1
Kuzgun Postası, aylık çıkaracağımız, zaman buldukça okuyacağınız jilet gibi fanzindir. Güneş yüzünü gizlediğinde sokağın kuytu köşesinde nöbet tutan, kötü adamları iki kalem darbesiyle yere deviren fanzin, sokaklardadır. Oturduğunuz bankta yahut internetin derinliklerinde karşınıza çıkabilir. Şimdi ve üretildiği süre boyunca ücretsizdir, internette dolaşımdadır.
İzbe yerlerden, kısık gözlerle sokağı izleyenlere, hepimize.
2
I Kibrit kokusunu seviyorum. Tuvalette şarkı dinlemeyi de öyle . Hala çakmağın kibritten önce bulunduğunu anlamış değilim Hazır Eylül’e yeni girmişken söyliyim, Üzüm, üzüm ayı demekmiş Süryanice’de Eylül . Alın size gereksiz bilgi.. Atatürk zaten enginarı sevmezdi ...
Kendi haz aldığım şeyleri bulup kendi haz dünyamı yaratıyorum, mesela yazmak gibi .. Birkaç kişinin dışında kimsenin ne dediğini hiç mi hiç umursamıyorum. Her hatayı yapacak kadar zamanım yok, bunu biliyorum. Ama hata yapmayı severim. Çoğu zaman istemsizce saçmalarım. Hem bazen şiir de yazarım biraz.. Eylül’de olmamız yetmiyormuş gibi şimdi bir de yağmur başladı . Karşı dama kara bir tavuk çıktı . 3
Salçasının yağmura tutulduğunu gören yerli halk hemen damlara akın etti. Yerli halk kendini yağmu a bırakamamıştı. Zaten bütün halklar bütün güzel şeyleri kaçırmıyorlar mıydı ?? Sürü Nietzsche’nin işiydi, ( bir de Yılmaz Güney’in ) Ama sürü psikolojisi yakamı bırakmıyordu, içine çekmeye çalışıyordu her seferinde beni Fiziksel olarak yanımda kimsenin olmayışı da yalnızlık gibi geliyordu önceden, yani Zor . Sürekli acı çekiyor gibiydim ama ortada bi’ şey yoktu , Yani yokmuş .. Her şey düşüncede gizliymiş . Tanrı yoksa da hikmetleri varmış , sual olunmazmış falan
4
II Eylül toparlandı gitti işte, Ekim filan da gider bu gidişle Sapancadan bir sepet elma almayı unutma enişte ! Yine bir ikinci yeni şairi, yine adam yazıyor yaav diyorum ! Eylül Doğumluyum, başağım ama eylül edebiyatını sevmiyorum. Genelde sevmem zaten bi şeylerin edebiyatını, edebiyat edebiyattır arkadaşlar, şey yapmayın Bugün geç kalktım, önceki gece geç yatmışsam genelde geç kalkarım Ekmek almaya gidiyordum, yollar da hep kazı. Bilindik hamleler, yap ve boz. Aynı kaldırımı döşe, bi’ süre sora sök ve Belediye çalışıyor ! Aman tanrım didim . İşin belediye tarafını bi’ kenara bırakalım, yerler ıslaktı Dedim ki fazla uzağa gitmiş olamaz, yağmur buradaydı, hissedebiliyorum.
5
Annemden ve çevrenden aldığım edinimlere göre de yağmur sabaha karşı başlamıştı burda. Tam da Eylül’e yakışır bir hareketti Bu yağmur olamazdı. Eylül ağlıyordu ! İşte öyle de duygusal bir aydır o, Mayıs’a hiç benzer. Mi, mayıs hovardadır Tamam hayat anlam verince çok güzel ama tüm anlamınızı çay, rakı ve Eylül’de bitirmeyin arkadaşlar. Belki başka şeylerde lazım olur.
