Maviay sayi 3

Page 1


EDİTÖRDEN 3. sayımızla beraber; artık giderek oturan bir sistemle hazırladığımız dergimizi, siz değerli takipçilerimize sunmuş olmanın mutluluğunu ve gururunu yaşıyoruz. Her seferinde belirttiğimiz gibi, üniversiteli bir ekip tarafından, uzman destekler eşliğinde hazırlanan bu dergi, yine üniversiteli olmanın verdiği acemiliklerden kaynaklanan eksiklikleri olabilmekle beraber giderek kendini geliştiren ve günümüzde onlarca alanında uzman medya ekipleri arasında kendine yer edinebilme çabasına devam etmektedir. Bu sayımızda geçtiğimiz sayılarda ki hatalarımızdan çıkarımlar da bulunarak cümle kalitemizi daha üst seviyeye taşıyarak, bu sayede okuma işini daha keyifli bir eyleme dönüştürmeyi amaçladık. İçerik olarak daha ilginç, daha göz ardı edilmiş, daha az duyulmuş konuları seçme gayretiyle hazırlanmış bir sayıyla karşınıza çıkmak istedik. Bu doğrultu da gerek tarih, gerek edebiyat, gerek gündem, gerek vs. konu arayışlarını ciddi bir titizlikle yaptık. Yeni sayı hazırlıkları keyifli olmakla birlikte bir o kadar zorluğu beraberinde getirmektedir. Bu zorluklardan kaynaklanan gecikmeler ve eksikliklerden dolayı sizlerden özrü bir borç Keyifli bir sayı hazırlamaya çalıştık, umarız sizlerde keyif alırsınız. Nice güzel sayılarda buluşmak dileğiyle…

MAVİ AY

İMTİYAZ SAHİBİ Gökhan GÖKÇE GENEL MÜDÜ Talha KOÇ YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Abdulkadir ŞENGÜL GENEL KOORDİNATÖR M. Bilal KARAMAN RÖPORTAJLAR: Mustafa Burak ÇAKAN RÖPORTAJ SORUMLUSU: Fatih ÇAPAK – Talha KOÇ REKLAM SORUMLUSU Bünyamin AKÇA Bahtiyar CEREN Marmara Sorumlusu Fatih ÇAPAK TASARIM akgunsinasi@gmail.com KATKIDA BULUNANLAR GÜL BİNGÖL AHMEY BAYDUR FEYZULLAH AKYOL KARTAL CAN IŞIK SEYİTHAN BAYRAK OĞUZHAN SARAÇ MUSTAFA SERDAROĞLU FATİH M. GÜNEŞ N. EMİRHAN TOSUN

A. KADİR ŞENGÜL

İLETİŞİM: www.maviaymedia.com twitter.com/maviaydergisi facebook.com/maviaydergisi Telefon: (0537) 788 67 67- (0534) 685 05 97 Basım Yeri: Babil Matbaacılık Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok / ZB 22 Topkapı / İstanbul Telefon: 0(212) 493 11 00 E-Posta: info@babilctp. com

2013 Ağustos // Mavi Ay (03)


08

12

14

16

İÇİNDEKİLER 08 - FİNANSAL PİYASA PROFESYONELİNE MATEMATİK 10 - MESLEK TANITIMI: KALİBRASYON 12 - LİMON AĞACI 14 - AVRUPA TARİHİNİN GÜNAH KEÇİLERİ: CADILAR 16 - GEZDİK&GÖRDÜK: DENİZLİ

(04) 2013 Ağustos // Mavi Ay


20

18 - MOUSE’UN İCADI VE TARİHÇESİ 20 - NE ADI MİHRİBAN NE SAÇLARI SARI 24

22 - ÖZEL BANKALAR FAİZE ZAM YAPTI! 24 - SÜMELA MANASTIRI 28 - BENAZİR BUTTO

44 30 - (LİGARBA) YABAN MERSİNİ 32 - KOMİKATÜR 34 - SİZİN SAYFANIZ 36 - RÖPORTAJ: AZİZ KOCAOĞLU 39 -ASPİRİN 40 - BAŞARILAR: LAVİ’S 44 - SQUASH 45 - ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ 46 - SİNEMA

2013 Ağustos // Mavi Ay (05)


GÜNDEM

FiNANSAL PiYASA PROFESYONELiNE DEĞERLİ OKUYUCULAR, BUGÜNLERDE PİYASALARDA RİSKLER ARTTI. BİR BAKIYORSUNUZ AVRUPA BİRLİĞİNE DÂHİL BİR ÜLKE İFLAS BAYRAĞINI ÇEKİYOR, MUDİLERİN PARALARINA EL KOYMAYA KARAR VERİYOR.

B

ir bakıyorsunuz hisse portföyleri ortada herhangi bir haber ya da negatif gelişme yokken ciddi oranda değer kaybediyor. Biz de zaman zaman tavsiye niteliğinde olmamakla birlikte bu konularda görüşlerimizi belirtmiştik. Bazı yazılarımızda da risklerden korunmak için kompleks hesaplamalar gerektiren matematiksel yöntemlerden bahsettik. Piyasada iş yapan için, kendine veya fon yöneticisi, diferansiyel denklemler, volatilite, integral çözümleri, olasılık dağılımları, BlackScholes, sentetik put... Cidden gerekli mi diye sorgulayanların sayısının hiç de azımsanmayacak düzeyde olduğunu düşünüyorum. Finansal matematikle ilgili konular daha basit bir şekilde anlatılamaz mı?". Belki de yaşımız ilerledi, entelektüel kapasitemiz kaçınılmaz olarak azalıyor ve bu yüzden finansal matematikle ilgili konular biraz zor geliyor. Denklemler vs. tamam ama bir profesyonelinin piyasada para yapıp sonraki hayatını mutlu bir şekilde geçirmesi için ne kadar matematik bilmesi gerekir? Uzun konuyu kısaltacak olursak finansal kurum veya banka profesyonelin ihtiyaç duyabileceği tüm matematik aşağıda anlatmaya çalışacağımız 4 teoremden ibarettir.

(08) 2013 Ağustos // Mavi Ay


MATEMATiK Zarar-kes (StopLoss) emri alabileceğiniz en iyi satım (put) opsiyonudur. Varlık yöneticisinin portföyü düşüşlere karşı korumak için kullanabileceği en basit koruma stratejisi ve belki de en verimli olanı zarar-kes emridir. Piyasalar doğrusal değildir ve bir denge konumunda beklemezler; dolayısı ile çalışabilecek tek portföy koruma stratejisi zarar-kes emridir.

TEOREM #1

İşlemcinin (Trader)hayatı brown hareketinin arcsin kuralına tabidir (başka bir yazı konusu); profesyonel büyük bir ihtimalle bir yılın bir ay veya on bir ayında kırmızı bölgededir (zarar), altı ay kar altı ay zarar gibi bir kavram söz konusu değildir. Bir yılın performansı varlık yöneticisini değerlendirmek için yetersizdir.

TEOREM #2

Keynes bir konuda çok haklıydı: Riski dağıtmak (diversification) verimli değildir. Keynes'in söylediklerini yeniden yazacak olursak: Bir fon yöneticisinin iyi bir değerlendirme yapmak için çok az bilgi sahibi olduğu çok sayıda firmaya yapacağı yatırım, bir firma hakkında yeterli bilgiye sahip bir İşlemcinin (Trader) o tek firmaya yapacağı yüklü yatırım stratejisi ile karşılaştırıldığında kaybetmeye mahkûmdur. Diğer bir deyişle Fon yöneticileri yeteneklerini kullanarak para yapamazlar, parakazanma yolları sadece yönetimleri altında bulunan varlıklar için aldıkları yönetim ücretidir. Bir İşlemci (Trader) yetenekleri ile para kazanır.

TEOREM #3

Borel-Cantelli kuramı der ki: Piyasada çok sayıda oyuncu varsa, bir işlem yılında içlerinden birinin olağanüstü bir başarı kazanma olasılığı çok yüksektir. Başarıyı kazanan oyuncunun takip eden yılda da aynı başarıyı gösterme olasılığı ise son derece düşüktür. (Nassim Taleb'in tabiri ile "Daktilo Kullanan Maymunlar" sendromu. Maymun bir metafor, gerçek anlamı değil)

TEOREM #4

Bir işlemci (trader) iseniz ve harika bir yıl geçirmiş iseniz bunu sonuna kadar kullanın: Hâlihazırdaki işvereninizden alabileceğiniz en yüksek ikramiyeyi almaya gayret edin ve daha sonra transfer ikramiyesi alarak bir başka kuruma geçmeye çalışın. Fon yöneticilerinin böyle şeyler yapmaları için bir sebep yok, onlar kar ya da zarar yapmalarına bakmadan aldıkları yönetim ücretleri ile ha-yatlarını sürdürebilirler.

SONUÇ

2013 Ağustos // Mavi Ay (09)


BİLİNMEYEN MESLEKLER (10) 2013 Ağustos // Mavi Ay


KALiBRASYON KALİBRASYON TEKNİSYENİ HER TÜRLÜ MEKANİK, OPTİK, ELEKTRİKSEL VE ELEKTRONİK ÖLÇÜ ALET VE EKİPMANLARINI, ÖLÇME SONUÇLARININ DOĞRULUK DERECESİ, SAPMA DEĞERLERİ VE TEKRARLANA alibre edilecek alet veya cihazın temizlenmesi, BİLİRLİKLERİNİ yağlanması, çeşitli testlerden geçirilmesi, refeSAPTAMAK rans alet veya cihazlar ile karşılaştırılması ve görsel kontrollerin yapılaması uygun beceriler AMACIYLA kullanılarak sağlanır. Demanyetizasyon ve kondisyonDENETLEYEN KİŞİDİR. lama türünden ön hazırlık işlemleri ile fonksiyonellik, düzlemsellik ve paralellik türünden ön kontrollerin yaKALİBRASYON İŞLEMİ pılması, standart sapma ve ölçüm belirsizliği türünden SONUNDA ÖLÇÜ hesaplama işlemlerinin gerçekleştirilmesi ile doğruluk, duyarlılık ve tekrarlanabilirlik türünden değerlerin belirALETİNİN GÖSTERDİĞİ lenmesi kalibrasyon teknisyeninin teknisyeninin mesleki yetkinliğini gerektirir. DEĞERLER, Kalibrasyon teknisyeni genel nezaret altında gerREFERANS DEĞERLER çekleştirdiği kalibrasyon işlemlerinin doğruluğundan, zamanlanmasından ve kalitesinden sorumludur. İşlemİLE KARŞILAŞTIRILIR lerin yapılmasında iş talimatlarına uygun çalışır ve VE ALETİN MEVCUT sorumluluk alanı dışında kalan arızaları ve hataları ilgili kişilere bildirir. Aletlerin uygun şekilde taşınması ve deRAPOR VE SERTİFİKA polanması ve birlikte çalışılan diğer kişilerin emniyetinin İLE KAYIT ALTINA sağlanması kalibrasyon teknisyeninin sorumlulukları arasında yer alır ALINIR.

K

Mesleğin Uluslararası Sınıflandırma Sistemindeki Yeri ISCO 88 ISCED 97 NACE Rev.2

7311 :52 33.12/33.13

Sağlık, Güvenlik ve Çevre ile İlgili Düzenlemeler ■ Güvenlik ve Sağlık İşaretleri Yönetmeliği ■ Patlayıcı Ortamların Tehlikelerinden Çalışanların Korunması Hakkında Yönetmelik ■ Kimyasal Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik ■ İşyeri Bina ve Eklentilerinde Alınacak Sağlık ve Güvenlik Önemlerine İlişkin Yönetmelik ■ Elle Taşıma İşleri Yönetmeliği ■ Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimlerinin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik ■ Hazırlama, Tamamlama ve Temizleme İşleri Yönetmelik ■ Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği ■ Atık Yönetimi Genel Esaslarına İlişkin Yönetmelik

Çalışma Ortamı ve Koşulları Kalibrasyon işlemleri, gerekliliklerine göre iyi aydınlatılmış ve iklimlendirilmiş laboratuar ortamında veya sahada uygulanır. Laboratuarda sıcaklık, nem, toz, titreşim, hava akımı, gürültü seviyeleri ve ölçüm tekniğinin gerektirdiği ortam şartı parametreleri belirlenmiş limitler dahilinde kontrol altında tutulması, tehlike oluşturabilecek maddeler uzaklaştırılmalıdır. Kalibrasyon teknisyeni, işlemler arasında , testlerin hassasiyet seviyelerinden dolayı gerçekleştirilen işlemler esnasında çok küçük ölçü birimleri üzerinde çalışmak sebebiyle, sürekli olarak yüksek dikkate ihtiyaç duyulması ve çok farklı türden aletlerin kalibrasyonunun yapılması nedeniyle ileri derecede iş çeşitliliğinin getirdiği karmaşıklık sayılabilir. Mesleğe İlişkin Önemli Gereklilikler Kalibrasyon teknisyeninin görme ve gerekli kalibrasyon alanları için işitme yetisinde yetersizlik olmaması gerekmektedir.

