Merhaba… Uzun zaman oldu sizlere merhaba demeyeli. Biraz kendi yoğunluğumuzdan birazda araya giren sınav döneminden dolayı görüşmemize geç kaldık. Ama şunu teminatını size verebiliriz ki;elinizde tutuğumuz bu fanzinden memnun kalacaksınız. Gündem ülkemiz için hızlı akıyor. Bir sürü olay gerçekleşti. 4+4+4 yasası meclisten geçti, büyük protestolara karşın. Her gün işçi kardeşlerimizin öldüğü ülke sıfatını pekiştiren ülkemiz bakanları ‘ama güzel öldüler’ diye biliyor. Bu sayıya gelirsek ne yaptığını ve ne işe yaradığını anlamadığımız Özel güvenlik birimi (ÖGB) hakkında bir yazı yazmak gerektiğine inandık ve yazdık oldu. Yine 4+4+4 demişken eğitim fakültesi öğrencilerinin sorunlarına da onların penceresinden bakmaya çalıştık. Tabi ABD askeri yapılmak istenen ülkemizin Suriye’yle savaşma sevdasına da kendi açımızdan baktık ve bir de Ankara’da 25 Mart günü gerçekleşen Gençlik Kongresi’ne de bir ışık tutalım dedik. Bunların yanında her zaman ki klasiklerimiz yine mevcut. Herkese tekrar merhaba…
Bize yazmak için; bihaberfanzin@hotmail.com
Bayinizden Üniversite gazetesi isteyerek 40 Krş’a alabilirsiniz…
YAŞAMDAN ŞÜKÜR SIKIYÖNETMİDE GÖRDÜK! AKP’nin hedeflediği dindar gençlik yetiştirme projesinin bir ayağı olarak gerçekleşecek olan 4+4+4 yasasını protesto eden öğretmenlere polis saldırdı. Yasanın görüşüleceği gün Ankara’da kitlesel basın açıklaması için buluşacak olan Eğitim Sen’li öğretmenlerin önce şehirlerinden çıkışları engellendi, otobüslerine el konuldu, daha sonra bunu protesto eden öğretmenlere polis biber gazı ve copla saldırdı. Ertesi gün hem yasayı hem de bu faşizan tutumu protesto etmek isteyen öğretmenlere polis canice saldırdı. KESK üyesi sendikacılar ve bir çok öğretmen darp edildi. AKP tüm yurtta sıkı yönetim uyguladı. SİZ HİÇ İŞ KAZASINDAN ÖLEN PATRON GÖRDÜNÜZ MÜ? Her geçen gün birkaç işçi daha yaşamını yitiriyor. Kar hırsı nedeniyle bir çok işçi,iş güvenliği ve güvencesi olmadan çalışmakta ve bunun sonucu her yıl onlarca işçi kardeşimiz yaşamını yitirmekte. Sermayedarların işçileri katletmesi yetmezmiş gibi devlette kendi işçilerini katlediyor. Yasalar çıkarmasına rağmen devletin kendide bu yetersiz kanunları uygulamıyor. Ve birileri kalkıp bu durumu meşrulaştırmaya çalışıyor öldüler ama güzel öldüler diyor. Peki ya sayın bakan siz hiç iş kazasında ölen patron gördünüz mü? ABD’NİN DOSTLARI, HALKIN DÜŞMANLARI! Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Suriye’ye emperyalist müdahalenin savunuculuğunu yapan ‘Suriye’nin Dostları’ gurubu ikinci toplantısını Đstanbul’da gerçekleştirildi. Suriye’ye emperyalist müdahalenin planlandığı bunun için zemin hazırlanmaya çalışıldığı toplantılarda Suriye halkına savaş vaat edildi. Tüm bunlara karşı bu ülkenin onurlu insanları da bu toplantıyı protesto etmek için ülkenin dört bir yanında sokaklara çıktı. Bizlerde Türkiye’nin Emperyalistlere değil Đran halkına kalkan olması gerektiğini, komşu ve kardeş halkların kanını dökmemesi gerektiğini söylüyoruz. 68’in antiemperyalist çağrısıyla bu gün kardeş halklarla dayanışmayı büyütüyoruz. Bu gün ABD’ye ve onun Ortadoğu’da ki taşeronlarına karşı mücadelemizi yükselteceğiz. Suriye’de emperyalist müdahaleye hayır.
