2004 Senesi Huzur Pınarı Mailleri EKİM Ekim - 1. Hafta Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-112 İslamiyet öğrenmek ve öğrendiğini öğretmektir Sevgide sınır yoktur. Bir insana deli denilmedikçe imanı tamam olmaz. İslamiyet öğrenmek ve öğrendiğini öğretmektir, yani nakletmektir. Kendinden söyleyenler çok sıkıntı çeker. Büyüklerin kitapları mıknatıs gibidir. Saman çöplerini çekmez, cevherleri çeker. İçinde cevher olan bu kitapları arar bulur. Cevheri olmayanlar itiraz eder. Bir kitaba hiç itiraz yoksa tehlikelidir, nefse hitab ediyordur. Bir kitabın kıymeti itiraz edenlerin varlığından belli olur. Kibir çok tehlikelidir. Çoğu hocalarda olur. Kibir 10 kısımdır, 9 u din adamlarındadır. Çay evliya içkisidir. Bir büyük zat, ya Rabbi, çayı yaratmasaydın evliya kulların ne içecekti buyurmuş. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Hulefâ-i raşidîn (radıyallahü teala anhüm)-3/42 (Hulefâ-i râşidînin) yüce şânları ile ilgili hadîs-i şerîfler 44– Sahîh rivâyet ile bildirilen bir hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Muhakkak, dünyâ göğünde, seksenbin melek vardır ki, Ebû Bekr ve Ömeri “radıyallahü anhümâ” sevenler için istigfâr ederler. İkinci gökde seksenbin melek vardır ki, Ebû Bekr ve Ömere “radıyallahü anhüm” buğz edenlere la’net ederler. Üçüncü gökde de seksenbin melek vardır ki, Osmân ve Alîye “radıyallahü anhüm” muhabbet edenlere [sevenlere] istigfâr ederler. Dördüncü gökde de seksenbin melek vardır ki, Osmân ve Alîye “radıyallahü teâlâ anhümâ” buğz edenlere la’net ederler.) 45– Bir hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin, her gökde dörtyüz meleği vardır ki, Allahü teâlâ onları benim eshâbımın dostlarına hayr düâ
etmeğe, düşmanlarına nefret ve la’net etmeğe vazîfelendirmişdir.) 46– Bir hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Her gökde ikiyüzbin melek dâimâ, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin dostlarına istigfâr ederler. İkiyüzbin melek dâimâ, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin düşmanlarına nefret ve la’net ederler.) 47– Bir hadîs-i şerîfde, Fahr-i âlem ve Resûl-i muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri, Cenneti yaratdığı zemândan bugüne ve bugünden kıyâmete kadar, hergünde, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin dostları için, birbirine benzemiyen yediyüz çeşid rahmet ve se’âdeti Cennetde meydâna çıkaracakdır.) (MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Ehl-i beyt-4/1 Berâ’ bin Âzib “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Dedi ki: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini gördüm. Hasen bin Alî “radıyallahü teâlâ anhümâ” omuzu üzerinde idi. Buyurdu ki, (Allahım! Muhakkak, ben bunu severim. Sen de sev! Bunu sevenleri de sev!) Ebû Hüreyreden “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet olunur. Ben Resûlullah hazretleri ile gündüz vakti bir sâatde, dışarı çıkdık. Fâtıma-tüzZehrânın “radıyallahü anhâ” evine geldik. Buyurdu ki: (Küçük çocuk, küçük çocuk.) Küçük çocuk diye hazret-i Haseni irâde ederler idi. Gecikmeden hemen hazret-i Hasen sür’atle geldi. Hattâ birbiri ile kucaklaşdılar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Yâ Rabbî! Ben onu severim. Sen de sev! Onu sevenleri de sev!) Ebû Bekrden “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etdiler. Dedi ki: Ben, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimizi minber üzerinde gördüm. Hasen bin Alî “radıyallahü teâlâ anh” da yanında idi. Resûl aleyhisselâm bir kerre cemâ’ate bakardı. Bir kerre torunu Hasene bakardı. Buyurdu ki: (Bu benim oğlum seyyiddir. Ümmîd edilir ki, Allahü teâlâ müslimânlardan iki büyük fırkayı bu oğlum sebebi ile barışdırır.) Türpüştî “rahimehullahü teâlâ” buyurmuş ki, (iki büyük cemâ’at diye vasf etdiler. Zîrâ müslimânlar o günde iki fırka oldular. Bir fırka hazret-i Hasen tarafında, bir fırka hazret-i Mu’âviye tarafında idi. Hazret-i Hasen “radıyallahü anh” o gün bütün müslimânlar üzerine halîfe olmaya en ziyâde hakkı olan idi. Lâkin vera’ı, bütün insanlara şefkati, onu mülkü ve dünyâyı terk etmeğe sevk etdi. Hâşâ ki hilâfeti bırakmak isteği, illetden ve zilletden dolayı değildi. Zîrâ o günde hazret-i Hasene kırk bin kimse, uğrunda cân ve baş fedâ etmek üzerine bî’at etdi. Hazret-i Hasen buyurdu ki, fâide ve zararı bileliden beri, Muhammed aleyhisselâmın
halîfesi olmak için olsa bile, bir hacamât dolusu kanın dökülmesini bile arzû etmedim. Hazret-i Hasenin bu işi ba’zı tâifesine güç geldi. Hattâ asabiyyetle ve câhiliyyet gayreti ile bu işe kızanlar oldu. Hasen “radıyallahü anh” hazretlerinin yanına geldiklerinde, esselâmü aleyke yâ Ar-el mü’minîn [Ey mü’minlerin ar etdiği kimse] diye söylemeğe başladılar. Hazret-i Hasen “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki, (El-ar hayr minennâr) (Ar [utanmak], nârdan hayrlıdır.) Bu hadîs-i şerîfi Sahâbe-i güzîn hazretlerinden bir cemâ’at rivâyet etmişdir. Şeref ve fazîlet cihetinden bu kâfîdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ona seyyid diye ad koymuşdur. O kimsede bundan ziyâde şeref olamaz. Türpüştînin kelâmı sona erdi. -devam edecek(Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Ehl-i Beyt-4/2 (Şerh-i Sünne)de buyurmuş ki, hazret-i Hasen hakkında buyurulan (Bu benim oğlum seyyiddir. Ümmîd edilir ki, Allahü teâlâ müslimânlardan iki büyük fırkayı bu oğlum sebebi ile barışdırır) hadîs-i şerîfinde, bunun üzerine delîl vardır ki, bu iki fırkadan hiçbiri islâm milletinden çıkmamışdır. Zîrâ Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri hepsine müslimân buyurdu. Hâlbuki birisi ictihâdında hatâ etmiş, birisi doğruyu bulmuşdur. Her yerdeki rey’ ve mezhebde ihtilâf vâki’ olur. Onda te’vîlinin yolu budur ki, eğer te’vîl etdiğinde bir şübhesi olursa, o te’vîlde hatâ dahî etmiş ise, bundan dolayıdır ki, ehl-i bâgînin şehâdeti kabûl olmak üzerine ve kâdîlarının hükmi nâfiz olmak üzerine ve selef ihtilâf etdiler ki, bu şekldeki fitnelerde konuşmamak iyidir. Allahü tebâreke ve teâlâ, o işlere ellerimizi bulaşdırmadı, biz de dillerimizi bulaşdırmamalıyız. (Şerh-i Sünne)nin kelâmı sona erdi. Abdüllah ibni Ömerden “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet olunmuşdur. Hazret-i Hasen ve Hüseyn hakkında Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (İkisi dünyâdan iki reyhândır.) (Mefâtih) kitâbının sâhibi beyân etmiş ki, burada reyhân, rızkla tefsîr olunmuşdur. Zimâhşerî dedi ki, ya’nî o ikisi Allahü teâlâ hazretlerinin o rızkındandır ki, beni bunlarla rızklandırdı. Nitekim, şöyle de denir; (Sübhânellahi reyhânehü). Bu kelimeler masdariyye olarak mensûb, mef’ûldürler. Ya’nî (Esbehallahe sübhâna ve istezekahü istirzâkan) (Sübhânımız, Rabbimiz) olan Allahü teâlâyı noksan sıfatlardan tenzîh eder, ondan rızklandırması için rızk isterim demekdir. Denildi ki, hadîs-i şerîfde geçen reyhân ile güzel koku murâd edilmişdir. Zîrâ evlâdı reyhân gibi koklarlar. Enes
“radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet ediliyor. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, hazret-i Haseni ziyâde okşardı. Hazret-i Hüseyn, Resûlullah hazretlerine en çok benziyen kimse idi. (Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı TEBAANIZIN ÇOBANISINIZ SÜLEYMÂN RÜŞDÎ EFENDİ Sultan İkinci Mahmûd Hân'a, Süleymân Rüşdî Efendi hakkında bâzı iftirâlar yapıldı. Bunun üzerine Halîl Paşa vâsıtasıyla İstanbul'a dâvet edildi. Süleymân Rüşdî Efendi, Pâdişâh'ın bu dâvetine icâbet etti. İstanbul'a gelip, Fındıklı'da ikâmet etti. Eyyûb'de, Râmi kışlası civârında Sultan İkinci Mahmûd Hân ile görüştü. Süleymân Rüşdî Efendi, sanki pâdişâh ile değil de, sıradan bir kimse ile görüşüyormuş gibi rahat hareket ediyordu. Sultan İkinci Mahmûd Hân, bâzı özelliklerinden bahsederek, pâdişâh olduğunu, pâdişâh karşısında daha başka davranması gerektiğini anlatmak isteyince, Süleymân Rüşdî Efendi; "Sultânım! Âhirette bahsettiğiniz evsâftan sormazlar. Siz çobansınız. Tebanızın çobanısınız. Sürünüzden mesûlsünüz. Size bunu sorarlar. Sen buna dikkat et!" deyip oradan ayrıldı. Bu yüzden Sultan İkinci Mahmûd Hanın takdir ve hürmetini kazandı. Sonra Nâzilli'ye döndü. Orada Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatmaya ölünceye kadar devâm etti. (Evliyalar Ansiklopedisi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Vefat Allahü teala rahmet eylesin Çok sevdiğimiz, kıymetli insan, babadostumuz, (Eski İhlas bereket gıda'nın demirbaş gülü), ALİ RIZA YEREBAKAN amca vefat etti. Cenazesi bugün (2-10-2004- cumartesi) ikindi namazından sonra Eyüpsultan camiinden kaldırılıp, Eyüpsultanda, kaşgâri mescidi yanındaki aile kabristanına defn edilecektir. Allahü teala rahmet eylesin. islamiyetin yayılması için çok hizmet ettiğine, ehli sünnet itikadına tam tâbî olup, Allahü tealanın sevdiklerini çoook sevdiğine şehadet ederiz. inşallah sevdikleri kabrinde kendisini karşılayıp, şefaate kavuşacağına inanıyoruz....sizlerden bir fatiha beklemektedir. Allahü teala kabrini nûr-u îmânla ve nûr-u kur'anla pürnûr eylesin, kabri
cennet bahçesi olsun inşallah. Huzurpınarı üyelerinin de dualarını istirhâm ederiz efendim. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı ALLAHÜ TEÂLA’YI DÜŞÜN MAHMÛD SÂMİNİ hazretleri Mahmûd Sâminî tütün içerdi. Talebeleri arasına yeni katılmış olan Osman Bedreddîn Efendi (İmâm Efendi) hocasının tütün içmesine kalben îtirâz etti. Çünkü tütün içenleri o güne gelene kadar sevmezdi. Yine bir gün sohbet esnâsında Osman Bedreddîn hocasının tütün içmesini kalben hoş karşılamadı. Mahmûd Sâminî ona dönerek; "Bizim tütün çubuğumuzu düşüneceğine, Allahü teâlâyı düşün ve zikret. O'nu an ve O'ndan başka da bir şey düşünme." dedi. Bu söz üzerine Osman Bedreddîn tövbe ederek, kalben büyük bir bağlılıkla hocasına bağlandı. (Evliyalar ansiklopedisi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı ALTIN HALKA-23 (Ariflerin ışığı, velilerin önderi, İslamın bekçisi, müslümanların baştacı) İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî "kuddise sirruh"- 23 Gel kardeşim, dinle benden hoş sözü, söylüyorum sana, esrârı özü: Ahmed-i Serhendî, bunu şerh eyledi, gör de (Mektûbât)ı bak neyledi. O kitâbda neler söyler, hem neler, Onda oynatmış ne zevkli cilveler. İlm-i nâfi’, cümle (Mektûbât)dadır. Herne varsa mahzende, hepsi andadır. O kitâbdır, se’âdet hazînesi, Onda tevhid, madde, ma’nâ bilgisi. Mektûbât-ı Ahmedî sâyesinde, Onun ulûm-i bî-nihâyesinde. Geldi (Se’âdet-i Ebediyye) vücûde, teşekkür eylerim Rabb-i vedûde. İlâhî! Bu kitâbı eyle mebrûr! Berât olsun bana, mahşerde, hem nûr! Salât olsun, selâm olsun Resûle! ki, vücûde geldi, (Se’âdet-i Ebediyye).
(Tam İlmihal Se'âdet-i Ebediyye) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı EHL-İ SÜNNET İ’TİKÂDI-75 VEHHÂBÎLİK VE EHL-İ SÜNNETİN CEVÂBI Resûlullahdan “aleyhisselâm” ve Evliyâdan şefâ’at, yardım istemek, Allahü teâlâyı bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak demek değildir. Bulut vâsıtası ile Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilâç içerek Allahü teâlâdan şifâ beklemek, top, bomba, füze, tayyâre kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek gibidir. Bunlar sebebdir. Allahü teâlâ, herşeyi sebeble yaratmakdadır. Bu sebeblere yapışmak, şirk değildir. Peygamberler “aleyhimüsselâm” hep sebeblere yapışdılar. Allahü teâlânın yaratdığı suyu içmek için çeşmeye, Onun yaratdığı ekmeği yimek için fırıncıya gidildiği ve Allahü teâlânın zafer vermesi için, harb vâsıtaları ve ta’lîm terbiye yapıldığı gibi, Allahü teâlânın düâyı kabûl etmesi için de, Peygamberin, Evliyânın rûhlarına gönül bağlanır. Allahü teâlânın elektromagnetik dalgalarla yaratdığı sesi almak için radyo kullanmak, Allahü teâlâyı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir. Çünki, radyo kutusundaki âletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemişdir. Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez. Müslimân, sebebleri, vâsıtaları kullanırken, sebeblere, mahlûklara, te’sîr, hâssa veren Allahü teâlâyı düşünür. İstediğini Allahü teâlâdan bekler. Geleni Allahü teâlâdan bilir. Yukarıda yazılı âyet-i kerîmenin ma’nâsı da, böyle olduğunu göstermekdedir. Ya’nî, mü’minler her nemâzda Fâtiha sûresini okurken, (Yâ Rabbî, dünyâdaki arzûlarıma, ihtiyâçlarıma kavuşmak için maddî, fennî sebeblere yapışıyor ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum. Bunları yaparken ve her zemân, dilekleri verenin, yaratanın yalnız Sen olduğuna inanıyorum. Yalnız Senden bekliyorum!) demekdedir. Hergün böyle söyliyen mü’minlere müşrik denilemez. Peygamberlerin, Velîlerin rûhlarından yardım istemek, Allahü teâlânın yaratdığı bu sebeblere yapışmakdır. Bunların müşrik olmadıklarını, hâlis mü’min olduklarını (Fâtiha) sûresinin bu âyeti açıkca haber vermekdedir. Vehhâbîler maddî, fennî sebeblere yapışıyor, nefslerinin isteklerine kavuşmak için, her vesîleye, her çâreye başvuruyorlar. Peygamberleri ve Evliyâyı vesîle edinmeğe şirk diyorlar. -devam edecek(Faideli Bilgiler) www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı EHL-İ SÜNNET İ’TİKÂDI-76 VEHHÂBÎLİK VE EHL-İ SÜNNETİN CEVÂBI Abdülvehhâb oğlunun sözleri nefse uygun geldiğinden, din bilgisi olmıyanlar kolay inandı. Ehl-i sünnet âlimlerine, doğru yoldaki müslimânlara kâfir dediler. Emîrler, kuvvetlenmek için, vehhâbîliği uygun buldular. Arab kabîlelerini, vehhâbî olmağa zorladılar. İnanmıyanları öldürdüler. Köylüler, ölüm korkusu ile Der’iyye emîri Muhammed bin Sü’ûdün emrine girdi. Vehhâbî olmıyanların mallarına, canlarına, ırzlarına, kadınlarına saldırmak için, emîre asker olmak işlerine iyi geldi. Abdülvehhâb oğlu Muhammedin kardeşi şeyh Süleymân efendi, Ehl-i sünnet âlimi idi. Vehhâbîliği red eden (Savâ’ik-ul-ilâhiyye firred-i alelvehhâbiyye) kitâbını yazarak, bu sapık fikrlerin yayılmasını önledi. Bu kıymetli kitâb, [1306] senesinde basılmış, 1395 [m. 1975] de İstanbulda ofset baskısı yapılmışdır. Muhammedin yanlış bir çığır açdığını anlıyan hocaları da, onun bozuk kitâblarına güzel cevâblar yazdılar. Onun doğru yoldan sapdığını açıkladılar. Vehhâbîlerin âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere yanlış ma’nâ verdiklerini isbât etdiler. Fekat, bunların hepsi, köylülerin ehl-i îmâna karşı olan kinlerini, düşmanlıklarını artdırdı. Vehhâbîlik, câhiller tarafından, ilm ile değil, ingiliz parası ve silâhları ile ve zulm ederek, kan dökerek yayıldı. Bu yolda ellerini kana bulayan zâlimlerin en taş yüreklisi, Der’iyye emîri Muhammed bin Sü’ûd idi. Bu adam, Benî Hanîfe kabîlesinden olup, Müseylemet-ül-kezzâbın peygamberliğine inanan ahmakların soyundan idi. 1178 [m. 1765] de öldü. Yerine oğlu Abdül’azîz geçdi. Bu da, 1217 de bir şî’î tarafından öldürüldü. Yerine oğlu ikinci Su’ûd geçdi ve 1231 de öldü. Yerine oğlu Abdüllah geçdi ve 1240 da, İstanbulda i’dâm edildi. Yerine, Abdül’azîzin torunu Terkî bin Abdüllah geçdi. 1254 de, bunun oğlu Faysal geçdi. 1282 de oğlu Abdüllah emîr yapıldı. Bunun kardeşi Abdürrahmân ile oğlu Abdül’azîz Kuveyte yerleşdi. Abdül’azîz 1319 [m. 1901] de Rıyâda gelip, emîr oldu. İngilizlerin yardımı ile Mekkeye saldırdı. 1351 [m. 1932] de, Sü’ûdî arabistân devletini kurdu. Sü’ûd emîri Fahdın, Efgânistândaki Ehl-i sünnet mücâhidleri ile harb etmekde olan Rus kâfirlerine dört milyar dolar yardım yapdığını 1991 târîhli gazetelerde okuduk. -devam edecek(Faideli Bilgiler) www.huzurpinari.com Huzur pınarı EHL-İ SÜNNET İ’TİKÂDI-77 VEHHÂBÎLİK VE EHL-İ SÜNNETİN CEVÂBI
Vehhâbîler Allahın birliğinde hâlis olmak, küfrden kurtulmak yolunda imiş. Bütün müslimânlar, altıyüz seneden beri şirk içinde imiş. Müslimânları şirkden, küfrden kurtarmağa çalışıyorlarmış. Kendilerini haklı göstermek için, Ahkâf sûresinin beşinci ve Yûnüs sûresinin yüzaltıncı âyet-i kerîmelerini de ileri sürüyorlar. Hâlbuki, bunlar gibi âyet-i kerîmelerin, müşrikler için gelmiş olduğunu tefsîrler bildirmekdedir. Bu âyet-i kerîmelerin birincisinde meâlen, (Allahü teâlâyı bırakıp da kıyâmete kadar hiç işitmeyen şeylere düâ eden kimseden dahâ sapık kimse yokdur), ikincisinde meâlen, (Mekke müşriklerine söyle! Bana emr olundu ki, Allahü teâlâdan başka şeylere, fâidesi ve zararı olmıyan şeylere düâ etme! Eğer Allahü teâlâdan başkasına düâ edersen, kendine zulm etmiş, zarar etmiş olursun) buyuruldu. (Keşf-üş-şübühât) kitâbı, Zümer sûresinin üçüncü âyetini de ele alıyor. Bu âyetde, meâlen, (Allahdan başkasını Velî edinenler, biz bunlara tapınıyor isek, bizi Allaha yaklaşdırmaları için, bize şefâ’at etmeleri için tapınıyoruz derler) buyuruluyor. Bu âyet-i kerîme, putlara tapan müşriklerin sözlerini bildirmekdedir. Şefâ’at isteyen mü’minleri, bu müşriklere benzetiyor. (Müşrikler de putların yaratıcı olmadığını, yaratıcı yalnız Allahü teâlâ olduğunu söylerdi) diyor. (Rûh-ul-beyân)da, bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde diyor ki, (İnsan, kendisinin ve herşeyin yaratıcısını tanımağa elverişli olarak, yaratılmışdır. Yaratıcısına ibâdet etmek ve Ona yaklaşmak arzûsu, her insanda vardır. Fekat böyle elverişli olmanın ve bu isteğin kıymeti yokdur. Çünki, nefs, şeytân ve kötü arkadaş, insanı aldatarak [yaratılışındaki bu arzûyu yok eder. Yâ, yaratana ve kıyâmet gününe inanmaz olur. Komünistler ve masonlar böyledir. Yâhud] müşrik yapar. Müşrik, Allahü teâlâya yaklaşamaz. Onu tanıyamaz. Şirkden uzaklaşıp, Tevhîde sarılarak hâsıl olan ma’rifet, tanımak, kıymetlidir. Bunun alâmeti, Peygamberlere ve kitâblarına inanmak ve bunlara uymakdır. İnsan, Allahü teâlâya ancak böyle yaklaşabilir. Secde etmek, İblîsin yaratılışında vardı. Fekat, nefsine uymadığı için, secde etmek istemedi. Eski Yunan Felsefecileri de, Allahü teâlâya yaklaşmağı, Peygamberlere uyarak değil, kendi akllarına, nefslerine uyarak istedikleri için kâfir oldular. Mü’minler Allahü teâlâya yaklaşmak için, islâmiyyete uyuyor. Kalbleri nûr ile doluyor. Rûhlarına Cemâl sıfatları tecellî ediyor. Müşrikler, Allahü teâlâya yaklaşmak için, Peygambere, islâmiyyete uymıyorlar. Nefslerine, noksan olan akllarına, bid’atlere uyuyorlar. Kalbleri kararıyor. Rûhları perdeleniyor. Putlara, bize şefâ’at etmeleri için tapınıyoruz demelerinin yanlış olduğunu, Allahü teâlâ, bu âyetin sonunda haber veriyor). Görülüyor ki, Lokman sûresinin yirmibeşinci âyetinde meâlen, (Kâfirlere sorarsan, yeri ve gökleri kim yaratdı dersen, elbette Allah yaratdı derler) ve Zuhruf sûresinin seksenyedinci âyetinde meâlen, (Allahdan başkasına tapınanlara, bunları kim yaratdı diye sorarsan, elbette Allah yaratdı derler) buyuruluyor. Bu âyet-i kerîmeleri ele alarak (Müşrikler de yaratıcının yalnız Allah olduğunu biliyorlardı. Putlarının kıyâmetde
kendilerine şefâ’at etmeleri için tapınıyorlardı ve bunun için müşrik ve kâfir oldular) demek çok haksızdır. -devam edecek(Faideli Bilgiler) www.huzurpinari.com Huzur pınarı EHL-İ SÜNNET İ’TİKÂDI-78 VEHHÂBÎLİK VE EHL-İ SÜNNETİN CEVÂBI Mü’minler, Peygamberlere ve Evliyâya tapınmıyor ve bunların Allahü teâlâya şerîk, ortak olmadığını söylüyoruz. Peygamberlerin ve Evliyânın, mahlûk, birer kul olduğuna, ibâdet edilmeğe hakları olmadığına inanıyoruz. Onların, Allahü teâlânın sevdiği kulları olduğuna, Allahü teâlânın, sevdiklerinin bereketi ile, kullarına merhamet edeceğine inanıyoruz. Zararı ve fâideyi yaratan yalnız Allahü teâlâdır. Tapınmağa hakkı olan yalnız Odur. Sevdiklerinin bereketi ile kullarına merhamet eder diyoruz. Müşrikler, yaratılışlarında mevcûd olan ma’rifetden dolayı, putlarının yaratıcı olmadığını söylüyor ise de, bu tabî’î ma’rifeti Peygamberlere uyarak kuvvetlendirmedikleri için, putların tapınmağa hakları olduğuna inanıyor, bunun için tapınıyorlar. Putların ibâdet olunmağa hakkı vardır dedikleri için müşrik oluyorlar. Yoksa, bize şefâ’at etmelerini istiyoruz dedikleri için müşrik olmazlar. [Putlardan şefâ’at beklemek bâtıl, ya’nî bozuk bir inanışdır. Böyle inanmak câiz değildir. Fekat böyle inanmak şirk de değildir. Putlara tapınmak şirkdir.] Görülüyor ki, Ehl-i sünneti puta tapan kâfirlere benzetmek, temâmen yanlışdır. Bu âyet-i kerîmelerin hepsi, putlara tapınan kâfirler ve müşrikler için gelmişdi. (Keşf-üş-şübühât) kitâbı, âyet-i kerîmeyi te’vîl ederek, âyet-i kerîmeye yanlış ma’nâ vererek ve bozuk mantık yürüterek, Ehl-i sünnet olan müslimânlara müşrik diyor. (El-fecr-üs-sâdık firredd-i alâ münkiri-t-tevessüli-velkerâmâti-vel-havârık) kitâbında, bu âyet-i kerîme tefsîr edilmiş, yanlış ma’nâ verildiği isbât olunmuşdur. Bu kitâbı, Irâk âlimlerinden Cemil Sıdkı Zehâvî “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazmış, 1323 [m. 1905] de Mısrda basılmışdır. 1396 [m. 1976] da, İstanbulda ofset ile ikinci baskısı yapılmışdır. Cemil Sıdkı, İstanbul Üniversitesinde (İlm-i kelâm) üzerinde dersler vermiş, 1355 [m. 1936] de vefât etmişdir. 1956 da basılan (Müncid) kitâbında resmi vardır. -devam edecek(Faideli Bilgiler) www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı Huzur Veren Sözler-295 Bir kimse Rahmeten-lil-âlemîni (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyada görse, muhakkak Onu görmüştür. Çünki şeytan onun şekline giremez. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı MEĞER HASTA DOKTOR İMİŞ SÜFYÂN-I SEVRÎ Bir zaman Süfyân-ı Sevrî hazretleri hastalandı. Mütehassıs bir hıristiyan doktor getirdiler. Doktor muayene edeceği şahsın müslümanların büyüklerinden ve evliyâsından olduğunu duymuştu. Süfyân hazretleri, gelen doktor ile tıp ve diğer ilimler üzerinde bir süre sohbet etti. Gelen şahıs, tabib olmasına rağmen Süfyân-ı Sevrî'nin tıp üzerine verdiği mâlûmat, hiç duymadığı, bilmediği şeylerdi. Hayretler içinde kaldı. Sonra muâyene etti. Muâyeneden sonra dedi ki: "Sizin akciğeriniz ve böbrekleriniz tamâmen çalışmaz durumda olup, korkudan ciğerleriniz parçalanmış. Bu hâliyle bir insanın yaşaması imkânsızdır." Süfyân-ı Sevrî; "Allahü teâlâ her şeye kâdirdir." buyurdu. Bunun üzerine hıristiyan doktor; "Bir dinde, tıbben yaşaması mümkün olmayan bir insanın yaşaması, o dînin yanlış, bâtıl olmadığına açık delildir." deyip hemen orada Kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu. Devrin halîfesi bunu duyunca; "Ben sandım ki, doktor hastanın yanına geldi.Meğer hasta doktora gönderilmiş." dedi. (Evliyalar Ansiklopedisi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı MÂLİK BİN DÎNÂR Allahü teâlâdan kork Bir gece rüyâsında kendisine gizli bir ses; "Ey Mâlik! Sen bir mahlûksun. Allahü teâlâdan kork. Mâsivâyı, Allahü teâlâdan başkasının sevgisini terk edip bize dön. Yoksa helâk olursun." buyruldu. O, sabahleyin erkenden hocası Hasan-ı Basrî hazretlerine giderek rüyâsını anlattı. Hocası da bunun doğru olduğunu bildirdi (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı Zamânımızda ise, mala ve makama bakılıyor Abdullah bin Mübarek Hazretleri Merv şehri kâdısının bir kızı vardı. Ülkedeki, ileri gelen zengin, makam ve mevkı sâhibi kimseler bu kızı isteyince hiç birine vermedi. Bu zâtın Mübârek adlı, bağına-bahçesine bakan bir kölesi vardı. Aradan iki ay geçmiş meyveler olgunlaşmış bolluk bereket gelmişti. Efendisi, Mübârek'ten üzüm isteyince, toplayıp geldi. Getirdiği üzüm çok güzel olmasına rağmen henüz olmamıştı, başka üzüm istedi. O da ekşi çıktı. Efendisi; "Bahçede o kadar üzüm var, niçin böyle üzüm getiriyorsun?" demekten kendini alamadı. Mübârek; "Efendim! Ekşisini tatlısını bilmiyorum!" diye cevap verdi. Bağ sâhibi; "Sübhanallah iki aydır bağdasın, daha hangisinin ekşi, hangisinin tatlı olduğunu bilmiyorsun." diye çıkıştı. Mübârek onları yemekle değil korumakla vazîfeli olduğunu biliyordu. Efendisi; "Niçin onlardan yemedin?" deyince; "Siz benden bağınızdaki meyvelerin muhâfazasını istediniz. Yeyiniz demeyince alıp yemem uygun olur mu, emrinize karşı gelebilir miyim?" cevâbını verdi. Efendisi böyle bir hâdiseyle ilk defâ karşılaşmıştı. Mübârek'in bu hâline hayran kaldı. Güvenebileceği birini bulmuştu. Gerçekten onu ve hâlini çok sevmişti. Kölesine dönerek; "Sana bir şey soracağım." diye söze başladı. Sonra; "Benim bir kızım var, malı makamı yüksek pekçok kimse onu ister. Hangisine vereceğimi ne yapacağımı bilemiyorum. Bu hususda bir fikrin olur mu? Sen ne dersin?" diye sordu. Mübârek, bu söze karşı şöyle dedi: "Efendim!.. İnsanlar, dâmâd için; câhiliyye devrinde soya sopa; yahûdîler ve hıristiyanlar güzelliğe, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem zamânında dindârlığa, Allahü teâlâdan korkup, haramlardan sakınmaya bakarlardı. Zamânımızda ise, mala ve makama bakılıyor. Artık bunlardan dilediğini seç." Bunun üzerine efendisi: "Ben dindarlığı ve takvâyı seçiyorum ve kızımı seninle evlendirmek istiyorum. Çünkü sende haramlardan kaçma, dînine bağlılık, iyi hal, emânet ve güvenilirlik gördüm ve bunları sende buldum." dedi. O ise kendisinin köle olduğunu, parayla satıldığını, böyle olunca evlenmelerinin garib karşılanacağını, hem kızın buna râzı olmayacağını bir bir anlattı. Akıl da öyle diyordu. Ancak kâdı kararlı idi. "Kalk eve gidelim." dedi. Eve varınca hanımına; "Bu sâlih, dindâr, takvâ sâhibi bir köledir. Kızımızı onunla evlendirmek istiyorum, senin fikrin ne?" deyince, hanımı; "Sen bilirsin, fakat bir de kıza soralım." cevabını verdi. Anne durumu kıza açıp babasının niyetini söyleyince, kızı da bu hususta her şeyi anne ve babasına bıraktığını bildirdi. Kadın kızın râzı olduğunu babasına anlatınca nikahları kıyıldı. Fakat Mübârek, kızın yanına gitmiyordu. Bu hâl kırk gün sürdü. Bir vesîle
ile anne durumdan haberdâr olunca dayanamadı; "Kızımızı kölene verdin, aradan bunca zaman geçtiği halde dönüp yüzüne bile bakmadı, bu yaptığı nedir? Bu nasıl iş?" diye şikâyet ve sitemde bulundu. Bunun üzerine kâdı; "Ey Mübârek! Kızıma nâz mı ediyorsun? Niçin yanına gitmiyorsun?" demekten kendini alamadı. Buna karşılık dâmâd: "Ey müslümanların kâdısı! Ey efendim! Bu nasıl söz? Sizin kerîmenize nâz etmek ne haddime. Lâkin kâdısınız. Ola ki kızınız şüpheli bir şey yemiştir. Şüpheden uzak olmak için bu zamâna kadar bekledim ve ona helâl yemek yedirdim. Belki Allahü teâlâ bize sâlih bir evlâd verir. Bundan başka bir düşüncem yoktur." dedi Kırk gün geçtikten sonra ehline yaklaştı. Haram ve helâle bu derece dikkat ettiği için Allahü teâlâ ona Abdullah isminde bir çocuk verdi. Yani; Abdullah bin Mübârek Hazretleri dünyaya geldi. (Evliyalar Ansiklopedisi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Ölümün Tarifi Çocukluğumdan beri dar mekanlardan sıkılır ve bu tür yerlerden feryat edercesine uzaklaşırdım. İleri yaşlarda bunun bir hastalık olduğunu anlamış, fakat bu illetten bir türlü kurtulamamıştım... Oysa ki dar mekanlara, şimdi ister istemez girecektim... Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuta yerleştirmişlerdi. Çevremde dolaşanların sesini gayet iyi duyuyor ve gözlerim kapalı olmasına rağmen, her nasılsa onları görebiliyordum... - Genç yaşta öldü zavallı, diyorlardı. Halbuki yapacak ne kadar çok iş vardı... Gerçekten de bir çok işim yarım kalmıştı. Mesela oğluma iyi bir işyeri açamamış, araba ile renkli televizyonun taksitlerini henüz bitirememiştim. Büyük bir firma kurup dostlarımı orada toplamak da artık hayal olmuştu.Üstelik kış çok yaklaştığı halde odun- kömür işini halledememiş ve çatının akan yerlerini aktaramamıştım... Yarıda kalan işlerimi arka arkaya sıralarken, kulaklarımı çınlatan bir sesle irkildim Sanki mikrofonla söylenen bu ses, beynimin en ücra köşelerinde yankılanıyor ve : "Geçti artık, geçti.."diyordu... İçimden "Keşke geçmemiş olsaydı." diyordum. Nereden başıma gelmişti o kaza bilmem ki..? Halbuki ne kadar da iyi araba kullanırdım. Olup bitenleri hatırlamaya çalışırken, dostlarımın çevremi sardığını ve içinde bulunduğum tabutun kapağını örtmeye çalıştıklarını fark ettim. Onları engellemek için avazım çıktığı kadar bağırmak ve çırpınmak istediğim halde ne kımıldayabiliyor, ne de bir ses çıkartabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlıkta kalmış ve gözlerimi tabutun tahtaları
arasından sızan ışığa çevirmiştim. Dehşet içinde : - Aman Allah'ım dedim. Ne olacak şimdi halim..? Korkudan hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arada omuzlara kaldırılmış ve sallana sallana götürülmeye başlanmıştım. Dışarıdaki seslerden yağmur yağdığı belli oluyor ve su damlacıklarının sesi, tabutumun gıcırtısına karışıyordu. Cenaze namazı için camiye gidiyor olmalıydık. Cami deyince aklıma gelmişti. Çok yakınımızda olmasına ve her gün 5 defa davet edilmeme rağmen bir türlü vakit bulup gidememiştim. Ama her zaman söylediğim gibi 50 yaşına gelince namaza başlayacak ve herkesin şikayet ettiği kötü alışkanlıklarımı terk edecektim. Evet evet, şu kaza olmasaydı, ileride ne iyi bir insan olacaktım... Daha önceden duyduğum ve nereden geldiğini kestiremediğim ses : - "Geçti artık, geçti."diye tekrarladı.. "Bitti artık." Biraz sonra namazım kılınmış ve tekrar omuzlara kaldırılmıştım. Mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçerken, her gün iskambil oynadığımız arkadaşların neşeli kahkahalarını işitiyor ve "herhalde ölüm haberimi duymamış olacaklar" diye düşünüyordum. Sesler iyice uzaklaştığında eğik bir şekilde taşındığımı hissederek, mezarlığa çıkan yokuşu tırmandığımızı anladım. Şiddetle yağan yağmurun tabuttaki çatlaklardan sızarak kefenimi yer yer ıslattığının da farkındaydım. Buna rağmen dışarıda konuşulanlara kulak verdim. Dostlarımın bir kısmı piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kısmı da milli takımın son oyununu methediyordu. Tabutumu taşıyan diğer biri ise yanındakinin kulağına fısıldayarak : Rahmetlinin tersliği, öldüğü günden belli, diyordu. Sırılsıklam olduk birader..! Duyduklarım herhalde yanlış olmalıydı. Yoksa bunlar, uykularımı onlar için feda ettiğim dostlarım değil miydi? Yolculuğum bir müddet sonra bitmiş ve tabutum yere indirilmişti. Kapak tekrar açıldı ve cansız vücudumu yakalayan kollar, beni dibinde su toplanmış olan çukura doğru indirdi... Boylu boyunca yattığım yerden etrafıma baktım... Aman Allah'ım, bu kabir değil miydi? O ana kadar buraya gireceğimi neden düşünmemiştim... Sessiz feryatlarımı kimseye duyuramıyor ve dostlarımın üzerimi örtmek için yarıştığını hissediyordum. Tekrar zifiri karanlıkta kalmış ve bütün acizliğimle dua etmeye başlamıştım... Ya Rabbi, diyordum. Bir fırsat daha yok mu, senin istediğin gibi bir kul olayım. Ve kabrimi, Cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireyim? Aynı ses, her zamankinden daha şiddetli olarak : "Geçti artık, geçti." diye tekrarladı. "Her şey bitti artık." Mezarımı örten tahtaların üzerine atılan toprakların çıkardığı ses gök
gürültüsünü andırıyor ve bütün benliğimi sarsıyordu... Son bir gayretle yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Odamdaki rahat yatağımda yatıyor, fakat korkunç bir kabus görüyordum. Bitişik dairede oturan doktor arkadaşım beni ayıltmaya çalışarak : "Geçti artık, geçti." diye bağırıp duruyordu. "Geçti, bak hiç bir şey kalmadı." Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Terden sırılsıklam olmuş ve sanki 20 kilo birden vermiştim. Dışarıda sağanak halinde yağmur yağıyor, şimşek ve gök gürültüsünden bütün ev sarsılıyordu. Etrafımdakilerin şaşkın bakışları arasında kendimi toparlamaya çalışırken : - Ya Rabbi sana zerrelerim adedince şükürler olsun, diyordum. İyi bir kul olmak için ya bir fırsat daha vermeseydin !... (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Zamanın hükümdârı, bir akşam hanımıyla münakaşa ediyordu. O öfkeyle bağırdı ona. - Bu geceyi benim mülkümde geçirirsen, boş ol! Az sonra öfkesi geçince pişman oldu dediğine. Zira hanımını seviyor, ayrılmak istemiyordu. Ama ok yaydan çıkmıştı bir kere. O devrin en büyük alimi Ebû Yusuf idi. Gece vakti koştu o kapıya. - Hocam çok zor durumdayım. - Hayırdır sultanım. - Sorma, az evvel hanımla tartıştık. - Evet, - O öfkeyle bir şey dedim. Şimdi içinden çıkamıyorum. - Ne dediniz? - Bu geceyi benim mülkümde geçirirsen boş ol dedim. Şimdi ne olacak? Devletimizin sınırları çok geniş. Bir gecede bu toprakların dışına çıkması mümkün değil. Ebû Yûsuf Hazretleri anında cevap verdi: - Bunun bir yolu var. - Sahi mi, nedir o? - Hanımınız bu geceyi mescitte geçirsin. - Mescitte mi? - Evet, herhangi bir mescitte. - İyi ama neden? - Sultanım, siz öfkelendiğinizde ne demiştiniz? - Bu geceyi benim mülkümde geçirirsen, boş ol demiştim. - İyi ya, mescitler senin mülkünden değildir. Hanımınız bu geceyi mescitte geçirirse, senin mülkünde geçirmemiş olur.
Hükümdar çok sevinip, İmâm’ın ilmine hayran oldu. Temyiz reisliğine tayin etti kendisini... (Huzur Pınarı) "GÜLBAHÇEMi GÖR DE BAHARIMI ANLA..." "iNSAN, SEVECEGi KiMSEYi iYi SEÇMELi, ONA GÖRE SEVMELi..!" "KiM OLDUGUN DEGiL, KiMiNLE OLDUGUN ÖNEMLiDiR." www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili Peygamberim Yarasalar - 1 BİZ, ONLARI KIYAMET GÜNÜ KÖRLER, DİLSİZLER VE SAĞIRLAR OLARAK YÜZÜ KOYUN HAŞREDECEĞİZ. ONLARIN VARACAĞI YER CEHENNEMDİR Kİ ATEŞİ YAVAŞLADIKÇA; BİZ, ONUN ALEVİNİ ARTIRIRIZ. İşte böyle... Önce dudak büktüler... az evveline kadar; "en emin, çok dürüst, daima doğru sözlü, asla yalan söylemez", dedikleri insanı vahyi tebliğe başlayınca dudak bükerek garipseyerek, söylediklerini gelip geçici bir hal olarak karşıladılar. Cin falan mı zarar vermişti; bir hoş olmuştu bu genç adam... tahminleri boşa çıktı... en sağlam mantık, en güçlü irade, en muhkem akıl, en temiz şuur O'nda görülüyor... bu defa; "bir menfaat koparmak niyetinde herhalde" diye düşünerek teklif üstüne teklif yağdırdılar... kadın, para, mal, servet, liderlik, değer verdikleri ne varsa önüne sermek istediler. Yeter ki rahatları bozulmasın; karışanları olmasın, dünyaları değişmesin, sözlerinin üstüne söz gelmesin. ...'ne de tuhaf şeyler oluyor. Veya olabilirmiş. Hele şu Muhammed'e bakın. Bu ne cesaret, ne cür'et? Bu sayılanları da elinin tersiyle şöyle bir kenara itiyor ve dediklerini tavizsiz tekrarlıyor:' Allah, sizin tapındığınız şu zavallı heykeller değildir! Bunlar ne ki; basit bir eşya. İnsan eli ile şekillenmiş madde parçaları... Allah birdir. Ne ortağı vardır, ne benzeri. Doğmamıştır, doğurmamıştır, ölümsüzdür. Bildiğimiz ve bilmediğimiz; insan, hayvan, kuş, sürüngen, deniz mahlukları, kara yaratığı ne varsa, hepsini o, doyurur. Gördüğümüz ve göremediğimiz her şeyi o, yaratmıştır; yine o, öldürecektir. öldükten sonra bir hayat daha vardır: Asıl ve ölümsüz dünya. Allah, istisnasız herkesi hasaba çekecektir. Peygamberleri ile bildirdiği emir ve yasaklara uyanları, mükafatlandıracak, o emir ve yasakları çiğneyenler ceza görecektir. Yüce Allah'ın hoşnud kaldıkları Cennete, razı olmadıkları Cehenneme; yani ateşe atılacak ve azap görecektir... bu dünya fanidir; geçici, bitici ve sonlu... -devam edecek-
(Sevgili Peyamberim Ansiklopedisi) Herkim geldi cihâna ve herkim ki gelecektir, Hepsinin üstünde Sen, serdârsın yâ Resûlallah! www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili Peygamberim Yarasalar - 2 Ben, işte O Allah'ın habercisiyim; size vahyini tebliğ ediyorum. Uyarsanız kurtulursunuz, düşmanlık yaparsanız Rabbimin buğz ve lanetine uğrarsınız. İnsan, bütün mahlukların en üstünü ve en şereflisidir. Dediklerimi içinde bulunduğunuz hal, tuttuğunuz yolla bir kıyaslayın. Çünkü akıl denen nimet sadece insana mahsus. Eğer vicdanlı davranırsanız yanıldığınızı siz de anlarısınız. '...kim inanır bunlara canım... asil dedelerimizden beri, asırlardır sürüp gelen dinimizi, tanrılarımızı, alışkanlıklarımızı, örfümüzü kim terk eder ki? Ama o da ne? Ebu Bekir gibi, zengin ve soylular da müslüman oluyor. Bir aysbergin geldiğine şüphe yok. Öyleyse tehlike büyümeden ateş söndürülmeli, bu ateşin dumanı tütmemeli. Bu ateşten alınan meş'aleler dünyanın dört tarafına koşturulmamalı...' Evet; ilkin dudak kıvırarak küçümsediler. Sonra halli basit bir mesele olarak ele alıp Efendimizin ayaklarına dünya nimetlerini saçtılar. Sonra küçük gözdağları ile korkutmak istediler. O'nu yolundan çekip alamayınca dozu giderek artan kötülüklere başladılar. Yoluna diken dökmeler, kapısının önüne pislik atmalar ve evini taşlamalar: ...Sevgili Peygamberimiz'in devlethaneleri Ebu Leheb ile Ukbe bin Ebu Muayt'ın evinin arasında iki yobaz adam, o mübarek, o öpülesi, yüz sürülesi eşiğin önüne kendi manalarını ifade eden dışkı, leş vs. getirip atıyorlar. Ebu Leheb, bununla da kalmıyor. Resul aleyhisselamın evini taşa tutuyor... bir adi ve sadist tabiat... Hazret-i Hamza, bir gün bu bayağı hareketin üzerine gelince pislik dolu kabı Ebu Leheb'in kopasıca kafasına döküyor. -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Cihân bağında insan, ağaçtır gayriler yaprak, Nebîler meyvedir, özü Sen yâ Resûlallah! www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Yarasalar - 3 Efendimizin dediği sadece şu: -Ey Abd-i Menaf oğulları bu nasıl komşuluk böyle? Bunu diyor ve kapısının önüne dökülenleri süpürüyor. Ümid ve sabır üzereler... Bir kişinin daha Muhammedi olduğu işitilince müşrikler, Arabistan çölleri kendilerine mezar olmuş gibi; bunaltan, nefeslerini kesen hislere kapılarak gözü dönmüşlüğün en vahşi nevilerine sarılmaktan imtina etmiyorlar. Mesela: ...bu, ne her tarafı granitlerle dolu yerleri kazmayla yarmaya benziyor; ne de kumun, bütün sahrayı deniz dalgası gibi doldurduğu bir vasatı zümrüt renkli yeşilliğe döndürmeye. İnsanın kalbini çevirmek, imanını değiştirmek, kayaları parçalamaktan; çölleri ormanlaştırmaktan çok daha zor. Bu zorluğu aşmaktaki tek imkan, Allah'ın yardımı... Efendimiz, gırtlağına kadar batağa gömülmüş ve bazı hareketleri ile beşer üstünlüğünden uzaklaşıp hayvani derekeye yuvarlanmış şu insanların islamla şereflenmeleri için Kabe'de namaza durmuş... kendisi için hiç bir şey istemiyor... kolları ilerde; avuçları semaya açılmış olarak Rabbine tazarru halinde... dolu dizgin Cehenneme at koşturan şu cahiller için yakarıyor. Kendileri için namaz kılınan, af dilenilen, göz yaşı dökülen yalvarılan, olmadık sıkıntılara katlanılan o insanlar ne yapıyor? İşte bunlardan bir küme... ebu Cehil, Şeybe bin Rebia, Utbe bin Rebia, Ukbe bin Ebi Muayt'ın da aralarında olduğu yedi kişi, Nebiler Sultanını ibadet halinde görünce yılışık tavırlarla gelerek az ilerisinde yere oturdular. Onu seyrediyorlar. -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Nasıl sevmiyeyim ki, bedenimde canımsın, Hürmetine var oldum, sebebi hayatımsın. Damarımda kanımsın, bana benden yakınsın, Sen âşıklara mâ’şûk ve hep canlara cânân. www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Yarasalar - 4
Son Resul, namaz kılarken onlar kaş göz işaretleri, laf atmalarla kendi aşağılıklarını karikatürize ediyorlar. Resulullah ve islamiyete karşı dinmez kinlerin sahibi Ebu Cehil, arkadaşlarına dönerek: -Kim bir deve işkembesi bularak şu adam, secdeye gittiğinde omuzuna koyabilir? diye sordu ve cevap bekleyen bakışları ile arkadaşlarının yüzlerini yokladı... Bir kaç saniyelik sükutu Ukbe'nin sesi bozdu -Ben, dedi ve demesi ile yerinden fırlaması bir oldu. Biraz sonra kanlı bir koca deve işkembesini sürüte sürüte Peygamberimizin yanına vardı. Ukbe, büyük Peygamber, secdeye gider gitmez işkembeyi iki kürek kemiği arasına bıraktı... zavallı mahluklar, kahkahalardan kırılıyor. Otuz iki dişleri sayılabilir. Ne olacaktı; 'şimdi ne olacak; Muhammed nasıl bir reaksiyon gösterebilir?' Attıkları kahkahanın şiddetinden gözlerinden yaşlar akıyor. Bunlar, kainatın en mümtazını ne zannediyorlar ki? Habis hareketlerine kendi seviyelerinde bir aksül'amel bekliyorlar ama hiç yorulmasınlar. O, İslam ahlakının en zirvesindeki muazzam insan, hep vakar ve ciddiyet halinde... Bir şey olmamış gibi secdede... nurlu alnını sahibinin huzuruna koymuş, başını kaldırmadan öylece bekliyor. Müşrikler, sanki bir zafer elde etmiş gibi katıla katıla tepiniyorlar. -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Herkim geldi cihâna ve herkim ki gelecektir, Hepsinin üstünde Sen, serdârsın yâ Resûlallah! www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Duâ ederken Her gün okunacak dualar... İmam-ı Rabbanî hazretleri, din ve dünya zararlarından kurtulmak için her gün 500 defa La havle vela kuvvete illa billah okur, okumaya başlarken ve okuduktan sonra yüz defa Salevat-ı şerife getirirdi. (T.Mazheri) Günde 25 defa (Allahümme barikli fil mevt ve fi ma badelmevt) okuyan veya her gün Kuşluk namazı kılan veya her gece Yasîn okuyan veya abdestli olarak yatan şehit olarak ölür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Günde 25 defa "Estagfirullah azimellezi la ilahe illa hüverrahmanürrahim el-hayy-ül- kayyumüllezi la-yemutü ve etubü ileyh Rabbigfir li" okuyanın evinde ve şehrinde kaza belâ olmaz.) [Meâricülhidâye] (Günde 25 defa (Allahümmagfir li ve li-valideyye ve li-üstaziyye ve lil müminine vel müminat vel müslimine vel müslimat el ahya-i vel emvat bi-rahmetike ya erhamerrahimin) okuyan, abidlerden olur. Allahü teâlâ, bu kimsenin kalbinden kin ve hasedi çıkarır. Ona, bütün mü’minler adedince, sevâb yazılır. Kıyamette, bütün mü’minler: Yâ Rabbî, bu kulun
bizim için, istigfâr okurdu. Sen de onu af eyle derler..) [Miftah-ün-necat] (Gece Amenerresulüyü okuyana, her şey için kâfidir. Bu iki âyeti yatsıdan sonra okuyan, geceyi ibâdetle geçirmiş olur.) [Şira] (Her gece Tebareke okuyan, Kadr gecesini ihya etmiş gibi sevaba avuşur. Ölürse kabirde yoldaş olur, kabir azabını def eder.) [E.Oğul İlm] (Gece Yasin okuyanın günahları affolur.) [Beyhekî] (Kur'anın üçte birini okumadan uyumayın. "Nasıl güç yeter?" diyenlere buyurdu ki, "ihlas ve muavvizeteyn okumaya güç yetmez mi?") [Beyhekî] (Yatağa girince, 3 defa "Estağfirullah el azim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyum ve etubü ileyh" okuyanın günahları, deniz köpüğü kadar da olsa affolur.) [Tirmizî] Alimlerimiz buyuruyor ki: Yatağa abdestli gir, sağ tarafa yat, Âyetelkürsî, 3 İhlâs, 1 Fâtiha, birer defa iki kul euzüyü oku, 10 defa (Tevekkeltü alellah lâ havle velâ kuvvete illâ billah) de, 3 defa (Estagfirullâhel’azîm... diye başlayan istiğfarı), bir defa (Allahümmagfirlî ve li-vâlideyye ve lil mü’minîne vel mü’minât) ve bir salevât-ı şerife ve bir (Allahümme rabbenâ âtinâ...) ve üç kere istigfâr ve bir kelime-i tevhid okuyup uyu. Peygamber efendimiz, (Ya Aişe, Kur'an-ı kerimi hatmet, bütün Peygamberleri kendine şefaatçı kıl ve müminleri kendinden razı et!) buyurdu. Hz. Aişe, bunları nasıl yapacağını sorunca, buyurdu ki: (Üç ihlas okuyan, Kur'an-ı kerimi hatmetmiş sayılır. "Allahümme salli ala Muhammedin ve ala cemiil Enbiyai velmürselin" diyen bütün peygamberleri razı eder. "Allahümmağfirli velîl müminine vel müminat vel müslimine vel müslismat" diyen, bütün müminleri, "Sübhanallahi vel hamdü lillahi ve lailahe illallahü vellahü ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim" diyen de, Allahü teâlâyı razı eder.) [Ey Oğul İlm.] Her gece yatarken yüz defa (Sübhanallahi velhamdü lillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber) okuyan, yüz defa tesbih, tahmid ve tekbir söylemiş olur. Böylece, kendini hesaba çekmiş sayılır. [Tesbih sübhanallah, tahmid elhamdülillah, tekbir de Allahü ekber demektir.] (Türkiye Gazetesi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Bir İhtiyâr Müslimânın Kızına Nasîhatı ve Münâcâtı 18 — BİR GENÇ KIZIN GİYİNİŞİ NASIL OLMALI?: Genç kız, fazla göze çarpmıyacak tarzda temiz ve ciddî bir kıyâfetde görünmelidir. Kendini beğendirmek için, fazla süslenmek, ahlâk hakkında şübhe uyandırır. Erkeklere kendini beğendirmek için, kızın ba’zı uzvlarını, göğsünü veyâ bacaklarını teşhîr etmesi, düşük bir ahlâkın belirtisidir. Kendisinin ve âilesinin şeref ve haysiyyetini düşünen bir kızın, ciddî
giyinmesi şartdır. Bir kızın göğsünü mümkin mertebe belirsiz bir hâlde gösterecek tarzda giyinmesi, elbisesinin ve etekliğinin pileli olması, onun bir ciddî ev kızı olduğuna delîl sayılır. Müslimân kızı nasıl giyinmelidir? Bunun cevâbı, birinci kısm, ellisekizinci maddede yazılıdır. (Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Bir İhtiyâr Müslimânın Kızına Nasîhatı ve Münâcâtı 19 — TOPLULUK İÇİNDE, YOLDA, BİR KIZIN HAREKET TARZI (Davranışı) NASIL OLMALI?: Yapmacıksız olarak mütevâzi’, iddi’âsız ve terbiyeli bir tavr, genç kıza en yakışan bir davranışdır. Bir genç kızın etrâfındaki insanları hiçe sayan saygısız ve küstah davranışları terbiyesizlik alâmetidir. İyi ahlâklı ve normal bir kız, bir erkeğe dikkatle ve alâka ile bakmaz. Mecbûriyyet yoksa ve mümkin ise, bakmamak en sâlim bir hareketdir. Bunu da, sun’î olarak değil, tabî’î olarak yapmalıdır. Bir kızın genç bir erkeğin yüzüne pervâsızca bakması, küstah ve mütecâviz erkeklere, bu tip kızlara musallat olmak için, cesâret verir. Kızın, bir erkeğe ümmîd verecek tarzda davranışı, o kıza felâket getirebilir. İnsânların, yüzlerindeki değişiklik kadar huy ve ahlâkları da değişikdir. Güzel ve iyi yüzlü insan, mutlaka iyi ahlâklı insan demek değildir. Alâka toplamak ister gibi, değişik bir edâ ve hoppa bir tavır ile yürümek iyi bir intibâ’ bırakmaz. Böyleleri, alay mevzû’u ve gülünç olur. Bir kızın giyinişi, yürüyüşü ve hareket tarzları, onun dînî inanışı, ahlâkı ve karakteri hakkında, bir fikr verebilir. (Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Duâ ederken Sabah akşam okunan dualar Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Sabah-akşam 7defa “Allahümme ecirni minennar” diyen cehennemden kurtulur) (Ebu Davud) (Sabah-akşam 7 defa, "Hasbiyallahü la ilahe illa hu, aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül-arşil-azim" okuyanın dünya ve ahiret işine Allah kâfi gelir.) [Beyhekî] ([Sabah akşam] yüz defa "Sübhanallahi ve bihamdihi, [sübhanallahil
azim]" diyenin, günahları deniz köpüğü kadar da olsa affedilir.) [Müslim] (Sabah 3 defa, "Euzü billahis-semiil âlim-i mineşşeytanirracim" diyerek Haşr suresinin son üç âyetini okuyana, 70 bin melek, akşama kadar duâ eder. O gün ölürse şehid olur. Akşam okuyan da yine aynı şeylere kavuşur.) [Tirmizî] (“Allahümme mâ esbaha bî min nîmetim ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerîke leke, fe lekel hamdü ve lekeşşükr” duâsını, sabah okuyan o günün, akşam okuyan o gecenin şükrünü ifa etmiş olur.) [Akşam esbaha yerine emsa denir.] (Sabah namazından sonra 11 ihlas okuyana, cennette bir köşk verilir.) [Haraiti] (Sabah namazından sonra on defa, "La ilahe illallahü vahdehü laşerikeleh lehül-mülkü ve lehül-hamdü yuhyi ve yümit ve hüve ala külli şeyin kadir" okuyan, akşama kadar her çeşit zarardan korunur, hiçbir günah ona zarar vermez.) [Nesâî] ("Günah zarar vermez" demek, günah işlemez veya işlediği günaha tevbe eder, o günah ona zarar vermemiş olur demektir.) (Akşam namazından sonra [yukarıdaki tesbihi] okuyan, sabaha kadar şeytandan korunur. On sevaba kavuşur, on günahı affolur ve on köle azat etmiş gibi sevap verilir.) [Tirmizî] (Sabah-akşam İhlas ve Muavvizeteyni [iki kuleuzüyü] üçer defa oku! Bunlar, bütün belâları, afetleri, sıkıntıları giderir.) [Tirmizî] (Sabah namazlarından sonra üç defa Sübhanallah-il azim ve bi hamdihi diyen körlük, cüzzam ve felçten korunur.) [İ. Ahmed] (Evden çıkarken "Bismillah, tevekkeltü alellah, la havle ve la kuvvete illa billah" diyen, tehlikelerden korunur ve şeytan ondan uzaklaşır.) [Tirmizî] (Evden çıkarken Âyet-el kürsi okuyana, 70 melek, eve gelinceye kadar duâ ve istiğfar eder.) [Ey Oğul İlm] İmam-ı Rabbanî hazretleri, talebeleri ile, uzak bir yere giderken, gece, bir handa kaldılar. (Bu gece bir bela zuhur edecektir. Besmele ile, (Bismillâhillezî lâ yedurru me’asmihi şey’ün fil erdı ve lâ fissemâi ve hüves-semî’ul alîm) duâsını üç defa okuyun) buyurdu. Gece büyük yangın oldu. Her odada eşyalar yandı. Duâyı okuyanlara bir şey olmadı. Dert, bela, fitne, hastalık, nazar, sihir ve zâlimlerin şerrinden korunmak için, sabah akşam, İmam-ı Rabbanî hazretlerinin bildirdiğini hatırlayarak, 3 defa okumalı. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Sabah-akşam, 3 defa, “yukarıda bildirilen duayı” okuyan, büyücü ve zâlimlerin şerrinden emin olur. Hiçbir şey ona zarar veremez.) [İ.Mace] (Türkiye gazetesi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Huzur veren sözler-296
Hayvan hayvandır, insan da insandır. Aradaki fark, Allah sevgisi, Allah aşkı, Allah muhabbetidir. Allahü tealayı sevmiyenler mutlaka birşeyi sevecekler. Bu sevdikleri de onların başına bela olacaktır. Hanımını da, anneni-babanı da, arkadaşını da Allah için sevmek lazımdır. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur pınarı Huzur veren sözler-297 Bir kimse, her işinde Resûlullaha (sallallahü aleyhi ve sellem) tabi’ olmaz, emirlerini beğenmez ve itâ’at etmezse mü’min olmaz. Onu kendi canından çok sevmezse îmânı temâm olmaz. Bütün insanların ve cinnin Peygamberidir. Her asrda yaşıyan her milletin Ona uyması vacibdir. Her mü’minin Onun dinine yardım etmesi, Onun ahlakı ile huylanması, Onun mübârek ismini çok söylemesi, ismini söyledikde ve işitdikde saygı ile sevgi ile salat-u selam getirmesi, mübârek cemalini görmeğe aşık olması, Onun getirdiği Kur’ân-ı kerîmi ve şerî’atini sevmesi ve hurmet etmesi lâzımdır. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı NÜKTELER-10 "Farzı bırakıp, nâfile ibâdetleri yapmak boşuna vakit geçirmektir." İmâm-ı Rabbânî (Rahmetullahi aleyh) "Edeb hudûda, sınırlara riâyet etmek onu taşmamaktır. En büyük edeb ise ilâhi hudûdu muhâfazadır, gözetmektir." Abdülhakim Arvasi (Rahmetullahi aleyh) Mü’minin alameti güler yüzdür. Münafığın alameti çatık kaşlı olmaktır. " Hüseyn bin Said (Rahmetullahi aleyh) Eskiden iyilik yaparlardı söylemezlerdi. Sonra hem yapmaya hem de söylemeye başladılar. Şimdi ise yapmıyorlar fakat söylüyorlar. Ömer bin Hâris (Rahmetullahi aleyh) Üç zümreye, üç şey çirkin düşer: 1-İdârecilere, sertlik, 2-Âlimlere, mal sevdası, 3-Zenginlere ise cimrilik. Molla Câmî (Rahmetullahi aleyh)
(Evliyalar Ansiklopedisi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Huzur damlaları-72 "Müslümanlar hakkında iyi zan sâhibi ol. Onlar hakkında niyetini düzelt. Her türlü hayır işi yapmaya koş. Bilmediğin hususlarda âhireti düşünen âlimlere sor." "Allahü teâlâdan dünyâ ve âhiretin hayırlarını iste. Sakın; "Ben istiyorum. Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim." deme. Duâya devâm et. Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rızâ gösterme nîmetini ihsân eder. Eğer Allahü teâla senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allahü teâlâ sana râzı ve memnûn olacağın bir hâl verir. Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için duâ edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muâmele etme hâlinden vaz geçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama hâline çevirir. Eğer dünyâda borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir. ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ (rahmetullahi aleyh) (Evliyalar ansiklopedisi) Kim olduğun değil, kiminle olduğun önemlidir. www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı Doğru olan grup Sual: İçinde bulunduğum grup doğru mu değil mi diye şüphe ediyorum. Hangi gruba gitsem biz doğru yoldayız diyor. Ne tavsiye edersiniz? CEVAP Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İnsanlar, dinde çeşitli gruplara bölündüler. Her grup, kendi yolunu doğru sanıp sevinmektedir.) [Müminun 53] Peygamber efendimiz, ümmetinin 73 parçaya bölüneceğini, bunlardan
yalnız bir grubun Cennete gideceğini bildiriyor. Bu fırkanın vasfını da sorduklarında, (Benim ve Eshabımın gittiği yol) diye buyuruyor. Ehl-i sünnet âlimleri de, bu yolun Ehl-i sünnet vel cemaat fırkası olduğunu bildiriyorlar. Bir kimse, kendi başına Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri okuyup da doğru yolu bulamaz. İşin ehli olan âlimlere ihtiyaç vardır. 72 sahte altının içine bir tane hakiki altın konsa, bunu sarraflardan başkası anlayamadığı gibi, 73 fırkadan hangisinin doğru olduğunu da ancak Ehl-i sünnet âlimleri anlar. Akıl ile doğruyu bulmaya çalışırsak bu çok güç, hatta imkansızdır. Her fırkadaki insan, “Bu fırka doğru yolda” diyor. Bu işte selim olmayan akıl ölçü olmaz. Ölçü olsaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. Her fırkaya girenler de, aklına göre bu fırkaları tercih etmiştir. Akla uyulursa, insan sayısı kadar fırka meydana çıkar. Piyasada birçok kitap, birçok grup var. Bunlar için bizim iyi veya kötü dememizin bir kıymeti yok. Yani bir insan biz iyi deyince iyi olmaz, biz kötü deyince kötü olmaz. Şahıs ismi kitap ismi önemli değil. Binlerce âlim ve kitap var. Elimizde ölçü olursa rahat ederiz, kendimiz anlarız. Ölçüyü İmam-ı Rabbani hazretleri veriyor: (Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her mana, her buluş kıymetsizdir, yanlıştır. Çünkü her sapık, Kur'an ve sünnete uyduğunu sanır, sapıklığının doğru olduğunu iddia eder. Yarım aklı, kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felakete gider. Âyet-i kerimede, (Kur’an-ı kerimde bildirilen misaller, çoklarını küfre sürükler, çoklarını da hidayete ulaştırır) buyuruluyor. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri manalar doğrudur, bunlara uymayanlar yanlıştır.) [1/ 286] Demek ki doğru olmanın ölçüsü, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına uyup uymamasıdır. Yine Ehl-i sünnet âlimleri diyor ki: Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. Bunun için, Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Şu anda çeşitli gruplardaki insanların da, böyle dua etmekten çekinmemeleri gerekir. Hâşâ Allahü teâlâ yanlış bir iş yapmaz. Belki yanlış yolda olabilirim diye düşünerek, Ya Rabbi hangi grup doğru yolda ise, senin rızan hangi grupta ise, bana onu nasip eyle diye dua etmelidir. Eğer grubu doğru ise, duanın bir zararı olmaz. Grubu yanlış ise doğruya kavuşmuş, kurtulmuş olur. Dua etmekten çekinmemeli, Ya rabbi, doğru olan hangi grup ise bize onu nasip eyle demelidir.
Şundan bundan değil, Allahü teâlâdan isteyin, Onun razı olduğunu isteyin. Bundan daha güzel ne var? Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz vermiştir. Onun sözüne güvenmeli, Ona sığınmalıdır. Kuran-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz.) [Ankebut 69] (Allah, kendisine yöneleni doğru yola iletir.) [Şûra 13] (Allah asla verdiği sözden dönmez.) [Zümer 20] Dünyadan herkes ahirete yolculuk yapıyor. Herkes bir vasıtaya binip gidiyor. Bir vasıtaya binmek değil, doğru vasıtaya binmek önemlidir. Yanlış vasıtaya binen, istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider. Kâbe’ye gitmek için niyet edip Paris’e giden uçağa binen, niyeti halis olsa da Kâbe’ye varamaz. Allahü teâlâ rızka kefildir ama imana kefil değildir. Doğru iman sahibi olmaya çalışmalıdır. İtikadı düzeltmeden önce ibadet etmenin faydası olmaz. Doğru itikad, ehl-i sünnet itikadıdır. Doğru itikad 1 rakamı gibidir. İhlaslı ibadetler sağına konan sıfır rakamı gibidir. Bir sıfır konunca 10, iki sıfır konunca 100 olur. Sağına ne kadar 0 konursa değeri artar. 1 çekilirse hepsi 0 olur. İhlassız, yani riya ile yapılan ameller de, soldaki sıfır gibi yani 1 rakamının soluna konan sıfır gibi değersizdir. İtikad doğru olunca ibadetleri arttırmak, insanın gayretine, ihlasına, ilmine bağlıdır. İstediği kadar artırır. Ancak, doğru itikadı, yani ehl-i sünnet itikadı yoksa ibadetlerinin hiç faydası olmaz, soldaki sıfır gibi değersizdir. Bütün dünya bize verilse, fakat itikadımız düzgün değilse, hâlimiz haraptır. Eğer bütün dertler bize verilse, itikadımız doğru ise, üzülmek gerekmez. Doğru itikadın Ehl-i sünnet vel-cemaat olduğunu İslam âlimler ittifakla bildirmişlerdir. Felaketten kurtulmanın tek çaresi, kurtulanlarla beraber olmaktır. Kıtmir, köpek iken, Eshab-ı kehf ile beraber olduğu için Cennete girdi. O halde kim ve ne olduğumuz değil, kimlerle bulunduğumuz önemlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Salihlerle beraber olan kötülerden olmaz.) [Buhari, Müslim]
Ekim - 2. Hafta Huzur Pınarı Cumanız mübarek olsun Mübarek Cuma gününüzü tebrik ederim müstecâb dualarınızı istirhâm ederim. Büyüklerimiz buyuruyor ki; En çok dikkat edeceğimiz şey; birbirimizin kusurlarını afv edeceğiz, sabredeceğiz. Sabredenin gideceği yer cennetdir. Seadete kavuşan insan kızmaz, sevinir. Mü’minin alameti güler yüzdür. Münafığın alameti çatık kaşlı olmaktır. Allah-ü teala ihsan ettiği nimeti göstermemizi sever. Mücahit olmak nimetini nasıl göstereceğiz; güler yüzümüzle, tatlı dilimizle, merhametimizle, şefkatimizle. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Buyurdular ki (68) Seyfeddîn-i Fârûkî "kuddise sirruh" Seyfeddîn-i Fârûkî hazretleri insanlara maddî ve mânevî her türlü yardımı yapardı. Yardımlaşmanın önemini belirterek buyurdu ki: "Allahü teâlâya hamd olsun. İki cihânın efendisi Muhammed aleyhisselâma salât ü selâm olsun. Allahü teâlâya vâsıl olanların imâmı, hadîs âlimlerinin önderi; yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen Hâfız Abdülazîm Münzirî, Kırk Hadîs-i Şerîf adlı kitâbında, İbn-i Ömer'den (radıyallahü anh) rivâyet ediyor: "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz buyurdular ki: "Kim ki bir mümin kardeşinin ihtiyâcını temin ederse, mahşer günü ameller tartılırken terâzinin başında duracağım. Benden imdâd isteyince, o zâta mutlaka şefâat edeceğim." İbn-i Abbâs Peygamber efendimizden şöyle rivâyet etmiştir: "Hayır ve şer Allahü teâlâ hazretlerindendir. Hayır anahtarları ellerine verilmiş olanlara müjdeler olsun. Şer anahtarları ellerine verilen kimselere yazıklar olsun." Enes bin Mâlik'ten (radıyallahü anh) rivâyet olunmuştur; "Bütün mahlûkâtı Allahü teâlâ yaratmıştır. Onların her türlü ihtiyâcını irâde ederek, yaratıp göndermektedir. Allahü teâlânın rızâsı için O'nun kullarına kim daha çok hizmet ederse, Allahü teâlâ da o kullarını o kadar çok sever." Afv el-
Müzenî babasından o da dedesinden (rıdvânullahi aleyhim ecmaîn) şöyle rivâyet eder: "Peygamber efendimiz buyurdular ki: "Allahü teâlâ, insanların ihtiyaçlarını gördürmek için öyle kullar yaratmıştır ki, onlara Cehennem azâbı yoktur. Kıyâmet günü olunca onlar için nûrdan kürsüler hazır olur. İnsanlar hesâba çekilirken onlar Allahü teâlâ ile sohbet ederler." Ali ibni Ebî Tâlib (radıyallahü anh) rivâyet etti. Peygamber efendimiz buyurdular ki: "Kim ki bir mümin kardeşine yardım ve ihtiyâcını temin etmek için harekete geçip yürürse, Allahü teâlânın yolunda harb eden mücâhidler sevâbı verilir." Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) şöyle rivâyet etti. Peygamber efendimiz buyurdular ki: "Kim ki bir müslüman kardeşinin ihtiyâcını temin ederse, Allahü teâlânın yakın dostu ve velî kulu olur. Bir kimse mümin kardeşinin sıkıntısını gidererek sevindirirse, Allahü teâlâ o mümine mahşerde, sırâtı geçerken iki tâne nûrdan ışık verir. Bu iki nûrun ziyâsının kudretini yalnız Allahü teâlâ verir." Vesselâm evvelen ve âhiren." (Evliyalar Ansiklopedisi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Buyurdular ki (69) Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî "kuddise sirruh" Buyurdular ki: "Oruç bana mahsustur. Onun karşılığını ben veririm." buyrulan kudsî hadîste, hakîkî oruca işâret vardır. Bu ise, mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyi terketmektir." Yine buyurdu ki: "Allahü teâlânın doksan dokuz ismi vardır. Kim onları sayarsa, Cennet'e girer." buyurulan bu hadîs-i şerîfteki "Ahsa" kelimesinin bir mânâsı, saymaktır. Diğer bir mânâsı ise, bu ism-i şerîfleri öğrenip, bilmektir. Bir mânâsı da, bu esmâ-i şerîfenin mûcibince amel etmektir. Meselâ "Rezzâk" ismini söylediği zaman, rızkı için aslâ endişe etmemeli. "Mütekebbîr" ismini söyleyince, Allahü teâlânın azametini ve kibriyâsını düşünmelidir." Behâeddîn Buhârî hazretlerine bu dereceye nasıl ulaştınız? diye suâl olununca; "Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme tâbi olmakla." buyurdu. Yine buyurdu ki: "Bizim yolumuz sohbettir. Halvette, yalnızlıkta şöhret vardır. Şöhret ise âfettir. Hayır ve bereket cemiyyette, bir araya gelmektedir. Bu da sohbet ile olur. Sohbet, bir kimsenin arkadaşında fânî olmasıyla, arkadaşını kendine tercih etmesiyle hâsıl olur. Bizim sohbetimizde bulunan kimseler arasında, bâzılarının kalblerindeki muhabbet tohumu başka şeylere bağlılığı sebebiyle gelişmez, büyümez. Biz böyle kimselerin kalblerini başka şeylere olan bağlılıktan temizleriz. Bizim sohbetimizde bulunanlardan bâzılarının da kalblerinde muhabbet tohumu yoktur. Biz böyle olanların kalblerinde muhabbet hâsıl etmek için çok himmet ederiz, yardımcı oluruz."
(Evliyalar Ansiklopedisi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-113 Emr-i maruf İmâm, sadece nemâz kıldıran değildir. Emr-i ma’ruf yapması lâzımdır. Emr-i ma’ruf yapmazsa, harâmları bildirmezse, imâmın da îmânı gider. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-114 İman, aklın bittiği yerde başlar İman, aklın bittiği yerde başlar. İslamiyetin hükümlerini aklına danışarak kabul eden, iman etmemiştir. Dünyada ve ahiretde felaketten kurtulmak için, muhakkak, felaketten kurtulan, Allahütealanın sevgili kullarına kavuşmak şarttır. Bir kişinin üzüntüsü, bin kişinin helakine sebep olabilir. Onun için kimseyi kırmayın, herkesin duasını almağa bakın, konuştuğunuz kişi evliya olabilir. İlim alimden öğrenilir. Görerek öğrenen hakikati öğrenir. İnsan kızınca, bir hararet basar, bu, oda sıcaklığının harareti değil, cehennem ateşinin hararetidir. Kalbinde dünya sevgisi olmayanın duası kabul olur. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Hulefâ-i Raşidin (radıyallahü teala anhüm)-4 Çİhâr yâr-i güzînin şerefli şânları Dördüncü Menâkıb: (Çihâr yâr-i güzînin şerefli şânları hakkında mu’teber kitâblarda nakl olunan haberler hakkındadır.) Sahih isnâd ile Muhtâr bin Abdüllah, Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bir gün Medîne-i münevvereden çıkdı. Ben de çıkdım. Ensârdan birinin bostânına girdi. Ben de girdim. Buyurdu ki: (Yâ Enes! Kapıyı bağla.) Ben de bağlayıp, huzûr-ı şerîflerine geldim. O sâatde bir
şahs gelip, kapıyı çaldı. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Yâ Enes! Var kapıyı aç! O şahsı Cennet ile müjdele. Ona benden haber ver ve söyle ki, Benden sonra ümmetim üzerine halîfe olacakdır!) Ben de vardım, kapıyı açdım. Hâlbuki, kapıyı çalanın kim olduğunu bilmiyordum. Bakdım ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleridir. Ben de hazret-i Server-i âlemin buyurdukları haberi verdim. Kapıyı bağladım, geldim. Bir kişi dahâ gelip, kapıya vurdu. Resûlullah yine buyurdu ki: (Yâ Enes! Var kapıyı aç, o kişiye Cennet ile haber ver ki, Ebû Bekrden sonra, ümmetim üzerine halîfe olsa gerekdir.) Ben de vardım, kapıyı açdım. Hâlbuki kim olduğunu bilmezdim. Bakdım ki, Ömer-ül Fârûkdur “radıyallahü teâlâ anh”. Hazret-i Seyyid-i veledi âdemin buyurdukları müjdeleri haber verdim. Sonra kapıyı bağladım, geldim. Sonra bir şahs dahâ gelip, kapıyı çaldı. Resûlullah yine buyurdu ki: (Yâ Enes! Var kapıyı aç! O şahsa Cennet ile müjde ver. Ebû Bekr ve Ömerden sonra, ümmetim üzerine halîfe olacağını haber ver. Ve haber ver ki, hilâfeti zemânında, mazlûm ve günâhsız olarak öldürülse gerekdir ve o kanını akıtdıkları zemân sabr etsin.) Ben de kapıyı açmağa vardım. Hâlbuki kim olduğunu bilmiyordum. Kapıyı açdım, bakdım ki, Osmân-ı Zinnûreyndir “radıyallahü teâlâ anh”. Habîb-i ekrem ve Nebiyyi muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin buyurdukları haberleri söyledim. O dedi ki, (Yâ Rabbî! Yardım, herkese Senden gelir. Bize sabr ihsân eyle.) Kapıyı bağladım. Ondan sonra bir şahs dahâ kapıya vurdu. Resûlullah yine buyurdu ki: (Var yâ Enes, kapıyı aç! O şahsa Cenneti müjdele. Ve haber ver ki, Ebû Bekr, Ömer ve Osmândan sonra, ümmetim üzerine halîfe olsa gerekdir. Hilâfet onun ile temâm olur. Hilâfetinin sonunda, nemâz kılarken katl olunsa gerekdir.) Ben de vardım. Hâlbuki kim olduğunu bilmezdim. Kapıyı açdım. Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretleridir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin buyurdukları müjdeleri haber verdim. (MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili Peygamberim Yarasalar - 5 Bu sırada mü'minlerden Abdullah bin Mes'ud, radıyallahü anh, oradan geçiyor... mübarek sahabi, birden çarpılmışa döndü... Olamaz; insan, bu kadar süflileşmez, böyle adi bir hareketi yapacak kadar gözü kararamaz... Fakat bunlar; o Ebu Cehiller, Ukbe bin Muaytlar, şeklen insan; sanki insan! Aslında hayvandan daha beter kimseler... Abdullah bin Mes'ud
efendimiz, şaşkınlıktan donmuş gibi ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemiyor. Olduğu yere mıhlanmış, canından çok sevdiği Peygamberimizi dehşetli bir kederle seyrediyor. İşkembeyi, Sevgili Peygamberimizin omuzundan atmaya yeltense öldüresiye dayak yiyecğine şüphe yok. Çünkü bu Sahabinin arkasında kavmi, kabilesi mevcut değil. O yüzden bu rezilliği işleyenler, anında sırtlan gibi üstüne atılırlar. Hadiseyi Hazret-i Fatıma işitti. Koşa koşa gelerek mübarek babasının üstündeki necis şeyi fırlatıp attı ve o kötülerin, kötü adamların yüzlerine haykıra haykıra bağırarak beddua ve hakaret etti... Peygamberimiz, hayran kalınacak bir sakinlikle namazını ikmal ediyor; ve: Bu düşmanlığı yapanları Allahü teala'ya ısmarladı. Hem de üç defa tekrarlayarak.. Sanki yer gök titredi. Kafirler sırıtmayı bırakarak endişelenmeye başladılar. Dünya ve ahiretin en üstünü konuşuyor: Allah'ım, Ebu Cehil Amr bin Hişam'ı sana havale ediyorum! Allah'ım, Ukbe bin Rabia'yı sana havale ediyorum! Allah'ım, Şeybe bin Rebia'yı sana havale ediyorum! Allah'ım, Ukbe bin Muayt'ı sana havale ediyorum! Allah'ım, Umeyye bin Helef'i sana havale ediyorum! Allah'ım, Velid bin Utbe'yi sana havale ediyorum! Allah'ım, Umare bin Velid'i sana havale ediyorum! Bunlar; insanlıktan habersiz, imandan nasipsiz bu zavallı bedbahtlar, Bedir muharebesinde layık oldukları akıbeti buldular... ruhları Cehennemi, güneşte kalarak kokan leşleri bir çukuru boyladı... -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Herkim geldi cihâna ve herkim ki gelecektir, Hepsinin üstünde Sen, serdârsın yâ Resûlallah! www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Yarasalar - 6 Peygamberimizin bedduası ile yüzlerinin kanı çekilmiş ve kül gibi olmuşlardı. O mukaddes mekanda yapılan duanın reddolmayacağını biliyorlardı. Lakin buna rağmen, kendilerini bekleyen feci akıbete rağmen Seyyid'ül Mürselin'e su-i kast ve su-i muameleden geri durmadılar. Mesela: Resulullah Mescid-i Haram'da namaz kılıyor... Ebu Cehil yemin ederek açıklıyor ki, "O, secdeye gittiğinde üzerine yürüyerek ayağım ile ensesine basacak ve yüzünü yerlere süreceğim." Güya, düşmanını küçük düşürecek. Orası belli olmaz! Efendimiz, secdeye varınca seyirtiyor. Ama
hızı çabuk kesiliyor. Aniden yere çakılmış gibi durup geri kaçmaya başlıyor... kim, o; küçük düşen, mahcup olan, utanan; kim o? O iri iri laflar eden Ebu Cehil, ummadığı bir şeyle karşılaşmıştı. Muhammed aleyhisselamla arasında alevlerin kaynaştığı derin bir uçurum görünce önce zınk diye durmuş; sonra da yüzgeri ederek kaçmıştı: -Ensesine basmaktan niye caydın? diye soranlara; korku ve titreme ile: -Siz, önümdeki ateş dolu uçurumu görmüyor musunuz? diyerek zelil bir mevkie düştü... düştü ama; ibret alan nerede? Yenilen bir türlü doymazmış. Ebu Cehil nam bu mağlup adam da öyle. Yenik düşünce küfrü artıyor. Yine başından büyük laflar etmekte: -Yemin olsun ki bu defa affetmeyeceğim! Kararım kat'idir. Secdeye vardığı an kafasını taşla ezeceğim. Siz de şahid olun. Şahid tuttuğu Kureyşli müşriklerdi. Gerçekten, onların da hazır bulunduğu bir gün, Efendimiz, yine namazda iken bir koca taşla üzerine yürüdü. Bir kaç adım atmıştı ki taşı kenara fırlatması ile geri kaçması bir oldu. Bu defa üzerine azgın bir canavarın saldırmak üzere olduğunu görüyordu. Gözleri görüyor ama kalb gözü kör olmuş. Arsızlığı elden bırakmıyor. -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Nasıl sevmiyeyim ki, bedenimde canımsın, Hürmetine var oldum, sebebi hayatımsın. Damarımda kanımsın, bana benden yakınsın, Sen âşıklara mâ’şûk ve hep canlara cânân. (Huzur Pınarı) Huzur Pınarı Sevgili Peygamberim Yarasalar - 7 Mesela: Bir gün Ebu Cehil ve Velid bin Mugire'nin başı çektiği bir küffar sürüsü Habibullah'ın canına kıymak üzere O'nu takip ediyor; iz sürüyorlar. İşte kolladıkları fırsat: 'Muhammed namaza durdu; Kur'an okuyor'. Önden Velid'i yolluyorlar. Velid elinde silahı koşuyor... Fakat o da ne? Ortada kimse yok! Sesi geliyor ama kendisi mevcud değil. ne kadar uğraştıysa nafile. Arkadaşlarını yardıma çağırdı. Topluca koştular. İşte ses şu tarafdan geliyor. Haydi öyleyse o yana. Vay neler oluyor öyle? Ses şimdi de aksi cihetten duyuluyor. Haydi bu tarafa. Bir o tarafa, bir bu tarafa nereye dönseler Peygamberimizin sesi, aksi tarafdan geliyor... Sıcakta ter topuklarından çıktı; lakin O'nu, Sallallahü aleyhi ve sellem, bulamadılar... Sevgili peygamberimizin dünyayı nurlandırmalarından evvel başlayarak şu dakikaya kadar mucize üstüne mucize görülüyor: Mesela:
İns ve Cinnin Peygamberi, bir gün Hacun Yokuşu'nun dibinde oturmuş istirahat ediyorlar.. yanlarında kimse yok. Azgınlardan Nadr bin Haris, Peygamberimizi böyle ıssız bir yerde görünce: -Tamam, dedi. Şimdi yapacağımı biliyorum. O'nu doğduğuna pişman edeceğim. Efendimize yaklaşınca gözleri yuvalarından fırlayacaktı. Mübarek insanın başı üstünde müthiş aslanlar, ağızlarını açmış kuyruk sallayarak satılmak için Nadr'ın yaklaşmasını bekliyorlardı... Mahallenin kabadayısı manzarayı görünce yiğitliği kaçmakta buldu. Hem de öyle bir hızla ki ancak Ebu Cehil'in yanında soluklandı. Başından geçenleri anlatınca; Ebu Cehil, sözüm ona cesaret verdi: -Aldırma; sihirlerinden biridir. -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Cihân bağında insan, ağaçtır gayriler yaprak, Nebîler meyvedir, özü Sen yâ Resûlallah! www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili Peygamberim Yarasalar - 8 Kokuşmuş, mihverinden çıkmış dejenere bir cemiyetin azgın temsilcileri; batıl adına İslamın ocağını söndürmek için dört koldan saldırıyorlar. Hedef, doğru sözlülerin en doğrusu; en doğru haberci; muhbiri Sadık, sallallahü aleyhi ve sellem! İslam dini, bir güneş gibi şafağı söke söke Mekke ufuklarına doğarken küfür yarasaları, gurubu olmayan bu güneşin habercisine işte bu ve benzeri zulüm ve eziyetler yapıyor ve öldürmeye teşebbüs ediyorlar... yarasalar, bu çabalar içindeyken Ebu Talib ne alemde acaba? Hani sözü vardı. hayatta oldukça yeğenini koruyacaktı... elhak doğru. Ebu Talib, sözünün eri mert bir Kureyşli. Yeğenine kötülük yapıldığını duyunca yerinde duramaz; hemen bunu işleyenlerin peşine düşerdi: Mesela: Peygamber efendimiz, yine bir gün Allah'a ibadetle meşgul namaz kılıyor. As bin Vail, Haris bin Kays, Esved bin Muttalib, Velid bin Mugire, Esved bin Abdi Yağves, bunu haber alınca çocuk ve kölelerini toplayarak Sevgili Peygamberimizin namazda olduğu yere gelerek mübarek sırtına kanlı kanlı pis bir işkembeyi çocuk ve köleler eliyle koyarak defolup gittiler. tam bir festival şamatası yaşıyorlar. ...bu sırada Ebu Talib çıkageldi... -Ne bu hal yeğenim; kim yaptı bu kepazeliği; çabuk söyle!..