2013 Ağustos // Mavi Ay (11)


İÇİMİZDEN HİKAYELER

LiMON AĞACI Z

engin bir iş adamının bahçesinde, yan yana dikilen iki limon ağacı vardı. Mayıs ayı sonlarında açan limon çiçekleri, bütün bahçenin havasını bir anda değiştirir ve apartmanlara hapsedilmiş insanlara baharın geldiğini müjdelerdi. Ancak limon ağaçlarından biri, diğerinden cılız ve şekilsizdi. Bu yüzden büyük ağaç her fırsatta onu küçümser ve tepeden bakardı. Ev sahibi de küçük boylu limon ağacından ümit kesmiş görünüyordu. Ona göre ağaç, bu gidişle kuruyup ölecekti. Bu yüzden de onu fazla sulamaz ve bakımını yapmayı pek istemezdi. Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarında ki bir grup çiçek tohumunu iş adamının bahçesine uçurdu. Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı. Bir an önce filizlenmek zorunda olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gelerek onların altında yeşermek için izin istedi. Büyük ağaç, iyice kasılarak: — Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye atıldı. Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz. Eğer dibimde çoğalırsanız, suyu emip beni kurutursunuz. Aslında büyük ağacın çekindiği başka bir şey daha vardı. Çiçekler rengârenk açtıklarında, limon ağacının sarıya çalan beyaz çiçekleri sönük kalacak ve bahçe sahibinin gözündeki değeri azalabilecekti. Oysaki ağacın, kendinden güzel olanlara hiç mi hiç tahammülü yoktu. Küçük ağaç, uzun boylu arkadaşının tohumlara verdiği cevabı beğenmemişti. Çünkü o, kendisine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk. Tohumların teklifini kabul ederken:

(12) 2013 Ağustos // Mavi Ay

—Sizlerle birlikte olmak, bana mutluluk verir, dedi. Böylelikle yalnızlık da çekmeyiz. Büyük ağaç bu işten hoşlanmamıştı. Fakat küçük olanı: — Güzel yaratılanlardan kimseye zarar gelmez, diye tekrarlıyordu. Güzellerden güzellikler doğar sadece. Küçük limon ağacı altında filizlenen tohumlar, bir kaç hafta içinde cennet çiçekleri gibi açıp bütün bahçenin göz bebeği haline geldi. Bu arada ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardımcı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneşli ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyordu. Çiçekler, kısa bir süre sonra mis gibi kokular yaymaya başladı. Bahçe sahibi, o ana kadar hiç duymadığı bu kokunun nereden geldiğini araştırdığında, davetsiz misafirleri bularak hayrete düştü. Adam, ancak rüyalarında görebildiği bu çiçeklerin güzelliğini devam ettirebilmek için sabahları artık daha erken kalkıyor ve onları en kaliteli gübrelerle besleyip bol bol suluyordu. Küçük limon ağacı, köklerinin en ince ayrıntılarına kadar ulaşan bu suları çiçeklerle birlikte içiyor ve büyük bir hızla serpilip büyüyordu. Çiçekleri sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu. Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bahçenin güzelliğine güzellik kattı. Şimdi küçük ve yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duyduğu kıskançlıkla için için kuruyordu. CÜNEYD SUAVİ


TARİH

AVRUPA TARİHİNİN GÜNAH KEÇİLERİ:

CADILAR AVRUPA BAĞNAZLIĞININ EN BELİRGİN FİGÜRLERİNDEN OLAN CADILAR KÖKEN İTİBARİYLE İLK ÇAĞLARA KADAR UZANIRLAR. İBRANİ HUKUKU VE DAHA SONRAKİ DÖNEMDE Kİ ROMA HUKUKUNDA DAHİ CADILARDAN BAHSEDİLİR. CADI GENEL OLARAK ISSIZ BİR YERDE Kİ KULÜBE DE KARA KEDİYLE TEK BAŞINA YAŞAYAN, GECELERİ BİTKİ KÖKLERİ TOPLAYAN ESRARENGİZ YAŞLI BİR KADIN OLARAK BİLİNİR. Ahmet BAYDUR / ahmet-baydur@hotmail. com

A

ncak cadılar sadece yaşlı koca karılar değildi, bazıları soylu kadınlar bazıları ise erkekti. Bunlar genellikle bitkiyle ilaç yapabilme yeteneğine sahip kişilerdi. Yalnız Ortaçağ Avrupası'nda cadılık sadece bu yönü ile kalmamış, devlete isyan edenler ve dışlananlar da kendilerini cadı olarak göstermiştir. O dönemki Avrupalı aydınlara göre cadılar ancak Hıristiyan kökenli olan ama kendileri vaftizi kabul etmeyen kişilerdir, bunlar büyük ihtimalle Hıristiyanlık öncesi Avrupa'nın pagan kültürünü yaşatmaya çalışmışlardır.Buna örnek olarak da Pagan kültüründe ki Doğa güçlerine inanmanın cadılar içinde önemli olmasını gösterebiliriz. Cadılık hurafesinin dorukta olduğu Ortaçağ'da 4-5 yaşındaki çocukların şeytanın sevgilisi olarak gösterilmesi Avrupalıların cadılık hakkında ne kadar bağnaz olduğunu gösterir. O dönemde Avrupa'nın önemli üniversitelerinden olan Köln Üniversitesi cadılığın varlığından şüphe etmenin suç olduğuna karar verdi.Engizisyon mahkemeleri cadılığı şeytani bir hile olarak yorumlamıştır. Engizisyonun bu kararı cadı hurafesine karşı aşırılığın artmasına neden olmuştur. Bunun iki sebebi vardır, birincisi; cadılık itiraf olmadan kanıtlanması mümkün olmayan bir suçtu bu nedenle farklı yöntemler geliştirilmiştir, cadının vücudunun her yerine iğne batırmak ve uykusuz bırakmak bunlardan sadece bazılarıydı, ikinci bir neden ise o zamanki insanların Hıristiyanlı-

(14) 2013 Ağustos // Mavi Ay

ğa aşırı bağlı olmalarıdır. İncil (İznik konsilinde yeniden düzenlenmiş olan!) de ''Yaşamasına izin vermeyeceksin” gibi çok net ifadeler vardır. Aynı dönemde doğu kültüründe bitkiden ilaç yapabilen kişilere verilen önem ve duyulan saygı o zaman ki Avrupa ile farkının çok acık bir şekilde ortaya koyar niteliktedir. Reform Avrupa'sının ünlü lideri Martin Luther cadılığın gerçek olduğuna hiç bir şüphe duymamış ve ilk iş olarak adı çıkmış cadıları aforoz (dinden çıkarma) etmiştir. Luther, hem kişisel sohbetlerinde hem de halka yönelik konuşmalarında, cadıların kanunlar göz önüne alınmadan öldürülmesini önermiştir. Bunun sonucunda haziran 1540'da Wittenberg'de (Almanya) dört cadı yakılarak idam edilmiştir.1545'de Cenevre'de 34 kadın cadılık suçlaması ile yakıldı veya parçalanarak öldürüldü 16. yy sonlarına doğru cadılık takıntısı doruğa ulaştıktan sonra, önemsiz bile olsa, herhangi bir şey şüphe uyandırmaya yetiyordu.Bu bir ineğin sütten kesilmesi, kuraklık, fırtına, hayvanlarda salgın hastalık olabilirdi. Ya da bir doktor hacamat etme, sarımsak ve at pisliği sürme gibi yöntemler uygulamasına rağmen hasta tedaviye yanıt vermezse bunu nedeninin cadılık olduğunu söylüyor, bir nevi işin içinden sıyrılıyordu.Gerçektende o dönemde bir aksilikle karşılaşan, işleri iyi gitmeyen herkes cadılıktan şüpheleniyor ve en yakınındaki muhtemel kişiyi -ki bu genelde yaşlı kadınlar oluyordu- ihbar ediyordu.Hele ki bu


insanlar 'bir kere işin rast gitmesin' dediyse vay bunların haline.Bu durumda kişi apar topar mahkemeye çıkarılır, çırıl çıplak soyulur, vücudunda her hangi şeytani işaret var mı diye bakılırdı. Daha sonra kendisine eğer itiraf ederse serbest bırakılacağı söylenirdi.İtiraf etmemesi durumunda ise itiraf etmesi için dehşet verici işkenceler uygulanırdı.Bu işkenceler tırnak altına iğne batırmak, ilikleri fışkırana kadar kemikleri ezmek, boynu burkarak kırmak, ayaklarını yakmak ve kolları kopana kadar asılı tutmak gibi vahşi bir şekilde uygulanırdı.Bu durum cadı olduğundan şüphe edilen kişinin itiraf etmesine etmesi ne kadar sürer, itirafının arından kişi yakılarak öldürülürdü. Bu durumdan anlaşılacağı üzere o dönemde cadı olduğundan şüphelenilen hiç kimse mahkemeden sağ çıkamamıştır. Almanya bu duruma ön ayak olan ülkelerin başında gelir, salgın hastalıklar ve savaşlarda mağlubiyet cadılık takıntısını iyice arttırmıştır. Öyle ki genç, güzel ve bakire olan yüzlerce kız cadı oldukları gerekçesiyle ölüme yollanmıştır. Bu dönem o zaman ki papazların nasıl bir sapkınlık ve sapıklık içerisinden olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu duruma zamanın bazı aydınları itiraz edip bunun kadınlar üzerinde iktidarın baskı kurmasının en kolay yolu olduğunu söyleseler de bunu canlarıyla ödemişlerdir. Avrupa'da cadılık suçlamasıyla yapılan idamların sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte elimize ulaşan bazı bilgiler vardır. İngiltere'de Kraliçe 1.Elizabeth döneminde 125 kişi cadılık suçlamasıyla yargılanmış, 47 si idam edilmiştir (İngiltere cadılık mahkemesin de diğerlerine göre daha adildir). 16. yy boyunca Venedik'te 199 kişi Engizisyon mahkemelerinin kararıyla idam edilmiştir. 1500'lerin başında İtalya'nın Birescia kentinde 140, diğer bir kendi Como'da 300 kişi cadılık suçlaması ile yakılmıştır. Sadece bir yıl içerisinde Cenevre'de 500, Bemberg'de (Almanya) 600, Würzburg'da (Almanya) 900 kişi cadılık suçlaması ile yakılarak öldürülmüştür.Fransa'da bir defa da 800 kişi birden idam edilmiştir. Bu rakamlara bakarak Avrupa'da cadı saplantısının ne boyutlara ulaştığını az çok tahmin edebiliriz. Sonuç olarak bugün Avrupa medyasında şirin ve tatlı olarak gösterilen, bizim sevdiğimiz küçük kızlara 'cadı' diye seslenmemize sebep olan cadılar aslında Demokratik (!) ve modern Avrupa'nın tam anlamıyla günah keçileriydiler... KAYNAKÇA: 1)Haydar Akın, Ortaçağ Avrupası’nda Cadılar ve Cadı Avı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2001 2)Ahmet Güngören. Cadıların Günbatımı, Yol Yayınları, syf.142 İstanbul 1988 3)Preserved Smith, Bir sosyal arka plan çalışması Rönesans ve reform çağı, türkiye iş bankası kültür yayınları,s.187 197 istanbul 2001

2013 Ağustos // Mavi Ay (15)


GEZDİK / GÖRDÜK

DENİZLİ MERKEZ PARKI

PAMUKKALE’SiNDEN HOROZUNA…

DENiZLi D

BAYRAM YERİ CAMİİ

(16) 2013 Ağustos // Mavi Ay

enizli’de Belediye teşkilatı ilk 1876’da kurulmuştur. Bu tarihlerde Denizli, mülki bölünmede Aydın Livasına bağlı bir kaza merkeziydi 1883’te Sarayköy, Buldan ve Tavas İlçelerinin bağlanmasıyla "Sancak" haline getirilen Denizli, 1884’te Çal 1888’de Acıpayam ilçelerinin katılımıyla Aydın’a bağlı mutasarrıflık bir yer oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla da il olmuştur. Bu kent Cumhuriyetten önce bir köy karakteri gösteren ve henüz gelişimini başlatamamış bir kentti. Nitekim 4 Şubat 1931’de Denizli’ye gelerek bugün Etnografya Müzesi olarak kullanılan binada bir gece kalan Atatürk, o günkü Denizli’yle ilgili olarak "Büyükçe bir köy" ifadesini kullanarak Denizli’nin mahrumiyetini vurgulamıştır. 1976 yılında meydana gelen deprem de birçok binayı oturulamaz hale gelmiş. Bu afetin ardından geniş yollar açılmış, hızlı bir yapılaşma başlamış ve bugün Denizli, Ege Bölgesinde İzmir’den sonra ikinci büyük kent konumuna gelmiştir. Denizli İlimizin biri merkez olmak üzere on dokuz ilçesi vardır. Eğer Merkez den biraz bahsedecek olursak; toprakları dağlarla çevirili bir düzlükten oluşan ilçenin güneyinde Menteşe Dağları, kuzeyinde Uran Tepeleri yer alır. Çürüksu, ilçe topraklarını sular. Ayrıca bu ilçenin ekonomisi tarıma dayalıdır. Geriye kalan ilçeleri ise şöyledir. Acıpayam, Akköy, Babadağ, Baklan, Bekilli, Buldan, Çameli, Çardak, Çivril, Güney, Honaz, Kale, Sarayköy, Serinhisar, Tavas’tır. İlimizde gezilmesi gereken birçok yer vardır. Bunların bazıları -; Yeşildere Şelalesi, incirli park, karahayıt, keloğlan mağarası, Laodikeia, Pamukkale, Hierapolis… Denizli’nin turistik önemi tahmin ettiğiniz gibi travertenleriyle ünlü Pamukkale’den geliyor.


E L A K K U M A P

DENİZLİ HOROZU

Çoğu pamuk dağına benzeyen beyazlıkta, bir kısmı da ebemkuşağı gibi rengârenk travertenler oluşan Çaldağ’ın güney yamacından çıkan(kalsiyum oksit içeren) ırmağın sularıyla oluşmaktadır. Bu turistik yer kaplıca özelliği ile de ilgi çekmektedir. Bence kadınların dikkatine çünkü Birçok hastalığa yararlı olan termal suların en çok da güzelleştirici etkisi ilgi çekiyor. Düne kadar travertenler üzerinde yürünebiliyor, traverten havuzlara girilebiliyordu fakat şimdi buna da izin verilmiyor, ancak vadinin alt kesiminde yapay olarak oluşturulan nispeten büyük havuzlara girilebiliyor. Her şey bu doğa harikasının korunabilmesi ve gelecek nesillere tahrip olmadan ulaştırılabilmesi için uğraşılıyor. Peki Pamukkale’deki travertenlerin bir benzerini, yeraltında, bir mağarada görmek ister misiniz? O zaman Denizli’den ana yola çıkıp Afyon tarafına seyretmeniz gerekiyor. Kaklık beldesinden 6 km sonra Kaklık mağarası ağzına ulaşılıyor. Çağlayarak akan suların içinden geçip aşağı inildiğinde bir doğa harikası olarak traverten oluşumları çıkıyor karşınıza. Mağaranın ışıklandırılarak turizme açılması için çalışmalar yapılıyor. Biri yer üstünde, diğeri yer altında iki doğa harikasını arka arkaya görmek çok güzel bir duygu yaratıyor Bugün Denizli, eğitim kurumlarıyla, sanayi, tarım, turizm gibi iş kollarındaki örnek ilerlemeleriyle ve modernleşerek büyüyen yerleşim alanlarıyla Atatürk’ün görmeyi arzuladığı şehir kimliğine kavuşmuştur. Gezi rehberiniz olarak bu kentin tarihi yerlerini geldiği konumu yakından görmenizi tavsiye ederim

2013 Ağustos // Mavi Ay (17)


TEKNOLOJİ

ŞİMDİ İLGİNÇ BİR TEKNOLOJİK GELİŞMEYİ SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTİYORUM. HEMEN HER GÜN ELİMİZİN ALTINDA OLAN AMA BELKİ DE VARLIĞININ BİR O KADAR DA FARKINDA OLMADIĞIMIZ BİR İCATTAN BAHSEDİYORUM. ICADIMIZIN ADI ‘MOUSE’ YA DA TÜRKÇE TABİRLE ‘FARE’. GÜNDELİK HAYATTA ARTIK VAZGEÇİLMEZİMİZ HALİNE GELEN BİLGİSAYARLARIN OLMAZSA OLMAZI OLAN FAREDEN BAHSEDİYORUM. BAKALIM BU KÜÇÜK MAKİNENİN İCADI NASIL GERÇEKLEŞMİŞ.