6
III Kumdan Kaleler - Sana Dair dinliyorum
Ders arasındayım, çay içiyorum Bu ne senden ilk kaçışım, ne de ilk düşüşün yüreğime .. Çayda anlam yoktur Anlamı insan yükler, her şeye, çaya at dersen çay artık at olur Neye hangi anlamı verdiğin önemli . Ben sevmeyi seviyorum Müslüm Gürses dinliyorum ve aralarda da sık sık içerim Yani anlayacağın güzelim, ben seni üzerim Tabuları ve ben seni üzerim de olduğu gibi Hayatımda var olan tüm goygoyları yıkmaya çalışıyorum bir süredir Ama yalnızlık benim hep içimde Sen bir küstüm çiçeğisin, bense ayrıksı bir ot Ayrıntıya, ayrıksı ya ve azınlığa hayran bir şair uzaktan bizi izliyor. Bir Zeki Demirkubuz filminde gibi psikolojik travmalar yaşıyorum. Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz Sanırım ben hep konu dışına çıkıyorum .. Ali Karagöz 7
Birinci Gün Zamanın birinde, eskiden yazdığım yazılardan bir kaçını başkalarına okutma gafletine düşmüştüm. Okuyan kişilerin çok keyiflendikleri kesindi ama beklediğim anlamda değil. Bir güzel dalgalarını geçtiler. Tabi ben de yazdıklarımı yok ettim. Kötü yazılardı yalan yok. Geçilen dalgalardaki tespitler bir bir tutuyordu. Neyse gel zaman git zaman yazmaya devam ettim. Yazıp yazıp çöpe atmaya doğrusu. Biraz daha büyüdüm. Cezaevi insanı olgunlaştırıyor. Yazdığım yazılarda biraz ipin ucunu kaçırmışım o yüzden düştüm buraya demeyi çok isterdim ama bambaşka bir sebepten düştüm. İnsanlar her davranışlarına bir bahane bulmakta kusursuzlardır. İyi kötü nedir tartışmasına girip haddimi aşmayacağım. Aklınıza ne geliyorsa o anlamda kötü birinin bu eylemini dayadığı bir sebep yok mu sizce. Kendi içinizde yapacağınız eylemin ‘aklayıcıları’ yoksa o düşünce eyleme dönüşmez. İstisna olarak dönüşenler vardır, ancak tehdit veya baskıyla biri sizi zorlarsa bu eylemi yaparsınız. İradeniz dışında gerçekleşen şeyden ahlaki olarak sorumlu tutulamazsınız. Beni kimse zorlamamıştı. Elitist, fularlı veya ne derseniz adına o değilim ama uyanınca bir bardak viski içerim. Yemeklerimi bir hafta bozulmayacak olanlardan seçip yaparım. Daha önemli işlerim olduğundan değil, yemek yemeyi angarya olarak gördüğümden sanırım. Pek temiz bir insan olduğum söylenemez ama düzenliyimdir. Bir şeyi aradığımda bulmam en fazla on dakikamı alır. Işık seven bir insan değilim, sarı ve güçsüz ışık yayan, arada yanıp sönen bir ampulüm var odamda. Mutfak daha aydınlık. Odamın aksine penceresi duvara bakmıyor. Yine bir akşam uyandığımda, önceki altı günden farksız olacağından emindim. Tuvalete gidip bir güzel işedim. Yüzüme bol klor kokan soğuk Ankara suyunu çarptım. Aynı suyla dünden viski kalmış bardağımı çalkaladım odama döndüm. Alışkanlıktan mıdır nedir eskiden sigaramın durduğu yere kaydı gözüm. 8
