‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Bedri Ruhselman taraf›ndan düzenlenmifltir.
* Günümüz Türkçesine uyarlanm›flt›r *
1
© ‹lâhî Nizam ve Kâinat Bu kitab›n yay›n hakk› Metapsiflik Tetkikler ve ‹lmî Araflt›rmalar Derne¤i’nin (MT‹AD) bir kuruluflu olan Metapsiflik Tetkikler ve ‹lmî Araflt›rmalar Derne¤i ‹ktisadi ‹flletmesi Yay›nevi MT‹AD1950’ye aittir. MT‹AD1950 Yay›nevinden yaz›l› izin al›nmadan hiçbir al›nt› yap›lamaz.© Onuncu Bask›: ‹stanbul, Ekim 2019 ISBN: 978-605-63845-1-6 Yay›nc› Sertifika No: 27468 Yay›n MT‹AD1950 Hasnun Galip Sok. Pembe Ç›kmaz› No: 4/8 34433 Beyo¤lu / ‹stanbul Tel.: (0212) 243 18 14 – 249 34 45 Faks: (0212) 252 07 18 www.mtiad.org.tr www.mtiadl950.org web sitesi facebook instagram twitter
: : : :
http://www.ilahinizamvekainat.com https://www.facebook.com/Mtiad1950/ https://www.instagram.com/ilahinizamvekainat https://twitter.com/INK02013
Bas›m Ayhan Matbaas› Mahmutbey Mah. Devekald›r›m› Cad. Gelincik Sokak, No: 6 Kat: 3, Ba¤c›lar / ‹stanbul Tel.: (212) 445 32 38 Sertifika No: 22749
2
1959 y›l›nda “Önder” ad›n› verdi¤imiz Büyük Vazife Plân›’ndan gelen bu bilgiler, Bedri Ruhselman taraf›ndan düzenlenmifl, o tarihten beri, vazifelileri taraf›ndan al›nmak üzere noterlikte muhafaza edilmifl, zaman› geldi¤i için 54 y›l sonra yay›nlanm›flt›r. Elinizdeki kitap, orijinal metnin günümüz Türkçesine uyarlanm›fl fleklidir.
* * *
3
4
Bu kitap etraf›m›zda gördü¤ümüz, hissetti¤imiz, ya r›m olarak do¤a diye adland›rd›¤›m›z ahengin bir parças›d›r. Kâinat ›m›zda , tekâmül diye adland›rabil di¤imiz o nurlu yolun, insanlar›n bilgilerine olan bir köprüsüdür. ‹nsan›n dar bir madde hayat›n›, genifl ve idrakli olan ileri bir safhaya ba¤layan biricik yoldur. Bu ne bizim, ne siz insanlar›n, ne de hiçbir kimsenindir. Bu, ilâhî nizam›n, insanlara bir hediye sidir. Yâni do¤adan bir parçad›r.
* * * Bu kitap, Ünite dedi¤imiz idrak vahdetinden, insan lar›n tekâmül ihtiyaçlar›na cevap verebilecek flekilde, vazifelileri taraf›ndan dünyaya verilmifltir. MUKADDERAT YOLCULARI
5
6
adde, bütün tesirlere zemin oluflturan ve çeflitli oranlarda, bu tesirlere cevap veren bir unsurdur. Bu bilginin içinde sakl› olan bir mânâ da fludur: Madde, kendi kendine hiçbir harekete geçmek veya en ilkel bir faaliyet göstermek kudretinde de¤ildir. Onda kendi kendine bir olufl veya yap›fl imkân› yoktur. Yâni, madde ancak, kendisine gelen tesirleri bekler ve bu tesirlerin yönlerine göre hâller, flekiller, durumlar al›r. fiu hâlde, herhangi bir maddenin her türlü tesirden özgür bir hâlini –oldu¤unu varsayarak– düflünürsek, bu maddenin hiçbir flekle, hiçbir hâle sahip olmayaca¤›n› kabul etmemiz gerekir. ‹flte insan idraki ve tasavvuru d›fl›nda kalan, böyle bütün hâl ve flekillerinden soyutlanm›fl bir maddeye “amorf madde” veya “aslî madde” deriz. Demek ki amorf maddede:
M
a– Hiçbir hareket eseri yoktur. O, maddenin mutlak ve tam bir hareketsizlik hâlidir. b– Maddelerde görünen bütün özellikler ve nitelikler, ancak onlardaki hareketlerin tezahürlerinden* ibaret oldu¤una göre, mutlak hareketsizlik hâli demek olan amorf maddenin ne flekli, ne özelli¤i, ne de nitelikleri sözkonusu olamaz. c– Bu durumda olan bir hâlin idraki mümkün olamayaca¤›ndan, amorf madde, mevcut olmakla birlikte, insanlar için yok demekle birdir. d– Amorf veya aslî madde –mutlak hareketsizlik olan mahiyetinden dolay›– kendi kendine hiçbir hareket, hiçbir k›p›rdan›fl yapamayaca¤› için, d›flar›dan hiçbir tesir gelmeden kendili¤inden harekete geçmesi ve maddedeki hareketlerin birer sonucu olan flekilleri, hâlleri ve tezahürleri göstermesi imkâns›z olur. * ”Tezahür” sözcü¤üne sözlüklerde, “belirme, görünme, ortaya ç›kma, kendini gösterme” anlam› verilir.
7
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Bütün bu bilgilerden sonra kolayl›kla anlafl›l›r ki, insanlar›n madde diye anlad›klar› ve k›ymetlendirdikleri fleyler, d›flar›dan gelen tesirlerin madde bünyesindeki imkânlarla meydana getirdikleri çeflitli hareketlerin tezahürleridir, amorf maddenin bizzat kendisi de¤ildir.
* * * Bu flekillerin ve durumlar›n, incelik–kabal›k veya basitlik–karmafl›kl›k hâllerine göre, çeflitli idraklere ve görüfllere hedef olabilen k›s›mlar› vard›r. Yüksek ve kar›fl›k hareket tezahürleriyle görünen maddeler, o oranda karmafl›k ve inkiflaf etmifl durumlar gösterirlerken, az ve basit hareketlerle kendilerini gösterenler de o kadar ilkel ve basit nitelikler gösterirler. Demek ki maddeler, en basit hareketlere sahip ilkel hâllerinden en karmafl›k hareketlerle nitelenen yüksek durumlar›na kadar, say›s›z inkiflaf derecelerinde çeflitli k›ymetler gösterirler. fiu hâlde, en basit madde demek, ilk hareketlerle amorf maddeden ayr›larak ilk fleklini alm›fl bir madde hâli demektir. Buna karfl›l›k yüksek, karmafl›k madde demek de, say›s›z, çeflitli hareket kombinezonlar› ve tarzlar›yla, kar›fl›k durumlar ve flekiller alm›fl madde hâli demektir.
* * * Burada, teknik bir bilgi olarak flunu ekleyelim ki; maddelerin ince–kal›n hâlleri ile basit–karmafl›k hâlleri kavramlar›n› birbirine kar›flt›rmamal›d›r. Maddenin basitlik–karmafl›kl›k farklar›, onlar›n bünyelerini oluflturan hareket karmaflalar›n›n az veya çok kar›fl›k ya da inkiflaf etmifl olmalar›ndan ileri gelir. E¤er bir maddenin madde kombinezonlar›, bünyesini kuran de¤erler, yâni hareketler; fazla, zengin ve kar›fl›k ise, o madde o kadar karmafl›k olur. Ve basitlikten o kadar uzaklaflm›fl bulunur. Oysa incelik ve kal›nl›k kavram›, bu mânây› tafl›maz: Burada, maddenin içindeki bileflim ve de¤er miktarlar›n›n azal›p ço¤almas› sözkonusu de¤ildir. Dolay›s›yla, bir maddenin inceli¤i, kal›nl›¤› onun inkiflaf durumunu, yâni amorf maddeye uzakl›k ve yak›nl›k derecesini göstermez. D›flar›dan gelen güçlü tesirlerle, bazen bir madde bütü8
BEDR‹ RUHSELMAN
nünün cüzleri aras›ndaki ba¤lar artar ve güçlenir; hattâ hareketleri s›n›rlanacak flekilde, bu cüzler birbirlerine yaklafl›rlar. Bu yüzden bunlar›n hareketlerine etki etmek için –onlar› bu derece s›k›flt›racak kadar güçlü olan tesirleri yenmeye yetecek derecede– güçlü tesirler yollamak gerekir. ‹flte bu maddeler, yo¤un, kaba hâller gösterirler. Buna karfl›l›k, madde bütününün cüzleri aras›ndaki ba¤lar zay›f olursa, bu cüzlerin gevflek irtibatlar›, aralar›nda daha genifl mesafelerin kalmas› sonucunu do¤urur. Ve bu cüzler, az ve zay›f tesirlerden de etkilenirler. Dolay›s›yla, onlar› etkilemek, önceki kaba maddeleri etkilemekten daha kolay olur. Çünkü onlar› bu hâlde tutan tesirler, güçlü de¤ildir. Bu nedenle, onlar› daha kolayl›kla yenmek mümkündür. Bunlar da, seyyal dedi¤imiz ince maddelerdir. fiu hâlde, her safhada bulunan basit veya karmafl›k maddeler, safhalar›n› de¤ifltirmeden inceltilip kabalaflt›r›labilirler. Buna örnek olarak suyu gösteririz: Buhar, su ve buz hâlleri, aralar›nda incelik ve kabal›k farklar› gösterirler. Fakat bunlar›n her üçü de, amorf maddeye uzakl›klar› ayn› derecede olan ve ayn› karmafl›kl›k kademesinde bulunan su maddesinden baflka bir fley de¤ildir. Yine bazen, karmafl›k bir madde, nispeten kendisinden basit olan di¤er bir maddeye nazaran daha kaba olabilir. Meselâ demir maddesi, oksijenden daha karmafl›kt›r, fakat ondan daha yo¤un ve kabad›r.
* * * ‹nsanlar, en alt ve en üst sonsuz noktalar aras›nda uzan›p giden, hareketlerin –basitlik ve karmafl›kl›¤› zincirinde– ancak belirli s›n›rlar içindeki birkaç madde halkas›n›n flekil ve hâllerini görüp idrak edebilirler. Bu hâller ve flekiller, hareketlerin azl›¤› veya basitli¤i bak›m›ndan, ilkelleflip afla¤›lara do¤ru inerek bir s›n›ra gelince, insan idrakinin al›c› sahas›ndan uzaklaflmaya bafllar ve nihayet tamam›yla kaybolurlar. Ayn› flekilde, yukar› taraflara do¤ru da, madde zincirinin halkalar› gittikçe artan ve karmafl›klaflan hareketlerle yükselir ve inkiflaf ederken, yine, insan idraki onlar› bir noktadan itibaren tamam›yla kaybeder. Çünkü bu s›n›rlar›n ne alt taraf›ndaki, ne de üst taraf›ndaki madde durumlar›na neden olan hareket nitelik ve niceliklerini, dünya maddesi9
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
nin beyin cevherine ba¤l› hiçbir insan zekâs› ve idraki kavrayamaz. Bunun içindir ki, insanlar, kâinat maddelerinin sonsuzca uzanan zincirindeki birkaç halkadan baflkas›n› anlama ve kendilerine göre elle tutulurcas›na etüt konusu yapabilme kudretini gösterememifllerdir. Zaten bâz›lar›n›n, bâz› yüksek maddî tezahür imkânlar›n› ret ve inkâr etmelerinin bafll›ca nedeni de budur.
* * * Kâinat›n ilk madde hâlinden astronomik âlemimize do¤ru yürünen madde inkiflaf› yolunda, insanlar için anlafl›lmas› mümkün olmayan karanl›k bir saha vard›r. Bu saha; kaba, da¤›n›k, amorf bir madde bütününden ibarettir. Bu kaba ortamda, oluflmufl madde formasyonlar› yoktur. ‹flte bu sahadan sonra bir menzil gelir ki, bu menzil, hidrojen âleminin bafllang›c›n› oluflturan, ilk hidrojen atomudur. Fakat bu ad›, insanlar ilk atoma hidrojen dedikleri için kullan›yoruz; asl›nda, söz etti¤imiz ve bundan sonra da ilk hidrojen atomu diye söz edece¤imiz madde, insanlar›n tan›d›klar› “H” atomu de¤ildir. ‹nsanlarca bilinen bu atom, buradaki atomun çok inkiflaf etmifl, karmafl›k ve ileri bir hâlidir. ‹nsanlar bu ilk hidrojen atomunu henüz tan›mamaktad›rlar. Dünyam›z›n ve küreleriyle, sistemleriyle, galaksileriyle bütün astronomik âlemimizin madde hâl ve flekilleri, bu hidrojen atomunun inkiflaf etmifl durumlar›n›n çeflitli kombinezonlar›ndan* meydana gelmifltir. Dünyam›z› oluflturan elementlerin alt›nda ve üstünde di¤er, öyle elementler daha vard›r ki, bunlar insanlar›n idrak sahas›ndan çok uzaktad›rlar. Bu elementlerin üstte olan, insanlar›n tan›mad›klar›, Dünya atomunun en ileri inkiflaf safhalar› aras›nda bulunanlar›, onlar›n tan›d›klar› atomun üstünde, bambaflka yap›da ve kalitede cevher hâlleri gösterirler. Maddelerin bu hâllerinden bedenli varl›klar, yâni insanlar idrakleriyle yararlanam›yorlarsa da, ço¤u kez, bunlar› daha üstün varl›klar›n da yard›* “Kombinezon” sözcü¤ü, sözlüklerde “iki veya daha çok ögenin, belirli bir maksatla, belirli iliflkilere göre birbirine ba¤lanmas›ndan, bir araya getirilmesinden oluflan bütün ya da birlik” olarak tan›mlan›r.
10
BEDR‹ RUHSELMAN
m›yla, otomatik olarak kullanmaktad›rlar. Buna basit bir örnek olarak, bir insan kafas›ndan di¤er insan kafas›na geçen fikir vibrasyonlar›n› gösteririz. Fikir vibrasyonlar›, insanlar›n tan›makta olduklar› maddelerin üstünde bulunan ve dünyada mevcut olan bir madde hâlidir. Aynen, yüzy›llardan beri dünyada çeflitli spiritüalist ekollerin çeflitli adlarla an›p da bir türlü izah edemedikleri ve mahiyetini anlayamad›klar› “perispri” denilen fley de, yine, dünyada bulunup, insanlar taraf›ndan bilinmeyen madde hâllerinden biridir. Bunlar gibi, dünyada mevcut olup insanlar›n tan›mad›klar›, yine madde enerjilerinin bâz›lar› da; sempati, sevgi, antipati, kin, korku, sevinç, gurur, k›skançl›k, bencillik gibi, “sübjektif ruhsal durumlard›r” denilip geçiverilen hâllerdir.
* * * Kâinat bir bütündür. Bu bütün; dünyalar, sistemler, âlemler dedi¤imiz birbirinden farkl› birtak›m cüzlerden* oluflur. Kâinatta her âlemin kendisine özgü bir özelli¤i vard›r. Ve bu özellikler, ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›na göre ayarlanm›flt›r. ‹flte “aslî madde” veya “madde cevheri” dedi¤imiz fley; bu kâinat bütününün ana maddesini, mayas›n› oluflturan, mutlak hareketsizlik ve flekilsizlikle nitelenen, amorf bir madde hâlidir. Bu cevher, ilk harekete geçti¤i ândan itibaren, gittikçe karmafl›klaflarak, birbirine oranla daha yüksek karakter de¤iflmeleri eflli¤inde, safhalar› meydana getirir. Biz, bu madde safhalar›na, madde kâinat›n› dolduran ve birbirine nazaran de¤iflik özellikler gösteren âlemlerin birer çekirde¤i veya aslî maddesi deriz. Çünkü birbirinden daha münkeflif tezahürlere ortam olan bu, âlemlerin aslî maddeleri, ancak kendi âlemlerine özgü hareket ve flekilleri meydana getirebilmek kabiliyetindedirler. ‹flte her âlemin ilk maddesi veya atomu, kâinat aslî cevherinin ilk hâlinden kâinat bütününe kadar yükselen yürüyüflünde varm›fl oldu¤u menzillerden biridir ki; bu menzillerin her biri, o âlemin karakterini bünyesinde tafl›r.
* * * * “Cüz” sözcü¤ü, “bir bütünü oluflturan bölümlerden, k›s›mlardan, parçalardan her biri” anlam›na gelir.
11
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Herhangi bir âlemin aslî maddesi, o âlemin ilk maddesidir. O ilk maddede, o âleme özgü bütün hâl ve flekillerin özü mevcuttur. Bu hâl ve flekilleri meydana getiren unsur da, harekettir. Hareketlerin mahiyet* ve karakterleri ise, her âlemin kendi özelliklerini do¤uracak tarzda, de¤ifliktir. Yâni, her âleme özgü, ayr› hareket tarz› vard›r. Dolay›s›yla, bir âlemin ilk, aslî maddesi olan atom veya çekirdek; o âlemin hareketlerini henüz a盤a vurmad›¤›ndan, o âlem için, hareketsiz ve amorf durumda bulunur. Bu ilk atomlar, ilk hareketleri göstermek, çeflitlendirmek, artt›rmak ve h›zland›rmak suretiyle, o âleme özgü bütün hâl ve flekilleri, yavafl yavafl meydana getirirler. Maddelerin, yukar›dan afla¤›ya indikçe hareketten hareketsizli¤e, faaliyetten atalete do¤ru yürümelerinin de¤iflmez bir kural hâlinde görünmesi de, bu hakikatin bilimsel gözlemini oluflturur. En yüksek ve münkeflif maddeler, hareketleri en karmafl›k ve çok olanlard›r. Buna karfl›l›k, maddeler, inkiflaf hiyerarflisinde afla¤›lara do¤ru indikçe, hareketleri azal›r, basit hâllere geri döner ve nihayet, o âlemdeki hareket imkânlar›na oranla s›f›ra yak›n bir durum al›rlar.
* * * Afla¤›lara inildikçe hareketlerin azalmas›, k›ymetli di¤er bir gözlemi daha verir: Madde hareketlerinin azalmas› ve basitleflmesi, maddelerin ilkelleflmesine neden oldu¤u gibi, o maddeye d›flar›dan gelen tesirlerin azalmas› ve basitleflmesi de, madde hareketlerinin o oranda azalmas› ve basitleflmesi sonucuna neden olur. Meselâ hidrojen ve uranyum atomlar›n›n bünyesini gözlemleyenler, bu hakikati orada görürler. Hidrojen atomu, say›s›z nitelik ve nicelikteki hareketlerle nitelenen bir madde hâlidir. Bu atomun daha karmafl›k flekli olan uranyum atomu, bunun birçok kat› fazla ve karmafl›k hareketleri bünyesinde tafl›r. Yine, bir hidrojen atomunun etraf›na yapt›¤› tesir, uranyumun* ”Mahiyet” sözcü¤ü, bir fleyin “asl›, esas›, özü, do¤as›, içyüzü” anlam›na gelir. 12
BEDR‹ RUHSELMAN
kinden daha azd›r. ‹flte uranyumun hidrojene nazaran etraf›na yapt›¤› tesirlerin yüksekli¤i ve fazlal›¤›, onun hidrojenden daha çok tesirler almakta oldu¤unu gösterir. Tesirler ancak, maddelerde do¤urduklar› hareketlerle tezahür ettiklerinden, uranyum atomunun hareketleri hidrojeninkinden daha çok ve karmafl›kt›r. Dolay›s›yla, burada, uranyumun etraf›na fazla tesir göndermesi, fazla tesirler almakta oldu¤unu, yâni kendisine gelen tesirlerin o oranda reaksiyonlar›n› göstermekte bulundu¤unu ifade eder. Çünkü hiçbir tesir tek tarafl› de¤ildir ve maddede, ne aksiyonsuz reaksiyon olur, ne de cevaps›z kalan aksiyon bulunur.
* * * Bütün hâl de¤ifltirmeler, bütün flekil almalar ve flekil de¤ifltirmeler, ancak hareketlerle ve hareketlerin çeflitlenmeleriyle mümkün olur. Böyle olunca, âlemimizin henüz hiçbir hareketini göstermeyen aslî maddesinin de Dünya’m›za özgü hiçbir hâl ve fleklinin hemen hemen mevcut olmamas› gerekir. Bu yüzden ona, âlemimizin amorf, yâni flekilsiz maddesi diyoruz. fiu hâlde, aslî madde, dünyam›z›n idraki karfl›s›nda ancak kuramsal olarak düflünülüp kabul edilebilen ve görünürde yokluk ifade eden bir realitedir ki, bu realitenin dünyam›za özgü çeflitli formlar›n› alabilmesi için, Dünya küresine ait bir sürü de¤er kazanmas› ve inkiflaf kademelerinden geçmifl olmas› gerekir.
* * * Bu bilgileri verdikten sonra, aslî maddenin önemli olan ikinci özelli¤ine geçiyoruz. ‹nsanlar flunu düflünebilirler: “Nas›l oluyor da nispeten ât›l ve hareketsiz oldu¤u hâlde, yâni âlemimizin hareketlerinden yoksun bulundu¤u hâlde, aslî madde, sonradan say›s›z hareketlerle flekiller alarak birtak›m inkiflaf safhalar› geçirmeye bafll›yor?” Bu sorunun cevab›n› verirken, aslî maddenin yukar›da söz etti¤imiz ikinci özelli¤ini de belirtmifl olaca¤›z. Burada, herkesin görebilece¤i bir örnekle ifle bafllayaca¤›z: fiu masan›n üzerinde hareketsiz olarak duran bir kalem var. Bu kalem –bünyesinde say›s›z hareket karmaflalar›n› tafl›makla birlikte– odadaki kaba maddelere ve görüfl ölçülerimize oranla, herhangi 13
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bir hareketten yoksun bulunmaktad›r, yâni k›m›ldamamaktad›r. fiimdi, bu kalemi parma¤›m›zla biraz itersek, o, yerinden oynar ve ileriye do¤ru kayar, yâni hareket eder. Bu gözlem, d›flar›dan gelen bir tesirle maddenin nas›l harekete geçmekte oldu¤unu gösterir. E¤er burada tesir makam›nda bulunan parma¤›m›z kalemi itmese idi, o, kendi kendine bu hareketi yapmayacakt›. Aslî maddenin daha önce söz etmifl oldu¤umuz birinci özelli¤i budur. Fakat parma¤›m›zla kalemi itti¤imiz zaman, onun buna derhal cevap verdi¤ini, yâni bir aksiyona karfl› hemen reaksiyon gösterdi¤ini de gözlemliyoruz. Burada, onun parma¤›m›za karfl› bir direnci mevcut olmasayd›, hareket etmesi de mümkün olamazd›. O zaman parma¤›m›z, meselâ duman›n içinde yürüyen bir cisim gibi, geçip giderdi. O hâlde –kendisinin hareketsizli¤iyle birlikte– d›flar›dan gelen herhangi bir harekete derhal cevap vermek imkân› da kalemde mevcuttur. Ve bu da onun ikinci özelli¤ini oluflturmaktad›r. Demek ki kendi kendine harekete geçme kudreti olmayan, daha do¤rusu kendisinde hareket bulunmayan, atalet hâlindeki aslî madde, d›flar›dan gelen herhangi bir tesire cevap verip, o tesir yönünde hareket etmek imkân›na sahiptir. Her hareket de kendisine direnç yüzeyi oluflturabilecek, yâni kendisiyle sempatize olabilecek di¤er maddelere karfl› bir tesir demek oldu¤una göre, bu bilgiyi flu formülle ifadelendiririz: Kendisi hareketsiz, flekilsiz ve tesirsiz olan ve kendi kendine hareket etmekten âciz bulunan aslî madde, d›flar›dan kendisine gelen her tesire karfl›, o tesirin flekliyle, yönüyle, derecesiyle ve fliddetiyle orant›l› olarak harekete geçmek ve etraf›ndakilere tesir etmek kabiliyetine sahiptir. Yâni, maddede kendili¤inden enerji ç›karmak kudreti yoktur; fakat d›fltan gelen tesirle hareket etmek ve enerji tezahürü göstermek imkânlar› mevcuttur. D›flar›dan gelen bir tesirle aslî maddede meydana ç›kar›lan reaksiyon, yâni o tesire karfl›l›k olan hareket, o tesir kesildikten sonra devam etmez. Burada, yine yukar›ki örne¤e dönelim: Hareketsiz duran kaleme parma¤›m›z› yavaflça dokundural›m, çok hafif bir bas›nçla onu itmeye bafllayal›m! Elimizi durdurdu¤umuz zaman onun da hemen durdu¤unu, tekrar eski, hareketsiz 14
BEDR‹ RUHSELMAN
hâline döndü¤ünü görürüz. fiu hâlde, bu kalem, ancak parma¤›m›z›n tesirinin devam etmesi boyunca hareket hâlini koruyor, bu tesir ortadan kalkt›¤› ânda hareket imkân›n› kaybediyor. E¤er parma¤›m›zla ona güçlüce bir fiske vurursak, kalem ancak bu fiske tesirinin devam etmesi süresince hareket eder, tesirin fliddeti kaybolunca yine durur. Bu örne¤i verirken, çevrenin ikinci derecede kalan, kalem üzerine yapmas› olas› direnç hareketlerine ait teknik varyetelerden* söz etmeye gerek görmüyoruz. Aslî maddenin yukar›da sözünü etti¤imiz iki ana niteli¤ine bu realiteyi de ekleyerek deriz ki; kendisi ât›l ve hareketsiz olan aslî madde, ancak d›flar›dan ald›¤› tesirlerle harekete geçebilir ve bu tesirlerin devam etmesi boyunca hareketini korur, tesirler ortadan kalk›nca tekrar, ayn› hareketsiz, ât›l hâline döner.
* * * fiu hâlde, dünyam›zda madde diye gördü¤ümüz fleyler, aslî maddenin, kendisi de¤il, tesirlerle ilk harekete geçti¤i ândan itibaren alm›fl oldu¤u çeflitli flekil ve durumlardaki hâlleridir. Hâlbuki bu flekil ve hâller, aslî maddede mevcut hareket imkânlar›n› kullanan d›fl tesirlerin çeflitli tezahürlerinden ibarettir. Yâni, her tesir, uyuklayan ve kendi kendine uyanmas› mümkün olmayan, maddedeki hareket kabiliyeti imkânlar›ndan birini uyand›rmaktad›r. ‹flte maddelerin böyle, türlü tesirler alt›nda, türlü hareketlere geçerek, türlü hâller almas›na, onlarda sakl› bulunan imkânlar›n gerçekleflmesi deriz.
* * * Burada, konunun çok önemli bir noktas›nda bulunuyoruz. Mademki kâinat›n aslî cevheri, kendi kendine hareket etmek kabiliyetinden yoksun, amorf ve ât›l hâldedir, mademki d›fltan tesir almad›kça kendili¤inden hiçbir hareket yapma kudretinde de¤ildir, o hâlde bu amorf ve ât›l cevherde böyle sonsuz hâl ve flekilleri meydana getirerek, çeflitli realiteleriyle koca bir kâinat› kuran bu tesirler nereden gelirler? Ve madde kendi kendine harekete geçemiyorsa, onun böyle sonsuz hâl ve flekillere sokulmas›n›n nedeni nedir? * ”Varyete” sözcü¤ü, “çeflitlilik; çeflit, tür” anlamlar›na gelir. 15
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Öz madde bilgisine ve maddenin mahiyetine göre, bu tesirleri kâinat içindeki maddelerin do¤urabileceklerini kabul etmek ak›l prensiplerine uymaz. Onlar› kâinat›n d›fl›nda mevcut olan hakikatlerde aramak zorunlulu¤u vard›r. Ve asl›nda durum, böyledir. Burada, bu hakikatlerin insanlar taraf›ndan ancak sezilebilecek kadar›n› belirtmekle yetinece¤iz. Kâinat d›fl›na ait sezgilerimiz ne kadar zay›f ve yetersiz olursa olsun, kâinat›m›z›n olufltu¤u madde cevherinin nitelikleri ve olufllar› hakk›ndaki bilgilerimiz, bizi bu cevherin say›s›z tezahürlerine neden olan cevher üstü hakikatlerin mevcudiyeti zorunlulu¤unu kabul etmeye sürüklemekten aslâ geri kalmaz. ‹flte insanlar›n ruh dedikleri fley de, bu cevher üstü hakikatler aras›nda bulunmaktad›r. fiu hâlde, ruh, kâinat cevherinin ana niteli¤i olan atalet ve hareketsizlik hâlinin tam z›dd›n› ifade eden bir mahiyet tafl›r.
* * *
Kâinat cevherlerinde ruha ait hiçbir fley yoktur. Ruhta da kâinat cevherlerine ait özelliklerin hiçbiri mevcut de¤ildir. Kâinat›m›zda ruhun mahiyetinin tasavvuru ve idraki sözkonusu olamaz. Çünkü onu tasvir veya tarif etmeye yetecek, kâinat maddeleri içinde hiçbir sözcük, hiçbir suret* mevcut de¤ildir. Ruhun mahiyetini tahlil etmeye çal›flmaks›z›n, onun varl›¤› zorunlulu¤unu kabul etmek, hakikate en uygun gelen yoldur. fiu hâlde, ruh ile herhangi bir kâinat cevherinin birbiriyle hiçbir yönden benzerli¤i, do¤rudan do¤ruya iliflkisi, hattâ yak›nl›¤› dahi düflünülemez. Ve bunlar›n birinden di¤erine herhangi bir intikalin,** yâni aralar›nda direkt olarak bir al›flveriflin meydana gelebilecek olmas› mümkün de¤ildir. Ruh ile kâinat cevherleri aras›nda sonsuz bir eriflilmezlik vard›r.
* * *
Bir bedenin içinde veya dünyada veyahut kâinatta ruh diye bir fley yoktur. Kâinat›n içinde ne varsa, hepsi maddedir. Ve her * “Suret” sözcü¤ü, “görünüfl; tasvir; yol, biçim, tarz” anlamlar›na gelir. ** “‹ntikal” sözcü¤üne, sözlüklerde“geçme, geçifl; göçme, naklolma; bir hâlden baflka bir hâle geçme, dönüflme”anlamlar› verilir.
16
BEDR‹ RUHSELMAN
olay, her hâl ve flekil, ancak, maddenin çeflitli durum ve görünüfllerinden ibarettir. Ruh, kâinat›n içinde de¤ildir. O hâlde nerededir? ‹ç ve d›fl kavramlar› kâinata özgü realiteler oldu¤undan “ruh, kâinat›n d›fl›ndad›r” da denilemez. Çünkü kâinat›n d›fl›, baflka bir kâinat›n içi demektir. Yâni, kâinat›n d›fl› diye bofl bir saha yoktur. Fakat bu sözlere bak›p kâinatlar› birbiri içine girmifl küreler hâlinde tasavvur etmek de hatâd›r. Böyle bir fley de olmaz. Esasen kâinatlar› böyle, birbiri içine girerek geniflleyen küreler fleklinde kabul etmek, onlara yine birer mekân tahsis etmek ve o mekânlar›n s›n›rlar›n› çizmek olur ki, bu, yanl›flt›r. Tabiî ki bu sözlerin mânâs›n› ve objektivitesini tasavvur etmek, insan idrakiyle mümkün de¤ildir. Bunu ancak, çok düflünmekle, bir dereceye kadar, sezmek mümkün olur. Bu sezgiyi verebilmek için bir örnek gösterece¤iz. Ancak, bu örne¤i de aynen almay›p, bir sezgi edinilebilecek flekilde, onun üzerinde düflünmek gerekir. Beyaz caml› bir projektörü bofllu¤a yans›t›n›z! Projektör ›fl›¤›n›n beyaz renkli görünüflü, belirli bir kâinat olan madde kâinat› cevherinin imkânlar› olsun! ‹flte bu, bütün hakikatleriyle ve realiteleriyle, bafll› bafl›na bir kâinatt›r. fiimdi bu projektörün beyaz olan cam›n› de¤ifltirerek mavi yap›n›z! Bu defa, mavi renkli bir projektör ›fl›¤› ortaya ç›kacakt›r. Bu da mahiyeti ve imkânlar› öncekinden tümüyle baflka olan, di¤er bir kâinatt›r. Burada, hatal› bir düflünceye sapmamak için çok büyük bir dikkatle flu noktay› belirtmek gerekir ki; mavi projektörden söz edilirken, beyaz projektörün kaybolup mavi projektörün onun yerine geldi¤i veya iki projektörün birbiri üzerine eklenerek kar›fl›k bir ›fl›k karmaflas› meydana getirdikleri ya da bu iki projektörden birinin di¤eri yarar›na zay›flad›¤› ve de¤iflti¤i gibi, yine hep mekân kavram›na dayanan zorunluluklar› asla düflünmemek gerekir. Burada, her iki projektör de birbirine kar›flmadan, birbiriyle hiçbir flekilde al›flverifle giriflmeden, kendilerine özgü bütün k›ymet ve niteliklerinden hiçbir fley kaybetmeden, her biri tek bafl›na –sanki kendisinden baflka projektör ›fl›¤› yokmufl gibi– mevcudiyet gösterir. Bu durumun iyice, sezgisine varmak gerekir. 17
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Böylece, hiçbir mekân tahsis etmeden, iki kâinat›n mevcudiyeti sezilebilir. Buradaki projektörler, bu mânâda anlafl›ld›¤› zaman, birbirinin içinde veya d›fl›nda olmad›klar› gibi, birbirinin yerini kaplam›fl durumda da de¤ildirler. fiimdi, sembol olarak ele ald›¤›m›z projektör camlar›n›, böyle iki renkli de¤il de, üç, befl, yüz ve sonsuz renklerde kabul ederek, hepsinin ayn› flekilde tezahür etti¤ini düflününüz! O zaman, zaman ve mekân kavramlar› d›fl›nda, kâinat cevherlerinin, birbirine kar›flmadan, birbiriyle hiçbir iliflkisi sözkonusu olmadan, sonsuz mevcudiyetleri hakk›nda güçlü sezgiler elde etmifl olursunuz. ‹flte hiçbir mekân ve s›n›r tan›mayan bu sonsuz kâinatlar karfl›s›nda ruhun durumu sözkonusu olunca; ona, insanlar›n tâbi oldu¤u, kâinatlar› dahi ihata etmeye* yetmeyecek beflerî idrake ba¤l› bir yer, bir mekân tayin etmeye kalk›flmak hatan›n en büyü¤ü olur. fiu hâlde, bu kâinatlar›n hiçbiriyle do¤rudan do¤ruya iliflkisi düflünülmeden, onlar›n cevherlerine en uzaktan bile do¤rudan do¤ruya temas› sözkonusu edilmeden, bütün kâinatlarla kucaklaflm›fl gibi onlardan yararlanan ruhlar hakk›nda, iç ve d›fl kavramlar›n› kaale almaks›z›n, sadece “ruhlar bütün kâinat cevherleri kavram›n›n üstündedir” demekle yetinmek icap eder. Bundan ileri bir sezgiye varmak, dünyam›z için mümkün de¤ildir.
* * * Kâinat bir tane de¤ildir. Kâinatlar, sonsuzdur. Ve kâinatlar›n sonsuzlu¤u mutlak eriflilmezli¤in bir zorunlulu¤udur. Bu sonsuz kâinatlar›n hiçbiri di¤erinin mahiyetini tafl›maz. Ve her kâinat›n karakteri, o kâinat›n anas› olan esasî cevheriyle belirlenir. Bizim kâinat›m›z›n esasî veya aslî cevheri, mutlak hareketsizlik ve amorf olan madde hâlidir. Aktif ve tekâmül ihtiyac› olan ruh, pasif kâinatlar için bir gayedir. Yâni, ruhlar, davran›fllar›n›n yans›malar›n› kâinat cevherleri üzerinde göre göre, ihtiyaçlar›n› giderirler. fiu hâlde, kâinatlar, ruhlar›n tekâmül dedi¤imiz ihtiyaçlar›na cevap veren sahalard›r. Sembolik olarak bunu flöyle ifade ederiz: Kâinatlar, ruhlar›n tat* “‹hata etmek” fiiline sözlüklerde “içine almak, kapsamak, kuflatmak, çevrelemek, sarmak; kavramak, anlamak” anlamlar› verilir.
18
BEDR‹ RUHSELMAN
bikatlar›na yarayan ve o tatbikatlar›n sonuçlar›n› tekrar ruhlara yans›tan, kendi cevherlerine özgü birer ortamd›r. Aktif olan ruhlar, tekâmülleri için, pasif olan çeflitli kâinat cevherlerinin sonsuz imkânlar›n› –ihtiyaçlar› oran›nda– dolayl› yoldan kullanarak tekâmül ederler. Ne kâinatlar mevcut olmazsa ruhlar›n bilemedi¤imiz, kendilerine özgü yüksek ihtiyaçlar› giderilebilir, ne de ruhlar olmazsa kâinatlar›n var olufl nedeni ortada kal›r. Bunlar birbirleriyle daima bafl bafla yürürler. O kadar ki, ikisi aras›nda kesin ve ebedî bir eriflilmezli¤in mevcudiyetine ra¤men, bunlar, âdeta birbiriyle s›ms›k› kucaklaflm›fl ve birbirinin içine girmifl gibidirler.
* * * Burada ak›llara flu soru gelir: “Mademki ruhlar ile kâinatlar aras›nda bu kadar kesin bir eriflilmezlik vard›r, nas›l oluyor da birbirinin içinde imifl gibi, ruhlar kâinatlar›n bütün imkânlar›ndan –zerresine var›ncaya kadar– yararlanabiliyor ve ruhlar ile kâinatlar birbiriyle kucaklaflabiliyorlar?” Öncelikle flunu söyleyelim ki, birbirinden kesin bir eriflilmezlikle ayr›lm›fl bulunan ruh ile kâinat aras›ndaki iliflkiler, kesinlikle direkt olmay›p, endirekt yollardan olmaktad›r. Burada, büyük bir hakikati dünyaya bildirmenin lüzum ve zarureti vard›r. Bu hakikat fludur: Hem sonsuz bir s›ra izleyerek düzenlenmifl, çeflitli ve her birinin mahiyeti baflka cevherlerden oluflan, birbirinden daha kapsaml› ve sonsuz varyeteleri içeren kâinatlar›n üstünde, hem de bu kâinatlarda ebediyen tekâmüllerine devam edecek olan sonsuz enginlik ve kapsamlara sahip ruhlar›n üstünde, her ikisine hâkim yüksek prensipler vard›r ki; bunlar, ruhlar›n ve kâinatlar›n ileriye ve geriye do¤ru olan bütün durum ve mukadderlerini tayin, takdir eder ve onaylarlar. Bunlar›n mahiyetlerini biz ne biliriz, ne de onlar hakk›nda en küçük bir sezgiye sahip olabiliriz. Çünkü bu büyük hakikat, sonsuz ruhlar âleminin ve ebedî kâinat cevherleri zincirinin üstünde, mutlak bir eriflilmezlikle onlardan ayr›lm›fl bulunmaktad›r. Aslî Prensip dedi¤imiz bu hakikatin izah›na iliflkin bir tek fikir bildirmekten, bir tek söz söylemekten âciziz. Çünkü buna imkân verecek hiçbir kudret, hiçbir meleke, hiçbir idrak 19
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
veya sezgi madde kâinat›nda mevcut de¤ildir ve olamaz. Yaln›z, eriflilmezli¤in eriflilmezli¤i olan bu büyük hakikati, sembolik bir adla, Aslî Prensip diye anaca¤›z. Kâinatlar içinde, kâinatlar üstünde ve ruhlar aras›nda bulunan her hakikat, Aslî Prensibin hâkimiyeti ve nizam› alt›ndad›r. Kâinat›m›zdaki bütün olufllar, ak›fllar, her fley ancak O’nun icaplar›yla gerçekleflebilir. Bu husustaki bütün ilâhî kavramlar› insanlar›n idrak derecelerine ve özellikle sezgi kabiliyetlerine b›rak›yoruz. ‹flte ruhlar ile kâinatlar›n, aralar›ndaki eriflilmezli¤e ra¤men birbiriyle kucaklaflm›fl durum göstermeleri, Aslî Prensip dedi¤imiz bu yüksek prensibin icaplar›yla gerçekleflmektedir. Aslî Prensibin kudreti, bir taraftan ruhlar› içine al›rken (bu ifade semboliktir), ayn› zamanda kâinatlar› da içine almaktad›r. Ve ruhlar ile kâinatlar, bu yüksek prensip muvacehesinde,* sanki bir aynadan yans›t›l›yormufl gibi birbirlerine yans›t›l›rlar. Kuflkusuz buradaki ayna kavram› da, yine bir semboldür. Fakat bu ayna sembolünü de Aslî Prensip yerine koymamal›d›r. Burada, Aslî Prensibin kâinatlar ve ruhlar iliflkisine ait kudretinin en küçük bir cephesinin ayna sembolüyle ifade edilmesi sözkonusudur ki, bunu da ancak bu kadarla anlatabiliriz. fiimdi, dünya diliyle, bu bilgiyi biraz daha açal›m: Aslî Prensip’ten gelen tesirler, ruhlar›n ihtiyaçlar›na göre, amorf kâinat cevherini harekete geçirirler. Ve orada madde cevherinin sonsuz varyetelerini flekillendirirler. Demek ki cevherî k›yas bak›m›ndan ruh, kâinat›n içinde de¤ildir; ama kâinat cevherinin içinde kendisinin, süptil bir madde varl›¤› taraf›ndan temsil ve ifade olunmas› bak›m›ndan da, kâinat›n içindedir. ‹flte gelecek konularda tekrar ele al›naca¤› gibi, maddelerin flekillenme ve hâllenmelerinin hangi hedefe yönelik oldu¤unun ilk bilgisini burada vermifl bulunuyoruz.
* * *
Bir maddenin tezahür etmesi, yâni çevresindeki di¤er maddeler aras›nda varl›¤›n› kendisine özgü özellikleriyle göstermesi; her * “Muvacehesinde” sözcü¤ü, “karfl›s›nda, önünde, huzurunda” anlam›na gelir. 20
BEDR‹ RUHSELMAN
fleyden önce, çevresinde bulunan di¤er madde hâl ve flekilleri ile belirli oranlar ve derecelerde iliflkilere giriflmesi, daha do¤rusu onlarla karfl›l›kl› tesirleflme imkânlar› içinde bulunmas› demektir. fiu hâlde, bir maddenin al›p verdi¤i tesirlerin çoklu¤u ve kapsam› ne kadar fazla ise, o madde o kadar çok tezahür gösteriyor ve o kadar da yüksek inkiflaf mertebelerinde bulunuyor demektir. Bir maddenin, çevresi ile olan iliflkilerinin elbette nizam›, tertibi ve yollar› vard›r. Bu nizam ve tertipler, yüksek prensiplerin ahengi içinde, madde kombinezonlar›na yukar›dan, afla¤›dan, sa¤dan, soldan gelen say›s›z tesirlerle yürütülür. Ve bu yürütülüfl, ruhlar›n, maddeleri kullanarak tekâmüllerini sa¤lamalar› gayesini hedef tutar. Nitekim, bir ruhun herhangi bir madde kombinezonuna ihtiyac› kalmaz ve ona karfl› hiçbir davran›flta bulunmazsa, o madde kombinezonunun –bulundu¤u çevre içinde görünen– bütün hareketleri silinir ve o âna özgü bütün k›ymetleri ortadan kalkar ki, bunu da insano¤lu diliyle, o madde kombinezonunun bir tür ölümü veya da¤›l›fl› olarak nitelendiririz.
* * * fiimdi, bir maddeye böyle sürekli olarak gelen ve onun reaksiyonlar›na neden olan çeflitli tesirlerin hangi mekanizmalarla fonksiyonlar›n› yapt›klar›n› bildirece¤iz ve böylece maddenin do¤rudan do¤ruya bünyesini ilgilendiren çok önemli bir realiteye, düalite prensibi ve de¤er farklanmas› realitesine girmifl bulunaca¤›z. Maddelerin tezahür imkânlar›n› gerçeklefltirebilmeleri, çevrelerinde gösterecekleri faaliyetlere ba¤l›d›r. Hâlbuki hareketsiz faaliyet olmaz. Yâni, bir maddenin faaliyeti demek, onun hareket göstermesi demektir. Maddelerde hareketin oluflabilmesi ise denge de¤iflmeleriyle mümkün olur. Dolay›s›yla, âlemimizdeki maddenin bünyesinde hareketin meydana gelebilmesi için, ilk önce dengeyi sa¤layan iki z›t unsurun mevcut olmas›, sonra da bu unsurlardan birine fazla de¤er eklenmek suretiyle, dengenin –tekrar kurulmak üzere– bozulmas› gerekir. ‹flte maddedeki bu z›t unsurlar›n mevcudiyeti ve o unsurlar aras›ndaki de¤erlerin farkland›r›lmas›, düalite prensibi ve de¤er farklanmas› realitelerini ifade eder. 21
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Maddenin bünyesiyle ilgili olan düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›n›n irdelenmesi, maddedeki hareketlerin aç›klanmas›n› mümkün k›lmaktad›r. Âlemimizin amorf ilk cevherinden itibaren Dünya’m›z›n ilk maddesine ve ondan da daha ötelere kadar uzanan bütün kâinat cüzlerinde say›s›z hareket karmaflas› vard›r. Bu cüzlerin sonsuz nitelik ve nicelikteki tezahürlerine neden olan bu hareketler, maddede birbirine tümüyle z›t karakterde, ayn› zamanda denge prensibi esas›na göre birbirini destekleyici mahiyette, iki ayr› de¤er grubu olufltururlar. Madde kombinezonlar›n›n bünyelerinde denge hâlinde bulunan bu z›t de¤erlerden birinin di¤erine oranla fazla yük, daha do¤rusu fazla tesir almas›, aralar›ndaki dengenin bozulmas› sonucunu do¤urur ve bozulan bu denge unsurlar›n›n tekrar denge hâline girebilmeleri için, birinden di¤erine do¤ru de¤er ak›fllar› bafllar ki, bu durum, çeflitli hareketlerin oluflmas›na neden olur. Demek ki dengeyi bozacak kadar z›tlardan birine veya di¤erine fazla de¤erin eklenmesi, onlar aras›nda farkl› durumlar› meydana getirir. Bu hâle “de¤er farklanmas›” veya “miktarî de¤iflmeler” deriz.
* * *
Böylece her madde kombinezonu, iki z›t de¤erin ürünü olan bir üniteden ibarettir. ‹ki z›t de¤eri içeren bu madde ünitesinin veya madde kombinezonunun z›tlar›ndan yaln›z bir tekini ele al›rsak, onun da yine iki z›t de¤erden oluflmufl oldu¤unu görürüz. Bu hâl, tâ aslî maddeye kadar, böylece devam eder gider. Bu nedenle, bu madde kombinezonlar›n›n her birine birer “birim düalite” demek gerekir. Bu terim, iki unsuru ifade eden bir vâhit,* bir birim mânâs›n› tafl›r. Çok kaba bir örnek olmakla birlikte, bu birim düalite hakk›nda basit bir fikir verebilmek için, uzun bir m›knat›s çubu¤unu örnek olarak gösteriyoruz: Bu çubuk, tam or+”, di¤er yar›s› “– –” iflaretli, birbiritas›ndan itibaren, bir yar›s› “+ ne z›t karakterde iki türlü m›knat›sl›k tezahürü gösteren bir ünitedir, bir birimdir. Bu birimin iki ayr› iflaretli z›t de¤erinin birlefl* “Vâhit” sözcü¤ü, s›fat olarak kullan›ld›¤›nda “tek, bir, yaln›z” anlam›na, isim olarak kullan›ld›¤›nda ise “birim” (vâhid-i k›yâsî) anlam›na gelir.
22
BEDR‹ RUHSELMAN
ti¤i tam ortas›ndaki nokta nötrdür, yâni orada m›knat›sl›k tezahürü yoktur. Bir ünite olarak ele ald›¤›m›z bu çubu¤u nötr noktas›ndan keserek, sa¤ ve sol tarafa düflen yar›lar›n› ayr› ayr› ince+”, di¤er yar›s› “– –” lersek, onlar›n her birinin de yine, bir yar›s› “+ iflaretli olmak üzere, birbirine z›t ikifler m›knat›sl›k tezahürü gösteren, bafll› bafl›na birer birim düalite hâline girdiklerini gözlemleriz. Bu çubuklar sürekli olarak ortalar›ndan kesilip ikifler parçaya ayr›ld›kça düalite tezahürleri de böylece devam edip gider. Yâni, m›knat›s çubu¤unun her bölünüflünde, birbirine z›t karakterli iki m›knat›sl›k unsuru, bir öncekinden daha küçük olmak üzere, yeni üniteleri, yeni birimleri meydana getirir. ‹flte âlemimizin en önemli yasalar›ndan biri olan bu realiteyi, biz, maddenin bünyesine ait düalite prensibi diye adland›r›yoruz ki, biraz önce söz etti¤imiz de¤er farklanmas› veya miktarî de¤iflmeler, bu düalite prensibinin bir ek mekanizmas›d›r. Düalite prensibi ile ona ba¤l› de¤er farklanmas› mekanizmas›, âlemimizde maddelerin olufl ve ak›fllar›ndaki imkânlar›n gerçeklefltirilmesini sa¤layan en önemli kurallardand›r. Bunlar olmaks›z›n ne flekiller, ne hâller, ne de maddî tezahürler mümkün olabilir. Çünkü bu prensipler ortadan kalk›nca maddede hareket kurulamaz; hareketler olmay›nca da, maddelerin flekillenmeleri, çeflitli hâllere girmeleri, özetle, dünyalar›n kurulufl mekanizmalar›na kat›lmalar› mümkün olmaz, yâni dünyalar oluflamaz.
* * * Dünyada daima ikilik mevcuttur. Her fleyde, maddenin bütün radyasyonlar›nda, maddenin esas›nda, ayr›nt›lar›nda, maddenin varyasyonlar› olup da madde d›fl› gibi görünen bütün ruhsal hâllerde, cans›z denilen maddelerde, canl› denilen maddelerde, bireylerde, bireylerin birbirlerine karfl› durumlar›nda, kolektivitede, hislerde, fikirlerde, k›sacas› gözlemlenebilen ve gözlemlenemeyen dünyan›n bütün flartlar›nda, düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas› hâkimdir. Ve maddenin tek gibi görünen her hâlinde, birbirine z›t karakterde ve denge hâlindeki iki unsur, daima mevcuttur. Bir ünitede bu z›t unsurlar›n mevcut bulunmas› flart23
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
t›r. Çünkü bu olmaks›z›n, madde kurulamaz, yaflayamaz, da¤›l›r. Ve madde mevcut olamay›nca da hiçbir fleyin varl›¤›ndan söz edilemez. Dünyada ve bütün âlemimizde tek, bir gibi görünen her fley; asl›nda, birbirine z›t karakterde, birbirinden aslâ ayr›lamaz, z›t durumda iki de¤erden oluflur. Fakat bu z›t de¤erler; birbirinden ba¤›ms›z, tümüyle ayr› iki unsur de¤il, bir tek birimin karakterini meydana getiren, birbirine ba¤l›, fakat z›t görünüfllü iki unsurdur. Bizim âlemimizi oluflturan bütün cüzler ve bu cüzlerden biri olan Dünya’n›n ilk maddesi dahi düalite prensibinin kapsam› d›fl›nda kalamaz. Bu husustaki esasl› bilgiyi özet olarak tekrar ediyoruz: a– Birim, düalitenin ad›d›r. Onun için buna “birim düalite” diyoruz. b– Düalitenin z›tlar› birer tek de¤erden ibaret de¤ildirler. Onlar da yine, daha küçük çapta birer birim düalitedirler, yâni her biri birer düalite olan birimlerdir. c– Düalite, ilk maddenin oluflmas› konusunda aç›klanaca¤› gibi, hareketin ilk kayna¤› ve esas›d›r. d– Düalite mekanizmas› olmaks›z›n hareket ve hareket olmaks›z›n madde hâl ve flekilleri mevcut olamaz. e– Düalite, ruh ve madde durumunun dünyadaki aslî görünüflüdür. Sonuncu fl›kta geçen fikirler hakk›nda aç›klamada bulunman›n gerekli oldu¤unu hissediyoruz. Madde kâinat›nda ruh ile madde bir arada bulunamaz, demifltik. Yâni, kâinatta birbirine do¤rudan do¤ruya, direkt olarak tesir eden ruh–madde kavram› reel bir kavram olamaz. Ancak, bu ifadeden de ruhun varl›¤›n› inkâr etmek ve yaln›z maddenin mevcudiyetini kabul etmek mânâs›n› aslâ ç›karmamak gerekir. Hakikatte madde kâinat›nda direkt olarak aralar›nda tesir al›p 24
BEDR‹ RUHSELMAN
veren, birbirine kendilerinden bir fleyler gönderen ruh-madde realitesi yoktur ama, kâinat›n temelini oluflturan maddenin mevcudiyeti de gayesiz ve nedensiz de¤ildir. Esasen maddenin mevcudiyeti gayesinin bir ruha hizmet etmek oldu¤unu daha önce söylemifltik. Bu hakikatin ifadesi madde düalitesinde gizlidir. fiöyle ki: Maddenin oluflundaki gaye, onun ruha hizmet etmesidir. Ruha hizmet etmek ise maddenin her türlü flekil ve hâller içinde, inkiflaf imkânlar›n›n ruh taraf›ndan kullan›lmas›yla olur. Onun bu imkânlar›n›n kullan›labilmesi de, ruhtan gelen endirekt tesirlerle maddede birtak›m hareketlerin oluflabilmesine ba¤l›d›r. Hâlbuki maddedeki her hareketin olma imkân› ancak düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›yla mümkün olur. Yâni, düalite prensibi ve onun ek mekanizmas› olan de¤er farklanmas› olmazsa, ruhlar›n maddelerden yararlanabilmeleri mümkün olmaz. Böyle olunca, ruh–madde iliflkisi gerçekleflemez. Demek ki düalite, de¤er farklanmas› mekanizmas›, madde–ruh düalitesi zorunlulu¤unun bir ifadesidir. Daha do¤rusu maddedeki düalite prensibi; bu yönden ele al›n›nca, ruh–madde ikili¤inin kâinattaki aslî görünüflü, yâni –yüksek prensipler karfl›s›nda– zorunlulu¤u olur.
* * * fiu hâlde, bütün maddelerin canl›l›¤›n› ve olufllar›n› sa¤layan düalite prensibi; maddeyi iki unsurlu k›lmak suretiyle, esas yap› olarak, Aslî Prensip taraf›ndan onun bünyesine konulmufltur. Aslî Prensip, ilâhî bir prensiptir. ‹flte böylece düalite; kâinat içinde bulunmayan ruh ile mahiyeti ondan tümüyle ayr› olan kâinat›m›zdaki varl›klar›n, yâni maddelerin birbiriyle olan durumlar›n›, madde bünyesi içinde ifade eder. ‹flte bir varl›k, bir beden böylece anlar ki; kendisi, bir ruh olmay›p, ruhun kâinattaki yans›s›d›r ve bütün hâl ve durumlar›yla, bir ruhun ihtiyac›na cevaplar veren ve o ihtiyac› yans›tan, ruhu temsil eden bir varl›kt›r. Dolay›s›yla, varl›k deyince, bu bak›mdan, kastedilen mânâ ruhtur. ‹flte düalite, bu mânây› mümkün k›lmak için konulmufltur.
* * * 25
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Hayat, bafltanbafla, düalite prensibi ile ona ba¤l› olan de¤er farklanmas› mekanizmas›n›n gözleminden ibarettir. Bu hususta bir insan›n idraki ne kadar çok artar ve genifllerse, bu prensiplere tâbi maddeler ve olaylar içindeki ayr›nt› inceliklerine o kadar daha iyi ve derin olarak nüfuz eder. ‹lk bak›flta, kaba hâllerde de düaliteyi gözlemlemek mümkündür. Çünkü görünen her madde fleklinde de bir düalite vard›r. Bu kaba maddelerin bütün ve cüzlerindeki düalitenin görünüflü, belirgindir. Meselâ insan organizmas›n›n faaliyetleri, sempatik ve parasempatik iki sinir sisteminin karfl›l›kl› denge durumlar›yla yürütülmektedir. Bu iki sinir sistemi, birbirine z›t yönde, bedenin her organ›nda karfl› karfl›ya dikilmifltir. Öyle ki, meselâ +”, parasempatik sistem “– –” roller al›rkalpte sempatik sistem “+ –” rol ald›¤› midede parasempatik sistem ken, sempatik sistemin “– +” rol almaktad›r. Yâni, birbirine z›t bu iki sinir sisteminin den“+ geleflme hâlleri, organizman›n bir bütün oluflturan faaliyetlerinin sürmesinde esasl› ifller görürler. Bunlardan biri bir organ› harekete geçirip vazifesini h›zland›r›rken, onun karfl›s›na z›t karakterde dikilen di¤eri, ayn› organ› durdurmaya, yavafllatmaya çal›fl›r. Ve böylece, birinci sistemin etkilerini frenlemek suretiyle, onun zararl› olabilecek h›zlar›n› s›n›rlam›fl ve böylece de organizmay› korumufl olur. ‹flte bu iki sinir sisteminin dengesinin flu veya bu tarafa kaymas›, hayat›n icap ve zaruretlerine göre, o bedene hâkim olan varl›k taraf›ndan düzenlenir ve kontrol edilir. Düalitenin varl›klarda en güçlü tezahürünü cinsiyet hâllerinde görürüz. Bir araya gelmifl olan erkek ile difli, bir birim düalite oluflturur. Bunlar birbirinin hem z›dd›, hem de destekleyicisidir. Bu tarzda, onlar›n karfl›l›kl› durumlar› ve iliflkileri, bir aile ünitesinin her yönden yürüyüflünü ve esenli¤ini sa¤lar. Bu iki z›t aras›ndaki dengenin tam olarak bozulmas› ise, ailenin da¤›lmas› demektir. Hislerde de düalite vard›r: Sempati–antipati, sevgi–nefret, dostluk–düflmanl›k, bencillik–di¤erkâml›k... gibi. Yine, kavramlarda da düalite vard›r: ‹yilik–kötülük, güzellik–çirkinlik... gibi. K›sacas› her kaba hâlde düaliteyi görmek ve bulmak mümkündür. Fakat düaliteyi daha karmafl›k hâllerde görmeye çal›flmal›d›r. 26
BEDR‹ RUHSELMAN
E¤er düalite prensibi, de¤er farklanmas› mekanizmas›yla desteklenmez, tek bafl›na kal›rsa, hiçbir ifle yaramaz ve k›ymetini kaybeder. Düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›, belirli bir fonksiyonun yerine getirilmesi için birbirine intibak etmifl, biri di¤erinin mevcudiyetiyle faaliyete girebilen, iki mekanizmad›r. Daha do¤rusu de¤er farklanmas›, düalite prensibinin ek mekanizmas›d›r.
* * * De¤er farklanmas› hakk›ndaki aç›klamalar›m›z› tamamlayal›m! ‹lk önce de¤erin ne oldu¤unu aç›klamal›y›z. Madde hâllerinin ancak birtak›m hareketlerle mevcudiyet gösterdiklerini görmüfltük. fiu hâlde, maddenin herhangi bir kademedeki durumu, o ân içinde o maddede mevcut olan hareket karmaflalar› toplam›n›n tezahürü demektir. Ve bu da o maddeyi o âna özgü olmak üzere var eden, kimliklendiren bir kavramd›r. ‹flte bir maddenin herhangi bir ânda, içinde bulundu¤u ortamda mevcudiyet göstermesi sonucuna neden olan, bünyesindeki hareket karmaflalar›; o varl›k için, birer de¤er veya miktarlar toplam›d›r. fiu hâlde, bir maddenin bünyesindeki hareket içeri¤inin flu veya bu flekilde azalmas› veya ço¤almas›; o maddenin de¤erlerinin de¤iflmesi, yâni bu de¤erlerin artmas› veya eksilmesi demektir. Bu da o madde ünitesinin z›tlar›ndan birine veya di¤erine d›flar›dan gelecek tesirlerle olmaktad›r. Çünkü tesir de bir harekettir. ‹flte, de¤er farklanmas› veya miktarî de¤iflmeler terimiyle ifade etti¤imiz mânâ budur. Özetle, bir birim düalitenin birbirine z›t iki cins hareket karmaflas›ndan, yâni iki z›t de¤erinden birine di¤erinden daha çok tesir gelmesi, o ünitenin veya birimin de¤er farklanmas›na neden olur. fiu hâlde, gelen tesirler birer de¤er demektir. Böylece, z›tlardan birinin di¤erine nazaran fazla de¤er almas›, o z›tlar aras›nda mevcut olan dengenin bozulmas› sonucunu do¤urur. Oysa düalite prensibi esas›na göre, bu z›tlar sürekli bir denge hâlinde bulunmal›d›rlar. ‹flte bozulan bu dengenin tekrar kurulmas› için, z›tlar›n fazla de¤erli olan taraf›ndan di¤er taraf›na do¤ru bir ak›fl cereyan eder ki, bu ak›fl hâlinin de maddedeki ifadesi, harekettir. 27
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Çeflitli yönlerde vukua* gelecek bu hareketlerle madde hâl ve flekilleri üzerinde bir sürü de¤iflme ve yenilik meydana gelir.
* * *
Ruh ve kâinat düalitesinde flunu hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›na göre cereyan eden her davran›fllar›na, kâinat cüzlerinin tam bir intibakla cevap vermesi; ancak, ruhlar›n bu davran›fllar›n› madde cevheri üzerine yans›tan ve her madde cüzünün ve bütününün gösterece¤i reaksiyonlar› da ruhlara yans›tmak suretiyle iade eden Aslî Prensibin icaplar›yla gerçekleflir. Yâni, ruhlar›n ihtiyaçlar›, yüksek prensiplerin icaplar›na göre, kâinata tesirler hâlinde yans›t›l›r. Kâinata yans›yan bu ihtiyaçlar›n cevaplar›n› o ânda vermek, yâni bu tesirlerin tafl›d›¤› icaplar gere¤ince derhal harekete geçmek, madde cevherinin karakter zorunlulu¤u oldu¤u için, bu zorunlulukla maddenin verdi¤i cevaplar, yine ayn› kanallardan, ayn› icaplarla ruhlara yans›t›l›r. ‹flte bu bilgiler, icap kavram›n›n ne demek oldu¤unu, ne kadar muazzam ve derin mânâlar tafl›d›¤›n› bir kez daha belirtmifl oluyor. Kâinat›m›zda, kâinatlarda ve kâinatlar üstü olan ruhlar aras›nda, icap her fleyi içine al›r. ‹cap, Aslî Prensip’te tespit ve tayin olunmufl durumlar›n ifadesidir.
* * *
Kâinat›m›z›n üstündeki hakikatlere iliflkin söyleyece¤imiz her söz, kullanaca¤›m›z her ibare, gösterece¤imiz her örnek, ancak, bizim kâinat›m›z›n maddî vâs›talar›ndan ibaret kal›r ki, bunlar›n hiçbiri kâinat üstündeki yüksek k›ymetler aras›nda hakikî bir mevcudiyet gösteremez. Bununla birlikte bunlar, hakikatlerin kâinat içindeki maddîleflmifl ifadelerini birer sembol hâlinde ortaya koymaya ve bu yoldan bâz› sezgiler vermeye yeterlidir. Zaten bundan ilerisini kavrayabilecek hiçbir dünya varl›¤› da mevcut de¤ildir. Bu noktay› belirttikten sonra, tekrar ayna örne¤ine dönüyoruz. Yüksek prensiplerin icaplar›yla, ruhlar›n ihtiyac›, bir aynadan yans›r gibi kâinata ve oradan gelen cevaplar da ruhlara yans›r, * “Vukua gelmek” fiili, “olmak, meydana gelmek, cereyan etmek” anlam›na gelir. 28
BEDR‹ RUHSELMAN
demifltik. Bir dünya örne¤i içine sokmak zorunlulu¤unda kald›¤›m›z bu muazzam hakikatin sezgisini biraz daha güçlendirmek istiyoruz. Buradaki ayna sembolünü dünya zaman ve mekân›na uydurup, ruhlar› bir tarafta, aynay› karfl›lar›nda, kâinat› da öbür tarafta düflünerek ve aralar›ndaki mesafelere göre, sözü edilen yans›malar› belirli sürelerle ölçmeye kalk›flarak fikir yürütmemelidir. Çünkü kâinat›m›z üstü hakikatlerde dünyam›za özgü zaman ve mekân durumlar› yoktur. Dolay›s›yla, burada, zaman ve mekân kay›tlar›ndan özgür kalarak, ayna–ruh–kâinat kavramlar›n› birbiri içindeymifl gibi kabul etmek ve bu sembolle ifade edilmek istenen iflleme –insanlar›n anlad›¤› mânâda bir zaman pay› vermeden– ayn› ânda olup bitiyormufl gözüyle bakmak gerekir. Önemle hat›rlatmak isteriz ki, ayna örne¤i üzerinde dururken, insanlar›n, al›fl›k olduklar› zaman ve mekân kayd›ndan özgür sezgileri edinmeyi gerekti¤ince baflaramad›klar› ânda, kendilerini bekleyen bir tehlikeyle karfl›laflmalar› daima mümkün olabilir. Bu tehlike de, hatal› bir anlay›fl tarz›d›r. Yâni, bu bildirdi¤imiz ruh–ayna–kâinat sembolünün zaman ve mekândan soyutlanm›fl sezgisi, hiçbir zaman insan› vahdet-i vücut kavram›na sürüklememelidir. Çünkü bu yaz›lar› iyi anlayanlar, burada böyle bir kavram›n kastedilmedi¤ini bilirler. Yüksek prensipler ile ruhlar›n ve kâinatlar›n bir tek varl›k hâline girebilece¤i düflüncesi, anlatmak istedi¤imiz hakikatlerden tamam›yla z›t bir yöne do¤ru insan› yöneltir ve onun bütün yüksek sezgilerini silip süpürür.
* * * fiuras› bir hakikattir ki, cevherleri birbirine nazaran daha bol imkânlara sahip ve daha üstün olan, dolay›s›yla ruhlar›n daha ileri ihtiyaçlar›na cevap verebilecek kabiliyetler gösteren sonsuz kâinatlar serisinin hiçbir parças› veya bütünü, ruhlara eriflemez. Nitekim ruhlar›n da herhangi bir kâinat cevherinden kaynaklanm›fl olmalar› imkân› düflünülemez. Kâinatlar ile, kâinat cevherleri ile ruhlar aras›nda kesin bir eriflilmezlik vard›r. Bu eriflilmezlik, ruhun ve kâinat cevherlerinin mahiyetlerinden ileri gelir. Çünkü e¤er ruhlar ve kâinatlar birbirinden bir fleyler al›p verebilselerdi 29
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
ve ayn› mahiyete sahip, aralar›nda ortak cevherî k›ymetler bulunsayd›, ruh ve kâinat ikili¤ine gerek kalmazd› ve tekâmülün de mânâs› kaybolurdu. Yine, kâinat cevherlerinin de inkiflafla veya baflka bir yoldan birbirine intikal edecekleri düflünülemez. Bu cevherlerin birbirine geçmesi mümkün olmaz. fiu hâlde, insanlar›n ak›llar›na gelebilece¤i gibi, bir kâinat inkiflaf ederek üst bir kâinat› oluflturmaya do¤ru kayamaz. O kâinat, ancak –sonsuz denebilecek genifl imkânlar içinde– toplan›r, da¤›l›r ve tekrar toplan›r, da¤›l›r. Bu hâl, kimsenin ak›l erdiremeyece¤i bir ebediyettir. E¤er kâinatlar›n zamanla ve inkiflafla birbirine ink›lâp edebilmeleri bir hakikat olsa idi, o zaman ayr› ayr› kâinat cevherleri ve ayr› ayr› kâinatlar kabul etmek lüzum ve zarureti ortada kalmazd›. Ve bir tek kâinat, ruhlara ebediyen bir tekâmül ortam› olarak kal›rd›. Fakat bu durum, ruhun ebedî tekâmül ihtiyac› kavram›yla uyuflmaz. Çünkü ne kadar sonsuz imkânlar› bulunursa bulunsun, mahiyeti de¤iflmeyen, ayn› cevher mahiyetinde kalan bir kâinat, ruhun ebedî ihtiyaçlar›n› karfl›lamaya yeterli olmaz. Böyle bir tek kâinat kavram›, ruhlar ile kâinat›n ayn› k›ymette ve ayn› plânda bulunmas› zorunlulu¤unu do¤urur ki, bu da ruh ve kâinat ikili¤ine ve tekâmül fikrine tümüyle ayk›r›d›r. Dolay›s›yla, tek bir kâinat kavram› ruhun ebedî tekâmülü kavram›na uymaz. Sonsuz imkânlar› oldu¤u kabul olunsa dahi, bir tek mahiyetin sonsuz kapsama sahip ruhun tekâmülü karfl›s›nda verece¤i sezgi baflkad›r, birbiriyle kesinlikle benzerli¤i olmayan sonsuz mahiyetlerin sonsuz imkânlar›n›n verece¤i sezgi, yine baflkad›r. Ve ruhlar›n ebedî tekâmülü hakikatine lây›k olan durum, yâni sonuna var›lmas› sözkonusu olmayan ebedî tekâmül hakikatinin imkânlar›na uygun gelen durum, ikinci durumdur, yâni birbirinden tümüyle ayr› mahiyetlerde olan ve her biri kendisine özgü bambaflka karakterde sonsuz inkiflaf imkânlar›na sahip olan sonsuz cevherlerin mevcudiyeti durumudur. ‹flte, ancak böyle, sonsuz cevher mahiyetlerinin her birinde sonsuz tekâmül devreleri geçirmesiyledir ki, ruhlar›n tekâmüllerinin ebediyeti hakikati as›l mânâs›n› ve k›ymetini bulur.
* * * 30
BEDR‹ RUHSELMAN
Ruhun tekâmülünün ebediyetini kabul etmek bir zorunluluktur. Çünkü hiçbir adla anamayaca¤›m›z, sezgimizin dahi hiçbir flekilde ulaflamayaca¤› o ‘eriflilmezliklerin eriflilmezli¤i’; ruhlar›n hiçbir zaman olup bitmifl bir hâle, mutlak kemal hâline giremeyeceklerini ve ebediyen tekâmül ihtiyaçlar›ndan kurtulamayacaklar›n› zorunlu k›lar. fiu hâlde, kâinatlar›n ruhlara eriflilmezli¤ini zorunlu k›lan etken, ruhlar›n ebedî tekâmülden kurtulamamalar› hakikatini de zorunlu k›lar. Ruhlar›n ebedî tekâmülünü zorunlu k›lan etken de, ruhlar›n Aslî Prensibe hiçbir zaman eriflemeyecekleri hakikatinin bir zorunlulu¤udur. Ruhlar›n Aslî Prensibe eriflememelerini zorunlu k›lan etken ise; her fleyin üstünde ve bütünlerin bütünü olan, her fleyle en ufak bir iliflkisi dahi sözkonusu olmayan, ak›llara, hayallere, hislere girmeyen, hiçbir adla ifadesi mümkün olmayan, yaln›z –burada büyük bir zaruret içinde– ancak bir defaya mahsus olmak üzere, sözcü¤e hiçbir mânâ yüklemeksizin, bir dünya sözcü¤üyle anaca¤›m›z “Allah”›n eriflilmezliklerin eriflilmezli¤i zorunlulu¤udur. Bu hakikati tereddüt etmeden ve tart›flma konusu yapmadan, böylece, oldu¤u gibi kabul etmek de, zorunluluklar›n en büyü¤ü ve selâmet* yolunun tek yönüdür.
* * *
Ruhlar›n tekâmüllerine yönelik olarak Aslî Prensip’ten gelen icaplar; kâinat›m›z›n üst s›n›rlar›ndan içeri (bu ifadeler semboliktir) girerek kâinatta tesir fleklinde tecelli** ederler ve kâinat›n bilemedi¤imiz üst s›n›rlar›nda, ileride yine söz edece¤imiz Ünite’den süzülerek, madde kombinezonlar›n›n sonsuz inkiflaf ve kabiliyet imkânlar›na göre, onlar› ve kendilerini çeflitli formasyonlara, transformasyonlara ve deformasyonlara u¤rata u¤rata, üstten itibaren afla¤›lara do¤ru yay›larak, da¤›larak inerler ve varacaklar› noktalara ulaflarak, orada ruhlar›n ihtiyaçlar›na göre tezahürlerini göstermek suretiyle, ruh–cevher aras›ndaki endirekt al›flverifl fonksiyonlar›n› sonuçland›r›rlar. Hangi varl›ktan, hangi kademe* “Selâmet” sözcü¤ü, “kurtulufl; esenlik; güvenlikte olma” anlamlar›na gelir. ** “Tecelli” sözcü¤üne sözlüklerde “belirme, görünür olma, tezahür etme; ilâhî kudretin tezahürü” anlamlar› verilir.
31
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
den geçerse geçsin, her tesir muhakkak bir icab› tafl›maktad›r. Bu icap da, tesirlerin erifltikleri kademedeki maddelerin veya varl›klar›n tâbi olduklar› ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›n› içerir. fiu halde kâinat›n bu tesirlerden özgür bulunan hiçbir zerresi yoktur. Tekrar ediyoruz: Mahiyetini, neden ve sonuçlar›n›, madde kâinat›m›z›n kesin ve do¤al imkâns›zl›¤› yüzünden aslâ takdir edemeyece¤imiz ve bilemeyece¤imiz ruhlar›n ihtiyaçlar› ve bu ihtiyaçlar›n kâinat›m›za düflen bir pay› olarak kabul etti¤imiz tekâmülleri; yüksek prensiplerin icaplar› gere¤ince kâinattaki tatbikatlarla sa¤lan›r. Bu gayenin yerine getirilmesi için, Aslî Prensip’ten gelen icaplar kâinat›n üst kademesini kaplayan Ünite’ye yay›l›rlar. Ve orada bu tesirler bir vahdet olufltururlar. Böylece, Ünite’yle birleflmifl olan bu icaplar; tesirler hâlinde Ünite’den süzülüp, her varl›¤›n ihtiyac›na uygun olarak, kâinat içindeki topluluklara, bireylere, maddelere ve varl›klara, en küçük zerrelere kadar bütün madde cüzlerine da¤›l›rlar ve onlarda çeflitli transformasyonlar, deformasyonlar ve formasyonlar meydana getirirler. ‹flte bu tesirler mekanizmas›yla, kâinat›n yürüyüflü ve ak›fl› sa¤lan›r; varl›klar›n ruhlar ile, birbirleri ile ve maddeler ile olan iliflkileri kurulur ve böylece, kâinattaki inkiflaf, belirli hedefine do¤ru yürür gider.
* * *
‹leride üzerinde tekrar duraca¤›m›z –biraz önce ad› geçen– varl›k kavram›ndan burada da söz etmemiz gerekiyor. Varl›k; Aslî Prensibin icaplar›n› tafl›yan ve ruhlarla ilgili bulunan tesirleri, herhangi bir ruhun, kâinat sonuna kadar kendisine hizmet etmesi için, belirli bir inkiflaf kademesindeki maddeler aras›ndan toplayarak sentezlefltirdi¤i bir madde ünitesi, daha do¤rusu bir tesirler karmaflas›d›r. fiu hâlde, her varl›k; belirli bir ruhun, kâinat sonuna kadar hizmetine tahsis edilmifl bir tekâmül vâs›tas›d›r. Bu, öyle bir varl›kt›r ki, ruhun kâinat üstü plân›nda cereyan eden davran›fllar›n›n bütün icaplar›n› kâinatta madde olarak ifade eder. Ve bu ifadeler de bir aynadan yans›r gibi ruha yans›t›l›r. fiu hâlde, varl›k, hizmetinde bulundu¤u bir ruhun kâinattaki sembolüdür. ‹flte herhangi bir ruhun hizmetinde bulunan varl›k o ruhun bütün 32
BEDR‹ RUHSELMAN
davran›fllar›n›, k›p›rdan›fllar›n› ve ihtiyaçlar›n› tam olarak ifade etti¤inden, biz ona ruhun kendisi imifl gibi de bakabiliriz. Çünkü o varl›kta görünen her tezahür, ruhun davran›fllar›n›n –kulland›¤› madde imkânlar›n›n müsaadesi oran›nda– kâinata yans›m›fl bir ifadesinden, temsilî bir görünüflünden baflka bir fley de¤ildir. Ve ruh ortadan kalk›nca, ona ait bütün ifadeler ve tezahürler silinecek ve varl›k o ânda da¤›lacakt›r.
* * *
Varl›¤›n kâinatta iki cepheli fonksiyonu vard›r: Bunlardan biri, onun ruh karfl›s›nda sadece bir laboratuvar vâs›tas› oluflu, di¤eri de maddeler ortas›nda ruhun bir timsali* mevkiinde bulunufludur. ‹flte bu iki fonksiyonunun sonucu olarak, varl›¤›n da ayr›ca bir tatbikat sahas›na ihtiyac› vard›r. Dolay›s›yla, ruhun kendisinden bekledi¤i reaksiyonlar› ona gerekti¤ince yans›tabilmesi için, o reaksiyonlar›n gerekli ögelerini çevresinden toplamas›, yâni etraf›ndaki varl›klardan ve maddelerden sa¤lamas› gerekir. Bu hususta ileride daha genifl bilgiler verilecektir.
* * *
fiimdi, burada insanlar›n akl›na gelebilecek bir meseleyi çözmek icap ediyor. Varl›k, mademki bütün fiilleri ve hareketleriyle, bütün duygu ve düflünceleriyle, madde kombinezonlar›ndan ibarettir; o hâlde kendisiyle do¤rudan do¤ruya hiçbir iliflkisi olmayan bir ruha hizmet etmekle ne kazan›yor; yâni bir varl›¤›n hizmet etti¤i ruhun –ne tarzda ve mahiyette oldu¤unu dahi bilmedi¤i– tekâmülü için bu kadar çal›flmas›, didinmesi, ac› ve tatl› deneyimler geçirmesi kendisine ne sa¤layacakt›r? Ve e¤er o, hizmet etti¤i ruhun tekâmülüyle paralel olarak bu kadar ileri inkiflaf safhalar›n› tamamlad›ktan sonra, günün birinde o ruhun kâinattan ayr›l›vermesiyle tekrar kendi ezelî karanl›¤›na bir s›f›r olarak dönecekse, onun bir kâinat inkiflaf› boyunca göstermifl oldu¤u faaliyetler karfl›l›ks›z m› olacak? ‹nsan›n kafas›na gelebilen böyle bir düflünce onu karamsar k›l›p teflevvüfllere düflürebilir. Fakat her fleyden önce madde ve ruh * “Timsal” sözcü¤ü, “temsil eden, sembol” anlam›na gelir. 33
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
iliflkileri hakk›nda yukar›da verdi¤imiz bilgiler üzerinde biraz derince düflünülürse, bu düflüncelere neden olan hâllerin birer görünüflten ibaret bulundu¤u ve hakikatin böyle olmad›¤› anlafl›l›r. Bununla birlikte düflüncelerde karanl›k bir noktan›n kalmamas› için bu hususu aç›klamak gerekiyor. ‹lk önce amorf bir maddeyi ele alal›m! Bunda hiçbir hareket, hiçbir flekil yoktur. Fakat bu amorf madde, varl›k hâline girdi¤i zaman, onda en basitinden itibaren, bütün, varl›¤a ait özelliklerle birlikte gittikçe yükselen, sevgiler, sempatiler, antipatiler, merhametler, vicdan faaliyetleri, düflünceler, muhakemeler gibi, bir sürü meleke ve durum meydana gelir. fiimdi, insanlar›n zihinlerini bir hayli zorlayabilecek olan, amorf madde ile bu tezahürlerin iliflkilerini aç›klayal›m! ‹nsanlar›n manevî de¤erler yükledikleri ve madde üstü sayd›klar› bütün beflerî hareket tarzlar›, hâlleri, duygu ve düflünüflleri, inan›fllar›; asl›nda, seyyalli¤i artan madde fonksiyonundan baflka bir fley de¤ildir. Ancak, flimdiye kadar insanlar›n bu hakikati bu kadar aç›kl›¤›yla görememeleri icap ediyordu. Tâ ki onlar, bu realiteler içinde geçirilmesi zarurî* olan s›nav ve deneyimlerini selametle yapabilsinler. Fakat bugün, art›k hakikatler, oldu¤u gibi aç›klanmaktad›r. Çünkü insanlar bu hakikatleri bütün aç›kl›¤›yla ö¤renmek kudretine eriflmifllerdir. Bu hususta dünyadan pek çok örnek vermek mümkündür. Madde üstü görünen en saf, en hissî ve ideal duygu, düflünce ve fiiller; dünyan›n en seyyal maddî imkânlar›n›n tezahürlerinden baflka bir fley de¤ildir. ‹nsanlar›n sevgiyle ilgili hissî hareketler diye ifadelendirdikleri birçok fiil; yüksek bir sempatizasyon imkân›n›n, yüksek bir madde seyyalli¤inin, –yüksek bir madde karfl›laflmas›, tesirleflmesi ve kapsam kazanmas› kudretinin– ifadesidir. Aynen, bütün antipatiler, sempatiler, kin, gaddarl›k, bencillik, di¤erkâml›k, fedakârl›k, haz, sevinç, ›st›rap, k›sacas› “sübjektif” denilen bütün his ve fikirle ilgili k›ymetler: imajinasyonlar, düflünceler, idealler, imanlar, itikatlar, icat ve yarat›c›l›k kudretleri, yetenekler, dâhilikler, ihtiraslar, arzular, e¤ilimler, al›flkanl›klar ve bütün “ruhsal” denilen hâller: * “Zarurî” sözcü¤ü, sözlüklerde “kaç›n›lmaz; gerekli; zorunlu; vazgeçilmez; zaruretle ilgili” anlamlar›na gelir.
34
BEDR‹ RUHSELMAN
korkular, cesaretler, hainlikler, zalimlikler, iyilik ve kötülük duygular›... insanlar›n idraklerinin henüz tan›mad›¤›, fakat dünyada mevcut maddelerden yay›nlanan türlü niteliklerdeki enerjilerin tezahürleridir. Dolay›s›yla, insanlar›n bunlara hâkim olmas›, bunlar› yenebilmesi demek; maddeye hâkim olmas›, maddeleri yenmesi demektir. Bütün bu “ruhsal” veya “manevî” denilen realitelerin hiçbirinde maddenin d›fl›na ç›k›lmam›flt›r. Burada, hep madde kullan›lm›flt›r. Fakat bunu bilmek, flimdiye kadar insanlar için mümkün olmam›flt›r ki, bu da dedi¤imiz gibi, bir icapt›. Bu hakikat, bundan sonra insanlar taraf›ndan bilinecektir. Dünyay› oluflturan madde cüzlerinin ve elementlerinin alt›nda ve üstünde di¤er birçok elementin daha mevcut oldu¤unu ve bunlar›n insanlar taraf›ndan henüz bilinmedi¤ini daha önce söylemifltik. Yine, flu durumu da belirtmifltik: Madde cevheri olan hidrojen atomunun insanlarca tan›nmayan bu elementlerde o kalitede bir yap›s› vard›r ki, bu, insanlar›n atomdan yay›nlanan bütün enerji tezahürlerine ait bilgilerinin üstünde ve bambaflka kudretlerde cevher hâlleri gösterir. ‹nsanlarca meçhul olan bu hidrojen atomu kademelerinden yay›nlanan ve insan idrakini zorlayacak kadar seyyal ve kudretli olan maddî imkânlar, insanlar›n flimdiye kadar aslâ kavrayamad›klar› birçok olay›n olufluna imkân haz›rlamakta ve neden olmaktad›rlar. Özetle: Ruh bir madde ile ifltirak eder. “Beden” denilen fluurlu madde hâlini meydana getirir. Ondan sonra ruh, art›k tümüyle o bedenin flartlar›na ba¤lan›r. Ve o flartlar içinde, organik faaliyetlerinden baflka, “ruhsal” ve “manevî” denilen bütün hâlleri; beyne ve sinir sistemine, yâni beynin ve sinir sisteminin imkân ve kabiliyetlerine ba¤l› bulunur. Ruhun mal› san›l›p da asl›nda maddede meydana gelen hâl ve hareketlerin tekâmül mekanizmas›ndaki rollerini ileride aç›klayaca¤›z. Fakat flimdiye kadar, bu sayd›¤›m›z hâllerin hep maddeye ait olan taraf›ndan söz ettik. E¤er ifl yaln›z bu kadarla kalsa idi, o zaman, insanlar›n düflebilecekleri –yukar›da söyledi¤imiz– endiflelere hak vermek icap ederdi. Fakat biraz önce aç›klad›¤›m›z ha35
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
kikatlere ra¤men, maddenin kendi kendine hiçbir harekette bulunma kudreti olmad›¤› hakk›ndaki esas bilgiyi hat›rlat›rsak, ifl de¤iflir. Çünkü bu bilgi, maddedeki hiçbir k›p›rdan›fl›n, maddenin kendisinden olmad›¤›n› ö¤retmektedir. Madde, bu ifli yapmak kudretinden kesinlikle yoksundur. O hâlde bir varl›¤›n her hareketi, her k›p›rdan›fl› kendisinden olmayan bir durumun ifadesidir. Ve bundan baflka bir fley de olamaz. Aksi hâlde maddenin ana niteli¤ini inkâr etmifl olmak gerekir ki, bu da mümkün de¤ildir. ‹flte varl›¤›n gösterdi¤i, madde olan bütün bu hareketlerdeki, madde olmayan ifadelere, “ruhun kâinat›m›zdaki durumu” diyoruz. fiu hâlde, madde olarak sonsuz hareketlerle, kombinezonlarla, flekillerle ve hâllerle bir varl›kta ortaya ç›kan her türlü sevgi, düflünce, vicdan gibi, “ruhsal” denilen yüksek tezahürler; asl›nda, ruhun kendi plân›nda mevcut, bilmedi¤imiz sonsuz davran›fllar›n›n, kâinatta, madde imkânlar›na göre, fikrî, hissî ve hayatî formlara çevrilmifl karfl›l›klar›d›r. Dolay›s›yla, varl›¤a ait, ortada madde hareketlerinden baflka bir fley kalmamaktad›r ve bu hareketlerdeki mânâlar›n ve ifadelerin hepsinin ruha ait olduklar› belirginleflmektedir. Buna bir örnek olmak üzere, idraki ele alal›m: ‹nsan idrak eder. ‹drak eden, insand›r. Onun sinir sistemi yap›s›nda öyle ince kombinezonlar vard›r ki, bunlar sürekli olarak idrak fleklinde tezahür eden vibrasyonlar, enerjiler yay›nlamaktad›rlar. Ve idrak melekesinin sa¤l›¤› veya bozuklu¤u; iflte bu enerjileri yay›nlayan sinir sistemindeki o çok ince madde kombinezonlar›na, düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›yla, d›fl tesirlerin yapt›klar› müdahaleler sonucunda meydana gelen hareketlere ba¤l›d›r. O hâlde d›fl görünüflüyle idrak, maddede meydana gelir ve maddî vibrasyonlarla görünür. Dolay›s›yla bir maddedir. Bununla birlikte o, ayn› zamanda, bir aynadan yans›r gibi ruhun kâinata yans›m›fl davran›fllar›n›n, maddedeki karfl›l›¤›d›r, ifadesidir. Yâni, idrakin, hareket hâlindeki durumu maddeye aittir, ifade bak›m›ndan durumu da ruha aittir. ‹flte ruhun kâinat üstü durumlar›na ait olan bu ifade, böylece, madde hareketlerinin imkânlar›na tâbi olmak suretiyle, kâinatta –tümüyle maddî bir realite içinde– ancak idrak mekanizmas›yla tefsir ve temsil 36
BEDR‹ RUHSELMAN
edilmifltir. Daha k›sas›, idrak; ruhta mevcut olan, mahiyeti kâinat sakinlerince meçhul bir davran›fl›n maddedeki teknik ifadesidir. Demek ki bir gün gelecek, ruh kendisine tâbi olan varl›¤› kâinatta ebediyen terk edip gidecek ve terk edilmifl varl›k da¤›lacak; fakat burada da¤›lacak olan fley, sadece bu duygular›, fikirleri ve tan›mad›¤›m›z, ileride gelecek, daha, di¤er say›s›z ifadeleri tafl›yan maddelerin kombinezonlar›, flekilleri ve hareketleri olacakt›r. Madde hareketleri içinde görünen bu hâllerin ruhtaki –mahiyetlerini bilmedi¤imiz– as›llar› ise, ruhla birlikte, ebedî olufl ve ak›fllar›na devam edeceklerdir. Esasen ruhun kâinattan ayr›lmas›yla birlikte, varl›¤›n da tafl›d›¤› bütün ifadeleri kaybedip hemen, tekrar ât›l ve amorf hâline dönüvermesi, bu hakikatin en aç›k kan›t›n› oluflturur. Dolay›s›yla, bir varl›kta cereyan eden hâllerin, asl›nda ruhlar âleminde mevcut olan, mahiyetlerini bilmedi¤imiz çok daha genifl ve kapsaml› durumlar›n ve davran›fllar›n ancak maddî birer timsali, maddî birer görünüflü olduklar›n›, böylece, ifade etmifl bulunduk. ‹flte bunun içindir ki, biz, varl›k denince ruhlar› hat›rlar ve varl›¤a iliflkin olaylar›n, ancak, ruhlar âlemindeki, mahiyetlerini bilmedi¤imiz karfl›l›klar›na ait olduklar›n› anlar›z.
* * * Maddeler ile ruhlar›n paralel olarak ilerlemeleri kavramlar›n›, “inkiflaf” ve “tekâmül” sözcükleriyle birbirinden ay›rmak gerekiyor. Çünkü bunlar ayr› ayr› fleylerdir. ‹nkiflaf; kâinat içindeki maddelerin, bünyelerindeki hareketlerin artmas›, madde kombinezonlar›n›n karmafl›klaflmas›, tesirlere hedef olma sahalar›n›n genifllemesi, de¤erlerinin artmas› hâlidir. Tekâmül ise; ruhlar›n, hizmetlerinde bulunan varl›klardaki inkiflaflara paralel durumlar›d›r. Bu durum; mahiyetine aslâ nüfuz edemeyece¤imiz, ruhlar›n sonsuz ihtiyaçlar›ndan kâinat›m›zda giderilmesi icap eden ve dünyam›zda “tekâmül sözcü¤ü” sembolüyle ifade olunan bir k›sm›d›r. fiu hâlde, tekâmülün mânâs›, onun maddeler içindeki ifadesi olan inkiflaflar›n mânâs›yla paralel olarak yürür. Demek ki tekâmülün seyrini incelemek, ona vâs›ta olan varl›¤›n ve bu varl›¤a 37
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
vâs›ta olan maddelerin inkiflaf tarzlar›n› ve yürüyüfllerini incelemek demektir.
* * * Kâinatta tekâmül tatbikat›na ilk bafllayacak bir ruhun bu tatbikata ait ilk durumlar› kâinat›n amorf hâllerine yans›t›l›r. Bu yans›t›l›fl, tesirler kanal›yla olur. Tesirler ise; hem ruhlar âlemini, hem kâinatlar› kapsayan ve onlara hâkim olan, mahiyetini hiçbir zaman anlayamayaca¤›m›z, hattâ sezemeyece¤imiz Aslî Prensibin “icap” dedi¤imiz kudretinin, kâinat›m›za ait ruh–madde durumlar› üzerindeki ifadesi ve tecellisidir. Ruhlar›n ihtiyaçlar›n› kâinatlara tafl›yan bu tesirler, düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›yla, maddede daha önce söz etti¤imiz hareketleri meydana getirirler. ‹flte kâinattaki hareketler; ruhlar›n k›p›rdan›fllar›n›n ve davran›fllar›n›n, bu tesirler kanal›yla madde oluflumlar› hâlinde görünen, sembolik birer ifadesidir. Böylece, kâinata ilk giren basit, acemi ruhlara ait tesirler, devam etmeleri boyunca erifltikleri sahalardaki ilk maddelerin o ânda, o ruhlara birer gözlem sahas› olmalar›n› sa¤larlar.
* * * Bir ruhtan gelen tesire karfl› maddenin hareketler hâlinde verdi¤i cevaplar, yine o tesir kanal›ndan dönerek ayn› ruha yans›rlar. Böylece, Aslî Prensibin icaplar›na tâbi olarak ve o kudretlerin yard›m›yla ruh ve maddelerin endirekt iliflkisi kurulmufl olur ve ruh, böylece, maddeden alaca¤›n› o ân için alm›fl bulunur. Bundan sonra o ruhun, yeni ihtiyaçlar›na göre, ya ayn› madde kademesinde bulunan ya da daha üst bir madde kademesinde olan di¤er maddelerde, ayn› tarzda ve ayn› yollardan, gözlemleri devam eder. ‹lk safhada bulunan ruhlar için, her, maddenin inkiflaf durumundaki ân›na bir ruhun tekâmül ihtiyac› denk gelir. Di¤er deyiflle, maddedeki inkiflaf›n her türlü durumu, o ânda hizmet etti¤i herhangi bir ruh için, mekanik bir tatbikat zemini olur. Ruhlar›n buradaki durumu, sadece, o hareketlere uymakt›r. Bu söz etti¤imiz safha, kâinat›n ilk ve en kaba olan safhas›d›r ki, biz38
BEDR‹ RUHSELMAN
ler için karanl›k olan bu safha, ileride aç›klayaca¤›m›z hidrojen safhas›n›n alt›nda bulunur. Bu safhadaki bütün ifller, Aslî Prensibin icaplar›na göre, ancak, kâinat›n üst s›n›rlar›ndaki Ünite’nin kurdu¤u kâinatflümul idare mekanizmas› dahilinde, bilmedi¤imiz yollardan yürütülür. Yaln›z, aç›k ve seçik bir flekilde aç›klay›c› olmamakla birlikte, flu kadar söyleyebiliriz ki, bu safhada tekâmül etmek durumunda bulunan acemi ruhlar›n yürüyüflleri, mekanik ve pasif bir tekâmül prensibine tâbidir. Bu ilk, basit madde safhas›ndaki ruhlar›n tekâmülleri, maddelerin inkiflaflar› kadar kolay ve h›zl› olmad›¤›ndan, ruhlar bu safhada bir tek maddeye ba¤lan›p kalmazlar. Her ân ortam de¤ifltirirler. Böylece, nispeten kendisinden ileri bir maddeyi daha liyakatli bir ruha terk eden ruh, a¤›r yürüyüflüyle bulundu¤u alt madde kademelerindeki daha basit maddelerde, yürüyüflüne daima pasif olarak, yâni madde hareketlerine müdahale etmeksizin devam eder.
* * * Bu ilk safha, ruhun kâinat ile ilk ifltirakinden, maddenin ilk hidrojen atomuna gelinceye kadar ilerler. Bu ruh, kâinatta henüz bir bedene sahip olmufl de¤ildir. Çünkü onda henüz kâinat maddelerini toplayabilecek kudretler yoktur. Dolay›s›yla, o, kâinat karfl›s›ndaki ilk ihtiyaçlar›n› takdir eden yüksek prensiplerin Ünite’den süzülen icaplar›na göre, basit madde hâllerinde, sadece pasif ve mekanik bir yürüyüfle tâbi tutulacakt›r. Onun bu s›ralarda kâinatta, idrak, irade, fluur ve özgürlük hâlinde tezahür eden maddî bir kimli¤i olmayacakt›r. Böyle bir kimli¤in kazan›lmas›, ancak, yüksek prensiplerin nizam› gere¤ince –onun ihtiyac› oran›nda– amorf maddeler aras›nda daima pasif ve mekanik olarak geçirece¤i ebediyet kadar uzun devrelerden sonra, derece derece mümkün olacakt›r. ‹flte bunun içindir ki, bu ilk madde safhalar›ndaki ruhlar›n iradeyi, özgürlü¤ü, idraki gerektiren hiçbir aktif durumlar› yoktur. Bunlar kâinatta henüz herhangi bir madde oluflumuna ba¤lanm›fl de¤ildirler. Bu acemi ruhlar, bu safhada iken, kâinattaki basit 39
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
yans›malar›n›n mekanik yollardan gelifltirilmesi için, bir madde durumundan di¤er bir madde durumuna, oradan da gere¤ine göre baflka bir madde durumuna sokula ç›kar›la (Bu sözler hakikî de¤il, semboliktir. Çünkü ruhlar hiçbir zaman maddelerin içine sokulamaz.) maddelerin çeflitli durumlar› ve hareketleri ile karfl›laflt›r›l›rlar. Bu ilk safhadaki maddelerde, âlemimizde görülen hareket ve flekillerin hiçbiri yoktur. Ve onlar âlemimize nazaran flekilsiz, amorf, darmada¤›n›k bir hâldedir ki; bunlar›n tamam›, amorf bir ortam› meydana getirmifltir. Bu ilk kâinat maddesinin inkiflaf safhas›n›n ard›ndan, “hidrojen safhas›” dedi¤imiz –âlemimizin tâbi bulundu¤u– bir üst safha oluflacakt›r. fiimdi, bu safhaya ait bilgileri veriyoruz.
* * * Âlemimizin bafllang›c› olan aslî maddesi, ilk kâinat safhas›n› oluflturan ilkel da¤›n›k ortam›n maddelerinden meydana gelmektedir. Madde oluflumlar›n›n, âlemimizde, düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›yla mevcudiyet gösterdi¤ini görmüfltük. Bu realitenin bir sonucu olarak, âlemimizde aslî cevherin ilk hâl ve flekillerinin meydana geliflini bu mekanizmalarla birlikte ele almak gerekmektedir. Hidrojen âleminin ilk atomunun hareketlenmesi hakk›nda dünya lisan› ve sözcükleriyle verilecek bilgiler, daha ziyade, sembolik olacak ve sezgilere dayanacakt›r. Çünkü insanlar, âlemdeki ilk hareketlerin flekil ve mahiyetleri hakk›nda esasen hiçbir bilgiye sahip de¤ildirler. Âlemimizin üstüne ait realitelerde insanlar›n idraki nas›l bir noktadan itibaren duruyorsa, alt›ndaki belirli bir noktay› da aflamaz, demifltik. Fakat madde kâinat›m›zda geçerli olan yasalar›n ve prensiplerin esaslar› birdir. Burada de¤iflen fley, bu esaslar de¤il, bu yasa ve prensiplerin âlemlere göre meydana gelen formlar› ve tezahürleridir. Bu durum, âlemimizin alt ve üst k›s›mlar›na ait bâz› realiteler hakk›nda insanlar›n muhtaç olduklar› k›yasî sezgileri alabilmelerine yard›m eder ki; bu sezgiler de, kâinat hakk›ndaki bilgilerin insanlara yetecek kadar tamamlanmas›na, yeterli gelir. fiimdi, ilk hidrojen atomunun nas›l olufltu¤unu aç›klamaya bafll›yoruz. 40
BEDR‹ RUHSELMAN
Âlemimizin ilk maddesinin hidrojen atomu oldu¤unu ve bunun da insanlar›n bildi¤i hidrojen atomundan bambaflka ve onun çok ilkel bir hâlinden ibaret bulundu¤unu daha önce söylemifltik. Yine, insanlar›n tan›yamayacaklar› kadar basit ve ilkel olan bu atomun –âlemimizin ilk maddesi olmas› bak›m›ndan– amorfa en yak›n bir madde oldu¤undan da söz etmifltik. Daha önce belirtti¤imiz gibi, kâinatta mekanik tekâmül prensibinin hâkim oldu¤u ilk safha; hidrojen atomu alt› safhas› olan, sonsuz, karanl›k, da¤›n›k ve amorf bir ortamdan ibarettir. Buradaki tekâmül tümüyle mekanik bir sisteme ba¤lanm›flt›r. Bu safhadaki maddeler, toplu de¤il, darmada¤›n›kt›r. Çünkü bu safhada, yaln›z mekanik tatbikatlar›n› görmek için bulunan ruhlar, henüz maddeleri toplayabilecek kudrete eriflmemifllerdir. Dolay›s›yla, bu basit ruhlar, bu ilkel ortam›n darmada¤›n›k, flekilsiz maddeleri içinde, hiçbir maddeye ba¤lanmadan –aslî kaynaklar›n yüksek icaplar›yla– o maddeden o maddeye atlamak suretiyle sürüklenip giderek, sonsuz, mekanik ve insanlar için anlafl›lmas› mümkün olmayan, ilkel bir tekâmül yolunu izlerler. ‹flte burada, pasif olarak tekâmüllerini yaparken, ebediyet kadar uzun görünen bir devreden sonra, bu ruhlar›n bâz›lar›, yavafl yavafl, bu da¤›n›k maddeyi toplayabilecek kadar, tekâmüllerinde ilerlemifl durumlara gelirler. Böyle bir duruma gelmifl bir ruhun sonraki tekâmülüne zemin olmak üzere, Ünite’den bu amorf ortam›n içinde bir noktaya tesir gelir. Bu tesir; biri o maddeye ba¤lanm›fl bulunan, yâni o maddeyi yakalayabilecek duruma gelmifl olan bir ruha ait, di¤eri ise oluflma hâlinde bulunan o maddenin bünyesine ait olmak üzere, birbirine z›t karakter göstermekle birlikte, birbirini destekleyen, tamamlayan, özetle, ayn› hedefe yönelmifl bulunan iki tesirden bileflmifltir. Ve kuflkusuz bunlar›n ikisi de yine aslî tesirin, iki cephede görünen, kâinattaki tezahürüdür. Bu iki z›t tesir, birbirine z›t karakterde birleflmifl unsurlardan oluflan ikili bir madde vahdetini, yâni bir birim düaliteyi meydana getirir. Bu unsurlar; o ortamda mevcut amorf maddenin bir k›sm›n›n, gelen tesirler alt›nda hareketlendirilerek, bir araya toplanm›fl hâlleridir. Çünkü bu hareketler sayesinde meydana gelen 41
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
manyetik alan, o da¤›n›k maddeleri bir araya toplar. ‹flte bu hareketler de, hidrojen âleminin ilk hareketleridir ki, bir ruhun o atoma ba¤lanmas› icaplar›na göre, aslî tesirler taraf›ndan ayarlanm›flt›r. Böyle ilk atomlardan oluflmufl sahalar, astronomik âlemin bütün cisimlerini, kürelerini ve sistemlerini oluflturan say›s›z galaksi sahalar›n›n ilk durumlar›n› meydana getirirler. Böylece meydana gelmifl olan ilk atoma bir ruh ba¤lanm›fl bulunmaktad›r. Di¤er deyiflle, bu ruhun bu atoma ba¤lanmak ihtiyac›, Aslî Prensibin icaplar›yla, bu atomun meydana gelmesine neden olmufltur. Ve ruhun bu ihtiyac›na ait icaplar› tafl›yarak amorf ortama inen aslî tesir, onun bu atomla irtibat›n› sa¤lam›flt›r. Demek ki ilk hidrojen atomlar›, böyle birbirine z›t, fakat denge hâlinde bulunan ikifler unsurdan oluflmufl olup, âlemimizin en basit hâllerdeki aslî maddelerini oluflturmaktad›rlar.
* * * Âlemimizin ilk atomuna, yâni hidrojen atomuna ba¤lanm›fl olan bir ruh, art›k o atomun “varl›k” dedi¤imiz bir ileri safhas›n›n oluflaca¤› âna kadar, onu b›rakmayacakt›r. Burada da mekanik–otomatik bir tekâmül yürüyüflü vard›r. Yâni, hidrojen âlemindeki tekâmüllerinin bu birinci k›sm›ndaki ruhlar, ilk yakalad›klar› ilkel hidrojen atomunun sonraki bütün inkiflaf safhalar›n› pasif olarak izlemek suretiyle, tekâmüllerine devam edeceklerdir. Bu s›rada onlar hidrojen atomuna hâkim de¤ildirler. Çünkü kendilerinde böyle bir hâkimiyetin gerektirdi¤i ne sezgi, ne idrak, ne de özgürlük mevcut de¤ildir. Bunlar henüz, çeflitli maddeleri toplayarak onlardan kendilerine bir varl›k meydana getirecek durumda de¤ildirler. Dolay›s›yla, bunlar›n tekâmül süreçleri de, afla¤› yukar› ilk safhadakiler gibi, pasif ve mekaniktir. Arada flu fark vard›r: Amorf ortam safhas›ndayken ruhlar hiçbir zaman bir madde üzerinde uzun uzad›ya tutunamazlard›. Çünkü onlar orada esasen herhangi bir maddeyi yakalayabilmifl durumda de¤ildiler. Onlar, sadece darmada¤›n›k maddeler içinde, aslî tesir-
42
BEDR‹ RUHSELMAN
lerin icaplar› alt›nda, maddeden maddeye atlayarak mekanik tatbikatlar›n› yap›yorlard›. Hidrojen âleminin ilk safhas›nda ise, ruhlar yakalam›fl olduklar› hidrojen atomlar›na ba¤lanm›fllard›r. O ba¤land›klar› atomdan baflkas›na atlayamazlar. Ve o atomun bütün inkiflaf› boyunca, onun inkiflaf kademelerini izlerler; yaln›z, bu s›rada o atoma hâkim de¤ildirler. Sadece, onun hareketlerine pasif olarak kat›l›rlar ve o hareketlere intibak etmeye al›fl›rlar. Çünkü bu hareketler, aslî tesirlerin yüksek icaplar› alt›nda kurulmufl ve yönlerini alm›flt›r. Ruhlar, orada, bu icaplar alt›nda ve esir olarak, yâni sürüklenerek o hareketlere tâbi olmak suretiyle, varl›k safhas›na kadar çok uzun bir süre devam edecek olan tatbikat devresini tamamlayacaklard›r. Bu ilk hidrojen atomunun oluflmas›ndan ilk varl›k hâli meydana gelinceye kadar atomun bünyesine hâkim olan tesir, esasî tesirdir, yâni Aslî Prensip’ten gelen tesirin maddeye ait taraf›d›r; aslî tesirin bir de o atoma ba¤lanm›fl bulunan ruha ait, söyledi¤imiz gibi, ikinci bir taraf› mevcuttur. Demek ki bu atoma inen aslî tesirde bir, atomun bünyesine ait maddî taraf, bir de ruha ait olarak gelen, ruhî bir taraf vard›r. fiu hâlde, endirekt olarak, yâni aslî tesirler kanal›yla gelen, ruhlara ait tesirlerle, atomun mukadder olan hareketlerine pasif olarak uymak suretiyle, sadece mekanik tatbikatlar›n› yapacaklard›r. Bu tatbikat sayesinde onlar, varl›k safhas›na do¤ru ilerledikçe, maddeler aras›ndaki iliflkilerin nedensellik prensibi karfl›s›ndaki durumlar›na ait ilk içgüdülerin haz›rl›klar›n› otomatikman yaparlar. Bu devredeki tekâmül, ruhlar için çok uzun ve zordur. Tabiî ki buradaki zorluk ve uzunluk kavramlar› nispîdir. Asl›nda ilâhî nizamda ne uzunluk–k›sal›k, ne de zorluk–kolayl›k diye bir fley yoktur.
* * *
Hidrojen atomu, âlemimizin en basit bir maddesi olmakla birlikte, az çok büyük bir enerji tafl›maktad›r. Çünkü o, kâinat›n ilk, amorf madde hâlinden bu aflamaya gelinceye kadar bir hayli tesirler ve de¤erler alm›fl bulunmaktad›r. fiunu tekrar hat›rlatal›m ki, burada sözünü etti¤imiz hidrojen atomu, kimyaca bilinen “H” de¤ildir. Bizim söyledi¤imiz hidrojen atomu, bütün günefl sistem43
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lerini, teleskoplarla insanlar taraf›ndan tan›nan y›ld›zlar›, galaksileri, k›sacas› bütün astronomik cisimleri içeren âlemimizin anas› olan bir madde kombinezonudur ki; kimyac›lar taraf›ndan bilinen hidrojen atomu, âlemimizin ilk maddesi diye söz etti¤imiz bu hidrojen atomunun çok ilerlemifl ve inkiflaf etmifl hâllerinden biridir. Âlemimizdeki bütün maddelerde oldu¤u gibi, hidrojen atomunun da hâl ve mevcudiyetini koruyabilmesi, sürekli olarak inkiflaflar kaydetmesi, ancak, düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›na göre, birbirinin içinde sakl› bir sürü madde cüzünün denge toplamlar›yla mümkün olmaktad›r ve bu dengeler de aslî tesirlerin hâkimiyeti alt›ndad›r.