Yüce Resul, bu işe karışanları tek tek saydı... amca, derhal eve koşarak kılıcını ve kölesini aldı ve işkence yapanların arkasına düştü. Kölesi işkembeyi taşıyordu... Şehrin sokaklarından birinde müşriklere yetişti. Henüz dağılmamışlardı. Kılıcını çekti ve: -Kimse konuşmasın; kellesinin uçmasını istemeyen gıkını çıkarmasın, dedi ve kölesine, işkembeyi bu rezillerin suratlarına sür, hakaret nasıl olurmuş görsünler!!! diye bağırdı. Kahraman çapulcularda şafak atmıştı. Ebu Talib'ten zaten çekinirlerdi. Şah damarının hiddetden parmak gibi öne fırladığı; renginin kızgınlıktan mosmor kesildiği şu ansa ödleri kopmuştu. Kölenin önünde taptıkları heykeller gibi cansız, kımıldamadan durdular. Az sonra suratları kan ve pislik içinde kalmıştı. İşkembe, hepsinin yüzüne sürüldükten sonra Ebu Talib, onları kovdu; ardlarına bakmadan uzaklaştılar. -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Nasıl sevmiyeyim ki, bedenimde canımsın, Hürmetine var oldum, sebebi hayatımsın. Damarımda kanımsın, bana benden yakınsın, Sen âşıklara mâ’şûk ve hep canlara cânân. www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili Peygamberim Yarasalar - 9 Uzaklaştılar ama; inadlarından dönmediler. Bunlar ve diğerleri; Sevgililer sevgilisi aziz Peygemberimizi nerede görseler; -Bakın; Cebrailin kendine de geldiğini söyleyen Muhammed işte burada... Efendimiz, bu yılan dilli adamların zehir zemberek konuşmalarına çok müteessir oluyor ve iyilikler menbaı mübarek kalbi kırılıyordu... Cebrail aleyhisselam, bu üzgün zamanlarından birinde Peygamberimize gelerek En'am Suresi onuncu ayet-i kerimesini bildirdi: -Andolsun ki (ey Resulüm) senden önce gönderilen Peygamberlerle de alay edildi. Alay edenleri istihzalarının karşılığı olarak bela ve azap çepeçevre kuşatıverdi. Resullerin Resulü, teselli bulup, ferahladı. Ne varki küfür, azgın dalgalar gibi üstüne üstüne geliyor. Takip eden günlerde de alaylar, eğlenmeler, sataşmalar durmak bilmezken O, omuzlarında şereflerin en yükseği; son Peygamberlik vazifesi olduğu halde sabırla irşada devam ediyor. Böyle üzgün bir gün tavaf yaparken Cebrail aleyhisselam, geldi ve: -Alay edenlerin hakkından gelmek için emir aldım, dedi. Biraz sonra önlerinden Velid bin Mugire geçmez mi? Büyük melek, büyük Peygambere:
-Bu nasıl bir insandır? dedi. -Kulların en kütülerinden biri. Cebrail; Velid'in bacağını göstererek: -Bunun işi tamam, dedi. As bin Vail göründü. -Ya bu nasıl biri? -Bu da kulların en kötülerinden. Melek, As'ın karnını işaret ederek: -Onun da cezası tamam, dedi. -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Cihân bağında insan, ağaçtır gayriler yaprak, Nebîler meyvedir, özü Sen yâ Resûlallah! www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Yarasalar - 10 Cebrail, Esved bin Muttalip, Abb-i Yağves, Haris bin kays geçerken tek tek isimlerini sordu ve Allah'ın sevgilisinin onlara da kızgın olduğunu anlayınca; birincinin gözünü, ikincinin başını, üçüncünün karnını işaret ederek: -Allahü teala, bunların şerrinden seni kurtardı. Yakında her biri bir belaya duçar olacaktır, haberini verdi. ...gerçekten az zaman sonra bu amansız kafirlerin her biri bir belaya uğradı... Velid'in bacağına bir demir parçası saplandı; her tedbir çaresiz kaldı ve kan kaybından öldü, As bin Vail'in ayağına diken battı. İlaçlar, hiç bir işe yaramadı. Ayak, deve boynu gibi şişti. -Muhammed'in Allah'ı beni öldürüyor! diyerek bağıra bağıra can verdi. Esved bin Muttalib'in iki gözü birden kör oldu. Cebrail aleyhisselam, bunun kafasını bir ağaca çarparak canını cehenneme yolladı. Esved bin Abdi Yağves'in yüzü ve bedeni aniden simsiyah oldu. dehşete kapılarak evine koştu. Öz ailesi O'nu tanımayarak kovdular. Kahrından, başını, yüzüne kapanan kapıya vura vura intihar etti... Haris bin Kays'ın ölümüne ise bir tabak tuzlu balık yol açtı. Sanki bir kaç tane balık yememiş de koca bir Tur dağını yalayarak bitirmiş gibi ne kadar su içtiyse kanmadı. Okyanusu içse susuzluğunun gitmesi imkansızdı; ve bu sebeple suya kanamadan çatlayarak ölüp gitti. -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi)
Herkim geldi cihâna ve herkim ki gelecektir, Hepsinin üstünde Sen, serdârsın yâ Resûlallah! www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Yarasalar - 11 Bunlar olurken ders alınmıyor muydu; ibret nazarı ile bakan yok muydu? Nerede o basiret. Bilakis aksi yapılıyor. Mesela: Hakem isminde bir bahtsız, Resulullah yolda yürürken onun arkasında ağzını, gözünü, vücudunu oynatarak maymunluk yapıyor. Sevgili Peygamberimiz, Hakem'in bu maskaralığını görünce hep öyle kalması için dua etti. Gerçekten ömrünün sonuna kadar Hakem'in ağzı, yüzü, organları oynadı, durdu. hep öyle kaldı yani, eden bulur. ..... İşte böyle... Dağ dağ sıkıntılar göğüslenerek mesafeler aşılıyor. O, bir sevgili olduğu, ne varsa uğruna halkedildiği halde yine de hakaretler, öldürme teşebbüsleri, zulümler... her şey kendi kaidesi içinde cereyan ediyor. Yoksa yüce Allah, elbette beşerin en makbulüne her imkanı verebilir... Mesela: Bir gün, yine, Efendimizi üzmüşler. Bir kenarda oturmuş tefekkür ediyorlar. Bu sırada Cebrail aleyhisselam geliyor. Efendimizi selamlayarak O'na sözleri ile kuvvet ve destek veriyor. Aslında Peygamberimizdeki kudretin kimsede olmadığını izaha çalışıyor: -Şu karşıdaki ağacı yanına çağır, diyor. Resulullah ağacı çağırıyor; ağaç önlerine kadar geliyor. -Gitmesini, söyle diyor Cebrail. Ağaç Peygamberimizin emri üzerine yerine yürüyor... (Sevgili Pegamberim Ansiklopedisi) Nasıl sevmiyeyim ki, bedenimde canımsın, Hürmetine var oldum, sebebi hayatımsın. Damarımda kanımsın, bana benden yakınsın, Sen âşıklara mâ’şûk ve hep canlara cânân. www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Hulefâ-i raşidin (radıyallahü teala anhüm)-5 Allahü teâlâ nazar edeceği kimseler
Beşinci Menâkıb: Yine Enes “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ile bir vaktde de bir bostâna vardık. O tertîb ile Çihâr yâr-i güzîn “radıyallahü teâlâ anhüm” gelip, Resûlullah hazretlerinin huzûr-ı şerîflerinde ayak üzeri durdular. Resûlullah hazretleri bostândan dışarı çıkdılar. Ben önde Çihâr yâr-i güzîn arkamda, Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ta’kib etdik. Mubârek gözleri yaşlı idi. Çihâr yâr-i güzîn ve ben de ağladık. Gözlerimiz yaş ile doldu. Resûlullah hazretleri, bostândan dışarı çıkdıkdan bir müddet sonra, buyurdular ki: (Yâ Enes! Görür müsün ki, haber verdiğim o sözlerden, hepimizin gözleri yaş ile doldu. Yâ Enes! Ondan gayri ilâh olmıyan Allah hakkı için, benim vefâtımdan kıyâmete kadar, benim ümmetimden, eshâbımın ve ehl-i beytimin çekdiği sıkıntılar için gözleri yaşaran [ağlıyan] ve kalbleri mahzûn olan [üzülen] kimselere Allahü teâlâ nazar eder. Allahü teâlânın nazar etdiği kimse, Cehennem azâbından emîn olur.) (MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Huzur veren sözler 298 · Dünyada örtünenler mahşerde de örtülü olacak. Herkes çıplak olacak... İslam örtüsüyle, ehl-i sünnet örtüsüyle örtünenler, orada örtülü olacaklar. O gün bir taş, bir taş üstünde kalmayacak. Güneş bir mızrak boyu yaklaşacak. Arş cennetin tavanı olacak, çok büyük olacak. O dehşet zamanında, bir grup insanlar uçarak, koşarak arşın gölgesi altında gölgelenecekler. Oradaki insanlar soracaklar. Bunlar peygamber midir? Dünyada böyle insanlar vardı, biz bunları işitmiştik. Hayır. Peki bunlar evliya mıdır? O büyük insanlardan mıdır? Hayır, bunlar ne peygamberdir, ne evliyadır. Bunlar, Allah için birbirini seven mü’minlerdir... (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Duâ ederken Sıkıntıda okunacak dualar Sıkıntılardan kurtulmak için sebeplere yapışmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (İstiğfara devam eden, her sıkıntıdan, her dertten kurtulur, ummadığı yerden rızıklanır) [Nesâî] (Lâ ilâhe illallah demek 99 belâyı defeder, en aşağısı sıkıntıdır.) [İ.Asâkir]
(La havle ve la kuvvete illa billah okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır.) [Hakim] (Sıkıntıya düşen veya borçlanan, bin kere "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.) [Şira] (Sıkıntılı iken “Hasbünallah ve ni’mel-vekîl” deyiniz!) [İ. Merdeveyhî] (Yasin okuyanın sıkıntısı gider.) [Deylemî] (Sabah akşam İhlâs, Felak ve Nas’ı üçer defa okumak, belâ ve sıkıntıları giderir.) [ (Lâ ilâhe illallah kable külli şey’in, Lâ ilâhe illallah ba’de külli şey’in, Lâ ilâhe illallah yebka Rabbünâ ve yefnî küllü şey’in diyen sıkıntıdan kurtulur.) [Taberânî] (Cuma namazından sonra, ihlas, Felak ve Nas’ı yedişer defa okuyan, bir hafta, kaza, belâ ve sıkıntılardan kurtulur.) [İ.Sünni] (Sıkıntı için şu duayı okuyun: La ilahe illallahülazim-ül-halim la ilahe illallahü Rabbül-Arş-ilazim la ilahe illallahü Rabbüs-semavati ve RabbülErdı Rabbül Arşil-kerim.) [Müslim] (Sıkıntıya düşen 7 defa Allah, Allahü Rabbi, lâ üşrikü bihi şey’a desin!) [Nesâî] (Sıkıntı için, “Allah, Allah Rabbünâ lâ şerîkeleh” deyin!) [Beyheki] Sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak, 14 secde âyetini [ezberden, ayakta] okuyup, her birinden sonra, hemen secde etmelidir. (Nur-ül-izah) (Bismillâhirrahmânirrahîm ve lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâhil’ aliyyil’azîm) okumak, sinir hastalığına ve bütün sıkıntılara iyi gelir. İmam-ı Cafer hazretlerinin sıkıntıya düşünce, okuyup, sıkıntıdan kurtulduğu duâ şöyledir: (Yâ uddetî ınde şiddetî, ve yâ gavsî ınde kürbetî! Ührüsnî bi-aynikelletî lâ tenâmü vekfinî birüknike ellezî lâ yürâmü) Anlamı şöyledir: Güçlükte desteğim, sıkıntıda imdâdıma yetişen, her ân görüp gözeten Rabbim, beni muhafaza et, sonsuz kudretinle, bana yardım eyle! Sadaka vermek ve 70 kere (Estağfirullah min külli mâ kerihallah) demek, sıkıntıları giderir. Bu istiğfarın anlamı, “Ya rabbi, razı olmadığın şeylerden ne yapmışsam hepsini affet, yapmadıklarımı da yapmaktan koru.” demektir. Sıkıntı için şunlara da riayet edilmelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Sıkıntıları sadaka ile önleyin.) [Deylemî] (İstigfara devam eden, sıkıntılardan kurtulur.) [Nesâî] (Tarak kullanmak, sıkıntıyı giderir.) [Deylemî] (Güzel koku ve temiz elbise sıkıntıyı azaltır.) [Bostan] (Abdestten artan suyu içmek sıkıntıyı giderir.) [Deylemî] (Akik yüzük sıkıntıyı giderir.) [Ukayli] (Başkasının sıkıntısını giderenin sıkıntısı gider.) [İ. Ahmed] (Sıkıntıda duâm kabul olsun diyen, genişlikte çok duâ etsin.) [Tirmizî] (En üstün ibadet sıkıntıya sabretmektir.) [Tirmizi]
Cepte altın taşımak da sıkıntı için faydalıdır. (Türkiye gazetesi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Duâ ederken bir dileğe kavuşmak için... İnsan, bir işin neticesinin iyi mi, kötü mü olacağını bilemez. Muhakkak şu işim olsun diye ısrar etmemeli, “Hayırlı ise olsun” demeli. Kur’an-ı kerim ve duâ, şartları gözetilerek okunursa, fayda verir. Okuyanın ve hastanın buna inanması gerekir. Kur’an-ı kerimin her harfi şifadır, dileklere devadır. Allahü teâlâ, (Kur’an-ı kerim, müminler için şifa ve rahmettir.) buyuruyor. Çocuğu olmayan veya evlenmek isteyenler veya herhangi .bir dileği olanlar şunları yapmalıdır: 1- İstiğfar okumalı. (Malım çok, ama çocuğum olmuyor. Ne yapayım) diyen kişiye, bir sahabi istiğfara devam etmesini söyledi. O da günde 700 defa istiğfar okurdu. Nihâyet on çocuğu oldu. Hasan-ı Basri hazretlerine, kıtlıktan, fakirlikten, çocuğunun olmadığından şikâyette bulunuldu. Hepsine de istiğfar etmesini söyledi. Sebebi sorulunca, Kur’an-ı kerimden üç âyet-i kerime okudu. Meali şöyle: (Çok affedici olan Rabbinize istiğfar edin ki, gökten bol yağmur indirsin; size, mal ve oğullar ile yardım etsin, sizin için bahçeler, ırmaklar versin.) [Nuh 10-12] Çocuklarını idarede sıkıntı çeken bir sahabiye Peygamber efendimiz, (Neden istiğfar etmiyorsun? Ben günde yüz defa istiğfar ederim.) buyurmuştur. İstigfar edileceği zaman yüz defa (Estagfirullah min külli ma kerihallah, Estagfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh) demeli ve manasını düşünerek söylemeli. Manası şöyledir: (Razı olmadığın şeylerden yaptıklarımı affet ve yapmadıklarımı yapmaktan koru. Kendisinden başka ilah bulunmayan hay, kayyum ve azim olan Allaha istiğfar eder ve günahlarıma pişman olup O’na sığınırım.) [Azim, zatı ve sıfatları kemalde, Hay, ezelî ve ebedi bir hayatla diri olan, Kayyum, zatı ile kaim olan, yarattığı her şeyi varlıkta durduran demektir.] 2- Dileğine kavuşmak için, iki rekat namaz kılıp, sevabını silsile-i aliyye denilen âlimlerin ruhuna hediye etmeli, bunların hürmeti için diye duâ etmeli. Mesela, “Ya Rabbi, hayırlı bir çocuk nasip eyle” diye duâ edip, “Bu duâmı silsile-i aliyye büyükleri hürmetine kabul eyle” demeli. (Mekatib-i şerife) Sabah ve yatsı namazından sonra silsile-i aliyyenin isimlerini, sonra Fatiha okuyarak ruhlarına gönderip, onları vesile ederek yapılan duâ kabul olur. Tecrübe edilmiştir. 3- Ayât-i hırz, usulüne uygun okunur ve yanında taşınırsa, murat hasıl
olur. 4- Adakta bulunmalı. Mesela, (Şununla evlenirsem, sevabı Seyyidet Nefise hazretlerine olmak üzere, Allah için, üç Yasin okumak nezrim olsun) denince, bu dileğin kabul olduğu tecrübe edilmiştir. 5- Duâ izinli okunmalı! Bir hacetin hasıl olması için duâ okunurken, tesir etmesi, üstadın izni ile okumalı. Üstad vefat etmişse, kitabından öğrenip okumak da izin almak olur. İzin alan, izin verenin vekili olur. Vekilin okuması, üstad gibi tesirli olur. 6 Kör bir zat gelip, (Ya Resulallah! Allahü teâlâya duâ et, gözlerim açılsın) dedi. Peygamber efendimiz de, (Güzel bir abdest al! Sonra, “ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam, seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi, bu yüce Peygamberi bana şefaatçı eyle! Onun hürmetine duâmı kabul et”) duâsını okumasını söyledi. O da, abdest alıp duâ etti. Hemen gözleri açıldı. (Tirmizi) (Türkiye gazetesi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Duâ ederken İsm-i a’zam duâsı ... İsm-i a'zam, Kur'an-ı kerimdedir. Hangi âyetler olduğu belli değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İsm-i a'zam ile edilen duâ kabul olur ve dileği yerine gelir.) [İ.Mâce] (Allahü teâlânın Esmai hüsnası ile duâ edilirse, kabul olur.) [Şira] (İsm-i a'zam şu üç sûrededir: Bekara, Âl-i İmrân ve Tâhâ) (İ.Mâce) Peygamber efendimiz ism-i a'zam hakkında bazı işaretler bildirmiştir: (“Ya bedi'assemâvâti vel erdı, ya zel-celâli vel-ikram” diye duâ edenin duâsı kabul olur.) [Tirmizî] (Başına dert ve belâ gelen, Yunus Peygamberin duâsını [La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin] okusun! Allahü teâlâ, onu muhakkak kurtarır.) [Tirmizî] (İsm-i azam, "Ve ilahüküm ilahün vahid, la ilahe illa hüverrahmanürrahim" âyeti ile "Allahü la ilahe illa hüvel hayyül kayyum" âyeti içindedir) buyurdu. (Tirmizî) [Bekara 162.ve Al-i İmran 2. âyetleridir.] (“Allahümme bismikel a'zam ve rıdvânikel ekber” duâsına devam edin; çünkü bu, esma-i hüsnadandır.) [Taberânî] (Ya Rabbi, ya Rabbi diyene Allahü teâlâ, “İste kulum, istediğini vereyim” buyurur.) [Deylemî] (Kabul olması için duâyı ihlas ile yapmalı, yiyip içtiği ve giydiği helaldan
olmalı, odasında, haramdan bir iplik varsa, bu odada yaptığı duâ kabul olmaz.) [Tergibüs-salât] Peygamber efendimiz duâ ederken, “Ya hayyu ya kayyûm” derdi. (Tirmizî) (Allahümme innî es'elüke bi-enne lekel-hamdü lâ ilâhe illâ ente ya hannân ya mennân ya zel-celâli vel-ikrâm) diye duâ eden zata da buyurdu ki: (Allahın ism-i a'zamı ile duâ ettin. Böyle duâ edilince, Allahü teâlâ o duayı kabul eder.) [Nesâî] Hz. Aişe validemiz anlatır: (Resulullah, duânın kabul olmasına sebep olan ism-i a'zamı biliyormusun?) buyurdu. Ben de bilmediğimi söyleyince, (Ya Aişe onu öğretmek ve onunla dünya için birşey istemek uygun olmaz) buyurdu. Kalkıp abdest alıp iki rekat namaz kılarak, (Allahümme inni edukellah ve edukerrahman ve edukelberrerrahim ve eduke biesmaikelhusna külleha ma âlimetü minha ve ma lem âlem entagfireli ve terhameni) duâsını okudum. Gülümseyerek (İsm-i azam, okuduğun duânın içindedir) buyurdu. (İbni Mace) (Allahümme bismikel a’zam ve Rıdvanikel ekber demeye devam edin, çünkü bu, Esmai Hüsnadandır.) [Taberânî] (Ya zelcelali vel-ikram) diyen birine, (Allahtan ne istersen iste, kabul olur) buyurdu. (Tirmizî) Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâya günah işlemeyen dil ile duâ edin) buyurdu. Böyle bir dilin nasıl bulanacağı suâl edilince, (Birbirinize duâ edin! Çünkü ne sen onun, ne de o senin dilinle günah işlemiştir) buyurdu. Duânın kabul olması için yapılacak işlerden bazıları da şöyledir: Önce günahlara tövbe etmeli, istiğfar okumalı, sadaka vermeli, imanını düzeltmeli, duânın kabul olacağına inanmalı, iki diz üzerine kıbleye karşı oturup, duâya başlarken, (Sübhane Rabbiyel aliyyil a’lel vehhab) demeli, euzü besmele çekip hamd ve salevat okumalı, duâyı üçten fazla söylemeli! Kabul olmadı diyerek ümit kesmemeli, kabul olana kadar uzun zaman tekrar etmelidir! (Feraid) (Türkiye gazetesi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Duâ ederken Nazar duaları İnsana, hayvana ve hatta cansıza da nazar değer. Nazar hastalık yapar, hatta öldürür. Kadınlara ve çocuklara daha çok tesir eder. Peygamber efendimizin zamanında Esed oğullarından nazarı değen bir kimse var idi. Üç gün bir şey yemez, sonra çadırın bir tarafını kaldırıp oradan geçen bir deveye bakıp, (Bunun gibi bir deve hiç görmedim) der demez, deve yere düşer hastalanırdı. Müşrikler, bu adamı bulup Peygamber efendimizi nazarla öldürmesini istediler. Cenab-ı Hak da Resulullahı bunun
nazarından korumuştur. Bu hususta Kalem suresinin (Nerede ise, kâfirler seni gözleri ile yıkacaklardı.) mealindeki 51. ayet inmiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Nazar insanı mezara, deveyi kazana sokar.) [İ. Adiy] (İnsanların yarısı nazardan ölür.) [Taberânî] (Nazar haktır.) [Müslim] Kendisine nazar değen kimse, aşağıda bildirilen duaların birini veya tamamını okumalıdır. 1- Fatiha, Ayet-el kürsi ve dört kul [Kâfirun, İhlas, Felak, Nas sureleri] 7şer defa okunup hastaya üflenirse, büyü, nazar ve her dert için iyi gelir. Tuza okunup, suda eritilerek içmek de olur. Bir hadisi şerifte de, (Fatiha ile Ayet-el kürsiyi okuyana, o gün nazar değmez.) buyuruldu.(Deylemî) 2- Bir hadisi serifte (Sabah aksam, [Besmele ile] 3 defa “Bismillâhillezî lâ yedurru ma'asmihi şey'ün fil Erdı ve lâ fissemâ' ve hüvessemî'ul alîm.” okuyan, büyü ve nazardan korunur.) [buyuruldu. (İ. Mace) 3- Ayet-el-kürsi, Fatiha,iki kul e’uzü ve Kalem suresinin sonunu okumak çok iyi gelir. (Medaric) 4- Peygamber efendimiz, iki kul euzüyü okuyup buyurdu ki: (Bu iki sure ile [belâlardan, nazardan] korunun! Hiç kimse, bu iki sure ile korunduğu gibi, başka şeyle korunamaz.) [Ebu Dâvud] 5- (Euzü bi-kelimatillahittammati min serri külli seytanin ve hammatin ve min serri külli aynin lammetin.) tavizini, sabah aksam 3 defa okunup kendine veya hastaya üflenirse, nazardan, cin, şeytan ve hayvanların zararından korur. (Mevahib) 6- Peygamber efendimiz nazar için (Allahümme barik fihi ve la tedarruhü) okurdu. (İbni Sünni) 7- Nazarı değen kimse veya herkes, beğendiği bir şeyi görünce (Mâşâallah) demeli, ondan sonra o şeyi söylemelidir. Önce Mâşâallah deyince, nazar değmez. Hadisi serifte, (Hoşa giden bir şeyi görünce, "Mâşâallah la kuvvete illa billah" denirse o şeye nazar değemez.) buyurdu. (Beyhekî) 8- Nazardan korunmak için ayat-i hırz denilen ayetleri okumak ve üzerinde taşımalıdır. 9- İbni Abidin hazretleri (Tarlaya kemik, korkuluk, hayvan kafası koymalı. Bir kadın ürününe nazar değmemesi için ne yapacağını sorunca, Resulullah, (Tarlaya hayvan kafası as) buyurur. Bakan kimse, önce bunu görüp tarladaki ürünü sonra görür.) buyuruyor. (R. Muhtar) 10- Tivele, temime ve efsun caiz değildir. Manasız veya küfre sebep olan rukyeyi okumaya Efsun denir. Nazarı bizzat önlediğine inanılan nazarlıklara Temime denir. Şirinlik muskası denilen rukyelere Tivele denir. Rukye, okuyup üflemek veya üzerinde taşımak demektir. Rukye, âyet ve hadis ile bildirilen duâlarla yapılırsa taviz denir. Taviz ise caizdir. Hadis-i şerifte, (İlaçların en iyisi Kur'an-ı kerimdir) buyuruldu (İ. Mace)
(Türkiye gazetesi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı BİR İSLÂM ÂLİMİNİN MEKTUBU Cenâb-ı Hakkın seçtiği, sevdiği, kendine çektiği, siz mübarek gençlerin mektuplarınızı okumakla şerefleniyorum ve bereketleniyorum. Su katılmamış süt gibi hâlis olan yazınızdan ibret almaya gayret ediyorum. Sizler, kavuştuğunuz nimetin büyüklüğünü düşünüp Cenâb-ı Hakka her an şükrediniz. Şükretmek, onun emrine yapışmak, haramlardan sakınmak demektir. O’na lâyık şükrü kimse yapamaz. Fakat elimizden geldiği kadar şükretmeye çalışacağız. Yeryüzündeki milyonlarca insanlar arasından bizleri seçip, sevdiklerini bizlere tanıttı ve onların muhabbetini bizlere tattırdı. Onları sevmek kerâmettir. Ne büyük nimettir ki, sizlere şükretmek nimeti saadetini de nasip buyurmuş. Nimetin azametini idrak ediyorsunuz. Cenâb-ı Hak bir kimseye kendi muhabbetini vermişse, nedir ki ona vermemiştir? Bir kimseye kendini tanıtmamışsa, nedir ki ona vermiştir? Dünya için çalışacağız ve onun verdiğine kanaat edeceğiz. Dünyası kendimizden aşağı olanlara bakıp, elimizdekine kanaat ve şükredeceğiz. Âhıret için çalışıp verdiğine şükretmekle beraber, daha çok isteyeceğiz. Âhıreti bizden üstün olanlara bakıp, onlar gibi olmaya çalışacağız. Hak yolundakileri sevmelidir. Onlara karşı sevgimizin azalıp çoğalması, kendi hâlimizdeki ve hareketlerimizdeki değişiklikleri gösteren bir aynadır. Şimdi küfrün girmediği, kaplamadığı bir yer yok. İslâm güneşi gurûb etmiş, küfr ve dalâlet zulmeti her tarafı örtmüştür. Çok az kimseler ışık bulmakta, doğru yolu görmektedir. Kıymetli mektuplarınızı ve duâlarınızı beklerim, gözlerinden öperim kardeşim. (Türkiye Takvimi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Hulefâ-i raşidin (radıyallahü teala anhüm)-6 (Senden sonra ümmetin üzerine İslâm halîfesi ve hak üzere halîfe Ebû Bekr olacakdır.) Altıncı Menâkıb: Bir vakt Cebrâîl-i emîn aleyhisselâm, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûrlarına geldi. Dedi ki: Senden sonra ümmetin üzerine Ebû Bekr halîfe olacakdır. Allahü
Sübhânehü ve teâlâ hazretleri de Mi’râc gecesi vâsıtasız olarak [harfsiz ve sessiz olarak] Resûlullah hazretlerine buyurmuşdu ki, (Senden sonra ümmetin üzerine islâm halîfesi ve hak üzere halîfe Ebû Bekr olacakdır.) O Ebû Bekrin halîfeliği senin emrinle olmadı. Sonunda Alînin halîfeliği de senin emrinle olmadı. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emri ile ve mü’minlerin seçmesi ile olmuşdur. Eğer bunu yakîn üzerine bilmek istersen, Huzeyfe bin Yemân “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet buyurduğu haberi dinle. Rivâyet eder ki, Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” (Yâ Resûlallah! Bizim gönüllerimiz onun sebebi ile emîn olması ve muhâliflerin [düşmanların] dedi-kodularının kesilmesi için, kendi ihtiyârın ile bizim üzerimize bir halîfe ta’yîn buyurur musun!) dediler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” cevâbında buyurdular ki: (Eğer sizin üzerinize benden sonra kendi emrim ile halîfe ta’yîn etsem, sonra siz ona âsî olsanız, üzerinize azâb nâzil olur. Ben kendi murâdım ile ümmetimin başına halîfe ta’yîn etmeği uygun bulmam ki, Mûsâ-i kelîm aleyhisselâm Hârûn aleyhisselâmı kendi ihtiyârı ile, kırk gün kavmi üzerine halîfe ta’yîn etdi. Geri döndükde, sekiz bin adem buzağıya tapıp, kâfir oldular, dinden çıkdılar. Ben de eğer ümmetim üzerine kendi re’yim ile halîfe ta’yîn etsem, bilirim ki, kıyâmetde hiçbir kimseyi, doğru din üzerine, Kitâb ve Sünnet ahdi üzerine geri bulmam. Lâkin, ben bir iş işlerim ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerini ümmetim üzerine halîfe kılarım. (Vallahü halîfeti aleyküm.) Ben ümmetimi Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine ısmarladım. Allahü teâlâ bilir. O kimi irâde ederse, tarafından ta’yîn buyurur.) Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, kendi tarafından Ebû Bekr-i Sıddîkı halîfe yapdı. Bütün âlem bilir ki, Ebû Bekr-i Sıddîk, beyânları ile ve nişânlar ile, Resûlullah hazretlerinin halîfesidir. Lâkin burhân ve fermân ile Allahü teâlâ hazretlerinin halîfesidir. Bilmiş ol ey civânmert. Sen ki, benim cânım sana fedâ olsun. Âlem halk olunan zemândan, kıyâmete kadar, Resûlullah hazretleri gibi bir Nebî ne gelmişdir ve ne de gelecekdir. Bundan dolayı ki, Ebû Bekr-i Sıddîk gibi bir sâdık takvâ sâhibi ne gelmişdir ve ne de gelecekdir “radıyallahü teâlâ anh”. Râfizîye söyle ki, dünyâda ve âhıretde, kör ve zelîl ve başı aşağı eğik olsun. Beyt: Giden gitdi, olan da oldu, Gönlün gamlanması fâide vermez. (MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Ehl-i beyt-5 Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet
edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bir gün beni mubârek sînelerine basdı. Buyurdu ki, (Yâ Rabbî! Buna hikmeti öğret!) ve bir rivâyetde (Kitâbı öğret!) buyurdu. Tayyibî “rahimehullah” buyurmuş ki, bunun ma’nâsı budur ki, hikmetden sünnet murâd olunur. Zîrâ hikmet kitâb ile söylenince, sünnet irâde olunur. [Ya’nî sünnet ma’nâsına gelir.] Hikmet, eşyânın aslını efdal ilmler ile bilmek demekdir. Buhârî şerhinde beyân olunmuş ki, kitâbdan murâd ile Kur’ân-ı azîm-üşşânın lafzları kasd edilmekdedir. Allahü teâlâ hazretleri, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Abdüllah ibni Abbâs hakkındaki düâsını kabûl etmişdir. Yine Abdüllah ibni Abbâsdan rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” halâya gitmişdi. Ben abdest suyunu hâzırladım. Buyurdular ki, bu suyu kim hâzır etdi. Cevâb verdiler ki, Abdüllah ibni Abbâs hâzırladı. Buyurdular ki: (Yâ Rabbî! Onu dinde fakîh yap!) (Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Huzur damlaları 73 "Bir kimse, Allahü teâlânın rızâsına kavuştuktan sonra, bir anlık duyduğu zevk ve saâdet, Cennet'teki bin köşkten daha fazladır." "Dilini, Allahü teâlânın ismini anmaktan başka işlerle uğraşmaktan ve başka şeyler konuşmaktan koru. Nefsini hesâba çek. İlme yapış ve edebi muhâfaza et. Hak ve hukûka riâyet et. İbâdetten ayrılma. Güzel ahlâklı, merhamet sâhibi ve yumuşak ol. Allahü teâlâyı unutturacak her şeyden uzak dur ve onlara kapılma. "Otuz sene mücâhede eyledim, nefsimin istediklerini yapmadım. İlimden ve ilme uymakdan daha zor bir şey bulamadım." "Gözlerini harama bakmaktan ve başkalarının ayıplarını görmekten koru." "Bir kimsenin, Allahü teâlâya olan muhabbetinin hakîkî olup olmadığının alâmeti; kendisinde deniz misâli cömertlik, güneş misâli şefkat ve toprak misâli tevâzu gibi üç hasletin bulunmasıdır." "Allahü teâlânın nîmetleri, her an herkese gelmektedir. O halde her zaman O'na şükretmek lâzımdır." Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi aleyh) (Evliyalar ansiklopedisi) Kim olduğun değil, kiminle olduğun önemlidir. www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı Veliyy-i kâmil Zâhirde muhtâc görünür hizmete, bâtını imdâd ediyor herkese. Zâhirine bakan aldanır elbet, Özünü görene hep gelir himmet. Hak teâlâ dostlarını gizledi, bâtını zâhirle mestûr eyledi. Zâhirleri şerî’at mir’âtıdır, bâtınları Hakkın nazargâhıdır. Âşıka derdlerin verdiği safâ, dediler ki, ni’metlerde yok aslâ. Gâfiller buna inanmazlar ammâ, Kur’ânda bildiriyor Hak teâlâ. Velî sohbetinde bulunsa kişi, kalb gözü açılır, nûr dolar içi. Nefsin arzûları hoş gelmez olur, bu sırrın perdesi hemen çözülür. Şerî’ate yapış, bir Velî ara! bulmazsan, sevmek de yetişir sana! Bu iki ni’mete ermiş olanlar, Veliyy-i kâmilden feyz alırlar. Resûlün kalbinden fışkıran nûrlar, muhabbet yolundan bunlara akar. Abdülhakîm Arvâsî, Velî idi, sözleri, işleri, buna delîl idi. Seyyid Fehîmden, almışdı icâzet, her hâlinde görünürdü kerâmet. Ârifi tanımak zor olur sanma! Her işi uygundur Resûlullaha!
Sözü, işi, Peygambere uymıyan, her ne derse desin, durma kaç ondan! Şerî’at yapılan işler demekdir. Şerî’at ve îmân İslâmiyyetdir. Îmân inanmakdır, şerî’at yapmak, ikisi iledir müslimân olmak! İnananlar yetmiş üç fırka oldu, hak yolu yalnız, (Ehl-i sünnet) buldu. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Eshabı kiramın hepsi cennete gidecektir Sual: (Kıyamet günü, tanıdığım çok kimseyi havzımdan uzaklaştırırlarken, ben, bunlar benim eshabım derim. Fakat, “Senden sonra, onlar neler yaptı neler” diye bir ses gelir) mealindeki hadis, sahabenin çoğunun kâfir olduğunu göstermiyor mu? CEVAP Hiç birinin kâfir olduğunu göstermez. Hadis-i şerifler ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamaları olmadan okunursa insan dinden çıkabilir. Bu hadis-i şerife açıklamasız bakan birisi, bir kısım eshab-ı kiramın küfre düştüğüne inanıp, hepsinin cennetlik olduğunu bildiren âyet-i kerimeleri inkâr ederek dinden çıkar. Yahut âyet-i kerimelere bakıp, sahih olan bu hadisi inkâr ederek dinden çıkar. Zaten din düşmanlarının maksadı da bu, (Âyetten, hadisten dinini öğren) sözleri ile herkesi dinden çıkarmaya çalışıyorlar. Bu tehlikeli tuzağa düşmemelidir. Eshab-ı kiramın hepsi Cennetliktir. Allahü teâlâ, hepsinden razı olduğunu, hepsini Cennete koyacağına söz verdiğini Kur’an-ı kerimde defalarca bildirmiştir. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir: (Ağaç altında, sana söz veren müminlerden [1400 kişi olan Eshabından], Allah razıdır. Kalblerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.) [Fetih 18] (Mekke’nin fethinden önce Allah için mal verip savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlarla eşit değildir. Onların derecesi, sonradan Allah yolunda harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah [Eshabın] hepsine de en güzel olanı [Cenneti] vâdetmiştir.) [Hadid 10]
(Muhacirlerin [Mekke’den hicret eden eshabın] ve Ensarın [Medine’de muhacir eshaba yardım edenlerin] önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allah razıdır ve bunlar da, Allah’tan razıdır. Allah bunlar için, altından ırmaklar akan Cennetler hazırladı. Bunlar Cennetlerde sonsuz olarak kalacaklardır.) [Tevbe 100] (Allah, [Eshab-ı kiramın] hepsine de en güzeli [Cenneti] vâdetmiştir!) [Nisa 95] ([Habibimin Eshabı olan] sizler, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.) [Âli İmran 110] (Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun [Eshabı kiramın] babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa, Allah’a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk etmez. İşte onların [Eshabı kiramın] kalbine Allah, iman yazıp katından bir ruh ile onları destekledi. Onları içlerinden ırmaklar akan Cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razıdır.) [Mücadele 22] Resulullah efendimiz de Eshab-ı kiramın hepsinin Cennetlik olduğunu defalarca bildirmiştir. Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Eshabımın hiçbirine dil uzatmayın! Onlara dil uzatan Allah’a dil uzatmış olur.) [Buhari] (Eshabımı kötüleyene Allah lânet etsin.) [Taberani, Beyheki, Hakim] (Eshabım, cin ve insanların hepsinden üstündür.) [Bezzar] (Beni gören müslüman, Cehenneme girmez.) [Taberani] (Her şeyin temeli vardır. Müslümanlığın temeli eshab ve ehl-i beytimi sevmektir.) [İ. Neccar] (Eshabımdan herhangisine uyarsanız, Allahü teâlânın sevgisine kavuşursunuz.) [Beyheki] (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz.) [Darimi, Beyheki, İbni Adiy, Münavi] (Rabbim bana vahyetti ki: "Eshabın gökteki yıldızlar gibidir. Bazısı bazısından daha parlaktır. Onlardan birine uyan hidayet üzeredir”) [Deylemi] (Eshabımın ismini işitince, susun, şanlarına yakışmayan söz söylemeyin!) [Taberani] (Eshabımı seven, beni sevdiği için sever, sevmeyen de, beni sevmediği için sevmez.) [Buhari] (Bedir savaşında bulunanları Cennetle müjdele.) [Dare Kutni] Bu kadar hadis-i şerifi ve âyet-i kerimeyi görmeyip de, tevil gerektiren bir hadis-i şerifi bahane ederek Eshab-ı kiramı suçlamak Müslüman olan hiç kimseye yakışmaz. Sualdeki o hadis-i şerif, Müslüman görünen münafık ve zındıkları bildiriyor. Dinimiz zahire göre hükmeder. Bir kişi ben Müslüman’ım derse o Müslüman kabul edilir. Resulullah’ın (Bunlar eshabımdı) buyurması bundan dolayıdır. Diğer yandan, gaybı Allah’tan başkası bilmez. Allahü teâlâ bildirmedikçe, Resulullah onların içinde münafık, zındık olduklarını elbette bilemez.
Ancak bildirdiklerini bilir. Eshab-ı kiramın tamamının Cennetlik olduğunu bildirmiştir. Eshab arasında bulunan sahabi sanılan birkaç kimsenin Resulullah zamanında mürted olduğu, hadis-i şerifle bildirildi. Bunlar Eshablık şerefine dahil değildir. Bunlar, Beni Hanif ve Beni Sakif gibi kabilelerden elçi olarak gelip, Müslüman olduklarını söyleyip gidenlerden idi. Deve ve Sıffin savaşlarında Hz. Ali’nin yanında bulunup, sonra harici olan Harkus bin Zübeyr de onlardandır. Salih işler yapan ve kâfirlerle cihad eden Eshabın hepsinin imanla vefat ettiklerinde, Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliğine varmıştır. Deve ve Sıffin olaylarında her iki tarafta bulunan Sahabiler, hep böyle idi. İki gruptan hiç biri diğerine kâfir demedi. Hz. Ali, (Onlar bizim kardeşlerimiz) buyurdu. İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: Eshab-ı kiramın hepsini adil, salih, evliya, âlim, müctehid bilmek her Müslüman’a lazımdır. Kur'an-ı kerimde, (Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdır) buyuruluyor. Onlardan birini kötülemek, bu âyete inanmamak olur. (Savaık-ul muhrika) Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramdan razı olduğunu bildiriyor. Allah’ın sıfatları sonsuzdur. Onlardan razı olması sonsuzdur. Allahü teâlânın bunlardan razı olması değişmez. Sonradan mürted olacak, kâfir olacak kimseden Allahü teâlâ razı olmaz. Bu bakımdan Allahü teâlânın razı olduğu Eshabdan hiçbiri mürted, münafık olmaz. Münafıklar, Eshabdan değildir. Münafıklardan birkaçının, imansızlıklarını açıklamaları, Eshab-ı kiramın sonradan mürted olması demek değildir. Salebe de münafık iken, Müslüman görünmüş, namaz kılmıştır. Sonradan zekatı inkâr edince münafıklığı meydana çıktı. Daha önce Müslüman göründüğü için kendisine (sahabi iken mürted oldu) denilmiştir. Yoksa aşağıdaki âyette bildirildiği gibi, hakiki imana kavuşan, asla mürted olmaz. Senaullah-i Dehlevi hazretleri buyuruyor ki: Tasavvufta Fena makamına kavuşan, elbette imanla ölür. Bekara suresinin (Allah, imanınızı zayi etmez) mealindeki 143. âyeti ve (Allahü teâlâ, [Fena makamına kavuşan evliya] kulların imanlarını geri almaz) hadisi, hakiki imanın geri alınmayacağını göstermektedir. (İrşad-üdtalibin) Evliyanın bile imanı gitmez, yani mürted olmazken, evliyadan daha yüksek olan sahabi asla mürted olmaz. Allah onları mürted etmez. Allah (onlardan razıyım, onlara Cenneti söz verdim) buyurdu. Allah hiç sözünden döner mi? Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah asla sözünden dönmez.) [Al-i İmran 9, Zümer 20, Rad 31, Rum 6] (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı Hâtim-i Esam-Şakîk-i Belhî hazretleri-2 8 faide-2 Hâtim dedi ki, üçüncü fâidem, herkes dünyâda bir sıkıntıya girmiş, dünyâlık toplamağa uğraşıyorlar, gördüm, sonra bir âyet-i kerîmenin şu meâl-i şerîfini düşündüm: (Dünyâ malından, sarıldığınız, sakladığınız her şey, yanınızda kalmıyacak, sizden ayrılacakdır! Ancak Allah rızâsı için yapdığınız iyilikler ve ibâdetler sizinle berâber kalacakdır!) Dünyâ için topladıklarımı, Allah yolunda harcadım, fukarâya dağıtdım! Ya’nî bâki kalmaları için, Allahü teâlâya ödünç verdim! Şakîk-i Belhî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” ne güzel yapmışsın ve ne güzel söylüyorsun yâ Hâtim, dördüncü fâideyi de söyle dinliyeyim, dedi. Hâtim “rahmetullahi teâlâ aleyh” dedi ki, dördüncü fâidem, insanlara bakdım, herkesin başkalarını beğenmediğini gördüm. Buna sebeb, birbirlerine hased etmeleri olduğunu, birbirlerinin mevki’lerine, mallara ve ilmlere göz dikmeleri olduğunu anladım ve bir âyet-i kerîmenin şu meâl-i âlîsine dikkat etdim: (Dünyâdaki maddî, ma’nevî bütün rızklarını aralarında taksîm etdik.) Herkesin ilm, mal, rütbe, evlâd gibi rızklarının dünyâ yaratılmadan evvel, ezelde taksîm edildiğini, kimsenin elinde bir şey olmadığını ve çalışmağı, sebeblere yapışmağı emr etdiğinden, Ona itâ’at etmiş olmak için çalışmak lâzım geldiğini ve hased etmenin büyük zararlarından başka, zâten lüzûmsuz olduğunu anladım ve Allahü teâlânın ezelde yapdığı taksîme ve çalışınca Rabbimin gönderdiğine râzı oldum ve bütün müslimânlarla sulh üzere olup, herkesi sevdim ve sevildim. Şakîk bunları duyunca, ne iyi yapmışsın ve ne iyi söylüyorsun; beşinci fâideyi de söyle dinleyeyim yâ Hâtim! dedi. Hâtim dedi ki, beşinci fâidem: İnsanlara bakdım, birçoklarının insanlık şerefini, kıymetini, âmir, müdîr olmakda, insanların kendilerine muhtâc olduklarını ve karşılarında eğildiklerini görmekde zannetdiklerini ve bununla iftihâr etdiklerini, öğündüklerini gördüm. Ba’zıları da, kıymet ve şeref, çok mal ve evlâd ile olur sanarak, bunlarla iftihâr ediyorlar. Bir kısmı da, insanlık şerefi, malı, parayı insanların hoşuna gidecek, herkesi eğlendirecek yerlere sarfetmekdir, sanarak, Allahü teâlânın emretdiği yerlere ve emretdiği şeklde harc edemiyorlar ve bununla öğünüyorlar gördüm ve bir âyet-i kerîmenin şu meâl-i âlîsini düşündüm: (En şerefliniz ve en kıymetliniz, Allahü teâlâdan çok korkanınızdır). İnsanların yanıldıklarını, aldandıklarını anladım ve takvâya sarıldım. Rabbimin afvına ve ihsânlarına kavuşmak için, Ondan korkarak islâmiyyetin dışına çıkmadım, harâmlardan kaçdım. Şakîk bunları işitince, ne güzel söylüyorsun, altıncı fâideni de söyle, dedi. -devam edecek(Hak sözün vesikaları)
www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Hâtim-i Esam-Şakîk-i Belhî hazretleri-3 8 faide-3 Hâtim dedi ki, altıncı fâidem: İnsanlara bakdım. Birbirlerinin mallarına, mevki’lerine ve ilmlerine göz dikerek, fırka fırka, parti parti ayrılarak, birbirlerine düşmanlık etdiklerini gördüm ve bir âyet-i kerîmenin şu meâl-i âlîsini düşündüm: (Sizin düşmanınız şeytândır. Ya’nî, sizi, Allah yolundan, müslimânlıkdan ayırmak için uğraşanlardır. Bunları düşman biliniz). Kur’ân-ı kerîmin doğru söylediğini bildim ve şeytânı ve onun gibi müslimânlarla uğraşanları düşman bilip, sözlerine aldanmadım, onlara uymadım. Onların tapındıklarına tapmadım. Allahü teâlânın emrlerine itâ’at etdim. Ehl-i sünnet âlimlerinin gösterdiği yoldan ayrılmadım. Kurtuluş yolunun, doğru yolun, yalnız Ehl-i sünnet yolu olduğuna inandım. Nitekim, bir âyet-i kerîmenin meâl-i âlîsi: (Ey Âdem oğulları! Şeytâna tapmayınız, o sizin en belli düşmanınızdır, diye, sizden söz almadım mı idi, bana itâ’at, ibâdet ediniz! Kurtuluş yolu, ancak budur)dır. Onun için, müslimânları aldatmağa uğraşanları dinlemedim. Muhammed aleyhisselâmın yolunu gösteren Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından ayrılmadım deyince, Şakîk; ne güzel yapmışsın, yedinci fâideyi de söyle, dedi. Hâtim dedi ki, yedinci fâidem: Herkes yiyip içmek, para kazanmak için uğraşıyor. Bu yüzden harâm ve şübheli şeyleri de alıyorlar ve zillete, hakâretlere katlanıyorlar. Bir âyet-i kerîmenin şu meâl-i âlîsini düşündüm. (Allahü teâlâ tarafından rızkı gönderilmiyen yer yüzünde bir canlı yokdur.) Kur’ân-ı kerîmin elbette doğru olduğunu ve o canlılardan biri olduğumu bildim. Rızkımı göndereceğine söz verdiğine, elbette göndereceğine güvenerek Onun emretdiği gibi çalışdım deyince, Şakîk, ne iyi yapmışsın ve ne iyi söylüyorsun, sekizinci fâideyi de söyle, dedi. Hâtim dedi ki, sekizinci fâidem: Herkesin, bir kimseye veyâ bir şeye güvendiğini gördüm. Ba’zıları altınlarına, mal ve mülküne, ba’zıları san’atına ve kazancına, ba’zıları mevki’ ve rütbelerine, ba’zıları da kendi gibi bir insana güveniyor. Bir âyet-i kerîmenin şu meâl-i âlîsini düşündüm: (Allahü teâlâ, yalnız kendisine güvenenlerin her zemân imdâdına yetişir.) Her zemân ve her işimde yalnız Allahü teâlâya güvendim. O emr etdiği için çalışdım, sebeblere yapışdım. Fekat yalnız Ondan istedim. Şakîk, bu sözleri işitince, yâ Hâtim! Allahü teâlâ, her işinde imdâdına yetişsin! Hazret-i Mûsânın Tevrâtına, hazret-i Îsânın İncîline, hazret-i Dâvüdün Zebûruna ve hazret-i Muhammed aleyhimüssalevâtü vesselâmın Fürkânına bakdım. Bu dört kitâbın bu sekiz temel üzerinde bulunduğunu gördüm. Bunlara uyanlar, bu dört kitâba uymuş, emrlerini yapmış olurlar, dedi.
(Hak sözün vesikaları) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Mübarek gecelerin önemi Sual: Selefiler, Kadir gecesi hariç, başta mevlid gecesi olmak üzere bütün mübarek gecelere bid'at diyorlar. Bu gecelerin dindeki yeri nedir? CEVAP: İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: Ahiret yolcusunun ibadetle ihya edilmesi kuvvetle müstehab olan mübarek geceleri boş geçirmesi uygun değildir. Çünkü bunlar hayır mevsimleri ve kârı bol olan gecelerdir. Kazançlı mevsimleri ihmal eden tüccar, bir kâr sağlayamadığı gibi, mübarek geceleri gafletle geçiren ahiret yolcusu da maksada ulaşamaz. Bu geceler: Muharremin birinci gecesi, Aşure gecesi, Recebin birinci, beşinci ve 27.. gecesi ki buna Mirac gecesi denir. Şabanın 15. gecesi, Arefe gecesi ile iki bayram gecesidir. (İhya) Mübarek geceler, İslâm dininin kıymet verdiği gecelerdir. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, bazı gecelere kıymet vermiş, bu gecelerdeki, dua ve tevbeleri kabul edeceğini bildirmiştir. Kullarının çok ibadet yapması, dua ve tevbe etmeleri için bu geceleri sebep kılmıştır. Bu geceleri ihya etmeli ve gecelere saygı göstermelidir. (S. Ebediyye) Bu gecelerin fazileti çeşitli hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. Mübarek geceler şunlardır: MEVLİD GECESİ Mevlid, doğum zamanı demektir. Mevlid gecesi, Rebiul-evvel ayının 11. ve 12. günleri arasındaki gecedir. Peygamber efendimizin doğum günü, bütün Müslümanların bayramıdır. Resulullah dünyaya geldiği sabah, amcası Ebu Lehebin cariyesi Süveybe, (Kardeşin Abdullah’ın oğlu oldu) diyerek kendisine müjde getirince, sevinmişti. (Ona süt vermek şartı ile, seni azat ettim) demişti. Bunun için, Ebu Lehebin, her mevlid gecesinde, azabı biraz hafiflemektedir. Mevlid gecesi sevinen, o geceye kıymet veren müminlerin pek çok sevap kazanacağı buradan da anlaşılmaktadır. Hafız Muhammed ibni Cezeri şafii diyor ki: (Ebu Leheb rüyada görülüp, ne halde olduğu sorulduğunda, kabir azabı çekiyorum. Ancak, her sene, Rebiul-evvel ayının 12. geceleri, azabım hafifliyor. İki parmağım arasından çıkan serin suyu emerek ferahlıyorum. Bu gece, Resulullah dünyaya gelince, Süveybe ismindeki cariyem, bunu bana müjdelemişti. Ben de, sevincimden, bunu azat etmiş ve Ona süt annelik yapmasını emir etmiştim. Bunun için, bu gecelerde azabım hafifliyor) dedi. Âyet-i kerime ile kötülenmiş olan Ebu Leheb gibi
azgın bir kâfirin azabı hafifleyince, O yüce Peygamberin ümmetinden olan bir mümin, Onun doğduğu gece sevinir, malını uygun yerlere dağıtır, ziyafet verir, böylece, Peygamberine olan sevgisini gösterirse, Allahü teâlâ ihsan ederek, onu Cennetine sokar.) [M. Nasihat] Resulullah efendimiz, mevlid gecelerinde eshab-ı kirama ziyafet verir, dünyayı teşrifindeki ve çocukluk zamanındaki şeyleri anlatırdı. Hz. Ebu Bekir de, halife iken, eshab-ı kiramı toplar, Resûlullah efendimizin dünyayı teşrifindeki olağanüstü hâlleri konuşurlardı. Bu gece, Resulullahın doğum zamanında görülen hâlleri, mucizeleri okumak, dinlemek, öğrenmek çok sevaptır. Bugün veya ertesi gün oruç tutmakta mahzur yoktur. Tutulması iyi olur, sevap olur. İslam âlimleri mevlid gecesine çok önem vermişlerdir. Hz. Mevlâna, (Mevlid okunan yerden belâlar gider) buyurmuştur. Mevlid gecesi, Kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Hatta, Mevlid gecesinin Kadir gecesinden de kıymetli olduğu da bildirilmiştir. El-mukni, el-miyar ve Tenvir-ül-kulub kitaplarında Mevlid gecesinin Kadir gecesinden kıymetli olduğu bildiriliyor. (Ed-dürer-ül-mesun) (Allah, bir kimseye söz ve yazı sanatı ihsan ederse, Resulullahı övsün, düşmanlarını kötülesin) hadis-i şerifine uyularak, asırlardır İslam ülkelerinde mevlid kitapları yazılmış ve okunmuştur. Peygamber efendimizi öven çeşitli mevlid kasideleri vardır. Meşhur olan ve Türkiye'de her zaman okunan Mevlid kasidesini Süleyman Çelebi, 15. asırda yazmıştır. Bu kasidenin asr-ı saadetten sonra yazılması, bid'at olmasını gerektirmez. Çünkü Peygamber efendimizi övmek ibadettir. Her zaman Onu övücü kasideler, yazılar yazılabilir. Onları da okumak bid'at değil, sevap olur. Mevlid-i şerif okumak, Resulullahın dünyaya gelişini, miracını ve hayatını anlatmak, Onu hatırlamak, Onu övmek demektir. Her müminin Resulullahı çok sevmesi gerekir. Bu da zaten imanın gereğidir. Çok sevmek, kâmil mümin olmanın da alametidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Beni ana-baba, evlat ve herkesten daha çok sevmeyen, mümin olamaz.) [Buhari] (Peygamberleri anmak, hatırlamak ibadettir.) [Deylemi] (Bu ibadeti, şiir olarak söylemek daha tesirli olur.. Resulullah efendimizin şairleri, camide, Resulullahı övücü şiirler okurlardı.) (Bir şeyi çok seven, elbette onu çok anar.) [Deylemi] (Resulullahı seven de onu çok anar ve ona çok salevat getirir.) Selefiyiz diyen mezhepsizler, Resulullahı öven ve ondan şefaat isteyen Müslümanlara müşrik, yani puta tapan kâfir damgasını basıyorlar. Ülkemizde bunu açıkça söyleyemedikleri için, mevlide bid'at diyorlar. Resulullahı övmek bid'at olmaz. Çünkü Kur'an-ı kerimin bir çok yerinde Resulullah övülmekte ve ona uymak emredilmektedir. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir: (Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107] (Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.) [Sebe,
28] (Rabbinin sana verdiği nimetlerle mecnun değilsin. Senin için bitmeyen, sonsuz mükafat vardır. Elbette sen en büyük ahlak üzeresin.) [Kalem 2-4] (Rabbin sana [çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın!) [Duha 5] (Allah ve melekleri, Resule salevat getiriyor, iman edenler, siz de salevat getirin.) [Ahzab 56] Mevlidi, erkek kadın karışık olmadan, çalgı ve başka haram karıştırmadan, Allah rızası için okumak, salevat-ı şerife getirmek, tatlı şeyler yedirip içirmek, hayrat ve hasenat yapmak, böylece, o gecenin şükrünü yerine getirmek müstehabdır. (Ni'met-ül kübrâ, Hadika, M. Nasihat) (Peygamber de insandı. Onu överek putlaştırıyorsunuz. Kur’anı getirmekle vazifesi bitti. Bir nevi postacı idi. Kur’an yetmiyor mu?) diyenler çıkıyor. Peygamber efendimiz ilah değildi, elbette beşer idi, ama “ Seyyid-ül-beşer” idi, bütün insanların efendisi idi. Hiç kimse Onu Allahü teâlânın övdüğü kadar övemez. Bu övgüden de ancak başka dinde olan rahatsız olur. Hatırlatma: Bazı Hıristiyan fırkaları, doğum günü kutlamazlar. Doğum günü kutlamasına yaratıklara tapınmak derler. Selefiyeciler de doğum günü olan mevlidi bid’at sayar, Peygambere tapmak derler. Bunların, Hıristiyanlarla bu benzer inanışlarında bir sebep olması gerekir. KADİR GECESİ: Ramazan-ı şerif ayı içinde bulunan en kıymetli gecedir. Bazı âlimlere göre Mevlid gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Kadir Gecesi, Muhammed aleyhisselamın ümmetine mahsus bir gecedir. Başka peygamberlere böyle bir gece verilmemiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allah Kadir gecesini ümmetime hediye etti, ondan önce kimseye vermedi.) [Deylemi] Peygamber efendimiz, daha önceki ümmetlerden bin sene cihad eden insanları düşünüp, benim ümmetimin ömrü kısadır, az ibadet ederler diye düşününce, Allahü teâlâ, (Kadir gecesi senin ve ümmetinindir) buyurup Habibinin kalbini ferahlandırdı. Hem de Kadir gecesi, her Ramazan ayında gelir. Resulullah efendimize kendisinden önceki insanların ömürlerinin ne kadar olduğu bildirilince, kendi ümmetinin ömürlerini kısa buldu, uzun ömürlü olan diğerlerinin işledikleri salih amelleri işleyemezler diye düşününce. Allahü teâlâ, Ona bin aydan hayırlı olan Kadir gecesini ihsan etti. (İ. Malik) Resulullah efendimiz, (Beni İsrail peygamberlerinden 80 yıl Allahü teâlâya ibadet eden oldu) buyurunca, Eshab-ı kiram hayret ettiler. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam gelip; “Ya Resulallah, senin ümmetin bu peygamberlerin, 80 yıllık ibadetine şaşarlar. Allah sana ondan iyisini
gönderdi” diyerek, (Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır) mealindeki âyeti okudu. (Tefsir-i Mugni) Kadir gecesi hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allah, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar, Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi] (İnanarak ve sevabını Allah’tan umarak, kadir gecesini ihya edenin geçmiş günahları affolur.) [Buhari, Müslim] (Kadir gecesinde, bir kere Kadir suresini okumak, başka zamanda Kur’anı kerimi hatim etmekten daha sevaptır. Kadir gecesinde bir tesbih (Sübhanallah), bir tahmid (Elhamdülillah), bir tehlil (Allahü ekber) söylemek yedi yüz bin tespih, tahmid ve tehlilden kıymetlidir. Bu gece koyun sağımı müddeti kadar [az bir zaman] namaz kılmak, ibadet etmek, bir ay bütün geceleri sabaha kadar ibadetle geçirmekten daha kıymetlidir.) [Tefsir-i Mugni] (Kadir gecesi üç defa “La ilahe illallah” söyleyenin, birincisinde bütün günahları bağışlanır. İkincisinde Cehennemden kurtulur, üçüncüsünde Cennete girer.) [Tefsir-i Mugni] Kadir gecesi Ramazan ayı içindedir. Kadir gecesinin hangi gece olduğu, kesin olarak belli değildir. Âlimlerimiz, (Allahü teâlâ, rızasını taatte, gazabını günahlarda, orta namazı beş vakit namazda, evliyasını halk arasında, Kadir gecesini Ramazan ayı içinde gizlemiştir) buyuruyorlar. O halde Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için, hiçbir iyiliği küçük görmemeli! Gazabı günahlar içinde saklı olduğu için, hiçbir günahı küçük görmemeli; orta namazı kaçırmamak için, beş vakit namazı vaktinde kılmalı; evliya halk arasında gizli olduğu için herkese iyi muamele etmeli. Her geleni Hıdır, her geceyi Kadir bilmelidir. AREFE GECESİ: Arefe günü ile Kurban bayramının birinci günü arasındaki gecedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Arefe günü tutulan oruç, geçmiş ve gelecek yılın günahlarına kefaret olur.) [Müslim] (Arefe günü, kulağına, gözüne ve diline sahip olan mağfiret olur.) [Taberani] (Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, reddolmaz. Fıtr ve Kurban bayramının birinci gecesi, Berat ve Arefe gecesi.) [İsfehani ] (Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allah, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi]
BAYRAM GECELERİ: Kurban bayramının 1., 2., 3. günlerinden sonraki gecelere kurban bayramı geceleri denir. Ramazan-ı şerifin son günü ile bayramın ilk günü arasındaki geceye de fıtr bayramı gecesi denir. Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Ramazan ve Kurban bayramının gecelerini ihya eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez.) [İbni Mace, Taberani] (Şu beş gecede yapılan duâ geri çevrilmez. Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi.) [İbni Asakir] (Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, reddolmaz. Ramazan ve Kurban bayramının birinci gecesi, Berat ve Arefe gecesi.) [İsfehani] BERAT GECESİ: Şaban ayının 15. gecesidir. Tefsirlerde Kur’an-ı kerimin, Levh-il-mahfuza bu gece indirildiği bildirilmektedir. Allahü teâlâ buyuruyor ki: (Apaçık olan Kitab’a andolsun ki, biz onu [Kur’anı] mübarek bir gecede indirdik. Elbette biz insanları uyarmaktayız.) [Duhan 2, 3] Her sene, Şaban ayının on beşinci Berat gecesinde, o senede olacak şeyler, ameller, ömürler, ölüm sebepleri, yükselmeler, alçalmalar, yani her şey Levh-i mahfuzda yazılır. Resulullah efendimiz, bu gece, çok ibadet, çok dua ederdi. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Şaban, öyle faziletli bir aydır ki, insanlar bundan gafildir. Bu ayda ameller, âlemlerin Rabbine arz edilir. Ben de amelimin oruçlu iken arz edilmesini isterim.) [Nesai] (Şabanın 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece Allahü teâlâ buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızk isteyen yok mu, rızk vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa, istesin vereyim” Bu hâl, sabaha kadar devam eder.) [İbni Mace] (Cebrail aleyhisselam gelip, “Kalk namaz kıl ve dua et! Bu gece şabanın 15. gecesidir” dedi. Bu geceyi ihya edenleri Allahü teâlâ affeder. Yalnız, müşrik, büyücü, falcı, cimri, kinci, müşahin, içkici, faizci ve zaniyi affetmez.) [Taberani] (Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez: Recebin ilk gecesi [Regaib], Şabanın 15.. [Berat] gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi.) [İbni Asakir] (Allah şu dört geceyi hayırla süsler. Kurban Ramazan bayramı gecesi, Arefe gecesi Şabanın yarısının [Berat] gecesi ki, onda eceller, rızıklar yazılır.) [Deylemi] (Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, reddolmaz. Fıtr ve Kurban bayramının birinci gecesi, Berat ve Arefe gecesi.) [İsfehani] (Allahü teâlâ Berat gecesinde, kâfirler hariç, müminleri mağfiret eder. Kindarları da, bu huylarını bırakıncaya kadar mağfiret etmez.) [Taberani, Beyheki]
(Allahü teâlâ, Şabanın 15. gecesinde müşrik ve müşahin hariç herkesi affeder.) [İbni Mace] (Allahü teâlâ, Şaban ayının 15. gecesinde rahmetiyle tecelli ederek kendisine şirk koşan ve Müslüman kardeşine kin güdenler hâriç herkesi affeder.) [İbni Mace] (Allah Şabanın yarısının [Berat] gecesinde, dünya semasına tecelli eder. Benikelb kabîlesinin koyunlarının kıllarından daha çok kimsenin günâhlarını affeder.) [İbni Mace, Tirmizi] (Berat gecesi göklerin kapıları açılır, melekler, müminlere müjde verir ve ibadete teşvik ederler.) [Nesai, Beyheki, Münziri] (Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allah, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi] (Salih akrabayı terk eden, ana babaya asi olan Berat gecesi affa kavuşamaz.) [Beyheki] Peygamber efendimiz Berat gecesinde, (Allahümmerzuknâ kalben takıyyen mineşşirki beriyyen lâ kâfiren ve şakiyyen) duasını okurdu. (R. Nasıhin) Hz. Âişe validemiz, (Ya Resulallah, Allahü teâlâ seni günah işlemekten muhafaza buyurduğu halde, neden Berat gecesinde çok ibadet ettin?) diye sordu. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Şükredici kul olmayayım mı? Bu yıl içinde doğacak her çocuk, bu gece deftere geçirilir. Bu yıl içinde öleceklerin isimleri, bu gece özel deftere yazılır. Bu gece herkesin rızkı tertip olunur. Bu gece herkesin amelleri Allahü teâlâya arz olunur.) [Gunye] MİRAC GECESİ Receb ayının 27. gecesidir. İsra suresinin ilk âyet-i kerimesinde, Mirac bildirilmektedir. Mirac gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirmelidir. Bu konudaki birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (Bu gece iyi amel eden için yüz yıllık mükafat vardır.) [İ. Gazali, Ebu Musa el Medeni] (Recebin 27. günü oruç tutana, 60 yıllık oruç sevabı verilir.) [İ. Gazali, Ebu Musa el Medeni] (Mirac gecesinde ateşten makasla kendi dudaklarını kesenleri görüp kim olduklarını sordum. "İlmi ile amel etmeyen din adamlarıdır" dendi..) [Buhari, Müslim] (Mirac gecesi, uğradığım her melek topluluğu, ümmetime hacamatı tavsiye etti.) [Hakim] (Mirac gecesi Cehennemi gösterdiler, çoğunun kadın olduğunu gördüm.) [Tirmizi] Peygamber efendimiz, Mirac gecesi, ekin ekip bir günde biçen bir topluluğu gördü. Biçtiği mahsul yeniden eski haline dönüyordu. Bunların
kim olduğunu sorunca, Cebrail aleyhisselam, (Bunlar Allah yolunda cihad edenlerdir. Bunların bir iyiliğine yedi yüz misli sevab verilir.. Harcadıklarının yerine yenisi verilir) dedi. (Bezzar) REGAİB GECESİ: Receb ayının ilk Cuma gecesine Regaib gecesi denir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez. Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi.) [İbni Asakir] (Receb'in ilk Cuma gecesini [Regaib gecesini] ihya edene, kabir azabı yapılmaz. Duaları kabul edilir. Yalnız, yedi kimsenin duası kabul olmaz: Faizci, Müslümanları aşağı gören, ana babasına eziyet eden, Müslüman olan ve dinin emirlerine uyan kocasını dinlemeyen kadın, çalgıcı, livata ve zina eden, beş vakit namazı kılmayan.) [S. Ebediyye] (Receb büyük bir aydır. Allah bu ayda hasenatı kat kat eder. Receb ayında bir gün oruç tutana, bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün oruç tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün oruç tutana, Allah istediğini verir. 15 gün oruç tutana, bir münadi, "Geçmiş günahların af oldu” der. Receb ayında Allahü teâlâ Nuh aleyhisselamı gemiye bindirdi ve o da, Receb ayını oruçlu geçirdi. Yanındakilere de oruç tutmalarını emretti.) [Taberani] (Receb ayında, takva üzere bir gün oruç tutana, oruç tutulan günler dile gelip "Ya rabbi onu mağfiret et" derler.) [Ebu Muhammed] MUHARREM AYI: Muharrem ayının birinci gecesi, Müslümanların kameri yılbaşı gecesidir. Muharrem ayı, Zilkade, Zilhicce ve Receb ile beraber Kur'an-ı kerimde kıymet verilen dört aydan biridir. (Tevbe 36) Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (Ayların efendisi Muharrem, günlerin efendisi Cuma’dır.) [Deylemi] (Ramazandan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farzlardan sonra en faziletli namaz, gece namazıdır.) [Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai] (Nafile oruç tutacaksan Muharrem ayında tut. Çünkü o, Allah’ın ayıdır. O ayda bir gün vardır ki, O günde Allah geçmiş kavimlerden birinin tevbesini kabul etti. Yine o gün tevbe edenlerin günahlarını da affeder.) [Tirmizi] AŞURE GÜNÜ VE GECESİ: Muharrem ayının onuncu gecesi, Aşure gecesidir. Aşure günü oruç tutmak sünnettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Aşure günü oruç tutmak geçmiş bir yılın günahlarına affına sebep olur.) [Müslim, Tirmizi, İ. Ahmed, Taberani] (Aşure günü oruç tutan o yıl tutamadığı [nafile] oruçlarının sevabına
kavuşur.) [Deylemi] (Aşure günü bir gün önce, bir gün sonra da tutarak Yahudilere muhalefet edin.) [İ. Ahmed] (Aşurenin faziletinden faydalanın! Bu mübarek günde oruç tutan, melaike, enbiya, şüheda ve sulehanın ibadetleri kadar sevaba kavuşur.) [Şir’a] [Yalnız Aşure günü oruç tutmak mekruhtur. 9. ile 10. günü veya 10. ile 11. günü tutmalı] Peygamber efendimiz bir gün öğleye doğru buyurdu ki: (Herkese duyurun! Bugün bir şey yiyen, akşama kadar yemesin, oruçlu gibi dursun! Bir şey yemeyen de oruç tutsun! Çünkü bugün Aşure günüdür.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud] (Aşure günü Nuh aleyhisselamın gemisi, Cudi dağına indirildi. O gün Nuh ve yanındakiler, Allah’a şükür için oruçlu idiler. Hayvanlar da hiç bir şey yememişti. Allahü teâlâ denizi, beni İsrail için, aşure günü yardı. Yine Aşure günü Allahü teâlâ Adem aleyhisselamın ve Yunus aleyhisselamın kavminin tevbesini kabul etti. İbrahim aleyhisselam da o gün doğdu.) [Taberani] Öteden beri Kureyş de, Resulullah da Aşure günü oruç tutardı. Medîne’ye gelince de yine o gün oruç tuttu ve tutulmasını emretti. (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud) Medine’de aşure günü oruç tutan Peygamber efendimiz, Yahudilerin de oruç tuttuklarını gördü. (Niye oruç tutuyorsunuz?) diye sordu. Onlar da, (Allah’ın İsrâil oğullarını düşmanından kurtardığı bir gündür, Musa bu günde oruç tuttuğu için) dediler. Resulullah efendimiz de, Müslümanların bugün oruç tutmalarının sebebini anlatmak için, (Ben Musa aleyhisselama sizden daha layıkım) buyurdu. (Buhari, Müslim, Ebu Davud) CUMA GÜNÜ VE GECESİ Cuma, müminlerin bayramıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Cuma günü veya gecesi Duhan suresini okuyana Cennette bir köşk verilir.) [Taberani] (Cuma günü günah işlemeden geçerse, diğer günler de selametle geçer.) [İ.Gazali] (Cuma günü veya gecesi ölen mümin, şehid olur, kabir azabından kurtulur.) [Ebu Nuaym] (Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allah, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi] (Sevaplar içinde Cuma günü ve gecesinde yapılandan daha kıymetlisi, günahlar içinde de Cuma günü ve gecesinde işlenilenden kötüsü yoktur.) [Ramüz] (Cuma günü oruç tutana, on ahiret günü oruç sevabı verilir.) [Beyheki]
(Cuma günü oruç tutarken, bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile tutun.) [Buhari] Son söz: Cuma, bayram ve kandil günleri ve geceleri, Müslümanların mübarek gün ve geceleridir. Bu mübarek gün ve gecelere kıymet veren Allahü teâlâdır. Peygamberler de insandır. Ancak Allahü teâlâ onları kıymetlendirmiş, güzide mevki ihsan etmiştir. Diğer insanlardan niye ayırt ediliyor denemediği gibi, bazı gün ve geceleri kıymetli yaratan Allahü teâlâya da bugünleri diğer günlerden niye ayırdı denemez. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, bazı gecelere kıymet vermiş, bu gecelerdeki, dua ve tevbeleri kabul edeceğini bildirmiştir. Kullarının çok ibadet yapması, dua ve tevbe etmeleri için bu geceleri sebep kılmıştır. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Ramazan ayı çok şereflidir Sual: Ramazan ayı yaklaşmaktadır. Bu ayın önemi nedir? CEVAP: Bu konuda imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Mübarek ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz. Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi zerirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer. Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir. Kur’an-ı kerim ramazanda indi. Kadir Gecesi bu aydadır. Ramazan-ı şerifte iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi. İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet
etmek de zaten bu demektir. Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallahü teâlâ) duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir. Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin! Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır. Oruç tutmak hakkında Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Ramazan orucu farz, teravih namazı ise sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.) [Nesai] (Ramazan orucunu farz bilip, sevap bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.) [Buhari] (Ramazan orucunu tutup ölen mümin, Cennete girer.) [Deylemi] (Ramazan bereket ayıdır. Allah bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.) [Taberani] (Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutun! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.) [İbni Ebiddünya] (Oruçlunun susması tesbih, uykusu ibadet, duası makbul, ameli de çok sevaptır.) [Deylemi] (Oruçlu iken çirkin konuşmayın! Birisi size sataşırsa, “Ben oruçluyum” deyin!) [Buhari] Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz, ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. (Tirmizi) Ama dinî bir mazeret varsa oruç tutmamak günah olmaz. (Huzur Pınarı) www.huzupinari.com Huzur Pınarı HAKÎKÎ MÜSLİMÂN NASIL OLUR? Hakîkî müslimân, medenî, ilerici insandır Nasîhatlerin birincisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin, kitâblarında bildirdiklerine göre, i’tikâdı düzeltmekdir. Bu âlimler, kitâblarında Eshâb-ı kirâmdan
işitdiklerini bildirmişler, kendi kafalarından hiçbirşey yazmamışlardır. Cehennemden kurtulan, yalnız bu âlimlere tâbi’ olanlardır. Allahü teâlâ, o büyük insanların çalışmalarına, bol bol mükâfât versin! Dört mezhebin ictihâd derecesine yükselmiş âlimlerine ve bunların yetişdirdikleri büyük âlimlere (Ehl-i sünnet) âlimi denir. İ’tikâdı (Îmânı) düzeltdikden sonra, şerî’ate uymak, ya’nî fıkh kitâblarının bildirdiği ibâdetleri öğrenmek ve yapmak ve yasak etdiklerinden kaçınmak lâzımdır. Beş vakt nemâzı, üşenmeden, gevşeklik yapmadan, şartlarına ve ta’dîl-i erkâna dikkat ederek kılmalıdır. Nisâb mikdârı malı ve parası olan, zekât vermelidir. İmâm-ı a’zam buyuruyor ki, (Kadınların süs olarak kullandıkları altın ve gümüşün de zekâtını vermek lâzımdır.) Kıymetli ömrü, lüzûmsuz mubâhlara bile harcamamalıdır. Harâm ile geçirmemek, elbette lâzımdır. Tegannî ve şarkı ve çalgı âletleri ile meşgûl olmamalı, bunların nefse verecekleri lezzete aldanmamalıdır. Bunlar bal karışdırılmış, şekerle kaplanmış zehr gibidir. (Gîbet) etmemelidir. Gîbet harâmdır. [Gîbet, bir müslimânın veyâ zimmînin gizli bir kusûrunu, arkasından söylemekdir. Harbîlerin ve bid’at sâhiblerinin, mezhebsizlerin ve açıkca günâh işliyenlerin bu günâhlarını ve zulm edenlerin ve alış verişde aldatanların bu fenâlıklarını duyurarak, müslimânların, bunların şerrinden sakınmalarına yardım etmek ve müslimânlığı yanlış söyliyenlerin ve yazanların bu iftirâlarını herkese söylemek lâzımdır. Bunları söylemek, gîbet olmaz (Redd-ül muhtâr: 5263).] (Nemîme) yapmamalı, ya’nî müslimânlar arasında söz taşımamalıdır. Bu iki günâhı işliyenlere çeşidli azâblar yapılacağı bildirilmişdir. Yalan söylemek ve iftirâ etmek de harâmdır, sakınmak lâzımdır. Bu iki fenâlık, her dinde de harâm idi. Cezâları çok ağırdır. Müslimânların ayblarını örtmek, gizli günâhlarını yaymamak ve kusûrlarını afv etmek çok sevâbdır. Küçüklere, emr altında bulunanlara [zevceye, çocuklara, talebeye, askere, işçiye] fakîrlere merhamet etmelidir. Kusûrlarını yüzlerine vurmamalıdır. Olur olmaz sebeblerle o zevallıları incitmemeli, dövmemeli ve sövmemelidir. Hiç kimsenin dînine, malına, canına, şerefine, nâmûsuna saldırmamalı, herkese ve hükûmete olan borcları ödemelidir. Rüşvet vermek ve almak harâmdır. Yalnız, zâlimin zulmünden kurtulmak için ve ikrâh, tehdîd edilince vermek, rüşvet olmaz. Fekat bunu da almak harâm olur. Herkes, kendi kusûrlarını görmeli, Allahü teâlâya karşı yapdığı kabâhatleri düşünmelidir. Allahü teâlânın, kendisine cezâ vermekde acele etmediğini, rızkını kesmediğini bilmelidir. Ananın, babanın, hükûmetin, şerî’ate uygun emrlerine itâ’at etmeli, şerî’ate uygun olmayanlara isyân etmemeli, karşı gelmemeli, fitneye sebeb olmamalıdır. [Kısacası, hakîkî müslimân, medenî, ilerici insandır. (Mektûbât-ı Ma’sûmiyye) ikinci cild, 123. cü mektûba bakınız!] İ’tikâdı düzeltdikden ve şerî’atin emrlerini yapdıkdan sonra, bütün zemânları, Allahü teâlânın zikri ile geçirmelidir. Zikre büyüklerin bildirdiği
gibi, devâm etmelidir. Zikre, ya’nî kalbin, Allahü teâlânın ismini (Sıfât-ı zâtiyye)sini hâtırlamasına, anmasına mâni’ olan herşeyi, kendine düşman bilmelidir. Şerî’ate ne kadar çok yapışılırsa, Onu anmanın lezzeti artar. Şerî’ate uymakda, gevşeklik, tenbellik artdıkca, o lezzet de azalır ve kalmaz olur. İslâm düşmanlarının yalanlarına, iftirâlarına aldanıp da, onların tuzaklarına düşmemeğe çok dikkat etmelidir. İhlâs ile yapılmayan ibâdetin fâidesi olmaz, sevâbı olmaz. (İhlâs), herşeyi yalnız Allah rızâsı için yapmakdır. İhlâs, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi sevmemekle, yalnız Onu sevmekle, kendiliğinden hâsıl olur. Kalbin yalnız Onu sevmesine (Kalbin tasfiyesi), (Kalbin itmînânı) veyâ (Fenâ fillâh) denir. Kalbin itmînâna kavuşması, ancak Onu çok hâtırlamakla, büyüklüğünü, ni’metlerini düşünmekle olacağını, Ra’d sûresinin yirmisekizinci âyeti bildirmekdedir. İnsanda, akl, kalb ve nefs denilen üç kuvvet vardır. Aklın ve nefsin yeri dimâgdır. Kalbin yeri yürekdir. Akl, mekteb dersleri, fen bilgileri, san’at hesâbları, mal sâhibi olmak, âhireti kazanmak yolları gibi şeyleri düşünür. İsterse düşünür. İstemezse düşünmez. Aklın bu düşünceleri ve insanın bunlara kavuşmak için çalışması câizdir. Hattâ, çok sevâb olur. Bunların kalbe sirâyet etmeleri zararlıdır. Nefs, dâimâ harâmları, zararlı şeyleri yapmağı düşünür. Kalbin kendinde hiç düşünce yokdur. Onu aklın ve nefsin ve his uzvlarından dimâga ve dimâgdan kalbe ulaşan harâm şeylerin düşünceleri gelerek, hasta yapar. Kalbi bu hâtaralardan kurtarmak gücdür. Bu düşünceler gelmezse Allahü teâlâyı hâtırlar, düşünür. Ya’nî kalb, hiç düşüncesiz kalmaz. Kalbin Allahü teâlâyı hâtırlaması, ismini çok söylemekle veyâ bir Velîyi severek görmekle olur. Bir Velîyi bulamazsa, ismini işitdiği bir Velînin hayâtını okuyup öğrenir, onu çok sever. Ona (Râbıta) yapar. Ya’nî hep onu düşünür. Bir Velîyi görmek, Allahü teâlâyı hâtırlamağa sebeb olacağı hadîs-i şerîfde bildirilmişdir. Muhammed Ma’sûm Fârûkînin (Mektûbât)ı üç cilddir. Fârisîdir. Birinci cildde 239, ikincide 158, üçüncüde 255 mektûb vardır. [Muhammed Ma’sûm, İmâm-ı Rabbânînin oğludur. 1079 [m. 1668] da, Hindistânda, Serhend şehrinde vefât etmişdir.] (İslam Ahlakı) www.huzurpinari.com Huzur Pnarı Oruç ve aç durmak Sual: Bazıları aç ve susuz durmanın ne faydası olur ki diyorlar. Oruç tutmaktan maksat nedir? CEVAP: Oruç, yalnız aç ve susuz kalmak değildir. Bir hayvanı veya inanmayan
bir kimseyi bir odaya hapsedip aç, susuz bırakmakla oruç tutturulmuş olmaz. Orucun, sabır, şükür, nefis terbiyesi gibi diğer ibadetlerle irtibatı vardır. Onun için hadis-i şerifte, (Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetlerin kapısı ise oruçtur) buyuruldu. (İ. Mübarek) Sinir sistemimizin vücuttaki yeri çok mühimdir. Dil sinirleri felç olan konuşamaz. Bacaktaki sinirler felç olursa, insan yürüyemez. Sinirimizin bozulması nispetinde hayatımız, az veya çok tehlike içindedir. Siniri bozuk kimse huzursuz olur, sabredemez. Cemiyetteki kavgaların, cinayetlerin çoğu sinirli olmaktan, sabredememekten ileri gelmektedir. (Oruç sabrın, sabır da imanın yarısıdır) hadis-i şerifi, oruç tutanın sabırlı olduğunu bildirmektedir. (Ebu Nuaym) Böylece orucun imandan da olduğu görülmektedir. İmanlı olan da, imanının kuvvetine göre suç ve günah işlemez. Sinirine hakim olur. Her şeyin bir zekatı vardır. Vücudun zekatı ise açlıktır. Oruç tutarak aç kalanın arzuları kırıldığı için sabretmesi kolay olur. Oruç tutan aç durur. Aç durmak iyidir. Aç duranın basireti açılır. Anlayış kabiliyeti artar. Hadis-i şerifte, (Aç duranın idraki artar, zekası açılır) ve (Tefekkür, ibadetin yarısı, az yemek ise tamamıdır) buyurulmuştur. (İ. Gazali) Çok yiyen çok uyur, çok uyuyanın da ömrü boşa geçmiş olur. Çok yiyen sarhoş gibi olur, dimağı yorgunlaşır. Zekası, zihni dumura uğrar. Açlık, kalbde incelik doğurur. Hadis-i şerifte, (Az yiyenin içi nurla dolar ve Allahü teâlâ, az yiyip içen ve bedeni hafif olan mümini sever) buyuruldu. (Deylemi) Açlıkta arzular kırılır, nefsimiz uysallaşır, serkeşliği kalkar. Çok yemek, gafleti doğurur. Azgın bir atı zaptetmek zor olduğu gibi, çok yedirmekle azan nefsi zaptetmek de zordur. Açlıkla terbiyesi kolaylaşır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (İnsan kalbi tarladaki ekin, yemek ise yağmur gibidir. Fazla su ekini kuruttuğu gibi, fazla gıda da kalbi öldürür.) [İ. Gazali] Her zaman tok olan şefkatsiz ve merhametsiz olur. Tok, acın halini bilmez. Çok yiyen sert ve katı kalbli olur. Hadis-i şerifte, (Çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyin!) buyuruldu. (İ. Gazali) Açlık, günah işleme arzusunu kırar, kötülük etmeye mani olur. Hadis-i şerifte, (Açlık ve susuzlukla nefisle cihad etmek, Allah yolunda cihad gibidir) buyuruldu. (İ. Gazali) Hastalıkların başı... Çok yiyen çok su içer. Çok su içen çok uyur. Çok uyuyanın ömrü uyku ile geçtiği için dünya ve ahiret kazancına mani olur. Demek ki açlık, sinirleri uyanık, zinde tutar. Fazla tokluk ahmaklığa yol açar. Okuduğunu ezberlemesi ve hatırında tutması zor olur. Hadis-i şerifte, (Her gün bir defa yemek yenmesi itidaldir) buyuruldu. (Beyheki) İki günde üç defa yemek yemenin normal olduğu bildirilmiştir. Hastalıkların çoğu çok yemekten ileri gelir. Hadis-i şerifte, (Çok yiyip içmek hastalıkların başıdır) buyuruldu. (Dare Kutni)
Az yiyenin vücudu sıhhatli olur. Hadis-i şerifte, (Oruç tutan sağlıklı olur) buyuruldu. (Taberani) Çok yiyende acıma hissi azalır. Arzuları artar, harama dalar. Gayri meşru arzuları harekete geçiren yolları tıkamak gerekir. Açlık şeytanın yolunu tıkar. Hadis-i şerifte, (Şeytan, damardaki kan gibi, vücutta dolaşır, açlık ile yolunu daraltın) buyuruldu. (İhya) (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur pınarı Huzur veren sözler 299 Allahü teâlânın dostları, Allahü teâlânın yaptığı her şeyden zevk alırlar, sıkıntı, elem ve dertlerden nefs zevk almadığı için, daha çok hoşlanırlar. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Oruç tutmak faydalıdır Sual: Bazı kimseler “Oruç tutmak vücuda zararlı” diyor. Bu söz doğru olabilir mi? CEVAP: Yanlıştır. Çünkü Allahü teâlâ, zararlı olan bir şeyi emretmez. Tıp uzmanları diyor ki: Oruçlu kimselerde adrenalin ve kortizon hormonları kana daha kolaylıkla karışmaktadır. Bu hormonlar, tesirlerini kanserli hücreler üzerinde de göstermektedir. Böylece bu hormonlar kansere karşı bir çeşit kalkan rolünü oynamakta, yani kanser hücrelerinin çoğalmasını önlemektedir. Oruç tutan bünye, adeta bakıma girer, iç organları saran yağlar erir, vücudun zindeliği artar, direnme gücü kazanır, mide, böbrek, şeker, kalb ve karaciğer hastalıklarına karşı mukavemeti artar. Karaciğer, oruçlu iken, 3-5 saat istirahat eder, gıda depolama işine bir müddet ara vermiş olur. Bu arada, korunma sistemini güçlendirici globülinleri hazırlar. Midedeki kaslar ve salgı ifraz eden hücreler, oruç müddetince birkaç saat dinlenir. Kan hacmi de azaldığı için tansiyon düşerek kalb rahatlar. Gıda artıkları iyi yakılmayınca, damarları yıpratır. Yakılmayan yağlar, damarları daraltır, damar sertliği denilen rahatsızlığa sebep olur. Akşama doğru vücutta gıda hemen hiç kalmaz. Yani bütün gıdalar yakılmış olur.
Bu bakımdan bazı hastalıklara oruç tutmak iyi gelmektedir. Oruçlu iken vücudun diğer organlarında da dinlenme olur. Az yemek ve oruç tutmak vücudun sıhhati için önemlidir. Zekat, malın kiridir. Zekat veren, malını kirden koruduğu gibi, oruç tutan da vücudun zekatını ödemiş, hastalıklardan onu korumuş olur. Peygamber efendimiz, (Her şeyin bir zekatı vardır. Vücudun zekatı ise oruçtur) buyurmuştur. (İbni Mace) Orucun faydaları çoktur. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Oruç iç organları inceltir. Eti eritir ve Cehennem ateşinden uzaklaştırır.. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hatırına, hayaline gelmeyen Allah’ın nimetleri ancak oruç tutana nasip olur.) [Taberani] Orucun sevabı diğer ibadetlere göre daha fazladır. Hadis-i kudside, (Her iyiliğe, on mislinden 700 misline kadar sevap verilir. Fakat oruç bana mahsustur, onun mükafatını ben veririm. Çünkü kulum, benim için şehvetini ve yeme içmesini bırakmıştır) buyuruldu. (Buhari) Özel bir şeref!.. Her iyiliğin sevabını Allahü teâlâ verdiği halde, orucun sevabı için, (Ben veririm) buyurmasının hikmeti vardır. Yeryüzünün tamamı Allahü teâlânın mülkü olduğu halde, Kâbe’ye (Beytullah) yani (Allah’ın evi) denmesi ona şeref vermek içindir. (Oruç bana mahsustur) demekle de ona özel bir şeref vermiştir. Oruç tutana verilecek sevabın muayyen bir ölçüsü yoktur. Oruçlunun durumuna göre, çok sevap verilecektir. Başkaları oruç yerken oruç tutmak daha sevaptır. Hadis-i şerifte, (Oruçlunun yanında oruçsuzlar yiyince, melekler, oruçluya dua eder) buyuruldu. (Tirmizi) Herhangi bir sebeple nafile oruç tutamayan, şükretmeli; misafirlere, fakirlere yemek yedirmelidir.. Hadis-i şerifte, (Şükredip yemek yediren, sabredip oruç tutan gibidir) buyuruldu. (Tirmizi) Şükredenlere çok mükafat verilecektir. Şükür, İslamiyet’e uymak demektir. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Ramazanda nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu aya saygısızlık edenin, bu ayda günah işleyenin bütün senesi günah işlemekle geçer) buyurmaktadır. O halde bilhassa Ramazan ayında günah işlemekten daha çok sakınmak gerekir. Cuma günü yapılan ibadetlere de kat kat sevap verilir. Cuma günü işlenen günahlar da iki kat yazılır. Kıymetli günlerin değerini bilmeye çalışmalıdır. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Günah işleyenin orucu
Sual: Bazıları, (Namaz kılmayan, içki içen, açık gezen veya başka günah işleyen bir kimse, boşuna oruç tutmamalı) diyorlar. Bu söz doğru mudur? CEVAP: Hayır dine aykırıdır. Birkaç günah işleyenin, diğer günahları da yapması gerekmez. Hem oruç tutup hem de günah işleyen kimse, oruç tutmakla hasıl olan büyük sevaba kavuşamaz. Fakat ahirette niçin oruç tutmadın diye hesaba çekilmez. Oruç borcunu ödemiş olur. Hatta orucun bereketiyle diğer günahlardan da kaçma imkanı olur. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Bütün günahlara tövbe edip hepsinden kaçmak büyük nimettir. Bu yapılamazsa, bazı günahlara tövbe etmek de nimettir. Bunların bereketiyle belki bütün günahlara tövbe etmek nasip olur. Bir şeyin bütünü ele geçmezse, hepsini de kaçırmamalı.) Namazın dinimizdeki yeri, oruca göre daha önemli ise de, bir kimseye namaz kılmadığı için, (oruç da tutma) denmez. Aksine, (Namaz kılamıyorsan, orucu bari terk etme) denir. Namaz kılmamakla büyük bir günaha giren kimse, oruç tutmazsa günah miktarı daha da çok artar. Birkaç günaha müptela olan kimse, birinden vazgeçmek isterse, ona, (Diğerlerini bırakmadığına göre bu günaha da devam et) denmez. Günah miktarı ne kadar azaltılırsa o kadar iyi olur. Allah’tan korkup bir günahtan vazgeçmek iman alametidir. Hadis-i şerifte, (Ömründe bir defa Allah’ı anan veya Ondan korkan Müslüman, Cehennemden çıkar) buyuruldu. (Tirmizi) Müjdeleyici olmak gerekir Günah işleyen, oruç tutuyor veya zekat veriyorsa, (Aman bunları bari bırakma) demelidir! Bu ibadetleri de yapmazsa, dinden tamamen uzaklaşabilir. Korkutmaktan çok, müjdeleyici olmak gerekir.
Ekim - 3. Hafta Huzur Pınarı Hoşgeldin huzur ayı... Merhabâ yâ şehr-i ramazân...1-2-3-4-5-6-7 Mübarek Ramazan-ı şerifinizi ve Cumanızı tebrik ederiz efendim Huzur pınarının muhterem üyelerinin, huzur ayı, rahmet ayı, mağfiret ayı olan; mübarek ramazan-ı şerif ayını ve cuma gününü tebrik ederim. hepimizi, ramazan-ı şerifin şefaatine nâil olan, ramazan-ı şerifde afv ve mağfiret edilen ve cehennemden azad olunan kulların meyanına idhal eylemesini, Cenab-ı Allahdan niyaz ederim. din kardeşlerimize hayırlı ömürler, hüsn-ü hulk, akl-ı selim, sıhhat-ü afiyet, rüşd-ü hidâyet ve istikamet ihsan eylemesini ve bilâd-ı muhtelifedeki mücahid müslimânlara imdad-ı ilâhiyyesi ile imdad eylemesini Rabbimizden niyaz ederim. (huzur pınarı üyesi olup, tam ilmihal seadeti ebediyye kitabı'na sahib olmayanlar, posta adreslerini bize bildirirlerse, ramezan-ı şerif içinde, müracaat sırasına göre, ramezân-ı şerif hediyesi olarak inşallah gönderilecektir). bu arada, ramezân-ı şerif için mail sisteminde bir değişiklik yaptık, bundan sonra günde (muhtevası geniş) sadece bir mail yayımlanacak, bu tek mailin içinde, ramezan-ı şerif için hususi bilgiler, oruç-zekat gibi fıkıh bilgileri, sevgili peygamberimizin tanınması-ahlakı-adetleri, menkıbeler,...gibi bölümler bulunacak. müstecâb dualarınızı istirham ederim efendim. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Gülbahçesinden... Selmân-ı Fârisî “radıyallahü anh” bildirdi: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Şa’bân ayının son günü hutbede buyurdu ki: (Ey Müslimânlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece [Kadr gecesi], bin aydan dahâ fâidelidir. Allahü teâlâ, bu ayda, hergün oruc tutulmasını emr etdi. Bu ayda, geceleri terâvîh nemâzı kılmak da sünnetdir. Bu ayda, Allah için ufak bir iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmış gibidir. Bu ayda, bir farz yapmak, başka ayda yetmiş farz yapmak gibidir. Bu ay, sabr ayıdır. Sabr edenin gideceği yer Cennetdir. Bu ay, iyi
geçinmek ayıdır. Bu ayda mü’minlerin rızkı artar. Bir kimse, bu ayda, bir orucluya iftâr verirse, günâhları afv olur. Hak teâlâ, onu Cehennem ateşinden âzâd eder. O oruclunun sevâbı kadar, ona sevâb verilir.) [Tam İlmihal Se'âdet-i Ebediyye] Huzur Veren Sözler... "Yâ Rabbi; bizleri Ramezân-ı şerifin şefaatine nâil eyle! Ramezân-ı şerifde afv ve magfiret etdiğin kullarının meyânına idhal eyle! Âmîn... ...Eshâb-ı kirâm, dediler ki: Yâ Resûlallah! Her birimiz, bir orucluya iftâr verecek, onu doyuracak kadar zengin değiliz. Resûl “aleyhisselâm” buyurdu ki: (Bir hurma ile iftâr verene de, yalnız su ile oruc açdırana da, biraz süt ikrâm edene de, bu sevâb verilecekdir. Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası afv ve mağfiret ve sonu Cehennemden âzâd olmakdır. Bu ayda, emri altında olanların [işçinin, me’mûrun, askerin ve talebenin] vazîfesini hafîfletenleri [patronları, âmirleri, kumandanları ve müdîrleri], Allahü teâlâ afv edip, Cehennem ateşinden kurtarır. Bu ayda dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini Allahü teâlâ çok sever. Bunlar, Kelîmei şehâdet söylemek ve istiğfâr etmekdir. İkisini de, zâten her zemân yapmanız lâzımdır. Bunlar da Allahü teâlâdan Cenneti istemek ve Cehennem ateşinden Ona sığınmakdır. Bu ayda, bir orucluya su veren bir kimse, kıyâmet günü susuz kalmıyacakdır.) (Sahîh-i Buhârî)deki bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Bir kimse, Ramezân ayında oruc tutmağı farz bilir, vazîfe bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları afv olur). Demek ki, orucun Allahın emri olduğuna inanmak ve sevâb beklemek lâzımdır. Günün uzun olmasından ve oruc tutmak güç olmasından şikâyet etmemek şartdır. Günün uzun olmasını, oruc tutmayanlar arasında güçlükle oruc tutmasını fırsat ve ganîmet bilmelidir. [Tam İlmihal Se'âdet-i Ebediyye] Huzur Veren Sözler... "Teravih nemâzında okuyoruz. Teravihde dört rek’at arasında “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed. Bi adedi külli dain ve devain...” diyoruz. “Bi adedi külli dain” demek, bütün hastalıklar adedince demektir. “Bi adedi külli dain ve devain...”; hem hastalıklar, hem de şifalar adedince Peygamberimize salat-ü selam ver ya Rabbi diye düâ ediyoruz..." Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Her kim inanarak ve karşılığını sadece Allahü teâlâdan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır.) [Buhari, Müslim]
Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Oruçlunun kemikleri tesbih eder. Yanında yemek yendikçe melekler onun için Allahü teâlâdan afv ve magfiret dilerler.) [Tirmizi, İbni Mâce] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Oruç, vücudun zekâtı, sabrın da yarısıdır.) [İbni Mâce] Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Sahur yemeği yeyiniz.Çünkü sahur yemeğinde bereket vardır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesâi, Tirmizî, İbni Mâce] Hilye-i Se'âdet Fahr-i kâinâtın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek yüzü ve bütün a’zâ-i şerîfesi ve mubârek sesi, bütün insanların yüzlerinden ve a’zâsından ve seslerinden güzel idi. Mubârek yüzü, bir mikdâr yuvarlak idi. Neş’eli olduğu zemânda, mubârek yüzü ay gibi nûrlanırdı. Sevindiği, mubârek alnından belli olurdu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, gündüz nasıl görürse, gece dahî öyle görürdü. Önünde olanları gördüğü gibi, arkasında olanları dahî görürdü. Bunu isbât eden yüzlerce hâdise, kitâblarda yazılıdır. Gözde görmek halk eden Allahü teâlâ, diğer uzvda dahî halk etmeğe kâdirdir. Yana ve geriye bakacağı zemân, bütün bedeni ile dönüp bakardı. Yeryüzüne nazarı, semâya bakmasından ziyâde idi. Mubârek gözleri büyük idi. Mubârek kirpikleri uzun idi. Mubârek gözlerinde bir mikdâr kırmızılık vardı. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] Mubârek gözlerinin karası gâyet siyâh idi. Fahr-i âlemin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” alnı açık idi. Mubârek kaşları ince idi. Kaşları arası açık idi. İki kaşı arasında olan damar, hiddetlenince kabarır idi. Mubârek burnu gâyet güzel olup, orta yeri bir mikdâr yüksek idi. Mubârek başı büyük idi. Mubârek ağzı küçük değildi. Mubârek dişleri beyâz idi. Mubârek ön dişleri seyrek idi. Söz söylediği zemânda, sanki dişleri arasından nûr çıkardı. Allahü teâlânın kulları arasında ondan dahâ fasîh ve tatlı sözlü kimse görülmedi. Mubârek sözleri gâyet kolay anlaşılır, gönülleri alırdı ve rûhları cezb ederdi. Söz söylediği zemân, kelimeleri inci gibi dizilirdi. Bir kimse saymak istese, kelimeleri sayılmak mümkin idi. Ba’zan iyi anlaşılması için, üç kerre tekrâr ederdi. Cennetde Muhammed aleyhisselâm gibi konuşulacakdır. Mubârek sesi, kimsenin sesinin yetişemediği yere yetişirdi. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” güler yüzlü idi. Tebessüm ederek gülerdi. Gülerken, mubârek dişleri görünürdü. Güldüğü zemân, nûru
dıvarlar üzerine ziyâ verirdi. Ağlaması da, gülmesi gibi hafîf idi. Kahkaha ile gülmediği gibi, yüksek sesle de ağlamazdı, amma mubârek gözlerinden yaş akar, mubârek göğsünün sesi işitilirdi. Ümmetinin günâhlarını düşünüp ağlardı ve Allahü teâlânın korkusundan ve Kur’ân-ı kerîmi işitince ve ba’zan da nemâz kılarken ağlardı. Fahr-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek parmakları iri idi. Mubârek kolları etli idi. Mubârek avuclarının içi geniş idi. Bütün vücûdünün kokusu, miskden güzel idi. Mubârek bedeni, hem yumuşak, hem de kuvvetli idi. Enes bin Mâlik diyor ki, Resûlullaha on sene hizmet etdim. Mubârek elleri ipekden yumuşak idi. Mubârek teri miskden ve çiçekden dahâ güzel kokuyordu. Mubârek kolları, ayakları ve parmakları uzun idi. Mubârek ayaklarının parmakları iri idi. Mubârek ayaklarının altı çok yüksek olmayıp, yumuşak idi. Mubârek karnı geniş olup, göğsü ile karnı berâber idi. Omuz başının kemikleri iri idi. Mubârek göğsü geniş idi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kalb-i şerîfi, nazargâh-ı ilâhî idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” çok uzun boylu olmayıp, kısa dahî değil idi. Yanına uzun bir kimse gelse, ondan uzun görünürdü. Oturduğu zemân, mubârek omuzu, oturanların hepsinden yukarı olurdu. Mubârek saçları ve sakallarının kılı çok kıvırcık ve çok düz değil, yaradılışda ondüle idi. Mubârek saçları uzundu. Önceleri kâkül bırakırdı, sonradan ikiye ayırır oldu. Mubârek saçlarını ba’zan uzatır, ba’zan da keser, kısaltırdı. Saç ve sakalını boyamazdı. Vefât etdiği zemânda, saç ve sakalında ak kıl, yirmiden az idi. Mubârek bıyığını kırkardı. Bıyıklarının uzunluğu ve şekli, mubârek kaşları kadar idi. Emrinde husûsî berberleri var idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” misvâkını ve tarağını yanından ayırmazdı. Mubârek saçını ve sakalını tararken aynaya nazar eylerdi. Geceleri mubârek gözlerine sürme çekerdi. Fahr-i kâinât “aleyhi ekmelüt-tehıyyât” önüne bakarak, sür’atle yürürdü. Bir yoldan geçdiği, güzel kokusundan belli olurdu. Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” kırmızı ile karışık beyâz benizli olup, gâyet güzel, nûrlu ve sevimli idi. Bir kimse, Peygamber “aleyhissalâtü vesselâm” siyâh idi dese, kâfir olur. [O “sallallahü aleyhi ve sellem”, arab idi. Arab, lügatda, güzel demekdir. Meselâ, lisân-ı arab, güzel dil demekdir. Istılâh ma’nâsı ise, ya’nî coğrafyada arab demek, Arabistân ismindeki yarımadada doğup büyüyen, oranın ıklîmi, havası, suyu ve gıdâsı ile yetişen ve onların kanından olan kimse demekdir. Anadoludaki kandan gelenlere Türk, Bulgaristânda doğup büyüyenlere Bulgar, Almanyadakilere Alman dedikleri gibi, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de Arabistân yarımadasında doğduğu için Arabdır...
