Cogito - Cinsel Yonelimler ve Queer Kuram

Page 1

u

Yapı Kredi Yayınları - Üç aylık düşünce dergisi - Sayı: 65-66 / Bahar 2011

Cinsel Yönelimler ve Q ueer Kuram

Yapı Kredi Yayınları


Cinsel Y繹nelimler ve Queer Kuram Say覺: 65-66 Bahar 2011


Cogito Üç aylık düşünce dergisi Sayı: 65-66 B ahar, 2011 2, baskı: Ocak 2014 ISSN 1300-2880 Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş. adına sahibi:

Levent Altunbek Genel Müdür:

T ülay G üngen Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:

Aslihan D inç Dergi Editörü:

Ş eyda Ö ztürk Danışma Kurulu:

Ş eyla B enhabIb , Zeynep Direk , M ünir G öle , F erda KeskIn, Kaan H. Ö kten, M ehmet RIfat, Zeynep Sayin, G üven Turan Düzelti:

Yapı Kredi Yayınları: 3300 Reklam ve Halkla İlişkiler:

Derya S oğuk Yazışma Adresi:

COGİTO Yapı K redi K ültür Sanat Yayıncılık A.Ş. istik lal Caddesi, No: 161 Beyoğlu 34433/İstanbul Tel.: (0212) 252 47 00 (pbx) Faks: (0212) 293 07 23 E -posta: ykykultur@ ykykultur.com .tr E -posta: seyda.ozturk@ ykykultur.com .tr İn te rn e t adresi: http://w ww.cogitoyky.com http://alisveris.yapikredi.com .tr Yayın Türü: Yerel süreli P artn er of "E uropean N etw ork of Cultural Journals - E u ro zin e’ "Avrupa K ültürel Yayınlar Ağı - E urozine” Üyesi w w w .eurozine.com

K orkut T ankuter Grafik Tasarım:

F aruk U lay, Akgül Yildiz Renk Ayrımı / Baskı: PROMAT BASIM YAYIM SAN. VE TİC. A.Ş. Sanayi M ahallesi, 1673 Sokak, No: 34 E senyurt-îstanbul Tel.: (0212) 622 63 63 S ertifika No: 12039

Cogito'da yayım lanan tüm yazıların sorum luluğu yazarına aittir. Dergide yer alan yazılar kaynak gösterilm ek kaydıyla yayım lanabilir. Yayın K urulu, dergiye gönderilen yazıları yayım layıp yayım lam am akta serbesttir. G önderilen yazılar iade edilmez. S ertifika No: 12334


Bu Sayıda: Cogito’dan 5 • Cinsel Yönelim ler ve Queer K uram 7 • Elizabeth Grosz • Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünm ek 37 • Zeynep Direk • B utler ve Hegel: Arzu, T anım a ve Akrabalık 52 • Ju d ith B utler • M addeleşen/Sorunlaşan B edenler (Bela Bedenler) 87 • Hülya D urudoğan • Ju d ith B utler ve Queer Etiği 99 • M organ Holm es • İnterseks: Tehlikeli B ir Farklılık 124 • B erfu Şeker • İnterseksüellik ve Cinsiyetin İnşası 132» M ichel Foucault • Herculine Barbin’e “Giriş” 140 • Selin B erghan • T ransfem inizm 149 • Selçuk C andansayar • T ıbbın (eş)cinselliğe Bakışı İçin Bir Arkeoloji Denemesi 167 • F. Duygu Çabuk Kaya • K adın Beyni, E rkek Beyni Varsa Eşcinsel Beyni de Var m ı? 175 • Söyleşi: Julia Kristeva - H ülya D urudoğan • Gerçek Özgürlük B aşlangıç Y apm aktır / La vraie liberté, c ’est le com m encem ent 187» N oreen O’Connor: Psikanalizin Anarşisi 200 • M ary Lynne Ellis • H astam ız Hom ofobi 213 • Claire Colebrook • Queer K uram ın Olasılığı Üzerine 228 • Jan et Afary ve Kevin B. Anderson • Foucault, Toplum sal Cinsiyet ve Akdeniz ve M üslüm an T oplum larm da E rkek Eşcinselliği 263 • Selim S. K uru • Y aşanan, Söylenen ve Yazılan: Erkekler A rasında T utkusal İlişkiler 278 • Tolga Y alur • İhlal ve Belirsizlik: H ünsanın Bedeni, İslam H ukukunun K ararsızlığı 287 • H ande Öğüt • Lezbiyen E debiyat ve Eleştiri 322 • Lee E delm an • Gelecek, Çocuk Oyunu: Queer K uram , Özdeşleşm em e ve Ölüm D ürtüsü


340 • H ande Birkalan-G edlk • Türkiye'de 2000’li Yıllarda Farklılık, Cinsel Kim likler ve Kimlik Politikalarının Yönetim i 353 • Melek Göregenli • H eteroseksizm , Hom ofobi ve N efret Suçları: Sosyal Psikolojik Yaklaşım 366 • Virginie D escoutures • Lezbiyen Anneler: Eşcinsel Ebeveynlik Işığında K arşı Cinsiyet N orm atif Düzen 375 • M ehmet T arhan • L am bdaistanbul Aile G rubu (LtSTAG) Yeni Bir Aile, Yeni Bir Aktivist Dil 382 • H asan M etehan Özkan • A raştırm acı Bir Aktivist... 387 • Yener B ayram oğlu • Stonewall’d an O nur Y ürüyüşüne... 395 • E sra Yıldız • Queer ve Sessizliğin Reddi 411 • Burcu Ersoy »Her Kadın H eteroseksüel Değildir 431 • Ali Erol • Eşcinsel K urtuluş H areketinin Türkiye Seyri

Geçen Sayıdakiler 467 • Sayı 64 Heidegger: Varlığın Çobanı 468 • Yazarlar H akkında


Cinsel Yönelimler ve Queer Kuram

Tuhaf, acayip vb karşılık ları olan ve 1980’lerin sonunda eşcinsel erkekleri aşağılam ak için kullanılan queer ibaresi, 1990’la rın b aşın d a “cinsiyet n o rm ­ ları dahilinde” olm ayanlarca, yani gey, lezbiyen, travesti, transseksüel, biseksüel, interseksüel vb kişilerce, pejoratif anlam ıyla birlikte sahiplenilm iş, heteroseksüel m atrisin dayattığı ikili kim lik rejim inde öteki k ılın an la rı ve on­ ların eşit h a k la r m ücadelesini işa re t etmeye başlam ıştır. Queer hareketle p a ­ ralel olarak gelişen queer kuram , cinsiyetin tam a m e n bağlam la şekillendi­ ğine, sabit olm adığına, ta n ım ın ın ta rih boyunca koşullara göre değiştiğine dikkat çekerken, toplum sal yap ın ın bütününe n ü fu z etm iş olan heteroseksüel m antığı, yani heteronorm atifliği okum a, açık etm e ve alt üst etm e yolla­ rın ı araştırır. H eteroseksüel m atris karşısında queer olm ak ve queer d ü şü n ­ mek, sadece bu sistem ta ra fın d a n ötekileştirilenler için değil, bizzat heteroseksüeller için de elzem bir so rgulam a yoludur çü n k ü mesele salt (hetero’nun “karşıtı” olan) lezbiyen ve gey kim likler için eşitlik m ücadelesi değil, toplum ­ sal yapının akadem isinden h u k u k ve ekonomi sistem ine ve sanat d a lla rın a k ad ar nüfuz etm iş olan heteroseksist ve fallogosantrik rejim in işleyişidir. 1990’la rın başında, fem inist k u ra m ın ve gey ve lezbiyen ç a lışm aların bir uzantısı o larak gelişen queer k u ra m ın tem el k ita p la rın d a n b irin in (Episte­ mology o f the Closet) yazarı Eva Kosofsky Sedgw ick’in sözleriyle: “M odern Batı k ü ltü rü n ü n herhangi bir veçhesini, m odern hom oseksüel / heteroseksü­ el tan ım ın ın eleştirel bir çözüm lem esini k ap sam ad an an lam a g irişim lerinin tü m ü sadece eksik değil, özünde h asarlı kalm aya m ahkûm dur.”

Cogito, sayı: 65-66, 2011


6 : Cogito’¿/an

Cogzto’nun cinsel yönelim ler ve queer k u ra m özel sayısı heteroseksüel h e ­ gem onyanın b u y ru k la rın ı reddeden ve sadece gey ve lezbiyen kim liklerle sınırlan d ırılam ay acak olan queer pratiklere ve queer k u ram a d a ir m etinlerden oluşuyor. Ju d ith Butler’m K abalcı Yayınevi ta ra fın d a n yayım lanacak olan Bodies That Matter (M addeleşen / Bela Bedenler) k itabının ilk bölü m ü n ü n çevirisi­ ni bu sayıya veren C üneyt Ç akırlar ve D onat Bayer e ve yayınevine teşekkür ederiz. Ayrıca cogitoya cinsel yönelim ler üzerine bir sayı yapm a teklifiyle ge­ len y azarım ız Selçuk C andansayar’a, queer k u ram üzerine sayı yapacağım ı­ zı duy arak öneride ve katk ıd a bulu n an herkese, Kaos GLye, cinsel yönelim ­ ler dosyasının "dosya” olm aktan çıkıp kapsam lı bir çift sayıya dönüşm esini sağlayan ve önerilerini eksik etm eyen y a z ar ve o k u rlarım ıza m üteşekkiriz. H ülya D urudoğan, M ayıs 2010’da b ir konferans için Türkiye’ye gelen Ju ­ lia K risteva’yla cogito için söyleşi yaptı. K risteva’nın bu söyleşisini de, dü şü ­ n ü rü n çalışm aların ın queer kuram açısın d an ele alındığı b ir m akaleyle b ir­ likte yayım lıyoruz. Şeyda Öztürk

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek* ELIZABETH GROSZ

Bana soracak olursanız, queer her türlü toplumsal cinsiyeti, her türlü cinsel kanaati ve felsefeyi aşmaktadır. Queerlik bir varoluş halidir. Aynı zamanda bir yaşam tarzıdır. Ebediyen alternatif olan bir şeydir. Hem anaakım gey topluluğu için hem de anaakım lezbiyen topluluğu için. Şimdi queer olan şey beş yıl sonunda queer olmaktan çıkabilir. Toplumsal cinsiyet-ötesi queer her iki topluluk tarafından kabul edilecek olursa, queer diye bir şey kalmaz. İçinde yaşadığınız zamanların bir yansımasıdır bu. (Jasper Laybutt, Wicked Women dergisinin Avustralya baskısını hazırlayan, kadından erkek olma transseksüel, “erkek lezbiyen” editör, Capital Q içinde, 9 Ekim 1992, s. 9)

O kum akta olduğunuz m akale, son birkaç sene içinde queer cinselliği ve qu­ eer teori üzerine hazırladığım üçlü yazı dizisinin son kısm ıdır.1 B u üç m a­ kalenin, cinsel siyaseti yeniden düşünm e bağlam ında, bir m ik tar şüpheli bir gözle bakılabilecek “postm odern” terim iyle a n ılır olm uş çağdaş F ran sız te ­ orilerinin faydalılığından ya d a başka yönlerinden istifade etme, o n la rın bu * İlk olarak, Joan Copjec'in yayına hazırladığı Supposing the Subject (Londra: Verso, 1994, s. 133-157) adlı kitapta yayımlanmıştır. 1 Bu üçlü yazı dizisinin ilk kısmı: “Lesbian Fetishism’’, Differences, C. 3. S. 2 (1991), s. 39-54; Emily Apter ile William Pietz’in yayına hazırladıkları Fetishism as Cultural Discourse (It­ haca, NY: Cornell University Press 1993, s. 101-15) içinde yeniden basıldı; “Refiguring Les­ bian Desire" başlıklı ikinci kısım 1991 yılında düzenlenen MLA konferansında sunuldu; bu metnin daha uzun versiyonu, Laura Doan’un yayına hazırladığı The Lesbian Postmodern ki­ tabında (New York: Columbia University Press) yayımlanacak. Elinizdeki makalenin kısa bir versiyonu 1992’de New York’ta düzenlenen MLA konferansında ve daha uzun bir versi­ yonu da 1993 yılının mayıs ayında Toronto Üniversitesinde düzenlenen “Queer Sites” [“Qu­ eer Alanlar”] başlıklı konferansta sunulmuştu.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


8 I Elizabeth Grosz

özelliklerini (belki de hoşgörülm e sın ırla rın ın ötesine) esnetm e ve belki de, gerektiği takdirde, altü st etm e, altını oym a, denem e ve keşfetm e yönünde p o ­ zitif b ir arzu duym ak d ışın d a pek bir o rta k yönleri yok.2 Öte yandan, bu m a­ kalelerin siyaseten doğruculuğa has tü rd e n d a r kafalı, dogm atik ahlakçılık ve kendinden em inliklerden kaçınm ak, b ir başka deyişle, belki de anlaşıla­ bilir b ir şekilde, sınıfsal, ırksal, cinsel ya d a dinsel baskı üzerine yazılan m e­ tin lerin önem li bir k ısm ın a dam gasını v u ra n hınç ve tepkicilikten kaçınm ak yönünde negatif bir kaygısı da vardır. B u m akalelerde, ister akadem ik değerlerin ve a raştırm acılığ ın heteroseksüel dünyasından isterse de bizatihi fem inist ve queer teo rin in siyasi alanı içinden dayatılm ış olsunlar, fem inist ve queer teoriye yön veren varsayım la­ rın, beyanların, genelleştirm e yöntem lerinin ve ölçütlerinin yeniden sorgu­ lan m asın ı önleyen k ısıtlam aları o rta d a n kaldırm aya ve böyle b ir özgür dü­ şünsel u zam ı tem izlem ek suretiyle, queerlige d a ir geleneksel anlayışların ak­ siyom ları ve dogm alarını te k ra r etm eyi reddetm eye, yeni b ir şeyi düşünm e um uduyla olanaksız söylem leri ve teorik m odelleri keşfetmeye çalıştım . Böy­ le b ir hedefe ulaşm aya çalıştığınızda, h er zam an tutarsızlığa, m uğlaklığa, alay konusu olma riskine girersiniz, am a heterom erkezli patriyarkal kü ltü r­ ler ve bilgilerin bizleri zorla içine soktuğu çıkm azlardan k u rtu lm a n ın b ir yo­ lunu bu lm ak istiyorsak bu riskten çekinm em ek zorundayız. Yeniden form ülleştirildikleri takdirde faydalı olmaya devam edebilecek­ lerine inandığım bir dizi eski m oda kavram ve meseleye b a k m a k istiyorum : 2 Bu genel "postmodern" terimi, kültürel bir coğrafya ve miras alınmış bir tarih dışında pek bir ortak özelliği olmayan bir dizi farklı ve hatta çoğu zaman birbiriyle çatışabilen konum­ ları türdeşleştiren, yaftalayan ve hemen ıskartaya çıkaran, göndermede bulunulan teorinin ciddiye alınmadığını imâ eden bir terim, bir kategorileştirme tarzı olarak ortaya çıkmıştı. Benim gözümde bu terimin anlamı şu: "1968’den bu yana yapılagelen ve ciddiye alınamaya­ cak kadar ıstırap verici olan Fransız teorisi”. Böyle adlandırılan teoriyi icra edenler, kendi metinlerini okuyanların söylemleri ve pratiklerinde karşılaşıp da buna dair bir söz söyleme­ leri dışında, kendi teorilerini bu adla ifade etmiyorlar; bu terime ancak ABD’de rastlanıyor. Çoğu kez Derrida’ya ve özellikle de yapısöküme kolay yoldan bir burun kıvırma yolu gibi gö­ rünüyor; fakat bu reddiye genel olarak Foucault, Lacan, Lyotard, Baudrillard ve Deleuze’ü de kapsıyor. Öyle görünüyor ki (genelde kendilerini hümanist ya da Aydınlanmam bir modernizm anlayışına adamış kişiler olan) eleştirmenlerinin gözünde“postmodernizm” teri­ minin işlevi, birbirinden çok farklı ve hatta bazen birbiriyle zıt düşebilen bu düşünürlerin aralarındaki farklılıkları göz önünde bulundurmaya hiç zahmet etmeden hepsini birden aynı kefeye koymak, ya da en iyi ihtimalle, pazarlanan şeyin -bu bir kitap olabilir, antolo­ ji olabilir ya da bir konferans yahut seminer- güncelliğini, çağdaşlığını göstermeye yaraya­ cak bir pazarlama aracı olmaktan ibarettir. Anlaşılan o ki eğer bu Fransız teorisyenlerden biri ile, ya da bu teorisyenlerin biri üzerinde çalışıyorsanız bu yaftayı kullanmak zorunda olacak kadar bir genelliği vardır artık bu terimin; geliştirilen ya da okunan tikel projeleri ve metinleri muğlaklaştırmaya ve nötr hale getirmeye yarıyorsa da bu böyledir.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

lezbiyen ve gey cinsellikleri, baskı ve “kim lik”. Öznel/cinsel “k im lik ”i y erin­ den etmeye, m erkezinden etm eye ve h a tta yok etm eye çalışan bildik antihüm anist ya d a post-yapısalcı kim lik eleştirilerini yeniden sahnelem eyi de­ ğil, bu eleştirileri yeniden yazm ayı, dönüştürerek geri kazanm ayı ve b u sü ­ reç içinde, şim dilerde “queer te o ri” diye bilinen a la n için hayatî b ir önem i olan ya da böyle b ir önem i olm ası gereken kim i m eseleleri açığa k av u ştu r­ m ayı istiyorum .3 C anlandırm ayı istediğim tek şey bu terim lerin siyasi tari3 İnsanların hoşuna gitmeye devam etse de, bu terimin tarihi de sorunludur aslında. Bu bağ­ lamda can alıcı olan husus queer teriminin muğlaklığıdır: Bu terim hem spekülasyon ko­ nusu olan şeylere -heteromerkezli anaakımm kaldıramayacağı lezbiyen, gey cinsellikleri ve diğer türden cinselliklere- hem de, belki çok daha ilginç bir şekilde, bu cinselliklere nasıl bakıldıklarına, bunları anlatmaya çalışan bilgilere göndermede bulunur. Dolayısıyla “queerlik” epistemolojik ve ontolojik biçimlere kafa tuttuğu kadar ahlaki ve siyasi normlara da kafa tutar. Fakat bu terimi kullanmanın bir bedeli, belirli bir özgüllük kaybı, asıl bağlamından başka bir bağlama çekilip siyasi özünden arındırılma tehlikesi de vardır. Teresa de Lauretis, Dif­ ferences dergisinin “Queer Theory” [“Queer Teori"] sayısı (C. 3, S. 2, 1991) için kaleme aldığı giriş yazısında, "queer" sıfatının doğuşu ve işlevine dair, açıkça muhalif, sınırları ihlal edi­ ci ve postmodern şeklindeki öz-anlayışına dair faydalı bir açıklama getirir: B ugün elim izd e b ir y andan, belirli y a şa m ta rz la rın a , cinselliklerine, cinsel pratiklere, to p lu lu k la­ ra, m eselelere, m ecm u alara ve söylem lere işa re t eden “lezbiyen” ve “gey” terim leri var; öte yandansa, "gey ve lezbiyen”, ya d a giderek d a h a sıklıkla kullan ıld ığ ı şekliyle, “lezbiyen ve gey” (h a n ım la r önden...) ta b iri sta n d a rt olarak k u lla n ıla n ta b ir halin e gelm iş d u ru m d a.... B ir b ak ım a, "Queer Teo­ r i” terim i söylem sel p rotokollerim izde b u ince ay rım la rın tü m ü n d e n kaçınm a çabasıyla, b u verili terim lerd en h erh an g i birine bağlı k alm am ak , getirecekleri ideolojik so ru m lu lu k ları yüklenm em ek ve o n ları h em ih lal etm ek hem de a ş m a k -y a da en azın d an , o n la rı so ru n s a lla ştırm a k - için g ü n d e­ me g etirilm işti, (s. v)

de Lauretis, "lezbiyen ve gey" tabirinin artık önceden belirlenmiş ve kimden bahsedildiği hemen anlaşılan bir insan topluluğuna, bununla bağlantılı bir dizi kimliğe ve yine bir dizi ucuz varsayıma ve hazır siyasi cevaplara işaret ettiğini söylemekte elbette son derece hak­ lıdır. “Queer" sıfatı bu varsayımların çoğunu sorunsallaştırmaktadır; fakat bu sıfatın taşı­ dığı riskler, bir dizi bayat ve genelgeçer varsayıma, artık verili hakikatlerin yükünü kaldır­ makta olan varsayımlara bağlı kalmaktan çok daha fazladır. “Lezbiyen ve gey” teriminin kimleri kapsadığını doğrudan (burada çözümlenecek olan terimlerin olanak tanıdığı kada­ rıyla doğrudan) ifade etme gibi bir avantajı vardır; “queer” terimininse en bariz ve en aşırı heteroseksüel ve patriyarkal iktidar oyunlarının çoğunu kapsama yetisi vardır ve hiç şüphe­ siz, yakın gelecekte bunlara siyasi bir gerekçe sunup üzerlerini örtecektir. Bir açıdan bunlar da queer dir, bunlara da zulmedilmiştir, bunlar da dışlanmıştır. Heteroseksüel sadistler, oğ­ lancılar, fetişistler, pornocular, pezevenkler, voyörler de toplumsal yaptırımlardan musta­ riptir; bir bakıma, onlar da baskı gören kişiler olarak görülebilir. Fakat lezbiyen ve gey dü­ zeninin baskıya uğradığını, kadınların ve kimi ırkların baskı gördüğünü iddia etmek patri­ yarkal ve hetero-merkezli iktidar ilişkileri içinde yer alan, “sapkın cinsellikler" diye adlan­ dırılabilecek cinselliklerin gerçek karmaşıklığını ve fallik ödüllerini göz ardı etmek demek­ tir. Erkeklerin de “kadın şovenizmi’nin kurbanı olabildiğini iddia etmekle aynı şeydir bu: Böyle bir iddia, değerler ve çıkarların devamlı ve sistematik bir şekilde dağıtılıyor olması­ nın inkârına dayanır. Dahası, “lezbiyen ve gey” terimi ile “queer" terimi arasına konan yeni ayrımın altında, çoğu zaman sözü edilmeyen bir dizi ontolojik ve siyasi varsayım yatar. Örneğin, cinsel farklılık

Cogito, sayı: 65-66, 2011

9


IO : Elizabeth Grosz

hi ve eskiden sahip oldukları güç değil: N ostaljik bir edayla b u n la rı yeniden sahneye koym a çab asın d a filan değilim; derdim , hâlâ b ir işlevi olan, p o tan ­ siyelleri hâlâ keşfedilm em iş olan terim leri, fikirleri ve stratejileri bırakm ayı reddetm ek. Ne anlam a geldiklerini, nasıl kullan ılm ak ta o lduklarını ve nasıl kullanılabileceklerini a n la m ak üzere bu terim leri son derece dikkatli bir şe­ kilde irdelem ek istiyorum .

İktidarın Sistematik Yapıları H erhangi bir anlam ifade edecekse şayet, baskı, ayrım cılık ya d a toplum sal k on u m lan d ırm a gibi k av ram ların (ister ırkçı, em peryalist, cinsel olsun is­ terse de sınıfsal ya d a dinsel) tikel bir biçim in dışında k avranm ası z o ru n ­ ludur. B ir başka deyişle, bask ıların ta rih te ve kültürler içinde cidden farklı g örünüm lere b ü rü n d ü ğ ü n ü idrak etsek bile, aynı terim le ifade edilecekler­ se tü m bu farklı baskı biçim lerinin o rta k b ir paydası olm ası icap eder. Fark­ lı toplum sal tah ak k ü m biçim leri a rasın d ak i ilişkiler ve etkileşim ler ve b u n ­ la rın som ut farklılıkları ve özgüllükleri d a h a açık bir şekilde anlaşılm ak is­ teniyorsa, bu terim in hem bu çekirdeğinin, ya da h a tta belki de “ö z ’ünün hem de m enzili ile değişkenliğinin ele alın m ası gerekir. G erek pek çok sayı­ da olan farklı baskı tü rle rin i gerekse de b u farklı türlerin örtüşm eleri, yakın­ sam aları, birbirlerini pekiştirdikleri n o k tala r ve/veya a ra la rın d a k i gerilim ­ ler sonucu ortaya çıkan iç içe geçişler ve dönüşüm leri de kapsayacaksa eğer, bu terim i net bir şekilde an la m la n d ırm a m ız şarttır. Gelgelelim, bu iç içe ge­ çen baskı sistem lerini g ö rü n ü r kılm aya çalışm akla, baskı gören öznelerin sı-

sorunu lezbiyen ve gey teorisi ve siyasetinin tam da göbeğindedir ('eşcinsel" nitelemesi, in­ dirgenemez bir şekilde, ister erkek ister kadın olsun belirli bir aşk nesnesine atıfta bulunur); “queer" cinselliklerin çoğalması ise ister istemez (her zaman için ne yardan ne serden geç­ mek istemediğine, baskıdan ötürü ıstırap duyup feryat etmenin imkânsız olduğu noktada bunu yapmaya çalıştığına inandığım bir konum olan) biseksüelliği, heteroseksüel transvestizmi, transseksüelliği ve sado-mazoşist heteroseksüelliği de kapsayacaktır. Bu ikisinin öte­ sindeki cinselliklerin çoğalması (bu ikisini öne sürmek zaten yeterince zordu!) queerligin (ve cinsiyetlerin) hızla genişleyen alanının ve kapsadığı kitlenin temelini oluşturuyor gibi görünüyor. Bu çoğalmanın önüne geçmek, ya da bu çeşitli cinselliklerin sınırları ihlal edi­ ci mahiyetleri veya muhafazakârlıkları hakkında hüküm vermek istemesem de, bana öyle geliyor ki bu queer\ik alanı cinsiyetlendirilmiş bedenlerin özgüllüklerini ancak kendini teh­ likeye atmayı göze alma pahasına göz ardı edebilir: Hepimiz bir sürü farklı cinsel olasılık, akışkan, değişken cinsellik ve cinsel yönelimden oluşsak da, bunların yine de iki cinsiye­ tin biçimlenimine uyuyor olması hâlâ bir anlam ifade ediyor: Erkek bir sado-mazoşist ka­ dın bir sado-mazoşistle aynı şekilde ya da aynı etkiyi yaratacak şekilde hareket etmez. Cin­ sel rol ve konumların farklı halleri ve icra edilme biçimlerini hangi cinsiyetlendirilmiş be­ denin ortaya koyduğu fark yaratır.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

11

ralandığı b ir tü r hiyerarşi, b askı derecelerine d a ir b ir katalog çık arm ay ı4 ya da tüm baskı tü rle rin i kapsayan b ir tipoloji sunm ayı değil (baskılar üzerine günüm üzde yazılm akta olan pek çok teorik m etinde m evcut eğilim bu gibi görünüyor),5 b aşk a kategorilerle birleştiğinde ya da ilişkiye geçtiğinde, her ti­ kel kategorinin geçirm esi zo ru n lu olan bükülm eleri anlam ayı am açlıyorum . Değerin toplum sal niteliğine, toplum sal kategorilerin birbirinden ayrılıp belirlenm esine dam gasını v u ra n genel özellikler v arsa eğer, yani baskı teri­ m inin genel b ir anlam ı olacaksa eğer, bu terim in asgari düzeyde şu şekilde anlaşılm ası gerekir: 1. Söz konusu ayrışık (genelde hiyerarşik b ir şekilde yapılandırılm ış) ko­ n u m lara göre çıkarları, iktidarı, otoriteyi ve değeri dağıtan genel b ir yapı içinde, belirlem e, oluşturm a ve değerlendirm e ta rz la rı olarak işleyen top-

4 Özellikle de, beyaz orta sınıf, heteroseksüel, Anglo ve genç erkeklerden oluşan görece küçük bir azınlığın dışında, hepimizin kendimizi bir açıdan baskı görüyor olarak algılayabileceği­ mizi hesaba kattığımızda, birisinin kalkıp da kimin kimden daha fazla baskı görüyor oldu­ ğunu bulmak üzere baskıcı yapıların farklı eklemlenmelerini kıyaslamaya çalışmasını hiç anlayamıyorum. 5 Mevcut lezbiyen feminist metinlerde, hiçbir kadın kategorisinin dışarıda bırakılmadığı, her kadının bir tür öz-temsil bulabileceği bir lezbiyenlik açıklaması sunmaya dönük enteresan bir buyruk var gibi görünüyor. Bu kısmen, “ben de” sendromu diye adlandırdığım duru­ mun, herkesi kapsama dürtüsünün, lezbiyenlik ya da feminizme dair şu ya da bu açıklama­ nın "beni de” kapsamadığı, siyah, işçi, Anglo olmayan, Hıristiyan olmayan, yaşlı, engelli ola­ rak beni kendi bağlamım ve özgüllüğümde temsil etmediği şeklindeki yaygın iddianın bir sonucudur. Bu durumun bir yandan naif bir şekilde ve kendiyle çelişircesine yalnızca benim adıma konuşan, başka kimseyi temsil etmeyen ve dolayısıyla kimseyi sadece benim olan bir öz-temsili kabul etmeye zorlamayan söylemler yaratmak gibi bir sonucu olmuştur (örneğin, bkz. Joyce Trebilcot, “Dyke Methods”, Lesbian Philosophies and Cultures içinde, Yay. Haz.: Jeffner Allen, Albany, NY: SUNY Press, 1990, s. 15-29). Böyle bir konum hiçbir söylemin ya da kültürel üretimin sırf kendi yazarmm/üreticisinin niyetlerini yansıtmadığı olgusunun getirdiği sorumluluğu kabul etmeyi reddetmekle kalmaz; her söylem ve her kültürel üretim başkaları tarafından okunur, başkaları bunlara ilgi duyar ve karşılık verir; ama bunlar ken­ di varoluşlarına dair bir açıklama sunamaz. Yazdığım şey sadece kendim için doğruysa, hiç de doğru değil demektir: Hakikat kavramının aslında onunla hiçbir bağlantısı olamaz (“be­ nim içim doğru” ifadesi kendisiyle çelişir). Öte yandan, bunun karşıt ucunu ya kendilerini tanımlamak için oluşturdukları lezbiyen-feminist-ırkçılık-karşıtı-sımfçılık-karşıtı-yaşçılıkkarşıtı gibi terimlerin arasına yerleştirdikleri tirelere gömülen ya da bu tirelerle... herkesi kapsama çabalarıyla kötürümleşen, ya da herkesi kapsasa da tek tek öznelerin özgüllükleri ve farklılıklarına dair söyleyecek çok az şeyi olan türden genellemelere indirgenen pek çok feminist metinde görebiliriz. Ya özgüllüğün silinmesi reddedilecektir (ki bu durumda açık­ tır ki herkes kapsanmayacaktır), ya da genelliğin ya da evrenselliğin silinmesi reddedilecek­ tir (ki bu durumda da, kendi farklılığı, kendi somut eklemlenmeleri içinde hiçbir tikel baskı biçimi layıkıyla izah edilemeyecektir). Bu iki konumun yarattığı güçlüklere ve sözleriyle ev­ rensel iddiaları ifade edemeseler ya da kapsayamasalar da, aslında tüm öznelerin (kendileri farkında olsunlar ya da olmasınlar) aslında başkaları adına konuşma konumunda olduğu­ nu teslim etmenin siyasi zorunluluğuna dair hayli keskin bir çözümleme için, bkz. Linda Alcoff, "On Speaking for Others", Cultural Critique, 20 (1992), s. 5-32.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


I2 :

Izabeth Grosz

lum sal konum ya da yerlerin sistem atik o larak ayrışık bir biçim de üretilm e­ si. Bu şu n u im â eder: Ne tü rd e n yetenekleri, yetileri ve nitelikleri olursa ol­ sun, tabi g ru p ların im tiyazlı konum lara erişm e olanakları, im kânsız değilse de son derece kısıtlıdır. G ruba atfedilen özellikler sonucunda, tekillikler ve tikellik d aim a belirsizleşir. 2. D eğer ve iktidar adaletsizlikleriyle şekillenen bu ayrışık konum lar im ­ tiyazlı konum da olanlara çık arlar dağıtır; b u da ancak başka, tabi konum ­ ların p a h a sın a yapılır. Bu im tiyazın m ü m k ü n olm asının tek sebebi, bedeli­ nin tâbiyetle ödenm esidir. Bu da ik tidar ve otorite yapılarını dö n ü ştü rm e­ nin h â lâ niçin bu kad ar zor olduğunu açıklar: Aslında bedelini ödem eden çı­ k a r sahibi olan hâkim g ru p la rın bir m ücadele verm eden ellerindeki çıkarla­ rı hem encecik b ıra k m ala rı kendi m enfaatlerine uym az. Hiç şüphesiz, değişi­ me yönelik itki ve güdü, göreli konum ların herhangi bir şekilde yeniden dizil­ m esi sonucunda im tiyazlarından çok şey kaybetm eye yakın b u hâkim g ru p ­ ta n gelemez. 3. Belirli gruplar toplum sal yapı içinde ayrışık m evkilerde bulundukla­ rı gibi (birbiriyle iç içe geçebilen ya da b irb irin e bağım lı olabilen, am a yal­ nızca h âk im grubun ç ık a rla rın a hizm et eden k onum lardır bunlar), bu ko­ n u m la r kendilerine özel olarak kazınm am ış am a kendileri ta ra fın d a n önce­ den belirlenen değerler, nitelikler, çıkarlar ve hareketlilikle d o ğ ru d an ya da dolaylı yoldan bağlantılıdır. Erkek, beyaz, o rta sınıf, H ıristiyan ve sair doğ­ m ak kişiye zengin olma, k a ra r verme ve a d la n d ırm a yetilerini kazandırır; başka g ru p la r bu gibi yetilere büsbütün erişem ez d u ru m d a değilseler de, on­ lara erişm eleri son derece zor hale getirilm ektedir; belki de tabi b ir grupla olan ta n ım sa l bağlan tıların ı geride b ırak m a ya da aşm a p a h a sın a yapabilir­ ler bunu. (Ö rneğin siyahlar ya da k ad ın lar o rta sınıfın ç ık a rla rın a erişebilir­ ler; am a b u n u yaptıkları an d a eskiden m ensubu oldukları g ru p la herhangi bir özdeşleşm e içinde o lm ak tan vazgeçm iş olurlar.) 4. T ahakküm ve tâbiyet ilişkileri yalnızca elle tu tu lu r m addi çıkarlar de­ ğil -g erçi b u n la r kolayca belgelenebilir- h â k im g rupların anlam , a n lam lan ­ d ırm a ve tem sil sistem leri üretm eye dönük rah a tlık la rı ve yetenekleri açısın­ dan da şekillenir; bu g ru p la r kendi m enfaatlerini, bakış açılarını, değerleri­ ni ve çerçevelerini pozitif terim lerle su n ar ve b aşk aların ı (karşılıklı olm ayan bir şekilde) bu m enfaatler b ak ım ın d an tan ım lar. Tabi grup üyelerinin bu ra ­ hatlığa erişm esine izin verilm ez. B urada, ta h a k k ü m altına a lın m ış grupla­ rın a n lam değiştirem eyeceğini, yeni a n la m la r ve çerçeveler geliştirem eyeceCogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

13

ğini değil, b u n la rı yapm anın hayli zorlaştırıldığını ve bunun hayli sert bir m ücadele ve ç a rp ışm a n ın konusu olduğunu ileri sürm ek istiyorum . 5. Baskıyı o lu ştu ran tah a k k ü m ve tâbiyet ilişkileri, sırasıyla, değişm ez, sabit ik tid ar ve iktidarsızlık ya d a m erkez ve k en ard alık kon u m ların d a bu lu ­ nu lm asın d an çok d a h a karm aşık tır. T ahakküm k o n u m ların ın tâbiyet altına sokulanlar p a h a sın a im tiyazlar ve çık arlar getirdiği açık olsa da, u z u n vade­ li güçlükleri de vardır; zira bu k onum ları işgal edenler kişinin kendi kendini belirlem esini sağlayan kim i becerilere erişem ez o lur - m ücadele, diren iş ve tabi kon u m lard a o lanların edinm ek zorunda olduğu hünerler sayesinde ka­ zanılan becerilerd ir bunlar. Tabi konum lar h âk im konum ların pek çok hak­ kı ve im tiyazından m ah ru m olm ayı gerektiriyor olsa da, belirli yetenekleri ve beceriklilik şekillerini, tam d a k işin in kendi b a şın a hayatta kalm a ve yarat­ m a yetisini de - k i m ütehakkim ler bu yetileri kaybetm iş d u ru m d a d ır- ü re ­ tir. H alinden m em nun olan m ütehakkim lerin keyifleri yerindedir, a m a tabi olanlar ya a k ılla rın ı keskinleştirip kendilerini devam lı olarak geliştirm eleri gerekir ya da baskıyla içine düştü k leri konum lara teslim olacaklardır. Top­ lum sal değişim ancak m ütehakkim lerle hükm edilenlerin çarpışm ası, karşı karşıya gelmesi, hükm edilenlerin m ütehakkim lere kafa tutm ası sonucunda belirli bir doğrultuya girer (bu d o ğ ru ltu n u n ve önceden belirlenm iş h e rh a n ­ gi bir hedefe yönelik ilerleme dereceleri iki g ru p ta n b irin in ya da iki g ru b u n üyeleri ta ra fın d a n garanti edilem eyecek olsa da b u böyledir). Açıktır ki baskı kavram ı iktidarla, ik tid arın içine girebileceği ilişkiler, b a ­ rındırabileceği itkiler ve bürünebileceği biçim lerle ilişkilidir. Fakat Michel Foucault’n u n 1970’lerin o rta la rın d a yayım ladığı eserleriyle birlikte, ik tid ar ve tabii, baskı kavram ları göreli o larak büyük dönüşüm ler geçirm iştir; öyle ki iktidar, tah a k k ü m ve tâbiyet arasın d ak i ilişkilerin hallerini kolayca ve ke­ sin bir dille tasv ir etm ek a rtık m ü m k ü n değildir. Tabi konum da olanlar, suç­ ların a iştira k etm eseler de, ik tid a r ilişkilerine b u laşm ış duru m d ad ır: İk ti­ d a r ilişkilerine bulaşm ışlardır, çünkü, hareketli b ir kuvvet ilişkisi dizisi ola­ rak iktidar yapısal tâbiyet k o n u m ların ı gerektirir; kendi etkililiğinin d ışa rı­ sı ya da sın ırı olarak değil, bilakis, bizatihi kendi iç koşulu, etrafın d a döndü­ ğü “dayanak” olarak. Foucault’n u n ç a lışm a la rın ın fem inizm açısın d an kim i so ru n lar b a rın d ırd ığ ı gayet kapsam lı bir şekilde ortaya konm uştur;6 a m a bu 6 Bunlardan başlıcası, Foucault’nun soykütüklerini son derece güzel bir şekilde ortaya koy­ duğu kurumların -hapishaneler, tımarhaneler, cinsellik ve kişinin kendini üretmesi hakkındaki söylemler vs - belirgin bir şekilde erkeklerin hâkimiyetindeki yerler olduğunu ve

Cogito, sayı: 65-66, 2011


14 : Elizabeth Grosz

ç a lışm a la rın fem inist ve lezbiyen teorisyenlere en azından b ir (elbette d ah a fazlası da vardır) içgörü sundu ğ u n d an bahsedebiliriz; Foucault baskı kavra­ m ını çok d ah a incelikli b ir şekilde irdelem iş, kendilerine aşağı toplum sal de­ ğerler atfedilen kişilerin otom atik olarak pasif hale gelm ediğini, uysal k u r­ banlar, m ağdurlar olm adıklarını, tabi toplum sal konum larda olan ların her tü rlü yetiden ve her tü rlü direnm e şeklinden m ah ru m edilem eyeceğini öğ­ re tm iştir bizlere. Bu k o n u m lar sırf evrensel olarak dayatılan b ir işlem yo­ luyla tekil bir şem aya tab i kılınm azlar; d a h a ziyade, direniş y a ra tılır ve d i­ reniş de kendi strateji ve k a rşı stratejilerini doğurur, kendi kuvvetini (müteh ak k im lerin kuvvetinin zıddı ya da aksi değildir bu kuvvet), kendi becerileri­ ni, kendi pratiklerini ve h a tta kendi bilgilerini ortaya koyar; ki b u n la rın hep­ si, toplum sal-kültürel o larak nerede d u rd u ğ u n a ve oynam aya devam etm ek­ ten b aşk a seçeneğim izin olm adığı ik tid ar oyununun olum sallıklarına bağlı olarak, ik tid ar ve tah a k k ü m k onum larına sevk edilebilir. L afın kısası, Fou­ cault, elbette tek b aşına olm asa da, baskı görenler, ezilenler diye sınıflandı­ rıla n kişilerin belirli (öznel, am a yönelimsel olmayan) bir failliği ve etkililiği olabileceğine ve hatta b u n u n zorunlu olduğuna dikkat çekerek b ir um ut hissi verm işti.7 K apitalizm in, p atriyarkanın, ırkçılığın ve em peryalizm in devasa tâbiyet ve başkaldırı hikâyelerini anlattığı imtiyazlı öznelerin erkekler olduğunu teslim ede­ memesidir. Bkz. irene Diamond ve Lee Quinby, Feminism and Foucault (Boston, MA: Nort­ heastern University Press, 1988) ve benim şu makalem: “Contemporary Theories of Power", Feminist Knowledge, Critique and Construct içinde, Yay. Haz.: Sneia Gunew (Londra: Routledge, 1990). 7 Feministler, Marksistler ve özellikle de hümanistler arasında yaygın olan, postmodernizmin, bilhassa da Lacan, Foucault ve Derrida’nın çalışmalarının faillik kavramını ve dolayı­ sıyla devrimci toplumsal dönüşüm olasılıklarını yok ettiği şeklindeki o meşhur şikâyet bana on dokuzuncu yüzyıla has belirlenimcilik anlayışının yanıltıcı bir artçı etkisi ya da kalıntı­ sı gibi görünüyor; bu postmodern düşünürlerin eserlerinde böyle bir anlayışın hiç yeri yok­ tur, olsa da çok az vardır zira ne özgür iradeyi savunur bu düşünürler ne de belirlenimci­ liği. Bu konuda belki de en açık olan kişi Lacan’dır: Tesadüfi olayların, hiçbir sebebi olma­ yan ve dolayısıyla öznelerin hiçbir şekilde denetleyemediği tesadüfi olayların olabileceği­ ni koyutladığı ölçüde, bizatihi özgür irade kavramının hiç de herhangi bir siyasi ya da öz­ nel failliğin garantisi olmadığını gösterir. Katı belirlenimcilik kavramı da benzerdir ve bu­ nun faillik kavramıyla gerilim içinde olduğunu belki çok daha fazla kişi fark ediyordur. Lacan’ın hümanizm karşıtı bir çerçevede öne sürdüğü aşırı-belirleme kavramı (çoğul be­ lirleme değil) -esas itibariyle belirlenemez ve dolayısıyla kaçınılmaz olarak yorumlanabi­ lir olan temellendirme, herhangi bir ruhsal koşuldan bu koşulların etkilerine kadar uzanan bir dizi patika- ne belirlenebilirdir ne de belirlenemezdir. Elbette semptomatik davranışın “nedenler’i vardır, fakat psikanaliz daha ziyade sebeplerle ilgilenir. "Aşırı-belirlenim”, ken­ di mantığıyla özgür irade ile belirlenimcilik arasındaki ikili karşıtlığı tökezleten birkaç Freudcu kavramdan biridir hâlâ. Bir dizi fikir ya da itki ile bunların ruhsal ya da davranışsal etkileri arasındaki pek çok patikanın içsel olasılığıdır. Siyasi olarak uygulamaya konabilir bir faillik anlayışı için tam da böyle bir anlayış gereklidir: Faillik, verili bir bağlam içindeki ve o bağlamın dönüşmesini de sağlayabilecek seçeneklerin, kararların ve kararların işleyi-

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

şeylerm iş gibi sistem atik, tu tarlı ve küresel p ro g ra m la r olarak a n la şılm ası­ n ı so ru n sallaştırm ıştı ve bu da b u büyük sistem ler ara sın d a katı ve değişm ez bağlılıklar, iç içe geçişler olduğunu ileri sürm eyi zorlaştırm ıştı. Bu a ra bağ­ lan tıla r şim di d a h a ziyade, acil b ir ihtiyacı karşılam ak üzere kurulm uş, d a h a az program lanm ış, iç bütünlüğü d a h a az olan ve dolayısıyla yeniden dizili­ m e ve dönüşüm e d a h a m üsait o lan bağ lan tılar o lara k görülüyor; eskisinden d a h a bulanık, d a h a az belirli o lsalar da (siyaseten doğrucu bir açıdan) sırf iyi ya da kötü terim leriyle y o ru m lan m aları a rtık d a h a zor olsa da b u böyle. İktidar ve tah a k k ü m ilişkilerini b u şekilde kavradığım ızda, baskı ve to p ­ lum sal değerlendirm e k avram larını hüm anist ta rih in elinden alıp bu kav­ ra m la rın tem elindeki farklılık m eselelerini açığa çıkartabiliriz. Baskı teorile­ ri, tü m özneleri (ya da d ah a yaygın b ir şekilde çoğu özneyi) çıplak yahut genel b ir insanlık m odeli tem elinde tan ım ay a çalışan, evrenselleştirici, bireyleştirici bir çerçevede göm ülü kaldığında, farklılık da insan-öncesi, proto-insan ve insan-dışı kategorileri içinde kaybolup gidiyordu. B aşkalık gündem e gelirse eğer, en iyi ihtim alle, “insan” varoluşuna atfedilen tü m diğer yetileri de değiş­ tiren temel b ir boyut ya da tanım layıcı b ir özellik o larak değil de bu tem el in ­ san doğası üzerindeki ufak bir değişiklik, küçük b ir ayrıntı olarak gündem e geliyordu. Genelgeçer insan biçim inde erkeklerin varsayım ları, bakış açıları, çerçeveleri ve m enfaatlerini sta n d a rt kabul eden b u hüm anizm e en dolaysız eleştiri fem inizm ile birlikte hü m an izm k arşıtlığından gelmişti.

Cinsiyet ve Cinsellik Y ukarıda a n a h atlarıyla an lattığ ım özellikler, öznelerin ve pratiklerin ya cin­ siyetlerine ya d a cinselliklerine (veya ikisine birden) dayalı olarak -k e n d i uy­ gun gördüğüm deyişle- “cinsel baskı” altına alın m a la rın ı, yetkisiz k ılın m a ­ larını, değersizleştirilm elerini ve yanlış tem sil edilm elerini nitelem ek açısın­ d a n yeterli m idir? Genel olarak kad ın ların , lezbiyenlerin ve geylerin, çeşitli sapıkların, transseksüellerin, travestilerin, drag queen lerin*, butch’ların**, şidir. Fakat bu işleyişin nereye varacağı ne garanti edilebilir ne de kendisi sırf niyetlerin ya da tercihlerin bir işlevinden ibarettir; etkileri temel olarak açık uçlu olan olayların sahnelenişidir. * Genellikle eğlence veya performans amacıyla, kadınlarla bağdaştırılan kıyafetleri giyen, heteroseksüel olabileceği gibi eşcinsel de olabilecek erkek (ç.n.). ** Erkeksi görünüm veya tavır. İngilizcede genel olarak erkekler için "sert erkek” anlamın­ da kullanıldığı gibi, queer jargonda özellikle lezbiyenler tarafından bir altkimlik olarak be­ nimsenen bir tanımdır, eril olarak algılanan görünüm veya tavrı olan lezbiyenleri niteler (ç.n.).

Cogito, sayı: 65-66, 2011

15


16 : Elizabeth Grosz

cross-dresser’larm* ve cinsel sınırları a şa n tü m diğer in sa n la rın yaşadığı çe­ şitli baskı türlerini k a p sarlar mı? H üm anizm karşıtı soru budur: Tüm b a s­ kı tü rle rin in ilk ba k ışta evrensel gibi gözüken özellikleri, tikelliklerinden b a ­ ğım sız olarak, aslında eşit ölçüde tü m b askı türlerine m i gönderm ede b u ­ lunurlar? Eğer öyleyse, k a d ın düşm anlığı ile hom ofobinin diğer baskı tü r ­ lerinden olan farklılıkları ve özgüllükleri içinde açık lan m asın a ne şekiller­ de y ardım cı olurlar? E ğer tek işlevleri baskıyı tanım lam aksa, yani söz konu­ su b a sk ın ın hom ofobik boyutunu belirlem ek değilse, o nları uygun hale ge­ tirm ek için neyin ilave edilm esi, neyin değiştirilm esi gerekir? Bu soru b a ş­ ka so ru la rı da doğurur: Homofobi diye b ir şey var m ıd ır sahiden? Lezbiyenlerin m â ru z kaldığı hom ofobi ile geylerin m âru z kaldığı hom ofobi aynı m ı­ dır? Söz konusu kişinin erkek ya da kad ın olm ası (artık bu terim leri nasıl ta ­ nım lam ayı tercih edersek edelim) o kişin in m âru z kaldığı hom ofobi biçim le­ rin i değ iştirir mi? D ahası, cinsiyet/cinsellik kategorisinin kendisi cinsel açı­ d an fark lılaşır mı, yani söz konusu olan k işin in cinsiyet ve cinselliğine bağlı o larak farklılık gösterir mi? B u ra d a "cinsiyet” ve "cinsellik" terim lerin i Foucault'nun teorisi ışığında, am a bu teoriyle ihtilaf içinde yeniden ele alm ak istiyorum . O na göre -k i bu onun ortaya koyduğu en büyük yeniliklerden b irid ir- cinsiyet a rtık “toplum ­ sal cinsiyet” ve "cinsellik” şeklindeki ü sty a p ıla rın kendisine so n rad an ekle­ nebileceği zemin, gerçek, (biyolojik/doğal) tem el olarak anlaşılam az. Bir tü r söylemsel ve kültürel ö rtü işlevi görebilecek biyolojik bir a ltk a tm a n yoktur. O nun gözünde, öznelliğe verili olan ve öznellik için tem el teşkil eden cinsiyet k av ram ın ın kendisi, toplum sal-söylem sel b ir cinsellik rejim inin ü rü n ü ya da sonucudur. Sıkça a lın tıla n a n b ir pasajda b u açıkça görülür: Hiç şüphesiz, cinsiyet -bize tahakküm eder gibi gözüken o faillik ve biz­ de var olan her şeyin temelinde var gibi gözüken o sır, ortaya koyduğu ikti­ dar ve sakladığı anlam sayesinde bizleri esir eden ve ne olduğumuzu açığa çıkarmasını ve kendimizi, bizi tanımlayan şeyden kurtarmasını istediği­ miz o nokta- cinselliğin konuşlanması ve işleyişi tarafından zorunlu hale getirilen bir ideal noktadan ibarettir. Cinsiyetin, iktidarla olan temasının tüm yüzeyinde ikincil olarak çeşitli etkiler üreten özerk bir faillik olduğu­

* Karşı cinsle bağdaştırılan kıyafetleri giymek. Travestizmi ve drng’i de kapsayan daha genel bir terimdir (ç.n.).

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

nu düşünme hatasına düşmemeliyiz. Tam aksine, cinsiyet, bedenleri, onla­ rın maddiliklerini, kuvvetlerini, enerjilerini, duyumlarını ve hazlarını de­ netimi altına alan iktidarın örgütlediği bir cinsellik konuşlanmasmdaki en spekülatif, en ideal ve en içsel öğedir.8

Ju d ith Butler, Gender Trouble: Fem inism and the Subversion o f Identity [Cin­ siyet Belası: Fem inizm ve Kimliğin A ltüst Edilmesi] adlı k itab ın d a ve y ak ın za­ m a n la rd a yazdığı m etinlerde Foucault’n u n cinsiyet an layışını büyük ölçüde o lum lar gibi görünür: Doğa, akıl ya d a biyoloji değil de tarih sel gereklilikler yoluyla -ik tid a rın söylemleri, bilgileri ve biçim lerinin konuşlanışı ta r a f ın ­ d a n üretilen ve b u konuşlanış için gerekli olan tü rd e n d izilim ler- b irbirine b ağ lan an farklı öğelerin suni yolla, verili zam an ın âdetlerine ve k ü ltü rü n e göre sıra la n m asıd ır cinsiyet. Fakat Butler, Foucaultcu cinsiyet/cinsellik çifti­ ne b ir başka terim i d a h a ekler: Foucault’n u n izahına, B utler’in kabul e ttiğ in ­ den d ah a aykırı olduğunu d üşündüğüm toplum sal cinsiyet (gender) kavram ı. Z ira toplum sal cinsiyetin önceden k u ru lm u ş cinsiyet tem eli üzerindeki b ir ö rtü -a z ya da çok sabit ve evrensel b ir a ltk atm an m k ültürel bir çeşitlem e­ s i- olarak an laşılm ası gerekir ve p erfo rm an s kavram ı bu olguyu tasv ir eder; zira perform ans yapan, icra eden beden, her ne k a d a r B utler bu bedenin b i­ zatihi perform ans ta ra fın d a n üretild iğ in i iddia etse de, tü m perfo rm an sla­ rın ın ötesinde, bu p e rfo rm an sların a ra sın d a yaşam ayı sürdürm ek z o ru n d a ­ dır. B utler’a göre perform ans, cinsiyet ile toplum sal cinsiyeti dolayım layan terim dir: Toplum sal cinsiyet, cinsiyetin perform ansıdır. B u toplum sal cinsi­ yet anlayışı, M oira G atens’ın ç a lışm asın ın 9 izinden giderek başka b ir m et­ nim de belirttiğim gibi, şim di büyük ölçüde işlevsiz, gereksiz, kültürden k ü l­ tü re göre değişen yaşam a, cinsiyete an lam verm e ve onu ortaya koym a h a lle ­ rim izi tasvir etm ek için gerekli olm ayan b ir terim gibi görünm ektedir. Böy­ le b ir değişkenlik olduğunu in k âr etm ek istem esem de, toplum sal cinsiyeti, B utler’ın iddia ettiği gibi, cinsiyetin tez a h ü rü olarak göresim gelmiyor; zira cinsiyetin kendisi h er zam an, b ir ikinci-düzen tez a h ü rü gerektirm eyen (ya d a yasaklam ayan) b ir tezah ü rd ü r zaten: 8 Michel Foucault, The History o f Sexuality, C. I: An Introduction, Çev.: Robert Hurley (Lond­ ra: Allen Lane, 1978), s. 155. [Türkçesi: Cinselliğin Tarihi, Çev.: Hülya Uğur Tanrıöver (İstan­ bul: Ayrıntı, 2010, 3. Baskı).] 9 Özellikle bkz. Moira Gatens "A Critique of the Sex/Gender Distinction", Interventions Be­ yond Marx içinde, S. 2 (1983); A Reader in Feminist Knowledge içinde yeniden basıldı, Yay. Haz.: S. Gunew (Londra ve New York: Routledge, 1990).

Cogito, sayı: 65-66, 2011

17


18 • Elizabeth Grosz

Foucault’nun ironiyle adlandırdığı gibi, cinsiyetin bir “hakikati” olabile­ ceği fikri tam da, tutarlı toplumsal cinsiyet normlarının matrisi üzerin­ den tutarlı kimlikler yaratan düzenleyici pratikler sayesinde üretilir. Arzu­ nun heteroseksüelleştirilmesi “dişil” ile "eril" arasında münferit ve asimet­ rik karşıtlıkları gerektirir ve bu karşıtlıkları yerleştirir - burada “dişil” ile “erkek”in dışavurumsal özellikleri olarak anlaşılır. Toplumsal cinsiyet kimliğini idrak edilebilir kılan kültürel matris bazı tür “kimlikler”in, yani toplumsal cinsiyetin cinsiyetten “kaynaklanmadığı”, kimliklerin "var" ola­ mamasını gerektirir. 10

Ş ahsen anladığım kadarıyla, cinsiyet terim i cinsel itkilere, arzu lara, istek­ lere, u m utlara, bedenlere, hazlara, d a v ra n ışla ra ve pratik lere atıfta b u lu n ­ m az: B unu tasvir etm ek için cinsellik terim in i kullanıyorum . Cinsiyet cin­ sel fark lılık alanına, bedenlerin morfolojisi m eselesine a tıfta b u lu n u r.11 Cin­ siyetin herhangi b ir a n la m d a “cinsellik”ten d a h a aslî olduğunu ya da ondan bağım sız olarak varolduğunu söyleme niyetinde değilim . Cinsiyetin cinsel­ lik rejim lerinin b ir ü rü n ü olduğu konusunda Foucault’ya katılıyorum (ki bu da a slın d a b ir bedenin kaydedilm esinin, işleyişinin ve p ratik le rin in o bede­ n in kendisini o lu şturduğunu söylem enin b ir başka yoludur: B ir beden neyi yapabiliyorsa odur, beden, k ü ltü rü n kendi n o rm la rın ı üzerine yazdığı, kayıt öncesi b ir yüzey olarak anlaşılam az, çü n k ü böyle b ir anlayış bizatihi kay­ d ın k u ru c u üretkenliğini göz ard ı eder: Kayıt, etkin ve geridönüşlü bir bi­ çim de, üzerine yazdığı yüzeyi yaratır). B utler’ı arkam a, F oucault’yu da k ar­ şım a alarak, ta rtışılm a k ta olanın erkek bedeni m i yoksa k a d ın bedeni m i ol­ d u ğ u n a bağlı olarak, gerek cinsiyetin gerekse de cinselliğin oldukça farklı şekilde işaretlendiğini, y aşandığını ve işlediğini söylemek istiyorum . Cinsi­ yet, F ou cault’nun y a z ıların d a olduğu gibi, kendi farklılıkları içindeki iki cin ­ siyetin sıfatı, cansız varoluşa karşıt o lara k cinsiyetlendirilm iş varoluşa işa­ ret eden türsel (generic) b ir terim o lm ak tan çıkm ıştır; cinsel farklılığın ü re ­ tilip ortaya konulm asının sıfatı ve a la n ıd ır a rtık . Öyle görünüyor ki toplum ­ sal cinsiyet gereksiz b ir kategoridir: Tüm etkileri, işaret ettiği alan, cinsellik 10 Judith Butler, Gender Trouble: Feminism and the Subversion o f Identity (New York ve Lond­ ra: Routledge, 1990), s. 17. [Türkçesi: Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, Çev.: Başak Ertür (İstanbul: Metis, 2010, 2. Baskı).] 11 Morfolojiler meselesi ve toplumsal cinsiyet kategorisinin gereksizliği üzerine, benim şu ki­ tabıma bakabilirsiniz: Volatile Bodies: Towards a Corporeal Feminism (Indiana University Press, 1994).

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

ile cinsiyetin bütünleşm esi ve h a tta b azen b u ikisi a ra sın d ak i uyuşm azlık ta ­ ra fın d a n k ap sanm aktadır. B utler bize şu çağrıyı yapar: “M esela, toplum sal cinsiyeti bir bedensel tarz, tabiri caizse b ir “edim ” olarak, hem kasıtlı hem perfo rm atif bir edim o larak düşünün (‘p e rfo rm a tif’ b u ra d a te a tra l ve olum sal b ir anlam in şasın ı belirtir).”12 Toplum sal cinsiyet ile cinsiyet arasındaki süreksizlik, ürk ü tü cü ve teh d it edici ayrışm ayı, erkek bir öznenin k ad ın gibi davranabileceğini ve k a ­ d ın b ir öznenin de erkek gibi davranabileceğini, heterom erkezli talepleri queer öznenin, k ad ın la b ağ d aştırılan kıyafetleri giyen (drag) öznenin, heteroseksüel norm ve b u y ru k la rı hem p erfo rm atif bir şekilde te k ra r eden hem de o n ları altüst eden öznenin yıkıcı ihlallerinden ayıran gerilim ve h u z u rsu z ­ luk noktasını, rad ik al bağlantısızlık a la n ın ı gösterm ek için toplum sal cin si­ yet kategorisine ihtiyacı vard ır B utler'in. Fakat her n asılsa cinsiyet b o y u tu ­ n u n ötesinde olan b ir terim in, toplum sal cinsiyet düzeninde, kurduğu oyun yerine, bizatihi cinsiyetin, bedenlerin kendilerinin istik ra rsız lık la rın a odak­ la m a , B utler’in zaten güçlü olan a rg ü m a n la rın ın d a h a d a güçleneceğini z a n ­ nediyorum . Toplum sal cinsiyetin cinsiyetle ihtilaf içinde olabileceğini değil de (ki bu iddia da b irin in , -b u genelde cinsiyet olur,- diğeriyle, yani toplum ­ sal cinsiyetle yeniden hizaya getirilebileceğini, h a tta b u n u n toplum sal açı­ d a n arzu edilebileceğini ya da R obert Stollercı b ir b ak ış açısıyla b u n u n zo ­ ru n lu olduğunu, psişik ya da cerrah i yollarla zorla u yum lu hale getirilebile­ ceklerini im â eder) cinsiyet ve bedenlerin ta m o rta sın d a b ir istikrarsızlık ol­ duğunu, neyi yapabiliyorsa bedenin de o olduğunu, b ir bedenin yapabileceği şeyleri mevcut h içb ir k ü ltü rü n kaldıram ayacağını gösterm ek çok d a h a te h ­ likeli değil m idir?

Duygulanımsal Bedenler Cinsellik rejim leri vasıtasıyla cinsiyetin üretim ini izah edebilm ek için, bu noktada Foucault’d a n ziyade Deleuze ve G u attari’ye b a şv u rm ak istiyorum . B ir ontoloji - b ir bedenin ne o lduğu- ile edim bilgisi (pragmatics) - b ir bedenin ne(ler) yapabileceği- arasındaki fark lılık ları ve b a ğ la n tıla rı anlam aya ç a lı­ şıyorum . Deleuze ve G uattari cinsellik, cinsiyet ve cinsel kim lik k o n u ların ­ da fikirlerini çok açık ifade etm em iş oldukları için, o n la rın çalışm aları ü z e ­ rin d en söyleyeceğim sözler, psikanalitik ya da Foucaultcu teori ile çalışan fe­ 12 Butler, Gender Trouble, s. 139.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

19


20 : Elizabeth Grosz

m in istlerin sunduğu y o ru m lard an d a h a spekülatif ve zayıf tem elli olacak­ tır - erotik ve haz veren pratiklerin cinsiyetlendirilm iş bedenlerin özgüllük­ lerin in ve kültürel tikelliklerinin o luşum una nasıl katkıda b u lu n duğunu a n ­ lam ak üzere psikanalitik ve Foucaultcu teoriye d ah a kolaylıkla yeniden b a ş­ vurulabilir. Deleuze’ü n çalışm aları sabit b ir özne fikrini sarstığ ı için, aslın­ da o da cinsiyetin öznenin sırrı ya da h ak ik ati olduğu varsayım ını sorunsallaştırm ak tad ır. Bu sa rsm an ın fem inist ve queer teori açısın d an olum lu etki­ leri olup olm ayacağı b u n u n neyi yapm am ızı, neyi değiştirm em izi m üm kün k ıldığına bağlı olacaktır. Eğer bir beden bedenin y ap tık ların d an ibaretse, o halde lezbiyen ve gey cinselikleri ve hepsinden önemlisi, yaşam tarzları, lezbiyen ve gey bedenler, yani hem cinsiyet, ırk ve sınıfsal özelliklerle hem de cinsel a rz u la r ve pratiklerle ayrışan bedenler üretiyor dem ektir. Deleuze, Nietzsche okum asında,13 N ietzche’n in derinlik, psikoloji, içsellik ya d a niyet yerine duygulanım , kuvvet, enerji ve itkiye ayrıcalık tan ım ış ol­ duğunu vurgular. N ietzsche bilgiyi, sa n atları ve h a tta tü m kültürel üretim i ete kem iğe bü rü n d ü rd ü ğ ü , bedenselleştirdiği gibi, b u n lar ü zerin e şim diler­ de n asıl hüküm veriliyor olduğunu da yeniden k avram sallaştırır: Felsefe, te ­ ori ve bilgi, hareket, eylem ve üretim çerçevesinde kavranıyordur a rtık .14 Fel­ sefe en iyi şekilde, neşeli b ir bedensel olum lam ayla, şenlikli b ir hal ve keyifle d ans etm e olarak icra edilir. Alışkanlıklar, g ram er h a ta ları ve kültürel buy­ ru k la r sonucunda, kavram sal ya da sırf zihinsel oldukları düşünülerek yan­ lış k avranm ış bedenlerin etkisi ya da ü rü n ü d ü r bilgi. Fakat bedenlerin bir et­ kisinden ibaret olm ayan bilgi, bedenlerin eylem esini de m ü m k ü n k ılar ya da hareket etm elerini, kendilerini aşm alarını, oluşm alarını engeller. K ısaca özetlemek gerekirse: Nietzsche’ye çoğu kez, soylu itkiler ile aşağı­ lık itkiler, aristo k ratın a h la k ı ile kölenin ah lak ı arasında yaptığı ayrım için başv u ru lu r; Deleuze ise onu ak tif kuvvetler ile reak tif kuvvetler ayrım ı için­ de yorum lar. Nietzsche’n in açıkça kaotik olan yazılarını sistem atik bir çer­ çevede ele alan Deleuze, ik tid a r istencini, niteliklerine bağlı olarak, ya aktif ya da rea k tif olarak (yahut h er iki şekilde) tanım lanabilecek olan (gerek tek tek bedenlerdeki gerekse de toplum sal y ah u t kolektif bedenlerdeki) ayrışık kuvvetlerin işleyişi ile b ağ lantılandırır. Bu nitelikler uy arım ın ya da itkilerin 13 Burada esas olarak Deleuze'ün Nietzsche and Philosophy'sini temel alacağım (Çev.: Hugh Tomlinson, Londra: Athlone Press, 1983). Bu kitaba bundan sonra yapacağım göndermele­ ri metnin içinde belirteceğim. 14 Şu makaleme bkz. "Nietzche and the Stomach for Knowledge”, Nietzsche, Feminism and Po­ litical Theory içinde, Yay. Haz.: Paul Patton (Londra ve New York: Routledge, 1993).

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

kuvvetinin farklılaşan niceliklerinin b ir işlevi ve sonucudur. Söz konusu olan şey yalnızca aktif kuvvetlerin ik tid ar istencini sergilem esi, reaktif kuvvetle­ rin de bu istence teslim olm ası ya da b u n d a n vazgeçm esi değildir; d ah a ziya­ de, h er iki kuvvet de eşit ölçüde ik tid ar istencinin ü rü n lerid ir. B urada a k tif ve reaktif terim leri kuvveti ifade eden terim lerdir; ik tid ar istenci düzeyinde o n ­ la ra karşılık gelen terim lerse olumlayıcı ve olum suz terim leridir: “O lum lam a ve in k â r etme, değer verm e ve değersizleştirm e, ik tid a r istencini ifade eder; keza eyleme ve eyleme karşılık eyleme de kuvveti ifade ed er’’ (s. 54). O lum la­ m a n ın eylemle aynı dizilim içinde işlediği, olum suzlam anın da reaktif oldu­ ğu açıktır, am a b u dizilim ler çok zayıftır. K endilikleri değil süreçleri b elir­ lerler: "Olumlama, eylem değil, aktif hale gelm enin gücü, a k tif hale gelmenin k işin in kendisinde cisim leşm iş halidir. O lum suzlam a ise sırf reaksiyon değil, b ir reaktif hale gelm e’d ir ” (s. 54). Deleuze aktif ve re a k tif kuvvetleri, a ra ların d ak i b a ğ la n tıla r ve olum lam a ile olum suzlam a çerçevesinde birb irin d en ayırır. Aktif kuvvetler kendilerini o lum lar ya da ortaya koyar, kendi fark lılık ların d an keyif alır, kendi olum lu d o ğ ru ltu ları içinde gelişir; reaktif kuvvetlerse, faaliyeti sınırlayıp zaptetm ek ü zere işler. Faaliyeti olum suzlam ak, k ırm a k ya da kısıtlam ak, onu n ö tr hale getirm ek ve etkilerini önlem ek üzere işler. Deleuze’e göre, rea k tif kuvvetler esas itibariyle p a rç a la m a yoluyla, a k tif kuvvet ile o kuvvetin ne(ler) yapabile­ ceği arasın d a kesin b ir k ırılm a y a ra tm a k suretiyle işler (s. 57). O halde reak ­ tif kuvvetler faaliyeti ak tif kuvvetlerin elinden çalıyor değildir; d ah a ziyade, ak tif kuvvetleri reaksiyon kuvvetlerine dönüştürüyor, m it, sembolizm , fan te ­ zi ve tah rifa t yoluyla b ir kuvveti kendi etkilerinden ayırıyordun Bir anlam da, re a k tif kuvvetlerin b a şta n çıkarıcı, cezbedici, tuzağa d ü şü rü c ü kuvvetler ol­ duğu düşünülebilir: K endi hedefleri ve işleri, kendi ta h rifa tla rı ve rasyonel­ leştirm eleri u ğ ru n a ak tif kuvveti ağ m a çeker.15 K ısacası aktif kuvvet, kendisini esneten, nereye k a d a r uzanabiliyorsa (ön­ ceden bilinebilen b ir sın ır değildir bu) oraya uzanan, kendi özgür genişlem e­ si d ışında hiçbir şeye aldırış etm eden, b a şk ala rın ı u m u rsa m a d a n kendi yo-

15 Reaktif kuvvet: (1) uyarlama ve kısmi sınırlandırmaya dönük faydacı kuvvet; (2) aktif kuvve­ ti yapabileceklerinden ayıran, aktif kuvveti inkâr eden kuvvet (zayıfların ya da kölelerin za­ feri); (3) yapabileceklerinden koparılmış, kendini inkâr eden ya da kendine karşı gelen kuv­ vet (zayıfların ya da kölelerin saltanatı). Ve benzer şekilde, aktif kuvvet: (1) plastik, hâkim ve boyun eğdirici kuvvet; (2) yapabileceğinin sınırına giden kuvvet; (3) kendi farklılığım olumlayan, farklılığı bir keyif ve olumlama nesnesi haline getiren kuvvet (Deleuze, Nietzsche and Philosophy, s. 64).

Cogito, sayı: 65-66, 2011


22 : Elizabeth Grosz

lu n d a ilerleyen bir kuvvettir. Alavere dalavereden uzak, açık ve belki h a tta n aiftir: B aşına gelenleri açıklıkla karşılar. R eaktif kuvvetlerse kurnaz, giz­ li, kısıtlayıcı, m üdahale edici, ikincil, aldırışsız, gayretli ve itaatkârdır. Saf­ ça işler, hissiyat ve his hallerinde y aşarlar (nostalji, kendini h a k lı çıkarm a ve b aşk ala rın d a n nefret etm e tem el özellikleridir). Aktif kuvvetler olum lar, ü re ­ tir ve esnerken, rea k tif kuvvetler yargıda bulunur, a h k âm keser, ideolojiler ve açıklam a tarzları üretir, dahiyane teo riler icat eder, uzlaşır. Dinin, a h la ­ kın ve yasanın üretim iyle özdeşleştirilebilir, tesadüfün, değişim in ve dönü­ şü m ü n sonsuz doğasını olum lam adan, ay n ın ın bitim sizce yeniden üretilm e­ sine vakfedilm iş sistem lerle bir tutulabilirler. H er ne k a d a r olum layıcı yargı­ lar ve a k tif kuvvet genelde aristokratik ya da soylu, negatif kuvvetlerse bayağı ve aşağ ılık addedilse de -y an i her ne k a d a r olum lam a güçlülerin ve iktidar­ da o lan la rın alanı, olum suzlam a ve hınç d a ezilenlerin ve güçsüzlerin özel­ likleri olarak görülse d e - bu bakışta N ietzsche'nin bu m ikro kuvvetler, gerek bireylerin kendi içlerindeki gerekse de kendi aralarındaki dizilim ler, etkile­ şim ler hakkındaki çok d a h a gelişkin olan kavrayışı fazlasıyla basitleştirilir. N ietzsche ve Deleuze cinsel yönelim ler ve yaşam ta rz la rı m eselesini hiç ta rtışm a m ış olsa da, (kendisine karşı gelm eyi ya da onu dönüştürm eyi seçebilsek bile, b u y ru ğ u n d an azade olam adığım ızdan ö tü rü hepim izin içinde yer aldığı) zorunlu heteroseksüellik ta ra fın d a n yönetilen o kuvvetlerin, faali­ yetlerin ve itkilerin, köleye yakışır ya da re a k tif kuvvetler, b ir bedeni yapabi­ leceklerinden ayırm ak, b ir bedeni olabileceğinden ziyade m evcut haline in ­ dirgem ek üzere hareket eden kuvvetler m odelinde anlaşılabileceği fikri b an a m akûl geliyor; öte y an d an gey ve lezbiyen cinsel pratikleri ve yaşam tarzları, belirli b ir istikrarı, belirli b ir toplum sal güvenliği ve h u z u ru tehlikeye sok­ tu k la rı ölçüde, heteroseksüelliğin b u y ru k la rın ı reddettikleri ölçüde, aktif ve üretk en kuvvetlerin zaferi olarak görülebilir ve öyle görülm elidirler. Sırf uydum culuğa ya da b aşkaldırıya yöneltilm iş tekil itkiler olduğu şeklindeki b a ­ sit varsayım dan uzak d u ru rsa k -za ten böyle yapm ak zo ru n d ay ız- fazla h a ­ zırcı b ir genellemeyle, fazla ak kara bir nitelemeyle, heteroseksüelleri sakat duygusal köleler ve gey, lezbiyen ve diğer gueerleri m evcut sın ırla rı ihlal eden cinsel radikaller olarak görm ekten kaçınm ış oluruz. H epim iz içinde bir y an ­ da uydum culuk için çaba sa rf eden öğeler ve itkiler, öte yan d a d a istikrarsız­ lık ve değişim peşinde o lan ları vardır: Bu d u ru m heteroseksüeller için oldu­ ğu k a d a r her türden queer\er için de geçerlidir (gerçi uydum culuğun meyve­ lerini yiyenler için -k i b u n la r esas olarak heteroseksüel erkek lerd ir- genişleCogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

m e, gelişme ve değişim e yönelik d a h a az itki olm ası pekâlâ m üm kündür. As­ lın a bakacak olursak pek çok kişinin “queer” terim ini benim sem iş olm asının en b a riz nedenlerinden biri, kendilerini hem heteroseksüel topluluklardan hem de -yine pek çok kişinin iddiasına göre heteroseksüel m uadilleri k a d a r zorlayıcı, yargılayıcı b ir şekilde harek et e d e n - gey toplu lu k lard an da ay ır­ m ak tı. B ir tü r so ru n u n d a n ziyade, b ir derece, az m ı çok m u sorunu; istik ra r ve toplum sal bu y ru k ile olan belirli b ir suç ortaklığı içinde, hepim izin öyle ya d a böyle sahip olduğu değişen y a tırım la r m eselesidir b u .16 Gelgelelim b u n u söylemek -v a ro şta yaşayan ve en fazla ayda bir sevişen çiftlerden queerlerin en queerine- hepim izin aynı olduğunu söylemek a n la ­ m ın a gelm ez.17 Tabii ki öyle bir a n la m a gelmez. Fakat b u sadece bir d e re ­ ce, b ir konum ve irad e meselesidir. B an a kalırsa, heteroseksüel bir kişi b ir y a n d a n heteroseksüelliğini sürdürebilir, diğer y andan d a çiftleşm e, penetrasyon ve aktif/pasif a yrım ına dayanan genelgeçer n o rm u n dışında yıkıcı ya d a m evcut sınırları ihlal eden cinsel ilişkilere girebilir (fakat b u n ları n ad iren 16 Deleuze'ün Nietzsche okumasında, bedenin kuvvetlerinin her zaman yalnızca bir az ya da çokluk meselesi, ayrışık nicelikler sorunu olduğu ve iki nicelik arasındaki ayrışık ilişki ne­ ticesinde, niteliklerin üretildiği açıklıkla ortaya konur. Şöyle der Nietzsche: Değerlere ilişkin b ir bilim sel düzenin sırf ra k a m sa l ve niceliksel kuvvetler ölçeği üzerinde in şa e d i­ lip edilem eyeceği an laşılm ay a çalışılm alıdır. D iğer tü m “değerler” önyargılar, naiflikler ve y an lış a n la m a la rd a n ib a re ttir. H er yerde bu ra k a m sa l ve niceliksel ölçeğe in d irg en eb ilirler (F ried rich N i­ etzsche, Will to Power, Çev.: W alter K a u fm a n n ve R. J. H ollindale (New York: R andom H ouse, 1968), s. 710). [Türkçesi: G üç İstenci, Çev.: S edat Ü m ran (İstanbul: B irey Y ayıncılık, 2002).]

Deleuze’ün bu konudaki şerhi şöyledir: N itelikler, a ra la rın d a b ir ilişki olduğu ö nceden v arsay ılan iki kuvvetin niceliksel fark ın d an ib a re t­ tir. K ısacası, N ietzsche niceliğin niteliğe indirgenem ezliğiyle asla ilgilenm ez; d a h a ziyade, o n a a n ­ cak ikincil d erece ve b ir sem ptom olarak ilgi duyar. B izatihi nicelik a ç ısın d a n onu esasen ilg ilen d i­ ren şey, n icelikteki fa rk lılık la rın eşitliğe indirgenem ez oluşudur. N itelik nicelikten farklıdır, am a b u n u n tek sebebi niceliğin o eşitleştirilem eyen, nicelikler a ra sın d a fark içinde eşitleştirilem eyen veçhesi olm asıdır... N itelik nicelikteki fa rk ta n ib a re ttir ve kuvvetlerin ilişkiye geçtiğe her sefer ona k arşılık gelir. (D eleuze, Nietzsche and Philosophy, s. 43-4.)

17 Marilyn Frye, "Lesbian Sex” başlıklı o ilgi çekici ve enfes makalesinde (Lesbian Philosophi­ es and Cultures içinde, Yay. Haz.: Jeffner Allen, Albany, NY: SUNY Press, 1990), seks araş­ tırmacıları olan Philip Blumstein ile Pepper Schwartz'm American Couples (New York: Wil­ liam and Morrow Co, 1983) adlı kitaplarında ortaya koydukları, evli çiftler, de facto hetero­ seksüel, gey ve lezbiyen çiftlerin cinsel faaliyet sıklığı hakkmdaki istatiklerinden bazılarını alıntılar. Bu istatistiklere göre, uzun vadeli bir ilişki içindeki lezbiyenlerin yüzde kırk yedisi ayda bir ya da bundan biraz daha kısa bir zaman zarfında bir kez seks yaparken, aynı süre içinde evli çiftlerin yalnızca yüzde on beşi bir kez seks yapıyordu. Frye bu istatistiklere şöy­ le derin bir kavrayışla yaklaşır: Hele de ortalama olarak ayda bir kezden fazla “seks yapan" evli çiftlerin yüzde seksen beşinin bu tür faaliyetlere sekiz dakika ayırdığı ortaya çıktığın­ da, “seks yapmanın” aslında ne anlama geldiği pek de belli değildir. Frye in bu çok önemli makalesine daha sonra tekrar döneceğim.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

23


24 - Elizabeth Grosz

yapar) ve elbette lezbiyenler ile geyler de en heteroseksüel ve en varoş heteroseksüellerin yapılarını, alışk an lık ların ı ve davranış kalıp ların ı olabildiğince yeniden üreten cinsel ilişkilere girebilir (tabii bunu nadiren b aşarırlar). De­ m ek ki sırf heteroseksüel olm ak ya da queer olm ak kendi b a şın a kişinin cinsel açıdan rad ik al olduğunu garan ti altına alm az: Cinsel açıdan rad ik al olmak, kişin in kendi queer\iğini ya da kendi heteroseksüelliğini, queer olarak heteroseksüelliğini nasıl yaşad ığ ın a dayanır.

Cinsellik Rejimleri Foucault’ya ve onun cinsiyet ile cinsellik a ra sın d a yapm ış olduğu ayrım a, cin­ selliğe ilişkin söylemsel rejim lerin kendi tarih se l etkileri o larak cinsiyet ad ı­ nı verdiğim iz fenom eni ü rettiğ i şeklindeki iddiasına dönecek olursak, başka yerlerde b u n u in k âr etm ek için helak olsa da, aslında ik tid arın işleyişi (cin­ selliğin konuşlandırılm ası) ile bir şekilde ik tid a r öncesi olan gerçek, b ir dizi zam ansız “bedenler ve h a z la r” çerçevesinde tan ım lad ığ ı b ir gerçek arasın d a bir ay rım a gitm iş olduğunu görürüz. Foucault, Cinselliğin Tarihindeki adı kötüye çıkm ış bir pasajda -Ju d ith Butler da b u n u n Foucault n u n eserlerinde­ ki ciddi b ir gerilim sahası olduğuna işaret e d e r- 18 safdil b ir ırgat ile genç bir kız a ra sın d a oynanan (b u g ü n b ir çocuğun cinsel istism ara u ğ ram ası olarak değerlendirm ek zorunda olduğum uz) "kesilm iş süt” isim li b ir oyunu tartışır: Bir alanın sınırında, tıpkı daha önce yapmış olduğu ve etrafındaki haşarı çocuklar tarafından görülmüş olduğu gibi, küçük bir kızı birkaç kez okşamıştı... Bu hikâyenin mühim yanı nedir peki? Tüm bunların küçüklüğü, önemsizliği; köydeki cinsellik yaşamındaki bu gündelik hadise, m ühim ol­ mayan bu kırsal hazlar, bir süre sonra, hem kolektif bir hoşgörüsüzlüğün hem de adli bir eylemin, tıbbi bir müdahalenin, etraflı bir klinik sorgula­ manın ve tam bir teorik tefekkürün nesnesi olabilirdi.19

18 Butler, Foucault’nun hem cinsiyeti cinsellik rejimlerinin ürettiğini hem de öyle ya da böyle yasanın ve söylemsel aygıtın dışında olan bedenler ve hazlar olduğunu, bunların da iktida­ rın işlemesi için "hammadde” işlevi gördüğünü söylemek istediğini öne sürer. Butler’a göre: Cinselliğin Tarihinde çözülmemiş bir gerilim vardır (Foucault bu metinde çeşitli düzenleyi­ ci stratejilerin dayatılmasından önce var olmuş olan kuşaklararası cinsel muhabbetin “kır­ sal" ve "masum" hazlarından bahseder). Foucault bir yandan söylem ile iktidarın girift et­ kileşimleri tarafından üretilmemiş olan, kendi içinde bir "cinsiyet"in var olmadığını savun­ mak ister; oysa görünüşe bakılırsa belli herhangi bir söylem-iktidar ilişkisinin etkisi olma­ yan, kendi içinde bir “hazlarm çokluğu” vardır (Butler, Gender Trouble, s. 97). 19 Foucault, The History o f Sexuality, s. 31. Vurgu benim.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

Foucault b u rad a b ir şekilde ik tid arın uzanabildiği eşiğin altında olan b elir­ li faaliyetlerin, "m ühim olm ayan h a z la r”ın olduğunu im â ediyor gibidir: Bu h a z la r göreli o larak m asum , bir y a tırım a dönük olm ayan, olağan hazlardır. İk tid a rın devam lı o lara k genişleyen denetim inin an cak görece yakın z a m a n ­ la rd a nesneleri h alin e gelmiş gündelik hadiselerdir. Foucault çok d a h a k ış­ k ırtıc ı ve dolaysız ifadelerinden birinde, belki d ah a az m eşum etkileri olan b en zer bir iddiada bulunur: Cinselliğin çeşitli düzeneklerini taktik olarak tersine çevirmek suretiy­ le, çoğullukları ve barındırdıkları direniş olasılıklarıyla bedenlere, hazlara ve bilgilere sahip çıkarak iktidarın hâkimiyetine karşı çıkmayı amaç­ lıyorsak, köprüleri atmamız gereken şey cinsiyetin failliğidir. Cinselliğin konuşlandırılmasına yönelen karşı saldırının toparlanma noktası seksarzusu değil, bedenler ve hazlar olmalıdır.20

Cinsellik a la n ın d a kalm ak (Foucault’nun im â ettiği gibi, özgürlükçü cin ­ sel siyasetin önem li b ir kısm ında b u yapılır) ik tid arın işleyişine suç o rtağ ı olm aya devam etm ek a n lam ın a geldiği gibi -z ira kendisinin de vu rg u lad ı­ ğı gibi, ik tidar ile direniş arasın d a k u ru c u bir suç o rtak lığ ı v a rd ır- ik tid a ­ rın işlem lerini desteklem ek ve yaym ak a n lam ın a da gelir. Ama, der gibidir Foucault, bir şekilde cinsellik rejim in in işleyişi ile b ağ lan tılı olan bedenler ile h a z la rın b a rın d ırd ığ ı çeşitli olasılık lar içinde, a rtık ik tid ara onunla suç o rtak lığ ın a düşm eden kafa tu tm a im k ân larım ız vardır. Bu da dem ektir ki cinsel özgürlük ta ra fta rla rı ik tid arın m enzili içinde kalsa bile, gey ve lezbiyen (gerçi Foucault İkincisinin ad ın ı elbette anm az) bedenler, hazlar, p ra tik ­ ler ve yaşam ta rz la rı b u m enzil içinde kalm ayabilir. B edenlerin ve h a z la rın statü sü n e ve siyasi k o n um una d a ir bir açıklam a yapm adan böyle b ir iddiada b ulunulam az. B edenler ile h a z la r şu veya b u şe­ kilde değişmez ya d a biyolojik olarak verili sabitler, öyle ya da böyle ik tid arın k ısıtla m a la rın ın d ışın d a ya da ötesinde şeyler olarak kavranam az; Foucault y atırım d an a rın d ırılm ış bir zem inin, ik tid arın işlem lerinin yöneltilebilece­ ği b ir tab a n ın özlem ini ne k ad ar duym uş olsa da, kendisine rağm en, z a ra r­ sız am a zam ansız h a z la ra ve ik tid ar ta ra fın d a n henüz dam galanm am ış, k a­ yıt altın a alın m am ış bedenlere ne k a d a r inanm ış olsa da aksi iddia edile20 Foucault, age., s. 157.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

25


26 - Elizabeth Grosz

mez. E n cöm ert yorum la ele alındığında F oucault’nun m era m ın ın şu oldu­ ğu söylenebilir: B edenlerin ve h azlarm kendileri, bizatihi ik tid a r biçim leri yoluyla değilse de, iç içe geçen çeşitli “ekonom iler”, libidinal, siyasi, iktisa­ di, göstergesel ekonom iler yoluyla üretilen m ü stakil fenom enler olarak ü reti­ lir ve düzenlenir; söz konusu ekonom iler ise b u g ü n “bizlerin” sözcüğe verdi­ ği anlam ıyla bir cinselliğe dönüşüp katılaşab ilir ve h a tta başka ekonomilere ve üretim ve düzenlem e ta rz la rın a uyarlanabilir. Farklı bir bedenler ve haz­ lar ekonom isi cinselliğin örgütlenişini, cinsiyetim izin varlığım ızın sırrı ola­ rak belirlenm esini, aşik âr değil de ilginç ve tu h a f bulabilir.21 İşte psikanaliz, Foucault’n u n hiçbir m etninde tartışm ad ığ ı b u libidinal yapının yeniden ör­ gütlenm esi m eselesini layıkıyla ele alm ıyor gibidir.22 B ütü n b u n lard a n ö türü, Deleuze’ün aktif kuvvetler ile rea k tif kuvvetler ve olum layıcı yargılar/yorum lar ile olum suzlayım yargılar/yorum lar arasında yaptığı ayrım , bu boşluğu doldurm ak, farklı b ir libidinal örgütlenm e, heterom erkezliliği (ve onun kendini ideolojik açıdan h ak lılaştırm a biçim ini, yani homofobiyi) öznelliğin düzenleyici norm u o larak tesis eden cinsellik rejim le­ rinden u z a k duracak şekilde yaşam a ve bedenleri, hazları k u lla n m a tarzın ı yeniden düşünm ek b a k ım ın d a n faydalı olabilir.

Hazlar H er ne k a d a r ikisi de ik tid ar ve arzuyu yeniden kavram sallaştırırken cinsiyet farklılığı m eselesinin ortaya çıkardığı gerilim i benim sem iş olsa da, ne Fou­ cault ne de Deleuze bu meseleyle ayrıntılı o larak ilgilenm iştir. Aslında, queer hazlar ve bu hazlarm heteroseksüel hazlarla olan ilişkisine d a ir b ir teori ku­ rarken, çeşitli cinsel siyaset teorilerinin m evcut sınırlarını yeniden kavramsallaştırm am ız açısından ne k a d a r hayatî bir önem leri olmuş olsa da, yalnız­

21 O halde, Foucault’nun bedenlerin ve hazlarm yeniden örgütlenişini ya da yeniden dizilime sokuluşunu cinsellik rejimin karşısına koyduğu son pasajı alıntılayalım: Farklı bir bedenler ve hazlar ekonomisi içinde, insanların cinselliğin o dalaverelerini ve onun örgütlenişini var eden iktidarın, bizleri cinsiyetin o katı monarşisine nasıl tabi kıla­ bildiğine, böylece kendimizi onun sırrını dayatmak, bir gölgeden en hakiki itirafları kopar­ mak gibi sonu gelmez bir işe adar hale gelmemize hiç anlam veremeyeceği bir günün gele­ bileceğini göz önünde bulundurmalıyız (Foucault, The History o f Sexuality, s. 159). 22 Kendisi ihlal edilemez olarak kalmaya devam eden merkezi bir çekirdeğin etrafında kendi­ ni bitimsizce çeşitlendirmekten başka bir şey yapamayan bir modelin içinde takılıp kalmış gibidir: Fallusun hâkimiyeti, annenin bedeni pahasına babanın konumuna tahsis edilmiş iktidar konumu, kadınların özerk ve kendi kendilerini belirleyen özneler olarak mümkün hale gelebilir konumlara erişmesinin imkânsızlığı. Bu konuyu "Refiguring Lesbian Desire" başlıklı makalemde ayrıntısıyla tartıştım.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

ca Foucault ve Deleuze’ü n eserlerine bel bağlayam ayız. Cinsel özgüllükleri, cinsiyetler arasın d ak i farkları ve her b ir cinsiyeti o lu ştu ran farkları ele alıyor olduğum uz için, “çueerlik" h ak kında a rtık genelleme yapam ayacağım . Z ira (heteroseksüel olsun eşcinsel olsun) birbirinden farklı pek çok cinsel pratiği, p artn eri, hedefi ve nesneyi kapsayan bu terim en tem elde, kendisini h etero ­ seksüel norm a k arşıtlık içinde algılayan ve dolayısıyla kendisini bu norm çer­ çevesinde tanım layan reaktif bir kategoridir. Ne paylaştıklarını sorm adan ve a ra la rın d a var olm a ihtim ali olan d erin gerilim ve çelişkileri hesaba k a tm a ­ dan, her türden sapkın cinsel pratiği k apsam ına alır. E n azından genel olarak söz konusu olan beden ve arzu tü rlerin i belirtm eden cinsiyetlendirilm iş b e ­ denler ve onların cinsel ilişkileri üzerine teori kurm aya çalışırken, queer\ik ya d a h a tta geylikten bahsetm eyi faydalı bulm uyorum . B undan ö türü, lezbiyen arzu ve k a d ın la r arasın d ak i cinsel ilişkilere odak­ lanacağım - h â lâ büyük ölçüde teorileştirilm em iş b ir a la n d ır bu; gerçi bu d u ru m k ad ın la rın aleyhine değil de lehine işleyebilir pekâlâ. Özellikle de AIDS krizi çağında, geylerin ve biseksüel erkeklerin cinsel pratiklerine iliş­ k in hiç olm adığı k a d a r ayrıntılı çözüm lem elerin, gözlem lerin yapıldığı, te o ­ rile rin kurulduğu, lezbiyenliğin ise h â lâ cinsel “s a p k ın lık la r’d a n b iri olm aya devam ettiği ve h a tta bu sap k ınlıkların en az analiz edilenlerinden biri oldu­ ğu açıktır. Öte yandan, geylerin cinsel pratikleri yüzyılı aşk ın bir sü re d ir y a­ sa n ın denetim i altındayken, en a z ın d a n Avustralya’d a özel olarak lezbiyenliği yasaklayan y a sala rın hiç olm am ış olm ası da önem lidir. Lezbiyenlik, ya­ sal açıdan bakıldığında, yakın z a m a n la rd a çık arılan eşit fırsat ve ayrım cılık k a rşıtı yasalara k a d a r tan ın m a m ıştı. Lezbiyenlerin geylerden d ah a çok ya da d a h a az baskı gördüğünü, yasa k a rşısın d a ta n ın m a n ın ya da ta n ın m a m a n ın iyi veya kötü olduğunu anlatm aya çalışıyor değilim; h er iki görüşü destekle­ yecek savlar ileri sü rülebilir nihayetinde. Benim d erdim şu n d an ibaret: İk ti­ d a r ilişkilerine derin d en derine b ağ lan m ış kim i hayatî söylemlerde lezbiyenler lezbiyenler olarak tem sil edilmez. Lezbiyenliğin h u k u k ve tıp söylem lerindeki statüsü, lezbiyen cinsel p ra ­ tiklere ilişkin yeterince teori yapılm am ış olm asını a n c a k kısm en so m u tlaş­ tırabilir. B enzer b ir yetersiz tem sil erotik söylemlere, bilhassa da görsel p o r­ nografiye d am gasını v u ru r — b u ra d a ancak belirli b ir lezbiyenlik biçim i, d a h a doğrusu, lezbiyenlik fantezisi (steril hale getirilm iş, güvenli, erkeğe yö­ nelik olarak tasav v u r edilm iş) tem sil edilebilir. K a d ın la rın cinsel o rg a n la rı­ nı, cinsel h a z la rım ve cinsel p ratik le rin i tem sil edecek erotik dil a çısın d an Cogito, sayı: 65-66, 2011

27


28 : Elizabeth Grosz

bariz b ir yetersizlik söz konusudur; k a d ın la rın a n ıla n özellikleri a n cak er­ kek cinselliğini an lam ak için oluşturulm uş b ir görüşle, ya d a dişil p a rtn e r­ lerinin cinselliklerini heteroseksüel b ir çerçevede (yanlış) an lay an erkekler ta ra fın d a n tem sil edilir. O rgazm ı, bedensel karşılaşm aları, h er tü rd e n cin­ sel m übadeleleri ifade eden terim ler heteroseksüel m odellerden olduğu ka­ dar, çok d a h a endişe verici b ir şekilde, bu ilişkiler içinde olan k a d ın la rın de­ ğil erkeklerin bakış a çısın d an da türetilir. Seksi, hazzı, arz u y u ifade eden terim lerin kendileri -ko ym a k, boşalmak, orgazm vs.- bu erkek b ak ış açısı­ nı ortaya koyar. Fakat bu sorun sırf b ir dizi yeni terim , bizatih i var olsalar da, henüz ad­ lan d ırılm am ış olan "şeyler”! tanım layacak yeni sıfatlar ilave etm ekle çözülm eyecektir belki de. Zira b u çözüm , m üstakil kendilikler, nesneler ve organ­ lar olarak kolayca belirlenebilir bir kadın cinselliği ve özellikle de lezbiyen cinselliği olduğunu v arsaym aktadır;23 öne sü rü le n yeni terim ler neyin belir­ lenm ek istendiğinin önceden bilindiğini, k a d ın la rın cinsel h a z la rın ın , or­ g a n la rın ın ve faaliyetlerinin bilinen ya da bilinebilir bir nitelik olduğunu ve tıpkı bilim deki yeni keşifler gibi, yalnızca uygun adları gerektirdiğini im â etm ektedir. Tercihim izi b u çözüm den yana k u llan m ad an evvel, cinselliğin kodlanm ası ve denetim ine yapılan devasa bilgi yatırım ı hesaba katıldığın­ da, kendim ize öncelikle lezbiyenliğin niçin b u n c a k ararlı bir şekilde görm ez­ den gelindiğini sorm ak zorundayız. Bu aldırışsızlık cinsellik rejim indeki bir hata olduğuna m ı işaret etm ektedir? Bu rejim in kusu rlu lu ğ u n u n ve direniş alan ları y a ra tm a yetisinin m i b ir göstergesidir? Yoksa, lezbiyenliği d a h a da gayrı m eşru hale getirm e biçim i, bizatihi ik tid a rın b ir dalaveresi m idir? Boş bir soru değildir bu; çünkü aldırışsızlığı ik tid a rın b ir ku su ru o lara k m ı yok­ sa ik tid arın stratejilerinden biri olarak yorum lam anız, lezbiyenliğin ve ka­ dın cinselliğinin belirlenem ezliğini m uhazafa etm eye -b en im şim diki eğili­ m im bu y ö n d ed ir- ya da lezbiyenliği m üm kün m ertebe gür ve kapsam lı bir şekilde eklem lem eye - J M arilyn Frye da bu g ö rü şü destekler g ib id ir- çalışıp çalışm ayacağınızı belirleyecektir. Lezbiyen cinsel ilişkilerin ayrın tıların ı ö rtb as eden sessizliğin kadınla­ rın heteroseksist cinsel n o rm la r altında yok edilm elerinin ya da boyunduruk altına so k u lm aların ın b ir sonucu olduğunu zannediyor gibidir. B u nedenle, lezbiyen “seksi/cinsiyeti” üzerin e ortaya koyduğu ve büyük ölçüde fenom eno23 Belki de başta Mary Daly’nin yazıları dâhil olmak üzere, bir önceki feminist ve lezbiyen teorisyen kuşağının yazılarının temelindeki varsayım budur.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

lojik b ir nitelik taşıy an düşüncelerinde, lezbiyen cinsel p ratik ler için bir dil ve tem sil biçimi bulm aya çalışır. Yeterli b ir dil olm adan, uygun terim ler o lm a­ dan, bizatihi k a d ın la rın deneyim lerinin d a h a az zengin, d a h a az taltif edici ve olabileceklerinden d a h a az belirli olduğunu im â eder: Bir keresinde eşcinsel erkekler tarafından, eşcinsel erkekler için hazırlan­ mış, büyük ve baştan başa resimli bir kitabı karıştırmıştım. Bu kitap be­ nim için özellikle bir açıdan çarpıcıydı, yani sayfaları devasa bir kelime­ ler sözlüğü oluşturuyordu: eylemleri ve faaliyetleri, alt eylemleri ve alt faa­ liyetleri, girizgâhları ve düğümün çözüldüğü noktaları, üslup değişimleri­ ni, dizilişlerini ifade eden kelimeler. O zaman anlamıştım ki gey seksi/cinsiyeti kendini ifade edebiliyordu. Bildiğim kadarıyla, çoğu zaman lezbiyen “seksi/cinsiyeti” kendini hiç ifade edemiyordu. Hayatımın çoğunda, genel olarak “cinsel” diye adlandırılan alanlarda yaşadığım deneyimlerin çoğu dil-öncesiydi, bilişsel değildi. Netice itibariyle, hiçbir dilsel cemaatim, di­ lim ve bundan ötürü, önemli bir anlamda, bilgim yok... İnsanın kendi ha­ yatının ve deneyimlerinin yaratabileceği anlam dile sarıp sarmalanma­ dıkları takdirde bütünüyle faaliyete geçemez: Uçup giderler ya da bir o yana bir bu yana salınıp dururlar, belirsizdirler, tam anlamıyla yekvücut olmuş, bağlanmış ve dolayısıyla, yorumları, arzuları, şikâyetleri, teorileri açıklamak ya da temellendirmek açısından faydalı değillerdir.24

Bu iddiaya hiç şüphesiz yakınlık duyuyor ve gayrim eşru ilân edilm iş kim i toplum sal ve cinsel p ratiklerin kendilerini olum layacak ve yaşanabilir hale getirecek yeterli tem sil biçim lerini gerektirdiğini kabul ediyor olsam da, te m ­ sil edilebilirliğin kendi başına her z a m a n b ir erdem olduğu fikrini anlayam ı­ yorum : H azzın en yoğun yaşandığı ânlar, b u ân la rın kuvveti ve m addiliği, b ir söylem içinde genel olarak akla getirilebilir olsalar bile, asla söylemsel ola­ ra k kapsanam azlar. Dilin, deneyim in anlaşılabilm esinin b ir ön şartı olduğu düşünülse bile, söylem ile deneyim a ra sın d a b ir ayrım yapılm alıdır. D ahası, Frye’m tem silin lezbiyen ilişkileri ve deneyim leri belirtm ede yaşadığı belir­ sizliği nitelem ek için kullandığı terim lerin, tem silin o n ları uçup gidici, belir­ siz, bağlantısız kıldığı suçlam asının ta m d a b u k av ram ların ve bizatihi k a d ın cinselliğinin Luce Irig aray ’m y azılarında d a h a olum lu b ir şekilde tasvir edili­ 24 Frye, “Lesbian Sex”, s. 311.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

29


30 : Elizabeth Grosz

yor olm asıyla uyum içinde olm ası da işin iro n ik yanıdır.25 Irigaray’a göre, ka­ dın cinselliği kendisiyle özdeş, sayılabilir, m ü stak il ve ayrı p a rç a la rd a n m üte­ şekkil değildir: b ir değil (am a belirsiz b ir şekilde birden fazla). Bu b ağlam da kadının kendi içinde ne olduğuna dayanan yeni b ir ontoloji k u rm a k tan kaçınm alıyız. Irigaray ve (ister heteroseksüel isterse de lezbiyen olsun) k a d ın cinselliğine ilişkin teori üreten diğer yazarlar k a d ın cinselliğini bir öz ya d a değişm ez bir biçim çerçevesinde açıklam aya çalışm ıyorlar; daha ziyade, k a d ın cinselliğini, kendilerini hakiki olarak sunan tek bakış açısı, yani erkeklerin bakış açısı k arşısın d a yabancı, dışsal, nesne o larak ele ala­ bilecek bilgi ve tem sil biçim lerinin p aradoksları ve sonuçlarını ifşa ediyor­ lar. K adın cinselliği, lezbiyen arzu, ele avuca sığm ayan, kaçan b ir şeydir; bir fazlalık olarak, heterom erkezli b ir cinsellik çerçevesi içinde kapsanam ayan ve bu çerçeve içinde tem sil edilem eyen bir kalın tı olarak işleyen b ir şeydir. Gey edebiyatında ve özellikle de pornografi ve gazetelerdeki kişisel köşeler­ de ayrıntılar, ayrım lar, nüanslar, aşam alar, usuller, tarzlar, organlar ve pratik­ lere ilişkin cinsel term inolojinin adeta p atlam asının bir sebebi, gerek hetero­ seksüel gerekse de gey erkek cinselliğinin kendisini merkezi bir çekirdek ya da örgütleyici ilke etrafından tan ım la n a n kolayca sayılabilir konum lar çerçeve­ sinde algılam aya devam etm esidir. Cinsellik fallik bir temelde tan ım lan d ığ ın ­ da, onunla özdeşleşen kendilikler, organlar, h a z la r ve fanteziler kesin bir şek­ le bürünür, içinde bulundukları o rtam lard an ya da bağlam lardan ayırt edile­ bilir, ayrılabilir, isim lendirilebilir ve birbirinden yalıtılm ış bir halde üzerine düşünülebilir, hakkında fantezi kurulabilir ve tecrübe edilebilir hale gelir. İn­ san ancak kendi bedeni ve deneyimleriyle düşünüm sel ve analitik b ir ilişki içi25 Bu tür tasvirleri Irigaray’m Speculum o f the Other Woman (Çev.: Gillian Gill, Ithaca, NY: Cornell University Press, 1985) ve This Sex Which is Not One (Çev.: Catherine Porter ve Ca­ rolyn Burke, Ithaca; NY: Cornell University Press, 1985) adlı kitapları başta olmak üzere, yakın zamanlarda yazdığı yazılarda da görebiliriz: K ad ın k en d in i bir olarak, (tek) d işil b ir b irim olarak k u rm a z . Tek b ir h ak ik at y a h u t öz ta ra fın d a n ya d a e tra fın d a k ap atılm am ıştır. B ir h ak ik atin özü o n a y ab an cı kalır. Ne sa h ip tir ne de v a r oluyor­ dur... K ad ın /B ir k adın kendi ben liğ in d e zaten çifte olm ak suretiyle yaşam ını sü rd ü re b ilir: hem bir h em de b aşk ası. B ir a rtı başk ası, b ird en fazlası olarak değil. D aha fazlası. B irim e “y ab an cı”dır. Sa­ y ılab ilir olana, nicelikselleştirm eye. Dolayısıyla d ah a fazlasın a; zira o zaten nicelikselleştirilebilen b ir şeyle ilişki ku rar, işlem leri b o zm a vakası olsa bile, O nu/O nları birim ler h alin d e saym ak gerekseydi - k i b u im k â n sız d ır- h e r b ir b irim ikişerden (o’n d an ) zaten fazla olurdu. F akat b u n u n farklı b ir şekilde an laşılm ası gerekirdi. (Dişil) kişinin, asla ya b ir ya d a başkası olm adan, b aşk ası olm ası. B ir ile b aşk ası arasın d ak i m übadelede, hiç d u rm ak sızın . Ve so n u çta zaten her z a m a n b a ş k a la ştırı­ lıyor olm ası, am a onun ya da b a şk a sın ın hiçbir şekilde ay ırt edilem iyor olm ası (Luce Irigaray, Ma­ rine L over of Friedrich Nietzsche, Çev.: G illian C. Gill, New York: Colum bia U niversity P ress, 1991, s. 86). [Türkçesi: Nietzsche'nin D eniz Aşığı, Çev.; Ism ail Y erguz, Istanbul: K abalcı Yayınevi, 2000.]

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

ne girm e, bilen bir özne olarak kendisini bilinen bir nesne olarak kendisinden ayırm a yetisine sahip olursa, m üstakil halleri, kesin ve kolaylıkla ölçülebilir hedefleri olan m üstakil organlar, birbirinden ayrılabilir beden bölgeleri m ü m ­ kün olur. Her türlü deneyim, her türlü organ, her türlü a rz u kategorileştirilebilir ve örgütlenebilir; am a bedenin diğer kısmıyla olan sürekliliğini kaybet­ m e p ah asın a ve kişinin kendini bu sürekliliğin karm aşıklığı ve yoğunluğuna k a p tırm a k ta n m ah ru m bırakm ası p ahasına. İnsanın kendi h azlar m ı ve a rz u ­ ların ı sayılmaya ve kesin bir eklemlemeye teslim etmesi, süreçleri ve oluşum ­ ları kendiliklere, konum lara ve sın ırlara teslim etmesi; hedefi yalnızca haz ve genişleme değil, aynı zam anda denetim , yeni olanın zaten biliniyor olanın m odellerine bağlanm ası, sonsuz tek ra r üretim i, aynının bitim sizce çeşitlendi­ rilm esi olan örgütleyici bir fantezi ve a rz u çekirdeğine leğim lenm esi demektir. Bu olgu en açık şekilde, seksoloji a lan ın d a kadın cinselliği hakkında uzu n süre boyunca yapılm ış hararetli tartışm a la rd a (en geniş anlam ıyla lezbiyenliğin başka kadınlara yönelm iş dişil cinsel arzu olarak anlaşılm ası gerektiğin­ den, b ir açıdan m antıksal olarak lezbiyenlik tartışm a la rın ı önceleyen ta rtış ­ m a la rd ır bunlar) görülebilir: kadın orgazm ının kaynağı klitoris m i yoksa vaji­ n a m ı, şu m eşhur “G noktası” sahiden var m ı yoksa öyle b ir şey yok mu, kad ı­ n ın cinsel uyarılm a ve orgazm ının erkeğin uyarılm ası ve orgazm ıyla olan benzeşikliği ya da bun d an yoksun olması, vs. Bu tartışm a la rın yapılıyor olm ası­ nı, hem erkek a raştırm acıların hem de a ra ştırm a ların nesnesi olan k adınların bu k a d a r kafa karışıklığı yaşam asını, görünüşte kadın cinselliğinin en temel özelliklerinin etrafında halen böyle bir gizem ve ihtilafın olm asını hâlâ şa şırtı­ cı buluyorum . B una karşılık, erkek cinselliği ise bütünüyle basit, tartışm ad an bütünüyle azade, bilinebilir, ölçülebilir, anlaşılabilir olarak görünür. Hiç şü p ­ hesiz, bu bariz asim etri kadın cinselliğinin ne olduğunun zaten bilindiği var­ sayım ına, am a aynı zam anda, kadın cinselliğine bir anlam d a yabancı ya da k ad ın cinselliğini layıkıyla izah etm ekten aciz olan bilme, kim lik, m üstakillik ve ölçülebilirlik m odellerine dayanır. O nu içkin bir gizem, künhüne varılam az b ir m uam m a olarak görm ek yerine, potansiyel olarak bilinebilir olarak düşü n ­ meye devam etm ek zorundayız; genel hatlarıyla anlaşılm ası için gerekli olan b ir çerçeve edinm ek üzere başka bilgi biçim lerini, farklı söylem tarzlarını bek­ lemek zorunda olsa da bu yoldan saparnayız. Fakat kadını nasıl bilebileceğimi­ zi (bu terim in izah edilm esi için hangi teorilerin, kavram ların ve dilin gerek­ li olduğunu) sorm adan önce şunu sorm ak zorundayız aslında: Böyle bir bilgi­ n in bedeli ve etkileri nedir, çeşitli bilm e süreçleri ürettikleri nesneleri ne yapar? Cogito, sayı: 65-66, 2011

31


32 : Elizabeth Grosz

Ama b ir şey olduğu gibi kalm aya devam eder: K adın cinselliği ile erkek cinselliğini ta rtışm a k için aynı m odeller k u llanıldığı ânda, cinsellik türsel ya da İn san î terim lerle tasav v u r edildiği ânda, k a d ın cinselliğini erkek cin­ selliğinden ayıran tikellikleri, farklılıkları değerlendirm e yetim izi teslim et­ m iş oluruz. Açıkçası lezbiyenlik, erkeğin hazzı ve denetim i d ışın d a olan bir kadın cinselliği ve cinsel h azzı olduğuna şah itlik ettiği ölçüde, k a d ın ı erkek tara fın d a n üretilen türsel a ltın d a tu ta n fallusm erkezciliğe karşı en b üyük ve en tehdit edici direniş alan ı olm aya devam etm ektedir.

Haz ve Altüst Etme M akalenin başında bir dizi soru sorm uştum ve b u n la r şu ana k a d a r cevapsız kaldılar. K im lik kategorisine yöneltilen postm odern ve hüm anizm karşıtı eleş­ tiriler göz önünde bulundurulduğunda, baskı siyasi ve teorik açıdan faydalı bir terim m id ir hâlâ? Heteroseksizm ya da homofobi türsel bir baskının, ırksal, etnik, dinsel ve yetisel farklılıkları da şekillendiren bir baskının bölgesel bir çeşidi olarak kavranabilir mi? Hom ofobinin kendisini diğer baskı biçim lerin­ den ayırt edilm esini sağlayan, ona kendine has özellikler katan tikel özellikle­ ri var m ıdır? Homofobi terim i gey ve lezbiyenlerin m âruz kaldığı farklı baskı türlerini örtbas m ı eder? Sözgelimi, lezbiyenlerin hem kadın hem lezbiyen ola­ rak gördükleri baskının özgüllüğünü ve tikelliğini hasıraltı m ı eder? B unlar elbette şu anki gey ve lezbiyen m ücadelelerinin cevaplaması gereken sorular­ dır. B unlara net cevaplarım ız v arm ış gibi h areket edemeyecek olsak bile, Foucault, Deleuze, Butler, de L auretis ve b aşkalarının çalışm alarını k u llan arak en azından bazı olası cevapların a n a hatlarını çıkarm aya çalışabiliriz. B ana öyle geliyor ki m akalenin ilk kısm ında a n a hatlarıyla tasv ir ettiğim baskı k av ram ın ı şekillendiren genel özellikler, eğer doğrularsa, lezbiyenle­ rin ve geylerin gördüğü b ask ıları tan ım lam ak için de uygundurlar. Fakat ho­ m ofobinin yarattığ ı baskıyı diğer baskı hallerinden ayırm ak için o k a d a r da uygun görünm üyorlar. Lezbiyen ve geylerin gördüğü baskıyı, b aşk a grupla­ rın gördüğü bask ılard an n asıl ayırabiliriz - tabii pek çok lezbiyen ve geyin de başka baskı hallerinden m u sta rip olduğunu, dolayısıyla eşcinsel o lm a la rın ­ dan ö tü rü gördükleri b ask ın ın özelliklerinin ırksal, sınıfsal, dinsel ya da et­ nik kim liklerine yönelen b a sk ın ın özelliklerinden h er zam an kolayca ayrıla­ m ayacağını d a akıldan çık arm ad an ?26 26 Aklıma gelmişken şunu da kaydedeyim: Homofobinin nesneleri ya da kurbanlarının homo­ jen olduğu varsayımına bağlanmaya lüzum yoktur - lezbiyen ve geylerin bu nitelikler açı-

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

Diğer tüm baskı biçim lerin esas itibariyle, b ir kişinin ne yaptığından hay­ li bağım sız olarak, ne olduğuna dayalı olduğunu öne sürüyorum . Ya da b a ş ­ ka b ir şekilde söylemek gerekirse, bir k işin in ne yaptığı kim olduğuyla şekil­ lenir ve b u n u n üzerin d en yorum lanır. Beyaz ırktan olm ayan halkların, k a ­ d ın la rın , Y ahudilerin ayrım cılığa u ğ ram a sın ın en azın d an b ir nedeni, ne ya­ p a rla rsa yapsınlar o n la rı beyaz ırk tan olm ayan halklar, k a d ın la r ve Yahudiler olarak yapıyor olm alarıdır. Önyargı, görünüşte aynı o lsalar bile, baskı gö­ ren g ru b u n üyelerinin nitelikleri ve b a şa rıla rın ın , im tiyazlı g ru b u n üyeleri­ n in nitelikleri ve b a şa rıla rın d a n farklı o lara k y o ru m lan m asın ı dayatır. O n­ la rın ırksal, dinsel, cinsel ve kültürel özellikleri, (anlam ları ve işaret ettikleri şeyler ciddi ihtilaf konusu olsa da) b ir açıd an in k âr edilem ez olan özellikleri kendilerine karşı kullanılır, kendilerine layık görülen adaletsiz m uam elenin ve önem senm eyen ya d a değersizleştirilen fenom enolojik gerçekliklerinin b a ­ hanesi, gerekçelendirilm esi olarak kullanılır. Jean Paul S a rtre bu baskı biçi­ m inin, esasında, b ir kötü niyet jesti, kendi anlayışına göre, bilim sel bir tav rın ta m tersi olduğunu ileri sürer.27 Baskı uygulayan kişi, yani zalim , hiçbir şeyin kendi önyargılarına k a rşıt bir kanıt teşkil edeceğini kabul etm ez. Ö rneğin, Yahudi düşm anı tü m Y ahudilerin cim ri olduğuna inanır. K endisine eli açık b ir Yahudi gösterildiğindeyse, bu cöm ertliğin yalandan sergilendiğini, b u ­ n u n a rd ın d a bir a rt niyet olduğunu, aslın d a b ir a y artm ad an ya da rüşvetten ib aret olduğunu, b ir vicd an azabının veya entrikacı b ir zihniyetin ü rü n ü ol­ d u ğ u n u iddia edecektir. H içbir şey cöm ert b ir Yahudi olduğunun kanıtı ola­ ra k sayılm az. H içbir ik n a çabası Yahudi d ü şm anını öny arg ıların d an uzaklaştırm ayacaktır, zira öznenin, Yahudi o lm ak tan kaynaklandığı düşünülen, a p rio ri özellikleri, özü, bilinebilir, değiştirilem ez, sabit b ir varlığı vardır. Ya­ hudi d ü şm an ın ın fik rin i değiştirebilecek olan tek şey b a h is konusu olan ki­ şin in gerçekten Yahudi olm adığını iddia etm ek olacaktır. B u tasvir b an a her tü rd e n baskıyı genel o larak izah ediyor gibi geliyor. Ama lezbiyenler ve geylerin m â ru z kaldığı baskıya gelindiğinde işler biraz değişiyor. Eşcinseller söz konusu olduğunda, m ütecaviz b u lu n an şeyin o nların ne

sından her türlü birey kadar çeşitli olması ve hatta aşağı yukarı her topluluğun, her toplum­ sal kategori ya da grubun üyesi olması mümkündür; fakat lezbiyen ve geylere atfedilen her türlü “kimlik"in amansız baskı biçimlerinin ürünü olduğunu varsaymak gerekir, zira bu baskılar tiksinme ve insafsızlık nesnelerini seçip ayırmak ve tanımlamak için gerekli olan homojenliği üretir. 27 Jean-Paul Sartre, Anti-Semite and Jew (New York, Schocken, 1961) [Türkçesi: Yahudi D üş­ manı: Antisemitin Portresi, Çev.: Emin Türk Eliçin, İstanbul: Salyangoz Yayınları, 2008.]