(18) 2013 Ağustos // Mavi Ay


MOUSE’UN iCADI

VE TARiHCESi BUGÜN BİLGİSAYARLARIN YANINDA VAZGEÇİLMEZ BİR PARÇA OLAN FAREYİ İLK OLARAK DOUGLAS ENGELBART VE STEVE JOBS ADLI KİŞİLER YAPMIŞ. DOUGLAS 40 YIL ÖNCE MOUSE DENEN MUCİZEVİ MEKANİZMAYI İCAT EDEN, STEVE İSE BU TEKNOLOJİYİ EVLERİMİZE SOKAN KİŞİ.

D

ouglas Engelbart’ın amacı, bilgisayarın sadece deneyimli bilim adamları tarafından kullanılan ulaşılmaz oyuncak değil, herkesin kolayca kullanabileceği bir yardımcı haline gelmesine ön ayak olmakmış. Profesör Engelbart, ilk mouse prototipini 1965′te hazırlamış. İki tekerlekli bu tahta alet, 1970′te “görüntüleme sistemleri için X-Y yer gösterici sistem” adıyla patent almış. Farenin kullanılabilmesi için bir grafik arabirim de yazmış, ancak o zamanlar yazılımlar için patent verilmiyormuş. Bu yüzden bugün bu sektörün kaynağını o değil uyanık Bill amca toplamakta. Buluşunun adının fare olmasının sebebi de kablosunu bir farenin kuyruğuna benzetmesiymiş. Aslında düşününce, klavye, monitör gibi parçalar arasında biraz garip bir isim. Aynı günlerde Apple için klavye ve kasa üreten şirketin sahibi Dean Hovey, Jobs’a artık daha fazlasını yapmak istediğini söylemiş. Steve Jobs’un cevabı “yapmamız gereken bir fare üretmek”, Dean Hovey’in tepkisi ise “hıı?” olmuş. Apple o sıralarda Lisa ve Macintosh kod adlı iki bilgisayar üzerinde çalışıyormuş ve Steve Jobs’un amacı bu fare denen şeyi piyasaya sürmekmiş. Bu sayede bilgisayarın sadece klavye tuş kombinasyonlarını ezberleyebilenlerin tekelinden çıkacağını, çok daha geniş bir kullanıcı kitlesine ulaşacağını, farenin bilgisayar dünyasında bir devrim olacağını düşünüyormuş. Yalnız ortada bir problem varmış: Xerox’un kendi teknolojisiyle ürettiği fareler yaklaşık 400 dolara maloluyormuş, sürekli bozuluyormuş ve temizlemesi imkansızmış. Douglas Engelbart’ın icadı olan farenin torunu olan bu yeni nesil fare, teknoloji için mucizevi, piyasa için facia bir ürünmüş anlayacağınız. Steve Jobs’un hedefi 10 ile 30 dolar arasında bir paraya maledilebilecek, hergün saatlerce kullanılsa bile bozulmayacak ve düzgün bir yüzey olmasa bile çalışacak bir fareymiş. Peki bu güzel mucidin hayatı nasıldı derseniz buyurun size kısa bir özeti.. ■ Douglas Engelbart Oregon 1925 yılında doğdu ve küçük bir çiftlikte büyüdü. ■ 1942 yılında liseden mezun oldu ve Elektrik Mühendisliği eğitimi için Oregon State üniversitesi ’ne gitti. ■ Eğitimi savaş yüzünden kesildi ve Türkiye’de radar teknisyeni olarak çalıştı. ■ Savaştan sonra okula geri döndü ve 1948 yılında okulunu bitirdi. ■ 1968 yılında mouse denilen aleti bilgisayar dünyasına tanıttığında henüz 43 yaşındaydı. Mouse icat dünyasında ileri görüşlülüğün en büyük örneklerinden biri olarak halen günümüzde vazgeçemeden kullandığımız nadir aletlerden biri. ■ Engelbart ‘in bilgisayar teknolojisine katkıları sadece Mouse ile sınırlı kalmayıp daha birçok konuda araştırmalar yaparak bilgisayarın günümüzdeki haline gelmesinde yardımcı olmuştur. ■ 2 Temmuz 2013 yılında 88 yaşındayken hayata gözlerini yummuştur.

2013 Ağustos // Mavi Ay (19)


EDEBİYAT

NE ADI MiHRiBAN NE SAÇLARI SARI KARAKOÇ, MİHRİBAN DEMİŞTİ ONA.MUHABBETİ HOŞ, YÜZÜ GÜLEÇ, SEVECEN… HER MAŞUK,ÂŞIĞININ GÖZÜNDE ÖYLE DEĞİL MİDİR ZATEN? TAM DA ŞAİR BİR YÜREĞİN KOYACAĞI BİR İSİM DEĞİL MİDİR, MİHRİBAN? (20) 2013 Ağustos // Mavi Ay

A

bdurrahim Karakoç’un can dostu Şair Lütfü Şehsuvaroğlu, Mihriban şiirinin yazılmaya başladığı ilk dakikalara şahit olan yegânekişi olarak o anı şöyle anlatır: “Sarı saçlarını deli gönlüme/ Bağlamışım çözülmüyor Mihriban…” Bu ilk dizeleri oturduğu kayanın üzerine parmağıylayazdı. Sanki kâğıda kalemle yazıyor gibiydi. Eve gittik. Gece, uykusundanuyandı. Yazmaya devam etmek istedi. Kalem yere düştü. Elleri titriyordu. Pişman oldu.”


Unutmak kolay mı deme Unutursun Mihribanım Oğlun kızın olsun hele Unutursun Mihribanım … Mihriban’a yazılan bu ikinci şiiri onun köye geldiği gün kibrit kutusuna yazıp bir çocukla Mihriban’a yollamış. Mihriban kutuyu açıp okuduktan sonra çocuğa: “Bunu ona geri götür. Ben onu unutmam.’’ demiş. Fakat her âdemoğlu için acımasızca geçen zaman, onların öyküsünde de durmamış. Bir gün Mihriban’ın evleneceği haberi gelmiş. Ama kimse bir şey yapamamış. Çünkü Abdurrahim, ciğerine bıçaklar saplansa da gerek ailelerin tutumundan gerekse Mihriban’ın gelecek kaygısından ve köyden kurtulmasını istemesinden olacak ki bu işe “dur” dememiş, diyememiş.Ve Mihriban evlenmiş. Üçüncü Mihriban şiirini yazmışAbdurrahim. Diğer adı ile Beklemek: Dertler beni oylum oylum yakıyor Her şey yalanmış bilmeden gittin Kaderin bağrında doğdu bir gerçek Mihriban, Mihriban ölümden zormuş Ben de bilmezdim, beklemek

KARAKOÇ’UN MİHRİBAN ADLI ŞİİRİ TÜRKÜ OLARAKTA YILLARCA KEYİFLE DİNLENMİŞTİR.

Yâr deyince kalem elden düşüyor, Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor, Lambada titreyen alev üşüyor, Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban! Yazamamıştı. Her şey o, kalem o, kâğıt o, lambayı tutuşturan alev o, kendisini şair yapan yine o. Birçok edebiyatçı,“lambada titreyen alev” üzerine methiyeler sıralamış ve bu sanatlı söyleyişe hayran kalmıştır. Gerçekten de ayrılığı ölümden zor gören şair, ayrılığın soğukluğunu bir tokat gibi suratımıza indirir. Sahi, ayrılık da ölüm gibi soğuk değil midir?Asla vuslat ile bitmeyeceğini herkesin idrak ettiği bir aşkın şiirini yazmaktan başka çare var mıdır? İşte o vakit fani bir kalem, fani bir aşkı baki kılmıştır artık. Ne adı Mihriban ne saçları sarı… Karakoç ile aynı köyün sularını içmiş berrak bir kız.Okumak için çok uzaklara gitmiş.Ayrılmış köyünden.İstikbalini kurtarmak istemiş. Ama sevmiş, oda çok sevmiş. Mektuplar yazmış Abdurrahim’e. Abdurrahim de ona şiirler yazmış. Özel gazeteler bastırmış, tam orta sayfalarında Mihriban şiiri olan. Mihriban’a göndermiş. Bir gün ‘’Unutalım.’’ diye haber salmış Mihriban’a. Mihribanda “Unutmak Kolay mı?” başlıklı bir mektup ile cevap vermiş ona. Bu mektup ciğerini yakmış Abdurrahim’in. Uykusuz gecelerin, aç kalkılan sofraların, çaresizce atılan dalgın voltaların ardından Mihriban’ın ikinci şiiri vücuda gelmiş:

Artık vakit sevdayı şiirlerle gömme vaktidir. Artık Mihriban’ın sevdasını memleket sevdasına, memleket sevdasını da İlahi Sevdaya dönüştürmek vaktidir.“Mademki yâr vardır”, can yoktur.Mademki O (c.c) vardır, insan-ı kamil, Aşk-ı İlahi yolunda tutuşmalıdır.Kendisini dahi unutmalıdır. Düzen böyle bu gemide Eski yiter yeni de Beni değil, sen seni de Unutursun Mihriban’ım Gün gelir Abdurrahim’in de düğünü olur, davullar vurulur, yuvası kurulur. Evlat sevgisini tadar şair yüreği. Kızının kulağına adı “Mihriban” diye okunur. Şiirlerinde işlediği aşk ile Karacaoğlan’ı, hicivleri ile Seyrani’yi, yiğitliği ile Dadaloğlu’nu anımsatan günümüzün en büyük halk edebiyatı ozanıdır Abdurrahim Karakoç. Kendisini rahmetle andığımız şu günlerde dilimiz döndüğünce Mihriban’ın öyküsünü anlatmaya çalıştık. Çoğu zaman gerçek aşkların kalmayışından dem vururuz. Oysa gündelik kaygı ve hesaplardan kurtulup,sevilmeyi dahi düşünmeden “onlar gibi” sadece sevebilirsek, dünya daha yaşanılır bir hâle gelecektir.

2013 Ağustos // Mavi Ay (21)


EKONOMİ

ÖZEL BANKALAR FAiZE ZAM YAPTI! U BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN FAİZ LOBİSİ ELEŞTİRİLERİNE MARUZ KALAN ÖZEL BANKALAR, KENDİLERİNDEN DEVLET BANKALARINA MEVDUAT KAÇIŞINI ÖNLEMEK İÇİN FAİZİ 1.5 PUAN YUKARI ÇEKTİ. MEVDUAT FAİZLERİ YÜZDE 6’DAN YÜZDE 7.5’E KADAR ÇIKTI. (22) 2013 Ağustos // Mavi Ay

Ulusal bir gazetenin haberine göre; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın özel bankalara faiz lobisi eleştirisi yapmasının ardından vatandaşlara devletin bankaları olduğunu hatırlatması, özel bankaları harekete geçirdi. Özel bankaların yüzde 6'ya kadar indirdikleri mevduat faizlerini, kendilerinden devlet bankalarına mevduat kaçışını önlemek için 0.5 ile 1.5 puan arasında yukarı çektikleri öğrenildi. 4 büyük bankanın faizi bu yönde artırdığı belirtiliyor. Kamu bankalarının da rekabet edebilmek için aynı yönde hareket ettiği ifade ediliyor. Bankacılar faiz artırımına neden olarak son dönemde daralan likiditeyi de gösteriyor. Bankacılık uzmanları mevduattaki bu artışın, 0.64 gibi tarihi düşük seviyeye inen kredi faizlerinde 2.5 puanlık artışa neden olabileceğini kaydediyor. Türkiye’de bono faizi oranları da düştüğü yüzde 5’in altından yüzde 6.5’e kadar yükselmiş durumda. Bu duruma neden olarak global likiditenin son bulacağı beklentilerinin yanı sıra gergin siyasi ortam da gösteriliyor.


BAŞBAKAN ERDOĞAN, ÖZEL BANKALARI UZUNCA BİR SÜRE ELEŞTİRMİŞTİ

HER BANKADAN 600 MİLYON Borsadaki düşüşlerin ardından Akbank’ın piyasa değeri 300 milyon, İş Bankası ve Garanti’nin piyasa değerleri ise 600 milyon dolar geriledi. Eleştirilere maruz kalan holdinglerin hisseleri de dün değer kaybına uğradı. Sabancı Holding’deki değer kaybı 630 milyon dolar, Koç Holding’deki değer kaybı ise 462 milyon doları buldu.

Opsiyonlarda Risk Yönetimi: Zarar Kes (Stop-Loss) Stratejisi Opsiyon alım satımı yapanlar, opsiyonların riskli enstrumanlar olduğunu bilirler (?) Opsiyon satımından oluşan risklerin yönetilmesi gerektiği de bir şekilde bilinir. Bugün ilginç ve kolay(!) bir opsiyon risk yönetimi stratejisini inceleyeceğiz: Zarar-Kes stratejisi (stop-loss stratejisi). Bunu basit bir şekilde örneklemeye çalışalım: Bir kurumun (yatırımcının), ABC hisse senedinde K kullanım fiyatı ile bir adet hisse için alım opsiyonu yazdığını (sattığını) varsayalım. Riski yönetmek için kurum hisse fiyatı K’nın üstüne geçer geçmez bir adet hisse senedi alacak, K’nın altına düşer düşmez ise aldığı senedi geri satacak. Amaç, fiyatlar K’nın altında kaldığı sürece herhangi bir pozisyon taşımamak, üstüne çıktığında ise hisseyi alarak opsiyon riskini tam olarak yok etmek. Sistemin tasarımını öyle bir şekilde yapacağız ki T (vade sonu) anında opsiyon “asli değerli” ise, (in-the-money) 1 adet hissemiz olacak, değilse hisse pozisyonumuz olmayacak. Bu strateji genel olarak opsiyonlarda oluşan tipte bir kar-zarar şekli oluşturuyor görüntüsü verebilir. Aşağıdaki grafikte stratejimiz çerçevesinde alım satımlarımızı gösteriyoruz: ABC Hissesi / K= Kullanım Fiyatı 160 140 120 100 80 60 40 20 0-

13 11

12

14 15

16

t1 de alıyoruz, t2 de satıyoruz, t3 de alıyoruz, t4 de satıyoruz, t5 de alıyoruz, t6 da satıyoruz... Vade sonunda elimizde hisse yok, fiyatlar kullanım seviyesinin altında... Başlangıç hisse fiyatımızı S0 olarak tanımlayalım. Başlangıçta riskten korunma maliyetimiz eğer S0>K ise, S0 olacak, aksi takdirde maliyetimiz olmayacak. Opsiyonu yazıp riskini yönetirken toplam maliyetimiz, Q, opsiyonun içsel değeri olacaktır: Q = maksimum( - K , 0) Bütün alış-satışlarımızın (teorik olarak) K fiyatında olduğunu varsaydığımız için yukarıdaki fonksiyonu elde edebildik. Gerçekte böyle birşey yapabilseydik, işlem maliyetleri dışında risk yönetimimiz kusursuz olacaktı. İlaveten, riski yönetmek Black-Scholes maliyetinden daha düşük olacaktı. Dolayısıyla bir yatırımcı, zarar-kes stratejisini kullanarak opsiyon yazıp riskini yöneterek “risksiz” getiri elde edebilir diyecektik. İki temel sebepten ötürü yukarıdaki fonksiyonumuz yanlıştır. ■ Birincisi, alım satımlar değişik zamanlarda oluşuyor, bu yüzden nakit akımları bugüne iskonto edilmeli. ■ İkincisi alım satımların her zaman K fiyatından yapılması mümkün değildir. İkinci nokta kritik. Risk-nötr (Risk-Neutral) tanımlamada faiz oranını sıfır kabul ederek birinci sebebimizi gözardı etmeyi mantıklı hale getirebiliriz. Diğer taraftan mantıklı düşünürsek alım satımların hepsini aynı fiyattan yapabileceğimizi varsayamayız. Piyasalar doğru çalışıyorsa, pozisyon taşıyan kişi hisse fiyatı K seviyesine ulaştığında üstünde/altında kalacağını bilemez. Pratik olarak ifade edersek alımlar K+ , satımlar ise K- ( : küçük bir pozitif sayı) seviyelerinde gerçekleşebilir. Böylelikle her alım ve takibeden satım, işlem maliyetlerinden ayrı olarak 2 miktarında bir maliyet oluşturur. Riskini yöneten kişi, maliyeti azaltmak için fiyatları daha yakından takip edip, daha çok işlem yaparak değerini düşürmeye çalışır. Hisse fiyatlarının sonsuz kere değiştiği varsayımında, küçüldükçe, alım satım sayısı artar. Sonucunda işlem başına maliyet ( ) düşmesine rağmen, işlem maliyetindeki artış bu avantajımızı ortadan kaldırır. 0 durumunda işlem sayısı sonsuz olur. Zarar-kes stratejisi, çok cezbedici olmasına rağmen risk yönetim metodu olarak iyi çalışamaz. Asli değersiz bir opsiyonda yöntemi uyguladığımızı varsayalım: Hisse K fiyatına ulaşmazsa risk yönetimi maliyetimiz sıfır olur. Şayet hisse K seviyesini birçok defa geçerse, yöntemimiz çok pahalı hale gelecektir.

