Kutu Dergisi

Page 1

Ağaya Beleş 1.sayı yıl:2009 Düşlere renk dedik, renklerimizi bir araya getirerek bir kutu oluşturduk.


-GURU

FASÜLYE-

‘Kuru fasulye’ ve ‘sınır’ kelimelerini aynı cümle içinde kullanmanın binlerce yolu olmalı. Bu cümlede olduğu gibi. Cümle (tümce):Çoğunlukla özne, tümleç ve yüklemden meydana gelen; bir ifade, soru, ünlem veya emiri dile getiren; kendi başına anlamlı kelimeler dizisidir.

4

Cümleler yapısına göre 4’e ayrılır.

3

Yapısına Göre: Basit Cümle Birleşik Cümle Sıralı Cümle

Öğelerinin Dizilişine Göre: Kurallı Cümle Kuralsız Cümle Parantez Cümlesi Eksiltili Cümle

1

2

Yüklemine Göre: İsim Cümlesi Fiil Cümlesi

Anlamına Göre: Olumlu Cümle Olumsuz Cümle Soru Cümlesi Ünlem Cümlesi Emir Cümlesi Gereklilik Cümlesi İstek Cümlesi Dilek Cümlesi Şart Cümlesi

Cümlenin tanımını, içinde kuru fasulye geçen bir kelimeyle yapmaya çalışırsak kendimizi biraz sınırlamış oluruz. Derdimiz anlatmak için sınırlı sayıda cümle kullanıp, bünyede kuru fasulye etkisi yaratmaksa zor olmasa gerek. Efendim merhaba! Elinizdeki bu 36 sayfalık fotokopi, kasmadan, yukarıdaki gibi kasılmadan, mesaj kaygısı motivasyonuyla asla tanışamayacak olan bir tanışıklık hikayesinin derlemesidir. Mart 2008’de Kısa Dalga Gençlik Merkezi’nde başlayan atölyelerden biri de ‘Görsel Sanatlar Atölyesi’ydi . Atölyede 14 hafta boyunca, farklı sanat dallarıyla tanışıp çeşitli uygulamalar yapma fırsatı bulduk. Edebiyattan heykele, ebrudan resime, sanat tarihinden fotoğrafa çoook renkli bir


programımız vardı. Her buluşmada o haftanın konusuyla ilgili bir uzman gelerek bizimle deneyimlerini paylaştı. Atölyenin, son haftalarına doğru ‘e bitmeye az kaldı şimdi ne yapmalı?’ diye düşünmeye başladık. Karışık zihinlerimizdekileri, özgürce paylaşabileceğimiz bir dergi yapmaya karar verdik. Çünkü atölyeler süresince farkettik ki zihnimizin, hissettiklerimizin karmaşık olması ve bu karmaşayı birbirimizle paylaşabiliyor olmak kendiliğinden karşı konulamaz bir heyecan yaratmıştı. Eylül 2008’de buluşmalar yeniden başladı. Bazen internet üzerinden, bazen Kısa Dalga’da biraraya gelerek havadan sudan konuşmaya başladık. Dergiye adını veren ‘kutu’ da burdan çıktı. Kısa Dalga’da bir kutu var.Her buluşmada yanımızda olan bir kutuydu bu. Kim ne alatmak isterse o hafta, önce derdini dillendirdi. Sonra kutuda bulduklarımızla bazen resmettik, bazen yazdık, bazen çizdik bazen de boş boş baktık kutuya. Çok emeği var o kutunun bizde, çok kahrımızı çekti sağolsun. Diyalog kurabilmek zor zanaat. Neler neler keşfettik kendimizle, birbirimizle ilgili bu süreçte bir bilseniz. Hepimizde bol bol hikaye, bol bol hayal, ohoooooo attık da attık. Tutabildiklerimizi ise bu derlemye koyduk, hikayemiz olsun diye. Bu derlemeyi hazırlarken ne entellendik farklı olabilmek için, ne de en iyisi olsun diye kastık. Küçük bir serüvendi her hafta buluşmalar. Bazen dünyayı kurtardık ‘kıt’ aklımızla, bazen de ‘ne oluyor yahu burda’ dedik halimize şaşırarak. Bütün o, masa başı sohbetlerinden sonra ‘sınır’ demek geldi aklımıza. Aklımızın bir köşesinde saklı tuttuğumuz ‘sınır’dı bu seferki serüvenin adı. Hadi dedik bu seferki KUTU’nun adı SINIR olsun. Özgürlük müdür yoksa engel mi sınır? Bu sorunun cevabı, her nerede ne yapıyorsak değişir. Sorunun tek bir cevabının olması ‘sınır’ın bünyesine aykırı zaten. Nereye çekersen oraya gelir hesabı, tam da hayat gibi, bedenlerimiz, emeklerimiz, hayallerimiz gibi birşey bu sınır. Kuru fasulyeyi şimdi cümle içinde kullanmak daha kolay. Doğru - yanlış kavgası yapmadan, basit - zor hesabına düşmeden, kaç ölçek su - kaç kaşık salça diye ezberlemeden. Çünkü geldiği gibi olma derdimizin içinde, karizmatik olmaya çabalamak hiç aklımıza gelmedi ne yazık ki!

NESLİHAN ÖZTÜRK

Fasülyeyİ pİşİrmek İçİn bİr gün öncesİnden suda bekletİn.


ılar...

evaplad Sorduk c

SNR ? -kural-

-makyaj ça ntam-

-Ankara İs tanbul-

-babam-

-annem-

-yasaklanmış

-evlili

kı s -yatak oda -ben-burnumun ucu-

-kızlığım-

-mini et ek-para-

-karne-

-ahlak-

-sınırsızlık-

-özgürlük-

-sevgilim-

-anlamsızlık-mesafe-ihtisas-

-karşı komşum-

-herşey-abim-

-kapı-


SÜRREALİZM

Kenan IŞIK


kalem bir... hayata başlanan andır kalem .. bazıları için öğretim hayatının başlangıcıdır; bazıları içinse hayatın başlangıcıdır. bazen sadece yazmak için kullanılır, bazense hayatı anlatmak için... bazıları kalemi araç olarak görür, bazıları ise kalem de hayatı bulur. yazmak mı yazılan olmak mı?

incecik bir uç nokta koyan, incecik bir uç, yazılara dökülüp uzayan. evet incecik bir uçtu sayfalarımı dolduran. evet düşlerimi sana taşıyan, duygularımı gören, duyan, beni hayata bağlayan noktadan doğan; hayellerimle büyüyüyen o kalem ucu...

Kerim ARSLAN


KOLAJ

Fırat ŞAHİN


TUTORIAL

111

1112 1349

1685 malzemeler: 1-kağıt 2-kalem 3-sprey boya(renkler:göz kararı) 4-yumurtanın akı(cila için) 5-duvar(ebat:elde ne varsa) hazırlanışı: bir adet a4 kağıdına ilk olarak eskiz dediğimiz taslak çizilir bundan sonraki iş seninle duvar arasındaki empatik geçişler. sonra kağıda çizdiğin eskizi duvara çizmeye başlarsın. boyama tarifi bir sonraki sayıda. soru:bir sonraki sayı ne zaman? cevap:30 şubat ...

