi isteyenlere karşı, özgürlükleri için ölüm orucu direnişi seçenleri kendi zindanlarında yakanları ve yarattıkları vahşet görüntülerini unutturarak bizlerin de Ağaoğlu olabileceğini bizlere aşılamaya çalışanlara karşı bir ses olmak istiyoruz… Bizler için anlamlı olan bu çabada sizlerle bulaşabilmenin mutluluğuyla, iyi okumalar…


Kimiz Kimiz Biz? Biz? Bu fanzini kimlerin çıkardığını merak eden arkadaşlarımız için bizler; * Sistemin yaratmış olduğu rekabetçi, bireyci, bilinçsizce tüketen, düşünmeyen, sorgulamayan, eleştirmeyen “insanı” reddedenleriz. * Toplumsal kurtuluşa inanan ve bunun için mücadele edenleriz… * Paylaşan ve paylaştıkça çoğalanlarız… * Gecelerinde aç yatanların, gündüzlerinde sömürülenlerin olduğu bu düzeni sorgulayanlarız… * Düşünen ve eleştirenleriz dolayısıyla inadına susmayanlarız * “Hareket etmeyen zincirlerinin farkına varamaz!” ya, bizler zincirlerinin farkında olanlarız çünkü hareket edenleriz… * “Köpeğin karşısında kedi, kedinin karşısında serçe” “Türk’ün karşısında Kürt ve Ermeni” olmayı yeğleyenleriz… Kısacası hayata ve yaşama farklı bir açıdan bakanlarız. Farklı bir açıdan bakanlar olarak, bu sistemin değişmesi gerektiğine inanlarız. Bunun için de ülkemizde ve dünyada bugüne değin düzene başkaldıranları önder olarak görenleriz; * Kölelik düzenini yıkmak için ayaklanan Spartacus’un, Paris komünarlarının, Bolşeviklerin, Kübalı, Vietnamlı ve Çinli devrimcilerinin izindeyiz… * Mustafa Suphi’lerin, Denizler’in, Mahirler’in, İbolar’ın, Erdallar’ın ve Mazlumlar’ın yoldaşlarıyız… Üniversitelerde ki gerici, piyasacı ve dinci dönüşüme karşı olanlar olarak “eşit, parasız, bilimsel ve anadilde eğitimi” isteyen ve bunun içinde üniversitelerin özerkliğini ve demokratik işleyişini savunan öğrencileriz. Üniversitelerin, bilimsel bilgi üretebildiğimiz, özgürce düşünebildiğimiz ve demokratik bir şekilde tartışabildiğimiz alanlar olması gerektiğine inanarak mücadele edenleriz… Yalnız olmadığımızı biliyoruz… Bu yüzden de bu fanzini çıkararak, bizim gibi düşünen dostlarımıza ulaşmaya çalışıyoruz. Yüreğimizle, duruşumuzla, hatalarımızla ve eksikliklerimizle karşınızdayız… Fanzinimizin bu sayısındaki eksik ve hataları düzeltmek isteyen ya da bir sonraki sayıyı bizlerle çıkarmak isteyen dostlarımız bizleri kampüste bulacaklardır. Bulamayanlar ise mail adresinden bizlere ulaşabilirler. fanzincesaret@ymail.com Dostlukla... CESARET FANZİN

İTİRAZIN İKİ ŞARTI Çok olmadığımız kesin çok olan tarafta değiliz çok olan tarafta olmayacağız Türkiye'de Kürt olacağız Kürtlerde Ermeni Ermenilerde Süryani gidip Almanya'da Türk olacağız Hollanda'da Surinamlı Fransa'da Cezayirli İran'da Azeri Amerika'da zifiri zenci olacağız çoğalan zencide mutlaka kızılderili İsrail'de Filistinli köpeğin karşısında kedi kedinin karşısında kuş olacağız kuşun karşısında börtü böcek hakemler hep karşı takımı tutacak ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı çiçeklerden kamelya olacağız az kolumuzun tarafında solda olacağız bu itirazın ilk şartı solda da az olacağız devrimi çoğaltırken çünkü bir başka devrime hızla azalacağız bu da itirazın ikinci şartı.

(Nevzat Çelik)

3


ÜNİVERSİTELERİMİZE

SAHİP ÇIKALIM! Üniversitelerin ciddi bir dönüşüm sürecinin içerisinde olduğu herkesin bildiği bir olgu. 4+4+4 eğitim sistemi, Fatih Projesi ve dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi ile ilk ve orta öğretimde yaşanılan dönüşümler, Bologna Süreci ve son olarak da Yeni YÖK Yasa Tasarısı ile yükseköğrenimde yaşanılmaktadır. Artık herkesin bildiği üzere bir bunalım çağındayız ve egemenler bunalımın yıkıcı etkilerini ortadan kaldırmak için hayatın her alanında saldırganlaşmaktalar. Bu saldırganlığın biz gençliğe olan yansımalarından birisi ise Yeni YÖK Yasa Tasarısı ile yaşamsal kılınmaya çalışılan dönüşümlerdir. Öğrenci gençlik, 1980 askeri faşist darbesinin ardından kurulan YÖK ile ciddi saldırılara maruz bırakılmıştır. YÖK kurulduğu ilk andan itibaren üniversitelerdeki tüm saldırıların öznesi olmuştur ve bugünde başladığı işe devam etmektedir.Kurulduğu ilk yıllarda üniversitedeki ilerici- devrimci-demokratik öğrencileri ve akademisyenleri üniversitelerden uzaklaştırarak faaliyetlerine başlayan YÖK, üniversiteleri terörize etmiş ve gençlik hareketinigeriletmeyi başarmıştır. Hemen ardından da eğitimin ticarileştirilmesi ve üniversitelerin sermayeye peşkeş çekilmesi için çalışmalarına başlamıştır. Öyle ki, 80 öncesi ücretsiz olan eğitim bugün öğrencilerin yaşamlarını katlanılamaz hale getirmektedir. YÖK’ün önceliğinde gerçekleştirilen saldırılar Bologna Süreci ile hızlandırılmış ve Yeni YÖK Yasa Tasarısı ile de devam ettirilmiştir. Bu yasa tasarısı ile üniversitelerin tüm ideal özellikleri yok olacaktır. Bilimsel araştırmanın, özgürce düşünmenin ve demokratik işleyişin kalelerinden olan üniversiteler artık bu özellikleri ile alınamayacaktır çünkü; •Üniversitelere mali –özerklik verilecektir. Yalnız bu mali-özerkliğin kendisi devletin üniversitelerden elini çekmesinden başka birşey olmayacaktır. Bu yasa tasarısı ile üniversitelere devlet fonundan yapılan ödemeler sonlandırılacak, üniversiteler kendi kaynaklarını kendileri yaratacak ve yarattıkları kaynakları hesap

