Sümerler ____________________________________________________________
Dini, Siyasi, Sosyolojik, Eğitim, Askeri ve Coğrafi Yapısı & Liderler
Mezopotamya Uygarlıkları Cilt I
Objektif Mizansen Tarih Araştırma Grubu Mezopotamya Medeniyetleri Hakkında Araştırma
Muhammed CANDEMİR ____________________________________________________________
11.08.2017
İçindekiler: Medeniyet Nedir?............................................................................sf.1 İlk Medeniyetler ve Mezopotamya…………………………….sf.1,2 Kuruluş……………………………………………………….........sf.3 Dil…………………………………………………………………..sf.6 Din ve Kültür……………………………………………………...sf.8 Yazgıyı Belirleyen Yedi Büyük Tanrı;…………………………sf.12 1-) An (Anu)………………………………………………sf.12 2-) Enlil (Nunamnir)……………………………………..sf.12 3-) Enki (Ea)……………………………………………...sf.13 4-) Ninhursag (Nintu)…………………………………….sf.13 5-) Nanna-Sin (Sin)……………………………………….sf14. 6-) Utu (Şamaş)……………………………………………sf14 7-) Inanna (İştar)………………………………………….sf15 Ordu – Askeriye……………………………………………………….sf16 Eğitim…………………………………………………………………..sf20 Sümer Okulları………………………………………………………...sf24 Sümer Coğrafyası (Harita)……………………………………………sf25 Sonsöz…………………………………………………………………..sf28 Kaynakça………………………………………………………...…….sf29
Medeniyet Nedir?
Medeniyet: insanların, tabiata üstün gelebilmek, toplu olarak daha iyi şartlar altında yaşayabilmek için gösterdikleri çabadan elde edilen sonuçların topudur.1 Bu sonuçlar, çoğunlukla; bilim, kültür halinde belirir. Meydan Larousse medeniyet kavramını şöyle açıklamıştır: Bir memleketin veya bir toplumun düşünce ve sanat hayatıyla maddi ve manevi varlığına has niteliklerin tümü.2 TDK ise artık “eskimiş” olan bu kelimeyi zamanla uygarlık olarak değiştirmiştir. Uygarlık kelimesi, kökünü kadim zamanlardan beri vâr olan Uygurlar’dan almıştır. Uygarlık: Bir ülkenin, bir toplumun maddî ve manevî varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerin tümü, medeniyet 3, olarak açıklanır.
İlk Medeniyetler & Mezopotamya Mezopotamya, Ortadoğu’da, Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan bölgeye verilen addır. Günümüzde Mezopotamya: Güneydoğu Anadolu, Suriye, Irak ve Güneybatı İran’ı kapsayan, Mısır’a komşu olan bir bölgedir. İnsanlığın temelinin atıldığı bölge olan Mezopotamya, uzun asırlar boyunca bizlere neredeyse her alanda öncülük etmiştir. Ivar Lissner bu durumu şöyle açıklar; “Doğu uygarlığı olmasaydı bugünkü durumumuza gelemezdik. Kendi uygarlığımızı onsuz anlayamayız. Asurlular, Babilliler, Mısırlılar, Grekler ve Romalılar bizlere çok geniş bir kültür mirası bırakmışlardır. Nehirler arası ülkelerde yapılan arkeolojik kazılar, Mezopotamya’nın, Batı uygarlığının beşiği olduğunu ortaya çıkarmıştır. Alfabemiz, dinimiz, hukukumuz ve sanatımız uzun bir gelişmenin sonucudur. Her çeşit kültürün temeli olan yazı, Sümerlerin aracılığıyla, bize Mezopotamya’dan gelmektedir.”4
1
Mezopotamya Haritası
Sırasıyla, bilinen ilk beş Mezopotamya medeniyetini kronolojik olarak şöyle sıralayabiliyoruz: 1- Sümerler (MÖ 4000 – MÖ 2000) 2- Akadlar (MÖ 2334 – MÖ 2193) 3- Asurlular (MÖ 2000 – MÖ 609) 4- Babilliler (MÖ 1940 – MÖ 141) 5- Aramiler ( [Yaklaşık Olarak] MÖ 1000 – MÖ 700) Bu uygarlıkların hemen hemen hepsi, birbiriyle aynı zamanda ve iç içe yaşamış; savaş ve ticaret yoluyla kaynaşmış ve birbirlerinden etkilenmişlerdir. Birçok ilki kendinde barındıran Sümerler ise, şüphesiz ki bütün dünyaya olduğu gibi bu uygarlıklara da öncülük etmiştir.
2
Kuruluş
Sümerler, tarihteki bilinen en eski uygarlıklardan biri olduğundan, yakın tarih veya MÖ’nün sonları, MS devrini kapsayan tarih diliminde olduğu gibi arşivlere ulaşmak oldukça zor olduğundan, arkeoloji biliminin bizlere ikram ettiği belli başlı bilgilerle yetinmekle kalıyoruz. Ancak tarihçilerin kutbu Prof. Dr. Halil İnalcık’ın bahsettiği gibi; “Tarihte bulgulara ulaşamazsak, bir yerden sonra hayal gücü kabiliyetimizle olayları kavrayabilmeliyiz.” Bundan dolayıdır ki elimizde vâr olan bilgilerden ziyade, konusunda gölge kalan yerleri mantık yürüterek ve hayal gücümüze başvurarak çözmeye çalışacağız. MÖ 4000 yılının başlarında Eridu’da, Dicle ile Fırat’ın İran Körfezi’ne döküldüğü yerde yer alan ve bentlerle, kurutma çalışmalarıyla “toprağı sudan ayırmanın” gerektiği bataklık bir kesimde, kuzeyden gelen insanlar toprak tanrısına adanmış bir tapınak yaparlar. Çok geçmeden El Ubeyt’te, Ur’da, Lagaş’ta, Uruk’ta, Gavra’da büyük dinsel yapılar, oturmuş bir mimari özellikle kendilerini belli etmeye başlar. Tarım tanrılarını ve ana tanrıçaları canlandıran kil heykelcikler, cenaze törenlerinin izleri, El Ubeyt kültürü denen bir uygarlığa bağlı insanların dinsel kaygısına tanıklık eder. Kili put yapımından başka çeşitli aletler, sözgelimi kantarlar, sapan topları gibi araçların yapımında kullanırlar. Zanaatçılar altını işler, bakırı kurşunlu kapılara dökerek biçimlendirirler. Ticaret canlıdır. İran yaylasındaki kervan merkezleriyle, Sus ve Sialk’la bağlantılar kesintisiz biçimde sürdürülmektedir. Buralardan çeşitli madenler, lacivert taşı gibi değerli taşlar, süslü çömlekler getirtilir. Bu kültür kısa sürede ilk sınırlarının dışına taşarak tüm Mezopotamya’ya yayılır. İşte bu dönemde doğudan, büyük olasılıkla da Kafkasya’dan gelen bir halk çıkar ortaya: Sümerler.5 Burada yapılan “büyük olasılıkla da Kafkasya’dan gelen bir halk” tezi, bizlere cumhuriyetin ilk yıllarında dönemin cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı ve bizzat ilgilendiği “Türk Tarih Tezi”ni hatırlatıyor. Tarih biliminin kabul ettiği üzere “kadim zamanlar” denilen zaman diliminde, yani insanlığın dünya tarihinde gidebildiği en eski zamanlarda yaşayan ilk topluluk “Uygurlar” idi. Uygurlar dünyanın çeşitli yerlerine göç etmekle birlikte, buradaki teze göre Ortadoğu’ya, yani Mezopotamya’ya da göç etmiş olabilirler.6
3
Bu insanlar süslü çömlek yapmayı bilmezlerse de mimarlıkta çok ustadırlar. Böylece Hafece’de, Gavra’da, Eridu’da özellikle de Uruk’ta görkemli tapınaklar yükselir. Bu devasa, dikdörtgen ya da oval tapınakların çok sayıda oda ve hücreleri vardır.