2008 Eray SAYRAC


Kemal, Alibeyköy’den Bildiriyor... Dünya top sektirme şampiyonu İbrahim Dindiren, nam-ı diğer Sasu İbrahim’le roportaj yaptık. 8 saatte 50.000 kere top sektirebilen Sasu, Kısa Dalga Gençlik Merkezi’nden, gözleri gibi kişiliği de renkli arkadaşımız Kemal’in sorularını yanıtladı. KA: Biraz kendinizden bahseder misiniz? Sİ: 8 kuşak İstanbulluyum. Evliyim ve 2 oğlum var. 25 sene Eminönü Belediyesi’nde hizmet ettim. Bunun yanında sanatçıyım, müzisyenlik yapıyorum. Şu anda Bağcılar’da Yeni Yılmazlar Düğün Salonu’nda sahne alıyorum. Aynı zamanda ekstra işlere gidiyorum. KA: Lakabınızın hikayesi nedir? Sİ: 1968 yılında Fenerbahçe’ye bir romen futbolcu gelmiş. Adı da Sasu’ymuş. Ben de o yıllarda 9 yaşındaydım. Küçükköy Spor Kulübü’ndeki abiler benden 5 yaş büyüklerdi. Beni yanlarına alıyorlardı, birlikte top oynuyorduk. Onlar, Sasu’yu iyi tanıdıkları için benim tarzımı O’na benzetip, ismini bana lakap olarak taktılar. KA: Rekor kırma hikayenizi anlatır mısınız? Sİ: Top sektirme olayına iddia üzerine başladım. 10.000 ile başladığım rekoru daha sonra 50.000’e çıkardım. Her televizyon kanalında en az 50 tane roportajım vardır. Her sene Avrasya Maratonu’nu topla koşuyorum. 20 senedir böyle devam ediyorum. 1989 yılında TRT 1’de Köksal Engür’ün sunduğu, ‘Türkiye’nin İlkleri ve Rekorları’ adlı programda, Beşiktaş 1. Noter, milli futbolculardan Selçuk Yula ve Cem Pamiloğlu huzurnda noter tasdikli, Türkiye Top Sektirme Rekoru bana aittir; ve gençlere Türkiye’de futbol tekniğini ben yaymışımdır. KA: Biraz gençliğinizden bahseder misiniz? Sİ: Bizim zamanımızda, yani ben 10 yaşlarındayken, ayakkabı yok, top yok, babamın maddi durumu yok... Futbolcu olana kız vermiyorlardı. Futbola boş iş diyorlardı. Babamız karşı geliyordu top oynamamıza ama bu benim içimde bir aşktı. Annemin çetik ördüğü yumaklardan top yapıp oynuyorduk. O zamanlar bütün futbol kulüpleri bana teklif ediyordu. Antrenmanlara gidiyordum. Yaptığım güzel hareketlerle, attığım güzel paslarla hayran bırakıyordum herkesi kendime. Fakat gel gelelim beni anlayan futbolcu yoktu. Benim attığım pasları alabilecek kimse olmadığı için ben Türkiye’de lisanslı futbol oynamadım.


Türkiye’de lisanslı futbol oynamadım.

KA: Unutamadığınız anılarınızdan bazılarını paylaşabilir misiniz? Sİ: Avrupa kupası Euro 2000 zamanında, Adidas’ın çıkarmış olduğu içinde zil olan özel bir futbol topu vardı. Adidas’ın davetlisi olarak Prestij Otel’de milli takımla birlikte, dünya basınına o topu ben tanıttım. Bir GSM şirketi reklamında, Pierluigi Collina’yla birlikte Türkiye’de çekilecek reklamda ben oynayacaktım. Topla ön çekimleri yaptık ama bütçe bulamadıkları için o proje olmadı. Kosova’dan beni televizyonda seyreden Dartoni Beşeri buraya gelmiş. Özel bir televizyon kanalını getirmiş. Biz de gittik. Kosova’da top sektirme şampiyonu olmaya çalışan biriyle benim aramda bir yarışma düzenlenecekti. Yarışma başlamadan önce topla bir iki gösteri yaptım. Yarışacağım o arkadaş da ‘pes’ dedi. Benim yarışmaya birlikte gittiğim kişiler de ‘Sasu abi, bu arkadaş senin yeteneğinden korktu gidelim’ dediler. Biz de gittik. 1995 senesinde Beşiktaş - Pertol Ofisi maçından önce, Dolmabahçe Stadı’nda seyircilere 2 saat gösteri yaptım.

KA: Formunuzu nasıl koruyorsunuz? Sİ: Haftada 2 gün Küçükköy - Alibeyköy arasını topla koşuyorum. KA: Gençlere iletmek istediğiniz bir şey var mı? Sİ: Bütün genç kardeşlerime de sporu öneriyorum. Özellikle koşmayı. Bunun yanında Türk futboluna birçok kardeşimi kazandırdım. Şu an bayrağı ve teorik olarak bildiğim bütün bilgileri oğlum Serhat’a verdim. Kendisi şu an Küçükköy Spor Kulübü’nde oynuyor. KA: Son olarak söylemek isteğiniz birşey var mı? Sİ: Ne topumu anladılar ne de beni. Ben, topla konuşan adam, Sasu İbrahim, bu dergide görev yapan tüm arkadaşlarıma saygılarımı ve teşekkürlerimi sunarım. KA: Biz de size bize vakit ayırdığınız ve anılarınızı bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. Roportaj: Kemal Abir Fotoğraflar için Sasu’ya ayrıca teşekkür ederiz.


SINIRLARIN ÖTESİNDEN NAZIM Ben bir insan, ben bir Türk şairi Nazım Hikmet ben tepeden tırnağa insan tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret... Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler. Hem bir tek elmadan, hem süpürülen topraktan, hem zindandan dönen insan ruhundan, hem kitlelerin daha güzel günler için savaşından, hem bir tek insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan bahseden şiirler yazmak istiyorum.

Nazım HİKMET NAZIM HİKMET RAN...

Gerçek şair kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acılarıyla uğraşmaz. Onun şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır... Şair başarılı olmak için, yapıtlarında maddi yaşamı aydınlatmak zorundadır.Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse, saman gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır.


DAVET Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan Bu memleket bizim! Bilekler kan içinde, dişler kenetli ayaklar çıplak Ve ipek bir halıya benzeyen toprak Bu cehennem, bu cennet bizim! Kapansın el kapıları bir daha açılmasın yok edin insanın insana kulluğunu Bu davet bizim! Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşçesine Bu hasret bizim!