* * * fiimdi, hidrojen atomunun, varl›k safhas›na girinceye kadar nas›l inkiflaf etti¤ini aç›klamaya bafll›yoruz. Hidrojen safhas›n›n alt›nda, sonsuz bir mekanik inkiflaf ve tekâmül ortam›n›n mevcut oldu¤unu bildirmifltik. Bu ortam, dedi¤imiz gibi, amorfa yak›n, da¤›n›k bir bütün oluflturan, karanl›k bir sahad›r. Aslî tesirler, bu karanl›k ortamda ilk çekirde¤i kurduktan sonra, onun etraf›na di¤er cüzleri de toplayarak, gittikçe daha karmafl›k, daha kar›fl›k ve daha münkeflif durumlar› meydana getirirler. Ve böylece meydana gelmifl olan madde oluflumunun ortas›ndaki aslî tesir, bu oluflum içinde kullan›ld›ktan sonra, mahiyeti de¤iflmifl ve aslî durumunu kaybetmifl olarak, o maddeden tekrar d›flar› yay›nlanmaya bafllar ki, buna o cismin manyetik alan› deriz. ‹flte, hidrojen âleminin, en küçük cüzlerinden en büyük sistemlerine kadar, bütün küreleri ve oluflumlar› böyle meydana gelir. ‹lk hidrojen çekirde¤i böylece kurulduktan sonra, yukar›da söyledi¤imiz yoldan inkiflaf ede ede, nihayet, kimyaca tan›nan “H” atomu kademesine ulafl›r. 44
BEDR‹ RUHSELMAN
Böyle, aslî tesirlerin hâkimiyeti alt›nda kurulan ilk hidrojen atomuna, en son inkiflaf kademelerine kadar, yâni varl›k hâline gelinceye kadar yaln›z, –aslî tesirle– o atoma ba¤l› olan ruha ait tesirler ve esasî tesirler gelir. Yâni, ileride tesirleri anlat›rken aç›klayaca¤›m›z, aslî tesirlerin ruhlara ait, “tekâmül de¤erleri” dedi¤imiz k›s›mlar› ve maddelere ait, “esasî tesir” dedi¤imiz k›s›mlar› gelir. Dolay›s›yla, bu atomlar›n bünyelerindeki hareketler, ancak yüksek aslî tesirin hâkimiyeti alt›ndad›r. Ruhlar, pasif olarak bu hareketlere sürüklenmekle, uymakla, mekanik–otomatik tekâmüllerini yaparlar. Bu, tekâmülün bir tür pasif adaptasyon safhas›d›r. Bu safhada, atom bünyelerine, “tâli tesirler”* dedi¤imiz, kâinattaki di¤er varl›klara ait olan tesirler gelmez. Esasen burada, ruhlar›n henüz özgürlük ve idrakleri sözkonusu olmad›¤›ndan, ileri safhalara ait s›navlar, eprövler mevcut de¤ildir. Onlar, sadece, düzenli olarak yürüyen ve gittikçe karmafl›klaflan atomun hareketlerine otomatik olarak uymak zorundad›rlar. Ve atomlar›n bu kar›fl›k hareketlerine intibak ede ede, varl›k safhas›na haz›rlanmaktad›rlar. Ancak, hidrojen atomunun çeflitli türlerinin bir araya gelerek türlü cisimleri meydana getirmesi, varl›klar›n inkiflaflar› için gereklidir. ‹flte insanlarca “cisimler” diye tan›nm›fl olan, atomun bu bilefliklerine ve kombinezonlar›na –yine Ünite’nin yüksek kontrolü alt›nda– vazifeli varl›klardan tâli tesirler gelir ve bunlar, bu cisimlerde çeflitli formasyonlar, deformasyonlar ve transformasyonlar yaparlar. Dolay›s›yla, atomlarda oldu¤u gibi bu bilefliklere art›k do¤rudan do¤ruya esasî tesirler inmezler. Onlar›n yerine tâli tesirler geçer. Ve kuflkusuz bunlar da daima aslî tesirlerin kontrolü alt›ndad›r.
* * *
‹lk hidrojen atomunun bünyesi, varl›k hâline gelinceye kadar –biraz önce söyledi¤imiz gibi– yaln›z aslî tesirlerin hâkimiyeti alt›nda inkiflaf›na devam eder ve insanlar›n, oksijen, gümüfl, platin, kurflun, radyum... gibi adlarla tan›d›klar›, hidrojen atomunun münkeflif hâlleri olan elementler meydana gelir ki, insanlar * “Tâli” sözcü¤ü, “ikinci derecedeki, ikincil, sonradan gelen” anlam›na gelir. 45
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bugün bunlardan ancak 100 kadar›n› tan›yabilmifllerdir. Oysa bunlar›n miktar› 100’ün üstündedir. Yine söylemifl oldu¤umuz gibi, hidrojen atomunun üst elementlere intikali, ancak aslî tesirlerin müessiriyetiyle* olmaktad›r. ‹flte maddelerin varl›k kademesine kadar inkiflaflar› sa¤land›ktan sonra, o ândan itibaren varl›¤a do¤rudan do¤ruya esasî tesirler gelmez. Ancak onun tâbi oldu¤u ruhtan, daha do¤rusu aslî tesirin ruha ait olan k›sm›ndan ve kâinattaki çeflitli tekâmül kademelerindeki varl›klardan tesirler gelir ki, bu sonunculara “tâli tesirler” deriz. ‹flte bütün bu tesirlerle, o varl›k, tekâmülü için gerekli olan s›navlar›, eprövleri ve deneyimleri geçirmeye bafllar ve bir sürü imkânla karfl›lafl›r. Gittikçe inkiflaf eden, ço¤alan ve kapsam kazanan bu tekâmül imkânlar› içinde –kâinattaki ifllerini bitirmek için– varl›k, uzun tekâmül yolculu¤una koyulur. Onun tekâmülü icaplar›ndan olarak, bu vazifeli varl›klardan gelen tâli tesirlerle, biraz önce söyledi¤imiz gibi, hidrojen atomunun çeflitli elementlerinden sonsuz kombinezonlar kurulur, say›s›z cisimler meydana getirilir. Bu cisimlerin sonsuz varyeteler içinde bir araya getirilmesi ve da¤›t›lmas› suretiyle, çeflitli formasyonlar meydana getirilerek, büyük ve küçük cisimler, madde kompozisyonlar›, bedenler, dünyalar› dolduran türlü maddeler, nihayet dünyalar ve sistemler kurulur. Bütün bunlar, Ünite’den süzülen aslî tesirlerin ›fl›¤› alt›nda, her kademede bulunan vazifeli varl›klar›n gönderdikleri say›s›z tâli tesirlerle yap›l›r. fiu hâlde, atomun bünyesine tâli tesirler müdahale edemez. O, tümüyle esasî tesirlerin hâkimiyeti alt›ndad›r. Fakat atom elementlerinin her türlü kompozisyonlar›, vazifelilerden gelen tâli tesirlerle kurulup da¤›t›labilirler ki; bunlar da, do¤al olarak, çeflitli tekâmül düzeylerindeki varl›klar›n derecelerine göre, büyük veya küçük çapta olurlar.
* * * * “Müessir” sözcü¤ü, “tesir edici, tesirli, tesir eden, etkili” anlam›na ve “müessiriyet” ise, “tesir edicilik, tesirlilik, tesir etme, etkililik” anlam›na gelir.
46
BEDR‹ RUHSELMAN
Hidrojen atomunun en ilkel hâlinden itibaren gittikçe yükselen, inkiflaf eden bünyesi, o oranda hareket, kudret ve müessiriyet kazan›r. Ve onlara ba¤l› bulunan ruhlar da, gittikçe zenginleflen ve kudretleri artan bu hareketlere uya uya tekâmül ederler. Maddedeki bütün bu hareketleri uyand›ran etkenler, aslî kaynaklardan gelen tesirlerdir. Çünkü tesirler, fonksiyonlar›n›, maddelerde hareketleri meydana getirmek suretiyle yaparlar. Özetle, hidrojen atomlar›n› kuran aslî tesirler, tafl›d›klar› icaplara göre, etraftan sürekli olarak toplad›klar› cüzlerle hidrojen atomunu bir üst âleme do¤ru inkiflaf ettirirler. Do¤al olarak hidrojen atomunun inkiflaf›yla yay›nlayaca¤› enerjiler de o oranda yükselir, kudretlenir ve hidrojen atomu inkiflaf ettikçe, daha yüksek ve karmafl›k enerjiler, yâni daha münkeflif partiküller yay›nlamaya bafllar. Fakat bütün bunlar hidrojen atomunun henüz ilk safhas›na ait maddelerdir. Burada flunu da belirtelim ki, hidrojenin bu inkiflaf›, birtak›m atom çekirdeklerinin, ayr› ayr› kimliklerini koruyarak, atomun içinde kabaca birikmeleri tarz›nda olmamaktad›r. Aslî tesirlerin hâkimiyeti alt›nda atomda biriken de¤erler, birbirleriyle birleflmeden, tam bir ahenk ve denge içinde kaynaflarak, hidrojen atomunun o ândaki mahiyetini karakterize eden bünyesini meydana getirirler.
* * * Bütün maddelerin manyetik alanlar› vard›r. Böyle münkeflif bir atomun manyetik alan›, ilk hidrojen çekirde¤inde oldu¤u gibi basit de¤ildir. Hidrojen çekirdeklerinin bir araya gelmelerinden meydana gelen hidrojen atomunun bünyesinde bir sürü partikül oldu¤u ve her partikülün de bir manyetik alan› bulundu¤u için, bu münkeflif atomun manyetik alan› da, kendisini oluflturan cüzlerinin manyetik alanlar›n›n sentezinden meydana gelmifltir. Bu alana “manyetik alanlar sentezi” deriz. Maddelerin bu manyetik alanlar› çok önemlidir. Çünkü onlar›n birbirleri ile ve varl›klar ile olan bütün iliflkileri bu manyetik alanlar vâs›tas›yla sa¤lan›r ve bu 47
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
alanlara gelen tâli tesirler; fliddetlerine, kudretlerine ve yönlerine göre, bu alanlar›n tâbi bulunduklar› maddelerin bünyelerinde –düalite prensibinin ve de¤er farklanmas› mekanizmas›n›n kurallar› alt›nda– çeflitli de¤iflmeler, dönüflümler, deformasyonlar, da¤›lmalar ve toplanmalar yapabilirler. Yine, varl›klar›n maddelerden yararlanmalar›, onlar› çeflitli hâllere sokabilmeleri de bu yoldan olur. Dünyan›n da –tabiî ki kendi oran›nda kapsaml› ve genifl olan– manyetik alan›ndan yararlanan vazifeli varl›klar –bu alana çeflitli tesirler göndermek suretiyle– dünyadaki küçük veya büyük do¤a olaylar›n› meydana getirirler. Bunun gibi, idraki daha üstün bir varl›ktan gelen tesirler, bu manyetik alanlar üzerine müessir olarak, onlara ait maddelerde o oranda büyük sonuçlar do¤ururlar. Esasen, bu yoldan dünyalar›n, sistemlerin, günefllerin hâl ve durumlar›na tesir edebilecek hareketler, ancak çok yüksek plânlar›n iflidir. Ve kuflkusuz bunlar, Aslî Prensibin icaplar›na göre, kontrollü olarak yap›l›r. Nerede madde varsa, orada manyetik alan›n bulunmas› zarurîdir. Zaten manyetik alan›n oluflmas› hakk›nda daha önce verdi¤imiz bilgi, bu hakikatin anlafl›lmas›n› kolaylaflt›r›r. ‹flte böylece, bir atomun manyetik alan› oldu¤u gibi, atomun bütün inkiflaf safhalar›n›n, yâni elementlerin, bu elementlerin bilefltirilmeleriyle meydana getirilmifl cisimlerin, dünyalar›n, sistemlerin, bunlardan baflka, galaksilerin, âlemlerin, varl›klar›n birbirine nazaran az çok kapsaml›, az çok karmafl›k manyetik alan sentezleri vard›r. Bunlar›n üstünde, bütün kâinat› kapsayan Ünite’nin manyetik alan› tektir. Orada, manyetik alanlar sentezi yoktur. Çünkü Ünite’de birbirinden ayr› ve farkl› varl›klar›n veya unsurlar›n mevcudiyeti sözkonusu olmaz.
* * * ‹flte insanlar›n “perispri” dedikleri fley de, maddelerin bu manyetik alanlar›ndan ibarettir. Yâni, insan bedenlerinin manyetik alanlar›, insanlar›n perispri mânâs›nda kabul ettikleri fleydir. Demek ki bir ruh, kendisinin kâinattaki temsilcisi olan ve bir 48
BEDR‹ RUHSELMAN
enerjiler karmaflas›ndan ibaret bulunan varl›¤› vâs›tas›yla maddelerin manyetik alanlar›na tesir ederek, onlar› kullan›r. Ve onlardan kendisi için, o maddelerin mensup bulunduklar› dünyalardaki tatbikat›na uygun gelen bedenleri kurar ve bu bedenler vâs›tas›yla da, o dünyan›n di¤er varl›k ve maddelerinin manyetik alanlar›na tesir etmek ve onlar› kullanmak suretiyle, tekâmülünü sa¤lar. Bir dünyan›n karmafl›k bir manyetik alanlar sentezi mevcut oldu¤u gibi, ondan daha karmafl›k olan günefl sistemlerinin ve galaksilerin de manyetik alanlar sentezleri mevcuttur, demifltik. Varl›klar, bu alanlar kanal›yla bu âlemlere tesir ederek vazifelerini yaparlar. Meselâ birkaç günefl sistemini, hattâ birkaç galaksiyi içine alan ve manyetik alanlar›na tesir etmek suretiyle onlar› idare eden çok yüksek vazifeli varl›klar mevcuttur.
* * *
Buraya kadar sözü edilen bütün maddeler, henüz varl›k hâline girmemifl durumdad›rlar. Burada flunu belirtmek gerekir ki, art›k, yukar›dan beri verilmekte olan bilgileri ö¤renmifl olanlar, kâinatta canl›l›k, cans›zl›k ifadelerinin de birer lâftan ibaret oldu¤unu ve bunlar›n esasl› bir mânâ tafl›mad›klar›n› anlam›fl bulunacaklard›r. Maddelerin gerek ilk safhalarda, gerek hidrojen safhas›nda ruhlar ile olan endirekt iliflkilerinin nizam ve tertipleri, böyle bir canl›l›k–cans›zl›k ayr›m›n›n yap›lmas›n› mümkün k›lmamaktad›r. Çünkü kâinat safhalar›n›n her maddesinde, ruhlar›n maddeler ile o safhan›n karakterine ve tekâmül sistemine uygun çeflitli iliflkileri daima mevcuttur. Ve kâinatta herhangi bir ruhun tekâmülüne yaramayan madde yoktur. Yâni, geçici veya kal›c› olarak, ruhlar›n hizmetine girmemifl madde durumu yoktur. Özellikle, bu hâl, hidrojen safhas›ndaki bütün maddeler için çok belirgindir. Bu hizmetin d›fl›nda kabul edilecek bir madde, gereksiz ve gayesiz olur. Kâinatta ise gereksiz hiçbir süreç mevcut de¤ildir. fiu hâlde maddelere ruhlara ba¤l› olunca canl›, olmay›nca cans›z demek gibi düflüncelere saplanmak yersizdir. Çünkü her madde geçici veya sürekli olarak bir ruha ba¤l›d›r. Ancak, maddele49
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
rin sürekli olarak bir varl›¤a ba¤lanmas›na bak›p varl›klara canl› demek istense bile, bu da do¤ru olmaz. Çünkü varl›k safhas›ndan önceki hidrojen atomuna da, varl›k safhas›na kadar, ruhlar ba¤lanm›fl bulunmaktad›rlar. Dolay›s›yla, yukar›ki bilgilerden sonra maddelerde canl›l›k–cans›zl›k ayr›m› yapman›n bir mânâs› kalmamaktad›r.
* * * Henüz varl›k safhas›na girmemifl ilk hidrojen kademelerinde tatbikat gören ruhlar, bu maddelerde pasif ve mekanik olarak haz›rlan›rlar. Bu maddeler, tatbikat görecek ruhlar›n idaresi alt›nda de¤ildirler. Onlar ancak, yüksek prensiplerin icaplar›na göre Ünite’den gelen tesirlerle, kâinattaki ilk ö¤renci ruhlar›n, madde hareketlerine al›flt›r›lmalar›n› sa¤layacak birer zemin olmak üzere kurulmufllard›r. Buraya kadar, maddelerin inkiflaflar› ve bu inkiflaflara mekanik bir yürüyüflle tâbi olan ruhlar›n durumlar› hakk›nda gerekli bilgiler verildi. fiimdi bu maddelerin birer varl›k hâline geçiflleriyle, ruhlar›n âlemimizdeki otomatik veya yar› idrakli tekâmül safhalar›na intikalleri hakk›ndaki bilgileri vermeye bafll›yoruz. ‹lk hidrojen atomu hâline gelmifl olan madde oluflumu, bir ruh taraf›ndan yakalanm›flt›r. O ruh, o atoma ba¤lanm›flt›r. Yaln›z, dedi¤imiz gibi, ona hâkim durumda de¤ildir. Ruh, Aslî Prensip’le tayin edilmifl olan, maddenin nizaml› ve tertipli hareketlerinin d›fl›na ç›kamaz, onlara uymaya çal›fl›r. Bu ruhta henüz sezgi, hattâ mekanik bir içgüdü bile yoktur. Bu s›rada hidrojen atomu, kendisine ba¤l› bulunan ruhun tekâmülü gayesine yönelik, aslî tesirlerin tayin etmifl oldu¤u yöndeki hareket ve inkiflaflar›n› yaparken, ruhun tekâmülüne de hizmet etmifl olur. Bu inkiflaf sonucunda, hidrojen atomu insanlar›n tan›d›¤› “H” hâline gelir. Ve s›ras›yla, kimyaca bilinen elementler meydana ç›kar. Bu hâl, yukar›lara do¤ru yükselir. Atomun hareketleri karmafl›klafl›r. De¤erleri bak›m›ndan bünyesi zenginleflir. Bünyesinde birtak›m gruplaflmalar, toplanmalar, sistemler meydana gelir. Manyetik alan sen50
BEDR‹ RUHSELMAN
tezleri daha kar›fl›k, daha kompleks hâllere girer. Böylece hidrojen, birçok kademeden geçe geçe, oksijen, fosfor, bak›r, gümüfl, baryum, plâtin, alt›n, radyum, uranyum, senturyum hâllerine ink›lâp eder. Hidrojen atomu böyle inkiflaf ettikçe, ona ba¤l› olan ve onun hareketleri ile intibak sa¤layan ruh da, mekanik–otomatik bir tempoyla, gayet yavafl olarak tekâmül eder. Ruhun bu tekâmülü artt›kça, maddeler aras›ndaki iliflkilere ait, di¤er deyiflle çeflitli hareket kombinezonlar›na ait içgüdüsel bâz› davran›fllar›n›n da haz›rl›klar› yap›l›r. Nihayet, hidrojen atomu, insanlar›n tan›makta oldu¤u en yüksek elementlerin kadrosundan taflmaya bafllar. Ve onlar›n kolayl›kla yakalayamad›klar›, saptayamad›klar› birtak›m –yüksek enerjileri yay›nlamaya bafllayan– büyük kombinezonlarla bünyesini zenginlefltirir. Bu s›rada hem onun bu inkiflaf›na neden olan, hem de tekâmülü ona paralel olarak yürüyen ruhun, madde kombinezonlar› aras›ndaki iliflkilere ait ilk davran›fl içgüdülerinin kazan›lmas› haz›rl›klar› ilerler. Bütün bunlar, hep aslî tesirlerin –daima ruhlar›n tekâmüllerini hedef tutan– büyük ahengi içinde cereyan eder. Yâni, daha önce söyledi¤imiz gibi, maddenin ortas›na inerek atomu amorf ortam›n ilkel maddelerinden toplayan aslî tesirler, ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›n›, inkiflaf hâlinde bulunan atoma yans›t›r. Ruhun madde ile paralel olarak, daha üst bir safhaya uzan›fl haz›rl›klar›n› sa¤lar. Hidrojen atomunun bu inkiflaf kademesinde, atomun bünyesine gelen tâli tesirler yoktur. Burada, atoma do¤rudan do¤ruya aslî tesirler iner. Aslî tesirler, Ünite'den süzülen ve maddeler ile ruhlara ait bulunan tesirlerdir. Bu durum, tâ varl›k kademelerine kadar devam eder. Hidrojen atomu, ilk oluflmas›ndan itibaren nihayet öyle bir kademeye gelir ki, orada, çok ince ve kar›fl›k madde kombinezonlar› hâlinde, insanlar›n tan›mad›klar›, Dünya maddesi üstü birtak›m enerjileri yay›nlamaya bafllar. Atom, bu yüksek ve karmafl›k enerjileri yay›nlayabilecek inkiflaf düzeyine geldi¤i zaman, zaten onun bu düzeye gelmesine Aslî Prensip muvacehesinde neden olan ruh da, art›k maddeler aras›ndaki iliflkilerin ve hareketlerin 51
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
içgüdüsel davran›fllar›na, uzun bir tatbikat devresinden sonra, sahip olabilecek bir tekâmül kademesine ulaflm›fl bulunur. ‹flte Dünya maddesinin en üst s›n›rlar›ndaki yüksek hidrojen atomu, öyle kudretli ve karmafl›k enerjiler yay›nlamaya bafllar ki, art›k bunlar Dünya maddesinin mal› olamaz. Bununla birlikte bu enerjiler de toplu de¤il, darmada¤›n›k hâlde bulunurlar. Fakat onlar›n bu da¤›n›kl›¤› ile daha önce sözünü etti¤imiz ilkel ortamdaki amorf maddelerin da¤›n›kl›¤› aras›nda muazzam farklar vard›r. Öncekiler; flekilsiz, basit, hareketleri çok ilkel ve atalete yak›n, kaba maddelerdi. Bunlar ise; çok karmafl›k hareketli, bünyeleri kar›fl›k, zengin madde kombinezonlar›ndan oluflan, üstün de¤erli enerjiler hâlinde bulunan, kudretli ve de¤erli maddelerdir. Bunlar›n bulundu¤u ortama “yar› süptil ortam” deriz. Bu yar› süptil ortam, hem hidrojen atomu alt›ndaki amorf ortamdan, hem de ilk hidrojen atomlar›n›n oluflturdu¤u astronomik galaksilerden çok daha yüksek ve yepyeni bir âlemin basama¤›n› oluflturan yüksek enerjilerden kurulu bir tür galaksidir ki; Dünya’n›n üstünde bulunan böyle bir yar› süptil ortam›n oluflmas›, Dünya’n›n, di¤er deyiflle hidrojen âleminin yavafl yavafl üst âleme kay›fl›n› ifade eder. Bu yüksek ve da¤›n›k enerjiler, o yar› süptil âlemin, yâni hidrojen âlemi üstü galaksisinin en ilkel ve basit atomlar›n› oluflturmaktad›rlar. ‹flte bu yar› süptil ortam›n ilk atomlar›n›n da inkiflaflar›yla, kendilerinden yay›nlanmaya bafllayan daha yüksek ve da¤›n›k enerjiler, art›k bir araya toplan›p bir ruha kâinat›n sonuna kadar hizmet edebilecek bir varl›k hâline girmek kabiliyet ve imkânlar›na ulaflm›fllard›r. Aynen, onlarla birlikte o safhaya kadar tekâmül etmifl olan ruhlar da –daima aslî tesirlerin yard›m›yla– bu yüksek fakat da¤›n›k enerjileri bir araya toplayarak onlardan bir varl›k meydana getirebilecek kudrete eriflmifllerdir. Bu durum meydana gelince, bu da¤›n›k enerjilerden kendisine bir beden kurmak liyakatine ermifl bir ruhun da ruhanî plândan yans›yan tesirlerini içeren aslî tesirler, bu da¤›n›k ve yüksek enerjilerin ortas›na inerler. Orada, daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz idrakî bir nokta etraf›nda bu enerjileri bir araya toplayarak, onlardan bir topluluk meydana getirirler. Aslî tesirlerde, o safhaya 52
BEDR‹ RUHSELMAN
kadar tekâmülünü yapm›fl olan ruhlara ait tesirler de vard›r. Bu tesirler, oluflan varl›¤a, yâni enerji toplulu¤una aslî tesir taraf›ndan yans›t›l›r ve ba¤lan›r. Böylece, “varl›k” dedi¤imiz o enerji toplulu¤u; kâinat›n sonuna kadar o ruhun bütün davran›fllar›na mâkes* olmak ve o davran›fllar›n cevaplar›n› tekrar ona iade etmek üzere hizmete sokulmufl ve kâinatta ruhun bir timsali, vâs›tas› hâline girmifl bulunur. Böyle, ilk hidrojen kademesinden itibaren inkiflaf edip varl›k kademesine geldi¤i ânda, aslî tesirin maddelere ait olan esasî tesir k›sm›, yerini tâli tesirlere terk eder. Ve Ünite’nin sürekli kontrolüne tâbi tutularak büyük organizasyonlar içindeki vazifelilerden veya onlar›n kulland›klar› çeflitli kademelerdeki varl›klardan gelen bu tâli tesirlerle, varl›k, kâinat›n sonuna kadar tekâmülüne devam eder. Bu tâli tesirlerin bafllamas›yla, varl›klar›n s›navlar›, eprövleri, deneyimleri ve gözlemleri de bafllam›fl olur. Ve varl›klar, yepyeni, daha h›zl› bir tekâmül sistemine sokulmufl bulunurlar. Bu safhadan itibaren maddeler, birer varl›k hâlinde, tâbi bulunduklar› ruhlar›n hâkimiyetleri ve tâli tesirlerin yard›mlar› alt›nda, o ruhlar›n her hâl ve durumlar›na tâbi ve tercüman olarak ve onlar› kâinatta ifadelendirerek inkiflaf edeceklerdir. Böylece meydana gelen bir varl›k, hizmet etti¤i ruhun tekâmülüne iliflkin bütün davran›fllar›n› Aslî Prensibin ›fl›¤› alt›nda o kadar mükemmel olarak ifadelendirir ki, art›k ona kâinatta ruhun kendisi imifl gibi de bak›labilir. Bunun içindir ki, kendisinden daha afla¤›daki di¤er maddelerin ât›l ve amorfa yak›n hâllerine oranla, ruhun ifadelerini tafl›yan aktif durumuna bak›larak, bu varl›¤a “canl›” s›fat› yüklenmifltir ki; bu da, daha önce söyledi¤imiz gibi, nispî bir ifadeden baflka bir fley de¤ildir. Çünkü burada “canl›” denilen varl›k, asl›nda, ât›l görünen ilk hidrojen atomu maddesinin inkiflaf etmifl yüksek kademelerinden baflka bir fley de¤ildir; sadece, kâinatta bir ruhu ifade edebilecek kadar imkânlar› inkiflaf etmifl ve bu sayede de, kendisi, belirli bir ruhun hizmetine tahsis edilmifl bulunmaktad›r. * “Mâkes” sözcü¤ü, “yans›ma zemini”, “yans›t›lma zemini” anlam›na gelir. 53
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Özetle, insanlar›n henüz tan›mad›klar› hidrojen atomunun ilk çekirdek, nüve hâli; hidrojen âlemimizi, yâni astronomik vâs›talar›m›zla gözlemleyebildi¤imiz günefl sistemlerinin, galaksilerin ve bütün astronomik cisimlerin ana maddesini oluflturur. Nihayet, kendili¤inden (Unutulmas›n ki, madde, kendili¤inden hiçbir enerji yay›nlayamaz; bütün bunlar, aslî kaynaklardan gelen tesirlere tâbidir.) birtak›m enerjiler yay›nlamaya bafllar. Burada flunu yine, tekrar söyleyelim ki, biz hidrojen atomu derken aslâ kimyada bilinen “H” atomunu kastetmiyoruz. Dedi¤imiz gibi, bu “H” atomu, bizim sözünü etti¤imiz atomdan çok ileri bir inkiflaf safhas›ndad›r ve ondan bambaflka bir fleydir. Ancak, insanlar ilk atoma hidrojen dedikleri için, biz de ona ba¤l› kalarak, âlemimizin ilk atomuna hidrojen dedik. Yoksa bu, gerçekten hidrojen atomu de¤ildir. ‹flte hidrojen atomunun Dünya’da belirli bir tezahür göstermeyen bu yüksek enerjilerinden, hidrojen âleminin bir kademe üstündeki yar› süptil ortam do¤ar. O ortamda inkiflaf›na devam eden hidrojenin bu yüksek hâl ve flekilleri, yay›nlad›klar› daha üstün enerjilerle, art›k maddelerdeki tatbikat düzeylerinin üstüne ç›k›p yüksek enerjileri bir araya toplamak liyakatine eriflmifl bulunan ruhlara birer tekâmül malzemesi olurlar. Ruhlar –yukar›da söyledi¤imiz flekilde– bu enerjilerden kendilerine, kâinat sonuna kadar hizmet edecek birer varl›k kurarlar.
* * *
Böylece ilk oluflmufl olan varl›k, idrak bak›m›ndan henüz pek basit ve ilkel durumdad›r. Bu varl›kta mevcut olan, ancak mekanik bir içgüdü; onun, hidrojen âleminde geçirece¤i ebediyet kadar uzun bir inkiflaf süresi boyunca çok yavafl olarak ilerleyecek ve derece derece, sezgi–içgüdülere, yine uzun zaman sonra sezgilere ve böylece, aralar›nda büyük zaman mesafeleriyle ayr›lan, sezgi–idraklere ve ilkel idraklere ink›lâp edecektir. Ancak insan aflamas›na geldikleri zaman, idraklerin yavafl yavafl genifllemesi ve kapsam kazanmaya bafllamas› mümkün olur.
* * * 54
BEDR‹ RUHSELMAN
‹lk mekanik içgüdülerle yaflamaya bafllayan varl›k, art›k bir ruhun hizmetindedir. O, ruhun bütün ihtiyaçlar›na, bütün davran›fllar›na cevap verecek ve onun, kâinattaki maddeler aras›nda gerçekleflmesi gereken icaplar›na vâs›ta olacakt›r. Bu ândan itibaren bafllam›fl oldu¤u tekâmül safhas›na göre, hidrojen âleminin henüz varl›k safhas›na girmemifl kaba atomlar› ve onlar›n kaba kombinezonlar› aras›nda, aktif olarak tatbikatlar yapmak ihtiyac›n› duyacakt›r. Fakat buradaki tatbikat, ruhun daha önce o kaba atomlar içinde geçirdi¤i mekanik ve otomatik hayatlar›nkinden bambaflkad›r. O zaman onlara hâkim olam›yor, sadece bir atoma ba¤l› ve esir hâlde, o atomun belirli hareketlerine kat›l›yor ve pasif bir intibak devresi geçiriyordu. fiimdi ise, hizmetinde bulunan varl›¤› vâs›tas›yla, atomlar›n, en basitinden itibaren inkiflaf kademeleri boyunca, çeflitli elementlerinden kurulmufl kombinezonlar›na ve kompozisyonlar›na yavafl yavafl hâkim olmak üzere, aktif bir tatbikat devresine bafllam›fl bulunmaktad›r. Bunun için, onlar› toplamak, da¤›tmak ve onlardan yeni oluflumlar meydana getirmek, bedenler kurmak, bedenleri idare etmek gibi faaliyetlerde bulunmak suretiyle, tekâmülüne devam edecek ve bu âlemdeki ileriye do¤ru olan haz›rl›klar›n› da böylece tamamlam›fl olacakt›r. Bütün bu iflleri yapmas›nda, bundan sonra, ona, “varl›k” dedi¤imiz iflte bu süptil enerji toplulu¤u vâs›ta olacakt›r. Kâinatta bundan sonra ruhun bütün durumlar›n› temsil eden bu varl›k, onun bu maddeler içindeki ihtiyaçlar›n› sa¤lamak maksad›yla, onun taraf›ndan kullan›lacakt›r. Bu varl›k vâs›tas›yla ruhlar; hidrojen âleminin yo¤un madde kombinezonlar›, kürelerin ve dünyalar›n içindeki kaba maddeler üzerinde çeflitli formasyonlar ve transformasyonlar meydana getirerek onlar› faaliyete sokacaklard›r. Çünkü ruhun do¤rudan do¤ruya bu kaba maddelere hükmetmesi mümkün de¤ildir. Bu nedenle, ilk oluflan varl›k, ruhta beliren yeni ihtiyaçlar karfl›s›nda, hemen çevresindeki en ilkel maddelerden yararlanmaya çal›flacak ve onlardan ilk önce basit bileflikleri kurarak, bu bileflikler üzerindeki hâkimiyetinin tatbikat›na bafllayacakt›r. Bütün bu ifller –her yerde, her zaman oldu¤u gibi– ruhlara yard›mc› olan yüksek tesirlerin yol göstermesiyle ve ›fl›k tutmas›yla 55
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
vuku bulmaktad›r. ‹flte varl›¤›n böyle ilk kullanabilece¤i madde kombinezonlar›, bitki bedenlerinin ilk önce en basit ve ilkel hücreleri olacakt›r. Bu varl›klar, onlardan kendilerine birer beden kuracaklar ve ancak o basit bedenleriyle, yâni ilkel bitki hücreleriyle, di¤er kaba maddelere ve kaba bedenlere çeflitli tarzlarda –ilk zamanlarda daima içgüdüleriyle– tesirler yaparak yaflamaya bafllayacaklard›r. ‹flte buna insanlar enkarnasyon derler. Bu hücreleri kullanan varl›klar henüz idraksiz olduklar›ndan, bunlar›n bu bedenlenifl tarzlar›na bir tür enkarnasyon denilebilir. Bunlarla, bitki bedenlerinin her çeflit hücrelerinde gerekli enkarnasyonlar› tamamlad›ktan sonra, bütün bir bitkiyi idare edebilecek duruma gelmifl olan varl›k, art›k basitten yüksek bitkilere kadar, müstakil olarak, ayr› ayr› bitkilerde de enkarne olmaya bafllayacakt›r ki; böyle bafll› bafl›na, müstakil bir bedeni idare edebilecek duruma geldi¤i ândan itibaren de, onun için, toplu, mâflerî* bir hayat›n ilk kademeleri kurulmufl olacakt›r. Buna, ileride aç›klayaca¤›m›z organizasyon sistemlerine haz›rl›¤›n en ilkel k›p›rdan›fllar› deriz. Varl›k, bitkilerin say›s›z türlerinde gittikçe tekâmül etmek suretiyle, sonsuz bedenlenmeler geçire geçire –çok uzun bir zaman sonra– bu safhay› da bitirecek ve bir üst safhan›n, yâni hayvanl›k safhas›n›n tatbikat›n› görmek üzere, kendisine özgü olan bir yar› süptil âleme intikal edecek; orada da bir süre yaflad›ktan sonra, derece derece, hayvan ve insan vücutlar›n›n hücrelerinde bedenlenme kademelerini tamamlamak için, en basit bir hayvan organizmas›n›n ilkel hücrelerinde enkarne olacak ve yukar› do¤ru bedenlenmelerine devam edecektir. Nihayet yüksek hücrelere, yâni hayvanlar›n sinir sistemini oluflturan hücrelere intikal edecek; bu devreyi de tamamlay›p gerekli melekeleri kazand›ktan sonra, müstakil hayvan bedenlerine hâkim olmak durumuna girecek ve en ilkel hayvan bedenlerini idare etmeye bafllayacakt›r. ‹flte bundan sonra da, Dünya’m›zda ve di¤er gezegenlerde bir sürü bedenlenme daha geçirdikten sonra, insan bedenini idare edebilecek bir varl›k hâline gelip Dünya’da insan bedenlerini kullanmaya bafllayacakt›r. ‹nsanl›k âleminin en ilkel safhalar›ndan itibaren, ile* “Mâflerî” sözcü¤üne sözlüklerde “toplu, toplulu¤a iliflkin, toplumsal; ortaklafla, kolektif” anlamlar› verilir. “Bireysel” sözcü¤ünün karfl›t anlaml›s›d›r.
56
BEDR‹ RUHSELMAN
ride aç›klayaca¤›m›z zengin bir tekâmül devresi içinde, dünyadaki son haz›rl›klar›n› da tamamlam›fl bulunacakt›r. Demek ki ilk varl›k hâlinden, yâni ilk bedenlenme hâllerinden bir insan safhas›na gelinceye kadar, insanlar›n idrakine göre sonsuzluk demek olan çok uzun bir zaman süresindeki bir tekâmül safhas› geçirilmesi gerekmektedir.
* * * ‹yi bir ifade kudreti tafl›mayan enkarnasyon sözcü¤ünün ifade etti¤i fludur: Varl›k kendisine sahip olan ruha hizmet edebilmek için, daha do¤rusu ruh kendisine hizmet eden varl›k vâs›tas›yla kaba bir âlemin maddelerini kullanabilmek için, o âlemin maddelerinden kendisine bir tesir vâs›tas›, yâni kaba bir beden yapmak ve onu kullanmak zorundad›r. Fakat o varl›k, henüz, tek bafl›na, kaba maddelerden böyle büyük kombinezonlar kurabilecek kudrette de¤ildir. Onun için, ruhlar›n tekâmüllerinde vazifeli olan üstün varl›klar›n yard›mlar›yla o, ihtiyac›na göre (ki bu, asl›nda ruhun ihtiyac› demektir) kendisine kaba maddelerden bir beden kuracak ve ona sürekli tesirler göndermek suretiyle ba¤lanacakt›r. ‹flte varl›k, art›k o dünyada mâflerî tekâmülüne bafllam›fl olan ruhunun ihtiyaçlar›na ait, kaba maddeler ve di¤er varl›klar aras›ndaki faaliyetlerini, kurdu¤u bu beden sayesinde yapabilecektir. Yâni, varl›k, ruhun davran›fllar›na göre, o bedeni idare edecektir. Zaten o beden onun idare edece¤i çapta kurulmufltur. Demek ki burada, biri di¤eri vâs›tas›yla ruha hizmet eden, bir varl›k ve bir beden vard›r. Bunlardan biri, daha önce sözünü etti¤imiz, karmafl›k bir madde yap›s›na sahip olan ve kâinat boyunca ruhu izleyen varl›kt›r ki; bu, ruhun kâinattaki sembolü, yans›s›, ifadesi olan çok ince bir enerjiler karmaflas›d›r. ‹kincisi ise; bu varl›¤›n ruha hizmet edebilmesi için, içinde tatbikatlar görmek zorunlulu¤unda bulundu¤u kaba âlemdeki maddeler ve varl›klar ile bir tesirleflme vâs›tas› olarak kulland›¤›, o âlemin yo¤un maddelerinden yap›lm›fl, kaba bir bedendir. Demek ki ruha kâinat boyunca efllik edecek varl›¤a hizmet etmek durumunda 57
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bulunan beden; herhangi kaba bir kürede, ruhun ihtiyac›na göre ancak geçici bir tatbikat devresi süresince o varl›¤a ba¤l› kalacak, geçici bir vâs›tadan ibarettir. Varl›k, bulundu¤u ortamda, hizmet etti¤i ruhun ihtiyaçlar›n› yerine getirdi¤i ânda –onun yeni ihtiyaçlar›na uygun– di¤er bir bedeni kurmak üzere, önceki bedenini terk eder. Bu da yine üst tesirlerin yard›m›yla olur. ‹flte, varl›¤›n herhangi bir kürede ikinci bir bedeni kurmas›na insanlar enkarnasyon veya do¤um derler, o bedeni terk etmesine de dezenkarnasyon veya ölüm ad›n› verirler.
* * * Demek ki bir günefl sisteminin herhangi bir küresinde, o kürenin flartlar›na uygun bir beden içinde do¤mufl olan varl›k, tekâmül ihtiyac›na göre o sistemin çeflitli kürelerinde say›s›z bedenlenme ve bedenden ayr›lma süreçleri geçirmek suretiyle, o madde âleminin son basama¤›na eriflmifl bulunur ki; bu son basamak da sistemimizde insan, di¤er sistemlerde de ona denk inkiflaf mertebesinde* bulunan bedenlerden biridir. ‹flte ruhlar, “hidrojen âlemi” dedi¤imiz bu safhada –maddenin ilk inkiflaf safhalar›nda oldu¤u gibi, da¤›n›k madde hâlleri içinde pasif olarak, mekanik yürüyüfllerle de¤il– maddelere ba¤l›, otomatik veya yar› idrakli hâllerde gösterecekleri cehit ve gayretlerine göre tekâmül ederler.
* * *
Mademki Dünya’m›z›n atomu, âlemimiz üstü yar› süptil bir âlemin ana maddesi olan yüksek enerjileri ç›karabilecek kadar ileri inkiflaflar kaydetmektedir; o hâlde Dünya’m›z, flimdiye kadar san›ld›¤› veya düflünüldü¤ü gibi geri bir dünya olmay›p, maddî inkiflaf› bak›m›ndan, gezegenleriyle, güneflleriyle, küreleriyle, sistemleriyle ve galaksileriyle bütün hidrojen âleminin en münkeflif ve ileri madde oluflumlar›na sahip kürelerinden biridir. Nitekim, dünyan›n inkiflaf› ile tekâmülleri paralel giden ruhlar›n kulland›klar› insan bedenleri de, bu muazzam astronomik âlemin en ileri ve en çok inkiflaf etmifl varl›klar›ndan biridir. Esasen, ileride bildirece¤imiz gibi, dünyam›z›n bütün imkânlar›n› kullanarak ve * “Mertebe” sözcü¤ü, “derece, basamak, aflama; rütbe” anlamlar›na gelir. 58
BEDR‹ RUHSELMAN
oradaki tatbikatlar›n› bitirerek onu tümüyle terk eden bir varl›¤›n ayn› zamanda hidrojen âlemini de terk etmifl duruma girmesi, bu bilginin canl› kan›t›n› oluflturur.
* * *
Âlemleri birbiri içine girmifl, birbirinden büyük ve merkezleri ortak otuz-k›rk küreye benzeterek, kâinatin kabaca bir sembolünü yapal›m! Bunlar›n en kaba ve ilkel olan›, en ortada bulunan en küçük küredir ki, buna amorf, ilk madde safhas› demifltik.
Yukar›daki flema, söz etti¤imiz, merkezleri ortak kürelerin ilk üç tanesinin kesitini gösteriyor. Burada, “a” sahas›, ilk maddeden hidrojene gelinceye kadarki, ruhlar›n mekanik tekâmül safhalar›na denk gelen, maddenin ilk inkiflaf sahas›n› gösterir ki, bu saha oldukça karanl›kt›r; “b” sahas›, bütün gök cisimleriyle birlikte hidrojen âlemimizi oluflturur; “c” safhas› ise, hidrojen âlemimizin üstünde bulunan ve kademe kademe yükselen sonsuz di¤er âlemlerin bizim âlemimize nazaran ilk kademesidir ki, buna da “yar› süptil âlem” diyoruz. Bundan sonra di¤er safhalar, birbirinden daha fazla geniflleyerek sürüp gidecektir.
* * *
59
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Böylece varl›k, Günefl Sistemi’nin bir sürü gezegeninde, o gezegenlerin flartlar›na ve durumlar›na uygun, fakat Dünya’m›zdakilere nazaran basit, ilkel madde karmaflalar›nda say›s›z bedenlenmeler geçire geçire, sistemimizin en geliflmifl varl›¤› olan, Dünya’daki insan bedenini kurmak liyakatine ulafl›r. Ve o ândan itibaren daha serbest durum ve flekillerdeki inkiflaf süreçlerine bafllar. ‹nsanl›k hâlindeki varl›¤›n idraki, önceki safhadakilere nazaran çok artm›flt›r. ‹rade özgürlü¤ü, idraki oran›nda ço¤alm›flt›r. Bu kudretleriyle orant›l› olarak da sorumlulu¤un mânâs›n› yavafl yavafl sezmeye bafllam›flt›r. Bütün bu melekelerin artmas›, ona “sevgi” ve “vicdan” denilen yüksek inkiflaf mekanizmalar›n›n fluurunu az çok kazand›rm›flt›r. Böylece insanlar, sorumluluk sezgilerinin gittikçe güçlenen bask›lar› alt›nda, otomatik veya yar› idrakli olarak, insanl›k mertebesini bitirmeye çal›fl›rlar ve bunun için insanl›k hayat›nda yüz binlerce görgü ve deneyim geçirir, yüzy›llar boyunca yaflarlar.
* * * Bir insan, dünyada tek bafl›na kal›rsa, görgü ve deneyim sahibi olamaz. Görgü ve deneyim sahibi olamay›nca da ruhun tekâmülüne hizmet edemez. ‹flte bu noktada, madde kâinat›ndaki çeflitli mâflerî tekâmül plânlar›n›n zorunlulu¤u, aç›k olarak kendisini gösterir. Dolay›s›yla, bedenli varl›klar, inkiflaf edebilmek için, beden d›fl›nda bulunan di¤er bedenler ile ve maddeler ile karfl›l›kl› al›flverifllerde bulunmak zorundad›rlar. Onlar›n bu iliflkilerinden say›s›z olay kombinezonu meydana gelir. ‹flte öz varl›ktan ruha yans›yan bu olay kombinezonlar›na ait idrakler, bu safhadaki varl›klar›n tekâmülünü sa¤lar. Demek ki: Ruh, madde ile ifltirak eder. fiuurlu maddeyi, yâni varl›¤› kurar. Varl›k da kendi ruhunun ve yard›mc› varl›klar›n faaliyetleriyle, kaba maddelerden, kendisine ayr›ca bir beden yapar. Ve bu beden vâs›tas›yla maddelere tesir eder. Kulland›¤› kaba maddelerle de kendi haricindeki di¤er bedenlere tesir etmek suretiyle, mâflerî plâna ad›m›n› atar. Ve hidrojen âleminin varl›k safhas›ndaki tekâmülü de bu ândan itibaren yürümeye bafllar. 60
BEDR‹ RUHSELMAN
Bu önemli bilginin hiçbir noktas›n›n belirsiz kalmamas› için biraz aç›klamada bulunaca¤›z. Meselâ, sevgi ve vicdan bak›m›ndan fakir, çok geri bir insan›n, tekâmülü için, düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas› gere¤ince z›t de¤erler ile karfl›laflmas›, sevgi–kin, adalet–zulüm, iyilik–kötülük gibi kavramlar ile yüzyüze gelmesi ve böylece, otomatik olarak bir k›yas bilgisi kazanmas› ve dengesini bulabilmesi gerekir. Bunun için de onun di¤er bedenler ile iliflkiye geçmesi icap eder. Bir insan, elinde bulunan bir k›rbaçla bir kaya parças›n› k›rbaçlas›n dursun, bundan ne sonuç alabilir? Hiç… Onun sevgi ve vicdan melekelerini iflletecek hiçbir z›t de¤eri, bu kaya parças›n› k›rbaçlamas›ndan alaca¤› sonuçlar, sa¤layamaz. O, karfl›s›nda bir beden bulamay›nca etraf›na zulüm ve gaddarl›k yapamaz; bunu yapamay›nca da düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›na göre gerekli olaylar› meydana getirecek z›t de¤erleri kazanamaz ve bunun sonucunda da, muhtaç oldu¤u madde inkiflaflar›na kavuflamaz, tekâmül edemez. Buna karfl›l›k, e¤er o insan bir çocu¤u kamç›larsa, ifller de¤iflir. O çocu¤un veya etraf›ndakilerin bu kamç› sonucunda gösterecekleri çeflitli reaksiyonlar, z›t unsurlar hâlinde karfl›s›na dikilir ve onu hemen bir k›yas bilgisine götürür. Böylece, birbirini izleyen yüzlerce, binlerce olay›n birbiri üzerine eklenmesiyle k›yas bilgilerinin birikmesi, onda en basit hâliyle bir iyilik–kötülük kavram›n›n do¤mas›na neden olur ve vicdan da böylece toplanmaya ve canlanmaya bafllar. Bütün bu ifller sonucunda meydana gelecek olaylar, idrak kanal›yla ruha yans›r ve tekâmül sonucunu sa¤larlar. Bundan sonra ruhta yeni ve daha ileri ihtiyaçlar belirir. Bu yeni ihtiyaçlar karfl›s›nda kalan ruh, bedeninin etraf›yla yapaca¤› daha genifl sahadaki temaslardan, daha mânâl› reaksiyonlar beklemeye bafllar. Onun bu yeni ihtiyaçlar› da yine, öncekilerde oldu¤u gibi, derhal bedene yans›r ve bedenden cevaplar› al›n›r; yâni ruha hizmet eden varl›k, hemen bedeni vâs›tas›yla etraf›ndaki kaba maddelere ve bedenlere tesir ederek, ruhun bu yeni ihtiyaçlar› karfl›s›nda gerekli olaylar›n meydana gelmesine neden olur: ‹yilik yapar, kötülük yapar, h›rs›zl›k yapar, insan öldürür, fedakârl›k yapar ve bunlar›n, etraftan gelecek karfl›l›kla61
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
r›n›, reaksiyonlar›n› görür. Bütün bunlar, birer olay olur. Ve bu olaylar›n her birini idrak kanal›yla ruha yans›tarak tekâmülünü sa¤lar. Bu flekilde, dünyan›n son inkiflaf aflamas›na varm›fl olan insan varl›¤›, nihayet, daha ileri safhalara geçmek üzere dünyadan tamam›yla ayr›l›r.
* * *
Maddelerin inkiflaflar›n›n ve ruhlar›n tekâmüllerine hizmet edebilmelerinin, ancak tesirlerle mümkün olabilece¤ini belirtmifltik. fiimdi, tesirler üzerinde de gere¤i kadar durmak ve bilgi vermek gerekmektedir. Tesirler konusuna girerken, ifle tekrar ruh–madde iliflkisinden söz etmekle bafllayaca¤›z. Ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›, bir icapt›r; maddenin bu ihtiyaca cevap vermek durumu, yine bir icapt›r. Fakat ruhlar maddeye ne do¤rudan do¤ruya bir fley gönderebilirler, ne de ondan bir fley alabilirler. E¤er ifl burada dursayd›, tekâmül gayesinin zarureti olan, madde kâinat›n›n var olufl nedeni ortada kalmazd›. Oysa tekâmül için ruh–madde iliflkisinin gerçekleflmesi, yüksek icaplar gere¤ince zarurîdir. ‹flte bu icaplar; hem kâinat üstü ruhlara, hem de kâinatlara do¤rudan do¤ruya hâkim olan ve onlar› kapsayan, mahiyetini bilmedi¤imiz Aslî Prensibin kâinat içinde maddî, tesirler hâlindeki tezahürleriyle yerine getirilir. ‹caplar›n maddelerde gerçekleflmesi, düalite prensibi ve de¤er farklanmas› tekni¤iyle, tesirlerin fonksiyonlar›n› yapmas› demektir. fiu hâlde, bir kâinat muammas› olarak dünyada flimdiye kadar çözülememifl bu ruh–madde iliflkisini ilgilendiren tesirler hakk›nda gere¤i derecesinde bilginin verilmesi gerekmektedir. Kâinat cevherinin sonsuz say› ve flekildeki hareket imkânlar›n› –ruhlar›n tekâmül ihtiyaçlar›na göre– kullanan ve madde kâinat›n›n bütün tezahürlerini yine ayn› gayeyle meydana getiren tesirler, fonksiyonlar›n› yapmak suretiyle, ruhlar âleminin tekâmül ihtiyaçlar›n› yerine getirmifl olurlar. Yâni, ruhlar›n tekâmülü için gerekli olan, maddedeki her hareket, her de¤iflme ve her inkiflaf, ancak bu tesirlerle sa¤lan›r. 62
BEDR‹ RUHSELMAN
* * *
Aslî Prensip dedi¤imiz, ruhlar›n ve kâinatlar›n üstünde ve her ikisine de hâkim olan büyük hakikat hakk›nda fazla bir fley söyleyemeyiz. Çünkü bu, bizim bütün bilgilerimizin, hattâ sezgilerimizin d›fl›nda kal›r. Aslî Prensip, kudretiyle, ruhlar›n bütün tekâmül ihtiyaçlar›n› kâinat cevherlerine ve kâinat cevherlerinin de bu ihtiyaçlar karfl›s›nda gösterecekleri reaksiyonlar› tekrar ruhlara yans›t›r. Bu kudret, ruhlar›n ihtiyaçlar› karfl›s›nda vücuda getirilmifl olan kâinat cevherlerini, kâinat içindeki say›s›z vâs›talarla ve yollarla hizmete sokar. ‹flte bu yüksek kudret, kâinatta en ince cevherler hâlinde olan, tesirlerle tecelli eder. Böylece, büyük icaplar› tafl›yan bu tesirler, kâinat›n bütününden en küçük zerresine kadar, her taraf›na nüfuz eder ve fonksiyonlar›n› yaparlar. Bu fonksiyonlara göre, madde cevheri, flekillenir, inkiflaf eder, toplan›r, da¤›l›r, formasyonlar, deformasyonlar ve transformasyonlar geçirir ve böylece, kâinat bütünü ve cüzleri, ruhlar›n ihtiyaçlar›na göre sevk ve idare olunur. Tabiî ki bu da kâinat içindeki alt ve üst, çeflitli mekanizmalarla ve vazife prensipleriyle yürütülür.
* * *
Ruh ile kâinat aras›ndaki yolu kuran bu tesirler, dört grupta görünür: Bunlar›n ikisi, do¤rudan do¤ruya kâinat d›fl›ndan gelen, aslî tesirlerdir. Yâni, Aslî Prensip’ten gelen tesirlerdir. Di¤er ikisi, bu aslî tesirlerin maddelerde ve varl›klarda bâz› ifllemlerden geçtikten sonra de¤iflmelerinden do¤an, tâli tesirlerdir. Aslî kaynaktan gelen kudretlerin ancak kâinat içinde yürüyen k›s›mlar›n›, tesir hâlinde anlayabiliriz. Kâinat d›fl›nda kalanlar›n mahiyeti ve durumlar›, kâinat sakinleri için meçhuldür. Aslî tesirlerin birinci k›sm›ndakiler; ruhlar›n ihtiyaçlar›n› kâinata ve onlar›n kâinattaki reaksiyonlar›n› da tekrar ruhlara yans›tan kudretlerin tezahürleridir. Bunlar, endirekt olarak gelen, ruhlara ait tesirlerdir. ‹kinci k›s›mdakiler ise; kâinatta, bireysel ve mâflerî tekâmüllerin icap ve zorunlulu¤undan olan, kaba maddenin formasyon, deformasyon ve transformasyonlar› için Aslî Prensip’ten kâinata giren tesirlerdir. 63
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Ruhlara ait olarak kâinata gelen, birinci k›s›mda görülen tesirler –yine aslî kaynaktan gelmekle birlikte– ruhlar›n davran›fllar›n›n ve ihtiyaçlar›n›n birer ifadesidir. Kâinat ile ruhlar› birbirine yans›tmak ve böylece tekâmülü sa¤lamak için Aslî Prensip’ten gönderilmifl bu kudretler, ruhlara tahsis edilen varl›klar›n ve bedenlerinin belirli yap› ve mekanizmalar›na kat›l›rlar. Bu tesirler kâinattan içeri girince, Ünite dedi¤imiz, kâinat›n son tekâmül s›n›rlar›ndaki, varl›klar ve icaplar birli¤ine gelirler. Ayarlanm›fl olarak oradan, varacaklar› ortamdaki bir bedene yönelirler. Bu tesirler do¤rudan do¤ruya tekâmülle ilgili olduklar›ndan, yâni ruhlar ile varl›klar aras›ndaki irtibat› sa¤lad›klar›ndan, bunlara “tekâmül de¤erleri” de deriz. Ruhlar›n tekâmül icaplar›n› yerine getirmek, kaba maddeleri ve kâinat oluflumlar›n› gerekli formlara sokmak için Aslî Prensip’ten ç›kan kudretlere gelince: Bunlar da yine kâinat›n d›fl›ndan Ünite’ye inerek, oradan, âlemleri, küreleri, varl›klar› ve maddeleri bireysel ve mâflerî tekâmül icaplar›na göre haz›rlamak ve yürütmek üzere, yüksek tesirler hâlinde, kâinat›n bütün cüzlerine ve bütününe da¤›t›l›r ve bölüfltürülürler ki; bunlara da “esasî tesirler” veya “esasî de¤erler” deriz. Bunlar, herhangi bir madde ortam›nda, o ortam›n cüzlerini bir nokta etraf›nda toplayarak bir çekirdek kurmak ve onun etraf›na di¤er cüzleri çekip madde oluflumlar›n› meydana getirmek suretiyle, maddelerin, cisimlerin, kürelerin, sistemlerin, galaksilerin ve âlemlerin vücuda gelmesini sa¤larlar. Üçüncü derecedeki tesirler; Aslî Prensibin icaplar› dahilinde, kâinat d›fl›ndan gelen ilk ana tesirler gibi do¤rudan do¤ruya d›flar›dan gelmeyip, kâinat içindeki belirli safhalarda bulunan bedenler haricine aktar›lan, yani varl›klar taraf›ndan beden haricine aktar›lan tesirlerdir. Esas›nda yine aslî kaynaklardan gelmifl olan bu tesirler, herhangi bir beden taraf›ndan kullan›ld›ktan sonra, as›l de¤erini kaybedip bir hayli farkl›laflm›fl ve asl›na nazaran kalitesi düflmüfl olarak beden d›fl›na yans›m›fllard›r. Buradaki düflük kalite ifadesini küçümsememek gerekir. Çünkü Aslî Prensibin hiçbir icab›n›n tezahüründe küçüklük–büyüklük diye bir fley yoktur. Bu64
BEDR‹ RUHSELMAN
radaki düflük kalite ifadesiyle anlat›lmak istenen mânâ, yürüyecekleri ortamlara ve hedeflere göre, tesirlerin ayarlanm›fl olmas› icaplar›n› ifade eder. Basit bir madde kombinezonuna yüksek tesirin gönderilmesi uygun olmaz. Aynen, çok karmafl›k madde kombinezonlar›na da hafif tesirler yarar vermez. Bütün bunlar, icaplar›n yürüttü¤ü teknik mekanizmalarla ayarlanm›flt›r. ‹nsanlar›n birbirlerine yapt›klar› tesirler aras›nda, bu üçüncü derecedeki tesirlerin örneklerini görmek kolayd›r. Dördüncü derecedeki tesirler ise, miktarca kabalaflm›fl de¤erlerdir. Bunlar, esasî tesirlerin bir madde kombinezonunda kullan›ld›ktan sonra, tümüyle de¤iflmifl olarak yay›nlanan hâli olup, depo edilen ve gerekti¤inde otomatik faaliyetlerde kullan›lan, kaba tesirlerdir. Meselâ bir maddî sistem dahilinde veya bir beden içinde otomatik faaliyetlerin yap›lmas›, bu depo tesirlerin kullan›lmas› suretiyle olur. Daha önce bildirdi¤imiz maddelerin manyetik alanlar›, bu tesirlerin kapsam› dahiline girer.
* * * Yukar›dan gelen esasî bir tesirin, maddenin tam ortas›nda bir odak oluflturarak madde cüzlerini etraf›na toplamak suretiyle madde oluflumlar›n› meydana getirdi¤ini ve o maddede çeflitli transformasyonlara u¤rad›ktan sonra, kalitesi düflmüfl ve baflkalaflm›fl olarak maddeden tekrar d›flar› yay›nlanmaya bafllad›¤›n› ve buna da o maddenin manyetik alan› denildi¤ini daha önce söylemifltik. Yine, maddelerin ve bedenlerin birbirlerine tesir etmeleri de, bu manyetik alanlar›n›n birbiriyle temaslar› sonucunda yapm›fl olduklar› al›flverifller sayesinde mümkün olur, demifltik. Meselâ bir “a” varl›¤›, “b” maddesinin bünyesinde bâz› de¤iflmeler ve tezahürler elde etmek istiyorsa, kendi tesirlerini içeren manyetik alan›n› o maddenin manyetik alan› ile temas ettirir. Maddenin, manyetik alan›ndan bünyesine intikal eden bu tesirler; “a” varl›¤› taraf›ndan tayin edilmifl derece, yön, flekil ve dozlara göre, istenilen hareketlerin ve sonuçlar›n o madde üzerinde vukua gelmesine neden olurlar.
65
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Yine, bir manyetizmac›n›n, insan› manyetize etmesi ve onun fiziksel, fizyolojik ve psikolojik durumlar›nda bâz› de¤ifliklikler yapabilmesi de, ayn› yoldan olur. Yâni, kendi bedeninin manyetik alan› ile süjesinin manyetik alan›n› temasa geçirmek suretiyle, ona tesir eder. Bunun gibi, bir spiritizma celsesinde insanlar›n “ektoplazma” dedikleri materyalizasyon olaylar› da; bedensiz varl›klar›n, manyetik alanlar›n›n medyumun manyetik alan›yla temaslar› sonucunda gönderdikleri tesirlerin, bu alandan medyumun bedenine intikal ederek, orada istenilen tarzlarda maddî de¤iflmeler, da¤›lmalar, toplanmalar meydana getirilmek suretiyle olur. Yine, fiziksel medyumlar›n eflyalara tesirleri, bireyler aras›nda görülen telepatiler, sempatiler, antipatiler, transmisyonlar ve di¤er maddî olaylar, hep bu mekanizmayla olur. Yâni, bütün bunlar, manyetik alanlar üzerine yap›lan tesirlerle, o alanlar›n ba¤l› bulunduklar› madde kombinezonlar›nda çeflitli transformasyonlar›n meydana getirilmesi suretiyle olur. Böylece, bir yerde bir depremin, bir yanarda¤ püskürmesinin, bir tufan›n olmas› gibi büyük do¤a olaylar›n›n meydana getirilmesinin de yine, Dünya’n›n manyetik alan›na vazifeliler taraf›ndan gönderilen tesirlerle sa¤land›¤›ndan daha önce söz etmifltik. Bütün bu sayd›¤›m›z tesirlerden baflka, daha kaba olan ve bu tesirlerle ikinci derecede ilgileri bulunan birtak›m basit tesirler, basit de¤erler de vard›r: Meselâ bir bedende ortaya ç›kan kimyasal reaksiyonlar, hastalara verilen ilaçlar gibi tesirler ki, bir atomun, bir molekülün birim düalitelerindeki de¤er farklanmalar›na oranla dahi çok daha kaba olduklar› için, bunlara “kaba yükler” veya “kaba de¤erler” diyoruz.
* * * Maddeler tesirleflirken, tesirler, bir bedenden veya madde kombinezonundan di¤er bedene veya madde kombinezonuna geçerken, birtak›m de¤iflmelere u¤ramakta, yukar›lardan afla¤›lara indikçe basitleflmekte, yukar›lara ç›kt›kça da karmafl›klaflmaktad›r66
BEDR‹ RUHSELMAN
lar. Bunun nedeni fludur: Bir madde ünitesinden alt madde ünitesine geçerken tesirlerin içeri¤i olan de¤erlerin bir k›sm› üst ünitede kullan›ld›¤› için, o tesir, ilk geliflindeki hâline nazaran k›smen silinerek ve de¤erlerinin bâz›lar›n› kaybederek afla¤›daki üniteye iner. Ve bu hâl, alttaki üniteyi güçlü bir tesirin zarar›ndan otomatikman korumufl olur ki, bu da kâinattaki varl›klar›n ve maddelerin esenli¤i için kurulmufl süzgeç mekanizmalar›ndan birini oluflturur. Bu mekanizmalar maddeler için gereklidir. Bunlar›n k›ymetini belirtmek için Dünya’y› örnek olarak gösterece¤iz. Dünya’m›za Günefl’ten, Ay’dan, y›ld›zlardan, di¤er gök cisimlerinden ve gezegenlerden milyarlar kere milyarlarca direkt ve endirekt tesir gelir ve bir tesirler flebekesi bütün Dünya’y› kucaklar. Dünya’daki varl›klar ve maddelerin her zerresine ayr› ayr› gelen yüz binlerce tesirin hesap edilmesiyle, bütün Dünya’ya inen tesirlerin toplam›n›n hiçbir say›ya s›¤mayacak miktar›n› tahmin etmek mümkündür. ‹flte bu gelen tesirler aras›nda, hiç flüphesiz Dünya’y› büyük zararlara sokabilecek olanlar› da vard›r. Fakat, çok yukar›lardan gelen büyük tesir kaynaklar›na ait düzenleme mekanizmalar›ndan baflka, tâli tesirler için Dünya etraf›nda kurulmufl bâz› süzgeç mekanizmalar› da vard›r ki, bunlar, bu kudretli tesirleri süzerek, onlar›n zararlar›ndan Dünya’y› korurlar. Bu süzgeç mekanizmalar›n›n hedefi, Dünya’n›n kald›ramayaca¤› kadar güçlü olan tesirlere yol vermemektir. Bu çeflitli mekanizmalar sayesinde o tesirlerin bir k›sm› Dünya’ya u¤ramadan geçer giderler. Di¤er bir süzgeç mekanizmas› da Günefl’ten gelen tesirlerin atmosferde kurmufl oldu¤u koruyucu bir mekanizmad›r. Bu, d›flar›dan gelen veya Dünya’da yapay olarak yarat›lan afl›r› radyoaktiviteler gibi Dünya’y› büyük zararlara u¤ratabilecek bâz› radyasyonlar› ve tesirleri de¤ifltirir ve zarars›z bir hâle sokar. Bu öyle bir flekilde ifller ki, Günefl’ten veya fluradan buradan gelen vibrasyonlara –Dünya’ya zararl› olmad›klar› sürece– dokunmazlar. Fakat bu vibrasyonlar›n dozlar›, belirli s›n›rlar› aflarak Dünya’ya zarar verebilecek bir hâle geldikleri ândan itibaren, atmosferdeki bu mekanizma, otomatik olarak çal›flmaya bafllar ve o zararl› ve belki de öldürücü radyasyonlar› zarars›z hâle getirinceye kadar çal›fl›r; on67
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lar›n dozlar›n› normal düzeye indirince faaliyetini durdurur. Meselâ böyle bir mekanizma atmosferde olmasayd› Dünya’da yarat›lan radyoaktiviteler birçok ölüme neden olabilirdi. Bu tür süzgeç mekanizmalar› ile di¤erleri, hemen hemen her cisim, her madde için mevcuttur. ‹flte tesirlerin afla¤›lara inerken de¤erlerinin azalmas› da, afla¤›dakilerin esenli¤i için bir tür süzgeç mekanizmas› olur. Alt maddeden üst maddeye ç›karken ise, tesirlerin karmafl›klaflmas› flundan ileri gelir: Afla¤›dan gelen tesirler, yukar›ya ç›karken, oran›n bünyesi icab› olarak daha genifl bir tesirler alan› ile karfl›lafl›rlar. Oradaki tesirler ile sempatize olarak onlardan de¤er almak suretiyle, kendi bünyelerini geniflletirler ve böylece daha karmafl›klaflm›fl bir hâle girerler. fiu hâlde, bir tesir, afla¤›lara indikçe, her u¤rad›¤› aflamada de¤erlerinden bir k›sm›n› b›raka b›raka zay›flayarak iner ve kaybolur. Yukar› ç›karken de her aflamadan yeni de¤erler alarak, ço¤ala ço¤ala yükselir. Bu hâl, hem tesirlerin maddeler aras›nda yürürken yapt›klar› fonksiyonlar›n›n zarurî bir sonucudur, hem de afla¤›lara indikçe u¤rad›klar› aflamalarda kendileri ile sempati kuracak birer ortam bulmalar›na imkân kazand›r›c› bir icapt›r. E¤er bu süzgeçler ve bu mekanizmalar olmasayd›, tekâmül icaplar›na göre gerekli de¤iflmeleri yapmak için varl›k ve madde kombinezonlar›na inen tesirler ile o maddeler aras›nda çeflitli kaynaflmazl›klar olur ve bu tesirler, yarar verece¤i yerde, ço¤u kez zararl› olabilirdi. Bütün bu tesir ayarlanma mekanizmalar› da yine, yüksek icaplar› tafl›yan üstün tesirlerin kontrolleri alt›nda bulunmaktad›r.
* * * Tesirler, kâinat d›fl› hakikatlerin maddeye yans›m›fl durumlar›d›r. Maddenin gösterdi¤i reaksiyonlar› da kâinat d›fl›na yans›tan, yine bu tesirlerdir. Tesirler, bir maddeyi harekete geçirdikten sonra, o maddenin hareketleriyle di¤er maddelerin hareketlerine ve o di¤er maddelerin hareketleriyle de daha di¤er maddelerin 68
BEDR‹ RUHSELMAN
hareketlerine neden olmak suretiyle, art arda birbirini do¤uran tesirler zincirini meydana getirirler ki; bu da, bir tür otomatizma olur. Kâinatta böyle otomatizmalarla yürütülen bir sürü ifl vard›r. Fakat böyle zincirleme flekilde cereyan eden otomatik faaliyetler de, yine, ancak yukar›dan gelen, vazifeli varl›klar›n tesirlerinin kontrolleri alt›nda cereyan eder. fiimdiye kadar ana hatlar›yla söz etti¤imiz tesirler, sonsuz varyeteleriyle, çeflitli madde kombinezonlar› hâlinde madde bünyelerine girerler ve maddeler aras›ndaki say›s›z al›flveriflleri sa¤larlar. Bütün bu tesirler, kâinat› bafltanbafla ve hiçbir insan idrakinin kavrayamayaca¤›, kar›fl›k bir flebeke hâlinde sararlar. Bunlar›n her zerresine Aslî Prensibin yüksek icaplar› hâkimdir. Bütün bu tesirler, say›s›z varyetelerine ra¤men, ilâhî nizam›n büyük ahengi içinde, kâinat›n en ince maddelerinde tecelli etmifl bir tek kudret hâlinde fonksiyonlar›n› yaparlar. Kâinat›n ilk zerresinden bütününe var›ncaya kadar, insanlar›n maddî, manevî, cismanî, ruhanî diye nitelendirmifl olduklar› her fley, ancak yüksek prensiplerin icaplar›n› tafl›yan bu tesirlerin nizam ve tertipleri dahilinde yürüyebilir. Bu noktay› bütün ayr›nt›lar›yla sezebilenler için, kâinatta tesirlerden özgür hiçbir ak›fl ve oluflun mümkün olamayaca¤›n› idrak etmek mümkün olur.
* * * Tesirlerin ak›fl› hakk›nda bu genel bilgiyi verdikten sonra, onlar›n kâinat cüzleri aras›nda meydana gelen fonksiyonlanmalar›ndan, bu fonksiyonlanmalar›n gerçekleflme yollar›ndan ve nihayet, as›l hedeflerinde meydana getirdikleri sonuçlar›ndan da söz etmek gerekiyor. Çünkü kâinatta mâflerî tekâmül hayat›n›n esas bünyesini oluflturan organizasyon sistemlerinin daha iyi sezilebilmesi için bu konunun bilgisinde biraz daha ileri gitmeliyiz. Tesirleflme mekanizmas› ile organizasyon sistemleri birbirini tamamlamaktad›rlar. Dolay›s›yla, tesirleri tek bafl›na de¤il, organizasyon sistemleriyle ve bu sistemleri kuran mekanizmalarla birlikte aç›klamak gerekir.
69
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
* * * Kâinat bafltanbafla bir organizasyondur. Fakat bu büyük organizasyon içinde bir organl›k–organizatörlük durumuyla görünen organizasyon flekilleri, kâinat›n ancak belirli bir safhas›ndan bafllay›p belirli bir safhas›na kadar devam eder. Bunlar›n üst ve altlar›ndaki organlaflma durumlar›, insan idraki d›fl›nda kalan, yüksek prensiplerin nizam* ve tertiplerine ait yasa ve kurallar dahilinde vuku bulur. Bununla birlikte bunlar›n hiçbiri, büyük kâinat organizasyonunun d›fl›nda de¤ildir. ‹nsanlar›n sezebilecekleri k›s›mlardaki kâinat organizasyonlar›, organ–organizatör iliflkileri içinde cereyan eder. Bir organizasyon, kendisinden bir üst olan organizasyonun organizatörlü¤ü alt›nda çal›fl›r. Burada, organizatör mevkiinde bulunan üst organizasyon, alt organizasyona ›fl›k tutar. Bu ›fl›k da ona, yine bir üst organizasyondan gelmifltir. Bu hâl, tâ Ünite’ye kadar uzan›r. Böylece, Ünite’den bütün kâinata tutulan bir projektör, hiyerarflik olarak vazife plân›n›n en alt kademelerine kadar s›ralanm›fl vazife organizasyonlar›n›, yukar›dan afla¤›ya do¤ru kateder. Bu s›rada her organizasyon, bir üstündekinden ald›¤› ›fl›kla kendi vazifelerini görürken, bir alttaki organizasyonun da vazife görmesindeki ihtiyaçlar›na göre, o ›fl›¤› alttaki organizasyona gönderir. Ünite’den gelen direktiflerle, bütün, vazife plân›n›n safha ve kademelerindeki organizasyonlar, kendilerine düflen vazifeleri kendi kapsamlar› dahilinde ve yukar›dan gelen direktifin ›fl›¤› alt›nda yerine getirirler.
* * *
Yüksek prensiplerin çizmifl oldu¤u tekâmül yolunda, her organizman›n belirli birtak›m vazifeleri vard›r. O organizman›n bütün elemanlar›, el ele verip –kendi kudret ve liyakatleri derecelerine göre– bu vazifeleri yapmakla yükümlüdürler. Hiçbir organ›n veya organizatörün, kendisine düflen vazifeyi terk ve ihmal etmemesi gerekir. Fakat hidrojen âleminin henüz ilk safhalar›ndaki ruhlar›n * “Nizam” sözcü¤üne sözlüklerde “düzen; icaplara göre konulmufl yasalar ve kurallardan oluflan düzen; düzenleme, düzenlenme” anlamlar› verilir.
70
BEDR‹ RUHSELMAN
görgü ve deneyimleri, bu hakikatleri ve zorunluluklar› idrak edebilmelerine yetecek kadar ilerlemifl de¤ildir. Hattâ az çok inkiflaf etmifl olanlar›nda bile bu durum, çok noksand›r. Bir kâinat sorumlulu¤unun çeflitli derecelerdeki pay›n› tafl›yan vazife idrakine, bu safhadakiler henüz varm›fl bulunmamaktad›rlar. Onun için, bu varl›klara henüz, idare mekanizmas›ndaki vazifeler b›rak›lmaz. Dolay›s›yla, bunlar, büyük vazife organizasyonlar›na dahil de¤ildirler. Bu, ancak, tekâmülün daha ileri safhalar›nda bulunan, vazife plânlar›ndaki varl›klara ait bir ifltir. Bununla birlikte, daha alttaki bu idraksiz, hattâ yar› idrakli varl›klar›n tekâmüllerine yard›m etmek vazifesiyle yükümlü k›l›nm›fl üstün varl›klar, onlar›n vazife plân›na haz›rl›klar› için, paylar›na düflen zarurî iflleri yapabilmelerine yard›m ederler. Bunun için, onlar aras›nda, ileriki organizasyon teflkilât›na haz›rlanmak üzere, çeflitli topluluklar, gruplaflmalar olur. Ve vazifeliler yerine göre, az çok otomatik veya az çok idrakli olarak haz›rl›k ifllerine, bu gruplar› ve topluluklar› sevk ederler. Bunlar, inkiflaf edip idraklerini genifllettikçe, hareketlerinde, o oranda artan serbestlikler kazanmaya bafllarlar. Ve bu s›rada kendilerine, yavafl yavafl, büyük organizasyon sistemlerinin sezgileri verilir. ‹flte, nas›l kaba bir madde, varl›k safhas›na girip orada bir süre tekâmül ederek, bir bitki bedenini kurmaya bafllad›¤› ândan itibaren içgüdüleriyle bir toplulu¤a girmek suretiyle yeni bir inkiflaf devresine bafll›yorsa, o varl›k, çok uzun bir tekâmülü sonucunda ve vazife anlay›fl› olgunlaflt›¤› oranda vazife yükümlülüklerini öylece idrak etmeye bafllam›fl ve sorumluluk duygusunu kazanma yoluna girmifl bulunur. Bu da büyük vazife plân›n›n, organizasyonlar›na giden genifl yollar›n› ona sezdirmeye bafllar.
* * * Biraz önce, bir topluluk içindeki otomatik vazifelerden söz ettik. fiimdi bu otomatik faaliyetlerin aç›klanmas› üzerinde duraca¤›z. Çarfl›dan gelirken, elinizdeki paketleri evinize tafl›tmak için bir küfeciye verirsiniz. Küfeci onlar› evinize kadar niçin tafl›r? Size yard›m etmek için mi? Hay›r. Onun böyle bir kayg›s› yoktur. 71
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
O, bu ifli sadece, sizden alaca¤› befl on kuruflu koparmak için yapar. ‹flte bu, sizin ona otomatik olarak yapt›rd›¤›n›z bir ifltir. Otomatizman›n çeflitli karakterleri aras›ndan bir tanesi de, iflte, bu örnekte oldu¤u gibi, birisini akl› ermedi¤i bir maksat u¤runda, aldat›c› veya oyalay›c› birtak›m bedellerle yürütmek olur. Buna göre, bir insan›n otomatik olarak tekâmül yolunda yürümesi demek; varmas› gereken hedefe bilerek ve isteyerek gitmek kudretini gösteremeyen o insan›n, nefsaniyetlerine göre önüne ya cazibeli oyuncaklar sererek ya da korkutucu, sindirici pozisyonlar ç›kararak, istenilen yolda yürümesini sa¤lamak demektir. Büyük gayelerin gerçekleflmesine yönelik olan bu ifller, böyle, birtak›m otomatizmalarla bafllar. Bu otomatizman›n ilk yürüyüfllerini haz›rlayan hissî ve nefsanî düflünceler ve arzular da, müspet veya menfî fonksiyonlar›yla, bu otomatizman›n güçlü birer ögesi olurlar. ‹drakler geniflledikçe ve yap›lacak ifllerin neden ve sonuçlar› hakk›ndaki öz bilgiler artt›kça sonuçlar yavafl yavafl daha iyi görülür ve aradaki cazibeli veya korkunç otomatizma vâs›talar› birer birer fonksiyonlar›n› kaybetmeye bafllarlar. Art›k annesi, çocu¤unun bafl›n› y›kayabilmesi için ona fleker vadetmek gere¤ini hissetmez. O zaman insan, do¤rudan do¤ruya, hedefini daha iyi görerek, o hedefe ulaflman›n idrakine sahip olmaya ve gere¤ine inanmaya bafllam›fl, vazife plân›na do¤ru yürüyüflün sezgilerini kazanm›fl bulunur. Esasen, Dünya küresinin kudretli bir tekâmül vâs›tas›, mükemmel haz›rlay›c› bir okul oluflu da bundan ileri gelmektedir. Çünkü vazife bilgisine do¤ru fluur ve idrakleri zorlayan programl› ve tertipli olaylarla kurulmufl büyük bir otomatizman›n –insanlar› sevk edici– her türlü malzemesi, say›s›z his ve nefsaniyet unsurlar› dünya okulunda mevcuttur. Ve dünya hayat› üzerindeki vazifeliler de, bu vazifelerini, insanlar aras›nda bu malzemeleri kullanarak yapmaktad›rlar. Demek ki dünya; bitkileri hayvan ve hayvanlar› insan safhas›na çeflitli otomatizmalarla haz›rlad›¤› gibi, insanlar› da vazife bilgisi ve organizasyon sistemleri sezgisine haz›rlay›c› çok zengin varyetelerle doludur. S›navlar, eprövler, gözlemler, deneyimler, ac› veya tatl› bütün his karmaflalar›, dinlerin koymufl olduklar› cennet, cehennem, ahret yapt›r›mlar›n›n çeflitli görünüflleri… Bütün bunlar, kâinatta yap72
BEDR‹ RUHSELMAN
makla yükümlü olduklar› büyük ve âlemflümul* ifllerin, vazifelerin idrak ve fluuruna insanlar› haz›rlamak gayesine yöneliktir. ‹nsanlar›n dünya olaylar›n›n nedensellik prensibi muvacehesindeki hakikî k›ymetleri ile o k›ymetler karfl›s›nda kendi durum ve davran›fllar›n› ö¤renmelerini, kendilerini ona göre ayarlamalar›n› ve böylece vazife bilgisine ve organizasyon disiplinine kendilerini haz›rlayabilmelerini sa¤lamak, dünya hayat›n›n esas fonksiyonlar›ndan biridir. Ancak bu fonksiyonun sonuçland›rd›¤› hedefe ulaflm›fl, kâinatta yapaca¤› ifllerin yükümlülü¤ünü benimsemifl olanlard›r ki, dünya ile ilgilerini kesebilirler.
* * * Çok genifl bir kâinat mekanizmas›n›n teknik yollar›n› gösteren organizasyonlar›n faaliyeti hakk›nda, flimdilik k›sa bir bilgi verece¤iz. Kâinatlara ve ruhlara hâkim Aslî Prensibin icaplar›na göre yap›lmakta olan sonsuz ifller vard›r. Maddelerin oluflturulmalar›nda, tesirlerin maddelere ve varl›klara da¤›t›mlar›nda, bu da¤›t›mlar›n yerli yerince kullan›lmas›nda, varl›klar›n çeflitli inkiflaf safhalar›n›n ve tekâmüllerinin sevk ve idaresinde ve kontrollerinde, onlar›n tekâmüllerine hizmet eden kaba maddelerin çeflitli, say›s›z tezahürlerinin meydana getirilifllerinde, özetle, kâinat›n bütün mekanizmalar›nda yap›lacak say›s›z ifller ve hizmetler mevcuttur ki; bunlar›n her biri, uzmanl›k kabiliyetlerine göre varl›klar›n yerine getirmekle yükümlü olduklar›, birer idarî vazifedir. Bu yükümlülükler –Aslî Prensibin yüksek icaplar›na göre– varl›klar›n liyakat dereceleriyle orant›l› olarak yap›l›r ve ona göre, varl›klar, vazifelendirilir ve vazifelenir. Vazife duygusuna ve idrakine varm›fl varl›klar›n liyakatlerine göre, vazife plânlar›nda birbirinden derece ve vazife durumu bak›m›ndan farkl› gruplaflmalar, kadrolaflmalar ve organizasyonlar oluflur. Bunlar, birbirinin düzenleyicisi, denetleyicisi, yard›mc›s› hâlinde, aslî prensiplerin hedef tuttu¤u ortak gayeye yönelmifl olarak, Ünite’ye kadar yay›l›rlar. Bunlar›n yapacaklar› ifller aras›nda, yüksek icaplara göre varl›klar›n tekâmüllerine hizmet etmek, onlar için * “Âlemflümul” sözcü¤üne sözlüklerde “âlemi ilgilendiren; dünya çap›nda” anlamlar› verilir. 73
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
maddî ortamlar haz›rlamak, henüz otomatik kademede bulunanlara yard›m etmek gibi say›s›z faaliyetler vard›r. Organizasyonlar, bütün bu vazifelerini, biraz önce aç›klad›¤›m›z gibi, Ünite’den ç›k›p organizatörlük–organizasyon nizam› içinde afla¤›lara do¤ru yay›lan direktiflere göre yerine getirirler. fiu hâlde, vazife plân›na dahil olmufl varl›klar›n say›s›z yollarda uzmanlaflmalar›, vazife liyakatlerini kazanmalar› ve bunlar›n sonucu olarak da çeflitli vazifeler etraf›nda toplanmalar›, gruplaflmalar›, organlaflmalar› ve sistemleflmeleri; Aslî Prensibin direktifleri, yapt›r›mlar› ve icaplar› dahilinde, O’nun ›fl›¤› alt›nda olmaktad›r. ‹flte bütün bu teflkilât, ruhlar›n tekâmülleri için flaflmadan yürüyen kâinat›n Ünite’ye ba¤l› muazzam idare mekanizmas›n›n teknik yan›n› oluflturur. Tabiî ki böyle yüksek bir mekanizmada vazife almak için, tam idrake varm›fl olmak, insan üstü düzeye gelmifl bulunmak gerekir. Esasen vazife plân› da ancak hidrojen safhas›n›n bitiriliflinden sonra bafllar. Vazife organizasyonlar› hakk›nda flimdilik gere¤i kadar bir fikir verebilmek için, muazzam kâinat organizasyonu içinde kâinat›n bir zerresinin zerresinden daha küçük olan Dünya’m›za ait faaliyet mekanizmalar›ndan birini, bu sahada vazifeli olan bir grup idarecisinden ald›¤›m›z bilgiyle aç›klamak istiyoruz. Afla¤›daki sat›rlar, Dünya iflleri nizam›nda çal›flan teknik idare grubunun idarecisi, vazifeli bir plân taraf›ndan –yüksek kaynaklar›n onay›yla– dünyam›za ilk defa verilmifl, bu konuya ait yüksek bir bilgiyi içermektedir: “Kâinat içindeki, kâinat› idare eden prensiplerin zaruret ve icaplar› olan maddî olaylar, kâinattaki tekâmülün malzemesini, gözlemini sa¤layan unsurlard›r. Türlü tekâmül ihtiyaçlar› için, en a¤›r madde hâlinden en hafif madde hâline kadar, sonsuz transformasyonlar, deformasyonlar ve formasyonlar olur. Bu maddî de¤ifliklikler, kâinat›n genel idaresiyle vazifeli varl›klar›n direktif ve kudretleri kanal›yla ve belirli sahalarda vazifelenmifl varl›klar›n faaliyet ve iflçili¤iyle sonuçlan›rlar. Kâinat›n teknik içeri¤inin unsurlar› olan sürekli de¤iflmeler, vazifeli birçok varl›¤›n eseridir. Fakat bu vazifelileri sevk eden varl›klar gittikçe yükselerek Ünite’deki genel sorumluluk ve güçlerle ilgili olurlar. fiimdi, ald›74
BEDR‹ RUHSELMAN
¤›m bir direktifle, belirli de¤iflmelerin vukuuna* etken olan, onlar› haz›rlayan varl›klar›n nas›l çal›flt›klar›n› anlataca¤›m. “Yüksek prensiplerin icab› olarak vukuu yak›n bir de¤iflmenin, olmas› gerekenin direktifi bize gelir. Zaten kâinat›n tekâmül eden her bir varl›¤› için; onlar›n ihtiyaç ve fonksiyonlar›n› kontrol ve tespit eden di¤er vazifeli gruplar, bu varl›klar›n liyakat ve ihtiyaçlar› derecesini ve onlar hakk›nda yap›lmas› gerekeni bize bildirirler. Yâni, yüksek prensiplere paralel olarak direktif veren yüksek varl›klardan baflka, bize faaliyetlerimiz hakk›nda tamamlay›c› enformasyon veren di¤er, baflka vazifeli gruplar da vard›r. Bir örnek vereyim: Dünya hayat›n› yaflayan bir insan tasavvur ediniz! Onun tekâmülü için belirli bir de¤iflikli¤e, belirli bir malzemeye ihtiyac› vard›r. Buna ya liyakat kazanm›flt›r ya da bu, onun s›navlar›n›n, teflevvüflünün, k›sacas› fonksiyonel özelliklerinin bir icab›d›r. Bu icab› ölçüp biçen, derecelendiren, zaman›n› ve mahiyetini tayin eden grup, bir baflka gruptur. O grubun bize yard›m›; sözkonusu insan için meydana gelecek olay›n, niteliklerini, miktarca de¤erini, zaman›n›, k›sacas› bizim yapmakla yükümlü oldu¤umuz bütün ayr›nt›lar›n› haz›rlay›p vermesidir. Meselâ o insan›n hasta olmas› icap ediyorsa, hastal›¤›n türü, a¤›rl›k veya hafiflik derecesi, uzunlu¤u, k›sal›¤›, tedavi imkânlar› bize bildirilir. Daha ayr›nt›ya gireyim: Bu hastal›kta a¤›rlaflt›r›c› nedenler olmas› gerekiyorsa, o kimsenin, imkân› az bir yere sevk edilmesi, tedavi edecek doktorun teflhiste yan›lmas› gibi hususlar da eksiksiz olarak verilir. Art›k o bir tek kiflinin bu durumundaki tekâmül malzemesi için –icap ederse– birkaç varl›k çal›flacak; birisi bünyeyi haz›rlayacak, bünyedeki mikroplar›n faaliyetini sa¤layacak, bir di¤eri doktorun fikrî durumunu o belirli ânda icap etti¤i gibi tesir alt›nda bulunduracakt›r. Bu teknik faaliyetlerin sahalar› da pek çok branfla ayr›l›r. Bunlar aras›ndan önemli birkaç›n› sayaca¤›m. Meselâ, insanlar›n hâleti ruhiyelerini** belirli form kal›plar›na ba¤lamak, lokal, sosyal formlar› kurmak ve son bir örnek vereyim; medyumlar› idare etmek... Bunlar * “Vuku” sözcü¤ü, “olma, olufl, meydana gelme, cereyan etme” anlam›na gelir. ** “Hâleti ruhiye” deyimi, kiflinin bulundu¤u psikolojik durumunu ya da iç durumunu ifade etmek üzere “ruhsal durum” anlam›na gelir.
75
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
gibi, ço¤alt›labilecek, mahiyet ve önemleri birbirinden farkl›, pek çok faaliyet branfl› vard›r. Bunlar›n her biri, kendi kadrosu dahilinde, kendi tekni¤iyle çal›fl›r. Bu belirli faaliyet kadrolar›n›n her birinin tekni¤i birbirinden farkl›d›r. Meselâ, do¤ada vuku bulan fiziksel de¤ifliklikleri yapmakla yükümlü olan grup, medyumlar› idare edemeyece¤i gibi, medyumlar› idare eden grup da sosyal olaylar› kuran grubun vazifesini yapamaz. Zaten çal›flma zeminlerinin farkl› oluflu, bütün bu gruplar›n çal›flma tekniklerinin farkl› oluflunu icap ettirir. “Bu teknik vazifeli gruplar, belirli vazifeleri yaparken birçok imkândan yararlan›rlar. Bu imkânlar, mahiyet bak›m›ndan çok de¤ifliktir. Bu arada size teknik terimler vermek imkân›n› bulamayaca¤›m. Çünkü kullan›lan bu güçler ve imkânlar›n sözcüklerle ifade edilmesi ve nitelendirilmesi, zor ve imkâns›zd›r. Ancak, onlar› yak›n bir mânâda en uygun flekilde ifade edebilecek olan terimleri kullanmakla yetiniyorum. Kullan›lan güçler; elektromanyetik güçler, mekanik güçler, birçok gücün bileflkesi olan biyolojik güçler ve kozmik güçlerdir. Bunlar› elde etmek için uzay imkânlar›ndan, bedenini terk etmifl serbest varl›klar›n enerjilerinden, üst âlemlerdeki varl›klardan yay›nlanan enerjilerden, insanlar›n güçlerinden, bedenlilerin güçlerinden yararlan›l›r (tabiî onlar bunu bilmezler) ki, bu bedenliler dünya içinde pek çoktur: insanlar, hayvanlar, bitkiler… gibi. ‹flte bütün bu imkân ve kaynaklardan elde edilen enerjiler, bizim enerjimizi takviye ederek, (alt›m›zdaki) vazifelilerin de sevk ediliflleriyle, belirli sonuçlar› meydana getirirler. Bir cismin dengesinin bozulmas›, meselâ rüzgâr yönünün idare edilmesi (çünkü rüzgârlar›n belirli bir yöne sevk edilmesiyle, kimi zaman, belirli bir yerde kopacak olan bir tayfunun belirli kiflilerin tekâmülü için zorunlulu¤u vard›r), yine, lokal bir depremde, deprem için gereken denge de¤iflikli¤inin husule getirilmesi*... ‹flte bütün bunlar için gereken flartlar›n oluflturulmas›, bu sayd›¤›m kaynaklardan yay›nlanan enerjilerle ve o enerjilerin belirli ve uygun de¤er ve tarzlarda, vazifelileri taraf›ndan kullan›lmas›yla vuku bulur.” * “Husule getirme”; “do¤urma; ortaya ç›karma, meydana ç›karma; meydana getirme; gerçeklefltirme” anlamlar›na gelir.
76
BEDR‹ RUHSELMAN
* * *
‹nsanl›k safhas›n›n, yâni hidrojen atomu devresinin üstünde bafllayan vazife organizasyonlar›na varl›klar birdenbire sokulmazlar. Bunun için uzun haz›rl›klardan sonra, vazife plân›n›n icaplar›na uygun bir idrak düzeyine ulaflm›fl olmak gerekir. Bu da dedi¤imiz gibi, ancak, hidrojen âleminin en ilkel kademelerinden en üst kademelerine kadar geçecek uzun, hem de çok uzun bir haz›rl›k devresinden sonra olur. ‹lk varl›k hâlinden en yüksek bir insan varl›¤› hâline gelinceye kadar, idrakin böyle bir vazife liyakatini kazanabilmesi için, geçirilmesi gereken safhalar› daha önce belirtmifltik. Bu safhalar›n bafl›nda organizasyon sisteminin en ilkel yürüyüflüne bafllang›ç olmak üzere, bitkilerde otomatik–mekanik içgüdülerle bir tür topluluk hayat› bafllar. Bu topluluklar, varl›klar›n hayat› ilerledikçe kapsam kazan›r ve mânâlar›n› geniflletirler. Hayvanlarda bu topluluk hayat› daha fazla kendini gösterir. Henüz bir toplum hayat› bafllamam›fl olmakla birlikte, ona do¤ru ilk haz›rl›klar› ifade eden oldukça mânâl› topluluklar hayvanlar aras›nda mevcuttur. Meselâ kar›ncalar›n, ar›lar›n, toplu hâlde yaflayan bâz› hayvanlar›n otomatik topluluklar› buna örnektir. Bunlar, insan hayat›ndaki mâflerî plânlara aday olan varl›klar›n tertipli haz›rlan›fllar›d›r. Tabiî ki, bunlar› birbirlerine ba¤layan üst tesirler ve ba¤lar vard›r. Bunlar da, bu sahalarda çal›flan vazifeli varl›klardan gelmektedir. Böylece, k›fll›k tah›llar›n› biriktirmeleri için kar›nca topluluklar› teflkilâtland›r›l›r, aynen ar› topluluklar› da. Bazen yuvalar›n› sald›rgan kartallara karfl› korumak için civardaki bütün leylekler, bir araya toplanarak, bu canavarlarla bir ordu hâlinde savafl›rlar. Bâz› vahfli hayvanlar, aç kald›klar› zaman sürüler oluflturarak avc›l›¤a ç›karlar. Hayvanlarda s›k görülen bu hâller, onlar›n daha üst mâflerî plân haz›rl›klar›n›n içgüdüsel tatbikat›n› yapabilmelerini sa¤lamak için, vazifeli varl›klar taraf›ndan gönderilen gerekli tesirlerle meydana getirilmektedir. Nihayet insanlar›n k›smen yine otomatik, k›smen yar› idrakli olan topluluklar› ve toplum hayatlar› gelir. Burada, art›k yüksek vazife organizasyonlar›na ulaflman›n do¤rudan do¤ruya ve en ya77
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
k›n haz›rl›k tatbikatlar› bafllar. ‹nsan hayat›n›n gayesi de, bu yolda gerekli olan haz›rl›klar› bitirmektir. Bundan baflka, bir insan› kuran ve idare eden varl›¤›n da o insan bedeni ile karfl›l›kl› bir organizatör–organizma durumu vard›r. O varl›k, insan›n sinir sistemi hücrelerinden oluflturmufl oldu¤u manyetik alana hâkim olmak suretiyle, o hücreler vâs›tas›yla bütün bedeni, organizmay› idare eder. Burada, varl›k organizatör, beden ise organizmad›r. Bütün bu topluluklar›n, bu organizasyonlar›n, bu sistemlerin, her madde toplulu¤unun, topluluk sistemlerinin, kombinezonlar›n›n faaliyetleri, birbirleriyle olan iliflkileri, özetle, her olay, her durum, her fley; ancak, ilâhî nizam›n büyük ahengi içinde, bu tesirler mekanizmas›yla sa¤lan›r.
* * * Her organizmaya yukar›dan, yanlardan, afla¤›lardan bir sürü tâli ve yan tesir de gelir ki; bu tesirler içinde, hem o organizasyonun vazifesini kolaylaflt›r›c› müspet tesirler vard›r, hem de onun güçlenmesi, görgü ve deneyimlerinin artmas›, inkiflaf ve tekâmül etmesi için sars›c›, bozucu ve hattâ y›k›c› menfî tesirler vard›r. Ve bunlar, o organizman›n s›nav, deneyim ve gözlem tatbikatlar›n›n meydana gelifllerine neden olurlar. Bütün bu tâli tesirler, o organizman›n yetiflmesi için, idrakli veya otomatik olarak çal›flan bir sürü vazifeli varl›ktan gelir. Yüksek kâinat mekanizmas›na ba¤l› bu vazifeliler, varl›klar›n beden hayatlar›ndaki vazifelerinde baflar› kazanmalar›n› sa¤layacak cehit ve gayretleri göstermelerine zemin haz›rlamak için –tekâmül malzemeleri olarak– a¤›rlaflt›r›c›, güçlefltirici ve bazen de imkâns›zlaflt›r›c› bir sürü olay› onlar›n önlerine sürerler. Bu malzemeler, varl›klar›n gittikçe liyakatlerini artt›rmalar›, güçlenmeleri ve daha üst durumlara kayarak yükselebilmeleri için, ilâhî nizam›n yasalar›na göre tertip edilmifl ve düzenlenmifllerdir. Fakat insanlar, bilgisizlikleri yüzünden, bunlar› daima, bafllar›na gelmifl birer felâket olarak tan›rlar. 78
BEDR‹ RUHSELMAN
* * * Organizasyonlar›n, yüksele yüksele, kâinat›n üst s›n›rlar›ndaki Ünite’de nihayet bulduklar›n› söylemifltik. Ünite’ye var›ncaya kadar, bu organizasyon elemanlar›, Aslî Prensibin yüksek icaplar›na intibak etmek suretiyle, idraken yavafl yavafl birleflirler. O kadar ki, Ünite’ye girdikleri zaman, pek küçük nüanslar hariç olmak üzere, idrakleri, yüksek icaplara her noktas›nda ve tam liyakatle intibak etmifl bulunur ve o zaman onlar, kâinatflümul yüksek faaliyetlere, afla¤›larda oldu¤u gibi organizatör–organ zorunluluklar›na tâbi olmadan, insan akl›n›n eremeyece¤i tek ve büyük bir organizasyon vahdeti içinde devam ederler. ‹flte bu, Aslî Prensibin kâinata ve ruhlara ait kudreti ile kâinat›m›z›n bütün imkânlar›n›n birleflti¤i bir hakikattir. Bize nazaran görünen bu yan›na bakarak, biz ona “Ünite” diyoruz. Çünkü orada, Aslî Prensibin ruhlara ve kâinata ait kudretleri ile kâinat bütünü bir vahdet* oluflturur. Demek ki organizasyonlar Ünite’ye yaklaflt›kça, idraklerin, özgürlüklerin ve sorumluluklar›n artmas› oran›nda, vahdete do¤ru yürüyüfl h›zlan›r. Organizatörlük–organl›k iliflkileri aras›ndaki ba¤lar gittikçe gevfler ve nihayet kaybolur. O zaman Ünite dedi¤imiz kâinatflümul vahdet gerçekleflir. Bu hususta ileride aç›klama yap›lacakt›r.
* * *
Âlemlerin ilk k›s›mlar›nda, ilk kaba hidrojen safhas›nda ruhlar›n henüz hâkim olabildikleri varl›klar yoktur. Bu bak›mdan da onlar hakk›nda zaten böyle bir organizasyon sistemi sözkonusu olamaz, hattâ bu ruhlar›n topluluklar› da düflünülemez. Burada, aslî tesirlerle kurulmufl, ruhlar›n mekanik tekâmüllerini sa¤layan, insan akl›n›n eremeyece¤i bir idare sistemi vard›r. ‹flte bu idare sistemi alt›nda, ruhlar, ilâhî nizama göre belirlenmifl yollarda, mekanik olarak sürüklenirler. Çok uzun süren ve ruhlar için pasif hâllerde geçirilen bu tarzdaki tatbikatlarla, bu ilkel ruhlar, varl›k safhas›na do¤ru yavafl yavafl yükselirler.
* * * * “Vahdet” sözcü¤ü, “birlik, teklik” anlam›na gelir. Frans›zcadaki karfl›l›¤› “ünite”dir (birlik, teklik, bütünleflme).
79
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Varl›k safhas›ndaki bir beden de bir organizmad›r. Bunun da kendisini oluflturan partikülleri aras›nda organlaflmalar ve sistemleflmeler vard›r. Dolay›s›yla, ona –yukar›da söyledi¤imiz gibi– Aslî Prensibin maddeye iliflkin olan esasî tesirleri yerine etraftan tâli tesirler gelir ve yine, “tekâmül de¤erleri” dedi¤imiz, Aslî Prensibin ruhlara ait kudretleri gelir. Bu tâli tesirler de elbette bafl›bofl de¤ildir; bunlar da, daha önce, kâinata girdi¤inden söz etti¤imiz iki ana tesirin, varl›klardan ve bedenlerden geçtikten sonra de¤iflmifl olarak d›flar› aktar›lan hâlleridir. Daha do¤rusu bunlar, varl›klar›n manyetik alanlar›d›r. Bu tâli tesirler, ruhlar›n bireysel ve mâflerî tekâmül ihtiyaçlar›na göre, Ünite’nin tayin ve takdiri gere¤ince, yönlerinde en küçük bir sapma bile olmaks›z›n, tam zaman›nda, gere¤i kadar ve ayarl› olarak hedeflerine ulafl›rlar. Hiçbir zaman bafl›bofl olmayan bu tesirler, kendileri için tayin ve takdir edilmifl bulunan hedeflere –bir sürü idare, kontrol ve yard›m mekanizmalar›na tâbi tutularak– ulaflt›r›l›rlar. Bunlar ço¤u kez, aralar›nda binlerce çat›flma, çarp›flma, çekiflme ve bozuflma gibi ahenksizlik ve bozgunculuk manzaras› gösterirlerse de, bu hâl, görünürdeki bir görünüfltür. Hakikatte bütün bunlar, tekâmül zorunluluklar›n› yerine getirmek için vukua gelen tertiplerin ve mekanizmalar›n teknik icaplar› ve insanlar› aldat›c› z›t görünüflleridir.
* * *
fiimdi, bu tesirlerin maddelere ak›fllar›ndaki tertiplere ait bâz› mekanizmalardan gere¤i kadar söz edelim: Daha önce söyledi¤imiz gibi, tesirin bir maddeye gelmesi demek; o tesiri verici maddenin manyetik alan›ndan, al›c› maddenin manyetik alan›na çok ince bâz› partiküllerin, yâni pek yüksek hareketlere sahip de¤erlerin aktar›lmas› demektir. Bu flöyle olur: Tesiri alan maddenin ihtiyac›na cevap verme kudret ve liyakatinde bulunan verici varl›¤›n manyetik alan›ndan bir tesir kalkar. Buna karfl›l›k, al›c› madde veya varl›k kendisine ulaflmas› istenilen bu tesiri –kendi manyetik alan›ndan bir parças›n› uzatmak sure-
80
BEDR‹ RUHSELMAN
tiyle– âdeta davet eder gibi bir vaziyet al›r; daha do¤rusu tesirler göndermeye bafllar. Biz buna “öncü tesir” deriz. Bu öncü tesirler grubuna, insanlar›n isteklerini, arzular›n›, ihtiyaçlar›n›, cehitlerini ve dualar›n›, birer örnek olarak gösteririz. Dualar, belirli bir mesafeye kadar yukar›lara yans›yabilirler. Bu mesafelerin uzunlu¤u da; o dualar› yapanlar›n, duay› yaparken yukar›lara arz ettikleri isteklerin, içtenli¤ine, do¤rulu¤una ve fliddeti derecesine ba¤l›d›r. Bâz› dualar, uzun yollar katedemez, afla¤›larda kal›rlar. Bunlar, zay›ft›rlar ve bu yüzden de, kendilerini gerçeklefltirebilecek kudretteki varl›klara rast gelmezler. Bunun da böyle olmas› icap eder. Bâz› dualar ise çok uzak mesafelere kadar gidebilirler. Bunlar, özden gelen ve hakikî tekâmül ihtiyaçlar›na dayanan güçlü isteklerdir. Kudretli varl›klara ulaflabilen bu dualar›n gerçekleflme imkânlar› fazlad›r. ‹flte böylece, sanki bir havaalan›ndan uça¤a verilen sinyaller gibi, bu öncü tesirler, gelmekte olan ilk tesiri karfl›lamak üzere harekete geçerken, o alana inmesi icap eden ilk tâli tesir de, idrakli, yar› idrakli ve hattâ bazen de otomatik olarak, kendi kayna¤›ndan ç›k›p, inece¤i alana do¤ru yürümeye bafllar. Fakat dedi¤imiz gibi, bu ilk tesir bafl›bofl de¤ildir. Ona, ulaflaca¤› hedefin yönünü göstermek için, daha üst idrakli kaynaktan gelen di¤er bir tâli tesir de efllik eder ki, buna “güdücü tesir” deriz. Bu güdücü tesir, ilk tesir ile sempatize olmufltur. Fakat güdücü tesir, nispeten kabad›r. Ç›kt›¤› kayna¤›n fluur ve idraki her ne kadar ilk tesirinkinden üstün de olsa, yine, onu sinyal vererek bekleyen manyetik alana tam isabetle ulaflt›rabilecek kudrette de¤ildir. Bununla birlikte ilk tesir ile do¤rudan do¤ruya sempatize olabilecek ayarda bulunmas›, kendisinin ona efllik etmesini mümkün k›lm›flt›r. Demek ki ifl bu kadarla kal›rsa, bunlar yine hedefe ulaflamazlar. Burada da iki neden vard›r: ‹lk olarak; güdücü tesir her fleyi kapsayan bir idrak geniflli¤ine sahip olmad›¤›ndan, burada yolunu flafl›rabilir. Yâni, ilk tesirin sempatize olabilece¤i daha, di¤er, birtak›m manyetik alanlar da vard›r ki, onlar da ihtiyaçlar› dolay›s›yla bu tür tesirlere sinyal verebilirler. Oysa 81
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bu ilk tesirin buralara gitmemesi icap eder. ‹flte güdücü tesirin bu husustaki yetersizli¤i yüzünden, di¤er alanlar›n vermekte olduklar› sinyallere aldan›p kap›larak, ilk tesirin, yönünü onlardan birine do¤ru yöneltmesi de mümkün olur. ‹kinci olarak; hedefi yönünde giden ilk tesire müdahale edip onun mahiyetini de¤ifltirmek veya yolundan çevirmek, hattâ ortadan kald›rmak kudretinde olan di¤er bir sürü parazit tesir ile bunlar›n karfl›laflmas› mümkündür. ‹flte güdücü tesirler –bazen çok güçlü olan– bu müdahalelere karfl› koyabilecek durumda de¤ildirler. Birinci tesir, bu sald›r›lar karfl›s›nda himayesiz kal›nca, yar› yolda yozlafl›p fonksiyonunu kaybedecek duruma gelebilir. Veya di¤er bir yere sürüklenebilir ya da da¤›l›p gidebilir. Oysa, ilâhi nizamda herhangi bir iflin aksamas›, bozulmas›, kötü sonuçlar vermesi gibi, nizam› bozucu düzensizliklere aslâ izin verilmez. Onun için, bu aksakl›¤› önleyici tertipler kurulmufltur. Bu tertiplerden biri olarak, ilk tesirle birlikte gelen, güdücü tesirden baflka, daha yüksek idrakli, vazifeli kaynaklardan, daha üstün tâli tesirler ç›k›p bu kafileye efllik eder ki, bunlara da “dirijan tesirler” deriz. Dirijan tesir, sevk edici tesir demektir. Dirijan tesirler; ilk tesire hedefi bulduran ve onu yoldaki sald›rgan, rastgele parazit tesirlerden koruyan ve icap ederse bu bozucu tesirleri ortadan kald›ran, daha kudretli tesirlerdir. Bu fluna benzer: Bir katar› ele alal›m! Bu katar›n en önünde bir vagon vard›r, onun arkas›nda bir lokomotif mevcut, bu lokomotifi de bir makinist sevk ve idare etmekte. ‹flte burada vagon, ilk tesiri; lokomotif, güdücü tesiri; makinist de dirijan tesiri kabaca sembolize eder. Var›lacak istasyondan verilen iflaretler ise, öncü tesiri gösterir. Böylece, bu tesir katar›, al›c›n›n manyetik alan›na gelince, güdücü ve dirijan tesirlerin vazifeleri o alan›n efli¤inde bitece¤inden, ilk tesiri orada, alan›n s›n›r›nda terk eden bu efllikçi tesirler, ondan ayr›l›rlar. ‹lk tesir ise, gayesine uygun olarak, o alanda meydana getirece¤i müessiriyetlerle, onun tâbi oldu¤u madde bünyesi üzerinde gerekli de¤iflmeleri yapar, o maddenin dengesini bozar, ona çeflitli hareketler yapt›r›r: Yerinden oynat›r, hâl ve flekillerini de¤ifltirir; k›sacas›, fliddeti ve yönü derecesine göre, fakat 82
BEDR‹ RUHSELMAN
daima düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›ndan yararlanarak, o maddede çeflitli olaylar› meydana getirir. Yaln›z, bütün bunlar›n daima yüksek tesirler mekanizmas›n›n kontrolü alt›nda olduklar›n› unutmamal›d›r.