Sümerler’in En Görkemli Tapınağı: Zigguratlar
Ziggurat tapınaklarının; Kuzey, Orta ve Güney Amerika’daki Aztec, İnka vb. medeniyetlerin ve aynı zamanda günümüzde Çin Halk Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde bulunan piramitlere ve Çin’de bulunan piramitlerin de Mısır’da bulunan piramitlere uzunluk, yapı, taşların dizimi vb. konularda benzemesi bir tesadüf olabilir mi? Dünyanın en doğusundan en batısına ve en içlerine kadar yayılmış bu yapıların inşası, bizlere insanlığın, bizim bildiğimiz “kadim zamanlar”dan bile daha eski olduğunu ve bu yapıların da bugün yaşayan ve gelecekte yaşayacak insanlara birer “mesaj” niteliğinde olduğunu düşünmekteyim. *** İlkel siteler kısa sürede devlet biçiminde örgütlendiler. İktidarın kullanılması başlıca iki gücü: savaş önderiyle başrahibi karşı karşıya getiren çe-
4
kişmelere yol açar; din ağırlığını duyurur. Çok geçmeden Babil yakınlarındaki Cemdet Nasr’da, renkli süslü seramik belirir; damga ve oyma silindir mühürler yaygın biçimde kullanılmaya başlar. Buyruklar, hesaplar, antlaşmalar tabletlere çivi yazısıyla geçirilirdi. Bu dönemin en önemli olaylarından biri büyük tufandır. Günümüzde kutsal kitaplarda “Nuh Tufanı” olarak bilinen büyük su baskınının kökeni Sümer’dedir. Söylenceye göre tanrılar insanlara kızdıkları için onları cezalandırmaya karar verirler. Kentlerin su altında kalmasına neden olan yağmurlar gönderirler insanlığın üzerine. Sellerden yalnızca Utnapiştim ve ailesi kurtulur. Söylence tüm dünyayı sular altında kalmış gibi gösterse de işin aslı elbette biraz daha farklı. O dönemde şiddetli yağışlar sonucu Fırat ve Dicle nehirlerinin taşması bu bölgede yer alan kentlerin sel felaketine uğramalarına neden olmuştu. Bu yıkım, Sümer uygarlığının atılımını bir süre durduracak ölçüde şiddetli olmuş, insanların imgelemi öylesine sarsılmıştı ki, bu su baskınına sonradan evrensel boyutlar verildi. Nitekim benzer söylenceler akarsu kıyılarında kurulan bütün uygarlıkların mitolojisinde yer alır. Kurak bölgelerde yaşayan halklardaysa tam tersine, verimli toprakların yitmesi, büyük göllerin, denizlerin kuruması üzerine söylenceler vardır. Başlangıçta her Sümer kenti bir doğa gücünü simgeleyen bir tanrının koruyuculuğuna verilmiştir. Ama tufandan sonra tanrılar insanlaşırlar. Devlet dininde Eridu kentinin su tanrısı Enki’nin, tarım tanrıçası Nidaba’nın ve daha birçok tanrıların yerini, büyük olasılıkla Sami kökenli olan daha gelişmiş tanrılar alır. Sonunda tanrılar arasında korundukları kentin gücüne göre hiyerarşi kurulur. Rahipler tanrılar arasında bir soy zinciri oluşturmak amacıyla yeni tanrılar yaratır, eski tarım tanrılarıyla bunlar arasında bağ kurarlar.7
5
Dil Sümerler denince akla gelen en önemli şeylerden biri de çivi yazısıdır. Bilinen ilk yazı olan Sümer yazısının ne zaman başladığını bilemiyoruz; çünkü bize kadar gelen ilk göstergeler, belirtilmek istenen nesnenin çok basitleştirilmiş resimlerinden başka bir şey değildir. “Piktografik” diye adlandırılan bir yazı türüdür. Bu yazıyla ancak çok basit düşünceler anlatılabilir; soyut kavramların anlatılması olanaksızdır. MÖ 3000 yılın başlarına doğru yeni bir yazı biçimi belirir. Birincisinden türetilmiş olan bu yazıda bir nesnenin resmi, yalnızca bu nesneyi göstermekle kalmaz, soyut bir düşünceyi de dile getirebilir. Önce yalnızca rahipler ve krallarca kullanılan bu bilim, tüccarlar arasında da kısa sürede yayılır. Sümerler insanlığa, deneyimlerin kalıcı olması olanağını vermişlerdir.8
Sümerliler’e Ait Çivi Yazısı Yüz yıl önceki dil bilginleri eskiden Sümer ülkesi olan bölgede, kayalar üzerinde görülen garip yazıların anlamını bilmiyorlardı. Çivi yazısını söken ilk bilgin, Alman Georg Friedrich Groteend olmuştur. Belli işaretlerle düşünceleri yansıtan en eski yazı, Sümer yazısıdır. Çivi yazısı, Dicle ile Fırat arasındaki Yakındoğu bölgesinde yaşayan Mezopotamya uluslarının çoğunca benimsendi.