SUCU GELDİ RECEEEEEEPPP… Bir başbakan teknoloji bağımlılığı kongresi yapılsa nasıl bir konuşma hazırlayabilir? Nelerden bahsedebilir bu ülkede? Kendi mücadelesini, zaferlerini yaşayamadan bilgisayar oyunlarıyla tatmin olan gençlik, dejenere olmuş ilişkiler yaratan bir sanal iletişim çılgınlığı ya da yabancılaşmanın, bireyselleşmenin bize dayattığı sanal mutluluk ve paylaşımlar. Bunlar gibi pek çok şey yer alabilir tabi konuşmada. Peki kadınların su taşımadıkları, bebek bezini elinde yıkamadıkları halde az çocuk yapmalarına ne dersiniz? R.T.E. Teknoloji Bağımlılığı Kongresi’nde tam da bu konuya değindi.30-40 yıl önce kadınlar daha zor durumdaymış. Elde çamaşır, bebek bezi yıkanır, su taşınırmış. Ve şimdiki kadınlara bunlar verilmesine rağmen bezler bile işin bitince katla at yapacak kadar pratikken şimdi işi kolay kadınlar 1-2 çocuk yeter diyormuş. Ha bir de bu ülkenin o çocuklara ihtiyacı varmış. Konuşmanın neresinden tutsak elimizde kalıyor. Sanki halktan yanaymışçasına, halktanmışçasına bir hava yaratan bu konuşmalar artık daha da ne olduğunu belli etmeye başladı. Ve varsa halktan bir yanı 30-40 yıl önce ilk çöpe atılan bezle kenara attığı kesin. Bugün kadınların hayatı kolaymış! Evet! Hayat çok kolay. Şanslı olup 14-15’inde gelin olmazsan, liseyi üniversiteyi tacize tecavüze uğramadan atlatırsan, elindeki kısıtlı paradan baban para ayırır da seni üniversiteye yollarsa, bir de komşu teyze senin bacaklarının arası hala kapalıyken birini bulur, o da seni beğenir de evlenirse hayat çok kolay. Peki ya 14ünde gelin gidip yaşlı kocasının bezini yıkayan kız çocuğu çok mu makbul? Ya da çocuk esirgeme kurumlarında, yurtlarda, sokaklarda meşrulaştırılmış tacizlerle tecavüzlerle şiddete uğramış kadınlar, kendi bedeni hakkında aldığı kararlarla yaşayan kadınlar çok mu suçlu? Dereler, denizler satılırken neden bizim evimizde su var diye mahalle başından taşımıyoruz diye bizi suçlayanlar o suları taşırken erkekler de yardım etmeliydi demedi? Kendi karısından bahsederken ‘benim çocuklarımı büyüttü’ diyerek doğurulan çocuğun ona ait olmasını vurgulayan R.T.E. 4 çocuğun bakımını yapan kadını sadece geldiği ideolojinin de ona verdiği ‘kadın ne kadar cefakâr, vefakârdır o kadar değerlidir’ vurgusunu çok iyi yansıtıyor. Büyükşehirde bir yerden bir yere gidişin dahi en az 1 saat olmasına karşın bebek 1 yaşına gelene kadar verilen Süt izninin yalnız 1.5 saat olması da daha fazla cefa çekip kutsallaşalım diye olsa gerek. 50 kadından az çalıştıran iş yerlerinde kreş açma zorunluluğu olmaması da biz kutsallaşalım diye tabi. Biz maaşlara zam yap biz çocuk yapalım koca maaşı yetsin demiyoruz. Biz ne R.T.E.’ye ne başkalarına yapacağımız çocuğun hesabını vermiyoruz. Biz suyu beraber taşıyacağımız, çeşmeleri mahalle köşelerinden evlere getirilecekse beraber getireceğimiz günler için mücadele veriyoruz. Bir bebek yapılacaksa elini sallasan işsize çarptığı bir ülkede bir kişinin çıkıp da ülkenin çocuğa ihtiyacı var demesiyle değil, gerçek planlamaların yapıldığı ve planların daha fazla ve daha ucuz işgücüyle %1’in zengin etmek için yapılmadığı bir dünya için yan yanayız.
İKTİDAR KISKACINDAKİ EĞİTİM FAKÜLTELERİ Türkiye'de öğretmenlerin sorunları her geçen gün artarken, öğretmenler güvencesiz çalışmaya ve yoksulluğa mahkum edilirken, öğretmen adaylarının, yani eğitim fakülteleri öğrencilerinin kaygıları da artıyor. Biliyoruz ki her iktidarın yetiştirme projelerinin olması kaçınılmazdır ve her muktedir kendi vatandaşını özenle, çekirdekten yetiştirmek ister. Eğitim fakültelerinin görevlerinin ilköğretim ve ortaöğretim okullarında görevlendirilecek öğretmenleri yetiştirmekle sınırlı olmadığı bellidir. Eğitim fakülteleri, eğitim bilimleri alanının farklı disiplinlerinde bilimsel bilgi üretmekle ve bunların sonucunda toplum ve bireyler yararına eğitim politikalarının oluşturulmasında sorumluluğu en fazla olan kurumlardır. Tam da bu noktada ve bu nedenle, özellikle son zamanlarda çok hızlı artış gösteren bir gericileşme gözlemliyoruz, hatta tarikatların üniversite ayağındaki en kuvvetli örgütlenmeleri bu kurumlardadır. Birçoğumuz, neredeyse, üniversiteye yerleşip yerleşmediğimizi, yurt başvurularımızın sonuçlarını onlardan öğreniyoruz. ‘Bizim yurt olanağımız var, sizin kazandığınız okulda arkadaşlarımız var…’ telefonlarıyla öğrencilere ulaşabiliyorlar. Son yıllarda eğitim fakültelerinde ciddi bir yığılma oluşunu da bu hareketlenmeye bağlayabiliriz. Bugün AKP, yıllardır eğitim alanında üretilen bilimsel bilgileri ısrarla görmezden gelmiş, ülkedeki eğitim sistemini yeniden yapılandırırken eğitim fakülteleri de başta olmak üzere hiçbir kurumun görüşlerine başvurmayı aklından dahi geçirmemiştir. AKP'nin, eğitimi sürüklediği gerici ve piyasacı girdap karşısında, eğitim hakkına sahip çıkan öğretmen adaylarının mücadelelerini yoğunlaştırmaya başladığını söylesek de, Türkiye’de yetmişin üzerinde eğitim fakültesi bulunmasına rağmen, sürece tepki gösterenlerin sayısı ne yazık ki çok sınırlı kalmıştır. Birçok eğitim fakültesinin üniversite içindeki yerleşimden uzak oluşu, dolayısıyla üniversitenin genel havasından da