* * *
Yukar›lardan al›nan tesirler çok önemlidir: Çünkü bu tesirlerin her biri yükseltici de¤erleri içerir. Ve maddeler, bu yüksek de¤erleri ala ala, üst plân›n daha zengin, de¤erli maddeleriyle ve tesirleriyle sempatize olabilecek durumlara gelirler. Ve günün birinde de bir üst kademedeki kombinezonlara kayarak, onlarla ayn› plânda, yâni üst plânda tesirleflmelere bafllarlar. Böylece, o madde, bir üst kademedeki madde kombinezonlar›na geçerek, bir kademe daha yükselmifl olur ve inkiflaf da böylece devam eder gider. Aksine, e¤er afla¤›dan gelecek tesirler fazla olur ve üstten de gerekli derecede tesirler al›nmazsa, bu defa ifl tersine döner. Yâni, alttan gelecek tesirler, nispeten basit olduklar›ndan, o maddenin kendilerine nazaran karmafl›k olan bünyesindeki bütün hareketleri besleyecek durumda bulunmazlar. E¤er bunlar yukar›dan da beslenmezlerse, yavafl yavafl o hareketlerin bir k›sm› silinmeye bafllar. Ve o madde art›k, bulundu¤u kademedeki di¤er kombinezonlarla dahi al›flverifl yapamaz hâle gelir ve ancak kendisiyle sempatize olabilen bir alt kademenin maddeleri aras›na kar›flm›fl olur ki, bu da onun gerilemesi, k›ymetlerinin silinmesi demektir. fiu hâlde, bir madde kombinezonunun, daha do¤rusu bir organizman›n yükselmesi veya alçalmas›; ona gelecek üst veya alt tesirlerin nicelik ve niteliklerine ba¤l›d›r ki, bu da onu idare eden varl›¤›n, gelecek tesirleri iyi ayarlayabilmesine, gerekli olanlar› organizmas›na davet edip, gereksizleri kendinden uzak tutabilmesi hususundaki kudretine ba¤l›d›r. Yâni, bu ifller onun sorumlulu¤u alt›ndad›r. Meselâ bir organizman›n her cüzüne gelen milyarlarca tesiri, e¤er onun organizatörü, o bedeni idare eden varl›k iyi ayarlayamazsa ve bu yüzden bâz› cüzlerin organizatörleri, kendilerine tesirleri gere¤inden fazla davet ederlerse, o zaman bu organlara fazla tesirler akmaya bafllar ve bunun sonucu olarak da, 83
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
o grupta, di¤er gruptaki cüzlere nazaran afl›r› bir faaliyet görülür. Bu afl›r› faaliyetler, gittikçe o organ›n genel organizma nizam›na karfl› ayk›r› hareketlerde bulunmas›na neden olur. Ve bu hâl, nihayet, o organ›n organizmada hiçbir nizam tan›mayan âsi bir duruma girmesine yol açar ki, buna da kanserleflmifl bir organ deriz. fiu hâlde, kanserleflme vakas›, organizma içindeki bir organ›n, oldu¤undan daha ileri bir hamle almas›, inkiflaf etmesi ihtiyac›n› gösterir. ‹flte, bâz› organlar›n çeflitli hâllerde böyle, dengeyi bozucu fazla veya eksik faaliyetlerde bulunmas›, o organlar›n tâbi bulundu¤u organizman›n bir gün çökmeye ve da¤›lmaya bafllamas›na neden olur. Bu hâl, insanlar›n kaba iç organlar›nda olursa, insanlar organik hastal›klardan, ölümlerden söz ederler. Sinir sistemine ait partiküller aras›nda görülürse, ruhsal hastal›klardan veya fluur bozukluklar›ndan söz ederler. Bütün bunlar, varl›¤›n, bedenine gelecek tesirleri, çeflitli nedenlerle veya yüksek icaplar›n etkisi alt›nda iyi ayarlayamamas›n›n sonucudur ki, bu nedenlerin bafl›nda yine, o varl›¤›n mukadderat›yla ilgili olan –yâni kendi liyakat ve ihtiyaçlar›na neden olan– durumlar› gelir.
* * *
Tesirler hakk›nda bu genel bilgileri verdikten sonra, bir insana gelen tesirlerden de söz edece¤iz. “‹nsan” denilen fley; bir varl›¤›n, ba¤l› bulundu¤u ruha hizmet etmek için, Dünya küresindeki kaba maddeleri bir araya toplay›p, kendisine vâs›ta olarak kullanmak maksad›yla, kurmufl oldu¤u bir bedendir. Varl›k, bu bedeni ancak yüksek vazifeli varl›klar›n yard›m ve direktifleriyle kurabilir. Esasen varl›k da; ruhun bütün ihtiyaçlar›na cevap verebilecek flekilde, kâinat›n bir noktas›nda konsantre olmufl, çok ince madde partiküllerinden ibaret olan ve ruhun ihtiyaçlar›na ait bütün ifadeleri kâinat boyunca tafl›yan, belirli bir enerjiler veya tesirler karmaflas›d›r, demifltik. Yaln›z, flunu önemle belirtmek isteriz ki, buradaki nokta kavram›n›, dünyadaki mekân kavram›na k›yasla sabit, donmufl bir yer gibi düflünmemek gerekir. Bu, fiziksel flartlar alt›nda anlafl›lmas› ve anlat›lmas› zor 84
BEDR‹ RUHSELMAN
ve genellikle imkâns›z olan bir kavramd›r. Bu hususta flu kadar söyleyelim ki, bu noktay› fiziksel bak›mdan de¤il, idrakî bir nokta olarak anlamaya çal›flmal›d›r. Bu öyle bir noktad›r ki, idrak nerede tespit edilirse, orada mevcuttur. Demek ki o nokta, hem kâinatta belirli bir yerdedir, hem de her yerdedir. Bunun üzerinde düflünenler, bu hususta birçok fley sezmeye bafllarlar. Bu sezgi, yaln›z bu hususta de¤il, di¤er bâz› meselelerin çözümünde de onlar›n ifllerine yarar. ‹lerideki idrakî mekân veya küresel mekân bilgisi, bu sezgiye insanlar› daha iyi haz›rlayacakt›r. ‹flte varl›k; bu mânâda kabul edilmesi gereken bir noktada konsantre olmufl bir tesirler veya enerjiler toplulu¤udur. Ve bunlar da bir ruha aittir. ‹nsanlar›n anlad›¤› yüzey zaman› ve mekân› ölçüsüne girmeyen, böyle çok ince enerjilerden veya tesirlerden bileflmifl bir varl›k, âlemlerin kaba kürelerine do¤rudan do¤ruya tesir edemez. Oysa ruhun –çeflitli tatbikat› s›ras›nda– bu kaba kürelerin maddeleriyle de karfl›laflmas› gerekmektedir. Ruha hizmet edecek varl›¤›n bu hizmeti yapabilmesi için, di¤er deyiflle ruhun hizmetinde olman›n icaplar›n› yerine getirebilmesi için, bir kürede, kendisine o kürenin maddelerinden bir beden kurmas› gerekir. ‹flte bu gere¤e göre, onun için vazifelendirilmifl yard›mc› varl›klar faaliyete geçerek, böyle bir bedenin kurulmas›nda ona yard›m ederler. Varl›k, kurulan bu bedene –ruhundan gelen tesirlerle– ba¤lanm›fl ve onu hâkimiyeti alt›na alm›fl olur ki, daha önce de söyledi¤imiz gibi, buna “enkarnasyon” derler. Bu flöyle olur: ‹lk önce tatbikat yap›lacak kürede bir aile birim düalitesine, yâni bir erkek ile kad›n›n bir araya gelerek bir birim oluflturmas›na ihtiyaç vard›r. Bu ihtiyaç yerine getirildikten sonra, üst, vazifeli yard›mc› tesirlerle, erkek ve kad›n tohumlar› birlefltirilerek afl›lanm›fl bir yumurta meydana getirilir. Varl›k, bu afl›lanm›fl yumurta ile irtibata geçer. Burada, varl›k, beyin hücrelerine ait varl›klar›n manyetik alanlar›na yapt›¤› müdahalelerle, onlar› embriyonun beynini, daha do¤rusu beyin hücrelerini kurmaya sevk eder. Zaten insan varl›¤› spatyumda iken bu yüz binlerce beyin hücresi varl›¤›n› bir arada, toplu olarak tutuyor ve onlar›n manyetik alanlar›na tesir ediyordu. Böylece beyin hücreleri varl›klar›, insan var85
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
l›¤›n›n tesir ve yard›mlar›yla, kendi bedenlerini, yâni beyin hücrelerini kurarlar. Varl›k, kurulmufl olan bu beyin vâs›tas›yla, sinir sisteminin di¤er k›s›mlar›n› kurar. Bu da olduktan sonra, sinir sistemi vâs›tas›yla, bedenin di¤er bütün oluflumlar›n› meydana getirir. Bedeni kurarken annenin maddelerinden yararlan›l›r. Yâni, oluflmakta olan ceninin beden malzemeleri, annesinin bedenini oluflturan maddelerden al›n›r. ‹nsan bedenine hâkim olan varl›k, do¤rudan do¤ruya, beyin hücrelerine ait yüz binlerce varl›¤›n manyetik alanlar›ndan oluflan manyetik alanlar sentezi üzerine müessir ve hâkimdir. Yâni, beden, beyin hücreleri taraf›ndan idare edilir. Ancak, bu idare, bedenin varl›¤› olan ve bir ruha ait bulunan enerjiler toplulu¤unun, insan varl›¤›n›n hâkimiyeti alt›ndad›r. Embriyonun ilk devrelerinde, beyin hücreleri toplulu¤una, ancak gere¤i kadar tesir gönderilir. Varl›k, daha önce sözünü etmifl oldu¤umuz, kendisine özgü idrakî konsantrasyon noktas›n› terk edip tamam›yla bedenin içine da¤›lmaz. Enerjiler veya tesirler karmaflas› hâlinde, o idrakî konsantrasyon noktas›nda toplanm›fl hâlde bulunan durumunu daima koruyarak, ancak gereken kadar miktardaki, tesirlerinden bir k›sm›n› beyin hücrelerinin manyetik alan›na gönderir, bir k›s›m tesirleriyle ona ba¤lan›r. Embriyonun inkiflaf›, ceninin geliflmesi ve nihayet insan›n do¤umu ânlar›nda, ihtiyaca göre, onun beyin hücrelerinin manyetik alan›na gönderece¤i ve ba¤layaca¤› tesirlerin miktar› da artar. Ve insan›n do¤du¤u s›rada, tesirlerinin önemli k›sm› ona ba¤lanm›fl bulunur. Dünya anlay›fl›na göre, idrakî noktada mevcut olan bu enerjiler karmaflas›n›n 7/8’i bedene ba¤lanm›fl olup, ancak küçük bir k›sm› yar› serbest hâlde, o idrakî noktada kalm›flt›r. ‹flte insanlar›n “enkarnasyon” dedikleri fley, budur. Görülüyor ki, burada, varl›k ne bedenin içine girmifltir, ne de bütünüyle bedenin organlar›na da¤›lm›flt›r. O, beden hayat›n›n tamam› boyunca, bütünlü¤ünü, aç›klad›¤›m›z idrakî konsantrasyon noktas›nda korur. Büyük bir k›sm›n›, beyin hücrelerinin manyetik alanlar sentezine gönderir ve ba¤lar. Unutulmas›n ki, bütün bunlarda yine yüksek tesirlerin yard›mlar› vard›r. Bu beyin hücrelerine ba¤lanm›fl olan tesir saha86
BEDR‹ RUHSELMAN
lar›na, insanlar –mahiyetini iyice bilmeksizin, sadece gözlemlerine göre– “fluur” demifllerdir. Fakat varl›¤›n serbest kalan, beyin hücrelerine ba¤lanmam›fl k›s›mlar›, o insan›n çevresindekilerce ve kendisince meçhul kald›¤›ndan, insanlar o k›s›mlara ait aç›k bilgiler elde edememifllerdir.
* * * Yaln›z, flu var ki, insan› idare eden varl›k bir bütündür. Her ne kadar kendi enerjilerinin küçük bir k›sm›n› beyin hücrelerinin manyetik alan› d›fl›nda b›rakm›fl ise de, yine, bütünlü¤ü ve tekâmülü icab› olarak, bu k›s›m da bedenden tümüyle ayr›lm›fl de¤il, onunla s›k› bir iliflki hâlindedir. Dolay›s›yla serbestli¤i tam de¤ildir. Esasen bu iki k›s›m aras›ndaki s›k› iliflkiler sayesindedir ki, o varl›k, dünyada bedene ba¤l› k›s›mlar›n›n, tekâmülü hedef tutan faaliyetlerinden yararlan›r ve böylece, bedenlenmenin zarureti yerini bulmufl olur.
* * * Varl›¤›n beden d›fl› durumu, insanlar›n fluurlar›na direkt olarak çarpmaz. Çünkü insan, ancak, varl›¤›n kendisine göndermifl oldu¤u tesirlerin bir k›sm›yla fluurlan›r ve kendisini yar›m yamalak idrak etmeye çal›fl›r. Kendisine gelmeyen k›s›mlar›na ait bâz› belirsiz sezgileri bulunmakla birlikte, bunlar hakk›nda aç›k bir idrake sahip de¤ildir. ‹flte insanlar›n bazen derin bir iç murakabesi* yoluyla sezebildikleri, iç varl›k, öz benlik, öz varl›k dedikleri fley, bedeninin d›fl›ndaki hakikî varl›¤›n›n nispeten serbest durumudur. Buna nispeten diyoruz; çünkü o ne kadar serbest olsa da, yine, tekâmülüne ait, dünyadaki vazifelerinin zorunlulu¤uyla, bedenin bütün durumlar›n› izlemek, o durumlar›n icaplar›n› yerine getirmek mecburiyetindedir. Bu, onun vazifesidir. Bedenin ölümüyle, ba¤l› olan k›s›mlar› bedenden çözülmedikten sonra, serbest kalan k›sm›n› da tam serbestli¤iyle kullanamaz. Çünkü endirekt olarak, yâni ba¤l› olan k›s›mlar›yla, bedenin zorunluluklar›ndan kendisini tamam›yla özgür k›lamaz. Bedene ba¤l› olan taraflar›yla bedenden ald›¤› izlenimlerin –o âna özgü tekâmül zorunluluklar›na göre– * “Murakabe” sözcü¤ü, “iç âlemine dalma, iç âlemini seyretme; denetleme” anlamlar›na gelir. 87
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
hazmedilmesi, sonuçland›r›larak ruha yans›t›lmas› gibi, kendisini bedeni üzerindeki faaliyetleriyle daima meflgul edecek, mecburî u¤rafl› alanlar› vard›r.
* * *
Tekâmülün icaplar›ndan olarak, varl›k, kendisinde mevcut k›ymetlerin ve kazan›mlar›n pek az k›s›mlar›n› ara s›ra beyne yans›t›r. ‹flte insanlar varl›klar›n›n bu serbest taraflar›ndan beyinlerine yans›yan bu tesirlere –yine mahiyetlerini pek anlamaks›z›n– dikkat etmifller ve onlar› “fluuralt›” diye ifadelendirmifllerdir. fiu hâlde, insandaki fluur; varl›¤›n, bedene, daha do¤rusu beyin hücrelerinin oluflturmufl oldu¤u manyetik alanlar sentezine do¤rudan do¤ruya olan ba¤lant›s›yla yans›yan k›s›mlar›n›n tezahürüdür. Bir de varl›¤›n –dedi¤imiz gibi– beden d›fl›ndaki idrakî bir konsantrasyon noktas›nda kal›p, beynin manyetik alan›na ba¤lanmam›fl k›s›mlar›na ait fluur ötesi sahas› vard›r ki, bunu da iki k›s›mda ele almak gerekir: Bunlardan biri fluuralt›d›r; bu saha, varl›¤›n geçmifl hayatlar›na ait izlenimlerini içeren k›s›mlard›r. “fiuurüstü” dedi¤imiz ikinci k›s›m ise; varl›¤›n serbest kalan taraf›n›n sürekli olarak ruhundan ve di¤er varl›klardan ald›¤› tesirleri içermektedir. ‹flte fluur ile fluurüstü iliflkileri sonucunda, insanlar›n, ruhî plândan, di¤er varl›klardan ald›klar› tesirler ile fluurlar› aras›nda iliflkiler ve al›flverifller kurulur; beyin, ald›¤› ruhî tesirlerle, fluurüstüne ba¤lan›r. Yâni, fluurüstü kanal›ndan, kendisine, ruhanî plâna ait izlenimler gelir.
* * *
fiu hâlde, tesirleri as›l merkez olan fluur sahas›ndan alarak kullan›lmak üzere gerekli yerlere sevk eden say›s›z sinir merkezleri vard›r ki, bunlar, esas fonksiyonlar› bak›m›ndan, birer merkez de¤il, birer istasyondur. Ve organizmaya da¤›lan tesirler ayr› ayr› fonksiyonlar görse dahi, bunlar›n kaynaklar› birdir ve daima birbirleriyle iliflkileri mevcuttur. fiuur ötesinden gelen tesirler, varl›¤›n beyin hücrelerinin manyetik kanal›na do¤rudan do¤ruya ba¤l› bulunan sahaya inerler. Oradan da, tekâmülün icaplar›na göre, bedenin yaflamas› için gerekli olan yerlerde kullan›lmak üzere, sinir istasyonlar›na gönderilirler. 88
BEDR‹ RUHSELMAN
Demek ki insanlar; bir, varl›klar›ndan gelen bu tesirler ile, bir de çevrelerinden ald›klar› tesirler ile daima karfl› karfl›ya bulunmaktad›rlar. ‹flte insan, öz varl›¤›ndan gelen tesirler ile dünyadaki çevresinden ald›¤› tesirlerin dengesi içinde yaflar.
* * * Beden ölünce ne olur? ‹nsanlar›n yine yanl›fl olarak “dezenkarnasyon” dedikleri ölüm meydana gelince, beyin hücrelerinin varl›klar›, bedenlerini, yâni enkarne olduklar› beyin hücrelerini terk ederler. Fakat da¤›lmazlar. Çünkü art›k bedeni terk etmesi icap eden varl›k, onlar üzerindeki tesirini, bedenini b›rakt›ktan sonra dahi kald›rmaz. O varl›klar›n manyetik alanlar›na göndermeye devam etti¤i tesirleriyle, onlar›, spatyumda da daima bir arada tutar ve tesiri alt›nda bulundurur. Tabiî ki onlardan da tesir al›r. Spatyumun ilk zamanlar›nda, ileride aç›klayaca¤›m›z gibi, bir varl›¤›n kendi ruhundan gelen tesirler hariç, yukar›dan, afla¤›dan ve civardan gelen bütün tesirler ve irtibatlar kesilir. O, yaln›z kendi varl›¤› ve fluuralt›n›n özellikle son hayat›na ait izlenimleri içinde mahsur kal›r. Ve bu s›rada beyin hücrelerinin varl›klar› ile sürekli olarak iliflkide bulundu¤undan, o varl›klarda da mevcut olan, dünyaya ait izlenimleri toplayarak, onlardan kompozisyonlar yapabilir. Bu faaliyet de, genellikle çok ›st›rapl› olmas›na ra¤men, kendisine gerekli olan murakabeyi yapmak imkân›n› verir. Bu murakabeyle, gerekli olan sonuçlar› elde ettikten sonra, tekrar, kendisine yukar›lardan ve civarlardan tesirler gelerek, uyand›r›lmas› ve idrakinin artt›r›lmas› sa¤lan›r. O zaman hakikî varl›¤›n› anlayabilecek duruma girer. Bu s›rada, tabiî ki, beyin hücrelerinin varl›klar› da kendilerine göre tekâmüllerini yapm›fl olurlar. Böylece uzun birtak›m ifllem ve süreçlere tâbi tutulup yeniden dünyaya girmek haz›rl›¤›n› tamamlad›ktan sonra, kendisine, dünyadaki tekâmülüne en elveriflli olan, genifl bir imkân sahas› içinde, hayat›n›n flekillerini ve flartlar›n› seçme hakk› verilir. Bu sahan›n, yâni kendisine sunulan seçim sahas›n›n geniflli¤i, onun idrakine göre kazanm›fl bulundu¤u özgürlü¤ü derecesine ba¤l›d›r. E¤er idraki çok dar ise, bu saha da onun için çok dar olur ve bâz› 89
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
hâllerde de, hemen hemen hiç yok denecek kadar, kendisine az bir seçim sahas› b›rak›l›r. E¤er idraki bütün dünyay› kapsam›na alacak kadar genifllemiflse, o zaman da onun dünyada tekrar bedenlenmesine ve tatbikat yapmas›na gerek kalmaz. ‹flte böylece o, kendi seçim özgürlü¤ü derecesine göre dünyadaki çevresini haz›rlad›ktan sonra, tesiri alt›nda bulundurdu¤u beyin hücreleri varl›klar›n› –manyetik alanlar›na tesir etmek suretiyle– ana rahminde oluflacak bir ceninin beynini kurmak üzere, o annenin bedenine sevk eder. Ve daha önce aç›klad›¤›m›z süreç yeniden, yeni flartlar alt›nda tekrar bafllar.
* * * Fakat hiç unutulmas›n ki, bütün bu ifllerin ilâhî nizama uygun olarak yürümesi flart oldu¤undan, bunu sa¤layan yüksek tesirlerin ve idareci enerji karmaflalar›n›n daima denetim ve gözetimi –her yerde oldu¤u gibi– burada da mevcuttur. fiunu da belirtmek isteriz ki, insan› idare eden varl›¤›n daima tesiri alt›ndaki beyin hücreleri varl›klar›, elbette ona ebediyen ba¤l› kalmayacaklard›r. Çünkü onlar da, bu sayede birer insan bedenini müstakil olarak idare edebilecek kudreti kazanabilmek için, kendilerine gerekli olan haz›rl›klar› yapmaktad›rlar. Ve haz›rl›klar›n› tamamlad›kça birer birer, kendilerini o varl›¤›n tesirinden ay›racaklar ve bir beyin hücresi olmaktan kurtulacaklard›r. Bunlar›n da müstakil birer insan varl›¤› hâline girebilmeleri için, Dünya’dan ayr›l›p, Dünya d›fl› çeflitli ara ortamlarda tatbikatlar geçirmeleri gerekmektedir. Ancak bu flekilde, bir insan bütününü idare edebilecek duruma geldikten sonra, art›k bir insan beyni hücrelerinin manyetik alanlar sentezine tesir ederek, Dünya’daki tekâmüllerini insan hâlinde, yâni insan bedeni vâs›tas›yla yapmaya bafllarlar.
* * * Bu bilgilerden sonra, insan varl›¤›n›n bedenlenmesi ifadesini, bu genifl mânâda anlamak ve “ete girme” demek olan enkarnasyon kavram› gibi dar bir çerçeve içinde düflünmemek gerekir. 90
BEDR‹ RUHSELMAN
Enkarnasyon terimi, zorla hücreler içine sevk edilerek onlara ba¤lanan daha basit varl›klar hakk›nda kullan›labilir. Fakat insan varl›¤› için do¤ru de¤ildir. fiu hâlde, insan varl›¤›n›n beden ile iliflkisi, onun beyin hücrelerinin manyetik alan›na hâkimiyeti ve bu vâs›tayla da, bütün organizmas›na tesirlerini göndermesi fleklinde olmaktad›r. Bu da, o sözünü etti¤imiz konsantrasyon noktas›ndan varl›¤›n bedene gönderece¤i, tesirlerinin büyük bir k›sm›yla sa¤lanmaktad›r. Tesirlerin az bir k›sm› da, beden d›fl›ndaki noktada, az çok serbest olarak, daima bulunmaktad›r.
* * * Bedendeki tesirler, bedeni idare eden varl›¤›n kontrolü alt›nda ve yüksek tekâmül icaplar›na göre, bedenin bütün fiziksel, fizyolojik, biyolojik ve ruhsal fonksiyonlar›n› yerine getirirler. Burada hiçbir fley, zerre kadar aksamaz. Bu tesirlerin fonksiyonlar›, kâinat›n genel fonksiyonundan ayr› de¤ildir. Onun büyük ahengi içinde cereyan eder ve o ahengin d›fl›na ç›kamaz. Zaten ilâhî nizam, bütün kâinat›n durum ve hâllerini o kadar mükemmel bir ahenk içinde tertiplemifl, o kadar muntazam bir mekanizmaya ba¤lam›flt›r ki, bütün sonsuz görünüfllerine ra¤men, kâinat olaylar›, bir tek yürüyüfl hâlinde ak›p gider. Bu hakikati görebilenler için, bir tek beden ve bütün kâinat, birbirinden ayr›lmayan iki mekanizmad›r.
* * *
Bütün varl›klar›yla birlikte, kâinat›n her zerresine bir sürü tesir gelir. Milyarlarca zerrenin oluflturdu¤u bir cisme, milyarlarca cismin oluflturdu¤u bir günefl sistemine, milyarlarca günefl sisteminin oluflturdu¤u bir galaksiye ve say›s›z galaksilerin oluflturdu¤u bir âleme, nihayet hidrojen realitesi d›fl›ndaki yine say›s›z âlemlerden oluflan kâinat bütününe gelen tesirler karmaflas›n›n bir zerresini dahi, insan idraki lây›k›yla kavramaktan âcizdir.
91
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
‹flte ilâhî nizam›n kâinattaki icaplar›n› yerine getiren, bu icaplar içinde kâinat›n ahengini kuran ve onu kucaklayan bu tesirler vahdetidir ki, bütün hareketleri ve durumlar› meydana getirir ve ruhlar›n kâinat ile iliflkisini ve tekâmül ak›fl›n›n zaruretini izah eder.
* * * Madde kombinezonlar›n›n çeflitli de¤iflmelerinin ve üst de¤erler almalar›n›n, maddelerin inkiflaf›nda ne kadar büyük roller ald›¤›n› aç›klad›k. Ruhun kâinat ile irtibat›n›n tek gayesi tekâmül oldu¤una göre, ruha hizmet eden varl›¤›n bu de¤iflmelerden yararlanmas› ve bunun için de say›s›z madde kombinezonlar›yla karfl›laflmas› zarurî olur. Madde kombinezonlar›n›n say›s›z kürelerde, say›s›z flekilleri ve dereceleri vard›r. Bir kürenin, özellikle Dünya küresi gibi madde oluflumlar› en zengin olan kürenin imkânlar›ndan baflka, yine, say›s›z di¤er kürelerin madde kombinezonlar›na ait imkân zenginlikleri, ruhlar›n tekâmüllerine yarayan bol malzemelerdir. Fakat bir varl›¤›n bu malzeme bollu¤undan gerekti¤i gibi yararlanabilmesi için, birbirinden çok farkl› ve dereceleri çok de¤iflik olan bu say›s›z kombinezonlarda yaflad›ktan sonra, onlar› de¤ifltirmesi ve üst k›s›mlara geçebilmesi, bulundu¤u alt aflamada kulland›¤› madde kombinezonlar›n› b›rakmas› gerekir; aksi halde, yukar› kombinezonlara ulaflamaz ve basit durumunda kal›r. Oysa esasen bu madde kombinezonlar›nda tatbikat görmesinin gayesi, daima yukar›lara ulaflmak ve böylece, hizmet etti¤i ruhun maddelerle olan tekâmül safhalar›n›n tamamlanmas›n› sa¤lamakt›r. O hâlde bir varl›k, ihtiyac›na göre, önce bir kürenin maddelerinden kurulmufl beden ile s›k› irtibata geçecek, kendi süptil vibrasyonlar›yla onun her zerresine hâkim olacak ve sonra onu, ba¤l› bulundu¤u ruhun ihtiyaçlar›na göre kullanarak, bu sayede o küredeki kaba madde kombinezonlar›ndan ve bu kombinezonlar ile di¤er bedenler aras›ndaki iliflkilerden do¤acak olay vibrasyonlar›n› idraki kanal›yla ruha gönderecektir ki; beden ile olan bu irtibat›n› insanlar›n enkarnasyon diye adland›rd›klar›n› daha önce söylemifltik.
92
BEDR‹ RUHSELMAN
Varl›¤›n bedende ifli bittikten sonra, art›k orada kalmas›na gerek ve ihtiyaç yoktur. Çünkü bu, kendi tekâmülü aleyhine olur. Dolay›s›yla, ifli bitince varl›k, bedeni terk edecek ve baflka madde kombinezonlar› imkânlar› içine girecektir. ‹flte bir varl›k, bir bedenin bütün imkânlar›ndan yararland›ktan sonra, ondan daha üstün baflka bir madde karmaflas› flartlar› içinde de tatbikatlara giriflmek zorunlulu¤undad›r. Fakat bu hâlin gerçekleflebilmesi için, onun ilk, madde karmaflalar› flartlar›ndan ayr›lmas›, bedenini terk etmesi gerekir ki, buna da insanlar dezenkarnasyon veya ölüm demektedirler.
* * * Ölüm; ilâhî nizam›n ahengi alt›nda, belirli bir ândaki de¤er farklanmas›n›n miktarî bir ifadesidir. Yâni, bir dünya bedeni, dünya hayat› boyunca hizmet etti¤i ruha, kendisinden beklenen hizmeti gere¤i derecesinde gördükten sonra, art›k onun o ruha vâs›tal›k yapmak gayesi ortadan kalkm›fl olur. Bunun sonucunda da o bedendeki de¤erlerin azalmas› icap eder. Çünkü ilâhî nizamda, gere¤i kalmayan bütün süreçlere son verilmesi zarurîdir. ‹flte bu zaruretle, kendisinin canlanmas›na neden olan varl›k karfl›s›nda bütün fonksiyonlar›n› tamamlay›p art›k ifle yaramaz hâle gelmifl dünya bedenine yukar›dan inen tesirler, yâni de¤erler kesilir. Bu tesirlerin kesilmesiyle, onun kombinezonlar›ndaki hareketlerin bir k›sm› silinmeye bafllar. Bu s›rada afla¤›dan gelen tesirlerin de müdahalesiyle, o beden art›k eski fleklini ve hâlini koruyamaz. Parçalanmaya ve da¤›lmaya bafllar ki, bu hâlin nitel olarak görünüflü, ölümdür. Ve bu da beyindeki hücre varl›klar›n›n bedenlerini terk etmeye bafllamas›yla gerçekleflir. Çünkü beyindeki hücrelerin bedenlerini terk ediflleri, bu hücrelere hâkim olan varl›¤›n beden ile olan ilgisini kesmesi demektir. Dünya hayat› boyunca bu bedenden yararlanm›fl olan varl›k, sonraki inkiflaf ve tekâmül safhalar›na devam edebilmek için, daha üst tesirlerin de¤er ve mekanizmalar› sayesinde, daha müsait kombinezonlarla beslenmeye ve zenginlefltirilmeye muhtaçt›r.
93
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Bir dünyadaki bedenlenmeler serisinde varl›¤›n ölümleri ve do¤umlar› birbirini izleye izleye sürüp gider ve nihayet, onun o dünyadaki ifli biter. Böylece orada ebediyen terk edilmesi icap eden bedene ait üst tesirlerin miktar› son defa olarak azalt›l›rken, di¤er taraftan ve ayn› zamanda, kazan›lmas› gereken baflka bir âlemin bedenine ait tesir miktarlar› ve de¤erleri ço¤alt›l›r. Demek ki ruhun tekâmülüne hizmet eden varl›k, dünyadaki son ölümüyle o ortamdan ayr›lacak ve imkânlar› çok, bol ve kapsaml› bir üst ortama geçecektir. fiu hâlde, nas›l, bir ruhun tekâmülü için kâinattaki süptil maddî vâs›tas›n›n, yâni varl›¤›n›n kaba bir kürede do¤uflu bir icap ve zaruret ise, ruhun sonraki tekâmülüne hizmet edebilmesi için bu süptil varl›¤›n, ifline yaramayacak hâle gelmifl olan kaba ortamlar› terk ederek muhtaç oldu¤u daha üst ortamlara geçmesi de, o kadar güçlü bir icab›n zorunlulu¤u olur.
* * * Bir insan›n ölmesi sonucunu do¤uran bütün flekiller ve hâller, hastal›klar, felçler, cinayetler, kazalar, do¤a olaylar›; sadece bu icap zorunluluklar›n›, o varl›¤›n sonraki inkiflaf ve tekâmülüne en uygun gelecek tarzda yerine getirmek içindir. Bu hakikati ö¤rendikten sonra art›k ölümü ve ölüme neden olan hâlleri birer felâket diye kabul etmenin hiçbir mânâs› kalmaz. Buradaki bütün dâva, “ölüm” denilen, bu alt ortamdan üst ortama intikal s›ras›nda; insan›n alt ortamda iken, yâni dünyada iken kendisinden beklenen iflleri lây›k›yla bitirmifl bulunmas› ve baflar›yla, hayat›n› geçirirken kendisinin biricik rehberi olan vicdan›n›n yüksek realitelerinden ayr›lmam›fl bulunmas› gerekir. Böyle yapt›kça, hem o yüksek realitelere uymakla do¤ru yolu kaybetmemifl olur, hem de vicdan›n›n böylece daha ileri inkiflaflar›n› sa¤layarak, onun kudretlenen rehberli¤inden o oranda çok yararlanm›fl bulunur. O hâlde dünyada vicdan, tekâmül yolunda insanlar›n en kudretli dayana¤› ve kurtar›c›s›d›r.
94
DÜNYA, AHENKS‹ZL‹K, AHENK
95
96
nsan hayat›nda vicdan fleklinde görülen inkiflaf mekanizmas›, yaln›z bu safhaya özgü de¤ildir. O, dünyadaki bütün varl›klar›n tâbi bulunduklar› bir inkiflaf ve tekâmül haz›rl›¤› mekanizmas›d›r. Dolay›s›yla, vicdan›, lây›k oldu¤u bu genel k›ymetiyle tarif etmek ve anlamak gerekir.
‹
Vicdan; varl›klar için, bütün fiil ve hareketlerin gayesi demek olan vazifenin gerçekleflmesine yönelmifl bir haz›rl›k mekanizmas›d›r. Bütün varl›klar›n gayesi tekâmül oldu¤una ve insanl›k safhas›ndaki tekâmülün mânâs› da dünya üstü vazife plân›na haz›rlanmak oldu¤una göre, tarifi vazifeye haz›rl›k kavram›na dayanan vicdan mekanizmas›n›n dünyada bütün varl›klar› kaps›yor olmas› gerekir. Di¤er taraftan idrak ile vicdan›n inkiflaflar› aras›nda birlik vard›r. Hâlbuki varl›klar›n, inkiflaf kademelerine göre, idrakleri çok de¤ifliktir. O hâlde idrakleri farkl› varl›klar aras›nda da, vicdan anlay›fllar› ve vicdan tatbikat› o oranlarda farkl› olacakt›r.
* * * fiimdiye kadar insanlarca vicdan›n, ancak insan safhas›ndaki durumu ele al›nm›fl, di¤er safhalar›ndaki durum ve hâlleri dikkate al›nmam›flt›r. Bu hâl, insanlara, vicdan›n, ilk bitki hayat›ndan insan hayat›na kadar geçen safhalar›n›n birbirini izleyen ak›fl›n› incelemeye f›rsat vermemifltir. Oysa vicdan›n, dünya hayat› bütünü içinde ele al›nmas›, tekâmül bilgisinin daha iyi anlafl›lmas› bak›m›ndan, gereklidir. Vicdan›n genel ve kapsaml› mânâs›yla incelenmesi, düalite prensibi ve de¤er farklanmas› ›fl›¤› alt›nda yap›l›r.
* * * 97
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Bütün âlemimizde her fleyin düalite prensibi ve de¤er farklanmas› mekanizmas›yla oldu¤unu, hiçbir zerrenin, hiçbir olay›n ve kavram›n bu prensip d›fl›nda kalamayaca¤›n›, daha önce bütün ayr›nt›lar›yla aç›klam›flt›k. ‹flte, dünyam›zda tekâmül haz›rl›¤›n›n güçlü bir mekanizmas› olan vicdan da, bu prensibe tâbi bulunmaktad›r. fiu hâlde, vicdan, bir birim düalitedir. Birim düalitenin birbirine z›t iki unsurdan oluflmufl bulundu¤unu belirtmifltik. Vicdan düalitesinin bu z›t unsurlar›n› aç›klayaca¤›z. Herhangi bir birim düalitenin z›tlar›n›n mevcudiyeti, onun fonksiyonunu yapabilmesi için, flartt›r. Z›tlar olmay›nca, o birimin mevcudiyetinin gayesi, gerçekleflemez. fiu hâlde, inkiflaf› sa¤lamaya yönelik olan vicdan›n z›t unsurlar›ndan biri, yâni üst taraftaki, vazife sezgisine yönelmifltir. Buna karfl›l›k di¤er z›dd›, yâni alt unsuru da, öncekinin vazife sezgisi yolundaki yürüyüfl h›z›n› kesen bir nefsaniyettir. Dolay›s›yla, birincisine k›saca vazife haz›rl›¤› unsuru, ikincisine de nefsaniyet unsuru diyece¤iz. Demek, dünyadaki varl›klar›n vazife plân›na haz›rlanmalar› için iflleyen vicdan mekanizmas›n›n, biri vazifeye, di¤eri nefsaniyete yönelen birbirine z›t iki unsuru vard›r ki; vicdan mekanizmas›, bu iki unsurun, sürekli de¤er farklanmas› sonucunda, yâni z›tlardan birinin veya di¤erinin daha üstün de¤erler ve tesirler almas› sonucunda meydana gelen çat›flmalar›yla, mücadeleleriyle, denge hâlleriyle çal›fl›r. Ve varl›klar›n ilerlemeleri de, bu denge hâllerine göre çeflitli formlar›n› al›rlar. Bu çat›flmalar ve denge hâlleri, dünya varl›klar›n›n bütün kademelerinde, o varl›klar›n içgüdü, sezgi ve idrak kudretlerine göre, mevcuttur.
* * * ‹nsanlar, bu düalitenin bitkilerdeki, hayvanlardaki ve hattâ bir k›s›m insanlardaki mevcudiyetini idrak edemezler. Çünkü bu mekanizman›n insanlar›n anlad›¤› mânâdaki formu, ancak insanlarda görülür. Vicdan›n bu formu alabilmesi için, idrakin insanlarda tezahür eden düzeye ulaflm›fl olmas› gerekir. Dolay›s›yla, insan98
BEDR‹ RUHSELMAN
l›¤›n alt›ndaki kademelerde görünen inkiflaf düalitesinin, insanlardaki vicdan flekline benzerli¤i, elbette, olmayacakt›r. Bununla birlikte, dünyadaki, az çok müstakil ve serbest duruma girmifl en ilkellerinden itibaren, bütün varl›klarda bu inkiflaf düalitesi vard›r. Ve onlar›n –çok yavafl da olsa– inkiflaflar›, bu mekanizman›n ifllemesine ba¤l›d›r. Dünyada pek ilkel hâlde bâz› hayat hamlesi k›r›nt›lar›, bitki bedenini kullanan varl›klarda görünmeye bafllad›¤›ndan, insan›n, idrakinin düalite prensibi kapsam›n›, onlara kadar uzatmas› mümkündür. Bununla birlikte bu mekanizman›n insanlarda görülen vicdan flekli, mükemmelleflmifl ve tam formunu alm›fl bulundu¤undan, vicdan ad›n›n kapsam›na insan›n alt›ndaki varl›klar› da alarak zihinleri kar›flt›rmamak için, bütün varl›klar sözkonusu olunca, bunu –insanlardaki gibi– “vicdan” ad› alt›nda de¤il de, “inkiflaf mekanizmas›” veya “tekâmül mekanizmas›” ad› alt›nda genellefltirerek konuflmak uygun olur.
* * * fiimdi, inkiflaf mekanizmas›n›n gerektirdi¤i idrak, özgürlük kavramlar›n›n dünyadaki bitki ve hayvan gibi basit varl›klardaki karfl›l›klar›n› belirtelim: Bedenlenmifl olan her varl›kta, idrak ve özgürlü¤ün kendisine özgü en basit ve ilkel hâli mevcuttur. Bunu yukar›larda aç›klam›flt›k. Yaln›z, flu var ki, ilkel kademelerin idrak ve iradeleri, insanlar›n kabul etti¤inden bambaflka mânâlar› tafl›r. Hele bitkilerde bunlar hissedilmeyecek derecede basittir, ilkeldir, âdeta içgüdüsel hamleler hâlindedir ki, bu da o safhadaki varl›klar›n hayat ihtiyaçlar›na bol bol yetmektedir. fiu hâlde, bitki ve hayvanlarda, insanlar›n tan›makta oldu¤u vicdan fleklinde olmamakla birlikte, ona denk bulunan bir inkiflaf düalitesi mevcuttur. Fakat tekrar ediyoruz; bunu insanl›k âlemindeki vazife–nefsaniyet düalitesi fleklinde düflünmemek gerekir. ‹lkel varl›klar›n sadece basit bir inkiflaf mekanizmas› olarak kabul etti¤imiz bu düalite, do¤al olarak, o varl›klarda en ilkel içgüdülere ayarlanm›fl bulunacakt›r. Meselâ bitkileri ele alal›m! Bitki99
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lerdeki idrak ve irade özgürlü¤ü insanlar›nkine oranla o kadar ilkel ve basittir ki, bunun objektif olmaktan ziyade, sübjektif karakteri vard›r. Ve bunu da insan idrakinin kavrayabilmesi hemen hemen mümkün de¤ildir. ‹flte bu yüzden onlardaki inkiflaf, insanlara tümüyle mekanik bir yürüyüfle tâbiymifl gibi görünür. Buradaki durum, asl›nda bir görünüflten ibarettir. Çünkü bu safhadaki varl›klar, kaba maddelerdeki gibi yaln›z Ünite’den gelen tesirlere tâbi ve onlar›n maddede yapt›klar› hareketlere intibak etmeye mecbur durumda de¤ildirler. Bunlarda içgüdüsel hamle ihtiyaçlar› belirmifl ve bunun basit tatbikatlar› da bafllam›flt›r. Fizikteki k›lcall›k özelli¤ine uyarak topraktan g›das›n› kökleri vâs›tas›yla al›p bedenine yayarken, onlar› bedeninde kullanmas› ve harcamas›, hakikatte, insanlara göre gizil denebilecek kadar ilkel olan içgüdüsel hamlelerini gösterir. Bu durum, o bitkinin yaflamas› için kaba maddeye olan müdahalesinin en basit fleklini ifade eder. Bitkinin di¤er hayatî fonksiyonlar› hakk›nda da hâl böyledir. ‹flte ancak bu mânây› korumak flart›yla, bitkilerdeki inkiflaf›n otomatik oldu¤unu söylemekteyiz. Dolay›s›yla, onlar›n da çok basit olmakla birlikte, bu ilkel canl›l›k durumlar›na yetecek kadar otomatik ve basit müdahalelerini içeren birer inkiflaf mekanizmas› mevcuttur ve bu da, bir birim düalite içinde ifller. ‹flte bu birim düalitenin insan hayat›ndaki ad› vicdand›r. Zaten bu görüflü kabul etmezsek, dünyadaki bedenlilere özgü olan inkiflaf mekanizmas›na göre, bitki ve hayvanlar›n ilerleyifllerini de aç›klayamay›z. Hayvanlarda bu ifl, biraz daha belirgindir. Çünkü onlar›n idrak ve irade özgürlükleri biraz daha, yâni insanlar›n gözüne çarpabilecek kadar, inkiflaf etmifl bulunmaktad›r. Dolay›s›yla, inkiflafa iliflkin bu birim düalite mekanizmas›n›n hayvanlardaki gözlemini, ufak bir dikkat sarf›yla yapmak, birçok kimse için mümkündür. Bir tarafa sopay›, di¤er tarafa kemik parças›n› koyup da ikisinin ortas›nda serbest b›rak›lan –o sopan›n tad›n› alm›fl– bir köpek, flaflk›na döner. Ruhunda, sopan›n an›s› canlanan bu köpe¤in kemi¤e hücum edip etmemek hususunda bir süre geçirece¤i karars›zl›k, ondaki basit, k›sa bir iç mücadelesine denk gelir. ‹flte bu durum, insanlarda vicdan düalitesi dedi¤imiz mekanizman›n, ne 100
BEDR‹ RUHSELMAN
kadar ilkel hâlde olursa olsun, hayvanlardaki fleklini ve iflleyifl tarz›n› gösterir. Hayvanlarda bu mekanizma otomatik olarak ifller. Meselâ açl›k hissi, onu g›das›n› arama vazifesini köstekleyen korku veya tembellik duygusunu yenmeye sevk eder. O, bu duygusunu yener; çünkü açl›k hâli onu, g›das›n› bulmak için etraf›nda araflt›rmalar yapmak, cehit ve gayret göstermek zorunda b›rak›r. Bu da ona, t›pk› insanlar›n vicdan mekanizmas›nda oldu¤u gibi, bir sürü tatbikat zemin ve imkânlar› haz›rlar: G›das›n› bulamaz, aç kal›r, gitti¤i yerlerde dayak yer, hemcinsleri ile bo¤uflur, nihayet, öldürülebilir. Bunlar, o hayvan›n varl›¤›nda gelip geçici de olsa, bir sürü otomatik çat›flma eflli¤inde olur. Yine, yukar›dan gelen fliddetli tesirler, sevgi ba¤lant›lar›, yeni do¤an yavrusunu beslemek ve büyütmek vazifesini ona yükler. Böylece, onun gelen bütün tesirler karfl›s›nda gösterece¤i cehit ve gayretler, insanlardaki vicdan mekanizmas›n›n hayvanlardaki dengi olan birim düaliteyle yürür ki; hayvanlar›, otomatikman, insanlardaki vicdan düalitesine bu birim düalite haz›rlar. ‹nsanlara gelince; burada ayn› mekanizma, tabiî ki daha yüksek, yâni idrakli karakteriyle, “vicdan” denilen formunu almaya bafllar. ‹nsanl›kta vicdan realitesinin hem otomatik, hem yar› idrakli, hem de az çok idrakli olmak üzere, üç safhas› da mevcuttur. Otomatik vicdan safhas›, insanlar›n henüz ilk zamanlar›na aittir. Bu insanlara hatal› olarak “henüz vicdanlar› inkiflaf etmemifl” diyenler bulunabilir. Fakat bu yarg›, vicdan düalitesine ait, vermekte oldu¤umuz genifl kapsaml› bilgi içinde yanl›flt›r. Ve bu hâl, insanlarda düaliteyi aç›k olarak görememenin sonucudur. ‹nsanl›¤›n ilk kademelerindeki vicdan mekanizmas›, ne kadar az belirgin olursa olsun ve ne kadar otomatik görünürse görünsün, yine de hayvanlardakine nazaran az çok idrakli hareketlerle zenginleflmifltir. Meselâ, büyük bir sevgi ba¤›yla yavrusuna ba¤l› olan ilk insan kademesi kad›n›n›n idrakinde, anal›k yükümlülü¤üne ait az çok güçlü duygular, sezgiler ve hattâ bilgi k›r›nt›lar› vard›r. O, çocu¤unu, bir hayvan›n yavrusunu besledi¤i gibi sade kör içgüdülerine uyarak beslemez. Çocu¤unun hasta olmamas›, rahats›z edilmemesi, ölmemesi için akl› erdi¤i kadar, önceden tedbirler al101
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
man›n ve o tedbirlere göre bâz› fedakârl›klara katlanman›n gere¤ini kabul eder, bu yolda cehit ve gayretler gösterir. Biraz büyüyen çocu¤unu –hayvanlar›n yapt›¤› gibi– silkip atmaz. Yine, akl›n›n erdi¤i, bilgisinin yetti¤i kadar, onun ö¤retim ve e¤itimiyle de meflgul olman›n gere¤ini idrak eder ve bu yolda çocu¤una karfl› bir anal›k borcuna ait yükümlülü¤ünün bulundu¤u sezgisine az çok varm›fl olur. Bununla birlikte o, bunlar› yapmayabilir de!.. Yâni, ilk kademelerinde insanl›k otomatizmas›n›, hayvanl›k âleminin otomatizmas›ndan ay›ran özgürlük ve serbestlik hâli; hayvanlarda mevcut olmayan sorumluluk duygusunun ve idrakinin insanlarda –bir sezgi hâlinde de olsa– do¤maya bafllam›fl oldu¤unu gösterir. Bu sorumluluk sezgisinin do¤uflu, insanl›k inkiflaf›n›n h›zlanmas›nda etken olan en önemli duygular›n bafllang›c›d›r. Çünkü vicdan düalitesinin vazifeye ve nefsaniyete yönelik z›tlar› aras›ndaki denge durumlar› üzerinde, bunun büyük rolleri olacakt›r: Bu sayede say›s›z s›navlar, eprövler, ›st›raplar, azaplar, gözlemler, k›sacas› bir sürü olay idrak sahas›nda yer alarak, insan varl›¤› –icap eden otomatizmalarla– vazife sezgisine haz›rlanacakt›r.
* * * ‹nsanl›k kademeleri ilerledikçe vicdan realitesine ait duygular, bilgiler ve idrakler artar. O oranda özgürlüklerin s›n›r› genifller. Fakat bir bak›mdan da, idraki geniflledikçe insan, yapmas› ve yapmamas› icap eden fleyleri daha iyi sezmeye bafllar, onlara uymak mecburiyetini duyar; böyle olunca da özgürlü¤ünü, gene, bizzat kendisi s›n›rlamak zorunlulu¤unu duymaya bafllam›fl olur. Böylece vicdan mekanizmas›, gittikçe daha iyi idrak edilir ve insan, o oranda otomatizmadan kurtulur ki; bu da onun ad›m ad›m vazife sezgisine yaklaflmas›n› sa¤lar. Nihayet, oldukça uzun bir süre sonra, vicdan düalitesinin dengeleri vazife sezgisinin ve bilgisinin efli¤ine dayan›r.
* * * 102
BEDR‹ RUHSELMAN
Varl›klara ait inkiflaf mekanizmas›n›n genel olarak flemas›n› k›saca verdikten sonra, insanl›k hayat›nda onun nas›l iflledi¤ini, nas›l ifllemesi gerekti¤ini ve ne flekilde inkiflaflar kaydetti¤ini aç›klamaya bafll›yoruz. ‹nsanlardaki vicdan mekanizmas›n›n inkiflaf›n› izlerken, genellikle yap›ld›¤› gibi sevgi, fedakârl›k, nefsaniyet, vicdan gibi birtak›m durum ve melekeleri belirli bir tertibe tâbi tutarak s›ralamak, do¤ru de¤ildir. Meselâ “önce fedakârl›k safhas› gelir, sonra onu mutlaka bir sevgi veya vicdan safhas› izler” gibi mutlak bir s›ra tertip etmek yanl›flt›r. Sadece, burada, insanlar›n hayat› boyunca hem birbirine z›t olan, hem de birbirini destekleyen, vicdan›n vazifeye ve nefsaniyete yönelik unsurlar›, bir bütünün iki z›dd› hâlinde, karfl› karfl›ya yürüyüp giderler. Demek ki dünyada vazife sezgisi haz›rl›¤›n› yapan vicdan mekanizmas›, bazen nefsaniyet, bazen vazife yönüne yönelmifl iki tarafl› bir bütün hâli gösterir ve yukar›da sayd›¤›m›z melekeler, bu bütünün içinde, müspet ve menfî taraflar›nda, onun her kademesine uygun hâllere ve ihtiyaçlara ayarl› denge durumlar›n› al›rlar ki; bu dengeyi sa¤layan z›tlardan yukar›da olan›, vazife plân›na, afla¤›da olan›, nefsaniyete yönelmifltir. Meselâ, di¤erkâml›k duygusu, vazife plân›na daha yaklaflt›r›c› bir üst realite ise; onun karfl›s›na z›t olarak dikilen bencillik nefsaniyeti, alt realiteyi oluflturur. Fakat unutulmas›n ki, asl›nda bunlar›n ikisi de, bir düalite içinde, düalite prensibinin icaplar›yla birbirine z›t nitelikler gösteren ayn› k›ymetin iki tarafl› tezahüründen baflka bir fley de¤ildir. Bu z›tlar›n mânâs›n›, vicdan konusu üzerinde konufltukça daha iyi anlatm›fl olaca¤›z. Demek ki vicdan, hem müspet, hem menfî taraflar›yla, tam bir birim düalite hâlinde, insan›n idrakini vazife bilgisine yaklaflt›ran kudretli bir mekanizmad›r. Bu mekanizma, bitki safhas›ndaki içgüdüleri hayvan safhas›n›n otomatizmas›na, hayvan safhas›ndaki otomatizmalar› insan hayat›ndaki vicdan duygusu safhas›na, insanlar› ise vazife sezgisi ve bilgisi idraklerine, yâni vazife plân›na haz›rlar.
* * * 103
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
‹nsanl›k safhas›na geldi¤inde, bu inkiflaf mekanizmas›, insan›n az çok beliren idrak ve irade özgürlü¤üne terk edilmifltir. Böylece insan, kullanmakla yükümlü bulundu¤u idrak ve irade özgürlü¤üyle, cehit ve gayretlerini vicdan düalitesinin hangi z›dd›na yöneltirse, hangi z›dda daha fazla de¤er yüklerse, denge o z›dd›n lehine olarak bozulur. Çünkü bir madde kombinezonuna yönelmek, ona tesir göndermek demektir; gönderilen tesirler ise birer de¤erdir ve o taraf›n lehine olarak de¤er farklanmas›na neden olur.
* * *
fiimdi vicdan mekanizmas›n›n iflleyifl tarz› üzerinde duraca¤›z. Vicdan düalitesinin müspet dedi¤imiz üst realitesi ile görece olarak menfî dedi¤imiz alt, nefsaniyet realitesi, herhangi bir inkiflaf kademesinde, insanda denge hâlinde bulunur. Yâni, bunlar›n içerdi¤i de¤erler, aralar›ndaki statüyü korurlar. Yaln›z, buradaki denge, sürekli olarak sabit kalmaz, her ân bozulur. Fakat –daha önce söyledi¤imiz gibi– bozulan bütün düalite dengeleri, daima yeniden kurulma, denge hâline gelme e¤ilimindedir. Düalite prensibi gere¤ince, dengesi bozulmufl z›tlar, aslâ o hâlde kalamazlar. Hangi taraf›n fazla de¤er almas›yla denge bozulmuflsa, dengenin tekrar kurulmas› için, o z›ttan zay›f olan tarafa bir de¤er ak›m› bafllar. Bu da karfl› taraftaki menfî olan z›dd›n de¤er düzeyinin müspet z›dd›n de¤er düzeyi hizas›na kadar yükselmesine neden olur. Böylece, esasen yüksek de¤erler alarak düzeyini artt›rm›fl müspet taraf ile menfî taraf aras›nda kurulan yeni denge düzeyi, önceki düzeye nazaran daha üstün bir duruma girmifl bulunur ki; bu da, o birim düalitenin bir üst kademeye geçmifl olmas›, yâni vicdan mekanizmas›ndaki idrakin, vazife bilgisine biraz daha yaklaflm›fl bulunmas› demektir. Buna karfl›l›k menfî z›dda, yâni nefsaniyete fazla de¤er gönderilirse, ifl öncekinin ayn› olmakla birlikte, yön aksi tarafa döner. Bu takdirde birim düalite, yâni vicdan, bir kademe afla¤›ya do¤ru kaymaya bafllar. Ve vicdan›n afla¤›lara kaymas› demek, yüksek k›ymetlerinden kaybetmeye bafllamas› demektir ki, bu gibi hâllerde insanlar görünüfle bakarak, “vicdan sesini bo¤mak, körletmifl olmak” gibi deyimler 104
BEDR‹ RUHSELMAN
kullan›rlar. Nitekim önceki hâlde de, vicdan sesinin güçlenmifl olmas›ndan söz ederler. Fakat genel tekâmül prensipleri, hiçbir varl›¤›n sürekli olarak afla¤›lara do¤ru yuvarlan›p gitmesine r›za göstermez. ‹fl bu hâle gelirse, yâni e¤er o insan sürekli menfî z›dda de¤erler göndermek suretiyle dengeyi hep afla¤›lara do¤ru kayd›rarak, idrak ve irade özgürlü¤ünü kötüye kullanmaktan kendisini kurtaramayacak duruma girerse, ona yard›mla yükümlü olan vazifeli varl›klar, derhal gönderdikleri güçlü tesirlerle, onu, yuvarlanmaktan kurtarmak için, zorlay›c› bir otomatizmaya sevk ederler. Yâni –afla¤› yukar› ilk insan kademelerinde oldu¤u gibi– onun önüne birtak›m çekici veya itici a¤›r olaylar› sürerek, idrak ve iradesinin istenilen üst z›dda otomatikman yönelmesini sa¤lamaya çal›fl›rlar. Az çok zorlay›c› bir karakter tafl›yan bu hâl, do¤al olarak, serbest iradeyle oldu¤u gibi pek kolayl›k içinde cereyan etmez. Aksine, burada, otomatizman›n zorunluluklar›ndan olarak, ortaya sürülecek say›s›z olay›n genellikle ›st›rapl› ve s›k›c› olan mahiyetleri, o insan›n iradesini yola sokuncaya kadar, ona birçok zahmetler, azaplar, hattâ icap ediyorsa iflkenceler ve ölümler haz›rlar. Tâ ki* onun, kendi serbest hâliyle kullanamad›¤› iradesi, istenilen z›t tarafa yönelebilecek kudreti kazanm›fl olsun.
* * *
fiimdi, vicdan›n vazifeye ve nefsaniyete yönelik olan z›t unsurlar›na geçelim! Herhangi bir kademedeki vicdan mekanizmas›nda, birbirine z›t görünen iki unsur; bir insan› vazife plân›n›n bilgilerine haz›rlay›c› mahiyette afla¤›dan yukar›ya do¤ru s›ralanm›fl ve ihtiyaçlar›n zaruret ve icaplar›na göre tertiplenmifl realiteler zincirinin, o kademeye özgü, birbirine kenetli bulunan, alt ve üst iki halkas›d›r. Alttaki halkay› oluflturan realiteye nefsaniyete yönelmifl, üsttekine de vazifeye yönelmifl diyoruz. Bu zincir, afla¤›dan yukar›, geçmiflten gelece¤e do¤ru uzand›¤›na göre, altta olan nefsaniyete derken yaflanm›fl realiteyi, üst z›dd› oluflturan * “Tâ ki” ifadesi, flu anlamlar› verecek flekilde kullan›l›r: “…mesi için, …sin diye; …e kadar; yeter ki; sonunda”.
105
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
vazifeye derken de yaflanacak realiteyi kastetmekteyiz. fiu hâlde, vicdan mekanizmas› unsurlar›n›n her biri, insan hayat›n›n geçirilmifl ve geçirilecek olan realitelerini içermektedir. Devresini tamamlam›fl bir realite, vazife plân›na insan› biraz daha yaklaflt›r›c› mahiyette olan bir üst realitenin önüne engel olarak dikilir. Ve zaten buna onun için “nefsaniyet” diyoruz. Fakat unutulmas›n ki, o ân için üsttekine engel olan bu alt realite, o üst vicdan kademesini haz›rlam›fl bulunan bir önceki kademenin üst realitesi idi.
* * * ‹nsanlar için realite, hislerinin alâka kurdu¤u mevcudiyete inanmalar› demektir. fiu hâlde –hisler daima de¤iflti¤ine göre– sabit bir realite yoktur. ‹drakler geniflledikçe ve artt›kça, hisler ve realiteler de de¤iflir ve kapsam kazan›rlar. Demek ki vicdan mekanizmas›nda afla¤›dan yukar›ya yükselen ve de¤iflen realitelerin durumu, varl›¤›n vazife plân›na do¤ru uzan›fl ve yürüyüflünün h›z›n› gösterir. Çünkü realiteler, idrak ile birlikte yürürler. ‹drakler ne kadar artarsa, realiteler de o oranda genifller ve kapsam kazan›rlar. Yâni, hislerin alâka kurdu¤u mevcudiyetler ço¤al›r ve onlar› benimsemek, hazmetmek kudretleri artar; böylece daha yüksek ve ileri realitelere ulafl›l›r. Bir da¤a t›rmanan insan, da¤›n eteklerinde iken, karfl›s›nda ancak küçük bir arazi parças›n› görebilir. Da¤a t›rman›p yükseldikçe, gözlerinin önünde aç›lan arazi o oranda genifller. Ve da¤›n tepesine ç›kt›¤› zaman, ovay› bütün kapsam›yla görür ve kavrar. ‹flte, idrak yükseldikçe realitelerin kapsam› da böylece artar. Realite, ayn› zamanda bir bilgidir. Hislerle alâka kurulup da varl›klar›na inan›lan fleyler, duyulur ve bilinir. fiu hâlde, her kademe ve safha için sabit olan, de¤iflmeyen mutlak bir realite, dünyada mevcut de¤ildir. Herkesin kendine özgü duyufl ve inan›fllar› vard›r. Bu duyufl ve inan›fllara göre de, mahiyetleri ve kapsamlar› de¤iflik realiteler mevcuttur. Afla¤›larda bulunan insanlar›n henüz realitesine girmemifl durumlar, üst kademede bulunanlar için realite olabilirler. Yine, realiteler, yükseldikçe, alt kademelerin basit realitelerini de kapsamlar› içine al›rlar. Yüksek 106
BEDR‹ RUHSELMAN
realitelere giren bu basit realiteler, onlar›n kapsam› içinde yavafl yavafl eriyerek kendi kimliklerini kaybederler. fiu hâlde, meselâ insan›n da¤›n ete¤inde iken gördü¤ü birkaç yüz metrekarelik arazi içindeki ufak tefek ayr›nt›lar, girintiler, ç›k›nt›lar, hendekler, çal› ç›rp›lar, ufak su birikintileri... da¤›n tepesine ç›k›ld›kça daha geniflleyen ufuklar›n genifl sahas› içinde yavafl yavafl kaybolurlar. Fakat onlar yine de, meydana gelen bu bütünün kurucu unsurlar›, birer cüzü olarak o sahan›n içinde kal›rlar. Dolay›s›yla, realiteler birbirine eklenerek geniflledikçe eski realitelere tak›l›p kalmamak gerekir. Bunu yapmad›kça, eteklerden görünen birkaç yüz metrekarelik manzaran›n ayr›nt›lar›ndan ayr›lmak istenmedikçe, yukar›lara ç›kmak ve manzaray› geniflletmek mümkün olmaz. Ve tepelerden gözlemlenen kilometrelerce genifl sahan›n zenginliklerinden, haflmetli manzaralar›ndan yararlan›lamaz. Esasen o iki kar›fll›k yere ba¤l› kald›kça, bu manzaralar›, bu güzellikleri aramak ihtiyac› da belirmez. fiu hâlde, yükselmek için, hedefe yaklaflmak için, özetle, vazife plân›na gerekli olan liyakatleri, idrakleri kazanman›n yolunu tutmak için, alt kademelerin nefsaniyetleri içinde gömülüp kalmamak ve onlar›n a¤›rl›klar›ndan silkinip kurtulmak gerekir.
* * * Realitelerden silkinip kurtulmak, herhangi bir realiteyi gelifligüzel f›rlat›p at›vermek suretiyle olmaz. Burada flu noktan›n iyi anlafl›lmas› gerekir: Bir realitenin daha yüksek bir realiteye yerini b›rakmas›, keyfî bir ifl de¤ildir. Bu, öncelikle, bir inkiflaf zaruretinin sonucudur. Bir realitenin terk edilip daha üstün bir realiteye geçilebilmesi için, o realitenin bütün icaplar›na uyulmas›, ona hâkim duruma geçilmesi ve onun iyice hazmedilmesi gerekir; yâni o realitenin sonuçlar›n›n, öz varl›k taraf›ndan bütün icaplar›yla benimsenmifl ve öz bilgi hâline girmifl bulunmas› gerekir. Yoksa, henüz benimsenmemifl ve hazmedilmemifl bir realitenin vicdan mekanizmas›ndaki esas yeri, zaten o mekanizman›n üst unsurudur. Çünkü o, geçirilmifl de¤il, henüz geçirilmesi gereken bir realitedir. Yâni, kazan›lm›fl de¤il, kazan›lacak bir realitedir. Dolay›107
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
s›yla, onun, tam mânâs›yla, icaplar›na uyulmas› gerekir. Tâ ki o, geçirilmifl, yaflanm›fl bir unsur olarak ikinci plâna, nefsaniyet plân›na inebilsin. Bunu da tayin edecek olan hâl, ihtiyaçt›r.
* * * ‹nsan bir realitede tümüyle yaflad›ktan sonra, orada kendisini tatmin etmemeye bafllayan noktalarla karfl›lafl›nca ve daha üstünü aramak ihtiyac›n› duyunca, içinde bulundu¤u realite, art›k ikinci plâna düflmesi gereken, nefsaniyet hâline giren bir unsur olur. ‹flte böylece eskimifl, geriye b›rak›lmas› icap eden bir realiteden silkinmek için yap›lan mücadelelerden do¤an olaylar ve bu olaylardan al›nan dersler; öz bilginin sürekli olarak artmas›na, idrakin genifllemesine ve sonuç olarak ruhun tekâmülüne neden olmaktad›r. Böylece, realiteler afla¤›dan yukar›lara do¤ru, art arda sürüp gider. Yâni, herhangi bir kademenin vazifeye yönelik unsuru, üst kademenin nefsaniyet unsurunu; nefsaniyete yönelik unsuru da alt kademenin vazife unsurunu oluflturur. Tekrar edelim ki, bu realiteler de¤iflmeyen bir s›ra içinde birbirini kovalamaz. Kiflinin tekâmül ihtiyac›na ve idrak kapasitesine göre de¤iflerek birbirini izler. Burada bir örnek verelim: ‹ntikam duygusuyla, insan öldürmenin mübah say›ld›¤› herhangi bir kademe düflünülsün! Orada, babas›n› veya akrabas›n› öldüren bir kâtilden, kan dâvas› güderek öç alman›n gere¤ine inanm›fl ve bu ifli, bu inançla bir ödev olarak kabullenmifl bir insan var. Bu inanç, o kademenin bir bilgisi, bir realitesidir. Fakat bunun üstünde de öyle bir bilgi kademesi daha var ki; orada, kendisine kötülük yapm›fl bir insan hakk›nda intikam duygusu beslemenin do¤ru olmad›¤› ve bunun sorumlulu¤u gerektirici bir hâl oldu¤u, buna karfl›l›k, kötülüklere daima af ve hoflgörüyle karfl›l›k verilmesi gerekti¤i bilgisi ve hükmü geçerlidir. Önceki kademede yaflam›fl insan›n, kendi realitesinden s›yr›l›p üst kademe realitesine geçmesi kararlaflt›r›lm›fl ve bunun için de o, tekrar dünyaya gelmifl bulunsun! O insan dünyaya gelirken, kendisini eski realitesinden kurtarmaya yard›m edecek bütün mücadele imkânlar›n› plân›na koymufltur. Fakat hâlâ eski realitesinin etkisi alt›ndad›r. fiu hâlde, dünyaya gelince, vicdan mekanizmas›n›n menfî kutbunu oluflturan intikam nefsaniyeti realitesinin 108
BEDR‹ RUHSELMAN
güçlü ba¤lar› karfl›s›nda, o insan, af, hoflgörü, hattâ sevgi telkin eden üst realiteye yanaflmayabilir. Ve böylece, eski intikam realitesinden kendisini kurtarmakta güçlük çekmeye bafllar. Dolay›s›yla, e¤er kendi kendine kal›rsa, belki bütün hayat› boyunca yerinden k›m›ldayamayacak ve üst kademeye geçemeyecektir. Fakat bu hâlin aslâ böyle devam edemeyece¤ini daha önce de söylemifltik. Ve bir birim düaliteye, yukar›dan üst z›dda, afla¤›dan da alt z›dda gelecek milyonlarca tesirin mevcudiyetinden de söz etmifltik. Üstelik, bir de onun dünyaya gelirken çizilmifl olan hayat plân› vard›r ki; o, dünyada bu plâna sâd›k kalaca¤›na nas›l söz vermifl ise, o plân etraf›nda ona yard›m etmekle vazifelenmifl yard›mc› varl›klar da vazifelerini elbette yapacaklard›r. Dolay›s›yla, o insan›n üst realitelere ulaflmas› için muhtaç oldu¤u güçlerin inkiflaf› maksad›yla neler yap›lmas› gerekirse, bu yard›mc›lar onlar› yapacaklard›r. ‹flte, bu yard›m ve müdahalelerle o, eski realitesinden sökülür ve üst kademenin af, hoflgörü ve flefkat bilgilerine atlayarak, eski, intikam almak, insan öldürmek realitesinden vazgeçer. fiu hâlde, üst realiteyi benimsemek, alt realitenin ba¤lar›ndan çözülmekle mümkün olur.
* * * Realiteler, öz varl›kta sonuçland›rd›klar› bilgi bak›m›ndan ele al›n›nca, onlar›n birbirlerini bütünlediklerini de unutmamak gerekir. ‹flte bu bak›mdan her realite, bir üst realiteyi haz›rlayarak var›lmas› gereken noktaya kadar zincirleme giden bir bütünün cüzüdür. Ve esasen, bir insan varl›¤›n›n görgü ve deneyimi de, bu realitelerin öz varl›kta bilgi hâlinde birikmifl izlenimlerinden ibarettir. Yâni, geçmifl bir realite, gelecek realiteyi haz›rlarken, gelecek realitenin öz bilgileri içinde, o geçmifl realitenin de izlenimi mevcut olarak kal›r. Esasen, böylece, gelecek realiteler, geçmifl realitelerin sonuçlar›n› içine ala ala genifller ve kapsam kazan›r ve varl›¤›n görgü ve deneyimlerinin artmas›na neden olurlar. Meselâ kaba bencillik realitesinin bulundu¤u kademeyi dolduran bireysel bencillik nefsaniyeti, üst mâflerî bir plân realitesinde, daha üstün ve kapsaml› bir karakterde, mâflerî bencillik hâlini al›r. E¤er birinci kademede bir insan, yaln›z bireysel ç›karlar› için ç›rp›n›yor109
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
sa, ikinci kademede kendisine ba¤l› küçük bir toplulu¤un, bir ailenin ç›karlar› için çal›flmaya bafllar. Ve bu bencillik nefsaniyeti; kademeler yükseldikçe bir cemiyeti, cemaati, ulusu, tüm insanlar› ve hattâ bütün varl›klar› kapsayacak flekilde artar ve genifller ki, oralara do¤ruldukça art›k ona bencillik de¤il, di¤erkâml›k demek icap eder. Bununla birlikte yine, o, kendisinden bir üst realiteye nazaran, nefsaniyet durumunda kal›r. Bu durum, eski nefsaniyetlerin öz varl›ktaki sonuçlar›n›n, yeni ögelerin sonuçlar›yla, yâni üst z›tlar›n sonuçlar›yla beslene beslene kapsam kazanan ve inkiflaf eden hâllerini gösterir. ‹flte böyle, bir üst realitenin karfl›s›na dikilmek suretiyle onun kazan›lmas› için lüzumlu cehitleri gerektiren bir nefsaniyet realitesi, ayn› zamanda, bu üst realitenin içine kar›fl›p daha yüksek kimliklerde kaybolmaya aday durumdad›r. fiu hâlde, en ileri ve yüksek realitelerin öz bilgi hâline geçmifl sentezleri içinde, ilk realitelere ait nefsaniyetlerin o bilgilere intibak etmifl ve ilk mahiyetlerini orada eritmifl sonuçlar› vard›r.
* * * fiimdi, realitelerin insanlar› vazife plân›na nas›l haz›rlad›klar› meselesi üzerinde duraca¤›z. ‹nsan›n vazife plân›na geçecek olan taraf›; etiyle, kemi¤iyle, sinirleriyle, bedeni de¤ildir. Beden, her dünya hayat› devresinin sonunda bütün oluflumlar›yla birlikte, topra¤a gömülmeye mahkûmdur. Dolay›s›yla, insan›n, ilk insanl›k hayat›ndan itibaren –insan üstü bir plân olan– vazife plân› bilgisine kadar yürüyen taraf› bedeni de¤il, baflka bir taraf›d›r ki, o da daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz, varl›¤›d›r. Yâni, tâbi oldu¤u bir ruha hizmet etmek için çeflitli maddeler kullanarak, bütün kâinat boyunca inkiflaf ede ede yürüyen, varl›¤›d›r. Bedenler, bu varl›¤a sadece bir vâs›tadan ibarettir. fiu hâlde, bütün bu realiteler ve realiteleri oluflturan unsurlar, vazife plân›na insan bedenini de¤il, onu kullanan varl›¤› haz›rlamaktad›rlar. Bunun da mânâs› fludur ki, insan beynine göre k›ymetlendirilmifl olan dünya realiteleri, öz varl›¤a, ayn› hâl ve flekillerde geçemezler. Ve zaten böyle olmasayd›, bedene hiç gerek kalmaz, varl›k dünyada do¤rudan do¤ruya yaflayabilirdi. O hâlde, insan beyninin k›ymetlendirdi¤i, dünyada bildi¤imiz, gördü¤ümüz realitelerin öz varl›¤a intikal 110
BEDR‹ RUHSELMAN
eden ve onun haz›rlanmas› için intikal etmesi gereken as›l k›ymetleri nelerdir? Varl›¤a geçen bu k›ymetler, dünya maddelerine ayarlanm›fl bulunan realitelerin kaba hâl ve flekilleri de¤ildir. Bu k›ymetler; öz varl›kta bu realitelerin do¤urmufl olduklar›, varl›¤›n ince bünyesine ve ihtiyaçlar›na uygun, yüksek ve ince madde kombinezonlar› hâlindeki, birtak›m sonuçlar›d›r. Bunlara birer izlenim demek de do¤ru olmaz. Çünkü bu sözcük, burada tam mânây› ifade etmemektedir. ‹flte, mahiyetleri insan idrakine göre pek belirsiz olan bu sonuçlar veya izlenimler, varl›klar›n inkiflaflar›na neden olan derin izlerdir. Ve bu izlerin derinleflmesi ifadesinin mânâs› da, o varl›¤a ait olan ve tekâmülü sa¤layan öz idrakin genifllemesi ve kapsam kazanmas› demektir. Esasen, öz idrak, varl›k ile efl oldu¤undan, idrakin genifllemesi ve kapsam kazanmas› demek, bizzat varl›¤›n inkiflaf etmesi demektir.
* * * Realitelerin öz varl›ktaki oluflma tarz›na gelince: Yaflanan realiteler ve bu realitelere ba¤l› iyi ve kötü bütün olaylar, insanlar› çeflitli görünüflleriyle memnun eder veya üzerken, hakikatte bunlar, öz varl›kta –o varl›¤›n bünyesine uygun de¤erlerle– insan›n anlayamayaca¤› flekilde birtak›m formasyonlara ve transformasyonlara neden olurlar. Böylece orada, çok yüksek madde sentezleri içinde, dünyadaki görünüfllerinden bambaflka flekil ve tarzlarda gittikçe de¤erlenerek zenginleflen ince kombinezonlar meydana getirirler. Bunlar, hakikî, öz bilgilerdir ki, ruhlar›n tekâmüllerine hizmet ederler. Demek ki realitelerin, kaba dünya maddeleri aras›nda, daha önce söyledi¤imiz maddî flekilleri ve durumlar› birbirini kovalay›p haz›rlayarak sürüp giderken, onlar›n, öz varl›kta efl mânâl›lar› bulunan sonuçlar› da, kaba âleme özgü ifadelerinden çok daha derin ve ince mânâlar hâlinde birike birike, öz bilgileri beslerler. Bunlar, hakikî tekâmül de¤erleridir. Daha önce bilgisini verdi¤imiz tekâmül de¤erleri kavram›n› buradaki kavram ile karfl›laflt›ranlar, ruhlar›n kâinattan ne flekilde yararland›klar›na iliflkin sezgilerini biraz daha geniflletirler. Öz bilgilerle 111
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
genifllemifl bulunan öz idrak, yâni beden ortam›n›n üstündeki varl›¤a ait olan ve varl›kla kâinat sonuna kadar uzanan hakikî idrak, dünyada endirekt olarak, beden kanal›yla içinde yaflam›fl oldu¤u realitelerin kaba görünüflleri yollar›ndan yararlan›r. Ve böylece, tâbi bulundu¤u ruhun tekâmülüne ait hizmetlerine devam eder. ‹flte bu bilgi iyice kavrand›ktan sonra, realitelerin hem unutulmas›, hem yaflanmas› ifadelerinin mânâlar›n› birbirine kar›flt›rarak teflevvüfllere düflmek olas›l›klar› ortadan kald›r›lm›fl olur. Çünkü, burada, olaylara hedef olan iki ekran vard›r: Bunlardan biri, fizik dedi¤imiz kaba maddeler toplulu¤u, di¤eri ise bu toplulu¤u kullanmak suretiyle bir ruha hizmet eden ince ve karmafl›k bir varl›kt›r. Bedenin kabal›¤›, kaba realiteleri almaya yarar, varl›ktaki öz bilgilerin artmas›na imkân sa¤lar. ‹flte, iflleri görülünce unutulmas› gerekenler, realitelerin kaba bedenlere hitap eden kaba görünüflleridir. Ve bu da, zaten ileride aç›klayaca¤›m›z yüzeysel zaman idrakinin bir zorunlulu¤udur. Çünkü bu zorunlulu¤a göre, yeni bir k›ymetin meydana gelebilmesi için, eski k›ymetin yerini ona terk etmesi icap eder. Buna karfl›l›k, realitelerin öz varl›¤a hitap eden taraflar› ise, kaba görünüfllerinin öz varl›ktaki efl mânâl›lar› olan, ince mânâlard›r. Bunlar, daha önce söyledi¤imiz gibi, birbirini haz›rlayan ve birbirine eklenen k›ymet cüzleridir ki, bu cüzler, öz bilgi sentezini geniflletirler. Tekrar ediyoruz: Realitelerin yaflanmas› ve unutulmas› konusunu ele al›rken, insan beynine, yüzeysel zaman idrakine göre kronolojik k›ymet ve sistemlere ba¤l› olan maddî an›lar ile bu realitelerin varl›kta derinleflmifl ve öz bilgi sentezine dahil olmufl izlenimlerini birbirinden ay›rt etmeyi unutmamal›d›r. Çünkü yüzeysel zaman icaplar›na tâbi olan beden için öncekilerin unutulmas› ne kadar lüzumlu ise; ruhun tekâmülüyle ilgili, küresel zaman idrakinde yaflayan varl›k için de, ikincilerin öz bilgiler aras›nda temelleflmesi, o kadar do¤al ve zarurîdir. Ve hattâ esas gayenin icab›d›r.
* * *
112
BEDR‹ RUHSELMAN
fiimdi öz bilgilerin artmas›n› sa¤layan vicdan mekanizmas›n›n düaliteleri aras›ndaki iliflkileri biraz daha inceleyece¤iz. Vicdan mekanizmas›nda biri vazifeye, di¤eri nefsaniyete yönelmifl iki z›t tezahürün, birbirini izleyen ve haz›rlayan realitelerden ibaret oldu¤unu söylemifltik. S›ras›na göre ayn› realite, hem nefsaniyete, hem de vazifeye yönelebilmektedir. Uyulmas› icap eden yerde vazifeye, geride b›rak›lmas› gereken yerde de nefsaniyete yöneliktir. O hâlde, nefsaniyetlerin sonuçlar›, yâni öz bilgiler, nas›l birbirine tak›larak geçmiflin zenginliklerini meydana getiriyor ve gelecekleri haz›rl›yorsa, o gelecekler de öylece, vazife plân›na yönelmifl olan daha ileriki geleceklerin yollar›n› açmaktad›rlar. Burada, bu vazife ve nefsaniyet yönlerine yönelmifl z›t unsurlar›n birbirine nazaran durumlar›n› daha maddî k›ymet benzerleriyle aç›klayabilmek için, daha önce vermifl oldu¤umuz m›knat›s çubu+” taraf› yukar›, “– –” ¤u örne¤ine tekrar dönüyoruz: Bu çubu¤u “+ taraf› afla¤› gelmek üzere çekül yönünde tutal›m! Bu hâlde iken çubu¤un tam üst yar›s› ile alt yar›s›, birbirine eflit miktarda z›t m›knat›sl›¤› içermektedir. fiimdi bu çubu¤u üst tarafa do¤ru uzat›rsak, yâni ona üst taraftan m›knat›sl›k eklersek denge bozulaca¤› için, çubu¤un nötr noktas›, yerinden oynar ve biraz yukar› +” taraftan eklenen bir k›s›m m›knat›sl›kla yükselir. Çünkü “+ +”dan “– –”ye do¤ru bir m›knat›sl›k ak›m› bafllayaca¤›ndan, den“+ ge hatt› yukar›ya ç›kar. Bu ifllemi alt taraftan yaparsak sonuç aksi olur, denge hatt› biraz daha afla¤› düzeye kayar. Bu, kaba bir örnektir. Fakat sezgi vermesi bak›m›ndan yararl›d›r. Bu deney gös+”, di¤eri “– –” iflaretli olmas›na ra¤men, çubu¤un teriyor ki, biri “+ her iki taraf›ndaki unsur, ayn› cevherdir. Bu örnekte m›knat›s çubu¤uyla sembolize ediyorsak da, tabiî ki vicdan düalitesi, asl›nda bu kadar basit bir durum göstermez. Yâni, onun unsurlar› aras›nda, bir m›knat›sl›k unsurlar›yla k›yas edilemeyecek kadar büyük ve karmafl›k farklar vard›r. Dolay›s›yla, buradaki realite +”, “– –” kutuplar›ndaki gibi basit de¤ildir. farklar›, m›knat›s›n “+ Fakat vicdan mekanizmas›n›n ifllemesine ait, kabaca bir sezgi kazand›rmak için bu örne¤i vermifl oluyoruz. ‹flte bir m›knat›s çu-
113
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bu¤uyla sembollefltirdi¤imiz vicdan› çekül yönünde tutarsak; üst tarafta bulunan vazifeye yönelik unsuru ile alt tarafta bulunan nefsaniyete yönelik unsuru denge hâlinde iken, bu unsurlar›n k›ymet dereceleri, insan idraki muvacehesinde, yâni yine bizzat vicdan mekanizmas›nda, birbirine eflittir. Ve bunlar›n denge hatt› da, m›knat›s çubu¤u sembolüne oranla, tam ortadad›r. E¤er bu vicdan çubu¤unu üst yar›s›ndan itibaren yukar›ya do¤ru uzat›rsak, yâni üst tarafa, vazife realitesine yak›n cüzlere de¤erler eklersek, çubu¤un yükü o tarafa do¤ru artar. Ve eski denge hatt› afla¤›da kal›r. Bu takdirde, vazife ile nefsaniyet taraflar›n›n birbirine karfl› olan denge durumu bozulmufl bulunur. Fakat denge yasas›, bu bozuklu¤a katlanamaz, karfl› koyar. M›knat›sl›k olay›nda oldu¤u gibi, denge tekrar kuruluncaya kadar, de¤eri artm›fl olan taraftan az de¤erli tarafa, vazife taraf›ndan nefsaniyet taraf›na do¤ru bir ak›m bafllar. Bu ak›m, tabiî ki, yüksek realitenin bâz› k›ymet cüzlerinin daha alt realiteye geçmesi demektir. Kuflkusuz, sözünü etti¤imiz bu de¤erler –biraz yukar›da aç›klad›¤›m›z gibi– realitenin maddelere ve flekillere ait, bedene hitap eden taraf› için de¤il, öz bilgilerle ilgili, varl›¤a hitap eden taraf› içindir. Bunlar, öz bilgi de¤erleridir ve vicdan mekanizmas›n›n bir sürü ifllemin+” taraftan “– –” tarafa den sonra gerçekleflmektedirler. Böylece, “+ bu ak›m›n bafllamas›, bozulmufl olan denge hatt›n›n, öncekine nazaran biraz daha yüksek düzeyde yeniden kurulmas›na neden olur. Daha do¤rusu vazife unsuru de¤erlerinin bir k›sm›, nefsaniyet unsurlar› aras›na kar›flarak, nefsaniyet düzeyini de biraz daha yükseltmifl bulunur. Böylece, öz bilgi düzeyi ve öz bilgi idraki yukar›lara do¤ru uzan›r. Demek ki vicdan mekanizmas›n›n vazife taraf›na ait de¤erleri artt›kça, bu üst taraf›n afla¤›daki nefsaniyet taraf›na akan de¤erleri, nefsaniyet taraf›n›n vazife taraf›na do¤ru kaymas›na ve iki taraf aras›ndaki denge hatt›n›n da vazife plân› bilgilerine do¤ru yükselmesine neden olmaktad›r.
* * *
114
BEDR‹ RUHSELMAN
fiunu belirtmek isteriz ki, bir insan›n, dünya k›ymetleri idraki muvacehesinde yapaca¤› ifl; vicdan düalitesinin vazifeye yönelik olan unsurunu beslemek, nefsaniyet unsurunu geriye atmak olmal›d›r. Çünkü vazife unsuruna de¤erler eklendikçe vicdan dengesinin öz varl›ktaki kazançlar› h›zla yükselecek; nefsaniyet unsurlar›na ba¤lan›p üst unsurlar ihmal edildikçe de, öz bilgilerin artmas›, baflka kanallardan, uzun uzad›ya geçirilecek ›st›rapl›, zahmetli ifllemlerle, otomatik yürüyüfle tâbi olarak, yavafllayacakt›r. fiu hâlde, inkiflaf yolunu k›saltmak ve vicdan mekanizmalar›n›n zahmetli müdahale zaruretlerini mümkün mertebe azaltmak için, bu mekanizman›n üst ve alt unsurlar›n› birbirinden ay›rt edebilecek idrak düzeyine bir ân önce ulaflmak gerekir; tâ ki üstlere yönelmenin idraki ve cehdi mümkün olabilsin. Bunun için, inkiflaf mekanizmas›ndaki önemi aç›kça görülebilen idrak üzerinde durmam›z gerekiyor.
* * * Yukar›da, vicdan mekanizmas›n›n, insanl›ktan önceki varl›klarda –tabiî ki en ilkel flekillerde– içgüdüsel düaliteler hâlinde oldu¤unu, insanl›k derecesindeki idrakli formunu ancak insanl›k hayat›ndan itibaren almaya bafllad›¤›n› belirtmifltik. Bunun nedeni hiç flüphesiz, idrak kudretinin, insanl›k düzeyine özgü derecesine eriflmifl bulunmas›d›r. ‹nsanl›k safhas›ndaki vicdan mekanizmas›, idraklere göre ayarlan›r. ‹nsanlar aras›ndaki vicdan mekanizmas›n›n inkiflaf›, en basit idrak düzeyinden en yüksek idrake kadar, çeflitli kademeler gösterir. Bütün bunlar gösteriyor ki, insanl›ktaki vicdan mekanizmas›n›n inkiflaf›nda idrakin çok önemli bir durumu vard›r. Daha do¤rusu vicdan›n inkiflaf›, idrakin inkiflaf› demektir. ‹drakin en basit içgüdüler hâlinde mevcut bulundu¤u ilk dünya varl›klar›nda, ancak o düzeye göre vicdan mekanizmas› vard›r. Meselâ insanlar›n dünyada ilk varl›k olarak tan›d›klar› bitkilerde, idrakin en basit hâli olan otomatik içgüdüler bulunmaktad›r. Ve bu da, elbette, insanlar›n sahip olduklar› idrak kademelerinden çok uzak bir hâl gösterir. Bu nedenden dolay› on-
115
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lara bir idrak damgas› da vurulamaz. Fakat bu içgüdüler, o düzeydeki varl›klarda, onlar›n hayat icaplar›na yetecek kadar idrakin yerini tutmaktad›rlar. O hâlde idrakin hakikî mânâs› üzerinde dural›m!
* * * ‹drak, madde kâinat›nda, sonsuz madde sistemlerini birbirine ba¤layan bir kudrettir. Fakat bu tarifi yaparken flunu unutmamal› ki, kâinattaki her fleyin oldu¤u gibi, bu kudretin de nedeni, madde kâinat› d›fl›ndad›r. ‹flte bu kudret sayesindedir ki, maddeler aras›nda iliflkiler kurulabilir. Ve bu iliflkilerden de ruhlar›n kâinat içindeki sembolleri, yâni timsalleri olan varl›klar meydana gelir. Yine, bu kudretle, plânlar aras›ndaki iliflkilerin karfl›laflt›r›lmalar›ndan inkiflaflar ve tekâmüller sa¤lan›r. Burada, idrak bahsinde ifade edilmifl büyük hakikatler vard›r. Bu hakikatlere nüfuz edebilmek için, bu sözlerin üzerinde düflünmek gerekir.
* * * ‹draki haz›rlayan ilk unsurlar›n, varl›klar›n ilk oluflmas› esnas›nda nas›l meydana geldiklerini aç›klam›flt›k. Burada, ruhlar, münkeflif hidrojenin da¤›n›k hâlde yay›nlad›klar› enerjileri bir araya toplamak suretiyle bu varl›klar› kuruyorlard›. Birer yüksek vibrasyon karmaflas›ndan ibaret olan bu yüksek enerjilerle varl›klar›n meydana gelmesi demek, idrakin en ilkel hâli olan içgüdülerin, bu sözü edilen da¤›n›k enerjilerde tezahür etmeye bafllamas› demektir. Burada, bu varl›klar› kuran ruhlara tâli yard›mlar da yap›lmaktad›r. Çünkü daha önce belirtmifl oldu¤umuz gibi, varl›k kuruldu¤u ândan itibaren, aslî tesirlerin yerine, tâli dedi¤imiz, üstten ve yanlardan gelen tesirler geçer. Bu konuyu biraz daha aç›klayal›m: ‹drak madde sistemlerini bir araya toplayan bir kudrettir, dedik. Buna göre; varl›¤›n ilk oluflmas›nda, hidrojen atomu enerjileri art›k öyle bir inkiflaf kademesine gelmifl olurlar ki; tâli tesirlerin de yard›m› sayesinde, ruhlar, insanlar›n ancak “idrak sözcü¤ü” sembolüyle ifade ettikleri kudretlerinin en basit hâli olan içgüdülerini, maddenin bu kademedeki durumlar›ndan ya116
BEDR‹ RUHSELMAN
rarlanarak kullanabilmek imkânlar›na kavuflmufl bulunurlar. Burada, idrakin nas›l bafllad›¤› hakk›nda yeterli derecede bir bilgi verilmifl olmaktad›r. Varl›¤›n mayas› idraktir. Ve ilk oluflan varl›k, ilk ân›ndan itibaren, di¤er, daha basit madde kombinezonlar›n› ve sistemlerini, kendisinde mevcut olan bu mayan›n, yâni idrakin derece derece inkiflaf›yla orant›l› olarak, birbirine ba¤lamakta ve yeni yeni kombinezonlar ve sistemler meydana getirmektedir. ‹drakin do¤uflu ve önemi hakk›nda bu kadar sözü yeterli görüyor ve onun vicdan mekanizmas›ndaki rolüne geçiyoruz.
* * * Öncelikle flunu belirtmek isteriz ki, idrakin vicdan mekanizmas›ndaki rolü, bizzat o mekanizman›n mahiyetinde içkindir. Çünkü esasen, vicdan mekanizmas›n›n z›tlar› aras›ndaki iliflkilerin kurulufl ve ba¤lan›fllar›, idrak mekanizmas›yla olmakta ve hattâ do¤rudan do¤ruya idrakin fonksiyonuna ait bir ifl bulunmaktad›r. Tabiî ki bu ifl, varl›¤›n ilk oluflmas› ân›nda daha ziyade yard›mc› tesirlerin müdahaleleriyle olur ve derece derece, idrak inkiflaf ettikçe bu müdahaleler azal›r, varl›¤›n vicdana hâkimiyeti belirmeye bafllar ve idrakin ileri inkiflaf hâllerinde o, art›k, vicdana tamam›yla hâkim olur. Vicdan realitelerinin birbiriyle olan iliflkilerinin iyi takdir edilmesi, yukar›lara do¤ru yükseltici mahiyette olan vazife unsurlar›n›n nefsaniyetlerden ay›rt edilip, yüksek unsurlarla onlar› takviye edici sistemlerin kurulmas› ve böylece vicdan mekanizmas› dengesinin gittikçe daha üst kademelere yükseltilmesi, idrakin fonksiyonuna ba¤l› ifllerdir. fiu hâlde, idrak ne kadar mükemmelleflirse onun bu fonksiyonu da o kadar iyi çal›fl›r ve sonuç olarak, vicdan düzeyinin vazife bilgisine do¤ru yaklaflmas› o oranda kolaylafl›r ve h›zlan›r. Meselâ böyle genifl ve kapsaml› bir idrake sahip olan insan, art›k, cehit ve gayretlerini vazife unsuruna m›, yoksa nefsaniyet unsuruna m› çevirmesi gerekece¤ini daha iyi bilir. Ve müspet olan vazife unsuruna uydu¤u zaman ileriye do¤ru ne gibi yüksek madde kombinezonlar› ve sistemleri kurabilece¤ini takdir etmeye bafllar ki, bu da, onun, vazi117
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
fe plân›na –idrakiyle– gittikçe yaklaflmas› demek olur. Buna karfl›l›k, vazifenin z›dd› olan nefsaniyet unsurunu seçti¤i takdirde, afla¤›lara do¤ru indikçe vicdan›n bünyesindeki yüksek tertipli iliflkilerde ne gibi çözülmelerin, çöküntülerin meydana gelece¤ini ve böylece maddenin inkiflaf kombinezonlar› zenginli¤inden ne gibi k›ymetlerin kaybedilece¤ini de görür ve anlar. Çünkü bunlar›n takdiri, idrakin, madde kombinezonlar› ve sistemleri aras›ndaki kuruculuk kudretinin kapsam›na giren ifllerdir. fiu hâlde, idrak, öyle büyük bir kudrettir ki, bütün hayatlar boyunca vazife bilgisi haz›rlan›fl› yolunda geçirece¤i haz›rl›k kademelerinde, vicdan düalitesi tekni¤i içinde, kendi kendinin hem rehberi, hem de hareket ettiricisidir. ‹flte bu da, madde kâinat›n›n di¤er unsurlar› aras›nda onun ruha en yak›n bir vâs›ta durumunda bulundu¤unu ifade eder.
* * * fiimdi, dünyadaki vazife plân›na ait haz›rl›klarda bu kadar önemli roller alan idrak ve vicdan mekanizmalar›n› besleyen öz bilgilere geliyoruz. Öncelikle flunu söyleyelim ki, öz bilgiler, idrak ve vicdan› beslerken, kendileri de idrak ve vicdan yoluyla zenginleflirler. Öz bilgiler, idrakin bizzat kendisiyle birlikte, d›fl müdahalelerin yard›mlar›yla da, de¤erlerini artt›r›rlar. Bu d›fl, yard›mc› müdahalelerin, öz bilgileri güçlendirmeleri konusuna gelince: Bu hususta daha önce biraz bilgi verilmiflti. fiimdi o bilgiye tekrar dönüyoruz. Öz bilginin artmas›na yard›m eden müdahaleler, vicdan muvacehesinde, çeflitli madde kombinezonlar›n›n say›s›z hâl ve durumlar›ndan, yâni bir sürü olaydan yararlanarak hedeflerine ulafl›rlar. Olaylar, kaba k›yas bilgisi süzgecinden geçerek, fluurdan fluurd›fl›na ç›karlar ve orada kal›rlar. Bunlar, öz varl›¤›n emri alt›ndad›r. Ve insan›n o dünya hayat› süresince orada, fluurd›fl›nda bulunurlar. Bunlar henüz fluuralt›na geçmemifllerdir.
118
BEDR‹ RUHSELMAN
Olaylar do¤rudan do¤ruya öz bilgi hâline geçemezler. Çünkü bunlar aras›nda henüz intibaks›zl›k vard›r. fiuurda cereyan eden bu olaylar, fluurd›fl›ndaki nispeten kaba maddî izlenimlerle, ilk k›yasî muhasebeleri yap›ld›ktan sonra, fluurd›fl›na itilirler. Bunlar, öz varl›¤›n emri alt›nda bulunmakla birlikte, henüz onun öz mal› olmam›fllard›r, öz bilgi hâline girmemifllerdir. fiuurd›fl›ndaki bu bilgilerin öz bilgi hâline geçebilmeleri için, öz bilgilere intibak etmeleri, öz bilgi sentezine dahil olabilecek duruma gelmeleri gerekir. Oysa bunlar›n fluurd›fl›ndaki k›yasî muhasebeleri fluuralt› bilgileriyle de¤il, fluurd›fl› bilgileriyle yap›lm›flt›r ki, bunlar da öz bilgiler de¤ildir. Ölümden sonra spatyuma geçilince varl›¤›n d›flar›s›yla bütün irtibatlar› kesilece¤inden, bu bilgiler fluuralt› bilgileri ile karfl›laflt›r›larak, bunlar›n varl›k taraf›ndan muhasebeleri yap›lacak, muhasebeleri yap›ld›ktan sonra fluuralt›na geçerek varl›¤a mal edileceklerdir. Çünkü bu ifllem, fluuralt›ndaki bilgiler ile fluurd›fl›ndaki bilgileri intibak hâline getirecek ve onlar› fluuralt› bilgilerinin sentezleri aras›na kar›flt›racakt›r. Demek ki bütün hayat boyunca fluurd›fl›nda kalan bilgiler, ancak ölüm olay›yla büyük muhasebeden geçtikten sonra, varl›k taraf›ndan temsil edilip fluuralt›na girebilirler. fiuurd›fl›nda bilgilerin nas›l topland›¤›na gelince: Bunlar, fluur taraf›ndan idrak edilen veya edilmeyen dünya realitelerinin, uyku esnas›nda kabaca yap›lacak, vicdan muvacehesindeki k›yas bilgisi mekanizmas›na tâbi tutularak fluurd›fl›na itilmeleri suretiyle birikirler.
* * *
Özetle, idrak edilsin veya edilmesin, fluurun karfl›laflm›fl oldu¤u olaylar, fluurd›fl›ndaki k›yas bilgileriyle sonuçland›r›l›rlar ve bu sonuçlar fluurd›fl›nda kal›rlar. Bunlar orada, varl›¤›n henüz öz bilgileri hâline girmemifllerdir, dolay›s›yla fluuralt›na ait de¤ildirler. Bununla birlikte bu bilgiler, varl›¤›n hâkimiyeti alt›ndad›rlar ve icap ettikçe fluur sahas›na ç›kar›labilirler. Ve ancak, ölümün ard›ndan yap›lan büyük muhasebeden sonra, fluuralt›ndaki öz bilgi yüküne kar›fl›rlar. 119
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Öz bilgiyi besleyen kaynaklar ve yollar çok çeflitlidir. Bunlar›n en önemlilerinden bâz›lar›n› sayaca¤›z: Bilgi, din, ulus, aile gibi mâflerî durumlar ve bu durumlar› güçlendiren hâller ve nihayet, do¤rudan do¤ruya, çeflitli kademelerdeki vazifeli varl›klar taraf›ndan insanlara ve medyumlara verilen tebli¤ler, ilhamlar, bilgiler ve bütün bunlardan do¤an olaylar; öz bilgiyi artt›ran ve varl›¤› vazife plân› bilgisine yaklaflt›ran güçlü malzemelerdendir. Bunlar, dünya realiteleri içinde geçirilir ve dedi¤imiz gibi, bâz› ifllemlerden sonra varl›¤›n öz bilgi da¤arc›¤›na kar›fl›rlar. fiimdi biraz öz bilgi üzerinde dural›m!
* * * Öz bilgiler; en ilkel devreden itibaren geçmifl hayatlara ait elde edilen kazan›mlar›n daha önceki kazan›mlar ile mukayesesi, muhakemesi sonucunda ulafl›lan ve –insan›n de¤il– varl›¤›n mal› olan, insanlar›n idrak edemeyecekleri birtak›m derin izlenimlerdir. Bunlar, idrak formlar›yla bir taraftan, hizmetinde bulunduklar› ruhun tekâmülünü sa¤larlarken, di¤er taraftan, yeni bilgilere zemin haz›rlamak suretiyle varl›¤›n inkiflaf sahas›n› geniflletirler. Bu kazan›mlar, dünya idraki tekni¤i içinde birtak›m durumlarla elde edilir. Bu durumlar› olay kavram› içinde toplamak mümkündür. ‹nsan, etraf›ndaki olaylardan bâz›lar›n›n içinde bizzat yaflar, o olaylar›n kahraman› olur. Bâz›lar›nda da bizzat yaflamaz, onlar›n içinde yaflayan di¤er insanlar›n ve varl›klar›n durumlar›n› yak›n bir ilgiyle izler ve gözlemler. ‹flte insanlar›n, dünyada, hayatlar› icaplar›yla direkt olarak içlerinde yaflad›klar› veya endirekt olarak baflkalar›nda gördükleri olay kombinezonlar›na ait iliflkiler, dünya idrakiyle ifade olunan bilgilerin topyekûn hepsidir ki; bunlar, öz bilgiden ayr› kavramlar ve öz bilgilerin oluflmas›na vâs›ta olan malzemelerdir. Bunlar›n ancak, ölüm sonras›ndaki spatyum hayat›nda geçirecekleri çeflitli mekanizmalardan sonra öz varl›¤a intikal eden sonuçlar› ve izlenimleridir ki, öz bilgi hâlinde varl›¤›n mal› olurlar. ‹flte daha önce aç›klad›¤›m›z fluur, dünyan›n kaba realiteleriyle, daha do¤rusu bu olaylarla do¤rudan do¤ruya karfl›laflarak, 120
BEDR‹ RUHSELMAN
dünyadan yeni bilgi malzemelerini toplamaya devam eder. Öz bilgiler ile dünyada bilgi diye kabul edilen olaylar›n farklar›n› böylece belirttikten sonra, bunlar› birbirine kar›flt›rmadan, “bilgi” sözcü¤ünün dünya lisan›na göre olan mânâs›n› kullanarak, aç›klamam›za devam edece¤iz.
* * * Dünyaya ait bilgilerin ele al›nmas›n› kolaylaflt›rmak için, onlar› bir a¤aca benzeterek, onlar›n direkt elde edilenlerine, yâni olaylar›n bizzat içinde yaflanmak suretiyle elde edilenlerine “gövde bilgiler”; endirekt, yâni baflkalar›n›n gözlemlenmeleriyle elde edilenlerine de “dal bilgiler” diyebiliriz ki; bunlar›n her ikisi de, kendi kapasitelerine göre, öz bilgilerin inkiflaf›na neden olan kudretli vâs›talard›r. Meselâ elini atefle sokmufl bir çocu¤un yan›k ›st›rab›n› bizzat duymas›yla edinmifl bulundu¤u bilgi, onun için bir gövde bilgisi ise; arkadafl› olan bir baflka çocu¤un elini yakmas›ndan do¤an ›st›raplar›n› ve reaksiyonlar›n› gözlemlemesiyle elde etti¤i bilgi de, dal bilgi olur. Bu örnekle de, öz bilgilerin oluflmas›nda, gövde bilgilerinin dal bilgilere nazaran daha kestirme yoldan sonuçlar verebilece¤ini anlatm›fl oluyoruz. Bununla birlikte, insanlar›n bizzat her olay›n içinde yaflamalar›na ve sadece direkt bilgiler almalar›na imkân bulunamaz. ‹flte bu imkâns›zl›ktan do¤an eksiklikler dal bilgilerle tamamlan›r.
* * *
Bilgiler, öz bilgileri beslerken, arada yard›mc› bâz› prensiplerden kuvvet al›n›r ki, bunlardan biri de nedensellik prensibidir. Kâinatta hiçbir olay, nedensiz de¤ildir. Kâinat›n bütün olaylar›, iliflkileri, tesirleflmeleri, kurulufllar›, de¤ifliflleri, da¤›l›fllar›, k›sacas› bütün madde kombinezonlar›n›n formasyonlar›, transformasyonlar› ve deformasyonlar›; büyük tekâmül nedeninin zorunluluklar›yla, birbirinin nedeni ve sonucu hâlinde ve birbirine ba¤l› olarak meydana gelir. ‹flte bu, kâinattaki büyük nedensellik prensibinin bir beliriflidir. Zaten bu kitab›n her noktas›nda, bütün hareketlerin nedenlere dayand›¤›n› ve sonuçlara vard›¤›n› ifade et121
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
mekteyiz. Nedensiz ve sonuçsuz hiçbir olufl düflünülemez. Kâinatta bütün iliflkilerin kurulufl ve da¤›l›fllar›na ait mekanizmalar, bu prensibe göre ifllemektedirler. Hiçbir olay, bafl›bofl ve müstakil de¤ildir. Her olay, direkt veya endirekt olarak di¤er olaylara ba¤l›d›r. Böylece bütün kâinat, bütün cüzleriyle, büyük bir ba¤ flebekesiyle örülmüfltür ki, bu ba¤lar›n dü¤üm noktalar› nedensellik prensibinin neden–sonuç zorunluluklar›d›r. Her olay, bir üsttekinin sonucu ve bir alttakinin nedenidir. Hangi olay›n nedeni görülmüyorsa, bu hâl, o olay›n nedeninin bilinmemifl olmas›ndan ileri gelmektedir.