4

vermeksizin kullanabileceklerdir. Bu noktada da üniversitelerin sermaye ile olan işbirliği organik hale gelecektir. Şirketler üniversitelere finansman sağlayacak ve bunun ödülü olarakta üniversite yönetimlerinde söz sahibi olacaklardır. Bu sayede üniversite içerisindeki tüm uygulamalar bu şirketlerin çıkarlarına uygun olarak belirlenecek, üniversite içerisindeki tüm faaliyetler onların karlarına kar katmalarına hizmet edecektir. •Üniversiteleri artık emniyet müdürleri, valiler, akademisyenler ve şirket sahiplerinden oluşan konseyler yönetecektir. Şirketlerin içerisinde de, üniversiteye en çok parayı verecek olanlar olacaktır. Bu konseyin kendisi üniversite rektörünü seçecek olup, üniversite içerisindeki tüm kararların alındığı merci olacaktır. Yani üniversiteler para karşılığında satılacaktır... •Üniversite içerisindeki tüm siyasi faaliyetler izne tabi tutulacak ve yönetimin izin vermediği tüm öğrenci faaliyetleri soruşturma nedeni yapılacaktır. •Akademisyenler performans ilkesine göre çalıştırılacak, performans düşüklüğü akademisyenler için işten atılma nedeni olacaktır. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Zira 58 sayfalık bir yasa taslağı bulunmakta ve bunun her bir sayfası bu tür yıkıcı saldırıları içermektedir. Üniversitelerde, Yeni YÖK Yasa Taslağı ile yaşanılan bu tür gerici saldırıları püskürtmek bizlerin omuzlarındadır. Yasa taslağına ulaşmak isteyenler YÖK’ün sayfasından temin edebilirler.


HAZIRLIK ÖĞRENCİLERİNDEN AKP iktidarı her ne kadar “parasız eğitimi” müjdelesede bizler ödemelerini yaptığımız yurtlardan, kırtasiye masraflarından, ulaşım ve beslenme harcamalarından biliyoruz ki eğitim parasız değildir ve AKP’nin parasız eğitim müjdesi koca bir yalandan ibarettir. Üniversite öğrencilerinin kampüslere adımlarını attıkları andan çıktıkları ana kadar her türlü ihtiyaçlarını para karşılığında karşılamaktalar ve sonuç olarak her adımda ticarileştirilen eğitim politikaları sonucunda öğrenci gençliğin hayatı yaşanılamaz bir aşamaya getirilmiştir. Kaldı ki bizler ikinci öğretim hazırlık öğrencileri olarak parasını verdiğimiz yemekhane hizmetinden bile yararlanamıyoruz. İkinci öğretim hazırlık öğrencilerinden bir kısmının dersleri 16:50’de başlamakta, kalan kısmının ise 17:45’te başlamaktadır. 45 dakikalık derslerin arasında ise 5 ya da 10 dakikalık aralar verilmekte ve bizlerin tüm ihtiyaçlarını bu aralarda karşılamamız dayatılmaktadır. Bu dar zamanı aşarak geç kalan öğrenciler ise derslere alınmayarak yok yazılmaktadırlar ki devamsızlık biz hazırlık öğrencilerinin en büyük sorunlarındandır. Tüm bunlar ortada iken üniversite yönetimi yemekhaneyi, 18:00 ile 19:30 arasında hizmete açmaktadır. Dersleri saat 16:50’de ya da 17:45’te başlayan ve iki ders arasında ki maksimum sürenin 5 ya da 10 dakika olduğu biz hazırlık öğrencilerinin yemekhaneden yemek yeme olasılığının olmadığı dolayısıyla bizlerin yemekhane hizmetinden mağdur edildiğimiz ortada duran büyük bir gerçekliktir. Bu mağduriyetimizin bir an önce çözülmesi gerekmektedir çünkü yemekhane hizmetlerinden faydalanamayan biz ikinci öğretim hazırlık öğrencileri dışarıdan daha pahalı fiyatlara daha niteliksiz yiyecekleri tüketmek zorunda bırakılıyoruz. Bizler ikinci öğretim hazırlık öğrencileri olarak bu mağduriyetimizin giderilmesi için üniversite yönetimini göreve çağırıyoruz... İkinci Öğretim Hazırlık Öğrencileri

Kadına yönelik şiddet heryerde 25 Kasım günü, Erzurum Üniversitesi öğrencisi Havva Ay adlı kadın öğrenci, 23 yaşındaki fırın işçisi Ferhat Tosun tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Kadın öğrenciyi vurduktan sonra Ferhat Tosun çenesine dayadığı silahla kendini de vurdu. Bunun üzerine Yakutiye Hastanesine kaldırılan gençlerden Havva Ay 26 Kasım günü saat 23.20 sularında,bir hafta tedavi gören Ferhat Tosun ise 02.12.2012 tarihinde hayatını kaybetti. Cinayetin işlendiği günün, aynı zamanda 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü olması da ayrı bir ironiyi beraberinde getirdi. Kadın cinayetlerinin arttığı son dönemlerde bu tür haberlerin ardı arkası kesilmiyor. Tüyler ürperten gazetelerin 3. sayfa haberleri bunlarla dolu. Kadın cinayetlerinin yanı sıra tecavüz, taciz ve sömürü haberleri de gelmeye devam ediyor. Kadın bedenini meta haline getiren mevcut sistem, kendi bataklığında birçok kadını katletmeye ve sömürmeye devam ederken, sokakta, fabrikada, evde yaşanılanların kampüslerde de yaşandığı ise bu olay ile tekrardan gün yüzüne çıktı…