yoksun kalması, cemaat örgütlenmelerinin insanların ailelerinden uzak kaldığı için yardıma muhtaç oluşunu kullanması, çıkarları doğrultusundaki yolda hiç kimseyi hiçbir şeyi tanımayan AKP’nin jet hızıyla aldığı kararlar, sürecin bize ne getireceğini kavrayamadan kendimizi içinde bulmamız da bunları etkileyen sebeplerdir elbette. Eğitim fakültelerinde bulunan öğretim üyesi sayısının diğer fakültelerdeki öğretim üyesi sayısından az olması ve öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının en çok eğitim fakültelerinde olması bir başka sorundur. Geleceğin öğretmenlerini yetiştiren bu kurumlarda uygulanmakta olan programlarda yer alan derslerin niteliksiz olduğu, eğitimin gerektiği şekilde işletilmediği apaçık. Çok fazla öğretmen mezun oluyor, paralelinde bunların çok azı iş buluyor, dershanelerde çok ucuza çalıştırılan öğretmenler için işsiz öğretmenler tehdit unsuru olarak öne sürülüyor. Hal böyle olunca öğretmenin yaşam koşullarının zorluğu giderek artmakta, toplumsal rollerindeki etkinliği ise giderek azalmaktadır. Bir ülkenin geleceğini belirleyecek olan biz öğretmenlerin yetiştirildiği eğitim fakültelerinin gündemine dair daha duyarlı olmamız ve bu gündemlerin genel siyasetimizle bağlarını güçlü tutabilen yeni araçlar üretmemiz, hem de bir an önce işe koyulmamız gerekiyor. Açgözlüler nerede duruyor, nerede yolumuza taş koyuyorsa biz de orada karşılarında duracağız. Üniversitenin özneleri olarak ‘gerici, piyasacı eğitime karşı nasıl bir eğitim’ istediğimizin bilincine varıp, kendi sözümüzü söylemenin vaktidir.
GELDİLER… Her yerden geldiler, farklı yaştaydılar; liselisi de vardı üniversitelisi de hatta üniversiteyi, liseyi çoktan geçmiş hayatın kendisiyle cebelleşeni de. Kimi okuyordu, kimi milyonlarcası gibi işçiydi, kimi yine milyonlarcası gibi işsiz… Gözleri, elleri, saçları ve dilleri farklıydı; Kimi Kürt, Kimi Türk, Kimi Laz, Çerkez, Arap’tı. Ama kelimeler farklı olsa da anlamlar aynıydı. Yaş farklı olsa da hedefler aynıydı. Görünüşleri, yaşayışları farklı olsa da kalpleri hep aynıydı. Dillerindeki slogan tekti; ‘geldik’ diyorlardı ‘geldik’. Bu ülke kiminmiş göstermeye geldik, gelecek kiminmiş göstermeye geldik ve özgürlük mücadelesinin hakkını layıkıyla vermeye geldik. Biz geldik. Ülkemize, geleceğimize, özgürlüğümüze sahip çıkmaya geldik. Gelecek biziz madem değiştirmeye geldik. Evet, 25 Mart sabahı Ankara’ya her yerden gelmişlerdi. Yüzlerce genç, yüzlerce devrimci genç… Gençliğin kendi kaderini tayin hakkına sahip çıkmak için gelmişlerdi. Salon tıklım tıklım doluydu. Bir sürü insan ayakta bazıları dışarıdaydı. Ve başladılar konuşmaya, anlatmaya ve tartışmaya… Üniversite sorunları, lise sorunları, çevre sorunları, emperyalizm, kapitalizmin krizi, kadınlar, Kürt sorunu… Her şeye dair sözleri vardı. AKP’ye de en doğru şekilde cevap veriyorlardı, onları destekleyenlere de. Cemaatin örümcek ağlarına para basan dev dershanelerine karşı dayanışma ağları diyorlardı, ücretsiz dayanışma dershaneleri diyorlardı. Paranın saltanatı değil emekçi halkın çocukları kazanacak diyorlardı. Yıllardır söylemişlerdi ve söylemeye devam ediyorlardı. Ama söylemek yetmezdi. Usta ne demişti; ‘’Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz!’’. Onlarda teorisini yaptıktan sonra bu işin pratiğini de elbette yıllardır ortaya koyuyorlardı. AKP’ye ferman yazarken yaptıkları gibi, IMF başkanının suratına ayakkabı attıkları gibi, Tekel direnişinde en ön safta oldukları gibi şimdi de ülkelerine sahip çıkarak yapıyorlardı.
Gençlik Muhalefeti düzenlemiş olduğu Gençlik Kongresi ile geniş gençlik kesimlerinin ihtiyaçlarını, sorunlarını ve bunlara karşı mücadele yollarını ortaya konmuş oldu. Birçok başlık altında yazıların sunulduğu ve tartışıldığı kongrede gençlik açısından en önemli sorunların yine güvencesizlik ve geleceksizlik olduğu vurgulandı. Öte yandan bugün ABD tarafından ülkemize dayatılan ve AKP-Cemaat koalisyonu tarafından hevesle kabul edilen emperyalizmin piyonluğu rolüne karşı, 68’de ABD büyük elçisi Vietnam Kasabı Kommer’ in arabasını ters çevirip yakanların izlediği yolu takip eden, bugün onların çağrısına kulak vererek antiemperyalist bir mücadele hattının izlenmesi gerekliliğinin altı çizildi. Gençlik Muhalefeti Ankara’da yaptığı Gençlik Kongresi ile, tarihsel devamlılığı içinde DEV-GENÇ’ ten aldığı gençliğin öz örgütlülüğünü inşa etme görevi yolunda bir adım daha attı.Gençliğin militan-demokratik ve merkezi örgütünü yaratma noktasında önemli bir dönemeci oluşturan gençlik kongresi Gençlik Muhalefeti için ne bir son ne bir başlangıç anlamına geliyor. Bundan önce yaptığı gibi bundan sonrada mücadelesine devam edecek Muhalefet. Gençliğin üniversite ve liselerdeki söz ve karar hakkı meclislerini kurarken, yoksul mahallelerde dayanışmayı örecek. Kültür-sanat alanındaki erozyona dair sözünü ve pratiğini oluştururken, sağlık hakkı için mücadelede edecek. Ve BirGün gazetesi yazarı Melih Pekdemir’in dediği gibi AKPCemaat koalisyonu bu kadar azgınca saldırırken, her gün onlarca insan tutuklanırken ve her gün sayısız işçi ölürken, zevkli ve zor mücadele günleri bizi bekliyor.