* * * Nedensellik prensibi; olaylar›n öz bilgiye ink›lâplar›nda en önemli rolü alan idrakin kulland›¤› k›yas bilgisinin güçlü bir dayana¤›d›r. Nedensellik prensibi hakk›nda yukar›daki k›sa bilgiyi verdikten sonra, idrak ile k›yas bilgisinin karfl›l›kl› durumlar›n› belirtmemiz yararl› olur. K›yas bilgisi; idrakin nedensellik prensibine uymas› yoludur. ‹drakler, kâinattaki nedensellik prensibine intibak edebildikleri oranda inkiflaf ederler. Nedensellik prensibine yabanc› kalan idrakler, kâinattaki sonsuz kombinezonlar aras›nda mevcut olan sonsuz iliflkileri tayin ve takdir etmekte o oranda acz gösterirler ve o oranda da geri ve basit durumlarda kal›rlar. Atefli eliyle tutarsa elinin yan›p yanmayaca¤›n› idrak edemeyen bir çocu¤a ateflle oynamak yetkisi verilmez. Çünkü onun idraki, henüz böyle bir ifle lây›k duruma gelmemifltir. Onun idraki, bu maddelerin iliflkilerine ait nedensellik prensibine henüz gere¤i kadar intibak etmemifltir. ‹flte bu intibak› sa¤layacak fley, onun k›yas bilgisi olacakt›r. K›yas bilgisine girmek için o çocuk, eliyle atefli birkaç defa tutmak deneyiminde bulunacak ve her defas›nda eli yanacakt›r. Her eli yand›¤› zaman onun idrakinde el ve atefl iliflkilerine ait neden ve sonuçlar hakk›nda yavafl yavafl birtak›m sezgiler belirecek ve k›yas bilgilerinin yard›m›yla, bu sezgiler bilgiye intikal edecektir. Böylece idrak ve dolay›s›yla, öz bilgi içeri¤i artacakt›r. Bu iflleme “görgü ve deneyim” diyoruz. 122
BEDR‹ RUHSELMAN
* * * Verdi¤imiz bu bilgiler gösteriyor ki, öz bilgileri artt›ran nedensellik prensibi ile k›yas bilgisi, bu fonksiyonlar›n› ancak olaylar yoluyla yapmaktad›rlar. Olaylar olmay›nca ne nedensellik prensibi irdelenebilir, ne k›yas bilgisi anlafl›labilir, ne de bunlar›n birbirine ba¤lant›s› sözkonusu olabilir. O hâlde k›yas bilgisine devam edebilmek için, öncelikle, olaylar üzerinde durmak zorunlulu¤u do¤maktad›r. Bilgilerin ve öz bilgilerin elde edilmesi ve bunlar›n sonucu olarak da tekâmülün kazan›lmas› için, gerekli olan esasl› malzemelerden biri ve hattâ birincisi olayd›r. Olaylar›n içinde direkt veya endirekt olarak yaflamak gerekmektedir. Olaylar›n meydana gelmesi birçok nedene ba¤l›d›r. Fakat her fleyden önce, olaylar, neden–sonuç yasas› hükümlerine göre cereyan ederler. Esasen olaylar›n öz bilgiyi do¤urabilmeleri de, onlardaki neden–sonuç iliflkilerine, idraklerin k›yas yoluyla intibak edebilmeleri derecesine ba¤l›d›r. Atefl çocu¤un elini yakar, çocuk bu ›st›rab› duymufltur. Ateflten elinin yanmas›, eliyle atefli tutmas›ndan ileri gelmifltir. E¤er çocuk, bu yan›k duygusu etraf›nda toplanan olaylar aras›ndaki neden–sonuç ba¤lar›n› idrak edebilirse öz bilgi bak›m›ndan alaca¤› sonuç baflka olur, edemezse yine baflka olur. Yâni, idrakin bu olaydaki neden–sonuç ba¤lant›lar›na intibak› oran›nda, bilgiler, ortaya ç›kar ve ruha yans›r. Bilgileri sa¤layan olaylar, o varl›¤›n ihtiyac›yla orant›l› olarak, yard›mc› varl›klar taraf›ndan tertiplenir ve insan›n önüne konur veya ayn› nedenle, o varl›¤a, yine yard›mc› varl›klar›n gönderecekleri tesirlerle, yapt›rt›l›r. O varl›k, bu olaylara bizzat kendisi, kendi hareketleriyle neden olur. Çünkü o insan›n bilgisini haz›rlayan bu olaylar›n tertip ve s›ralan›fllar›, tekâmülle ilgili bir sürü bireysel ve mâflerî plâna ve bir sürü nizama tâbidir ki, bu nizamlar da, ancak üstün idrakler ve kudretler taraf›ndan yürütülebilir. ‹stenilen herhangi bir olay› bir insana yapt›rtmak için, icap etti¤i zaman, yard›mc› varl›klar, onun vicdan›n›n nefsaniyet un123
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
surlar›n› tahrik ederler. Veya onun karfl›s›na kendi iradî seçimi d›fl›nda olaylar ç›kart›rlar ve böylece, onu çeflitli hareketlere sevk etmifl olurlar. Bu da, nefsanî hareketlerinin ac› sonuçlar›n› insanlara tatt›rmak ve bu sayede insanlar› k›yas bilgisine götürerek, öz bilgilerine o yoldan de¤erler haz›rlamak içindir. Meselâ bir insan, e¤er bir kâtilin duyaca¤› ›st›raplar› çekecekse, onun buna ihtiyac› varsa, o insan›n önüne öyle olaylar ç›kart›l›r ki, o, bunlar›n karfl›s›nda kendini tutamaz ve insan öldürür. Demek ki böyle sonucu çok vahim bir olaya onun bizzat neden olmas›, keyfî veya rastgele olmufl bir ifl de¤ildir. Çünkü yavafllatm›fl oldu¤u inkiflaf haz›rl›klar›n› tekrar canland›rabilmesi için gerekli olan k›yas bilgisine girebilmesi, olaylara ancak bizzat kendisinin liyakat kazand›¤›n› idrak edebilmesi oran›nda mümkün olur. Bunu da sa¤layacak olan fley, onun bir insan› öldürmesidir. O, bu insan› öldürsün ki, o zamana kadar vicdan›n›n vazife unsuruna nefsaniyet unsurundan daha fazla de¤er vermeyen, daha do¤rusu buna yeterli olmayacak derecede zay›f olan bilgi ve idrak da¤arc›¤›, bu olaydan dolay› girece¤i k›yas bilgisi yoluyla, yeterli derecede kudret kazans›n ve zenginleflebilsin ve art›k ondan sonra da iradesini, vazife unsuruna yöneltmek suretiyle, inkiflaf›nda h›z almak imkânlar›na kavuflabilsin. Varl›¤›n buna benzer daha binlerce ihtiyac› karfl›s›nda, bu yard›mlar ve müdahaleler vuku bularak, çeflitli olaylar ortaya ç›kart›l›r. ‹flte vicdan düalitelerinin üst unsurlar›na yönelmeye yetecek derecede güçlenmemifl, daha do¤rusu alt kademe bilgilerinin etkilerinden kendilerini kurtaramam›fl ve vicdanlar›n›n denge düzeylerini yükseltmekten âciz kalm›fl insanlar›n karfl›lar›na, onlar›n tekâmülleriyle vazifeli olan yard›mc› varl›klar, böyle bir sürü olay ç›kart›rlar ve onlar da, bu olaylardan do¤an azap ve ›st›raplar›n etkisi alt›nda girdikleri k›yas bilgisinden önemli dersler al›rlar ki; bu derslerin her biri, onlar›n öz bilgilerinin tohumlar›n› atmaktad›r. Böylece o varl›k, idrakini daha üst kademelerdeki realitelere ait yüksek de¤erlere haz›rlar ve inkiflaf eder. Yâni, insanüstü safhas›n›n vazife bilgilerine yaklafl›r. Onun için, çoktan beri insanlar aras›nda s›nav, epröv diye an›lan bu ›st›rapl› olaylara insanlar –pek de mahiyetlerini idrak 124
BEDR‹ RUHSELMAN
etmeden– birer kurtar›c› etken gözüyle bakm›fllard›r ki, do¤rudur. Nitekim biz de, bu s›nav veya eprövlerin veya deneyimlerin sonuçlar›ndan ç›kan derslere, “görgü” veya “gözlem” diyoruz. Bunlar›n her biri, birer tekâmül malzemesidir.
* * * Gerek nedensellik prensibi, gerek bu prensibin ›fl›¤› alt›nda olaylar›n ak›fllar›, insanlar› –bu olaylar içinde direkt veya endirekt olarak yaflamak suretiyle– bir k›yas bilgisine götürür, demifltik. Hakikaten, öz bilgilerin art›fl›nda, k›yas bilgisi, önemli bir unsur olarak kendini göstermektedir. K›yas bilgisinin en etkili yard›mc›s›, ac› ve ›st›rapt›r. Burada, ›st›rab›n da öz bilgiyi kazanmada önemli rolü oldu¤unu belirtmek gerekir. fiuras› aç›kça görülebiliyor olmal›d›r ki, k›yas bilgisi, öz bilgiyi ve idraki genellikle ›st›rap yoluyla beslemektedir. Spatyumda çekilen ›st›raplar, fluurd›fl› bilgilerinin muhasebeleri s›ras›nda varl›klar›n girecekleri k›yas bilgilerinin k›ymetli yard›mc›lar›d›r. Buna iliflkin bir dünya örne¤i verece¤iz. Bu örnek, bu konunun bütün inceliklerini içermektedir. Dünyada en güç yenilen ve birçok safhay› derecesi oran›nda kapsayabilen, birçok s›nav›n, birçok ilerlemenin, birçok gerilemenin etkeni olan cinsiyet bencilli¤ini ele alal›m! Bir adam, s›rf etinin, sinirlerinin arzular›n› yerine getirmek için bir kad›n› sevmektedir. Ve bu yoldan o, maddî bencilli¤ini atlatma durumundad›r. Sevdi¤i kad›n, bir gün ondan b›kar, bir baflkas›n› sever. ‹flte bu epröv karfl›s›nda bu adam sevgilisini öldürecek kadar nefsaniyetine yenilir. Onun böylece gösterece¤i reaksiyonlar derece derece, safhan›n sonuna kadar de¤iflerek gider. fiimdi, vicdan›n az çok ilerlemifl safhas›nda, ayn› durumdaki baflka bir adam› ele alal›m! Sevgilisi onu terk etmifltir. Ve bir baflkas›n› sevmeye bafllam›flt›r. Vicdan safhas›n›n yukar›lar›na do¤ru ilerlemekte bulunan bu adam, k›r›lmadan bunu kabul edecek ve belki de, o kad›na, bu hususta elinden gelen yard›m› yapmaktan da çekinmeyecektir. ‹flte burada bir cinayet ile bir erdemin, bir bencillik ile di¤er-
125
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
kâml›¤›n k›yas› karfl› karfl›yad›r. Cinayeti iflleyen adam, bu k›yas›n bilgisine e¤er kendi idrakiyle varacak durumda de¤ilse (ki mademki bu cinayeti iflledi, de¤ilmifl demektir) o zaman d›fl müdahalelerin yard›m› ona gelmeye bafllayacakt›r. Tâ ki o, bu k›yas›n idrakine varabilsin. Ve ancak bu k›yas bilgisiyledir ki, sonuç ortaya ç›kacak ve o adam, bencillik nefsaniyetini yenmek için gerekli olan cehit ve gayreti gösterebilecektir. fiöyle ki: O, cinayetini bir b›çakla ifllemifl olsun! Cinayetin ard›ndan bir hapishaneye kapat›lacakt›r. Burada, k›yas eprövlerinin bir zincirini s›ralamak istiyoruz. Bu adam önce hapishanede, cinsî arzular›n› ve zevklerini tatmin edememek ›st›rab›yla zoraki bir k›yasa girecektir. Atefl karfl›s›nda eli yanan bir çocuk gibi, atefle benzeyen ihtiraslar›n›n ilk ac› sonuçlar›n› bu flekilde duymaya bafllayacakt›r. Böylece, ›st›raplar›na neden olan etkenin ne oldu¤unu kendisine ö¤reten bir k›yasla karfl›laflacakt›r. Bu, onu usland›rmad› diyelim! Mahkûm, hapishanede yafllanacak. Hormonlar›, iktidar›, cinsî faaliyetleri zay›flayacak ve cinsiyet fonksiyonunu yapmaktan âciz kalacak. Bu duruma gelince, bu adam, art›k s›rf etine ve sinirlerine mahsus olan bencilli¤ini duyamayacak ve ancak, onu hayal edecektir. E¤er önceki derslerden yeterince ibret almad›ysa, olaylar›n verdi¤i bilgilerden gere¤i kadar yararlanamad›ysa, o zaman bu mahkûmu bir kavgada baflka bir mahkûm b›çaklayacak veya o öyle bir kaza geçirecek ki, b›çak gibi sivri bir cisim vücuduna saplanacak. Ve bundan fliddetli bir maddî ›st›rap duyacak. Burada, örne¤imizin süjesi, gayet do¤al olarak, zorlu bir k›yasa girecektir. Cinsiyetten yoksun oldu¤u için do¤rudan do¤ruya etinin esiri de¤ildir. Art›k o realiteden zorunlu olarak geçmifltir. Üstelik bir kâtillik eprövünün an›s›n› k›yasen yaflatacak bir de kaza atlatm›flt›r. Art›k bu durum karfl›s›nda bu varl›¤›n bir ders almamas› ve gerekli bilgileri kazanmak için cehit ve gayret göstermek girifliminde bulunmamas› mümkün olmaz. fiimdi bir de yukar›daki örne¤in objektif bir gözlemini veriyoruz: Orta yafll› zengin bir adam, seviflti¤i ve oynaflt›¤› genç bir k›z›n kendisinden b›k›p yüz çevirmesi üzerine, tekrar ilgisini kazanabilmek için yapt›¤› bütün giriflimlerin bofla gitti¤ini görünce, ifli 126
BEDR‹ RUHSELMAN
zorbal›¤a döktü; k›z›n yolunu beklemeye bafllad› ve yakalay›nca da bir b›çakla vücudunu 25-30 yerinden delik deflik ederek onu yere y›kt›. Cinayetinin ard›ndan, idamdan kurtulan bu adam, bir ak›l hastanesinde, câni delilere ayr›lm›fl k›sma kapat›ld› ve on iki y›l orada kapal› kald›. Bir gün, ayn› k›s›mda kalan ve kendisiyle çok iyi anlaflan azg›n bir delinin geçirdi¤i ruhsal bir kriz esnas›nda, hücumuna mâruz kald› ve deli, elindeki bir bahçe çapas›yla onun vücudunu 25-30 yerinden çapalayarak parça parça etti ve yere y›kt›. Bu gözlem de yine, bütün k›yaslar›n s›ralan›fllar›n› gösteriyor. Elbette, gerek ateflte eli yanan çocu¤un, gerek sevgililerini ihtiraslar› yüzünden öldüren ve birisi hapishanede, di¤eri ak›l hastanesinde, daha önce yapm›fl olduklar› cinayetlerin denkleriyle karfl›l›k görerek can veren bu insanlar›n derece derece çektikleri ve çekecekleri ›st›rap ve ac›lar, onlar› güçlü birer k›yas bilgisine sokacak ve bu bilgi de, yukar›da flemas›n› çizdi¤imiz yoldan, onlar›n –ileri kademelere ulaflabilmeleri için gerekli olan– öz bilgilerini ve idraklerini haz›rlayacakt›r.
* * * Demek ki bilgi ile idrak birlikte yürümektedir. Bu bak›mdan, bunlar›n inkiflaf›n› birlikte aç›klamak gerekir. ‹draklerin inkiflaf›nda iki yol vard›r: Birincisi, insan›n kendi bünyesi dahilindeki durumlar› inceleme konusu yaparak ilerlemesidir. Buna “idrakin direkt olarak inkiflaf›” deriz. ‹kincisi idrakin beden d›fl›ndaki olaylar› gözlemlemesiyle, daha do¤rusu kendisinin neden oldu¤u olaylar› irdelemesi yoluyla olan ilerleyifltir. Buna da “idrakin endirekt olarak inkiflaf›” deriz. ‹drakin endirekt inkiflaf›nda kullan›lan unsurlar›n bafl›nda, insanlar›n görgü ve deneyimlerini artt›racak olan, etraflar›ndaki, kendilerinin bizzat neden olduklar› olaylar, ifller ve eserler gelir ki; bunlar›n ço¤u, d›fl tesirlerin yard›mlar›yla meydana getirilmifl bulunur. Bu olaylar, özellikle inkiflaf›n ilk kademelerinde, a¤›r, zahmetli, s›k›nt›l›, ›st›rapl› ve çok uzun vadeli görünürler. Bitmeyecek ve tükenmeyeceklermifl gibi duygular do¤ururlar. Bu s›rada insan, güçlükler içinde çal›fl›r, bir 127
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lokma g›das›n› sa¤lamak için bütün hayat› boyunca do¤an›n çeflitli imkâns›zl›klar›yla bo¤uflur, canavarlarla, hemcinsleriyle didiflir. Bu mücadelede bazen galip gelir, ço¤u zaman yenilir. Bunlar›n azaplar›n› nefsinde duyar, böylece iflkenceli hayat› yüzy›llar boyunca sürüp gider. Bütün bu olaylar›n, insanlardaki idrak ve öz bilgileri nas›l besleyip artt›rd›klar›n›, inkiflaf mekanizmalar›n›n dengelerini hangi yollardan üst düzeylere yükselttiklerini daha önce söyledi¤imiz için, onlar› burada tekrara gerek görmedik. Böylece bu olaylar, bir taraftan öz bilgilerin artmas›na neden olurlarken, di¤er taraftan da idrakler’i, inkiflaf mekanizmalar›na müdahale etmeye sevk ederler. Bu da yeni yeni olaylar›n, s›navlar›n, deneyim ve gözlemlerin meydana gelmesine yol açar ve böylece, idrakin yürüyüfl temposu yavafl yavafl h›zlan›r. ‹drak artt›kça, etraftaki olaylar›n mânâlar› daha çok belirir. Ve bu sayede, insan›n beynine ait madde kombinezonlar›ndan süzülen idrak vibrasyonlar›, bu say›s›z olaydan çeflitli sonuçlar ç›karmaya, olay cüzlerinden türlü türlü kombinezonlar kurmaya bafllar ki, bunlardan da dünya bilgileri meydana gelir. ‹drakler inkiflaf ettikçe bu bilgiler de kapsam kazan›r ve artar. Böylece bilgiler, çeflitli dallara ayr›l›r: Sanat, edebiyat, bilim, t›p, felsefe, müzik, resim, ekonomi, siyaset, din gibi bir sürü bilgi kolu oluflur. Bütün bunlar, inkiflaf mekanizmas›nda artan idrakin, olay maddelerinden kurmufl oldu¤u yeni madde kombinezonlar›n›n sonuçlar›d›r. Ve tabiî ki, tekâmülün ancak dünyadaki icap ve zorunluluklar›n› yerine getirmek üzere, dünyaya özgü ve dünyada kalmaya mahkûm olan fleylerdir. Bunlar, dünyay› idare eden vazife plân›n›n tesirleri ve kontrolleri alt›nda cereyan eder. fiu hâlde, dünyada iken öz idrakin genifllemesi; onun vâs›ta olarak kulland›¤› beyne ba¤l› durumlar›n›n karmafl›klaflmas›, zenginleflmesi ve yüksek, ince madde hâllerine do¤ru yeni oluflumlara sahip olmas›yla ilgilidir. Zaten ruhun tekâmülü için, olay maddelerinin öz varl›kta do¤urdu¤u sonuçlar›n, yâni öz bilgilerin, öz idrak kanal›yla ruha yans›mas› gerekti¤ini daha önce belirtmifltik. Bunun içindir ki, tekâmül ihtiyac›yla dünyaya gelen bir varl›k, dünya olaylar› imkânlar›ndan mümkün oldu¤u kadar fazla yararlanmaya çal›fl›r. ‹dra128
BEDR‹ RUHSELMAN
kin bu yararlanmas›, hem bedenin form de¤ifltirmeleri, hem de bedenin yaflad›¤› âlemin say›s›z madde de¤iflmeleri sayesinde olur. Bunlardan birinciye idrakin direkt, ikinciye endirekt inkiflaflar› demifltik. ‹drak; direkt hâllerde, do¤rudan do¤ruya bedende formasyon, transformasyon ve deformasyonlar meydana getirmekle yapm›fl oldu¤u tatbikatlar sonucunda inkiflaflar kaydederken; endirekt hâllerde de, yine bizzat idrakin beden vâs›tas›yla yapaca¤› veya üst vazifelilerin tertipleyece¤i say›s›z d›fl olaylar›n sonuçlar› üzerindeki tatbikatlar›yla, genifller. Kâinat içindeki bütün formasyonlar, ruhlar›n ihtiyaçlar›yla ayarl›d›r. Ölçü dahilindeki transformasyonlar, çeflitli mekanizmalarla olur. Dünyada en ince bir madde hâli olan idrak de, böylece, bu çeflitli mekanizmalar içinde, direkt ve endirekt olarak, kendisini ruha hizmet edebilece¤i en uygun tarzda haz›rlar. Bunun için de bizzat kendi bedenine ve bedeni vâs›tas›yla da d›fl âleme tesir ve müdahale eder. Hem bedeninde, hem d›fl maddelerde meydana getirece¤i inkiflaflarla, kendi inkiflaf›n› ve öz bilgisinin art›fl›n› sa¤lam›fl olur. Ve unutulmas›n ki, bütün bu ifller, daha önce uzun uzad›ya aç›klad›¤›m›z tesirlerle, mekanizmalarla ve düalite prensibi tekni¤iyle olmaktad›r. Öz bilgilerin inkiflaf›n› h›zland›ran ve besleyen unsurlardan bilgiyi aç›klad›ktan sonra, sevgi unsuru üzerinde de bâz› bilgileri verece¤iz.
* * * Hakikaten, dünya hayat›n›n birçok olay ve s›nav›na neden olan sevgi; hem öz bilginin oluflmas›nda, hem de vicdan›n inkiflaf›nda direkt ve endirekt yollarda rol alan, en kudretli etkenlerden biridir. Sevgi olmasayd›, öz bilgiyi kazanma yollar› ve vicdan mekanizmas›n›n müspet veya menfî yönlerde sonuçlar meydana getirme f›rsatlar›, bir hayli azalm›fl ve sonuç olarak, s›navlar, deneyimler, gözlemler ve k›yas bilgileri imkânlar› iyice s›n›rlanm›fl olurdu. Çünkü sevgi; vicdan›n hem üst unsurlar›n› destekleyerek müspet yollarda do¤urdu¤u olaylarla do¤rudan do¤ruya, yâni fluurlu bir idrakle öz bilgilerin ço¤almas›na yard›m eder; hem de, vicdan mekanizmas›n›n gerekti¤inde alt unsurlar›n› tahrik edip 129
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
ortaya ç›kmalar›na neden oldu¤u ›st›rapl› ve azapl› sonuçlardan do¤an k›yas bilgisi yoluyla, endirekt ve otomatik olarak, öz bilginin artmas›na hizmet eder. Meselâ insanlardan birisini hapishaneye, di¤erini ak›l hastanesine gönderen ve ikisinin de öldürülmeleri suretiyle k›yas bilgilerine ve bir sürü ›st›raba neden olan, yukar›da sözünü etti¤imiz sevgiler –asl›nda yine müspet olmakla birlikte– menfî görünen yoldan meydana gelmifl etkileriyle, endirekt inkiflaflara örnek olufltururlar. Sevginin önceki iki örne¤inden baflka, müspet flekilde etkisi görülen bir örne¤ini de burada veriyoruz: Henüz deneyimsiz bir genç, bir kad›n› büyük ve temiz maksatlarla sevmektedir. Kendisi de vicdan safhas›nda oldukça ilerlemifl bir durumdad›r. Fakat kad›n, istedi¤i üstün nitelikleri onda görmedi¤i için, onu reddetmektedir. Delikanl›, kad›n›n takdir ve ilgisini çekmek azmiyle üstün niteliklerini artt›rmaya, kendisini de¤erlendirmeye çal›flmak üzere, derhal ifle koyulur. Önceleri bu iflleri sevginin otomatizmas›yla yapar. Baflar›s› artt›kça sevginin kapsam› genifllemeye ve mânâs› de¤iflmeye yüz tutar. Bu sayede kendisini daha çok yetifltirmek ihtiyac›n› duyar, insanl›¤a yararl› eserler meydana getirmeye çal›fl›r. Herkesi sevmeye, herkes taraf›ndan sevilmeye bafllar. Sevgi, genelleflir ve ilk basit, tek yüzlü formunu, genel ve kapsaml› bir ilginin sonsuz yüzleri içinde kaybeder. Ve böylece o, ilk sevgisi yolunda yürürken karfl›laflm›fl oldu¤u bir sürü sonuçla, öz bilgisini artt›r›r ve yüksek bir vicdan dengesi düzeyinde, aktif ve vazife bilgilerine haz›rlanm›fl bir varl›k hâline girer.
* * *
Sevgi denince, daima onun dar mânâs› üzerinde durmamak gerekir. ‹nsanlar›n anlad›klar› dar mânâdaki sevgi, genifl bir sevgi kavram›n›n inkiflaf mekanizmas›nda alm›fl oldu¤u büyük rolünün –önemli olmakla birlikte– küçük bir k›sm›d›r. Yâni, bizim burada kastetti¤imiz sevginin sonsuz yanlar› ve flekilleri vard›r. Sevginin vicdan mekanizmas›, daha do¤rusu inkiflaf mekanizmas› karfl›s›ndaki rollerini aç›klarken, bu genifl mânâs› üzerinde durmak gerekir. Ancak böyle yap›l›rsa, onun tekâmüldeki tam k›ymeti belirtilmifl olur. O hâlde böyle genel mânâdaki sevgiyi aç›klayal›m! 130
BEDR‹ RUHSELMAN
Sevgi, herhangi bir fleye karfl› duyulan çekilimdir. Dünyada her fley, her realite; yerine ve kiflisine göre, –her inkiflaf kademesinde bulunan– insanlar› ve varl›klar› çeflitli tarzlarda kendisine çekebilir. Dolay›s›yla, her kademede, her fleye karfl› sevgi duyulabilir. ‹flte sevgi, bu kadar genel ve kapsaml› bir konudur. Maddelerin birbirine karfl› göstermifl olduklar› fizikokimyasal ilgiler dahi, yüksek varl›klarda görülen sevginin belki en maddî ve ilkel bir haz›rl›¤›d›r ki, bu, o safhadaki varl›klar›n kendilerine özgü ihtiyaç ve zaruretlerinin birer icab›d›r. Bitkilerin, g›dalar›n› alarak bünyelerine dahil etmeleri, havan›n karbonunu, oksijenini çekerek kendi öz sular›na kar›flt›rmalar› ve hattâ bâz›lar›n›n günefle karfl› dönmeleri, hayvanlar› içlerine çekip hazmetmeleri; genellikle, fizikokimyasal çehrelerde görünen bu çekilimin çeflitli içgüdüler mahiyetindeki tezahürleridir. Sevginin bitkilerde basit ve çeflitli mekanizmalarla tezahür eden bu çekilim hâllerinin, hayvanlarda daha az maddîleflmifl ve az çok insanlar›nkine yaklaflm›fl durumlar›n› görmeye bafllar›z. Hayvanlarda, yavru, efl, aile, arkadafl, hattâ hemcinslerinin d›fl›ndakilerle dostluk ilgilerinin bazen tümüyle sevgi manzaras›n› alan varyetelerini gözlemlemek mümkündür. ‹nsanlara gelince; oldukça genifl bir idrakle duyulan sevginin yüksek ve zengin tezahürleri bu safhada meydana ç›kar.
* * *
Burada sevginin mahiyetini biraz daha aç›klamam›z gerekir. Sevginin beden ile iliflkilerini daha iyi aç›klayabilmek için, bu kitab›n bafl taraflar›ndaki madde kombinezonlar› bilgisini bir daha gözden geçirmek yararl› olur. Her fleyden önce flunu aç›kça belirtmek isteriz ki, bir duygu diye tan›nan sevgi unsurunun bedendeki oluflma mekanizmas›na ait, verece¤imiz bilgiler, daha önce de söyledi¤imiz gibi, bedende gözüken ve “ruhsal” denilen bütün hislerin ve ihtiraslar›n da oluflmalar›n› kapsam› içine al›r. Bu bilginin ›fl›¤› alt›nda, bedende mevcut bütün duygular›n bedendeki oluflmalar›n› ve beden ile olan iliflkilerini aç›klamak mümkün olur. 131
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
‹nsanl›¤›n inkiflaf kademelerinde en yüksek formunu bulan sevgi, bedenin çok ince bir k›s›m madde kombinezonlar›n›n yay›nlamakta olduklar› yüksek ve süptil vibrasyonlar›n, enerjilerin tezahürlerinden ibarettir. Bir insan›n, gerek kendi görgü ve deneyimlerinin, yâni öz bilgilerinin ve plân tatbikatlar›n›n icap ve sonuçlar›yla, gerek do¤rudan do¤ruya bir s›nav konusu olarak, vazifeli varl›klar›n müdahaleleriyle, beyninin belirli k›s›mlar›nda öyle yüksek ve ince tertiplerde birtak›m madde kombinezonlar› ve sistemleri oluflmaya bafllar ki; bu ince kombinezonlar›n yay›nlamakta olduklar› vibrasyonlar ve enerjiler, onun etraf›nda çok güçlü ve çekici bir saha, bir manyetik alan meydana getirirler. Yaln›z, burada sözcüklerin ifadelendirece¤i kaba mânâlara bak›p, bu sözlerden, adi bir m›knat›s ak›m›n› kastetti¤imiz mânâs›n› ç›karmamak gerekir. Bunlar, tan›d›¤›m›z m›knat›sl›k dalgalar›ndan çok ince ve onlarla k›yas edilemeyecek derecede yüksek mahiyettedir. ‹flte bu alan, kendisiyle sempatize olabilecek di¤er birçok vibrasyonu çeker. Ve ayn› yoldan, o di¤er vibrasyonlar›n tâbi bulunduklar› manyetik alanlar taraf›ndan çekilir. ‹flte “bedenlerin birbirini sevmeleri” ve “birbiri taraf›ndan sevilmeleri” sözcüklerinin ifade etti¤i mânâlar budur. Bedenlerde flu veya bu icapla oluflan bu ince madde kombinezonlar› devam ettikçe, yay›nlad›klar› vibrasyonlar da devam eder. Bunlar de¤ifltikçe, bu de¤ifliflin flekil ve derecesine göre, vibrasyonlar›n mahiyetleri ve fliddetleri de de¤iflir. Bu kombinezonlar da¤›l›nca, vibrasyonlar da ortada kalmaz. Ve sevgi tezahürü de biter. Bütün bu ifllerin, icaplara göre, yukar›dan gelen tesirlerle oldu¤u malûmdur. fiimdi bir de bunun tersini düflünelim! Di¤er bir insan var... Onun bedeni de ayn› tarzda, fakat baflka tertipler dahilinde, yine birtak›m ince madde kombinezonlar› kurmaktad›r. Bunlar, kaba fizikokimyasal di¤er madde kombinezonlar›na oranla bir hayli ince ve süptil olmalar›na ra¤men, önceki sevgi kombinezonlar›na oranla kabad›rlar. ‹flte bunlar›n yay›nlad›klar› vibrasyonlar da antipati ve nefret vibrasyonlar›d›r. Bunlar da etraflar›ndan, ilgilendikleri nefret ve antipati duygusu vibrasyonlar›n› ald›klar› gibi, kendileri de onlara ayn› vibrasyonlar› gönderirler. Böylece birin132
BEDR‹ RUHSELMAN
cilerin bütün bedenlerinden sempatik yay›nlar ç›karken, ikincilerin bedenlerinden sürekli olarak antipatik dalgalar etrafa yay›l›r. ‹ncelikleri ve kudretleri daha üstün olan sempatik yay›nlar, antipatik yay›nlar› yapan madde kombinezonlar›na do¤ru çevrilirse, onlardan çok güçlü olan bu vibrasyonlar o kombinezonlar› silip da¤›tabilirler. Bu nedenden dolay›, sevenler ve sevilebilenler, düflman olan ve kin besleyenlerden çok daha kudretli ve etkili durumdad›rlar. Bunlar, mâflerî yoldaki inkiflaf tatbikat›nda ifle yarayacak çok yararl› bilgilerdir.
* * * Sevgi –müspet veya menfî yollarda kullan›ld›¤›na göre– vicdan mekanizmas›nda sonsuz olay varyetelerine neden olarak, öz bilgileri artt›ran, önemli bir inkiflaf vâs›tas›d›r. Ve bu bak›mdan o da, insan hayat›ndaki di¤er bütün kudretlerde oldu¤u gibi, bedenlenmeyi zarurî k›lan lüzum, ihtiyaç ve icaplara göre devam eder, zaman› gelince da¤›l›r veya yozlafl›r. Ve bütün bu hâllerden varl›klar öz bilgi da¤arc›klar›n› doldururlar, ruhlar yararlan›rlar. Böylece sevgi, yüksek taraf›yla, kudret ve karakterine göre, vicdan›n daima üst unsurlar›yla sempatize olma e¤iliminde bulundu¤undan, onun denge hatt›n›n sürekli olarak yükselmesine neden olur. Yeter ki bu sevgi vibrasyonlar›na çeflitli nedenlerden ve özellikle bâz› zarurî ve lüzumlu, s›nav ve gözlem ihtiyaçlar›ndan dolay› daha basit ve kaba kombinezonlar›n a¤›r yay›nlar› kar›flm›fl olmas›n. Meselâ bunlardan k›skançl›k, bencillik, gurur, kibir, kabaday›l›k, para ve flöhret h›rslar› gibi sevgiyi zehirleyici di¤er bir sürü kaba ‘madde kombinezonu’ sevgi kombinezonlar›na kar›flabilir. Böylece bu kaba ‘madde kombinezonlar›’ndan ç›kan ve bedenin ince sevgi kombinezonlar›na sürekli olarak kuvvetle ve fliddetle yönelen tesirler, yavafl yavafl sevgi kombinezonlar›na etkide bulunarak, onlar›n üst k›ymetlerini k›smen silmeye ve sonuçta, bu kombinezonlar› yozlaflt›rmaya bafllarlar ki; bu takdirde, o kombinezonlardan yay›nlanan bulan›k, kar›fl›k ve a¤›rlaflm›fl enerjiler, daha alt realitelerle ba¤daflmaya bafllayacaklar›ndan –bu gibi hâllerde daima vuku bulaca¤› gibi– vicdan mekanizmas›n›n 133
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
otomatik olarak ifllemelerinin sonuçland›raca¤› birtak›m ›st›rapl› olaylara yol açarlar.
* * * Sevgi, vicdan mekanizmas›na muhtelif * varyeteleriyle kar›fl›r. Çünkü onun, bir k›sm› vicdan›n vazife unsurlar›na, di¤er k›sm› nefsaniyet unsurlar›na yönelik bir sürü yan› vard›r. Özellikle insanl›¤›n ilk kademelerinde, sevginin bencillikle kar›flm›fl yanlar› hâkim durumdad›r. Bu kaba kombinezonlarla kar›flm›fl sevgi flekillerinden, yukar›da biraz söz etmifltik. Bunlar, bir sürü zahmetlere, s›k›nt›lara, ›st›rap ve azaplara varan sonlara yol açarlar. Bazen de sevgi; saf ve yüksek tezahürleriyle, insan› do¤rudan do¤ruya üst realitelere ulaflt›r›r. Onun bu taraf›nda, özellikle feragat, fedakârl›k, di¤erkâml›k, yard›m, flefkat gibi inkiflaf› h›zland›r›c›, yüksek, ince di¤er madde kombinezonlar›n›n da tezahürleri vard›r. Bunun da örne¤ini yukar›da vermifltik. Sevgi; müspet yolda, di¤erkâml›k taraf›yla, vicdan›n vazifeye yönelik unsurlar›n› kuvvetlendirir ve inkiflaf mekanizmas›nda h›zl› ve idrakli bir yürüyüflü sa¤larken; bencillik taraf›yla da, nefsaniyet unsurlar›n› tahrik eden menfî kudretleriyle, inkiflaf›n yürüyüfl temposunu a¤›rlaflt›r›r ve insan› zahmetli, ›st›rapl› flartlar içine sokar. Böylece her iki takdirde de, öz bilginin artmas›na, birbirine z›t yollardan neden olur. Meselâ, sevgiyle, bir insana yard›m edilir, denize düflen birisini kurtarmak için fedakârl›k yap›l›r, aç kalan bir kimse doyurulur, a¤layan gözyafllar› dindirilir ve bütün bunlar›n sonunda, insana bir ferahl›k, bir huzur ve hattâ mutluluk duygusu gelir. Bu da, h›zl› bir inkiflaf›n fluurdaki tezahürüdür. Buna karfl›l›k, sevgi için, birçok kalp k›r›l›r, bir ihanetin cezas› verilir, bir rakibin vücudunun ortadan kald›r›lmas› düflünülür, baflkas›na kötülük yap›l›r ve sonuçta, insanda k›r›lma, huzursuzluk ve s›k›nt› bafllar. Bu da, a¤›rlaflm›fl bir inkiflaf›n insan üzerindeki bask›s›n› ifade eder. Birinci gruptakiler, vicdan mekanizmas›n›n nas›l yüksek unsurlar›na yönelik kudretler ise, * “Muhtelif” sözcü¤ü, “birbirine z›t, ihtilaf eden; çeflitli” anlamlar›na gelir. 134
BEDR‹ RUHSELMAN
ikinci gruptakiler de nefsaniyet realitelerini o kadar besleyici, geri etkenlerdir. Bunlar›n her ikisi de, inkiflaf kademelerine göre, insanlarda bulunabilir. Ve ona göre de sonuçlar do¤urur. fiu hâlde, kademeler ne kadar afla¤›larda ise, o kademelerdeki sevgiye kar›flan bencillik malzemeleri ve vibrasyonlar› da o kadar fazla olur. Aksine, inkiflaf kademeleri ne kadar üst denge düzeylerinde ise, sevgi unsuru da o oranda saf ve erdem vibrasyonlar›yla zenginleflmifl bulunur. Ve bu inkiflaf hâli nihayet öyle bir duruma gelir ki, insanlara karfl› duyulan bu erdemli hisler, onlara hizmet etmek, onlar›n iyilikleri, inkiflaflar› hususunda her türlü yard›mda bulunmay› –ne pahas›na olursa olsun– göze almak gibi, çok kapsaml› ve yüksek derecelere ulafl›r. Ve o zaman vicdan›n nefsaniyet unsurlar› ve realiteleri, bencillikten s›yr›l›p, di¤erkâml›k yollar›nda yürümeye bafllarlar. Vicdan mekanizmas›n›n denge düzeyleri art›k, di¤erkâml›¤›n yüksek ve idrakli sahalar›nda kurulur. O insan, baflkalar›n›n yükselmeleri için her türlü fedakârl›¤a katlanmay› kendisine bir borç, bir vazife sayar. O zaman ondaki sevgi, bir vazife sevgisi hâlini almaya yüz tutar ki, bu da art›k onun, vazife plân›n›n efli¤ine gelmifl olmas›n›n iflaretidir. ‹flte, vicdan mekanizmas›n›n bu sahalara kadar ulaflm›fl yüksek denge düzeyi, dünya okulunun insana kazand›rm›fl oldu¤u en yüksek mertebedir. Bu mertebeye ermifl olan insan; dünya okulundan tam dereceyle diplomas›n› alacak ve dünyada kazand›¤› en yüksek öz bilgi kudretiyle vazifeler kabul ederek, daha kudretli ve mutlu bir varl›k hâlinde yüksek plânlara geçecektir. Bu duruma geldikten sonra, vicdan düalitesi ortada kalmayacak, onun yerini daha yüksek tertipte bir vazife düalitesi alacak ve varl›k o ândan itibaren hakikî ve objektif bir tekâmül mekanizmas› içine girmifl bulunacakt›r. Çünkü ileride söyleyece¤imiz gibi, vazife safhas›ndan önceki tekâmül yürüyüflü, daha ziyade sübjektif flartlar içinde vuku bulmaktad›r. Zaman hakk›nda aç›klama yap›l›rken bu kavram, aç›k olarak belirtilecektir.
* * * 135
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Daha iyi anlafl›labilmesi için, bu konudaki bâz› noktalar› özet olarak tekrarlamay› yararl› görüyoruz. Vicdan, realite, idrak, bilgi, sevgi, k›sacas› dünyada tezahür eden bütün k›ymetler; ancak beyin cevherinin imkânlar› dahilinde formlar›n› alm›fl, maddî görünüfllerden ibarettir. Bunlar›n as›l k›ymetleri, öz varl›kta sakl› olan kudretlerdedir, fonksiyonlar› da, dünya imkânlar› içinde, ancak, öz varl›¤a hizmet etmek yolunda ifller. Dolay›s›yla, bunlar; yaln›z dünyada geçerli, yüzeysel zaman idrakiyle ölçülebilen dünya flekilleri, hâlleri ve görünüflleridir. Bunlar›n besledikleri, inkiflaflar›na vâs›ta olduklar›, öz varl›ktaki k›ymetler ise, öz varl›¤›n tâbi bulundu¤u ‘küre zaman›’n›n sonsuz diyebilece¤imiz idrak imkânlar›yla de¤erlenen hakikî k›ymetlerdir ki; bu k›ymetler, ruhun kâinattaki tekâmül ölçüsünü gösterir. Küresel veya idrakî zaman tekni¤iyle de¤erlenen bu ince kombinezonlar, dünyan›n yüzeysel zaman idrakiyle tarif edilemez ve nitelendirilemezler. ‹flte vicdan mekanizmas›na ait olarak geçen bütün bilgilerdeki “idrak”, “bilgi”, “realite”, “unsur”, “sevgi”... gibi sözcüklerin hep bu kavramlar içinde, kendi k›ymetleriyle ele al›nmas› gerekir. Meselâ sevginin sözü edilen yüzü, dünyaya ait olan k›ymetlerini ifade eder. Bunun varl›¤a ait olan, idrakî zaman karfl›s›ndaki durumuna ve mânâs›na, dünya zaman›yla düflünen bir insan aslâ nüfuz edemez. Yine, küresel veya idrakî zaman tekni¤ine tâbi olan, dünyay› müteakip süptil âlemdeki sevgi kombinezonlar›n› da insanlar›n idrak edebilmeleri mümkün de¤ildir. Ancak bedenlerinden yükselerek tümüyle ayr›lm›fl varl›klar, o âleme gittikleri zaman bunlar›n hakikî mânâlar›n› anlayabileceklerdir. ‹leride verilecek yüzeysel ve küresel zaman bilgilerini gördükten sonra tekrar bu sat›rlara dönülürse, yüzeysel zaman idrakine ba¤l› insan sevgisinin yan›nda, küresel zaman tekni¤iyle yürüyen ve sevginin öz varl›ktaki karfl›l›¤› olan vibrasyonlar›n mânâs›ndaki kapsam›n derecesini sezmek daha kolay olur. Ve tek yüzeyli, basit insan idraki karfl›s›ndaki sevginin ilkel durumu ile sonsuz imajinatif yüzeyleri içeren, insan üstü âlemdeki sevgi izlenimlerinin nihayetsiz kapsam›, yâni öz bilgiler içinde parlayan görkemli durumu hakk›nda daha genifl bir sezgi k›yas› yapmak mümkün olur. 136
BEDR‹ RUHSELMAN
* * * Öz bilgileri zenginlefltiren etkenlerden bilgi ve sevgiyi ele ald›k. Fakat bunlar›n yan›nda, yine öz bilginin inkiflaf›nda, art›fl›nda kudretle rol alan bir unsur daha vard›r ki, bu unsuru insanlar henüz takdir edememifl durumdad›rlar. Bu da, dünyada çeflitli tekâmül kademelerindeki vazifeli varl›klar taraf›ndan insanlar›n varl›klar›na gönderilen tesirlerdir. Bu tesirler, insanlar›n hem bireysel, hem de –genellikle bu bireyler vâs›tas›yla kazan›lan– mâflerî bilgi de¤erlerini –insanlar›n aslâ tahmin edemeyecekleri tarz ve flekillerde– artt›rmaktad›r. ‹flte bu tesirleri alan insanlara “medyum” diyoruz. ‹nsanlar için, medyumluk, kâinat tesirlerini, kâinat vibrasyonlar›n› alabilmekte hassasiyet kazanm›fl olmak demektir. Dünyada medyumluk reaksiyonlar›n› do¤uran tesirlerin en önemlisi, yüksek entüvitif tesirlerdir. Medyumlar›n yap›lar›nda, entüvitif bak›mdan gönderilen tesirleri kolayca ifadelendirebilmek imkân ve gücü fazlad›r. Fiziksel medyumlar için de bu kural geçerlidir. Ancak fark fludur: Entüvitif medyumlarda, gelen tesirler, yüksek idrak kombinezonlar›yla ilgili çok ince vibrasyonlard›r; fiziksel medyumlarda ise, gelen tesirlerin, kaba bir maddeye yöneltilmesi ve o kaba maddelerdeki reaksiyonlar›n sonucu olarak, çeflitli formasyonlar›, transformasyonlar›, deformasyonlar› veya daha basit hareketleri meydana getirmeleri sözkonusudur. Demek ki genel bir görüflle, biri entüvitif, di¤eri fiziksel olmak üzere, iki medyumluk tezahürü vard›r.
* * * Medyumlu¤un mekanizmas›n› aç›klamaya bafllamadan önce, verilmesi gereken bâz› haz›rlay›c› bilgiler var ki, onlar› bildirmekle ifle bafllayaca¤›z. Bunun için ilk önce, insan beyninin, burada bilinmesi gerekli olan bâz› durumlar›ndan söz etmek gerekiyor. Beyin; organizman›n, birtak›m atomlar ile bu atom topluluklar›ndan kurulu yüksek fonksiyonlara sahip moleküllerden ve bunlar›n hareketlerinden meydana gelmifl, hâkim bir organ›d›r. ‹nsan 137
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
vücudunun her taraf›nda hücre vard›r. Ve hepsinin de, kendisine göre belirli hareket frekanslar› mevcuttur. Bir hücrenin hareketi ne kadar fazla olursa, o hücrenin kudreti, faaliyeti o kadar yüksek derecede bulunur. ‹nsan bedeninde en fazla harekete sahip olan hücreler beyin hücreleridir. Esasen bu hareketlerinin fazlal›¤› sayesindedir ki, beyin hücreleri dünyaya ait izlenimleri alabilirler. Yine, beyinde molekül hareketleri en fazla olan k›s›mlar (ki bunlar fluur merkezini temsil ederler) en seyyal ve kudretli olan k›s›mlard›r. Nitekim fluur merkezlerinin yüksek fonksiyonlar›na karfl›l›k yüksek frekanslar› vard›r. Beyin hücrelerinin ola¤an hâllerde, kendilerine özgü, belirli frekanslar› vard›r. Bunlar, çeflitli nedenlerle ço¤alabilir. Ve ço¤ald›klar› zaman onlar›n faaliyetleri ve kudretleri artar. ‹flte medyumlara tesir gönderen varl›klar, kullanmak istedikleri merkezlerdeki hareketleri ya do¤rudan do¤ruya ya da fluur kanal›yla artt›rmak suretiyle, onlar›n faaliyetlerini istedikleri flekilde idare ederler. Görece say›larla, k›yasî bir örnek verelim: fiuur merkezinin moleküllerinin titreflimi, ola¤an zamanlarda saniyede 40 bin olsun; trans hâline geçince, yâni medyum, bir varl›¤›n tesiri alt›nda kal›nca bu frekanslar saniyede 60–70 bine kadar ç›kar. ‹flte fluur merkezinde frekans›n bu art›fl›yla, orada faaliyet de artar, idrak genifller. ‹drakin genifllemesi, bu frekans›n art›fl›na ba¤l›d›r. Frekans›n art›fl› da o tesiri gönderen varl›¤›n uygun gördü¤ü derecede olur. ‹flte hareketlerin artt›r›lmas›yla, medyumun varl›ktan alaca¤› tesirlerin mânâlar›n› ifade etmek kabiliyeti ve idraki artar. Medyumlar ya konuflarak, ya yazarak ya da baflka bir tarzda bu mânâlar› d›fl âleme, insanlar›n anlayabilecekleri vâs›talarla aktar›rlar. Bunlara “entüvitif medyum” diyoruz. Bir de fiziksel medyumlar vard›r. Burada, gelen tesirler, ya tesiri alacak maddenin vibrasyonlar›ndan daha kabad›r ya da onlara uygundur. Kaba ise, bu tesirler medyumdan geçip o maddeye gidince, onun, daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz gibi, yüksek kom138
BEDR‹ RUHSELMAN
binezonlar›n› besleyemeyeceklerinden, onlar›n silinmesine ve dolay›s›yla maddenin da¤›lmas›na neden olurlar ki; bu, “demateryalizasyon” denilen olay› meydana getirir. E¤er gelen tesirler o maddelerin bünyesine uygun vibrasyonlar› içermekteyseler, o zaman medyumun o maddeler üzerindeki etkileme kabiliyeti artarak birtak›m formasyonlara ve tezahürlere imkân haz›rlan›r. Böylece, materyalizasyonlar, fantomlar, aporlar, eflyan›n çeflitli hareket ve durumlar› gibi, türlü adlarla an›lan say›s›z fiziksel tezahürler meydana getirilir. ‹nsanlar›n fiziksel medyumluk grubunda gözlemledikleri olaylar bu mekanizmaya tâbidir ki; bunlar, maddede, de¤er farklanmas› mekanizmas›yla düalite prensibinin yürütülmesi sayesinde, hareketlerin, yer de¤ifltirmelerin ve nihayet molekül da¤›l›p toplanmalar›n›n olmas› gibi hâllerle meydana getirilir. Beyinde tam say›s› olmamakla birlikte, afla¤› yukar› 90–100 merkez vard›r. Ve bunlar›n da vücutta belirli fonksiyonlar› olan 900–1000 tane tâli merkezi, yâni istasyonu mevcuttur. ‹flte öz varl›ktan beyne gelen tesirler, beynin fluur merkezinden bu merkezlere, oradan da –ihtiyaçlara göre– tâli merkezlere veya istasyonlara da¤›l›rlar.
* * * fiimdi, insanlarda bâz› zamanlarda görülen uyku, rüya, obsesyon, medyumluk gibi hâllerin mekanizmalar›ndan s›ras›yla söz edece¤iz. Ancak, bu mekanizmalar›n esas›n› ve tekni¤ini aç›k olarak aç›klayabilmek için, bâz› ön bilgileri tekrarlamak icap ediyor. Bu ön bilgiler, varl›k ile beyin aras›ndaki irtibat ve iliflkilere aittir. Daha önce de söz etti¤imiz gibi, insan varl›¤›n›n insan beynine 7/8’i ba¤lanm›flt›r. Yâni, varl›¤›n yedi k›sm› beyne ba¤l›d›r, ‘bir’ k›sm› serbesttir. Beyne ba¤l› olan k›s›m, “fluur merkezi” dedi¤imiz, belirli beyin hücrelerinden oluflmufl bir lokali kaplar. fiuur merkezi, di¤er merkezleri ve onlar da tâli merkezleri idare ederler. Böylece, varl›¤›n bedene olan hâkimiyeti, fluur merkezinden itibaren, derece derece birbirine tesir eden merkezler ve istasyonlar vâs›tas›yla sa¤lan›r. Daha önce, insan varl›¤›n›n beyne ba¤l› 139
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
olan k›sm›na “fluur”, serbest kalan k›sm›na da “fluur ötesi” demifltik. fiu hâlde, varl›¤›n ba¤l› bulundu¤u fluur merkezi, beynin, hareketleri en fazla olan moleküllerden oluflmufl bir lokalidir. Bütün beden, bu merkezden idare edilir. fiuur merkezi, daima d›flar›s› ile, yâni varl›k ile iliflki hâlindedir. Bu merkezin faaliyetinin azalmas› veya ço¤almas›, kendisine gelecek tesirlerle, hareketlerinin azalt›l›p ço¤alt›lmas›na ba¤l›d›r. Varl›¤›n beyne ba¤l› olmayan serbest k›sm›na gelince: Buna fluur ötesi demifltik. fiuur ötesini de iki k›sma ay›rmak gerekiyor. Yaln›z, flunu söyleyelim ki, varl›k, insanlar›n anlad›¤› mânâda parçalanmalara, bölünmelere tâbi tutulamayan, süptil bir enerjiler bütünüdür. Dolay›s›yla, onda, maddelerde yap›ld›¤› gibi kat kat veya iç içe ayr›lm›fl k›s›mlar düflünülemez, yâni beyinde oldu¤u gibi lokaliteler tayin edilemez. Ancak, bizim burada aç›klamak durumunda kald›¤›m›z bâz› fonksiyonlar›n yerine getirilmesi bak›m›ndan, varl›kta böyle ayr› faaliyet hâllerini, lokalite sembolüyle ifade etmek zorunlulu¤u do¤maktad›r. ‹flte burada yapt›¤›m›z k›s›mlara ay›rma, verdi¤imiz adlar, bu fonksiyonlar› ifade eden hâllere aittir. Yoksa, asl›nda varl›kta ayr›lm›fl, bölünmüfl k›s›mlar, parçalar, lokaliteler yoktur. Yan›lmalara düflmemek için bu durumu bir örnekle aç›klamak istiyoruz. Gerçi bu örnek anlatmak istedi¤imiz varl›¤›n durumuna oranla çok kabad›r ve yine bizim dünyam›za ait bir realitedir ama, yukar›da anlatmak istedi¤imiz fleyin daha kolayl›kla sezilebilmesine yard›m edecektir: Bofllukta toplu olarak, da¤›lmadan duran, meselâ belirli bir hidrojen hacmi düflünülsün! Bu kütle, bir sürü hidrojen atomundan oluflmufltur. fiimdi bu atomlar›, göreceklerini kabul etti¤imiz bâz› ifller bak›m›ndan, ayr› ayr› karakterlerde birkaç gruba ay›ral›m! Böylece, her grubun ayr› bir fonksiyonu olacakt›r. Meselâ bir k›s›m atomlar›n fonksiyonu, ›fl›k vibrasyonlar›n› yakalamak olsun, di¤er bir k›s›m atomlar›n fonksiyonu, ›s› vibrasyonlar›na mahsus olsun, baflka bir k›s›m atomlar›n fonksiyonu elektrik vibrasyonlar›n› saptamak olsun! Böylece fonksiyonlar› ayr›lm›fl üç türlü atom karakteri, bu hidrojen toplulu¤u içinde karmakar›fl›k bir hâlde bulunuyor ve gruplar hâlinde ayr› ayr› yerlerde toplanm›yor olsunlar! Böy140
BEDR‹ RUHSELMAN
lece kendilerine mahsus birer lokalitesi olmayan bu atomlar, yine de, fonksiyonlar› bak›m›ndan tümüyle birbirinden ayr›lm›fl durumdad›rlar. Fakat sözünü etti¤imiz varl›k, böyle hidrojen atomu toplulu¤u gibi maddî bir durum göstermez. Dolay›s›yla, bu örne¤i de oraya aynen tatbik etmek yine do¤ru olmamakla birlikte, bundan, afla¤› yukar› bir sezgi elde etmek mümkün olur. Çünkü varl›k için böyle belirli bir yerde, belirli bir kütle düflünmenin dahi uygun olmayaca¤›, flimdiye kadar varl›k hakk›nda vermifl oldu¤umuz bilgilerden elbette anlafl›lacakt›r. fiu hâlde, ayr› ayr› lokalizasyonlara tâbi tutulamayacak varl›kta, ayr› ayr› fonksiyonlara sahip, idrak edemeyece¤imiz tesir karmaflalar› mevcuttur. Böylece, fluur ötesinin, yâni varl›¤›n bedene ba¤l› olmayan serbest sahas›n›n, iki k›sma ayr›ld›¤›n›, daha do¤rusu birbirinden ayr› iki fonksiyon taraf› bulundu¤unu söylemifltik. Bunlardan birincisi, “fluurüstü” dedi¤imiz k›s›md›r. Bu, varl›¤›n d›flar›ya aç›k olan taraf›d›r. Varl›¤›n ruhundan gelen tesirler, varl›¤a onun bu k›sm›ndan girer. Aynen, yukar›dan ve civardaki varl›klardan gelen tesirler de, yine bu k›sma inerler. fiuur ötesi sahas›n›n ikinci k›sm› fluuralt›d›r. Bu, yine fonksiyon bak›m›ndan, varl›¤›n d›flar›ya kapal› olan taraf›d›r. fiuuralt› sahas›na d›flar›dan hiçbir tesir gelmez. Kendisi de d›flar›ya hiçbir tesir göndermez. Fakat buras›, varl›¤›n bütün kâinat boyunca birikmekte olan kazan›mlar›n›n deposudur. Dolay›s›yla, geçmifl hayatlar›n bütün izlenimleri fluuralt›nda mevcuttur, öz bilgiler burada muhafaza edilmifltir. ‹flte daha önce söyledi¤imiz gibi, buraya ancak öz varl›¤a mal olmufl, öz bilgi hâline gelmifl kazançlar girebilir. fiuurüstü ve fluuralt›n›n fluur ile irtibat› mevcuttur. Bunlar birbirleriyle al›flverifllerde bulunabilirler. Fakat fluur ile fluuralt› ve fluurüstünün, tek kelimeyle, fluur ötesinin irtibat› do¤rudan do¤ruya olmaz. Arada köprü vazifesini gören arac› bir fonksiyon daha vard›r ki, buna da “fluurd›fl›” diyoruz. Demek ki fluurd›fl›, fluur ile fluur ötesi aras›ndaki gelifl gidifllere vâs›ta olan, varl›¤›n üçüncü bir fonksiyon sahas›d›r. Fakat fluurd›fl›n›n di¤er bir fonksiyonu daha vard›r ki, o da fludur: D›fl âlemden, dünyadan, günlük hayat141
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
tan fluura gelip de henüz öz bilgi hâline girmemifl bulunan bilgilere ait izlenimler bu sahada, yâni fluurd›fl›nda toplan›r ve ölünceye kadar orada kal›rlar. Demek ki fluurd›fl› sahas› (herhalde buradaki saha ifadesiyle ne demek istedi¤imiz sezilmektedir) ayn› zamanda, fluurun bir bilgi deposudur. fiuur, icap etti¤i zaman –fluuralt›na inmeden– gereken malzemeleri bu fluurd›fl›ndan al›p kullanabilir. Bunlar, varl›¤›n son dünya hayat›na, yâni insan›n yaflamakta oldu¤u hayat›na ait bilgilerinin sonuçlar›d›r. Bu bilgiler, daha önce de söyledi¤imiz gibi, k›yasî bir muhasebeden geçtikten sonra fluurd›fl›na itilirler ki, bu muhasebeyi yapan da vicdand›r. fiuurd›fl› bilgileri; yine daha önce söyledi¤imiz gibi, ancak ölümden sonra, varl›k taraf›ndan, fluuralt›n›n bilgileriyle büyük k›yasî muhasebesi yap›larak öz bilgi hâline geçerler ve fluuralt›na yerleflirler. Günlük hayattaki, fluur sahas›nda cereyan eden olaylar, uyku esnas›nda bu fluurd›fl› sahas›na intikal ederler. Esasen fluurd›fl› ile fluur sahalar› birbirine çok yak›n ve s›k s›k iliflki hâlindedirler.
* * * Bu, fonksiyon bak›m›ndan k›s›mlara ayr›lmay› aç›klad›ktan sonra, ola¤an idrakin ne flekilde cereyan etti¤ini, bu bilginin ›fl›¤› alt›nda aç›klayal›m! ‹nsan d›flar›daki bir objeye, meselâ bir kaleme bakt›¤› zaman o kaleme ait titreflimler, görme sistemi çevresindeki noktalardan itibaren, belirli istasyonlardan geçerek görme merkezine gider. Oradan da fluur merkezine yans›y›nca ilk, maddî idrak vuku bulur. Bu idrak, tümüyle, beynin tâbi oldu¤u yüzeysel zaman faaliyetine ait dünya idrakidir. Bu tesir fluurdan fluurd›fl› kanal›yla fluurüstüne giderek, orada varl›¤a ait ve dünya realitesi d›fl›nda, insanlar›n anlayamayaca¤› idrak vuku bulur. Varl›k, bu kalemden kapsaml› bir idrak içinde haberdar olur. Tekrar edelim: fiuurda meydana gelen maddî idrak ile varl›kta meydana gelen süptil idrak birbirinin ayn› de¤ildir. Bu idraklerin mahiyetleri; kendilerini oluflturmufl olan, fluur gibi nispeten yo142
BEDR‹ RUHSELMAN
¤un ve fluurüstü gibi ona nazaran çok seyyal madde ortamlar›na göre, yo¤unlafl›r ve süptilleflirler. fiuura ba¤l› olan idrak, varl›kta oldu¤u gibi kapsaml› ve karmafl›k de¤il, fluur merkezinin maddî bünyesine ayarl› olarak, kaba flekilde belirir. Yukar›da verdi¤imiz, kalemin idraki örne¤i, basit bir flemad›r. Söz etti¤imiz yol, bundan çok daha kar›fl›k da olabilir. Bu tesir yolculu¤una, ilgili di¤er merkezler ve istasyonlar da kar›flabilir. Ayr›ca, fluurd›fl›ndan bâz› tesirler de kat›labilir. Bunlar, say›s›z icaplara göre say›s›z durumlar al›rlar.
* * * fiimdi uykuyu aç›kl›yoruz. ‹drakin do¤mas› için, fluur merkezinin, serbest ve kendisinde mevcut olan izlenimleri uyand›rabilecek derecede, frekans›n›n yüksek bulunmas› gerekir. ‹nsan›n uyan›k dedi¤imiz hâlinde fluur, daima fluurüstü ile irtibattad›r. Öte yandan, merkezlere karfl› da aç›k durumdad›r. Yâni, merkezler ile de irtibat hâlindedir. fiu hâlde, çevreden gelen tesirleri de almaktad›r. Özetle, uyan›k hâlde iken fluur, bir taraftan varl›k ile, di¤er taraftan çevresi ile, yâni dünya hayat› ile iliflkidedir. Böylece gerek yukar›dan, fluur ötesinden, gerek afla¤›dan, dünyadan tesirler al›r. Bu sayede bütün sinir sistemine ve onun vâs›tas›yla da organizmaya hâkim olur. Yâni, fluur ötesinden gelen icaplara göre bedeni idare eder. Esasen bedeni idare edenin do¤rudan do¤ruya fluur merkezi oldu¤unu daha önce söylemifltik. Varl›k, bedenden bu merkezi kullanarak yararlan›r. Uykuda iken bâz› merkezlerin d›fl âlem ile olan iliflkileri kesilir. fiuur da dahil olmak üzere, bu merkezler fluurd›fl›na ba¤lan›r. Art›k bu merkezler dünya ile de¤il, fluur ötesi ile ilgilidirler. ‹flte buna, “merkezlerin kendi içine dönmesi” deriz. Ve d›fl âleme karfl› o ân için hassas olmayan bu merkezlerin böyle içe dönmeleri, uyku hâli dedi¤imiz durumu meydana getirir. fiu hâlde, bu merkezler d›fl âleme karfl› hareketsiz ve pasiftirler, fluur ötesine karfl› ise aksine, hareketli ve aktif durumdad›rlar. O ânda fluur ve ilgili merkezler; d›fl âlemin ba¤lar›ndan özgür kalm›fl bulunduklar›ndan, günlük kazançlar›n›n sonuçlar›n› fluurd›fl›na aktarmak için, 143
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
onlar›n vicdan muvacehesinde, fluurd›fl›ndaki k›yas bilgileriyle, ilk muhasebelerini rahat rahat yaparlar. Bu sonuçlar, orada, fluurd›fl›nda kalacaklard›r. Bunlar›n henüz, öz varl›k taraf›ndan öz bilgilerle k›yas› yap›lmad›¤›ndan, öz bilgiler ile aralar›nda intibaks›zl›k vard›r. Bu yüzden, bu bilgiler fluuralt›ndaki öz bilgiler sentezine dahil olamazlar. fiuurd›fl›nda, varl›¤›n fluura yak›n fonksiyon sahas›nda kal›rlar. Onlar›n burada birikmesi, daha önce söyledi¤imiz gibi, ölüm ân›na kadar devam eder. Demek ki uyku esnas›nda çevreye karfl› hareketsiz ve pasif hâlde görünen merkezler, içeride önemli ifller baflarmaktad›rlar. Fakat bunlar›n faaliyetleri d›fla de¤il, içe dönmüfltür. Ve bütün meflguliyetleri de, günlük olaylar› fluurd›fl›na devretmek iflleminden ibarettir. Bu ifllemin sa¤l›kl› bir flekilde yap›lmas› için, bunlar›n çevre ile olan irtibatlar›n› kesmesi ve günlük hayat karfl›s›nda dinlenmeye çekilmesi, yâni uyku dedi¤imiz hâlin meydana gelmesi gerekir.
* * * Bu hâlde iken rüyalar›n mekanizmas›n› aç›klamak kolaylafl›r. Rüyalar iki flekilde, yâni iki tesir kayna¤›n›n müdahalesiyle cereyan eder: Bunlardan biri afla¤›dan, çevreden gelen tesirler; di¤eri ise fluur ötesinden gelen tesirlerdir. ‹lk önce, çevreden gelen tesirleri inceleyelim: Uyumakta olan bir insan›n aya¤›, onu uyand›racak kadar fliddetli olmamak flart›yla, bir tüy parças›yla hafifçe okflans›n! Buradan ç›kan vibrasyonlar, ayakla ilgili olan merkezi uyand›rmayacak, fakat rahats›z edecektir. Çünkü bu s›rada o, kendi ifliyle meflgul oldu¤u için, çevreden gelen bu tesirle u¤raflmak istemez. Dolay›s›yla, ayaktan gelen bu tesiri derhal omuzundan atarcas›na, o s›rada irtibatta bulundu¤u fluurd›fl› kanal›yla fluuralt›na aktar›r. Gerçi, çevreye karfl› hareketsiz olan bu merkezin oradan gelen bir tesiri bu flekilde aktarmas› da bir harekettir ama, d›flar›dan kendisini uyand›rmayacak kadar hafif fliddette gelen bu tesire, ancak bu ifli yapabilecek kadar küçük bir hareket gösterebilir. Nitekim e¤er tesir biraz fliddetlenirse, bu hareketler artar ve merkezin çevreye karfl› 144
BEDR‹ RUHSELMAN
olan hareket frekanslar›n›n artmas›, onu derhal içten d›fla dönmeye, yâni uyanmaya mecbur k›lar. fiimdi, onun uyanmad›¤›n› kabul ederek devam edelim! Ayaktan gelen tesir, fluuralt›na girince, orada mevcut olan sonsuz izlenimlerden, rastgele, kendisine uygun olanlar› yakalar ve onlar› harekete geçirir. Böylece fluuralt›nda otomatikman, kontrolsüz olarak bir imajinasyon ifllemi olur. Beyinde meydana gelen her hareketin, fluur merkezine ya do¤rudan do¤ruya ya da baflka kanallardan yans›mas›, bir kurald›r. Ancak, bu yans›yan tesirler, bazen, fluurda izlenimleri uyand›rmayacak kadar güçsüz olurlar. O takdirde fluur merkezi, idrak etmeden vazifesini yapar. Burada, fluuralt›nda oluflan imajlar, fluurd›fl› kanal›yla fluura yans›rlar. E¤er bu yans›yan izlenimler, fluuru harekete geçirecek kadar güçlü iseler, fluurun, çevreye ait olan bu imajlar› alacak kadar frekans› artar ve imajlar› idrak eder; ayn› zamanda uyan›r. ‹flte o ânda, rüya görülür. E¤er fluuralt›ndan gelen vibrasyonlar, fluur sahas›n› oluflturan merkezin moleküllerinde gere¤i kadar hareket uyand›rmazsa, fluur merkezi kendi meflguliyetine devam eder ve bu imajlarla meflgul olmaz; rüya da görülmez. fiunu da söyleyelim ki, fluuralt›ndan fluura yans›yan imajlar, fluur taraf›ndan maddî bünyesine, yâni mümkün mertebe dünya realitesine uygun flekillerde idrak edilir. fiu hâlde, rüya, görülen bir fley de¤ildir. Bir tür imajinasyondur. Bu olay›n cereyan edifli, yâni ayaktaki uyan›fltan itibaren fluur ile fluur ötesi aras›ndaki gidifl gelifller, saniyenin bölümleri içinde olup bitti¤inden, rüyan›n görülüflü de bir ân meselesi olur. Aya¤›na her tüy sürtülen insan, mutlaka rüya görmez. Meselâ, aya¤a ba¤l› olan merkez kendi ifline o kadar dalm›fl olabilir ki, ayaktan gelen bu tesirler onu harekete geçirmeyebilir. Yine, fluuralt›ndan gelen vibrasyonlar, fluuru harekete geçirecek fliddette olmayabilir... O zaman rüya görülmez.
* * *
Nedeni yukar›lara, fluurüstüne ba¤l› olan rüyalar›n mekanizmas›na gelelim! Herhangi bir gayeyle bir varl›k, bir insana rüya göstermek istedi¤i zaman, o insan›n tâbi bulundu¤u varl›¤›n fluurüstü sahas›na, gösterece¤i rüyayla ilgili bâz› vibrasyonlar gön145
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
derir. fiuurüstüne gönderilen bu tesirler, fluurd›fl› kanal›yla fluura intikal eder ve fluuru ifade eden merkezin moleküllerinin frekanslar›n› artt›r›rlar. Bu hâl, gelen vibrasyonlarla ilgili izlenimlerin idraklerini fluurda meydana ç›kart›r. Bu da flöyle olur: O s›rada fluur, esasen, fluurd›fl›na do¤ru dönük vaziyettedir. Yukar›dan gelen tesirler maksatl› olduklar› için, onlar›n her biri, fluurd›fl›nda mevcut olan ve arzu edilen bir izlenimi uyand›racak flekilde, ayarl› olarak gelmifltir. ‹flte esasen fluurd›fl›yla irtibat hâlindeki fluura inen bu ayarl› tesirler, fluurun fluurd›fl›ndan istenilen izlenimleri almas› sonucunu sa¤larlar. Ve fluurda fluurd›fl›ndan gelen imajlar›n idraki meydana ç›kar. Demek ki, rüyay› göstermek isteyen varl›k, fluurd›fl›ndaki say›s›z malzemelerin niceliklerine göre, gönderece¤i ayarl› tesirlerle, onlardan istediklerinin –yukar›da söyledi¤imiz yoldan– fluur sahas›na ç›kar›lmas›n› sa¤lar. fiu hâlde, bu tür rüyalar da, yine imajinasyonla meydana gelmektedir. Yukar›dan veya afla¤›dan gelen rüyalar, az çok deneyimli insanlar taraf›ndan kolayl›kla ay›rt edilebilirler. Afla¤›dan gelenler, daha da¤›n›k, belirsiz ve sönüktür. fiuurüstünden gelenler ise, daha derli toplu, belirli, canl› ve derin izlenimlidir.
* * *
Bu mekanizmada görülüyor ki, ikinci gruptaki, yâni yukar›dan gelen tesirlere ba¤l› rüyalarda, daha ziyade fluura hitap eden maksatl› tertipler vard›r. Bunlar insana bâz› fleyler ö¤retmek gayesini gütmektedir. Bu rüyalar, bâz› icaplar gere¤ince haber verilmesi gerekli olan gelece¤e ait vakalardan bâz› safhalar›* bildirmek, herhangi bir duruma karfl› uyar›larda bulunmak veya icap eden bâz› bilgilerin sezgilerini vermek gibi, çeflitli nedenler alt›nda gösterilir. Bununla birlikte kâinatta hiçbir k›p›rdan›fl yoktur ki, Ünite’nin kontrol ve direktifi haricinde kalm›fl olabilsin. Bir tek hareketten itibaren kâinat›n bütün hareketlerine kadar her k›p›rdan›fl, Ünite’nin direktifine tâbidir. Dolay›s›yla, afla¤›dan gelen rüyalar hakk›nda rastgele, rab›tas›z gibi sözcükler kulland›¤›m›za bakarak, bunlar›n bofl ve gereksiz fleyler olduklar›n› söylemek istedi¤imizi düflünmemek gerekir. Kâinatta gereksiz, mânâs›z, bofl hiçbir hare* “Safha” sözcü¤ü, “evre, aflama, bir olay›n birbiri ard›nca görülen hâllerinin her biri” anlam›na gelir.
146
BEDR‹ RUHSELMAN
ket ve olufl yoktur. Afla¤›dan gelen rüyalar hakk›nda yukar›ki ifadeleri kullanmam›z, fluurüstünden gelen tesirlere ba¤l› rüyalara oranlad›r. Yoksa, çevreden gelen rüyalar›n da kendilerine göre, yürütülmekte olan yollar› vard›r. Bunlar da, baflka bir yönden tertipli ve hesapl› olarak cereyan ederler. Nitekim onlar üzerinde de duruldukça birçok fley ö¤renilir ve kazan›l›r. Demek ki, yukar›dan gelen tesirlerle görülen rüyalarda, imaj olarak, fluurd›fl›ndaki malzemeler kullan›l›r. Çevreden gelenlerde ise, imajlar fluuralt›ndan al›nm›fl malzemelerle oluflur. Bununla birlikte, e¤er rüyay› göstermek isteyen varl›k, maksad›n›n gerçekleflmesi için gerek görürse, yaln›z bu dünya hayat›na ait fluurd›fl›ndaki bilgilerden de¤il, ayn› zamanda fluuralt›ndan, geçmifl hayatlara ait bâz› bilgilerden de yararlan›r. Tabiî ki, bu tarzda fluuralt›ndan al›nan imajlar, çevreden gelen tesirlerle al›nan imajlar gibi derme çatma topluluklar hâlinde olmaz, daha tertipli ve düzenli olurlar. Bu bilgileri verdikten sonra, medyumlu¤un mekanizmas›n› aç›klamak kolaylafl›r.
* * * Medyumluk, tesirleflmeler, yâni vibrasyon al›flveriflleri yoluyla olur. O hâlde, varl›klardan gelen vibrasyonlar›n medyumlar›n bünyesine uymas› gerekir. Kâinatta mevcut bulunan dünyalar›n her birinde madde flartlar›, do¤al olarak, de¤ifliktir. Bedenliler ise, daima üzerinde bulunduklar› kürenin madde flartlar›n›n derecelenmifl birer formasyon hâlidir. Ve bunlar›n her birinin kendisine özgü bir manyetik alan› vard›r. Dolay›s›yla, gelen vibrasyonlar›n her hâl ve flarta en yak›n madde formlar›n› bulmas› zarurî oldu¤una göre, dünyada medyumlar›n bünyelerine gelecek vibrasyonlar›n da, onlar›n manyetik alanlar›na göre ayarlanmas› icap eder. Dünyam›z etraf›nda yo¤unluktan seyyalli¤e do¤ru uzaklaflan bir sürü tesir sahas› vard›r. Bunlar, âdeta birbiri içine girmifl küreler gibi, dünya çevresini sarm›fllard›r. Bunlar, her biri vazifeli varl›klara ait, birer tesir sahas›d›r. En yo¤un tesir kufla¤›, dünya yü147
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
züne en yak›n olan sahad›r. Ve nispeten daha geri varl›klara aittir. Bununla birlikte, bu sahalar›, iç içe imifl gibi, dünya mekân› kayd›na tâbi tutarak ele almamak icap eder. Burada da, biraz önce vermifl oldu¤umuz hidrojen kütlesindeki fonksiyonlara ait örne¤i hat›rlat›r›z. fiu hâlde, dünyan›n etraf›nda kabal›ktan inceli¤e do¤ru, dünyadan gittikçe uzaklaflan tesir ortamlar› mevcuttur.
* * *
Dünya d›fl› bir kaynaktan dünyadaki bir insana inecek herhangi bir tesir, o insan›n bünyesine nazaran farkl› incelikte bulunur. Bu durumda iken onlar aras›nda sempati mevcut de¤ildir. Dolay›s›yla, tesir, o insana, aynen oldu¤u gibi inemez. ‹nsana gelinceye kadar yumuflamas›, fliddetinden bir k›sm›n› terk etmesi, insan›n kabul edebilece¤i ve hazmedebilece¤i duruma gelmesi gerekir. Bunun için, onun birtak›m dönüflümler geçirmesi, bâz› süzgeçlerden süzülmesi, kabalaflmas› gerekir. ‹flte bunlar, demin sözünü etti¤imiz ortamlarda yap›l›r. Demek ki bu dönüflümleri sa¤layacak olan her tesir sahas›, gelen tesir için, bir transformasyon istasyonu, yâni bir transformatördür.
* * *
Bir insana tesir gönderecek olan varl›¤›n o insana mesafesi ne kadar uzaksa, yâni aralar›nda ne kadar tekâmül fark› varsa, o tesirin o insana gelinceye kadar geçirece¤i transformasyon sahalar›n›n veya transformatör istasyonlar›n›n adedi o kadar fazla olur. Aksine, tesir gönderecek olan varl›k ile o tesiri alacak olan insan, yâni medyum seyyallik bak›m›ndan birbirine ne kadar yak›n ise, aradaki transformatör istasyonlar›n miktar› da o kadar azalm›fl bulunur. Dünyaya en yak›n durumdaki çok az mütekâmil varl›klar, temasa geçebilecekleri bâz› medyumlar ile, tesirleri arada hiçbir ortamdan, transformatör istasyondan geçmeden, do¤rudan do¤ruya irtibat kurabilirler. Çünkü bunlar›n manyetik alanlar› transformasyona gerek kalmadan birbiriyle temas edebilecek kadar yak›n durumdad›r. Meselâ bâz› insanlar›n, s›nav geçirmeleri ve eprövleri 148
BEDR‹ RUHSELMAN
icab› olarak, bu tür basit varl›klar›n hâkimiyeti alt›na girmeleri gerekti¤i zaman, vazifeli varl›klar böyle basit varl›klar› o insanlara musallat ederler. Böylece obsesyonlar meydana gelir ve ara istasyonlar›na gerek kalmadan, obsesör olan basit varl›k, o insana tesirlerini do¤rudan do¤ruya gönderebilir. Esasen böyle basit varl›klar›n, obsesörlerin birtak›m transformatörleri kullanabilme kudretleri de yoktur. Çünkü bu da bir tekâmül iflidir. Onlar›n idrakleri buna müsait de¤ildir. Onlar karfl›lar›na ç›kan müsait insanlara otomatikman yap›fl›rlar. Bazen bu obsesörler, yüksek varl›klar taraf›ndan istasyon olarak kullan›lan, dünyaya en yak›n ve kaba bir transformasyon ortam› da olabilirler.
* * *
‹lk önce, yüksek vazifeli bir varl›¤›n bir vazife medyumu ile olan ve en yüksek medyumluk fleklini oluflturan irtibat mekanizmas›n› aç›klayaca¤›z. Vazifeli varl›ktan kalkan ve belirli mânâ ve izlenimleri medyumda uyand›rabilecek titreflimleri içeren bir tesir, bu ifl için seçilmifl medyuma do¤ru ilerlemeye bafllar. Dedi¤imiz gibi, bir sürü transformatör istasyondan geçtikten sonra, medyumun varl›¤›n›n fluurüstü ile irtibata geçer. Zaten varl›klar›n di¤er varl›klar ile ve kendi ruhlar› ile irtibat›ndan söz ederken, ancak fluurüstü sahalar›n›n aç›k oldu¤unu ve bu saha ile irtibata geçtiklerini daha önce belirtmifltik. fiuurüstüne inen bu tesirler, oradan derhal, medyumun hangi melekesi veya fonksiyonu kullan›lmak icap ediyorsa, o fonksiyonu idare eden merkeze, fluurd›fl› kanal›yla gönderilirler. fiuras› bir kurald›r ki, beyne gelen tesirler beyin merkezlerini oluflturan moleküllerin hareketlerini artt›r›rlar. Onlar›n ola¤an titreflim frekanslar›n› yükseltirler ki, bu da onlar›n kabiliyet ve kudretlerinin o oranda artm›fl olmas› demektir. Meselâ burada, medyumun gelen vibrasyonlar› çevreye konuflarak aktarmas› gerekiyorsa, fluurüstündeki tesirler, fluurd›fl› kanal›yla do¤ruca, konuflma ile ilgili merkezlere gelir ve onlar› faaliyete sokarlar. Bu tesirler, onlarda uyand›r›lacak izlenimlere göre ayarlanm›flt›r. Beyne giren her 149
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
tesirin ya do¤rudan do¤ruya ya da baflka yollardan muhakkak fluur merkezine yans›mas› flart oldu¤undan, fluurüstünden konuflma merkezine tesirin gelmesi s›ras›nda bu tesir fluur merkezine de intikal eder. fiuura intikal eden tesirler, fluuru ifade eden merkezdeki moleküllerin titreflim frekanslar›n› artt›rarak, bu merkezi, tesirlerce içerilmifl olan maksatlara göre faaliyete sevk ederler. Böylece tesirleri alan fluur, onlar› fluurd›fl› kanal›yla tekrar fluurüstüne gönderir. Tesirlerin burada, fluurüstüne gönderilmesindeki gaye, onlar›n merkeze tam gelip gelmedi¤inin kontrolünün yap›lmas›d›r. Varl›k bunu kontrol eder. Asl›nda bu kontrolü yapan, medyumun varl›¤› olmay›p, yine, o tesiri gönderen vazifeli varl›kt›r ama, sanki bunu medyumun varl›¤› yap›yormufl gibi görünür. Kontrolün sonucunda tesirin konuflma merkezine giden hâlinin do¤ru veya yanl›fl oldu¤u yarg›s›na var›ld›ktan sonra, bu yarg›, tekrar fluurd›fl› kanal›yla fluura gelir. fiuur, yarg›n›n do¤rulu¤una veya yanl›fll›¤›na göre hâkimiyeti alt›nda bulunan merkeze, onun yap›lmas›n› veya yap›lmamas›n› emreder. Merkez, ancak bu emri ald›ktan sonra harekete geçer; e¤er “yap” diye emir alm›flsa, gerekli organlara etki ederek medyumu konuflturur. Bu s›rada medyum, gelen tesirin içerdi¤i mânâlar› söz hâline çevirirken gerekli olan sözcük ve imajlar› fluurd›fl›ndaki, o hayata ait bilgilerden ve izlenimlerden al›r. Bunun için hemen fluuralt›n› kar›flt›rmaya gerek yoktur. Fakat e¤er verilecek tebli¤in mahiyetine göre, geçmifl hayatlardan bâz› izlenimler almak icap ediyorsa, o zaman konuflma merkezi, yine fluurd›fl› kanal›yla, bu bilgileri fluuralt›ndaki malzemelerden alarak kullan›r. Tesir fluurüstünden konuflma merkezine geldikten sonra tekrar varl›¤›n kontrolünden geçmedikçe söz hâlinde d›flar› dökülemeyece¤ine göre, bu merkezin, kontrolün sonucuna kadar harekete geçmemesi gerekir. Her ne kadar burada konuflma merkezinin bunu bekler gibi bir durumu varsa da, asl›nda burada bekleme diye bir fley yoktur. Çünkü konuflma merkezinden konuflma organlar›na tesirin intikal etmesi için gerekli ifllemlerin tamamlanmas› birkaç saniye sürer. Oysa tesirin fluurdan fluurd›fl› kanal›yla fluurüstüne gidip, kontrolden geçtikten sonra fluurd›fl› kanal›yla 150
BEDR‹ RUHSELMAN
tekrar fluura dönmesi ve oradan da konuflma merkezine emrin gitmesi, ancak saniyenin onda biri kadar k›sa bir zamanda olup biter. Dolay›s›yla, konuflma merkezinin, kontrol sonucunu uzun uzun beklemeye ihtiyac› yoktur. Çünkü daha, henüz tesir konuflma merkezine gelirken, onun yukar›da söyledi¤imiz yollardan kontrolü yap›lm›fl ve bitmifl olur. Bu mekanizmada görüldü¤ü gibi; daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz üst tesirlerle görülen rüyalar›n mekanizmas› ile böyle yüksek irtibatlar›n mekanizmas› aras›nda büyük bir fark yoktur. Ancak, aradaki fark, burada sürecin daha canl› oluflu ve kontrol mekanizmas›ndan geçiflidir. Burada, tebli¤ veren varl›k, yukar›da söyledi¤imiz gibi, gerekli görürse fluuralt›na da müracaat ederek, oradaki malzemeleri de kullanabilir. fiuuralt›ndaki bu malzemeler, ilgili merkezde sözcüklere çevrilerek medyumun a¤z›ndan dökülmeye bafllar. Bunlara ait izlenimler fluurda uyanmayabilir. Bu izlenimler, geçmifl hayatlara ait olduklar› için, esasen fluurda mevcut de¤ildir. Bunlar fluurd›fl› kanal›yla, ilgili merkezlere gitmek üzere fluura da u¤rarken, oradaki idrak hücrelerini harekete geçirmeden geçip giderlerse, fluur merkezinin bunlar›n izlenimlerine ait idraki uyanmaz ve insan bunlardan haberdar olamaz. Bu takdirde otomatik intikalden söz edilir. Kontrollü irtibatta, bâz› nedenlerden dolay›, mânâlar› medyumun idrakine yans›mamas› icap eden tebli¤ler olabilir. Bu tebli¤ler kontrol edilmek üzere fluur merkezinden fluurüstüne yans›t›ld›¤› hâlde fluurda idrakin meydana ç›kmamas› flu flekilde olur: fiuur merkezi çok kar›fl›kt›r. Çeflitli frekanslara sahip atom kombinezonlar›ndan bileflmifl moleküllerden kuruludur. Bu molekül gruplar›n›n bir k›sm› idrake mahsus, di¤er bir k›sm› da insan›n idrakiyle ilgili olmay›p, sadece, fluur merkezinin di¤er merkezler üzerindeki idareci vibrasyonlar›yla, yâni onlar› harekete geçirici vibrasyonlar›yla ilgilidir. ‹flte fluur vâs›tas›yla bâz› merkezlere yapt›r›lacak ifllerde, e¤er medyumda o ifllere ait idrakin ortaya ç›kmamas› isteniyorsa, o zaman fluur merkezine gelen tesirlerin frekanslar› fluurun idrake ait olan k›s›mlar›n› uyar›c› mahiyette olmay›p, ancak idare iflleriyle ilgili molekül gruplar›n› uyaracak mahiyette bulunur. O zaman fluur merkezi, sadece, ilgili merkezlere 151
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
gelen vibrasyonlar›n mânâlar›na göre, o merkezlerin harekete geçmelerini sa¤layacak flekilde hareket eder; fakat idrak merkezi faaliyette olmad›¤› için, insan o iflin idrakine sahip olmaz. ‹flte o zaman, otomatik tebli¤den ve otomatik faaliyetten söz edilir. E¤er fluur merkezindeki bütün gruplar, yâni idrak molekülleri gruplar› da harekete geçirilirse, o zaman fluur hem yönetme iflini yapar, hem de yapt›¤›ndan, ‘insan hâli’yle haberdar olur. Bu takdirde idrakli irtibatlardan söz edilir. Kontrollü irtibatlarda, tebli¤i veren varl›k, tebli¤in mânâs›n› insan idrakine yans›tmak istemiyorsa, o zaman öyle nicelik ve k›ymette vibrasyonlar gönderir ki, bunlar fluur merkezinin idrak molekül gruplar›n› harekete geçirecek durumda olmazlar. Sadece, fluur merkezinin, di¤er merkezleri sevk ve idare edici molekül gruplar›n› harekete geçirirler ve onun vâs›tas›yla, verilen tebli¤lere ait mânâlar›n o merkezlerde oluflmas›n› sa¤larlar. Bu s›rada, fluur merkezi bu emri merkezlere verirken, insan hâlindeki idrakin bu ifllerden haberi olmaz. Çünkü merkezin o k›sma ait molekülleri faaliyette de¤ildir. Bununla birlikte, fluurun idareci molekülleri, o vibrasyonlar›n merkeze yans›yan ve kontrol için yukar›ya gönderilen mânâlar›n› yüklü bulunurlar. ‹flte böylece, idraksiz bir kontrol, yukar›da söyledi¤imiz kanaldan yap›lm›fl bulunur. Demek ki idrakli ve idraksiz kontroller aras›ndaki fark; birincisinde izlenimlerin fluurdaki idrak molekül gruplar›n› harekete geçirmesi, ikincisinde bu gruplar› harekete geçirmemesidir.
* * *
Büyük vazife medyumlar›n›n d›fl›nda, bireylerin veya küçük topluluklar›n tekâmülleri için, orta varl›klar ile medyumlar›n alelâde irtibatlar›na gelince: Esas bak›m›ndan, durum burada da öncekine benzer. Aradaki fark, burada kontrol mekanizmas›n›n mevcut olmamas›d›r. Yâni, varl›k, medyuma gönderdi¤i vibrasyonlar›n do¤ru aktar›l›p aktar›lmad›¤›n› araflt›rmaz. O, sadece, tesirlerini medyumun fluurüstüne göndermekle yetinir. Medyum taraf›ndan nas›l al›nd›¤› ve nas›l aktar›ld›¤› onu ilgilendirmez. Fakat bu tebli¤i veren varl›k, üst varl›klar taraf›ndan kontrol edilir. 152
BEDR‹ RUHSELMAN
Bu varl›ktan medyumun fluurüstüne gelen tesirler; daha önce tesirler konusunda aç›klad›¤›m›z, öncü, güdücü ve dirijan tesirler mekanizmas›na tâbi olarak, medyumdan uzakl›¤› derecesine göre birkaç istasyondan süzülür, medyumun fluurüstü sahas›na iner ve oras› ile irtibata geçer. Tesirler, fluurüstünden fluurd›fl› kanal›yla, o tesirleri çevreye aktaracak organlar›n tâbi bulundu¤u merkeze, konuflma merkezine gider. Ayn› zamanda, fluur merkezine de yans›r. E¤er konuflma merkezinde canlanmas› istenilen ve fluuralt›ndan gelmesi icap eden imajlara ait izlenimler, fluurd›fl› kanal›yla fluuralt›ndan al›n›rken idrake yans›t›lacak durumda de¤ilseler, bu vibrasyonlar fluurun idrak moleküllerine ait hücrelerini harekete geçirici mahiyette olmazlar. O zaman insan onlar›n idrakine varamaz. Bu takdirde yine, otomatik irtibattan söz edilir. Ancak, her merkez daima fluur merkezinin idaresi ve emri alt›nda bulundu¤undan, ondan emir gelmedikçe de hiçbir merkez faaliyete geçemez. fiuur merkezi, kendisinde idrak moleküllerini uyand›rmayan bu tesirleri al›r ve icap eden merkezlere, o tesirlere uyarak, gereken emirleri gönderir. Bazen de gelen tesirler, tafl›d›klar› mânâlara ait izlenimleri, fluurdaki idrak hücrelerinde uyand›racak mahiyette olurlar, yâni fluur merkezinin idrak moleküllerinin frekanslar›na uygun ve onlar› harekete geçirici durumda bulunurlar. O zaman medyum, yapt›¤› ifli bilerek faaliyete geçer. Tebli¤lerin ço¤unda bu faaliyet idrakli olarak cereyan eder. Burada görülüyor ki, fluur merkezi, icra merkezine “yap” emrini vermek için öncekinde oldu¤u gibi bir kontrol mekanizmas›na tâbi tutulmuyor; varl›ktan gelen mânâlar, sa¤l›kl› olup olmad›klar› araflt›r›lmaks›z›n merkez taraf›ndan icra ediliyor. Dolay›s›yla, bu tür irtibatlarda, fluurd›fl›ndan al›nan izlenimlerden baflka, tebli¤lerin aras›na fluuralt›ndan da izlenimlerin kar›flmas› ve bunlar›n kontrole tâbi tutulmamas›, bazen tebli¤lerin mânâs›n› de¤ifltirmek, onlar› bozmak, yozlaflt›rmak veya varl›¤›n ifade etmek istedi¤inin tam z›dd›n› bildirmek gibi durumlar› meydana getirebilir. Bu durumlar›n s›k veya seyrek olarak meydana gelifli; medyumlar›n kabiliyetlerine, tebli¤i gönderen varl›¤›n kudreti derecesine, bünye ve çevre flartlar›na ba¤l›d›r. Çünkü unutulmas›n ki, tebli¤ s›ras›nda 153
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
celsede haz›r bulunan asistanlar›n idrakli veya otomatik olan düflünceleri, istekleri –hattâ o asistanlar›n kendileri istemese de– medyumlara tesir eder. Bu da flöyle olur: Bu tesir, aslâ medyumun fluurüstü sahas›na gidemez ve o yoldan tebligat› bozamaz ama, medyumun o s›rada fluura aç›k bulunan fluurd›fl› kanal›ndan yararlanarak kolayl›kla fluur sahas›na etki edebilir ve fluurda az çok bulan›kl›klar meydana getirir. Çevreden gelen bu tesirlerin fliddet ve türlerine göre fluurda ortaya ç›kan bulan›kl›k, fluurüstünden gelen tesirlerin ak›fl›n› zorlaflt›rabilir. Çünkü fluurüstünden gelen tesirleri yüklü fluurd›fl› ile fluurun irtibat sahas›, çevreden gelen tesirler taraf›ndan az çok kaplanm›fl duruma girer. Bu takdirde merkezler, bir taraftan fluuralt›ndan, di¤er taraftan bulan›k olan fluurdan alacaklar› kar›fl›k ve flafl›rt›c› tesirlerle, medyuma acayip tarzda sözler söyletmeye bafllar. Bütün bu hâller, maksats›z ve bofl olmay›p, yine, medyumlar›n ve çevrelerindekilerin görgü ve deneyimlerinin artmas› için, vazifeli varl›klar taraf›ndan tertiplenmifl bir sürü hâldir. Burada, asistanlar›n ve medyumlar›n dikkat, cehit, gayret melekelerinin inkiflaf›, iyi veya kötü niyetlerinin s›nav› ve bunlardan do¤an yan›lmalar karfl›s›nda tak›nacaklar› tav›rlarla azim, cesaret ve sebat derecelerinin ölçülmesi gibi, say›s›z etkenler vard›r.
* * *
Otomatik irtibat›n iyi anlafl›labilmesi için, mekanizmas›n› k›saca tekrar etmeyi yararl› buluyoruz. Beyne gelen her vibrasyonun muhakkak, ya do¤rudan do¤ruya ya da di¤er kanallardan fluur merkezine yans›mas› flartt›r. Çünkü varl›k, insan bedenine fluur merkeziyle ba¤l› bulunmakta oldu¤undan, bütün beyni, sinir sistemini ve dolay›s›yla bedeni idare eden merkez, fluur merkezidir. Bu yüzden, onun onamas›ndan geçmedikten sonra organizmada hiçbir ifl yap›lamaz. Aksi hâlde, yâni fluura müracaat etmeksizin her gelen tesir do¤rudan do¤ruya merkezleri kullanmaya kalk›fl›rsa, bu hâl sadece varl›¤›n özgürlü¤üne tecavüz etmifl olmakla kalmaz, ayn› zamanda, bir bütün olan organizman›n bütünlü¤ünü bozmak, o bütünlü¤ü da¤›tmak gibi, icaplara uymayan 154
BEDR‹ RUHSELMAN
bir durum ortaya ç›kar ve nizam bozulur. Kâinatta ilâhî nizam› bozabilecek hiçbir kudret mevcut de¤ildir. Dolay›s›yla, organizmada flu veya bu faaliyeti yapmak isteyen her d›fl tesirin muhakkak, organizman›n bütünlü¤ünü bozmadan hareket etmesi gerekir. Bunun için, oraya giren her tesirin ancak fluurun tasvibinden geçmesi gerekir. Demek ki d›flar›dan gönderilen ve organizma taraf›ndan icra olunan tesirler, idrak edilsin edilmesin, muhakkak fluur merkezinin tasvibinden geçmifl bulunmal›d›r. Ancak, üst, orta ve alt düzeylerdeki, medyumlara gelen tesirler, fluura yans›t›ld›klar› hâlde, tafl›d›klar› mânâlara ait izlenimler, fluurda –söyledi¤imiz gibi– bazen, idrak moleküllerini harekete geçirecek mahiyette olmayabilirler. Bu karakterdeki tesirler, sadece, insan idrakince eriflilmeksizin, ilgili merkezlere icap eden iflleri fluur merkezi vâs›tas›yla yapt›rtmakla sonuçlan›rlar. Yâni, fluur merkezi –insan idraki olmaks›z›n– kendisine gelen tesirler alt›nda, o iflin yap›lmas› hakk›nda, gerekli icra merkezlerine müspet veya menfî emirlerini verir. O merkezler, bu emre göre, yukar›dan kendilerine gelen ve çeflitli kanallardan dolaflarak mânâlanan tesirleri kendi tebli¤ vâs›talar›na çevirerek, çevreye yans›t›rlar. Bu da flöyle olur: Yukar›da söyledi¤imiz gibi fluur, varl›¤›n beyne ba¤l› olan, sekizde yedi k›sm›d›r. Dolay›s›yla, fluur da varl›¤›n bütününe dahildir. Ancak, insan hayat›yla ilgili olan beyin hücrelerinin belirli k›s›mdaki molekül topluluklar›n› kaplar. Bu moleküller, gruplar hâlinde bulunur. Bu gruplardan bir k›sm› insan idrakini meydana getirirken, di¤er bir k›sm› da, varl›ktan gelen emirlere göre, beyin merkezlerinin sevk ve idaresine ait iflleri görürler. Dolay›s›yla, burada sözü edilen idrak, yaln›z insan beynine ait, daha do¤rusu insana ait bir idraktir. Bunu, öz varl›kta oluflan idrakle kar›flt›rmamal›d›r. fiu hâlde, beyindeki fluur merkezinin idrak hücrelerinde idrakin oluflmamas›, fluur merkezine gelen tesirlerin öz varl›kta da idrak edilemeyece¤i mânâs›n› ifade etmez. Otomatik olan, yâni fluur merkezindeki idrak moleküllerince ve dolay›s›yla insanlarca meçhul kalan bir olay, öz varl›kça idrak edilmifl bulunur. Otomatik karakter fludur: D›flar›dan beyne gelen ve icra merkezleri taraf›ndan yap›lmalar› için muhakkak fluur 155
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
merkezinin emirlerini bekleyen tesirler, fluur merkezini oluflturan molekül gruplar›ndan idrak hücrelerini ya ilgilendirir ya da ilgilendirmezler ve bu da icaplara ba¤l›d›r. E¤er ilgilendirirlerse fluur merkezi di¤er merkezler üzerindeki faaliyetini idrakli olarak yapar; yâni insan hâlinde iken, yapt›¤› iflleri bilir. Gelen tesirler idrak moleküllerini ilgilendirmezlerse, fluur merkezi yine ayn› flekilde idarecilik vazifesini görür, fakat yapt›¤› ifllerden ‘insan hâli’yle haberdar olmaz; bununla birlikte bu ifllerden varl›¤›n fluurüstü, kendi idrakiyle yine haberdard›r ve fluur merkezini bu idrakiyle idare etmektedir. ‹flte insan idraki ile öz varl›¤›n idrakinin ayn› fleyler olmad›¤› hakk›nda daha önce vermifl oldu¤umuz bilgilerin mânâs›n›, burada baflka bir yönden de güçlendirmifl oluyoruz. Tebli¤lerin otomatik olarak verilmesinin çeflitli nedenleri vard›r. Meselâ yüksek bir varl›k, verece¤i tebli¤in bâz› mânâlar›n› medyumdan saklamak ister. Dolay›s›yla, fluur merkezindeki idrak hücrelerine dokunmadan, tesirlerini fluur merkezine gönderir. O zaman fluur merkezi, tebli¤in mânâs›n› anlamadan, otomatik olarak onu tasvip eder* ve konuflma merkezine ona göre hareket etmesi emrini verir. Unutulmas›n ki fluurdaki izlenimler, esasen, fluurd›fl›ndaki bilgilerden gelir. Hâlbuki özellikle trans hâlinde fluur daima fluurd›fl›yla irtibatta bulundu¤undan; izlenimlerin fluurda uyand›r›lmamas› demek, fluurd›fl›ndan merkezlere sevk edilecek olan bu bilgilerin fluurda uyanmas›na neden olacak derecede onun nicel de¤erlerini harekete geçirmemifl olmas›, demektir. E¤er bu de¤erler fluurdaki idrak moleküllerine yeterli derecede gönderilirse, onda meydana gelen hareketlerle izlenimler uyanmaya ve fluur da idrakli olarak hareket etmeye bafllar. Yine, bâz› geri irtibatlarda oldu¤u gibi –varl›¤›n durumunu hiç göz önüne almadan– basit bir varl›k, fluur merkezinde bu izlenimlerin do¤up do¤mamas› kayd›na tamam›yla ilgisiz olarak, kendisi de otomatikman hareket eder ve fluurdan sadece, merkezlerde istedi¤i etkiyi oluflturmas›n› bekler. Dolay›s›yla, fluurda yi* “Tasvip etmek” fiili, “onamak”, yani “bir ifli ya da bir fleyi do¤ru ve uygun bulmak” anlam›na gelir.
156
BEDR‹ RUHSELMAN
ne, gönderilen tesirlerin ifade etti¤i mânâlara ait izlenimler uyanmaz ve fluur, otomatikman hareket eder. Bazen medyumun bünyesi ve fluur merkezinin durumu, izlenimlerin, gelen tesirlerle fluur merkezinde do¤mas›na müsait olmaz. Sadece, yap›lmas› gereken iflin yap›lmas›na ait, fluurda do¤an izlenimle, fluur merkezi, ilgili merkezlere emir verir. Bu iflleri onlara yapt›rt›r. Bazen de, gelen tesirler bu izlenimleri uyand›racak durumda olmayabilirler. Özetle, bunlara benzer bir sürü nedenle, gelen tesirlerin mânâlar›na ait izlenimler fluurda uyand›r›lmaks›z›n, fluur merkezi sadece, onlar›n yap›lmas› hakk›ndaki izlenimlerle çal›fl›r. Bu takdirde otomatik medyumluk karakteri meydana ç›kar. Tekrar ediyoruz ki, bütün bu hâller, yüksek icaplara ve zaruretlere göre, üstün varl›klar›n kontrolü alt›nda cereyan eder. Keyfî ve rastgele hiçbir fley yoktur.
* * * fiimdi, irtibatlar›n en kabas› olan obsesyon mekanizmas›na geçiyoruz. Burada da teknik, öncekilere yak›nd›r. Yaln›z, geri bir ir-tibat›n karakteri icab› olarak, burada, obsede olan varl›¤›n özgürlü¤ü, irtibat esnas›nda –obsesyonun fliddeti derecesine göre az veya çok miktarda– ortadan kald›r›lm›fl bulunur. Hattâ bazen obsesyonun fliddetli derecelerinde obsede insan, kendisine hiç sahip de¤ilmifl gibi bir duruma girer. “Obsesör” denilen çok basit bir varl›¤›n elinde oyuncak olur. Obsesyon flu mekanizma alt›nda cereyan eder: Öncelikle, obsesyonu yapacak varl›¤›n çok geri ve dünyan›n yo¤un insanl›k tabakalar›na en yak›n durumda olmas› gerekir. Bir insan›n tekâmülü, görgü ve deneyimlerinin artmas›, k›yas bilgilerinin geçirilmesi gibi say›s›z nedenlerden dolay›, yüksek icaplar›n onay› ve tasvibiyle, idraki çok dar, ihtiraslar› afl›r›, bafltan bafla bencil, basit bir varl›k, insan›n fluurüstüne kaba tesirlerini göndermeye bafllar. Bunun için, daha önce söyledi¤imiz gibi, tesirinin transformatör ortamlardan geçmesine ne imkân, ne de gerek vard›r. O, tesirini do¤ruca fluurüstüne gönderir. Önceleri fluurüstüne hâkim de¤ildir. Fakat onun kaba ve yo¤un olan tesiri, 157
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
fluurüstünden fluurd›fl› kanal›yla fluur sahas›na gidince, o sahay› kaplar. Ve fluura tamam›yla hâkim olur. Bu hâkimiyet biraz daha ilerleyince, fluurüstüne kadar gider ve nihayet, obsesör olan varl›k, fluurüstü sahas›n› tümüyle kaplar ve kendisi onun yerine geçer. Art›k insan›n öz varl›¤›ndan gelen tesirleri hemen hemen kesilir ve öz varl›¤› yerine, tesirler obsesör varl›ktan gelmeye bafllar. Böylece, fluurüstüyle ilgisi azalan fluur, fluuralt›na döner; bütün emirleri, fluurüstü yerini tutan obsesörden almaya bafllar. Ve o ânda obsesör, fluurüstü sahas›n› tümüyle iflgal etmifl oldu¤undan, obsede olan insan, obsesörü kendi varl›¤› imifl gibi idrak etmeye bafllar. Böylece fluur merkezine tesir etmeye bafllayan obsesör, fluur merkezini fluuralt›na da ba¤lam›fl bulunur. Burada, daha önce mekanizmas›ndan söz etti¤imiz, çevreden gelen tesirlerle cereyan eden rüyalara benzer bir durum meydana gelir. Yâni, obsede olan insan, fluuralt›n›n bilgilerinden genellikle obsesör varl›¤›n kaprislerine göre rastgele al›narak oluflmufl, tutars›z ve münasebetsiz imajinasyonlarla, acayip bir hayatta yaflamaya bafllar. Ve kendisini baflka bir varl›¤›n kimli¤i içinde görür. Demek ki fluur, sadece, fluuralt›nda oluflmufl imajlar ile fluurüstünden gelen ve obsesöre ait bulunan, onun basit do¤as›na uygun, ihtirasl›, cahilane ve bencilce mânâlarla dolu tesirleri karfl›s›nda bulunur ve obsede olan insan, kendi kimli¤ini bu kar›fl›k durumlar içinde kaybeder, yâni kendisini baflka hâllerde hisseder. O s›ralarda obsesör, o insan›n hem fluurunu, hem de fluuralt›n› kulland›¤›ndan, bu imajlar› kendi kapris ve kapasitesine göre toplar ve fluurda e¤ilimlerine uygun izlenimleri do¤urur. Burada, fluur merkezi, izlenimleri hep obsesörden ald›¤› için, onun idrakî kimli¤i de obsesör kanal›ndan gelmektedir. Dolay›s›yla, insan, her fleyi obsesör aç›s›ndan görür ve kendi varl›¤›na ait bir idrake sahip bulunmaz. E¤er obsesör, bu izlenimleri onun fluuruna hiç yans›tmazsa, o zaman o hiçbir fley bilmez ve s›rf bir otomat olarak hareket eder. Bununla birlikte, yukar›da söyledi¤imiz mekanizmayla, iradesini tümüyle obsesöre terk eder ve obsesör onun idrakine hiçbir fleyi yans›tmadan, fluurunu istedi¤i yere sevk eder ve istedi¤i gibi kullan›r.
* * * 158
BEDR‹ RUHSELMAN
fiimdi az çok obsesyon mekanizmas›na uyan, bir hipnotizörün, süjesine yapt›¤› tesir flemas› hakk›nda da birkaç fley söyleyece¤iz. Bir insan ne kadar kudretli olursa olsun, bedeninin dar imkânlar› içinde bulundukça –d›flar›da az çok serbest hâlde bulunan bir obsesör gibi– do¤rudan do¤ruya, di¤er bir insan›n fluurüstüne hâkim olamaz. Ancak, hipnotizör, çeflitli yollardan gönderdi¤i birtak›m tesirlerle –kendisi de mekanizmas›n› bilmeden– süjenin fluurd›fl›n›n fluurüstü ile olan irtibat›n›, afla¤›dan keser. fiuurüstünden gelmesi gereken tesirler kesilince, kendi tesirlerini fluura göndermeye bafllar. Burada, yabanc› tesirler, obsesyonda oldu¤u gibi fluurüstünden gelmez; do¤rudan do¤ruya, hipnotizörden fluurd›fl› kanal›yla fluura gelir. Görülüyor ki, teknik bak›mdan, bu ikisi aras›ndaki fark pek azd›r. Bir defa bu mekanizma kurulduktan sonra, süje hipnotizörün tesirleriyle hareket etmeye bafllar. E¤er hipnotizör onun fluur sahas›nda izlenimler uyand›racak tesirleri göndermezse, süje tamam›yla idraksiz ve otomatik olarak hareket eder. Ancak, bu tesirler, yâni hipnotizörün telkinlerindeki mânâlar, fluurd›fl›nda mevcut oldu¤u için, icap etti¤i takdirde bu mânâlar veya izlenimler fluura yans›t›labilirler.
* * *
“‹lham” denilen ve bilim, sanat, fikir hayat›nda insanlar›n dâhilik, yarat›c›l›k dedikleri tezahürlere neden olan bâz› irtibatlardan da biraz söz etmeyi yararl› buluyoruz. Bunlar, büyük vazife plânlar›na mensup olmay›p, insanlar›n bireysel veya bâz› mâflerî durumlar›na yard›m etmek isteyen hâmi ve yard›mc› varl›klar gibi mutavass›t* vazifeliler taraf›ndan, yukar›da söz etti¤imiz alelâde, orta derecedeki irtibat mekanizmas›na tâbi olarak gönderilen tesirlerdir. Burada transa da gerek yoktur. Çünkü trans; ancak, uzun bir tebli¤in ak›fl› s›ras›nda çevreden gelen tesirleri ortadan kald›rmak için, beyin merkezlerinin, uykuya yak›n bir durumla, çevreye karfl› hareketlerini azaltmak maksad›yla meydana getirilmifl bir hâldir. Oysa ilhamlarda böyle uzun uzad›ya tesir göndermeler yoktur. Bunlar, bir ân say›lacak kadar k›sa zamanlarda ve kesik kesik gelir. * “Mutavass›t” sözcü¤ü, “arac›; orta” anlamlar›na gelir. 159
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
* * * Vazifeliler taraf›ndan medyumlar vâs›tas›yla dünyaya verilen bilgiler, genellikle mâflerî plânlarla ilgili çok büyük hareketleri meydana getirirler. Bazen de vazife plân›n›n yüksek varl›klar›, pek istisnaî hâllerde, insanlar aras›nda büyük bir hareketi uyand›rabilmek ve onlara kitlesel hamleler kazand›rmak, genel ve mâflerî tertipler, nizamlar ve usuller dahilinde yetifltirici bilgileri insanlara vermek, özetle, dünyada h›zl› inkiflaflar› sa¤lamak için, bizzat kendileri dünyaya inerler; hem idareci, hem de mürflit durumlarda faaliyet gösterirler. Bu kudretli varl›klar, sürekli olarak irtibatta bulunduklar› yüksek vazife plân›ndan ald›klar› üst bilgileri insanlar aras›nda yaymak için kurduklar› din kurumlar›yla, dünyada büyük ve toplu ink›lâplara neden olmufllard›r. Böylece kurulan ve mâflerî plânlar dahilinde kudretli etkiler gösteren büyük dinler, sa¤lam ve mazbut* yapt›r›mlar›yla, vicdanlar›n yüksek düzeylere ulaflmalar›n› sa¤lam›fllard›r. Dinler, bu yanlar›yla, insanlar› vazife plânlar›na haz›rlayan vâs›talardand›r. Dinler, dünyan›n bugünkü yüksek ve mütekâmil durumunu meydana getirmifl ve dünyadaki gelecek büyük intikal devrinin ilk mâflerî haz›rl›klar›n› sa¤lam›fl ve her biri, kendi bünyesinde, zaman›n›n çeflitli ve de¤iflik ihtiyaçlar›na, zaruretlerine ve icaplar›na cevap vererek, insanlara vazife plân›na haz›rlanman›n en uygun yollar›n› göstermifltir. Her din, zaman ve icaplara göre, direktifler, örnekler, semboller ve bilgiler içinde verdi¤i derin sezgilerle, insanlar› cehaletin karanl›¤›ndan kurtar›p büyük ilâhî yola yöneltmifltir. Bütün dinler, insanlar›n, vicdan mekanizmalar›n›n realite dengeleri hatt›n›, o âna özgü icaplar›n müsaadesi dahilindeki idrak imkânlar›n›n en üst düzeylerine yükseltebilmelerine, yard›m etmifltir. Kurulan bir dinin yükledi¤i ödevleri insanlara tebli¤ etmek ve ö¤retmek ve bu talimata insanlar›n ilk intibaklar›n› sa¤lamak için, * ”Mazbut” sözcü¤ü “sa¤lam; korunmufl; kayda geçirilmifl, yaz›lm›fl; derli toplu, düzenli; belirli” anlamlar›na gelir.