6
MÖ 3500 yılında, Sümerlilerin ataları Bağdat’la Basra Körfezi arasına yerleştiler. Bu insanların bilinmeyen zamanlara kadar uzanan tarihleri, nereden geldiklerini belirtmemektedir. İdeogramatik’i, yani düşünceyi belirten yazıyı, yerleştikleri en son yerde geliştirdiler. Kil tabletler üzerine kamış ucuyla oyulan bu işaretler, çivi yazısının ilk harfleridir. Bu tür yazı, Yakındoğu’nun bu bölgesinde icat edildi ve dünyanın başka hiçbir bölgesinde kullanılmadı. Bu yazılara ilk olarak MÖ 3000 yılında rastlanmaktadır. Sümerliler adını Fransız bilgini J. Oppert’e, “Küneiform-Çivi yazısı” deyimini de Engelbert Kampfer’e borçluyuz. Sir Henry Rawlinson, politik ajan olarak Afganistan’da çalışmıştı. Bu uzman, İran’a yaptığı bir gezide Behistun yazısını okudu. 1844 yılında Bağdat’a konsolos olarak atanınca, iki dilde yazılmış olan bu belgeyi çözmeyi başardı; orijinal metnin yanında Babil dilindeki çevirisi de bulunuyordu. 1854 yılında Taylor ve Loftus adlı iki İngiliz, eski Ur, Eridu ve Uruk sitelerinin bulunduğu yerlerde kazılar yaptı. Tufandan önce kurulan Uruk şehri, Gılgamış’ın oturduğu yerdi. 19. Yüzyılın son yıllarında Fransız arkeologları, Lagaş harabelerini ortaya çıkardılar. Sümer krallarının soy ağacı üzerinde kesin bilgiler veren mezar taşları buldular. Sir Austen Henry Layard, Musul’un karşısında, Dicle’nin sağ kıyısı üzerindeki Koyuncuk tepesinin altında Ninova yıkıntılarını buldu. Sir Layard ayrıca, Asur kralı Assurbanipal’in sarayının yıkıntılarında çok sayıda kil tabletler ve özellikle birçok sözlük örneği ortaya çıkardı. Bir yandan da Sümer kelimelerini Asur dilindeki çeviriler izliyordu.9
7
Din ve Kültür Sümerlilerin uğraşları, düşünceleri ve istekleri, geleceğe doğru çevrilmişti. Gelecek bilinemezse insan yaşadığı andan nasıl zevk alabilirdi? Hem rahip hem de kahin olan “Baru”lar her şeyi bilirlerdi. Bu bilginler, 3000 yıl boyunca uluslarının kaderlerini yönetmişlerdir. Ölüm düşüncesi ve kavramı, Sümerlilerin içine yerleşmişti. Kader ve tanrı aynı anlama gelirdi. Şehir de, tarıma elverişli toprakların bütünü de tanrınındı. Tanrı, mutluluk ve mutsuzluğu dilediği gibi dağıtır, kimine iyilikler, kimine de ölüm verirdi. Sümerliler şehirlerinin koruyucu tanrısına körü körüne bir güvenle bağlıydılar. İkinci derecedeki tanrılara da aynı bağlılığı gösterirlerdi. Bu yüzden de tanrıları için her türlü fedakarlığı yaparlardı. Bir şehrin sahibi olan tanrı, aynı zamanda devletin de koruyucusuydu. Site-devletler ve yazı, Sümerlilerin, Mezopotamya ve antik uygarlıklara bıraktıkları en önemli şeylerdir. Sümerlilerin site-devletleri uygarlık yuvalarıydı. Bunlar arasında Uruk, birinci planda rol oynamıştır. Alman arkeologları bugünkü Varka bölgesinde kazılar yapmışlar ve 1929 yılından bu yana araştırmalarının sonuçlarını yayınlamışlardır. Bunun gerçek olduğunu anlamak için 4000 yıllık Varka zigguratının kalıntılarını görmek yeterlidir. Tanrı ve onun koruyuculuğu altındaki insanlarla şehir ayrılmaz varlıklardı. Dağ biçiminde olan ziggurat, Uruk’ta oturanların bütün tanrılarının babası ve sahibi, göklerin kralı Anu’ya dualar ettikleri tapınaktı. Uruk’ta Anu’ya tapınma ile göklerin sahibi Tanrıça-Ana İnanna’ya (ya da İnün) tapınma sıkı sıkıya bağlıydı. Daha sonra İnanna’ya tapınma, Uruklular arasında Anu’ya tapınmadan da üstün sayıldı. Zaman geçtikçe “İnanna”, Samilerin “İştar”ı oldu. Sümer dininde dişi tanrılar her zaman üstün bir roldedirler. Nippur’da, hava tanrısı Enlil’e ve onun eşi Ninlil’e tapılırdı. Sümerlilerin yaşantısında Ay’ın özel bir yeri vardı. Kahinler ay dönemlerini yorumlar ve gelecekte neler olacağını söylerlerdi. Kalde’de Ur şehri bütünüyle Ay tanrısı Sin’e verilmişti. Bu tanrının kutsal sayısı 30’du. Sippar ve Larsa siteleri güneş
8
tanrısı Şamaş’ındı. Eridu’da, sular tanrısı Ea’ya taparlardı. Ea’nın oğlu Marduk daha sonraları Babillilerin tanrısı olmuştur. Borsippa şehriyse yazarların tanrısı Nebo’nundu. Öteki tanrılarca alınan kararları göndermek ve ulaştırmakla görevli olan Nebo, Sümerli yazıcıların (katiplerin) efendisiydi. Sümerliler, astroloji ile uğraşırlardı. Bu alandaki bilgileri olağanüstü kesinlikteydi ve bir başka dünyaya göç edeceklerine inanıyorlardı. Bu yüzden efendileri ya da krallarıyla birlikte canlı canlı gömülen hizmetçiler ve uşakların kaderi, sanıldığı gibi pek acı değildi. Bilindiği kadarıyla, tapınaklar yapmayı düşünen ilk insanlar Sümerlilerdir. Sümerlilere göre göklerden bu tapınağa inen tanrı, üstünlüğünü asıl orada belli ederdi. Bu tapınaklara Teras adı da verilebilir. Her şehrin bir ya da birçok terası vardı. Teraslar bütün siteye egemendi. Birbirinden yüksek olan ve kat kat ayrılan bu teraslar yavaş yavaş, Eski Ahit’te sözü edilen “dağlar” ya da “kuleler”e dönüştüler. Kutsal bir yerin yapılması Sümerliler için bir görevdi. Gökle toprak ve inanç yapıları arasında bağlantı oluşturan zigguratların kökü buradadır. Prof. Woolley, 1922 yılında Bağdat’ın güneyinde, 350 kilometre ötede bulunan Ur şehrinin kalıntılarını incelerken bir kral mezarlığı buldu. Mallowan’ın yardımıyla 1922 yılından 1932 yılına kadar düzenli bir çalışma sonucunda mezarlığı ortaya çıkardı. Bu mezarlık Sümer uygarlığının gerçek niteliğini aydınlattı. Woolley, 1850 tane mezar açtı. Buralardaki eşyaların türü bakımından çoğunun tarihini belirlemek mümkün oldu. 751 mezarda kesin bir tarih sağlanabilecek hiçbir eşyaya rastlanmadı. Mezarlardan özellikle on altı tanesi süslemenin zenginliği, değişik yapıları ve gömülme biçimleri açısından arkeologların dikkatini çekecek nitelikteydi. İçlerinde, ölünün eşyalarından başka, gömme töreni sırasında kurban edilen kimselerin eşyaları da vardı. Ölülerin sayısı mezarlara göre 6 ile 80 arasında değişiyordu. Basit duvarlarla çevrili mezarların içinde kurban edilmiş kimselerin iskeletleri bulunuyordu.