SURİYE VE YAŞANAN ORTA OYUNU Tunus, Mısır, Libya derken ‘Arap Baharı’ şimdi de Suriye’de. Tunus’u ilk etapta niteliği nedeniyle bu bahar dışında saysak da doğurduğu sonuç itibariyle onun da diğerlerinden farkı kalmadı. Tunus ve Mısır’da halkın neo-liberal sömürü politikalarına isyanı ve bu noktadaki mücadelesi bir iktidar değişikliğine neden olsa da, köklü bir rejim değişikliği söz konu değil. Đktidar Amerikancı diktatörlerin elinden alınıp, Amerikancı siyasal Đslamcılara verildi. Ve özgürlük yanlısı batıda bunu canı yürekten destekledi. Bu perspektifle yaşananların devrim olduğunu öne sürmek imkânsız. Libya’da ise ortaya çıkan durum biraz daha farklı oldu. Libya’nın aşiretlere bağlı dağınık yapısı iktidar değişikliğini yaratacak bir halk hareketini yaratmaktan uzaktı. Bu nedenle bizzat Emperyalistlerin silahlandırmasıyla bir iç savaş başlatıldı. Kaddafi katliam yaptı, muhalifler katliam yaptı… Yetmedi emperyalistler doğrudan saldırıya müdahil oldular. En sonunda bir insanlık suçu olarak Kaddafi’nin yakalanıp öldürülmesi gerçekleşti. Tabi başlangıç olarak farklı ama sonuç olarak aynılaşan iki örnek var önümüzde. Suriye’de gerçekleşen olayları emperyalistler dünyaya yeni bir halk hareketi gibi yutturmaya çalışıyor. Tabi bunu yaparken de biricik piyonları Türkiye’yi kullanmayı da ihmal etmiyorlar. Fakat şu haliyle Suriye bir Mısır ve ya Tunus’tan çok Libya 2.0 remix gibi. Yaşanılanlar Libya’da kilerle hemen hemen aynı, yine Emperyalistler ve bu kez onların Ortadoğu’daki işbirlikçisi olarak AKP-cemaat koalisyonu tarafından silahlandırılan siyasal Đslamcılar ve yaşatılmaya çalışılan iç savaş. Tabi ki Beşar Esad’ı savunmaya kalkmak en amiyane tabiri ile saf dillik olur. Fakat muhaliflerin özgürlük savaşçısı olduklarını söylemek ise tamamıyla avanaklıktır. Üstelik bu anlı şanlı siyasal Đslamcı muhaliflerimiz kendi niyetlerini de açık açık ortaya koydu. Yaptıkları açıklamada ‘Suriye’yi Alevilere mezar haline getireceğiz’ dediler. Şimdi özgürlük savaşçısı bunlar mı? Tabi bunları anlatırken aslında Suriye’nin neden karıştırılmaya çalışıldığına da bakmak gerekiyor. Bu gün ABD emperyalizminin Orta Doğu’ya dayattığı Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde istediği; AKP gibi Neo-liberal sömürüyü Đslam çarşafı altında gizleyerek gerçekleştirebilecek her söylediğini emir telakki edip yerine getirecek siyasal Đslamcı iktidarlar kuşağı. Eski diktatörleri hem soğuk savaş öncesi döneme ait bir metottu, hem de yenidünya düzeniyle uyum noktasında zorluk yaşıyordu. Ayrıca bölgenin zengin kaynakları ve özellikle Libya’da bulunan su kaynakları (araştırmalara göre yakın bir gelecekte Orta doğuda ülkeler petrol için değil, su için savaşmaya başlayacaklar) büyük bir gelir kapısı olarak göze de çarpıyor. Bu bölgede ABD dikensiz gül bahçesi arzuluyor ve bunun içinde ‘Arap Baharı’ adı altında dönüşüme başladı. Suriye’ de bölgedeki diken konumunda. Ama dikenliği tek başına elde etmiyor tabi ki. Bu noktada Đran, Lübnan’da ki Hizbullah ve Irak’ta ki Şii silahlı gücü devreye giriyor. Suriye’de Beşar Esad’ın düşmesi Đran’ı kıstırmak anlamıyla da önemli. Bu nedenlerden ABD Suriye’de ki meseleyi ha bire kanırtıyor. Bunun yanında ‘Arap Baharı’ sonrası iktidara gelen siyasal Đslamcılardaki AKP VE Tayip Erdoğan sevgisi de Türkiye’nin bir müdahalede mızrak ucu olmasını gerektiriyor. Aslında bu sevginin kendisi de yine ABD kaynaklı görünüyor. Nitekim ABD yetkilileri Ortadoğu için Ilımlı Đslamcı-‘demokratik’ Türkiye’yi rol model olarak sunuyorlar. Durum böyle olunca bizimkiler kendini dünya gücü oluyoruz diye gaza getirirken, aslında ABD’nin sopasının ucundan başka bir şey olamıyorlar. Tabi burada Türkiye halkları olarak bize düşen görev ise Suriye’ ye emperyalist bir müdahaleye ve Türkiye’nin Bu müdahalede başrol oynamasına karşı mücadele etmek.