160
BEDR‹ RUHSELMAN
yüksek vazife plân›ndan vazifeli bir varl›k, biraz önce söyledi¤imiz gibi, dünyada bedenlenerek insanlar aras›na kar›flm›flt›r ki; insanlar bu vazifeli bedenlilere peygamber veya kurtar›c› demifllerdir. Vazife plân›na haz›rlanmak üzere dünyaya gelmifl olan insanlar, bafl›bofl b›rak›lm›fl de¤illerdir. E¤er böyle olsayd›, insanlar bugüne bu mütekâmil durumlar›yla gelemezlerdi. Dolay›s›yla, bireyler gibi mâflerî durumlar da, daima, yüksek vazife plân›n›n denetimi ve gözetimi alt›nda yükselmektedir. Kâinatta bu iflle yükümlü büyük vazifeliler vard›r. ‹nsanlar, özellikle idrakleri geniflledikçe, içinde yaflad›klar› kaba maddelerin dar fizikokimyasal kurallar› d›fl›na taflmaya bafllam›fllar ve daha kapsaml› genifl idraklere dayanan birtak›m yasa ve nizamlar›n mevcut olabilece¤ine iliflkin, öz bilgilerinden fluurlar›na s›zan sezgiler ve içgüdülerle, varl›klar›n›n nedenlerini ö¤renebilmek ihtiyac› içinde sürekli olarak ç›rp›n›p durmufllard›r. Onlar› ilk meflgul eden mesele; etraflar›nda görmekte olduklar› fleylerin ve bu arada, bizzat kendilerinin kimin taraf›ndan meydana getirilmifl olmas› ve mukadderlerinin kimler taraf›ndan idare edilmesi konusu idi. Dolay›s›yla, Tanr› kavram›; üst vibrasyonlar›n yard›m›yla, insanlar›n öz varl›klar›ndan kopup gelmifl bir ihtiyac›n, idraklerinde beliren ilk güçlü yans›mas›d›r. ‹drakleri inkiflafa yüz tutmaya bafllad›klar› ândan itibaren, insanlar, bir tanr› aramaya bafllam›fllard›r. Fakat önceleri, onlar›n bu ihtiyaçlar›, de¤er bak›m›ndan henüz pek zay›f olan idrakleriyle orant›l› olarak, basit durumda bulunuyordu. Dolay›s›yla o, tanr›s›n› ancak befl duyu organ›n›n s›n›rl› imkânlar› içinde aramaktan daha ileri bir kudret gösteremiyordu. Onlar›n bu ihtiyaçlar›n› cevapland›rmaya çal›flan yard›mc› varl›klar›n gönderdikleri sezgiler, insanlar›n ancak befl duyu organ›na hitap edebilecek sembollerle mümkün olabilirdi. Bu sembollerin as›l ifade ettikleri mânâlar› insanlar anlayabilecek idrak düzeylerine ulaflm›fl de¤illerdi. Dolay›s›yla, ilâhî kavramlar›n sezgileri, insanlara ancak, onlar›n, etraflar›nda en kudretli olarak tan›d›klar› fleylerle sembollefltirilerek verilmiflti. Meselâ ilk zamanlarda, günefl sembolü, tanr›y› temsil ederdi; bir ülkeyi ihya eden büyük bir nehir, yine böyle bir semboldü. ‹lk zamanlar›n ba161
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
sit idraklerine bu semboller bir süre yeterli gelebildi. Fakat idrakler gittikçe de¤erleniyor, de¤erleri, yüksek, ince madde kombinezonlar›yla artan insan idrakleri, art›k bu sembollerle tatmin edilemez hâle giriyordu. Bütün bu hâllerin sonucunda, vazife plân›ndan, ilâhî bilgileri insanlara sunmak için vazifeli varl›klar dünyaya indiler ve kitabî dinleri dünyada kurdular. Bu dinlerin her biri, insan topluluklar›n›n eksik taraflar›n› tamamlad›. Bu kitaplarla sembollerin mânâlar› biraz daha aç›klanm›fl oldu. Böylece, befleriyeti daha ileri bir inkiflaf hâline getirmenin, büyük mukadderat plân›na göre çizilmifl yollar› insanlara gösterildi. Her din; insanlar›n yaflad›klar› realitelerinin en son imkân s›n›rlar› dahilindeki, idraklerinin varabilece¤i en üst sezgi s›n›rlar›na kadar, ö¤renmeleri icap eden fleyleri ö¤retti ve vazifesini mükemmelen yapt›. ‹lk olarak, insanlar›, çeflitli ibadet flekilleri ve yükümlülükleriyle, vazife sezgisi tatbikat›n›n disiplinine haz›rlay›c› durumlara, otomatikman soktu. ‹nsanlara birbirlerini sevmesini ö¤reterek, yine vazifeye do¤ru yürüyüflün büyük haz›rl›klar›na ait yönlerini direkt buyruklarla da gösterdi. Vicdanlar›n›n daima üst realitelerine yönelmeleri için gerekli olan her türlü hareketi onlara, erdemin çeflitli yollar›n› göstermek suretiyle afl›lad› ve insanlar› vazife sezgisi haz›rl›¤›n›n nurlu imkânlar›na kavuflturma yollar›n›, çeflitli yapt›r›mlarla sa¤lad›. Özetle, dinler, bugün art›k gelmekte olan dünyan›n büyük intikal devrinin efli¤ine insanlar› yaklaflt›rd›. E¤er dinler olmasayd›, insanl›k bugün bu mertebeden daha pek çok gerilerde bulunurdu. Böylece, insanlar›n vazife plân›na haz›rlanmalar›n› sa¤lamak için vazifelenmifl varl›klar, bu vazifelerini baflar›yla yapm›fl oldular. Fakat ilk zamanlardan orta zamanlara geçmifl olmakla birlikte, insanlar, dinlerin kuruldu¤u devirlerde idraken henüz yeterli derecede donat›lm›fl de¤illerdi. Dolay›s›yla, hepsi ayn› kaynaktan, yâni vazife plân›ndan gelen ve hepsi, ayn› derecede büyük hakikatlerin izinde yürüyen dinler, çeflitli zamanlarda, bu hakikatleri insanlara ancak anlayabilecekleri tarzda, çeflitli formlar içinde verebilmifller162
BEDR‹ RUHSELMAN
dir. ‹flte onun içindir ki, insanlar aras›nda yay›lmas› gereken hakikatleri, peygamberler ve kurtar›c›lar, ancak sembol kullanarak yayabildiler. Dolay›s›yla, bütün büyük din kitaplar›, birer hakikatin sezgisini tafl›yan ve zamanlar›na göre hesaplanarak tertiplenmifl bulunan güçlü sembollerle doludur. Meselâ, k›yamet sembolü bunlardan biridir ki; büyük bir hakikat olan, dünyan›n yak›n intikal devresini veyahut bu dünya devresinin kapan›fl›n› ifade etmektedir. Yine, cennet ve cehennem kavramlar› da; mânâlar› derinlerde olan bâz› hakikatlerin –idraklere yetecek kadar sezgilerinin verilebilmesi için– yüksek icaplara göre vazife plân› taraf›ndan tertiplenerek, dünyaya vazifeliler eliyle sunulmufl, birer semboldür. ‹badet flekillerinin her biri, zaman›n icaplar›na, hayat flartlar›na, inkiflaf durumlar›na ve vicdan mekanizmalar›n›n denge düzeylerine göre, k›l› k›l›na hesaplanarak insanlara empoze edilmifl ve böylece otomatik bir tertiple, insanlar›n üst vicdan unsurlar›na yönelerek, bugün yaklaflmakta olduklar› üst plâna elveriflli bir hâle gelebilmelerinin haz›rl›klar› yap›lm›flt›r. Bu arada, dinlerin emretmifl olduklar› sevgi, flefkat, yard›mlaflma, affetme, hoflgörü, feragat, fedakârl›k, iyilik, do¤ruluk, dürüstlük, hemcinslerine ve hattâ hemcinsi olmayanlara karfl› birtak›m yükümlülükler... gibi say›s›z erdemler; yine, bunlar›n aksine olarak yasaklad›klar›, örne¤in, bencillik, kin, haset, düflmanl›k, intikam, kötülük, yalanc›l›k, ikiyüzlülük, gasp edicilik, h›rs›zl›k, cânilik... gibi say›s›z rezillikler; bazen otomatik, bazen de yar› idrakli bir ayd›nl›k içinde, insanlar›, yüksek idrak plânlar›na haz›rlam›flt›r. Fakat zamanla bu idraklerin üst plâna do¤ru inkiflaflar› o kadar artt› ki, dinlerin sembollerle vermifl olduklar› sezgileri anlamak ve mânâland›rmak ihtiyac›, insanlarda fliddetle belirdi. Bunu da bu dinlerin baflar›lar›ndan saymak gerekir. Bugün insanlar, bu sembollerin kendilerinde uyand›rm›fl olduklar› yüksek sezgilerin mümkün oldu¤u kadar aç›k bilgilerine, susam›flças›na özlem duymaktad›rlar. Bununla birlikte, bu mânâlar›, din kitaplar›n›n baflar›yla yerlefltirmifl olduklar› güçlü sembollerin içinden ay›r›p ç›karabilmeyi, insanlar›n ancak yüzde ikisi veya nihayet üçü baflarabilir. 163
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Fakat direktiflerini daima ilâhî plândan alan yüksek vazifeliler insanlar›n bugünkü özlemlerini ve yüksek ihtiyaçlar›n› gördüler. ‹flte bu kitap, büyük vazife plân›n›n dünya için vazifeli olan k›sm›n›n dünyaya bir hediyesidir. ‹leri tekâmüllerine devam etmek ihtiyac› içinde susam›fl insanlar›n fliddetle arad›klar› ve bekledikleri bilgileri içermektedir. Din kitaplar› taraf›ndan yüksek hakikatlerin, zaman ve icaplara göre, insanlara yetecek kadar, güçlü semboller içinde, sezgileri verilmifl; bu kitapta da, dünya ink›lâb›n›* sonuçland›racak olan ve ön sezgileri daha önce verilmifl bulunan hakikatlerin aç›k bilgileri ve gelecek dünya üstü âlemlerin de sezgileri yaz›lm›flt›r ki, bunlar da, büyük ink›lâb›n efli¤inde bulunan bugünkü dünyan›n son realitesi olacakt›r.
* * * Son zamanlara do¤ru dünyada iyice kendini gösteren ve büyük din kurumlar› ile di¤er mâflerî bir sürü durumu meydana getiren vazifeli varl›klar›n müdahaleleri, dünyan›n ilk insanl›k devresinde bu kadar aç›k ve kapsaml› olarak görülmüyordu. Çünkü ilk devirlerde insanl›¤›n, inkiflafa yeni yüz tutmufl idrakleri için de, böyle büyük mâflerî tekâmüllere pek ihtiyaçlar› yoktu. ‹drakleri henüz otomatik sezgi kademesinde bulunan ilk insanlar, daha ziyade bireysel hayatlar geçiriyorlard›. Bu arada rastlanan küçük topluluklar, bugünkü mânâda anlafl›lan büyük mâflerî topluluk kavramlar›ndan bambaflka idi. O zaman›n gelip geçici topluluklar›; açl›k kayg›s›, korku içgüdüsü, cinsiyet ihtiyaçlar› gibi çok basit birkaç içgüdüsel sezgiden do¤an ihtiyaçlar alt›nda meydana geliyordu. Bu basit inkiflaf kademelerinde, insanlar›n kapsaml› mâflerî hayatlar› henüz kurulmufl de¤ildi. Bu da, onlar›n idraklerinin, böyle bir durumu meydana getirebilmek kudretinden yoksun bulunmalar›n›n bir sonucu idi. Yâni idraklerde, gerekli olan toplay›c›l›k, kuruculuk ve idarecilik kudretleri, henüz, bireyleri bir araya getirip belirli bir hedefe do¤ru ortak faaliyetleri kuracak ve onlar› sevk ve idare edecek kadar ortaya ç›kmam›fl bulunuyordu. Bu yüzden, vicdan düalitelerinin denge düzeyleri daima nefsaniyet sahalar›nda kurulan bu ilk * “‹nk›lâp” sözcü¤üne sözlüklerde, “dönüflüm; devrim; alt üst olma” anlamlar› verilir. 164
BEDR‹ RUHSELMAN
insanlar, pek çok zaman boyunca alt realitelerde sürünmek zorunda kalm›fllard›r. Çünkü insan alt› kademelerindeki otomatik yürüyüfllerinden yeni ayr›lmaya bafllam›fl olan ilk insanlar, ileride genifl çaptaki özgürlüklerin kendilerine kazand›raca¤›, bedenlerine idrakleriyle direkt olarak müdahale edebilmek imkânlar›na, henüz sahip de¤illerdi. E¤er hâl hep böyle devam etseydi, onlar›n inkiflaf denge düzeylerinin üst kademelere kendi kendilerine yükselebilmeleri mümkün olmazd›. Bunun için, ilk inkiflaflar›n denge düzeylerini yukar›lara ulaflt›rabilmelerini sa¤lamak maksad›yla, insanlar›n idraklerine d›flar›dan gelecek bireysel müdahalelerin lüzum ve zaruretleri bir süre daha devam etmifltir. ‹drakler kendilerini toplad›kça, yâni insanl›k hâlindeki görgü ve deneyimlerle kapsamlar›n› genifllettikçe, do¤al olarak özgürlükleri artm›fl; o oranda da, d›fl müdahaleler, idraklerin daha ziyade, kendi inkiflaf mekanizmalar›na bizzat kendilerinin müdahale edebilme imkânlar›n› artt›rmak yönüne yönelmifltir.
* * * ‹drakin kendi kendisine müdahalesinin, insan hayat› bafllang›c›nda ancak d›fl müdahalelerle ve yard›mlarla mümkün olabilece¤ini daha önce söylemifltik. Bu ilk devrelerde her fley otomatiktir ve idraksizcedir. Onun için insanlar buna içgüdü demifllerdir. ‹lk zamanlarda, üst mâflerî plânlar›n insanlar üzerinde daima müdahalesi olmufltur. Fakat burada müdahale ifadesini yanl›fl anlamamal›d›r. Bu müdahaleden maksat; yönlendirmek, organize etmek, programlamak demektir. Bundan daha afl›r› mânâdaki müdahaleler, insanl›k safhas› için de¤ildir. ‹flte ilk zamanlardaki bu d›flar›dan gelen vibrasyonlar›n idrakteki klâsik ifadesi içgüdülerdir. Bu içgüdüleri, hayvanlarda mevcut olan daha a¤›r ve kaba otomatizmalardan ayr› tutmak gerekir. Çünkü bu iki otomatizma aras›nda genifl mahiyet fark› vard›r. Nitekim böyle farklar, bitkilerdeki otomatizmalar ile hayvanlardaki otomatizmalar aras›nda da mevcuttur. ‹drakler inceldikçe, bu içgüdüler, yavafl yavafl daha zengin karakterler almaya bafllarlar ve insanlar›n “sezgi” dedikleri flekil ve 165
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
hâllere girerler. Sezgi devrinin dünyada bafllamas›, umumî de¤er bak›m›ndan, afla¤› yukar› denk flekilde olmufltur. ‹çgüdülerin dolduramad›klar› boflluk ve yetersizlikler, sezgilerin do¤mas›yla yavafl yavafl dolmaya bafllam›fl ve yüksek âlemlerdeki mâflerî plânlar›n simetri¤i ve onlar›n haz›rlay›c›s› olan, dünyadaki sosyal hayat kurulmufltur. ‹flte bu kurulufl s›ras›nda, idraklerin inkiflaflar›na paralel ve ayn› zamanda bu inkiflaflar›n sonuçlar›na ba¤l› olarak, bütünün cüzlere ayr›lmas›, parçalanmalar, organlaflmalar ve organizatör ihtiyac› baflgöstermifltir. Böylece, mahiyet, ihtiyaç ve zaruret zenginlefltikçe, bedenler aras›ndaki ilk devrelere özgü benzerlikler ve idraklerdeki içerik yetersizli¤inin do¤urdu¤u içgüdüler benzerli¤i ortadan kalkm›fl ve tekâmülün do¤urdu¤u farkl› durumlar, bedenlerde art›k, daha önce oldu¤u gibi ufak nüanslarla de¤il, genifl de¤er farklar› hâlinde meydana ç›km›flt›r. Bu sosyal formasyonlar ân›ndan itibaren, yine insan hayat› için en otomatik mânâs›yla, bireysel ve mâflerî topluluklar bafllam›fl; türlü de¤er ölçüleri bak›m›ndan, bâz› bireyler bu topluluklara önderlik etmifllerdir: Nefsanî önderlikler, vicdan safhas› önderlikleri ve belirli zamanlarda var›lm›fl büyük ve genel inkiflaf devreleri önderlikleri gibi. ‹flte bu zarurettir ki, hassas irtibat kabiliyetlerini bâz› insanlara kazand›rm›fl, bu yüzden güçlü medyumlar gelmifl, belirli intikal safhalar› olmufl ve kâinat›n yüksek yollar›na do¤ru bir bilgi, bir kavray›fl ve uzan›fl sezgileriyle, vazifeye hissî haz›rlanma plânlar› bafllam›fl ve nihayet; yak›n geçmifllere do¤ru, bu plânlar en münkeflif hâllerini alm›fl ve sezifller, cemaatlerde daha güçlü semboller ve reformlar hâlinde ortaya ç›km›flt›r. ‹drakin, dünya pay›na düflen inkiflaf›n›n flu k›sa ve genel özetini yaparken, topluluklar›n nas›l ve ne tarzda olufltuklar›n› da, genel bir bilgi hâlinde vermifl olduk.
* * * Dünyadaki topluluklar›n her biri, büyük vazife plân› haz›rl›¤›n›n do¤urmufl oldu¤u zaruretlerden ileri gelmifltir. Bir insan›n, bu 166
BEDR‹ RUHSELMAN
haz›rl›¤› bir tek birey olarak, bafll› bafl›na yapamayaca¤› daha önce söylenmiflti. Biraz önce vermifl oldu¤umuz bilgi de, idrakin, tek bafl›na kal›nca, istenilen inkiflaflar› sa¤layamayaca¤›n› ö¤retti. ‹nsanlar hiçbir zaman, bütün dünya hayat› boyunca tek bafl›na yaflay›p inkiflaf edemezler. Dünyada mevcut olan ›rklar, uluslar, cemaatler, cemiyetler, aileler, hep, yukar›da aç›klanan zaruret ve ihtiyaçlar›n sonuçlar›d›r. Bunlardan ilk önce ›rklar› ele alal›m!
* * * Ünite’den süzülüp gelen icaplar gere¤ince yüksek vazifelilerin onay› ve tesirleriyle, dünyan›n sosyal, do¤al ve co¤rafî flartlar›na göre insan bünyelerinde ve idraklerinde birtak›m farkl›laflmalar ve gruplaflmalar ortaya ç›km›flt›r. ‹draklerin, bedenleri üzerinde yapm›fl olduklar› çeflitli formasyon, transformasyon ve deformasyonlar›n ana hatlar›nda da, belirli gruplara özgü bâz› ortak nitelikler ve karakterler ayr›lm›flt›r. Böyle, belirli gruplarda toplanm›fl olan idrakler, topland›klar› grubun somatik ve psiflik (bunlar›n ikisi de ayn› fleydir ve bedenin çeflitli tezahürlerine ait kavramlard›r) özelliklerini tafl›rlar ki, bunlar da ›rklar› meydana getirirler. Bu bilgi gösteriyor ki, insanlar›n ›rklara ayr›lmas›, onlar›n idraklerinin, bedenlerine yapm›fl olduklar› endirekt etkilerin sonucudur. Yâni, ›rk farklar›; idrakin, do¤rudan do¤ruya varl›ktan ald›¤› tesirlerle beden üzerine etkide bulunmas›ndan ziyade, çevreden ve çevredeki olaylardan gelen tesirlerle beden üzerinde de¤iflmelerin meydana gelmesinden do¤an hâllerdir. fiu hâlde, ›rk ayr›l›klar›, insanlar›n inkiflaf ihtiyaçlar›na göre, flu veya bu flartlar içinde dünyaya inmifl ve o flartlardan, flu veya bu flekilde yararlanm›fl olmak zaruretinin bir sonucudur. Belirli tekâmül ihtiyaçlar›yla dünyaya gelmifl olan beyaz ve siyah ›rklardan iki insan, renkleriyle nas›l birbirinden farkl› özellikler gösteriyorlarsa, ayn› insanlar, yine ayn› icaplara göre, bedenlerine ba¤l›, birbirinden az çok farkl› psiflik aksiyon ve reaksiyonlar gösterirler. 167
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Özetle, beyaz olsun siyah olsun, sar› veya k›rm›z› olsun bütün insanlar; ayn› yolda, omuz omuza, ayn› yokufllar›, ayn› engelleri ayn› zorluklarla aflarak, ayn› hedefe do¤ru t›rmanmaktad›rlar. Ve bu yolculuk herkes içindir; kimsenin tekeli ve ayr›cal›¤› sözkonusu de¤ildir. ‹nkiflaf› için nas›l bir yürüyüfl gerekiyorsa, her varl›¤›n o yürüyüfle uymas› zorunludur. Bugün yürünecek yollar beyaza boyanm›flt›r, icap etti¤i zaman sar›ya da boyan›r, yine icap ederse siyah ve k›rm›z› da olabilir. Dolay›s›yla, insanlar›n ›rk ayr›mlar›na neden olan beden renklerinin ve bu renklere efllik eden bâz› özelliklerinin, hakikî ayr›l›¤› ifade edebilecek hiçbir k›ymeti yoktur. Bunlar, yürünecek yollarda kullan›lmas› gereken gelip geçici inkiflaf vâs›talar›n›n birer basit malzemesidir. Ve vazife haz›rl›¤› yolundaki toplu yürüyüfl zaruretinin icaplar›d›r.
* * *
Bu zaruretle, inkiflaflar sonucunda daha idrakli ve sistematik topluluklar meydana gelir. Bu topluluklar›n bafl›nda ulus veya devlet toplulu¤u vard›r. Kâinatta belirli vazifelerin ve ifllerin birtak›m grup ve kadrolardaki vazifeli varl›klar taraf›ndan yap›ld›¤›n› ve gruplar›n, çeflitli yanlar›yla birbirine ba¤l› bulunduklar›n›, böylece Ünite’ye kadar bir organizasyonlar sisteminin kurulmufl oldu¤unu daha önce belirtmifltik. Vazife plânlar›n›n kâinat prensiplerine uygun olarak yürütülmesini sa¤layan bu sistemler, bütün varl›klar›n inkiflaf ve tekâmül plânlar›nda çok önemli roller al›rlar.
* * *
‹nsanl›k hayat›; organizasyonlar sisteminin simetri¤i olan ve onlar›n sezgilerini haz›rlayan, afla¤›lardan itibaren, son aflamad›r. Dolay›s›yla, vazife plân› sezgilerine ve az çok da bilgilerine ait haz›rl›klar›n insanl›k hayat›nda tamamlanmas› zorunludur. ‹nsanl›¤›n dünyadaki ilk ve son vazifesi, vazife plân›na haz›rlay›c› icaplar› yerine getirmektir. Zaten insanlar, üst yard›mc› tesirlerin müdahaleleriyle, en idraksiz olan ilk kademelerinden en yüksek idrake, vazife sezgisinin idrakine kadar geçen bütün tekâmül ka168
BEDR‹ RUHSELMAN
demelerinde, bu icaplara ister istemez uymaktad›rlar. Bu uyufl, ya tümüyle otomatik karakterdeki ya da az çok ayd›nl›k bir sezgi içindeki mekanizmalarla vuku bulur. Bu yar› idrakli veya idraksiz otomatizmalar, insanlar›n, vazife plânlar›na haz›rlanmalar›n› sa¤layacak çeflitli teknik imkânlara sahiptirler. ‹flte bu teknik imkânlardan bir tanesi de, insanlar›n, ulus veya devlet toplulu¤u içinde toplu olarak yaflamalar›d›r.
* * * Ulus veya devlet, her fleyden önce, insanlar aras›nda kurulmufl büyük bir topluluktur. Ortak gayelerle bir araya toplanm›fl olan bu büyük insan kalabal›¤›, belirli hedeflere yönelik, düzenli, programl›, tertipli ve cehitli bir çal›flma mekanizmas›na tâbidir. Bu mekanizma, büyük nizama uygun ve dünya yürüyüflüyle tam bir ahenk hâlinde gider. Ulus toplulu¤u, bir sürü tâli topluluktan oluflmufltur. Bu tâli kurulufllar direkt ve endirekt olarak birbirine ba¤lanm›fllard›r. Meselâ, baflta idareci bir önder vard›r. Hiyerarflik bir s›rayla ona ba¤l› bulunan idare mekanizmalar› mevcuttur. Bu mekanizmalar içinde idare edenler, idare edilenler, zincirleme bir tertiple, birbirine ba¤l› olarak yürüyüp giderler. Görünürde maddî hedeflere yönelmifl görünen bu mekanizman›n bütün faaliyetleri, asl›nda, bu toplulu¤un simetri¤i olan daha üst plânlara insanlar› haz›rlamak içindir ve bu haz›rl›k da vazife sezgisinin haz›rl›¤›d›r. Dolay›s›yla, bu topluluk içinde yap›lan ifllerde, vazife plân›na ait haz›rl›klar›n taslaklar›n› bulmak mümkündür. ‹nsanlar›n, bir ulus veya devlet toplulu¤u içinde –kendi idraklerine göre– vazife diye adland›rd›klar› fleylerin hepsi, ancak, vazife sezgisinin birer haz›rl›k malzemesidir. ‹nsanlar bu haz›rl›¤›n icab› olarak bu malzemeler vâs›tas›yla, büyük cehitler ve gayretler harcayarak as›l vazife bilgisine kavuflabileceklerdir. Özetle, uluslar veya devletler, büyük vazife plân›na insanlar› haz›rlayan, yüksek idareci vazifelilerin gözetimleri alt›nda dünyada kurulmufl sosyal birer kurumdur. 169
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
* * * Dünya üzerinde hiçbir ulus, di¤erlerinden ayr› ve tek bafl›na de¤ildir. Hepsi, ayn› gaye yolunda, direkt veya endirekt ba¤larla birbirine ba¤lanm›flt›r. Bu kurumlar, dünya üstü vazife plân›n›n hedef tuttu¤u noktalara insanlar› götürmekte ve büyük bir ahenk içinde, ayn› elden sevk ve idare edilmektedir. Vazife plân›ndaki ilgili varl›klar, bu ifli bütün sorumluluklar›n›n idrakinde olarak yürütürler. ‹flte bu vazifeliler, ulus ve devlet organizasyonu bünyesinde mevcut di¤er topluluklar›n, organlar›n, ailelerin, bireylerin kendi ifllerini yerli yerince ve dürüstlükle yapmalar›n›, türlü vâs›talarla sa¤lamaya çal›fl›rlar. Bu toplulu¤u oluflturan herhangi bir cüzde, bireyde baflgösteren ayk›r› faaliyetler, yerine ve önemine göre, bütün toplulukta az veya çok fliddette sars›nt›lar yapabilir. Böylece, topluluk içinde tekâmül eden gruplar, o topluluklardan ayr› gruplar› olufltururlar. Büyük toplulu¤un böyle tekâmül ederek parçalanan k›s›mlar›, di¤er daha mütekâmil durumlar› olufltururlarken, büyük toplulukta kalan bireyler aras›ndaki koordinasyon ve iflbirli¤i bozulur. Bireyler, art›k o toplulu¤un icaplar›n› ve ortak hedeflerini izleyemez hâle girerler. O ulusun veya devletin bünyesi çökmeye ve yozlaflmaya bafllar ve bireyler, topluluk için de¤il, yaln›z kendileri için çal›flmay› gaye edinirler. Nihayet büyük topluluk ortadan kalkarak, yerini daha ileri mâflerî bir toplulu¤a, yâni bir ulusa veya devlete terk eder. Bu hâl tekâmülün bir icab› ve dünya nizam›n›n ahengidir.
* * *
Bir ulus içinde, bireyleri vazife sezgisine haz›rlay›c› çeflitli faaliyetler bulunur. Bunlar›n bâz›lar› daha kolay ve rahat flartlar alt›nda yap›l›rken, ço¤u, zahmetli, yorucu, üzücü hâllerde cereyan eder. Meselâ birisi az yoruldu¤u halde hayat›n› bolluk içinde geçirebilece¤i gibi, bir di¤eri en a¤›r ifllerde, maden ocaklar›nda didine didine hayat›n› kazanmaya çal›fl›r. Birisi kendisini sorumluluk hislerinden hemen hemen özgür sayarken, di¤eri en a¤›r sorumluluklar alt›nda ezildi¤ini hisseder. Bâz›lar› idareci olarak bafla geçer. Bâz›lar› idare edilenler aras›nda sürüklenir. Bütün bun170
BEDR‹ RUHSELMAN
lar; bir devlet ve ulus teflkilât›n›n do¤al fonksiyonlar› aras›nda bulunan, her biri baflka bir yönden insanlar› hakikî vazife plân› sezgilerine çeflitli tatbikatlarla haz›rlayan, türlü hayat tarzlar›ndan ibarettir. Okul hayat›, ifl hayat›, büro hayat›, askerlik hayat›, sosyete hayat›, memurluk hayat›, siyaset hayat›, aile hayat›... bunlar aras›ndad›r. Fakat bunlar›n ilk görünüflteki maddî hedefleri ve kayg›lar› ötesinde öyle büyük, ortak bir maksat gizlenmifltir ki; bu da, bütün bireyleri, bu karmakar›fl›k ve çetin yollardan, üstün bir sezgiye, bir vazife bilgisi sezgisine, topluluk içinde teker teker haz›rlamakt›r. Dolay›s›yla, ulus toplulu¤u, bafl›ndan sonuna kadar her bireyinden, kendisine düflen vazifeyi, büyük bir sadakatle, iyi niyetle, bencillik nefsaniyetine kap›lmaks›z›n, hareketlerini büyük insanl›k toplulu¤una karfl› olan ödevleriyle uzlaflt›rarak yapmas›n› bekler. O ulusun bireyleri, bunu yapt›kça, toplulu¤un hedef tuttu¤u gayelerin büyük nimetlerinden yararlan›rlar. Ve gelecek vazife plân›n›n ayd›nl›k, kazançl› yollar›na büyük bir kudret ve h›zla yaklaflm›fl bulunurlar. Aksine ulusun bireyleri; yaln›z kendi canlar›na düfler ve kiflisel ç›karlar›n› gaye edinerek di¤er insanlar›n aleyhinde bencilce çal›fl›r ve vazifelerini kötüye kullan›rlarsa, her fleyden önce, o ulus içinde dünyaya gelmifl olmalar›n›n kendilerine sa¤layaca¤› yüksek kazançlar› elde etmek f›rsat›n› kaç›rm›fl olurlar. Ve bu yüzden de, bencillik nefsaniyetlerinde vicdan dengelerinin alt düzeylerine tak›l›p kalarak, yeni birtak›m ›st›rapl› bedenlenmelere muhtaç bir hâlde, dünyay› hüsran içinde terk etmek mecburiyetiyle karfl›lafl›rlar. Çünkü onlar›n tak›lm›fl olduklar› alt nefsaniyet düzeylerindeki durumlar›yla vazife plânlar›na yaklaflabilmeleri mümkün olmaz. Tekrar ediyoruz: Görünürde dünyan›n bâz› maddî icaplar›na yönelmifl görünen uluslar›n kuruluflu; hakikatte, dünya s›n›rlar›n› taflan, baflka ve yüksek bir zaman idraki içinde devam edecek ileri hayatlar› haz›rlay›c› yollar› hedef tutmaktad›r. Yâni, bu kurulufllar›n, dünyada görünen gayesinden çok daha üstün ve kapsaml› rolleri vard›r. Dolay›s›yla, dünya hayat›n›n zorunlu icaplar›ndan olarak görünen bu maddî taraflara tak›larak as›l hedefi ihmal etmek, vicdan mekanizmas›n›n yürüyüfl temposunu yavafllat›r ve iflleri geciktirir. 171
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
* * * Uluslar aras›nda ayn› gayeye yönelik olman›n hakikî sezgisine varmak, o gayenin liyakatli yolculu¤una kat›lm›fl olmak demektir. ‹drakler bu inkiflaf derecelerini bulduktan sonra, t›pk›, vazife plânlar›nda yükseldikçe küçük organizasyonlar›n idraken birleflerek daha büyük organizasyonlara çevrilmeleri gibi, küçük uluslar›n da, tekâmül ›fl›¤› alt›nda birleflerek, daha genifl ve kapsaml› iflleri yapabilmek ve ortak gaye yolunda h›zla ilerlemek için daha büyük topluluklar› meydana getirmeleri zarurî olur ki; böylece, yüksek ve sa¤lam bir insanl›k idrakini kazanm›fl, küçük topluluklardan oluflan büyük dünya toplulu¤u, vazife plânlar›n›n daha uygun bir simetri¤i olmak liyakatini kazanm›fl bulunur. Bu ise, hakikî vazifelerini idrak etmifl insanlar›n, genifl mâflerî plânlara do¤ru at›lm›fl güçlü hamleleri say›l›r.
* * * Uluslar›n inkiflaf yolundaki faaliyetleri, otomatik, yar› idrakli ve idrakli, birçok di¤er, bedensiz vazifelilerin faaliyetleri eflli¤inde olur. Bu vazifeli organlar, her biri, dünyada ulus veya devlet dedi¤imiz toplulu¤u oluflturan bireylerin, gruplar›n faaliyetleri üzerinde vazife alm›fl, üstün bir organizasyonun organlar›d›r. fiu hâlde, bir ulus içindeki ifl görme disiplini ve vazifenin flaflmayan nizam ve tertipleri, o ulusun veya devletin ba¤lanm›fl oldu¤u dünya üstü bir sistemden gelmektedir. Bu da, hiç flüphesiz, o ulusun bütün bireyleriyle kazanm›fl oldu¤u liyakatin derecesine göre ayarlanm›flt›r. Uluslar, kurulufllar›n›n hakikî hedeflerini kaybetmeden yükselmek istedikçe ve bu istek yolunda cehit harcad›kça, bu ayarlar yükselir; onunla orant›l› olarak tekâmül otomatizmalar› da yükseltilir. Özetle, uluslar›n ba¤l› bulunduklar› sistemler, kâinatta daha kapsaml›, birbirine ba¤l› büyük vazife organizasyonlar›n›n küçük birer unsurudur. ‹flte bu unsurlar, dünyadaki herhangi bir ulusun veya devletin inkiflaf› icaplar›na göre çeflitli formlar al›rlar. Buradaki gaye de –dünyadaki her vâs›tayla oldu¤u gibi– ulus 172
BEDR‹ RUHSELMAN
ve devlet topluluklar› vâs›tas›yla insanlar› toplu hâlde, vazife plân› sezgilerine otomatik, yar› idrakli ve idrakli olarak, haz›rlamakt›r. Bu haz›rl›¤a tam mânâs›yla uymufl olan bir ulus veya devlet de, vazifesini bitirmifl ve insanlar› dünya üstü vazife plân›na liyakatle yetifltirmifl olur.
* * * Bütün topluluklar bireylerin inkiflaf› içindir. Ancak, topluluklar› bireylerden b›çakla keser gibi ay›rmak da do¤ru de¤ildir. Çünkü dünyadaki topluluklar, büyük organizasyon sistemlerinin ilk haz›rl›k egzersizleridir. Organizasyon sistemlerinin gayesi ise vahdete, birli¤e do¤ru yürümektir. Dolay›s›yla, bireyler, bu bak›mdan, topluluk kavram›ndan ayr›lamaz. Bunu daha iyi aç›klamak için, bireysel ve mâflerî plânlar›n birbirine karfl› olan fonksiyonlar› üzerinde biraz durmal›y›z. Bireysel plân nedir?.. Bir beden, varl›¤›n tekâmül vâhididir. Mukadderat prensibine göre, vâhit plâna sahiptir. Her bedene hasredilmifl, haz›rlanm›fl, tekâmülünün icaplar›na göre ayarlanm›fl bir plân mevcuttur. Plân, kaba ve dar bir çerçeve demek de¤ildir. ‹caplar›n zorunlu k›ld›¤› imkânlar oran›nda, daima genifl hareket sahalar›na sahiptir. Bu sayede s›navlara, dolay›s›yla özgürlü¤e daima yer verici mahiyettedir. Bu plân›n prensibi, bedenin tâbi oldu¤u ruhun tekâmülüne, tekâmül derecesine, tekâmül yolundaki kadrolara, flartlara, imkânlara, özetle, tekâmülün bütün icaplar›na ba¤l›d›r. Mâflerî plân nedir?.. Kâinat, bireylerin bafl›bofl tekâmül ettikleri bir malzeme sahas› de¤ildir. O, idrakini güç sezdi¤imiz ve güç sezebilece¤imiz, yüksek prensiplerin kurdu¤u, son derece derin ve yüksek mekanizmada tertiplerin, ayarlanmalar›n, icaplar›n bütünü, yâni Ünite’nin kendisidir. Kâinat, ilâhî nizam›n bir ifadesidir. Dolay›s›yla, her birey, her vâhit beden, bir bireysel plâna sahip olmakla birlikte, daima di¤er vâhitlerin, yâni bedenlerin kendi plân› karfl›s›ndaki durumlar›yla ilgili, ayarl›d›r. Tekâmül, mâflerî plân içinde yürür. Aksi hâlde nizamdan ve ahenkten söz edilemez. 173
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
* * * Belirli âlemlerin belirli ortamlar›nda veya belirli kürelerinde, bedenler, daima birbirlerinin durumlar›yla karfl› karfl›yad›rlar. Bu karfl›laflma, ayn› zamanda, yüksek prensiplerin ayarlad›¤› bireysel plânlar›n, baflka bir mekanik cepheden idare olunuflunu ifade eder. Bütün bu ifller, bu nizamlar ve tertipler, yüksek vazife plânlar›n›n organizasyon sistemleri içinde vazifeli varl›klar›n iflçilikleriyle yürütülür. Bundan baflka, bedenlerin epröv hayatlar›nda birbiriyle ifltirak ederek kurduklar› birçok husus vard›r ki, bu hâl, dünyan›n üstüne, vazife plân›na haz›rlan›fl›n bir ifadesidir. Özetle, bireysel plân üstünde mâflerî plân mevcuttur. Mâflerî plân; bir gayeye yönelik olmakla birlikte, ayn› zamanda bireysel plânlar› da ikinci derecedeki bir mekanizmayla ayarlayan, komplike bir plând›r. Bu ayarlanmalar, Ünite’den gelen direktiflere göre, vazife plân›n›n tesiri ve kontrolü alt›nda vukua gelir. Yâni, bireyler, yaflamakta olduklar› mâflerî plâna vazife plân›n›n çeflitli kademelerinden akan say›s›z tesirin haz›rlad›¤› sonsuz hayat kombinezonu içinde, kendi epröv, s›nav ve inkiflaf sahalar›n› bulurlar. Bireydeki tesirlerin yükü artt›kça, inkiflaf h›zland›kça, idrak olgunlaflt›kça, bireyin plân›yla ilgili mâflerî durumlar da ayarlan›r. Burada dikkat edilecek nokta fludur: Tek birey için, mâflerî durum de¤il; mâflerî kadronun her bireyi için, mâflerî durum haz›rlan›r. Çok kaba bir örnek olarak, yüz bireylik bir mâflerî plân› ele alal›m! Bu bireylerden “a” için, doksan dokuz bireyin durumu sözkonusudur. Fakat ayn› yüz kifliden “b” için, di¤er doksan dokuz kiflinin, “a”n›n da dahil oldu¤u di¤er doksan dokuz kiflinin durumu sözkonusudur. Ayn› flekilde, “c” için, “a” ve “b”nin de dahil oldu¤u doksan dokuz kiflinin durumu ayarlan›r. Yâni, bir kifli için doksan dokuz kifli seferber edilmifl de¤ildir. Vazifeliler, son derece ince tertiplerle, bu yüz kifliyi birbirleri için vazifelendirirler. Fakat bu yüz kiflinin tekâmül ölçüleri, kuflkusuz birbirinin ayn› de¤ildir. Herkesin ihtiyac› ve tekâmül icab›, yine ayn› ince mekanizmayla 174
BEDR‹ RUHSELMAN
de¤iflir. “A”n›n doksan dokuz kifliye karfl› durumu ile “b”nin durumu ayn› de¤ildir. Yine, bu mâflerî plân içinde maddeye karfl› durum da, her bir birey için de¤iflir. Bütün bunlar, vazifeli varl›klar›n vazifeleri icab› olarak gönderdikleri tesirlerin meydana getirdikleri, madde kombinezonlar›ndaki ve bedenlerdeki miktarî de¤iflmelerle vuku bulur. Buradaki mekanizmalardan haberi olmayan bireyler, anlayamad›klar› birtak›m esrarl› olaylar içinde yuvarland›klar›n› san›rlar. Birisinin plân içindeki icaplara tâbi olarak vuku bulan miktarî de¤iflmeler kombinezonuna göre fakir olufluna karfl›l›k, ötekinin belirli dereceye ayarlanm›fl miktarlar dolay›s›yla orta derecede oluflu, bir di¤erinin zengin oluflu, birinin kültürlü, ötekinin cahil, birinin floför, birinin müzisyen, bir di¤erinin çöpçü oluflu, birinin mutlu, di¤erinin mutsuz, birinin iyi, bir di¤erinin kötü, birinin hastal›kl›, di¤erinin sa¤lam, huylu, huysuz, egoist veya di¤erkâm olufllar› ve bütün di¤er durumlar; hep, zaman ve mekân kadrolar›nda, Aslî Prensibe göre inkiflaflar›n icaplar›n›n yerine getirilmesi için, Ünite’den süzülerek gelen tesirler kanal›yla, bireysel ve mâflerî miktar de¤iflmeleri tekni¤iyle vukua gelirler ki, ayn› mekanizmaya tâbi, maddelerin miktar de¤iflmeleri de, yukar›daki durumlara göre ayarlanm›fl bulunur. Bu bilginin kapsam›, tesirler ve varl›klar aras›nda geniflletildikçe, daha yüksek sezgilere varmak mümkün olur. ‹flte topluluklar›n insanlara görünen görünürdeki gayelerinin ötesinde gizlenmifl hedefler bunlard›r.
* * * Bir ulus toplulu¤u içinde böyle bir sürü mâflerî plânlar›n, yâni topluluklar›n bulundu¤unu söylemifltik. Bu topluluklar›n görünürde birbirine ba¤l› görünen ve öyle görünmesi icap eden durumlar›n›n, hakikatte, vazife organizasyonlar›n›n fonksiyonmanlar›na tâbi olduklar›n› da bildirmifltik. Bu bilgiye göre, bir ulus, büyük bir topluluk içinde –yine ayn› zaruretlerle– kurulmufl olan küçük bir aile toplulu¤unu da, bu ›fl›k alt›nda ele almam›z gerekiyor. Hakikî mânâs›yla aile, dünyaya inkiflaflar› için inmifl varl›klar›n tatbikatlar›na en zengin malzemeleri haz›rlayan ve bu tatbikata
175
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
güçlü bir zemin oluflturan, düzgün, muntazam bir toplum cüzüdür ki; bunun da bütünü, insanl›k toplulu¤udur. Aile, insanlar› vazife plân›na haz›rlayan en mükemmel bir vâs›tad›r. ‹nsanl›k toplulu¤unun hedef tuttu¤u büyük mânâlar, küçük bir aile toplulu¤undaki bütün inkiflaf malzemeleri zenginli¤iyle özetlenebilir. Bu hakikat, vazife plân›na do¤ru insanl›¤›n haz›rlan›fl›nda bir aile kurumunun ne kadar önemli roller oynamakta oldu¤unu gösterir. Hakikaten, dünyada alt ve üst hiçbir tekâmül unsuru, haz›rlay›c›s› yoktur ki, aile bilgisinin kapsam› ve icaplar› d›fl›nda kalm›fl olsun. Zaten bir ailenin bünyesi, insanl›k hayat›nda mümkün olan bütün tekâmül malzemesi zenginliklerini bir araya toplayacak tarz ve flekillerde kurulmufltur. Muhakkak ki herkes, kendi ihtiyac› oran›nda ve derecesinde bir aile oca¤›ndan geçmifl ve bu oca¤›n nimetlerinden yararlanm›flt›r.
* * * Bir aile toplulu¤unun en ilkel ve basit haz›rl›klar›, hayvanlardan ve hattâ bitkilerden bafllar. Bu haz›rl›¤›n da en ilkel flekli cinsiyettir. Cinsiyet, birçok mekanizman›n dü¤üm noktas›d›r. Bu dü¤üm noktalar›ndan bir tanesi de aile kurumudur. Yine, cinsiyet dünyada ac›, tatl› birçok olay›n, mutlulu¤un, felâketin, ›st›rab›n, k›sacas› inkiflaf unsurlar›n›n da dü¤üm noktas›d›r. Özetle, cinsiyet, dünyadaki inkiflaf mekanizmalar›n› muhtelif taraflardan harekete geçiren bir unsurdur. Hem vazifeye, hem nefsaniyete yönelen vicdan mekanizmas›na, cinsiyet realitesi, çeflitli flekillerde etkide bulunur. Cinsiyet, birçok erdemli, yükseltici imkâna yol açabilece¤i gibi, felâketlerin, ›st›raplar›n, azaplar›n, mezar›n ve ak›l hastanesinin de kap›lar›n› açabilir. Aile hayat›n›n ilk kudretli haz›rlay›c› unsuru, cinsiyet otomatizmas›d›r. Bu yüzden de bir sürü s›nav›n anahtar› onun içindedir. Cinsiyet anahtar›yla aç›lm›fl bir aile kurumu, bütün icap ve zorunluluklar›yla insanlar› –otomatik yollardan dahi olsa– sorumluluk ve vazife sezgilerine haz›rlar ki; bu haz›rlan›fl da, insanlar için tekâmül yolunun en mükemmel bir yürüyüflü olur.
176
BEDR‹ RUHSELMAN
* * * Vazife haz›rl›¤› mekanizmas›nda bu kadar güçlü bir vâs›ta olan aile oca¤›n›n insanlara sa¤lad›¤› inkiflaf malzemeleri nelerdir? Bu sorunun cevab›n› mâflerî plân hakk›nda biraz önce verdi¤imiz bilgiden de ç›karmak mümkündür. Bu bilgiden anlafl›laca¤› üzere, aile kurumunun haz›rlamakta oldu¤u inkiflaf unsurlar›n›n –kimilerinin ak›llar›na gelebilece¤i gibi– insanlar› mutlaka memnun ve mutlu edici, onlar›n nefsaniyetlerini okflay›c› mahiyette olmalar› gerekmez. Tam tersine, bunlar›n ço¤u, s›k›c›, zahmetli, s›k›nt›l›, üzüntülü, ›st›rapl›, azapl› ve hattâ bazen iflkenceli karakterler gösterir ki; esasen aile kurumunun en güçlü ve inkiflafa en yararl› taraf›n› da, onun bu sert, haflin ve mazbut çehresi oluflturur. Kurulmufl bir ailenin ilk ân›ndan son günlerine kadar geçen olaylar›n› dikkatlice inceleyenler, bu hususta oldukça derin sezgiler ve bilgiler kazan›rlar. Aile daha kurulmadan önce bile, kurulma öncesindeki olaylar, aile mekanizmas›n›n iflleyiflinden beklenen sonuçlar› sa¤lamaya bafllam›fl bulunur: ‹ki cinsten iki insan›n bir araya gelmesi hususunda, ilk ad›mda onlar›n her ikisine ait bâz› kolayl›klar görülmekle birlikte, birçok güçlük ve hattâ adaylardan her birinin ayr› ayr› yenmesi gereken birçok imkâns›zl›k da meydana ç›kabilir. Ve bunlar›n her biri, iki tarafa da birer s›nav ve gözlem konusu olur. Onlar›n öz bilgilerinin, daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz flekilde, artmas›na neden olur. Meselâ bu s›rada darg›nl›klar, k›rg›nl›klar, tart›flmalar, dövüflmeler ve hattâ cinayetler bile meydana gelebilir. Bunlar, bir ailenin daha bafllang›c›nda iken, menfî say›lan yollarda, ›st›rapl› fakat güçlü tekâmül malzemeleridir. Ailenin kurulmas›ndan sonra, geçim dâvas›, efllerin birbiriyle anlaflma dâvas›, evlilik flartlar›na intibak dâvas›... gibi bir sürü dâva ortaya ç›kar. Bunlar hem erke¤e, hem kad›na ayr› ayr›, yük, vazife ve ödevler yükler. Onlar, bu mücadelelerden ya zaferle ya da yenilgiyle ç›karlar ve her iki hâlde de, s›navlar›n baflar›l› veya baflar›s›z görünen durumlar›na göre, ac›, tatl› bir sürü sonuçla karfl›lafl›r ve ona göre de, vazife sezgisi yolundaki h›zlar›n› kazan›rlar. 177
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Nihayet çocuklar do¤ar. Onlar›n büyütülmesi, hastal›klar›, sa¤l›klar›, ölümleri, kazalar›, ac›lar›... ana ve baba için bazen haz, bazen elem yollar›ndan geçen gözlemler sa¤lar. Bu s›rada, bütün bu deneyimleri baflar›yla geçifltirmenin idraklerine vard›klar› zaman duyacaklar› huzur, onlar› müspet ve mutlu yollardan yükseltirken; baflar›s›zca, beceriksizce verilmifl s›navlar›n sonucunda, kendilerince menfî say›lan hâllerde u¤rayacaklar› ac›lar, hüsranlar da, baflka bir yoldan, yine ilerlemelerine neden olur. Bundan sonra, çocuklar›n ö¤retim ve e¤itimleri, iyi veya kötü yetifltirilmeleri gibi meselelerin ana ve babaya düflen sorumluluk duygular›, yine, yetiflen evlâtlar›n ana ve babalar›na, ailenin di¤er bireylerine karfl› davran›fllar›n›n say›s›z sonucu ve âk›beti, aile bireyleri için ayr› karakterler tafl›yan, sonsuz birer s›nav, görgü ve deneyim konusu olarak s›ralan›p giderler. Görünürde çeflitli yollarda birer ›st›rap veya sevinç kayna¤› olan aile hayat›n›n bütün olaylar›, hakikatte, insanlara büyük vazife plân›n›n sezgilerini verir. Özetle, mutlu görünen bir aile, mutsuz görünen bir aile, facialarla dolu hayatlar geçiren bir aile, sakin veya gürültülü bir aile, k›sacas› çeflitli hayat flartlar›na tâbi bütün aileler, ancak bireylerin ihtiyaçlar›na göre ayarlanm›fl ve onlar›n inkiflaflar›na yönelmifl, güçlü birer yükselme vâs›tas›d›r. Bu k›ymetli vâs›ta, bütün zevkleriyle, mutluluklar›yla, ac›lar›yla, felâketleriyle, insanlar›n hedefi olan vazife plân› için gerekli sezgilerin haz›rlan›fl tatbikat›na en mükemmel bir zemin olur ve bu tatbikat›n her türlü imkân›n› haz›rlar. Orada sevgiler do¤ar, sevgiler kaybolur, do¤umlar, ölümler, ayr›l›fllar, kavuflufllar birbirini izler. Bunlar›n hepsi, do¤urduklar› sevinçler ve kederlerle birer zengin inkiflaf malzemesi olur. Dünyaya gelen çocu¤u için sevinen bir anne ne kadar yükseliyorsa, ölen çocu¤u için gözyafl› döken bir anne de, durumunda o kadar ilerlemeler kaydeder. Fakat flu noktay› tekrar hat›rlataca¤›z: Ailenin bütün bu durumlar›, inkiflaf yolundaki ilerlemeleri, yürüyüflleri, durufllar›, tümüyle, vazifeli varl›klar›n yard›m ve kontrollerine tâbidir.
178
BEDR‹ RUHSELMAN
Aile; kâinat sonuna do¤ru tekâmülün tam formunu ifade eden vahdet kavram›na haz›rl›k yolunun, dünyadaki en basit ve otomatik egzersizlerine imkân verir. Ço¤u zaman görüldü¤ü gibi, efller aras›ndaki yüz ve karakter benzerlikleri, aile toplulu¤u icaplar›ndan olarak, bedenlerin manyetik alanlar› aras›nda oluflmufl bir sentezin ifadesidir ki, bu da, varl›klar›n birbirlerine yaklaflmakta olduklar›n› gösterir. Bu manyetik alanlar sentezi ne kadar iyi kurulursa, aile aras›ndaki kaynaflma o kadar mükemmel olur ve aile, hakikî hedefine o kadar yaklaflm›fl bulunur.
* * * Varl›klar›n dünyaya inmeleri, dünya maddeleri içinde kendilerine gerekli olan malzemeler ile karfl›lafl›p onlardan yararlanabilmeleri içindir, demifltik. Günefl Sistemi’mizin bütün küreleri aras›nda inkiflaf malzemesi en bol olanlardan biri Dünya’d›r. Bu malzemelerin, çeflitli ihtiyaçlara göre düzenlenmifl ve tertip edilmifl, insanlar›n ifllerine yararl› hâllere sokulmufl olmalar› gerekir. Bu ifllerle vazifelenmifl, vazife plân›n›n varl›klar›, liyakatleri ve kudretleri derecelerine göre, dünyaya tahsis edilmifl çeflitli vazife organizasyonlar› içinde, vazifelerini yaparlar. Tabiî ki, bunun yukar›lardan gelen direktiflere uygun olmas› gerekti¤ini unutmamak gerekir. Bu yard›mlarla, dünya varl›klar›n›n ve bu arada durumlar› daha kapsaml› olan insanlar›n inkiflaflar›na yararl› bir sürü tertip, düzen ve oluflum meydana getirilir. Meselâ do¤a olaylar›n›n bir nizam dahilinde vukua getiriliflleri, bütün dünyay› kapsayan siyasî, ekonomik, bilimsel durumlar ve bu arada, bütün tâli kurumlar›yla kurulmufl uluslar, devletler, afliretler, cemaatler; hep, Ünite’nin direktifleri alt›ndaki büyük organizasyonlarda vazifeli organlar taraf›ndan sevk ve idare edilirler. fiu hâlde, dünyadaki ulus, devlet, aile gibi bütün topluluklar›n sevk ve idaresi, yukar›lara ba¤l›d›r. Ve bu ba¤lar›n gayesi de; vazife plân› sezgisine haz›rlan›p bu plâna liyakat kazanabilmek ihtiyac›yla dünyaya inmifl varl›klar›n, yâni insanlar›n, hedeflerine ulaflabilmelerine yard›m 179
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
etmektir. Nitekim her insan; dünyada mevcut olan bu kurumlar›n sonsuz imkânlar›ndan ço¤u zaman otomatik ve yar› idrakli olarak, direkt veya endirekt yollardan, yâni hem onlar›n icaplar› içinde bizzat yaflayarak, hem de o icaplarda yaflayan di¤erlerini gözlemlemek suretiyle, sonsuz yararlar sa¤lar. Buradaki “otomatik” sözcü¤ünün mânâs›n› daha önce biraz aç›klam›flt›k. ‹nsanlar›n bu topluluklardan yararlanmalar› her zaman onlar›n hakikî gayelerini görerek vuku bulmaz. ‹nsanlar, hemen hemen daima, bu topluluklara –dünya realitelerine ve k›ymetlerine göre– ancak kendilerine sa¤layacaklar› ç›karlar› elde etme istek ve ihtiras›yla kat›l›rlar ve bu istekle, o topluluklarda canla baflla çal›fl›rlar. Bu isteklerin çeflitleri de, her kiflinin nefsaniyet cüzlerinin nitelik ve niceli¤ine göre de¤iflir. Bu nitelik ve nicelikler, bazen çok afla¤›lardaki bencillik düzeylerine kadar inebilir. Meselâ büyük bir haydut çetesi kurulabilir. Fakat vicdan mekanizmas›n›n üst düzeylerine intibak etmifl dengelerle, bu istekler, çok asilce ve yüksek tezahürler de gösterebilirler. Meselâ temiz bir sevgi içgüdüsüyle, bir ailenin bütün yükleri alt›na seve seve girilebilir. Fakat görünürdeki bu gelip geçici maddî ç›kar duygular›na karfl›l›k, bütün bu kurumlar›n bazen tatl›, bazen de çok ac› ve zahmetli yollardan, insanlar› üstün ve hakikî kazançlara götürecek olan as›l büyük k›ymetlerini, hemen hemen kimse görmek ve düflünmek istemez.
* * * Dünyada bulunan her fley gibi, ulus, devlet, aile kurumlar› da; gaye de¤il, vâs›tad›r. Bu vâs›talar›n hakikî gayeleri; d›fltan göründü¤ü gibi dünyan›n çok geçici olan ve dünya ötesine zerresi bile götürülemeyen maddî kazançlar› ve realiteleri de¤il, “bu realiteler içinde yaflayay›m, bu kazançlar peflinde koflay›m” derken, insanlar›n karfl›laflacaklar› ac› veya tatl› bir sürü olay›n vicdan mekanizmas›nda u¤rayacaklar› ifllemlerden sonra hâs›l* olacak, öz bilgilerin elde edilmesidir. * “Has›l olmak”; “meydana gelmek; ortaya ç›kmak, do¤mak; oluflmak” anlamlar›na gelir. 180
BEDR‹ RUHSELMAN
‹flte bu noktada, vicdan mekanizmas› ile öz bilginin zenginleflifli aras›ndaki iliflkiyi bir kez daha belirtmifl bulunuyoruz. fiimdi bu bilgileri, idraklerde karanl›k ve belirsiz bir taraf›n kalmamas› için, özetleyerek tekrarlayaca¤›z.
* * * Dünya idrakiyle k›ymetlendirilen vicdan realiteleri, varl›¤›n öz bilgisi de¤ildir. Bunlar, varl›¤›n kaba maddelerdeki bedenlenmelerinin icaplar›na göre, madde durumlar›n›n, vazife–nefsaniyet düalitesi içinde çeflit çeflit formlar gösteren görünüflleridir. Bu realiteler, herkeste mutlak olarak ayn› s›ray› izlemezler, gerek ve ihtiyaçlara göre s›ralan›rlar. ‹flte bu z›t unsurlar›n çarp›flmalar› sonucunda do¤acak olaylardan al›nacak k›yas bilgileri, idrak kanal›yla varl›¤›n öz bilgisinin de¤erlerini artt›racak ve bu de¤erler de, idrak formasyonlar› içinde, ruhun tekâmül ölçüsü olarak ona yans›yacakt›r. Bu hâl, dünyada daima de¤iflen realitelerin, vicdan mekanizmas›ndaki durumlar›n› ve bütün bu mekanizmalar›n öz bilgiyi zenginlefltirici rollerini ve nihayet, varl›¤›n ruhun tekâmülüne ait yapt›¤› hizmetlerin özünü, k›saca gösterir. Yine, vicdan mekanizmas›n› iflleten bu realiteler; bir taraftan öz bilgileri artt›r›rken, di¤er taraftan gücünü ve h›z›n› öz bilgilerden alarak, üst realitelere do¤ru kayabilmektedirler. Yâni, beyne ba¤l› realiteler, öz varl›ktaki idrake ait ince madde kombinezonlar› karmaflalar›n› zenginlefltirirken; öz varl›ktan beyne yans›yan nurlu ›fl›klar da, vicdan dengelerini üst düzeye ulaflt›rmaktad›rlar. Böylece, öz bilgiler artt›kça, vazife bilgisi yolundaki vicdan mücadeleleri, nefsaniyetin de düzeyini yükseltir. Ve bir ân gelir ki, vazife plân›n›n yak›nlar›nda, vazife ile nefsaniyet aras›ndaki mesafe k›sal›r. Ve idrakin, vazife taraf›na yönelmesi kolaylafl›r. Vazife plân›na gelince, oradan itibaren vicdan düalitesi ortada kalmaz. Onun yerine büyük vazife fonksiyonlar›yla yürüyen, mahiyeti de¤iflik, di¤er bir tekâmül düalitesi bafllar. Ve bu düalite, varl›¤› Ünite’ye kadar izler.
* * * 181
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Bu mücadelenin en fliddetli ânlar›n› oluflturan –özellikle orta insanl›k kademelerinde– insanlar, sürekli, bir huzur bir huzursuzluk aras›nda gidip gelerek yaflarlar. Bu hâller, vicdan unsurlar›n›n belirgin olarak meydana ç›kan denge ve dengesizlik durumlar›na rastlar. Bu huzur, insan› idraki oran›nda tatmin olmufl bir duruma sokar. Bu sayede o, kendisini, sorunlar› çözülmüfl olarak görür. Fakat, icaplara ve öz varl›¤›n beliren ihtiyaçlar›na göre vicdan›n denge hatt› yukar›lara veya afla¤›lara do¤ru bozulmaya bafllad›¤› ânda, onun keyfi kaçar. Yeni bir realite karfl›s›nda eski realitesinin y›k›lmak üzere oldu¤u hissi, ona azap verir. Bu ›st›rap, dengenin bozulmas› derecesiyle artar. Bu hâl, her devreye, her kademeye göre çeflitli mahiyetler ve flekiller al›r. Bazen –özellikle az ilerlemifl kademelerde– hakikî vicdan azab› hâlinde ortaya ç›kar. Bu azap flekilleri, dengelerin afla¤› do¤ru kay›fllar›nda daha çok görülür. Varl›¤›n ileri inkiflaf derecelerinde bu tür azaplar olmaz ama, çeflitli teflevvüfl hâl ve flekilleri meydana gelir ki, bunlar da az önemli huzursuzluklardan say›lmazlar. Bütün bu huzursuzluk veya ›st›rap hâlleri; vicdan realitelerinin daha üst düzeylerde denkleflmeleriyle ve bu sayede öz bilgilerin artmas›yla ve insanlar›n, mukadder olan vazife plânlar›na yaklaflmalar›yla, sonuçlan›rlar. fiu hâlde, bulunulan kademenin hazmedilmifl, fonksiyonunu yerine getirmifl realitelerini izleyen teflevvüflleri bir ân önce atlatmaya çal›flmak suretiyle, üst realitelere ulaflmak gerekir. Tâ ki kazan›lm›fl olan üst liyakatler, zamanlar›nda fonksiyonlar›n› yapmaya bafllas›nlar ve bunun sonucunda da, öz bilgilerin inkiflaf yolundaki normal ilerleyiflleri kesintiye u¤ramadan devam etsin. ‹flte bir insan, herhangi bir huzursuzluk veya teflevvüfl ya da ›st›rapla karfl›laflt›¤›, vicdan› herhangi bir azab›n k›v›lc›mlar›yla yanmaya bafllad›¤› zaman; o insan›n derhal kendisini toplayarak, idrakini vicdan›n›n unsurlar› aras›nda dolaflt›rmas›, o zamana kadar ilgi göstermedi¤i vicdan›n›n üst unsuruna yönelmesi, istekleriyle ona de¤erler göndermeye bafllamas›, buna karfl›l›k, alt realiteye ait isteklerini, al›flkanl›klar›n›, arzular›n› ise geri plânlara atarak, onlar› yeni de¤erlerle beslememesi ve her fleyden önce, bunun için 182
BEDR‹ RUHSELMAN
elzem* olan cehit ve gayretleri göstermesi gerekir. Bunu yapt›kça, vicdan dengesi yavafl yavafl üst düzeylerde kurulmaya bafllar. Bu da gerçekleflince, yeni do¤acak daha büyük bir huzur ve mutlulu¤un neflesi, bütün geçmifl üzüntü ve s›k›nt›lar›n hepsini siler süpürür. Fakat onlar›n öz varl›ktaki bilgileri, zengin bir inkiflaf yükü hâlinde, o insan› yüksek tekâmül plânlar›na daha çok yaklaflt›rm›fl bulunur ki; esasen, insanda huzurun artmas› da bu hâlin sonucudur.
* * *
“Acaba bu nefsaniyet unsuruna ne gerek vard›”, daha do¤rusu, “insanl›k hayat›nda belirgin olan vazife–nefsaniyet düalitesi olmaks›z›n da üstün realitelerin kazan›lmas› ve öz bilgilerin artmas›, sonuç olarak vazife haz›rl›¤›n›n yap›lmas› mümkün olmaz m›yd›” gibi, insanlar›n akl›na bâz› sorular gelebilir. Bunun cevab›, zaten, geçmifl bilgilerde vard›r. Onlar› burada belirtelim! Ruhun tekâmülüne yarayacak olan bilgilerin öz bilgi hâline geçmifl olmas›, yâni varl›¤›n öz mal› olmas› flartt›r, demifltik. Bu da, yine söyledi¤imiz gibi, ancak olaylar içinde varl›¤›n yo¤rulmas› ve bir sürü cehit ve gayret harcanmas›yla sa¤lanacak bir durumdur. Yâni, varl›k, beden vâs›tas›yla, dünya olaylar›n›n müspet ve menfî taraflar› karfl›s›nda, onlarla bo¤uflarak yapaca¤› tatbikatlardan sonra bâz› sonuçlar elde edecektir ki, iflte öz bilgileri sa¤layan, bu sonuçlard›r. Esasen insanlar›n tekrar eden bedenlenmeleri, olaylar›n hem tatl›, hem ac› sonsuz tezahürleriyle karfl›laflabilmeleri içindir. Bunun nedeni de öz bilgileri artt›rmakt›r. Fakat burada bir zorunluluk daha belirmektedir: E¤er olaylar›n içinde yo¤rulma ve bo¤uflma imkân ve f›rsatlar›n› hedef tutan etkenler olmasayd›, böyle zahmet verici, cehit ve gayretleri harekete geçirici olaylar›n ortaya ç›kmalar›na gerek kalmazd›. Ve e¤er insanlar hak edilmemifl süreçlerle tekâmül yolunda yürütülebilselerdi, o zaman belirli hareketlerin içinde hapsedilerek idraksizce sürüklenebilirlerdi. Fakat daha önce vermifl oldu¤umuz bilgiler, insanlar hakk›nda böyle bir tekâmül sürecinin mümkün olamayaca¤›n› * “Elzem” sözcü¤ü “vazgeçilmez, mutlaka laz›m olan, lüzumlu” anlam›na gelir. 183
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
göstermektedir. Çünkü varl›klar›n idrak ve özgürlüklerinden ilgisiz bir flekilde, tam bir makine gibi iflleyen bu tür ilerleyifller, ancak –daha önce aç›klad›¤›m›z gibi– varl›klar›n henüz idrakten ve kudretten yoksun bulunduklar›, kâinat›n ilk safhas›ndaki, karanl›k, ebediyet kadar uzun bir esaret içinde geçen mekanik tekâmül prensibine tâbi olabilir. Ve bu prensip alt›ndaki tekâmülün de varl›klara sa¤lad›¤› en büyük sonuç; yine aç›klam›fl oldu¤umuz gibi, hidrojen atomunun, henüz idraklenmemifl ve esaretten kendilerini kurtarabilecek kudretleri kazanamam›fl, sadece mekanik hareketlere intibak etmeye mecbur tutulmufl, bir liyakat durumundan ileri geçmez. Varl›klar, hak kazanmad›klar› olaylara sokulduklar› takdirde, onlardan insanl›k safhas›na lây›k yararlar› sa¤layamazlar. Çünkü bu takdirde, neden ve sonuçlar›n› tayin ve takdir edemeyecekleri bu olaylar›n ortaya ç›k›fllar›nda, k›yas bilgisine girebilmeleri mümkün olmaz; k›yas bilgisi mevcut olmay›nca da, öz bilgiler oluflamaz ve insanl›ktan beklenen tekâmül gerçekleflemez. Ne olursa olsun, neden ve sonuçlar› bilinmeyen olaylar, insanlar için bofl ve gayesiz kal›r. Ancak, hak edilmifl ac› veya tatl› olaylar aras›nda yo¤rularak onlar›n içinden zaferle veya yenilgiyle ç›km›fl olman›n –nedensellik prensibi muvacehesinde geçirilecek, k›yas bilgisi yard›m›yla idrakine var›lm›fl– sonuçlar›d›r ki, tekâmül unsuru olan öz bilgileri meydana getirirler. Demek ki insanlar›n, tekâmül ihtiyaçlar›na ayarlanm›fl olaylar› hak etmifl olmalar› gerekir. Tâ ki onlar bu hak edifllerinin idraki sayesinde, o olaylar›n içinde yo¤rulurken sonuca kendilerini ulaflt›racak olan k›yas bilgilerini bulabilsinler ve bunlar›n muhasebelerini yapmak imkân›na kavuflsunlar. Niçin dayak yedi¤ini bilmeyen bir çocuk, o dayaktan lây›k›yla yararlanamaz. Dayaktan yararlanamay›nca da, durumunun ölçüsünü takdir edip hâl ve tav›rlar›n› düzeltmek cehdini gösteremez. Bu dayaktan yararlanabilmesi için, idrakinin uyand›r›lmas› ve bunun için de, hangi zay›f taraflar›yla daya¤› hak etti¤inin belirtilmesi gerekir. Bu, onun pusuda bekleyen zay›f taraflar›n› harekete geçirip meydana ç›kart184
BEDR‹ RUHSELMAN
makla mümkün olur. Bütün bunlardan baflka, ileride bildirece¤imiz mukadderat plân›n›n tatbikat›nda da, bu cehit ve gayret mekanizmas›n›n rolü vard›r. Bu bilgiler, vazife unsurlar›n›n önüne niçin çetin ve sert birtak›m sonuçlar do¤uracak olan nefsaniyet cüzlerinin dikilmekte oldu¤unu ve vazifeli varl›klar›n bu hâllere niçin sebep olduklar›n› aç›klam›fl olur. fiu hâlde, vazife–nefsaniyet mücadelesi mekanizmas›na gerek vard›r. Ve nefsaniyet, bunun için, inkiflaf yolunda k›ymetli bir unsurdur.
* * * ‹nkiflaf mekanizmas›nda vazife unsurunun karfl›s›na nefsaniyetin dikilmesi, bofl ve gereksiz bir ifl de¤ildir. Nefsaniyet, bütünüyle ve cüzleriyle, cehit ve gayretleri kamç›lamak ve biraz önce söyledi¤imiz gibi, insan› k›yas bilgisine sürüklemek için konulmufl, mükemmel ve esasl› bir vâs›tad›r. Tekâmül mekanizmas›, hayatlar boyunca artan h›z›n›, bu nefsaniyet unsurlar›n›n, görünürde menfî görünen kudretlerinden alacakt›r. K›r›lacak odunun direnci olmazsa, balta kullanmaya gerek kalmaz. Nefsaniyet, bu odunun direnci gibidir. Balta da, nefsaniyeti yenmek için yap›lacak mücadelelere ait cehit ve gayretleri sembolize eder. fiu hâlde, nefsaniyet olmazsa mücadelelere, cehit ve gayretlere gerek kalmaz. Böyle olmay›nca da liyakatsiz, kendi kendine gelecek tekâmüller beklenir ki, biraz önce aç›klad›¤›m›z gibi, böyle bir fley mümkün olmaz. Dolay›s›yla, nefsaniyet olmal› ki, üst unsurlara geçebilmenin cehit ve gayretleri gerçekleflme sahas›n› bulabilsin. Bu cehit ve gayretler, gelecek aflamalar›n bilgilerini ve onlar›n öz varl›¤a mal edilmelerini sa¤layan temelli süreçlerdir.
* * * fiimdi, bu nefsaniyet cüzleri ve vazife haz›rl›¤› mücadelesi içinde ç›rp›nan, çabalayan insan›n, bir birey olarak içinde yaflad›¤› âleme oranla olan durumuna ait bilgileri verece¤iz. ‹nsan; bir ruhun kâinattaki tekâmülünün vâs›tas› ve ifadesi olan varl›¤a tahsis edilmifl madde cüzlerinden oluflan kombine185
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
zonlar bütünüdür. Demek ki beden; bir varl›¤›n dünyadaki hizmetine tahsis edilmifl, kendi inkiflaf zaruretlerine göre kullanabilece¤i maddî bir vâs›tad›r. Varl›k, hâkimiyeti alt›nda ve hizmetinde bulunan bedenin kaba maddî durumundan yararlanarak, onun vâs›tas›yla dünya maddelerine tesir eder. Bu olaylar, bedenin tâbi oldu¤u yüzey zaman› realitesine göre cereyan eder. Buna karfl›l›k, maddelerden gelen tesirler, küresel zaman idrakiyle k›ymetlenerek, varl›¤›n idraki kanal›yla ruha yans›rlar. Böylece ruhun tekâmül ihtiyaçlar› karfl›lanm›fl olur. Varl›¤›n s›navlar›, deneyimleri, gözlemleri, k›sacas› plân›n›n icaplar›ndan olan bütün ihtiyaçlar› için kulland›¤› bedenine, yard›mc› olarak, d›flar›dan ve tabiî ki yine, ancak o varl›k kanal›yla, milyonlarca tesir gelir. Bu tesirler, çok yükseklerden gelebilece¤i gibi, türlü fliddet ve güçlerde sonuçlar do¤urmak üzere, çeflitli tekâmül düzeylerindeki plânlardan ve kademelerden de gelebilir. Varl›¤›n dünyadaki beden hayat›na ait, çizilmifl olan mukadderat plân›n›n icaplar›n› yerine getirmek için bedene inen bütün bu tesirler, üst plânlar›n daima kontrol ve gözetimi alt›ndad›r. Dolay›s›yla, bu tesirlerin en küçü¤ünden en büyü¤üne kadar, hiçbiri bofl, mânâs›z ve gereksiz de¤ildir. Bunlar›n her biri, daha önce söz etti¤imiz vicdan mekanizmas›yla ilgili durumlar gösterir ve organizmada ayarlan›r. Bu ayarlan›fl, varl›¤›n dünya plân›n›n icaplar› ve zaruretleri ahengi içinde vuku bulur.
* * * Beden bir organizmad›r. Dolay›s›yla, onu oluflturan hücreler, organlar, sistemler vard›r. Bütün bu cüzler, birbirine tâbi olarak ve sistemleflerek beden organizmas›n›n bütününü meydana getirirler ki, bunun da organizatörü, o bedene hâkim olan beyindir. Fakat bu beyin de, as›l varl›¤a ba¤l›d›r. Dolay›s›yla, beden organizmas›n› oluflturan daha küçük organizmalar›n da, insan›nkinden çok daha basit olmak üzere, birer varl›klar›, yâni organizatörleri vard›r ki; onlar da, kendi çaplar›nda, nispeten daha basit ruhlar›n tekâmüllerine hizmet ederler. Demek ki insan bedeninin bütün durumlar›ndan, bu bedene hâkim olan varl›k sorumludur. 186
BEDR‹ RUHSELMAN
Varl›klar, bedenleri kullanabildikleri kadar kulland›ktan sonra, yâni onlardan elde edebilecekleri yararlar› elde ettikten sonra, o bedenleri kullanmaktan vazgeçerek, onlar› sevk ve idare eden beyinle olan irtibatlar›n› keserler ki, buna “ölüm” deriz.
* * * Bir varl›k, üst varl›klar›n yard›m›yla bir beden kurar, o bedenden yararland›¤› sürece onu kullan›r; bunun için de, beyin vâs›tas›yla o bedenin bütün cüzlerine hâkim olur ve böylece, maddî ihtiyaçlar›n› o beden kanal›ndan sa¤lar. Bu bak›mdan, henüz bir insan bedenini idare edebilecek durumda bulunan bir varl›¤›n bu bedeni kullanmas› ile meselâ, madde ve varl›k topluluklar›ndan meydana gelmifl büyük bir günefl sistemini idare eden bir varl›¤›n bu sistemi sevk ve idare etmesi aras›nda, esas bak›m›ndan, fark yoktur. Bunlar aras›nda sadece, tekâmül, kapsam geniflli¤i ve karmafl›kl›k farklar› vard›r. Dolay›s›yla, bir insan varl›¤›n›n bir bedene olan tesirleri, hangi mânâlar› tafl›yorsa, vazifeli bir varl›¤›n da bir günefl sistemine olan tesirleri, ayn› mânâlar›, daha kapsaml› ve karmafl›k olarak, tafl›maktad›r.
* * * Bir insan, do¤du¤u zaman, varl›¤›n›n belirli bir inkiflaf düzeyine gelmifl durumu mevcuttur. Onun bu belirli inkiflaf durumuna göre de, dünyada yapmas› gereken belirli iflleri olacakt›r. ‹flte bu ifllerin yap›lmas›, onun o devredeki dünya hayat›na ait vazifesidir. O insan›n dünyada yaflamas›, kendisine sahip olan varl›¤›n dünyaya inmeden önce di¤er vazifelilerle birlikte haz›rlam›fl oldu¤u dünya tatbikat› plân›n› gerçeklefltirmesi içindir. Dolay›s›yla, o varl›k, dünyaya gelmeden önce, yapmas› gereken iflleri tasarlam›fl, göze alm›fl ve onlar› yapaca¤›na söz vermifltir. Mademki o buna söz vermifltir ve dünyaya inifli de bu verdi¤i sözün tatbiki içindir; o hâlde dünyaya indikten sonra, verdi¤i sözü tutmas› ve borcunu ödemesi, yâni tasarlanm›fl plân› tatbik etmesi flart olur. Çünkü vazife plân›n›n onay›yla kararlaflt›r›lm›fl ifllerin yap›lmas›, 187
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
zarurîdir. Böylece, karar verilen ifller, vicdan mekanizmas› dengesinin ahengi içinde tatbik edilir.
* * * Belirli ihtiyaçlarla beden sahibi olmufl bir varl›k, kendi inkiflaf durumuna uygun bir vicdan dengesi düzeyinde dünyada yaflamaya bafllar ve plân›na göre, çeflitli mâflerî durumlarda yer al›r. Bu gelifllerin ve yerleflifllerin hiçbiri keyfî ve rastgele de¤ildir. Bir birey plân›n›n yap›l›fl› da basit bir ifl de¤ildir. Daha önce söyledi¤imiz gibi, onun yaflayaca¤› mâflerî plânlar ile say›s›z iliflkileri vard›r. Bunlar hep hesaba kat›l›r. Meselâ o varl›k, hangi ulustan, hangi dinden, hangi örf ve âdetlere sahip cemaatten, hangi e¤ilimlere, liyakatlere, isteklere, kudretlere sahip, hangi inkiflaf kademelerine ulaflm›fl aileden ve bireylerden gelecekse ve hangi ortak ihtiyaçlara göre onlar ile mâflerî plânlar kuracaksa; bütün bunlar, önceden ve tabiî ki hep vazifeli varl›klar›n yard›mlar›yla ve kendisinin inkiflaf zaruretlerine göre, inceden inceye hesaplanm›fl, tertiplenmifl, birlikte kararlaflt›r›lm›fl ve plânlaflt›r›lm›flt›r. ‹flte dünyada tatbik edilmesi gereken plân, budur. Varl›k, bu plânla ayarlanm›fl olan, dünyadaki çevresine inmeye haz›rlan›r. Bu ayarlanma s›ras›nda, o varl›¤›n anas›, babas› olan bedenlerin varl›klar› ile onlara kararlar› sorulmak üzere görüflmeler yap›l›r, onlar›n da kararlar› al›n›r. Ve e¤er bu kararlara göre, ana, baba olacak bedenlerin de gerek bireysel, gerek sosyal ve hattâ ekonomik durumlar›nda bâz› iyilefltirmeler ve de¤ifliklikler yap›lmas› gerekiyorsa, bu ifller de düzenlenir. Yâni, aralar›na alacaklar› misafirlerine göre, onlar›n durumlar›n› da, vazifeli varl›klar, yoluna koyarlar. K›sacas› her fley ayarlan›r. Bir varl›¤›n dünyaya iniflinde çeflitli vazifeliler çal›fl›r. Dünyada da o varl›kla ilgili bedenler, genellikle otomatik olarak bu haz›rl›klara kat›l›rlar. Ana, baba, akrabalar, ebe, doktor, hastane, bak›mhane, yetimhane, okul, cemiyet, devlet, k›sacas› uzaktan yak›ndan bir sürü beden; dünyaya inecek varl›¤›n yak›n ve uzak hayat› için, bilmeden, çeflitli flekillerde vazifelenirler. Onlar da bu 188
BEDR‹ RUHSELMAN
vazifelerini ço¤u zaman otomatik olarak yaparlar. ‹flte bu otomatik vazifelerin yerine getirilmesi için harcanacak yine otomatik cehit ve gayretledir ki, daha önce söyledi¤imiz kurumlar ve topluluklar içinde, yâni mâflerî bir plân içinde, insanlar, büyük vazife plân›n›n sezgilerini kazanmaya çal›fl›rlar.
* * *
Bu kadar ince hesaplarla haz›rlanm›fl bir plân etraf›nda bir sürü vazifelinin faaliyeti, eme¤i geçerek meydana getirilmifl bir bedenin sahibi olan varl›¤›n, mensup bulundu¤u mâflerî plân›n bireylerine karfl›, elbette, borçlar› olacakt›r. Ve bu borçlar› o, daha dünyaya gelmeden önce yükümlenmifltir. Buna ra¤men bir gün kalkar da, bu haz›rlay›c›lar ve yard›mc›lar önünde vermifl oldu¤u sözü unutur, kararlar›ndan döner, borçlar›n› reddeder, plân›n› tatbik etmekte tembellik gösterir ve hattâ, üstelik intihar da etmeye kalk›fl›rsa, vazife sezgisine ne kadar ayk›r› ve uzak bir harekette bulunmufl olur!.. Vazife sezgisine bu kadar ayk›r› bulunan bir hareket, o hayat›n en alt nefsaniyet düzeyidir ve onun sorumlulu¤u, ne kadar otomatik olursa olsun, a¤›rd›r. Bu a¤›r sorumlulu¤un otomatizmas› da, çok fliddetli ›st›raplar ve azapl› reaksiyonlarla tezahür eder. Böyle bir insan›, ancak, bu a¤›r otomatizman›n zahmetli olan k›yas bilgileri, yar› idrakli durumlarda ileri do¤ru itebilir. Beden, bir varl›¤a hizmet eder ve kaba dünya maddelerinde o varl›¤›n sembolü olur; t›pk›, ruhun sembolü de, daha derin mânâda, varl›k oldu¤u gibi. fiu hâlde, dünyadaki bedenden ruha kadar uzanan bu birbirinden farkl› beden–varl›k–ruh iliflkisi, insanlarda, bedenin içinde ruh varm›fl zehab›n›* uyand›r›r.
* * *
‹nsan olarak dünyaya gelmifl bir varl›¤›n bireysel tekâmülünü izleyebilmek için, ifli çok gerilerden alarak, kâinatta hiçbir tekâmül ve inkiflaf›n mevcut olmad›¤› bir kademeyi kabul edelim! Bu* “Zehap” sözcü¤ü; “san›, zann, sanma, zannetme” anlam›na gelir. 189
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
rada, inkiflaf›n hangi etkenlerle yürüdü¤ünün sezgisini verebilmek için, sembolik bir projektör flemas› kullanaca¤›z. fiunu tekrar etmek isteriz ki, burada kullanaca¤›m›z flema, ancak, bu hakikatler hakk›nda sezgi verebilmek içindir. Daha önce mahiyeti hakk›nda hiçbir fley söyleyemeyece¤imizi bildirmifl oldu¤umuz, hem ruhlara, hem de kâinatlara hâkim yüksek prensipten söz etmifltik. Bu yüksek prensip, bizim bilemeyece¤imiz, sonsuz, bütün mânâ ve mahiyet kavramlar›n›n d›fl›nda kalan bir prensiptir. Bu prensibin sonsuz kâinatlara ve ruhlara yönelik kudretleri aras›nda bizim kâinat›m›za yönelmifl olan›n›n sezgisini, ancak bu projektör sembolüyle verece¤iz. Fakat bu projektör, kâinatlara ve ruhlara hâkim olan Aslî Prensibin kendisi olmayacakt›r. O’nun, ancak kâinat›m›z ile, yâni madde kâinat› ile ruhlar›n iliflkisine ait bir kudretidir. Bu, ancak bu kadarla ifade edilebilir. Dünyam›z›n basit hareketlerini bile aç›klamakta yetersiz kalan “kudret” sözcü¤üyle sembolize etti¤imiz, Aslî Prensibin kâinat›m›za ait durumu veya veçhesi,* elbette böyle bir sözcü¤ün alelâde mânâs›na s›¤maz. Çünkü yaln›z bu sözcük de¤il, bütün kâinat›m›zda bu durumu ifade etmeye yetecek hiçbir hareket, sözcük, mânâ veya imaj yoktur. Ancak, çaresiz kald›¤›m›z için, bilinen mânâlar›ndan soyutlay›p s›rf bir sembol olarak, Aslî Prensibin kâinat›m›za ve orada tatbikatlar›n› görecek ruhlara yönelik cephesini (bu ifadeler dahi as›llar›n› ifade etmekten âciz sembollerdir) “kudret” sözcü¤üyle ifade ediyoruz. fiu hâlde, bu sembolle, yine sembolik olarak bildirece¤imiz ifadeye göre, kudret; Aslî Prensibin –ruhlar›n kâinat›m›za iliflkin tekâmül ihtiyaçlar›na cevap veren bütün madde imkânlar›n›n bu ihtiyaçlar ile uyuflturulmas›na yönelik– icaplar›n›n bütünüdür. Bunu biraz daha aç›klayal›m: Aslî Prensibin bu kudretinde; hem ruhlar›n sonsuz kâinatlara ait ihtiyaçlar›ndan ancak kâinat›m›za iliflkin –tekâmül kavram›yla sembolize etti¤imiz– durumlar›, hem de bu ihtiyaçlara denk gelen, kâinat›m›z›n bütün madde imkânlar› içerilmifl bulunmaktad›r. ‹flte, ruhlar›n ihtiyaçlar›n› ve kâinat maddesinin bütün imkânlar›n› içine alan, Aslî * “Veçhe” sözcü¤ü, “yön, yan, taraf” anlam›na gelir. 190
BEDR‹ RUHSELMAN
Prensibin bu kudretinin, ruhî ihtiyaçlar ile madde imkânlar›n› birlefltirerek bir vahdet hâline getirmek gayesinin gerçekleflmesi; bizim “tekâmül” sözcü¤üyle ifadelendirdi¤imiz mânân›n en son ve yüksek aç›klanmas›n› anlat›r. Bu sezgi, ruhlar›n sonsuz kâinatlardan bir teki olan madde kâinat›m›za ait ihtiyac› hakk›ndad›r. Burada, di¤er kâinatlar hakk›nda söylenmifl bir söz yoktur.
* * * Kâinattaki tekâmülün yürüyüflünü, güçlü bir sembol olarak verdi¤imiz projektör kavram›yla izlemeye bafll›yoruz. Bu projektörün ›fl›klar›, Aslî Prensibin sözünü etti¤imiz kudretini veya icaplar›n› temsil etmektedir. Bu ›fl›¤›n kayna¤›, Aslî Prensibin kendisi de de¤ildir. O’nun ancak kâinata yönelik olan kudretidir. Bu hususta bu kadar sezgiyle yetinmek ve daha ilerisine gitmeye kalk›flmamak gerekir. Aksi hâlde insanlar, içinden ç›kamayacaklar› büyük ve sonuçsuz teflevvüfllere düflmekten baflka bir fley kazanamazlar. ‹flte yukar›da sezgisini verdi¤imiz kaynaktan ç›kan bu ›fl›k, bir koni hâlinde, o ânda ât›l, amorf ve pasif olarak bekleyen kâinat cevherine, aslî maddeye iner. Ifl›¤›n tepesi o kudrette, taban› da aslî maddededir. Unutulmas›n ki, bu ›fl›kta hem ruhlar›n ihtiyaçlar›, hem de bu ihtiyaçlar karfl›s›nda maddede meydana ç›kacak olan imkânlar›n tümü içerilmifl durumdad›r. Ve bu ihtiyaçlar ile imkânlar, ancak bu ›fl›k içinde birleflecek ve tekâmül, gerçekleflecektir. ‹flte ›fl›¤›n bu gerçeklefltirici kudretlerine “icap” diyoruz. Demek ki her kâinata göre ayr› bir cephesi ve durumu bulunan icab›n kâinat›m›za ait olan cephesi; ruhlar›n ihtiyaçlar›n›n madde imkânlar› ile bir k›l›nmas›n› sonuçland›rmaya yönelik, Aslî Prensibe ait kudretin kendisidir. Bu projektör ›fl›¤›n›n kâinat›m›za ilk indi¤i yer, aslî maddenin amorf hâlidir. Bu ifadeleri dünyadaki mekân kavram›na göre düflünmeden sezmeye çal›flmak icap eder. Yoksa, ortada ne bir yer, ne de mesafe yoktur. Bu imajlardan ancak, büyük hakikatin insanlara hitap eden cephesi hakk›nda ve sezgi verebilmek için söz edilmektedir. Ifl›k konisinin amorf maddeye ilk düfltü¤ü saha, derhal ayd›nla191
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
n›r. Ifl›k konisinin aslî maddede bulunan taban›ndaki bu ayd›nl›k, tatbikata bafllayacak ilk ruhlar›n ihtiyaçlar›n›n, o temas sahas›ndaki madde imkânlar› ile karfl›laflm›fl oldu¤unu ifade eder. Burada, taban henüz pek az ayd›nl›k ve tepeden çok uzakta bulunur. ‹flte onun için bu sahaya karanl›k bir safha diyoruz. Bu sahada cereyan eden hâl fludur: Ifl›¤›n madde ile temas eden nihaî k›sm›nda, yâni koninin taban›nda içerilmifl olan, ruhlar›n ihtiyaçlar› karfl›s›nda, ât›l madde harekete geçmifl ve bu hareketle de, ruhlar›n mekanik tekâmül prensibi ifllemeye bafllam›flt›r. Bu hâl gerçeklefltikten sonra, yâni amorf maddede ilk imkânlar tezahür ettikten sonra, projektör ›fl›¤›n›n ayd›nlatt›¤› saha, yâni ›fl›k konisinin taban›, daha çok ayd›nlanmaya bafllar. Ayn› zamanda taban yavafl yavafl tepeye do¤ru yükselir ve koninin tepesi ile taban› aras›ndaki mesafe k›salmaya bafllar. Fakat bu mesafeyi kilometrelerle ölçülecek bir uzunluk mânâs›na almamal›d›r ve bunlar›n birer sembol oldu¤unu unutmamal›d›r. Maddelerin imkân tezahürleri artt›kça, koninin taban› daha çok ayd›nlan›r ve tepeye yaklaflmaya devam eder. Bu flu demektir ki, maddenin imkânlar› gittikçe daha çok tezahür etmekte ve bu tezahüre neden olan ruhlar›n daha genifl çaptaki ihtiyaçlar› karfl›lanmakta, inkiflaflar artmakta ve sahalar ayd›nlanmaktad›r. Böylece, kâinattaki tekâmülün ilk mekanik prensibi, yâni daha önce uzun ve kâranl›k bir saha olarak ifade etti¤imiz hidrojen alt› safhas› tamamlan›r.
* * *
Ifl›k konisinin taban›, hidrojen safhas›n›n bafllang›ç sahas›na kadar yükselir. Buradan itibaren –daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz gibi– ruhlar art›k maddelere ba¤lan›r. Bu safhada monoton, mekanik, fakat geçecek pek uzun zaman içinde, çok yavafl tempoyla karmafl›klaflan maddenin hareketlerine, ruhlar›n pasif ve mekanik olarak ilk intibak tatbikatlar› bafllar. ‹flte bu bak›mdan bu safhaya tekâmülün “pasif intibaklar safhas›” da deriz. Ruhlar, bu safhada, esaret içinde bir pasiflikle sürüklenerek, sadece, maddenin hareketlerine, ebediyet kadar süren bir zaman boyunca, 192
BEDR‹ RUHSELMAN
al›flt›r›lacaklard›r. Ifl›k konisinin taban›, burada biraz daha ayd›nlanm›fl ve zirveye biraz daha yaklaflm›flt›r.
* * * Ifl›k konisinin taban›, ayd›nlanmaya devam ederek hidrojen atomunun varl›k safhas›na kadar yükselir. Buradan itibaren, ruhlar›n ilk basit aktif davran›fllar›yla maddelerdeki inkiflaf prensibi bafllar. Burada, hem ruhlar›n ilkel bir faaliyeti, hem de bu faaliyeti çok s›k› kontrol alt›nda tutan ve destekleyen bir otomatizma prensibi mevcuttur. Bundan sonra yükselmeye devam eden ›fl›k konisi, idrakin ilk p›r›lt›lar› olan sezgilere varl›klar› haz›rlay›c›, bitki bedenlerinin kurulmas› safhas›na yükselir. Bitkilerde ilk, ilkel sezgilere intikal egzersizleri bafllar. Bu safhada özgürlü¤ün s›n›r› –yine pek dar olmakla birlikte– bir miktar daha geniflletilmifl ve sezgi otomatizmas› baflgöstermifltir. Koninin taban› yükseldikçe, bu sezgi otomatizmalar›, kapsam kazanarak, hayvanlardaki sezgilere ink›lâp edecektir. Hayvanlarda inkiflaf, bitkilerdekine nazaran, biraz daha h›zl›d›r. Koninin taban› hayvanl›k safhas›ndan insanl›k safhas›na do¤ru yükseldikçe, hayvanlarda, insanlardaki bâz› idrakî özelliklerin ilk haz›rl›klar› da belirmeye bafllar ve insan melekelerine benzer bâz› durumlar ve hâller görülür.
* * * Ifl›k konisinin taban›, ayd›nlanmas›na devam ederek ve yükselerek idraklerin bafllad›¤›, hidrojenin insanl›k kademesine kadar gelir. Buradan itibaren, vazife plân›na haz›rl›¤›n yar› idrakli, sübjektif bir tekâmül safhas› bafllar ki, buradaki saha oldukça ayd›nlanm›fl durumdad›r. Ifl›k konisinin taban› böylece tepesine do¤ru yaklaflt›kça idrakler ayd›nlan›r, vazife plân›ndan itibaren bafllayacak olan safhaya do¤ru haz›rl›klar ilerler ve nihayet koninin taban›, insanüstü ve hidrojen âlemi ötesi olan vazife plân› safhas›na kadar yükselir. Ifl›k konisinin taban› bu safhaya ulafl›nca, art›k saha iyice ayd›nlanm›fl bulunur. Buradan itibaren, icaplar, aç›k olarak tezahür ederler. Bu durum, idraklerin icaplara h›zla intibaklar›n› sa¤lar. Buradan itibaren, ruhlar›n davran›fllar›
193
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
ile icaplar birleflmeye bafllayacaklard›r. Varl›klar, buraya kadar ›fl›k konisinin taban›n› çeflitli mekanizmalarla, yukar› do¤ru âdeta itilerek ve sürüklenerek izleyebiliyorlard›. Bundan sonra, idraklerin icaplar ile vukua gelecek birleflme liyakatleri sayesinde, varl›klar, ›fl›k konisinin huzmelerine kendi idrakleriyle t›rmanarak, didinerek, faal bir flekilde tepeye do¤ru ç›kmaya bafllarlar. Bu da, idraklerin icaplara intibak etti¤i, yâni onlar ile vahdet hâline girebildi¤i oranda h›zl› olur. Onun için buradaki yürüyüfle tekâmülün “aktif intibaklar safhas›” da deriz. Bu safhada tekâmül, geçmifl safhaya nazaran objektif karakterdedir. Bu kavram›n sezgisi, biraz ileride zaman konusu aç›klan›rken daha iyi al›nm›fl olacakt›r.
* * * Vazife plân›ndan itibaren, ›fl›k konisinin taban›ndan tepesine do¤ru gittikçe artan bir kudret imkân› bollu¤uyla t›rmanmaya bafllayan varl›klar›n, tepeye kadar katedecekleri mesafe, henüz çok uzundur. Çünkü aslî maddeye inen ›fl›k konisinin, ilk safhas›ndaki taban›n›n tepeye olan mesafesine oranla, vazife plân›ndan itibaren olan mesafesi, bir hayli k›salm›fl bulunmakla birlikte, yine, vazife safhas›n›n ilk kademelerinde bulunan taban› ile tepesi aras›nda, ebediyet kadar uzun denecek bir mesafe vard›r. Fakat vazife plân›nda iyice ayd›nlanm›fl olan ›fl›k konisinin taban›, ayd›nl›¤›n› bundan sonra pek büyük bir h›zla artt›racak ve tepeye yükselme h›z›, öncekilerle k›yas edilemeyecek derecede fazlalaflacakt›r. Bu safha, hakikî bir tekâmül safhas›d›r. Dedi¤imiz gibi, ›fl›k konisinin bu safhadan itibaren artan ayd›nl›k sahalar›, tepeye do¤ru yükseldikçe, kâinata ait olan icaplar ile ruhlar›n davran›fllar›n›n ve idraklerinin intibaklar›na h›z verecektir. Ve tepeye yaklaflt›kça vahdet sahas› o oranda geniflleyecektir. Ruhlar›n idrakleri ile icaplar›n birleflme sahalar›, böylece geniflleye geniflleye ilerlerken, ›fl›k konisinin taban› nihayet öyle bir noktaya gelir ki; orada icaplar›n bütünü ile ruhlar›n bu kâinata iliflkin bütün davran›fllar› ve idrakleri tam bir vahdet hâline gelmifl bulunur ve böylece, tepeye gelmifl olan koninin taban›, o tek 194
BEDR‹ RUHSELMAN
nurlu noktada yolculu¤unu tamamlam›fl olur. Bütün davran›fllar›n, idraklerin, imkânlar›n, tesirlerin, k›saca icaplar›n birleflti¤i bu tek nurlu nokta, Ünite dedi¤imiz idrak vahdetidir. Bu, bütün kâinatt›r. Onun bir tek manyetik alan› vard›r ki, bu da kâinat›n tek manyetik alan›d›r. Bu noktada, ayr›l›k gayr›l›k yoktur. Her fley, orada birleflmifltir. Burada, bir tek idrak, bir tek davran›fl, bir tek icap, özetle, bir tek kâinat sözkonusudur. ‹flte bu nokta, kâinatta tekâmülün gerçekleflmesini ifade eder.
* * * Burada, büyük bir yan›lma olas›l›¤›n› önlemek için, flu noktay› belirtmek gerekir: Ifl›k konisinin tepesi, daha önce söyledi¤imiz gibi, Aslî Prensibin kendisi de¤ildir. O’nun bütün kâinatlara de¤il, sadece kâinat›m›za mahsus bir kudretidir. Aynen, ruhlar›n davran›fllar› da ruhlar›n kendileri de¤ildir. Onlar›n, bütün kâinatlarla de¤il, ancak madde kâinat›yla ilgili ihtiyaçlar›n›n ortaya ç›k›fl›d›r. Dolay›s›yla, burada Ünite’yi; Aslî Prensibin, maddenin ve ruhlar›n birleflmifl oldu¤u bir durum olarak düflünmek, hatalar›n en büyü¤ü olur. Bunun da nedenini daha önce aç›klam›flt›k. Buradaki bütün durumlar, ancak madde kâinat› kavram› etraf›nda toplanan ruhî davran›fllar ve icaplarla aç›l›r ve kapan›r. Fakat onlar›n ötesindeki sonsuz olaylar sürüp gider.
* * * Burada, aç›kça anlat›lm›fl oluyor ki, ›fl›k konisi kâinat›n kendisidir. Ve kâinat, ancak bu ›fl›k konisiyle, aslî icaplarla var olmaktad›r. O koninin huzmelerinden yoksun kalan, kâinat›n bir tek noktas›, derhal kararmaya, amorf hâle düflmeye, yâni insanlar›n anlad›¤› mânâda yok olmaya mahkûm bir duruma düfler. ‹flte kâinat›n hiçbir zerresi yoktur ki, Ünite’den süzülerek gelen aslî tesirlerin kapsam ve ihatas› d›fl›nda kals›n. Kâinatta her k›p›rdan›fl, ancak Ünite’nin onay› ve kontrolü alt›nda mümkün olabilir hakikatinin sezgisine, bu bilgileri alanlar, daha kuvvetle sahip olmufl bulunacaklard›r.
195
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
* * * Aslî kudret ›fl›¤› konisine tâbi olarak kâinat›n nas›l inkiflaf etti¤ini genel ve sembolik hatlar› içinde anlatt›ktan sonra, insanl›¤›n bafllang›c›ndan itibaren, bir bireyin tekâmülünü, daha genifl kadrosu içinde aç›klamak gerekmektedir. ‹nsanl›k; geçirilmifl az çok pasif inkiflaf safhalar› ile gelecek aktif ve hakikî tekâmül plânlar› aras›nda, yar› idrakli ve sübjektif haz›rl›klar› sa¤layan, ara bir plând›r. Ve onun, bu haz›rlay›c› durumu bak›m›ndan, önemi çok büyüktür. ‹nsanl›ktan sonra vazife safhas›na geçilecektir. ‹nsanl›kta idrakler henüz vazife bilgisiyle ayd›nlanm›fl bulunmad›¤›ndan, vazife plân›na ait aktif intibaklar, insan hayat›nda bafllamaz. Çünkü insanl›k safhas›nda ruhlar›n hiçbir davran›fl›, henüz hiçbir icap ile tam bir vahdet oluflturabilecek kudrete ermifl de¤ildir. ‹nsanlar, üst plânda oldu¤u gibi ›fl›k konisine kendi kudretleriyle t›rman›p ç›kabilecek duruma, henüz gelmemifllerdir. Bununla birlikte insanl›k, art›k idrakli yükselifllerin bafllad›¤› vazife safhas›n›n efli¤ine ulaflm›fl ve o safhan›n do¤rudan do¤ruya haz›rl›klar›na bafllam›flt›r. Dolay›s›yla, insanl›¤›n inkiflaf›na ait gerekli meseleler üzerinde durman›n, burada, s›ras› gelmifltir.
* * * ‹leride zaman ve mekân konusu üzerinde dururken aç›klayaca¤›m›z gibi, insanl›k hayat› say›s›z bedenlenmeleri içermesine ra¤men, bafl›ndan sonuna kadar bir tek hayat gibi ele al›nmal›d›r. Bu süre boyunca insan›n bir sürü bireysel inkiflaf kademesi olacakt›r. Her kademenin s›n›rlar›, belirli realitelerle çizilmifltir. Demek ki her insan›n hayat›nda kendisine, kendi kademelerine özgü ayr› realiteleri mevcuttur. Çeflitli realite kademelerinde bulunan insanlar›n realite farklar›, inkiflaf kademeleri birbirine yak›n insanlarda küçüktür. Kademeler aras›ndaki mesafe uzad›kça bu farklar da o oranda büyür.
* * * 196
BEDR‹ RUHSELMAN
‹lk insan ele al›n›nca: Onda di¤er tekâmül kademelerine nazaran belirgin olan fley; idrak eksikli¤inden do¤an bir otomatizman›n hâkim durumda görünmesidir. O, ço¤u zaman, yapt›¤› iflin ancak yar› idrakine varm›fl ya da hiç idrakine varamam›fl durumdan daha ileri kudret gösteremez. Bu hâl, insanl›¤›n oldukça ileri kademelerine kadar, birçok durumda böyle devam edebilir. Ve bütün insanl›k boyunca da yine, tam idrake var›lmas› mümkün olmaz. Zaten bütün bu otomatizmalar›n gayesinin de, insanlar› vazife bilgisine ve idrakine haz›rlamak oldu¤unu söylemifltik.
* * * ‹nsan bedenini kullanan varl›klar, dünyada, bedenlerini kulland›klar› çevrelerin imkân ve flartlar›ndan yararlanarak, o flartlara tâbi say›s›z olay içinde yaflarlar. Çünkü insanlar› vazife sezgisine bu olaylar haz›rlayacakt›r. Vazife plân›n›n do¤al ve ola¤an olan disiplini, bu olaylar›n sert ve haflin çehreleri karfl›s›nda yap›lacak say›s›z tatbikatla ö¤renilecektir. Demek ki, yararl› olaylar›n meydana gelmesi için, insanlar›n di¤er varl›klara, yâni mâflerî durumlara ihtiyac› vard›r. Fakat bu mâflerî durumlar, yaln›z insanlar› kapsamaz; bunlar›n içine hayvanlar, hattâ bitkiler de dahildir. Ve bu hâl, bir zarurettir; di¤er deyiflle, dünyada büyük bir varl›k kadrosu içinde birbirini yetifltirmek suretiyle, derece derece haz›rlanmak zaruretinin bir icab›d›r. Bunun en objektif örne¤i, beden hücreleridir. ‹nsanlar, bu ilkel varl›klar ile mukadderleri ba¤l› olarak, genifl bir mâflerî plân içinde, kucak kuca¤a yaflamaktad›rlar. Meselâ bir insan›n kalbini oluflturan hücreler, inkiflaflar›n› sa¤lamak için nas›l o insan bedenine muhtaç iseler, o insan›n bedeni de yaflayabilmek için bu hücrelere o kadar muhtaçt›r. Birisinin hastal›¤› di¤erini etkileyece¤i gibi, her ikisinin sa¤l›¤› da, ortak esenli¤i sa¤lar. Demek ki bütün bu varl›klar aras›nda mevcut olan mâflerî hayatlar, bofl ve mânâs›z fleyler de¤ildir.
* * *
197
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Mâflerî plân; kendi imkânlar› içindeki inkiflaf icaplar›n› yerine getirmek için birbirine dayanarak ve birbirinden habersizce güçler alarak yan yana yürüyen bireysel plânlar›n bir sentezidir ki, bu da, insanl›k hayat›ndaki inkiflaf otomatizmas›n›n bir zaruretidir. ‹nsanlar›n, kendilerinden daha küçük varl›klar ile olan mâflerî plânlar›n›n yan›nda, onlardan daha önemli ve idrakli olarak hemcinsleri ile ve hattâ bâz› bedensiz varl›klar ile kurduklar› plânlar da vard›r. Bütün bu mâflerî plânlar, inkiflaf›n zaruretidir. Çünkü söyledi¤imiz gibi, insan›n inkiflaf›, vazife plân›na ait vazife sezgisi haz›rl›¤› tatbikatlar›na giriflmesiyle mümkün olur. Hâlbuki büyük vazife plân›nda, her fleyden önce, tam mânâs›yla bir koordinasyon ve iflbirli¤i vard›r. Yâni, orada, o plândaki organizasyonlar›n, gruplar›na göre, aralar›nda tam bir vahdet, bütün faaliyetlerinde birbirinden ayr›lmaz bir iflbirli¤i mevcuttur. Bu durum, o plân›n flaflmayan bir esas›d›r. Hâlbuki tek bafl›na hâllerde çal›flmakla, bu kadar s›k› bir koordinasyon ve iflbirli¤i haz›rl›¤› tatbikat›n› yapabilmek sözkonusu olamaz. Böyle olunca da, kolektif bir faaliyet içinde yürüyen vazife plân›na herhangi bir haz›rl›k yap›lamaz.
* * *
Daha önce, ulus, aile ve mâflerî plân konular›n› ifllerken söyledi¤imiz gibi, dünyadaki büyük küçük, bütün topluluklar, ortak gayeler etraf›nda birleflmifl insanlardan oluflur. Vazife plân›nda do¤al olan –ve dünya için, ideal olarak kabul edilen, hattâ mânâs› meçhul kalan– tam bir iflbirli¤i, yâni belirli noktalarda meydana gelmifl idrakli bir vahdet, dünya topluluklar›nda mevcut olmamakla birlikte, o ideale do¤ru bilmeden bir haz›rlan›fl ve sürüklenifl cehdi insanlarda vard›r ki; bu da, tekâmül denilen ihtiyac›n bu safhadaki zorunlulu¤udur. Bu hâl, otomatik olarak ak›p gider. Esasen dünyada hemen hemen hiçbir topluluk yoktur ki, hakikî bir vazife idrakiyle kurulmufl ve herhangi bir hedef u¤runda tek bir birey hâlinde yürümek kudretini gösterebilmifl bireylerden oluflmufl olsun. Bununla birlikte, bütün bu topluluklar, bambaflka ve genellikle çeflitli nefsaniyetleri tahrik edici mahiyetteki otoma198
BEDR‹ RUHSELMAN
tizmalar›yla, insanlar›n canla baflla bir iflbirli¤i yapmak ifltah, arzu ve cehitlerini sa¤larlar ki; burada as›l gizlenmifl olan hedef, insanlar›n hakikî vazife idraki ve bilgisiyle, tam bir vahdet içinde iflbirli¤i yükümlülü¤ünün mânâs›n› sezmeye haz›rlanmalar› ve bunun egzersizlerini bu otomatizmalar yard›m›yla yapm›fl olmalar›d›r. Bir ailedeki bireylerin, bir okulda okuyan çocuklar›n, bir fabrikada çal›flan iflçilerin, bir k›fllada yetifltirilen askerlerin, bir dairede çal›flan memurlar›n, bir toplant›da kararlar alan diplomatlar›n, bir hastanede tedavi gören hastalar›n ve tedavi eden doktorlar›n, bir ulusu oluflturan vatandafllar›n, k›sacas› insanlar içindeki say›s›z topluluklar›n hepsi; otomatik nitelikleriyle, büyük vazife plân›n›n yüksek sezgilerini haz›rlay›c› tatbikatlar› sa¤layan güçlü ve sürükleyici vâs›talard›r.