5


AH BU KYK YURTLARI Üniversiteyi ilk kazandığımızda hepimizde doğal olarak bir heyecan vardı. Sonuçta yeni bir hayat, yeni bir şehir ve yeni bir ortam bizi bekliyordu. Okul kaydımızı yaptıktan sonra doğal olarak sıra gelmişti barınma sorunumuzu gidermeye. Birçoğumuzun yurt başvurusu kabul edilmişti. Bu çoğumuz için mutluluk verici bir durumdu çünkü yurtta kalmak hem maddiyat olarak hemde ev işleri gibi sorumluluklarla uğraşmaktan daha cazip geliyordu bize. Birçoğumuz ‘’Sonuçta üniversite yurdu nede olsa,mutlaka çok iyi şartlara sahiptir ve eve çıkmaktan veya özel yurtta kalmaktan daha iyidir’’ diye düşünüyordu. Üstelik aylık ücretide diğerlerine göre daha ekonomikti. Bu tür düşünceler sonucunda kaydımızı yaptık yurtlara ama okul başlayıp odalarımıza yerleşmeye geldiğimizde yanıldığımızı ve yurtların hiçte beklemediğimiz gibi olmadığını gördük maalesef... Bırakın sadece yurtta kalıyor olmayı bir sürü problemle mücadele etmek zorunda bırakıldık. Çünkü yurtların durumu tek kelimeyle felaketti. En basitinden ücret konusunda cazip gelen yurdun yemekhane ve kantin fiyatlarına para yetiştiremez olduk.Bize günlük verilen 2 TL’lik kahvaltı fişi ve 4 TL’lik yemek fişiyle doyamıyorduk. Çünkü yemekler pahalı ve porsiyonlar ise olabildiğince küçüktü. En basitinde yemekhane panosunda 150 gr olduğu yazılı olan bir yemeğin tartıldığında 70-80 gr geldiğine şahit olduğumuz oldu ve her gün ortalama 5-6 lira, fişin üstüne para vermemiz gerekiyordu. Yani hergün gıda ve yemek ihtiyacımızı karşılamak için ortalama 11-12 lira para ödüyorduk ve bizler, bu parayla dışarıda daha kaliteli yemeklerle gıda ihtiyacımızı karşılayabilecek iken yurtta verilen yemek fişleri yüzünden yurdun kalitesiz ve sağlıksız yemeklerine mecbur bırakılıyorduk. Oysa birçoğumuz maddi durumumuzun yetersizliğinden dolayı yurtta kalmayı tercih etmiştik. Yemek sorunumuz yetmiyormuş gibi çoğu binada odaların 6 kişilik olmasından dolayı neredeyse boş alanın kalmaması, odaların temizlenmiyor olması, çarşaf ve nevresimlerin ayda bir değiştirilmesi, gece saat 24’ten beş dakika bile sonra yurda giriş yaptığımızda bir sonraki

6

günün yemek fişlerini kullanamıyor olmamız, çamaşırlarımızı parayla yıkatıyor olmamız, ders çalışma salonlarının çalışmaya uygun olmaması, gece herhangi bir ihtiyacımızı karşılamamız için bir kantinin bile açık kalmıyor olması, internet ihtiyacımızın paralı olması ama modemlerin yetersizliğinden dolayı verdiğimiz paranın boşa gitmesi... vb.sorunlarla karşı karşıya kalıyorduk. Bunlara rağmen kadın arkadaşlarımızın üzerindeki baskılara yenileri ekleniyordu. Örneğin gece 23:30’dan sonra odalarında olmak zorunda olmaları, geç kaldıklarında tutanağa maruz bırakılmaları, güvenlikler tarafından göz tacizine kalıyor olmaları,kadın güvenliklerin gardiyan tarzı hareketlerine maruz kalmaları ve gerekli görüldüğünde kadın güvenlikler tarafından sorguya çekilebiliyor olmaları...vb. sorunlarla karşı karşıya kalıyorlardı... Oysa bizler buraya gelmeden önce çoğumuz için üniversite özgürlük sembolüydü ve hepimizde artık birer üniversite öğrencisi olduğumuz için özgürdük. Ama ne yazık ki yanıldığımızı kısa sürede anladık. Taleplerimizi haykırmak ve sorunlarımıza çözüm bulunması için bayram tatilinden önce Bornova KYK yurdunda protesto eylemleri gerçekleştirdik. Ama yetkililer sorunlarımıza çözüm üretmek yerine bizleri fişleyerek, yurttan atmakla tehdit ettiler. Ama gerek bizim birbirimizi sahiplenmemiz gerekse de kamuoyunun desteği sayesinde geri adım atmak zorunda kaldılar ve biz yurtta kalan üniversite öğrencileri olarak birkez daha şunu belirtmek istiyoruz; ücretsiz beslenme hakkımız, ücretsiz barınma hakkımız ve nitelikli yaşam koşulları hakkımızdır. Bunu her gün, her yerde ve daha gür sesle söylememiz gerektiğini ve de bunu yapabilmek için de bütün arkadaşlarımızın bize destek vermeleri gerektiğini farkındayız. Çünkü bizler yurtta kaldığımız halde sınavlardaki en düşük puan ortalamalarının bize ait olmasını istemiyoruz ve herkes sınavları ile derslerini düşünürken, biz artık bu sorunlarla uğraşmak zorunda kalmak istemiyoruz...


ULAŞAMIYORUZ! Son dört yıllık süreçte ve daha önceki yıllara göre görülmemiş oranda ve sıklıkla toplu taşımaya zam yapıldığını gözlemliyoruz. Sömürü sistemi mali açıklarını zamlarla işçi-emekçilerden çıkarmaya devam ediyor. Ulaşım hizmetinin kendisi ücretsiz olması gerekirken her geçen gün zamlara bir yenisi ekleniyor. Son yapılan zam ile birlikte toplu taşıma neredeyse özel minibüs ve dolmuş fiyatlarına yaklaştı, hatta tam tarife için geçti. Gidiş ve geliş olmak üzere iki kere kartını kullanan bir öğrenci günde 2 liradan ayda 60 lira, yetişkinler ise günde 3.70 liradan ayda 111 liralık bir miktarı ulaşıma harcamaktadır ki bu asgari ücretin %15'ine yakın bir oran yapıyor. Oysa, kitlelerin ekonomik durumu her geçen gün daha kötüye giderken yapılması gereken ulaşım bedellerinin düşürülmesidir. Bizler herkesin ulaşabildiği, nitelikli ve ücretsiz ulaşım talebimizi her zaman dillendireceğiz...

KaçYılYıl Oldu? Kaç Oldu? Kenan Evren, Erdal Eren'in idamı hakkında sorulan bir soruya, ''Asmayalım da besleyelim mi?'' cevabını vereli 32 yıl oldu... Süleyman Demirel, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararı mecliste görüşülürken, Adnan Menderes ve arkadaşlarını kastederek, ''Üçe üç, bizden üç gitti, sizden de üç gidecek!'' diye bağıralı 40 yıl oldu... İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için düzenleyeceği şenliğe tecavüz suçundan hapis yatan Doğuş ve kadın dövmeyi gerekli bulan İbrahim Erkal'ı çağıralı 10 yıl oldu... Tansu Çiller, ''Cenabı Allah'ı size emanet ediyorum!'' diyerek miting alanındakilere büyük bir sorumluluk yükleyeli 10 yıl oldu… TRT Eurovision Şarkı Yarışmasında, Yunanlı şarkıcı sahneye çıktığında yayını keserek, “Memleketim” şarkısını çalalı 36 yıl oldu... Süleyman Demirel, ''Türkiye'ye trilyonu ben getirdim, şimdi de katrilyonu hediye ediyorum,'' diyerek enflasyonu öveli 19 yıl oldu... Sağlık Bakanı Recep Akdağ, toplumsal olaylara müdahelelerde biber gazı kullanılmasına ilişkin bir soru önergesine, “Biber gazı, biber bitkisinden elde edilen doğal bir maddedir” cevabını vereli 4 yıl oldu... ANAP'ın en görkemli zamanlarında, sandık başında mührün yanlışlıkla basılması taktiği ile oy toplamayı amaçlayan BANAP isimli bir parti kurulalı 26 yıl oldu... Bakan Hüseyin Çelik, “Eğer ile meğeri evlendirmişler, keşke diye nur topu gibi bir çocukları olmuş” diyerek mizah dünyasını yerle bir edeli 6 yıl oldu... Erzurum depreminde, mühendisliğini yaptığı bina yıkılan Süleyman Demirel, “O bina 35 yıl ayakta durdu diye kimse takdir etmiyor da, niye yıkıldı diye herkes eleştiriyor” açıklamasını yapalı 29 yıl oldu...