Sigara kullanmıyorum. Hem viskiye hem sigaraya param yetmiyordu, tercihimi viskiden yana yaptım. Viskiyi soğuk içmem eskiden buzdolabı mı vardı sanki diye düşünürüm hep. Gerçi şimdi de buzdolabım yok. Viskime uzandım açıp bardağa döktüm. Dün ne kadar içtiğimi unutmuşum, iki damla döküldü bardağa sadece. Şişenin ağzına dilim soktum ve şişeyi havaya diktim. Bardağa dilimi sokamadım tabi, o iki damlanın üstüne yeni alacağım viskimden dökmek için üstüme ceketimi giydim. Anahtarımı hemen buldum. Dediğim gibi odam düzenlidir. Ankara’nın en sevdiğim yeri Sakarya caddesidir. Dışarıya çok çıkmam ama çıktım mı sigara dumanından göz yaşartan karanlık Sakarya barlarını tercih ederim. Orada ismini bilmediğim markalarda içkiler olur. Aynı yerde söylediğim her viskinin tadının farklı olması da hoşuma gitmiyor değil. O gün de Sakarya’da içesim tuttu. Kızılay’a giden ilk dolmuşu çevirdim. Güvenpark’ta inip yürümeye başladım. Herkes bir yere yetişmeye çalışıyor gibiydi. Seyyar satıcılar yeni yeni çıkmaya başlamıştı sanırım. Saatin dokuz olduğunu tahmin ediyorum. Eskiden ben de zabıtanın gitme saatini bekler en geç dokuzda tezgâh açardım. Zabıta sanki habersizmiş biz de gerçekten gizli yapıyormuşuz bunu gibi. Vardığımda bütün Sakarya Caddesi mis gibi balık kokuyordu. Sigara içmeyi en sevdiğim zamanlardı rüzgârsız soğuk Ankara geceleri. İçinize çekip üflediğiniz dumanın metrelerce yukarı çıkıp yayıldığını görebilirsiniz. Önümdeki bankta oturanlardan bir sigara istedim. Alıp yakmadım ama. Hem ateşi hem sigarayı aynı kişiden istemeye utanırım. Sanki bütün amacımı anlayacaklarmış gibi. Balıkçıların oradan sola dönüp binalardan birine girdim. Bu binaların en sevdiğim yanı beni kabul etmeleri. Konur veya Tunalı’daki çoğu mekânın kapısından rezervasyonsuz almıyoruz lafıyla geri çevrilmişliğim vardır.
9
Neyse, söylediğim gibi binadan rastgele bir bar seçip girdim. Sigara dumanının yoğun olduğu bir köşeye geçip beklemeye başladım. Viskimi istediğimde sanırım dokuzu yirmi geçiyordu. Bazı günlerde insanları izlemeyi severim. Bazılarında ise nefret ederim. O gün insanları izlemeyi sevdiğim bir gündü. Çevremi izlemeye başladım. Şişman güzel bir kadın, bıyıklı ve gömlekli bir adam. Uzakta oturan üç kişi, kendi hallerindeler. Sessiz konuşuyorlar. Onların hikâyelerini yazmaya başladım. Çok severim bir insana bakıp hikâyesini bulmayı ama konumuz bu değil tabi, yine konudan konuya atlıyorum. Hiçbir zaman kafamda kurduğum şekliyle başlayıp bitiremem bir şeyi zaten.
-Muhammed İkbal’i sever misiniz? Diye sordum garsona boş bardağımı verip. Tanımadığını söyledi. -Sen geceyi yarattın, ben lambayı. Sen toprağı yarattın, ben kadehi… ‘Ömer Hayyam’a benziyor, güzelmiş.’ Deyip gülümsedi ve bardağımı doldurmaya gitti. Döndüğünde bir iki afili dize daha söyleyip ekledim ‘Bana iyi bak ben taştan ayna yapan, zehirden bal yapan varlığım.’ Gösterdiğim samimiyeti aşırı bulmuş olacak garson bu sefer gülümsemiyordu. Ben de üstelemedim, garson gittiğinde bardağımı bileğimle hafifçe çevirerek sessizce mırıldandım. ‘Bana iyi bak ben su,arpa ve mayadan viski yapan varlığım’
Şapkalı Adam 10
Şapkalı’dan Aforizmalar I
Aslında hayatıma daha doğrusu kendime dair ciddi bir sıkıntım yok. Doğuştan kör bir insana bir rengi nasıl tarif edersiniz? Ben o rengin bana hissettirdiklerini anlatırdım. Peki, karşımızdaki o rengi göremediği için mi üzülürdü yoksa o rengin hissettirdiklerini kaçırdığı için mi? Varlığını bilmediğin şeyin eksikliğini hissetmezsin. Tek başıma, dünyadan izole bir şekilde yaşasam hiçbir sorunum olmayacaktı. Kafama takacağım tek şey kuşlar gibi uçamamak veya karnımı doyurmak