Arablar beyâz, buğday benizli olur. Bilhâssa Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” sülâlesi beyâz ve çok güzel idi. Zâten dedeleri İbrâhîm “aleyhisselâm”, beyâz olup, Basra şehri ehâlîsinden, Târuh isminde beyâz bir müslimânın oğlu idi. Kâfir olan Âzer, hazret-i İbrâhîmin “aleyhisselâm” babası değildi. Amcası ve üvey babası idi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” babası Abdüllahın güzelliği, Mısra kadar şöhret bulmuşdu ve alnındaki nûrdan dolayı, ikiyüze yakın kız, evlenmek için Mekkeye gelmişdi. Fekat, Muhammed aleyhisselâmın nûru, Âmineye nasîb oldu. Türkiyede ve birçok islâm memleketlerinde, bir asrdan beri, Abdüllahın evlendiği geceye, Regâib kandili ismini veriyorlar. Regâib gecesine böyle ma’nâ vermek doğru değildir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” dokuz aydan önce dünyâyı teşrîf etmiş olduğunu bildirmek olur ki, bu da, noksânlık ve kusûrdur. Her bakımdan, her insanın üstünde ve her bakımdan kusûrsuz olduğu gibi, Âmine valdemizi “rahmetullahi teâlâ aleyhâ” nûrlandırdığı zemân da, noksân ve kusûrlu değildi. Bu zemânın noksân olması, tıp ilminde ayıp ve kusûr sayılmakdadır. Receb-i şerîfin ilk Cum’a gecesine Regâib gecesi denir. Çünki, Allahü teâlâ, bu gecede, mü’min kullarına, ragîbetler, ya’nî ihsânlar, ikrâmlar yapar. O gece yapılan düâ red olmaz ve nemâz, oruc, sadaka gibi ibâdetlere, katkat sevâb verilir. O geceye hurmet edenleri afv eyler. İslâmiyyetin ilk zemânlarında ve islâmiyyetden evvel, Receb, Zil-ka’de, Zil-hicce ve Muharrem aylarında harb etmek harâm idi. (Rıyâd-unnâsıhîn) kitâbı, ikinci bâbı, sekizinci faslında buyuruyor ki, (Zâhidî ve Alî Cürcânî tefsîrlerinde ve birçok tefsîrde yazıyor ki, islâmiyyetden evvel, arablar, Receb veyâ Muharrem aylarında harb edebilmek için, ayların yerini değişdirir, ileri veyâ geri alırlardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hicretin onuncu senesinde, doksanbin müslimân ile vedâ’ haccı yapdığı zemân: (Ey Eshâbım! Haccı tam zemânında yapıyoruz. Ayların sırası, Allahü teâlânın yaratdığı zemândaki gibidir!) buyurdu). Abdüllahın evlendiği sene, ayların yeri değişik idi. Receb ayı, Cemâzil-âhır yerinde idi. Ya’nî bir ay ileride idi. O hâlde, nûr-i Nübüvvetin, Âmine “rahmetullahi teâlâ aleyhâ” valdemize intikâli, şimdiki Cemâzil-âhır ayındadır. Regâib gecesinde değildir.
Kâinatın Efendisi (Resûlullah efendimizin güzel ahlak ve âdetleri)... 1 - Resûlullahın "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" ilmi, irfânı, fehmi, yakîni, aklı, zekâsı, cömertliği, tevâzuu, hilmi, şefkati, sabrı, gayreti, hamiyyeti, sadâkatı, emâneti, şecâ'ati, heybeti, yiğitliği, belâgati, fesâhati, fetâneti, melâheti [güzelliği], verâ'ı, iffeti, keremi, insâfı, hayâsı, zühdü, takvâsı bütün Peygamberlerden daha çoktu. Dostundan ve
düşmanından gördüğü zararları, eziyyetleri affederdi. Hiçbirine karşılık vermezdi. Uhud gazâsında kâfirler mübârek yanağını kanatıp, dişlerini kırdıkları zaman, bunu yapanlar için, (Yâ Rabbî! Bunları affet! Câhilliklerine bağışla) diye duâ buyurmuştu. [Herkese Lazım Olan İman] 2 - Şefkati çoktu. Hayvanlara su verir. Su kabını eliyle tutarak doymalarını beklerdi. Bindiği atın yüzünü ve gözünü silerdi. 3 - Her çağırana, lebbeyk (efendim) diyerek cevap verirdi. Kimsenin yanında, ayaklarını uzatmazdı. Diz çöküp otururdu. Hayvan üzerinde giderken, bir yaya görünce, arkasına bindirirdi. 4 - Kendisini kimseden üstün tutmazdı. Bir yolculukta, bir koyun kebâbı yapılacağı zaman, biri ben keserim dedi. Bir başkası, ben derisini yüzerim dedi. Diğeri, ben pişiririm dedi. Resûlullah da, ben odun toplarım deyince, Yâ Resûlallah! Sen istirâhat buyur! Biz toplarız dediler. (Evet! Sizin herşeyi yapacağınızı biliyorum. Fakat, iş görenlerden ayrılarak oturmak istemem. Allahü teâlâ, arkadaşlarından ayrılıp oturanı sevmez) buyurdu. Kalkıp odun toplamaya gitti. 5 - Eshâbının oturdukları yere gelince, baş tarafa geçmezdi. Gördüğü boş bir yere otururdu. Elinde bastonu olarak, birgün sokağa çıktıkta, görenler ayağa kalktılar. (Başkalarının birbirlerine saygı duruşu yaptıkları gibi, benim için ayağa kalkmayınız! Ben de, sizin gibi bir insanım. Herkes gibi yirim. Yorulunca, otururum) buyurdu. 6 - Çok zaman diz çökerek otururdu. Dizlerini dikip, etrâfına kollarını sararak oturduğu da görülmüştür. Yemekte, giymekte ve herşeyde hizmetçilerini kendinden ayırmazdı. Onların işlerine yardım ederdi. Kimseyi dövdüğü, sövdüğü hiç görülmedi. Her zaman hizmetinde bulunan Enes bin Mâlik diyor ki, Resûlullaha on sene hizmet ettim. Onun bana yaptığı hizmet, benim Ona yaptığımdan çok idi. Bana incindiğini, sert söylediğini hiç görmedim. 7 - Söküklerini, yırtıklarını kendi de yamar, koyunlarını kendi de sağar, hayvanlarına kendi de yem verirdi. Çarşıdan satın aldığını eve kendisi götürürdü. Yolculukta hayvanlarına yem verir, bâzan tımar da ederdi. Bunları bâzan yalnız yapar, bâzan da hizmetçilerine yardım ederdi. 8 - Bazı kimselerin hizmetçileri gelip kendisini çağırdıklarında, Medînenin âdetine uyarak, onlarla elele verip yürürdü.
9 - Hastaları ziyâret eder, cenâzelerde bulunurdu. Gönül almak için, kâfirlerin ve münâfıkların hastalarını da ziyâret ederdi. [Herkese Lazım Olan İman] 10 - Sabah namazlarını kıldırdıktan sonra, cemaate karşı oturup, (Hasta olan kardeşimiz var mı?Ziyâretine gidelim!) buyururdu. Hasta yoksa, (Cenâzesi olan var mı?Yardıma gidelim!) derdi. Cenâze olursa, yıkanmasında, kefenlenmesinde yardım eder, namazını kıldırır, kabrine kadar giderdi. Cenâze yoksa, (Rü'yâ gören varsa anlatsın! Dinleyelim, tâbir edelim!) buyururdu. 11 - Eshâbından birini üç gün görmese, onu sorardı. Yolculuğa gitmiş ise, hayr duâ eder, şehirde ise, ziyâretine giderdi. 12 - Yolda karşılaştığı müslümana önce kendi selâm verirdi. [Herkese Lazım Olan İman] 13 — Deveye, ata, katıra ve eşeğe biner, ba’zan başkasını da arkasına oturturdu. 14 — Misâfirlerine, Eshâbına hizmet eder, (Bir kavmin efendisi, en üstünü, onlara hizmet edendir) buyururdu. 15 — Kahkaha ile güldüğü hiç görülmedi. Sessizce tebessüm ederdi. Ba’zan gülerken mübârek ön dişleri görünürdü. 16 — Hep düşünceli, üzüntülü görünür, az söylerdi. Konuşmağa tebessüm ederek başlardı. Huzur Damlaları... İmâm-ı Rabbânî hazretleri 1.ci cild, 4.cü mektûbunda buyuruyor ki, (Mubârek Ramezân ayının gelmesi hayrlı olsun. Bu ayın Kur’ân-ı kerîm ile tam bağlılığı vardır. Bu bağlılıkdan dolayı, Kur’ân-ı kerîm bu ayda inmeye başladı. Bekara sûresinin yüzseksenbeşinci âyetinde, (Kur’ân-ı kerîm Ramezân ayında indirildi) buyuruldu. Ramezân-ı şerîf ayının Kur’ân-ı kerîm ile bağlılığı olduğu için, bu ayda bütün hayrları ve bereketleri kendinde toplamışdır. Bütün bir yıl içinde herhangi bir yoldan herhangi bir kimseye gelen bütün hayrlar ve bereketler, bu çok kıymetli ayın bereketleri denizinden bir damla gibidir. Bir kimse bu ayda kendini toparlarsa, bütün yılı iyi olarak geçer. Bu ayı kötülükle geçirirse, bütün senesi kötü geçer. Ramezân-ı mubârek ayı bir kimseden râzı olursa, o kimseye müjdeler olsun. Bir kimseye gücenirse, bereketlerinden ve hayrlarından pay almazsa, o kimseye yazıklar olsun! Ramezân-ı şerîfde
Kur’ân-ı kerîmi hatm eden kimsenin, bereketlerine kavuşması, hayrlarından pay alması umulur...) İmâm-ı Rabbânî hazretleri 1.ci cild, 45.ci mektûbunda buyuruyor ki, (Mübârek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nâfile namaz, zikir, sadaka ve bütün nâfile ibâdetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir orucluya iftâr verenin günahları affolur. Cehennemden âzâd olur. O oruclunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruclunun sevabı hiç azalmaz. Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafîfleten, onların ibâdet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur. Cehennemden âzâd olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resûlullah, esîrleri âzâd eder, her istenilen şeyi verirdi...) [Müjdeci Mektublar] -devam edecekİmâm-ı Rabbânî hazretleri 1.ci cild, 45.ci mektûbunda buyuruyor ki, (Bu ayda ibâdet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işliyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer. [Bu ayı fırsat bilmelidir.] Elden geldiği kadar ibâdet etmelidir. Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, âhıreti kazanmak için fırsat bilmelidir. Kur'an-ı kerim, Ramazanda indi. Kadr gecesi, bu aydadır. Ramazan-ı şerifte, iftârı erken yapmak, sahûru geç yapmak sünnettir. Resûlullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi. İftârda acele etmek ve sahûru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısı ile herşeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbâdet etmek de zaten bu demektir. Hurma ile iftâr etmek sünnettir. İftâr edince, (Zehebez-zama' vebtellet-il urûk ve sebet-el-ecr inşâallahü teâlâ) duâsını okumak, terâvîh kılmak ve hatm okumak mühim sünnettir...) [Müjdeci Mektublar] -devam edecekİmâm-ı Rabbânî hazretleri 1.ci cild, 45.ci mektûbunda buyuruyor ki, (Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce müslüman affolur, âzâd olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübârek ayda Onun şânına yakışacak, kulluk yapmağı ve Rabbimizin râzı olduğu, beğendiği yolda bulunmağı, hepimize nasip eylesin! Âmîn.) [Oruç tutmak güç olan yerlerde, oruç tutanlara ve din düşmanlarının yalanlarına aldanmayıp, oruclarını bozmıyanlara, daha çok sevap verilir. Ramazan-ı şerif ayı, islâm dîninin nâmusudur. Âşikâre oruç yiyen, bu aya hurmet etmemiş olur. Bu aya hürmet etmiyen, islâmiyetin nâmus
perdesini yırtmış olur. Namaz kılmıyanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması lâzımdır. Bunların orucu kabûl olur ve îmanları olduğu anlaşılır.] (Müjdeci Mektublar) -devam edecekİmâm-ı Rabbânî hazretleri 1.ci cild, 162.ci mektûbunda buyuruyor ki, (Allahü teâlânın zâtının şü'ûnâtından biri, kelâm şânıdır. Bu kelâm şânında, zâtın bütün üstünlükleri ve sıfatların bütün şü'ûnları bulunur. Böyle olduğu, önceki mektûblarda bildirilmişti. Mübârek Ramazan ayında da, bütün iyilikler, bütün bereketler bulunur. Her iyilik, her bereket, Allahü teâlânın zâtından gelmektedir ve Onun şü'ûnlarından hâsıl olmaktadır. Her kusur, her kötülük de, mahlûkların zâtlarından ve sıfatlarından hâsıl olmaktadır. Nisâ sûresinin yetmişsekizinci âyetinde meâlen, (Sana gelen her güzel şey, Allahü teâlâdan gelmektedir. Sana gelen her kötülük de, kendindendir) buyuruldu. Bunun için, bu aydaki iyiliklerin, bereketlerin hepsi, Allahü teâlânın zâtındaki üstünlüklerden gelmektedir. Bu üstünlüklerin hepsi de, kelâm şânında bulunmaktadır. Kur'an-ı kerim, bu kelâm şânının hakîkatinin hepsinden hâsıl olmuştur. Bundan dolayı, bu mübârek ayın, Kur'an-ı kerim ile tâm bağlılığı vardır. Çünkü, Kur'an-ı kerimde bütün üstünlükler bulunmaktadır. Bu ayda da, o üstünlüklerden hâsıl olan bütün iyilikler bulunmaktadır. Bu bağlılıktan dolayı, Kur'an-ı kerim bu ayda nâzil oldu. Bekara sûresinin yüzseksenbeşinci âyetinde meâlen, (Kur'an-ı kerim, Ramazan ayında indirildi) buyuruldu. Kadr gecesi bu aydadır. Bu ayın özüdür. Kadr gecesi, çekirdeğin içi gibidir. Ramazan ayı da, kabuğu gibidir. Bunun için, bir kimse, bu ayı saygılı, iyi geçirerek bu ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuşursa, bu senesi iyi geçerek, hayrlı ve bereketli olur. Allahü teâlâ, hepimizi bu mübârek ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuştursun. Herbirimize bundan büyük pay versin! [Müjdeci Mektublar] -devam edecekİmâm-ı Rabbânî hazretleri 1.ci cild, 162.ci mektûbunda buyuruyor ki, (Resûlullah buyurdu ki, (Oruclu olan kimse, hurma ile iftâr etsin! Çünkü hurma bereketlidir). O Server, hurma ile iftâr ederdi. Hurmanın bereketli olması şöyledir ki, onun ağacına (Nahle) denir. Bu ağacın yaradılışında, topluluk ve adalet vardır. İnsanın yaradılışı da böyledir. Bunun içindir ki, Peygamberimiz Nahle ağacına, Âdem oğullarının halasıdır dedi. (Halanız olan nahleye saygı gösteriniz! Çünkü bu ağaç, Âdem aleyhisselâmın çamurundan kalan artıktan yaratılmıştır) buyurdu. Görülüyor ki, Nahle, Âdem aleyhisselâmın çamurundan yaratılmıştır. Nahleye bereket buyurması, bunda herşeyin bulunduğu için olsa gerektir. Bunun için, nahlenin meyvesi olan hurma yinince, insanın parçası, dokusu olur. Böylece hurmada bulunan herşey, insana da aktarılmış olur. Hurmada bulunan sonsuz üstünlükler, bunu yiyende de bulunur. Hurmayı yiyen
herkes böyle olur ise de, oruclu kimse, iftâr zamanında, şehvetlerden ve dünyanın geçici zevklerinden temiz olduğu için, hurmadan pekçok istifâde eder. Anlattığımız faydaları daha tâm ve daha olgun olur...) [Müjdeci Mektublar] -devam edecekİmâm-ı Rabbânî hazretleri 1.ci cild, 45.ci mektûbunda buyuruyor ki, (O Server “aleyhi minessalevâti efdalühâ ve minettehıyyâti ekmelühâ”, (Mü’minin sahûrunun hurma ile olması ne güzeldir) buyurdu. Bu da belki, hurma insanın dokularına karışınca, insanın hakîkatini temâmladığı içindir. Oruclu iken, böyle şey olmadığı için, bunun karşılığı olarak sahûrda hurma yimenin güzel olduğunu bildirmişdir. Hurma yimek, çeşidli yemekleri yimek gibi fâideli olmakdadır. Hurmanın bu bereketi, kendisinde herşey bulunduğu için, iftâr zemânına kadar insanda kalır. Hurmanın bu fâidesi, ancak islâmiyyete uygun olarak yinildiği, islâmiyyetden kıl ucu kadar ayrılık bulunmadığı zemândır. Tâm fâidesine kavuşmak için, bir ağacın bir meyvesi olarak değil, bildirdiğimiz topluluğunu, bereketini düşünerek yimek lâzımdır. Yalnız bir meyve olarak yinirse, yalnız madde, kalori fâidesi elde edilir. İşin iç yüzü bilinerek yinirse, bereketine kavuşulup, bâtını da besler. Bereketine kavuşmadan yimek kusûr olur. Fârisî beyt tercemesi: Çalış, lokmayı kıymetlendir önce! Ondan sonra, hiç korkma yi, doyunca! İftârı erken, sahûru geç yapmakda da, bu incelik vardır. Vesselâm. [Müjdeci Mektublar] Hikmetler... RAMAZÂN-I ŞERÎFİN EHEMMİYETİ Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: “Ramazan öyle bir aydır ki; ilk günleri rahmet, ortası mağfiret ve sonu Cehennem ateşinden kurtulmaktır.” “Eğer kullar, Ramazan-ı şerîf ayındaki fazîlet ve ihsânları bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi. Çünkü bunda çok sevap vardır.” “Ramazan ayının gelmesine sevineni, Allahü teâlâ, kıyâmet gününün korkusundan muhâfaza eder.” “Ramazan ayında bir günah işleyen, iki azâba müstehak olur. Ramazan ayında bir iyilik eden de, iki sevâba kavuşur.” “Ramazan ayının gündüz ve gecesinde Kur’ân-ı kerîmden bir âyet okuyana, her harfi için bir şehit sevabı verilir.” “Ramazan-ı şerîfe hürmet eden, Allahü teâlâya hürmet etmiş olur.” “Allahü teâlâ Ramazan ayında günah işlemeyi terkeden kimsenin, onbir aylık günahını mağfiret eder”...[Türkiye Takvimi]
ORUÇ VE SAĞLIĞIMIZ -1Allahü teâlâ kullarına zararlı şeyleri emretmez, faydalı şeyleri emreder. Her emirde bizim bilmediğimiz nice hikmetler vardır. Fakat, mü’min emirleri yaparken, faydalı sebebi için değil, Allahü tâlânın emri olduğu için yapar. Haram ve mekruhlardan da aynı şekilde kaçınır. Oruç tutmanın insanın sıhhati üzerinde sayılmayacak kadar çok faydası vardır. Hastalıkların çoğu, çok yemekten ileri gelmektedir. [Türkiye Takvimi] -devam edecekORUÇ VE SAĞLIĞIMIZ -2Peygamber efendimiz buyurdular ki: “Oruç tutun, sıhhat bulun!” Orucun en önemli tesirleri, karaciğer ve damarlar üzerinde görülür. Karaciğer; vücudun muazzam bir kimya laboratuvarıdır. Sindirim için çok lüzumlu olan yağları, sindirir, eritir, diğer taraftan da besinleri depo eder. Vücuda giren mikroplara karşı, faydalı zehirler üretir, kemik iliğinden kan yapan hücreler için, temel maddeleri hazırlar. Vitamin ve hormonlar ile, kandaki iyot faaliyetlerinden da karaciğer sorumludur. Bundan dolayı 24 saat çalışır. Bu yüzden çok yemek ve çok içmek karaciğer için çok zararlıdır. Oruç tutarak karaciğer dinlendirilir ve bir sene daha sıhhatli çalışma imkânı bulur. [Türkiye Takvimi] -devam edecekORUÇ VE SAĞLIĞIMIZ -3Oruç, damarlardaki besin artıklarının birikmesine mâni olur. Oruçlu iken su azaldığı için, damarlar üzerindeki basınç kalkar ve küçük tansiyon sağlıklı olur. En sık görülen hastalıkların başında sindirim bozuklukları gelir. Oruç tutularak, sene boyunca çalışan mide ve sindirim organlarının dinlenmesi sağlanır. Birçok hastalık da, perhiz yoluyla iyileştiği için, oruç da bir perhiz şeklidir. Ayrıca oruçla, alkolikler ve sigara tiryakileri bu kötü alışkanlıklarından kurtulmaktadır. [Türkiye Takvimi] İNANILMAZ ARTTIRMA Sultan IV. Murad Hân, kızını Melek Ahmed Paşa’yla evlendirir. Sultan hanım ve eşi Melek Ahmed Paşa; Boğaziçi’nde Kuzguncuk’ta otururlar. Her yıl tekrarladıkları bir âdetleri vardı. Konaklarındaki fazla eşyâyı, her Ramazan kendi kapu halkına haraç-mezad satmak!... Bu garip mezad’ın iştirakçileri de pek sevinirlerdi. Aldıkları eşyaya karşı vereceklerini, seve seve edâyâ çalışırlardı. Belli günde, münâdi mezadçı bağırır: - Bir altın sahan!... Haydi bir kapaklı, altın sahan..Yok mu tâlibi? - Kaça?...Kaça?...
- Bir yetim okutmaya. Hadi bir yetim okutmak isteyen yok mu? İki yetim... Üç yetim... Arttırma başlar. En fazla tâlibine “Altın sahan” verilirdi. Münâdi, “Murassa” mücevherli bir kılıç gösterir. Gözler kamaşır. Böyle böyle yetimler okutulur, dullar korunur, garibler gözetilir; Yasînler, Hatimler indirilir... Dünya ve Âhıret seâdeti yaşanılırdı. (Türkiye Gazetesi / İrfan Atagün) ZİMEM DEFTERİ Osmanlılar zamanında Ramazan günlerinde tebdil-i kıyâfet ile, pek çok zengin, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav dükkânlarına gider, onlardan Zimem Defteri’ni (veresiye defteri) çıkarmalarını isterlerdi. Baştan, sondan ve ortadan rast gele sahifelerin toplamını yaptırıp, miktarını ödedikten sonra; “Bu borçları silin! Allah kabul etsin!” der, kendilerini tanıtmadan çeker giderlerdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, borçtan kimi kurtardığını bilmezdi... Gizli verilen nâfile sadakanın, açıktan verilen nâfile sadakadan yetmiş kat dahâ sevâp olduğunu bilen zevât, yardımlarını mümkün olduğunca gizliden yapmaya gayret ederdi. Ecdadımız sağ ile verdiğini, sol elinden bile gizler, yaptıkları iyilikleri unutur giderlerdi. [Türkiye Takvimi] DİŞ KİRASI -1Eski Ramazan-ı şerif iftarlarının bize mahsus güzel âdetlerinden biri "diş kirası"dır. Misafirler, hâne sahibine veda ederken, bir miktar para veya değerli bir hediyelik eşya verilerek uğurlanırlardı. "Diş kirası" denilen bu hediyenin zarif gerekçesi, davetlilerin o gece zahmet edip gelerek, hâne sahibinin sevap kazanmasına vesile olmasıdır. Tabiî işin aslı, bu vesile ile muhtaçlara yardımda bulunmak, onları sevindirmektir. Bu sadece müslüman Türklere ait bir âdettir... [Türkiye Takvimi] -devam edecekFıkıh Bilgileri... ORUCA NİYYET Bir gün evvel güneş batmasından, oruç günü dahve vaktine [öğleden bir saat kadar önceye] kadar, Ramazân orucuna kalp ile niyet etmek farzdır. Fecr, ya’nî imsâk vaktinden evvel niyyet ederken, (Niyyet etdim, yarın oruc tutmağa) denir. İmsâkdan sonra niyyet ederken, (bugün oruc tutmağa) denir. Belli gün olan adak orucunun ve nâfile orucun niyet zamanı da böyledir. Her gün ayrı niyet etmek lâzımdır. Ramazan orucuna niyet ederken, Ramazan demeyip, yalnız oruç demek de câizdir. ORUCUN FARZI ÜÇDÜR: 1- Niyyet etmek, 2- Niyyeti ilk ve son vaktleri arasında yapmak, 3- Fecr-i sâdık, ya’nî tan yeri ağarmasından, güneşin
batmasına kadar olan zaman [ya’nî şer’î gündüz] içinde, orucu bozan şeylerden sakınmakdır. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] -devam edecekTERAVİH DUALARI Terâvihden önce; "Sübhâne zil mülki vel melekût. Sübhâne zil izzeti vel azameti vel celâli vel cemâli vel ceberût. Sübhânel melikil mevcûd. Sübhânel melikil ma'bûd. Sübhânel melikil hayyillezî lâ yenâmü ve lâ yemût. Sübbûhun, kuddûsün Rabbünâ ve Rabbül melâiketi verrûh. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehre Ramezân. Merhaben, merhaben merhabâ yâ şehrel-bereketi vel gufrân. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehret-tesbîhi vet-tehlîli vez-zikri ve tilâvet-il Kur'ân. Evvelühû, âhıruhû, zâhiruhû, bâtınühû yâ men lâ ilâhe illâ hüv." tesbihât ve duâları okunur. Ayın 15'inden sonra, "Merhabâ" yerine, "Elvedâ'" denir. Her 4 rekâtin sonunda; (Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ Âli seyyidinâ Muhammed. Biadedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîrâ.) okunur. Bu kısım, 20 rekâtin sonunda 3 defâ tekrar edilir ve 3. sünde kesîrâ'dan önce (kesîran) denir. 3 defâ da şu duâ okunur: (Yâ Hannân, yâ Mennân, yâ Deyyân, yâ Burhân. Yâ Zel-fadlı vel-ihsân nercül-afve vel gufrân. Vec'alnâ min utekâi şehri Ramezân bi hurmetil Kur'ân.) -devam edecekORUCU BOZMAYAN ŞEYLER 1-Oruçlu olduğunu unutarak yiyip içmek. 2-Ağzına gelen kusuntunun geri gitmesi. 3-Tentürdiyot ve yağ sürmek, sürme çekmek. 4-Oksijen tüpü ile sunî hava verilmek. 5-Orucu bozmaya niyet edip de bozmamak. 6-İstemeyerek ağız dolusu kusmak. 7-Ağzını yıkadıktan sonra, kalan yaşlığı tükürükle yutmak. 8-Boğazına toz, duman vs. kaçmak. 9-İsteyerek, zorlayarak biraz kusmak. 10-Gözüne ilâç koymak. 11-Gıybet etmek. 12-Rüyâda ihtilâm olmak. 13-Başkalarının içtiği sigaraların dumanı, sakındığı hâlde ağzına, burnuna girmek. 14-Diş çukuruna ilâç koymak.
15-Çiçek ve kolonya koklamak. 16-Morfinsiz diş çektirmek. 17-Yutmadan yemeğin tadına bakmak. 18-Dişleri arasında kalan nohuttan daha küçük olan şeyi yutmak. 19-Diş çektirince gelen kan tükürükten az ise, yâni sarı ise, yutmak orucu bozmaz. [Türkiye Takvimi] ORUCU BOZAN ŞEYLER Orucu bozup yalnız kazâ gerektiren şeylerden bazıları: 1-Hatâ ile bozulmak. 2-Boğaza kar, yağmur kaçmak. 3-Zorla bozdurulmak. 4-Burna sıvı ilâç koymak. 5-Burna kolonya çekmek. 6-Mukîm iken başladığı orucu, seferde bozmak. 7-Ud ağacı, amber ile tütsülenip dumanını çekmek. 8-Başkasının içtiği sigara dumanını isteyerek çekmek. 9-Kulağın içine ilâç damlatmak. 10-Derideki yaraya konan ilâcın içeriye girdiğini iyice bilmek. 11-Vücûda ilâç şırınga etmek. 12-İsteyerek, zorlayarak ağız dolusu kusmak. 13-Dişi kanayan veya diş çektiren kimsenin, ağzındaki kanı yutması veya tükürükle eşit miktarda karışık kanı yutmak. 14-İmsak vakti bittiğini bilmeden yiyip-içmek. 15-Güneş battı zannederek orucunu bozmak. 16-Dişlerin arasında kalan nohut kadar şeyi yutmak. 17-Ağrıyan dişini morfin vurdurarak çektirmek zorunda kalan kimse, orucu bozulduğu için yiyip içerse sadece kazâ icap eder. [Türkiye Takvimi] Dört mezheb âlimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki, oruca fecr-i sâdık denilen beyâzlığın, üfk-ı zâhirî hattının bir noktasında ağarması ile başlanır. (Mültekâ) kitâbında buyuruyor ki: (Oruc, fecrin ağarmasından, güneş batıncaya kadar, yimeği, içmeği ve cimâ’ı terk etmekdir. Bir gün evvel güneş batmasından, oruc günü (Dahve-i kübrâ)ya kadar, Ramezân orucuna kalb ile niyyet etmek de farzdır. Belli gün olan adak orucunun ve nâfile orucun niyyet zemânı da böyledir. Hergün ayrı niyyet etmek lâzımdır. Ramezân orucuna niyyet ederken, Ramezân demeyip, yalnız oruc demek veyâ nâfile oruc demek de câizdir. Dahve-i kübrâ vakti, oruc müddetinin ya’nî şer’î gündüz müddetinin yarısıdır ki, zevâl vaktinden öncedir. Bu iki vaktin arasındaki zemân farkı, güneşin tulû’ [doğduğu] vakti ile fecr ya’nî imsâk vakti arasındaki zemân farkının ya’nî (Hisse-i fecr)in yarısı kadar dakîkadır. Fecr, ya’nî imsâk vaktinden evvel niyyet ederken, (Niyyet etdim, yarın oruc tutmağa) denir. İmsâkdan sonra
niyyet ederken, (bugün oruc tutmağa) denir. Ramezân-ı şerîf orucu, her müslimâna farz olduğu gibi, tutamıyanların kazâ etmeleri de farzdır. Kazâ ve keffâret orucuna ve mu’ayyen olmayan adak oruclarına fecrden sonra niyyet edilemez. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] SEKİZ TÜRLÜ ORUÇ VARDIR: 1- Farz oruclar: Farz oruc da, iki kısmdır: Mu’ayyen zemândaki oruc, Ramezân-ı şerîf orucudur. 2- Mu’ayyen zemânda olmıyan farz oruclar: Kazâ ve keffâret orucları böyledir. Fekat, keffâret orucları farz-ı amelîdir. Ya’nî, inkâr eden kâfir olmaz. 3- Vâcib oruclar: Bunlar da, mu’ayyen olur. Belli gün veyâ günler oruc adamak gibi. 4- Gayr-i mu’ayyen oruclar: Herhangi bir veyâ birkaç gün oruc adamak gibi. 5- Sünnet olan oruclar: Muharremin dokuzuncu ve onuncu günleri oruc tutmak gibi. 6- Müstehab oruclar: Her arabî ayın 13., 14. ve 15. ci günleri oruc tutmak gibi ve yalnız Cum’a günü oruc tutmak gibi ve kurban bayramı arefesinde oruc tutmak gibi. Yalnız Cum’a günü oruc tutmak mekrûh olur da denildi. Cum’a günü oruc tutmak isteyenin, perşembe veyâ cumartesi günü de tutması iyi olur. Çünki, sünnet veyâ mekrûh denilen bir işi yapmamak lâzımdır. 7- Harâm oruclar: Fıtr bayramının birinci günü ve kurban bayramının her dört günü oruc tutmak harâmdır. 8- Mekrûh oruclar: Muharremin yalnız onuncu günü oruc tutmak ve yalnız cumartesi günleri oruc tutmak ve Nevruz ve Mihrican günleri oruc tutmak ve bütün sene, hergün oruc tutmak ve konuşmamak şartı ile oruc tutmak mekrûhdur. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] RAMAZAN-I ŞERİFDEN SONRA İKİ GÜN KAZA ORUCU TUTMAK LAZIM MIDIR? Ramezânın ve bayramın, semâda hilâli görmekle değil de, takvîme göre başlatıldığı yerlerde, oruca ve bayrama hakîkî zemânlarından bir gün önce veyâ bir gün sonra başlanılmış olabilir. Oruc tutulan birinci ve sonuncu günleri hakîkî Ramezâna rastlamış olsalar bile, Ramezân olup olmadıkları şübheli olur. İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, Ramezân bahsinde diyor ki, (Ramezân olup olmadığı şübheli olan günlerde, Ramezân orucu tutmak, tahrîmen mekrûhdur. Müslimân memleketinde olup da, ibâdetleri bilmemek özr olmaz). Bunun için, Ramezânın takvîmlere veyâ mezhebsiz memleketlere uyarak başlatıldığı yerlerde, bayramdan sonra, iki gün kazâ orucu tutmak lâzımdır. [Kâfirler ve islâm düşmanları, bir tarafdan, islâm memleketlerini kana boyuyor. Câmi’leri, islâm eserlerini yıkıyor, yok ediyorlar. Diğer tarafdan da, islâm memleketlerindeki îmânı ve ahlâkı bozuk olan câhilleri bulup, bunlar vâsıtası ile, islâm ilmlerini yok ediyorlar. Bozuk düşüncelerini, yalanlarını, islâmiyyet bilgileri diyerek yazıyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarına saldırıyorlar. İslâmiyyete karşı bu hücûmları, hep ingilizler plânlamakdadır. Meselâ (Ramezândan sonra, iki gün kazâ orucu tutmak da nerden çıkdı? Hiçbir kitâbda böyle bir şey yokdur diyorlar). Kitâblarda
yazılı değildir sözü yanlışdır. Çünki, her asrda, her yerde, Ramezân ayı, hilâli görmekle başlardı. İki gün kazâ orucuna lüzûm yokdu. Şimdi, Ramezân ayı, hilâlin doğma zemânını hesâb etmekle başlatılıyor. Ramezânın başlaması, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olmıyor. Bu hatâyı düzeltmek için, bayramdan sonra iki gün kazâ orucu lâzım olduğu, Tahtâvînin (Merâkıl-felâh) hâşiyesinde yazılıdır.] (Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye) Menkıbeler Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki: "Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hâli nasıl? Cemâat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin. Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allahü teâlânın rızâsını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allahü teâlâdan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, âdî ve bayağı niyetlerin için tövbe et..." BENİ KENDİNLE MEŞGÛL EYLE Hazret-i Râbia, çok oruç tutardı.Bir defâsında bir hafta hiç yiyecek bulamadı. Sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi. Nefsine eziyet ettiğini düşünürken birisi kapıyı çaldı. Bir tabak yemek getirdi, o da yemeği alıp, yere koydu. Mum getirmeğe gitti, gelince bir kedinin yemeğini dökmüş olduğunu gördü. Su bardağını almaya gitti. Mum söndü. Su içmek isterken bardak düşüp kırıldı. O da; "Yâ Rabbî! Bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun, fakat âcizliğimden sabredemiyorum." diyerek bir âh çekti. Bu âhtan neredeyse ev yanacaktı. Bir ses duyuldu: "Ey Râbia, istersen dünyâ nîmetlerini üstüne saçayım. İstersen, üzerindeki dert ve belâları kaldırayım. Fakat bu dertler, belâlar ile dünyâ bir arada bulunmaz." Bu sözü işitince; "Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle ve senden alıkoyacak işlere bulaştırma." diye duâ etti. Bundan sonra dünyâ zevklerinden öyle kesildi ki; kıldığı namazı;"Bu benim son namazımdır." diye huşû ile kılar, hep Allahü teâlâ ile meşgûl olurdu. Hattâ birisi gelip kendisini Allahü teâlâ ile meşgûliyetten alıkoyar korkusuyla; "Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle de, kimse senden alıkoymasın." diye duâ ederdi. [Evliyalar Ansiklopedisi] "ALLAH SENİ AFFETMEDİ..." Mâlik bin Dînâr hazretleri bir yıl hacca gitti. Haccını tamamladığı gece rüyâsında bir ses işitti; "Yâ Mâlik! Hacca gidenlerden Muhammed oğlu Abdurrahmân affedilmedi." dedi. Sabahleyin çevresinde Muhammed oğlu Abdurrahmân'ı aramaya başladı. Sordukları kimse ona: "Aradığın kimse Kur'ân ehlidir. Her yıl hacca gelir." dediler. Araya araya onu bir köşede Kur'ân okurken buldu. Abdurrahmân onu görünce bir âh çekip bayıldı.
Daha sonra şöyle dedi: "Beni rüyânda gördün. Bana, Allahü teâlânın beni affetmediğini söylemeğe geldin değil mi?" Mâlik bin Dînâr hazretleri çok şaşırdı. Ona hayret edip sordu: "Sâlihlerden birine benziyorsun. Çok merak ettim. Acaba, Allahü teâlâ seni niçin affetmiyor. Ne günâh işledin?" "Bir Ramazan ayının ilk gecesi idi. İçki içip sarhoş olmuştum. Bu sırada babam beni aramış ve bir yerde yatar bulmuş. Beni çekince ben de sarhoşluktan ona vurup bir gözünü çıkarmışım. O da bana bedduâ etmiş. Ertesi günü ayılınca neler yaptığımı büyük bir üzüntü ile öğrendim. Bütün içki küplerini yok ettim. Kölelerimi âzât ettim. Yaptıklarıma pişman olup, doğru yola girdim. Her yıl böyle hacca gelir duâ ederim. Fakat, her seferinde sizin gibi birisi rüyâmda: "Allah seni affetmedi." diye söyler." RÂBİA-İ ADVİYYE HAZRETLERİ Uzaktan bir misâfir, gelmişti hânesine, Bir parça eti vardı, koydu tenceresine. Düşündü pişirip de, ona ikrâm etmeyi, Ve lâkin konuşurken, unuttu pişirmeği. Nihâyet akşam olup, namazları kıldılar, Hem kendi, hem misâfir, o gün oruçluydular. Dedi ki: “Et pişmedi, unutmak sebebiyle, Bâri iftar edelim, “kuru ekmek, su” ile.” Getirmeye giderken, su ve kuru ekmeği, Leziz et kokuları, bir anda sardı evi. Baktı ki tencerede, duran et, o hâliyle, Ateşsiz pişmiş idi, kudret-i ilâhiyle. Misâfir o yemekten, yiyince, ilk tadımda; Dedi: “Böyle hoş yemek, yemedim hayatımda. Hem de sen demiştin ki, Unuttum, pişmedi et, Hâlbuki bu et pişmiş, acaba nedir hikmet?” Dedi: “Kul unutmazsa, eğer ibâdetini, Onu da unutmazlar, pişirirler etini.” Abdullah bin Muhammed Mürteiş hazretleri bir defâsında Ramazân-ı şerîf ayının son on günü câmide îtikâfa başladı. Ancak birkaç gün sonra îtikâfı bırakıp çıktı. Sebebini soranlara buyurdular ki: "Mescidde bâzı kimselerin riyâ ile, gösteriş yaparak ibâdet edip, Kur'ân-ı kerîm okuduklarını gördüm. Bu hâlleri sebebiyle, onlara gelecek olan belâdan korkup dışarı çıktım." EMMEDİ ANNESİNİ “Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî” hazretleri, Çocuk iken görüldü onun kerâmetleri.
“Ramazan”ın ilkiydi dünyaya geldiği gün, O gün akşama kadar süt emmedi gündüzün. Ramazanı şerifin sonuna kadar hatta, Otuz gün hiç emmeyip “Oruç tuttu” âdeta. İkinci sene dahi, geldiğinde “Ramazan”, “Oruç tuttu” yine o, otuz gün muntazaman. Bulutlu olduğundan havanın ilk gün hâli, Göremedi insanlar gök yüzünde hilâli. Ramazanın geldiği kat’i bilinmeyince, Onun vâlidesinden sordular gidip önce. O eğer emmediyse annesinin sütünü, Belli olacaktı ki, “Ramazan”dır o günü. O gün emmediğini anlayınca sorarak, “Ramazan” olduğunu bildiler tam olarak. "KENDİMİ ALLAHÜ TEALANIN AŞKINDA YAKMAK İSTİYORUM" Doğumundan îtibâren Alâeddîn-i Sâbir, bir sabır nümûnesi olarak görüldü. İlk altı ayda, kırk gün annesinin sütünü emmedi. Bir yaşına kadar, diğer altı ay içinde 15 gün oruç tutar, 15 gün süt emerdi. Üç yaşında ana sütünü terk ederek, ara sıra küçük bir parça arpa ekmeği ve Hindistan'a mahsus bir çeşit nohut ekmeği yerdi. Konuşmaya başladığında, ilk söylediği söz; "Lâ mevcûde illallah" (Allahü teâlâdan başka hiçbir şey yoktur) oldu. Beş yaşında iken, mübârek pederi vefât etti. Bunun üzerine bir sene konuşmadı. Yedi yaşında iken muntazaman hergün oruç tutmaya başladı. 4 ilâ 5 günde bir, biraz kuru ekmek kırıntısı yerdi. Bu yaşında teheccüd namazı kılardı ve kendisini tamâmen Allahü teâlâya verirdi. O yaşında dahî, annesinin ısrârlarına rağmen karyolada hiç yatmadı. Annesi; "Yavrum neden bu kadar sıkı mücâhedeyi nefsin ile uğraşmayı bu yaşında yapıyorsun?" dedikte; "Sevgili anneciğim elimde değil, kendimi Allahü teâlânın aşkında yakmak istiyorum. Böyle yaşamak hakîkaten hoşuma gidiyor." buyurmuştur. FARKLI TAKVİM VE İMSAKİYELER-1Ramazan münasebetiyle namaz ve imsak vakitleri farklı imsakiyeler dağıtılacaktır. Eğer imsak vaktinden sonra yiyip içilmeye devam edilirse, oruç tutulmamış olur. Bunun için imsak vaktinde yiyip içmeyi kesmek şarttır.
Bugün ülkemizde, iki çeşit imsakiye dağıtılmaktadır. Bir kısmı, yüz senedir kullanılmakta olup, doğruluğunda en ufak bir şüphe, tereddüt hasıl olmamış namaz vakitleri cetvelini aynen muhafaza eden takvimler; bir kısmı da, 1983’ten sonra, çok oruç tutuyoruz diyenleri susturmak gayesiyle, imsak vaktini uzatan takvimlerdir... -devam edecek1983 yılından önce bütün takvimler aynı idi. Fakat 1983’ten itibaren Diyanet İşleri temkin vakitlerini kaldırdığından, böyle farklı iki durum ortaya çıkmıştır. 1983 tarihinden önceki takvimlerin yanlış olmadığını herkes kabul etmektedir. Bu hususta bir ihtilaf yoktur. Nitekim, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı müftülüklere gönderdiği tamimde şöyle denilmektedir: “1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir.” -devam edecekTürkiye Gazetesinin Takvimi ve Fazilet Takvimi ile diğer bazı takvimler, doğruluğunda ittifak olan 1983 öncesine göre hazırlanmaktadır. Diyanet’in tamiminde bildirdiği gibi, 1983 yılından önceki uygulamaya göre hazırlanan takvimler ile bu takvimlere dayanılarak hazırlanan “Ramazan imsakiyeleri” yanlış değil, sadece temkinlidir. Temkin nedir, âlimler, bu temkini niçin koymuştur? Kısaca bunu da izah edelim: Bir namaz vakti hesaplanırken, hesabı yapılan şehrin arazisinin yükseklik ve alçaklık, doğu-batı, kuzey-güney, genişlik gibi durumlarının göz önüne alınması gereklidir. Ayrıca vakte tesir edecek atmosfer şartlarının da en anormal hali düşünülerek, bütün bu şartların hepsini karşılayarak, vakti emniyet altında tutacak zamana, vaktin temkini denir. Bu vakit, ibadet vaktinin emniyeti bakımından zaruri olarak konulması şart olan bir zamandır. Temkinsiz yapılan ibadet, vaktin dışına taşmış olabilir. -devam edecekFARKLI TAKVİM VE İMSAKİYELER -4Bilindiği gibi, namazları vaktinde kılmak şarttır. Birkaç dakika önce kılınsa namaz sahih olmaz. Oruç da böyledir. Güneş batmadan önce yiyip içilince, oruç sahih olmaz. Namazları vakit girdikten üç-beş dakika sonra kılmakta hiç mahzur yoktur. Güneş battıktan 5-10 dakika sonra orucu açmakta da mahzur yoktur. Hatta yıldızlar görülünceye kadar geciktirmek caizdir. Nur-ül izâh şerhinde; “Bulutlu gecelerde, orucun bozulmasından korunmak için, ihtiyatlı davranarak oruç açmayı biraz geciktirmelidir. Yıldızlar görülmeden önce iftar eden acele etmiş olur” buyuruluyor. -devam edecek-
Yeni takvimlerde, imsak vakti 10-15 dakika geciktirilmektedir. Böyle olunca, oruç tehlikeye sokulmaktadır. İmsak vaktinde eski cetvelleri esas alıp, yeni takvimlerden 10-15 dakika önce yiyip içmeyi kesmekte hiç mahzur yoktur. Hatta çok iyi olur, tedbirli ve temkinli hareket edilmiş olur. Tedbirsizlik ve temkinsizlik sebebiyle namaz ve oruçları ifsat etmemek gerekir. İki takvim arasında fark; biri temkinli, öteki temkinsizdir. Türkiye Gazetesi Takvimi, ehil kimseler tarafından, çok hassas bir şekilde hazırlanmıştır. Bu hususta takvimimizde her ay, “Mühim Tenbih” başlığı altında ikaz yapılmaktadır. Mevcut takvimler içinde, Türkiye Gazetesi Takvimi ve bu takvim esas alınarak hazırlanan “Ramazan imsakiyeleri” temkinli olup, en uygun olanıdır. Ramazan Manileri... Gökten iner melekler, Hoşgeldin yâ Ramazan! Kabûl olur dilekler, Hoşgeldin yâ Ramazan! İnan seni özledik, Yollarını gözledik, Elhamdülillah dedik, Hoşgeldin yâ Ramazan! Akşam göründü hilâl, Kazançlar olsun helâl, Orucun sevabını, Çok verecek Zül-celâl! Geldi mâh-ı Ramazan, Durmadan sevap kazan, Sizden duâ bekliyor, Bu mânileri yazan. Ne kadar çok özledik, Yolunu hep gözledik, Sabrımızı gizledik, Hoşgeldin yâ Ramazan! Kavuştuk Ramazana, Ne de büyük ihsâna, Huzûr verir insana. Hoşgeldin yâ Ramazan
Mü'minlerin bayramı, Onbr ayın sultânı, Hakkın bize fermânı, Merhabâ! Yâ Ramazan! İlk on günü mağfiret, Ortası ise rahmet, Sonunda vardır Cennet, Merhabâ! Yâ Ramazan! İnananlar oruç tutar, Gönüller hep bir atar, Sevinir hep müminler, ah diyenler artar. Sofrada fakir olsun, Tabağı çukur olsun. Karnı doyduktan sonra, Duâyı okur olsun. Sahur oldu ışıyor, Bülbüller ötüşüyor, İftârda çay deyince, Yüreğim tutuşuyor. Davulun içi pekmez, Çalarım fakat ötmez. Bir bahşiş vermezseniz, Davulcu burdan gitmez. Salevâtı söyledik, Temcit pilavı yedik, Soframızdan kalkarken, Rabbimize şükrettik. Okudum yazar oldum, Davette gezer oldum, Her gün börek istiyor, Nefsime kızar oldum Huzur Veren Sözler... Müjdeee....! Allahü teala, sadece bu ümmete 5 şey vermiştir ki, bunları başka ümmetlere vermemiştir.
1-Ramazanın birinci günü, Allahü teala oruç tutanlara rahmetle bakar, rahmetle baktığı kuluna hiç azab etmez. 2-Oruçlunun ağız kokusu, Allahü tealaya çok güzel gelir, Allahü teala oruçlunun ağız kokusundan daha güzel bir koku yaratmamıştır. (bunu insanlar anlamaz, Allah bilir...) 3-Allahü teala oruçlu için bir melek yaratır, o melek o oruçluya devamlı dua eder, istiğfar eder, ki melek günahsız olduğundan duası muhakkak kabul olur. 4-Oruç tutanlara sadece ramazan orucu için cennette ayrıca köşk verilir. başka köşkleri de varsa da, ramazan orucu için çok güzel, ayrı bir köşk daha verilir. 5-Ramazanın son günü, oruç tutanların bütün günahları afv edilir, herşey sıfırlanır, (restart edilir..:)). "[Türkiye Takvimi'nde bildirilen] imsak vaktinde, ufukta bir beyazlık başlar. Alimlerin çoğu buyuruyorki; beyazlığın başladığı vakitte yiyip içmeyi kesmek lazımdır, kesilmezse, oruç fasit olmaz fakat mekruh olur. 10-12 dakika içinde bu beyazlık yayılır, sonra bir kızıllık başlar. Bu vakit sabah namazının girdiği vakittir. Bazı alimler, beyazlık yayılıncaya kadar yenilip içilebilir buyurmuşlardır. İhtiyaç veya zaruret halinde bu kavle göre hareket edilebilir. Fakat bunu alışkanlık haline getirmemelidir...devamlı yapmamalıdır. bu vakit, temkin değil, îtiyâddır". "Allahü teâlânın, insanı en çok sevdiği hal, secdedeki halidir. Onun için büyükler, secdede çok kalabilmek için beş, yedi, dokuz... onbire kadar söylerlerdi..." "Allahü teâlâ iki şeyin sevab ölçüsünü bildirmemiştir. Birisi oruç, diğeri iftiraya uğramaktır..." Kâbe-i muazzama: Yeryüzünde yapılan ilk mâbeddir. Müslümanların kıblesidir. Kâbe-i muazzamaya bakmak sevâbdır. İlk görüldüğünde yapılan duâlar kabûl olunur. Kâbe-i muazzamayı, ilk olarak meleklerin yardımıyla Âdem aleyhisselâm inşâ etti. Nûh aleyhisselâm zamânındaki tûfana kadar zaman zaman tâmir edildi. Tûfandan sonra, İbrâhim aleyhisselâmın, zamânına kadar yeri belirsiz olarak kaldı. İbrâhim aleyhisselâm oğlu İsmâil aleyhisselâmla birlikte Allahü teâlânın emriyle Kâbe-i muazzamayı yeniden inşâ etti. İbrâhim aleyhisselâmdan sonra zaman zaman yıkılıp yeniden inşâ edilen Kâbe-i muazzama, Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" otuz beş yaşındayken, Mekkeliler tarafından, 683 (H.64)te Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) Abdullah bin Zübeyr ve Emevî halîfelerinden Abdülmelik bin Mervân'ın
Mekke vâliliğine tâyin ettiği Haccâc bin Yûsuf tarafından tekrar inşâ edildi. [Rehber Ansiklopedisi] Mescid-i Nebevî... Osmanlı sultanları, Mekke ve Medîne’deki bütün mukaddes emânetlere son derece hürmet ve saygı göstererek, milyonlarca altın harcayıp, onların tezyin ve tâmirini aslâ ihmâl etmediler (Bkz. Mekke-i Mükerreme, Medîne-i Münevvere). Sultan İkinci Mahmûd-ı Adlî Hanın emriyle Mısır Vâlisi Mehmed Ali Paşa, mübârek Hicaz topraklarında bulunan Eshâb-ı kirâmın Resûlullah’ın zevcelerinin (hanımlarının) ve şehitlerin yıkılan türbelerini yeniden yaptırdı. Mescid-i Seâdet ve Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kabirlerinin bulunduğu Hücre-i Nebevî tâmir edildi. Sultan Abdülmecîd Han bunların yapılması, işlenmesi ve bakımı için yüz binlerce altın harcadı. Abdülmecîd Hanın bu yolda çalışması ve uğraşması şaşılacak kadar çoktur. Osmanlının elinden çıktıktan sonra, Arabistan Yarımadasında devlet kuranlar, bu mübârek beldeye, Mescid-i Nebî de dâhil olmak üzere, bütün mukaddes emânetlere gerekli hürmet ve saygıyı göstermez olmuşlardır. Mescid-i Nebî içindeki kısımlar şunlardır: 1) Hücre-i Seâdet (Peygamber efendimizin, hazret-i Ebû Bekir ve hazret-i Ömer’in kabr-i şerîflerinin bulunduğu oda). 2) Minber-i şerîf. 3) Suffe yeri. 4) Üstüvâneler (mescidin direkleri)... [Rehber Ansiklopedisi] Ravda-i Mutahhera... Medîne’deki Mescid-i Nebî içinde bulunan mübârek yer. Buraya “Ravda-i mübâreke” ve “Ravda-i mukaddese” de denir. Ravda-i Mutahhera, Medîne Câmii içinde, Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem kabr-i şerîfiyle câminin o zamanki minberi arasında olup, yirmi altı metre uzunluktadır. Ravda, “bahçe” demektir. O zamanki minber-i şerîf, üç basamak ve bir metre yüksekti. 654 yangınında tamâmen yandı. Çeşitli yıllarda, çeşitli minberler yapılmış, bugünkü on iki basamaklı mermer minberi Sultan Üçüncü Murâd Han 1590 (H. 998) da İstanbul’dan göndermiştir. Yeryüzünün en kıymetli yeri Kâbe-i muazzama ve bunun etrâfındaki Mescid-i haram denilen câmidir. Bundan sonra, Medîne’deki Ravda-i mukaddesedir. Üçüncü olarak Mekke-i mükerreme şehridir. Ravda-i mutahhera, Mekke’den daha üstündür. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir hadîs-i şerîflerinde buyurdular ki: “Kabrim ile minberim arasındaki yer, Cennet bahçelerinden bir bahçedir”. Burada yapılan ibâdetlerin kabûl edilmesi daha çok ümit edilir. Hacca giden Müslümanlar, Mekke’deki hac vazîfelerini îfâ ettikten sonra, Medîne’ye gelirler. Medîne şehri uzaktan görülünce salât ve selâm getirilir. Sonra bu konuda yazılmış kitaplardaki duâlar okunur. Şehre veya mescide
girmeden önce gusl abdesti alınır. Medîne’ye girince, yalnız kabr-i Nebî’yi (sallallahü aleyhi ve sellem) ziyârete niyet edilir. Şehirde edep ve saygı ile yürünülür ve namazda okunan salevât-ı şerîfeleri okuyarak ve duâ ederek mescide gelinip, minber yanındaki Ravda-i mutahherada iki rekat “Tehıyyet-ül-mescid”, iki rekat da “şükür namazı” kılınır. Duâdan sonra, kalkılıp edeple Hücre-i seâdete gelinir. Yüzü Peygamberimizin kabri tarafına dönerek sırası ile Peygamberimizin, hazret-i Ebû Bekr’in ve hazret-i Ömer’in kabirleri ziyâret edilip duâ edilir. [Rehber Ansiklopedisi] Hacer-ül esved.. Hacer-ül-esved, Cennet’ten indirilmiş bir taştır. Âdem aleyhisselâmın Cennet’ten ayrılıp, yeryüzüne (Hindistan’daki Serendip Adasına) indirilmesinden sonra ziyâret ettiği ilk hâne (ev) Kâbe’dir. Rivâyete göre âdem aleyhisselâm Cennet’ten dünyâya indirilince, meleklerin seslerini ve tesbihlerini (zikirlerini) işitemez olmuştu. Bu hâlinden yakınarak, Allahü teâlâya yalvardı. Allahü teâlâ, melekler vâsıtasıyla bir beyt indirdi. Bu beyt, Cennet yâkutlarından bir yâkut olup, parıl parıl parlıyordu. İndirilen bu beytin biri doğu, diğeri batı olmak üzere iki kapısı vardı. Üzerinde Cennet’ten kandiller bulunuyordu. O hâne, bugün Kâbe’nin bulunduğu yere indirilmiştir. Allahü teâlâ; “Ey âdem, senin için bir hâne (ev) gönderdim. Arşım etrâfını tavâf ettiğin gibi, bunun etrâfını da tavâf eyle! Arşın çevresinde namaz kıldığın gibi, bunun etrâfında da namaz kıl!” buyurdu. Hacer-ül-esved’i de bu beytle beraber gönderdi. Bu taş, yeryüzüne ilk indirildiğinde beyazdı. Câhiliyet zamânında, günâhkâr kişilerin ve hayızlı kadınların dokunmasıyla siyah oldu ve bundan dolayı ismine Hacer-ül-esved, (Siyah taş) dendi. Tufan olacağı zaman Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâma Hacer-ül-esved’i Ebû Kubeys Dağında saklamasını ve tufandan kurtulmasını emretti. [Rehber Ansiklopedisi] (Seadet-i Ebediyye, Herkese Lazım Olan İman, Türkiye Gazetesi, Türkiye Takvimi) Mühim tenbih... DİNİ KELİMELERİ BOZMAK -1Ahlakımızı bozmak için dinimizce güzel olan şeyleri çirkin, çirkin olan şeyleri de hoş gösterme gayretlerinin yanı sıra, bazı kelimeleri de, kimi bilerek kasten, kimi de bilmeden yanlış kullanıyorlar. Mesela, Mucize, yaratmak, kader, şehit, oruç gibi kelimeler, dinimizin bildirdiği manadan da başka türlü kullanılıyor. Allahü teâlânın yarattığı işlere, mesela gözün, kulağın yapısına mucize diyorlar. "Allahın kudreti" denir. Başka türlü söylemek mucizenin manasını bozmak olur. Peygamberlerden ilahi âdet dışında ve ilahi kudret içinde meydana gelen olaylara Mucize denir. Mucize, bir peygamber tarafından, tabiat kanunlarına, âdete muhalif olarak yapılan harika bir iştir. Kendisinde
harika bir şey zuhur eden, mesela denizde, suyun üzerinde yürüyen zat, peygamberse, bu işe mucize denir. Evliya ise keramet, salih ise firaset, fâsık ise istidrac, kâfir ise, sihir denir. Sihir, cisimlerin fizik özelliklerini, şekillerini değiştirir. Maddenin yapısını değiştiremez. Mucize ve keramet, ikisini de değiştirebilir. Mucizeyi yapan yalnız Allahtır. Peygamberlerine verdiği mucizeleri için (Bunları yapan biziz) buyuruyor. (Enbiya 79) Bunun için (Mucize indirim), (Mucize yarattı), (Yedinci kattan düştü, mucize olarak kurtuldu) demek, onun Peygamber olduğunu söylemek olur ki bu ise küfürdür. Yaratmak da sadece Allah’a mahsustur. Yapmak anlamında da olsa, yaratma kelimesi insanlar için kullanılamaz. [Türkiye Gazetesi] -devam edecekDİNİ KELİMELERİ BOZMAK -2Kader kelimesi de yanlış kullanılıyor. (İşçi kaderine terk edilemez, işi kadere, şansa bırakmamalı) diyorlar. Kader, insanların elinde değildir. Kader, şans gibi kelimeleri yanlış olarak tesadüf yerine kullanılıyor. (İşi tesadüfe bırakmamalı) denir. Fakat (İşi kadere bırakmamalı) denmez. Kader, Allahü teâlânın ezelî ilmi ile, kulların yapacakları şeyleri bilmesidir. Allahü teâlânın ilmine kimse müdahale edemez. İntihar eden de Allah’ın kaderini değiştiremez. İmanlı olmayana, nerede nasıl ölürse ölsün şehit denmez. Dinimizin bildirdiği yollardan başka yolda ölene şehit denmez. Mesela devrim şehidi, demokrasi şehidi, görev şehidi mafya şehidi olmaz... [Türkiye Gazetesi]
Ekim - 4. Hafta Huzur Pınarı Hoşgeldin Huzur Ayı... Merhabâ yâ şehr-i ramazân...-8-9-10-11-12-13-14 CUMÂ GÜNÜ BAYRAMDIR Mübarek cumanızı tebrik ederim, müstecâb dualarınızı istirhâm ederim efendim Allahü teâlâ, Cum’a gününü müslimânlara mahsûs kılmışdır. Cum’a sûresi sonundaki âyet-i kerîmede meâlen; (Ey îmân etmekle şereflenen kullarım! Cum’a günü, öğle ezânı okunduğu zemân, hutbe dinlemek ve Cum’a nemâzı kılmak için câmi’e koşunuz. Alış verişi bırakınız! Cum’a nemâzı ve hutbe, size, başka işlerinizden dahâ fâidelidir. Cum’a nemâzını kıldıkdan sonra, câmi’den çıkar, dünyâ işlerinizi yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızk bekliyerek çalışırsınız. Allahü teâlâyı çok hâtırlayınız ki, kurtulabilesiniz!) buyuruldu. (Se'âdet-i Ebediyye) geçen hafta dediğimiz gibi; (huzur pınarı üyesi olup, Tam İlmihal Seadeti Ebediyye kitabına sahib olmayanlar, posta adreslerini bize bildirirlerse, ramezan-ı şerif içinde, müracaat sırasına göre, ramezân-ı şerif hediyesi olarak inşallah gönderilecektir). sözümüzde duruyoruz, göndermeğe başlanmıştır, ramazan-ı şerif sonuna kadar devam edilecek inşallah. Gülbahçesinden... Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Oruçlu eğer yalan sözü ve onunla ameli bırakmazsa, Allahü teâlânın, onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.) [Buharî, Ebu Davud, Tirmizî] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Oruç, sadece yemek ve içmekten kendini alıkoymak değildir. Hakiki oruç, boş sözlerden ve günahlardan korunmaktır. Bir kimse sana söver ve cahilce bir hareket yaparsa, ben oruçluyum de). [İbni Hibban] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Kim hurma bulursa iftarını hurma ile açsın, kim bulamazsa orucunu su ile açsın. Çünkü su temizdir.) [Tirmizî, İmam-ı Ahmed]
Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Her kim özrü olmadığı halde Ramazanda oruç tutmazsa, bir sene oruç tutsa bile onun sevabına kavuşamaz.) [Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Beyheki] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (En faziletli sadaka, Ramazanda verilendir.) [Türkiye Takvimi] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Allahü teâlâ benim ümmetime, Ramezân-ı şerîfde beş şey ihsân eder ki, bunları hiçbir Peygambere vermemişdir: 1 — Ramezânın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü’minlere rahmet eder. Rahmet ile bakdığı kuluna hiç azâb etmez. 2 — İftâr zemânında, oruclunun ağzı kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan dahâ güzel gelir. 3 — Melekler, Ramezânın her gece ve gündüzünde, oruc tutanların afv olması için düâ eder. 4 — Allahü teâlâ, oruc tutanlara, âhıretde vermek için, Ramezân-ı şerîfde Cennetde yer ta’yîn eder. 5 — Ramezân-ı şerîfin son günü, oruc tutan mü’minlerin hepsini afv eder) [Seadet-i Ebediyye] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Kim Ramazan orucunu tutar ve Şevval ayında da altı gün tutarsa, bütün sene oruç tutmuş gibi olur.) [Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace] Huzur Veren Sözler... "Büyük bir zatın hayatı, şu üç maddede özetlenebilir: 1- Okumak... Çok kitap okurlardı. Hatta bazen birkaç satır yazı yazmak için, birçok kitabı açıp, herbirinden araştırırlarken, yanlarına gelenlerin dahi farkına varmazlardı. 2- Okutmak... Hayatları dağda-bayırda, heryerde ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarını dağıtmakla, yani okutmakla geçti. 3- Birlik beraberliğe çok önem verirlerdi. "Hak yolda bölünme olmaz. Ayrılanlar olabilir, fakat bölünmek olmaz" buyururlardı..." "Büyük bir zatın hayatı, şu üç maddede özetlenebilir: 1- Okumak... Çok kitap okurlardı. Hatta bazen birkaç satır yazı yazmak için, birçok kitabı açıp, herbirinden araştırırlarken, yanlarına gelenlerin dahi farkına varmazlardı. 2- Okutmak... Hayatları dağda-bayırda, heryerde ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarını dağıtmakla, yani okutmakla geçti. 3- Birlik beraberliğe çok önem verirlerdi. "Hak yolda bölünme olmaz. Ayrılanlar olabilir, fakat bölünmek olmaz" buyururlardı..." "Îmâna nasıl şükr edilir? Âyet-i kerîmeler bunu bildiriyor. Diyor ki, "Ey mü'minler, ey îmânla şereflenenler, bu ni'metin şükrünü ifa edebilmek için
birbirinizi seviniz." Bizi bu yola, bu cihâda sürükleyen îmân ni'metinin şükrünü ifa etmek için hubb-i fillah ile şerefleneceğiz. Birbirimizi seveceğiz. Birbirimizin kalbini kırmakdan titreyeceğiz. Zaten mü'minin kalbini kırmak, mü'mini incitmek harâmdır. Hele böyle mücahid kardeşlerimizi incitmek, hele hele darılmak, münakaşa etmek; Allah muhafaza etsin..." "Kıyamet günü hesap, evvela imandan, sonra namazdandır..." "Bir genç varmış, daima ibadet edermiş ve ibadet ederken bir bulut gelir, onu güneşten muhafaza edermiş. Bir gün bulut gelmemiş. Genç telaşla annesine koşmuş. “Bana her zaman bulutlar gölge yapardı. Bugün bulut gelmedi” demiş. Annesi, “Acaba büyük bir günah mı işledin?” diye sormuş. O da, “oğlun aynı oğul. Fakat ben her gün tefekkür eder, Allahü tealanın azametini düşünürdüm, bugün bunu yapamadım” demiş. Annesi, “Bundan büyük günah mı olur, hemen tövbe et” demiş. Genç tövbe etmiş ve bulut uçarak gelmiş… Bir saat tefekkür etmek, Allahü tealanın yarattıklarını düşünmek, yıldızlara, aya... bunlara Peygamber efendimiz, alimler, evliyalar bakmıştır diye düşünerek bakmak… 60 sene nafile ibadetten daha kıymetlidir. Büyükler aya Peygamber efendimizin de baktığını düşünerek hasretle bakarlarmış..." "Îmâna nasıl şükr edilir? Âyet-i kerîmeler bunu bildiriyor. Diyor ki, "Ey mü'minler, ey îmânla şereflenenler, bu ni'metin şükrünü ifa edebilmek için birbirinizi seviniz." Bizi bu yola, bu cihâda sürükleyen îmân ni'metinin şükrünü ifa etmek için hubb-i fillah ile şerefleneceğiz. Birbirimizi seveceğiz. Birbirimizin kalbini kırmakdan titreyeceğiz. Zaten mü'minin kalbini kırmak, mü'mini incitmek harâmdır. Hele böyle mücahid kardeşlerimizi incitmek, hele hele darılmak, münakaşa etmek; Allah muhafaza etsin..." "Sabır, ferahlamanın anahtarıdır..." "Kalbleri temizlemenin ilacı, Allah'ın dostlarının kelâmıdır. Onların yazılarını okuyunca kalbler temizlenir..." "Yahudinin biri ateşte azab çekerken, bir parmağı azab görmeyince sormuşlar, bu parmağın niye yanmıyor diye… O da, bir gün köye seyyid bir zat ziyarete gelmişti ve bir yeri sormuştu, ben de ona o yeri bu parmağımla işaret ederek göstermiştim şeklinde cevap vermiş..." Hilye-i Se'âdet... Amcası Abbâs ile Abbâsın oğlu Abdüllah “radıyallahü anhümâ” da beyâz idi. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” kıyâmete kadar evlâdı
da güzel ve beyâzdır. Meselâ, Ürdün emîri merhûm Abdüllah, İstanbula gelmişdi. Beyâz idi. Kadıköy müftîsi iken vefât eden fazîletli Ahmed Mekkî efendi “rahmetullahi aleyh” seyyid idi. Ecdâdı gibi, beyâz, kara kaşlı, iri siyâh gözlü ve çok sempatik, güzel yüzlü idi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı da, beyâz ve güzel idi. Osmân “radıyallahü anh” beyâz, sarışın idi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem, rum imperatörü Heraklius hükûmetine gönderdiği sefîri Dıhye-i kelbî çok güzel olup, İstanbul sokaklarında gezerken, yüzünü görmek için, rum kızları sokaklara çıkardı. Cebrâîl “aleyhisselâm” çok def’a Dıhye “radıyallahü anh” şeklinde gelirdi. Mısr, Şâm, Afrika, Sicilya ve İspanya yerlileri Arab değildir. Arablar, islâmiyyeti dünyâya yaymak için, Arabistân yarımadasından çıkarak buralara geldiklerinden, bugün buralarda da mevcûddur. Nitekim Anadoluda, Hindistânda ve başka memleketlerde de mevcûddur. Fekat, bugün bu memleketlerin hiçbirinin ehâlisini Arab diye ismlendirmek doğru olmaz. -devam edecekOrtaçağ, [ya’nî kurûn-ı vustâ] zemânının biricik ma’rifet ve medeniyyet lisânı olan ve zâten gramer ve fesâhat ve edebiyyât bakımından, bugün yeryüzünde mevcûd yediyüzyetmiş çeşid dilin en mükemmeli olan arabî lisânı, islâm medeniyyeti ile birlikde bütün bu memleketlere girmiş ve yerleşmişdi. O zemânlar, İspanyadaki Arab üniversitelerine ve müslimân mekteblerine, ihtisâs kazanmağa giden Fransız ve diğer Avrupalılar, arabî birçok kelimeleri, bilhâssa ilmde ve fende kullanılan kelimeleri, kendi memleketlerine götürmüşler, kendi dillerine karışdırmışlardır. Bugün garb [batı] dillerinde birçok arabî kelimeler hâlâ kullanılmakdadır. [1947] senesinde Londrada basılmış, The British and Foreign Bible Society (İngilizlerin ve yabancıların İncîl cem’ıyyeti)nin, The Gospel in Many Tongues (Birçok dillerde bir âyet) ismindeki kitâbında, yediyüzyetmiş dürlü dilin herbiri ile yazılmış birkaç satırlık örnekler vardır. -devam edecekMısr ehâlîsi esmerdir. Habeşistân ehâlîsi siyâhdır. Bunlara habeş denir. Zengibâr ehâlîsine Zencî denir. Bunlar da siyâhdır. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” akrabâsını, arabları sevmek ve saymak ibâdetdir. Onları her müslimân sever. Anadoluya müsâfir gelen siyâh fellâhlar, habeşler, zencîler, hurmet ve ikrâm olunmak için, kendilerini, arab diye tanıtdırmış, Anadolunun saf müslimânları, sözlerine inanıp bunları sevmişlerdir. Çünki, bu sevgide siyâh, beyâz ayırımı yokdur. Siyâh bir müslimân beyâz bir kâfirden katkat dahâ üstün, dahâ kıymetli ve sevimlidir. İnsanın siyâh olması îmânın şerefini azaltmaz. Bilâl-i Habeşî hazretleri ve Resûlullahın çok sevdiği Üsâme siyâh idiler. Ebû Leheb ve Ebû Cehl kâfirleri beyâz idiler. Bu ikisinin kötülükleri ve aşağılıkları
herkesce bilinmekdedir. Allahü teâlâ insanın rengine değil, îmânının kuvvetine ve takvâsına kıymet vermekdedir. Fekat, siyâhların kendilerini arab olarak tanıtmaları, islâm düşmanlarının, yehûdîlerin işlerine yaradı. Bir yandan, siyâh insanları, aşağı ve iğrenç olarak tanıtdılar. Bunları köle olarak kullandılar... -devam edecek...Bir yandan da kara kedileri, köpekleri, arab arab diye çağırarak, gazete ve mecmû’alara yapdıkları siyâh resm ve karikatürlere arab diyerek, gençliğe, arabı siyâh olarak tanıtmağa, böylece, müslimân yavrularını Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” soğutmağa uğraşdılar. Bugün, Arabistânda, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverede bulunanlar, asrlar boyunca, Afrikadan, Asyadan ve diğer yerlerden gelip yerleşen yabancıların soyundandır. Bu yabancılar siyâh olup, Allahın ve Resûlullahın âşıkları idiler. Sultân ikinci Abdulhamîd hânın “rahmetullahi aleyh” amirallerinden Eyyûb Sabrî pâşa “rahmetullahi teâlâ aleyh”, beş cildlik türkçe (Mir’ât-ül-haremeyn) kitâbında, koca Mekke şehrinde, iki Arab evinin kalmış olduğunu yazmakdadır. Bugün ise hiç yokdur. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtında, Eshâb-ı kirâmın hepsi, sonra da evlâdları, cihâd için, dîn-i islâmı dünyâya yaymak için, Arabistândan çıkdı. -devam edecekİslâm ordusu, Asyanın ötelerine, Afrikaya, Kıbrısa, İstanbula, hâsılı her yere dağıldı. Allahın dînini, Onun kullarına tanıtmak için savaşdılar ve canlarını fedâ etdiler. Bu geniş topraklar, o mubârek şehîdlerle doludur. Evlâdlarını, yavrularını da, ilm öğrenmek için, o zemânlar dünyânın en üstün üniversitesi olup, fizik, kimyâ, astronomi, coğrafya ve hendesedeki tecribeleri ve ileri buluşları, bugün mevcûd eserlerinden anlaşılan, Bağdâd dârül-fünûn ve fakültelerine gönderdiler. Meşhûr zâlim ve kâfir Cengiz [asl adı Timoçindir] hânın torunu Hülâgü, 656 [m. 1258] senesinde, Bağdâd ehâlîsini, kadın, çocuk demeyip, sekizyüzbinden ziyâde müslimânı işkence ile öldürdüğü ve Bağdâdı yakıp yıkdığı zemân, yalnız kuyulara saklananlar ve bilhâssa Anadoluya kaçıp kurtulanlar sağ kalabilmişdi. İşte, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” evlâdları, o zemân Anadolunun her tarafına, hele şark taraflarına yerleşmişdi... -devam edecekİmâm-ı Hasan evlâdına (Şerîf), imâm-ı Hüseyn evlâdlarına (Seyyid) denir. Seyyidler, şerîflerden dahâ üstündür. Osmânlılar zemânında, Halebde seyyidlere ve şerîflere mahsûs bir mahkeme vardı. Bütün evlâdları orada kaydlı olup, yalancılar seyyidlik iddi’â edemezdi. Van ile Hakkâri arasındaki meşhûr İrisân beğleri,Abbâsî halîfeleri evlâdından olup, Hülâgü
katliâmından kurtulan bir yavrudan çoğalmışlardır. Bugün memleketimizin her tarafında, Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” evlâdı ve seyyidler vardır. Bunların kıymetini bilmeli, hurmetde ve hizmetde kusûr etmemeliyiz. Güzel huyların hepsi Resûlullahda “sallallahü aleyhi ve sellem” toplanmışdı. Güzel huyları, Allahü teâlâ tarafından verilmiş olup, çalışarak, sonradan kazanmış değil idi. Bir müslimânın ismini söyliyerek, hiçbir zemân la’net etmemiş ve aslâ mubârek eli ile kimseyi döğmemişdir. Kendi için, hiçbir şeyden intikam almamışdır. Allah için intikam alırdı. Akrabâsına, Eshâbına ve hizmetcilerine tevâzu’ ederek, iyi mu’âmele eylerdi. Ev içinde çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Hastaları ziyârete gider, cenâzelerde bulunurdu. Eshâbının işlerine yardım eder, çocuklarını kucağına alırdı. Fekat, kalbi bunlarla meşgûl değildi. Mubârek rûhu melekler âleminde idi... -devam edecekResûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” ansızın gören kimseyi korku kaplardı. Kendisi yumuşak davranmasaydı, Peygamberlik hâllerinden, aslâ kimse yanında oturamaz, sözünü işitmeğe tâkat getiremezdi. Hâlbuki, kendisi, hayâsından, mubârek gözleri ile kimsenin yüzüne bakmazdı. Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, insanların en cömerdi idi. Birşey istenip de, yok dediği görülmemişdir. İstenilen şey varsa verir, yoksa, cevâb vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsânları vardı ki, rum imperatörleri, Îrân şâhları, o kadar ihsân yapamazlardı. Fekat kendisi sıkıntı ile yaşamağı severdi. Öyle bir hayât yaşıyordu ki, yimek ve içmek hâtırına bile gelmezdi. Yemek getirin yiyelim veyâ falanca yemeği pişiriniz demezdi. Yemek getirirlerse yir, her ne meyve verseler kabûl ederdi. Ba’zan aylarca az yir, açlığı severdi. Ba’zan da çok yirdi. Yemeği üç parmakla yirdi. Yemek sonunda su içmezdi. Suyu otururken içerdi. Başkaları ile yemek yirken, herkesden sonra el çekerdi. Herkesin hediyyesini kabûl ederdi. Hediyye getirene karşılık olarak, katkat fazlasını verirdi... [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] -devam edecekKâinatın Efendisi (Resûlullah efendimizin güzel ahlak ve âdetleri)... 17 - Lüzûmsuz ve faydasız birşey söylemezdi. Lâzım olunca, kısa, faydalı ve mânası açık olarak söylerdi. İyi anlaşılması için bâzan üç kere tekrar ederdi. 18 - Yabancı ile ve tanıdıklarla ve çocuklarla ve ihtiyâr kadınlarla ve mahrem kadınlariyle latîfe, şaka yapardı. Fakat bunlar, Allahü teâlâyı bir an unutmasına sebep olmazdı. 19 - Heybetinden kimse yüzüne bakamazdı. Birisi gelip mübârek yüzüne bakınca terlerdi. (Sıkılma! Ben melik değilim, zâlim değilim. Kurumuş et yiyen bir kadıncağızın oğluyum) buyururdu. Adamın korkusu gidip,
derdini söylemeye başlardı. [Herkese Lazım Olan İman] -devam edecek20 - Bekçileri, kapıcıları yoktu. Herkes kolayca yanına gelip, derdini anlatırdı. 21 - Hayâsı çoktu. Konuştuğu kimsenin yüzüne bakmaya utanırdı. 22 - Kimsenin aybını yüzüne vurmazdı. Kimseden şikâyet etmez, arkasından söylemezdi. Bir kimsenin sözünü veya işini beğenmediği zaman, (Bazı kimseler, acaba neden şöyle yapıyorlar?) derdi. 23 - Allahü teâlânın sevgilisi, resûlü ve makbûlü iken, (Allahü teâlâyı en iyi tanıyanınız ve Ondan en çok korkanınız benim) buyururdu. (Benim gördüğümü görseydiniz, az güler, çok ağlardınız) der, havada bulut görünce, (Yâ Rabbî! Bu bulutla bize azâb gönderme!) derdi. Rüzgâr esince, (Yâ Rabbî! Bize hayrlı rüzgâr gönder) diye duâ ederdi. Gök gürleyince, (Yâ Rabbî! Bizi gadabınla öldürme, azâbınla helâk etme ve bundan önce bize âfiyet ihsân eyle!) derdi. Namaza dururken, ağlıyan kimsenin içini çektiği gibi, göğsünden ses işitilirdi. Kur'an-ı kerim okurken de, böyle olurdu. [Herkese Lazım Olan İman] -devam edecek24 - Kalbinin kuvveti, şecâ'ati şaşılacak kadar çoktu. Huneyn gazâsında, müslümanlar, ganîmet toplamak için dağılıp, üç dört kimse ile kalmıştı. Kâfirler hep birden, hemen hücûm ettiler. Resûlullah onlara karşı durup kaçırdı. Birkaç defa oldu. Aslâ gerilemedi. 25 - (Mevâhib-i ledünniyye)de, üçüncü maksadın ikinci faslı sonunda diyor ki: Abdullah ibni Ömer, Fahr-i kâinâttan daha kuvvetli bir pehlivân görmedim dedi. İbni İshak diyor ki, Mekkede Rügâne isminde meşhûr bir pehlivân vardı. Resûlullah ile şehir hâricinde, karşılaştı. (Yâ Rügâne! niçin müslüman olmuyorsun?) buyurdu. Peygamber olduğuna bir şâhidin var mı dedi. (Seninle güreş edelim. Sırtın yere gelirse, îman eder misin?) buyurdu. Evet îman ederim dedi. Daha, başlangıçta, Rügânenin sırtı yere gelince, şaşkına döndü. Bir yanlışlık oldu. Tekrar edelim dedi. Böylece, üç kere, sırt üstü yıkıldı. (Şevâhid-ün-nübüvve)nin üçüncü cüz'ü başında diyor ki, (Îman etmeye niyetim yok idi. Sırtımın yere geleceği hâtırımdan bile geçmemişti. Şimdi, kuvvetinin benden daha çok olduğuna şaştım ve çok beğendim diyerek, sürüsünün yarısını Resûlullaha hediye edip, ayrıldı. Resûlullah, sürü ile Mekkeye doğru giderken, Rügâne koşarak geldi ve: - Yâ Muhammed! Mekkeliler, bu sürüyü nerden buldun? derlerse, ne cevap verirsin dedi. - Rügâne hediye etti derim buyurdu. - Ne için hediye etti derlerse, - Onunla güreş ettik. Sırtını yere getirdim. Kuvvetimi beğendi de verdi derim. - Amân öyle söyleme! Şânım şerefim yok olur. Sözlerim hoşuna gitti de
verdi desen iyi olur. - Hiç yalan söylememek için Rabbime söz verdim buyurdu. - Öyle ise, sürüyü geri alırım dedi. - Alırsan al! Rabbimin rızası için, bin sürü feda olsun buyurdu. Rügâne Resûlullahın bu îmanına, doğruluğuna âşık olup hemen (Kelime-i şehâdet) söyleyerek müslüman oldu.) Ebül-Esvedil-Cümehî isminde bir pehlivân daha vardı. Sığır derisi üstünde ayakta durup, on kuvvetli kimse, deriyi etrâfından çeker, deri parçalanır, yerinden hareket ettiremezlerdi. Bu da, beni yenersen îmana gelirim dedi. Güreşince, sırtı yere geldi. Fakat îman etmedi... -devam edecek26 - Çok cömert idi. Yüzlerle deve ve koyunlar bağışlar, kendisine birşey bırakmazdı. Nice katı kalbli kâfirler, bu ihsânlarını görerek îmana gelmişlerdir. 27 - Kendisinden birşey istendikte yok dediği hiç işitilmedi. Var ise verir, yok ise sükût ederdi. 28 - Allahü teâlâ, (iste vereyim) buyurmuşken, dünya servetini istemedi. Elenmiş buğday unu ekmeğini hiç yimedi. Hep elenmemiş arpa unu ekmeğini yirdi. Doyuncaya kadar yidiği görülmedi. Ekmeği katıksız olarak veya hurma ile, sirke ile, meyva ile, çorba ile veya zeytin yağına batırıp yirdi. Tavuk, tavşan, deve, ceylan, balık ve pastırma etleri ve peynir de yirdi. Etin kol tarafını severdi. Elleri ile tutup ısırarak yirdi. Bıçakla kesip yimek de câizdir. Ekseriyâ süt veya hurma yirdi. Evde iki üç ay yemek pişmeyip, ekmek yapılmayıp, yalnız hurma yediği aylar da olmuştur. İki üç gün birşey yimediği de olurdu. Vefât ettiği zaman, bir demir zırh ceketi, otuz kilo arpa için, bir yahudide rehin bırakılmış bulundu. -devam edecek30 - Günde bir kere yirdi. Bâzan sabah, bâzan akşam yirdi. Eve gelince (yiyecek var mı?) der, yok denirse, oruç tutardı. Yemeyi sofra bezi, tepsi, masa gibi birşey üstünde yimeyip, yere kor, diz çöker, bir şeye dayanmadan yirdi. Yemeye besmele okuyarak başlardı. Sağ eli ile yirdi. -devam edecek31 — Zevcelerine ve birkaç hizmetçisine ba’zan bir senelik arpa ve hurma ayırır, bundan fakîrlere de sadaka verirdi. 32 — Yemekler arasında koyun etini, et suyunu, kabağı, tatlıları, balı, hurmayı, sütü, kaymağı, karpuzu, kavunu, üzümü, hıyarı ve serin suyu severdi. 33 — Suyu yavaş yavaş, besmele ile başlıyarak üç yudumda içer, sonunda (Elhamdülillah) der ve düâ ederdi. 34 — Diğer Peygamberler gibi, zekât malı ve sadaka almazdı. Hediyyeyi
kabûl ederdi. Ekseriyâ karşılığını ziyâdesi ile verirdi. -devam edecek35 - Giymesi câiz olanlardan her bulduğunu giyerdi. Kalın kumaştan ihram şeklinde dikilmemiş şeylerle örtünür, peştemal sarınır, gömlek ve cübbe de giyerdi. Bunlar pamuktan, yünden veya kıldan dokunmuştu. Ekseriyâ beyaz, bâzan yeşil giyerdi. Dikilmiş elbise giydiği de olurdu. Cuma ve bayramlarda ve yabancı elçiler geldikte ve cenk zamanlarında kıymetli gömlekler, cübbeler giyerdi. Elbiselerinin renkleri ekseriyâ beyaz olurdu. Yeşil, kırmızı ve siyah olduğu da olurdu. Kollarını bileklerine kadar, mübârek ayaklarını baldırın yarısına kadar örterdi. İmâm-ı Tirmüzînin (Şemâil-i şerife) kitabında diyor ki, (Resûlullah, Kamîs, yâni gömlek giymeyi severdi. Gömleğinin kolları, bileklerine kadar uzundu. Gömleğinin kollarında ve yakasında düğme yoktu. Ayakkabısı deriden olup, bir tasması ve iki kubâlı vardı. Kubâl, bir ucu tasmaya, diğer ucu, ön uca dikilmiş kayıştır. İki parmak arasından geçmektedir. Elbise ve ayakkabı giymekte âdete uyulur. Âdetten ayrılmak, şöhrete sebep olur. Şöhretten kaçınmak lâzımdır. Mekkeye girdiği zamanda, mübârek başında siyah sarık sarılı idi). -devam edecekHuzur Damlaları... Muhammed bin Kutbüddîn–i İznîkî “rahime-hullahü teâlâ” hazretleri buyurdu ki, (Oruc tutanların bayramı, üç nev’dir: Câhiller bayramı, âlimler bayramı, Enbiyâ ve Evliyâ bayramı. Câhiller bayramı, akşam olunca, iftâr ederler. Ve istediklerini yirler ve içerler ve bizim bayramımız budur derler. Âlimler bayramı, akşam olunca, iftâr ederler. Eğer, Allahü azîm-üş-şân tutduğumuz orucdan râzı olduysa, bizim bayramımız budur derler. Eğer râzı olmadı ise, bizim hâlimiz nice olur, diye tefekkür ederler. Ammâ Enbiyâ ve Evliyâ bayramı, rü’yetullahdır. Onlar Allahü azîm-üşşânın rızâsına müştakdırlar.) [İslam Ahlakı] HURMANIN FAYDALARI Dr. Kayed ve A. Kaye’nin tahlil raporudur: 1 - Hurma, bol A vitamini ihtiva eder. Bu da gece körlüğü için faydalıdır. 2 - Meyva şekeri bol olduğundan enerji kaynağıdır. 3 - Adaleleri kuvvetlendirdiği için, doğumda kolaylık ve rahatlık sağlar. 4 - B2 ve B12 vitaminlerini ihtiva ettiğinden, karaciğere yardımcıdır, bilhassa sarılık için bire birdir. 5 - Teskin eden, huzûr verici ilâhi bir ilâçtır. 6 - B1 vitamini ihtiva ettiği için, adaleleri kuvvetlendirir ve hareketlere yardım eder. 7 - Fosfor ihtiva ettiğinden, lüzumlu yerlere faydalıdır.