ÜNİVERSİTENE, GELECEĞİNE, ÖZGÜRLÜĞÜNE SAHİP ÇIKMAK İÇİN 1 MAYIS’A Toplumsal alanda büyük bir tahribat yaratarak gelişen küreselleşme çağı her dönem, sömürü politikaları sonucu ortaya çıkan yoksullaşma ile birlikte hem toplumsal hem de ekonomik bir krizi meydana getirmiştir. Bugün ise kapitalizmin merkezinde ortaya çıkan ve özellikle Yunanistan’da, Đspanya’da yoğun hissedilen krizden kurtulmak için “kemer sıkma” politikaları uygulanıyor, işçi maaşlarında kesintiye gidiliyor, toplu işten atmalar yaşanıyor, krizin bütün yükü emekçi halk kesimlerinin üzerine yükleniyor.Bu gün bize anlatılan yalanların her biri teker teker ortaya çıkıyor. Dünya, kapitalistlerin çirkin yüzlerine bir kez daha tanık oluyor. Önce Mısır’da ardından Tunus, Libya ve en son Suriye’de ABD açıktan emperyalist müdahalelerde bulunuyor. AKP, emperyalistlerin Ortadoğu’ya yönelik saldırılarının parçası olarak NATO’nun yeni stratejik saldırı konsepti kararı çerçevesinde Malatya Kürecik’e Füze Kalkanı Radar Sistemi kuruyor. Krize karşı ciddi tepkiselliklerin oluştuğu Ortadoğu coğrafyası, AKP hükümetinin taşeronluğu üzerinden emperyalizmle barışık bir rotaya doğru ilerletiliyor.Türkiye’de AKPCemaat koalisyonu eliyle dinci-gerici iklim içerisinde emperyalizmin yeni sömürü politikaları hayata geçiriliyor.AKP “dindar nesli”ni yetiştirmek ve asıl olarak sermaye politikalarını yerleştirebilmek için eğitimi kullanıyor. Yarattığı sonsuz sömürüye karşı isyan değil biat eden, sorgulamayan bir nesil istiyor. Bir yandan üniversiteleri küresel sermaye sürecine entegre etmenin uğraşı olan Bologna sürecini hayata geçirirken, diğer yandan 4+4+4 yasasıyla yarattığı düzene uyum için eğitimi ticarileştiriyor, dinselleştiriyor. Her geçen gün gazeteciler, öğrenciler tutuklanıyor. Đş cinayetlerine, kadın cinayetlerine her gün bir yenisi ekleniyor. Sömürü, talan, baskı her geçen gün artarak sürüyor.‘Sahip Çıkalım’ çağrısı, harekete geçmeye, bizi hapseden çemberi birlikte kırmaya bir çağrıdır. Hayatın her alanına saldırıldığı, sömürünün arttığı böyle bir dönemde tüm bunlara karşı “Üniversiteme, Özgürlüğüme, Geleceğime Sahip Çıkıyorum!” diyebilmenin neden bu kadar önemli olduğuna daha yakından bakmak gerekir belki de… Üniversitene Sahip Çıkmak için 1 Mayıs’a! Tüm dünyayı saran neoliberal politikalar, 12 Eylül darbesi ile başlayan süreçte en çok eğitim üzerinden etkisini gösteriyor. Öğrencilerin en temel hakları olan barınma, sağlık gibi alanları piyasaya açan; YÖK, mütevelli heyetleri, danışma kurulları gibi üniversite bileşenlerine söz hakkı tanımayan, sermaye güdümündeki bir kurumu baş aktör haline getiren bu politikalar eğitim üzerindeki etkisini derinleştirerek sürdürüyor.Bugün, ‘parayı veren düdüğü çalar’ mantığıyla herkese parasına göre bir eğitim sunuluyor. Harç parasını veremeyen emekçi çocuklarına üniversite kapıları kapanıyor. “Bireysel harç” gibi uygulamalarla öğrenciyi sömürmede sınırlar aşılıyor. Öğrenci müşteri, üniversiteler şirket haline dönüşüyor. Avrupa’daki üniversitelere uyum sağlamak bahanesiyle asıl olarak piyasaya uyumlu bireyler yetiştirmek üzere tasarlanan Bologna Süreci Türkiye’de de yaygınlaştırılıyor, bu süreç
ile geçme notu 65’e çıkartılıyor, ders geçmek zorlaşıyor, yaz okulu ve bütünlemeler kaldırılıyor. Kendine uyumlu bireyler, kar getiren alanlar isteyen piyasa, sosyal bilimler/felsefe gibi alanların gözden düşmesine, üniversitenin bilim üretmemesine neden oluyor.Geleceksizliğin belirgin bir hal aldığı bu dönemde üniversiteler bunun en önemli kaynağını oluşturuyor. Çok zor şartlarda üniversiteye giren öğrencileri, mezun olduklarında işsizlik, güvencesiz çalışma, emeğinin sömürülmesi bekliyor. Bunların yanında, üniversite bileşenlerinin üniversite yönetiminde hiçbir söz hakkı bulunmuyor. Sermaye sahipleri, öğrencilerin, öğretim görevlilerinin, çalışanların sahip olması gereken söz hakkına sahip