Nazım HİKMET

KAR YAĞIYOR Lambayı yakma, bırak, sarı bir insan başı düşmesin pencereden kara. Kar yağıyor karanlıklara. Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum. Kar... Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman ışıklar... Ve şehir kör bir insan gibi kaldı altında yağan karın. Lambayı yakma, bırak! Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların dilsiz olduklarını anlıyorum. Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum.

Nazım HİKMET


Jean-Paul Sartre (1905-1980) “Ben her şeyden önce onun insan olarak büyüklüğünü ve kabına sığmaz enerjisini hatırlatmak istiyorum. Onu ağır hastalığı sırasında tanımış, yaşamak ve savaşmak iradesi karşısında şaşıp kalmıştım. Ama beni asıl etkileyen onun hüzünlü ve alaycı uyanıklığı oldu. Eziyetlerden, ölümlerden kaçıp kurtulan bu adam - başkalarının yaptığı gibi - dinlenmiyordu. Biten hiçbir şey yoktu onun için. Dıştaki düşmanla savaşırken içteki dostların hatalarına karşı da kardeşçe bir savaşı sürdürüyordu. Herkesle birlikte barış uğruna, emperyalizme ve faşizme karşı savaştığı sırada bile, Moskova’da oynanan bir piyesinde, bürokrasinin tehlikelerine karşı arkadaşlarını uyarıyordu. Ne militan disiplininden geçti, ne de yazar eleştiriciliğinden. Bu çelişmeyi sonuna kadar yaşadı. Bu sürekli gerginlik, son yıllarda, mahpusluktan artakalan güçlerini de yedi bitirdi. Ama asıl bu yönüyle bugün bir örnek insan olarak kalıyor aramızda. “Vefalı dost, yiğit militan, insan düşmanlarının amansız düşmanı, her yerde hizmet etmek ama hiçbir şeyi görmezden gelmek istemiyordu. (...) “Durup dinlenmeden nöbet tutan bir insanın eserleri, ölümünden sonra da, sizin için aynı işi yapıyor.”(“ Nâzım Hikmet’e Saygı” başlıklı yazısından.) Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) BİR ŞEY... Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi Lazım insana lazım onsuz yaşanılmıyor Ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor. Bir şey ki gözümüzde memleket kadar aziz Aşk ettiğimiz kendimize dert ettiğimiz Adını çocuklarımıza bellettiğimiz Bir şey ki artık hasretine dayanılmıyor. Bir şey daha var yürekler acısı Utandırır insanı düşündürür Öylesine başka bir kalp ağrısı Alır beni ta Bursa’ya götürür. Yeşil Bursa’da konuk bir garip kuş Otur denmiş oracıkta oturmuş Ta yüreğinden bir türkü tutturmuş Ne güzel şey dünyada hür olmak hür. Benerci Jokond Varan Üç Bedrettin Hey kahpe felek ne oyunlar ettin En yavuz evladı bu memleketin Nâzım ağbey hapislerde çürür..


Cemal Süreya (1931-1990) “Nâzım Hikmet’in önemi şurda : Bir devrim düşüncesini toptan üstlenmiş ve sonuna kadar götürmek cesaretini göstermiştir. Öte yandan şiirinde - anlatımında, kullandığı imgelerde, dil tutumunda - düşüncesinin, hayatının, varoluşunun karşılığını bulmuştur. Başka şairlerde görmeye alıştığımız, düşüncenin süs ve biçim olarak, iğreti olarak serpilişi, fikrin biçim cilveleri ve anlam oyunları halinde kalıp sırıtışı yoktur onda. Düşünce biçimsel olarak değil, yapısal [structurel] olarak yerleşir Nâzım Hikmet’in şiirine. Tümdengelmez onda düşünce. Daha çok hayatın verilerinden çıkışını yapar. Bu yüzden Tevfik Fikret gibi düşünceye boğulmaz. ‘Bereketli bir ırmak’ gibi çoğala çoğala büyür. “Nâzım Hikmet, şiirini hayatıyla tam doğrulamış bir şairdir. Ama daha önemlisi, siyasal tutumdaki birçok şairin aksine, hayatını şiiriyle eksiksiz bir planda doğrulamayı da bilmiştir. Devrim düşüncesiyle şiirsel yük müthiş bir bütünlenme içindedir onda. Ve bu bizim şiirimizde Nâzım Hikmet’e kadar rastlanmayan, dünya şiirinde de seyrek rastlanan bir özelliktir. Şiirsel onur yiğitlik tavrıyla bir arada gider Nâzım Hikmet’te. Şiirin en büyük deneylerinden biri.” (“Sonuna Kadar” adlı yazısından) Yevgeni Yevtuşenko (D.1933) Sovyet Şairi NÂZIM’IN YÜREĞİ Usanınca gerçeklerin yalanından, kaygan, yüzsüz baskıdan, tunç Nâzım’ı anımsarım ve sesini biraz hançerimsi : “Merhaba kardaşım... Ne o, neden yüzün asık öyle Boş ver! Yoksa şiir mi takıldı bir yerde? Gel, birlikte bitirelim. Paran mı yok? Bakarız bir çaresine, dert değil. Kız mı? Aldırma bulunur...” Oysa asıl kendisinde var bir şey, içini kemiren yüz çizgilerinden dehşetle akan : “Hepsi iyi de, şu yürek ağrısı... Adam sen de ağrıyadursun, yaşıyoruz ya...” Kimisi için şiir bir roldür, Kimisine bir dükkân, kazançtır. Onun içinse ağrıdır şiir, rol değil. Nâzım’ın yüreği de ağrıdı durdu işte. Üzerine titreyen doktoru bir gün, hani pek de güvenemiyerek, tenbih etmişti bana : “Bakın” demişti, “Keskin konulardan kaçının ki ağrımasın Nâzım’ın yüreği...”


Hey gidi doktor... Hastanız gitti. Yaramadı çabalarınız. Yüreğiyse onun gizli gizli çarparak sürdürdü ağrısını ölümünden sonra da. İçimdeki acı için ağrıyor, Türkler için, Ruslar için ağrıyor, kendisi gibi mapusta özgür olanlar için özgürlükte mapus gibiler için ağrıyor. Hapisane acılarıyla yanan o yürek - ölümden sonra bile dinlemiyor doktorları, korkak olduğumuz zaman ağrıyor. neme gerek dersek ağrıyor. onun gibi açık yürekle : “Merhaba kardaşım...” diyemezsek ağrıyor... Varsın ağrısın hepsi için yüreklerimiz, tek ağrımasın Çeviri: Ziya YAMAÇ