8 - İştah açıcıdır. 9 - Barsak tenbelliği için bir ilâçtır. Kalın barsaktaki zehirli maddeleri temizler. 10 - Demir ihtiva ettiği için, kansızlık (anemi) için önemli tedâvi vâsıtasıdır. [Türkiye Takvimi] Abdullah ibni Abbas hazretleri buyuruyor ki, (Günlerin en kıymetlisi Cum'a günüdür, ayların en kıymetlisi Ramezân-ı şerîf ayıdır. İşlerin en kıymetlisi ihlâs ile kılınan nemâzdır). Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, (Muhakkak Allahü teâlâ hazretleri altı nesneyi altı nesnede gizledi. Rızâ-ı şerîfini ibâdetlerde gizledi. Gadabını günâhlarda gizledi. (İsm-i a’zam)ını Kur’ân-ı kerîmde gizledi. Evliyâsını insanlar arasında gizledi. Ölümü, ömür içinde gizledi. Kadr gecesini Ramezân-ı şerîf içinde gizledi. Salât-ı vustâyı beş vakt içinde gizledi.) Alî Râmitenî hazretleri “kuddise sirruh” buyurdu ki, (İnsan oruç tutmak sûretiyle meleklere benzemiş ve nefsini kahretmiş olur. Bununla ilgili hadîs-i kudsîde; "Oruç bana âittir. Orucun ecrini ben veririm. Sevâbı nihâyetsizdir. Muhakkak, sabrederek ölenlerin ecirleri hesapsızdır" buyrulmaktadır. Yine hadîs-i şerîfte; "Oruç, Cehennem'e kalkandır" buyuruldu. Oruç tutarak gönlü huzûra kavuşturmalı ve şeytanın yolunu kapatıp, siper hâsıl etmelidir.) [Evliyalar Ansiklopedisi] Harputlu İshak Efendi protestanların; "Oruç tutmak gibi ağır bir yükü, insanlara yüklemek yerine, insanın yalnız bozuk, kötü niyetlerden ve bâtıl düşüncelerden kendini uzaklaştırmasını herkese tavsiye ederiz." sözlerine şöyle cevap vermiştir: "Allah tarafından gönderilen hak dînin ahkâmını insanlar değiştiremezler. Oruç, yalnız aç ve susuz kalmaktan ibâret değildir. Orucun bâtınî birçok hikmet ve faydaları vardır. İlâhî esaslar üzerine binâ edilmiş olan bir farzı, papazların ve hiçbir kimsenin tahrif etmeye, değiştirmeye selâhiyeti yoktur. Oruç zâhirî ve lüzumsuz amel değildir." Şah Veliyyullah-ı Dehlevî hazretleri buyurdu ki, (İnsan, şehvetini oruç tutmak sûretiyle kırar. Oruç insanın kötü isteklerini zayıflatır. Rûhun parlaması, şehvetin ve kötü arzuların kırılmasında oruçtan daha tesirli bir çâre yoktur. Kişi oruç tutmak sûretiyle şehvet ve kötü arzularından ne kadar sıyrılabilmişse, oruç o derece günahlarına keffâret olur. Melekler oruç tutan kimseyi severler. Oruç tutan cemiyetlere şeytan tesir etmez. Çünkü o cemiyette oruç tutulduğu için şeytanlar bağlanmışlardır. Onlar için Cennet’in kapıları açık, Cehennem’in kapıları da kapalıdır...) [Evliyalar
Ansiklopedisi] Büyükler buyuruyorlar ki: "En büyük haram, en büyük günah, Cenab-ı Hakkı unutmaktır. Allahü tealayı unutarak yapılan her iş, iş değildir. Allahü tealayı unutarak yapılan her şey hiçtir. Ancak her amel ihlâsla, Allah için yapılırsa makbul olur. Oruç tutmak çok büyük ibadetdir. Ama rejim yapmak için oruç tutarsa on para etmez..." Fıkıh Bilgileri... İMSAK VAKTİ (Rıyâd-un-nâsıhîn)de diyor ki: (Bekara sûresindeki bir âyet-i kerîmede meâlen, (Beyâz iplik siyâhdan ayırd edilinceye kadar yiyiniz, içiniz!) buyurulmuşdur. Bu ipliklerin, gündüzün beyâzlığı ile gecenin siyâhlığı olduklarını anlatmak için, dahâ sonra (Fecrin) kelimesi nâzil oldu. Gündüzün beyâzlığı ile gecenin siyâhlığı, iplik gibi birbirinden ayrılınca, oruca başlanacağı anlaşıldı). (Mecma’ul-enhür)de ve (Hindiyye)de diyor ki, (Hanefî mezhebi âlimlerinin çoğuna göre, üfkun bir yerinde beyâzlık başlayınca, (İmsâk vakti) olup, oruca başlanır. Bundan [15] dakîka sonra beyâzlık üfk üzerine ip gibi yayılınca, sabâh nemâzı vakti başlar. Böyle yapmak ihtiyâtlı olur. [Ya’nî, tedbirli, iyi olur]). Nemâzı da, orucu da, bütün âlimlere göre sahîh olur. Oruca ikinci vaktden sonra başlamışsa, şübheli olur. Astronomik hesâblar ile birinci vakt bulunmakda ve takvîmlere birinci vakt yazılmakdadır. Şimdi, ba’zı takvîmlere ikinci vaktin hattâ bundan sonra başlıyan kızıllığın yayıldığı zemânın yazıldığı görülüyor. Bu yeni takvîmlere uyanların orucları sahîh olmaz. İmsâkin iki vakti arasındaki [On dakîka kadar] zemâna (İhtiyât zemânı) denir. Bu zemâna temkîn demek doğru değildir. İmsâki şübheli zemâna gecikdirmenin mekrûh olduğunu, (Bahr-ür-râık) sâhibi de bildirmekdedir. Hele kızıllığın sonunda başlanılan oruclar hiç sahîh olmaz. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] Yemek yimenin farzları: ● En azından ölmeyecek kadar yimek. ● Yemeğin lezzetini, Allahü teâlâdan bilmek. ● Yediği zaman, doymayı ve içtiği zaman kanmayı, Allahü azîm-üşşândan bilmek. ● Helâlinden yimek. ● Yemekten aldığı kuvveti, Allaha kullukta kullanmak. ● Eline geçene kanâat etmek. Başlarken; Allahü teâlâya ibâdet etmek için, kullarına faydalı işler görmek için, dînini, ebedî se’âdet ve huzûr yolunu bütün insanlara yaymak için kuvvet elde etmeye niyet etmelidir. Yemek yimenin sünnetleri:
● Temiz elbiseyle sofraya oturmak, ● Yemekten önce ve sonra; elini ve ağzını yıkamış olmak, ● Yemeğe Besmele ile başlamak, ● Tuz ile başlamak, ● Ekmeği eli ile parçalamak, ● Ekmek parçalarını ziyan etmemek, ● Önünden yimek, ● Yemekte sirke kullanmak, ● Lokmayı küçük almak, ● Yemeği iyice çiğnemek, ● Yemek kabını sıyırmak, ● Sonunda hamd etmek, Yemek yimenin mekrûhları: ● Sol eliyle yimek, ● Yiyeceği yemeği koklamak, ● Besmeleyi terketmek. Yemek yimenin haramları: ● Doyduğu hâlde devâm etmek, ● Yemekte isrâf etmek, ● Haram birşey yerken ve içerken besmele çekmek, ● Ziyâfete dâvetsiz gitmek, ● Başkasının malını izinsiz yimek, ● Vücuda hastalık verecek şeyi yimek. [Türkiye Takvimi] ORUÇ KEFFARETİ Oruc keffâreti için, bir köle âzâd edilir. Köle âzâd edemiyen, ard arda, altmış gün oruc tutar. Altmış gün sonra, tutmadığı hergün için, birer gün dahâ tutar. Birkaç Ramezânda keffâretleri olan veyâ bir Ramezânda, iki gün keffâreti olan kimse, birinci keffâreti yapmamış ise, ikisi için yalnız bir keffâret yapar. Birinci keffâreti yapmış ise, ikinci keffâreti de, ayrıca yapar. Keffâret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özr ile veyâ bayram günlerine rastlamak sebebi ile bozulursa veyâ Ramezâna rastlarsa, yeniden altmış gün tutmak lâzım olur. Bayram günlerinde bozmazsa, yine yeniden başlaması lâzım olur. Kadın, hayz ve nifâs sebebi ile bozunca, yeniden başlamaz. Temizlenince geri kalan günleri tutarak, altmışı temâmlar. Fekat, yemîn keffâreti olan üç gün ard arda tutulacak orucu bu sebeble bozan kadının da, üç günü, yeniden tutması lâzım olur. Keffâret orucuna, Ramezâna ve bayramlara rastlamıyacak şeklde başlamalıdır. Recebin birinci günü keffâret orucuna başlayıp, Şa’bânın sonunda, altmış günü temâm olmasa, üç günlük yola gitmeği niyyet ederek vatanından çıkar. Ramezânın birinci günü, keffâret orucuna niyyet eder [Eşbâh]. Çünki,
müsâfire Ramezân orucunun edâsı farz değildir. Kazâ etmesi câizdir. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] İFTAR DUASI Güneşin batdığı iyi anlaşılınca, önce E’ûzü ve Besmele okuyup, (Allahümme yâ vâsi’al-magfireh igfirlî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lilmüminîne vel müminât yevme yekûmülhisâb) denir. Bir iki lokma iftârlık yiyip, (Zehebezzama’ vebtelletil-urûk ve sebetel-ecr inşâallahü teâlâ)[i] denir ve yemeğe başlanır. Hurma veyâ su, zeytin yâhud tuz ile iftâr edilir. Ya’nî, oruc bozulur. Sonra, câmi’de veyâ evde, cemâ’at ile akşam nemâzı kılınır. Bundan sonra, akşam yemeği yinir. Sofrada yemekleri yimek, bilhâssa Ramezânda uzun süreceğinden, akşam nemâzının erken kılınması ve yemeğin, acele etmiyerek, râhat yinmesi için, az bir şeyle iftâr edip, yemeği düâdan ve nemâzdan sonra yimelidir. Böylece, oruc erken bozulmuş, nemâz da erken kılınmış olur. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] HASTALIKTA ORUÇ Hasta, hastalığı artacak ise, hâmile kadın, süt veren kadın, harb eden asker za’îf olursa, oruc tutmaz. İyi olunca kazâ eder. Ekmek parası kazanmak için çalışırken hasta olacağını bilen işçinin, hasta olmadan önce orucu bozması câiz değildir. Üç günlük yola [104 kilometreye] gitmek için niyyet ederek yola çıkan, müsâfir olur. Böyle müsâfir, orucunu ertesi gün bozabilir ve Ramezândan sonra kazâ eder ise de, zarar etmezse, tutması efdaldir. Yolda ve onbeş günden az kalacağı yerde tutduğu orucu bozarsa, keffâret lâzım olmaz. Müsâfirliği bitip evine gelince veyâ gitdiği yerde onbeş gün kalmağı niyyet edince, tutmadığı günleri kazâ eder. Hasta olmıyan ve müsâfir olmıyanların, işçi, asker, talebe olsalar da, oruc tutmaları lâzımdır. Tutmazlarsa, günâhı büyükdür. Kazâ etmeleri lâzımdır. Niyyetli iken bozarlarsa, keffâret de lâzım olur. (Behcet-ül-fetâvâ) kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Ramezân-ı şerîf, yaz aylarından birine geldiği zemân, din adamı şekline giren birisi, müslimânlara (Oruca niyyet etmeyip, oruc tutmaz iseniz ve kışın kısa günlerde kazâ ederseniz, câiz olur. Ramezânda oruca niyyet etmeden, yir içerseniz, keffâret lâzım olmaz) diyerek gençlere, talebeye, işçiye oruc tutdurmazsa, bu kimse şiddetle ta’zîr edilir, cezâlandırılır. Böyle söylemesi men’ edilir). [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] ÜÇ TÜRLÜ ORUÇ VARDIR... İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” (Kimyâ-i se’âdet) kitâbında, oruc bahsinde buyuruyor ki: Üç türlü oruc vardır: Birincisi avâmın, ya’nî ictihâd makamına yükselmiyenlerin orucudur. Zemânımızdaki bütün hocaların, imâmların, hâfızların, müftîlerin, vâizlerin orucları bu birinci derecededir. Bunların orucları, vücûda bir şey girmekle, ya’nî gıda veyâ devâ sokmakla
ve cinsî mübâşeretle bozulur. İğne ile ilâc şırınga edince, hanefîde de, şâfi’îde de bozulur. Câhillerin fetvâlarına aldanmamalıdır. İkinci derece, havâsın ya’nî müctehidlerin orucudur. Bunların orucu, herhangi bir a’zânın günâh işlemesiyle bozulur. Meselâ, gıybet, yalan, söz taşımak, nâ mahreme bakmak ile bozulur. Ba’zı âlimler, bunların avâm orucunu da bozacağını bildirmiş ise de, Hanefî mezhebinde, bunlar avâm için yalnız mekrûhdur. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh” [80 senesinde tevellüd ve 150 de vefât etdi. Bağdâddadır.] bunu bildiren hadîs-i şerîfi, (Orucun sevâbını bozar) ma’nâsına almışdır. Ya’nî bunlar, orucun sıhhatini değil, kemâlini giderir. Üçüncü derece de, Ehassülhavâs orucudur ki, bunların orucu, Allahü teâlâdan başka bir şeyin kalbe girmesi ile bozulur... İFTARDA ACELE ETMEK VE SAHURU GECİKTİRMEK... Şernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Nûr-ül-îzâh) kitâbında buyuruyor ki, (Bulutsuz gecelerde iftârı çabuk yapmak müstehabdır). Kendiun bozulmasından korunmak için, ihtiyâtlı davranmalı [ya’nî, iftârı biraz gecikdirmelidir]. Yıldızlar görünmeden önce iftâr eden, ta’cîl etmiş olur). Bu kitâbın hâşiyesinde, Tahtâvî buyuruyor ki, (Orucu nemâzdan önce bozmak müstehabdır. (Bahr) kitâbında [ve ibni Âbidînde] denildiği gibi, iftârda acele etmek, yıldızlar görülmeden önce, iftâr etmek demekdir). Akşam nemâzını da, bu vaktde, ya’nî erken kılmak müstehabdır. Güneşin batdığı iyi anlaşılınca, önce E’ûzü ve Besmele okuyup, (Allahümme yâ vâsi’al-magfireh igfirlî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil-müminîne vel müminât yevme yekûmülhisâb) denir. Bir iki lokma iftârlık yiyip, (Zehebezzama’ vebtelletil-urûk ve sebetel-ecr inşâallahü teâlâ)[1] denir ve yemeğe başlanır. Hurma veyâ su, zeytin yâhud tuz ile iftâr edilir. Ya’nî, oruc bozulur. Sonra, câmi’de veyâ evde, cemâ’at ile akşam nemâzı kılınır. Bundan sonra, akşam yemeği yinir. Sofrada yemekleri yimek, bilhâssa Ramezânda uzun süreceğinden, akşam nemâzının erken kılınması ve yemeğin, acele etmiyerek, râhat yinmesi için, az bir şeyle iftâr edip, yemeği düâdan ve nemâzdan sonra yimelidir. Böylece, oruc erken bozulmuş, nemâz da erken kılınmış olur. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] Menkıbeler... Muhammed Çelebi Sultan hazretlerinin vefâtından sonra talebelerinden biri onu rüyâsında çok görür, rûhâniyetiyle irtibât kurardı.Bu talebesi bir defâsında üç meselede tereddüde düşer. Bunlardan biri o sene Ramazanın başlangıcı ile ilgiliydi. Şehrin kâdısı Pazar günü diyor, onlarsa Cumartesi olduğunu söylüyorlardı.İkinci mesele, câmilerinin kıblesinin doğru olup olmadığı husûsunda bir ihtilaf çıkmıştı. Bir husus da kendisine düşmanlık yapan huzursuz eden bir kimseye bedduâ etmesi istendiği halde o etmiyordu. Bu hususlarda tereddüdü vardı. Bir gece rüyâsında kendisini hocası Muhammed Çelebi Sultan'ın türbesinde gördü. Buraya nasıl geldim
diye şaşarken hocası kabrinden çıkıp; "Allahü teâlânın izniyle biz getirdik." buyurdu. Bunun üzerine; "Efendim size birkaç suâlim var." deyince, soruları sormadan suâlinin birisi mescidin kıblesi meselesi değil mi? Kıblesi doğrudur. Kâbe'ye karşıdır. Şüphe etme." dedi. "Bir suâlim daha var." deyince; "Ramazanın başlangıcı değil mi? Cumartesi günüdür. Kâdı ilim sâhibi fakat keşif sâhibi olmadığından kalp gözü açık değil." dedi. "Efendim o kâdı sizin yolunuzu seviyor, muhabbeti var." deyince; "Evet muhabbeti var. Fakat riyâ ve gösterişten geçip meydana gelmeye kâdir değildir." buyurdu. "Sultanım bir suâlim daha kaldı." deyince, daha o anlatmadan; "Evet o bize mensub olan şahıs değil mi? Bizim hatırımızı gözeterek ona bedduâ etmediğin için memnun kaldık. Allahü teâlânın izniyle onu bir terbiye edelim. Islah olmazsa hakkından geliriz." buyurdu. NİÇİN ORUÇ TUTUYORMUŞ? Ebû Bekr bin Ebî Meryem, Atiyye bin Kays'dan naklen şöyle anlatmıştır: "Şam'dan bir grup insan Ebû Müslim Havlânî hazretlerini ziyârete gitmişlerdi. O sırada Rum diyârında bir gazâya katılmıştı. Arayıp buldular. Bir çadır içinde idi. Yere deri bir yaygı sermiş, bir köşeye de su koymuştu ve oruçlu idi. Oruçlu olduğunun farkına vardıklarında; "Kendine neden bu kadar sıkıntı veriyorsun? Sefer halinde oruç tutmayabilirsiniz, buna izin verilmiştir." dediler. "Eğer fiilen savaş başlarsa tutmuyorum ki, güçlü kuvvetli bir halde cihâd edeyim. Savaş yapılmıyorsa tutuyorum. Bilmez misiniz iyice beslenip semizleşen at savaş sırasında hedeflere iyi koşamaz. Ancak fazla yağlı olmazsa çevik koşabilir. Önünüzde ibâdet ve hayırlı işler yapabileceğimiz belirli günler, kısa bir zaman var" diye cevap verdi... (Evliyalar Ansiklopedisi) Âmir bin Abdullah hazretlerine; "Gecelerin uykusuzluğuna, uzun ve sıcak günlerin susuzluğuna nasıl dayanıyorsun." diye sordukları zaman, cevâbında; "Ben yer değiştirdim, gündüz yemeğini geceye, gece uykusunu gündüze aldım. Bunda bir zorluk yoktur." cevâbını verdi. Yâni geceleri uyumam, gündüzleri de oruçlu olduğum için bir şey yemem demek istedi. Geceleri uyumazdı, bütün gecelerini ibâdetle geçirir devamlı gözyaşı dökerdi. Niçin hiç uyumadığını soranlara; "Cehennem'in harâreti uykularımı kaçırttı." cevâbını verdi. (Evliyalar Ansiklopedisi) Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri bir gün Câfer Huldî'ye bir dirhem verdi ve bir mikdâr incir almasını söyledi. O da alıp geldi ve önüne koydu. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ondan bir tâne alıp orucunu açmak için ağzına götürdü. O sırada ağlamaya başladı, inciri ağzından çıkarıp attı. Su ile de ağzını iyice çalkaladı. Câfer Huldî; "Niçin böyle yaptınız?" dediğinde; "Otuz seneden beri hep incir yemek istedim. O zamandan beri de hiç yemedim. Bugün nefsim ağır bastı ve ondan yemek istedim. Ağzıma aldığım zaman gizliden bir ses bana şöyle dedi: "Allah için yemesini
bıraktığın şeyi yemeye utanmıyor musun?" Bunun üzerine onu ağzımdan çıkarıp attım. Onu yemeyi sözde durmamak kabûl ettim. Bu da bir hıyânettir. Hâin olan kimse de, Allah katında sevilen biri olamaz." buyurdu. Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin, on sene, canı mahallî bir yemek istedi. Yememesine rağmen bir bayram gecesi nefsi kendisine; “Ne olur, bayram günü olsun bana bu yemeği versen.” deyince, Zünnûn-ı Mısrî hazretleri; “Ey Nefs! Şâyet bu gece bana yardım edip de, iki rekat namazda Kur’ân-ı kerîmi hatim edersen, sana bu yemeği veririm.” dedi. Ertesi gün bayram namazından sonra nefsinin arzu ettiği yemeği getirdiler. Tabaktan bir lokma almasına rağmen tekrar geri koydu ve namaza durdu. “Niçin böyle yaptın?” deyince; “Tam yiyeceğim sırada nefsim bana en sonunda maksadıma ulaştım, dedi. Ben de, hayır ulaşmadın, diyerek lokmayı geri koydum.” cevâbını verdi. Seyyidet Nefîse hazretleri evinin önünde, kendisi için bir kabir kazmıştı. Kabre iner, orada namaz kılardı. Bu yerde altı bin hatim okumuştu. Vefâtı yaklaştığı sırada oruçlu idi. Hastalığı ağırlaşınca kendisine, orucunu bozabileceklerini söylediklerinde, onlara; "Siz ne diyorsunuz? Ben otuz senedir oruçlu olarak vefât etmem için duâ ediyorum." buyurdu. En'âm sûresini okumaya başladı. "Düşünen ve hakkı kabûl edenlere, Rableri katında Cennet vardır." (En'âm sûresi:127) meâlindeki âyet-i kerîmeye gelince vefât etti. Cenâzesi çok kalabalık oldu. Şehirli-köylü, büyük-küçük toplanıp ağladılar ve kendi eliyle kazdığı kabrine defnettiler. Derb-üs-Sibâ denilen yerde medfundur. Kabri üzerinde bir nûr ve heybet vardır. Her taraftan ziyâretine gelinir. İmâm-ı Şa'rânî hazretleri, "Ehl-i beyt içinde tasarrufu en fazla olanı, Seyyidet Nefîse'dir" buyurdu. Feridüddîn Genc-i Şeker hazretlerine Şeker Genc denilmesi ile ilgili şöyle nakledilmektedir: "Ferîdüddîn Mes'ûd devamlı oruç tutuyor ve iftar zamânında orucunu açmak için yiyecek bir şey bulamıyordu. Bir gece açlığı had safhaya ulaşınca, ağzına küçük taş parçaları koydu. Bunlar, bir anda şeker parçaları hâline geldi. Bu haber hocasına ulaşınca; "Ferîd bir şeker hazînesidir" buyurdu. Mühim tenbih... DİNİ KELİMELERİ BOZMAK -3Açlık grevi için, ölüm orucu da diyenler çıkıyor. Oruç, sadece aç durmak değildir. İmsak ile akşam arasında orucu bozan şeylerden uzak durmak demektir. Müsteşrikler, İslâm dini yerine, İslâm Nazariyesi, İslâm Düşüncesi, Allah düşüncesi diyorlar. İslâmiyet, ilahi bir din olup bir düşünce sistemi olmadığına göre, bu tabirleri kullanmak asla caiz değildir. Düşünce, bir iş
için düşünülen çare veya kıyaslanan neticedir. Nazariye de, akli, zihni esaslara dayanan görüş, teori demektir. Akıl, zihin mahluktur. Allahü teâlânın bildirdiği şeylere düşünce, görüş denmez. Kur’an-ı kerimdeki hükümlere bile Kur’anî görüş diyorlar. Bu tabirleri kullanmak insanı küfre sürükler... [Türkiye Gazetesi] -devam edecekDİNİ KELİMELERİ BOZMAK -4Akıl ve şuur mahluktur. Mahluka ait mahluk olan bir sıfatı Allah için söylemek küfürdür. Mesela Allah’ın fikri veya ilahi şuur demek, mahluk [yaratık] olan şuuru, Yaratıcı için kullanmak demektir. Bu ise küfürdür. Çünkü şuur, akıl, fikir yaratıktır. Bir kimse, Yunan felsefecileri gibi, (Dünya kadimdir, Allah gibi ezelîdir) derse küfre düşer. Müslüman kelimesi yerine islâmcı veya dinci diyorlar. Dinimiz salih, mücahid, dindar, mütteki gibi kelimeleri bildirmişken, yerlerine İslamcı demek bid’attir. Hiç bir İslâm âlimi islâmcılıktan bahsetmemiştir. Türkçe’de genel olarak, cı, cu ekleri isim ve sıfat üreten bir ektir. İsim olarak, sütçü, balıkçı, şarkıcı gibi o işin ticaretini yapan kimseye denir. Sıfat olarak pilavcı, esrarcı makarnacı gibi kelimeler, o şeyi yiyip bitirmekle zevk alana denir. İslâmcı, dinci de bunlara benziyor. İslâm’ı ve dini yiyip bitirmekle zevk alan veya onun ticaretini yapan kimseye benziyor. Bunun için de, Müslüman kelimesi varken, hiç kimsenin dinci veya İslâmcı olmasını tavsiye etmeyiz. [Türkiye Gazetesi] ŞİRK VE KÜFÜR Şirk, Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzeten kimseye müşrik, denir. Küfrün çeşitleri vardır. Hepsinin en kötüsü, en büyüğü şirktir. Bir şeyin her çeşidini bildirmek için, genelde, bunların en büyüğü söylenir. Bunun için, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde bildirilen şirk, her cins küfür demektir. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ, şirki [her çeşit küfrü] asla affetmez ve şirkten başka olan [büyük küçük bütün] günahları dilerse affeder). [Nisa 48] Bir kâfir, bir kelime-i tevhid söylemekle mümin olduğu gibi, bir mümin de, bir söz söylemekle kâfir olur. Küfre düşürücü söz kullananın imanı gider de haberi olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Öyle bir zaman gelir ki, kişinin imanı gider de haberi olmaz. Hâlbuki ondan, gömleğin çıktığı gibi, iman çıkmış olur.) [Deylemî] Küfre düşenin bütün ibâdetlerinin sevapları yok olur, tövbe ederse, geri gelmez, ayrıca, nikahını da yenilemesi gerekir. Tövbe etmek için, yalnız Kelime-i şehâdet söylemeleri kâfî değildir. Küfre sebep olan o şeyden de tövbe etmeleri lâzımdır. Küfre düştüğü şeyleri bilmiyorsa, bilip bilmediğim bütün küfür söz ve işlerden tövbe ettim demesi kâfidir. Küfre düşüren söz ve işleri bilerek bunlardan sakınmalı ve küfre düşmekten korunmak için sabah-akşam (Allahümme innî eûzü bike min en üşrike bike şey'en ve
ene a'lemü ve estağfirüke limâ lâ a'lemü inneke, ente allâmülguyûb) duâsını okumalıdır! [Türkiye Gazetesi] -devam edecekKÜFRE SEBEB OLAN SÖZLER -11- Allahü teâlâya layık olmayan şey söylemek. Mesela bir kimse bir işi yaptığı halde, (Allah biliyor ki yapmadım.) demek. Yahut, yapmadığı bir şey için (Allah biliyor ki yaptım) demek. Böyle söylemek Allahü teâlâyı cahillikle suçlamak olur. 2- Peygamberleri küçültücü şey söylemek, onunla alay etmek. Mesela Âdem aleyhisselâm'ı kastedip (İlk insan vahşi idi.) demek. Veya bir evliyayı peygamberden üstün bilmek. Yahut, peygamberin dediği doğru ise biz kurtulduk demek. Bir kimseye (Öküz aleyhisselâm) demek. 3- Peygamberimizden sonra başka bir peygamberin geleceğini caiz görmek. 4- Melekleri küçültücü şey söylemek. Mesela (Senin bakışın bana Azrail gibi geliyor.) demek. Yahut (Cebrail bile söylese inanmam) demek. (Bu ibadetin sevabını yazacak melek yok) demek. (Çocuklarınızı iyi yetiştirmezseniz, zebani olur) demek... [Türkiye Gazetesi] -devam edecekKÜFRE SEBEB OLAN SÖZLER -25- İslâm âlimlerinin sözlerini, fıkıh kitaplarını ve fetvalarını tazim etmesi gerekirken tahkir etmek. Mesela (İmam-ı a’zamın kıyası hak değildir.) demek. Hocayı kötülemek için (Hocayla etme pazar, sonunda fetvâya bozar) demek. 6- Ahirette olacak şeylerle alay etmek. Mesela (Ben cenneti istemem, cehennemi isterim) demek... [Türkiye Gazetesi] -devam edecekKÜFRE SEBEB OLAN SÖZLER -37- Allahü teâlânın emir ve yasaklarına yani Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmiş ve islâm âlimlerinin kitapları ile her tarafa yayılmış, inanılması zaruri olan din bilgilerinden birine inanmamak veya önem vermemek. Mesela (Ben cinleri görmediğim için inanmam.) demek. 8- Kesin haram olduğu bilinen bir şeyi yiyip içerken Besmele çekmek. Mesela şarap içerken veya domuz eti yerken Besmele çekmek küfürdür. 9- Kâfirlerin dini âyinlerini, bayramlarını beğenmek. Mesela zaruretsiz bir Hıristiyanın Noelini tebrik etmek. Nevruz günü yumurta boyamak. 10Meşhur bir harama helal, meşhur bir helâle haram demek. Mesela domuz yağı helâl, sirke haram demek... [Türkiye Gazetesi] -devam edecek-
KÜFRE SEBEB OLAN SÖZLER -411- Âyeti, Besmeleyi, bir melek, bir peygamber ismi bulunan yazıyı, kasten helaya, necasete, [pisliğe] atmak. Müslümanın ağzına sövmek [def-i hâcet lafzı ile]. 12- Hac, namaz, oruç gibi ibadetlerin şeklinde şüphe etmek. Mesela (Acaba namaz böyle mi kılınır) demek. 13- Bir parça et yemek, ilim öğrenmekten iyidir demek... -devam edecekRamazan Manileri... Kalbimiz nûrla dolsun, Oruçtan da feyz alsın, Bu şerefli ayınız, Size mübârek olsun. Akşama kurdum pusu, Gelir köfte kokusu, İftarda az yemeli, Sahurda çok, doğrusu... Ramazan olsun kutlu, Teşrîfi baldan tatlı, Hiç günah işlemeden, Tutanlara ne mutlu.. Sanma boşa kol sallar, Bahşişe davul çalar, Ayıp değil efendim, Bal tutan parmak yalar. Ne güller açıp soldu, Ne değerler kayboldu. Dolaştım kabirleri, İçime hüzün doldu... Sini sini şekerim, Üstüne bal dökerim, Davulcunun kahrını, Mâni için çekerim.
Mü'minlerin bayramı, Onbir ayın sultânı, Hakkın bize fermânı, Merhabâ! Yâ Ramazan! Kalbimiz nurla dolsun, Oruçtan da feyz alsın, Size mübârek olsun. Merhabâ! Yâ Ramazan Rabbimizin ni'meti, Ölçülür mü kıymeti, Bu ayda mü'minlere, Saçar bolca ni'meti. Nerden geldi aklıma, Kadayıfla baklava, Aç gözlü olma diye, Annem vurdu oklava. Oruç tutmak izzettir. Bilene bir lezzettir. Onbir ayın sultanı, Mü’minlere rahmettir. Yollar dağları aştı, Ayrılık uzun kaçtı. Davulu al çık yola, Sahur vakti yaklaştı. Utansın tutmayanlar, Sahura kalkmayanlar, Sonra pişmân olacak, Teravih kılmayanlar. Çiğ köfteye yandım, Yiye yiye usandım, Cebime koyacaktım, Bakanlardan utandım. Hikmetler... Cömertliği ile meşhur olan birine sorarlar: - Muhtaçlara çok ihsanda bulunuyorsun; acaba onlar sana minnettarlık
hissi içinde bulunuyorlar mı? Cömert şöyle cevap verir: - Hiçbiri bana minnettar kalmaz. Yani, onlara o hissi verecek şekilde hareket etmem. Bir şey verirken kendimi aşçının elindeki kepçe gibi kabul ederim. Kepçenin övünmeye, minnete sebep olmaya hakkı yoktur. [Türkiye Takvimi] ÇOBAN VE ELMA AĞACI Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında, tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak; "Hadi bakalım evlâdım, bu ihtiyarın elmasını ver artık!" der ve en güzelinden, en olgunundan, Allahü teâlânın izniyle bir elma düşerdi. Yaşlı adam onu küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kurân-ı kerîmini okumaya koyulurdu. Çoban, bu ağacı 20 yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacı kısa zamanda serpilip, meyve vermeye başlamıştı. O zamanlar genç olduğundan uzandı mı, elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde, beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınki ise büyüyüp yükselmişti. Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yemek yapmak için yine elmasını istedi. Ancak nedense birşey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, beyaz sakalını ıslatırken, yavrusu ilk defa reddediyordu kendisini. Çobanın güçsüz bacakları da, vücudunu taşıyamaz olmuştu artık. Hayvanlarını usulca toplayıp yayla evine doğru yöneldiğinde, gökteki hilâli farketti. Çocuklar gibi sevinerek, geri dönüp ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken, hıçkıra hıçkıra ağlayıp şöyle diyordu: "Yâ Rabbi! Şu unutkan ihtiyarı af et! Bu günün Ramazan’ın ilk günü olduğunu, gafletimden anlayamadım?" [Türkiye Takvimi] Necip Fazıl, bakın der, şimdi Efendi hazretlerine öyle bir sual soracağım ki, size uzun bir sohbet dinleteceğim... Sonra Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretlerine sorar: -Efendim, iyi insan nasıl olur? Abdülhakîm Efendi hazretleri bir müddet sükût eder ve sonra iki kelimeyle cevap verirler: -Nasip meselesi..! Yine firkat nârına yandı cihân, Hasretâ gitti mübârek Ramazan. Nûruyla bulmuştu âlem yeni cân, Firkatâ gitti mübârek Ramazan. İndi Kur'ân sende ey nûru güzel, Leyle-i Kadrinde ey kadri güzel,
Gitti ey tehlîl ü tekbîri güzel, Elvedâ gitti mübârek Ramazan. Gâhî tesbîh ü senâ vü zikr ile, Gâhî tahmîd ü duâ ve şükr ile, Can bulurdu mürde diller nûr ile, Hasretâ gitti mübârek Ramazan. Bu ay içre bağlanır dedi Resûl, Cin-ü şeytan etmeye asla fuzûl, Hep duâlar bunda olurdu kabûl, Firkatâ gitti mübârek Ramazan. Cem olup Hakka münacât edelim, Nûr-ı Kur'ân ile doğru gidelim, Bilmedik kadrin Niyazî nidelim, Pek yazık gitti mübârek Ramazan. Niyazi Mısrî HASTALIKLARIN BAŞI Allahü teâlâ, insanı ve bütün varlıkları âciz, muhtaç olarak yaratmıştır. Bedenin çeşitli şeylere ihtiyâcı vardır. Hastalandığı zaman, tedâvi olmaya muhtaçtır. Hastalıkların çeşitli sebepleri mevcuttur. Bunların ekserîsi ise, çok yemekten ileri gelmektedir. Az yiyenin vücûdu sıhhatli olur. Orucun insan sağlığına tesiri, sayılamayacak kadar çoktur. Bunların içinden en önemlileri olarak karaciğer ve damarlar üzerindeki etkileri olarak bildirilmiştir. Karaciğer, vücûdun, muazzam kompüterlerle çalışan kimya laboratuvarı gibidir. Karaciğer, bir taraftan sindirim için çok büyük mesele olan yağları sindirir, eritir; diğer taraftan da besinleri depo eder, ihtiyaca göre onları çözer. Ayrıca karaciğer, vücûda giren mikroplara karşı, faydalı zehirler üretir. Kemik iliğinde kan yapan hücreler için, temel maddeler hazırlar. -devam edecekİstanbuldaki ziyâret yerleri...
Hüseyn Hilmi bin Saîd İstanbûlî "rahmetullahi aleyh" Büyük İslâm âlimi Hüseyin Hilmi Işık Efendi, 26 Ekim 2001 (Hicrî 9 Şa’bân 1422) tarihinde âhırete irtihal etti. 1911’de (Hicrî 1329) İstanbul Eyüp Sultan’da doğan Hüseyin Hilmi Işık Efendi, ilk öğrenimini Eyüp Sultan Reşadiye Numûne Okulu’nda yaparak birincilikle bitirdi. Halıcıoğlu Askeri Lisesi giriş imtihanlarını pekiyi dereceyle kazandı. 1929’da askerî liseyi birincilikle bitirdi. Eczacılık Fakültesine girerek askerî eczacı oldu. Gülhane Hastahanesi’nde bir senelik stajını birincilikle bitirip, üsteğmen olarak Askerî Tıbbiye Okulu’na müzakereci tayin edildi. Bu arada Kimya Fakültesi’ne kaydolarak, yüksek matematikçi Von Mises’den, mekanik profesörü Prager’den, fizikçi Dember’den, teknik kimyacı Goss’dan ders aldı. Kimya profesörü Fritz Arnd’ın yanında çalıştı, takdirlerini kazandı. Fritz Arnd’ın yanında 6 ay travay yapıp, Phenyl-ciyan-nitromethan cisminin sentezini yaptı ve formülünü keşfetti. Dünyada ilk olan bu başarılı travayı, İngilizce olarak, 2. cilt numarası ile Devlet Matbaasında bastırılan Fen Fakültesi mecmû’asında ve Almanya’da çıkan Zentral Blatt kimya kitabının 1937 tarih 2519 sayısında Hüseyin Hilmi Işık isminde yazılıdır. Hüseyin Hilmi Işık Efendi, 1936 senesi sonunda 1/1 sayılı Türkiye’nin ilk kimya yüksek mühendisi diplomasını aldı. Bu başarısından dolayı askerî kimya sınıfına geçirildi. Ankara Mamak’ta zehirli gazlar kimyageri yapıldı. Burada 11 sene kaldı. Orada Almanca da öğrendi. Harp gazları mütehassısı oldu. 1947’de Bursa Askerî Lisesi’nde kimya öğretmeni, sonra öğretim müdürü oldu. Burada ve sonra Kuleli, Erzincan Askerî Liselerinde uzun seneler kimya öğretmenliği yaparak yüzlerce subay yetiştirmiştir. Kıdemli albay iken, 1960 yılında emekli olmuştur. Hayatı boyunca siyasete hiç karışmamıştır. Emekli olduktan sonra, İstanbul’da Vefa Lisesi, Cağaloğlu, Bakırköy Sanat Enstitüleri gibi çeşitli okullarda matematik ve kimya öğretmenlikleri yapıp, çok sayıda imanlı genç yetiştirmiştir. 1962 senesinde Yeşilköy’de Merkez Eczânesini satın alıp, sâhip ve mesûl müdürü olarak, uzun seneler halkın sıhhatine hizmet etmiştir. Hayatı boyunca; insanlarla iyi geçinmeyi, güzel ahlâk sâhibi olmayı, fitnelere karışmamayı tavsiye etmiştir. Hüseyin Hilmi Işık Efendi, büyük İslâm Âlimi, Seyyid Abdülhakîm Arvâsi “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerini, 1930 yıllarında tanımakla ve ona hizmet etmekle şereflendi. Bu zâtın sohbet ve derslerinde, feyz ve ihsanlara nâil oldu. Sarf, nahv, mantık, fıkıh, hadis, mâkul ve menkûl, usûl ve fürû ilimlerini tâlim etti. Arapça ve Farsça tercümeler yaparak gençliğe hizmet etti. İcâzet-i mutlaka almakla şereflendi. Başta; Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye olmak üzere, 14 Türkçe ve bunların tercümeleri olan diğer dillerdeki pek çok kitapları vardır (www.hakikatkitabevi.com).
Başarılı hayatının her safhası ahlâk, ilim ve çalışkanlık nümûnesi olan bu kıymetli âlim, kâmil ve mükemmil zât sohbetlerinde; (Çok kitap okudum. Ehl-i sünnet âlimlerinin yükseklikleri yanında, pek câhil, bir hiç olduğumu anladım. Onları tanıyabilmek, yollarında bulunmak, büyük nimettir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yolu, onların gösterdikleri yoldur. Resûlullahın güzel ahlâkı, onların ahlâkıdır. Dünyada ve âhırette saâdete kavuşmak isteyen, o büyüklerin yoluna, sımsıkı sarılsın!..) buyururdu. 26 Ekim 2001 Cumâ gecesi, tedâvi gördüğü Türkiye Gazetesi Hastanesi’nde, 90 yaşında ebediyete intikal eden, merhum Hüseyin Hilmi Işık Efendi’nin naaşı, Eyüp Sultan Câmii’nde ikindiden sonra kılınan cenâze namazını müteâkip, Eyüp Sultan Kabristanı’ndaki aile mezarlığına defnedildi. “Rahmetullahi teâlâ aleyh”... [Türkiye Takvimi] Murâd-ı Münzavî hazretleri İstanbul’daki meşayıhın büyüklerindendir. Buhara’da 1643 de doğdu. Şam ve Hicaz taraflarında çok seyahat etti. Hindistan’da Serhend şehrinde Muhammed Masum-i Faruki hazretlerinden feyz aldı. Kemale erip hilafetle şereflendi. Şam’da yerleşip, bir medrese yaptı. 1680 de İstanbul’a geldi. Eyyubde beş sene kalıp, Şama ve hacca gitti. 1707 de İstanbul’a geldi. Sultan Selimde yerleşti. Çorlulu Ali paşa tarafından Bursa’ya sürüldü. 1716 da tekrar İstanbul’a gelip, Eyyubde reis-ül-etibba Nuh efendi yalısında ikram edildi. 1719 senesinde vefat etti. Edirnekapı dışında, Münzevi camii karşısında, birinci sultan Mahmud han şeyh-ülİslamlarından Ahmed Ebül-hayır efendinin kabri yanındaki türbesini ziyaret edenler, mübarek ruhundan feyiz almaktadırlar. Türkçe Adab-ı tarikatin-nakşibendiyye risalesi meşhurdur. El-müfredat-ül-Kuraniyye tefsiri çok kıymetlidir. Tefsirler, arabi, farisi ve türkce bir aradadır. İstanbuldaki ziyâret yerleri... Mehmed Emin Tokâdî hazretleri Muhammed Emîn efendi, İstanbulda bulunan meşâyıhın büyüklerindendir. Mekke-i mükerremede Ahmed Yekdest-i Cüryânîden [1114] senesinde icâzet almakla şereflendi. Üç sene sonra İstanbula geldi. Ayvanserâydaki Emîr Buhârî tekkesinin şeyhi olan Kırîmî Ahmed efendi 1156 da vefât edince, buna halef olmuş ve 1158 [m. 1745] de vefât etdi. (Savâ’ık-ı Muhrika)yı türkceye terceme etdi. Unkapanına inen cadde ile Zeyrek yokuşunun kesişdiği tepe üzerinde Soğuk kuyu Pîrî pâşa medresesi kabristânında, âşıkları ziyâret edip feyz almakda, muradlarına kavuşmakdadırlar. Talebesi Müstekîmzâde de orada medfûndur. Muhammed Emîn efendi kahve ve tütün içerdi... [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] HÜSEYN HİLMİ IŞIK efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” Allahü teala şefaatine kavuştursun.
26.ekim.2001 Sabaha karşı, binlerce seveninin hastane bahcesinde başlayan sessiz çığlıklarından hasıl olan gözyaşları, Eyübsultanda namazda ve kabristanda da, sel gibi akdı, akdı, akdı... hâlâ durmadı. Üç yıl geçti unutulmadı, unutulmayacak ve unutulmamalı da... âşıkları, cennet bahcesi olan kabrlerini ziyaret ederek bir nebze ferahlamakta, eski hâtırâları hatırlamakta, kalbden kalbe konuşarak rahatlamağa çalışmaktadır... Zaten insanın üç türlü babası vardır, en mühimi; dîn'i öğrendiği hocasıdır... yani insanın hocası babası gibidir, hattâ dahada önemlidir. Hoca hakkı çok mühimdir, unutulmamalıdır. Her gün manevî hediyelerini göndermelidir, her atılan adımda, her yapılan işte, her an hatırlayıp, hocam bundan razı olurmu demelidir ki; kendimizi kontrol edebilelim... zîrâ insan başı boş değildir. Kendilerini ilk tanıdığımda, -69 senesi- çocuk yaşlarda orta mekteb talebesi idim. Kitab evinde ellerini öptüğümde "sen Kur'an-ı kerim okumasını biliyor musun" buyurmuşlardı... dünyaya hiç rağbet etmezlerdi, mübarek kalblerinde dünyaya aid hiçbirşey yoktu. Kendilerine bir sual sorulduğunda, sual soranın dünyasını değil, ahiretini düşünerek cevab verirlerdi. Dünyanın geçici olduğunu, hayatın hayal olduğunu her zaman hatırlatırlardı. "Hayat hayaldir" sözünü her zaman kendilerinden işitirdik. İlim öğrenmeğe ve boş vakt geçirmemeğe çok ehemmiyet verirlerdi. "İlim öğrenmek kadın-erkek herkese farzdır" ve "Allahü teâlânın bir kulunu sevmediğinin alâmeti onun mâlâya’nî ile boş şeyler ile vakt geçirmesidir" hadîs-i şeriflerini de herzaman tekrarlarlardı. hayatta nasıl muvaffak oldunuz diye sorulduğunda, bir hadis-i şerifi rehber edindim, bugünkü işimi yarına bırakmadım buyurmuşlardı. Hocası Abdülhakim Arvasi hazretlerini o kadar çok severlerdi ki, O'ndan anlatmadıkları bir gün olmamıştır. birisi, hocanızı bu kadar çok seviyorsunuz siz ondan ne öğrendiniz dediğinde; "birtek şey öğrendim, (kim sevilir-kim sevilmez) bu da bana yetti" buyurmuşlardı. "İnsan seveceği kimseyi iyi seçmeli, ona göre sevmeli" sözü, birçok sevenine düstur olmuştur. Çünki, herkes dünyada iken kimi severse ahiretde onun yanında haşrolacağını bildiren hadîs-i şerifin ehemmiyetini talebelerine çok iyi öğretmişlerdi çook. zâten îmân demek te bu değilmiydi..! Allahü tealanın sevdiklerini Allah rızası için sevmek-Allahü tealanın sevmediklerinide gene Allah rızası için sevmemek... bu muhabbet bir kula verilmişse ona verilmeyen neki? bu muhabbet verilmemişse ona verilen neki...? Doksan yıllık ömürleri dolu dolu geçmiş, insanlar yanmasın diye, bir kişi daha dinini öğrensin diye, fevkalade bir gayret sarfetmişler, bu emr-i mâruf vazifesinde sevenlerine numûne olmuşlardı.
Allah adamları görülünce Allahü teala hatırlanır sözü gereğince, yanında bulunanlar sanki dünyadan çıkıp başka bir hayata giderlerdi. Kalb kırmaktan çok sakınırlar, ve kalbin nazargâh-ı ilahî olduğunu, hiçkimsenin kalbini kırmamağı, kalb kırmanın, kâbeyi yıkmaktan daha büyük günah olduğunu, herkesle iyi geçinmeyi, hiç kimseyle münakaşa dahi etmemeği, fitne çıkarmamağı, kanunlara uymağı talebelerine nasihat ederlerdi. -1329/1911 senesinde İstanbul'da Eyyübsultan'da dünyaya gelmiştir. -Ömrü boyunca arabî ve farisî tercemeler yaparak gençliğe hizmet için çalışmışdır. kendi hâzırladığı 62 arabî ve 22 fârisî ve (başta Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye olmak üzere) 14 türkçe ve bunlardan terceme etdirdiği, fransızca, ingilizce, almanca, rusca ve arnavudca ve diğer dillerdeki kitâbların mikdârı yüzden fazladır. -Hayatlarını anlatmak mümkün değildir... ancak eşsiz hazîne olan eserleri okunursa daha iyi tanımak nasîb olur. - 1 Receb-ül-ferd 1394 ve 21 Temmûz 1974 Pazar günü hazırlamış oldukları Vasıyetnâmeleri şöyledir: Aklı olan herkes, dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşamak, âhirette de, azâbdan kurtulup, sonsuz nîmetlere kavuşmak ister. İşte bunun için, Seâdet-i Ebediyye kitâbımı yazdım. Dünyânın her yerindeki her çeşit insana seâdet yolunu göstermek için uğraştım. Önce, kendim öğrenmek için çok çalıştım. Senelerce, yüzlerle kitâp okudum. Târihi, tasavvufu çok inceledim. Fen bilgileri üzerinde çok düşündüm. İyi anladım ve inandım ki, dünyâda râhata ve âhirette sonsuz iyiliklere kavuşmak için, “Sâlih Müslüman” olmak lâzımdır. Sâlih olan mümin, Ehl-i sünnet itikâdındadır. Ehl-i sünnet itikâdında olana Sünnî denir. Ehl-i sünnetin dört mezhebinden Hanefî, Mâlikî, Şâfi’î, Hanbelî’den birine uyar. Böylece, her hareketinde İslamiyete tâbi olur. İbâdetlerini kendi mezhebine göre yapar. Harâmlardan sakınır. Bunlarda bir kusûru olursa, şartlarına uygun tevbe eder. Sâlih Müslüman Cehenneme hiç girmez. Sâlih Müslüman olmak için, din bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâplarından öğrenmek lâzımdır. Câhil olan kimse, sâlih değil, Müslüman bile olamaz. Sâlih Müslümanın nasıl olacağını Seâdet-i Ebediyye kitâbımda uzun bildirdim Kısacası: 1- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği gibi inanmalıdır. 2- Dört mezhebden birinin fıkıh kitâbını okuyarak, din bilgilerini doğru öğrenip, buna uygun ibâdet yapmalı ve harâmlardan sakınmalıdır. Dört mezhebden birinde olmayan veya dört mezhebin kolay yerlerini ayırıp bir araya toplayan, yâni mezhebleri birbirine karıştıran kimseye mezhebsiz denir. Mezhebsiz olan sapık olur. 3- Çalışıp para kazanmalıdır. Dine uygun yolla kazanmalıdır. Fakîr kimse, bu zamanda, dînini, nâmûsunu, hakkını bile koruyamaz. Bunları korumak ve İslâmiyete hizmet edebilmek için, fennin bulduğu yeniliklerden, kolaylıklardan faydalanmak da lâzımdır. Helâl kazanmak ve cihâd etmek,
büyük ibâdettir. Namaza mâni olmayan ve harâm işlemeye sebeb olmayan her kazanç yolu, hayırlıdır, mubârektir. İbâdetlerin ve dünyâ işlerinin faydalı, mübârek olması, yalnız Allah için yapmakla, yalnız Allah için kazanmakla ve yalnız Allah için vermekle, kısacası, İhlâs sâhibi olmakla olur. İhlâs, yalnız Allahü teâlâyı sevmek ve yalnız Allah için sevmektir. Mürşidi kâmillerden, Allah dostlarından feyz almak isteyenin sâlih Müslüman olmaları lâzımdır. Ehl-i sünnet itikâdında olmayan, meselâ Eshâb-ı kirâmdan herhangi birine dil uzatan ve dört mezhebden birine uymayan, harâmdan sakınmayan, meselâ zevcesini, kızını açık gezdiren ve çocuklarının İslâm bilgisi, Kur’ân-ı kerîm öğrenmeleri için çalışmayan bir kimse sâlih bir Müslüman olamaz. Peygamberimiz de “sallallahü aleyhi ve sellem”, “Benim yolumda ve benden sonra dört halîfemin yolunda olunuz!” buyurdu. Dört halîfenin yolunda olan İslâm âlimlerine “Ehl-i sünnet” denir. Görülüyor ki, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâplarında yazılı olduğu gibi imân etmek ve bütün sözleri, işleri, onların bildirdiklerine uygun olmak gerekiyor. Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak isteyenin, böyle îmân etmesi ve böyle yaşaması lâzım olduğu anlaşılıyor. Bir insanda bu ikisi olmazsa, o sâlih Müslüman olamaz. Dünyâda ve âhırette râhata ve huzûra kavuşamaz. Bu ikisi, yâ mürşidi kâmillerin kitâplarından okuyarak öğrenilir, yâhut, bir mürşid-i kâmilden görerek elde edilir. Mürşid-i kâmilin sözleri, bakışları ve teveccühleri insanın kalbini de temizler. Kalb temîz olunca, îmânın, ibâdetlerin tadı duyulur. Harâmlar, acı, çirkin ve iğrenç görünürler. Allahü teâlâ, kullarına merhamet ettiği zaman, Mürşid-i kâmil çok bulunur ve tanınmaları kolay olur. Kıyâmet yaklaştıkça, Allahü teâlânın kahrı, gadabı dahâ çok zuhûr edecek, Mürşid-i kâmiller azalacak, tanınmayacaklardır. Câhiller, sapıklar, zındıklar, din adamı olarak ortaya çıkacak, insanları aldatacak, felâkete sürükliyecekler. “Kâtı’ı tarîk-ı ilâhî” yani Hakka giden yolu kesiciler olacaklardır. Böyle karanlık zamanlarda îmânı ve din bilgilerini, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından öğrenenler kurtulacak, câhillerin, mezhebsizlerin yazdıkları uydurma din kitâblarının yaldızlı, heyecanlı kelimelerine aldananlar, doğru yoldan kayacaklardır. Yâ Rabbî! Günâhlarımız büyük ve çok ise de, senin af ve magfiretin de sonsuzdur. Sevdiklerinin hürmetine bizi af ve magfiret eyle! Âmin. ESERLERİ: 1-Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye, 2- Fâideli Bilgiler, 3- Hak Sözün Vesikaları; 4- Herkese Lâzım Olan Îmân, 5- İslâm Ahlâkı, 6Eshâb-ı Kirâm, 7- Kıyâmet ve Âhiret, 8- Müjdeci Mektûblar Tercemesi, 9Cevâb Veremedi, 10- İngiliz Câsûsunun İ’tirâfları, 11- Kıymetsiz Yazılar, 12 - Şevâhid-ün Nübüvve tercümesi, 13- Menâkıb-ı Çihâr Yâr-ı Güzin tercümesi. Bunların dışında, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Almanca yüzün
üzerinde kitabı vardır. Bu kitaplar, Hakikat Kitâbevi tarafından dünyanın her tarafına yayılmaktadır. . Gizlendi güneş artık, oldu her taraf zındân, görmek istiyor gözüm, durmadan, yorulmadan, nerde o Işık gelsin! Hiç olmazsa ırakdan, aydınlatsın çehremi, bakışlariyle bir an, Ne olurdu yâ Rabbî! Onu hep görebilsem, gönlüme sürûr veren, sözlerini duyabilsem, gözlerine bakmağa, yine doydum diyemem, o hüsn-i cemâlini, bir milyon kerre görsem, Nice zulmetleri hep, aydınlatdı bu Işık, rûhlara hayât veren, şuâ’ları ne de şık, Düşdüm zulmete, nerde aradığım bu Işık? imdâdıma gel artık, yolum karmakarışık. Kalbim râhatlıyor pek, sizi her ân andıkça, bakışların gel diyor, hayâlin canlandıkça. O eski hâtıralar, göz önüne geldikçe, diyorum gelsin artık, nerde kaldı bu Işık? Tâli’ gülmedi bana, çabuk kaçırdım sizi, mâziye karışdırdı, tatlı günlerimizi, yakdı bu hasret artık, kül etdi bendenizi, gelsin diyorum gelsin! gelsin artık bu Işık! ............................ Teshîr edici gözler, neş’e verici sözler, hepsi hayâl oldular, ayrılık yamân oldu. Derin derin bakışlar, içli bir hayât gizler. dertliyim, görmiyeli, bir hayli zemân oldu. ............. Feth etdiniz kalbimi, gizli bir miftâh ile, bundan sonra, nefsimin ısyânları nâfile! Her bülbül âşık olur, böyle vefâlı güle, kim demiş zemherîrde, ılık bir behâr olmaz .................. Güzellerin güzeli, rûhların tek matlûbu, değil mahlûkun yalnız, Hâlıkın da mahbûbu. Gönlüm nûru, feyz kaynağım, oldu bizden irak, zulmet-i hicrânda kaldı rûhum pür iftirâk. .................. Bir zemânlar sohbetine erdiğim, mübârek yüzîle, şereflendiğim, güzeller güzelin, seyreylediğim, bu fânî dünyâda, olagelmişdir
................. Herkese nasîb olmaz, huzûrundaki ânlar, ebedî hâtıradır, bu bulunmaz zemânlar. Kadrinizi biz gibi, bir nebze anlayanlar, derler ki, bu devrde, sen gibi serdâr olmaz. Son bir def’a bakayım, o hüsn-i cemâline, bir nazarın değişmem, bütün dünyâ mâline, İster gülsün gâfiller, bu âşıkın hâline, bundan böyle neş’e ve sürûrlara elvedâ’! Hasret kaldım, hep karardım, oldum nûrumdan cüdâ, feyz kaynağım, el-vedâ’, âh el-vedâ’, âh el-vedâ’. cihânı tenvîr eden en son Nûra elvedâ’ en derin sevgilerle, azîz yâra elvedâ’! Allahü teala şefaatine kavuştursun! AMİN Ben güneşi severim, ne dersem ondan derim, Geceyle işim yokdur, ben rü’yâyı neylerim.
KASIM Kasım - 1. Hafta Huzur Pınarı Hoşgeldin Huzur Ayı... Merhabâ yâ şehr-i ramazân... -15-16-17-18-19-20 Mübarek cumanızı tebrik ederim, müstecâb dualarınızı istirhâm ederim efendim "Perşembe günü ikindi vakti olunca, Allahü teâlâ, meleklerini gökten yere indirir. Meleklerin yanında gümüşten sahifeler ve altından kalemler vardır. Ertesi gün güneş batıncaya kadar Resûlullah'a okunan salevâtı yazarlar." Allahü teala hepimizi bu mübarek cumanın ve ramazân-ı şerifin bereketine ve şefaatine nail eylesin inşallah. Afv ve mağfiret eylediği ve cehenneminden azad eylediği kulları meyanına dahil eylesin, bütün dualarınızın neticesini, hazîne-i gaybiyyesinden ihsan eylesin inşallah. Gülbahçesinden... Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Kim inanarak ve sevabını Allahtan bekleyerek Ramazanda teravih namazını kılarsa geçmiş günahları magfiret olunur.) [Buhari, Müslim, Riyaz-üs-salihin] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Ey Âdem oğlu! Benim malım, benim malım dersin. O maldan senin olan, yiyerek yok etdiğin, giyerek eskitdiğin ve Allah için vererek, sonsuz yaşatdığındır) [Sahih-i Müslim] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Bir kimse Ramazân-ı şerîf ayında bir oruçluya iftar verirse günahları affolur. Hak teâlâ onu Cehennem azâbından âzâd eder.) [Et-Tergîb vet-Terhîb, Sahîh-i Buhârî] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Mallarınızı zekât ile koruyunuz, hastalıklarınızı sadaka ile tedâvî ediniz. Belâ dalgasını duâ ve niyâz ile karşılayınız.) [Rehber Ansiklopedisi] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Zekâtı verilmiyen mal için kıyâmetde çok acı azâb vardır.) [Fâideli Bilgiler] Hadis-i şerifte (Ey ümmetim! Beni Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, fakîr akrabâsı varken, başkalarına verilen zekâtı, Allahü teâlâ kabûl etmez) buyuruldu. Kabûl olmaz demek, sahih
olur ise de, sevâbı olmaz demektir. [Faideli Bilgiler] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Ölmeden evvel tevbe ediniz. Hayrlı işleri yapmağa mâni’ çıkmadan önce acele ediniz. Allahü teâlâyı çok hâtırlayınız. Zekât ve sadaka vermekde acele ediniz. Böylece Rabbinizin rızklarına ve yardımına kavuşunuz!) [İslâm Ahlâkı] Huzur Veren Sözler... "Huzûr-u ilâhîde toplanmak çok büyük nimettir. Huzur-u ilâhî namazdır. Allahü teâlâ, namazdan sonra "İste kulum vereyim" diyor. Bu, saat-i icâbedir. Hele Cuma günü öyle bir saat vardır ki, o anda yapılan dua red olmaz. Alimler, Cuma günü, saat-i icabe, ikindi namazı vaktidir buyurmuşlar..." Ebu Hüreyre radıyallahü anh buyuruyor ki; Resulullah aleyhisselamdan işittim, buyurdu ki, Ramezan gelince cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. Ramezan-ı şerif on iki ayın en kıymetlisi ve oruç, Peygamber Efendimizin aleyhisselatü vesselamın hicretinden 11 ay sonra farz oldu. Bir ay sonra da Bedir harbi oldu. Bir ay sonra islamiyetin ilk savaşı oldu, yani hem oruçlu, hem sıcak, üçyüz onüç sahabi, binden fazla zırhlı müşrik... Hazret-i Peygamber secdede hatta toprak bile göz yaşları ile ıslandı... Buyurdular ki; ya Rabbi, eğer yardım etmezsen kıyamete kadar Allah diyecek kimse olmaz... Onun üzerine cenab-ı Allah meleklerini gönderdi, harbin şekli değişti... Şaban-ı şerifin son günü Peygamber efendimiz bir hutbe buyurdular. Buyurdular ki; ey müslümanlar, ey eshabım, yarın bir ay doğacak, bir ay üzerinize gölge verecek, o ay çok kıymetli bir ay... Neden? O ayın içinde bir gün var, bin aya bedel. Bir ömür boyu ibadet sevabı var. Hem de, günahsız olarak... İkincisi, bu ayda oruç tutmayı Allahü teala emretti, teravih kılmak sünnet oldu. O ay ramezan... Ramezan ne demek? Yanmak demek. O ay oruç tutanların, tövbe edenlerin günahlarını yakıyor. Cenab-ı Peygamber devam ediyor; bu ayda her tarafta hayır, hasenat, bolluk bereket... Çünki böyle müjde var. Yine buyuruyor ki; bu ay sabır ayıdır. Kim sabrederse Allahü teala cennet nasib edecek. Buyuruyor ki; eğer o ay patronlar, iş verenler, oruç tutanlara kolaylık verirse, onları azabtan korur. İnşallah o sevaba hep beraber kavuşacağız... "Bütün dünyaya, hidayet, nur, Peygamber efendimizden geldi. Şimdi de, Peygamber efendimizin varisleriyle geliyor... Evliyânın, salihlerin isminin söylendiği yere rahmet yağar..."
"Bu ay, dargınlar barışacak, herkes birbirini ziyaret edecek... Bu ayda çok az bir iyilik yapan, başka aylarda farz yapmış gibi ecir alır. Bir farz yapan yetmiş farz sevabı alır, dolayısıyla bu ay bir fırsat ayıdır, her gecesi ve saniyesi çok kıymetlidir. Cenab-ı Peygamber buyuruyor ki; oruç, Allahın emridir, farzdır, ben bunun sevabına kavuşmak istiyorum denilirse sevab alır, yoksa perhiz yapmak için, mide, karaciğer dinlensin diye, yani dünyevi bir maksatla oruç tutulursa vaad edilen ecirlere, sevablara kavuşamaz. Bunun bir emir ve ibadet olduğunu bilmeli ve bu ibadetin sevabını istemeli... Cenab-ı Peygamber buyuruyor ki; bu ayda dört şeyi çok yapın: Birincisi, kelime-i şehadeti çok söyleyin. İkincisi, fırsat buldukça Allah elinizi açın ya Rabbi, beni affet deyin. İnsanın el açıp Cenab-ı Allahtan bir şey istemesi hem kibri kırar, hem de zaten ibadet bu demektir. Yani zavallılığını, acizliğini arz etmektir. Hangi organımızda hakimiyetimiz var, hiç yok... Ona teslim olmaktan başka çaremiz yok... Allahü teala bu ayda bir oruçluya iftar verenin ahiretini muhafaza ediyor. Bir de oruçlu ne kadar sevab kazandıysa o kadar da oruçu verene sevab veriyor. Eshab-ı kiram dediler ki; ya Resulullah, her birimiz, herkese oruç verecek kadar zengin değiliz, paramız pulumuz o kadar yok. Mübarek buyurdu ki; bir bardak su verin, bir hurma verin, yarım bardak süt verin, bu sevaba yine kavuşun. Bu ayda oruçluya su veren kıyamette hiç susuzluk çekmeyecektir. Bütün bu müjdelere kavuşmuş olarak inşallah mutlu olacağız... Cenab-ı Peygamber buyuruyor ki; Allahü teala benim ümmetime hiçbir Peygamberin ümmetine vermediği beş özellik verdi. Ramezan-ı şerife mahsus, hazret-i Peygamberin ümmeti olduğumuz için... Birincisi, bu ayda Ramezan-ı şerifin ilk gecesinde oruca kalkana cenab-ı Allah rahmetle nazar edermiş. Cenab-ı Allahın rahmetle nazar ettiği kul artık rahmete kavuşmuştur, hiçbir korku yoktur... İkincisi, yine bu ümmete mahsus olarak, akşam vakti, iftara yakın oruçlunun bir ağız kokusu olur, hazret-i Peygamber buyuruyor ki; hazret-i Allahın en hoşuna giden koku işte o kokudur. Üçüncüsü, cenab-ı Allah meleklere emrederek buyuruyor ki, bu kullarım benim için oruca kalktı, hepiniz onun için dua edin, melekler günahsız olduğu için duaları kabul olur. Dördüncüsü, Allah oruç tutanlara mahsus olarak cennette bir köşk ihsan ediyor. Ve beşincisi, ramezan-ı şerifin son gecesi cenab-ı Hakk bütün günahları affediyor, sonra buyrun bayram edin... Sonra bir sürü dedikodu, yalan, iftira, gıybet... Sonra bekliyoruz ki ramezan tekrar gelsin diye..." "İslâmiyyetin garib olduğu bir zamânda, kahhar sıfatının tecellî etdiği bir zemânda, onun dini için, aşk ile, gayret eden, çalışan insanlara ne mutlu. Ne mutlu onun seçdiği mücahidlere! O mücahidlerin sınıfında bulunmak, onların arasında bulunmak se'âdetine kavuşan din kardeşlerime ne
mutlu..." "İki arkadaş varmış, biri şehid düşmüş, diğeri birkaç sene sonra vefat etmiş. Birkaç sene sonra vefat eden, şehidden daha yüksek derecede. Ya Rabbi, bu şehid, bu da normal vefat etti ama birkaç sene sonra..? Elcevab: Onun üzerinden üç ramazan geçti. Allahü teala ramazan-ı şerifin büyüklüğünü idrak etmek, anlamak, ona göre yaşamak nasib eylesin... Allahü teala sağlık versin. Sağlık olunca ibadet var, çalışmak var, hizmet var. Cenab-ı Allaha dua edelim; inşallah cennette beraber olalım... Cenab-ı Allah işlere değil kalbe ve niyete bakıyor. Cenab-ı Peygamber buyuruyor ki; Cenab-ı Allah şeklinize ve işinize değil, kalbinize ve niyetinize bakar. Her şeyden önce, O, bizi dünyaya getirdi yine O’na döneceğiz. Allahı düşünmeden Ona karşı sorumluluk taşımadan başkasına sorumluluk taşımışsın bana ne... Esas sahibini terk etmişsin. Sakın ha..! Allah var! Hem de öyle bir var ki..! Allah nice ramazanlara kavuştursun inşallah..." "İnsan vücudu çok büyük fabrikadır. Vücuddaki herşey bir sanat eseridir. Allahü teâlâ bunların hepsini, bütün insanlara vermiş. İnsanlar bunların şükrünü yapmazsa, nankörlük yapmış olur. Allahü teâlâ insana iman vermiş, habibine ümmet yaratmış, insan bu nimetlere küfran ederse sonsuz cehennemde kalmak hakkıdır..." Hilye-i Se'âdet... Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem", hicretin sekizinci senesi, Ramezân-ı şerîfin onuncu Pazartesi günü, onikibin kahraman ile birlikde, Medîneden çıkarak Ramezânın yirminci Perşembe günü Mekke-i mükerremeyi feth eyledi. Ertesi Cum'a günü hutbe okurken, mubârek başında siyâh sarık sarılı idi. Mekkede onsekiz gün kalıp Huneyne gitdi. Sarığının ucunu sarkıtırdı. Çeşidli elbise giymek âdeti idi. Yabancı devlet sefîrleri gelince süslenirdi. Ya'nî kıymetli ve nefîs elbise giyerek, güzel yüzünü gösterirdi. Önce, altın yüzük takardı. Sonra, taşı akîkden gümüş yüzük takdı. Yüzüğünü mühür olarak kullanırdı. Yüzüğü üzerinde (Muhammedün Resûlullah) yazılı idi. Erkeklerin altın yüzük takmaları, dört mezhebde de câiz değildir. Yatağı deriden olup, içi hurma ağacı iplikleri ile dolu idi. Ba'zan bu yatak üzerine, ba'zan yere serili deri üzerine, ba'zan da, hasır veyâ kuru toprak üzerine yatardı. Mubârek avucunun içini sağ yanağının altına koyup, sağ yanı üstüne yatardı. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" zekât malı almaz, çiğ soğan ve sarmısak gibi şeyler yimez ve şi'r söylemezdi... Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, mîlâdın beşyüzyetmişbirinci [571] yılı nisan ayının yirmisine rastlıyan, Rebî’ul-
evvel ayının onikinci Pazartesi gecesi, sabâha karşı, Mekke-i mükerreme şehrinde dünyâya gelmişdir. Dünyânın her tarafındaki müslimânlar, her sene, bu geceyi, mevlid kandili olarak tes’îd etmekdedir. Her yerde (Mevlid kasîdeleri) okunarak Resûlullah hâtırlatılmakdadır. Erbil sultânı Ebû Saîd Muzaffer-üd-dîn Kükbûrî bin Zeyneddîn Alî, mevlid gecelerinde şenlikler yapar, ikrâm ve ihsânlarda bulunurdu. Sultânın güzel ahlâkı, hayrât ve hasenâtı, İbni Hilligânın târîhinde ve (Huccetullahi alel’âlemîn)in ikiyüzotuzdördüncü sahîfesinde ve seyyid Abdülhakîm efendinin (Mevlid-i şerîf) risâlesinde uzun yazılıdır. Mevlid, doğum zemânı demekdir. Rebî’ul-evvel, ilkbehâr demekdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” nübüvvetden sonra, her yıl, bu geceye ehemmiyyet verirdi. Her Peygamberin ümmeti, kendi Peygamberinin doğum gününü bayram yapmışdı. Bugün de, müslimânların bayramıdır. Neş’e ve sevinç günüdür. Âdem aleyhisselâm rûh ile cesed arasında iken, O Peygamber idi. Âdem aleyhisselâm ve herşey, Onun şerefine yaratılmışdır. Arş ve gökler ve Cennetler üzerine, islâm harfleri ile mubârek ismi yazılmışdır. Ona (Muhammed) adını, dedesi Abdülmuttalib koydu. Onun adının yer yüzüne yayılacağını, herkesin Onu medh ve senâ edeceğini rü’yâda görmüşdü. Muhammed, çok medh olunan demekdir... Cebrâîl aleyhisselâmın, ilk gelerek, Peygamber olduğunu bildirmesi ve hicretde Mekke şehrindeki mağaradan çıkması ve Medîne-i münevverenin Kubâ köyüne ayak basması ve Mekkeyi feth için Medîneden çıkması ve vefâtı, hep pazartesi günü olmuşdur. Doğduğu zemân, göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş görüldü. Yeryüzünü şereflendirince, şehâdet parmağını kaldırdı ve secde etdi. Melekler beşiğini sallardı. Beşikde iken konuşmağa başladı. (Mevâhib)in Zerkânî şerhinde diyor ki, (Hazret-i Abdüllah evlendiği zemân onsekiz ve hazret-i Âmine ondört yaşında idi. Hazret-i Âmine yirmi yaşında vefât etdi. Evvelâ mubârek annesi dokuz gün, sonra Ebû Lehebin câriyesi Süveybe bir kaç gün emzirdi. Sonra, Halîme-i Sa’diyye iki sene emzirdi. İki sene dahâ Benî Sa’d bin Bekr köyünde kalarak dört yaşında Mekkeye getirildi. Ayağa kalkdığı zemân, çocukların oyunlarını seyr ederdi. Oyuna karışmazdı. Altı yaşında iken, annesi Âmine “radıyallahü anhâ”, sekiz yaşında iken, dedesi Abdülmuttalib vefât etdi. Yirmibeş yaşında iken, Hadîce “radıyallahü anhâ” ile nikâh etdi, evlendi. Kırk yaşına gelince, Ramezân-ı şerîf ayında, Pazartesi günü, şehrin bir sâat şimâlindeki (Cebel-i hirâ) ve (Cebel-i nûr) denilen dağdaki mağarada, melek göründü. Bütün insanlara ve cinne Peygamber olduğu bildirildi... ...Evvelâ Cebrâîl “aleyhisselâm” geldi. Sonra üç sene, İsrâfîl “aleyhisselâm” gelip, ba’zı şeyler öğretdi. Fekat, Kur’ân-ı kerîm getirmedi. Sonra, Cebrâîl “aleyhisselâm” gelmeğe başlıyarak, bütün Kur’ân-ı kerîmi, yirmi senede indirdi. Cebrâîl “aleyhisselâm” kendisine yirmidörtbin kerre
gelmişdi. [Hâlbuki, Âdem aleyhisselâma oniki kerre, Nûh aleyhisselâma elli kerre, İbrâhîm aleyhisselâma kırk kerre, Mûsâ aleyhisselâma dörtyüz kerre ve Îsâ aleyhisselâma on kerre gelmişdi.] Peygamberliğini üç sene izhâr etmeyip, sonra Hak teâlânın emri ile teblîg eyledi. Elliiki yaşında iken, Receb ayının yirmiyedinci gecesi, Mekke-i mükerremede, Cebrâîl “aleyhisselâm” gelip, Mescid-i harâmdan, Kudüsde, Mescid-i aksâya ve oradan göklere götürdü. Bu mi’râcda, Allahü teâlâyı baş gözü ile gördü. Bu gecede beş vakt nemâz farz oldu. [İkinci kısm, beşinci maddenin son sahîfesini okuyunuz!]. Elliüç yaşında iken, izn-i İlâhî ile, Medîne-i münevvereye hicret eyledi. Safer ayının yirmiyedinci perşembe günü sabâh erken evinden çıkarak, öğleden sonra Ebû Bekr-i Sıddîkın evine geldi. O gece, berâber çıkarak, Mekkenin beşbuçuk kilometre cenûb-i şark [güney doğu] tarafında bulunan (Sevr) dağındaki mağaraya geldiler. Denizden yediyüzellidokuz metre yüksek olan bu dağın yolu çok bozuk idi. Mubârek ayakları kanadı... Mağarada üç gece kalıp, pazartesi gecesi çıkdılar. Bir hafta yolculukla, efrencî Eylül ayının yirminci ve Rebî’ul-evvelin sekizinci pazartesi günü, Medînede Kubâ köyüne geldiler. Gece ile gündüzün müsâvî olduğu, Eylülün yirmiüçüncü gününü de burada geçirip, Rebî’ul-evvelin onikinci Cum’a günü Medîneye azîmet [hareket] etdiği ve aynı gün vâsıl olduğu (Beydâvî) tefsîrinde yazılıdır. Ömer-ül-Fârûk halîfe iken, bu seneki Muharrem ayının birinci günü, ya’nî hicretden altmışaltı [66] gün evvel, müslimânların (Hicrî kamerî sene) başlangıcı oldu. Bu başlangıç günü, târîhcilere göre, mîlâdın altıyüzyirmiikinci [622] senesinde idi. Temmuz ayının onaltıncı Cum’a gününe rastladığı, Ahmed Ziyâ beğin 1316 [m. 1898] baskılı (İlm-i hey’et) kitâbında yazılıdır. Kubâ köyüne ayak basdığı Eylül ayının yirminci günü, müslimânların (Hicrî şemsî sene) başlangıcıdır. 623. cü mîlâdî sene başı, hicrî şemsî ve kamerî senelerin birinci senelerinde oldu. Bir şemsî sene 365, 242 gündür. Ya’nî, 365 gün, 5 sâat, 48 dakîka, 47 sâniyedir. Bir kamerî sene 354, 367 gündür. Ya’nî, 354 gün, 8 sâat, 48,5 dakîkadır... Peygamber efendimiz yirmiyedi kerre muhârebe yapmış, dokuzunda er olarak hücûm etmiş, diğerlerinde baş kumandanlık mevkı’inde bulunmuşdur. Gazâlarda iki dürlü bayrak kullanırdı. Râyesi siyâh idi. Livâsı dahâ küçük olup beyâz idi. Osmânlı Sancağının şeklini Timürtaş pâşanın bulduğunu birinci kısm, 29. cu maddede bildirmişdik. Medîne-i münevverede, kamerî altmışüç, şemsî sene hesâbı ile altmışbir yaşında iken 11 [m. 632] senesi Rebî’ul-evvel ayının onikinci pazartesi günü, öğleden evvel vefât edip, mubârek gömleği arkasında olarak, üç kerre yıkanıp, üç kat yeni beyâz kefene sarılıp, mubârek rûhu alındığı yere defn olundu.
Server-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek gözleri uyur, kalb-i şerîfi uyumazdı. Aç yatıp tok kalkardı. Aslâ esnemezdi. Mubârek vücûdü nûrânî olup, gölgesi yere düşmezdi. Elbisesine sinek konmaz, sivrisinek ve diğer böcekler mubârek kanını içmezdi. Allahü teâlâ tarafından Resûlullah olduğu bildirildikden sonra, şeytânlar göklere çıkarak haber alamaz ve kâhinler söyleyemez oldu. Bir kimse, Rahmeten-lil-âlemîni “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” rü’yâda görse, muhakkak Onu görmüşdür. Çünki, şeytân Onun şekline giremez... Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, bizim bilmediğimiz bir hayât ile, şimdi hayâtdadır. Cesed-i şerîfi aslâ çürümez. Kabrinde bir melek durup, ümmetinin söyledikleri salevâti kendisine haber verir. Minberi ile kabr-i şerîfi arasına (Ravda-i mutahhera) denir. Burası Cennet bağçelerindendir. Kabr-i şerîfini ziyâret etmek, tâ’atların büyüğü ve ibâdetlerin en kıymetlisidir. (Beni ziyâret edene şefâ’atim vâcib olur) buyurmuşdur. Server-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” üç veyâ dört yâhud beş erkek, dört kız evlâd-ı kirâmı, onbir zevce-i mutahherası, oniki amcası ve altı halası vardı. [İslâm düşmanları, gencleri aldatmak için, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” kadınlara, kızlara düşkün imiş diyerek ve habîs rûhlarına yakışan, çok çirkin şeyler söyleyerek ve yazarak küstahca iftirâ yapıyorlar. Hâlbuki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ilk olarak, yirmibeş yaşında evlenmiş, Hadîceyi “radıyallahü anhâ” almışdır. Kırk yaşında ve dul idi. Fekat, malı, cemâli, aklı, ilmi, şerefi, nesebi, iffeti ve edebi pek fazla idi. Yirmibeş sene berâber yaşayıp, hicretden üç sene evvel Mekkede, Ramezân-ı şerîf ayında vefât etdi. Bu hayâtda iken, Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” hiç evlenmemişdi... Kâinatın Efendisi (Resûlullah efendimizin güzel ahlak ve âdetleri)... 36 - Ekseriyâ beyaz, bâzan siyah tülbenti başına sarık olarak sarıp, ucunu bir karış kadar iki omuzu arasına sarkıtırdı. Sarığı çok büyük ve pek küçük olmayıp, üçbuçuk metre kadar uzundu. Sarığını takkesiz sarar, bâzan sarıksız fitilli takke giyerdi. 37 - Arabistândaki âdete uyarak saçlarını kulaklarının yarısına kadar uzatır, fazlasını kestirirdi. Saçlarına yağ sürerdi. Yolculukta dahî şişe ile yağ götürürdü.Yağ sürdüğü zaman, başına önce tülbent kor, başlığını tülbentin üstüne giyerdi. Böylece, yağ sürdüğü dışardan belli olmazdı. Bâzan saçlarını uzatıp, iki ön yanına uzatırdı. Mekkeyi feth ettiği gün, böyle uzanmış iki saçı vardı. 38 - Ellerine, başına, yüzüne misk veya başka kokular sürer, ud ağacı, kâfûrî ile buhurlanırdı...
39 - Yatağı, içi hurma iplikleri ile dolu, dabağlanmış deriden idi. İçi yünle dolmuş bir yatak getirdiklerinde, kabûl etmedi ve (Yâ Âişe! Allaha yemin ederim ki, eğer istesem, Allahü teâlâ her yerde altın ve gümüş yığınlarını yanımda bulundurur) dedi. Bâzan hasır, tahta, döşek, yünden dokunmuş keçe veya kuru toprak üzerinde de yatardı. [İbni Âbidîn, orucu anlatmaya başlarken diyor ki, (Resûlullahın ve Ondan sonra dört halîfesinin devam üzere yaptıkları şeylere (Sünnet) denir. (Sünnet-i hüdâ)yı terk etmek mekruhtur. (Sünnet-i zâide)yi terk mekruh değildir). Abdülganî Nablüsî hazretleri, (Hadîka) kitabında buyuruyor ki, (Resûlullah, kendisinin ibâdet olarak yaptığı şeyleri terk edeni inkâr etmedi ise, yâni darılmadı ise, bu ibâdetlere (Sünnet-i hüdâ) denir. Bunları devamlı yaptı ise, (Sünnet-i müekkede) denir. Resûlullahın âdet olarak yaptığı şeylere (Sünnet-i zâide) veya (Müstehâb) denir. İyi işlere sağdan başlamak, sağ el ile yapmak, binâ yapmakta, yimekte, içmekte, oturmakta, kalkmakta, [yatmakta], elbisede, âletlerde yaptığı ve kullandığı şeyler böyledir. Bunları yapmamak ve un eleği, kaşık gibi (âdette bid'at) olan şeyleri, yâni sonradan ortaya çıkan âdetleri yapmak dalâlet olmaz. Günah olmaz.) [Nablüsî, 1143 [m. 1731] de Şâmda vefât etti.]Bundan anlaşılıyor ki, masada yimek, çatal, kaşık kullanmak, karyolada yatmak ve konferanslarda, mekteplerde ahlâk ve fen derslerinde, radyo, televizyon ve teyp kullanmak ve her çeşit nakil vâsıtalarına binmek, gözlük, hesap makinası gibi fen vâsıtalarından istifâde etmek câizdir. Çünkü bunlar, âdette bid'attirler. Sonradan meydana çıkan şeylere (Bid'at) denir. Âdette olan bid'atleri, yenilikleri haram işlemekte kullanmak haram olur.Namazda, ezanda ve câmideki vaaz ve hutbede radyo, hoparlör, teyp kullanmak husûsunda (Se'âdet-i Ebediyye) ve (İslâm Ahlâkı) kitaplarında geniş bilgi vardır. İbâdette bid'at yapmak, ufak değişiklik yapmak, çok büyük günah olur. Cihâd yapmak, hükûmetin, ordunun, düşmanlarla harp etmesi ibâdettir. Fakat, harbde her türlü fen vâsıtasını kullanmak bid'at olmaz. Aksine, çok sevap olur. Çünkü, harbde her çeşit fen vâsıtalarını kullanmak emrolundu. İbâdetlerde, emrolunan şeyleri yapmaya yardımcı olan yenilikleri yapmak lâzımdır.Yasak edilmiş şeyleri yapmaya yardımcı olan yenilikleri, değişiklikleri yapmak bid'at olur.Meselâ, ezan okumak için minâreye çıkmak lâzımdır. Çünkü, yüksekte okumak emrolundu. Fakat, ezanı hoparlör ile okumak bid'attir. Çünkü, âlet ile okumak emrolunmadı. İnsanın okuması emrolundu. Namaz vakitlerini bildirmek ve başka ibâdetleri yapmak için, çan çalmak, boru öttürmek gibi, müzik âletleri kullanılması da Resûlullah tarafından yasaklandı]. 40 - Resûlullah, sakalını bir tutamdan fazla uzatmazdı. Fazlasını makasla kısaltırdı. [Bir tutam sakal uzatmak sünnettir.Sakal bırakması âdet olan yerde bulunanın bırakması vâcib olur.Bir tutamdan fazlasını kesmek de sünnettir. Bir tutamdan kısa yapmak bid'attir. Böyle kısa sakalı bir tutam
uzatmak vâcibdir.Sakalı kazımak mekruhtur. Özrle kazımak câiz olur.] 41 - Her gece mübârek gözlerine üç kere sürme çekerdi. 42 - Evinde ayna, tarak, sürme kabı, misvak, makas, iğne, iplik eksik olmazdı. Yolculukta bunları berâber götürürdü. 43 - Her işinde sağdan başlamayı, sağ eliyle yapmayı severdi. Yalnız, sol eliyle tahâretlenirdi. 44 - Mümkün olduğu kadar, her işini tek sayıda yapardı. 45 - Yatsıdan sonra, gece yarısına kadar uyuyup, sonra sabah namazına kadar ibâdet yapardı. Sağ yanına yatar, sağ elini yanağı altına kor, bazı sûreler okuyup uyurdu. 46 — Tefe’ül ederdi. Ya’nî, ilk gördüğü, birden bire gördüğü şeyleri hayra yorardı. Hiçbir şeyi uğursuz saymazdı. 47 — Üzüntülü zemânlarında sakalını tutar, düşünürdü. 48 — Üzüldüğü zemân, hemen nemâza başlardı. Nemâzın lezzeti, safâsı ile gammı giderdi. 49 — Gıybet edenin, ya’nî başkasını çekişdirenin sözünü aslâ dinlemezdi. 50 — Yürürken, yan tarafa ve arkasına bakmak îcâb etse, bütün bedeni ile dönüp bakardı. Yalnız başını çevirerek bakmazdı. TENBÎH: İslâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” yapdığı yukarıda bildirilmiş olan şeyleri üçe ayırmışlardır. Birincisi, müslimânların da yapması lâzım olan şeylerdir.Bunlara (Sünnet) denir. İkincisi, Peygamberimize “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mahsûs olan şeylerdir. Bunları başkalarının yapması câiz değildir. Bunlara (Hasâis) denir. Üçüncüsü, âdete bağlı şeylerdir. Bunları her müslimânın bulunduğu yerin âdetine uyarak yapması lâzımdır. Âdete uymayarak yapılırsa fitne uyanır. Fitneyi uyandırmak harâm olur... Huzur Damlaları... Uyan, gözün aç, âkıl, yalvar güzel Allaha! yolundan hiç ayrılma, yalvar güzel Allaha! Her gün beş nemâzı kıl, Ramezânda oruc tut! mâlın çoksa zekât ver, yalvar güzel Allaha! Bir gün bu gözün görmez, hem kulağın işitmez, Bu fırsat ele girmez, yalvar güzel Allaha! Sağlığı ganîmet bil, her sâati ni'met bil, emrine itâat kıl, yalvar güzel Allaha! Ömrünü boş geçirme, nefsine kuvvet verme, Uyan! Gaflet eyleme, yalvar güzel Allaha! Günâhın çok olsa da, ondan ümmîdin kesme, Afvı, keremi boldur, yalvar güzel Allaha! Seher vakti rahmeti, yağar her memlekete, Ol vakt pâklenir kalbin, yalvar güzel Allaha!