oluyor. Bu süreç bu gün bir adım daha geliştirilerek, sermaye temsilcilerinin de birebir dahil olduğu her üniversiteye bir “YÖK” kuruluyor.Tüm bunlara karşı ise bilimsel ve demokratik bir niteliğe sahip, parasız, nitelikli bir eğitimin verildiği, söz ve karar hakkının üniversite bileşenlerine ait olduğu bir eğitim için üniversitelerimize sahip çıkalım! Özgürlüğüne Sahip Çıkmak Đçin 1 Mayıs’a! AKP-Cemaat koalisyonu tüm yaşam alanlarına saldırmaya devam ediyor. Termik santrallerle, HES’lerle doğayı katlediyor, emekçileri sömürüyor. Toplumu cemaat ağlarıyla, medyayla kuşatıyor. YÖK’üyle, sermayesiyle üniversiteleri ele geçirirken üniversitelerin kapısını polise sonuna kadar açıyor. Her şeyi kontrol altına alıyor, hayatın her alanına giriyor, izliyor, dinliyor. Tüm bu sömürü ve baskı düzenine karşı çıkan toplumsal muhalefeti ise polisiyle, medyasıyla, özel yetkili mahkemeleriyle yok etmeye çalışıyor. Parasız, bilimsel eğitim talep eden öğrencileri, gerçekleri ortaya çıkardığı ve dile getirdiği için gazetecileri tutuklarken; derelerine, suyuna, toprağına sahip çıkan halkın üzerinde baskı mekanizmalarını hissettiriyor. 500’den fazla tutuklu öğrenciye,100’den fazla tutuklu gazeteciye her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor. Kendisine karşı oluşan tüm muhalefeti yok ederek, sistemin krizine karşı oluşacak tepkileri kontrol altına alarak iktidarını sağlamlaştırdığı bu süreçte belki de en çok gençlerden, onların isyanından korkuyor. “Dindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz” diyerek bizleri rahatça kontrol altına almanın yollarını kolaylaştırmak, kendi sözümüzü söylememizi engellemek istiyor. Tüm bunlar olurken özgürlük; yaşam alanlarına, hayatına saldırılmadan yaşamak, kendi sözünü söyleyebilmek ve tüm bu alanları bu sözle yaratabilmekten, şekillendirebilmekten geçiyor. AKP ve cemaatin hem siyasal hem de toplumsal alanı kuşatarak yarattığı baskı ortamına karşı bizi bekleyen güzel günler umuduyla özgürlüğe sahip çıkalım! Geleceğine Sahip Çıkmak Đçin 1 Mayıs’a! 70’li yıllardan beri dünyayı kasıp kavuran küreselleşme çağı belki de en çok gençleri etkiliyor. Türkiye’ye baktığımızda 80 darbesi ile birlikte bu etkiler daha da artıyor. Duyarsız, apolitik, yalnız; kendi hayatında, yaşadığı alanlarda hiçbir söz hakkı bulunmayan nesiller yetiştirmek, rekabeti, piyasayı hakim kılmak emperyalizmin güdümündeki bu darbenin ana amacını taşıyor. Piyasa ve cemaat ağlarıyla kuşatılmış bugünün üniversitelerinde bin bir zorlukla bitirilen öğrenim süreci sonunda bizleri de işsizlik, güvencesiz çalışma ve beraberinde geleceksizlik bekliyor. Oysa geleceğimizi, yarınlarımızı elimizden almaya çalışanlar büyük bir yanılgı içindeler, çünkü bu köhneleşmiş düzenlerini topyekun başlarına yıkacak öfkeli, umut dolu isyanlarını kuşanıp gelen gençlerden bihaberler. Biz yeni bir gelecek hayalleri talep etmiyoruz. Bugünden yarını kurma iradesiyle, kendi özgücümüzle, gençliğin heyecanı ve isyanıyla geleceğe sahip çıkmaya koşuyoruz. Biliyoruz ki Gelecek Biziz ve Değiştireceğiz!
ÖĞRENCİ YEMEKLERİ – RUS SALATASI Girdiler: • 1 kavanoz garnitür • ½ kavanoz önümüzdeki dekan seçimlerinde üniversitenin asıl bileşeni biz öğrencilerin söz hakkının olması konusunda AKP YÖK’ü kadar koyu mayonez • 2 yemek kaşığı emektar Erdoğan sülalesi çocuk çakıcısı, hizmetçisi ve aşçısı emine Erdoğan’ın Tayyip tarafından yaptırılan yoğurtları kadar olmasa da Tayyib’in verdiği ucuz işçi ucuz toprakla sermayedarların işçilere yaptırdığı yoğurt veya süzme yoğurt • 5 tane orta büyüklükte ve yenildiğinde suratımızda sendikalı görmüş Tayyip surat ekşiliği yaratmayacak kıvamda salatalık turşusu
Üretim süreci: Önce salatalık turşularımızı boylamasına 4’e ayırdıktan sonra ½cm uzunluğunda doğruyoruz daha sonra bir kapta tüm malzemeleri kendi baharını yaşarken Amerika eli değmiş Ortadoğu gibi karıştırıyoruz.