9
Sümerlilerde kralların ya da prenslerin gömülme törenleri yapılırken törene sarayın ileri gelenleri, askerler, hizmetçiler ve uşaklar katılırdı. Renk renk elbiseler içindeki kadınlar, altın taçlar, altın küpeler, lacivert taşları ile süslenmiş taçlar, altından yapılmış yapraklar, kırmızı akikler, gümüş saç iğneleri, taraklar, kolyeler ve kopçalar takarlardı. Alaya katılanlar mezara girerler, onları da arabacıların yönettiği ve öküzlerle eşeklerin çektiği arabalar, yeraltı yapısına kadar izlerdi. Ellerinde kil vazolar, taştan madenden yapılmış bardaklar tutan erkekler ve kadınlar, mezarın orta yerine yerleştirilmiş içinde zehir bulunan, bakırdan bir şarap çanağına yaklaşırlar, bardakları bu şarapla doldurarak içerlerdi. Uşaklar ise mezara kapatılan hayvanları öldürdükten sonra çekilirlerdi. Daha sonra giriş koridoru toprak ve taşlarla doldurularak kapatılırdı. (Burada kurban ibadetinden bahsedildi.) Prof. Woolley’e göre, herkes bu duruma kendi isteğiyle uyardı. Ortaya çıkarılan mezarların hiçbir yerinde şiddet izine rastlanmamıştır. Ölüm bir kurtuluş gibi benimsenmiş, daha iyi bir dünyaya gitmek için mutlu bir yaşantının
10
başlangıcı sayılmıştır. Taçlar, mücevherler ve eşyalar yerli yerinde dururdu. Müzikçiler bile son soluklarına çalgılarını çalar durumdaydılar. Her mezarda görünüm aynıydı: Kralın ya da prensin alayındaki her üyenin elinde bir zehir bardağı vardı ve her mezarın orta yerinde de bir zehir çanağı bulunuyordu. Bu kolektif intihar olayını herkes kendi isteğiyle benimsemişti. Bununla birlikte kesin bilinen bir şey vardır: Bu kurbanlar, bazı bilginlerin sandığı gibi, tanrılara adanan kurbanlık bakireler değildir. Gerçekten de erkek kurbanlar çoğunluktadır. Ur kral mezarlığında Woolley’in bulduğu ölüm töreni eşyalarının zenginliği, her türlü düşünceyi aşmaktadır. Leonard Woolley, Ur mezarlarına girdiği zaman efendilerinin yanı başında çömelmiş uşakları görünce, çok şaşırmıştı. Mezarların kapısı önünde askerler nöbet tutuyorlardı; uşakların ellerinde hayvanların dizginleri, müzikçilerin aletleri vardı. Mezarın çevresinde toplanan saray kadınları dinleniyorlardı. Efendilerine bütün varlıklarıyla bağlı olan erkekler ve kadınlar onları ölüme kadar izlemişlerdi. Kral-tanrılarının yanında, artık sonsuz gecenin derin endişelerinden kendilerini sıyrılmış görüyorlardı.10
11
Yazgıyı Belirleyen Yedi Büyük Tanrı11
Sümer teolojisinde, görevleri ve özellikleri bakımından diğer tanrılardan ayrılan ve panteonda önemli konumlarda bulunan yedi büyük tanrı vardır. Evrenin oluşumu, yeryüzündeki yaşamın devamı, insanın kaderi, tarım, verimlilik, yaratma, ölüm gibi hususlar bu tanrıların sorumluluğundadır. Ayrıca hava, su, toprak gibi temel unsurlar da bu tanrıların kontrolü altındadır.
1-) An (Anu) Sümer kaynaklarında An olarak isimlendirilen bu tanrıya, Akadlar “Anu” şeklinde isim vermişler ve ona tapınmaya devam etmişlerdir. Sümerlere göre önemli bir olay olduğu zaman diğer tanrıların da katıldığı meclisi An toplardı. “An” kelimesi “gökyüzü” anlamına gelmektedir. Tabletlerde tanrıları belirtmek için kullanılan sembol veya harfin önüne bir yıldız işareti konulur, bu yıldız işareti dingir kelimesiyle ifade edilerek, kullanılan kelimenin tanrıyı kastettiği vurgulanırdı. Bu yıldızın yalnız başına bulunduğu anlardaki özel manası ise An’dır.
2-) Enlil (Nunamnir) Enlil, Sümer tabletlerinde Nunamnir ismiyle de zikredilmektedir. Mezopotamya’da ilk olarak Akadlar tarafından tapınılmış olan Enlil’e Akad dilinde “Ellil” denilmekteydi. İlkçağ Mezopotamya Tarihi’nde her dönem tanrılar panteonunun en önemli isimlerinden birisi olarak kabul edilmiş, An’ın bölgedeki etkisini giderek kaybetmesinden sonra ise onun yerine geçmiş ve Sümer tanrılar panteonunda baş tanrı unvanını almıştır. Sümerlerin Enlil’e tapınmasından sonra Asur ve Bâbil tanrıları arasına da girmiştir. Babil döneminde her ne kadar MÖ 2500 yıllarında baş tanrı olarak kabul edilse de daha sonra Marduk, Enlil’in yerini almıştır.
12
3-) Enki (Ea) Sümer tanrılar panteonunda yer alan Enki, Babilliler tarafından, Akadca Ea ismiyle anılmıştır. İlk dönemlerde tanrı An’ın kendi benzerini yarattığı Nudimmud olarak biliniyordu. Mezopotamya’da kullanılmış bir diğer ismi ise Enkil’dir. Yer altı sularının tanrısı ismiyle betimlenen Enki’nin kült şehri Eridu’dur. Eridu kentinde tanrı Enki’ye adanarak yapılmış Apsu tapınağı bulunmaktaydı. Aslında Apsu, yeraltında bulunan tatlı su okyanusuna verilen bir isimdir. Yeryüzündeki bütün suların kaynağı burasıdır. Enki’ye verilen sayısal değer ise kırktır. Bu durum Enki’yi tanrılar panteonunda, Eridu’yu ise dini açıdan bütün Sümer şehirleri içerisinde üçüncü sırada yer aldığını göstermektedir.
4-) Ninhursag (Nintu) Ninhursag, tanrılar panteonunda yazgıları belirleyen yedi tanrıdan dördüncüsüdür. İlk dönemlerde Enki’nin önünde yani üçüncü sırada yer almasına karşın daha sonraları Apsu rahiplerinin ısrarlı çabaları sonucu panteondaki konumunu Enki’yle yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Ninhursag, ulu hatun manasındaki Ninmah ve doğuran hatun karşılığındaki Nintu ismiyle de adlandırılmıştır. Dağlık ülkenin kraliçesi, dağın kraliçesi, doğurgan kraliçe ve soylu kraliçe gibi ifadelerle isimlendirilmiş ve Sümerler tarafından yüceltişmiştir. Sümerler, Ninhusrag’ı büyük toprak ana olarak isimlendirirler ve buna göre ibadet ederlerdi. Sümerlerin haricinde daha sonraki dönemlerde Asurlular ve Babilliler tarafından da tapınılan bir tanrıça olmuştur.