7


EMPERYALİZME KAR Emperyalizm, insanoğlunun icat ettiği en yakıcı ve can alıcı kavramdır çünkü hiçbir düşünce veya akım arkasında empreyalizm kadar yıkıcı sonuçlar bırakmamıştır. Avrupa'lı ülkeler, 16. yy.'dan itibaren özellikle Merkantalist akımın etkisiyle yoğun bir sömürgecilik faaliyetine giriştiler. Kapitalist üretim ve ertesinde gerçekleşen Sanayi Devrimi ise sömürgecilik ihtirasını zorunlu olarak arttırdı. Sahip oldukları yeraltı zenginlikleri, ucuz emek cenneti olmaları ve emperyalist ülkelerde üretilen ürünler için pazar oluşturmaları geri kalmış ülkelerin sömürgeleştirilmelerinin temel nedeni idi ve sonuçlarının insanlık için ne olacağı düşünmeksizin emperyalist işgalleri yaygınlaştırdı. Gerçekleşen emperyalist işgalle ise içerisinde yaşanılan sürecin dinamiklerine uygun bahanelerle gerçekleştirildi. Günümüzde kullanılan temel bahane ise “demokrasi”. Emperyalist ülkeler, başlatmış oldukları askeri operasyonlar ile sözde bu bölgelere demokrasi götürüyorlar ama seçilen bütün bölgelerin petrol vb. yeraltı zenginliklerine sahip olmaları ise gözardı edilmemesi gerekilen bir ayrıntı. Ayrıca son yıllarda sözde “ Demokrasi” götürüldüğü yerlere dönüp baktığımızda götürülenin demokrasi mi

8

yoksa yıkım mı olduğu ise apaçık ortada. Afganistan, Irak, Libya ve şimdilerde ise Suriye... Geriye dönüp baktığımızda ise, demokrasinin götürüleceğine dair vaatlerle emperyalist işgallerin gerçekleştirildiği ülkelerde demokrasi yerine milyonlarla ifade edilebilecek sayıda ölen ve her gün ölmekte olan canları görüyoruz. Ve ne yazık ki bu emperyalist ülkeler hala yaptıklarıyla o bölgelere demokrasi götürdüklerini iddia ediyorlar. Yaklaşık iki yıldan beridir, yine naralar atmaya başladılar “ Demokrasi” götüreceğiz diye. Bu sefer ki hedefleri ise Suriye. Dün Irak'a, Afganistan'a, üzerlerinde “demokrasi” yazan bombalarıyla götürenler, bugünde Suriye'ye demokrasi götürmek için kolları sıvamış bulunmaktalar. Malesef Türkiye'de, emperyalistlerin amaçları uğruna üstüne düşeni fazlasıyla yapmakta ve kardeş bölge halkları arasında nifak tohumları ekmektedir. Emperyalistlerin amaçları uğruna kendilerine ÖZGÜR SURİYE ORDUSU diyen çetelere her türlü maddi kaynak ve silahı sağlamakla kalmayıp militanlarını, Türkiye'de kurduğu kamplarda eğiterek Esad'a karşı savaşmaları için geri Suriye'ye göndermektedir. Suriye'de iç savaş çıkmadan sadece birkaç ay önce Beşer Esad'dan kardeşim diye bahseden ve birlikte tatile gideceğini söyleyen


RŞI DENİZ OLMAYA! başbakan, Suriye'de gerici iç savaşın ardından Arap Birliği'yle birlikte emperyalist güçlerin tetikçiliğini yapıp Suriye'ye karşı cephe almış durumda. Malatya'da yapılacak olan FÜZE KALKANI yetmiyormuş gibi Urfa Akçakale'ye düşen ve beş vatandaşın hayatını kaybetmesine sebebp olan top mermisi bahane edilerek meclisten hızlıca “ SAVAŞ TEZKERESİ”de geçirildi. Oysa Suriye hükümeti kısa süre içinde düşen top mermisinin Esad güçlerine ait olmadığını ve soruşturma başlattıklarını açıkladı. Suriye'nin bu açıklamasına rağmen meclisten geçirilen tezkere, 5 insanın hayatına mal olan top mermisinin, minareye kılıf uydurma çabasıyla hareket eden AKP, emperyalistler ve ÖSO adı verilen çete tarafından kurulan bir senaryo olduğunu kanıtlıyor. Böyle bir senaryoya gerek vardı çünkü kamuoyunun tezkereye karşı çıkmaması için bir bahane gerekiyordu... Bütün bu gelişmeler olurken Rusya, Çin ve İran gibi devletler kendi çıkarları ve güvenlikleri için sürekli diğer emperyalistlere karşı tavır sergilediler. Hatta Rusya ve İran kendilerin yapılacak herhangi bir müdahalede Malatya'da ki füze kalkanı vuracaklarını açıkca ilan ettiler. Sermaye uşağı AKP ise, Suriye'ye yapılmak istenilen emperyalist

müdahaleye karşı Kamuoyunun tepkisini çekmemek için sürekli sunni gündemler yaratarak gündemi değiştirme uğraşı verdi ve bu arada da emperyalizmin sembolü olan NATO'dan füzeleri talep ederek savaş hazırlığına son hız devam etti. Tüm bu gelişmeler yaşanırken, tüm emperyalist savaşlarda olduğu gibi bu emperyalist savaşın faturası ülkedeki işçilere-emekçilere ödetilmektedir. Yapılan savaş hazırlıkları sürerken diğer taraftan elektriğe, doğalgaza, petrole ve diğer tüm temel yaşamsal ihtiyaçlara % 30' a varan zamlar yapılırken asgari ücrete yapılacak zam olarak yine % 5 lik oranlar tartışılıyor. Eğitime, sağlığa, ulaşım, iletişim gibi temel yaşamsal ihtiyaçlara harcanması gereken kamu fonları bombalara, füzelere, kana ve gözyaşına akıtılmakta, halklara karşı harcatılmaktadır. Işte tamda bu dönemde biz antiemperyalist kesime çok iş düşüyor. Birlikte doğru bir şekilde örgütlenmeli ve emperyalizme karşı mücadelemizi kararlı bir şekilde ortaya koymalıyız. Belki bir çoğumuz bunun çok zor olduğunu düşünüyoruzdur. Işte bu noktada sunu asla unutmamak gerek; Denizler, Mahirler, İbolar zor olanı ve insan olma onurunu seçtikleri için ölümsüzleştiler Emperyalizme karşı mücadeleye, DENİZler Olmaya!