2013 Ağustos // Mavi Ay (23)


KÜLTÜR SANAT

M

TRABZON'UN MAÇKA İLÇESİNİN ALTINDERE KÖYÜ SINIRLARI İÇİNDE, ALTINDERE VADİSİNE HÂKİM KARADAĞ'IN ETEKLERİNDE SARP BİR KAYALIK ÜZERİNE KURULMUŞ OLAN SÜMELA MANASTIRI, HALK ARASINDA “MERYEM ANA” ADI İLE ANILIR. VADİDEN YAKLAŞIK 300 METRE YÜKSEKLİKTE BULUNAN YAPI, BU KONUMUYLA MANASTIRLARIN ŞEHİR DIŞINDA, ORMANLARDA, MAĞARA VE SU KENARLARINDA KURULMA GELENEĞİNİ SÜRDÜRMÜŞTÜR. (24) 2013 Ağustos // Mavi Ay

eryem Ana adına kurulan manastırın “Sümela” adını “siyah” anlamına gelen “melas” sözcüğünden aldığı söylenmektedir. Bu ismin manastırın kurulduğu koyu renkli Karadağlardan geldiği düşünülmekte ise de, Sümela kelimesi buradaki Meryem tasvirinin siyah rengine bağlanabilmektedir. Ünlü tarihçi J.P.Fallmerayer'in de (1790-1861) yılında buraya geldiğinde dikkatini çektiği gibi renginin koyu, hata teşhis edilemeyecek derecede siyah oluşu bu adın esasının teşkil etmiş olması mümkündür. Gürcü resim sanatında, XII. Yüzyılda sanat âleminde siyah Madonna ismi altında tanınan bir takım Meryem ikonlarının yapıldığı ve yayıldığı bilinir. Buranın başlıca gelir kaynağı olan bir Meryem Ana resminin eksikliğine ve mucizeler yarattığına halkı inandırmak böylece onun değerini büyütmek için uydurulduğu kolayca sezilen rivayete göre, güya bu resim, İsa'nın havarilerinden Lukas tarafından yapılmış. Lukas'ın terekesinden Atina'ya geçmiş fakat Theodosius devrinde, 4.yüzyılda resim kendiliğinden buradan ayrılmak istemiş, bir gün melekler tarafından gökte uçurularak Trabzon dağlarındaki bu kovuğa getirilip bir taşın üzerine bırakılmıştır. Tam bu sıralarda Atina'dan Trabzon'a gelen Barnabas ve Sophronios adlarında iki keşiş de bu ücra dağın ıssız yamacında bu resmi bulmuşlar ve burada Anakaya Kilisesini inşa ettirmişlerdir. 6.yüzyılda imparator Justinianus'un manastırın onarılarak genişletilmesini istemesi üzerine generallerinden Belisarios tarafından tamir edildiği de söylenmektedir. Yine başka bir efsaneye göre, büyük bir kasırga sırasında Meryem'in yardımı ile canını kurtaran III.Alesios burasını yeni bir tesis halinde inşa ettirmiş, zengin vakıflar bağışlamış bir Khrysobullos yeni bir ferman ile de bu vakıflarını sağlam esaslara bağlamıştır. Manastırın 1650'ye kadar dış kapısı üzerinde görülebilen 1360 tarihli, beş mısralık bir manzum kitabede III.Alesios, bu tesisin kurucusu (ktetor), “Doğu ve Batı (=Iberia)'nın hakimi imparator” olarak gösterilmişti. Alesios 1361 yılındaki bir güneş tutulmasını burada karşılamıştır. Bu prensin sikkelerinde güneş resmi bu olayla ilgili kabul edilmektedir. 1365 tarihli “vakfiyesi ile de manastırın bütün idari şartlarını, arazisini, gelirlerini düzene koyduktan başka, Trabzon'a gelecek bir tehlikeyi, bir Türk akınını önlemek üzere, buradaki keşişlerin daima uyanık bulunmalarını da bildirir. Sümela Manastırı'nın kuruluşu bilimsel verilere göre 13.yüzyıla kadar inmektedir. Kısacası Trabzon Sümela Manastırı, Trabzon Kommenoslar olarak bilinen ve 1204 tarihinde Trabzon'da kurulan Kommenos Prensliğinden III.Alexios (1349-1390) zamanında manastırın önemi artmış ve fermanlarla gelir sağlanmıştır. Doğu Karadeniz kıyılarının Türk egemenliğine girmesini takiben Osmanlı Padişahlarından Yavuz Sultan Selim (15121520) manastıra iki şamdan hediye ettiği, ayrıca Trabzon fatihi II.Mehmet'in de manastırın haklarını tanıdığı ve birçok manastırda olduğu gibi Sümela’nın da haklarının fermanlarla korunduğu bilinmektedir. Sümelaparlak dönemini yaşamıştır. Bu dönemde son şeklini alan manastır pek çok yabancı seyyahın ziyaret ettiği, yazılarına konu edilen bir yer haline gelmiştir. Bu yazarlar arasında, Ghikas (1755), Stephan (1764), Hysilantes (1775), G.Palgrave (18261888) sayılabilirler. Trabzon'un 1916-1918 yılları arasındaki Rus işgali sırasında manastıra el konulmuş, 1923'den sonra tamamıyla boşaltılmıştır. Sümela Manastırı'nın başlıca bölümleri; Ana kaya kilisesi, birkaç şapel, mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüphane ile kutsal ayazmadır. Bu yapılar topluluğu oldukça geniş bir alan üzerine inşa edilmiştir. Manastırın girişinde su getirdiği anlaşılan büyük su kemeri yamaca yaslanmış durumdadır. Çok gözlü olan bu kemerin büyük bölümü restore edilmiştir. Dar uzun bir merdivenle manastırın ana girişine ulaşılmaktadır. Giriş kapısının yanında muhafız odaları bulunmakta, buradan bir merdivenle iç avluya inilmektedir. Solda, manastırın esasını teşkil eden ve kilise haline getirilen


SUMELA

MANASTIRI

2013 Ağustos // Mavi Ay (25)


KÜLTÜR SANAT mağaranın önünde çeşitli manastır binaları bulunmaktadır. Sağ tarafta kütüphane yer almaktadır. Manastırın kütüphanesinde evvelce kataloğu yapılan ve çoğunluğu 17-18. yüzyıllara ait çeşitli el yazmalarından 66 tanesi Ankara Müzesi'nde, içinde minyatürler olan ve Bizans eseri 1000 tanesi İstanbul'da Ayasofya Müzesi'ndedir. Ayrıca 150 kadar da taş baskı kitap vardır. Sultan Selim'in hediye ettiği şamdanlar 1877'de çalınmıştır. Manastıra ait başka bir Meryem ikonası da Oxford'da özel bir koleksiyondadır. 1436 tarihli işlemeli gümüş madalyon ile 1438 tarihli işlemeli bir örtü de Atina'daki Benaki Müzesi'ndedir. Yine sağda yamacın ön yüzünü kaplayan büyük balkonlu bölüm keşiş odaları ve misafir odaları olarak kullanılmıştır ve 1860 yılına tarihlenmektedir. Avlunun etrafındaki binalarda odalardaki dolapları, hücreleri, ocakları ile Türk sanatının etkileri de görülmektedir. Manastırın ana ünitesini meydana getiren kaya kilisesinin ve ona bitişik şapelin iç ve dış duvarları fresklerle donatılmıştır. Kaya kilisesinin içinde avluya bakan duvarda III. Alexios dönemine ait fresklerin varlığı tespit edilmiştir. Şa-

(26) 2013 Ağustos // Mavi Ay


peldeki freskler ise 18. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir ve üç ayrı devirde yapılan üç tabaka görülmektedir. En alt tabakanın freskleri daha üstün niteliktedir. Her tabakada konuların da değiştiği dikkati çekmektedir. Buradaki fresklerin 1710-1732 yıllarında yapıldıklarını bildiren yazılar tespit olunmuştur. Halbuki mağara kilisenin inde avluya komşu duvarda III.Alexios devrine ait freskler de tespit edilmiştir. Bugün bu portrelerden hiçbir iz kalmamıştır. Dışarıda kaya sathına işlenmiş ve bugün yalnız üst şeritleri kalabilmiş olan büyük bir mahşer sahnesinin dökülen sıvalarının altından başka sahnelerin gün ışığına çıktığı görülmektedir. Üzerinde bir ejder ile süvari iki aziz (Georgios ve Demetrios) tasvir edilmiş bulunan küçük bir şapelin duvarında tabakanın altında üç tabaka daha resim bulunduğu tespit edilmiştir. Nitekim bir yerde en alt tabakada imparator kıyafetinde diademli bir figürün üstünde diademli başka bir figür bunun üstünde de matemorphosis, yan itabor adında İsa'nın görünüşünün değişmesi (suretinin değişmesi) sahnesi işlenmiş bulunmaktadır. Bu durum karşısında Sümela Manastırı'nın eski ve o nispette de

değerli duvar resimleri, sıvaların tamamen dökülmediği yerlerde alt tabakalarda da mevcuttur. Kutsal suyu toplayan şadırvanda sivri kemerleriyle Türk Mimarisi karakterindedir. Sümela'nın yüz metre kadar kuzeyinde yine dağ yamacına oyulmuş erişilmez durumda ve içinde freskleri olan şapeller bulunmaktadır. Sümela Manastırı'nda 1998'den beri Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yürütülen bir proje dahilinde zarar gören duvarlar temizlenip restore edilerek koruma altına alınmıştır. Manastırın ana bölümü üst çatıyla kaplanmış olup, Ana Kaya Kilisesindeki freskler temizlenerek sağlamlaştırılmıştır. Ziyaretçilerin Sümela Manastırı'na daha rahat ve güvenli bir şekilde ulaşabilmeleri için patika yol doğal yapı bozulmadan genişletilerek yeniden düzenlenmiştir.

KARADAĞ’IN ETEKLERİNE KURULMUŞ OLAN SÜMELA MANASTIRI HER YIL BİNLERCE TURİST TARAFINDAN ZİYARET EDİLMEKTE, BUNUN YANI SIRA DİNİ ETKİNLİKLER İÇİNDE BİRÇOK İNSAN TARAFINDAN RAĞBET GÖRMEKTEDİR. 2013 Ağustos // Mavi Ay (27)


TARİHİ DEĞİŞTİREN BİYOGRAFİLER

BENAZiR

BUTTO

“HALKA GÜVENİYOR VE KADERİMİ ALLAH'A EMANET EDİYORUM. KORKMUYORUM. EVET, BİR DÖNÜM NOKTASINDAYIZ, AMA ZAMANIN, ADALETİN VE TARİHİN GÜCÜNÜN BİZİM YANIMIZDA OLDUĞUNU BİLİYORUM.”

(28) 2013 Ağustos // Mavi Ay


E

vet, ülkesine son kez geri dönmeden önce kaleme aldığı bu sözlerle ülkesine olan sevgisini dile getirmişti ve tabii geri döndükten sonra suikasta kurban gitmesi ayrı bir tartışma konusu. Peki, Pakistan’ın hatta Müslüman ülkelerin ilk kadın başbakanı olmasından başka, kimdi bu kadın? Buyurun bunu beraber inceleyelim. Doğumu ve eğitim hayatı Benazir Butto 21 Haziran 1953 tarihinde Pakistan’ın Karaçi bölgesinde dünyaya gelmiştir Babası eski Pakistan devlet başkanı ve başbakanı Zülfikar Ali Butto, İngiltere'nin Oxford Üniversitesi'nde hukuk eğitimini yeni tamamlamıştı. Annesi ise İran Kürtlerinden Begüm Nusret Butto ‘dur. Kendisi de babası gibi Oxford Üniversitesi’nde eğitim almış bunun yanı sıra Harvard’da da bir dönem eğitim görmüştür. Babasının Pakistan savunma bakanı olarak çalıştığı dönemde BM ile temas kurmak için New York’a gitmesiyle Harvard’daki eğitimini yarım bırakmıştır. POLİTİKAYA GİRİŞİ Oxford Üniversitesi'ni bitirdikten hemen sonra Pakistan'a geri döndü. Babasının tutuklanıp idam edilmesinden sonra bir süre ev hapsinde kaldı. 1984 yılında yurt dışına çıkmasına izin verilmesiyle, Büyük Britanya'ya taşındı ve orada sürgünde babasının partisinin liderliğini yaptı.1987 yılında çimento fabrikatörü Asif Ali Zardari ile evlendi. Askeri cuntanın şefi Ziya Ül Hak'ın 1988'de ölümünden sonra Pakistan'da 1977 yılından beri ilk kez serbest seçimler yapıldı. 19 Kasım 1988 tarihindeki bu seçimleri kazanan Butto, ilk kez bir Müslüman ülkenin kadın başbakanı oldu. 2 Aralık'ta başbakan olarak göreve başladı. Yoğun yolsuzluk suçlamaları altında kalan hükümet 20 ay kadar sonra, askeri güçlerin desteğindeki devlet başkanı Gulam İshak Han tarafından, yeni seçimlere gidileceği gerekçesiyle devrildi. Ancak Butto aleyhindeki suçlamalar yargıya yansımadı. Yeni hükümeti Navaz Şerif kurdu. 1993 yılında Butto yeniden seçildiyse de, 3 yıl sonra hükümet yine yolsuzluk suçlamaları altında, devlet başkanı Faruk Leghari tarafından düşürüldü. Yüksek mahkeme de devlet başkanının kararını onayladı. Ancak Butto ve eşi Zardari hakkındaki suçlamaların doğruluğu kesinleşmedi. Butto ‘yayönelik eleştirilerin başlıca kaynağı Butto'nun ulusal reformları sonucu politik güçlerini yitirmeye başlayan