GAYYİPTEN HABER
KEMANI AĞLATAN ADAM: Müzik dediğimiz şeyin tanımı nedir? Müzik illaki sözlerle mi anlamlı hale gelir? Peki ya biri çıkar ve tek bir söz dahi sarf etmeden dinleyicisine anlatmak istediği her şeyi anlatırsa. Tüm acılarını,sevinçlerini, hayatını… Dahası bizim yani dinleyenlerinin çektiklerini, yaşadıklarını ve duygularını anlatırsa. Kuşkusuz bir çok sanatçı sayabiliriz bize yarattıkları müzikle bir şeyler anlatan; Bethoven, Mozart, Bach… Ama bizim neslimizin şansı sanıyoruz ki bu denkteki bir insanı kendi kulaklarımızla canlı canlı dinlemek. Bu insan kemana elleriyle can veren, kemanıyla konuşan kısacası kemanı ağlatan ve bunu başarırken bütün duygu dengemizi değiştiren kişi Farid Farjad. Kendisi 1938’de Tahran’da doğmuş. Anlayacağınız bir Đranlı ve Đslam devriminden baya bir acıda çekmiş. Devam edelim biz. Sanatçı 8 yaşından beri keman çalmakta. 1966 yılında, Tahran Müzik Konservatuarı'nda klasik müzik üzerine master yapmış, bundan sonraki adımında Tahran Senfoni Orkestrası’nda önemli görevler üstlenmiş. 1979 yılında, Đran Đslam Devrimi gerçekleşince Đran da müzik ‘Haram’ ilan edilmiş ve sanatçının kendi değimiyle gurbette yaşamanın acısı binmiş omuzlarına. Ve yine sanatçının kendi değimiyle bundan sonra kemanı hep gurbeti, vatana olan özlemi ve ülkesinde işkence gören halkını anlatmış dinleyenlere. Tabi onun bu durumu sadece müziği ile ilgili değil. Hem şah rejimine hem de Đslam devrimine muhalif tavrı nedeniyle ülkesine girişi yasaklanmış sanatçının. Đran’dan ayrılan sanatçı ABD vatandaşlığına geçmesine rağmen hep kendini bir Đranlı olarak niteler. O ülkesinden ayrı olsa da insanlarından asla ayrı değildir ve onların acısını hep içinde yaşamaktadır. Müziklerini sadece keman ve piyano ile oluşturur. Yine Anroozha (O Günler) isminde beş albümden oluşan bir albüm serisini de bu şekilde oluşturmuş. Ayrıca Golha Orkestrası adlı kolektif iki albüm de sanatçının eserleri arasında. Kendisi Türkiye’de bir çok konser verdi. Bir çok kere ülkemizde verdiği konserlerde ‘’Beni bu kadar sıcak karşılayan, beni bu kadar ülkemde hissettiren ve ülkemin insanlarına bu kadar benzeyen başka bir ülke yok. Ben ABD vatandaşıyım ama Türkiye vatandaşı olmak istiyorum’’ dedi. Tabi o bunları söylerken Đstanbul’da Kürt ezgilerini ve Kürt halkının acılarını kemanına anlattırdığı için ona küfür edenler ve salonu terk edenler de oldu ama o yine ‘’Ölürsem bu topraklara gömülmek isterim’’ dedi. Ve Yine onun sözleriyle bitirelim; “ Allah bize çok güzel bir hediye vermiş ve bu hediye müziktir. Ben bu müzikle insanlara sevgi ve mutluluk vermek istiyorum ama benim hükümetim bundan korkuyor. Bugün Đran’daki anneler bebeklerine ninni söylemeye bile korkuyor. Bundan daha büyük bir facia olamaz. Eğer bir kız ve erkeği beraber yakalarlarsa onların ağızlarını koklayarak birbirlerine ‘Seni seviyorum’ deyip demediklerine bakıyorlar. Đran’da sevmek günahtır, müzik günahtır. Ben buraya kemanımı çalmak ve halkımın sesini duyurmak için geldim…” . Son olarak bu koca yürekli adama teşekkür ediyoruz tüm terbiyesizliğimize rağmen bizi o koca yüreğine aldığı ve bize bu kadar güzel bir hediye verdiği için
.SOL KANAT Eğer 11 kişilik bir takım yapmak istesem defansımın bel kemiği Breitner olurdu. Hatta hepimizin oynadığı menajerlik oyunlarında huyum olan takım kaptanını defanstan seçme tercihimi de göz önüne koyarsak Breitner kesin takım kaptanım olurdu. Yoldaşlar Defanstan topu sol kanata aktaran dostumuz Paul Breitner. Bu mavi gözlü adamın futbolculuk kariyeri başarıyla dolu. Bayern Münih’te top koşturduğu 9 yıl boyunca 5 Alman ligi şampiyonluğu ve 1 kez de Almanya Kupası'nı kazandı. Yine aynı takımla bir kez de şampiyon kulüpler kupasını kazandı. Almanya Milli takımıyla ise 1 Avrupa Kupası, 1 tanede Dünya Kupası kazandı. Tabi bu başarıların yanında onu bizim için farklı kılan bir takım özellikleri de vardı. O hayattaki duruşunu asla gizlememiştir. Gidip Çin Devrimi’nin lideri Mao’nun portresinin önünde resimde çektirmiş, milliyetçi bağrışmalara aldırmayıp 78 dünya kupasında Almanya milli takımına kupa Arjantin’de oynanacağı için katılmamıştır. Bunun nedeni ise Arjantin’de yönetimde olan dikta rejimini ve katliamlarını protesto etmektir. Topu güzel oynamıştır. Attığı goller hala unutulmazlar arasındadır. Hayatta attığı goller ise bizim en iyi 10 gol sıralamamızda en başlardadır. Herkes 68 Hareketi ve onun yarattığı değerlere saldırırken, o hiç çekinmeden RAF’ı (Rote Armee Fraktion) yani kızıl ordu fraksiyonu adlı devrimci örgütü sıkı şekilde desteklemiş ve Alman burjuvazisi ve neo-nazizme karşı sağlam bir gol atmıştır. Biraz alkole düşkündür. Bir hikayeye göre bir antrenmandan önce takımın genç futbolcularını toplayıp yanına ‘hayat böyle tek düzen yaşanamaz, size dayatılan baskıları kırmanız gerekir’ demiş ve sabaha kadar bir barda takım olarak içmişlerdir. Sabah tüm oyuncular yataktan kalkamazken o teknik direktörden önce çalışmalara başlamıştır. Evet hayatı farklı yaşamıştır. Ama yapması gerekeni hayatta da, yeşil sahalarda da yapmıştır. Zaten sol kanattan bindirmenin alamet-i farikalarından biride bu değil midir?