olacaktı. Açlığın ne olduğunu bilmeyen bir insan değilim. Açlığı küçümsemem ama varlığından haberdar olduğum şeylerin verdiği mutsuzluğa açlığı tercih ederim. Nefret, ağır ve yoğun bir kelimedir. Tiksinti veren ve kaçındığımız şeylerden nefret ederiz. Bilinen ilk kullanımı paniğe kapılıp kaçışan hayvanlardan bahsetmek içindir. Bu tanımı yapma sebebim ise seçtiğim kelimenin anlamının okuduğunuz kelime ile aynı olmasını istemem. Bir tiyatro sahnesinde oturduğunuz her yer için farklı bir açıyla sahneyi görürsünüz ama sinemada baktığınız yer tam olarak yönetmenin görmenizi istediğidir. Kamera hangi açıyla görmenizi istiyorsa öyle görürsünüz sahneyi. Devam edelim. Kendime dair bir sıkıntım yok. Birkaç ufak sağlık problemi, sürekli bağlantı kurulmayı bekleyen kötü anılarım var o kadar. Benim nefretim insanlara. Ürküp kaçtığım, uzak durduğum şey insanlar. Bazen sebepleri aklıma geliyor ama kendimize bile itiraf edemediğimiz düşüncelerimiz olur. Daha kendime itiraf edemediğim şeyleri yazıya dökmek için uzun bir 11
yol var sanırım. İnsanları sevmiyorum. Mutlu insanları ve mutsuz insanları sevmem. İkisi de beni ürkütür. İnsanlığın özünde iyi olup sonradan bozulduğunu söylemeyi çok isterdim. Lakin öyle değil. Özünde insan bencil bir varlıktır. İnsanı insan yapan, türünün devamlılığını sağlayan bu bencilliğidir. Yedi milyar dört yüz kırk iki milyon insanın yaşadığı dünyada, -küsurat denerek önemsenmemiş binlerin içinde olanlar hariçbireysel bencilliklerin ortak bencilliklere dönüştüğü bu sistemden nefret ediyorum. Anlattıklarımın dağınık ve sonuca bağlanmayan aforizmalar olduğunu siz de fark etmişsinizdir. Amacım size bir film izletmek değil, kendi objektifimden bir sahneyi canlandırmaktır. Sahnedeki karakterleri ve oynanacak oyunu siz seçersiniz. Unutmadan! Yunancadan gelen aforizma kelimesi sınırlamak anlamına da gelirdi.
12
Ateşe Karışmak İsterken’in Hikayesi
Çakmağı çakarsan tutuşurum Üzerime binen sessizlik, Atlar yarışıyor, ağaçların altındaki patika, Gözlerim ötesini görmüyor, böcek ve rüzgar, Sesler yankılanıyor, böcek ve rüzgar. Bu kuru sıcakta, ter gibi, buhar gibi, Pantolonum leş gibi, Ayakkabım artık yok Yürümekten yorulduğumda. Ah sessizlik Geçmiyor günler Cayır cayır kül olmak, rüzgara karışıp dağılmak, Çakmağı çak, tutuşmak istiyorum.
13
Yürürken Yorulan’ın Hikayesi
bu yürüdüğümüz yol güzel değil meyve bahçeleri sağlı sollu uzanıyor bilmem kaç bin metre, renk renk meyve bahçeleri karşımızda, yok, yorgun sabahlardan gayrısı yok.
oturuyoruz sivriden bir taşın üzerine yetmiyor, uzanıyoruz toprak yolun kenarına, geceyi geçirmeye ekmek, zeytin, biraz su. kentten ve zerden uzaktaysa gönlün diyorum yıldızlar her zaman daha parlak olurlar bu güzel bahar gecesinde sen ve ben, başaracağımıza -en azından- inanabiliriz ve belki belki diyorum sırıtıyor bir yandan biliyorum, sırıtır bu durumda geri dönebiliriz. içleniyoruz karşılıklı. 14
nasıl olsa güneş çıkar ve yürümeye devam ederiz önemi yok dedi, gece işliyor sakin ve derinden sakin, sakin, bu gece güzel, güneş, yarının konusu. -ve öteki curcunalar. şimdi, vals. çalınıyor kulaklarımıza
biraz topraktan, biraz rüzgardan, biraz geceden.
K.