Sın(d)ır(ım) Sistemi Sınırlar… Sınırlar… Sınırlar… Olması ve olmaması gereken sınırlar, olursa bize hayatı zehir eden sınırlar ya da -ilginçtirolmadığı zaman hayatımızı karartan sınırlar, aşılınca şaşılan, şaşılınca aşılan sınırlar. Bardağın boş tarafından baktığımızda hep bir ‘sınır’ ile çevrili olduğumuzu görürüz yaşamımızı; öyle değil mi? Oysa ki dolu tarafından baktığımızda, sınırları aşabilmek için sarf edilen çaba bile tatlı ruhiyatı kaplayabiliyor. Vakti zamanında sınırların getirdiği ihtiyaç doğurganlığa sebebiyet verdi ve icatlar, mucitler var oldu. Teknolojinin uzak olduğu bir dünya hayal edelim. Dünyada büyük bir pazar sahibi olan ‘tekerlek’ örneğin; neden icat konusu olabilir ki? Çünkü kağnıların, öküzlerin, develerin işlevsel haldeyken bile sebebiyet verdiği ‘zaman kaybı’ ve ‘masraflar’

artık daha modern bir yapıya ihtiyaç olduğunu gösterdi ki ‘vakit nakittir’ dendi. Bildiğimiz yuvarlak kara lastik, şambrel ortası çember çelik bir tekerlek o zamanlarda kolay bir icat olmamıştır belki de. Ama düşünün ki; şu an lügatımızda neden yer kapladığını bilmediğimiz, aklımızın ucundan geçmeyen ‘tekerlek’ hayatımızın olmazsa olmazıdır. İlk bakışta bunun neresi icat dedirten o materyal aslında çok büyük bir emek. Tekerlek olmadan kara yolları ulaşımı mümkün olur muydu? Mucit, bu icat oluşumunda hangi safhalardan geçti, ne deneyimler yaşadı tahmin bile edemeyiz. ‘Ama o an ki sınır, siniri değil gelişimi ve yeniliği getirdi farkında olmadan.’ Çin Seddi malum; o anki durum sebebiyle umutsuz vaka ile gelişen dünyanın en büyük sınırıdır, hatta uzaydan görülebilen tek izlenim sahibi(imiş.) Dünyanın 7 harikasında biri ve kilometrelerce uzunlukta olan taştan duvardan koca bir ‘sınır’ bu setin çıkış noktasını bilmeyenler için kısaca hikâyecik geçelim. Çin Seddi’yle ilgili söylenenler : — Mısır piramitlerinde kullanılandan daha fazla taş kullanılmıştır. —Kuzeyden gelen akıncıları kesmek amacı ile yapılmıştır. —Sınırlarını, bizi belirlemek için yapılmıştır. —Diğerlerinden (ötekilerden), ‘Çin vatandaşı olmayandan ayırt edebilmek için’ yapılmıştır. Dünyada bütün ülkelerin sınırları vardır ama hiçbir ülke Çin gibi sınır çizmemiştir. Çin Seddi, dünya tarihine ve coğrafyasına büyük bir damgadır. Hayvanlar da sınır sahibidir. Toprağı kazıp, pisliğini örtebilen


canlılardır. Hayatımızın her yeri sınırlar ile doludur; bahçemizin çitleri, şehirlerin kaleleri, ülkelerin sınır çizgileri. İçimizdeki yasak kentler ve zihnimizdeki sınırlar! İçinizdeki yasak şehri başkalarına açın; renklerini, seslerini, zenginliklerini paylaşın.

altından çıkamayacağımız bir sistem söz konusu. Sınırları sindirmeyi bilelim. Bilmiyorsak öğrenelim :) Umarım yazıya ‘ı-sınır’ hale gelmişsinizdir… Ama bu yazı da burada bitsin. Bizim de ‘sınırımız’ bu kadar. Sevgi ile kalın.

Çocukken boş bulduğumuz her yere resimler çizerdik; çöp adamlar, Cin Aliler... onlara bile sınır koyarmışız. Bir de kendinize aynada bakın. Yukarıdaki örnekler gibi çevrenizde sınır çizgileri var mı? (Var olduğunu düşünüyorsanız en kısa zamanda doktorunuza danışın.) Çocukluğumuzdan bu yana ailelerimiz bizlere kendilerine göre haklı olarak sınırlar koymuşlardır, özgürlüğümüzü kısıtlamışlardır. “Aman çocuğum onunla arkadaş olma!”, “Aman evladım oraya gitme!” “Koşma düşersin!” gibi cümleler kurarak zindan ederler hayatı bize değil mi? “The Last Lecture” (Türkçesi “Son Konuşma”) kitabının yazarı, Carnegie Mellon Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği profesörü Randy Pausch der ki: “Çocuklar Odalarının Duvarını Boyamak İstiyorsa, Bırakın Boyasınlar. Evin Satış Değeri Düşmez!” Aslına bakarsanız “O” çok haklı, ayrıca kendisini bir araştırmanızı öneriyorum. “Sınır sizsiniz!” Reklam kokan hareketler değil bunlar. Zamanımız bile sınırlıdır. İnsan doğar, büyür, ölür. (Ölüm hepimizin ortak sonu, bu kadar acımasız olduğum için üzgünüm.) Belleklerimize kazınan, bazen

Yusuf Ozan Taşdemir “Çelişki baş çerisi”


SEKSEK Mİ? SEKMESEK Mİ?

belmutluyuz, dan ruz. Belki ın yo ıs şı nt ya kı z sı l ve bi de can i ar kl pl be lı , Hayat güze ka ladı belli ha yeni ağ ruz. Hem de bir yo ç şı hi ya ki biri da ız de adığım a biz yine dan. Sınırl tediği öleceğiz am ımızı aşma ar bizi is ar rl rl nı nı sı sı a nd lı As içinde, z. n yaşıyoru şeyi aşmada tıyor. şa için şekilde ya aşmamak sınırları arı rl ri nı be sı le n çüklükte narken bi kü oy ek , erks er il Se zl n . Bi arız aşmada miş insanl sınırları t, si yetiştiril ba z. l şarılıyı rek. Kura oldukça ba aşmamak ge bu konuda z Bi . in z acaleyeceks özgür müyü biz o kadar umuzu m, uğ ki yd n ko ya m rları ko ı da bizi zümüz sö Peki bu sını orum. Zaten sınırlar m n bizi nmıy biz ıza da baze ım ne ar yi ba? Ben sa rl ı nı ın um; ama sı n sınırlar or zi ek üy mi sl nm ği me şü ce dü Gele a bazen ğil hani. gençler. Am Dez . Bi or . geçmiyor de iy la rl beli uz çoğunluk n aileler Tabi belirliyor seçimi olsu aileymiş. ul si ok ri n, bi su en rd lar, le ba en ra seçimi ol ey ak rl var, rları beli bir de okul n inm, ğı zı mek ki sını dı la ma k nı hiç ta unutmama et vb.aştığın ve çevreyi de on, intern lda karşıl zy yo vi , le ar te şl – da bize n r arkada ri da le ka lecek o tta gördük ge ha ba , li ar Ga nl sa rın… n, okudukla duydukları . iş lm da bağlı deği arı nasıl z bu sınırl ni içeriye mı ğı dı ma leri z sahibi ol i mişiz. Biri Nerdeyse sö aynı şeyler l benimsen p sı He Na . z. uz şi or ş ıy da km ka çı ar sahiplenmi da la z dışarıya er insanlar ğu du ol de almıyoru dece kendimize benz lı rk en fa Sa arın sadece bizd görüyoruz. yoruz. Bunl geldiğinde li bi ri Ye re . ti uz eş el ı oluyor ın ar hat başkal . için çok ra ar yüzünden rl nı l hepsi sı farklı yo es için rk e He nl de i. sank Bu ne si farklı. r unutulan le iai ed t i, ke es Birşey va vr eden hare herkesin çe hiç düşünm direk çizilmiş, k biz bunu oruz yada ca iy an il ; ab da uy ı çl ar rine su rl ye t nı sı raha re onun nları çok ini bir ke nd şi. ke ki iz az yoruz. İnsa im k ruz. Hang şıyor? Ço yo lı rü ça gö ri e ye an ey a düşm şünm yor, hatt un gibi dü o infaz yapı , ız ız ıs ıy rg koyuyor? On kl ya e göre ha ın hepsi iz ar im nl nd n, la Ke ke ka çlar Geri yoruz. uz ‘O’nu su pimiz yapı da olamıyor geliyor he ın rk fa n şeyi sırada bir