Cogito, sayı: 65-66, 2011

33


34 I Elizabeth Grosz

olduklarından ziyade ne yaptıkları olduğunu zannediyorum .28 B u d u ru m pek çok heteroseksüelin gayet yaygın olduğu söylenebilecek "liberal tav rın ı” açık­ lar. Şöyle d er bu insanlar: "Ne yaptıkları u m u ru m d a değil, ne yapacaklarsa kendi evlerinde yapsınlar yeter!” Ya da: "Yatak o d anda yaptığın şeyler seni il­ gilendirir.” B u da az çok şu an lam a gelir: “Queer şeyler yapm adığın sürece, cinselliğini ulu o rta ortaya koym adığın sürece, kim olduğun u m u ru m d a de­ ğil.” B ir b aşk a deyişle, onlarla eşit ölçüde aynı olduğunuzu varsayabildikleri sürece bu heteroseksüeller hallerinden m em nundur. Özel ile kam u sal ara sın ­ daki ayrılığa dayanan ve ikisinin bütünleşm esini reddeden “dolap” (closet)* kavram ını m üm kün kılan şey, in san ın ne olduğu ile ne yaptığı a rasın d ak i bu bölünm edir. Dahası, tam d a açılm a olasılığını d a açıklar bu kavram - diğer pek çok baskı tü rü açısından konuşacak olursak, b u n u n hayli gülünç bir kav­ ram olduğu ortadadır. Eşcinsellerin, diğer baskı gören g ru p ların son derece nadiren ulaşabilecekleri b ir rah atlık la heteroseksüel "sayılm ası’nı m üm kün kılan şey de budur. Hom ofobi belirli bir g ru b a ait olduğu d ü şünülen nitelik­ lere değil, b ir grubun üyelerinin faaliyetlerine dayanan bir baskıdır. İşte b u d u ru m kültürel reaksiyon kuvvetlerinin, baskı tü rleri a ra sın d a en çok da hom ofobi örneğinde, b ir bedeni (cinsel olarak) ne(ler) yapabileceğin­ den ayırm aya niçin bu k a ra rlı olduklarını gösterir. Böyle b ir varsayım da, bir yandan, lezbiyen ve geylerin cinsel p ratiklerinin, yaşam ta rz la rın ın ak­ tif ve olum layıcı olduğu, sırf heteroseksizm in koyduğu k ısıtlam alara reaksi­ yon içinde değil, kendi ekonom ilerine göre ilerleyip geliştikleri farzedilir; öte yandansa, bizatihi reaksiyon kuvvetlerinin lezbiyen ve gey cinselliğini hem son derece güç hem de gayet çekici kıldığına işaret edilir. H eteroseksizm in k ısıtlam aların a sadece reaksiyon gösterilmez; aşılm alarıyla k işin in genişle­ m esini sağlayan, olum lu engellerdir bunlar. Hom ofobi olm aklığı eyleyişten, varoluşu eylem den ayırm a çabasıdır. Ve eşcinsellik sırf eşcinsel olan, eşcin­ sel bir kişiliği, eşcinsel aşk nesnelerine "doğal b ir eğilim i” olan b ir varlık (yani "eşcinsel personası”d ır bu ve Foucault’n u n belirttiği gibi, on dokuzun­ cu yüzyılda icat edilm iştir) değil de bir p ratik meselesi, ne yapıldığı, nasıl ya­ 28 Aslına bakacak olursak, bir kişi açıldığında ya da "açılmak zorunda bırakıldığmda/açığa çıkartıldığında” genelde ona inanılmaz - başka türden baskılar söz konusu olduğunda böy­ le bir tepki verilebileceğini hiç düşünemeyiz herhalde. Oysa bir insan Yahudi ya da Müslü­ man olduğunu itiraf ettiğinde hiç şüphe duyulmaz! Takip edebildiğimiz kadarıyla Türkçeye şu ana kadar “dolap” diye çevrilmiş olan bu kav­ ramın İngilizcedeki tarihsel serüveninde, dua etmek, düşüncelere dalmak için kullanılan, mahrem, küçük özel oda gibi bir anlamı da olduğunu unutmamak gerekir (ç.n.).

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek

pıldığı, kim le yapıldığı ve b u n la rın sonucunda ne gibi risk lerin ve faydaların doğduğu meselesiyse eğer, o halde reaksiyon kuvvetlerinin b ir şahsiyeti, b a ş­ tan b a şa sapkınlığın sirayet ettiği b irin i k atılaştırm ak , d o n d u rm ak suretiyle işliyor olduğu açık dem ektir. Tıpkı (her ırk tan ) kad ın lard a ve (iki cinsiyetten) beyaz olm ayan ırk lard a olduğu gibi, bu d a eşcinselliğin oku n ab ilir b ir kate­ goriye indirgenm esine sebep olur ve değişken, belirlenem ez b ir cinsellik, b e­ lirli faaliyetlere girişm e ve belirli fikirlere b ağ lan m an ın olum sallığına daya­ lı bir cinsellik fikrinin heteroseksüel n o rm u n bizatihi özüne teşkil ettiği teh ­ didi asg ari düzeye indirir. Lezbiyenlik, örneğin, k a d ın a rz u su n u n (ve m uhtem elen erkek arzusunun da) en tem elde yoğrulabilir olduğuna, hem cinsel nesnesinin değişm esi (er­ kekten k ad ın a ve tam tersi) hem de h â lih a zırd ak i pratik ve haz biçim leri ve türleri açısından içsel b ir açıklığı olduğuna delalet eder; bir diğer deyişle, olu şm an ın neredeyse sonsuz sayıdaki olasılık ların ın kanıtıdır. B atı’daki sa­ bit erkek/kadm cinsiyet rollerindeki (sabit ilişkilerin çoğu kez zam anla a lış­ tığı ro llerd ir bunlar) b içim in katılığına, korkunçluğuna, sıkıcılığına ve h at­ ta sonu gelmek bilm ez b ir şekilde te k ra r edişine, bu rollere içkin olan ve şa­ yet bu roller sürdürülm ek isteniyorsa görm ezlikten gelinm esi ya da o rtad an kald ırılm ası lazım gelen değişim o lasılık ların a işaret eder. Eşcinselliğin heteroseksüelliğe yönelttiği tehdit kendi olum sallığından, u c u n u n açık olm a­ sından, tü m insan cinselliğini şekillendiren çeşitli cinsel itki ve olasılıklar üzerindeki n a rin hâkim iyetinden, doğal olm ayışından, tavizinden ve reaktif statü sü n d en kaynaklanır. Queer h a z la r ta h m in edilebilir olanı, genelgeçer olanı, m uteber olanı kabul etm ek z o ru n d a olunm adığını, h a tta b u n ların da k im i bedelleri olduğunu ortaya koyar. Lezbiyen ve geylerin cinsel ilişkilerinin hem gücü hem de oluşturduğu te h d ittir bu: K işinin ne yaptığı, neyi nasıl yaptığı, kim inle yaptığı ve bu eyleyişin ne gibi sonuçlar yarattığ ı ontolojik olarak ucu açık soru lard ır; cinsel­ lik hepim izin içinde ve hepim iz için en tem elde geçici, n a rin , değişkendir ve h a tta z a m a n zam an p atlam aya h azır halde bekler, hiç beklenm edik bağlam ­ lard a ateş a lır ve çoğu kez sıkıntı verici etkilere neden olur: Gücü, cazibesi ve tehlikesi, cinselliğin tem el akışkanlığı, sıvılığı, dönüştürülebilirliği ve bunun cinsiyetlendirilm iş bedenlerde ortaya kon m asın d an gelir. B ir bedenin ne ol­ duğu ile ne(ler) yapabileceği birbirinden ayrıldığında, vasat b ir öz yaratılm ış olur, deneylerin, y aratm a ç a b ala rın ın yerini tah k im edilm iş b ir alışkanlıklar ve beklentiler çekirdeği alır; bedenler, değişm ez ve yinelenip d u ra n ilişkiler Cogito, sayı: 65-66, 2011

35


36 : Elizabeth Grosz

içinde b ir çökeltiye d ö n ü şü r ve herhangi b ir altü st etm enin an c ak yinelenme hallerin in ötesinde m ü m k ü n olacağı d ü şü n ü lü r (Butler’ın g ö rü şü ve tık an d ı­ ğı yerdir bu: Altüst etm e h er zam an bir yinelem eden ibarettir; asla düpedüz bir y aratm a, yeninin üretilm esi değildir). H eteroseksüelliğin n o rm la rın d a n d ışla n a n ve bu n o rm la r tara fın d a n çoğu kez görm ezden gelinen eşcinsel ilişkiler ve yaşam ta rz la rın ın 29 nasıl olup d a heteroseksüel o lm an ın ne anlam a geldiğine d air öz-algılarına sıza­ bildiğini, sirayet edebildiğini anlam aya çalışıyorum . Cinsel u y a rıc ıla r ve tep­ kilerin katı bir şekilde hizalanışı, erkek ve k a d ın sevgililerin ilk b ak ışta do­ ğal gibi görünen birlikteliği lezbiyen ve geylerin varlığı sonucunda dağılır; dahası, fallusa ve h a tta erkek cinsel özneyle dolayındı ilişkilere dayalı olm a­ yan b ir lezbiyenlik biçim inin varlığı bizatihi cinselliğin bir işlev ya da organ olarak fallusu gerektirm ediğini ortaya koyar. Cinsel “n o rm allik ” alan ın ı bir m ik tar gevşeten ya da b u ra d a bir bulaşm a y a ra ta n bu ardıl etkiden de öte, b a n a öyle geliyor ki cinselliği hiç d u rm ad an teorileştirm ek, açıklam ak, çö­ züm lem ek, düşünm ek, yeniden inşa etmek, yeniden değerlendirm ek, ona iliş­ kin yeni kelim eler ve k a v ra m la r bulm ak yerine, onunla deneylere girişmeli, onun çeşitli hallerinin ta d ın ı çıkarm alı, çoşkulu yoğunluk an la rın ı, in ­ sanın a rtık düşünm eyip kendini kaybedeceği a n la rın ı bulm aya çalışm alı­ yız. U m uyorum ve inanıyorum ki bu b ir anti-entelektüalizm ya da 1960’lara has, h içb ir sorum luluk a lm a d an haz peşinde koşan ve dahası, k a d ın la rı ken­ di b u y ru k la rı altında tu ta rk en yalnızca erkeklerin cinsel özgürlük fantezile­ rini gerçekleştirm iş bir çoklu cinselciliğe (polysexuallsm ) n a if b ir dönüş de­ ğildir. D aha ziyade, cinsel hazzı özgürlük m ücadelesiyle birleştirm en in red­ dedilm esi, cinselliğin d a h a büyük b ir dava ya d a (siyasi, m anevi ya da ü re ­ meye dönük) d ah a ulu b ir hedef çerçevesinde m eşru k ılın m asın ın reddidir; keyif alm a, deneyim lem e, sırf kendi uğ ru n a, bizi götüreceği yer u ğ ru n a, bizi nasıl değiştirip oluşturacağı u ğ ru n a haz alm a, onu cinsiyetlendirilm iş be­ denlerin yaşam larındaki b ir (am a tek değil) yörünge ve doğrultu olarak gör­ me a rz u su n u tem sil eder. İngilizceden çeviren: Erkal Ünal 29 Ne de olsa bu deneysel ve yaratıcı tarz yalnızca cinsel ilişkilere indirgenemez. Sadece kimin kiminle ve nasıl yattığı meselesi çevresinde değil, aynı zamanda evcil, ailevi, varoşa dair olanla ve bunların karşıtlarıyla bir dizi özdeşleşme etrafında da dönen tüm bir yaşam tarzı olasılıkları da heteroseksüel normların ihlali kategorisi içine dahil edilmelidir.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Butler ve Hegel: Arzu, Tanıma ve Akrabalık ZEYNEP DİREK

Bugün queer k u ram ın k u ru cu su olarak a n ıla n Judith B utler’ın felsefeye bir Hegel yorum cusu olarak g irm iş olm ası dikkate değerdir. A rzunun Özneleri1 başlığıyla yayım lanan d oktora tezi Hegel’de a rz u ile tan ım a ilişkisini ta rtı­ şır. Tezin yayım lanırken so n ra d a n eklenen kısım ları, Hegel’in çağdaş F ran ­ sız felsefesi içinde nasıl alım landığıyla ilgilidir. Genel tartışm ay la bağlantılı olduğu halde ona dışsal k a lır bu bölümler. B u n a k arşın a n a m etinde çok te ­ mel b ir so ru so ru lm u ştu r ve bu soru LGBTT ta n ın m a m ücadelesi açısından da oldukça anlam lıdır. Köle efendi diyalektiğine yaklaşırken B utler’ın sor­ duğu soru, neden karşılık lı birb irin i ta n ım a ilişkisinin Hegel ta ra fın d a n bir arzu ilişkisi olarak ele alın d ığ ı sorusudur. H egel’in T in in G örüngübilim i’nde2 yaptığı ta n ım a ta rtışm a sın ın bağlam ı özbilinçtir. Ona göre, özbilinç kendi hak ik atin i salt düşünüm yoluyla tecrübe edem ez. D escartes’m şüphe yoluyla dünyadan, yaşam dan ve başkalarıyla ilişkiden soyutladığı cogito, kendi var­ lığının şüphe edilemez kesinliğini solipsist b ir yalnızlığın içinde yaşam ak­ taydı. Hegel b u n a itiraz ederek, özbilincin kendi varlığının h ak ik atin i tam m anasıyla tecrübe etm esini karşılıklı b irb irin i tanım aya dayandırır. K ar­ şılıklı ta n ım a özbilincin b aşk a bir özbilinç ta ra fın d a n ta n ın m a sı ve başka bir özbilinci de kendisi gibi tan ım asın ı içerir. Ancak b u rad a a rz u terim inin neden b u k a d a r önem li b ir rol oynadığını görm ek kolay değildir. Arzu özbi1 Judith Butler, Subjects o f Desire: Hegelian reflections in Twentieth Century France, New York: Columbia University Press, 1987. 2 G. W. F. Hegel, Phänomenologie des Geistes, Hamburg: Felix Meiner Verlag, 1988; İngilizce çeviri: A. V. Miller, Phenomenology o f Spiri, Oxford: Oxford University Press, 1977.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


38 : Zeynep Direk

linçi, epistem olojik so ru n sa lın soyutluğundan, kartezyen ve K antçı refleksiyon felsefelerinin b ağ lam ın d an çık arır ve yeni b ir ontolojik başlangıç nokta­ sına, y a şam ın içine yerleştirir. Arzu ilk b a şta ihtiyaç, yani, beslenm edir. Ya­ şam ın içinde hayatta kalm a arzusuyla beslenm e gibi temel ihtiyaçları k arşı­ lam a, in sa n la rı birbirini ta n ım a k la sonuçlanacak bir an gajm anın içine so­ k ar mı? Y aşam ın herkese yeterli besin sunduğu varsayım ı çerçevesinde H e­ gel de R ousseau gibi bu soruya olum suz b ir yan ıt verir. O halde, a n cak özbilinçlerin b irb irin i arzulam ası, o n lar arasın d a, karşılıklı b irb irin i tanım ayla sonuçlanabilecek yoğun b ir angajm anı o lu ştu ru r ve birbirine k a rşı kayıtsız­ lık im k â n ın ı o rtad an kaldırır. Neden kayıtsızlık im kânını yok saym am ak ge­ rekir? R ousseau’nun İnsanlar Arasında Eşitsizliğin Kaynağında3 dediği gibi, doğada k a rşıla şa n ve a rz u la rı ihtiyaçlarından ileri gitmeyen iki kişi arasın ­ da bir köle efendi ilişkisi m eydana gelmesi im kânsızdır. B aşkasına karşı güç k u llan arak onun yiyeceğini elinden alabilirim ; onu, beni besleyen ağaçtan başka b ir ağaca kovabilirim; am a ona boyun eğdirebilir m iyim , yani kölem yapabilir m iyim ? B ana boyun eğmesi için onu kendim e bağım lı k ılm am ge­ rekir. B unu yapm adığım sürece, bir an için b aşım ı öte yana çevirdiğim de, benden ço k tan kaçıp u zaklaşm ış olacaktır. B ağım lı kılm ak ne a n la m a gelir? Beslenm e gibi ihtiyaçlar R ousseau’nun an lattığ ı doğa halinde kim seyi kim ­ seye b ağım lı kılm az. Ö zbilinçler arasındaki ilişkide bir bağım lılığın ortaya çıkabilm esi için a rzu n u n b a şk asın ın a rz u su n u n nesnesi haline getirebilecek şekilde büyüyüp genişlemesi gerekir. B aşkasının arzusunu a rz u lam a onun ta ra fın d a n tanınm ayı arzulam aktır. B u nunla beraber, özbilincin yaşam da duyduğu arzuyu ö tekinin özbilincini arzulayacak k ad ar genişletsek dahi, k arşılık lı birbirini ta n ım a bundan doğrudan b ir biçim de çıkm az. Z ira doğada y aşam a uğraşı içinde b u lu n an iki özbilinç karşılık lı olarak b irb irin e angaje olur olm az, bir özbilinç kendisini diğer özbilinçte kaybolm uş halde bulur. A rzulayan a rzu lan an d a yitip gitme riskine g irm iş bulunm az yalnızca; kendisini o n d a n ayırt edem eyecek kadar onda kaybolm uştur zaten. B u kaybolm adan kendisine geri dönebilm ek için başkasını yadsım ak zorundadır. Hegel a rz u n u n nesnesini yadsım a hareketi içinde b u lu n duğunu ileri sürer. Bir elmayı istem ek, onu yiyerek yok etmeyi istem ektir. B una karşın, diğ erin in özbilincinin beni tan ım a sın ı arzulam ak, 3 The First and Second Discourses by Jean Jacques Rousseau, Yayımlayan: Roger D. Masters Çev.: Judith R. Masters (New York: St. Martin's Press, 1969); İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, Çev.: Rasih Nuri İleri, Say Yayınları, 2009.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Butler ve Hegel: Arzu, Tanıma ve Akrabalık

ötekini öldürm ek olam az. Eğer yadsım ak öldürm ek ise, d iğ erin in bilfiil öl­ mesi başkayı kaybederek ta n ın m a im k ân ın ı da yitirm em e yol açar. Öte yan­ dan, yadsım a küçüm sem e, hiçe saym a gibi bir tavırla da eşitlenemez; bu, özbi linçi boş ve ilişkisiz kılacağı için, başkayı da serbest b ıra k m ış olur. Saf birbi rini tan ım a , karşılıklı b ir biçim de kendini ve diğerini özbilinç olarak kaale alm aktır. Öyle ki, b aşk asın ı kaale alm a kendini kaale alm a, kendini kaale alm a b aşk asın ı kaale a lm a an lam ın a gelir. Yine de diğerini yad sım ak onu öldürm eye k alk ışm ak tan d a h a az bir şey değildir. Hegel şöyle devam eder: Y aşam ın içinde k a rşıla şa n iki bilinç ta n ın ­ mayı a rzu lay arak bir ölüm kalım savaşına girişirler. H ayatını riske a ta n ve salt yaşam ayı önem siz gördüğünü ispatlayan bilinç, efendi; ölüm korkusu­ na kapılıp ötekinin k a rşısın d a geri adım a ta n bilinç köle olacaktır. H ayatı­ nı riske atm ak yaşam ın üzerin e çıkm ak, b ir can lıd an ibaret olm adığını gös­ term ektir. Özbilinci y aşam d a n yola ç ık a ra k düşünm em iz gerekse bile, onu ancak y aşam ın aşılm ası hareketi içinde kendisi olarak bulabiliriz. B urada köle efendi diyalektiğinin a d ım la rın ı d a h a fazla tartışm ayacağım . Sonuç olarak, köle bilincin ölüm korkusunu y aşam asın ın , çalışm a disiplinine g ire­ rek ita a t etm esinin, eser verm esinin, iş yapm asının, ü rettiğ in d e kendini d ü ­ şünm e im k ân ın a sahip olm asın ın onu b ir a n la m d a "bağım sız” kıldığı o rta ­ ya koyulur. Köle efendi diyalektiğinin asim etrikliği göz ön ü n e alındığında, k a rşılık lı birb irin i ta n ım a so ru n sa lın ın m etinde bilfiil çözülm em iş olduğu­ nu da tesp it etm ek gerekir. Bu diyalektik boyunca ilerlediğim izde bağım sız efendi b ilincin bir a n la m d a bağım lı, b ağ ım lı köle bilincin b ir anlam da b a ­ ğım sız olduğu sonucuna u laşırız. Tüm sim etri işte b u n d a n ibarettir. Met­ n in kendisinde bu sim etri sayesinde saf ta n ım a olayının gerçekleşeceği im a­ sın d a n b aşk a bir şey yoktur, şaşırtıcı b ir biçim de, b irb irin i ta n ım a olayının kendisi henüz yoktur. Ju d ith B utler’ın A rzunun Öznelerine dönelim: B utler’m tartışm a sı Hegel’in m etniyle ilginç b ir ilişki kurm ak tad ır. Arzu sorunsalı Hegel’in söyle­ m inde ortaya çıkan "yaşam " kavram ıyla pek az ilişkilendirilm iştir. "Yaşam” varlık düzlem inde ortaya çıkan tüm fark ları doğuran ve geri a la n içkin h a ­ reketin ta kendisidir. Ju d ith Butler bu n a “a rz u ” demeyi terc ih ediyor. Bu du­ ru m d a arzu evrensel özneliğin ta kendisidir. Bu a rzu d an özbilinçlerin çoğul­ luğu ortaya çıkar. Bu ikileşm e veya çoğullaşm ada cinsiyet farklılığına hiç atıf yapılm am ış olm ası dikkate değerdir. A rzu cinsiyet açısın d an n ötr m ü­ dür? Cinsiyetsiz m idir? A rzu b ak ım ın d an cinsiyet kategorisi ne ifade eder? Cogito, sayı: 65-66, 2011

39


40 ■Zeynep Direk

Hegel’de cinsiyet farklılığı b u bağlam da hiç gündem e gelm em iştir. B u­ nun sebebi ne olabilir? C inselliğin bir ihtiyaçtan ib aret olması; dolayısıyla in­ sanları b irb irin i tanım aya götürecek kad ar yoğun b ir angajm an ilişkisi içine sokam ayacak olm ası m ıdır? Rousseau'ya geri döndüğüm üzde in sa n la rı bir­ likte yaşam aya iten şeyin cinsellik olm adığını, cinselliğin doğa içinde karşı­ laşm alarla giderilen bir güdüsel ihtiyaç konum unda bulunduğunu söyleyebi­ liriz. Aşk henüz doğm am ıştır; onun olabilm esini sağlayacak k o şu llar henüz ortaya çıkm am ıştır. Aşk için kıyas yapabilmek, en güzel, en ü stü n olanı se­ çebilmek gerekir. Kıyas yapm ak için ise in sa n la rın zaten birlikte yaşıyor ol­ m ası icap eder. Hegel'i R ousseau ile ilişkilendirerek okursak, H egel’in sözü­ nü ettiği ta n ım a m om enti bize güdülerin doyurulm ası m an asın d a cinsellik­ ten fazla olan am a aşkı da henüz doğurm am ış olan b ir arzuyu an latıy o r gibi görünebilir. R ousseau’ya göre k a d ın ile erkek ara sın d ak i cinsiyet farklılığını yaratacak olan şey, ne biyolojik cinsellik, ne de aşktır; kulübelerdeki yerleşik yaşam , eskiden avcı olan in sa n la rı yozlaştırm ış, o n lara tek başın a avlanabilme yeteneklerini kaybettirm iştir. Erkekler birlikte ava çıkar olm uş, k a d ın la r kulübe çevresinde çocuklarla o y alan ır hale gelm işlerdir. Cinsiyet farklılığı ve ona bağlı işbölüm ü insan doğasındaki bir yozlaşm anın eseridir. Judith B utler Toplumsal Cinsiyet Belâsında, cinsiyet farklılığının toplum ­ sal cinsiyet norm larıyla ve yasayla kurduğum uz ilişkiler içinde in şa edilm iş olduğunu ileri sürm üştür. Hegel b irbirini ta n ım a im kânını, kölenin b ir kor­ ku, itaat ve çalışm a süreci içinde kendini nesnesiyle b ir dolayım içinde ta n ı­ m a an m a dayandırm ıştı. Cinselliği ve cinsiyetliliği n ö tr b ir çerçeve içinde ta ­ nım a so ru n sa lın ın dışında b ıra k m ıştı. Bu n ö trlü k neye işaret eder? K adın erkek ikiliğinin henüz o rtad a olm am asına m ı yoksa tü m tan ım a so ru n sa lı­ n ın zaten ço k tan eril cinsiyetle belirlenm iş o lm asına mı? Eğer H egel’in dedi­ ği gibi, in san i dünyanın, toplum un ve politik h ay atın tem elinde b irb irin i ta ­ nım a varsa cinsel yönelim lerin çokluğu bu ta n ım a süreçleri ta ra fın d a n ne ölçüde tan ın m ıştır? Judith B utler’ın felsefi kariy erin in başında cinsel yönelim farklılığı yü­ zünden in san i dünyadan d ışla n m a sorununa bu Hegelci çerçeveden b ir ya­ nıt aradığını düşünebiliriz. K orkarak, itaat ederek, çalışarak, ü reterek ken­ dini ispatlam a, eğer aynı zam an d a heteroseksüel düzenle sürekli b ir p a z ar­ lık, yerine göre saklanm a yerine göre açılm a, k ırılg a n b ir gücü b irik tirm e ise bundan gerçekten bir tan ın m a çıkabilir mi? N eden özbilincin h ak ik a tin i tec­ rübe etme im k â n ı birbirini cinsel yönelim fark lılık ların d a tanım aya da bağ­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Butler ve Hegel: Arzu, Tanıma ve Akrabalık

lı olm asın? N eden m utlağın in san i dünyada som utlaşm ası, aynı zam an d a a r­ zuların özgürlüğü olarak d a ele alınm asın? Arzuyla yaşam ın, arzuyla öznel­ liğin ilişkilendirilm esi, h a tta özdeşleştirilm esi ancak bu koşulda anlaşılabi­ lir. Yaşam aynı zam anda d a farkları üreten, doğurgan olan koşulsuz tüm el­ dir. O b ir özün hareketi o larak ortaya ç ık a r ve kavram ta ra fın d a n belirlenir. Ama bu kavram da özgürlükten başka bir şey değildir Hegel’e göre. O halde, lıom ofobinin, tanım ayı reddeden nefretin altın d a böylesine b ir arzu n u n , öz­ gürlük istem in in bastırılm ası vardır. B utler'ı b ir queer k u ram cısı haline getiren süreçte bu Hegel okum asının açtığı so ru la rın yanıtlanm aya başlandığı saptanabilir. B utler Foucault’yu okurken de, özneyi b ir a rz u öznesi olarak düşünür, am a şim di odak nokta­ sı öznenin nasıl tabi olduğu, ik tid ar ta ra fın d a n kurulduğudur. A rzu iktidarı ontolojik olarak öncelese bile ondan bağım sız olarak ele alın am az. B aşka bir deyişle, yaşam , yaşayan beden, arzu gibi k av ram lar heteroseksüel m atrisin cinsiyetli özne üretim ini m eşru la ştırm a k için kurulm uş, koyutlanm ış onto­ lojik varsay ım lard an ibarettir. Butler’a göre bedeni ancak heteroseksüel m at­ risi k u ra n sembolik, k ültürel yasayla k arşılaştığ ı u ğ rak ta cinsiyetlenen bir varlık gibi düşünebiliriz. A m a bu yasa y alnızca heteroseksüel bireyleri de­ ğil, kendisine uym ayan örnekleri de, yani LBGTT bireyleri de üretebilm ek­ tedir. B u ra d a B utler’ın k u ra m ın ın iyi b ilinen savlarının açık lan m asın a gir­ meyeceğim. B utler’m Hegelci başlangıcı içinde sorduğu a rz u ta n ım a ilişki­ si so ru su n u n Foucaultcu eleştiri çerçevesinde o rta d a n kaybolduğuna işaret etm ek istiyorum . Foucault ile kurduğu felsefi ilişki içinde, B utler’ın dikkati cinsel yönelim farklılığı yüzünden ta n ın m a m a n ın nasıl üretild iğ in i açıkla­ m aya yönelm iştir. T anım a kavram ı LGBTT hareketi için neden hep çok önem li? Hegel’in sö­ zünü ettiği birbirini ta n ım a hukuk nezdinde ta n ın m a k ta n önce gelir; hukuki ta n ım a n ın da tem elidir. B iri cinsel yönelim i konusunda a rk ad aşın a, ailesine veya toplum a açıldığında, b u itirafın a rd ın d a n gelen b ir kab u l edilm e veya kabul edilm em e vardır. B u anlam da kabul edilm e, yalnızca “in sa n ” olarak, “bilinç” olarak kabul edilm e değildir. “H er şeye rağm en” (farklı cinsel yöne­ lim in söze dökülm esine rağm en), açıldığım kişi ta ra fın d a n in sa n olduğum için dışlan m am ak yine de dışlanm aktır. “B en seni insan o larak kabul ediyo­ rum , b e n aslında cinsel yönelim in öne ç ık a rılm a sın a k arşıy ım ” cüm lem esi hom ofobiklikten m uaf m ıdır? Arzuyu dile getirerek birlikte-varolm ak, top­ lum sallaşm ak neden kabul edilem ezdir? H egel’in özbilinç ta rtışm a sın ı okurCogito, sayı: 65-66, 2011


42 : Zeynep Direk

ken B utler’ı ilgilendiren şey a rz u ile tan ım a a ra sın d ak i ilişkisiydi. LBGTT hareketinin a rz u n u n çeşitli yönelim lerinde ta n ın m a sın ın özgür b ir toplum ­ sallığın koşulu olduğu tezi ile H egel’in ortaya koyduğu sorunsal elbette birbiriyle ilişkilidir. Özbilincin kesinliğini hak ik ate taşım asın ın gereği, onun bir başka bilinç ta ra fın d a n ta n ın m a sı ise, b u ta n ım a n ın d inam iği de arzu ise, a rz u n u n içinde geliştiği in sa n i dünyanın yasalarıyla ilişkisi m esele hali­ ne gelir. Bu d a öncelikle aile, akrabalık, ak rab alık sistem inin siyasal düzen­ le, devletle ilişkisi so ru n la rın a ta ş ır bizi. D oktora tezinden yıllar so n ra Judith B utler Hegel üzerine yeniden yazar: Bu kez m esele Antigone'dir. Irigaray Speculum de l ’a utre fem m e’d a 4 Hegel’de cinsiyet farklılığını okurken o n u n Sofokles’in Antigone trajedisine yaptığı gönderm elere odaklanm ıştı. “C em aatin Ebedi iro n is i”5 Antigone yi anneye dayalı ak ra b a lık sistem inden babaya dayalı ak ra b a lık sistem ine geçiş sü re­ cinde, h a tta bu sürecin tam a m la n ışın d a ortaya çık a n bir tereddüt a n ı olarak ele alır. Antigone babaya dayalı akrabalık sitem inin bastırdığı anneye dayalı akrabalık sistem inin h a k la rın ı tem sil ederek devletin yasasını ihlal eder.6 K ı­ sacası, irig aray Antigone’n in arzu su n u , a k rab alık ilişkilerini yeniden d ü şü n ­ me gereği b ağ lam ında yorum lar. Judith B utler d a Antigone’nin id d ia sın d a 1 bu gereğe işaret ediyor diyebiliriz. Fakat onun m etninde Antigone ölü an n e ­ nin yerine geçen kız değil, b ir queer figür olarak beliriyor. Belki de B utler'ın m etnini zorlayarak Antigone yi kad ın toplum sal cinsiyeti içinde b ir lim it, bir sınır aşım ı, b ir öteye geçiş, b ir tra n s olarak da görebiliriz. Judith B utler'ın yorum una göre, Hegel’in ta sv ir ettiği etik d ü n y an ın An­ tigone si cinsiyet farklılığının tarih sel olarak silinişinin bir izi değildir. Hegel’in bu trajediden söz etm esinin sebebi, ailenin toplum ve devletle ilişkisi­ ni irdelem ektir. Ailenin toplum la ve devletle ilişkisi nedir? B ugün için de çok önemli olan b u soruyu B utler H egel’in ontolojik v arsayım larını b ir yana bı­ rak arak ta rtış ır. “Idea”, "K avram ”, "Öz”, “Töz", “T in”, “Özne” gibi kavram ­ larla veya b u n la rın özdeşliğine ilişkin b irta k ım varsayım lara dayanarak ele alam ayız ak rab alık ile siyasal erk arasın d ak i ilişkiyi. Bu yüzden Butler Hegel’in soyut kavram larını devre dışı b ıra k a ra k soruya başka b ir biçim ve4 Luce irigaray, Speculum de l'Autre Femme, (Paris: Les Editions de Minuit,1974). "L’éternelle ironie de la communauté...” s. 266-281. 5 Luce Irigaray, "...cemaatin ebedi ironisi...’’, Çev.: Yağmur Ceylan Uslu, Cogito, Feminizm, S. 58, Bahar 2009, s. 159-171. 6 Bkz., Zeynep Direk, "Zamanın Ebedi İronisi, Amargi Feminist Dergi, S. 19, Kış 2010, s. 14-17. 7 Judith Butler, Antigone’s Claim: Kinship Between Life and Death, 2000; Antigone’nin İddiası: Yaşam ile Ölümün Akrabalığı, Çev.: Ahmet Ergenç, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2007.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Butler ve Hegel: Arzu, Tanıma ve Akrabalık

rir: Toplum sal cinsiyet no rm ları, ak rab alık n o rm ları ve v atan d aşlığ a ilişkin n o rm la rın ilişkisi nedir? H ü m a n ist geleneğin de Antigone figürüyle ilgilenm esinin sebebi devlet ile ak ra b a lık ilişkileri a ra sın d ak i bağlantıdır. B utler’a göre ise Antigone ne in ­ san lığ ın ne de akrabalık y asasın ın savunucusu olarak ele alınabilir. Sofokles Antigone n in devletin yasasın ı yalnızca erkek kardeşi için ih lal etm iş olduğu­ nun a ltın ı çizm iştir. Antigone şöyle der: Eğer anası olduğum çocuklar, karısı olduğum adam ölseydi de cesetleri ortada kalsaydı, ben yurttaşlara meydan okumak pahasına bu görevi üst­ lenir miydim? Bunu hangi yasa uğruna söylüyorum? Eğer kocam ölseydi, başka bir koca bulurdum, çocuğum ölseydi başka bir çocuk doğururdum. Ama anam ve babam Hades’te olduğuna göre, bir başka erkek kardeş daha edinemem. İşte seni özel bir biçimde onurlandırmamın sebebi budur. Ama bu Kreon’a karşı bir saygısızlık gibi göründü, ey kardeşim !8

Antigone akrabalığın k utsallığını savunan b ir figür olarak konum landırılamaz; çü n k ü onun yasası h er akrabası için geçerli olan bir yasa değildir. O er­ kek kardeşini devletin y asasını ihlal ederek gömer, am a her ak rab ası için aynı şeyi yapm ayacağını belirtir. Yasa yalnızca tek bir d u ru m için yapılmış, yal­ nızca erkek kardeş için geçerli olan bir yasadır. Onun yasası tekil ve genelleş­ tirilem eyecek bir yasadır:9 B aşka kimseye ak tarılam az, diğer ak rab aları kap­ sam az. İşte bu sebeble Antigone’nin yasası y asanın ötesindedir; bir bağlam ­ dan diğerine aktarılabilir, yasa olarak k av ram sallaştırılabilir b ir yasa değil­ dir. O halde, Antigone ne in san h a k la rın ı ve insanlık o n u ru n u ne de ak rab a­ lık ilişkilerinin k utsallığını savunuyor o larak düşünülebilir. Böyle bir yasa olsa olsa bilinçdışım n yasası olabilir; b ilin çd ışın ın yasaya dayattığı ve yasa­ n ın genelleştirilebilirliğini veya yasallığı sınırlayan bir talep olabilir. Fakat yasa genelleştirilem ediğinde yasa sayılam ayacağı için, Antigone’nin bu u ğ u r­ da devletin yasasını ihlal etm eyi hak saym asının bir haklılığı da olam az. O halde, Antigone suç işlem iştir; am a Hegel gibi suçun tam am en bilerek iş­ lendiğini, onda hiçbir bilinçdışı saikin olam ayacağını söylemek de kolay de­ ğildir. Hegel şöyle yazar: “Etik bilinç ta m d ır ve eğer yasayı ve karşı çıktığı 8 Antigone, Yay. Haz.: David Grene ve Richard Lattimore, Chicago, Chicago University Press, 1991, s. 900-920. 9 Butler, Antigone’nin iddiası, s. 50.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


44 : Zeynep Direk

gücü biliyorsa ve b u n ların şedit ve yanlış olduğunu öne sürerek suçu Antigone gibi bile bile işliyorsa onun suçu daha affedilemezdir.”10 Antigone’n in ka­ musal alanda yaptığı konuşm ada b ir suçluluk duygusu bulunm adığı gibi, ak­ sine bir haklılık iddiası vardır. Antigone suçluluk duygusu hissetm ez a m a su­ çunu sahiplenir, benim ser. Suçu kabul etmek suçluluk duygusu yaşam ak de­ ğildir. Suçluluk duygusu olm aksızın suçu kabul etm ek ise dilsel bir te k ra r edi­ m i olduğundan, suçu tekrar etm ek, dilde onu yeniden işlemek a n lam ın a ge­ lir. Antigone yalnızca kardeşini göm erek suç işlemekle kalmaz; kam usal alan ­ da bir fail konum undan konuşmaya, suçu üstlenm eye yeltenerek de suç işler. Suçu ikinci kez işler, katm erlendirir. Butler diyor ki, suçu affetm enin koşulu suçlu olanın suçluluk duygusunu kam usal olarak ifade etmesi ise k ad ın ların suçluluk duyup duyam ayacaklarını da tartışm ak gerekir. Zira o n ların kam u­ sal alanda bir konuşm a yapm a h ak ları yoktur. K am usal alanda yok sayılan, aslında kam usal alanda varolm ayan birisi, bu alan ın yasalarına göre “şuç” sa­ yılan bir şey yaptığı için neden suçluluk duysun? Belki de Hegel’in kad ın a “ce­ m aatin ebedi ironisi" dem esinin sebebi budur: K ad ın ların suçluluk duygusun­ dan m uaf olm aları, kendilerini devlete karşı sorum lu hissetmeyebilmeleri. Acaba Antigone bir dizi fiziksel ve dilsel edim le devlete m eydan okuyan b ir kadın fig ü rü olabilir mi? Ne Hegel ne de Irigaray Antigone yi politik b ir fi­ gü r olarak okum uşlardır. Antigone ikisi için de olsa olsa politika öncesi bir figürdür. A ntigonenin tem sil ettiği akrabalık ilişkileri, bu ilişkiler politika­ nın im kânını tem in ettikleri halde, politikanın a la n ın a ait değillerdir. Yurt­ taş da asker de ailenin devlete verdiği bir varlıktır, ancak y u rtta şın varlığı aile ve akrabalık ilişkilerinin aşılm ası, yadsınm ası m anasını taşır. O halde akrabalık alan ı ile politikanın a la n ı arasında b ir karşıtlık vardır. E n azın ­ d an Antigone’n in d u ru m u böyle b ir karşıtlığın ortaya çıktığı bir anı ifşa eder. Hegele göre Antigone akrabalığın çözülüşünü tem sil eder, K reon ise b u çö­ zülüşle ortaya çıkan etik düzeni. Hegel’in Sittlichkeit dediği etik alan hem p o ­ litik katılım ın a la n ıd ır hem de içinde yaşadığım ız yerin kuralları a n la m ın ­ da m eşrulaştırıcı toplum sal n o rm la rın alanı. Hegel’in altını çizdiği gibi, etik dünyada (Sittlichkeit) birey m odern anlam da ah lak ın öznesi değildir; gerçek­ liğin karşısına koyabildiği veya ü stü n e çıkarabildiği kendi özerk a k im a d a ­ yanm az; yaşadığı yerden köklenm iştir ve ondan kopm ayan, onunla özdeş bir bilince sahiptir. Judith Butler H egel’e neden ak rab alığ ın Sittlichkeit’m sını­ rın d a tasavvur edildiği sorusunu sorar. B unun sebebi Hegel’in ak rabalığın 10 Hegel, Phenomenology o f Spirit, § 470.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Butler ve Hegel: Arzu, Tanıma ve Akrabalık

alan ın ı toplum sal olanın alan ın d an ayırm asıdır; akrabalığı n o rm ların de­ ğil, k anbağı ilişkilerinin alan ı olarak görm esidir. Hegel A ntigonenin itirazı­ nı politik bir çıkış olarak görmez; Antigone ona göre ilahi yasayı tem sil eder. Hegel’in gözünde ilahi yasa ile sivil yasa arasındaki çelişkide ilahi yasanın ilişkin olduğu aile/kanbağı ilişkileri b ir A ufhebung içinde aşılm alı, devletin yasasına geçit vermelidir. B aşka bir deyişle, Hegel için Antigone akrabalığın devlet otoritesine karşı şiddetli bir m ücadelesini tem sil eder. A ncak aile ile devlet birbirinden bağım sız olam azlar. Devlet olmasaydı aile kendisini koru­ yam azdı: Fakat aile olm asaydı, devlet de olam azdı. Devlete askerini de vatan­ daşını d a tem in eden ailedir. Devletle aile a ra sın d a özsel b ir ilişki vardır. Fa­ kat b u n la rın birbirini dolayım lam asına rağm en a raların d a b ir ayrılığın b u ­ lunm ası d a esastır. Hegel için kadın “cem aatin ebedi ironisi” olur; çünkü hem kentin d ışın d ad ır hem de bu dış olm adan sitenin varolm ası düşünülem ez. Irig aray da “kan” terim in i öne çık arak A ntigonenin yeni düzende kadim bir ak ra b a lık geçm işinin izi olarak an lam ifade ettiğini öne sürm üştür. Eski düzende b ab a da anne k a d a r akrabalık ilişkileri sistem i içinde b ir yere sa­ hiptir. S ah ip tir elbette, çok önem li bir farkla: yeni düzende onun yeri aynı zam an d a da siyasal erkin yeridir; ak ra b a lık onda devletin güçleriyle k a rış­ m ış b ir halde bulunur. Söz konusu yeni düzen içinde k a d ın la r ev ve ak rab a­ lık ilişkilerinin içindeki yerlerinin d ışında b ir etkinlikte b u lu n m a hakkına sahip değillerdir. K am usal alanda, siyasal düzenin içinde varolam adıkları gibi, o n u n için bir tehlike arzederler. Ju d ith Butler akrabalığı kanbağı olarak değil, toplum sal n o rm ların bir alanı o larak düşünür ve böylece A ntigonenin itirazı farklı b ir anlam kaza­ nır. B u yorum a göre, devletin Antigone’yi cezalandırm asının sebebi onun si­ yasi b ir suç işlemiş olm asıdır. Antigone K reon karşısında konuştuğunda siya­ set ve yasa adına konuşur. İsyan ettiği devletin dilini kendisinin kılar. Başka bir deyişle, onun politikası k arşıtların b irb irin in dışında olduğu, saf karşıtlı­ ğa d ay an an bir politika değildir.11 Saf olm ayan bir karşıtlık, saf olm ayan bir politikadır. O halde bu iki figür iç içe geçm işçesine ilişkilidirler. A ntigonenin dili paradoksal bir biçim de K reonunkine, egem en otorite ve eylemin diline yaklaşır. Öyle ki, K reon Antigone k arşısın d a erkekliğini kaybettiğini hisse­ der. K reon'a iktidarı veren de akrabalık ilişkilerine dayalı ta h t hakkı değil m idir? A krabalık ilişkilerine karşı tak ın d ığ ı olum suz tavrı sergileyen eylem­ leri ona akrabalık ve egem enlik ilişkilerindeki yerini de kaybettirecektir. 11 Antigone'nin İddiası, s.17-18.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


46 : Zeynep Direk

Antigone K reon karşısında konuşarak yalnızca toplum sal cinsiyet norm ­ larını ihlal etm ekle kalm am ıştır; akrabalık ilişkileri açısından d a b ir ihlali tem sil eder. B ir ensest ilişkisinden doğm uştur ve belki de göm erek on u rlan ­ dırdığı erkek kardeşiyle ensestvari bir ilişki içinde bulunm aktadır. Bu açı­ dan, Judith B utler erkek kardeş ile kız kardeş a ra sın d a bir arzu ilişkisi bulun­ m adığını söyleyen Hegel’i sorgular. Hegel, erkek k ardeşin kız kardeş için bi­ ricik bir önem taşım asını, erkek kardeşin kız k ardeş için biricik b ir tan ın m a im kânı su n m asın a bağlam ıştı. Fakat toplum içinde k adın ve erkeğin konum ­ ları ve h ak ları b u denli farklıysa neden ve nasıl erkek kardeş kız kardeşi ta ­ nısın? Erkek kardeş çoktan ayrıcalıklıdır. Irigaray b u n a bir yanıt verm iştir: Kardeşler çocukken, erkek kardeş henüz kam usal a la n ın bir parçası değilken, erkek kardeş ile kız kardeş serbestçe birlikte oyun oynam ışlardı. O yunda biri diğerini eşiti olarak görmüş; kendini de diğerini de eşiti olarak kaale alm ış­ tı. Böylece kız kardeşin erkek kardeşe verdiği önem çoktan geçm işte kalm ış bir karşılıklı birb irin i tan ım a m omentiyle ilişkilendirilm iştir. Ju d ith Butler, buna ikna olm az, çünkü Tin’irı Görüngübilimi’nin “Özbilinç" bölüm ünde H e­ gel karşılıklı b irbirini tanım ayı “a rz u ilişkisi” bağ lam ın a yerleştirm iştir. Fa­ kat Hegel Antigone yi yorum ladığında kız kardeş ile erkek kardeş a ra sın d a bir arzu ilişkisi bulunm adığını vurgulam aktadır. A rzu olm adan karşılıklı birbi­ rini tan ım a olabilir mi? D enebilir ki, Hegel b u ra d a yalnızca cinsel arzuyu dışlam ayı amaçlıyor, bir bilincin diğer bir bilincin kendisini tan ım ası a rz u ­ sunu değil. B aşka bir deyişle, Hegel için arzuyu cinsel arzudan ay ırm ak bu­ radaki sorunu çözebilir. Oysa hem A rzunun Ö znelerinde hem de Antigone’nin İddiasında m esele tam da b u ra d a düğüm lenir. Cinsel arzu da bir ta n ım a bağ­ lam ı açabilir mi? Aslında Irigaray bu soruya çok d a h a kolay evet diyebilirdi. Foucaultcu ikinci başlangıcı B utler'in bu soruya olum lu yanıt verm esini zor­ laştırıyor çü n k ü cinsel a rzu n u n yasadan bağım sız b ir varlığı kalm ıyor. Erkek kardeşin cinsel arzu duyduğu kız kardeşini tan ım a sı dem ek onun kendisini ayrıcalıklı k ılan yasayı reddetm esi an lam ına gelir. Kız kardeşle erkek kardeş arasındaki cinsel arzu heteroseksüelliği k u ran ensest yasasını ihlal etm ekte­ d ir zaten. Ama b u arzu aynı y asan ın erkek varlığını k u ra n ve ayrıcalıklı ola­ rak tesis eden işleyişini ihlal eder mi? Bunu söylemek kolay değil, ensest er­ kekliği o rta d a n kaldırm ıyor; erkek kardeşliğini o rta d a n kaldırıyor yalnızca. Ç ocuklar a ra sın d ak i bir oyun, b ir ölüm kalım savaşı, ölüm üne b ir m ü ca ­ dele olabilir. Yani karşılıklı b irb irin i tan ım a n ın gereği olan kendini diğeri­ ne ispatlam a, diğeriyle boy ölçüşm e bağlam ını açabilir. B urada şu n a d a işa­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Butler ve Hegel: Arzu, Tanıma ve Akrabalık

ret edelim: Hegel erkek k ard eş kız kardeşi ta n ıd ı demiyor, tanıyabilirdi di­ yor. öyleyse b u ra d a erkek k ard eşin kız kardeş için neden özel olduğunu açık­ layan fark ı y a ra ta n şey b ir diyalektiğin kendisi değil, yalnızca im kânı, yani virtüel varlığıdır. Bir kız k ard eşin bir kız k ard eşi kolayca tanıyıp tanıyam ayacağı d a sorulabilirdi. K ız kardeşin kız k ardeşi tanım ası kız kardeş için önem siz m idir? Erkek k ard eşin kız kardeşi tanım ayabilecek olm ası ihtim ali giiçlü olduğu için m i onun kız kardeşi tan ım a sı im kânı kız k ardeş için bu ka­ d a r önem lidir? Bu so ru ları soruyor olm am ızın sebebi, erkek kard eşin çocuk olduğu z a m a n dahi, henüz kam usal yaşam ın b ir parçası olm adığı zam an dahi aile ve toplum için ayrıcalıklı bir konum da bulunuyor olm asıdır. Çok­ tan aile içinde de ataerkil ay rıcalık lar dengesi/dengesizliği k u ru lm u ş ve işle­ miştir, kız ve erkek kardeşler arasın d a k arşılık lı b irbirini ta n ım a im kânını b aştan itib aren gerçek b ir im k â n olm aktan ç ık a ra n ve bir “sa n k i” veya "ade­ ta” söylem ine, bir virtüellik düzlem ine m ah k û m eden şey de budur. B utler Antigone’n in ak ra b a lık ilişkileri içinde bir k arışıklığa tekabül et­ tiği vurguluyor. Antigone için baba ile erkek k ardeş arasın d a b ir karışıklık vardır. Antigone’nin babası O idipus aynı z a m a n d a da erkek kardeşidir. Irigaray ise, a n n e n in hem b a b a n ın annesi olm asına hem de anne o lm asına vurgu yapm aktadır. Ona göre bu a k rab alık ilişkilerini belirleyen şey annesel olanın bir büklüm ü, çift düğüm ü, çift dikişidir. B utler’in “ak rab alık ilişkileri için­ de b ir karışıklık" dediği şey, Irigaray’ın gözünde anne ta ra fın d a n iki kez be­ lirlenm iş k an a karşılık gelir. Antigone’n in a n n e ile ilişkisi etim olojik olarak onun a d ın d a da kayıtlıdır. Sözcüğün kökü olan “gone” oluşum a, dünyaya, varlığa gelişe gönderm e yapıyor. "Antigone” oluşum un olm am asını, yoklu­ ğunu, doğurganlığa, anneliğe uzaklığı tem sil ediyor bir bakım a. Fakat ken­ disi a n n e olm ayan, anneliği in k â r etmiyor, ölü an n en in yerine geçiyor; “An­ tigone” "annenin yerine geçen” a n lam ın a d a gelecek şekilde okunabilir. Irigaray b u yerine geçmeyi, ço k tan iptal edilm iş ve b astırılm ış b ir düzenin geri dönerek onu ikam e eden düzen içinde çözüm e kavuşturulam ayacak bir olay çıkarm ası, b ir krize yol açm ası olarak yorum luyordu. Bu k riz kaybedilm iş, çoktan yitip gitm iş bir başkalığın, onu h aksızca reddeden dü zen in eşitsiz­ liği içindeki yasm a ve sesine aitti. Oysa B utler'm ak rab alık ilişkileri için­ de Antigone’nin yarattığı karışıklığı yo ru m lam a stratejisi, böyle b ir geçmi­ şe gönderm e yapm ak yerine akrabalık fik rin in geleceğiyle b ir ilişki kuruyor. B utler’a göre, Antigone bize tem sil ettiği ihlal vasıtasıyla k a n a dayalı ak­ rabalık ilişkilerinin ötesindeki bir a k rab alık im k ân ın ı tahayyül etm enin yo­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

47


48 : Zeynep Direk

lunu açm aktadır. A krabalık ilişkileri ve aile ned en k an bağıyla sınırlı olsun? Kan bağ ın a dayanm ayan ve çok d a h a karışık b ir yapıya sahip aileleri devlet­ le ilişkileri içinde nasıl düşünebiliriz? Eski Y unanlılar Antigone yi sorun ya­ ratan, toplum un düzenini bozan, felaketler getiren bir şahsiyet olarak gör­ dükleri için pek sevm em işlerdi. B utler’m gözünde ise Antigone tem sil işlevini krize soktuğu için12 üstünde konuşulm aya değer, önemli bir figürdür. Tem­ sil işlevini krize sokm aktan k asıt nedir? B unu B utler şöyle ifade eder: “Anti­ gone içinde konuştuğu, eylediği anlaşılırlık u fk u n a göre düşünülem ez, an­ laşılam az kalır.” B una transgender bir kişiyi örnek verelim: E rkekten kadı­ n a bir travesti, k ad ın olarak içinde konuştuğu, davrandığı heteroseksist ufka göre anlaşılm az, düşünülem ez, açıklanam az kalır; çünkü heteroseksizm in semboliği böyle b ir varlığa kendi içinde m ü m k ü n b ir varlık olarak önceden bir yer açm am ıştır. Bu kişi konuştuğu sistem içinde başka bir ta n ım ı üstle­ nir, bir konum alır; am a bedensel ve ru h sal ta rih i itibariyle ona sığam az bir türlü. T arihini silm ek zorundadır, çünkü bulunduğu konum u tem sil işlevin­ de bir kriz yaratır. Antigone de ensest ü rü n ü b ir kız evlat olarak, aile tarihi, soykütüğü yüzünden bulunduğu konum u tem sil işlevinde bir sıkıntı, b ir ka­ rışıklık yaratm aktadır. Bir ensest çocuğu olm adığı halde bu d u ru m d a olan, bulunduğu konum u tem sil etm ede toplum ve devlet yüzünden sıkıntı yaşayan pek çok aile bireyi var günüm üzde. K im lerdir bu n lar? Butler şöyle yazıyor: Bu soruyu sorduğum zamanlar hem ailenin nostaljik biçimlerde yüceltil­ diği, Vatikan’ın eşcinselliğin aileye ve insan mefhumuna karşı bir saldırı anlamına geldiğini açıkladığı, insan olmanın normatif bir anlamda aile­ ye katılmayı, bir aile kurmayı gerektirdiği bir zaman. Ama bu zaman aynı zamanda da çocukların boşanma, yeniden evlenme, göç, sürgün, sığınma­ cı statüsü, çeşitli global yer değişiklikleri dolayısıyla bir aileden diğerine, bir ailesizlikten bir aileye gittikleri, ailelerin kesişiminde ve çok katman­ lı aile durumlarında yaşadıkları bir çağdır. Bu aile halleri içinde anne iş­ levi gören birden çok kadın bulunabilir, baba işlevi gören birden fazla er­ kek olabilir, kardeşler yarı kardeş, hatta arkadaş olabilir. İçinde yaşadığı­ mız zamanlarda aile kırılgan, geçirgen ve genişleyen bir yapıya sahiptir. Bu aynı zamanda heteroseksüel ve eşcinsel ailelerin bazen birbirine ka­ rıştıkları, bir heteroseksüel aileden nükleer veya nükleer olmayan biçim­

12 Antigone'nin İddiası, s. 38.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Butler ve Hegel: Arzu, Tanıma ve Akrabalık : 49

lerde gey ailelerin doğduğu bir zamandır. Bu ailelerden yetişmiş insanlar için Oidipusun mirasının ne olabileceği hiç de açık değildir. Babanın ko­ numu çoğalmış ve dağılmış, annenin konumu birden çok kişi tarafından işgal edilmiş ve kaymıştır. Sembolik düzen statik olma özelliğini de böylece kaybetmiştir. İşte bu aile bireyleri anne ve baba konumlarının ufkun­ dan konuştukları halde, Antigone gibi içinde bulundukları ufukta anlaşı­ lır değillerdir.13

Antigone ile k an a dayalı olm ayan akrabalığı d üşünm e girişim i kayda değer. Elbette a k ra b a lığ ın ne olduğu sorusu antropolojinin en önem li so ru la rın d a n birisidir. H er şeyden önce, a k rab alık kan bağı m ıdır? Claude Lévi-Strauss Akrabalığın Temel Yapılarında (1949)14 k an b a ğ ın ın k arm aşık a k rab alık ya­ pılarını açıklam adığını ortay a koym uştur. K a n b a ğ ın a dayanm ayan akrabalığı dü şü n ü rk en bunu h a tırla m a k ta fayda var. B utler’in yaklaşım ı akrabalık ve toplum sal cinsiyet n o rm la rın ın tarihsel o larak “kırılgan” olduğu gerçeği­ ni öne çıkarıyor. A krabalık n o rm la rı da toplum sal cinsiyet n o rm la rı da ya­ sakladıkları ihlal im k â n la rım etkili bir biçim de üretm eden yasaklayan ku­ rallar o larak işlev göremezler. A krabalık yasası da devletin yasası da bu yasa­ lara tabi olan bireyleri değişm ez bir tarz d a v ü cuda getirm ekte b a şarısız olur. H eteronorm atiflik heteroseksüel düzende cinsiyet, toplum sal cinsiyet, arzu, cinsellik silsilesine m ensubiyet üretm enin yanı sıra m ensup o lm a n ın k u ral­ larını ihlal eden varlıkları d a üretir. Söz konusu d u ru m u basitçe, yasağın a r ­ zuyu k ışk ırtm asın a d a y an arak açıklam ak yetersiz kalacaktır. B utler’ın iddiası şudur: A krabalık ve toplum sal cinsiyet n o rm la rı ak ta­ rılabilirdir; çeşitli b ağ lam lard a öngörülem eyen biçim lerde te k ra r edilmeye açıktırlar. Ö rneğin b o şan m ış veya dul k alm ış b ir anne çocuğuyla ilişkisin­ de baba ro lü n ü de oynayabilir veya başka b ir erkek bu rolü üstlenebilir. E ş­ cinsel çiftler eğer çocuk büyütüyorlarsa an n e veya baba rollerini paylaşabi­ lirler. B iri veya her ikisi b irlik te b u rolleri oynayabilirler. Rolü oynam ak de­ m ek n orm u üstlenm ek, te k ra r etmek, bir konum u işgal etm ek a n la m ın a gelir. Bunlar, Antigone’nin d u ru m u n d a olduğu gibi, tem sili krize sokan hallerdir. Antigone akrab alığ ın biçim değiştirebilirliğini, kaydırılabilirliğini im a etti­ ği için tem sili krize sokar. Am a B utler’a göre bu kriz olum suz b ir anlam ta ­ 13 Antigone'nin iddiası, s. 39-40 (çeviri değiştirildi). 14 Claude Lévi-Strauss, The Elementary Structures o f Kinship, Çev.: James Harle Bell ve John Richard von Sturmer, Boston: Beacon, 1969.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


50 : Zeynep Direk

şımaz, iyi ve verim lidir; çünkü anlaşılırlığın k o şu llarım sorgulam aya ve sor­ gulayarak genişletm eye davet eder. Radikal fem inist bakış a çısın d an bakıldığında, Butler in “aile” ve “akrabalık”ta n söz etm esi, bu terim leri dönüştürerek kullanıyor olsa bile eleştirilmelidir. Aile, akrabalık k a d ın la rın erkekler a ra sın d a m übadele edilm esine dayanan sistem ler oldukları için “kötü” iseler neden eşcinseller de evleniyor diye şim di evliliği, akrabalığı benim seyelim ? N eden kan bağı olm ayan gönül ilişkileri de a k rab alık olsun? N eden aile olalım ?15 B utler bu eleştirinin de bir m uhafazakârlığa dönüştüğünü belirtiyor. O na göre, biricik y aşam ım ız bir ilişkiler ağ ın ı içinde b a rın d ırır. Toplum veya devlet, kurduğum uz ilişkileri tan ım a d ık la rın d a , anlaşılır b u lm a d ık la rın d a bu biricik yaşam da dışlanm ış olur. A nlaşılır olm am ak zor ve tehlikeli bir tecrübedir; çünkü bu d u ru m d a insan kendisini hukuk dışına, anom ik bir a lan a itilm iş bulur. O a la n da şid­ dete d ah a fazla açıktır; zira a n la şılır olanın an laşılm az olan k arşısın d a duy­ duğu bir öfke ve nefret söz konusudur. A nlaşılm az olan vatandaşlık h a k la ­ rın d an soyutlanır, in san lık tan atılır, ihm al edilir, dışlanır, yok sayılır, iptal edilir, süpürülür, ortad an kaldırılır, öldürülür. Ju d ith Butler bu in sa n la rın arasından konuşuyor. “Sevgilerim izi, b ağlılıklarım ızı m eşru ve ta n ın ır kıla­ cak, kayıplarım ızı kayıp gibi yaşam am ızı sağlayacak yeni anlaşılırlık şem a­ ları hangileridir? B unlar nasıl ortaya çıkar?”16 A krabalığı genişletm ek onun için anlaşılırlığın sınırlarını genişletm ek demek. A krabalığın devletin yasa­ sıyla ilişkisinden geçen bir queer kimliği, h eteronorm atif yasanın m addeleştirdiği bedenin arzusunu özgür kılabilecekm iş gibi... Yapısalcılık, psikanaliz ve özellikle de L acancılık akrabalığı norm atif, aşkın (transcendental), yani k ü ltü rü ve toplum u önceleyen bir an laşılırlık şe­ m ası, bir sem bolik yasa sistem i olarak görm üşlerdir. Judith B utler ise sem ­ bolik yasa ile toplum sal yasa a ra sın d ak i bu ay rım ın n ih ai olarak ayakta ka­ lam ayacağını öne sürüyor. O na göre, sem bolik yasa toplum sal pratik lerin bıraktığı b ir to rtudur, yani tarihsel, toplum sal ve kültürel olarak k u ru lm u ş olanın bir kalıntısıdır. O halde akrabalığı günüm üz ailelerine uygun b ir bi­ çim de dönüştürm ek için yapılm ası gereken şey, p sikanalizin yapısalcı önvarsayım larını çağdaş toplum sal cinsiyet kuram ı açısın d an yeniden y orum la­ m aktır.

15 Antigone’nin İddiası, s. 103. 16 Antigone'nin İddiası, s. 42.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Judith Butler (İllüstrasyon: Tuba Erdoğan)


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)* JUDITH BUTLER

Benim anladığım kadarıyla yapısöküm bir hata ifşası değildir, hele diğer insanların hatasının ifşası hiç değildir. Yapısökümdeki eleştiri, yapısökümdeki en ciddi eleştiri, fazlasıyla yararlı bir şeyin eleştirisidir, onsuz hiçbir sey yapamayacağımız bir şeyin eleştirisi. Gayatri Chakravorty Spivak, “In a Word" Ellen Rooney ile söyleşi ...felsefi söylemin figürlerini "yeniden açma"mn gerekliliği... Bunun bir yolu, sistematikliğin kendisinin mümkün olduğu koşullan soruşturmaktır: söylemsel ifadenin tutarlığımn, üretildiği koşullardan neyi sakladığını, bu koşullar hakkında söylem dahilinde ne söyleyebilirse söylesin, soruşturmak. Örneğin, konuşan öznenin kendini üretmek için beslendiği “madde”; temsili olanaklı kılan görüş alanı tscenography], felsefede tanımlanan temsili, yani, sahnesinin mimarisi, mekân-zamandaki çerçevesi, geometrik organizasyonu, sahne donatımı, aktörleri ve bunların birbirlerine göre konumlan, diyaloglan, trajik ilişkileri, aynaya aşın bakmadan, sürekli saklı kalan, logos un, öznenin, kendisini üretmesine, çoğaltmasına, kendi üzerinden kendini yansıtmasına izin veren temsili. Bunlann tümü, söz konusu sahneye yapılan müdahelelerdir, tutarlıklanm yorumlanmadıklan, anlamlandırılmadıklan sürece temin ederler. Dolayısıyla bunlar, söylemin her şeklinde, söylemin "mevcudiyet” değerinin bağlayıcılığının uzağında, yeniden yürürlüğe konulmalıdır. İsmi felsefe tarihinde bir devri tanımlayan her filozof için, maddeye/bedene dair olanla sınırdaş ilişkinin nasıl koptuğunu, bu sistemin nasıl kurulduğunu, bu speküler ekonominin nasıl işlediğini göstermeliyiz. Luce Irigaray, “The Power of Discourse" * Kabalcı Yayınevi tarafından yayımlanacak olan aynı adlı kitabın ilk bölümüdür. Yayınevine ve çevirmenlere teşekkür ederiz.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

Son yıllarda fem inist teo rin in b ir kısm ında, bedeni postyapısalcığın dilbi­ limsel idealizm i olarak ta n ım la n a n d a n k u rta rm a y a d air öneriler sunuldu. Hlr diğer k ısm ın d a ise, d ü şü n ü r G ianni V attim o m etinsel b ir oyun olarak postyapısalcılığın maddenin çözünm esini çağdaş b ir kategori o larak belir­ lediğini iddia etti. Vattim o’n u n tartıştığ ı m adde, postyapısalcılığın etik ve politik o larak büyük değere sahip bir projeye yol verm esi için yeniden ta ­ nım lanm ası ş a rt olan bu kayıp m addedir.1 Bu ta rtış m a la rın belirgin özelli­ ği güç ve tu ta rsız olan içerikleridir. Ç ünkü h er iki d u ru m d a da k im in ve ne­ yin “postyapısalcılık” terim i ta ra fın d a n tan ım la n d ığ ın ı an lam ak g ü ç tü r ve belki d a h a d a zor olan “beden” tan ım ı altın d a yeniden ele alın m ası gereke­ nin ne olduğunu anlam aktır. A ncak bu iki gösteren kim i fem inistler ve eleşllrel teorisyenler ta ra fın d a n antagonistik bulundu. Bu bağlam da şöyle uya­ rılar duyulabilir: H er şey söylem den ibaretse, bedene ne olur? E ğer h e r şey bir m etinse, şiddet ve bedensel h a s a ra d air ne söylenebilir? Postyapısalcılıkta ya da postyapısalcılık için herhangi bir şey maddeleşebilir/sorunlaşabilir mi? Birçok fem inistin, fem inizm in eleştirel bir p ra tik olarak sürebilm esi için kendini k a d ın bedeninin cinsiyetleşm iş özgüllüğü üzerine k u rm a sı gerekti­ ğini sa n d ık la rın ı düşünüyorum . Cinsiyet kategorisi her zam an olduğu gibi toplum sal cinsiyet olarak te k ra r ta n ım la n d ığ ın d a bile, bu cinsiyetin, ü stle­ neceği çeşitli kültürel in şa la r için indirgenem ez b ir başlangıç noktası olarak varsayılm ası zorunludur. Cinsiyetin m addesel o larak indirgenem ezliği var­ sayım ının fem inist epistem olojileri ve etiği, ayrıca çeşitli toplum sal cinsiyet analizlerini, yönlendirdiği, yetkilendirdiği ve o n lara tem el sağladığı söylene­ bilir. Bu ta rtış m a n ın terim lerin i yerinden oynatm aya d air bir çaba çerçeve­ sinde, "m addeselliğin” neden ve nasıl indirgenem ezliğin bir göstergesi hali­ ne geldiği, b aşk a bir deyişle, cinsiyetin m addeselliğinin nasıl olup da yalnız­ ca kültürel in şa la rı üstlenen b ir şey olarak algılandığı ve dolayısıyla kendi­ sinin b ir in şa olam ayacağının düşünüldüğü so ru su n u sorm ak istiyorum . Bu dışlam an ın statü sü nedir? “M addesellik”, in şa sürecinden dışlanm ış, in şa­ n ın içinden ve üzerinden işlediği b ir alan veya yüzey m idir? B unun, in şan ın kendisi olm aksızın İşleyemeyeceği, im kân tanıyıcı ve k urucu b ir d ışlam a ol­ duğu söylenebilir mi? İn şa edilm em iş bu m addeselliğin alan ın d a ne yer alır? Bu alan ın in şa n ın dışarısı ya da altı olarak biçim lendirilişinde ne tü r inşa m ekanizm aları gizlenm ektedir? 1 Gianni Vattimo, “Au delà du matière et du text”, Matière et Philosophie, Paris: Centre Georges Pompidou, 1989 içinde, s. 5.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

53


54 ! Judith Butler

Bunu takiben, ortaya koym ak istediğim , b ir kü ltü rel inşa teorisinden öte, in şanın persp ek tif alan ın ın (scenography) ve topografisinin ele alınm asıdır. İnşa edilm işliğin ve m addeselliğin birbirine kesinlikle zıt nosyonlar olduğu­ nu varsayarsak, in şan ın bu görüş alanı, ayrık tu tu lm u ş bir tah a k k ü m m atri­ si ta ra fın d a n ve bu m atrisin kendisi olarak düzenlenir. M addeselliğin alanında, politik ‘indirgenem ezler’ olarak işleyen başka temelci öncüller de aranabilir. Özne nosyonunu tem elci bir öncül o larak var­ saym aktan ve cinsiyet ve toplum sal cinsiyet a ra sın d a tutarlı bir ayrım ı koru­ maya ç alışm ak tan dolayı ortaya çıkan kuram sal zorlukları tek rarlam ak yeri­ ne, m addeye ve cinsiyetin m addeselliğine dönm enin fem inist p ratiğ in temel aldığı öngörülen bu indirgenem ez özgüllüğü k u rm a k için gerekli olup olm a­ dığı sorusunu ortaya atm ak istiyorum . B urada soru, ne kadınlar üzerine ko­ nuşm anın ne de maddeye a tıfta b u lu n m an ın gerekli olup olm adığıdır. K adın­ lar üzerine konuşulacaktır ve fem inist nedenlerden ö tü rü konuşulm alıdır da; kadın kategorisi yapısöküm le işlevsiz bir hale gelmez, aksine ku llan ım ı a r­ tık "göndergeler” olarak som utlaşm ayan ve hiçbirim izin öngörem eyeceği yol­ larla an lam lan d ırılm a ve açılm a im kânına sahip b ir hal alır. K uşkusuz, hem bu terim i kullanm ak, bu terim tara fın d a n kullanılıp konum landırılırken bile onu stratejik o larak kullanm ak, hem de onu "k ad ın ların ” fem inist dileklerini kuran ve sınırlayan dışlayıcı süreçleri ve farklara dayanan tah ak k ü m ilişki­ lerini sorgulayan bir eleştiriye tabi tutm ak m üm kündür. Bu, Spivak’ın yuka­ rıd a alın tılan an sözlerine de dayanarak, yararlı ve kullanışlı b ir şeyin eleşti­ risidir, onsuz yapam ayacağım ız b ir şeyin eleştirisidir. Açıkça belirtm ek iste­ rim ki, bu eleştiri olm azsa fem inizm kendisini m eydana getiren dışlam alarla ilişki kurm ayı -o n la rı hesaplayıp tartm ayı, onlar tara fın d a n d ö n ü ştü rü lm e­ y i- redderek kendi dem okratikleştirici potansiyelini kaybeder. B unun benzeri, m uhtem elen "onsuz hiçbir şey yapam ayacağım ız bir şey” olan m addesellik kavram ı için de söylenebilir. B aşlangıçtan b e ri m adde­ nin bir (esasında birden çok) ta rih i olduğu ve bu ta rih in kısm en cinsel fark­ lılık tartışm a sı üzerinden belirlendiği açıkken, m addeselliğe b a şv u rm a n ın anlam ı nedir? Maddeye cinsel farklılık ü stüne idd ialarım ızın tem elini oluş­ tu ra n söylem in öncülü olarak dönm eye çalışabiliriz. Bu sadece m addenin, yerleştirilebileceği alanları önceden belirleyen ve kısıtlayan cinsiyet ve cin­ selliğe dair söylemlerle bütünüyle indirgendiğini keşfetm em ize yarar. B unun da ötesinde, m addeye, bir dizi z a ra r ve ihlali bir zem ine otu rtm ak ve d oğru­ lam ak için de dönebiliriz. Bu ise sadece m addenin, kendisinin çağdaş dilekCogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşarı Bedenler (Bela Bedenler)

55

İm le elde olm aksızın te k ra rla n a n bir dizi ihlal aracılığıyla kurulduğunu a n ­ lam am ızı sağlar. Esasında, b u “indirgenem ez” m addeselliğin kendi kurucu tarih in d e to p ­ lumsal olarak cinsiyetlendirilm iş problem atik b ir m atris üzerinden k u ru ld u ­ ğu açığa çıkarılabilirse, m addeyi indirgenm iş k ılan söylemsel p ratiğin eş za­ m anlı bir biçim de bu m atrisi konum landığı yerde sabitlediği ve ontolojize etI İği anlaşılır. Bu m atrisin belirlenm iş etkisi bedensel hayatın tartışılm az te ­ meli olarak varsayılırsa, m atrisin soy kütüğü eleştirel sorgulam anın alan ın ­ dan sürülm üş olur. Postyapısalcılığm tü m m addeselliği dilbilim sel olana in­ dirgediği iddiasına karşı, m addenin yapısöküm ünün onun bir terim olarak yararlığını in k â r etm ek ya da o rta d a n k aldırm ak an lam ına gelm ediğini gösleren bir arg ü m a n a ihtiyaç vardır. Bedenin indirgenem ez m addeselliğinin fe­ m inist pratiğ in kaçınılm az önkoşulu olduğunu iddia edenlere karşı, bu kıy­ metli m addeselliğin m uhtem elen fem inizm için hayli problem atik olan dişilin dışlanm ası ve bozulm ası aracılığıyla kurulm uş olabileceğini öne sürüyorum . Bu noktada, teorinin o lan a k ların ın b ir ta ra fta m addeselliği varsayarak, diğer ta ra fta ise onu redderek tükenm ediğinin açıkça belirtilm esi gerekti­ ği kanısındayım . Benim am acım kesinlikle b u n la rın hiçbiriyle örtüşm üyor. Bir varsayım ı sorgulam ak onu o rta d a n kaldırm aya işaret etmez, aksine, onu m etafiziksel m eskeninden k u rta rm a k a n lam ın a gelir. Bu da hangi politik il­ gilerin o m etafiziksel m ekân ta ra fın d a n (ve o m ekân içinde) korunduğunu anlam ak ve dolayısıyla m addeyi farklı politik a m açların hizm etine sunm aya fırsat verm ek içindir. Beden m eselesini so ru n sa lla ştırm a k bir epistem olojik kesinlik kaybının başlangıcını zorunlu kılabilir a n cak bu kesinlik kaybı p o ­ litik nihilizm le aynı şey değildir. Aksine, bu tip b ir kayıp, politik düşüncede belirgin ve u m u t verici bir değişim e işaret edebilir. “M adde’n in b u şekilde ye­ rinden oynatılışı, yeni olasılık ların başlangıcı, bedenlerin m addeleşm esinde/ so ru n laşm asın d a yeni yollar olarak algılanabilir. A nlam ın öncülü olarak belirlenm iş beden h er zam an öncül o larak belir­ lenmiş veya anlamlandırılmıştır. Bu a n lam lan d ırm a, kendi p ro se d ü rü n ü n bir sonucu o larak bedeni üretir. Aynı zam anda, b u bedeni, kendi eylem inin önceleyeni o lara k keşfetmeyi iddia eder. Eğer a n la m la n d ırm a n ın öncülü olarak an lam lan d ırılm ış beden a n la m la n d ırm a n ın b ir sonucuysa, dilin, an lam la­ rın vazgeçilm ez aynalarıym ış gibi bedenleri tak ip ettiğini iddia eden, m im etik veya tem sili statüsü, kesinlikle m im etik değildir. Aksine, bu a n la m la n d ır­ m a edim i b ü tü n a n la m la n d ırm a la rın öncüsü olduğunu iddia ettiği bedeni Cogito, sayı: 65-66, 2011


56 : Judith Butler

sınırlayıp oluştu rd u ğ u n a göre üreticidir, k urucudur; bu edim in perform atif olduğu dahi id d ia edilebilir.2 Bu, bedenin m addeselliğinin sadece bir dizi gösterene indirgenebilen dil­ bilimsel bir sonuç olduğunu iddia etm ek a n la m ın a gelmez. Böyle b ir ayrım , gösterenin kendi m addeselliğini göz ardı eder. Böylesi bir algı aynı zam anda m addeselliği b aşlan g ıçtan itib aren anlam la iç içe geçm iş olarak a n la m ak ta da tökezler; m addesellik ve a n la m ın çözünem ezliği üzerinden düşünm ek ko­ lay mesele değildir. Dil aracılığıyla dilin dışında b ir m addesellik öne sürm ek, yine de bu m addeselliği varsay m ak tır ve böyle öne sürülen bir m addesellik bu varsayım ı kendi kurucu koşulu olarak sürdürecektir. D errida m addenin radikal b aşkalığını (alterity) şöyle tartışıyor: "M utlak dış diye bir ‘kav ram ’ ol­ duğuna dahi em in değilim .”3 M adde m efhum una sahip olm ak bu m efhum un koruduğu dü şü n ü len dışsallığı kaybetm ek a n la m ın a gelir. Dil m addeselliğe atıfta b u lu n ab ilir m i veya dil de m addeselliğin belirebileceği söylenen koşu­ lun kendisi m idir? M adde b ir m efhum haline geldiği an m adde o lm ak tan çıkıyorsa ve m ad ­ denin dile dışsallığı m efhum u, m utlak olandan h er zam an aşağıda b ir şey­ se, bu “d ışa rı’n ın statüsü nedir? Bu, felsefi söylem ta ra fın d a n kendi a y rın tı­ lı ve tutarlı sistem atikliğinin g ö rü n tü sü n ü etkilem ek için m i üretilir? Felse­ fenin sın ırla rın ı korum ak ve m u h afaza etm ek için felsefi gelenekten sürülen nedir? Ve bu reddediş nasıl geri dönebilir?

Dişiliğin Sorunları Dişilliğin m addesellikle klasik olarak ilişkilendirilm esi m addeyi m ater (anne) ve m atris (ya da rahim ) ile ve dolayısıyla ürem e problem atiğiyle yan y a n a ge­ tiren bir dizi etimolojiye dayandırılabilir. M addenin m eydana gelme (gene­ ration) ya da yarad ılışın (origination) alanı olarak klasik kurulum u, özellik­ 2 Kadınların bedenlerinin uğradığı materyel hasarlar hakkında düşünmek üzere postyapısalcılıktan nasıl yararlanabileceğimize dair kapsamlı bir tartışma için, bkz. Judith Butler, "Contingent Foundations: Feminism and the Question of Postmodernism”, Feminists Theori­ ze the Political, Ed. Judith Butler ve Joan Scott, New York: Routledge, 1992 içinde s. 17-19. Aym derlemeden bkz. Sharon Marcus, “Fighting Bodies, Fighting Words: A Theory and Politics of Rape Prevention", s. 385-403. 3 Jacques Derrida, Positions, Ed. Alan Bass, Chicago: University of Chicago, 1978, s. 64. Bu sayfa­ yı takiben, Derrida şöyle der: “Madde kavramının metafiziksel olup olmadığını tartışmayaca­ ğım. Bu, maddenin sağladığı işe bağlıdır; ve yazının, kalıntının, metnin vs. ideal olmayan dışsallığı söz konusu olduğunda, bunların Hegelci bağlantılarının dışında düşünülecek bir değer olarak işten [work] asla ayrılmamasının gerekliliği üzerinde sürekli ısrar ettiğimi bilirsiniz” (s. 65).

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

le bir objenin ne olduğu ve ne an la m a geldiği sorusu onun y aradılış ilkesine dönm eyi gerektirdiğinde önem kazanır. M adde ürem eyle belirgin b ir biçim ­ de ilişkilendirilm ediğinde d a h i yarad ılışın ve nedenselliğin ilkesi olarak ge­ nellenir. Y unancada, hyle çeşitli kültürel y ap ıların m eydana getirildiği odun veya kerestedir. Ancak aynı zam an d a nedensel ve açıklayıcı b ir yaradılış, ge­ lişme ve teleoloji ilkesidir de. M adde, köken ve an lam arasın d ak i b u ilişki klasik Y unan m addesellik ve a n la m la n d ırm a nosy onlarının çözünem ezliğini gösterir. B ir nesnede so ru n laşan , onun m addesidir (madde olm a halidir).4 Gerek Latincede gerekse Y unancada, m adde (materia ve hyle) ne basit, kaba bir pozitivite veya gönderge ne de d ışa rd a n an lam lan d ırılm ay ı bekle­ yen boş b ir yüzey veya b ir k a ra tahtadır. A ncak h e r zam an bir a n la m d a zam an sallaştırılm ış olandır. Bu, “m adde” geleceği varsayan ve ona sebebiyet veren b ir dönüşüm ilkesi o lara k anlaşıldığında, M arx’ta d a aynı şekilde iş­ ler. Bu m atris kim i organizm a ve objelerin gelişim ini başlatan ve şekillen­ diren yaratıcı ve o luşturucu b ir ilkedir.5 Dolayısıyla Aristoteles için "mad­ de olasılık (potansiyalite - [dynam eos]), form gerçekliktir".6 Ürem ede, kad ın ­ ların m addeye erkeklerinse fo rm a katkıda b u lu n d u ğ u söylenir.7 Y unancada 4 Form/madde ayrımının erilci politikaların eklemlenmesine nasıl esas teşkil ettiğinin yetkin bir analizi için, Wendy Brownün Machiavelli tartışmasına bakılabilir. Wendy Brown, Manhood and Politics, Totowa, N. X: Rowman & Littlefield, 1988, s. 87-91. 5 Burada Marx’in Feuerbach üzerine ilk tezine başvurulabilir. Marx nesnenin nesnelliğinin ve maddeselliğinin bir parçası olarak nesneyi kuran ve doğasında var eden pratik aktiviteyi doğrulayan bir materyalizm öne sürer: “Feuerbach’mki de dahil olmak üzere önceki ma­ teryalizmin temel kusuru, nesnenin, mevcudiyetin, duyusallığın duyumsal insani biraktivite, öznel bir pratik (Praxis) olarak değil nesne ya da algdama (perception, Anschauung) şek­ linde tasavvur edilmiş olmasıdır" Karl Marx, Writings o f the Young Marx on Philosophy and Society, Çev.: Lloyd D. Easton ve Kurt H. Guddat, New York: Doubleday, 1967, s. 400. Eğer materyalizm nesnelerin esas önemini teşkil eden bir mefhum olarak pratiği (praxis) günde­ me alacak olursa ve burada pratik sosyal olarak dönüştürücü bir aktivite olarak anlaşılır­ sa, böylesi bir aktivite maddeselliğin kurucu unsuru olarak anlaşılabilir. Ancak, praxis’e. uy­ gun aktivite, nesnenin önceki bir halden sonraki bir hale dönüşmesini gerektirir ki bu çoğu zaman doğal bir halden sosyal bir hale dönüşüm olarak, hatta yabancılaşmış sosyal bir du­ rumdan yabancılaşmamış sosyal bir duruma dönüşüm olarak, anlaşılır. Her iki koşulda da, Marx’in önerdiği bu yeni materyalizme göre, nesne sadece dönüştürülmez, aksine nesne dö­ nüştürücü aktivitenin ta kendisidir ve maddeselliği önceki bir halden sonraki bir hale olan bu zamansal hareket üzerinden kurulur. Başka bir deyişle, nesne bir zamansal dönüşüm sa­ hası oldukça maddeleşir. Nesnelerin maddeselliği hiçbir şekilde statik, uzamsal ya da veri­ li değildir, ancak dönüştürücü aktivitede ve bu aktivitenin ta kendisi olarak vücuda gelir. Maddenin zamansallığı üzerine daha dolgun ve detaylı bir tartışma için bkz. Ernst Bloch, The Principle o f Hope, Çev.: Neville Plaice, Stephen Plaice ve Paul Knight, Cambridge, Mass.: MIT Press, 1986; Jean-François Lyotard, The Inhuman: Reflections on Time, s. 8-23. 6 Aristoteles, “De Anima", The Basic Works o f Aristotle, tr. Richard McKeon (New York: Ran­ dom House, 1941), bkz. 2, ch.l, 412al0, 555. Bunu takip eden Aristoteles alıntıları bu kay­ naktan yapılacaktır. 7 Thomas Laqueur, Making Sex: Body and Gender from the Greeks to Freud (Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1990), 28; G.E.R. Lloyd, Science, Folklore, Ideology (Cambridge:

Cogito, sayı: 65-66, 2011

57


58 : Judith Butler

hyle, henüz kesilm iş odundur, yani araçsallaştırılm ış ve araçsallaştırılabilir, kullanım a sokulm aya h azır bir in sa n ürünü, artefakttir. Latincede materia, herhangi bir şeyin yapıldığı m alzem e an lam ına gelir, sadece evler ve gem ile­ rin yapıldığı kereste değil aynı zam an d a yeni doğm uş çocuklara gıda olarak sunulabilecek h er şey, yani an n e bedeninin uzantısı olm a işlevini gören b e­ sinler a n lam ın a gelir. Madde, y u k arıd ak i örneklerde, anlaşılırlık ilkesini k a ­ zandırdığı şeyi y aratm a ve o lu ştu rm a kapasitesiyle donatılabildiği denli, b ü ­ yük kısm ı terim in d ah a m odern am pirik k o n u m lan d ırılm aların d an ç ık a rıl­ m ış belli bir y a ra tım ve ussallık (ratlonality) gücüyle de tanım lanır. Maddeleşen/Sorunlaşan bedenlerin klasik bağlam ları dahilinde konuşm ak boş b ir ke­ lim e oyununa tekabül etmez; çü n k ü m adde olm ak m addeselleşm ek a n la m ı­ n a gelir ki m addeselleşm e ilkesi ta m da bu bedene dair, onun anlaşılırlığ ın ın ta kendisine dair, sorunsallaşan b ir şeydir. Bu bağlam da, bir şeyin a n la m ın ı bilmek, onun n asıl ve niçin m addeleştiğini bilm ek a n la m ın a gelir ki bu nok­ ta d a "sorunlaşm a/m addeleşm e” (to matter) aynı a n d a “m addeselleşm e” (to matérialité) ve "anlam a gelme” (to mean) demektir. K uşkusuz h içb ir fem inist, bedenlerin “m addeselliği” üzerine te k ra r dü­ şünm ek için A ristoteles’in doğal teleolojilerine basit b ir dönüşü desteklem ez. Oysa ben, Aristotelesçi term inolojiye olası çağdaş b ir yeniden ko n u m lan d ır­ m a sunm ak için, Aristoteles’in beden ve ru h a ra sın d ak i ayrım ını, Aristoteles ve Foucault a ra sın d a kısa bir k a rşıla ştırm a yaparak ele alm ak istiyorum . Bu kısa k a rşıla ştırm a n ın sonunda, kısıtlı bir Foucault eleştirisi sunacağım . Bu eleştiri, daha so n ra Irigaray’ın P la to n u n Timaeus’u n d a ki m addesellik yapısöküm üne d a ir u z u n bir tartışm ay a yol verecek. İşte ta m da bu ikinci a n a li­ zin bağlam ında m addeselliğin in şasın d a nasıl toplum sal olarak cinsiyetlendirilm iş bir m atrisin söz konusu olduğunu (her ne k a d a r Aristoteles’te de b e­ lirgin bir biçim de bulunsa da) ve fem inistlerin niçin m addeselliği b ir in d ir­ genemez olarak ele alm akla değil bu form ülasyonun eleştirel bir soykütüğünü çıkarm akla ilgilenm ek z o ru n d a olduğunu netleştirm ek üm idindeyim .

Aristoteles/Foucault Aristoteles için ru h , tam am en gücül ve gerçekleştirilm em iş olan o larak a n ­ laşılan m addenin gerçekleştirilm esine işaret eder. B unun sonucunda, de Cambridge University Press, 1983). Evelyn Fox Keller, Reflections on Gender and Science (New Haven: Yale University Press, 1985); Mary O’Brien, The Politics o f Reproduction (Londra: Ro­ utledge, 1981).

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

A tılm ada ru h u n “doğal o larak düzenlenm iş bed en in gerçekliğinin ilk a şa­ m ası” olduğunu ileri sürer. Aristoteles, ta rtışm a sın a şöyle devam eder: “Bu yüzden biz r u h ve bedenin b ir olup olm adığı so ru su n u gereksiz b u lu r ve b ü ­ tünüyle b e rta ra f ederiz: Bu, m u m ve kalıpla ona verilen şeklin, veya genel olarak b ir şeyin m addesi [hyle\ ve m addesi olduğu şeyin \hyle\ b ir olup olm a­ dığını so rm ak k ad ar anlam sızdır.”8 Y unancada, “kalıp” (stamps) kelim esine referans yoktur, ancak “kalıp ta ra fın d a n verilen şekil ibaresi tek b ir kelim e­ ye indirgenm iştir: “schem a”. Schem a form, şekil, figür, görünüm , kılık, jest, bir usav u rm a (tasım) figürü ve gram atik yapı a n la m ın a gelir. E ğer m adde asla schem a sı olm adan belirm iyorsa, bu onun sadece belli bir g ram a tik yapı altında belirdiği ve algılanabilirliğinin ilkesi, k a rak teristik hareketi veya alı­ şılagelm iş kılığ ın ın kendi m addesini teşkil edenle çözünem ez olduğu an la­ m ına gelir. A ristoteles’te m addesellik ve anlaşılırlık a ra sın d a açık bir fenom enolojik ayrım görm eyiz ve kim i b aşk a nedenlerden ö tü rü Aristoteles bize fem iniz­ m in te k ra r elde etmeye çalıştığı “beden”i sunm az. A nlaşılırlık ilkesini bir b e ­ denin gelişim ine o tu rtm ak kesinlikle dişil gelişim i biyoloji m antığı üzerin ­ den açıklayan doğal teleoloji stratejisidir. B una dayanarak, k a d ın la rın sade­ ce belli sosyal fonksiyonları gerçekleştirm esi esasında tam am en ürem e ala­ nıyla sın ırla n d ırılm a la rı gerektiği öne sürüldü. Aristotelesçi schema nosyonunu form ativitenin ve anlaşılırlığ ın k ültü­ rel olarak değişken k u ralları açısından tarihselleştirebiliriz. B edenlerin schema sim tahakküm /söylem in tarih sel o larak rastlan tısal bir bağ lan tı nok­ tası şeklinde algılam ak, Foucault’nun H apishanenin D oğuşunda (Discipline and Punish) m ah k û m u n b ed en in in “m addeselleşm esi” olarak tanım lad ığ ıy ­ la benzer b ir yere varm aktır. B u m addeselleşm e süreci Cinselliğin Tarihinin ilk cildinin son bölüm ünde de devreye girer ki b u ra d a Foucault bedenlere en som ut ve en hayati olanın n asıl atandığını a ra ş tıra c a k olan b ir “bedenler ta ­ rih i” önerir.9 Kim i z a m a n Foucault’da bedenin onu b ir k u şatm alar alanı o larak kabul eden ik tid ar ilişkilerinden ontolojik olarak farklı b ir m addeselliği olduğu gö­ rülür. A ncak Hapishanenin D oğuşunda m addesellik ve kuşatm a arasındaki ilişkinin farklı bir biçim de k u ru ld u ğ u n u görüyoruz. K itapta ru h , bedenin iş­ lendiği ve şekillendiği b ir ik tid a r aracı olarak ele alınm aktadır. B ir anlam da 8 Aristoteles, "De Anima”, 2. Kitap, 1. Bölüm, 412 b7-8. 9 Michel Foucault, The History o f Sexuality, 1. Cilt, s. 152.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

59


60 : Judith Butler

ru h , bedenin k endisini üreten ve gerçekleştiren ik tid arla donanm ış b ir şem a olarak işler. Foucault n u n " ru h ”a olan gönderm elerini Aristotelesçi form ülasyonun k a­ palı bir biçim de te k ra r ele alınm ası olarak algılayabiliriz. Foucault Hapisha­ nenin D oğuşunda " ru h ’u n bedenin eğitilm esi, şekillenm esi, işlenmesi ve k u ­ şatılm asına paralel bir biçim de n o rm a tif ve norm alleştirici bir ülküye d ö ­ n ü ştüğünü iddia eder. Bu, bedenin etkin bir biçim de m addeselleştiği ta r ih ­ sel olarak spesifik hayali bir ü lk ü d ü r (idéal spéculatif). Foucault hapishane reform unu göz önünde bu lu n d u rarak , "Bizim için ta n ım la n a n , özgürleştir­ meye davet edildiğim iz insan zaten kendi içinde kendinden çok d a h a derin b ir tabiyetin {subjection - assujetissement) sonucudur. O nda ik tid arın b ed e­ n in üzerinde işlediği hâkim iyette b ir faktör olan b ir ru h ikam et eder ve onu varoluşa taşır. R uh politik bir an ato m in in sonucu ve aracıdır; ru h bedenin hapishanesidir.”10 Bu "tabiyet”, ya d a assujetissement, sadece bir boyun eğm e (subordination) değil, aynı zam an d a öznenin tabi olm a halini koruyan ve sağlayan b ir eylem, onu özne olm a a la n ın a o tu rta n b ir edim , bir özneleştirm e/tabileştirm edir (subjectivation). “R uh, [m ahkûm u] v ar eder”; ve A ristoteles’le bütünüyle zıt düşm eyen bir şekilde, Foucault ta ra fın d a n bir ta h a k k ü m aracı olarak ta rif edilen ruh, bedeni şekillendirir ve sın ırlan d ırır; ona kalıbını verir ve bu k a­ lıp verme eylemi sırasın d a onu varoluşa taşır. Ontolojik ağırlığı varsayılm am ak ta aksine h er zam an bahşedilm ekte olduğu için b u ra d a "varlık” kelim e­ si tırn a k içinde kullanılm alıdır. Foucault ya göre bu bahşetm e eylemi an cak b ir tahakküm işlem i dahilinde ve aracılığıyla vücut bulabilir. Bu işlem tabi ettiği özneleri ü retir, başka türlü söylem ek gerekirse özneleri kendisini oluş­ tu ra n ilkeleri yü rü rlü ğ e sokucu zo ru n lu ik tidar ilişkileri dahilinde ve aracılığıyla tabi kılar. İk tid a r öncelikle bedenlere şekil veren, onları sü rdüren, destekleyen ve düzenleyendir dolayısıyla kesin bir biçim de söylemek gerekir­ se iktidar, bedenlerin üzerinde o n lara kendi nesneleriym iş gibi etki eden bir özne değildir. Bizi bu şekilde konuşm aya iten dil bilgisi, ik tidarın bedenler üzerinde etki ettiği am a onlara biçim verdiğinin göz önünde bulundurulm ad ığı bir dışsal ilişkiler m etafiziğini ş a rt koşar. Foucault’n u n sorguladığı da ik tid arı dışsal b ir ilişki olarak kabul eden bu görüştür.

10 Michel Foucault, Discipline and Punish: The Birth o f the Prison, New York: Pantheon, 1977, s. 30. (Surveillance et punir, Paris: Gallimard, 1975, s. 34)

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

Foucault için iktidar, tam d a öznenin m addeselliğinin kuruluşunda ve özneleşm e/tabileşm enin “özne’sine eş zam anlı o larak şekil veren ve onu d ü ­ zenleyen ilke dahilinde işler. Foucault sadece m ah k û m u n b ed en in in m ad ­ deselliğine değil aynı zam an d a hapishanenin b ed en in in m addeselliğine de gönderm ede b ulunur. Foucault ya göre, hap ish an en in m addeselliği ik tid arın vektörü ve ara c ı olduğu sürece ku ru lab ilir.11 Dolayısıyla hapishane iktidar­ la donatıldığı denli maddeselleşir; veya dil dilgisi dahilinde doğru konuşm ak gerekirse m addeselleşm esinin öncesinde bir hapishane yoktur. H ap ish an e­ nin m addeselleşm esi ik tid ar ilişkileriyle donatılm asıyla eş zam an lı işler ve m addesellik b u donatm a işlem inin sonucu ve ölçüsüdür. H apishane sadece i ktidar ilişkilerinin alanında an c ak bu ilişkilerle donatıldığı ve dolduğu den­ li var olabilir ki b u kuşatılm ışlık hali ta m da v a rlığ ın ın k u ru cu ilkesidir. Bu noktada beden kendi dışındaki ik tid ar ilişkileriyle donatılm ış bağım sız bir m addeselliğe işaret etm ez an c ak ta m da b u n d a n dolayı m addeselleşm e ve kuşatılm a eş zam an lı işler. “M addesellik” ik tidarın belli b ir sonucuna işa re t eder ya da aksine, oluş­ tu ru cu ve k u ru c u sonuçları dahilinde ik tid arın ta kendisidir, ik tid a r olduğu gibi kabullenilm iş bir ontoloji olarak bir nesne alanı, bir an laşılırlık sah a­ sı k u rara k b a ş a rılı b ir biçim de işlediği sürece m addesel sonuçları m addesel bilgi veya b irincil veriler o larak algılanır. Bu m addesel pozitiviteler ta rtış ıl­ m az göndergeleri ve aşkın gösterilenleri olarak söylem in ve ik tid a rın dışın­ da belirir. A ncak bu ortaya çıkış tam olarak iktidar/söylem rejim inin ta m a ­ m en gizlendiği ve sinsice en etkili olduğu an a tekabül eder. Bu m addesel so­ nuç epistem olojik bir başlangıç noktası, bazı politik arg ü m an tasy o n ların ol­ m azsa olm azı olarak alındığında, bu, bu k u ru lm u ş etkiyi birincil b ir verilen olarak kabul ederek kendisini de k u ra n ik tid ar ilişkilerinin soykütüğünü ba­ şarılı bir şekilde derinlere göm en ve m askeleyen b ir deneyci tem eldencilik (empiricist foundationalism ) ham lesi haline gelir.12 11 "Mesele, hapishane ortamının, fazla sert ya da fazla aseptik, fazla ilkel ya da fazla verim­ li olup olmadığı değil, bir tahakküm aracı ve vektörü olarak maddeselliğinin ta kendisiydi [c’était sa matérialité dans la mesure où elle est instrument et vecteur de pouvoir],” Discip­ line and Punish, s. 30 (Surveillance et punir, s. 35). 12 Bu, "maddeselliği" nedeni olduğu bir söylemin sonucu haline getirmek anlamına gelmez; aksine, bu nedensel ilişkiyi "etki" \effect] nosyonunu yeniden ele alarak yerinden eder. İkti­ dar etki ve sonuçlarında, ve bunlar üzerinden kurulur ki burada bu etkiler iktidarın kendi­ sinin örtük işleyişinin sonuçlarıdır. Bir tözel olarak alınan, nitelik ya da modlarından biri olarak ikiyüzlülüğü içeren, bir "iktidar” yoktur. Bu ikiyüzlülük epistemik bir alanın ve bir dizi “bilen’in kurulup oluşturulması üzerinden işler; bu alan ve bu “bilen” özneler söylemöncesi verililer olarak kabul edildiğinde, iktidarın örtük ikiyüzlülüğü başarıya ulaşır. Söy-

Cogito, sayı: 65-66, 2011

61


62 : Judith Butler

Foucault, b ir söylem ve ik tidar kuşatm ası olarak m addeselleşm e sü reci­ n in izini sürdükçe, ik tid arın üretici ve oluşturucu boyutu üzerinde o d ak la­ nır. Ancak m addeselleşebilenin a la n ın ı neyin sınırladığını ve Aristoteles’in sunduğu, A lthusser’in atıfta bulunduğu üzere, m addeselleşm enin modaliteleri olup olm adığı so ru la rın ı sorm alıyız.13 M addeselleşm e ne dereceye k a d a r ona tam am en diren en ve radikal o larak m addeselleşm em iş kalan bir rad ik al an laşılam azlık a la n ın ı gerektiren ve k u ra n anlaşılırlık ilkeleriyle yönetilebilir? Foucault n u n söylem ve m addesellik nosyonlarını birb iri üzerinden işle­ m e sokm a çabası sadece kendi ta n ım la d ığ ı söylemsel an laşılırlık ekonom ile­ rin in dışında k alan ı açıklam akta değil aynı zam anda bu ekonom ilerin ken­ dini destekleyen sistem ler olarak işlem esi için neyin d ışa rd a bırakılm ası ge­ rektiği sorusunu açıklam akta da m ı b aşarısız kalır? Bu, Luce Irig aray ’m P lato n d ak i form /m adde ayrım ı analizinin kapalı bir biçim de ortaya ç ık a rttığ ı sorudur. Bu tartışm a m uhtem elen en çok Specu­ lum o f the Other W oman àaki “Plato’s H ystera” isim li denem eden dolayı bi­ linse de yine Spéculum daki “Une M ère de Glace” isim li d ah a az bilinen d e­ nem ede de etkili b ir biçim de vurgulanm ıştır. Irigaray’m am acı ne form /m adde ayrım ını ne de bedenler ve ru h la r ya da m adde ve anlam arasın d ak i a y rım ları uzlaştırm aktır. O nun çabası bu ikili zıtlıkların bozucu olasılıklar a la n ın ın dışlanm ası aracılığıyla şekillendiğini gösterm ektir. Bu spekülatif tez, bu İkililerin, u zlaştırılm ış m odlarında dahi, lem, iktidarın, verili bir epistemik alan içerisinde şeylerin tarihi olumsal iktidarı olarak, yerleştirildiği bir alan belirler. Maddesel etkilerin üretimi, iktidarın oluşturucu ve kurucu işleyişidir ki bu üretim, nedenden sonuca tek taraflı bir hareket olarak yorumlanamayacak bir üretimdir. "Maddesellik” ancak olumsal olarak söylem üzerinden kurulmuş statüsü si­ lindiğinde, saklandığında, örtbas edildiğinde belirir. “Maddesellik" iktidarın örtük (ya da ikiyüzlü) sonucudur. Foucault'nun, iktidarın maddeselleştirdiğine, maddesel etkilerin üretiminin ta kendisi ol­ duğuna dair iddiası, Discipline and Punish adlı eserinde bedenin maddeselliği olarak belir­ tilir. Eğer "maddesellik” iktidarın bir sonucuysa, iktidar ilişkileri arasında bir transfer sa­ hasıysa, bu transfer bedenin tabiyeti/özneleşmesi olduğu sürece bu assujettissement'in (özneleşmenin) temel nedeni “ruh" olacaktır. Normatif/normalleştirici bir ideal olarak alındı­ ğında “ruh”, maddesel bedenin oluşturucu ve düzenleyici ilkesi, bu bedenin tabiyetinin en yakın araçsallığı olarak işler. Ruh bedeni tekdüzeleştirir; düzenleyici rejimler, zaman için­ de mahkûm bedenin stilistiğini üreten zulüm ritüellerinin sürekli tekrarı üzerinden bedeni terbiye eder. Cinselliğin Tarihinin birinci cildinde “seks” farklı tahakküm eksenleri boyun­ ca tekdüze bir beden üretmek için işler; ancak hem “seks”in hem de “ruh’un bedeni zaptet­ tiği ve tabi kıldığı, bedenin kültürel oluşumunun temel esası olarak bir esaret ürettiği düşü­ nülür. Bu bağlamda maddeleşme düzenlenmiş bir yinelenebilirliğin (iterability) sonucu ola­ rak görülebilir. 13 Louis Althusser, "Ideology and State Apparatuses (Notes towards an Investigation)”, Lenin and Philosophy and Other Essays, New York: Monthly Review Press, 1971 içinde, s. 166.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

"dlşil”i kendi k u ru cu dışı olarak ü reten fallogosantrik (phallogocentric) eko­ nom inin bir p a rçası olduklarını savunur. Irigaray’ın form /m adde ay rım ın ın tarihine olan m üdahalesi, “m a d d e 'n in altını dişilin felsefi İkililerden d ışlan ­ ıl ığı bir alan olarak çizer. D işilin kim i fantazm atik nosyonları geleneksel ola­ rak m addesellikle ilişkilendirildiğinden dolayı, b u n la r otogenezin (autogene­ sis) fallogosantrik projesini onaylayan aynaya dair, speküler (specular) etkilerılir. Irigaray’a göre, bu aynaya d a ir (ve spektral) dişil figürler dişil olarak al­ gılandığında, dişil olan kendi tem sili ta ra fın d a n silinir. Dişili ikincil b ir te ­ rim olarak eril/dişil ikili zıtlığında k o n um landıracağını iddia eden ekonom i onu dışlar, bu ekonom inin işleyebilmesi için dışlan m ası zorunlu olan şey ola­ rak belirler. B una dayanarak, öncelikle Irigaray’ın felsefi m etinlere speküla­ tif yaklaşım ını ele alacağım ve hem en ard ın d a n P la to n u n Tim aeus’un d ak i hazne (receptacle/chora) ta rtışm a sı üzerinden yaptığı sert ve provokatif oku­ maya döneceğim . Bu denem enin son kısm ında, aynı kısım üzerinden yaptı­ ğım kendi sert ve provokatif okum am ı sunacağım .

Irigaray/Platon Irigaray’m id d ia la rın ın büyüklüğü ve spekülatif k a ra k teri beni h er zam an biraz endişelendirm iştir. Ayrıca itira f etm eliyim ki her ne kad ar felsefe ta r i­ hini onun k a d a r detaylı ve eleştirel b ir dikkatle okum uş ve yeniden y orum la­ m ış bir başka fem inist düşünem esem de,14 onun söyledikleri, üzerinde d u r­ duğu felsefi h a ta la rın gösterişini tak lit etmeye yatkındır. Elbette bu taklit stratejiktir ve Irig aray ’m felsefi hatayı tek ra r yü rü rlü ğ e sokm ası bizim onun okum asının icra ettiği farklılık (difference) b ağ lam ın d a onu nasıl okum am ız gerektiğini öğrenm em izi talep eder. Filozof b ir b a b a sesi m idir onda yan k ı­ lan an ya da bu sesi sahiplenerek onun içinden gizliden gizliye kendini m i du­ yurur? Bu iki sebepten herhangi biri dolayısıyla söz konusu sesin “içindey­ se”, aynı zam an d a “dışında” da değil m idir? “Ara’yı, fallogosantrik (phal­ logocentric) ikili zıtlığı el sürülm em iş biçim de b ıra k a n u zam sallaştırılm ış bir entre o lm an ın dışında iki olasılığı nasıl tahayyül edebiliriz?15 Bu filo­ zof b abadan farklılık, onun stratejisini sadık b ir biçim de kopyalar gibi gö14 An Ethics o f Sexual Difference, Çev.: Carolyn Burke, Ithaca: Cornell University Press, 1993; Éthique de la difference sexuelle, Paris: Editions de Minuit, 1984. 15 Bridget McDonald’a göre, Irigaray için “ara [entree] aynılığın bölündüğü bir farklılık saha­ sıdır ... her ara [entree] farklılaşmış kutupların sadece farklılaştığı değil, farklılaşmış ola­ rak varlıklarını sürdürebilmek için birbirleriyle karşılaşmaya maruz kaldıkları bir ortak mekândır...,” “Between Envelopes” (basılmamış bir tebliğdendir).