9


Röportaj

Röportaj

Açlık grevleri vesilesi ve 19 Aralık Direnişi’nin yıldönümü nedeniyle 20 Ekim 2000’de TKİP davası tutsağı olarak ÖO direnişine giren Muharrem Kurşun ile yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz… 1) 20 Ekim 2000’de başlayan büyük zindan direnişinin ölüm orucu gazisisiniz. Öncelikle neden bedeninizi ölüm orucuna yatırdığını sorarak başlamak istiyorum... Ulucanlar katliamı ile hücre saldırısının bir tür startı verilmişti. F tipi hapishanelerinin yapımı aynı süreçte başladı. Dışarda 20 Ekim’e kadar hücre karşıtı muhalefet azımsanmayacak eylemler yaptı.Asıl olarak F tipi hapishanelerin açılmaması için içerden bir eylemlilik yapmak gerekiyordu. Bu eylemlilik biz tutsaklar açısından ölümü göze almayı gerektiriyordu. Bu emele en uygun direniş, ölüm orucu direnişiydi. 2) Direniş karşısında çaresiz kalan sermaye devleti ‘hayata dönüş’ operasyonları adı altında 19 aralık katliamını gerçekleştirdi. Bu konuyla ilgili olarak ne söylemek istersin? İlk olarak aklıma o dönemin içişleri bakanı SadettinTantan’ın “ biz bu operasyona bir yıldır hazırlanıyorduk’ sözleri geliyor. Yani sermaye devleti F tipi hücreleri açmak için hazırlık içindeydi. Zaten ÖO direnişide hücrelerin açılmasını engellemek için yapılıyordu. Sermaye devleti ÖO direnişini bahane ederek 19 Aralık’ta ‘Hayata Dönüş’ gibi tirajı komik isim takarak yirmi sekiz yoldaşımı katlettiği bir operasyon yaptı. 3) Biliyorsun ki PKK ve PJAK’lı tutsaklar geçtiğimiz aylarda üç temel talep üzerinden açlık grevleri gerçekleştirdi. Daha birkaç hafta önce bitti.

10

Sen bu süreçlerle ilgili ne düşünüyorsun? Açlık grevi ve ÖO direnişlerinde istenen taleplerin tümü vazgeçilmezdir. Deyim yerindeyse bazı talepler propaganda niteliği taşımaktadır. Ama bazı talepler uğruna ölünecek taleplerdir. Tamda burada PKK ve PJAK’lı tutsakların başlattığı açlık grevi eyleminde vazgeçilmez talep neydi tam olarak bilmediğim için eylemi sonucu hakkında yorum yapmak sübjektif kalır. PKK’nin 1991’den bu yana olan zindan pratiğinde şimdiki açlık grevi eylemi farklı ve iyi bir yerde duruyor. Dışarısı açısındanda Kürt halkını harekete geçiren bir eylemlilik oldu. Hapishanelerde hak alıcı bir eylem için, eylem ne olursa olsun ölümü göze almak gerekiyor. ÖO’da bunlardan birisidir ve bu temelde isabetli bir eylemdir. 4) ‘SİMURG’ adlı film geçtiğimiz günlerde vizyona girdi. İzleme şansını buldun mu? 19 Aralık ile ilgili hiç ortaya çıkmamış görüntülerde yer alıyor. Bu tip filmlere nasıl bakıyorsun? Bu tip filmleri belge niteliğinde buluyorum. Zindan tarihinin, bir döneminin belgesi bu tür filmler. Bu yanıyla önemli buluyorum. Ruhi Karadağ hem nesnel çekmiş hem de birebir ÖO ve süresiz açlık grevi direnişçileriyle konuştuğu için direnişin içinden sesleniyor. 5) ÖO direnişinin ardından mücadeleye kaldığın yerden devam ediyorsun... ÖO direnişi elbette önemli bir eylem. Bu eylemde yer almak bir onurdur. Ama asıl olan ölene dek taşımak. Bu da ancak mücadele içinde olur. (bu mücadele etmeyenlerin onursuz olduğu anlamına gelmiyor.) 6) Son olarak neler söylemek istersin?


Sermayenin hücre saldırısının amacı, bizim şahsımızda devrimcilere ve devrime bir saldırmaktı. Hücreye atarak kişiliksizleştirmek ve onursuzlaştırmak istediği devrimdi ve devrimciler olarak bizler devrime yönelik bu saldırıyı can bedeli püskürtmeliydik. Hücreleri yıkamadık ama bu saldırıyı püskürttük. ÖO direnişçisi Muharrem Kurşun 273 gün süren ölüm orucunun ardından 18 Temmuz 2001 tarihinde tahliye edildi. Vernicke Korsekof hastası olan Muharrem Kurşun, mücadelesine devam ediyor…

film tanıtımı Yönetmen: Terry George Yazar: Terry George, Jim Sheridan Oyuncular: Helen Mirren, Fionnula Flanagan, Aidan Gillen Konu: 1981’de Belfast’taki bir cezaevinde yapılan açlık grevinden hareketle çekilen Some Mother’s Son, etkileyici bir politik drama. Terry George’un yönettiği film, IRA ile ilişkisi olduğu iddiasıyla hapse atılan Gerard Quigley ve annesi Kathleen’in yaşadıklarını anlatıyor. Oğlunun içeri alınmasından sonra politikayla daha yakından ilgilenmeye başlayan Kathleen süreç içinde değişecektir. Helen Mirren’in son derece başarılı bir performans sergilediği film izleyenlerde derin etkiler bırakacak.

Yönetmen: Steve McQueen Senaryo: Enda Walsh, Steve McQueen Oyuncular: Liam Cunningham, Larry Cowan, Helena Bereen, Stuart Graham, Michael Fassbender Konu: Filmde, Bobby Sands'in insanlık dışı muamelelere maruz kalışındaki sertliği adeta yaşıyorsunuz. Diyalogsuz sahnelerin vuruculuğu ile başlayan film, tüm filme yayılan dehşetli gerçeklik duygusu ile izleyeni kavrıyor... Mahkumların battaniye ve yıkanmama eylemleriyle ilerleyen direnişleri, altı hafta süren açlık grevi ile doruğa çıkıyor. Hayatı mücadele ile geçmiş Sands'ın kendi vücudunu yaşamının son savaş alanı olarak addedmesiyle yaşanan dramatik süreç muazzam bir etkileyicilikle gözler önüne seriliyor

Simurg Türü: Belgesel Senaryo: Ruhi Karadağ. Görüntü Yönetmeni: Mustafa Albağ, Ferit Çetinkaya, Ruhi Karadağ. Oyuncular: Ali Ekber Akkaya, Çiğdem Kazan, Refik Ünal, Hüseyin Muharrem Gündüz, Delil İldan, Cafer Gürbüz, Gülsuman Duman Dönmez, Şenay Hanoğlu.