‘O’ da kend ini haklı hissediyor du. Her ne ka dar sınırl arı biz çi rine göre zmiyoruz genişleteb desem de iliyoruz iş miz için is yeimize gele temediğimi nleri. Kend z şeyi başk yeri geldiğ iası için is inde de ya teyebiliyo pıyoruz. İn saldırıyor r, sanların sı uz. Yada nırına giri yeri geld açabiliyor iğinde kö p uz. Kötülü tülüğün sı k olmaması onu her za nırı gereken bi man ‘bu ka r şey ama dar da olma yapabilme biz z’la sınırl yetkisini kendimizde ayıp her şe bu sınır bi buluyoruz; yi zi daha öz ve yarattığ gür kılıyo özgürlük on ımız r. Ne kada u bilemiyo r rum. gerekli bi r Yine de ‘s ınırları ba zen biz be yok. Sını lirliyoruz rlarımız ’ diye birş öyle çizi sınırı, uz lmiş. Yeri ey at ki ezil geldiğinde meyesin en yerde biz aş güçlü sen ezelim isti ol. Bir yoruz. Yine başkasına yapıyoruz biz isteme yani. diğimiz şe yi Hiç sınır olmasın de miyorum. Sı bazılarını nır elbett çok geniş e olacak, tutarak –s da yok ed hatta aygı, sevg erek... İn i- bazıları sa nl gerek, ne ara biraz nı ezen olmak daha saygı için uğraş Önemli olan göstermek ne onları düşm de kendini yaşayabilm an gibi gö ezdir. ek, ne olur rmek değil sa olsun ke kardeş gibi Hatta bunl arın sınırı ndini eşit nı sınırsız görebilmek yapmadıkça . yapmak gere ben yapsam k. ”Başkala ne olur?” rekirse. He rı de m unutmayı meyin uğra n ‘en büyü şalım gedisinden ba k değişiml şlar’. er insanın ken-

Ümit BADEM


GURURUM Söylesem, söyleyebilsem derdimi. Yıldızlı bir gecede açabilsem kalbimi. Desem, diyebilsem seni seviyorum Ve çılgın gibi aşığım sana. Ama demem diyemem Çünkü aramızda denizler dağlar Ve benim o kahrolası gururum var. Bu böyle sürüp gidecek. Seni sevdiğimi bilmeyeceksin, öğrenmeyeceksin. Her gece seni sevdiğimi söyleyeceğim Yıldızlara... Ama sana asla! Çünkü aramızda denizler dağlar Ve o benim kahrolası gururum var...

AFFETMEM

Beni öldürecek silah da olsan, Azapta yaşatacak günah da olsan, Elimde içtiğim sigaram da olsan, Fırlatıp atarım seni AFFETMEM. Tüm gerçekleri pişmanlıkla anlatsan, Sefil olup sokaklarda yatsan, Son nefesimdeki ilacım olsan, Zehir derim yine AFFETMEM. Gözyaşalarım deniz de olsa, İsyanım feryadım semalarda duyulsa, Kalbimde ki sancı da olsan, Allahım affetmesse cehennemde olsa AFFETMEM.

Serap ERDE N

01


BENİ UNUTAMAYACAKSIN

Senden bana kalan son birşey vardı, O da hayalin. Bir kavak yeli esti, O da uçup gitti. Ayrıldık işte ne oldu sanki? Onda mutluluğu bulamadın ki! Beni arıyacaksın demiştim, Eski sevgimi bulamazsın ki! Düşünüyorum da ne kadar aptalmışım, Senin gözlerine kanmışım, Tatlı rüyalara dalmışım, Seni insan sanmışım. Beni unut dediğinde dünyalar başıma yıkıldı. Sanki hayat sensiz yaşanmaz diyen sen değildin, Sana söylemiştim beni arayacaksın, Ama hiç bir zaman bulamayacaksın... Se