Allahın adın yâd et, rûhun ve kalbin şâd et, Bülbül gibi feryâd et, yalvar güzel Allaha! (Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye) İslam alimleri buyuruyorlar ki: Yemek yemenin yedi mertebesi vardır. Birincisi yaşayacak kadar yemek; ikincisi, farz namazı kılacak ve farz olan orucu tutacak kadar yemek. Bu iki mertebe yemek farzdır. Üçüncüsü, nâfile olan namazı ve nafile orucu tutabilecek kadar yemek. Bu kadar yemek müstehabdır. İmâm-ı Gazâlî bu konuya dâir; "Akıl sâhiplerinin gâyesi Cennet'te Allahü teâlâya kavuşmaktır. Allahü teâlâya kavuşmak ise, ilim ve amel ile olur. Bunlara bedenin sıhhati ve selâmeti ile devâm edilebilir. Bedenin sıhhat ve selâmeti ise yiyeceklerden alınan gıdâlarla olur. Ancak gıdâlar ihtiyaç mikdârı alınmalıdır. Bu yüzden selef-i sâlihinden bâzı âlimler bedenin ihtiyacı olan gıdâyı almayı din işlerinden saymışlardır" buyurmuştur. Dördüncüsü, çalışıp kazanmaya kuvvet sağlamak için yemek. Bu dînin beğendiği tokluktur. Beşincisi, midenin üçte birini dolduracak kadar yemek. Altıncısı, midenin üçte birinden fazlasına doldurulan yemek olup, mekruhtur. Çok yiyince insanda ağırlık ve uyku meydana gelir. Lokman Hakîm buyurdu ki: "Mîde dolunca insanın düşüncesi, zekâsı uyur, durur. Öyle kimseden hikmet çıkmaz. Âzâları ibâdete karşı tenbel olur. İnsanların ekserisi bu hâl üzeredir. Yedincisi, zarar verecek derecede çok yemek aşırı doymak. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Her hastalığın aslı çok yemek yemedir." Bu haramdır... Muhammed Bâkî-billah hazretleri buyurdu ki, (Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatlarıyla sıfatlanmaktır. Zîrâ Allahü teâlâ yemekten ve içmekten münezzehtir.) Ahmed Gazâlî hazretleri çok tevâzu sâhibiydi. Sık sık; "Vâz ve nasîhat husûsunda kendimi ehil görmüyorum. Vâz âlimlerin, ilim nisâbının zekâtıdır. Nisâbı olmayan nasıl ve nereden zekât verir? Eğri ağacın gölgesi hiç düzgün olur mu?" buyururdu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki, (Malı zarardan korumanın ilâcı, zekât vermektir.) [Evliyalar Ansiklopedisi] Büyükler buyuruyor ki; hadis-i şerifte (Kişi kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe kâmil iman sahibi olamaz) buyuruldu. Din kardeşine her şeyin en iyisini vermelidir, mesela zekat verirken defolu maldan değil, en iyisinden verecek... İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki, (Kalbde îmân bulunduğuna alâmet, şerî’atin emrlerini seve seve
yapmakdır. Zekât niyyeti ile fakîre bir altın vermek, yüzbin altın sadaka vermekden dahâ sevâbdır. Çünki, zekât vermek, farzı yapmakdır. Zekât niyyeti olmadan verilenler ise, nâfile ibâdetdir. Farz ibâdetin yanında nâfile ibâdetlerin hiç kıymeti yokdur. Deniz yanında, damla kadar bile değildir. Şeytân aldatarak, farzları yapdırmıyor [kazâ nemâzlarını kıldırtmıyor], nâfile kılmağı, [nâfile hacca ve ömreye gitmeği] güzel gösteriyor. Zekât verdirmeyip, nâfile hayrları, göze güzel gösteriyor.) [Müjdeci Mektûblar] Hikmetler... ORUÇ VE SAĞLIĞIMIZ Vitamin ve hormonlar ile kandaki iyot dengesinin bütün faaliyetinden karaciğer sorumludur. Bunun için karaciğer hücreleri, yirmi dört saat durmadan çalışmak mecburiyetindedir. Çok yemek ve içmek, karaciğer hücreleri için çok zararlıdır. Aşırı derecede çalışan karaciğer hücreleri, Ramazan-ı şerîfte, oruç tutmak suretiyle dinlenmektedir. Böylece karaciğer, bir sene müddetle daha kuvvetli çalışma imkânı bulmaktadır. Bugün yapılan tıbbî araştırmalarda, gençliğinden itibâren oruç tutan kimselerin karaciğer bozukluğu ile ilgili rahatsızlık çekmediği tespit edilmiştir. Orucun, karaciğer üzerindeki bu etkisinin yanı sıra damarlar üzerindeki etkisi de insanı hayretler içinde bırakmaktadır. Damarların en büyük düşmanı, kandaki aşırı besin maddeleri ve bilhassa bu maddelerin yakılamayan artıklarıdır. Bu artıklar, ihtiyarlığın, yıpranmanın sebebi olarak gösterilmektedi. (Türkiye Gazetesi) İftâr topu aksedince İhsâniye'den, Seslendi ezânlarım, Süleymâniye'den, Altında ve üstünde yanıp bin kandil, Nûr indi civâra, Nûruosmaniye'den. Ârif Nihat Asya KADİR GECESİ İmam-ı Şarani hazretleri, (Ramazan, pazar günü başlarsa, kadir gecesi 29. gecedir. Salı başlarsa 27. gece, perşembe başlarsa 25., cumartesi başlarsa 23., pazartesi başlarsa 21., çarşamba başlarsa 19., cuma başlarsa 17. gecedir) buyuruyor. Bu hesaba göre, bu sene, 30 Ekimi 31 Ekime bağlayan gece, kadir gecesi oluyor. RAMAZAN-I ŞERİFE HÜRMET İçinde bulunduğumuz mübârek Ramazan ayına hürmet etmek lâzımdır. Hürmet etmek için de, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmeli, yasaklarından kaçmalıdır. Oruç tutup da, gıybet eden, yalan söyleyen,
kalb kıran, haramlardan kaçmayan kimse, Ramazan ayına hürmet etmiş olmaz. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Dikkatli olun! Ramazan ayındaki sevap ve günahlar katlarıyle yazılır. Ramazanda çok namaz kılınız! Çok Kur'ân-ı kerîm okuyunuz! Çünkü Ramazan ayında okunan Kur'ân-ı kerîmin her harfi için, Cenâb-ı Hak, Cennet bahçelerinden bir bahçe ihsân eder." "Eğer kullar, Ramazan-ı şerîf ayındaki fazîlet ve ihsânları bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi. Çünkü bunda çok sevap vardır." [Türkiye Takvimi] Sema perde perde açıldı bugün, Gazap gökkubbeden sürgün edildi, İftar sofrasında uhrevi düğün, Orucun sırrını kim çözebildi? Kederi hapsettik zindana bu ay, Duâlar tüy gibi çıktı semâya, Gönüller rahmetle donanmış saray, Müminlerde hasret var ağlamaya. Duâ gözyaşını yoğurdu ve nur, Kapladı âlemi, çerçeveledi, İpek kalbli mümin, temiz ve vakur, Çirkini, yanlışı kelepçeledi... İşte yaşanması gereken hayat, Alınlar secdeyi öpüyor bir bir, Güzel dinimizde huzur ve rahat, Ne zaman anlarlar bunu kimbilir? (Ahmed Sırrı Arvas) TEVEKKÜL NEDİR? Tevekkül; sebeplere yapışmayıp, tembel tembel oturmak değildir. Çünkü, böyle olmak Allahü teâlâya karşı edepsizlik olur. Müslümanın meşrû olan bir sebebe yapışması lâzımdır. Sebebe yapıştıktan ve çalışmaya başladıktan sonra tevekkül edilir. Ya’ni istenilen şey, bunun hâsıl olmasına sebep olan şeyden beklenilmez. Allahü teâlâdan beklenir. Çünkü Allahü teâlâ sebebi, istenilen şeye kavuşmak için bir kapı gibi yaratmıştır. Bir şeyin meydana gelmesine sebep olan işi yapmayıp da, sebepsiz olarak gelmesini istemek edepsizlik olur. Tevekkül, dinin bildirdiği bütün sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi sebeplerden değil, sebepleri yaratandan beklemektir. Tevekkül, değiştirilmesi insan gücünün dışında olan üzücü hâdiseleri, ezelde takdir edilmiş bilip, üzülmemek, Allahü teâlâdan geldiğini düşünüp, severek karşılamaktır. [Türkiye Takvimi]
ESKİ İSTANBUL SOKAKLARI Fransız edibi Theophile Guatier İstanbul gecelerini anlatırken Tanzimat devri Ramazan gecelerini şöyle anlatır: “... Diğer zamanlarda İstanbul’un sokakları aydınlık değildi. Herkesin sanki birini arıyormuş gibi fenerini elde taşıması icap ederdi. Fakat Ramazan gelince herşey değişiverdi. İstanbul, bir Şark hükümdarının yakuttan tacı gibi ışıl ışıl parlıyordu. Câmilerin minâreleri, şerefelerin her birinde kandilden birer bilezik taşıyordu. Bir minâreden bir minareye ilâhi bir kitabın sahifelerinden inmiş gibi, ateşten harflerle yazılmış mahyalar süzülüyordu. Sultanahmet, Yenicami, Süleymaniye ve Sarayburnu’ndan Eyüp tepelerine doğru yükselen bütün mâbetler nur içinde yatıyordu. Hilâl, önündeki yıldızlarla semâvi bir bayrağa sanki Türklüğün sembolünü işler gibiydi...” [Türkiye Takvimi] Fıkıh Bilgileri... Oruçluya mekruh olan şeyler: 1) Herhangi bir şeyin tadına bakmak. 2) Sakız çiğnemek (çiklet sakız gibi değildir, orucu bozar). 3) Serinlemek için yıkanmak (çünkü böyle bir hareket ibâdet husûsunda sıkıntı çektiğini göstermek demektir). 4) Zayıf düşme ihtimâli varken, kan aldırmak, orucu bozmaz ise de mekruhtur. Yâni orucun sevâbını azaltır. Zarûret olmadıkça yapmamalıdır. Menkıbeler... Bir gün Nizâmeddîn Evliyâ hazretleri, akşam namazından sonra, tam orucunu açacağı sırada bir derviş geldi. Nizâmeddîn Evliyâ'nın önünde serili sofra bezi üzerinde birkaç kuru ekmek parçası vardı. Zîrâ, o gün onlardan başka yiyecek olarak bir şey yoktu. Fakat gelen derviş, Nizâmeddîn Evliyâ'nın orucunu açıp, yemeğini yediğini ve şu anda da gördüğü kuru ekmeklerin kaldığını zannetti. Kötü bir şey düşünmeden, bütün bu ekmek parçalarını toplayıp gitti. Nizâmeddîn Evliyâ, sâdece gülümsedi ve kendi kendine: "Hâlâ Allahü teâlâya bağlılığımızda bâzı ciddî kusûrlarımız var. Bu eksiklerin giderilmesi için bizim biraz daha aç kalmamız isteniyor" buyurdu. Mühim tenbih... Oruc kazâsı: Arka arkaya olduğu gibi, ayrı ayrı günlerde de, bir gün için, bir gün oruc tutmakdır. Aralıklı tutarken, araya başka Ramezân gelirse, önce Ramezânı tutar. İhtiyâr olup, ölünciye kadar Ramezân orucunu veyâ kazâya kalmış oruclarını tutamıyacak kimse ve iyi olmasından ümmîd kesilen hasta, gizli yimelidir. Zengin ise, hergün için bir fıtra, ya’nî beşyüzyirmi dirhem [binyediyüzelli gram] buğday veyâ un veyâ kıymeti kadar altın veyâ gümüş para, bir veyâ birkaç fakîre verir. Ramezânın
başında veyâ sonunda toptan hepsi bir fakîre de verilebilir. Fidye verdikden sonra kuvvetlenirse, Ramezân oruclarını ve kazâ oruclarını tutar. Fidye vermeden ölürse, iskât yapılması için vasıyyet eder. Fakîr ise, fidye vermez. Düâ eder. Böyle ihtiyâr ve hasta, sıcak veyâ soğuk mevsimde tutamıyorsa, uygun gelen mevsimde kazâ eder. Oruc tutunca, nemâzı ayakda kılamıyan kimse, oruc tutar ve nemâzı oturarak kılar. Ramezân günü, orucu bozarsa, çocuk bâlig olursa, kâfir müslimân olursa, müsâfir şehrine gelirse, kadın temiz olursa, akşama kadar oruclu gibi, sakınmaları lâzımdır. Müsâfir ve kadın, o günü, sonra kazâ eder. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] ZEKAT NEDİR? İslâm'ın beş şartından biri olan zekât; dînen zengin sayılan müslümanın nisab miktârındaki zekat malının belli zamanda belli miktârını zekat niyeti ile ayırıp emr edilen müslümanlara vermesidir. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: "Allahü teâlânın ihsân ettiği malın zekâtını vermeyenler, iyi ettiklerini, zengin kalacaklarını sanıyorlar. Hâlbuki, kendilerine kötülük yapmış oluyorlar. O malları, Cehennem'de azâb âleti olacak, yılan şeklinde boyunlarına sarılıp, baştan ayağa kadar, onları sokacaktır." (Âl-i İmrân sûresi: 108) "Malı, parayı biriktirip, zekâtını, müslüman fakirlerine vermeyenlere çok acı azâbı müjdele! Zekâtı verilmeyen mallar, paralar, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sâhiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi bastırılacaktır." (Tevbe sûresi: 134, 135) Akıllı olan ve büluğ çağına giren ve hür olan müslüman erkek ve kadının, zengin olup şartları bulununca, zekat vermeleri farzdır. (Halebî) [Rehber Ansiklopedisi] ZEKAT KİMLERE VERİLİR? Zekâtın farzı birdir. Bu da niyet etmektir. Niyet kalb ile olur. Malın zekâtını ayırırken veya müslüman fakire verirken (Allah rızâsı için, zekat vereceğim) diye niyet etmek, kalbden geçirmektir. (Tahtâvî) Dört çeşit malın zekatı vardır. Bu mallar altın ve gümüş, ticâret eşyâsı, hayvanlar ve toprak mahsulleridir. (İbni Âbidîn) Zekat şu yedi sınıfa verilir: Fakir, miskîn (bir günlük nafakasından fazla bir şeyi olmayan müslüman), âmil (zekât toplayan memur), mükâtep (efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince âzâd olacak köle), münkatı' (hac ve cihâd yolunda olup muhtaç kalanlar), medyûn (borcu olan ve ödeyemeyen müslüman), ibn-üs-sebîl (kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı varsa da alamayıp muhtaç kalan). (İbni Hümâm) Zekat kimlere verilmez? Bir kimse; anasına, babasına, dedelerine, büyük annelerine, evlâtlarına,
torunlarına, hanımına ve kâfire zekât veremez. Fakir olmak şartı ile bir kimse; gelinine, dâmadına, kayınvâlidesine, kayınpederine, kayınbirâderine, üvey çocuğuna zekât verebilir. Fakir olan hala, amca, dayı, teyze gibi akrabaya zekât vermek daha çok sevap olur. [Rehber Ansiklopedisi] ZEKATLA İLGİLİ ÖZET BİLGİLER 1- Zekât nisâbı, yirmi miskal, yani 96 gr altın veya bu değerde para veya ticaret eşyasıdır. 2- Zekât nisâbına mâlik olan kimseye zengin denir. 3- Zekâta tâbi malların veya paranın, sene içindeki azalıp çoğalmasına itibar edilmez. Nisâba mâlik olduktan bir sene sonra elde kalan mal, nisâbı buluyorsa kırkta biri zekât olarak fakirlere verilir. Nisaptan aşağı ise verilmez. 4- Zekât, kârdan değil, ticaret malının veya paranın tamamından verilir. 5- Senetli ve senetsiz alacaklar nisap hesabına dâhil edilir. Alacaklar tahsil edildikten sonra zekâtları verilir; almadan da verilebilir. 6- Borçlar, mevcut paradan veya maldan çıkarılır. Geri kalanın zekâtı verilir. 7- Zekât; câmi, hayır kurumları, dernek... gibi yerlere verilmez. 8- Zekât, ticareti yapılan maldan verilir. Onun yerine başka maldan verilmez. Meselâ halıcı, gıda maddesi veremez. Bakkal da halı veremez. 9- Zekâtı, ticareti yapılan maldan vermek câiz olduğu gibi, değerini altın olarak da vermek câizdir. 10- Ticaret için olmayan evler, arsalar, vasıtalar, demirbaş eşyalar zekât nisâbına dâhil edilmez. (Redd-ül Muhtar; Hindiyye) ZEKAT NİSABI 96 GRAM ALTINDIR... İhtiyaç eşyası, insanı ölümden koruyan şeylerdir. Bunların birincisi nafakadır. Nafaka da üçdür: Yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek deyince, mutfak eşyâsı da anlaşılır. Ev demek, ev eşyâsı da demekdir. Binek hayvanı veyâ arabası, silâhları, hizmetcisi ve san’at âletleri ve lüzûmlu kitâbları da ihtiyâç eşyâsı sayılır. İhtiyaç eşyasının ve borçlarının dışında nisâb miktârı malı, parası olan kimse dînen zengin sayılır. Altının nisâbı yirmi miskaldir. Miskal, ağırlık ölçü birimidir. Ağırlık, uzunluk, hacm, zemân ve kıymet [para] ölçü birimleri, şer’î birimler ve urfî [örfî] birimler olarak, ikiye ayrılır: Şer’î birimler, Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zemânında kullanılan ve hadîs-i şerîflerde ismleri geçen birimlerdir. Bunlardan ba’zılarının mikdârları ne kadar olduğunu dört mezheb imâmları farklı bildirmişlerdir. Urfî birimler, kullanılması âdet olan veyâ hükûmetlerin kabûl etdikleri birimlerdir. Meselâ, hanefîdeki miskal ile şâfi’îdeki ve mâlikîdeki miskal birbirinden farklı olduğu gibi, çeşidli urfî miskaller
mevcûddur. Hanefî mezhebinde, bir miskal, yirmi kırâtdır. Bir kırât-ı şer’î, kabuksuz, uçları kesilmiş, kuru beş arpadır. [Eczâhânedeki hassâs terâzî ile yapılan tecribelerle] böyle beş arpanın yirmidört santigram [0,24 gr.] ağırlığında olduğu görüldü. Böylece, bir şer’î miskal, yüz arpa, mâlikîde bir miskalin yetmiş iki arpa olduğu (Zahîre)de yazılıdır. Bir miskal, mâlikîde üçbuçuk [3,456] gram ve hanefîde, dört gram ve seksen santigram [4,80 gr.] ağırlığında olmakdadır. O hâlde, altının nisâbı, [96] gramdır. Osmânlı devletinde son kabûl edilen urfî miskal 24 kırât ve bir kırât da [20] santigram idi. Buna göre, urfî miskal 4,80 gram olmakdadır. Şer’î miskal ile urfî miskal aynı ağırlıkda olmakdadır. [Tam İlmihal Seadeti Ebediyye] KAĞID PARALARIN ZEKATI ALTIN OLARAK VERİLİR... Kâğıd paraların zekâtını da vermek lâzımdır. Şî’îler altın ve gümüşden başka paraların zekâtı verilmez, diyorlar. [Altın ve gümüşden başka paralara (Fülûs) denir.] Nûr-i Osmâniyye kütübhânesi, [1968] numaralı (Tâtârhâniyye) kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, doksanbeşinci sahîfede diyor ki, (Gümüş para gibi kullanılan Fülûs, ya’nî bakır [ve kâğıd] paraların kıymeti, ikiyüz dirhem gümüş veyâ yirmi miskal altın olduğu zemân, bu paranın zekâtını vermek lâzımdır. Ticâret niyyeti ile kullanması şart değildir ve kıymeti, ya’nî değeri kadar altın verilir). (Miftâh-üsse’âde) kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” arabî olarak diyor ki, (Fülûs denilen bakır paraların gümüş para ile hesâb edilen kıymetleri ikiyüz dirhem gümüş olursa, bu fülûsların değerlerinin kırkda biri kadar gümüş parayı zekât olarak vermek lâzım olur). Bundan anlaşılıyor ki, şimdi kâğıd liraların zekâtını altın lira olarak vermek lâzımdır. Kâğıd olarak verilemez. Dört mezheb ilmlerinde mütehassıs, büyük âlim, seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, (Kâğıd paraların kıymeti, kıymet-i i’tibâriyyedir. İ’tibârdan düşünce, kıymeti kalmaz. Bu sebebden, fıtra ve zekâti, kâğıd para ile vermek câiz olmaz. Kâğıd ile, evvelce verilmiş zekâtlar, altın ile devr edilerek, kazâ edilmelidir. Hacdan başka, diğer mâlî ibâdetlerin kazâsı, devr yolu ile yapılır)... KÜFRE SEBEB OLAN SÖZLER 14- (Bir süre sonra Hıristiyan olacağım) diye düşünmek. Bir bayan, bir Hıristiyanla evlenmeye karar verdiği andan itibaren kâfir olur. 15- Ağır bir hastalığa düşüp de, (Allahım benim canımı al da, istersen kâfir olarak al) demek. 16- (Allahım çocuğumu aldın, başka elinden ne gelirse onu yap) demek.
17- Tırnağı uzun olana, (Tırnak kesmek sünnettir) dense, o da, (Sünnet olsun, kesmem) dese kâfir olur. 18- İnşallah, maşallah veya namaz kılmak karın doyurmaz demek. 19- Bir dostuna, bir arkadaşına, (Sen bana Allah'tan da, peygamberden de sevgilisin) demek. 20- İlim meclisine gidelim dendiğinde, (Benim orada ne işim var) demek veya İslam âlimlerini lanetlemek... 21- Küfre rıza küfürdür. Müslüman olmak isteyene elimdeki şu işi bitirip de geleyim diyerek, onun Müslüman olmasını geciktirmek. [Gazetede iken bir bayan telefon edip, rüyasının tabir edilmesini istedi. Biz rüya tabir etmiyoruz demedim. Önce bir dinleyeyim dedim. Anlattı, dinledim. Bayan Ermeni imiş. Rüyada Kur’an öğrenilmesi istenmiş. (Hemen Müslüman olman gerekiyor) dedim. (Müslüman olmak için nereye gitmek gerek) dedi. Ben de, (Hiç bir yere gitmene gerek yok, hemen kelime-i şahadet söylemen kâfidir) dedim. Ben söyledim o da aynısını tekrar etti, Müslüman oldu. Eğer onun Müslüman olmasını geciktirseydim, vebali çok büyüktü]. 22- Birine kâfir diye hitap edilse, o da kabul eder mahiyette, (Söyle ne var) dese, küfre girer. Kâfire hürmet olsun diye efendim demek, hürmet gayesiyle papazın veya papanın elini öpmek küfre sebep olur. Bir Müslümana kâfir dense, söyleyen kâfir olur. 23- Avrupa’daki şehirlere imrenip, (Hıristiyanlar Müslümanlardan hayırlıdır, iyidir) demek. 24- Bir kimse aksırsa, biri de (Allah sana rahmet etsin) dese, bir başkası da (Öyle deme, onun rahmete ihtiyacı yok) dese, son söyleyen küfre girer. 25- Aişe validemize iffetsiz demek. 26- Hz. Ebu Bekir sahabeden değildi demek. 27- Eshab-ı kiramdan birine kâfir demek. (Çünkü Kur’an-ı kerimde hepsinin cennetlik olduğu bildirilmiştir. Birine kâfir denilince Kur’ana inanılmamış olur.) 28- (Mazlum olarak öldürülen Hıristiyan, cennete girer) demek.
29- Kötülere deyyûsân-i kirâm hazretleri demek. 30- Aradığı hadisi bulamayınca, hadis kitabını yere atmak veya (Bu Kur’anla amel etmiyorsunuz, ben de onu yere atıyorum) diyerek Mushafı yere fırlatmak... 31- Haram paradan sevap ummak. Mesela bir bayan fuhuş parası ile kurban kesse, bundan sevap umsa, küfre girer. 32- Allah’ı mekanlı bilmek, mesela Hıristiyanlar gibi Allah gökte oturuyor demek. Allah’ı kastedip, (Göklerden bir ses geldi) demek. Dünya, gezegenler, gökler ve Arş ezelî değildir, sonradan yaratılmıştır, mahluktur. Yer ve gökler yok iken de Allahü teâlâ var idi. Bir hadis-i şerifte, (Allah hazır ve nazırdır) buyuruluyor. Halbuki Allahü teâlâ, zamanlı ve mekânlı değildir. O halde, Allahü teâlâ, her zamanda ve her yerde hazır ve nâzırdır sözü mecazdır. Zamansız ve mekânsız, yâni hiçbir yerde olmadan, hazırdır [yâni bulunur] ve nâzırdır [yâni görür] demektir. Böyle olmazsa, Allahü teâlâyı zamanlı ve mekânlı bilmek olur ki bu ise küfürdür... 33- (Namaz kılmam ama, kalbim temiz) demek. 34- Bir Müslümanı kötülemek gayesiyle (Allahlık) demek. 35- (Anan baban esmer, sen nasıl sarışın oldun?) diyene, (Ben imalat hatasıyım) demek. 36- O, cimrilerin Allah’ı demek. 37- İlahileri müzikle söylemek. (Ebu Cehil, şimdikilerden daha şerefli kâfirdi) demek. 38- Ecelin hoyrat eli demek. Bunların hepsi küfrü gerektiren sözlerdir. Menkıbeler... İbn-i Semmâk hazretleri, Dâvûd-i Tâî'ye gelip; "Bana nasîhat et." dedi. O da; "Öyle gayret et ki, Allahü teâlâ seni yasak ettiği yerde görmesin, emrettiği yerden de ayrılmış bulmasın. Allahü teâlâdan hayâ et ki, senin O'na yakın olduğunu ve senin üzerindeki kudretini göz önüne getiresin. Dünyâya karşı oruçlu ol ki, iftarın ölüm olsun..." buyurdu. Muhammed Nakşibend hazretleri yazdıkları bir mektuplarında buyuruyorlar ki: "Çocukların da ana-babasına duâları, misâfirin duâsı, oruçlunun iftâr vaktindeki duâsı, müslümanın müslümana gıyâbında, yâni
arkasından yaptığı duâ makbûldür. Allahü teâlânın İsm-i âzamı ile yapılan duâ kabûl olunur. Bu şekilde duâ edenin duâsını, Allahü teâlâ ânında kabûl eder. Bu da, enbiyâ sûresi 87. âyet-i kerîmesinin; "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü min-ez-zâlimîn" kısmıdır. Bu hususta başka diyenler de olmuştur. Ama burada bu kadar yazmak yetişir." Cüneyd-i Bağdâdî yedi yaşında iken, mektepten gelince babasının ağladığını görüp, sebebini sordu: "Zekât olarak dayın Sırrî-yi Sekâtî'ye birkaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının, beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Babacığım, parayı ver ben götüreyim." deyip dayısının evine gitti. Kapıyı çaldı. Dayısı, kim olduğunu sorunca; "Ben Cüneyd'im dayıcığım. Kapıyı aç ve babamın zekâtı olan bu gümüşleri al!" dedi. Dayısı; "Almam!" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Adl edip babama emreden ve ihsân edip, seni serbest bırakan Allahü teâlâ için al!" dedi. Dayısı; "Allahü teâlâ babana ne emretti ve bana ne ihsân etti?" dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adâlet eyledi. Seni de fakir yapıp, zekâtı kabûl etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsân eyledi." dedi. Bu söz Sırrî-yi Sekatî'nin çok hoşuna gidip; "Oğlum! Gümüşleri kabûl etmeden önce seni kabûl ettim." dedi ve kapıyı açıp parayı aldı. [Evliyalar Ansiklopedisi] Sa'lebe, Resûlullah efendimizden malının çok olması için düâ istedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kanâ’at et!) buyurdu. Düâ için, tekrâr tekrâr ısrâr etdi. Düâ buyurunca malı, hayvânları çoğaldı. Onlarla uğraşıp nemâza gelmez oldu. Resûlullahın gönderdiği zekât toplama me’mûrlarına zekât vermedi. Hakkında Tevbe sûresinin yetmişaltıncı âyeti nâzil oldu. Bunu işitince, sadakasını getirip yalvardı ise de, kabûl buyurulmadı. (Sa’lebeye yazıklar olsun!) hadîs-i şerîfine hedef olmak felâketine dûçâr oldu. Leys bin Sa'd hazretleri Vefatı hicrî 175), çok cömert olup, malı çok fazla idi. Senelik geliri 80.000 dinardı. Bunların hepsini Allah rızâsı için fakirlere dağıtır, elinde bir şey kalmazdı. Bunun için kendisine hiç zekât farz olmadı. Her gün fakirlere 360 altın sadaka vermeden kimse ile konuşmazdı ve buyururdu ki: "Benden bir sadaka veya hediye kabûl eden kimsenin bende olan hakkı, benim onda olan hakkımdan daha büyüktür. Çünkü o, benden, benim için Allahü teâlâya yakınlık vesîlesi olan bir şeyi kabûl etmiştir." Muhammed bin Sûka hazretleri hicrî birinci asrın ikinci yarısında doğup, İmâm-ı A’zamdan önce vefât etmiştir. Kendisine babasından mirâs kalan yüz yirmi bin dirhem parayı, bir şüphe üzerine, tamamen sadaka olarak dağıttı. Zekât alacak duruma düştü.
Muhammed bin Sûka’nın üstünlüklerine dâir, kendisine yetişerek sohbetinde bulunmuş olan büyük İslâm âlimlerinden çeşitli rivâyetler vardır. Onun cömertliği, ibâdete düşkünlüğü, günâhlardan kaçınması, Allahü teâlâdan korkması hakkında sözler kitaplara geçmiş, nesilden nesile ibret olacak hayatı anlatılmıştır... İstanbuldaki ziyâret yerleri... Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri... Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri, Celvetiyye meşâyıhindendir. Koçhisârlıdır. Bursada, hâcı Bayram-ı Velînin halîfelerinden, Muhammed Üftâde hazretlerinden feyz aldı. 1007 de Üsküdârda câmi’ ve tekke yapdı. Dördüncü Murâd hân tahta çıkınca Eyyûbde kılıncını Hüdâyî efendi takdı. 1038 [m. 1628] de vefât etdi. Tekkesi yanındaki türbesindedir. Üftâde efendi 989 [m. 1581] da Bursada vefât etmişdir. II. Abdülhamîd Hân hazretleri... Osmânlı pâdişâhlarının otuzdördüncüsü ve en yüksekleri idi. İslâm halîfelerinin doksandokuzuncusu idi. 1258 [m. 1842] de tevellüd etdi. 1293 [m. 1876] de halîfe oldu. 1336 [m. 1918] da vefât etdi. Çenberlitaşda, dedesi sultân Mahmûdun türbesindedir. İslâmiyyete hizmeti, saymakla bitirilemez. Abdül’azîz hân, düşmânlara âlet olanlar tarafından şehîd edilip, sonra 5. ci Murâd da hal’ edilip, kendisi kukla olarak halîfe yapıldı. Avrupada belirli ocakların islâmiyyeti yok etmek için hâzırladığı yıkıcı plânları, kıyasıya hortlatmağa başlarken önlerine dikildi. Aklı, zekâsı ve ilmi fevkalâde üstün olduğu için, memlekete karşı asrlar boyunca hâzırlanmış olan sinsi, alçak ve vahşî su’ikasdı hemen sezdi. Hâzırlıyanları ve maşa olarak kullandıkları sahte kahramanları, iş başından uzaklaşdırdı. İslâm bilgilerini, ya’nî din ve fen ve ahlâk bilgilerini memleketin her yerine yaydı. Çok sayıda kültürlü din adamı yetişdirdi. Milleti otuzbir sene adâlet ile idâre etdi. Bilgili, temiz bir gençlik yetişdirdi. Haksızlığın, kötülüğün, ahlâksızlığın kökünü kazıdı. Bu yüzden ba’zı kimselerin hedefi oldu. Yıllarca kötülendi. İftirâlara uğradı. Sonra gelen gençliğe, büsbütün yanlış olarak tanıtıldı. Fekat, insâflı yazılan târîhleri okuyanlar ve onun ilme, fenne, sanâyı’a, ticârete, ahlâka, kısaca insanlığa bırakdığı eserlerini görenler, bu iftirâlara aldanmadı. Ona dil uzatan yalancılardan, ilm adamı, yazar maskesi altında çalışan düşmanlarından ve bunların söyledikleri yalanlardan nefret etdiler. Onun büyüklüğü karşısında hayrân kaldılar. "Rahmetullahi teâlâ aleyh"... Yavuz Sultan Selim Han hazretleri... Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslâm halifelerinin yetmiş dördüncüsüdür. Sultan İkinci Bâyezîd Hanın oğlu olup, annesi Dulkadirli âilesinden Âişe Hâtundur. 1470 yılında Amasya’da doğdu. Şehzâdeliğinde,
devrin âlimlerinden mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Arap, Fars dilleriyle yüksek din ve fen ilimlerini öğrendi.SultanSelim Han devrin meşhur âlimlerinden, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ile ilmî sohbet edip, ona hürmet gösterirdi. Sofiyye-i âliyyenin büyük âlimi Muhyiddîn-i Arabî’nin Şam’daki kabr-i şerîfini tespit ettirip yanına câmi, türbe, imâret yaptırdı. Seferlerinde evliyânın büyüklerinden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin türbesini ziyâret ederdi. Ehl-i sünnete çok hizmet edip, İslâm âlemi için büyük tehlike olan Sâfevîli Şah İsmail’in ideolojisinin yayılmasını önleyerek İran’da mahsur bıraktı. Çok heybetli olup, azâmetinden çevresindekiler titrediği hâlde, âlimlere, halkına karşı tevâzu sâhibiydi. Devamlı; Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş. buyururdu. Çok mütevâzi olup, sâde giyinirdi. Muhteşem Osmanlı Devletinin en son din olan, İslâm âleminin lideri olmasına rağmen Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklandığından debdebe ve şaşaadan uzak hayat sürerdi. Bir defâsında oğlu Şehzâde Süleyman çok süslü bir elbiseyle huzûruna girince; “Süleyman annen ne giysin!” diyerek sitem etmişti. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilip, edebiyat, târih ve coğrafyaya da meraklıydı. Farsça ve Türkçe şiirleri olup, Farsça Dîvân’ı Almanya’da yayınlanmıştır. Abdülfettah-ı Bağdâdî Akrî hazretleri... Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin talebelerindendir. Senelerce İstanbul halkını irşâd etdi. Binikiyüzseksenbir 1281 [m. 1865] Muharrem ayının dokuzuncu Cum'a günü vefât etdi. Üsküdârda Eski vâlide câmi'inden Karaca-Ahmed mezârlığına çıkan yol ile (Selîmiye-Bağlarbaşı) caddesinin kesişdiği köşedeki, Şeyh-ul-islâm Ârif Hikmet beğin kabristânındadır... Beşiktaşlı Yahya efendi hazretleri... Beşiktâş ile Ortaköy arasındaki câmi’i şerîfi yapdı. Amasyalıdır. Dokuzyüz [900] de Trabzonda tevellüd, 977 [m. 1569] de vefât etdi. Kabri üzerine ikinci Selîm hân tarafından türbe yapıldı. Tıb, matematik ve fizik bilgisi çok idi. Trabzonda vâlî olan sultân Süleymân ile süt kardeşi idi. Sultân Süleymân halîfe olunca, İstanbulda meşhûr olan yere yerleşdirdi. Babası Şâmlı Ömer efendi Trabzonda kâdî iken tevellüd etdi. Şi’r ve dîvânı vardır. Üveysîdir. Türbesinde dört erkek, dört kadın dahâ vardır. Yanındaki üç türbenin herbirinde birer Alî pâşa yatmakdadır. Yanında bir de niyyet kuyusu vardır.Bir niyyet kuyusu da, Eyyübde Kaşgarî dergâhı yokuşunda 16 numaralı evin bahçesindedir. Kâinatın Efendisi (Resûlullah efendimizin fazîletleri)...
Muhammed aleyhisselâmın fazîletlerini bildiren yüzlerce kitâb vardır. Fazîlet, üstünlük demekdir. 1 — Mahlûklar içinde ilk olarak Muhammed aleyhisselâmın rûhu yaratılmışdır. 2 — Allahü teâlâ, Onun ismini Arşa, Cennetlere ve yedi kat göklere yazmışdır. 3 — Hindistânda yetişen bir gülün yapraklarında, (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) yazılıdır. 4 — Basra şehrine yakın bir nehrde tutulan balığın sağ tarafında Allah, sol tarafında Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yazılı görülmüşdür. Bunlara benzeyen vak’alar çokdur. 1975 de Londrada basılmış olan (A History of Fishes) kitâbının, ikiyüzüncü sahîfesinde, kuyruğunda Kur’ân-ı kerîm harfleri ile (Şânullah) yazılı balığın resmi mevcûddur. Verilen bilgide, kuyruğun diğer tarafında (Lâ ilâhe illallah) yazılı olduğu bildiriliyordu. Bunun misâlleri pek çokdur. 5 — Muhammed aleyhisselâmın ismini söylemekden başka vazîfesi olmıyan melekler vardır. 6 —Meleklerin Âdem aleyhisselâma karşı secde etmeleri emr olunması, alnında Muhammed aleyhisselâmın nûru bulunduğu için idi. 7 — Âdem aleyhisselâm zemânında nemâz için okunan ezânda, Muhammed aleyhisselâmın ismi de söylenirdi. 8 — Allahü teâlâ bütün Peygamberlere emr etdi ki, Muhammed aleyhisselâm sizin zemânınızda Peygamber olursa, ona îmân etmelerini ümmetlerinize de emr ediniz!.. 9 — Tevrâtda, İncîlde ve Zebûrda Muhammed aleyhisselâm ve dört halîfesi ve eshâbı ve ümmetinden ba’zıları, güzel sıfatlarla bildirilmiş ve medh olunmuşlardır. Allahü teâlâ, kendinin Mahmûd isminden Muhammed kelimesini çıkararak Habîbine ism koymuşdur. Allahü teâlâ, kendi ismlerinden Raûf ve Rahîm ismlerini Habîbine de vermişdir. 10 — Dünyâya geldiği zemân, melekler tarafından sünnet edilmişdir. 11 — Dünyâya geleceği zemân, çok büyük alâmetler görülmüşdür. Târîh ve mevlid kitâblarında yazılıdır. 12 — Dünyâya gelince, şeytânlar göke çıkamaz, meleklerden haber alamaz oldular. 13 — Dünyâya geldiği zemân, yeryüzündeki bütün putlar, tapınılan heykeller yüzüstü devrildiler. 14 — Beşiğini melekler sallardı. 15 — Beşikde iken gökdeki ay ile konuşurdu. Mübârek parmağı ile işâret etdiği tarafa meyl ederdi. 16 — Beşikde iken konuşmağa başladı. 17 — Çocuk iken, açıklarda gezerken, başı hizâsında bir bulut da birlikde hareket ederek gölge yapardı. Bu hâl, Peygamberliği başlayıncaya kadar devâm etdi.
18 — Üç yaşında iken ve kırk yaşında Peygamberliği bildirildiği vakt ve elliiki yaşında mi’râca götürülürken, melekler göğsünü yardı. Cennetden getirdikleri leğen içinde Cennet suyu ile kalbini yıkadılar... 19 — Her Peygamberin sağ eli üstünde nübüvvet mührü vardı. Muhammed aleyhisselâmın ise, sol kürekdeki deri üzerinde, kalbi hizâsında idi. Cebrâîl aleyhisselâm kalbini yıkayıp, göğsünü kapadığı zemân, Cennetden getirdiği mühr ile sırtını mührlemişdi. 20 — Önünden gördüğü gibi, arkasından da görürdü. 21 — Aydınlıkda gördüğü gibi, karanlıkda da görürdü. 22 — Sevr [öküz] burcunun yanında bulunan (Süreyyâ) denilen yıldız kümesindeki yedi yıldızı gözleriyle görüp sayısını bildirmişdi. Bu yıldız kümesine Pervin ve Ülker de denilmekdedir. 23 — Tükrüğü acı suları tatlı yapdı. Hastalara şifâ verdi. Bebeklere süt gibi gıdâ oldu. 24 — Gözleri uyurken, mübârek kalbi uyanık olurdu. Bütün Peygamberler de “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” böyle idi. 25 — Ömründe hiç esnemedi. Bütün Peygamberler de “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” böyle idi. 26 — Teri gül gibi güzel kokardı. Bir fakîr kimse, kızını evlendirirken, kendisinden yardım istemişdi. O ânda verecek şeyi yokdu. Küçük bir şişeye terinden koydurup verdi. O kız, yüzüne, başına sürünce, evi misk gibi kokardı. Evi (güzel kokulu ev) adı ile meşhûr oldu. 27 — Orta boylu olduğu hâlde, uzun kimselerin yanında iken, onlardan yüksek görünürdü. 28 — Güneş ve ay ışığında yürüyünce, gölgesi yere düşmezdi. 29 — Bedenine ve elbisesine sinek, sivri sinek ve başka böcekler konmazdı. 30 — Çamaşırlarını ne kadar çok giyse, hiç kirlenmezdi... Mühim tenbih... "ŞİRK, KARINCANIN AYAK SESİNDEN DAHA GİZLİDİR..." Müslimân, îmânın yok olmasına sebeb olacağı sözbirliği ile bildirilmiş olan şeyleri amden [istekle] söyler veyâ yaparsa, kâfir olur. Buna (Mürted) denir. Mürtedin, mürted olmadan önceki ibâdetleri ve sevâbları yok olur. Tekrâr îmâna gelirse, zengin ise, yeniden hac etmesi lâzım olur. Nemâzlarını, oruclarını, zekâtlarını kazâ etmesi lâzım olmaz. Mürted olmadan önce, kazâya bırakmış olduklarını kazâ etmesi lâzımdır. Çünki, mürted olunca, önceki günâhlar yok olmaz. Mürted olanın nikâhı fesh olur, gider. Îmâna gelerek, tecdîd-i nikâh etmeden önceki çocukları veledi zinâ [piç] olur. Kesdiği, leş olur, yinmez. Îmânının gitmesine sebeb olan şeyden tevbe etmedikçe, yalnız (Kelime-i şehâdet) söylemekle veyâ nemâz kılmakla, müslimân olmaz. Mürted olacak şeyi yapdığını inkâr etmesi de tevbe olur. Tevbe etmeden ölürse, Cehennem ateşinde ebedî
olarak azâb görür. Bunun için, küfrden çok korkmalı, az konuşmalıdır. Hadîs-i şerîfde, (Hep hayrlı, fâideli konuşunuz. Yâhud susunuz!) buyuruldu. Ciddî olmalı, latîfeci, oyuncu olmamalıdır. Dîne, kanûnlara, akla, insanlığa uygun olmıyan şeyler yapmamalıdır. Kendisini küfrden muhâfaza etmesi için, Allahü teâlâya çok düâ etmelidir. Hadîs-i şerîfde, (Şirkden sakınınız. Şirk, karıncanın ayak sesinden dahâ gizlidir) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfdeki şirk, küfr demekdir. Bu kadar gizli olan şeyden korunmak nasıl olur denildikde, (Allahümme innâ ne’ûzü bike ennüşrike-bike şey’en na’lemühu ve nes-tagfirüke limâ lâ-na’lemühu düâsını okuyunuz!) buyuruldu. Bu düâyı sabâh ve akşam çok okumalıdır. Kâfirlerin, Cehennem ateşinde sonsuz azâb görecekleri, Cennete hiç girmiyecekleri söz birliği ile bildirilmişdir. Kâfir, dünyâda sonsuz yaşasaydı, sonsuz kâfir kalmak niyyetinde olduğu için, cezâsı da sonsuz azâbdır. Allahü teâlâ, herşeyin hâlikı, sâhibidir. Mülkünde dilediğini yapması hakkıdır. Ona, niçin böyle yapdın demeğe kimsenin hakkı yokdur. Bir şeyin sâhibinin, o şeyi dilediği gibi kullanmasına zulm denmez. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, zâlim olmadığını, hiçbir mahlûkuna zulm yapmadığını bildirmekdedir. [İslâm Ahlâkı] "Hâlık [yaratıcı] ve mûcid [îcad eden] yalnız Hak teâlâdır..." Yaratmak Allah’a mahsustur. Mecaz olarak da, meydana getirmek veya keşf etmek manasında da olsa, insanlar için yaratıcı demek yanlıştır. (Elektrik ampulünü Edison yarattı) diyenler oluyor. Fonograf, megafon, elektrik ampulü gibi aletleri ilk defa bulan Edison; bunları yaratmamış, sadece keşf etmiş yani yaratılmasına, icad edilmesine sebep olmuştur. Bunları yaratan, icad eden Allahü teâlâdır. Hadis-i şerifte, (Allah, her sanatkârın ve sanatının yaratıcısıdır) buyuruldu. (Buhari) Demek ki, Edison’u da, elektrik ampulünü de yaratan Allahü teâlâdır. Edison’un bunları yaratması şöyle dursun, mevcut maddeleri bir araya toplayıp, yeni aletlerin yaratılmasına sebep olurken, elinin, ayağının, gözünün, diğer duygularının, çeşitli hücrelerinin, kalbinin, ciğer, böbrek ve diğer organlarının işlemesinden ve kullandığı maddelerin, aletlerin yapısından, içlerindeki atom, proton kuvvetlerinden haberi yoktu. Böyle birine yaratıcı denilir mi? Yaratıcı; bunların en ufağını, en incesini, hepsini bilen, hepsini yapandır ki, bu da ancak Allahü teâlâdır. (Seâdet-i Ebediyye) İstanbuldaki Sahâbe kabirleri... Câbir bin Abdullah "radıyallahü teâlâ anh"... Ayvansaray’da, Çember Sokağı’ndaki Atik Mustafa Paşa Camii’nin [Cabir Camii] içindedir. 666 yılında İslam ordularıyla birlikte bu civarda savaşırken şehid düşmüştür. Hazret-i Cabir, Peygamber efendimiz ile 9 savaşa katılmıştır. Peygamber Efendimizden tam 1500 hadis naklettiği de
kaynaklarda belirtilmektedir. Hâfız [ya’nî hadîs âlimi] Abdül’ azîm-i Münzirî, (Ettergîb vetterhîb) kitâbında ve hâfız Ahmed Beyhekî (Sünen) kitâbında, Câbir bin Abdüllahdan “radıyallahü teâlâ anh” haber verdikleri bir hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ benim ümmetime, Ramezân-ı şerîfde beş şey ihsân eder ki, bunları hiçbir Peygambere vermemişdir: 1 — Ramezânın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü’minlere rahmet eder. Rahmet ile bakdığı kuluna hiç azâb etmez. 2 — İftâr zemânında, oruclunun ağzı kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan dahâ güzel gelir. 3 — Melekler, Ramezânın her gece ve gündüzünde, oruc tutanların afv olması için düâ eder. 4 — Allahü teâlâ, oruc tutanlara, âhıretde vermek için, Ramezân-ı şerîfde Cennetde yer ta’yîn eder. 5 — Ramezân-ı şerîfin son günü, oruc tutan mü’minlerin hepsini afv eder) buyurdu. Ka'b bin Mâlik "radıyallahü teâlâ anh"... Peygamber efendimizin şâirlerindendir. Kâ'b bin Mâlik hazretleri, babasının tek oğlu olup hâli vakti yerinde idi. Arabistan'ın ileri gelen şâirlerinden biri idi. İslâmiyetin Medîne'de hızla yayılmasından sonra yapılan ikinci Akabe bî'atına katılmış ve orada Müslüman olmuştu. Hazreti Kâ'b, Hicretin 50. yılında Hazret-i Muâviye'nin hilâfeti zamanında 77 yaşında iken vefât etti. Türbesi Ayvansaray’da, surların hemen dışında Hacı Hüsrev Camii’nin avlusundadır. Ka'b bin Malik hazretlerinin sandukası, 1990’lı yılların başında yeniden yapılan bu bakımlı türbenin içindedir. Ramazan Manileri... On beşine geldik mi? Nefisleri yendik mi? İmândadır saâdet, Bunu böyle bildik mi? Hele sofra burdaymış, Baklava da şurdaymış. İftarda fazla yeme, Çok yemek sahurdaymış. Secdeye varan başla, Gözlerden akan yaşla, Müslüman arkadaşla, Ne güzeldir Ramazan.
Selâmlar sağı solu, Böyle bitirir yolu, Davula vura vura, Bakın yorulmuş kolu. İstanbuldaki ziyâret yerleri... Onyediyi bulduk mu? Allah’a kul olduk mu? Tevbe istiğfar edip, Kazaları kıldık mı? Günâhın olsa yığın, Yine de ona sığın. Gazabından fazladır, Rahmeti Allahımın. Ramazan gelir gider, Bırakmaz kalbde keder, Hakkın rahmeti boldur, Sayısız ihsân eder. Ramazan gelir gider, Bırakmaz kalbde keder, Hakkın rahmeti boldur, Sayısız ihsân eder. Yüreğinde hasret var, Her işte bir hikmet var, Bir ay hep aç kalsan da, Sonunda çok ni’met var. Şüphesiz birdir Hüdâ, Yoluna canlar fedâ, Sahûr vakti af diye, Eyler mü’minler nidâ. Yemeğiniz bol gâyet, Beni de edin dâvet, Birlikte yer içeriz, Sohbet ederiz sohbet. Oruçlu ele bakmaz, Az söyler, gönül yıkmaz,
Doğru oruç tutanı, Cehennem aslâ yakmaz. Duâ edip zikreyle, Nimet için şükreyle, Rahmet ayıdır bu, Her güçlüğe sabreyle
Kasım - 2. Hafta Huzur Pınarı Huzur Ayı... ELVEDÂ yâ şehr-i ramazân-22-23-24-25-26-27-28 CUMÂ GÜNÜ BAYRAMDIR Mübarek cumanızı tebrik ederim, müstecâb dualarınızı istirhâm ederim efendim Cumâ günü, günlerin en kıymetlisi, Müslümanların bayramıdır. Diğer bayram günlerinden daha kıymetlidir. Âdem aleyhisselâm, Cumâ günü yaratıldı. Cumâ günü Cennetten çıkarıldı. Cennettekiler Allahü teâlâyı Cumâ günleri göreceklerdir. Allahü teâlâ Cumâ gününü Müslümanlara mahsûs kılmıştır. Cumâ günü yapılan ibâdetlere, başka günde yapılanların, en az iki katı sevap verilir. Buna karşılık, Cumâ günü işlenen günâhlar da iki kat yazılır. Cumâ günleri, duânın kabul olacağı bir ân vardır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Cumartesi günleri Yahudîlere, Pazar günleri Hıristiyanlara verildiği gibi, Cumâ günü de, Müslümanlara verildi. Bugün; Müslümanlara, hayır, bereket ve iyilik vardır." "Cumâ günü geldiği için sevinen bir mümine, kıyâmete kadar her gün, o kadar sevap verilir ki, adedini Allahü teâlâ bilir." "Cumâ günü vefât eden müminlere şehit sevâbı verilir ve kabir azâbından korunur." "Günlerin en kıymetlisi Cumâ'dır. Cumâ günü Bayram günlerinden ve Aşûre gününden daha kıymetlidir. Cumâ, dünyada ve Cennette müminlerin bayramıdır." "Ana-babasının veyâ ikisinden birinin kabrini her Cumâ günleri, ziyâret edenin günahları af olur. Haklarını ödemiş olur." "Cumâ, fakirlerin haccıdır ve müminlerin, gök ehlinin bayramıdır, Cennette de bayram günüdür. Günlerin en iyisi, en şereflisi Cumâdır." "Cumâ günü, iyiliklerin hazînesidir ve güzel şeylerin menbaıdır." Ramazan-ı şerifin ilk cuma günü dedik ki; (huzur pınarı üyesi olup, tam ilmihal seadeti ebediyye kitabı'na sahib olmayanlar, posta adreslerini bize bildirirlerse, ramezan-ı şerif içinde, müracaat sırasına göre, ramezân-ı şerif hediyesi olarak inşallah bu eşsiz hazineye sahib olacaklardır). sözümüzde durduk ve duruyoruz, şimdiye kadar bildirilen adreslere gönderilmiştir ve ramazan-ı şerif sonuna kadar devam edilecek inşallah. eğer adres bildirdiği halde, eline ulaşmamış olan varsa, haber vermelerini istirham ediyoruz.
kitab altın bir kafes, ilm içinde kuştur. kitabı eline alan, kuşa sahib olmuştur. ..... Ey kalbi islâm ile yanan, sevdiğim, gençler! Bütün islâmiyyetden, size nümûnedir bu! İlm ile ma’rifetdir, hep içindekiler, Hakîkaten bulunmaz eşsiz hazînedir bu! En büyük âlimlerin, en büyük velîlerin, En meşhûr sîmaların, en ulvî gönüllerin, Âleme ışık tutan, hayât sunan ellerin, Kalem ve kalblerinden, sızan bir katredir bu! Resûlullahın yolu, hakîkî müslimânlık, Ve her iki cihânda, aranılan sultânlık, Sulhda her an çalışan, harblerde kahramanlık, Gösteren ceddimizden, bize emânetdir bu! Her kelimesi huccet, ilmdir her cümlesi, Dinle budur hakîkî, islâmiyyetin sesi. Kalbden pasları siler ve artdırır hevesi, İşte başlı başına, bir islâmiyyetdir bu! Huzur pınarının muhterem üyelerinin, huzur ayı, rahmet ayı, mağfiret ayı olan; mübarek ramazan-ı şerif ayını ve cuma gününü tebrik ederim. Ramazan-ı şerifin şefaatine nâil olmanızı, ramazan-ı şerifde afv ve mağfiret edilenlerden olmanızı, Cenab-ı Allahdan niyaz ederim. Gülbahçesinden... Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Beş vakt nemâzınızı kılınız! Bir ayınızda oruc tutunuz! Mallarınızın zekâtını veriniz! Başınızda olan âmirlere itâ’at ediniz. Rabbinizin Cennetine giriniz.) Görülüyor ki, hergün beş vakt nemâz kılan ve Ramezân ayında oruc tutan ve malının zekâtını veren ve Allahü teâlânın yeryüzünde halîfesi olan âmirlerin islâmiyyete uygun emrlerine itâ’at eden bir müslimân, Cennete gidecekdir. Bu hadîs-i şerîfi, imâm-ı Ahmed ve Tirmüzî bildirmişlerdir. [İslâm Ahlâkı]
Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Bir millet zekât vermezse, rahmetden mahrum kalır. Hayvanlar da olmasa hiç rahmet görmezler.) Hadis-i şerifde buyuruldu ki, (Kadr gecesini, Ramezânın son on gününün 21, 23, 25, 27 ve 29 gibi tek gecelerinde veya Ramezânın son gecesinde arayınız. Sevâbını umarak Kadr gecesini ibâdetle geçirenin geçmiş ve gelecek günâhları afv olur.) [İmâm-ı Ahmed] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Kadir Gecesini, inanarak ve sevabını bekleyerek ihyâ edenin, geçmiş bütün günâhlarını Allahü teâlâ mağfiret eder.) Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allah Kadir gecesini ümmetime hediye etmiş, ondan önce kimselere vermemiştir.) [Deylemî] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Bir kimse, Ramezân ayında oruc tutmağı farz bilir, vazîfe bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları afv olur.) [Sahîh-i Buhârî] Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan düâ, tevbe, red olmaz. Fıtr [Ramezân] bayramının ve Kurban bayramının birinci geceleri, Şa’bânın onbeşinci [Berât] gecesi ve Arefe gecesi). [Kadr gecesi, birçok hadîs-i şerîflerde bildirildiği için burada da bildirilmeğe lüzûm görülmemişdir.] (Seadet-i Ebediyye) Huzur Veren Sözler... "Ramazan ne demek..? Yanmak demek... Allahü teâlâ, o ay oruç tutanların, tövbe edenlerin günahlarını yakıyor. Bu dünyada yanmayanlar ahirette yanacak..!" "Şükür demek, bir nimet ne için verilmişse onun için kullanmaktır. Göz nimetinin şükrünü yapmak için, Allahü teâlânın bak dediği yere bakılır, bakma dediği yere bakılmaz..." Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Zemân gelir ki, o zemanın müslümanları, bugün sizin yaptığınız ibadetlerin onda birini yaparsa, ahirette azabdan kurtulurlar.) Sebebini sorduklarında, (Çünkü, sizler hayr işlemeğe çok yardımcı buluyorsunuz. Onlar yardımcı bulamayacakları gibi, çeşitli engellerle de karşılacacaklardır. Gafiller, cahiller arasında garib kalacaklar) buyurdu... "Allahü teâlânın dostları, Allahü teâlânın yaptığı her şeyden zevk alırlar. Sıkıntı, elem ve dertlerden nefs zevk almadığı için, daha çok
hoşlanırlar..." "Namaz, başlı başına bir hayattır..." "Günâhsız insan olmaz; kusursuz insan olmaz. İşte, biririmizin kusurlarını görmeyeceğiz, iyiliklerini göreceğiz. Kusurlarımızı afv edeceğiz, hatta ikaz edeceğiz. Zâten münakaşa yasak, Nasıl olur bir mü'min incitilir efendim..." "Bütün dünyaya, hidayet, nur, Peygamber efendimizden geldi. Şimdi de, Peygamber efendimizin varisleriyle geliyor..." Hilye-i Se'âdet... Ellibeş yaşında iken, Ebû Bekrin “radıyallahü anh” kızı; Âişe “radıyallahü anhâ” ile evlendi. Bunu, Hadîce-i kübrânın “radıyallahü teâlâ anhâ” vefâtından bir sene sonra, Allahü teâlânın emri ile nikâh eylemişdi. Ölünciye kadar, sekiz sene onunla yaşadı. Diğerlerini, hep Âişeden “radıyallahü anhünne” sonra, dînî, siyâsî sebeblerle veyâ merhamet ve ihsân ederek nikâh etdi. Bunların hepsi dul idi. Çoğu yaşlı idi. Meselâ, Mekkedeki kâfirlerin, müslimânlara eziyyet ve zararları dayanılamayacak bir dereceye geldikde, Eshâb-ı kirâmın bir kısmı Habeşistâna hicret etmişdi. Habeş pâdişâhı Necâşî, Îsevî idi. Müslimânlara çeşidli şeyler sorup, aldığı olgun cevâblara hayrân kalarak îmâna geldi. Müslimânlara çok iyilik etdi. Îmânı za’îf olan Ubeydüllah bin Cahş, mal ve mevkı’ için nefsine aldanıp, meâzallah, mürted olmuş, dînini dünyâya değişmişdi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” halasının oğlu olan bu mel’ûn, karısı Ümm-i Habîbeyi de “radıyallahü anhâ” dinden çıkıp zengin olmağa cebr ve teşvîk etdi ise de, kadın, fakîrliğe ve ölüme râzı olacağını, fekat Muhammed aleyhisselâmın dîninden çıkmıyacağını söyleyince, bunu boşadı. Sürünerek, sefâletden ölmesini bekliyordu. Fekat, az zemânda kendi öldü. Ümm-i Habîbe, Mekkedeki Kureyş kâfirlerinin baş kumandanı Ebû Süfyânın kızı idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, o zemânlarda, Kureyş orduları ile, çok çetin muhârebelerle uğraşıyordu ve Ebû Süfyân, islâmiyyeti yok etmek için son gayreti ile çarpışıyordu... Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Ümm-i Habîbenin dîninin kuvvetini ve başına gelen çok acı hâli işitdi. Necâşîye mektûb yazıp, (Oradaki Ümm-i Habîbe ile evleneceğim. Nikâhımı yap! Sonra, kendisini buraya gönder!) şeklinde talebde bulundu. Necâşî dahâ önce müslimân olmuşdu. Mektûba çok hurmet edip, oradaki müslimânları serâyına dâ’vet ederek, ziyâfet verdi. Hicretin yedinci senesinde nikâh yapılıp, hediyye ve ihsânlarda bulundu. Bu sûretle, Ümm-i Habîbe, îmânının mükâfâtına
kavuşarak, orada zengin ve râhat oldu. Onun sâyesinde, oradaki müslimânlar da râhat etdi. Cennetde, kadınlar kocalarının yanında bulunacakları için, Cennetin en yüksek derecesi ile de müjdelenmiş oldu ki, dünyânın bütün zevk ve ni’metleri, bu müjde yanında pek küçük kalır. Bu nikâh, Ebû Süfyânın “radıyallahü teâlâ anh” ilerde müslimân olmakla şereflenmesini hâzırlıyan sebeblerden birisi oldu. Görülüyor ki bu nikâh, kâfirlerin iftirâlarının ne kadar yanlış ve çürük olduğunu bildirdiği gibi, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” aklının, zekâsının, dehâsının, ihsânının ve merhametinin derecesini de göstermekdedir... ...İkinci misâl olarak; hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” kızı Hafsa “radıyallahü anhâ” dul kalmışdı. Hicretin üçüncü senesinde, Ömer “radıyallahü anh”, Ebû Bekre ve Osmâna “radıyallahü anhümâ” kızımı alır mısın dedikde, düşüneyim, demişlerdi. Birgün, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, her üçü ve başkaları yanında iken, (Yâ Ömer! Seni üzüntülü görüyorum, sebebi nedir?) diye sordu. Bir şişedeki mürekkebin rengi kolay görüldüğü gibi, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de, herkesin düşüncesini, bir bakışda anlardı. Lüzûm görürse sorardı. Ona, hattâ herkese doğru söylememiz farz olduğundan, Ömer de, (Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! Kızımı Ebû Bekre ve Osmâna “radıyallahü anhüm” teklîf etdim, almadılar) gibi cevâb verdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, en çok sevdiği üç Eshâbının üzülmesini hiç istemediğinden, onları sevindirmek için, hemen buyurdu ki, (Yâ Ömer! Kızını, Ebû Bekrden ve Osmândan “radıyallahü anhüm” dahâ iyi birisine versem ister misin?). Ömer şaşırdı. Çünki, Ebû Bekrden ve Osmândan “radıyallahü anhüm” dahâ yüksek ve dahâ iyi kimse olmadığını biliyordu. (Evet, yâ Resûlallah!) dedi. (Yâ Ömer, kızını bana ver!) buyurdu. Bu sûretle, Hafsa “radıyallahü anhâ”, Ebû Bekrin ve Osmânın ve bütün mü’minlerin anneleri oldu ve bunlar, ona hizmetçi oldu ve Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân “radıyallahü teâlâ anhüm”, birbirlerine dahâ yakın ve dahâ sevgili oldular “radıyallahü teâlâ anhüm”... ...Üçüncü bir misâl olarak kısaca söyliyelim ki, hicretin beş veyâ altıncı senesinde, Benî Mustalak kabîlesinden alınan yüzlerce esîr arasında, Cüveyriyye “radıyallahü anhâ”, kabîlenin reîsi Hârisin kızı idi. Bunu satın alıp âzâd ederek, kendilerine nikâh edince, Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” hepsi, biz, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” âilesinin, annemizin akrâbasını câriye olarak, hizmetci olarak kullanmakdan hayâ ederiz dedi. Hepsi, esîrlerini âzâd etdi. Bu nikâh, yüzlerce esîrin âzâd olmasına sebeb oldu. Cüveyriyye “radıyallahü anhâ”, bu hâli her zemân söyliyerek öğünürdü. Âişe “radıyallahü anhâ”, ben Cüveyriyyeden “radıyallahü teâlâ anhâ” dahâ hayrlı, dahâ bereketli bir kadın görmedim, derdi. Dördüncü misâl, Zeyneb-binti Huzeyme “radıyallahü anhâ”dır.
Kitâbımız müsâid olmadığından, diğer misâlleri yazmağa imkân bulamadık. Aklı, iz’ânı ve insâfı olana da, bu üç misâl, hakîkati anlatmağa elbette yetişir. Şunu da söyliyelim ki, her bakımdan, insanların en kuvvetlisi olduğu hâlde, yalnız hayâtda olan dokuz âilesi ile yaşamışdı. O da, birkaç sene idi. O zemânlar, zâten hep harblerle uğraşıyor, evinde kaldığı günler nâdir oluyordu... Papasların yazdığı ve ahlâksızların, kendileri gibi sanarak söyledikleri gibi olsaydı, dahâ gençliğinde, genç kızlarla evlenip, az zemân sonra boşayarak, istediği kadar değişdirebilirdi. Bedrde, Uhudda, Hendekde, Hayberde, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bir işâreti ile üstün düşmana karşı hücûm ederek, Ona canlarını fedâ eden o arslanlar, kızlarını Ona vermezler mi idi? Fekat O, istemedi. Mi’râc gecesi, Cennete girdiği zemân, Cennet hûrîlerine, bir zerre dönüp bakmamışdı. İslâm düşmanlarından Voltairin, Resûlullahın, hazret-i Zeynebi nikâh etmesini tiyatro olarak yazarak, âdî, alçak iftirâlar etdiği ve bu yüzden, düşmanı olan papadan tebrîk mektûbu aldığı, (Kâmûs-ül a’lâm)da Zeyneb isminde yazılıdır. (Mevâhib-i ledünniyye) tercemesi, 459. cu sahîfede diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, halasının kızı Zeynebi, oğulluğu Zeyde nikâh etdi. Uzun zemân sonra, Zeyd “radıyallahü teâlâ anh” hâtunundan ayrılmak istediğini söyledi. (Niçin) buyurunca, hiçbir kötülüğünü görmedim. Hep iyilik gördüm. Fekat, nesebinin şerefi ile öğünüyor, başıma kakıyor dedi. Bunlara ehemmiyyet verme. Hâtununu bunun için boşama buyurdu ise de, Allahü teâlâ, Resûlünün buna mâni’ olmasını men’ eyledi. Zeyd de, Zeynebi boşadı. Allahü teâlâ, Resûlüne Zeynebi nikâh eyledi ve onu istemesini emr buyurdu)... Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ümmî idi. Ya’nî kitâb okumamış, yazı yazmamış, kimseden bir ders görmemiş idi. Mekkede doğup, büyüyüp, belli kimseler arasında yetişip, seyâhat etmemiş iken, Tevrâtda ve İncîlde ve Yunan ve Roma devrlerinde yazılmış kitâblarda bulunan bilgilerden, hâdiselerden haber verdi. Şerî’ati bildirmek için, müslimânlara mektûblar yolladı. Hicretin altıncı senesinde Rum, Îrân ve Habeş hükümdârlarına ve diğer arab pâdişâhlarına mektûblar gönderdi. Îrân şâhı Husrev Pervîz, mektûbu parçaladı. Getiren Sahâbîyi şehîd etdi. Az zemân sonra, oğlu Şîrûye tarafından öldürüldü. Hizmetine altmışdan ziyâde ecnebî sefîr gelmişdir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” peygamberliğini işiten herkesin, Ona îmân etmesi vâcibdir. İşitdikden sonra, îmân etmeden vefât eden, Cehenneme girecek ve orada sonsuz olarak azâb çekecekdir... Fahr-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” ismleri, hâlleri, Tevrâtda ve İncîlde yazılı idi. Yehûdî ve hıristiyanlar, teşrîf etmesini bekliyordu. Fekat, kendi cinslerinden gelmeyip, arabdan geldiği için ba’zıları kıskandı, inkâr
etdi. Hâlbuki, birçok âlimleri ve akllıları, insâf edip müslimân oldu. Onun peygamber olduğuna inanmamak, Onun büyüklüğünü, üstünlüğünü anlamamak, Onun kıymetini, şerefini azaltmaz. Allahü teâlâ, (İnşirâh) sûresinde, (Senin zikrini yükseltdim), kendi ismimin yanında olarak, her yerde söylenir buyurdu. Yeryüzünde, bir derece batıya gidildikde, nemâz vaktleri dört dakîka sonra başladığı için, dünyânın her yerindeki müslimânlar, her günün her dakîkasında ezân okumakda, Onun mubârek ismi, her yerde her ân, saygı ve sevgi ile söylenmekdedir... Kâinatın Efendisi (Resûlullah efendimizin fazîletleri)... 31 — Her yürüdüğü zemân, arkasından melekler gelirdi. Bunun için, Eshâbını “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” önünden yürütür, arkamı meleklere bırakın derdi. 32 — Taş üstüne basınca, taşda ayağının izi kalırdı. Kum üstünde giderken hiç iz bırakmazdı. Açıkda abdest bozduğu zemân, yer yarılıp bevl ve benzerleri toprak içinde kalırdı. Oradan etrâfa güzel kokular yayılırdı. Bütün Peygamberler de böyle idi. 33 — Hacâmat kanından içenler oldu. Bunu işitince, (Cehennem ateşi onu yakmaz) buyurdu. 34 — Büyük bir mu’cizesi de, mi’râca götürülmesidir. Burak denilen Cennet hayvanı ile Mekkeden Kudüse götürüldü. Oradan göklere ve Arşa götürüldü. Kendisine acâib şeyler gösterildi. Allahü teâlâyı baş gözü ile bilinmeyen bir şeklde gördü. [Fekat bu görmesi, madde âleminin dışında ya’nî âhiret âleminde oldu.] Bir ânda tekrâr evine getirildi. Mi’râc mu’cizesi, başka hiçbir Peygambere verilmedi. 35 — Ona ömrlerinde bir kerre salât ve selâm okumaları ümmetine farz oldu. Allahü teâlâ ve melekler de, Ona salât ve selâm etmekdedir. 36 — İnsanlar ve melekler içinde, en çok ilm Ona verildi. Ümmî olduğu hâlde, ya’nî kimseden birşey öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ Ona herşeyi bildirmişdir. Âdem aleyhisselâma herşeyin ismi bildirildiği gibi, Ona da herşeyin ismi ve ilmi bildirilmişdir. 37 — Ümmetinin ismleri ve aralarında olacak şeylerin hepsi kendisine bildirildi. 38 — Aklı, bütün insanların aklından dahâ çokdur. 39 — İnsanlarda bulunabilecek bütün iyi huyların hepsi Ona ihsân olundu. Büyük şâir Ömer bin Fârıda, (Resûlullahı niçin medh etmedin) dediklerinde, Onu medh etmeğe gücüm yetmiyeceğini anladım. Onu medh edecek kelime bulamadım demişdir... 40 — Kelime-i şehâdetde, ezânda, ikâmetde, nemâzdaki teşehhüdde, birçok düâlarda, ba’zı ibâdetlerde ve hutbelerde, nasîhat yapmakda, sıkıntılı zemânlarda, kabrde, mahşerde, Cennetde ve her mahlûkun lisânında Allahü teâlâ, Onun ismini kendi isminin yanına koymuşdur. 41 — Üstünlüklerinin en üstünü, Habîbullah olmasıdır. Allahü teâlâ, Onu
kendisine sevgili, dost yapmışdır. Onu herkesden, her melekden dahâ çok sevmişdir. Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde, (İbrâhîmi Halîl yapdım ise, seni kendime Habîb yapdım) buyurmuşdur. 42 — (Sana, râzı oluncaya kadar, [yeter deyinceye kadar] her dilediğini vereceğim) meâlindeki Duhâ sûresinin 5. ci âyet-i kerîmesi, Allahü teâlânın, Peygamberine “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bütün ilmleri, bütün üstünlükleri, ahkâm-ı islâmiyyeyi, düşmânlarına karşı yardım ve galebe ve ümmetine fethler, zaferler ve kıyâmetde her dürlü şefâ’at ve tecellîler ihsân edeceğini va’d etmekdedir. Bu âyet-i kerîme nâzil olduğu [geldiği] zemân, Cebrâîl aleyhisselâma bakarak, (Ümmetimden birinin Cehennemde kalmasına râzı olmam) buyurdu. 43 — Gece, uyanık iken, uykuda iken, yalnız iken, çoklukda iken, yolculukda iken, evde iken, harbde iken, gülerken, ağlarken, mübârek kalbi hep Allahü teâlâ ile idi. Ba’zı zemânlarda ise, yalnız Allahü teâlâ ile idi. Dünyâdaki vazîfelerini yapabilmek ve mübârek kalbini beşeriyyet âlemine döndürmek için, zevcesi Âişenin “radıyallahü anhâ” yanına gelip, (Ey Âişe! Birâz benimle konuş [da kendime geleyim]) buyurur, ondan sonra Eshâbına nasîhat ve irşâd etmeğe giderdi. Sabâh nemâzının sünnetini evinde kılıp, Âişe “radıyallahü anhâ” ile bir mikdâr konuşdukdan sonra Eshâbına farzı kıldırmak için mescîde giderdi. Bu hâl hasâis-i peygamberîdir. Âişe “radıyallahü anhâ” ile konuşmadan dışarı çıksa idi, ilâhî tecellîlerden ve nûrlardan dolayı, yüzüne kimse bakamazdı. 44 — Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, her Peygamberi “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ismi ile bildirmişdir. Muhammed aleyhisselâmı ise, (ey Resûlüm, ey Peygamberim) diyerek Onu yücelten vasfları ile bildirmişdir. 45 — Gâyet açık, kolay anlaşılır olarak konuşurdu. Arabî lisânının her lehçesi ile konuşurdu. Çeşidli yerlerden gelip soranlara onların lügati ile cevâb verirdi. İşitenler hayrân olurlardı. (Allahü teâlâ, beni çok güzel yetişdirdi) buyurdu... 46 - Az kelime ile çok şey anlatırdı. Yüz binden ziyâde hadis-i şerifi, Onun (Cevâmi-ul-kelîm) olduğunu göstermektedir. Bazı âlimler dediler ki, Muhammed aleyhisselâm, islâm dîninin dört temelini, dört hadis-i şerifle bildirmiştir. Bunlar: (Ameller niyetlere göre değerlendirilir) ve (Helâl meydandadır, haram meydandadır) ve (Davâcının şâhit göstermesi ve davâlının yemin etmesi lâzımdır) ve (Bir kimse, kendine istediğini, din kardeşi için de istemedikce, îmanı kâmil olmaz). Bu dört hadis-i şeriften birincisi, ibâdet bilgilerinin, ikincisi, muâmelât bilgilerinin, üçüncüsü, husûmât, yâni adalet işlerinin ve siyâset bilgilerinin, dördüncüsü de, âdâb ve ahlâk bilgilerinin temelidir. 47 - Muhammed aleyhisselâm mâsum idi. Bilerek ve bilmiyerek büyük ve küçük, kırk yaşından evvel ve sonra, hiçbir günah işlememiştir. Çirkin hiçbir hareketi görülmemiştir. 48 - Müslümanların namazda otururken, (Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi) okuyarak, Muhammed aleyhisselâma
selâm vermeleri emrolundu. Namazda, başka bir Peygambere ve meleklere karşı söylemek câiz olmadı. 49 - Rütbeyi, saltanatı istememiş, Peygamberliği, fakirliği dilemiştir. Bir sabah, Cebrâîl aleyhisselâm ile konuşurken bu gece evimizde yiyecek bir lokmamız yoktu buyurdu. O anda, İsrâfîl aleyhisselâm gelip, (Allahü teâlâ söylediğini işitti ve beni gönderdi. İstersen her elini sürdüğün taş altun olsun, gümüş olsun, zümrüt olsun. İstersen melek olarak peygamberlik yap) dedi. Resûlullah üç kere (Kul olarak Peygamberlik istiyorum) dedi. 50 - Başka Peygamberler belli bir zamanda, belli bir memlekette Peygamberlik yaptı. Muhammed aleyhisselâm ise, yer yüzündeki bütün insanlara ve cinne kıyâmete kadar Peygamber olarak gönderilmiştir.Meleklerin de, hayvanların da, nebâtların da, cansızların da, kısaca bütün mahlûkların Peygamberi olduğunu bildiren âlimler de vardır. 51 - Bütün varlıklara rahmeti, faydası yayılmıştır. Mü'minlere faydası meydandadır. Başka Peygamberlerin zamanındaki kâfirlere, dünyada azâblar yapılır, yok edilirlerdi. Ona îman etmiyenlere dünyada azâb yapılmadı. Birgün, Cebrâîl aleyhisselâma, (Allahü teâlâ benim âlemlere rahmet olduğumu bildirdi.Benim rahmetimden sana da nasip oldu mu?) buyurdu. Cebrâîl de, (Allahın büyüklüğü, dehşeti karşısında, sonumun nasıl olacağından hep korku içindeydim. Emîn olduğumu bildiren âyetleri [Tekvîr sûresindeki 20 ve 21. âyetleri] getirince, bu medh ile müdhiş korkudan kurtuldum, emîn oldum. Bundan büyük rahmet olur mu?) dedi....
52 - Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmın râzı olmasını istemiştir. [42. fazîlette bildirdiğimiz gibi, Allahü teâlâ O râzı oluncaya kadar istediğini verecektir. Bu husûs, Duhâ sûresinde bildirilmiştir.] 53 - Başka Peygamberler, kâfirlerin iftirâlarına kendileri cevap vermiştir. Muhammed aleyhisselâma yapılan iftirâlara ise, Allahü teâlâ cevap vererek, Onun müdâfe'asını yapmıştır. 54 - Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin sayısı, başka Peygamberlerin ümmetlerinin sayıları toplamından daha çoktur. Onlardan daha üstün ve daha şereflidirler. Cennete gireceklerin üçte ikisinin bu ümmetten olacağı, hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. 55 - (Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Ümmetimin dalâlet üzerinde birleşmemelerini Rabbimden diledim. Kabûl eyledi) hadisi meşhûrdur. Başka bir hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ sizi üç şeyden korumuştur. Bunlardan biri, dalâlet üzerinde birleşmekten korumuştur. İkincisi, sârî [bulaşıcı] hastalıktan ölen, şehit sevabına kavuşur. Üçüncüsü, iki sâlih müslüman, bir müslüman için, hayrlıdır [iyi biliriz] diyerek şâhit olursa, o müslüman Cennete gider) buyurdu. Bir hadis-i şerifte, (Eshâbımın ihtilâfı, sizin için rahmettir) ve (Ümmetimin ihtilâfı, [amelde mezheplere ayrılması], rahmettir) buyurdu. Onun ümmeti hakkı, doğruyu bulmak için çalışırlarken, ihtilâfa düşerler. Bu çalışmaları ise, rahmete sebep olur.Bu hadis-i şerifi iki kimse inkâr etmiştir:Biri mâcin, ikincisi mülhiddir.Mâcin, dîni dünya kazancına âlet eden hîlecidir.Mülhid de, âyet-i kerimelere dünya çıkarlarına göre mâna vererek kâfir olan sapıktır.Yahyâ bin Sa'îd diyor ki, İslâm âlimleri kolaylaştırıcıdırlar.Bir işe, birisi helâl demiş, başkası haram demiştir. Sâlih insanlar için helâl dediklerine, fesat zamanında haram demişlerdir. Yukarıdaki hadis-i şerifler gösteriyor ki, (İcmâ-ı ümmet) yâni, müctehid denilen âlimlerin sözbirliği, (Edille-i şer'ıyye)dendir. Yâni, din bilgilerinin dört kaynağından birisidir ve dört mezhep haktır. Mezhepler, müslümanlar için Allahü teâlânın rahmetidirler. 56 - Resûlullaha verilecek sevaplar, diğer Peygamberlere verilecek sevaplardan kat kat ziyâdedir. Makbûl bir ibâdet ve hayrlı bir iş işleyene verilen sevap kadar bunun hocasına da verilecektir. Hocasının hocasına dört misli, onun hocasına sekiz misli, onun da hocasına onaltı misli olmak üzere, Resûlullaha kadar her hocaya talebesinin iki misli sevap verilecektir. Meselâ, yirminci hocasına beşyüz yirmidört bin ikiyüzseksensekiz sevap verilecektir. Muhammed aleyhisselâma, Ümmetinin herbir işinden sevap verilecektir. Muhammed aleyhisselâma herbir işinden verilecek olan sevapların sayısı, bu hesaba göre düşünülürse, hepsinin miktârını Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Selef-i sâlihînin, sonra gelenlerden daha eftâl, daha üstün oldukları bildirildi.Sevap sayısı bakımından bu üstünlük meydandadır. 57 - Kendisini, ismi ile çağırmak, yanında yüksek sesle konuşmak, uzaktan kendisine seslenmek, yolda önüne geçmek haram edilmiştir.
Başka Peygamberlerin ümmetleri, kendilerini ismleri ile çağırırlardı. 58 - İsrâfil aleyhisselâm da Muhammed aleyhisselâma çok kere gelmiştir.Başka Peygamberlere yalnız Cebrâîl aleyhisselâm gelmiştir... 59 - Cebrâîl aleyhisselâmı melek şeklinde iki kere görmüştür. Başka hiçbir Peygambere melek şeklinde görünmemiştir. 60 - Kendisine Cebrâîl aleyhisselâm yirmidört bin kere gelmiştir. Başka Peygamberlerden en çok olarak Mûsâ aleyhisselâma, dörtyüz kere gelmiştir... 60 - Kendisine Cebrâîl aleyhisselâm yirmidört bin kere gelmiştir. Başka Peygamberlerden en çok olarak Mûsâ aleyhisselâma, dörtyüz kere gelmiştir. 61 - Allahü teâlâya Muhammed aleyhisselâm ile, yemin vermek câiz olup, başka Peygamberlerle ve meleklerle câiz değildir. 62 - Muhammed aleyhisselâmdan sonra, mübârek zevcelerini başkalarının nikâhla almaları haram edilmiş, bu bakımdan müminlerin anneleri oldukları bildirilmiştir. Başka Peygamberlerin zevceleri kendilerine yâ zararlı olmuş, veya faydasız olmuşlardır. Muhammed aleyhisselâmın mübârek zevceleri ise, dünya ve âhiret işlerinde, kendisine yardımcı olmuşlar, fakirliğe sabr etmişler, Şükretmişler ve islâmiyeti yaymakta çok hizmet etmişlerdir. 63 - Resûlullahın mübârek kızları ve zevceleri, dünya kadınlarının en üstünleridir. Eshâbının hepsi de, Peygamberlerden başka, bütün insanların en üstünleridir. Şehirleri olan Mekke-i mükerreme ve sonra Medîne-i münevvere, yer yüzünün en kıymetli yerleridir. Mescîd-i şerifinde kılınan bir rekât namaza, bin rekât sevabı yazılır. Başka ibâdetler için de böyledir.Kabri ile minberi arası, Cennet bahçesidir. (Öldükten sonra beni ziyâret eden, diri iken etmiş gibidir.Haremeynden birinde ölen bir mümin, kıyâmet günü emîn olarak diriltilir) buyurdu. Mekke ve Medîne şehirlerine (Haremeyn) denir. 64 - Neseb ve sebep bakımından, yâni kan ve nikâh bakımından olan akrabâlığın kıyâmette faydası yoktur.Resûlullahın akrabâsı bundan müstesnâdır. 65 - Herkesin soyu oğlundan devam eder. Muhammed aleyhisselâmın soyu ise, Kızı Fâtımadandır. Bu husûs, hadis-i şerif ile de bildirilmiştir. 66 - Onun mübârek ismini taşıyan hakîkî müminler Cehenneme girmeyecektir... 67 - Onun her sözü, her işi doğrudur. Her ictihâdı, Allahü teâlâ tarafından doğrulanmıştır. 68 - Onu sevmek herkese farzdır. (Allahü teâlâyı seven, beni sever) buyurdu. Onu sevmenin alâmeti, dînine, yoluna, sünnetine ve ahlâkına uymaktır. Kur'an-ı kerimde meâlen, (Bana uyarsanız, Allahü teâlâ sizi sever) demesi emrolundu. 69 - Onun ehl-i beytini sevmek vâcibdir. (Ehl-i beytime düşmanlık eden münâfıktır) buyurmuştur. Ehl-i beyt, zekât alması haram olan akrabâsıdır.
Bunlar, zevceleri ve dedesi Hâşimin soyundan olan müminlerdir ki, Alînin, Ukaylin, Câfer Tayyarın ve Abbâsın soyundan olanlardır. 70 - Eshâbının hepsini sevmek vâcibdir. (Benden sonra, eshâbıma düşmanlık etmeyiniz! Onları sevmek, beni sevmektir. Onlara düşman olmak, bana düşman olmaktır. Onları inciten, beni incitmiş olur. Beni inciten de, Allahü teâlâyı incitir. Allahü teâlâ, kendisini incitene azâb eder) buyurdu. 71 - Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâma, gökte iki ve yerde iki yardımcı yaratmıştır. Bunlar Cebrâîl, Mikâîl ve Ebû Bekr ve Ömerdir. 72 - Her insanın cinden bir arkadaşı vardır.Bu şeytan kâfirdir. Vesvese vererek, îmanını almaya, günah yaptırmaya çalışır.Resûl aleyhisselâm, arkadaşı olan cinnîyi îmana getirmiştir. 73 - Erkek, kadın, büyük yaşta vefât eden herkese kabrinde Muhammed aleyhisselâm sorulacaktır. Rabbin kimdir denildiği gibi, Peygamberin kimdir denilecektir... Huzur Damlaları... İslâm Ahlâkı kitâbında buyuruluyor ki: Nasîhatlerin birincisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin, kitâblarında bildirdiklerine göre, i’tikâdı düzeltmekdir. Bu âlimler, kitâblarında Eshâb-ı kirâmdan işitdiklerini bildirmişler, kendi kafalarından hiçbirşey yazmamışlardır. Cehennemden kurtulan, yalnız bu âlimlere tâbi’ olanlardır. Allahü teâlâ, o büyük insanların çalışmalarına, bol bol mükâfât versin! Dört mezhebin ictihâd derecesine yükselmiş âlimlerine ve bunların yetişdirdikleri büyük âlimlere (Ehl-i sünnet) âlimi denir. İ’tikâdı (Îmânı) düzeltdikden sonra, şerî’ate uymak, ya’nî fıkh kitâblarının bildirdiği ibâdetleri öğrenmek ve yapmak ve yasak etdiklerinden kaçınmak lâzımdır. Beş vakt nemâzı, üşenmeden, gevşeklik yapmadan, şartlarına ve ta’dîl-i erkâna dikkat ederek kılmalıdır. Nisâb mikdârı malı ve parası olan, zekât vermelidir. İmâm-ı a’zam buyuruyor ki, (Kadınların süs olarak kullandıkları altın ve gümüşün de zekâtını vermek lâzımdır.) (Zâdül-mukvîn) kitâbında diyor ki; (Eski âlimler yazmış ki, beş şeyi yapmıyan, beş şeyden mahrûm olur: 1 — Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez. 2 — Uşrunu vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz. 3 — Sadaka vermeyenin, vücûdünde sıhhat kalmaz. 4 — Düâ etmeyen, arzûsuna kavuşamaz. 5 — Nemâz vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefesde kelime-i şehâdet getiremez. Nemâz kılmanın birinci vazîfe olduğuna inandığı hâlde, tenbellik ederek kılmıyan fâsıkdır. Sâliha kızın küfvü değildir. Ya’nî o kıza lâyık ve uygun değildir).[Se'âdet-i Ebediyye]
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki, (Beş vakt nemâzı üşenmeden, seve seve kılmalıdır. Malın zekâtını, emr edilen yerine, hevesle vermelidir. Ramezân-ı şerîf orucu, bir senelik günâhların afvına sebebdir. Oruc tutmakdan zevk almalıdır. Vera’ ve takvâyı elden bırakmamalıdır. İçki içmemelidir. Serhoş yapan herşey, şerâb gibi harâmdır. Mûsikîden de kaçınmalıdır ki, lehv ve la’bdir. Ya’nî nefsin istediği fâidesiz işdir ve harâmdır. Bir hadîs-i şerîfde, (Mûsikî, zinâya yol açar) buyuruldu. Müslimânları gîbet etmek, ya’nî kötülemek niyyeti ile çekişdirmek, iki müslimân arasında söz taşımak, mûsikîden dahâ büyük harâmdır. Bunlardan kaçınmak lâzımdır. Müslimânla alay etmek, kalbini kırmak da harâm olup, sakınmak lâzımdır.) [Müjdeci Mektublar] Dâvûd-i İskenderî hazretleri buyurdu ki, (Kadir gecesi, o senenin kalbidir. Îmân dolu bir kalb de, içinde bulunduğu cesedin kadir gecesidir.) Hazret-i Âişe "radıyallahü anhâ" buyurdu ki: (Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" Ramazan-ı şerifin son on gününde her zamankinden daha fazla ibadet ederdi.) (Tirmizî) (Ey Oğul İlmihâli)nde buyuruluyor ki: (Gecenin en karanlık zemânında, ya’nî seher vaktinde ibâdet eyle ki, yarın sıratdan geçerken her tarafın aydınlık olsun. Bu ibâdetlerin en kıymetlisi ilmihâl kitâbı okumak, öğrenmek ve öğretmekdir. Kudretin yetdiği kadar câmi’lere sâlih imâm ve müezzin gelmesine çalış! Sâlih, günâh işlemiyen, çalgı dinlemiyen, karısını, kızlarını harâmlardan koruyandır.) Muhammed Ma'sûm Fârukî hazretleri buyurdu ki, (Mübâh olan lezzetleri bırakamazsanız, hiç olmazsa, haramlardan ve şüphelilerden kaçınınız. Böylece âhirette kurtulmak umulsun. Fakat, her türlü altın ve gümüş eşyânın ve çayırda otlayan hayvanların ve ticâret eşyâsının zekâtını, topraktan, tarladan, ağaçtan alınan mahsüllerin öşrünü de her hâlükârda vermek lâzımdır. Bunların verilecek mikdârları, fıkıh kitaplarında bildirilmiştir.) [Mektûbât-ı Ma'sûmiyye] (İslâm Ahlâkı) kitâbında buyuruluyor ki: Cümle mü’minlerin bayramı beş nev’dir: 1. ci odur ki, bir mü’minin sol yanındaki melek, kötü amel olarak yazmağa bir şey bulamazsa. 2. ci, sekerât-ül-mevtde, müjdeci melekleri gelip, merhabâ yâ mü’min! Sen Cennetliksin diyerek müjde ederlerse. 3. cü, kabre vardıkda, kabrini Cennet bağçelerinden bir bağçe bulursa. 4. cü, Kıyâmet gününde, Arş-ür-rahman altında, Enbiyâ ve Evliyâ ve ulemâ ve sulehâ ile birlikde gölgelenir ise. 5. ci, kıldan ince ve kılıçdan keskin ve gecenin karanlığından dahâ karanlık, bin yıl iniş ve bin yıl yokuş ve bin yıl düz olan sırat köprüsü
üzerinde, yedi yerde olan süâle cevâb verir geçerse. Eğer veremezse, her birinde, bin yıl azâb olunsa, gerekdir. O yedi süâl: Evvelki, îmândan. İkinci, nemâzdan. Üçüncü, orucdan. Dördüncü, hacdan. Beşinci, zekâtdan. Altıncı, kul hakkından. Yedinci, guslden ve istincâdan ve abdestden. Hikmetler... Hurma, birçok hadîs-i şerîfle övülmüştür. Mübârek bir meyvadır. Sıcak ülke halkı için çok uygundur. Koruk, çağala, tâze meyva, kuru meyva ve şerbet ve şıra olarak ilâç gibi kullanılır. Meyvelerin en gıdalısıdır. Az yenilirse şifâ olur. Çok yenilirse gıda olur, Bedeni güçlendirir, Güç ve kuvvet verir, Kan yapar, şişmanlatır, Mideyi temizler ve kuvvet verir Böbrekleri kuvvetlendirir, Karaciğeri kuvvetlendirir, Bağırsaklara çok faydalıdır... [Türkiye Takvimi] ORUÇ AYI Âşıklara edin salâ, Oruç ayı geldi yine. Rahmet denizi cûş edip, Âlemlere doldu yine. Kur’ânda Allah öğüdü, Cümle nebîler sevdiği, Ümmete Allah verdiği, Oruç ayı geldi yine. Aydın eden gönülleri, Mesrûr eden müminleri, Mamûr eden mescitleri, Oruç ayı geldi yine. Üftâde’nin canı sever, Oruç ayın dâim över, Dost iline edin sefer, Oruç ayı geldi yine. Üftâde Hazretleri ZEKAT SOSYAL ADALETİN TEMELİDİR... Zekât ibâdeti, hem şahıslara ve hem de topluma sayısız faydalar sağlar.
Zekâtını veren zengin, Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşısında şükretmiş olur. Şükür ise, nîmeti arttırır. Şükretmemek nîmetin elden gitmesine sebep olur. Zekât, insanlar arasında sevgi, saygı, birlik ve berâberlik bağlarını kuvvetlendirir. Zengin-fakir arasında meydana gelebilecek kin ve düşmanlığa engel olur. Fakir ve zengin arasındaki düşmanlığı ortadan kaldırır. Kardeşliği, muhabbeti arttırarak, cemiyete huzur sağlar. İnsanları isyankâr olmaktan, hak yiyici ve saldırgan olmaktan koruyup, topluma faydalı hâle getirir... ZEKAT VE SOSYAL ADALET... Müslüman olan zenginlerin, fakirlere zekât vermesini Allahü teâlâ emir buyurmuştur. Bu emir, sosyal adâletin temelini teşkil eder. Zenginin malından zekat vermesi, mevsiminde bir ağacın dallarını budamak gibidir. Ağacı budadığımız zaman görünüşte biraz küçülmüş gibi olur. Fakat zamânında budanan dalların arkasından daha gür ve daha genç dallar çıkar. Bu hâliyle ağaç daha verimli ve güzel görür. Zengin de malının zekâtını bu şekilde zamânında verirse, parası ve malı biraz noksanlaşmış gibi görünür ama, Allahü teâlâ zekâtı verilen malın bereketini daha çok arttırır ve malın kazâdan, belâdan korunmasını sağlar. Zekât, malın kırkta birini hak eden fakirlere vermek demektir. Dînimizde eli, ayağı tutup da çalışabilenlerin dilenmesi haramdır... Hikmetler...
KADİR GECESİNE RASTLAMIŞ OLAN BİR GECEYİ İHYA ETMEK... Peygamber efendimiz, daha önceki ümmetlerden bin sene cihad eden insanları düşünüp, benim ümmetimin ömrü kısadır, az ibadet ederler diye düşününce, Allahü teâlâ, (Kadir gecesi senin ve ümmetinindir) buyurup Habibinin kalbini ferahlandırdı. Hem de Kadir gecesi her Ramazanda gelir. Peygamber efendimize kendisinden önceki insanların ömürlerinin ne kadar olduğu bildirilince, kendi ümmetinin ömürlerini kısa buldu, uzun ömürlü olan diğerlerinin işledikleri salih amelleri işleyemezler diye düşününce. Allahü teâlâ, Ona bin aydan hayırlı olan Kadir gecesini ihsân etti. (İ. Mâlik) Resulullah efendimiz, (Beni İsrâil peygamberlerinden 80 yıl Allahü teâlâya ibadet eden oldu) buyurunca, Eshâb-ı kirâm hayret ettiler. Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselam gelip; (Ya Resulullah, senin ümmetin bu peygamberlerin, 80 yıllık ibadetine şaşarlar. Allah sana ondan iyisini gönderdi) diyerek, (Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır) mealindeki âyeti okudu. (Tefsiri mugni) Kadir gecesi hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kadir gecesinde, bir kere Kadir suresini okumak, başka zamanda Kur’anı kerimi hatim etmekten daha sevaptır. Kadir gecesinde bir tesbih (Sübhanallah), bir tahmid (Elhamdülillah), bir tehlil (Allahü ekber) söylemek yedi yüz bin tesbih, tahmid ve tehlilden kıymetlidir. Bu gece koyun sağımı müddeti kadar [az bir zaman] namaz kılmak, ibadet etmek, bir ay bütün geceleri sabaha kadar ibadetle geçirmekten daha kıymetlidir.) [Tefsiri Mugni] (Kadir gecesinde Kadir suresini okuyan, Kur’an-ı kerimin dörtte birini okuma sevabına kavuşur.) Ramazanı şerifin her gecesi Kadir suresini okuyan Kadir gecesinde okumuş olur. Kadir gecesinin günü de, gecesi gibi fazilette aynıdır. Hazret-i Ömer buyurdu ki: (Allahü teâlâ altı şeyi altı şeyde gizledi. Rızasını taatte, gazabını günahlarda, İsm-i a’zamı Kur’an-ı kerimde, Evliyayı insanlar arasında, ölümü, ömür içinde, Kadir gecesini Ramazan-ı şerif içinde gizledi ve orta namazı beş vakit içinde gizledi.) Mübarek vakitlerde, günâhlardan titizlikle uzak durmalı, tâatları, ibadetleri ve her çeşit hayratı artırmalıdır. Zirâ Allahü teâlâ, tarafından sevilen kimse, faziletli vakitlerde faziletli amellerle meşgul olur. Buğzettiği kul ise; faziletli vakitlerde kötü işlerle meşgul olur. Kötü işlerle meşgul olanın bu hareketi azabının daha şiddetli olmasına ve Allahü teâlânın, ona daha çok buğzetmesine sebep olur. Çünkü o, böyle yapmakla vaktin bereketinden mahrum kalmış ve onun hürmet ve şerefini çiğnemiş olur. (Mev'ize-i hasene) İmam-ı a'zam hazretleri, Kadir gecesinin, Ramazanın 27. gecesine çok isabet ettiğini bildirmiştir. (Kadir gecesine rastlamış olan bir geceyi ihya eden, kadir gecesini ihya etmiş gibi sevap kazanır) hadis-i şerifini
düşünerek sık sık vâki olan 27. gece ihya edilirse, o gece Kadir gecesi olmasa bile, büyük sevaba kavuşulur. Ramazanın her gecesini Kadir gecesi bilerek hareket edilirse Kadir gecesine rastlanmış olur. Her gün en az şunlar yapılmalı: 1- Yatsı namazında Zammı sure olarak Kadir suresini okumalı. 2- Kadir gecesi okunacak duayı okumalı. 3- Bir iki sayfa Kur'an-ı kerim okumalı. 4- İlmihalden bir iki sayfa okumalı. 5- Az da olsa sadaka vermeli, kaza namazları kılmalıdır. 6- Gece seher vakti, iki rekat namaz kılıp, Silsile-i aliyyeyi okuyarak, o âlimlerin hürmetine dua etmelidir. [Silsile-i aliyye, Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye'de ve Faideli Bilgiler kitabında yazılıdır.] 7- Gündüzü de gecesi gibi kıymetli olduğu için gündüzleri de değerlendirmelidir. BAYRAM GÜNLERİ Bayramlar; Müslümanların birbiriyle kaynaştığı, küs olanların barıştığı, fakir, fukarâ ve yetimlerin sevindirildiği sevinç ve neşe günleridir. Ramazan gittiği için değil, günahlarımız affolup nimete kavuştuğumuz için bayram yapıyoruz. Bayram günleri, Peygamber efendimizin "sallallahü aleyhi ve sellem" zamanından beri, husûsî bir şekilde kutlanmıştır. Bütün İslâm devletlerinde de bugüne kadar kutlanarak gelmiştir. Bayram öncesi, yiyecek, giyecek ve temizlik gibi hazırlıklar yapılır. Bayram günlerinde herkes, temiz giyinir. Çocuklara yeni elbiseler alınır. Fakir, öksüz ve yetimler sevindirilir. Bayram namazından sonra, kabirler ziyâret edilir; geçmişlerin, akraba ve din büyüklerinin rûhu için Kur'ân-ı kerîm okunur, duâ edilir ve sadakalar verilir. Daha sonra da, aile büyükleri, dost, akraba, arkadaş ve tanıdıklar ziyâret edilir... [Türkiye Takvimi] Bir büyük zat talebelerine nasihatinde buyuruyor ki: Eshâb-ı kirâmdan bir zât diyor ki, "Peygamber efendimiz, Bayram günü hutbeye çıkıyordu. Merdiven üç basamakdı. Birinci basamağa çıktı. Bir şeyler söylüyordu. Kulak verdim işitdim. Buyuruyordu ki: (Yâ Rabbi, Sen, anasını-babasını gördüğü halde, onların hizmetinde kusur eden, kalblerini inciten, onların rızasını, düâsını almayan bir kulunu Cehenneme sok.) Ben de âmin dedim." O halde birbirimizi seveceğiz, ama, anamızın, babamızın da kıymetini bileceğiz, onların rızalarını düâlarını alacağız, gönüllerini alacağız. Ananın, babanın evladına düâsı, Peygamberlerin ümmetine düâsı gibidir... Fıkıh Bilgileri...