13
5-) Nanna-Sin (Sin) Sümerler ay tanrılarına Nanna, Nannar veya Suen isimleriyle seslenirlerdi. Bazen birbirinden farklı iki ismi birleştirerek kullandıkları da görülmüştür. Sonraki dönemlerde ise Sami kökenli Akadlar, ay tanrısına Sin adını vermişlerdir. Bu isimlerin yanı sıra Asimbabbar, Namraşit ve Inbu’da Nanna-Sin’i nitelendirmek için kullanılan kelimeler arasındaydı. Nanna-Sin, panteonda Enlil’in oğludur. Sümer teolojisine göre, cehennemde doğduğu için karanlığı benimser ve gelen yardımlardan olabildiğince uzak durur. Ur kentinin koruyucu tanrısı olarak kabul edilmiştir. Sümer metinlerinde Nanna-Sin’in yeraltı dünyasında, ölüleri yargıladığı anlatılmıştır. Zamanı belirleyen tanrı olduğu ifade edilir. Nanna-Sin’e atfedilen en önemli özelliklerden birisi, yeryüzünde yaşayan kralların yapmış olduğu yanlış işler karşısında büyük bir intikamla hareket etmesi ve onları cezalandırmada önemli bir güç olmasıdır. Nanna Enlil’in kenti Nippur’un Agade tarafından yıkılması Ekur’un yerle bir edilmesi ve burada kutsal kabul edilen bütün dokunulmazların harap edilmesi sonucunda Tanrılar panteonunda Agade, Nippur gibi yıkılacak! diye yemin etmiştir.
6-) Utu (Şamaş) Sümerler Utu, Akadalar ise Şamaş kelimeleriyle isimlendirmiştir. Sümerlere göre Utu, adaletin, hukuk ve kanunların, yeryüzündeki ve tanrılar âlemindeki düzen ve intizamın tanrısıydı. Güneş tanrısı Utu, güneşin aydınlığıyla ve onun parlak ışıltısıyla özdeşleşmiştir. İnsanların dünyasını aydınlatmak, bitkilerin büyümesini sağlamak ve bütün canlılara sıcaklık vermek için her gün doğu dağlarının açık kapılarından gelerek dünya üzerinde her yere ulaştığına, akşam olunca da ufkun batı tarafındaki paralel kapıdan ölüler diyarına gittiğine inanılırdı.
14
7-) İnanna (İştar) Sümerler’in İnanna şeklinde isimlendirdikleri bu tanrıçaya Akad dilinde İştar adı verilmiştir. Çivi yazılı tabletlerde, gökyüzü tanrısı An’ın Enlil veya ay tanrısı Nanna-Sin’in kızı olduğu yazılıdır. Güneş tanrısı Utu ve yeraltı dünyasının kraliçesi Ereşkigal, İnanna’nın kardeşleridir. Elçisi ise Ninşbuur’dur. Tanrıça İnanna’nın tapınağı E-ana Gökyüzünün evi manasına gelmektedir ve Uruk’ta bulnumaktadır. İnanna, An’dan sonra Uruk’un en önemli ilahesiydi. An’ın zamanla önemini yitirmesinden sonra Uruk’ta değeri ve gücü giderek artmıştır. İnanna’nın kült kenti Uruk olmakla birlikte farklı yerel biçimleri de ortaya çıkmıştır. Bu duruma, Zababa’lı İnanna, Agade’li İnanna, Kiş’li İnanna, Nineveh’li İştar, Arbail’li İştar gibi örenkleri verebiliriz.
Evet, göründüğü üzere Sümerler çok çeşit gelenek-görenek, inanç ve tanrıya sahip olarak hayatlarında büyük bir “süreklilik arz eden” iman silsilesi yaratmışlar ve bununla birlikte ülkelerini şekillendirmişlerdir. Bugün üzerinde yaşadığımız topraklarda da, medeniyetlerin ilk zamanlarındaki yapılmış bu şehirlere rastlıyoruz. Anadolu, Güneydoğu Anadolu bölgeleri bu bakımdan çokça zengin olmakla birlikte, dünya kültürel mirasını da büyük ölçüde önem arz edecek derece içinde barındırıyor.
15
Ordu – Askeriye
Sümerler Sinear’a fâtih olarak girmiş oldukları için ilk günden itibaren orduya ehemmiyet vermişlerdir. Yeni yurtlarında kendilerine mücavir olan kavimlerden Elamlar şarkından, Subariler şimalinden, Gutiler, Kasitler şimali şarkiden, Samiler ise garpten ve cenubu garbinden memleketlerini tehdit ediyorlardı. (Garb: Batı, Şark: Doğu, Şimal: Kuzey, Şimali Şarki: Kuzeydoğu, Cenub: Güney, Cenubu Garb: Güneybatı) Bu hal, bidayetten beri mevcut olan ordunun, müteakip asırlarda daima ehemmiyetli tutulmasına sebep olmuştur. Akadlılar’dan evvelki devirlere ait vesikalar, Sümerler’deki askerlik hayatı hakkında bir fikir edinmemize yardımcı olacak kadar fazladır. Bu vesikalardan anlaşıldığına göre, Sümerler’de bütün erkekler askeri mükellefiyete tabi bulunuyorlardı. Yalnız mabetlerin, Patesi ve Lugal’lerin hizmetlerinde bulunanlar ile toprağa merbut çiftlik sahipleri, askeri mükellefiyetinden (zorunluluğundan) müstesna (harici) tutuluyorlardı. Sümer ordusunun kısmen piyade, kısmen de arabalı süvarilerden oluştuğu anlaşılıyor. Ur devrinden daha sonraki zamanlara ait diğer ibr abide ise Lagaş kralı Eannatum’un Umma’lı galebesinden sonra rekzedilmiş olup bugün Akbabalar sütunu denilen dikilitaş üzerindeki kabartmalarda bu her iki kısım asker görülmektedir. Tello’da bulunup elyevm Fransa’nın Louvre Müzesinde mahfuz olan bu abide Sümerlerin askerlikte ne kadar profesyonel olduklarını bütün ayrıntılarıyla ile göstermektedir. Sümer piyade askerleri ya Akbabalar sütununda görüldüğü gibi kısa bir Konakeş etek veya Ur sancağında olduğu gibi bakırdan mamul gibi görünen ağır ve sert bir manto giyiyorlardı. Silahları bir kargı veya iki elleriyle kullandıkları mızraktan ibaretti. Bu suretle her kargılı, mızraklı askere kalkanlı diğer bir asker refakat ediyordu. Bunlar iki elleriyle taşıdıkları kalkanlarla gerek piyade olarak ve gerek araba üzerinde hücum edecek düşman kıtalara karşı bir müdafaa seddi haline geliyorlardı. Askerin başlarında hemen umumiyetle birer miğfer bulunuyordu. Bunlar kulakları da örtecek surette yapılıyorlardı.