ra

p

ER

DE

N


KISA DALGA GENÇLİK MERKEZİ

GÖRSEL SANATLAR ATÖLYESİNDEN NOTLAR


KISA DALGA GENÇLİK MERKEZİ

DERGİ ATÖLYESİ


GRAFFİTİ’NİN TANIMLARI 1)Türkiye’de vandalizm olarak adlandırılan bir sanat türü. 2)Hiphop kültürünün bir parçası. 3)Çok güzel bir şey, her duvara lazım. 4)Eski Mısır’da yolculuğa çıkanların geçtikleri yerlerin duvarına adlarını ya da resimlerini çizerek iz bırakmasıyla doğan sokak sanatı. 5)Ana malzeme olarak sprey boyaların kullanıldığı tek veya grupça yapılabilecek şekilli janjanlı cafcaflı duvar yazıları. Bazen bu yazıların yanına resimler de yapılarak güzelleştirilebilir. Graffitiyi yapanlar yazının altına kendi nicklerini eklekler ki gören tanısın.Bu nicklerin graffiti alemindeki adı ‘tag’ dir. Türkiye’de yasal izin verilme ihtimali çok düşüktür. İnsanlar bu yüzden izinsiz yapmaya mecbur kalıyor. 6)Yazın gece sokaklara dökülmemizin, karakollara düşmemizin sebebi olacak bir buluş. 7)Türkiye’de yapanların genelde anarşist nidalarıyla kovalandığı daha da ileri giderek terörist muamelesi gördügü sanat türüdür. 8)İtalyanca kökenli bir kelime. Eski Roma, Yunan, Mısır medeniyetlerinde anıtların duvarlarına yazılan veya çizilen ve genellikle hiciv karikatür niteligi taşıyan yazı ya da resimlere verilen bir ad. Resim çizmek, iz bırakmak, karalamak ile verilen mesaj anlamınıda taşır. 9)Dünyada, bugün mesajdan öte daha büyük bir şeyi ifada eden graffitinin doguşu, Amerika’da New York’a denk düşer. Türkiye’de özellikle 80 öncesi,varoşların duvarlarını süsleyen siyasal içerikli düz duvar yazılarıyla, graffiti arasında direk Hiçbir bağ bulunmamasına karşın, Amerika’da graffitinin oluşumunda bu düz duvar yazılarının ana kaynak oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bugün, Türkiye’nin dört bir yanında ‘Nuri Alço’ imzasıyla yazılan basit duvar yazıları, Amerika’da graffitinin doguş şekline benzemektedir. 10)1970’li yılların başlarında, New York’un tüm sokaklarındaki 183 imzalı yazı duvarları kaplamaya başlar. New York’lular da merak uyandıran bu düz duvar yazılarını, 1971’de New York Times ‘kim bu Taki?’ başlıklı haberi manşetlere taşıyıncaya Taki ismi efsane gibi yayılmaya başlar. Taki’nin bir postacı olduğu ve 183 rakamının da oturdugu aparmanın numarası olduğu anlaşılır.Bunun üzerine insanlar Taki gibi ünlü olmak için kendi isimlerini kalemlerle duvarlara yazmaya başlarlar.1992 yılında New York’un her yerinde, metro istasyonlarında, bina duvarlarında, koridorlarda, trenlerde, kamyonlarda, duraklarda, graffitiler yer almaya başlar. Gündüz, şehrin egemen sosyal ve kültürel yapısı arasında ezilen, aşağılanan gençler gece olunca içlerindeki öfkeyi kusmaya başlarlar. Gecenin karanlığında, graffitilerle bombalanan yerlerin gündüz karalanmasına, silinmesine, spreylerin kullanımının yaskalanmasına, graffiticilerin göz altına alınmasına, tutuklamasına karşı bir tepki olarak özellikle belirli çetelere mensup olan gençler siyahlar ve Portorikolular aynı eylemi gecenin karanlıgı çöktükten sonra tekrarlamaya devam ederler.


BANKSY


EMOTIONAL ÇİZGİLER Kendisini uzun zamandır ‘EMO’ olarak bildiğimiz Merve Tekeoğlu (nam-ı

diğer Mervecik) kendi türüyle ilgili bazı açıklamalarda bulundu. Mervecik, ‘emo’ yani duygusal ergenler diyor anlatmaya başlamadan önce. 13-16 yaş arası daha bir popüler hal alıyormuş mevzu. ‘Emo’ adı emotional (duygusal) kelimesinden türemiş, popüler kültüre karşı 1980’lerde çıkmış bir akımmış. Bu akımdan biri olarak tanımlanmanız için şekil şemal çok önemliymiş. Saçlarınızın, makyajınızın, ayakabılarınızın, pantolonlarınızın kısacası dış görünüşünüzü oluşturan herşeyin çok önemi varmış ‘emo’ olmanız için... Siyah ve pembe en favori renkleriymiş, makyaj ve kıyafet seçimlerinde. Renkli saçlarıyla gözlerinin bir kısmını gizlemek de dikkat edilmesi gereken ‘şekil’lerden biriymiş. Bu imaj meselelerinde piercing en önemli noktalardan biriymiş. Bu hayatta herşey dış görünüş değil tabi... Önemli olan insanın içi. Façayı (dış görünüşü) bir emo gibi toparlamak emo olmaya yetmiyormuş. Duygusal bir takım halleri varmış bu emoların. ‘Özgür takılan aileleriyle sorunları olan tipelrdir’ diyor Mervecik ‘emo’lar için. Hiç bir amaçları yokmuş bu hayatta ‘emo’ ‘emo’ takılmaktan başka. Kendilerini toplumdan soyutlayıp daha da yalnız kaldıktan sonra depresyona giriliyormuş. İsyankar tavırları en belirgin özelliklerinden biriymiş. Genelde aileleriye dertleri varmış, hepimizin olduğu gibi. Bildiğimiz türden davranış şekilleriyle kadın - erkek ayrımı yapmak çok görünen bir durum değilmiş emolar arasında. Mesela erkekler de oje sürebiliyor makyaj yapabiliyormuş. Temizlik onlar için ön planda olmadığı için bir t-shirt’ü 15 gün giyebilirlermiş. Biseksüel olma hali de ‘emo’cular arasında yaygın bir durummuş. Ayna karşısında fotoğraf çekmek çok popülermiş kendi aralarında. Çektikleri fotorafları da internet sitelerine yüklüyorlarmış. Çokca sanal alemde, özellikle de MSN’de takılıyorlarmış. Sanal olmadıkları zamanlarda da daha ziyade Kadıköy Reks Sineması civarında, Taksim’de Karınca Bar ve Bahane’de, Bakırköy sahilde görmek mümkünmüş kendilerini. Yemeğe para vermiyorlarmış. Sigara ve alkol paranın harcandığı tek yer. Paraları bitince birbirlerine ‘sinyal’ çekiyorlarmış yada başkalarından istiyorlarmış. Örnek aldıkları ünlü ‘emo’ kişiler varmış mesela Avril Lavingne, Evanesence’den Emili... Dinledikleri müziğin adı ‘hüzünlü punk’mış. Genelde rapper’dan ‘emo’ olurmuş. Bunlar Mervecik’in ‘emo’lar hakkında bildikleri. E tabi bir de olaya bakış açısı, yorumu var. Kendisi de bir zamanlar ‘emo’ymuş. Hatta bir sürü ‘emo’ arkadaşı varmış. Saçlarını kabartıp, ayna karşısında fotoğraf çekip ‘shop’ladıktan sonra internete koyarmış. Bir süre sonra insan ‘emoluktan sıkılıp normal yaşama dönüyor’ diyor. En çok saç modellerini beğeniyormuş. İnsanın ailesiyle problemi olunca, farklı birşeyler yapıp kendini kanıtlamak istiyormuş; bu yüzden de insanın hayatının bir aşamasında ‘emo’ olmasının iyi bir fikir olduğunu düşünüyor. Emo’ların


bazı fikirlerini farklı buluyormuş, kendiyel bağdaştıramadığı tarzları varmış.’ Emo’yken sokakta insanların dönüp baktığında hoşunuza gidiyor, çünkü ilgil çekiyorsunuz’ diyor Mervecik. Yani O emoyken öyleymiş en azından. Ama şimdi 17 yaşında ve ilgi çekmenin başka yolları da olduğunu düşünüyor. Mesela fotoğraf çekiyor olması, O’nu özel kılan durumlardan biri. Artık çok doğal biri olduğunu, düşünüyor. Farklı görünmek için uğraşmadığım ve farklı insanlarla iletişim kurabildiğim için çok özelim diyor. ‘Her şekilde göze çarpıyorum çünkü kendimi saklamıyorum...’