ZEKATI ALTIN OLARAK VERMEK ÇOK KOLAYDIR... Zekâtı altın olarak vermek, çok kolaydır. Hiç de güç değildir. Sarrafa gitmeğe, altın satın almağa lüzûm da yokdur. Zekâtını fakîrlere kâğıd para olarak dağıtmakda ısrâr eden bir zengin, (Eşbâh) ve (Redd-ülmuhtâr) kitâblarının sâhiblerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ”, fakîrdeki alacağını, ona zekât olarak bırakmak istiyen bir zengin için bildirdikleri gibi yapar: Dağıtmak istediği nisâbdan az kâğıd paranın değerinde altını zevcesinden veyâ başkasından ödünç alır. Sâlih bir fakîre, (Birkaç tanıdığıma ve sana zekât vereceğim. Dînimiz zekâtın altın olarak verilmesini emr ediyor. Altınları kâğıd paraya çevirmekde size kolaylık olmak için senin zekâtını almak ve dilediği kimseye hediyye etmek üzere şunu vekîl yapmanı istiyorum. Böylece benim islâmiyyete uymamı sağlamış olacaksın. Bunun için de, ayrıca sevâb kazanacaksın!) der. Zenginin güvendiği bir kimse vekîl yapılır. Altınları fakîrin yanında olmıyarak, bu vekîle zekât niyyeti ile verir. Fakîrin bu vekîli, altınları teslîm alıp, birkaç dakîka sonra bu altınları zengine hediyye eder. Zengin de kâğıd paralarını o fakîre ve başka fakîrlere, Kur’ân-ı kerîm kurslarına ve dîne hizmet eden, cihâd yapan müslimânlara dağıtır. Câiz olmayan kimselere ve nemâz kılmıyanlara verirse, zekât vermemek azâbından kurtulursa da sevâblarına kavuşamaz. Altınları ödünç almış olduğu kimseye geri verir. Dahâ çok zekât vermesi îcâb ediyorsa, bu işi tekrâr eder. Îmânı kuvvetli olana, ibâdetler güç gelmez. Kolay ve tatlı gelir. [Faideli Bilgiler] TOPRAK MAHSULLERİ ZEKATI (UŞR) Uşr vermek de farzdır. Toprakdan alınan mahsûlün zekâtına (Uşr) denir. Borcu olanın da uşr vermesi lâzımdır. İmâm-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki: (Her sebze ve meyve, az olsun, çok olsun, mahsûl toprakdan alındığı zemân, onda birini, veyâ kıymeti kadar altın veyâ gümüşü, müslimân fakîrlere vermek farzdır). Hayvan gücü ile veyâ dolap, motör ile sulanan yerdeki mahsûl elde edilince, yirmide biri verilir. İster onda bir, ister yirmide bir olsun, hayvan, tohum, âlet, gübre, ilâç ve işçi masraflarını düşmeden evvel, vermek lâzımdır. Bir sâ’dan az mahsûlün uşru verilmez. Toprağın sâhibi çocuk, deli, köle olsa da, uşru verilir. Uşru vermiyenden hükûmet zorla alır. Ne kadar olursa olsun, ev bağçesindeki meyve ve sebzeler için ve odun ve ot ve saman için uşr verilmez. Balın [fennî te’sîsât ve masraflar yapılsa dahî], pamuğun, çayın, tütünün, dağdaki ağaç meyvelerinin [meselâ zeytinlerin, üzümlerin] onda biri, uşr verilir. Zift, petrol ve tuz için uşr yokdur. Uşru verilmiyen mahsûlü yimek harâmdır. Yidikden sonra da, vermek lâzımdır. UŞR NE ZAMAN VE NASIL VERİLİR? (İbni Âbidîn) buyuruyor ki: (Meyvenin ve ekinin uşru, İmâm-ı a’zama ve imâm-ı Züfere göre, bitki üzerinde meydâna geldikleri ve çürümekden
emîn oldukları zemân farz olur. Toplanacak hâle gelmese de, fâidelenecek, yinecek hâle gelince uşrunu vermek farz olur. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre olgunlaşınca, toplamadan önce farz olur. İmâm-ı Muhammede göre ise, hasâddan sonra, ya’nî hepsini toplayınca farz olur. Hasâddan önce, yerinden koparıp yimesi veyâ başkasına yidirmesi câizdir. Fekat, İmâm-ı a’zama göre, bunun uşrunu da sonra verir. İki imâma göre, bunun uşrunu vermesi lâzım olmaz. Fekat, mahsûlün beş vesk olması için, bu da hesâba katılır. Olgunlaşdıkdan sonra koparmış ise, imâm-ı Muhammede göre, yine uşrunu vermek lâzım olmaz. Hepsini topladıkdan sonra telef olanın ve çalınanın uşrunu vermek lâzım olmaz). Fakîr olanlar, uşrlarını iki imâma göre hesâb edip verir. Zenginler, İmâm-ı a’zama göre vermelidir. ANADOLU TOPRAĞI UŞURLU DEĞİL MİDİR? Son zemânlarda mîrî erâzînin çoğu, devlet tarafından vakf edilmiş veyâ millete satılmış, her iki şeklde de, uşrlu olmuşdu. Böylece, Anadolu ve Rumelideki toprakların hemen hepsi, milletin mülkü olup, uşrlu olmuşdu. Görülüyor ki, tarladan uşr veyâ harâcdan birini vermek lâzımdır. [Zor ile alınıp da, kâfirlere bırakılan veyâ sulh ile alınıp, kâfirlerin olan toprakdan (Uşr) alınmaz, (Harâc) alınır.] Ba’zıları, Anadolu toprağı uşrlu toprak değildir, diyor. Hâlbuki, şimdi memleketimizde mîrî toprak yokdur. Herkesin tarlası, bostanı, kendi mülküdür, yâhud kirâcıdır. Mahsûlün uşrunu vermeleri farzdır. Osmânlılar zemânında beş dürlü toprak vardı: 1 — Milletin mülkü olan topraklar olup, pek azı harâclı, pek çoğu uşrlu idi. 2 — Beyt-ül-mâlın toprakları, ya’nî mîrî topraklar. Memleketin çoğu böyle olup, kirâya verilirdi. Sonraları çoğu millete satıldı. Uşrlu oldu. 3 — Vakf topraklar olup, mahsûlü uşrlu idi. 4 — Umûma terk edilen meydânlar, çayır ve benzerleri. 5 — Beyt-ül-mâlın ve hiç kimsenin olmıyan dağlar gibi, ormanlar gibi yerler olup, buraları işletip mahsûl alan müslimân, uşr verir. FITRA (SADAKA-İ FITR) İhtiyacı olan eşyadan, borçlardan fazla olarak, zekât nisâbı kadar malı ve parası bulunan her Müslümanın, Ramazandan önce, Ramazan içinde ve Bayram namazına kadar fıtra vermesi vâciptir. Bayramdan sonra da verilebilir. (İbni Âbidin) Misâfir olanın da fıtra vermesi lâzımdır. İhtiyaç eşyası demek; kıymeti ne kadar çok olursa olsun, bir ev, bir aylık yiyecek, her yıl üç kat elbise, çamaşır, evde kullanılan eşya ve âletler, binecek vasıtaları, meslek kitapları ve ödeyeceği borçlardır. Ticaret için olmayan, ihtiyacından artan eşya, kiradaki evler, evindeki süs eşyası, sanat ve ticaret âletleri, yere serili olmayan halılar, kullanılmayan fazla ev
eşyası, fıtra ve kurban için nisâb hesabına katılır. Fıtra olarak; 1750 gr buğday veya buğday unu, 3.5 kg arpa, hurma veya kuru üzüm verilir. Bunların kıymeti kadar altın veya gümüş de verilebilir. Bayram günü şunları yapmak sünnettir: 1-Erken kalkmak. 2-Gusül abdesti almak. 3-Misvâk kullanmak. 4-Güzel koku sürünmek. 5-Yeni ve temiz elbise giyinmek. 6-Namazdan önce tatlı yemek. 7-Yüzük takmak. 8-Câmiye erken gitmek. 9-Giderken tekbîr söylemek. 10-Müminlere selâm vermek. 11-Güler yüzlü olmak. 12-Müminlerle bayramlaşmak. 13-Fakirlere sadaka vermek. 14-Dargınları barıştırmak. 15-Akrabayı ziyâret etmek. 16-Din kardeşlerini ziyâret etmek. 17-Ziyârette hediye götürmek. 18-Kabirleri ziyâret etmek. 19-Misâfirlere ikram etmek. 20-Çok duâ ve tevbe etmek. ZEKAT, ASIRLARDIR ALTIN VE GÜMÜŞ OLARAK VERİLMİŞTİR... (Dürr-ül-müntekâ) kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Sarf bahsi sonunda diyor ki, (Fülûs [ya'nî kâğıd ve bakır paralar], geçer akça olduğu zemân, gümüş para gibidir. Geçmez ise, başka mallar gibidir. Sayısı veyâ ağırlığı belli olan, meselâ bir dirhem ağırlığında fülûs ile mal satın almak câizdir. Bir dirhem ağırlığında fülûs ödemesi lâzım olur. Fülûs, aslında para değildir. Gümüş dirhem parçalarının yerini tutmak için basılmış ma’den parçaları olup, satın almak için kullanılır.) Kâğıd paraların nisâbları, çarşıda kullanılan en ucuz altın para ile hesâb edilir. Çünki kâğıd paralar, altın karşılığı senedlerdir ve kendi kıymetleri azdır. Altın karşılığı olan i’tibârî kıymetleri hükûmetler tarafından konmuşdur. Her zemân değişmekdedir. Karşılıkları kadar altın liraların kırkda biri veyâ bunun ağırlığı kadar her çeşid altın verilmelidir. Fakîre altını teslîm etdikden sonra, ona kolaylık olmak için, altınları piyasadaki kıymetine göre ondan satın alıp, ona kâğıd para verilebilir. Nakdeynden, ya’nî altından ve gümüşden başka ticâret eşyâsını böyle satın alıp, kendisinin kullanması mekrûh olduğu (Buhârî)de yazılıdır. Kâğıd olarak verilen zekâtlar sahîh olmaz. Tekrâr vermek lâzımdır.
Sonradan fakîr olan, az altın ile devr yaparak kazâ eder. Asrlardan beri müslimânlar, zekâtlarını altın, gümüş olarak vermişdir. Hiçbir din âlimi, fülûs denilen paraların ve borç senedinin zekât olarak verileceğini söylememişdir. Şâfi’îde câiz olmadığı (İkdül-ceyyid)de yazılıdır... Menkıbeler... Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf hazretleri, haramlardan ve şüphelilerden şiddetle kaçınır, harama düşmek tehlikesinden dolayı mübâhların fazlasını bile terk ederdi. Malı varsa zekâtını, bahçesinden kalkan mahsüllerinin uşrunu eksiksiz verir, fazlasını tasadduk ederdi. Etrafında hurma bahçeleri bulunan bir bahçesi vardı. Bir defâsında çocuklar, bu bahçeler arasında oynarlarken ateş yaktılar. Sonunda ateş büyüyerek etrâfı sardı. Bahçelerdeki ağaçlar yanmaya başladı. Bütün ağaçlar bu yangında yandıkları hâlde, mahsüllerinin uşrunu tam olarak verdiği için, bu zâtın bahçesine hiçbir şey olmadı. Ağaçlardan biri bile zarar görmedi. İnsanlar hayret içinde kaldılar. Kılavuz dededen "kuddise sirruh" bir gün nasihat istediler. Buyurdu ki: - İnsan, ehli sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyunca kalbine feyz akar. Feyz, nur demektir. Yani kalbi temizlenir. İbadetlerden zevk almaya başlar. Haramlar çirkin gelir. Halis kul olur... Şöyle devam etti: - Ehli sünnet kitaplarını okuyanın kalbinde, Müslümanlara karşı kötü düşünce varsa, onlar şefkat ve merhamete dönüşür. Kin ve hasetten kurtulup, halis kul olur. Sordular: - Halis mümin nasıl olur? Buyurdu ki: - Halis mümin, güzel ve tatlı sözlerle din kardeşlerine emr-i maruf yapar. Allahü teâlânın rızasını kazanmak için çırpınır. Günahlardan kaçıp, ibadetlere sarılır. İslamiyete tam uyabilmek için kılı kırk yarar. Şöyle bitirdi: - Halis mümin, günahından ötürü Allah'a karşı daima mahcup ve boynu büküktür. Her türlü ihtiyacını Ona arzeder. Onun azabından yine Onun merhametine sığınır... [Türkiye Gazetesi] Silsile-i aliyye büyüklerinden Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri (kuddise sirruh) yirmi dokuz yaşında iken, ilim tahsîlini tamamlayıp, tasavvufta yüksek derecelere kavuşmuştur. Yirmi dokuz yaşından sonra memleketine dönüp, helâl kazanmak için zirâatle ve insanlara doğru yolu göstermekle meşgûl olmaya başladı. Kısa zamanda mahsûlleri o kadar bereketli oldu ki idâresi için vekil tâyin etti. 1300'den fazla çiftliği vardı. Herbirinde üç
bin amele çalışırdı. Allahü teâlâ onun mahsûlüne öyle bir bereket verdi ki, her sene sekiz yüz bin batman zâhire uşr verirdi. Anbarlarına konulan mahsûl, her çıkardıklarında, koyduklarından fazla geliyordu. Bu hâli görenler, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine hayrân kalıp, daha çok bağlanıyorlardı. Kendisi bu husûsta; "Bizim malımız, fakîrler içindir. Bunca malın hassası işte bu noktadadır" buyurmuştur. Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin, on sene, canı mahallî bir yemek istedi. Yememesine rağmen bir bayram gecesi nefsi kendisine; “Ne olur, bayram günü olsun bana bu yemeği versen.” deyince, Zünnûn-ı Mısrî hazretleri; “Ey Nefs! Şâyet bu gece bana yardım edip de, iki rekat namazda Kur’ân-ı kerîmi hatim edersen, sana bu yemeği veririm.” dedi. Ertesi gün bayram namazından sonra nefsinin arzu ettiği yemeği getirdiler. Tabaktan bir lokma almasına rağmen tekrar geri koydu ve namaza durdu. “Niçin böyle yaptın?” deyince; “Tam yiyeceğim sırada nefsim bana en sonunda maksadıma ulaştım, dedi. Ben de, hayır ulaşmadın, diyerek lokmayı geri koydum.” cevâbını verdi. Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin, on sene, canı mahallî bir yemek istedi. Yememesine rağmen bir bayram gecesi nefsi kendisine; “Ne olur, bayram günü olsun bana bu yemeği versen.” deyince, Zünnûn-ı Mısrî hazretleri; “Ey Nefs! Şâyet bu gece bana yardım edip de, iki rekat namazda Kur’ân-ı kerîmi hatim edersen, sana bu yemeği veririm.” dedi. Ertesi gün bayram namazından sonra nefsinin arzu ettiği yemeği getirdiler. Tabaktan bir lokma almasına rağmen tekrar geri koydu ve namaza durdu. “Niçin böyle yaptın?” deyince; “Tam yiyeceğim sırada nefsim bana en sonunda maksadıma ulaştım, dedi. Ben de, hayır ulaşmadın, diyerek lokmayı geri koydum.” cevâbını verdi. Ali bin Vehb hazretleri, zirâat ile de uğraşır, tarlasını eker, çıkan mahsûlün onda birini öşür [uşr] zekâtı olarak ayırır, müslüman fakirlere dağıtırdı. Bir gün çift sürerken öküzün biri öldü. Öküzün boynuzundan tutup; "Yâ Rabbî! Bunu bize dirilt!"diye duâ etti. Allahü teâlâ, haram yemeyen, günah işlemiyen bu sevdiği kulunun hatırını kırmadı, duâsını kabûl edip öküzü diriltti. Ali bin Vehb sabanla toprağı sürerken sabanın kulpuna dokunmazdı. Tohumu toprağa atar atmaz, hemen çimlenerek boy vermeye başlardı... Ebû Hasan Habbâz, Ebû Abbâs Sebtî'ye; "İnsanlar kuraklık ve pahalılık sebebiyle büyük bir sıkıntı içerisindeler" deyince, ona; "Cimriliklerinden dolayı, Allahü teâlâ onlara yağmur vermiyor. Eğer siz, elde ettiğiniz mahsûllerin zekâtı ile fakirlere sadaka verseydiniz, buna karşılık Allahü teâlâ da size yağmur verirdi." dedi. Ebû Abbâs'ın bu sözleri üzerine Ebû Hasan Habbâz, fakirlere sadaka verip, yardımda bulundu. Güneş pek
kızgın, hava çok sıcaktı. Yağmurdan, ümîdini kesmişti. Ağaçların ve diğer bitkilerin kurumaya yüz tuttuğunu gördü. Bir müddet sonra, öyle bir yağmur yağdı ki, bütün her taraf suya kandı. Mühim tenbih. ALLAH YERİNE TANRI DEMEK CAİZ MİDİR? TANRI NE DEMEKTİR? İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki, (Allahü teâlânın ismleri, (Tevkîfî)dir. Ya’nî dînin sâhibinin bildirmesine mevkûfdur, bağlıdır. İslâmiyyetin söylediği ismi söylemelidir. İslâmiyyetin bildirmediği ism söylenemez. Ne kadar kâmil, güzel ism olsa da, söylenmemelidir. Cevâd denir. Çünki islâmiyyet, Cevâd demekdedir. Fekat, yine cömerd ma’nâsında olan (Sahî) ismi söylenemez. Çünki islâmiyyet, Ona sahî dememişdir.) Şu hâlde, tanrı da denemez. Hele ibâdet ederken, ezân okurken, Allah ismi yerine, tanrı demek, çok günâh olur. Türkün asâleti ile islâmiyyetin şerefi bir araya gelmeden çok önce, Âsûrîler Türkistâna girerek, Türkleri, güneşe, yıldızlara tapınmağa alışdırmışdı). Tanyeri ağarınca, güneşe tapınırlardı. Bu sebebden, güneşin ismi, tanyeri ve nihâyet tanrı oldu. Kur’ân-ı kerîmde, (Benim ismim Allahdır. Beni Allah diye çağırınız. Allah diye ibâdet ediniz. Allah diye yalvarınız!) meâlinde müteaddid âyet-i kerîmeler vardır. Ona, Onun istediği ismi söylemeyip de, kâfirlerin, Onun en sevmediği ma’bûdlarına koydukları tanrı ismi ile Onu çağırmak, ne kadar yanlış ve ne büyük inâd olduğu meydândadır. Meselâ, bir hükümdâr, emri altında bulunan kimselere: (Benim ismim Ahmeddir. Beni, Ahmed diye çağırınız!) dese, onlar da, (Hayır efendim. Bizim canımız sana Ahmed demek istemiyor. Taş veyâ kurd, köpek veyâhud en aşağı, büyük düşmânının ismi ile çağırmak istiyoruz) deseler ve öyle çağırsalar, nasıl çok kızarsa, Allah ismi yerine, Onun emr etmediği, hattâ düşmanı olduğu tanrı ismini söyliyerek ezân okumak ve ibâdet etmek, Allahü teâlâyı gadaba getirir, düşmanlığa sebeb olur. [God, Dieu, tanrı... bunlar Allah anlamında değil, ilah, mabud anlamındadır. İlah, mabud manasında DİNDE KOLAYLIK NE DEMEKTİR? "Dinde güçlük göstermeyiniz demek, kolayınıza geleni yapınız demek değildir. İslâmiyyetin izn verdiği, câiz olan kolaylığı yapabilirsiniz demekdir." Meselâ, hasta olduğu için veyâ çok soğuk olduğu için ayakları yıkamak güç olunca, mest üzerine mesh edilir. Çünki, islâmiyyet buna izn vermişdir. Fekat kolaylık olsun diye ayakları yıkamadan mest giyilmez. Çünki islâmiyyet bu kolaylığa izn vermemişdir. Hasta olan kimse, başkasının yardımı ile yıkar. Soğuk ise, suyu ısıtıp da yıkar. Mestlerini bundan sonra giyer. İslâmiyyet, bu kolaylığa da izn vermişdir. Din âlimlerinin sözlerine ehemmiyyet vermeyip de, fıkh kitâblarının gösterdiği kolaylıkların dışına çıkmak câiz değildir. İslâmiyyeti, kendi aklına, kendi
görüşüne göre çevirmek isteyenlere (Dinde reformcu) veyâ (Zındık) denir. Şimdi Mısrda ve Hicâzda böyle zındıklar çoğaldı. İslâmiyyeti istedikleri tarafa çekip çeviriyorlar. Bu zındıklara, bu sapıklara, asrımızın derin âlimi, müctehid, müceddid ve şehîd gibi parlak ismler takarak ve zehrli kitâblarını terceme ederek satan, böylece milletin dînini, îmânını yıkarak, para kazanan din tüccarları da memleketimizde çoğalmakdadır. (Faideli Bilgiler) SEADETE KAVUŞMAK İÇİN... Allahü teâlânın sevgisini kazanmak için, islâmiyyete uyana ve bir mürşidi sevene (Sâlih) [iyi insan] denir. Bu sevgiyi kazanmış olana (Velî) denir. Başkalarının da kazanmaları için çalışan Velîye (Mürşid) denir. (İslâmiyyetin aslı, temeli üçdür: İlm, amel, ihlâs.) İslâm ilmleri ikiye ayrılır. Din bilgileri, fen bilgileri. Dinde reformcular, din bilgilerine (Skolastik bilgiler), fen bilgilerine (Rasyonel bilgiler) diyorlar. Din bilgileri, ağaçdan armud düşer gibi, insanın kafasına bir yerden gelmez. Bir hakîkî mürşidin sözlerinden ve hâllerinden, hareketlerinden ve Ehl-i sünnet âlimlerinin (ilm-i hâl) kitâblarından öğrenilir. Kıyâmet yaklaşınca, hiçbir yerde hakîkî mürşid görülmiyecek, câhil, yalancı, fâsık din adamları çoğalacakdır. Bunlar Allahü teâlânın sevgisini kazanmak için değil, para, mevkı’ ve şöhret kazanmak için çalışacaklar. Zenginlere, makam sâhiblerine yanaşacaklardır. Bu din hırsızlarına aldanmamak, se’âdete kavuşmak için, meşhûr Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okumalıdır. Zemânımızda ve her zemân günâhların en zararlısı, din bilgilerini öğrenmeğe mâni' olmakdır. Zararlı oyunları oynamak ve seyr etmek, din kitâbı okumağa mâni' oluyor. Gençler, din kitâbı okumayınca, din câhili oluyorlar. Dinsiz ve îmânsız yetişiyorlar. Müslimân ana-babaların, evlâdlarını bu felâketden kurtarmaları lâzımdır. Bunun için, Ehl-i sünnet âlimlerinin "rahimehümullah" kitâblarını neşr eden Hakîkat Kitâbevinin neşr etdiği kitâbları evine getirip, evlâdlarına okutmaları lâzımdır. Anababalar, bu vazîfelerini yapmazlarsa, evlâdları kâfir olur, Cehenneme gider. HER FIRSATTA KÖTÜLÜYORLAR... Mezhebsizler, bulundukları memleketdeki Ehl-i sünnet din adamlarını “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, her fırsatda kötülüyorlar. Bunların kitâblarının okunmasını, Ehl-i sünnet bilgilerinin öğrenilmesini önlemek için her hiyleye başvuruyorlar. Meselâ, bir mezhebsiz, muhterem bir ismi söyliyerek, (Eczâcı, kimyâger, dinden ne anlar? O kendi san’atı üzerinde çalışsın. Bizim işimize karışmasın) demiş. Şu câhilce, şu ahmakca söze bakınız! Fen adamlarının din bilgisi olmaz sanıyor. Bilmiyor ki, müslimân fen adamı, her an sun’-ı ilâhîyi temâşâ etmekde, masnû’ât kitâbında sergilenmiş bulunan yüce Hâlıkın kemâlâtını anlamakda, Onun sonsuz kudreti karşısında, mahlûkların aczini görerek, Onu her an tesbîh ve
tenzîh etmekdedir. Alman atom âlimi Max Planck, (Der Strom) kitâbında, bunu çok güzel bildirmekdedir. Bu câhil mezhebsiz ise, yurt dışındaki kendi gibi bir sapıkdan aldığı belgeye ve bunun sağladığı masaya dayanarak ve belki de, yurt dışında dağıtılan altınların hayâlleri ile mest olarak, din bilgilerini kendi inhisârında görmekdedir. Allahü teâlâ, bu zevallıyı ve cümlemizi ıslâh eylesin! Böyle belgeli din hırsızlarının tuzaklarına düşen temiz gençleri de, halâs buyursun! Âmîn. BU KORKUNUN ÇOKLUĞUNDAN KİTAP YAZMAYI DÜŞÜNMEMİŞTİR... ...Evet, o zât, eczâcı ve kimyâ yüksek mühendisi olarak milletine otuz seneden ziyâde hizmet etmişdir. Fekat yedi sene din tahsîli yaparak ve geceli gündüzlü çalışarak da, büyük islâm âliminden icâzet almakla da şereflenmiş, fen bilgileri ile din bilgilerinin azameti altında ezilerek, aczini iyice anlamışdır. Bu anlayış içinde, hakkıyla kulluk yapabilmek gayretinde idi. En büyük korkusu ve endişesi, diplomalarının ve icâzetinin yaldızlarına aldanarak, bu konularda söz sâhibi olacağını sanmaklığı idi. Bu korkunun çokluğu, her sözünde gözlere çarpmakdadır. Hiçbir zemân kendi görüşünü, kendi fikrini yazmağa cesâret etmemiş, dâimâ Ehl-i sünnet âlimlerinin, anlıyabilenleri hayrân eden kıymetli yazılarını arabîden ve fârisîden terceme ederek genç kardeşlerine sunmağa çalışmışdır. Bu korkunun çokluğundan, kitâb yazmağı düşünmemişdir. (Savâık-ulmuhrika)nın ilk sahîfesinde yazılı olan, (Fitne yayıldığı zemân, hakîkati bilen, başkalarına bildirsin! Bildirmezse, Allahın ve bütün insanların la’neti ona olsun!) hadîs-i şerîfini görünce, düşünmeğe başlamış. Bir tarafdan, Ehl-i sünnet âlimlerinin, din bilgilerindeki ve kendi zemânlarında bulunan fen bilgilerindeki anlayışlarının ve akllarının üstünlüğünü ve ibâdet ve takvâlardaki gayretlerini öğrendikçe, küçüklüğünü anlayıp, O büyük âlimlerin ilm deryâları yanında, kendi bilgilerini bir damla gibi görmüş, bir yandan da, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okuyup anlıyabilecek sâlih kimselerin azaldığını ve câhil, sapık kimselerin din adamları arasına karışarak, bozuk, sapık kitâblar yazıldığını görerek üzülmüş, hadîs-i şerîfde bildirilen la’net tehdîdinden dehşet duymuşdur. Kıymetli genç kardeşlerine olan şefkat ve merhameti de, Onu hizmete zorlayarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından seçdiği yazıları terceme etmeğe başlamışdır. Aldığı sayısız tebrîk ve takdîr yazılarının yanı sıra, tek tük mezhebsizin serzeniş ve iftirâlarına da hedef olmuşdur. Rabbine ve vicdânına karşı ihlâsında ve sadâkatinde bir şübhesi olmadığı için, Allahü teâlâya tevekkül ve Resûlünün “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve sâlih kullarının mübârek rûhlarına tevessül ederek, hizmete devâm etmişdir. Allahü teâlâ, hepimizi râzı olduğu doğru yolda bulundursun! Âmîn. EVLİYANIN KALPLERİ AYNA GİBİDİR... Çok sevilen kimse, insanın kalbinden, hâtırından çıkmaz. Onun şekli, kalbine yerleşir. Feyz, kalbden kalbe gelen, insana Allahü teâlânın râzı
olduğu şeyleri yapdıran nûrdur, bir kuvvetdir. Feyzler, Resûlullahın mubârek kalbinden yayılmakda, Evliyânın kalbleri vâsıtası ile, Evliyâyı çok seven kalblere gelmekdedir. Evliyânın kalbleri ayna gibidir. Bir aynadan fışkıran ışıklar, karşısındaki aynaya ve bundan da, bunun karşısındaki aynaya gelir. Böylece, Resûlullahın kalbinden fışkıran feyzler bizim zemânımızdaki Evliyânın kalblerine gelir. [Bir ayna gibidir. Aynaya gelen ışıklar ve karşısında bulunan cismler, karşı aynada görülür. Aynanın karşısında bulunan ikinci bir ayna ve bunun karşısındaki üçüncü aynada da görünürler. Resûlullahın mubârek kalbinden yayılan feyzler, ma’rifet nûrları da, bu kalbe bağlı olan kalblere gelir. Kalbleri bağlıyan bağ, muhabbetdir. Eshâb-ı kirâm, Resûlullahı çok sevdikleri için, bu nûrlara kavuşdular. Sevgi ne kadar çok olursa, gelen feyz de çok olur. Sevmek, inanıp ve işleri ve ahlâkı Onun gibi olmak demekdir. Eshâb-ı kirâmın kalblerine gelen feyzler, sonraki asrdaki gençlerin kalblerine de geldi. Bunların da islâmiyyete uymaları kolay ve tatlı oldu. Her biri, birer Velî oldu. Uzak memleketde ve mezârda olan Velîden de feyzler yayılmakda, âşıklarının kalblerine gelmekde, kalbleri nûrlanmakdadır. Resûlullahın mubârek kalbinden yayılan feyzlere sonraki asrdaki âşıkların kalbleri de kavuşarak, zemânımızdaki Evliyânın kalblerine geliyor ve bunların kalblerinden, kendilerini sevenlerin kalblerine ve bu arada bizlere de geliyor.] BU KİTAPLARI BULMAK ALLAHÜ TEALANIN BÜYÜK BİR İHSANIDIR... Dünyânın neresinde olursa olsun, her insana önce lâzım olan şey, dînini, îmânını öğrenmekdir. Din, eskiden islâm âlimlerinden kolayca öğrenilirdi. Şimdi, âhir zemân olduğu için, hiç biryerde hakîkî din âlimi kalmadı. Câhiller, ingilizlere satılmış olan ahmaklar, din adamı olarak her tarafa yayıldı. Şimdi dîni, îmânı doğru olarak öğrenmek için tek çâre, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okumakdır. Bu kitâbları bulmak, Allahü teâlânın büyük bir ihsânıdır. İslâm düşmanları, gençleri aldatmak için, bozuk din kitâbları yayıyorlar. Hakîkî din kitâbı bulup okumak, çok güç oldu. Gençler, muhtelîf oyunlara bağlanıp, hakîki kitâb bulmakdan ve okumakdan mahrûm edilmekdedir. Birçok gencin, oyundan başka birşey düşünmediklerini görüyoruz. Bu hastalık, gençler arasında yayılmakdadır. Müslimân ana-babaların, çocuklarını bu hastalıkdan korumaları çok lâzımdır. Bunun için, çocuklarına dînini haber vermeleri ve din kitâbı okumağa alışdırmaları lâzımdır. Bunun için, çocuklarının zararlı oyunlara dadanmalarını önlemelidirler. Ba'zı ahbâblarımızın çocuklarının zararlı oyunları oynamakdan yemek yimeyi bile unutduklarını görmekdeyiz. Böyle çocukların, mekteb kitâblarını bile okuyup sınıf geçmeleri imkânsız olmakdadır. Anaların, babaların çocuklarına hâkim olmaları, kitâb okumağa alışdırmaları lâzımdır. Bunun için, (İslâm Ahlâkı) ve (Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye) kitâblarını okumalıdır. Bu kitâbı okuyan, dînini, îmânını öğreneceği gibi, islâm düşmanlarının nasıl çalışdıklarını da
anlıyacakdır. Analar, babalar bu vazîfelerini yapmazlarsa, dinsiz, îmânsız bir gençlik hâsıl olacak, vatanımıza milletimize çok zarar verecekdir. www.hakikatkitabevi.com İstanbuldaki Sahâbe kabirleri... Abdüssâdık bin Âmir "radıyallahü anh" Eğrikapı’da, sur kapısının dışında, Savaklar Caddesi’ne doğru giden yolun üzerinde yer alır. Bu civarda şehid olan İslam askerlerinden biridir. (Mir’ât-ı kâinât) kitâbının üçyüzyirmialtıncı (326) sahîfesindeki hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki, (Eshâbımın hiçbirine dil uzatmayınız. Onların şânlarına yakışmıyan birşey söylemeyiniz! Nefsim elinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, sizin biriniz Uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshâbımdan birinin bir müd arpası kadar sevâb alamaz.) Çünki, sadaka vermek ibâdetdir. İbâdetlerin sevâbı niyyetin temizliğine göredir. Bu hadîs-i şerîf, Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kalblerinin ne kadar çok temiz olduğunu göstermekdedir. Hazret-i Mu'âviyeye "radıyallahü anh" dil uzatanların, bu hadîs-i şerîfe uymadıkları anlaşılmakdadır. Muhammed el-Ensârî "radıyallahü anh" Ayvansaray’da, Ayvansaray Caddesi üzerinde, tarihi surlara bitişik durumdadır. İslam ordularının ikinci İstanbul kuşatmasında şehid edilmiştir. Türbe 1835 yılında II. Mahmud Han tarafından yeniden yaptırılmıştır. Günümüzdeki türbe de mermerden yapılmış ve oldukça bakımlıdır. Muhammed el-Ensârî hazretlerinin mübârek kabri bu türbe içindedir. Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde, Eshab-ı kiramın tamamı cennetlik olarak bildirilmektedir. Bir âyet-i kerime meali: (Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlarla eşit değildir. Onların derecesi, sonradan Allah yolunda harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de, en güzel olanı [Cenneti] va’detmiştir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.) [Hadid 10] Âyet-i kerimede Fetihten öncekilere Hüsna=Cennet vaad edildiği gibi, fetihten sonrakiler, o dereceye kavuşmasa bile, onlara da Hüsna söz verilmiştir. Dört halife de fetihten önce, Allah yolunda infakta bulunmuş ve savaşmıştır. Bu âyeti inkâr edip üç halifeye zalim, kâfir gibi sözler söyleyenin kendisi kâfirdir... Ebu Şeybet el-Hudrî "radıyallahü anh" Ayvansaray’da, surlarla çevrili hisar alanının bir bölümünde yer alan Toklu Dede Haziresi’nin içinde bulunur. Ebu Şeybet El Hudri hazretlerinin çok
büyük sandukası bu türbenin içindedir (Resimde görülen pencerenin). Resulullah efendimizin "sallallahü aleyhi ve sellem" süt annesi olan Hazret-i Halime’nin oğlu olduğu söylenir. Türbesi ilk olarak Fatih Sultan Muhammed Han döneminde yapılmış; bugünkü türbe ise 1884 yılında yaptırılmıştır. Hadis-i şerifde buyuruldu ki, (Allahü teâlâ, benim ümmetimden bir kuluna iyilik yapmak isterse, onun kalbine, Eshâbımın sevgisini yerleştirir. Onların hepsini canı gibi sever.) Hazret-i Hafir "radıyallahü anh" Eğrikapı’da, sur kapısının hemen dışındaki burcun dibinde medfundur. Resulullah efendimizin nûrlu cemâlini görmekle, tatlı, te’sîrli sözlerini işitmekle şereflenen Eshâb-ı kiramdandır. Hadis-i şerifde buyuruldu ki, (Eshâbım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidâyete kavuşursunuz!) Ebû Zer Gıfârî "radıyallahü anh" Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ve ilk îmâna gelenlerdendir. Kavmini islâma da’vete gitdiği için, hicretde ve Bedr, Uhud ve Hendek gazvelerinde bulunamadı. Sonra Medîneye geldi. Hazret-i Ebû Bekr vefât edince Şâma yerleşdi. Hazret-i Osmân zemânında Rebdeye gitdi. 32 yılında, orada vefât etdi. Abdüllah bin Mes’ûd hazretleri, arkadaşları ile oradan geçiyordu. Cenâze hizmetini yapdılar. Zühdü ve sıdkı hadîs-i şerîf ile medh edilmişdir. Ayvansaray’da Ağaçlı Çeşme Sokağı ile Marul Sokağı’nın buluştuğu yerdeki Ebu Zer Gıfari Camii’nin bahçesi içinde yer almaktadır. Hamîdullah el-Ensârî "radıyallahü anh" Ayvansaray’da, surlarla çevrili olan hisar alanı içindeki Toklu Dede Haziresi’nde bulunmaktadır. Bu hazire içindeki Ebu Şeybet el-Hudri hazretlerinin türbesinin tam karşısında bulunur. Eyyub Sultan hazretleri ile birlikte İslam orduları safında savaşmış ve şehid düşmüştür. Ramazan Manileri... Doğru oruç tutanın, Gözleri ummân olur. Ateş düşer bağrına, Tam bir insan olur. Günah kirini yıkar, Temiz alınla çıkar, Nefsini yere yıkar, Görenler hayran olur.
Mü’minler mesrûr oldu, Gönüller huzûr buldu, Yemekler hazırlandı, Kalkalım sahûr oldu. Nûr gibi parlar yüzü, Hikmetlidir her sözü, Nereye baksa gözü, Gördüğü cânân olur. Su içtim serinledim, Derde düşdüm inledim, Takvimi okuyunca, Büyük sözü dinledim. Yükseklere aşmayın, Kötüye yanaşmayın, Eller ne derse desin, İyilikten şaşmayın. Yarın Kadir gecesi, Geldi Kur’ânın sesi, Bu gibi nur vermez, Seksen yılın nicesi. Çok nurludur o gece, Uğurludur o gece. Bin aylık ibâdetten, Hayırlıdır o gece. Gökler kapısı açılır, Âleme rahmet saçılır, Günâhlardan da kaçılır, Mübârek Kadir Gecesi. Melekler yere iner, Mümine rahmet eder. Arza bir huzûr siner, Mübârek Kadir Gecesi. İşte geldi gidiyor, Mutlu günler bitiyor, Onbir ayın sultanı, Bize vedâ ediyor.
Var hânene selâm et, Hâlin olsun selâmet, Son günler yaklaştıkça, Çoğalır oldu dâvet. Ramazanın sonudur, Helva buğday unudur, İki gün kaldı bayrama, Bu perşembe günüdür. Hoşafın tası sarı, Kârdan ettim zararı, Çok yoruldum bu akşam, Zorla yaptım iftarı. İstanbulda ziyaret yerleri Hazret-i Yuşa Türbesi: İstanbul Boğazının Anadolu Kavağı ile Beykoz arasında Yuşa Tepesi’ndedir. Buradaki kabrin Yuşa peygambere ait olduğu kesin değildir. Sümbül Efendi Türbesi: Koca Mustafa Paşa Câmii’nin önündeki mezarlıktadır. On dokuzuncu asrın başlarında yaptırılmış olup, şehrin önemli ziyaret yerlerindendir. Büyük âlim Sümbül Efendi ve serasker Rıza Paşa burada medfûndur. Merkez Efendi Türbesi: Topkapı semtinde Merkez Efendi Mezarlığının arkasındadır. Önemli ziyaret yerlerindendir. Büyük âlim Merkez Efendinin, sedef kakmalı parmaklıkla çevrili sandukası bulunmaktadır. Emir Buharî Türbesi: Fatih ilçesi, Emir Buharî sokağındadır. Kesme taştan kubbeli bir yapıdır. Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerinin talebelerinden Emir Ahmed Buharî burada medfûndur. Zenbilli Ali Efendi Türbesi: Zeyrek Yokuşu başında yaptırdığı mescid ve mektebin yanındadır. Çok büyük bir zât olan Zenbilli Ali Efendi, 23 sene şeyhülislâmlık makâmında bulunmuştur. İbni Kemal Paşa Türbesi: Edirnekapı Mezarlığı’ndadır. Yahya Efendi Türbesi: Beşiktaş’ta, Parkın yanındaki câmiin içindedir. Beşir Ağa Türbesi: Eyüb Sultan Türbesi’nin, kapısı yanındadır. Ebüssü’ud Efendi Türbesi: Eyüb Sultan camii karşısındaki kabristandadır.
Kasım - 3. Hafta Huzur Pınarı Huzur Ayı... ELVEDÂ yâ şehr-i ramazân-29-30 SALEVÂT FASLI 106 - Bir kimse Cum’a günleri çok salevât-i şerîfe getirirse, Hak teâlâ o kimsenin yüz hâcetini revâ kılar, bunun otuzu dünyâ, yetmişi âhıret hâcetidir. Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu ki, (Her kim günde yüz def’a salevât-i şerîfe okursa, kıyâmet gününde güneşin sıcaklığından kurtulup, Arşın gölgesi altında benimle berâberdir. Ve her kim benim için bir salevât-ı şerîfe getirirse, rahmet melekleri onun günâhlarının afv olması için düâ ve istiğfar ederler.) 107 - Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” üzerine çok salevât-ı şerîfe getir! Zîrâ bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki: (Yanında ismim anılıp da, üzerime salevât-ı şerîfe getirmeyenlere yazıklar olsun. Bir de, Ramezân-ı şerîfe kavuşup, onu kemâl-i ta’zîm ile karşılayıp râzı etmeyen ve anababasının birine veyâ ikisine kavuşup da, onların rızâlarını almayanlara da yazıklar olsun.) Ramazan-ı şerifin ilk cuma günü dedik ki; (Huzur pınarı üyesi olup, Tam İlmihal Seadeti Ebediyye kitabına sahib olmayanlar, posta adreslerini bize bildirirlerse, ramezan-ı şerif içinde, müracaat sırasına göre, ramezân-ı şerif hediyesi olarak inşallah bu eşsiz hazineye sahib olacaklardır). sözümüzde durduk ve duruyoruz, şimdiye kadar bildirilen adreslere gönderilmiştir ve ramazan-ı şerif sonuna kadar devam edilecek inşallah. eğer adres bildirdiği halde, eline ulaşmamış olan varsa, haber vermelerini istirham ediyoruz....(elinde TAM İLMİHAL SEADET-İ EBEDİYYE hazinesi olmayanlara bir fırsattır) Ey kalbi islâm ile yanan, sevdiğim, gençler! Bütün islâmiyyetden, size nümûnedir bu! İlm ile ma’rifetdir, hep içindekiler, Hakîkaten bulunmaz eşsiz hazînedir bu! En büyük âlimlerin, en büyük velîlerin, En meşhûr sîmaların, en ulvî gönüllerin, Âleme ışık tutan, hayât sunan ellerin, Kalem ve kalblerinden, sızan bir katredir bu!
Resûlullahın yolu, hakîkî müslimânlık, Ve her iki cihânda, aranılan sultânlık, Sulhda her an çalışan, harblerde kahramanlık, Gösteren ceddimizden, bize emânetdir bu! Her kelimesi huccet, ilmdir her cümlesi, Dinle budur hakîkî, islâmiyyetin sesi. Kalbden pasları siler ve artdırır hevesi, İşte başlı başına, bir islâmiyyetdir bu! Huzur pınarının muhterem üyelerinin, cuma gününü tebrik ederim. ramazan-ı şerifin şefaatine nâil olmanızı, ramazan-ı şerifde afv ve mağfiret edilenlerden olmanızı, Cenab-ı Allahdan niyaz ederim. Gülbahçesinden... Resûlullah efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", Medînelilerin câhiliyye âdetlerinden kalma bayramları kutladıklarını görünce, (Allahü teâlâ size onlardan daha hayırlı iki bayram [Ramazan ve Kurban bayramı] ihsân buyurdu) buyurarak, sevinç ve neş'e günlerini göstermiştir. (Ebu Davud) Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Rahmet kapıları dört gece açılır: O gecelerde yapılan duâ, tövbe red olmaz. Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramının birinci geceleri, Şâban (ayının) on beşinci (Berat) gecesi ve Arefe gecesi..." (Et-Tergîb vet-Terhîb) Huzur Veren Sözler... "Sabır demek, iman demektir. Hastalık günahları döker denir. Hastalık günahları dökmez efendim. Hasta olunca, Allahü teala insanın üç şeyini alır: 1- Ağzının tadını alır. 2- Gücünü, kuvvetini alır. 3- Günahlarını alır. İyileşmeye başlayınca, melekler sorarlar; "Ağzının tadını verelim mi?" derler. Allahü teala verin buyurur. "Gücünü kuvvetini verelim mi?" derler. Allahü teala verin buyurur. "Günahlarını da verelim mi?" derler. "Beni insanlara şikayet etmemişse vermeyin. Beni insanlara şikayet etmişse, sabr etmemişse verin" buyurur. Günahların afvına sebep olan hasta olmak değil, hastalığa sabr etmek, şikayet etmemektir..." "Dünya zevklerine düşkün olmak nefsi beslemektir. Halbuki; nefse düşmanlıkla emr olunduk. Çünki nefs, Allahü tealanın düşmanıdır. Bize; nefsinizi besleyin diye bir emr yok, kalbinizi kuvvetlendirin diye emr var. Nefse düşmanlık; riyazet ve mücahede ile olur. Riyazet; nefsin arzularını yapmamak. Mücahede nefsin istemediği şeyleri yapmak..."
Hilye-i Se'âdet... Bir kimse, her işinde, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” şerî’atini kabûl etmezse mü’min olmaz. Onu, kendi cânından çok sevmezse, îmânı temâm olmaz.Bütün insanların ve cinnîlerin Peygamberidir. Her asrda yaşıyan her milletin Ona uyması vâcibdir. Her mü’minin, Onun dînine yardım etmesi, Onun ahlâkı ile huylanması, Onun mubârek ismini çok söylemesi, ismini söyledikde ve işitdikde, saygı ile ve sevgi ile salât-ü selâm getirmesi, mubârek cemâlini görmeğe âşık olması, Onun getirdiği Kur’ân-ı kerîmi ve şerî’atini sevmesi ve hurmet etmesi lâzımdır... Kâinatın Efendisi (Resûlullah efendimizin fazîletleri)... 74 - Muhammed aleyhisselâmın hadis-i şeriflerini okumak ibâdettir. Okuyana sevap verilir. Hadis-i şerif okumak için, abdest almak, temiz elbise giymek, güzel koku sürünmek, hadis-i şerif kitabını yüksek bir yere koymak, okuyanın dışarıdan gelenler için ayağa kalkmaması ve dinliyenlerin birbirleriyle konuşmamaları müstehâbdır.Hadis-i şerifleri devamlı okuyanların yüzleri nûrlu, parlak ve güzel olur.Kur'an-ı kerim okurken de, bu edebleri gözetmek lâzımdır. 75 - Resûlullah vefât edeceği zaman, Cebrâîl aleyhisselâm gelip, Allahü teâlâdan selâm getirdi ve hâtırını sorduğunu söyledi. Vefât edeceğini bildirdi.Kendisi ve ümmeti için çok müjdeler verdi. 76 - Mübârek ruhunu almak için, Azrâîl aleyhisselâm, insan şeklinde geldi. İçeri girmek için izin istedi... 77 - Kabrinin içindeki toprak, her yerden ve Kâbeden [ve Cennetlerden] daha eftaldir. 78 - Kabrinde, bilmediğimiz bir hayat ile diridir. Kabrinde Kur'an-ı kerim okur, namaz kılar. Bütün Peygamberler de böyledir. 79 - Dünyanın her yerinde Resûlullaha salevât okuyan müslümanları işiten melekler, kabrine gelip haber verirler. Kabrini hergün binlerce melek ziyâret eder. 80 - Ümmetinin amelleri ve ibâdetleri her sabah ve akşam kendisine gösterilir. Bunları yapanları da görür. Günah işliyenlerin affolması için duâ eder... Huzur Damlaları... (Tefsîr-i Mugnî) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki: (Kur’ân-ı kerîmde üç şey, üç şeyle berâber bildirildi. Bunlardan biri yapılmazsa, ikincisi kabûl olmaz. Peygambere “sallallahü aleyhi ve sellem” itâ’at edilmedikce, Allahü teâlâya itâ’at edilmiş olmaz. Anaya, babaya şükr edilmedikce, Allahü teâlâya şükr edilmiş olmaz. Malın zekâtı verilmedikce, nemâzlar kabûl olmaz). [Se'âdet-i Ebediyye]
Seyyid Abdülhakim-i Arvasi "rahmetullahi aleyh" buyurdu ki: Arabî aylardan Şevvâl ayının birinci günü Ramazan (Fıtr) bayramı, Zilhicce ayının onuncu günü Kurban bayramıdır. Ramazan bayramı üç, Kurban bayramı ise dört gündür. Bu günlere; günâhlar affedildiği ve müslümanların sevinçli, neş'eli günleri tekrar geri geldiği için (İyd) yâni bayram denildi... "Siz havada uçan birisini gördüğünüz zaman hemen o kimsenin fazîletli, kerâmet sâhibi birisi olduğuna hüküm vermeyin. Hatâ edebilirsiniz. O kimsenin hakîkaten fazîlet ve kerâmet sâhibi olduğunu anlamak için, İslâmiyetin emirlerine uymaktaki hassasiyetine, Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklanması ve sünnet-i seniyyeye uymasına, hakîkî İslâm âlimlerine olan muhabbet ve bağlılığına bakın. Bunlar tam ise, o kimse fazîlet ve kerâmet sâhibidir. Bunlara uymakta en ufak bir gevşeklik ve zayıflık bulunursa, o kimse için fazîlet ve kerâmet sâhibidir, demek mümkün olmaz." "Yâ Rabbî! Sana kavuşmak nasıl mümkün olur?" diye duâ ettim. Bir nidâ geldi, "Nefsini üç talakla boşa" diyordu." "Bu kadar zahmet ve meşakkatlere, sıkıntılara katlanarak aradığımı, annemin rızâsını almakta buldum. Çok basit gibi gelen anne rızâsını almanın, bütün işlerin evvelinde lâzım olduğunu anladım." Bâyezîd-i Bİstâmî rahmetullahi aleyh Hikmetler... RAMAZAN-I ŞERİF İlk on günü, rahmet boldur, sonra günâhlar afv olur. Bayram gecesi, mü’minler, Cehennemden âzâd olur. Kardeşim, oruc tut sen de, nemâzlarını kıl, hem de! günâhdan sakın her demde, Çok azâb var Cehennemde! Düşman sana saldırıyor, oruc zaîfletir diyor. İlmi fenni, o çiğniyor, hâin, hep yalan söylüyor! Uyan! Gitdi ömrün çoku, oruc tut, anla aç toku! İslâm kitâblarını oku, insanlıkdan al bir koku!
Bayram bineklere binenler için değildir, Ancak hatâ ve isyânı bırakanlar içindir... (Behlül Dânâ) Fıkıh Bilgileri... BAYRAM GÜNLERİ... (Îyd), bayram demekdir. Her yıl, Ramezân ayında ve Arefe gününde günâhları afv edildiği için müslimânların sevindikleri, sürûrlarının avdet etdiği, tekrâr geldiği için (Îyd) denildi. Bayram günleri şunları yapmak sünnetdir: Bayram tekbîrlerini, Fıtr bayramında sessiz, Kurban bayramında cehren söylemek, dönüşde, başka yoldan gelmek [çünki, ibâdet yapılan yerler ve ibâdet için gidip gelinen yollar, kıyâmet günü şehâdet edeceklerdir], mü’minleri güler yüzle ve (Selâmün aleyküm) diyerek karşılamak, fakîrlere çok sadaka vermek, islâmiyyeti doğru olarak yaymak için çalışanlara yardım yapmak, sadaka-i fıtrı, bayram nemâzından önce vermek sünnetdir. Dargın olanları barışdırmak, akrabâyı ve din kardeşlerini ziyâret etmek, onlara hediyye götürmek de sünnetdir. Erkeklerin kabrleri ziyâret etmeleri de sünnetdir. Hadîs-i şerîfde (İnsânlar, kendilerine iyilik edenleri sever) ve (Hediyyeleşiniz, sevişirsiniz) buyuruldu. Hediyyenin en kıymetlisi, en fâidelisi, güler yüz, tatlı dildir. Bid’at sâhiblerinden başka herkese, dosta ve düşmana, müslimâna ve kâfire, dâimâ güler yüz, tatlı dil göstermelidir. Kimse ile münâkaşa etmemelidir. Münâkaşa, dostluğu giderir. Düşmanlığı artdırır. Kimseye kızmamalıdır. Hadîs-i şerîfde (Gadab etme!), kızma buyuruldu. Fitne, fesâd zemânında, ineğe tapanları görünce, ineğin ağzına saman vermeli, onları kızdırmamalıdır. BAYRAM NAMAZI NASIL KILINIR? Bayram Namazı iki rekâttir. Cemâatle kılınır, yalnız kılınmaz. Birinci rekâtte Sübhâneke'den sonra eller üç defa kulaklara kaldırılıp, birinci ve ikincisinde iki yana uzatılır. Üçüncüsünde, göbek altına bağlanır. Fâtiha ve zamm-ı sûre okunup, rükû ve secdeler yapılır. İkinci rekâte kalkılarak, tekrar Fâtiha ve zamm-ı sûre okunduktan sonra, iki el yine üç defa kulaklara götürülür. Üçünde de eller yana salınır. Dördüncü tekbirde, eller kaldırılmayıp, rükûa eğilinir. Secdeler yapılıp oturduktan sonra, selâm verilir. (Usûl şöyledir: 2 salla 1 bağla, 3 salla 1 eğil) Menkıbeler... Mansûr es-Sayyâd isimli bir zât, bir bayram günü bayram namazını kıldıktan sonra Bişr-i Hâfî hazretlerine geldi. Bişr-i Hâfî ona; "Bu erken vakitte niçin geldin?" buyurdu. Mansur; "Evde un ve ekmek yok onun için
geldim." dedi. Bişr-i Hâfî; "Allahü teâlâ düşenlerin yardımcısıdır. Oltanı al ve dereye git. Abdest alıp iki rekat namaz kıl. Oltayı Bismillah diyerek at!" buyurdu. Mansûr es-Sayyâd onun dediklerini yaptı. "Bismillah" diyerek oltayı dereye attı. Büyük bir balık çıktı. Bişr-i Hâfî'ye geldi. Bişr-i Hâfî o balığı satmasını ve ihtiyaçlarını almasını istedi. O kimse balığı satıp ihtiyâcı olan yiyecekleri aldıktan sonra Bişr-i Hâfî hazretlerinin kapısını çaldı. Bişr-i Hâfî ona; "Kapıyı kapat. Elindekileri de hole bırak. Kendin de içeri gel." buyurdu. Mansûr es-Sayyâd içeri girince, Bişr-i Hâfî hazretleri; "Eğer bu isteği nefsimiz bize bildirseydi bu balık çıkmazdı." dedi. İmam-ı gazali hazretleri buyurdu ki: Hazret-i Ali (radıyallahü anh) bir kalabalığı eğlence içinde görüp böyle eğlenip neş'elenmelerinin sebebini sorduğunda onlar; "Bugün bayramımızdır" dediler. Bunun üzerine hazret-i Ali de; "Günâh işlemediğimiz günler de bizim bayramımızdır" buyurdu... Mühim tenbih... (Hakiki müslüman nasıl olur?) ÜÇÜNCÜ CİLD, 34. cü MEKTÛB Bu mektûb, mîr Muhammed Emînin annesine yazılmışdır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu mektûbunda buyuruyor ki: Nasîhatlerin birincisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin, kitâblarında bildirdiklerine göre, i’tikâdı düzeltmekdir. Çünki, Cehennemden kurtulan yalnız bu fırkadır. Allahü teâlâ, o büyük insanların çalışmalarına, bolbol mükâfât versin! [Dört mezhebin ictihâd derecesine yükselmiş müctehidlerine ve bunların yetişdirdikleri büyük âlimlere (Ehl-i sünnet) âlimi denir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâbları çokdur.] İ’tikâdı (Îmânı) düzeltdikden sonra, fıkh ilminin bildirdiği ibâdetleri yapmak, ya’nî islâmiyyetin emrlerini yapmak, yasak etdiklerinden kaçınmak lâzımdır. Beş vakt nemâzı, üşenmeden, gevşeklik yapmadan, şartlarına ve ta’dîl-i erkâna dikkat ederek, kılmalıdır. Nisâb mikdârı malı ve parası olan, zekât vermelidir. İmâm-ı a’zam buyuruyor ki, (Kadınların süs olarak kullandıkları altın ve gümüşün de zekâtını vermek lâzımdır). Kıymetli ömrü, lüzûmsuz mubâhlara bile harcamamalıdır. Harâm ile geçirmemek, elbette lâzımdır. Tegannî ve şarkı [ve çalgı âletleri] ile meşgûl olmamalı, bunların nefse verecekleri lezzete aldanmamalıdır. Bunlar bal karışdırılmış, şekerle kaplanmış zehrdir. (Gîbet) etmemelidir. Gîbet harâmdır. [Gîbet, bir müslimânın veyâ zimmînin gizli bir kusûrunu, arkasından söylemekdir. Harbîlerin ve bid’at sâhiblerinin ve açıkca günâh işliyenlerin bu günâhlarını ve müslimânlara zulm edenlerin ve alış verişde onları aldatanların bu fenâlıklarını müslimânlara duyurarak, bunların şerrinden sakınmalarına sebeb olmak ve müslimânlığı yanlış söyliyenlerin ve yazanların bu iftirâlarını söylemek lâzımdır, gîbet olmaz (Redd-ül muhtâr: 5-263).]
ÜÇÜNCÜ CİLD, 34. cü MEKTÛB Bu mektûb, mîr Muhammed Emînin annesine yazılmışdır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu mektûbunda buyuruyor ki: ...Nemîme, ya’nî müslimânlar arasında söz taşımamalıdır. Bu iki günâhı işleyenlere çeşidli azâblar yapılacağı bildirilmişdir. Yalan söylemek ve iftirâ etmek de harâmdır, sakınmak lâzımdır. Bu iki fenâlık, her dinde de harâm idi. Cezâları çok ağırdır. Müslimânların ayblarını örtmek, gizli günâhlarını yaymamak ve kusûrlarını afv etmek çok sevâbdır. Küçüklere, emr altında bulunanlara [zevceye, çocuklara, talebeye, askere], fakîrlere merhamet etmelidir. Kusûrlarını yüzlerine vurmamalıdır. Olur olmaz sebeblerle o zevallıları incitmemeli, dövmemeli ve sövmemelidir. [Hiç kimsenin dînine, malına, canına, şerefine, nâmûsuna saldırmamalı, herkese ve hükümete olan borcları ödemelidir. Rüşvet almak ve vermek harâmdır. Yalnız zâlimin zulmünden kurtulmak için ve ikrâh edilince vermek rüşvet olmaz. Fekat, bunu almak da harâm olur.] Herkes, kendi kusûrlarını görmeli, Allahü teâlâya karşı yapdığı kabâhatleri düşünmelidir. Allahü teâlânın, kendisine cezâ vermekde acele etmediğini, rızkını kesmediğini bilmelidir. [Ananın, babanın, hükümetin, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun emrlerine itâ’at etmeli, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olmıyanlara ısyân etmemeli, karşı gelmemeli, fitneye sebeb olmamalıdır.] İ’tikâdı düzeltdikden ve fıkhın emrlerini yapdıkdan sonra, bütün zemânları, Allahü teâlâyı zikr ile geçirmelidir. Buna, büyüklerin bildirdiği gibi, devâm etmelidir. Buna, ya’nî kalbin, Allahü teâlâyı zikr etmesine mâni’ olan herşeyi, düşmân bilmelidir. Ahkâm-ı islâmiyyeye ne kadar çok yapışılırsa, Onu anmanın lezzeti artar. Ahkâm-ı islâmiyyeye uymakda, gevşeklik, tenbellik artdıkca, o lezzet de azalır ve kalmaz olur. [Zikrin çeşidleri vardır. Bunlardan biri, (Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lillâhilhamd)dır. Buna (Tekbîr-i teşrîk) de denir. Her gün çok söylemelidir. (İstigfâr düâsı) da, fâidesi pek çok olan bir zikrdir. İslâm düşmanlarının yalanlarına, iftirâlarına aldanıp da, onların tuzaklarına düşmemeğe çok dikkat etmelidir.] Dahâ ne yazayım? Aklı olana bu kadar yetişir. Allahü teâlâ hepimize se’âdet-i ebediyyeye kavuşduran şeyleri yapmak nasîb eylesin! Âmîn. [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] İstanbulda ziyaret yerleri – 2 Eyüp Sultan Türbesi: Eyüp Sultan Câmii karşısında olup, 1458’de Fatih Sultan Mehmet Hân tarafından yaptırılmıştır. Bu türbede, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin mihmandarı Halid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensarî hazretlerinin mübârek kabr-i şerifleri vardır. Murad-ı Münzavî Türbesi: Eyüb Nişancası’nda Münzavî Câmii karşısındadır. İstanbul’da medfûn bulunan en büyük 3 evliyadan biridir. Mehmed Emin Tokadî Türbesi: Unkapanı’nda, Zeyrek Yokuşu’nun üzerindeki tepede, Soğukkuyu Pîrî Paşa Medresesi kabristanında, üstü
açık türbededir. İstanbul’da medfûn bulunan en büyük 3 evliyadan biridir. Abdülfettah-ı Bağdadî Akrî Türbesi: Üsküdar’da Bağlarbaşı ile Karacaahmet arasındaki ana cadde üzerinde, Kartal Baba Câmii karşısındadır. İslâm evliya ve âlimlerinin en büyüklerinden hazret-i Halid-i Bağdadî’nin talebelerinden olup, İstanbul halkını irşad ile görevlendirdiği halîfesidir. Türbesinin üzeri açıktır.İstanbul’da medfûn bulunan en büyük 3 evliyadan biridir. Oflu Muhammed Emin efendi: Osmanlıda yetişmiş alim ve velilerdendir. Necât-ül-Mü'minîn adlı meşhur ilmihal kitabının yazarı olup başka eserleri de vardır. 1901 yılında vefât etmiş olup kabri İstanbul Fâtih Câmiinin kıble tarafındaki bahçede, Fâtih Sultan Mehmed Han türbesinin karşısındadır. Baba Haydar Semerkandi Türbesi: Eyüp Sultan semtindedir. nişancada, Murad-ı münzavi hazretlerinin kabrinden birkaçyüz metre haliç tarafında (aşağıdadır). Baba haydar camii bahcesindedir. Abdülmecid Sivâsî Hazretleri: Kabri Eyüb Nişancası'ndaki evinin bahçesindedir. Murad-ı münzavi hazretlerinin kuzey tarafında ve çok yakınındadır. Abdülehad Nuri hazretleri ile aynı bahce içindedir. Abdülehad Nuri Hazretleri: Eyüp Nişancası'nda, mürşidi Abdülmecîd Sivâsî hazretlerinin türbeleri karşısındadır. Hüsâmeddîn Uşâkî Türbesi: Kasımpaşadadır. Dolapdere ve Okmeydanı yol ayrımı civarındadır. Evranos Dede Türbesi: İstanbul'un fethi için Anadolu'ya gelen gâzi dervişlerdendir. 1495'te vefât etmiştir. Türbesi Fâtih Karagümrük'te, Hasan Fehmi Paşa Caddesi üzerinde, Hattat Râkım Efendi türbesi yakınındadır. Müstekimzade Süleyman Saadettin Efendi: İstanbul Zeyrek'te, hocası Mehmed Emîn Tokâdî hazretlerinin ayağı ucunda medfundur. Keskin dede: Fatih semtindeki Nişancı Mehmed paşa camii karşısındaki kabristandadır. Ramazan Manileri... Ne de güzel diyorduk, Câmiye gidiyorduk, Teravih kılıyorduk, Elvedâ yâ Ramazan! Malın varsa hayreyle! Derdin varsa sabreyle! Bayram geldi şükreyle! Elvedâ yâ Ramazan! Büyük ni'met ondaydı, Nice hikmet ondaydı,
Bolca rahmet ondaydı, Elvedâ yâ Ramazan! Gönüllerin süsüydü, Mü'minin nefesiydi, Günahın örtüsüydü, Elvedâ yâ Ramazan! Hilye-i Se'âdet... (Mir’ât-i kâinât)da diyor ki, (Câhiller ve tenbeller, “sallallahü aleyhi ve sellem” yerine birkaç harf yazıyor. Bu doğru değildir. Çok sakınmalıdır.) İbni Âbidîn, nemâz bahsinde diyor ki, (Ömründe bir kerre, salevât getirmek farzdır. Her söyleyince, işitince, okuyunca, yazınca, bir kerre getirmek vâcib, tekrâr edildiklerinde müstehâbdır). [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] NÜKTELER 11 "Allahü teâlâya ilimsiz ibâdet eden kimse, değirmene bağlı merkep gibidir. Gün boyunca yürür, fakat hep aynı yerindedir." Hazret-i Ali (Radıyallahü anh) "Peygamber efendimize tâbi olmanın en yüksek derecesi mahbûbiyyet ve ma'şûkiyyet (âşık olmak) kemâlâtına (üstünlüklerine) sâhib olmaktır" İmâm-ı Rabbânî (Rahmetullahi aleyh) "Bedenin ibadetde, kalbin muhabbetde olsun" Ebû Mücahid (Rahmetullahi aleyh) "Nefsin aldanmasına, dünyanın yalancı ve geçici tadına kapılan, hayrın tadını alamaz." Yûsuf bib Hüseyn Râzî (Rahmetullahi aleyh) "Hak teâlânın sevdiklerinin yolunda olmak ile dünyaya kıymet vermek, dünyâya düşkün olmak, bir arada bulunmaz. Bu yolda bulunan bir kimsenin kalbinde, dünyânın zerre kadar kıymeti bulunursa, yağdan kıl çıkması gibi, kolayca bu yoldan çıkar. Allahü teâlânın dostları, dünyâya hiç kıymet vermezler, onun için gam yemezler. Bütün dünyâyı bir lokma hâline getirip, bir velînin ağzına koysan, israf olmaz. Gerçek israf, bir şeyi Allahü teâlânın rızâsına aykırı olarak sarfetmektir. Allahü teâlâ, dünyâyı eliniz ile terketmeyi değil, kalbiniz ile terketmeyi ister ve beğenir." Abdullah-ı Ensârî (Rahmetullahi aleyh) HASED 1 15 - Kötü huyların onbeşincisi hasettir. Haset, kıskanmak, çekememektir. Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmetim ondan çıkmasını istemektir. Faydalı olmıyan, zararlı olan birşeyin ondan ayrılmasını istemek, haset olmaz,
(Gayret) olur. İlmini, mâl, mevkı' ele geçirmek, günah işlemek için kullanan din adamından ilmin gitmesini istemek gayret olur. Mâlını haramda, zulümde, islâmiyeti yıkmakta, bid'atları ve günahları yaymakta kullananın mâlının yok olmasını istemek de, haset olmaz, din gayreti olur. Bir kimsenin kalbinde haset bulunur, kendisi buna üzülür, bunu istemezse, bu günah olmaz. Kalbde bulunan hâtıra, düşünce, günah sayılmaz. Hâtıranın kalbe gelmesi insanın elinde değildir. Kalbinde haset bulunmasından üzülmezse veya arzusu ile haset ederse, günah olur, haram olur. Bu hasetini sözleri ile, hareketleri ile belli ederse, günahı daha çok olur. Hadis-i şerifte, (İnsan, üç şeyden kurtulamaz: Sû-i zan, tayere, haset. Sû-i zannedince, buna uygun harekette bulunmayınız. Uğursuz zannettiğiniz şeyi, Allaha tevekkül ederek yapınız. Haset ettiğiniz kimseyi hiç incitmeyiniz!) buyuruldu. Tayere, uğursuzluğa inanmaktır. Sûi zan, bir kimseyi kötü zannetmektir. Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, kalbde haset hâsıl olması, haram değildir. Bundan râzı olmak, devamını istemek, haram olur. (Hadîka)da diyor ki, (Kalbe gelen düşünce beş derecedir: Birincisi, kalbde durmaz, def' edilir. Buna (Hâcis) denir. İkincisi kalbde bir zaman kalır. Buna (Hâtır) denir. Üçüncüsü, yapmak ile yapmamak arasında tereddüd olunur. Buna (Hadis-ün-nefs) denir. Dördüncü derece, yapması tercîh edilir. Buna (Hemm) denir. Beşinci derecede bu tercîh kuvvetlenip, karar verir. Buna (azm) ve (cezm) denir. İlk üç dereceyi melekler yazmaz. Hemm, hasene ise yazılır. Seyyie ise, terk edilirse, sevap yazılır. Azm olursa, bir günah yazılır). İşlemezse, bu da affolur. Hadis-i şerifte, (Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe affolur) buyuruldu. HUZUR PIRILTILARI-115 “Evlat, evlat, al şu torbayı” Sultan Hamid Cennet mekan, Beylerbeyi serâyında iken polisler nöbetle bekliyorlardı. Polisin birinin o gece çocuğu dünyâya gelecekmiş. Tesadüf, o gece de nöbetçi. Birkaç çocuğu var. Ailesi kalabalık. İttihatçılar zemânında herşey pahalı, polis yarına ne olacağını bilemiyor. Parası yok. Düşünüyor, taşınıyor, en son diyor ki, böyle sıkıntı, felaket içerisinde yaşamakdansa, yarın sabah nöbeti teslim etdikden sonra, rıhtımdan kendimi denize atıp öleyim, bu sıkıntılı hayattan kurtulayım diye karar veriyor. Tam nöbeti teslim etmeye birkaç dakika kala yukarıdan pencere açılıyor. Bakıyor polis, Sultan Hamid “Cennet mekan” sarkmış, “Evlat, evlat, al şu torbayı” diye yukarıdan bir kese altın atıyor. “Bunu al, sana hediyyem olsun. Çoluk-çocuğuna sarfedersin. Sakın intihar etmeye kalkışma, intihar çok büyük günâhdır” diyor ve çekiliyor. Polis ağlıya ağlıya bunu bana anlattı ve Sultan Hamidin bir velî, Allahın bir evliyâsı olduğunu, “yemin ederim” diye ağlayarak söyledi.
MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN Ehl-i beyt-6 Üsâme bin Zeyd “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyet etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri beni kucağına alırdı ve Haseni “radıyallahü anh” da kucağına alırdı. Buyururdu ki: (Yâ Rabbî! Bu ikisini sev, ben bunları seviyorum.) Yine Üsâmeden “radıyallahü anh” rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri beni bir dizi üzerine oturtdu. Haseni de diğer dizi üzerine oturtdu. Sonra ikimizi bir yere getirdi ve buyurdu ki: (Yâ Rabbî, bu ikisine merhamet et! Ben bunlara merhamet ediyorum!) İlk Şehidler - 1 ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLERE ÖLÜ DEMEYİN! BİLAKİS ONLAR DİRİDİR; FAKAT SİZ BUNU ANLAYAMAZSINIZ. BAKARA 154 Feyz ve hidayet ocağının kapısında pençe pençe kan lekeleri... Müşrikler, akla gelebilen ve gelemeyen her yolla insanlığın rehberini yıldırmak istiyorlar. Saadet ocağının kapısındaki kanlı izler, bunun son işareti. Kureyşli dinsizler, bir kaba doldurdukları kana ellerini batırıyor ve kanlı pençelerini o kapıya vuruyorlar... Sabah olduğunda Resuller önderinin kapısında pençe pençe kan izleri görülüyor. Aslında kendi ruhlarının fotoğraflarını çıkarıyorlar. Yoksa böyle gariplikler yapmakla ne elde edilebilir ki... ve bir şey elde edemiyorlar da. Bu sebeple bu safhada Sevgili Peygamberimiz'in yakasından düşerek eshabı güzinden arkasız olanları seçip onlara tasalluta başlıyorlar. Fakat kötü bir başlangıç. Küfür, azınlığın azınlığı durumunda olan hak yolun yolcuları üzerine çok fena çullanmış ve dehşetli bir terör estirmeye başlamışlar. Bu şiddetli baskı, yanardağ lavları gibi coşkun imana sahip ilk müslümanları İslamiyetten alamamışsa da başka bir çok insanın müslümanlığını geciktirmiş ve hak dini tercih cesaretlerini kırmıştır. Ağır ve geçmek bilmeyen günler. Ne çileler. Allah'ım ne büyük imtihanlar!... kıpkırmızı bir gonca gül tomurcuğu, çıplak kayayı zorlayıp çatlatarak yol bulmaya çalışıyor. İlk müminler de cansız kayadan daha sert putperest bir cemiyeti zorlayarak ebedi saadetin fenerini yakmaya uzanıyor...
Kasım - 4. Hafta Huzur Pınarı Cumanız mübarek olsun efendim CUMÂ GÜNÜ BAYRAMDIR CUMÂ GÜNÜNÜN SÜNNETLERİ Cumâ gününün 20 sünneti ve edebi vardır. Bunlar şunlardır: 1- Cumâyı Perşembe’den karşılamalıdır. Meselâ; yeni ve temiz elbiseyi hazırlamalı, işleri bitirip Cumâ’yı ibâdetle geçirmeye gayret etmeli. Cumâ gecesi ehli ile gusül abdesti almalı. Her ikisine köle âzât etmiş gibi sevap verilir. 2- Cumâ günü, Cumâ namazı için gusül abdesti almalı. (Bu gusül hakkında, farz diyenler de vardır.) 3- Başı tıraş etmeli. Sakalın bir tutamdan fazlasını ve tırnakları kesmeli ve beyaz giymeli. 4- Cumâ namazına mümkün olduğu kadar erken gitmeli. 5- Ön safa geçmek için, cemâatin omuzlarından aşmamalı. 6- Câmide namaz kılanın önünden geçmemeli. 7- Erken gidip birinci safta yer almalı. 8- İmam minbere çıktıktan sonra hiçbir şey söylememeli, ezanı da tekrar etmemeli. 9- Namazdan sonra, Fâtiha, Kâfirûn, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini 7 defâ okumalı. 10- İkindiye kadar câmide kalıp, ibâdet etmeli. 11- Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından anlatan âlimlerin dersinde bulunmalı. 12- Cumâ günü duânın kabul olduğu vakti aramalı, bunun için hep ibâdet etmeli. 13- Cumâ günü çok salevât-ı şerîfe getirmeli. 14- Kur’ân-ı kerîm ve Kehf sûresini okumalı. 15- Az veya çok sadaka vermeli. 16- Ana-babayı veyâ bunların ve sâlih Müslümanların ve evliyânın kabirlerini ziyâret etmeli. 17- Ev halkının yemeklerini bol ve tatlı yapmalı. 18- Çok namaz kılmalı, namaz borcu olanlar kazâ namazlarını kılmalı. 19- Cumâ gününü, ibâdetle geçirmeli. 20- İkindiden sonra, seccâde üzerinde elinden geldiği kadar; “Yâ Allah! Yâ Rahman! Yâ Rahîm! Yâ Kavî! Yâ Kadir!” deyip, sonra duâ etmelidir. (Huzur pınarı) www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı Sevgili Peygamberim İlk Şehidler - 2 ...Karanlık bir mağaradan farksız Arabistan; Arabistan değil, bütün yer yüzü ışıl ışıl bir dünyaya çevrilecek. O bir avuç Peygamber bağlısı, fısıltılarla konuşarak, gizlice buluşarak gözden saklı köşelerde bunun imkanını araştırıyorlar. Bir yıldız kümeciği, ayın nurunu kapayan kalın bulut tabakasını delmeye; zorlanıyor.. Ve, bu müslüman öncülerin bayraklaşan hayatları; dünya durdukça söylenecek bir emsalsiz destan: İsmi: Yasir İsmi: Abdullah Dini: İslam Dini: İslam Akıbeti: Şehid Yasir'in oğlu ...Akıbeti: Şehid İsmi: Sümeyye İsmi: Ammar Dini: İslam Dini: İslam Kocası: Yasir Yasir'in oğlu Akıbeti: Şehid Akıbeti: Sonsuz peygamber dostluğu. Yasir, kimsesiz ve yoksul bir ademoğlu. Bir iş bulmak ümidi ile yollara düşerek memleti Yemen'e elveda ediyor ve günler sonra vardığı Mekke'de Ebu Huzeyfe bin Mugire'yi buluyor; hizmetkar olarak yanında çalışma başlıyor. Efendisi, Yasir'den ziyadesiyle memnun. Bu sebeple cariyesi Sümeyye ile evlendiriyor... Bunların Ammar ve Abdullah isminde iki erkek evlatları dünyaya geliyor. İki nur topu. Çocuklar, büyüyüp yetişiyorlar. Ebu Huzeyfe ve kabilesi Mahzumoğulları, Yasir'leri hep seviyorlar. Ama; bu temelsiz ve çürük bir sevgi. Hangi maksatla olursa olsun nefretle yer değiştirebilen sevgiye sevgi denemez! Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, tevhidin ihtişamlı sancağını yükseltince Yasir, zevcesi Sümeyye ve oğulları Ammar ve Abdullah bir ağızdan "La ilahe illallah Muhammedün Resulullah" diyorlar. -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Herkim geldi cihâna ve herkim ki gelecektir, Hepsinin üstünde Sen, serdârsın yâ Resûlallah! www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili Peygamberim İlk Şehidler - 3 Bu hem tasdik ve kabul ve hem de bir şeref sözüdür. Bu söz, ciğerleri dolduran nefes ve kalbden yükselen aşkla haykırıldıktan sonra yeni bir
dünyanın kapısı açılmış ve insanın varolma sebebi gayesini bulmuş demektir. bundan dolayı "buyur" denilen bu saray kapısından giren hiç kimse ve hiç bir sebep geri döndüremez... Mahzumoğulları, daha nice şirk ehli ile birlikte bu hakikatten habersizdir. Onlar, kibirlerinin ördüğü gurur ve nefslerinin gafletinden olarak felaketlerine sebep olacak işlerin peşindeler. Ramda adlı kayalık bir gölge. Güneşin en yakıcı olduğu saatler. Isı belki yetmiş-seksen derece belki de daha fazla. Mahzumoğulları, dört kişiyi kıskıvrak bağlamış, kızgın sacdan farksız bu taşlarda türlü işkencelerle eziyet ederek İslamiyetten vazgeçirmeye çalışıyor... Bunlar Yasir, hanımı Sümeyye ve oğulları Ammar ile Abdulah.. dilleri damaklarına yapışıyor, yedikleri kırbaç izlerinden söken kan, ayaklarına doğru yol arıyor, beyinleri sıcaktan fokur fokur kaynıyor, taşlar ayaklarını pul pul yakıyor ama imandan küfre dönme tekliflerini onlar yine de: -Derimizi yüzseniz, hatta etimizi dilim dilim kesseniz biz yine İslam dininden dönmeyiz! diyerek nefretle reddediyorlar. -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Cihân bağında insan, ağaçtır gayriler yaprak, Nebîler meyvedir, özü Sen yâ Resûlallah! www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili peygamberim İlk Şehidler - 4 Bir direniş ki, tarihin ender vak'alarından... O gün ölgün ve bitkin hale gelen Yasir ailesi bırakılıyor. Fakat sair günler Lat ve Uzzaya taptırmak için yapılan işkenceler gaddarca sürüp gidiyor... ....... Bu dört sahabiyi şimdi de Batha denilen yere götürmüşler orada işkence yapıyorlar. Birden Resulullah görünüyor. Eshabına yapılanlardan fevkalede müteessir olarak üç kere aynı şeyi buyuruyorlar: -Sabredin ey Yasir ailesi, sebredin ve sevinin ki mükafaatınız cennet olacaktır!!... O'nu görmüş olmak; sesini duymak, zulüm altındaki bu dört sahabiyi biraz ferahlandırıyor. Yasir, merakle soruyor: -Ya Resulallah! Günler hep böyle mi geçecek? Sevgili Peygamberimiz, suali bir dua ile cvaplandırıyorlar: -Allahım! Yasir ailesine rahmet ve mağfiretini ihsan eyle... Hazret-i Resul'ün oradan ayrılmasından bir süre sonra Yasir, radıyallahü
anh, insanın tahammül kudretini aşan, işkencelere dayanamayarak ruhunu "rahmet ve mağfiret" sahibine teslim etti. İlk şehid!... İslam, ilk şehidini verdi... Ebedi hakikat yoluna can feda edildi. Akın akın gelecek şehidler ordusunun ilk neferi şahadet şerbeti içti. O şanlı şehide bin selam olsun! -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Nasıl sevmiyeyim ki, bedenimde canımsın, Hürmetine var oldum, sebebi hayatımsın. Damarımda kanımsın, bana benden yakınsın, Sen âşıklara mâ’şûk ve hep canlara cânân www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili Peygamberim İlk Şehidler - 5 ...Yasir, hanımı ve oğulları önünde işkence göre göre can verdi. Ama zulüm durmadı. Kafirlerin gözleri kan çanağı. Terden sırılsıklam olmuşlar, takatleri kesilmiş; fakat doymaz zalim hınçları ile diğer üç mümini dövmeye devam ediyorlar. İşte atılan bir okla Abdullah da cennete kanat açıyor. Baş kafir Ebu Cehil, Sümeyye, radıyallahü anha'ya hem vuruyor; hem lisanla hakaret ediyor. Sümeyye hatun, bu çirkin hareketlerden birine cevap verince hayasızca saldıran ebu Cehil kelbi mübarek kadının ayaklarına ip taktırarak beklemekte olan iki deveye bağlatıyor ve hayvanlar, sür'atle zıt istikametlere sürülüyor. ...ve dehşetli an! Tüyler diken diken havada. Sümeyye latun parçalanırken çığlık çığlığa söylediği kelime-i Tevhid, çelik bir kırbaç gibi Ebu Cehil'in yüzünde şaklıyor. Bu da ilk kadın şehid? Bu alçak muameleye; bu fütursuz kahpeliğe maruz kalan imanımızı borçlu olduğumuz o çilekeş büyük insanlar için sicim gibi göz yaşı dökülse yeridir... Şehadet mertebesini yaratana şükolsun. Ölüm acısını duymayan, sorgu sual görmeyenlere rahmet; cesedi çürümeyen, bilmediğimiz bir hayatla diri olanlara selam olsun! Onlar ki şehid'dir. -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Herkim geldi cihâna ve herkim ki gelecektir, Hepsinin üstünde Sen, serdârsın yâ Resûlallah!
www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili Peygamberim İlk Şehidler - 6 Babası, kardeşi ve annesi gözleri önünde öldürülen Ammar'ı hayatta tutan tek kuvvet imanı. Yoksa annesinin o feci ölüm şekline yürek mi dayanır? kendisine yapılan eziyetlerse işkence ismindeki vahşetin tam ifadesi. Bir zırh giydirilerek dehşetli güneşin altında tutuluyor. Sıcaktan kor ateşteki demir gibi yanan zırh, Ammar radıyallahü anh'ı kavurdukça kavurdu ve kemiklerinin içindeki iliği bile eritti... "Öldü!" diyerek çekip gittiler. Bu büyük İslam kahramanı saatler sonra kendine geldiğinde bütün kuvvetini toplayarak binbir zorlukla Resulullah'ın huzuruna çıktı. O dağ gibi babayiğit insan çökmüştü.. -Ya Resulallah! Azabın her çeşidini tattık... dedi ve ağlamaya başladı. Sevgili peygamberimiz sabrın zirvesindeki bu çileli insanın mübarek göz yaşlarını mübarek elleri ile silerek gönlünü aldıktan sonra dua buyurdular -Allahım! Sen de Ammar sülalesinden hiç kimseye cehennem azabını tattırma... ....... Mü'minler, her an tehlikede. Müşriklerin ne zaman, hangi köşebaşında saldıracakları meçhul. Öyle bir-iki eziyet yapıp bırakmak da yok. Ellerine geçirdikleri yerde ısrar ve tehditlerle önce "dininden dön! Muhammede uyma!" tehdidini savuruyorlar. İstekleri reddolununca da gelsin alçakça işkenceler. Bunlar, sadece kafir olsa neyse; aynı zamanda kör vicdanlı birer zalim. İşte yine Ammar radıyallahü anh'ı yakalamışlar. Mübarek sahabi ateşle dağlanıyor. -Lat ve Uzzaya inan! Muhammed'in Allah'ını inkar et!!! Haydi söyle! İnkar ettiğini de; desene!!! Yoksa ölümlerden ölüm beğen Yemen dilencisi!!! -devam edecek(Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Cihân bağında insan, ağaçtır gayriler yaprak, Nebîler meyvedir, özü Sen yâ Resûlallah! www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili Peygamberim İlk Şehidler - 7 Bu mümkün mü? O'na arkadaş O'na sahabi olma derecesine kavuşan biri bundan döner mi? -Hayır!!! Putperestliğe asla dönmeyeceğim! ben artık hak yoladıyım. La
ilahe illallah Muhammedün Resulüllah! Ucu pul kızarmış demir, vücuduna değdikçe "cazz" diye bir ses; yanık bir et kokusu ve dişlerini birbirini öğütürcesine sıkıp yüzünü buruşturan Ammar'ın "Allah!!!" diye yükselen feryadı. Feryat veya münkirlere verilen en büyük cevap! Bir protesto; muazzam reddiye. Efendimiz, zulmün tam üzerine geldiler. Her şeyi çok büyük bir ızdırapla görüyorlar. Kadife gibi yumuşak elleri ile büyük mazlumun başını okşadıktan sonra ateşe: -Ey ateş! İbrahimi yakmadığın gibi Ammar'ı da yakma! O'na da serin ve selamet ol, buyurdular. Dua anında kabul edilmiş; işkence demiri buz gibi olmuştu. müşrikler, hayrette; lakin gözleri ile gördükleri mucizeye rağmen imana uzaklar. Bazan da bu yüksek sahabiyi boğulsun diye derin kuyulara atıyor veya güneşin altına yatırarak koca kayaları göğsüne koyuyorlar. Niçin? Müslüman diye; kendileri gibi inanmıyor diye? Bu hangi seviyededir! Bu nasıl insanlıktır? Katmerli cahillik! Bu sıkıntılar içinde dahi sabahlara kadar namaz kılıyor ve ibadet ediyor... namazın en zor hatta imkansız şartlarda bile terkedilemeyeceğine canlı, çarpıcı ve ibretli misal. Rahat yataklardan çıkıp namaza kavuşmayanlar, hangi müdafaanın çürük gerekçesine sığınabilir? İşkencelerden kalan yara izleri, ömrünün sonuna kadar vücudundan silinmedi... en gerçek şeref madalyası. Sevgili Peygamberimiz'e, sallallahü aleyhi ve sellem, gelip içeri girmek için müsaade istediğinde ne hoş iltifatlara kavuşurdu:-Hoş geldin, bütün kötülüklerden arınan, iyiliklerle bezenen ve beğenilen insan!... Bırakın gelsin. (Sevgili Peygamberim Ansiklopedisi) Nasıl sevmiyeyim ki, bedenimde canımsın, Hürmetine var oldum, sebebi hayatımsın. Damarımda kanımsın, bana benden yakınsın, Sen âşıklara mâ’şûk ve hep canlara cânân. www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Hulefâ-i raşidin (radıyallahü teala anhüm)-7 Cennet ehlinin mertleri ve halifelik sıraları Yedinci Menâkıb: Câbir “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Bir vakt, muhâcir ve ensârdan, kalabalık bir cemâ’at ile, Medîne-i münevverenin bir mahallinde, ensârdan sâlihâ bir hâtunun ziyâfetinde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ile berâber oturmuşduk. Elimizi yiyeceğe uzatmadan evvel, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Bu sâatde [şimdi] Cennet ehlinden bir merd gelir
ki, benden sonra o merd, ümmetim üzerine hak üzere halîfe olur.) Bunu söylediği sırada Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” içeri girdi. Sonra buyurdu ki, (Şimdi, ehl-i Cennetden bir merd dahâ gelir ki, ümmetimin üzerine Ebû Bekrden sonra, hak üzere halîfe olur.) Bunu söylediği ânda, Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” meclise dâhil oldu. Sonra buyurdu ki: (Bu vaktde ehl-i Cennetden bir şahs dahâ bu meclise dâhil olur ki, Ömerden sonra hak üzere halîfe olur.) Sözü temâmlandığı ânda Osmân-ı Zinnûreyn “radıyallahü teâlâ anh” meclisde hâzır oldu. Sonra buyurdu ki: (Ey benim eshâbım, yârlarım! Yemek hâzır oldu. Lâkin bir merd dahâ kalmışdır ki, o merdin de bu yemekde bizim ile berâber rızkı vardır. Ehl-i Cennetdir. Osmândan sonra ümmetim üzerine hak üzere halîfe olur. Bu sırada gelir. Ondan sonra ta’âm yinecekdir.) Câbir “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bu sözü söyledi. Bir sâat bekledi. Mubârek yüzünü kapı tarafına çevirip, başka şey ile meşgûl olduğu hâlde düâ edip, buyurdu: (Yâ Rabbî, Alîyi bu zümrede kıl!) Üç kerre bu düâyı buyurdu. Hemen Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” kapıdan girdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Ta’âmı koyunuz. Size âfiyet olsun!) (MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN Ehl-i beyt-7/1 Câbir “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini arafe günü hacda gördüm. Kusvâ adlı devesi üzerinde hutbe okudu. (Ey insanlar! Size, onlara yapışıp, dalâlete düşmemeniz için, Allahü teâlânın kitâbını ve ıtrem ehl-i beytimi bırakdım) buyurduğunu işitdim. Türpüştî “rahimehullahü teâlâ” buyurmuşdur ki, ıtre için ba’zıları dediler ki, kişinin ıtresi, yakınları demekdir. Ba’zıları dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ıtresi, Abdülmuttalib oğullarıdır. Ba’zısı dedi, kişinin ıtresi, ehl-i beytidir. Yakın olsun, uzak olsun ev halkıdır. Lügat ma’nâsı i’tibâriyle de, kişinin ehl-i beyti ve kavminin yakınlarıdır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ıtreyi beyân buyurdular. Ehl-i beyt ile berâber ifâde olunduğunda, ıtreden murâd-ı şerîfleri, asabeleri ve ezvâc-ı tâhirâtıdır “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. (Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin) www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı HASED 2 İnsanın kalbine, küfür veya bid'at îtikadı olan bir düşünce gelince, bundan üzülür ve hemen red ederse, bu kısa düşünce, küfür olmaz. Fakat, senelerce sonra kâfir olmaya karar verirse, hattâ bunu bir şarta bağlarsa dahî, karar verdiği anda kâfir olur. Senelerce sonra bir kâfir ile evlenmeye niyet eden kadın da böyledir. [Haramı işlemenin günahı, işlemeye karar vermekten daha büyüktür. (Haram), Allahü teâlânın yasak ettiği şey demektir. Günah, (isim) demektir. Yâni, haram işleyene karşılık verilecek cezâ demektir. Günah işlemek demek, cezâ ve azâb yapılmasına sebep olacak bir şey yapmak, yâni haram işlemek demektir. (Sevap), iyilik ve ibâdet yapana âhırette verilecek iyi karşılık, mükâfât demektir. Allahü teâlâ, dünyada iyilik ve ibâdet yapanlara âhırette sevap vereceğini vaat etmiştir. İyilik ve ibâdet yapana âhırette sevap verilmesi, vâcib ve lâzım değildir. Allahü teâlâ, lutf ederek, merhamet ederek, bunlara âhırette sevap vereceğini vaat etmiştir. Allahü teâlâ, vaadinden dönmez, muhakkak yapar.] Hadis-i şerifte, (İnsan, haram işlemeyi kalbinden geçirir, Allahdan korkarak yapmazsa, hiç günah yazılmaz. Haramı işleyince, bir günah yazılır) buyuruldu. Kâfir olmaya ve bid'at sahibi olmaya niyet etmek haramdır. O anda, öyle olur. Çünkü, bu iki niyetin kendileri kötüdür. Kendileri haramdır. Haram işlemek düşüncesi ise, harama sebep olduğu için kötüdür. Düşüncenin kendisi kötü değildir, bunu işlemek, yapmak kötüdür. Kötülüğü işlemeyince, haramlığın ve günahın kalkması, Allahü teâlânın merhametindendir ve Muhammed aleyhisselâm hurmetine, bu rahmet-i ilâhiyye onun ümmetine mahsûstur. İnsan bir kimsede bulunan nîmetim ondan gitmesini istemeyip, kendisinde de bulunmasını isterse, haset olmaz. Buna (Gıbta) imrenmek denir. Gıbta güzel bir huydur. İslâmiyetin ahkâmına, yâni farzları yapmaya ve haramlardan sakınmaya ri'âyet eden, gözeten sâlih kimseye gıbta edilmesi vâcibdir. Dünya nîmetleri için gıbta etmek tenzîhen mekruh olur. -devam edecek(İslâm Ahlâkı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HASED 3 Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, mümin kuluna gayret eder. Mümin de mümine gayret eder) buyuruldu. Allahü teâlâ, gayretinden dolayı, fuhşu haram etmiştir. Allahü teâlâ, (Ey Âdem oğulları! Sizi kendim için yarattım.