16
Sümer askerleri, boğaz boğaza savaşmak zorunda kaldıkları zaman, kullanmak üzere ayrıca saplı balta ve topuzlarla da mücehhez bulunuyorlardı. Tello’da, Mesilim tarafından Ningirsu’ya takdim edilmiş aslan tasvirleriyle müzeyyen bu nevi topuz yani gürz bulunmuştur. Arabalar: Sümerlerin kullandıkları harp arabaları dört tekerlek üzerine mevzu ve ekseriya yabani eşekler tarafından çekilen sandık gibi bir şeydi. Sandığın içinde iki kişilik yer vardı. Bu yerin biri arabacıya diğeri de muharibe mahsustu. Muharip elinde tuttuğu ince ve uzun mızrağı hasmı üzerine fırlatmak suretiyle savaşırdı. Sümer ananesine göre ok ve yayın silah olarak istimali daha eski devirlere aittir. Muharebelerde kral ordunun başında ve önde bulunurdu. Kral ince bir kumaştan veya keçi derisinden mamul ve sol omuzu örten bir Konakeş giyerdi. Başında mahrut bir miğfer ve üzerinde de en örten küçük bir topuz bulunurdu. Bu topuzun uzun saçlar bırakıldığı devirlerde, savaşılırken saçların düşmanın görünmesine mani olmamaları için ensede topuz yapıldığı zamanların bir hatırası olması muhtemeldir. Hükümdar yaya veya araba ile savaştığına göre bir mızrak veya bir bağla sıkıştırılmış çubuklardan müteşekkil bir nevi silahla mücehhez bulunurdu. Akbabalar sütununda kralı elindeki mızrak uzun ve gerisi kalınca ve tamamıyla Türkmenlerin kullandıkları mızraklara müşabihtirler. Zaferden sonra kral, muzafferiyetini bir öküz kurban etmek suretiyle tebcil ederdi. Akad devri silahları, dağlık bir mıntıkalarda düşman takibini tasvir eden Naram Sin’in zafer sitelinde görülmektedir. Sus’ta bulunarak Fransa’nın Louvre Müzesine götürülmüş olan bu sitelde hükümdarın bacakları arasında dizlerine kadar sarkan kısa bir atkı bulunmaktadır. Ayaklarında sandal, başında ise ensesini örten istitaleli bir miğfer vardır. Sol elinde bir yay bulunuyor, kolile de bir baltayı göğsüne sıkıştırıyor. Sağ elinde de uzun bir ok görülüyor. Asker; sıra üzerine dizili keşif kıtaları şeklinde tasvir edilmiştir. Bu kıtalardan biri mızrakla diğeri de yayla sorumludur. Her kıtanın başında sakallı bir zabit görülüyor. Zabitlerin sarılmış olan atkıları askerinkinden daha kısadır. Başında da asker gibi bir miğfer bulunmaktadır. Zabitlerden biri bir mızrak, bir de balta-i mücehhezdir. Diğerinin ise yalnız bir baltası vardır. Askerlere gelince bunlar da baltadan başka ya mızrak veya bir sancak taşımaktadırlar. Sümerlerin müdafaa için kalkan kullandıkları da hafriyat eserlerinden anlaşılmaktadır. Bu devre ait bir tabletten miğferlerin bakırdan ve tunçtan yapıldığı anlaşılmaktadır. Baltalar da bakırdan ve tunçtan imal ediliyor, bazen üzerlerinde
17
gümüş ezyinat bulunuyordu. Mızrak uçlarındaki başlıklar da yine ya bakırdan veya tunçtan yapılıyorlardı. Ur devrinde askere kumanda,amme hizmetlerine ait angaryalara nezaret eden zabitlere Numanda deniliyordu. Askeriye hizmetinde bulunmaları mecburi olan bir sınıf vardı. Bunlara ukuşlar deniliyordu. Bunların hususi başbuğları vardı. Samiler ukuş mukabıli olarak Redum (Köleleri sevk edenler) diyorlardı. Hammurabi kanununda sefere çıkan hükümdarın maiyetinde bulunmak mecburiyet ve imtiyazını haiz iki sınıf vatandaştan bahsetmektedir. Bunlardan biri Redurn’lar yani esir sevk edenler, diğeri ise Bayrum’lar yani balıkçılardır. Bu tabirleri bugün o zamanki manasına göre tercüme etmek kabil görünmüyor. Çünkü o zamanlar bu tabirlerin ifade ettiği vazife ve memuriyetlerin emsali yoktur. Ukuş ve Redum’ların vazifeleri ordu için asker toplamak, Bayrumların vazifeleri ise inzıbatı temin etmekti. Her iki kısım vatandaşlar da kral tarafından hizmete davet edildikleri zaman behemehal bizzat ispatı vücut etmek mecburiyetinde bulunuyorlardı. Redum’larla Bayrum’lara pansiyon mahiyetinde olarak tahsis edilen tımara İlku akçesi denilmektedir. İlku bahçe, ev, tarla olabildiği gibi hayvanatta olabilirdi. İlku ne haciz edilebilir, ne de satılabilirdi. Satın alan verdiği parayı kaybetmiş olurdu. Bedum veya Bayrum’lardan biri vazife uğrunda telef olursa İlku’su evlatlarına kalırdı. Çocukları küçük ise, İlku’nun üçte biri çocuklarını büyütmek üzere analarına veriliyordu. Bir Redum veya bir Bayrum tımarını ihmal veya terk eder ve başka birisi tek umumiyesiyle beraber o tımarı deruhte ederse, üç sene geçtikten sonra ilk sahibin istirdat talebi hakkı, sakıt olurdu. Esir düşen bir askerin fidye mukabilinde kurtarılması vazifesi, şahsa serveti yoksa, ailesinin mensup olduğu mabede ait idi. Mabedin de mali kudreti bulunmazsa, bu vazife devlete düşerdi. Sümer’ler ordularına pek ziyade ehemmiyet verdiklerinden hem ordunun kuvvetini muhafazası hem de askerlerin hukukunun temini için ağır hükümler koymuşlardır. Bir kimseyi kanuna muhalif olarak kralının hizmetinden uzaklaştıran adam, içtimat mevkii ne olursa olsun, ölüm cezasına çarpıtılırdı. Bir askerin servetini cebren aşıran, veya soyan adam da ayni suretle ceza görürdü.