Pencap bölgesindeki zengin toprak sahipleri ve bu bölgenin seçkinleriydi. Butto eski feodal yapıya karşı mücadele etti ve bu yapıyı Pakistan'ın stabilizasyonu önündeki engel olarak niteledi. 1999 yılında, Pervez Müşerref'in liderliğinde gerçekleşen askeri darbe sonrasında Pakistan'ı terk etmek zorunda kaldı. Birleşik Arap Emirlikleri'nin Dubai kentine yerleşti. 2002 yılında Pervez Müşerref pratikte Butto'yu hedef alarak başbakanların en fazla iki dönem görev yapabilecekleri yolunda bir anayasa değişikliği yaptı. 2007 yılında Butto'nun yeniden başbakan olma olasılığı doğdu. Ocak 2008'de yapılacak olan başbakanlık seçimlerine katılma olasılığı doğan Butto hakkında açılan davaların o zamana kadar sonuçlanması bekleniyordu. Sürgünden dönüş ve suikast girişimi Seçim çalışmalarına katılmak üzere Pakistan'a dönüş kararı alan Butto'ya karşı, El Kaide örgütünün saldırı tehdidinde bulunması üzerine, Müşerref, Butto'nun dönüşünü ertelemesini ve yüksek mahkemenin kendisiyle ilgili af istemine ilişkin kararını beklemesini istedi. Bu isteğe uymayan Benazir Butto, 18 Ekim 2007 gecesi, 8 yıllık sürgünden sonra Pakistan'a geri döndü. Ancak yandaşlarının sevgi gösterileriyle karşılanan Butto aynı gün bombalı bir suikast girişimine hedef oldu. Karaçi kenti yakınlarında gerçekleşen ve Benazir Butto'nun yara almadan kurtulduğu bu saldırıda 138 kişi yaşamını yitirdi, 248 kişi de yaralandı.

ÖLÜMÜ Benazir Butto, 27 Aralık 2007’de Ravalpindi’ye miting için gelen Butto, geniş bir topluluğa konuşmasını yaptıktan sonra konuşma yaptığı kürsüden inip, aracına yöneldiği anda intihar eylemcisi harekete geçti. Eylemci, önce silahla Benazir Butto'nun göğsüne ve boynuna ateş etti, sonra üzerindeki bombayı miting alanında havaya uçurdu. Patlayan bombalar Butto'yla birlikte 20 kişinin daha canını aldı. Bombalı intihar saldırısında ağır yaralanan 54 yaşındaki Benazir Butto, acilen ameliyata alındı. Butto'nun kocası Asıf Ali Zardari, eşinin durumunun kritik olduğunu açıkladı. Pakistan İçişleri Bakanlığı sözcüsü Cevad Sima ise, ameliyata alınan Butto'nun öldüğünü açıkladı. Ölümünün üzerinden birkaç saat geçmeden ülkede ciddi protestolar meydana geldi. Butto yandaşları propagandalar yapıp, hükümet binasını ateşe verdiler. Hükümet başkanı Müşerref ise Butto’nun ölümü üzerine "Butto benim kız kardeşimdi, kendinizi yalnız hissetmeyin, sizinle birlikteyim. İntikamımızı alacağız" ifadesini kullandı. Son olarak yine Butto’nun bir sözüyle devam edersek "Kusursuz, yetkin bir dünyada askerler hiç şüphesiz hiçbir politik rol oynamayacaklar. Oysa Pakistan bu açıdan kusursuz olmaktan çok uzaktır. Pakistan güvenlik güçleri yıllardır politik bir kurum gibi davranmakta, ya generalleri başa getirerek ülkeyi yönetmekte ya da bunu dolaylı yoldan manipule etmektedir; hatta demokratik hükümetleri azletmektedirler." Diyebilen bir başbakanın, Pakistan’a fazla geldiğini söyleyebiliriz.

BENAZİR BUTTO İSLAM ÜLKELERİNİN İLK KADIN BAŞBAKANI OLMA ÖZELLİĞİNİ TAŞIMAKTADIR.

2013 Ağustos // Mavi Ay (29)


ARAŞTIRMA

YABAN MERSiNi

ILIMAN İKLİMLERE ADAPTE OLMUŞ BİR ÜZÜMSÜ MEYVE TÜRÜ

Y

aban mersini özellikle 1906 yılında Amerika'da başlatılan ıslah çalışmaları sonucu doğadaki yabani formlarına göre kültüre alınan çeşitlerin, özellikleri (meyve iriliği, tadı, olgunluğu vs.) daha üstün niteliklere sahip olduğu görülmüştür. Yayla ve mezralarımızda yetişen (Ligarba) yaban mersini Birçok hastalığa şifa olması bu meyveye olan ilgiyi şaşırtıcı boyutlara ulaştırdı.

Yöremizdeki (Ligarba) yaban mersini Bu bitki ülkemizdeki literatürde Yaban mersini olarak bilinir. Ancak yetiştiği farklı coğrafyalarda farklı adlarla da biliniyor. Örneğin Rize’de Likapa, Trabzon’da Ligarba, Lifos veya Trabzon Üzümü, Rize Pazar ilçesinde Kaskanaka, Rize Ardeşen İlçesinde Çera (Çela), Artvin’de Morsivit veya Mahabak, Giresun’da Çalı Çileği, diğer bölgelerde ise Ayı Üzümü, Çay Üzümü veya Çoban Üzümü. Yaban mersini; 30 cm-1 metre arasında boyu olan ve genelde mayıs aylarında çiçek açan bir bitkidir. Güz aylarına doğru olgunlaşır olgunlaştığında meyveleri mavi renklidir. Meyvesinin dışında “yapısında bulunan maddelerden dolayı ”puslu bir görüntü mevcuttur. Bu görüntü içeriğindeki yüksek tanenleşmeden dolayıdır. Tarihi gelişimi Aslında yaban mersini yüz yıllardır bilinen bir meyvedir 1862 lere kadar uzanan bir literatür geçmişi vardır. Ancak yaban mersininin ünü, 2. dünya savaşı sırasında uçak pilotlarının görme yeteneklerini artırdığının anlaşılmasıyla yayılmıştır. Yaban mersini hakkında 1960 lardan sonra çeşitli laboratuar ve klinik deney araştırmaları yapılmıştır. Yaban mersini bütün bunların sonucunda günümüz modern tıbbının tedavi destekleyici meyveler literatüründe iyi bir yer edinmiştir. Yaban mersini hakkında Osmanlı döneminde de bazı kaynaklara rastlanmaktadır bu kaynaklarda yaban mersininin ticari bir bitki olduğundan bahsedilmektedir.

(30) 2013 Ağustos // Mavi Ay

VACCiNiUM MYRTiLLUS GENEL OLARAK TÜRKİYE'DE, KARADENİZ BÖLGESİNDE RAKIMCA YÜKSEK OLAN FUNDALIK VE ORMANLIK BÖLGELERİNDE YABANİ FORMDA DEĞİŞİK TİPLERİ BULUNMAKTADIR.


Etken Maddeleri Nelerdir? Yaban mersininde diğer bütün şifalı bitkilerden daha fazla oranda anti oksidan madde vardır. Yalnızca bu özelliği dahi yaban mersinin önemli şifalı bitkilerkategorisine sokmaktadır. Genel olarak yaban mersininde; ● Antosiyanidinler ● Tanenler ● Alkoloidler(myrtine, epimyrtine) ● Fenolik asitler ● Glikozitler Hangi Rahatsızlıklara iyi gelmektedir Yaban mersini Damarlar üzerinde oldukça etkilidir. Bu durumda yaban mersini, damarla ilgili olan ● Varis ● Basur(hemoroid) ● Romatizmal ağrılar ● Kan damarlarının tıkanması ● Damar sertliği ● Akciğer amfizemi ● Zayıf kılcal damarların güçlendirilmesi. ● Artrit(eklem iltihaplanması) rahatsızlıklarının tedavisin de yardımcı faktördür. Diğer yandan yaban mersini gözde olumlu etkileri olan bir besindir. Bu durumda ● Göz yorgunluğu, ● Miyopluk, ● Katarakt, ● Karasu (Glokom: Göz tansiyonu), ● Şeker hastalığından kaynaklanan görme bozuklukları (Diyabetik retinopati), ● Gece körlüğü, gibi rahatsızlıklarda oldukça etkili bir meyvedir. ● Tavuk karası (retinitis pigmentosa) hastalığının ilerlemesini yavaşlatıcı Gözle ilgili olarak başkaca ● Gece görüşünü artırıcı, ● Göz kamaşmasını giderici, ● Retinayı güçlendirici, olarak ta kullanılabilir.

Mide rahatsızlıklarıyla ilgili olarak yaban mersini ● Bulantıyı baskılayıcı ● Mide kramplarını önleyici, ● Ülser önleyicidir. - Yaban mersininin yaprak ve kuru meyvelerinden yapılan çay, ishal giderici olarak kullanılır. - Bayanlarda, özel günlerin düzene girmesinde etkilidir. - İdrar yolu enfeksiyonlarında antibiyotik gibi işlem görmektedir. - Kansere karşı vücudu koruyan enzimleri çalıştırır. - Damarlarda yağ birikimini engelleme özelliğine sahiptir. - Yağlı bileşiklerin vücuttan atılmasını sağlar. - Taze olarak yenildiğinde kanı temizler. Besleyici olmasına rağmen kalori ve sodyum içeriği düşüktür. - Kan şekerini ve kolesterolü düşürür. - Bağırsak metabolizmasını düzenler. Kalp krizi riskini azaltır. Damar sertliği oluşumunu engeller. Gece görüş kabiliyetini arttırır. HIV virüsünün tekrarlanmasını azaltır. Damar elastikliği ve gözlerin geçirgenliğini ve kılcal damar oluşumunu arttırır. Kansere karşı savaşan Ellagic-Asit miktarı en fazla olan meyvedir. Diyetlerin sağlıklı ve çok değerli bir parçasıdır. Göz yorgunluğunu giderir, miyopluk ve şeker hastalığından kaynaklanan görme bozukluklarını engeller. Kamaşma, kılcal damar çatlaması ve gece körlüğünü ortadan kaldırır. Kabızlık, bulantı, mide kramplarını ve ülseri önler. Diyet rejimlerinde kullanılır. Varis ve basuru iyileştirir. Sakinleştirici özelliği vardır. Ağız içi yaralarını iyileştirir. İltihaplar için dezenfektan özelliği taşır. Akciğer anfizemi ve romatizma oluşumuna sebep olan elastaz enzim aktivitesini yavaşlatır. Kullanım şekli Ligarba taze meyve olarak kullanılabildiği gibi kurutulmuş olarak ta kullanılabilir. Diğer yandan marmeladı ve reçeli de oldukça yaygın olarak tüketilmektedir. Aktarlardan elde edilen genelde kurutulmuş meyveler çay şeklinde demlenip içilebilmektedir.

2013 Ağustos // Mavi Ay (31)


KOMİKATÜR

… N E D E C N İ E MİZAH ÜZERİN Türk’üz abi biz komiğiz, değil mi ama böyle bi damga genelimizin kafasında var. Doğru mudur peki? Eeh doğru tarafları yok değil ama o kadar basit mi? – hayır. Yani insanları öyle kuru kuru güldürmek gibi bi amaç gütmek pek doğru gelmiyor açıkçası. Mesele mizahçı olabilmekte. Bugün bunu birine söylesen ‘e tamam ne farkı var ‘ diyebilir, çokta yadırgamamak lazım ama arada ciddi de bi fark vardır. Mizah zekâ gerektirir, hayal gücü gerektirir, üsturup (doğru yazılışı bu sanıyorum) gerektirir. Zekânın, hayal gücüyle yoğrulup, üsturupla pişmesinden sonra adı mizah olur. Bir de yılışıklık vardır(ki en haz etmediğim şeydir) , Bazen karıştırılabilir ikisi. Gereksiz fazla samimiyetin doğurduğu, ama bazılarında doğuştan gelen lanet bişeydir. Toplum içinde ben komiğim perdesi arkasına saklanarak, anlamsız kelimeleri yan yana sıralamak, yüksek sesle, ağzını yaya yaya konuşarak kendini üste çıkarmaya çalışmak yahut el-kol şakalarının sınırını aşmasıyla ortaya çıkan bi hastalık olarak yorumlasak çok da yanlış olmaz zannediyorum. Ha bi de mizah köşesinde neden böyle şeyler yazdım şeklinde bi soru gelebilir akla. Onu açıklamak için uzman bi psikiyatrist eşliğinde edasıyla çocukluğuma iniyorum, sonra çok fazla indiğimi fark edip biraz daha yukarılara çıkıp lise yıllarıma sabitliyorum zamanı. Ne oldu lise yıllarında diye devam edersek, liseye başladığım ilk sene sessiz sakin geçmesine rağmen sonraki sene az önce bahsettiğim yılışıklık yolunda gibi hissettim kendimi, daha doğrusu şuan bakınca öyle olduğunu fark ediyorum, ama o zaman garip gelmiyordu tabii (aydınlandım galiba) daha sonra, 3. Sınıfla beraber okulum değişince yine bi durgunluk hali baş gösterdi. Hah işte o zaman 2. Paragrafta tarifini yaptığım şahsiyete maruz kaldım, başkasında görünce tabii aşikâr oluyo her şey, o zaman tabi .Neyse anlatmak istediğim genel fikri verdim zannediyorum. Bu sayılık da bizden bu kadaaaaarr’ değil tabii ki de bişeyler daha karalıcam devam edin okumaya…