* * * Her insan, mâflerî plânlardan bir veya birkaç›na mensup olmufltur. Bu mensup olufllar, bazen kendi iste¤iyle olursa da, ço¤u kez zoraki olur. Bu zoraki itilifller de, yine, yüksek gayelere yöneliktir. Esasen, insanlar, hayatlar›n› kurtarmak kayg›s›yla bu sürüklenifllere gönüllüdürler. Kimisi nefsaniyet düflkünlü¤ünün sonucu olarak bir ak›l hastanesinde ömrünü geçirir, kimisi bir hapishaneye kapat›l›r, kimisi bir lokma günlük ekme¤ini kazanmak için, meselâ maden ocaklar›n›n en a¤›r hayat flartlar› içinde bütün ömrü boyunca gömülü kal›r... Bunlar hep, vazife bilgisi sezgisine ulaflmak, yâni ilâhî icaba idrakini intibak ettirebilecek, âhenge girebilecek durumlara gelebilmek içindir. ‹nsan, bunu yapmada ne kadar cehit ve gayret gösterir ve ne kadar baflar›l› olursa, vazife plân›na o oranda h›zl› ve emin olarak yaklaflm›fl bulunur ve dünya hayat›n›n ›st›rapl›, a¤›r kademelerini de o kadar çabuk atlatm›fl olur. E¤er bunu yapmaz da, sürekli olarak nefsaniyetine yenilir, ondan kurtulmak cehdini göstermez, geri hislerle, basit düflüncelerle ba¤dafl›p kal›rsa ve dünyay› plân›n›n tatbikat›na bir vâs›ta de¤il de, nefsaniyetlerinin tatmin edilmesine bir vâs›ta sayar ve ona göre hareket ederek plân›n›n icaplar›n› çi¤ner geçerse, 199
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
ifller de¤iflir. O zaman, onun esasen otomatik yürüyen mâflerî plânlar›, haz›rl›klar› ve hayat flartlar›, bu hareketlerinin düzeltilmesi yoluna yöneltilir. Bunu vazifeli yard›mc›lar yaparlar. O insan, hayat flartlar›n›n birdenbire çat›lan kafllar›, ekfliyen yüzleri karfl›s›nda, nedenini idrak etmeden, çok güç durumlara düflmeye bafllad›¤›n› görür, iflleri tersine yürümeye bafllar, maddî, manevî üzüntüler, ac›lar birbirini izler. O, hâlâ iflin nerelerden geldi¤inin fark›nda olmaz ve b›kk›nl›k getirir. Kabahati durmadan kadere, talihe, topluma, insanl›¤a... fluna buna yüklemeye kalk›fl›r. Fakat durum ve hareketlerine göre ayarlanm›fl olan plân› gere¤ince flaflmayan inkiflaf mekanizmas›, onun bu telâfl›na zerre kadar ald›r›fl etmeden, kendi yolunda iflleyip gider. O, e¤er hâlâ uslanmaz ve idrakini zorlamak istemezse, ortal›k kararmaya devam eder, tats›zl›klar gittikçe artar ve nihayet onu isyana sürükleyinceye kadar u¤rafl›r. Fakat bu isyan, ifli büsbütün ç›kmaza sokar ve nihayet bir hapishaneye, bir hastaneye, bir ak›l hastanesine, bir mezara veya buna benzer en a¤›r, zorlay›c› hayat flartlar›ndan birine, onu sürükler. Bütün bunlar, o insan›n kendi idrakiyle baflaramad›¤›, o âna özgü tekâmülü için elzem ifllerin, vazifeli varl›klar taraf›ndan kendisine yapt›rt›lmas› için, vazife plân›n›n alm›fl oldu¤u kararlar›n tatbikat›ndan ibaret olaylard›r.
* * * O hâlde insanlar›n ›st›rapl› ve çetin olan dünyadan, bu ara ortamdan bir ân önce baflar›yla ayr›labilmeleri için yapacaklar› fley; vicdan mekanizmalar›n›n di¤erkâml›¤a, vazife sevgisine ba¤l› olan realitelerini hazmetmeye ve nefsaniyetleri zoruyla b›rakmak istemedikleri bencillik arzu ve ifltahlar›n›n güçlü ba¤lar›ndan kendilerini, idrakleriyle kurtarmaya çal›flmalar›d›r. Bunun da baflar›s›, ancak, feragat, fedakârl›k ve vazife sevgisiyle gösterilecek cehit ve gayretlere ba¤l›d›r. Bu mücadelede gösterilmesi gereken cehitlerin yönünün güvenlik ve baflar›s›n› sa¤layan âlemflümul bir k›stas veriyoruz. Bu bilgi, iyilik ile kötülük kavramlar›n›n ay›rt edilebilmesini kolaylaflt›racakt›r. ‹yilik vicdan›n üst realitelerini, kötülük ise alt realitelerini 200
BEDR‹ RUHSELMAN
ilgilendiren kavramd›r. Bu kavramlar birbirinden iyi ay›rt edilebilirlerse, idrakler için vicdan yürüyüflünü düzenlemek kolay olur. Yap›lan her iflin, ayn› ânda, hem afla¤›ya, hem yukar›ya zarar vermemesi gerekir. ‹flte k›stas, budur. Meselâ alt tarafa iyilik yapay›m derken, üst tarafa zarar vermek kötülüktür. Aynen, üst tarafa iyilik yaparken alt taraf› zarara sokmak, yine kötülüktür ve bu durumlar›n ikisi de, vicdan terazisinde sorumlu say›lmay› gerektirir. Esasen, idrakleri az çok ilerlemifl olanlar, yapacaklar› iflleri bu kapsam içinde göz önüne al›rlarsa görürler ki; alt veya üstten birisine yap›lan iyilik, e¤er hakikî iyilik ise, di¤er taraf› da yararland›rm›fl olur, zarara sokmaz. Fakat e¤er bir tarafa yap›lan ifl di¤er tarafa zarar veriyorsa, o ifl, iki taraf için de hakikî bir iyilik olmaz. Meselâ, e¤itimiyle yükümlü bulundu¤u çocu¤unu h›rs›zl›k huyundan vazgeçirmek için döven bir baban›n elinden –s›rf çocu¤a iyilik yapaca¤›m diye– çocu¤u kurtaran ve böylece onu kötü kaprislerinde cesaretlendiren bir insan, belki, yüzeysel bir görüflle, çocu¤a, yâni afla¤›ya iyilik yapm›fl gibi olur ama, baban›n, yâni üst taraf›n vazifesini bozmak suretiyle, ona zarar vermifl olur. Dolay›s›yla, asl›nda bu hareket, baba için oldu¤u kadar, çocuk için de kötülüktür. E¤er insan böyle dikkatli hareket edip kötülüklerden kaçmada baflar›l› olursa ne alâ!.. H›zl› bir yoldan yükselir. Baflar›l› olamazsa, bu baflar›y› otomatik yollardan, onu zorlayarak sa¤layacak imkânlar ve tertipler, vazifelilerin yard›m›yla, örneklerini biraz önce verdi¤imiz flekillerde, önüne ç›kart›l›r.
* * * Böylece, düfle kalka bir hayat içinde, beden imkânlar›, çeflitli yollarda kullan›larak tüketilir. Nihayet beden hastalan›r, ihtiyarlar, ifle yaramaz hâle gelir. Varl›k, inkiflaf›na, o bedenin yeterlik s›n›r›n›n üstündeki imkânlara sahip ortamlarda devam etmek zorunda kal›r. Bu takdirde yine vazifelilerin yard›mlar›yla eski beden terk edilir. Varl›k, bir üst kademenin flartlar›na ç›kar›l›r. Bunun için varl›k, ölüm olay›yla dünyadan ayr›l›r. O ândan itibaren, 201
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
yâni spatyuma geçiflinin ilk ânlar›nda ona kendi ruhundan gelen tesirler hariç, etraf›ndan gelen bütün tâli tesirler kesilir. O varl›k, yaln›z kendi varl›¤› içinde, yal›t›lm›fl hâlde, yapayaln›z b›rak›l›r. Bu hâl, bir insan›n bir odada kapat›l›p onun bütün duyu organlar› ortadan kald›r›ld›ktan sonra, her fleye karfl›, hattâ kendi bedenine karfl› dahi duygusuz olarak, orada terk edilmesine yak›n bir duruma benzer. Yak›n diyoruz; çünkü spatyum hayat› bundan çok daha derin ve içsel bir yaln›zl›¤› ifade eder. fiu hâlde, spatyum hayat›, varl›klar için bir mekân de¤ildir. Onlar›n mekân›, o ânda, yaln›z kendi varl›klar›d›r. Dolay›s›yla, varl›¤›n oraya ilk intikalinde ne dünya ile, ne dünya üstü ile, ne etraf›ndaki, kendisi gibi di¤er varl›klar ile irtibata geçmesi, konuflmas›, görüflmesi mümkün olmaz. Çevresi ile olan bütün iliflkileri kesilmifltir. Bunun, hem o varl›¤›n a¤›r bir egoizma içinde bulunmas›ndan do¤an do¤al nedenleri, hem de biraz afla¤›da söyleyece¤imiz di¤er, zorunluluklar› vard›r. Bu hâl, spatyumda gerekli olan bir süre kadar devam ettikten sonra, etraftan gelmeye bafllayan tesirlerle ortadan kald›r›l›r ve varl›k, bu tesirler sayesinde uyanan idrakiyle, etraf›n› ve kimli¤ini, ihtiyaçlar›n› tan›maya bafllar.
* * * Ölümün ard›ndan, varl›k, tabiî ki serbestleflir ama, vazife plân›na bütün haz›rl›k tatbikat›n› dünyada henüz tamamlayamam›fl ise, insanl›k safhas›n› bitirmifl say›lmaz. Dolay›s›yla, her ne kadar bedenden ayr›lm›fl ise de, o varl›k, yine bir insan mertebesinde bulunmaktad›r. Çünkü ne olursa olsun, yar›m kalm›fl iflini bitirmek üzere, o tekrar dünyaya dönmek zorunlulu¤undad›r. Ve oradaki haz›rl›k tatbikatlar›n› tamamlay›ncaya kadar, meskeni, dünya olacakt›r; mâflerî plânda insanl›k!.. ‹flte oraya intikal eden, daha do¤rusu ölünce bütün tesirlerden yal›t›lan insan varl›¤›, spatyumda bir süre geçirmek zorunda kal›r. Bunun da önemli bir nedeni vard›r: Bir varl›k, dünya hayat›na ait plân›n›n tatbikat›n› yapt›ktan sonra, o tatbikat s›ras›nda kazanm›fl oldu¤u fleylerin muhasebesini yapmak, onlar› tümüyle kendisine sindirmek ve mal etmek ihtiyac›ndad›r. Bunun için de bir süre inzi202
BEDR‹ RUHSELMAN
vaya çekilmesi, kendi öz bilgilerine dönmesi, yâni son dünya hayat›nda elde etti¤i bilgiler ile eski bilgilerini karfl›laflt›rarak onlar›n muhasebesini yapmas› gerekir. Daha önce söylemifltik ki, insanlar dünyada kazand›klar›n› uykular› esnas›nda fluurd›fllar›na atarak orada biriktirmektedirler. ‹flte, ölümün ard›ndan varl›¤›n, etraftan irtibatlar›n› keserek tam bir yal›t›lma hâline girifli, bu bilgileri rahatça hazmedebilmesi için gerekli ifllemleri yapmas›na, imkân verir. fiu hâlde, spatyum hayat›, varl›k için derin ve esasl› bir murakabe ve muhasebe ân›d›r. Ve bütün bir dünya devresi boyunca devam eden insan hayat›n›n aralar›na “ölüm” denilen fas›lalar›n sokuflturulmas›n›n bir nedeni de, bu imkân› sa¤lamak içindir. Burada k›yas bilgilerinin en mükemmel tatbikat› yap›l›r. Çünkü varl›k bu s›rada çevreden gelen realitelerle rahats›z edilmez ve serbestçe çal›flan vicdan mekanizmas›, birikmifl olan bütün bilgilerin ac› veya tatl› k›yaslar›n› yapmak ve onlar›n sonuçlar›n› öz varl›¤a mal etmek f›rsat ve imkânlar›n› bulur. ‹flte bu iflleme yard›m etmek için, ölümü izleyen ânlarda, d›flar›dan gelen tesirlerin hepsi kesilir. ‹drakini meflgul edebilecek ve d›flar› çekecek hiçbir tesir ona gönderilmez. Vazifeliler buna mâni olurlar. Bununla birlikte o yine, vazife plân›n›n tam bir kontrolü alt›nda bulunmaktad›r. E¤er afla¤›dan kendisine bâz› tesirlerin gelmesi onun muhasebesi ve murakabesi için gerekli görülürse, ancak vazifelilerin izni ve kontrolü alt›nda, bu, yap›labilir. Yâni, meselâ ölen “X.” dünyada kalan dostu “A.” ile istedi¤i zaman temasa geçemez. “X.”in o s›radaki murakabe ve muhasebesine ait faaliyetlerle ilgili olan çok ince hesaplara göre, bu ifle izin ya verilir, ya verilmez. ‹zin verilmeyince de, insanlar ile temasa geçebilmesini hiçbir güç sa¤layamaz. Spatyuma geçmifl bir varl›k, ilk zamanlarda di¤er, kendisi gibi varl›klar ile de irtibata geçemez. Yukar›daki kay›tlarla, bu da izne ba¤l›d›r. Çünkü orada, keyfî hiçbir fley yoktur. Her fley, vazife plân›n›n hesapl› kitapl› kontrolü alt›nda cereyan eder. Hayatta iken nas›l en ince ihtiyaç ve zaruretler hesap ediliyorsa, ölüm ötesinde de, lüzumlu ifllerin icaplar› öylece yerine getirilir. 203
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Spatyuma geçen varl›k, dünyadan ve etraftan tesirler almay›nca, zorunlu olarak, kendisinde mevcut olan imajlar›n izlenimleriyle bafl bafla b›rak›lm›fl olur ve onlar›n içinde yaflamaya bafllar. Bu hâl, çok derin ve güçlü bir rüya gibidir. Fakat bu yaflay›fl, zevk için de¤il, ›st›rap çekmek için de de¤ildir. Bu s›rada zevkler ve ›st›raplar mevcut olsa bile, as›l gaye, dünyada elde edilmifl olan kazançlar›n –k›yas bilgileriyle– varl›¤a mal edilmesidir. ‹flte orada inkiflaf mekanizmas›n›n, vazife plân›n›n kontrolü alt›nda tam bir serbestlikle iflleyifli, varl›¤›, ço¤u zaman ›st›rapl› olan k›yas bilgileriyle, zorla sentez ve analizlere sürükler. Bu s›rada k›yas›n etkilerini hafifletici çevre tesirleri mevcut olmad›¤›ndan, k›yastan do¤an ac› duygular, dünyadakinden binlerce defa artm›fl olarak varl›¤a azap verirler. Ve bilgiler de, ancak bu derece fliddetli bir hesaplaflmadan sonra hazmedilip öz bilgi hâline geçebilirler. Böylece bütün sonuçlar al›n›r. Bu hesaplaflma s›ras›nda, varl›k için çok flafl›rt›c› durumlar ortaya ç›kabilece¤inden, bu hâle “varl›¤›n teflevvüfl hâli” deriz. Bu murakabe ve muhasebe, dedi¤imiz gibi, her zaman ve hattâ ço¤u zaman, rahat ve sakin olarak geçmez: Özellikle ilk intikal devrelerinde, genellikle huzursuzluk, fliddetli ›st›rap, azap ve a¤›r teflevvüfl hâlleri eflli¤inde olur. Muhasebe ve murakabenin zaruret ve icaplar›na göre, az çok rahat haller de görülebilir. Bazen cehennem azab› yaflatacak derecede gürültülü de olur.
* * * Böylece spatyumda bir sürü teflevvüfl geçirip kazançlar›n›n muhasebesini yapt›ktan ve bilgilerini sindirdikten sonra, varl›¤a yukar›dan tekrar, yard›mc› tesirler gelmeye bafllar. Etraftan da tesirler al›r. Bütün bunlar sayesinde teflevvüflten kurtulur, kendisini ve etraf›n› tan›r ve genifllemifl olan idrakiyle, gelece¤i düflünmeye bafllar. Kazanç ve kay›plar›n›n derecesini takdir eder, eksiklerini tamamlamak için tekrar dünyaya dönmek ihtiyac›n› duymaya bafllar. E¤er onun bu ihtiyac› yerine getirilmek icap ediyorsa, bunu takdir eden vazifeliler, yükseklerden gelen direktiflerle ona derhal yard›m etmeye haz›rlan›rlar. Ve dünyada kendisine en ge204
BEDR‹ RUHSELMAN
rekli ve yararl› olacak bireysel ve mâflerî plân›n›n, varl›k ile birlikte düzenlenmesine ve tertip edilmesine koyulurlar. O, bu plâna istekle ba¤l›d›r. Çünkü selâmetinin ancak bu plân›n tatbikat›yla sa¤lanabilece¤ini takdir etmifl bulunmaktad›r. Dolay›s›yla, bu plâna dünyada sâd›k kalaca¤›na söz verir ve bu sözle, daha önce aç›klad›¤›m›z flekilde, dünyada bedenlenir. Bedenlenince tekrar yüzeysel zaman hâkimiyeti alt›na girece¤inden, kendisindeki, küresel zaman idrakine ait zenginlikler silinir. Ve hepsi fluuralt›na at›l›r. Yüzeysel zamana tâbi olan idrak, yeni flartlar içinde dünyada yaflamaya bafllar. ‹flte, dünyada plân›n› tatbik ederken, spatyumdan kalan izlenimleriyle birlikte vazifelilerin yard›mlar› destek olacak ve bu plân›n tatbikat›nda rehberlik yapacakt›r. Böylece hayatlar birbirini izleyerek, insan›n her geliflinde öz bilgilerinin ve idrakinin artmas›yla, vicdan mekanizmas›ndaki realitelerin üst taraflara kayma imkân ve zorunluluklar› artar. Vicdan dengeleri art›k üst kademelerde kurulmaya bafllayaca¤›ndan, ölümden sonra spatyumdaki muhasebelerin de ac› taraflar›, yavafl yavafl, kalmaz. Burada bir kural vard›r: ‹drakler ne kadar genifllemiflse spatyumdaki yal›t›lma hâli süresi o kadar k›salm›fl olur. Çünkü orada yap›lmas› icap eden muhasebe iflleri o kadar h›zla tamamlan›r.
* * * Dünyada yaflayan bir insan, her fleyden önce, vazifesinin ne oldu¤unu, neye haz›rland›¤›n›, nereden gelip nereye gitti¤ini ve özellikle, biraz önce tarif etti¤imiz mânâdaki iyilik–kötülük kavram›na göre nas›l hareket edilmesi gerekti¤ini bilmelidir. Ve zaten bunlar› bilmedikçe, daha yukar›lara, vazife plân›na ç›kmaya ne gerek kal›r, ne de imkân. Çünkü bu durumda kald›kça vazife plân›nda yapabilece¤i ifl yoktur. Bunun için, üst plân icaplar›na haz›rlanmas› ve bedenlenme zincirinin çeflitli halkalar› içinde birçok defa dünyaya gelip gitmesi gerekir. En basit iflleri yaparken bile idraki ancak otomatik yollarda çal›flan bir insan›n, 50–60 y›ll›k bir dünya bedenlenmesi sonunda derhal, âlemflümul olaylar›n ve madde kombinezonlar›n›n nedensellik prensibi ve yüksek 205
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
icaplar muvacehesindeki iliflkilerini kavrayacak kudrete erifliverece¤ini ve muazzam âlemlerin büyük ifllerini bütün sorumluluklar›n›n idrakinde olarak sevk ve idare etmek için gerekli idrak kapsam›na varabilece¤ini kabul etmek, mümkün de¤ildir. En çal›flkan bir insan›n idrakinin bile, bütün bir hayat boyunca ne kadar a¤›r bir kar›nca aya¤›yla inkiflaf etti¤ini gördükten sonra, böyle âlemflümul bir idrake eriflmenin birkaç dünya hayat›nda mümkün oluverece¤ini düflünmek hatad›r. fiu hâlde, tam bir vazife bilgisi liyakatine eriflmesi; varl›¤›n ancak, dünyada on binlerce y›l insan bedeni içinde geçen hayat zinciri halkalar›n› tamamlamas›ndan sonra mümkün olabilir.
* * * Bu bilgilerden sonra kolayca anlafl›l›r ki, dünyadaki insanlar için herhangi bir vazife yükümlülü¤ü sözkonusu olamaz. Çünkü dünyadaki yüzeysel zaman idrakine ba¤l› realitelerle, kâinat›n de¤iflmez hakikatlere dayanan nizam› yürütülemez. ‹nsanlar›n, böyle büyük ifllere kar›flmak mazhariyetine kavuflabilmeleri için, yukar›larda aç›klad›¤›m›z haz›rl›k kademelerinden geçmesi gerekir ki; burada da onlara yard›mc› olan en mükemmel mekanizma, vicdan mekanizmas›d›r. Vicdan mekanizmas›n›n üst taraflara do¤ru kaymas› demek; onun denge düzeylerinin, gittikçe, bu büyük yükümlülükleri yerine getirebilmek için gerekli nitelikleri kazanmaya yaklaflm›fl kademelerde kurulmas› demektir. Yâni, z›tlar aras›ndaki dengelerin, gittikçe vazife plân›na yak›n realiteler sahas›nda kurulmas› ve böylece, birbirine z›t olan unsurlar›n da vazife icaplar›na yak›n malzemelerden oluflmufl bulunmas› demektir. Dolay›s›yla, buradaki z›tl›k –afla¤› kademelerde oldu¤u gibi– aralar›nda çetin uçurumlar bulunan çekiflmeler fleklinde de¤il, birbirini destekleyen ve mutabakat› hedef tutan, ahenkli bir yürüyüfl hâlinde görünür. Zaten insanl›k devresinin bitirilmesinin bir mânâs› da, vicdan düalitesi unsurlar› aras›ndaki z›tl›¤›n ortadan kalkm›fl olmas› demektir. Meselâ afla¤›larda, babas›n› öldüren bir insan› affetmek veya öldürmek duygular› aras›nda z›tlaflan vicdan meka206
BEDR‹ RUHSELMAN
nizmas›, yukar›larda, ayn› kâtilin, bu kötü hareketiyle zaten duyaca¤› azaplar›n› elinden geldi¤i kadar hafifletebilmenin flu veya bu yolunu veya tarz›n› tercih etmek fleklinde bir düalite gösterir ki; bu da, insan için yorucu bir z›tl›k olmaktan ziyade, vazife bilgisine daha idrakli bir haz›rlan›fl›n az çok tatl› bir faaliyeti olur.
* * * Vazife plân›na haz›rlan›fl›n bu ilk vicdanî ak›fllar›n› din ve ahlâk kurumlar› aç›klam›fl ve onlar› birtak›m mazbut yapt›r›mlara ba¤lam›flt›r. Vicdan›n bu ilk ak›fllar›, bu kurumlar taraf›ndan erdemler ve rezillikler düalitesi içinde ele al›nm›fl ve bu yapt›r›mlar, vicdan›n üst z›dd›n› oluflturan erdemlere insanl›¤› otomatik olarak yöneltmifltir. ‹yi olanlara vadedilen cennet, kötü olanlara mahsus cehennem sembolleri, bu otomatizman›n en güçlü ve isabetli birer yapt›r›m› olmufltur. Cennet ve cehennem sembollerinin isabetli oldu¤unu söyledik. Hakikaten, vicdan›n, denge düzeyinin kuruldu¤u, bencillik dedi¤imiz rezilliklere ait, alt kademelerindeki bütün yürüyüfller, belki cehennem kavram›yla dahi ifadesi güç olan her çeflit azab› ve ›st›rab› beraberinde tafl›r. Buna karfl›l›k, vicdan düalitesinin yukar›larda kurulmufl denge düzeyleri, feragatin, fedakârl›¤›n, sevginin ve özellikle vazife sevgisinin, cennet sembolüyle ifade edilmeye çal›fl›lm›fl bahtiyarl›k ve mutluluk duygular›n› içerir.
* * * Vicdan›n üst kademelerine feragat ve fedakârl›k efllik eder. Dolay›s›yla, oralara alt kademelerin ihtiraslar›yla geçilemez. Üst kademeler, bu tür bencilliklerle zerre kadar ilifli¤i bulunmayan, vazife bilgisine en yak›n basamaklard›r. Böylece, afla¤› kademelerde ifl karfl›l›¤› olarak beklenen ücret kavram›, yukar›larda yerini, vazife sevgisine dayanan, karfl›l›k beklemeyen gönüllülük realitesine terk etmifltir. Hattâ alt kademelerde h›rsla peflinden koflulan kiflisel ç›karlar, üst kademelerdekiler için birer ›st›rap kayna¤› bile olabilirler. Böylece, maddî ç›karlar›n› sa¤lamak ve hattâ bunu kendisine gaye edinmek durumundan uzaklafl›p, iflini gü207
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
cünü, canla baflla ve etraf›ndakilere hizmet kast›yla yapabilmek kudretine eriflmifl bir varl›k, art›k dünya s›n›rlar›n›n üst kademelerinden vazife sahalar›na atlayabilecek olgunlu¤a gelmifltir. Ve bu dereceye gelince, vazife plân› taraf›ndan kendisine verilecek uygun bir vazifeyi de bitirdikten sonra, do¤rudan do¤ruya vazife plân›na geçer. Ancak, dünya okulunu bitirip de henüz vazife almam›fl insanlar›n geçirecekleri arasat* plân› vard›r ki, buna “yar› süptil âlem” diyoruz. ‹flte bu arasat› aflt›ktan sonra varl›klar, büyük vazife plân›n›n ilk kademelerine ulaflacaklar ve as›l tekâmüllerine bafllayacaklard›r.
* * *
Bir insan idrakinin, insanl›¤a ait üst s›n›r çizgisine varabilmesi için geçirmesi gereken hayatlar›n miktar›, bir sürü özgürlük ve s›nav yüzünden her ne kadar kesin olarak söylenemezse de, bunun ortalama 500–700 bedenlenmeyle s›n›rl› oldu¤u bir olgudur. Bu say›n›n kesin olarak söylenememesi de gayet do¤ald›r. Nitekim, düzenlenmifl ve plânl› olmas›na ra¤men, insan›n bir tek hayat›n›n dahi, mukadderat zaruretleri yüzünden, ne kadar devam edece¤ini kesin olarak ifade etmek mümkün de¤ildir. Yine ayn› nedenlerden dolay›, insanlar›n, plânlar›n› tatbik ederken, ne zamanda hangi inkiflaf kademelerine ulaflacaklar›n› da çok öncelerden kestirmek imkâns›zd›r. Çünkü burada, varl›¤›n cehit ve gayretlerinin –kendisine tan›nm›fl bâz› özgürlükler sonucunda– eline b›rak›lmas›yla, o cehit ve gayretlerin mukadderat plân›nca takdir edilecek sonuçlar›n›n daima de¤iflebilmesi, bu imkâns›zl›¤a neden olmaktad›r.
* * * Dünya ötesindeki ve üst plânlardaki zaman ölçüsünün dünya zaman›na uymad›¤›n› ve bunlar›n aralar›nda büyük farklar›n bulundu¤unu söylemifltik. Hakikaten dünya idaresinde vazifeli olan plân›n zaman ölçüsü ve idraki, dünyadaki basit zaman idraki ile * “Arasat” sözcü¤ü, “ara; ara yer” anlamlar›na gelir. 208
BEDR‹ RUHSELMAN
k›yas edilemez. Meselâ, dünya üstü zaman ölçüsünün bizim ölçümüze göre bir saniyesi içine, dünyada yüzy›llar›n yetmedi¤i uzun süreli ifllerin hepsi s›¤abilir. Bunun çok basit ve kaba olmakla birlikte, insanlara bir sezgi verebilecek olan örne¤i, rüyalard›r. Yine, özellikle bo¤ulanlar›n, son saniyelerinde hayatlar›n›n bütün safhalar›nda en ince ayr›nt›lar›yla yaflamalar› da böyledir. Bununla birlikte flu noktay› da aslâ unutmamak gerekir ki; dünyaya özgü zaman idraki, dünya için eksik, hatal› ve yetersiz de¤ildir. Dünya zaman›n›n dünya için de¤eri, tam ve mükemmeldir. Yâni, dünyaya özgü zaman idraki, dünya için, dünya maddesi inkiflaf›n›n reel ölçüsüdür. Ve insanlar›n, dünyaya ait teknik ve mekanizmalar› ö¤renirken, dünyaya özgü zaman idrakini kâinat› kapsayan zaman formlar›yla mukayese etmeleri gereksiz ve hattâ zararl›d›r. Çünkü aradaki büyük fark; muazzam bir kâinat mekanizmas› içinde neredeyse yok denecek kadar küçük bir cüz olan dünyan›n basit mimarisinin anlafl›lmas›n› imkâns›z k›lar ve dünya realitelerini silip süpürür. Dolay›s›yla, dünyaya inkiflaf yönü vermifl unsur ve mekanizmalar› incelerken, dünyaya özgü zaman idrakini göz önünde bulundurmak, dünya bilgilerinin objektifli¤i ve netli¤i bak›m›ndan daha hay›rl›d›r. Ve dünya inkiflaf icaplar›n›n da bir zorunlulu¤udur.
* * * Zaman kavramlar›n›n genifllemesi ile idraklerin inkiflaf›n›n bafl bafla yürümekte olduklar›n›, daima hat›rda tutmak gerekir. Yâni, yüksek zaman idrakinin do¤uflu, inkiflaf›n belirli kademeleri aflabilmesiyle mümkün olur. Yüksek âlemlerde, o âlemlerin idraklerine hitap eden zaman durumlar› vard›r.
* * * Dünya idrakine uygun olan zaman›n önemli niteliklerinden biri, onun bir bafllang›ç ve son noktalar›yla s›n›rlanmas› zorunlulu¤udur. Yâni, dünya hayat› içinde bazen konuflulan sonsuzluk fikirlerine ra¤men, dünya idrakinin tatbikatlarla e¤itilmesi ve gelifltirilmesinde, bafllama ve bitme noktalar› göreceliklerine ihtiyaç 209
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
vard›r ki; bu ihtiyaç, ayn› zamanda, dünyada geçerli olan ve dünya idrakine hitap eden zaman formuna uygundur. fiu hâlde, her realitenin belirli bir noktada bafllamas› ve belirli bir noktada bitmesi, ancak dünyada geçerli ve dünya idrakine kal›planm›fl bir zaman ifadesidir. Bu bilgiyle flunu anlatmak istiyoruz ki, hakikatte böyle bafllay›p biten durumlar yoktur. Bütün âlemlerin olufl ve yürüyüflleri, icaplar›n tayin etti¤i gayelere do¤ru kesiksiz olarak ak›p giderler. Bu ak›fllar, ancak geçtikleri aflamalar›n idraklerine ve bu idraklerin k›ymetlendirdi¤i zaman ölçülerine göre, görece bir bafllang›ç ve son kavramlar›na tezahür zemini olurlar. Yâni, dünyadaki, “flurada bafllad›, burada bitecek” veya “bitti” diye kabul edilen zaman anlay›fllar›, ancak dünya idrakine göre kal›planm›fl ölçülere dayan›r. Daha yüksek idrakler için, bu bafllang›ç ve bitiflin anlamlar›, insanlar›n düflündükleri k›ymetleri tafl›mazlar. Onlar, yüksek idrak zaman›n›n imkânlar›nda bambaflka mânâlar› içerirler. Onun içindir ki, yüksek âlemlerin olaylar›n› anlayabilmek dünya idrakiyle mümkün olmaz. Dünya realitelerine bol bol yeten dünya zaman› ölçüsü, yüksek âlemlerin zaman idraklerine oranla, çok basittir. Bunun için, dünya zaman›na ba¤l› olan realiteler, yüksek âlemlerdeki hakikatlere nazaran pek k›s›r durumda kal›rlar.
* * * Dünya zaman›n›n k›s›rl›¤›n›n nedenine gelince: Zaman›n idrak ile ilgili oldu¤unu söylemifltik. ‹drakler ne kadar kapsam kazan›rlarsa, tâbi olacaklar› zaman sistemi de o kadar kapsaml› olur. Hâlbuki idraklerin kapsam kazanmas›; fazla de¤erler almas›, de¤erlerinin artmas› demektir. Hemen hemen de¤erleri ayn› kadrolar içinde bulunan insanl›k âlemi idrakinin tâbi oldu¤u zaman, basit bir sistemdir. Bu sistemin basitli¤i de; onun bir oda¤›n›n, belirli bafllang›c›n›n bulunmas›, geçmifl, flimdi ve gelecek durumlar›n›n mevcut olmas› zorunlulu¤undan ileri gelmektedir. Bu hâl, dünya maddelerinin ve onlara ba¤l› idrakin basitli¤inin zorunlulu¤udur.
210
BEDR‹ RUHSELMAN
Dünya zaman› idrakinde bir s›n›rl›l›k vard›r. Dünya zaman›nda, belirli noktalar›n periyotlar hâlinde, birbirini belirli aralarla izlemesi zorunlulu¤u mevcuttur. Yine, her realitenin bir bafllang›ç ve son bulufl noktas› vard›r. Oysa, yüksek zaman idraki, bu bak›mdan büyük farklar gösterir. Ve bu farklar, flüphesiz, bu zamana ait idrak de¤erlerinin, basit zaman›nkine nazaran çok zengin ve kapsaml› olmas›n›n sonucu ve icab›d›r. Bu idrak, o kadar çeflitli, ince madde kombinezonlar›na sahiptir ki; bunlardan yay›nlanan vibrasyonlar, basit idrakler ile k›yas edilemeyecek kadar büyük bir h›z ve kapsamla nitelenen zaman ölçüsüne kavuflmufl bulunurlar. Bu idraklere göre, zaman ak›fl›ndaki geçmifl, flimdi, gelecek durumlar›, basit idraklerde oldu¤u gibi tek yönde, birbiri arkas›ndan giden bir s›ra izlemek zorunlulu¤unda de¤ildir. Yüksek idrakte bütün bu geçmifl, flimdi ve gelecek durumlar›, bir toplam olarak, tek bir olufla ba¤lan›r. Fakat bu tek olufl, sonsuz yüzlü formlar gösterir. Yâni, bir ân demek olan o tek olufl içinde, her yöne yönelen sonsuz zaman kavram› toplanm›flt›r.
* * * Bunu daha objektif olarak aç›klamak gerekiyor. Bâz› meselelerin iyi anlafl›labilmesi için, zaman realitesini mümkün oldu¤u kadar kuvvetle sezmeye çal›flmak gerekir. Bu ifli kolaylaflt›rmak için zaman konusunu flema ve grafikle aç›klayaca¤›z: Üç boyut anlam›na tâbi olan basit zamana “yüzeysel zaman” diyoruz. Çünkü bu zaman›n ak›fl›, afla¤›daki flemada gösterildi¤i gibi, bir yüzey üzerine çizilmifl spiral daireler hâlinde, tek bir yöne do¤ru ilerler. (fiekil–A)
211
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
p
o f e d
c
b
Z k
a
Z’ g h
L m
i
j
s
r
(fiekil–A)
fiunu söyleyelim ki, bu flekil, zaman kavram›n› aç›klamak için çizilmifl bir grafikten ibarettir ve basit zaman›n objektif olarak idrak edilebilmesini sa¤lamak için yap›lm›flt›r. fiemada görülece¤i gibi, yüzeysel zaman, dümdüz bir hat üzerinde yürümez. Uzun bir hatt›n bir noktas› etraf›nda, o hatta dikey olan bir yüzey üzerinde devirler yaparak, spiral fleklinde döner. Bu flekilde bir Z–Z’ düz hatt›n›n, “a” noktas›ndan dikey olarak delip geçti¤i bir “o–p–s–r” yüzeyi var. Bu yüzey, Z–Z’ hatt›na tam olarak dikeydir. ‹flte bu yüzey üzerinde, “a” noktas›ndan itibaren çizilmifl bir spiral mevcut. Bu spiral, çizilirken, Z–Z’ hatt›na dikey yönde yürüdü¤ünden, spiralin uzunlu¤u ne kadar olursa olsun, Z–Z’ hatt› üzerinde hiçbir mesafe katetmez; sadece hatt›n “a” noktas› etraf›nda devirler yapar durur. ‹flte yüzeysel zaman idrakinin yürüyüflü budur. Z–Z’ hatt› ise, kâinat› kapsayan aslî zamand›r. fiunu da belirtelim ki, bu aslî zaman, biraz sonra sözünü edece¤imiz, üst âleme özgü küresel zaman de¤ildir. Bu, âlemlerdeki bütün zaman realitelerini kapsam›na alan ve kâinat›m›z› bafltan bafla kateden kâinat üstü zaman prensibinin kâinattaki beliriflidir. Bundan flimdilik söz etmiyoruz. 212
BEDR‹ RUHSELMAN
Bu spiralin ilerleyifli üzerinde, “a” noktas›n› bir insan›n do¤du¤u ân, “f” noktas›n› da öldü¤ü ân olarak tespit edelim! Onun do¤umundan ölümüne kadarki inkiflaf›nda, devam eden bir durumunu, meselâ bir melekesini ele alal›m! fiekilde görüldü¤ü gibi, bu meleke “a” noktas›ndan itibaren “f” noktas›na giderken, önüne gelen spiral dairelerini birer birer, “b, c, d, e, f” noktalar›ndan katederek geçmifltir. fiekilde çok aç›k görülüyor ki, bu noktalar›n her biri, spiralin ak›fl› üzerinde birer periyot oluflturuyor. Meselâ “a” ile “b” aras›nda bir daire tamamlanm›fl oluyor. Fakat derhal, onu daha genifl, ikinci bir, “b–c” dairesi ve onu da üçüncü bir, “c–d” dairesi izler. Böylece son olarak “e–f” dairesine kadar, daireler birbirinden daha büyük olarak birbirini kovalar. ‹flte bunlar›n her biri, birer periyodu, yâni hayat boyu içindeki birer devreyi oluflturur. Ve bu periyotlar, bir s›ra izleyerek, birbirinin arkas›ndan gelir. Burada, geçmifl periyot, içinde bulunulan periyot ve gelecek periyot kavram›, esas olarak bulunur ki, bu da yüzeysel zaman idrakinin bir zorunlulu¤udur. Hayatta bâz› melekeler, bu “a–f” hatt› gibi, bütün hayat boyunca inkiflaf›na devam etmifltir. Fakat bütün melekeler böyle olmaz. Meselâ flekilde görüldü¤ü gibi, “a–j” melekesinin inkiflaf›, hayat›n dört devresinde devam etmifl ve orada durmufltur. Yine, “a–m” melekesinin inkiflaf› daha k›sa sürmüfl ve ancak üç devre devam edebilmifltir. Bundan daha k›sa, meselâ ancak bir devrelik süresi olan meleke inkiflaflar› da vard›r. Demek ki bir insan hayat›nda, onun bütün melekeleri ayn› derecede inkiflaf etmifl olmaz.
* * * fiimdi yüksek zaman idrakini aç›klayaca¤›z. Her ne kadar bunu da flemayla anlatacaksak da, dünyada mevcut olmayan böyle bir idrakin mümkün mertebe sezilebilmesi için, flemay› incelerken sezgileri oldukça zorlamak gerekir. Burada, imajinasyonu kullanmak ve anlat›lmak istenen kavramlar› hayal etmeyle sezmeye çal›flmak gerekir ve sebatla düflünülürse, çok k›ymetli sezgiler elde edilir.
213
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Yüksek zaman idrakine “küresel zaman idraki” veya “idrakî zaman” diyoruz. Yüksek zaman idraki, öncekinde oldu¤u gibi bir yüzey üzerinde k›vr›larak tek yöndeki spiraller hâlinde dönüp duran basit bir sistem de¤ildir. Bu, bir kürenin bütünü içinde, her tarafa akarak yürüyen bir zaman karmaflas›d›r. Burada, kürenin merkezinden sonsuz olan çevre noktalar›n›n her birine yürüyen sonsuz yönler ve bu yönlere denk gelen, sonsuz kapsama sahip zaman ak›fl› kavram› sözkonusudur. Afla¤›daki (fiekil–B), bir kürenin kesitidir.
a o
(fiekil–B)
Yâni, içi dolu bir kürenin, meselâ bir topun, merkezinden geçen bir b›çakla iki eflit parçaya ayr›ld›ktan sonra görülen kesik yüzeylerinden biri gibidir ki, flekilde görüldü¤ü gibi, bu, bir daire oluflturan yüzeyden ibarettir; “o–a” hatt› bu dairenin yar›çap›d›r. fiimdi bu yüzey üzerinde, önceki “o” merkezi etraf›nda dönen spiraller hâlinde, bir yüzeysel zaman ak›fl› idrakinin mevcut olmas› mümkündür ve do¤ald›r. Demek ki bu topun bir tek kesitinde, bir yüzey zaman› idraki vard›r. Bu, dünyada bir insan hayat›n›n bütün realitelerini içine almaya yeterli gelen bir k›ymettir. Fakat bu kesit, topta veya k⤛t üzerinde de¤il de, muhayyilede, yâni imajinasyonda canland›r›ls›n! Pozisyonunu de¤ifltirmeden bu topun baflka taraflar›ndan da, daima merkezinden geçmek flart›yla, di¤er kesitler al›nabilir. Ve böylece, hayalen, sonsuz kesitler elde edilir. B›ça¤›m›z ne kadar keskin, tekni¤imiz ne kadar mükemmel ve imajinasyonumuz ne kadar genifl olursa, bu to-
214
BEDR‹ RUHSELMAN
pu o kadar defa, ayr› ayr› yönlerden ikiye bölebiliriz. Bu esnada topun pozisyonu sabit kalaca¤›ndan, bu sonsuz yüzeylerindeki basit zaman› gösteren spirallerin yönleri birbirine uymaz; sonsuz yönde yüzeysel zaman spiralleri meydana gelir. fiu hâlde, bir küre içinde, sonsuz diyebilece¤imiz kadar ayr› ayr› yüzeysel zaman imkân› mevcuttur. ‹flte bütün bu ayr› zaman idraklerini birlefltirip, hayalen bir tek olufla ba¤lad›¤›m›z ânda, küresel zaman idrakini canland›rm›fl oluruz. Buna k›saca “idrakî zaman” da demekteyiz. Dünyada yaflayan bir insan, bir ânda, ancak, zaman›n bir tek yüzey üzerindeki ilerleyifli içinde idrakini kullanabiliyorsa; dünya üstü plânda yaflayan bir varl›k, ayn› ânda, bu idrakin hemen hemen sonsuz kat› olan, idrakî zaman içindeki idrakini kullanabilmektedir. Bu hâl, tabiî ki, dünyada ancak hayal etmeyle sezilebilir. Bu bilgiler, idrakî zaman›n yüzeysel zaman ile k›yas edilemeyecek kadar zengin bir kapsama sahip oldu¤unu ö¤retir. Buna göre, yüzeysel zaman idrakiyle insan, belirli bir ânda ancak bir tek yönde hareket edebilir. Çünkü o, bütün idrakiyle, fiil ve hareketleriyle yüzeysel zaman zorunluluklar›na tâbi olarak, geçmifl, flimdi ve gelecek kavramlar› içinde bir tek s›ray› izlemeye mecburdur. Ve bir spiralin periyotlar›n›n birbirlerini izleyifllerine, muhakkak o da kat›lacakt›r. Çünkü bunun d›fl›na ç›kmas›na maddî durumu müsait de¤ildir. Oysa idrakî zamana tâbi bir varl›k, sonsuz yönlerdeki geçmifl, flimdi ve gelecek kavramlar›n› bir tek olufla ba¤layarak, ayn› ânda yaflamak imkân›na sahiptir. Çünkü onun bulundu¤u süptil madde ortam›, ayn› ânda bir kürenin bütün yüzeylerinde birden yaflamas›na kolayca imkân vermektedir.
* * * Yüzeysel ve idrakî zamanlar hakk›ndaki bilgiyi tamamlamak için, bu iki zaman idrakini kâinattaki aslî zamana oranla, birbirine k›yasen aç›klamam›z gerekiyor. Bu bilgiyi de yine flemalar üzerinde verece¤iz.
215
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
3 2
a
g
x
A
e
c
1
d
f
h
b
B (fiekil–C)
“C” flemas›nda “a–b” hatt›, kâinat› kateden aslî zamand›r. “A” flekli, aslî zaman üzerindeki yüzeysel zaman ak›fl›n›, “B” flekli ise küresel zaman› göstermektedir. Yüzeysel zaman, flekilde görüldü¤ü gibi, aslî zaman ak›fl›n›n bir “x” noktas› etraf›nda devirler yapar ve periyotlar›yla spiral çizer. Bu spiral, ne kadar fazla devirli olursa olsun, aslî zaman üzerindeki “x” noktas›ndan ayr›lmamakta, hep yerinde sayarak uzanmaktad›r. fiu hâlde, bir ömürlük süreyi gösteren “A” zaman realitesinde, aslî zaman üzerinde yürüyüfl ve ak›fl yoktur. Ancak, aslî zaman üzerindeki bir tek “x” noktas›n›n realitelerinin tatbikat› vard›r ki; bu da, önceki flemalarda gösterdi¤imiz gibi, yüzeysel zaman›n birkaç periyodunda veya bütün periyotlar›nda devam edebilir. “B” flekline bak›ld›¤›nda ise, burada, 1, 2, 3 rakamlar›yla gösterilmifl, merkezleri ayn› olan iç içe üç kürenin kesiti görülmektedir. Bu küreler, birbiri içine girmifl üç tane ayr› küre gibi düflünülmemelidir. Bu, birinci kürenin, yâni ortadaki en küçük kürenin her yöne do¤ru geniflleyerek büyüyen üç safhas›n› göstermektedir. Çünkü küre zaman›n›n inkiflaf›, bir yüzey üzerindeki spiralin bir tek yönde uzay›p k›salmas› fleklinde olmay›p, merkezinden itibaren kürenin bütün yönlerine do¤ru ayn› zamanda genifllemesi, yâni büyümesi suretiyle olur. Meselâ burada, “1” numaral› küre, kürenin en küçük hâllerinden bir safhay› göstermektedir. “2” numaral› küre onun genifllemifl ileri bir safhas›, “3” numaral› küre ise en genifl safhas›d›r. ‹flte idrakî zaman böyle inkiflaf eder. Bu inkiflaf, 216
BEDR‹ RUHSELMAN
“a–b” aslî zaman ak›fl› üzerinde, yüzeysel zamana k›yas edilirse görülür ki; burada idrakî zaman, yâni küresel zaman, birinci küre hâlinde iken aslî zaman ak›fl› üzerinde “c–d” parças›n› kapsam›na almaktad›r. Bu küre idraki inkiflaf edip “2” numaral› büyüklü¤ünü al›nca aslî zaman ak›fl›nda yürüyerek “e–f” parças›n› kaplam›fl ve daha geniflleyip “3” numaral› küre hâline girince aslî zaman ak›fl›nda “g–h” parças›n› katetmifl bulunmaktad›r. O hâlde, yüzeysel zaman idrakinin inkiflaf›, aslî zaman ak›fl› üzerinde hiçbir yürüyüfl yapmay›p bir tek nokta üzerinde durdu¤u hâlde, küresel zaman idrakinin her inkiflaf ân›, aslî zaman ak›fl› üzerinde yürüyüfl eflli¤inde olmaktad›r. ‹flte onun içindir ki, as›l tekâmül, idrakî zaman›n hâkim oldu¤u, dünya üstü vazife plân›ndan itibaren bafllar. Hakikaten, dünya hayat›n›n icaplar›ndan olarak muazzam cehitler harcan›p güçlükle al›nacak bir sonucun milyonlarca kat›, dünya ötesi âlemlerde en küçük bir cehit karfl›l›¤›nda elde edilebilir.
* * *
Zaman› bu flekilde, flemalar üzerinde az çok bir kolayl›kla aç›klarken, buna ba¤l› olan mekân üzerinde de durmam›z gerekiyor. Çünkü mekân olmay›nca zaman›n mevcudiyeti, yâni âlemlerdeki tezahürü mümkün olmaz. Kâinattaki aslî zaman ak›fl›n›n âlemlerde tezahür edebilmesi için, o âlemlerin bünyelerine uygun mekân kavram›na ihtiyaç vard›r. Di¤er deyiflle, zaman mekanizmas›n›n aç›klanmas›, maddî ortama ve maddenin varyasyonlar›na* muhtaçt›r. Böyle olunca, zaman ve mekân kavramlar› birlefltirilmedikçe, âlemlerde ne zaman, ne mekân tezahürü mümkün olmaz. Bu hakikati ileride daha aç›k olarak aç›klayaca¤›z. Mademki yüzeysel ve idrakî zamanlar, yukar›da aç›klad›¤›m›z gibi birbirinden büyük farklarla ayr›lmaktad›r; zaman idraklerine s›k› s›k›ya ba¤l› olan, dünya ve dünya üstüne ait mekânlar›n da, birbirinden o kadar farkl› olmas› gerekir.
* * * * “Varyasyon” sözcü¤ü, “bir fleyin, birbirinden de¤iflik, farkl› hâller göstermesi, de¤iflme ve farkl›laflma hâli; çeflitlenme, çeflitlilik; tür” anlamlar›na gelir.
217
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
fiimdi, küresel zamana ait mekân› aç›klayal›m! Mekân, maddenin çeflitli unsurlar›n› lokallefltirmek zaruretinin bir ifadesidir. Bu ifadeyi her iki zaman realitesine göre aç›klayal›m! Öncelikle flunu belirtelim ki, burada yap›lan aç›klamalar, herhangi bir cisim üzerinde tatbik edilerek de¤il, tarif edildi¤i flekilde hayal edilerek düflünülürse, mekân konusunu anlamak kolaylafl›r. Önce, yüzeysel zamanda mekân› aç›klayal›m! Yüzeysel zamanda periyotlar›n oluflabilmesi için, üç flart›n gerçekleflmesi gerekir: Birincisi, zaman›n ak›fl›n› ve periyotlar›n geçiflini tespit etmek için maddî bir ortam (bu ortam, mekân de¤ildir); ikincisi, bu periyotlar›n oluflmas› ve zaman›n ak›fl› için, hareket; üçüncüsü de, hareketin vukuunu ve periyotlar›n tespitini takdir etmek için, hareketi o ortama ba¤lamak. ‹flte, yüzey zaman› için mekân budur. fiu hâlde, yukar›daki flartlar› bir araya getirdikten sonra, yüzeysel zaman mekân›n› flöyle tarif ve kabul etmek icap eder: Spiral yönde vuku bulacak bir hareketin ak›fl yönünü ve belirli periyotlar›n›n bafllang›ç ve bitifl noktalar›n› tespit ve takdir etmek için, maddî bir ortam›n o harekete ba¤lan›fl›, yüzeysel zaman mekân›n› meydana getirir. Burada geçen ortam terimi, bir mekân› de¤il, sadece, lokalize olmam›fl madde unsurlar›n› ifade eder. Yâni, madde unsurlar› mevcuttur, fakat onlar›n lokalizasyonlar›, di¤er deyiflle, birbirine oranlanabilecek pozisyonlar› mevcut de¤ildir. Bu lokalizasyonun vuku bulmas›, mekân›n oluflabilmesi için, o unsurlar›n, yukar›da söyledi¤imiz gibi, herhangi bir harekete ba¤lanmas› gerekir. fiu hâlde, zaman ve mekân birbirinden ayr›lamaz. Bu öyle bir olufltur ki; biraz ileride aç›klayaca¤›m›z gibi, Aslî Prensibe ba¤l› iki büyük prensibin, kâinat›n çeflitli âlemlerine göre tezahür eden ve bütün olaylar›yla, realiteleriyle, idrakleriyle o âlemleri kendilerine adapte eden beliriflleridir. Yüzeysel zaman mekân›n› bir bedene k›yasen flöyle ifade ederiz: Bedenin hareketlerinin maddeye olan irtibat› ve maddenin bu irtibatlardaki de¤eri, mekân›n bütününü yarat›r. Anlafl›lmas› güç gibi görünen bu ifadeyi bir örnekle ayd›nlataca¤›z: Havaya at›lm›fl bir tafl tasavvur edilsin! ‹lk olarak, burada tafl›n hareketi ve bu hareketin bafllang›ç ve bitifl noktas›yla ifade edilebilecek peri218
BEDR‹ RUHSELMAN
yot karakteri vard›r; bu birinci flart. Bundan sonra hareketi ve periyot noktalar›n› tespit ve takdire yarayan, havada ortama gerek vard›r; bu da ikinci flart. Nihayet, bu hareketin ve periyot noktalar›n›n ortama k›yas› veya ba¤lant›s› mevcuttur; bu da üçüncü flart. ‹flte bu üç flartla tezahür eden, tafl›n boflluktaki hareketi, yüzeysel zaman idrakine özgü mekân› meydana getirir. Demek ki bir bedenin idraki karfl›s›nda, o bedenin hareketlerine ba¤lanmak suretiyle hareketlerin periyotlar›n›, yâni bafllang›ç ve bitifl noktalar›n› tespit eden ortam, bir mekând›r. Bu ortama bütün maddeler dahildir. Bir madde lokalizasyonu kabul etti¤imiz bir beden karfl›s›nda mekân: Tafl›yla, topra¤›yla, at›, arabas›, uça¤› ve insanlar›yla, bütün bir lokalizasyon, bir mekând›r. Mekân; bir bireyin bast›¤› bir metrekarelik toprak, bafl›n› kald›r›p bakt›¤› uzay, flehir, ülke, k›ta ve dünya olarak sonsuz nüanslarla derecelenir. Burada sonsuz mekân imkânlar› vard›r.
* * *
Yüzeysel zaman idraki mekân›na nazaran sonsuz imkânlara sahip idrakî zamana ait mekân›, de¤il idrak etmek, en güçlü imajinasyonlarla dahi sezebilmek, insanlar için o kadar kolay olmayacakt›r. Bununla birlikte, biz bunun da sezgisini verece¤iz. Yaln›z, burada imajinasyonu kullanmak ve sezgilerle hareket etmeye çal›flmak flartt›r. Öncelikle flunu söyleyelim ki, dünya idrakine göre böyle bir mekân realitesi yoktur. Dolay›s›yla, burada söylenecek fleyleri dünya maddeleri üzerinde canland›rarak görmeye u¤raflmamal›d›r. Dedi¤imiz gibi, bunun sezgileri ancak muhayyilede canland›r›labilir. Fakat flunu da ifade edelim ki, muhayyile, yâni imajinasyon da çok süptil bir madde ortam›d›r. Dolay›s›yla, imajinasyonda yaflat›lan mekân, reel ve hakikî bir k›ymettir. ‹lk önce hayalî olarak bir küre tasavvur* edilsin! Bu kürenin, daha önce söyledi¤imiz gibi, bir tek yüzeyi üzerinde, yine hayalen, yüzeysel bir zaman ve bu zamanla mevcudiyet gösteren mekân tasavvur edilsin, yâni hayalen düflünülsün! Bu, basit bir za* “Tasavvur” sözcü¤ü, “zihinde flekillendirme, zihinde kurma, zihinde canland›rma, göz önüne getirme, tasarlama” anlam›na gelir.
219
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
man ve mekând›r ve belirli, tek bir yöne sahiptir. Bu basit zaman ve mekân› hayalen canland›rd›ktan sonra, bunun gibi, ikinci, fakat yönü ayr›, di¤er bir basit zaman ve mekân daha hayalen canland›r›ls›n! Böylece, yönleri ayr› olmak üzere, üçüncü, beflinci, yüzüncü, bininci, milyonuncu ve sonsuz basit zaman ve mekânlar hayalen ayr› ayr› düflünülsün! Bunlar böyle ayr› ayr› tasavvur edildikçe, hepsi birer yüzeysel zaman ve mekândan ibaret kal›r. Ancak, güçlü bir sezgi faaliyetiyle bunlar›n sentezini yapmak gerekir. Bunun için de, hayalen canland›r›lan bir küre içindeki, bu sonsuz yönde, sonsuz zaman ak›fllar›n›n ve bu ak›fllar› tespit edip ba¤layan sonsuz ortamlar›n hepsi birden, bir tek zaman ve bir tek mekân imifl gibi düflünülsün! Bu takdirde, ayn› ânda sonsuz yönlere do¤ru akan bir tek zaman ve bu sonsuz yönlere k›yaslanarak o ak›fllar› tespit eden sonsuz ortam kavram›ndan bir tek mekân meydana gelir ki, bu da küresel mekând›r. Çünkü bu mekân, küre içinde zaman›n ak›fl›n› sa¤lamaktad›r. Buradaki ortam, bizzat muhayyiledir. Esasen ancak muhayyilenin çok süptil maddelerinden ibaret bir ortamd›r ki, böyle sonsuz yön ve periyot karakterini ifade eden hareketlerin ak›fllar›n› ba¤layabilir. Yoksa, bu hâl, dünyan›n kaba maddeleriyle olmaz. Demek ki, bir küredeki sonsuz hareketleri, sonsuz yönlerdeki ak›fllara ve periyotlara k›yaslayarak onlar› tespit eden imajinasyondaki sonsuz ortamlar› bir tek olufla ba¤layan imajinasyonun –kendisi de dahil oldu¤u hâlde– bu hareketler ve ortamlarla birlikte bütünü; idrakî veya küresel mekân› meydana getirir. Bu imajinasyonu yapabilmek için bir hayli çal›flmak ve düflünmek gerekir. Bununla birlikte, az çok bir gayretle, burada, güçlü sezgiler elde edilir. Dünyada, kaba bir ortamda yaflayan insanlar için dünya maddelerinde gerçeklefltirilmesi mümkün olmayan bu yüksek zaman ve mekân mekanizmas›n›, dedi¤imiz gibi, ancak muhayyilenin çok süptil malzemeleriyle bir dereceye kadar gerçeklefltirmek, birçok insan için mümkün olur. Fakat insan muhayyilesindeki süptil ortamlardan daha süptil olan üst âlemlerdeki varl›klar için, bu yüksek idrakî zaman ve mekân realitesinde yaflamak, do¤al ve hattâ zarurî bir hâl olur. 220
BEDR‹ RUHSELMAN
* * * Yüzeysel zaman›n aslî zaman üzerinde mesafe katetmedi¤ini, idrakî zaman›n ise aslî zamanda her ân ilerledi¤ini söylemifltik. fiimdi, varl›klar›n tekâmülünde bu bilginin k›ymetinden yararlanarak; yüzeysel zaman idrakinde yaflayan bir insan›n yerinde saymak suretiyle inkiflaf›n›n, küresel zamanda yaflayan bir varl›¤›n da aslî zaman üzerinde ilerleyerek tekâmülünün ne demek oldu¤unu ve bunlar›n inkiflaf mekanizmas›ndaki sonuçlar›n›n nas›l ortaya ç›kaca¤›n› aç›klayaca¤›z. Yukar›da zaman ve mekân hakk›nda verilen bilgiler, her ne kadar, yüzeysel ve idrakî zaman ve mekânlar› aç›kça aç›kl›yorsa da, biraz önce sözü edilen meselelerin çözümünü bu bilgilerden ç›karmak için, ayr›ca aç›klamalarda bulunmaya ihtiyaç vard›r. Afla¤›daki flemalar dikkatlice incelenirse, bu önemli noktan›n da kolayl›kla anlafl›lmas› mümkün olur. Bütün bir insanl›k hayat›nda, varl›¤›n, sonsuz cephesiyle geçirmesi icap eden bir inkiflaf sahas› vard›r. Ve bu inkiflaf sahas› belirlidir ve s›n›rl›d›r. Çünkü onun kendi realitesi içinde bir bafllang›c›, bir de sonu vard›r. Biz bu sahay› “AB” paraleli aras›n› dolduran mesafeyle gösteriyoruz. (fiekil–D) A
B (fiekil–D)
Burada, yüzeysel zaman idrakinin zorunlulu¤u olan, bu inkiflaf sahas›n›n bir bafllang›ç ve bitifl noktalar› vard›r. Bafllang›ç, “AB” paraleli aras›ndaki sahada “c–d” hatt›; bitifl de, “e” noktas›n›n bulundu¤u yerden geçen “g–f” hatt› olsun! (fiekil–E)
221
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
A
c
f e
Z B
d
g (fiekil–E)
‹flte, insanl›¤›n üst plâna, yâni idrakî zaman›n hâkim oldu¤u vazife plân›na haz›rlanmas› için, inkiflaf› gereken ve “c–d” s›n›r›nda bafllay›p “f–g” s›n›r›nda tamamlanan bütün insanl›k melekeleri ve durumlar› “c–d–g–f” sahas›n› doldurmaktad›r. Bu, insan›n dünyada bafllad›¤› ilk hayat›ndan, say›s›z bedenlenmeler sonras›nda dünyay› bitirdi¤i son hayat›na kadar geçen, bütün, dünya hayat› safhas›n› gösterir. Buradaki “Z” hatt› aslî zamand›r, “e” noktas› da bu zaman üzerinde al›nm›fl bir ând›r. Demek ki aslî zaman üzerinde al›nm›fl olan bu bir ân; bir insan›n, bütün insanl›k hayat› boyunca inkiflaf ettirilip olgunlaflt›r›lmas› icap eden haz›rl›k melekelerinin toplam›n› içermektedir. Bir insan›n, dünyadaki bütün insanl›k safhas›n›n bafl›ndan sonuna kadar haz›rl›¤›, aslî zaman ak›fl› üzerindeki bu ân içinde geliflecektir. Tabiî ki, flemada çizdi¤imiz “c–d–g–f” yüzeyini, “Z” hatt›na dik olarak ve o hat ile ancak “e” noktas›nda kesiflmifl olarak tasavvur etmek gerekir. Bu “e” noktas›; aslî zaman›n belirli bir ân›nda, insan varl›¤›n›n, inkiflaf›na bafllay›p, kendisinde mevcut olan ve inkiflaf› icap eden kudretleri olgunlaflt›rd›ktan sonra tekrar ulaflaca¤› bir noktad›r. Yâni, varl›¤›n insan hâlindeki tekâmülü, aslî zaman üzerinde bu noktadan bafllar, yine bu noktada biter. Ve bu safha tamamlan›ncaya kadar, aslî zaman üzerinde yürüyüfl olmaz. ‹flte onun içindir ki, insanl›k safhas›ndaki tekâmüle sübjektif tekâmül devresi demifltik. Çünkü bütün insanl›¤›n inkiflaf safhas›n› oluflturan “c–d–g–f” sahas› katedilmedikten sonra, “e” ân›n›n “Z” aslî zaman› üzerinde ak›fl› yoktur. ‹nsanl›k, burada kendi kudretleri içine kapanm›fl ve sadece onlar›n üstün bir plâna haz›rl›¤›yla meflgul olmufl bulunmaktad›r. Onun bu saha d›fl›na ç›kabilmesi, ob222
BEDR‹ RUHSELMAN
jektif bir tekâmül prensibine girmesi, ancak “c–d–g–f” safhas›n›n bütün icaplar›n› yerine getirmekle mümkün olur. fiu hâlde, insanl›¤›n bafl›ndan sonuna kadar geçirece¤i birçok bedenlenme, say›s›z hayat flartlar› ve tekâmül malzemeleri, hep bu “c–d–g–f” sahas› içinde olup bitecektir. Fakat bu esnada bu saha, “e” noktas›na en uzak ve insanl›¤›n en ilkel kademelerini oluflturan “c–d” s›n›r›ndan itibaren, yavafl yavafl “g–f” s›n›r›na do¤ru doldurulacak ve bu dolufl, çeflitli bedenlenmeler yoluyla olacakt›r. Sembolik bir ifadeyle her bedenlenmeyi bir üçgen kabul ederek, bu sahan›n bu üçgenlerle nas›l dolduruldu¤unu ve bir insan›n en geri kademelerinden, son kademesi olan “g–f” s›n›r›na nas›l geldi¤ini aç›klayaca¤›z. (fiekil–F) A
c
f e
Z B
d
g (fiekil–F)
Üçgenin taban›, “AB” paraleli üzerinde, ilk önce “c–d” hatt›ndan bafllay›p, gittikçe “e” noktas›na, yâni tepesine yaklaflarak bu sahay› kapatacakt›r. Bu da, periyodik olarak, daima tepeleri “e” noktas›nda olmak üzere, di¤er üçgenlerin ilâvesi fleklinde olacakt›r. Bu üçgenlerin her biri, bir beden hayat›n› ifade etmektedir. Böylece, “c–d” hatt›, her bedenlenmede “AB” paraleli üzerinde devre devre yürüyerek, “g–f” hatt›na yaklaflacak, sonunda “c–d” hatt› “g–f” hatt› ile çak›flacakt›r. Bunun mânâs› flu demektir ki; bir insan, insanl›k safhas›na ait inkiflaf› icap eden bütün melekelerini inkiflaf ettirmifl ve bütün haz›rl›klar›n› bitirerek “e” noktas›ndan itibaren aslî zaman üzerinde yürümeye bafllayacak bir duruma gelmifltir. Bu bilgiyi grafik üzerinde biraz daha aç›klayal›m: Mademki bütün insanl›k hayat›, aslî zaman ak›fl›n›n bir ân› olan “e” noktas›nda cereyan etmektedir, o hâlde insan›n bütün hayat devreleri, yâni do¤um ve ölümleri bu noktada olup bitecektir. 223
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Yaln›z bu noktaya, bu ân›n icaplar›na ba¤l› olan ve bir insanl›k safhas›n›n inkiflaf sahas›n› dolduran zorunluluklar vard›r ki; bunlar, insanl›¤›n, “e” noktas›ndan itibaren aslî zamanda ilerlemeler kaydedebilmesi için, haz›rlanmas› zorunlu olan taraflar›d›r. Ve sembolik olarak “c–d–g–f” sahas›yla gösterilmifltir. Bu sahan›n “e” ân›na oranla uzak veya yak›n zorunluluklar› mevcuttur. Bu zorunluluklar›n en kaba, en ilkel durumlar›, inkiflaf›n sonu olan “e” noktas›ndan itibaren en uzaktaki “c–d” s›n›r›d›r. Bu s›n›r, “e” noktas›na yaklaflt›kça, saha daral›r, haz›rl›klar tamamlan›r ve “e” noktas›n›n icaplar› gerçekleflir. Yâni, insan›n “e” noktas›ndan itibaren harekete geçebilmesi için istenilen ifllerin bitirilmesi durumu ilerler. Nihayet “c–d” hatt› tam “g–f” hatt› üzerine gelince, yâni son üçgenin taban› olmas› gereken hat, aslî zaman üzerindeki “e” noktas› üzerine gelince, bütün icaplar yerine getirilmifl ve saha tümüyle taranm›fl ve temizlenmifl olur. ‹flte insanl›k hayat›n›n grafi¤i olarak gösterdi¤imiz bu flema üzerinde, insanl›k hayat›n›n devrelerle, ömürlerle, kademelerle veya hamlelerle (bunlar›n hepsi ayn› fleydir) her ak›fl›nda, bu “c–d” hatt›n›n “AB” paraleli üzerinde nas›l kayarak “g–f” hatt›na yaklaflt›¤›n› ve böylece insanl›k safhas› icaplar›n›n nas›l yerine getirildi¤ini aç›kl›yoruz. ‹lk önce, ilk dünya insan› grafi¤ini çizelim: Bu insan, insanl›k kabiliyet ve melekeleri en ilkel durumda olan bir varl›kt›r. Dolay›s›yla, onun inkiflaf etmesi icap eden durumlar›, inkiflaf sahas›n›n ideal noktas› olan “g–f” hatt›ndan en uzak yerde bulunacakt›r ki, bu da “c–d” s›n›r›d›r. Bu insan, henüz ilk insanl›k melekelerini inkiflaf ettirmekle meflguldür. Bu yüzden onun hayat› “c–d” hatt›ndan bafllayacakt›r. Grafi¤i tamamlamak için “c” ve “d” noktalar›n› birer çizgiyle, “e” noktas› ile birlefltirelim. Meydana gelen “c–d–e” üçgeni, ilk basit insan›n ilk bedenlenme hâlinin grafi¤i olur. fiimdi bu insan›n ikinci hayat›na geçelim (fiekil–G): Onun inkiflaf hatt› “AB” paraleli üzerinde “c–d” hatt›n›n “e” taraf›nda ve bu hatta en yak›n noktalardan bafllayacakt›r. Grafikte daha belli olmas› için, biz bu noktalar› biraz uzaklaflt›rarak “i–j” hatt› ile gösteriyoruz. 224
BEDR‹ RUHSELMAN
A
c
i
k
f e
Z B
d
j
l
g
(fiekil–G)
Böylece ikinci hayat›n grafi¤i olarak “i–j–e” üçgeni meydana gelir. ‹nsan›n 3’üncü, 5’inci, 10’uncu, 50’nci vs. hayatlar›nda meydana gelecek üçgenlerin tabanlar›, “AB” inkiflaf paraleli üzerinde gittikçe “f–g” hatt›na yaklafla yaklafla, nihayet “k–l” noktalar›na kadar gelir. O zaman “c–d–g–f” sahas›n›n “c–d–l–k” k›s›mlar› tümüyle yaflanm›fl, bu k›s›mlardaki haz›rl›klar tamamlanm›fl, ancak “k–e–f” ve “l–g–e” sahalar› henüz tamamlanmam›fl bulunur. Ve nihayet öyle bir ân gelir ki, bu insan›n, insanl›¤a ait, aslî zaman ak›fl›ndaki “e” noktas›n›n bütün icaplar› gerçekleflir; yâni o varl›k, insanl›k aflamas›na iliflkin bütün melekelerini inkiflaf ettirir ve haz›rl›klar›n› bitirir. O takdirde üçgenin taban› “f–g” hatt›yla tam olarak çak›flm›fl bulunur ve insan›n dünyadaki hayatlar› da bitmifl olur. Dikkat edilirse, bu grafikte, insanl›¤›n bütün inkiflaf safhas›n› gösteren “c–d–g–f” sahas›nda; inkiflaf›n ilk, ilkel s›n›r› olan “c–d” hatt›, insan›n inkiflaf›yla ad›m ad›m “f–g” hatt›na yaklaflmak üzere “AB” paraleli üzerinde kaymakta ve kayd›kça da bu sahan›n yaflanm›fl, inkiflaf› tamamlanm›fl k›s›mlar› büyümekte, henüz inkiflaf etmemifl sahalar› küçülmektedir. Ve nihayet bütün sahadaki inkiflaf tamamlan›nca, sahan›n bafllang›ç s›n›r› olan “c–d” hatt›, son aflaman›n s›n›r› olan, aslî zaman noktas› üzerindeki “f–g” hatt›yla çak›flm›fl bulunmaktad›r. Ve böylece de, aslî zaman üzerinde bir ân olan “e” noktas›n›n insanl›k safhas›na ait bütün icaplar› yerine getirilmifl olmaktad›r. ‹flte, insanl›¤›n inkiflaf› bu noktaya gelince yüzeysel zaman idraki realiteleri sona erecek, idrakî mekân olan üst vazife plânlar›nda hakikî tekâmül devam edecek ve insan varl›¤› da sübjektif tekâmül sürecinden kurtulup, aslî zaman üzerinde yürüyen objektif bir tekâmül ak›fl›na girecektir. 225
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Yüzeysel zaman inkiflaf grafi¤iyle kolayca anlafl›labilecek bâz› önemli noktalar› belirtiyoruz: Yüzeysel zaman inkiflaf›nda, inkiflaf paraleli, bir insanl›k safhas› boyunca de¤iflmemektedir. Bu safha, aslî zaman ak›fl›nda bir ân olan “e” noktas›n›n icaplar›yla s›n›rlanm›fl, varl›¤›n haz›rl›¤›na ait inkiflaf sahas›d›r. Dolay›s›yla sübjektif bir tekâmül safhas›d›r. Bu saha içinde her bedenlenme devresi, hamleler hâlinde birbiri üzerine eklenmektedir. Fakat bu hamleler, inkiflaf paralelini hiçbir noktada aflmamaktad›r. Bunu grafi¤e göre ifade edelim: Her yeni gelen üçgen, eski üçgenin üzerine eklenmekte ve inkiflaf sahas›ndaki tamamlanmas› gereken haz›rl›klardan bir miktar›n› daha, öncekine katmaktad›r. fiu hâlde, inkiflafta kesintiler yoktur. Devreler birbirine sessizce eklenmektedir. ‹flte aslî zaman üzerinde, bir insan›n, kendi haz›rl›k kadrosu içine kapanarak, bütün insanl›k boyunca kendi haz›rl›klar›yla meflgul olmas›, onun sübjektif tekâmülünü ifade etti¤i gibi; birçok bedenlenme hâllerinin, sadece insanl›k safhas›n› tamamlamas›na yönelik oluflu da, bütün bu beden hayatlar›n›n topyekûn bir tek hayat olarak ele al›nmas›n› icap ettirir. Yâni, bir inkiflaf devresinin bütün insanl›k boyunca vukua gelecek bedenlenmeleri, asl›nda bir tek hayat›n zorunluluklar›ndan baflka bir fley de¤ildir. Ve bu zorunluluklar da, aslî zamanda bir ân olan “e” noktas›n›n icaplar›n› yerine getirmektir.
* * * fiimdi, tekâmülün idrakî zaman içinde yürüyüflünü di¤er bir grafikle aç›klayaca¤›z. Burada, en belirgin özellik, varl›¤›n her tekâmül ak›fl›n›n, aslî zaman üzerinde daima mesafe katetmesi eflli¤inde olmas›d›r. O art›k kendi âleminden ç›k›nca, aslî zaman›n ak›fl› icaplar›na uymak liyakatini kazanarak, organizasyon sistemleri içinde objektif ve aktif bir tekâmül durumuna girmifltir. Daha önce, küre zaman›nda zaman›n her yönde geniflleyerek inkiflaf etti¤ini söylemifltik. ‹drakî zaman inkiflaf›n›n bafl›ndan itibaren meydana gelen geniflleme farklar›, hem aslî zaman üzerin226
BEDR‹ RUHSELMAN
de yürüyüfller kaydeder, hem de h›zl› ve s›n›rs›z bir inkiflaf seyri izler. Yâni, buradaki inkiflaf hatlar›, paralel olarak gitmez, sürekli olarak birbirinden uzaklaflarak, aç›larak genifller. Bunu flemayla aç›klamak için, çeflitli büyüklüklerde, birbiri içine girmifl dört tane küre alal›m (fiekil–H): d c b a
(fiekil–H)
Merkezleri ortak olarak, iç içe girmifl bu dört küre, merkezinden geçmek üzere ortas›ndan kesilip iki k›sma ayr›l›nca, bunlardan birinin kesitine bak›ld›¤› zaman, orada –flemadaki gibi– her biri bir küreye ait, dört ayr› kesit görülür. Bu kesitler merkezden çevreye do¤ru, “a, b, c, d” durumunu meydana getirirler. Bunlar›n her biri, bir kürenin, yâni ortada bulunan en küçük kürenin gittikçe büyüyerek alm›fl oldu¤u büyüklü¤ün dört ayr› safhas›ndan biridir. Yâni, merkezdeki “a” büyüklü¤ünde bulunan kürenin geniflleyerek büyümesinden “b, c, d” büyüklükleri meydana gelmifltir. Böylece “a” küresi gittikçe büyüyerek “d” büyüklü¤ünü bulmufltur. fiimdi kürenin bu geniflleyifli içinde, bu kesitlerin birbiriyle k›yas›n› yapabilmek için, yukar›ki flemada en küçük kesit olan “a” kesiti sabit tutularak, en büyük kesit olan “d” kesiti âdeta bir foto¤raf makinesi körü¤ü gibi, ondan uzaklaflt›r›ls›n! Bundan bir koni meydana gelir. Bu koninin taban›n›, en büyük ve d›flta bulunan “d” küresinin kesiti oluflturur. Tepe227
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
sinde, yâni sivri taraf›nda, en küçük küre olan “a” küresi bulunur. (fiekil–‹) Aradaki “b, c” katlar›n› da çeflitli büyüklüklerdeki iç içe kürelerin kesitleri oluflturur.
a
b
c
d
(fiekil–‹)
Burada, koninin “a, b, c, d” kesitleri aras›ndaki genifllik farklar›, idrakî zaman›n birbirine oranla olan inkiflaf k›ymetlerini gösterir. Çünkü buradaki her kesitin, asl›nda birbiri üzerine inkiflaf eden, bir kürenin farkl› geniflliklerinden birini göstermekte oldu¤unu söylemifltik. ‹flte bir kesitin, önceki kesite nazaran geniflli¤i, küre inkiflaf›n›n o âna özgü uzam›n› gösterir. Böylece, afla¤›daki flema, her kesitin kendi kapasitesine ait inkiflaf geniflli¤ini ifade etmektedir. (fiekil–K) Buradaki genifllik fark›, ayn› zamanda, inkiflaf esnas›nda aslî zaman üzerinde katedilen mesafeyi de gösterir.
k
III i II g
h
I e
a
l j f
b
c
d f’ h’ j’
I e’ II g’ III i’ (fiekil–K) 228
k’
l’
BEDR‹ RUHSELMAN
Meselâ “e–f” ve “e’–f’” paraleli, “a” küresine mahsus inkiflaf derecesini gösterir. Bunu izleyen “g–h” ve “g’–h’” paraleli, “b” küresinin inkiflaf derecesini gösterir. Bu iki paralel aras›ndaki “I” mesafesi, iki inkiflaf kademesi aras›ndaki inkiflaf fark›n› ve ayn› zamanda aslî zaman üzerinde katedilmifl mesafeyi gösterir. Yine, gittikçe büyüyerek geniflleyen “c” ve “d” kürelerine ait, “i–j” ve “i’–j’” ile “k–l” ve “k’–l’” inkiflaf sahalar›n›n da nas›l gittikçe geniflledikleri ve aralar›ndaki inkiflaf ve zaman ak›fllar›na ait “II” ve “III” farklar›n›n nas›l meydana geldikleri flemada kolayca görülebilir. Burada geçen inkiflaf fark› ifadesinin mânâs› fludur: Daha önce, vazife plân›n›n bafllang›c›ndan itibaren, idraklerin icaplara intibak etmeye bafllad›¤›ndan ve böylece, Aslî Prensibin bütün ruh ve kâinat iliflkileri icaplar›na idraklerin uyarak, bir vahdete do¤ru gidilip, nihayet Ünite’ye ulafl›ld›¤›ndan söz etmifltik. Ve onun için de vazife plân›ndan itibaren bafllayan tekâmül safhas›na “aktif intibak safhas›” denilmiflti. ‹flte flimdi küre zaman›n›n flematik aç›klanmas› içinde bu hakikati de göstermifl oluyoruz. Çünkü kürelerin iki inkiflaf kademesi aras›nda görülen ve aslî zaman üzerinde yürüyüfl diye nitelendirilen bu fark, asl›nda bu intibak sahas›n›n genifllemesinden baflka bir fley de¤ildir. Fakat bu küre inkiflaf›n›n elbette bir nihayeti vard›r ve bu da kâinat›n sonudur. Zaten bu inkiflaflar›n artmas›, kâinattaki hakikî intibak sahas›n›n genifllemesi eflli¤inde olur. ‹ntibak sahas›n›n genifllemesi ise ünite dedi¤imiz idrak vahdetinin gerçekleflmesi demektir. Hat›rlat›r›z ki, yüzeysel zaman realitelerinin art arda sürüp gitmesinde böyle bir inkiflaf, yâni Ünite’ye yürüyüfl demek olan, aslî zaman üzerinde ilerleyifl yoktur. ‹nkiflaf hatlar›n›n buradaki gibi her ân genifllemesi, yüzeysel zaman inkiflaf›nda sözkonusu de¤ildir. Orada sadece, belirli bir saha içinde, aslî zaman üzerindeki bir noktan›n bütün icaplar›n› yerine getirmenin haz›rl›klar› yap›l›r.
* * * Gerek yüzeysel, gerek küresel zamanlara ait bu iki flema gösterir ki, yüzeysel zamanda oldu¤u gibi belirli bir saha içinde ka229
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
larak hamlelerin birbirine eklenmesi fleklindeki bir kesintisizlikle devam eden inkiflaf tarz›, küresel zamanda yoktur. Burada, öncekinde oldu¤u gibi ayr› ayr› devreler de yoktur. Aksine, her ân geniflleyen yeni inkiflaf sahalar› vard›r. Di¤er deyiflle burada, aslî zaman›n bir tek ân› içinde hapsolmufl, s›n›rl› sahadaki periyodik gidifl hareketleri de¤il, kâinat›n s›n›rlar›na kadar dayanan sonsuzluk içinde geniflleme, ilerleme ve inkiflaf etme sahalar› vard›r. Ve bu ilerleyifl, Ünite’de nihayet bulmaktad›r. ‹flte bununla da, daha önce söylenmifl bulunan, hakikî tekâmülün küresel zaman idrakiyle bafllam›fl oldu¤u sözünün mânâs›n› daha aç›k olarak aç›klam›fl oluyoruz.
* * *
fiimdi burada çok önemli bir meselenin aç›klanmas›na s›ra gelmifltir. Bu mesele; kâinatta aslî icaplara tâbi olarak seyreden aslî zaman›n âlemlere iliflkin durumlar›n›n, o âlemlerdeki madde ortamlar›na intibaklar›n›, ba¤lant›lar›n› sa¤layarak zaman formlar›n› meydana getiren mekân›n mahiyetidir. Bir tarafta zaman formunu meydana getiren hareketler var, di¤er tarafta da, zaman idrakinin oluflmas› için bu hareketlere ba¤lanmas› icap eden madde ortam› mevcut. Fakat zaman ve mekân›n iliflkilerinde saym›fl oldu¤umuz üçüncü flart, yâni bu ortam›n zaman hareketlerine ba¤lant›s› sa¤lanmay›nca, mekân kurulamaz ve zaman formunun tezahürü mümkün olmaz. O hâlde burada, kâinat mekanizmas›nda esas rol alan büyük bir etken vard›r. ‹flte bir âleme özgü mekân› oluflturmak ve zaman formunu kurabilmek için, mevcut madde ortam›n› zaman formuna ait hareketlere ba¤layan unsur, kâinat ötesinde Aslî Prensibe tâbi yüksek kader prensibidir ki; bunun kâinatta kader mekanizmas› hâlinde beliren icaplar›, aslî icaplarla ve aslî zamanla birlikte, Ünite’den süzülerek kâinata yay›lmaktad›r. fiu hâlde, k›saca, mekân; kaderin âlemlerdeki ve kâinattaki beliriflidir. Yâni, bir âlemde, zamana ait hareketler ile madde ortamlar›n›n ba¤lanmas›ndan ileri gelen mekân, kaderin o âlemdeki tezahürüdür. Demek ki kader; âlemlerdeki zaman› madde ortamlar›na ba¤230
BEDR‹ RUHSELMAN
layarak o âleme özgü zaman ve mekân formlar›n› meydana getiren ve zaman› kullanarak aslî icaplar›n direktifi alt›nda çal›flan ve onlara ba¤l› bulunan kader prensibinin kâinattaki ak›fl›d›r. Kader, âlemlerde o âlemlerin imkânlar›na göre tezahür gösterir. Meselâ hidrojen âlemindeki yüzeysel zaman mekân› kaderin bu âleme özgü tezahürüdür. fiu hâlde, Ünite’den bütün kâinata aslî icaplar› tafl›yarak yay›lan kader, yine aslî icaplara ba¤l› zamandan yararlanarak, âlemlerin bütün formasyon, deformasyon ve transformasyonlar›n› meydana getirir. fiimdi daha aç›k olarak aç›klam›fl oluyoruz ki, varl›klar›n otomatik, yar› idrakli ve idrakli olarak, ihtiyaçlar›na göre maddelerde husule getirdikleri bütün formasyonlar, transformasyonlar ve deformasyonlar, ancak Ünite’den süzülüp gelen direktiflere göre, Aslî Prensip, kader ve zaman prensipleri kadrolar›nda vazifeli varl›klar›n yard›m, müdahale ve kontrolleriyle vukua gelmektedir. Bu bilgi, kader ve zaman›n kâinattaki esas rollerine ait sezgileri insanlara verir. E¤er Ünite’den gelen kader ve zaman olmasa idi; Aslî Prensip icaplar›na göre kâinat cüzleri durumlar›n›n, ruhlar›n her ânki davran›fllar› ve liyakatleri karfl›s›nda vukuu icap eden sonsuz flekil de¤ifltirmelerine ve flekil almalar›na ait teknik faaliyet, oda¤›n› kaybetmifl olurdu. Ruhlar›n tekâmüllerine ait, Aslî Prensibin tayin etmifl oldu¤u icaplarla, ruhlar›n bu icaplara liyakat derecelerini ölçüp ayarlayarak takdir eden etken, kaderdir. Yâni, aslî icaplar›n kâinattaki teknik unsuru, kaderdir. Kader, bu fonksiyonunu zaman unsurunun yard›m›yla yapar ve onu ölçü olarak kullan›r. Bu mekanizmay› kaba bir örnekle aç›klayarak biraz daha ayd›nlat›yoruz: Bir okul var. Bu okulun belirli s›n›flar› mevcut. Derslerin o okulda s›n›flara göre kadrolar›n› tayin eden, ö¤rencilerin belirli liyakatlere göre belirli s›n›flarda bulunmas›n› takdir eden yüksek bakanl›k makam› da var. fiimdi bir ö¤renci, o okulun ilk s›n›f›ndan bafllay›p, hiçbir incelenmeye tâbi tutulmadan bütün s›n›flar› otomatikman atlayarak okulun kap›s›ndan ç›karsa, okulu bitirmifl say›231
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lamaz. Bunun için, o ö¤rencinin, her y›l ve hattâ y›lda birkaç defa, yine bakanl›k taraf›ndan yetkilendirilmifl memurlar vâs›tas›yla yoklanmas›, denenmesi, “s›nav” denilen gayet s›k› ve özenli kontrollerden geçmesi, özetle, kendisine o okuldan o âna mahsus verilmesi icap eden ile bu verilmesi icap edene kendisinin liyakat kazanm›fl olup olmad›¤›n›n incelenmesi gerekir. E¤er çocuk, bu s›nav sonucunda, içinde bulundu¤u s›n›f›n hakk› olan dersleri ö¤renmifl ve onlar› geçme hakk› kazanm›fl oldu¤unu gösterirse, s›nav›n› baflarm›fl, üst s›n›flara geçmeye, okulu bitirmeye liyakat kazanm›fl olur. Aksi hâlde kendi liyakatine ve bilgisi derecesine en uygun olan s›n›fta b›rak›l›r ve ona göre ö¤retim ve e¤itimlere tâbi tutulur. Yâni, o okulda ö¤renciler mutlaka flu kadar zaman süresince flu veya bu s›n›fta kalacaklar ve o zaman bitince otomatikman s›n›flar› atlayarak okulu bitirecekler gibi bir kay›t yoktur. ‹flte hayat da bunun gibidir. En yüksek ve yetkili makam dedi¤imiz Aslî Prensip, dünya okulunun program›n› düzenlemifltir. Bundan k›l kadar sap›lamaz. Fakat yine bu program gere¤ince ö¤rencilerin, yâni insanlar›n oradaki s›n›flara terfi edebilmeleri için; çal›flmalar›, cehit harcamalar› ve bu cehitleriyle orant›l› olarak, dünya okulunda kendilerine tahsis edilmesi icap eden s›n›flara ve derecelere hak kazanmalar› ve bunu da ispat etmeleri gerekir. ‹nsanlar bunu yapt›kça lây›k olduklar› s›n›flara terfi ederler; aksine, tembellik ve beceriksizlik sonucunda bulunduklar› durumun liyakatlerini gösteremeyenler, ona göre, yâni liyakatleri derecesine göre ifllemlere tâbi tutulurlar. Bunun için de iki flart gerekir: Bunlardan biri, insanlar›n liyakatlerini ispat edebilmeleri için gerekli olan cehit ve gayret özgürlü¤ü; di¤eri ise, bu liyakati takdir eden, onun aslî icaplara uygunluk derecesini ölçüp biçen ve ona göre, o varl›¤›n, o icaplar karfl›s›nda kendisine lây›k ve en uygun madde hâl ve durumlar›n› haz›rlayarak tertipleyen bir etkenin mevcudiyeti. ‹flte aslî icaplar›n yerli yerinde tatbikini sa¤layan, varl›klar ile aslî icaplar aras›ndaki mutabakat›n* derecelerini ve ölçülerini takdir ve tespit ederek k›ymetlendiren bu teknik etken, kâinattaki kader mekanizmas›d›r. * “Mutabakat” sözcü¤ü, “t›bk” sözcü¤ünden gelme olup, “intibak hâlinde olma, uyum hâlinde olma, mutab›kl›k, uyuflma” anlam›na gelir.
232
BEDR‹ RUHSELMAN
Demek ki, kâinat üstünde bulunan, Aslî Prensibe ba¤l› kader prensibinin, kâinatta kader mekanizmas› hâlinde iflleyen beliriflleri, âlemler içinde, o âlemlerin imkânlar›na göre kader tezahürlerini meydana getirir ki, bunun da âlemlerdeki görünüflü, mekân›n sonsuz hâl ve durumlar›d›r. fiu hâlde, varl›klar›n aslî icaplar karfl›s›ndaki liyakat derece ve ölçülerini takdir ve tespit eden ve varl›klar›n kâinat ak›fl›ndaki maddî imkânlar›n› bu liyakate göre ayarlayan kader mekanizmas›, yüksek kader prensibinin kâinattaki tezahürüdür. Âlemimizde belirli mekân formlar› içinde görünen kaderin, baflka âlemlerde nas›l beliriflleri oldu¤unu bu âlemin idrak ve görüflleriyle tayin etmek ve nitelendirmek elbette mümkün olmaz. Yaln›z, flunu bildiririz ki, bu belirifller vazife plânlar›ndan Ünite’ye do¤ru yükseldikçe, bizim âlemlerimizde geçerli olan fonksiyonunu, elbette kapsam›yla orant›l› olarak, de¤ifltirir. Ünite’ye gelince, bütün icaplar ile, idrakler ile, imkânlar ile ve durumlar ile birleflmifl bir vahdet hâlini ifade eder.
* * * Burada aç›klanmas› gereken bir nokta var: Kader mekanizmas›, kâinattaki fonksiyonunu yaparken, Aslî Prensibe tâbi bulunan zaman prensibi ile birlikte yürür. Zaman prensibinin kâinattaki durumu aslî zamand›r. Ve aslî zaman›n, çeflitli âlemlerden geçerken, o âlemlere göre beliriflleri vard›r. Bunlardan birini, dünyaya özgü, yüzeysel zaman idraki, di¤erini de dünya üstü âlemlere özgü, idrakî zaman diye biraz önce aç›klam›flt›k. ‹flte kader mekanizmas›, dünyada fonksiyonunu ancak aslî zaman ile birlikte yapabilir. Yâni, kader mekanizmas›, Aslî Prensibin muhasebesini ve teknik ifadelendirilmesini yaparken, ölçü olarak zamandan yararlan›r. Zaman mekanizmas› hem elzemdir, hem de zarurîdir. Elzemdir; çünkü Aslî Prensibin had ve öz olarak tayin etti¤ini gerçeklefltirmede, kader prensibinin ölçütü ve ölçüsü, zamand›r. Zaman olmay›nca kader prensibi ölçüsüz kal›r ve teknik fonksiyonunu yerine getiremez.
233
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Zarurîdir; çünkü zaman mekanizmas›n›n de¤erlendirme niteli¤i olmazsa, kader mekanizmas›nda ahenk, bundan dolay› da Aslî Prensip ile vazife ve tekâmül plânlar› aras›nda irtibat ve bu prensipler ile, plânlar ile âlemlerin olufllar ve ak›fllar nizam›na mutabakat olmaz ve nihayet, de¤er farklanmalar›n›n tayin edilmesi ve k›ymetlendirilmesi imkâns›zlafl›r; dolay›s›yla, miktar ve sonra nitelik nizams›z kal›r ki, bu takdirde bütün tatbikatlar oda¤›n› kaybetmifl olurlar.
* * * Aslî zaman ak›fl›n›n dünyadaki belirifline yüzeysel zaman diyorduk. Buna karfl›l›k, yine kâinat boyunca ak›p giden ve her âleme özgü ayr› beliriflleri olan kaderin de dünyadaki tezahürü mekân formlar›d›r, demifltik. ‹flte, dünyada zamandan ayr›lmayan ve zamanla k›ymet ve ayar ölçüsünü bulan mekân, kader prensibinin dünyadaki fonksiyonunun sonucudur. Bu bilgilerle de, kaderin, dünyada zaman mekanizmas›yla birlikte beliren mekân hâlindeki tezahürünü aç›klam›fl olduk. Ve aç›kça belirttik ki, zaman ve mekânla mevcudiyet gösteren bütün realiteler; insanlar›n özgürlük esas›na dayanan cehit ve gayretleriyle lây›k olacaklar› veya kazanabilecekleri derecelerin, yine zaman ve mekânla ölçülüp biçilmifl, yâni zaman ve mekân kadrolar›nda vazifeli varl›klar taraf›ndan takdir edilmifl, birtak›m icap zorunluluklar›d›r. Çünkü fluras› bir hakikattir ki, aslî icaplar›n ve bu icaplara ba¤l› bütün mekanizmalar›n kâinattaki tatbikatlar›; aslî icap, aslî zaman ve kader mekanizmas› kadrolar›nda çal›flan organizasyonlar›n vazifelileri taraf›ndan yap›lmas› zarurî yükümlülüklerdendir. ‹flte Ünite’den süzülerek aslî tesirlerle kâinat içine yay›lan kader ve zaman mekanizmalar›na ait tesirler, bu mekanizmalar› yürüten kadrolar dahilinde vazifelenmifl büyük vazife plânlar›n›n kâinatflümul faaliyetleriyle tatbikat zeminlerini bulurlar. Ve bu kadrolar›n bütün elemanlar› yerli yerine yerleflmifl, vazifelerini hakk›yla idrak etmifl kudretli varl›klard›r.
* * * 234
BEDR‹ RUHSELMAN
Zaman ve mekân hakk›nda verilmifl olan bu bilgilerden sonra iyice anlafl›lm›fl olur ki, dünyada herhangi bir konuda “flu insan›n mukadderi bu imifl” demenin mânâs›; o insan›n o konuda, içinde bulundu¤u olaylar› meydana getiren bütün madde kombinezonlar›n›n belirli zamanlara ba¤l› olarak bir araya geliflleri ve ba¤lan›fllar›, o ânda o flekilde ortaya ç›kt› demektir ki; mekân›n tarifini iyi kavram›fl olanlar, bunun da o insan›n etraf›nda ona göre mekânlar kuruldu demek oldu¤unu idrak ederler. Aynen, “kaderi yard›m etmedi” sözü de, onun hakk›nda beklenilen bir konuya ait madde kombinezonlar›n›n beklenildi¤i tarzda de¤il de, baflka flekillerde meydana geldi¤ini ifade eder ki; bu da, yine, o konu etraf›nda arzu edildi¤inden baflka madde flekillerinden ve durumlar›ndan kurulmufl, bir mekân demek olur. Özetle, mekân› ifade eden, maddenin her hâl ve flekli, olaylar›n her durumu, kaderin bir beliriflidir. Elini oynatan bir insan›n bu hareketine zemin olan ortam, bir mekând›r ve kaderin beliriflidir. Yürüyen bir insan için bast›¤› yerler, mekând›r; gökyüzüne bakan bir kimse için, y›ld›zlar›yla, bulutlar›yla, renkleriyle, bütün görünüfl ve durumuyla, gökyüzü mekând›r ve kaderin beliriflidir. Dikkatini vücudunun herhangi bir noktas›na çeviren insan için, oras› mekând›r ve kaderin beliriflidir. Düflünen bir insan için, muhayyilesi mekând›r; olaylar aras›nda iliflkiler kuran idrak, bir mekând›r ve kaderin beliriflidir. Özetle, kâinatta görünen her fley, her varl›k, insan›n bizzat kendisi, bir mekând›r ve bunlar›n hepsi, kendi âlemlerinde, kaderin birer beliriflidir. Çünkü bütün bunlar›n flekillenmeleri, çeflitli tarzlarda birbirine ba¤lanmalar›, say›s›z kombinezonlar hâlinde analiz ve sentezlere tâbi tutulmalar›, yâni bütün olaylar›n ve madde hâllerinin oluflu, mekân›n çeflitli varyeteleridir ki; bunlar da, kader mekanizmas›n›n fonksiyonu içinde yürürler.
* * * Varl›klar, sahip olduklar› özgürlükleri sayesinde, sürekli olarak s›navlar içinde bulunurlar. Bu s›navlar karfl›s›ndaki davran›fllar, müspet veya menfî reaksiyonlar, özetle, baflar›l› olufllar veya ola235
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
may›fllar; kaderin takdir ve tespit etti¤i madde kombinezonlar›n›n, yâni mekânlar›n sonsuz hâl ve durumlar›n›n meydana gelmeleri sonucunu do¤ururlar ve varl›klar, liyakatleri derecelerine göre bu olaylar›n çeflitli durumlar›nda yaflarlar. ‹flte bütün olaylar ve onlar› meydana getiren bütün madde kombinezonlar›; her biri kader mekanizmas›n›n birer belirifli olan, mekânlardan ibarettir. Özetle, varl›klar›n, fiil ve hareketlerine göre derecelerinin ölçülüp biçilerek, aslî icaplardaki durumlara uydurulmalar› için muhasebe ifllemlerinden geçirildikten sonra ayarlanmalar› ve formlara ba¤lanmalar›; kader mekanizmas›n›n, aslî icaplar alt›nda aslî zaman› kullanarak çeflitli madde ve olay formlar›n› ve tertiplerini meydana getirmesi demektir. Art›k bu bilgilerden sonra, vazife plân›na henüz girmemifl ve en küçük hareketlerine kadar her durumlar› s›navlara tâbi tutulmufl dünya insanlar›n›n gelecekleri hakk›nda, ad ve zaman belirterek kesin dille konuflmak do¤ru olmaz. Çünkü insanlar, özgürlüklerini kulland›klar› yönlere göre, çevrelerinin ve mekânlar›n›n, yâni tek kelimeyle kaderlerinin yürüyüflünü kendileri sonuçland›rmaktad›rlar. ‹stikbale ait sözler, bâz› kay›tlar alt›nda, ancak hakikatlerin tahakkuk etmekte bulundu¤u vazife plânlar›nda söylenebilir. Dünyada, gelece¤e ait kesin yarg›larda bulunmak, bütün insanlar›n özgürlük yetkilerini reddetmek olur. Bir noktadan itibaren di¤er bir noktaya yürümek üzere serbest b›rakt›¤›n›z küçük bir kar›nca bile, ister yolunda ayn› h›zla yürüyerek belirli zamanda o noktaya var›r, ister biraz e¤lenerek veya sa¤a sola saparak yolunu uzat›r, isterse gerisin geriye dönerek yolunu büsbütün de¤ifltirir. Bütün bunlar, onun alaca¤› sonuçlar›n fleklini, yâni onun kaderlerini tayin eder. Yukar›dan beri verilmifl olan bu bilgiler, kâinata bir projektör ›fl›¤› sembolüyle indi¤ini kabul etti¤imiz aslî icaplar›n, ruhlar› ve maddeleri kapsayan kudretleri aras›nda, kader mekanizmas›n›n ve aslî zaman›n da bulundu¤unu ve aslî icaplar›n gerçekleflmesinde bunlar›n ne kadar önemli rolleri oldu¤unu anlatmaya yeterlidir.
* * * 236
BEDR‹ RUHSELMAN
fiimdi, vazife safhas›na girildikten sonra, oradaki yürüyüfl hakk›nda da bâz› bilgileri verece¤iz. Vazife plân›, tekâmüle, aç›k bir idrakle devam edilmeye bafllanabilen bir aflamad›r. Vazife plân›na kadar gelen otomatik, yar› idrakli inkiflaflar burada tam idrakli bir safhaya girmifltir. Bunun da aç›k mânâs› fludur: Varl›klar›n idrakleri bu plânda t›rmand›klar›n› söyledi¤imiz ›fl›k konisi huzmelerine kendi kudretleriyle intibak etmeye bafllam›fllard›r. Onun için vazife safhas›na aktif intibaklar›n bafllad›¤› safha da diyoruz. Bu safhada ilerlendikçe icaplara idraklerin intibak sahalar› da genifller, yâni idrakler, tekâmül ettikçe, akan aslî zaman içinde, ruh ve kâinat iliflkilerine ait ilâhî icaplara daha genifl çaplarda intibak ederler. Di¤er deyiflle, bütün idrakler, bu icaplar ile ve dolay›s›yla birbirleriyle birleflirler ki, buna da “vahdet hâli”, yâni “ünite” deriz. Bununla birlikte, vazife plân›n›n bu ilk kademelerindeki vahdet, tam olmaktan daha çok uzakt›r; ama gerçekleflmeye bafllam›flt›r. Meselâ Aslî Prensibin ruhlar›n ihtiyaçlar› ile kâinat cevheri imkânlar›n›n iliflkilerine ait sonsuz icaplar›n› “n” adedi gibi sonsuz bir k›ymet olarak kabul etti¤imize göre, vazifenin ilk kademelerinde, bu k›ymetlere o kademelerdeki varl›klar›n idrakleri, henüz pek küçük çapta intibak edebilmifltir. Ve idrak, hangi icaplar ile intibak, yâni vahdet hâline geçmifl olursa, orada hakikatleflir. Ve o varl›k, oradaki ahengin bir cüzünü oluflturur. ‹flte bu, ahenge kat›lmak, ahenkten olmak demektir. Bu bilgi, vazife plân›n›n bir tahakkuk, bir gerçekleflme plân› oldu¤u ifadesinin de mânâs›n› aç›klar. ‹flte bu plân›n bafllamas›yla birlikte, idrakler, kâinat hakikatlerine gittikçe daha büyük bir kudretle nüfuz etmenin yolunu tutarlar. Yâni, o hakikatlerin ahengi içinde gittikçe kapsamlar›n› geniflletirler. Yine, bu bilgi bir di¤er büyük hakikati daha aç›klar: Ayn› icaplarda tam bir mutabakat hâline gelmifl çeflitli varl›klar, o noktada birbirleriyle de vahdet hâline girmifller demektir. fiu hâlde, vazife plân›n›n çeflitli kademelerinde, belirli icaplarda birleflmifl, vahdet hâline gelmifl çeflitli vazife gruplar› vard›r. Bunlar aras›nda, dünyada oldu¤u gibi realite farklar› yoktur. Çünkü esasen onlar hakikatlere intibak hâlindedirler. Orada realiteler de¤il, hakikatler vard›r. 237
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Bununla birlikte, tekrar ediyoruz; bu intibak, birdenbire vazife plân›n›n bütününü kapsam›fl de¤ildir. Tam ve bütün intibak, ancak Ünite’de mümkün olur ki; bu da, vazife plân›n›n ilk kademelerine nazaran, henüz nihayetsizlik denecek kadar uzaktad›r.
* * * Ünite’de art›k realite diye bir fley yoktur. Aslî Prensibin kâinattaki ak›fl› olan aslî icaplar, kader ve zaman prensiplerinin kâinattaki ak›fllar› olan kader mekanizmas› ve aslî zaman, oradaki idrakler ile birleflerek, vahdeti meydana getirirler. Oras› hakikatin kendisidir. Kâinat›n son s›n›r› ve tekâmülün gerçekleflmesinin ifadesidir. Kâinat›n bütün idaresi ancak, buradan süzülerek yay›lan tesirlerle mümkün olur.
* * * Vazife plân›n›n ilk kademelerinden itibaren, Ünite’ye kadar uzanan ve sonsuz görünen yollar›n katedilmesi de çok komplike mekanizmalarla olur. Bu hususta bilgi vermek için projektör sembolündeki ›fl›k taban›n›n, ilk vazife plân› kademelerinde bulundu¤u âna dönelim! Varl›klar yukar›, bu ›fl›k konisinin tepesine do¤ru t›rmanmaya bafllam›fllard›r. Burada, belirli icaplarda ifltirak etmifl idraklerden ve bu birlefltikleri noktalarda onlar›n bir tek varl›k hâline girdiklerinden söz etmifltik. Böyle bir hâl, vazife plân›n›n alt›ndaki âlemde, meselâ dünyada yoktur. Çünkü insanlar›n tam mânâs›yla hiçbir hakikate ulaflmalar› mümkün olmad›¤›ndan, insanl›k, hakikatin yaln›z görecelikleri içinde, yâni realitelerde yaflamaktad›r. Dolay›s›yla, dünyada ne kadar idrak varsa, o kadar realite mevcuttur. Çünkü dünyada hakikatin kendisi de¤il, idraklerin çeflitli kapasitelerine göre de¤iflen, hakikatlerin çeflitli ve görece görünüflleri sözkonusudur. Her idrakin, böyle, kendi kapasitesine göre k›ymetlenebilecek fleyler, elbette birbirinden farkl› olacaklard›r. Bunun için, dünyada hiçbir nokta üzerinde idraklerin tam mutabakat› ve vahdeti mümkün olmaz. Bu ancak vazife plân›ndan itibaren bafllar.
238
BEDR‹ RUHSELMAN
Vazife plân›nda bafllayan bu mutabakatlar, varl›klara birtak›m ifller ve vazifeler yükler ve onlar› –intibak sahalar›n›n geniflli¤ine göre– birtak›m yükümlülüklere tâbi k›lar. Onlar, bu yükümlülükleri yerine getirirken gösterecekleri liyakatlerin derecesine göre, intibak sahalar›n› daha çok geniflletirler ve idrakî zaman ve mekân›n genifl imkânlar› içinde, Ünite’ye do¤ru yükselen vazife plân› kademelerinin üst basamaklar›na t›rman›rlar. Fakat varl›klar›n bu yükümlülükleri, afla¤› plânlarda ak›llara gelebilece¤i gibi verilip al›nan fleyler de¤ildir. Çünkü zaten, hakikat ile mutabakat hâline girmek, onunla birleflmek demektir ki; yükümlülük dedi¤imiz fleyin hakikî mânâs› da bu vahdetten ç›kar. fiu hâlde, varl›klar vazife kademelerinde yükseldikçe, yükümlülükleri de mukadderat mekanizmas› alt›nda otomatikman artar. Vazife plân›ndaki varl›klara yükümlülü¤ü kimse yüklemez. Yeter ki onlar, bu yükümlülüklerinin –kader mekanizmas› muvacehesinde– liyakatlerini artt›rs›nlar. Böyle olunca, oradaki varl›klar da s›navlardan tamam›yla s›yr›lm›fl de¤ildirler.
* * * fiimdi, bu yükümlülük liyakatlerinin nas›l meydana geldi¤ini belirtelim: Varl›klar›n, madde kâinat› içinde ve kader mekanizmas›n›n icaplar› alt›nda, idrak vahdetlerinin ilk ad›m›na vazife plân›nda bafllad›¤›n› söylemifltik ve buna da, idraklerin, icaplara, hakikatlere ulaflmas›, gerçekleflmesi demifltik. ‹flte varl›klar›n vazife yükümlülü¤ünü do¤uran zaruret, bu gerçekleflmeden ileri gelir. Bu gerçekleflmeler, idrakî zaman mekanizmas›yla yürürler. Vazifeliler de zaten idrakî zaman ve mekân flartlar›na tâbidirler. Gerçekleflme –projektör sembolüyle ifade etti¤imiz– aslî icaplara idraklerin intibak etmesi demek oldu¤una göre, ilk gerçekleflmeler vazife plân›n›n ilk kademelerinde bafllar, yüksele yüksele Ünite’de son kapsam›na ulafl›r. fiu hâlde, varl›klar›n kâinata inen Aslî Prensip ›fl›¤› huzmesine t›rmanarak yukar›lara ç›kmas› demek; o ›fl›k huzmelerinin kapsam›nda mevcut olan bütün icaplara idraklerinin intibak etmeleri, onun ahengine girerek, gittikçe daha genifl çapta o ahenge kar›flmalar› demektir. Bu t›rma239
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
n›fl Ünite dedi¤imiz, kâinat›n son imkân s›n›rlar›na geldi¤i zaman, o varl›¤›n idraki bu ›fl›k huzmesinin içerdi¤i bütün icaplara intibak etmifl, tam o ahenkten olmufl ve dolay›s›yla, kâinat cüzlerine ve bütününe hâkim bir durum alm›flt›r. Yâni, kâinat›n bizzat kendisi olmufl gibi, o büyük vahdete kar›flm›flt›r. fiu hâlde, vazife plân›n›n ilk kademesinden itibaren varl›klar, yavafl yavafl, yâni Aslî Prensip ›fl›¤›na t›rmand›kça, kendi bulunduklar› noktalara kadar meydana gelmifl intibaklar› derecesinde kâinat cüzlerine hâkim durumlara geçerler ve bu hâkimiyet, Ünite içinde tamamlan›r.