18
Chadwick ebedi yazıtlardan çıkardığı bir sonucu ele alalım: Politik birimler bir kral ya da prensin savaşta ki yiğitliği ile elde edip koruduğu ve yönettiği küçük krallıklardan oluşur. İktidarda kalmak için başlıca dayanağı Camitatus’tan yani ne kadar delice ve tehlikeli olursa olsun her girişiminde sorgulamaksızın her emrini getirmeye hazır, silahlı, sadık taraftarlar grubundan alır. Sümer uygarlığında askerlik konusunda bir sonuç yapacak olursak; Sümerler hem zengin hemde fatih bir kavim oldukları için ya kendilerini korumak yada bölgede egemenliklerini kabul ettirmek için komşularıyla sık sık savaşmak zorunda kalıyorlardı. Bu yüzden de baştan itibaren iyi bir ordu sistemi geliştirmişler ve askerliğe önem vermişlerdir. Sümerlerde her erkek asker sayılıyordu.12
19
Eğitim
Sümerlerin uygarlığa yaptıkları en önemli katkı şüphesiz çivi yazısının icadı ve gelişimidir. İlk yazılı belgeler Uruk adlı bir Sümer kentinde bulunmuştur. Bunların çoğunluğu, resim yazısıyla yazılmış ekonomi ve yönetsel ibarelere ait küçük kil tabletlerdir. İçlerinde, okuma ve alıştırma yapma amaçlı sözcük listeleri de bulunmaktadır. Anlaşılan, yazı yazmanın resmen öğrenildiği bazı okullar vardı. Bu MÖ 3000’lerde bazı yazmanların ögretme ve öğrenme üstüne düşünmüş olduklarını göstermektedir. 1902-1903 yıllarında Şuruppak kentinde (Nuh’un memleketi) yapılan kazılarda MÖ 2500 yılına ait ders kitapları çıkarılmıştır. MÖ II. binyılın ilk yarısında, öğrencilerin günlük ödevlerinin olduğu yüzlerce uygulama kil tabletler bulunmuştur. Bu yazılar acemice çiziklerden, ilerlemiş ve mezun olma noktasında olan öğrencilerin aldığı belgelere kadar çeşitlilik göstermektedir. Bu belgeler, bize öğretim ve eğitim programları hakkında pek çok şey söyler. (Okulun amacı, hedefi, öğretmen ve öğrencilerin öğretim yöntemleri vb.) Sümer okulları, “mesleki” eğitim vermeyi amaçlıyordu. Özellikle tapınak ve sarayın ekonomik ve yönetsel gereksinimlerini karşılamak amacı ile kurulmuştu. Okul, bilim ve kültür merkezi haline gelmişti. Tanrıbilimi, bitkibilimi, hayvanbilimi, madenbilimi, coğrafya, matematik, dilbilgisi ve dilbilimi eğitimi alan öğrencilerden, zaman zaman bu bilimlere katkıda bulunan bilim adamları ve bilginler yetişti. Başlangıçta büyük bir olasılıkla tapınağa bağlı olan Sümer okulu, zaman içinde dinden bağımsız bir kurum haline geldi. Öğretmenlerin ücretleri velilerden karşılandı.
Tahmîni Sümer Okulu
20
Okul Kalıntıları
Sümer okullarında mecburi bir eğitim yoktu. Sümerliler çocuklarını, hem statü hem de ekonomik fayda sağlamak için okula göndermek isterdi. Eğitim uzun zaman aldığı için masraflıydı, bu nedenle sadece durumu iyi olanlar ve soyluların çocukları okula giderdi. 1946 yılında Alman çiviyazısı uzmanı Nikolaus Schneider, bunun doğruluğunu çağının kaynaklarından yola çıkarak ustalıkla kanıtladı. Schneider bu verilerden bir liste derledi ve yazmanların yani, okuldan mezun olanların- babalarının, yönetici, “kent babası,” elçi, subay, kaptan, yüksek dereceli vergi memuru, rahip, idareci, denetçi, ustabaşı, yazman, arşivci ve sayman olduklarını buldu. Kısacası, yazmanların babaları ülkenin en varsıl yurttaşlarıydı. Bulunan belgelerde tek kadın adı bile yoktu. Okula giden öğrencilerin geneli erkekti. Kızlar okullara gönderilmezlerdi. Ev işleri ve evde öğrenme yöntemleri ile derslerini tamamlarlardı. Kadın kâtibelerin olması, bize kızların özel ders aldığını düşündürüyor.
Öğrencinin, öğretmen yazısını kopya yaparak öğrenmesi.
21
Okulda “Ummia” denilen ve günümüzde uzman dediğimiz sorumlu yöneticiler bulunurdu. Ummiaların yardımcıları da öğretmendi ve onlara “ağabey” deniliyordu. Öğrenciler ise “okulun oğulları” olarak söylenirdi. Tabletlerden anlaşıldığına göre bu öğretmen yardımcıları, Sümer eğitimindeki müfredat programının önemli bir parçasını oluşturan ezber dinleme işi, kopyalama işi ve yazma işlerinden sorumluydular. Eğitim yaygınlaşıp kalitesi arttıkça, buna ilaveten okulda cezadan sorumlu kamçı görevlisi, çizim görevlisi, Sümerce yazmadan sorumlu kişiler de oldu. Disiplin, Sümer okullarında büyük sorun olmuşa benziyordu. Dayak hiç esirgenmiyordu. Kuşkusuz övgü de vardı ama kusurları düzeltmek için öncelikle sopaya güveniliyordu. Öğrenciler, gün doğumundan gün batımına kadar okuldaydı. Sümer okullarında eğitim programı, yazının öğretilmesi ve edebi yaratıcılık olmak üzere iki kısımdan oluşuyordu. Sümerli bilginler, çeşitli matematik tabloları ve çözümleriyle birlikte pek çok ayrıntılı matematik problemi hazırlıyorlardı. Tanrı “ENKİ” emrettiği için Sümerce öğrenirlerdi. Okulun amacı öğrencilere yazı ve Sümercenin öğretilmesiydi. Daha sonra kendilerine özgüvenin yanı sıra edebî metinler hazırlama öğretilir, her alanda konular bilimsel yöntem ve sınıflandırmalarla yapılırdı. Bu metodlar, MÖ III. binyılın ortalarından itibaren Sümer okullarında kitap haline getirilmiştir. Edebi yaratıcılık, okulları eğlenceli hale getirmekte idi. Günümüze kadar gelmiş olan şiir, destan ve ilahiler, bunları doğrular niteliktedir. Özellikle Gılgamış Destanı, en önemli eserdir. Öğretim metodları hakkında fazla bilgi olmamasına rağmen, Sümerli bir çocuğun geçirdiği yirmi dört saat hakkında bilgi veren okul tableti vardır. Bu tablet Amerikalı bilgin Kramer ve Falkenstein tarafından tercüme edilmiştir. Sümerlerin giderek Sami kökenli Akadlarca fethedilmesinin bir sonucu olarak, Sümerli profesörler bilinen en eski “sözlükler”i hazırlamaya girişmişlerdi. Sami kökenli fatihler yalnızca Sümer yazısını ödünç almakla kalmadılar, Sümerce konuşma dili olmaktan çıktıktan çok sonra da üzerinde çalışıp taklit ettikleri Sümer edebi eserler hazinesine kondular. Bunun için de Sümerce sözcük ve deyimlerin Akadcaya çevrildiği “sözlükler”e pedagojik bir gereksinim doğdu. Sümer tanrı ve kahramanlarının başarılarını ve yiğitliklerini konu alan ve