(32) 2013 Ağustos // Mavi Ay

Şimdi az önce ki yazının etkisinde kalarak beni eleştirmeyi bekleyenleri görür gibiyim, - Sen mi mizahçısın şimdi? - Bu mudur mizah? Vs. Şeklinde gelebilecek sorulara kafam da cevaplar aradım, bulamadım fazla bir şey ama şunu fark ettim bunu yazmak için mizahçı olmaya gerek yok, çünkü herhangi bir mesaj kaygım yok. - Olmalı mı? - Elbette olmalı ama o zaten derginin geri kalan kısmını kaplıyor o yüzden burada sıradan devam ediyorum… Şimdi ben Türküm. - Komik miyim? - E herhâlde komiğim(!) peh… - Eee bişey göremedik? Heh işte bu soruda ben de takılıyorum, eyvallah gerek taklitlerle gerek sözlerle Türklüğün(az önce bahsettiğimiz) gerektirdiklerini yapmaya uğraşıyoruz ama yazı öyle değil, valla - ‘Hadi canım sende’ seslerini duyar gibiyim, ama yadırgamam çünkü ilk duyduğum da; - Yazarız oğlum n’olcak- tepkisini veren insanım ben, taşlasanız yeridir beni. Meğer ne zor işmiş, şu yazıyı çıkartana kadar canım çıktı, bi büyük devirdim( koladan bahsediyorum) bana mısın demedi. - Neyse konuyu değiştiriyorum(konum da yok ama hadi bakalım) En son güldüğüm şeyi kağıda dökeyim dedim de aklıma en son ne zaman güldüğüm gelmedi, ya öyle çileli, pesimist olduğumdan da değil de, yazıya dökülecek kadar bişey olsun istedim. Geçtiğimiz günlerde internette dolaşırken bi şekilde kendimi diksiyonla alakalı bi site de buldum. Pek bilmem taktiklerini öyle ama ağza kalem sokma, bağıra bağıra kitap okuma şeklinde bi iki egzersiz duymuştum. Yalnız sitede durum farklıydı diksiyonu düzeltmek için tekerleme(!) kullanmayı denemişler ama biraz yok bayaa bi abartmışlar. Biraz okuyayım


belki faydası olur dedim nafile, psikolojim sarsıldı. Adamlar tekerleme değil bildiğin yuvarlama, fırlatma hatta ve hatta saldım çayıra Mevla’m kayıra yapmışlar. Buyrun siz onlardan bir kaçını okurken ben de yavaştan kaçayım.. - GEÇEN GECE GEMEREK’TEN GEDİZ’E GELEN GEBZELİ GEZGİNCİ GİZEMCİLERDEN , GENERAL GENZEL ,

GİTARİST GENÇLERE GERÇEK DIŞILIKLA GERÇEKLİK DIŞI İLİŞKİLER ARASINDA NE GİBİ BİR GERÇEKLİK OLDUĞUNU SORDU. - BABAESKİLİ BABACAN BAHRİ BEBERUHİ BEDRİ İLE , BIYIKSIZ BIÇKICI BINGILDAK BİGALI BİKEZ BİHER’İN BİGADİÇTEKİ BONBON BONBARŞESİNE VARMIŞLAR , ORADAKİLERİN YÜZLERİ-

NE BÖN BÖN BAKARAK , BÜYÜLÜ BÜYÜK BUHURDANLIĞI , BUĞULU BUĞULU BOŞALTIP BOMBOŞ BIRAKMIŞLAR , SONRA DA BODRUMDA GÖZDEN KAYBOLMUŞLAR - HOROSANLI HOPPA HOCA HOKKABAZ HOYRAT HOZATLI HASANIN HOTOZUNA HOŞAFI HOYRATLIKLA DÖKTÜ.

2013 Ağustos // Mavi Ay (33)


SİZİN SAYFANIZ (34) 2013 Ağustos // Mavi Ay


2013 AÄ&#x;ustos // Mavi Ay (35)


RÖPORTAJ

İZMİR ÜZERİNE i

zmir aşığı bir insan olduğunuzu biliyoruz siz İzmir’i nasıl tanımlarsınız? İzmir hakkında genel görüşleriniz nelerdir? İzmir ‘e birçok cepheden bakmak gerekiyor. Ama en önemlisi İzmir ‘de yaşayan insandır. Şuanda 4 milyon kişiyiz. Gölbaşı itibariyle 4 milyon insan ki büyük şehirler de olduğu gibi her yerden insan yaşıyor. İzmir buraya gelen insanlarla uyum içerisinde hoşgörüyle onlara severek yaklaşarak sahiplenerek yeni gelene elinden gelen kolaylığı göstererek Türkiye ‘de içgöç akışından başarılı kenttir. Kente gelmesi ve uyması anlamındadır. Bu kentin bir özelliği daha var. Sorgula-

(36) 2013 Ağustos // Mavi Ay

BU SAYIMIZDA DA İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI SAYIN AZİZ KOCAOĞLU’ NU YAKALADIK VE KENDİSİNE SORULAR YÖNELTTİK BÜYÜK BİR İÇTENLİKLE CEVAPLADI SAĞ OLSUN, BİZ RÖPORTAJ SIRASINDA BÜYÜK KEYİF ALDIK UMARIZ SİZDE OKURKEN KEYİF ALIRSINIZ. .


yan bir kenttir Belediye Bşk. da Sanayi Odası Bşk. Ticaret Odası Bşk. ve diğer herkesi sorgular. Neden niçin neden bunu yapıyorsun diye sorgulayan bir kültür. Sorgulaması açık fikirli ve deniz kent olmasından gelmektedir. Birde asırlardır ticaretin merkez kentlerinden birisi olmasıdır. Bu kentte Müslümanlar var. Bu kentte Müslümanlar Türkler Ermeniler Rumlar ve Levantenler var. Levanten dediklerimiz; 17. yy onlarına doğru ticaret yapmak için gelen insanlar. Bunlara neden Levanten deniyor çünkü bunlar tek ırk değil. İngilizler Fransızlar İtalyanlar Hollandalı Belçikalı Danimarkalı bunlar gelmişler İzmir ’e yerleşmişler ticaret yapmışlar sonra kendi aralarında Türklerle Rumlarla evlenmişler vs. tabi Yahudiler var. Ciddi bir Yahudi nüfusu var. Bu kent hoşgörü kenti ve sorgulayan kentidir. İzmir de devam etmekte olan ve

gelecekte İzmir ‘i bekleyen önemli projeler var mıdır? İzmir Türkiye ‘de ilk sanayinin, ticaretin, gelişmiş tarımı ve ilk turizmin yoğun olarak başladığı yerdir. Ama İzmir 70 ’li yıllardan itibaren başlayan ve 80 ‘lerde doruğa çıkan ve 2010 a kadar süren bir durağanlık dönemi yaşamıştır. Anadolu kentler diğer kentlerimiz belirli konularda büyüme yaparken dışlama yaparken Antalya turizmde Denizli tekstilde Konya sanayide Gaziantep dokumada sanayide gibi belli kentlerimiz dışlama yaparken İzmir dışlama yapamamıştır. İzmir her zaman büyümüştür zaten büyük bir kenttir. Ama kendinden beklenen performansı ve büyümeyi sağlayamamıştır. Bir sürü ihtiyacı birikmiştir. Burada herkes bir gerekçe uydurur söyler bu gerekçelerin payı vardır ama gerekçeleri tespit edip şundan bundan oldu diye işin dedim demesini bırakıp hastalığı tespit ettikten sonra tedavi yoluna gitmek önemlidir. 2004 yılında göreve gelince bu kenti nasıl kalkınır. Genelde kalkınmayı nasıl sağlarız diye oturduk 1 – 1,5 seneye yakın bir sürede hem kente çalıştık hem de stratejik planımızı yaptık. Saydığım kentlerin toplamından fazla sanayisi var İzmir ’in. Ticaret için lojistik sektörünün ve buna bağlı olarak limanın büyütülmesi gerekli ve yeni limana ihtiyaç var. Tarımın elinden tutulması ve desteklenmesi gerekiyordu temel sektörümüz çünkü. Bizim kaybettiğimiz turizm de çeşitlenerek büyümemiz gerekiyor. Bunların hepsinin ihtiyaçlarını stratejik plana yazdık sonrada buna göre de 20 25 binlik nazım mimar planı yaptık. Sanayi nereye kurulacak liman nereye yapılacak. Sanayinin oraya akması için raylı sistem nereye gidecek metro nereye gidecek ulaşım hatları nereye gidecek sonra ne gibi kolaylık sağlanabilir. Bunları yaptık sanayinin işini hemen hemen bitirdik, Ulukent sanayi diyor ki; benim yollarım bozuldu öbürü diyor ki benim burada içimden dere geçiyor bu dereyi ıslah etmeye gücüm yetmiyor, öbürü anayolları yaptık diğerleri duruyor bunları tespit ettik. Turizm ve hizmet sektöründe esas büyümeyi sıçramayı istihdam yaratmayı burada yapacağımızı gördük. Varlığımız olduğunu zenginliğimiz olduğunu gördük ama bundan pay alamadığımızı gördük ve ağırlığı bu tarafa çevirdik. İzmir 82 yıldır fuar yapıyor. Fuarımız yetmiyor bir yere kadar büyüttük salon yok. Şimdi yeni fuar alanını yapıyoruz. Türkiye ‘nin en büyük fuar merkezi. Kongrecilik diyoruz 1 tane kongre merkezimiz yok resmi fuar alanını dekorasyonunu yapıp kongre merkezi

İZMİR’İN GELİŞMESİNE YÖNELİK BİRÇOK PROJENİN OLDUĞUNU BELİRTEN SAYIN KOCAOĞLU, BU PROJELERDE ÜNİVERSİTE İŞBİRLİĞİNE ÖNEM VERDİKLERİNİ SÖYLEDİ.

yapacağız. Ölen yerlerimiz ve tarihi zenginlikleri var, o zaman ölen yerleri kaldırıp turist gelmesini sağlamalıyız. Limanımızı büyütmemiz gerekiyor. Şuan tarihi limanımıza 3. nesil gemiler giremiyor. Giremeyince tali liman olduk, büyük gemiler boşaltıyor ve bize küçük gemiler geliyor. Hâlbuki derinleştirirsek liman yolunu onu da Devlet Demir Yolları ile ortak yapıyoruz. Yüzülebilir körfez 70 sene evvel yüzülüyordu sonra fosseptik çukuru oldu. 10 senedir korunuyor deniz kendi kendini temizliyor ama yeterli değil zaten 4 milyonluk kentin ne kadar temizlesek havadan gelen bir kirlilik var ve sirkülasyonun artması lazım. Bizim 40 km. kıyımız var Mavişehir ’den Üçkuyular vapur iskelesine kadar. İnsanların tekrar yaşayacağı şekilde sıfırdan tekrar düzenliyoruz. Devam eden bir metro inşaatımız var onun hakkında sizden bilgi alabilir miyiz? Ben göreve başladığımda 11 km metro vardı. Bornova ‘dan başlıyordu Üçyol ‘da bitiyordu. Şuanda 2 km. Bornova aksinde bitirdik açtık. 2 km. de Hatay hattında 2 istasyon açtık. Geriye 3 istasyonumuz kaldı yani 3300 metremiz kaldı. Onun da 15 – 20 metrelik bir yerinde bir problemimiz var toprak kaymasını önlememiz lazım. 8 ay proje yaptı Dokuz Eylül Üni. Bu kente geldiğimde 11 km raylı sistem vardı. Şuanda 96,5 km çalışıyor. 3,5 km metro devam ediyor. 30 km. raylı sistemde Torbalı ya gidiyor. 2 sene içerisinde bu 96,5 km 100 km oluyor. 2014 yılının sonuna 130 km ye çıkıyor. Ankara İstanbul gibi şehirlerde metro otogardan başlıyor. Ama İzmir de otogardan başlamıyor ve küçük otobüsler çalışıyor. Bu konu-

KOCAOĞLU DEVAM ETMEKTE OLAN METRO İNŞAATININ SONUNA GELDİKLERİNİ AÇIKLADI.

2013 Ağustos // Mavi Ay (37)


RÖPORTAJ Büyükşehir belediyesi dahilinde da metronun otogara gelme projeİzmir’i geliştirmek, güzelleştirmek si var mı? daha ileri taşımak adına birçok proOtogar – Halkapınar arasında je olduğunu tahmin ediyorum. hızlı tren projesi çıktı. Hızlı tren proPeki, bu projelerle üniversite İş birjesi çıkınca Ankara ve İstanbul yarım liği mümkün müdür? inşaatlarını Bakanlığa devredince Körfezde Dokuz Eylül Deniz Bilimben yarım inşaatlarımı devretmeme leriyle 8 senedir proje yapıyoruz. Bir haliyle çıkmışım hiçbir işi yarım bırakaraştırma bitiyor diğerini yapıyoruz. madım. Ama sıfırdan yapılması Körfezi yüzülebilir körfez hegereken projeleri Bakanlığa defi aradan çıkıp da bir bildirdim. siyasetçinin sloganı deGeçtiğimiz seneEXPO ğil. 8 sene çalıştım 6 lerde ki EXPO sene sonra yüzüleadaylıklarımız sıraADAYLIĞI İÇİN bilir körfez dedim. sında lobisel GEREKENLERİN Ama arkasında 8 eksikliklerden senelik araştırma kaynaklı sıkıntıYAPILDIĞINI var. 1932 yılında lar oldu, bu sene SÖYLEYEN AZİZ körfez araştırılmış bu eksikler gideGediz nehrinin rildi mi? Son KOCAOĞLU, ŞİMDİ yatağı 7 defa dedurum nedir ? SONUCU ğiştirilmiş. Ondan 2014 sürecinde son ra hiç araştırma de herkes elinden BEKLEDİKLERİNİ yapılmamış ve biz geleni yaptı. Başta saBELİRTTİ 2005 te başladık. yın cumhurbaşkanımız olmak üzere. Herkes elinBen siyasetçi değiden geleni yaptı. Bu işlerde lim diyorsunuz ama her zaman hata olur her zaman belediye başkanlığı yapıyorçeşitli oylamalarda tek faktör devreye sunuz. Siyasetçi ile Belediye girmiyor birçok faktör devreye giriyor. Başkanı arasındaki fark nedir? Devletlerin kendi aralarındaki ticari ilişBen esnafım 17 sene sabah saat kilerden tutun tarihi bağlara kadar, 7 de açtım dükkânımı tek anahtar bölgesel sorun ve dayanışmalarına kabende var, gece saat 11 de kapattım dar. Biz üstümüze düşen görevi yaptık hafta sonu da dâhil. Akşamda çırağı şimdi sonucu bekliyoruz. bıraktım malı sırtımda ben dağıttım

(38) 2013 Ağustos // Mavi Ay

sermayem yoktu. Bir il ilçe Bakanı kendi partisini korumak ve yüceltmek zorundadır. Belediye Başkanın en büyük gücü ayrım yapmaması, adil olması, herkese eşit davranmasıdır. Siyaset dürtüsüyle hareket eden adam ayrım yapmak zorunda kalır. Bir daha belediye başkanı bir daha milletvekili olacağım diye çırpınan adam ayrım yapmak zorunda kalır veyahut birilerinin yönlendirmesine tabi olur. Beşini yapmazsa birini yapar. Benim “Siyasetçi değilim” dememin altında bu yatıyor. Ben siyaset olarak bakmıyorum belediye başkanlığına 20 bin kişilik bir kamu kurumunu yönetiyorum. Burada kârda var, zararda var, sosyal yatırımda var, fakir fukaraya yardımda var, ilkokul çocuğuna süt dağıtmakta var, tarımcıya destek olmakta var, var oğlu var. Böyle bir adamın Ahmet benden değil, Mehmet ondan, öbürü bundan dediği an zaten o belediye başkanı işi değil. Belediye başkanı özel bir iştir. Tarafsız olmak zorundadır. Senin yaptığın işten hizmetten partiye bir şey gelirse oy olarak alır ben ihale vermem. Kimseye hatır için bir şey yapmam. Yaklaşık 8 senelik başkanlık döneminiz var. Peki, normal hayatınızdan özlediğiniz dönemler oluyor mu? Her insanın olur tabi.