Pirsing (İngilizce: piercing): cildin ve altındaki yağ tabakasının ya da kıkırdağın delinmesi ve takı ya da iğne takılması usulü ile gerçekleştirilen vücut süsleme sanatı. Bu şekilde takılan takılara da pirsing denir. Pirsing çoğunlukla kişisel bir kendini ifade yöntemi olarak kullanılır. Biseksüellik: Duygusal ve/veya cinsel yönelimi hem kendi hem de karşı cinsine dönük olan canlı. Sinyal: Birbirlerinden para istemek. Rapper: Rap müzikle ilgilenen kişi. Shop-lamak: Photoshop programı kullanıp, fotoğrafı biçimlendirmek.

Merve TEKEOĞLU


Graffiti Yaparken


Semih & Yunus GÜNDÜZ


Sınırlarım var ve yaklaşma, Dokunma, uzak dur bana, İyiliğimize, bu olan. Sınırlar geriyor tenimi, bedenimi. Sınırsızca zevk yaşayabilirim, biliyorum. Ama fevrileşemem, cehennemle sevişmek istemem. Hayatımı bu şekilde idame ettirebilirim ancak, Sınırlı bir biçimde yani... Sınırın çimenli tarafındayım şu an, Sağ tarafta. Dikenlere batmak hoşuma gidiyor aslında; İsmi ‘nefis’ olan canavar kulağıma meleksi tınıda bir şeyler fısıldıyor Sınır geliyor aklıma... Git demek istiyoırum, diyemiyorum. Saçlarımı okşuyor çünkü aynı zamanda Buna ihtiyacım var ve karşı koyamıyorum. Bir yandan saçlarıma yapışkan zehrini sürüyor. Sınır geliyor aklıma.. Geçiyorum tekrar çimenli tarafa. Zehrin tadı ağzımda... Hem acı, hem şekerli gibi... Sınır belli fakat adımlarımı belirleyemiyorum Sınırlar zaten var, uymak önemli olan Bıçakladıkça şahlanan canavara ‘dur!’ demek Zor. İmkânsız değil. Gerekli.

L a AÇIKE

Sümeyr


Yayılalım çimlerin üzerine içimizden geldiği gibi o bizim üzerimize yayılmadan önce...

Hayatımız

genelde bir sürü şeyle sınırlandırılmıştır. Yok yaş sınırı, hız sınırı vs vs... Hayat böyle gereksiz sınırlarla doludur. Bazen bu sınırları biz koyarız hayatımıza... Başkalarına karşı davranışlarımıza da sınır koyarız; yeri gelir en yakın arkadaşımızla aramıza sınır koyarız. Ailemizle aramıza sınır koyarız... Bazen hayat koyar bize bu sınırları... Yeri gelir yaşımızı sınırlar yeri gelir söz hakkımızı sınırlar. Bu hayatta, neyi ne zaman nasıl yapman veya yapmaman gerektiğini söyleyen, senin kendi birikimin, hayat görüşün, içinde yaşadığın toplumun kuralları ve onlara ne derecede uymak istediğine bağlıdır. Sınırlarını bilemiyor, tahmin edemiyor, çizilen sınırları kabullenemiyorsan toplum yada kendi benliğin seni cezalandırır. Belki en düşük ceza olarak kendi içimizde acı ve vicdan azabı çekeriz... Ağır olansa başkaları tarafından yargılanmamız veya

dışlanmamızdır. Ama bunlar bir engel değildir hayatta... Asıl engel bizim koyduğumuz sınırlardır. Bizim koyduğumuz sınırlar, çoğu zaman bir duvar gibi çıkar karşımıza... Aşamayız çoğu zaman o duvarları, aşmamız gerekir belki ama buna ya cesaretimiz yoktur ya da sınırlarımız dışına çıkmak yerine kolay olanı, başkalarının bizim sınırlarımızın içine girmesini bekleriz. Bu bekleyişlerimizin sonucu çoğu zaman boşa çıkar. Bizim sınırlarımıza girenler her zaman doğru kişiler olmaz; bazıları bizi sınırlarımızın dışına taşımak isterken bazıları ise bizi sınırlarımız içinde yok eder. Bunların yanı sıra sınırlarımıza yaklaşmadan bizim aşmamızı bekleyenler de olabilir. İşte bu doğru olanı, yani sınırları kendimizin aşması sınırlarımızı kendimizin genişletmesi değil midir? Hayat sınır koymak için çok kısa. Bence hayata sınır koymak yerine bütün sınırlarımızı ve engellerimizi aşmalıyız. Hayatı sınırlarla ve engellerle ne kadar sürdürebiliriz ? Unutmayın tek bir hakkımız var bu dünyada, bir daha dönüşü yok... Yayılalım çimlerin üzerine içimizden geldiği gibi o bizim üzerimize yayılmadan önce... Aylin BADEM

Resim:Kenan Işık


İNADINA

“Avuçlarımda cam kırıkları var ve çiviler üzerindeyim. Üzerime küçük bir yük daha koyduklarında çiviler batıyor ayaklarıma. Sesimi çıkarmamak için avuçlarımı sıkıyorum ve cam kırıkları batıyor ruhuma…” İçimde aslında dinmeyen fırtınalar başlıyor yeniden esmeye. İçimdeki bu fırtınaları dindirmek istiyorum. Ama nafile! Aynanın karşısına geçip kendimle konuşuyorum, sorular soruyorum ve cevaplar bekliyorum umutsuzca. Sonra “O kadar sessizsin ki kulaklarım patlıyor sessizliğinden. Sayende boğuldukça öğreniyorum girdaplı vakitlerde yüzmeyi…” diyorum karşımda gördüğüm bedeni bana ait ama içi benden tamamıyla bağımsız olan yalancı siluete. Şimdi düşünüyorum da canımı bu kadar acıtan sensizlik miydi yoksa seninle olmak mı? Anlamaya çalışırken daha da derinlere batıyor can kırıkları. Derinlere gittikçe sonu olmadığından korktuğum bir boşluk oluşuyor benliğimde ve ben bütün gücümle tutmak istiyorum, kayıp giden zamanı uçurumun ucundaki bir genç kızı kurtarmak ister gibi. Biraz daha benimle kalsın biraz daha nefes alabileyim diye tutmak istiyorum. En çok da hep ufuk çizgisine varmadan bitirdiğim hayallerimin sınırlarını zorlamak için istiyorum. Biliyorum ki zamanı, aşkı, mutluluğu sınırlayamadığımız gibi hayalleri de sınırlayamayız. İşte tam burada sen çıkıyorsun karşıma. Hep tertemiz kalsın hiç kirlenmesin diye uğraştığım ama sonunda esiri olduğum RUHUM… Sinsi sinsi körebe oynuyor benimle… O ebe, bense ebelenmemek için uğraşan bir zavallı gibiyim. Sonunda her şey yoluna girdi diyorum ve şaka gibi gerçek burnumun ucunda bitiyor hayat, ben ve sensizlik. Evet, ruhum sensizlik, bir sevgili, arkadaş, anne, baba, kardeş gibi inandığım sevdiğim kimlik verip karşıma alıp konuştuğum ruhum sonunda yakalıyor beni. Öylece duruyorum ismimi yanlış söylesin ve ben gene kaçıyım bu sefer beni hiç yakalayamasın diye. Fakat beni benden daha iyi tanıdığını kanıtlar gibi üstüne basa basa söylüyor ismimi. Bu seferde ben ebe oluyorum ama yakalanacak bir ruh bulamıyorum. Her yer bir anda kararıyor. Önce ılık bir rüzgâr esiyor ama bunun başlangıç olduğu anlaşılıyor ve bir anda fırtınalar kopuyor. Kasırganın orta yerinde kalıyorum. Hiçbir şey eskisi gibi olamaz biliyorum. Ama hayat denen film devam ediyor ve edecek. Ben de bu filmde ruhunun oyun oynadığı ve sonunda ruhunu kaybetmiş biri olarak dimdik duracağım ayakta. Herkes ağlayıp gülerken susacak, mevsim ilkbahara dönerken sonbaharda kalacak ve zaman akıp giderken durağan olacak bir bedenle yaşayacağım. Hayat, “İnadına” senin inadına yaşayacağım…