Cogito, sayı: 65-66, 2011

63


64 : Judith Butler

züken taklitte, nasıl yankılanır? K uşkusuz bu, eril ve d işilin dilleri a ra s ın ­ d a bir yer teşkil etm ez, sadece topografik iddiayı yerinden eden bozucu b ir harekettir.16 Bu b ir nevi erilin yerini alm adır; onu varsaym ak değil işgal edi­ lebilirliğini gösterm ek, bu varsayım ın bedeli ve devinim i üzerine bir soru or­ taya atm ak tır.17 B aba soyundan başlayan eleştirel yolculuk, erilin terim le­ rin in ezberi boyunca, nereden ve n asıl icra edilir? E ğer am aç sadık veya ol­ m ası gerektiği gibi b ir Platon “o kum ası” yapm ak değilse, o zam an söz ko­ n u su olan belki de Platon’daki spekülatif aşırılığı tak lit ve ifşa eden b ir nevi aşırı-okum adır. B u ra d a bu spekülatif aşırılığ ın b ir ben zerin i icra ettiğim öl­ çüde, özür dileyerek belirtm em gerekir ki, gönüllü olm asam da o rtad ak i za­ r a r çok uzun bir sü re d ir konuşulm am ış kaldığı için, kim i zam an ab a rtılı d e­ recede sert bir cevap verm ek d u ru m u n d a kalacağım . Irigaray felsefe ta rih in i tek rar okum aya kalkıştığında bu tarih in sın ırla ­ rın ın nasıl koru n d u ğ u sorusunu sorar: Felsefenin ilerleyebilmesi için, felse­ fenin alan ın d an dışlan m ası gereken n e d ir ve bu d ışla n a n kendisini kendi ta ­ ra fın d an k u ru lm u ş ve kendi ta ra fın d a n tem ellendirilm iş addeden bir felsefi k u ru lu şu negatif b ir biçim de k u rm a n oktasına nasıl gelir? Bu bağlam da, Irigaray, bir felsefi m etni içine alm ayı reddettiği şey üzerin d en oku m an ın b ir yolunu bulm ak m ecburiyetinde kaldığı noktada, dişili ta m da bu k u ru cu d ış­ lam a n ın kendisi o lara k ayrı bir yere koyar. Bu kolay b ir iş değildir. B ir m etin nasıl kendi içinde gözükm eyen a m a yine de kendi okunabilirliğinin o k u n a ­ m az şa rtla rın ı k u ra n şey üzerinden okunabilir? G erçekten de bir m etin metinsel "içerisi” ve "d ışarısı’n ın k u ru ld u ğ u gözden kaybolm a eylemi ü z e rin ­ den nasıl okunabilir? H er ne k a d a r geleneksel olarak fem inist düşünürler, erkekler rasyonel efendilik ilkesiyle yan yana getirilirken, nasıl bedenin dişil olarak ta n ım ­ landığını veya n asıl k ad ın ların m addesellikle yan y a n a getirildiğini (etki­ siz—neredeyse ço k tan ölm üş—veya doğurgan—sürekli-yaşayan ve üretken olup olm adığını) gösterm enin yollarını a rad ılarsa d a ,18 Irigaray dişilin esa­ sın d a tam da böylesi b ir ikili zıtlık ta ra fın d a n ve aracılığıyla d ışlanan oldu­

16 Ne tam anlamıyla bir mekân ne de zaman olan "aralık” [interval] nosyonu üzerine bir tar­ tışma için, Irigaray’m Physics (Aristoteles) okumasına başvurulabilir. "Le Lieu, l’intervalle’’, Éthique de la difference, s. 41-62. 17 Bu, kitabın sonraki bölümlerinde, Willa Cather romanındaki babanın adının işgaliyle ilişkilendirilecektir. 18 Elizabeth Spelman, "Woman as Body: Ancient and Contemporary Views”, Feminist Studies C. 8, S.l, 1982, s. 109-131.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşerı/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

ğunu ileri sürm ek ister. Bu b ağlam da k a d ın la rın b u ekonom i dahilinde tem ­ sil edildikleri yer ve zam an tam olarak silinişlerinin alanıdır. D aha d a ötesi m addenin felsefi tan ım la rla açıklanm ası, Irigaray’m iddiasına göre, dişilin i karnesi (.substitution) ve yerinden edilm esidir. Felsefenin sunduğu ta n ım la r üzerinden felsefenin dişille ilişkisi yorum lanam az. Irig aray ’a göre b u ilişki, ancak dişili felsefenin ta n ım la d ık la rın ın konuşulam az şa rtı olarak konum ­ lam a aracılığıyla konuşulabilir ki b u ra d a dişil esasında felsefenin a raçlarıy ­ la asla tan ım la n a m a y a n d ır fakat b u ala n d a n dışlan ışı felsefenin m eşruiye­ tinin koşuludur. Kuşkusuz, Irigaray’a göre dişil an cak catachresis’de belirir, a n la m ın uy­ gunsuz yer değiştirm esi olarak, uygun bir biçim de kendisine ait olm ayanı an latm ak için b ir özel ism in k u llan ım ı olarak uygunsuzca işleyen ve dişilin dışlandığı dilin ta kendisine m usallat olm ak ve onu tayin etm ek için dile dö­ nen tan ım la rd a belirir. Bu, Irigaray’m radikal atıfsal pratiğini, yani m akul olanın tam am en uygun olm ayan am açlarla yıkıcı (catachrestlc) gaspını, kıs­ m en açıklar.19 Irigaray, sadece söz konusu söylem in k u llanım ını yöneten d ış­ layıcı özerklik k u ralların ı sorgulam ak için felsefeyi - b ir o kadar da p sik an a­ liz i- taklit eder ve bu taklitte etkin b ir biçim de kendine ait olam ayan b ir dili benim ser. Bu uygunluk ve m ülkiyet tartışm ası, ta m olarak, dışlanm ış b ir uy­ gunsuzluk, uygunsuz ve m ülkiyetsiz olan olarak k u ru lm u ş dişile açık b ir se­ çenektir. K uşkusuz, irigaray’m Nietzsche’nin Deniz Aşığı isim li yapıtında id­ dia ettiği üzere, “kadın ne bir özdür ne de bir özü v a rd ır”. Irigaray için bu ke­ sinlikle k ad ın ın m etafizik söylem inden dışlanm ış olm asıyla bağlantılıdır.20 Eğer kadın b ir özel ismi üstlenirse, bu özel isim tekil “kadın” dahi olsa, b u sa­ dece terim i ontolojik varsayım larından çekip ç ık a rm a n ın bir yolunu arayan 19 Elizabeth Weed, “The Question of Style”, Ed. Carolyn Burke, Naomi Schor & Margaret Whitford, Engaging with Irigaray, New York: Columbia University Press, 1993; Elizabeth Grosz, Sexual Subversions, Londra: Routledge, 1991. 20 Irigaray bu terimi aşağıdaki alıntıda “öz” [essence] için değil “varlık” [être] için kullanmış olsa bile, ki bu kullanım bir sonraki cümlede "öz” nosyosunun dişil olana yabancı kaldığı ve son cümlede bu varlığın hakikatinin zıtlıklara dayalı bir mantık üzerinden işlendiği id­ dialarına dayanır, ana metindeki alıntıda yer alan “öz” terimi benim çevirimdir: "Elle ne se constitue pa pour autant en une. Elle ne se referme pas sur ou dans une vérité ou une es­ sence. L'essence düne vérité lui reste étrangère. Elle n’a ni n’est un être. Et elle n’oppose pas, à la vérité feminine,” Luce Irigaray, “Lèvres voilées”, Amante Marine de Friedrich Nietzsche, Paris: Éditions de Minuit, 1980, s. 92. Naomi Schorün “öz”ün kendisini bir katakresis olarak okuduğunu hatırlarsak, öz söylemi­ nin geleneksel metafizik erkanının dışında desteklenip desteklenemeyeceği sorulabilir. Di­ şil olan bir öze sahip olabilir ve bu özden faydalanabilir, ancak bu metafizik pahasına bir faydalanma olacaktır. Naomi Schor, “This Essentialism Which Is Not One: Coming to Grips with Irigaray", Differences: A Journal o f Feminist Cultural Studies C. 2, S. 1, 1989, s. 38-58.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

65


66 : Judith Butler

b ir tü r radikal tak lit olabilir. Jane Gallop iki dudağı [deux lèvres] sinekdok [synechdoche] ve katakresis [calachresis] olarak yorum ladığı, Irigaray’ın bi­ yolojik özcülüğünü retorik bir strateji olarak tahayyül etm e olanağı sağlayan okum asında net b ir biçim de açıklar. Gallop Irigaray’ın, biçim sel dilinin dişi­ li sürekli bir dilbilim sel uygunsuzluk olarak dilde kurd u ğ u n u ortaya koyar.21 Irigaray’a göre dişilin m etafiziğin uygunluk/m akulluk söylem inden bu dışlanışı "madde’n in form ülasyonunda ve onun üzerinden vuku bulur. Fallogosantrizm form ve m adde a ra sın d a b ir ayrım sunduğu için bu, d a h a ileri b ir m addesellik ta ra fın d a n eklem lenir. B aşka türlü söylemek gerekirse, her açık ayrım , ay rım ın kendisinin b a rın a m a d ığ ı yazıtsal (inscriptional) b ir m e­ kan d a vuku bulur. B ir kayıt yüzeyi olarak m adde açık b ir biçimde tem atize edilemez. Irigaray a göre bu kayıt yüzeyi ya da alan ı “m adde” kategorisiyle aynı olmayan, m ad d en in eklem lenişini şartlayan ve olası kılan bir m addeselliktir. Irigaray’in iddia ettiği, tem atize edilemeyen bu m addeselliğin fallogosan trik ekonom inin içinde dişil için ve ona ait bir alan, yüzey, havuz ve h a z ­ ne (receptacle) halin e geldiğidir. Bu bağlam da, bu ikinci belirsiz “m adde” Platoncu ekonom inin k u ru cu dışına işaret eder; o, bu ekonom inin içten tu ta rlı durabilm esi için dışlanm ası şart olandır.22 Form /m adde ayrım ı tara fın d a n kapsanam ayan bu a şırı m adde D errida’n ın felsefi zıtlıklar analizindeki supplém ent gibi işler. Form /m adde ayrım ını ele aldığı Positions d a D errida m addenin aynı anda hem ikili zıtlık içerisindeki b ir kutup olarak hem de bu ikili çifti a şan bir m adde, sistem atize edilem ezli­ ğine d air bir fig ü r o larak iki kere k atlan m ası gerektiğini {redouble) öne sürer. D errida’nın m addenin dilin rad ik al dışını gösterdiğini iddia eden k riti­ ğe cevaben söylediklerini hatırlayalım : “Eğer m adde bu genel ekonomide, si21 Jane Gallop, Thinking through the Body (New York: Columbia University Press, 1990). 22 Hyle olarak madde Platoncu külliyatta merkezi bir önem arz etmez. Hyle terimi Aristotelesçidir. Metaphysics’te (1036a) Aristoteles, hyle'nin ancak analojiler üzerinden bilinebileceği­ ni iddia eder. Kuvvet (dynamis) olarak tanımlanır ve dört sonuçtan biri olarak ayrılır; ayrı­ ca bireyleşmenin prensibi olarak açıklanır. Aristoteles’te bazen hypokeimenon ile özdeşleş­ tirilir ancak bir şey olarak ele alınmaz (Physics, 1, 192a). Aristoteles Platonu hyle ve stresis’i (hypodoche) ayırt edememekle eleştirmesine rağmen, Platoncu hazne (hypodoche) nosyo­ nunu hyle ile özdeşleştirir (Physics, 4, 209b). Aristotelesçi hyle gibi, hypodoche da yok edi­ lemezdir ve ancak "piç düşüncesi” aracılığıyla bilinebilir (Timaeus, 52a-b); ve o, tanımı ya­ pılamayandır ["there is no definition of matter, only of eidos" Metaphysics, 1035b]. Plato’da hypodoche mekanın ya da chora’mn anlamını üstlenir. Aristoteles madde üzerine sadece bir kere açık felsefi bir söylem sunmuştur ki bu da Plotinus’un Platoncu madde doktrinini ye­ niden ele aldığı çalışmasını içerir. Irigaray'in “Une Mère Glace" isimli bölümünde Platon/ Plotinus'a eleştirel atfına vesile olan budur: Speculum o f the Other Woman, Çev. Gillian Gill, Ithaca: Cornell University Press, 1985, s. 168-79.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

zlıı de söylediğiniz gibi, radikal b ir başkalığa işaret ediyorsa (daha spesifik olarak: felsefi zıtlık lara ilişkin b ir başkalık), ya da b u n a işaret ettiği sürece, yazdığım ‘m atery alist’ olarak addedilebilir.”23 D errida ve Irigaray’ın h er iki­ si İçin de bu İkiliden dışlanan, bu dışlam a m odu çerçevesinde onun ta r a fın ­ dan üretilir ve m u tlak b ir d ışarısı o lara k ayrı, tam a m e n bağım sız b ir v arol­ ma d u ru m u n d a n bahsedilem ez. K u ru cu ya da göreli b ir dış, kuşkusuz, k e n ­ di tem atize edilem ez gerekliliği o larak bu sistem e d a h il b ir dizi d ışla m a d a n oluşur. Bu sistem in içinden bir tu tarsızlık , b ir bozuş, kendi sistem atikliğine bir tehdit olarak belirir. Irigaray form /m adde İkilisini harekete geçiren bu dışlam an ın erili ikill zıtlık terim in in h er iki an lam ın ı işgal eden dişili ise anlaşılabilir b ir terim olarak dahi tanım layam ayan eril dişil arasındaki fark lılaştırıcı ilişkinin ta kendisi olduğu konusunda ısrar eder. Bu ikili d ah ilin d e ta n ım la n a n dişili speküler dişil ve bu İkiliden silinm iş ve dışlanm ış dişili aşırı dişil o larak alg ı­ layabiliriz. Sonuncu m odelde olduğu gibi bu tip a ta m a la rın işlem ediği nok­ tada ise, kesin b ir dille belirtm em gerekir ki, dişil h içb ir ş a rtta isim lendirileınez ve o asla b ir m od değildir. Irigaray’a göre herhangi bir şey olduğu söylenemeyen, b ir ontolojiye d a h il edilemeyen “dişil" -b u ra d a yine g ram e r yanıltıyor b iz i- herhangi b ir o n to ­ lojiyi m uktedir k ılan im kânsız b ir gereklilik olarak silin ir ve bu şekilde k u ­ rulur. Dişil b ir catachresis dahilinde kendini k u rm a iddiasında olan b ir fallogosantrizm içerisinde ehlileştirilir ve anlaşılm az addedilir. R eddedilm iş, dişil olandan a rta kalan, bu fallogosantrizm in yazılım alanı olarak ve sad e­ ce (yanlış) bir yansım a olu ştu rm ak ve fallogosantrik özyeterliği kendinden herhangi bir katk ıd a b u lunm adan garantilem ek için eril an lam lan d ırıcı ed i­ m in işaretlerini teslim alan speküler yüzey olarak varolur. M etafizik gelene­ ğ inin bir toposu olan bu yazılım alanı, P latonun T im aeus’un d a chora o lara k tan ım la n a n hazne (hypodoche) şeklinde çıkar karşım ıza. H er ne k a d a r Der­ rida ve Irigaray chora'yı kapsam lı b ir biçim de ele a la n okum alar su n m u ş ol­ sa la r da, ben b u ra d a tam da bölüm ün sorunu o larak nitelenebilecek, b ir for­ m un kendi tem silini yaratabileceğini söyleyen p arçaya işaret etm ek istiyo­ rum . H epim izin bildiği üzere P la to n a göre m addesel b ir nesne an cak ken­ di ön koşulu olan b ir Form dahilinde varolabilir. Dolayısıyla m addesel n e s­ neler F orm ların kopyalarıdır ve a n cak F orm ları örnekledikleri derecede va­

23 Derrida, Positions, 64.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

67


68 : Judith Butler

rolabilirler. Peki, bu örneklem e eylemi nerede gerçekleşir? Bu kopyalam anın vuku bulduğu b ir m ekân, bir alan, form dan nesneye geçişin gerçekleştiği bir a ra ç var m ıdır? Timaeus da su n u la n kozmogonide, Platon ele alın m ası gereken üç doğa­ ya atıfta bulunur: B u n lard an ilki ü retim (generation) süreci, İkincisi ü re ti­ m in m eydana geldiği yer, üçüncüsü ise üretilen şeyin doğal olarak ü re tti­ ği benzerliktir. Bu noktada, diğer ta ra fta beliren, "alm a ilkesini bir anneye, kaynak ya da başlangıcı bir babaya ve arad ak i doğayı da b ir çocuğa b enze­ tebilecek o lm am ızd ır” (50d).24 Bu bölüm den önce, H am ilton/C airns çeviri­ sine göre, Platon b u alm a ilkesine b ir "bakıcı (nurse)"(40b) ve "tüm bedenle­ ri alan evrensel doğa” olarak a tıfta bulunur. Ancak ikinci ibare, d a h a iyi b ir çeviriyle, “var olan (tu parıta som ata) b ü tü n bedenleri a la n (dechesthai) d in a ­ m ik tabiat (physis)” (50b) olarak ifade edilebilir.25 Platon bu her şeyi alıcı iş­ lev üzerine ta rtışm a sın ı şöyle sü rd ü rü r: “O (dişil) hep aynı addedilm elidir çü n k ü o her şeyi alır, kendi doğasından (dynam is) ayrılm az ve asla, herhangi b ir yolla ya da herh an g i bir zam anda, içine giren şeylerin herhangi biri gibi b ir form a b ü rü n m ez ... içine giren ve on d an çıkan fo rm la r kendi şablonları­ n ın (diaschematizomenon) a rk a sın d an m odellenen ebedi gerçekliklere b e n ­ zerler” (50c).26 B u rad a dişile özgü fonksiyon, alm ak, dechesthai, kabul etm ek, karşılam ak, içerm ek ve h a tta idrak etm ektir. Bu hazn en in (hypochdoche) içi­ ne giren bir fo rm lar dizisi, ya da d a h a iyi ifade etm em gerekirse, şekillerdir (morphe) fakat b u alıcı ilke, bu physis, özel bir biçim e sahip değildir ve b ir b e ­ den değildir. A ristoteles’in hyle’si gibi, physis de tan ım la n a m a z .27 Gerçekte, bu alıcı ilke tüm bedenleri içerir ve evrensel olarak uygulanabilir, ancak b u ­ n u n evrensel uygulanabilirliği Tim aeus da evrensel fo rm ları önceden ta s a r­ layan ve haznenin (receptacle) içinden geçen ebedi gerçekliklere (eidos) asla benzem em elidir. B u ra d a benzerlik (m im eta) üzerine b ir yasak vardır; b aşk a b ir deyişle, bu özelliğin ebedi F o rm lar ya da o n ların m addesel, hissedilebi-

24 Plato: The Collected Dialogues, Ed. Edith Hamilton and Huntington Cairns, Bollingen Seri­ es 71, Princeton: Princeton University Press, 1961. 25 Theatetus'ta “dechomenon", “bir balmumu yığını” olarak tarif edilir. Dolayısıyla Aris­ toteles’in maddeyi tanımlamak için de Anima'da "balmumu” imajını seçmesi, Platoncu dechomenonun aleni bir yeniden değerlendirilmesi olarak okunabilir. 26 Burada diaschematizomenon, şemaların formatif olduğunu önererek, “bir örüntü ardından modellenme” ve “oluşum” anlamlarını bir araya getirir. 27 Physis ve phusis kelimelerinin nasıl genital anlamına geldiği üzerine bir tartışma için bkz. John Winkler, “Phusis and Natura Meaning ‘Genitals'", The Constraints o f Desire: The Ant­ hropology o f Sex and Gender in Ancient Greece, New York: Routledge, 1990, s. 217-220.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

lir veya hayali kopyaları gibi olduğu söylenemez. A ncak özellikle b u physis sadece içine girilm ek için vardır; o, asla girm ez. B u rad a eisinai kelim esi b ir vere doğru ya d a b ir şeyin içine d o ğ ru yol almaya, yaklaşm aya ve penetrasyona işaret eder; ayrıca bu bir yerin içine girm ek a n la m ın a da gelir ki chora, kuşatılm ış b ir h azne olarak, başka b ir kuşatılm ış h a z n en in içine giren şey olam az. M etaforik olarak ve belki de tesadüfen, bu yasaklı giriş form u "yar­ gı h u zu ru n a çık a rılm a ”, yani k am usal no rm lara tabiyet, “akla gelme” ya da "düşünm eye b a şla m a ” an lam ın a da gelir. Bu noktada b ir de ‘kendisine girenler gibi bir fo rm a bürü n m em e’ ko­ şulu devreye girer. O zam an söz konusu hazne herh an g i bir bedenle, anııeninki ya da bakıcım nkiyle benzetilebilir mi? P la to n u n şa rtın a göre bu 'doğayı tanım layanlayız ve onu benzetm e aracılığıyla kavram ak sadece ‘piç düşüncesiyle (bastard thinking) kavram ak a n la m ın a gelir. Bu bağlam da bu doğayı kavrayabilecek insan babaya a it ilkeden d o ğ ru d an onun aracılığıyla dışlanm ış olandır; evlilik dışı b ir çocuk, baba soyundan ve baba soyunun ilerlediği analojik ilişkiden bir sapıştır. Dolayısıyla b ir m etafor ya da analoji sunm ak söz konusu doğa ve bir in san form u a ra sın d a benzerliği varsaym ayı gerektirir. İşte D errida’n ın P la to n u n hükm üne k a tıla ra k chorayı b ir çıkıntı olarak tahayyül ettiği, bu son noktadır. Bu aşam ada D errida chora d ü şü n c e ­ sinin asla kendi vesile olduğu figürlerden herhangi b irin in içine çökemeyeceğini öne sürer. B unun sonucu o larak da chora’n ın dişilikle ilişkisini n ih ai bir çöküş olarak kabul etm enin yanlış olacağını iddia eder.28 28 Bu muhalif düşünce, kimilerinin gösterenin maddeselliği olarak adlandıracağı, dilin m ad­ deselliğinde ısrar eder ve bu Derrida’nın ‘'Chora’’sında geliştirmeyi önerdiği düşüncedir. (Poikilia. Études offertes à Jean-Pierres Vernant, Paris: EHESS, 1987.) Bu kelimenin maddesel­ liğine dikkat çekmek yeterli değildir çünkü mesele ne maddesel ne de ideal olana, ancak bu ayrımın meydana geldiği yazıtsal mekânın ta kendisi olarak ne maddesel ne de ideal olana, işaret etmektir, idealizmi ve materyalizmi kutup olarak gören “ya maddesel ya ideal olma” [either/or] mantığını muktedir kılan, tam da bu "ne maddesel ne ideal olma \neither/nor\ halidir. Derrida bu yazıtsal alana, yukarıdaki metnin 280. sayfasında “nötr bir alan” olarak tahay­ yül ettiği, üçüncü cinsiyet ya da janr olarak atıfta bulunur: Bu alan nötrdür çünkü cinsel farklılığının herhangi bir kutbuna, erile ya da dişile, katkıda bulunmaz. Burada hazne tam olarak eril ve dişilin arasındaki ayrımın istiktarını bozan şeydir. Bu yazılım alanının na­ sıl tasvir edildiğini, özellikle yazılım ediminin bu alan üzerinde nasıl çalıştığını hatırlaya­ lım: "üçüncü bir janrda/cinsiyette ve mekansız bir mekânın, herşeyin onu işaretlediği ama kendisinin işaretlenmemiş kaldığı bir mekânın, nötr alanında.” Daha sonra, 281. sayfada, Sokrates’in Chora’dan biriymiş ya da bir şeymiş gibi bahsettiği öne sürülür. Her koşulda, o ötekilerin arasında bir yer olmayan, ancak belki de yerin ta kendisi olan, yeri doldurulamaz olan, yerini alır. Yeri doldurulamaz ve değiştirilemez...” Böylece idealizm/materyalizm kutupluluğu sorgulanır hale gelir. Ancak bu, artık hiçbir so­ runun kalmadığını iddia etmek anlamına gelmez. Irigaray’ın iddiasından çıkarılması gere-

Cogito, sayı: 65-66, 2011

69


70 : Judith Butler

Irigaray b ir a n la m d a bu iddiaya katılır: Bakıcı, anne, rah im ta n ım la rı dişili tem sil eder gibi göründükleri a n d a onu yerinden eden speküler figür­ ler oldukları için bütünüyle hazneyle özdeşleştirilem ezler. H azne P la to n u n m etninde son n o k tasın a kad ar tem atize edilemez ya d a tan ım lan am az; ç ü n ­ kü kendisi her ta n ım la m a ve tem atize etm e eylemini sın ırla r ve onun d ışı­ n a çıkar. Bu hazne/bakıcı bir insan form uyla benzerliği üzerinden ortaya atıl­ m ış bir metafor değildir, insanın hem onun şartı hem de onun üzerinde sürekli deformasyon tehdidi olarak sınırlarında beliren bir bozm a eylemidir; bir form, morphe alamaz ve bu bağlamda bir beden olamaz. D errida h azn en in dişil figürle özdeşleştirilem eyeceğini öne sü re r ve Irigaray in da b u n a katıldığı söylenebilir. Ancak Irigaray dişilin, haznede de görülebileceği üzere, kendi ta n ım la n ışın ın önüne geçtiğini ve bu tem atize edilem ezliğin dişili tem atize edilebilir ve tan ım la n a b ilir olanın im kânsız a n ­ cak zorunlu tem eli olarak kurd u ğ u n u öne sürerek an alizin i bir adım öteye taşır. K risteva chorah in çöküşünü ve m aternal/bakıcı (nurse) figürü, Revolu­ tion in Poetic Language de “P lato n u n bizi ritm ik bir u zam sürecine yöneltti­ ğ in i” belirterek, kabul eder.29 Irig aray ’m chora ve d işil/m aternalin birleştirilişini reddetm esinin aksine, K risteva bu ilişkiyi onaylar ve semiyotik (sem io­ tic) nosyonunu sem bolik yasanın “önceleyeni” (s. 26) olarak belirler: “Anneken, Platon için bu yazılım alanının dişilliği vücuda getirme ve bozmanın bir yolu, dişil ola­ nı susturmanın, sessiz ve pasif bir yüzey olarak yeniden biçimlendirmenin bir yolu olduğu­ dur. Hatırlamak gerekir ki, Platon için hazne her şeyi içine alır. Hazne, içinden penetratif bir üretkenliğin geçtiği ancak kendisi ne penetre edebilen ne de üretebilen şeydir. Bu bağ­ lamda, hazne eril olanın istikrar bozucu mimesisinin mümkün olamayacağına dair bir te­ minat olarak okunabilir; ve böylece dişil olan sonsuzca penetre edilebilen olarak ebediyyen korunur. Bu hamle, Derrida’da, “mekansız bir mekân, her şeyin onu işaretlediği ama ken­ disinin işaretlenmemiş kaldığı bir m ekâna olan atfında, yinelenir. Burada, tüm yazılımın işaretlenmemiş durumunu, makul olandan dışlanmış olan şeyin makul olanı mümkün kıl­ dığı için makul bir işarete sahip olmayanı, kendine ait bir işarete sahip olamayanı ortaya çıkarmış bulunuyor muyuz? Ya da, bu işaretlenmemiş yazılım alanı, işareti silinmiş olan ve sürekli silinti altında kalmaya zorlanan bir alan mıdır? "O (dişil) kendini onun ‘üstüne yazanların toplamından ya da bu yazma sürecinden başka bir şey değildir, ‘â son sujet, â meme son sujet’” ama o (dişil) tüm bu açıklamaların öznesi ve mevcut desteği değildir. Herhangi bir açıklamayı aşan, ama kendisi herhangi bir açıklama olmayan. Bu tanım, burada, açıklamaya karşı neden bu yasağın olduğunu anlatmaz. Belki de bu, metafiziğin mecrasında ya da mecrasının dışında bakir bir yer değil midir? Derrida haznenin madde olamayacağını iddia etmek istemesine rağmen, Positions’da mad­ denin "iki kere’’ kullanılabileceğini ve form/madde ayrımını aşan şeyin ta kendisi olabile­ ceğini teyit eder. Ancak burada, madde (matter) ve annenin (mater) birbirine bağlı olduğu noktada, dişillikle donatılmış ve sonra silinmeye maruz bırakılmış bir maddesellik sorun­ salının olduğu noktada, hazne madde olamaz çünkü bu onu dışlandığı ikili düşüncenin içi­ ne yeniden konumlamak olur. 29 Julia Kristeva, "The Semiotic Chora Ordering the Drives”, Revolution in Poetic Language, New York: Columbia University Press, 1984.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorurılaşan Bedenler (Bela Bedenler)

ııin bedeni bu nedenden ö tü rü sosyal ilişkileri organize eden sem bolik yasa­ ya aracılık eder ve sem iyotik choran ın düzenleyici ilkesi haline gelir” (s. 27). K risteva chora n ın m aternal bedenle özdeşleştirilm esinde ısra r ederken, I rigaray bu bir araya getirişi icra eden söylem in n a sıl chora figürü ta r a fın ­ d a n kapsanam ayan dişilin daim olduğu b ir “dışarısı” ü rettiği so ru su n u so ­ lar. Bu noktada şu soru akla gelir: Dil dahilinde dişil b ir "dışarısı” tayin et­ mek nasıl m ü m k ü n olabilir? Bu, Irig aray ’m ki de dah il olm ak üzere h er söy­ lemde, dışlam a a la n ın ı tekelleştiren b ir şey olan d işilin ku şatılarak sınırlandırılm asıyla kaçınılm az bir biçim de üretilen bir k u ru c u dışlam alar dizisinin yer aldığı bir meseleye işaret etm ez mi? Bu bağlam da hazne (receptacle) d ışlan an için b ir fig ü r değildir, b ir fig ü r olarak a lın a ra k d ışla n a n ı tem sil eder, dişil göstergesi altın d a biçim lenem ez k alan lara -d işild e hazne-bakıcı tahayyülüne d ire n e n le re- d a ir başka b ir dizi dışlam ayı icra eder. B aşka bir deyişle, bakıcı-hazne m etaforu, dişili, in sa n ın ürem esi için zo ru n lu olan ancak kendisi insan olm ayan, hiçbir koşulda ken­ disi üzerinden üretilen insan fo rm u n u n oluşturucu ilkesi şeklinde yorum lanam ayacak olan şey olarak sabitler, onu bu noktada don d u ru r.30 B urada sorun, dişilin m addeyi ya da evrenselliği tem sil edecek b ir du­ ru m a getirilm esi değildir. Aksine dişil, form /m adde, evrensel/özel İkilileri­ n in dışına atılm ıştır. O ne biri ne de diğeridir a m a h er ikisinin sürekli ve değişm ez koşuludur. O ancak tem atize edilem eyen b ir m addesellik olarak yorum lanabilir.31 O nun içine g irilecektir ve o kendisine giren şeye d a ir on­ d a n öte bir şeyi açığa vu racak tır an c ak asla ne o lu ştu ru cu ilkeye ne de y a ra t­ tığ ın a benzeyecektir. Irigaray bu noktada söz konusu olanın fallogosantrik ekonomi ta ra fın d a n devralınm ış ve bu ekonom inin kendi dışlayıcı ve tem el 30 Platon'da üremenin topografisi üzerine ilginç bir tartışma ve psikanalitik ve klasik düşün­ cenin iyi bir örneği için, bkz. Page DuBois, Sowing the Body, Chicago: Chicago University Press, 1988. 31 Irigaray, La Croyance même de (Paris: Édition Galilée, 1983), Freud’un Haz İlkesinin Ötesin­ de (Beyond the Pleasure Principle) adlı eserindeki fort-da oyununu yeniden okurken benzer bir argüman öne sürer. Irigaray, bu metinde, küçük erkek çocuğunun annesinin yanından gidişini ve yanma dönüşünü tekrarlama yolu olarak elindeki makarayı karyolasından dışa­ rı bir yere atıp geri çekerek oynadığı oyundaki imgesel hâkimiyet eylemini harikulade bir şekilde yeniden okur. Irigaray, bu oyunun mizansenini yeniden resimler ve maternal olanın ikamesini perdelerde, makarayı alan, saklayan ve geri veren yatak çarşaflarının kat ve kıv­ rımlarında konumlandırır. Chora gibi, "o” (dişil) -olay yerinin gizli maternal desteği- varlık ve yokluğun oyunu için kayıp ama gerekli koşuldur: “Elle y était et n’y était pas, elle donnait lieu mais n’avait pas lieu, sauf son ventre et encore ... Elle n’y était pas d’ailleurs, sauf dans cette incessante transfusion de vie entre elle et lui, par un fil creux. Elle donne la possibilité de l’entrée en présence mais n’y a pas lieu” (s. 31).

Cogito, sayı: 65-66, 2011

71


72 : Judith Butler

edim ine b ü rü n d ü rü lm ü ş dişilin ürem e gücü olduğunda ısra r eder. Platon’da olduğu gibi, physis chora olarak eklem lendirildiğinde, physism a n la m ın ın içerdiği dinam izm ve kuvvetin b ir kısm ı önlenir, sindirilir. Üremeye k a tk ı­ da bulu n an dişilliğin alanında, sadece üreyen ve daim a kendi ileri türevleri­ ni üreten, bunu dişil üzerinden a n cak onun desteği olm aksızın icra eden fallik b ir Form buluruz. Üreme işlevinin dişilden erile olan b u transferi physisin topografik o larak sın ırlan d ırılm asın ı, sindirilm esini, physisin chora ola­ rak, m ekân olarak, ö rtb as edilm esini gerektirir. M adde kelimesi Platon’da chora’yı ya da hypodoche’yi tan ım la m a k için yer alm az ancak Aristoteles The M etaphysics’te Tim aeus’u n bu bölüm ünün çok yakın bir biçim de kendi hyle nosyonuna eklem lendiğinden bahseder. B u öneriyi takiben, Plotinus E nrıeadsm "Altıncı R isale'sini, “Bedensizin K ay ıtsızlığ ın ı (The Im passivity of the Unem bodied) yazm ıştır. Bu bölüm ün, P la to n u n hypodoche nosyonunu hyle ya da m adde olarak açıklam a çab asın ­ d a n ibaret olduğu söylenebilir.32 Felsefe tarih in d e n ad iren katedilm iş b ir d ö ­ nüşle, Irigaray, "Une M ère de Glace”d a Plotinus’un P lato n u Aristoteles’in “m adde’si üzerinden okum a çabasını kabul etm iş ve bize hatırlatm ıştır. Bu denemede irigaray, Platon için m adde “k ısır” dır, “ham ilelik değil, sa­ dece alm a eylemiyle ilişkilendirilen dişil ... değişm ez b ir biçim de erile ait olan dölleme yetisiyle iğdiş ed ilm iştir” der.33 Bu okum a Timeaus &&ki F o rm ­ la rın kozm ogonosini tam am en kendini ku rm u ş olan babaso y u n u n fallik bir fantezisi olarak belirler, irigaray’a göre bu otogenez veya kendini k u rm u ş olm a fantezisi ürem edeki dişil rolün in k â rı ve atanm asıyla gerçekleşir. E l­ bette "hazne” olan "dişi” ne evrensel ne de özeldir ve P lato n a göre isim len dirilebilecek her şey ya evrensel ya da özel olm ak zoru n d a olduğu için hazne isim lendirilem ez. Spekülasyon y a ra tm a hak k ın ı üstlenerek ve "garip ve a lı­ şılm am ış b ir a ra ş tırm a ” (48d) alanı o larak nitelediği to p ra k lard a gezinerek Platon tam olarak isim lendirilem eyecek olanı isim lendirm e aşam asına gelir. Bu aşam ad a hazneyi bedenlerin evrensel b ir alıcısı o larak tanım layabilm ek için b ir catachresise b a şv u ru r çünkü o esasında evrensel değildir. Aksi tak ­ tird e dışında bırak ıld ığ ı ebedi gerçeklere dahil olabilirdi. H azneyi sunan öncesindeki kozm ogonide Platon ru h u n m addeselliğinin işareti olan a rz u la rın kontrol altın a alın m ad ığ ı tak d ird e b ir ru h u n , ru h d en ­ diğinde anlaşılm ası gerektiği üzere b ir erkeğin ru h u n u n b ir kadın ve ard ın 32 Plotinus Enneads, Çev.: Stephen MacKenna, 2 basım, Londra: Faber & Faber, 1956. 33 irigaray, "Une Mère de Glace”, Spéculum, s. 179.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

dan da bir hayvan olarak geri dönm e riskinden bahseder. Bir an lam d a k a ­ d ın ve hayvan ta m d a kontrol edilem ez şehvetin karşılığıdır. R uh böylesi b ir şehvete dahil olduğu takdirde bu şehvet tara fın d a n o n u n tan ım lan d ığ ı gös­ tergelerin ta kendisine, kadın ve hayvana dönüştürülür. Bu kozm ogonide k a ­ dın, m addeselliğe düşüşü tem sil eder. Ancak bu kozm ogoni tek rar yazılm ayı gerektirir. Şöyle ki, eğer erkek ontolojik bir hiy erarşin in en üst n o k tasın d a duruyorsa, k a d ın erkeğin zaval­ lı ve alçak b ir kopyasıysa, hayvan ise hem erkek hem de kad ın ın zavallı ve alçak b ir kopyasıysa hiyerarşik b ir biçim de dağıtılm ış d ah i olsa h â lâ b u üç varlık arasında b ir benzerlik var dem ektir. B unu tak ip eden yani hazneyi su ­ n an kozmonogide Platon açık b ir biçim de eril ve dişil arasın d a b ir b en zer­ lik olabileceği ih tim alin i o rta d a n kaldırm ayı am açlar ve bunu herhangi b ir form a benzem esi y asaklanm ış dişilleştirilm iş bir hazne su n arak gerçekleşti­ rir. Kesin bir dille söylemek gerekirse, ontoloji fo rm lar aracılığıyla k u ru ld u ­ ğu için, haznenin h erhangi b ir ontolojik statüsü olam az ve hazne b ir olam az. Ontolojik bir belirlenim i olm ayan b ir şey hakkında konuşam ayız ya da eğer konuşabiliyorsak, dili, varlığı b ir varlığa sahip olam ayana atfederek, uygun­ suzca kullanm ış oluruz. Dolayısıyla hazne en b a şın d a n im kânsız bir kelime, isim lendirilem eyen b ir isim lendiriş o larak belirir. Çelişkili bir biçim de, Pla­ ton bize bu h azn en in ta kendisinin h er zam an aynı şekilde isim lendirilm e­ si gerektiğini an la tm ıştır.34 B unun ta m olarak nedeni, haznenin ancak ra d i­ kal olarak uygunsuz b ir söze yol açabileceğidir ki b u söz b ü tü n ontolojik id ­ d ia la rın askıya alındığı bir söz, isim lendirildiği terim lerin ism i isim lendiri­ len şeye uydurm ak için değil isim lendirilecek olanın özel bir isme sahip ol­ m am asın d an dilbilim sel ku ralları bağladığı ve tehdit ettiğinden ve dolayısıy­ la zorla kabul e ttirilm iş bir dizi n o m in atif ku ralla kontrol edilm ek z o ru n ­ da olduğundan ö tü rü sürekli olarak uygulanm ası gereken b ir söz edim idir. Platon bu h azn en in belirlenem ez statü sü n ü nasıl kabul edebilir ve nasıl onun için tu tarlı b ir isim önerebilir? Bu, belirlenem ez olarak belirlenen h a z ­ nen in belirlenemez (cannot) olm asına d a ir bir mesele m idir, yoksa bu “belir­ lenem ez” (cannot) lafı "belirlenm em eli” (ought not to be) olarak m ı işlem ek­ tedir? Temsil edilebilir olana getirilen b u lim it belirli b ir tem sil tü rü n e k a r­ şı b ir yasaklam a o larak m ı okunm alıdır? Platon bize hazn en in bir tem silini, 34 Irigaray, Speculum da, bir yazılım mekânı olarak mağara hakkında benzer bir argüman öne sürer: "Mağara, zaten hep orada olmuş olan bir şeyin temsilidir, bu adamların temsil ede­ medikleri orijinal matrisin/rahmin temsilidir . . . ” s. 244.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

73


74 : Judith Butler

tekil olarak yetkili kalm ası gerektiğini öne sürdüğü (ve aynı bölüm de b u n u n rad ik al olarak tem sil edilem ezliğinden de bahseder) bir tem silini sunduğuna göre, Platonun, d işilin sadece tek b ir tem siline izin vererek, belirlenem ez ola­ n ın üretebileceği n o m in atif olasılıkların çoğalm asını yasakladığı sonucuna m ı varm alıyız? Belki de bu, söylemden herhangi bir tem sili yasaklayıp d ış ­ layarak işleyen söylem in üzerinden b ir tem sildir; yani dişili tem sil edilem ez ve anlaşılam az o larak tem sil eden an cak saptayıcı (constative) iddiasının r e ­ toriğinde kendini bozguna u ğ ratan b ir tem sildir. Sonuçta Platon konum landırılamadığını iddia ettiği şeyi konumlandırır. B unun d a ötesinde konum land ırıla m az olanın sadece tek bir biçim de konum landırılabileceğini iddia ede­ rek kendiyle bir kere d ah a çelişir. B ir anlam da, hazn en in isim lendirilem ez o larak isim lendirişi onun alanını b ir yazılım alanı (inscriptional space) ola­ ra k korum a altın a a la n birincil ve tem el b ir yazılım k u rar. İsim lendirilem eyenin bu isim lendirilişinin kendisi, söz konusu hazneye olan penetrasyondur ki bu, bunun ötesindeki yazılım lar için im kânsız ancak zorunlu bir sah a k u ­ ra n zoraki bir siliniştir.35 Bu bağlam da, nesnelerin fallom orfik y arad ılışla­ rın ın hikâyesini anlatm ak tam da bu fallom orfozu (phallom orphosis) hayata g eçirir ve bu kendi p ro sed ü rü n ü n b ir alegorisi haline gelir. Irigaray’ın dişilin tem sil ekonom isinden bu d ışlan ışın a cevabı şunu söy­ lem ek içindir: Tam am , hiçbir koşulda sizin ekonom inize dahil olm ak iste­ m iyorum ve bu anlaşılam az haznenin sizin sistem inize neler yapabileceği­ ni göstereceğim ; zavallı bir kopya o larak o sistem in içinde yer alm ayacağım an c ak yine de bu sistem i kurduğunuz m etinsel kesitlerin taklitlerini olu ştu ­ ra ra k ve ona dahil olam az şeklinde tan ım lad ığ ın ızın (onun m utlak dışı ola­ rak) zaten onun içinde olduğunu a n la m an ız ı sağlayarak benzeyeceğim size ve sistem dahilindeki bu d ışa rın ın belirişi onun sistem atik bir biçim de sonlan ışım ve kendini k u rm u ş olduğu iddiasını sorgulam aya başlayana k a d a r sizin operasyonunuzun hareketlerini tak lit etmeye ve tekrarlam aya devam edeceğim . B u Naom i Schor u n Irigaray’ın d o ğ ru d an m im esis’in kendisini taklit et­ tiğini söylerken an latm aya çalıştığı şeyin bir kısm ıdır.36 Taklit etm e yoluyla Irigaray benzem e nosyonunu bir kopyalam a eylemi o larak reddederken b e n ­ zemeye karşı d u ra n yasayı da ihlal eder. Sürekli P latona a tıfta bu lu n u r a n ­ cak bu doğrudan a tıfta bulunduğu kesitlerden dışlan m ış olanı ifşa etm ek 35 Bunu düşünmeme yardımcı olan Jen Thomas’a teşekkür ederim. 36 Naomi Schor, "This Essentialism Which Is Not One: Corning to Grips with Irigaray”, s. 48.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


MadcLeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

İçindir. Bu nok tad a sistem in d ışın d a bırakılm ış olanı gösterm enin ve onu tek ra r sisteme d a h il etm enin yolunu arar. Bu bağ lam d a Irigaray b ir te k ra r­ lam a ve fallik ekonom iyi yerinden etm e eylemi uygular. B u ilk (original) ola­ na sorgusuz sualsiz itaat etme ya da basit bir biçimde onu tekrarlama yoluyla değil tam da ilk olanın koşulunda yer alır gibi gözüken başkaldırma yoluyla ya­ pılan ve Platonun kendi için talep eder gibi gözüktüğü yaradılış gücünü sorgu­ layan göndermedir. Irigaray'in taklidi, sadece kökeni (origin) köken olarak ye­ rinden etm e am acıyla yapılan, kökeni tek rarlam a e d im in in ürünüdür. Platoncu köken anlayışının kendisi m aternai b ed en in yerinden edilişi a n ­ lam ına gelirken Irigaray yerinden etm e eylemini yerinden oynatarak ve kö­ kenin fallogosantrik ik tid arın kesin b ir hilesi olduğunu açığa ç ık a rara k sa­ dece bu yerinden etm e edim inin ta m da kendisini ta k lit eder. Irigaray’ın bu ok um asına paralel olarak m aternai olan dişilin kendisini alternatif b ir orijin olarak sunm adığı söylenebilir. E ğer dişilin herhangi b ir yerde olduğu veya herhangi birşey olduğu söylenecekse o yerinden etm e aracılığıyla ü retilm iş olan ve tersine-yerinden ediş ih tim ali olarak geri dönendir. B urada m aternalin yeniden y azılm asının felsefi fallik doktrinlerin dili ile ve o n lar ü z e ­ rinden vuku b ulduğu ortaya çıktığı için kim ileri Irig a ra y ’m eleştirel olm a­ yan bir m aternalist olarak alışılagelm iş algılanışını te k ra r gözden geçirebi­ lir. Bu m etinsel p ratik eşdeğer bir ontolojiye o tu rtu lam az, tersine, babaya ait dilin kendisinde ikam et eder— o n u n içine girer, o rad a yerleşir ve onu yeni­ den düzenler. Bu tü r p e n e tratif b ir m etinsel stratejinin, Irigaray’ın "D udaklarım ız B ir­ likte K onuştuğunda’sm da (W hen O ur Lips Speak Together) ortaya çık a n y ü ­ zeylerin tam am en anti-penetratif e ro su n d an başka b ir erotik m etinselleştirm e sunup sunam ayacağı sorusu d a sorulabilir: “İçim de değilsin. Seni k a p ­ sam ıyorum ya d a seni karnım da, kollarım da, ellerim de tutm uyorum . Ne de belleğim de, aklım da, dilim de. Sen, tenim gibi, o rad asın .”37 Irigaray’a göre, giriş ve içe alışın reddi, erotik b ir alışveriş olarak sahiplenm eye (appropriati­ on) ve sahip çıkm aya (possession) k a rşı m uhalefet ile bağlantılıdır. D aha da ötesi Irigaray'ın icra ettiği türde b ir okum a onun sadece okuduğu m etn in içi­ ne girm esini değil, ayrıca bu kapsayıcı hâkim iyetin dikkatsiz k u llan ım ları üzerine de, özellikle dişilin felsefi sistem in içinde d a h ili b ir aralık ve çatlak 37 Luce Irigaray, "When Our Lips Speak Together” This Sex Which is Not One, Qev.: Catherine Porter ve Carolyn Burke, Ithaca: New York, 1985, s. 216; Ce sexe qui n’en est pas un, Paris: Edition de Minuit, 1977, s. 215.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

75


76 : Judith Butler

(fissuré) olarak tan ım la n d ığ ı koşullarda, çalışm asını gerektirir. Bu tü r sahiplenici okum alarda Irigaray, P lato n u n örterek engellemeye çalıştığı, tersi­ ne b ir penetrasyon tah ayyülünü -y a d a b aşk a bir yerdeki p enetrasyonu- icra eder ("dişil hazzın” “b aşk a yer”i ancak tü m spekülasyonları beraberinde ta ­ şıyan aynanın içinden geçmek (retraversée, crossing back) kaydıyla bulunabi­ lir38). R etorik olarak, b u “içinden geçiş" (crossing back) Irigaray’ın açık b ir şekilde onayladığı yüzeyler erosuna ters düşen fallusu eleştirel olarak tak lit eden b ir erotizm -te k ra rla m a ve yerinden oynatm a, penetrasyon ve ifşa ta r a ­ fın d an inşa edilen b ir ero tizm - kurar. Irigaray, bu bölüm ün açılışında alın tılad ığ ım denem esinde, felsefi sis­ tem lerin “m aternal tem a sta n uzaklaşm a ve ayrılm a” üzerin d en k u ru ld u ğ u ­ nu, m adde m efhum unun bu çatlağı ve kesiği (la coupure) kurd u ğ u n u ve giz­ lediğini öne sürer. B u arg ü m a n m efhum u, m addenin öncesinde olan ve m ad ­ denin gizlemeye çalıştığı b ir tem ası varsayar. Etik felsefe ta rih in i en sistem ­ li biçim de okuduğu Éthique de la difference sexuelle isim li çalışm asında Iri­ garay etik ilişkilerin m ütekabiliyet (reciprocity) ve saygıyı yeniden şekillen­ d iren yakınlık ve m ahrem iyet ilişkilerine dayanm ası gerektiğini iddia eder. M ütekabiliyetin geleneksel tan ım ların ı, bu tü r m ahrem ilişkileri zoraki silin­ me, ikam e edilebilirlik ve sahiplenm e ile kıyaslar.39 Psikanalitik olarak, bu m addesel yakınlık m atern al beden ve çocuk arasındaki sın ırla rın belirsiz­ ce ayrılm ası, a n la m la rın m etonim ik yakınlığı biçim inde dilde yeniden beli­ ren ilişkiler olarak algılanır. M adde ve form gibi m efh u m lar oluştukları m e­ to n im ik an la m la n d ırm a zincirlerini in k â r ettikleri ve ö rterek gizledikleri sü ­ rece, m aternal m addesel tem astan kopm ayı esas alan fallogosantrik a m a ­ ca hizm et ederler. D iğer ta ra fta n ise bu yakınlık m etaforik denklikler ya da kavram sal birlikler üzerinden bir ikam eler serisi kurm ayı hedef alan fallogo­ sa n trik çabayı şaşırtır, bozar.40 38 This Sex, s. 77. 39 Irigaray’ın pozisyonunu ilginç şekillerde yeniden formüle eden feminist etik felsefe okuma­ ları için, bkz. Drucilla Cornell, Beyond Accommodation: Ethical Feminism, Deconstruction, and the Law, New York: Routledge, 1991; Gayatri Chakravorty Spivak, "French Feminism Revisited: Ethics and Politics", Feminists Theorize the Political, s. 54-85. 40 Sınırdaş ilişkiler cinslerin (cinsiyetlerin), birinci ve ikinci cinste (cinsiyet) olduğu gibi, sayıl­ ması ya da sıralanması olasılığını bozar. Dişil olanı sınırdaş olan olarak, ve sınırdaş olan üzerinden, tahayyül etmek, hiyerarşik eril/dişil İkilisine karşı zımnen direnir. Dişil olanın ölçülmesine karşı olan bu itiraz, Lacan'ın Encore semineri ile üstü kapalı bir tartışma ola­ rak da görülebilir. Jacques Lacan, Encore: Le Séminaire Livre X X (Paris: Édition du Seuil, 1975). Bu tartışma, dişilin "bir olmayışındaki anlamı kuran tartışmadır. Amanta Marine, 92-93.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

M argaret W hitford’a göre m adde k av ram ın ın ötesine geçen bu y akınlığın kendisi doğal b ir ilişki değil ancak k a d ın a özgü sem bolik bir artikülasyondtı r. W hitford “iki dudağı” m etonim ik b ir figür,41 ya d a “k a d ın la rın arasındaki yatay ve dikey ilişkiler için ... k a d ın la rın sosyalliği için b ir figür”42 o larak ele alır. Ancak W hitford aynı zam an d a dişil ve eril ekonom ilerin asla b ü tü ­ nüyle ayrılam az olduğuna da işaret eder. B unun sonucu olarak yakınlık iliş­ kilerinin ancak b u ekonom iler a ra sın d a var olduğu, dolayısıyla sadece dişiIi n ala n ın a ait olm adığı söylenebilir. O takdirde Irig aray ’ın P lato n la yan yana d u ran m etinsel pratiğini nasıl anlarız? Irigaray ne dereceye k a d a r P la to n u n m etnini, onun speküler ü r ü ­ nünü genişletm ek için değil, ancak o speküler aynadan soru n lu bir biçim de tırn a k işaretleri içinde kalm ası gereken dişili “başka yere” doğru geçirm ek için te k ra r eder? Irigaray için h er zam an m addeyi a şa n bir m adde vardır. Bu iki m ad d e­ den ilki otogenetik form /m adde İkilisinin devam ı için reddedilm iştir. M ad­ de iki ayrı m odalitede varolur: ilk in d e fallogosantrizm e hizm et eden m etafiziksel b ir kavram dır. Diğerinde ise Irigaray, kaygılandıracak derecede sp e ­ k ü latif ve catachrestic b ir biçimde, kendisi için, eleştirel tak lid in olası dilbi­ lim sel alanını belirler. Dolayısıyla b ir k a d ın için m im esisle oynam ak, söylem tara fın d a n söm ürü ld ü ğ ü alanı, kendinin oraya indirgenm esine izin verm eden, yeniden ele ge­ çirm ektir. Bu, kendini - “algılanabilir” olanın, “m adde’n in tara fın d a olduğu sürece - yeniden "idealar’a, özellikle eril bir m antık içerisinde ve bu m a n ­ tık tara fın d a n geliştirilm iş kendisi hak k ın d ak i idealara, sunm ak a n la m ın a gelir. Ancak b u n u n am acı, görünm ezliğini sürd ü rd ü ğ ü varsayılan ve dişilin dilde olası işleyişinin gizlenip ö rtb as edilişini, oyunbaz bir tekrarla “g ö rü ­ n ü r ” hale getirm ektir.43 Dolayısıyla belki de “dildeki d işil” nosyonu üzerinden özcülüğün kendini gösterdiği yer ta m da burasıdır. A ncak Irigaray, taklit etm enin dişilin d ild e­ ki operasyonunun ta kendisi olduğunu öne sürer. Taklit etm ek tam am en tak ­ lit edilene k a tılm a k tır ve taklidin dili fallogosantrizm in diliyse, o z am an bu, dişilin yeniden biçim vermeye çalıştığı fallogosantrizm in içine dahil edildiği

41 Margaret Whitford, Luce Irigaray: Philosophy in the Feminine, Londra: Routledge, 1991, s. 177. 42 Age., s. 180-81. 43 Irigaray, “The Power of Discourse’’, This Sex Which is Not One, s. lb.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

77


7 8 i Judith Butler

ölçüde, spesifik olarak dişil bir dil olabilir. Y ukarıdaki alıntı şöyle devam et­ mekte: “[mimesisle oynam ak] k a d ın la rın b a şarılı taklitçiler olm aların ın n e ­ den in in sadece bu işlevi basitçe absorbe etm iş olm aları olm adığı gerçeğini ‘ifşa etm ektir. O nlar b aşk a yerlerde de durm ak tad ırlar: işte bu, ‘m ad d en in seb atın ın başka b ir örneğidir.” O nlar fallogosantrizm i tak lit ederler am a bu söylem in m im etik o larak kendini kopyalayıp ö rttü ğ ü n ü de ifşa ederler. Irig aray ’a göre ayrılan ve ü stü örtülen, m etonom inin dilbilim sel operasyonu, an n e ve çocuk arasın d ak i ilk yakınlıktan dilbilim sel olarak a rta k a la n yakın­ lıktır. Fallogosantrik n o rm u n kesintisiz te k ra rın ı bozan, h er taklitteki, her m etaforik ikam edeki bu m etonim ik fazlalıktır. K im liğin m antığının, Irigaray’ın da iddia ettiği üzere, m etonim inin o rta ­ ya çıkışıyla bozulabilir olduğunu öne sürm ek ve bunu takiben bu m etonim iyi b astırılm ış ve her a n ayaklanabilir olan dişille özdeşleştirm ek, dişilin ye­ rin i biçim lendirilem eyen ancak her figürasyon için zorunlu olan baskın cho­ ra içinde ve chora olarak tanım lam ak a n la m ın a gelir. B aşka b ir deyişle bu, chora!yı herşeye rağm en, dişil “daim a” dışarısı, dışarısı “d aim a” dişil olacak şekilde biçim lendirm eye işaret eder. Bu, dişili tem atize edilemeyen, biçim len­ dirilem eyen olarak konum lam anın yanı sıra dişili bu konum üzerinden ta ­ nım larken onu tem atize eden ve biçim lendiren, ve dolayısıyla kopyasız "olan” bu kim liği üretm ek için fallogosantrik p ratikten yararlanan b ir ham ledir. A ncak bu noktada dişilin dışlan an ın a la n ın ı tekelleştirdiğini öne süren yaklaşım ı reddetm ek için sağlam nedenlerim iz var. K uşkusuz böyle bir te ­ kelleştirm e üzerinde ısrarlı olm ak fallogosantrik söylemin kendisi ta ra fın ­ dan gerçekleştirilen ö rtb as etm e eylem inin etkisini ikiye katlar. Bu, kendi k u ru cu şiddetini tak lit etm eye bir engel işlevi gören m etonim ide bir linguistik a la n bulm uş olduğu iddiasına karşı işler. Sonuçta P la to n u n anlaşılabi­ lirliğe d a ir olan perspektif alanı (scenography) kadınların, kölelerin, çocuk­ la rın ve hayvanların d ışlan m asın a bağlıdır. Bu alanda köleler onunla aynı dili konuşm ayanlar o larak ta n ım la n ır ve o dili konuşam ayanlar olarak onlar akıl kapasiteleri düşük olanlardır. Bu yabancı düşm anı (zenofobik) dışlam a ırka göre belirlenm iş Ö tekilerin ve özel hayat koşullarını ü retm ek üzere için­ de b u lu n u la n çalışm a sürecinde onlara verilen görevler nedeniyle “doğaları” d a h a az rasyonel adledilenlerin üretim i üzerinden yürür. Rasyonel insandan d a h a düşü k olana ait alan, insan aklının sın ırların ı, o akla sahip olan "insa­ nı”, b ir çocukluk süreci geçirm em iş kişi o larak belirler. Öyle ki o bir prim at değildir, dolayısıyla yeme, içme, dışkılam a, yaşam a ve ölme z o ru n lu lu k ların ­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

dan m uaftır. O b ir köle değildir, her z am an için m ülk sahibi olandır. Ona ait olan, ezeli ve çevrilem ez olan dildir. T arif ettiğim , bedenden bağım sız b ir fi­ gürdür. Ancak aynı zam an d a bu, b ir b ed en figürü, erilleştirilm iş rasyonelileyi b ir bedene k av u ştu rm a çabası, b ir beden olm ayan erkek bedeninin fig ü ­ rü, k riz halinde b ir figür, tam am en kontrol edem ediği bu k rizi icra eden b ir figürdür. E ril ak lın bedensizleşm iş b ir beden olarak b u figürasyonu, im ge­ sel morfolojisi diğer olası bedenlerin d ışlanm ası ü zerin d en şekillenm iş bir tem sildir. Bu, ak lın diğer bedenlerin m addeselliğini kaybetm esi üzerinden işleyen m addeselleşm esidir; çünkü kesin b ir şekilde söylem ek gerekirse d i­ şil olan biçimden, m orfolojiden, k o ntürden yoksundur. Ç ünkü o, şeylerin sı­ n ırla rın ın çizilip şekillenm esine katk ıd a bulunan, an cak sın ırları olm ayan, ay ırt edilm em iş olandır. Akıl olan beden, uygun bir şekilde aklı ve b ireb ir benzerlerini (eşlerini) tem sil etm eyen bedenlerin m addeselliğini kaybettirir. Ancak bu, kriz halinde b ir figürdür. Ç ünkü akıl olan b u bedenin kendisi e ril­ liğin fantazm atik b ir biçim de m addeselliğini kaybetm iş halidir; bu beden k a­ d ın la rın , kölelerin, ço cu k ların ve h ay v an ların beden olm asını, o nların ken­ disin in icra etm eyeceği bedensel işlevleri icra etm elerini gerekli kılar.44 K a d ın la r ve söz konusu diğer Ö tekiler arasındaki m etonim ik çizgiyi tak ip etm ekte b aşarılı olm adığı ve “başka yer”i dişil olarak idealize ettiği ve uy­ gun gördüğü için Irig aray bize bu kon u lard a her zam an yardım cı olmuyor. Irig aray ’ın "başka yer”i neresidir? E ğer dişil, eril aklın ekonom isinden tek ya da öncelikli olarak d ışlanm ış olan değilse, Irigaray’in an alizi boyunca d ış ­ lan m ış olan kim dir ve nedir?

Uygunsuz Giriş: Cinsel Farklılık Protokolleri Y ukarıdaki analiz cinsiyetin m addeselliğini değil, m addeselliğin cinsiyetini ele aldı. Başka bir deyişle, m addeselliğin izini belli b ir cinsel farklılık oyunu­ n u n kendini tükettiği b ir alan olarak sürdü. Böylesi b ir ifşan ın (exposition) esas am acı, okuyucuyu sadece bedenin m addeselliği ya da cinsiyetin m ad d e ­ 44 Bu yazının Santa Cruz'da sunulmuş bir taslağına cevaben Donna Haraway, Irigaray’ı, Platon'u Batı temsilinin orijini olarak değerlendiren bir düşünür olarak okumanın önemli oldu­ ğunu belirtti. Martin Bernal’in çalışmasına başvurarak Haraway, “Batı” ve “köken”lerinin kültürel çok türeliliğin, özellikle Afrika kültürü ile alışveriş ve etkileşimin, örtbas edilm e­ si üzerinden inşa edildiğini öne sürer. Haraway haklı olabilir, ancak Irigaray’m meselesi Yunan literatüründeki Avrupalı “kökenlerin” şiddete dayalı üretimini ifşa etmektir ve bu Haraway’in öne sürdüğü görüşle uyuşmaz. Benim önerim, bu şiddetin Platoncu doktrinde temsili bir yazılım "sahası” olarak bırakıldığı ve kurucu dışlamaları üzerinden Platon ile Irigaray’ı okumanın bir yolunun o haznede neyin tutulduğunu sormak olduğudur.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

79


80 : Judith Butler

selliğine doğru basit b ir geri dönüşe k a rşı uyarm ak değildir. Amaç, m adde­ yi gündem e getirm enin, to rtulaşm ış b ir cinsel hiyerarşi ve cinselliğe d air si­ linip gitm iş şeylerin ta rih in i gündem e getirm ekle aynı şey olduğunu göster­ m ektir. Bu tarih, kuşkusuz fem inist a ra ş tırm a n ın nesnesi olm ası gereken a n ­ cak b u n u n yanı sıra b ir fem inist k u ram zem ini olarak fazlasıyla sorunlu ola­ bilecek bir tarihtir. M addeye dönmek, ona, kendi basm akalıplığı ve çelişkile­ ri içinde tam a m la n m a m ış bir cinsel fark lılık oyunu icra eden bir im olarak dönm em izi gerektirir. O takdirde, m addenin kendini hem m akul hem de uygunsuz b ir terim ola­ ra k genişlettiği Timaeus daki kesite geri dönelim . B urada m adde, farklılıklar üzerinden cinsiyetlenm iş, dolayısıyla kendini bir kararsızlık alanı, kendi eril form unda beden olm ayan bir beden, dişil form unda ise beden olm ayan b ir m adde olarak konum layan bir terim o larak karşım ıza çıkar. H azne, o, bir dişi olarak, ‘her zam an h er şeyi içine alır, asla kendi doğası­ n ın d ışın a çıkm az, ve asla hiçbir zam an h içbir koşulda içine girenlerin her­ hangi birininkine benzeyen bir şekli üstlenm ez’ (50b). B u ra d a yasaklanm ış gibi gözüken şey kısm i olarak eilephen fiili tara fın d a n kavranır. Eilephen üstlenm ek, tıpkı bir şekli üstlenm ekte olduğu gibi- hem kesintisiz bir eylem hem de b ir çeşit kavram a halidir. Kelime, diğer olasılıkların yanı sıra, sahip olm ak, tem in etm ek (procure), alm ak, ağ ırlan m ak ve aynı zam anda erkeğin bir eşe, ham ile kalacak b ir kadına, sahip olm ası a n la m la rın a da gelir.45 Te­ rim , tem in etmeyi ç a ğ rıştırır, am a b u n u n la birlikte hem ham ile kalm a hem de b ir eşe (bir kadına) sahip olm a kapasitesine de işaret eder. Bu etkinlik veya özelliklerin y u k a rıd a bahsettiğim kesitte yer alm asına izin verilmemiş, dolayısıyla bu alm a prensibinin üstlenebileceği “kavram a” şekillerine sın ır­ la r konm uştur. D işinin asla yapam ayacağı şey (yani "kendi doğasının d ışı­ n a çıkm ası”) için k u lla n ıla n terim , existhathai dynam eos’tur. Bu, dişinin asla kendi doğasından çıkm am ası, ondan ayrılm am ası ya d a çık arılm am asın a işaret eder. Kendi içinde b a rın a n (şey) o lara k dişi, kelim enin ta m anlam ıyla, yeri değişm em esi gerekendir. Siempre, "asla” ve “hiçbir şekilde” tabirleri bu “doğal olanaksızlığa” b ir zorunluluk, b ir yasak ve uygun b ir yer tayini a n la ­ m ını veren ardı arkası kesilm eyen tek rarlard ır. Peki, dişi h er zam an yalnız­ ca içine giren olarak adledilen şeye benzem eye başlasaydı ne olurdu? Şüphe­ siz, b u rad a, bir dizi belirlenm iş konum , penetrasyonun form a, penetre edi45 H. G. Lidell ve Robert Scott, Greek-English Lexicon, Oxford: Oxford University Press, 1957.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşarı Bedenler (Bela Bedenler)

lebilirliğln dişilleşm iş b ir m addeselliğe atan m ası ve p en etre edilebilir dişilli­ ğin fig ü rü n ü n ü rem e n in sonucu olan varlık tan tam am en ayrıştırılm ası a ra ­ cılığıyla korunur.46 Irigaray bu kesitteki “b ir form u/şekli üstlenm e” ta b irin i "ham ile kalm a” o larak okur ve P la to n u n sözlerini erili doğurm ayla o n u rla n d ırm ak için d işi­ li ürem e sürecine k atk ıd a b u lu n m a k ta n alıkoym a şeklinde yorum lar. Ancak, s a n ırım “üstlenm e’n in Y unancadaki b ir diğer an lam ın ı da göz önünde b u ­ lundurm alıyız: “b ir kadına, bir eşe, sah ip olm ak ya da onu alm ak.”47 Ç ünkü dişi asla başka b ir m addeselliğe benzem eyecek ve dolayısıyla içine de g irm e ­ yecektir. Bu şu a n la m a gelir: Ona (eril) - b u üçlüde F o rm la rın doğrudan b a ­ bayla ilişkili olduğunu h a tırla y ın - asla o (dişil) ya da herhangi bir şey ta r a ­ fın d a n girilm eyecektir. Çünkü o (eril) asla içine girilem eyen am a içe g iren ­ d ir ve o (dişil) istisnasız bir biçim de içine girilendir. E ğer eril ve dişilin ko­ n u m la rın ı birbirlerini dışlayan ve aynı zam anda tam am lay an bir şekilde k u ­ ra n benzerlik k a rşıtı bu yasak olm asaydı, "o (eril)” dişilden ayrılm azdı. E sa ­ sında, eğer dişil sırası geldiği için ya da herhangi b aşk a b ir koşulda penetre edecek olsaydı, dişil olarak kalabilir m iydi ve eril, farklılık üzerinden k u ru l­ m uş kim liğini koruyabilir miydi, em in değiliz. Ç ünkü zam irlerin bu dağ ılı­ m ın ı belirleyen çelişki karşıtı m antık, “o"nu (erili) penetre eden "o”nu (dişili) ise penetre edilen şeklindeki özel k o n u m ları üzerinden k u ra n m antıktır. S o ­ nuç olarak, bu heteroseksüel matris olm asaydı, öyle görünüyor ki söz konusu cinsiyetlendirilm iş k onum ların istik ra rı sorgulanabilirdi. E rilin penetre edilem ezliğini güvence altın a alan bu yasak, bir çeşit endi­ şe olarak, gitgide ona (dişile) benzem e, dişilleşme; veya e rilin eril, dişilin d i­ şil, erilin dişil ta ra fın d a n penetrasyonu ya da bu k o n u m ların tersine dönebilirliği onaylandığı takdirde neler olabileceğine d a ir duy u lan endişe o larak yorum lanabilir. E lbette, neyin "penetrasyon” olarak belirlendiğine d a ir o de­ vasa kafa k arışık lığ ın d an söz etm eye gerek dahi duym uyorum . Bu d u ru m ­ da, "eril” ve "dişil” terim leri hâlâ tu ta rlı b ir anlam teşkil eder m i ya d a sa p ­ k ın penetrasyona k a rşı olan ta b u la rın gevşemesi bu cinsiyetlendirilm iş ko­ n u m la rın istik ra rın ı ciddi bir biçim de b o zar mı? E ğer görünürde dişil ola46 Burada, aktif penetrasyonun ve pasif alıcılığın cinsel konumlarının eski Yunan bağlamın­ da eril ve dişil pozisyonlara indirgenmesine karşı uyarıcı bir açıklama yapılmasını önemli buluyorum. Bu indirgemeci bakışa karşı bir tartışma için, bkz. David Halperin, One H und­ red Years o f Homosexuality, New York: Routledge, 1990, s. 30. 47 Bazı klasikçi okuyucularımın da önerdiği gibi, bunu takip edecek tartışma bir aşırı-okuma olabilir.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

81


82 : Judith Butler

rak cinsiyetlendirilm iş iki pozisyon a ra sın d a penetrasyona dayalı bir ilişki m ü m k ü n olsaydı; bu, B atı m etafiziğinin kendini koruyabilm esi için yasak­ lanm ası gereken bir çeşit benzerlik mi olurdu? Bu, fallik güvenceyi tam am en kendine ait hakları üzerin d en z arara uğratabilecek olan b ir tayin ve yerin­ den edilm e -fallik özerkliğin tayini ve yerinden edilm esi- gibi b ir şey olarak da kabul edilebilir mi? Bu, Irigaray’ın göz önünde b u lundurm adığı ancak yine de onun eleştirel taklit stratejisiyle b ağ d aşan tersine çevrilm iş bir taklit m idir? Batı m etafizi­ ğ inin kuram sal ve fan tazm atik esaslarını kendi yasağı aracılığıyla ürettiği cinsel ilişki (sexual exchange) hayaleti üzerinden harekete geçiren bu ta b u ­ yu, lezbiyene, d ah a açık söylemek gerekirse, lezbiyenin fallikleşm esine d air duyulan bir korku o larak okuyabilir miyiz? Ya da böylesi b ir benzerlik şeyle­ rin düzenini destekleyen, zoraki kılınm ış cinsiyetli m atrisi, fallik ekonom i­ n in ç atlak ların ın d ışın d a ya da içinde vuku bulan cinsel ilişkilerin heteroseksüel kökeninin "kopyalarından” ibaret olduklarını iddia etm em izi engel­ leyecek derecede bozabilir mi? K uşkusuz, heteroseksüalitenin belirli bir ver­ siyonunun k an unlaştırılm ası, onun özden ve tem elden yoksun statüsünü de tam anlam ıyla açıklar. Aksi takdirde, cinselliğin alternatif ku ru lu ş olasılık­ la rın a karşı d u ran b ir yasak yerleştirm eye gerek duyulm azdı. Bu bağlam da, P la to n u n kavranılabilirliğin alan ın d an b e rta ra f ettiği bu uygunsuz benzer­ likler ya da taklitler eril olana benzem ez çü n k ü bu fark, erile köken olarak ayrıcalık tan ım ak için konur. Eğer olası b ir benzerlik v arsa bu, erilin "öz­ g ü n lü ğ ü n ü n ” tartışm ay a açık oluşundandır. Başka bir deyişle, erilin kendi içinde asla işlemeyen taklidi, onun özgünlüğüne dair olan iddiasını şüphe­ li kılar. Eril, lezbiyen b ir benzerliğin hayaline karşı gelen b ir yasak üzerin ­ den k u rulduğu sürece, bu erilci kuruluş -ve kodladığı fallogosantrik homofobi- b ir başlangıç o lara k değil; sadece, dışlam ak zorunda olduğuna bağım ­ lı bu yasağın ta kendisinin bir sonucu o larak belirir.48 Bu yasak, m addeselliğin çifte bir d u ru m , Form un kopyası ve bu kendini kopyalayan m ekanizm anın, içinde ve aracılığıyla işlediği b ir katılm ışız m ad ­ desellik olarak ku ru ld u ğ u alanda belirir. Bu bağlam da m adde, ya fallik yazı­ lım ın aynaya dayalı perspektifinin bir p a rç a sıd ır ya da kendi b aşına kavranılab ilir kılınam ayandır. M addenin şekillendirilişi cinsel farklılığın düzen­ lenişi ve ink ârın d a m eydana gelir. Böylece m addeyi kendi çıkarı doğrultu48 The Symposium, 206b-208b.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

sııııda tanım layan, a raçsallaştıran , k o n u m lan d ıran b ir cinsel farklılık eko­ nomisiyle karşı karşıya geliriz. F orm ların artikülasyonunda faaliyette olan cinselliğin düzenlenişi cinsel farklılığın tam da m ad d en in şekillenm esinde işlediğini öne sürer. Ancak bu sadece akla aykırı o lara k tan ım la n a n b ir m adde değildir ki b u ra d a akıl kend isi ne aynı güçle k a rşı koyan m addeselliğe göre ve bu m addesellik içinden hareket eden bir şey o larak anlaşılm alıdır; eril ile dişil de söz konusu k a r­ şıt pozisyonları işgal eder. Cinsel farklılık neyin yazılım a la n ın ı işgal edece­ ğinin form ülasyonunda ve sahneye k onm asında da işler. Tıpkı neyin bu zıt pozisyonları destekleyen şa rtla r olarak o n la rın dışında kalm ası gerektiğinin belirlenm esinde işlediği gibi. Tek bir d ışa rısı yoktur, F o rm la r b ir dizi dışla­ m a gerektirdiği için dışlad ık ları aracılığıyla hem var olur hem de kendilerini kopyalarlar. Başka tü rlü söylemek gerekirse hayvan olm am a, kadın olm am a, köle olm am a d u ru m u aracılığıyla, yani uygunluğu bir m ülk, m illi ve ırksal sınır, erilcilik ve zo ru n lu heteroseksüellik karşılığı satın a lın a n la rd an biri olm am ak üzere, hem v ar olur hem de kendilerini kopyalarlar. Bu a la n ların her birin d en bir tersine tak litler dizisi belirdiği için sözkonusu taklitlerin hiçbirisi birbirine benzem eyecektir. E ğer efendinin söylemi­ nin tersine dönm esi ve işgali söz konusuysa bu kuşkusuz farklı a la n lard a n gelecektir ve bu yeniden anlam lan d ırıcı p ratikler aklın ü s tü n hâkim iyetinin kendini kopyalayan v arsayım larını b o zan yollarla birbirlerine yaklaşacak­ lardır. Çünkü kopyalar konuştuğunda, ya da yalnızca m addesel olan im le­ meye başladığında, ak lın perspektif a la n ı daim a ü stü n e ku ru lm u ş olduğu krizle sallanır. Ve Irig aray ’ın tahayyül ettiği ‘başka yer’in b aşk a bir yerini sı­ n ırla n d ırm a n ın bir yolu olm ayacaktır çü n k ü her m uhalif söylem kendi d ışa ­ rısın ı, kendi im lenem ez yazılım alan ı üzerinden ata n m a risk in i alan b ir d ı­ şarısın ı, üretecektir. Bu herhangi bir h a k ik a t rejim inin k açınılm az ve k u ru cu şiddeti olarak b e ­ lirirken, dışlam anın, im lem enin üzücü zo ru nlulukları olarak, kolayca onay­ landığı bu k uram sal p atosa direnm ek önem lidir. Amaç, söz konusu d ışlam a­ n ın şiddetinin sürekli olarak bir alt edilm e sürecine m aru z kaldığı bu z o ru n ­ lu dışarıy ı m üstakbel b ir u fuk noktası o larak yeniden şekillendirm ektir. An­ cak söylem in kendi sınırlarıyla karşı karşıya geldiği, verili b ir hakikat reji­ m i içinde dahil edilm eyenin anlaşılm azlığ ın ın dilbilim sel uygunsuzluğun ve tem sil edilem ezliğin bozguncu sahası şeklinde işlediği b ir a la n olarak d ışa ­ rıs ın ın korunm ası d a eşit derecede önem lidir. Bu, söz konusu norm atif reji­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

83


84 • Judith Butler

m in kendi devam lılığına esaslı bir tehdit teşkil edecek olan şeyi tem sil etm e­ deki yetersizliği üzerin d en bu rejim in azılı ve olum sal s ın ırla rın ı aydınlatır. Bu bağlam da, hedef rad ik al ve kapsam lı b ir tem sil edilebilirlik değildir sade­ ce: h er m arjinal ve dışlan m ış pozisyonu verili bir söylem dahilinde içermek, o pozisyon olarak konuşm ak, o pozisyonu söz konusu rejim e kazandırm ak, tek b ir söylemin kendi sınırlarıyla h içb ir yerde karşı k arşıya gelm ediğini, onun b ü tü n farklılık im lerini evcilleştirebileceğini iddia etm ektir. Eğer poli­ tik a n ın dilinde zorunlu b ir şiddet varsa, b u ihlalin riskini, içinde sonlandırm ad a n ve hükm etm eden ilerlettiğim iz dışlam aları sahiplenm eye başladığı­ m ız -a n c a k asla bütünüyle sahiplenem ediğim iz- bir diğer risk takip edebilir.

Formsuz Dişillik G öründüğü kadarıyla, P lato n u n fan tazm atik ekonomisi yersiz bir biçim de dişili b ir morftarı, şekilden yoksun kılar. Ç ünkü o haznedir, bu haliyle daim i­ d ir ve dolayısıyla yaşam ayan, şekilsiz ve isim lendirilem ez b ir var olmayanşeydir. B ir bakıcı (nurse), anne ve rah im o larak dişil, kısıtlı b ir tan ım aracıy­ la biçim le ilişkili bir dizi işleve indirgenm iştir. Bu bağlam da, P latonun m ad ­ desellik üzerine söylemi (eğer hypodoche üzerine söylem ini öyle kabul edebi­ lirsek) dişil beden n osyonunun bir in san bedeni olm asını yasaklayan bir söy­ lem dir. E ğer bedenin m addeselliğini sorgulam aya başlarsak bedensel h a sar id­ d ia la rın ı nasıl m eşrulaştırabiliriz? Bu nok tad a Platoncu m etin aracılığıy­ la yasallaşan, tam da m adde kavram ını k u ra n ihlaldir. Aynı ihlal söz konu­ su kavram ı harekete g eçirir ve devam lılığını sağlar. D aha da ötesi P latonun m etninde dişil ve şekilsiz olan, dolayısıyla b ir bedenden yoksun olan m ad ­ desellikle, dişil m addesellikten olm am akla beraber onun aracılığıyla şekil­ lenm iş bedenler a ra sın d a b ir ayrım vardır. Yerleşik m addesellik nosyonları­ nı tekrarlayarak ve d a h a da açık söylemek gerekirse söz konusu nosyonların “indirgenem ez” gerçekler olarak işlediği üzerinde ısrar ederek hangi no k ta­ ya k a d a r dişilin ku ru cu ihlalini koruyabilir ya da devamlı kılabiliriz? M adde k av ram ın ın bir ihlali koruduğunu ve te k ra r dolaşım a soktuğunu ve kavram ­ d a n ih lalin telafisi için y ararlandığını dikkate aldığım ızda telafi etmeye ça­ lıştığım ız h asarı te k ra r üretm e riskini alm ış oluruz. Tim aeus bize bedenleri değil, sadece verili bir heteroseksüel birleşm e fa n ­ tezisini ve eril otogenezi güvence altına a la n o bedensel k onum figürlerinden a rta kalan ı ve bu yerinden edişle beliren boşluğu verir. Ç ünkü hazne bir k a­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler)

ilin değildir; o, bu m etafiziksel kozm ogoninin düş âlem inde k ad ın la rın vüt lıl bulduğu, m addenin yapılanm asında büyük ölçüde ta m a m la n m a m ış k a­ lını, bir figürdür. Belki de Irigaray’ın d a öne sürdüğü gibi m addenin ta rih i 1)01 ünüyle alm a eylemi (alıcılık: receptivity) so ru n salın a ay rılam az b ir biçim ­ de bağlıdır. Bu ö rtü k ve karşıd ak in in biçim ine z a ra r veren figürleri, oluş­ m asına katkıda b u lu n d u k ları m addeden a y ırm an ın b ir yolu var m ıdır? Bel­ li bir noktaya kad ar m addenin tarih in d e kodlanm ış olan cinsel farklılık ta r i­ hi ııl ayırm aya başladık. Öyle gözüküyor ki, fem inist p ra tik için olası tek ze­ min görevini üstlenecek olan şeyin bir m adde nosyonu m u ya da bedenlerin ıııaddeselliği m i olduğu sorusu sarsıcı b ir biçim de b u la n ık kalıyor. Bu b ağ ­ lam da, birçok farklı a n la m a gelebilecek A ristocu üslup h â lâ m adde so ru n u ­ nun ikiyüzlülüğünü hatırlatıcı bir işlev görüyor. Başka b ir şekilde söylemek gerekirse, belki de m addeselliğin cinsiyetinin ağırlığı a ltın d a ezilm em iş b ir cinsiyet m addeselliği yoktur. Geriye kalan kim i ucu açık soru lara gelecek olursak: B edenlerin m adde­ selliğini tan ım lam a çabası içinde m addenin verili bir versiyonunun varsayı­ mı nasıl neyin k avranılabilir bir beden o larak belirip belirem eyeceğine ön­ ceden delalet edebilir? B eden sorununu sözsüz norm atif k riterler nasıl şekil­ lendirir? Böylesi kriterleri, bedenleri hedef ala n epistem olojik yüklem eler ol­ m anın ötesinde, aracılığıyla bedenlerin eğitildiği, düzenlendiği ve şekillendi­ ği kim i düzenleyici sosyal ideallar olarak anlayabilir miyiz? B ir beden şem a­ sı b asit b ir biçim de ço k tan şekillendirilm iş olan bedenlerin üzerine bir yük­ leme değil, aksine bedenlerin şekillenm esinin bir parçasıysa, üretim i veya yasak lam an ın şekil verici gücünü m orfogenez sürecinde n asıl düşünebiliriz? B u ra d a soru, P la to n u n bedenlerin n asıl olabileceği üzerin e ne d ü şündü­ ğü ya d a bedenin n esinin onun için kesinlikle düşünülem ez olduğu değildir. Aksine esas soru, bedensel yaşam ı ü rettiği öne sürülen fo rm ların , kavranılabilir bedensel hayatın sah asın ı sınırlayan ve ku şatan d ışa rıd a bırakılm ış bir a la n ın ü retim i aracılığıyla işleyip işlem ediğidir. Y asaklam anın şiddeti ü r­ kü tü cü b ir dönüşün sp ek trasım ürettiği için, söz konusu ü retim in m antığı bir noktaya kad ar psikanalitiktir. O tak d ird e bedenin sın ırla rın ın nasıl cin­ sel ta b u la r aracılığıyla belirlendiğini so rm ak üzere psikanalize başvurabi­ lir m iyiz?49 Ne noktaya k a d a r bedenlerin fallogenezinin (fallik oluşum unun) 49 Mary Douglas, Purity and Danger, Londra: Routledge & Kegan Paul, 1978; Peter Stallybrass ve Allon White, The Politics and Poetics o f Transgression, Ithaca: Cornell University Press, 1986.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

85


86 : Judith Butler

Platoncu açıklam ası fallusu cinsiyetlendirilm iş konum sallığın m ecazi sem ­ bolü varsayan Freudcu ve Lacancı açık lam aları öngörür? Cinsiyetli bedenlerin sm ırlandırılışı, şekillendirilişi ve deform e edilişi, b ir dizi k u ru cu yasak, b ir dizi zorunlu kavranabilirlik k riteri aracılığıyla h a ­ yata geçiriliyorsa, göz önünde b u lundurduğum uz sadece bedenlerin kendi­ lerinden belli bir u z a k lık ta olan k u ram sal b ir pozisyonun ya da epistem ik b ir konum un bakış n o k tasın d an bak ıld ığ ın d a nasıl belirdiği değildir. Aksi­ ne, kav ran ab ilir cinsiyet kriterlerinin bedenlere ait bir sa h a oluşturabilm ek için n asıl işlediğini ve belirli kriterlerin düzenledikleri bedenleri ü rettik leri­ ni ne k a d a r kesin b ir biçim de anlayabileceğim izi soruyoruz. Y asaklam anın şekil verici gücü kesin b ir biçim de neye bağlıdır? Bu, kişinin bedenin ta ken­ disi o larak nitelem ek isteyebileceği bir şeyden radikal o larak ayrılabilir olan b ed en in psişik bir deneyim ini m i belirler? B aşka bir deyişle bu, morfogenezdeki y asaklam anın ü retici gücünün morphe ve psyche ara sın d ak i ayrım ı sü r­ dürülem ez kıldığı b ir d u ru m a m ı işaret eder? İngilizceden çeviren: Cüneyt Çakırlar & Donat Bayer

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Judith Butler ve Queer Etiği HÜLYA DURUDOĞAN

Ju d ith B utler “Hom ofobi K arşıtı B uluşm a” etkinliklerine katılm ak için M a­ yıs 2010’da Türkiye’ye geldi ve “Q ueer Yoldaşlığı ve Savaş K arşıtı Siyaset” başlıklı bir konuşm a yaptı. Bu yazının am acı da B utler’m bu konuşm asında queer kavram ını a n la tm a k am acıyla değindiği konulardan b azıların ı açıkla­ m aya çalışm ak olacak. B utler Kaos GL’ye teşekkür ettikten so n ra konuşm asına şöyle başladı: “B ugün b u rad a cinsel tercihleri ve toplum sal cinsiyetleri açısından azınlık­ ta o lan la rın hakları için m ücadele verenlerin cesaretini k u tlam ak ve h a k la ­ rın d a n m ah ru m edilm iş tü m azın lık lar özgür olm adıkça, h a k la rın d a n m a h ­ ru m edilm iş hiçbir azın lığ ın özgür olm ayacağını h atırlam ak için toplanm ış bulunuyoruz.” B utler’ın bu sözlerine b a k a ra k esas derd in in cinsel tercihleri ve toplum sal cinsiyetleri açısından a z ın lık ta o lanların h a k la rı olduğu zannedilebilir. Ve h a tta b u n u n la paralel o larak Butler’in queer diye nitelendir­ diği h a lin sadece cinsel tercihler ve toplum sal cinsiyetleri açısından a z ın ­ lık ta o lanları kapsadığı zannedilebilir. Fakat bu yanlış b ir kanı olur. B ut­ ler aynı konuşm asında şöyle der: "B aşkaları özgür değilse hiç kim se özgür olm az; zira özgürlük, hayatın toplum sal ve siyasal b a k ım d a n belirli bir şe­ kilde örgütlenm esinin b ir sonucu olarak icra edilir. A ncak b a şk ala rın a bağ­ lı olduğum uz takdirde özgürlüğü icra etm e şansım ız olur. Bu da queer in bir kim lik olduğu fik rin in ötesine geçmek a n la m ın a gelir. Belirli siyasi hedefleri olan, din am ik ve farklılaşm ış bir h a re k e ttir queer. Bu hareket, ulusötesi açı­ d a n bakıldığında, hom ofobi, kadın düşm anlığı ve ırkçılıkla da savaşm aya

Cogito, sayı: 65-66, 2011


88 : Hülya Durudoğan

çalışm ış, ayrım cılık ve h er tü rd en nefrete k a rşı verilen m ücadelelerin m üt­ tefiki olm uştur." A nlaşıldığı kadarıyla, B utler in gözünde queer, kimliği ifade eden bir te ­ rim değil, bir bağlantılı olm a durum udur. Queer’in terim o lara k önemi, top­ lum sal cinsiyetleri ve cinsellikleri ne olursa olsun herkesi hom ofobi ile kav­ gaları u ğ ru n a bir araya getirebilm esi. Queer in en güçlü m an ası her türlü in­ san ın b u am aç için b ir araya gelmesi ve kim likleştirm eyen b ir ittifakı betim ­ lemesi. K onuşm asının b aşlık ve içeriğine dönersek, queer te rim in in Butler’in deyimiyle “gezinen b ir te rim ” olduğu sözü üzerinden devam etm ek lazım. Birçok bağlam da işe yaray an bir terim queer. Queer m antığı n o rm ların sü­ rekli olarak saptırılm ası fik rin i içeriyor. Y ukarıda da belirttiğim iz gibi, queer bir kim lik değildir. Bir a n la m d a kim liğin im kânsızlığıdır. H er tü rlü kim liğin yoldan çıkarılıp saptırılm ası, ezberi bozacak şekilde “tu h aflaştırılm ası”dır. Bu yolla kim liğin -h e r tü r norm atif k im liğ in - kurucu olduğu k a d a r baskıcı ve dışlayıcı gücünü de etkisiz hale getirm ektir. Şiddetin yeniden üretilm esi­ ne karşı çıkm ak ve değişim için "tuhaf”, ezber bozan, n o rm u n d ışında oldu­ ğu için “anlaşılam ayan"1 sap tırm alara b aşvurm aktır. İdeolojilerin dayattı­ ğı sabit fikirler çeşitli kim liklerin farklı biçim lerde d ışlan m aların a, ötekileştirilm elerine ve hatta “yası tutulm aya değm ez” şeylere indirgenm elerine se­ bep oluyor. Queer in hom ofobi karşıtı tav ırd an çıkarak çok geniş bir anlam k azan m ası tam da bu d ışla n a n kim liklerin kesiştiği noktada cereyan ediyor. K onuşm asında da değindiği gibi, B utler'a göre siyaseti in sa n la rın ortak kırılganlıkları, yaralanabilirlikleri ve yas üzerine tem ellendirm eliyiz. Kırıl­ gan Hayat’ta şöyle diyor Butler: “Siyasi y aşam ın belli bir b o y u tu n u dikkate alm ayı öneriyorum . Sözünü ettiğim boyut şiddete açık olm am ız ve şiddette­ ki payım ızla, kayıplar karşısın d ak i yaralanabilirliğim iz ve a rd ın d a n gelen yas tu tm a göreviyle ve cem aat o lu ştu rm an ın tem elini bu ş a rtla rd a bulm ak­ la ilgilidir... Öyleyse in sa n meselesiyle başlayıp, insan m eselesi ile bitirm e­ yi önerm em (sanki başka b ir şeyle başlayabilir ve bitirebilirm işiz gibi!) sizi m uhtem elen şaşırtm ayacaktır. B uradan b aşlam am ızın sebebi evrensel ola­ rak paylaşılan bir in san lık d u ru m u n u n olm ası değil — elbette henüz böyle bir şey yok... [Ama] tarih le rim iz ve bulunduğum uz yerler ara sın d ak i farkla­ ra rağm en, birisini yitirm en in ne demek olduğuna d a ir bir fik ri o lanlarım ı­ zı kapsayacak bir 'biz'den bahsetm ek s a n ırım m üm kün... B irbirim iz tarafın1 Butler’ın "intelligible identity" [anlaşılabilir kimlik] teriminin tersi anlamında.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Judith Butler ve Queer Etiği

illin çözülürüz. Ve eğer çözülm üyorsak b ir şey eksik dem ektir.”2 Bu sözlerin­ den de anlaşıldığı üzere kim i hayatları diğerlerinden d a h a çok yası tu tu la ­ bilir o larak belirleyen ve dayatan k o şu lların eleştirilebilm esi ve bu d u ru m a karşı çıkılabilm esi için b a şk a la rın ın a c ıla n ile özdeşleyim k u rm a m ız ve bülllıı kim lik aidiyetlerindekilerin yasım tu tab ilm e noktasına gelm em iz lazım , liıı da “in sa n 'ı yeniden düşünm em izi gerektiriyor. K anım ca "insan” m eselesi Butler’m özellikle etik ve siyaset konusunda­ ki düşüncelerinin tem elinde yatan bir kaygıyla ilgili. B u tle rı “in s a n ’ın do­ ğası üzerine kafa yorm uş derin bir d ü şü n ü r olarak görüyorum ve etik ve si­ yaset h ak kındaki düşüncelerinin, kolektif olarak yaşan ab ilir b ir dünyanın m üm kün hale geldiği b ir dünyaya du y u lan (ütopik olm ayan) b ir özlem ola­ rak okunm ası gerektiğini düşünüyorum . İlk çığır açıcı eseri olan Cinsiyet H elasının3 ikinci bask ısın a yazdığı önsözde şu n ları söyler: Şu türden soruları dert edinmeye devam ediyorum: Anlaşılabilir bir haya­ tı neler kuracak ve neler kurmayacaktır ve normatif toplumsal cinsiyet ve cinselliğe dair varsayımlar, “insan” ve "yaşanabilir” diye nitelenebilecek şeyi önceden nasıl belirleyecektir? Bir başka deyişle, normatif toplumsal cinsiyete ilişkin varsayımlar, insanı tanımlayabileceğimiz alanı nasıl sı­ nırlar? Bu sınırlama gücünü hangi yolla fark ederiz ve bu gücü dönüştür­ memizi sağlayacak yollar nelerdir?4 (vurgu benim)

S anıyorum ki bu alıntı, B utler’ın "insan" m eselesine en b a şın d a n beri kafa yorm akta olduğuna d a ir b ir kanıt olarak yorum lanabilir. Evvela, yakın za­ m an içinde etik ve siyaset h ak kında yazdığı m etinleri, so n ra d a ilk başlarda yazm ış olduğu m etinleri okursak, B utler’ın insancıl ve kolektif olarak yaşa­ n ab ilir b ir dünyaya duyduğu ve tüm eserlerine içkin olan derdi d ah a iyi a l­ gılayabileceğim izi zannediyorum . Böyle b ir okum a toplum sal cinsiyet, b e ­ den, perform atiflik ve queer hakkındaki ça lışm a la rın ın ilerici siyaset açısın­ d an da kim i içerim leri olduğunu gösterebilir - ki bazen b u n a güçlü bir şü p ­ hecilikle bakılıyor. Gelgelelim, Butler’ın d erd in in (sanki m üm künm üş gibi) 2 Butler, Judith, Kırılgan Hayat: Yasın ve Şiddetin Gücü, Çev.: Başak Ertür, Metis, 2005, s. 3536 ve 39. [Precarious life: The powers o f mourning and violence, Londra: Verso, 2004.] 3 Butler, Judith, Gender trouble: Feminism and the subversion o f identity, 2. baskı, New York: Routledge, 1999. [Türkçesi: Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, Çev.: Başak Ertür, Metis, 2010 (2. baskı)] 4 Butler, 1999, age., s. xxii.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

89


90 : Hülya Durudoğan

" in s a n ’ın ne olduğunu tan ım la m a k ya da in sa n ın “o lu ştu ru lm ası” için bir reçete su n m ak olduğunu zannetm ek yanlış olur. Şahsen B utler'in daha ziya­ de, bizleri varoluşum uzun ve hayatlarım ızın, birbirine b ağım lı bedenli var­ lıklar o larak temel bir toplum sallık içinde sürdürdüğüm üz aslî ilişkiselliğini düşünm eye davet ettiğini düşünüyorum . Şöyle der Butler: Bence, yaşanabilir bir dünyayı neyin oluşturacağı meselesi... sadece ken­ di kendime “Hayatımı katlanılır kılan şey nedir?” diye sorduğumda değil, aynı zamanda, bir iktidar konumundan, dağıtıcı adalet açısından hareket­ le, kendi kendimize, “Başkalarının hayatını katlanılır kılan ya da kılması gereken şey nedir?" diye sorduğumuzda... bir etik meselesine dönüşür. Ve­ receğimiz cevabın bir yerinde, hem hayatın ne olduğu ve ne olması gerek­ tiğine hem de insanı, kendine özgü insan hayatını neyin oluşturduğuna ve neyin oluşturmadığına dair belli bir görüşe bağlı olduğumuzu fark ederiz. Kendine özgü insan hayatının değerli -yahut hayatların en değerlisi- ol­ duğu ya da değer meselesini düşünmenin tek yolu olduğu varsayılırsa, her daim insanmerkezcilik tehlikesine düşülebilir. Fakat bu eğilime karşı dur­ mak için, hayat meselesini olduğu kadar insan meselesini de tartışmak ve bu ikisinin toptan iç içe geçmesine izin vermemek gerekir.5

Dolayısıyla (insanın a n la m ın a dair çerçeveyi sınırlayan şey o larak anlaşıla­ bilirlik tartışm a sın d a açıkça ortaya koyacağım gibi) in san a d a ir “sıradan” anlayışı, B utler’m in san anlayışından -(belki) oluşacak olan b ir şey- ayırm a­ m ız gerektiğini düşünüyorum . İleride göreceğim iz gibi, B utler'in insanın in­ san anlayışını hedef a la n eleştirel yaklaşım ı anlaşılabilirlik n o rm la rı çerçe­ vesinde tanım lanır. B utler’ın insan m eselesini yeniden düşünm em iz gerekti­ ği k a n ısın d a olm asının a n a sebeplerinden b iri budur. Bu nedenle, (paradok­ sal b ir şekilde) insana d a ir m evcut n o rm la r yüzünden ne yazık ki insanlık­ ta n çıktığım ız için, bu m eseleyi insanlaşm a çerçevesinde etik ve siyasal bir arzu o larak düşünm em iz gerekir. Butler, A nkara’da yaptığı konuşm asında, queer, anlaşılabilirlik ile iktidar ilişkisine d a ir şunları söylemişti: Pek çok queer teorisinin merkezine yerleşmiş olan dilde, toplumsal cinsi­ yetin performatif olduğu söylenir; demek ki bu belli bir canlandırmadır. 5 Butler, Judith, Undoing Gender, New York: Routiedge, 2004, s. 17.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Judith Butler ve Queer Etiği

Bağlayıcı normlarla kuşatılmış bir dünyaya doğarız, ama bunlar bizi her zaman düzene sokmaz ve daima bizden beklenenin suretinde görünmeyiz; toplumsal cinsiyet, bizden (genelde katı bir ikici çerçeve içinde) ya bir top­ lumsal cinsiyeti ya da diğerini olmamızı talep eden bağlayıcı normlar so­ nucunda meydana gelir; fakat toplumsal cinsiyet her zaman iktidarla ya­ pılan karmaşık bir müzakere sonucunda yeniden üretilir; hatta, bana ka­ lırsa, normların hâkim normların beklenmedik şekillerde çözülmesi ya da yeniden kurulması riskine yol açıp, toplumsal cinsiyetlendirilmiş gerçek­ liğin yeni şekillerde yeniden kurulması olanağını yaratan bu yeniden üre­ timi olmadan, hiçbir toplumsal cinsiyet olmaz... Ve “anlaşılabilirlik” teri­ mine, “toplumsal uzam ve zamanda okunabilirlik” ve dolayısıyla, başka­ larıyla kurulan (marjinalleştirilme, atılma ve dışlanma olasılıklarını da içeren) ve toplumsal normlarla belirlenip dolayımlanan örtük bir ilişki an­ lamını yüklüyorum. Bu tür normlar sürekli olarak yeniden oluşturulur ve bu yeniden oluşturulma sürecinde kimi zaman krize girerler; iktidar ve ta­ rihin vektörleridir bunlar. "Anlaşılabilirlik’e kısıtlı erişimi olanlar vardır, onun simgesel ikonografisinin timsali olanlar da vardır; dolayısıyla, sıra­ dan hayat içindeki toplumsal cinsiyet normlarının yeniden üretimi, kimi açılardan, hangi hayatların daha yaşanabilir ve hangi hayatların, hepten yaşanamaz değilse de, daha az yaşanabilir olacağını belirleyen iktidar bi­ çimleriyle yapılan bir müzakeredir daima.

A nlaşılan o ki, in sa n ın ne olduğu ve ne olm ası gerektiğine ilişkin yapılan yo­ ru m la rın birbiriyle çatışm ası, anlaşılabilirliğin neyin in sa n olm ak neyin de insan-dışı olm ak a n la m ın a geldiğini belirlediği bir çekişm e alan ı yarattığı için, tartışm ay a “anlaşılab ilirlik ” kav ram ın d an başlam am ız gerekiyor. B utler Undoing Gender da şöyle der: “Değişken an laşılırlık düzenleri ile in sa n ın başlangıcı ve bilinebilirliği ara sın d ak i ilişkinin tartışılm ası gerek­ tiğini düşünüyorum ... A nlaşılabilirlik ile in san arasın d ak i ilişki acilen ele alın m ası gereken b ir ilişkidir; insanla ta m da bizatihi anlaşılabilirliğin sı­ n ırla rın d a karşılaşıldığı noktalarda belirli bir teorik aciliyet taşır.”6 B utler’m ak lın ı m eşgul eden so ru la r -yani, "insanı in san yapan şey nedir?” ve "hangi h ay atlar hayattan sayılır?”- " in s a n ’ın ne olduğuna ve neyin in san hayatı sa­ y ıldığına d air genelleştirilm iş tasvirler su n a n (ve daim a in sa n ile insan ol­

6 Age., s. 57-58. Cogito, sayı: 65-66, 2011

91


92 : Hülya Durudoğan

m ayan a ra sın d ak i karşıtlık içinde işleyen) söylem ler olm asa ortaya çıkm az­ dı. K im i hayatların, kim i kim liklerin, kim i in sa n la rın hesaba katılm adığı -b u n la rın “konuşulam az” oldukları, hâkim söylemde "gerçek” o lara k kabul edilm edikleri- idrak edildiği zam an, baskın söylemlerce ü retilen söylemsel bir açm az olduğu da id rak edilir. Butler’in sözleriyle: Toplumsal hayatı düzenleyen kategoriler belirli bir tutarsızlık ya da topyekûn konuşulamazlık alanları üretir. Eleştiri pratiği işte tam bu du­ rumdan hareketle, yani epistemolojik ağımızın dokusunda bir yarık açıl­ ması, burada her türlü söylemin yetersiz olduğu ya da hâkim söylemleri­ mizin bir açmaza sebep olduğunun farkına varılması sonucunda ortaya çıkar. Sahiden de, kuvvetli normatif görüşün eleştirel teoriyle kavga içine girdiği tartışmanın kendisi, eleştiriyi zorunlu ve acil hale getiren o söylem­ sel açmazın ta kendisini üretebilir.7

Bu "topyekûn konuşulam azlık alan ları” B utler’ın gözünde so ru n teşkil eder; zira konuşulam az olan şey aynı zam anda b ir b ak ım a "gerçek değil” ve "in­ san” ta n ım ın ın dışındadır. Söylemsel açm az, hâk im söylem d ışa rıd a bırak­ tığı şeyi iza h edem ediğinde gerçekleşir. “A nlaşılabilirlik”in h â k im söylemin işleyiş ta rz ın ı açığa ç ık a rm a sın ın tek koşulu, bu söyleme "insanilik" ölçütü çerçevesinde eleştirel b ir gözle bakm aktır. B ir başka deyişle, anlaşılabilir­ lik “in sa n ilik ”in koşullarına d a ir bir şeydir. B u tlera dönersek: “in sa n ın or­ taya çıkm asını, insanın tan ın m asın ı, b ir öznenin insan aşk ın ın öznesi h a­ line gelm esini sağlayan anlaşılabilirlik k o şu lla rın ın neler olduğunu sordu­ ğum uzda, in sa n ın onlar olm adan hiçbir suretle düşünem eyeceği norm lar­ dan, varsayım sal hale gelm iş pratiklerden o luşan anlaşılabilirlik koşulları­ nı sorguluyoruzdur.’’8 İnsan, “gerçekdışı”, daha-az-insan-olan, "in san ı görü­ nüşteki gerçekliğinde m u h afaza eden” sın ır o larak insandışı k a rşıt alın arak oluşturulduğu için, in sa n ın başlangıcının anlaşılabilirlik koşulları, her kişi­ nin ontolojik statüsünü in sa n olarak belirler. A nlaşılam az olm ak -y an i "bir kim senin k ü ltü rü n ve dilin yasalarınca im kânsız bulunm ası”,9 dolayısıyla tan ın m ıy o r olm ak (zira kişi, ta n ın m a n o rm la rın ın “dışında”d ır) - tu h a f bir dışlam adır, in san ın a la n ın d an dışlanm a. 7 Butler, Judith, “What is critique? An essay on Foucault's virtue”, The Judith Butler reader, Ed. Sara Salih. Malden, MA: Blackwell, 2003, s. 302-22 içinde, s. 308. 8 Butler, 2004, age., s. 218. 9 Age.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Judith Butler ve Queer Etiği

Butler konuşm asında şöyle diyor: Normlar iktidarın halleri değildir sadece-, ve yalnızca, iktidarın daha ge­ niş ilişkilerini yansıtmazlar; iktidarın işlemesinin bir yoludurlar ve ikti­ darın işleyişi bu tür normların işleme tarzı göz önünde bulundurulmadan tanımlanamayabilir. Ne de olsa iktidar kendini bir şekilde yeniden üret­ meden iktidarda kalamaz... İktidar gerek belirli türden özneler oluştura­ rak gerekse de onların yeniden üretilebilirlik koşullarını düzenleyerek iş­ ler... Tam tanınmanın asla bütünüyle mümkün olmadığını pek tabii ki ka­ bul ediyor olsam da, tanmabilirliği tahsis etmenin farklı yolları olduğunu da kabul ediyorum. Tanınmaya duyulan arzu asla tam olarak tatmin edile­ mez -evet, bu böyledir. Ama bir özne olmak demek her şeyden önce tanın­ mayı düzenleyen -insanı tanınır kılan- belirli normlara uymak demektir.

Butler bizi bu şekilde öznenin oluşum u ile tâbiyet a ra sın d ak i ilişkiye getirir. O na göre, terim in h er iki anlam ın d a tâbiyet olm asa ik tid ar ik tid ar olm azdı. Bir diğer deyişle, öznenin k u ru lm asın a d a ir bir teorinin hayati önem i var­ dır; z ira B utler'ın dediği gibi, “ik tid arın eylemesi için, b ir öznenin olm ası gerekir.”10 Butler İktidarın Psişik Yaşamı adlı kitabında, ik tid a rın işleyişi ile öznenin oluşum u a ra sın d ak i ilişkiyi ele alır; bu ilişki k itabın a n a teorik çer­ çevesini oluşturur. G iriş kısm ında, “özne’yi "kişi” ya da “birey” ile değiştiri­ lebilir şekilde ku llan m a m eselesini irdeler. Şöyle der orada: Eleştirel bir kategori olarak öznenin soykütüğü ise, öznenin katı bir biçim­ de bireyle özdeşleştirilmesindense, dilsel bir kategori, bir yer tutucu, olu­ şum halindeki bir yapı olarak tanımlanması gerektiğini gösterir. Birey­ ler öznenin alanına yerleşir (özne aynı zamanda bir "alan” olarak zuhur eder) ve deyim yerindeyse, ancak dilde yerleştikleri ölçüde anlaşılabilirli­ ğe kavuşurlar. Özne bireyin anlaşılabilirliğe ulaşıp onu yeniden üretmesi­ nin dilsel vesilesi, kendi varoluşu ve failliğinin dilsel koşuludur. Hiçbir bi­ rey önce tâbi olmadan ya da "özneleşme” sürecinden geçmeden özne ha­ line gelmez.’’11 10 Butler, Judith, The psychic life o f power: Theories in subjection, Stanford, CA: Stanford Uni­ versity Press, 1997, s. 203. [Türkçesi: iktidarın Psişik Yaşamı: Tâbiyet Üzerine Teoriler, Çev.: Fatma Tütüncü, Ayrıntı Yayınları, 2005.] 11 Butler 1997,age., s. 10-11.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

93


94 : Hülya Durudoğan

İk tid a ra tâb i olm a ile özneleşm e (assujetissem ent) ara sın d ak i ilişki m ad al­ yonun iki yüzüne b en zer ve Foucault yu izleyerek söylersek, b u iki ucun b i­ tişikliği, hem ik tid ar ta ra fın d a n tâbiyete sokulm a sürecine hem de özne haline gelm e sürecine işa re t eden “tâbiyet”te bulunur. B utler “öznenin ilk başta ik tid a ra teslim ed ild iğ i’ni söyler.12 B aşk a b ir deyişle, özne haline gel­ mek için önce tâbi olm ak gerekir. B utler’a göre, özne tâbiyet içinde oluştu­ ğu için, d ışta gibi görünen, özne üzerine b a sk ıla n a n ve özneyi ik tid ara tâbi kılan iktidar, öznenin kendi kim liğini k u ra n psişik bir biçim e b ü rü n ü r. İk­ tid a r ile öznellik a ra sın d a k i ilişkiyi a n la m a n ın ister istem ez “ik tid a r teo ri­ sini b ir psişe teorisiyle b irlik te dü şü n m ey i” gerektirdiğini söyler.13 Precari­ ous Life: The Powers o f M ourning and Violence14 başlıklı k itab ın d a, d a h a in ­ sani b ir dünya arzu lu y o rsak eğer, aslî yaralan ab ilirliğ im izi ve hayatın kı­ rılg a n lığ ın ı düşünm em iz gerektiğini b elirtir. İn sa n ın doğduğu a n d a başla­ yan o rta k bağım lı varoluşu ve toplum sallığı hepim izi b ir b a şk a sın ın “do­ k u n u şu ” k a rşısın d a y a ra la n a b ilir kılar. G elgeldim , bu aslî y aralan ab ilirlik ta n ın m a z o lur ve a rd ın d a n yalnızca b a z ıla rın a insan gözüyle bakılır, yal­ nızca b a z ı ölüm lerin yası tu tu lu r ve y aln ızca bazı hayatlar in sa n hayatın­ dan sayılır. “Ortak” bir cismani yaralanabilirliği vurgulamakla, hümanizm için yeni bir temel öne sürüyor gibi görünebilirim. Bu doğru olabilir, ama şahsen bunu farklı bir açıdan tasavvur etme eğilimindeyim. Bir yaralanabilirliğin etik bir karşılaşma içine dahil olması için algılanıp tanınması gerekir ve bunun gerçekleşeceğine dair hiçbir garanti yoktur. Bir yaralanabilirliğin tanınmama ve "tanınamaz" olarak kurulması ihtimali her zaman ol­ duğu kadar, bir yaralanabilirlik tanındığında, bu tanımanın bizatihi yaralanabilirliğin anlamını ve yapısını değiştirme gücü de vardır. Bu anlam­ da, yaralanabilirlik insanlaşmanın bir önkoşuluysa eğer ve insanlaşma de­ ğişken tanıma normları çerçevesinde farklı farklı vuku buluyorsa şayet, bu da herhangi bir insan öznesine atfedilecekse yaralanabilirliğin temelde mevcut tanıma normlarına dayandığı anlamına gelir.15

12 Butler 1997, age., s. 2. 13 Butler 1997, age., s. 2. 14 Butler, Judith, Precarious life: The powers o f mourning and violence, Londra: Verso, 2006. [Türkçesi: Kırılgan Hayat: Yasın ve Şiddetin Gücü, Çev.: Başak Ertür, Metis, 2005.] 15 Butler, 2006, age., s. 42-43.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Judith Butler ve Queer Etiği

Dolayısıyla Butler’a göre, ik tid ar ve tan ın m ay ı göz önünde tu ta ra k yaralanalıl] irliğim iz ve birbirim ize m aru z kalışım ız üzerine kafa yorm am ız gerekir. Bııtler, tâbiyete d air Foucaultcu anlayışı izleyerek, özneden bahsettiğim izde bir anlaşılabilirlik m odelinden bahsediyor olduğum uzu söyler. H âkim söyle­ min m evcut tan ım a n orm ları, anlaşılabilirlik n o rm ların a tâbi tu tm ak sureI iyle özneler üretir. Aslî toplum sallığım ızda, hepim iz ilk b a şta içine doğduğu­ muz ve hiçbir şekilde denetleyem ediğim iz kültürel n o rm lar ve ik tid ar alanı içinde o lu ştu ru lu r ve bu n o rm la r ve alan ta ra fın d a n belirleniriz. Butler yine l'oucault’nun izinden giderek, “hakikat siyasetinin neyin h ak ik at sayılıp sa­ vılm ayacağım önceden belirleyen, dünyayı belirli düzenli ve düzenlenebilir şekillerde düzene sokan ve verili bilgi alanı olarak kabul ettiğim iz ik tidar ilişkilerine d a ir” olduğunu söyler.16 Bu bilgi alanında, bir dizi k u rala uym adığı takdirde hiçbir şey “bilgi” olarak var olam az; sözgelimi, belirli bir dönem in hâkim bilim sel söylem inin bize dünyayı b u şekilde algılam a ölçütlerini da­ yatm ak suretiyle “dünyayı düşünm e’m izi etkilem esi. Dünyayı bu şekilde al­ gılam a dayatm asının (büsb ü tü n kaçam adığım ız ya da “d ışın a” çıkam adığı­ mız) ölçütleri -k i b u n ların kendim izi nasıl tasavvur etm em iz gerektiği dahil olm ak üzere, en genel anlam ıyla bize şeylerin sahiden/gerçekten nasıl oldu­ ğunu gösterdiğini kabul ed e riz- anlaşılabilirlik n o rm la rın ın ta kendisine te ­ kabül eder. Belirli bir alg ın ın dünyayı sahiden tem sil ettiğini “kabul ederek” insanı in sa n olm ayandan, norm al olanı patolojik olandan, erkeği kadından, heteroseksüeli eşcinselden, insan hayatını "o k a d a r” insani olm ayan hayat­ tan, yası tu tulabilir hayatları yası tutulm az hayatlardan ve sairden ayırırız. E ğer özneyi, kabul edilen bilgi-iktidar n o rm la rın ın bir şekilde “içselleşti­ rilm esi” sonucunda şekillenen ve kendisini bu yolla şekillendiren bir anlaşı­ labilirlik m odeli olarak ele alacak olursak, bu sistem içinde “ben” diyen kişi­ nin b u n u söylerken bu "ben”e uym ayan her tü rlü "sen”i dışladığı sonucuna varırız - “sen”, anlaşılam az, konuşulam az olana, yası tutulm aya “değmez” ve ölüm lerinin m atem i tutulm ayana, hayatları in san hayatı olm ayana, beden­ leri “atılm ış” [abject] o la n a 17 ve nihayet, in sa n olm ayana dönüşür. Böyle bir dünyada -k i dünyam ız büyük ölçüde böyledir- aslî ilişkiselliğim iz ve başka­ ların a bağım lı oluşum uz b ir "gölge’ye, hü m an izm söylemi b ir şakaya dönü­ şür, eşitlikçi dem okrasi im kânsız hale gelir ve insanileşm iş b ir dünya um udu16 Butler, 2003, agy., s. 314. 17 Bir başka deyişle, hayatları "hayatlar’dan sayılmayan ve maddilikleri “madde" sayılmayan, yani önemsenmeyen her türden beden. (Bkz. Butler, Judith, 1999, age.)

Cogito, sayı: 65-66, 2011

95


96 • Hülya Durudoğarı

m uz sonsuza dek "askıya a lın ır”. Butler’a göre, dünyam ızın m evcut durum u düşünüldüğünde, “in san laşm a’n ın etik ve siyasi aciliyeti kendini fena halde hissettirm ektedir, "insanlığım ızın tam o larak nasıl bir şekil aldığını ve ala­ cağını önceden bilm eden, d a h a ferah ve nihayetinde d ah a az şiddetli bir dün­ ya u ğ ru n a in sanın yok olm asını ve yeniden eklem lenm esini kabul etm ek ve bun u n la yaşam ayı öğrenm ek zorundayız.”18 Bilgi-iktidar sistem inin rejimi çerçevesinde anlaşılabilir olan anlam ında " in s a n ’ı yok etm ek ve onu “kim le­ rin hayatı hayattan sayılır?”, “insan dediğim iz kim dir?”, "kim lerin/neyin h a­ yatına keder duyulur?" gibi so ru lar sorarak aslî yaralanabilirliğim iz ve ortak bağım lılığım ız çerçevesinde eklemlemek zorundayız. Şiddet ve başka bir in­ sana şiddet uygulam anın m eşru olduğu d u ru m la rın olup olm adığı meselesi, gerek bildiğim iz gerekse de bilm ediğim iz ve asla bilem eyeceğim iz insanlara karşı yüküm lülük m eselesini düşünebilm em izi sağlayan ciddi b ir felsefi m e­ seledir. H ak ettiklerini düşünsek bile -ç ü n k ü , diyelim, bize şiddet uygulam ış­ lard ır ve intikam alm ak istem ekte haklı olduğum uzu d ü şü n ü y o ru zd u r- in­ san lara şiddet uygulam am a yüküm lülüğüm üz var m ıdır? B utler buna şöy­ le cevap verir: "İnsan son derece incindikten sonra, aynı şekilde karşılık ver­ mem esi etik açıdan m utlak olarak zorunludur. Şiddetsizlik hareketi intikam döngüsünü kırar. Pek çok kişi karşılık verm eyi reddetm enin, in sa n ın incin­ m iş olduğu bir du ru m d a kendisiyle m azoşist b ir ilişki kurm aya denk düştü­ ğünü ya d a böyle bir red d in siyasi bir felce yol açtığını düşünür, am a ben bu­ nun k a ra rlı ve ihtiyatlı b ir duruş, şiddetin kendisine karşı zorlu b ir duruş ol­ duğunu düşünüyorum .”19 Şiddet pek çok farklı biçime b ü rü n ü r ve kendisini ille de intikam biçim inde gösterm ez, iste r toplum sal cinsiyet, beden, etnisite açısından isterse de dini inanç, siyasi tavır vb. açısından olsun, in sanın “insandışı” derekesine indirildiği her türden anlaşılam azlık tem elde şiddete yol açar zira anlaşılam az o lan la r insanın a la n ın d a n dışlanm ışlardır. Bir başka deyişle, o n ların “insanlığı” unutulacak k a d a r “ihlal edilir”. A nlaşılam az (nor­ m un dışında) oldukları için kim i bireylerin in san addedilm em esine sebep olan toplum sal pratiğin b ir p arçasını o lu ştu ran şiddet biçim lerinin tem elin­ de bilgi-iktidar sistemi y a ta r ve bu sistem an c ak hâkim “tâbiyet altın a alm a” n o rm la rın a uyanları özne olarak tanır; b u bağlam da, “tâbiyet altın a alm a”, yerleşik hale getirilm iş kim i pratikler, söylemler, epistem eler ya da k u ra m ­ larla uyum içinde bir genelleştirm e ya da y an sızlaştırm a pratiği olarak işler. 18 Butler, 2004, age, s. 35. 19 Butler, 2003, agy.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Judith Butler ve Queer Etiği

Tâbiyet altına alm a sü recin in hiçbir “dışı” olm asa da, tâbiyete sokulm a­ nın in san ı in san lık tan ç ık a ra n etkilerinin asgari düzeye indirildiği daha in ­ sani b ir dünya tahayyül edebiliriz; çünkü böyle bir dünyada o rta k yaralan a­ bil i rliğim iz ve bu in san lık d u ru m u n d a n doğan sorum luluğun fark ın a d ah a fazla v arırız. Butler b a şk a la rın a karşı kesinlikle aslî bir sorum luluğum uz oltlıığunu düşünür. Ben de, B utler’ın gözündeki -b a şk a bireylere karşı aslî so­ rum luluğum uz a n la m ın d a k i- “bilm ediğim iz in san lara k a rşı olan yüküm ­ lülüklerim iz nelerdir?” so ru su n u n in san laşm a m eselesinin gündem e getiri­ lebileceği felsefi perspektifi öne çıkaran b ir so ru n olduğunu düşünüyorum . T anım a meselesine geri dönecek olursak, Butler bu konuda şu n ları söy­ ler: “Dem ek ki toplum sal cinsiyetin perform atifliği öznelerin tanınm aya uy­ gun hale geldiği farklı yollarla bağlantılıdır” (A nkara K onuşm ası, “Queer Yol­ daşlığı ve Savaş K arşıtı Siyaset”). Tanınm ayı ne kad ar arz u larsa k arzulaya­ lım, tan ın m ay a ne k a d a r ihtiyacım ız olursa olsun, başkasıyla aynı değilizdir. Asla aynılığa indirgenem eyiz. T anınm a toplum sallığın önkoşulu olsa da, ta ­ n ın m a n ın gerçekleştiği farklı yollar üzerinde hiçbir denetim im iz yoktur. Bir “sen”e hitap etmekle k arşım daki kişi ta ra fın d a n tanınacağım ı garanti altına alm ış olm am . Tanınm a gerçekleşm ediği tak d ird e hiçbir ben olm ayacağı için, “var olm am ”. Demek ki hepim izin bedensel b ir biçim içinde göründüğüm üzü hesaba katm am ız gerekir; ve başka “bedenler”den uzak durm ayı ne kadar ar­ zularsak arzulayalım , toplum sallığın bu olgusundan tüm üyle kaçm ayı bece­ renleyiz. Başkası ta ra fın d a n tanınm aya ç alışan ben, başkası bu talebi reddet­ tiğinde bile bedensel bir biçim içinde görünür. Butler bu m invalde şöyle der: Bana tekabül eden bu maruz kalış, deyim yerindeyse, tekilliğimi oluşturur. Olmasın demekle varlığım ortadan kaldıramam, zira bizatihi kendi cisma­ niliğimin ve bu anlamda, kendi hayatımın bir özelliğidir... Başkasının biri­ cikliğine maruz kalırım, ama o da benim biricikliğime maruz kalır. Bu du­ rum ikimizin aynı olduğunu değil, bizi birbirimizden farklılaştıran şeyle, yani tekilliğimizle birbirimize bağlı olduğumuzu gösterir sadece... Beden­ sel varoluş sonucunda ortaya çıkan “bu” tekilleştirici maruz kalma olgusu, sonsuza dek tekrarlanabilecek bir olgu olduğu sürece, “biz’e itibarını iade ettiği gibi, tekilliğin kalbinde bir yapı ikame edilebilirliği de kurarak hepi­ mizi eşit şekilde şekillendiren kolektif bir durum oluşturur.20 20 Butler, Judith, Giving an Account o f Oneself, New York: Fordham University Press, 2005, s. 33-35.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

97


98 : Hülya Durudoğan

Dolayısıyla (yine o ortak) aslî saydam sızlığım ız bir b aşk asın a "bilme" çerçevesinde hitap etm eyi m ü m k ü n kıldığında bile, b ir "sen”i de kabul edebiliyorsak, bedensel tekillikten oluşan o rtak d u ru m u m u z sayesindedir bu. Bü­ tünüyle bilem eyeceğim iz b aşk asın a karşı b ir sorum luluğum uz vardır ve baş­ kasının d a bize karşı so ru m lu olm asını bekleriz; çünkü b irb irim izin yüzüne b akıyoruzdur ve bu d u ru m denetleyebileceğim iz ya da olm asın deyip varlığı­ nı o rta d a n kaldırabileceğim iz b ir şey değildir. B aşkasını ben’e ya da kolektif bir b ize indirgem ek suretiyle s e n in bitişikliğinden kaçam ayız. Yazıyı bitirirken, y u k a rıd a belirttiğim iz gibi queer k av ram ın ın en güçlü m an a sın ın kim likleştirm eyen b ir ittifaka işa re t ettiği düşünülürse, bundan çıkacak etik ve siyasi d u ru şu n B utler’in şu sözleriyle güzel b ir biçim de ifade edildiği söylenebilir: Bir demokraside yaşamaya bağlı olmak demek, benim, senin, asla seçme­ diğimiz kişilerle birlikte yaşamayı, asla bütünüyle tanıyamadığımız kişile­ re olan yükümlülüklerle kuşatılmayı, bir beden olmanın ya da bir toplum­ sal cinsiyetin ne anlama geldiğine dair varsayımlarımızı bozanlara hak­ larını vermeyi kabul etmemiz demektir. Sürdürdüğümüz kişisel mücade­ leler ya da bazı şeylerden hoşlanmamamız siyasi bir konum için meşru bir temel teşkil etmez. Demokrasinin olumlanacağı tek konum, yabancıya, bana yabancı olana, henüz bütünüyle bilmediğim ya da anlamadığım ki­ şiye karşı yükümlü olmaya devam ettiğim konumdur; ve cinsel tercihleri ile toplumsal cinsiyetleri açısından azınlıkta olanları da içeren radikal bir demokraside yaşamanın ne anlama geldiğini düşündüğümüzde, görme bi­ çimlerimize meydan okuyan, insan hayatı alanını, insan cinselliği alanını, arzuyu ve aşkı sorgulamamızı isteyenlere karşı yükümlülüklerimizi yeri­ ne getirmek zorunda olduğumuzu teslim ederiz; neticede, kendi huzursuz­ luğumuz ve endişemiz içinde yaşamayı kabul ederiz, çünkü tıpkı kendimiz gibi olmayanlarla, bizi kendimizin olmayan insani olasılıkları yeni baştan düşünmeye zorlayanlarla bir arada yaşamak işte budur (Ankara Konuş­ ması, “Queer Yoldaşlığı ve Savaş Karşıtı Siyaset”).

İngilizceden çeviren: Erkal Ünal

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Interseks: Tehlikeli Bir Farklılık' MORGAN HOLMES

Giriş: İnterseks/üellik Belalıdır Interseksüellik, çocu k ların a bu teşhis konan aileler için; "anorm alliği” tör­ püleme üzerinden kariyer yap an tıp u z m a n la rı için; iki-biçim li b ir şemayla sın ırla n d ırıla n bedenlerin "doğaları” gereği k a rşıt olduğunda ısra r eden cinsiyet/toplum sal cinsiyet sistem i için, belalıdır.2 E n çok da bedenleri bu şe­ kilde etiketlenenler için b elalıd ır interseks, fakat interseksüelliğin biyolojik ve/veya anatom ik tezahürlerindeki içsel b ir zorluktan dolayı değil. Suzanne Kessler’in 3 iddia ettiği gibi, y u k arıd a saydığım tü m bu g ru p lar için interseksin so ru n yaratm ası ta rtışılm a z biçimde toplum sal bir m eseledir. Toplumsal sistem in b a şın a bela a çm an ın cezasını ise öncelikle interseks bebekler ve ço­ cuklar çekm ektedir. M odigliani’nin 1911 ta rih li Hermafrodit Karyatit çizimlerindeki figürler gibi, interseksüellik so ru n lu çünkü fazlasıyla an lam yük­ lü; fakat M odigliani’nin K ayratit’indekinin4 aksine bedenlerim izin farklılı­ ğın m erham etli bir d ışav u ru m u olarak görüleceğine d air şu sıra la r çok da 1 Bu metin Morgan Holmesün Intersex: A Perilious Difference adlı kitabının Giriş ve 4. (son) bölümünün İngilizceden Türkçeye çevirisidir. Çeviride metnin orijinalinde bulunan birkaç paragraf eksiktir, bu eksiklikler gerek dipnotlarla gerek köşeli parantezlerle belirtilmiştir, (ç.n.) 2 Yazar metin boyunca “trouble” kelimesi üzerinde duruyor, kelime oyunları yaparak bu keli­ meyi sıklıkla kullanıyor. "Trouble” kelimesiyle yaratılan nüansları ifade edebilmek amacıy­ la bu kelimeyi Türkçeye hem “sorun" hem de “bela” olarak çevirdim, (ç.n.) 3 Kessler, Suzanne, Lessons from the Intersexed, New Brunswick, NJ: Rutgers University Press, 1998. 4 Karyatitler klasik çağın mimari kaideleridir. İşlevleri hem dekoratif hem de yapısaldır. Karyatitler büyük yapıların taşıyıcı sütunlarını oluşturur ve her zaman kadın bedenleri şeklin­ de belirirler.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


100 : Morgan Holmes

üm itli değiliz. Tam tersine, günüm üzün interseks bireyleri öncelikle ucube krizler, tıbbi aciliyetler ve de an lam ın çöküşü/çözülüşü üzerinden ele alın ı­ yor; interseksüellik, c e rra h i m üdahaleyle düzeltilm iş halde yeniden paket­ lendikçe, tıbbın mucizevi gücünü, iki-biçim li cinsiyetin uygunluğunu ve Ju­ dith B utler’ın “heteroseksüel m atris” olarak ad lan d ırd ığ ı5 d u ru m u n doğru­ luğunu tasd ik etm iş oluyor. İşte bu kitabın konusu iki-biçim li şem aya uym ayan bedenlerin yarattığı kültürel anksiyete ve bu anksiyeteye cevaben son zam an lard a b ir araya ge­ len interseks bireylerin örgütlenişidir. Y aklaşık on beş yıllık b ir akadem ik çalışm aya ve aktivizm e d ay an an bu kitap, entelektüel bir eylem ve bir inter­ seks politikası oluşturm ak için kültürel an aliz ile m eselenin m edikal boyu­ tunu ilişkilendirm eyi am açlıyor. Bu ça lışm a n ın d ah a ilk aşam asın d a düzel­ tilm esi gereken en tem el kabullerden biri interseks bedenleri ve bireyleri so­ ru n y a ra ta n (troubling) değil, sorunlu (troubled) olarak kodlayan yaygın a n ­ layış. 2003 gibi yakın b ir ta rih te Sharon Preves interseks bireylerin kendileri­ ne cinsiyet tayin edilm esine (sex assignm ent), bedenleşm eye {embodiment) ve “toplum sal cinsiyetlenm e” {do gender)6 zo ru n luluğuna d a ir özellikle “kolay olm ayan b ir seçim le” k a rşı karşıya kaldığını dile getirm işti.7 Preves bu çalış­ m asında, kültürel olarak anlaşılabilir toplum sal cinsiyetler8 perform e etm e­ nin tipik dişiler ve erkeklere n a z ara n interseks bireyler için d a h a zor olduğu­ nu varsaym aktadır. D ahası, interseks bireylerin toplum sal cinsiyetlenm e zo­ ru n lu lu ğ u n u hayata geçirm e sürecinin d a h a fazla farkında o lduklarını söy­ leyen Preves, geriye k alan bizlerin ise, der, “kendi toplum sal cinsiyetim izi ya da cinsel kim liklerim izi keşfetm e im kânım ız olm adı, çünkü o n la r üzerine düşünm em iz için bir neden yoktu”(2). Yani h e r özne toplum sal olarak cinsiyetlenmeye zorlansa da, Preves’e göre, interseks bireylerin bu süregiden edi­ m in9 in şa edilm iş yapısına d a ir özbilinçleri çok d ah a kuvvetlidir. İnterseks nüfus içinde toplum sal cinsiyetin yapm a {artifice) niteliğine d a ir farkındalık 5 Butler, Judith, Gender Trouble: Feminism and the Subversion o f Identity, Londra: Routledge, 1990; Bodies that Matter: On the Discursive Limits o f Sex. Londra: Routledge, 1993. 6 Butler 2004 yılında yayımlanan Undoing Gender adlı kitabında toplumsal cinsiyeti bir tür yapma, durmak bilmeden performe edilen bir aktivite olarak tanımlamaktadır, (ç.n.) 7 Preves, Sharon A., Intersex and Identity, The Contested Self, New Brunswick, N.J.: Rutgers University Press, 2003, s. 2. 8 Toplumsal cinsiyet terimini İngilizcedeki "gender” terimini Türkçeleştirmek için kullan­ dım, fakat uygun gördüğüm yerlerde "gender” terimini “cinsiyet" olarak da tercüme ettim, (ç.n.) 9 Yazarın süregiden edim'den (perpetual act) kastı toplumsal cinsiyetli olma halinin sürekli performe edilmesi gereken edimlerle mümkün olduğudur, (ç.n.)