11


İTÜ’deARAŞTIRMAGÖREVLİLERİ DİRENİŞTE 12 Eylül faşist askeri darbesinin üniversitelerdeki ayağı olan YÖK, her geçen gün yeni fetvalar vermeye devam ediyor. YÖK’ün sonzamanlardaki yıkımı, 50/d adı altında azami öğretim süresi gerekçe gösterilerek araştırma görevlilerinin üniversitelerden ilişiğinin kesilmesini dayatmasıdır. Birçok üniversiteye bu doğrultuda tebligatlar gönderilmiş ve İTÜ dâhil birçok üniversitede asistan kıyımı gerçekleştirilmiştir. Son uygulamalar ile yaklaşık 30 araştırma görevlisinin işine son verildiği üniversitede asistanlar yapılan saldırıya karşı direnişe geçtiler. İşten atılan asistanlar, 18 Ekim’de direniş çadırı kurdu, imza kampanyaları başlattı, sosyal medyada sesini duyurmaya çalıştı ve 15 Kasım’da da kitlesel bir eylem yaparak kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Halen devam eden direnişlerine sanatçılardan da destek geldi. Coşkulu yürüyüşe Eğitim- sen, THY çalışanları, İTÜ öğrencileri destek verdi. Mücadeleye devam eden asistanlar 26 Kasım günü İTÜ Maçka Kampüsü’nde bir şenlik gerçekleştirdi. 500 kişinin katıldığı açık amfide gerçekleşen etkinlikte asistanlar haklı taleplerini belirti. Yapılan konuşmaların ardından Seval Eroğlu,Nejat Yavaşoğulları ezgileriyle şenliğe destek verdiler. İTÜ Halk oyunları topluğu öğrencileri ve mezunları da çeşitli yöre oyunları sergilediler.Şenliğe KESK İstanbul Şubeler Platformu,TRT sanatçıları Nazım Hikmet Akademisi Öğrencileri veEkim Gençliği destek verdi. 8 Ekim Günü ise Nazım Hikmet Akademi’sinden Erkan OĞUR ve İsmail Hakkı Demircioğlu türküleriyle destekte bulundular. Araştırma Görevlilere direnişlerine soğuk havadan korunmak için getirdikleri Karnaval ile devam ediyorlar… Direniş ile ilgili daha ayrıntılı bilgilere ulaşmak için;http://ituasistandayanismasi.blogspot.com/

12

ÜNİVERSİTE’DE POLİS-ÖGB TERÖRÜ Ege Üniversitesi’nde öğretim döneminin başlangıcından bugüne değin yaşanılan polis-ögb terörü bilimsel bilginin ve özgürce düşünebilmenin alanı olması gereken üniversite kampüsünü copun, biber gazının, gaz bombasının, plastik merminin, gözaltıların ve tutuklamaların olduğu askeri kamplara dönüştürdü… Ege üniversitesinde, açlık grevi yapan tutsaklarla dayanışma amacıyla basın açıklaması yapmak isteyen 50’ye yakın öğrencinin çevik kuvvet, sivil polis, ÖGB ve tomalar tarafından durdurularak engellemesi ile başlayan süreç, 6 Kasım YÖK protestolarında tüm ülkenin gündemine oturacak bir boyuta ulaşmıştı. Öyle ki plastik mermilerin, biber gazlarının, gaz bombaların kullanıldığı müdahalede 30 yakın öğrenci gözaltına alınmış, sürece müdahale etmek isteyen akademisyenler ise aşağılanarak, akademik kimlikleri yok sayılmıştır. Yaşanılanların ardından ise yaklaşık 35 akademisyenin imzacısı olduğu bir metin ile üniversite hocaları estirilen polis-ÖGB terörünü teşhir etmişlerdir. Tüm bu sürecin ardından Ege Üniversitesi’nde, tutsak öğrencilerin serbest bırakılması için açlık grevi çadırı açan Dev-Genç’lilere 3 kere müdahale edilmiş ve 100 yakın sivil polisin müdahalesi sonucunda 12 öğrenci gözaltına alınmış ve çoğu aynı gece serbest bırakılmıştır. Bu olaydan bir gün sonrasında ise, yurtsever gençliğin 27 Kasım dolayısıyla astığı dövizleri bahane ederek bir polis-ÖGB terörü daha yaşanmıştır. Yapılan faşizan uygulamada kantinde çay içen, sınavlarından çıkan, kütüphaneden çıkan öğrenciler fütursuzca gözaltına almıştır. Dersinden çıkan öğrencinin gözaltına alındığını gören felsefe bölümünden bir hoca olayı engellemek isterken oda gözaltına alınmaya çalışılmış, daha sonra bir hocanın polisler tarafından tartaklandığını gören felsefe bölümü hocalarından Prof. Dr. Tülin Öngen olaya müdahale olmuş ve oda, polisler tarafından hakaretlere ve fiziksel şiddete maruz bırakılmıştır. Olayın ertesi günü 12.15’te, üniversite öğrencileri tarafından E-kafeden edebiyat fakültesine bir yürüyüş gerçekleştirilirken, olaydan bir hafta sonra yani 04 Aralık 2012 Salı günüde Eğitim-Sen 3 nolu şube metro çıkışından edebiyat fakültesine bir yürüyüş gerçekleştirdi. Edebiyat fakültesinde okunan basın açıklamalarında da üniversitelerin bilim yuvasından olmaktan çıkıp, polisin ve ÖGB’lerin rahatlıkla dolaştıp terör estirdiği alanlara dönüştürüldüğü belirtildi. Ege Üniversitesi öğrencileri yaşanılan ÖGB-polis terörüne karşın etkin bir faaliyet yürütüyorlar.


BİZ VAR OLDUKÇA UNUTTURAMAZSINIZ!