Hatica ALKAN


KARŞILIKSIZ AŞK... Karşılıksız aşk… En zorudur aşk ların, en acı vereni, göz yaşı döktüreni, insanı olgunl aştıran, sahici, yalancı ve öğretici acıdır. Tüm güzel gecele ri gözyaşına boğar ve rüy aları kâbusa çevirir. Bir perded ir insanların gözüne ine n. Sevdiğinden başkasını göremez olursu n. Kim ne derse desin umu runda olmaz, onu istediğin gibi görür, seversin. Bir kelimesi, bir dokunuşu içini yakmaya yeter, ömü r boyu tenine hapsolur ell eri. Bir daha bırakmamacasına sımsıkı tutmak istersin ellerini ama sadece bir hayaldir bu. Belki olduğu ndan fazla büyütürsün onu gözünde ya da kalbinde; belki de hak etm iyordur sevgini. Ama bil emezsin işte aşk denen hastalık işlemi ştir bir kere bedenine. En kötü yanı tedavisi imkânsızdır. Onu n açtığı yaralar asla kap anmaz, kapandı dediğin anda mutlaka bir yerden sızar kalbine. Bilirsin unutmak en büyük cezadır sevilene ama yap amazsın. Bir tür diyet gibidir, her haftanın başı başlarsın ama devamı gelmez. Çünkü kendini tut amaz, kandıramazsın. Sen i aşka tutsak bırakan gözleridir belki de onlardır unutmana eng el ya da bir sözüdür seni tekrar kendin e bağlayan. Buda bir nev i bahanedir kalmana. Her karşına çıktığında bed enin karlarda üşüyen bir serçe misali titremeye başlar. Kalbin seni seviyorum diye çığlık lar atar; bu o kadar kuvvetlidir ki duy masından korkarsın. Gözler ine bakmaya cesaret edemezsin sev ginin şiddeti o kadar büy üktür ki bakışların ele verir diy e geri adım atmaya başlar sın. Hiçbir zorluk yıldıramaz seni, belki o bilmez kıymetini hercai gibi. Ama sen ne pahasına olursa olsun yeryüzüne çıkmak ist ersin tıpkı bir kardelen çiçeği gibi. Seni görmez basar geçer, umut edersin, belki dersin , belki bir gün ardına bakar. Çün kü sevgin hiç eksilmeyecek , seni hiç bırakmayacak gibi demir atmıştır bir kere kalbin e engelleyemezsin. Umut etmek, vazgeçmem ek bunlar kaderinin bir parçasıdır artık. Bir kere çıkmışsın dır o uzun yola, geri dön üşü yoktur. Kabullenmişsindir her tür lü zorluğunu yolun, karanl ığıyla, soğuğuyla. Belki bir gün karşılığını alırsın sevgin in güneşler doğar, aydınlık sarar her yanını. Bir bakmışsın ki yolun sonu gelmiş hercai sevmeyi de öğrenmiş. Ama çok geç, kar delen bir daha çıkmamak üzere çoktan kara toprağın altına gir miştir. ŞİMDİ ETRAFINIZDA OLUP BİT ENLERE DİKKAT EDİN ‘GELECEĞİ SATIN ALABİLECE K TEK ŞEY BUGÜNDÜR. HAYAT GEÇ KALANLARI ASLA AFFETMEZ…’

Hatice TURE


Hatice Alkan

SONBAHAR Ben hep sonbaharlardayım, Yerden yere savrulan aciz bir yaprak misali. Benim rüzgarımda sensin. Bir gülüşün, bir bakışın öteye savurur beni. Baharlara hasret kaldım Bir kelamına hasret kaldığım gibi. İsmini her fısıldadığında rüzgar, İçimden büyük bir parça kopar. Hiçbir zaman duyamayacağım sevgi sözlerin, çınlar kulağımda, Yine o içimi yakan gözlerin gelir aklıma. Her yağmur yağdığında gizlenip ıssızlığıma, Gidilmeyecek yerlerin hayalini kurarım, adı bile olmayan diyarlarda. Aşinası olduğum şarkı yine dudaklarımda; ''.....biz bu sonbaharda buluşacaktık bahar geldi geçti sen gelmez oldun''


Kalbimiz kadar temiz bu sayfay覺 sizin i癟in ayr覺d覺k...:) SNR


Kutu Çıkarken Mart 2008’de Kısa Dalga Gençlik Merkezinde gerçekleşen Görsel Sanatlar Atölyesi’ne 14 hafta boyunca katkıda bulunan ve Kutu’nun çıkmasına cesaret veren herkese teşekkürler. Deniz TEZUÇAN Evren SELÇUK Can EREN Ezgi Ceren KAYIRICI Cansu KARASU Bilgi Üniversitesi Sinema Kulübü / Tuğçe ÇOTUK Erkan SAKA ve Milli İstirahat Karga Dergisi / Tayfun POLAT SEVGİN Sokakta Çalışan Çocuklara Yardım Derneği / Esin Kısa Dalga Gençlik Merkezi

İletişim Gençlik Çalışmaları Birimi Kısa Dalga Gençlik Merkezi santralistanbul Kazım Karabekir Cad. No: 1 E4-103 Eyüp / İstanbul Tel:(212) 311 75 91 www.kisadalga.org msn: ksdlggnclkmrkz@hotmail.com

Grafik Tasarım:Fırat ŞAHİN & Eray SAYRAC


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.