Cogito, sayı: 65-66, 2011


İnterseks: Tehlikeli Bir Farklılık

nov iyesinin

d a h a belirgin olduğuna katılıyorum ve kendim i ve kendi farkın(lalığımı d a o n üfusun içine d ah il ediyorum . Fakat interseks bireyler için cinslvetlenm enin diğer kişilere n a z a ra n illa ki daha fazla çaba gerektirm esi ya da zor olm ası gibi bir d u ru m söz konusu değil. İnterseks bazı k işilerin diğer, İnterseks olm ayanlara göre, tayin edilm iş tek b ir cinsiyete “geçm eleri” daha /,<>r olabiliyor; am a bu her d u ru m d a geçerli değil. S oru n y a ra ta n (troubling) toplum sal cinsiyet perform ansı tem elde iki ne­ denden dolayı interseks bireyler için çok d a h a belirgin değil. İlk olarak, Ju ­ dith B utler’m 1988'den beri iddia ettiği gibi, b ü tü n toplum sal cinsiyetler b e­ lalıdır; İkincisi, anatom i ve gö rü n ü m toplum sal özne konum una m utlak ola­ rak eşit değildir. Dolayısıyla, kişi interseks olduğuna d air net b ir duyguya sa­ hip olduğu halde, d ışa rıd a n fark edilir biçim de geleneksel kadm /erkek ekse­ ninde b ir toplum sal cinsiyeti perform e edebilir. K uşkusuz, bu d u ru m ilişkilendiğim ve/veya m ülakat için b ir araya geldiğim birçok interseks birey için geçerliydi. Bazı interseks bireylerin toplum sal cinsiyetlenm e sü recin in daha lazla fark ın d a olduğu şüphe götürm ezken, Preves’in çalışm ası için katılım cı bulm a yöntem inin, temelde, politik olarak a k tif on beş interkseks gruba da­ yanm ası o n u n katılım cı örn eğ in in yanlı o lm asın ın kuvvetle m uhtem el oldu­ ğu a n la m ın a geliyor; yani, politik olarak a k tif ve h a k la r aktivizm ine odak­ lanm ış k atılım cıların aynı zam an d a özfarkındalığa sahip, düşünen, toplum ­ sal cinsiyet n o rm ların a güçlü eleştiriler getiren kişiler olm ası hiç de şa şırtı­ cı değil. Fakat, tüm interseks bireylerin kendi cinsiyetlendirilm elerine karşı özellikle rah a tsız bir konum da olm ası da gerekm ez. Sonuçta, Preves her ne k a d a r b ilim in san la rın ın ve klinisyenlerin inter­ seks “pro b lem in i” kaba b ir biçim de a b a rtm a ta rz la rın a karşı koym a arzu ­ su hissetse de, o da aynı şekilde interseks bireyin bedeninin üzerinde/içinde bulunan interseks soru n u n u abartıyor, h a tta bu sorunu tüm interseks birey­ lerin bedenlerinin üzerine/içine yüklüyor. Preves interseksüelliğin interseks bireyleri o n ları çevreleyen sistem in sın ırla rın a ve çelişkilerine k a rşı daha farkında kıldığını düşündüğünden, bu d u ru m u üretken ve aydınlatıcı türden bir bela o lara k kabul eder. B u anlam da Preves’in tu tu m u biyom edikal yakla­ şım ın interseksüelliğe karşı sürdürdüğü olum suz tavırdan farklı b ir nitelik taşır. Preves’in interseks özneye toplum sal cinsiyet bilgeliği (gender-savant) tü rü n d e n atfettiği değer, tıbbi perspektifin olum suz im gesine ters düşse de, ancak ve an c ak onun k a rşıtı o larak kendi gücünü yansıttığından, intersek­ süelliğin im k â n ın sın ırla rın d a d u ran yerini sorgulam adan b ırakır. Dahası, Cogito, sayı: 65-66, 2011

101


102 : Morgan Holmes

bedenleşm eye d air algıları (perceptiorıs o f em bodim ent) ve toplum sal cinsiyet dogm asını tespit etm e yeteneğiyle bizi aydınlanm aya götürecek ideal bir interseks özne yaratır. Preves’in çalışm asının başın d a savunduğu, interseks bireylerin toplum ­ sal cinsiyetlenm e k onusunda d a h a fazla so ru n yaşadığı fikrine k a rşıt olarak, kitabın so n la rın a doğru ta m ta m ın a bir h a k ir görm e değilse bile b ir hayal kı­ rıklığı to n u n a rastlıyoruz: “Aslında fizyolojik teşhis itibariyle o şekilde sınıflan d ırılsa la r da birkaçı [katılım cı] kendini ‘interseks’ kategorisinden ayırdı. Aynı şekilde, çoğu kişi iki-cinsiyetli sistem i destekleyen bir tavırla d ışarıd an heteroseksüel olarak algılanabilecek ilişkilere giriyordu; yani, m ülakat yap­ tığım kişiler ‘karşı’ cinsten partnerlerle cinsel ilişki yaşıyordu.”10 Preves’in teşhise dayalı etiketlem eleri kişiyi ta rif etm ek için en uygun yöntem kabul etm esi şaşırtıcı, dahası interseks bebekler ve ço cu k ların bakı­ m ında tıbbi ik tidarın öncülüğünü sarsm aya yönelik kendi a m a c ın a da ters düşm ekte. Düşüncesi her ne k a d a r interseks kategorisini olum lu b ir katego­ ri olarak geri kazanm a fik rin i içerse de, son kertede savunduğu fikir, inter­ seks o larak teşhis edildiği a n d a n itibaren bu d u ru m u kişiyi tan ım lay an en önemli ve uygun etiket o larak kabul etm e gerekliliğine dayanıyor. K ullandı­ ğı dil, iki-cinsiyetli sistem e ak tif “katılım ı” h a k ir görmekte. B azı katılım cı­ ların K uzey Am erika İnterseks Topluluğu (ISNA) gibi g ru p la rd an uzak dur­ m a isteğini "geleneksel” b ir tav ır olarak ta n ım la m a sı ise bu d u ru m u onayla­ m adığını d a h a da açık gösteriyor. G örünen o ki Preves kendi interseks katı­ lım cıların ın Batı k ü ltü rü n ü iki-cinsiyetli sistem in k a ra n lığ ın d a n çıkaraca­ ğını um uyor. H er ne k a d a r kötü niyetli olduğuna inanm asam da, Preves’in pozisyonu, m ülakat yaptığı bazı kişilerin heteroseksüelliği kab u lü n ü a k ta r­ m ak için kullandığı oldukça yüklü "katılım ” sözcüğünün de yansıttığı gibi, toplum sal cinsiyet n o rm la rın ın işleyişine ya d a heteronorm ativiteye eleşti­ rel yaklaşm ayanlar için şefkatten yoksun. Bu tip bir okura a şıla n an duy­ gu, onun ve onun gibilerin istatistiksel o larak d ışa rd a kaldığı, sanki tüm di­ ğer k ızla r ve oğlanlar gibi olm ak istem esine izin verilm em esi gerektiği, hat­ ta toplum sal cinsiyetin doğal kabulüne karşı b ir eleştiri geliştirm esi söyleni­ yor. Preves’e göre, başka tü rlü bir yaklaşım tıpkı beyaz ırk ın ırksal kim lik­ teki m eselenin ne olduğunu anlayam am ası gibi toplum sal cinsiyette de m e­ selenin ne olduğunu anlay am am ak .11 Fakat toplum sal cinsiyeti so ru n yap10 Preves, age., 2003, s. 166. 11 Preves, age., 2003, s. 2.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Interseks: Tehlikeli Bir Farklılık

muya yönelm iş bir politik an ın ön cephesinde yaşam ak yorucu; bu görevi b a­ zen üstlenebilirsek de, m esele bedenle u ğ ra şm a n ın sorunlu olduğu b ir hayalı sü rd ü rm ek değil, d ah a ziyade farklılığın b ira z olsun nefes alabilm esi için ulan açabilecek d u ru m a gelmek. Bir tü r sosyokültürel m esafe ve direngen varolm a halleri y a ra ta ra k top­ lumsal cinsiyet norm larıyla eleştirel bir ilişki k u ra n kişileri Ju d ith Butler da ayrıcalıklı kılar: “Y abancılaşm a, beni bir b a şk a ta ra fta n yıpratacak/yok ede­ cek (do in) olan norm larla k a z an ıla n anlaşılabilirlik hissine yeğdir.”12 Fakat Butler k işin in alabileceği m esafenin kısm i k alacağ ın ın ve h er z a m a n bir b e­ deli o lacağının farkındadır. Preves’in gözden kaçırdığı ise interseks kişiler İçin özne konum una etki edebilm enin, tipik b ir çabadan fazlasını gerektire1,11se bile, interseks kişinin isteyerek ve m em nuniyetle direngen b ir anlaşılaıııazlık a la n ın d a (space o f resistant unintelligibility) konum lanm asını zorun­ lu kılm ayacağıdır. İnterseks kişiler için görüntüde, isimde, kıyafette ve dav­ la nışta ya sadece dişi ya d a sadece erkek o larak cinsiyetlenm iş özne konu­ m una etki edebilm enin b ir bedeli olacağı aşikârdır. Sonuçta, b ir başkasının sta n d a rd ın a uym am ız için yapılan, cerrah i m üdahaleye dayalı h er değişikIi kte toplum sal cinsiyet n o rm la rı interseksülleri d ışa rıd a n yıpratm ış/yok et­ miş oluyor. Yine de interseks teşhisi konm uş olup c e rra h i m üdahalelerin sonuçların­ dan ve m evcut sosyal k o n u m undan m em nun olduğunu dile getiren bazı kişi­ ler de m evcut. Birileri am eliyat olm anın kendisi için iyi olacağını düşündü­ ğünü söyleyemeye çalıştığ ın d a sıklıkla ta rtış m a la rın patlak verdiği web si­ teleri ve m u habbet o d a la rın d a a rtış söz konusu. Bu ta rtış m a la r c e rra h i m ü­ dahaleyi destekleyen yak laşım ın interseks bireyler arasın d a o n la rın aileleri ve tıp c a m iasın a n azaran d a h a az popüler olm asına karşılık yine de var ol­ duğunu gösteriyor. O nlar ikili heteroseksist sistem in pis işlerini devam etti­ ren ak ılsızlar m ı sadece? B en öyle düşünm üyorum . O nların am eliyatla ilgili değerlendirm elerinin çoğu ile klinisyenlerin değerlendirm eleri a ra sın d a k ri­ tik bir fark mevcut. Şöyle ki, evrensel bir iddia olm asa da, çoğu, am eliyatın kendi cephelerinden doğru olduğunu, fakat ta m da bu nedenle tü m interseks bireyler için m ecburiyet taşım ayacağını dile getiriyor. O nların pozisyonuna norm atif b ir teslim iyet atfetm ek şu noktayı gözden kaçırıyor: O n lar başka in­ san ların ideallerini teyit etm ek için ç ağ rılm ad ık ları bir yer peşinde. 12 Butler, Judith, Undoing Gender, Londra: Routledge, 2004, s. 3.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

103


104 i Morgan Holmes

M otivasyon her ne olursa olsun -iste r ütopik ya da distopik b ir ah lak m a­ salı önerm ek, ister biyom edikal iktidarı sağ lam laştırm ak ya da iki-cinsiyetli sistem in korkunçluğuyla ilgili fem inist b ir ö n e rm e - interseks bireylerin top­ lum sal dü zen in yükünü diğer herkes için taşıy an herm afrodit k a ry a tit olm a­ ları için süregiden bir talep var. M odigliani’n in iyi bilinen Hermafrodit Kar­ yatit çizim i ikonik h erm afro d it bedenlerle klasik kozmolojiyi ve Helenistik m im ari k arşısın d ak i büyülenm eyi yan yana getiriyor ve sosyal düzeni taşım ak/desteklem ek işini üstlenen interseks bedenlere hitap ediyor. İnterseksüellikle ilgili diğer a n la tıla rd a (kurgusal, biyom edikal ya da p opüler b a ­ sın gibi) em poze edilenlere n a z a ra n Preves’in çalışm ası nitelik bak ım ın d an farklı ve d a h a iyi huylu olsa da, geri kalan bizler için yükü taşıy an karyatit olarak h e rm a fro d it yine de yüzeyde. İkinci bölüm de gösterdiğim gibi, bu di­ ğer an la tıla r interseksüelliği norm allik/ucubelik sem bolik eşitliğinde önemli b ir yapısal elem an olarak in şa ediyor.

Tüm Cinsiyetler Belalıdır Bedenler tarih se l süreçte belirlenm iş ve olum sal olduklarından, kendi b e­ denlerim iz bile bize d ışsallaşm ış ve nesneleşm iş form lar olarak görünür. İstediğim iz an lam ları ifade etm e işini b a şard ık la rın d a övülen, b a şa ra m a ­ d ık ların d a ise eleştirilen bedenler, kendi fizikselliklerinin keskin sın ırların ı aşan an lam lı şeylerdir, yani "ben” olan her şeyi b edenim in fiziksel sın ırla rın ­ da içerebilm ek im kânsızdır. B u durum bedenleri ya da cinsiyetlenm eleri kadın/erkek ve eril/dişil ikili sistem ine m eydan okuyanlara özgü olm ayıp her­ kes için geçerlidir. “Beden” sadece anatom ik b ir yapı değildir, aynı zam anda anlam taşıy an sembolik bir yapıdır. B edenin taşıd ığ ı anlam en tem elde kişi­ nin toplum sal cinsiyetiyle ilgilidir, toplum sal cinsiyet ise tüm diğer an lam ­ ları m üm kün kılan anlam dır. Toplum sal cinsiyet a ltta yatan cinsiyeti dışsal özellikler üzerinden belirten kuvvetli bir koddur; yokluğunda, ben im kim ol­ duğum a ya d a herhangi b irim izin kim olduğuna d a ir çok az şey söylenebi­ lir. Irk, engellilik vb. gibi atfedilen statüler bile kişinin toplum sal cinsiyeti­ nin üzerine biner. Fakat Preves'in de ifade ettiği gibi, toplum sal cinsiyetten yola çık arak cinsiyete d air yapılan ç ık a rsam a la r sadece yaşını alm ış özne­ ler için geçerlidir. Zira bebeklerde önce cinsiyet tayin eder, so n ra onun üze­ rine toplum sal cinsiyeti in şa ederiz: “[Ç jocukların toplum sal cinsiyetini doğ­ d u k ların d a b u lu n an cinsel o rg an la rın a göre a n la m a eğilim indeyizdir ve ona göre o n ların dav ran ışların ın 'kadınsı' ya da erkeksi’ olduğu k a n a atin e va­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Interseks: Tehlikeli Bir Farklılık

rırız. Ç ocuklar büyüdükçe b u işlem tersine döner. Genelde karşılaştığ ım ız bir çocuğun genital yapısını bilm ediğim izden, cinsiyetine d a ir çıkarsam ayı onun davranışına, kıyafetine, isim ve vücut yapısı gibi diğer dışsal ipuçları­ na b a k a ra k yaparız.”13 Bu iki süreçte de içerden işleyen kültürel b u y ru k (inherently cultural im ­ perative) genellikle gözden kaçırılır. Yeni doğm uş bebeğe cinsiyet dayatm a ve toplum sal cinsiyeti an ato m in in üzerine bin d irm e fiilleri kültürel bu y ru k la­ rın iki a şam alı dayatm asını içerir. Bu dayatm a h er bireyin heteroseksüel ve ürem eye dayalı b ir sosyopolitik ve sosyoekonom ik yapıda hareket edeceği­ ni varsayar. H eteroseksüelliğin m antığını a n la m a k için Judith B utler’m m o­ delini alın tılay an Preves, B atılı varsayım ın, cinsiyetin toplum sal cinsiyeti, onun da cinsel arzuyu doğurduğu fikrine dayandığını a k ta rır.14 “Cinsiyeti” ondan çık an h er şeyin doğal dayanak noktası kabul etmek, cinsiyetin vücut bulm a sürecini "doğal olana” d a ir genel bir talebe dayandırm aktadır. Daha da önem lisi, bu kabul cinsiyetlenm e sürecinde iş gören kültürel talepleri in ­ celemeyi de gereksiz kılar. Çağdaş popüler kültürde cinsiyetin toplum sal cinsiyetin doğal ve değiş­ tirilem ez tem eli olduğu m esajı birçok kablolu k a n a ld a birden sürekli olarak yayınlanan sözde bilim sel “eğitici" pro g ram larla verilm ekte. The L earning Channel (Ö ğrenm e Kanalı), Discovery ve K an ad a’daki The W Network, bu k an allard an bazıları. E rkekler ve kad ın ları farklı gezegenlerden gelm iş fark­ lı iki tü r o larak düşünm em izi öneren pop g u ru la r da bu m esajı k ita p la rın ­ da veriyor. Chau ve H erring’in de gözlem lediği gibi, popüler psikoloji a la n ın ­ da en çok sa ta n kitap konum undaki Erkekler M ars’tan Kadınlar Venüs’ten, di­ ğer benzer y ayınların da yaptığı gibi, k a d ın la r ile erkekler a ra sın d a psikolo­ jik, biyolojik ve toplum sal a ç ılard a n çok büyük fark lar olduğunu kaydetm e­ yi am açlıyor.”15 Bu k ay n ak ların popüler k ü ltü rü tüketen kesim için aşırı çekiciliği, cinsiyet/toplum sal cinsiyete ve in sa n ın doğal ta s a rım ı gereği neye “yöneldiği'ne d a ir genel sağduyunun h a z ır p a z a rın a hitap etm esinden kaynaklanm akta. Popüler k ü ltü r problem li o larak k u rg u lad ık ların ı (cinsiyet, arzu, aile vs.) a n ­ lam landırm aya söz verir; h alb u k i aslında yaptığı, genel bir şem an ın (master 13 Preves, age., 2003, s. 17. 14 Agy. 15 Chau.PL, Jonathan Herring, "Defining, Assigning and Designing Sex”, International Journal o f Law, Policy and the Family, S. 16, 2002, s. 327-67 içinde, s. 327.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


106 : Morgan Holmes

plan) varlığını vurgulam ak ve b u problem li şeylerin hiçbirinin öyle çok da karm aşık olm adığının güvencesini verm ektir. Televizyonun b a şın d a geçiri­ len bir ak şam anatom iye, arzuya, cinselliğe ve ü rem en in cinsiyetlenm iş eko­ nom isine d a ir bulm acaları çözm eye yetecektir. Toplum sal cinsiyeti toplum sal şem adaki k o n u m ların nedenselliğine bağ­ lam a çabası hangi temele dayanıyor? Bu zam an a dek cinsiyetin biyolojik esa­ sı olarak kabul edilen bu tem el en az toplum sal cinsiyet k ad ar b ir kültürel gösterge (signlfier). Ö znelerin iki "karşıt” cinsiyete göre sosyopolitik cinsiyetlendirilm esi tem siliyetin bedenselliğe indirgenm esini (doğallaştırm a) am aç­ layan bir kü ltü rel dikiş tu ttu rm a çabasıdır. Tem siliyetin bedensellikle doğal­ laştırılm ası toplum sal cinsiyet öznelliği kılıfıyla y ü rü tü lü r ve bedenselliğin doğal day an ağ ın ın cinsiyet olduğu kabulüne dayanır. İnterseks bireyler bariz biçim de, bedensel olarak, kültürel ölçülerle inşa edilm esi m an tık sal açıdan olanaksız bir doğayı deneyim ler. Tıbbi m ü d ah ale­ nin kendileri için yerinde olduğunu düşünenler bile bedenlerine a şırı oranda karışıldığını fark eder. Fakat yine de un u tu lm am ası gereken, k işin in kendi d u ru m u n a ve tedavisine yönelik algısı her ne olursa olsun n o rm atif sın ırlar dışındaki d av aların avukatlığına soyunm a zorunluluğunun bulunm adığıdır. Davanın politik m otivasyonu her ne olursa olsun, interseks bireyleri seçm e­ dikleri bir davanın hizm etine zorlam ak -fa rk lı nedenlere dayansa d a - tıpkı m edikal m odelin yaptığı gibi o n ların otonom isine saygı duym ayı becerem ez. Bu kitap, içinde bulunduğu çağın ürünü. Sayfalarında incelediğim di­ ğer şeylere n a z a ra n tarihsel olum sallığı d ah a az olan bir doküm an ya da su­ num değil. Dolayısıyla bu çalışm ayı hem kavram sallaştırm aya hem de geliş­ tirm eye im k ân su n an iki büyük felsefi gelişmeyi kaydetm ek gerekir. B unlar­ dan birincisi postm odern fem inist düşünce. Tıbbın ve bilim in büyük an latı­ larını eleştirm em e olanak sağlayan cinsiyet, toplum sal cinsiyet ve bilgi teo­ rileri bu projeyi m üm kün kıldı. İkincisi ise Ju d ith Butler gibi düşünürlerle biçim lenen "queer teori”. B utler’ın çalışm ası erkek ve dişi ve/veya heteroseksüel ve eşcinsel olm anın ne a n la m a geldiğine d a ir fikirlerin her z a m a n ayrı­ calıklı terim e (erkek, heteroseksüel) bağlı olduğuna işaret etm ekte. Ayrıca­ lıklı terim e a it değerler, örneğin fem inistlerin eşitlik taleplerinde ve gey ve lezbiyenlerin özgürlük/hak taleplerinde g ö rü n ü r d u rum da. B utler a göre bu­ nun nedeni kadın, lezbiyen ve gey gibi kim lik kategorilerinin “ya baskıcı ya­ p ıların norm alize eden kategorileri olarak ya d a bu baskıya d a ir özgürlük­ çü b aşk ald ırın ın birleştirici n o k taları olarak düzenleyici rejim lerin (regulaCogito, sayı: 65-66, 2011


Interseks: Tehlikeli Bir Farklılık

lorv regimes) a raçları olm a eğilim leri”dir.16 İşte b u noktada, “queer” kim liği lııterseksi düşünm ek için kullan m ak la ilgili vaat devreye giriyor. B u vaat her ne kadar m ü m k ü n ya da m ükem m el görünm ese de, queer in heteroseksüel/ hom oseksüel çerçevenin hizm etine sunulm ayı reddeden kaygan b ir katego­ ri olm asıyla, toplum sal cinsiyet ya da cinselliğin derli toplu b ir biçim de kategorize edilm esine karşı gelmesiyle ve h a tta cinsiyetin biyolojik a n la m d a ob­ jektif olduğuna d a ir fikre de k a rşı çıkm asıyla interseksi d ü şünm ek için bir im kân açıyor. H eteroseksüel/hom oseksüel ikili yapısını reddetm e benim projem için de önemli; çü n k ü doktorlar ebeveynlere m üdahalelerinin belirgin ve “n o rm al” bir cinsel kim likle sonuçlanabileceğini vaat etm eye çalışıyorlar. A nne-Fausto Sterling’in de gösterdiği gibi interseks bedenlerin norm alliğin tekil versiyon­ larında ısra r etm esini b u y u ran emir, tü m s ta n d a rt sağaltım prosedürlerini şekillendiriyor. Tedaviyi a la n la r için ne gibi sonuçlar doğuracağına d a ir doğ­ ru düzgün b ir anlayıştan yoksun o larak bu p rosedürler sürdürülüyor: [Interseks] bebekler neredeyse d o ğ ar doğm az “n o rm a l” heteroseksüel erkekler ya da dişiler o larak toplum a sessizce girebilm ek için horm onsal ve c e rra h i ida­ reyi içeren b ir program a tabi tutuluyor... P ro g ra m ın poliçesinin am açları gerçekten insancıl; in sa n la rın hem fiziksel hem de psikolojik o larak "uyum sağlam asına” d a ir isteği yansıtıyor. Fakat tıp cam iasında bu isteğin altında yatan varsay ım lar -sadece iki cinsiyetin olduğu, sadece heteroseksüelliğin norm al olduğu, psikolojik sağlığın tek bir şeklinin b u lu n d u ğ u - fiilen ince­ lenm eden b ıra k ılm ıştır.17 Özetle, m edikal biyoloji interseksüelliğin istatiksel açıdan sabit b ir cinsel/ anatom ik çeşitlilik örneği olduğunun, yani doğallıkla m eydana gelen bir du­ rum olduğunun farkındaysa da, bu çeşitliliği n ö tr bir farklılık değil, patolo­ ji olarak ortay a koyuyor.

Belalı Olmayan İnterseks/üellik Ç alışm am ı cinsiyet ve toplum sal cinsiyet a y rım ın ı reddeden B utlercı b ir pers­ pektiften geliştiriyorum . B utler’in son dönem de yazd ık ların ın diğer özellik­ lerine ilişkin d a h a önceden b elirttiğim eleştirilere rağm en onun reddiyesini 16 Butler, Judith, "Imitation and Gender Insubordination”, Inside/Out: Lesbian Theories, Gay Theories, Ed. Diana Fuss, Londra-New York: Routledge, 1991, s. 13-31 içinde, s. 13-14. 17 Fausto-Sterling, Anne, “The Five Sexes: Why Male and Female are Not Enough”, Sciences Mart/Nisan 1993, s. 20-25 içinde, s. 22.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

107


108 i Morgan Holmes

yine de aşırı derecede yararlı buluyorum . Bu konuda A nnam arie Jagose’nin açıklayıcı değerlendirm esine katılıyorum : “Genel geçer biçim de kabul edilen cinsiyet ve toplum sal cinsiyet a ra sın d ak i ayrım ı reddederek ve b u ikisi a ra ­ sındaki farkı o lu ştu ran sözde nedensel ilişkileri sökerek, Butler... ‘değişken­ liği cinselliğin tam kalbinde’ konum landırıyor.”18 Bu kitap, B utler in, cinsiyetin kendisinin değişken olduğuna ilişkin göz­ lem ini ele alm ak ta. İnterseksin değişkenliğinin biricikliğine d a ir varsayılan hakikate karşı b ir argüm an geliştirerek, interseksin cinsel dengesizliğin ala­ nı değil, değişkenliğin ya da so ru n yaratm a biçim lerinin en çok id are altına alm an a la n la rın d a n biri olduğunu öne sürüyor. Aslında, cinselliğin h er tü rü ­ nün ve cinsellik atfedilm iş bedenlerin kendine özgü b ir tarih i var. Bu ta r ih ­ ler bizzat cinsiyetin değişkenliğini in k âr etmeyi am açlayan spesifik kültürel ve politik b a ğ lılık lar içinde şekilleniyor ve şekillendiriliyor.19 Bu kitapta en az iki ses bulunm aktadır. Bu iki sesin nasıl geliştiğini bilm ek okur için faydalı olabilir. Bu çalışm a, birçok kitap gibi, doktora tezi, konferans bildirim leri ve sunum ların b ir araya gelmesiyle başladı. Tüm b u n ları b ir a ra ­ ya getirirken m etinde iki itici kuvvetin var olduğu açık: biri otoetnografik,20 diğeri ise d a h a kesin biçimde teorik. Tıpkı aktivizm im le teorik çalışm am ın her zam an ra h a t b ir ilişkisi olm adığı gibi, kitaptaki otoetnografi ile teori a ra ­ sında da z am an zam an gerilim hissedilebilir. [...] B u kitap bilgi aldığım kişi­ lerden21 edindiğim veriler olm aksızın ortaya çıkam azdı; b u n lard an bazıları aktivizm den arkadaşlarım . Bizim gerçekten var olduğum uzu yeni yeni fark eden bir dünyada interseks olm an ın ne anlam a geldiğini birlikte d ü şü n d ü ­ ğüm ve interseks üzerine yeni biçim lerde düşünm eyi birlikte geliştirdiğim ki­ şiler olarak h er biri benim için p a h a biçilmez değerdedir. İngilizceden çeviren: İmge Oranlı 18 Jagose, Annamarie, Queer Theory: An Introduction, New York: New York University Press, 1996, s. 90. 19 Bu cümleyi takiben kitabın orijinal basımında bulunan birkaç paragraf çevrilmemiştir. Okuyacağınız sonraki paragraf ise giriş bölümünün sonuna ait olup bu çevrilmemiş kısım­ ları özetler niteliktedir, (ç.n.) 20 İngilizcede autoetnography olarak geçen ifadeyi Türkçeye otoetnografi olarak çevirmeyi uy­ gun gördüm. Bu kavram kişinin kendi kişisel deneyimini yorumlama ve aktarma çalışma­ sını ifade etmekte, (ç.n.) 21 İngilizcede informant olarak geçen terim "bilgilendiren kişi" anlamına gelmektedir. Genel­ de antropoloji alanında saha araştırmalarında bilgi alınan kimseler için kullanılan bu teri­ min Türkçede tam karşılığı bulunmadığından bu terimi anlamını aktaracak şekilde çevir­ meyi uygun gördüm, (ç.n.)

Cogito, sayı: 65-66, 2011


İnterseks: Tehlikeli Bir Farklılık

lnterseksüelliğin Anlamını ve İdare Edilişini Yeniden Düşünmek Klinisyenler in atla interseks aktivistlerinin hedefinde olan tedavi sta n d a rt­ larının değiştirilm esi yönündeki b askılarını yanlış anlam aktadır. K linisyen­ ler talep edilen değişikliklerin çocukların net b ir cinsiyet algısından yoksun yetiştirilm esine yol açacağını savunurken, interseks aktivistlerin önerisi ço­ cuk ların cinsel kim liği olm aksızın yetiştirilm esi değil. Şim dilerde pek çokla­ rınca savunulan yaklaşım , ne bireysel kim liği alaşağı etm ek ne de özgür ira ­ denin sın ırla rın ı sorgulam aktır. E n etkin örgütlerin önerdiği şey, tü m bu fi­ kirleri b ir ad ım d ah a ileri götürerek, tedavilerin interseks bireylerin taleple­ rine odaklanm asıdır. Erken kozm etik c errah i m üdahalelerin ertelenm esiyle çocukların sıradışı cinsiyetsizlik denekleri o larak yetiştirilm esi ta rtış m a s ı­ nın b irb irin d en farklı şeyler olduğu anım satılarak , aktivist söylem in m erke­ zinde interseks bireylerin kendi arzu ve ihtiyaçlarını ifade edebilm esi yer alı­ yor. Mesele, açıkça tan ım la n m ış bir toplum sal rolün gerekliliği değil. Mese­ le, tıbbın, çocuğa bir cinsel kim lik edindirm e işin in ille de c e rra h i m ü d ah a­ leden geçtiğinde ısrar etm esidir. Bu tartışm a y a girm eden önce bu bölüm de kullanacağım terim lerle ilgili açıklam a yapm akta fayda görüyorum . “K ozm etik c e rra h i” ifadesini sonuçla­ rı organsal fonksiyonlara bağlı olm ayan c errah i işlem ler için kullanıyorum .22 İnterseksüelliği b ir dizi koşulu ifade etm ek için kullanıyorum ; a m a buradaki “koşul” (condition) genellikle k a d ın ya da erkek o lm anın bir koşul ya da bir varoluş h ali olduğuna işaret ediyor; terim e tıp tak i kinayeli “b o z u k lu k ” a n ­ lam ını yüklem iyorum . "B ozukluk” terim ini ise iki ayrı şeyi belirtm ek için kullanıyorum : Öncelikle, interseksüelliğin bazı biçim lerinde karşılaşılabilen potansiyel organsal sağlık so ru n ları, İkincisi, interseksüelliğin toplum daki ikili cinsiyet/toplum sal cinsiyet şem asının n o rm a tif kav ram ların a b ir tehdit olarak şekillenm esi.

Takviye mi? Tedavi mi? Hiçbiri mi? C errahi m üdahale interseks genital organları üzerinde bir rah atlatıcı tadilat m ıdır, yoksa tedavi mi? Biyoetikçi Eric Parens b u iki kavram ı yapılacak iş22 Türkçede estetik ya da plastik cerrahi terimi organsal fonksiyonlara bağlı cerrahi işlemler için de kullanıldığı için bu çeviride “kozmetik” ifadesini kullanmayı uygun gördüm. Organ­ sal fonksiyonlara bağlı olarak yapılan estetik cerrahi işlemlerine örnek olarak idrar yolu ol­ madan doğan birine cerrahi operasyonla idrar yolu açılması örnek verilebilir. Yazarın koz­ metik terimini kullanmaktaki amacı ise yapılan müdahalelerin sadece görüntüyü “düzelt­ mek” ile ilgili olduğunu vurgulamaktır, (ç.n.)

Cogito, sayı: 65-66, 2011

109


11 0 : Morgan Holmes

lem in tıbbi aciliyet ve gereklilik taşıyıp taşım ad ığ ın a ve dolayısıyla sağlık si­ gortası k a p sam ın a alınabilirliğine göre birbirinden ayırm aktadır. Parens’a göre tedavi, k işin in spesifik ya d a potansiyel b ir yetisinin, toplum un çoğun­ luğuyla eşit derecede kullanabileceği seviyeye getirm ek üzere onarılm asıdır. Bir tedavi bo zu k beden fonksiyonunun kişinin kendi kendine yeteceği, b a­ ğımsız olabileceği bir şekilde düzeltilm esini öngörür. O m uriliği zedelenm iş bir hastaya hareket kabiliyetini yeniden kazan d ırm ak , tedavidir. Plastik cer­ rah in in kozm etik nedenler için kullanılm ası, kişilere “imaj tem elli” b ir to p ­ lum da im ajları üzerinden b ir rekabet avantajı su nduğu için takviyedir. Steroitlerin k u lla n ım ı da sp o rcu lara rekabet avantajı su n a n bir takviye yönte­ midir. Bu bölüm de Parens'ın k av ram ların ı intersekse ilişkin c e rra h i m üda­ halelere uygulayacağım ve b u n la rın onarım olm adığını göstereceğim ; çü n ­ kü teşhisler interseks için neyin gerçekten kayıp a n la m ın a geldiğini belirle­ m ekte b a şarısız oluyor. Tıpçılar çocuğa gerekli gö rü n ü m ve fonksiyonları kazandırdığı için, m uğ­ lak genital o rg an la rın değiştirilm esinin bir tedavi olduğunu savunuyor. Kan a d a ’da b u n u n gibi “düzeltici işlem ler” sosyal sigorta kapsam ında bu lu n u ­ yor ve kam uoyunca gerekli tıbbi tedaviler olarak görülüyor. Öte yandan, bu işlem lerin çok benzerleri transseksüellere de uygulanıyor, ancak transseksüellere yapılan cinsiyet düzeltm e operasyonları sigorta kapsam ına a lın m ı­ yor ve “kişisel gelişim ” sayılabilecek, sağlıkla ilgisi bulunm ayan işlem ler ola­ rak görülüyor. Son 30 yılın tıbbi m akaleleri, cerrah i operasyonun net bir cinsel kim lik ve cinsiyet duygusu inşa etm ek a n la m ın a geldiğini ve çocuğu acım asız dünya­ nın vereceği z a ra rla rd a n korum ayı am açladığını ifade ediyor. [...] Çocuğun iyiliğini d ü şü n ü r gibi görünen tü m bu çab aların a ltın d a aslında ebeveynle­ rin p aniğinin yatıştırılm ası çabası da yatıyor. Çocuğa tek cinsiyet belirlen­ mesi için yapılan operasyonlar ebeveynlerin p a n iğ in in çocuğun bedeni a ra ­ cılığıyla yatıştırılm asm ı sağlıyor. Örneğin, sosyal psikolog S uzanne Kess­ ler, interseks çocukların genel geçer cinsiyet n o rm la rın ın korunm asıyla il­ gili kaygıların giderilm esinde b ire r kanal olarak kullanıldığını şöyle açıkla­ m akta: "K işinin genital org an ları üzerinde söz h a k k ın ın kime ait olduğu ko­ nusunda b ir şüphe yaşanabileceği korkusuyla, b ir grup ara ştırm a c ı cerrahi operasyonları ‘Ç ocuğun a k ra b a la rı ve arkadaşlarıyla ilişkilerine d a ir ailevi kaygıları hafifletiyor’ diyerek h ak lı çıkartm aya çalışırken, bir diğer cerrahi grup daha açık sözlü d av ran arak ‘K üçük bir çocuk için yapılm ası zo ru n lu ilk Cogito, sayı: 65-66, 2011


înterseks: Tehlikeli Bir Farklılık

İş, anne b abası ve ak ra b a la rın c a kabul görebilm esi için bedensel gö rü m ü n ü n Teminize edilm esidir hükm ünde bulunuyor.”23 Tıpçılar a n n e b ab aların kaygılarını çocuğun c e rra h i operasyonla kendi­ ni bir cinsiyete ta m olarak bağlı hissedeceğini, sağlam bir cinsel kim liğe sa­ hip olacağını vaat ederek giderm e yoluna gidiyorsa da, bu düşünm e b içim in­ de iki m an tık h atası var. İlk h ata, herhangi b ir c e rra h i ve tıbbi değişim ge­ çirm em iş interseks bireylerin net kim liklere sah ip olam ayacağının varsayılınası; an cak a ra ştırm a c ıla rın elinde bu varsayım ı doğrulayan herhangi bir kanıt yok. İkinci hata ise “tip ik ” erkek ve k a d ın la rın ta m a m ın ın kendi cinsel kim likleri içinde kendilerini ait oldukları yerde hissettikleri, bedensel g örü­ nümleriyle kim likleri arasın d a hiçbir fark olm adığı önyargısı. Bireyler yüz­ lerinde ve göğüslerinde bir "kadında" olm ası gerekenden çok fazla istenm e­ yen tüy bu lu n d u ğ u n u düşünebilir ya da bir “erkekte” olm ası gerekenden çok az kılı olduğundan, k asların ın yeterince gelişm ediğinden şikâyet edebilirler. G ünüm üzdeki pek çok ü rü n ve hizm et (egzersiz salonları, güzellik m erkezle­ ri vb.) de bu tü r “bedensel yetersizliklerin” hem en hem en her bireyde görüle­ bildiğini kanıtlam ıyor mu? Öyleyse doktorların an n e b ab alara ç o cu k ların ın cerrahi operasyonla edineceği cinsiyetten tam a m e n tatm in olacağı ve tam bir kadın ya da erkek olarak yetişeceği yönündeki vaatleri im kânsız gibi gö­ rünm üyor m u? İddia edildiği gibi çocuğun genital org an ların ı tek cinsiyete dahil olacağı şekilde düzenlem ek cinsel k im liğinin belirlenm esinde işe y ara­ sa bile, b ir kişin in cinsiyetine kendisinin k a ra r verem eyeceği k a d a r erken bir yaşta m üdahale etm ek ne k a d a r doğru? Genital o rg an ların hangi işlevlerinin biyolojik hangi işlevlerinin ise sadece kültürel olduğunu ayırm ak güç; tipik, "norm al” genital o rganların neyi yap­ tığım ya da atipik organların neyi yapam adığını ta m olarak ortaya koym ak da... Bir birey interseks görünüm lü genital org an lara sahip olduğu halde hâlâ doğurgan olabilir (örneğin dış genital o rganların eril olduğu am a içeride ta ­ m am en etkin kadın genital organlarının, yani y u m u rta lık la r ve ra h m in b u ­ lunduğu durum larda). Oysa hem norm al görünen, hem cinsel a n la m d a du­ yarlı ve işlevsel, hem de doğurgan genital org an lar inşa etm ek pek m üm kün değildir; görü n ü m ü n norm alleştirilm esine o d ak lan m ış cerrahi m üdahaleler cinsel haz alm a işlevini ya da doğurganlığı feda eder. M ikropenise sahip, ge­ netik olarak erkek çocuklara dişi genital organları inşa edilm ekte ve sağlık23 Kessler, Suzanne, Lessons from the Intersexed, New Brunswick, NJ: Rutgers University Press, 1998, s. 55.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

111


112: Morgan Holmes

h testisleri yerlerinden ç ık a rtıla ra k doğurganlıkları sonlandırılm akta. Peni­ se yapılan işlem seksüel hazzı ve işlevselliği de o rta d a n kaldırm akta. Öte yan­ dan, norm alden büyük klitorise sahip genetik kız çocukları da klitorisleri kü­ çültülerek klitoral duyarlılıktan yoksun bırakılm akta. Biyolojik işlevi bozan, görünüm ü norm alleştiren bu “o n a rım la r” gerçekte başarılı oluyor m u? Ö rneğin b ir penis olarak işlev göremeyen, n orm alden küçük fallusa sahip erkek ç o cu k ların d a penislerinin tam am en kesilerek cinsel o rg a n la rın ın de­ ğiştirilm esinin küçük bir penise sahip olm aktan çok d ah a fazla psikolojik ve fiziki h a sa ra yol açtığına d a ir k a n ıtla r var (H. W. Kişisel tıbbi dosyası, 1962). Eric Parens, "takviye” ya da "destek" terim ini h astay a kendi genetik altyapı­ sından bekleyemeyeceği bir avantaj sunm ak olarak ele alıyor. Öyle g ö rü n ü ­ yor ki, sadece görünüm ü norm alleştiren, organsal fonksiyonları ise bozan şu anki uy g u lam alar ne onarıcı b irer tedavi, ne de b ire r “takviye” ya d a “des­ tek”. K ozm etik kaygılar kültürel koşullarla sıkı sıkıya bağlantılı ve b u da tıb ­ bı ideolojiden ayırm ayı im kânsız kılıyor. Biyom edikal bilim i in sa n la rın ikiden fazla biyolojik cinsiyetten geldiği­ ni kabul eder. G enital görünüm deki çeşitlilik biyolojik olarak göğüs büyük­ lüğündeki çeşitlilikten d ah a önem li olam az. Diğer yandan, çok çok az interseks çocuk kendileri de interseks olan anne ve babalarla doğar; ebeveyn­ ler erkek ya da kadındır, ç o cu k ların ın da kendileri gibi erkek ya da k ad ın ol­ m asını isterler. Tıpçılar ailelerin çocuklarının evlenip aile kuracak, çocuk doğuracak ya d a evlat edinecek heteroseksüel bireyler olarak yetişm elerini u m duklarını belirtiyor: “Aileler çocuklarıyla ilgili korkular ve kaygılar ta ­ şır; k ızların ın gelecekte bir erkek p a rtn e r bulam ayacağı, anorm al b ir seksü­ el yönelim yaşayacağı ya da o ğ u lların ın bir erkek için fazla ince b ir sese sa­ hip olacağı gibi şeyler. K ızların ın diğer çocuklar gibi heteroseksüel biçim de yetişeceğini bilm ek, bun u n la ilgili tıbbi girişim lerde bulunm ak ailelere ken­ dilerini güvende hissettiriyor...”24 Aileler kendi cinsel kim lik ve yönelim lerini çocuklarında yeniden ü re t­ me hak k ın a sah ip değil. G ünüm üzde, aile ilişkilerini bozsa da, iş y a şam ın ­ da ya da kişisel güvenlikte sık ın tılar doğursa d a heteroseksüel olm ayan in ­ san ların “ted av i” olmaya ya d a değişmeye zorlanam ayacağını kabul ediyo­ ruz. S o ru n la r farklı cinsel kim liklerden değil, toplum sal önyargı ve kaygılar­ dan kaynaklanıyor. 24 Slijper vd., “Neonates with Abnormal Genital Development Assigned the Female Sex: Parent Counseling", Journal o f Sex Education and Theraphy, C. 20, S. 1, 1994, s. 9-17 içinde, s. 15.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Interseks: Tehlikeli Bir Farklılık

Uygulamalar ve Tutumlar I993’te interseksüelliğe klinik yaklaşım ları incelemeye başladığım da, sade­ ce doktorların değil biyoetikçilerin de hâlâ intersekslerle ilgili uygulam aların köklü bir revizyona ihtiyacı olduğuna ikna edilm esi gerekiyordu. U zm anlar İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem de oluşan sta n d a rtla ra bağlı kalm ayı sür­ dürüyordu. Etikçileri ikna etm e işi Journal o f Clinical Ethics in (Tıbbi E tik Der­ gisi) b ütün b ir sayısı buna ayrılarak başarılı oldu. Bu süreç İngiltere m erkez­ li AIS destek g rubu (AISSGUK), Kuzey Amerika Interseks Cemiyeti (ISNA) ve internette faaliyet gösteren pek çok destek grubunun çabalarıyla tam am landı. Böylece, işim iz a rtık etikçileri h a sta b ak ım ın d a yeni bir y aklaşım a ikna etm ek değil. B u n u n yerine, bu yeni yaklaşım ın neden ve nasıl en uygun yak­ laşım olduğunu irdelem ek istiyorum . Gerçekte, bu yeni p arad ig m an ın ilkele­ ri yeni değil. O k a d a r ki, bu ilkeler bireylerin bağım sızlığına ve bü tü n lü ğ ü n e saygı duy m an ın ahlaki bir görev olduğu şeklindeki yaygın inanca dayanıyor, yani bu yeni yaklaşım oldukça m uhafazakâr. İnterseks vak aların ın id are sin ­ deki (managem ent) yaklaşım ın revize edilm esine ilişkin öneriler sadece, bil­ diğim iz, h â lih a zırd a zaten var olan bireysel bağım sızlığa ve seçm e özgürlü­ ğüne saygı ilkelerini savunuyor. Bu tartışm a, felsefi ve politik ideallerle sembiyotik b ir ilişki içinde yaratıl­ mış, üzerinde anlaşılm ış k u rg u la r ve prensiplere odaklanm akta. B u n la r Batı dünyasının çok büyük bölüm ünde paylaşılan idealler ve kendi içine kapalı bir sistem oluşturuyor. K urguların b azıları ise şöyle: H epim iz birer bireyiz, bi­ reyler bağım sızdır ve her birey kendi yaşam biçim ini belirlem ekte özgürdür. Ancak, her özne bireyselliği ve h a k la rın ı aynı biçim de deneyimleyemiyor. Mevcut tıbbi protokoller statükoyu zorlam ayacak, kendini tan ım la m a k için önündeki iki kutu d an b irin i seçecek özneler y aratm ak am acına hizm et ediyor. Biyom edikal yaklaşım interseksüaliteye tarafsız, sadece tan ım la y ı­ cı bir bakış sağladığım iddia edebilir, am a farklılığın h astalık o larak sınıf­ landırılm ası aslın d a tarafsız b ir tu tu m değildir; çü n k ü cinsellik ve toplum ­ sal cinsiyet n o rm la rı politik taleplerin hizm etindedir. Teresa de L auretis bize “toplum sal cinsiyet sistem inin b ü tü n toplum larda daim a ekonom ik ve siya­ si faktörlerle y ak ından b ağlantılı” olduğunu hatırlatıyor.25 Bu d u ru m interseksler için de geçerli ve o n lar “doğal” biçim de in sa n la rın sadece iki cins­ ten ibaret olduğunu iddia eden b ir organize yapıyı zorluyor. Böyle b ir siste25 de Lauretis, Teresa, Feminist Studies, Critical Studies, Bloomington: Indiana University Press, 1986, s. 5.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

113


114: Morgan Holmes

me m eydan okuyan varlıklar olarak, interseks bedenler uzun z a m a n d ır on­ ları toplum ca kabul gören ideolojik yapılara sığdırm aya çalışan tıbbi ya da hukuki ölçütler k arşısında savunm asız hale geldi. K adın o larak ku rg u lan an interseks kişiler çoğunlukla politik ve sosyal dünyayı k a d ın kimliğiyle deneyim ler; ancak b ir interseks kad ın ın geçm işin­ de konuşm am ası, düşünm em esi, kendine bile söylememesi gereken ay rın tı­ lar vardır. İntersekslerin yaşam öyküleri çoğunlukla, kim likleri h ak kındaki bu yalan söyleme ve k an d ırılm a duygusunun o n ları nasıl yıllarca sü re n ken­ dinden şüphe etm e, anksiyete ve korku d u ru m la rın a soktuğundan söz eder.26 C errahlar ve klinisyenler h a s ta la rın çoğunun k a d ın ya da erkek kim liğiy­ le m utlu biçim de yaşayan yetişkinler olduğunu iddia eder; ancak en h u z u r­ lu sanılan h a s ta la rın dahi interseks olm ayan y aşıtların d a bulunm ayan bir­ çok bedensel gerçekle baş etm ek zoru n d a kaldığı gözden kaçırılm akta. İnter­ seks kişilerin kişisel tarih le rin in b ire r parçası o larak sahiplenm ek d u ru m u n ­ da kaldıkları m uam eleler son derece alışılm ad ık tır ve bilgi aldığım kişilerin çoğu küçük y aşların d an beri b u n u n acı bir şekilde farkındaydılar. İn sa n la ­ rın çoğu çok şişm an ya da çok zayıf ya da fazla kıllı olduklarını, k asların ın erkek olm ak için az ya da kad ın olm ak için fazla olduğunu düşünürken, cer­ rah i m ü dahalenin interseks ço cuklarda cinsel kim likle ilgili tü m kaygıları düzelteceğinin sanılm ası aptalcadır. İnterseks bireylere özgü, c e rra h i m üda­ halelerin yol açtığı bu travm aya k arşı duyarlı olunm ası gerek. K endilerinde interseksüalitenin herhangi b ir form u teşhis edilm iş çocuklar herkes gibi de­ ğil; çünkü o n lara cinsel kim lik edindirm ek üzere b a şv u ru la n m etot diğer in ­ san lar için kullan ılan larla aynı değil. Tıp u zm an ları teşhis ve düzeltm e süreçlerinin sonuçlarını ciddi biçimde göz ardı ediyor. K adın olarak kurgulanm ış interseksler diğer k a d ın la r gibi değildir, partn erleri ve çocukları olsa bile. "Uzun vadeli zorlukların farkında olan bir sesin yokluğunda, sta n d a rt tıbbi öneriler c errah i m üdahaleyi işaret etmeye devam ediyor ve interseksüalite ya da herm afro d it sözcüklerini kul­ lanm ıyorlar, çü n k ü bu, ebeveynlerin çeşitli y an ıtlar istedikleri b ir atm osfer yaratıyor.”27 M azur, yasaların h a sta la ra ve ebeveynlere soru sorm a ve tatm in edici y anıtlar alm a hakkı sağladığını unutuyor. 26 Kişilerin ve toplulukların kurduğu, interseks bireyler hakkında kişisel bilgi veren ve ayrıca 1998’de yayımlanan Chrysalis interseks özel sayısı gibi hikâyelerin bulunduğu birçok web sitesi mevcuttur. 27 Mazur, Tom, "Ambiguous Genitalia: Detection and Counselling", Pediatric Nursing, Kasım/ Aralık 1983, s. 417-22 içinde, s. 419.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


înterseks: Tehlikeli Bir Farklılık

O ntario’lu b ir anne, b a n a yazarak, aile d o k to rların ın ve çocuklarıyla ilgi­ lenen u z m a n ların k ızına b ir teşhis koymayı reddettiğini bildirdi. M esajı şöylevdi: "D oktorlar b a n a kızım ın b ir erbezi torbası olduğunu ve ‘xy’ krom ozo­ mu taşıdığını söyledi; biosentetik b ir enzim eksikliği olduğundan söz ettiler, bunlar sadece laf kalabalığı ve gerçek bir teşhis değil. AIS dediler a m a bu­ nun hakkında h içbir bilgi verm ediler.28 Cerrah, b ir ce rra h i operasyonla kızı­ mın ‘istenm eyen’ şeylerinden k u rtu lm a sın ı tavsiye etti.” (S.M., y azara gelen bir e-posta, 15 A ralık 1998) Bilgiden m a h ru m bırakılm ası bu anne için öyle sıkıntılıydı ki d a h a faz­ la bilgi arayışı içinde b an a yazdı. K ızının am eliyatı gerçekleştirildikten son­ ra da kendi b a şın a bırakıldı; ne yapm ası gerektiğini, adı konulm ayan bu du­ rum un ne gibi sonuçları olabileceğini, bir anne o larak nasıl davranacağını bilemiyordu. B an a d ah a sonra yazdığı başka bir e-postada, kızm a b ir oyun­ cak kam yon alm ak konusunda k a ra rsız olduğundan, b u n u n kızın ın cinsiyet kim liğini zedelem esinden ko rk tu ğ u n d an söz ediyordu. S onra her ikim izin de çocukluğum uzda oyuncak kam yonum uz olsaydı d a h a m utlu olacağım ı­ zı düşündük ve b u n u n üzerine gidip kızına istediği kam yonu alm aya k a ra r verdi. Bu G üneybatı O ntario’lu ailenin b aşvurduğu tedavi tıpta çok yaygın olan ve sorgulanm ayan bir bak ım sta n d a rd ın ı yansıtıyor. Sadece 1997’den bu yana bu s ta n d a rtla r çok az sayıda sağlık çalışanı ve b ir tıbbi birlik; Gey ve I.ezbiyen Tıbbi Birliği (Gay and Lesbian M edical Association) ve yine sadece küçük bir grup tıp öğrencisi ta ra fın d a n giderek d a h a fazla tetkik ediliyor.29 I nterseksüalite yönetim inin bu k a d a r tekil o lm asının b ir sebebi de çok kısıtII epistemolojik genealojiye sahip olm asıdır. Bu p arad ig m a alandaki az sayı­ da uzm an ta ra fın d a n y aratıldı ve bu u zm an lar şu an d a hastanelerde ü st dü­ zey yönetici olarak çalışan ları eğitti. Erken cinsiyet belirlenim i ve cerrahiyi savunan psikolojik teorinin izi Jo h n Money ve Johns Hopkins Üniversitesi ne kadar sürülebilir; interseksüalite yönetim inde k u lla n ıla n cerrahi teknikle­ rinki ise İngiltere’de C hristopher D ew hurst’e ve H ollanda’da b aşın ı J. M. E Slipjer’in çektiği b ir grup c e rra h a dek. 28 AIS, androjen insensitivite (duyarsızlık) sendromunun kısaltmasıdır. Bu duruma sahip bi­ reylerin 46XY cinsiyet karyotipi ve içerden testisleri vardır fakat testosterona duyarsızlık gösterirler. Beden ve dış genital organları tipik dişi özellikler gösterse de içsel olarak dişi üreme organları bulunmamaktadır. 29 2003 yılında Gay and Lesbian Medical Association (Gey ve Lezbiyen Tıbbi Birliği) interseks vakaların klinik ortamlarında güvende hissetmek için ekstra ilgiye ihtiyaç duyan bir grup olduğunu belirten bir bildirge yayımladı. Bkz. http:.// www.bodieslikeours.org/forums/ showthread.php?mode=hyhrid&t=280.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

115


116: Morgan Holmes

[...] Pek çok kaynak, bir ebeveynin karşılaşabileceği en trajik ve şok edi­ ci d u ru m u n m uğlak genital o rg an larla doğm uş b ir çocuk olduğuna işaret ediyor.30 Ç ocuğun idaresi çoğunlukla cinsiyet belirlenim i ve c e rra h i ope­ rasyonla ailesinin endişelerinin hafifletilm esine odaklanıyor. C e rra h lar h a ­ len kızları yap m an ın erkeklerden d a h a kolay olduğunda ısrar ettiklerinden, bu cerrahi operasyonlar çoğunlukla fem inize eden türden; ço cu k ların yüz­ de 90’ı kız o larak belirleniyor.31 Cinsiyet belirlenim iyle ilgili yaygın b ir ifa­ de var: "Delik k azm ak sırık dikm ekten daha kolaydır.” Bu ifadenin Dr. John G e a rh art’a ait olduğu iddia ediliyor; ancak d ah a so n ra kendisinin b u n u şid­ detle in k âr ettiğini duydum. [...]

Yaygın Tedavi ve Sonuçları Pek çok yetişkin interseks, m a ru z kaldığı tedavi y ü zünden kendini d erin bir u tanca sü rü k len m iş ve suiistim al edilm iş hissettiğini belirtiyor. 1960’ların o rtasın d a doğm uş ve erkek o larak yetiştirilm iş, a n cak 70’lerde Johny Money ve çalışm a a rk ad aşların ca progesterona bağlı dişi pseudoherm afroditizm teşhisi konulm uş K üra Triea şöyle yazıyor: "İlginç b ir lab o ratu v ar faresiydim . Kendim e lab o ratu v ar faresi a d ın ı tak­ tım , çünkü interseks çocuklara öyleym işler gibi davranılıyor. Tahlil, fotoğ­ ra f çekimi, m uayene, sonra b iraz d a h a fotoğraf... Bu tu tu m beni her şeyden d a h a fazla y araladı, h a sara u ğ ra ttı ve m utsuz etti. İnterseks oluşum la ilgi­ li hiç kimseye tek kelime etm edim . H içbir zam an. B u asla yapam ayacağım ı düşündüğüm b ir şeydi. A kıldan geçirilm esi bile m ü m k ü n olm ayan b ir şeydi. K onuşm ak ölüm dür. İnterseks in sa n la r konuşm az.”32 Diane Anger, 1964 doğum lu AIS (Androjen İnsensivite Sendrom u) b ir ka­ dın, tedavisini şöyle yazıyor: "...Ondan sonra tabii p ediatrik endokrinologlara korkunç ziyaretler; aşağılık, kötü in san lar olarak gördüğüm on larca adam genital o rg an la rım a alık alık baksınlar, onları okşasınlar, izlesinler diye ... beni bir birey, erkek ya da kadın olarak kendi varlığım ı sorgulam aya iterek.”33 30 Amerikan televizyon programı 20/20’nin spikeri Hugh Downs interseks cinsel organları­ na sahip yeni doğmuş bir bebeği tam da bu şekilde tanımlamıştı. Bu program 5 Haziran 1993'te yayınlanmıştı (Yapımcı David Sloan). 31 Newman, Kurt vd., “The Surgical Management of Infants and Children with Ambiguous Ge­ nitalia: Lessons Learned from 25 Years”, Annals o f Surgery, C. 215, S. 6, 1991, s. 644-53 için­ de, s. 655. 32 Triea, Kiira, Intersex Voices, http://www.qis.net/~triea. 1997. 33 Anger, Diane, “A Retrospective View of A Male Pseudo-Hermaphrodite’s Long Road To Re­ covery", 1998, http://www.qis.net/~triea/diane.htm

Cogito, sayı: 65-66, 2011


İnterseks: Tehlikeli Bir Farklılık

CAH ve AIS g ruplarındaki pek çok h asta için, genital o rganlarını fem i­ nize eden erken c errah i m üdaheleler kısa bir vajinayı uzatm ak ya d a olm a­ yım bir vajinayı in şa etm ek için vajinoplastiyi de içeriyor. Tuz kaybı yaşayan {'AH çocuklarda yapılan a ra ştırm a lar, erken vajinoplastinin düşük b ir b a ­ şarısı olduğunu işaret ediyor. Tuz kaybı sendrom u y aşam ayanlarda d a d u ­ rum farklı değil. Azziz vd. 4 yaşın d an önceki vajinoplastilerin sadece yüzde 14’ünün olum lu sonuçları olduğunu, çalışm aya k atılan CAH k ad ın la rın y ü z­ de 40’ınm heteroseksüel ilişkilere girm ediğini, heteroseksüel ilişkiye giren le­ rin yüzde 38’in in ise bu ilişkilerde ra h a t b ir cinsel birleşm e yaşayam adığını belirtiyor.34 Yeni b ir araştırm a, d a h a yüksek b ir heteroseksüalite o ra n ı veri­ yi >r, ancak sadece 9 h astad an o luşan b ir örnek g ru b u n a dayanıyor ve bunların beşi 20 yaşın altında, yani heteroseksüellikleri ve orgazm a ulaşm a yetile­ rine şüpheyle b a k m a k gerek.35 Lezbiyenlerde erken yaşların d a heteroseksü­ el olduklarını bildirm ek d u ru m u yaygındır, dolayısıyla b ulgular ta rtışılır, or­ gazm a ulaşm aya d a ir ifadeler yanlış olabilir.36 CAH g ru b u n d a tam birleşm e yaşanm ayan seksüel aktivite yaygın oldu­ ğundan, başarısızlık ve hasar riski vajinoplastinin potansiyel faydalarına ağır basm aktadır. Yapılm ış vajinalar bozulabilir, ciddi y a ra la r açılabilir ve yapıl­ mış bir vajina doğuştan var olan b ir vajinadaki sinirlerin duyarlılığına sahip değildir. İn şa edilm iş bir vajina esnek değildir ve k u ru lu k problem i vardır, ge­ rektiği k a d a r kayganlaşm az. Ayrıca, bu sıkıntıları teşhis edebilmek için bir çocuğa kendini cinsel olarak suiistim al edilm iş hissettirm eden, u ta n d ırm a ­ dan muayene ve işlem yapm ak zordur. Bir çocuğun vajinaya ihtiyacı y oktur ve ebeveynler çocuğa vajinanın bozulm asını önleyecek vajinal gereçlerin yerleşlirilm esine pek hevesli değildir. E rken vajinoplastideki başarısızlığın sebeple­ rinden biri de budur. B una rağm en c errah lar halen tekniklerini m ükem m elleştirdikçe d a h a iyi sonuçlar alacak ların ı düşünm ektedir. Bu yaklaşım interseksüaliteyle yaşam anın duygusal ve toplum sal hallerini yok saym aktadır. Belki de göz önüne alınabilecek d ah a rasyonel b ir yaklaşım vardır. Tuz kaybetme sendrom u yaşayan CAH bireylerdeki m askülenleşm e yaşam boyu süreklilik arz eder; cinsiyetin k a d ın olarak yeniden tayini bu d u ru m d a gerek34 Azziz, Ricardo vd., “Congenital Adrenal Hyperlasia: Long-Term Results Following Vaginal Reconstruction”, Fertility and Streility, C. 46, S. 6, 1986, s. 1011-14 içinde, s. 1012. 35 Newman, Randolph ve Parson, “Functional Results in Young Women Having Clitoral Re­ construction as Infants”, Journal o f Pediatric Surgery, C. 27, S. 2, 1992, s. 180-84. 36 Bu meseleyle ilgili bilgi dağarcığı alıntılanamayacak kadar geniştir; belgesel filmleri, po­ püler kültürü, lezbiyen otobiyografilerini, Our Bodies/ Our Selves (Bedenlerimiz/Kimliklerimiz) ve benzeri başka kitapları da kapsar.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

117


118: Morgan Holmes

sîzdir ve ciddi an lam d a z a ra r vericidir. Bu grup için yeni bir yaklaşım , erkek olarak inşa edilm ek olabilir, bu şekilde birey vajinoplastiye ihtiyaç duym az ve sesi, kıllanm ası ya da erkeksi beden yapısı nedeniyle toplum ca d am g alan ­ m az. C errahi m üdahale bu şekilde en aza indirgenir, dış görünüm ile belir­ lenen cinsiyet arasın d ak i çelişki azalır. Sadece, bu bireyler tipik erkeklerdeki boy ortalam asıyla karşılaştırıld ığ ın d a biraz d a h a k ısa olur. B azıları b u ö n erinin m an tıklılığını sorgulayabilir; ancak b u n u n cinsiye­ tin kadın o larak tayin edilm esinden d ah a çok işe yaradığına d a ir k a n ıtla r vardır. M ulaikal, Migeon ve R ock37 1938- 1957 a ra sın d a doğm uş, CAH sendrom u taşıyan ve erkek olarak yetiştirilm iş 9 genetik kadınla çalışm ış, bu ge­ netik k a d ın la rın hayatını erkek olarak sü rd ü rd ü ğ ü n ü ve cinsiyet geri dönü­ şünün m anasız olduğunu nakletm iştir. New York H a stan esin d en D oktor M aria New 46 XX karyotype ve CAH’ta n m u starip b ir hastasıyla ilgili şu n la­ rı yazm ıştır: “T üm yaşam ını erkek olarak sürdürm üş, evlenm eden önce pek çok kadın sevgilisi olmuş. K arısı cinsel y aşam ların d an gayet m em nundu.”38 Dr. New bu bireyin aylık k a n a m a la rın ın bir k ad ın olarak doğurganlık p o ta n ­ siyelinin b u lu n d u ğ u n a işaret ettiğini yazsa da, bu potansiyeli ko ru m ak için varsayılan tıbbi işlem lerin öncelikli ve anlam lı olm adığını belirtm iştir. [...] N orm alleştirm e u ğ ru n a geri dönüşü olm ayan c errah i işlem leri dayat­ m ak tan kaçınm ak, interseks ço cu k ların erginliğe u laştık ların d a böyle bir k a ra r alm aları d u ru m u n d a kendilerini daha iyi hissedecekleri bir görünüm için cerrahiye b a şv u rm a la rın a m an i değil. [...] İnterseks çocukların aileleri ve kendileri, anksiyete ve stresle baş etm e konusunda ce rra h la rd a n d a h a ileri eğitim e sahip olan ru h sağlığı uzm anlarıyla yapacakları “dah a a ç ık ” ta r tış ­ m alard an fayda sağlayacaktır. D anışm anın hedefi, çocuğun cinsel kim likle ilgili konulardaki keşiflerine olan ak sunan destekleyici bir o rtam sağlam ak olm alıdır. Hedef, bu çocuğun an n e b abasının beklentilerine cevap veren cin­ sel d av ran ışlard a bulunm ası, evlilikler, vaftizler ve benzeri şeyleri sorgusuz sualsiz kabul etm esi değildir. Cinsel norm allik fikri çocuğun cinsi açıdan m utlu ve kendisiyle barışık olabileceği terim lerle yeniden şekillendirilm elidir; anne b a b a sın ın tatm inine ya da kendisine biçilm iş cinsiyetine uygun oyuncaklar k u llanm ası gibi şeylere bağlanm am alıdır. 37 Mulaikal, Rose M., C. Migeon, J. Rock, “Fertility Rates in Female Patients with Congenital Adrenal Hyperplasia Due to 21-Hydroxylase Deficiency”, N Engl J Med, S. 316, 1987, s. 178192 içinde, s. 179. 38 New, Maria I., Elizabeth Kitzinger, "Pope Joan: A Recognizable Syndrome”, Journal o f Clini­ cal Endocrinology and Metabolism, C. 76, S. 1, 1993, s. 3-13 içinde, s. 6.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


İnterseks: Tehlikeli Bir Farklılık

Anne b a b a la r ve h a sta la r s ta n d a rt tıbbi uy g u lam aların onlara toplum dan İzole olmayı dayatm asından sıkıntı duyuyor. Sıklıkla, aileler ve h a sta la rd a n I ılılıın onları yönlendirdiği izolasyonun d urum u n asıl d a h a da kö tü leştird i­ ğine d air m esajlar alıyorum : "CAH ile doğdum . D urum 5 yaşım a k ad ar teşhis edilem edi. 7 yaşım da b ü ­ yük klitoris nedeniyle klitorisim a lın d ı (clitoridectomy). D aha sonraları, dok­ torlar, cinsel ilişkiye gireceksem d a h a ileri cerrah i operasyonlar geçirm em gerektiğini söyledi. O tarih e k a d a r ne b ir erkek ark a d a şım olm uştu ne de her­ lin ngi bir cinsel ilişkim . İlişkiye girm em em in sebebini utanıyor olm am a b ağ ­ lıyordum. B ir konuda k an dırıldığım ı hissediyordum . K endim i yeterince k a ­ dın gibi görem iyordum .” (F.P., yazarla kişisel iletişim , 1999) Bu kişi bedeniyle ilgili hislerini ta rtışm a k ta n korktuğu için sıkıntı çekti ve 36 yıllık tıbbi süreç boyunca ona gerçekten yard ım ı dokunacak h içbir şey yapılm adı. O nun tıbbi b ak ım ın d an sorum lu kişilerin başarısızlığı, m evcut uygulam aların dış görünüm e ve toplum sal n o rm la ra uygun cinsel ilişkile­ re yönlendirm eye odaklanm ış olm asıyla bağlantılı. Tıbbi sta n d a rtla r c e rra ­ hinin kişide no rm al bir cinsel tu tu m yaratabileceğini savunuyor, an c ak cin­ selliğin heteroseksüel penetrasyondan çok, bakış açısı ve duygularla bağlan11 11 olduğunu hesaba katm ıyor. H ikâyesini a n la tan bu kişi de, interseks teşhisi konulan diğer birçok kişi gibi, fazla erkek olm ak ya da yeterince k ad ın olam am akla ilgili duygularını ta r if ediyor ve bu m eseleyi h âlih azırd ak i tıb ­ bi model içerisinde tartışabileceği uygun m ecralar m evcut değil. Bu k a d ın ın kendi beyanı özellikle ilginç, çü n k ü herhangi b ir interseks destek grubuy­ la bağlantılı olm adığı halde, aynı k u ra lla r b ü tü n ü içerisinde tıbbi m ü d a h a ­ le görm üş diğerleriyle aynı duygu ve deneyim leri anlatıyor. Bu da, intersekslerde bu duyguları üreten şeyin, interseks destek g ru p la rın d a önceden h a z ır bulunan hikâyelerin dayatılm ası değil, m evcut tıbbi söylem ve intersekslere sergilenen tu tu m olduğunu kanıtlıyor. D aha fazla konuşm aya açık olm ak, interseksler ve ailelerinin k a rşıla ştı­ ğı so ru n ların çoğunu hafifletebilirdi. Tıbbi b a k ım la rın d a n sorum lu kişiler onlara d ah a y akın destek sunsa ve bedenlerinin spesifik işleyiş biçim leri, ih ­ tiyaçları ve değişim lerini a n la m a la rı konusunda d a h a fazla yardım cı olsa, bu büyük fayda sağlardı. Bu destek, ru h sağlığı u z m a n ları ve AIDS h a s ta la ­ rı ya da göğüs k anseri kişiler için k u ru lm u ş g ru p la ra benzer destek g ru p la ­ rıyla sağlanabilirdi. A rtık dü n y an ın çeşitli yerlerinde destek grupları var; Ja ­ ponya, Yeni Z elanda, Almanya, A vustralya ve İngiltere gibi. Bu g ru p la rın bir­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

119


120 : Morgan Holmes

çoğu interseksüalitenin belli b ir tipi üzerine yoğunlaşm ış durum da. B u gibi grupların az olduğu yerlerde p e d ia trisi ve endokrinologlar aileleri b ir araya getirerek d a h a fazla grup açılm asına öncülük edebilir. Klinik o rtam d a interseksüaliteyi nasıl açıkladığım ız ve bu konu h ak k ın ­ da nasıl düşündüğüm üz üzerinde çalışm ak da faydalı olabilir. D oktorların şu a n kullandığı m odel embriyonik gelişim e odaklanm ış d urum da ve çoğunlukla "Bu çocuk gelişimi tam am lanm am ış genital organlarla doğmuş. B unu cerrahi müdahaleyle düzeltebiliriz” fikriyle anne babaları çocuklarını "bitmem iş, ta ­ m am lanm am ış” olarak görmeye itiyor. Bu fikir terk edilir de dış görünüm ye­ rine çocuğun sağlığına önem verilirse, anne babalar da güzel ve sağlıklı b ir b e­ bekleri olduğuna k anaat getirebilir. Ayrıca, çocuk kozm etik cerrahiyi h e rh a n ­ gi bir gelecek tarih te seçebilir, b u n u n için aceleye gerek yok; bir “Bekle ve gör” tutum u daha uygun olabilir.39 Kessler aslında pek çok anne babanın böyle bir öneriyi duymayı beklediğine işaret ediyor: "Dikkat edilirse bu konuda yeni bir düşünm e biçim ine açık anne b a b aların olduğu görülebilir. Örneğin b ir küçük kızın, XY krom ozom yapısına sahip olduğunu, vajinasının bulunm adığını ve ona AIS teşhisi konulduğunu duyduklarında ‘Hey! Ne k ad ar ilginç! Bizim kızı­ m ız çok özel!’ şeklinde tepki veren bir anne ve babası var. B unun gibi, m ikropenisi olan bazı yetişkin erkek ve erkek çocukların, penisin görünüm ünü gayet tatm in edici b u lan ve oğullarına da bunu ifade eden aileleri var.”40 C errahi m üdahale için erken çocuklukta yapılan zorlam alar, bedenlerin kabul edilebilir olm ası için illa ki belli bir biçim de görünm esi gerektiği fik­ rin i besliyor ve ailelerin ço cuklarına d ah a onaylayıcı ve destekleyici b ir tavır tak ın m asın a izin vermiyor. Interseks destek grupları an n e bab aları c e rra h in in interseksüalitenin karm aşık duygusal vaziyetini basitleştirm eye yetm eyeceğini fark etm ek yö­ nünde cesaretlendirm eyi teklif ediyor. Değişim için yapılan çağrı hiç de n aif değil: Tek cinsiyet ve o cinsiyete uygun bir bedene sahip olm anın çok önem ­ sendiği bir k ü ltü rd e interseksüalitenin “ucube" gibi k a rşıla n m a riski ta şıd ı­ ğı gayet açık. İnterseks destek g ru p la rın ın ta rtıştığ ı şey, cerrahi uygulam a­ la rın interseksüalitenin ucubeliğin b ir tü rü olarak görülm esine k arşı verilen savaşta b aşarısız kalışı. Bu da, bu c errah i uy g u lam aların her ne k a d a r ken­ dini norm al hisseden bir çocuk yaratm ayı hedeflese de zaten interseksüali39 Kessler, Suzanne, Lessons from the Intersexed, New Brunswick, NJ: Rutgers University Press, 1998, s. 129. 40 Age., s. 130.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Interseks: Tehlikeli Bir Farklılık

lenin bir ucubelik olduğu yarg ısın d an beslenm esinden ve bu yargıyı güçlen­ il i rm esinden kaynaklanıyor. H a sta la rın ve ailelerinin bu gibi yanlış algılar­ d an doğan d uygularını onarm ak, zorlu ve yapılm ası pek m üm kün olm ayan bir iş gibi görülebilir, ancak sayıları giderek a rta n destek gruplarıyla değişim çağrısı her geçen gün d ah a uygulanabilir hale geliyor. Ne interseks bireyler ne de aileleri s ta n d a rt tıbbi yaklaşım larla iyi hizm et görebildi; her aile bu sü­ reçten yalnız b a şın a geçiyor. B azıları şu fik ri tartışm aya m eyledebilir: Şu an k i nesil için ne tü r sonuç­ lar vereceğini öğrenene dek tedavi sta n d a rtla rın ı değiştirm ek sorum suzluk olur. Bu, izafi o lara k en az 20 yıl d a h a çocuklar ve ergenlik çağındaki gençle­ ri n genital o rg a n la rın a cerrahi m üdahaleyi garan ti eden b ir fikir. înterseksler ve avukatları, etikçiler ve klinisyenler a rasın d a çok d a h a fazla diyaloga ihtiyaç olacak. S a h a d a çalışan kişiler bireylerin bağım sızlığını tehdit eden d u ru m la r k arşısın d ak i teknik ilerlem eleri ölçmek isteyecek. Giderek a rta n biçimde, etikçiler, interseksler ve aileleri klinisyenlerden cinsellik ve norm allikle ilgili y a k la şım ların ın hesabını verm elerini isteyebilir. Pek çok klinisyen çocukları öny arg ılard an k o ru d u k ların ı savunuyor, an cak gelecekteki ç a lış­ m alar hangi k linik m üdahalelerin önyargıları o rta d a n k a ld ırm a k ta n sa kö­ rüklediğini a ra ş tırıp ortaya çık artacak . Eğer net sonuç önyargıları engellem ek olacaksa, b u n u n varacağı en teh li­ keli nokta gelişen doğum öncesi teknolojilerle interseks problem ini toplum ­ sal u fu k tan tam a m e n silm ek olabilir. Tıp cam iasın ın interseks aktivistleri in­ terseks v ak a la rın d a kullanılan geleneksel tıbbi uyg u lam aların h a sta la ra ye­ terince fayda sağlam adığı k onusunda hem fikir. A yrıldıkları nokta, kaydet­ tikleri aşam a. Mevcut s ta n d a rtla rın hatası cinsiyetin toplum sal b ir yapı olduğunu kabul etm ek değil; h ata, çocukların tıpkı kil gibi şekillendirilebileceği, şekillendi­ rilm esi gerektiği konusundaki ısrar. İnterseksler bu ça b ala rın beyhude oldu­ ğunu, biyolojinin toplum sal beklentilere göre şekillendirilem eyeceğini a n la t­ m aya çalışıyor. A ncak izlenecek bu yolun kaçınılm az sonuçları ciddidir. Dal­ galar yine aynı noktaya doğru yükseliyor; bir defasında bir çocuğun istenen cinsiyette yetiştirilebileceğini k a n ıtla m a k için k u lla n ıla n kötü şöhretli John/ Joan/D avid R eim er davasına. Jo h n Colapinto’n u n epey dikkat çeken R eim er biyografisi41 toplum sal cinsiyet ve cinsel kim liğin biyolojik olarak horm on41 Colaplnto, John, “Defining, Assigning and Designing Sex”, International Journal o f Law, Po­ licy and the Family, S 16, 2000, s. 327-67.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

121


122 i Morgan Holmes

lar, genler ve krom ozom lar ta ra fın d a n belirlendiği savının pekiştirilm esine yardım cı oldu. B u bakış açısı cinsel kim liğin gelişim inde horm onlar, k ro ­ m ozom lar ve genlerin etkisiyle ilgili a ra ştırm a la rın sayısını artırd ı. Klinisyenler şim di CAH sendrom lu XX fetüslerde m askülenleşm eyi önleyecek, do­ ğum öncesi verilen h orm onlar geliştiriyor. Yaratm aya çalıştıkları etkiler sa­ dece görünüşe d a ir değil, cinsel kim liği de şekillendirm e am açlı. Ek olarak, bazı a ra ştırm a m erkezleri AIS’i doğum dan önce b e rta ra f edecek gen te ra ­ pileri üzerinde çalışıyor. Ancak, klinisyenlerin tatm in i için çalışan terapile­ rin yokluğunda "im ha” interseks b ir fetüsle baş etm enin en uygun yolu ola­ ra k yaygın biçim de öneriliyor.42 Böylece, bir kad ın ın seçm e hakkı, klinisyenle ebeveyn ara sın d ak i bir anlaşm ayla heteronorm atif, net bir cinsiyet ve cin­ sel kim liği seçmesiyle bütünleniyor. D oğum öncesi ya da sonrası tü m m ü d a ­ halelerin en zayıf noktası, çocuklarım ızı ne istersek o yapabileceğim izi ve is­ teklerim izin hep en basit olan üzerine yoğunlaşm ası gerektiğini sanm am ız. Tıbbi m üdahalelerle yaratılan etik so ru n la rın a çözüm , am eliyathaneden ge­ netik laboratuvarı ya d a eczaneye geçm ekte değil. Çözüm , çocuk yetiştirm e şeklim izi değiştirm ekte. İngilizceden çeviren: Belgin Günay

42 Wertz, Dorothy, “Drawing Lines: Notes for Policymakers”, Prenatal Testing and Disability Rights, Ed. Eric Parens ve Adrienne Asch, Washington: Georgetown University Press, 2000, s. 261-87 içinde, s. 279-83.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Amedeo Modiglinai, Cariatide Hermaphrodite


Interseksüellik ve Cinsiyetin inşası1 BERFU ŞEKER

B u m akalede tem el aldığım kaynak başlık ta da referans verdiğim interseksüel akadem isyen ve aktivist M organ H olm es'un Intersex: A Perilous Differen­ ce adlı kitabı. H olm es kitabında iki-biçim li (dim orphic) şemaya uym ayan, dolayısıyla dişi-eril ikiliğinde tem sil edilemeyen interseks bedenlerin y a ra t­ tığı kültürel anksiyetenin analizini yapar. Susan K essler’in belirttiği üzere "(interseks d u ru m u n u n ele alınm asında) cinsiyetin (yeniden) yap ılan d ırıl­ m asında alm an k a ra rla rı belirleyen süreç ve an a h a tla r genel olarak cinsiye­ tin toplum sal in şa sın ın nasıl biçim lendiğini açığa çık arır.”2 Bu noktada Hol­ m es, Butlercı b ir perspektiften cinsiyet / toplum sal cinsiyet arasındaki v a rsa ­ yılan ayırım ı red d ed er ve heteronorm atif kü ltü rü n b ir p arçası olarak ele a l­ dığı biyotıbbın interseks bedenlerle b aşa çıkarken kullandığı söylem ve daya­ n a k la rın cinsiyeti heteroseksüel m atris içerisinde nasıl inşa ettiğini gösterir. B utler’in cinsiyetin karşıt-ikili b ir cinsiyet sistem ine indirgenem eyecek, de­ ğişken yapısını ortaya çıkarm ası sadece interseksüelliğin değil, tüm den cin ­ siyetin sabitlenem ezliğine işaret etm ektedir.3 Holmes, interseksüelliğe m üdahalede bu lu n an biyotıbbın, cinsiyetle ilgili ü rettiğ i “bilim sel hak ik atleri” k ültürel ve ideolojik b ağ lam ların d an ayrı d ü ­ şünm enin im kânsızlığını gösterir. Aynı şekilde interseksüellliği “ebeveynle1 Bu makale, 21-22 Ekim 2010 tarihinde Boğaziçi Üniversitesinde gerçekleştirilen Queer, Tür­ kiye ve Transkimlik konferansında yaptığım sunumun gözden geçirilip, kısaltılmış halidir. 2 Hausman, Bernice L., Changing Sex: Transsexualism, Technology, and the Idea o f Gender, Durham ve Londra: Duke University Press, 1995, s. 72. 3 Holmes, Morgan, Intersex: A Perilous Difference, Selinsgrove PA: Susquehanna University Press, 2008, s. 20.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


İnterseksüellik. ve Cinsiyetin İnşası

rlıı başına gelebilecek en büyük felaket” olarak tem sil eden kü ltü r ü rü n leri, blyotıbbın m üdahale a la n ların ın herhangi bir etik gözetilm eksizin m e şru ­ laştı rılm asım sağlar. Interseks ve h erm afro d it terim leri çiftcinsiyetliliğe işaret eder. A ncak H alı'da interseks terim in in tercih edilm e nedeninin sunduğu kavram sal a i ka plan olduğunu vurgulam ak gerekir.4 H erm afrodit terim in in alg ılan m a­ sı H olm esün belirttiğ i üzere, çeşitli kültürel tem siller vasıtasıyla (mitoloji, pornografi, sirk şovları, gösteriler) m uğlak ve değişken b ir şekilde örülüdür. Iııterseksüelliğin m uadili olarak k u lla n ıla n “m uğlak cinsel o rg an lar” te ri­ mi ise interseksüelliğin tan ım ın d a yetersiz kalm akla b e ra b e r aldatıcıdır zira "Iııterseksüelliğin cinsel o rg an ların kabul gören iki cinsiyetten birine açıkça İşaret ettiği tezah ü rleri de m evcuttur.”5 İnterseksüellik, dişil veya eril olm ak üzere tek bir cinsiyete ait olm ası gerektiği varsayılan fiziksel ve/veya krom ozom al özelliklerin tek b ir bedende birleşm iş olm ası d u ru m u d u r.6 Çift cinsiyetlilik sadece iki cinsiyetin varlığını kabul eden bir sistem i imlerken, “in te r” kelimesi bir “a ra lık ”ı imleyerek cinsiyetin karşıt-ikili b ir yapı ile kavranam ayacağım vurgular. Y irm inci yüzyılın ilk y ılların d an so n ra tıbbın teknolo­ jik gelişmelere bağlı olarak, yalnızca kadavralar üzerinde değil, yaşayan b e ­ denler üzerindeki m üdahale ve gözlem a la n ların ın a rtm ası, “önceleri g ö rü n ­ mez ve kavram sal olarak yabancı olan krom ozom , gen ve DNA gibi özellik­ lerin g örünür hale gelm esi”7 cinsiyetin dişil/eril olm ak üzere keskin sın ırla r­ la ayrılm ış olm adığını, herm afro d itizm in çeşitli tü rle rin in olduğunu göster­ mekteydi. H au sm an ’ın işaret ettiği üzere "Yirminci yüzyılda krom atin test­ leri gibi teknolojik gelişmeler ve interseksüelliğin çeşitli tü rlerin in sın ıfla n ­ dırılm asıyla birlikte "gerçek cinsiyet” kavram ı yıkıldı.”8 Herculine Barbin, Bir O ndokuzuncu Yüzyıl Hermafroditinin Yeni Keşfedilmiş Anıları’na yazdığı ön­ sözde Foucault, gerçekten “h a k ik i” b ir cinsiyete ihtiyacım ız olup olm adığı­ nı sorar.9 Foucault’n u n cinsiyet kategorilerinin soykütüğünü çıkarm ayı h e­ defleyen analizi g österir ki ondokuzuncu yüzyıl öncesinde h erm afroditlerin 4 İnterseks aktivizmi özellikle son yirmi yılda Amerika’da oldukça güçlendi. İnterseks terimi­ nin daha geleneksel olarak bilinen hermafrodit terimine tercih edilmesinin aktivizmin ta­ rihi ile paralelliğini vurgulamak önemli. 5 Holmes, age., s. 32. 6 Holmes, age., s. 32. 7 Holmes, age., s. 70. 8 Hausman age., s. 78. 9 Foucault, Michel, Herculin Barbin: Being the Recently Discovered Memoirs o f a Nineteenth Century French Hermaphrodite, New York: Pantheon Books, 1980, s. vii.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

125


126 : Berfu Şeker

iki cinsiyeti olduğu kabul görm üştür. Ö rneğin O rtaçağ’d a h erm afrodit kişi­ nin, babası ya d a isim babası ta ra fın d a n belirlenen cinsiyeti yetişkin haya­ tın d a değiştirm e hak k ı vardı. A ncak evleneceği tak d ird e tek bir cinsiyette k a ra r kılm ası ve ölene k ad ar bu cinsiyeti değiştirm em esi zorunlu kılınıyor­ du. “O rtaçağ’da ve R önesans’ta h erm afro d itlerin cezalan d ırılm asın a neden olan cinsiyetlerin anatom ik k a rışım la rı değil, tercihlerin değiştirilm esiydi.”10 G ünüm üzde ise interseks bir h a sta lık olarak tan ım lan m ak tad ır. Biyotıp iki-biçimli cinsiyet taksim ini dişil ve erilin m utlak farklılığı üzerinden k u ­ rar. Biyotıp n orm ali üretm ek için bedenleri ölçüp biçerken anorm alliği de h astalıkla eşitleyerek b ir tehdit u n su ru olarak sunar. Biyotıbbm var olm a se­ bebi olan norm ali ü retm e yetisi bazı bedenleri a n o rm al olarak işaretleyip o nları ancak tıb b ın m üdahalesiyle “düzeltilebilecek” hastalık lı bedenler ola­ ra k yaratm a ik tid arın ı sağlam aktadır. İnterseks bedenlerin hastalıklı ola­ rak işaretlenerek “m uğlak cinsel o rg an la rı’nın kozm etik operasyonlar11 a ra ­ cılığıyla düzeltilm esi cinsiyetin ne k a d a rın ın "doğal” olduğu sorusunu sor­ m am ızı gerektirir. B ir bebeğin rızası dışında cinsel o rg an ın a yapılan m ü d a ­ halelerin heteronorm atif k ü ltü rü n b ir parçası olan biyotıbbm bedenleri neye göre düzenlediğini düşündürm elidir. Bu noktada Ju d ith B utler’ın Cinsiyet B elasında cinsiyetle ilgili yönelttiği so ru la ra kulak verm ek gerekir: “Zaten cinsiyet’ nedir ki? Doğal m ıdır, an ato m ik m idir, krom ozom larla m ı a la k a lı­ dır, yoksa horm onal m idir? Peki, fem inist eleştirm en, bu tü r olguları’ bizim için saptadıkları iddia edilen bilim sel söylemleri nasıl değerlendirm eli?”12 Bu soruları so rm ak kaçınılm az o larak toplum sal cinsiyeti (gender) verili b ir cinsiyetin (sex) üzerine k ü ltü rü n in şa ettiği a n la m la r bütünü olarak gö­ ren anlayışı da sorgulam ayı beraberinde getirir. Toplum sal cinsiyet katego­ risi, biyoloji kader değildir söylemi üzerinden fem inist politikaya alan açm ış olsa da B utler’ın ta rtıştığ ı gibi “bir y an d an da cinsiyetli d o ğ an ın ya d a ‘d o ­ ğal bir cinsiyet’in üretilm esinde rol oynam ıştır. Yani b u n ların ‘söylemsellik öncesi’, ‘k ü ltü r öncesi’ bir şeym iş gibi... tesis edilm esinde kullanılan söylem sel/kültürel a ra ç ”13 haline de gelm iştir. M organ H olm es’un interseksüelli10 Foucault, age., s. viii. 11 Burada kozmetik operasyon tabirinin kullanılması, intrerseksüelliğin bazı türlerine bağ­ lı olarak ortaya çıkması muhtemel sağlık problemlerine yönelik tıbbi müdahaleyle, sağlık problemlerinden bağımsız olarak cinsel organların biçimini değiştirmeye yönelik cerrahi müdahaleler arasındaki keskin ideolojik, kültürel farkı ortaya koymak içindir. 12 Butler, Judith, Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, Çev. Başak Ertür, İs­ tanbul: Metis, 2005, s. 51. 13 Butler, age., s. 52.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Interseksüellik ve Cinsiyetin İnşası

ğl konu alan kitabı cinsiyetin de a slın d a bilimsel, tarih se l ve kültürel b ir in şa okluğunu, Avrupa-A m erikan k ü ltü rü n ü n heteroseksüelliği tesis etm ek ü z e ­ re cinsiyetleri dişil/eril dikotom isine indirgeyerek tıbbın araçlarıyla bedenle­ ri "düzgün” şekilde cinsiyetlendirm ek üzere devam lı m üdahalede b u lu n d u ­ ğunu gösterm ektedir. I lolmes, tıbbın am acın ın “n o rm al olm ayanı” farklılıkla değil h a sta lık la eşil Ieyer ek n o rm u üretm ek olduğunu söyler. “N orm al” in üretilebilm esi için iiik »m alinin

bir teh d it u n su ru o lara k sunulm ası gerekir. Böylece tıp a n o r­ mali farklılık o lara k tan ım la m a k tan sa sapkınlık o larak kavram sallaştırır.

"Anormalliği yalnızca sap tam ak tan ziyade kavram sal ve tan ısal bir katego­ ri olarak y aratm ak ise (bedenleri) objektif olarak ölçülebilir lim itler içerisi­ ne yeniden yerleştirm e taah h ü d ü veren biyotıbba biyolojik olarak neyin ‘a şırı’ neyin yetersiz’ özellikler olduğunu tan ım la m a ve ‘bilim sel hakikatler’ ü re t­ me gücünü verir.”14 N orm ali y a ratm ak için sapkınlığı işaretleyen tıp, iddia edildiği gibi ideolojiden arınm ış, saf b ir bilgi üretm ez. Aksine doktorlar, cer­ rahlar, endokrinologlar parçası oldukları k ü ltü rü n ilgilerine yönelik olarak hangi bilginin nasıl üretileceğine k a ra r verirler. Holmes’a göre cinsiyetin, toplum sal cinsiyetten farklı olarak “doğal” ol­ duğu düşüncesi “cinsiyet”in ürem e ve ürem e organı odaklı, değişm ez v ar­ sayım ının sorgusuz kalm asına neden olm uştur.”15 Sadece dişil ve eril olm ak üzere iki cinsiyetin "norm al” ve “doğal” kabul edilm esi interseksüelliğin bu Ik i biçimli yapıyı bozguna u ğ ratm asın a neden olur. Butler, h erm afrodit Hereıılin B arbin’in b ed en in in ikili b ir sistem in terim lerini ikiliğin d ışın a ta ş ır­ dığını, kim liğinin cinsiyet ikiliği içinde bir kategoriye s ığ d ırılm a y a c a ğ ım söyler. Ancak görevi norm y aratm ak olan tıp, norm u dişil/eril cinsiyetlerinin m utlak farklılığı üzerinden k u ra r ve interseksüel bedeni h a sta ilan eder. Cin­ sel organlarını ise heteroseksüel birleşm e için “düzeltilm esi” gereken “m u ğ ­ lak” organlar o larak tanım lar. Tıbbın ikili kategorilere sığm ayan interseks bedenleri “tedavi” etm e bahanesiyle b ir dizi kozm etik operasyona tab i tu t­ m ası esasen heteroseksüelliği ve ürem eye yönelik cinselliği norm olarak gö­ ren bir kültüre göre bedenleri düzenlem ek ihtiyacından doğar. Tıp o rg an ların işlevlerini açıklar. Cinsiyet ve bed en in yapabildiklerini İşlevsellik üzerinden açıklam ak kolayca bedenlerin ne yapm ası gerektiği-

14 Holmes, age., s. 28. 15 Holmes, age., s. 32.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

127


128 : Berfu Şeker

n i kurgulayan n o rm a tif söylemlere d ö nüşür.16 Holmes, interseksüel bed en ­ ler söz konusu olduğunda tıbbın hayat kalitesini hiçe sayarak, cinsel o rg an ­ la rın işlevselliğini önem sediğini söyler. Bu işlev de "heteroseksüel yetişkin özneler” üretebilm ek ad ın a geleneksel toplum sal cinsiyet rollerini m u h afa ­ za etm ektir.17 interseksüel bebeklerin cinsel o rg an ların a yapılan cerrah i m ü ­ dahaleler, bebeklerin sağlığıyla ilgili b ir d u ru m değildir. Tıbbın interseks b e ­ denle ilgili ku rd u ğ u “klitoris çok büyük küçültülecek; d u d a k la r birbirine ya­ pışm ış ayrılacak; vajina yok, oluşturulacak" gibi edilgen cüm lelerde çocuğun duygu ve düşüncelerine yer yoktur. “Tıp u zm an ları duygulardan bah settik le­ rinde ilgilendikleri sadece ebeveynlerin duygularıdır, öncelikli kaygıları ise ebeveynlerin eşe d o sta utanç duym adan çocuklarını gösterebilm eleridir.”18 Ö rneğin klitoris küçültm e operasyonlarında, bebeğin bedeninden kesilip a tı­ lacak d a m a r ve sin ir dokusunun, çocuk büyüdüğünde cinsel hayatını ve h a z ­ zını ne ölçüde olum suz etkileyeceği konuşulm am aktadır. Interseksin ta n ım ın ı ve tedavisini yapan doktorlar, interseksüel çocuğun ebeveynlerine, interseksin tıbbın sağaltabileceği b ir h a sta lık olduğunu ve acil m üdahale gerektirdiğini söylerler. B uradaki esas kaygı birbirinden ta ­ m am en farklı iki cinsiyetin “n o rm al”liğini ve doğallığını varsayan b ir to p ­ lum karşısında ailelerin düşeceği d u rum dur. Bebeğin kendi k a ra rın ı verebi­ lecek yaşa gelm eden ve bedenine yapılan m üdahalelerle ilgili bilgilendirilm e­ den operasyona tabi tu tulm ası hem heteroseksüel cinsiyet dikotom isini sü r­ d ürm ek hem de ebeveynlerin cinsiyetleri ve cinsellikleriyle ilgili toplum ta r a ­ fın d a n oluşturulabilecek stigm anın engellenm esi içindir. Bu noktada Belgin in a n ın “Cinsiyet C oğrafyasının T am pon Bölgesi: Intersex” adlı yazısında a n ­ lattığı kişisel deneyim i tıbbın interseksüel özneyle k u rd u ğ u ilişkiyi gösterir: “14 yaşıma geldiğimde yaşıtlarımın hepsinin regli başlamıştı, neslimizin devamını sağlayacak birer nefer (!) olarak yumurtlayabiliyorlardı. Bende ise hiçbir değişiklik yoktu. Götürüldüğüm ilk jinekolog kızlık zarımın faz­ la kalın olması nedeniyle kanayamıyor olabileceğimi, araç gereciyle zarı çizerek bunu halledebileceği ve benzeri şeyler saçmalamıştı. Diğer bir jine­ kolog ise yaptığı muayenede klitorisimin normalden biraz daha büyük ol­ duğunu fark etmiş ve bunu aileme anlatmış. 'Bugüne kadar neden bunun­ 16 Holmes, age., s. 31. 17 Holmes, age., s. 31. 18 Holmes, age., s. 34.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Interseksüellik ve Cinsiyetin İnşası

la ilgili bir önlem almadınız? Bu kız evlenince sıkıntı çeker’ diye de aile­ mi azarlamış. Ardından da tıp fakültesine sevk etmiş kromozom testi için. Buraya kadar olan kısmı -miş’li geçmiş zamanda anlatıyorum çünkü ben her şeyden habersizdim. ... Aynı yaz, ailem yumurtalıklarımda kist olduğunu söyleyerek beni ameliyat olmam gerektiğine ikna etti. Üniversite sınavına girdikten hemen sonra... Ameliyat oldum. Gözümü açtığımda yumurtalıklarımın olduğu bölge ve karnımla birlikte klitorisimin üzerinde de bir bandaj sarılıydı. Anneme neden klitorisimin de bandajlandığmı sorduğumda "seni sünnet ettirdik” dedi gülümsemeye çalışarak. Geçirdiğim operasyon görünürde jinekolojik bir operasyondu ama çocuk cerrahisi koğuşunda bir grup has­ ta küçük çocukla birlikte kalıyordum. Ameliyattan önce formalite gereği sevk edildiğim psikiyatr ‘Nasılsın? iyi misin?’ gibi sorular sorduktan son­ ra beni başından savdı. Kayda değer tek diyalogumuz doğurganlığımın ol­ mayışıyla ilgiliydi, jinekolog böyle bir şey söylemişti, durumumla ilgili bil­ diğim tek şey buydu, çocuk yapamayacaktım.”19

İn a n ın deneyim inde de görüldüğü gibi tıp, cinsiyeti ölçer, ayarlar ve düzen­ lerken interseks bireyi bedenine yapılan m üdahalelerle ilgili bilgilendirm ek­ ten kaçınır. B urada tıbbi ik tidar ve ebeveynler a ra sın d a adeta bir su sk u n ­ luk anlaşm ası vardır. "K adın/lık ve erkek/lik, farklı horm onlara, y u m u rta ve sperm gibi farklı ürem e hücrelerine sahip, iki farklı ürem e sistem i fikri üzerinden”20 tan ım la n d ığ ı için in a n a doğurgan olm ad ığ ın ın bilgisi d ışın d a herhangi bir bilgi verm ek gereksiz görülm ektedir. Tıp teknolojileri geliştikçe d a h a önceleri doğal o larak tan ım la n a n olgu­ lar h astalık kategorisine girm ektedir. Ö rneğin ondokuzuncu yüzyıl önce­ sinde kısırlık doğal karşılanırken, “ürem eye yardım cı te k n o lo jile rin keşfiy­ le b erab er kısırlık b ir h astalık kategorisi olarak görülm eye başlandı. B ur­ cu M utlunun "K ariyer de Yaparım, Tüp Bebek de” yazısında belirttiği üzere “ürem e, doğal biyolojik farklar olarak kodlanan katı b ir cinsiyet ikiliği ü z e ­ rinden kurgulanır. K ısırlık da bu şekilde d o ğ allaştırılan ve norm alleştirilen ‘doğurgan bedende’ ortaya çıkan ak sak lık yani ‘biyolojik b ir h a sta lık ’ olarak

19 İnan, Belgin, "Cinsiyet Coğrafyasının Tampon Bölgesi: Intersex" , 5 Ocak 2010, http://www. kaosgl.com/icerik/cinsiyet cografyasinin tampon bölgesi intersex. (Erişim tarihi: Aralık 2010 ).

20 Mutlu, Burcu, “Kariyer de Yaparım, (Tüp) Bebek del”, Amargi, S. 15, s. 37-39 içinde s. 37.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

129


130 : Berfu Şeker

tan ım lan ır. Tüp bebek de bu h astalığ ın tedavisi olarak sunulur.”21 G örünen o ki tıp yalnızca interseks bedenlerin m uğlak cinsel o rg an la rın a m ü d ah ale­ de bulunm az. Tıbbi ta n ım içersinde dişil ya da eril o larak cinsiyetlendirilm iş bedenleri de yarattığ ı ideal cinsiyetli bedenlere uydurm aya çalışır. Biyotıbbm teknoloji vasıtasıyla bedenleri belli ideallere göre düzenlem eye çalışm ası dişil ve eril cinsiyetleri arasında y a ra tıla n karşıtlığın aslın d a “gerçek” olm a­ dığını, ideal kadın-erkek bedenlerinin ve fark lılık ların ın tıp eliyle y a ra tılm a ­ ya çalışıldığını gösteriyor. Holmes “cinsiyet / toplum sal cinsiyet kim liklerinin baskıcı yapısının a n a ­ lizi, ik tidarın nerede ikam et ettiğini gösterm elidir” der.22 “înterseksüellik d u ­ ru m u n d a iktidar, penisin fallik varlığını her şeyden ü s tü n tu ta ra k interseksüellerle dişilleri aynı ölçüde kusurlu bedenlere dö n ü ştü ren eril bilim sel söy­ lem in ekseninde ik am et eder. K a d ın la r ve interseksüeller eşit derecede eksik olarak dolayısıyla da benzer algılandıkları için erkek bedenlere n azaran bir­ birlerine daha yakındırlar. Bu sebeple interseks ço cuklara neredeyse her za­ m an dişi cinsiyet a ta n ır.”23 Holmes, D onna Haravvay’in h ak ik at ile kurgu a ra sın d a sanıldığı gibi bir fark bulunm adığını, ikisinin de in sa n eliyle yaratıldığını iddia etm esinden hareketle tıbbın ve kültürel ü retim lerin cinsiyet üzerine ü rettik leri söylem le­ rin iç içe geçmiş olduklarını aktarır. K ültürel üretim ler interseksüelliği çe­ şitli şekillerde tem sil eder. H erm afroditizm in m itolojik ç a ğ rışım ların d an hareketle interseks bedenleri hem ucube olarak gösteren hem de erotikleşti­ rip fetişleştiren tem siller m evcuttur. Ana akım medya, tıbbi dili k u llan arak b ir h astalık kategorisi olarak sunduğu interseksüelliği aileler ve toplum için parçalayıcı, bölücü korkunç bir trajedi olarak sunar. Trajedinin, korkunçlu­ ğun, hastalığın ve p a rç a la n m a n ın birleştiği noktada herm afro d it bedenin, Türkçeye iğrençlik o larak çevirilen abject kavram ı üzerin d en gelişen tem sil­ lerini görürüz. H olm es bu noktada X Fileş adlı p a ra n o rm a l aktiviteleri ele a la n televizyon dizisinin “The H oşt” adlı bölüm ünde, yeraltı kanalizasyon sistem inde yaşayan ve ürem ek için larv a la rın ı içine yerleştireceği in san av aray an h erm afrodit canavarın konu alındığı bölüm ü an aliz eder. K analizas­ yonda yaşayan can av ar neden h e rm a fro d it olarak tem sil edilm ektedir? Bu iğrençlik tem sili çift cinsiyetliliğin, yalnızca birbirinden keskin sınırla ayrıl21 Mutlu, agy., s. 38. 22 Holmes, age., s. 67. 23 Holmes, age., s. 67.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


İnterseksüellik ve Cinsiyetin İnşası

iniş, tam am en farklı iki cinsiyeti a n la şılır bulan b ir k ü ltü rü n ikili hiy erarşi­ sini bozguna u ğ ra ta ra k tehdit etm esinden m i kaynaklanm aktadır? K ristevaya göre iğrenç kılan kirlilik ya da hastalık değildir, b ir kim liği, bir sistem i, bir düzeni rahatsız edendir, iğrenç, sınırlara, konum lara ve k u ­ rullara saygı gösterm eyen şeydir. A rada, m uğlak ve k arışm ış olandır... “İğ­ renç olan... ahlakdışı, anlaşılm az, tered d ü tlü ve şüphelidir.”24 “İğrenç... r a ­ dikal olarak d ışla n a n ve “b e n ’i a n la m ın çöktüğü yere d oğru götürendir.”25 Ilolm es “İn sa n la rın kendilerine yalnızca iki şekilde cinsiyetlendirilm iş ola­ rak ‘ben’ diyebilecekleri dayatılm ışsa o zam an h e rm a fro d it olm a ihtim ali 'ben olam am a ih tim alin i tem sil eder” diyor.26 Böylece interseks, gerek tıbbi hakikatleri a k ta rd ığ ın ı iddia eden a n a ak ım m edyada gerekse gerçeklik id­ diası bulunm ayan k u rg u sal a n latılard a belli bir işleve hizm et edecek şekil­ de tem sil edilm ektedir. B edenlerin bu şekilde tem sil edilm esi, interseksüelliğl bir tehdit olarak su n a ra k onu toplum a ve kültüre z a ra r veremeyeceği a la ­ na, yani dışarıya a tm a k üzere işler. Holmes’un çalışm ası interseksüellik ile ilgili a n la tıla rın k im in ta ra fın d a n ve nasıl anlatıldığına bakar. Bu no k tad a asıl analiz edilm esi gereken "m uğ­ lak ürem e org an ları” tan ısın d a n yola çık arak interseksüelliği bir hastalık, ailevi ve toplum sal b ir trajedi, yeraltında yaşayan bir can av ar olarak tem sil etlen ik tid arın nerede ikam et ettiğidir. Ancak bu sayede heteronorm ativiteyi ve erkek egemen cinsiyetçi yapıyı devam ettirm ek ad ın a bedenleri bozukluk üzerinden tan ım lay arak devam lı m üdahale eden, interseksüelliği tam am en silerek yok etmeye ç a lışan tıbba ve o n u n ait olduğu B atı k ü ltü rü n e karşı p o ­ litik b ir m ücadele sü rd ü rm ek m üm kündür.

24 Kristeva, Julia, Korkunun Güçleri, İğrençlik Üzerine Bir Deneme, Çev.: Nilgün Tutal, Ayrıntı Yayınları, 2004, s. 17. 25 Kristeva, age., s. 96. 26 Holmes, age., s. 97.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

131


Herculine Barbin’e “Giriş” 1 MICHEL FOUCAULT

G erçekten hakiki b ir cinsiyete ihtiyacım ız var mı? M odern B atı toplum ları in ad a yakın bir ısrarla bu soruya olum lu cevap verdiler. Bu “hakiki cinsiyet” so ru su n u bıkıp u sa n m a d a n şeylerin düzeninde gündem e getirdiler ki önem ­ li olan tek şeyin bed en in gerçekliği ve h a z la rın ın yoğunluğu olduğunu d ü şü ­ nebilirdiniz. Fakat tıbbın ve h u k u k u n herm afroditlere bahşettiği toplum sal d u ru m u n ta rih i tara fın d a n da kanıtlandığı üzere u z u n bir süre böyle bir talepte b u ­ lunulm am ıştı. D oğrusu bu durum herm afro d it kişinin tek cinsiyeti olm ası gerektiği varsayım ından -te k ve hakiki b ir cinsiyet form üle edilm eden- çok u z u n zam an önceydi. Yüzyıllar boyu herm afro d itlerin çift cinsiyetli olduk­ la rı açıkça kabul edilm işti. H erm afroditler, hukuki işkence gerektiren, terö r y a ra ta n canavarlar m ıydılar? Açıkçası, işler çok d ah a k arm aşık tı. Eski çağ­ la rd a ve O rta Ç ağ'da b irta k ım in fazların olduğuna d a ir k a n ıtla rın b u lu n d u ­ ğu doğrudur. Fakat aynı zam anda tam a m e n başka tü rd e n m ahkem e k a ra r­ ları da çoktur. O rta Ç ağ'da hem K ilise kanunu hem de m edeni hukuk k u ­ ra lla rı bir noktada çok nettir: “h e rm a fro d it” ismi, o ra n la rı değişebilir ol­ m ak la beraber iki cinsiyetin bir a ra d a bulunduğu kişilere verilmekteydi. Bu gibi vakalarda, vaftiz sırasında çocuğa hangi cinsiyetin atan acağ ın ı belirle­ m ek bab an ın ya da vaftiz b abasının (dolayısıyla çocuğa “isim v eren ’lerin) göreviydi. Gerektiği takdirde, "en b a sk ın ” veya “en cazip” seçeneğe göre, d i­ ğerine n azaran d a h a ü stü n görünen cinsiyeti seçm eleri öğütleniyordu. A n­ cak d ah a sonraları yetişkinlik eşiğinde; evlenecekleri z am an geldiğinde her1 "Introduction” to Herculine Barbin by Michel Foucault, New York: Pantheon, 1980, s. vii - xvii.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Herculine Barbin e “Giriş

innl'roditler kendilerine a ta n a n cinsiyette m i var olm aya devam edecekleri­ ne ya da öteki cinsiyeti m i seçeceklerine k a ra r verm ekte özgürdüler. Tek ko­ yul, sodom ist2 o larak etiketlenm ek p ah asın a, o zam an açıkladıkları cinsiye­ ti tek rar değiştirm eyerek hay atların ın sonuna k ad ar m u h afaza etm eleriydi. ( ¡('ınümüze ulaşabilen kayıtlarda görüldüğü üzere O rta Çağ ve Rönesans d ö ­ nemi Fransası’nda herm afro d itlerin c e za lan d ırılm a ların a çoğunlukla sebep olan cinsiyetlerin an ato m ik ka rışım la rı değil, seçim lerin değiştirilm esiydi. Cinselliğin biyolojik teorileri, bireyin hukuki anlam ları, m odern devletler­ deki idari denetim biçim leri tek bir bedende iki cinsiyetin karışm ış olması fik­ rinin adım adım reddedilm esine neden oldu ve dolayısıyla kararsız bireyle­ ri n seçme özgürlüğünü sınırladı. B undan böyle herkesin sadece ve sadece tek bir cinsiyeti olm ak zorundaydı. Herkesin esas, temel, belirlenm iş ve belirle­ yen bir cinsiyet kim liği olması zorunluydu, diğer cinsiyete ait özellikler beli­ recek olursa b u n lar kazara, yüzeysel ve h a tta asılsızdı. Tıbbi açıdan bu, dok­ torun bir herm afroditle karşılaştığında yan yana ya d a iç içe iki cinsiyetin varlığını veya hangisinin hangisine göre d ah a baskın olduğunu teşhis etm ek­ le ilgilenmeyeceği, d a h a ziyade m uğlak görüntülerin altındaki hakiki cinsiye1i n şifresini çözmekle ilgileneceği a n lam ın a geliyordu. O adeta bedeni an a to ­ mik aldatm acalarından soyarak, karşı cinsin şeklini alm ış olabilecek organ­ ların altındaki hakiki cinsiyeti keşfetmekle yüküm lüydü. B ir muayeneyi nasıl başlatacağını ve gözlem yapacağını bilen biri için bu k a rışım la r doğanın kılık değiştirm esinden başka bir şey değildi: herm afroditler her zam an “sahtelıerm afroditler’di.3 E n azından on sekizinci yüzyılda belli sayıda önemli ve hararetle tartışılm ış vakalar üzerinden itim at edilmeye meyilli olan tez buydu. Yasal açıdan bu d u ru m açıkça seçim özgürlüğünün o rta d a n kalktığı a n la ­ m ına geliyordu. Artık, yasal veya toplum sal olarak hangi cinsiyete ait olduğu­ na k a ra r vermek bireye bağlı değildi. Aksine, doğanın kendisi için seçmiş ol­ duğu ve dolayısıyla da toplum un ondan uym asını beklediği cinsiyeti belirle­ mek uzm ana kalm ıştı. Yasa, ona başvurulm ası gereken d u ru m lard a (örneğin, kişinin hakiki cinsiyetine uygun bir şekilde yaşam adığı veya usulüne uygun şekilde evlenm ediğinden şüphe duyulduğunda) daha henüz tam olarak ta n ın ­ 2 Foucault’ya göre ondokuzuncu yüzyıl öncesinde, eşcinsellik yeni bir tür, yeni bir kimlik ola­ rak tanımlanmadan önce normatif cinsellik kalıplarına uymayan her tür cinsel ilişki biçi­ mi sodomist olarak nitelendirilirdi. Eşcinsellikten farklı olarak sodomizm bir kimlik sürek­ liliğine işaret etmezdi, (ç.n.) 3 Pseudo-hermaphroditism, dış genital organlar tek bir cinsiyete işaret ederken, iç üreme or­ ganlarının karşı cinse ait özellikler sergilemesi durumuna verilen isimdir, (ç.n.)

Cogito, sayı: 65-66, 2011

133


134 I Michel Foucault

m am ış bir cinsel anayasayı m eşru laştırm ak ve yeniden m eşrulaştırm ak du­ rum undaydı. Eğer ki doğa, fantezileri veya beklenm edik olayları aracılığıyla gözlemciyi “aldatır” da hakiki cinsiyeti b ir süreliğine gizlerse bireyler de aynı şekilde hakiki cinsiyetleriyle ilgili en derinlerdeki bilgilerini gizlemek ve k ar­ şı cinsiyettenm iş gibi yaparak birtak ım anatom ik tu h aflık ların d an çıkar elde edecek şekilde bedenlerini kullanm aktan dolayı zanlı olabiliyorlardı. K ısaca­ sı doğanın fantazm agorileri ve dolayısıyla da hakiki cinsiyetin tıbbi tan ısın ın özünde bulunan ahlaksal ilgi, ahlaksız davranışın hizm etinde olabilirdi. O ndokuzuncu ve yirm inci yüzyıllarda tıbbın bu indirgem eci, aşırı b asit­ leştirilm iş düşünceyle ilgili pek çok şeyi düzelttiğinin farkındayım . B ugün birileri daha önceleri ayrım cılık yapm aksızın kabul edilm iş olan pek çok de­ ğişik türdeki an ato m ik anom alileri tek b ir alanda sın ırlasa da, artık kim se b ü tü n h erm afroditler “yalancı”d ır demiyor. H atta güçlükle de olsa bir b ire ­ yin biyolojik olarak kendine ait olm ayan b ir cinsiyeti benim sem esinin m ü m ­ k ü n olduğu kabul görm ekte. B una rağm en, kişin in eninde sonunda hakiki bir cinsiyete sahip olm ası gerektiği fikri tam a m e n yok olm aktan çok uzakta. Bu no k tad a biyologların düşüncesi ne olursa olsun, cinsiyet ve h ak ik at arasın d a karm aşık, m uğlak ve özsel ilişkilerin v ar olduğu fikri -d a ğ ın ık bir şekilde de o lsa - sadece psiki­ yatri, psikanaliz ve psikolojide değil, yaygın görüşte de böyledir. Yasaya k a r­ şı gelen pratiklere kıyasla daha toleranslı olduğum uz kesin. Fakat b u n ların b a z ıla rın ın “h a k ik a t”i aşağıladığını düşünm eye devam ediyoruz: "pasif” bir erkeğin, "iktidarlı” b ir kadının, aynı cinsiyetten b irb irin i seven in san ların , k u ru lu düzene ciddi h a s a r verm ediğini kabul etmeye h a z ır olabiliriz; an cak yap tık ların ın içerisinde "arıza’ya ben zer b ir şeylerin bulu n d u ğ u n a in a n m a ­ ya d a yeterince h azırız. E n geleneksel felsefi a nlam ın d a k avranan bir "arıza”: Gerçeğe aykırı b ir şekilde davranm a. Cinsel aykırılık d a h a çok k im eraların 4 a la n ın a aitm iş gibi görülm ekte. Bu sebepten kendim izi b u n la rın suç oldu­ ğu düşüncesinden kolayca kurtarabiliyoruz. Ancak, k u rg u oldukları yani ge­ reksiz ve yok edilm elerinin d ah a iyi olduğu düşüncesinden kendim izi kolay­ ca k u rtaram ıyoruz. Gençler, aldatıcı h a z la rın ızd a n uyanın; m askelerinizden sıyrılın ve her b irin iz in tek ve hakiki b ir cinsiyeti olduğunu hatırlayın. S onra da bireyle ilgili en gizli ve tem el hakikatleri cinsiyetin alan ın d a a ra m am ız gerektiğini, onun ne olduğunu ve onu belirleyenin ne olduğunu 4 Yunan mitolojisinde tek bedende değişik hayvan parçalarından oluşan ağzından ateş saçan canavar, (ç.n.)