Herşeyi de sizin için yarattım. Senin için yarattıklarım, seni, kendim için yaratılmış olduğundan men ve gâfil ve meşgûl etmesin) buyurmuştur. Başka bir hadis-i kudsîde, (Seni kendim için yarattım. Başka şeylerle oyalanma! Rızkına kefilim, kendini üzme!) buyurmuştur. Yûsüf aleyhisselâmın, (Sultânın yanında benim ismimi söyle!) demesi gayret-i ilâhiyyeye dokunarak, senelerce zindanda kalmasına sebep oldu. İbrâhîm aleyhisselâmın, oğlu İsmâ'îlin dünyaya gelmesine sevinmesi, gayret-i ilâhiyyeye dokunarak, bunu kurban etmesi emrolundu. Allahü teâlânın çok sevdiklerine, bazı Evliyâya böyle gayret etmesi çok vâkı' olmuştur. (Gayret), bir kimsede olan hakkına, onun başkasını ortak etmesini istememektir. Allahü teâlânın gayret etmesi, kulunun kötü, çirkin şey yapmasına râzı olmamasıdır. Kulun vazîfesi, dilediğini yapmak değildir. Ona kulluk etmektir. Onun emirlerine ve yasaklarına uymaktır. Her dilediğini yapmak, Allahü teâlâya mahsûstur. Yalnız Onun hakkıdır. Kulun kendi dilediğini yapması, günah işlemesi, Allahü teâlânın hakkına ortak olmak olur. Müminin, günah işlemekte, kendisine gayret etmesi lâzımdır. Bu da, günah işlerken heyecanlanması, kalbinin çarpıntısı, sıkılması ile olur. Müminin kalbi, Allahü teâlânın evidir ve güzel huyların yeridir. Kalbinde kötü, çirkin düşüncelere yer vermek, çirkinleri güzellere ortak etmek olur. Kalbin buna râzı olmaması, çırpınarak mani olması, gayret olur. Ensârın reîsi olan Sa'd bin Ubâde, Yâ Resûlallah! Zevcemi yabancı erkekle bir yatakta görsem, dört şâhit görmeden öldüremez miyim? dedikte, (Evet, öldüremezsin) buyurdu. Sa'd buna cevaben, dört şâhit lâzım ise de, buna tahammül edemem. Hemen öldürürüm, deyince, Resûlullah, (Reîsinizin sözünü işitiniz! O çok gayûrdur. Ben ondan daha çok gayûrum. Allahü teâlâ, benden daha çok gayretlidir) buyurdu. Yâni böyle gayret olmaz. Ben ondan daha gayretli olduğum hâlde, islâmiyetin dışına çıkmam. Allahü teâlâ, en çok gayretli olduğu hâlde, bu fuhşun cezâsını hemen vermez, demek istedi. Sa'dın haklı olan cezâyı vermekte acele etmesinin doğru olmadığına işaret buyurdu. Haram işlerken gören her müslümanın tâzîr cezâsı yapması lâzımdır. Görenlerin, işlendikten sonra yapmaları câiz değildir. Bu zaman, ancak hükûmetin ve hâkimin tâzir etmesi lâzım olur. Zinâ yaparken görüp öldürenin, mahkemede dört şâhit göstermesi lâzımdır. Yalnız yemin etmesi kabûl olunmaz. Dört şâhit getiremezse, kâtil, hâkim tarafından mahkûm edilir. -devam edecek(İslâm Ahlâkı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HASED 4 Kadının ortağına gayret göstermesi câiz değildir. Resûlullah, bir gece Hz.
Âişenin odasından çıktı. Hz. Âişe, zevcelerinden birinin yanına gittiğini zannederek gayret eyledi. Resûlullah gelince, üzüldüğünü anlayıp, (Gayret mi eyledin?) buyurdu. Benim gibi bir zevallı, senin gibi, varlıkların en şereflisi, mahlûkların en merhametlisi bir zat için gayret etmez mi, dedi. Buna cevap olarak, (Şeytanının vesvesesine uymuşsun) buyurdu. Benim yanımda şeytan mı var? Yâ Resûlallah! deyince, (Evet var) buyurdu. Ey Allahın Resûlü! Senin yanında da var mı? deyince, (Evet benim yanımda da var. Fakat, Allahü teâlâ, beni onun vesveselerinden muhâfaza etmektedir) buyurdu. Yâni, benim şeytanım müslüman olmuştur. Bana hayrlı şeyleri hâtırlatır. Bir hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, kimseye ihsân etmediği iki nîmetini bana ihsân eyledi: Şeytanım kâfir idi. Onu müslüman yaptı. İslâmiyeti yaymakta, bütün zevcelerimi bana yardımcı eyledi) buyuruldu. Âdem aleyhisselâmın şeytanı kâfir idi. Zevcesi Hz. Havvâ, Cennette şeytanın yemin etmesine aldanarak, Âdem aleyhisselâmın hatâ etmesine sebep oldu. İnsanların Allahü teâlâya gayret etmeleri, haram işlenmesini istememekle olur. Hasedin zıddı (Nasihat) etmektir. Allahü teâlânın bir kimseye verdiği nîmetin onda kalarak, dînine ve dünyasına faydalı olmasını istemek demektir. Nasihat etmek, bütün müslümanlara vâcibdir. Hadis-i şerifte, (Hayra sebep olana, bunu yapanın ecri kadar sevap verilir) ve (Kendi için istediğini din kardeşi için de istemiyen kimse, îman etmiş olmaz) ve (Dînin temeli nasihattir) buyuruldu. Nasihat vermek demek, Allahü teâlânın var olduğunu, bir olduğunu, bütün kemâl ve cemâl sıfatlarının Onda bulunduğunu, Ona lâyık olmıyan sıfatların, aybların, kusurların Onda bulunmadığını, hâlis niyet ile Ona ibâdet etmek lâzım olduğunu, gücü yettiği kadar Onun rızasını almaya çalışılmasını, Ona isyân edilmemesini, Onun dostlarına muhabbet, düşmanlarına muhâlefet edilmesini, Ona itaat edenleri sevmeyi ve isyân edenleri sevmemeği, nîmetlerini saymayı ve bunlara Şükretmeği, bütün mahlûklarına şefkat ve merhamet etmeği, Onda bulunmıyan sıfatları Ona söylememeyi bildirmek, Allahü teâlâ için nasihat etmek olur. -devam edecek(İslâm Ahlâkı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HASED 5 Kur'an-ı kerimde bildirilenlere inanmağı, emredilenleri yapmağı, kendi aklı ile, görüşü ile uydurma tercümeler yapmamağı, Onu çok ve doğru olarak okumağı, Ona abdestsiz el sürmek câiz olmadığını, insanlara bildirmek, Kur'an-ı kerim için nasihat etmek olur. Muhammed aleyhisselâmın
bildirdiklerinin hepsine inanmak lâzım olduğunu, Ona ve ismine hurmet etmeği, Onun sünnetlerini yapmağı ve yaymağı, Onun güzel ahlâkı ile huylanmağı, Âlini ve Eshâbını ve ümmetini sevmeyi bildirmek, Resûlullah için nasihat etmek olur. Ona saygı gösteren, Onun dînini muhafâza eden, Onun dînine uymakta, ibâdet yapmakta kendilerine hürriyet veren hükûmetlere yardım etmek, onlara doğruyu bildirmek, müslümanların hakkını gözetmelerini bildirmek, onlara isyân etmemek, kanûnlarına karşı gelmemek, onların islâmiyete ve insanlara hizmet etmeleri için duâ etmek, arkalarında namaz kılmak, kâfirlerle cihâdlarında mâl ile, cân ile ve duâ ile yardımlarına koşmak, zekât ve vergileri ödemek, silâh ile kimseye saldırmamak, zulüm ve haksızlık yaptıklarında da isyân etmeyip, tatlılıkla onları doğru yola, adalete getirmek, onlara yaltakçılık yapmamak, doğru yoldan ayrılmalarına sebep olmamak, hükûmet adamlarına karşı gelmemek lâzım olduğunu herkese bildirmek ve Ehl-i sünnet âlimlerinin fıkh kitaplarına, ilmihâl kitaplarına ve ahlâk kitaplarına uymak lâzım olduğunu bildirmek, devlet için nasihat yapmak olur. İnsanlara dünyada ve âhırette faydalı olan şeyleri yapmak ve zarârlı olan şeyleri yapmamak lâzım olduğunu ve kimseye eziyyet etmemeği, kalb kırmamağı, bilmediklerini öğretmeği, kusurlarını örtmeği, farzları emretmeği, haramlardan nehy etmeği, bunların hepsini tatlılıkla, acıyarak bildirmeği, küçüklere merhamet, büyüklere hurmet edilmesini, kendilerine yapılmasını istediklerini başkalarına da yapmalarını, kendilerine yapılmasını istemediklerini başkalarına da yapmamalarını, onlara bedenleri ile, mâlları ile, yardım edilmesini bildirmek de, bütün insanlar için nasihat etmek olur. Hadis-i şerifte, (Müslümanlara yardım etmiyen, onların iyilikleri ve rahatları için çalışmıyan, onlardan değildir. Gece ve gündüz, Allah için ve Kur'an-ı kerim için ve Resûlullah için ve devlet reîsi için ve bütün müslümanlar için nasihat etmiyen kimse de, bunlardan değildir) buyuruldu. -devam edecek(İslâm Ahlâkı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HASED 6 Haset, ibâdetlerin sevabını giderir. Hadis-i şerifte, (Haset etmekten sakınınız. Biliniz ki, ateş odunu yok ettiği gibi, haset de hasenâtı yok eder!) buyuruldu. Haset eden, onu gîbet eder, çekiştirir. Onun mâlına, canına saldırır. Kıyâmet günü, bu zulmlerinin karşılığı olarak, hasenâtı alınarak ona verilir. Haset edilendeki nîmetleri görünce, dünyası azâb içinde geçer. Uykuları kaçar. Hayr, hasenât işliyenlere, on kat sevap verilir. Haset bunların dokuzunu yok eder, birisi kalır. Küfürden başka
hiçbir günah, hasenâtın sevaplarının hepsini yok etmez. Günah olduğuna inanmıyarak veya islâmiyete önem vermiyerek haram işlemek ve küfre, irtidâda sebep olan işleri yapmak, sevapların hepsini yok eder. Çünkü, böyle yapanlar mürted olurlar. Hadis-i şerifte, (Geçmiş ümmetlerden iki kötülük sizlere bulaştı: Haset ve kazımak. Bu sözümle onların başlarını kazıdıklarını anlatmak istemiyorum. Dinlerinin kökünü kazıyıp yok ettiklerini söyliyorum. Yemin ederim ki, îmanı olmıyan Cennete girmiyecektir. Birbiriniz ile sevişmedikçe, îmana kavuşamazsınız. Sevişmek için, çok selâmlaşınız!) buyuruldu. [Selâmlaşmanın çok mühim olduğunu bu hadis-i şerif açıkça gösteriyor. Selâmlaşmayı emrediyor. İki müslüman karşılaşınca, birisinin (Selâmün aleyküm) demesi sünnettir. Diğerinin cevap olarak, (ve aleyküm selâm) demesi farzdır. Kâfirlere mahsûs kelimelerle selâmlaşmak ve el, beden hareketleri ile selâmlaşmak câiz değildir. Karşılaşan iki müslüman, birbirinden uzak olarak yürüyorlarsa, sesini işitemiyeceğini anladığı zaman, söylemekle birlikte, sağ eli kaşının kenârına kaldırmanın da câiz olduğu bildirilmiştir. Kâfirlere karşı başka kelimelerle selâmlaşarak, fitne çıkmasına mani olmalıdır. Fitneyi uyandırmak haramdır. Bu harama mani olmak çok sevaptır.] -devam edecek(İslâm Ahlâkı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HASED 7 (Müslümanlar hayrlı olur. Haset edince hayr kalmaz) buyuruldu. Diğer bir hadis-i şerifte, (Haset, nemîme ve kehânet sahipleri benden değildir) buyuruldu. Nemîme, fitne çıkarmak için, ara açmak için, insanlar arasında söz taşımaktır. Kehânet, bilmediğini söyliyerek bundan hükm, mâna çıkarmaktır. [Bilinmiyen şeyleri haber veren, falcılara (Kâhin) denir. Kâhine inanmamalıdır.] Bu hadis-i şeriften, haset edenin şefaatten mahrum kalacağı anlaşılmaktadır. Yâni şefaat istemeye hakkı olmayacaktır. Hadis-i şerifte, (Altı kimse, altı şeyden hesaba çekilip, mahşer yerinde azâb gördükten sonra, Cehenneme gireceklerdir: Devlet reîsleri zulümden, arablar kavmiyyet gayretinden, köy muhtarları Kibirden, tüccâr hıyânetten, köylüler cehâletten, âlimler hasetten) buyuruldu. Ticâret ile meşgûl olanın, yalan söylemek, fâiz, hîle ve fâsid bey' ile başkasının mâlını aşırmak ne demek olduklarını ve bu haramlardan kurtulmanın çârelerini öğrenmesi lâzımdır. Köylülerin, yâni her müslümanın, Ehl-i sünnet îtikatını ve ilm-i hâlini bilmesi lâzımdır. Bu hadis-i şerif, hasetin din adamlarında daha çok bulunduğunu haber
vermektedir. (Tefsîr-i kebîr)de diyor ki, (Haset on kısmdır. Bunların dokuzu din adamlarında bulunur. Dünya sıkıntıları on çeşittir. Bunların dokuzu sâlihlerde bulunur. Zillet on kısmdır. Dokuzu yahudilerdedir. Tevâdu' on kısmdır. Dokuzu nasârâdadır. Şehvet on kısmdır. Dokuzu kadınlarda, biri erkeklerdedir. İlim on kısmdır. Biri Irâktadır. Îman on kısmdır. Dokuzu Yemendedir. Akıl on kısmdır. Dokuzu erkeklerdedir. Yer yüzünün bereketi on kısmdır. Dokuzu Şâmdadır). Fahreddîn-i Râzî hazretleri, bu tefsîrinde kendi zamanında olanları bildirmiştir. Resûlullah dünyaya teşrîf etmeden evvel, yahudiler harp edecekleri zaman, (Yâ Rabbî! Göndereceğini vaat ettiğin ve en çok sevdiğini bildirdiğin, o şerefli Peygamber hurmetine) diyerek duâ ederlerdi. Duâları kabûl olup, Allahü teâlâ kendilerine yardım ederdi. Resûlullah, insanları müslüman olmaya dâvet edince, kendisinin vaat edilen Peygamber olduğunu anladılar. Fakat haset ederek, kıskanarak inkâr ettiler. Hasetleri kendilerinin ve gelecek olan nesllerinin ebedî olarak felakete, azâblara sürüklenmelerine sebep oldu. -devam edecek(İslâm Ahlâkı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Huzur veren sözler 301 Cenâb-ı Hak hakimdir, her yaptığında hikmet vardır. (Huzur pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Huzur veren sözler 302 Dünya ahiretin zıddıdır. İnsan dünyada ne kadar sıkıntı çekerse, ne kadar iftiraya uğrarsa, ahirette o kadar rahat edecek. Dünyada çok eğlenenler, orada düşünsünler..!. (Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Huzur veren sözler 303 İman ni’metinin şükrünü ifa etmek içün, hubb-i fillah ile şerefleneceğiz. Birbirimizin kalbini kırmaktan titreyeceğiz. Zaten mü’minin kalbini kırmak haramdır.
(Huzur Pınarı) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Huzur damlaları 75 "Günahlara bir defâ, tâatlere ise bin defâ tövbe etmek lâzımdır. Yâni yaptığı ibâdet ve tâatlere bakıp kendini beğenmek, o ibâdeti hiç yapmamak günahından bin kat daha fenâdır." "İnsana zararı en şiddetli olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun, gaflet olduğunu anladım. Gafletin insana yaptığı zararı, Cehennem ateşi yapmaz. Yâ Rabbî! Bizleri gaflet uykusundan uyandır. Lütuf ve keremin ile bu duâyı kabûl eyle." "Bütün âlemin yerine beni Cehennem'de yaksalar ve ben de sabretsem, Allahü teâlâya muhabbeti dâvâ edinmiş birisi olarak yine bir şey yapmış olmam. Allahü teâlâ da benim ve bütün âlemin günahını affetse, rahmetinden ve ihsânından bir şey eksilmiş olmaz." "Ârifin alâmeti nedir?" diye sorulduğunda; "Allahü teâlâyı anmakta gevşeklik göstermemektir." Bâyezîd-i Bistâmî "rahmetullahi aleyh" (Evliyalar Ansiklopedisi) .
Kim olduğun değil, kiminle olduğun önemlidir.
www.huzurpinari.com Huzur Pınarı İmam-i Rabbani Hazretlerinden inciler 25 Şimdi, bütün arzûm, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” unutulmuş sünnetlerinden birini meydâna çıkarmakdır. Tesavvufun hâlleri ve mevâcîdi [kendinden geçmek], heyecân ve zevk, istiyenlerin olsun! Yapılacak, en mühim iş, bâtını [kalbi, rûhu] büyüklerin sevgisi ile yaşatıp, zâhiri [hisleri, hareketleri] sünnetlere uymakla süslemekdir. Fârisî mısra’ tercemesi: İş budur, bundan başkası hiçdir! (Müjdeci mektublar-37) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Abdullah bin Mübârek Ölümden sonrası için ölmeden önce hazırlık yap...
"Abdullah bin Mübârek'i rüyâda gördüm ve; "Rabbin sana ne muâmele yaptı?" dedim. O da; "Beni mağfiret etti." buyurdu. "Süfyân-ı Sevrî'ye ne yaptı?" dedim. "O, şehîdlerin içinde yüksek derecelerindedir." buyurdu. Buyurdu ki: "Ölümden sonrası için ölmeden önce hazırlık yap" "Kişi için en güzel süs; sükût, doğruluk ve vakârdır." "Allahü teâlâdan korkan kimselerle berâber ol. Bid'at sâhipleriyle oturmaktan sakın!" "Bir kimsenin çoluğu-çocuğu, olup, onların ihtiyâcı için çalışsa, geceleri kalkıp üzerleri açık olarak gördüğü evlâdının üzerlerini yorganları ile örtse, onun bu çeşit işleri gazâ ve cihaddân daha üstündür." (Evliyalar Ansiklopedisi) www.huzurpinari.com Huzur Pınarı MAKSÛD DEDE MAKSADIN, MAKSÛD’U GÖRMEK Mİ? Yâkûb Efendi anlatır: "Hocamız Sünbül Efendi hazretleri bize zaman zaman Maksûd Dede'nin hallerini anlatırdı. Bir zaman hocamız Hakkın rahmetine kavuştu. Yerine Merkez Efendi hazretleri geçti. Bana izin verip Rumellerine gönderdi. Ben de yola revân oldum. Serez'e uğradım. Maksûd Dede'yi ziyâret niyetiyle onun bulunduğu şehre gittim. Şehre vardığımda karşımdan nûr yüzlü ihtiyâr bir zât bana doğru geldi ve; "Oğlum! Maksadın Maksûd'u görmek ise, işte o benim." buyurup kerâmet gösterdiler. Mübârek ellerini öptüm. Bir zaman misâfiri oldum. Sohbetlerini dinledim.
ARALIK Aralık - 1. Hafta huzur pınarı Peygamber Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Mi’râc mûcizesi) -1- HİÇBİRİ GÖZÜMDE YOK Resûlullah, gördüğü her kavme, kabîleye, Varıp bildiriyordu, “Hak Ma’bûd birdir” diye. Ve onlara derdi ki: (Ediniz bana yardım, Ki, Allahın dînini kullara anlatayım.) Ve lâkin hiçbir kimse, îmâna gelmiyordu, Himâye ve yardıma, kimse yanaşmıyordu. Ayrıca, yaparlardı türlü zulüm, işkence, Böyle sıkıntılarla geçerdi gün ve gece. Her nereye gitseydi, görüyordu eziyyet, Kime ne söyleseydi, işitirdi hakâret. “Zeyd bin Hârise”ile, islâmın teblîğine, “Tâif”e gittiyse de, hakâret gördü yine. O alçak Tâifliler, Onu yuhâladılar, Gençleri toplıyarak, hattâ taşa tuttular. Mübârek bacakları incinip yaralandı, “Zeyd”in başı yarılıp, kanlar içinde kaldı. Kalbi çok incinmişti o gün Tâif ehline, Üzgün ve yorgun hâlde, Mekkeye döndü yine. Her yeri düşman idi lâkin "Mekke şehri"nin, Gidecek bir yer yoktu o gece Resûl için. Doğruca, amcasının kızı “Ümmü Hânî”ye, Gidip çaldı kapıyı, ses geldi “Kim o?” diye. Dışardan seslendi ki: (Amcan oğlu Muhammed, Misâfir geldim sana, kabûl edersen şâyet.)
huzur pınarı Peygamber Efendimiz “sallallahü aleyhi4 ve sellem” (Mi’râc mûcizesi) -2- GİT, HABÎBİMİ GETİR ! O zaman emretti ki Rabbimiz Cebrâil’e: (Bu gece, Habîbim'i git bana dâvet eyle. Önce, kanatlarına doldur cennet cevheri, Bu gece, tak beline bir de hizmet kemeri. Sonra git, bu müjdeyi haber ver “Mîkâil”e, Uğraşmasın bu gece, hiç erzak taksîmiyle. Sonra da, “İsrâfil”e gidip haber ver bunu, Yere koysun bu gece, elindeki “Sûr”unu. Cümle meleklere de gidip söyle bu şeyi, Duyursunlar her yere, bu geceki "Müjde"yi. Oradan da “Mâlik”e varıp de ki şöylece: Cehennem kapısını kapatsın o bu gece. “Rıdvân”a da söyle ki, tezyîn etsin Cenneti, Takınsın hûrîler de, bu gece her zîneti. Kaldırılsın bu gece, kabirdeki azâblar, Hareket etmesinler bu gece “Su” ve “Rüzgâr”. Dalsın cümle melekler, bir neş’e ve sevince, Zîra dâvet eyledim Habîbimi bu gece. Ey Cebrâil, Cennetten al yanına bir “Burak”, Ve ayrıca, “Yetmişbin” melâike alarak, “Sevgili Habîbim”in, acele yanına git, Bir hasır üzerinde uyuyor O şu vakit. Zîra çok fazla üzdüm Onun nâzik kalbini, Çok yordum, çok incittim mübârek bedenini. Bu hâlde, yine bana el açıp yalvarıyor, Ve yine benden başka, hiçbir şey düşünmüyor. Ey Cebrâil, git getir “Sevgili Habîbim”i,
Gelsin de görsün O da, Cennet ni’metlerimi. Ona ve ümmetine hazırlamış olduğum, “Ni’metler”i, bu gece görsün O da bil umûm. Onu sevmiyenlere, hakâret edenlere, Söz ve yazılarıyle Onu incitenlere, Hazırlamış olduğum o “Çetin azâblar”ı, Gelsin de, Cehennemde görzün hep ayrı ayrı. Habîbimi, bizzât ben tesellî edeceğim, Onun nâzik kalbini, ben sevindireceğim.) “Cibrîl”, Hak teâlâdan böyle emir alarak, Girdi hemen Cennete almak için bir “Burak”. “Kırk bin” adet Burak’ı hazır buldu ânında, “Resûlün ismi” vardı, herbirinin alnında. Onlardan birisini alacaktı ki, fakat, Bir Burak’ın hâline, eyledi durup dikkat. Zîra o, bir kenara çekilmiş ağlıyordu, Gözlerinden sel gibi yaşlar akıtıyordu. Yaklaşıp, suâl etti niçin ağladığını, Dedi: (Resûlullahın ben duyalı adını, Muhabbeti, kalbime giriverdi o günden, Ben, Onun aşkı ile ağlarım her gün hemen.) Burakların içinden, Cibrîl onu seçti ve, Geldi Resûlullahın bulunduğu o eve. Baktı ki, bir hasırın üzerinde o Server, Mışıl mışıl uyuyor, durakladı bu sefer. “İnsan” şeklinde idi geldiğinde oraya, Kıyamadı Resûlü dürtüp uyandırmağa. Türkiye gazetesi www.huzurpinari.com Huzurpınarı
huzur pınarı Peygamber Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Mi’râc mûcizesi) -3- VAKİTSİZ NİÇİN GELDİN ? Cibrîl aleyhisselâm “Resûl”e geldiğinde, O, uzanmış uyurdu bir hasır üzerinde. Hiç kıyamadığından dürtüp uyadırmağa, Ayağının altını öpüverdi o ara. Bulunmadığı için meleklerde “Kalp” ve “Kan”, Onların a’zâları “Soğuk” olur her zaman. Hazreti Cibrîlin de, o soğuk dudakları, Uyandırdı bir anda Resûl-i kibriyâyı. Cebrâili tanıyıp, birden meraklanarak, Ona, şöyle buyurdu Rabbinden çok korkarak: (Vakitsiz niçin geldin ey Cebrâil kardeşim? Yoksa, Rabbime karşı bir hatâ mı işledim? Acep gücendirdim mi Rabbimi bir şey ile, Bana, acı haber mi getirdin gece ile?) Duyunca bu sözleri Cibrîl Resûlullah’tan, Dedi: (Müjde getirdim sana Hak teâlâdan. Ey bütün mahlûkâtın en üstün, en iyisi, Ey yüce Yaratanın Habîbi, Sevgilisi, İyilikler menba’ı, üstünlükler kaynağı, Bütün Peygamberlerin medâr-ı iftihârı, Ey şerefli Peygamber, Rabbin selâm ediyor, En büyük ni’metleri, sana ihsân ediyor. Seni dâvet ediyor kendisine, lütfen kalk, Buyur gidelim, zîrâ, dışarda hazır Burak.) Peygamber Efendimiz, kalkıp abdest aldılar, Hazreti Cibrîl ile, Beytullaha vardılar. Cibrîl, yardı Resûl’ün göğsünü bilvesîle,
Ve kalbini çıkarıp, yıkadı "Zemzem" ile. “Hikmet” ve “Îmân” dolu bir tas alıp, tamâmen, İçine boşaltarak kapattı yine hemen. Sonra koydu başına, nûrdan bir “İmâme”yi, Giydirdi üzerine nûrdan bir de “Câme”yi. Taktı yâkut bir “Kemer” hem mübârek beline, Zümrütten bir “Asâ”yı verdi sonra eline. Mübârek ayağına sonra da o Habîb’in, Yeşil renkli zümrütten giydirdi bir de “Na’lin” Ve beyaz bir hayvanı göstererek bu sefer, Dedi: (Buna binin ki, melekler sizi bekler.) Allahın Sevgilisi “Peki” deyip o zaman, Gördü yanı başında çok sevimli bir hayvan. Tam binecek idi ki, vazgeçip durdu birden, Baktı, yaşlar akıyor hayvanın gözlerinden. Onun bu ahvâlini ederek hayli merak, Buyurdu ki: (Ne için ağlıyorsun ey Burak?) Dedi: (Yâ Resûlallah, zât-ı şerîfinize, Hizmet nasîb olacak, hamd olsun Rabbimize. Lâkin kıyâmet günü, binmezsen bana eğer, Ne olur benim hâlim, buna oldum mükedder. İsterim, o gün dahî beni tercîh edesin, O gün de, benden gayri hayvana binmeyesin.) Baktı, gâyet üzgün ve mahzûn idi o hâli, Onun bu sözlerinden, duygulandı bir hayli. Buyurdu ki: (Ey Burak, üzülme, ol müsterîh, Kıyâmet gününde de ederim seni tercîh.) Türkiye gazetesi www.huzurpinari.com Huzurpınarı
Huzur Pınarı ALTIN HALKA-24 Muhammed Ma'sûm-i Fârukî "kuddise sirruh"-2 İmâm-ı Rabbânî hazretleri ömrünün son günlerinde onu husûsî odasına çağırıp buyurdu ki: "Benim bu dünyâya bağlılığım yalnız bu kayyumluk vazifesi ve muâmelesi sebebiyle idi. Devamlı teveccühlerden sonra o sana verildi. Bütün mahlûkât tam bir şevk ile yüzünü sana dönüyor. Şimdi bu fânî dünyâda kalmak için sebep bulamıyorum. Bu denî, aşağı ve hakîr dünyâdan göç etmem yaklaştı." Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretleri buyurdu ki: "Bu fakîr, bu gizli müjdeyi duyduğum hâlde kalbim parçalandı. Gözlerim yaşla doldu. Büyük bir elem ve üzüntü ile kendimden geçtim. Ne dilimde konuşacak kuvvet, ne kulağımda dinleyecek kudret kaldı. Bendeki bu değişmeyi görünce, şefkât ve merhametinin çokluğundan bir müddet daha yaşayacağını işâret edip; "Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki; birini kendine çağırır, diğerini onun yerine oturtur." buyurdu. Muhammed Ma'sûm hazretleri, babası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin vefâtından sonra, vâz ve irşâd makâmına geçip talebe yetiştirmeye başladı. O da ilim ve feyz saçarak insanları doğru yola dâvet etti. İslâm târihinde rüşd ve hidâyeti onunki kadar yaygın olan bir âlim ve mürşid görülmemiştir. Dokuz yüz bin kişi ona talebe olup elinde tövbe etmiş, talebelerinden yüz kırk bini evliyâlık mertebelerine kavuşmuş, yedi bini de mürşid-i kâmil, tam ve olgun bir âlim olarak yetişip, irşâd ile emrolunmuştur. Talebeleri onun huzûrunda bâzan bir ayda, bâzan bir haftada evliyâlık kemâlâtına ererlerdi. Bâzılarını bir teveccühde, makamların hepsine ulaştırırdı. Muhammed Ma'sûm hazretlerinin yetiştirdiği mürşid-i kâmillerden herbiri, bulunduğu yerlerde insanlara feyz vererek, onları irşâd ettiler, hak olan doğru yolu anlattılar. Böylece onun feyz ve mârifeti her tarafa yayıldı. Yapılan bu mükemmel hizmetler, îzâh edilemeyecek kadar umûmileşti, yaygınlaştı ve asırlar sonrasına aksetti. Talebelerinin meşhûrlarından olan Murâd-ı Münzevî hazretlerinin kabri İstanbul'dadır. İstanbul'da medfûn bulunan en büyük üç evliyâdan biridir. -devam edecekEvliyalar Ansiklopedisi www.huzurpinari.com ALTIN HALKA-24 Muhammed Ma'sûm-i Fârukî "kuddise sirruh"-3 Mekke-i muazzamada bulunduğu sıralarda, büyük kardeşiHâce Muhammed Saîd hastalanmıştı. Hastalığı da ağırdı. Kurtulması için duâ
etti.Teveccüh buyurdu. Ağlayarak Allahü teâlâya sığındı. Ellerini kaldırarak, içli duâ eyledi. Sonra buyurdu ki: "Duâ esnâsında müşâhede eyledim ki; huşû ile ellerimi kaldırıp, Allahü teâlâya duâ ettiğim sırada, mahlûkatdan milyonlarcası, bana uyarak ellerini kaldırdılar. Murâdımın hâsıl olması için, duâma iştirak ettiler. Böylece duâm kabûl oldu. Ağabeyimin rahatsızlığı geçip tam sıhhate kavuştu." Medîne-i münevvere yoluna büyük bir sevgi ile koyuldu. Mescid-i nebînin nûrlarının eserlerinin, dalgalarının görünmesi, duyulmağa başlaması, bir an evvel bu kıymetli yerlere kavuşmağı hızlandırıyordu. Bunun gibi Sahâbe-i kirâmın mübârek mezârlarına ulaşmak için tam gayret ediyordu. Bedir vâdisine gelince, Sugra'da yatan Bedir muhârebesi şehîdlerinden hazret-i Abdülhâris'in mezârını ziyârete gitti. Yanındakilerle berâber, bir müddet mezârın başında murâkabe eyledi. Sonra; "Onun mezârının başında teveccüh ettim. Kendisini bulamadım. Bir müddet sonra görünüp, bize doğru geldi. Büyük bir neşe ile beni karşıladı." buyurdu.Sonra Medîne'ye girdiler. Medîne'de Peygamber efendimizin kabrini ziyâret ederek, uzun müddet murâkabe ile meşgûl oldu ve; "Peygamberlerin sonuncusu, kereminin çokluğundan ve merhametlerinin fazlalığından gözüküp yanıma geldi.Lütf ve inâyet buyurup beni kucakladı. O kadar nîmete kavuştum ki, bunun gibisine bu zamâna kadar kavuşmamıştım." buyurdu. Orada bulunduğu müddetçe Peygamber efendimizi bu şekilde defâlarca görmüştür. Muhammed Ma'sûm hazretlerinin, Sofî Pâyende Kerbâs adında bir talebesi, huzûrunda yetişip halîfelerinden oldu. Yanından ayrılıp memleketine giderken, ona biraz kumaş vermişti. Verirken de; "Bu kumaşta bereket vardır." buyurmuştu. Sofî Pâyende uzun zaman o kumaştan bir parça keserek satıp ihtiyaçlarını temin etti. Kumaş hiç eksilmiyordu. Hayâtının sonuna kadar böyle devâm etti. Vefâtından sonra da vasiyeti üzerine o kumaş kendisine kefen yapıldı. Bunun için, kumaş yapan Sofî mânâsında "Sofî Pâyende Kerbâs" ismi ile meşhûr olup anıldı. -devam edecekEvliyalar Ansiklopedisi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Huzur Pınarı ALTIN HALKA-24 Muhammed Ma'sûm-i Fârukî "kuddise sirruh"-4 Berekât-ı Ma'sûmî kitabının müellifi şöyle anlatmıştır: "Bir gün Evrengzîb'in oğlu, zamânın pâdişâhı Muhammed Muazzam Şâh'ın meclisindeydim. Muhammed Ma'sûm hazretlerinin tasarruflarından bahsediliyordu. Muhammed Muazzam Şâh dedi ki: "Sultan Evrengzîb,
Keşmîr'e giderken, irşâd diyârı olan Serhend'den geçiyordu. Urvet-ülvüskâ Muhammed Ma'sûm hazretlerini ziyâret ile şereflendi. O sene, pâdişâh olmasının beşinci senesiydi. Ben de babamın yanındaydım. Muhammed Ma'sûm hazretleri; "Baban vefât ettikten sonra, pâdişâhlık sana geçecektir." buyurdu. Kırk beş sene sonra bu müjdesi doğru çıktı. Evrengzîb'in pâdişâhlık müddeti elli sene idi." Muhammed Ma'sûm hazretlerinin, vefât ettiği sene, Şa'bân ayının on beşinci gecesi, yâni duâların kabûl olduğu, ecellerin takdir edildiği Berât gecesinde, talebelerinden bâzı hâdiseleri sorup cevap aldı. Sonra da; "Bir kutbun ismini yaşayanlar defterinden sildiler." buyurarak, vefât edeceğine işâret etti. Yine vefâtına yakın bir zamanda bir yerde durup; "Pek yakında kemâl sâhiplerinden birinin mezârı burası olur." buyurdu. Vefât edince kabrinin orası olduğunu görenler bu sözdeki işâreti anladılar. Yine o günlerde babası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin kabrini ziyâret ettiği sırada ondan âhiretin hâllerini sorduğunu ve babasının cevâbında; "Burada her şey rahmet iledir" buyurduğunu bildirdi ve ertesi gün vefât etti.Vefâtları 1668 (H.1079) senesi Ağustos ayının on yedinci günü öğle vakti idi. Cenâzesini, Ahund Sücâdil yıkadı. Mübârek ağzını yıkamaya sıra gelince, yıkayıcı; "Bu mübârek ağzı açmaya tâkat getiremiyorum." dedi. Bunun üzerine Muhammed Ma'sûm hazretleri kendisi, hayatta olanlar gibi ağzını açtı, suyu ağzına aldı ve ağzını çalkaladı. Orada bulunanlar bu hâli görünce şaşırdılar. Namazını en küçük kardeşi, Şeyh Yahyâ kıldırdı. Mezârı, hayatta iken; "Burada kemâl mertebelerine kavuşan bir fakîrin mezârı bulunur" buyurduğu yer oldu. Bâbür sultânı ve talebesi olan Evrengzîb Âlemgir, kabri üzerine yüksek kubbeli bir türbe yaptırdı. Türbesi, babası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin türbesinin birkaç yüz metre kuzeyindedir. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ında, bu oğluna yazdığı mektuplar vardır. -devam edecekEvliyalar Ansiklopedisi www.huzurpinari.com Huzur Pınar HUZUR PIRILTILARI-119 “Seadete kavuşan insan kızmaz” · Seadete kavuşan insan kızmaz, sevinir. · Bir yerin şerefi içindekilerden belli olur. Kafirlerin bulunduğu yer mübarek olamaz. Mücahidlerin olduğu yer mübarekdir. · Peygamber efendimizi “sallallahu aleyhi ve sellem” rüyada gören, muhakkak kendisini görmüştür. Çünkü şeytan onun şekline giremez. · Evliyanın sevgisini kazanabilmek için senelerce hizmet edilir. Huzur Pınarı
HUZUR PIRILTILARI-120 “müslüman nurdur” müslüman nurdur, etrafına nur saçar. müslüman aydınlıktır, hertarafı aydınlatır. İyiliği elverişli olmayan kimse Faidelenemez Peygamberi de görse Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-121 “Alimlere hakaret etmek küfrdür” Salihlerin ismi anılan yere rahmet-i ilahi yağar. Alimlere hakaret etmek küfrdür. Abdülhakim efendi Hazretleri, İmâm-ı Rabbani Hazretlerinin ismi geçince kendinden geçerdi, ben ona aşığım derdi. İslam dininde onun ayarında kimse gelmemiştir derdi. Onun kitabını okumak, Mektûbat okumak çok büyük se’âdettir. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-122 “Tarih boyunca milletler hep içerden yıkılmışlar” Tarih boyunca milletler hep içerden yıkılmışlar, dışarıdan değil... Fitne, fesat, bölünme, nifak olursa… Bir mümin tenkit edilirken sus diyene yüz şehid sevabı verilir… Talebenin hocasına benzemek istemesi, bütün dünya nimetlerinden, lezzetlerinden daha kıymetlidir. mütabeat gibi kıymetli üstünlük olmaz. Kalbin şifası ilimdir. büyükler buyuruyorlar ki "Benim en yakın dostum kitaplarımdır." Mazhâr-ı Cân-ı Canân hazretlerinin halifesi Abdullâh-ı Dehlevî hazretleri, “Dünyada en büyük zalim Allah'a teşekkür etmeyendir” buyuruyor. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-123 “Muhammed aleyhisselama inanan kimseye müsliman denir” Kalbinden Muhammed aleyhisselama inanan kimseye müsliman denir. Muhammed aleyhisselamın şeriatine uyan, dünyayı ve haramları sevmez olur. Kalbinde haram işlemek arzusu kalmayınca, kalbine Allah sevgisi dolar. İçindeki su boşalan şişeye, hemen havanın dolması gibi olur. Böyle bir kalbde bilmediğimiz his uzuvları hasıl olur. Dünyanın her tarafını ve kabir hayatını görür. Her yerdeki sesi işitir. Her ibadeti, her duası kabül olur, rahat ve mesut olarak yaşar. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com huzur pınarı Hulefâ-i raşidin (radıyallahü teala anhüm)-8 Medîne-i münevvere mescidi inşa edilirken Resûllulahın buyurdukları Sekizinci Menâkıb: Sa’îd bin Cübeyr “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Medîne-i münevverede, Mescid-i şerîfi binâ etmek istediler. Onbinden ziyâde taş toplanmışdı. Resûlullah hazretleri bu kadar taşdan bir taş kaldırdı. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine buyurdular ki: (Sen de bir taş kaldır!) Sonra Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine buyurdular ki: (Sen de bir taş kaldır!) Sonra Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine buyurdular ki: (Sen de bir taş kaldır!) Sonra Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine buyurdular ki: (Sen de bir taş kaldır!) Her birisi bir taş kaldırdılar. Ya’nî ellerine taş aldılar. Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, muhâcir ve ensâr, huzûrda el kavuşdurup, dururlardı. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, mubârek elleri ile kaldırdığı taşı, götürüp, gerekli yere koydu. Ondan sonra buyurdular ki: (Yâ Ebâ Bekr! Kaldırdığın taşı getir, benim koyduğum taşın yanına koy!) O da getirip, yanına koydu. Sonra buyurdular ki: (Yâ Ömer! Sen de getir, o taşı Ebû Bekrin taşının yanına koy!) O da getirip, koydu. Ondan sonra buyurdular ki: (Yâ Osmân! Sen de getir o taşı Ömerin taşının yanına koy!) O da getirip, koydu. Ondan sonra buyurdular ki: (Yâ Alî! Sen de getir o taşı Osmânın taşının yanına koy!) O da getirip, koydu. Sonra, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Eshâb-ı güzîne hitâb edip, buyurdular ki: (Ey Eshâbım! Bu taşlar arasında gördüğünüz sıra, benden sonra halîfe, Ebû Bekr, ondan sonra Ömer, ondan sonra Osmân, ondan sonra Alînin olacağına açık bir delîldir. Siz ki benim eshâbım, muhâcir ve ensâr! Herkes ne mikdâr bu taşlardan ister ise, alıp nereye ister iseniz koyunuz.) Medîne-i münevvere mescidinin yapılışındaki bu taş haberi çok yerde anlatılmışdır. Ammâ, bize gelen
haberlerin en sahîhi budur. MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN www.huzurpinari.com huzurpınarı huzur pınarı Huzur veren sözler 306 “Nereye giderseniz gidin, sevgi dairesinden dışarı çıkamazsınız. İnsanların rengi değişir, ama sevginin rengi değişmez. Sevgisiz dünya yapma çiçeğe benzer. Ne kadar mutlu eder ki insanı, gerçeğinin yanında.” huzur pınarı www.huzurpinari.com
Ahmed Yesevî hazretleri ON NASİHAT Tasavvuf yolunda Ahmed Yesevî hazretlerine bağlananların bâzı bâriz husûsiyetleri vardır. Yeseviyye yolunda bulunan bir mürîdin, riâyet etmeleri mecbûri lâzım olan belli başlı edebler şunlardır: 1) Kendisinden dînini öğrendiği üstâdının, talebelerin hepsinden efdal olduğunu bilmek ve ona tam tâbi ve teslim olmak. Ona uyarak, onun huzûrunda her gün çeşit çeşit yemekler yemek, geceleri uyumak, ona uymaksızın kendi anlayış ve görüşüne uyarak, geceleri nâfile namaz kılmaktan ve gündüzleri nâfile oruç tutmaktan farksız hattâ daha faydalıdır. Çünkü birincisinde, tâbiiyyet ve teslimiyyet, ikincisinde ise, kendi bildiğine göre hareket etmek vardır. 2) Mürîd gâyet uyanık, zekî ve dikkatli olup, hocasının sözlerinden, rumûzlarından ve işâretlerinden hemen anlamalıdır. 3) Hocasının bütün sözlerinden ve işlerinden râzı ve ona itâatkâr olmalıdır. 4) Hocasının husûsî hizmetinde veya bildirdiği, emrettiği bir hizmeti yaparken gâyet atik, dikkatli , ağırbaşlı olmalı, fakat ağır canlı olmamalıdır. İsteksizlik, gevşeklik hâli, hocasının rızâsızlığına sebeb olabilir. Onun rızâsızlığı ise, silsile yoluyla Peygamber efendimize, dolayısıyla Allahü teâlâya gider. 5) Sözünde sağlam, güvenilir ve vâdinde sâdık olmalıdır. Hocasının büyüklüğü husûsunda hiçbir zaman şek ve şüpheye düşmemeli ki, Allah korusun, bu hâl hüsrâna sebeb olur. 6) Ahde vefâ ve hocasına olan tâbiiyyet, uyma ve teslimiyyetinde çok titizlik göstermelidir. 7) Hocasının ufak bir işâreti ile bütün mal ve mülkünü onun emrettiği yere fedâ etmeye hazır olmalı, bunda en ufak bir tereddüd hâli bulunmamalıdır. 8) Hocasına âit husûsî hâl ve sırları tutmasını bilmeli, bunları uygun olmayan şekilde ifşâ etmekten, açıklamaktan çok sakınmalıdır. 9) Hocasının bütün hareketlerini, sözlerini ve nasîhatlerini
dikkatle tâkib etmeli, bunda ve bunlara uymakta kaçamak ve gevşeklik yapmamalıdır. Bunları yapmakta ihmâlkâr ve gevşek davranmanın zararlarını düşünmelidir. 10) Allahü teâlâya kavuşmak yolunda, kendisini vesîle, vâsıta yaptığı hocası için, her fedâkârlığa hazır olmalıdır. Onu sevenlere dost olmalı, sevmeyenlere, sevmediklerine ve istemediği şeylere meyl ve muhabbet etmeyi öldürücü zehir bilmelidir. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Hakîkat Kitâbevi
Duaların en kıymetlisi Sual: Bazı kimseler cinlerin varlığını inkâr ediyorlar. Bazıları da, Kur’anı kerimde cin suresi olduğu için, cinlerin varlığını inkâr etmiyorlar ama, zarar verebileceklerini kabul etmiyorlar. Cin psikolojik zarar verebilir mi? CEVAP: Evet zarar verebilir, hastalık yapabilir. Hafaza melekleri, insanı cinlerin zararından korurlar. Cinden korunmak için âyât-i hırzı üstümüzde taşımak gerekir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Evinde, Fatiha ve Âyet-el kürsi okuyana, o gün cin ve şeytan zarar veremez.) [Deylemi] Cinler insanların damarlarına kadar girip zarar verebilirler. Cinlerin meydana getirdiği hastalıklardan korunmak için çeşitli dualar vardır. Duaların en kıymetlisi, faydalısı Fatiha suresidir. Hadis-i şerifte, (İlaçların en iyisi Kur’an-ı kerimdir) buyuruldu. Hastaya okunursa, hastalığı hafifler. Eceli gelmemiş ise, iyi olur. Eceli gelmiş ise, ruhunu teslim etmesi kolay olur. Mecmua-tül-fevaid kitabında, (Bir kimse, cin mektubunu, yanında taşısa veya evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrafına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider) diyor. Peygamber efendimiz üç türlü ilaç kullanırdı. Kur’an-ı kerim veya dua okurdu. Fen ile bulunan ilaçları kullanırdı. Her ikisini karışık da kullanırdı. (Mevahib) Sual: Muskanın dinimizdeki yeri nedir? CEVAP: İçinde küfre sebep olan muskaları yazmak ve kullanmak caiz olmaz. Büyüyü büyü yaparak çözmek de haramdır. Büyücü, cinci hoca denilen insanlara gitmemeli, dediklerine inanmamalı. Tam İlmihal Seadeti Ebediyye’de sihir, büyü bahsini mutlaka okumalıdır.
En kıymetli tesbih nedir?
Sual: En kıymetli tesbih yani zikir nedir? CEVAP: En kıymetli tesbih, namazlardan sonra çekilen Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahü ekberdir. Bu tesbihten sonra en kıymetli tesbih ve zikir la ilahe illallah demektir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (En üstün tesbih Sübhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber’dir.) [Müslim] (La ilahe illallah demek 99 belayı defeder, en aşağısı sıkıntıdır.) [İ. Asakir] (Temcid, yani La havle ve la kuvvete illa billah, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır.) [Hakim] (Zikirde “La ilahe illallah”dan, efdali yoktur.) [Taberani] (Zikrin efdali, la ilahe illallah, duanın efdali de elhamdülillahtır.) [Tirmizi] (Allah indinde en kıymetli söz, “Sübhanallahi ve bihamdihi”dir.) [Müslim] (“Sübhanallah” diyen Uhud’dan daha büyük sevaba kavuşur. “La ilahe illallah” ve “Allahü ekber” demek de böyledir.) [Beyheki] (Gece ibadeti zor gelen, hayra mal sarf edemeyen veya düşmanla savaşmaya korkan, çok Sübhanallahi ve bihamdihi desin. Bu, Allah yolunda harcayacağı bir altın dağdan daha kıymetlidir.) [Taberani] (Zor bir duruma düşen, “Bismillahirrahmanirrahim ve la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim” derse, Allahü teâlâ, onu her türlü bela ve musibetten korur.) [Deylemi] (Cennet hazinesi olan, “Sübhanallahi vel-hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber, vela havle vela kuvvete illa billah” demeye devam edenin ağaçtan yaprak döküldüğü gibi günahları dökülür.) [Ramuz] (Dilde hafif, terazide ağır ve bağışlayıcı olan Allah indinde en kıymetli iki cümle: “Sübhanallahi ve bihamdihi, Sübhanallahilazim”) [Müslim] (Şu beş şeyi dilinizden düşürmeyin: Sübhanallah, elhamdülillah, la ilahe illallah ve La havle vela kuvvete illa billah) [Taberani] (Allahü teâlânın indinde, tekbiri, tahmidi, tesbihi ve tehlili sebebiyle Müslüman olarak ihtiyarlayan bir müminden daha efdal kimse yoktur.) [İ. Ahmed] (Tekbir Allahü ekber, tahmid Elhamdülillah, tesbih Sübhanallah, tehlil la ilahe illallah, temcid la havle vela kuvvete illa billah demektir.) Bâkıyat-üs-sâlihat Kur’an-ı kerimde, Bâkıyat-üs-sâlihat [sürekli kalan iyi işler] geçmektedir. Resulullah buyurdu ki: (Bâkıyat-üs-sâlihatı, çok söyleyin. Bunlar; tesbih, tehlil, tahmid, tekbir ve temciddir.) [Taberani] Her gece yatarken yüz defa (Sübhanallahi velhamdü lillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber) okuyan kimse, yüz defa tesbih, tahmid ve tekbir söylemiş olur. Böylece, muhasebe yapmış, kendini hesaba çekmiş sayılır.
Bir kimse, (Sübhanallahi velhamdü lillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber ve la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim) derse, hem tesbih [sübhanallah], hem tekbir [Allahü ekber], hem tahmid [hamd] , hem tehlil [la ilahe illallah], hem temcid [la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim] söylemiş olmakla, en kıymetli tesbihi okumuş olur. huzur pınarı 26 İmam-i Rabbani Hazretlerinden inciler Müslimânların büyük imâmı, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, (Sana lâyık ibâdeti yapamadığımız, fekat, iyi tanıdığımız, Allahımız! Sende hiçbir kusûr, noksânlık yokdur!) buyurdu. Ona lâyık ibâdet yapılamıyacağını herkes bilir. Fekat, iyi tanıdığımız buyurması, (Hiçbirşeye benzemediğini, hiçbir yoldan tanınamıyacağını iyi anladık) demekdir. Allahü teâlâyı, herkes bu sûretle tanıyamaz. Ma’rifet, ya’nî tanımak başkadır. İlm, ya’nî bilmek başkadır. Herkes, ilm sâhibi olabilir. Ma’rifet ise, fenâ mertebesi ile şereflenenlerde bulunur. Fânî olmıyana nasîb olmaz. müjdeci mektublar-38 www.huzurpinari.com Huzur Pınarı NÜKTELER 12 ----------"Hocanı incitenden sende incinmezsen köpek senden daha iyidir.." İmâm-ı Rabbânî (Rahmetullahi aleyh) ---------------------"Hak tealanın hakimliğini tanıdığınız, emaneti ve emniyyeti bozmayarak çalıştığınız zaman, birbirinizi ne kadar sevecek, birbirinize ne kadar bağlı kardeşler olacaksınız. Sizin o kardeşliğinizden Allah'ın merhameti neler yaratacaktır." Abdülhakim Arvasi (rahmetullahi aleyh) ---------------------"Bir yerin şerefi içindekilerden belli olur. Kafirlerin bulunduğu yer mübarek olamaz. Mücahidlerin olduğu yer mübarekdir. " Hüseyn bin Said (rahmetullahi aleyh) ................. -----------------*Kıyamet günü nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapınız.* Ömer bin Abdülazîz (rahmetullahi aleyh)
................... ----------*Nefsinin arzularına tâbi olan, Allahü teâlânın nasıl kulu olur? Ey insan! Kime tâbi isen onun kulu olursun.* Abdullah-ı Dehlevi(rahmetullahi aleyh) Huzur Pınarı Evliyalar Ansiklopedisi www.huzurpinari.com huzur pınarı BÜYÜKLERİN SÖZÜNE TESLİM OLUNUR MAHMÛD SÂMİNİ hazretleri Bir gün ders bittikten sonra vakit namazını kılmak için hazırlık yapıldı. Ezân okunduktan sonra Mahmûd Sâminî, Osman Bedreddîn'e dönerek; "Kalk imâm ol Osman!" dediğinde şaşırarak; "Ne haddimize efendim!" cevâbını verdi. Fakat Mahmûd Sâminî Efendi ısrar edince Osman Bedreddîn imâm oldu. Tekbir getirdikten sonra, Fâtihâyı bir türlü okuyamadı. Sıkıntı ve üzüntüden terledi. Osman Bedreddîn'in durumu böyle devâm etti. Henüz namaza durmamış olan Mahmûd Sâminî Efendi; "Oku yâ hâfız! Oku Osman Bedreddîn!" dedi. O anda Osman Bedreddîn okumaya başladı. Namazı tamamladıktan sonra Osman Bedreddîn'e dönen Mahmûd Sâminî; "Yâ hâfız! Büyüklerin sözüne ve niyetine îtirâz edilmez. Onların niyetine ve sözüne teslim olunur." buyurdu. evliyalar ansiklopedisi www.huzurpinari.com huzur damlaları 76 "Ey can kardeşim! Bu dünyâ amel yeridir. Karşılık yeri âhirettir. Ameli, işi bitirmeden ücret, karşılık istemek yersizdir. İş yapma ve amel etme bittiği gün, yapılan işin karşılığı ihsân olunacaktır." "Zararlı kimselerin sohbetinden, arkadaşlığından, şüpheli yiyeceklerden ve çeşitli şeyleri istemek arzularından sakınınız. Bu üç kelimenin bildirdiği mânâları iyi düşününüz." ABDÜLEHAD SERHENDÎ rahmetullahi aleyh Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Kölelikten Sultanlığa - 1 YA BİLAL, EZAN OKUYARAK BENİ FERAHLANDIR. HADİS-İ ŞERİF Bir Mekke gecesi...
Aydınlık ve duru duru bir gece. Şuradan buradan duyulan böcek ve kuşlar, gecenin derinliğinde eriyen doyulmaz sesleri ile göğe kocaman gümüş bir madalyon gibi asılmış dolunaya hangi sırrı fısıldıyor dersiniz. Yıldızlar, yanıp sönen ışıkları ile uzaktan çevreledikleri aya mı, ürpertili yalnızlığı siyah bir kadife gibi üstüne çekmiş yeryüzüne mi, selam veriyorlar belli değil... Belli olan o ki bir gölgenin duvar diplerine sine sine yürüdüğü. Uzunca boylu olduğu anlaşılan tedirgin bir karaltı, etrafı iyice dinleyerek bir tehlike bulunmadığına emin olduktan sonra önünde durduğu evin kapısını usulca tıklattı: -Bilal! ...çıt yok. Karaltı az dinledi. Kapıyı daha hızlı vurdu ve deminkinden daha yüksek seslendi: -Bilal! Bilal! Susdu ve beklemeye başladı. Vakit eriyip eriyip giderken içerden ayak sesleri işitildi. Ohh nihayet geliyor.. Gelen, yaklaşırken, uykulu bir sesle sordu: -Kim o?! Dışardaki duyulur duyulmaz bir tonda cevap veriyor: -Benim! Ebu Bekr! Bilal, kapıyı aralarken: -Hayırdır! dedi, gecenin bu saatinde mühimce bir şey olmalı. -Seni İslam dinine davet için geldim! -devam edecekHakikat kitab evi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Nasıl sevmiyeyim ki, bedenimde canımsın, Hürmetine var oldum, sebebi hayatımsın. Damarımda kanımsın, bana benden yakınsın, Sen âşıklara mâ’şûk ve hep canlara cânân.
Aralık - 2. Hafta huzur pınarı Peygamber Efendimiz “sallallahü aleyhİ ve sellem” (Mi’râc mûcizesi) -4- SEN ÜZÜLME YETER Kİ Sevindirdi Burak’ı Allahın Sevgilisi, Ve lâkin bu sefer de, mahzûn oldu kendisi. Hak teâlâ, Cibrîle buyurdu ki: (Sor hele, Niçin mazûn duruyor Habîbim şimdi böyle?) Cibrîl suâl edince, cevâben buyurdu ki: (Tam Burak’a binerken, hâtırıma geldi ki, Zaîf ümmetimin de, yârın mahşer yerinde, Böyle Burak olur mu acabâ önlerinde? “Elli bin sene” süren arsa-i Arasât’ta, Ümmetimin hâlleri nasıldır o sâatta? Bunca günâhlarını, yaya nasıl çekerler? Sırât’ı, o yüklerle acep nasıl geçerler? “Otuz bin yıl” sürecek o "Sırât köprüsü"ne, Giderken, binerler mi böyle Burak üstüne?) Rabbimizden bir fermân geldi ki: (Ey Habîbim! Onlara, o yolları "Bir an" gibi ederim. Hem sonra onlara da, mahşerde elbette ki, Buraklar gönderirim, sen üzülme yeter ki.) Peygamber Efendimiz, bu "Müjde"yi Rabbinden, Alınca, ferahlayıp Buraka bindi hemen. Sür’atli bir hayvandı, hattâ bir adımında, Gözün gördüğü yere basıyordu ânında. Evvelâ "Medîne"ye, sonra “Tûr-i Sînâ”ya, Uğrayıp, ulaştılar son “Mescid-i Aksâ”ya.
Cebrâil, bir kayayı delerek parmağıyle, Hemen bağlayıverdi o Burakı o yere. Bâzı Peygamberlerin rûuhları, o arada, "İnsan" şekine girip, toplanmıştı orada. Cemâatle namâza, ettiler sonra ikdâm, Lâkin kim olacaktı, geçerek öne imâm? “Âdem”, “Nûh” ve “İbrâhim” adlı Peygamberlere, İmâmlık yapmaları söylendi sıra ile. Lâkin o Peygamberler, özür dileyerekten, İctinâb eylediler imâmete geçmekten. Cibrîl, “Habîbullah”ı sürüp hemen ileri, Dedi ki: (Sen var iken, geçemez başka biri.) Peygamber Efendimiz, imâm olup o sâat, Namâz kılıverdiler birlikte iki rek’at. Sonra Resûl-i ekrem, o Burak üzerine, Binerek, yularını aldığında eline, Cebrâil arz etti ki: (Serbest bırak yuları, Zîra o, iyi bilir gideceği yolları.) Kendisi buyurur ki: Göklere ilerledim, Bâzı garip şeyleri müşâhede eyledim. Gördüm bâzı kimseler yere ekin ekerler, Tohumlar, hemencecik başak oluverirler. Cibrîl şöyle söyledi bunların hikmetini: (İhlâsla yapanlardır bunlar ibâdetini.) Bâzısının başını ezerlerdi ki yine, Gelirdi hemencecik tekrâr eski hâline. Suâl ettim Cibrîlden: (Nedir bunun hikmeti?) Dedi: (Terk edenlerdir Cum’a ve cemâati.) Bir kimseler gördüm ki, aç ve çıplak idiler, Ateşe atarlardı onları zebânîler.
Yine suâl ettim ki: (Kimlerdir bunlar acep?) Dedi: (Zekât vermiyen zengindir bunlar da hep.) Türkiye gazetesi www.huzurpinari.com Huzurpınarı Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-124 “Tarih boyunca milletler hep içerden yıkılmışlar” Timur Han Şiraz'ı almış. Hafız-ı Şirazi demiş ki; “Vergiler yetti, milletin beli kırıldı”. Timur Han: “Hafız, sen Türk değil misin? Bu beyt senin değil mi? ‘Benim Maşukumun yüzündeki bir ben için Semerkand ve Buhara'yı veririm’ diyorsun. Benim için Şiraz’ı versen çok mu?” demiş. Hafız-ı Şirazi de “Sultanım vere vere bu hale geldik” demiş. Allahü teala, borç ödeme niyetinde olana yardım eder. . Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-125 “islâmiyyetin sınırları içinde zamânın adetlerine uymalıdır” “Bir erkek evinin ihtiyaçlarını alıp götürmesi çok sevabdır". Müslimânlar dışarıya karşı hurmet uyandırmalıdır. Temiz olmalıdır, islâmiyyetin sınırları içinde zamânın adetlerine uymalı, buna dikkat etmeli. İslâmiyyetin vakarını korumak için bu ni’metleri dosta düşmana göstermek lâzımdır. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-126 “Cömertleri ayıplamayın” -Cömertleri ayıplamayın. Onlar düşerken Allahü teala ellerinden tutar. -Menkıbelerle uğraşmak ihlası arttırır. -Sadaka vererek tedavi olun. -Allahü teala kendine yapılanı afv ediyor; fakat Habibine yapılanları afv etmiyor.
Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-127 Allahü teâlâ islamın yayılmasından razıdır... Allahü teâlâ islamın yayılması için hizmetlerden râzıdır, bu hizmetlere katılanlardan da râzıdır. Bir kişi bu hizmetlere katılmakta gevşek davranıyorsa, hatayı kendinde arasın. Çok istigfâr etsin... Huzur Pınarı Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-128 “İnsan isyan eder ama mal isyan etmez” -Nefsi en çok kıran şey, nefse en zor gelen şey, birine bir şey sormaktır. İslamiyet kendi reyinin dışına çıkmaktır. Çatık kaşlı olmayın öfkelenmeyin. Öfkelenmek kibir alametidir. Bu ikisi çok tehlikelidir. Zekat mutlaka verilecek. ... İnsan isyan eder ama mal isyan etmez, Allahü tealanın emrine itaat eder, çık deyince çıkar... Rızanla ver.... Huzur Pınarı huzur pınarı Huzur veren sözler 307 Bir toplulukda, müslimân bir cemâ’atde, herkes çalışıp bir kişinin çalışmaması olmaz. huzur pınarı www.huzurpinari.com huzur pınarı Huzur veren sözler 308 Bu devirde en büyük hizmet, fitneye sebep olmamaktır. Bunun için hiç kimseye karışmamak lazımdır. huzur pınarı www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN Ehl-i beyt-8/1 İmâm-ı Hasen ve imâm-ı Hüseyn ve Abdüllah bin Ca’fer “radıyallahü teâlâ anhüm” Medîne-i münevvereye giderken, yolda erzâkları kalmadı. Sahrâda oldukları için, yiyecek birşey alacak yer de olmayıp, açlık ve susuzlukdan gâyet muzdarib oldular. Allahü teâlâya tevekkül etdik deyip, yoldan sapdılar. Birâz gitdikleri gibi, ovanın orta yerinde bir karaltı gördüler. Ona doğru sürüp, gitdiler. Bakdılar ki, bir kara çadır içinde, bir kadıncıkdan başka kimse yok. Kadıncağıza selâm verdiler. O kadıncağız da, letâfet ile selâmlarını alıp ve bunlara dikkat ile bakdı. Hâtırına bu geldi ki, bu üç sultânın dünyâda benzerleri az bulunur. Kadına dediler ki, bir yiyeceğin var mıdır. O dedi ki, bir keçim vardır. Kendiniz sağınız, südünü içiniz. İmâmlardan birisi sağdı, bir çanak südü bir imâma verdi. Bir çanak da Abdüllaha verdi. Bir çanak da kendi içdi. Ondan sonra kadına dediler ki, başka yiyeceğin yok mudur. Kadıncağız dedi ki, bu keçimi boğazlayıp, yiyin. O kadın, bunu böyle söyleyince, Abdüllah hazretleri o keçiyi kesip, pişirip, yidiler. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerine hamd edip, atlarına bindiler. Sonra kadıncağıza dediler ki, Medîne-i münevvereye vardığın zemân, mutlaka bize uğrayasın ki, biz Seyyidlerdeniz ve Hâşimîlerdeniz. Se’âdetle dönüp, gitdiler. Bir zemân sonra o kadıncağızın kocası geldi. Gördü ki, ortada keçi yok. Keçi ne oldu diye sordu. Hanımı da meydâna gelen hâdiseyi anlatdı. Kocası da huzûrsuz olup, ey aklsız hanım! Niçin böyle yapdın. Bizim ondan gayri nesnemiz yok idi, dedi. Hanımcağız dedi ki, Allahü teâlâ rahîmdir. Kullarını aç koymaz. Bunun gibi güzel yiğitler, asîlzâdeler evimize geldi. Onları müsâfir etmeden göndermek insâf değildir. Bir keçi nedir ki, öyle sultânlardan esirgerim. Ammâ kadıncağız, imâmları bilmez idi. Güzel yiğitleri gördüğünde, mubârek yüzlerinin nûrânîliğinden ve sözlerinin tatlılığından, firâsetle bildi ki, asîlzâdeler ve çelebî insanlardır. Onun için kendilerinden bir nesne esirgemedi. Bu dünyâda bütün malı bir keçi olup, onu da müsâfirlerine ikrâm etmek o kadıncağızın kemâl derecede cömerdliğini gösterir. -devam edecekMenakıb-i Çihar Yar-i Güzin www.huzurpinari.com Huzur Pınarı MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN Ehl-i beyt-8/2 Artık, kadıncağız, kocası ile birşeyler alıp-satmak için, Medîne-i
münevvereye gitdiler. Şehr içinde gezerken, hikmet-i ilâhî, imâm-ı Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine Bâb-ı selâm önünden geçerken rast geldiler. İmâm hazretleri, kadıncağızı gördü ve tanıdı. Acele adam gönderip, huzûr-ı şerîflerine getirdiler. Kadıncağıza hitâb edip, buyurdular ki, benim kim olduğumu bilir misin? Bilmem, deyip, cevâb verdi. İmâm hazretleri buyurdu ki, o üç yiğit, bir zemân senin çadırına uğradılar. Sen onlara süt içirdin. Keçiyi kesdiler. Onların biri, benim. Emr etdi, bunlara ziyâde ikrâmda bulundular. Hikmet-i Rabbânî imâm hazretlerinin yanında fazla bir şey bulunmadığından, beyt-ül mâl emînine adam gönderdiler. Bize bin dirhem gümüş ve yüz koyun versin. İnşâallah biz yine veririz, dediler. Beyt-ül mâl emîni verdi. Huzûr-ı şerîflerine getirdiler. Temâmını kadıncağıza verip, bizi ma’zûr tut, dedi. Yanlarına adam verip, imâm-ı Hasen “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine gönderdi. İmâm-ı Hasen de bunları iyi karşılayıp, yanında bulunduğu kadar ikrâm etdi. Ve onların yanında fazla nesne bulunmadığı için, beyt-ül mâl emînine adam gönderip, bin dirhem ile ikiyüz koyun karz [ödünç, borç] aldılar. Hepsini o kadıncağıza verip, özr dilediler. Sonra yanlarına bir adam verip, Abdüllah bin Ca’fer hazretlerine gönderdiler. Abdüllah hazretleri, imâmlar ile buluşdunuz mu diye süâl etdi. Evet, onlardan geliriz, dediler. Abdüllah hazretleri buyurdu: Ne olaydı, önce bizim yanımıza gelseydiniz! Zîrâ onların ellerinde, dünyâ malı karâr etmez [bulunmaz]. Hâzır nesneleri bulunmadığı için, belki ızdırâb çekmişlerdir. Bunlar dediler ki, her biri biner dirhem ve yüz ve ikiyüzer koyun ihsân etdiler. Abdüllah hazretleri çok ni’metler verip, ikibin dirhem ve dörtyüz koyun ihsân etdi. Hazret-i Abdüllah bin Ca’fer varlıklı idi. Ondan sonra, kadıncağız kocası ile dörtbin dirhem gümüş ve bu kadar [yediyüz] koyunu alıp, sevinerek evlerine döndüler. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin evlâdının sehâveti [cömerdliği, ikrâmları] bu mertebede olunca, lâyık olan odur ki, ümmeti olan kişi dünyâya rağbet etmeyip, eline geçeni infâk edip, onların izinden gidip, tâ ki, dünyâda müslimânlıkları ma’mûr, âhıretde de günâhları afv edilmiş olur. Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı vefatının dördüncü senesi Allahü teala rahmet eylesin Bu kabr'deki hanımefendi, dört sene evvel 16 aralıkda vefat etmişti.... Dört sene evvel 16 aralık(bugün), Ramazan-ı şerifde idi..20-21 arası... O gün, İmam-ı Şârâni hazretlerinin hesabı ile kadr gecesine isabet ediyordu, ve kadr gecesinin hususiyetlerinede hâizdi. Cenazesi Eyüp sultan camiinden kaldırılırken, pek ender görülen kalabalık bir cemaat iştirâk etmişti.... Her tanıyan; onun için, çokiyi insandı der... şu huyu iyideğildi denilen bir hali görülmemiştir. Sevenleri pek çoktu, sevmeyeni hiç yoktu...etrafındaki tanıyan herkesin, çok sevdiği hacı teyzesi idi.... 75 senelik hayatında, herhangi bir kişiyi incittiği, münakaşa ettiği, kalbini kırdığı hiç görülmedi...yakınındaki başkaları arasında kırgınlık olsa, hiç suçu olmadığı halde, suçu kendi üzerine alıp, münakaşaya meydan vermezdi...herkesle iyi geçinirdi... kalbleri, Allahü teala'nın evi bilip, kalb kırmaktan çok sakınırdı. kibrlendiği hiç görülmedi. cömerddi... evine, kapısına geleni boş çevirmez, evine herkim gelse birşey ikram edebilmek için çırpınırdı,...herzaman güleryüzlü idi..ülfet'i, muhabbet'i, şefkati, merhameti, mürüvveti, sabrı, keremi, vefası, hilm'i, rıfk'ı, kanaati, tevekkül'ü, teveddüd'ü, iffeti, insafı, tevazuu fevkalade tam yerinde idi....Allahü tealanın sevdiklerini (dîn-i islâma hizmet edenleri) çok sever, Allahü tealanın sevmediklerini sevmezdi..îmân'ın temeli olan, hubb'u fillah- buğd'u fillahı kendine şiar edinmişti...evliyanın kıymetini bilir, silsile-i aliyye büyüklerini tanır ve onları pek severdi...(silsile-i aliyye mensublarının, bu zamanın evliyası olduğuna inanırdı)...velhasıl güzel huylu idi. Etrafına numûne bir insandı. Evladlarını çok iyi yetiştirmek için, her türlü fedakarlığı yaptı (O'nu tanıyan herkes buna şahittir), evladları küçükken, ahlâkı bozulmasın diye sokağa salmaz, onları (üç türlü şeytanın en kötüsü olan, iblis ve nefs'den daha tehlikeli olan) kötü arkadaştan korumak için çok ihtimâm gösterirdi...çocuklarını, dünyalarını değil, ahiretlerini düşünerek yetiştirmişti.. dünyanın geçici olduğunu bildiğinden, dünyaya kıymet vermez, hep ebedî hayat için uğraşır, ahiret hazırlığı yapardı. Kur'an-ı Kerîm okumağı çok severdi. vefatından 8-10 saat kadar evvel ziyaretine gittiğimde, Kur'an-ı Kerim okuyordu, ve o ana kadar kendisinde görmediğim bir nur vardı üzerinde,....bir an şaşkınlık geçirdim, fakat nedense üzerinde durmadım...meğer ahiret yolculuğuna başlamışta biz farketmemişiz... Kendisini tanıyanların rahmetle andığını, arkasından fatihalar gönderdiklerini işitince seviniyoruz. ...........bu azîz hanımefendi; beni dünyaya getiren, yemeyip
yediren, giymeyip giydiren, benim için uykularını feda eden, ninni söylerkenden itibaren ALLAH demeyi öğreten, üzerimdeki en büyük hakka sahip olan, annem'dir. ...Allahü teala, kabrini nûr-u îmân ve nûr-u kur'an la pürnur eylesin inşallah, kabrini cennet bahcesi eylesin inşallah. Habîbinin şefaatine mazhar ve lâyık eylesin inşallah, Kabr azâbından ve mahşer yeri sıkıntılarından, sırat köprüsü korkusundan ve cehennem azabından emîn eylesin, muhafaza eylesin inşallah. hesabsız-sualsiz cennete girenler arasında bulundursun inşallah...(Yâ Rabbî, Sen annenin evladına olan merhametinden, daha merhametli olduğunu buyuruyorsun, annesi onu yakmağa kıyamazken Sen hiç yakarmısın..! .). El mer'ü mea men ehabbe hadîs-i şerifi gereğince, herkes mutlaka ahiretde sevdikleri ile beraber olacaktır, İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyorki; vermek istemeseydi istek vermezdi,...istemek kavuşmanın müjdecisidir...o halde, dünyada iken sevdiklerinin yanında olacağına inanıyorum. huzurpınarı üyelerinden, anneme bir fâtiha okumalarını ve dua etmelerini istirhâm ediyorum..kabri, Eyüpsultandan piyerlotiye çıkan yokuş üzerinde, Abdülhakim Arvasi hazretlerinin senelerce imam hatipliğini yaptığı kaşgâri mescidi yanındaki aile kabristanındadır. Allahü teala rahmet eylesin. amin. ali zeki osmanağaoğlu www.huzurpinari.com huzurpınarı
Huzur pınarı İmam-i Rabbani Hazretlerinden inciler 27 Müslimânın önce yapacağı şey, hepimizden önce istenilen şey, emr olunanları yapmak, yasak edilenlerden sakınmakdır. Nitekim, sûre-i Haşrin yedinci âyetinde meâlen, (Resûlümün “sallallahü aleyhi ve sellem” getirdiği emrleri alınız, yapınız! Sizi nehy, men’ etdiği şeylerden kaçınınız!) buyuruldu. İhlâs elde etmekle emr olunduk. Fenâ hâsıl olmadan, ihlâs elde edilemez ve Zât-i ilâhîyi sevmedikçe, hâsıl olmaz. O hâlde, Fenâ makâmını ve bunun başlangıcı olan on şeyi elde etmek lâzımdır. [Fenâya kavuşmak için lâzım olan on şey, tevbe, zühd, tevekkül, kanâ’at, uzlet ya’nî dîni, ahlâkı bozan kimselerden, kitâblardan, gazetelerden, filmlerden sakınmak, zikr ya’nî her hareketde, Allahü teâlâyı unutmamak, teveccüh, sabr, murâkabe ve rızâdır.] Fenâ makâmı, her ne kadar, Allahü teâlânın ihsânı ise de, fekat bu ihsâna lâyık olmağa hâzırlanmak, başlangıclarını elde etmek için çalışmak lâzımdır.
müjdeci mektublar-38 www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Kölelikten Sultanlığa - 4 Bilal, bir müddet sessizce düşündükten sonra: -Bana islamı öğret; nasıl müslüman olacağımı söyle, dedi. ...Ve, aziz dostunun rehberliğinde kelime-i şehadeti tekrarladı... -Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü!... zenci adamın dişleri, ayın şavkıyla pahalı inciler gibi yıldır yıldır yanıyordu... Gecenin şu saatinde her tehlikeyi göze alarak şuraya kadar gelmeye fazlası ile değmiş ve bir kişi daha müslüman olmuştu. Ebu Bekr efendimiz, son derece memnun ve bahtiyar dönüyordu. Bir insanın islamla şereflenmesine sebep olmak! Amellerin en güzeli; en mutluluk vereni. ........ Zenci köle, artık yürüyen bir nur gibi. Bütün hücrelerini Allah ve Resulullah aşkı doldurmuştu.. O da annesine koştu, annesi de kurtulsun istiyordu. Anneciğinin kafir olarak ölüp ebedi felakete düşmesine gönlü razı olamazdı. Oğlu gibi köle olan Hamime, Bilal'i Habeşi radıyallahu anh'ın teklifi ile müslümanlığı kabul etti ve o köle kadıncık Eshab-ı Kiram ve ilk müslümanlardan olma nimetine kavuştu. Bilal, çok mert ve dürüst bir köle. Sesi ise inanılmayacak kadar güzel... Efendisi Umeyye bin Halef, ticaret kervanlarına O'nu yolluyor. İnsanHayvan, kervandakiler yorgun ve mecalsiz düştüğünde Bilal'in söylediği yanık ve içli nağmelerle herkes kendine geliyor; develer çatlarcasına koşturuyor; ses o kadar güzel ve tesirli... -devam edecekHakikat kitab evi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Şefâ’atin olmasa, hâlimiz hârâb günahdan, Herderdimize dermân, hep Sensin yâ Resûlallah! Huzur Pınarı Tam ilmihal Seadet-i Ebediyye
Ey kalbi islâm ile yanan, sevdiğim, gençler! Bütün islâmiyyetden, size nümûnedir bu! İlm ile ma’rifetdir, hep içindekiler, Hakîkaten bulunmaz eşsiz hazînedir bu! En büyük âlimlerin, en büyük velîlerin, En meşhûr sîmaların, en ulvî gönüllerin, Âleme ışık tutan, hayât sunan ellerin, Kalem ve kalblerinden, sızan bir katredir bu! Resûlullahın yolu, hakîkî müslimânlık, Ve her iki cihânda, aranılan sultânlık, Sulhda her an çalışan, harblerde kahramanlık, Gösteren ceddimizden, bize emânetdir bu! Her kelimesi huccet, ilmdir her cümlesi, Dinle budur hakîkî, islâmiyyetin sesi. Kalbden pasları siler ve artdırır hevesi, İşte başlı başına, bir islâmiyyetdir bu! Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı ALLAH YERİNE TANRI DEMEK CAİZ MİDİR? TANRI NE DEMEKTİR? Mühim tenbih... İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki, (Allahü teâlânın ismleri, (Tevkîfî)dir. Ya’nî dînin sâhibinin bildirmesine mevkûfdur, bağlıdır. İslâmiyyetin söylediği ismi söylemelidir. İslâmiyyetin bildirmediği ism söylenemez. Ne kadar kâmil, güzel ism olsa da, söylenmemelidir. Cevâd denir. Çünki islâmiyyet, Cevâd demekdedir. Fekat, yine cömerd ma’nâsında olan (Sahî) ismi söylenemez. Çünki islâmiyyet, Ona sahî dememişdir.) Şu hâlde, tanrı da denemez. Hele ibâdet ederken, ezân okurken, Allah ismi yerine, tanrı demek, çok günâh olur. Türkün asâleti ile islâmiyyetin şerefi bir araya gelmeden çok önce, Âsûrîler Türkistâna girerek, Türkleri, güneşe, yıldızlara tapınmağa alışdırmışdı). Tanyeri ağarınca, güneşe tapınırlardı. Bu sebebden, güneşin ismi, tanyeri ve nihâyet tanrı oldu. Kur’ân-ı kerîmde, (Benim ismim Allahdır. Beni Allah diye çağırınız. Allah diye ibâdet ediniz. Allah diye yalvarınız!) meâlinde müteaddid âyet-i kerîmeler vardır. Ona, Onun istediği ismi söylemeyip de, kâfirlerin, Onun en sevmediği ma’bûdlarına koydukları tanrı ismi ile Onu çağırmak, ne kadar yanlış ve ne büyük inâd olduğu meydândadır. Meselâ, bir hükümdâr, emri altında bulunan kimselere: (Benim ismim Ahmeddir.