R

isk altındaki bütün bireylere her gün Aspirin kullanmaları tavsiye edilirse her yıl 80,000 yaşamın kurtarılacağını hesaplamıştır. Sayısız kuruluş ve uzmanın hazırladığı kılavuz ve önerilerde de Aspirin’in uygun bireylerde kardiyolojik açıdan önleyici yararlarının risklerinden çok daha fazla olduğunu kabul edilmektedir. Bir raporda orta yaştaki erkekler için günlük Aspirin alımının araba kullanmak ya da itfaiyecilik yapmak kadar riskli olabileceğini öne sürülmüştür. Bu tip haberleri ve bulguların doğru değerlendirilmesi gerekmektedir. Bütün ilaçların kullanımında çeşitli yan etkiler gözlemlenmektedir. Bu nedenle uzmanlar ilaç kullanımında öncelikli risk hesabının yapılması önermektedir. Aspirin kullanımına ilişkin en yaygın yan etkiler gastrointestinal bağlantılı olmakla beraber, bunların çoğunluğu tıbbi müdahale olmadan çözümlenmektedir. Uzun süreli Aspirin kullanan bireylerde nadiren kanama çok nadiren de kanamaya bağlı inme gözlemlenmiştir. Ancak yüksek riskli kişilerde kardiyovasküler olayların önlenmesinde uzun dönemli Aspirin kullanımının yararlarının bu risklerden çok daha fazla olduğu bilinmektedir.

ASPİRİN, ÜZERİNDE EN ÇOK ÇALIŞMA YAPILAN İLAÇLARDAN BİRİ OLUP 100 YILLIK BİR GÜVENLİK VE ETKİNLİK GEÇMİŞE SAHİPTİR. DOKTORLAR HER YIL MİLYONLARCA HASTAYA KALP KRİZİ VE İNMEYİ ÖNLEMEK ÜZERE ASPİRİN KULLANIMINI ÖNERMEKTEDİRLER .

İkincil önlem olarak düşük dozlu Aspirin kullanan kişilerde yüzde 18 daha az ölüm, yüzde 20 daha az inme ve yüzde 30 daha az kalp krizi görülürken, %1’den azına (6,000 hastadan 41’ine) kanama tanısı konduğu ve bunların da yaşamı tehdit edici olmadığı ortaya çıkmıştır. Araba kullanmakla bağlantılı son derece gerçek riskler bulunmakla birlikte milyonlarca insan pek çoğunun hayatının ayrılmaz bir parçası olan otomobil yolculuğunun yararlarının risklere baskın çıktığı değerlendirmesine dayanarak bu riskleri her gün kabul etmektedir. Uzun dönemli Aspirin tedavisi için kimin uygun aday olduğunun belirlenmesi, doktor ve hasta arasında konsültasyonla verilmesi gereken bir karardır. Kronik hastalık yönetimi için Aspirin kullanan bireyler, güvenli kullanımı kontrol edecek bir doktorun bakımı altında olmalıdır. Kimse bir sağlık profesyoneline danışmadan Aspirin kullanımını kesmemeli ya da değiştirmemelidir. Doktor reçetesiyle Aspirin kullanan hastalar için tedaviyi kesmek zararlı sonuçlar doğurabilmektedir. Risk gruplarının Aspirin kullanımı hakkında detaylı bilgiyi doktorlarınan almaları gerekmektedir.

2013 Ağustos // Mavi Ay (39)

SAĞLIK

ASPiRiN


MARKALAŞMIŞ BAŞARILAR

LEVI’S MADENDEN ÇIKIP

MODA DÜNYASINA GİRDİ

H

ayatta, bir blucinden daha gerekli ne olabilir ki? Günümüzün bu ‘’in’’ giysisi, işçi tulumundan ibaret olarak görüldü ve ana babalar , eğitimciler ve burjuvazi tarafından sürekli aşağılandı. Bu anlayış 1950’li yıllarla birlikte değişmeye başladı. James Dean, Giant filmindeki rolü ile blucin pantalonların kovboyları bileyakışıklı gösterebileceğini bütün dünyaya kanıtladı. 1960’ların ‘’proleter şıklığında’’ özellikle yıkanmış, taşlanmış, eskitilmiş kumaştan yapılan blucinler herkesin üzerinde görülmeye başlandı. 1970’lerle birlikte , tasarımcılar, eski blucinlerden kat kat pahalı, özel kesimli pantalonları piyasaya sürdüler. Levi’s blucinlerinin serüvenini 1829 yılında Baverya’da Loeb Strauss Yahudi asıllı bir çocuğun gözlerini dünyaya açmasıyla başladı. Onaltı yaşındaken ,babası , yetersiz beslenme sonucu ölünce, Loeb’in annesi, Yahudi düşmanlarıyla dolu Baverya’da oturmanın çocuklarına iyi bir gelecek sağlamayacağını görerek, kendisini ve iki kardeşini yanına alarak , 1847 yılnda yeni dünyaya göç etti. Loeb, burada bir süre sonra adını değiştirerek, daha Amerikanvari bulduğu Levi adını kullanmaya başlayacaktı.

(40) 2013 Ağustos // Mavi Ay

Levi Strauss’un iki ağabeyi , ABD’ye yerleşince, New York’a kuru gıda ticaretine başladılar. Levi 1848 yılına kadar onların yanında kalıp ticareti öğrendi, sonrada Kentucky’e giderek sırtında bir bohçayla kasaba kasaba dolaşıp , iğne ,iplik, kumaş ve diğer dikiş malzemelerini satmaya başladı. Hayali kendisini boca taşımaktan kurtaracak bir at arabası

almak ve bir dükkan açmaktı. Ama yeterince para kazanamıyordu. Sonunda o da kendini altın çılgınlığına kaptırdı. 1849 yılıydı ve California’da altın bulunmuştu. İşçisinden doktoruna, öğretmeninden avukatına , onbinlerce insan altın bulup zengin olmak umuduyla Batı’ya göç etti. 24 yaşındaki Strauss da , onlarla birlikte zengin olam hayali kur-


maya başlamıştı. Ama altın arayarak değil, ticaret yaparak… Batı’ya insan akınıyla beraber, ihtiyaç mallarında kıtlık başgöstermiş vefiyatlar fırlamıştı. New York’da 5 cente satılan bir elma, California’da 50 centten alıcı buluyordu. Strauss ağabeyinin dükkanından aldığı malları, Güney Amerikan’nın güneyinden dolaşarak batı kıyılarına gidecek bir gemiye yükledi. Beş ay süren yolculuktan sonra , San Francisco’ya vardı. Getirdiği dikiş malzemelerine inanılmaz bir talep vardı. Rivayete göre, Strauss’nda mallarının bulunduğu gemi , daha limana girmeden sandallarla kıyıdan gelen tüccarlarla çevrilmiş ve Strauss’un bir top kanvası (çadır bezi) dışında bütün getirdikleri anında satılmıştı. Yalnız, topu satmaya çalıştığında tüccarlar yaka silkmişti. Aralarından biri “kanvas mı’’ demişti. “Hadi canım sende bize sağlam mal lazım. Bütün gün kazmaya pantolonda dayanamıyor.’’ Strauss, bu söz üzerine elindeki kumaşı bir terziye götürecek ve bu kahverengi kumaştan, sağlam dikişli pantolonlar yaptıracaktı. Pantolonlar kısa sürede kapışıldı. Strauss bunun üzerine New York’tan daha fazla kanvas istedi. Bu arada boş durmadı ve limanda altın aramaya gitmiş denizciler tarafından terkedilmiş 700 civarında geminin yelkenlerini sökmeyi başardı (bu gemiler daha sonra suyun dibindeki çamura batırıldı ve üzerlerine yürümek için tahta kaldırımlar inşa edildi.) Levi ve eniştesi David bir süre sonra kuru gıda satan bir dükkan açtılarsa da Levi pantolon işini de sürdürdü. Gemilerle gelen ne kadar dayanıklı kumaş varsa, onları alıp pantolon dikti. Bunların altın madenlerinin ve kasabalarının yakınında, Rough and Ready, Bedbug, Henpeck city, Groundhog’s Glory gibi adlarla pazarlamaya başladı. Altın aranması sırasında durmadan eğilip , diz çöküldüğünden, cepler maden parçaları ile doldurulduğundan pantolonların sağlamlığını önemini daha iyi kavrıyordu. Yalnız madenciler iç çamaşırı giymediklerinden, kanvas pantolonun pişik yaptığından şikayet ediyorlardı. Onların gözdesi, Fransa’dan gelen Nime kentinden gelen bir pamuklu kumaşın türüydü. Madenciler, “Serge de Nime “ etiketli paketlerine bakıp, bu kumaşa “denim” adını koymuşlardı (ABD’de hala pamuklu kumaşlardan yapılmış blucin pantolonların kumaşına “denim” deniyor). Strauss, ayrıca, lekeleri gizleme özelliğinden ötürü, lacivert rengin madenciler arasında en popüler renk olduğunu öğrendi. Levi, 1853 yılında, Levi Strauss and Company adlı şirketini kurarak, zamanının tümünü bu işe ayırmaya başladı. Yalnız küçük bir sorun vardı: pantolonlardaki cep sorunu hala çözülememişti. Madenciler, kullandıkları aletlerin cep dikişlerini kısa sürede söktüğünden şikayetçiydiler. Dahiyane kıvılcım, bu kez, Strauss’un değil, Nevadalı bir terzi olan, Litvanya göçmeni Jacob Davis’in kafa-

sından çıkmıştı. Jacob da Strauss’un ki Bir süre sonra fermuardaki zımbalar, ne benzer bir sorunla uğraşıyordu. Ko- ilginç bir nedenden dolayı kaldırıldı. Tücasının ceplerinin sürekli yırtılmasından keticilerden gelen yüzlerce mektup, ferşikayetçi olan bir müşterisi, sağlam cep- muardaki zımbaların, kamp ateşinin li iş giysileri ısmarlamıştı. Terzi Jacob, önünde otururken, ısıyı gerektiğinden “cep ağızlarına neden zımba konmasın” fazla ilettiğinden yakınıyordu. Arka cepdiye düşündü. Sonuç mükemmeldi. lerdeki zımbalar da, oturulan yerleri çizZımbalar, dikiş sorununu kökünden hal- diği yolundaki şikayetler üzerine önce letmiş, Jacob 18 ay içerisinde 200 parça kaplandı, sonra da yerini sağlamlaştırılpantolon satmayı başarmıştı. mış dikişlere bıraktı. Jacob Davis, getirdiği yeniliğin farkınLevi Strauss and Company zamanla daydı ve patent için resmi makamlara büyük bir şirket haline geldi. Şirket sabaşvurmak istiyordu. Yalnız bu sefer, dece blucinleriyle değil, çalışanlarına başarılı erkeğin arkasındaki kadın, des- sağladığı iyi iş ortamı ve savunduğu sostek değil köstek konumundaydı. Kocası- yal haklarla da üne kavuştu. Ama her nı, patent hakkı için 68 dolar yatırdığı zaman aynı çizgiyi sürdürmedi. ABD’de takdirde, evi terketmekle tehdit etti. Ja- her yirmi-otuz senede bir göçmenler cob, hem karısını tatmin edecek, hakkında oluşan paranoyanın etkihem de patenti alacak orta siyle ve 1800’lerin Çinlileri dışbir yol düşündü. Levi Stralayan ortamında, Levi’s, uss and Company’e “Ürünlerimiz kendi fabLEVİ’S mektup yazarak, parikamızda, gözetimiBUGÜN GİYİM tenti finanse etmesi miz altında ve SEKTÖRÜNDE karşılığında buluşusadece BEYAZ İŞKENDİNE ÖNEMLİ BİR nu paylaşmayı GÜCÜ tarafından önerdi. Terzi Jacob, üretilmektedir” diye YER EDİNMİŞ VE iki örnek pantolonreklam yaptı. Bu idÖZELLİKLE YENİ la yolladığı mektup dia, Levi’s mamülKUŞAĞIN İLK da şöyle diyordu: leri 60 beyaz kadın TERCİHLERİ “Bu pantolonun tarafından dikiyor olARASINA sırrı, ceplerinin zımbasa da, kumaşların kelı olması. O kadar çok si mini yapan bir GİRMİŞTİR talep var ki, yetiştiremiÇinliydi. Şirket, Çinli işçiyorum. Bir pantolonu 2,5 ila sini ısrarla işten çıkarmak is3 dolardan satıyorum. Fakat, temiş ama bir türlü, söz konusu buluşum komşularımın dikkatini çek- işi yapabilecek kalitede “beyaz adam” meye başladı ve eğer patentini alamaz- bulamamıştı. sam, yakında herkes tarafından taklit Ama, şirket, daha sonraları, bu ayıbını edilecek, böylelikle bu buluştan para ka- affettirmek için önemli adımlar attı. İkinzanmak imkansızlaşacak. ci Dünya Savaşı sırasında Afrika kökenli Sayın baylar, zımba benim buluşum Amerikalıları işe alan ilk şirketlerden bir olduğuna göre, masrafları karşılayarak, tanesiydi. Irkçılığın daha da yoğunlaştıbenim adıma, patent için başvurmanızı ğı güney illerinde bile, Levi’s, siyahları berica ediyorum. 68 dolar, sizin bu buluş yazlardan ayırmadı ve siyahların çalışma sayesinde elde edeceğiniz satış karşısın- alanlarını düşük ücretli işlerle sınırlı tutda küçük bir miktardır. Bu sayede, pan- madı. Bugün, Levi’s, kadrolarının bir kıstolonlarınızı daha yüksek fiyatla da mını azınlıklara ve kadınlara ayırmıştır ve pazarlayabilirsiniz…” çalışma koşulları, birçok büyük şirketinBu küçük buluş, satışlarda patlamaya kinden daha iyidir. neden oldu. Buluşun ilk yılında, Levi, baKaynak : Marlboro’nun kovboyu natı kıyısında toplam 21 bin 600 pantolon sıl cinsiyet değiştirdi? JACK MİNGO sattı.