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Herculine Barbin e “Giriş

pıı İyi o rad a keşfedebileceğim izi de itira f ediyoruz. Ve u ta n ç verici o lm aları nedeniyle, cinsiyetle ilgili m eselelerin y üzyıllar boyunca saklanılm ası gerekIİğine inanılm ışsa, cinsiyetin kendisi b ireyin en gizli yönlerini; fantezilerinin yapısını, egosunun tem ellerini ve gerçeklikle ilişkisinin biçim lerini sakladı­ ğı n d andır. Cinsiyetin dibinde h ak ik at bulunur. Bu iki düşüncenin -kendim izi cinsiyetim ize ilişkin o larak y an ıltm am a­ nı iz gerektiğinin ve cinsiyetim izin benliğim izde en h a k ik i olanı b a rın d ırd ı­ ğ ın ın - kesiştiği yerde psikanaliz k ültürel gücünü tem ellendirm iştir. Aynı za­ m anda bize cinsiyetim izi, hakiki cinsiyetim izi ve içinde gizlice tetikte d u ra n benliğim izle ilgili tü m hakikati vaat eder. İşte ‘hakiki cinsiyet’im izin tu h a f ta rih in d e n çekilm iş b ir belge. Eşsiz de­ ğil a n cak oldukça nadir. O ndokuzuncu yüzyıl tıbbı ve hukukunun, hakiki cinsel kim liklerini am ansızca sorguladığı bireylerden b irin in güncesi veya ilaha doğrusu, a n ıla rın d a n oluşuyor. Neredeyse tam am en dişil ve bir hayli d in d ar çevrede, yoksul ve liyakat11 bir kız olarak b üyütülen ve kendisine Alexina denilen H erculine B arbin’in en sonunda “h a k ik i” b ir genç adam olduğu fark edildi. H ukuki işlem lerin ve sivil d u ru m u n u n değiştirilm esinin a rd ın d a n yasal b ir cinsiyet değişim i y ap ­ m ak zorunda kalan H erculine B arbin, kendini yeni b ir kim liğe uyarlam aya gücü yetm eyerek nihayetinde in tih ar etti. Eğer iki ya d a üç şey özel bir ç a rp ı­ cılık vermeseydi, b u n a banal bir hikâye dem ek isterdim . T arih, her şeyden önce... 1860’la rd a n 1870’e k ad ar geçen yıllar tam a m ıy ­ la cinsel kim lik üzerindeki so ru ştu rm a la rın en yoğun şekilde yapıldığı; sa­ dece h e rm afro d itlerin "hakiki cinsiyet’Terini belirlem ek için değil aynı za­ m an d a tan ım lam ak , sın ıflan d ırm ak ve farklı sap kınlık çeşitlerini karaklerize etm ek için çeşitli girişim lerde b u lunulm uş dönem lerden biriydi. K ı­ saca bu so ru ştu rm a la r bireyde ve ırk ta k i cinsel anom alilere ilişkindi. 1860 yılında tıbbi b ir eleştiride basılan Q uestion d'identité (K im lik Sorunu), Alexina’m n ilk çalışm asın ın başlığıydı. A nıların d an b u lu n ab ilen yegâne k ı­ sım la rın ı da, Question medicolégale de l'identité (K im liğin M edikolegal S o ­ runu) başlıklı k itab ın d a Auguste T ardieu ak tardı. K endi m etninde ya Ale­ xina ya da Cam ille diye adlan d ırılan Adelaide H erculine B arbin veya Alexi­ na B arbin veya Abel Barbin, kim lik so ru n u n a k u rb an giden talihsiz k a h ra ­ m a n la rd a n biriydi. Zarif, duygusal, biraz abartılı ve m odası geçmiş - k i b u d a dönem in yatı­ lı o kulları için sadece b ir yazm a yolu değil aynı zam an d a b ir yaşam a yoluyCogito, sayı: 65-66, 2011

135


136 : Michel Foucault

d u - kinayeli bir ü slu ptaki öykü, olası herh an g i bir kim likleşm e teşebbüsü­ nü boşa çıkarıyor. D oktorların, belirsiz anatom isi üzerinde oynadığı o h a k i­ kat oyununu Alexina’m n dişil çevresindeki hiç kim senin oynam aya razı ol­ m adığı görünüyor; herkesin m ü m k ü n m ertebe ertelediği ve iki adam , bir p a ­ paz ve b ir doktor, ortaya çık a ran a kadar. Öyle ki, ona b a k a n hiç kim senin bi­ raz biçim siz ve n ahoş -ve a ra la rın d a büyü d ü ğ ü o k ızla rın yanında d a h a da an o rm al olmaya b a şla y a n - bed en in in fark ın d a olm adığı görünüyor. Ancak herkesin, daha do ğ ru su her k ad ın ın gözlerini b u ğ u lan d ıran ve d u d ak ların ­ d a n b ü tü n soruları u z a k la ştıra n belli b ir cazibe gücü olduğu da anlaşılıyor. Bu tu h a f varlığın ilişki k urduğu kişilere gösterdiği içtenlik ve ergen kızların o y u n ların a k a rışa n öpücük ve okşam alar, herkes ta ra fın d a n büyük bir şef­ katle karşılanıyor çü n k ü m erak etm e gibi b ir dertleri yok. Saf k ızların ve ken­ d ilerini kurnaz sa n a n ihtiyar öğretm en lerin hepsi bu cılız Achillese ezbere b ir şekilde bakarken, b ir Y unan fab lın d ak i k a d a r kördüler. Eğer Alexina’m n hikâyesine itim at eden olursa her şeyin b ir duygular -h ay ra n lık , haz, keder, içtenlik, yum uşaklık, acılık - d ünyasında gerçekleştiğini düşünebilir ki b u ra ­ da eşlerin kim liklerinin ve bilhassa h e r şeyin m erkezindeki gizem li k a ra k te ­ rin önem i yoktu. K im senin pişm iş kelle gibi sırıtm adığı b ir dünyaydı burası. Alexina, yaşam ı ile ilgili a n ıla rın ı yeni kim liği, "hakiki" ve "eksiksiz” k im ­ liği fark edildikten ve sa p ta n d ık ta n s o n ra yazdı. Ancak en azından gün y ü ­ züne çıkarılm ış olan cinsiyetinin b ak ış açısıyla yazm adığı açık. Henüz "ken­ d isi” olm am ış gibi konuşan, d u y u m sa m a la rın ı ve yaşam ın ı hatırlam aya ç a ­ lışa n b ir adam değil bu. Alexina a n ıla rın ı yazdığında in tih a rd a n çok u zak ­ ta değildi; kendince h â lâ kesin bir cinsiyeti olm ayan biriydi, ancak kesin bir cinsiyeti olm adığı geçm işindeki deneyim lerinden; a ra la rın d a yaşadığı, sev­ diği ve arzuladığı kız arkadaşlarıyla ta m a m e n aynı cinsiyete sahip olm adı­ ğın d a deneyim lediği zevklerden m a h ru m kalm ıştı. G eçm işte hatırladığı şey­ se yalnızca tek bir cinsiyetle biliniyor o lm a n ın tu h a f m utluluğuydu. Bu da kapalı, d a r ve m ah rem to p lulukların çelişkili bir biçim de koruduğu kim lik­ sizliğin m utlu bir belirsizliğiydi.5 Kendi cinsiyet değişikliklerini hikâye eden­ ler çoğu zam an biseksüel bir dünyaya aittirler. K im likleriyle ilgili tedirgin-

5 Metnin İngilizce [ve dolayısıyla Türkçe] çevirisinde, Alexina’nm kendine uyguladığı eril (masculine) ve dişil (feminine) sıfat oyunlarını betimlemek zor. Sara adını almadan önce çoğunlukla dişil ve sonrasında eriller. Ancak italiklerle belirtilen bu sistematizasyon, bir adam olma bilinçliliğine doğru giden bir kadın olma bilinçliliğini tanımlar gibi görünmü­ yor. Aksine dilin yararlanmak zorunda olduğu ancak öykünün çeliştiği dilbilgisel, tıbbi ve hukuki kategorilerin ironik bir andacı gibi.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Herculine Barbin e "Giriş

İlkleri, öteki ta ra fa -y a n i sahip olm ak istedikleri cinsiyetin ta ra fın a ve ait ol­ m ak istediklerinin d ü n y a sın a - geçme a rz u ların d a ifade bulur. Bu d u ru m d a dini yaşam ın ve okul yaşam ın ın yoğun m onoseksüelliği, b irbirine benzeyen (ı bedenlerin o rtasın d a, cinsel kim liksizliğin kendini kaybettiği zam an keş­ le! Iiği ve k ışkırttığı şefkatli hazları teşvik eder. Ne Alexina’nm vakası ne de a n ıla rı o zam an lard a çok fazla ilgi çekm iş g llıi görünüyor. Neugebauer, sınırsız herm afroditlik d u ru m la rı döküm ünde Inınun bir özetini ve u z u n bir alıntısını verir.6 Z am anında bir hayli ünlü bir lü r olan m acera ve tıbbi-pornografi ro m a n ların ın çok yönlü yazarı A. D u­ ba rry, Hermaphrodite’i için H erculine B arbin’in hikâyesinden açıkça birkaç parça alır.7 Ancak Alexina’nm hayatı Alm anya’da, O scar P anizza’nın A Scan­ dai at the Convent (M anastır’da Skandal) başlıklı bir hikâyesinde dikkate d e­ ğer b ir yankı bulur. P anizza’nm , T ardieu’n ü n çalışm ası yoluyla Alexina’m n m etninden h ab e rd a r olm asında olağandışı bir şey yok: B ir psikiyatrdı ve I881’de Fransa’da yaşadı. Orada tıp ta n çok edebiyatla ilgileniyordu. A ncak Tardieu’nün Question médicolégale de l ’identité kitabı -e ğ e r 1882’de döndü­ ğü ve b ir süre psikiyatr olarak m esleğine devam ettiği Alm anya’da bir k ü ­ tüphanede bu lm ad ıy sa- eline kad ar gelm iş olm ak zorunda. Yine de, taşra11 olan bu belirsiz cinsiyetli küçük F ransız kızıyla B eyrut’ta b ir akıl h a sta n e ­ si nde ölecek olan çılgın psikiyatr a ra sın d ak i bu düşsel karşılaşm ad a şa şırtı­ cı bir şeyler var. B ir yandan, yatılı kız okulları ve K atolik k u ru lu la rın ın sı­ caklığında serpilen gizli, isim siz hazlar; öte yandan, sald ırg an pozitivizm ile 11. W illiam ’in egem en figürü etrafın d a m erkezlenen b ir perseküsyon hezeya­ n ın ın 8 garip bir şekilde birleştiği ru h b a n sınıfı karşıtı b ir adam . Bir yandan, doktor ve hâkim kararlarıy la im kânsız k ılm an tuhaf, gizli aşklar; diğer ta ra f­ tan, zam an ın "saldırgan” din karşıtı m etinlerinden biri olan The Council o f Love’ı (Aşk K urulu) yazdığı için bir yıl hapse m ahkûm olan ve küçük b ir kıza "tecavüz’’den sonra m ülteci olduğu İsviçre’den sınır dışı edilen bir doktor. Sonuç aslında dikkate değer. P anizza birkaç önem li vaka u n su ru n u n ; Alexina'nm ilk a d ın ın ve tıbbi m uayene m an z a ra sın ın kaydını tuttu. K avra­

6 F. L. von Neugebauer, Hermaphroditismus beim Menschen, Leipzig, 1908, s. 748. Alexina’nm adının kendisine ait olmadığı bariz olan bir portrenin altına yazılmış olduğuna dikkat edin. 7 A. Dubarry, Les Déséquilibrés de l'amour başlığı altında uzun bir hikâyeler dizisi yazar. Ör­ neğin: “Le Cou pear de nattes"; "Les Femmes eunuques”; “Les Invertis (nice allemand)”; “Le Plaisir san giant”; “L’Hermaphrodite”. 8 Persécution mania-. Sürekli takip edilme düşüncesiyle herkesi kendine düşman görme, (ç.n.)

Cogito, sayı: 65-66, 2011

137


138 : Michel Foucault

m a k ta güçlük çektiğim b ir nedenden -b e lk i de Tardieu’n ü n kitabı elinin a l­ tın d a olm aksızın, o k u d u klarından a k lın d a k alan lara d a y a n ara k elinin a ltın ­ dak i başka bir benzer vaka incelem esinden y a ra rla n m a sın d a n - dolayı tıb ­ bi rap o rları tah rip etti. A ncak en rad ik al değişiklikler öykünün ta m a m ın d a yaptıklarıydı: Z am anda değişiklikler yaptı; birçok m ateryal u n s u ru n u ve b ü ­ tü n atm osferi değiştirdi ve her şeyden de önem lisi, öznel b ir an latım ta r z ın ­ d a n a la rak nesnel öykülemeye yerleştirdi. H er şeye m utlak b ir "onsekizinci yü zy ıl” havası verdi: D iderot ve R eligieuseü (Rahibe) çok d a u zak ta değiller gibi görünüyor. Panizza’n ın kitabında a risto k ra si kızları için zengin bir m a ­ n a s tır d a var, yeğenine yönelik belirsiz b ir sevgi besleyen duygusal bir b a ş ­ rahibe, rahibeler a ra sın d ak i e n trik alar ve çekişmeler, bilgili ve kuşkucu b ir m a n a s tır başkanı, safdil b ir taşra papazı, dirgenleriyle şey tan kovalayan ç ift­ çiler var. B aştanbaşa yüzeysel bir ah lak sızlık ve tam am en m asum olm ayan in an ç ların yarı-naif b ir oyunu da var ki b u n la r The Courıcil o f Love m b a ­ rok şiddetinden olduğu k a d a r Alexina’n m ta şra lı ciddiyetinden de u zak talar. A ncak bu sapkın nezaket m an zarasın ı u y d u ran Panizza, öyküsünün m er­ kezinde kasıtlı olarak koca bir gölge a la n ı b ıra k ır ve b u rası da tam o lara k Alexina’yı yerleştirdiği yerdir. Rahibe, m üdire, rahatsız eden kız öğrenci, b a ­ şıboş gezen m asum yüzlü çocuk, erkek ve k ad ın sevgili, o rm a n ın içinde k o ­ ş u ş tu ra n pan, sıcak y u rtla rın içine sızan k arabasan, kıllı b a cak ları olan s a ­ tir, du alarla defedilen ib lis- Panizza onu sadece diğerlerinin gördüğü geçici görünüşlerde çizer. Bu kız-oğlan, bu ezeli ve ebedi bir varlık olm ayan erildişil, geceleri herkesin rüyalarında, a rz u la rın d a ve k o rk u ların d a geçenler­ den d a h a fazlası değildir. Panizza onu yaln ızca gölgeli; öykünün sonunda iz b ıra k m ad a n kaybolan, kim liksiz ve isim siz b ir figür o larak yapm ayı seçer. D oktorlardan cinsiyetinin yetersiz olduğunu duyan Abel B arb in ’in in tih a rı­ n a yaklaşm ak için b ir ceset bile sunm ayı denem ez. Bu iki m etni, yan y an a basılm ayı h a k ettiklerini düşünerek bir araya g e ­ tirdim . H er şeyden önce, travesti konusuyla çalkalanan onsekizinci yüzyıl gibi, h er ikisi de herm afro d itlik konusunun sık sık geçtiği ondokuzuncu y ü z ­ yıla ait oldukları için. Aynı zam anda b u iki m etin, an a k a ra k te rin m u tsu z belleğinde, m üdahale etm esi gereken d o k to rla rın bilgisinde ve kendi u s u lü n ­ ce kendi deliliğine d oğru yol alan bir p sik iy atrın hayal gücünde bıraktığı izi; bu küçük taşra g ü n lü ğ ü n ü n ard ın d a n b ırak tığ ı etkiyi görm em ize y a rd ım ediyor. İngilizceden çevirenler: Tolga Yalur, Berfu Şeker Cogito, sayı: 65-66, 2011



Transfeminizm SELİN BERGHAN

Özgürlüğün ne olduğunu zaten biliyor olduğumuzu düşünüyor olabiliriz, ancak transseksüel bireyler için şiddet tehdidi olmadan yaşamanın ne anlama geldiğini gerçekten hiç düşündük mü? Judith Butler

Giriş F em inistler teoride ve politikada, transseksüel k adınları h er zam an hoş k a r­ şılam am ış olsalar da transseksüel kim lik ve beden, fem inist teori açısından her z a m a n önemli a ç ılım la r sağlam ıştır. B eauvoir’ın ünlü "k ad ın doğulm az, k ad ın o lunur” sözü, 1970'ler fem inizm inin dayandığı teo rik altyapıyı özet­ ler: Biyolojik cinsiyetim izin doğal bir u zan tısı gibi görünen sosyal rollerim iz ve konum um uz aslında ideolojik bir kurgu, toplum sal b ir dayatm adır. Dola­ yısıyla biyolojik cinsiyetim izden farklı olarak, toplum sal cinsiyetim iz değiş­ tireb ilir olduğum uz b ir alandır. H er ne k ad ar toplum sal cinsiyet b ir k u rg u olarak kabul edilse de transseksüellerin kadınlık kim liği inşa edebilecek olm aları, biyolojileri nedeniy­ le reddedilm iştir. Diğer b ir deyişle, k ad ın doğulm uyordu, a m a kadın doğm a­ y a n la r da kadınlığa da h il olam ıyorlardı. Böylece fem inistler “dönüştürülebi­ lir” olan toplum sal cinsiyet rolleri a la n ın d a b ir m ücadele sürdürürken, m ü­ cadelenin sın ırların ı “dönüştürülem ez” o larak tan ım la d ık la rı biyolojik cin­ siyet ile çizm işlerdir. Cogito, sayı: 65-66, 2011


Transfeminizm

Diğer yandan, transseksüeller bed en lerin in cinsiyetlerinin yeniden b elir­ lenm esini talep ederek, biyolojik cinsiyetin yeniden yapılandırılabilecek ol­ duğunu gösterdiler. K u ir teori ise biyolojik cinsiyetin de toplum sal cinsiyet kadar b ir kurgu ve in şa olduğunu ilan ederek, biyolojik ve toplum sal cinsiyet a ra sın d ak i bölünm enin gerekliliğini sorguladı. Son dönem de transseksüeller, cinsel kim likleri ve bedenlerinin cinsi­ yeti üzerindeki denetim i tıp k u ru m u n d a n geri talep etm ekteler. Cinsiyet­ ti »plumsal cinsiyet ve cinselliğin ikiliklerle değil, çoğulluklarla yaşanabile­ cek olduğunu savunuyorlar. H alen ikili toplum sal cinsiyet sistem inin d ışın ­ da k a la rak dö n ü ştü rü cü m ü, yoksa var olan toplum sal cinsiyet pratiklerini kom bine ederek aslında b u sistem i güçlendirici m i oldukları tartışm alı. A ncak transseksüel k a d ın la rın polis şiddetinin, nefret cinayetlerinin h e ­ defi olm aları, birçok sosyal ve m edeni h a k ta n y a rarlan am am aları, hayatın her ala n ın d a ayrım cılığa u ğ ram aları ve zo runlu seks işçiliği yapm aları, g ü n ­ delik hay atlarındaki toplum sal cinsiyet p e rfo rm a n sla rın ın d ö n üştürücü ya da güçlendirici olduğu fark etm eksizin devam ediyor. 1990’la rd a n beri b a tı­ da ve 2000’lerde Türkiye’de örgütlenm eye başlayan transseksüeller, yaşadık­ ları h a k ihlalleri ve ayrım cı u ygulam aların ideolojik alt yapısını ortaya ko­ yuyorlar. Dolayısıyla transseksüel kim lik a rtık fem inizm için y alnızca tra n s birey­ lerin ikili cinsiyet k a lıp la rın ı sabote edip etm em elerinden ib aret değil. K a­ dın a k a rşı şiddeti ve ayrım cılığı a n la m ak için tra n s bireylere yönelik şiddeI i ve ayrım cılığı an lam am ız, ara ların d ak i ilişkileri fark etm em iz gerekiyor. B unlar aynı olm asalar d a birbirleriyle derinden bağlan tılıd ırlar.1 E n önem ­ lisi ise, toplum sal cinsiyeti herkes için b ir özgürlük alan ı o larak tanım laya­ bilm ek için, cinsel a z ın lık la rın kabul edilm e m ücadelesini “kendi som ut va­ roluşlarının kabulüyle h a k sahibi olm a b a k ım ın d a n eşitlenm e talebi”2 ola­ rak anlam am ız gerekiyor. K aldı ki, “toplum sal cinsiyetim izi veya cinsiyeti­ mizi seçilm iş ya da verili olarak kabul etsek dahi, her birim iz o cinsiyet veya toplum sal cinsiyeti talep etm e hak k ın a sahibiz. Ve onları talep edip etm em e­ miz b ir fark yaratır.”3 B en de A nkara’da 2006 yılında Pem be H ayat Derneği ile k u ru m sallaşan 1 Butler, J., "Queer-Yoldaşlığı ve Savaş Karşıtı Siyaset”, Çev. Elçin Yılmaz, http://www.antihomofobi.org/arsiv/2010 queer yoldasligi ve savas karsiti siyaset.htm. 2010. 2 Bora, A., “İnsan Hakları ve Toplumsal Cinsiyet”, Anti-Homofobi Kitabı, Haz. Ali Erol, Anka­ ra: Kaos GL, 2009 içinde s. 36-39. 3 Butler, agy.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

141


142 : Selin Berghan

tra n s m ücadelesinin b ir ta n ığ ı olarak, tra n s kim liğin fem inizm için önem ­ li açılım lar sağladığını savunduğum gibi, biyolojiye d ayanan b ir fem inizm in de tehlikeli olduğuna inanıyorum . Biyoloji ya da başka gerekçelerle tra n s bi­ reylerin dışlanm aları, evrensel k ızkardeşlik anlayışıyla çelişen anti-fem inist bir tu tum dur. Bu yazıda d a öncelikli o lara k tra n s kim liğin fem inizm de nasıl ele alın d ığ ın ı ve bu çerçeve içinde Pem be H ayat'in fem inist m ücadele ile eklem lenişini tartışm ay a çalışacağım .

Cinsiyet - Toplumsal Cinsiyet Biyolojik determ inist yaklaşım , in sa n la rı biyolojik özelliklerine göre kadın ve erkek olarak iki kategoriye ay ırır ve o n la rın toplum sal yaşam daki konum ve rollerini bu biyolojik tem elle m eşru la ştırır. Böylece k a d ın la rın ezilm işli­ ği ve b ask ılan m ışlığ ın m değişm eyecek o lan biyolojik ve doğal nedenleri ol­ duğu ileri sürülür. 1970’lerde fem inizm b u yaklaşım a, b ir dizi biyolojik fark­ lılıktan, sosyal, kültürel ve psikolojik o lan farklılıkları “toplum sal cinsiyet” kavram ı ile ayırt ederek itira z etti: Biyolojik cinsiyet a n ato m ik farklılıklara işaret ederken, toplum sal cinsiyet bu fa rk lılık la r üzerinden sosyal ve k ültü­ rel olarak kurulup, d ay atılan ve eşitsiz b ir toplum sal düzeni y a ra tan ilişki­ ler ağını niteliyordu. Cinsiyetin bu biyolojik ve toplum sal o lara k çatallanm ası, kim liği oluştur­ m ak için anlam lı ve uygun a ra ç la r sağladı ve kadını erkeğe tabi kılan hiye­ rarşik ilişkilere m eydan okudu.4 Ancak biyolojik cinsiyetin “doğallığı” sorgu­ lan m ad an , sabit ikili b ir kategori olarak b ırakıldı. Toplum sal cinsiyet de b u ­ nun üzerinden iki kutuplu o larak tartışıld ı. 1990’lard a k uir teori, biyolojik ile to plum sal cinsiyet a ra sın d ak i bu ayrı­ mı, biyolojik cinsiyetin de eşit şekilde b ir sosyal inşa olduğu iddiası ile so­ ru n sa lla ştırd ı. Cinsiyetin “doğallığı” y aln ızca biyolojinin b ir görünüm üne, ürem eye dayandırılm ıştır. B u da heteroseksüelliğin d o ğ allaştırılm asın a h iz­ m et eder. Aslında cinsiyet ve toplum sal cinsiyet a rasın d ak i ilişkisellik, to p ­ lum sal cinsiyetin bedenli olduğunu ve cinselliğe de toplum sal olarak cinsiye­ tin d ayatıldığını ortaya koyar.5 Dolayısıyla m esele mevcut b ir farklılığın to p ­ lum sal olarak dönüşm esi değil; söylem, p ratik le r ve ilişkiler aracılığıyla cin4 Hird, M.J., "Gender’s Nature: Intersexuality, transsexualism and the ‘sex/gender’ binary”, Feminist Theory, C.l, S. 3, 2000, s. 347-364. 5 Gagne, P ve R. Tewksbury, Gendered Sexualities, Oxford, BK: Elsevier Science, 2002; Valocchi, S., “Not Yet Queer Enough - The Lessons of Queer Theory for the Sociology of Gender and Sexuality”, Gender and Society, C. 19, S. 6, 2005, s. 750-770.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Transfeminizm

Niyet farklılığının ikili k a rşıt olarak k u rulm asıdır. Cinsiyet, toplum sal cinsi­ yet pratikleri ile doğallaştırılıp, kategorik farklılıklara d ö n ü ştü rü lm ü ştü r.6 Connell, cinsiyet fark lılık ları doğalsa, neden yoğun bir şekilde dam galan­ ması gerektiğini sorar.7 Farklılık doğalsa kendiliğinden b ir sürekliliği ola­ caktır. Ancak toplum sal pratikler, söz konusu farklılıkları vurgulayarak ve ab a rtara k , doğal benzerlikleri olum suzlam aktadır. Dolayısıyla dişi ve eril I»edenler arasındaki benzerlikler b a stırılm ış ve ürem eye dayalı farklılıklar 11zerinden ikili b ir bölünm e yaratılm ıştır. Toplum sal pratiklerle de bu bölün­ me doğallaştırılm ıştır. Butler da cinsiyetin n asıl norm olarak alındığını ve b ed en in neden doğurgıınlık özelliği ile ta n ım la n d ığ ın ı ta rtış ır.8 B utler’a göre, cinsiyetin ve to p ­ lum sal cinsiyetin doğduğu bir orijin yoktur. K im likler ve bedenler, belli kül­ lü ıel n o rm la rın te k ra rla n a n perfo rm an sları ile cinsiyet kazanırlar. Dolayı­ sıyla cinsiyet de toplum sal cinsiyet k a d a r ik tid ar ta ra fın d a n söylemsel olarak kurulur. Bedene bu cinsiyetin toplum sal o larak yüklenm esi ile beden m addeleşir. Ancak “toplum sal cinsiyetin yeniden ü retim i daim a iktidarla karm aşık b ir pazarlıktır; aslın d a bu norm ları yeniden üretm eyen hiçbir toplum sal cinsiyet yoktur, bu yeniden üretim sürecinde baskın olan norm lar, yeni çiz­ giler b oyunca toplum sal cinsiyet gerçekliklerini yeniden k u rm ay a olanak ta ­ nıyarak, hiç um u lm ad ık şekilde yerle b ir olm a veya değişim e u ğ ram a riskiy­ le karşı karşıya kalır.”9 Böylece iktidar söylemi, öznelerin gündelik perform anslarıyla dönüştü­ rülebilir hale gelir. Dolayısıyla bu yaklaşım , toplum sal cinsiyet kim likleri­ nin b ir in şa sürecine işaret ettiğini belirlem esine karşın, bireylerin rolünü göz a rd ı etm ekle eleştirilen ikinci dalga fem inizm in b ırak tığ ı boşluğu dol­ durm u ştu r:

Transseksüel Kimlik Transseksüel kim lik ilk olarak 1920’lerde A lm an seksolog M agnus H irschfeld ta ra fın d a n tıp a la n ın d a tanım landı. 1940 ve 50’lerin b aşın d a horm on­ 6 Acar, Savran, G., "Cinsiyet/Toplumsal Cinsiyet/Cinsellik: Biyolojizm ve Toplumsal Kuruluşçuluğun Ötesinde”, Beden Emek Tarih, Yay. Haz.: G. Acar Savran, İstanbul: Kanat Kitap, 2004 içinde, s. 233-309. 7 Connell, R.W., Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Çev.: Cem Soydemir, İstanbul: Ayrıntı Yayınla­ rı, 1998. 8 Butler, J., Gender Trouble, New York: Routledge, 1990; Bodies That Matter, New York: Routledge, 1993. 9 Butler, 2010, agy.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

143


144 : Selin Berghan

ların keşfi ve plastik cerrahideki gelişmeler, cinsiyete c e rra h i m üdahaleyi m ü m k ü n hale getirdi. Böylece dişi ve eril beden kim yasal o larak birbirinden farklı olsa da her iki cinsiyet de söz konusu kim yasallarla diğeri olarak yapılan d ırılab ilir oldu.10 A ncak bu bazı fem inistler tara fın d a n hoş k arşılan m a­ dı. Ö rneğin, Raym ond transseksüellerin dişi form u yapay hale dönüştürerek, bu bedeni kendilerine m al ederek, kadın bedenine tecavüz ettiklerini savun­ du ve o n la rın kadın değil, sapm ış erkekler olduklarını iddia e tti.11 Raymond, cinsiyeti kim liğin k u ru cu öğesi olarak konum landırarak, toplum sal cinsiye­ te önceliyordu. Transseksüellere yönelik fem inist sa ld ırıla r yalnızca teoride kalm adı. Ör­ neğin 1970’lerde fem inist hareketin k a d ın la ra açık etkinliklerinden biri olan M ichigan M üzik Festivaline "yalnızca k a d ın doğanlar” sloganı ile transseksüeller kabul edilm ediler. H em dişi hem eril genitallere sah ip biri, yarısının m ı festivale girmeye izinli olduğunu soruyordu. Bu yaklaşım ı protesto etm ek için, ertesi yıl transseksüel, interseksüel bireyler ve onları destekleyenler ta ­ ra fın d an festivalin y an ın d a tra n s kam p k u ru ld u .12 Aynı süreçte antropolojik araştırm alar, H indistan’daki hijra, Kuzey A m erika’daki berdache, U m m an d ak i x an ith gibi bazı kültürlerdeki toplum ­ sal cinsiyet kategorilerinin ikili bir çerçeveyle açıklanam adığını ortaya koy­ du. Bu çalışm alar, fem inistleri ikili toplum sal cinsiyet sistem i dışında dü­ şünm eye yönelttiği kadar, transseksüel bireylerin de yanlış bedende değil, yanlış k ültürde doğduklarını iddia etm elerine olanak sağ lad ı.13 Diğer yandan, transseksüel kim liğin ta k lit m i yoksa gerçek m i olduğu so­ rusu, tü m toplum sal cinsiyet kim liklerinin kültürel alanda yapılandırıldığı kabulü ile geçersizleşti. Transseksüellerin geçm ek zorunda oldukları klinik ve sosyal testlerin, kim lik in şaların d a "k rald an çok kralcı” b u lu n an tu tu m ­ ların a etkisi ortaya kondu. Ne kadın ne erkek olarak kabul edildikleri gibi, 10 Hausman, B.L., “Demanding Subjectivity: Transsexualism, Medicine, and the Technologies of Gender", Journal o f the History o f Sexuality, C. 3, S. 2, 1992, s. 270-302. 11 Akt. Hird, M.J., "Gender’s Nature: Intersexuality, transsexualism and the sex/gender’ bi­ nary”, Feminist Theory, C.l, S. 3, 2000, s. 347-364; Stone, S., “The Empire Strikes Back: A Posttranssexual Manifesto", Body Guards - The Cultural Politics o f Gender Ambiguty, Ed. J. Epstein ve K. Straub, New York: Routledge, 1991 içinde s. 280-304. 12 Gamson, J. (1997). “Messages of Exclusion - Gender, Movements and Symbolic Boundaries", Gender and Society, C. 11, S. 2, 1997, s. 178-199. 13 Towle, E.B. ve L.M.Morgan, “Romancing The Transgender Native - Rethinking the Use of the Third Gender Concept", GLQ, C. 8, S. 4, 2002, s. 469-497; Shapiro, J., “Transsexualism: Reflections on the Persistence of Gender and the Mutability of Sex", Body Guards - The Cul­ tural Politics o f Gender Ambiguty, Ed. J. Epstein ve K. Straub, New York: Routledge, 1991 içinde s. 248-279.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Transfeminizm

bir tehdit olarak alg ıla n a rak iki kategoriden birine dahil olm aları yönünde Kürekli baskı ve şiddet görüyorlardı. Terapi için tıbbi k u ru m la ra bağım lıydı­ lar. K ad ın lık ların ı kabul ettirm eleri gereken doktorların çoğunluğu erkek11 ve bu u zm an k adrosu kendilerini her ne k a d a r cinsellik için d ah a bilimsel ve liberal tu tu m la rın gelişm esi harek etin in b ir parçası o larak görseler de asIıııda toplum sal cinsiyete d a ir oldukça geleneksel tu tu m la rı yansıtıyorlardı.14 Nihayet 1990’lard a transseksüel bireyler ve kendilerini iki kutuplu kim ­ liklerin dışında b u lan herkes kuir politikası etrafında birleşti. K uir politi­ ka, hem radikalliğini y itiren ve her z am an kendilerini hoş k arşılam ayan eş­ cinsel harekete b ir eleştiri, hem d ar kim lik p o litik aların a ve katı kategorilere bir tepki olarak ortaya çıktı. T rans15 aktivizm i, bir yandan kim liklerin yıkıl­ m asını talep ederken, diğer yandan da bir, g rup kim liği yaratm aya girişti.16 Bu g ru p kim liğinin sın ırları, tra n s kim liğin baskılanm ışlığı ve tra n s hak­ la rı anlayışı ile kim liğin günlük ifadeleriyle m üzakere edilerek eklem lenen bir tra n s bilinci ile çizilm ektedir. Trans kim lik, bir öz varsaym adan, kendi cinsel, entelektüel ve k ültürel pozisyonunu m arjin al b u lan herkesi davet eder. Kuir politika biyolojik ve toplum sal cinsiyeti ikili sın ırla rd an çoklu olasılık­ lara taşıyarak, biyolojik ve toplum sal olan arasın d ak i a y rım ın gerekliliğini yeni kim likler y a ra tara k sorgular. Bu süreçte giderek d a h a çok transseksüel, cinsiyet geçişi am eliyatı y ap tırm ak tan vazgeçm ekte ve tra n s kim liklerin hasUılık statü sü n d en çık arılm ası için m ücadele verm ektedir.

Türkiye’de Trans Aktivizmi Türkiye’de m edyanın 1990’ların so n la rın d a n başlayan ve kam uoyunda rö n t­ genciliğe v aran bir m erak uy an d ıran tt k a d ın la ra yönelik ilgisi,17 onları sal­ dırgan, sapık, ahlaksız, kolay p a ra peşinde koşan kadın k ılığındaki erkekler olarak resm etm iştir.18 E llerinde falçatalarla etrafa saldıran, geceleri fuhuş yapm ak için caddeleri işgal eden, AIDS’in yayılm asının yegâne sorum lula­ 14 Gagne, P. vd., "Corning Out and Crossing Över - Identity Formation and Proclamation in a Transgender Community", Genderand Society, C. 11, S. 4, 1997, s. 478-508; Garber, M., Vested Interest - Cross Dressing and Cultural Anxiety, New York:Routledge, 1992; Shapiro 1991, agy. 15 Türkiye’de "trans" ve “lubunya” kavramları, Batı literatüründe bir şemsiye terim olarak kullanılan transgender kavramını karşılamaktadır. 16 Broad, K.L., "GLB+T?: Gender/Sexuality Movements and Transgender Collective Identity (De)Constructions”, International Journal o f Gender Studies, C. 7, S. 4, 2002, s. 241-264. 17 Kandiyoti, D., "Pembe Kimlik Sancıları”, Kültür Fragmanları- Türkiye'de Gündelik Hayat, Yay. Haz.: D. Kandiyoti ve A. Saktanber, Çev.: Z. Yelçe, İstanbul: Metis Yayınları, 2002 için­ de. s. 278-292. 18 Berghan, S., Lubunya: Transseksüel Kimlik ve Beden. İstanbul: Metis Yayınları, 2007.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

145


146 : Selin Berghan

rı olan tt k a d ın la rın öldürülm eleri de bu gerekçelerle m eşru laştırılır. K atil­ ler cinayetleri k u rb an "erkek çıkınca” ya d a “ters ilişki teklifinde" b ulunun­ ca işlediklerini ifade etm iş ve hâkim ler de b u gerekçeleri h ak lı b u larak ceza in d irim i verm işlerdir.19 2006 yılında A nkara E ry a m a n ’da 25-30 kişilik bir grup ta ra fın d a n tt ka­ d ın la ra yönelik döner bıçaklı sallam alı sa ld ırı olayları yaşandığında, poli­ sin u z u n süre olayları kovuşturm am ası, bölgede ikam et eden birçok tt kadı­ nın eşy aların ı bile a lm a d an A nkara m erkeze ya da başka şehirlere kaçm ası­ na neden oldu.20 Bu olay, aynı zam anda, Pem be Hayat’m k u ru lm asın d a tetikleyici rol oynam ıştır. Pem be Hayat LGBTT Derneği 2006 y ılın d a A nkara’da travesti ve transseksüel k a d ın la r ta ra fın d a n kuruldu. Pem be Hayat her ne k a d a r tt kadınlar ta ra fın d a n kurulm uş olsa da lgbt21 h a k la rı a lan ın d a ç a lışm ak ta ve heteroseksüel k ad ın ve erkekler de ç alışm aların d a yer alm aktadır. Dernek, k u ru lu ­ şu n d an b ugüne politik söylemleri, sokak eylem leri ve projeleri ile görünürlü­ ğünü a rttırm ış, ulusal ve ulu slararası platfo rm ve koalisyon üyelikleriyle si­ vil toplum alanında lgbt h a k la rın ın ta n ın m a s ın a katkıda bulunm uştur. Türkiye’de 1990’la rd a görünürlük k a z a n a n gey hareketin, 2000’lerde lgbt harekete evrilerek güçlenm esinde tt bireylerin örgütlenişinde b ir m ilat olan Pem be H ayat kurucu aktörlerden biridir. Pem be Hayat’m k u ru lu şu , lgbt hak­ la rın ın cinsel yönelim den ibaret sınırlı k av ran ışın a hareket içinden bir öze­ leştirid ir aynı zam anda; çü n k ü bedenin yeniden cinsiyetlendirilm esi, zorun­ lu seks işçiliği gibi eşcinsellerden fark lılaşan ve doğrudan cinsiyet kimliği m ücadelesinin m erkezinde yer alan tt k a d ın la rın so ru n ları ilk kez Pembe Hayat aracılığıyla g ö rü n ü r olabilm iştir. 2000’ler Türkiye’de lgbt hareketin güçlendiği yıllar olduğu kadar, lezbiyen ve biseksüel k a d ın la r aracılığıyla fem inizm le de iç içe geçmeye başladığı yıllard ır.22 Fem inist örgütlerle diyalog ve işbirlikleri k u rm ak ve birlikte p o ­ litika geliştirm ek, Pem be H ayat için de öncelikli m eselelerden biri olm uştur. 19 Örneğin: "Polisler bıçaklanan AIDS’li travestiyi eldivenle tutabildi" Zaman, 31 Ağustos 2006; "Vali Göksu: AIDS’in yayılmasında travestilere ev kiralayanlar da suçlu” Zaman, 19 Ekim 2004; Hürriyet 01 Kasım 2005, "Erkek Çıkınca" Hürriyet, Ankara 2009. 20 Ayrıntılı bilgiye http://www.kaosgl.org/node/1429 adresinden ulaşılabilir. 21 Pembe Hayat, dernek adında çift t kullanarak travesti ve trans bireylerin farklılıklarını ko­ rumayı tercih etmektedir. Ben de bu yüzden tt kadınlar ya da daha kapsayıcı olan trans bi­ reyler ifadelerini kullanıyorum. 22 Altmay, A.G., "Türkiye'de Feminist Hareket ve Cinsellik”, Anti-Homofobi Kitabı, Yay. Haz.: Ali Erol, Ankara: Kaos GL, 2009 içinde, s.147-150.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Transfeminizm

Alıcıık bu mesele, yalnızca fem inist m ücadele içinde tt k a d ın la rın sorunla­ rının yer bulm ası ve cinsiyet kim liği m ücadelesinin fem inist m ücadeleye ek­ im ilen m eşini değil, z am an zam an fem inistler arasın d a tt k a d ın la rın kad ın ­ lı kim ini reddedenlere k a rşı bir m ücadeleyi de içerm ektedir. ( lerçekten de Türkiye’de bazı feministler, kadınlığın “so n rad an olunam a­ yacak’’ yani “doğuştan” olduğu gerekçesiyle, tt kad ın ların kad ın lık deneyimi yaşayam ayacaklarını iddia etm işlerdir ve etm ektedirler. Bu nedenle, 70’lerde AlfD’de de olduğu gibi, yalnızca kadınlara açık olan etkinliklere tt kadın (ve erkeklerin) alınıp alınm ayacakları tartışm a konularından biri olabiliyor. Ör­ neğin bir tra n s erkek aktivist olan Berk,23 2010 yılında İstan b u l’da yaşanan bu »oı ıınu “fem inist cam iada yaşanan bir tra n s kriz”i olarak tanım lam aktadır. A nkara’da ise Pembe H ayat’in özellikle A nkara K adın P latfo rm u n a üye olması ile fem inistler ve tt k a d ın lar a ra sın d a gelişen ilişkiler, her iki ta ra f İçin de önem li değişiklikler yarattı. H er iki m ücadele de birb irin d en beslendi ye beslenm eye devam ediyor. TT kadınlar, k a d ın lık la rın ı fem inistlere anlaIirken o n la rın kadınlık alg ıların ı etkilediler. T ransların k ad ın lığ ın ın gerçek­ liği ya d a etkinliklere a lın ıp alınm ayacakları A nkara’daki fem inist cam ia­ da ıı/.un sü re d ir bir ta rtış m a konusu değil. Diğer yandan, örgütlenm ek ve bu »üreçte fem inizm den beslenm ek tt k a d ın la rın kim lik anlayışını da etkiledi. Duygusal ilişkilerinde erkeklere karşı d a h a edilgen, söz dinler, h a tta şiddeti m aruz g ö rü r olan tt k a d ın la r24 a rtık bu h allerin i ve sevgilileriyle olan kavga­ larının değişen içeriklerini “güllüm ”* m alzem esi yapm aktalar. Ancak "seks işçiliği” h alen A nkaralı fem inistleri bölen b ir sorun. Eğitim ve iş a la n la rın d a n d ışla n a n ve seks işçiliği yapm aya zorlanan tt kadınlar, ya­ şadıkları ayrım cı uygulam alarla m ücadele ederek, tra n s bireyler için seks iş­ çiliğine alternatifler y a ra tm a n ın yollarını aram ak talar. Öte yandan, tran s bireylerin eğitim ve iş a la n la rın d a n dışlan m ad ığ ı dünya m ü m k ü n olana ka­ dar, seks işçiliğinin güvenlik ve sağlık k o şu lla rın ın da düzenlenm esi ve dü­ zeltilmesi yönündeki h a k lı taleplerini dile getiriyorlar. Son iki yıldır, Pem­ be H ayat’in çağrıcılığında fem inist örgütler ve diğer bazı h a k tem elli örgüt­ ler seks işçiliği kavram ını, so ru n ların ı ve sendikalaşm a taleplerini ta rtış ı­ yor. Bazı sosyalist ve M arksist fem inistlerin işçi kavram ına itirazları var­ ken, b azı sendikalı fem inistler kendi örgütlerini “ah lak i” nedenlerden dolayı 2.1 Berkant, B.Î., "Queer Tartışmaları”, Lubunya, S. 7, (201 f de yayıma hazırlanıyor). 24 Berghan 2007, age. * Eğlence

Cogito, sayı: 65-66, 2011

147


148 : Selin Berghan

bu konuda tra n sla rı desteklem ek için ik n a edem ediklerini belirtiyorlar. Tüm b u n la ra k arşın çoğunluğu tt k a d ın la rd a n oluşan ve 2008’de k u ru la n K ırm ı­ zı Şem siye Seks İşçileri Insiyatifi, 8 M art ve 1 Mayıs y ürüyüşlerine “Patronsuz ve Pezevenksiz B ir D ünya istiyoruz” p an k artıy la katılıyor. Son olarak, 22-28 K asım 2010 ta rih le ri a rasın d a Pem be H ayat’ın bu yıl üçü n cü sü n ü düzenlediği “N efret Suçları M ağdurları T rans Bireyleri Anm a B uluşm ası” kapsam ında, transfem inizm o tu ru m u gerçekleştirildi. O turum ­ da birlikte m ücadele etm enin, ortak bir dil ve o rtak p olitikalar geliştirm enin o lan ak ları tartışıldı. H er ne kad ar A nkara’d ak i fem inist gündem in 25 Kasım y ü rü y ü şü ve KESK’teki cinsel taciz davası ile ilgili olarak yoğun olm ası ne­ deniyle, birçok fem inist ö rgütün tem silcisi konuşm acı veya dinleyici olarak k atılam am ış olsa da y apılan ta rtışm a la r tt kadınlarla fem inist k ad ın lar a ra ­ sındaki ilişkilerin güçlendirici olduğunu b ir kez daha gösterdi.

Son söz olarak Son beş yıllık sürecine Pem be Hayat içinden dahil olm uş b ir fem inist ola­ rak, b u ra d a birkaç kısıtlı örnekle Türkiye’de tra n s m ücadelesinin fem inizm ­ le ilişkisini ele alm aya çalıştım . Fem inist kadınlarla tt k a d ın la rın ilişkileri sorunsuz olm asa da, bu ilişkiselliğin her iki tara fı da güçlendirdiği m uhak­ kak. B u ilişki, bana göre, ilk olarak hem fem inistlerin hem de tt kad ın ların k adınlık kurg u ların ı te k ra r gözden geçirm elerine ve kendi kim liklerine eleş­ tirel bakabilm elerine olan ak yarattığı için güçlendirici. İlerleyen günlerde, g ö rü n ü r olmaya ve örgütlenm eye başlayan tra n s erkeklerin de fem inist gün­ dem deki tartışm a la rı zenginleştireceğine inanıyorum . Öte yandan, tra n s m ücadelesi ile k u ir politika, sivil toplum alanında bir dereceye k ad ar g ö rü n ü r olabilm işse de, akadem ide henüz yeterince ilgi çek­ miyor. Oysa k uir teori, toplum sal cinsiyet, etnisite, sınıf gibi aidiyetlere cin­ selliği ekleyerek, kim lik tem elli analizin sın ırla rın ı genişletm e olanağı su n ar ve böylece cinselliğin de b ir iktidar kaynağı olarak analiz edilm esini m üm ­ kün kılar. Diğer yandan cinselliği iki kutuplu kategoriler üzerin d en ele aldık­ ça, ik tid a rın yeniden üretilm esinde rol oynuyoruz. Ve bu kategoriler onla­ ra uym ayan kişiler üzerinde iktidar uygulam akta, en tem el in sa n hakkı olan yaşam h a k la rın ın ihlal edilm esine neden olm aktadır.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Tıbbın (eş)cinselliğe Bakışı İçin Bir Arkeoloji Denemesi SELÇUK CANDANSAYAR

Foucault’y a saygıyla

Kavramsal temeller I''.^cinselliğin bir "h asta lık ” olup olm adığıyla ilgili tartışm alar, tıbbın sadece eşcinsellik değil, genel o lara k cinsellik üzerine ürettiği bilginin eleştirel de­ ğerlendirm esi yapılm adan anlaşılam az. Tıbbın eşcinselliğe b a k ışın ı belirle­ yen, cinsellik denilen in sa n yaşan tısın ın bilgisini inşa ederken kullandığı te ­ mellerle dolaysızca bağlıdır. T erim lerin de tarih le ri vardır. O nlar da diğer k ü ltü r ü rü n le ri gibi ta rih ­ sel süreç içinde üretim ilişkilerindeki dönüşüm lere bağlı o larak değişen ev­ ren ve h a k ik a t an layışlarına göre değişir, dönüşürler. İn san lık ta rih i boyun­ ca var olan çok sayıda yapı, ad lan d ırm a ya d a kavram değişm ez b ir an lam ­ sal kesinlik göstermez. Beş bin yıl önce Dicle’n in kıyısındaki küçük bir yer­ leşimde yaşayan bir b ab a ile günüm üzde B oğaziçi’ne n azır k o ru n ak lı sitede yaşayan ‘b a b a n ın , ‘baba k im liğ i ve r o lü ’nden an lad ık ları a ra sın d ak i belki de tek o rta k nokta ikisinin de evlatlarının babası olduklarını bilm ekten öte­ ye gitmeyebilir. Cinsellik ve cinsel ilişki ta rz la rı söz konusu olduğunda bu farklılaşm a ilaha ö rtü k am a aslında d a h a keskin bir hal alır. Nasıl ki in sa n lık tarih in in başından b u y ana cinsellik ve cinsel ilişki ta rz la rı b ü tü n çeşitlilikleriyle var­ sa, sanki bu ta rih in b a şın d a n beri de heteroseksüellik dışı cinselliklerin aynı şekilde anorm al, sağlıksız o larak değerlendirildiği sanılır. Oysa eşcinselliğin Cogito, sayı: 65-66, 2011


150 : Selçuk Candansayar

ya da heteroseksüellik dışı tü m cinselliklerin tıbbi bir h astalık olarak değer­ lendirilm esinin geçmişi yüz elli yılı geçmez. O ndan önce suç d a h a önce ise , gü n ah o larak görülm üşlerdir. Ama suç, günah ya da hastalık olarak değer­ lendirilm edikleri dahası b ir isim le ay rılm adıkları dönem ler de vardır.

,

Eşcinsellik, “doğal, n orm al ve sağlıklı” cinselliğin ne olduğuna ya da ol- 1 m ası gerektiğine d a ir ü retilen tıbbi bilginin tam am layıcı ta n ıtla rın d a n biri o lm ak tan öte anlam ı olm ayan bir kavram dır. Bu b ağlam da doğal, n orm al ve sağlıklı nitelem elerinin kapsam ve çerçe- j vesinin çizilm esini belirleyen etkenler de tarih se l olarak gözden geçirilmeli- \ dir. Cinsellik, cinsel ilişki ta rz la rı ve h a tta cinselliğe eşlik eden duygusal, top- > lum sal, hukuki vs. değişkenlerin bile her tarih se l dönemde, h er ü retim ilişki- j si ta rz ı ve ik tidar ilişkisinin niteliğine bağlı olarak değişkenlik gösterdiğini ' kabul etm ek güçtür. Farklı tarihsel dönem ler ve üretim ilişkisi tarz la rı için \ cinsellik söz konusu olduğunda doğal, n orm al ve sağlıklı ölçütlerinin de­ ğişm ez kesinlikler olm adığını fark etm ek çoğu insan için şaşırtıcı gelecektir. Ş aşkınlığı sıklıkla kendi bildiğinden farklı olanın doğadışı, an orm al ya da sağlıksız olduğu yargısı izleyecektir. Bu ta rz akıl yürütm eler sadece cinsellik alan ın d a söz konusu değil. Gerek birey gerekse toplum herhangi bir anda herhangi bir d urum la ilgili yargısının evrensel, tek, geçerli h ak ik at olduğuna ve kendi yargısının da kendisi dışında­ ki herkes, dahası insanlık için de tek hakikat olduğunu kabullenm eye eğilim ­ lidir. Ne bireyler ne de toplum lar, kendilerinin dışındaki dünya ile ilgili yar­ gıların ın öznel/ kişisel olabileceğini düşünm eye yatkın değillerdir. Verili bir şim di de belirlenm iş değer yargılarının ezelden beri var olduğu ve ebediyete kad ar da süreceği sanılır. Üstelik tekil bireyin kendi kişisel ta rih in d e bile çok sayıda yargısının değişm esine karşın bu böyledir. Her kültür, toplum ve birey kendisini tanım layabilm ek için “öteki’ne ihtiyaç duyar ve “ötek in i” inşa eder. Cinsellik de ötekileştirm e pratiğinin işlediği a lan lard an biridir. İktidar, insan, toplum ya da kültürlerin kendilerini tanım layabilm ek için kendisi olm ayandan dolayım lanm asm ı b ir denetim aygıtı h alin e getirir. İk­ tidar, h e r toplum u, kendisini doğal toplum olarak görmeye ve ‘norm alliğin’ ölçütü olarak değerlendirm eye eğim lendirir. B urada “doğal" kavram ı çok önem lidir. Doğal olan, olm ası gereken, b aşk a türlü olm ası m ü m k ü n olm a­ yan, başlan g ıçta var olan ve sonunda da olacak olan a n la m la rın ı içerir. Cinsellik ve cinsel ilişki hakkındaki y a rg ılar bu akıl y ü rü tm e tarzın ın açık ve kesin olarak belirlenebildiği özgül a la n la rd a n biridir. Oysa cinsellik Cogito, sayı: 65-66, 2011


Tıbbın (eş)cinselliğe Bakışı İçin Bir Arkeoloji Denemesi

ve cinsel ilişki tarz la rı aynı kuşak içinde bile biteviye değişkenlik gösterir. Kişinin bireysel tarih in d e ergenlik, ilk gençlik, erişkinlik ve olg u n lu k çağla­ rında cinsellik ve cinsel ilişki tarz la rı h ak k m d a k i düşünce ve eylemleri bile sabit değilken bu kalıcı, değişm ez ve keskin y arg ıların oluşabilm esi, süreci belirleyen başka ve d a h a b ask ın bir değişkenin varlığını işa re t eder. O değiş­ ken ik tid a r ve iktidar ilişkilerinin yeniden ü retilm e biçim leri ve aygıtlarıdır. Cinsellik ve cinsel ilişki ta rz la rın ın doğal, n o r m a l ve s a ğ lık lı ölçütlerine göre değerlendirilm esinde benim yaşadığım tek d o ğ ru d u r y arg ısı gibi sık ya­ pı lan b ir diğer hatalı akıl yü rü tm e doğal, n o rm al ve sağlıklı o lan ın ne oldu­ ğuna in sa n dışı m em elilerde ya da ta rih in farklı dönem lerinde görülüp gö­ rülm ediğine göre k a ra r verm eye çalışm aktır. Eşcinsellik doğal çü n kü Bonoho m aym unlarında da görülüyor ya da eşcinsellik norm al ç ü n k ü eski Y unanda va da Osm anlı döneminde de vardı, tan ıtla rı, bu yanlış akıl y ü rü tm e biçim i­ ne örnek olarak verilebilir. H eteroseksüel ilişki dışındaki cinselliklerin diğer prim at türlerinde de görülm esi ya da A nadolu ve M ezopotam ya tarih in d e b u ­ lunm ası, homofobiye karşı ve cinsel özgürlükler için yapılan m ücadelelerde katkıdan çok z a ra r getirebilm e gizilgücü taşırlar. ilk in in sa n dışı m em elilerde heteroseksüel cinsellik d ışın d a k i cinsel ilişki Iarzların ın görülm esi, insanı, 'eşref-i m a h lu k a t' olarak değerlendiren ve tek Tanrılı dinlerde kaynağını b u lan insan m erkezli dünya a n la y ışın ın eşcinsel­ liği a n o rm al olarak d am galam asını kolaylaştırıcı b ir etkide bulunur. Böylece heteroseksüellik ve heteroseksüel ilişki yüceltilerek h iy era rşin in tepesinde konum landırılırken, heteroseksüellik dışı cinsellikler ilkel, h am , geri, aşağı ve sapkın olarak değerlendirilir. Ö rneğin, fiziksel görünüm ile suç arasında bağ olduğuna in an an ve m odern suç bilim inde h â lâ d ü şü n cesin in kalıntıları etkin olan Lombrosso, heteroseksüelliği in sa n ın ancak o lg u n la şa ra k ulaşa­ bildiği b ir aşam a olarak görm üştür. L om brosso’ya göre tü m in sa n la r ve di­ ğer m em eliler doğuştan biseksüeldirler ve heteroseksüellik ev rim in en üst aşam asıdır. Bu düşünceye göre heteroseksüel ilişki dışı cinsellikler, hayvan­ lıktan in sanlığa doğru y ü k s e le n evrim sel gelişim in ancak b ir a ra basam a­ ğıdır ve heteroseksüel olm ayanlar evrim sel gelişim lerini tam am layam am ış, geri, ilkel tü rle rd ir1. Bu düşüncenin izleri doksanlı y ılların b a şın d a eşcinselliğin genetik bir çeşitlilik olabileceği ta rtış m a la rın d a da ortay a çıkm ıştır. H om ofobik kültü1 Bullough, V. L., “Sex and the Medical Model”, The Journal o f Sex Research, C. 11, S. 4, 1975, s. 291-303.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

151


152 : Selçuk Candansayar

rü n baskısı altında özgürlük arayışındaki eşcinsel hareketler başlan g ıçta eş­ cinselliğin genetik olarak belirlenen bir yönelim olabileceği fik rin i benim ­ semekte tereddüt bile etm em işlerdir. Bu kabullenişte “ahlaksız, suçlu ya da hasta değilim ne yapayım benim doğam bul” açık lam asın ın koruyuculuğunun önemli payı vardır. Ne v ar ki kısa süre içinde eşcinselliğin genetik köken­ li olabileceği önerm esi, eşcinselliğin bir genetik fa rk lılık değil k u s u r olarak değerlendirildiği görüşlerin o rtalığa saçılm asına neden olm uştur. Bu nokta­ dan, eşcinselliği, diğer genetik ku su rlar gibi b ir era d ika syo n (tem izlem e, or­ tadan k aldırm a) p ro g ram ın a tabi tutm a önerilerine sıçram ak çok zor olm a­ m ıştır. Neyse ki eşcinsel harek et kısa sürede genetik belirlenim fik rin in teh­ likelerini sezm iş öte y an d an yapılan genetik a ra ş tırm a la r da genetik köken fikrini pek destekler sonuçlara ulaşm am ıştır. Eski Y unan dönem i ve d a h a çok da M ezopotam ya/ O rta Doğu coğrafyala­ rındaki yaygın ve pek de yadırganm ayan eşcinsellik ve haz odaklı cinsellik­ ten yola çıkarak, o dönem ve coğrafyanın ars erotica (aşk cenneti) gibi görül­ mesi de b aşk a tü rden bir yanılgıya bağlanabilir. Gerek eski Y unan ve Roma dönem i gerekse Anadolu, M ezopotamya, O rta Doğu coğrafyasında oğlan­ cılık o larak tan ım la n a n cinsel ilişki ta rz ın ın yaygınlığı ve İslam öncesi dö­ nem de de doğal görülm esi bu tarihsel dönem ve coğrafyaların heteroseksüellik dışı cinselliklerin ra h a tlık la yaşandığı b ir tü r hayali cennetler olarak görülm esine, h a tta özellikle yetm işli yıllarda doğuya yapılan eşcinsellik yol­ cu lu k ların a bile yol açm ıştır. Oysa hem an tik dönem in hem de söz konusu co ğrafyaların eşcinselliğe b ak ışın ın , onu doğal ya da norm al o lara k görmek­ ten çok, erkek egem enliğini yüceltici ve genişletici anlay ışların d an kaynak­ lan m ak ta olduğunu söyleyenler de v ard ır2,3. Güçlü ve egemen olan erkeğin, kadın, kız, oğlan, erkek gözetm eden, her­ kesi ‘becerme hakkı ve yetisine’ sahip olduğu in an ışın ın o dönem cinsel ilişki ta rz la rın ı belirlediğini sav u n an lar vardır. A rap coğrafyasında erkek çocuk­ ların ın (oğlanların) on beş on altı y aşlarına gelene k ad ar kendilerinden b ü ­ yük ve güçlü erkekler ta ra fın d a n edilgen rolde ‘kullanılm alarının doğal, nor­ m al b ir d u ru m olarak görüldüğü, bu y a şla rd an d ah a büyük o lan lard a ise (artık erkek sınıfından oldukları için) eşcinsel ilişkide edilgen rolü üstlenm e- 23 2 Schmitt, A., Sofer, J., “Müslüman Toplumlarda Erkekler Arası Cinsellik ve Erotizm”, Çev.: D. Canat, Kavram Yayınları, 1995. 3 Fone, B., "Homosexuality and homophobia in antiquity”, Homophobia, Picador, ABD, 2000 içinde s. 17- 25.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Tıbbın (eş)cinselliğe Bakışı İçin Bir Arkeoloji Denemesi

lirin in hoş görülm ediğini gösteren a ra ş tırm a la r vardır. Antik Y unan, Rom a ve Doğu d a cinsel ilişkide eşten çok ilişkideki rol dağılım ı belirleyicidir. AkIII olan yan i ‘giren, sokan olunduğu sürece erkek kim liği ta m o larak kabul edilm ekte, pasif, edilgen konum ‘g irilen, sokulan olm ak’ dişilikle özdeşleşti1

11inekte ve ancak k a d ın la r ve o ğlanların benim sem esi gereken rol olarak gö-

ı (İlinektedir. Bu ilişki tarz ın d a belirleyici olan rollerdir. Antik Yunan ve R om a’da cinsel İlişkide doğal ve norm alliğin ölçütü ‘a k t i f (etken, yapan) ve ‘p a s i f ’(edilgen, yapılan) rolleri olarak k u ru lm u ştu r. E rkeklik rolü sadece erişk in erkek y u rt­ la.şa ta n ın m ış ve erkekliğin (maskülinite) nitelem eleri, savaşçı, y u r tta ş , koca ve oğlancı olarak belirlenm iştir. Antik Y unan erkeği, ‘oğlanları cinsel ilişki İçin ‘kullanırken k ad ın ları ‘kullanm aktan d a h a farklı bir cinsellik yaşadığı­ nı düşünm üyordu. Fark, olsa olsa hazzm farklılığıyla sınırlıydı. H er iki tip cinsellik sırasın d a da kendisini erkek o larak değerlendiriyordu. Bu erkek­ lik anlayışı, Tek Tanrılı dinlerle başlayan ü rem e n in denetlenm esi ihtiyacının luı/.zın denetlenm esine d oğru evrilmesiyle değişm iştir. Zaten A ntik Yunan, R om a ve Doğu coğrafyasında hem cinsler arası ilişki­ ler yaygın olm asına ka rşın hom ofobinin de v ar olduğu bilinm ektedir. Çünkü nğlanlıktan çıkıp erkek y aşın a gelen (yaklaşık on altı yaş sonrası) erkeklerin eşcinsel ilişkide edilgen rolü sürdürm eye devam etm eleri kabul edilm ez b u ­ lunuyor, söz konusu bir y u rtta ş erkek ise d ışlan m asın a neden oluyordu. Cin­ selliği sadece eşcinsel ta rz d a yaşayanlar için hom ofobi günüm üzdeki an la­ m ından farklı bir nitelik taşım a k la birlikte o dönem de de vardı. Bu cinsel İlişki pratiğinde haz, etken erkeğe bahşedilirken edilgen k a d ın ve oğlan için cinsellik, erkeğin haz a lm asın ı sağlayan b ir görev olarak görülm ekteydi. E r­ keğin k ullandığı kadın ve oğlanın cinsel ilişkiden haz alm ası hoş karşılanınazdı. B u yüzden oğlanlık y aşların ı geçen ve erkek gibi yaşam ası gereken erkeklerin eşcinsel ilişkide edilgen rolü sürdürm eleri erkeksi h a z d an hoşlan­ m adıkları dolayısıyla erkek olam adıkları/ erkek olmayı reddettikleri olarak değerlendirilirdi. Erkek olm ayı reddedenlere yönelik dışlam a o dönem in hoınofobisini belirliyordu. Hem ‘doğu hem de ‘b a tı’d a ve tüm tek T anrılı dinlerde, lezbiyenliğin er­ kek eşcinselliğine göre d a h a zararsız olarak görülm esinin a rd ın d a da cinselliği yaşamaya çalışan iki k a d ın ın da erkek o lm am aların ın rah a tla tıc ı etkisi vardır. İlişkide bir erkek yoksa, erkek cinsel org an ın ı dişi roldekine ‘sokm u­ yorsa iki k ad ın arasın d ak i cinsellik, erkek için kışkırtıcı, şehvet uyandırıcı Cogito, sayı: 65-66, 2011

153


154 : Selçuk Candansayar

bir etkinlik olarak bile görülebilir. Görsel ya da yazınsal pornografide, birbiriyle sevişen iki kadına bir süre sonra katılıp ikisini de beceren erkek tem asının yaygınlığı ve popülerliği b u ra d a n gelir. Dem em o ki, Antik Y unan, Rom a ya da D oğu’da y aşan tılan an cinsel iliş­ ki ta rz la rın ın ve rollerinin m odern dönem in cinsel yönelim ve cinsel ilişki tarzlarıyla aynı anlam ve yargıya sahip olm adığını bilmek, cinsellik ve cin­ sel ilişki ta rz la rın ın tarih sel dönem, üretim ilişkisinin biçim i ve ik tid ar ya­ pısının niteliklerinden so yutlanarak çözüm lenem eyeceğini göz önünde tu t­ m ak gerekm ektedir.

Üremenin denetlenmesi için cinselliğin denetlenmesi Cinsel ilişki ve ilişki ta rz la rın a dönük k ısıtla m a la rın kerteriz noktası olan doğallık, norm allik ölçütlerinin temel am acı, ürem enin denetim altın a a lın ­ m ası çabalarıyla bağıntılıdır. Üremenin, k im in kim inle üreyebileceğinin ve ortaya çık an ü rü n ü n (çocuk) sahibinin k im in olacağının m ülkiyetin sü rd ü ­ rülm esiyle ilişkisi açıktır. M ülkün sahibi ü rem enin, dolayısıyla cinselliğin de kural koyucu sahibi rolünü ele geçirm iştir. Erkeğe çok eşlilik h a k k ın ı veren dinsel ve din dışı yapılar, sahiplik ilişkisinin niteliğini de belirler. Cinsellikle ilgili nerdeyse en eski kural, b ir sa h ib i olan k a d ın a sa h ib i d ı­ ş ın d a b iriyle cin sel iliş k i y a sa ğ ın ın getirilm esidir. Bu yasağın a rd ın d a ka­ d ının d oğurduğu çocuğun ‘neseb in in bilinm esi ihtiyacı yatm aktadır. Böylece baba/ erkek sahip olduğu m ülkiyetin kendisinden d o ğ u rulduğuna em in olduğu çocuğa ak tarılm asın ı garantilem iş oluyordu. Laik h u k u k dışı m iras sistem lerinde erkek çocukla kız çocuğun m ira s paylarındaki farklılıklar, bu k uralın asıl olarak erkeğin babasını kesinleştirm ek işlevi gördüğünü ta n ıt­ lar. K ad ın d an ü stü n erkeklik halin in kendisini yeniden üretebilm esinin yolu hep açık tu tulur. Bu kadim ilişki yasağının günüm üzde bile çoğu zam an ya­ sal ve h er z am an m oral o lara k geçerli olduğu bilinir. Ne k a d a r ‘g elişm iş, ne denli ‘batılı ne kad ar ‘üst sınıftan olursa olsun evlilik dışı ilişki yaşayan k a ­ dın ve erkeğe verilen tepkiler hâlâ eşdeğer değildir. Evlilik dışı ilişki erkek için h a k ta n , elinin kiri ya d a en fazlasından hoş olm ayan bir d av ran ış ya da küçük bir çapkınlıktan öte değilken; kadın için, recm den tazm in atsız b o şan ­ maya, hafiflikten o rta m alı olm aya k ad ar çeşitlenebilen ‘bir kadının en bü­ yük ahlaksızlığı olarak cezalandırılm aktadır. Bu erkekliğin k o ru n m ası o k a­ d ar genel b ir tab u d u r ki, evlilik dışı ilişkiye g iren kadın, ilişkiye girdiği erkek ta ra fın d a n bile aşağılanır, değersizleştirilir. Cogito, sayı: 65-66, 2011


Tıbbın (eş)cinselliğe Bakışı İçin Bir Arkeoloji Denemesi

Cinselliğin denetiminde tek Tanrılı dinlerin katkıları Öremenin, cinselliğin denetlenm esi aracılığıyla gerçekleştirilm esi H ıristiyan düşüncesinde kendisini h a z zın denetlenm esi olarak ifade eder. H ıristiyan­ lık, O rtaçağ feodalizm iyle birlikte Avrupa m erkezli dünyanın h a k ik a t k u ru ­ m su o lara k cinselliği, h azzın denetim i üzerin d en sadece ürem e am açlı oldu­ ğunda k atlan ılab ilir b ir faaliyete indirger. H ıristiy an düşüncesi cinsel hazzın IuılUı cinsel ilişkinin kendisinin bile g ü n ah olduğunu ve bu g ü n a h ın ancak T a n rın ın dünyasına bir çocuk verm ek için yapılabileceğini vaaz eder. Hazzın ürem e am açlı cinselliğe k ıstırılm ası ü rem e n in m üm kün olm adığı her lüıden cinselliği günah kategorisi altına toplar. Böylece yalnızca eşcinsellik değil, a n a l seks ve m astürbasyon da g ü n ah o larak etiketlenir. G ünüm üzde k aioliklerin doğum kontrol yöntem lerine h â lâ karşı çık m aları b u düşünce­ nin devam ından başka b ir an lam taşım az. B u y argıların izleri ilerleyen b ö ­ lümlerde görüleceği üzere tıbbi düşünceye de sızar. ‘M üslüm an Doğu’ da ise haz karşıtlığı kavram ı yoktur. A ncak b u rad a da kadının haz alm asından korkulur. Haz a la n k a d ın ın doym ak bilm ez bir az­ gına döneceği ve kontrol edilem eyeceğine in an ılır. Bin Bir Gece M asalların a hu gözle bakıldığında m asa lla rd a çizilen k a d ın tiplem elerinin haz alabilm ek İçin h içbir k uralı takm ayan, doyurulm ası m ü m k ü n olm ayan, ahlaksızlığa ve azgınlığa meyilli, iradeleri şehvetleri ta ra fın d a n zayıf d ü şü rü lm ü ş, ‘şey­ tansı k arak terd e çizildikleri görülür. M üslüm an/ Doğuda günüm üzde bile kadın, kendisini kontrol etm ekten aciz, aklı kıt, iradesi zayıf, erkeğin deneIim ve gözetim i altında tu tu lm a sı gereken b ir varlık olarak görülür; tanıklık İçin b ir erkeğe karşı a n cak iki kadın karşılık gelebilir. Ferci4 olanın im anı ol­ maz, deyim i M üslüm an/ D o ğ u n u n kadına ve k a d ın cinselliğine erkek üzerin­ den nasıl b aktığını gösteren iyi bir örnektir. Şehvetin k ad ın ın sadece irade­ sini değil, aklını da bağlayacağı düşüncesi ilerde yeniden dönülecek önemIi bir in an ıştır. O ğlancılık, bir gü n ah o lara k görülm esine k a rşın günüm üzde bile sürer, ürkeğin g ü n a h la rı affedilebilir, kadının g ü n a h la rı ise cezalandırılm ası ge­ reken su çlar olarak görülür. Bu bağlam da günüm üzde seks işçiliği yapm ak zorunda k a la n tra n s bireylerle cinsel ilişki k u ra n 'heteroseksüel’ erkeklere yönelik ‘onlar gizli eşcinsel’ yargısının an lam sız olduğu açıktır. ‘O’ erkekle­ rin en a zın d an bir bölüm ü, y aptıklarına erkeklerin yapabileceği cinsel et­

4 Kadın cinsel organı (Arapça)

Cogito, sayı: 65-66, 2011

155


156 • Selçuk Candansayar

kinliklerden sadece biri o lm a k ta n öteye an lam yüklem ezler. B u tip b ir erkek için ‘ana, bacı, evlat' d ışın d a h e r kadın, her oğlan, her erkek gibi olam ayan erkek, cinsel ilişki kurulabilecek, kullanılabilecek ‘cinsel nesne lerdir. D ün­ yanın her yerinde de olm akla birlikte özellikle ‘Doğu da eşcinselliğin dolay­ sızca ‘ka d ın sılık’ la eşleştirilm esinin a rd ın d a d a bu arketip yatar. Türkiye’de eğitim li, ü s t sın ıf kesim lerde bile homofobi çok yaygın ve güçlüyken5 öte yan­ dan seks işçiliği yapan heteroseksüel dışı cinsel yönelim lilerle d a h a çok ken­ dilerini heteroseksüel o larak görenlerin birlikte olm asına bu a ç ıd a n b akm ak yararlı olabilir.

Günahtan suça B ütün b ir O rtaçağ boyunca ik tid a r aygıtı o lara k din, tek b aşın a g ü n a h kate­ gorisi aracılığıyla, erkeğin k a d ın ı, iki ta ra fın d a haz alm ayacağı şekilde ‘yap­ tığı ürem e am açlı cinselliği, doğal ve n orm al olarak görüp, m astürbasyon dahil diğer tü m cinsellikleri denetim altında tutabilm iştir. Tabii bu denetim H eteroseksüellik dışı cinselliklerin hiç yaşan m ad ığ ı a n la m ın a gelmez. İkti­ d a rın tü m denetim lerinde olduğu gibi cinsellik a la n ın d a da kilise ta ra fın ­ dan kabul edilip o n aylananlar dışındaki tü m cinsellikler y eraltın a’ iner. An­ cak b ü tü n A vrupa’yı kasıp k a v u ra n veba salg ın ları sırasında kilise ve papa­ lığın d ü ştü ğ ü acz, yükselen ilkel kapitalizm in feodal üretim ilişkilerinde ne­ den olduğu sa rsın tı ve izleyen sekülerleşm e süreci, d in in tek b aşın a, cinselli­ ğin denetim altın d a tu tu lm a sın a , gücünün yetm em esine yol açm ıştır. Şehir­ leşm enin ilkel örneklerinin a rtırd ığ ı nüfus yoğunluğu, yavaş yavaş başlayan proleterleşm e süreci cinsel ilişkilerin denetim a ltın a alın m asın d a tek başına dini y a sak la rın yeterli gelm em esine yol açm ıştır. Sekülerleşm eyle başlayan kaynağını T anrısal b u y ru k ta n alm ayan hukuk ilkeleri devreye girer girm ez cinsellik ‘su ç kategorisi üzerinden denetlenm e­ ye başlam ıştır. A rtık doğal, in sa n i olan ilkesine anorm al olm ayan, in sanın ve toplum un yozlaşm asına ned en olm ayan n o rm a llik ’ ölçütü eklenm eye b a ş­ lanır. Cinsellik hak k ın d ak i ilk d in dışı yasaklam a 1533 yılında K ral VIII. H enry ta ra fın d a n ç ık a rıla n b ir yasa ile başlam ıştır. Bu yasa sadece eşcinselliğe yö­ nelik değil “sodom i" adı a ltın d a kadın-erkek, erkek-erkek ve erkek-hayvan arasındaki a n a l cinsel ilişkiyi de yasaklam ıştır. Dolayısıyla erkek eşcinselli5 Çabuk, F. D. ve Candansayar, S., “Tıp ve Homofobi”, Antihomofohi Kitabı 2, Kaos GL, 2010 içinde.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Tıbbın (eş)cinselliğe Bakışı İçin Bir Arkeoloji Denemesi

ğl yasaklanm ıştır. Bu yasa 1563 yılında yeniden düzenlenm iş ve bu kez doğ­ rudan erkekler arasındaki eşcinsel ilişki yasaklanm ıştır. 1885 y ılın a kad ar l)iı yasa geçerli olmuş; aynı yıl erkekler ara sın d ak i her türlü cinsel y akınlaş­ ma suç k ap sam ın a a lın m ıştır.6 A ydınlanm a sürecinde in sa n m erkezli dünya tasa rım ı dine k a rşı insanı yüceltirken ona yüklediği ah lak i sorum luluğu yine dinsel bilgiden alm ak­ tan kendini alam am ıştır. K ant, heteroseksüel ilişki dışındaki tü m cinsellik­ leri Crim ina Carnis (bedene k arşı işlenen suç) kategorisi altın d a toplar, in ­ şa n olm a haline karşı işlenen suç, anorm al, sapkın k a v ra m la rın ın d a atalarıııdan b iri olur. Kant, heteroseksüel, evlilik içinde ve tek eşli y ü rü tü le n cin­ sellikler d ışındaki tüm cinsellikleri suç o larak görür. N ikâhsız yaşam ak ve en.sesti crim ina carnis contra secundum naturem (doğaya k a rşı işlenm iş be­ dene yönelik ikincil suçlar); m astürbasyon, eşcinsel ilişki, a n a l seks ve hay­ vanlarla seksi ise crim ina carnes contra naturem (doğaya karşı işlenm iş bede­ ne yönelik suçlar) olarak etiketler. K ant'ta bedene yönelik işlenm iş suç o b e ­ deni bah şed en doğaya k a rşı işlenm iş bir su ç tu r ve in san k av ram ın ı yozlaştı­ rıcı, bozucu etkiye sahiptir.7 Birleşik K rallık ’ta eşcinsellik ancak 1967 yılın d a cezası olan b ir suç kap­ sam ından çıkarılm ıştır. İtalyan Ceza y a sala rın d a da birkaç on yıl öncesine kadar eşcinsellik suç o larak yer alm ıştır. T ürk Ceza yasaların d a eşcinsellik doğrudan suç olarak görülm ez am a a h lak a aykırı davranışlar içinde değer­ lendirilir.

Belki suçlu değil ama kesinlikle deli! Onsekizinci yüzyıl ile b irlikte Newton sonrası dünyada ik tid a rın yeniden üretilm esinde rol alan aygıtlara d in ve h u k u k u n yanı sıra bilim de eklenm işlir. K apitalizm in teknolojiye duyduğu ihtiyaç, bilim sel bilginin egem en p a­ radigm a h alin e gelm esini sağlam ıştır. B ilim sel ilerleme m itosu ile dine kar­ şı ü stü n lü k kurm aya başlayan bilim in yargı ve kabullerinin tü m ü n ü dinden azade o larak kurduğunu söylemek m üm kün değildir. Çoğu bilim sel ön ka­ bul ya d a yargı herhangi b ir bilim sel k an ıta gerek duym adan çok sayıda din­ sel açıklam ayı peşinen kabul etm iştir.8 6 Hart, G. ve Wellings, K., "Sexual behaviour and its médicalisation: in sickness and in he­ alth”, BMJ, 2002, s. 324, 896-900. 7 Kant, I., Lectures on Ethics, Çev.: L. Infield, New York: Harper & Row, 1963. 8 Candansayar, S., Ruh hastalığının kültürlerarası özellikleri, Yayımlanmamış YL tezi, 2000.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

157


158 : Selçuk Candansayar

Bu k abullerin kendisini en açık gösterdiği a la n lard a n biri de cinsellik hakkında üretilen bilimsel bilgidir. Cinselliğin tıbbi bir m etinde ilk yer aldı­ ğı Avrupa kaynaklı eser, H e rm a n Boerhaave’n in Instituones Medicae (1728) adlı yapıtıdır. Boerhaave de zam an ın ın diğer tıp doktorları gibi Newtonci parad ig m aları kullanm ıştır. Sağlık ve h astalığ ın güç, ağırlık ve hidrostatik basınçlar a rasın d ak i değişim lerin bir yansım ası olduğunu d üşünen B oerha­ ave cinsellikle ilgili ilk h a sta lık etiketini, sem enin boşa h a rc a n m a sın a neden olduğu için, m astürbasyona yapıştırm ıştır. M astürbasyon, sem enin boşu bo­ şuna h a rc a n a ra k gereksiz b ir enerji boşalım ına neden olduğu için bitkinlik, zayıflık, hareketlerde zorlanm a ve aptallaşm aya yol açan bir h a sta lık olarak k urgulanm ıştır. Sık m astürbasyon yapm anın aptallaştıracağı ve zayıflata­ cağına d a ir in an ışla rın günüm üzde hâlâ sürm esi bilim sel y a rg ıların da en az dinsel y a rg ılar kad ar kalıcı etkisi olduğuna d a ir iyi bir örnektir. Ardılı ve daha büyük etki bırakanı ise Sam uel Tissot’tur. Tissot, “Onanla, or a Treatise upon the Disorders Produced by M asturbation” adlı kitabında m astü rb a s­ yonun v ü cu tta yarattığı h a sta lık belirtilerini ay rıntılı olarak açıklar. Tissot a göre m astürbasyonla oluşan sem en kaybı ile deliliğe kadar gidebilen düşü n ­ ce bulanıklığı, öksürük, ateş ve tükenm e ile sonuçlanan beden gücünde azal­ ma, akut b aş ağrısı, rom atizm al ağrı ve uyuşm alar, yüzde sivilceler, b u ru n / meme ve uylukta döküntü ve yaralar, ağrılı kaşınm a, iktidarsızlık, erken bo­ şalm a, bel soğukluğu hastalığı, m esane tü m ö rü ile kısırlık gelişmesi, barsakların ç alışm asında düzensizlik, kabızlık, hem oroit ve benzeri y a k ın m a la r ge­ lişm ektedir. K adında ise m astürbasyon ve ü rem e am açlı olm ayan cinselliğin ek olarak h isterik krizler, iyileştirilem ez sarılık, m idede şiddetli kram plar, b u ru n ağrısı, rah im ağzı ve rah im d e yaralar ve titrem elere neden olduğunu. İlgi çekici o larak m astürbasyonun erkeklerden farklı olarak k a d ın la rı aşırı şehvetli b ir hayvan düzeyine indireceğini ve k a d ın la rı erkeklerden d a h a çok sevm elerine yol açacağını öne sürer.9 G örüldüğü üzere tıbbın cinsellik alan ın d ak i ilk uğraşısı eşcinsel ilişki­ lerden çok m astürbasyona dönüktür. Bu dönem in doktorları eşcinsellikten önce m astürbasyonu ve aşırı cinsel etkinliği (çok seks yapmayı) h a sta lık ola­ rak değerlendirm işlerdir. Öyle ki m astürbasyonu ve aşırı cinsel etkinliği en­ gellemek ü zere erkekler için geliştirilm iş tıbbi korseler bile üretilm iştir. E. Clarke adlı b ir doktor 1874 yılın d a k ad ın ların erkekler kad ar eğitilemeyecek9 Bullough, V. L., “Sex and the Medical Model”, The Journal o f Sex Research, C. 11, S. 4, 1975, s. 291-303.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Tıbbın (eş)cinselliğe Bakışı İçin Bir Arkeoloji Denemesi

I görüşünü, k ad ın ların 12-20 yaşları a ra sın d a sadece ürem e işlevine yo­ ğunlaştıkları için zihinsel gelişim lerinin duraklayacağı bilgisine dayandır­ İp i

m ıştır9. G ünüm üzün bir cinsel nesne olarak ‘seksi aptal sa rışın tiplemesi, (dıvetli k a d ın ın aklının kıt olacağına d air ‘tıbbi’ düşüncelerin b ir yansım amdır! Tıp, b aşlan g ıçtan itib aren cinsellikte erkeğin egemen, k a d ın ın edilgen mkle olduğu heteroseksüel ilişkiyi sağlıklılık ölçütü olarak in şa etm eye ça­ lışın ıştır. G ü n ah ve suç nitelem elerinin yetem ediği noktada doğal ve norm al ıılıııu sağlıklı üzerinden yeniden üretm ek tıb b ın işlevi olm uştur. Uşcinsellik ilk kez 1869 yılın d a bir hastalık olarak “hom oseksüel" terim i kullanılarak tan ım lan m ıştır. Hom oseksüellik, m astürbasyonla birlikte insa­ nın bedensel ve ru h sal dejenerasyona (yozlaşma) u ğ ram asın a neden olan iki hastalık o larak ilan edilm iştir. Eşcinselliğin b u tarih lerd en so n rak i serüve­ ninde a rtık tıp cinselliğin denetim aygıtı o larak iş görür.

Tıbbileştirme kavramı ve (eş)cinselliğin tıbbileştirilmesi Tıbbileştirme (m edikalizasyon) sapkın (deviant) d avranışlar ve d u ru m la r İçin tıbbi çözüm yolları bu lu n m ası olarak tan ım lanabilir. Tıbbileştirm e, m o­ dern toplum un sapkın d avranışı denetim a ltın a alm ak için en çok kullandığı çözüm yo lların d an biridir. Aşırı kilolu olm ak, sinirli, h ırçın ya d a yaram az bir çocuk olm ak, eşcinsel olm ak, d u rm ad an alışveriş yapm ak, k u m a r oyna­ mak, y asalara karşı gelmek, şiddet kullanm ak vb. çok sayıda toplum sal ya da bireysel so ru n tıbbi kuram , kavram ve uygulam alarla açıklanıp, denetim al­ lı ııa alınıp, “iyileştirilmektedir”. Tıbbileştirm e in sa n ın doğal hayat dönem le­ rinin ve işlevlerinin de tıbbi a ra ştırm a , denetim ve tedavi süreci içine alın ­ m asını kapsar. Âdet görme, âdet dönemi, gebelikten korunm a, gebe kalm a ve gebelik, doğum , m enopoz dönem leri k a d ın la rın h ay atların ın doğal dönem ve deneyim leriyken a rtık tıbbi izlem, bakım ve tedavinin uygulandığı nor­ mal dışı/patolojik süreçler o lara k değerlendirilm ektedir.10 Y irm inci yüzyılla birlikte tıbbileştirm e ve tıbbi k u ru m la r eskiden davranışı kontrol eden yasal, dinsel ve diğer toplum sal k u ru m la rın yerini alm ıştır. Tıbbileştirm enin en çarp ıcı işlediği a la n la rd a n biri sapkın, no rm al dışı davranışların tıbbi kuram ve pratiklerce tan ım lan m asıd ır. Tıbbi m üdahale aracılığıyla sapkın d a v ran ışlar sağlıklı d a v ra n ışla rın geliştirilm esi am acıyla denetlenm ekte, biçim lendirilm ekte, düzenlenm ekte ve o rta d a n k ald ırılm a­ nı Conrad, P. ve Schneider, J. W., Deviance and Medicalization. From Badness to Sickness, Phi­ ladelphia: Temple University Press, 1992.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

159


160 : Selçuk Candansayar

ya uğraşılm aktadır. Bu a n la m d a tıp sapkın d av ran ışa m üdahale ederek topl lum sal denetim in sü rdürülm esine katkıda b u lu nm aktadır. M odern dönem*! de kapitalist üretim ilişkisi biçim i toplum sal so ru n la rı tıbbileştirir. 1656 yı4 lında P aris’te k u ru la n ilk hastaneye (H ospital général) asıl o lara k işsizler^ serseriler, fahişeler ve aylaklar kapatılm ıştır. H er toplum un inançları ve no rm atif davranış örüntüleri kendine özgüdür^ Bu yüzden yalnızca g rubun dışındakilere yönelik değil grubun (sınıf, ulus ya: da ırk) içinde o lanlar da sapkın olarak (deviant) kabul edilebilir. Grup, her nojj düzeyde tan ım la n ırsa , fark lılık ta onunla ilgili olarak tan ım la n ır; farklı dil,i din, d avranış görünüm gibi. A ncak farklı oldukları için d ışa rıd a olarak de«: ğerlendirilenler, bireysel farklılıklarıyla değil ayrışm am ış bir kitle olarak ta« m m lanır. O n lar grubun dışındadır. D ışarıdakiler verili d u ru m (status quo) için tehdittir. Tehditleri yalnızca fiziksel değildir. O nları asıl teh d it edici ya­ pan farklı olm alarıdır. H er toplum kendisini doğal toplum o larak görmeye ve kendisini norm alliğin ölçütü olarak değerlendirm eye eğilim lidir. Dışarıdakini ya d a ötekini tan ım la m a k aslında g ru b u n kendisini ta n ım la m a sın ın bir bileşenidir. Ötekini tan ım la rk e n aslında g ru p kendisini tan ım la m ış olur. Özellikle A vrupalılar olm ak üzere birçok toplum kendisi d ışın d ak in i "kir­ li”, “pis”, "hayvani”, “tehlikeli ve hain am a a p ta l”, “saldırgan a m a anasoylu”, “cinsel işta h ı çok güçlü” gibi kalıpyargılarla ta n ım la m a k ta d ır11. N orm al ve anorm al kavram ı hastalık ve sağlıklılık k avram ları ile eşde­ ğerdir. B ir k ültürde neyin no rm al ve sağlıklı neyin anorm al ve sağlıksız (has­ ta) olduğunun k a ra rı bir toplum sal anlaşm a sürecidir. Her k ü ltü r varolan toplum sal düzeni sürdürm ek için bu türden a n la şm ala r yapar. E line bir bı­ çak a la rak "ben tanrıyım , hepinizi keseceğim ” diye b ağ ırarak önüne gele­ ne sa ld ıra n biri ile k arşılaştığ ın d a toplum b ir k a ra r verir. Bu d u ru m a h a sta ­ lık diyebilir ve o kişiyi denetim altın a alır ya da bu h astalık değil norm al bir davranış der ve önüne geleni öldürm esine engel olm az ya da bu h astalık de­ ğil suç der ve o kişiyi yakalayıp etkisiz hale getirir. Birilerini öldürdüyse ce­ zalandırılır. H astalık b ir "öteki” kurgusudur. Y abancının tan ım la n m a biçim lerinden biridir. Söm ürge dönem inde yeni keşfedilen yerlerde yaşayanların “anor­ m al”, “h a sta ”, “eksik”, “ilkel”, “hayvansı”, “v a h şi”, “çocuksu” gibi a d lan d ır­ m alarla tan ım la n m a sı da b en zer bir süreçtir. H er k ü ltü r ya da toplum kendi11 Littlewood, R. ve Lipsedge M., Aliens and Alienists. Ethnic Minorities and Psychiatry, Londra: Unwin Hyman Ltd, 1989.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Tıbbın (eş)cinselliğe Bakışı İçin Bir Arkeoloji Denemesi

HİlıI tanım layabilm ek için “öteki’ne ihtiyaç duyar ve “ötekini” in şa eder. Öte­

kinin inşasında, özellikle kapitalist üretim ilişkilerinin geçerli olduğu toplııı ularda en çok kullanılan kavram akıl hastalığıdır. l'l »Kelliğin tıbbileştirilmesi lleleroseksüellik dışındaki cinsellik ve cinsel ilişki ta rz la rı tıbbileştirm e sü­ recinin en yoğun olarak işlediği a la n lard a n biridir. Bu tıbbileştirm e sü re ­ cinin üretim ilişkisinden bağım sız kendi b a şın a nesnel, bilim sel b ir çizgi­ de, kendi yolunda gittiğini söylem ek m ü m k ü n değildir. Y irm inci yüzyıl b a­ llınla tıp a ş ırı cinsel etkinliği h a sta lık o larak kategorize ederken seksenler­ den sonra cinsel ilişki e tk in liğ in in az olm asını h a sta lık olarak değerlendir­ miştir. ‘Viagra dönem i’ olarak adlandırılabilecek bu son yirm i yılda cinsel­ likle ilgili tıbbi bilgi ve m ü d ah alen in hedefi in sa n la rın d ah a sık ve d oyuru­ cu cinsel etkinliklerde bulunabilm elerinin sağlanm asıdır. Tıp otuz yılı aşkın Mire boyunca in sa n la rın d a h a çok seks yapabilm elerini sağlam aya çalıştık­ tım sonra b ir U dönüşü yapm ış ve d u rm a d a n seks yapm a d a v ra n ışın ı yeni­ den hastalık kategorisi içine sokm ak için ‘k o m p ü lsif cinsel davranış’ ta n ı ka­ tegorisini icat etm iştir. S eksenlerin narsisistik, ben merkezci, sürekli doyum m ottosunun, zam an ım ızın yükselen yeni m u h afazak ârlık dalgasıyla k ırıl­ ması ve tersin e dönmesiyle b u iki ta n ı kategorisi arasın d ak i eş zam anlılık dikkate değerdir. Eşcinsellerin zorla tedavi a ltın a a lın d ık ları yirm inci yüzyıl başlarında, bekâr genç k a d ın la r ham ile k a lırlarsa akıl hastan esin e kapatılm aktaydı. Bu durum bile eşcinselliğin ilk tedavi girişim lerinin b ir ahlaki yap tırım uygu­ laması olduğunu tan ıtlam ak tad ır. Eşcinsellik dinsel bir g ü n ah olarak gö­ rü lürken sekülarizasyonla koşut olarak ru h sa l b ir hastalık olarak in şa edil­ miştir. Bu değişim eşcinselliğin suç değil hastalık (not bad but m ad) olarak Ian ım lan m asıd ır.12 On dokuzuncu yüzyıl sonu ile yirm inci y üzyılın ilk yarısı boyunca eş­ cinselliğin b ir hastalık m odeli içinde açıklanm ası am acıyla b u g ü n hiçbir bi­ limsel tem eli olm adığı kabul edilen çok sayıda k u ram öne sürü lm ü ştü r. Jan Bridget, bu k u ra m la rın geniş b ir özetini verdiği derlem esinde13 b u düşünce­ 12 Candansayar, S., "Bir ötekileştirme pratiği olarak cinselliğin tıbbileştirilmesi ve eşcinsel­ lik”, Antihomofobi kitabı, Kaos GL, 2009 içinde s. 69-72. 13 Bridget, J., "The Role of Psychiatry/Medicine in Developing and Perpetuating Homophobia”, Lesbian Information Service, 1996, http://www.lesbianinformationservice.org/medrole.htm

Cogito, sayı: 65-66, 2011

161


162 : Selçuk Candansayar

lerin m odern hom ofobinin gelişm esi ve k alıcılaşm asına tıp ve psikiyatrinin büyük etkisi olduğunu gösterir. B ridget’in derlem esine göre K arl H einrich U lrichse göre eşcinsellik do­ ğuştan gelen b ir durum dur. E şcinseller bir cinsiyetin fiziksel/ a n ato m ik özel­ likleriyle diğer cinsiyetin duygusal ve cinsel y a n ıtla rın ı taşıyan ü çüncü bir cinsiyetin parçasıdır. Bu görüş lezbiyenlerin k a d ın bedeni içine hapsolm uş erkekler, geylerin ise erkek bedeni içinde hapsolm uş k ad ın lar olduğu ina­ nışın ın oluşm asına temel oluşturm uştur. Paul M oreau, 1887’de eşcinselliği, doğuştan gelen ve psişik ve fiziksel h asarı gösteren ve genital bölgede yerle­ şik 6. his o lara k değerlendirm iştir. Cinselliğin tıbbi model içine alın m asın ­ da önem li rolü olan K rafft-Ebing, 1894’te b a z ıla rın ın eşcinsel doğduğunu, b azıların ın ise sonradan eşcinsel olduğunu öne sürm üştür. Eşcinsel erkek­ lerde, olm ayanlara göre zihinsel h astalık ların ve entelektüel b ozuklukların daha yaygın olduğunu söylem iştir. Lezbiyenliğin ise santral sin ir sistem inin kalıtsal b ir h astalığ ın a işaret eden bir beyin anom alisi olduğunu söylem iş­ tir. Alfred Adler’e göre (1917) Lezbiyenlik bir tü r m askülin p ro testo d u r ve lezbiyenler erkeklerin cinsel nesnesi olmayı reddetm ektedir. Lezbiyenler kad ın ­ lardan h o şlandıkları için değil, erkeklere kin duydukları için k a d ın la rı ter­ cih etm ektedir. Benzer şekilde Wolfe, Lezbiyenliğin k ad ın ların evlilik ve a n ­ nelik gibi so ru m lu lu k lard an k açm a yollarını tem sil ettiğini ve iki tü r lezbiyen olduğunu söylemiştir. Evlenm em iş ve evli ya d a daha önceden evlenmiş olan. Wolfe’a göre hiç evlenm em iş lezbiyenler aile hayatı için potansiyel teh­ dit ve toplum için tehlikelidir. Bu düşüncelerin, v arsay ım ların ve m odellerin günüm üz tıb b ın d a yeri o lm am asına k a rşın neredeyse tü m ü n ü n gündelik popüler in a n ış la r olarak yerleşm iş olm ası dikkat çekicidir. Bu varsay ım lar tıp litera tü rü için değersizleşm iş a m a sokaktaki a d a m ın bilgisinin kaynağı olarak varlığını sü rd ü r­ m üştür. B u ilişki tersine de d oğru olabilir. O dönem in doktorları, sokakta­ ki popüler bilgiyi allayıp pullayıp tıbbi bilgi o lara k değerlendirm iş de ola­ bilirler. S a n ıla n ın aksine Freud, eşcinselliği hiçbir z a m a n bir psikiyatrik h asta­ lık olarak görm em iştir. Freud, in san ın potansiyel biseksüel o larak doğduğu­ nu ve cinsel gelişim süreci içinde eşcinsel ya d a heteroseksüel cinsel kim li­ ği kazandığını düşünüyordu. Ancak bu iki cinsel yönelim i birbiriyle eşit ola­ rak gördüğünü söylemek de m ü m k ü n değildir. Eşcinselliği, heteroseksüelliğe göre d a h a ilkel (primitive) olarak görm üş ve cinsel kim lik gelişim inde Cogito, sayı: 65-66, 2011


Tıbbın (eş)cinselliğe Bakışı İçin Bir Arkeoloji Denemesi

mineye saplanıp kalm a (erkek çocuk) ya da p en is h asetini aşam am aya (kız çocuk) bağlam ıştır. Psikanalistlerin heteroseksüellik dışı cinsel yönelim ler Içlıı temel b ir açıklam a m odeli yoktur. Ancak tek tek vakalara özgül açıkla­ m alar yapm ışlardır. Yine de eşcinselliği tedavi edilm esi gereken b ir h astalık olarak gördüklerini söylemek olası değildir. Özellikle ellili yıllarla yetm işler arası, eşcinselliği tedavi etm ek için islemdışı, zorla tedavi uy g u lam aların ın en yoğun olduğu dönem lerdir. B u dö­ nemde istem dışı olarak psikiyatri hastanelerine kap atılan eşcinseller, Elektl okonvulzif Tedavi (EKT), elektrik şokuyla k açın m a tedavisi, A pom orfinle kusturm a ve bilişsel, davranışçı terapi gibi yöntem lerle tedavi edilm eye çalı­ şılm ışlard ır14. Ellili y ıllar tü m dünyada II. D ünya Savaşı sonrası özgürlük kavgalarıy­ la baskıcı devlet uy g u lam aların ın m ücadelesi o larak geçmiştir. B u dönem de eşcinseller b a şta Am erika B irleşik Devletleri ve Birleşik K rallık olm ak üze­ re ‘batıda’, ‘kom ünistlerden’ so n ra en çok baskı gören grup olm uştur. Bu dö­ nemde çok sayıda eşcinsel de, eşcinsellere yönelik “toplum sal baskı” korku­ suyla kendi rızasıyla tedavi olm aya çalışm ıştır. B u d u ru m günüm üzde de gö­ rülm ektedir. Bu baskıcı uygulam alara yönelik eşcinsel özgürlük hareketlerine destek, onları tedavi etm ekle yüküm lü k ılm an psikiyatrlar b a şta olm ak üzere yine ruh sağlığı ç a lışan la rın d a n gelm iştir. Giderek a rta n sayıda psikiyatr, psika­ nalist ve psikolog eşcinselliğin tedavi edilm esi gereken bir h a sta lık olm adı­ ğı gerçeğini dile getirm eye başlam ıştır. E şcinselliğin 1974 yılında A m erikan Psikiyatri B irliği’nce bir h a sta lık kategorisi o lm ak tan çıkarılm ası yine psi­ kanalist, psikiyatr ve psikologların çabalarıyla olm uştur. O dönem in başka­ nı psikanalist bir psikiyatrdır.15 Bir y an d a altm ışlı y ılların özgürlükçü istem lerle dolu dünyası, bu istem ­ lere açık b ir aktivizm le ağ ır bedeller ödeme p a h a sın a katılan eşcinseller, öte yandan eşcinselliğin hastalık o larak görülm em esi gerektiğine in a n a n ru h sağlığı ç a lışa n la rın ın çabalarıyla yetm işli yıllarla birlikte eşcinsellik resm i hastalık kategorisi olm aktan çık arılm ış ve istem dışı, zorla tedavi uygulam a­ ları son b u lm uştur. Ancak bu d u ru m dünyanın h er yanı için geçerli değildir. Türkiye’n in de içinde bulunduğu çok sayıda ülkede çok sayıda psikiyatr ve 14 Smith, G., Bartlett, A., King, M., "Treatments of homosexuality in Britain since the 1950s— an oral history: the experience of patients”, BMJ, 2004. 15 Tane, J. H., "Judd Marmor”, BMJ, 2004, s. 328, 466.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

163


164 : Selçuk Candansayar

\ psikolog kendilerine ailelerince getirilen eşcinselleri hâlâ tedavi etm eye kal- j kışm akta, k im i zam an onulm az ru h sa l zedelenm elere neden olm aktadırlar, \ D oksanlı yıllarla birlikte şiddetlenen neoliberal düzenin ideolojik aygıtı ' Yeni- M uhafazakârlığın b ir ü rü n ü de eşcinselliğin yeniden ru h sa l h astalık : olarak kabul edilm esi zorlam aların ı başlatm ıştır. 1992 yılında ABD’de k u ru ­ lan Ulusal Eşcinsellik A raştırm a ve Tedavi Birliği (NARTH, National Asso­ ciation o f Research & Therapy o f Homosexuality) dünyanın diğer ülkelerinde ; de örgütlenm eye çalışm aktadır. NARTH, “Her insanın kendi kaderine saygı­ lıyız, Gey kim liğine sahip olma hakkıyla birlikte, bir geyin bu kim liği silip ken­ disindeki heteroseksüel potansiyeli geliştirme hakkına da saygılıyız” sloganıyla çalışm aktadır. Bu slogandaki, kader, h ete ro se ksü e l p o ta n siy e l örneklerin­ de kendini gösteren söylem, ö rtü k olarak tek doğal olanın heteroseksüellik olduğu yönündeki m uhafazakâr/ baskıcı ideolojiyi taşım aktadır.

Sonuç Eşcinselliğin ta rih in i cinselliğin tarih in d en ayrı b ir süreç olarak görm ek, eş­ cinselliği ötekileştirm enin b ir yansım ası o lm ak tan öte anlam lı değildir. Cin­ sellik ve cinsel ilişki ta rz la rı k ü ltü r ü retim in in başlam asıyla (insanlaşm a) birlikte ik tid a r ilişkisinin yeniden üretildiği tem el alan lard an b iri olm uştur. Bu b ak ım d an eşcinsellerin karşılaştığ ı b askılarla heteroseksüellerin k arşı­ laştığı b a sk ıla r arasındaki fark niteliksel o lm ak tan çok nicelikseldir. Bu de­ rece farkını en iyi tanıtlayan d u ru m la rd a n biri tra n s cinsel yönelim lerin uğ­ radığı b ask ılardır. H iyerarşinin tepesine yerleştirilen heteroseksüellik d ışın ­ daki tü m cinsel ilişki ta rz la rı ötekileştirilm ekte ve en alta tra n s cinsel yöne­ lim ler yerleştirilm ektedir. H iyerarşik baskı d a h a ü stte o lanların kendilerin­ den daha a ltta olanlara yönelik baskısını da doğurm aktadır. Am a en ü stte ­ ki de kendisini, d ah a aşağıda olduğunu varsaydıklarından ü stü n görm ek zo­ ru n d a hissetm ekte dahası bu ü stü n lü ğ ü koruyacak şekilde d av ran m ak zo­ ru n d a kalm aktadır. İk tid ar ilişkisi bu yolla göreli olarak d ah a y u k a rd a ko­ nu m lan an ı d a ik tid ar ilişkisinin yeniden üretilm esi sürecinde kendisine des­ tekçi, yandaş olarak tutabilm iş olm aktadır. Böylece cinselliğin bizatih i ken­ disi ik tid arın kendisini sü rd ü rm esin in a ra ç la rın d a n biri olm aktadır. Cinselliğin denetim li in şasın d a din ve toplum sal ahlak k u ra lla rın ın etki­ sinin yerine tıbbi bilgi ikam e edilm iştir. Tıbbi bilginin içinde bilim sel daya­ nağı olm ayan ve kaynağını dinsel in an ışla r ve m oral değerlerden alan çok sayıda ‘bilim selliği’ k an ıtlan m am ış değer yargısı ve kabul vardır. Tıbbi bilCogito, sayı: 65-66, 2011


Tıbbın (eş)cinselliğe Bakışı İçin Bir Arkeoloji Denemesi

(¡1 İm değer y arg ıların ın üzerine inşa edilm iştir. İk tid a rın sü rd ü rü lm esi ve yeniden üretilm esinde cinsellik ve cinsel ilişki ta rz la rın d a n hangisi işe y a rı­ yorsa o biçim norm alleştirilm iş, ‘doğallaştırılm ış’ ve sağlıklı ilan edilm iştir. Bu yüzden cinsellik ve cinsel ilişki tarz la rı h a k k m d ak i y a rg ıların uçucu değişkenliklerden ibaret k u rg u la r olduğu hakikatiyle yüzleşm ek gereklidir. I leleroseksüellik, eşcinsellik, biseksüel ya da tra n s cinsel yönelim / kim likle­ rinin de biri diğerini ötekileştirici özellikler taşıdığı açıktır. Yine de en güçlü denetim aygıtlarından biri olan tıbbın, kendisine yönelik eleştiriyi ve k arşıt­ lıkları da aynı tıbbi yöntem ini izleyerek ürettiği de b ir gerçektir.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

165


襤stanbul, Onur Haftas覺 2008.


Kadın Beyni, Erkek Beyni Varsa Eşcinsel Beyni de Var mı? F. DUYGU ÇABUK KAYA

Cinsel yönelim in norm al ya d a h astalık olup olm am asıyla ilgili ta rtış m a la ­ rın büyük bölüm ü cinselliğin biyolojik, yapısal, genetik olarak belirlenm e­ si düşüncesi üzerine kuruludur. Bu tartışm a, içinde bazı çelişkiler b a rın d ı­ rır. Gey ve lezbiyen bireyler başlangıçta cinsel yönelim in biyolojik b ir nedeni olabileceği düşüncesine oldukça sıcak bakm ışlardır. Bu bir an lam d a “benim suçum yok, bu benim kaderim ” savunm alarını güçlendirm iştir. A ncak cinsel yönelimin doğuştan, biyolojik, genetik bir kökeni olduğu düşüncesi tıpkı di­ ğer genetik “kusurlar” gibi, önlenebilir ve doğum öncesi tan ı ile korunulabiIi r bir “k u su r” olarak görülebilm e riskini a rtırm ak ta d ır. Bu k u rm acad a, cin­ siyet ile cinsel yönelim k a v ra m la rın ın birbirleriyle eşanlam lı olarak k u llan ıl­ ması yanılgısı rol oynar. Biyolojik o larak belirlenen cinsiyet iken, cinsiyetin etkisi altın d a a m a on­ dan bağım sız olarak gelişen ve kişinin kendisini kadın, erkek ya da eşcin­ sel, biseksüel hissetm esini sağlayan kim lik b o y u tu n a ise cinsel yönelim de­ nir. Yine de k a d ın ve erkek biyolojik yapılarının cinsel yönelimi de belirleye­ bileceğini iddia edenler vardır. Bu iddialar biyolojik cinsiyet farkının, sadece cinsel o rg an la r ve sistem leri değil beyin ve beynin yapı ve işlevini de belirle­ yici güçte olduğunu savunur. Bu düşünceler k a d ın ve erkek beyninin yapısal farklılıklarını a ra ş tıra n çalışm aları çoğaltm ıştır. K adın ve erkeğin; iç ve dış ürem e organları, ikincil seks karakterleri (meme yapısı, kıllanm a özellikleri) gibi özellikler b ak ım ın d an farklı olduğu­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


1 6 8 : F. Duygu Çabuk Kaya

nu biliyoruz. İşte bu farklılığa “seksüel dim orfizm " denilm ektedir. B enzer şe­ kilde hem in sa n d a hem de diğer can lılard a iki cinsiyet arasın d a eş seçimi, ürem e, y a v ru la rın bakım ı gibi dav ran ışlar açısın d an da farklılıklar b u lu n ­ m aktadır. D avranışlar sinir sistem inin işlev ve yapısı ile ilişkili olduğu için, kadın ve erkek beyninin de farklı olduğunu yani seksüel dim orfizm gösterdi­ ğini söyleyebiliriz. Cinsiyete bağlı olan bu d av ranışsal farkların nörobiyolojik tem elleri halen tam anlam ıyla bilinm em ekle birlikte, bu yazıda sin ir sis­ tem inin b u rad a k i rolünden bahsedilecektir. Seksüel dim orfizm in cinsiyet organları dışın d ak i anatom ik yapıları da etkilem esi in sa n dışı can lılard a çoğu zam an d a h a belirgindir. T ütün güvesi­ n in erkek ve dişilerinin antenleri boyut ve yapı b a k ım ın d a n farklılık göste­ rir. Dişinin an ten i küçük ve düzken, erkeğinki d a h a büyük ve silialı çizgiler içerm ektedir. B u anatom ik özellikler ayrı dişi ve erkek ürem e dav ran ışları için gereklidir. D işinin anteni, y u m u rta la rın ı yerleştirm ek için uygun b ir yer olan tü tü n bitkisinden gelen özgül kokuları algılar. Erkek anteni ise p o tan si­ yel eş adayını tanım layan ferom onları algılam ak için özelleşm iştir. Bu fizik­ sel dim orfizm , b a şarılı bir ü rem e n in birçok aşam ası için gereklidir ve beyin­ deki nöral (sinirsel) döngü ile de eşleşm ektedir. H er iki cinsiyette de antene bağlı olan ve on d an çıkan sin ir uçları, beyinde an ten n al lob adı verilen böl­ gedeki glom erüler yapılara k a d a r uzanır. Erkek güvelerin daha geniş glomerulusları b u lu nm aktadır. E rkeğin anteni dişiye nakledirilirse, ilginç şekilde dişinin beynindeki glom erulus büyür. Yani glom erulusun gelişim i u c u n d a ­ ki antene bağlıdır. Benzeri beden, davranış ve beyin dim orfizm leri hayvanlar âlem inde ol­ dukça sık görülm ektedir. Ö rneğin şarkı söyleyen kuş tü rlerin in erkek üyele­ ri karm aşık ezgiler söylerken d işiler bunu yapam am aktadır. Erkek k u şla rın hem şarkı söylemeyi kontrol eden beyin m erkezleri hem de sesin çıkm asını sağlayan g ırtla k yapıları dişilere oran la d ah a gelişm iştir. in sa n la r d a dahil olm ak üzere tü m hayvanlarda beyindeki dim orfizm ler fiziksel fark lılık lar ile paraleldir. Beyin ve bedendeki bu dim orfizm ler, kan dolaşım ında b u lu n an erkeklik (testosteron) ve k a d ın lık (östrojen) h o rm o n la­ rın ın kontrolü altındadır. B ahsedilen anatom ik fark larla birlikte beyindeki yapılar, m erkezler ve nöral döngülerde de fark lar bulunm aktadır. H er in san hücresinde çekirdek adı verilen ve k işin in tüm genetik bilgisi­ ni taşıyan krom ozom ları içeren b ir yapı vardır. DNA dediğim iz genetik yapı, 46 adet krom ozom dan oluşur. B u n la rd a n 23 tanesi anneden, 23 tan esi de baCogito, sayı: 65-66, 2011


Kadın Beyni, Erkek Beyni Varsa Eşcinsel Beyni de Var mı?

bııılan gelm ektedir. Bu 46 krom ozom un iki tanesi ise “krom ozom al cinsiye­ ti" (genotipik cinsiyet) belirleyen, yani döllenm iş y u m u rta n ın genetik olarak kınlın ya da erkek olarak gelişm esini sağlayan X ve Y krom ozom larıdır. K a­ d ınlar XX, erkekler ise XY krom ozom çiftine sahiptir. Bu d u ru m d a norm al şıırllar altın d a çocuğa, anneden her zam an X, b ab a d an ise X veya Y k ro m o ­ zomu geçm ektedir. Dolayısıyla kız çocuğu anneden gelen X ile b ab a d an ge­ len X krom ozom unu, erkek çocuk ise anneden gelen X ile b ab ad an gelen Y krom ozom unu taşım aktadır. Bu cinsiyet krom ozom unun özelliğine göre iç ve dış genital o rg an la r di­ şilik ya da erkeklik yapısı kazanm aktadır. İşte iç ve dış genital o rg an la r ve İkincil seks karakterleri de “fenotipik cinsiyet” yani d ışard an görünen cinsi­ yeti tanım lam ak tad ır. Kişiye erkek özelliklerini k az an d ıra n gen, Y krom ozo­ mu üzerinde b u lu n an “testis belirleyici faktör”d ü r (TDF veya SRY o larak ad­ landırılır). Bu gen yoksa o kişi kadın olm aktadır. Gebeliğin ilk 6 h a fta sı b o ­ yunca ceninin cinsel organları h er iki cinsiyete de farklılaşabilecek d u ru m ­ dadır. Ancak Y krom ozom u varsa SRY geni taşıd ığ ın d an testosteron salım ­ ın m a neden olur. Bu horm onun etkisi altında henüz farklılaşm am ış genital (cinsel) organlar, erkek yönünde gelişmeye başlar. E ğer SRY geni yoksa yani k işide Y krom ozom u bulunm uyorsa (XX ise), genital organlar k ad ın yönünde farklılaşacak yani testis yerine y u m u rta lık la r (överler) oluşacaktır. Testisten salm an testosteron ve överlerden salm an östrojen, sin ir sistem ini de etkiler. Bu horm onlar, cinsel o rg an lar ve ikincil seks karak terlerin in gelişm esi­ ni sağladığı gibi beyin de d ah il olm ak üzere b irçok dokunun fark lılaşm a­ sında rol alırlar. Erkek ceninin gelişim in erken dönem lerinde m a ru z kaldığı testosteron, sin ir sistem inin de m askülinize (erkeksileşme) olm asını sağlar. Aynı şekilde testosteron yokluğunda dişi ceninin beyni fem ininize (kadınsılaşma) olur. Testosteron, sinir hücresinde b ir enzim aracılığıyla östrojene dö­ nüşm ektedir. İlginç olarak erkek beynini erkekleştiren horm on testosteron değil, dönüştüğü östrojendir. Dişi ceninin gonadları ise bu dönem de östrojen üretm ediği için bu etkiye m aru z kalm am aktadır. Testosteron ve östrojenin etkisini gösterm esi için gerekli olan hü cre yüze­ yindeki alm açlar (reseptörler), ürem e ve yavru ların bakım ı gibi işlevlerden sorum lu olan ya da seksüel dim orfizm gösteren beyin bölgelerinde özellikle bulunm aktadır. Beyinde en fazla seksüel dim orfizm gösteren bölgelerden bi­ risi hipotalam us denilen yapıdır. H ipotalam usun “preoptik alanın seksüel dimorfik çekirdeği (SDN-POA)” o larak isim lendirilen bölgesi, testosteron etki­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

165


170 : F. Duygu Çabuk Kaya

sİ altında k a la ra k erkek sıçan lard a dişilerden d a h a büyük olm akta ve daha çok sinir hücresi içerm ektedir. Dişi b ir sıçan y avrusuna erken dönem de tes­ tosteron uygulanm ası da benzer b ir sonuca yol açm aktadır. İn san d ak i SDNPOA’da da b en zer seksüel dim orfizm ler olduğu bildirilm işse de, b u n u n cin­ sel davranışlarla ilişkisi tam o lara k aydm lanm am ıştır. Dişi ve erkek sıçan­ ların POA’la rın a h a sa r verildiğinde çiftleşm e d a v ra n ışla rın ın bozulduğu gö­ rülm üştür. Bu nedenle POA’ n ın eş seçim i ve çiftleşm eye hazırlık d avranışla­ rın ı düzenleyebileceği düşünülm ektedir. Yine hip o talam u sta yer alan paraventriküler çekirdek (PVN) ve supraoptik çekirdek (SON) m em elideki süt ü retim inden sorum lu olan ve seksüel dim orfizm gösteren beyin bölgeleridir. D oğum dan so n ra dişide oluşan horm onal değişim lerin etkisi altında k alan bu beyin bölgelerinde yer alan sin ir h ü cre­ lerinin birbirleri ile b ağ lan tıların d a a rtış olm akta ve oksitosin ve vazopressin adı verilen h o rm o n la r salınm aktadır. Bu h o rm o n la rd a n oksitosinin görevi, dişideki m em e bezlerinin içindeki süt k a n a lların ın kasılm asını ve süt atılım ını sağlam aktır. Seksüel dim o rfik yapıların ve d a v ran ışların sağlanm ası, sü rd ü rü lm esi ve plastisitesi (değişebilirliği), k an d a k i cinsiyet h o rm o n la rın ın beyindeki et­ kileri sayesinde gerçekleşm ektedir. Bu dim orfik beyin bölgelerindeki sin ir hücrelerinin sayı ve büyüklükleri p ro g ram lan m ış hücre ölüm ü ve yaşayan hücrelerin b ü yüm esinin dengeli şekilde düzenlenm esi ile sağlanm aktadır. Hem belli h ücrelerin ölüm ünün hem de belli hü crelerin y aşam ın ın sa ğ la n ­ m ası yine cinsiyet horm onları olan testosteron ve östrojenin etkisi ile ger­ çekleşm ektedir. Bu iki h o rm o n u n beyindeki sin ir hücrelerinin gelişim ini ve fark lılaşm a­ sını sağladığı bilinm ektedir. N öroplastisite yeteneğinin yüksek olduğu bili­ nen bir beyin bölgesi olan hipokam pus da horm onal d alg alan m alara duyralıdır. H ipokam pus tem el olarak bellek ve öğrenm eden sorum ludur. Östrojen, hipokam pal n ö ro n la rın uyarılm a özelliklerini düzenlem ekte, sinyalleşm eyi ve plastisiteyi etkilem ektedir. Dolayısıyla h o rm o n ların etkisi ile gerçekleşen bu tü r değişikliklerin bazı öğrenilm iş davranış ve a n ıla rın altında ya ta n m e­ k anizm alar olduğu, bu bağlam da farklı ürem e d av ran ışları ile de b a ğ la n tı­ lı olduğu söylenebilir. Dolaşım da b u lu n an ve beyin işlevlerinde önem li rolü olduğu bilinen te s­ tosteron ve östrojenin etkileri; sadece âdet dönem leri (m enstruasyon), do­ ğum ve süt verm e gibi ürem e veya yavru bakım ı verm e dönem leri üzerine sıCogito, sayı: 65-66, 2011


Kadın Beyni, Erkek Beyni Varsa Eşcinsel Beyni de Var mı?