22
kutlayan şiir biçimindeki mitler ve destanlar, tanrı ve krallara ilahiler, Sümer kentlerinin yıkılıp yok edilmesine yazıklanan ağıtlar, atasözü, fabl ve denemeleri içeren bilgelik yapıtlarıdır. Sümer kalıntılarından çıkarılan binlerce tablet ve parçanın bir kısmının, kadim Sümer öğrencilerinin deneyimsiz ellerinden çıktığı açıktır. Öğretmen eski kopyalardan bir nüsha hazırlıyor, öğrenci ona bakarak yazıyordu ve bu şekilde eski metinler kopyalanmış oluyordu. Sümer okullarının, hiç bir açıdan ilerlemeci eğitim diye adlandırabileceğimiz nitelikte bir eğitim vermedikleri bilinmektedir. Disiplin konusunda çok acımasızlardı. Dayak, yanlışları düzeltmek için kullanılıyordu. Çocukların, ilk yetişkinlikten erişkinliğine kadar olan yılları okulda geçerdi. Muazzez İlmiye Çığ hocamızın açıklamasına göre, belgelerde çocukların “keşke tatiller daha fazla olsaydı” demesi, hafta tatillerinin olduğunu göstermektedir.13
23
Sümer Okulları
Mezopotamya’da yapılan kazılarda Nipur, Sippar ve Ur’da, okul olabileceği düşünülen yapılar bulunmuştur. Sıradan ev odalarından farkı yoktur. Dolayısıyla bilgilerin doğruluğu net değildir. 1934-35 kışında, Nippur’un kuzeyinde bulunan kadim Mari kentinde kazı yapan Fransızlar, bir, iki ya da dört kişinin oturabileceği pişmiş tuğladan sıraların bulunduğu, kesin olarak tipik bir sınıf özelliği sergileyebilecek iki oda bulmuşlardı. Garip olan, bu odalarda hiç tablet bulunmamasıydı; o nedenle bu saptamaya da pek kesin gözüyle bakılmamalıdır. (Dr .Muazzez İlmiye Çığ) Kil tabletlerde öğrencilere örnek verilip yazmaları söylenmiştir. Peki bunu nasıl anlıyoruz? Öğretmenin verdiği örnek düzgün, öğrencinin yazılarının ise eğri olması bunu göstermiştir. Bunlar kaldırılıp atılıyordu. Ancak zamanla bu tabletler toprak altından çıkartılmıştır. (Dr.Muazzez İlmiye Çığ) Öğrencilere çalışma için verilmiş anlaşma yazıtlarında tarih ve isimlerin eksik oluşu bunların kopya olduğunu göstermiştir. Okullarda her türlü bilgi ve ayrıca gramer öğretildiğini de görüyoruz. Okullarda Sümerce’nin yanı sıra diğer dil Akadca öğretiliyordu. Hangi belgenin neye ait olduğuna dair raflara bağlanan etiket ortası delinip iple rafa bağlanmıştır.14
Hangi belgenin olduğuna dair raflara bağlanan etiket (ortası delinip iple rafa bağlanmış)
24
Sümer Coğrafyası
Haritalar ____________________________________________________________
25
26
27
Sonsöz
Objektif Mizansen Tarih Araştırma Grubu’nun muhtelif medeniyetler üzre araştırmasında sorumlu bulunduğum “Mezopotamya” coğrafyasının ilk durağı olan “Sümerler”i; kuruluş, siyaset, toplum, askeriye, din ve coğrafya olarak anlatmaya gayret gösterip, belirli kurumlarda ve toplum içinde süregelen adetleri/gelenek & görenekleri de anlattım. Bu çalışmamın yapısı; kıymetli ve köklü eserlerden alıntı yapmak, kendi yorumumu eklemek ve anlaşılır bir şekilde düzenlemek şeklinde oluştu. Mezopotamya uygarlıklarının, bilhassa cihan uygarlıklarının en köklülerinden olan Sümerler, medeniyet (bkz: medeniyet kavramı, sf.1) bakımından bugüne ve bugünden sonrasına çok şey bırakmakla beraber, hayatın devamında bizlere ilham konusu olmaktadır.
Akadlar ile devam edecek II. cilt ve ardından sırasıyla; Asurlar, Babiller vs. olarak tamamlanmaya yüz tutacak bu seriyi büyük bir titizlik ve özveriyle hazırlamaya çalışırken aklıma birkaç fikr geldi. Bunları sizlerle paylaşmak istiyorum. İtalya’da, Fransa’da, ABD’de ve dünyanın “gelişmiş” diğer ülkelerinde turistler en yoktan şeylere (İtalya’da havuza para atmak, merdivene oturmak için) para veriyor, orada bulundukları sürece gittikleri ülkenin GSYİH’ine turizm açısından ciddi miktarda gelir kaynağı oluyorlar.
Ne Yapmalı? Bizler ise içimizde İlkçağlardan, Yakınçağa kadar uzun bir zaman diliminin sürekli aktif şekilde rol aldığı topraklarda yaşamamıza rağmen bir şey yapmıyoruz. Bunları değerlendirmeli ve dünyaya buranın önemini daha çok kendi aracılığımız ile belirtmeliyiz. İhtiyacımız olan; bizden binlerce yıl önce bu coğrafyada veyahut yakınlarında yaşamış “eski” uygarlıklara sahip çıkmak ve en az onlar kadar medeni olmak.
28
Kaynakça 1. Hayat Ansiklopedisi, Ağustos 1962. 2. Meydan LAROUSSE, 1987 3. TDK, 1992 4. Ivar LISSNER, Uygarlık Tarihi, sf. 7. 5. Uygarlığı Doğuran Halk Sümerler, Gökhan TOK, sf. 2. 6. Uygarlığı Doğuran Halk Sümerler, Gökhan TOK, sf. 3. 7. Uygarlığı Doğuran Halk Sümerler, Gökhan TOK, sf. 4. 8. Uygarlığı Doğuran Halk Sümerler, Gökhan TOK, sf. 4. 9. Ivar LISSNER, Uygarlık Tarihi, sf. 8,9. 10. Ivar LISSNER, Uygarlık Tarihi, sf. 11,12,13,14,15,16. 11. Sümerlerde Tanrı Anlayışı ve Tanrılar Panteonu, Abdullah ALTUNCU, sf. 122,123,125,127,129,130,131,132. 12. http://www.akademiktarih.com/tarih-anabilim-dal/2170-k-rihi/23mezopotamyada-ordu-teati.html 13. Sümer’de Eğitim ve Bilim Dr. Muazzez İlmiye Çığ, Samuel Noah KRAMER, Tarih Sümer’de Başlar. 14. Sümer’de Eğitim ve Bilim Dr. Muazzez İlmiye Çığ, Samuel Noah KRAMER, Tarih Sümer’de Başlar.
29