* * * Bu yükümlülüklerin nas›l ortaya ç›kt›klar›na gelince: Gerçekleflmifl idrakler, bu gerçekleflmeyle zaten hakikatlerin tatbikatlar› içine girmifller demektir. Ve bu tatbikatlar›n her biri de, birer yükümlülüktür. Böylece, belirli gerçeklerin tatbikat›, belirli idraklerin iflbirliklerini zarurî olarak sonuçland›rm›fl bulunmaktad›r. ‹flte bu noktadan itibaren birtak›m kadrolar ve organizasyon sistemleri zorunlulu¤u baflgösterir. Onun için burada kadrolardan söz etmemiz gereklidir. fiuras› bir hakikattir ki, kâinatta ihtiyac›n, tekâmül zorunlulu¤unun ve kader mekanizmas›n›n haricinde mümkün olabilecek bir hâl düflünülemez. Keyfilik diye bir fley yoktur. Bu prensip, bütün gruplar, bütün irtibatlar, bütün kadrolar için geçerlidir ve de¤iflmez. Dolay›s›yla, kadrolar; kâinattaki tüm olufl ve ak›fllar›n yürütülmesinde etken olan yüksek icaplara ba¤l›, kâinatflümul mekanizmalarda vazifelenmesi gereken organizasyon sistemlerinin zarurî birer sonucudur. Her organizasyon sisteminin hangi kadro dahilinde çal›flmas› gerekiyorsa, o sistem ona göre kurulur ve ifller. fiu hâlde, kadrolar›n kuruluflunun esas prensiplere, ana mekanizmalara uygun olmas› gerekir. Meselâ daha önce söz etti¤imiz kader mekanizmas›n›n ifllemesi de, belirli kadrolar içinde kurulmufl organizasyon sistemlerinin faaliyetleriyle düzenlenir.
* * * 240
BEDR‹ RUHSELMAN
Ünite’den süzülüp gelen icaplara göre kâinatta üç ana kadro vard›r: 1– Aslî Prensip kadrosunda vazifeli olan varl›klar›n kadro, plân ve teknikleri, 2– Kader mekanizmalar› kadrosuna dahil varl›klar›n kadro ve teknikleri, 3– Aslî zaman kadrosuna dahil varl›klar›n plân ve teknikleri. Ve bunlar›n hepsinin, kendilerine özgü realitelerini sa¤layabilen hususlar. ‹flte bu üç ana kadroya ba¤l› olarak, ruhlar›n kâinattaki tekâmüllerine ait icaplar› bütün ayr›nt›lar›yla yerine getiren, say›s›z organizasyonlar ve bu organizasyonlar›n hiyerarflik tertiplerle birbirine ba¤lanmas›ndan meydana gelen büyük organizasyon sistemleri mevcuttur. Bunlar›n hepsi, kâinatta görülecek say›s›z ifllerde vazife plân›n›n ilk kademelerinden itibaren Ünite’ye kadar vazifelendirilmifl veya vazifelenmifl varl›klardan oluflmufltur ki; bu vazifeli varl›klar, kendi organizasyonlar› içinde, Ünite’den gelen, yukar›da sayd›¤›m›z üç genel ve koordine vazife kadrosunun prensipleri ve direktifleri alt›nda, k›l kadar flaflmadan vazifelerini görürler. Bu vazifeler, çeflitli âlemlere ait say›s›z ifllerdir. Meselâ Dünya’ya özgü zaman istasyonlar›, kaba hareketsel faaliyetlerini idare eden istasyonlar, bireysel ve küçük grup tekâmül plânlar›n› idare eden istasyonlar, nihayet, gittikçe büyüyen, kapsamlar› geniflleyen ve genifl çaplardaki kitlelerin genel tekâmül hamlelerini, plânlar›n› ve onlarla ilgili madde ink›lâplar›n› sevk ve idare eden, yürüten istasyonlar gibi say›s›z ve birbirine ba¤l› organizasyonlar›n gördü¤ü vazifeler vard›r. Bugünkü dünyan›n büyük ink›lâp faaliyetlerinde vazifelenmifl, yüksek vazife plân›ndan büyük bir organizasyonun dünya ink›lâb›na ait iflleri aras›ndaki, bu kitab›n meydana getirilmesi yolundaki faaliyetler de, bu vazifeler aras›ndad›r. ‹flte böylece, gittikçe kapsam kazanan kâinat ifllerinde vazifelenmifl varl›klar, bir organizasyonlar sistemi, bir koordinasyon ve iflbirli¤i prensibi, bir hiyerarfli nizam› içinde, vazifeyle oranl› olarak, vazifenin liyakatine uygun durumlar al›rlar. Bu yürüyüfl, böylece ilerleyerek, nizam, ter241
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
tip ve ahenk içinde, kâinat›m›zdaki ifadesiyle sezilebilen “tekâmül”ün gerçekleflti¤i Ünite’ye do¤ru ak›p gider.
* * * Organizasyon sistemlerinin vazife plân›ndan itibaren kuruldu¤unu bildirmifltik. Yine, ilk organizasyonun da vazife plân›n›n ilk kademelerinde bafllad›¤›n› söylemifltik. fiimdi organizasyonlar›n ilk kuruluflu hakk›nda da, gerekli olan bilgiyi vermek gerekiyor. ‹nsanlar›n, dünyay› bitirince do¤rudan do¤ruya vazife plân›na geçemeyeceklerinden ve yar› süptil bir arasat âlemde bir süre kalacaklar›ndan daha önce söz edilmiflti. Çünkü insanlar›n, vazife plân›na geçmeden önce dünyada iken, dünyan›n meselâ bugünkü flartlar›n›n icaplar›na göre henüz tamamlayamad›klar› bâz› taraflar›n› düzenlemeleri gerekmektedir ki; bu da, onlar›n ancak bu yar› süptil âlemde bir süre yaflamalar›yla mümkün olacakt›r. Yar› süptil âleme gelince, orada bütün dünya flartlar› ve realiteleri sona ermifl; ancak, oran›n, vazifeye haz›rlay›c› ve insanlar›n eksik taraflar›n› tamamlay›c› yeni durumlar› bafllam›flt›r. Bu eksik kalan taraf da, insanlar›n dünyada iken sezip de tan›yamad›klar›, sevginin orada ortaya ç›kacak olan hakikî yüzüdür. Oras›, bir sevgi plân›d›r. Bu plânda, vazife plân›ndaki vazife idraki henüz bafllamam›flt›r ama, mahiyetlerini insanlar›n bilemedikleri, oradaki sevginin tatbikatlar› ve yükümlülükleri içinde, vazife idraki liyakatlerini yavafl yavafl oluflturucu unsurlar vard›r. Tabiî ki, bu haz›rl›klar, orada, art›k basit zaman idraki üstündeki idrakî zaman tekni¤ine tâbidirler. ‹flte yar› süptile intikal eden varl›klar, orada bir süre geçirdikten ve yeterli derecede tatbikatlar›n› yapt›ktan sonra, yavafl yavafl, üçer befler gruplar hâlinde, vazife plân›n›n icaplar›na ait ilk tatbikatlar› yapmaya bafllarlar. Bu gruplaflmalardaki irtibatlara ait, dünya insanlar›n›n sezebilece¤i tek nokta, sevginin vazifeye do¤ru kayan çeflitli varyetelerinin bulunaca¤› kavram›d›r. Fakat ne bu sevgiyi, ne de onun varyetelerini dünyadaki insanlar as›l mânâs›yla anlayamazlar. 242
BEDR‹ RUHSELMAN
‹flte kurulmufl küçük gruplar›yla, vazife plân›na giriflin son haz›rl›k tatbikatlar›n› yapan varl›klar, bu tatbikatlar› s›ras›nda sessizce, belirsizce ve son derece tatl› bir ak›flla vazife plân›n›n ilk kademelerine kayarak geçerler ve derhal vazife plân›n›n ilk kademelerine ait ifllerle vazifelenirler. Bunlar hep, o küçük topluluklar›n› orada –yukar›da uzun uzad›ya aç›klad›¤›m›z intibak mekanizmas› sayesinde– koruyarak tek bir birey hâlinde çal›flan, vazife plân›n›n art›k vazifeli varl›klar› olurlar. Orada dünyada oldu¤u gibi ölerek, yeniden do¤arak intikaller olmad›¤› için, bu geçifl, dedi¤imiz gibi, uyan›k ve çok tatl› izlenimlerle vuku bulur. Yar› süptil âlemde ölüm yoktur. Çünkü oradaki maddelerin inceli¤i, böyle fliddetli transformasyonlara lüzum ve ihtiyaç hissettirmez. Bu hâller ancak, dünyam›za ait olan, kaba maddeler âleminde geçerli zorunluluklard›r.
* * * Vazife plân›nda teklik, yâni bir tek birey hâlinde faaliyet sözkonusu de¤ildir. Orada ancak gruplar çal›fl›r. Fakat her bir grup, bir tek birey olarak kabul edilir. Yâni, o grubun her bireyi grubun kendisidir, grup da bir tek bireydir. Dolay›s›yla, vazife plân›ndaki vazifeli bir varl›¤›n, meselâ filan iflte vazifelenmesi demek, o vazifelinin tâbi oldu¤u grup bütününün o iflte vazifelenmesi demektir. Çünkü o gruptaki idraklerin hepsi, bir tek idrak hâlinde, o vazife üzerinde toplanm›fl bulunur. Dolay›s›yla, burada ayr› ayr› kimlikler sözkonusu olmaz. ‹flte vazife plân›ndaki kolektifli¤in dünyada bilinmeyen ve tatbiki mümkün olmayan karakterlerinden biri de budur. Meselâ ender vakalarda büyük bir vazifeyle dünyaya gelmifl, dünya çap›nda bir hareket yaratmak vazifesini üzerine alm›fl bir tek bedenli vazifeli varl›k, dünyada iken, plân›ndan ayr›lm›flt›r ve tektir. Fakat onu destekleyen; plân›na mensup tek bir varl›k de¤il, bütün, o varl›¤›n tâbi oldu¤u organizasyonun vahdet hâlindeki organlar›d›r.
* * *
243
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Vazife plân› icaplara intibaklar plân›d›r, demifltik. fiu hâlde, icaplara intibak eden idraklerin de, ayn› zamanda birbirleri ile intibak hâline girerek vahdet oluflturmalar› zarurî olur. Böylece, vazife plân›na geçmifl bir vazife grubu veya üç befl kifliden oluflmufl bir tek organizma, tam bir iflbirli¤i içinde, ilk vazifesini yapmaya bafllar. Bu ilk vazife, vazife plân›n›n en alt kademelerine ait ifllerdir. Çünkü bu kademelerden itibaren vahdet yolu boyunca gayeye ulaflmak, yâni aslî icaplar›n bütününe uyabilmek ve ahenge bütünüyle kar›flabilmek için geçilecek daha sonsuz aflama vard›r. Ünite ile bu ilk vazife kademeleri aras›nda say›s›z faaliyetler, ifller, vazifeler ve durumlar mevcuttur. Fakat vazife plân›n›n bu ilk ve nispeten en basit kademelerinde bile, dünya ölçüsüyle çok büyük ifller ve vazifeler bulunur. Meselâ bunlar, dünyadaki bir insan›n tekâmülüyle vazifelenirler; klâsik spiritlerin, okültistlerin ve mistik ekollerin hâmi ruhlar, koruyucu melekler, yard›mc›lar, metrler gibi adlar verdikleri, az çok küçük ve büyük gruplar›n faaliyetlerini destekleyen vazifelilerin bir k›sm›, genellikle vazife plân›n›n bu kademelerine ait varl›klard›r. Bunlar ayn› zamanda, kendilerinden daha üstün organizasyonlar taraf›ndan –hattâ yar› idrakli olarak– daha büyük di¤er ifllerde de kullan›l›rlar.
* * * Vazife plân›n›n ilk kademesine “A” diyelim! Buradaki vazife gruplar› çal›fl›rken, tabiî ki, daima üstten gelen tesirlerin kontrolü ve hattâ direktifi alt›ndad›rlar. Esasen, Ünite’ye kadar bütün vazife plânlar›n›n kademelerinde, bu hâl, geçerlidir ve zarurîdir. Daha önce vermifl oldu¤umuz Ünite’den inen ›fl›k konisi sembolü, bu zarureti, daima, aç›klar. “A” plân›ndaki bir vazife grubu, bir üstte bulunan “B” plân›ndaki üst bir vazife grubunun gözetimi alt›nda çal›fl›rken, üstteki “B” grubuna “organizatör”, “A” plân›ndaki gruba da “organ” deriz. Böylece, “A” kademesindeki gruplar, idrakî zaman tekni¤iyle vazifeler görerek aslî zaman ak›fl›nda h›zla mesafe al›r244
BEDR‹ RUHSELMAN
lar ve bu faaliyetleri sayesinde intibak sahalar›n› geniflletirler. Bu s›rada onlar›n iflleri, vazifeleri ve yükümlülükleri de o oranda artar ve kapsam kazan›r. Böylece bir üste, yâni “B” plân›na intikal ederler. Art›k kolayca anlafl›l›r ki, bu gruplar›n “B” plân›na intikali demek, intibak sahalar›n›n bir o kadar genifllemifl bulunmas› demektir. Yâni, “B” kademesine geçerken bu gruplar›n idraklerinin di¤er bâz› gruplar›nkilerle de birleflmeleri sonucunda, bireyleri ço¤alan, dolay›s›yla idrakleri artan daha büyük gruplar meydana gelir ve tabiî ki, idrakler de, o oranda genifller. Bu flu demektir ki; alt kademelerden üst kademelere yükseldikçe, üst kademelerde gruplar›n adetleri azalmakta, bireyleri ço¤almaktad›r. Ve di¤er grup bireylerinin idraklerinin kat›l›m›yla, birleflen gruptaki idrak düzeyi h›zla kapsam kazanmaktad›r ki, bu da intibaklar zaruretinin do¤al bir sonucudur. ‹ntibak sahalar› geniflledikçe gruplar birleflir ve gruplar›n adedi azal›r. Bu hâl, Ünite’ye kadar böyle devam eder; üst kademelerde, gittikçe çok genifl organizasyonlar içinde birleflen, önceki plânlar›n nispeten küçük organizasyonlar›, Ünite’ye geldikleri zaman bir tek organizasyon hâlinde toplanm›fl bulunurlar. Bütün idrakler burada bir tek idrak hâline girer. O muazzam idrak, hiçbir insan›n, hattâ sezgisine bile varamayaca¤› bir kudret olur. Art›k ona ne bir organizasyon, ne bir plân denemez. O, bir tek olarak, kâinata ait kudretin taml›¤› içinde ve kâinat›n bütün imkânlar›yla, icaplar›yla, idrakleriyle ve bütünüyle, her fleydir. ‹flte bunu, ancak Ünite dedi¤imiz bir vahdet idraki ile ifade ediyoruz.
* * * Daha önce iflaretledi¤imiz bir noktay›, burada, son olarak tekrar belirtece¤iz: Yukar›ki ifadelerle, dünyada ileri sürülen herhangi bir vahdet-i vücut teorisinin kastedildi¤i düflünülmemelidir. Burada söylenenler yaln›z madde kâinat›na ait icaplar ve hakikatlerdir. Madde kâinat›n›n da ancak bir vâs›tadan ibaret oldu¤u, kitapta tekrar tekrar ifade edilmifltir. Bu vâs›tan›n gayesi, ruhlar›n ihtiyaçlar›n›n kâinat›m›za ait, tekâmül diyebilece¤imiz k›sm›n›n gerçekleflmesidir ki; bu da Ünite’yle ifade edilir. fiu hâlde, yuka245
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
r›ki sat›rlarda verilmifl olan bilgiler, yaln›z kâinat›m›zda olup biten fleylere aittir. Onun ötesinde, daha sonsuz ihtiyaçlar ve “sonsuzluk” sözcü¤ünün dahi ifade etmekten çok uzak bulundu¤u hakikatler ve eriflilmezlikler vard›r ki; bunlara kâinat›n gücü yetmez ve kâinat idraki ulaflamaz. Esasen kitab›n ilk k›s›mlar›nda da aç›kça ifade edildi¤i gibi, bütün bu kâinat olaylar›n›n ve kâinat oluflumlar›n›n gayesi; ruhlar dedi¤imiz ve mahiyetini aslâ bilmedi¤imiz hakikatlerin, kâinat›m›za ait olarak tekâmül fleklinde kabul edilen ve ihtiyaç kavram›yla sembollefltirilen durumlar›n›n gerçekleflmesidir. ‹flte tam idrakine varamad›¤›m›z Ünite, bu gerçekleflmenin ifadesidir. Kâinat içinde, her fley oradan gelir; kâinat oradan idare edilir. Kâinat›n her zerresi hâline girerek, onu yürüten, var eden küllî ›fl›k huzmeleri, oradan f›flk›r›r.
* * * Özetle, Ünite, varl›klar›n kavrayamayacaklar› ve ancak oraya girdikten sonra kavuflabilecekleri, kâinat›n küllî bir idrak, icap ve imkân vahdetidir. ‹nsanlara bundan daha ilerisini söylemek imkâns›z ve gereksizdir.
246
MADDE ‹LE SEN, HER fiEYLE H‹Ç OLAN VE BU HER fiEY‹N AHENG‹NE UYAB‹LEN SEN, O AHENKTEN OLACA⁄IN ÂNI ÖZLE!
247
248
ünya, Günefl Sistemi içinde bir organd›r. Onun da di¤er bütün organlar gibi, belirli hayat devreleri, inkiflaf safhalar›, ink›lâplar›, etraftan ve yukar›lardan ald›¤› say›s›z tesirlerle bozulan ve tekrar kurulan denge durumlar› vard›r. ‹flte Dünya’n›n flimdiye kadar geçirmifl oldu¤u say›s›z ink›lâplardan sonuncusuna, yâni önümüzdeki ink›lâba iliflkin, burada yapaca¤›m›z aç›klamalar kitab›n sonundaki bilgilerin anlafl›lmas›n› kolaylaflt›racakt›r.
D
* * * Bundan yaklafl›k yetmifl bin y›l önce, dünyada, belli bafll› iki büyük k›ta vard›. Bunlardan biri, flimdiki Pasifik Okyanusu’nun bulundu¤u sahay› dolduruyordu. Bu, kuzey taraf› genifl, güney taraf› sivri, büyük bir kara parças› idi. ‹nsanlar buna Mu k›tas› derler. Di¤eri ise Atlantik Okyanusu’nun bulundu¤u yeri kaplayan büyük bir k›ta idi. Bu iki büyük k›ta aras›n› dolduran bir sürü adalar, tak›madalar, flimdiki Himalayalar’›n bulundu¤u yere denk gelen kara parçalar› ve bunlardan baflka, bâz› küçük k›talar vard›. O zamanki dünyan›n manzaras›, bu idi. Demek ki o zaman, bugünkü co¤rafî durum yerine, baflka bir dünya yüzey oluflumu mevcuttu.
* * *
Bu k›talar üzerinde bugünkü dünya insanlar›na nazaran çok daha ileri ve medenî insanlar yafl›yordu. Onlar›n dünya bilimlerine ait bilgi ve teknik kudretleri, bugünkü dünya insanlar›n›nkinin çok üstünde idi. Meselâ, onlar bugünkü dünyada yeni yeni keflfedilen radyoaktif maddeleri, radyolar›, televizyonlar›, elektronik cihazlar› ve bunlara benzer teknik araçlar›, bugünkü dünya in249
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
sanlar›n›nkine oranla, dünyalar›n›n bat›fl›ndan çok daha önce keflfetmifller ve hattâ atom enerjisini kendi ink›lâplar›ndan bin y›l önce bulup kullanmaya bafllam›fllard›. Gerçi onlar›n da çok medenî ve ileri bu topluluklar› yan›nda, nispeten basit ve hattâ vahfli kabileleri vard› ama, o vahfli insanlar dahi, bugünkü dünyada bulunan vahflilere nazaran daha mütekâmil durumda idi. Özetle, geçen son dünyadaki insanlar, her sahada bugünkülerden üstün bir medeniyet sahibi idiler.
* * * Dünyadaki inkiflaf›n zirvesine ulaflan insanlar›n bu hâli, kendilerinde öyle bir gurur ve her fleye kaadir olabildikleri iddias› gibi öyle afl›r› bir durum yaratm›fl idi ki; bu durum, onlar› hidrojen âleminin kaba maddeleri içine daha çok gömmek suretiyle, dünyan›n do¤al flartlar›n› ola¤an d›fl› yollardan bozma e¤ilimindeki birtak›m hareketlere sevk etti. Yine, bunun sonucu olarak, lükse, zenginli¤e, konfora, maddeperestli¤e, bencilli¤e, her türlü ihtirasa kap›ld›lar, hidrojen atomunun kaba kombinezonlar› içine gömüldüler ve bütün mutluluklar›n› bu kombinezonlardan beklediler ki; bu da, son haddine gelmifl maddî ilerleme ve inkiflaflar›n varl›klarda do¤urdu¤u bir son ç›rp›n›flt›, bir tür soysuzlaflma idi. Bu soysuzlaflma, çok do¤ald›r ve vuku bulacak her büyük ink›lâb›n öncüsüdür.
* * * Bir çevrede, inkiflaf, genel olarak yürür: O çevreyi oluflturan –en küçü¤ünden en büyü¤üne kadar– bütün varl›klar, kendi derecelerine göre inkiflaf eder ve yükselirler. Meselâ, insanlar dünyan›n en mütekâmil varl›klar› hâline gelirken, dünya plânlar› dahilinde yaflayan di¤er varl›klar›n her biri de, inkiflaf imkânlar›n›n üst kademelerine do¤ru ilerler. Bunun en aç›k örne¤ini kanserler oluflturur: O zamanki dünyan›n son devirlerine do¤ru, nedeni insanlarca meçhul birtak›m hastal›klar baflgöstermiflti. Bunlardan biri de 250
BEDR‹ RUHSELMAN
kanserdi. ‹nsanlar aras›nda kanser vakalar›n›n ço¤almas›, biraz önce söz etti¤imiz nedene ba¤l›, hücrelerde tezahür eden bir soysuzlaflmad›r. ‹nsan bedenlerinde bulunan hücrelerin, organlar›n her biri, nispeten ilkel varl›klar›n birer maddî hayat sahas›d›r. Onlar, inkiflaflar›n›, bu madde sahalar›nda ve o sahalar›n kendilerine vermifl oldu¤u imkânlar dahilinde yapmaktad›rlar. Zamanla inkiflaf eden bu basit varl›klar, bir ân gelir ki, daha ileri gidebilmek için muhtaç olduklar› fleyleri, içinde bulunduklar› maddelerden sa¤layamazlar. Yâni, bu madde imkânlar› ve flartlar› onlar›n ileri hamleleri kazanmalar›na müsaade etmeyecek kadar k›s›rlafl›r. Oysa varl›klar›n inkiflaf hamleleri durmaz. Ve hiçbir s›n›r tan›madan daima ileri do¤ru at›lmak ister. Bu durum, imkânlar› bol olan ortamlarda normal yürüyüfller hâlinde görünürken, böyle imkânlar› k›s›rlaflm›fl ve varl›klar›n daha genifl ve ileri hamlelerine yetecek sahalar› kalmam›fl madde ortamlar›nda, onlar›n, ç›rp›n›fllar›n›n, huzursuzluklar›n›n, teflevvüfllerinin eflli¤indeki anormal, ola¤an d›fl› ve soysuzca görünen birtak›m hareketlerine neden olur. ‹flte Mu dünyas›n›n bat›fl› öncesine rastlayan zamanlarda kanser hâline girmifl madde ortamlar›n›, yâni hücreleri idare eden varl›klar›n durumlar› da, böyle olmufltu. Beden organizmas› içinde bulunan bu varl›klar›n, kendi paylar›na ait maddî inkiflaf ortamlar›, daha ileri gidebilmelerine yol vermez hâle gelmiflti. Meselâ, bedeni oluflturan bir deri hücresinin, sonuçta, o bedende kendisine tahsis edilmifl, belirli bir fonksiyon sahas› vard›r. Bu hücrenin onun üstüne ç›kmas›na bedenin somatik durumu müsait de¤ildir. Böyle bir ç›k›fl, bedenin ahengine uymaz. O hücreyi kendisine bir inkiflaf ortam› yapm›fl olan basit varl›k, ilk zamanlar›nda fonksiyonunu mükemmelen yaparken, muhtaç oldu¤u inkiflaf›n› sa¤layabiliyordu. Fakat bir ân geldi ki o, bu inkiflaf devresini bitirdi. Daha üst inkiflaf ortamlar›na haz›rlanmak ihtiyac›n› duymaya bafllad›. O hücrenin içinde bulundu¤u ola¤an biyolojik flart ve imkânlar, bu ileri faaliyet ihtiyaçlar›na cevap verecek durumda de¤ildiler. Dolay›s›yla, hücre varl›¤›, bedenine s›¤amaz oldu. ‹flte bu durumun sonucu olarak, daha önce normal bir deri hücresini ola¤an yollarda usulüyle kul251
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lanan o basit varl›k, flimdi, bedenin nizam› ve ahengi d›fl›na do¤ru yön alm›fl hâlde ç›rp›nmaya bafllad›. Bu ç›rp›n›fl, o hücrenin, deri toplulu¤u içinde, o toplulu¤a uymayan birtak›m hâl ve durumlar›na neden oldu ki; bu da, tabiat›yla onun inkiflaf›nda “kanserleflme” denilen bir teflevvüfl hâlini meydana getirdi. Kuflkusuz, deri hücresinin bu kanserleflmifl ve deri organizmas› dahilindeki ahenk ve nizam d›fl› faaliyetlere yönelmifl hâli, art›k bir inkiflaf safhas›n› bitirip daha üst safhaya geçmek için ç›rp›nan, fakat bulundu¤u flartlar içinde buna imkân bulamayan bir varl›¤›n son ç›rp›n›fl hamlelerinden baflka bir fley de¤ildir. Burada ma¤dur olmufl gibi görünen beden organizmas›na gelince: O da, asl›nda hiçbir fley kaybetmemekte ve baflka varl›klar›n tekâmüllerine zemin haz›rlamak hususunda yüklenmifl oldu¤u otomatik bir yard›m› ve hizmeti yapmaktad›r. Bu vazifesini yapmakla, o da, kader mekanizmas› muvacehesinde, daha üst bir kader tezahürü olan mekâna ait liyakatleri kazanacak ve üst plâna geçebilmenin genifl imkânlar›ndan böylece yararlanm›fl bulunacakt›r ki; bu da, onun ileri bir aflamaya atlamas›, inkiflaf etmesi demektir. Dolay›s›yla, ortada ma¤dur olan kimse ve gaddarl›k diye bir fley yoktur. Yüz kiflilik bir mâflerî plân›n her bireyinin o yüz kifli için çal›flarak kendi tekâmülünü sa¤lamakta oldu¤unu, daha önce söylemifltik. En küçü¤ünden en büyü¤üne kadar herkes, birbirine dayanarak, birbirinden bir fleyler al›p vererek, daima ileriye do¤ru hamleler kazanmakta ve yükselmektedir. Bu yükselifle yönelik olan hareketlerin hiçbirinde, hiçbir varl›k için; gaddarl›k, ceza, mükâfat, zulüm, felâket diye bir fley mevcut de¤ildir. Her fley, kader mekanizmas›n›n ölçüsüyle kazan›lm›fl liyakatlerin ve bu yolda gösterilmifl cehitlerin sonucudur.
* * * Böylece, önceki dünya devrinin son zamanlar›nda, varl›klar, bulunduklar› madde ortamlar› içinde, inkiflaflar›n›n son s›n›rlar›na yaklaflm›fl veya gelmifl durumda idiler. Bu hâl, insanlar›n ve di¤er yüksek, dünya varl›klar›n›n bedenlerini oluflturan hücrelerden, bitkilere, hayvanlara ve insanlara kadar, her kademedeki 252
BEDR‹ RUHSELMAN
madde ortamlar›nda tekâmül eden varl›klar için, böyleydi. Bu nedenden dolay› kanser hastal›klar› ço¤alm›flt›. Ve yine bu nedenden dolay›d›r ki, insanlar, kaplar›na s›¤amaz oldular ve ileri hamlelerine art›k cevap veremeyecek duruma gelmifl olan madde flartlar›n›n d›fl›na ç›kmak ihtiyac›yla k›vranmaya bafllad›lar. Fakat dünya maddesi flartlar›n›n ötelerine taflan yüksek ihtiyaçlar›n› giderebilmek için, faaliyetlerini o madde d›fl› flartlara yöneltmeleri gerekirken (bu flartlar›n neler oldu¤u daha önce aç›klanm›flt›), insanlar bunu yapamad›lar ve bu ihtiyaçlar›n›, yine, içinde yaflamakta bulunduklar› kaba hidrojen atomu dünyas› flartlar›nda aramaya kalk›flt›lar. Arad›klar› mutlulu¤u orada bulamay›nca, o maddelerin içine daha çok gömülerek, kendilerini orada avutmak için ç›rp›n›p durdular. ‹flte bu hâl, insanlar›n bir yozlaflmas›, bir kanserleflmesi manzaras›n› meydana getirdi ki; bu da, her ink›lâb›n, her tekâmül devresi bafllang›c›n›n genellikle görülen bir icab› ve do¤al karakteristi¤idir. Bunu daha aç›k aç›klamak için bir örnek veriyoruz: Milyonlar› hayal eden ve bütün mutlulu¤unu bu milyonlardan bekleyen, meteliksiz bir insan tasavvur edilsin! Ve 8–10 y›l sonra bu insan milyonlara sahip olsun! Vaktiyle, ancak parayla gelece¤ine inand›¤› mutlulu¤un, flimdiki zenginli¤ine ra¤men yine gelmedi¤ini görünce bu insan ne yapacakt›r? Bekledi¤i ve umdu¤u mutlulu¤un parayla gelmedi¤ini görünce, bunun hüsran›n› paralar› içine daha çok gömülmekle unutmaya çal›flacak ve bu da, onun teflevvüfllerine neden olacakt›r. Oysa o, art›k bu mutlulu¤un parayla gelmeyece¤ini anlayacak ve onu baflka yerlerde arayacakt›. O, bunu yapmad›. Arad›¤› mutlulu¤u bulamay›nca ve ondan büsbütün uzaklaflt›¤›n› görünce daha çok mutsuzlu¤a düfltü. Özetle, dünya maddesinin son imkânlar›n› da kullanarak devrelerini bitirmifl, geçen dünya devri insanlar›, varl›klar›n›n daha ileri inkiflaf hamlelerine imkân veremeyecek hâle gelmifl olan dünya maddelerinden üstün sonuçlar beklemenin âdeta mermerden ya¤ ç›karmaya çal›flmak demek oldu¤unu bir türlü düflünmek istemediler ve bütün çabalamalar›na ra¤men, arad›klar› mutlulu¤u maddelerde bulamad›lar, ileri hamle ihtiyaçlar›n› giderici,
253
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
kendilerini ferahlat›c› hiçbir sonuca ulaflamad›lar. Bu hâl, onlar› büsbütün flafl›rtt›, çözülmez teflevvüfllere düflürdü, huysuzlaflt›rd› ve madde içindeki durumlar›n› soysuzlaflt›rd›. Öz varl›klar›n›n, mahiyetini bilmedikleri, bulamad›klar› öz ihtiyaçlar›n› gidermek gayretiyle ve iste¤iyle, insanlar, yanl›fl bir yola sapt›lar, dünya maddeleri içine sapland›lar. Bu hâlin sonucu olarak, kendilerinde ortaya ç›kan mânâs›z bir gurur, sonuçsuz iddiakârl›klar, her giriflimin sonuçsuz kalmas› fleklinde görünen baflar›s›zl›klar; kendilerinde flaflk›nl›klar, hayal k›r›kl›klar› yaratt› ve kendilerini bizzat kendileri için dahi anlafl›lmaz bir muamma hâline koydu. O zaman insanlar, ne yapacaklar›n› idrak etmeksizin, bofl yere oraya buraya sald›ran, huzursuz varl›klar hâline girdi. Bu gibi durumlarda insanlar›n düfltü¤ü böyle teflevvüfl hâllerinin küçük örneklerini gösteren say›s›z günlük misaller içinde, hat›rlataca¤›m›z flu küçük gözlem, bu hususta basit bir fikir vermeye yeterlidir: Birkaç gün önce sapan›yla kufl avlamaktan zevk duyan bir çocuk, yolda giderken rastlad›¤›, kendi kendine ölmüfl bir kufl cesedi karfl›s›nda ›st›rap duyarak, onu uzun uzad›ya gömmeye kalk›fl›r. Fakat aradan iki gün geçtikten sonra, bu ›st›rab›, elindeki sapanla di¤er kufllar› öldürmesine mâni olamaz. Bu küçük örne¤in kapsam›n› insanlar aras›nda geniflletmek ve böylece insanl›¤›n içinde bulundu¤u flaflk›nl›k hâlleri hakk›nda pek genifl gözlem imkânlar› elde etmek mümkündür. ‹flte bütün bu hâller, bir ink›lâb›n efli¤inde olman›n ifadesi idi. Çünkü art›k yüksek ihtiyaçlar›n› duymufl, o ihtiyaçlar içinde ç›rp›nmaya bafllam›fl varl›klar›n, elbette kader mekanizmas›nda ölçülüp biçilmifl ve takdir edilmifl liyakatlerinin bir karfl›l›¤› olacakt› ki; bu da, onlar›n lây›k olduklar› daha yüksek mekânlara ulaflabilmelerini sa¤layacak büyük bir dünya ink›lâb›yd› ve bu yüzden dünya, büyük bir ink›lâb›n efli¤ine gelmifl bulunuyordu.
* * *
‹nsanlar›n bu ç›rp›n›fllar› da kanser hücresi varl›¤› hakk›nda söyledi¤imiz gibi, mânâs›z de¤ildi. Buradaki mânâ, öz varl›¤›n ar-
254
BEDR‹ RUHSELMAN
t›k kab›na s›¤mad›¤›n› ve daha yüksek inkiflaflara, hamlelere, sonuçlara ve kazançlara ulaflmak ihtiyac›n› duymaya bafllad›¤›n› ifade etmekteydi. Kader mekanizmas› karfl›s›nda; hiçbir liyakat gözden kaçmaz, ileri hamlelere yönelik ve aslî icaplara uygun hiçbir isteyifl geri döndürülmez, hiçbir ç›rp›n›fl ve hiçbir cehit bofla gitmez, özellikle öz varl›¤›n hiçbir ihtiyac› giderilmeden b›rak›lmaz. Bütün bunlar, kader mekanizmas›nda k›l› k›l›na ölçülür, biçilir, hesaplan›r ve bu ihtiyaçlara en uygun gelen yeni imkân sahalar›ndan, yâni inkiflaf ortamlar›ndan –daha önce aç›klad›¤›m›z tarzda– aslî zaman ölçüleriyle mekânlaflt›r›lm›fl tezahürler meydana gelir, yâni mukadderat meydana ç›kar. ‹flte geçmifl dünya devrinin art›k olgunlaflm›fl ve dünya maddelerinden yararlanamaz duruma gelmifl insanlar› da, böyle, yüksek kaderlerini, ileri ihtiyaçlar›n› karfl›layacak yüksek mekânlar›, yüksek âlemleri beklemekte idiler. Henüz bu dereceye gelmemifl olanlar ise, kendi basit durumlar›na ve ihtiyaçlar›na yetecek ortamlar› ar›yorlard›. Dolay›s›yla, bütün bu ihtiyaçlar›n gerçekleflmesi için, dünyan›n de¤iflmesi ve bunun sonucunda da yeni ihtiyaçlar› karfl›layacak yeni mekânlar›n, yâni yeni kaderlerin ortaya ç›kmas› icap ediyordu. Esasen birbirinden büyük farklarla ayr›lm›fl bu iki gruptaki ihtiyaç sahibi insanlar›n ayn› ortamda bulunmas› da uygun olmazd›.
* * * ‹flte bu yüksek inkiflaf icaplar›n›n sonucu olarak, dünya bir ink›lâb›n, bir intikal gününün gerçekleflmesine haz›rlan›yordu. Dünyan›n bu ink›lâb›, her devrede oldu¤u gibi, dengesinin önce bozulmas›, sonra da yeniden kurulmas› fleklinde olacakt›. Bu denge bozuluflunun ilk alâmetlerinden olarak, Mu k›tas›n›n oras›nda buras›nda insan gücünün önleyemeyece¤i yer yer sars›nt›lar, yer yar›lmalar›, volkan püskürmeleri görülmeye bafllad›. Bu hâller gittikçe artarak, fliddetlenerek ve s›klaflarak 80–100 y›l kadar sürdü. Art›k mukadder olan intikal günü yaklafl›yor, insanlar lây›k olduklar› kaderlerine kofluyordu. ‹nsanlar›n büyük bir k›sm›, liya255
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
katlerini yüksek mekânlarda haz›rlam›fllard›. Ve oraya gideceklerdi. Buna henüz haz›rlanamadan intikal ân›na girecek olanlar ise, ink›lâp devri kapand›ktan sonra yine dünyada kalacaklar; yeniden, liyakatlerini kazan›ncaya kadar az veya çok uzun bir süre s›ras›nda, bu dünyada, geri kalan taraflar›n› yetifltirmek için yaflayacaklard›. Art›k ihtiyaçlar› bak›m›ndan bir arada yaflamas› mümkün olmayan bu iki s›n›f insan kalabal›¤›, birbirinden ayr› yollarda ve mekânlarda inkiflaflar›na devam etmek üzere, bir çatal a¤z›na yaklafl›yordu. Zarurî ve mukadder olan intikal günü gelip çatt›ktan sonra, art›k onu hiçbir güç durduramayacakt›. O zaman her fley bir emrivâki olacak, liyakatlerin ölçüsü meydana ç›kacak, varl›klar›n kader mekanizmas› ve aslî zaman muvacehesindeki kazan›mlar›n›n sonuçlar› gerçekleflecekti. Nihayet intikal günü geldi.
* * *
Herkes iflinde gücünde çal›fl›rken, bir gün, bütün k›talarda birden, yâni dünyan›n her taraf›nda yerler oynamaya bafllad›. Bu sallan›fl›n daha bafllang›çlar›nda iken muazzam binalar›n, muhteflem tap›naklar›n, süslü saraylar›n ço¤u y›k›ld› ve büyük flehirlerin ço¤u harap oldu. Birçok insan y›k›lan binalar›n alt›nda kald› ve öldü. K›talar allak bullak oldu. Denizler karalara hücum etti. Yerler çatlad›. Korku ve dehflet içinde kaç›flan insanlar, kitleler hâlinde öldüler. Bu hengâme* üç gün devam etti, üçüncü günü iki k›ta birden yerin dibine gömüldü ve böylece, dünyan›n iki muazzam k›tas›ndan biri Pasifik Okyanusu’nun, di¤eri Atlantik Okyanusu’nun dibinde kaybolup gitti. Dünyan›n çehresi, tümüyle de¤iflerek bugünkü co¤rafî durumunu ald›.
* * *
Mu devri kapand›ktan sonra dünya ilkelleflti ve vahflileflti. Dünyada kalan insanlar iki etkinin alt›nda basitlefltiler: Bunlardan biri, büyük y›k›m esnas›nda meydana gelen –kendileri için– çok korkunç olaylard› ki, bunlar insanlar›n sinir sistemleri üze* “Hengâme” sözcü¤ü, “gürültü pat›rt› içindeki kargafla” anlam›na gelir. 256
BEDR‹ RUHSELMAN
rinde flok etkisi yapm›fl ve onlar› delirtmiflti. ‹kincisi, bundan daha önemli ve kapsaml› idi. Bu da, bu iflteki büyük vazifelilerin yüksek icaplara göre haz›rlad›¤› bir inkiflaf plân›n›n zorunlulu¤u idi. Dünya yeni bir devreye bafllam›flt›. Bu devre, dünyan›n en ilkel, amorfa en yak›n ve basit bir hâli idi. Bunun da böyle olmas› gerekirdi. Çünkü insan alt› beden inkiflaflar›n› tamamlay›p ilk insanl›¤›n inkiflaf kademelerine bafllamak üzere bekleflen say›s›z varl›klar mevcuttu. Bunlar, en ilkel birer insan hâliyle dünyaya inecekler ve inkiflaflar›na bafllayacaklard›. Hâlbuki dünya, böyle bir ink›lâp geçirmeksizin ve yeni geleceklerin ihtiyaçlar›na uygun olabilecek basit hâllere intikal etmeksizin, bu ilkel varl›klara bir bar›nak, bir tekâmül zemini olamazd›. Meselâ onlar, bugünkü gibi mütekâmil bir dünyaya gelselerdi, burada tekâmül etmek flöyle dursun, yaflayamazlard› bile. Dolay›s›yla, onlar›n, muhtaç olduklar› inkiflaflar› yapabilmeleri için, en basit maddelere ve bu arada, en ilkel ana ve babalara gerek vard›. Akl› bafl›nda, az çok fluurlu, idrakli insanlardan böyle bir sürü yamyam ve vahfli çocuk do¤amazd› ve onlar›n aras›nda yaflay›p tekâmül edemezdi. Bu, hem çocuklar için mümkün de¤ildi, hem de analar ve babalar için. Bu çocuklar, basitlikleri, ilkellikleri, görgüsüzlük ve deneyimsizlikleriyle dünya hayat›n›n insan kademesine ilk ad›mlar›n› atm›fl varl›klard›. Dolay›s›yla, ilk insanl›k karakteri olan vahflet devrinin bütün özelliklerinde yaflamak ve o devrenin bütün görgü ve deneyimlerini geçirmek ihtiyac›yla dünyaya gelmifl bulunuyorlard›. fiu hâlde, onlara vahfli maddeler, vahfli çevreler, vahfli bitkiler, vahfli hayvanlar, vahfli analar ve babalar gerekiyordu. ‹flte kâinattaki genel tekâmül ve inkiflaf mekanizmas›n›n mâflerî icaplar›na göre, dünyada kalanlar›n otomatikman üzerlerine yüklenecek olan bu anal›k ve babal›k vazifelerini hakk›yla yapabilmeleri için, onlar›n ilk kademelerdeki insanlar hâline inmeleri ve basitleflmeleri icap etmekteydi. Dünya, bu basit ve ilkel devrinden itibaren, çok uzun bir tekâmül yürüyüflüne tâbi olarak ve çeflitli inkiflaf aflamalar›ndan geçerek, yetmifl bin y›l sonra bugünkü insanl›k medeniyetine ve düzeyine ulaflabildi.
* * * 257
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Geçmifl dünya devresinin kapanmas›na rastlayan, yukar›da bildirdi¤imiz k›talar›n bat›fl›, din kitaplar›nda iki büyük sembolle ifade edilmifltir: Bunlardan biri Nuh Tufan› sembolüdür, di¤eri de k›yamet sembolüdür. Tufan sembolüne göre, bütün yeryüzünü sular kaplar, Nuh’un Gemisi’nde kal›p kurtulanlar d›fl›ndaki canl› yarat›klar›n hepsi suda bo¤ulur. Ve sular çekildikten sonra dünyada hayat tekrar devam eder. Bu sembolün tafl›d›¤› hakikî mânâ, dünyada bir kâinat›n tümüyle kapan›p yeni bir insanl›k devresinin aç›lm›fl oldu¤unu ifade eden mânâd›r. K›yamet sembolüne gelince: Bu, tufan sembolünden daha kapsaml›d›r. Burada, dünyan›n bir son günü gelecek, insanlar›n o gün, sonlar› belli olacak, lây›k olanlar, yüksek mekânlara intikal edecekler, henüz yetiflmemifl bulunanlar da ›st›rapl› yerlerde kalacaklard›r. ‹flte k›yamet sembolünün bu aç›k ifadesi, yukar›da anlatm›fl oldu¤umuz dünya sonunun ta kendisidir. Ancak, her din, insanlar› nefsaniyet düflkünlüklerinden kurtar›p vazife sezgisine ulaflt›rmak gayesini tafl›maktad›r. Bu gayeye ulaflmak için her din, insanlar›n anlayabilecekleri her vâs›tadan yararlanm›fl ve buyruklar›n› ona göre tertiplemifltir. Bu dünya devrinin din kademelerine eriflmifl olan insanlar, daha önceki kademelerdekilere nazaran, çok ilerlemifl bulunmalar›na ra¤men, henüz bugünkü anlay›fl ve görüfl düzeylerine ulaflamam›fllard›. Bundan baflka, onlar›n öz varl›klar›nda, henüz yak›nl›¤› dolay›s›yla, geçmifl y›k›ma ait korku izlenimleri fazlas›yla bulunmakta idi. Onlar, olaylara bilgi ve idrak cephesinden ziyade, his cephesinden bak›yor, onlardan o flekilde yararlan›yorlard› ki; bu his cephesinin de bafll›ca unsuru –dedi¤imiz gibi– korku idi. Hattâ bugünkü insanlar›n bile birço¤unda hâlâ mevcut olan bu duygu, o zamanlarda vicdanlara tam mânâs›yla hâkim durumda bulunuyordu. ‹flte dinler, insanlar›n inkiflaflar› için bu korku içgüdülerinden yararlanm›fllar ve bununla, önemli bâz› tekâmül otomatizmalar›n› 258
BEDR‹ RUHSELMAN
kurmufllard›. Özetle, insanlar ilk zamanlarda, ancak bu korkular›n etkisi alt›nda vazife bilgisi sezgisine ait haz›rl›klar› yapmaya bafllam›fllar ve nihayet, bugünkü vazife sezgisi kudretine az çok eriflebilmifllerdir. Bu nedenle dinler, dünyan›n kapan›fl›na ait sembollerin bu cephesinden, yâni his ve korku cephesinden yararlanarak, henüz korku realitesinde yaflayan insanlara vazife sorumlulu¤unun otomatik sezgisini verebilmek için, dünya bat›fl›n› ödül ve ceza mahiyeti içinde gösteren Nuh Tufan› ve k›yamet sembolleriyle anlatmay›, yararl› ve gerekli görmüfllerdir. Böylece bir taflla iki kufl vurulmufltur: Bunlardan biri, büyük bir hakikatin insanlara hiç olmazsa ilkel sezgisini vermek; o zaman için daha önemli olan ikincisi ise, insanlar›n, inkiflaf ahengi içine girmelerini ve birtak›m insanl›k vazifelerini –ceza korkusuyla dahi olsa– yar› idrakle benimseyebilmelerini sa¤lamakt›r. Bu hâli, flu küçük, basit örnekle daha iyi anlatabiliriz: Gök gürlerken annesi, yeme¤ini yememekte ›srar eden 2,5 yafl›ndaki çocu¤una, “E¤er yeme¤ini yemezsen ‘gürgür baba’ seni kapacak.” der. Buna inanan çocuk, gürgür baba kendisini kapmas›n diye, korkudan hemen yeme¤ini yemeye bafllar ve maksat da gerçekleflmifl olur. Burada istenilen fley, çocu¤un, lüzum ve zaruretini henüz idrak edemedi¤i yemek vazifesini, korkutarak ona yapt›rtmakt›r. O, bunu yapar ve yararlanarak büyür; vakti gelince de gürgür baban›n ne oldu¤unu mükemmelen ö¤renir ve o zaman da, bu bilgiden daha kapsaml› sonuçlar elde eder. ‹flte insanlar da böyledir. Büyük din adamlar›, birçok defa bu anneler gibi hareket etmek zorunda kalm›fllar ve insanlar› zamana ve mekâna uygun olan bu süreçlerle, iyili¤e, do¤rulu¤a, di¤erkâml›¤a, feragate ve özellikle, bir sürü, di¤er, ibadet formlar›n› da emretmek suretiyle, vazife sezgisi haz›rl›¤›na al›flt›rm›fllard›r. Bu al›flkanl›k sayesinde de insanlar bugünkü vazife sezgisi düzeyine ç›kabilmifllerdir. E¤er vaktiyle, inkiflafta çok k›ymetli rol oynam›fl bu sembollerle dinler, insanlar›n bu korku duygular›ndan yararlanmam›fl olsalar ve hakikatleri bugün yap›ld›¤› gibi, ancak bilgi kadrosunu 259
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
geniflletmek maksad›yla insanlar aras›nda yaymaya kalksalard›, insanlar›n henüz sezmeye bafllad›klar› vazife duygular›n› bu hâle getirmifl olmaktan çok uzakta kal›rlard›. Kald› ki, o zaman›n insanlar›n›n, hakikatleri aynen anlayabilmeleri ve onlara inanmalar› da mümkün olamazd›.
* * *
Bugün, art›k korku ve his devri de¤il, bilgi, mant›k ve idrak devri hâkimdir. Dolay›s›yla, geçmiflte büyük dinlerin hakikatler karfl›s›nda zorunlu olarak kulland›klar› semboller, alegorik aç›klamalar ve ifadeler, bugünkü idrakler karfl›s›nda istenilen sonuçlar› vermemektedir. Bugün hakikatleri dünyaya aç›kça, oldu¤u gibi belirtmemiz gerekiyor. Çünkü insanlar, art›k hidrojen atomu âleminin son kemal noktalar›na ulaflm›fllar ve bu muazzam âlemin kap›s›ndan d›flar› ç›kmak üzere, onun efli¤ine ad›mlar›n› atm›fllard›r. Bu eflik ise, ancak idrak ve bilgi olgunlu¤uyla afl›labilir. Bu sözler, aç›k ifadeleri tafl›rlar. Hidrojen safhas›; ruhlar›n tekâmüllerinde ilk madde safhas›na ait, karanl›k, muazzam ve ebediyet kadar uzun, mekanik bir inkiflaf safhas›n› izleyen bir âlemin, varl›klar âleminin bafllang›c›d›r. Bu âlem, bütün küreleriyle, günefl sistemleriyle, galaksileriyle insanlar taraf›ndan görülen mikrometrik ve makrometrik muazzam bir kâinat› oluflturur ki, madde kâinat› denince insanlar yaln›z bu kâinat› görür ve kabul ederler. Çünkü bu, insanlar›n mensup bulunduklar›, içinde yaflad›klar› âlemdir. Onlar için bu âlem, her ne kadar sonsuz görünürse de, hakikatte madde cevherinin sonsuz inkiflaf safhalar›n› içeren kâinat›n, sadece hidrojen atomu imkânlar›yla s›n›rl›, belirli ve küçük bir k›sm›ndan ibarettir ki, buna “hidrojen safhas›” veya “hidrojen âlemi” diyoruz. ‹flte bu hidrojen âlemi içinde, insanlar taraf›ndan madde diye nitelendirilen ve kendilerine özgü zaman ve mekân mekanizmalar›na tâbi olan bütün cisimler, olufllar ve realiteler toplanm›flt›r. Bu topluluklar aras›nda say›s›z miktarda galaksiler vard›r. Bu galaksiler, milyarlarca günefl sistemini içerirler. Bu sistemler, bir çekirdek etraf›nda dönen, o çekirdekle bir bütün oluflturan çeflitli madde cüzlerinden, yâni gezegenlerden oluflmufltur. Bu sistem260
BEDR‹ RUHSELMAN
lerden bir tanesinin gezegenlerinden biri de Dünya’d›r. Hidrojen safhas› idrakine ba¤l› bir görüflle, muazzam bir madde varl›¤› içinde bir nokta kadar k›ymeti olmayan Dünya, asl›nda, hidrojen âlemi içinde, göründü¤ü gibi küçük ve önemsiz de¤ildir. Dünya, “hidrojen safhas›” denilen bu çok uzun ve yar› idrakli madde âleminin en son duraklar›ndan biridir. Bu muazzam ve sonsuz âlemin, kendisinden daha sonsuz, yüksek vazife ve organizasyonlar kâinat›na aç›lan kap›lar›ndan bir tanesi de, Dünya’daki insanl›k mertebelerinde bulunur. fiu hâlde, art›k insanlarca bilinmesi gereken afla¤›daki hakikatleri hiçbir sembole ihtiyaç duymadan aç›klamak zorunlulu¤u do¤maktad›r: Hidrojen kâinat›n›n inkiflaf ortamlar›n› oluflturan say›s›z galaksinin içinde milyarlar ve milyarca günefl sistemi vard›r. Her günefl sisteminde çeflitli küreler mevcuttur. Her kürenin etraf›nda, o küreye özgü bir manyetik alan bulunur. Bir sistemdeki kürelerin manyetik alanlar›n›n birbiriyle ahenkleflip kurduklar› iliflkilerden, o sistemin kendisine özgü manyetik alan sentezi meydana gelir. Sistemin bu manyetik alanlar› da birbirleriyle iliflki ve denge hâlindedirler. Sistemlerin kürelerinden bir tanesi kendi yerinde döner. Buna günefl veya çekirdek derler. Di¤erleri bu çekirde¤in etraf›nda dönerler. Bunlara da gezegen derler. Bir sistemin gezegenleri, san›ld›¤› gibi o sistemin güneflinden koparak ayr›lm›fl parçalar de¤ildir. Bunlar, o sistemin mensup bulundu¤u galaksinin içinde ayr› ayr› –daha önce aç›klad›¤›m›z mekanizmalarla– oluflmufl ve inkiflaf derecelerine göre, manyetik alanlar›n›n iliflki ve dengeleri sonucunda meydana gelen hareketlerle, birbirine ba¤lanm›fllard›r. Dolay›s›yla, bir sistem içinde, günefle ayr›cal›k vererek onu bir tarafa, gezegenleri di¤er tarafa ay›rmak do¤ru de¤ildir. Günefl de, sistemin dereceleri içinde kendi yerini alm›fl ve gezegenleri aras›na kar›flm›fl bulunmaktad›r. Derecesi de onlardan üstün de¤il, birço¤unun afla¤›s›ndad›r. Yaln›z, biraz sonra söyleyece¤imiz gibi, güneflte, bütün gezegenlerin idaresinde rol alan vazifeli varl›klar›n daha çok toplanmas›, bu bak›mdan ona sistem içinde ayr›ca bir yer verilmesine neden olur. 261
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
‹flte böylece her sistemin günefl ve gezegenleri, o sistem içinde yetiflmek üzere bulunan varl›klar›n en basitinden en mütekâmiline kadar, hepsinin ihtiyaçlar›n› giderici tarzda derecelenmifl ve tertiplenmifltir. fiu hâlde, bir sistemin her gezegeni, kendisinden bir üstün olan gezegeninin daha üstün imkânlar›na, varl›klar› haz›rlamakla fonksiyonlanm›flt›r. Bir sistem içinde, tekâmül eden basit varl›klardan baflka, sistemin bütün geri kürelerinde ve özellikle güneflinde, o sistem içindeki ileri inkiflaf mertebelerine varm›fl bedenlilerin tekâmülleriyle ilgili her türlü imkân› sevk ve idare etmek vazifesiyle yükümlü, vazife plân›n›n kudretli varl›klar› bulunur. Bunlar, o kürelerin maddeleriyle bedenlenmifl de¤ildirler. Onlar›n bedenleri, hidrojen kâinat›na ait olmayan daha yüksek madde ortamlar›ndan toplanm›fl malzemelerle yap›lm›flt›r. Bu bak›mdan onlara beden demek de do¤ru de¤ildir. Onlar bu maddeleri, yükümlülüklerinin yerine getirilmesine en elveriflli flekilde, bizzat kendileri toplarlar. Ve vazifelerine uygun gelen, o sistemin kürelerinden birinde veya birkaç›nda bu süptil maddeleri vâs›ta olarak kullan›p vazifelerini yaparlar. Bunlar, enkarnasyon mânâs›nda düflünülmemek flart›yla, istedikleri kürede bulunabilirler. Meselâ gere¤ine göre Günefl’i, Ay’›, Merih’i, Jüpiter'i ziyaret edebilirler. Bunlar, sistemlerin çeflitli nizamlar›n›n tatbikatlar›nda vazife gören, vazife plân›n›n varl›klar›d›r. Fakat dedi¤imiz gibi, kürelerde bunlardan baflka, tekâmül etmek üzere bedenlenen, o kürelerin as›l sakinleri vard›r. Bunlar Dünya’da oldu¤u gibi, o küreden kendilerine birer beden yap›p onlara ba¤lanmak suretiyle, o bedenleri o küredeki hayat› boyunca kullanan bedenli varl›klard›r. Bu varl›klar Günefl Sistemi’mizin bütün di¤er gezegenlerinde Dünya’m›zdakinden daha basit ve geri durumdad›rlar. Bunlar, bulunduklar› kürelerde say›s›z bedenlenmeler geçire geçire inkiflaf edip daha üst kürelere atlarlar ve nihayet sistemlerinin en mütekâmil küresine gelirler. Sistemimizde bu mütekâmil küre –söyledi¤imiz gibi– Dünya’d›r ve onun en mütekâmil varl›¤› da insand›r. 262
BEDR‹ RUHSELMAN
‹flte kürelerdeki basit, bedenli varl›klar›n inkiflaflar›na, o sistemdeki, biraz önce sözünü etti¤imiz vazifeli varl›klar›n çeflitli yard›mlar› dokunur. Nihayet o sistemin en mütekâmil küresini de, meselâ sistemimizde Dünya’m›z› da bitirmifl bedenli varl›klar, hidrojen âlemini bitirmifl, üst âleme liyakat kazanm›fl durumlara girerler. fiu hâlde, kâinat›n üstün vazife âlemine, hidrojen âleminin say›s›z galaksisinin, milyarlarca sisteminin, milyarlarca mütekâmil küresinden, milyarlarca varl›k intikal etmektedir.
* * * Günefl Sistemi’mizin en mütekâmil gezegeni Dünya’m›zd›r, Dünya küresidir. Ve zannedildi¤i gibi, meselâ Merih’te veya sistemin di¤er gezegenlerinde veya Günefl’inde Dünya’dakinden daha mütekâmil varl›klar yoktur. Çünkü gerçekten Günefl Sistemi’mizin mütekâmil gezegenlerinden biri de Merih oldu¤u hâlde, buradaki varl›klar Dünya’dakilerden daha az mütekâmildir. Sistemimizin en geri gezegenlerinden biri Plüton'dur. Bu gezegenin en mütekâmil varl›¤›, Dünya’m›z›n en geri varl›¤› olan küf’ten daha geridir. Yine, Günefl de sistemin geri bir küresidir. Esasen Günefl maddesinin bu basitli¤inden dolay›d›r ki, manipülasyonu kolay oldu¤u için, sistemin gezegenlerini ve özellikle Dünya’y› idare eden vazifeliler, daha ziyade Günefl’te bulunurlar. Fakat söyledi¤imiz gibi, bu vazifeliler gezegenlerde de dolaflabilirler. Ve her kürede vazife görebilirler. Demek ki Günefl Sistemi’mizde, hidrojen âleminin inkiflaf aflamalar›n› tamamlay›p oradan diplomas›n› alarak üst âleme terfi edecek varl›klar›n topland›klar› yer, Dünya’d›r. Dünyam›z, Mu devrinin kapan›fl›n›n ard›ndan geçen yetmifl bin y›l boyunca, art›k bu devredeki vazifesini bitirmek üzere bulunan, üzerinde tafl›d›¤› insanlara, lây›k olduklar› âlemlerin kap›lar›n› açmak ve imkânlar› tükenmifl hidrojen âlemi kap›s›n› da arkalar›ndan kapamak haz›rl›klar›na bafllam›flt›r.
* * * 263
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Dünya hayat› bafltan bafla hareketler ve olaylar karmaflas›d›r. Bu olaylar›n içine dalm›fl ve saplanm›fl olan insanlar, etraflar›nda bazen birbirlerine z›t olaylar, çeflitli uygunsuzluklar görebilirler ve bunlar› da birer düzensizlik san›rlar. Fakat bu görüfl yanl›flt›r ve özellikle nedensellik prensibi hakk›ndaki bilgi eksikli¤inden do¤an, olaylar› yanl›fl yorumlaman›n bir sonucudur. Olaylar›n sonuçlar›n› nedenlerine ba¤lamaya yard›m eden bir bilgi kudretiyle dünyaya bakanlar, onun en küçük zerresinden bütününe kadar her durumunda, her olay›nda, her varl›¤›nda muazzam bir ahengin, nizaml› bir tertibin mevcut oldu¤unu görmekte gecikmezler. Nedensellik ba¤lar›n›n nizaml› ve tertipli olufllar›, büyük kâinat ahengini meydana getirirler. O hâlde bu ahengi gözlemleyebilmek için; her hareketin ve olay›n direkt ve endirekt olarak sonsuz ba¤larla birbirine ba¤l› bulundu¤u sezgisini insana veren, bütün olaylar aras›ndaki nedensellik ve neden iliflkilerini düflünmek ve bu sahada bir fleyler görmeye, duymaya çal›flmak gerekir. Bu düflünüfl ve görüflü sa¤lamak için, âlemde hiçbir fleyin nedensiz olmad›¤›, her fleyin bir sonuca ba¤land›¤› hakk›nda daha önce verdi¤imiz bilgiyi tekrar gözden geçirmek laz›md›r. Orada nedensellik prensibi hakk›nda yeterli derecede bilgi vermifltik. Bu prensibi esas tutup dünya hayat›n› inceleyenler, orada, biri di¤erini sonuçland›ran ve baflkas› da öbürünün nedeni olan, birbirine ba¤lanm›fl birçok olay› ve olufl hâlini, zincirleme ve ahenkli bir ak›fl içinde görebilirler. Bu ak›fltaki tertipler, nizamlar ve büyük maksatlara do¤ru ilerleyen hareketler, insanlara, âlemdeki büyük ahengin mevcudiyetini bütün kudretiyle hissettirirler. Küçük bir kufl yumurtas›n› ele al›n›z! Tek bafl›na ele al›nan bu basit kufl yumurtas›n›n, büyük kâinat ahengi içinde muazzam sonuçlarla birbirine ba¤l›, çok tertipli ve nizaml› say›s›z durumlar› vard›r. Yumurtan›n bu büyük ahenge ba¤l› olan hayat›n› izleyelim: Bu yumurtadan zamanla küçük bir yavru meydana gelecektir. Bu yavrunun meydana gelmesi için de, onun bir süre, belirli bir s›cakl›k derecesinde korunmas› gerekir. Bunun için, difli bir 264
BEDR‹ RUHSELMAN
kufla yukar›dan, bu iflle vazifeli olan bir plândan bâz› tesirler gönderilir. Bu kufl, bu tesirlerin alt›nda bâz› içgüdülere sahip olur. Bu içgüdüler sonucunda yumurtan›n üzerinde bir süre sebatla oturur. Bedeninin ›s›s›yla onun içindeki tohumun bir yavru kufl hâlinde yetiflmesini sa¤lar. Buraya kadar s›ralad›¤›m›z, neden–sonuç zincirinin birkaç halkas›n› yürüten tertip ve nizam apaç›kt›r. Bu, büyük bir ahengin ifadesidir. Yumurtadan ç›kan ve koca kâinatin içinde bir damla bile olmayan kufl yavrusunu hiçe saymak, hattâ küçümsemek çok yanl›flt›r. Unutulmas›n ki bu yavru da, kâinat›n bir parças›d›r ve yaflamas› ve büyümesi için kâinat mekanizmas›n›n onun hesab›na düflen cüzleri, sürekli olarak çal›flmaktad›rlar. Nitekim, yumurtadan yeni ç›kan yavru, henüz basittir, deneyimsizdir, acemidir. Uçmas›n› bilmez, yemesini bilmez, düflmanlar›n› tan›maz, tehlikeleri görmez, g›das›n› nerelerden, nas›l sa¤layaca¤›n› tayin edemez. Dolay›s›yla, e¤er o, dünyaya gelir gelmez böylece kendi hâline b›rak›l›verirse, yaflayamaz, ölür. Oysa onun yaflamas›, birtak›m ifller görmesi gerekiyor. fiu hâlde, bu iflleri ona ö¤retecek ve yapt›rtacak birisine ihtiyaç vard›r; bu birisi de yine, onun dünyaya gelmesine yard›m eden difli kufl olacakt›r. Fakat bu difli kufl, bunu düflünemez ve yavrusunun bu ihtiyac›n› takdir edemez. O zaman, tekâmül nizam›nda vazifeli olan varl›klar›n müdahalesi bafllar ve ona öyle tesirler gönderilir ki, o tesirlerin do¤uraca¤› içgüdülerle ana kufl, bu defa can›n› dahi tehlikelere atarak, yavrular›n› beslemek, onlar› –kendilerini kurtarabilecek duruma gelinceye kadar– yetifltirip büyütmek zorunda kal›r. Yavru kuflun yaflamas›na ve bunun için de difli kufla yukar›dan tesirlerin gönderilmesine gerek vard›r. Çünkü o yavru, dünyaya, kendi varl›¤›n›n dünyada kufl hâlindeki inkiflaf ihtiyac›n› gidermek için gelmifltir. O, bu sayede dünyadaki kufl bedeninin bütün icaplar›n› yerine getirecek, görgü ve deneyimlerini –otomatik bir mekanizma içinde– kazanacak, çevresindeki di¤er varl›klar ile olan iliflkileri sayesinde de, onlar›n bâz› tatbikatlar›na vesile olacakt›r. Bütün bu ifller için gerekli olan tertipler, vazifelilerin yard›m›yla kurulacak ve kufl böylece dünyadan alaca¤›n› alm›fl, verece¤ini vermifl bulunacakt›r. Bütün bun265
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lar olup bittikten sonra, art›k onun kufl bedenini b›rakmas› gerekir. Çünkü o, flimdi, daha ileri bir inkiflaf imkân›na kavuflmak ihtiyac›n› duymaya bafllam›flt›r. Bu imkân› sa¤lamak için yeni bir tertibe gerek vard›r. Onunla vazifeli olanlar, bu tertibi de yoluna koyarlar. Baflka bir bedene girmek üzere dünyadan ayr›lmas› icap eden bu kuflu, dünyadan uzaklaflt›racak çeflitli vâs›talardan –di¤er varl›klar›n da tekâmül ahengine– en uygun olan›na baflvururlar. Meselâ, o s›ralarda günlerden beri yiyecek bulamam›fl, aç kalm›fl, yaflamas› icap eden bir kedinin de bu olaydan yararlanmas›, yukar›daki tertip mekanizmas›na pekâlâ uygun gelir. Dolay›s›yla, vazifeli tesirler, o aç kalm›fl kediye inmeye bafllar ve o kuflu yemek yolundaki faaliyetlere onu sevk eder. Kedi, bu sayede hem karn›n› doyuracak, hem de kedili¤inin kendisine kazand›rmas› icap eden bâz› melekelerini gelifltirecektir. Ayn› tesirler, art›k dünyadan ayr›lmas› icap eden kufla da iner, kuflu kedinin tam bulundu¤u yere sürükler. Bu tesir alt›nda kuflun gözü kediyi görmez, do¤ruca kedinin kolayca uzanabilece¤i yere konar. Kedi, kuflu yakalar ve yer. fiimdi olay›n ak›fl› di¤er bir kola, yâni baflka bir varl›¤›n plân›na da ayr›lm›fl oldu. Fakat onu b›rakal›m, kuflun sonuna devam edelim! Biz kuflun yumurtadan ç›k›p ölünceye kadar geçirdi¤i hayat olaylar›ndan ancak birkaç›n› ele ald›k ve bunlar›n ne kadar mükemmel bir tertiple, belirli maksatlara do¤ru ilerleyen neden–sonuç ba¤lar›n› ve tertiplerini gösterdik. Onun, bundan baflka, kendisine özgü mâflerî plân›nda bitki, hayvan ve hattâ insanlar ile direkt veya endirekt olarak di¤er birçok iliflkisi bulunabilir. Bütün bunlar, genel inkiflaf ahenginin çerçevesini k›l kadar aflmadan devam ederler. Bunlar içinde, iyi görünen hâller oldu¤u gibi, yemini elde etmek için yere konan kuflca¤›z›n canavar bir kedi taraf›ndan durup dururken parçalanmas› gibi, görünürde kötü, bozucu, düzensiz görünen hâller de vard›r; ama yukar›ki bilgiden sonra, burada ahenksizlik de¤il, aksine, ahengin ve tertibin en mükemmel mekanizmas› gözlemlenir. Çünkü bu tertipler sayesinde bu kufl, art›k daha üstün ve inkiflafa daha müsait, di¤er bir be-
266
BEDR‹ RUHSELMAN
dende dünyaya gelecektir. fiimdi bu varl›k, imkân› daha bol di¤er bir hayvan bedeninde dünyaya gelmek üzere, yukar›da söyledi¤imiz tertiplerle dünyadan ayr›ld›ktan sonra, onun için yine, analar, babalar, yetifltiriciler, çevreler, iklim flartlar›, yard›mc›lar... her fley haz›rlan›r. O varl›¤›n inkiflaf› için neler gerekiyorsa, onlar, vazifelisi taraf›ndan çeflitli tertipler, nizamlar dahilinde meydana getirilir. O varl›¤›n otomatik olan mâflerî plân›na girecek gerek kendi türündeki, gerek di¤er türlerdeki varl›klar ile çeflitli iliflkilerini tayin ve tespit etmek üzere, tertipler ve nizamlar birbiriyle ayarlan›r. Meselâ, o bir köpek olacak ise, köpek hayat›ndaki inkiflaf imkânlar›n› haz›rlayan tertipler aras›nda, kudurarak ölmesi icap eden bir insan›n o köpe¤e sahip olmas› da sa¤lan›r. Bütün bunlar dünyadaki genel tekâmülü yürüten büyük nizam›n ahengi içinde cereyan eder. Köpe¤in vakti gelmifltir. Ölecektir. Plân gere¤ince köpek kudurur. Bu s›rada onun sahibi olan insan da dünyadaki iflini bitirmifl, yeni bedenlerde inkiflaf›na devam etmek üzere dünyadan ayr›lacak duruma gelmifltir. Yine tertip ve plân gere¤ince, kuduran köpek onu ›s›racak, kudurtacak ve böylece ikisi de ölecektir. Bütün bunlar birbirine ba¤l›, büyük ahenk içinde yürüyen tertiplerdir. Görülüyor ki, flu varl›¤›n ilk önce basit bir yumurta hayat›ndaki çevre ile olan iliflkilerinde, sonra kufl hayat›ndaki kedi, daha sonra da köpek hayat›ndaki insan hikâyelerinde birbirine z›t yönlerde, sakat gibi görünen hayat yürüyüflü, asl›nda, genel tekâmül ve inkiflaf ahengine uygun, düzgün bir yürüyüfl izlemektedir. Bu yürüyüfl de, yetiflkin bir kufla anal›k vazifelerine ait ilk içgüdülerin haz›rl›klar›n› kazand›rm›fl, kufl bedeniyle bir kedinin yaflamas›n› ve bâz› melekelerinin inkiflaf›n› sa¤lam›fl, köpek bedeniyle bir insan›n kudurmas›na neden olarak onun bireysel ve mâflerî plân›nda birtak›m sonuçlar›n meydana gelmesine neden olmufltur. Bunlar›n hepsi, bu varl›klar›n tekâmülleri için muhtaç olduklar› en gerekli durumlar›n meydana gelmesi içindir. ‹flte bu hâl, büyük ahengin dünyaya ait tezahürünün küçük bir parças›d›r. Birbirine ayk›r› görünmesine ra¤men tek bir gayeye do¤ru yürütülen bu 267
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
tertipler, asl›nda, büyük tekâmül nizam›n›n, dolay›s›yla kâinat ahenginin icaplar›ndand›r. Basit bir yumurta iken ele ald›¤›m›z bu varl›¤›n, böyle say›s›z bedenler içinde say›s›z, di¤er varl›klar ile sonsuz iliflkiler ve ba¤lar kura kura, gittikçe irtibat sahas›n›n kapsam›n› artt›ra artt›ra, nihayet günün birinde bir insan bedenine yükselerek, onu kullanabilecek kudrete eriflmesi, bu âna gelinceye kadar çevresi ile olan milyarlarca iliflkilerinde kâinatta milyarlarca olay› meydana getirmesi ve bu olaylar›n k›l kadar flaflmadan birbirine ba¤l› olmas›, birbirini desteklemesi; bu ahengin nizaml› tertiplerinin en canl› gözlemini meydana getirir. Bu insan›n, çevresiyle, ailesiyle, dostlar›yla, di¤er insanlarla, cemiyetle, ulusla, nihayet, direkt veya endirekt bütün befleriyetle kuraca¤› mâflerî plânlar içinde, say›s›z iliflkileri, ba¤lar›, tesirleflmeleri olacak ve insanl›¤›n›n bütün hayatlar› boyunca devam edecek bu ba¤lar, iliflkiler, tesirleflmeler, say›s›z tertipler ve kombinezonlar içinde, bütün insanl›¤› ve hattâ kâinat› ilgilendiren sonuçlar do¤uracak ve onun art›k kâinatflümul olan sonraki hayat› da, kâinat ahenginin nizam ve tertiplerine tam bir mutabakat hâlinde, Ünite’ye do¤ru ilerleyecektir. Burada göstermifl oluyoruz ki, basit bir kufl yumurtas›n›n kâinatflümul bir varl›k hâline gelinceye kadar yürüyece¤i yol üzerinde, onun, bireysel plânlar›na ba¤lanm›fl mâflerî plân› olacak; o mâflerî plân›n di¤er mâflerî plânlar ile direkt veya endirekt tertiplerde ve nizamlarda iliflkileri kurulacak; bütün bu bireysel ve mâflerî plânlar›n icaplar›na uygun çeflitli çevre ve do¤a flartlar› mevcut olacak; bu flartlarla bu plânlar ayarlanacak; bu ayarlamalarda, nizamlaflmalarda ve ahenkleflmelerde dereceleri çok de¤iflik, kimisi tümüyle otomatik, kimisi yar› idrakli, kimisi tam idrakli bir sürü vazifeli varl›k vazifelenerek çal›flacak ve bunlar›n üstünde yüksek, üstün vazife plân› varl›klar› birer idareci olarak Ünite’den ald›klar› icap direktiflerine göre, kendi direktif ve kontrolleri alt›nda onlar› sevk ve idare edecek; nihayet, o basit yumurta, günün birinde büyük vazife plân›n›n idare mekanizmas›nda di¤erleri gibi rol alm›fl kudretli bir varl›k hâline 268
BEDR‹ RUHSELMAN
girecektir. Burada, bu basit kufl yumurtas›n›n çok ilerilerde büyük bir vazifeli varl›k hâline girece¤ini gören ve daha, basit bir yumurta hâlinde iken, onun bu yüksek durumunu sa¤lay›c›, gerekli ilk haz›rl›klar› tertip ve tayin edebilen kudret, o büyük ahenkten gelmektedir. Yâni, bir varl›¤›n milyarlar ve milyarlarca y›l sonra gelecek durumlar›n›n ilk haz›rl›klar›n›n tayin edilerek, k›l kadar flaflmadan bu haz›rl›klar›n hedefine do¤ru yürütülmesi, ancak büyük ahengin kudretiyle mümkün olabilir. Art›k aç›kça görülebiliyor olmal›d›r ki, bütün bu faaliyetler, kâinatta tekâmülü hedef tutan ve kâinat› bütün olaylar›yla bir tek olufla ba¤layan ilâhî nizam›n büyük ahengi içinde cereyan etmektedir ve dünya varl›klar›n›n tek yönlü, k›s›r idrakleri karfl›s›nda genellikle menfî görünüfllerine ra¤men, bu nizam, tam ve flaflmayan bir ahenk içinde ak›p gitmektedir.
* * * Bütün varl›klar›n inkiflaf ve tekâmüllerine ait hareketler, ancak bu kâinat ahengi içindeki nizamlar›n, tertiplerin ›fl›¤› alt›nda yürüyebilir. Her tertip, her olay; ilâhî icab›n tecellisi olan kâinat ahenginin bütün varl›klar› kapsayan tekâmül zorunluluklar›n› karfl›lar. fiu hâlde, kâinat›n bütün âlemlerinde oldu¤u gibi, bu ilâhî icab›n kapsam›na giren dünyam›z da, elbet bu büyük ahengin içindedir. Dolay›s›yla, bir kuflun aç bir kedi taraf›ndan parçalanmas›, hem kuflun, hem de kedinin inkiflaf› için ne kadar gerekli ve kâinat›n tekâmül plân› ile ne kadar düzenli bir olay ise; bir devlet baflkan›n›n flu veya bu gibi görünürdeki nedenlerle bir ulusu savafla sürüklemesi, birçok insan›n ölümüne neden olmas›, birçoklar›n›n açl›k, sefalet, ›st›rap içinde kalmalar›na yol açmas›, bütün bu ifle kar›flm›fl olan varl›klar›n ayr› ayr› paylar›na düflen inkiflaflar› için o kadar gerekli ve kâinat›n genel tekâmül plân›nda da o kadar ahenkli bir olayd›r. Bunlar›n birincisinde hem kufl, hem kedi, yüksek inkiflaf hedeflerine varmak için bu ifle nas›l otomatikman sürüklenmiflseler, ikincisinde de, bu baflkan ve onun pefline tak›lanlar, ayn› yoldaki büyük hedefe do¤ru kurulmufl ahenge, öylece otomatikman kat›lm›fl bulunmaktad›rlar. Bütün bun269
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lar›n sonucunda elbette, say›s›z inkiflaf hamleleri al›nacak, sonsuz ilerleme imkânlar› o insanlar›n önlerine aç›lm›fl olacakt›r. Buradaki bo¤uflmalar›n, k›r›flmalar›n, vuruflmalar›n periflan, ahenksiz, bozuk ve düzensiz görünen manzaras›; hakikatte, insanlar›n idraklerinin üstünde bir tertiple, onlar›n lây›k olduklar› ve istedikleri ›st›rapl›, azapl›, iflkenceli yollardan inkiflaf imkânlar›n› sa¤layan, ahenkli bir durumun ifadesidir.
* * *
Do¤an›n bütün durumlar›nda ve olaylar›nda, tekâmülün genel ahengine göre, varl›klar›n her türlü ihtiyaçlar›na uygun durumlar meydana getirilmifltir. Âlemdeki bu ahenk, bu düzen, bütün varl›klar›n tekâmülleri yolundaki mukadderlerine hâkim ilâhî icab›n tezahürüdür. Bu icap da, büyük kâinat organizasyonlar›nda vazife alm›fl her kademedeki vazifelilerin, Ünite’den gelen direktiflere göre, derece derece kapsam kazanan fonksiyonlar›yla yerine getirilir. Böylece bütün âlemler, bütün kâinat, büyük bir ahenk içinde birbiriyle s›ms›k› kucaklaflm›fl, say›s›z olaylar, olufllar ve ak›fllar karmaflas›d›r. Ahenk, kâinat›n bizzat kendisidir.
* * *
En yüzeysel bir görüflle dahi, dünyada etraf›na dikkatlice bakanlar, bu büyük ahengin do¤aya yans›m›fl say›s›z görünümlerini görebilirler. Yüksekten yeryüzüne bak›ld›¤› zaman, karalar ile denizlerin kavuflmas›ndaki ahengi herkes görebilir. Milyonlarca canl›n›n hayat›na en ufak bir zarar bile vermeyecek flekilde, denizlerin karalar ile kucaklaflmas›, tekâmül ahenginin, dünya maddeleri üzerinde görünen tezahürlerinden biridir. Denizler, derin bir sayg› gösterircesine karalara karfl› olan s›n›rlar›n› aflmazlar. Karalar, sakin bir a¤›rbafll›l›kla denizlere karfl› olan durumlar›n› korurlar. Bütün bunlar dünyada yaflayan canl›lar›n hayat flartlar›na ve genel ahenge göre, vazifeli varl›klar taraf›ndan ayarlanm›flt›r. Bu ahengin biraz bozulmas›, meselâ denizlerin, bulunduklar› seviyeden 8–10 metre yükselmesi, birçok yerde, birçok canl›n›n haya270
BEDR‹ RUHSELMAN
t›na mal olabilecek sonuçlar› do¤urur. Fakat böyle olmamas› icap eden yerlerde bu ahenk aslâ bozulmaz.
* * *
Dünyada hayat›n sürmesi ve varl›klar›n inkiflaf› için kurulan bu büyük ahenge mevsimler güzel bir örnek olurlar. Mevsimler, hayat sahiplerinin yaflama imkânlar› dahilinde kalan s›cakl›k derecelerindeki belirli s›n›rlar›n› aflmaks›z›n, büyük bir nizam ve intizam içinde birbirlerini izlerler. Bunlar›n ak›fllar›ndaki otomatizma, büyük vazifeliler taraf›ndan kurulmufltur. Bu sayede, meselâ ›l›man iklimlerde, k›zg›n yaz günlerinden birdenbire k›fl›n en so¤uk günlerine atlan›vermez. S›cakl›k dereceleri en üst s›n›rdan en alt s›n›ra ve en alt s›n›rdan en üst s›n›ra gelinceye kadar, kademe kademe, her gün biraz daha de¤iflmek suretiyle, tatl› bahar ak›fllar› içinde yazlardan k›fllara, k›fllardan yazlara geçilir ve hiçbir zaman çizilmifl s›cakl›k derecelerinin s›n›rlar›, ne afla¤›da ne yukar›da, dünyadaki hayat sahiplerinin dayanamayacaklar› seviyelere uzanmaz. Bu hâl, âlemlerin büyük ahengine uyan yüksek plânlar taraf›ndan düzenlenmifl, hesapl› bir tertiptir. Mevsimlerin s›cakl›k-so¤ukluk dereceleri, varl›klar›n her türlü ihtiyac›na cevap veren malzemelerle doludur. Burada da büyük bir tertip ahengi vard›r. Ve bütün bu nizam ve tertipler, kâinat›n genel tekâmül ak›fl› içinde, dünya varl›klar›na sonsuz imkân kaynaklar› haz›rlamak hedefi yolunda kurulmufltur. Bu ahenkten zerre kadar flaflmamak üzere, say›s›z vazifeli varl›klar, bu kurulufllarda vazifelenmifllerdir. ‹lkbahar›n tatl› ve hayat için gerekli olan nemli havalar›, bir sürü bitki ve hayvan bedeninin uyanmas›na neden olur. Her fley tazelenir, gençleflir. Yaz mevsimi, olgunluk devridir. Bütün meyveler olgunlafl›r, her hayat sahibi kendisinde mevcut olan kudretleri ortaya döker. Bu, bir verimlilik mevsimidir. Sonbahar, belirli bir devre boyunca vazifelerini görmüfl bâz› varl›klar›n, yeni hayatlar›na haz›rlanmak üzere geçici bir uykuya, ölüme ve dinlenmeye olan ihtiyaçlar›n› karfl›lar. Bu s›rada yapraklar solar, dökülür. 271
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
A¤açlar gizli hayatlar›na dönmeye bafllar. Gelecek bahardaki yeni uyan›fllar›na kendilerini haz›rlamak üzere, birçok hayvan, kabu¤una, yuvas›na çekilir veya kendisini gelece¤e haz›rlayan uykusuna veya ölümüne dalar. K›fl, bütün bedenlilerin her türlü tekâmül malzemesini içeren bir mevsimdir. O mevsimde insanlar, bir sürü s›navla, deneyimle, gözlemle karfl›lafl›rlar. Nispeten çetin flartlar alt›ndaki çal›flmalar, cehit ve gayretler, insanlar›n olgunlaflmalar›na, pekinleflmelerine yard›m eder. Bütün bunlar, birbirine ba¤l› tertipler içinde, karfl›l›kl› al›flverifllerle ve birbirine dayan›flmalarla olur. Bunlar, her biri dünyan›n genel armonisini oluflturan ve bu genel armoni içinde birbirine s›ms›k› ba¤l› olarak bulunan, nizamlar ve tertiplerdir. Her iklimin, kendisine özgü bir nizam› kurulmufltur. O nizam, o iklimde yaflayan varl›klar›n hayat imkânlar›yla ve dayan›kl›k dereceleriyle ayn› ayarda olarak yürütülür. S›cak iklim bitkileri, hayvanlar› ve insanlar›; muhtaç olduklar› hayat flartlar›n›, o iklimde bulurlar. ‹klimler büyük bir sadakatle bu ahenge uyarlar. Hiçbir zaman tropikal bölgelerde buz da¤lar› oluflmayaca¤› gibi, buz kuflaklar›nda da k›zg›n çöller, s›cak bölgeler bulunmaz. Çünkü bu gibi hâller, oralar›n sakini olan bedenlerin yaflama imkânlar›na uygun de¤ildir. Yerlerin kurudu¤u, bitkilerin susuz kald›¤›, hayvanlar›n içecek su bulamad›¤› ve insanlar›n kurakl›ktan, mevsimsiz bir ölümle karfl› karfl›ya kald›¤› ânda, derhal büyük ahenge uygun faaliyetlerle vazifelenmifl varl›klar harekete geçerler ve o bölgeye tesirlerini göndermeye bafllarlar. Bu tesirler sayesinde bulutlar toplan›r, yeryüzüne inen ya¤mur sular› ortal›¤› canland›r›r, zararl› durumlar›n meydana gelmemesi için mükemmel ve ahenkli bir otomatizma kurulmufl olur. Yerdeki sular, belirli s›cakl›k derecesiyle buharlaflarak tekrar gökyüzüne çekilir ve gerekti¤inde ya¤mur hâlinde yine yere iner. Böylece bütün hâller ve yürüyüfller, genel tekâmül ak›fl› ahengine uygun bir nizam içinde, k›l kadar flaflmadan yollar›nda devam edip giderler. 272
BEDR‹ RUHSELMAN
* * * Geceler belirli aral›klarla gündüzleri izler. Bu hususta yeryüzündeki her bölgenin, mevsimine göre bir ayar›, periyodik bir tertibi vard›r. Belirli mevsimlerde günlerin ve gecelerin süreleri daima sabit olarak kal›r. Bütün bunlar, flaflmayan tertipler dahilinde cereyan eden hâllerdir. Dünyada, her olayda ve durumda düzgün bir ritim dahilinde ve büyük bir uygunluk içinde vuku bulan hâller ve düzenler, dünyan›n genel ahenginin birer tezahürüdür. Nizams›z, bozuk hiçbir fley yoktur. Bütün olaylar, derece derece, her varl›¤›n tekâmülüyle ayarl› ve ona yard›mc› olarak ortaya konmufltur. Dünya, muazzam bir ahenk olan kâinat›n küçük bir parças›d›r. Burada vukua gelen fleylerin hiçbiri, bu ahengin d›fl›na ç›kamaz. Ç›karsa mevcut olamaz. Çünkü ahenk, olaylar›n büyük tekâmül yolunda her noktas›nda birbirine intibak›, uygunlu¤u ve birbirini tamamlay›c› durumda bulunmas› demektir. Bu ise, olaylar› meydana getiren bütün hareketlerin, birbirine tam mânâs›yla kaynaflm›fl olmas›n› ifade eder. Hâlbuki her varl›k, her madde cüzü, her vibrasyon; birer hareket karmaflas›d›r. Bütün kâinat›n hiçbir zerresinin, ›fl›k huzmelerinden özgür bulunamayaca¤›n› daha önce belirtmifltik. Bu ilâhî ›fl›k, ahengin kendisidir ve kâinat›n bütün hareketleri, ancak bu ilâhî ›fl›k kudretiyle var olabilir. Bu noktay› da belirtmifltik. fiu hâlde, ahenkten ayr›lmak demek, bu hareketlerden yoksun kalm›fl olmak demektir ki; hareketlerden yoksun kalm›fl hiçbir maddenin, hiçbir varl›¤›n mevcudiyeti ve kal›c›l›¤› düflünülemez. Demek ki, nerede hareket varsa, orada muhakkak kâinat ahenginin bir tecellisi mevcuttur.
* * * ‹nsanlar›n gözünde iyilik, kötülük, bozukluk, düzensizlik, mânâs›zl›k, alçakl›k, yükseklik, münasebetsizlik gibi görünen fleylerin hepsi, görecedir. Bunlar, insanlar›n, kâinat nizam› ve ahengi hakk›ndaki görüfl eksikliklerinin neden oldu¤u, k›s›r yarg›lardan ibarettir. Bir arslan›n, kendisini korumaktan âciz bir geyi¤e sald›273
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
rarak onu parçalay›p yavrular›na yedirmesi, büyük bal›klar›n küçük bal›klar› yutmas›, bitki, hayvan ve insan âlemlerinde say›s›z öldürmelerin ve birbirini yiyifllerin dünyan›n kuruldu¤u ândan itibaren ard› aras› kesilmeksizin sürüp gitmesi, insanlar›n birbirlerine sald›rarak kendi huzur ve rahatlar›n› yok etmesi, say›s›z azap ve iflkenceyle dolu günlerini kendi fiil ve hareketleriyle bizzat kendilerinin davet etmesi ve nihayet, dünyay› kendileri için bir cehennem, bir zindan hâline koymas› gibi, çirkin görünen hâller; asl›nda, büyük ahengin icaplar›na uygun, idare mekanizmas›na mensup vazifelilerin kontrolleri alt›nda cereyan eden, lüzumlu, zarurî ve muhakkak hay›rl› durumlard›r. Bunlar, bütün varl›klar›n ve insanlar›n daima yeni inkiflaf kademelerini haz›rlamak gayesine göre yürüyen âlemin büyük nizam ve ahengi içinde, ak›p giderler. ‹nsanlar, bu durumu ancak tekâmülleri oran›nda görebilirler ve göreceklerdir. Bunlar›n, tekâmül nizam›nda ve kâinat›n genel ahengi içinde hiçbiri, lüzumsuz, bofl, çirkin ve abes de¤ildir. Bütün bu çirkinlik ve abeslik kavramlar›; yine tekâmül ahengi içinde beliren bir dünya hayat› zorunlulu¤uyla, insanlar taraf›ndan kabul edilmifl ve öyle say›lm›fl, tek yönlü görüfllere dayal› göreceliklerdir. Esasen, hislerinden bir ân ayr›l›p dünyay› objektif bir görüflle gözlemleyenler, o ânda, bu hakikati bütün aç›kl›¤›yla görebilirler. Böcekler âlemine bakt›klar› zaman, aralar›ndaki bütün kavgalar›na, dövüfllerine ra¤men, onlar›n daima yetiflme ve inkiflaflar›n› sa¤layan büyük bir ahengin mevcut oldu¤unu ve bu ahenk içinde, bu dövüfllerin ve kavgalar›n da büyük mânâlar tafl›d›¤›n› takdir etmekte gecikmezler. Bir kar›nca yuvas› sakinlerinin, kendi yuvalar›n› korumak için hemcinsleriyle yapt›klar› mücadeleler, dövüflmeler, lüzumsuz ve bofl hareketler de¤ildir. Ötekilerin onlara hücum etmesi, bunlar›n da hücum edenlere karfl›l›k vermesi, kar›nca hayat›n›n o varl›klara ö¤retmesi icap eden bâz› melekeleri, otomatik olarak onlara kazand›ran tertiplerdir. Bütün bu hâller; bu kar›ncalar›n, bu ar›lar›n, bu böceklerin teflkilâtlanmak, bir araya toplanmak, mâflerî 274
BEDR‹ RUHSELMAN
plânlara liyakat kazanmak ve nihayet günün birinde yüksek vazife plân›n›n yolunu tutmufl insanlar aras›na kar›flmak durumlar›n›n en basit ve otomatik haz›rl›klar›n› yapabilmeleri için, aslî direktiflerden gelen büyük do¤a nizam›n›n bu varl›klar›n paylar›na ayr›lm›fl k›s›mlar›d›r. Onlar, böylece otomatik olarak kurulmufl teflkilâtlar› sayesinde, hayatlar›n› sürdürmek, nesillerini üretmek, topluluklar›n›n esenli¤ini korumak ve bütün bu faaliyetlerin arkas›nda sakl› bulunan inkiflaflar›n› sa¤lamak u¤runda yüklenmifl olduklar› bir sürü ifli ve vazifeyi, birbirlerine zarar vermeden, büyük bir sadakatle yaparlar. Ve bu ifllerinde zerre kadar ihmal ve tembellik göstermezler. Birbirlerine zarar vermeden bu ifli yaparlar, dedik. Çünkü dünya idrakine göre her ân birbirini yiyen dünya bedenleri, bu hareketleriyle, hakikatte, birbirlerine zarar vermeyip, bilmeden ve idraksizce yard›mlaflmaktad›rlar ve bunun da böyle olmas›, onlar›n mâflerî plânlar› içinde bir zorunluluktur. Böylece, en küçü¤ünden en büyü¤üne kadar, bütün bitkiler, hayvanlar ve insanlar âleminde, bazen müspet, bazen menfî flekillerde görünen, büyük nizam ve ahengin icaplar›na bir uyufl, bir kat›l›fl hâli ak›p gider.
* * * Mâflerî plân icaplar›n›n ahengine uyufl hâlinin, insanlarda –daima büyük do¤a nizam›n›n ve tekâmül ahenginin kadrosu içinde kalmak flart›yla– çok daha genifl ve kapsaml› varyeteleri görülür. Meselâ, insanlar aras›nda bâz› yerlerde büyük bir bar›fl ve sükûnet içinde görünen ahenk, di¤er birçok yerde birbirini taciz etmek ve zararlara sokmak, bo¤mak, öldürmek tarz›nda yürüyen ahenkten farkl› ve ayr› de¤ildir. ‹nsanlar›n gözünde ahenksiz ve bozuk gibi görünen bütün bu kargaflal›klar, kâinat ahenginin, dünya nizam›na uygun olarak, insanlar›n çeflitli yetiflme ihtiyaçlar›na, kudretlerine, liyakatleri derecelerine göre tertiplenmifl, ayarlanm›fl tezahürleridir. Böylece, tafl›ndan, topra¤›ndan itibaren bütün hayat sahiplerini ve onlara ait hareket ve olaylar› muazzam bir tekâmül ahengi içinde sinesine alm›fl dünya hayat›, bu yüzüyle tek bir bütün olarak ele al›nmal›d›r. O öyle muazzam 275
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bir orkestrad›r ki, ayr› ayr› ele al›nd›klar› zaman, çeflitli ahenksiz ve hattâ kulak y›rt›c› karakterler göstererek oradan ç›kan bâz› sesler, o orkestran›n bütünü içinde dinlendi¤i zaman, gayet güzel, ahenkli ve hattâ orkestran›n mükemmelli¤i için gerekli durumlar ve k›ymetler hâlini al›rlar. Kompozisyon ve orkestrasyon bilgilerinden anlamayan bir insan, kalk›p da, kendisine bozuk gelen bir âletin sesini kendi keyfine göre düzelteyim derse, o orkestran›n ahengini bozabilir. Hâlbuki dünyan›n ‘bütün’ hâli, böyle alelâde bir orkestran›n fakir ahengiyle k›yas edilemeyen, sonsuz kapsama sahip bir armoni içindedir. Bu bak›mdan dünya, bütün oluflumlar›yla, kurulmufl muazzam bir kompozisyondur. Bu kompozisyonu meydana getirenler de, Ünite’den süzülüp gelen aslî icaplara intibak etmifl büyük vazifeli sanatkârlard›r. Yâni büyük organizatörlerdir.
* * * ‹flte, dünyan›n büyük nizam ve ahenginin kudretli tertipleri içinde bugüne kadar emekleyerek gelen insanlar, art›k, bugün, dünyadaki tekâmüllerinin zirvelerine ulaflm›fl bulunmaktad›rlar. Büyük kâinat ahenginin süregelmifl olan tertipleri, flimdiye kadar dünyada bu tertipler içinde yetiflmifl insan varl›klar›n›n art›k, daha ileri tekâmüllerine müsaade edecek durumda de¤ildir. Çünkü insanlar, hidrojen âlemi imkânlar› içindeki bütün görgü ve deneyimlerini yapm›fl, buraya ait bütün inkiflaf kademelerini aflm›fl ve devrelerini tamamlam›fl durumdad›rlar. Onlar›n öz varl›klar›, yeni ufuklara, yeni çevrelere, bol hayat ve inkiflaf imkânlar›yla dolu ayd›nl›k ülkelere koflmak ve ulaflmak ihtiyac› içinde ç›rp›nmaktad›r. Onlar, büyük kâinat ahenginin en genifl imkânlar›na kavuflmak ve o ahenkten olmaya çal›flmak özlemi ve sezgisi içindedirler. Gerçi insan hâlindeki durumlar›yla bu sezgilerinin idraklerine tam olarak varm›fl bulunmamakla birlikte, befleriyet, bugün bu ç›rp›n›fl›n en a¤›r ve koyu teflevvüflü, flaflk›nl›¤› içinde yaflamaktad›r. O, nereye gidece¤ini, nereye gitmesi gerekti¤ini henüz kestiremiyor; ama nedenini, mahiyetini bilmeksizin, kab›na s›¤mayan hareketleriyle, muhakkak bir yere gitmek, bir ayd›nl›¤a kavuflmak, ferah bir çevreye ç›kmak, içinde bulundu¤u madde flart276
BEDR‹ RUHSELMAN
lar›n›n a¤›rl›¤›n› delip geçmek ihtiyac› içinde k›vran›p duruyor. Mahiyetini idrak edemeyerek, fakat fliddetle isteyerek her ân peflinde kofltu¤u mutlulu¤un bir zerresini dahi çevresinde bulamay›nca, o mutlulu¤un hüsran›yla, kendisini madde oyuncaklar›n›n gelip geçici zevkleri içine gömerek avutmaya çal›fl›yor. Fakat görünürde flaflk›nl›¤›n› artt›rmaktan baflka bir ifle yaramaz görünen bu ç›rp›n›fllar›, hakikatte, kader mekanizmas› muvacehesinde, yine, o arad›¤›, bekledi¤i ve muhtaç oldu¤u mutluluk yollar›n› kendisine haz›rl›yor. ‹flte fliddetle istedikleri, bekledikleri bu mutlulu¤a insanlar›n kavuflmas› için, âlemin büyük ahengi içinde, gerekli tertipler elbette kurulmaktad›r. Bu ileri tertipler, bugünkü dünya nizam›n›n yavafl yavafl de¤iflmesi ve olgunlaflm›fl hâle gelen yeni istek ve ihtiyaçlara göre gerekli formlar›n meydana gelmesi zaruretiyle, ilâhî nizam›n ahengi içinde takdir ve tespit edilmifltir. fiu hâlde, gelecek bütün de¤iflmeler; insan idraki karfl›s›nda ne kadar büyük birer felâket mahiyetinde görünürlerse görünsünler, insan varl›klar›n›n ihtiyaçlar›na en uygun ve mükemmel cevaplar verici tertipler ve nizamlar alt›nda vuku bulacaklard›r. Yak›nda bafllayacak olan olaylar, dünyada mümkün olabilen insan tekâmülüne uygun nihaî sahneleri haz›rlayacak ve yüzy›llardan beri süren ›st›rapl› bir dünya safhas›n›n son perdesini bu sahnelerde kapatacakt›r.
* * *
Do¤ada hiçbir varl›¤›n hiçbir ihtiyac› ihmalle karfl›lanmaz. Bütün tekâmül ihtiyaç ve isteklerine uygun tertipler, nizamlar ve düzenler derhal kurulur. Çünkü kâinat tekâmül içindir ve orada, bütün tekâmül ihtiyaçlar›n›n giderilmesi bir zarurettir. Bu ihtiyaçlar karfl›s›nda kurulacak yeni nizam ve tertiplerin flekil ve yönlerine gelince: ‹nsan varl›klar›n›n daha üstün hayatlara aday duruma girdiklerini ve sonsuz parlak ülkelerin kap›s›na dayand›klar›n›, söylemifltik. Fakat insanlar›n lây›k olduklar› bu yüksek ve parlak hayatlara kavuflabilmeleri için, bu kap›n›n aç›lmas› gerekir. ‹flte, özlemle peflinden kan ter içinde kofltuklar› bu eflsiz mutluluk ülkelerine göç edebilmeleri için, insanlar›n yapacaklar› küçük bir ifl daha kalm›flt›r ki; o da, zaten aç›lmaya haz›r bir va277
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
ziyette önlerine dikilmifl olan bu kap›y› bir fiske vurufluyla ard›na kadar açarak içeriye dalmaktan ibarettir. Fakat bunun gerçekleflmesi de yine, çok tertipli ve ahenkli birtak›m olaylar›n ak›fllar› içinde mümkün olabilecektir. Ve bunun da böyle olmas› insanlar›n selâmeti için gereklidir. Bu muazzam düzen içindeki ahenkli tertiplerin sa¤lam›fl oldu¤u büyük haz›rl›klardan elbette birçok insan yararlanacak ve bu sayede, büyük bir mutluluk havas›yla, sonsuz imkânlar diyar›ndaki esîrî âlemlerin ebedi hayatlar› içinde kanat ç›rpmak üzere, ak›p gitmek f›rsat›n› kaç›rmayacakt›r. Yak›nda do¤a flartlar›nda vukua gelmeye bafllayacak olan köklü de¤iflmelerde, hiçbir fleyin maksats›z ve körü körüne olmayaca¤›n›, en ufak bir olay›n bile ancak Ünite’den gelen icaplara göre, üstün vazifeli varl›klar taraf›ndan flaflmayan ve aksamayan bir tertip ve ahenk içinde meydana getirilece¤ini, art›k iyice belirtmifl bulunuyoruz. ‹flte biraz yukar›da sözünü etti¤imiz kap›n›n aç›lmas› demek de; bu hakikatin insanlar taraf›ndan idrak edilmesi, benimsenmesi ve ona göre mevcut düzenlere isteyerek, sevinerek gidilmesi, uyulmas› demektir. fiu hâlde, yeryüzündeki do¤a flartlar›n›n de¤iflmesiyle meydana gelecek yeni ahengin, insanlara bu kurtulufl imkânlar›n› bahfletmifl olmas› bak›m›ndan, fevkalâde büyük bir k›ymeti ve önemi vard›r. Görünürde, bozuk düzen ve s›k›c›, hattâ rahats›z edici gibi durumlarda görülebilecek olan bu hâllerin, hakikatte, insanlar›n yüksek kazançlar›n› sa¤lamaya yarayacak k›ymetli birer vâs›ta oldu¤unu unutmamak, insanlar›n menfaatleri gere¤idir. Çünkü insanl›¤›n de¤iflecek olan çehresi ve yeni tertiplerle kurulacak ahenk, ancak, tamamlanm›fl bir dünya devresinin kapan›fl›ndan sonra olacakt›r. ‹flte bunun için, dünyan›n geçirece¤i son haz›rl›klar vard›r. Bu haz›rl›klar›n iki yönü vard›r: Birinci yönü, insanlara bu dünyan›n art›k kendileri için elveriflli bir mesken olamayaca¤›n› anlatmak suretiyle, henüz eksik kalan, gerekli bilgilerini, gözlemlerini ve imanlar›n› kazand›rmak; di¤er yönü de, sonradan gelecek basit bedenlerin tekâmüllerine elveriflli, yeni bir dünyay› meydana getirmektir. 278
BEDR‹ RUHSELMAN
* * *
fiimdi, bu do¤a de¤iflmelerinin, yeni meydana gelecek olaylar›n, k›saca vukuu yaklaflm›fl olan büyük dünya ink›lâb›n›n mahiyet ve flekillerini aç›klamaya bafll›yoruz. Yak›n olan bu büyük dünya devresi kapan›fl›n›n ilk alâmetleri diyece¤imiz bâz› basit olaylar, hâlen bafllam›fl bulunmaktad›r. Bunlar, insanlar›n gözünde henüz güçlü mânâlar ifade etmeyen ve kör do¤a güçlerine ba¤l›, gelip geçici ar›zalardan ibaret san›lan, bâz› atmosfer de¤ifliklikleridir. Bu hâller, gittikçe artacak ve ifade ettikleri yüksek mânâlar› yavafl yavafl daha güçlü olarak hissettirmek üzere, durmadan devam edeceklerdir. Meselâ, vaktinde beklenen yaz s›caklar› bazen bir türlü gelemeyecek, k›fl ortas›nda anormal s›cak havalar, yaz ortas›nda da so¤uk havalar görülmeye bafllayacakt›r. Bâz› yerlerde uzun süre devam eden kurakl›klar yan›nda, di¤er bâz› yerlerde sürekli ya¤murlar, selleri meydana getirecek ve önemli tahribat yapacakt›r. Güçlü rüzgârlar, tehlikeli hâller alarak esecek, yer yer büyük zararlara neden olacakt›r. Bu arada depremler vukua gelecek, fliddetli yer sars›nt›lar›, insanlar›n felâketli diye nitelendirecekleri do¤a olaylar› aras›nda, yeryüzünün oras›nda buras›nda kendilerini göstereceklerdir. Denizlerde de ola¤an d›fl› olaylar vukua gelecektir. Meselâ, hiç met ve cezir olmayan k›y›larda denizler bazen 8–10 metreye kadar kabaracak ve karalara hücum edecektir. Böyle met ve cezre al›flmam›fl ve haz›rlanmam›fl bâz› flehirler, su bask›nlar› tehlikesi alt›nda kalacak ve büyük zararlara u¤rayacakt›r. Dünyan›n çeflitli yerlerinde yer yer toprak kaymalar› vukua gelecek ve bâz› kasabalar ve yerler, bu yüzden bir hayli korkulu ve kayg›l› ânlar geçirecektir. Yine, bu toprak âfetleri s›ras›nda bâz› yerler çatlayacak, oralardan dumanlar ve atefller f›flk›racakt›r. K›sacas› ola¤an d›fl› olarak vukua gelecek bütün bu büyük rüzgârlar, seller, yer sars›nt›lar›, depremler, deniz kabarmalar›, su bask›nlar› ve yer çatlamalar›, gittikçe insanlar›n rahatlar›n› kaç›racak ve zararlar›n› artt›racakt›r. Fakat bunlar›n hiçbiri, ahenk d›fl›, düzen d›fl› olmayacak; hepsi, yerli yerince tertip edilmifl, bi279
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
raz önce söyledi¤imiz hedeflere ayarlanm›fl ad›mlar›n derece derece ilerleyifllerinin birer ifadesi olacakt›r. Bu hâller, dünyada afla¤› yukar› 40–50 y›l, böyle sinsi, fakat daima ilerleme gösterir bir flekilde ve insanlar taraf›ndan hakikî mânâlar›na nüfuz edilebilmesine pek de yetecek kudrette olmamak üzere, devam edeceklerdir. Bununla birlikte bunlar, daha ileri safhalara haz›rlay›c› mahiyette derece derece bir ilerleme izlerken, gittikçe de fliddetlerini artt›racaklard›r. Bu kitaptaki bilgileri okumufl, benimsemifl olanlar, bu hâllerin daha ilk zamanlarda ifade ettikleri mânâlar› sezmekte güçlük çekmeyecekler ve kendilerini, gelecek büyük güne rahatça ve kalp huzuruyla, hattâ sevinçle haz›rlayabilmenin imkânlar›n› elde etmifl olacaklard›r.
* * * Yaklafl›k elli y›l sonra olaylar kendilerini daha çok hissettirmeye bafllayacaklar ve insanlar› –daha do¤rusu kendilerini gere¤i derecesinde haz›rlayamam›fl olanlar›– çok rahats›z edici, korkutucu, zahmet ve ›st›raplar içinde b›rak›c› karakterler almaya bafllayacaklard›r. Bununla birlikte, bunlar da yine hakikî mânâlar›n› insanlara empoze edecek derecede fliddetlenmemifl olacaklar›ndan, insanlar›n bir k›sm›, bu olaylar›n hakikî mânâlar›n› anlamaktan uzak kalacak, sadece büyük bir flaflk›nl›k içinde ne oldu¤unu, neye u¤rad›¤›n› bilmeyecektir. Meselâ iklimlerde bâz› acayip de¤iflmeler, önceleri yavafl yavafl bafllayacak, so¤uk yerler azar azar ›s›nacak, bâz› bölgeler ola¤an d›fl› olarak s›caktan kavrulmaya bafllayacakt›r. Bu hâllerin sonucunda, anormal rüzgârlar, bâz› korkunç tayfunlar› meydana getirecek ve bunlardan birçok zarar meydana gelecektir. Depremler s›klaflacak ve fliddetlenecek, yer çatlamalar›, püskürmeler, çöküntüler artacak ve bütün bu hâller, y›llar ilerledikçe kendilerini daha aç›k olarak hissettireceklerdir. Bâz› flehirler, büyük sars›nt›lar sonucunda yok olacak, yerlerinde büyük çukurlar veya göller meydana gelecek; bâz› yerlerde büyük ve sürekli kurakl›klar bafllayacak, birçok insan ve hayvan telef olacak; a¤açl›k, verimli, bitek olan yerler bozk›rlar, hattâ su280
BEDR‹ RUHSELMAN
suz çorak çöller hâlini almaya yüz tutacak; y›llardan beri, hattâ yüzy›llardan beri o havalilerde rahatça yerleflmifl olan insanlar için buralar›, art›k yaflanmaz hâllere girecek ve insanlar oralardan, daha verimli yerler aramak ve bulmak için ayr›lacaklar, daha müsait yerlere göç etmeye bafllayacaklard›r. Böylece dünyada yer yer büyük göçler bafllayacak; bu hâl, insan cemaatleri aras›nda önemli huzursuzluklar yaratacakt›r. Deniz kabarmalar› artacak; dünya maddesi, art›k insanlara korkunç çehresini göstermeye bafllayarak, kendisinden insanlar›n fazla bir fley beklememeleri, hattâ art›k hiçbir fley beklememeleri gerekti¤ini lisan-› hâliyle* onlara anlatmaktan bir ân geri kalmayacakt›r. Özetle, dünya yavafl yavafl, insanlar için gittikçe k›s›rlaflacak, tats›zlaflacak ve yaflanmaya elveriflli karakterlerini kaybedecektir. Zaten daha önce de aç›klad›¤›m›z gibi, son zamanlara do¤ru büsbütün artacak olan kanser vakalar›n›n ço¤almas› da, art›k dünya maddelerinin ihtiyaçlara cevap vermedi¤ini insanlara aç›kça gösteren önemli delillerden biri olacakt›r. Özetle, ellinci y›ldan itibaren gerek kurakl›klar›n, gerek bâz› di¤er zorlay›c› do¤a olaylar›n›n do¤uraca¤› sonuçlar ve yer yer devam edecek büyük çaptaki göçler, dünyada büyük kargaflal›klara neden olacak ve do¤an›n insanlara karfl› gittikçe ekfliyen yüzü ve çetinleflen durumu, bu kargaflal›¤›n derecesini h›zla artt›racakt›r.