ııırlı değildir. Ö strojenin, nöronları, iskem ik (kan a k ım ın d a azalm aya bağlı görülen hasar) ve dejeneratif süreçlerden koruduğu bilinm ektedir. Yine tes­ tosteron k u lla n ım ın ın duygudurum ve davranışları (özellikle sald ırg an dav­ ranışlar) etkiliyor olması, beynin bu h o rm onlara olan duyarlılığının hayat boyu sürdüğüne işaret eder. A ndrojen ve östrojen reseptörleri, hipotalam us dışında am igdala, serebral korteks, substansiya n ig ra gibi beyin yap ıların d a da anlam lı derecede yüksektir. Genotipik cinsiyet ve fenotipik cinsiyette görülen kalıtım sal fark lılık lara İse “interseks durumları" denilm ektedir. Bu d u ru m canlı doğan h er yüz b e ­ bekten 1-2’sinde görülm ektedir. E tkilenen bireylerde kısırlık, cinsel işlev b o ­ zuklukları ve cinsel kim lik ile ilgili psikososyal ça tışm a la r görülebilm ekte­ dir. Genotipik ve fenotipik cinsiyette anorm alliklere yol açan T urner Send­ ik>mu (X0), K linefelter Sendrom u (XXY) ve 47-XYY Sendrom u örnek olarak verilebilir. Y krom ozom u üzerinde b u lu n an SRY geninin cinsel o rg an la rı er­ kek yönünde farklılaştırdığı belirtilm işti. Dolayısıyla XXY şeklinde cinsiyet kı om ozu olan kişinin erkek genital organları ile birlikte iki X nedeniyle de meme dokusu gibi dişiye özgü ikincil seks k arakterleri olm aktadır. XO genol ipi olan T urner Sendrom u h a sta la rı ise az gelişm iş dişi görünüm de cinsel organlara sahiptir. XYY olan bireyler görünüş o larak d a h a norm al olm akla birlikte genellikle kısırdır. B ahsedilen d u ru m la rın hepsinde krom ozom al anorm allikler vardır. Bu anorm allikler olm adan da interseks d u ru m la rı ile k arşılaşılm aktadır. Ö rne­ ğin genotipik olarak XY yani n o rm al bir erkek olduğu halde, testislerinden salm an testosteronun etki edeceği reseptörlerdeki anorm allik nedeniyle ta ­ m am en dişi görünüm de olan testiküler fem inizasyon vakaları b u lu n m a k ta ­ dır. Bu kişilerde testis dokusu ve b u n d a n salın an yeterli m ik tard a testo ste­ ron olm asına rağm en, reseptörlerdeki duyarsızlığa bağlı olarak kişi dişi ola­ rak görünm ekte ve hissetm ekte, beyni fem ininize olm aktadır. Âdet görm e­ dikleri için tetk ik edilirken bu d u ru m la rı saptanm aktadır, interseks d u ru m ­ larında beyin gelişim inin sonuçları tam olarak aydınlatılm am ıştır. Cinsiyet ve beynin biyolojisi, genotipik ve fenotipik cinsiyetin ilişkisi üze­ rine odaklanm ıştır. Dolayısıyla kişinin cinsiyetinin davranışsal boyutları; kendisinde b u lu n a n genital organlar, bu o rg an la rın salgıladığı ve beyni etki­ leyen horm onlar, cinsel işlevlerin nöral kontrolünü yapan beyin gelişim i ile tan ım lanm aktadır. Öte y andan bireyin cinsel kim liği de cinsel dav ran ışla­ rın önemli b ir yönüdür. Cogito, sayı: 65-66, 2011

171


172 I F. Duygu Çabuk Kaya

Cinsel kim liğin en önemli bileşenlerinden biri de cinsel yönelim dir. Cin­ sel yönelim in o turduğu biyolojik tem el hâlâ tam olarak aydınlatıl a n la m ış­ tır. Cinsel kim liğin biyolojisini tan ım la m a am açlı o larak cinsel yönelim in m oleküler biyolojisi ve genetiği ile heteroseksüel ve eşcinsel bireylerin beyin yapı ve işlevleri arasın d ak i fark lılık lar üzerine odaklanılm ıştır. B ugüne k a ­ d a r sosyal, psikoanalitik ve ah lak i terim ler ile açıklanm aya çalışılan cinsel kim lik ve yönelim , günüm üzde biyolojik bir bakışla tartışılm ak tad ır. Bu konuda oldukça iyi çalışılm ış b ir hayvan, meyve sineği Drosophila dır. Sineklerde yapılan a raştırm alar; fenotipik cinsiyeti kontrol eden genlerin, er­ kek ve dişiye özgü cinsel d av ranışları düzenleyen n ö ral döngülerin fark lılaş­ m asını açıklam ada yetersiz olduğunu gösterm iştir. Bu genler m utasyona uğ­ ratıldığında yine cinsel d a v ran ışların değişm ediği gösterilm iştir. D aha son­ ra meyve sineğinin çevresel ve m erkezi sinir sistem indeki sinir hücrelerinde bu lu n an "fruitless” adı verilen b ir gen saptanm ıştır. Bu gen cinsel organ do­ kuların d a veya diğer seksüel dim orfizm gösteren beden bölgelerinde b u lu n ­ m am aktadır. H em dişi hem erkekte bulunan bu gen, meyve sineklerinin eş­ leşm e dav ran ışların d a rol oynam aktadır. Bu genin dişi ve erkeğe özgü ayrı tipleri vardır. Erkeğe özgü olan gen parçası silindiğinde erkeğe özgü davra­ n ışların yok olduğu, tüm gen silindiğinde hiç eşleşm enin olm adığı, erkekteki gen sadece koku nöronlarında inaktive edildiğinde ise erkeği ayırt edem eyen sineğin erkek sineklerle eşleşmeye çalıştığı gösterilm iştir. Erkeğe özgü olan fruitless geni dişi beyninde üretildiğinde, dişiye özgü dav ran ışların baskılandığı ve bu sineklerin dişi sineklerle eşleşmeye ç a lıştık la rı görülm üştür. Bu gözlemler; meyve sineği örneği üzerinden heteroseksüel ve eşcinsel d a v ra n ı­ şı ve hem cins/karşı cinsi ta n ım a ve seçmeyi düzenleyen sinir sistem i döngü­ lerinin genetik o larak kontrol ediliyor olabileceğini gösterm ektedir. İnsanda ise özellikle tek y u m u rta (monozigot) ikizlerinde yapılan ç alış­ m ala r dikkat çekicidir. Çift y u m u rta (dizigot) ikizlerinden ya da ikiz olm a­ yan kardeşlerden b irisinin eşcinsel olm ası d u ru m u n d a diğer kardeşin de eş­ cinsel olm a olasılığı ile karşılaştırıldığında; m onozigotik ikizlerden b irisin in eşcinsel olm ası d u ru m u n d a diğer kardeşin de eşcinsel olm a olasılığı d ah a yüksek olarak bulunm uştur. G enetik bağlantı ç a lışm aların d a ise erkek eş­ cinselliği ile ilişkili bir krom ozom al bağlantı b u lunm am ıştır. A ncak erkek eşcinselliğinin anneden gelen X krom ozom u ile taşın d ığ ın a işaret eden k a ­ n ıtlard an bahsedilm ektedir. D iğer yandan epidem iyolojik gözlem lerden bir tanesi de eşcinselliğin çocuğun doğum sırası ile ilişkili olduğudur. B ir anneCogito, sayı: 65-66, 2011


Kadın Beyni, Erkek Beyni Varsa Eşcinsel Beyni de Var mı?

ııln her doğan erkek çocuğunda eşcinsel olma olasılığının % 30 k a d a r a rttı­ ğı öne sürülm üştür. Bu iddia d a birçok diğer iddia gibi spekülatif kalm ıştır. ( ¡ünüm üzde cinsel kim lik ve d av ran ışın tem ellerine yönelik genetik ve molekiiler bir kavram a m evcut değildir. Buraya k a d a r kad ın ve erkek beyninde ürem e ile ilişkili dim orfizm konu­ su ndan bahsedilm iştir. Ancak diğer yandan k ad ın ve erkeğin dil, öğrenm e, bellek, görsel yetenekler gibi bilişsel özellikleri a çısın d an da birçok belirgin farklılığı vardır. Ancak b u n la rın tam am en genetik o larak yapılanm ış seksü­ el dim orfizm ler olduğu söylenilemez. B u fark ların sosyal ve kültürel olarak öğrenilm iş dav ran ışları yansıttığını da in k âr etm em ek gerekir. A ncak b u tü r etkilerin olm adığı durum varsayılsa bile kadın ve erkeğin aynı şekilde dav­ ranacağını d a söylemek m ü m k ü n değildir. Beyinde bazı kortikal bölgeler, ıımigdala, korpus kallozum gibi yapılar; kadın ve erkekte boyut ve şekil b a k ı­ m ından farklıdır. Am igdala b u ra d a seksüel dim orfizm açısından önem li bir beyin bölgesidir. H asara u ğ rad ığ ın d a insanda hiperseksüalite yani a şırı cin­ sel davranış görülm ektedir. Ayrıca am igdala in sa n d a yüz ifadesi ta n ım a d a rol alm aktadır. Sağ ve sol beyin yarıkürelerinde b ire r tan e olm ak üzere b u ­ lunan iki am igdalanın, kadın ve erkekteki hacim lerinden ziyade han g i ta r a ­ lın hangi d u ru m la rd a aktive olduğu farklılık gösterm ektedir. B unun işlevsel olarak ne an la m a geldiği ise bilinm em ektedir. Sonuçta cinsiyet ve beyin arasın d ak i ilişki, cinsel davranışı belirleyen bi­ yolojik ve kültürel etkiler ile k arm aşık hale gelm ektedir. Özellikle insanda, kadın ve erkek beynindeki anatom ik farklar çok belirgin değildir ve birçok davranış da sadece kadınsı ya da erkeksi olarak tan ım lan am am ak tad ır. Cin­ siyet horm onları beyni gelişim in erken dönem lerinden itibaren etkilem ekte­ dir. Bu etki altın d a seksüel dim orfizm gösteren beyin de özellikle eş seçimi, üreme, yavru bakım ı olm ak üzere birçok farklı d av ran ışta rol oynam aktadır. Gen, beyin, cinsiyet, cinsellik ilişkisinde iki tem el yanılgı, varsayım ları bilim sellikten uzak laştırm ak tad ır. İlkin genetik belirlenim in değişm ez bir kesinlik olduğu yanılgısı. Genetik yapıtı ya da genetik olarak a k ta rıla n gene­ tik m ateryal döllenm e/ doğum dan sonra hiç değişm eden sabit k a la n b ir be­ lirleyici değildir. Genetik a la n ın d a yapılan ç alışm alar b ir sonraki ku şağ a ak­ tarılan genetik m ateryalin d a h a gebelik dönem inden başlayarak değiştiğini gösteren k a n ıtla ra ulaşm ıştır. Epigenetik fenom enler o larak a d la n d ırıla n bu değişim, çevresel şa rtla rın genetik m ateryalin (genlerin) yapı ve işlevlerinde değişime yol açtığını tan ım lam ak tad ır. Bir özelliğin geninin bireyde olm a­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

173


174 : F. Duygu Çabuk Kaya

sı, o bireyde o özelliğin m utlaka ortaya çıkm asını sağlam am aktadır. Çevre­ sel şa rtla r var olan b ir genin yapısını bozabildiği gibi genin çalışm asını ya da çalışm am asını, çalışm asının niteliğini de değiştirebilm ektedir. İkinci yanılgı, ilkinden d a h a büyüktür. Genetik belirlenim cinsellikten çok ürem eyle ilgilidir. Oysa ürem e ile cinsellik eş kav ram lar değildir. Cinsel­ lik ürem eden d a h a kapsam lı b ir kavram dır. Cinselliğin ürem e davranışı ya da becerisine göre tan ım lan m ası heteroseksist bir ideolojinin yansım asıdır. K aldı ki in san dışı m em elilerde bile ürem e am açlı olm ayan cinselliğin v arlı­ ğı bilinm ektedir. Diğer y andan bu dim orfizm lerin cinsel kim lik ve cinsel yönelim gibi du­ ru m la ra olan etkileri halen tam olarak aydınlatılam am ıştır. Cinsel yönelim ve kim liğin biyolojik olarak açıklanm aya çalışılm ası b ir yandan in san cin­ selliğini a n lam am ıza katkı sağlarken, bir yandan d a heteroseksist b ir d ü n ­ yada heteroseksüel olm ayanların ötekileştirilm esinin önünü açabilir. Tıbbın, ta rih in birçok dönem inde m edikal m odeller y a ra tara k ahlaki, dini, kültürel olarak kabul edilm eyeni “hastalıklaştırm a” özelliğinin işlediğini göz önünde bulundurm adığım ızda; tıbbın sunduğu tüm k a n ıtla rı bu am aca hizm et ede­ cek şekilde algılam a riskim iz vardır. Bu noktada eşcinsellik ya da biseksüelliğin, tıpkı heteroseksüellik gibi hangi biyolojik, genetik, nöral m ekanizm a­ larla oluştuğunu anlam anın; bu d u ru m la rı bir “kusur" ya da “hastalık” h a li­ ne getirm eyeceğinin farkında olm am ız önemlidir.

Kaynakça 1. Neuroscience, Fourth Edition, Dale Purves, George J. Augustine, David Fitzpatrick, William C. Hall, Anthony-Samuel LaMantia, James O. McNamara ve Leonard E. White, Sinauer Associates: Sunderland, MA., 2008. 2. Neuroscience: Exploring the brain, Third Edition, Mark F. Bear, Barry W. Connors ve Michael A. Paradiso. Baltimore: Williams & Wilkins, 2007.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Gerçek Özgürlük Başlangıç Yapmaktır JULIA KRISTEVA - HÜLYA DURUDOĞAN

llülya Durudoğan: Tipolojik olarak ele alın d ık ların d a, semiyotik ile sem bo11k arasındaki ayrım ın, bir anlam da, öznelliğin ve a n la m ın sözlü-olm ayan/ sem bolik öncesi ve sözlü/sem bolik boyutları ara sın d ak i ayrım la ö rtü ştü ğ ü söylenebilir. B u ayrım ın öne sü rd ü ğ ü n ü z sosyal ve politik ç ık arım lar açısın ­ dan merkezi önem de olduğunu biliyoruz. K itaplarınızda y azdıklarınıza d a­ yanarak, bu iki boyut olm ası gerektiği biçimde ilintilendirilm ediği tak d ird e İletişim, sosyal b a ğ la r ve kişinin kendi kendisiyle olan ilişkisi b ü tü n an lam ve değerini yitiriyor. Peki, bu iki boy u tu n gerektiği gibi b ir ilişki içinde olm a­ sı için ne gerekiyor?

Julia Kristeva: (Gülerek) Bu büyük bir soru. Belki de ilk önce okuyu­ cularınıza sem iyotik ve sem bolikten ne anladığım ı anlatm alıyız. B u ayrı-

La vraie liberté, c’est le commencement JULIA KRISTEVA - HÜLYA DURUDOGAN

Hülya Durudogan: The distinction between the semiotic and the symbolic, if taken typologically, seem to stand mainly for the non-verbal /pre-symbolic and verbal /sym­ bolic dimensions of subjectivity and meaning. However, it seems that this distinction plays a vital role in terms of the social and political implications of your thought in Ihe sense that, if these two dimensions are not adequately connected, communica­ tion, social bonds and relation with one’s own self lose all value and meaning. What does it take for these two dimensions to be adequately connected? Julia Kristeva: C est une grande question. D’abord, peut-être il faut expliquer à vos lecteurs ce que j’entends par symbolique et sémiotique. Il faut situer cette distinc­ tion dans ma recherche des années soixante-dix, qui se situe dans un mouvement Cogito, sayı: 65-66, 2011


176 : Julia Kristeva - Hülya Dumdoğan

mı, şim di post-yapısalcılık olarak a n ıla n akım ın h ü k ü m sürdüğü y ıllard a­ ki yani 70’lerdeki a ra ştırm a la rım la beraber düşünm ek gerekir. Fransız ya­ pısalcılığı açısın d an an lam ın b ir yapı ya da sistem olm adığını gösterm enin çok önemli olduğunu düşünüyorum . E n azından sadece bir yapı ya da sis­ tem olm adığını... Anlam, konuşan-varlıkta (Hêtre-parlant) bir din am ik ola­ ra k ortaya çıkıyor ve bu d inam ik konuşan varlığın hislerinin, tepkilerinin ve dilsel im lerinin de hesaba katıldığı bir dinam ik. B u rad a dilin an laşılm a­ sı için psikanalizin dahlini gördüğüm üz gibi bu k onuşan öznenin sadece bir d inam ikten ib are t olm adığını, aynı zam anda sosyal ve tarih sel bir çerçeve­ n in parçası olduğunu da anlıyoruz. Yani bir ilişki ve b ir dışsallık var, öteki (l’a utre) var. Sem iyotik, dilin çocuğun dil-öncesi halleri ile ilgili olan dil-ötesi (trans-linguistique) boyutu. D il-öncesinde bebeğin çıkardığı sesler, d a h a son­ ra şiirsel dilde (language poétique) yeniden ortaya çıkar. Sem bolikten ise dilin kullanılm aya başlanm asıyla m elodi ve ritim lerin sözcük ve cüm lelere dön ü ş­ tü ğ ü ve bilinçli b ir m esajın a k ta rıld ığ ı dilsel anı ve faaliyeti kastediyorum . Dolayısıyla bu ay rım ın çok önem li b ir işlevi var: sem iyotik/sem bolik ayrım ı dilin, bilinçli m esajın kaybolduğu kritik an ların ı hesaba katabilm em i sağlı­ yor. Taşkınlığı, otistik, histerik veya takıntılı halleri bu kritik a n la ra örnek olarak verebiliriz. Yani psikanalizde incelediğim iz k lin ik vakalarda gözlem ­ lediğim iz ve itki ile dilin k arşılaştığı b ü tü n haller... Ama bu aynı zam an d a

qu’on appelle maintenant le poststructuralisme. Il me semblait très important de montrer dans le structuralisme français que le sens n’est pas une structure et un sys­ tème, en tout cas, n’est pas seulement, qu’il se produit comme une dynamique dans l’être-parlant et que cette dynamique tient compte du sujet parlant, de ses sensations, de ses pulsions, et des signes linguistiques. On voyait déjà qu’une introduction de la psychanalyse dans la compréhension du langage et que ce sujet parlant n'est pas seulement une dynamique, mais il fait partie d’un cadre social et historique. Donc, il y a une relation et une extériorité, il y a de l’autre. Le sémiotique est une dimen­ sion du langage qui est translinguistique, qui concerne les états pré-linguistique de l’enfant. Lorsqu’il utilise les écholalies et les rythmes, et ce sont des phénomènes qui vont se réactualiser dans le langage poétique. Et j’appelle "symbolique” le moment et l’exercice du langage qui vient après ce moment lorsque les mélodies, les rythmes changent en mots et en phrases, et un message conscient est délivré. Alors cette dis­ tinction me permet de tenir compte des états critiques de langage où le message conscient se perd : toutes sortes de croisements entre la pulsionalité et le langage dans les états cliniques que nous observons en psychanalyse. Mais ça me permet de rendre compte aussi des créativités dans le langage. Par exemple, dans le style poé­ tique ou le style littéraire. Ça me permet en même temps de tenir compte d’empreints qui exercent sur le langage des deux parents -le maternel et le paternel- à tel point que Cogito, sayı: 65-66, 2011


Julia Kristeva ile Söyleşi

dildeki yaratıcılığı hesaba katm am a da im kân veriyor. Ö rneğin şiirsel ya da edebi üsluptaki yaratıcılığı. Ayrıca b u ayrım bana, a n n e ve babanın k u lla n ­ dığı dilde m evcut olan b ir şeyin, yani anneliğe ve b abalığa d a ir olanın izle­ rini görme im k ân ı da veriyor. H a tta bazı fem inistler ben im semiyotik ile di­ şili; sembolikle erili kastettiğim i bile düşündüler. Bu ta m olarak d oğru değil çünkü anne olan h er k adında eril ve babalığa d a ir özdeşleşm eler de m evcut­ lu r. Aynı şekilde erkek sadece erkek değildir; onda hem dişil bir eğilim hem de anneliğe d a ir o lan ın izi vardır. Dolayısıyla, bu iki a la n ı birbirinden ta m a ­ mıyla ayırm am aya dikkat etm ek gerekiyor. Sizin so ru n u z a dönersek, m o d ern dünyada m ükem m ellik ve uyum a d ı­ na sürekli b ir ç aba içinde olm aya teşvik ediliyoruz. G ü nüm üzün san al d ü n ­ yasında dilin derin liğ i kayboluyor. B u n u n bir örneğini, m eşgul olduğu işin anlam ıyla h içb ir ilişki k u rm a d a n b ü tü n gün hesap y ap an ve yaptığı işin p si­ şik boyutunu fa rk ın a varm ayan b a n k a hesap u z m a n ın d a görebiliriz. Peki, bitm ek bilm eyen hesap lar ile bedende itki yoluyla kök salan ve sem iyotik diye a d la n d ırd ığ ım dildeki d erin lik ara sın d ak i kopuk ilişkiye nasıl ç a re b u ­ lacağız? S an at ve özellikle edebiyat önem li olm akla birlikte; kişiyi h ay atın ı kendine has b ir biçim de -gözyaşlarıyla, haykırışlarla, kendi tü re ttiğ i ifad e­ lerle v esaire- a n la tm a sın a ve b ir a n la m d a kendi k e n d in in hikâyecisi olm a­ ya davet eden p sik an aliz gibi b ir tec rü b e de fevkalade m ühim dir. D oğru ol-

certaines féministes ont pensé que, pour moi, le sémiotique est le féminin et le sym­ bolique le masculin. Ce n’est pas tout à fait ça parce que pour la femme qui est mère, 11 y a aussi des identifications viriles, masculines et paternelles. Et l’homme n’est pas que l’homme, mais il a une tendance aussi de type féminin; il y a aussi l’empreint du maternel en lui. Donc, il faut faire attention de ne pas cliver ces deux domaines. Donc je pense que dans le monde moderne, pour répondre à votre question nous nous assistons souvent à une sollicitation pour une performance, pour l’excellence et pour l’adaptation et aujourd’hui, de plus en plus, dans un monde virtuel, on perd cette épaisseur de langage. L’exemple le plus caricatural, c’est le trader dans les banques qui joue avec les chiffres, qui n’a aucun rapport au sens de ce qu’il fait, à la dimen­ sion psychique, de ce qu’il est en train de faire. Alors, comment remédier à ce genre de dissociation entre les calculs sans frein d’un coté et le langage avec son épais­ seur que j’appelle sémiotique s’enracine dans le corps à travers pulsion ? Je pense que l’importance de l ’art -tout particulièrement la littérature- est essentielle, mais aussi une expérience comme celle de psychanalyse, qui invite chacun de devenir son propre, comment le dire, narrateur, en racontant sa vie dans un style personnel avec des cries, avec des mots inventés, avec des larmes, etc. Bien que ce soit vrai que l’art est important, ici, nous confronte une autre difficulté. L’art est aussi part prenant du marché, il y a un marché de l’art où l ’art devient une marchandise, une valeur. Et on Cogito, sayı: 65-66, 2011


178 : Julia Kristeva - Hülya Durudoğarı

m ak la birlikte, s a n a tın çok önem li olduğunu söylemek bizi b ir zorlukla k a r­ şı karşıya getiriyor. S a n a tın b ir piyasası var ve bu piyasada sanat m ala ve b ir değere indirgeniyor. Böylelikle, sem iyotik ve sem boliğin ara sın d ak i ve y o ru m u n -felsefi olduğu k a d a r sa n a t ta rih i ve b ü tü n in sa n i bilim lerine has olan cinsinden y o ru m u n - önem ini ortay a çık aran dikey boyut o rta d a n kay­ boluyor. İn san i bilim lerin insanlığın koruyucusu a n lam ın d ak i işlevinin olduğu kadar, bu bilim lerin insanlığın zengin bir dil üzerine ku ru lm asın a im k ân veren öğeler olduğunun k av ran m asın ın da çok önem li olduğunu düşünüyo­ rum . Bunu yöneticilerim ize a n latm am ız lazım. Ama sadece insani bilim ler eğitim inin olduğu üniversitelere kaynak a k ta rm a la rın ı sağlam ak için değil. B u çaba kendini antropoloji, tarih , sanat, psikanaliz ve diğer insani bilim ler­ de a ra ştırm a yapm aya adayan herkesin değerini g ö rü n ü r kılm ak için de çok gerekli. Bu nedenle Norveç H ük ü m etin in insani bilim ler için bir ödül d ü şü n ­ m üş olm ası beni çok m utlu etti. B ildiğiniz gibi Nobel ödül kategorileri a ra ­ sında insani bilim ler için bir kategori yok. Holberg Ö dülü 2004’te ilk olarak b a n a verildi; d a h a so n ra da H ab erm as’a ve başka kişilere. Bu gerektiği k a­ d a r bilinen bir ödül değil am a in san i bilim lerdeki a ra ştırm a la rı tanıdığı için aynı zam anda politik bir tavır. İşte, birinci sorunun cevabı...{Voilâ, this is the first answer) (gülüşm eler)

perd cette dimension verticale entre le sémiotique et le symbolique d’où l’importance de l’interprétation, l’interprétation philosophique, l’interprétation de l’histoire de l’art et tous les sciences humaines. Je pense le rôle crucial des sciences humaines... comme gardian de l’humanité et comme les éléments qui peuvent permettre à une refondation de l’humanisme sur la base d’un langage compris dans sa richesse. C’est quelque chose essentielle qu’il faut faire comprendre à nos dirigeants mais non seule­ ment pour faire donner plus d’argent aux universités où il y a des sciences humaines, mais aussi pour valoriser par tout les moyens de la communication de tous ce qui se consacrent à cette recherche: l’anthropologie, l’histoire, l ’art, la psychanalyse etc. Et de ce point de vue, je suis très contente que le gouvernement norvégien a décidé de créer un prix pour les sciences humaines qui manque au prix de Nobel, le prix d’Holberg, que j’ai eu la chance d’avoir en 2004. J’étais le premier à le recevoir, mais Habermas l’a eu après, et ensuite une autre personne. Ce n’est pas un prix qui est assez connu. Mais cette une acte politique de valoriser ce type de recherche. Voilà, this is the first answer! H. D.: You are using “revoit” in a sense that is not in the usual political sense of révolution. What do you mean by revoit especially in relation to women’s revoit? How can revoit help overcome the féminine melancholia as well as renew and sustain the life of the psyché? Is revoit possible in an âge of “new maladies of the soûl?” Cogito, sayı: 65-66, 2011


Gerçek Özgürlük Başlangıç Yapmaktır

II.D.: “B aşkaldırı” (révolte) tab irin i bilinen politik a n la m ın d a yani “dev­ rim ” (révolution) m an a sın a yakın b ir m an ad a kullanm ıyorsunuz. Peki, b a ş­ kaldırıdan, özellikle de k a d ın la rın b aşk ald ırısın d an ne kastediyorsunuz? Hıışkaldırm m m elankolinin aşılm asın a ve ru h u n yenilenm esine yaptığı nlınnlu katkı nedir? “R uhun Yeni H a stalık ları” çağında b aşkaldırı m ü m k ü n müdür? .I.K.: Evet, bu b aşk ald ırı fikrine üniversitede iki d u ru m d a n yola çık arak İki sene boyunca verdiğim dersler neticesinde ulaştım . Bu d u ru m la rın b irin ­ cisi, Avrupa’n ın ve F ran sa’nın da belli b ir yönelime kaym asıyla ilgiliydi. B iraz ünce de söylediğim iz gibi, hesap yap an am a düşünm eyen ak ıllara doğru b ir yönelim var. H atta işçi sınıfı diye a d la n d ırıla n ın ve b ü tü n d ışa rıd a b ıra k ıla n ­ ların başkaldırısı d a o n ların d ah a fazla kazanm ak istedikleri bir d u ru m d a n çıkıyor; d ah a fazla düşünm ek istedikleri değil. Bu birincisi. Beni başk ald ırı fikrine eğilmeye yönelten diğer d u ru m u n farkına v a rm a m ise Heidegger’in lO’lu yıllarda K a n tin özgürlük kavram ı üzerine verdiği dersleri incelem em Niıvesinde oldu. K a n t’ın açıkça gösterdiği gibi -ta b ii şu an d a özetleyerek ve şematize ederek a n la tıy o ru m - b aşkaldırı, illa ki n o rm u n in k ârı değildir. Ya bu efendinin kölesisinizdir ya da bu kölenin efendisi... Am a hep özgürleşenin özgürleştiği şeye b ağım lı olduğu b ir diyalektik söz konusudur. Ve K ant’ın da çok haklı olarak gösterdiği gibi gerçek özgürlük başlangıçtır. B aşka b ir de-

J. K.: Oui, je suis arrivée à cette idée de révolte au bout de deux années de ( ours à l’université à partir de deux situations. La première, un glissement de l’Eu­ rope et de France aussi, dans une direction. Ça correspond un peu à ce qu’on disait tout à l’heure, des esprits qui calculent mais qui ne pensent pas. Et par rapport à ivla, même ce qu’on appelle la classe ouvrière et tous ceux qui sont exclut, se metIcnl en situation de révolte. Ça consiste du vouloir de gagner plus, mais non pas penser plus. Ça, c’était la première direction. L’autre événement qui m’a fait penser fi l'idée de la révolte est un cours d’Heidegger sur la liberté qui était un cours dans les années trente et qui était consacré à la notion de liberté chez Kant. Kant montre clairement, mais je résume et je schématise, que la révolte n’est pas nécessairement une négation de la norme. Vous êtes esclave de ce maître ou le maître de cette es­ clave. Vous êtes toujours dans une dialectique où ce qui se libère dépend sur ce dont on se libère. Et Kant montre très justement que la vraie liberté, c’est le commen­ cement. C’est à dire non pas se révolter pour nier quelque chose qui précède, mais pour commencer à prendre l’initiative. Et cette idée de la liberté comme initiative a fondé, je pense, ce qu’on connait en Occident sous le ton de la libre entreprise. Seu­ lement, cette idée de liberté peut échouer dans l ’adaptation d’une valeur suprême, le dieu ou la valeur économique qui est du dollar ou de l’euro. Donc, l’innovation ne peut pas être le seul paramètre de la liberté. Et j’ai essayé toujours, en pensant Cogito, sayı: 65-66, 2011

179


180 : Julia Kristeva - Hülya Durudoğan

yişle özgürlük, önce gelen şeyi in k â r etm ek ya da hü k ü m sü z kılm ak olmayıp! inisiyatifi ele alıp b ir başlangıç yapm aktır. Ve bence inisiyatif anlam ındaki; özgürlük fikri B atı’d a serbest g irişim denen şeyin tem elindedir. Ne var ki bui özgürlük fikri ü st b ir değer söz konusu olunca -ö rn e ğ in T anrı ya da d olar véj avro gibi ekonom ik b ir değer söz konusu olunca- b aşarısızlığ a uğrayabilir.1 Dolayısıyla özgürlüğün tek ölçütü yenilik olam az. B en hep özgürlüğün b a ş­ ka b ir boyutunu ortaya çıkarm aya çalıştım . Yani geçm işe dönüş ve geçm işin yeniden incelenişi olarak başkaldırı... Nietzsche’nin geçm işi yeniden değer­ lendirm e (transvaluation) kavram ı gibi... ; Benim dil öğretm enim Hint-Avrupa dilleri üzerine b ir çalışm a yapm ıştı. Bu çalışm a Türkçeye çevrildi m i bilm iyorum . B aşkaldırı kelim esinin çok il­ ginç bir kelime olduğunu söylerdi. B aşkaldırı sözcüğü dönm ekten geliyor. İyi b ir başlangıç yapm ak için geriye dönm ek gerekir. A nlatılm ak istenen bu esa­ sında. Dolayısıyla dem ek istediğim şu ki gerçek özgürlük geçmişi reddetm ek­ ten değil, onu yeniden ele alıp tem ellendirm ekten geçer. Geçmişi kabullene­ rek yeniden ele alıp incelem ek ve bu n o k tadan yeni b ir başlangıç yapm ak ge­ rektiğine inanıyorum . M edeniyetin şu an d a içinde bulun d u ğ u çıkm azı, yani ya her şeyi yıkm a ya da her şeyi reddetm e eğilim ini aşm ak için bu an lam d a b ir başkaldırıya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum . K adınlar b u n u (başkaldırı) nasıl yapabilirler so ru su n a geri dönersek, ön-

au travail analytique, de forger notre dimension de la liberté, c’est à dire, la révolte comme retour vers le passé, et comme réexamen du passé, transvaluation comme dirait Nietzsche du passé, c’est ce que fait l’anamnèse selon Freud. Et c’est le sens du mot révolte en sanskrit. Mon maître de langage a fait un ouvrage sur les langages indoeuropéens, je ne sais pas si c’est traduit en turc, il disait que le mot "révolte” est un mot très intéressant. Ça vient de "tourner”. Mais l’idée initiaire, ça veut dire, tourner en avant pour mieux recommencer. Donc, je dis que la véritable liberté se consiste à ne pas nier le passé mais le repenser et ainsi le refonder de nouveau. Donc, c’est cette notion de réexamen du passé, faire du nouveau, créer à partir d’une réappropriation du passé qui me parait être la voie. C’est un moment important de notre civilisation où on a tendance soit de tout casser soit de ne rien connaître. Si on retourne à la question des femmes, alors comment les femmes peuvent faire cela ? Je pense qu’il faut toujours d’abord se poser cette question que les féministes ont ouverte et qui est loin d’être terminée : Qu’est-ce qu’on va entendre par une femme? Comment de penser la bisexualité psychique, par exemple ? Qu’est-ce qu’une mère ? Je pense que nous sommes une des rare civilisations qui n’ont pas de discours sur la maternité en dehors du discours commercial ; acheter tout à nos enfants, les contenter en leur donnant tout ce que la société peut avoir, pour qu’ils ne souffrent pas comme moi, comme j’ai souffert, alors on va chez le pédiatre. Mais que fait la Cogito, sayı: 65-66, 2011


Julia Kñsteva ile Söyleşi

edikle, fem inistlerin ortaya koyduğu ve cevabının h âlâ a ran d ığ ı soruyla b a ş ­ lamalıyız: K adından ne anlayacağız? B aşka so ru lar d a v ar tabii... Ö rneğin, "Psişik biseksüellik h ak k ın d a ne düşüneceğiz?” sorusu. Anne nedir? T icari ulanın -ço cu k için sa tın alabileceğim iz her şeyi alm ak, o n ları m utlu etm ek Içlıı toplum un verebileceği her şeyi verm eye çabalam ak, bizim gibi acı çek­ m esinler diye o n ları doktorlara ta ş ım a k - dışında b aşk a b ir annelik söylemi olm ayan n ad ir m edeniyetlerdeniz herhalde. Ama anneyi anne yapan nedir? Aşık anne, zam ansallığı içindeki anne, dilin a k ta rılm a sı anlam ın d a anne... İliz psikanalistlerin yaptığım ız çalışm aları ne halka a k ta rm a alışkanlığım ız vur ne de böyle b ir becerim iz. Bu çok büyük bir zorluk yaratıyor. K adın d ep ­ resyonu, h isteriklerin som atizasyonu... B u n lar k a d ın la rı etkileyen büyük so ­ runlar. Ve psikanaliz k ad ın lara çare olabilir. Dolayısıyla, k ad ın lara p sik an a­ liz tavsiyesinde bulunuyorum . H. D.: Türkiye’deki kad ın ları düşününce insan b u n u n nasıl olabileceği­ ni m erak ediyor. J. K.: İşte, Doğu’daki k a d ın lar söz konusu olunca gene fark ediyoruz ki, İmge k ü ltürü ile dil karşı karşıya geliyor. M üm kün olduğu k ad ar az k o nuşu­ luyor ve klişelerle konuşuluyor, psişik yaşam ı tehdit eden b ir çeşit stereotipleıııe söz konusu oluyor. R uhun yeni h a sta lık ların d an kastettiğim de bu zaten. Divanın üzerindeki m üşterilerin çoğu kadın. Neden? Ç ünkü b ü tü n b u n la ra

mère? La mère amante, la mère dans sa temporalité, la mère comme transmission de langage, tous ces phénomènes-là. Nous, les analystes n’ont pas l’habitude, le génie de transmettre les travaux techniques que nous faisons au public. C’est une grande difficulté et aussi la dépression féminine, la somatisation des hystériques... ce sont des grandes questions qui touchent les femmes que la psychanalyse peut aider compi endre. Donc...que les femmes se mettent en analyse. H. D.: Pansant à femmes turques, je ne sais pas comment on peut faire ça ici ? J. K.: Voilà, pour des femmes en Orient, dans toutes les sociétés, la culture de l’image aussi va rencontrer le langage. On parle le moins possible, on parle avec les clichés, il y a une espèce de stéréotype qui fait que la vie psychique est menacée, l’appelle ça même les nouvelles maladies de l’âme. Je pense que la grande majorité de la clientèle (sur le divan) est féminine. Pourquoi? Parce que, malgré tout cela, les femmes cherchent l’amour. Ça ne veut pas dire qu’elles sont bêtes et naïves. Soit elles ont des enfants, soit elles not pas d ’enfant, mais elles ont gardé une mémoire de leurs mères, de leur propre enfance, d’une manière plus douloureuse, plus sensible que beaucoup d’hommes. Elles savent que le sens se construit sur la base de la trans­ mission du sensible, de pre-langage, de ces états archaïques, que moi j’appelle le sé­ miotique. Et qu’on est deux à faire du sens. Et c’est ce quelles cherchent sur le divan. Elles viennent pour ce transfert et contre-transfert. Donc, les femmes cherchent du Cogito, sayı: 65-66, 2011

181


182 : Julia Kristeva - Hülya Durudoğarı

rağm en k a d ın la r aşk arayışındalar. Bu o nların ap tal ya da saf oldukları^ a n lam ın a gelmiyor. Çocukları olsun ya d a olm asın, kendi ço cu k lu k ların a ı| anneleriyle ilişkilerine d air acılı a n ıla rı var. Bu a ç ıd a n birçok erkeğe naz| ra n d ah a hassaslar. K adınlar, a n la m ın benim sem iyotik dediğim dil-öncej arkaik hallerin a k tarılm ası üzerine k u ru lu olduğunu biliyorlar. K a d ın la r a] lam ın iki kişi gerektirdiğini biliyorlar. Divanın üzerin d e a ra d ık la rı da bu. B a k ta rım ve k a rşıa k ta rım (contre-transfert) için geliyorlar. Dem ek ki kadınla an lam arıyorlar. A nlam derken, y u k a rılard a b ir yerde olan ideal b ir an lan d an değil gündelik an lam dan ve a n la m d a hissedilebilir olan d an bahsediyİ rum . Bana birçok elbise aldıran sa n al anlam değil de, bedenim in içinde yi şam am a im kân veren anlam var aklım da. B ütün k a d ın la r potansiyel olara histeriktir. B unu küçük düşü rü cü b ir m an ad a söylem iyorum . Bedenle anli m m kesiştiği b ir yapı var. Çok sayıda kadın psikoterapiye gidiyor. B azı ps kanaliz seansları çok vakit alıyor ve çok pahalılar; dolayısıyla sadece elit b: kesim bun d an yararlanabiliyor. B atı’daki bu d u ru m d a n ö tü rü sadece boşaı m a, yas veya işini kaybetm e gibi acil d u ru m larla yönelik psikoterapiler yay gm lık kazanm aya başladı. Diğer soruya dönersek, ben T ürk k ad ın ları h a k k ın d a bilgili değilim . Arru konuya dinler, İslam iyet ve m aço k ü ltü r açısından y ak laşm ak gerekir diy( düşünüyorum . K ad ın lara özgürlük hissini verm ek için çok çaba ve çalışm i

sens. Quand je dis le sens, je ne pense pas au sens idéal qui est au delà, mais le sen de tout les jours, et le sensible dans le sens. Non le sens virtuel qui va me permettre d m’acheter beaucoup de robes, mais le sens qui me fait vivre dans mon corps. Toute les femmes sont potentiellement hystériques. Je ne dis pas ça au sens péjoratif; cetti une structure à la charnière entre le corps et le sens. Alors on trouve beaucoup d femmes en analyse. Alors comment s’adapter à ce public? Il y a les psychanalyses qu sont pures et qui prennent beaucoup de temps, qui demandent un investissement éco nomique; seulement une élite peut le faire. En Occident, on essaie de s’adapter à celi en faisant des psychothérapies analytiques qui répondent à des urgences: un divorce une catastrophe du deuil, un problème de chômage etc. L’autre question, ce n’es pas les femmes turcs, moi je ne connais pas les femmes turc, mais je pense que celi nous confronte aux religions, à l’Islam, à l’exclusion des femmes dans une sociéti machiste. Il y a tout un travail à faire pour donner aux femmes le sens de la liberté Et il y a quelques années j’ai crée le prix Simone de Beauvoir. Nous le donnons à de femmes qui essaient d’être libre. Les deux femmes qui ont reçu le prix, quand nou l’avons commencé, sont deux femmes de l’origine musulmane et qui vivent en Occi dent. Une de Bangladesh et l’autre est africaine. La deuxième fois, nous l’avons donni à un collectif iranien: One million signatures et qui essaie de lutter pour la liberté de femmes, les droits des femmes en Iran. Alors, vous voyez le type d’action. Cette an Cogito, sayı: 65-66, 2011


Gerçek Özgürlük Başlangıç Yapmaktır

gerekiyor. Ben birkaç sene önce Sim one de Beauvoir Ö dülünü başlattım . Bu ödülü verdiğim iz k a d ın la r özgür olm aya çalışan kadınlar. İlk iki ödülün sa ­ hipleri B atı’da yaşayan ve M üslüm an ülkelerden gelen kadınlar. Biri B ang­ ladeşli, diğeri A frikalı. İkinci sene bu ödülü İran lı b ir kolektife verdik: One Mlllion Signatures. İra n ’da faaliyet gösteren bu kolektif, kad ın hak ları ve öz­ gürlük için uğraşıyor. Bu sene ise ödülü Çin’de k adın h a k la rı için savaşan iki Çinli kadına veriyoruz. Bu k a d ın la r aynı zam anda m esela AIDS’li ço cuklar­ la da beraber çalışıyorlar. K adın h a k la rın ın tesisi için birçok anlaşm a im za­ ladığı halde som ut a d ım la r atm ayan Çin hüküm etine soru m lu lu k larım haI ırlatıyorlar. Dolayısıyla böyle k a d ın la rın diğer ka d ın la ra örnek olabilecekle­ rini düşünüyorum .

H. D.: Ve biz de b u ra d a bunu yapm alıyız. J. K.: Evet. H. D.: Cinsiyet farklılığı, hem b u konunun biyolojik ve toplum sal cinsi­ yet ile ilişkisini teo rik olarak inceleyen, hem de cinsiyet farklılığının sosyopolitik çıkarım larıyla ilgilenen fem inistler için h â lâ büyük önem taşıyor. Size göre cinsler a ra sı savaş olağan b ir d urum olm akla birlikte, b a rış için­ de bir toplum sal yaşam da pekâlâ m üm kün. Bu toplum sal yaşam ın k a d ın la r İçin kısıtlayıcı değil de özgürleştirici ve üretici olm asını sağlayacak b ir tü r "cinsiyet farklılığı etiği” hakkında neler söyleyebilirsiniz?

née nous le donnons à deux chinoises qui travaillent pour les droits des femmes, qui veulent travailler avec les enfants contaminés de SIDA, par exemple, ou de montrer au gouvernement chinois, qui a signé beaucoup de déclarations internationales pour légalité des femmes au travail, qui proclame abstraitement ces droits, d’appliquer ces droits. Donc, je pense que les femmes comme celles-ci sont des exemples pour les autres femmes. H. D.: Et nous devons faire ça ici. J. K.: Oui. H. D.: It seems that the question of sexual difference is still a very hot topic among feminists who are interested in both the theoretical questions regarding its relation to the categories of sex and gender and the socio-political implications of Ihis question. You say that the war between the sexes is endemic but that we can still transform it into communal living. What can you say about maybe an ethics of sexual difference that can make this communal living not constraining but perhaps productive and freeing for women? J. K.: C’est une question très profonde et très longue. Moi, je vais vous envoyer les textes que j’ai présenté à une université européenne sur la guerre et paix des sexes. Et qui sont repris dans mon livre La Haine et Le Pardon qui va être publié en automne par Columbia Press. D’abord, je risque d’être représenté comme essentiaCogito, sayı: 65-66, 2011

183


184 : Julia Kristeva - Hülya Durudoğan

J. K.: Bu çok derin ve çok u z u n b ir soru. Ama size Avrupa’da b ir ü n i­ versitede cinsiyetlerin savaş ve b a rışı üzerine yaptığım su n u n u n m etinleri­ n i göndereceğim * Bu m etinler so n b ah ard a Colum bia Üniversitesi Yayınla­ rın d a n çıkacak olan La haine et le pardon** adlı kitab ım ın içinde de yer alı­ yor. Benim özcü olduğum u düşünenler var. Bence cinsiyet farklılığı gerçek­ ten var. Bu farklılık, biyolojik bir farklılık. Bu biyolojik tem elin üzerinde de k a d ın ın ürem e açısından erkeğinkinden farklı olan ro lü n ü içeren kültürel b ir yorum var. Birinci soruda m odern anneliğin söylemi bağlam ında bahset­ tiğim açıdan anneliğin önemi an lam ın d a. Yahudi an n en in , H ıristiyan a n n e ­ nin, Y unan annenin, Türkiyeli a n n e n in (ben bunu bilm iyorum ) ne olduğunu biliyoruz am a m odern annenin ne olduğunu bilm iyoruz. A nnenin rolünde cinsinden belirlenen bir farklılık ve b ir yaratıcılık m evcut. Dahası, bu fark lı­ lığın ve yaratıcılığın tem elinde, k ad ın ın dille ilişkisinin sem iyotiğin sem bo­ likle olan döngüsel ilişkisi yoluyla belirlendiği temel bir başkalık söz konusu. Sem iyotiğin önemi ve sembolikle ilişkisi, başka bir deyişle, duyum ile yasa­ nın, yasak ile itkinin kadın açısından ilişkisi, bu ilişkilerin erkekteki halleri ile aynı değil. Ö rneğin kadının haz (jouissance) ve a rz u su n u n biçim i erkeğin * Henüz elimize geçmedi. ** Hatred and Forgivenes, (Nefret ve Affetme), İng. Çev.: Jeanine Herman, New York: Colum­ bia University Press, 2010.

liste. Je pense qu’il existe une réalité qui s’appelle la différence sexuelle. Cette diffé­ rence est biologique, mais sur la base biologique, il y a une construction culturelle qui comprend d’une part le rôle de la femme dans la procréation et qui n’est pas identique au rôle de l’homme. Donc, l’importance de maternité, ce que j’ai dit dans la première question sur le discours moderne de la maternité. On sait ce que c’est la mère juive, la mère chrétienne, la mère grecque et la mère turc (je ne sais pas ça); mais la mère moderne, on ne sait pas ce que c’est. Cette créativité, cette différence base sur le rôle de la mère, mais aussi sur la différence du rapport de la femme à langage qui consiste en ce cycle dans le rapport au sémiotique et au symbolique, l ’importance du sémiotique et son rapport au symbolique. Autrement dit, chez la femme, le rapport entre la sensation et la loi, entre l’interdit et la pulsion n’est pas le même que chez l’homme. Et la jouissance et le désir féminin prennent d’autres formes que le désir et la jouissance de l’homme. C’est un long travail que j’essaie non pas de résumer de manière conceptuelle généralisant, mais en donnant des exemples. Et ces exemples, je les trouve dans la littérature. Par exemple, l’homo­ sexualité de Collette n’est pas la même que l ’homosexualité de Proust. Ou en pre­ nant dans les exemples dans le mystique. Je connais mieux les mystiques chrétiens. Tout ça pour dire que nous, les gens dans les sciences humaines, des écrivains, on doit essayer donner des exemples pour montrer les différences. Comment c’est Cogito, sayı: 65-66, 2011


Gerçek Özgürlük Başlangıç Yapmaktır

lııı/ ve arzu su n d ak in d en farklı. A m acım genelleme am açlı b ir kavram sallaşlıı m a değil. Ö rnekler üzerinden gitm eyi tercih ediyorum . Ve bu örnekleri de edebiyatta buluyorum . Ö rneğin Collette’in eşcinselliği P ro u st’u n eşcinselli­ ği ile aynı değil. B en bu örnekler için m istik geleneğe de bakıyorum . H ıristi­ yan m istisizm ini d a h a iyi tan ıd ığ ım için d ah a çok oraya bakıyorum . B ü tü n b u n lard an bahsetm em im nedeni şu noktayı vurgulam ak: İn san i bilim lerin İçinde olan bizler ve y azarlar da, k ad ın la erkeğin birbirlerinden fark lılık lan 111

gösterm ek için örnek bulm ak ve ö rnek verm ek peşinde olm alı. K adın ol-

ııuık nasıl bir şey? K adında farklı olan yaratıcılık nasıl b ir şey? Erkek olm aklaki farklılık ne? F re u d ’a sorarsanız b ir üçüncü boyut d a var; kadın ve erkek, her ikisi de biseksüelliğin içinde. B en hep d ört tane cinsiyet varm ış farz edi­ yorum (gülüşmeler): erkeğin dişiliği ve erkekliği, k a d ın ın dişilliği ve erkekli­ ği ile aynı değil. Dolayısıyla psikanalizin b ir işlevi de tekilliklerin rah a tça var olabileceği bir in san lığ a doğru ilerleyebilm em izi m ü m k ü n kılm ak a d ın a bu farklılıkları bu lm ak ve açığa çıkarm aya çalışm ak. Şu nokta ile de bitirm ek İstiyorum: B ana hep fem inist m isiniz diye sorarlar? Ben de biraz Bizanslı ol­ duğum için (gülüşm eler) işleri karm aşık laştırm ay ı hep sevm işim dir... Bu so ­ ruya şöyle cevap veriyorum : Fem inist değilim , Skotusçuyum . Kim se b ir şey anlam ıyor. Don Skotus büyük bir İngiliz filozof. Skotus h ak ik atin genel fi­ kirlerde değil tikelde olduğunu düşünüyordu; şu adam , b u kadın... İngilizle-

d ’être femme? Avec quelle créativité? Et comment c’est différent d ’être un homme ? Et il y a un troisième domaine qui est, que chacun de nous homme ou femme est dans la bisexualité selon Freud ? Je prétends, moi, que nous sommes toujours 4 : le féminin et le masculin de la femme n’est pas le même que le féminin et le masculin de l’homme. Et alors, c’est le rôle aussi de la psychanalyse. D’essayer de trouver ces différences. D’une manière à ce que nous puissions aller vers une humanité singu­ lière pour cultiver des singularités. On va term iner ce dessus parce que souvent on me dit, êtes-vous féministe ? Et moi, comme je suis un peu byzantine, j’aime com­ pliquer les choses, je réponds : je ne suis pas féministe, je suis scotiste. Personne ne comprend rien. Scote est Dun Scote, qui est un grand philosophe anglais. Il disait que la vérité, ce n’est pas dans les idées générales. C’est le singulier, cet homme-ci, cette femme-là, pour les anglais, "thisness”. Nous le savons sur le divan que, même si on a des concepts, le concept de type, les phases anales, orales etc; on essaie de chercher la particularité selon laquelle chaque femme articule le féminin et le masculin. Nous faisons attention à son rapport à la pulsion, la loi, sémiotique et le symbolique. On devrait continuer vers une humanité des différences et non pas des schémas. Ces différences ne s’enferment pas dans leur différence mais elles font des liens. Et c’est là que je rencontre mon grand ami, H annah Arendt. Comme vous le savez l’avenir de la pensée politique, pour elle, dépend sur l’effort de transCogito, sayı: 65-66, 2011

185


186 : Julia Kristeva - Hülya Durudoğan

rin thisness dedikleri şey. Biz (psikanalistleri kastederek) h er ne k a d a r bazi kavram lardan y a ra rla n sa k da - a n a l dönem , oral dönem , tip kavram ı gibi-l her kadının dişil olan ve eril olanı ifade edişine dikkat ederiz. İtki ile, yasa ile, semiyotik ve sem bolik ile ilişkisine veririz dikkatim izi. Şablonlardan de-j ğil farklılardan oluşan b ir insanlığa doğru gitmeliyiz. E sasın d a farklıbklarl farklılıkları cinsinden kapam ıyorlar kendilerini; b a ğ la n tıla r kuruyorlar. Dü-i şüncelerim sevgili arkadaşım H a n n a h A rendt’inkilerle işte b u rad a kesişiyor.; Bildiğiniz gibi, A rendt’e göre p o litik an ın geleceği, K a n t in estetik yargısın! politik bir bağa dönüştürm ekten geçiyordu. Estetik yargı nedir? E stetik y ar­ gı hüküm vermez a m a hazzı kullanır. B ir konserden çık an herkes çok kişi-j sel b ir fikirle çık ar a m a herkes bu fikre ve yargıya v arırken aldığı hazzı kul­ lanır. K onserden çık a n herkesin aldığı haz farklı olsa d a b ir topluluksunuzdur. Amaç, esas itibariyle birbirinden farklı olan tek tek kadınlardaki ve er­ keklerdeki, herkesteki yaratıcılığı ortaya çıkaracak b ir politik bağ yaratm ak. Avrupa’da gidebileceğim iz noktanın bu olduğuna inanıyorum . Bir ta ra fta n farklılığı korur ve desteklerken diğer ta ra fta n birbirim izle iletişim de olm ak ve paylaşm ak... B u b ir ütopi.

H. D.: Bu güzel söyleşi için çok teşek k ü r ederiz. J. K.: Ben teşek k ü r ederim.

former le jugement esthétique de Kant en lien politique. Qu'est-ce que le jugement esthétique ? En faite, le jugement esthétique ne juge pas, mais utilise le goût. Tout les gens qui sortent d’un concert ont un jugement, mais ils utilisent le goût pour arriver à ce jugement. Bien que le goût est très personnel et unique, vous êtes une communauté. Mais l’idée, c’est de créer un lien politique qui suscite la créativité maximale de chacun, chacun est différent, les hommes, les femmes. Je pense qu’en Europe, on peut aller jusqu’à là. De favoriser le maximum de la différence et, en même temps, d’essayer de communiquer les uns les autres, de partager. C’est une utopie. H. D.: Merci beaucoup pour cet entretien. J. K.: Merci à vous.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Psikanalizin Anarşisi* NOREEN O ’CONNOR

A nalitik çalışm am da gözettiğim esas ilkelerden biri, bireylerin b ü tünleşik bir rasyonaliteye indirgenem eyecek kon u şm aların d a ifade çoğulluğuna izin verm ektir. Bu, fark lılık ları m uhafaza etm e ve in san olm an ın tek b ir idea­ li - b u ister Platoncu b ir filozof olsun, ister varlığın çobanı Heideggerci b ir ş a ir - olduğu yolundaki nosyonu reddetm e yönünde b ir çabadır. Bu bö lü m ­ de, K risteva’n ın tem elciliğe yönelik böyle bir itirazın psikanalitik deneyim e içkin olduğu yolundaki iddiasını ayrıntılarıyla ele alacağım . K risteva’n ın ıs­ rarlı başkalık v u rg u su n a rağm en, lezbiyen arzuya k u ram sa l y aklaşım ının bireylerin cinselliklerinin özgüllük ve çeşitliliğine engel teşkil eden s o ru n ­ lu çelişkiler içerdiğini vurgulam ak istiyorum . Levinas’ın yüz-yüze ilişki m o ­ delinin, her in sa n ın biricikliğinin öne çıktığı analiz uygulam aları açısından önem ini ele alıyorum .

Ötekini Anlamak Birçok in sanın psikanalize girm e nedeni Aynı’da, yani b ir duygu b ü tü n lü ­ ğünde, endişeli, dayanılm az am a aynı zam anda k açınılm az ve sabitlenm iş olan, başkalığa yol verm eyen bir varoluş m invalinde kısılm ışlık hissidir. Bu "tak ın tıları” listelem ek, onları bilinen ru h sal d u ru m la rın sem ptom ları ola­ ra k tan ım lam ay arak reçetelendirm ek ve böylece kişiye hem hazzı hem k ırıl­ ganlığı yaşatm ak psikanalizin görevi m idir? Bu soru, psikanalizin m erkezî özelliklerinden b irin i, yani bir ontolojik topolojiler pratiği olm adığını, b ir * Mary Lynee Ellis ve Noreen O'Connor, Questioning Identities: Philosophy in Psychoanalytic Practice, Karnac Books: Londra, 2010ün Dördüncü Bölümünün çevirisidir.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


188 : Noreen O’Connor

b aşk a deyişle V arlığın h ak ikati üzerine dü şü n m en in param etreleri dâhilinde b ir soru-cevap pratiği olm adığını vurgular. B u ontolojik perspektif, sadece so ru y u soran ın sorguladığı Varlıkla m eş­ gul olm adığı, aynı z a m a n d a o V arlığın d a anlam aya açık olduğu yönünde işlem sel bir varsayım içerir. Bu, ilkece, sorgulayanın kendi anlam ını, Var­ lıkla olan ilişkisi ü zerin d en tem ellendirebileceği yolundaki görüşe yol açar. B u rad a "Ben kim im ?" sorusu ancak b ir "ne sorusu” o larak öne sürülebilir çü n k ü Varlık ancak genellik açısından ele alınabilir. G adam er’in Hakikat ve Y ö ntem de öne sü rd ü ğ ü ve esas herm enötik gerekliliğin, k işin in önceki ilişki­ lerinden edindiği ön-anlayışlarının söz konusu meseleye m assedilm esi oldu­ ğu savı bunu örnekler. T ahm in {anticipation) ve sak lam an ın (retention) m etin o larak mevcudiyeti, m etn in biçimsel yapısının sadece anlam larım ifade et­ m ekle kalm ayıp h a k ik a tin i de ifade ettiğ in in bir bildirim id ir.1 O halde b u ra ­ da esas yorum lam a işi tikelin genel o lan ın ışığında kavranm ası olarak vuku bulur. Soruya açık ya d a anlaşılabilir olan “Ben” genellik kipinde ortaya çı­ kar. Bu da evrensel “B en” konuşm ada tutulurken, tikelliğinin elden kaçtığı a n la m ın a gelir. Levinas m da ta rtış tığ ı üzere, "Anlayan kim ?” sorusu herhangi bir içe­ riğe sahip olm ayan tek heceli " b e n ’le yanıtlanıyor olsa da, bağlam içinde üstlendiği anlam “senin tan ıd ığ ın ben”, “sesini a n ıla rın d a bulduğun ben", “kendi tarih in in sistem inde konum landırabileceğin ben” a n lam ın a gelm e­ lidir. Logos'un kendini m evcut edişi sıra sın d a "kim ”, “ne’n in dile getirilişin­ de kaybolur. Heidegger ve G adam er için “Anlayan kim ?” sorusunun yan ı­ tı özün bir serim lem esi şeklini a lm a lıd ır çü n k ü bu soru, d üşünm e ve Varlı­ ğın bizatihi Varlığın içinde olduğunu varsay ar - “kim ” “anlayan kimsedir". Dem ek ki hakikat V arlığın kendine serim lenm esi, kendiliğin bilincinde - b u ­ ra d a bilinç kendini bilm eyi ya da kendine sahip olmayı im a e d e r- serim lenm esidir. Bu farkın veya başkalığın red d in i içerir çünkü h e r şeyi entelektüel b ir kavrayışla kendine indirgeyen hükm edici bir d ü şü n ü rü im a eder. B ir ontolojist buna karşı çıkıp sın ıfla n d ırm ad a n kaçan şeyin ta m da kendi ve b a ş­ k a n ın biricikliği olduğunu öne sürebilir, ne var ki başkayla ilişkiyi, an la m a ­ ya veya yorum a tüm üyle açık bir b ü tü n lü k veya sistem a çısın d an tanım laya­ rak anlayan veya yorum layan kişi ta ra fın d a n sahiplenilebilen ilişkinin olası­ lığı da kurulm uş olur. 1 Gadamer, H. G., Truth and Method, Çev.: J. Weinsheimer ve D.G. Marshall, Londra: Sheed Ward, 1975, s. 267-269.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Psikanalizin Anarşisi

F reud’u n y irm inci yüzyıla en önem li katkısı, b ir bireyin, söyledikle­ rine özgül b ir biçim de y a n ıt veren b ir başkasıyla a ra sın d a k i y a şan a n k o ­ n u şm a n ın tan ın m a sıd ır. Bu karşılık lı konuşm ada b ir b a k ım a , ön g ö rü lm e­ m iş olan, h â lih a z ırd a bilinm eyen a m a aslın d a çok ta n ıd ık olduğu h isse ­ dilen b ir şey z u h u r eder. Platon Phaidon da (62b) m u h a ta p la r ara sın d ak i eşitsizlik veya a sim etrid en ortaya ç ık a n konuşm a nosyonunu sunar. P la­ ie>n Y ab an cın ın 2 kendi m ekânında, tek b a şın a ikam et eden ru h a seslendiği­ ni varsayar. Yabancı, kendisine biçilen rolde k ap san am az a m a çağrısı veya daveti yoluyla to p lu lu ğ u n ö n v arsay ım ların ın altını çizebilir. Arzu, özerk öz­ neye seslenen ve böylece V arlığın m u tlak lığ ın ı istik ra rsız la ştıra n b a şk a n ın İl şasi üzerinden o rta y a çıkar. A rzu salt ölüm süzlüğe d o ğ ru b ir m ec b u ri­ yet değildir çünkü o n u n am acı b a şk a ’dır, Y abancıdır: "Ancak m utlak şekil­ de yabancı olan bize yol gösterebilir. Ve b a n a m utlak biçim de yabancı o la­ cak olan, her tipolojiye, h er cinse, h er sın ıflan d ırm ay a k a fa tutabilen de a n ­ cak in sa n olabilir...”3 K risteva psikanalitik projeye içkin başkalığı kısa ve öz biçim de ifade eder: Geçmişten şimdiye, düş kırıklığından arzuya, hazzın parametresinden ölümün parametresine... (analist) analizanı yorumunun beklenmezliğiyle afallatır: ne var ki, analizin beklenmezliği her durumda bir sabitle devam ettirilir: Öteki için olan arzu.4

"Psikanaliz ve Polis” başlıklı m akalesinde, b ir herm enötiğe hapsedilem eyecek olan psikanalitik yorum u tartışır: A nalist h a sta la rın a an lam veya k im ­ lik güvencesi verm ez, sabit bir sistem veya kural koyucu b ir ahlaklılık k o ­ n u m undan konuşm az. K risteva öznenin önerm eli ifadeleri, karşılıklı a n la ş ­ m a am acıyla bir b a şk asın a yöneltilen konuşm adan ay ırt edebilm e gücüyle olum suzculuğu, reddi ve ölüm d ü rtü sü n ü sem bolik o lara k bütü n leştirm esi­ nin önem ini vurgular. Analiste, gördüğü b ir kadının ağladığını söylemek ye­ rine “gözleri nem liydi" diyen bir h a s ta n ın kullandığı b u ifade önerm eli ifa ­ deye b ir örnektir.

2 Phaidon, 57b, 58b. 3 Levinas, E., Totality and Infinity, Çev.: A. Lingis, Pitsburgh: Duquesne University Press, 1969, s. 73. 4 Kristeva, J., “Psychoanalysis and the polis”, T. Moi (Ed.), The Kristeva Reader, Oxford: Black­ well, 1986, s. 310 - 320 içinde, s. 311.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

189


190 : Noreen O’Connor

Temelcilik ve Köken Arayışı K risteva’ya göre p sikanaliz Batı m etafiziğinin tem elciliğine veya form aliz­ m ine m eydan okur. B u form alizm kökensel deneyim ve verili olm a gibi o rtak m efh u m lar içerir. D eneyim özgün, tem elci veya n ih aid ir çü n k ü diğer her şe­ yin gönderm ede bulun d u ğ u veya kendisi b aşk a bir deneyim e indirgenem ez­ ken diğer her şeyin kendisine indirgenebileceği şeydir. Böylece, hangi adla a n ılır olursa olsun -T anrı, Varlık, Tarih, Gelenek- nihailiğinde indirgenem ez olan köken hem n ih ai deneyim olarak aslîd ir hem de verili köken olarak kökenseldir. Temel bir y ap ın ın varsayılm ası çoğulcu ifade için, arzuların, istek­ lerin ve korkuların söylemi için bir m odel sunm az. Bu, in san ilişkilerinin asi­ m etrisinin, konuşm acılar arasındaki farka rağm en k u ru la n ilişkinin ta n ın ­ m asını içerir. K işinin kendi kökenine sahip olma, kendilik-bilgisi olarak ken­ di olm a arzusu, başkalığı veya farkı saf dışı etm e arzusudur. K risteva analitik konuşm anın, arkaik an n e olarak belirlediği kökene d ö ­ nüş arzu su n u ortaya çıkardığını öne sürer. Arzu ko n u şm an ın karşısında bulunur. Arkaik anne an la m a direnir, adlandırılam az. A nalistin görevi adlan d ırılam az olan için yer açm ak, onu b ir fantazm a olarak görm ektir. Bu, K risteva’n ın a rz u n u n anlam sızlığı veya deliliği adını verdiği şeyin ortaya çıkm ası için aşikâr biçim de “gerçekçi” olan anlam ı konuşm adan kaydırm ayı gerektirir. Kristeva kişin in sevilmediği z am an hasta olduğunu savunur. Psi­ kan alizin m erkezî v arsayım larından biri m evcut m utsuzluğun, ıstırabın n e ­ den in in geçm işte diğerleriyle, öncelikle de an n e babayla iletişim kuram am ış olm ak olduğudur - çocuk konuşur am a duyulm az; o halde, psikanaliz ileti­ şim üzerine iletişim dir. Öznelliğin dil ve zam an açısından belirlenim i bu çabada merkezi öneme sahiptir. Kristeva K artezyen egoya ve H usserl’in tran san d an tal egosuna kar­ şı öznelliği bir süreç olarak, bir ifade sürecinin öznesi olarak belirler. Filozof­ lar zam an ve öznellik m efhum unu daim i olarak sorgular ve yeniden form ü­ le eder. Tarihçiler, arkeologlar, fizikçiler, biyografi yazarları, dinler araştırm a konularına göre çeşitli zam an teorileri ortaya atar. Psikanaliz psişenin köke­ nine d a ir bir teori su n a r - öznenin içgüdüsel ve/veya nesne ilişkileri dâhilinde zam anlam ası. Üç aylık bebekler ilişkileri üzerine bizim kullandığım ız sentak­ sı ku llan arak konuşm adıklarından psikanalistler, yetişkin insanlarla çalışm a­ larında, y aşam larının erken dönem lerindeki deneyim leri tem el alarak bazı d u ru m la rd a gerçek olduğu iddia edilen çeşitli hipotezler sunm uştur. Kristeva Desire in Language’da çocukluğa erişim in zorluğu veya im kânsızlığına atıfta Cogito, sayı: 65-66, 2011


Psikanalizin Anarşisi

bulunur ve Batı düşüncesinde çocukluk üzerine söylemin “düşünceyle d üşü n ­ ce olm ayan arasında b ir hesaplaşm a’’ içerdiğini savunur.5

Nü/.celeme Özneleri Oldipus kompleksi, n asıl olup da cinsiyetlenm iş in sa n la r haline geldiğim i­ zi ve sim gesel düzene, dile nasıl girdiğim izi açıklam ak için koyutlanm ıştır. Simgesele girm eden önce bebeğin çokbiçim li içgüdüsel itkilerle işlev gördüve annesiyle bir ikilik içinde k u ru ld u ğ u varsayılır. K risteva’nın bu ala­ lın getirdiği yenilik, öznenin b ir sözceleme öznesi olduğunu öne sürerek, dil ıııclhum um uzu, Oidipal-öncesi, sim gesel-öncesi ifadeyi - d a h a sonraki sen­ tliktik gelişim e dahil e tm ed en - de kapsayacak biçim de genişletm iş olm ası­ dır. Bu erken ifade biçim ine semiyotik ilişki adını verir: Semiyotik, imleme sürecinin psikosomatik bir kipidir; bir başka deyişle, simgesel bir kip değil, (kelimenin en geniş anlamıyla) süremi eklemleyen bir kip... örneğin, (ritmik ve tonlamalı) sesli modülasyonlardaki (gırtlaksal ve anal) büzgen kaslar arasındaki ya da büzgen kaslar ve ailedeki kişi­ ler arasındaki bağlantılar.6

Sem iyotik basitçe d a h a sonraki bütünleşm elerde geride b ırak ılacak bir a şa ­ ma veya safha değildir a m a K risteva öznenin her zam an hem semiyotik hem simgesel olduğunu vurgular. İm ve sen tak stan önce gelen çeşitli süreçleri l’latoncu bir terim olan khoray\a açıklar. Khora m efhum u psişik ağrı, acı ve ü zü n tü n ü n oluşum unu açıklam aya da yardım cı olur. K risteva khorayı öz­ nenin hem üretilip hem olum suzlandığı, öznenin birliğinin onu üreten deği­ şim ler ve yavaşlam alar (stasis) ta ra fın d a n p a rç a la ra ayrıldığı yer olarak b e ­ lirler. Khora tem sile açık b ir “anlam ” olm asa da “dilsel im in henüz bir nesne­ nin yokluğu ve gerçek ve simgesel ara sın d ak i ayrım olarak telaffuz edilm e­ diği” b ir anlam kipidir.7 K risteva sim geselin, biyolojik fark lar ve tarih sel aile y apılarının getirdiği k ısıtlam alar üzerin d en diğeriyle k u ru la n ilişkide ortaya çıktığını belirler. G elişim in simgesel a şam ası psikanalistlerin yokluk ve tem ­ sil kapasitelerini atfettiği ayna evresiyle birlikte başlar. S Kristeva, J., Desire in Language: A Semiotic Approach to Literature and Art, Çev.: T. Gora, A. Jardine, ve L. Rodiez. Oxford: Blackwell, 1980, s. 276. (i Kristeva, J., Revolution in Poetic Language, Çev:. M. Waller, New York, Columbia University Press, 1984, s. 28-29. 7 Age., s. 26.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

191


192

Noreen O'Connor

Adlandırılamayan: Fobi, Narsisizm, Sınır Kişilik Psikozu D aha önce de b elirttiğ im üzere, K risteva öznenin dirençli arkaik anneye dönm e arzu su n u n ve an a listin bu arzu y a yönelttiği dikkatin, adlandırılam ayana yer açışını vurgular. K orkunun G üçlerinde K risteva bebeğin anney­ le k u rd u ğ u O idipal-öncesi ilişki b a ğ lam ın d a reddedilm e, korku, kaygı ve agresyona o d ak lan arak s ın ır kişilik psikozunun m uhteşem b ir çözüm lem esini sunar. Oidipal dönem öncesinde, yani d ilin özerkliğinden önce anneden ay­ rılm aya yönelik g irişim in yol açtığı tik sin ti ve dehşet d uygularını betim le­ m ek için “abjection” ta b iri kullanılır: “Abject, h a lih azırd a yitirilm iş olan bir nesne için tu tu lan yasın şiddetidir.”8 K risteva abjectionı b irincil b a stırm a n ın nesnesi olarak öne sürer. Baskı serbest bırak ıld ığ ın a abjection narsisizm i p a­ ra m p a rç a eder ve “’[B]en’im olduğum ölüm dehşete yol açar.”9 "K üçük H ans” ü zerin e b ir yorum unda Kristeva, fobik d u ru m la rın etki et­ tiği iletişim tü rü n ü ayrıntılarıyla ele alır. Y oğunlaşm a süreçleri fobi ü retim i­ n in ayrılm az bir p arçasıd ır. Fobik "nesne” hâlih azırd a tesis edilm iş bir nes­ neden çok itkinin tem silcisidir. Fobiler üzerinden iletişim , m etafor üretm e yetersizliğinden kaynaklanır. Bu bağlam da, analizin iki esas görevi vardır; ilki, b ir anıyı, bir dili adlan d ırılam ay an ve adlandırılabilen korku d u ru m la ­ rın a geri getirmek, İkincisi analizan ın im leyen ve birincil süreçler arasın d a­ ki oyuna zem in teşkil eden boşluğun fark ın a varm asını sağlam aktır. K ris­ teva fobinin dilini b ir "eksiklik” dili o larak tan ım la r.10 B u ra d a dilin kendisi karşı-fobik bir nesne h alin e gelir, konuşulm ayanın üzerin d en izi sürülm esi gereken bir söylemin önüne set çeker. Nesne ilişkileri psik an alisti M argaret Little, sınır kişilik psikozunu, psişe ve som a arasın d ak i b ir farklılaşm am ışlık durum u ve ego ve id arasındaki birleşm enin b aşarısız kaldığı bir d u ru m olarak tanım lar. Fleyecan d u ru m ­ ları yok olm a tehditleri o larak algılanır. K risteva, bu "dünyada varolm a” d u ­ ru m u n u , kişinin kendi bedeniyle dünya arasın d ak i s ın ırın yıkılm ası olarak tecrü b e etm e açısından tan ım lay arak bu tu tu m u geliştirir. B urada, insan b e ­ densel sıvıların a k m ın a m aru z kalır: k an ın , sperm in, d ışk ın ın akışkanlığı. K risteva, cinsel a rz u n u n yegâne nesneni haline gelen b u a k ışk a n la rın d ışa rı atılm asın ı (abjection) ta sv ir eder. S ın ır kişilik psikozundan m u starip bir kişi, 8 Kristeva, J., Powers o f Horror. An Essay on Abjection, Çev.: L Rodiez, New York, Columbia University Press, 1982, s. 15. 9 Age., s. 25. 10 Age., s. 34-38.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Psikanalizin Anarşisi

herhangi bir konuşm acı gibi kastrasyondan korkar am a o n u n için kaybedi­ lecek olan şey sadece b ed eninin bir p a rç a sı değil, b ü tü n yaşam ıdır. Bedenni'I

a k ın tın ın içine b atışı onu, bir başkayla ilişkinin ayrılm az b ir parçası olan

kastrasyon riskinden k u rta rır. K risteva sın ır kişilik öznesinin, kendine ait olan b ir konuşm ayı bulabileceği bir yeniden doğum u istediğini savunur. Sı­ nır kişilikli hastanın, annesi sadece onu sevip başka kim seyi sevmediği için, hiçbir zam an kendisi olduğu için sevilm ediğini hissettiğini savunur. “B aba­ nın O idipal yadsınm ası b u rad a an n en in yapışkan sarıp sa rm alam asın a k a r­ şı bir şikâyetle b a ğ ın tılıd ır ve özneyi, sevm e yetisi eksikliğinin ağır bastığı bir psişik acıya yönlendirir.”11 P sikanalitik tedavi sıra sın d a sın ır kişilikli özne analistle özdeşleşir. Krisleva iki tü r özdeşleşm e belirler, ilki, a rk a ik an n e için olduğu k a d a r kaygı­ lı suçluluk duygusu için de gösterilen d uygulanım ın yol açtığı birincil öz­ deşleşm e, İkincisi h â lih a z ırd a libidinal olan b ir nesnenin egosunun içine yansıtm a. K risteva s ın ır kişilikli öznenin an cak ötekiyle özdeşleştiği sü ­ rece, öteki konuştuğu sürece varolduğunu öne sürer. Ö zdeşleşm e nesnesi olan a n a list aynı z a m a n d a b ir nesne-olm ayandır, çü n k ü a n a liz a n ın nesneyönelim li-olm ayan itki k a tm a n la rın ı h arek ete geçirir. B u da, sın ır kişilik d u ru m u gibi nesne-yönelim li-olm ayan psişik d u ru m la rd a k i kişilerle a k ta ­ rım olan ağ ın a yol açar. K risteva arkaik birliğin doğuşunun izini, anne ta ra fın d a n a rz u lan a n fallııs açısından sürer. A nnenin ve a rz u su n u n özdeşliği, hayali b ab an ın fallik birliğidir. K risteva birincil özdeşleşm enin hayali babaya / hayali babadan b ir a k tarım ı da içerdiğini ve b u n u n a n n e n in iğrenç kılınm asıyla [ab-jected] b a ­ ğı ntılı olduğunu savunur: “Narsisizm , bu a k ta rım ın m erkezindeki boşluğun etrafındaki (hayali babayla iğrenç kılın m ış anne arasındaki) bağıntıdır.”12 N arsisizm ay rılm anın boşluğuna karşı b ir savunm adır ve içerdiği temsiller, yansıtm alar, özdeşleşm eler bu boşluğu in k â r etm e girişim leridir. Psikoz, ko­ nuşm am ızın tem silinin tem elinde boşluk olduğunu ortaya çıkarır. K riste­ va, analizde, narsisizm i birincil ve an aliz edilem ez bir d u ru m olarak kavra­ ma tehlikesine dikkat çeker. Bu, yorum layıcı söylemin ya rah atlatıcı biçim ­ de ik n a edici ya da cepheleşm eye götüren b ir düşm anlık o larak sunulm asıyla sonuçlanabilir; an alistin bu tu tu m la rd an b irin i benim sem esi narsisistik du­ 11 Kristeva, J., “Freud and love: treatment and its discontents", T. Moi (Ed.), The Kristeva Read­ er, Oxford: Blackwell, 1986, s. 238 - 271 içinde s. 251. 12 Agy., s. 257.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

193


194 : Noreen O’Connor

ru m la işbirliğine gider. K risteva işte bu nedenle, psişenin d a h a da arkaik iş­ lem lerini ara lam a n ın önem ini vurgular.

Farklılıklarla Yüz-Yüze K risteva F reud’u B atılı öznellik m efhum unu özbilinçli rasyonalite açısın- -) d an eleştirdiği için över. Bilinçdışı m efhum u başkalığı oyuna sokarak egoyu epistem olojik ta h tın d a n eder. Farklılık, heterojenlik meselesi, bazen psika­ naliz ta ra fın d a n su n u lan solipsist form ülasyon olarak y o ru m lan an şeye d a ir \ ta rtış m a d a öne çıkar. Psikanalize karşı geliştirilen yaygın kabul görm üş b ir ; arg ü m an , kuram sal sta tü sü n ü n kendi kendine gerekçelendirm iş olm asıdır; an laşm azlık lar baskılam a ve savunm a a çısın d an yorum lanır. Analizan, a n a ­ listin yorum una karşı çıktığında, b u n u n b ir savunm a o larak y orum lanm a­ m ası m üm kün m üdür? Bu, bu karşı ç ık m an ın aslında b ir savunm a olarak m ı işlediği yoksa bir ayrılık bildirim i m i olduğuna bağlıdır. K işi bu bild irim ­ de bulu n u p aynı zam an d a analizde kalabilir mi? Analitik d u ru m dâhilindeki her alışveriş, en az ın d a n ilkesel olarak, an alist ta ra fın d a n b ir a k ta rım ve k a rşı-a k tarım meselesi olarak yorum lanabilir mi? Eğer bu "h ay ır” aktarım sal olm ayıp yine de kabul ediliyorsa, m u h atap ların d u ru m u n ed ir - analist ve a n a liza n olarak k a lırla r m ı yoksa bu iki m üstakil ego a ra sın d ak i alışveri­ şin h ü m an istik bir kavrayışa indirgenm iş hali midir? Heidegger H üm anizm Üzerine M ektupta b ü tü n hü m an izm biçim lerinin in sa n ın insanlığının h âlih azırd a, tesis edilm iş bir doğa, ta r ih ve dünya y oru­ m u n a göre belirlenm iş olduğu konusunda hem fikir olduğunu savunur. Ayrı­ ca dil, neyin an laşılır olduğunu ve neyin anlaşılm az olarak reddedilm esi ge­ rektiğini önceden k a ra rla ştıra n kam usal a la n ın belirlediği b ir araç, iletişim aracı haline gelir. O halde, m uh atap ların h ü m anistik ta n ım la n ışı başkalığı, farklılığı meneder. Logos u n hâkim olduğu b ir kültürde tem el b ir kesinti söz konusu olam az çünkü b ü tü n söylem uyuşm azlığı ve kesintileri otom atik ola­ rak söylem in kendisine göre tercüm e edilir. B undan dolayı, G adam er’in de öne sürd ü ğ ü üzere, söylem, onu kültürel m iras olarak dile getirm ek yoluyla, k ü ltü rü n devam lılığını güvence altına a la n m uh atap ların ölüm ü d u ru m u n ­ da bile varolm aya devam eder. Levinas in san lar a ra sı ilişkide asim etri m efhum unu yüz-yüze ilişki açı­ sından sunar. B urada, Başka, nesneleştirici b ir eylemin, yani bilinç nesnesi­ nin, bilinçten farklı olsa da, bilincin b ir ü rü n ü olduğunun onaylanm asının

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Psikanalizin Anarşisi

bir sonucu olarak, başkalığı içinde ortaya çık am az.13 Levinas yüz-yüze ilişki modelini, her bir in sa n ın yeri doldurulam az biricikliğini tay in etm ek için orlııva atar, bu biriciklik ta m da kategorizasyondan kaçan şeydir.14 B unun tam ılıı başka b ir insanla / in sa n la rla olan ilişkide zu h u r ettiğini savunur. Buraılıı söz konusu olan öznelliğin etik, yani ayrı, başka am a yine de b ir sorum lu­ luk ve kırılganlık ilişkisi içinde tan ım lan m asıd ır. Özneler, h er b irin in diğe­ rini yan ıt vermeye, benm erkezcilikten çıkm aya davet ettiği m u h atap lar ola­ rak belirlenir am a bu yan ıt “anlam lı” değildir, “boş yere”dir. B urada başka­ lık lem atize edilemeyen a m a benim le ilişki içinde olan b ir b ireyin özgüllüğü olan şey o larak nitelenir. Iletişim olarak yönelim selliğin ötesindeki alan başkalığı b ir projenin bir lııbiri olarak değil, b irisi ona anlam yüklem eden önce de an lam ı olan kişi olarak kom şuyla olan ilişki olarak sunar. Yüz, arkada kalan ve ilkece söyle­ nebilir olan bir "söylenm em iş”i d uyuran b ir mevcudiyet değildir. Yüz-yüze, her söylendiği anda söylediğinin a n la m ın ı k ıra n ve sarm alad ığ ı bü tü n lü ­ ğü y arıp geçen bir söyleyiştir. Levinas’ın görevi kendiliğinden geçerli olan yaşanm ışla, onu eleştirel olarak geçerli b ir bü tü n lü k o larak açıklam a giri­ şim leri arasın d a ayrım yapm ak değildir. D aha geleneksel b ir fenomenolo|lk a ra ş tırm a n ın sın ırları dahilinde bile y aşanm ış deneyim m efhum u zaten daha önce olanın b asit b ir tek rarı o larak ele alınm az. Ö rneğin, G adam er ve M erleau-Ponty’n in çalışm alarında, kü ltü rel haznem izde saklı anlayışla­ rı sorgulayan ve aşan so ru la rın sorulabileceği vurgulanır. Ama Levinas’m buradaki esas m eram ı, b irin in Başkası için sorum luluk alm asın ın , herh an ­ gi bir şekilde izlekleştirilebilen, naif, y aşan m ış bir düşünüm süzlüğün geri­ li m inde vuku bulam ayacağıdır. Kişiyi B aşka’d an ayıran m esafe ya da fark kadar B aşka-içinin fark-olm ayışı basitçe b ir izlekte to planam az ya da ru h u n bir d u ru m u olarak k u ru la m a z .15 Psikanaliz ve Cinsel Farklılık: Çelişkiler Kristeva, ayrışıklığı cinsel arzu ve/veya ölm e arzusu olarak a d lan d ırm ak su­ retiyle an aliz edilebilir hale getirenin psikanaliz olduğunu iddia eder. Yapısöküm ün, hakikati görelileştirdiğini söyler ve bu nedenle aslen (yorum un) 13 Bkz. Levinas, E., Time and the Other, Çev.: R. Cohen. Pittsburgh: Duquesne University Press, 1987. 14 Levinas, E., Totality and Infinity, Çev.: A. Lingis. Pitsburgh: Duquesne University Press, 1969. 15 Levinas, E., En Découvrant l ’Existence avec Husserl et Heidegger, Paris: Vrin, 1967, s. 232.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

195


196 : Noreen O’Connor

hakikat(i) ve etik olanla ilgili olduğuna inan d ığ ı analitik süreci kuramsallaş-* tırm aya uygun olm adığını öne sürer. K risteva için bir pratik, “anlam lan d ır­ m a sürecinin, sosyo-simgesel gerçekleştirim inde yenildiği” n arsisistik tak ın ­ tıları çözdüğü zam an etik bir pratik olur.16 Cinsel farklılığı açıklam a iddiasında b u lu n an psikanalizin, bu iddia karşı­ sında etik duruşu nedir? K risteva “Stabat M ater”de, her iki cinsiyetin, farklı­ lık ların ı ortaya koym a yolundaki m erak ın ın uzlaşm azlığını vurgular. Psika­ naliz bu m erakın açığa çıkarılm asına ne k a d a r im kân tanır? Heteroseksüelliği açıklam a yolunda nasıl kadın ve erkek olduğum uz so ru su n u n peşini bırakm ayış, hom oseksüelliği bildiğimiz, yetişkin arzusunu regresyon veya ta ­ kıntı açısından açıklayabildiğim iz yolunda işlemsel bir varsayım m ı içerir? Arzu b ir açıklam a nesnesi olabilir mi? K uram sal tutum u K risteva’n ın aşağı­ da alın tılan a n ifadesiyle örneklenen ifadeler içerirken psikanaliz nasıl olur da her b ir bireyin aşkının ve korkusunun özgüllüğünü tan ıd ığ ın ı iddia edebilir? Toplumsal amaçlarımızın yakalayıp baskı altında tuttuğu homoseksüel li­ bidonun altında narsisistik boşluğun derin yarığı bulunur; bu boşluk, ide­ al veya süperegosal bir yük için güçlü bir motif olsa da aynı zamanda ketlemenin birincil kaynağıdır.17

Ya da Kız çocuk bu birincil aktarımın izlerini ancak annesel bir karaktere sahip olan bir babanın yardımıyla tutabilir, ne var ki bu baba kız çocuğa anne­ den ayrılma ve heteroseksüel bir nesne bulma konusunda pek yardım ede­ mez. Kız çocuk böylece bu birincil özdeşleşmeyi, homoseksüelliğin kırgın hararetinin altında saklama ya da soyutlama eğilimi gösterir; bu soyut­ lama, bedenden ayrılırken kendini tamamen ‘ruh’ olarak kurar ya da bir Îdea, bir Sevgi, bir Kendini-Feda içinde erir.18

Cinselliği "bildiği” yolunda işlemsel bir varsayım la çalışan psikanaliz cin­ sel farklılık üzerine nasıl düşünebilir - hem de bu “bilm e”, oldukça kısa bir 16 Kristeva, J., Revolution in Poetic Language, Çev.: M. Waller, New York, Columbia University Press, 1984, s. 233. 17 Kristeva, J., "Freud and love: treatment and its discontents”, age., s. 258. 18 Agy., s. 262.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Psikanalizin Anarşisi

Mire öncesine k ad ar çok sayıda lezbiyenin ve hom oseksüel erkeğin form as­ yon an alizi b aşv u ru su n u reddeden belli başlı psikanalitik k u ru m la rın tu tu ­ muyla örneklenirken?19 Bu m akalede psikoterapistlerin tatbikî savlarıyla “k u ram sa l” savları, yani mitolojik, epistem olojik ve en önemlisi etik bildirim leri a ra sın d a tu tarlılık sağlanm asının çok önem li olduğunu öne sürdüm . K risteva’n ın psikanalitik /.aman, dil ve öznellik m efhum larını detaylandırm asında m erkezi öneme sa­ hip bazı kavram ları sundum . Son olarak, psikanalizin kilit m eselesini, yani cinsel arzu y u yorum larkenki tu tu m u n u n tutarlılığını sorguladım . P sikana­ listler d ikkatlerinin büyük bölüm ünü an n ed en ayrılm anın zorluğunu açıklı­ ğa kavuşturm aya verir. B enim sorum , psikanalistlerin b ab a d an ayrılm a ko­ nusunda neden bu k a d a r zorlandıklarıdır. İngilizceden çeviren: Şeyda Öztürk

19 Bkz, Ellis, M. L., “Lesbians, gay men and psychoanalytic training”, Free Associations, C. 4, S. 4, 1994, s. 501 - 517.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

197


Kaos GL ArĹ&#x;ivinden


Kaos GL ArĹ&#x;ivinden


200 : Mary Lynne Ellis

Hastamız Homofobi* MARY LYNNE ELLIS

Bu m akaleyi yazm a fikri b ir sabah iki hastayla a rt ard a seans yaptıktan son­ ra oluştu. Biri, hem heteroseksüel hem gey ilişkileri olm uş ve şim di bir er­ kekle sam im i bir ilişkiye girm ek isteyen, y irm i d ört yaşında genç bir adamdı, G elgeldim , gey bir kim liğe sahip o lm anın kültürel anlam larıyla “başa çıka­ m ad ığ ın ı” ifade etm işti. Diğer hastam , kendini gey olarak tan ım layan oğla için endişelenm eye devam eden ve kendi hom ofobisinden rah a tsız olan orta yaşlı b ir kadındı. K esinlikle basm akalıp b ir düşünce biçim i ve yaşam ta r­ zı olm ayan yirm i dört yaşındaki bir genç erkeğin, bir n o k tad a gey olduğu­ nu “açık etm ek" zorunda kalabileceği ve b a şk a b ir erkeği sevdiği için olduk­ ça d ü şm an ca d av ran ışlara m aru z kalm a olasılığından korkm ası beni o gün özellikle dehşete düşürdü: Cinsel eşitlik konusunda kat edilm iş olan yol, edi­ nilm iş olan h ak ların h ayata geçirilm esi söz konusu olduğunda karşılaşılan k ısıtla m a la rın in sa n la rın gündelik y a şam ın a hâlâ ne k a d a r etki ettiğini de vurgulam aktadır. N oreen O’Connor ve Jo a n n a R yan1 patolojikleştirici yoru m ların , lezbiyen ve gey h a sta larla ça lışm a n ın yol açtığı anksiyetelere karşı savunm a işlevi gördüğünü öne sürer. B u n u n yerine, bu k ita p ta da yaptığım ız gibi, psikanalitik p ratik le r dâhilinde lezbiyen a rz u ların toplum sal, tarih sel ve kültürel çe­ şitliliğinin tan ın m a sın ın gerekliliğini savunurlar. H erhangi b ir özcü anlam * Mary Lynee Ellis ve Noreen O’Connor, Questioning Identities: Philosophy in Psychoanalytic Practice, Karnac Books: Londra, 2010'un Dokuzuncu Bölümünün çevirisidir. 1 O’Connor, Noreen ve Joanna Ryan, Wild Desires and Mistaken Identities, Lesbianism and Psychoanalysis, Londra: Virago ve New York, Columbia University Press, 1994, Londra: Kar­ nac, 2003.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Hastamız Homofobi

cin belirli özellikleri paylaşan lezbiyen cinsellikler m efhum una itiraz ederler. Benim b u bölüm de öne sü rd ü ğ ü m a rg ü m a n la r da benzer biçim de, "nedenle­ rin i” ve "sonuçlarını” belirlem ek suretiyle, hom ofobinin tanım layıcı bir açık­ lam asını "keşfetm e” yolunda herhangi b ir girişim i geri çevirm ektir. B unu yapm ak, lezbiyenliği ve hom oseksüelliği patolojikleştiren ve o n ların çeşitli­ liğini ta n ım a konusunda b aşarısız kalan psikanalitik k u ra m la rın yaklaşım ­ larını tek rarlam a riskini göze alm ak olacaktır. Ayrıca, hom ofobinin m üsta­ kil bir konu ya da tek b ir kökeni olan b ir sü reç olm adığını da im a etm ek isti­ yorum; hom ofobi çok çeşitli şekillerde işler ve tezah ü r eder ve çoğul biçimiy­ le ele alın m ası daha uygundur. Teresa ad ın d a k i h astam la çalışm am üzerine anlattık larım d a, Freud, Foucault, B utler ve Levinas’ın k u ra m la rın d a n yola çık arak hom ofobinin veya hom ofobilerin oluşum nedenlerine d a ir bir dizi olası ve birb irin i d ışlam ayan yorum u eleştirel olarak ele alıyorum .

Freud'un Homofobisini Okumak 1Veud’a göre, fobiler “bağım sız bir patolojik sü reç” olarak görülem ez;2 b ü tü n nevrozlarda görülen sık ın tın ın çok sayıda farklı çeşidinin b ir yönü olarak te ­ zahür edebilirler. Freud fobileri üç g ru b a ayırm ak suretiyle nitelendirir: 1) Y ılanlardan korkm ak gibi, “n o rm a l” olarak betim lenen in sa n la rın tec­ rübe ettiği fobiler. F reud bu tü r korkuların “evrensel in san özelliği” olduğu­ nu ve b u nedenle genel olarak “sem ptom ” statüsünde görülm ediklerini ya da özellikle rahatsız edici veya engel teşkil edici görülm ediklerini iddia eder.3 2) Trenle seyahat etm ek, gök g ü rü ltü lü fırtınalar, kalabalıklar, kapalı m ekânlar ve yalnızlık gibi riskli olduğu birçok insan ta ra fın d a n kabul edi­ len d u ru m la ra yönelik fobiler. Bu d u ru m la rın fobi statüsü, önceden tah m in edilm elerinin yol açtığı kaygının yoğunluğuyla ilgilidir. 3) H ayvan fobisi gibi, F re u d u n sözleriyle, “idrakim izin ötesinde kalan”4 fobiler. Agorafobi ve trenle seyahatten korkm a gibi fobiler yaşam ın geç dönem le­ rinde ortaya çıkarken, karan lık tan , hayvanlardan, gök gü rü ltü sü n d en kork­ ma gibi fobiler daha erken dönem lerde belirir. Ne var ki, ikinci ve üçüncü g ru ­ ba giren bü tü n fobiler, F reu d ’a göre, anksiyete histerisiyle y ak ın d an ilişkilidir. 2 Freud, Sigmund, Analysis o f a Phobia in a Five Year Old Boy, Standard Edition, C. 10, 1909, s. 115. 3 Freud, S., "Anxiety”, New Introductory Lectures on Psychoanalysis, Part Three, Standard Edi­ tion, C. 16, 1916-1917, s. 399. 4 Agy.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

201


202 : Mary Lynne Ellis

F re u d ’a göre "anksiyete h isterisi’nde fobiler, sonsuz b ir “önlemler, engel' lem eler veya yasaklar” zincirini içeren kaygıya karşı “savunm a yapıları”dır.! B aşlangıçta anksiyeteyi, libidinal veya yıkıcı dürtüler, öfke veya utanç gibi egoya yönelik “içsel b ir tehditle” ilişkili o larak ortaya çıkan b ir durum ola rak k u ram sallaştırır. D aha sonra, “d ışsa l” b ir tehdidin önem ini ve özellikli iğdiş edilm e tehdidini vu rg u lam ak am acıyla b u yorum unu revize eder.6 Ank siyetenin bastırılm ış libidodan kaynaklandığı yolundaki önceki varsayımın; geri a la ra k anksiyetenin kaynağının egonun tu tu m u n d a b ulunduğunu savu­ nur. B astırm aya yol açan, anksiyeteli egodur. K üçük H ans’m at fobisini çözüm lem esinde Freud, H a n s ın fobisinin, Oidipal çatışm asıyla, yani annesine yönelik sadist cinsel arzusu ve babasına yö­ nelik düşm anca ve rekabet duyguları ara sın d ak i çatışm ayla ilişkili bilinçdışı düşüncelerinin yoğunlaşm ası üzerinden oluştuğunu vurgular. Butler’in da işaret ettiği üzere,7 F reud u n Oidipus kom pleksini k u ram sa llaştırışı heteroseksüelliğin hâlih azırd a k u ru lm u ş olduğunu farz eder. A çıklam a iddiasında bulunduğu şeyi önvarsayar. Freud, K üçük H a n s’m gelişimi ü zerin e düşüncülerinde, hom oseksüelliğin oto-erotizm le “nesne aşkı” a rasın d ak i geçiş nokta­ sında vu ku bulan bir ta k ın tıd a n dolayı ortaya çıktığını kuvvetle vurgular. Bu nedenle F reud’un fobi k u ru m sallaştırm aları, kendi başına hom ofobik olan bir varsayım da kökenlenir. F reud’un ikinci ve üçüncü g ru p tak i fobileri çö­ züm lem esini homofobiye uyarlam ak savunulam az. F re u d ’u n k u ram ın a dayanak o lu ştu ran homofobi norm alleştirilip bir sem ptom olarak ele alınm azsa, hom ofobilerin F reud’un y ıla n d a n korkm akla örneklediği ilk fobi g ru b u n a ait olarak ele alınm ası bir y a ra r sağ lar mı? Ne var ki b u n u n gibi k orkular (Freud’un iddia ettiği gibi b ü tü n kültürlerde ol­ m asa da) bazı kültürlerde b a riz biçimde yaygındır ve toplum sal olarak kabul edilebilir veya belirli b ir kültürel çerçeve veya inanç sistem i dâhilinde an la­ şılabilir korkular olarak görülür. Bu nedenle, homofobiye ben zer biçimde, “sem ptom lar” olarak ele alınm azlar.

Homofoblar ve Karakter Tipleri Young-Bruehl, kitabı A natom y o f Prejudice’ta [Ö nyargının A natom isi]8 yaptı­ ğı hom ofobi çözüm lem esinde ilginç bir ham leyle üç farklı hom ofobik karak5 6 7 8

Freud, 1909, s. 117. Freud, S., Inhibitions, Sym ptom s and Anxiety, Standard Edition, C. 20, 1926, s.126. Butler, J., The Psychic Life o f Power, Stanford: Stanford University Press, 1997. Young-Bruehl, E., Anatomy o f Prejudices, Cambridge, Mass: Harvard University Press, 1996.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Hastamız Homofobi

Ut tipi belirler; saplantılı, histerik ve narsisistik. Bu kategoriler psikanalitik

k u ram d an alınm ış olsa da, Young-Bruehl önyargılı in sa n la rı diğerlerinden daha patolojik in sa n la r o lara k görm ediğini vurgular. D aha çok, b u grupların hom oseksüellerle k u rd u k la rı görülen farklı ilişkilerin betim lem elerini su n ­ duğunu öne sürer. Young-Bruehl’e göre, saplantılı tu tu m u n ayırt edici özelliği, hom oseksü­ elliği kirli, yozlaşmış ve kadınlaştırıcı b ir şey olarak görm ektir. M ali güçle ve AI DS’le bağdaştırılır. İşte bu nedenle dünyanın gey erkeklerden tem izlenm e­ si gerekm ektedir. H isterik karakterlerin hom oseksüellere ihtiyacı vardır am a "onlara yerlerini bildirirler”. Homoseksüeller, histeriklerin kendilerine yasak­ ladıkları davranışları icra ettiklerinden o nları cezalandırm a yetkisini kendile­ ri nde bulurlar. Dolaylı yoldan gey pornografisi seyredebilirler am a yaptıkları­ nı “u n u ta ra k ” kendi heteroseksüel dünyalarına dönerler.9 Aynı cinsiyetten olan kişilerin oluşturduğu a m a ısrarlı bir vurguyla hom oseksüel-olm ayan grupla­ rın, örneğin erkek spor takım larının, kulüplerin ve askeri birliklerin üyele­ rinde hom oseksüellikle narsisistik bir ilişki baş gösterir. Y oung-B ruehlun ta ­ nım ları, dünyaya hom ofobik yaklaşım lar yelpazesinden birçok örneği kısa, öz ve canlı bir biçimde a k ta ra n fotoğraflar olarak kullanılabilir. B u gruplardan herhangi biri için tah a k k ü m ve yabancılaşm a konum larının sürekli yer değişIirdiğini ve toplum sal ve siyasi koşulların ve am açların “harekete geçirici ideo­ lojiler ve düzenleyici fikirler” olarak işlediğini vurgular.10 Ne var ki, Teresa’m n analitik psikoterapi o rta m ın d a oğluna karşı geliştirdiği homofobiyle m ücade­ lesine d a ir aktardıklarım , Young-Bruehl’ü n kuram sallaştırdığı kategorilerin l azla keskin hatlarla çizildiğini ve hom ofobik tu tu m ların sürekli yer değişti­ ren k arm aşıklıklarını yeterince hesaba katm adığını gösterm ektedir.

Homoseksüellik: Sırada ne var? Teresa’n m analizdeki çalışm aların ı sunum um da, hom ofobik düşünce ve duyguların bilinçli ve bilinçdışı tezah ü rlerin i keşfedişiyle ilişkili yönlerine odaklanıyorum . Uzun y ıllar süren çalışm am ızd a en az b u n la r k a d a r ya da d ah a an lam lı tem alar d a öne çıktı. B azı z a m a n la r kendisini oldukça u ta n ­ d ıra n duygularıyla ilgilenm iş olm ak benim için bir ayrıcalıktı; b u duygular, onun oğluna ve genel o larak gey erkeklere ve lezbiyenlere k a rşı hissetm ek is­ tedikleriyle büyük “k a rş ıtlık ” oluşturm aktaydı. 9 Age., s. 158. 10 Age., s. 342.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

2(


204 : Mary Lynne Ellis

Oğlu birkaç yıl önce, y irm ili y a şla rın ın başındayken, a n n esin e gey ol­ duğunu açıkladığında Teresa h â lih a zırd a an alizine devam ediyordu. Luigi a n n esin e “açıklam aya” k a ra r verm işti ç ü n k ü kendisi için değerli olan bir erkekle ilişkisi vardı. Teresa bu açıklam a k a rşısın d a şa şırm a sa da dehşe­ te düşm üş ve oğlunun m utlu olm ası için duyduğu arzuyla ve b u durum un onun ve kendinin hay atın d a m uhtem el a n la m la rı k arşısın d a duyduğu kor­ kuya k a rşı Luigi’ye u z a n m a k için m ücadele verm işti. Gey cinsel ilişkiler ve gey cinselliği, tu h a f yaşam ta rz la rın a d a ir korkunç ve teh d it edici imgeler k afasında dönüp duruyordu ve bu im gelerin yabancılığının onu yok etmekle tehdit ettiğ in i hissediyordu. Bu dile getirm esi zor imgeleri aynı zam an d a ka­ yıp hissi de bürüm üştü: oğlunu gelecekte geleneksel bir çekirdek aile o rta­ m ında b ir koca ve ona to ru n verecek bir b a b a olarak resm ettiği hayali tablo­ nun kayboluşu. Anlatısı, büyük bölüm ü bilinçli olan bir dizi tem ayla örülüy­ dü: h er ne k a d a r in k âr etse de kendine ait sın ırsız cinsel ifadeye d a ir kaygı­ lar, bilinm eyen k arşısın d a duyduğu dehşet ve hayal edilm iş geleceğine d air kayıp duyguları. Bazen, öfkeli duygularının o d ağında neredeyse tesadüfi bi­ çim de oğlu oluyordu. Teresa K atolik bir İtalyan işçi ailesinden gelen, oldukça zeki b ir otel resep­ siyon görevlisi. Akut anksiyete nedeniyle an alize başladı. Anksiyetesi sürekli odak değiştiriyor ve yoğun biçim de oğlunun hom oseksüelliğine odaklandığı dönem ler oluyor. Ben b u rad a , Luigi’nin cinselliğiyle ilişkili o lara k baş göste­ ren bilinçli ve bilinçdışı çağrışım ların ı ele alacağım . B unun üzerinden, bu m alzem enin, daha geniş anlam ıyla hom ofobinin işleyişine d a ir anlayışım ıza katkısı olup olm ayacağını sorgulayacağım . A nalizinin başlangıcında, oğlu gey olduğunu açıklam adan önce, Teresa sıklıkla, cezalandırıcı olan ve sürekli onun günah k ârlığ ın ı yak ın takibe alan T anrıdan korkusundan bahsediyordu. Aynı zam anda çocukluğunda beline sardığı p eştam alın altın d a ne olduğunu ko rk arak m erak ettiğini anım sadı­ ğı bazı İsa tasvirlerinden de hoşlanm ıyordu. Teresa, çocukken kilisede açık­ ça hom oseksüellik karşıtı öğretilere m aruz kaldığını bilinçli o larak anım sa­ mıyor. Ama, Katolik ebeveynlerinin geyliğe şiddetle karşı çıktığını hatırlıyor. Kendi cinsel düşüncelerini ve b u n lard an dolayı duyduğu suçluluğu ise dik­ katle ele alıyor. T eresan ın anksiyetesinde baskın tem a la rd an biri, oğlunun hom oseksüel­ liğine kendisinin neden olm uş olması. Bebekken bezini değiştirm e sırasın­ da, p en isin in sertleştiğini fark edince duyduğu rahatsızlığı hatırlam asıyla Cogito, sayı: 65-66, 2011


Hastamız Homofobl

bu tem a m erkezi önem e sah ip oldu; oğluna uygunsuz biçim de dokunduğunu lıatırlam asa da erekte olm asına kendisinin neden olduğunu hissetm eye b a ş­ ladı. E ntelektüel düzeyde hom oseksüelliğe, fantezisindeki gibi “neden olam a­ yacağını” bilse de, bu anksiyetesine düzenli olarak dönm eye başladı. Bu fantezi bağlam a bağlı olarak bir dizi farklı anlam ü retti. B azen Teresa için kendi çocukluğunda tecrübe ettiği, cinsel istism ar d u ru m la rın ı çağ­ rıştırdı. O nun için erkek cinselliği (her zam an olm asa da) sıklıkla istism ar­ la denk; dolayısıyla onun için, iki erkek ara sın d ak i cinsellik iki katı d ah a isIişm ar edici ve iğrendirici. Luigi’nin gey özdeşliği, bir erkek o larak cinselli­ ği kim liğinde öne çıkarm ası, onun k afasındaki istism ar edici m askülenliğin cisim leşm esi gibi. K onuşm alarım ızda, L uigi’nin bıyığı d a erkek cinselli­ ğinin bilinçdışı bir sim gesi olarak öne çıktı ve küçük oğlunun a rtık cinselli­ ği olan b ir erkek olm ası k a rşısın d a hissettiği kayıp duygularının ve anksiyeIesinin o d ağ ın a yerleşti. B u rad a m erkezi önem i olan bir soru da elbette Teresa’n ın kendi cinsel a r­ zularıyla olan ilişkisi. Y irm i beş yıldan u z u n sü re d ir yakın b ir cinsel ilişkide bulunm am ıştı ve oğlunun, cinselliğine d a ir söyledikleri onun kendisiyle ilgili bir krize yol verdi. Asla b u yönde ham le yapm am ış olduğunun bilincinde ol­ m asına rağm en Teresa için oğlunu çekici b u lm a olasılığı düşünülem ez bile. Ayrıca, geçm işte yaşam ış olabileceği hem cinsini çekici bu lm a deneyim lerini kabul etm esi de çok zor. B ir seansta, cinselliğinin kocasının ona h issettird i­ ği reddedilm işlikle iç içe geçm iş olduğunu söylediğim de ağlam aya başlaya­ rak kendini de çok şaşırttı. B u n d an birkaç h a fta so n ra Teresa rüyasında, yarı erkek y arı kadın olan biriyle seks yapm aktan haz duyduğunu gördü. B u k arak terin erkek cinsel or­ ganı ve rüyasında erotik açıdan çok çekici bulduğu çok çirkin b ir kadın yüzü vardı. Bu çirkin yüzün, deneyim lediği hazzı kam ufle etmeye yolunda b ir gi­ rişim olup olm adığını sordum . D aha sonra gördüğü bir rü y ad a eski kocasıy­ la sevişiyordu. İkisi de zevk alıyordu ve kocası, aslında kendisinin olan am a rüyasında kocasına atfettiği b ir fiziksel özelliği üzerine yorum yapıyordu. Belki de eski kocasının rüyasında, d ah a yeni yeni kabul etm eye başladığı cinselliğini tem sil ediyor olabileceği yoru m u n d a bulundum . B u n d an kısa bir süre sonra, cinselliğinin d a h a fazla yönü ortaya çıkm aya başladı. Luigi gey olduğunu açıklayana kadar, televizyonda gördüğü gey seks sahnelerini oldukça erotik bulduğunu anlatabilecek d u ru m a geldi. Teresa ay­ rıca, L uigi’n in pa rtn e rin i çekici bulm uş o lm ak tan dolayı kendini oldukça raCogito, sayı: 65-66, 2011

205


206 : Mary Lynne Ellis

hatsız hissettiğini de kabul etti. A rtık cinselliğinin “her yere dağılm ış oldu­ ğunu” hissetm eye başlam ıştı. Teresa oğlunun camp yönlerini oldukça ra h a tsız edici buluyordu. Drag giysileriyle b ir fotoğrafını kendine gösterdiğinde çok rahatsız olm uştu: bu­ nun sonu nereye varacaktı? Ya bunu kam usal a la n d a da yaparsa ne olacaktı? Bir ak tö r olsaydı her şey farklı olurdu. B ilinm eyenin onun için ne k a d a r kor­ ku verici olduğunu söyledim. “Ya da yavaş yavaş öğrendiklerim in: önce gey olduğunu, so n ra bir p a rtn e r’i olduğunu, so n ra lezbiyen bir ark ad aşı olduğu­ nu, sonra o n a sperm ini verebileceğini öğrendim ... Sırada ne var?” diye yanıt­ ladı beni. B unu, çocukluğunda kendini hep tetik te hissettiğine d a ir anılarıy­ la bağ lan tılan d ırd ım ve “Belki de sırada olan L uigi’dir?” dedim . Seansın so­ nunda b a n a tereddütle L uigiyle birlikteyken cam p’e yaraşır jestler yaptığını söyledi. M izahi bir şekilde, a rtık yavaş yavaş benim sem eye başladığı şakacı­ lığı yankılayarak “Erkeklerin gey olm ası seni rah a tsız ediyor a m a işte bir gey adam ın cam p hallerini tak lit eden bir kadın olup çıktın?!” y an ıtın ı verdim. B undan kısa süre sonraki b ir seansta Teresa b an a rüyasında onu kova­ layan vahşi hayvanları du rd u rm ay a çalıştığını gördüğünü an lattı. B unların onun bazı yönlerini, “v ah şiliğini” tem sil edip etm ediğini sorduğum da bana televizyonda rah im ald ırm a am eliyatı izi d u ra n bir kadının dansöz olm a­ yı b aşarm asıyla ilgili bir belgeseli izlerken b u n u ne kad ar dayanılm az bul­ duğunu an lattı. Bu ona “çok fazla” gelm işti. Ben de ona bedeninden ve cin­ selliğinden ve onunla ilişki k u rm a k ta n haz a lm a n ın ona “çok fazla” geldiği­ ni söyledim. Seansın so n la rın a doğru gey erkeklerin kam usal a la n d a cinsel­ likleriyle özdeşleşm elerinin de benzer biçim de "çok fazla” gelebileceği yoru­ m unda bulundum . Teresa’n ın homofobik duygularının, (onu erkeklerle yaşadığı istism ar dene­ yim lerinden de koruyam am ış olan) annesi ta ra fın d a n ihm al edildiğine dair duygularıyla mücadele ettiği b ir dönemde özellikle yoğunlaşm ış olm ası ilgi çekicidir. B ir akşam , koltuğunda otururken yüzeye çıkan oğluna karşı kızgın­ lık duyguları ve ona uygunsuz biçimde dokunup dokunm adığına d a ir sorgula­ m alar ve devam ında onu tam am en kendinden uzaklaştırm ası gerektiğini dü­ şündükten sonra, kendine “dem ek benim annem de bana karşı b u n ları hisse­ diyor” dem işti. Oğlunu istism ar edip etm ediğine d air endişelendiği dönemin sonunu im leyen bir rüyasında “bebeği k u rta rd ığ ın ı” (kendi sözcükleri) gör­ m üştü. Baş aşağı duran ve h er tarafın d an kablolar sarkar halde, hiçbir şeye ve kimseye bağlı olmayan bir bebeği çevirmiş ve büyük bir rah atlam a duym uştu. Cogito, sayı: 65-66, 2011


Hastamız Homofobi

Teresa’n ın oğluna yönelik kızgınlığı sıklıkla yakın a rk a d a şla rın a veya a k ra b a la rın a yönelik k ızgınlığının yer değiştirm esiydi. ik im iz de, oğlu ola­ rak her z a m a n onun y a n ın d a olacağını varsaydığı Luigi’n in o n u n duygula­ rı için d a h a güvenli bir hedef teşkil edip etm ediğini m erak ediyorduk. Ayrı­ ca, Luigi’n in cinselliği k ültürel açıdan yasaklı olduğu için g ü n a h keçisi gö­ revi görüyor ve böylece o n u n üzerinden yer değiştiren öfkesi de gerekçelen­ di rilm iş oluyordu. Hom ofobisi veya hom ofobileriyle ilişkili tem aları keşfi sırasın d a Tere­ sa’nm a k ta rım ilişkisi içinde b a n a karşı konum u sürekli değişiyordu. Bana, panik duyguları ve oğluna duyduğu kızgınlık ta ra fın d a n tüketilm ekten ku r­ taracak b ir an n e olarak güveniyordu. B ana asla benim cinselliğim hakkında sorular sorm adı. Bu, Teresa’n m bilm ek istem ediği bir konu gibiydi ve benim cinselliğin m üphem liğine k a rşı açıklığım ın (b u n u n farkında olduğunu dü­ şünüyorum ) onun için çok önem li olduğunu düşünüyorum . Teresa’n m sean sların d an edindiğim bu düşünceler, hom ofobinin bilinç­ ti ışı k ay n ak ların a veya işleyişine d air anlayışım ıza katkıda b u lu n ab ilir mi? Buna cevabım hem evet hem hayır. Tek bir bireyi veya az sayıda bireyin de­ neyim lerini tem el ala rak genellem e y apm anın belirli tehlikeleri var. Sayı­ sallaştırm a karm aşıklığa b ir çözüm olam az. N oreen O’C onnor’ın ve Joanna Ryan’ın işaret ettiği üzere, psikanalistlerin lezbiyen cinselliğini az sayıda birkaç vakayı temel ala rak k u ram sa llaştırm a girişim leri oldukça sınırlayıcı­ dır. Ben ne n ih ai bir hom ofobi açıklam ası sunuyorum ne de hom oseksüel­ likle ilgili klasik p sikanalitik k u ram lard a öne sürüldüğü üzere hom ofobinin kültürden bağım sız içkin özellikleri olduğunu öne sürüyorum . Vaka örnek­ lerinin değeri, kurm aca o k u m ak gibi, bireylerin deneyim leri üzerin e düşü n ­ me ve so ru sorm a ve bu deneyim lerin karm aşık lığ ın a karşı gözüm üzü açm a olasılıklarını genişletebilm eleridir. Bu çalışm am d a bir dizi tem a öne çıkıyor: ebeveynleri ve kendisinin özüm ­ semiş olm a ihtim ali yüksek d ini görüşlerin rolü, gey yönelim inin olum suz bir şey olduğuna d air ö rtü k varsayım la birlikte oğlunun hom oseksüelliği­ ne kendisinin “neden olm uş’’ olduğu fantezisi, kendisinin erkek cinselliğine dair, sıklıkla istism ar edici deneyim leri, “bilinm eyen”, “S ırada ne var?” kar­ şısında duyduğu anksiyete, kendi cinselliğinin olası değişkenliğine, cinselli­ ğinden zevk ve haz alm asın a d a ir korkuları. Teresa’nm cinsellik/er konusun­ daki kişisel deneyim leri, F re u d ’u n kavram ını kullanacak olursak, fobisi için­ de kaybolm uş ya da onun ta ra fın d a n sık ıştırılm ış haldedir a m a b u n lar külCogito, sayı: 65-66, 2011

207


208 : Mary Lynne Ellis

türden veya ta rih te n bağım sız değildir. Teresa’n ın tanım ladığı deneyim ler ] onun sınıfında, dini altyapısında ve toplum sal cinsiyetinde yaşan m ış ilişki- i lere özgüdür. j N eo-Foucaultcu bir çözüm lem e, psişik o lan la sosyo-tarihsel ve kültürel j olan a ra sın d a bir bölünm eyi önvarsaym ayan yorum lara im kân tan ır. An- ' latısınm ve kim liğinin b irta k ım söylemler ta ra fın d a n nasıl şekillenm iş ol- \ duğunu irdeler: din (Katolik), psikanaliz (oğlunun hom oseksüelliğine anne- 1 siyle ilişkisinin "neden olduğu” m efhum u) ve (özellikle Teresa’n ın yetişkinli- j ğe geçtiği dönem de) erkekliğin baskın, kadın cinselliğininse teh d it edici bu- i lunduğu ve heteroseksüel a rz u n u n doğal addedildiği toplum sal cinsiyet söy- : lemleri. Teresa’n ın homofobisi, bu söylem lerin (F reud’un terim in i kullana­ cak olursak) “yoğunlaşm ası” olarak kavram sallaştırılabilir. Ama bu, bu yo­ ğ u n laşm an ın durağan olduğunu farz etm ek ya d a onun deneyim inin birey­ selliğini reddetm ek değildir. Böylesi bir çözüm lem e Teresa’n ın deneyim leri­ ni analitik b ir ilişkide irdelem ek ya da daha genel olarak hom ofobinin işleyi­ şini çözüm lem ek için yeterli m idir?