ALTERNATİF FİLM – SCHİNDLERİN LİSTESİ 1993 yapımı bu başyapıtın yönetmen koltuğunda Steven Spielberg oturuyor. Her zaman Spielberg filmlerinde görmeye alıştığımız dahiyane kurgu bu başyapıtta da mevcut. Filmin konusuna gelirsek. Film II. Dünya Savaşı sırasında Polonya’da geçiyor. Schindler adlı Alman girişimcinin savaş koşullarından yararlanarak zengin olma isteği ve bu istek doğrultusunda girişimleriyle başlayan film, Schindler’in yolunun o süreçte büyük bir işkenceden geçen Yahudi toplumundan olan bir muhasebeciyle kesişmesiyle filmin gidişatı değişiyor.Film bir yandan Yahudilere karşı işlenen suçları işlerken, diğer yandan da para kazanma derdiyle yola çıkan bir kapitalistin insan olma sürecini gösteriyor. Ama filmin beklide en sarsıcı sahnesin bu kapitalistin tam olarak insan olmaya eriştiği nokta olarak karşımıza çıkıyor. Bir liste ile 1100 Yahudi’yi kurtardıktan kısa süre sonra savaş bitiyor. Nazi partisi üyesi olan Schindler Yahudilerden ayrılırken altın Nazi partisi rozetini çıkartarak ‘Neden daha fazla insanı kurtarmak için çalışmadım ki? Bu rozeti satsaydım belki iki kişiyi daha kurtara bilirdim üstelik altındandı, hiç olmasa bir kişi kurtulurdu…’ diyor. Đnsan olmanın, bir insanı dahi kurtarmanın paradan daha değerli olduğunu anlayanlara… Đyi seyirler…
ALTERNATİF KİTAP – OOO KİTAP ‘DOKUNAN YANAR’ Kimimizin Đmamın Ordusu Kimimizin Dokunan Yanar ismiyle bildiğimiz gazeteci Ahmet Şık’ın meşhur kitabından bahsedeceğiz bu kez size. Daha yayınlanmadan toplatılan, içerdiği açık gerçeklerle cemaati ürküten ve sonuç olarak da Ahmet Şık’ın tutuklanmasına neden olan bu eser OOO KĐTAP ‘Dokunana Yanar’ ismiyle raflarda yerini aldı. Tabi kitap yayınlanır yayınlanmaz kimi çok bilmiş kişiler kitapta yeni bir şey yok diye yaygarayı verdi. Açık söylemek gerekirse tüm Türkiye cemaatin polis içindeki örgütlenmesine vakıftı. Fakat kimse bu sürecin nasıl geliştiğini ve bu durum yaratılana kadar nasıl dindenimandan uzak komplolar ile insanlara tuzaklar kurulduğu nasıl planlar işlendiğini bilmiyordu. Ayrıca bu yapıt yazılana kadar kimse bunu net belgelerle ve bu kadar sistematik bir şekilde kanıtlayıp eserleştirmemişti. Ahmet Şık’ın kitabı bu yanıyla yaygaracılara gerekli cevabı verirken, diğer taraftan da cemaatin nasıl canavarlaştığını ve nasıl bir iktidar odağı olduğunu da bir nebze polsun gözler önüne seriyor. Elinize aldığınızda sizi sürükleyen ve gerçekleri bir bir yüzünüze vuran bir kitap. Okunması, okutulması gereken bir baş yapıt.
TARİHTE 15 GÜN 15 Nisan 1967 - Vietnam Savaşı’nı protesto etmek için ABD’nin New York şehrinde 400 bin kişi bir araya geldi. 22 Nisan 1870 - ‘Sosyalizmin Kızıl Şafağı’ Lenin doğdu. 1997 - Bergamalılar siyanürle arlın arayan altın şirketinin binasını işgal etti. 23 Nisan 1920 - TBMM ilk kez toplandı. 25 Nisan 1945 İtalyan partizanlar Milano’ya girdi. 1974 - Portekiz’de Karanfil Devrimi Yapıldı. 26 Nisan 1986 - Çernobil Nükleer Santrali’nde yangın çıktı. Binlerce kişi öldü. Bir o kadar kişi yaralandı. Yaşanan felaketin etkisi Türkiye’de Karadeniz kıyılarını dahi vurdu. Bir çok nesil bu felaketten olumsuz etkilendi. 28 Nisan 1960 - İstanbul’da öğrenciler Demokrat Parti iktidarına karşı gösteriye başladı. 29 Nisan 1941 - Babi Yar’da 34 bin Yahudi kurşuna dizildi. 30 Nisan 1975 - Vietnam’da Amerika yenilgiye uğradı. 1930 - Yerel seçimlerde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
TANRILAR VE İNSANLAR 13 - 19 NİSAN Pazartesi 14.30 - 16.45 - 19.00 Salı 14.30 - 16.45 - 19.00 Çarşamba 14.30 –16.45 - 19.00 - 21.15 Perşembe 14.30 - 16.45 - 19.00
Tam: 6 TL Öğrenci: 4 TL Salon: 75. Yıl Amfisi
*EŞİT VE ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN MUHALEFET DERGİSİNİN ÖZEL EKİDİR.