* * *
Bu hâller, ço¤alarak yüzüncü y›la kadar devam edecek; yüzüncü y›ldan sonra, olaylar ve dünyada bafllayan de¤ifliklikler, insanlara bütün bu olaylar›n hakikî mahiyetleri ve ifade ettikleri hakk›nda, bâz› mânâlar verecektir. fiimdiye kadar basit de¤iflmeler hâlinde devam eden durumlar, art›k tam bir kargaflal›k içinde ve eski dünya nizam ve tertiplerinin aç›kça de¤iflmelerini ifade edecek tarzda inkiflaf etmeye bafllayacaklard›r. So¤uk kuflaklardaki buzlar erimeye bafllayacaklar, bâz› so¤uk bölgeler gittikçe ›s›nacak; dünya iklimlerinde belirgin de¤iflmeler * “Lisan-› hâl” deyimi, “sözsüz dil, mânâlar›n sözler ile de¤il, hâller ile ifade edildi¤i dil” anlam›na gelir.
281
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bafllayacakt›r. Görünüflte karmakar›fl›kl›k hâli gösteren bu olaylarda, insanlar için, gelecek kurtulufl ve müjde günlerinin gerçekleflmesini haz›rlay›c› tertipler ve nizamlar mevcuttur. Dünya bir taraftan gittikçe ›s›nmaya devam ederken, di¤er taraftan bâz› yerlerde büyük mevsim farklar› görülmeye bafllayacakt›r. Buralarda, yaz›n büyük s›caklar hüküm sürecek, k›fl›n da oldukça fazla so¤uklar görülecektir. Nihaî günlere do¤ru; iklimler tamam›yla de¤iflecek; hâlen ›l›man olan iklimler, tropikal bölgelerin cehennem gibi yanan durumlar› hâline girecek; daha önce so¤uk olan iklimler, dünyan›n s›cak yerleri hâlini alacakt›r. Böylece birçok flehir s›caktan yaflanmaz hâle gelecek; bir tarafta cehennem gibi s›cak bölgeler, di¤er tarafta kurumufl, çöl hâline gelmifl, eski muazzam verimli sahalar›n dayan›lmaz çorakl›¤› görülecektir. Yüzüncü y›l›n ard›ndan büyük do¤a olaylar› bafllayacak; bunlar, k›s›m k›s›m, insanlar›n kitleler hâlinde ölmelerine neden olacak ve insanlarca “büyük felâket” denilen hâller birbirini izleyecektir. Bununla birlikte, bu kadar ölümlere ra¤men dünyan›n nüfusu azalmayacak, aksine, artacakt›r. Meselâ bugün 2,5 milyar› bulan dünya nüfusu o zamana kadar 6–7 milyara ç›kacakt›r. Bu art›fl›n bafll›ca nedeni, dünyadan flimdiye kadar ayr›l›p da spatyumda birikmifl varl›klar›n hepsinin dünyaya dönmesi olacakt›r. Spatyumun bütün varl›klar›, bu son dünya devrinde yaflamak, o devrin gelecek hayatlar› haz›rlay›c› büyük imkân ve bilgilerinden yararlanmak için, tekrar dünyaya döneceklerdir. Bu da dünyada yer yer büyük çapta do¤um vakalar›n›n meydana gelmesine neden olacakt›r. Esasen spatyumdakilerin dünyaya hücumu daha flimdiden bafllam›fl ve insanlar›n nüfusu bugünlerden itibaren artmaya yüz tutmufltur. Burada, flunu da belirtiriz ki, bundan önce söz etti¤imiz Mu dünyas›n›n son günlerine de o zamanki insanlar ayn› yollardan haz›rlanm›flt›. Sözünü etti¤imiz bu alâmetler orada da kendilerini göstermifller ve insanlara birçok fley ö¤retmifllerdi. ‹flte ayn› tertipler, bugünkü dünya insanlar› için de tekrar edilmeye bafllanm›flt›r. Mu dünyas›n›n kapan›fl›ndan önceki olaylar hakk›nda daha 282
BEDR‹ RUHSELMAN
önce vermifl oldu¤umuz bilgilerin, bu son dünya devresi kapan›fl›na ait olaylar ile olan paralelli¤ini mukayese edenler, arada hemen hemen hiçbir de¤iflmenin mevcut olmad›¤›n› görürler.
* * * Dünyan›n kapan›fl›na pek yak›n zamanlarda, iklimlerin en son alaca¤› durumu, özetleyerek bildiriyoruz: Kuzey Rusya k›fl›n fevkalâde so¤uyacak (–60/–70), yaz›n ise ›l›man iklimlerin s›cakl›k derecelerini gösterecektir (0/+25). Kuzey Grönland, ‹skandinavya, Avrupa Kuzey Rusyas›, Kafkaslar, Afganistan, Tibet, Çin, Japonya, Alaska yaz›n bir hayli s›cak olacak (+45), k›fl›n bir hayli so¤uk olacakt›r (–50). Güney Grönland’da, ‹ngiltere’de, Fransa’n›n kuzeydo¤u yar›s›ndan itibaren bütün Orta Avrupa memleketlerinde: Kuzey Fransa’da, Danimarka’da, Belçika’da, Hollanda’da, Almanya’da, ‹sviçre’de, Avusturya’da, Çekoslovakya’da, Macaristan’da, bütün Balkanlar’da, ‹talya’n›n kuzeydo¤u yar›s›nda, Türkiye’de, Yunanistan’›n kuzey k›sm›nda, ‹ran’da, Pakistan’da, Hindistan’›n kuzey yar›s›nda, Çin Hindi’nde, Kanada’n›n kuzey k›sm›nda yaz›n tropikal karakterde s›caklar olacak (+50/+70), k›fl›n ise s›f›r›n alt›nda so¤uklar olacakt›r (–20/–8). Fransa’n›n güneybat› yar›s›nda, ‹spanya’da, ‹talya’n›n güneybat› yar›s›nda, Sicilya’da, Yunanistan’›n güney k›s›mlar›nda, Akdeniz havalisinde, bütün Afrika’da, Madagaskar’da, Arabistan Yar›madas›’nda, Hindistan’›n güney k›sm›nda, Malakka’da, Endonezya’da, Yeni Gine’de, Filipin Adalar›’nda, Avustralya’da, Yeni Zelanda’da, Kanada’n›n güney yar›s›nda, bütün Birleflik Amerika’da, Kaliforniya’da, Meksika’da, Venezuela’da, Kolombiya’da, Bolivya’n›n kuzey yar›s›nda yaz›n ve k›fl›n daimî s›caklar olacak, bu bölgelerde s›cakl›k dereceleri sürekli olarak (+40/+70) aras›nda oynayacakt›r. Bu durum, dünyan›n nihaî safhas›na aittir. ‹klimler bu durumlara ancak elli y›ldan sonra yavafl yavafl girmeye bafllayacak283
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
lard›r. Yâni, dünya iklimleri, bu verdi¤imiz nihaî s›cakl›k derecelerine birdenbire geçmeyecek, uzun y›llar süresince yavafl yavafl intikal edecektir.
* * * Dünya ink›lâb›n›n son ân›na do¤ru bütün do¤a olaylar› fliddetlenecek; yer sars›nt›lar› artacak; su bask›nlar›, büyük seller, büyük kaymalar, yer çatlamalar› ve birkaç flehri birden harabeye çevirebilecek büyük depremler, ara vermeksizin, art arda sürüp gidecek; insanlar henüz geçmifl bir felâketin s›cakl›¤› so¤umadan, daha korkunç di¤er bir felâketle karfl›laflacaklard›r. Bu s›rada tabiî ki, kitleler hâlinde ölümler olacak, hastal›klar ço¤alacak, dünyada yaflamak çok ›st›rapl› ve zahmetli bir hâle girecek. Ak›ll›, bilgili ve iyi haz›rlanm›fl olan insanlar, bu hâli görebildikleri takdirde, gayet iyi anlam›fl olacaklar ki; art›k dünya insanlar› için dünya maddesi yeterli gelmemektedir ve dünya, bu hakikati insanlar›n kafas›na vururcas›na göstermektedir. Ve böylece bir ân gelecek ki, insanlar›n birço¤u, art›k kendileri için dünyada yaflanacak hiçbir yerin kalmad›¤›n› anlam›fl bulunacakt›r. ‹flte bu da, insanlar›n, hakikati bütün ç›plakl›¤›yla görebilmeleri için, dünyan›n kurulmufl en mükemmel bir tertibi ve nizam› olacakt›r ki; bu nizam›n ve tertibin kudretiyle, insanlar›n ço¤u, yukar›da sözünü etti¤imiz, iki âlemi birbirinden ay›ran kap›y› ard›na kadar ve büyük bir özlemle açabilmek gücünü kazanacaklar, yâni idraklerinin ›fl›¤›na kavuflmaya bafllayacaklard›r.
* * *
Bu kargaflal›k, gittikçe içinden ç›k›lmaz hâle gelerek, arta arta, insanlar› flaflk›na çevirecek ve en nihayet bir ân gelecek ki; o ândan itibaren, o zamana kadar can çekiflmekte olan dünya, en k›sa zamanda gözlerini eski hayat›na tamam›yla kapayacakt›r. Bu durumda iken dünya, tam mânâs›yla, kaynayan bir kazana benzeyecektir. Ancak birkaç gün devam edecek olan bu nihaî safha esnas›nda bütün k›talar ve denizler harekete geçecek. Yer ve gök sars›lacak. 284
BEDR‹ RUHSELMAN
Bu s›rada yerler yar›larak parçalanacak. Bu parçalar, muazzam bir rüzgâr›n önünde sallanan yapraklar gibi, sürekli olarak sars›lacak. Afla¤› yukar› inip kalkacak. Her ad›mdaki toprak sars›lacak. Çok büyük çatlaklar ortaya ç›kacak. Bu çatlaklardan simsiyah dumanlar ve zehirli gazlar ç›kacak. Bu dumanlar yavafl yavafl yeryüzünü örtecek. Ortal›k kararacak. Bu dumanlar, yer yüzeyi alt› tabakalar›nda yanan kömürlerin sularla kar›flmas›ndan ileri gelen, nemli ve zehirli gazlar› içeren duman bulutlar› hâlinde olacak. ‹nsanlar› kitleler hâlinde telef edecek. Yer yer aç›lmakta olan muazzam uzunluktaki yer çatlaklar›n›n genifllikleri 30–40 kilometreyi bulacak. Ve zaten ço¤u birer harabe hâlini alm›fl olan flehirleriyle birlikte büyük arazi parçalar›, kocaman da¤lar, bu aç›lm›fl genifl atefl çukurlar› içine yuvarlanmaya bafllayacaklar. Meselâ ‹zmit civar›nda ortaya ç›kabilecek böyle elli kilometre geniflli¤indeki bir yar›¤a Türkiye, Van Gölü’ne kadar olan bütün k›s›mlar›yla birlikte gömülebilecek. Bu muazzam atefl uçurumlar› yer yer dünyan›n her taraf›nda aç›lacak ve buralarda bulunan da¤lar, tepeler, vadiler, ovalar, bütün y›k›lm›fl flehirleri ve harap olmufl mamureleriyle* birlikte büyük arazi parçalar›, bu uçurumlar›n içine yuvarlanacak. Ve oralarda yaflayan insanlardan sa¤ kalm›fl olanlar› da, onlarla birlikte bu atefl çukurlar›na gömülecekler. Bu arada bir k›s›m atefl çukurlar›, etraflar›na k›zg›n küller hâlinde lâvlar püskürtecek ve bunlar insanlar›n üzerlerine atefl ya¤muru hâlinde inecek. Ayn› zamanda, muazzam ve yo¤un bulutlar, dünyan›n bütün göklerini kaplayacak. fiiddetli gök gürlemeleriyle inen say›s›z flimflekler, yo¤un siyah duman ve su buhar› bulutlar›n› yar›p sürekli olarak ortal›¤› ayd›nlatacak ve dünyan›n her taraf›na y›ld›r›mlar ya¤acak. Bir taraftan, insan hayk›r›fllar›n› bo¤an gök gürlemeleri, yeralt› u¤ultular›, patlayan ve aç›lan deliklerden ve yar›klardan etrafa f›flk›ran ve taflan gaz ve lâvlar›n gürültüleri, bo¤ucu ve yak›c› gazlar›n ç›kmas›, yer yer atefl uçurumlar› ve çukurlar›n›n aç›lmas›, arazi parçalar›n›n yapraklar gibi sallanmas›, y›ld›r›mlar, fluursuz* “Mamure” sözcü¤ü, “imar edilmifl, bina, yap›, bay›nd›r yer” anlam›na gelir. 285
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
ca insan hayk›r›fllar› devam ederken; di¤er taraftan, k›talar›n etraf›n› saran okyanuslar, hiç görülmemifl flekilde yükselecek, milyarlarca tonluk su kütlelerini içeren ve her biri muazzam birer da¤ gibi kabaran deniz parçalar›, k›talar›n üzerine sald›rmaya bafllayacak. Bu hâl, art›k dünyan›n son saatleridir, yeryüzü batmaktad›r. Yâni, devresini tamamlam›fl bir dünya hayat› ebediyen kapanmak üzeredir. Nitekim k›talara sald›ran okyanuslar; harap olmufl flehirleriyle, aç›lm›fl çukurlar›yla, ormanlar›yla, vâdileriyle, genifl arazileriyle bütün karalar› istilâ etmeye bafllayacakt›r. Önlerine katt›klar› insanlar› sürüler hâlinde kovalayacaklar ve yutacaklar. Deniz sular›n›n atefl çukurlar›yla ve yar›klar›yla birleflti¤i yerlerde büyük patlamalar ve müthifl su buharlar› meydana gelecek. Bu s›rada k›talar, bafltan bafla çatlayacak ve üzerindeki yüzy›llardan kalma bir medeniyetin harap olmufl bütün mamureleri ve eserleriyle birlikte, bu aç›lan cehennem çukurlar›n›n içine yuvarlan›p birkaç saat içinde kaybolacak. Onlar›n gömüldükleri bu atefl çukurlar›n›n üzerlerini derhal okyanuslar›n muazzam su kütleleri örtecek ve en k›sa zamanda dünyan›n bütün k›talar› yok olacak. Onlar›n yerlerinde, binlerce metre derinli¤e sahip yeni okyanuslar ortaya ç›kacak ve böylece o zamana kadar ulaflm›fl oldu¤u bütün medeniyetiyle ve maddî zenginlikleriyle birlikte, bir dünya devri daha kapanm›fl ve ebediyen unutulmaya mahkûm, maziye kar›flm›fl bulunacak. ‹flte bu hengâmede insanlar›n ço¤u, kendi ihtiyaçlar›na cevap verecek bir âleme gidecek; az miktarda kalanlar ise, yeni dünyaya intikal etmek üzere, büyük y›k›mdan geriye kalm›fl kaya parçalar› üzerinde, flaflk›n hâlde kalacaklard›r. Çünkü denizlerin dibine gömülen eski k›talar›n bâz› yüksek yerleri, gelece¤in küçüklü büyüklü adalar›n› ve tak›madalar›n› oluflturmak üzere, büyük kaya parçalar› hâlinde, denizlerin üstünde kalacaklard›r.
* * *
Yeryüzü batarken karmakar›fl›k olan denizlerin dibinden büyük kara parçalar› yükselecek ve böylece, bunlardan yeni k›talar meydana gelecek. Bu yeni k›talar, gelecek dünya devrinin co¤rafya uz-
286
BEDR‹ RUHSELMAN
manlar›na, yüzy›llarca süren yeni birer araflt›rma konusu olacakt›r. Yeni dünya devri insanlar›n›, bugünkü dünyan›n bat›fl› s›ras›nda k›talar›n yüksek yerlerinde ve tepelerinde kalan insanlar oluflturacakt›r, demifltik. Bu s›ralarda denizin dibinden ç›kan yeni k›talarda henüz insan bulunmayacakt›r. Bugünkü dünyadan gelecek dünyaya intikal edecek insanlar›n yaflamak zorunda olacaklar› adalarda toprak olmayaca¤›ndan, bu insanlar, sadece kayalardan ibaret, etraf› denizle çevrilmifl bu adalarda mahsur kalacaklard›r. Böylece birkaç gün içinde olup biten bu ifllerden sonra sükûnet geri gelecek; dünyada y›llardan beri bozulmakta olan genel denge, bu son birkaç günlük krizini atlatt›ktan sonra, yeni dünya flartlar›na uygun olarak tekrar kurulacak; her fley olup bitecek, günefl, yine ayn› parlakl›kla yeni dünyan›n ufuklar›ndan do¤arak, onu canland›rmaya devam etmeye bafllayacakt›r.
* * * ‹nsanlara gelince: Bu dünyadan gelecek dünyaya intikal edecek insanlar, her ne kadar beden yap›lar›n› ilk ânlarda koruyacak iseler de, bunlar›n zihinsel durumlar›nda, zekâlar›nda, idraklerinde, duygular›nda, haf›zalar›nda büyük gerilemeler meydana gelecektir. Bunlar, fluurlar›n› kaybedecekler ve delireceklerdir. Bu insanlar, geçen dünya devrine, büyük insan medeniyetlerine, kendi bireysel, ailevî ve mâflerî hayatlar›na ait bütün bilgileri ve kavramlar› unutacaklard›r. Ne geçmifl bilgilerinden, ne bilimlerinden, ne tekniklerinden, ne kabiliyetlerinden, ne al›flkanl›klar›ndan, ne de kendi eski kimliklerinden, haf›zalar›nda hiçbir fley kalmayacak; en ilkel birer insan hâlinde, yaln›z içgüdüleriyle hareket edeceklerdir. Onlar›n içgüdülerinin bafl›nda korku gelecektir. Büyük dünya ink›lâb› s›ras›nda gözleri önünde günlerce devam eden y›k›m olaylar›, dünyan›n korkunç ve gürültülü bat›fl›, onlar›n varl›klar›nda uzun süre devam edecek büyük bir korku içgüdüsüne neden olacakt›r. Fakat bu insanlar, geçmifle ait bütün bilgilerini kaybettiklerinden ve hâlihaz›rda da fluursuzluk ve tam bir idraksizlik içinde bulunduklar›ndan, bu korkular›n›n ne nedenini, ne de mahiyetini aslâ bilemeyecek, sadece onun sürekli bask›s› alt›n287
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
da yaflayacaklard›r. Bundan baflka, yeni girmifl olduklar› dünya ortam›n›n gittikçe vahflileflen ve kabalaflan flartlar› da, insanlar›n bu korku içgüdülerini daha çok artt›racak ve güçlendirecektir. Korku hissi, bu ilkel insanlar› befler onar, bir araya toplayacakt›r. Bunlar her fleyden korkacaklar, korktuklar› zaman birbirlerine daha çok yaklaflacak ve sar›lacaklard›r. Bak›fllar› korkak olacak, her hâl ve hareketlerinde korkunun bütün tezahürleri görülecektir. Ara s›ra, genellikle bir fleyden korktuklar› zaman, fluursuzca, anlams›z birtak›m sesler ç›kararak ba¤r›flacaklar, düflüncesizce oraya buraya kofluflacaklard›r. Çünkü bunlar, henüz konuflmas›n› bilmeyecekler ve iflaretlerle dahi anlaflabilmek liyakatinden yoksun bulunacaklard›r. Meselâ, bir tanesi ba¤›rmaya bafllad›¤› zaman, özellikle korku içgüdüsüyle di¤erleri de ona uyarak ba¤›rmaya bafllayacak, bir süre birlikte ba¤r›flt›ktan sonra, korkular›n›n biraz yat›flmas›yla hep birden tekrar susacaklard›r. Önceki dünyadan yeni dünyaya geçen ve aç, ç›plak, âletsiz, vâs›tas›z, hiçbir fleysiz, özellikle ak›ls›z, düflüncesiz, fluursuz hâlde kalan ve sadece korku ve açl›k içgüdüleriyle hareket eden bu zavall› insanlar›n, kayalar üzerinde, vahfli hayvanlar aras›nda geçirecekleri ânlar pek çetin ve haflin olacakt›r. Bunlar, yiyecek bulamayacaklar, giyecekten yoksun kalacaklar, s›¤›nacak bir tek a¤aç kovu¤u göremeyecekler ve kayalarla çevrilmifl bir çevrede, do¤an›n bütün olaylar›yla karfl› karfl›ya kalacaklar. Güneflin ›fl›¤› vücutlar›n› yakacak, so¤uk rüzgârlar ve havalar ç›plak bedenlerini h›rpalayacak. Vahfli hayvanlar›n sald›r›fllar›ndan kaç›flacaklar, befli onu bir arada, kayalar›n aralar›na veya tafl oyuklar›na s›¤›nacaklar. Bütün bu durumlar, onlarda esasen mevcut olan korku içgüdüsünü büsbütün artt›racakt›r. ‹drak ve zekâlar› henüz, tafllar› yontarak onlardan kendilerine av veya savunma silâh› yapabilecek durumlardan çok uzak oldu¤undan, bu insanlar, ilk zamanlarda henüz tafl devrine bile girmifl olmayacaklard›r. Yaln›z kaba içgüdülerden ibaret olan bütün ihtiyaçlar›n›, ç›plak ve hiçbir âletle donanm›fl olmayan bedenleriyle ve tabiî ki hep içgüdüsel olarak gidermeye çal›flacaklard›r. Mese288
BEDR‹ RUHSELMAN
lâ, açl›k hissinin kendilerinde uyand›rd›¤› ihtiyaçlarla, hayvanlar›n en zay›f› gördüklerine birlikte sald›racak ve kendi aralar›nda yine en zay›f bulduklar› hemcinslerine hücum ederek, onlar› parçalayacak ve yiyeceklerdir. Yamyaml›k, insanlar›n ilk ânlar›ndaki hayatlar› için en do¤al ve zarurî bir hareket olacak ve bu insanlar, ilk dünya hayatlar›na böylece birbirlerini yemekle, yâni yamyaml›kla bafllayacaklard›r.
* * * Yeni dünyan›n eski batan k›talar›n deniz üzerinde kalm›fl k›s›mlar›na ait bâz› adalar ve tak›madalar ile denizin dibinden yükselerek meydana ç›kan yeni büyük k›talardan oluflmufl bulunaca¤›n› söylemifltik. Yine, geçen dünyadan kalan insanlar›n yaflayaca¤› bu adalar›n kayal›klardan ibaret olaca¤›n›, buralarda topra¤›n bulunmayaca¤›n› da belirtmifltik. Dolay›s›yla, ilk insanlar›n çevresinde bitki hayat› henüz mevcut olmayacakt›r. ‹flte bu hâlde bulunan yeni dünyan›n ilk durumu, k›sa bir zamanda vahflileflmeye bafllayacakt›r. Her fley, basitleflecek, ilkelleflecek, vahflileflecektir. Eski dünyada mevcut olan, zirveleri yuvarlak da¤lar ve tepeler yeni dünyada görülmeyecek, onlar›n yerine tepeleri sivri, testere fleklini alm›fl da¤lar ve s›rada¤lar meydana gelecek, keskin vadiler görülecek, her fley sivrileflecek, keskinleflecek ve haflin bir çehre alacakt›r. Varl›klar›n, yaflamakta olduklar› çevrelere uymalar›n›n zarurî oldu¤undan daha önce söz etmifltik. Dünyaya gelecek varl›klar, ancak içinde bulunduklar› çevrenin maddelerinden bedenlerini kuracaklar› için, yeni dünyaya intikal etmifl insanlar›n ve hayvanlar›n da, nesilleri üredikçe kabalaflacaklar›, kaba olan çevrelerine uyacaklar› do¤ald›r. Onlar›n bu kaba çevreye adaptasyonlar› sonucunda, bedenleri h›zla kabalaflacakt›r. Geçen dünyadan yeni dünyaya intikal eden hayvanlar›n ve insanlar›n bedenlerinde görülecek bu kabalaflma hâli, ilkel çevrelerine ait ihtiyaçlar›na ba¤l› olarak, nesilden nesle artacak ve uzun süre devam edecektir. Meselâ nesiller ilerledikçe büyük gövdeli hayvanlar türeyecek, bu hayvanlar vahfli olacak, adalarda toprak ve sonuç olarak bitki 289
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
olmad›¤› için, geçen dünyan›n ot ve bitki yiyen uysal hayvanlar›na buralarda rastlanmayacakt›r. T›pk› bunun gibi, bu yeni dünyaya geçen ilk insanlar›n da, nesilleri ilerledikçe beden formasyonlar› de¤iflecek, onlarda da bir kabalaflma hâli bafllayacakt›r. Haflin ve sert do¤ayla, vahfli hayvanlarla ve birbirleriyle bo¤uflmak, çarp›flmak durumunda kalan bu ilk insanlar›n hayat mücadelelerinin do¤uraca¤› yeni ihtiyaçlara uygun olarak, beden yap›lar› ve formasyonlar› esasl› de¤iflmelere u¤rayacakt›r. Yâni, nesiller ilerledikçe, bütün karakteristikleriyle, bu kaba çevreye uygun beden formasyonlar› kendini gösterecektir. Art›k geçmifl dünyada oldu¤u gibi ince uzun insan flekilleri kalmayacak, buna karfl›l›k insanlar›n bedenleri yayvanlaflacak, gövdeleri büyüyecek, kaslar› güçlenecek, gö¤üsleri geniflleyecek, kollar› uzayacak, ayaklar›nda ifl görme kabiliyeti artacak, gerekti¤inde el parmaklar› gibi çal›flacaklar› için ayak parmaklar› da büyüyecek, kollar› ve ayaklar› güçlenecek, kafatas› da ona göre yeni flekiller alacakt›r. Entelektüel hayattan ziyade sansüel içgüdülere hizmet etmek durumunda kalan o günkü beynin yükünde medenî bir insan›n zihinsel faaliyetleri bulunmayaca¤›ndan, mükemmel bir beyne ve bu beynin korunmas›na yarayan bir kafatas›n›n oluflmas›na gerek kalmayacak ve bunun sonucunda da, al›nlar küçülecek, kafatas›n›n da küçülmesiyle, geriye do¤ru çekik olacakt›r. Buna karfl›l›k, yaln›z et yemek zorunlulu¤uyla, a¤›z ve çeneler geliflecek; difller sivrileflecek, keskinleflecek, güçlenecek; a¤›zlar büyüyecek, kabalaflacak ve öne do¤ru ç›k›k olacakt›r. fiiddetli hava etkilerine karfl› korunmak için, cilt yüzündeki k›llar s›klaflacak ve büyüyecektir. Geçiflin ard›ndan yeni gelecek nesillerle bafllayacak olan bu kabalaflma hâli, 300 y›l kadar devam edecektir. Bu süre s›ras›nda dünyaya insan hâlinde gelecek yeni nesiller; Günefl Sistemi’nin baflka gezegenlerinde hayvanl›k ve insan alt› kademesi hayatlar›na ait bütün inkiflaf safhalar›n› tamamlayarak, art›k birer insan bedenini kurmaya liyakat kazanm›fl bulunan ve insan hâlinde dünyaya gelmek ihtiyac›nda olan varl›klardan oluflacakt›r. Yâni, bu kabal›k 290
BEDR‹ RUHSELMAN
devrinde, geçen dünyadan intikal etmifl insanlar›n evlâtlar›; di¤er gezegenlerin, insan alt› safhalar›n› henüz bitirip de, bu dünyaya girmekle ilk insanl›k kademesine ayak basm›fl bulunan varl›klar› olacakt›r. Zaten bu vahfli çevre de onlar için haz›rlanm›flt›. Geçen dünyadan bu yeni dünyaya intikal etmifl insanlar›n vazifelerinden biri de; bu, hayvanl›ktan ve alt kademelerden insanl›¤a ilk geçecek varl›klar› do¤urmak, onlara anal›k babal›k yapmak olacakt›r.
* * * ‹nsanlar›n bu kayal›k adalarda geçirecekleri süre s›ras›nda, henüz yerleflilmemifl yeni k›talarda toprak mevcut olacak, buralara günlerce, aylarca muazzam ya¤murlar ya¤acak ve bunun sonucunda da, k›talar›n bâz› yerlerinde büyük gövdeli uzun a¤açlardan oluflan, balta görmemifl vahfli ormanlar meydana gelecektir. ‹flte kayalar üzerinde 300 y›l kadar sürecek olan insanlar›n kabalaflma devrinden sonra, onlar, bulunduklar› kayal›k adalardan kalk›p bu k›talara gidebilmek kudretine eriflecekler ve onlar›n ormanlar›ndan, bitkilerinden ve di¤er imkânlar›ndan yararlanmaya bafllayacaklard›r. Çünkü bundan önce, bulunduklar› yerlerden ayr›labilmelerine ne düflünceleri, ne kudretleri, ne de içinde bulunduklar› imkân ve vâs›talar› müsaade etmeyecektir. Fakat 300 y›ll›k bir kabalaflma devrinden sonra, inkiflafa do¤ru ilkel ve basit k›p›rdan›fllarla, içgüdülerinde do¤acak –yine basit olmakla birlikte– biraz daha ileri ihtiyaçlar sonucunda; insanlar, yavafl yavafl bu adalar› terk edip büyük k›talar›n kendilerine en yak›n k›s›mlar›na geçmeye bafllayacaklar ve böylece, yeni bir dünya kuruluflunun sonraki bütün icaplar›n› yerine getirmek üzere, bundan sonra, çok uzun ve a¤›r bir inkiflaf temposuna gireceklerdir. Altm›fl bin y›l sürecek olan, yeni dünyan›n bu insanl›k inkiflaf› devresi boyunca, insanlar, yeni bir medeniyete ulafl›ncaya kadar, tafl, demir, tunç devirleri gibi uzun devirler geçirecekler, ilk ça¤, orta ça¤ gibi birtak›m ça¤lar atlatacaklar; k›sacas›, Mu dünyas›ndan bu dünyaya devredilen insanlarda oldu¤u gibi, bunlarda da yavafl yavafl içgüdüler sezgilere, sezgiler idraklere intikal ederek, 291
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
idraklerin inkiflaf›yla, derece derece, mâflerî ve yüksek mâflerî plânlara geçilecektir. E¤er bu s›rada, geçen dünyan›n son, intikal safhas›na kadar kendilerini yetifltiremedikleri için sonraki dünyaya kalm›fl olanlar aras›nda, inkiflaflar›nda büyük bir h›z al›p süratle vazife plân›na haz›rlanm›fl olanlar bulunursa; onlar, 5–10 bedenlenmeden sonra, yâni 8–10 yüzy›l zarf›nda yukar›dan kendilerine –liyakatlerine göre– verilecek vazifelerini yapabildikleri takdirde (vazife plân›na geçebilmek için mutlaka bir vazifeyi yerine getirmek flartt›r) dünyan›n sonunu beklemeden, geçen dünya ink›lâb› s›ras›nda yüksek plânlara giden di¤er mutlu insanlar›n bulundu¤u yerlere ulaflmak üzere, dünyay› tamamen terk edip gideceklerdir. Di¤er insanlar ise, dünyan›n altm›fl bin y›l sonra gelecek yeni ink›lâp günlerini beklemek ve o günlere haz›rlanmak üzere; say›s›z bireysel, mâflerî s›navlar, üzüntüler, mücadeleler, savafllar, vuruflmalar, ölümler, cinayetler, hastal›klar, esaretler, hapishaneler, zindanlar, engizisyonlar, ak›l hastaneleri, hastaneler, ›st›raplar, s›k›nt›lar, sefaletler, açl›klar, a¤›r hizmetler... k›sacas›, dünya hayat›n›n, insan tekâmülünü haz›rlayan ve her dünya devresi tarihi boyunca geçirilmekte olan say›s›z, bütün inkiflaf malzemeleri içinde, tekrar yaflamaya bafllayacaklard›r. Bu arada birbirine z›t görünen inançlar, realiteler, bilgiler, itikatlar, dinler, mezhepler, ekoller ve kanaatler içinde, bazen otomatik, bazen yar› idrakli cehit ve gayretlerle bo¤uflarak, didiflerek hakikat diye bir sürü realitenin peflinde koflacaklar, bir sürü hayal k›r›kl›¤›na, aldanmalara, hataya düflmelere ve baflar›s›zl›klara u¤rayacaklard›r. Bu s›rada hayat›n çetin mücadeleleriyle de karfl›laflacaklar, çal›flacaklar, didinecekler ve gelip geçici fakat kuvvetle çekici zevklerin aldat›c› cazibeleri peflinde as›l gaye ve hedeflerini unutmamaya gayret ederek, altm›fl bin y›l sonra gelecek yeni bir dünya ink›lâb›n›n efli¤ine çok a¤›r ve zahmetli yürüyüfllerle ulaflacaklar ve ancak o zaman, art›k bu dünyay› tamamen b›rakabilecek kudrete eriflmifl bulunacaklard›r. Çünkü bu yavafl inkiflaf temposu içinde insanlar›n ço¤u, art›k maddenin mânâs›n›, imkân s›n›rlar›n›, hangi gayeler için ol-
292
BEDR‹ RUHSELMAN
du¤unu, insanlara ne dereceye kadar ve hangi yollardan yararl› olup hizmet edebilece¤ini anlam›fl ve ö¤renmifl bulunacakt›r. Özetle, dünya okulu, her inkiflaf devresi sonunda, yetifltirmifl oldu¤u mezunlar›n› yüksek kurumlara teslim etmek üzere kap›lar›n› onlar›n arkas›ndan kapayacak, gidenlerin boflalan yerlerine de, yetifltirilmek üzere yeni geleceklere kap›lar›n› açacak ve böylece, devrî olan sonsuz fonksiyonlar›ndan bir tanesini daha yapm›fl bulunacakt›r. Bu, yaln›z dünyan›n de¤il, bütün dünyalar›n, bütün âlemlerin ve kâinat›n kaderidir.
* * * Burada flunu tekrar belirtmek isteriz ki, ne kadar gürültülü ve korkunç görünürse görünsünler, bu durumlardaki, yâni büyük dünya ink›lâplar›n›n görünüfllerindeki korkunçluk hâli, görünürdeki hâldir. Burada, ne korkulacak, ne ürkülecek, ne kaç›n›lacak, ne de kayg›lanacak hiçbir fley yoktur. Çünkü bu korkunç manzaralar, ancak dünya maddelerinin tâbi bulundu¤u realitelere aittir. Ve onlarla birlikte dünyada kalacakt›r. Öbür tarafa, yüksek plânlara bunlar›n bir zerresinin zerresi dahi geçemeyecektir. Ölüm ise, esasen hiçbir ›st›rap ve ac› vermeyen bir ân meselesidir. Ölüme neden olan olaylar›n manzaralar›, asl›nda, öz varl›¤a ait fleyler de¤ildir. Bedene ve dünyaya ait durumlard›r. Ölenler, o ân içinde bunlar›n hepsini terk etmifl ve an›lar›n› bile unutmufl bulunacaklard›r. Dolay›s›yla, volkan a¤›zlar›n›n k›zg›n ateflleri, su kütlelerinin azg›n sald›r›fllar›, yer sallant›lar›n›n fliddetli hareketleri, y›ld›r›mlar›n gürültüsü; buradan gitmesi kararlaflt›r›lm›fl olanlar için, ancak birer oyuncaktan ibaret kalan ölüm vâs›talar›d›r. Çünkü dünyada kopan bu k›yametin insanlardan tek alabilece¤i fley, onlar›n zaten burada b›rakmay› seve seve kabullenmifl olduklar› kaba bedenleri olacakt›r. Buna da insanlar çoktan raz›d›rlar. Çünkü insanlar›n belki o ânda bile sezmeye bafllayacaklar›, yüksek, mesut âlemlerin mutlu atmosferine bir ân önce kavuflabilmeleri, bedenlerini terk edecekleri ölüm saniyesinin gelifline ba¤l›d›r ve onlar, idrak edebildikleri oranda, bu saniyenin bir ân önce gelmesini bekleyeceklerdir. Bu, bir mutluluk, sevinç ve kurtulufl ân›d›r. Bu, binlerce y›ll›k ›st›rapl› 293
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
bir mazisi olan dünya okulunun, a¤›r flartlar alt›nda geçirilmifl zahmetli ö¤renim devrelerinin tam ve baflar›yla bitirilmesi ân›d›r. Bu ân, baflar›l›, baflar›s›z hayatlar›n, çeflitli korkular›, ›st›raplar› ve hattâ azaplar› içinde, bir sürü ümitsizlik ve k›r›lmayla dolu flartlar›n›n art›k son buldu¤u ve her fleyin, en mutlu, en h›zl› ve rahat yollardan yürüyerek, nurlu, berrak ve kudretli sahalara intikal edece¤i bir ând›r. Bu, tam mânâs›yla bir kurtulufl ân›d›r. O kadar korkunç görünen bu hengâmede, o kadar dehfletli manzaralar gösteren bu k›yamet gününde, on binlerce y›ll›k üzüntü ve s›k›nt›yla dolu, zincirli bir mahpusluk hayat› olan kaba hidrojen âleminden parlak ve mutlu bir üst âleme geçilecektir. Bu geçifli sa¤lamak için de, insanlar›n art›k, bir tek nefes süresi kadar k›sa bir zaman› beklemekten ve o tek nefesin verilifli gibi basit, kolay ve küçük bir ifllemi geçirmekten baflka, bu dünyada yapacaklar› ifl kalmam›fl olacakt›r. Burada as›l felâket; ölemeyip, daha do¤rusu o ânda ölmek liyakatini kaybedip yaflamak ve basitleflmifl bir dünyan›n, tekrar binlerce y›l devam edecek bekçili¤ini yapmak hükmünü giymifl olan zavall› insanlar›n bafl›na çökecektir ki, bu da ne bir zulümdür, ne de bir gaddarl›kt›r. Bu, sadece, onlar›n bütün bir dünya hayat› boyunca istedikleri, peflinden kofltuklar› ve hattâ tap›nd›klar› madde arzu ve ihtiraslar›n›n, yüksek kader mekanizmas› hükümleri karfl›s›nda gerçekleflmifl sonucundan baflka bir fley de¤ildir. Vukua gelecek olan bütün bu olaylar›n büyük tertip ve nizamlara tâbi oldu¤unu, hiçbir fleyin keyfî ve rastgele vukua gelmedi¤ini, tekrar tekrar söylemifltik. Bu sözlerin mânâs› fludur ki, dünyada olup bitecek olaylar›n hepsi, Ünite’den gelen direktif ve icaplara göre ayarlanm›fl ve öyle olmufltur. Her fley, varl›klar›n bizzat çal›flarak kazanm›fl olduklar› liyakat derecelerine göre, aslî icaplar›n direktifi alt›nda ve aslî zaman›n yard›m›yla, kader mekanizmas›n›n ölçüp takdir ederek hükümlendirdi¤i tarz ve flekillerde, vazife plân›n›n ilgili vazifelileri taraf›ndan yap›lmaktad›r. Dolay›s›yla, vuku bulacak her fley, büyük hesaplara, çok ince ve kapsaml› teknik esaslara dayanmaktad›r. 294
BEDR‹ RUHSELMAN
* * * fiimdi, yeryüzünün bat›fl›na ait yukar›da vermifl oldu¤umuz bilgilere destek olan teknik mekanizma hakk›ndaki gerekli aç›klamalar› yap›yoruz. Bu aç›klamalara giriflmeden önce, biraz gerilere giderek, daha önce belirtmifl oldu¤umuz bilimsel bir konuya tekrar dönece¤iz. Galaksileri dolduran milyarlarca sistemin her biri, “günefl” denilen bir çekirdek ile onun etraf›nda dönen gezegenlerden, yâni o sistemin madde cüzlerinden oluflmufltur. Böyle bir sistem içinde, her kürenin kendisine özgü bir manyetik alan›n›n mevcut oldu¤unu daha önce söylemifltik. Yine, her biri ba¤l› bulundu¤u madde cüzüne ait ayr› ayr› karakter tafl›yan bu alanlar›n, bir sistem içinde birbiriyle çok s›k› temaslar› oldu¤u hâlde, aslâ birbirlerine kar›flmad›klar›n› ve bu yüzden, bir küreye ait olan herhangi bir madde cüzünün, o kürenin manyetik alan›n› terk edip di¤er bir kürenin manyetik alan›na giremeyece¤ini ve e¤er herhangi bir zorlama karfl›s›nda böyle bir hâl meydana gelirse, o cismin girmifl oldu¤u yeni manyetik alan›n mahiyetine uymas›n›n ve bunun için de kendi mahiyetini köklü olarak de¤ifltirmesinin zorunlu bulundu¤unu da aç›klam›flt›k. ‹flte böylece, bir sistem içindeki çeflitli kürelerin çeflitli manyetik alanlar›, kendi aralar›nda, o sistemin genel bünyesinin icaplar›na göre, karfl›l›kl› olarak tesirleflirler ve tam bir denge hâlinde bulunurlar. Sistem içindeki çekirde¤in ve onun etraf›nda dönen madde cüzlerinin, yâni kürelerin yörüngelerinin flekilleri, uzunluklar›, k›sal›klar›, eksenlerinin yönleri, gezegenlerin kendi eksenleri etraf›ndaki dönüfllerinin ve yörüngelerindeki yürüyüfllerinin h›zlar›, o sistemin inkiflaf› sonucunda meydana gelecek hareketlerin durumlar›yla ve aralar›ndaki denge hâlleriyle belirlenir ki; bu hareketler de, cüzler aras›nda ve üst tesirlerin kontrolleri alt›nda cereyan eden karfl›l›kl› tesirleflmelerle mümkün olur. Bütün bunlar –dedi¤imiz gibi– sistemlerin inkiflaf ve tekâmül derecelerine ba¤l›d›r ve bu derecelere göre de¤iflmelere u¤rarlar. Yâni, bir sistemin madde cüzleri aras›ndaki tesirleflmelerin flu veya bu tarzdaki 295
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
hareketleri meydana getirecek flekillerde oluflu, o sistemin tekâmülüyle ilgili hâllere göre de¤iflir. Özetle: Bir çekirdek etraf›nda dönen çeflitli madde cüzleri vard›r. Bu madde cüzlerinin her birinin birer manyetik alan› mevcuttur. O çekirde¤in ve etraf›nda dönen cüzlerin inkiflaflar› derecelerine göre, bu manyetik alanlar aras›ndaki karfl›l›kl› tesirleflmelerin durumlar› da de¤iflir. ‹flte bu tesirleflmeler sonucunda kurulan denge hâllerinin bütünü, bir manyetik alanlar sentezi meydana getirir ki, buna da günefl sisteminin manyetik alanlar sentezi deriz. Demek ki her sistemin, karmafl›k bir manyetik alanlar sentezinden ibaret bir durumu vard›r ve bu, ancak o sisteme aittir. Böyle olunca, galaksinin içindeki di¤er sistemlerin manyetik alanlar› ile de onun denge hâlinde bulunmas› icap eder ve bu manyetik alan dengesi gittikçe karmafl›klaflarak, geniflleyerek galaksiler aras›na kadar uzan›r. Demek ki bir galaksinin manyetik alan karmaflalar› aras›nda da, o oranda kapsaml› denge hâlleri vard›r.
* * * Bir sistem dahilindeki herhangi bir kürede vukua gelecek de¤ifliklikler, o kürenin manyetik alan›na yap›lacak tesirlerle mümkün olur. Yâni, bir kürede icap eden sonsuz de¤iflmeler, o kürenin manyetik alan›na, sistemin güneflinden veya baflka bir yerden gelecek tesirlerle vuku bulur ki; bu tesirler de, vazife plân›n›n o sistemde vazifelenmifl bulunan varl›klar› taraf›ndan, direkt veya endirekt olarak gönderilir. Herhangi bir küre üzerinde –Dünya hakk›nda yukar›da yazd›¤›m›z gibi– büyük bir ink›lâp çap›nda de¤iflmeler icap ediyorsa, o zaman daha a¤›r ve güçlü tesirlerin gönderilmesi lüzumu do¤ar. O hâlde, vukuu tahakkuk* etmifl bulunan büyük dünya ink›lâb›n›n olaylar›n› do¤uracak bu güçlü tesirin nereden geldi¤ini ve fonksiyonunu nas›l yapt›¤›n› aç›klayal›m: Günefl Sistemi’ne bu olay için ulaflacak ilk güçlü tesir, bu sis* “Tahakkuk” sözcü¤ü, “hakk” sözcü¤ünden gelme olup, “hakikat hâline gelme, hakikat olma, hakikatleflme; gerçekleflme” anlamlar›na gelir.
296
BEDR‹ RUHSELMAN
temden çok uzak mesafelerde bulunan baflka bir sistemin, Dünya’dan hemen hemen dört yüz defa daha büyük bir gezegeninin manyetik alan›ndan gelecektir. Dünyadan büyük olmakla birlikte, maddesi Dünya’dakinden çok basit ve a¤›r olan bu gezegenin, Günefl Sistemi’nden pek uzaklarda bulunan kendi günefli etraf›nda ola¤an olarak katetti¤i bir yörüngesi vard›r. ‹flte o, bu yörüngesini katederken, Dünya’n›n tâbi oldu¤u Günefl Sistemi taraf›na rastlayan k›sm›nda ondan ayr›larak, büyük bir yay çizmek suretiyle, Günefl Sistemi’ne do¤ru yürümeye bafllam›flt›r. Bu hâl, bu yürüyüflle ilgili di¤er bir sürü sistemde vukua gelecek büyük ve küçük ink›lâplarla vazifeli bir plân taraf›ndan –Ünite’den gelen direktiflere göre– gönderilmekte olan tesirlerle vuku bulmufltur. Böylece o gezegen, büyük yay› üzerinde, Günefl Sistemi’ne yak›n bir yerde, kendisine o yüksek vazife plân› taraf›ndan çizilen belirli bir noktaya kadar gelecek; ondan sonra yürüyüflünün yönünü, yâni yay’›n› tekrar sistemine do¤ru çevirerek geriye dönecek ve as›l sistemindeki yörüngesine girip kendi günefli etraf›ndaki ola¤an dolan›m›na devam edecektir. Bu gezegenin böyle, ola¤an yörüngesinden ayr›l›p, büyük bir yar›m yayla, Günefl Sistemi’nin yak›nlar›na kadar yolculu¤unu ola¤an d›fl› olarak uzatmas› ve bu s›rada Günefl’e çarpmadan belirli bir noktadan itibaren tekrar geriye dönmesi, elbette tesadüfî bir olay de¤il, Ünite’den gelen yüksek bir icab›n sonucudur. Bu gezegen, hâlen, yörüngesinden ayr›lm›fl bulunmakta olup, Günefl Sistemi yönüne do¤ru yürümekte ve her ân ona yaklaflmaktad›r. fiu ânda görülmesi henüz mümkün olmayan bu gezegenin 150–200 y›l sonra Dünya’dan gözle görülmesi mümkün olacakt›r. fiimdi, bu gezegenin bu ola¤an d›fl› yolculu¤unun sonuçlar› üzerinde dural›m!
* * * Söz etti¤imiz gezegenin bu yolculu¤u, birçok sistemi ilgilendiren genel bir tekâmül sürecinin icab›d›r. ‹lk olarak; bu gezegenin bizzat kendisi Günefl Sistemi’ne yaklafl›ncaya kadar, di¤er birçok 297
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
sistemin manyetik alan›yla karfl›laflacak ve onlarla çarp›flacakt›r. Her çarp›fl›fl›nda, kendi bünyesi üzerinde muazzam sars›nt›lar, dengesizlikler ve allak bullak olufllar meydana gelecek ve o gezegenin Dünya’dakinden çok basit ve ilkel olan varl›klar›, ancak o büyük sars›nt›lar sayesinde inkiflaf h›zlar›n› artt›rabileceklerdir. ‹kinci olarak; bu gezegen Günefl Sistemi’ne gelinceye kadar karfl›laflaca¤› di¤er bir sürü sistemin, çeflitli derecelerde dengelerinin bozulmas›na neden olacak, onlar›n durumlar›n› da allak bullak edecek ve böylece, di¤er birçok kürenin inkiflaf›na imkânlar haz›rlam›fl bulunacakt›r. Nihayet; flimdi aç›klayaca¤›m›z yoldan, onun manyetik alan› Günefl Sistemi’mize tesir edecek ve bu sistemin en mütekâmil küresi olan Dünya’m›z, bu tesirin en fliddetli sonuçlar›na mâruz kalacakt›r. fiimdi, bu sonuçlar›n ortaya ç›kmas›na neden olan tesirlerin iflleyifl mekanizmalar›n›n aç›klanmas›na bafll›yoruz.
* * * Dünya, Günefl etraf›ndaki yörüngesi üzerinde dikey bir eksen etraf›nda dönmez. Bu eksen, dikey duruma nazaran 23° 27’ e¤ri bir yönde bulunur ve Dünya, günlük devrelerini bu yön etraf›nda dönerek tamamlar. Bu flartlar alt›nda dönen Dünya’n›n belirli yerlerinde; meselâ kutuplar›nda yerleflmifl sürekli buz kuflaklar› ve kutuplar aras›nda yerleflmifl bir ekvator iklimi mevcuttur. Dünya’n›n bu e¤rili¤i yönünde oldu¤u varsay›lan eksenin alt ve üst uçlar›, güney ve kuzey kutuplar›n› oluflturur. Yâni, bu kutuplar›n bulundu¤u noktalar, Dünya’n›n, etraf›nda döndü¤ü ekseninin iki ucuna denk gelir. Dünya’n›n, ekseni üzerinde dönerken yapt›¤› hareketler, bu noktalarda s›f›rd›r. Bu da, daha önce söz etti¤imiz düalite prensibine göre, Dünya cüzlerinin oluflturdu¤u z›t karakterdeki manyetik alan k›ymetlerinin de¤er farklanmalar› sonucunda meydana gelen say›s›z denge bozukluklar›n›n, Dünya bütünü içinde kurduklar› genel denge durumunun bir sonucudur. Bugün, yüzy›llardan beri bu denge –az çok belirsiz sapmalar kaydetmifl olmakla birlikte– sabit bir hâlde bulunmaktad›r. Bu durumun sonucunda da bugünkü co¤rafî iklimler, mevsimler ve gece–gündüz durumlar› meydana gelmifltir. 298
BEDR‹ RUHSELMAN
fiimdi, Günefl Sistemi’ne yaklaflmakta olan gezegeni izleyelim! Bu gezegen bugün, Günefl Sistemi’nden henüz bir hayli uzaktad›r. Dolay›s›yla, onun manyetik alan›, henüz Günefl Sistemi’nin manyetik alan› ile direkt olarak temas hâlinde de¤ildir. Fakat Dünya’dan dört yüz defa büyük olan bu gezegen, yörüngesinden ayr›l›p Günefl Sistemi’ne do¤ru yürümeye bafllad›¤› ândan itibaren, onun endirekt olarak Günefl Sistemi üzerinde bâz› tesirleri olmaya bafllam›flt›r. Yâni, bu gezegenin hâlen temasta bulundu¤u di¤er sistemlerin manyetik alanlar› ile iliflkide olan Günefl Sistemi’mizin manyetik alan›, bu yoldan, ad› geçen gezegenin tesirlerini almaktad›r. Ancak, bu gezegenin henüz hem uzakta olmas›ndan, hem de tesirinin vâs›tal› yollardan gelmesinden dolay›, Günefl Sistemi’ndeki sonuçlar› bugün pek zay›ft›r. Fakat bu gezegen Günefl’e sürekli olarak yaklaflmaktad›r. Bir ân gelecek ki –yâni bundan hemen hemen elli altm›fl y›l sonra– bu gezegenin manyetik alan›, Günefl Sistemi’nin manyetik alan› ile direkt olarak temas hâline gelmifl bulunacakt›r. Bu durum meydana gelince, gezegenin çok a¤›r ve yo¤un manyetik alan›, Günefl’in manyetik alan› üzerine güçlü bir bask› tesiri yapacakt›r. Tüm gezegenleriyle bir bütün olan Günefl Sistemi’nin ald›¤› bu a¤›r tesir, sistemin gezegenleri üzerinde, daha do¤rusu onlar›n manyetik alanlar› üzerinde çeflitli reaksiyonlar do¤uracakt›r. Misafir gezegenden gelen tesir, çok kaba ve a¤›rd›r, dedik. Dolay›s›yla, Günefl Sistemi’nin en mütekâmil küresi olan Dünya’n›n ince ve karmafl›k manyetik alan› ile bu gezegenin kaba manyetik alan› aras›nda büyük bir kaynaflmazl›k mevcut oldu¤undan, Günefl Sistemi’ne gezegenden gelen tesirin en fliddetli, sars›c› sonuçlar› ve reaksiyonlar› Dünya küresinde görülecektir. Bu hâlin sonucu olarak, gezegenin bu kaba manyetik alan›n›n bas›nc› alt›nda Dünya’n›n bugün sabit olan ekseninin 23° 27’lik e¤imi, 13° daha artacak ve Dünya’n›n ekseni, yörüngesine dikey durumdan 36° derece e¤ri bulunacakt›r. Kutuplar›n ilk kayma hareketi, misafir gezegenin Günefl Sistemi’ne gelecek ilk direkt tesirleriyle bafllar. 299
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Buradaki bas›nç kavram›n› kaba mânâda ele almamal›d›r. Yâni, burada, d›flar›dan gelen bir itiliflle Dünya çarp›l›yor veya e¤iliyor, gibi düflünmemelidir. Bunu aç›klamak için, ilk önce, kendi ekseni etraf›nda dönen bir kürenin hareketlerini ele alal›m: Bu küre, kutuplar dedi¤imiz iki sabit noktay› birbirine birlefltiren, eksen denilen bir düz hat etraf›nda döner. Buradaki kutup noktalar›n›n oluflmas›, kürenin bünyesindeki ve manyetik alan›ndaki z›t de¤erlerin, yâni hareketlerin oluflturdu¤u denge toplamlar›n›n sonucudur. Kutuplardaki hareketler, s›f›rd›r. Buna karfl›l›k, hareketlerin en fazla oldu¤u yer; kürenin, iki kutbu aras›ndaki mesafenin tam ortas›ndan geçen, ekvator dedi¤imiz, kuflak k›sm›d›r. ‹flte hareketin ekvatordaki en yüksek, kutuplardaki en düflük h›zlar› aras›ndaki oran –söyledi¤imiz gibi– küredeki hareket dengeleri toplam›n›n sonucu ve tezahürüdür. Dolay›s›yla, küre dahilinde, herhangi bir nedenle, bu dengelerde bozulma ve de¤iflme meydana gelirse, o zaman s›f›r noktalar›, di¤er deyiflle kutup noktalar› yerlerini de¤ifltirebilirler. Yâni, eski yerlerine nazaran, kutuplar –denge de¤iflmesi derecesinin fliddetine göre– küre üzerinde az veya çok olmak üzere, öne, arkaya, sa¤a, sola do¤ru kayabilirler. Ve denge prensibi gere¤ince, ekvator da derhal ona göre yerini de¤ifltirir; yeni kutuplara göre, küre etraf›ndaki uygun yerini al›r. Bu vaziyetin meydana gelmesi demek; kürenin kendi ekseni etraf›nda dönerken, eski dönüfl yönünden ayr›l›p, yeni kutuplar aras›nda oluflan eksen etraf›nda, öncekine nazaran de¤iflik bir yönde dönmeye bafllamas› demektir. ‹flte Dünya’da olacak fley de bunun ayn›d›r. D›flar›daki gezegenden gelerek, Dünya’n›n manyetik alan›na, oradan da bünyesine intikal eden tesirler, kürenin dahilî hareketleri üzerine etkide bulunarak onlar›n ilk dengesini bozduktan sonra; bu denge de¤iflmeleri, Dünya’da meydana gelmeye bafllayan yeni durumlar, yâni yeni hareketler sonucunda –zincirleme de¤er farklanmas› mekanizmas›na göre– dengenin tam kurulaca¤› hadde kadar, devam eder. Bunun sonucu olarak, Dünya’n›n daha önce mevcut olan, bilinen yerlerindeki kuzey ve güney kutuplar› yerlerinden oynar. Kutuplar –biraz önce söyledi¤imiz gibi– kürenin genel dengesinin 300
BEDR‹ RUHSELMAN
sonucu oldu¤undan, bunlar›n yer de¤ifltirmesiyle, kürenin ekvatoru da derhal, kutuplar›n yeni durumlar›na göre bulunmas› gereken yerini küre yüzeyinde almak üzere, de¤iflir. Demek ki kürenin, oluflacak olan yeni kutuplar› aras›ndaki eksen yönü; eski ekseni yönüne nazaran, kutuplar›n de¤iflen yerlerini izleyerek de¤iflmeye bafllayacakt›r. Meselâ Dünya’n›n kuzey kutbu, yavafl yavafl Sibirya taraf›nda güneye do¤ru kaymaya bafllarken; güney kutbu da, ayn› ölçü dahilinde ters taraftan, Güney Amerika’n›n burnunun bulundu¤u yönde, kuzeye do¤ru kaymaya bafllayacakt›r. Bunun sonucu olarak, ekvator da Dünya çevresinde bu iki yeni kutuptan ayn› uzakl›ktaki mesafede yerini alacakt›r; yâni onun da yeri, kutuplara göre de¤iflecektir. Bu takdirde, Dünya daima kutuplar aras›ndaki ekseni etraf›nda döndü¤ünden ve bu eksen de öncekine nazaran daha e¤rilmifl vaziyette bulunaca¤›ndan, Dünya’n›n bu durumu, öncekine nazaran biraz daha yatm›fl vaziyette bir manzara gösterir. Hakikatte ise, Dünya küresi pozisyonunu de¤ifltirmifl de¤ildir. Meselâ eski kutup noktas›ndaki Franz Josef Adas›, daha önce Dünya’n›n yörüngesine nazaran ne kadar e¤imli bir hat üzerinde bulunuyor idiyse, yine ayn› yerde bulunuyor olacakt›r. Fakat daha önce kutup noktas› orada iken, flimdi orada de¤il, o adaya nazaran çok afla¤›larda bulunuyor olacakt›r. Ayn› flekilde Taimyr Yar›madas› da Dünya’n›n yörüngesine nazaran eski yerinden k›m›ldamam›flt›r. Ancak, eski kuzey kutbu onun üst taraflar›nda bulunurken, yeni kuzey kutbu bu yar›madan›n alt taraflar›na inmifl ve onun alt›nda oluflmufl bulunacakt›r. Bunun gibi, güney yar›m kürede de, güney kutbu ona göre ayarlanm›fl olacakt›r. Meselâ güney kutbu daha önce Alexander Adas›’n›n çok alt›nda bulunurken, bu ada Dünya yörüngesine nazaran yerini de¤ifltirmemifl bulunaca¤› hâlde, güney kutbu onun hemen üst taraf›na kaym›fl bulunacakt›r. ‹flte, Dünya’n›n yeni kutuplar›na göre oluflacak yeni ekseninin yönü, eski eksenine nazaran, eski ekvatoruna biraz daha yat›k duruma gelmifl olacak ve yeni ekvator da, ona göre de¤iflerek, yeni oluflan eksene dik bir düzlem üzerine ç›km›fl olacakt›r. 301
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
fiu hâlde, gezegenden gelen tesirle Dünya’n›n hareket dengeleri toplam›n›n bozulmas› sonucunda, kuzey kutbu Rusya taraf›nda güneye do¤ru kayacak, güney kutbu Güney Amerika’n›n burnu yönünde kuzeye do¤ru yükselecektir. Tabiî ki, bu duruma göre, Dünya’n›n, eski eksenine nazaran yeni oluflan, kuzey ve güney kutuplar› aras›ndaki ekseninin Dünya yörüngesine olan e¤rilik derecesi, eski ekseninin e¤rilik derecesine oranla fazlalaflm›fl bulunacak ve bu fazlal›k da, 13°lik bir aç› aç›kl›¤› k›ymetinde olacakt›r. Bugünkü co¤rafî konumlara göre, bu noktalar›n yerleri flunlard›r: Yeni kuzey kutbu, bugünkü Kuzey Kutup Dairesi ile yüzüncü meridyenin birleflti¤i nokta üzerine kaym›fl bulunacakt›r. Güney kutbu ise, Güney Amerika’n›n burnu yönüne do¤ru yükselecek ve bugünkü Güney Kutup Dairesi ile sekseninci meridyenin birleflti¤i nokta üzerine gelecektir. Tabiî ki o zaman, bütün meridyenlerin ve paralellerin ve bu arada ekvatorun yerleri de¤iflecek, bunlar da yeni kutuplara göre Dünya yüzeyi üzerindeki yerlerini alacaklard›r.
* * * Eski eksenin yönü, Dünya yörüngesine dik durumdan 23°lik aç› aç›kl›¤›yla ayr›kt›r. Kutup de¤iflmesinden dolay› bu eksene eklenecek yeni e¤im ise 13° oldu¤una göre, yeni eksenin böylece yavafl yavafl e¤ilerek en son haddini bulaca¤› e¤im derecesi 23°+13°=36° olacakt›r. Dünyan›n kendi etraf›nda dönüflü, daima ekseni etraf›nda meydana gelece¤inden, eksenin de¤iflen bu e¤imlerine göre Dünya’n›n da kendi etraf›ndaki dönüfl yönleri de¤iflecektir. Demek ki Dünya’n›n manyetik alanlar›n›n bozulan dengeleri icab› olarak, alaca¤› yeni dönüfl tarzlar›na göre kutup noktalar› oluflacak ve eksenler de ona göre belirlenecektir. Bu kutup noktalar› da; Dünya kendi etraf›nda dönerken hareketlerinin s›f›r oldu¤u ve küre yüzeyinde birbirinin antipotu olan, yâni iki yar›kürede birbirine tam karfl› gelen noktalar olacakt›r ki; bunlar da, yukar›da göstermifl oldu¤umuz noktalard›r. Fakat bu durum, nihaî safhaya aittir; gezegenin Günefl Sistemi’yle direkt olarak ilk temas 302
BEDR‹ RUHSELMAN
etti¤i ânda hemen meydana gelmeyecektir. ‹lk zamanlarda kuzey ve güney kutuplar›, bu noktalara do¤ru çok yavafl olarak kaymaya bafllayacaklard›r. Gezegenin bu flekilde görünen ilk tesiri, 50 y›l sonra belirsiz olarak bafllayacak, 50–100 y›l aras›nda çok yavafl olarak devam edecek; pek az belirli bâz› iklim de¤iflmeleri, 50 y›l sonradan itibaren bafllayacakt›r. Bununla birlikte bu hâl, yine, henüz insanlar› meflgul edecek derecede olmayacakt›r.
* * * Gezegenin ilk tesiriyle Dünya’n›n ilk dengesi bozulduktan sonra, bunu izleyen denge durumlar›n›n de¤iflmesi, Dünya cüzlerinin hareketleri aras›nda art arda meydana gelecek zincirleme de¤er farklanmalar›yla, tam dengenin kurulaca¤› âna kadar devam edecektir. Bu da flöyle olacakt›r: ‹lk dengenin bozuluflundan sonra, eski kutuplar ›s›nmaya bafllayacak. Bunun sonucu olarak, denizler üzerinde bulunan, eski Kuzey Kutbu’ndaki buzlar eriyecek ve karalar üzerinde kurulu bulunan, eski Güney Kutbu’ndaki buzlar da, yine oran›n ›s›nmas› yüzünden eriyecek. Kuzey Kutbu’nun buzlar›n›n erimesiyle oradaki denizlerin hacmi küçülecek; Güney Kutbu’ndaki karalar üzerinde bulunan buzlar›n erimesiyle de muazzam su kütleleri denize dökülece¤inden, Güney Denizi’ndeki sular›n hacmi ise tam tersine artacak. Böylece, iki kutup çevresinde bulunan denizlerdeki dengesizlik sonucunda, güneyden kuzeye do¤ru büyük bir su ak›m› bafllayacak ve bu hâl, Dünya’n›n manyetik alan› üzerinde yeni, fakat gelen gezegenin yapm›fl oldu¤u tesirden daha güçlü tesirler yapmaya bafllayacak, Dünya’n›n manyetik denge hatlar›n›n daha çok de¤iflmesine neden olacak ve bunlar da di¤er hareketlere yol açacak; böylece kutuplar, yukar›da gösterdi¤imiz noktalara, art›k d›fltan gelen bir tesirle de¤il, bu tesirin ard›ndan Dünya’n›n, zincirleme de¤er farklanmas› mekanizmas›yla meydana gelecek denge de¤iflmeleri sonucundaki tesirlerle, yaklaflmaya bafllayacakt›r. Demek ki kutuplar›n küre üzerinde yer de¤ifltirmesine ilk ne303
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
den olan tesir, misafir gezegenden gelecek; ondan sonra bu ifli tamamlayacak olan tesir de, Dünya’n›n bizzat kendi bünyesindeki hareketlerin de¤er farklanmas› mekanizmas›yla devam edecektir. Böylece, dengesi bozulmufl olan Dünya’n›n tam bir denge hâline gelinceye kadar geçirece¤i denge de¤iflmeleri, yüzüncü y›l› izleyecek y›llarda daha çok artarak, kutup noktalar›n›n yukar›da çizdi¤imiz yerlere h›zla yaklaflmas›n› sa¤layacakt›r.
* * *
Kutup noktalar›n›n, bu nihaî duruma yaklaflt›¤› s›ralarda dönencelerinde de flu de¤iflmeler olacakt›r: Yengeç Dönencesi, Dünya’n›n Günefl’e karfl› ekseninin yeni durumuna göre, yeni ekvatordan 36 enlem derecesi kuzeyde, O¤lak Dönencesi ise, yine ayn› flekilde ekvatordan 36 enlem derecesi güneyde bulunacakt›r.
* * *
Yüzüncü y›ldan itibaren iklimler yavafl yavafl bu nihaî say›lar›n ifade ettikleri hâllere belirgin flekilde yaklaflacaklard›r. Nihaî duruma gelince Dünya’n›n dengesi birdenbire, tamam›yla bozulacak ve söylemifl oldu¤umuz gibi, Dünya yar›m dairelik bir dönüflle en k›sa bir zamanda tepesi üstü gelecektir. Yâni, kuzey kutbu güney kutbunun yerine gelecek ve güney kutbu da kuzey kutbunun yerine ç›kacakt›r. Fakat daha önce de söyledi¤imiz gibi, bu de¤iflmelerin, kürenin çarp›lmas› veya tepetaklak olmas› fleklinde de¤il, kutuplar›n yer de¤ifltirmesi tarz›nda olaca¤›n› tekrar belirtiriz.
* * *
Yukar›da aç›klanan mekanizmayla, Dünya, yar›m dairelik bir yay çizerek tepesi üstü gelince, yeni Dünya ekseni de, do¤al olarak, Dünya’n›n yeni kurulmufl dengesinden do¤an dönüfl durumuna göre yeni bir yön alacakt›r. ‹flte daha önce anlatm›fl oldu¤umuz, dünyan›n nihaî safhas›ndaki olaylar, yâni dünyan›n bat›fl ânlar› ve k›yamet; kutuplar yavafl yavafl kayarak iflaret etti¤imiz nihaî noktalara geldikten sonra, oradan itibaren birdenbire bafllayan ve birkaç gün devam eden, nihayet birkaç saat içinde tamamlanan, kuzey kutbunun güneye kayarak güney kutbunun
304
BEDR‹ RUHSELMAN
yerini almas› ve buna karfl›l›k güney kutbunun da kuzey kutbunun yerine ç›kmas›, yâni Dünya’n›n tepesi üstü gelmesi s›ras›ndaki büyük denge bozukluklar›na denk geleceklerdir. Fakat Dünya’n›n bu yar›m dairelik dönüflünden sonra kutuplar›n altüst olmas›, yeni dünyada belirli bir de¤iflme, hattâ hiçbir de¤iflme meydana getirmeyecektir. Çünkü, esasen kutuplar altüst olduktan sonra ortada eski co¤rafî durumlara ait hiçbir oluflum kalmayaca¤›ndan, yeni kutuplar›n kuruldu¤u noktalar›n eski ülkelerle ve co¤rafî durumla k›yas edilmesi sözkonusu olmayacakt›r. Dolay›s›yla, yeni do¤acak Dünya’n›n da –eksen e¤imi ne olursa olsun– yine bugünkü gibi, bir kuzey, bir de güney kutbu mevcut olacak ve geçmifl devreye ait olan kutuplar› ise, bütün co¤rafî oluflumlar› ile birlikte, ebediyen unutulan bir maziye kar›flm›fl bulunacakt›r.
* * * fiuras›n› aslâ unutmamak gerekir ki, bütün bu hareketleri ve sonuçlar› meydana getiren tesirler –daima tekrarlam›fl oldu¤umuz gibi– Ünite’den süzülerek gelen aslî direktiflere göre, dünyan›n muhtaç oldu¤u durumlar› sa¤lamak vazifesiyle yükümlü yüksek plândan, direkt veya endirekt olarak, dünyan›n manyetik alan›na inmektedirler. Bu tesirlerin dozlar›, ne biraz fazla, ne de biraz eksik olmamak üzere, tam k›ymetleriyle gönderilmifl ve böylece aslî icaplar yerine getirilmifl olur. Dolay›s›yla, bütün bu hareketler, plâns›z de¤il, muazzam bir tekâmül plân›n›n tatbikat› gayesine yönelik olarak, belirli ölçülere göre meydana getirilmektedir. ‹flte bütün bunlar, tekâmül yolunda, kâinat›n muazzam ahengi ve nizam› içinde kurulmufl, hikmetle dolu tertiplerdir. Bu hercümerç* gününde, göründü¤ü gibi bir felâket yoktur. Burada olan fleyler; bir taraftan, dünyadaki tekâmül devrelerini baflar›yla bitirmifl, s›rtlar›n› art›k kendilerini tatmin etmeyen dünya maddelerine çevirmifl insanlar›n lây›k olduklar› âlemlere intikallerini sa¤layacak; di¤er taraftan da, kaba maddeden bir * “Hercümerç” sözcü¤üne sözlüklerde, “alt üst, karmakar›fl›k, darmada¤›n›k, allak bullak” anlam› verilir.
305
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
türlü kendilerini kurtaramayan ve mutlulu¤un ancak o maddeye gömülmekle kazan›laca¤›n› sanan haz›rl›ks›z insanlar›n, arzulad›klar› kaba maddelere dönmeleri ihtiyac›n› yerine getirecektir. Kader mekanizmas›; insanlar›n, tekâmülde esas tutulan özgürlükleriyle tercih ettikleri, istedikleri ve ihtiyaç duyduklar› mekânlara kavuflmalar› yolundaki cehit ve gayretlerine göre, liyakat derecelerini takdir eder ve ona göre icaplar›n› yerine getirir. Böylece dünyan›n kapan›fl safhas›nda, herkes istedi¤ini bulacak, ihtiyac›n›n karfl›l›¤›n› alacak, tekâmül merdiveninin liyakat basamaklar›ndaki yerine ulaflacak ve böylece, ilerleyen ilerleyecek, gerileyen ise yerinde kalacakt›r. Dolay›s›yla, bütün bu korkunç ve dehfletli görünüfllerine ra¤men, dünyan›n bu kapan›fl sahneleri, haz›rlanm›fl insanlar için en büyük kurtulufl ân›, en sevinçli ve mutlu günün do¤uflu, yüzy›llarca beklenen büyük kurtar›c› flafa¤›n söküflü olacakt›r. Burada göstermifl oluyoruz ki dünya, Mu devrinin kapan›fl›ndan bu yana bir inkiflaf devresini daha bitirerek, yüz binlerce defa tekrarlanm›fl olan bu aç›l›fl ve kapan›fllar›na bir tanesini daha eklemek üzeredir. Yüksek prensipler muvacehesinde dünya için takdir olunmufl bulunan bu hâl, tekrar tekrar devam edip gidecek ve böylece dünya, her defas›nda, bir devrelik bütün inkiflaf imkânlar›ndan yararlanarak, dünyaya özgü tekâmül haz›rl›klar›n› bitirmelerinden sonra, insanlar›n, liyakatlerini kazanm›fl olduklar› ve muhtaç bulunduklar› yüksek âlemlere kitleler hâlinde intikal etmek üzere dünyadan tamam›yla kurtulabilmelerine ve ayr›labilmelerine zemin haz›rlayacakt›r.
* * *
Büyük dünya y›k›m›nda ölmek suretiyle dünyadan tamam›yla kurtulduklar›n› söylemifl oldu¤umuz insanlar›n do¤ruca gidecekleri yer, yar› süptil dedi¤imiz, dünyaya nazaran yüksek bir plând›r ki, biz buna “sevgi plân›” diyoruz. Bu plânda hâkim olan realite, sevgidir. Daha do¤rusu oraya intikal edecek olan insanlar, o plânda sevginin çeflitli tatbikat›n› 306
BEDR‹ RUHSELMAN
görmek ve bu sayede vazife plân›n›n yüksek icaplar›na tamam›yla intibak edebilecek duruma gelmek için, orada bir süre yaflayacaklard›r. O hâlde, yar› süptil âlem veya sevgi plân›, her fleyden önce bir arasat plând›r. Yâni, basit dünya realitelerinin a¤›r yüklerinden kurtulmufl olan insanlar›n, çok süptil bir plân olan vazife plân›na intikalini rahat, tatl› ve mutlu bir yürüyüflle sa¤layan bir ara ortamd›r. Maddî inkiflaf›n her safhas›n›n tamamlanmas›ndan sonra bir üst safhaya geçebilmek için, bitki, hayvan, insan, bütün varl›klar›n böyle arasat plânlardan geçmesi zarurîdir. Çünkü bu plânlar›n fonksiyonlar› çok önemlidir: Herhangi bir safhada bulunan varl›k, meselâ, bir hayvan varl›¤›, çok uzun süren hayvanl›k safhas›n› hakk›yla tamamlay›p bir üst safhadaki bedeni, yâni insan bedenini kullanabilecek liyakate erdi¤i zaman, birdenbire, hayvanl›k mertebesinden hemen insanl›¤a atlayamaz. Çünkü her ne kadar o, kendi çap›nda, gere¤i derecesinde inkiflaf etmifl olsa da, o zamana kadar kullanm›fl oldu¤u hayvan bedenlerini kullanmak ile insan bedenini kullanmak aras›nda çok önemli ve derin farklar vard›r. ‹flte beden realiteleri aras›ndaki belirli intikal kademelerini geçirdikten sonrad›r ki, o varl›k, insanl›¤›n icaplar›na tamam›yla uyabilecek ve insan bedenini fiilen kullanmaya al›flm›fl olacakt›r. O hâlde, onun böyle bir intikal haz›rl›¤›n› yapabilmesine imkân verecek bir plânda yaflamas› gerekir. ‹flte bu da, onun yar› süptil âlemidir. Burada, o varl›k, insanl›¤›n icaplar›na kendisini haz›rlay›c› birtak›m durumlarla karfl›lafl›r ve o durumlarda bir süre intikal tatbikat›n› yapt›ktan sonra, en ilkel aflamas›ndan bafllamak üzere, insanl›k âlemine ad›m›n› atar. Fakat yine, hemen, müstakil bir insan varl›¤› hâline birdenbire giremez. Önce insan beyninin elemanlar›n› kurabilecek duruma gelir; uzun süre insan beyni hücrelerinde yaflayarak insan bedenini idare etmek tatbikatlar›n› gördükten sonra, gereken derecedeki liyakate, yâni bir insan bedenini müstakil olarak kullanabilecek liyakate ulaflt›ktan sonra, o bedeni kullan›p sonraki tekâmüllerini yapmak için, bir insan bedenine irtibatlar kurarak dünyaya ba¤lan›r, insan hâlindeki bir be-
307
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
denle bedenlenir ve bundan sonra –daha önce söyledi¤imiz gibi– insan bedeniyle bütün tekâmül kademelerini dünyada tamamlar.
* * * ‹nsanlar›n, insan üstü plâna geçebilmeleri için atlatmalar› gereken yar› süptil âlem; insan alt› âleminden insan kademesine geçilirken yaflanmas› icap eden arasat plânlarla k›yaslanamayacak kapsam ve enginliktedir. Arasat plânlar›n, varl›klar› alt plândan üst plâna haz›rlamak için, kendilerine özgü vâs›talar› vard›r. Bu vâs›talar, ne onlar›n terk etmifl olduklar› plânlar›n realitelerine, ne de bir üst plân›n realitelerine aittir. Bunlar ancak, alt plândan üst plâna geçecek varl›klar›n, bu iki plân aras›nda mevcut olan farklar karfl›s›nda herhangi bir sars›nt›ya u¤ramadan geçebilmelerini, di¤er deyiflle üst plân›n hiç al›fl›lmam›fl realitelerine al›flabilmelerini en kestirme yoldan sa¤layan vâs›talard›r ki; bu vâs›talar, birer yanlar›yla, b›rak›lan plân›n realitelerine temas ederken, di¤er yanlar›yla da gelecek plâna yak›n bâz› durumlar gösterirler. Fakat asl›nda, onlar ne b›rak›lm›fl olan, ne de intikal edilmek üzere bulunan plânlar›n kendi realiteleri de¤ildir; ancak arasat plân›na özgü bir haz›rl›k mekanizmas›d›r.
* * * ‹nsanlar›n dünyadan sonra girecekleri yar› süptil âlemin, yâni arasat plân›n›n haz›rlay›c› vâs›tas›, sevgidir. Buradaki sevgi, hiçbir zaman dünyada anlafl›lan ve duyulan sevginin kendisi olmamakla birlikte, bunun yine de dünyadakine yak›n bir taraf› vard›r. Her ne kadar dünyadaki sevgi, sevgi plân›ndaki hakikî sevgi kavram›ndan baflka ise de, yine, o sevgiye insanlar› haz›rlay›c› bir basamak olabilecek k›ymete ve mahiyete sahiptir. Dolay›s›yla, sevgi âlemine, yâni yar› süptile girmek liyakatini kazanm›fl olan bir insan varl›¤›; dünyada geçirmifl oldu¤u bu haz›rl›¤› sayesinde, dünyadakinden bambaflka ve onunla k›yas edilemeyecek bir enginlik ve kapsam içindeki bu büyük sevgi mekanizmas›na kat›lm›fl bulunacakt›r. O varl›¤›n bu plânda yapaca¤› fley, bu çok kapsaml› ve genifl sevginin çeflitli varyetelerini kullanarak, onlar›n daha üst, 308
BEDR‹ RUHSELMAN
vazife plân›na haz›rlay›c› imkânlar›ndan yararlanmak olacakt›r. Demek ki, buradaki sevginin dünya insanlar›nca anlafl›lamam›fl olan mahiyeti, arasat plân›ndaki varl›klar› vazife plân›n›n yüksek realitelerine intibak ettirici çok kudretli durumlar gösterir. Çünkü vazife plân›n› tam mânâs›yla kabullenmek ve ona intibak edebilmek, pek kolay bir ifl de¤ildir. Buradaki baflar›n›n da bir hayli cehit ve gayret gösterilmesini icap ettiren teknik hususlar› vard›r.
* * * Sevgi plân›ndaki cehit ve gayretler, dünyadaki kaba ifllerde gösterilen cehit ve gayretlerden bambaflkad›r. Dünyadaki cehit ve gayretler esnas›nda insanlar›n karfl›lar›na daima dikilmekte olan zahmetlerin, s›k›nt›lar›n, ›st›raplar›n, azaplar›n, iflkencelerin, hastal›klar›n, ölümlerin hiçbiri, burada yoktur. Buradaki cehit ve gayret, varl›klar›n idraklerinin art›fl› oran›nda (bu da sevgi plân›nda h›zla meydana gelir) daha çok zevkli ve mutluluk verici hazlarla dolu olur. Varl›klar, bu yoldaki faaliyeti, sevgi faaliyetini büyük bir istekle özler ve ondan sonsuz mutluluk duyarlar. Nitekim daha dünyada iken insanlar›n öz varl›klar›nda beliren bu büyük mutlulu¤un sezgi p›r›lt›lar›, insanlar› kendisine çeker. Fakat insanlar bütün özlemelerine ra¤men, dünyada iken bu mutlulu¤u elde edemezler. Bununla birlikte insanlar, mahiyetini bilmeden, ne oldu¤unu tarif edemeden, sürekli olarak onun peflinde koflar ve bütün hayatlar› boyunca onu say›klar dururlar. ‹flte, özlemini duyduklar›, yüzy›llarca peflinden kofltuklar›, buna ra¤men bir türlü yakalayamad›klar›, hattâ mahiyetini tayin edemedikleri bu mutlulu¤un, dünyay› terk ettikleri ândan itibaren, sevgi plân›nda kuca¤›na at›lm›fl bulunacaklar; o zaman kendilerini tam mânâs›yla tatmin edecekler, di¤er deyiflle, dünyada hiçbir zaman eriflemedikleri tatminkârl›¤›n ne demek oldu¤unu o zaman anlayacaklard›r. Bu plânda hâkim olan sevgi, ilk, ilkel basamaklar›yla sevgi ad› alt›nda dünyadan itibaren bafllamakta, yar› süptil âlemin bütün hayat›n› kaplayarak vazife plân›n›n efli¤inde son bulmaktad›r. Demek ki bu büyük ve kapsaml› sevgi de, vazife plân›na do¤ru son aflamas›na ulaflm›fl ve orada fonksiyonunu bitirmifl olacakt›r. 309
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
* * * Sevginin bu fonksiyonu, varl›klar›n vazifeye tam intibak edebilmelerini sa¤lamas› bak›m›ndan, çok gerekli ve önemlidir. Çünkü vazifeye girebilmenin büyük imkânlar›n› bu sevgi fonksiyonu sa¤lar. Vazife plân›, bambaflka, yüksek bir plând›r. Daha önce bu plân hakk›nda gerekli bilgiyi vermifl oldu¤umuz için, onlar› burada tekrarlam›yoruz. Ancak flu kadar›n› söyleyece¤iz ki, vazife plân›, bafltanbafla bir ahenk, bir nizam, bir beraberlik, tam ve kar›fl›ks›z bir koordinasyon ve iflbirli¤i plân›d›r. Orada en küçük bir ahenksizlik, en küçük bir ayk›r›l›k veya bir terslik yoktur. Oraya girecek varl›klar›n muhakkak ve kesin olarak bu ahenge uymufl durumda bulunmalar›, hattâ bu ahenkten olmalar› flartt›r ki; bu da, bu yolda geçirilecek olan birçok haz›rl›k safhas›yla mümkün olabilir. Zaten vazifeye haz›rl›k safhalar›n›n en haflin, en ilkel, en zor ve ›st›rapl› kademelerini, dünya hayat›na ait uzun devreler içinde, insanlar geçirmifl bulunmaktad›rlar. Bu haz›rl›¤›n bundan sonra do¤rudan do¤ruya vazife plân›na ulaflt›ran, yar› süptil âlemdeki, yâni sevgi plân›ndaki son kademeleri ise –biraz önce söyledi¤imiz gibi– çok kolay, rahat ve mutlulukla dolu olarak, sevile sevile tamamlanacakt›r. Böylece bu âlemdeki yüksek sevgi mekanizmas›yla, vazife plân›n›n ahengine ve icaplar›na uymak kudreti kazan›lacakt›r. fiu hâlde, bu plândaki yüksek sevgi, büyük vazife plân›na ulaflman›n tatl› ve esasl› bir vâs›tas›d›r.
* * * Yar› süptil âlemde, sevginin varyetelerinde yaflan›rken, varl›klar›n karfl›lar›na ç›kacak, oran›n kendisine özgü nefsaniyeti de vard›r. Bu nefsaniyetin mahiyetinden biraz afla¤›da söz edece¤iz. Sevgi plân›nda, varl›klar›n büyük vazife plân›na haz›rlanmalar›na engel olan bu nefsaniyetlerini bir ân önce ortadan kald›rmalar› ve ondan kurtulmalar› zarurîdir. Bu da, söyledi¤imiz gibi, dünyadaki kaba nefsaniyetlerin kald›r›lmas› s›ras›nda çekilmesi zarurî olan zahmet ve s›k›nt›lardan uzak, tam tersine, varl›klar için çok zevk310
BEDR‹ RUHSELMAN
li bir çal›flma ve meflguliyet sahas› olan sevginin çeflitli tatbikat›yla sa¤lanacakt›r. Ve bu tatl› meflguliyetler sonunda bu engel de ortadan kalkacak; varl›klar belirsiz bir ak›fl içinde, büyük vazife plân›n›n ilk basamaklar›na ad›mlar›n› atm›fl olacaklard›r. Bunun için de, dünyada oldu¤u gibi büyük floklara, kaba gürültülü geçifllere, ölümlere orada gerek yoktur. Çünkü, esasen dünyadan ayr›ld›ktan sonra varl›klar için bu gibi durumlar sözkonusu olmayacakt›r. Böylece sevgi plân›n› bitirip vazife plân›na geçen varl›klar, vazife plân›n›n ilk basamaklar›na ç›kacaklar ve orada hemen vazifeleneceklerdir.
* * * fiimdi, yar› süptil âlemdeki sevgi mekanizmas›n›n haz›rlay›c› durumu üzerinde duraca¤›z. ‹nsanlar›n dünyay› b›rakmalar› demek, dünyaya ait olan kaba hidrojen kombinezonlar›ndan ibaret fiziksel bedenlerini terk etmeleri ve aslî hâllerine, varl›k hâllerine dönmeleri demektir. ‹nsan bedenlerini kullanan varl›klar –daha önce söyledi¤imiz gibi– insan anlay›fl›na göre madde bile denemeyecek kadar dünya maddesi kavram›ndan ve realitesinden uzaklaflm›fl, çok süptil bir madde hâlidirler. Böyle bir hâl, insanlar nazar›nda bir madde olamaz. Çünkü bir varl›¤›n insanlar›n tan›d›¤› ve kabul etti¤i mânâda hiçbir maddî niteli¤i yoktur. Onun içindir ki, daha önce varl›klara sadece tesirler karmaflas›d›r demifltik. Böylece bir tesirler veya enerjiler karmaflas› olan varl›k, dünyay›, yâni bedenini terk edince, tamam›yla bedensiz hâlde iken, sevgi plân›nda bir tesir vâs›tas› olarak kullanmak üzere, yar› süptil bir madde kombinezonunu yakalar ve ona ba¤lan›r. O ânda bu kombinezon, onun kaba dünyadaki kaba bedeni yerine geçer. Bu madde, dünya maddeleri ile vazife plân›n›n süptil maddeleri aras›nda, yar› süptil hâlde bulunur. Fakat o, hem kaba taraf›yla dünyaya, hem de ince taraf›yla süptil olan vazife plân›na yaklafl›r. Onun içindir ki, buna “yar› süptil madde” ve bu maddelerden oluflmufl yere de “yar› süptil âlem” diyoruz.
311
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Yar› süptil âlemin varl›klar›, kulland›klar› bu maddelerin dünya maddelerine yaklaflan taraf›ndan yararlanarak, bunlarla, dünyadaki zaman ve mekân kavramlar›na yak›n realiteleri orada kurabilirler. Ve kurmufl olduklar› bu reel imajlarda da yaflayabilirler. Bu mekânlar› kurabilmelerine yard›m eden maddelerin incelik dereceleri, dünyan›n pek hassas âletlerine çarpabilecek ayarda da olabilir. Bu varl›klar henüz vazife plân›na girmedikleri için, kendilerine –hattâ otomatik olarak dahi– hiçbir vazife verilmez. Bu yüzden onlar, hiçbir varl›¤›n tekâmülüne müdahale etmezler ve faaliyetlerine kar›flmazlar. Kendilerinde henüz böyle bir yetki yoktur. Yar› süptil âleme girmifl bir varl›k için as›l gaye, vazife plân›na ulaflmakt›r. Oysa varl›¤›n orada ba¤lanm›fl oldu¤u yar› süptil madde, onun vazife plân›na girmesine engel oluflturur. Çünkü vazife plân›ndaki madde hâlleri, süptil maddelerdir ve o plânda vazife görebilmek için, varl›klar›n, yar› süptil bir tek madde kombinezonuna ba¤l› kalmaktan kurtulmalar› gerekir. ‹flte oradaki varl›klar›n bu engeli aflabilmeleri için, çok güçlü bir vâs›talar› vard›r ki, o da sevgidir. fiu hâlde, arasat plân›ndaki sevgi; o plân›n yar› süptil maddelerini, her türlü ›st›raptan ve elemden uzak, tatl› ve mutlu mücadelelerle yenmeye yarayan, yüksek bir vâs›tad›r.
* * *
Vazife plân›na girmek demek, birtak›m vazife yükümlülüklerini kabul etmek ve bu vazifelerin icaplar›n› yerine getirmek kudret ve imkânlar›na sahip olmufl bulunmak demektir. Bunun için de vazife plân›ndaki varl›¤›n, vazifelere uygun, çeflitli maddeleri kullanmas› gerekir. Oysa henüz bu duruma gelmemifl bir varl›k, dünyadan ayr›l›fl›n›n ard›ndan yakalam›fl oldu¤u yar› süptil bir madde kombinezonunu iyice benimser ve ondan ayr›lamaz. Bu maddeden ayr›lamay›nca çeflitli süptil maddeleri kullanmak imkân›n› elde edemez ve bunun sonucunda da, hiçbir vazifeyi yapamaz. Çünkü o vazifeyi yapabilmesi için, gerekli olan çeflitli süptil 312
BEDR‹ RUHSELMAN
maddelerden ve ortamlardan yararlanmas› gerekir ki; buna bir türlü terk edemedi¤i yar› süptil maddesi engel olmaktad›r. Dolay›s›yla, oradaki varl›klar›n, vazife plân›na geçebilmeleri için, bu ilk yakalad›klar›, yâni kendilerine bir tür beden gibi kulland›klar› yar› süptil maddeyi bir ân önce terk edebilmeleri flartt›r. Bunu yapabilmelidirler ki, ileride kendilerine düflecek herhangi bir vazifenin icaplar›n› yerine getirebilmek için, istedikleri de¤iflik süptil veya yar› süptil maddeleri kullanabilsinler ve icaplara göre, onlar› derhal de¤ifltirebilsinler. ‹flte onlar›n yar› süptil âleme geçer geçmez yakalad›klar› ve bir türlü b›rakamad›klar› yar› süptil maddelerini b›rakabilmelerine yard›m edecek en kudretli vâs›talar›, sevgi olacakt›r. Sevginin çeflitli tatbikat›n› yapa yapa, bu varl›klar, art›k, bir tek yar› süptil maddeye ba¤lanmak durumundan kurtulacaklar, o maddeyi istedikleri zaman terk edebilecekler ve onun yerine de¤iflik maddeleri kullanabileceklerdir. Demek ki, yukar›da da biraz söz etti¤imiz gibi, sevgi plân›na geçen varl›klar›n ilk yakalad›klar› bu yar› süptil madde; oradaki haz›rl›klar›n tamamlanmas› s›ras›nda, varl›klar›n yenmeleri gereken bir tür nefsaniyetleri olur. Onlar bu maddeyi b›rakmakla nefsaniyetlerini yenmifl ve o ândan itibaren de vazife plân›n›n ilk basamaklar›na eriflmifl olurlar. ‹flte buradaki baflar›y› sa¤lamaya yard›m eden vâs›ta, sevginin çeflitli varyeteleridir.
* * * Bu plânda, bafllang›çtan itibaren tam baflar›ya eriflinceye kadar, belirli bir müddetin geçmesi gerekmektedir. Bu müddetin sürmesi varl›klara göre de¤iflir: Bâz›lar› için oldukça uzundur, bâz›lar› için ise k›sa sürebilir. Bu müddetin dünya zaman›yla tayini güçtür. Çünkü bu müddet için ölçü olarak kullan›lan zaman, dünya idrakinin üstünde bir zamand›r. Dolay›s›yla, dünya zaman›ndan çok kapsaml›d›r. Meselâ orada geçirilecek en çok müddeti dünya zaman›yla 300 y›l kabul edersek, bu müddet, oran›n idrak zaman›yla 3000 y›l veya daha fazla olabilir. Bunda da kesinlik yoktur. Oran›n zaman› dünyan›nkiyle oranlanamaz. Çünkü bu k›ymetler, idraklere göre daima de¤iflir. 313
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Dünya üstündeki ifllerde, idrak zaman› ve idrak mekân› hâkimdir. Ancak, sevgi plân›n›n varl›klar›, ilk zamanlar›nda, yâni yar› süptil maddeye henüz çok güçlü olarak ba¤l› bulunduklar› zamanlarda, o maddenin dünyaya yak›n taraf›n› daha çok kullanacaklar›ndan, dünyaya yak›n realitelerde yaflayabilirler. Bunun gibi, dünya d›fl›nda tamam›yla idrak mekân› hâkim iken, yar› süptil maddeleri kullanan varl›klar, bu maddelerin dünyaya yak›n taraflar›ndan yararlanarak, az çok dünya mekân›na benzer mekânlar da kurabilirler. Ancak, bu varl›klar, orada sevgi tatbikatlar›n› yapa yapa idraklerini gere¤i derecesinde artt›r›p yar› süptil maddeye ba¤lanmaktan kendilerini kurtard›kça, zaman ve mekânlar› da o oranda idrakî zaman ve mekân›n kapsaml› karakterlerini almaya bafllar ve yar› süptil madde kombinezonundan tamam›yla kurtulduklar› ânda da, art›k onlarda maddî realitelere ait faaliyetler kalmaz ve alacaklar› vazifelere göre, icap eden yerlerde istedikleri maddeleri kullanmak suretiyle, o maddelerin tâbi olduklar› her türlü zaman ve mekân realitelerinden yararlanabilirler. Çünkü yar› süptil maddeden kurtulduktan sonra belirli maddelerle sürekli ba¤› kalmayaca¤› için, süptil varl›klar›yla istedikleri maddeleri kullan›p terk edebilecek kudrete sahip bulunurlar. fiu hâlde, sevgi plân›ndaki bir varl›¤›n, yar› süptil maddesini b›rakabilmesi ve vazife plân›na geçmesi demek; onun hiçbir maddeye ba¤l› olarak kalmamas›, öz varl›k hâlinde, yâni münkeflif bir enerjiler karmaflas› hâlinde kalmas› ve bu enerjiyle istedi¤i zaman, istedi¤i maddeyi kullanabilmesi, kulland›¤› maddeler sayesinde de o maddelerin mensup bulundu¤u âlemlere tesir ve müdahalelerde bulunabilmesi, oralarda bir sürü ifl görebilmesi, vazifeler yapabilmesi demektir ki; yar› süptildeki bir varl›k, bu imkânlara, ancak tatl›, mutluluklu haz ve zevklerle dolu sevginin çeflitli tatbikat›n› yaparak kavuflacakt›r.
* * *
314
BEDR‹ RUHSELMAN
fiimdi, yar› süptil âlemi tarif edelim: Yar› süptil âlem, daha önce aç›klam›fl oldu¤umuz, madde âlemimizin nüvesi olan hidrojen atomunun en yüksek kombinezonlar›na ait enerjilerden oluflmufl bir âlemdir. Bugünkü dünyam›z›n ola¤an realiteleri içinde mevcut olmayan bu yüksek enerjiler, yar› süptil âlemin en kaba atomlar›n› olufltururlar. Bir yanl›fll›¤a meydan vermemek için burada flu uyar›da bulunmay› gerekli görüyoruz: Daha önce söz edilen, henüz dünya bedenleri realitesinden kurtulamam›fl varl›klar›n ölümleri ve do¤umlar› aras›nda ola¤an olarak geçirecekleri spatyum dedi¤imiz hâl ile yar› süptil ortam› birbirine aslâ kar›flt›rmamal›d›r. Spatyum; bir ortam, bir mekân de¤ildir. Oras› sadece beden ba¤lar›ndan belirli bir maksatla geçici olarak ayr›lan insan›n kendi öz varl›¤›na dönmesi ve bu s›rada çevresi ile olan bütün ilgilerini ve iliflkilerini kesmesi hâlidir. O, bu hâliyle yine bir insand›r ve dünyadan ç›km›fl de¤ildir. Ancak, öyle bir insan ki, d›flar›s› ile olan bütün ilgilerini kesmifl, yaln›z kendi öz varl›¤› ile bafl bafla kalm›fl durumdad›r. O ânda, onun için herhangi bir mekân sözkonusu de¤ildir. Onun mekân›, daha önce sözünü etti¤imiz, varl›¤›n›n konsantre olmufl bulundu¤u idrakî bir noktadan ibaret kal›r. Oysa flimdi söz etti¤imiz yar› süptil âlem; hidrojen âlemi üstü, ona nazaran çok süptil ve kapsaml› bir ortamd›r ve bir mekând›r. Buras›, ancak, dünyadan kesin olarak kurtulmufl varl›klara mahsustur. Bu ortam, dünyan›n en üstün ve mütekâmil hidrojen kombinezonlar›n›n kendili¤inden –daima yüksek vazifelilerin kontrolleri alt›nda– yay›nlad›klar› ince enerji partiküllerinden oluflmufl, bir madde hâlidir. Bu âleme geçen varl›klar›n, ilk kulland›klar› ve ba¤land›klar› vâs›ta –söylemifl oldu¤umuz gibi– yar› süptil maddelerden oluflan belirli bir madde kombinezonudur. Varl›klar, bu kombinezonu hem kullanarak, hem de onunla sevgi yolunda mücadele ederek, yeterliklerini, liyakatlerini artt›r›rlar. ‹flte dünyadakine benzer yo¤un maddeler olmad›¤› için, dünyada oldu¤u gibi yorucu, bezdirici, zahmet ve s›k›nt› verici, a¤›r yürüyen faaliyetler, bu plânda yoktur. Yar› süptil maddelerin imkân geniflli¤i sayesinde, bu âlemdeki varl›klar›n harcayacaklar› en az bir cehitle, dünyada birçok güçlük, zahmet ve 315
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
yorgunluk çekilerek ancak y›llarca süren çal›flmalar sonunda elde edilebilen sonuçlar›n birçok kat›, burada k›sa bir ânda al›nabilir. Onun için bu plânda, dünyada oldu¤u gibi, zahmet, yorgunluk, ›st›rap, didinme, mücadele gibi kaba durumlar yoktur. Burada bütün arzular, ufak bir irade darbesiyle, sadece bir istekle, âdeta otomatikman, kendili¤inden oluyormufl gibi gerçeklefliverir. Meselâ varl›k, elindeki yar› süptil maddenin zengin imkânlar› sayesinde, imajinasyonuyla kendisine bir mekân kurup orada istedi¤i gibi yaflayabilir. Yine, kulland›¤› ayn› maddeyle, istedi¤i flekilleri basit bir imajinasyon faaliyetiyle meydana getirebilir ve onlar›, kendisi için objektif k›ymetler hâline sokabilir. Bütün bu ifllemler esnas›nda o varl›k, insanlar›n yorgunluk dedikleri fleylerin hiçbirini duymaz. Yar› süptil maddenin icaplar›ndan olarak, o plânda kaba beden organlar›yla ilgili hastal›k, sa¤l›k, yorgunluk, tembellik, güçsüzlük gibi bozukluklar, a¤r›lar, sanc›lar olamaz; yine, bedenin yüksek organlar›na ait zihin yorgunluklar›, budalal›klar, delirmeler, uyku ve bay›lma hâlleri, komalar, s›k›nt›lar, kaba ihtiraslar... o âlemin maddelerinin kadrosu içine giremez. Yar› süptil âlemde böyle fleyler yoktur. Yine, orada fiziksel mânâda anlafl›lan güzellik–çirkinlik, gençlik–ihtiyarl›k gibi dünyaya özgü realiteler de yoktur. Özellikle dünya maddelerinin tâbi oldu¤u en esasl› ve zarurî realite olan ölüm realitesi, yar› süptil âlemde tamam›yla meçhuldür. Orada, sadece kademeden kademeye belirsiz ve çok tatl›, idrakli geçifller ve istihaleler* vard›r. Oradaki varl›klar›n ellerindeki madde imkânlar›, onlara dünyan›n veremedi¤i mekân ve zaman idrakini vermektedir. Bu sayede onlar, istedikleri imajlar› bizzat kendileri kurabilirler ve da¤›tabilirler; dünyadaki gibi sabit imajlar›n esiri olarak, kalmazlar. Buradaki hayat, bir yönüyle de, insanlar›n esîrî diye anlad›klar› mânâdaki hayata, afla¤› yukar› benzer. Fakat bu hayat›n esas bünyesinde hâkim olan unsur, sevgidir.
* * *
* “‹stihale” sözcü¤üne sözlüklerde “bir hâlden baflka bir hâle geçme, dönüflme, de¤iflme; intikal, geçifl; baflkalafl›m” anlamlar› verilir.
316
BEDR‹ RUHSELMAN
Büyük din kitaplar›nda, yar› süptil âlemin sezgilerini insanlara vermek için cennet sembolü kullan›lm›flt›r. Bu, güzel ve güçlü bir semboldür. Yaln›z –bütün sembollerde oldu¤u gibi– burada da, aslâ flekillere tak›l›p kalmamak icap eder. Çünkü unutulmas›n ki, bu semboller, her devrin çeflitli insan idraklerine hitap etmek ve bu yoldan birtak›m sonuçlara ve maksatlara var›lmak için konulmufltur. ‹flte din kitaplar›nda anlat›lan cennet sembolü, burada söz etti¤imiz, sevgi realitesinin hâkim oldu¤u bu yar› süptil âlemi ifade eder. Cennet sembolünde, dünya zaman ve mekân›na yak›n bir zaman ve mekân idrakine ait bâz› imajlardan söz edilmifltir. Buna göre, cennete girenler, dünyadaki gibi zahmet ve yorgunluk çekmeden istedikleri gibi hareket edebilirler, istedikleri yerlere gidebilirler, istedikleri fleyleri karfl›lar›nda derhal haz›r olarak bulurlar. Bu hâl, flimdi tarif etti¤imiz yar› süptil ortam›n imkânlar›n› ifade etmektedir. Çünkü dedi¤imiz gibi, yar› süptil âlemde de varl›klar istedikleri mekân›, istedikleri imajlar›, yorulmadan ve emek harcamadan derhal yaratabilirler ve istedikleri gibi hareket edebilirler. ‹stekleri ve düflünceleri, âdeta kendili¤inden gerçeklefliverir. ‹flte cennet sembolüyle anlat›lmak istenilen mânâlar da bunlard›r. Sevgi plân›nda mevcut olan, insanlar›n anlayamayaca¤› derecede kapsaml› ve yüksek sevgi varyasyonlar›; cennet kavram›nda en deneyimsiz insanlar›n dahi, basit mânâlarda da olsa, bir fleyler sezebilmesine yard›m edici maddî sevgi sembolleriyle aç›klanm›flt›r. Cennet sembolünde, yüksek makamlardan ve bu makamlarda ilâhî sezgilere kavuflulmas›ndan söz edilmektedir. Bu ifadeler, yar› süptil âlemin varl›klar›n›n –en yüksek sevgi karmaflalar›ndan geçtikten sonra– ileri kademelerde varacaklar›, vazife plân› dedi¤imiz yüksek ahenge kavuflman›n mânâlar›n› tafl›r. Oralarda ilâhî hakikatler ile, yâni ahenk dedi¤imiz Ünite’nin nurlar› ile intibaklar, vahdetler; cennet sembolünde ilâhî nurlara kavuflmak kavram›yla sembollefltirilmifltir.
* * * 317
‹LÂHÎ N‹ZAM ve K‹NAT
Sevgi plân›ndaki hayat, varl›klar›n, yüksek süptil vazife plânlar›na ulaflabilmelerine engel olan, ba¤l› bulunduklar› yar› süptil maddelerden yavafl yavafl kurtulmalar›n› sa¤lar. Bu hedefe ulaflmak için sevgi, varl›klar› gruplar hâlinde birlefltirir. Gruplar aras›nda yavafl yavafl, tam bir ahenk ve beraberlik kurulur. Böylece varl›klar, vazife plân›n›n tam mutabakat ve ahenk icaplar›na h›zla haz›rlan›rlar. Art›k böyle, varl›klar› grup grup bir araya toplayan, o gruplar aras›nda tam bir ahenk ve mutabakat sa¤layan sevginin, dünyadaki mânâs›ndan elbette çok daha derin kapsam› olacakt›r.
* * *
Sevgi plân›; sevginin insanlarca meçhul kalm›fl genifl kapsam› içinde, mutlulukla dolu cehit ve faaliyetleri gerektiren ve varl›klar› daha yüksek plânlara haz›rlayan, esîrî bir âlemdir. En hayalî peri masallar›nda anlat›lan madde inceli¤i, bu âleminkinin yan›nda pek kaba kal›r. Kald› ki, her lüzum oldukça türlü imkânlar› varl›klar›n önüne seren bu madde inceli¤inin onlara vermifl oldu¤u büyük haz ve zevklerden baflka, insanlarca bilinmeyen bir sevgi kapsam›n›n varl›klara bahfletti¤i mutluluk, dünyada hiçbir fleyle k›yas edilemeyecek kadar yüksek ve derindir. Çünkü dünyada daima oldu¤u gibi, mutluluk diye kabul edilen her zevkin sonunda gelmesi olas› endiflelerin, orada varl›klar›n karfl›s›na ç›kmas› sözkonusu de¤ildir. Aksine, burada hakikî bir mutlulu¤u daha büyük bir mutluluk, var›lm›fl bir huzuru daha mânâl› ve kapsaml› bir huzur izler. Sevgi plân›n›n ilk kademelerinde bafllayan ve az çok dünya zaman›na ve mekân›na yak›n taraflar› bulunan hâller, varl›klar›n haz›rl›klar› ilerledikçe daha süptilleflir ve dünyadaki durumlara yak›nl›ktan ayr›lmaya bafllarlar. Bu durum, varl›klar›n ba¤l› bulunduklar› yar› süptil maddelerden gittikçe kurtulmalar›n›n bir ifadesidir. Yar› süptil madde ile olan irtibatlar gevfledikçe, idrakî zaman ve mekân durumlar›na girilir ve yar› süptil âlemin dünyaya benzer taraflar› ortadan kalkar. Gruplar›n vazife plân›na yaklaflmalar› artar ve vazife plân› icaplar›n›n zorunluluklar› daha çok belirginleflir. Sevgiyle birbirine ba¤lanan gruplarda, sevginin 318
BEDR‹ RUHSELMAN
oraya özgü türlü tezahürleri, bu durumu güçlendirir. Yar› süptil madde kombinezonlar›ndan tamam›yla kurtulmufl olan varl›klar, büsbütün serbestleflirler ve çeflitli maddeleri kullanmak üzere, istedikleri gibi maddeleri de¤ifltirmek imkânlar›n› kazan›rlar. Çünkü o zaman, bu ifle engel olan yar› süptil bir madde kombinezonuna ba¤l› kalmak durumu, ortadan kalkm›fl olur. Böylece, vazife plân›na do¤ru gruplar hâlinde haz›rlanarak yürüyen varl›klar, befler alt›flar bireylik gruplar›yla birlikte, tam bir vazife anlay›fl› içinde ve idrakî zaman ve mekân imkânlar› dahilinde, ilk vazifelerini al›rlar. Bu, onlar›n vazife plân›na girmifl olmalar› demektir. fiu hâlde, vazife plân›na geçifl; dünyadan yar› süptile geçifl gibi büyük gürültüler, fliddetli sars›nt›lar, ölümler eflli¤inde olmay›p, gayet tatl› bir haz›rlan›flla, belirsizce ve derece derece ilerleyen bir ak›fl içinde olmaktad›r. Ondan sonra bu varl›klar, gittikçe geniflleyecek olan gruplar› ve bu gruplar›n genifllemesiyle birbirine efl idraklerin artmas› sayesinde, vazife plân›n›n ilk kademelerinden itibaren, ilâhî icab› tafl›yan ›fl›k konisinin zirvesine do¤ru, gittikçe büyük bir olgunlaflma h›z›yla t›rmanarak yükselmeye bafllarlar.
* * * Sevgi plân›na geçecek olan insanlar› bekleyen yüksek son, budur. Dolay›s›yla, dünyadan yar› süptil âleme bu geçifl; yüzy›llar boyunca öz varl›klar›nda yaflatt›klar› ve insan hâliyle bir türlü idrakine varamadan, belirsiz sezgisi peflinde koflup didindikleri ve aslâ tatmin olunamad›klar› mutlulu¤un tatminkârl›¤›na varl›klar› kavuflturacakt›r. Ve insan varl›¤›n›n k›ymeti ve kudreti de, bu geçiflte varoluflunu ve Kudreti bilmesindedir.
319
320