Homofobi ve Melankoli Judith Butler, F reud'un ve F oucault’nun ç a lışm a la rın ı bir araya getirerek, (Foucault ta ra fın d a n kullanılm ayan) "psişik” k avram ının, F oucault'nun söy­ lemsel p ratik le r ve ik tid arın işlem leri üzerine ç a lışm a la rın a entegre edilm e­ sini savunur. B utler’ın projesi, içsel ve dışsal gerçeklikler a ra sın d a öncedenmevcut olan b ir ayrılığı farz etm eksizin öznenin toplum sal n o rm la rı özüm ­ sem esinin n asıl k uram sallaşacağıyla alakalıdır. B utler hom oseksüel a rz u ­ nun yasaklanm asının, y aşam ın b aşından itib aren heteroseksüellik için ku­ rucu önem de olduğunu öne sürer. K işinin sevdiği bir hem cinsinin ölüm ü­ nün yası, tan ın m a d ığ ı için tutulam az: "Hiç aynı cinsiyetten b irin i sevm e­ dim ve hiç böyle bir insanı kaybetm edim .”11 F re u d ’u n tan ım lad ığ ı üzere, yas tu ta m a m a k melankoliyle sonuçlanır. H om oseksüel sevginin y asaklanm ası "toplum sal m evcudiyet” olasılığ ın ın koşulu o ld u ğ u n d an 12 B utler’a göre he­ teroseksüellik m elankoliye n ü fu z etm iştir: yası tu tu lm a m ış bir kayıpta esas kabul edilir. Bu geçm işte k u ru lm u ş ve d ah a so n ra in k â r edilm iş b ir bağ lan ­ m an ın kaybı değildir. B ağ lan m an ın şekli y asak lan m a üzerinden, “yaşan-

11 Butler, age, s. 23. 12 Age., s. 24.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Hastamız Homofobi

m am ış olasılık lar için tu tu la n yas”13 üzerin d en yapılanm ıştır. K ız çocuğu toplum sal cinsiyetini a n n esin e yönelik a rz u su n u in k âr ederek ve onu m e­ lankolik b ir özdeşleşm e d ah ilin d e yasak nesne olarak konum layarak edi­ nir. Erkek çocuğun toplum sal cinsiyet kim liği ise dişil olanı in k ârıy la heteroseksüel o larak k u rulur: Dişil olana yönelik arzusu, “asla olam ayacağı ka­ dını iste d iğ i” için y a ra lıd ır.14 “Erkeklik”ini ne k a d a r şiddetle savunursa, ho­ m oseksüel a rz u olasılığının kaybıyla ilişkili m elankolisi de o k a d a r v urgu­ lanır. B utler bunun, kaybın y asın ın tam am ıy la tu tu lm a sın a izin verecek şe­ kilde tan ın m ıy o r oluşu nedeniyle kaçınılm az olduğunu savunur. B utler to p ­ lum sal cinsiyet ve cinsel özdeşleşm elerle ba ğ ın tılı olan m elankolinin heteroseksüellerle sınırlı olduğunu varsaym az: b u n la rın lezbiyenler ve geyler için kesin h a tla rla inşa edildiği n o k talard a heteroseksüel olasılık ların kaybı da söz konusudur. B utler heteroseksüel öznelliğin gelişimsel b ir açıklam asını su n a r am a onun evrenselliğine yönelik iddialarda b ulunm az. Foucault üzerinden, dür­ tülerin ve b a stırm a n ın ta rih te n bağım sız m efh u m ların a itim ad a m eydan okuyarak, b u n u n yerine cinselliklerin "ü retild iğ in i” öne sürer. Ne var ki, Foucault’d a n ayrı düşm ek suretiyle psişe m efhum unu yeniden yerine ko­ yarak, F re u d ’u n m elankoliyi k u ram sa llaştırm ası üzerinden, hom oseksüel­ liğe yönelik yasağın özne için an lam ın ı a ra ştırm a y a koyulur. T anım ladığı inkârın psişik sağkalım için gerekli olm adığını savlayarak, b u n u n yerine öz­ deşleşm elerin hareketliliği ve akışkanlığı lehine tartışır. B utler’m çalışm aları ışığında, Teresa’n ın oğluna yönelik hom ofobik duy­ gularının, annesi ta ra fın d a n ihm al edilm iş olm asına yönelik yoğun duygu­ lar yaşadığı ve ona hiddetle yaklaştığı b ir dönem de vurg u lan m ış olm ası il­ ginçtir. B utler'in hom oseksüel aşkın kayıp nesnesinin yasını tu ta m a m a n ın yol açtığı m elankoli vurgusu b u rad a önem kazanır. O ğlunun hom oseksüel­ liği, Teresa'ya bilinçdışında, yaşam ın ın erken dönem inde annesine bağlan­ m ası sıra sın d a ona y asaklanm ış olan hom oseksüel aşkı hatırlatıyor olabi­ lir. O ğluna cinsel olarak dok u n m a fantezisiyle kendini ih m a lk â r ve istism ar edici annesiyle m elankolik b ir özdeşleşm e içinde bulabilir ve b u özdeşleşme Teresa’n ın kaybını in k âr etm esine olanak sağlıyor olabilir. A nnesini, ona yö­ nelik hom oseksüel b ağ lan m asın ın yaşanm am ış olasılığı için suçlam ak yeri­ ne oğlunun hom oseksüelliği için kendini suçlar. 13 Age., s. 139 14 Age., s. 137

Cogito, sayı: 65-66, 2011

209


2 1 0 : Mary Lynne Ellis

Teresa'nın d u ru m u Foucault’n u n terim leriyle, hom oseksüel b ağ lan m ala­ ra yönelik yasağın kısm en ebeveynlerinin, hom oseksüelliğin g ü n a h k â r oldu­ ğuna yönelik K atolik söylem leri ta ra fın d a n (bu, Teresa’ya açıkça söylenm e­ m iş olm asına rağm en) inşa edilm iştir. Butler, öznenin heteroseksüel norm a tabi tu tu lu şu n u açıklarken yasağın, Foucault’n u n k u ram sa llaştırd ığ ın a ben­ zer farklı çeşitlerini belirlem ez. Ama ik tidarın n o rm la rın yinelenm esi ve ta ­ lepler üzerinden, "biçim lendirici, üretici, şekillendirilebilir, çoklu, hızla ço­ ğalan ve z ıtla şa n ” bir şey o larak işlediğini hesaba katm ayan “sim gesel” mef­ h u m ların a açıkça itiraz eder.15 Bu noktada L acan’ı kastediyor olm ası m u h ­ tem eldir; L acan örneğin “ta rih in en b aşından itibaren babanın şah sın ı ya­ san ın işleviyle özdeşleştirm iş olan simgesel işlevin desteğini, babanın adına tanım alıyız”16 der. Ben Teresa’n ın bir seviyede lezbiyen b a ğ la n m ala rın ın tan ın m a sı olasılı­ ğının yasını tu ttu ğ u n a inanıyorum . Uzun yıllar boyunca bir k ad ın la cinsel olmayan, oldukça güçlü ve m ah re m bir ilişki içinde bulunm uş ve h er zam an kadınlarla ilişki kurm ayı erkeklerle ilişki kurm aya tercih etm işti. Gene de, hom ofobisinin çok önemli b ir b aşk a özelliği olduğunu da düşünüyorum , o da “bilinm eyen’in yarattığı dehşet duygusu, fark lılık ların önünde açtığı bü­ yük yarık. Bu, drag kıyafetleri içindeki oğlunun fotoğrafını görünce verdi­ ği “Sırada ne var?” tepkisinde açıklığa kavuşur. Bu, onun a n la tısın a nüfuz eden, bir b a k ım a tekrarlayan a m a aşik âr olm ayan b ir tutum du. B utler’ın te­ rimleriyle, Teresa için “bilinm eyen”, bilm iş olm ayı arzu ettiği şeyin, yani ho­ moseksüel sevginin reddini tem sil ediyor olabilir. A ncak ben bu y o ru m u n ye­ terince iş göreceğini düşünm üyorum .

Homofobi ve Başka Teresa’n ın a n n esin in anksiyetesi ve çok sayıda fobiyle bencilce m eşgul olm a­ sı, onun için dehşete d ü şürücü b ir güvensizlik kaynağı teşkil etm iştir. Ayrı­ ca çocukken, b abasının m u sta rip olduğu k ro n ik hastalık nedeniyle sürek­ li alarm halindeydi. Teresa gençliğinde ebeveynlerinin ikisinin de (annesini bu konuda özellikle suçlam asına rağm en) onu istism a r edici ya d a istism ar etm e potansiyeli olan erkeklerle ilişkiden koruyam adığını ya da çok korktu­ ğunda onu destekleyem ediğini düşünüyor. “Bilinmeyen", beklenm eyen veya m uğlâk olan h er şey anksiyeteye yol açar. İsa’n ın p eştam alın ın altın d a ne ol15 Age., s. 99. 16 Lacan, J., Ecrits (1966), Çev.: A. Sheridan, Londra: Tavistock Publications, 1977, s. 67.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Hastamız Homofobi

ılıığunu m erak ederken hem korkuyor hem de bilm eyi arzuluyordu. Sadece Isa’n ın génital organına ilgi duym anın verdiği (dini) suçluluk duygusundan dolayı değil, bileceği şey asla ta m olam ayacağı ve dolayısıyla d a h a d a dehşele d ü şü rü cü olabileceği için korku vericidir. Ö tekinin radikal başk alığ ı onu sürekli teh d it eder. Levinas k u ram sal ç a lışm aların d a B aşkayla olan ilişkim ize m erkezi önem aileden Bu nedenle çalışm aları, kültürel çalışm alar, toplum sal cinsiyet çalış­ m aları, lezbiyen ve gey ç a lışm a la rın d a büyük ilgi çekm iştir. Levinas’ın çalış­ ması, B atı düşüncesine nüfuz etm iş olan, A ynıya B aşka k arşısın d a öncelik verme tem ayülüne yönelik en önem li itira z la rd a n biridir. Levinas’a göre “Başka, ben im kendim in olm adığıdır. B aşk an ın böyle ol­ m asının nedeni, onun karakteri, fizyonom isi veya psikolojisi değil, B a şk a n ın başkalığıdır.”17 Başka, başka b ir “ben kendim ” değil başkalığın kendisidir, başka, yüz-yüze ilişkinin indirgenem ezliğinde k arşım ıza çıkar. Levinas, vüz-yüze ilişki açıklam asında "Yüz konuşur, y ü zü n tezah ü rü h â lih a zırd a söylem dir” der.18 Bu konuşm a önceden ta h m in edilem ez ve bize, kendim i­ zin ötesinden dokunur. B aşkaya asla sahip olunam az, o asla ta m olarak a n ­ laşılamaz; benim gücüm ün ötesindedir. Ayrıca, öznellik b aşkalarıyla ilişki­ den önce varolm az, Başkaya olan açıklığı üzerin d en inşa edilir. B aşkanın yüzünün ölüm lülüğünün fark ın d a olm am ız bize, karşılıklılığa dayalı olm a­ yan bir sorum luluk yükler, bu, varlığın ötesine geçen bir açıklıktır. Evrensel ilkelere dayanm ayan etik b ir kon u m lam ştır bu; Levinas için adalet yakınlık­ la, birbirine karşı so rum lulukta kökenlenir. Levinas’a göre cinsel ilişkinin esasında, gizem li olanı arayış vardır. Okşa­ ma “neyi a ra d ığ ın ı bilm ez.”19 Başkasıyla ilişkinin b ir birleşm e olduğu görü­ şüne itiraz eder. İlişki, bir bilm e ve sahiplenm e ilişkisi de değildir. S am im i­ yet, geleceğin bilinmeyeniyle ilişkidir. Teresa için Luigi’nin hom oseksüelliği B aşk ay ı sim geler ve aynı zam an ­ da, bir fobi nesnesi olarak ötek in in bilinm ezliğinin yerini alır. Teresa’n ın bi­ linmeyene d a ir korkularına bilinçdışı referansları hom ofobisinin önem li bir özelliğidir. O, B utler’in k u ru m sa lla ştırm a la rım tem el alan b ir yo ru m d a öne sürüleceği üzere, sadece “k e n d in in ”, yasaklanm ış hom oseksüel a rzu su n u n 17 Levinas, E., Time and the Other, Çev.: R. Cohen, Pittsburgh: Duquesne University Press, 1987, s. 83. 18 Levinas, E., Totality and Infinity, Çev.: A. Lingis, Pittsburgh: Duquesne University Press, 1969, s. 66. 19 Levinas, Time and the Other, s. 89.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

211


21 2: Mary Lynne Ellis

bir bölüm ünü tanım akla kalm az. Onun kesinlikle dayanılm az bulduğu bir| başka şey de Luigi’nin bir erkek ve bir gey o larak radikal başkalığıdır. Luigij aynı zam an d a a rtık bir o rta sın ıf m ensubudur (Teresa işçi sın ıfı m ensubu-5 dur) am a bu fark diğeri k a d a r tehdit edici değildir: Eğitim i ve işindeki başa-ıi rıları kültürel olarak kabul g ö rü r ve onun b ir an n e olarak b a şa rısın ı simge-i ler. Teresa kendini onun b a şa rısın ın bir p a rçası olarak görür. Ne v ar ki ho­ m oseksüelliği onun için m u tlak başkalığının sim gesidir. Bilip sahiplenebile­ ceği şeyin yokluğunu fantezileriyle doldurur. B u fanteziler onu korkutur, oğ-: lundan u z a k la ştırır am a aynı zam anda oğlunu o n a bağlar. Ne v a r ki biricikliği ve başkalığı onun Luigi’yi sahiplenm e ve A ynıya m assetm e gücüne di-i renir ve o zam an tehlikeli düşünceler hasıl olur. Levinas’ın da dediği gibi, “Tümüyle bağım sız olan, ben im güçlerim i son derece aşan, dolayısıyla on­ lara karşı koym ak yerine, gü cü n gücünü p a ra liz e eden bir varlığı öldürm e­ yi dileyebilirim .”20

Sonuç Foucault, B utler ve Levinas’ın k u ram sa llaştırm ala rı, homofobiyi veya homofobileri neyin teşkil ettiği üzerin e düşünceye önem li b ir katkıda bulunabilir. T eresanın psikoterapideki çalışm asın ın su n u m u n u n da vurguladığı üzere, bilinçli ve bilinçdışı hom ofobi veya hom ofobiler deneyim leri, çocukluğun­ dan itibaren cinselliğini yaşadığı bir dizi iç içe geçm iş söylem ta ra fın d a n şe­ killenir. T eresanın Luigi’n in hom oseksüelliği üzerin e çağrışım ları, farklı an ­ larda ortaya çıkan diğer bilinçdışı meselelerle ilişkili olarak yer değiştirir. Teresanın hom ofobisinde aynı zam anda Levinas’ın kavram sallaştırdığı şek­ liyle B aşkaya yönelik derin b ir korku da içerilir. T eresanın hom ofobisinin al­ dığı biçim ler ona özgüdür a m a onun sosyo-tarihsel bağlam ında yerleşiklik­ lerine d air düşüncelerim , hom ofobinin çeşitli kolektif tezahürlerinde kayde­ dilmiş o lan lar üzerine yapılacak yorum lara yol gösterebilir. İngilizceden çeviren: Şeyda Öztürk

20 Levinas, Totality and Infinity, s. 198.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer Kuramın Olasılığı Üzerine* CLAIRE COLEBROOK

Queer k u ra m queer o lm anın ne dem ek olduğu üzerine bir düşünce sistem i inidir, yoksa queer \\k k u ram geliştirm e yöntem lerim izi değiştiren b ir kav­ ram m ıdır? B ir yandan, k u ra m kavram ı in sa n kavram ıyla k açınılm az şe­ kilde iç içe geçm iş gibidir: İnsan, esası ya d a gerçekten olanı sezm e kabi­ liyetine sahip b ir ru h u olan rasyonel hayvandır.1 Diğer yandan, gerçek bir kuram olasılığına -y an i n o rm a tif bir düşünce im gesi olm aksızın d ü şü n m e­ ye- giden yol ancak T a n rın ın ve ard ın d a n " in s a n ’ın ölümüyle açılabilm iş gibi g örünür.2 Deleuze, -n o rm a tif “insan” im gesinde gerçek b ir k ırılm aya yol aç an - hak ik i düşünce ve hak ik i k u ram ın hem anlam , hakikat ve soru n ları ortaya ç ık a ra n temele d a ir b ir sezgiyi kapsam ası hem de k u ra m ın sın ırla rı­ nı çizen öze ya da özneye s ırtın ı fazlaca dayayan aşkıncı sorgulam a vaadini yerine getirebilm esi gerektiğini ileri sürm ektedir. Büyük rağbet gören basit bir anti-hüm anizm k an ısın ın aksine Deleuze, esaslara, ebedi olana, yarad ılı­ şa ve tem ellere d a ir sezgiyi basitçe reddetm ez; ta m tersine, onun çalışm ala­ rını en iyi, hakiki ya da ü s tü n b ir aşkıncılık lehine b ir a rg ü m an o larak göre­ rek anlayabiliriz. Söz konusu arg ü m a n hem K antçı eleştiri biçim lerinin hem de popüler topluluk ve so rgulam a k av ram ların ın sürekliliğini sağladığı kalıntısal h ü m an iz m in ötesinde b ir düşünce biçim ini tem sil eder.3 Nigianni Chrysanthi ve Merl Storr (Ed.), Deleuze and Queer Theory, Edinburgh: Edinburgh University Press, 2009, s. 11-23. 1 Irwin, T. H., Aristotle’s First Principles, Oxford: Clarendon, 1988. 2 Deleuze, G., Difference and Repetition, Qcv.: Paul Patton, Londra: Athlone, 1994, s. 109. 3 Age., s. 197.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Claire Colebrook

K ant-sonrası düşünce, h er ne k a d a r m etafiziği tem ellendirecek m etafiziksel b ir d ışa rı veya “öte" fik rin i terk etse de, düşünceyi kendi içinden ye­ nilem e olasılığını m uhafaza etm iştir.4 M odernitede özlere d air b ir sezgi ola­ rak theoria fik rin i terk etm iş olsak dahi, yine de eleştiriye olan b ağ lılığım ı­ zı kısm en ay akta tutm ayı b aşarabiliriz: B unun yolu du ru m u m u za d a ir içeri­ den bir so rg u lam ad an geçm ektedir.5 İçeriden sorgulam aya böylesi b ir bağ­ lılık beslem e ya da ironik b ir tu tu m benim sem e durum unda, queer k u ra ­ m ın değerlerinin genel olarak m odernité sonrası (post-modern), in sa n son­ rası (post-hum an) ve m etafizik sonrası (post-m etaphysical) tu tu m u n değer­ leri olacağı sonucuna v arm am ıza neden olabilir. K onum lanm ışlığım ız, ta ­ nım ı gereği n o rm a l ve n o rm atif olan olarak kabul ediliyorsa, o halde aşikâr, sorgulanam az ve temel gibi görülenden ayrılm a veya onu sa p tırm a çabası olan k u ram haddizatında, özü itibarıyla queer’dir. Queer kuram için bu tü r­ den bir ta n ım ı kabul etmek, bu girişim i hem z a ra r verici hem de izafi kıl­ m ak a n la m ın a gelir; queer k u ra m daim a n orm al olanı rahatsız etm eye de­ vam edecektir ve eğer bir gün hom oseksüellik ve biseksüellik m eşru toplum ­ sal m odeller haline gelirse, b u queer in işinin bittiği an lam ın a değil, aksi­ ne, zem ininin başka yöne kaydığı a n lam ın a gelir: İçsel bir ik tid ara sahip ol­ m aksızın, kabul görm üş no rm allik ve norm atifliği sorgulam ayı sürdürecek­ tir. Bu m akalem de ele alm ak istediğim de, queer k u ra m ın d ah a az m enfi bir form ülasyonu; doğal tu tu m a olan eleştirel m esafeden ziyade özlerin sezgi­ siyle ilgili b ir form ülasyon. M odernitede kuram sal b ak ış açısına ilişkin düşünm enin iki yolu vardır. Birincisi eleştireldir. K ant’ın "K opernik devrim i’nden sonra h içbir yerden bakışın m ü m k ü n olm adığını gördük. Bir dünyada yaşam ak ya d a o dünya­ yı deneyim lem ek için, söz konusu dünyayla a ra m ız d a bir bilgi veya algı iliş­ kisi olm ası ş a rttır; dolayısıyla alım landığı b a ğ ın tıla rın dışında varolan bir şeye d air herhangi bir sezgi olam az.6 B ütün kavram larım ız sezgilenen bir dünyaya dairdir ve bütün sezgilerim iz de kavram sal olarak an lam lı ve dü­ zenli bir şekilde biçim lenm iştir. Bu nedenle K an t kuram sal bilgiyi kavram ­ ların biçim lendirici gücü ve sezginin ahm iayıcı gücüyle elde edilen b ir şej 4 O’Neill, O., Constructions of Reason: Explorations of Kant’s Practical Philosophy, Cambrid ge: Cambridge University Press, 1989. 5 Habermas, J., Postmetaphysical Thinking: Philosophical Essays, Çev.: William Mark Hohen garten, Cambridge, MA: MIT Press, 1992. 6 Langton, R., Kantian Humility: Our Ignorance of Things in Themselves, Oxford: Clarendor Press, 1998.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer Kuramın Olasılığı Üzerine

olarak tan ım la r. Deneyim in ötesinde olduğu farz edilen bir tem ele veya ya­ saya d a ir k u ram sal bilgi elde etm ek m ü m k ü n değildir; çünkü bilm ek, ken­ dinden b a şk a b ir şeyle ilişki kurm ak, onu k av ram sallaştırm ak dem ektir. De­ neyime d ayanak o luşturan b ir şeye d air b ir k u ra m olm ası m ü m k ü n değildir; kuram ta n ım ı gereği daim a konum lanm ış, bağ m tısal ve tem ellendirilm iştir. Ancak, k u ra m ın konum um uzun koşulları üzerin e düşünm esi m ü m k ü n d ü r ve bu d u ru m u n da bilinebilir sonuçlardan çok tatbikî sonuçları olur. Deneyi­ m in ötesinde sezilebilir b ir yasa olm ası m ü m k ü n değilse, kendim iz için bir yasa o lu ştu rm a k zorunda k a lırız .7 Zaten d aim a tem ellenm iş olduğum uz için bir tem elden ya da day an ak tan m edet um m am ız m üm kün değildir. K uram bize yalnızca düşünce ve deneyim dâhilinde var olduğum uzu söyleyebilir. G elgeldim tatbikî anlam da, deneyim d âh ilin d e yerleşm işliğim izin ta n ın ­ m ası rad ik al b ir tem eldencilik karşıtlığına yol verir. Bir yasa ya d a tem el ol­ m adığı z a m a n kendi kendim ize yasa y aratm am ız gerekir, bu yasa d a bir te ­ mele o tu rm a d ığ ın d an -ç ü n k ü deneyim in ötesinde bir konum noktası yok­ tu r - yasayı tem sil edebilecek b ir bakış açısı d a oluşm az. Kişi kendine bir yasa oluşturm alıdır. B unun sonucunda liberalizm esasen eleştirel ve düşünüm sel b ir etik olm a özelliğini korur. Her ne k a d a r kişi daim a yerleşm iş du­ ru m d a olsa da, prensipte herhangi bir başka özne ta ra fın d a n kabul edilebi­ lecek b ir yasa tahayyül etm ek için çabalam alıdır; kişi ne kendini istisna ola­ rak görm eli (örneğin daha iyi bildiğini öne sürüp, evrensel sayılabilecek bir biçimde harek et etmeyerek) ne de kendi tayin edilm iş tercihlerini diğerleri­ ne dayatm alıdır. E tik açıdan bakacak olursak, istencin nesnesi istençle u la­ şılabilecek şeydir ancak.8 Yerleşm işliğin eleştirel b ir gözle ta n ın m a sı fem i­ nizm için olduğu gibi rad ik al siyaset için de fayda sağlam ıştır. K im se kendi kaderini tayin hak k ın d an m u af b ırakılam adığı gibi, gayrim eşru am pirik ta ­ lepleri olduğu nedeniyle ak lın kam usal alanı d ışın d a tutulam az. Bu nedenle M ary W ollstonecraft9 k a d ın la rın akıl y ürütm e san atın d a erkeklerden daha az yetenekli olduklarını b ilm enin yolu olm adığını ileri sürm üştü; k a d ın la rın eğitim ve ta rtış m a n ın d ışın d a bırakılm ası söz konusu olam azdı, çü n k ü eğer akıl yü rü tm e diye bir yeti v arsa bize düşen sadece onu gücünün son nokta­ sına ulaşıncaya dek geliştirm ektir. Özneyi “dayatılm ış vesayet "ten, özerkliğe 7 O’Neill, age. 8 Kant, I., Foundations o f the Metaphysics o f Morals and, What is Enlightenment, Çev.: Lewis White Beck, 2. Basım, New York: Macmillan, 1990. 9 Wollstonecraft, M., A Vindication o f the Rights o f Woman, Ed. Carol H. Poston, New York: Norton, 1975.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

215


2 1 6 : Claire Colebrook

ve kendine yasa tayin etmeye ilişkin vasati değerlerden k u rta ran , ta m d a te­ m ellerin var olm ayışı ve k u ram ı kendi konum landırılm ışlığım ızdan başka bir yere kurabilm em izin im kânsız oluşudur.10 Kantçı liberal anti-tem eldenciliğin yanı sıra, m odern siyaset k u ra m ı oluş­ turabilm e olasılığının bir diğer yolu cem aatçilikten geçm ektedir. B u m odel­ de hiçbir yerden bakış söz konusu olam az, am a kendi kendini k u ra n rasyo­ nel bireye yönelik liberal çağrı m eşru bir kalkış noktası olarak işlev göre­ mez. M odernitenin özeleştiri yapabilen özerk özne ideali de dâhil olm ak üze­ re benlikler ötekiler üzerinden kurulur. Kişi yalnızca ilişkileri üzerin d en bir benliğe sahip olur; bir benlik olm ak kişinin kendini zam an içinde ta n ın a b i­ lir, şu ya da bu karaktere sahip biçim de tesis etm esini gerektirir. B u tü rd en b ir tan ım a için de ötekilerin olm ası şarttır, hem kişi şu anda olduğu haliy­ le tanınabilsin diye hem de k işin in insan o lm anın ne demek olduğunu an ­ lam asını sağlayan bir norm lar, gelenekler, beklentiler ve a n la tıla r bağlam ı bulunabilm esi için. Bu cem aatçi m odelde k u ram salt formel bir sü reç ü ret­ mek am acıyla kişinin tikelliğinden soyutlam a biçim ini alm az. K u ram ken­ dini evrensel tem ellendirilm em iş akim taleplerinden m uaf tu tm ak isteyen­ lerin düzenlem esi değildir. K u ram tayin edilm iş n o rm la r üzerine düşünüm dü r ve genelde çelişkileri ve tikelliği sınırlam akla değil, kurucu (am a birbiriyle uyuşm az) değerlerin çelişkisi öne çıkarıldığı zam an m eydana gelen kül­ türel a n lara ciddi b ir ilgi yöneltm ekle m üm kün hale gelir. Özerklik, yani ki­ şinin kendine tayin ettiği y asad an başka bir yasaya bel bağlam am a hali, li­ beral anti-tem eldenciliğin kilit değeriyse, cem aatçiliğin kilit değeri de ta n ı­ m adır. Her iki değer de k u ram sal m üşkülatın görülm esiyle ortaya çıkar: Ya­ şam ak ya da b ir benlik olm ak b ir yasaya sahip olm ak demektir, a m a bu tü r­ den bir yasanın bilinm esi veya sezilm esi m üm kün değildir. Özerklik, m ü şte­ rek kurucu b ir y asanın olm am ası halinde kişinin kendini nasıl denetlem esi gerektiğini sorar; tanım a, bu tü rd e n m üşterek y a sala rın kom ünal, tarih se l ve kültürel açıdan nasıl k u ru ld u ğ u n a bakar. Judith B utler'ın çalışm aları, en başından itibaren m odern k u ra m ın bu ku­ ru cu değerlerinin gücünü b arın d ırm ıştır. Benlik b ir yandan bilinebilir bir töz olarak verili değildir, icra edilm eli (perform) ya da eylem üzerinden ken­ dine verili hale gelmelidir. Öte yandan, bu tü rd en b ir kendine-verili olm a ya da icra etm e ancak ötekiler ve ta n ım a üzerinden m üm kündür. Bu nedenledir 10 Kant, age.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer Kuramın Olasılığı Üzerine

ki, B utler’m çalışm aları queer siyasete hizm et eden b ir yirm inci yüzyıl k u ra ­ mı seferberliğinden ziyade queer bedeni örnek niteliğinde ele alan b ir kuram üzerine kuruludur. B unun sebebi de, özerklik ve ta n ım a arasın d a özsel gerili­ mi ifşa edenin queer beden olm asıdır. Kişi çeşitli perform anslara k a rşılık ge­ len bir özne olarak tan ınm alı, am a aynı z am an d a salt perform ansa indirgen­ meyen b ir benlik olm alıdır; an cak böyle bir d u ru m d a eylemler, tu tarlı, ken­ dini biçim lendiren şu ya da bu öznenin edim leri olarak a n la şılır b ir şekilde konum landırılabilir. Bir benlik olm ak için k işin in bir norm u benim sem esi gerekir; şu ya da bu özne o larak tan ın ab ilir olm alıdır. Bir benlik olm a koşu­ lu -yani k işin in zam an içinde aynı kalm ası gerekliliği- belirli b ir yinelenebilirliği gerektirir: K işinin olduğu şey tekrarlanabilm en veya idam e ettirilebilmelidir. B enliğin m aruz kaldığı çeşitli p erform ans ve eylemler, belli b ir varlık tarzı ya d a m invalinin tek ra rla rı olarak tanınabilm elidir. Toplum sal cinsiyet, birbirinden ayrı pek çok perfo rm an sın şu ya da b u cinsel öznenin farklılıkla­ rı halinde tanınabildiği yollardan biridir; eğer kişinin eylemleri söz konusu yinelenebilirliği taşım ıyorsa, b ir özne olarak tan ın a m a z . Aynı zam anda, ben­ lik yalnızca kendini tan ın a b ilir b ir benlik olarak icra ettiği z a m a n var ola­ bildiğinden, kişi yalnızca p erfo rm an sların a indirgenm em elidir. E ğer perfor­ m anslar norm atif, an laşılır ve okunabilirse, o halde kişi diğer ta n ın m ış her tü r eylem inin ötesinde ve üzerinde var olan b ir cinsel özne olarak tanınabilir. Tanınm ayı talep eden benlik, ta m da tan ın m a iddiası taşıdığından, hiçbir za­ m an aracılığıyla konuştuğu ve icra ettiği norm ya da sisteme indirgenem ez. N orm un tek ra rla rın d a farklılık ya da sapm a m eydana gelmezse, kişi o nor­ m a karşılık gelen, o norm u icra eden bir özne olam az. K uram , o halde, (nor­ ma) tabi olm a ve harekete geçm e arasın d a esas itibarıyla bu lu n an kaçınılm az gerilim i devam ettirir: N orm varlığını yalnızca, farklılıkları ve değişkenlikle­ ri de beraberinde getiren çeşitli perform anslar aracılığıyla devam ettirebilir. Pek çok a çıd an B utler’ın ç alışm aların ı hem kültürel incelem elerde önvarsayılan m üphem benlik m odeline örnek hem de kim lik siyasetinin te ­ mel d a y a n ak la rın a yöneltilm iş eleştirel b ir göz o larak algılam ak m üm kün. Bir y an d an kişi yalnızca tan ın a b ile n bir kim lik aracılığıyla ben lik olabilir­ ken, diğer y an d an bu kim liğin perform ansı aynı zam anda kendi destabilizasyonu ve olası (am a kaçın ılm az olarak yol açm adığı) feshinin koşuludur. Bu tü rd en b ir kuram , k ültürel incelem elerdeki klasik tem sil problem leri va­ sıtasıyla d ü şü n m en in yolunu açar. Siyasal k im lik im gelerini n a sıl yargıla­ rız? Bir y a n d a n belli g ru p la rın m edyadaki b asm ak alıp tem sillerinin yerleş­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

217


2 1 8 : Claire Colebrook

m iş n o rm la rı kuvvetlendirdiğini, kendi benliğini tesis etm esini engelledi­ ğini ve bu n o rm la rın d ışın d a k a la n öznelerin ta n ın m a sın a izin verm ediği­ ni ileri sürebiliriz. Öte yandan, k işin in benliğini ex nihilo yaratm ası bekle­ nemez. B utler’ın tem sil p o litik a ların a cevabı iyi ve kötü tem siller a ra sın d a yargılam ada bulunm ak, sahici olanı dayatılm ış o lan d an ayırm ak değildir. Aksine, bizzat tem sil koşulları k işin in ancak b ir n o rm u n yinelenm esi saye­ sinde bir ben lik olabileceği ve aynı zam anda b u yinelem enin özü gereği qu­ eer olacağı b ir siyasete yol açacaktır. Queer ta n ın m a n ın ve b enliğin radikal bir biçim de d ışın d a ya da ötesinde değildir; İn san î (dil, toplum sal cinsiyet, yönetim, sem bolik düzen n o rm la rı dâhilinde) b ir şey olarak du y u lm a tale­ binde b u lu n u rk en aynı z a m a n d a n orm atif m atrisi de saptırır. B u tler'in ilk z am an lard a h a ra re tle ele aldığı p aro d i ve drag m eselesi h ak k ın d a belki de çok şey söylendi,11 ancak y a z a rın b ü tü n eserleri, benliğin ta n ın m a sın a vesi­ le olanın da, feshine sebep o lan ın da bir no rm u n gerekli tekrarı olduğu fikri üstüne k u ru lu d u r. Queer o lara k icra etm ek dem ek, o an a dek k ü ltü rel ta n ı­ m a sın ırla rın ı a şa n bir şey için ta n ın m a talep etm ek ve ta n ın m a h a lin i de­ vam ettirm ek dem ektir. Dolayısıyla, queer hem -k a d ın ya da erkek olarak ta ­ n ın m a k la - n o rm a iştirak eden hem de tan ın d ığ ı k ad ın ya da erkek hali heteroseksüel m atrisin a rz u la rın ı yan sıtm ad ığ ın d an bu norm u istik rarsızlaştıra n bir şeydir. Bu nedenle B utler'in k u ram ı kim lik siyasetinin (sorunlu bir biçim de olsa da) sürdürülm esine m ahal verm ektedir; kişinin kendini şu ya d a bu özne olarak ortaya koyarak ta n ın m a talebinde b u lunm ası toplum sal sistem açı­ sından da gereklidir, çünkü beraberinde sistem e ihtiyaç duyduğu d in am iz­ m i getirir. Aynı zam anda, kim lik siyaseti queer olarak tan ın m alıd ır: Kişi hâlih azırd a ta n ın m ış olan b ir başkasından fark ın ı ortaya koym uyordun H addizatında farklılığı ortaya koyuyordur: Kişi, te k ra r yoluyla, farklı bir yaratım ve perfo rm an sta bulun d u ğ u sürece b ir benliktir. Özdeşliğin koşu­ lu farklılıktır, an cak Butler a göre b u tekrarlayan b ir fark olm alıdır. Töz veya özne olduktan sonra zam an ve farklılığa m aru z k alınm ası söz konusu değil­ dir; öznenin farz edilm esini sağlayan, farklılık a rz eden bu eylem in te k ra rı­ dır. K uram , perform atif farklılık koşullarının ta n ın m a sıd ır ve bu ta n ın m a sayesinde kişi istikrarlı ve koşullayan olduğu varsayılan norm un kendisinin koşullu olarak tan ın m asın ı m ü m k ü n kılabilir. 11 Bersani, L., Hornos, Cambridge, MA: Harvard University Press, 1995.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer Kuramın Olasılığı Üzerine

K im lik siyasetinin eleştirel m uhafazasına izin veren tekrarlayan farklı­ lık m odeline karşılık, Gilles Deleuze b ir pozitif farklılık k uram ı sunar. PostHegelci tekrarlayan farklılık modeliyle Deleuze’ü n farklılık anlayışı a ra sın ­ daki ayrım ı an lam ak açısın d an ilişkilerin sta tü sü n ü n kritik önem i vardır. Hegel üzerine ilk çalışm aların d a Butler, Hegel’in içsel ilişkilere d a ir eleştiri­ sini açıklar: E ğer ilişkiler içsel olsaydı herhangi bir varlığın dünyayla ilişkilenm e biçim i önceden belirlenm iş olur, dolayısıyla o varlığın k arşılaşm ala­ rı, yolculukları ve etkileşim leri sadece varlığın aslında ne olduğunu ortaya çık arırd ı.12 B una karşılık, Hegel bir şeyin yalnızca ilişkileri içinde varolduğu­ nu savunur; varlıkların (h atta b ir Varlığın) d a h a sonra farklılıklarla k arşılaş­ m ası gibi b ir du ru m u n söz konusu olm adığını söyler. Daha ziyade, istik ra r ve tan ın m a n o k taların ın ortaya çıktığı farklılık veya ilişkisellik söz konusudur. M utlak bilinç işte bu farklılık gösteren (ya da kendiyle aynı olmayan) kendi­ ni tan ım a halidir. Bu, ilişkisellikle ku ru lan b ir ilişki, kendine olan m esafe ve kendiyle arasın d ak i farktan başka bir şey olm adığının ayırdında olan bir bi­ linçtir. H erhangi bir varlığın kendi dünyasını belirlem esi ya da kendine bir dünya su n m ası söz konusu olm adığından içsel ilişkiler konusunu ardım ızda bıraktığım ızı söyleyebiliriz. B urada daha ziyade terim ler a ra sın d a herhangi bir tikel ilişki ya da farka izin veren ilişkilerin gözler önüne serilm esi söz ko­ nusudur; bilinç yalnızca kişinin kendinin ilişkisellikten başka b ir şey olm a­ dığını tan ım a sı halidir. B ir şeyin ne olduğunun - b ir şeyi o şey y ap an ın h a n ­ gi şey o ld u ğ u n u n - özü o şeyin varlığında, edim selleşm esinde ya da kendini şu ya da b u ilişki kom pleksinde tesis etm e biçim indedir. Butler ilişkilerin bir fark ve te k ra r süreci içinde üretildiği fikrine olan bağlılığını h alen sü rd ü r­ m ektedir. B ir şeyin bir şey olarak tanım lanabilm esi, zam an içinde tekrar­ lanm asına bağlıdır, ancak h er tek ra r aynı zam an d a bir farkı, tek olmamayı da beraberinde getirir; kendisi olarak kalan benlik daim a olm adığı şeye tabi olur, onun tara fın d a n olum suzlanır. Deleuze de ilişkilerin terim lere dışsal ol­ duğunu vurgular. Ancak, Deleuze bir farklılaşm a sistem i ya da biçim inin ger­ çeği veya varlığın gücüllüğünü tüketm esine izin vermez. K endine yeten te ­ rim ler ilişkilere yol açm adığından, Deleuze her karşılaşm ada hem yinelenen terim i hem de her terim de yerleşik olan farklılığı üretm ek üzere edim selleşen pozitif b ir sanal düzlem ya d a diğer bir deyişle “saf geçmiş" öngürür. Deleu­ ze asim etrik, pozitif ve birey-öncesi (pre-individual) olan farklılık ve tekrar 12 Butler, J., Subjects o f Desire: Hegelian Reflections in Twentieth-Century France, New York: Columbia University Press, 1987, s. 35.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

219


220 : Claire Colebrook

sentezlerini b u lm a arayışm dadır. Deleuze, Difference and Repetition (Fark ve Tekrar) kitabında aktif sentezleyen öznenin {active synthesising subject) tesi­ sine ilişkin iki önem li noktaya değinir. Birincisi, tekrar eden ve dünyayla iliş­ kilerin k u ru lm a sın ın çıkış noktası olan benlik, pasif, birey-öncesi sentezler üzerine tem ellenm iştir: Eyleyen birey her biri b ir k arşılaşm adan etkilenm iş binlerce m inik egodan m üteşekkildir. Dolayısıyla, duyum sam ayı alım lam ası ve bir dünya oluşturm ası gereken, benlik değildir; çü n k ü duyum sam alar za­ ten yoğun k a rşılaşm aların ya d a sentezlerin sonucudur. Ayrıca yoğunluğun sentezi de kendi denginin zam an içinde yinelenm iş hali -b u uzam sal varlı­ ğın veya niteliğin idam esi- değil, yoğunluğun, te k ra rın ın her an ın d a kendin­ den farklı olduğu asim etrik bir sentezdir. Benlikte kendini aktif b ir biçim de yineleyen b ir “B en”den ("I”) önce, niteliksel bir ilişkinin tesisi, b ir yoğunlu­ ğun göz önüne serilm esi halinde olan “göz” (“eye”) vardır. "Göz”, ışık proble­ m ini örgütleyen pasif bir sentezin sonucudur ve (yoğunluk anlam ında) ışık da öteki ilişkiler ve öteki niteliklerle ortaya çıkabilir ya da açım lanabilir: öyle ki, Deleuze’e göre, organlarım ızın her biri, pek fazla belirleyici veri a lm asa da karşılaştığı yoğunluklara nitelik k azan d ıran tem aşalı ruhlardır: Pasif benlik basitçe alırlıkla {receptivity) -yani duyumsamaları deneyimleme kapasitesi aracılığıyla- değil, duyumsamalardan önce bizzat organiz­ mayı inşa eden sıkışabilir temaşanın {contractile contemplation) gücüyle tanımlanır. [. ..] Nerede gizliden gizliye bir temaşa tesis edilmişse, nerede bir yerdeki tekrar işlevlerinden bir fark çıkartma kabiliyetine sahip bir sı­ kışma {contraction) mekanizması varsa orada bir benlik vardır. Benlik de­ ğişime uğramaz, bilakis kendisi bir değişimdir bu terimle belirtilen tam da ortaya koyulan olan farktır. Nihayet, kişi sahip olduğudur sadece: var­ lık ya da diğer bir deyişle pasif benlik sahip olmakla biçimlenir. Her sıkış­ ma bir varsayım, bir iddiadır yani bir beklenti hakkı ya da sıkıştırdığı şeye dair bir hak tanır ve nesnesi kaçtığı anda çözülür.13

İkincisi, benlik te k ra r eden değişim lerden başka b ir şey değilken; te k ra rla ­ n a n şey asıl, var olan, m addi ya d a yalın "şim di” değil - b ir bireyin başına gel­ m ez- saf geçm iştir. Her olay saf b ir gücüllüğün edim selleşm esi, her şim d in in tek ra r ettiği m üstakbel bir güçtür. Bireyin gerçekliğini teşkil eden b ü tü n nes­

13 Deleuze, age., s. 100.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer Kuramın Olasılığı Üzerine

neler, asla ta m olarak mevcut olm ayan bir dizi b aşk a sanal nesnenin etkisi al­ tındadır; b u n la r psişik, arzu edilen ya da tahayyül edilen nesneler de değildir. Sanal bir nesne herhangi b ir m addi nesnel birey grubunu, benliğin ötesinde bir tem aşaya, bedenin alışageldiği zam an ın ötesinde saf bir yoğunluğa ve psişenin a n ım sa n a n zam anına açar. H azzın ötesi -y a d a b ir dizi a rz u la n a n nes­ ne dolayım ıyla bireyin yaptığı ta n ım - belirlenem ez b ir olum suzluk veya fark­ lılaşm am ış b ir “öte” değildir. Deleuze, psikanalizin hazzın “öte’sini ölüm ile yaşam ve benlik ile benliğin cansız b ir m adde haline dönm esi a ra sın d ak i te ­ zatta tem ellendirm esine karşı çıkar. B unun yerine, edim selleşen h e r şim di­ de tekrarlanan, sanal, bitim siz, yoğun, birey-öncesi ve pozitif bir saf geçm iş­ te ısrar eder. E ğer birey pek çok sayıda organize, edim sel ve hayata hizm et eden -kendim den başka olarak kabul ettiğim ve kendisine doğru yönlendiril­ diğim - nesnelleştirm eler halinde görünüyorsa, b u n u n nedeni bireyin b ir dizi sanal nesne üzerine tem ellenm iş olm asıdır. Bu san al nesneler geçm işe iliş­ kin saf parçacıklardan, fra g m an la rd a n m eydana gelir: Asla “şim di”de olm a­ yan ve var olm ayan am a daim a kendinden noksan olan ve direten b ir geçm iş.14 B una som utluk k a z an d ırm a k için, edim selleşm iş, mevcut, eyleyen, tek­ rar eden herh an g i bir öznenin -y a n i kendini ötekilere karşı (özerk) ve öte­ kiler üzerin d en (tanınm a) tan ım la y a n b e n liğ in - önkoşulunun kişilik-öncesi (pre-personal) diziler olduğunu belirtebiliriz. D eleuze'ün etik ve politikası­ nın am acı, bu dizileri çözüm lem ek, olum lam ak ve açm aktır. E n önem lisi, kuram ile hayat ve k u ram ın in san lığ ı söz konusu olduğunda, Deleuze b ir te ­ mel veya k a ra n lık bir öncü o luşum un önem ini ısra rla vurgular. H erhangi iki y a n k ıla n an fark dizisi - b ir d ilin fark lılık ları ve bedensel k im liklerim iz­ deki fark lılık lar gib i- birb irin i y a n k ıla r ve zorlam alı hareketi a n cak b ir "ka­ ranlık öncü oluşum ” ya da tem el aracılığıyla deneyim leyebilir. Dolayısıyla “Ben" diyen ve in san dili k onuşan benliğin kendini düşünen, a k tif ve örgüt­ lü insan organizm asıyla koordine olm ası için, o rta d a sessiz, önerilm em iş, karar verilm em iş, pasif bir tem el ya da kendinin önerilem eyeceğine d a ir bir duyu olm ası gerekir. Fark ve Tekrarın büyük b ir bölüm ü, felsefi kavram ­ lar dizisini -b en lik , “Ben”, h akikat, kim lik ve ta n ın m a - dengede olm a h a li­ ni sürdürm eye yönlendirilm iş b ir in san topluluğuyla b ir araya getiren tem ­ sil ve k im lik k a v ram ların a ilişkin sessiz ö nvarsayım lar üzerine d ü şü n m e ça­ basıyla yazılm ıştır. 14 Age., s. 124-125.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

221


Claire Colebrook

Deleuze’e göre, in sa n ın ötesine geçerek düşünm ek, Fark ve Tekrar da b ir yaşam ın “ötesi” ve kendini idam e ettirm e hazzı o lara k tasv ir ettiği zorla­ m alı harekete gereksinim d uym aktadır: Bu "öte” “ölüm ”dür, ancak y a şa ­ m a ve E ro sa k a rş ıt olan bir ölüm söz konusu değildir. T hanatos’u n n ’inci kuvvetine ta şın m ış olan Eros o lduğunu ileri sürer: Cinsellikten a rın d ırıl­ m ış veya safi sa n a l ve insandışı k ılın m ış hali. S af yoğunluğun k a rş ım ı­ za çıkacağı tek yer burasıdır. B ir b a şk a benliği (erotik açıdan) seven ben lik veya “Ben”, zaten sa n al ve öznelerarası bir nesneler dizisin in etkisidir. Ö r­ neğin fallus da b u tü rd e n bir san al nesnedir; a rz u la rı ve bedenleri, edim sel ve tekil k a rşıla şm a la rın d a n önce düzenler. Deleuze b u ra d a ve D uyum sam a­ nın M antığında aynı zam anda d izilerin y a n k ıla n m a sın a izin veren rastgele nesneye de gönderm ede bulunur. Dolayısıyla, “b e n ”in “sen”i sevebilm esi ya da tanıyabilm esinden önce, a lg ılarım ız k a rşıla şm am ız ın duyum sanm asıyla zaten önceden sentezlenm iştir: İn sa n olarak, aşk olarak, ta n ın a n bir beden olarak görülene ilişkin b ir du y u m san m a ya d a yönelim m evcuttur. Deleuze’e göre b u san al düzlem dilsel değildir, çü n k ü h ad d izatın d a dil b e ­ denleri ancak yoğun ve duygusal b ir biçim de organize edilip sentezlenm elerin in a rd ın d a n organize edebilecek güce sahiptir. D üşünm enin ya d a k u ­ ra m ın asıl am acı, ilişkilerin ve d u y g u lan ım ların belirlendiği tekil n o k tala ­ r a geri dönm ektir. Büyük gürültülü olayların ardında küçük sessiz olaylar vardır, tıpkı doğal ışığın ardında minik îdea pırıltılarının olması gibi. Evrensellik genel öner­ melerin ötesindeyken, tekillik de tikel önermelerin ötesindedir. Problematik Îdealar basit özler değil, çokluklar veya ilişkilerden ve birbirine karşı­ lık gelen tekilliklerden oluşan komplekslerdir.15

“Ben” diyen her birey ya da benlik nasıl olur da kendine ait olm ayan ve b a ş­ ka türlü de tekrarlanabilecek duygulanım lardan, k a rşılaşm alard an ve yo­ ğu n lu k lard an oluşan bir sanal diziyi tekrarlayıp değiştirebilir? Yinelemeli farka karşı -k i b u fark da kendi diziselliği dışında h içb ir varlığı olm ayan ya da sadece z am an içinde aynının idam e ettirilm esi yoluyla tekrarlayanı ü re ­ ten bir varlığın te k ra rıd ır- sanal o lan ın tüm yoğunluğuyla pozitif d ire tm e ­ sindeki önem e işa re t eder. 15 Age., s. 203.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer Kuramın Olasılığı Üzerine

Genetik a la n ın d a n bir örnek verm em iz gerekirse, tekrarlayan fark ın bize kendini tekrarlayarak değişim e ve m odifikasyona m a ru z kalan b ir organiz­ ma fikrini verdiğini söyleyebiliriz; b u şekilde her nesil ya da diğer tü rlü ifade edecek olursak kopya, beraberinde d a h a fazla istik rarsızlık ve b aşk alık geti­ recektir. Deleuze’ü n pozitif farkı, b ir bireydeki her m odifikasyonun m ikroalgılar ya da k a rşıla şm ala r sonucunda gerçekleştiğini ortaya koyar: B enlik kendini tek ra rla m a d a n önce yoğunlukların ya da saf niteliklerin te k ra rı ger­ çekleşir. Ö rneğin vücudum daki b ir v irüs farklı b ir organizm a değil de fark11 bir gücüllük -yeni bir virüs ya d a vücudum un hareketliliğine (eylemde b u ­ lunm a biçim lerim e değil, üzerim de eylemde b u lu n u lm a biçim lerine) etki edecek bir organ m odifikasyonu- oluşturacak şekilde tek ra r edebilir. Fark belirli bir niteliğin tek rarlam asın d an ileri gelmez, gücün ilişkiler y aratm ak ve bağ lan tılar üretm ek üzere sonsuz geri dönüşü vasıtasıyla oluşur. Som ut­ laştırm ak gerekirse, b u rad a konu ettiğim iz fark fikrinde seleksiyon yoluyla m odifikasyon geçiren bir organizm a söz konusu değildir, organizm ayı atla­ yıp bünyeler a ra sın d a bağlantı k u ra ra k düzenli bünyeyi bozan b ir bireyleş­ me ve seleksiyon vardır: Ben ve Benlik belki de bir türü belirtmekten öte bir anlam taşımamakta­ dır: Bölümlere ayrılmış bir tür olarak insanlığı göstermektedir. [. . .] Do­ layısıyla Ben bir tür değildir, daha çok - türlerin ve çeşitlerin bariz bir bi­ çimde geliştirdiği şeyi, yani formun temsil edilen oluşumunu dolaylı ola­ rak içermesinden ötürü - yazgılarının aynı olduğunu söyleyebiliriz, Eudo­ xus ve Epistemon. Bireyleşmeninse, tam aksine, belirlenim halindeki tür­ lerin süregelen süreciyle hiçbir ilgisi yoktur, ileride göreceğimiz üzere, ön­ ceden vuku bulur ve diğerini olası kılar. Bireyleşme, artık ne Ben ne de Benlik formlarına bürünen akışkan yoğun faktörlerin bulunduğu alanları da içerir. Bu türden bir bireyleşme, bütün formların ardında işlediğinden, yüzeye taşıdığı ve peşinden götürdüğü saf temelden ayrılamaz haldedir.16

Politik terim ler çerçevesinde de yineleyen ve pozitif te k ra rı b irb irin d en ayırt etm ek m üm kün. Butler, bireyin ex nihilo var olam ayacağını, yalnızca te k ra r edip m odifiye ettiği bir öteki ü zerin d en benlik olabileceğini iler sürer. Dola­ yısıyla, örneğin, queer bir özne olduğunu iddia etm ek -evlilik ve toplum sal cinsiyet gib i- belli başlı n o rm a tif pratikleri de h a k olarak talep etm ek an16 Age., s. 190.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

223


224 : Claire Colebrook

lam m dadır, bu d a benliği uzlaşm aya ve tan ın m ay a tabi kılarak n o rm a lle ş­ tirm e etkisi y aratır. B ir yere k a d a r b ü tü n p o litik a ların queer p o litik a lar ol­ duğunu ya d a b ü tü n p o litik aların benliğin geçirdiği te k ra rla rın derecele­ riyle benliğin etki edebileceği no rm atiflik ten sa p m a n ın veya fark lılaşm a­ n ın m ik tarı a ra sın d ak i olum suzlam a olduğunu söyleyebiliriz. Queer olum ­ suzdur, özerkliği hem m üm kün k ıla n hem de engelleyen ta n ın m a ve no r­ m atiflik koşullarından farklılık ile tan ım lan ır. Deleuze çok farklı b ir on­ toloji ve varlık-olm am a (non-being) etiği önerisi getirir. E ğer var-olm ayışı (non-existence) başarısızlık ya da şim diden ve edim sel olandan sapm a veya farklılaşm a o lara k görürsek h ataya düşm üş oluruz. V arlık-olm am ayı pozi­ tif, gerçek ve olum layıcı düşünm eliyiz. O halde v ar olan ve edim selleşm iş h er birey, varlık-olm am anın edim selleşm esidir, b u n u da ?-varlık veya bir dizi problem o lara k d ah a iyi tanım layabiliriz. Queer benliği " in s a n ’ı oluş­ tu ra n m addesel te k ra rla rın karşı-edim selleşm esi o lara k düşünürsek d a h a iyi anlayabiliriz. Evliliğin m evcut burjuva n orm atifliği içinde ve heteroseksüel form uyla b ir problem e ya d a soruya çözüm olduğunu görm ek m ü m ­ kün; bu da ben liğ in toplum sal cinsiyetini nasıl biçim lendireceği, a rz u la rı­ nı ve m ülkiyetini n asıl yöneteceği ve çocuklarını n asıl büyüteceği m eselesi­ dir. Ancak queer benlik de benliği teşkil eden problem leri tek ra r edecektir; bu da içinden çıktığım ız saf s o ru la r geçm işini k u lla n a ra k şim diyi karşıedim selleştirm ek a n la m ın a gelir. B ir benlik nasıl a rzu lar, nasıl b ir nesne b ir kişinin a rz u su n a denk gelir, bed en lerin çiftleşm esiyle ne tü rden ilişkiler ya da olaylar ü reyebilir veya gerçekleşebilir? Bu noktada, B utler’ın k u ram m odeli özneyle başlayıp tan ın m a ve so n ra ­ sında tan ın m a ve özerklik a ra sın d ak i gerilim in olasılık koşullarını so rg u la­ m a üzerineyken, Deleuze’inki b ir pozitif sezgi k u ram ıd ır. B urada o lu ştu ru l­ m uş benlik ve problem lerin ötesine geçerek bu benlikleri teşkil eden duygu­ lanım ve yoğunluğa geçeriz. B utler açısından queer k u ram , özne olm a koşul­ ların ın özü gereği queer olduğu b ir k u ram d ır - kişi b ir benlik olarak konuş­ m a talebinde bulunm alıdır, am a b u n u ancak kendi benliği olmayan b ir öte­ ki üzerinden yapabilir. Aynı zam anda, queer o lm an ın koşulu özne olm aktır: Kişi konuşm a, olm a ve var olm a talebiyle tan ın m alıd ır. Deleuze için k u ra ­ m ın koşulları benlik ve org an izm an ın "ötesine” geçm eyi gerektirir. K im lik ve kim olduğum uzun tekrarı ko n u ların a kafa yorduğum uz sürece in şa edil­ m iş m adde ve y aşanm ış zam an içinde kalırız. Aşkıncı düşünm e için z am an ve farkın saf biçim ini, her b ir şim dinin hem şim dide hem de ebediyen tek­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer Kuramın Olasılığı Üzerine : 225

ra r edip edim selleştirdiği saf yoğunlukları düşünm em iz gerekir. Dolayısıyla, Deleuze e göre queer olanın koşullarıyla yeni o lan ın koşulları aynıdır: Şim di­ yi karşı-edim selleştirm ek ve bizi o lu ştu ran yoğunluklarla k a rşıla şm ala rı (bi­ zim için değillerm iş gibi) tekrarlam ak. Bu d u ru m kim lik politikasından belirgin ve rad ik a l b ir biçim de ayrılm ayı gerektirir. E tik, bireyleri olduğu gibi idam e ettirm ek şeklinde tan ım lan d ığ ı sürece, hayatın gücüllüğünü onu in şa eden fo rm la rd an sadece biriyle kısıtla­ m ış oluruz. A ncak yoğunlukları in sa n ın ötesinde düşünm ekle etik b ir şekil­ de yaşam aya başlayabiliriz. Bu sayede queer politika ne benliğin ta n ın m a sı­ nı içerir ne de norm atifliği reddini; queer politika birey-öncesinin olum lanışını içerir. Politik so ru n ları a n la m la rın a ve uzlaşım a (ya da belirli duygula­ nım ları ve a rz u la rı örgütleyen ilişkilere) göre belirlem ekten çok, asıl ihtiya­ cım ız olan a rz u la rı sanal dizilere, gücül ya da henüz edim selleşm em iş k ar­ şılaşm alara göre düşünm ektir. Bu tü rd e n b ir queer p o litikanın iki doğrudan sonucu vardır. İlki, uygula­ m a açısından baktığım ızda, ta n ın m a koşullarını terk ettiğim iz a n d a n itiba­ ren bir uygulam ayı k a rşıla şm ala rın ın b a rın d ırd ığ ı olasılığa göre sorgulaya­ biliriz. D u ru m u queer benliğin verili norm ları yenilediği ve biçim ini değiş­ tirdiği ödün verilm iş düzenlem eler halinde (gey evlilikler, cinsiyet değişim i ya da geylerin evlat edinm eleri gibi) görm ekten ziyade, her k a rşıla şm an ın ya­ rattığı pozitifliği görm em iz gerekir. Farklı olaylarda bedenler nasıl birbiriyle ilişki tesis ediyor ve acaba ileriki karşılaşm alara ve m odifikasyonlara yöne­ lik ne tü rd en güçler açılıyor (ya da kapanıyor)? İkincisi, estetik açıd an b a k tı­ ğım ızda, düzeni içeriden bozm ak için norm u yineleyen parodi veya drag sa­ natın a karşılık, pozitif tek ra r ve fark, zam anı kendi saf d urum u içinde, yani ayrıştırm a gücüne sahip saf fra g m an la r olarak d üşünm e talebini gündem e getirebilir. S an at kim liklerin tem sili ya da form asyonu değil, m adde içinde­ ki saf yoğunlukları sunm a çabasıdır, bunu yaparken de m addenin bağım sız kalm asına, d a h a doğrusu alışılageldik, insani ta n ın m a serilerinden k u rtu la ­ rak özgür k alm asın a izin verir. S a n a tta sunulan du y u m sam alar yaşayan öz­ neye ait değildir, h â lih azırd a olduğum uz benliklerin ötesine geçen b ir algı­ n ın gücünü düşünm em ize vesile olacak, sürekli y aşanılacak güçler sunulur. Bu tü r b ir estetik de, k arşılığ ın d a bize yepyeni b ir okum a m odeli sunar. Queer benliğin, şeylerin olm asını m üm kün kılm a özelliği taşıyan b ir norm atifliğin istik ra rın ı bozan b ir te k ra r olarak kabul edildiği, kim lik tem elli eleştirel queer k u ram m odelinde, sa n at eserlerinin in sa n im gesinde n asıl bir Cogito, sayı: 65-66, 2011


226

Claire Colebrook

fark a ya da dissim ülasyona yol a ç tığ ın a bakarız. Ö rneğin, Shakespeare’in Bir Yaz Gecesi R üyası üzerine yapılan b ir okum a, n o rm a tif heteroseksüel a r­ zu n u n nihai im gesinin, eserin bitim inde yazılı olan sona ulaşm ak u ğ ru n a girdiği dolam baçlı yolları ne şekilde takip ettiğine, d a h a doğrusu bu u ğ u r­ d a kendi yolundan nasıl saptığına odaklanabilir. Queer okum aysa, m etin ­ de norm al o larak kabul edilenin yapıldığı, üretildiği, etkilendiği ve böylece olum sal, tesis edilm iş ve değişim e açık olarak ifşa edildiği a n la r ü z e ­ rin d e durur. Queer k u ram üretm e m eşguliyeti, büyük ölçüde, kan o n u n he­ teroseksüel a rz u im gelerinde b u lu n a n istik rarsızlık ları, sapm aları ve devi­ n im leri ortaya ç ık a rm a k üzere yap ılan yeniden o k u m a la ra yoğunlaşm ıştır. A ncak Deleuze b am b aşk a b ir o k u m a modeliyle k a rşım ız a çıkarak, Fark ve Yineleme’de edebi eserleri, D uyum sam anın M antığında17ve (G uattari ile) Fel­ sefe Nedir?’de1718 genel olarak san atı ele alır. D uyum sam anın M antığında De­ leuze sanatı tam a m e n sanat ta rih in in tek errü rü o lara k tanım lar, a m a du­ y u m sam aları tab i oldukları figürasyon ve te k ra rd a n serbest kılm a m ü cad e­ lesinin de d aim a v ar olduğunun a ltın ı çizer. H epim iz h â lih a zırd a klişeler­ den teşkil edilm iş ve klişelerin egem enliğinde olduğum uzdan, b ir tuval sa­ dece bir tuval değildir. Gelecek, bireyliğin giderek d a h a fazla öne sü rü lm e ­ siyle değil, fig ü rü n özgür kalm ası için kişisel o lan ın ta h rip edilm esiyle ge­ lebilir. Bu da tek ra rla n ab ilir herh an g i bir form un figürasyonu değil, şu ya d a bu belirlenm iş fig ü rü n o lu ştu rd u ğ u n d an farklı b ir yöntem ya da sü re ç ­ tir. Fark ve Tekrarda Deleuze, a lışk a n lık la rd an m üteşekkil vücudun ve a n ı­ la rd a n m üteşekkil benliğin ötesine u z a n a n zam an a ilişkin derin sentezle­ ri tasv ir etm ek için S hakespeare’in H am let’iyle P ro u st’u n Kayıp Zam anın İzinde sinden faydalanır. Ham let’te eylem, H am let'in bireysel m evcudiyeti­ n in üzerinde ve ötesinde var olur; saf bir gücüllük, H am let’in yerine bel­ ki getirebileceği belki de getirem eyeceği, belki edim selleştirebileceği, diğer b ir deyişle şim diye taşıyabileceği b ir şeydir. Gelecek ya da yeni b ir sayfanın açılm ası, H am let’in kendi benliğinden, a rz u la rın d a n ya da şahsi geçm işin­ den m edet um m asıyla gelmez; k en d in in üzerinde ve ötesinde b u lu n an fark gösterm e gücüne izin verm esi gerekir:

17 Deleuze, G., The Logic o f Sense, Çev.: Mark Lester, New York: Columbia University Press, 1990. 18 Deleuze, G. ve Guattari, F., What is Philosophy?, Çev.: Hugh Tomlinson ve Graham Burchill, Londra: Verso, 1994.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer Kuramın Olasılığı Üzerine

Geleceğin ortaya çıktığı üçüncü zamana gelince, bu, olayın ve eylemin benliğin tutarlığını dışlayan gizli bir tutarlığı olduğunu ve kendilerinin dengi haline gelmiş olan benliğin karşısında durarak onu paramparça et­ tiklerini gösterir; sanki yeni dünyanın hamilleri karşılarında buldukları çokluktan ötürü şaşkınlığa düşmüştür: benliğin artık dengi olmadığı şey de aslında kendi içinde denk olmayan şeydir. Bu açıdan, zamanın düzeni­ ne göre parçalanmış Ben ve zamansal dizilere göre bölünmüş Benlik bir­ birine tekabül ederek, niteliksiz insanda, ne benliğe ne de Ben’e sahip, bir gizin ‘avam’ muhafızı ve etrafa saçılmış uzuvları yüce imgenin çekiminde bulunan hâlihazırda-Üstinsan’da ortak bir torun bulur.19

B urada Deleuze, tiyatro sa n atın ın olay örgülerinin, kişilerin ve a rz u la rın temsiliyle değil, saf geçm işin sahip olduğu güce b ir şekilde biçim verm ekle ilintili olduğunu vurgular. Bedeni örgütleyen alışılagelm iş tek rarları - “yap­ tığım b u d u r”- ve b ir benliği tesis eden tek ra rla rın - “z am an içinde aynı kala­ rak ben, ben oldum ”- ötesinde, d ram , benliği ve o n u n eş-güdüm lü eylem ler dünyasını yok eden bu d ah a ü stü n tek ra rı ifşa eder: "Dram , her üç te k ra rı da içeren tek bir fo rm a sahiptir.”20 S a n a tın görevi bu ü s tü n gücü sunm aktır, sa­ nat eserini okum aksa zam anın b u gücünü sezm ektir. P ro u st’ta ro m a n c ın ın sanatı hem b ir benliği alışk an lık ları ve anılarıyla birlikte su n m asın d a hem de bu benliğin edim selleştiği saf gücüllüğü sunm asm dadır: Geçmiş gerçekte yaşandığı ve h atırlan d ığ ı gibi değil, hiçbir zam an olm adığı, yalnızca olabile­ ceği gibidir; “Asla yaşanm am ış b ir ih tişam içinde, birbiriyle iç içe geçirm eye uğraştığı iki şim diye çifte indirgenem ezliğini nihayet ortaya çık aran saf bir geçmiş gibi: Birincisi, olduğu haliyle şim didir, İkincisiyse olabileceği şim di.”21 S anatın ve edebiyatın norm al o lan ın ölçüsünü queer hale getirerek nasıl boz­ duğuna b a k a n eleştirel okum aya karşılık, Deleuze geçiciliğin saf haliyle sezilebileceği ve queer bir biçime sokulabileceği, ilişki y aratm a gücüne dönüş­ türülebileceği, fark yaratabileceği, h â lih azırd a kendini teşkil eden fo rm ların ötesinde b ir gücü yineleyebileceği pozitif b ir o kum a önerisi sunar. İngilizceden çeviren: Deniz Koç

19 Age., s. 112. 20 Age., s. 115. 21 Age., s. 107.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

227


Foucault, Toplumsal Cinsiyet ve Akdeniz ve Müslüman Toplumlarında Erkek Eşcinselliği JANET AFARY VE KEVIN B. ANDERSON

Foucault’nun Y unan-Rom a dünyasına birdenbire duym aya başladığı ve Hazların Kullanımı ve Benliğin Bakım ı altbaşlıklı, 1984 yılında yayım lanan Cin­ selliğin Tarihinin son iki cildinin m erkezine yansıttığı ilgisi hakkında pek çok spekülasyon yapılm ıştır. Eribon, ilk cildi 1976 yılında yayım lanan ve k a rı­ şık değerlendirm eler alan Cinselliğin Tarihinden sonraki yıllarda ve tra n üze­ rin e yazıların gördüğü olum suz tepkiler karşısında Foucault’nun "kişisel ve düşünsel bir b u h r a n a girdiğini iddia etm işti.1 B aşkaları ise Foucault’yu m o­ dernliğe yönelttiği çığır acıcı eleştirisine devam etm eyip kendi uzm anlık ala­ nı dışındaki bir dönem e ve bölgeye yönelmekle eleştirm işti. Peki, bu doğru m uydu sahiden? David H alperin, ele alınan mesele an tik Akdeniz dünyası olsa da, Foucault’n u n halen cinselliğe d a ir mevcut dertlerim ize seslendiğini öne sürm üştü. Foucault’nun Y unanlılara geri dönm esinin sebebi şim di ve b u ­ rasıyla olan derdi ve “kendim ize başka bir gözle b ak m a im kânını keşfetm ek ve belki de m evcut halim izde yeni b ir şekilde var olm an ın yolunu yaratm ayı *

* Foucault and the Iranian Revolution: Gender and the Seductions o f Islamism, The University of Chicago Press, 2005’in beşinci bölümünün çevirisidir. 1 Eribon, Didier, Michel Foucault, Çev.: Betsy Wing, Cambridge, MA: Harvard University Press, 1991, s. 277.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

istemesiydi.”2-3 M ark Poster, Foucault’nun "farklı b ir geçm işi yeniden y arat­ m ak suretiyle şim dinin sorgulanabilir m eşruiyetini sarstığını” yazm ıştı. Ona göre, geçmişin bu şekilde yeniden yaratılm ası nostaljik b ir yeniden y aratm a değildi ve “geçm iş ile şim di arasın d ak i kopm a eleştiriye olanak tanır.’4 Foucault’n u n son y azılarının a ltın d a çağdaş kaygıların yattığını a m a b u ­ nun farklı bir şekilde olduğunu iddia ediyoruz. B irinci Bölüm ’de b e lirtti­ ğim iz gibi, Foucault’nun Ş ark’ı coğrafi bir kavram değildir; daha ziyade, Yunan-Rom a dünyasını içerdiği k a d a r O rtadoğu ve K uzey Afrika’yı d a içeri­ yordu. K avram a böyle bakınca, Cinselliğin Tarihi’n in son iki cildi günüm üz için, özellikle de İra n üzerine yazıları açısından birdenbire çok d ah a önem li hale geldi. Antik Y unanistan ve R om a’daki erkek eşcinselliğine d air a ra ş tır­ m aları sırasında, Foucault’nun O rtadoğu ve Kuzey A frika’daki çağdaş c in ­ sel pratiklere d a ir kim i benzerlikler a ra m ak ta olabileceğine d a ir bazı k a n ıt­ lar var. G erçekten de Cinselliğin Tarihi’n in son iki cildi, M üslüm an d ü nyada­ ki erkek eşcinselliğine d a ir yakın z a m a n la rd a yapılm ış b ir araştırm ay la b ir­ likte okunacak olursa, benzer toplum sal ilişki k alıpları ve görenekler b u lu ­ nacaktır. B undan ötürü, Foucault’n u n antik Y unan-Rom a dünyasındaki to p ­ lum sal cinsiyet ve cinsellik üzerine yazdığı son yazılar, Foucault’nun çağdaş O rtadoğu ve Akdeniz toplum ları hak k ın d ak i düşüncesinin içerim leriyle ilgi­ lenen o kurlardan d a h a fazla ilgi görm eyi hak ediyor. Foucault’n u n M üslüm an dünyadaki toplum sal cinsiyet ve erkek eşcinsel­ liği hakkında farklı yerlerde ifade ettiği görüşlerine d a ir bir çözüm lem ey­ le başlayacak olan bu bölüm de, Foucault’nun an tik Y unanistan’daki eşcin­ sellik ile günüm üzde Kuzey A frika ve O rtadoğu top lu m larm d ak i erkek eş­ cinselliği a ra sın d a b ir devam lılık tespit etm iş olduğunu ileri süreceğiz. Ar­ dından, Foucault’n u n Cinselliğin Tarihi’n in son iki cildinde cinsellik ü z e ri­ ne yazdığı yazıları irdeleyip Foucault’nun Şarkiyatçılığının bu a la n ın ken2 Halperin, David, M., One Hundred Years o f Homosexuality and Other Essays on Greek Love, New York: Routledge, 1990, s. 70. 3 David Halperin bizim ve (Foucault’nun) en azından Akdeniz toplumları açısından bakıldığın­ da, Ortadoğu/Akdeniz cinsellikleri ile antik Yunan cinsellikleri arasında bir ilişki olabileceği yolundaki görüşünü destekliyor: “Günümüzde Akdeniz’deki cinsel pratikler Atina’ya has kla­ sik oğlancılık teamüllerine dair ümit verici bir sorgulama alanı temin etmeye devam ediyor.” Age., s. 61. Said’in Ortadoğu çalışmalarında alımlanışına dair, bkz. Zachary, Lockman, Con­ tending Visions o f the Middle East: The History and Politics o f Orientalism, Cambridge Univer­ sity Press, 2004. Foucault’nun antik Yunanı tartıştığı zaman, sık sık Atina’ya göndermede bu­ lunduğunu, zira bilgimizin çoğunun Atina kültüründen geldiğini de kaydetmek lazım. 4 Poster, Mark, “Foucault and the Tyranny of Greece”, Foucault: A Critical Reader, Yay. Haz. David Couzens Hoy, Oxford: Blackwell, 1986, s. 205-220 içinde, s. 209.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

229


230 : Janet Afary ve Kevin B. Anderson

dişine de uzan d ığ ın ı öne süreceğiz. Foucault’nun m odern öncesi Batılı to p ­ lu m lar ile m odern Ş arklı toplum ları aynı kefeye koym uş olduğunu a n ım ­ satarak, antik Akdeniz to p lu m ların d a küçük b ir grup elit Yunan ve R om a­ lı erkek ta ra fın d a n uygulam aya konulm uş ve b ir ideal m ertebesine yükselt­ tiği aşk etiği kav ram ın ı m ercek a ltın a alacağız. Son kısım da ise M üslüm an O rtadoğu’daki erkek eşcinselliği konusuna geri dönecek ve toplum sal cinsi­ yet ve cinsellik k o n u ların ın İran 'd ak i devrim ci söylemde bariz olm ayan ama hayatiliği in k âr edilem ez bir yer işgal ettiğini söyleyeceğiz. Son olarak, Foucault’nun bu y a z ıların ın M üslüm an dünyadaki m odern gey ve lezbiyen hareketleri için ne gibi an lam ları olduğunu tartışacağız. Fo­ ucault M üslüm an toplum ların hem cins ilişkiler konusunda bir m ik ta r es­ nek kalm ış olduğu gözlem inde b ir noktaya k ad ar haklıydı. Fakat to p tan do­ laba tıkılm ayı d a içeren böyle sınırlı b ir kabul etm e biçim i, m odern gey ve lezbiyen hak ları harek etin in istediği şey değildir. Foucault’nun düşüncesinin kim i veçheleri O rtad o ğ u ’nun incelenm esi açısından sahiden de hayli fayda­ lı olabilse de, F oucault’nun cinsellik ve toplum sal cinsiyet hakları konusun­ daki konum u bölgedeki gerek fem inist gerekse de gey ve lezbiyen h a k la rı h a ­ reketlerinin özlem leriyle çatışıyor. B ugüne kadar, O rtadoğu’daki M üslüm an toplum larında yaşayan eşcinseller için yasal h a k la r olm adı ve bu toplum lard a açık, rızaya dayalı gey ilişkiler içinde o lanların h a k la rım korum ayı a m aç­ layan hiçbir m erkez ya da yasa m evcut değil.

Yerlileri Tahayyül Etmek E dw ard Said söm ürgelerin söm ürge m etropolisine ham m addelerden fazla­ sını sunduğunu söylemişti: “Nasıl ki çeşitli söm ürgeler -m etro p o l Avrupa’ya dokunan iktisadi y a ra rla rı bir y a n a - dik başlı oğulların, çocuk suçlulardan oluşan gereksiz n üfusun, fakirlerin ve istenilm eyen tü rd e n diğer in sanların yollandığı yerler o larak faydalı idiyseler, Şark da Avrupa’da yaşanam ayan tü rd e n cinsel deneyim lerin peşine düşülebileceği b ir yer oldu.”5 Cinsel tu ­ rizm sayısız Avrupalı yazarın edebi söylem ini de etkilem işti. On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, “Şark cinselliği” hakkında okum ak kitle kü ltü rü n ü n b ir parçası haline gelmişti: “1800’den sonraki dönem de Şark h ak k ın d a ya­ zan ya da Ş ark’a giden, kadın olsun erkek olsun neredeyse hiçbir Avrupalı ya­ zar, kendini bu aray ışın dışında tu ta m a d ı: Flaubert, N erval, ‘D irty Dick’ [Pis 5 Said, Edward, Orientalism, New York: Vintage Books, 1978, s. 190. [Türkçesi: Şarkiyatçılık, Çev.: Berna Ülner, (beşinci baskı), Metis, 2010],

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

Sik] B urton ve L ane b u n ların en ün lüleridir sadece... A radıkları şey - k i b e n ­ ce doğru yerde arıyorlardı b u n u - belki biraz d ah a sefihçe ve suçluluk duy­ m ad an yaşayacakları türden b ir cinsellikti genelde”6'7 Foucault 1966’d a n 1968 e değin ziyaretçi felsefe profesörü olarak görev yaptığı Tunus’ta bu tü r tavırlardan bütünüyle azade değildi.8 Tunus’ta k i de­ neyim inden, Ira n Devrim i hakkında takınacağı tavırlara dair önceden fikir verm iş olabilecek iki tem a ortaya çıkar. B unlardan ilki, özellikle de ölüm ya da haşin bir ceza riski söz konusu olduğunda kendilerini bir dava için feda edenlere duyduğu güçlü hayranlıktır. Foucault, 1967 ile 1968 yılları a ra sın d a yaptıkları protestolar karşısında hüküm etten ciddi baskı gören Tunuslu sol­ cu öğrencilere büyük bir saygı duym uştu.9 B undan b ir on yıl sonra, Ira n Dev6

Agy.

7 Ronald Hyam sömürgelerin "bastırılanın intikamının alındığı”, kendi evlerinde boşalma­ ları yasaklanan Avrupalı erkeklerin boşalabildiği bir yer olduğunu söyler (Hyam, Ronald, Empire and Sexuality, Manchester, BK: Manchester University Press, 1990, s. 58). Ayrıca, bkz. Stoler, Ann Laura, Race and the Education o f Desire: Foucault’s Histoy o f Sexuality and the Colonial Order o f Things, Durham, NC: Duke University Press, 1995, s. 175 ve Aldrich, Robert, Colonialism and Homosexuality, New York: Routledge, 2003. Joseph Boone bu me­ seleyi daha ayrıntılı bir şekilde incelemiş ve şunları yazmıştır: “Pek çok Batılı erkeğin gö­ zünde, erotikleştirilmiş bir Yakındoğu'yu keşfetme, onun hakkında yazma ve teori kurma edimi ile içinde fantazmatik homoerotik arzuların olduğu Pandora’nm kutusunu açma edi­ mi aynı sınırın hemen iki ayrı yanında duran edimlerdir." (Boone, Joseph A., “Vacation Cruises: or, The Homoerotics of Orientalism”, PMA 110 (Ocak 1993), s. 89-107.) 8 Robert Young bu dönemi farklı bir açıdan ele alır. Foucault'nun Bilginin Arkeolojisinin ço­ ğunu Tunus’ta yazmış olduğuna işaret eder. Fransa ve Avrupa’dan uzakta olmasının "bel­ ki de Batının etnolojisini ve iktidar mekanizmalarını belki de daha etkili bir şekilde anla­ masını sağladığını” söyler. Bu uzaklık önceki görüşlerini değiştirmesine de neden olmuş­ tu. Foucault “Delilik ve Uygarlık"ta toplumun nasıl da bir insanı dışlanacak ve susturula­ cak olan "Başkası” olarak yaftaladığım vurgulamış, şimdiyse “eserinde ‘başkasının ve baş­ kalığın rolünü baştan yeniden kavramsallaştırmaya" başlamıştı (Young, Robert C., (ed.) Postcolonialism: An Historical Introduction, Oxford: Blackwell Publishers, 2001, s. 397-98.) 9 1968 öğrenci protestoları sırasında, olaylara siyasi açıdan henüz çok dahil olmamış olan Foucault uzun hapis cezası tehlikesiyle karşı karşıya olan öğrencilerini desteklemek için ufak eylemlerde bulunmuş ve bunun sonucunda, bir gece arabasıyla Arap sevgililerinden birini eve götürürken polis tarafından hırpalanmıştı. Edward Said ("Deconstructing the System", New York Times Book Review, 17 Aralık 2000, s. 16-17) Foucault’nun öğrencilerle olan eşcinsel ilişkiler yüzünden sınırdışı edildiğini, ama öğrenci protestocuların desteklen­ mesine dahil olmasa bu ilişkilerin muhtemelen hoş görülmüş olacağım söyler. Fakat Fou­ cault ilk başta Tunus öğrenci hareketine son derece eleştirel bir şekilde yaklaşıyor, eski pro­ fesörlerinden birine yazdığı özel bir mektupta, 1967’deki Ortadoğu Savaşı yüzünden pat­ lak veren bir kargaşada Yahudilerin sahibi olduğu yüzlerce dükkânın ve bir sinagogun yağ­ malanmasını “pogrom” diye nitelendiriyordu. Solcu öğrencilerin Yahudi karşıtı şiddete da­ hil olmuş olmasından özel bir hiddete kapılıyor ve “ırkçılıkla katmerlenmiş milliyetçiliğin iğrenç bir şey olduğu” sonucuna varıyordu (aktaran Eribon, age., s. 192-93). Fakat Rachida Triki’nin (yayımlanacak) belirttiği gibi, solcu öğrencilerin İsrail'in var olma hakkını ta­ nıyan ilk Arap siyasi gruplardan biri olduğu ve saldırıların hükümet tarafından manipüle edilmiş olduğu ve herhalükârda solcu öğrenciler tarafından gerçekleştirilmemiş olduğunu öğrendikten sonra Foucault bu eleştirisini değiştirmiştir.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

231


232 : Janet A f ary ve Kevin B. Anderson

rim i karşısında duyduğu coşkunun zirvesindeyken, M arksizm ’e d air b ir ta r ­ tışm ada, bu deneyim in kendisini etkileyerek siyaseten d a h a angaje biri h ali­ ne gelm esini sağladığını söylemişti. “S ırf bir broşür yazm ak ya da dağıtm ak yah u t insanları greve çıkm aya çağ ırm ak yüzünden ciddi risklere m aruz kal­ m ış genç erkek ve k ad ın la rın kendisini son derece etkileyip şaşkına çevirdi­ ğ in i” belirtir.10 Tunus öğrenci hareketinde, 1968 M ayısındaki Fransız öğrenci isyancılarının riskten d a h a uzak konum undan daha d erin b ir şey olduğunu d a söylemişti. Tunuslu öğrencilerin kendilerini M arksist olarak gördüğünü teslim etse de, “siyasi ideoloji” diye ad lan d ırd ığ ı şeyin ro lü n ü n kendini feda etm enin daha “varoluşsal” bağlılığı k arşısın d a "tali” olduğunu belirtm işti: Biz daha zerre iktidar yahut kâr hırsı ya da arzusu göremeden ya da böy­ le bir şeyden kuşkuya döşemeden, bir bireyde mutlak bir feda arzusu, yeti­ si ve ihtimalini ateşleyebilecek olan şey nedir Allah aşkına? Ben Tunus’ta bunu görmüştüm. Kapitalizm, sömürgecilik ve yeni sömürgeciliğin üretti­ ği belirli koşulların katlanılmaz doğası yüzünden orada bir mücadele ve­ rilmesi gerektiği açıkça ortadaydı.11

D aha önce görm üş olduğum uz gibi, feda ve ölüm e duyulan benzer bir m erak Ira n y azılarının tü m ü n d e de k arşım ıza çıkar. Tunus’a yönelik tav rın d ak i ikinci te m a n ın Foucault’n u n İra n y a z ıların ­ d a kendisini asla açık lık la ortaya koym adığı am a bu y azılar için b ir ark a p lan oluşturm uş olduğu söylenebilir. Foucault Tunus’tak i eşcinsel erkeklerin F ra n sa ’daki eşcinsel erkeklerden d a h a çok cinsel özgürlüğü olduğu izlenim i­ ne kapılm ıştı. O nun hayat öyküsünü yazm ış olan David M acey “F ransalı geylerin çok zam an d an b e ri Kuzey A frika’n ın uygun b ir ta til m ekânı olduğunu b ild iğ in i” ve Foucault’n u n h om oerotizm in açıkça b ü tü n bü tü n e sirayet etm iş olduğunu düşündüğü b ir yerde geçirdiği o y ıllard a genç A rap erkek sevgililer edinm ekte hiç tered d ü t etm ediğini b e lirtir.12 1966’dan 1968 e dek Foucault ile birlikte çalışm ış olan Tunuslu sosyolog F athi Triki, Foucault’n u n F ransız tu ris t k ü ltü rü n bir parçası olduğuna ve eş­ cinsellik konusunda A rap ve O rtadoğu k ü ltü rle rin in açık olduğuna dönük 10 Foucault, Michel, Rem arks on Marx: Conversations with Duccio Trombadori, Çev.: R. James Goldstein ve James Cascaito, New York: Semiotext(e), 1991, s. 134. [Türkçesi: Marx’tan Son­ ra, Çev.: Gökhan Aksay, Chiviyazıları, 2004.] 11 Age., s. 136-137. 12 Macey, David, The Lives of Michel Foucault, New York: Vintage, 1993, s. 184-85.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

benzer varsayım ları paylaştığına işaret eder. Tatil sebebiyle Kuzey A frika’ya gelen ve çoğu zam an Fransız tu rist toplulukları ve A rap cem aati arasın d a kendisine cinsel p a rtn erler bulan diğer pek çok F ransız gey gibi Foucault da M ağrip’te tanıklık ettiği kü ltü r ve A rap Akdenizinin açık hom oerotizm i olarak gördüğü şey karşısın d a heyecanlanm ıştı. Dahası, Akdeniz/M üslüm an dünya­ sına hayranlık duyan Foucault bu coğrafyadaki kültürlerde var olan cinsiyetçilik ya da homofobiyi mesele etm ekten kaçınm ıştı. Foucault’nun Tunus’ta ça­ lıştığı sırada, fem inist eylemci ve y azar Jalia Hafsia’n m işlettiği bir kafe olan Club Culturel T ahar H addad adlı, k a d ın la ra yönelik k ü ltü r m erkezine gittiği doğrudur.13 Triki’n in belirtm iş olduğu gibi, Foucault n u n H afsia’nm kafesin­ de sık sık verdiği dersler kadın h a k la rın a verdiği desteğin en azından dolaylı bir ifadesiydi belki de.14 Triki Foucault n u n M üslüm an dünyadaki eşcinselliğe d a ir hayli naif görüşleri hakkında d a yorum da bulunm uştu: Foucault’nun hem çok öznel hem de çok naif olduğunu düşünüyorum. İm­ tiyazlı konumu sayesinde sapkın yollara girebildiğini pekâlâ biliyordu. Da­ hası, ekonomisi turizme dayanan (Tunus gibi) bir toplumda, cinsellik (eş­ cinsellik ve heteroseksüellik) bu turistik manzaranın bir parçasıydı ve Fo­ ucault bundan istifade etmişti. Bu durumun İslam’daki ve İran’daki eş­ cinsellik hakkındaki görüşlerini etkilemiş olduğu muhtemelen doğrudur. Fransız entelektüeller uzmanlık bilgisi konusunda son derece titizdir, ama İslam hariç. Bir anda İslam hakkında uzman kesilebilirsiniz.15

Foucault 1976 yılın d a arkadaşları Claude M auriac ve C atherine von Bülow’la yaptığı bir sohbette de benzer bir h issini dile getirm işti. M auriac ile Fouca­ ult, PakistanlI göçm enlerin ülke d ışın a çık arılm asın a k a rşı Paris’te yapılan bir eylemde görm üş oldukları genç b ir Arap ta n ıd ık la rın ın “satensi güzelli­ ği” hak k ın d a şaka yaparlar. M auriac’ın günlüğünde kaydedilm iş olduğu gibi, von Bülow bu n o k tad a eylem yü rü y ü şü n e katılan O rtadoğulu erkeklerin cinsiyetçiliğinden yakınır. Eylemdeki erkeklerden ayrı d u rm a sın ı söyleyen Arap

13 Daha önce belirttiğimiz gibi, Hafsia, aralarında Foucault, Rodinson ve Matzneff’in de oldu­ ğu bir dizi entelektüelle olan muhabbetini kâğıda dökmüştü (Hafsia, Jalia, Visages et Rencorıtres, Tunus: Özel Basım, 1981). Macey, Hafsia’nm Foucault’ya "ümitsiz bir aşkla tutul­ muş olduğunu itiraf ettiğini” de belirtir (Macey, age., s. 189). Hafsia’nın kitabında, erotik ro­ manları ve hikâyeleriyle tanınan Amerikalı yazar Anais Nin’le bir sohbet de yer alır. 14 Kişisel iletişim, 3 Mart 2002. 15 Kişisel iletişim, 27 Mart 2002.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

233


234 : Janet Afary ve Kevin B. Anderson

b ir ad am ın kendisini “afallattığını” söyler.16 Foucault ise b u n a çok sert b ir i şekilde karşılık verir. Konuyu von Bülow ’u n görm üş olduğu m uam eleden te ­ m elindeki hom oerotizm le şekillenm iş b ir kültüre duyduğu yakınlığa getirir. B u sözler k arşısında sersem lem iş gibi olan M auriac, belki de Foucault’nun d a h a sonraki İra n m acerasını akılda tu ta ra k onun bu sözlerini u zu n u zad ı­ ya kaydeder: Erkekler arasında yaşıyorlar. Erkekler olarak, erkekler için yapılmışlar; yalnızca insanı şaşırtan bir şekilde, kadınlar bir süreliğine kendilerine bir armağan olarak veriliyor. Uzun zaman boyunca İspanyol ordusunun bir­ leştirici bağı olmuş o bağı inkâr etmede, koparmada başarılı olunmuştur: Birbirlerini asla terk etmemiş, birbirlerine güvenmiş ve birbirlerine yar­ dım etmiş, bir arada savaşmış ve birbirlerini müdafaa etmiş ve ölenlerinin ailelerinin sorumluluğunu üzerine almış on adamlık gruplar. Hiç şüphe­ siz, bu kardeşlik hücreleri dostluk ile şehvetin ince bir karışımına dayanı­ yordu. Ve (daha sonra inkâr edilen ve dolayısıyla sürekli reddedilen) cin­ selliğin de bu karışımda yeri vardı.17

Foucault’nun 1978 yılında İra n ’a yapacağı ziyaretlerden sadece iki yıl önce dile getirdiği bu görüşler, Said’in b ak ış açısıyla ele alın d ığ ın d a R om antik Şarkiyatçılık olarak ifade edilebilecek şeyin bir örneğidir. Foucault b u rad a hom oerotizm ile M üslüm an toplum lardaki toplum sal cinsiyet bölünm esine d ayanan görenekleri ve el ele tu tu şa n ve öpüşen erkekler örneğinde olduğu gibi, kültürel ta b u la ra d a ir farklı b ir anlayışı k ay n aştırm ış olabilir. Foucault İra n üzerin e yazdığı yazılarında, gelecekte İslam iyet’le yönetile­ cek İra n toplum undaki toplum sal cinsiyet rollerine yöneltilen eleştirilere de b en zer bir şekilde k arşılık verdi. D aha önce görm üş olduğum uz gibi, 1978’de ziyaretlerinde ve h a tta devrim den so n ra bile, İra n ’ın dinsel otoritelerinin k a ­ d ın hak ları konusundaki "ayrı am a eşit” öğretisine dönük çok az eleştiride bulundu. Öte yandan, İra n ’a yönelik tav rın ı eleştiren İra n lı fem inist “Atoussa H.”yi Şarkiyatçı hisler beslem ekle ith am etti. Foucault 1978’de İra n ’a ayak b astığ ın d a, İra n İslam cılığının eşcinselliği m odern Batı’d an d a h a fazla kabul edeceğine in a n ır gibi görünüyordu. B u n ­ d a n yirm i yıl k a d a r sonra, İra n ’a yaptığı ziyaretlerden birinde Foucault yla 16 Mauriac, Claude, Le Temps Immobile 9. Mauriac et Fils, Paris: Bernard Grasset, 1986, s. 235. 17 Agy.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

tan ışm ış olan sosyolog İh san N araghi, m eşhur gazeteci İbrahim Nabavi ye verdiği m ü lak atta Foucault’yla olan sohbetini şöyle anlatm ıştı: İbrahim Nabavi: Devrimin başlangıç dönemine dair Michel Foucault hakkında neler anlatabilirsin? Michel Foucault’nun birdenbire İran Devrimi’nin tarafına geçip devrimi savunduğunu ve bundan ötürü Fransa’da dışlanmış olduğunu duydum.

İhsan Naraghi: Michel Foucault’nun bir eşcinsel olduğunu ve bu duru­ mun onun ideolojisini ve düşünüşünü önemli ölçüde etkilediğini biliyor­ sunuzdur. Collège de France’da geçirdiğimiz günlerimizden beri tanıyo­ rum onu. Arkadaştık ve bu arkadaşlığımız uzun zaman sürdü. Devrimin zaferinden üç ya da dört ay kadar önce -bu onun İran’a ilk gelişi miydi yoksa ikinci gelişi miydi, tam olarak hatırlayamıyorum- bir gün beni ça­ ğırdı ve devrimcilerle konuşmak istediğini söyledi. “Tabii ki, bu akşam evime gel” dedim. Kabul etti, ama yalnız olmayacağını, sekreterliğini de yapan genç öğrencisini de getireceğini belirtti. Ne demek istediğini anla­ mıştım, ama bunu eşime söylemedim, çünkü onlar [eşcinseller] konusun­ da hassastı... Birkaç sofu Müslüman gelmişti... ve eşim [Angel Arabshaybani] de buluşmaya katılmıştı. Foucault meseleye [eşcinsellik meselesi] dair çok meraklı ve hassastı ve aniden şöyle bir soru sormuştu: “İslam’ın ve bu müstakbel İslami hükümetin azınlıklar dediğimiz kesimler karşı­ sındaki tavrı ne olacak?” Eşim ve diğer iki kişi öne atılıp “İslam’a göre azınlıklara saygı duymak gerekir ve Yahudilik, Hıristiyanlık, Zerdüştlük gibi çeşitli dinler bir arada var olabilir” diye karşılık verdi. Foucault’nun bu soruyla neyi anlatmak istediğini anlamamışlardı, gerçi şahsen onun kastını hemen idrak etmiştim. Foucault “toplumun anormal ve sair bul­ duğu kesimler karşısındaki tavrı kastediyorum” deyince eşim onun neden bahsetmekte olduğunu anladı... Kalkıp Kuranın Fransızca çevirisini ge­ tirdi ve onu Foucault’nun önüne koyarak “İdam!” diye cevap verdi. Fouca­ ult şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştu. Üzülmüş ve evi terk etmişti. İslam tarafından ilk kez kınanıyordu, zira o zamana kadar İslam’ı bilmiyordu. İslam’ın eşcinselliği onayladığını zannediyordu. Başka kaynaklara daya­ narak söyleyebilirim ki bu meseleyi haklılaştırmak için hayli ısrar etmiş­ ti. Devrimden iki ya da üç hafta sonra, Sadegh Khalkhali birkaç eşcinseli astığı zaman eşim bana şöyle demişti: “Bana şu arkadaşının adresini ver de eşcinselliği onayladığını zannettiği idealist toplumun işte böyle olduCogito, sayı: 65-66, 2011

235


236 : Janet A f ary ve Kevin B. Anderson

ğunu söyleyeyim!” Eşcinsellerin idamının anlatıldığı bir gazete kupürünü yollamak istiyordu ona.18

;

D aha sonra, Foucault’n u n cehaletinin kendisini tam anlam ıyla şaşırttığ ın ı söylem işti. Foucault ya büyük bir saygı duyuyor olsa da, o n u n gibi âlim b ir adam ın, M üslüm anlar ve A rapların dostunun, M üslüm an dünyadaki hem -

j

cins ilişkiler konusunda nasıl bu k a d a r cahil olabildiğini m erak ettiğini j b elirtm işti.19 j M üslüm an dünyadaki eşcinselliğe d a ir ne biliyoruz ve Foucault d ah a ge- j leneksel M üslüm an toplum lardaki erkek eşcinselliği h a k k ın d ak i varsayım la- j rın d a ne ölçüde haklıydı? İran lı ta n ıd ık la rı Foucault ya eşcinsellik hakkında K u ra n da ifade edilen acım asız görüşler karşısında n a if bir tavır takın-

j ı

dığı uyarısında b u lu n m a k ta elbette haklıydılar. Fakat b u rad a k i mesele, en

;

a z ın d a n ö rtük eşcinsellik meselesi zannettiklerinden d a h a k arm aşıktı bel­ ki de. Bu bölüm ün son kısm ında bu so ru la ra döneceğiz. Fakat öncelikle, F oucault’nun Y unan-Rom a dünyasındaki eşcinselliğe d a ir y azdıklarına bak­ m am ız gerekiyor.

Ilım lılık mı Yoksa Kadın Düşmanlığı mı? Antik Akdeniz Dünyasında Aşk Etiği Foucault Cinselliğin Tarihinin son iki cildinde, m ilattan önce dördüncü yüz­ yıld an kabaca m ilattan sonra ikinci yüzyıla kad ar Y unan-Rom a dünyasına odaklanır. Foucault’n u n buradaki derdi esasen şu m ühim soruda cisim leşir: “Cinsellik nasıl, niçin ve ne şekilde b ir ahlaki alan o larak k u ru lm u ştu r?”20 B ir başka deyişle, seks, ta rih in hangi noktasında ve hangi koşullarda, g ü n ah ve kötülükle bir tu tu lu r olm uştur? Cinselliğin Tarihinde, özellikle ikinci ve ü ç ü n c ü ciltlerde, önceki eserlerinden b a z ıların ın aksine, öznellik konusu ve "arzulayan in sanın ta r ih i” ele alınıyordu. Gelgelelim, b u son iki cilt yak ın ­ d a n okunduğunda görülecektir ki Foucault neredeyse sadece, Y unan ak ad e­ m isi ve Rom alı a risto k ra sin in seçkin erkeklerinin bakış açısı ve tarihiyle ilgi­ leniyordu. Foucault’n u n anlatısında b ir k en ara itilm iş b a şk a la rın ın -k ad ın 18 Nabavi, İbrahim, Goft va Gu ba Ehsan Naraghi: Dar Khest-i Kham [İhsan Naraghi ile müla­ katlar], Tahran: Jami’h-yi Iraniyan, 1999, s. 124-25. 19 İhsan Naraghi’yle kişisel iletişim, 10 Nisan 2001. 20 Foucault, Michel, The History o f Sexuality, 2. Cilt; The Uses o f Pleasure, Çev.: Robert Hurley, New York: Vintage, 1985, s. 10. (İlk baskı 1984). [Türkçesi: Cinselliğin Tarihi, Çev.: Hülya Uğur Tanrıöver (3. baskı) Ayrıntı, 2010.]

Cogito, sayı: 65-66, 2011


F

Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

lar, genç oğlanlar, köleler ya da y u rtta ş o lm ay an ların - b u n larla çatışan ses­ leri, antik felsefe, şiir ya da kom edide bulunabildiğinde bile neredeyse hiç işi­ tilm iyordu. B una ilaveten, Foucault yeniden ürettiği k lasik söylemleri n a d i­ ren sorgulam ış ve çoğu zam an, betim sel m etinleri norm atif, b uyurucu m e­ tin ler olarak okum uştu. Amy Richlin F oucault’nun antik çağ tarih in d e gerek k a d ın la ra gerekse de bir kenara itilm iş birçok başka g ru b a d a ir önem li ta rtış m a la rın yapılm adı­ ğını iddia eder: "Foucault okuyucularına Yahudisi olm ayan... Afrikalısı, M ı­ sırlısı, Semiti, kuzey Avrupalısı olm ayan; çocukları, bebekleri, yoksul h alk ­ ları, köleleri olm ayan b ir antik çağı yeniden üretm iştir. T üm ‘Y unanlılar’ Ati­ n alId ır ve ‘R om alıların çoğu da Y unandır.”21 Foucault’nun klasik Yunan-Rom a m etinlerine d a ir yapm ış olduğu bu seçm eci okum a, önceki soykütük incelem elerindekine b en zer b ir ikili kalıbı iz­ liyordu. Önce, an tik Y unanlılardan R om alılara, ortaçağ H ıristiy an ların d an m odern Batı top lu m u n a seks konusundaki söylemde belirli b ir süreklilik ol­ du ğ u n u vu rg u lar gibi görünüyordu. Fakat yakından bakıldığında görülecek­ tir ki yine yeni, k u ru m sa lla ştırılm ış etik biçim lerine k arşı, eski, idealleşti­ rilm iş, insanın kendi kendine dayattığı etik biçim lerine ayrıcalık tanıyordu. K lasik Yunan dönem inde aşk h ak k ın d a farklı söylem ler olduğunu kabul etse de, seçkin, Atinalı, erkek y u rtta şla rd a n oluşan küçük b ir grupla özdeşleşm iş aşk ritüellerini öne çıkarıyor ve R om a İm paratorluğu dönem ine k ad ar bu ritüellerin aşam a a şam a o rtad an kaybolm uş olm asına hayıflanıyordu. Foucault yetişkin erkekler ile ergen oğlanlar arasındaki ilişkilerde kim i k u r yapm a ritüellerine uyulduğunu ve bu ritüellerin Batı dünyasında aşk etiğine d a ir kayda geçirilm iş ilk etiği oluşturduğunu iddia etm işti. Bu ritüellere uyu­ luyordu, çünkü Y unan toplum unun b ir sorunu vardı. O ğlanlardan devletin ye­ tişkin yu rttaşları olarak yerlerini alm aları bekleniyordu ve ergenler olarak bi­ linm eleri gelecekteki statülerini etkileyecekti. Y unanlıların erkek aşkı etiği, kad ın ların düşük statüsüne indirgem eden oğlanlara b ire r cinsel nesne olarak nasıl m uam ele edileceği sorusu etrafın d a dönüyordu. Foucault bu aşk etiğinin kadın düşm anlığının gemi azıya aldığı b ir toplum da uygulam aya konulduğu­ nun farkındaydı. Bu m etnin tüm ünde ve başka yerlerde, erkek aşkı etiğinden 21 Richlin, Amy, "Foucault’s History o f Sexuality. A Useful Theory for Women?”, Rethinking Sexuality: Foucault and Classical Antiquity, Yay. Haz.: Larmour, David H. J. vd., Princeton, NJ: Princeton University Press, 1998, s. 138-70 içinde 139; ayrıca bkz. Foxhall, Lin, Unruly Practices: Power, Discourse, and Gender in Contemporary Social Theory, Minneapolis: Uni­ versity of Minnesota Press, 1998).

Cogito, sayı: 65-66, 2011

237


238 : Janet A f ary ve Kevin B. Anderson

bahsederken k ad ın ların tabi konum una d a işaret etmiş, a m a nihayetinde bu iki meseleyi tutarlı, sistem atik bir çerçevede ilişkilendirm eyi başaram am ıştı. Açıkçası, kendi kurduğu aşk etiği, Yunanlı erkeklerin yaygın b ir şekilde kadın­ ları ho r görmesi ve kadınları, köleleri ve y u rtta ş olm ayanları toplum sal m er­ divenin en alt b asam ağ ın a iten bir taksonom i ile diyalektik b ir gerilim için­ deydi. D aha sonra göreceğim iz üzere, Foucault o yücelttiği Y unan kavram la­ rın ın tü m ü n ü n -etik lik modelleri, ılım lılık, insanın kendi kendine hâkim ol­ m ası ve hatta sağlık ve beslenm e kaygıları- toplum sal cinsiyetle şekillenmiş bir alt m etne dayandığını fark etm işti. B ununla birlikte, bu bağlantının kendi k urduğu “varoluş estetiği” açısından taşıdığı anlam ları göz ardı etm işti. Do­ layısıyla gayet m eşru b ir şekilde şöyle b ir soru sorabiliriz: Foucault’nun eski ve yenidünyalar arasında kurduğu uzam , fem inist kaygıları b a rın d ırab ilir mi?

Evliliğin Ekonomisi Foucault ya göre, an tik Y unan-Rom a dünyasında seks ne kötü bir şey ne de g ü n a h olarak görülüyordu.22 Aslına b ak acak olursak, erkekleri en yüksek varlık haline k a v u ştu ra n en doğal faaliyetti bu.23 Y unanlılar doğaya göre seks (ürem e am acıyla erkek ile k a d ın ın cinsel ilişkiye girm esi) ile doğaya karşı ve haz için seksi birbirinden ayırm ıştı. Fakat “doğa üzerinde hâkim iyet k u rm a'sıy la övünen b ir toplum da, doğaya karşı gelmek illaki ahlaksızlıkla özdeşleştirilm iyordu.24 Sekste adap ve etik diğer iki A ristotelesçi kavram la tanım lanıyordu: (1) Seks, ılım lılık ilkesine göre, yemeye ya da içmeye duyu­ lan arzuya benzer doğal b ir arzuydu. B ir ihtiyacınızı k a rşıla m ak için cinsel ilişki içine girerdiniz; b u n d a n fazlasını y aparsanız aşırılığ a kaçm ış ve dola­ yısıyla m ünasebetsizlik etm iş olurdunuz. (2) Konum ilkesine göre, aktif ye­ tişk in sevgili, yani erastes ile pasif ergen oğlan, yani paidika a rasın d a önemli b ir ayrım vardı. B u n d an ötürü, “bir erkeğin gözünde a şırılık ve pasiflik, aphrodisia pratiğindeki iki ahlaksızlık biçim iydi.”25 22 H azım Kullanımlarında evlilik ve hane tartışmasını "Ekonomi" ve oğlanlara duyulan aşk tartışmasını ise "Erotika” başlığı altına yerleştirir ve böylelikle gerek klasik Yunan metinle­ rinin gerekse de ortaçağda Farsça yazılmış tavsiye kitaplarının kategorilerini yeniden üret­ miş olur. 23 Foucault, age. 24 Doğa üzerinde kurulmuş bu hâkimiyet, erkeklerin, doğal dünyayla özdeşleştirilen kadınlaı üzerindeki hâkimiyeti biçimine de bürünebilirdi. Bu konu hakkında daha ayrıntılı bir tar­ tışma için, bkz. Arthur, Maylin, “From Medusa to Cleopatra: Women in the Ancient World" Becoming Visible: Women in European History, Ed. Bridenthal, Renate, Claudia Kooz ve Su­ san Stuard, Boston: Houghton-Miflin, 1987, s. 79-106 içinde, s. 83. 25 Foucault, age., s. 47.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

Keza, antik dünyadaki etik d avranış m odern Batı’d a k i etik d av ran ıştan farklıydı; zira evlilik, gelinin babası ile k ad ın la evlenmek isteyen erkek a ra ­ sın d a m üzakere edilen iktisadi ve siyasi b ir ilişkiydi. Evli seçkin erkekle­ rin çoğu zam an m etresleri, kap atm aları ve paid ik aları olurdu.26 Foucault koca ile eşi arasın d a karşılıklılık olm ayışını evlilik k u ru m u n a dayandırıyor­ du. Evliliğin k o can ın eşiyle k arşılıklılık içinde olmayı arzu lam asın ı engel­ lediğini iddia etm işti. Ama Foucault ya göre, adam ile oğlan arasındaki iliş­ kide hiçbir “k u ru m sa l kısıt” olm adığı için, b u rad a “karşılık lı bağım sızlık” o lurdu.27 “Evlilik sa ad e ti” kavram ının gerek Y unan-Rom a dünyasında gerek­ se de ortaçağın H ıristiy an dünyasında herhangi bir a n la m taşım adığı k a n ı­ sındaydı. Y unanistan’da, haz evliliğin dışında, çoğu kez oğlanlarla y aşan an erotik ilişkilerde deneyim leniyordu; H ıristiyanlıkta ise cinsel haz b ir ideal değildi.28 Y unanistan’daki evlilikte, “sim e trik ” olm asa da “karşılıklı” bir iliş­ ki söz konusuydu. Koca, genelde kendisinden genç olan ve evin içinde kalıp ev işlerini ve çocukları idare etm esi beklenen eşini eğitirdi. Koca, eşinin sa­ d akatine karşılık olarak, onu aşağılam am ayı kabul edebilirdi. Adalet, uluor­ ta evlilik dışı ilişkilere girm ek, açıkça düzenli k ap atm alar tu tm ak ya da gay­ ri m eşru çocuk d o ğ u rtm ak gibi, k a d ın ın konum una cidden gölge düşü ren şeyleri yapm am ak dem ekti - gerçi yine de bu gibi faaliyetler yapılıyordu.29 Foucault k a d ın la rın sesleriyle ya d a o n ların sadakatsiz erkeklere duyduk­ ları öfkeyi ve d ah a fazla karşılıklılık için duydukları a rz u la rı gösteren eser­ ler olan Hom eros’u n Odysseiası ya da E uripides'in M edeası gibi edebi eser­ lerde direnişlerinin n asıl yansıtıldığıyla ilgilenm iyordu.30 Bu tü r ihm aller ko­ n u su n d a Foxhall şöyle der: “Klasik Y unanistan’daki k a d ın la rın baskı görm e­ diğini değil, b astırılm aya direndiklerini iddia ederim .”31 R ichlin antik çağda­ ki en kadın düşm anı m etinlerde bile k a d ın la rın erotik v arlıklar olarak gö­

26 Haz için metreslerimiz, insanlarımızın günlük bakımı için kapatmalarımız vardır, ama eşlerimizin amacı meşru çocuklar doğurmak ve hanelerimizin sadık muhafızları olmak­ tır (aktaran Foucault age., s. 143). Bu ifade Demosthenes’e atfedilmiştir. Ayrıca bkz. Arthur, Marylin, “From Medusa to Cleopatra: Women in the Ancient World, Bridenthal age. içinde s. 87. 27 Foucault, age., s. 203. 28 Age., s. 144. 29 Age., s. 179. 30 Foucault "ihanete uğramış” Medea’dan kısaca bahsettiğinde bile, onun üzüntüsünün tek sebebinin kraliyet gelininin ortaya çıkmasının sonucunda statüsünü kaybetmesi olduğunu vurgular (age., s., 164). 31 Foxhall, Lin, Unruly Practices: Power, Discourse, and Gender in Contemporary Social Theory, Minneapolis: University of Minnesota Press, 1998, s. 137.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

239


240 : Janet Afary ve Kevin B. Anderson

rü ld ü ğ ü n ü belirtip şu n u söyler: “Cinselliğin Tarihi’nde k a d ın ın olmayışı ki­ ta b ın tü m ü n e yayılm ış b ir d u ru m d u r ve b asit bir konu seçim i olm anın öte­ sine gider.”3234Richlin, kad ın özneyi a n la tısın a dahil etm iş olsa Foucault’nun eserlerinin nasıl olacağını sorar. K adın fahişeliği, kölelik ve lezbiyen ilişkile­ re d a ir pek çok ayrıntı d ah il olm ak üzere, Foucault’nun eserlerinden sebebi açıklanam ayacak şekilde d ışarıd a b ıra k tığ ı hikâye ve olayların a n a h atların ı sunar. Ve Foucault’n u n antik dünyadaki cinsellik iz a h a tın ın “kayn ak ların ın sundu ğ u n d an çok d a h a erkek m erkezli” olduğu sonucuna varır.3334

Eros ya da Oğlanlara Duyulan Aşk Foucault antik felsefeci ve y azarların toplum sal cinsiyet ilişkilerine d a ir or­ taya koym uş oldukları a ltern atif vizyonlarla ilgilenm iyordu.35 K ad ın ların ta ­ h a k k ü m altına a lın m a sın ı ve eş o larak evcilleştirilm elerini sağlayan tekno­ lojileri sorgulam ayı da dert etm iyordu. O halde kilit soru, Foucault’n u n a n ­ tik dünyada erkekler arasın d ak i hem cins ilişkileri tan ım la y a n ik tid ar tek n o ­ lojilerini dert edip etm ediğiydi. Cevapsa şudur: Foucault b u konuyla da ilgi­ lenm em işti. Hazzın Kullanım ları ad am /oğlan aşk etiğini, ya d a Foucault’nun kendi terim leriyle söyleyecek olursak, (k ad ın ların sahte olduğu varsayılan a şk ın a karşıt olarak) “sahici aşk”ı kutlar. Bu erkek etiği erastes ile paidika a ra sın d ak i bir dizi k u r yapm a ritü elin d en oluşuyordu ki b u ritü ellerin a m a ­ cı oğlanın kam usal şöhretini korum aktı; zira oğlan en nihayetinde yetişkin b ir y u rtta ş olacak ve devletin k am usal işlerindeki yerini alacak tı. B ir oğla­ n ın sevgiliniz olm ası an tik Y unan’d a kabul edilebilir olsa da, oğlanın bu er­ genlik y ıllarındaki şöhreti gelecekti siyasi statüsünü belirleyebilirdi. Fouca­ u lt b u cinsel etiği b ir "varoluş estetiğ i” olarak kutlam ış ve gerek sevgilinir 32 Richlin, Amy, "Foucault’s History o f Sexuality: A Useful Theory for Women?”, Rethinking Sexuality: Foucault and Classical Antiquity, Yay. Haz.: Larmour, David H. J. vd., Princeton NJ: Princeton University Press, 1998, s. 138-70 içinde, s. 139. 33 Age., s. 148. 34 Örneğin, Foucault Platonun Şölen'inde lezbiyen ilişkileri nasıl ele aldığını tartışmayıp, yal nızca erkek eşcinselliğini ele alışına odaklanır. 35 Platonun Devlet'inin beşinci bölüme, ki toplumsal cinsiyet eşitliğine dair o dönem dile ge tirilmiş belki de en bilinen argümandır, yine sadece kısaca değinilir (Foucault age., s. 181) Platonun ailenin ilga edileceği ve çocukların komünal hemşirelerin kolları altına alınacağ ideal toplumuna dair ne düşünürsek düşünelim, Platonun toplumsal cinsiyetin toplumsa olarak inşa edilmiş doğası ve Yunan toplumundaki seks rollerini anlamış ilk büyük felsefe ci olduğunu kabul etmek durumundayız. Dahası, Platon farklı toplumsal ilişkiler tahayyü edebilmişti: En azından birkaç kadın potansiyel olarak erkeklere eşit görülmüş ve felsefeci ler olarak, askeri önder ve devlet yöneticisi olabilecek nitelikte addedilmişti (Plato, Devle\ 455 vd.).