28 Aralık 2011 gecesi Türkiye’nin alışık olduğu katliamlardan biri daha yaşandı bu topraklarda. Bu sefer katliamın adı Çorum, Maraş veya Sivas değildi ama katliamı yapan zihniyet aynıydı,bu seferki katliamın adı ROBOSKİ’ydi. Şırnak’ın Uludere bölgesinde bulunan Roboski köyündeki insanlar geçimlerini, Irak’tan getirdikleri kaçak denilen ama aslında kaçak olmayıp vergisi orada bulunan sınır karakollarına ödenen eşyaları satmakla sağlıyorlardı. Dolayısıyla sınırdan kaçak eşya sevkiyatlarının hepsi karakolların bilgisi dâhilinde gerçekleştiriliyordu. 28 Aralık gecesi bu sevkiyatlardan birisi daha yaşanmaktaydı. Çoğu çocuk olmak üzere 40’a yakın sivil insan Irak sınırını katırlarla, gündüz vakti geçmişti hem de karakolların gözleri önünde… Ancak gece döndüklerinde, yolları askerler tarafından kesilip Irak’a geri dönmek zorunda bırakılmışlardı ve sonra ikinci gelişlerinde ise ‘’Dur’’

ihtarı yapılmadan TSK’ya bağlı savaş uçaklarıyla bombalandılar. Bu saldırıda 19’u çocuk olmak üzere 35 Kürt hayatını kaybetti. Sonrasında ise özellikle iktidar tarafından bunun bir operasyon kazası olduğu iddia edildi. Ancak heronların göndermiş olduğu resimlerde,sınırdan geçenlerin sivil halk olduğu ve katırların sırtındaki eşyaların ise silah ve benzeri mühimmatlar olmadığı açıkça gözüküyordu. Ayrıca bu katliamın, MGK toplantısının hemen arkasından yapılmış olması da katliamın iktidar ve TSK’nın ortak eylemi olduğunu açıkça gösteriyordu. 28 Aralık’ın üzerinden geçen bir yıllık süre zarfında ‘’Devlet Zihniyeti’’ failleri çıkarıp hesap

sormak yerine ailelere kan parası teklif etme ve ölenleri sivil şehit ilan etmeye kalkışarak katliamın üstünü örtmeye çalışmıştı. Ama aileler faillerin bir an önce ortaya çıkarılmasını isteyerek kan parasını kabul etmeyip ‘’Devlet Zihniyeti’’nin bu kirli oyunlarını boşa çıkarmayı başardı. Ayrıca devletin tepkileri azaltmak ve olayı gündemden düşürmek için yaptığı faaliyetlerden biri de, mecliste Roboski katliamını araştırması için bir alt komisyon kurması oldu. Ancak bir yıldır olayın faillerini gizleyip koruyan ve her defasında olayın bir operasyon kazası olduğunu iddia eden ‘’Devlet Zihniyeti’’nin kurduğu komisyondan da bir şeyin çıkmayacağı apaçık belliydi. Nitekim geçen süre bizi haklı çıkarmış oldu…

13


Ben, Ali Serkan Eroğlu! ... Kiminiz belki bir resim anımsayacaksınız, her yıl bu vakit okul duvarlarına asılan. Ya da belki birçoğunuza hiçbir şey ifade etmeyecek ismim. Ama bilmiyorum, yine de yokluğumu hissedenler her zaman olacak. Ve avuçlarında, ellerimin sıcaklığını hala daha taşıyanlarda... Ben, Ali Serkan Eroğlu! ... Bu okulun öğrencisi, ben onurlu yaşam dersinde sözlüye kaldırıldım, bir gece yarısı... Karanlıktı... Sordular; “ Onurlu bir yaşam mı yoksa...” yalnız olduğumu düşündüler, çevremde kimseyi göremedikleri için. “Bak kimse yok dediler”, ve hava karanlıktı, soğuktu. İçlerinden en korkunç olanı kükredi; “ Tercihini yapacaksın bu gece, otopsi raporun hazırlandı, ölümünü intihar diye yazacak gazeteler.” Tercihi ne olabilirdi İletişim Fakültesi 2. sınıf öğrencisi birinin. Yaşasam “ faili meçhul” ölümleri, intihar diye yazan bir gazeteci mi olacaktım? Ben, Ali Serkan Eroğlu!... Bir gece yarısı, onurlu yaşam dersinde sözlüye kaldırıldım. “Vedat Demircioğlu'nu, Birtan Altınbaş'ı, Kenan Mak'ı, Ümit Cihan Tarho'yu duydun mu?” diye sordular, “ Onlarda senin gibi üniversite öğrencisiydiler ve bu hayat sınavından ölerek geçtiler” dediler. Gözlerim bağlıydı bu sınavda ve sözlüye kaldıranlar yüzlerini saklıyorlardı. Bu sınavın sonunda bir diyet ödenecekti. Ya hayatımı kurtaran bir diyet ödenecekti ya da onurumu... Ben Ali Serkan Eroğlu!... Ege Üniversitesi öğrencisi, ben, 24 Aralık 1997'de ders gördüğüm sınıfımda değil, karanlık bir mahzende hayat sınavından sözlüye kaldırıldım. Tercihimi yaptım, onunla hatırlanacak bir mazi bırakacaktım ardımda. Ayağımda bir acı hissettim kendimden geçmeden önce. Sonra gözlerim bir daha açılmadı. Arkadaşlarım beni İletişim Fakültesi 2. katındaki tuvalette ölü buldular. Otopsi raporum önceden hazırlanmıştı, faili meçhul bir cinayete intihar süsü verilecekti. Fakat hayat sınavını onurlu geçen ve parasız, bilimsel, anadilde, özgür eğitim isteyen ben, Ali Serkan Eroğlu'nu arkadaşları hiç yalnız bırakmadılar. Bugünde öyle... Okul duvarlarında göreceksiniz resimlerimi ve adım hayat sınavını başarıyla geçen bir öğrencinin hayatını anlatmakta. Bu öykü sadece ben, Ali Serkan Eroğlu'nun hayat öyküsü değil. Etrafınıza bakın, aynı sonla bitecek öyküler dün olduğu gibi bugünde yazılmaya devam ediyor. 6 Aralık 2009'da polis urşunuyla öldürülen Aydın Erdem, Muğla'da ki ülkücü faşistlerin saldırısı sırasında olaya müdahale etme bahanesiyle gelen polisin kurşunuyla hedef gözetilerek öldürülen Şerzan Kurt ve birçokları benimle aynı cevabı verdi hayat sınavında. Mücadeleyi, onurlu yaşamayı seçtikleri için, istedikleri aydınlık yarınlardan korkanlar tarafından öldürüldüler. Hala karanlık mahzenlerde, sözlüye kaldırılıyor öğrenciler. Kim bilebilir ki, o sözlüye bir gün senin de kaldırılmayacağını... Ali Serkan Eroğlu, Ege Üniversitesi, İletişim Fakültesi öğrencilerinden biri olarak umutlu, özgür, aydınlık yarınlar için mücadele eden hayat dolu bir arkadaşımızdı. Polislerin kendisine yaptığı ajanlık teklifini kabul etmemiş, bunun üzerine fiziksel müdahalelere maruz kalmış ve İHD'de yaptığı bir basın açıklamasında başına gelebilecek herhangi bir olayın sorumluları olarak polisi göstermişti. Bu olayın üzerinen çok geçmeden, 24 Aralık günü İletişim Fakültesi'nde ki tuvaletlerden birinde ölü bulundu , Ali Serkan Eroğlu... Yapılan ilk otopsi, Ali Serkan Eroğlu'nun kendisini asarak intihar ettiğini belgeliyordu fakat Ali Serkan Eroğlu'nun doktor olan ablası tekrardan otopsi yapılması için başvurmuş ve yapılan ikinci otopside, ölüm nedeninin nefes alamamaktan kaynaklanmadığı bunun tam aksine kanında bulunan bir kimyasal maddeden kaynaklandığı belgelenmişti. Yani Ali Serkan Eroğlu kendisini asmamış, birileri onu öldürdükten sonra intihar etme süsü vermek için başına urgan geçirmişti... Ali Serkan Eroğlu'nun katledilişinin 15. yılında, Ali Serkan Eroğlu'nun bizlerle beraber yaşadığını göstermek için, Ali Serkan Eroğlu'nun anısına yazılan bu hikayeyi sizlerle paylaşıyoruz.