2013 Ağustos // Mavi Ay (41)


SPOR

SQUASH

DUVAR TENİSİ

R

itmik çarpma seslerinden de etkilenen öğrenciler bu oyunu devam ettirdiler ve oyun kısa sürede kişilik kazandı. 1911'de Squash, Tenis Komitesi tarafından resmen tanındı. Oyunun boyutları üniversitede ki sahanın ölçülerine uygun kaldı, kurallarda ise çok az değişiklik yapıldı. - Oyun sahası bir tarafı açık, üstü kapalı bir küp veya kutu görünümünde. Tenis sahasından daha küçük boyutlara sahip olan bu kutuda zemin parke, duvarlar tahta veya özel bir alçı sıvasıyla örtülüdür. - Giysi ve raket tenise benzer özelliklerde ,Squash topu tenis topundan daha küçük, kauçuktan yapılan, çapı 4 cm ve ağırlığı 24 gramdır. Squash’ın yaygın olduğu ülkeler arasında A. B. D, İngiltere, Yeni Zelanda ve Pakistan sayılabilir. Oyunun; ISRF (INTERNATIONAL SQUASH RACKETS FEDARATION) tarafından belirlenmiş kuralları ise şöyledir; SÜRE: Oyunculara oyun başlamadan önce 5 dakikalık bir ısınma süresi tanınır. Oyun genellikle 5 set üzerinden oynanır. Setler arasında 1'er dakika, yalnız son set başlamadan önce 2 dakika ara verilir. SETLER: Uluslararası karşılaşmalarda, tekler oyunun her seti 9 sayı için oynanır. Her iki oyuncunun da sayıları 8-8 olursa karşılayan oyuncu "tek sayı" (bu durumda "9" da biter) ya da "çift sayı" ( bu durumda set "10" da biter) diyebilir. SAYI ALINMASI: Yalnız servis atan oyuncu sayı kazanabilir. Sayı, karşılayan oyuncu iyi bir vuruş yapamazsa alınır. Ön duvara doğru yapılan bir vuruşta top, karşı oyuncu ya da raketi tarafından saptırılırsa, vuruşu yapan servis atmış ise, karşılayan ise servis atma hakkını kazanır.

(44) 2013 Ağustos // Mavi Ay

SERVİS ATIŞI: İlk servis atma hakkı; kura yolu ile saptanır. Servis atışını kazanan oyuncu servis atma yerlerinden herhangi birini seçebilir; atışından sayı kazanırsa sonraki servisine diğer servis yerinden atması gerekir. Bu değişim oyuncu servisi yitirinceye kadar sürer. Servis hakkını yeniden elde ettiğinde yine servis yerini seçebilir. Servis atan oyuncu en az bir ayağını servis kutusu içinde bulundurmalıdır. SERVİS HATALARI: Her oyuncunun tek servis hakkı vardır. Sadece servis atan oyuncunun topu ıskalaması halinde ikinci bir atış yapabilir. İki defa ıskalayan oyuncu servisi kaybeder. Hatalı olarak yapılan servise karşı vuruş yaparsa servis atışı geçerli sayılır. Karşılayan top yere değmeden karşı vuruş yapabilir. SERVİSİN YİTİRİLMESİ: Servis atan oyuncu; ■ Topu pervaza ya da altına, oyun alanının belirtilen çizgilerinin dışına, ön duvara çarptırmadan oyun alanının herhangi bir bölümüne atarsa, ■ Topa bir kereden çok sayıda vurursa, ■ Diğer oyuncu vurmadan topa herhangi bir biçimde dokunursa; servisi kaybeder. Oyun süresince; ■ Oyunculardan birinin vuruşu top ön duvara giderken vuran oyuncu istemeden karşı oyuncuya çarparsa, ■ Topa vurmaya hazırlanan oyuncunun pozisyonu karşı oyuncunun , topun kendisine çarpmasından kaçırmasını olanaksız kılıyorsa ya da vuruş yapacak olan oyuncu karşı oyuncuya vurmaktan sakınarak, vuruşunu yapmazsa, ■ Karşılayan oyuncu servisi hazır değilse; ■ Top yerde bulunan herhangi bir nesneye çarpar ya da hasara uğrarsa, oyunun tekrarlanması istenir. Bu durumlar da servis yeniden atılır.

BU SAYIDA BELKİ DE HİÇ DUYMADIĞINIZ VE İCADI DA BİR HAYLİ İLGİNÇ OLAN SQUASH SPORUNUN TANITIMIYLA SİZLERLEYİZ. GEÇEN YÜZYILIN BAŞLARINDA; SQUASH OYUNU İNGİLTERE HARROW ÜNİVERSİTESİNDE ÖĞRENCİLERİN BİR GÜN TENİS SAHASININ BOŞALMASINI BEKLERKEN BİRAZ OYALANMAK İÇİN KARŞILARINDAKİ DUVARA TOP ATMALARIYLA BAŞLADI.


ÜNİVERSİTESİ

B

u üniversite 15 kasım 1956 tarihinde, zamanın Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Adnan Menderes ve Karayolları Genel Müdürü Vecdi Diker tarafından Ankara'da kurulan bir devlet üniversitesidir. Mersin'de bulunan Deniz Bilimleri Enstitüsü ve KKTC'de bulunan ODTÜ KKK (Kuzey Kıbrıs Kampüsü) dışında bütün binaları aynı kampüstedir. 2009 yılına kadar 90. 000'in üzerinde mezun veren üniversitenin,eğitim dili İngilizcedir. Bu üniversitede yaklaşık 2200 öğretim elemanı ile 21. 000 öğrenciye eğitim verilmektedir. ODTÜ, Dünya'nın en prestijli üniversite sıralaması olan Times Higher Education sıralamasında 183. sıra ile Türkiye'nin en iyi devlet üniversitesi olmuştur. Bu sıralamaya göre de Türkiye'nin en iyi 2. üniversitesidir. Bundan sonra ögrencilerin aklında şu soru gelebilir'' Tmm egitim iyi de sosyal aktiviteleri,üniveriteye ulaşım, barınma olanakları nasıl?'' Bu üniversite de 6000 öğrenci sığalı yerleşim yerleri, alışveriş için çarşı, bankalar, postane ve yiyecek-içecek alınabilecek yerler vardır. Ayrıca, çeşitli spor etkinliklerini yürütebilmek için kapalı spor salonları, tenis kortları, futbol sahaları, koşu yolları, olimpik kapalı yüzme havuzu, açık yüzme havuzu gibi yapılar bulunmaktadır. Kampüste kültürel ve toplumsal alanlarda projeler üreten 76 öğrenci topluluğu vardır. Öğrenci toplulukları her yıl konserler, sergiler, gösteriler, film gösterimleri, festivaller, şenlikler, kültür haftaları ve

SEVGİLİ ARKADAŞLAR BU AYDA SİZE ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİNİ TANITACAĞIM. TÜRKİYE DE EN İYİ ÜNİVERSİTE DENİLİNCE ŞÜPHESİZ AKLA İLK GELEN ÜNİVERSİTELERDEN BİRİDE ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİDİR

konferans gibi etkinlikler düzenler. ODTÜ Kütüphanesi de basılı kitap elektronik kitap, ciltli dergi, basılı dergi aboneliği,elektronik dergi aboneliği,yüksek lisans ve doktora tezi ile geniş bir koleksiyona sahiptir. ODTÜ yerleşkesi içinde toplam 18 yurt, 3 konukevi vardır. Yurtlarla kent merkezi arasında ulaşım, 07:00-24:00 saatleri arasındadolmuş ve belediye otobüsleri ile yapılmaktadır.

Ayrıca belli saatlerde yurtlardan bölümlere dönüşümlü servis yapılmaktadır. ODTÜ arazisinin içerisinde bulunan Eymir Gölü ve çevresi, ODTÜ öğrencilerinin kürek, balık avlama, piknik yapma gibi etkinlikleri için uygun bir ortam oluşturmaktadır. Öğrenciler yerleşkeye 30 km. uzaklıktaki Elmadağ ODTÜ Kayak Tesisleri'nden ve Uludağ Eğitim, Spor ve Dinlenme Tesisleri'nden yararlanabilirler. Üniversite bilimede çok önem vermektedir Türkiye'nin ilk bilim ve araştırma parkı olan ODTÜ-Teknokent için çalışmalara 1980'li yılların sonunda başlanmıştır. ODTÜ Teknokent bugün yaklaşık 80. 000 m² kapalı alanla hizmet vermektedir. 2008 tarihinde de ODTÜ'de bit çarpışma laboratuvarı açılmış. Türkiye'nin bu alandaki ilk laboratuarı niteliğinde olan bu laboratuar akademik çalışmaların yanı sıra otomotiv sanayinin AR-GE çalışmalarında da test ve mühendislik hizmetleri sunmaktadır. ODTÜ'de düzenlenen ve ilki 2002 yılında gerçekleştirilen Uluslararası ODTÜ Robot Günleri, geleneksel bir boyut almıştır. Bu organizasyon, Türkiye'nin ilk robot yarışmasına ev sahipliği yapar. Organizasyon'da 8 farklı dalda yarışmalar düzenlenir. ODTÜ görüldüğü üzere eğitim, bilim ve araştırmalar, sportif aktiviteleri, düzenledikleri etkinlikler yönünden ögrencilerin bütün imkanlarını karşılamaktadır. Unutmayın gelecekte mesleğinizde başarılı, sosyal yönü gelişmiş iyi bir birey olmak için güzel bir üniversite gereklidir

2013 Ağustos // Mavi Ay (45)

ÜNİVERSİTELER

ORTA DOĞU TEKNİK


SİNEMA

BAŞLANGIÇ INCEPTİON FİLMİ BİR ÇOK SİNEMA FİLMİNİ İNSANLARA UNUTTURMUŞ BİR FİLM. YANİ İNSANLAR INCEPTİON’DAN SONRA KESİNLİKLE EN İYİ FİLM SI RALAMALARINI DEĞİŞTİRMİŞLERDİR.

ö

FİLMİN ADI: ORİJİNAL ADI: YÖNETMEN: YAPIMCI: SENARİST: OYUNCULAR:

GALA TARİHİ: İMDB PUANI:

zellikle konusu bakımından çok farklı, onun dışında filmin içinde verdiği bilgiler de aslında çok değerli, mesela rüyalardaki zamanla normal zaman arasında çok fark olduğu ya da aslında totemlerin ne işe yaradığı gibi bir çok şeyi filmden öğrendik. Filmin ütopya olması filmin içeriğindeki gerçekçiliğe gram dokunmamış, film bittikten sonra eminim bir çok insan rüyalarını kontrol edebilme üzerine araştırma yapmıştır, hatta’’ abi ben rüyadayken, Başlangıç rüya olduğunun farkına varıp, rüyalaInception rımı kontrol edebiliyorum. ’’ diyen Christopher Nolan arkadaşlarınız çoğalmıştır. Bu da filmin etkileyici olduğunun en büyük Christopher Nolan gös tergesidir. Peki bu etkileyicilik neEmma Thomas re den kaynaklanıyor? Bence Christopher Nolan oyunculukların büyük bir payı var, Leonardo DiCaprio çünkü Leonardo Di Caprio gibi bir Marion Cotillard oyuncu varsa elinizde en kötü senarEllen Page yoyu bile muhteşem bir hale Cillian Murphy getirebilirsiniz ki o dönemde Leonardo Di Caprio 2 ayrı filmde oynamıştı. Joseph Gordon-Levitt Hem Inception hem de Shutter Is08 Temmuz 2010 land filmi, acaba psikolojisi nasıl (İngiltere) dayanıyor? Çünkü Shutter Island’da 8. 8 / 10 psikolojik bir film Tabii ki de sadece

(46) 2013 Ağustos // Mavi Ay

Leonardo Di Caprio’nun oyunculuğu filmi kurtarmış dersek diğer oyunculara ayıp etmiş oluruz. Mesela Joseph Gordon-Levitt’in de bu filmden sonra parladığını unutmamak lazım, bu filmden sonra 50/50 ve Batman Dark Night Rises gibi ses getiren filmlerde rol almıştır. Filmi ölümsüzleştiren başka bir konu ise filmin sonudur. Filmin nasıl bittiğini hala bilmeyen bir çok insan vardır. Hala o totemin düşüp düşmediği forumlarda tartışılır. Fakat kimse o totemden başka bir şeye odaklanmaz. Cem Yılmaz’ın da dediği gibi’’ Bakış açınızı değiştirin!’’


YEDi SAMUR AY

YEDİ SAMURAY, JAPONYA’NIN EN DESTANSI FİLMLERİNDENDİR. EDİNDİĞİM BİLGİLERE GÖRE ÇOĞU OKULDA DA DERS OLARAK VERİLMEKTEYMİŞ. ÇÜNKÜ YEDİ TANE SAMURAYIN BİR KÖYÜ KORUMA HİKAYESİNİ ANLATMAKTADIR. FİLMİN ADI: ORİJİNAL ADI: YÖNETMEN: YAPIMCI: SENARİST:

Yedi Samuray (Shichinin no Samurai) Akira Kurosawa Sojiro Motoki Akira Kurosawa Shinobu Hashimoto OYUNCULAR: Toshirō Mifune Takashi Shimura GALA TARİHİ: 26 Nisan 1954 (Japonya) İMDB PUANI: 8. 7 / 10

C

esareti, sabrı, dostluğu anlatan siyahbeyaz muhteşem bir film. Film de haklı-haksız zıtlığından faydalanılmış. Bir grup eşkiyanın köyde yeni yetişmiş olan hasata göz dikmesi ve köyün ileri gelenlerinin samuraylardan yardım istemesi ile gelişen bir film. Yönetmen Akira Kurosawa’nın en beğendiğim filmidir. Çünkü o döneme oranla bu derecede başarılı bir film çekmek azim ister. Bir de filmin 3 saat gibi bir uzunluğu olduğu düşünülürse, içerisinde muhteşem bir emek olduğu görülmektedir. Filmi izlediğinizde gerçekten açıklarının çok olduğunu göreceksiniz (makyaj, aksesuar vs. ) fakat bunlar her filmde olan şeyler. O döneme göre bu hatalara laf söyleyebilecek bir eleştirmen yoktur herhalde diye düşünüyorum. Çünkü şu zamana kadar bu filmi bir çoğu yönetmen tekrar canlandırmak istemişlerdir. Bunlardan en bilineni John Sturges'in 1960'ta çektiği western filmi Yedi Silahşörler (The Magnificent Seven) "Yedi Samuray" ın bir yeniden çevrimidir. Onun dışında türk filmlerine de ilham kaynağı olmuştur. Buna örnek vermek gerekirse Yeşilçam'da da 1964 yılında Tunç Başaran aynı konuyu Kıbrıs olaylarına uyarlayarak "On Korkusuz Adam" adıyla çekmişti. Filmin önemli rollerinde Tamer Yiğit, Yılmaz Güney ve Erol Taş oynuyordu ayrıca Sevda Ferdağ'dan Adnan Şenses'e kadar ünlülerden oluşan geniş bir kadrosu vardı. 1965 yılında filmin "On Korkusuz Kadın" adında bir devamı geldi, bu kez konusu Kurtuluş Savaşı'nda geçiyordu. Sinemaya bu kadar etki etmiş bir filmi bence kimsenin eleştirmeye hakkı yoktur, zaten her şey ortada. Tekrar filme dönecek olursak sonunda köylüler savaşı kazanır, fakat haydutların dışında kaybeden bir taraf daha vardır, o da samuray kılıçlarıdır!

2013 Ağustos // Mavi Ay (47)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.