Beni, Ahmed diye çağırınız!) dese, onlar da, (Hayır efendim. Bizim canımız sana Ahmed demek istemiyor. Taş veyâ kurd, köpek veyâhud en aşağı, büyük düşmânının ismi ile çağırmak istiyoruz) deseler ve öyle çağırsalar, nasıl çok kızarsa, Allah ismi yerine, Onun emr etmediği, hattâ düşmanı olduğu tanrı ismini söyliyerek ezân okumak ve ibâdet etmek, Allahü teâlâyı gadaba getirir, düşmanlığa sebeb olur. [God, Dieu, tanrı... bunlar Allah anlamında değil, ilah, mabud anlamındadır. İlah, mabud manasında kullanmakta mahzur yoktur. Mesela, (Hindlilerin tanrıları inektir), (Birdir Allah, ondan başka tanrı yoktur), (Bizim tanrımız Allah’tır) demek caizdir. Fakat (Bizim Allah’ımız tanrıdır) demek caiz olmaz. Allah, her yerde Allah olarak yazılıp söylenmelidir.] Huzur Pınarı www.huzurpinari.com (Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye; Türkiye Gazetesi) Huzur Pınarı EN TATLI YEMEK Bu dünyâ sofrasının en tatlı yemeği, dert ve musîbetlerdir İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Abdülhak-ı Dehlevî'ye gönderdiği mektuplardan birisi şöyledir: "Allahü teâlâya hamd olsun ve O'nun seçtiği, sevdiği kullarına selâm olsun! Kıymetli efendim! Sıkıntıların gelmeleri, görünüşde çok acı ise de, bunların nîmet oldukları umulur. Bu dünyânın en kıymetli sermâyesi, üzüntüler ve sıkıntılardır. Bu dünyâ sofrasının en tatlı yemeği, dert ve musîbetlerdir. Bu tatlı nîmetleri acı ilâçlarla kaplamışlar. Bunun için, dostlara dert ve sıkıntı yağdırmaya başlamışlardır. Saâdetli, akıllı olanlar, bunların içine yerleştirilen tatlıları görür. Üzerindeki acı örtüleri de tatlı gibi çiğnerler. Acılardan tat alırlar. Nasıl tatlı olmasın ki, sevgiliden gelen her şey tatlı olur. Hasta olanlar, onun tadını duyamaz. Hastalık da, O'ndan başkasına gönül vermekdir. Saâdet sâhipleri, sevgiliden gelen sıkıntılardan o kadar tat alırlar ki, iyiliklerinde o tadı duyamazlar. Her ikisi de sevgiliden geldiği hâlde, sıkıntılardan, sevenin nefsi pay almaz. İyiliklerini ise, nefs de istemektedir. Arabî mısra' tercümesi: Nîmete kavuşanlara âfiyet olsun! Yâ Rabbî! Bizi, sıkıntıların sevaplarından mahrûm eyleme! Bunlardan sonra, bizi fitnelere düşürme! İslâmın zayıf ve güçsüz olduğu bu günlerde, sizin kıymetli varlığınız, müslümanlar için büyük nîmettir. Allahü teâlâ, selâmet versin ve uzun ömürler ihsân eylesin! Vesselâm." Seadet-i ebediye
www.huzurpinari.com huzurpınarı Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Kölelikten Sultanlığa - 2 Bilal şaşırdı. Bu da ne demek? hem de gece yarısı! "İslam dini" ne demek? İçeri girerken sormaya devam ediyordu: -Ya Eba Bekr! Bu dediklerini sabah konuşsaydık olmaz mıydı? -Olmazdı, çünkü efendinin bunu bilmemesi lazım.. Bir kenare iliştiler. İnsanlığın ikinci en üstünü anlatmaya başladı: -Beşeri; içinde bulunduğu şu zelil ve ahmak mevkiden kurtularak tek ve hakiki mabud olan yüce Allah'a iman saadetine kavuşturacak İslam dinini, diğer peygamberlere de gelmiş olan Cebrail ismindeki melek tebliğ ediyor. Şimdi bu en kamil ve son dinin de bir Peygamberi var. Vahiy O'na geliyor. Ben O'nun elinden tutarak kendisine iman ettim. Arkadaşım olduğun için sana geldim. Senin de iman etmeni; senin de insanlık şuuruna ve mü'min olma huzuruna ermeni arzuluyorum. Şu putlar ilah olur mu canım? Düşünmek lazım. Akıl ve mantığımız var. Mesela kız çocukları niçin utanma sebebi kabul edilerek toprağa gömülsün; hem de diri diri! Çığırından çıkmış bir devirde yaşıyoruz. Halbuki, insan en üstün mahluk. Son dinin Peygamberi bozukluklarımızı ve bütün cihanı düzeltecek ve insana kaybettiği şerefini iade edecek. Bu peygamber, şimdi, aramızda. Gizli gizli dinini yayıyor. -Kim? Ben tanıyor muyum? -Tanıyorsun. Muhammed bin Abdulalh. Muhammed'ül Emin. Bugüne kadar bir tek kötü hareketine şahid olmadığımız, hepimizden ve herkesten üstün, asil ve dürüst zat... -devam edecekHakikat kitabevi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Herkim geldi cihâna ve herkim ki gelecektir, Hepsinin üstünde Sen, serdârsın yâ Resûlallah! Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Kölelikten Sultanlığa - 3 Hazret-i Ebu Bekr, radıyallahü anh, Mekke'de doğmasına rağmen aslı Habeşistanlı olduğu için "Habeşli Bilal" manasına Bilal-i Habeşi ismindeki
köleye bu öz ve buna yakın kelimelerle anlatıyor. Umeyye bin Halef'in kölesi büyük bir dikkatle dinliyor. -Zencisin diye seni aşağı görüyor ve köle olarak tutuyorlar. Halbuki benim peygamberimin getirdiği dinde, kimsenin kimseye hiç bir üstünlüğü yok. Herkes Allah'ın kulu ve eşit. Üstünlük sadece ihlas ve takvada. Yani; kişi gayreti ile üstün olabiliyor. Paranın saltanıtı ile değil. Üstünlüğün ölçüsü de Allah'a yakın olmak; servet değil. bu din her cins haksızlığa en büyük darbe. Bilal'de heyacan zirvede. Duymadığı, üzerinde belki de hiç kafa yormadığı şeyler işitiyordu... sustu... ama ne güzel sözler bunlar. Muhammed'ül Emin, yüksek ahlaklı insan. Ebu Bekr, yine kibar bir kimse. Bunlardan daha dürüst ve doğru sözlü biri yok ki! Ayın alaca ışığında dizdize konuşan bu iki adamdan köle olanı bakışlarını yerden kaldırdı ve: -Şey, dedi. O'nun teklifini hemen mi kabul ettin? Bir menfaat peşinde olmasın?! -Evet; ben, tereddütsüz müslüman oldum. Bir çıkar peşinde olması imkansız. buna ihtiyacı yok ki. Hanımının ne kadar varlıklı olduğunu biliyorsun. -devam edecekHakikat kitabevi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Cihân bağında insan, ağaçtır gayriler yaprak, Nebîler meyvedir, özü Sen yâ Resûlallah! Huzur Pınarı ANNE DUÂSI Yâ Rabbî! Ben oğlumdan râzıyım. Sen de râzı ol! Soğuk ve dondurucu bir kış gecesi idi. Annesi yattığı yerden oğluna seslenip su istedi. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri hemen fırlayıp su testisini almaya gitti. Fakat testide su kalmadığından, çeşmeden doldurup geldi. Buzlarla kaplı testi ile annesinin başına geldiğinde, tekrar uyuduğunu gördü. Uyandırmaya kıyamadı. O halde bekledi. Nihâyet annesi uyandı ve "Su, su!" diye mırıldandı. Bâyezîd hazretleri elinde testi bekliyordu. Şiddetli soğuk tesiri ile eli donmuş, parmakları testiye yapışmış idi. Bu hâli gören annesi dedi ki: - Yavrum, testiyi niçin yere koymuyorsun da, elinde bekletiyorsun? - Anneciğim uyandığınız zaman, suyu hemen verebilmek için elimde
bekletiyorum. Bunu duyan annesi cânü gönülden duâ etti. - Yâ Rabbî! Ben oğlumdan râzıyım. Sen de râzı ol! Belki de annesinin bu duâsı sebebiyle, Allahü teâlâ ona evliyâlığın çok yüksek mertebelerine kavuşmayı ihsan etti. İstanbul'a geldiği, papazların bir toplantısında bulunduğu ve aralarından yüzlercesinin îmânla şereflenmesine vesîle olduğu rivâyet edilmektedir. Evliyalar Ansiklopedisi www.huzurpinari.com huzurpınarı
Huzur Pınarı ALTIN HALKA-24 Muhammed Ma'sûm-i Fârukî "kuddise sirruh"-5 Muhammed Ma'sûm hazretlerinin kıymetli neslinden pekçok velî yetişmiş ve zamanlarının kutbu olmuşlardır. Bütün İslâm memleketlerine feyzleri yayılıp nûrlandırmıştır. Ecdâdlarının vârisleri ve yeryüzünün meşhûrları olmuşlardır. Hidâyet ve irşâdda yüksek derece kazanmışlardır. Muhammed Ma'sûm hazretlerinin üç ciltlik; Mektûbât-ı Ma'sûmiyye adlı bir eseri vardır. Bu üç cildde toplam altı yüz elli iki mektup vardır. Son olarak 1976 (H.1396) senesinde Pakistan'ın Karaçi şehrinde bastırılmıştır. Fârisî olan bu mektuplar arasından yüz kırk bir adedi seçilerek; Müntehâbât adı ile İhlâs Holding A.Ş. tarafından bastırılmıştır (www.hakikatkitabevi.com). Muhammed Ma'sûm Fârûkî hazretleri Mektûbât-ı Ma'sûmiyye'sinin 1. cild 4. mektubunda şöyle buyurmaktadır: "Bu bir köşede unutulmuşu hatırlıyarak, kardeşim Mevlânâ Muhammed Hanîf ile gönderdiğiniz mektup geldi. Okuyunca, çok sevindirdi. Ortağı, benzeri olmayan cenâb-ı Hakk'a bağlılığınızı ve O'nun muhabbetinin ateşi ile yandığınızı okuyunca, sevincimiz kat kat arttı. Bu âhir zaman fitne ve zulmeti içinde, Allahü teâlâ, bir kulunun kalbine, kendi sevgisini yerleştirir ve kendi hicrânı, ayrılığı ile onu yakarsa ne büyük nîmettir! Bu nîmetin kıymetini bilip, şükrünü yapmak lâzımdır. Durmayıp, bunun artmasına çalışarak, aşk-ı ilâhînin, en son derecesine yükselmesini beklemelidir. Hakîkî matlûbdan başka hiçbir şeye gönül bağlamamalı, faydası olmayan şeylerle uğraşmamalıdır. Muhabbet ateşi, nefs-i emmârenin azgınlığından, yükselmesinden meydana gelen, izzet-i nefs perdesini tamâmen yakarak, ezelî ve ebedî kemâlâtın nûrları, kalbi aydınlatmalıdır. "Nîmetlerime şükrederseniz, onları arttırırım." (İbrâhim sûresi: 7) buyrulmuştur. Ey mes'ud ve bahtiyâr kardeşim! Allahü teâlânın sevdiği kullarının yolunda yürümek arzusunda isen, bu yolun şartlarını ve edeblerini gözetmelisin! En önce, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid'atlerden sakınmak lâzımdır. Çünkü Allahü teâlânın sevgisine ulaştıran yolun esâsı bu ikisidir. İşlerinizi, sözlerinizi ve ahlâkınızı, dînini bilen ve seven, dindâr âlimlerin sözlerine ve kitaplarına uydurmalısınız. Sâlih kullar gibi olmalısınız ve onları sevmelisiniz. Uykuda, yemekte ve söylemekte aşırı gitmeyip, orta derecede olmalısınız. Seher vakti (yâni gecelerin sonunda) kalkmağa gayret etmelisiniz. Bu vakitlerde istigfâr etmeyi, ağlamayı, Allahü teâlâya yalvarmayı ganîmet bilmelisiniz. Sâlihlerle berâber olmayı aramalısınız. "İnsanın dîni, arkadaşının dîni gibidir." hadîs-i şerîfini unutmayınız! Şunu, iyi biliniz ki, âhireti, seâdet-i ebediyyeyi isteyenlerin, dünyâ lezzetlerine düşkün olmaması lâzımdır. -devam edecekEvliyalar Ansiklopedisi
www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Huzur Damlaları 77 "Azîzim, nasîhatimi can kulağı ile dinle! Allahü teâlâ hâzır ve nâzırdır. Her işini görmekte, her yaptığını bilmektedir. O hâlde bilerek, anlayarak söyle. Bilerek anlayarak dinle. Bilerek anlayarak iş yap. Bunu bilerek dur. Bunu bilerek yürü. Kısaca bugün öyle ol ki, yarın mahcûb olmayasın. Birkaç gece rahatsız ol da, sonsuz râhata kavuş." "İyi ameli sonraya bırakıp tehir edenler helâk oldular. Sen dersin ki, yarın yaparım. Ya yarına kavuşamazsan! Yâhut kavuşur da, bu imkân, sıhhat, kuvvet ve rahatlığı bulamazsan. O zaman çok pişmân olursun. Beyt: Çalış, ibâdet et, bırak emeli, Son nefese kadar bırakma ameli. İnsan kendi başına değildir ki, istediğini yapsın, her bulduğunu alsın. Allahü teâlâ mahşer yerinde, herkese amelini gösterecektir. Hareketlerinden, hareketsizliklerinden, yaptıklarından ve söylediklerinden herkes hesap verecektir. İşin esâsını düşünmelidir. Şefkatli bir ana gibi daha ne kadar kendi üzerine titreyeceksin. Ne zamâna kadar, kıymetli cevherleri bırakıp, çocuklar gibi ceviz, kozalak peşine koşacaksın." ABDÜLEHAD SERHENDÎ rahmetullahi aleyh evliyalar ansiklopedisi www.huzurpinari.com Kim olduğun değil, kiminle olduğun önemlidir.
huzur pınarı Hıkd 1 16 - Hıkd, kalb hastalıklarının onaltıncısıdır. Hıkd, başkasından nefret etmek, kalbinde ona karşı kin, düşmanlık beslemekdir. Kendine nasîhat verenlere böyle kin beslemek harâmdır. Ona hıkd değil, itâ’at etmek lâzımdır. O, Allahın emrini yerine getirmişdir. Onu sevmek, hurmet etmek lâzımdır. Zulm edene karşı hıkd harâm değildir. Bir alacaklı ölse, bunun hakkı vârislerine ödenmese, kıyâmetde ödetilir. Zâlimi afv etmek efdaldir. Uhud gazâsında Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek yüzü yaralanıp, mubârek dişi kırılınca, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” çok üzüldüler. Düâ et, Allahü teâlâ, cezâlarını versin dediler. (La’net etmek için gönderilmedim. Hayr düâ etmek için, her mahlûka merhamet etmek için gönderildim) ve (Yâ Rabbî! Bunlara hidâyet et. Tanımıyorlar, bilmiyorlar) buyurdu. Düşmanlarını afv etdi. La’net etmedi. Hadîs-i şerîfde, (Sadaka vermekle mâl azalmaz. Allahü teâlâ, afv edenleri azîz eder. Allah rızâsı için afv edeni, Allahü teâlâ yükseltir) buyuruldu. Gülâbâdî diyor ki, bu hadîs-i şerîfde bildirilen sadaka, farz olan sadaka demekdir. Ya’nî zekât demekdir. Tevâdu’ edenin tâ’atlarına, ibâdetlerine, dahâ çok sevâb verilir. Günâhları, dahâ çabuk afv olunur. İnsanın yaratılışında, hayvânî rûhun arzûları bulunmakdadır. Mâlı, parayı sever. Gadab, intikam, kibr sıfatları görünmeğe başlar. Bu hadîs-i şerîf, bu kötü huyların ilâcını bildiriyor. Sadakayı, zekâtı emr ediyor. Afv ederek, gadabı, intikamı temizliyor. Hadîs-i şerîfde, afv etmek, mutlak olarak, şartsız olarak bildiriliyor. Mutlak olan emr, mukayyedi göstermez. Ya’nî, bir şarta bağlamaz. Mutlak olan emr, umûmîdir. Birkaç şeye mahsûs değildir. Hakkını almak mümkin değilse de, afv etmek iyidir. Mümkin ise, dahâ iyidir. Çünki, hakkını geri almağa kudreti var iken afv etmek, nefse dahâ güç gelir. Zulm edeni afv etmek, hilmin, merhametin ve şecâ’atin en üstün derecesidir. Kendisine iyilik etmiyene hediyye vermek de, ihsânın en üstün derecesidir. Kötülük edene ihsânda bulunmak, insanlığın en yüksek derecesidir. Bu sıfatlar, düşmanı dost yapar. Îsâ aleyhisselâm buyurdu ki, (Diş kıranın dişi kırılır. Burnu, kulağı kesenin, burnu kulağı kesilir demişdim. Şimdi ise, kötülük yapana karşı, kötülük yapmayınız. Sağ yanağınıza vurana sol yanağınızı çeviriniz diyorum). Şeyh İbn-ül Arabî “kaddesallahü teâlâ sirre-hül’azîz” diyor ki, (Kötülük edene iyilik yapan kimse, ni’metlerin şükrünü yapmış olur. İyilik edene kötülük yapan kimse, küfrân-ı ni’met etmiş olur). [Muhyiddîn ibni Arabî 638 [m. 1240]da Şâmda vefât etdi. ] Hakkını alandan, yalnız hakkını geri almak, fazlasını almamak, (İntisâr) olur. Afv etmek, adâletin yüksek derecesi, intisâr ise, aşağı derecesidir. Adâlet, sâlihlerin en yüksek derecesidir. Afv etmek, ba’zan zâlimlere karşı aczi gösterebilir. Zulmün artmasına sebeb olabilir. İntisâr, her zemân zulmün azalmasına, hattâ yok olmasına sebeb olur. Böyle zemânlarda, intisâr etmek, afv etmekden dahâ efdal, dahâ
sevâb olur. Hakkından fazlasını geri almak (Cevr), zulm olur. Cevr edenlere azâb yapılacağı bildirilmişdir. -devam edecekİslam ahlakı http://www.huzurpinari.com
Aralık - 3. Hafta Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-129 “Dünyâda rahat ve huzur aramak abestir” Büyükleri tanımak ve sevmek kerametdir. Onların yolunda yürümek ayrı. ... Abdülhakim efendi hazretlerinin sohbeti “Mektûbât”a benziyordu. büyüklerin karşısında edebli oturan nimetlere kavuşur. Dünyâda rahat ve huzur aramak abestir. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-130 “Müslüman güler yüzlü olur, tatlı dilli olur.” Peygamber efendimiz Aişe validemize buyurdular ki; Ya Aişe kurbanı ne yaptın? Buyurmuş ki; dağıttım iki küreği bize kaldı. Peygamber efendimiz de buyurmuşlar ki; iki kürek hariç bize kaldı. (Bir kimse bu benim dese o onun değildir. Benim değildir derse onundur) Eshab-ı kiram Peygamber efendimize buyurmuşlar ki; Ya Resulallah, sadaka için, bizim gücümüz yok, paramız yok, zengin değiliz demişler.. bir bardak su bir hurma verende aynı sevaba kavuşur buyurmuşlar... Müslüman güler yüzlü olur, tatlı dilli olur... Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-131 “Baliğ olmayan çocuğa anası-babası haricinde kimse iş yapdıramaz.” Baliğ olmayan çocuğa anası-babası haricinde kimse iş yapdıramaz. Halâl etmesiyle olmaz. Baliğ oldukdan sonra helâlleşmesi lâzımdır. O da mümkün olmazsa sadaka, nemâz, oruç gibi sevabları, üzerinde hakkı bulunan kişilere hediyye etmelidir. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-132 “Ahmed yesevi hazretleri.” Ahmed yesevi hazretlerinin şöhreti, kerametleri her tarafa yayılıp, talebelerinin sayısı yüz bine yaklaşınca, kendisini çekemeyenler düşmanlıklarından, çeşitli iftiralara başlamışlar. ‘Sohbet meclislerine örtüsüz kadınlar geliyor, erkeklerle birlikte oturuyorlar’ dedikodularını yaymışlar. Bu şayiayı duyan makam sahipleri, bazı müfettişler vazifelendirerek durumun araştırılmasını emretmişler. Müfettişler, Ahmed Yesevî hazretlerinin ders verdiği meclisine gizliden gizliye gelip gitmişler. Her şeyin herkese açık olduğu bu yerde, insanlardan ve kanunlardan saklı uygunsuz bir halin bulunmadığını, söylenilenlerin tamamen asılsız olduğunu, bu zata iftira etmek için uydurulduğunu bildirmişler. Ahmed Yesevî hazretleri kendisine iftira edenlere bir ders vermek istemiş ve toplandıkları yere gelmiş. ...Mübarek bir gün talebelerine demiş ki; [Baliğ olduğu günden bu ana kadar] sağ eliyle avret mahaline hiç değmemiş olan var mı. Bu mühim kutuyu ona teslim edeceğim, demiş Atâ hazretleri kalkmış. Buyurmuş ki; ‘Bu kutuyu o dedikodu yapanlar, o iftira yapanların...yanında aç. Herkese ve iftira edenlere haber verildi. Atâ hazretleri bildirilen yere vardı. Herkes kutunun içinde ne olduğunu çok merak ediyordu. O talebe toplananlara, ‘Hocam bana bir kutu verdi. Dedi ki, bu kutuyu o iftira yapanların yanında aç’. Kutuyu bir açıyorlar kutuda [kor halinde bir ateş, pamuğun içinde duruyor] Kor halinde bir kömür var. Pamukların içinde ateş var. Ateş pamuğu yakmıyor. Bu hali gören herkes hayretler içinde kalmış. Ahmed Yesevî hazretlerinin bu kerameti karşısında onu sevenlerin muhabbeti daha da artmış. Kendisine iftira edenler tövbe etmişler. Özürler dileyip pek çoğu ona talebe olmuş. Tabi çok büyük olunca dedikodular iftiralar her yerden oluyor. Bir gün yine iftiracılar bir öküz çalıyorlar, kesiyorlar. Sürükleyip getirip Ahmed Yesevî hazretlerinin kapısının önüne koyuyorlar. Sonra da gidip o öküzün sahibine diyorlar ki; ‘Senin öküzünü Ahmed Yesevî hazretleri kesti, talebelerine yediriyor’. Bu adam inanamıyor, kadıya gidiyor. Kadıyla beraber Ahmed Yesevî hazretlerinin yanına geliyorlar. Arkalarında fitneciler, esas getirenler de var. Ahmed Yesevî hazretlerine sorunca kadı efendi –tabi o da inanmıyor- Ahme Yesevî hazretleri, ‘Sizin öküzü bu köpekler öldürdü’ diyor. O anda o fitnecilerin hepsi köpek oluyor ve köpek olarak gidip o öküzü parçalayarak yiyorlar. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com
Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-133 “Evliyâ rûhları insanlara görülebilir.” Evliyâ rûhları yalnız insan şekline girer ve insanlara görülebilirler. Görünmek onun elindedir, görende de kabiliyet olmsı lâzımdır. Evliyâ, sevdiklerine, kabiliyet olmasa da görülebilir. Rûh çağırmak makbul değildir. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-134 “Cenab-ı Allah işlere değil kalbe ve niyete bakıyor.” Cenab-ı Allah işlere değil kalbe ve niyete bakıyor. Cenab-ı Peygamber buyuruyor ki; Cenab-ı Allah şeklinize ve işinize değil, kalbinize ve niyetinize bakar. .... yine O’na döneceğiz. Allahı düşünmeden Ona karşı sorumluluk taşımadan başkasına karşı sorumluluk taşımak olmaz...... Esas sahibi terk etmek mümkünmü... Sakın ha..Allah var... Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı ALTIN HALKA-24 Muhammed Ma'sûm-i Fârukî "kuddise sirruh"-6 Muhammed Ma'sûm Fârûkî hazretleri buyuruyor ki: Mübâh olan lezzetleri bırakamazsanız, hiç olmazsa, haramlardan ve şüphelilerden kaçınınız. Böylece âhirette kurtulmak umulsun. Fakat, her türlü altın ve gümüş eşyânın ve çayırda otlayan hayvanların ve ticâret eşyâsının zekâtını, topraktan, tarladan, ağaçtan alınan mahsüllerin öşrünü de her hâlükârda vermek lâzımdır. Bunların verilecek mikdârları, fıkıh kitaplarında bildirilmiştir. Zekâtı ve fıtraları, İslâmiyetin emrettiği kimselere seve seve vermelidir. Akrabâyı ziyâret etmeli, mektupla gönüllerini almalıdır. Komşuların haklarını gözetmelidir. Fakirlere ve borç isteyenlere merhamet etmelidir. Malı, parayı, İslâmiyetin izin vermediği yerlere harcetmemeli, izin verilen yere de, isrâf etmemelidir. Bunlara dikkat edince, mal zarardan kurtulur ve dünyâlıklar, âhiretlik hâlini alır. Belki de bunlara dünyâ denmez. İyi biliniz ki, namaz dînin direğidir. Namaz kılan bir insan, dînini doğrultmuş olur. Namaz kılmayanın dîni yıkılır. Namazları, müstehap
zamanlarda, şartlarına ve edeblerine uygun kılmalıdır. Bunlar fıkıh kitablarında bildirilmiştir. Namazları cemâatle kılmalı, birinci tekbîri imâm ile birlikte almağa çalışmalıdır ve birinci safta yer bulmalıdır. (Câmiye geç gelip, birinci safa geçmek için, safları yarmak, cemâate eziyet vermek haramdır.) Bunlardan biri yapılmazsa mâtem tutmalıdır. Kâmil bir müslüman, namaza durunca, sanki dünyâdan çıkıp âhirete girer. Çünkü dünyâda Allahü teâlâya yaklaşmak, çok az nasîb olur. Eğer nasîb olursa o da zılle, gölgeye, sûrete yakınlıktır. Âhiret ise, asla yakınlık yeridir. İşte namazda, âhirete girerek, burada nasîb olan devletten hisse alır. Bu dünyâda hasret ve firâk ateşi ile yanan susuzlar, ancak namaz çeşmesinin hayat suyu ile serinleyip rahat bulur. Büyüklük ve mâbûdluk sahrâsında şaşırmış kalmış olanlar, namaz gelininin çadır etekleri altında vuslatın (matlûba kavuşmanın) kokusunu duyarak hayrân olurlar. Allahü teâlânın sevgili Peygamberi buyurdu ki: "Bir mümin namaz kılmağa başlayınca, Cennet kapıları onun için açılır. Rabbi ile onun arasında bulunan perdeler kalkar. Cennet'te olan hûriler onu karşılar. Bu hâl, namaz bitinceye kadar devâm eder." -devam edecekEvliyalar Ansiklopedisi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Huzur Pınarı ALTIN HALKA-24 Muhammed Ma'sûm-i Fârukî "kuddise sirruh"-7 Muhammed Ma'sûm Fârûkî hazretleri buyurdu ki: • Âhıreti istiyene, Allahü teâlâ, keremi ile, din ve dünyâsına kâfîdir. • Bî-edebin [edebsizin] hiçbiri, Allahü teâlâya vâsıl olamamışdır. [İslâm Ahlâkı: 532, Kıyâmet ve Âhıret: 376.] • İslâm garîb olmuşdur ve gitdikce de ziyâde garîb olur. Yeryüzünde Allah diyecek kimse kalmasa gerekdir. [Eshâb-ı Kirâm: 272.] • Eshâbın cümlesi, sohbetin şerefi sebebiyle, ölmeden önce ölmek ile müşerref oldular. • Eshâb arasındaki muhârebeler, düşmanlıkdan dolayı değildi. İctihâd yüzünden idi. İctihâdda hatâya da bir derece sevâb verilir. 5/36 [Se’âdet-i Ebediyye: 500.] • Amellerin ve tâ’atlerin ve zikrlerin kabûlü, ihlâsa bağlıdır. • Tâ’atlerin efdali, Evliyâya muhabbet ve düşmanlara düşmanlıkdır. 4/29 [Se’âdet-i Ebediyye: 89.] • Allahü teâlâya olan muhabbetin kadar, halk sana muhabbet eder. Senin Allahü teâlâdan korkun kadar, halk dahî senden korkar. Ve Allahü azze ve celle ile meşgûliyyetin her ne kadar olursa, nas dahî senin emrinde o kadar meşgûl olurlar. Temâmen Hak teâlâya müteveccih ol (dön) ve
kimseye teveccüh eyleme. Nefsin seni meşgûl etmesin. Allahü teâlânın fadlından gayra i’timâd eyleme. -devam edecek"Kıymetsiz Yazılar" kitâbından www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Kölelikten Sultanlığa - 5 Hazreti Ebu Bekr'le dostlukları Şam'a giden böyle bir kervan arkadaşlığı ile başlıyor ve bu dostluk, Kureyş eşrafından bir çok kimseye nasip olmayan bir şansla zenci kölenin müslüman oluşu ile kardeşliğe dönüyor....Hazreti Ebu Bekr, Ammar bin Yaser, Yaser'in zevcesi Sümeyye Hatun, Süheyl-i Rumi, Mikdat gibi Bilali Habeşi ve Müslüman olduğunu gizlemiyor. Küfre açıktan ve cepheden cihad ilan edenlerden. Bunlar, Resulullah'la birlikte müslümanlığını saklamayan yedi öncü. İlk Mücahidler. Müslümünlığını işittiği güne kadar, Bilal'in, sahibi Umeyye bin Halef'in yanında kıymetli bir yeri var. Umeyye'nin, oniki köle ve bir kaç oğlu olduğu halde mühim işlerini çok sevdiği Bilal'e yaptırıyor. Efendisinin kervanla başka memleketlere ihraç edilen mallarını bu becerikli Habeşli siyahi köle götürüyor. Umeyye kendine nazaran makbul bir işi daha havale etmiş O'na; Bilal, aynı zamanda puthanenin de bekçisi. İşte bu sevgi, beklenmedik bir haber üzerine müthiş bir nefretle yer değiştirdi. -devam edecekHakikat kitabevi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Şefâ’atin olmasa, hâlimiz hârâb günahdan, Herderdimize dermân, hep Sensin yâ Resûlallah! Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Kölelikten Sultanlığa - 6 "Bilal müslüman olmuş ve puthanede ne kadar put varsa hepsini yere sermiş" lakırdısı Umeyye bin Halef'i önce şaşırttı; hakikat olduğunu anlayınca da evlatlarına bile tercih ettiği kölesine karşı merhametsiz bir
zalim oldu. Hazreti Bilali Habeşi radıyallahü anh'a, işkencelerin en korkuncunu yapıyor. Kölesi ya! O'nun için istediğini yaparmış. Kime ne! Zaten kölenin maldan farkı var mıymış? Böyle düşünüyor zalim. Ve bu mantıktan aldığı kevvetle o mübarek sahabiyi sille-tokat ve sopa ile dövüyor, dövüyor. -Muhammed'i inkar et; Lat ve Uzza'ya dön; İslamiyyeti reddet, dedikçe büyük sahabinin cevabı: -Ehad, ehad / Allah bir, Allah bir!!! Yeniden tokat, yeniden tekme, yeniden sopa... Bir ağaca sıkıca bağlanmış mazlum insanın, patlamış dudak kenarlarından kan sızıyor. Gözleri, yanakları şiş şiş. Göz pınarlarından yaşlar yuvarlanıyor. Ama Umeyye'nin hıncı dinmiyor. Nasıl olur? Bir köle kendisi istemediği halde nasıl müslüman olur? Sair müşriklerle birlikte sürüte sürüte, kızgın sal-taşlara götürüyorlar. Öylesine kızgın ki bu düz taşlara et konsa biraz sonra pişecek hale gelir. Yine "dininden dön" teklifi. Yine red. Üzerinde ne varsa çıkarmışlar. Sadece bir don kalmış. Sallara yatırıyorlar. Günün en sıcak saatleri. Taşlar cayır cayır yakıyor. Bu da doyurmuyor Umeyye'yi, -Şu koca taşları da üstüne koyun! diyor ve çakmak çakmak gözlerini işkence altındaki garibin gözlerine dikiyor: -Muhammed'i yalanla, diyorum sana! -devam edecekHakikat kitabevi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Cihân bağında insan, ağaçtır gayriler yaprak, Nebîler meyvedir, özü Sen yâ Resûlallah! Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Kölelikten Sultanlığa - 7 İslamiyyetten dön! Sende hiç mi akıl yok? Nasıl da inanmıştım sana! Dön diyorum! Bir cahillik ettiğini söyle haydi; yoksa öleceksin!Cevap değişmiyor: -La ilahe illallah! La ilahe illallah Muhammedün resulullah! Altta yakıcı taşlar, üstünde kaya parcaları, kavuran Arabistan güneşi ve dehşetli ızdırap çeken kimsesiz bir insan, bir garip. Umeyye kafi görmüyor: -Kum atın üstüne!...
Sıcak kum, kızgın zeytinyağı gibi vücuduna dökülüyor. Boğazına kadar kumlara gömülü... elleri ayakları bağlı, kıpırdayamıyor; bin zorlukla ve can çekişir gibi nefes alıyor. Saatlerce böyle ağır işkence çektikten sonra çıkarıp yine ateş gibi sallara yüz üstü yatırıyor ve bu defa sırtına ağır taşlar koyuyorlar: veya... Umeyye bin Halef, Ebu Cehil ve bir müşrik sürüsü, yüksek sahabinin ayağına ip takıp çıplak olduğu halde canavar dişi gibi sivri çalı dikenleri üzerinde sürüterek bütün vücudunu yırtık ve çizikler içinde koyuyorlar. Hazret-i Bilal, kanlar içinde kalıp, kendinden geçerken onlarda en küçük bir vicdan sızısı yok... bilakis alay ediyorlar. veya... gündüz en yakıcı saatlerde bir direğe bağlayarak; suzuz ekmeksiz ta geceye kadar bekletiyorlar. Ayaklarına kara sular iniyor. Gece olurca da gelsin türlü türlü işkenceler. -devam edecekHakikat kitabevi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Nasıl sevmiyeyim ki, bedenimde canımsın, Hürmetine var oldum, sebebi hayatımsın. Damarımda kanımsın, bana benden yakınsın, Sen âşıklara mâ’şûk ve hep canlara cânân. huzur pınarı HIKD 2 Zâlimi afv eden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Zâlimden hakkı kadar geri almak, adâlet olur. Kâfirlere karşı adâlet yapılır. Fekat gücü yetdiği hâlde afv etmek, güzel ahlâkdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir kimsenin zâlime beddüâ etdiğini görünce, (İntisâr eyledin!) buyurdu. Afv eyleseydi, dahâ iyi olurdu. (Berîka) birinci cildin sonundaki hadîs-i şerîfde, (Üç şey kendisinde bulunan kimse, Cennete dilediği kapıdan girecekdir: Kul hakkını ödeyen, her nemâzdan sonra onbir def’a ihlâs sûresini okuyan, kâtilini afv ederek ölen) buyurulmuşdur. Zülkarneyn, Peygamber değildi, diyen âlimler dedi ki, fekat ona Peygamberlerde bulunan sıfatlardan dördü verilmişdi. Bunlar, gücü var iken afv ederdi. Va’d etdiğini yapardı. Hep doğru söylerdi. Rızkını bir gün evvelden hâzırlamazdı. Zulmün çokluğu kadar afvın sevâbı çok olur. Hıkddan hâsıl olan kötülükler, onbirdir: Hased, şemâtet, hicr, istisgâr [aşağı görmek], yalan, gîbet, sırrı ifşâ, alay etmek, eziyyet vermek, hakkı ödememek ve mağfirete mâni’ olmak. Hıkd eden kimse, iftirâ, yalan ve yalancı şâhidlik ve gîbet ve sır ifşâ etmek ve alay etmek ve haksız olarak incitmek ve hakkını yimek ve
ziyâreti kesmek günâhlarına yakalanır. (Üç şey bulunmıyan kimsenin bütün günâhlarının afv ve mağfiret olunması umulur: Şirke, küfre yakalanmadan ölmek, sihr yapmamak ve din kardeşine hıkd etmemek) hadîs-i şerîfi, sihr yapmanın islâmiyyetde yeri olmadığını göstermekdedir. Sihr, büyü [Efsûn] yapmak olup harâmdır. Sihr yapana fârisîde (Câdû) denir. Sihr vâsıtasiyle her dilediğini yapacağına inanırsa, kâfir olur. Sihrin te’sîrine inanmayan da kâfir olur. Sihrin, diğer ilâclar gibi, Allahü teâlâ dilerse te’sîr edebileceğine inanmalıdır. Her dilediğini, Allahü teâlânın yaratacağına inanmak küfr olmaz ise de, büyük günâhdır. Sihrin tedâvîsi (Se’âdet-i Ebediyye)de uzun yazılıdır. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, Şa’bânın onbeşinci gecesi bütün kullarına merhamet eder. Yalnız müşriki ve müşâhini afv etmez) buyuruldu. Müşâhin, bid’at sâhibi, mezhebsiz demekdir. -devam edecekislam ahlakı http://www.huzurpinari.com
huzur pınarı HIKD 3 [Ehl-i sünnet vel cemâ’at i’tikâdında olmıyan kimseye (Bid’at sâhibi) denir. Dört mezhebden birinde bulunmıyan kimse, ehl-i sünnet fırkasından ayrılmış olur. Ehl-i sünnet i’tikâdında olmıyan da, yâ kâfir olur, yâhud bid’at sâhibi olur. Kâfirlerin çeşidleri çokdur. Bunların en kötüsü, müşrikdir. Müşrik, Allahü teâlâya ve âhıret gününe inanmıyan kimse demekdir. Ateist, mason, komünist de, müşrik demekdir. Bid’at sâhibleri, kâfir değildir. Fekat sapık i’tikâdlarında taşkınlık yapanların, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmiş olan birşeyi inkâr edince, kâfir olduklarını islâm âlimleri bildirmişlerdir. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde müşrik kelimesi, kâfir kelimesi yerine kullanılmışdır. Meselâ, müşriki afv etmem, buyurulmuşdur ki, kâfirlerin hiçbir çeşidini afv etmem demekdir. Bid’at sâhiblerinden taşkınlık etmeyip, kâfir olmıyanları müslimândır. (Ehl-i kıble)dirler. Fekat, bunların islâm dînine zararları, kâfirlerin zararlarından dahâ çokdur. Mezhebsiz din adamları, Mevdûdîciler, selefî denilen İbni Teymiyyeciler, Seyyid Kutbcular böyledirler. Hindistân âlimlerinden müftî Mahmûd bin Abdülgayyûr pişâvürî “rahime-hullahü teâlâ” 1264 [m. 1848] senesinde basdırdığı (Huccet-ül-islâm) ismindeki kitâbında, (Tuhfet-ül-arab-i vel-acem) risâlesinden alarak, fârisî dil ile diyor ki, müslimânların müctehidleri taklîd etmeleri vâcibdir. Çünki, Nahl sûresinin kırküçüncü ve Enbiyâ sûresinin yedinci âyetlerinde meâlen, (Âlimlere sorup öğreniniz!) ve Tevbe sûresinin yüzüncü âyetinde meâlen, (İlk Muhâcirlerden ve Ensârdan ve bunlara tâbi’ olanlardan Allah râzıdır) buyurulmuşdur. Bu âyetler taklîd etmeği emr buyurmakdadır. Mu’âz bin Cebel “radıyallahü teâlâ anh” Yemene hâkim olunca, (Kitâbda ve hadîs-i şerîflerde bulamadığım zemân, ictihâd eder, anladığıma göre emr ederim) dedi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” da, bu cevâbı beğenerek, Allahü teâlâya hamd eyledi. Mısrdaki mâlikî âlimlerinden Ahmed Şihâbüddîn Karâfî “rahimehullahü teâlâ”, 684 [m. 1285] de vefât etmişdir. Bu büyük âlimin (Yeni müslimân olanın, dilediği bir âlimi taklîd etmesi lâzım olduğunda icmâ’ hâsıl olmuşdur) dediğini, Celâlüddîn-i Süyûtî “rahime-hullahü teâlâ” (Cezîl-ül-mevâhib) kitâbında bildirmekdedir. Hadîs imâmının sahîh dediği bir hadîse müslimânların sahîh demeleri câiz olduğu gibi, fıkh imâmının sahîh dediği bir hükme sahîh demeleri de câiz olur. Nisâ sûresinin ellisekizinci âyetinde meâlen, (Uyuşamadığınız din işlerinde kitâba ve sünnete mürâceat edin!) buyurulmuşdur. Bu emr, müctehid olan âlime emrdir. İbni Hazmın, (Diri veyâ ölü, hiç kimseyi taklîd halâl değildir. Herkesin ictihâd etmesi lâzımdır) sözünün kıymeti yokdur. Çünki, kendisi Ehl-i sünnet değildir. [İbni Hazmın mezhebsiz olduğu, sapık olduğu (Eşedd-ül-cihâd) kitâbımızın sonunda yazılıdır.] Müftînin müctehid olması vâcibdir. Mutlak müctehid olmıyan müftînin fetvâ vermesi harâmdır.
Huzur pınarı Peygamber Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Mi’râc mûcizesi) -5- ÇOK GARİP ŞEYLER GÖRDÜM Resûlullah buyurdu: Mi’râca urûc ettim, Çok garip hâdiseler müşâhede eyledim. Gördüm bâzılarını, yemek var önlerinde, Lâkin onu yemeyip, “Leş” yerlerdi yine de. Cibrîlden suâl ettim, dedi ki: (Bu kişiler, Harâm işliyenlerdir, var iken helâl işler.) Gördüm bâzısını da, sırtında hayli yük var, Halka seslenirler ki, biraz daha koyalar. Cibrîl dedi: (Bunlar da, hiyânet edenlerdir, İnsanların hakkını alıp vermiyenlerdir.) Gördüm yine göklerde, şu garip kimseleri, Kesip kendi etinden, yerlerdi kendileri. Cibrîl dedi: (Bunlar da, gıybet edicilerdir, Birinden ötekine söz getiricilerdir.) Çok kadınlar gördüm ki, simsiyâhtı yüzleri, Ateşten elbiseler giymişlerdi her biri. Cibrîl dedi: (Bunlar da, zinâ edicilerdir, Hem de kocalarını gücendiricilerdir.) Bir cemâat gördüm ki, Cehennem ateşinden, Vücûtları yanar da, dirilirdi peşinden. Sordum ki: (Ey Cebrâil, bunların suçları ne?) Dedi: (Âsi olmuştur, bunlar ebeveynine.) Oradan geçtiğimde, gördüm birçok melekler, Hepsi, Hak teâlâya ibâdet etmekteler. Dikkat ettim, huşû ve hudû ile her melek, “Kıyâm”da dururlardı, bir tesbîh söyliyerek. Cibrîl bana dedi ki: (Yâ Resûlallah, bunlar,
Halk olunandan beri, hep "Kıyâm"da dururlar. Kıyâmete kadar da dururlar aynı minvâl, Olmaz bu meleklerde "Kıyâm"dan başka bir hâl. Allahü teâlâdan niyâz eyle, duâ et, Senin ümmetine de versin böyle ibâdet.) Niyâz ettim Rabbimden, duâmı etti kabûl, Beş vakit namâzdaki o "Kıyâm", işte budur. “İkinci” gökte ise, gördüm çok melekleri, Bunlar dahî kâmilen “Rükû”daydı herbiri. Cibrîl dedi: (Bunlar da, "Rükû"dadır her sâat, Halk olunandan beri bilmezler başka tâat. Allahü teâlâya duâ eyle sen yine, Nasîb etsin Rabbimiz bunu da ümmetine.) Bunu da niyâz ettim Rabbimden bizâtihî, Kabûl edip, namâzda farz kıldı bunu dahî. “Üçüncü” gökte dahî gördüm birçok melekler, Herbiri, saf hâlinde hep “Secde” etmekteler. Hep bu hâlde idiler halk olunandan beri. Yok idi bunların da başka ibâdetleri. Cibrîl dedi: (Bunların tâati böyledir hep, Bunu, ümmetine de Rabbinden eyle talep.) Yine Hak teâlâya eyledim duâ, niyâz, Beş vakit namâzlarda bunu da eyledi farz. "Beşinci" kat gökte de, gördüm birçok melekler, Her biri, “Teşehhüt”te ibâdet etmekteler. Cibrîl dedi: (Bunların, hep böyledir tâati, İste, Rabbin sana da versin bu ibâdeti.) İstedim, kabûl etti Rabbim bu niyâzı da, Farz kıldı bunu dahî, her beş vakit namâzda.
Türkiye gazetesi www.huzurpinari.com Huzurpınarı Huzur Pınarı NÜKTELER 13 Kâfirlere kıymet vermek, müslümanlığı aşağılamak olur. İmâm-ı Rabbânî (Rahmetullahi aleyh) "Karşındakini doyurmadan, kendi karnın doymaz" Ebû Mücahid (Rahmetullahi aleyh) *Dört şey ibâdettendir: Abdestsiz durmamak, çok secde etmek, gönlü mescidlere bağlı olmak ve Kur ân-ı kerîmi çok okumak.* Ali Dede Bosnevî (Rahmetullahi aleyh) "Bedbahtlığın, zarar ve ziyân içinde olmanın en açık alâmeti, Allah yolunda hergün ilerleyememektir." Abdullah-ı Ensârî (Rahmetullahi aleyh) *Eshâb-ı kirâma hürmet etmeyen kimse, Muhammed aleyhisselâma îmân etmiş olmaz.* Ebûbekir Şiblî(Rahmetullahi aleyh) Huzur Pınarı Evliyalar Ansiklopedisi www.huzurpinari.com huzur pınarı Ey îmân sâhibleri dört mezhebden hiçbirine uymıyan kimse, mezhebsizdir. Tahtâvî, (Dürr-ül-muhtâr hâşiyesinde), Zebâyıh kısmında diyor ki, (Tefsîr âlimlerinden ba’zısı buyurdu ki, (Âl-i İmrân) sûresinin yüzüçüncü (Allahın ipine sarılınız!) âyet-i kerîmesi, fıkh âlimlerinin bildirdiklerine sarılınız demekdir. Fıkh kitâblarına uymıyanlar, dalâlete düşer ve Allahü teâlânın yardımından mahrûm kalır ve Cehennem ateşinde yanar. Ey îmân sâhibleri! Bu âyet-i kerîmeyi düşünerek,Cehennemden kurtulacağı müjdelenmiş olan (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) fırkasına sarılınız! Çünki, Allahü teâlânın rızâsı, yardımı, bu fırkadan olanlaradır. Bu fırkadan olmayanlara, Allahü teâlâ gadab edecek. Cehennemde azâb yapacakdır. Bugün, Ehl-i sünnet olmak için, dört mezhebden birini taklîd etmek lâzımdır. Bugün, bu dört mezhebden birine uymıyan kimse, bid’at sâhibidir. Cehenneme gidecekdir). Dört mezhebin kolaylıklarını toplıyan kimse, dört mezhebden hiçbirine uymamış olur. Mezhebsiz olur. Görülüyor ki, dört mezhebden hiçbirine uymıyan kimse, mezhebsizdir. Dört mezhebi
telfîk eden, ya’nî dört mezhebi karışdırıp, kolayına gelen mezhebe göre hareket eden de mezhebsizdir. Dört mezhebden yalnız birini taklîd ediyor ise de, bir inanışı, Ehl-i sünnet i’tikâdına uymıyor ise, bu kimse de mezhebsizdir. Bu üç kimse, Ehl-i sünnet değildir. Bid’at sâhibidirler. Dalâlet yolunu taklîd etmekdedirler. Hakîkî müslimânlar ise, dört mezhebden birini, ya’nî hak yolu taklîd etmekdedir. İlim olmazsa, din, sıyrılıp kalkar aradan, öyleyse, cehâlet denilen, yüz karasından, kurtulmaya çalışmalı, başdan başa millet, kâfi değil mi yoksa, bu son dersi felâket? Bu felâket dersi, neye mal oldu, düşünsen, beynin eriyip, yaş gibi, damlardı gözünden. Son olaylar, ne demekdir, bilsen ne demekdir: Gelmezse eğer, kendine millet, gidecekdir. Zîrâ, yeni bir sarsıntıya pek dayanılmaz, zîrâ, bu sefer, uyku ölümdür uyanılmaz. Ahlâkı düzeltip, fenne çok çalışmak lâzım, dîne bağlı, atomla silâhlı er olmak lâzım! Din bilgisi, harb gücü, ileri olmak gerek, ikisidir ancak, millete huzûr verecek. Faideli Bilgiler www.huzurpinari.com huzurpınarı Huzur Pınarı güzel huy Ey temiz gençler! Ey temiz gençler! Ey, ömrlerini islâm dîninin güzel ahlâkını öğrenmekde ve yaymakda tüketen ve canlarını Allahın dînini insanlara yaymakda fedâ eden şehîdlerin asîl ve kıymetli çocukları! Şerefli ecdâdımızın sizlere tam ve doğru olarak getirdiği ve emânet bırakdığı, mubârek islâm dînini ve bunun bildirdiği güzel ahlâkı iyi öğreniniz! Güzel yurdumuza göz diken, can, mal, din ve ahlâk düşmanlarının saldırılarına karşı, bu mukaddes emâneti bütün gücünüzle savununuz! Her yere yayarak, insanları se’âdete kavuşdurmağa çalışınız! Biliniz ki, dînimiz, güzel huylu olmamızı, sevişmemizi, büyüklere hurmet, küçüklere şefkat etmeği, dinli dinsiz, herkese iyilik etmeği emr etmekdedir. Herkesin hakkını, ücretini veriniz! Kanûnlara, hükûmetin emrlerine karşı gelmeyiniz! Vergilerinizi vaktinde ödeyiniz! Allahın, doğruların yardımcısı olduğunu hiç unutmayınız! Sevişelim, yardımlaşalım ki, Allahü teâlâ yardımcımız olsun! İslâm Ahlâkı
Şerî’ate uymak için, ihlâs lâzımdır. Nefs, dünyâ zevklerine, lezzetlerine düşkündür. Kalbi dünyâ düşüncelerinden korumak, kalbin Mürşid-i kâmilin kalbinden feyz [Nûr] alması ile olur. Kalbden kalbe (feyz), muhabbet yolu ile akar. Mürşidin başka memleketde bulunması veyâ vefât etmiş olması, feyz gelmesine mâni’ olmaz. İslâm âlimleri buyuruyorlar ki, (Allahü teâlâ insânda üç şey yaratdı: Akl, kalb ve nefs. Bunların hiçbiri görülmez. Varlıklarını eserleri ile, yapdıkları işlerle ve dînimizin bildirmesi ile anlıyoruz. Akl ve nefs dimâgımızda, kalb göğsümüzün sol tarafındaki yüreğimizdedir. Bunlar, madde değildir. Yer kaplamazlar. Buralarda bulunmaları, elektriğin ampulde, miknâtisin endüksiyon bobininde bulunması gibidir. Akl, islâm bilgilerini anlamağa çalışır. Bunları anlar. İyilerini, fâideli olanlarını, fenâlarını, zararlı olanlarını anlar. İyileri, fenâları, şerî’at ayırmakdadır. Şerî’ati bilen ve uymak istiyen akla (Akl-ı selîm) denir. Aklı az olan, hep şaşıran kimseye (Ahmak), aklı hiç olmıyana (Mecnûn) denir. Selîm olan akl, şerî’atin bildirdiği iyi şeyleri kalbe bildirir. Kalb de, bunları yapmağı irâde ederek, dimâgdan çıkan hareket sinirleri vâsıtası ile, a’zâlara, organlara yapdırır. İyi veyâ fenâ şeyleri yapmak arzûsunun kalbe yerleşmesine (Ahlâk), (Huy) denir. Nefs, dünyâ zevklerine, lezzetlerine düşkündür. Bunların iyi, fenâ, fâideli, zararlı olduklarını düşünmez. Arzûları, şerî’atin emrlerine uygun olmaz. Şerî’atin yasak etdiği şeyleri yapmak, nefsi kuvvetlendirir. Dahâ beterini yapdırmak ister. Fenâ, zararlı şeyleri, iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları yapdırarak, zevklerine kavuşmak için çalışır. Kalbin nefse aldanarak, fenâ huylu olmaması için, kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi za’îfletmek lâzımdır. Aklı kuvvetlendirmek, islâm bilgilerini okuyup, öğrenmekle olduğu gibi, kalbin kuvvetlenmesi, ya’nî temizlenmesi de, şerî’ate uymakla olur. Şerî’ate uymak için, ihlâs lâzımdır. (İhlâs), işleri, ibâdetleri, Allahü teâlâ emr etdiği için yapmak, başka hiçbir menfe’at düşünmemekdir. Kalbde ihlâs hâsıl olması, kalbin zikr etmesi ile, ya’nî Allah ismini çok söylemesi ile olur. Zikrin nasıl yapılacağını, Mürşid-i kâmilden öğrenmek ve aklda bulunan ve his organlarından gelen dünyâ düşüncelerini kalbden çıkarmak şartdır. Dünyâ düşüncesi hiç kalmazsa, kalb kendiliğinden zikr etmeğe başlar. Şişedeki su boşalınca, havânın şişeye kendiliğinden, hemen girmesi gibidir. Kalbi dünyâ düşüncelerinden korumak, kalbin Mürşid-i kâmilin kalbinden feyz [Nûr] alması ile olur. Kalbden kalbe (feyz), muhabbet yolu ile akar. Mürşidin başka memleketde bulunması veyâ vefât etmiş olması, feyz gelmesine mâni’ olmaz. (Mürşid), islâm bilgilerini iyi bilen ve şerî’ate tâm uyan, ihlâs sâhibi, Ehl-i sünnet âlimidir. Şerî’ate uymak ve Mürşid-i kâmilden feyz almak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi za’îfletir. Bu sebeb ile (nefs), kalbin şerî’ate uymasını, Mürşid-i kâmilin sohbetinde bulunmağı, kitâblarını okumağı istemez. Dinsiz, îmânsız olmasını ister. Akllarına uymayıp, nefslerine uyan kimseler, bunun için, dinsiz olmakdadır. Nefs
ölmez. Fekat, gücü kuvveti kalmayınca, kalbi aldatamaz.) İslâm Ahlâkı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı
Aralık - 4. Hafta Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-135 “İslâm Ahlakı kitâbını okumak farzdır.” “Tarîkate intisâb edip kalbin temizlenmesi için çalışmak vacibdir” buyuruluyor. ... Tarikate intisab etmek müstehabdır. Vacib olan kalbin temizlenmesidir. Ahlâk bilgilerini, “İslâm Ahlakı” kitâbını okumak farzdır. Bu bilgileri öğrenip onları yapmaya çalışmakla da kalb temizlenir. Kalbin temizlenmesi yalnız tarikat ile olsaydı o da vacib olurdu. Halbuki kalbin temizlenmesi için çok yol vardır. Onun için tarîkat müstehabdır. Kalbin temizlenmesi vâcib, “İslâm Ahlâkı” kitâbını öğrenmek farzdır. Müstehabı yapmakla vâcib yapılır ama zordur. Farzı yapınca vâcib kendiliğinden yapılmış olur. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-136 “Kim dünya malını severse başkaları onu sevmez.” - Hadis-i şerifte buyuruluyor ki, “En iyi yemek et yemeğidir.” Et yiyenin gözü daha iyi görür, kulakları daha iyi işitir. -Ramezan yanmak demektir. Dünyada yanmayan (oruç tutmayan) ahirette yanacak. -Kim dünya malını severse başkaları onu sevmez, kim dünyaya meyletmezse herkes onu sever. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-137 “Bir yıldız vardır, 360 bin senede bir doğar.” -Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrâil aleyhisselâmın yaşını sordular. Cebrâil aleyhisselâm dedi ki, “Bir yıldız vardır, 360 bin senede bir doğar. Ben o yıldızı 360 bin kerre gördüm.” Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki, “O yıldızı şimdi görsen tanır mısın?” Tanırım deyince, efendimiz, (sallallahü aleyhi ve sellem) o yıldızın şekline girdi. Anlaşıldı ki, o yıldız Peygamber efendimizin
(sallallahu aleyhi ve sellem) nûruymuş. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı HUZUR PIRILTILARI-138 “İleride gemiden atılacak olan bidayette gemiye alınmaz.” Allahü teala ileride bu gemiden atılacak olanı başta bu gemiye almazmış. Yani kim dese ki.... ‘Efendim ya ayağımız kayarsa’,... tövbe...Unutmayın, Allahü teala ileride atacağı adamı başta bu gemiye almaz. Müjde! .... ...İleride gemiden atılacak olan bidayette gemiye alınmaz.... Hayatta üç zadeye dokunmayın. 1- Şehzade; babası padişahtır. Bir şey yaparsan bir gün zararını görürsün. 2- Seyyidzade; ...Ona da hiçbir şey söylenmez, mutlaka cezasını görür. 3- Pirzade; ona laf söylersen gider (babasına), pîre söyler. Huzur Pınarı www.huzurpinari.com huzur pınarı Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Kölelikten Sultanlığa - 8 Bir gün... O'nu yine ateş gibi taşlar üzerine yatırılmış olarak aynı manzarayı görüyoruz. Umeyye: -Muhammed'i inkar et. İlahlarımıza dön. Gel vazgeç şu sevdadan! Diyerek sövüp-sayıyor. Bu islam öncüsü gevrek ve zor işitilir bir sesle aynı cevabını veriyor: -Allah birdir, Allah birdir!... Ehad! Ehad! Sanki onlarla hiç alakası yok. Bunun üzerine kafirler, üç-beş kişinin zor kaldırdığı bir kayayı getirip mazlum sahabinin göğsüne koydular... ancak hırıltı halinde nefes alabiliyor. Nerede ise son nefesini verecek. Öldürücü sıcak, göğsü üzerindeki müthiş ağırlık, açlık, susuzluk, vücudundaki ızdırap veren yaralar.... ve tükenen takat; bayıldı... saatlerce baygın kaldı... iyice zayıflamış. Avurtları çökmüş. Gözleri çukura kaçmış. Dudakları kansız ve çatlak içinde. Kısa, kıvır kıvır saçları, seyrek sakalı terden ıpıslak. Bir tek kişi bile "yahu bu da insandır!" demedi ve o vaziyetten kurtarmadılar. Hazret-i Bilal, radıyallahü anh, gözlerini açtığında taşın göğsünden düşmüş ve güneşin gri bir bulut kümesinin arkasında kaybolmuş olduğunu gördü. Gördü ve şükrünü dile getirdi:
-Allah'ım senden gelen hep güzel... İşte iman, işte müslüman. Onlar nerede biz nerede? Nerede dayanılmaz zorluklara sabırla katlanan sahabi ahlakı; nerede bizim irade zayıflığımız... Allah'ım; bizi onlara benzet... Bilal-i Habeşî'de mecal diye bir şey kalmamış. Bitmiş durumda. Fakat işkenceler bitmiyor. Kafir olmaktan daha beter ne var ki? Bir deve yularını iki kat yaparak mübarek insanın boynuna geçirip, ipi çocukların eline veriyorlar. -devam edecekHakikat kitabevi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Herkim geldi cihâna ve herkim ki gelecektir, Hepsinin üstünde Sen, serdârsın yâ Resûlallah! Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Kölelikten Sultanlığa - 9 Boynunda ip, Mekke sokaklarında peşinde bir alay çocukla sürütülen zenci köle. Onların gözünde köle. Aslında bir sultan... Görenler merak edip konuşuyor! -Ne olmuş? -Müslüman olmuş, efendisi ceza veriyor. Bir gün yine işkenceler altında; Umeyyeler, Ebu Cehiller ve daha niceleri kararlı: -Ya İslamiyetten dönersin veya seni öldüreceğiz! Göğüs ve karnında ağır ağır taşlar, yakan kum, tepede kızgın güneş. Ve tavizsiz konuşan İslam düşmanları. Teklif ve tehditler, hakaretler, alaylar birbirine karışıyor. -Hadi inkar et, Lat ve Uzza'ya dön, hadi delilik yapma dinimize karşı gelme! Cevap, sakin, yumuşak telaşsız: -Ehad, ehad /Allah bir, Allah bir... İşte tam o an Allah'ın Resulü görülüyor. Mazlum sahabi, ölümü beklerken bir müjde; Peygamberimizin sözü, serin sular gibi yüreğine serpiliyor. -Allahü tealanın ismini söylemek seni kurtarır! Efendimiz, oradan ayrılarak evlerine gittiler. Az sonra Hazret-i Ebu Bekr, geldi. Resulullah, Bilali Habeşi'ye yapılan işkenceleri anlatarak tarifsiz derecede üzgün olduğunu ifade buyurdular. Yüksek sahabi, derhal Peygamberimizin tarif ettiği yere koştu... Manzara dayanılır gibi değil.
-Ya Umeyye! Bilal'e bu kötülükleri yapmakla ne kazanacaksın ki; size bir teklif; O'nu bana satın? Yüzler, Ebu Bekr radıyallahü anh'a çevrili ve biraz şaşkın. -Sana satmak mı? Niçin satalım. Zaten sen bunları yoldan çıkarıp, Muhammed'in peşine takıyorsun. Fakat takas yapabiliriz. -devam edecekHakikat kitabevi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Cihân bağında insan, ağaçtır gayriler yaprak, Nebîler meyvedir, özü Sen yâ Resûlallah! Huzur Pınarı Sevgili peygamberim Kölelikten Sultanlığa - 10 Mesela: -Kölen Amir ile değiştirebiliriz. -Derhal. Amir'i bütün malı ile sana bağışladım ya Umeyye! Yeter ki kardeşimi bana ver.. -Al senin olsun! Ebu bekr efendimiz, hemen dostunun üzerine koştu. Taşları attı, bağlarını çözdü ve O'na yardım ederek hane-i saadetin yoluna düştüler. Müşrikler, Ebu Bekr'i kandırdıkları fikrinde oldukları için zevkden ağızlarının suyu akıyor. Çünkü Amir çok zengin ve o da Bilal gibi hünerli bir köle... Hem malları ile birlikte onu alıyor hem de bir sıkıntıdan kurtuluyorlardı... nasipsiz Amir, efendisi Ebu Bekr hazretlerinin müslüman olma teklifini her defasında geri çevirmişti. Herkes, serbest iradesi ile layık olduğu yeri buluyor. Kainatın efendisinin huzuruna vardıklarında Hazret-i Ebu Bekr, hiç vakit kaybetmeden hemen arzetti: -Bilal'i Allah rızası için azad ettim. Peygamberimiz, memnun kalarak dua buyurdular. Onu sevindirmek karşılıksız kalır mı? Hemen vahiy geldi. Velleyl suresinin onyedinci ayet-i kerimesi ile Ebu Bekr radıyallahü anh'ın da Cehennemden azad edildiği haber veriliyordu. Bilal-i Habeşi radıyallahü anh, hürriyetine kavuşunca uğrunda akıl almaz işkencelere katlandığı Resulullah'ın yanından ayrılmayarak O'nun müezzini oldu. Peygamber müezzinliği... ikinci bir kula nasip olmayan şanlı rütbe. O garip, kimsesiz köleciğe islamiyet hükümdarların kavuşamıyacağı bir makam vermişti. Ezan okuyor; ne güzel ses Allah'ım! Ferahlandırıcı ve deruni.
O, ezan okurken gözler, yaşla, kalbler nurla doluyor. Hakikat kitabevi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Şefâ’atin olmasa, hâlimiz hârâb günahdan, Herderdimize dermân, hep Sensin yâ Resûlallah!
Huzur Pınarı ALTIN HALKA-24 Muhammed Ma'sûm-i Fârukî "kuddise sirruh"-8 Muhammed Ma'sûm Fârûkî hazretleri buyurdu ki: • Elem ve üzüntü, ayrılık ve musîbet, mâdem ki Allahü teâlânın irâde ve takdîriyledir. Ona râzı olmak lâzımdır. [Hak Sözün Vesîkaları: 331, İslâm Ahlâkı: 532.] • Allahümme innî es’elüke fi’lel hayrâti ve terkel münkerât ve hubbel mesâkin ve en tegfire-lî ve terhamenî ve izâ eredte fitneten fi kavmî feteveffenî gayri meftun ve es’elüke hubbeke ve hubbe men yühibbüke ve hubbe amelin yükarribünî ilâ hubbike. (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” okurlardı.) [Yâ Rabbî! Hayr işleri yapmağı, kötü işleri terk etmeği senden isterim ve miskinlerin sevgisin isterim ve beni bağışlamanı ve merhamet etmeni isterim, kavmim arasında bir fitne irâde buyurduğun zemân, beni fitneye düşmeden vefât etdir! ve senin sevgini, senin sevdiklerinin sevgisini, beni senin muhabbetine yaklaşdıracak amelin sevgisini isterim.] • İmâm-ı Rabbânîye "kuddise sirruh", (Seni ve kıyâmete kadar sana tevessül edenleri magfiret eyledim) diye ilhâm olundu. • Emr-i ma’rûf ve nehyi münker bütün müslimânlara vâcib ve kâfirler ile cihâd gibidir. [Se’âdet-i Ebediyye: 89.] • İnsandan bu fânî âlemde istenen, bîçâre bir kul (köle) olup, kulluk vazîfelerini edâ ve temâmlamak ve ibâdetleri ve tâ’atleri yerine getirmekdir. • Dünyâda ve âhiretde bütün se’âdetlere kavuşmak, ancak, dünyâ ve âhiretin en üstün insanına uymak ile olur. Cehennem ateşinden, ancak Ona uyanlar kurtulur. Cennet ni’metlerine kavuşmak, seçilmişlerin, sevilenlerin en üstünü olan, O Peygambere uyanlara mahsûsdur. Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak, Ona uyanlar içindir. Ona uymıyanların tevbeleri, istigfârları, zühdleri ve tevekkülleri kıymetsizdir. Onun ismini söylemeden yapılan zikrler, fikrler, zevkler, makbûl olmaz. Düâlar kabûl olmaz. Peygamberler, Onun hayât çeşmesinden bir damla içmekle, o makâmlara yükselmişler. Evliyâ, Onun sonsuz deryâsından bir yudum içmekle kemâl bulmuşlardır. Melekler Ona uymakla şereflenmiş, gökler Onun emrlerini yapmakla vazîfelendirilmişdir. Herşey Onun için yaratılmış, bütün varlıkların reîsi olmuşdur. Allahü teâlânın varlığı, Onun ile belli olmuş, herşeyin yaratanı, Onun rızâsını istemişdir. Aklı olan, se’âdete kavuşmak istiyen herkes, bedeni ile, rûhu ile, Ona uymağa çalışmalı, bu ni’mete mâni’ olan şeylere inanmamalı, aldanmamalıdır. Bir kimse, binlerle kerâmet gösterse, fâideli, başarılı olsa, fekat Onun yüksekliğini anlamayıp, Ona uymakdan mahrûm kalsa, bunu sevmek, buna uymak, sonsuz zararlara, felâketlere sebeb olur. Fâidesi, üstünlüğü görülmiyen, fekat her işinde Ona uyan kimseye tâbi’ olmak, insanı bütün se’âdetlere
kavuşdurur. [Müntehabât: 42.] -devam edecek"Kıymetsiz Yazılar" kitâbından www.huzurpinari.com Huzur Pınarı
Huzur Pınarı ALTIN HALKA-24 Muhammed Ma'sûm-i Fârukî "kuddise sirruh"-9 YETİŞ EY HOCAM! İcâzetini verip, talebeden birine, Gönderdi hizmet için, kendi memleketine. Hâce Muhammed Sıddîk, adlı bu talebesi, Gidip, Allah yoluna, dâvet etti herkesi. Lâkin özlediğinden, pek fazla üstâdını, Ziyâret maksadiyle, yaptı hazırlığını. Sonra ata binerek, yola çıkıp giderken, At ürküp, kendisini, düşürdü üzerinden. Ve hem de bir ayağı, takıldı üzengiye, Başladı hayvan onu, yerde sürüklemeye. Etraf da ıssız olup, kimsecikler yoktu pek, Nerdeyse ölecekti, yerde sürüklenerek. Çâresizlik içinde, kapadı gözlerini, İstedi üstâdının, yardım ve himmetini. “Allah’ın izni ile, ey hocam, yetiş hemen, Çok zor bir durumdayım, kurtar beni bu hâlden.” Kalbinden geçirince, hemen bu murâdını, O, bir anda yetişti ve durdurdu atını. Takılan ayağını, atın üzengisinden, Çıkarıp halâs oldu, ölüm tehlikesinden. Ayağa kalktığında, düşündü ki o ilkin: “Teşekkür eyliyeyim, hocama, bu iş için.” Ve lâkin göremedi, onu kendi yanında, Zirâ o, göz önünden kaybolmuştu ânında. Aynı zât anlatır ki, hocamın derslerine, Muntazaman gittiğim, günlerde bir gün yine, Âile efrâdımı, ziyaret etmek için, Memlekete gitmeye, hocamdan aldım izin. Hazırlığımı yapıp, yola çıktım nihâyet, Sonra bir su yanında, mola verdim bir müddet. Bir insan boyundan da, derindi hem de o su, Gömleğimi çıkarıp, yıkamak ettim arzû. Ve lâkin birden bire, ayaklarım kayarak, Düştüm suyun içine, yüzü koyun olarak. Suda yüzmesini de, mâlesef bilmiyordum. “Beni bu vaziyetten, kim kurtarır?” diyordum. Böyle çok zor durumda, kalınca en nihâyet, Yine ben üstâdımdan, istedim, yardım medet: “Allah'ın izni ile, çabuk yetiş ey hocam,
Yoksa bu su içinde, az sonra boğulacam.” Ben böyle düşünürken, üstâdım geldi birden, Beni, sudan çıkarıp, kayboldu göz önünden. Yolculuk yapıyordum, bir gün yine sahrada, Susuzluk tesîriyle, otururdum arada. Yürüyecek tâkatim, kalmadı en nihâyet, Hattâ yoktu etrafta, sudan eser, işâret. “Ne yapacağım” diye, düşünürken böyle ben, Baktım, yine üstâdım, teşrîf etti âniden. Beni tutup, bir suyun, başına götürerek, Bekledi baş ucumda, kendime gelene dek. O sudan kana kana, içip döndüm ben geri, Baktım yine üstâdım, terk eylemiş bu yeri. -devam edecekEvliyalar Ansiklopedisi www.huzurpinari.com Huzur Pınarı huzur pınarı Huzur veren sözler 309 İslâmiyet ilm dinidir. İlmi kabûl eder. huzur pınarı www.huzurpinari.com
huzur pınarı Huzur veren sözler 310 1. Hizmetlerin devamı için, haram işlemekten sakınmak ve fitne çıkarmamak lazımdır. Allahü teâlâ haram işleyen kavmi muvaffak etmez. En büyük fitne, gıybet ve dedikodudan çıkar. Hadis-i şerifde, gıybet zinadan daha ağır bir günahtır buyruluyor. Din kardeşini gıybet edene sus diyene cennette köşk verilecektir buyruluyor. 2. Allahü teâlâ kıymeti bilinmeyen nimeti alır, başkasına verir. Bütün boş vakitlerinizin kıymetini bilin, belki birisinin kurtuluşuna sebep olursunuz. 3. Allahü teâlâ dilerse, bu hizmetlerin hepsini kaldırır, bu bizim elimizde değildir. Fakat tevbe edersek, bu hizmetler devam eder. Allahü teâlâ tevbe eden kuluna bela göndermez. Fakat müslümana gelen sıkıntılar, günahları sebebiyledir. Sıkıntı, hastalık, bela bu günahların affına sebeptir. Fakat çok sıkıntı çeken müslümanın çok günahkar olduğu anlaşılmamalıdır.. huzur pınarı www.huzurpinari.com
huzur pınarı EHL-İ SÜNNET İ’TİKÂDI 81 VEHHÂBÎLİK VE EHL-İ SÜNNETİN CEVÂBI-3 Abdülganî Nablüsî “rahime-hullahü teâlâ”, (Hadîka) kitâbının yüzseksenikinci sahîfesinde diyor ki, (Buhârînin Ebû Hüreyreden “radıyallahü teâlâ anh” haber verdiği hadîs-i kudsîde, (Allahü teâlâ, kulum farzları yapmakla bana yaklaşdığı gibi, başka şeyle yaklaşamaz. Kulum nâfile ibâdetleri de yapınca, onu çok severim. Öyle olur ki, benimle işitir. Benimle görür. Benimle herşeyi tutar. Benimle yürür. Benden her ne isterse veririm. Bana sığınınca, onu korurum buyurdu) denilmekdedir. Burada bildirilen nâfile ibâdetler, farzları yapanların yapdıkları sünnet ve nâfile ibâdetlerdir. [Böyle olduğunu, (Merâkıl-felâh) ve bunun (Tahtâvî) hâşiyesi de açık yazmakdadır. 437. ci sahîfeye bakınız!] Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, farzları yapdıkdan sonra, nâfile ibâdetleri de yapan, Allahü teâlânın sevgisini kazanır ve düâları kabûl olur). Bunların diri iken de, öldükden sonra da, düâ etdikleri kimseler, murâdlarına kavuşur. Öldükden sonra da işitirler. Dileyenleri boş çevirmez, düâ ederler. Bunun için, hadîsi şerîfde, (İşlerinizde sıkışdığınız zemân, kabrde olanlardan yardım isteyiniz!) buyuruldu. Bu hadîsin, ma’nâsı açıkdır. Âlûsînin te’vîl etmesi yersizdir. (Hadîkat-ün-nediyye) kitâbının ikiyüzdoksanıncı sahîfesinde diyor ki: (Mü’minler, uykuda iken olduğu gibi, öldükden sonra da mü’mindir. Peygamberler de, uykuda iken olduğu gibi, öldükden sonra da Peygamberdirler. Çünki, mü’min olan ve Peygamber olan, rûhdur. İnsan ölünce, rûhu değişmez. Böyle olduğu imâm-ı Abdüllah Nesefînin (Umdetül akâid) kitâbında yazılıdır. [Bu kitâb, 1259 [m. 1843] senesinde Londrada basılmışdır.] Bunun gibi, Evliyânın da, uykuda iken olduğu gibi, öldükden sonra da Evliyâlıkları gitmez. Buna inanmıyan câhildir, inâdcıdır. Evliyânın öldükden sonra da kerâmet sâhibi olduklarını, ayrı bir kitâbımda isbât etdim). Hanefî mezhebi âlimlerinden Ahmed bin seyyid Muhammed Mekkî Hamevî ve Şâfi’î mezhebi âlimlerinden Ahmed bin Ahmed Şücâ’î ve Muhammed Şevberî Mısrî, Evliyânın kerâmetleri olduğunu, kerâmetlerinin öldükden sonra da devâm etdiğini ve Evliyânın kabrleri ile tevessül ve istigâsenin câiz olduğunu vesîkalarla isbât eden risâleler yazmışlardır. Bu üç risâle, Ahmed Zeynî Dahlanın “rahime-hullahü teâlâ” (Ed-dürer-üsseniyye fireddi alel-vehhâbiyye) kitâbı ile bir arada, 1319 [m. 1901] senesinde Mısrda basılmış ve 1396 [m. 1976] senesinde, İstanbulda ofset baskıları yapılmışdır. Konyalı Muhammed Hâdimî efendi “rahime-hullahü teâlâ”, 1176 [m. 1762] senesinde Konyanın Hâdim kasabasında vefât etmişdir. (Berîka) kitâbının ikiyüzaltmışdokuzuncu sahîfesinde diyor ki, (Evliyânın kerâmet
göstermesi, hakdır, doğrudur. Velî, Allahü teâlâya ve sıfatlarına, mümkin olduğu kadar ârif olan müslimân demekdir. Tâ’atleri, ibâdetleri çok yapar. Günâhlardan ve nefsine, şehvetlerine uymakdan çok sakınır. Allahü teâlânın, âdetinin ve fen kanûnlarının dışında olarak yaratdığı şeylere (Hârik-ul’âde) şeyler denir. Hârik-ul’âde şeyler, sekizdir: Mu’cize, kerâmet, i’ânet, ihânet, sihr, ibtilâ, isâbet-i ayn ya’nî nazar değmesi ve irhâs. Kerâmet, müttekî, ârif-i billah olan bir mü’minin elinde hâsıl olan hârik-ul’âde şey demekdir. Bu kimse Velîdir. Peygamber değildir. Şâfi’î mezhebi âlimlerinden Ebû İshak İbrâhîm İsferâînî kerâmetlerin ba’zısını ve Mu’tezile fırkasında olanlar kerâmetlerin hepsini inkâr etdi. Mu’cize ile karışır. Peygambere inanmak güç olur dediler. Hâlbuki, bir Velîden, kerâmet görülünce, kendisinin Peygamber olduğunu söylemez. Kerâmetini göstermek istemez. Peygamberler ve Velîler öldükden sonra da, bunlar vâsıtası ile Allahü teâlâya yalvarmak câizdir. Böyle düâ etmeğe, (Tevessül) ve (İstigâse) etmek denir. Çünki, bunlar ölünce, mu’cizeleri ve kerâmetleri devâm eder. Remlî de böyle söyledi. İmâm-ülharemeyn diyor ki, (Kerâmetin, öldükden sonra da devâm etdiğini yalnız şî’î inkâr eder). Mısrdaki mâlikî mezhebinin büyüklerinden Alî Echûrî diyor ki, (Velî, dünyâda iken, kınındaki kılınç gibidir. Ölünce, kınından çıkan kılınç gibi olup, tesarrufu, te’sîri kuvvetlenir). Bu sözü, Ebû Alî Sencî de, (Nûr-ül-hidâye) kitâbında yazmakdadır. Kerâmetin hak olduğu, Kitâb ile, Sünnet ile ve icmâ’-ı ümmet ile sâbitdir. Evliyânın, yüzlerce, binlerce kerâmetleri, kıymetli kitâblarda bildirildi.) (Berîka)dan terceme temâm oldu. -devam edecekFaideli Bilgiler www.huzurpinari.com huzurpınarı
huzur pınarı EHL-İ SÜNNET İ’TİKÂDI 82 VEHHÂBÎLİK VE EHL-İ SÜNNETİN CEVÂBI-4 (Mir’ât-ı Medîne) kitâbının yüzaltıncı sahîfesinden başlıyarak diyor ki: Hadîs âlimlerinden İbni Huzeyme ve Dâr-ı Kutnî ve Taberânînin, Abdüllah bin Ömerden bildirdikleri sahîh hadîsde, (Kabrimi ziyâret edene şefâ’atim vâcib oldu) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, imâm-ı Münâvînin (Künûz-üddekâık) kitâbında da vardır. Ayrıca, İbni Hibbânın haber verdiği (Vefâtımdan sonra kabrimi ziyâret eden, hayâtımda ziyâret etmiş gibidir) hadîs-i şerîfini ve Taberânînin bildirdiği (Kabrimi ziyâret edene şefâ’at edeceğim) hadîs-i şerîfini yazmakdadır. İmâm-ı Bezzârın Abdüllah ibni Ömerden haber verdiği (Kabrimi ziyâret edene şefâ’atim halâl oldu) hadîs-i şerîfi ve Müslim-i şerîfde, Abdüllah ibni Ömerin bildirdiği, (Beni ziyâret için Medîne-i münevvereye gelenlere, kıyâmet günü şefâ’at etmekliğim hak oldu) merfû’ hadîs-i şerîfini her müslimân bilmekdedir. Taberânînin ve Dâr-ı Kutnînin ve İbnül-Cevzînin haber verdikleri (Hac eden, sonra kabrimi ziyâret eden, beni sağ iken ziyâret etmiş gibi olur) hadîs-i şerîfi büyük müjdedir. Dâr-ı Kutnînin bildirdiği (Hac eden kimse, beni ziyâret etmezse, beni üzmüş olur) hadîs-i şerîfi, hac edip de, özrü olmadığı hâlde, Kabr-i se’âdeti ziyâret etmiyenleri bildirmekdedir. Medîne-i münevvere islâm üniversitesi rektörü Abdül’azîz, (Tahkîk ve îzâh) ismindeki kitâbında, ziyâret etmeği teşvîk eden yukarıdaki hadîs-i şerîflerin hiçbirinin senedi, delîli olmadığını yazıyor. Hepsinin mevdû’ olduğunu şeyhul-islâm İbni Teymiyye bildirdi diyor. Hâlbuki Zerkânînin (Mevâhib) şerhinin sekizinci cildinde ve Semhûdînin (Vefâ-ül-vefâ)sının dördüncü cildi sonunda bu hadîs-i şerîflerin kaynakları, uzun yazılı olup, hasen hadîs oldukları bildirilmiş, İbni Teymiyyenin bu sözü mevdû’dur denilmişdir. Medîne üniversitesinin, vehhâbî olan rektörü ve hocaları, böylece Ehl-i sünnet âlimlerinin yazılarına gölge düşürmeğe çalışmakda, kendi inançlarını, kitâbları ile dünyâya yaymakdadırlar. Dünyâdaki bütün milletleri, ya’nî hem müslimânları, hem de başkalarını aldatmak, kendilerini hakîkî müslimân tanıtmak için, yeni bir siyâset kullanıyorlar: (Râbıtat-ül-âlem il-islâm) isminde bir İslâm merkezi kurdular. Her memleketdeki müslimânlar arasından, câhil, kirâlık din adamlarını seçerek, burada topladılar. Herbirine yüzlerce altın ma’âş veriyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından haberi olmıyan, bu câhil din adamlarını kukla gibi kullanıyorlar. Kendi inançlarını bu merkezlerden bütün dünyâya yayarak, bunlara (Dünyâ İslâm Birliği)nin fetvâları diyorlar. 1395 [m. 1975] Ramezân-ı şerîf ayında çıkardıkları, böyle uydurma fetvâlarında, (Kadınlara Cum’a nemâzı kılmak farzdır. Cum’a ve bayram hutbeleri, her memleketde kendi dilleri ile okunur) dediler. Mekkedeki bu fitne ve fesâd ocağına üye olan, Mevdûdînin adamlarından Sabri ismindeki bir sapık, bu
fetvâyı hemen Hindistâna getiriyor. Hindistândaki, bol aylıklı, apartmanlı câhiller, kadınları zorla câmi’lere sürüklediler. Çeşidli dillerle hutbe okumağa başladılar. Hindistândaki Ehl-i sünnet âlimleri, hakîkî din adamları “rahimehümullahü teâlâ”, bu hareketi önlemek için, kıymetli kaynaklardan fetvâlar hâzırlayıp, yaydılar. Vehhâbîler, bu ilmî yazılara cevâb veremeyip, hak sözün karşısında duramadılar. Hindistânın güneyindeki (Kerala) bölgesinde, yüzlerce din adamı, aldanmış olduklarını anlıyarak, tevbe etdiler. Tekrâr, Ehl-i sünnet saflarına katıldılar. Ehl-i sünnet âlimlerinin, sağlam kaynaklara dayanan bu kıymetli fetvâlarından dört adedi, ofset yolu ile basdırılarak bütün islâm memleketlerine gönderildi. Her yerdeki hakîkî din adamları, buna karşı müslimânları uyandırmakda, islâmiyyeti içerden yıkan, parçalıyan felâket ateşini söndürmeğe çalışmakdadırlar. Elhamdü-lillah ki, dünyânın her yerinde temiz rûhlu, uyanık gençler, hakkı bâtıldan ayırmakdadırlar. -devam edecekFaideli Bilgiler www.huzurpinari.com huzurpınarı
huzur pınarı EHL-İ SÜNNET İ’TİKÂDI 83 VEHHÂBÎLİK VE EHL-İ SÜNNETİN CEVÂBI-5 İbni Âbidîn “rahime-hüllahü teâlâ”, Cum’a hutbesini ve iftitâh tekbîrini ve nemâz içinde düâyı anlatırken buyuruyor ki, (Hutbeyi arabîden başka lisan ile okumak, nemâza dururken, başka dil ile iftitâh tekbîrini söylemek gibidir. Bu da, nemâzdaki diğer zikrler gibidir. Nemâz içindeki zikrleri ve düâları arabîden başka dil ile söylemek ise, tahrîmen mekrûhdur. Hazret-i Ömer yasak etmişdir). Nemâzın vâciblerini anlatırken diyor ki, (Tahrîmen mekrûh işlemek, büyük günâh olur. Buna devâm edenin adâleti gider). (Tahtâvî)de diyor ki, (Küçük günâha devâm eden fâsık olur. Fâsık olan veyâ bid’at işliyen imâmların arkasında nemâz kılmamalı, başka câmi’de kılmalıdır). Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în-i izâm “rahime-hümullahü teâlâ”, Asyada ve Afrikada, hutbelerin temâmını hep arabî okudu. Çünki, hutbenin hepsini veyâ bir kısmını başka dil ile okumak, mekrûh ve bid’at olur. Bid’at ise büyük günâhdır. Hâlbuki, dinliyenler arabî bilmiyorlar, hutbeleri anlıyamıyorlardı. Din bilgileri de yokdu. Onlara öğretmek lâzım idi. Fekat, yine hutbenin hepsini arabî okudular. Bunun için, Osmânlı imperatorluğundaki Şeyh-ul-islâm efendiler ve dünyâda meşhûr olan büyük islâm âlimleri, altıyüz seneden beri, hutbeleri, türkçe de okutarak, cemâ’atin anlamasını çok istediler ise de, câiz olmıyacağını bildikleri için, buna izn veremediler. İmâm-ı Beyhekînin Ebû Hüreyreden “radıyallahü anh” haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Bir kimse bana selâm verince, Allahü teâlâ rûhumu cesedime verir. Onun selâmını işitirim) buyuruldu. İmâm-ı Beyhekî “rahime-hüllahü teâlâ”, bu hadîs-i şerîfe dayanarak, Peygamberler “aleyhimüsselâm” kabrlerinde, bizim bilmediğimiz bir hayât ile diridirler demişdir. Medînedeki vehhâbî Abdül’azîz bin Abdüllah da, (El-hac vel-Umre) kitâbının altmışaltıncı sahîfesinde bu hadîs-i şerîfi yazıp, bu hadîs Onun meyyit olduğunu gösteriyor diyor. Aynı sahîfede, kabrinde, bilinmiyen bir hayât ile diridir de diyor. Sözleri birbirini tutmuyor. Hâlbuki, bu hadîs-i şerîf, mübârek rûhunun geldiğini, selâmlara cevâb verdiğini bildiriyor. Yine, bu kitâbının yetmişüçüncü sahîfesinde yazdığı iki hadîs-i şerîfde, (Kabr ziyâret ederken, Esselâmü aleyküm ehl-el-diyâr-ı minel mü’minîn) denilmesi emr buyurulmakdadır. Bu hadîs-i şerîfler, bütün müslimânların kabrlerine selâm verileceğini emr ediyor. İşitene selâm verilir. İşiten ile konuşulur. Hem bu hadîs-i şerîfleri haber veriyorlar. Hem de, meyyit işitmez diyor. Meyyitin işitdiğine inananlara müşrik diyorlar. Âyet-i kerîmeleri ve hadîs-i şerîfleri yanlış te’vîl ediyorlar. Resûlullahın, kabrinde, bilinmiyen bir hayât ile diri olduğunu bildiren çok hadîs-i şerîf vardır. (Kabrim başında söylenen salevâti işitirim. Uzakdan
söylenen salevât bana bildirilir) ve (Bir kimse, kabrim başında bana salevât okursa, Allahü teâlâ bir melek gönderip, bu salevâti bana bildirir. Kıyâmet günü ona şefâ’at ederim) hadîs-i şerîfleri, meşhûr altı kitâbda yazılıdır. -devam edecekFaideli Bilgiler www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Kalb, bütün bedenin reîsidir Bütün uzvlar kalbin emrindedir. Müslimânın herşeyden evvel kalbini temizlemesi lâzımdır. Çünki, kalb, bütün bedenin reîsidir. Bütün uzvlar kalbin emrindedir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (İnsanın bedeninde bir et parçası vardır. Bu iyi olursa, bütün uzvlar iyi olur. Bu kötü olursa, bütün organlar bozuk olur. Bu, kalbdir) buyurdu. Ya’nî bu, yürek denilen et parçasındaki gönüldür. Bunun iyi olması, kötü ahlâkdan temizlenmesi ve iyi ahlâk ile tezyîn edilmesidir. (Ahlâk-ı zemîme), kalbin hastalıklarıdır. Bunların tedâvîleri güçdür. İlâclarını iyi bilmek ve iyi kullanmak lâzımdır. Hulk, ya’nî huy, kalbdeki meleke ve kalbdeki arzû, hâl demekdir. İnsanın i’tikâdı, sözleri, hareketleri, hep bu kuvvetden hâsıl olmakdadır. İhtiyârî hareketleri, huyunun eserleridir. Ahlâkı tebdîl etmek, kötüsünü yok edip, yerine iyisini getirmek mümkindir. Hadîs-i şerîfde, (ahlâkınızı iyileşdiriniz!) buyuruldu. İslâmiyyet mümkin olmıyan şeyi emr etmez. Tecribeler de, böyle olduğunu göstermekdedir. İslâm Ahlâkı www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Kurban ve kurban kesmek
Sual: Kurban nedir ve kimler keser? CEVAP Maddeler halinde bildirelim: 1- Kurban, davar [koyun, keçi], sığır [manda, inek, dana, öküz, boğa] veya deveyi, Kurban Bayramının ilk üç gününde, kurban niyeti ile kesmek demektir. Kurban, vacip vazifesini yerine getirerek sevaba kavuşmak için kesilir. Mukim olan, akıllı, büluğa ermiş, hür ve Müslüman erkeğin ve kadının, ihtiyaç eşyasından fazla nisap miktarı malı veya parası varsa, Kurban Bayramı için niyet ederek, belli günlerde, kurban kesmeleri vacip olur. 2- Kurban kesmenin vacip olmasında, bayramın üçüncü gününe itibar olunur. Bayramın birinci ve ikinci günü, zengin-fakir, mukim-misafir, akıllıdeli olmaya bakılmaz. Bayramın üçüncü günü nisaba malikse, diğer şartlar da varsa kurban kesmek vacip olur. 3- Bir çocuk, bayramın üçüncü günü büluğa erse, diğer şartlar da varsa, ona kurban kesmek vacip olur. 4- Baygın iken, bayramın üçüncü günü ayılanın, diğer şartlar da varsa, kurban kesmesi vacip olur. Bayramın ikinci günü bayılıp, üçüncü günü güneş battıktan sonra ayılan zenginin kurban kesmesi vacip olmaz. Yahut bayramın birinci ve ikinci günü ölen zengin, kurban borcu ile ölmüş olmaz. 5- Fakir iken, bayramın üçüncü günü zengin olanın, diğer şartlar da varsa, kurban kesmesi vacip olur. Fakir bir kimse, bayramın birinci veya ikinci günü, bir kurban kesse, bayramın üçüncü günü zengin olsa, bir kurban daha kesmesi lazımdır. Çünkü üstüne vacip olmadan kesmiştir. Ancak, Bezzaziyye gibi muteber eserlerde, sonradan gelen âlimler, “Fakir, bayramın birinci günü kurban kesse, üçüncü günü zengin olsa, tekrar kurban kesmesi gerekmez” demişlerdir. 6- Seferi iken, bayramın üçüncü günü mukim olanın, diğer şartlar da varsa, kurban kesmesi vacip olur. Mukim iken, bayramın birinci ve ikinci günü sefere çıkanın, kurban kesmesi vacip olmaz. Daha önce kesmişse, vacip sevabı alır. Kesmemişse, sefere çıktığı için borç üzerinden düşer. 7- Mukim bir zengin, seferdeki bir vekile kurban kestirse, vacip sevabı alır. 8- Esir iken, üçüncü günü hür olanın, diğer şartlar da varsa, kurban kesmesi vacip olur. Hür iken, bayramın üçüncü günü esir olup, güneş batana kadar esir kalanın kurban kesmesi vacip olmaz. Zor geçinen kimse... 9- Tarlasından aldığı mahsul veya tarlanın, evin, dükkanın [atölyenin, kamyonun] bir senelik kirası, ne kadar çok olursa olsun, bir yıllık ev ihtiyacını veya aylık geliri ve aldığı maaş ve ücret, aylık ihtiyacını ve kul borcunu karşılamayan kimse, imam-ı Muhammed’e göre fakirdir. Fetva da
böyledir. Şeyhayn’e göre zengin sayılır. Mülkü olan tarlanın ve bu demirbaş malların değeri, ihtiyacını karşılar ve nisabı da bulursa, bunun kirayı her alışta, bir miktar ayırıp, biriktirerek fıtra vermesi ve kurban keserek büyük sevaba kavuşması gerekir. Böyle bir kimse, fıtra vermez ve kurban kesmezse, imam-ı Muhammed’e göre, günahtan kurtulur. Tarlasından hiç mahsul almayan, kiraya da veremeyen kimse ve ihtiyacından fazla malı olup da, parası bulunmayan kimse, imam-ı Muhammed’e uyarak, fıtra vermez ve kurban kesmez. Verir ve keserse, ikinci ictihada göre, fıtra ve kurban sevabına kavuşur. Aldığı kira ile güç geçinen kişi, nisaba malik ise, para biriktirip, fıtra vermeli ve kurban kesmelidir. Etin hepsini kavurma yapıp, birkaç ay et parasından biriktirip gelecek yılın fıtra ve kurban parası olarak saklamalıdır. Böylece, fıtra ve kurban sevabından mahrum kalmamalıdır. Aile efradı çok olup güç geçinenin, kurbanın etini evinde bırakması müstehaptır.
huzur pınarı 28 İmam-i Rabbani Hazretlerinden inciler Allahü teâlâ, kendinden başka şeylerden yüz çevirip, kendisine dönmek nasîb eylesin! İşin temeli kalbdir. Kalb, Allahü teâlâdan başkasına tutulmuş ise, yıkılmış demekdir. Bir işe yaramaz. Niyyet doğru olmadıkça, hayrlı işlerin, yardımların ve âdete uyarak yapılan ibâdetlerin, yalnız hiç fâidesi olmaz. Kalbin selâmet bulması da ve Allahü teâlâdan başka hiçbir şeye düşkün olmaması da lâzımdır. [Ya’nî her yapılan şey, O emr etdiği, O beğendiği için yapılmalı. Onun râzı olmadığı her şeyden kaçınmalıdır. Herşey Onun için olmalıdır.] Hem, kalb selâmeti, hem de bedenin sâlih işler yapması, birlikde lâzımdır. Beden sâlih ameller yapmaksızın, kalbim selâmetdedir, [kalbim temizdir, sen kalbe bak] demek bâtıldır, boşdur. Kendini aldatmakdır. Bu dünyâda, bedensiz rûh olmadığı gibi, beden ibâdet yapmadan ve günâhlardan kaçınmadan, kalb, temiz olmaz. İslâmiyyetin yasak etdiği şeyler, şiddetli zehrdir. Allahü teâlâ, insanları yaratdığı vakt onlara fâideli olan şeyleri emr etmiş, zararlı olan şeyleri yasak etmişdir.. müjdeci mektublar-39 www.huzurpinari.com Beşincisi olan helak olur Sual: (Ya âlim, ya talebe ol, ya dinleyen veya ilmi sevenlerden olmalıdır. Beşincisi olan helak olur) mealindeki hadiste beşincisi nedir?
CEVAP Bu dört kimseden biri olmayan beşincisi olur. Yani âlim değildir, talebe de değildir. Onları dinleyip ilminden faydalanmıyor da, üstelik ilmi de sevmiyor. İşte bu kimse beşincisidir, yani helak olanlardandır. Şu hadis-i şerif de buna yakındır: (İlim bir hazine, sual ise anahtardır. Sorun ki öğrenin! Bir sual sayesinde dört kişi sevab alır. Sual soran, cevap veren, dinleyenler ve bunları sevenler.) [Ebu Nuaym] Bu hadis-i şerifte de beşincisi olan, helak olur. TGRT’de Osman Ünlü hocaya sual soranlar ve dinleyenler sevapta ortak olduğu gibi, dinleyemeyip de, (Ne iyi program, bu imkanı verenlerden Allah razı olsun) diyenler de aynı sevaplara ortaktır. huzur pınarı Peygamber Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Mi’râc mûcizesi) -6- ÜMMETİM ZAÎFDİRLER Sonra gördüm bir “Melek”, oturmuş kürsüsünde, Üzüntülü ve gamlı bir hâl vardı üstünde.
Etrâfında o kadar melekler var idi ki, Sayılarını ancak Hak teâlâ bilirdi. Gâyet “Nûrânî” idi sağındaki melekler, Giymişlerdi hepsi de, yeşil renk elbiseler. Solundakiler ise, “Korkunç” ve “Çirkin”di pek, Ateşler saçıyordu ağzından her bir melek. O taht üzerindeki meleğe ettim nazar, Gözleri vardı onun, baştan ayağa kadar. Çok taaccüb eyledim o meleğin hâline, Sordum kim olduğunu Cebrâil-i emîne. Dedi: (Yâ Resûlallah, bu "Azrâil"dir, fakat, Yüzüne bakmak için, herkeste olmaz tâkat. Dünyâ lezzetlerine son veren bir melektir, İşi, sırf mahlûkların rûhunu kabz etmektir.) Sonra yanına varıp, tanıttı beni bizzât, Dedi ki: (Ey Azrâil, Habîbullah’tır bu zât.) O, başını kaldırdı tebessüm eyliyerek, Sonra kaltı ayağa, beni ta’zîm ederek. Ve dedi ki: (Merhabâ, müjdeler olsun size, Yaratmadı Rabbimiz sizden azîz bir kimse.) Sordum o önündeki açık duran “Defter”i, Dedi ki: (Bunda yazar herkesin ecelleri.) Sordum: (O elindeki tuttuğun “Sayfa” nedir?) Dedi ki: (Ecellerin bir günlük listesidir.) Önündeki “Ağac”ı görüp suâl eyledim, Dedi: (Yâ Resûlallah, onu da arz edeyim. Onun her yaprağında, bir kulun vardır ismi, Yazılıdır üstünde "Saîd" midir, "Şakî" mi? Ömrü bitse, o yaprak döner gazel rengine, Sararır, sonra düşer bu defter üzerine.
Kabzederim rûhunu elimi uzatarak, Bu işte, benim için fark etmez yakın uzak.) Dedim ki: (Ey Azrâil, her kişinin rûhunu, Nasıl kabzediyorsun, îzâh et bana bunu.) Dedi ki: (Ey Allahın Sevgili Peygamberi, Vazîfem ruh almaktır halk olunandan beri. Lâkin yetmişbin melek bana hizmet ederler, Hepsine de yardımcı var binlerce melekler. Bir kişinin eceli, gelirse eğer sona, Onlar gidip çekerler rûhunu boğazına. Sonra da o ruhları, yerimden uzanarak, Bizzât ben kabzederim, gâyet kolay olarak.) Dedim ki: (Ey Azrâil, ümmetimin her biri, Zaîf ve güçsüz olup, azdır tahammülleri. İsterim ki, onlara yumuşak davranasın, Ruhlarını rıfk ile, incitmeden alasın.) Dedi: (Yâ Resûlallah, râhat olsun kalbiniz, Zîra hitâb eder ki hergün bana Rabbimiz: “Ümmeti Muhammedin rûhlarını alırken, Yumuşak ol, onları hiç incitme kat'iyyen.” Bu yüzden, ümmetine şefkatim çoktur benim, Annelerinden bile, fazladır merhametim.) Türkiye gazetesi www.huzurpinari.com Huzurpınarı
Hulefâ-i raşidîn (radıyallahü teala anhüm)-9 Resûllulah Efendimizin Rü'yâsı Dokuzuncu Menâkıb: Bu haberin râvîsi Sefînedir “radıyallahü teâlâ anh.” Sefîne, Sahâbe-i güzînden olup, Ümm-i Seleme “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin kölesidir. Ümm-i Seleme hazretleri ezvâc-ı tâhirâtdan idi. Sefîneyi alıp, hayâtı boyunca [yaşadığı sürece] Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hizmet-i şerîflerinde bulunması şartı ile âzâd etdi. O da bu şart ile âzâd olmağı kabûl etdi. Resûlullah hazretlerinin hizmet-i şerîflerinde bulunurdu. Bir gün ondan sordular. Sefîne adını sana kim koydu. Dedi ki: Ma’lûmunuz olsun ki, biz Resûlullah hazretleri ile, bir seferde idik. Bir konak yerinde, eşyâlarımız ve silâhlarımız çoğaldı. Davârlarımız za’îf idi. Bir büyük kilimimiz var idi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ben kuluna buyurdu ki, (O kilimi yere döşe ve askerin fazla eşyâsını o kilim üzerine topla.) Ben de o sâatde kilimi yere döşeyip, eşyâları ve silâhları o kilim üzerine topladım. Bana buyurdu ki, (Kilimin uçlarını bağla! Kilimin içinde olan sefer takımlarını götür. Yola gir. Mert şeklde git ki, sen Sefînesin!) Ben de o bütün silâhları Onların himmetleri ile götürüp, atlılar ile berâber yürüdüm. Gideceğimiz menzile erişdim. Aslâ yolda bir zorluk ve elem görmedim. O günden bugüne kadar istediğim zemân on devenin yükünü götürürdüm. On menzil yere iletirdim. Bunu Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek lafzları [sözleri] bereketiyle yapardım. O zemândan beri ismim Sefînedir. O Sefîne rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri hergün sabâh nemâzının farzını edâ etdikden sonra, mubârek yüzünü, eshâbına döndürüp, süâl buyururlar: (Sizden bir kimse bu gece bir rü’yâ görmüş ise, haber versin.) Eğer gören var ise anlatırdı. Dinleyip, ta’bîrini beyân buyururlardı. Eğer kimse görmemiş ise, Nebiyyi muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri uygun buldukları bir konuda onlar ile söyleşip, kalkarlar idi. Bir gün de hiç kimse rü’yâ görmemişdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ey eshâbım! Bu gece ben acâib bir rü’yâ gördüm. Gördüm ki, gökden bir terâzî aşağı asdılar. O terâzînin iki latîf ve güzel ve büyük kefeleri var. Beni terâzînin bir kefesine koydular. Ebû Bekri diğer kefesine koydular. İkimizi tartdılar. Ben Ebû Bekrden ziyâde [ağır] geldim. Sonra beni terâzînin kefesinden çıkardılar. Ömeri koydular. Ömer ile Ebû Bekri tartdılar. Ebû Bekr Ömerden ağır geldi. Sonra Ebû Bekri çıkardılar. Osmânı o kefeye koydular. Ömeri Osmân ile tartdılar. Ömer Osmândan ağır geldi. Ömeri çıkardılar. Alîyi o kefeye koydular. Osmânı Alî ile tartdılar. Osmân Alîden ağır geldi. Osmânı o kefeden dışarı çıkardılar. Sonra Alînin vaktinden kıyâmete kadar, cümle ümmeti o kefeye koyup, bütün ümmeti Alî ile bir tartdılar. Alî cümleden ziyâde geldi [ağır geldi]. Sonra o terâzîyi gök yüzüne çekdiler.)
MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN http://www.huzurpinari.com Huzur Pınarı Kalb hastalıklarının şirkden sonra en kötüsü Bid’atlar ve günâhlardan sakınmamakdır. Bir günâhı terk etmek, beş vakt nemâzı hergün kılmak çok lâzımdır. Kalb hastalıklarının şirkden sonra en kötüsü, (Bid’at)lara inanmak ve bid’at işlemekdir. Bid’atlardan sonra, günâhlardan sakınmamak gelir. Küçük olsun, büyük olsun, şirkden ya’nî küfrden başka günâh işleyip, tevbe etmeden ölen bir mü’min, şefâ’at olunmakla, yâhud hiçbir sebeb olmadan, yalnız Allahü teâlânın merhamet etmesi ile, afv olunabilir. Küçük günâh, afv edilmezse, Cehennemde azâb çekilecekdir. Kul hakkı da bulunan günâhların afvı güçdür ve azâbları dahâ şiddetli olacakdır. Zevcesinin mehrini vermemek ve insanların hak dîni öğrenmelerine mâni’ olmak, kul haklarının en büyüğüdür. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki, (Bir zemân gelir ki, insan kazancının halâldan mı, harâmdan mı olduğunu düşünmez) ve (Bir zemân gelir ki, islâmiyyete yapışmak, elinde ateş tutmak gibi güç olur.) Bunun için, harâmların hepsinden ve tahrîmî mekrûhlardan sakınmak takvâ olur. Farzları ve vâcibleri terk etmek harâmdır. Müekked sünnetleri özrsüz terk etmek tahrîmen mekrûh olur denildi. İ’tikâdda ve ahlâkda ve amelde emr olunanları terk edene azâb yapılacakdır. Azâba sebeb olan şeyleri terk etmek lâzımdır. Meselâ nemâz kılmamak ve kadınların, kızların açık gezmeleri büyük günâhlardandır. Bir günâhı terk etmek, meselâ beş vakt nemâzı hergün kılmak çok lâzımdır. Yapılmaması lâzım olan şeyler, yâ belli bir uzv ile yapılır, yâhud bütün beden ile yapılır. Günâh işlenen uzvlardan sekiz uzv meşhûrdur. Bu uzvlar, kalb, kulak, göz, dil, el, mi’de, ferc ve ayaklardır. Kalb, insanın göğsünde, sol tarafında bulunan yürek denilen et parçasına nefh olunmuş [üfürülmüş] rûhânî bir latîfedir. Rûh gibi, madde olmıyan [mücerred olan] bir varlıkdır. Günâh işliyen, bu uzvların kendileri değildir. Bunlarda bulunan his kuvvetleridir. Dünyâda ve âhıretde se’âdete kavuşmak, râhat etmek istiyen kimse, bu uzvların günâh işlemelerine mâni’ olmalıdır. Günâh işlememek, kalbinde meleke, tabî’at, hâlini almalıdır. Bunu başarabilen kimseye (Müttekî) ve (Sâlih) denir. Allahü teâlânın rızâsına, sevmesine kavuşarak, (Velî)si olur. Kalbde tabî’at hâlini almadan, kendini zorlıyarak günâhlardan sakınmak da, takvâ olur ise de, velî olmak için, günâh işlememek tabî’at, huy hâlini almalıdır. Bunun için de, kalbin temizlenmesi lâzımdır. Kalbin temizlenmesi, islâmiyyete uymakla olur. (İslâmiyyet) üç kısmdır: İlm, amel, ihlâs. Emrleri ve yasakları öğrenmek, öğrendiklerine tâbi’ olmak, bunları yalnız Allah rızâsı için yapmak lâzımdır. Kur’ân-ı kerîm, bu üçünü emr ve medh etmekdedir.