14


DARBENİN GENÇ FİDANI DARBENİN GENÇ FİDANI Bundan 32 yıl önceydi… 13 Aralık 1980’de, soğuk bir Ankara gecesinde, eli kanlı sermaye devleti yiğit bir devrimciyi daha darağacında katletti. Daha gencecik bir delikanlıydı Erdal. Hayalleri, umutları ve mücadele azmi olan… İdamı hak edecek bir şey yapmamıştı oysa ki,katledilen yoldaşı Sinan Suner için bir eyleme katılmıştı. Sinan Suner ODTÜ öğrencisi genç bir devrimciydi tıpkı Erdal gibi... 30 Ocak gecesi Ankara-Hoşdere’de yazılama yaparken eli kanlı faşistler tarafından kurşunlanarak yaralandı. Henüz ölmemiş olan Sinan’ı öldürmeye yemin etmiş olan katiller o ölene de, onu Ankara sokaklarında saatlerce dolaştırdılar. Kan kaybından ölünce de hastanenin kapısına bıraktılar. Bunun üzerine yoldaşları Sinan’ın ölümünü protesto etmek için eylem yapacaklardı. Bu eylemde Ankara Yapı Meslek Lisesi 2. Sınıf öğrencisi genç devrimci Erdal Eren’de vardı. 2 Şubat günü gerçekleşen eyleme jandarmalar müdahale etmişti. Arkadaşlarına zaman kazandırmak isteyen Erdal havaya iki el ateş etmişti. Eylem sonunda gözaltına alınan bir sürü insan vardı. Bu kişilerden biri de Erdal Eren’di. Erdal’ın yargılanmasına başlandı hemen... Eşi görülmedik bir yargılamaydı bu. 2 aylık bir yargılama sonucu idamına karar verildi. Sözde bir yargılamaydı aslında, sonuç baştan belliydi. Yukarıdan talimat çoktan verilmiş, Erdal’ın kalemi çoktan kırılmıştı. Erdal, bir jandarma eri Zekai Öngen’i öldürmekle suçlanıyordu. Avukatları Erdal’ın silahından çıkan ile erin vücudundaki mermi çekirdeğinin incelenmesini talep etmişti ama mahkeme bunu gerekli görmeyerek reddetti. Sadece buda değildi yapılanlar,erin olduğu yer ile Erdal’ın olduğu yer arasında mesafe olmasına ve erin ön tarafında olan Erdal’ın, eri sırtından vurmasının mümkün olmamasına karşın karar çoktan verilmişti. Ne yapılsa da eli kanlı faşistler onu katletmekten vazgeçmeyeceklerdi. Erdal bunun böyle olacağının farkındaydı. Henüz 17 yaşında olmasına rağmen, ölümü büyük bir soğukkanlılıkla ve onurla göğüslemesini bilmişti. Bu idam, Erdal’ın şahsında 12 Eylül faşist darbesinin işçi-emekçilere, gençliğe ve devrimcilere vermek istediği bir mesajdı. Fakat başarılı olamamıştı. Çünkü öldürüp yok etmek istediği Erdal ölümsüzlüğe kavuşmuş, devrimin simgelerinden biri haline gelmişti. Bir gecede yaşı 17’den 18’e yükseltilerek 12 Eylül

faşizmi tarafından, Ulucanlar Cezaevinde katledilen Erdal, mektubunda da söylediği gibi hala yaşıyor. Bugün darbeyle hesaplaştığını söyleyen sermaye devleti ve onun temsilcisi AKP yeni Erdalları katletmeye, onları sudan sebeplerle cezaevlerine doldurmaya devam ediyor. Erdal için timsah gözyaşları dökenler, Uğur Kaymaz’ı yaşından daha fazla kurşunla katlederken, üniversitelerde de Ali Serkan Eroğlu’nu, Şerzan Kurt’u, sokak ortasında kurşunlanan Alaattin Karadağları ve daha nicelerini acımasızca katlediyor. Gerek sokak ortasında, gerek zindanda, her yerde faşizm kendini gösteriyor. Bugünse kalkıp iki tane ağzı kan kokan generali yargılayarak, üstelik düzmece bir yargılamayla koca bir darbe gerçeğini ortadan kaldıracaklarını, çekilen acıları unutturacaklarını sanıyorlar. İşçi-emekçileri aptal yerine koyarak, gözümüzün önünde ciddi bir tiyatro oynuyorlar. Lakin yanılıyorlar... Çünkü bizler biliyoruz ki bu köhne kapitalist sistem var oldukça, kendi için en ufak bir tehdit unsuru olan her şeyi ezip geçmeye devam edecektir. Bugün Denizler’i, Erdalları, Alaattinler’i katledenler aynı pis çanağın yalayıcılarıdır. Bir avuç asalak olan burjuvazi, sonunun yaklaştığını görmektedir. Bir kez daha haykırıyoruz ki Erdal’ın yolu yolumuzdur. Bizler var olduğumuz müddetçe Erdallar mücadelemizde yaşayacaktır. Bugün Erdal’ı yaşatmak mücadeleyi büyütmekten geçer. Evet arkadaşlar şimdi zaman, Erdal olma, onun devrimci iradesini, 17 yaşında ölüme yürürken ki korkusuzluğunu, inancını kuşanma zamanıdır.

15


HAREKET ETMEYENLER ZİNCİRLERİNİ FARKEDEMEZLER! ROSA LUXEMBURG İşçi Bülteni Özel Sayı: 918 * Fiyatı: 25 Kr * Aralık 2012 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Millet Cd. Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih/İstanbul * Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.