15
Ku mg ü zel i Ulus Baker En elde edilmemiş şiirdin sen. Kuşluk vakti yazılanlardan... Bıkkın bir rahibin, bir sabah, yorgun bir vezirin akşamın alacakaranlığında muhtemelen yazacağı... Masadan doymadan kalkmış gibi okunmalı... güzelsin... Uzaktan zor seçilebilir bir harf... Hayır hayır! Şimdi anlıyorum... Gizli bir rakam, Kabala'dan... kumun üzerine çizilen... Çöldeyiz ve başka bir yerde değiliz... ama güzelsin... Dansederken göğüsleri sallanan kadınlardan, karadelikleri saatlerce uçuşup duranlardan, sessiz sitemleri kargaşada bile belli olanlardan tırsma öyle kolay kolay... Öyleyse bu bir nasihat... çünkü güzelsin... Onlar bitecekler: Çizgi roman gibi kolayca, tatile çıkarken boşanan yağmur gibi apansız, menemen pişirmek gibi aceleyle... hâlâ güzelsin... İskemle hasır ve ayaklarında yatay, ayaklarını dizlerini böğrüne çekmeye razı olarak basabileceğin yatay tahta çubuklar... Rahatına düşkün keyiften uzak Osmanlı "effendi"sinin (ephendi?) garip kahvehane illeti bu iskemleler... Otur o illete gerçekten, çekinmeden, sereserpe... orada güzelsin... Yılgın geçilir sokaklardan, kuş gibi değil, işportacı kertenkeleler gibi de değil... Ağır aksak, akşam dörtten sonra yaz günü... Akşam mı? O kayıtsızdır... Bildiği gibi değişir, geçer, gider... güzelsin... Kes kulakları, geçir bir sicime... Ama kaybetme... Başka ne göstereceksin savaşa dair? Kara delikler işitmiş bu öyküyü... Islanarak... Ama güzeller... Kalp kalbe karşı... Bir arkadaşın evinde... Çiçekmiş... Hemen uzmanı geçindim. Ah! O güneş ister. Ah! Bol su asla olmaz. Oysa hiç anlamam 16
çiçekten... Devetabanını pazı sanabilirim... Neden yaptım bunu? Çiçeğin adı sardı beni... Çünkü güzelsin... Sözlerine delik kulağım... Özürlere sağır... Kör bir kuyu olacağım... Sen ise, güzelsin... Güzel sözcüğünü senden başkasına lâyık göremem... Ama bir önceki cümlede görmüş olabilirim... Aldırma, güzelsin... Mikroskop mucidi Leeuwenkoek dostu ressam Vermeer'e "su böyle işte ve başka türlü değil" demiş... Bir öpüş damlasında milyarlarca gözle görülmez yaratık... Ressamın tarafını tutuyorum... Çünkü, güzelsin... Birkaç tel beyaz... Bizi gazlamaz... Sakınmazsın görüntünü, biliyorum... Çünkü güzelsin... Mikroskopun mucidi Leeuvvenhoek, aynı günde doğdukları, hep komşuluk yaşadıkları dostu ressam Vermeer'e bir su damlası gösterip, "su işte böyle ve değil başka türlü" demiş... Bir öpüş damlasında kanyuvarları... Mucidin tarafım tutsam da... Sen güzelsin... Teleskopla bulamadım... Mikroskopla bulacağım... Ayın yüzeyinin de bir dokusu var elbet... Gözenekler, sivilceler... Onlarla çok güzelsin... Neo-liberalizm, ruhçuluk, tarikat, entellektüel, ordu, çok-insansız şirketler, öykü yazarları, kestaneyi çizdirenler, uzaktan bakanlar, Şemdinliler, tavşan falcıları, kurban sömürgenleri, onmaz kuşkuculuk, araba tamircileri, taksitle alın tutkumu, hadi... Kazık ve pazarlık... Ama son kumarım sensin... Sen, güzelsin... Sen, güzelsin... Kuraldışı... Bastıbacak... Minicik... Ama sen, güzelsin... Kapımın eşiği, gözümün bakışı, son ruhsal tatil, duruşum, bozuluşumsun... Pazarlık etmem... Markette yoksun... Reklamın yok! Gerçekten... Güzelsin... 17
Kedi sakladım senden, öykü sakladım, belki bunu da saklayacağım... İhanet... Ama sen, güzelsin... Ruhumu saran sacayağı, gözümün bağı, son ruhsal kaatil, ölümüm, mahvoluşumsun... Cazgırlık etmem... Gönlünde yokum... Aşkımız, yok! Gerçekten... Güzeldin...
18