Cogito, sayı: 65-66, 2011


r Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

sevdiğine gösterdiği ih tim a m ın gerekse de yaşlı sevgilinin kendi kendine uy­ guladığı belirli “riyazet b içim leri’n in a ltın ı çizm işti.36 Foucault’nun eros yorum u, antik dünyayı ve Y unan eşcinselliğini a ra ş tı­ ran önde gelen bazı akadem isyenlerin, özellikle de K enneth J. Dover37 ile Da­ vid M. H alperin’in 38 eros y o ru m la rın d an belirgin ölçüde farklıdır. Bu a la n ­ da ta n ın a n bir isim o lan ve Greek H om osexuality39 adlı kitabıyla Foucault n u n kendi eseri üzerinde önem li bir etki y a ra tm ış olan Dover bazı davranış k a lıp ­ ların a şerefli, bazıların ay sa şerefsiz gözüyle bakıldığını v u rg u lam ıştı.40 Eras/esler genç ergene k u r yapm ak için çeşitli göreneksel hediyeler verirdi. E rastesler oğlana onun m üstakbel kariyerini geliştirecek toplum sal sözleşme va­ adinde bulunur, tavsiyeler verir, onu erkeklik san atın d a eğitir ve son olarak ona “felsefi h a k ik a tle r’i tan ıtırd ı. Paidikalarmsa reddetm esi, direnm esi ya da fira r etm esi beklenirdi. Nihayetinde, k arşılıklı m astürbasyonu kabul e d e­ bilirlerdi, am a “vücudundaki hiçbir deliğe penetre ed ilm esini” asla kabul et­ m ezlerdi. Aşk ilişkilerine girm eyi kabul ettiklerindeyse, b u n u n erasteslere duyulan hayranlık, m in n ettarlık ve m u h ab b et hissinden kaynaklandığı d ü ­ şünülürdü; m aksat erastesleri m em nun etm ekti, yoksa paidikalar onlara cin ­ sel b ir his besliyor değildi.41 Yunan toplum u bu ergen o ğ lan la rın hâlâ h e rh a n ­ gi b ir cinsel haz alam ayacağı ya da cinsel hissi olam ayacağı k urm acasını k a ­ m usal olarak devam ettirm işti. K senophon şöyle dem işti: "Oğlan, bir k a d ı­ nın yaptığı gibi, ilişkide adam ın aldığı hazzı paylaşm az; kayıtsız bir ayıklık­ la, cinsel arzuyla sarhoş olan ötekine bakar.”42 Belli b aşlı diğer k u rallar da şunlardı: Bir paidika kendisini asla p a ra karşılığında sunm azdı, öyle yap ar­ 36 Sahici aşk bazen tutkudan feragat etmek ve "katı riyazetler” içine girmek anlamına gelir. Bunun bir örneği Platonun Şölen inde görülür: Sokrates burada güzel Alcibiades’in aşk da­ vetlerini geri çevirir. Alcibiades’in Şölende Sokrates’e düzdüğü methiyeye bakınız (dizeler 216-22). 37 Dover, Kenneth, J., Greek Homosexuality, Cambridge, MA: Harvard University Press, 1989, (1. baskı 1978). 38 Halperin, David, M., One Hundred Years o f Homosexuality and Other Essays on Greek Love, New York: Routledge, 1990. 39 Burada Dover’m ilk olarak 1978'de basılmış kitabının 1989’da gözden geçirilmiş baskısını kullanacağız. 40 James Davidson, Dover’ın özellikle de sonraki yazılarında, Avrupa ve Akdeniz toplumlarmdaki çağdaş eşcinsel pratiklerden etkilendiğini ve ardından bu etkileri Yunan toplumuna dair yorumuna yansıttığım iddia etmiştir (“Foucault, and Greek Homosexualiy: Penetrati­ on and the Truth of Sex”, Past and Present, S. 170 (Şubat 2001), s. 3-51 içinde, s. 29; ayrıca bkz. Davidson, James N., Courtesans and Fishcakes: The Consuming Passions o f Classical Athens, Londra: HarperCollins, 1997). 41 Dover, age., s.103. 42 Aktaran Dover, age., s. 52.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

241


242 : Janet Afary ve Kevin B. Anderson

sa fahişe derekesine inerdi; bir cinsel ilişkiyi de başlatm azdı zira buna ayıp gözüyle bakılırdı. S akalı çıkıp bir yetişkin olduğu anda b u ilişkinin sona er­ m esi beklenirdi ve söz konusu ilişki çoğu zam an biterdi de. B unun ard ın d an genç ad am şehir-devlette b ir y u rtta ş o larak yerini alır, saygın b ir evlilik ya­ p a r ve kendi p a /tM a la rın ı yetiştirebilirdi.43-44 Foucault yaşlı sevgilinin aktif konum da olacağı farz edilen “işbölüm ü”nü irdelem em işti. Bilgi/iktidar ekseni hakkındaki keskin ve isabetli gözlemleriy­ le ta n ın a n bir teorisyen, bedenin iktidarın kendini inceden inceye eklemlediği b ir alan ve tah akküm ün tesis edildiği yer olduğunu bizlere bıkıp usanm adan h a tırla ta n bir yazar, söz konusu olan bilgi/iktidar ekseni, seçkin yaşlı erkekler ta ra fın d a n işletilen ve haz aldıkları bedenlerin ergen öğrencilerinin bedenle­ ri olduğu Yunan akadem isi olduğunda meseleyi sorgulam ayı tam am en bir ke­ n a ra bırakm ıştı. Foucault’nun iktidarın akadem ideki, meclisteki, ailedeki, po­ püler kültürdeki (örneğin Aristofanes’in keskin hicvi)43445 ya da bu son derece asim etrik ilişkinin “ekonom i’si hakkındaki tefekkürleri neredeydi? Dover ise Foucault n u n tam tersine, Y unan toplum unun sınıfsallık, etnisite ve toplum sal cinsiyetle şekillenm iş altm etinlerine büyük önem gösterir. O nun eserine bakıldığında ve Foucault’n u n kullandığı m etinlerin bazıları y ak ın d an okunduğunda görülecektir ki Foucault’nun kendi kendine düzen­ lenen ve ılım lılığa duyulan arzudan kay n ak lan an aşk etiği üzerindeki v urgu­ su cidden tartışm aya açıktı. Böyleydi zira erastes ile paidika arasındaki ilişki yasalar ve sınıf im tiyazlarıyla desteklenen b ir dizi ik tid ar teknolojisiyle dü­ zenleniyordu. Y unan felsefeciler ve sanatçılar erkeklerin hem cins ilişkilerinde iki p a rtn e r arasın d ak i eşitsizliğe gönderm ede b ulunm uştu, ki Dover eşitsizliği “Yunan eşcinsel ethos’undaki tem el çelişki” diye ad lan d ırır.46 P la to n u n Şölen inde bu göreneksel çifte sta n d a rd a d air bir ta rtışm a yer alır. Genç oğlanın peşini ıs­ 43 Age., s. 224. 44 Aristoteles bir kralın hikâyesini anlatır: Kral iki genç erkek sevgilisinden birine onu kızıyla evlendireceği, diğerine de doğduğu şehirde iktidara geri dönmesine yardım edeceği sözünü verir, ama bu sözlerini tutmayınca sevgilileri tarafından tahttan indirilir. Aristoteles’e göre kralın siyasi hatası ilişkilerin kendisinde değil, genç adamları aşağılamasına neden olacak şekilde karşılıklılık kuralını çiğnemesinde yatıyordu. İnsanın kendi arzularının peşinden giderken ılımlılık ve karşılıklılığı ihmal etmesinin temelinde kibrin [hubris] olduğu düşü­ nülüyordu (Politika, 1311 a39). 45 Foucault Aristofanes’i tartışır, ama bundaki tek maksadı Aristofanes'in hemcins ilişkileri normal olarak gördüğünü göstermektir. Platonun Aristofanes’e bakışı için, bkz. Symposium (dizeler 189-93). 46 Dover, age., s. 137.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

rarla bırakm adığı için erastesin dostları ona hayranlık duyar ve onun oğlanın gönlünü kazanm ak için sergilediği, irrasyonel gibi görünen çabalarını g ü ­ lünç bulur. Genç p a id ika m n babası ise oğlu ile akadem ideki erastes arasında bir cinsel ilişki y aşan m a ihtim alinden ö tü rü huzursuzluk duyar. Eğer b ab a zenginse, oğlunu b ir şa h in gibi gözleyecek köleler tu tard ı. D aha da önemlisi, genç paidika ile erastesi arasın d a herhangi bir şey olduğu takdirde, oğlanın yaşıtı olan arkadaşları onu uy arır ve “az arla rd ı”.47 Foucault b u konuya tem as etm işti am a erastes ile paidika arasın d ak i ilişkinin insan ilişkilerinin genelin­ de görülen ast/üst kalıb ın a uym ası olgusunu irdelem em işti. E ros siyasi ik tid a r oyu n ların d a d a önem li bir rol oynuyordu. Aristofanes’in kom edileri çoğu kez, devlet görevleri için adaylığını koyan, kârlı m er­ tebelere yükselen ve m ecliste yönetim i ele geçiren d ah a genç erkek y u rtta şla ­ ra içerlem iş yaşlı erkek y u rtta şla ra odaklanır. Bazen, yaşlı erkekler gücenik­ liklerini kendilerinden genç y u rtta şla rı oğlanlarken eşcinsel ilişkiye girm iş olm akla itham ederek ifade ederdi.48 B u n a ilaveten, gözünü ü st m ak am la­ ra dikm iş genç y u rtta şla r bazen de gelecekte b aşarı kazanm ayı garanti a ltı­ na alm ak için doğru yerdeki in sa n la rın cinselliklerine oynardı; bu m invalde, üst m evkilere gelebilm ek ve kendilerine güçlü ham iler edinebilm ek için seksi kullanırlardı. Dolayısıyla seks, Atina toplum unda gerek evlilik ve heteroseksüel ilişkilerde, gerekse de siyasi bah islerin yüksek olduğu hem cins ilişkiler­ de düzenli o larak b a şv u ru la n güçlü b ir siyasi silahtı. Gelgelelim, siyaset oyu­ nu n d a erosun k u lla n ım ları Foucault n u n m etninde n a d ire n görülür. Foucault erastes ile paidika a rasın d ak i ilişkinin yasayla değil de in sa n ın kendi kendine benim settiği bir ılım lılıkla düzenlendiğini öne sürm üştü. Fa­ kat aslına bakacak olu rsak Y unan toplum u uygun ve uygun olm ayan h em ­ cinsle ilişkilerin (ve heteroseksüel ilişkilerin) incelendiği, yargılandığı ve ge­ rekiyorsa cezalandırıldığı ayrıntılı b ir adli yapı geliştirm işti. M eşru ile gay­ ri m eşru eros a ra sın d a hukuki bir ayrım yapılıyordu. Köleler çoğu kez, r ı­ zaya dayalı olm ayan cinsel ilişkilere m a ru z kalıyordu. S p o r yapılan yerler­ den m en edilm işlerdi ve "özgür bir oğlana âşık olm aları ya da onun peşinden k o şm aları” yasaktı.49 B ırpaidikaya tecavüz etm ek ciddi cezaları beraberinde getiriyordu. Ayrıca, b ir tü r cinsel ilişki k arşılığında p a ra alm ış olan bir pai­ dika kam u m eclisine seslenem iyor ya d a yetişkin bir y u rtta ş olarak mevki sa­ 47 Age., s. 82. 48 Age., s. 141. 49 Age., s. 46.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

243


244 I Janet Afary ve Kevin B. Anderson

hibi olam ıyordu. Eğer m eclise seslenip ya d a mevki sahibi olup da k en d isin e; yöneltilm iş "fahişelik” suçlam aları b ir jü ri tara fın d a n h ak lı b u lu n u rsa id a m ! edilirdi. Özgür statüdeki oğlanı cinsel hizm etlerde bu lu n m ası için kiralayan ahlaksız babası ya d a m u h afız da yasa ta ra fın d a n cezalan d ırılırd ı.50 H uku­ ki ih tilaflard a jüriler, bu tü r ihlallerin m enzilini ta rtış ır ve k a ra ra varırken m evcut koşulları irdelerdi.51 Nasıl ki A m erikan Temsilciler M eclisinde devlet m em u ru sorgulanabiliyorsa, Yunan toplum u da kendi m em u rların ı sorgula­ yabiliyordu. M akedonya K ralı II. FilipTe yapılan barış a n la şm ala rın a karşı çıkm ış olan Atinalı siyasetçi Tim arkhes, M.Ö. 346’da oğlanken fahişelik yap­ tığı suçlam asıyla yargılanm ıştı. Öyle görünüyordu ki bu suçlam alar nere­ deyse tam am en siyasi d ü şm a n la rın ın onu ve ark ad aşların ı ik tid ard an b e rta ­ ra f etm ek istem esinden kaynaklanıyordu.52 Erastes ile paidika arasın d ak i ilişkinin iktisadi bir boyutu da vardı. Genç oğlana a rm ağ an verm enin âdetten olduğunu söylemekte haklıydı Foucault. Fakat “a rm ağ an ” hangi noktada “parasal b ir taz m in a t” h a lin i alıp oğlanı b ir "fahişe” derekesine indiriyordu? Arzu edilen kişiyi pahalı a rm a ğ a n la r yoluy­ la elde etm enin bedeli ağırdı. Oğlanı spor yapılan yerde seyretm ek ve onu et­ ra fta tak ip etm ek için hayli boş z am an ın ız olm ası lazım dı. Dahası, “oğla­ n ın gözünde kendinizi hay ran lık duyulası ve ilginç kılm ak için sanat, savaş ve hayat hakkında pek çok sohbete girm eniz gerekirdi.” P la to n u n diyalogla­ rın d a gördüğüm üz tü m şahsiyetler, boş zam an ı olan b ir sınıfa, bazıları da yüksek aristokrasiye m ensuptu.53 Y unanlı kom edyenler bu sınıfsal ayrım ın farkındaydı ve bunu hicivlerinde b a şv u ra c a k la rı bir m alzem e olarak kulla­ nıyorlardı. Dover, erastes ile paidika ara sın d ak i ilişkiyi “sahici a şk ”, koca ile k arı arasın d ak i ilişkiyi de “sim etrik olm asa” da “karşılıklı” o larak nitelendi­ ren Foucault nun aksine, Y unan toplum unda ne heteroseksüel ilişkilerin ne de hem cins ilişkilerin “eşitler arasın d ak i k arşılıklı h isleri” beraberinde ge­ tirdiğini, söz konusu o lan ın “yüksek statü d e o lanların düşü k statüde olanla­ rın peşinden koşm ası” olduğunu işaret etm işti: “E rom enos’ta [paidika] hay­ ra n lık duyulan erdem ler, b ir toplum daki yönetici u n su ru n (Y unan toplum u örneğinde, yetişkin erkek y u rttaşların ) yönetilenlerde (k ad ın lar ve çocuklar) olm asın ı tasvip ettiği erdem lerdi.”54 Bu ik tid a r teknolojileri, yasa ve iktisat, 50 Age., 51 Age., 52 Age., 53 Age., 54 Age.,

s. s. s. s. s.

27. 36. 36. 150. 84.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

paidikanm konum unun cinsel bir fetih sonucunda elde edilm esi am açlanan, arzuyla peşinde koşulan ta li bir konum olduğunu ortaya koyar. Son olarak, Foucault lezbiyen ilişkilere ancak bir iki satırla değinm işti.55 Dover M.Ö. altıncı yüzyılda yaşam ış Y unanlı lezbiyen şa ir Sappho’nun haya­ tı ile şiirlerini ve lezbiyenliğe ilişkin diğer m eseleleri irdelem işti. Sappho’nun şiirinde erastes ile paidika arsında var olan tem aların aynısıyla -yani, p eşin ­ den koşm a, fira r etm e, hediye verme ve nihayetinde a ş k - karşılaştığım ızı, dolayısıyla erkeklerin ve k ad ın ların hem cins ilişkilerinin k im i açılard an b ir­ birine benzediğini a m a lezbiyen ilişkilerin erkek eşcinsel ilişkilerden d a h a karşılıklı olmuş olduğunu işaret eder.56 Dolayısıyla bu toplum da, erastes geleneksel m ütehakkim rolünü, paidika ise geleneksel tabi rolünü oynuyordu. Toplum sal sınıflara dayanan karm aşık hiyerarşileri olan toplum larda, hâkim g ru p la rın toplum un kü ltü rü n e ve ede­ biyat, felsefe ve yasadaki genel bakışa erişim i vardır. Eşitsiz ilişkileri genelde m eşru la ştırır ve onları toplum un rehber ilkelerine dahil ederler. H âkim g ru p ­ lar b ir ya da birden fazla kabul edilebilir rol tahsis etm ek suretiyle tabileri ta ­ nım larlar. Tabilerin zihinsel ya da ahlaki açıdan kusurlu doğm uş oldukları­ nı varsayabilirler. H âkim gruplar tabileri kendilerini m em n u n edecek psiko­ lojik özellikler geliştirm eye de teşvik edebilir. Tabiler kendilerine tahsis edilen bu rolleri aşıp kendilerini öne koyarak inisiyatif aldıklarındaysa, hâkim grup o nları anorm al olarak tanım lar. Nihayetinde, hâkim kesim ler gerek kendile­ ri için gerekse de tabiler için nelerin “d oğru” nelerin “iyi" olduğunu belirler ve değişim için ortada pek fazla ihtiyaç olduğunu düşünm ezler.57 T üm bu kalıplar erastes ile paidika arasındaki ilişkide ortaya çıkıyordu; zira yetişkin olan sevgililer cinsel ilişkilerde paidikayı pasif konum a hapset­ meye çalışıyordu. Paidikalarm fiziksel açıdan cinsel ilişki sırasında herhangi bir his (haz ya da travm a) tecrübe edem eyeceklerini varsayıyorlardı. Genç er­ gen oğlanlardan cinsel ilişkileri başlatm aları ya da parasal tazm in at talep et­ m eleri beklenm iyordu. B unu yapanlar fahişe diye yaftalanıyordu. Akadem i­ de, erastesler toplum un rehber ilkelerinden biri olduğunu söyleyerek bu eşitsiz ilişkiyi m eşrulaştırıyor ve bu ilişki etra fın d a bir dizi k u r pratiği geliştiriyor­ du. B u tü r bir ku r p ratiğini felsefi hakikate ulaşm anın zo ru n lu bileşeni hali55 Foucault, Michel, The History o f Sexuality, 3. Cilt, The Care o f the Self, Çev.: Robert Hurley, New York: Vintage, 1986 s. 202, 206 (İlk baskı 1984). 56 Dover, age., s. 177. 57 Miller, Jean Baker, "Domination and Subordination”, Rothenberg, Paula S., (ed.), Race, Class, and Gender in the U.S., New York: Worth, 2001 içinde, s. 86-93.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

245


246 : .lanet Afary ve Kevin B. Anderson

ne de getirm işlerdi. Erastesler bu ilişkinin erkeklik sanatında eğitilm iş ve kıy­ m etli toplum sal bağlar k u rm a ların d a kendilerine yardım edilm iş olan paidika\ar için büyük bir değer taşıdığına kendilerini inandırm ış gibi görünüyor­ lardı. Peki, Foucault nasıl olm uştu da bu ilişkilerdeki ik tid ar farkını hiç eleş­ tirm em iş ya da sorgulam am ış ve sırf erasteslerin bakış açıların ı övmüştü?

Ilımlılığın Toplumsal Cinsiyeti Nedir? G örm üş olduğum uz gibi, görünüşe b a k ılırsa Yunanlılar, aşağ ıd a kısaca ta r­ tışacağ ım ız iki kiplik, konum ve ılım lılıkla ilgileniyordu. Y unan erkeğinin pasifliği hor görüşü k ad ın lığ ın hor görülüşüyle bağlantılıydı: “Y unanlıla­ rın gözlerinde m eşru ero su n ‘k u ra lla rın ı çiğnem iş olan erkek kendini erkek y u rtta şla rın arasın d an ayırm ış ve k a d ın la r ile yabancıların sın ıfın a girm iş olurdu.”58 Foucault, m etni boyunca Y unan eşcinselliğinde “p asiflik ’e dair fi­ ili ta n ım la m a n ın e tra fın d a raks etm ek suretiyle, hem cins ilişkilerin yaygın olduğu am a (ister zor isterse de rıza yoluyla olsun) fiziksel penetrasyona m a­ ru z b ıra k ıla n o ğlanların hayatları boyunca aşağılandığı b ir k ü ltü rü n ikiyüz­ lülüğünü adıyla sanıyla zikretm iyordu. Peki ılımlılığa ne diyeceğiz? Y unanlılar ılım lılıkla neyi kastediyorlardı? Ve onların gözünde aşırılık ne anlam a geliyordu? Ilımlılık, kişinin kendini denet­ lemesi ve kendi kendine hâkim olması meselesiydi. Dışsal olm aktan ziyade içsel sınırdı bu ve dolayısıyla, Foucault nun gözünde, hayli m uteber bir kavram dı. An­ tiklerin kullandığı şekliyle ılım lılık kavram ı, en kapsam lı şekilde Aristoteles’in N ikom akhos’a E tik’inde özetleniyordu. Bilinen bir örnek Aristoteles’in cesaret kavram ıydı. Cesaret erdem i, bir uçta pervasızlık, diğer uçta korkaklıkla sınır­ lanan bir ortalam aydı. Erdem , belirli bir d u ru m a ilişkin duygularınızı ılım ­ lı ölçüde, ne çok kuvvetli ne de çok zayıf b ir şekilde ifade etm e yetişiydi. Ilım ­ lılık toplum sal cinsiyetten bağım sız bir kavram değildi zira ılım lılık idealini kavram sallaştırıp uygulam aya koyabilmek akıl sahibi olunduğunu gösteriyor­ du - Aristoteles’e göre kadınlarda olmayan bir şeydi bu. O nun gözünde kadın­ lar, ılım lı, m akul bir şekilde siyasi yönetim sağlayabilmekten acizdi ve kadınla­ ra siyasi iktidar verildiği zam an, kendilerine olan hâkim iyetlerini fazlasıyla ko­ layca kaybeder ve aşırılığa düşerlerdi. Bu d u ru m Sparta’da zam an zam an vuku bulm uş ve devletin yıpranm asına sebep olm uştu.59 58 Dover, age., s. 103. 59 Aristoteles’in toplumsal cinsiyet konusundaki bu açıklamaları, Platonun Devlet’te önerdiği, seçkinler arasında toplumsal cinsiyete dair daha geniş bir eşitliğe yöneltilmiş bir saldırının parçasıdır.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

Dem ek oluyordu ki hem ılım lılık hem de pasiflik erkek ile kad ın a ra sın ­ daki k a rşıtlık ta n doğuyordu. Foucault'nun kendisi de b u n u teslim etmişti: Ilımlılığa aslen eril bir yapı verilmiş olmasının [olgusunun] bir başka so­ nucu daha vardır... Ölçüsüzlük kendi dişilliğiyle bağ kuran bir pasiflik­ ten kaynaklanır. Ölçüsüz olmak hazlarm gücü karşısında direniş içinde olmamak ve bir zayıflık ve teslimiyet konumunda olmak demekti; kişinin kendisinden daha güçlü hale gelmesini sağlayan kişi karşısındaki o er­ keksi tavrı takınamamak demekti. Bu anlamda, hazlar ve arzular adamı, hâkimiyetsizlik (akrasia) ya da düşkünlük (akolasia) adamı dişil diye ad­ landırılabilecek bir adamdı.60

Doğa ile özdeşleştirilen kadın ölçüsüz ve zayıfken, sahici b ir adam sa kendi kendine hâkim olm ayı öğrenm iş biriydi. Foucault Benliğin Bakımında, eril­ lik ile kendine hâkim olm a arasındaki ilişkiye yeniden değinm işti: “Demek ki penis tü m bu hâkim iyet oy u n ların ın kesişim inde, yani kendine hâkim iyette ortaya çıkm aktadır."61 Sağlık, yemek ve egzersiz söz konusu olduğunda, ılım lılığ ın toplum sal cinsiyetle şekillenm iş b ir alt m etni d a h a vardı. Cinsel ilişki sırasında hayati ve çok ihtiyaç duyulan b ir enerjinin sa rf edildiği varsayıldığı için, felsefeciler ile hekim ler p artn e rle rin yaşı, yıl m evsimi, günün zam anı ve cinsel faaliyet­ lerin sıklığına d a ir ay rıntılı tavsiyelerde bulunuyordu. B u dönem de de c in ­ sel faaliyet etiğini belirleyen şey d inin ya d a devletin dayattığı yasaklar değil, kişin in kendi kendine benim settiği ılım lılık tı.62 H avanın sertliğine bağlı ola­ rak, in sa n belirli faaliyetlere girdiğinde ya da kim i faaliyetlerden uzak d u r­ duğunda, cinsel açıdan en sağlıklı konum da olm ak am acıyla, egzersiz, yeme, içme ve yılın m evsim lerine d air ılım lılık tavsiyelerinde bulunulurdu. Bu sağ­ lık etiğinin erkek m erkezli doğası özellikle de cinsel birleşm e edim ine d a ir yapılan yorum larda belli oluyordu. Y un an lıların gözünde, m eni salgılam a­ sı sonucunda erkeğin hayati yaşam gücü tükeniyordu. B oşalm a "küçük bir ö lü rn ’dü. Aşırı seks ve cinsel h azlara fazla düşkün olm an ın in san ı ölüme gö­ türebileceği düşünülüyordu.63 Seksin k a d ın la ra faydasıysa ta m tersi açıdan-

60 Foucault, 1985, age., s. 84-85. 61 Foucault, 1986, age., s. 34. 62 Foucault, 1985, age., s. 114. 63 Age., s. 126-333.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

247


248 : Janet Afary ve Kevin B. Anderson

clı. K a d ın la r hem orgazm oluyorlar hem de erkeklerin m enisinden kelim enin tam anlam ıyla faydalanıyorlardı. K adın cinselliğinin kuru, asalak bir şey olarak görüldüğü bu b a k ışa göre, erkeklerin sıvıları kad ın ın sağlığını iyileş­ tiriyordu. R ahim nem leniyor, böylelikle k u ru m a sı önlenm iş oluyordu; aksi takdirde kasılm alar ve a şırı b ir acı yaşanırdı: “K adının bedeni için, erkeğin içine girm esi ve sperm in em ilm esi, kendi niteliklerinin dengesinin an a kay­ nağı ve kendi bedensel sıv ıların ın gerekli akışı için kilit b ir uyarıcıdır.” K a­ dına açıkça hayat veren m eni erkeğin hayatını tüketiyordu.64'65 Foucault, Y unanlıların b ir etik mesele o larak cinsel d avranış konusunda kendilerini sorguladıkları üç alanda, yani sağlık ile beslenm e, evlilik ve oğ­ lan lara duyulan aşkta, b ir “varoluş estetiği” k u rd u k ları sonucuna varm ıştı.66 D aha önce tartışm a m ız d a gösterdiğim iz gibi; kabul edilebilir hayat tarzları ile kabul edilemez hayat ta rz la rı arasın d ak i sın ırı belirleyen b u yaşam a sa­ natı, toplum sal cinsiyetle şekillenm iş ince (ve b azen çirkin) varsayım lara da­ yanıyordu. Bu hayat ta rz ın ı belirleyen tek n ik lerin -ılım lılık, kendine hâkim olm a ve sağlık- sözüm ona ilahi bir kökeni olan yasaya dayalı olm adığı doğ­ rudur. Söz konusu teknikler, pasifliğin, k a d ın la rın ve o n ların tabi konum la­ rın ın içkin bir şekilde değersizleştirilm esinden ileri geliyordu. Y unan toplu­ m u seks, ekonomi, yasa ve siyaset alan ın d a görünm ez bir dişil altm etin saye­ sinde tanım lıyordu kendisini.67 Foucault n u n Y unan eşcinselliği hakkındaki yorum u sorunluydu; çü n k ü Foucault erkekler ile k ad ın lar ve erkekler ile oğ­ lan la r arasın d ak i cinsel ilişkileri belirleyen bu antik (eril) etiğin toplum sal cinsiyetle şekillenm iş altm etn in in teorik u z a n tıla rın ı göz a rd ı etm işti. Mo­ dern dün y an ın soykütüklerini ortaya koyan Foucault'ya göre, uysal bedenle­ rim iz v a rd ır ve direnen özneler değilizdir; nostaljiyle yöneldiği Y unan antik çağındaki aşk etiğindeyse arzulayan öznelerizdir am a bu öznelerin iktidar oyunları ve tahakküm teknikleri pek irdelenm ez. 64 Age., s. 129, 137. 65 Meninin bu "hayat verici” özelliği erastes ile paidika arasındaki ilişkiyi de belirliyordu. Erastes hem paidika ile seks yapıyor hem de, bu açıkça kabul edilmese de, menisi yoluyla paidikaya fallusu (yani erkeksilik ile otoriteyi) aktarıyordu. Otorite/hayat/iktidar/erkeksiliğin aktif olandan pasif olana aktarıldığı bu eski arketip pek çok kültürün en eski mitlerinde de vardır. Bize bu bağı gösterdiği için Houman Sarshar'a teşekkür ederiz. 66 Foucault, 1985, age., s. 253. 67 Suzanne Pharr’ın belirttiği gibi, eşcinsellik karşıtlığın önemli bir kısmı kadın düşmanlığın­ dan kaynaklanır: Geylerin "kadınsı” cinsel kimlikleri ve davranışlarının erkek tahakkümü ve zorunlu heteroseksüellik sistemini toptan yıkabileceği korkusuyla, kadın düşmanlığı bü­ yük bir şiddetle geylere aktarılır (Pharr, Suzanne, "Homophobia as a Weapon of Sexism”, Rothenberg, Paula S., (ed.), Race, Class, and Gender in the U.S., New York: Worth, 2001 içinde, s. 148).

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

Benliğin Bakımı Foucault, Cinselliğin T arihinin üçüncü cildi olan Benliğin Bakımında., klasik Atina toplum undaki statüleriyle kıyaslandığında, k a d ın la rın Helen ve Rom a ç a ğ la rın d a evlilikte sta tü le rin in iyileştiğini kabul etm işti.68 G elgeldim , bu de­ ğişim i tartışm a k için seçtiği dil kendi hislerini açığa vuruyordu. Evliliğin p a rtn e rle r arasında giderek daha gönüllü hale gelen b ir a n la şm a olduğunu biliyoruz. K ızının evliliğine k a ra r verm ek açısından b a b a n ın d a h a az otori­ tesi vardı. Evlenen k a d ın belirli iktisadi ve yasal h ak lar k azan m ıştı. K adın­ lar b azen kendi m iras sahibi, m ülk sahibi oluyor ve kendi m u h afızla rın d a n kurtulabiliyordu. Fakat k a d ın la rın cinsel yüküm lülükleriyse aynıydı; erkek­ lerin h a k la rı ise a rtık d a h a sınırlıydı. K a d ın la r evlilik sözleşm esine, ayrı bir evde düzenli olarak tu tu la n k a p atm aların ve evlilik d ışında resm en ta n ın a n ço cu k ların olam ayacağı şa rtın ı koyabiliyordu.69 Ama Foucault şunu da yaz­ mıştı: “[Roma toplum u] evliliğe değer yüklem iş olan iktisadi ve toplum sal am açları b e rta ra f etm işti... Evlilik eşler [aynen böyle] için gitgide çok d ah a kısıtlayıcı hale gelm iş (...) k a rı kocayı sınırlayan d ah a kuvvetli b ir güce ve dolayısıyla, çifti diğer b ir toplum sal ilişkiler alanında tec rit etm ek için çok d a h a etkili bir güce dönüşm üştü.”70 Foucault bu değişim lere açıkça k a ra m sar bir gözle bakm ıştı. Evliliğin d ah a önceki iktisadi ve toplum sal am açları k u ­ ru m u n kendisini değerli hale getirm işti. Fakat bu am açlard an m ah ru m b ıra ­ kılan evlilik artık dezavantajlıydı. Öyle görünüyordu ki, k a d ın la r evlilikte ne kad ar d a h a çok hak edinirse, bir b ü tü n o lara k k u ru m u n kendisi d ah a az de­ ğerli d u ru m a geliyordu.71 Foucault evliliğin çifti diğer toplum sal ilişkilerden “tecrit e ttiğ in i” kabul ediyordu. Fakat aslında, k a d ın la rın Helen ve Rom a çağ ların d a evin d ışındaki toplum sal ilişkileri önem li derecede artm ıştı. 68 Foucault burada birkaç yüzyıl atlar ve milattan sonraki ilk iki yüzyılda Roma bağlamında gerçekleşen değişimlere, (erkekler için) giderek artan bir cinsel riyazetin normatif hale gel­ diği döneme bakar. Klasik Yunan döneminde bile, tıbbi metinlerde seksin beraberinde ge­ tirdiği sağlık risklerine dair bir kaygı vardı; Foucault’nun kitabına Benliğin Bakımı adını koyması da bundandır. Erkeğin karısına sadık olması çok daha muteber bir özelliğe dönüş­ müş ve oğlanlara duyulan aşksa çok daha az değer verilen bir özellik halini almıştı. Bunun­ la birlikte, bu Roma dönemi ile daha sonraki Hıristiyanlık arasında bir ayrım yapar; zira ona göre, Roma devrinde seks üzerindeki yeni kısıtlamalar yine içsel kısıtlamalardı. 69 Bridenthal, Koonz ve Stuard 1987, age. 70 Foucault, 1986, age., s. 77. 71 Yirminci yüzyıl başı Alman feministlerinden Marianne Weber bu konuda Foucault’nun görüşünden çok daha farklı bir görüş ortaya koymuştu. (Bkz. Weber, Marianne, “Excerpt from ‘Authority and Autonomy in Marriage”, The Women Founders o f Sociology and Social Theory, 1830-1930, Ed. Patricia Lengennan ve Jill Niebrugge-Brantley, New York: McGrawHill, 1998, s. 215-220 içinde, s 215).

Cogito, sayı: 65-66, 2011

249


250 I lanet Afary ve Kevin B. Anderson

P lutarkhos (M.S. 45-125) bu yeni dü şü n ü ş şekillerinin çoğ u n u özetlem iş­ ti. Seks erkeğin evlilikteki m utlak hakkı o lm ak tan çıkm ıştı; m uhabbeti, ih­ tim am ı ve karşılıklılığı beraberinde getiriyordu artık. Yetişkin erkeklerin oğlan lara duyduğu aşk da, yeni ahlaki ve etik tem ellerde sorgulanıyordu. P la to n u n akadem isinin b ir üyesi olm uş olan Plutarkhos oğlancılığın çoğu zam an zor ve şiddeti gerektirdiğini iddia etm işti. Paidika ile olan ilişkide ek­ sik olan şey charis ya d a rızaydı.72 Keza, R om alı retorik hocası M arcus Fabius Q uintillian (M.S. 35-95) akadem ide yeni ölçütlerin yerleştirilm esi gerek­ tiği ç ağ rısın d a bulunm uştu. Ona göre, ö ğretm enin “öğrencilerine karşı bir ebeveyn tavrı takınm ası ve çocuklarını kendilerine em anet edenlerin yerini aldığını düşünm esi” gerekirdi.73 Foucault, Benliğin B a kım ında, Plutarkhos ya da O uintillian’ın adam lar ile o ğ lan la r arasındaki pek çok ilişkide rız a n ın olm adığı yolundaki keskin gözlem lerine yanıt verm em işti. B unun yerine, evlilik aşkı ile k arı ile koca a ra sın d a d a h a iyi bir iletişim k u ru lm a sın ın el üstünde tu tu la n değerler ha­ line gelmesiyle, “vaktiyle oğlanlara duyulan aşka bahşedilm iş im tiyazların giderek d a h a şüpheli gözlerle sorgulanm aya b a ş la n m a s ın d a n yakınm ıştı.74 Biraz d a h a ilerideyse şöyle yazm ıştı: "Oğlan erotizm inin (kadınlara duyu­ lan sahte aşka karşıt olarak) dosdoğru o aşk biçim ine ait olduğu talebinde bulunabildiği her şey, b u ra d a gerek k a d ın la ra duyulan m u habbette gerekse de evlilik ilişkisinin kendisinde yeniden k u llan ılacak tır.”75 D ahası, Foucault Plutarkhos’u n “hem tü m aşk biçim lerine hem de tek başına evlilik ilişkisine uygulanabileceğini gösterm ek üzere, oğlan erotizm inin tem el ve geleneksel özelliklerini ödünç ald ığ ın ı” yazm ıştı.76 B ugün pek çok o k u r Foucault’nun hay ıflan ışm a yakınlık duyacak olsa da, o n u n karşılıklılığı reddedişini daha rah atsız edici bulacaktır. Foucault, Paul R abinow ’la yaptığı b ir sohbette, kendi "etik”ini her türlü k arşılıklılık anlayışından çok d ah a açık b ir şekilde ayırm ıştı: L’Usage du plaisir [Hazların Kullanımı] cinsel etiğe dair bir kitaptır; aşk, dostluk ya da karşılıklılık hakkında bir kitap değildir. Ve Platonun oğlan­ 72 Plutarkhos evlilikte rızanın her zaman olduğunu, ama bunun erkekler ile oğlanlar arasın­ daki ilişki için söylenemeyeceğini varsayıyordu. 73 Aktaran Foucault, 1986, age., s. 190. 74 Foucault, age., s .185. 75 Age., s. 203. 76 Age., s. 205.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

lara duyulan aşk ile dostluğu bütünleştirmeye çalışırken, cinsel ilişkileri bir kenara koymaya mecbur olması çok mühimdir. Dostluk karşılıklıdır, cinsel ilişkilerse karşılıklılığa dayanmaz; cinsel ilişkilerde ya penetre eder­ siniz ya da size penetre edilir... Dostluğunuz olduğu zamansa, cinsel ilişki­ ye girmek çok zordur.77'78

F o u c a u ltn u n antik çağdaki aşk etiği, üzerinde yükseldiği Aristotelesçi eti­ ğin bazı so ru n ların ı paylaşıyordu - gerçi bu etiğin pek çok olum lu niteliğini ise sergilem iyordu. R uth G roenhout,79 L inda H irsh m an 80 ve M a rth a Nussbau m ’u n 81 belirttikleri gibi, Aristotelesçi etiğin sorunu k a d ın la rı tabi kılan to p ­ lum sal ve dinsel gelenekler dahil olm ak üzere, mevcut pek çok geleneği onaylam asıydı. Aristoteles’in tasavvurundaki hiyerarşik toplum sal örgütlenm e­ de, k a d ın la ra düşünsel yaşam , rasyonellik ve insanlığın en alt basam ağı la­ yık görülüyordu. Fakat Aristoteles, etiğinin tüm o sın ırlılık la rın a rağm en, hiç olm azsa dostluğa içkin olduğunu d ü şü n d ü ğ ü karşılık lılığ ın kilit bir etik m esele olduğunu v u rg u la m ıştı.82 F o u c a u ltn u n çözüm lem esinin üzücü yanı şuydu: Foucault en nihayetin­ de, m odern erkek eşcinselliği için yeni b ir etik bulm ak için, antik YunanR om a dünyasındaki aşk ilişkilerine b a k m a k ta haksız değildi. Aslında, antik dünyadaki bu ilişkinin a şam alı dönüşüm üne d a ir daha eleştirel ve diyalektik bir okum a, çağdaş kaygılara çok d ah a etkili b ir şekilde seslenen bir aşk eti­ ğinin k u ru lm asın ı sağlayabilirdi. Foucault klasik Yunan toplum undaki hem ­ 77 Foucault, Michel, "On the Genealogy of Ethics: An Overview of Work in Progress”, Foucault Reader, Ed. Rabinow, Paul, New York: Pantheon, 1983, s. 340-72 içinde, s. 344. 78 Rabinow buna itiraz eder ve şöyle bir soru sorar: "Seksin neden erkeksi olması gerekir? Ge­ nel çerçevede herhangi bir büyük değişiklik yapmadan, kadınların ve oğlanların hazzı ni­ çin hesaba katılmaz? Yoksa bu sadece küçük bir sorun değil midir? Başkasının hazzını dev­ reye sokmaya çalıştığınızda, tüm o hiyerarşik, etik sistemi toptan çöker mi?” Foucault bu noktada bunun gerçekten de böyle olduğunu kabul eder (Rabinow, age., s. 346). 79 Groenhout, Ruth, "The Virtue of Care: Aristotelian Ethics and Contemporary Ethics of Care”, Feminist Interpretations o f Aristotle, Yay. Haz.: Cynthia A. Freeland, University Park: Pennsylvania State University Press, 1998 içinde, s. 171-200. 80 Hirshman, Linda Redlick, "The Book of ‘A’.”, Feminist Interpretations o f Aristotle, Yay. Haz.: Cynthia A. Freeland, University Park: Pennsylvania State University Press, 1998 içinde, s. 201-47. 81 Nussbaum, Martha C., "Aristotle, Feminism, and Needs for Functioning”, Feminist Inter­ pretations o f Aristotle, Yay. Haz.: Cynthia A. Freeland, University Park: Pennsylvania State University Press, 1998 içinde, s. 248-59. 82 Ayrıca bkz. Freeland Freeland, Cynthia A., Feminist Interpretations o f Aristotle, University Park: Pennsylvania State University Press, 1998. Martha Nussbaum, Aristoteles’in etik bir toplumsal düzende tüm insanların temel ihtiyaçlarının karşılanması gerektiğini düşündüğü­ ne ve Foucaultnun eserinde böyle bir anlayışın kesinlikle var olmadığına işaret eder (s. 249).

Cogito, sayı: 65-66, 2011

251


252 : Janet Afary ve Kevin B. Anderson

cins ilişkilerde e haris ya d a rız a n ın olm ayışının, erastes ile paidika arasın ­ daki ilişki konusundaki yaygın ikiyüzlülüğün, tabi kılm a sü re c in in toplum ­ sal cinsiyet açısından erkek/kadın ekseninde yeniden k u ru lan k alıp ların ın ve Y unan to plum unun genel k a d ın dü şm an lığ ın ın son kertede Y unan aşkının sahte etiğ in in altını oyduğu sonucuna varabilirdi. Çağdaş gey/lezbiyen h a re ­ ketlerinin ta rih içinde çığır açm ış olm asının sebebi, p artn e rle rin karşılıklı rızası, ilişk in in kam u ta ra fın d a n tan ın m ası ve ırk, etnisite, sın ıf ve toplum ­ sal cinsiyet kategorilerini a şan ittifak ların ku ru lm ası gibi b ir dizi yeni fe­ m inist etik ilkeyi kendi söylem inde b a rın d ırm ış olm asıdır. Gey/lezbiyen ha­ reketi böylelikle antik Y unan daki aristo k ratik eril aşk etiğini aşm ış ve çok daha kapsayıcı ve m odern b ir ihtim am etiğine ulaşm ıştır.

İslam Dünyasında Eşcinsellik Şim diyse, Y unan-R om a to p lu m la rın d a v ar ed ilm iş p ratiklerle olası y ak ın ­ lık ları keşfetm ek üzere, O rtad o ğ u ve İslam to p lu m la rın d a k i eşcinselliğe b ir göz a ta lım .83 Üç b ü y ü k sem avi din eşcinselliği açıkça iğrenilecek, za­ m an z a m a n sa ölüm le c e z a la n d ırıla c a k b ir şey olarak değerlendirir; fakat ö rtü k ta v ırla rı genelde d a h a az katıdır. G erek E ski Ahit gerekse de Talm ud erkek eşcinselliğini çeşitli nedenlerden ö tü rü y asak lar.84 B u n a verilecek ceza aforoz ve h a tta ölüm şeklini a lab ilir (L evililer 18:29 ve 20:13). Pek çok u z m a n sa bu tü r sert c e za lara n ad iren b a şv u ru ld u ğ u n u zira D iaspora’daki Y ahudilerin ölüm cezasını uygulayabilm ek için gerekli olan otoriteye n a ­ d iren sa h ip olduğunu b e lirtir. D ahası, ilah i cezad an k u rtu lm a k için, tövbe ettiğ in izi çeşitli ritüellerle gösterm ek m ü m k ü n d ü .85 E şcinsellik H ıristiy a n ­ lık ta d a b ir g ü n a h o lara k g ö rü lü r - hem E ski A hit’e hem de Yeni A hit'teki kim i p a sa jla ra dayanan b ir a rg ü m a n d ır b u (R om alılar 1:26-27; 1 Korinto slu lar 6:9; 1 Tim oteosa 1:10). Fakat H ıristiy a n lık , eşcinselliğe çok d ah a hoşgörüyle y ak laşan Y unan-R om a k ü ltü rü n d e n de etk ilen m işti ve hem ­ 83 Ortadoğu’daki ve İslam dünyasındaki eşcinselliğe dair fazla bilgi sahibi değiliz; zira bu ko­ nudaki araştırmalar henüz başlangıç aşamalarında. Dolayısıyla, zaman zaman, bu alan­ da uzman olmayan kişilerce yazılmış metinlere başvurmak zorunda kaldık. Demek istiyo­ ruz ki bu toplumlardaki eşcinsel pratikler hakkındaki sözlerimiz son derece farazidir ve bu alanda çok daha fazla çalışmanın yapılması gerekir. 84 Bu metinlere göre, (1) bu erkek Kitabı Mukaddes’in üreme emrine uymuyor, (2) karısına olan yükümlülüklerini yerine getirmiyor ve (3) tek amacı kendi arzusunu tatmin etmek olan bir pratiğe kapılıyordur (Eron, Lewis, "Homosexuality and Judaism", Swidler, Arlene (Yay. Haz.), Homosexuality and World Religions, Valley Forge, PA: Trinity Press International, 1993, s. 103-47 içinde, s. 115. 85 Age., s. 117.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

cins ilişkilere k arşı a n c a k on ikinci y ü zy ıld a d a h a katı b ir ta v ır ta k ın m a ­ ya b a ş la m ış tı.86 Keza, K u ra n d a ve hadislerde hem erkek hem de kadın eşcinselliğine karşı katı ih ta rla r vardı (26: 165-66; 15:73-74). Eşit olm ayan p artnerler arasında ku­ ru la n ve statüyle belirlenen eşcinselliğin O rtadoğu ve Kuzey Afrika’daki tarih i İslam ’ın öncesine uzanıyordu. Heredot Perslilerin bunu Y unanlılardan öğren­ m iş olduğunu iddia etm işti.87 İslam, tıpkı M usevilik gibi, cinsel arzuyu onay­ lar am a bunun evlilik içinde tatm in edilm esi gerektiğini söyler. Şeriat adı ve­ rilen hukuk sistemine göre, cinsel bir ih lalin gerçekleşmiş olduğunun kanıt­ lanm ası için, faillere ceza verilmeden önce sağlam kan ıtların ortaya koyulmuş olm ası (ihlale şahitlik etm iş dört yetişkin erkeğin olması) gerekir. Dolayısıyla pratikte, eğer söz konusu ilişki “kam uyu sıkıntıya sokan bir m esele” haline gel­ m em işse, önemli ölçüde esneklik sergileniyordu.88 Uluorta gözler önüne serilm edikleri ve iki partn er arasındaki hiyerarşi sürdürüldüğü sürece, dişil ve eril hem cins ilişkiler görm ezden geliniyor, hoş görülüyor ve h a tta kabul ediliyordu. Stephen Murray, İslam dünyasındaki erkek eşcinselliğine d a ir yapılm ış bir a ra ştırm a d a , B aşkan Bill Clinton dönem inde ABD ord u su n d ak i “sorm a, söyleme, takip etm e” politikasının y üzyıllar önce bu coğrafyada benim sen­ m iş olduğunu iddia eder. Cinsellik, eşcinseller ile heteroseksüellerin karşıt­ lık içinde olduğu bir düzlem de değil, haz a la n la r ve kendilerini hazza teslim edenler arasındaki ilişkide k u ru lm u ştu .89 B u cinsel pratik ler gündelik h a ­ yatta, h a tta ilişkinin a k tif ve pasif ta ra fla rın ın birbirinden ayrıldığı dinsel ve h a tta askeri söylem lerde bile tezah ü r etm ektedir. Toplum sal etkileşim le­ rin tem elinde, toplum sal cinsiyet çerçevesinde şekillenm iş ince bir yapı ya­ tar. Z am an zam an, M üslüm anlar ile M üslüm an olm ayanlar arasın d ak i iliş­ kileri alegorik, erotik b ir dille belirleyen ö rtü k bir teolojik söyleme rastlarız. C ihadın kılıcıyla “boyun eğdirilir” ve yeni dine “adım a tılır”. B u nedenle, ak­ tif ile p asif şeklindeki sta tü farklılaşm ası M üslüm anlar ile M üslüm an olm a­ y a n la r arasındaki ilişkileri de belirler.90 86 Carmody, Denise ve John Carmody, "Homosexuality and Roman Catholicism”, Swidler, Ar­ lene (Yay.Haz.), Homosexuality and World Religions, Valley Forge, PA: Trinity Press Interna­ tional, 1993 içinde, s. 135-93.142). 87 Roscoe, Will, “Precursors of Islamic Male Homosexualities”, Islamic Homosexualities: Cul­ ture, History and Literature, Yay. Haz.: Murray, Stephen O. ve Will Roscoe, New York: New York University Press, 1997, s. 55-86 içinde, s. 61. 88 Duran, Khalid, “Homosexuality and Islam”, Swidler, Arlene (Yay.Haz.), Homosexuality and World Religions, Valley Forge, PA: Trinity Press International, 1993, s. 181-97 içinde, s. 183. 89 Murray, age., s. 41-42). 90 Wafer, Jim, “Muhammad and Male Homosexuality”, Murray, age., içinde s. 91.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

253


254 : Janet Afary ve Kevin B. Anderson

K lasik F ars edebiyatı, Ferîdüddîn-i A ttâr’ın (ölüm yılı 1220), M evlana Celaleddin R u m i’nin (ö.y. 1273), Şirazlı Sadi’n in (ö.y. 1291), Flafız’m (ö.y. 1389), Molla C âm î’n in (ö.y. 1492) ve h a tta yirm inci yüzyılda yaşam ış İraj M irzan ın (ö.y. 1926) şiirleri hom oerotik a n ıştırm a la rın yanı sıra, güzel genç oğlanlar ve oğlancılık pratiğine yapılan aşik âr gönderm elerle doludur.91-92 H om oerotik ilişkiler konusundaki en iyi kaynaklardan b irin in yaza­ rı olan C yrus Sham isa şöyle der: “Fars edebiyatı esas itibariyle b ir eşcinsel edebiyatıdır.”919293 A nnem arie Schim m el ise şu n la rı söylemiştir: “[Pek çok Sufi] h a y ran lık ların ı genç oğlanlara, m üritlere ya da yabancılara yönlendirm iş­ ti ve Abbasi dönem indeki k itap lar bu tü rd en aşk hikâyeleriyle doludur. Yüzü dolunay gibi parlayan on d ö rt yaşm a basm ış yakışıklı oğlan çok geçm eden insan güzelliğinin ideali h alin e gelmiş ve d a h a sonraki Fars ve T ürk şiirin­ de kendisine m ethiyeler d ü zü lm ü ştü .”94 Y unan geleneğinde olduğu gibi, oğ­ lanın y ü zünde sakalların çıkm ası büyük b ir trajedi demekti, çü n k ü bu du­ rum flö rtü n kısa süre içinde sona ereceği a n la m ın a geliyordu. Sadi ve H a­ fız gibi F ars şairleri genç a d a m ın hayatının bu aşam asını (on beş ile on se­ kiz yaşları arasını) tasvir etm ek için pek çok m etafora başv u rm u ştu ; ö rn e­ ğin belli belirsiz d urum daki bıyık, m enekşeye ya da bitmeye başlayan çim en­ lere benzetilirdi.95 K lasik şairlerin övdüğü m eşh u r aşk ilişkilerinden bazıları k ra lla r ile er­ kek köleleri arasında y a şan a n ilişkilerdi. Sevgili, d ah a güçlü b aşk a b irin in kölesi de olabilirdi. Sevgilinin, sevdiceğinin kim i geceleri gizli gizli y an m a gelişini an lattığ ı pek çok erotik Fars şiirinde bu tü r d u ru m la ra a tıfta b u lu ­ nulur. S arayın dışında, eşcinsellik ve hom oerotik ifadelere dergâh ve m ed ­ reselerden m eyhanelere, askeri kam plardan h am am ve kahvehanelere k a ­ d ar sayısız kam usal m ekânda hoşgörüyle bakılıyordu. Safavî d evrinin b a ş ­

91 Iraj Mirza, Jalal al-Malek, Divan-i Iraj Mirza, Tahran: Mozaffari Press, 1972; Baraheni, Reza, The Crowned Cannibals: Writings on Repression in Iran, New York: Vintage, 1977. 92 Afsaneh Najmabadi, tıpkı Eve Kosofsky Sedgwick gibi (Sedgwick, Eve Kosofsky, Between Men: English Literature and Male Homosocial Desire, New York: Columbia University Press, 1985), yaşlı bir kadının kendisinden genç bir adama duyduğu arzusunu ifade ettiği bazı heteroseksüel Farsça şiirlerin bile, erkek okuyucu ile edebi metindeki arzu nesnesi arasında­ ki homoerotik çekiciliği yansıttığını öne sürer. Ona göre bu arzu bir kadın dolayımıyla ifa­ de edilmiştir (Najmabadi, Afsaneh, "Reading ‘Viles of Women’ Stories as Fictions of Mascu­ linity”, Imagined Masculinities 2000). 93 Shamisa, Cyrus, Shahidbazi dar Adabiyyat-i Farsi, Tahran: Ferdows, 2002, s. 10. 94 Schimmel, Annemarie, Mystical Dimensions o f Islam, Chapel Hill: University of North Caro­ lina Press, 1975, s. 289. 95 Shamisa age., s. 52.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

ların d a (1501-1722), erkeklerin gittiği genelevler (amard khaneh) yasal ola­ rak tan ın ıy o r ve bu k u ru m la r vergi ödüyordu. H am am lar ve kahvehaneler de pek çok kişin in caiz bulunm ayan cinsel ilişkilere girm ek için gittiği yerler­ di. On yedinci yüzyılda y aşam ış Fransız P ro te stan seyyah Jo h n (Jean) Char­ din, genç erkek fahişelerin m üşterileri eğlendirdiği büyük kahvehanelerden bahsediyordu. M üşteriler cinsel ilişkilere girm ek için oğlanı parayla tu ta ­ biliyordu ve en rağbet gören kahvehaneler en güzel fahişelerin bulunduğu kahvehanelerdi.96 B atılı seyyahlar Antik Y unan’dakine benzer hom oerotik aşk etiğinden ge­ riye k a la n örüntüleri anlatm aya devam ediyorlar. On dokuzuncu yüzyılın so n ların a k ad ar büyük b ir bölüm ü İran to p ra k ları içinde olan A fganistan ör­ neğinde, toplum sal cinsiyet pratikleri Ira n ’d ak inden d ah a geleneksel kalm ış­ tı. On dokuzuncu yüzyılda, B ritanya’n ın söm ürge o rdusunda hizm et veren A fganistan kökenli P a ştu n la r âşık oldukları genç oğlanları övdükleri şarkı­ lar söylüyordu.97 Yirm inci yüzyılın so n ların d a ise, ağırlıkla P a ştu n la rm ya­ şadığı K andehar bazıları ta ra fın d a n “Güney Asya’nın gey b aşk en ti” diye ad­ landırılıyordu ve gerek zengin gerek fak ir olsun, Sünni P a ştu n toplum unun tüm düzeylerinde eşcinsellik pratiğine rastlanıyordu. K a n d e h a r’da dillere pelesenk olm uş şöyle nükteli bir söz vardı: "K uşlar şehrin üzerinde yalnızca bir k a n a d ın ı ku llan arak uçar, diğer kanadıyla da kuyruk tüylerini korur.”98 Antropolog Charles Lindholm , P aştun kültüründe, bir a d a m ın aşk nes­ nesinin çoğu kez bir oğlan ya da yakışıklı b ir genç adam olduğu şeklinde bir gözlem de bulunm uştu. M odernliğin ortaya çıkm asından evvel, m isafirler raks eden oğlanlarla eğlendiriliyordu: B ir bedagh [pasif eşcinsel] ile cinsel bir ilişkiye girm iş olan a d a m la ra kara çalınm ıyordu... Bedagh olan adam lar alay konusudur; am a aynı zam anda evlenirler ve toplum dan dışlanm azlar.”99 Raks eden oğlanlara İra n ’d a da sıklıkla ra stla n ırd ı - yirm inci yüzyılın başı­ na k a d a r süren bir gelenekti bu. M odernlikle beraber toplum un d ah a eğitim li kesim leri a ra sın d a eşcinsel­ liğe d a ir giderek bir u tan ç hissi oluşm uştu; fakat söz konusu p ratik devam 96 Ravandi, Morteza, Tarikh-i Ejtem ai-yi Iran, 7. Cilt, Tahran: Fajr İslam, 1989, s. 493. 97 Bu bölge ile antik Yunan kültürü arasındaki tarihsel bağın bir başka göstergesi de, yüzyıl­ larca süren Müslüman hâkimiyetinden sonra bile, Kandehar’ın özgün adını korumasıdır: Bu isim Yunancadaki iskenderiye(Alexandria) sözcüğünün yerel dilde telaffuz ediliş şekli­ ne dayanır. 98 The Times [Londra], 16 Ocak 2002. 99 Lindholm, Charles, Generosity and Jealousy: The Swat Pukhtun o f Northern Pakistan, New York: Columbia University Press, 1982, s. 224.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

255


256 : Janet Afary ve Kevin B. Anderson

etm işti. 1970’lerde "raks eden erkeklerin yerini raks eden kızlar aldı ve travestilerin sayısı çok azaldı. B ununla birlikte, çoğunluğu değilse de oğlanla­ rın pek çoğu ilk cinsel deneyim ini pasifliğe m eyilli a k ra n la rın d a n biriyle ya da kendisinden büyük, bedagh olduğu bilinen b ir adam la yaşar. D aha yaşlı a d am lar h er yere giderken kendilerine eşlik edecek, yakışıklı genç bir adam ı him aye edebilirler hâlâ - gerçi bu pratik pek de yaygın değildir... F ars şiirini takip eden P aştu n şiiri çoğu zam an açıkça hom oerotiktir.”100 D aha önce gördüğüm üz gibi, Foucault seks ile dostluğun birbiriyle bağ­ daşm az olduğunu iddia etm işti. Benzer m invalde, Lindholm d a şöyle yazar: “P a ştu n la r cinsel birleşm ede tah ak k ü m ü n ve tabiyetin olduğunu düşünür­ ler. Bu ikilik kurulm ası u m u la n ilişkinin özünü, yani tasta m a m karşılıklılı­ ğı yok eder. B undan ö tü rü , Y unan örneğinin tersine, eşcinsel aşk ilişkileri­ ne dostluk asla k a rıştırılm a z zira seks ayrı olm ayı olumlar. Sevgililer sahi­ den dost olam azlar.”101 1990'larda, Sovyet güçleri Afganistan'ı terk ettikten ve ABD'nin silahlan­ dırdığı M ücahitler ülkeyi üzerinde hak iddia edilen ve denetim yetkisi bu­ lu n d u ru la n p a rçalara ay ırd ık ta n sonra, K andeharlı savaş beyleri k u r yapma etiğini son derece rezil b ir şekilde çiğnem işlerdi. A rzuladıkları oğlanların (ya da k ızların) peşinden koşm ak yerine o n ları kaçırm ışlardı: "O ğlanlar pa­ zara gelem ezlerdi zira k o m u ta n la r gelip c a n la rı hangisini istiyorsa onu alıp götürebilirdi.”102 1994’te, T aliban’ın m üstakbel lideri Molla Ömer, savaş bey­ lerine kafa tu tu p bu k a ç ırm a lara son vereceğini söz verdiğinde K an d eh ar’da k a h ra m an olm uştu. Fakat Taliban, savaş beyleriyle kan davasını sürdürm ek yerine kendi vahi rejim ini k urm uştu: K am usal olarak bilinen h er eşcinsel fa­ aliyet cezalandırılıyor, h a tta bazen eşcinseller çam u rd an yapılm ış bir duva­ rın a ltın d a canlı canlı göm ülüyordu. B ununla birlikte, m edreselerde ve Talibanlı savaşçılar arasın d a ö rtü k eşcinsellik icra edilmeye devam ediyordu. 2001’in so nlarına doğru ABD’nin Taliban rejim ini devirm esinden sonra, antik aşk etiği K andehar sokaklarında yeniden gün yüzüne çıktı. Pek çok ad am ın genç oğlanların peşin d en koşm ası k a rşısın d a öfkelenen H am id Karzai b aşkanlığındaki yeni hük ü m et "‘sakalsız oğlan ların -re şit olm ayan seks p a rtn erlerin i ta rif etm ek için kullanılan b ir hüsn ü tab ird ir b u - karakollara, askeri üslere ve ko m u tan ların kaldığı, dışarıy a kapalı tesislere alınm am ası100 Age., s. 225. 101 Age., s. 226-27. 102 Smith, Craig S., “Shh, It’s an Open Secret: Warlords and Pedophilia", New York Times, 21 Şubat 2001, A4.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

nı öngören b ir yönerge çık arm ıştı.”103 Y irm i iki yaşında olduğu 1995 yılında bir a ra b a tam ircisinde on iki yaşındaki F erit’e âşık olan ve d ö rt ay boyunca ona k u r yap an yirm i dokuz yaşındaki M uham m et Daud, B atılı b ir gazeteci­ ye söz konusu ru tin i şöyle anlatm ıştı: "Bir h a lik -seks yapılacak o ğ lan - isti­ yorsanız, ilişkiye rıza gösterm eden önce u z u n süre boyunca o ğ lan ın peşin­ den k oşm anız gerekir... F erit ilk b aşta korkuyordu, o yüzden o n a b ir çikola­ ta ve çok p a ra verdim... A dım adım gittim ve altı ya da yedi ay k a d a r sonra kabul etti.” Ferit ise Batılı gözlemciye bu ilişkiyi ağabeylerinden ve anne b a ­ b asından saklasa da, “kendisinden yaşlı d o stu n u n kendisini tavlam ış olm a­ sından p işm an olm adığını” söylemişti. Şu a n d a on dokuzuna b a stığ ın a göre, kendisi de “aynısını genç b ir oğlana y apabilirdi” ve zaten kendine uygun bir sevgili a rıy o rd u .104 1995’te K an d eh ar’ın T aliban ta ra fın d a n yönetilm ekte ol­ duğunu d a kaydetm em iz lazım . Bu eşcinsellik biçim lerinin Afganistan, İra n ve O rtadoğu’n u n çeşitli yer­ lerindeki yaygınlığı şu a n la m a gelir: K ur'an’m çeşitli yerlerinde eşcinsellik açıkça yasaklanm ış olsa da, gerek bir derece kültürel hoşgörü gerekse de M üslüm anların y a şan tıların ı yansıtan pek çok dinsel risalede de belirli ölçü­ de serbestlik bulunabilir. Şii M üslüm anlar m ü m in lerin gündelik davranışla­ rını ve zo ru n lu a rın m a ritüellerini tan ım larlar. Eşcinselliğin g ü n a h olduğu­ nu açıkça ifade edebilirler, a m a bu kılavuzların çoğunda livata yapm ış ya da hayvanlarla cinsel ilişkiye girm iş erkeklerin arın m ası için gerekli ritüellerin ana hatlarıy la ta rif edildiği kısa bir bölüm de yer alır. Ayetullah H um eyni’n in 1947 tarih li Risaleh-yi Tovvzihal-masa'il (Mesele­ lerin İzahı) adlı el kitabı b u n a bir örnektir. B u kitaptaki M adde 349’da şöyle denir: “E ğer bir kişi seks y a p a r ve organı [b ir başkasının bedenine] sünnet­ li olan k ısm ın a [corona] k a d a r ve d ah a fazla girerse, ister b ir k a d ın a isterse de bir erkeğe, ister bir yetişkine isterse de yetişkin olm ayan gence önden ya da a rk a d a n dühul ettiği takdirde, hiç m eni akıtılm am ış olsa bile, her iki şah ­ sın da abdesti bozulur” (najes). Fakat abdestiniz bozulsa da, aynı el kitabın­ da ifade edilm iş k u rallara uyarak daim a arınabilirsiniz. H um eyni ensest ka­ tegorisi altın d a da, evlenme niyetinde o lu n an b ir kadınla a k ra b a olan (onun oğlu, ağabeyi ya da b abası olan) bir adam ya da oğlanla yapılm ış "livata” -k i bu d u ru m d a bu evlilik gerçekleşm eyebilir (M adde 2405) ile k a d ın akrabasıy­ la evlendikten sonra aynı ad am la yapılan livata -k i bu d u ru m d a evlilik ha103 Agy. 104 Agy.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

257


258 : Janet Afary ve Kevin B. Anderson

len geçerlid ir- arasında b ir ayrım yapar. “B ir a d am ın annesi, kız kardeşi ya da kızıyla evlenen ve evliliğin ard ın d a n o ad a m la livata yapan şah sın duru­ m unda, o n u n eşi ona h a ra m hale gelm eyecektir” (Madde 2407) . Ayetullah M untazari ve Golpeygani’n in el k itaplarında d a benzer ifadeler vardır. Bu tü r cinsel ilişkilere girm iş biri, on adım dan oluşan bir gusül abdesti alm ak ve oruç tu tm a ve fakirlere zekat verme biçim inde nedam et getirm ek suretiyle a rın ab ilir.105 A nlaşılan o ki, gerekli olan abdestler alınıp tövbeler edildiği tak­ dirde, bazı Şii ilahiyatçılar resm en cinsel ihlaller olarak görülen edim lere esneklikle yaklaşabiliyor. Üstelik Rom a K atolikliğinin aksine, İslam 'da söz­ lü bir tövbe, yani g ü n a h k â r tü m düşüncelerin dile dökülm esi yoluyla tövbe etm e gereği söz konusu değildir. Şii M üslüm anlığında, bedenin dahil oldu­ ğu bir dizi ritüelle ya da zekat verm ek suretiyle tövbe edilir. Neyin olup bitti­ ğini, niçin oruç tu tulduğunu ya da fakirlere n için zekat verildiğini kim senin bilm esine lüzum yoktur. B üyük ölçüde, kişin in düşünceleri de m uaftır. Cin­ sel ihlal birey ile Allah a ra sın d a bir sır olarak kalabilir. M üslüm an toplum lar genelde püriten to p lu m lar olarak görülseler de, ulu­ o rta sergilenm ediği tak d ird e (statüyle belirlenen) eşcinselliğe d a h a hoşgö­ rüyle yaklaşabilirler. Fakat bu tü r bir hoşgörü sivil hak ların ve hukuki eşit­ liğin ta n ın m a sın a tekabül etm ez. Önceki Y unan-Rom a ve Pers toplum larında olduğu gibi, İra n dahil olm ak üzere M üslüm an toplum larda, hem cins iliş­ kideki oğ lan ın ilişkinin p asif nesnesi olduğu varsayılır ve bu rolü kabul etti­ ği için ona p a ra ve hediyeler verilebilir. B ir oğlan pasif olarak sınıflandırıldığı anda, b aşk aların ın gözünde m eşru hedef h alin e gelir ve b ir “fah işe” ola­ rak görülür. Eğer faaliyetleri m ahrem kalırsa, m evcut statü sü n ü aşm ası, ev­ lenm esi ve çocuk sahibi olm ası beklenir. E ğer b ir yetişkin olarak b ir hem cins ilişkiye girecek olursa, ilişkideki aktif ta ra f olacağı farz edilir. Söz konusu adam ın b ir ailesi varsa ve faaliyetini u luorta sergilem iyorsa, eşcinsel davra­ nışa toplum sal olarak hoşgörü gösterilir. O ğlancılık ve yetişkin erkek eşcin­ selliği yaygın pratiklerdir, a m a "eşcinselliğe d ay an an kim liklere saygı duyul­ m asını talep etm ek (gey ya d a lezbiyen o lm ak tan ö tü rü saygı talep etmek)” hiçbir İslam toplum unda asla kabul edilem ez.106 B ir adam a tecavüz edildi­ ği halk ta ra fın d a n bilinirse, k u rb an ın itibarı iki paralık olabilir. Cinsel teca­ vüz aşağ ılam a ve d ışlam an ın vahşi, fiziksel, psikolojik ve siyasi b ir ifadesi­ 105 Khomeini, Ruhollah, Risaleh-yi Towzih al-Masa'il [Meselelerin İzahı], Oom: Ruh Press, 1947, Madde 357-66. [Bu baskıda 1947’den sonra yazılmış metinler de yer alır.] 106 Murray, age., s. 17.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

dir. Antik Y unan dünyasında olduğu gibi, gün ü m ü z O rtadoğu’su n u n Müslü­ m an coğrafyasında d a h a genç olan p a rtn e re h â lâ tavizsizce y ak laşılm ak ta­ dır. Dolayısıyla, bölgede belirli tü rd en hem cins ilişkilerin yaygınlığı, bir gey hayat ta rz ın ın tan ın m ası ile b ir tu tu lm am alıd ır. On dokuzuncu yüzyılın so n ların d an b u yana, bölgede yeni b ir k ad ın hak­ ları söylemi geliştiği zam an, kad ın hak ları savunucuları İra n ’daki gelenek­ sel eşcinselliğe olan itira z ın ı hiç çekinm eden ifade eden g ru p la rd an olm uş­ tur. O ğlancılık ve erkek eşcinselliğine yöneltilm iş ilk m odern eleştirilerden biri, İra n lı b ir fem inist olan Bibi K hanom A starab ad i’nin on dokuzuncu yüz­ yılın so n la rın d a kalem e alm ış olduğu Vices o f Men (“E rkeklerin K ötülükle­ ri”) başlıklı eserinde ortaya konm uştur.107 A starabadi, aslında tutkuyla b aş­ ka erkeklere bağlanm ış a d a m larla aşksız evlilik hayatlarına hapsolm uş ka­ d ın la rın hayatlarını acı b ir dille anlatm ıştı. 1906 ile 1911 ara sın d ak i Anaya­ sa D evrim i zarfında, Molla Nasreddin in ed itö rü (Tiflis) Çelil M am ed Qolizadeh ve Sur-i Es raf il’in ed itö rü Ali Ekber D ehkhoda gibi T ranskafkasya ve İran kökenli sosyal dem o k ratlar gerek oğlancılık pratiğini gerekse de çocuk evliliği ve çokeşliliği eleştirm işti. O ğlancılık ve rızaya dayalı yetişkin eşcin­ selliği aynı kefeye konularak kötülenm işti; o n la rın gözünde, yerine karşılıklı aşka dayalı tekeşlilik biçim indeki d ah a m odern idealin geçmesi gereken m o­ dernlik öncesi geleneklerdi bunlar. Y irm inci yüzyılın ikinci yarısında, Batı k ü ltü rü ve cinsel pratikleri ile daha fazla tem as k u ru lm asın ın sonucunda, İra n ’da ve diğer pek çok O rta­ doğu ülkesinde yeni bir söylem gelişmişti. B atı iki sebepten ö tü rü “ahlaksız diye dam galanm ıştı: k ad ın la rın çıplaklığı ve yetişkin erkeklerin eşcinsellikle­ rini açıkça sergilemesi. Bu yeni söylem kısm en turizm endüstrisinin genişle­ mesi ile B atı m edyasının d a h a fazla takip ed ilir olm asının sonucuydu. Kuzey Afrika’n ın kim i bölgeleri -F as, Tunus, Türkiye* ve Kenya’nın M üslüm an Kıyı­ sı- Avrupalı erkek ve k a d ın la rın turizm açısından rağbet gösterdikleri yerler haline gelm işti.108 Batılı eşcinsellerin cinsel kim liklerini açıkça sergilemesi geleneksel O rtadoğu’da yaşayan gey ve insan hak ları aktivistlerinin işini daha

107 Javadi, Hasan, Manijeh Marashi ve Simin Shekarloo (Yay. Haz.), Ta’dib al-Nisvan va Ma'ayib al-Rijal, Chicago: The Historical Society of Iranian Women ve Jahan Books, 1992. 108 Halit Duran bu seks turlarının sömürgeci altmetnini tartışır [Duran, Khalid, “Homosexu­ ality and Islam’’, Swidler, Arlene (Yay.Haz.), Homosexuality and World Religions, Valley Forge, PA: Trinity Press International, 1993, s. 181-97 içinde, s. 189.] * Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyetinin Kuzey Afrika'da yer alan toprağı yok. Yazarlar bir an için Osmanlı Devletini düşünerek böyle bir hataya düşmüş olabilirler (ç.n.).

Cogito, sayı: 65-66, 2011

259


260 : Janet Afary ve Kevin B. Anderson

da zorlaştırm ıştı. Eşcinsellik ile oğlancılık h â lâ önem li kültürel pratiklerdir am a O rtadoğu’da yaşayan cem aatlerin m ensupları açıkça gey olduklarını söy­ lemeye cüret edemez. Yüksek mevkilerde olan eşcinsel erkekler v a rd ır -b a ­ kanlar, milletvekilleri, İslam cı liderler- ve bu kişiler evliliklerini sürdürm ekte, çocuk sahibi olm akta ve evlerinin dışında hem cins ilişkilere girm eye devam etm ektedir. Fakat cemaat, eşcinselliklerini kam ufle etmeyi b ıra k a n la rı dışlar. Milliyetçi hareketlerin, patriyarka ve m ecburi heteroseksüelliği olumlayan, cinsel anorm allik ve ahlaksızlığı devrilm ek üzere olan ve/ya yabancı em­ peryalistlerle suç ortaklığı içinde olan yozlaşm ış b ir yönetici elit tabakaya at­ feden a n la tıla r yoluyla iktidarı sağlam laştırm aya yönelik, kökleri eskilere gi­ den bir gelenekleri de vardır.109 Pehlevi ailesi ve onların zengin destekçileri­ ne yöneltilen suçlam aların tü m ü siyasi ve iktisadi şikâyetlerden kaynaklanm ı­ yordu. H alkın öfkesinin odağında önemli ölçüde o nların "gayri a h la k i” hayat tarzları d a yatıyordu. Gey b ir hayat tarzın ın sarayın her tara fın a yayılm ış ol­ duğuna d a ir şayialar vardı. B aşbakan Amir Abbas Hovayda’nın eşcinsel oldu­ ğu söyleniyordu. Titizlikle hazırlanm ış, klapasında erguvani bir orkidenin ol­ duğu giysileri ve m enfaat icabı yaptığı düşünülen evliliğinden ö tü rü alaycı ba­ sın tara fın d a n devamlı hicvediliyordu. Şahın kendisinin de biseksüel olduğu rivayet ediliyordu. Şah'm İsviçre kökenli, o ülkedeki öğrencilik günlerinden tanıdığı yakın bir erkek a rk ad aşın ın kendisini düzenli aralıklarla ziyaret etti­ ğine d a ir haberler vardı. Fakat halk en çok, sarayla bağlantıları olan iki genç seçkin a d a m ın eğlencesine b ir evlilik töreni düzenlem esine öfkelenm işti.110 Özellikle de sofuların gözünde, Pehlevi sarayının en berbat cinsel ihlaller so­ nucunda yozlaşm ış hale geldiğinin, şahın kendi evinin reisi olm aktan çıktığı­ nın kam usal olarak onaylanm ası demekti bu. B u şayialar halkın öfkesini ar­ tırm ış, u tan ç ve rezalet hissinin hâsıl olm asına sebep olmuş ve nihayetinde İs­ lam cılar devrim çağrısı yaparken bu şayiaları kullanm ışlardı. Ayetullah Humeyni, 1979’d a iktidara geldikten hemen sonra eşcinsellere ölüm cezasının

109 Hayes, Jarrod, Queer Nations: Marginal Sexualities in the Maghreb, Chicago: University of Chicago Press, s. 16. 110 Keyvan Khosravani bir mimar, ressam ve tasarımcıydı. Tahranda bulunan, "Bir Numara” adlı meşhur bir butik mağazası vardı ve aynı zamanda, Kraliçe Farah’ın Bakhtiari’si ve ge­ leneksel giysilerini tasarlamıştı. Arkadaşı ise Bijan Saffari’ydi. Tören görünüşte mahsus ya­ pılmış olsa da, partnerlerin birbirlerine olan hisleri samimi gibi görünüyordu. Bir foto mu­ habiri olayın fotoğraflarını çekip gazetelere sattıktan sonraysa, halkın öfkesini dizginle­ mek çok zor hale gelmişti. Saffari herhangi bir eşcinsel ilişki içinde olduğunu reddetmiş ve Khosravani ile olan arkadaşlığını bitirmişti. Khosravani ise devrimden sonra İtalya’ya kaç­ mıştı (bize bu bilgiyi verdikleri için Houman Sarshar ve Homa Sarshar’a teşekkür ederiz).

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Foucault, Toplumsal Cinsiyet...

verilm esini buyurdu. 1979 y ılın ın şubat ve m a rt aylarında, cinsel ihlallere iliş­ kin suçlardan ö türü on altı idam cezası k a ra rı infaz edilm işti.111 Aynı zam anda, cinsiyetlere göre ayrılm ış yeni İslam C um huriyetinde, en büyük ihlal flört etme ve evli olm ayan ya da birbiriyle akraba olm ayan erkek­ ler ile k a d ın la r arasındaki cinsel ilişkiler olm uştu. Bugüne k a d a r bu türden yüzlerce “suçlu” tutuklanm ış, kırbaçlanm ış, işkenceden geçirilm iş, ceza öde­ meye zorlanm ış ve hatta bazen bir yıl boyunca hapiste tutulm uştur. Erkekle­ rin ve k a d ın la rın hem cinslerini öpm esinin, o n lara sarılm asının ve o nların el­ lerini tu tm asın ın gayet kabul edilebilir toplum sal görenekler olduğu bir kül­ türde, geleneksel örtük eşcinsellik var olm aya devam etm iştir ve h a tta cinsiyet­ lere göre ayrılm ış kurum ve kam usal m ekânlar tara fın d a n k o ru n m ak tad ır.112 Foucault’n u n İslam dünyasına d air Şarkiyatçı algıları, Y unan-Rom a m e­ tinlerini seçm eci bir şekilde yorum layıp sunm ası ve m odernlik ile m odern­ liğin beden teknolojilerine olan husum eti onu B a tın ın m odern kü ltü rü n ü n yerine d a h a geleneksel İslam/Akdeniz k ü ltü rü n ü yeğlemeye sürüklem iştir. İra n ’da İslam cı bir hüküm etin yönetim inde geleneksel k ü ltü rü n canlanm asıy­ la, bedenler ve cinsellikler üzerine daha az kısıtlayıcı bir karşıt söylem in olu­ şabileceğini um uyordu belki de. En azından b ir yere kadar, geleneksel, örtük hem cins ilişkilerle birlikte b u gerçekleşebilirdi. G ördüğüm üz gibi, 1984 e ge­ lindiğinde, Foucault’nun Aydınlanm a ta sa rısın a d ah a önceden yapm ış oldu­ ğu eleştirilerin bazılarını yeniden düşünm eye başladığına d a ir kim i gösterge­ ler vardır; gelgeldim , Cinselliğin Tarihinin son iki cildinde, m odern kültürle­ rin yerine an tik ve m odernlik öncesi kültürlere ayrıcalık ta n ım ış olduğu eski eserlerindeki ikicilik devam ediyordu. Bu d a dem ek oluyor ki Foucault’nun te­ orik yönelim i öldüğü yıl olan 1984’e dek önem li ölçüde devam lılık arz etm işti. İngilizceden çeviren: Erkal Ünal 111 Bu bilgi kısmen Goudarz Eghtedari ile (İran) e-posta yoluyla yazışmalarımıza dayanıyor. Bu konunun tartışılmasına dair, bkz. Sanasarian, Eliz, Religious Minorities in Iran, Camb­ ridge: Cambridge University Press, 2000 ve Homan dergisinin çeşitli sayıları (1999-2001). İran’daki gey ve lezbiyen hareketine dair daha fazla bilgi edinmek için Homan'ın (Iranlı Gey ve Lezbiyenlerin Haklarını Savunma Grubu) web sitesine bakılabilir: http://www, homan.cwc.net. İranlı lezbiyenler üzerine yazılanlar için, bkz. http://www.geocities.com/ khanaevedoost. Duran’a göre, Şah dönemindeki SAVAK ya da onun halefi olan, Humeyni hükümetinin korku salmış güvenlik organı SAVAMA gibi baskıcı rejim polisleri eşcinsel saldırı temasını sıklıkla kullanmaktadır.” (Duran, age., s. 187). 112 Norma Moruzzi’nin, Illinois Üniversitesi (Chicago) tarafından 18 Kasım 2002’de düzen­ lenen Ulusal/ötesi Cinsellikler Sempozyumunda, İran’a yapmış olduğu ziyaretler üzerine yaptığı yorumları.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

261


Paul Rubens, Jupiter et Calllsto, 1613


Yaşanan, Söylenen ve Yazılan: Erkekler Arasında Tutkusal İlişkiler1 SELİM S. KURU

O ndokuzuncu yüzyılın so n la rın d a Saray ve b ü ro k ra si ile hızla gelişen basın yayın dünyası çevrelerinde küm elenm iş çeşitli aydın seçkinlerin o luşturdu­ ğu iki yazınsal üretim alan ı hızla genişliyor ve bu genişlemeye bağlı olarak, dönüşen b ağlam lardan ö tü rü , her ikisi de kendi içinde kendine özgü yazın­ sal eğilim ler üretiyordu. O ndokuzuncu y üzyılın ikinci y arısın d a ortaya çı­ kan düzenli sa n sü r uy g u lam aların ın da im lediği gibi bu iki ü retim alan ı bir­ birlerine karşıt bir konum içine bile girebiliyorlardı. Seçkinlerin siyaset ve yazın a la n la rın d a verdikleri ü rü n le ri değerlendirdikleri b asın yayın piyasa­ sı belirgin erkeklik biçim lerince cinsiyetlendirilm iş bir tecim alanıydı. Top­ lum sal dönüşüm lerle değişen ve iç içe geçen bu kültürel üretim alanlarında, k ad ın la rın varolm asına an c ak bir ölçüde, erkek akrabaları, d a h a doğrusu sınıfsal konum ları sayesinde izin veriliyordu. Öte yandan erkeklik bu sınır­ lı sayıdaki seçkin aydın küm elerinin gözünde bile kolayca tan ım la n a b ilir bir ulam değildi. Erkeklerin d a h a çok birbirine konuştuğu, birb iri için yazdığı 1 Bu makalenin temelini Middle Eastern Studies Association’m 2010 yılı toplantısında, "Revisiting Modernity and Heteronormativity in the Nineteenth Century Middle East” [19. Yüz­ yılda Ortadoğu’da Modernizm ve Zıtcinsel Belirlenimlere Yeni Yaklaşımlar] başlıklı otu­ rumda sunmuş olduğum "Reading Memories of Homosociality" [Erkekler Arası Toplumsal­ laşmanın Anılarını Okumak] başlıklı bildiri metni oluşturmaktadır (San Diego, California, 21 Kasım 2010). Sorularıyla savlarımı tartışan oturumdaşlarım ve dinleyiciler kadar bildiri metninin yazımı konusunda destek ve sabrım esirgemeyen cogito editörüne teşekkür borç­ luyum.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


264 : Selim S. Kuru

bu o rta m d a eşcinsel tu tk u la r giderek iki ü retim alanında gerçekleşen değfi şim lerin göstergelerinden birisi haline gelmekteydi: Eşcinsel eğilim lerin, tu l ku ve cinselliğin, deneyim inde değil, yazınla ilişkisinde, yazı aracılığıyla dili getirilişlerinde kendisini gösteren bir değişim. O ndokuzuncu yüzyıla k a d a r m anzum ya d a m ensur aşk an latılarında erkekler a ra sı tu tkusal ve cinsel ilişkiler d a h a fazla değilse bile en az kar* şı cinse d u y u lan tu tku a n la tıla rı kad ar belirli türlerde dile getirilebiliyor'! du. Yaşam öyküsel anlatılard a, özellikle şairlerin yaşam öykülerinin dile ge­ tirildiği tezk ire tü rü a n la tıla rd a ise kad ın larla yaşan an ilişkilere değil, yal-J nızca diğer erkeklerin nesnesini oluşturduğu tu tk u ve ilişkilerin aktarımı-; na yer veriliyordu. O ndokuzuncu yüzyıldan önce O sm anlı seçkin aydınla­ rı arasın d a eşcinsel tu tk u n u n yazı ve sözle dile getirilişi konusunda son yıl-i lard a gerçekleştirilen birçok b a şarılı çalışm ada, a ra ştırm a c ıla r ele aldık­ ları m etinleri toplum sal ilişkilerin belirleyicisi olduğu kad ar aynası olarak da değerlendirirken, “eril” aşk, tu tk u ve cinsellik söylem lerini tü rle re göre değerlendirm em ektedirler.2 Cinsel y aşan tıların dilsel k u rg u la n ışın ın tü r ek­ seninde incelenm eyişi, tü rle rin tarihsel gelişim inin, toplum sal işlevlerinin sorgulanm ayışı cinsellik k onusunda belirli genellem eleri k açınılm az kıl­ m akta. O ndokuzuncu yüzyılın o rta ların d a yazın alanında, b asın ve gazete­ cilik ala n ın d ak i patlam aya eşdüzey olarak y a şan a n önemli tü rse l dönüşüm sonucunda h an g i tü rde neyin dile getirileceği konusunda da b ir değişim ya­ şanm ıştı. Özellikle kendisi de b ir dönüşüm geçirm ekte olan okur y a z ar kesi­ m ine seslenen öykülem eler a rtık m anzum a n la tıla r olarak değil, yerini gide­ rek ‘m en su r’d a n u zaklaşan b ir düzyazıya, ro m a n ve hikâye tü rü n d e an latıla­ ra bırakm aktaydı. M anzum a n la tıla r her ne k a d a r devam ettiyse de b u n lar yeniden biçim lenen yazın a la n ın ın ken arların a itilm ekteydi. Türsel dönüşü­ m ün en önem li göstergelerinden birisi ise, yeni biçim lerle dile getirilen kur­ gusal a n la tıla rd a erkeklerin aşk nesnelerinin a rtık yalnızca “d işil” olarak tanım lanm asıydı. O ndokuzuncu yüzyılın so n la rın a doğru, eşcinsel tu tk u n u n yazılı anlatı-

2 Örneğin, Walter Andrews ve Mehmet Kalpaklı, Age o f Beloveds: Love and Beloved in Early Modern Ottoman and European Culture and Society, Durham: Duke University Press 2005. Dror Ze’evi, Producing Desire: Changing Sexual Discourses in the Ottoman Middle East, 1500-1900 ("Berkeley: University of California Press, 2006) adlı çalışmasında “Osmanlı cinselliği’’ni belli bir söylem kuramı ekseninde değerlendirmekteyse de türlerin düşünsel belirleyiciliğinden çok eserlerin alımlanışı üzerinden cinsellik eylemlerine odaklanmak­ tadır.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Yaşanan, Söylenen ve Yazılan: Erkekler Arasında Tutkusal ilişkiler

mı, geleneksel türlerin altbirim lerinden birisi olan ve yazınsal dönüşüm den ne k ad ar etkilendiği ayrı b ir çalışm anın konusu olabilecek “m enkıbe” biçi­ m inde sıkışıp k aldı.3 Bu tu tk u y u dile getiren m enkıbeler yazınsal üretim ala­ nında genelde yazarlara özgü yaşam biçim inin, özellikle de “bohem ” şair­ ler kesim inin y aşam ların ın dile getirilişinde, siyaset alan ın d a ise aşağılam a am acıyla kullanıldı. Eşcinsel tu tk u m enkıbeleri yüzyılın so n la rın d a n b aşla­ yarak m illiyetçi söylem lerin yükselişe geçişi ve doğrusal ta rih ve ah lak ku r­ g u ların ın gelişimiyle birlikte bir bakım a geçerliliklerini yitirdiler. A rtık a n ­ cak belirli b ir küm e aydın tara fın d a n , yeni yazın türleri içerisinde ‘eski’nin bir izi o larak varlığım sü rd ü re n yaşam öyküsel tarihlerde, ansiklopedi biçi­ miyle a k ra b a olan kütüklerde ve a n ılard a dile getirildiler. B askın söylemler C um huriyet dönemiyle birlikte bu tü r tu tk u öykülerini anlatı düzlem ine ka­ bul etm eyeceklerdi. A rtık tu tk u n u n ve aşkın cinsellikle d o ğ ru d an ilişkilendirildiği b ir dönem de, aydın çevrelerde eşcinsel tu tk u n u n değil cinsel eyleme dönüşm esi, an ılm asın a bile tah am m ü l yoktu. Bu genelleyici çerçevenin içinde on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısın ­ dan 1930’lara kad ar yaklaşık altm ış yıllık b ir dönem de bir cinsel yönelim den çok tu tk u sal bir eğilim o larak eşcinselliğin dile getirilişini üç olay üzerinden ta rtışm a k istiyorum . B ir m enkıbenin çevresinde çeşitli gevşek b a ğ la n tıla rın ilişkilendirdiği bu üç olay, ele a lm a n dönem de erkeklerin birb irlerin in tu tk u ­ larını nasıl değerlendirdikleri ve ne am açla ele aldıkları konusunda ipuçları sunuyor. B u ipuçları eşcinselliğin nasıl ‘deneyim lendiği nden çok yazın ala­ nında varo lan belirli bir sın ıfın değişik üyelerince nasıl ‘değerlendirildiğine işaret etm ekteler. Bir b a k ım a bu deneme eşcinsel tutkuyu y a n sıta n b ir m en­ kıbeden yola çıkan b ir o k u m a deneyim ini yansıtm aktadır.

“Bir mahbûb veya bir mahbûbe kâfi değildi” 1890’la rın îstan b u lu ’nda geçen b ir olayı dile getiren bir eşcinsel tu tk u m en­ kıbesi 1920'Ierde yazıya geçirilm iştir. Bu m enkıbeyi kalem e a la n Ahmed Râsim [1867-1932], a n ıla rın ın son kısm ında o dönem in iki ü n lü şairi, Andelib ve M ehm ed Celâl’in tu tk u sal eğilim leri konusunda ilginç b ir gözlemde bulunur: “H er ikisi de d â im â âşık geçinirlerdi. B ir m ahbûb veya b ir mahbûbe 3 Burada menkıbe kelimesiyle latife teriminden farklı olarak bir yaşam öyküsü içinde, belli bir nedensellik ilişkisi ile yer verilen kısa ve gerçeklik iddiası taşıyan öykücükleri kastediyo­ rum. Menkıbe bir biçim olarak anı türü ve yaşamöyküsel tarihçiliğin belkemiğini oluştur­ maktadır.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

265


266 I Selim S. Kuru

kâfî gelm ediği dem leri bilirim , [vurgu bana ait]” A rdından, y ak ın ark ad a­ şı M ehmed Celâl’in yeni evlenm iş olm asına k a rşın evdeki genç hizm etçi­ lerden biri olan H a şa n la nasıl evden kaçtığını an latır. Celâl, H a ş a n la önce Şem seddin S â m i’nin B ostancı’daki konağına gidip kendisinden b ir m ik tar p a ra alm ış, o rad a n da K a ra m ü rsel’e geçmiştir. S a m i’ye hizm etçisi H asan’ı kayınbiraderi olarak tan ıtm ıştır. R âsim ile o dönem de jan d a rm a k u m an d a ­ nı olan babası H akkı Paşa, C elâl’in peşine düşerler ve K aram ü rsel’de yaka­ lan a n Celâl’i K a rta l’da polislerden teslim ala rak tren le İsta n b u l’a geri geti­ rirler. M enkıbenin son kısm ını A hm ed Râsim ’in kendi sözleriyle nakledelim : "Mest-i lâyakil denecek derecede idi. O hâlinde bile: İsm i m a n a d a güzel, kendisi sûretde güzel İkisinden de güzel bir H a sa n ım var benim Deyip duruyordu. Acıdım idi. Bu hayâlperest şâ ir herşeyi kaybediyor, H asan’ı b ir tü rlü kaybedem iyordu. Pederine yan yan bakıyor, felâketlerinin m üsebbibi olduğunu söylüyor, b u n la rı m üteakip H a sa n ’a dönerek: —Bu da p ü sküllü belâsı! diyordu. Trende ayrı b ir k o m p artım an a bindik. H aşan d a yanm azdaydı. Tren kal­ k ar kalkm az üç gü n lü k m ah sû lü idrâk etmeye başladık. Sağ cebinden b ir yı­ ğın çıkarm ıştı. O okuyor, ben dinliyordum . H aşan gülüyordu. A rada parm ağıyle işâret ediyor, H aşan cebinden çıkardığı kadehle kendine rakı veriyor, o da cebinden m ezeleniyor, güya hiçbirşey olm am ış gibi davranıyor bana: —Trenden in e r inm ez P a ş a n ın fesini kapıp kaçayım mı?

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Yaşanan, Söylenen ve Yazılan: Erkekler Arasında Tutkusal İlişkiler

diyordu. K ap ar mıydı, kapardı!...”4 1867’de doğm uş ve 1912 yılında, dönem in birçok aydım gibi, d a h a 45 ya­ şındayken vefat etm iş olan M ehm ed Celâl, on dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirm inci yüzyılın başları O sm anlı İm p a rato rlu ğ u n u n en üretken y a z arla rın ­ dan biriydi. Dokuz kad ar şiir kitabı, yirm i b ir k a d a r uzu n öykü, b ir Osmanlı edebiyatı seçkisi ve latifeler ile m akalelerden oluşan iki derlem e yayım la­ m ıştı. D önem inde ‘şair-i zi irtic â l’, doğaçlam acı b ir şa ir o larak a d la n d ırıla n Celâl’in yaşam ı hakkında F atih A ndının önem li b ir çalışm ası b u lu n m a k ta ­ dır, ancak y apıtlarının yalnızca küçük bir kısm ı m odern Türkçeye tercüm e edilm iştir.5 Bu m enkıbeyi alıntıladığım R âsim ’in a n ıla rı Celâl’in hayatına d a ir m enkıbevî bilgilerin a n a kaynağıdır. Yirm i d ö rt kısım halinde tefrik a edilm iş bu a n ıla rd a Celâl’in adı birçok bağlam da geçer. Râsim, kendisinden on iki yaş küçük olan yakın arkadaşını, “bu asrın en hassas, a n a d an doğm a bir şa iri” o larak tan ım lar.6 A ncak öğren­ meye olan kayıtsızlığı ve duygusal doğası büyük b ir şair o lm asının önünde engel teşkil etm ektedir. İlk yayım landığında bu m enkıbenin m erhum Celâle d air uygunsuz bir anı, dahası kendisine hâm ilik etm iş bir kalem ark ad aşı ta ­ rafın d an yazılm ış olduğu düşünüldüğünde d a h a da uygunsuz b ir olay ola­ rak algılanıp alg ılanm adığından em in olam ayız. E m in olabileceğim iz tek şey şudur: R âsim bu m enkıbeyi yazarken konu h ak k ın d a herhangi ah lâk î bir yorum da bulunm am ıştır. Yalnızca, d ah a önce de alıntıladığım gibi, her dâim âşık geçinen arkadaşları için sırasında bir m ahbûb veya m ahbûbenin yeter­ li olm adığına b ir örnek o lara k Celâl’in H a ş a n a aşk ın ı ve evlendikten birkaç gün sonra H asan ’la evden k açm a öyküsünü an latm ıştır. R âsim ’in an ıla rın ı k itaplaştırırken en sona yerleştirdiği “İstibdâd-ı 4 Bu yazıdaki alıntılarda ancak dizgi hatalarını düzelttim, yazıma dokunmadım. Ahmed Râsim’in hatıratı ilk olarak Celâl'in ölümünden birkaç yıl sonra 1919 yılında Yenigün der­ gisinde tefrika edilmiş ve daha sonra 1924 yılında basılmıştır: Matbûat Hâtıralarından: Mu­ harrir, Şair, Edib, İstanbul: 1924; alıntılanan menkıbe için bkz. s. 213-216; Muharrir, Şair, Edib: Matbûat Hâtıralarından, Yay. Haz. Kâzım Yetiş, İstanbul; Tercüman 1001 Temel Eser, 1980; alıntılanan menkıbe için bkz. s. 202-204. Göndermeler ilk baskıyadır. Bu yazıyı ya­ zarken anıların tefrika edilmiş biçimlerini göremedim, ancak Muzaffer Gökalan’ın Ahmed Râsim’in yazdıkları hakkındaki ayrıntılı bibliyografyasına göre kitapta yer alan anıların büyük kısmı 1919-1920 yıllarında Yenigün dergisinde tefrika edilmiştir. Bu menkıbenin yer aldığı altbaşlığı taşıyan kısım ise 3 Şubat 1920 tarihinde yayımlanmış görünmektedir, bkz. İstanbul’u Yaşayan ve Yaşatan Adam, Ahmed Rasim, İstanbul: Çelik Gülersoy Vakfı İstanbul Kütüphanesi Yayınları, 1989, s. 556. 5 Fatih Andı, Ara Nesil Şairi Mehmed Celâl: Hayatı, Görüşleri, Şiiri, İstanbul: Alfa Basım Ya­ yım Dağıtım, 1995. 6 Ahmed Râsim, age., s. 106. Ayr. bkz. s. 102: “Hakkı Paşazade Celâl-ki her vesileyle söylerimbu asrın en tabiî bir şairidir.”

Cogito, sayı: 65-66, 2011

267


Selim S. Kuru

edebîde liyakat im tah a n ı” başlıklı bu yazı yayım landığı sırada Celâl’in baba­ sı H akkı P a ş a n ın H akk’ın rah m e tin e kavuşm uş olduğu Râsim ’in k ullandı­ ğı "m erhum ” sıfatından an laşılm ak tad ır.7 Celâl’in ölüm ünün üzerinden se­ kiz yıl g eçm iştir ve belki de Celâl unutu lm ak tad ır; yine de ağabeyi ve ço­ cukları hay attad ır.8 Râsim a n ıla rın ı bu öyküyle sona erdirm ekte nasıl hiç­ bir sakınca görm edi, hayatı ç a lk a n tıla r içinde geçm iş kendisinden yaşça kü­ çük, a n ıla rın d a sürekli "bîçâre” adılıyla andığı b ir arkadaşının b a şın d a n ge­ çen bu olayı hem gazetelerde hem de bir kitapta yayınlarken hiç m i tereddü­ de düşm edi?9 Bu küçük yaşam öyküsel anlatıyı b ir m enkıbe olarak ad lan d ır­ m am ın başlıca nedeni de bu öykünün fazla irdelenm eden M ehm ed C elâl'in yaşam ının b ir p arçası olarak günüm üze k ad ar gelişidir. Sessiz b ir biçim de yıldızı giderek sönm üş bir şa irin ard ın d a b ıraktığı garip, huzursuz edici bir öykü. Daha önce de belirttiğim gibi, m enkıbeye göre Râsim , Celâl’in h izm etk âr oğlanla yaşadığı m aceraya asla eleştirel bir gözle yaklaşm ıyor, d a h a çok C elâlin düşkün haline acıyor. Ne C e lâ lin babası ne de Râsim H a ş a n ı kovu­ yorlar; ve d ah ası H aşan b ü tü n olan lard an sonra Celâl ve Râsim ’le aynı kom ­ p a rtım a n ı paylaşıyor. Belki de “âşık geçinm ek”, yani cinsiyeti önem li olm a­ yan bir aşk nesnesine tutku duym ak on dokuzuncu yüzyılın so n la rın d a ve yirm inci yüzyılın başlarında, en azından R âsim için ya da onun gözünde belli bir şa ir kim liği için sıra dışı bir duyarlılık değildi. En az ın d a n Râsim bu olayı yazarak m enkıbeleştirirken toplum da a şırı b ir tepki uyan d ırab ile­ ceğini düşünm em iş gözüküyor ve en ilginç olanı böyle bir tepki bu m enkıbe­ 7 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, aşağıda görüleceği üzere, Celâl’in yaşamım ayrıntılı ola­ rak ele almasına karşın, Hakkı Paşa’nın yaşam öyküsünde Celâl'den hiç söz etmez; bkz. [İb­ nülemin] Mahmut Kemal [İnal], Son Asır Türk Şairleri 3 (İstanbul: Türk Tarih Encümeni Külliyatı, 1931), s. 493-498. Hakkı Paşa, Celâl’den bir yıl kadar sonra vefat etmiş ve oğlu gibi Yenikapı Mevlevihanesi kabristanına defnedilmiştir. 8 Hatta çocuklarından birisi olan Mümin’in Muzika-i Hümayuna girmiş olduğunu düşü­ nürsek birçok güftesi bulunan babasının dostu Ahmed Râsim’i tanıdığını düşünebiliriz. Celâl’in çocukları ve ağabeyi Halid Bey hakkında bkz. Mahmut Kemal, Son Asır Türk Şair­ leri 2, İstanbul: Türk Tarih Encümeni Külliyatı, 1931, s. 214. 9 Râsim anılarında sık sık Celâl'den bahsederek kendisini ne denli sevdiğini dile getirir. Öte yandan Celâl birçok şiirini Râsim’e ithaf etmiştir; örneğin: Râsim!.. sana yadigârım olsun / Timsalimi saklasın hayalin / Kimdir?., denilirse böyle söyle: / Tasvir-i hazinidir Celâl’in, bkz. Gökman, age., s. 852. Gökman, CelâTin diğer birkaç manzumesini daha aktarır, bun­ lar için "Yazar Adı Dizini" kısmında ‘Mehmed Celâl’ girdisine bkz., s. 999. Ayrıca Celâl, bu yazıyı hazırlarken göremediğim Ahmed Rasim Bey adlı bir kitap da kaleme almıştır; (İstan­ bul: Kasbar Matbaası, 1318 [1902]) bkz. Eski Harfli Türkçe Eserler Bibliyografyası (Arap, Er­ meni ve Yunan Alfabeleriyle) 1584-1986 [CD ROM] Nüvis Beşeri Araştırmalar ve Yayıncılık Ltd. Şti., 2001 (EHTE).

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Yaşanan, Söylenen ve Yazılan: Erkekler Arasında Tutkusal İlişkiler

nin tek ra r edildiği y ayınlarda d a ortaya çıkm ıyor. Yeni evli b ir ş a irin uşağıy­ la evden kaçm ası, ona şiirler düzm esi bir delilik o larak da olsa b ir tü r sessiz­ likle karşılanıyor. Râsim , Celâl’in yaşadığı b ir aşk ilişkisinden d a h a bahseder: Celâl bu se­ fer, B üyükada’da yaşayan saygın E rm enilerden Köçeoğlu K irkor E fe n d in in A nna ad ın d ak i kızına âşık olm uştur. Celâl’in Adada Söylediklerim (1886) adlı şiir derlem esinin, Anna’ya duyduğu aşkı dile getiren şiirlerden oluştuğu söy­ lenir. Celâl’in Anna’ya olan aşk ın d an söz eden kişi sadece R âsim değildir: Celâl’in hayat öyküsünü konu alan tüm kaynaklarda, yazarın bu aşk ın et­ kisi altın d a kalem e aldığı Adada Söylediklerim in de etkisiyle olacak b u aşk hikâyesinden söz edilir.10 C elâl’in kendi eserlerine d a ir yaptığım a ra ş tırm a ­ larda şim diye k a d a r bu m enkıbede bulunan beyit dışında eşcinsel tutkuyu dile getiren b ir esere rastlam ad ım . Üstüne üstlük, Celâl kısa sürm üş hayatın­ da beş kez evlenm iş ve eşlerini “b o şa m ıştır”. B u n u n tek bir istisnası vardır, o da on d ört yaşındayken doğum sırasında ölen çok sevdiği Fehim e’dir. tbnülem in M ahm ut Kem al İnal [1870-1957] Son Asır Türk Şairleri adlı önem li ese­ rinde Celâl’in hayat öyküsünü anlatırken şöyle der: "Beş d e fa teehhül ve zevcelerini takti etti. Zevcelerini m aşuka ad ve arzı m ehabbet eylediği halde a n la rın bir kısm ı m ukabele bilm isilde b u lu n m a ­ m ışlar. En ziyade sevdiği ‘Fehim e’ nam ın d ak i zevcesinin on dört yaşın d a - vazı ham i - esnasında vefatı üzerine ‘küçük gelin’ nam ile bir eser neşretti.”11 M ahm ut K em al’in bu sözleri ilginçtir. C elâl’in eşlerini “m aşu k a addet­ m esi” ve o n la ra “arz-ı m u h ab b e t” eylemesi, yani o n ları sevgili saym ası -k i b u rad a m aşu k ad ın ın dişil ek ile k u llan ılm asın ı v u rg u lam ak iste rim - ve o n­ lara sevgisini açıkça belli etm esi sanki a lışıla n ın d ışında b ir eylem m iş gibi verilm ektedir. Sanki bir erkeğin eşini “m aşu k ası” yerine koym ası olağan­ dışı değilse bile vu rg u lan m ası gereken bir olgudur. Öte y andan bu eşlerin ‘bir k ısm ın ın bu aşka k arşılık verm eyişi de özenle v u rg u la n m ıştır ki M ah­ m ut K em al'in sözlerinden ‘C elâl’in talih sizliğ in in evliliklerinde eşlerini sev­ gili olarak görm esine k a rşın a şk ın a karşılık görem eyişidir’ gibi b ir anlam 10 Aslında bu konudan bahsederken Râsim de Ahmed Refik Altunay'ı kaynak gösterir, age., s. 106. 11 Mahmut Kemal, age., 213. Râsim ilginç bir biçimde arkadaşının evliliklerinden dolaylı, an­ cak İnala benzer bir biçimde şöyle söz ediyor: “Zannederim ki birkaç defa evlenmişti. Eser­ lerinin içinde talihsizliği apaçık görünür.” (age., s. 126.) Râsim, Celâl’in evliliklerinden na­ sıl habersiz olabildi?

Cogito, sayı: 65-66, 2011

269


270 : Selim S. Kuru

çıkıyor. Celâl’in A nna’ya olan aşkını ve evliliklerini göz önünde b u lu n d u rd u ğ u ­ m uz zam an, H a şa n vakasının Celâl’in hayat öyküsünde nasıl bir yeri oldu­ ğunu belirlem ek d a h a da zor hale geliyor. Bu ilişk in in m enkıbe o larak yayım lanışı eşcinsel tu tk u n u n dolaym ışız olarak dile getirildiği bir noktayı im ­ liyor. Ancak bu m enkıbenin, aşk söz konusu olduğunda şairlerin cinsiyeti göz önünde b u lu n d u rm ay ışların ın b ir örneği o larak sunuluşu Celâl h a k k ın ­ d a d ah a so n ra kalem e alm an yaşam öyküsel yazılard a v u rg u lan m ad ığ ın ­ dan, olayın R âsim tara fın d a n dile getirilm iş biçim i kendine özgü b ir yaşam kazanıyor.12 İbnülem in M ahm ut Kemal bu m enkıbeyi a k ta rm a d a n önce ve ak ta rırk e n çok önemli iki bilgi d ah a ekler. B u bilgiler bir b a k ım a m enkıbeyi R âsim ’in an latm a nedeninden, yani şairlerin âşık geçinm ede cinsiyete bakm ayışları v u rgusundan farklı bir alan a d oğru taşır. İlk bilgi H a şa n ın kim liği ve ola­ yın devamı ile ilgili: “H aşan ism inde bir çerkes u şa ğ a alaka ederek birlikte Yalovaya kaçtı. H a ş a n d a n ayrılm ası ih ta r olununca A ndan ay ırırsan ız padişah h ak k ın d a tefevvuhatta b u lu n u ru m , m ahv olursunuz’ ta rz ın d a tehdidte b u lu n d u ğ u n ­ d a n babası, B eşiktaş m uhafızı H a şa n Paşaya teslim etti.”13 M ahm ut K em al’in, büyük olasılıkla Celâl’in ağabeyi H alid Bey’den öğ­ renerek a k ta rd ık la rın a göre H aşan Çerkes kökenlidir, ve Celâl’in H a ş a n d a n ayrılm ak istem eyişi, h atta bab asın ı S ultan A bdülham id’e hakaret edeceğini söyleyerek korkutm aya çalışm ası Celâl’in yaşam öyküsündeki bu olayın öne­ m ini daha da a rtırm a k ta , bunu, âşık geçinen şairlerin y aşam ların d a olabile­ cek uçucu b ir m aceradan çok, güçlü b ir tutku öyküsüne çevirm ektedir. M ah­ m ut Kemal ve Andı, Celâl’in K üçük Gelin adlı özyaşam öyküsel ro m a n ın d a an latılan evden kaçm a hikâyesini bu olayın bir an latım ı olarak ele alırlar. H er iki y azar d a bu olayı d ah a so n ra Celâl’in b ir akıl hastanesine k ap atılm a­ sı olayıyla ilişkilendirirler. Küçük G elinde Celâl gerçekten de bir kaçış öyküsünden söz eder. R om a­ n ın k a h ra m an ı Cem âl (!) bir ta n ış ın ın ölüm ü üzerine bunalım a girer: “Senelerce Adel'i görm ediği halde unutam ıyor, m uhabbette tezayüd edi­ 12 Menkıbe saptayabildiğim kadarıyla önce Mahmut Kemal tarafından (age., s. 216) ve Reşad Ekrem Koçu tarafından İstanbul Ansiklopedisinde (C. 6, İstanbul: 1963, s. 3417) ve son ola­ rak Fatih Andı tarafından (age., s. 12-13) tam olarak alıntılanmıştır. 13 Mahmut Kemal, age.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Yaşanan, Söylenen ve Yazılan: Erkekler Arasında Tutkusal İlişkiler

yordu. İh tim al ki Adel ta ra fın d a n unutulm uştu. İstanbul delikanlıyı sıkm ağa başladı. Bir ak şam ü stü Cemal kaybolm uştu. Anası göz yaşlarıyla, pederi teessür­ lerle arıyordu. Nihayet M a rm ara sahilinde, u zakdan hayal, m eyal görünen adaya karşı bir köyde bulundu. İsta n b u l’a getirdiler.”14 R om anda kaçış öyküsü K irkor Bey’in kızı A nna’yı tem sil eden A dele du­ yulan aşk ın b ir sonucu olarak anlatılm aktadır. R om anda bu olaydan sonra Cemâl akıl h astanesine y a tırılır.15 M ahm ut K em al bir dipnotta d a h a önem li ikinci bir bilgi verir: Celâl’in H aşan için söylediği alıntılanageldiği biçimiyle vezni düşük beyti Celâl değil, babası H akkı P aşa Mekteb-i H arbiye’de “gönlünü kaptırdığı H aşan Bey n a­ m ında bir genç için tanzim ” etm iştir.16 Celâl’in ve ağabeyi H alid’in b a b a la rı­ n ın gençliğinde gönlünü k a p tırd ığ ı’ bir adam için b ir beyit yazm ış olduğunu nasıl öğrendiler? Celâl’in b a b a sın ın eşcinsel tutkuyla yazdığı beyti alay eder­ cesine Çerkeş u şak H aşan için kullanışı m enkıbeyi d a h a da k arm a şık laştı­ rır. Büyük b ir olasılıkla R âsim bu beytin H akkı Paşa tara fın d a n yazılm ış ol­ duğunu bilm iyordun B urada R âsim ’in olaydan yıllar sonra bu beyti nasıl h a ­ tırlayabildiği konusu ayrıca düşünülm elidir. Celâl’in b ir uşakla k açm asından çok R âsim ’in bu hikâyeyi a n ıla rın d a yazabilm esi, d a h a sonra M ahm ut K em al’in ve R eşat E krem K o ç u n u n bu hikâyeyi, ilk in in yeni bilgilerle ay rm tılan d ırarak , İkincisini R âsim ’in yazdığı şekliyle a k ta rm a sı bu olayın kavranam ayacak oluş biçim inden d a h a önem ­ lidir; çünkü ta rih ve m ekânda herhangi b ir a n d a birçok Celâl birçok uşak H a şa n la kaçm ış, birçok Celâl birçok H asan’a âşık olm uş olabilir. A ncak bu 14 Mehmed Celâl, Küçük Gelin (İstanbul: Mekteb-i Sanayi Matbaası 1310), s. 60-61. 15 Râsim, Celâl’in akıl hastanesine yatırılışını menkıbedeki olaydan ayrı bir olay olarak an­ latır, age., s. 125-126. Küçük Gelin ilk olarak 1893 (Mekteb-i Sanayi Matbaası, 1310) yılın­ da daha sonra 1897 (Şirket-i Mürettibiyye Matbaası, 1313) yılında iki kez basılmıştır; bkz. EHTE. Buna göre Anna ile aşk hikâyesi, bu kaçış olayı ve akıl hastanesi deneyimi bu tarih­ ten önce, Celâl henüz 25 yaşlarındayken gerçekleşmiş olmalı. Râsim’in bu olayı Haşan ile kaçışıyla ilişkilendirmemekteyse de iki olay arasında bir bağlantı olabilir. Ancak Mahmut Kemal, Celâl’in en az iki kez akıl hastanesine yatırıldığını ve ilkinin evinde yapılan aramada Sultan Abdülhamid aleyhinde bazı yazılar bulunmasıyla ilişkili olduğunu belirtiyor; s. 214. 16 Mahmut Kemal, age., s. 216. Mahmut Kemal burada bunu kendisine Celâl’in büyük birade­ rinin söylediğini yazar ve ekler: “Şu halde oğul babadan aldığını satıyor demektir." Halid Bey’in babası hakkında bu tür bir bilgiyi verişi de ilgi çekicidir ve birçok nedene bağlı olabi­ lir. Hakkı Paşanın yaşamını ele aldığı kısımda aktarılan beyitler de 'mahbûb ve bade' mes­ leğinde yazılmış beyitlerdir, örneğin, İhtiyar elde değil her ne kadar pir olsam / Mübtela-yı heves-i aşk-ı civandır gönlüm, Son Asır Türk Şairleri 3 (İstanbul: Türk Tarih Encümeni Kül­ liyatı 1932), s. 498.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

271


Selim S. Kuru

özel anda, y irm inci yüzyılın b aşında, m odernleşm e adı altında y a şan a n ve erkek seçkinlerin hem öznesi hem de nesnesi oldukları değişim ve d ö n ü şü m ­ ler dönem inde, R âsim ve M ahm ut Kem al neden b u öyküyü bu biçim de yaz­ m a ihtiyacı duydular, bu öykü o n la r için ne an lam a geliyordu? Bu so ru ları yanıtlam ak güç olsa da bu an latış biçim ini çözüm leyerek değerlendirm ek ve diğer anlatılarla k arşılaştırm ak , en azından y a z arla rın cinselliğe y ak laşım ­ larındaki ikircikli yapıyı kavram aya yardım cı olabilir. G özüm üzün önüne M ahm ut K em al’in eserini hazırlarken R asim ’in a n ­ lattığı m enkıbeyi Celâl’in ağabeyisi H alid Beye soruşunu, H alid Bey’in de bu konuda H a ş a n ın Çerkeş oluşu gibi ayrıntıları verirken, bab asın ın genç­ lik tutkusu ile ilgili bilgiyi de verişini getirelim . E rkekler arasında, erkekle­ rin bugün ayrıksı kabul edilen gönül ilişkilerinin söz düzeyinde paylaşıldığı ve bu paylaşım ın yazıya geçirilişi ve neyin ne k a d a rın ın yazıya geçirilebile­ ceği konusunda b ir örnekle k arşı karşıyayız. Bu tarih le rd e eşcinsel tu tk u ko­ nusunda yazan y azar sayısı çok değildir.17 A rtık bu tü r m enkıbeler bile anılm am aktadır. Bu bağlam da b iraz d a h a gerilere gidip, on dokuzuncu yüzyıl­ da erkekler a ra sı cinsel ilişkiler h ak k ın d a yapılm ış b ir yorum a ve so n ra Ce­ lal ve Râsim için önem li bir diğer O sm anlı aydını ile ilgili bu konuda yönel­ tilen suçlam alara değinm ek yerinde olacaktır.

"Zen-dostlar çoğalıp mahbûblar azaldı” Sadrazam A hm ed Cevdet Paşa [1822-1865], R âsim d a h a Celâl’in m enkıbesi­ ni an latm ad an yaklaşık elli yıl evvel, yani 1870’lerde, Sultan A bdülham id’e sunduğu rap o rlard a n on on beş yıl önceki bir zam ana, 1860’lara yönelik ünlü gözlem inde bulunur: “Zen-dostlar çoğalıp m ah b û b lar azaldı. Kavm-i Lut sanki yere batdı. İsta n b u l’da öteden beri d elikanlılar için m a ru f u m u'tadd olan aşk u alaka, hal-i tab i’isi ü z re kızlara m üntakil oldu. K übera içinde gulam parelikle m eş­ h u r K am il ve Ali P aşalar ile a n la ra m ensub olan lar kalm adı.” Cevdet Paşa bu ilginç değinide kendisinden önceki iki sadrazam ı 'kavm-i L ut’a dahil eder ve gulampare diye a d la n d ırır ki b u ra d a bu terim eşcinsel 17 Burada eklemek gerekiyor ki Mahmut Kemal de Son Asır Türk Şairlerinde yer alan bilgi­ leri toplamaya ve eseri kaleme almaya çok daha önce başlamıştı. İbnülemin Mahmut Ke­ mal İnal'ın yaşamı konusunda önemli bir çalışma için bkz., Hüseyin Vassaf, Bir Eski Za­ man Efendisi: Kem âlü’l-Kemâl, yayma hazırlayanlar, Fatih M. Şeker ve İsmail Kara (İstan­ bul: Dergâh Yayınları, 2009). Bu yayında, Fatih M. Şeker’in Mahmut Kemal'in yaşamı hakkındaki önsözü, eserlerini yazışı hakkında önemli bilgiler içeriyor.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Yaşanan, Söylenen ve Yazılan: Erkekler Arasında Tutkusal İlişkiler

ilişkilerde b u lu n a n erkek' a n la m ın d a kullanılm aktadır. Bu sad ra z a m lard a n biri olan M ehm ed E m in Âli P aşa [1814-1871] h a k k ın d a da “H albuki Ali Paşa da ecanibin itirazatın d an ih tira z ile gulam pareliğini ihfaya çalışırd ı” der.18 Cevdet Paşa, doğal olanın erkeklerin aşk ve ilişkiyi kadınlarla yaşam ası ol­ duğunu öne sürerek erkekler a ra sı cinsel ilişkileri doğa dışı nitelem ekle bir­ likte, erkeklerin arzu nesnelerinde gözlem lediği değişim i havanın değişm e­ sinden bahsediyorm uşçasm a sıra d a n bir şey gibi anlatır. K ad ın ların giderek toplum da, özellikle bu ay rım ın en keskin biçim de kendisini gösterdiği üst kesim lerde -to p lu m la rın değişik k a tm a n la rın d a cinsiyet ayrım ı değişik bi­ çim lerde y a şa n m a k ta d ır- etkin b ir biçim de varolm aya başlam alarıyla azal­ m akta olan cinsiyet ay rım ın ın sonuçlarını aşk ve ilişki nesnesi seçim inde bir değişim olarak algılar ve b u durum u, en a z ın d a n Âli Paşa konusunda ‘ecanib’in, yani B a tık ların a h la k an layışlarının etkisine bağlar. Cevdet Paşa, şair Celâl h a k k ın d ak i m enkıbenin de gösterdiği gibi, seçkin erkekler, ya da kendi deyimiyle ‘kü b erâ’ a ra sın d a doğal olarak yaşanm aya devam eden tu t­ ku ilişkilerini görm ezden gelm iş olur. Cevdet’in Âli Paşa h ak k ındaki sözleri, özellikle de B a tık ların y a rg ıların ­ dan sakındığı için eşcinsel ilişkilerini sakladığı savı da en az bu değişim öy­ küsü k ad ar ilginçtir. D oğrusu, kökeni ile ilgili eleştirilere m aru z k a la n ezik’ bir sadrazam olarak görülebilecek Âli Paşa’da ‘B atı’, özellikle F ran sız hay­ ranlığı kendisini ‘Batı’ ahlakı o larak gördüğü eşcinsellik karşıtı düşünüm leri göz önünde bulundurm aya itm iş olabilir. A ncak Cevdet’in bu ilgi deği­ şim inde Âli P aşa ve Yusuf K âm il Paşa [1808-1886]’yı hedef alm asın d a siyasi bir neden de aranabilir. A slında gizli bildirim lerden oluşan M aruzat m etni­ ni kaynak o lara k ilk k u lla n a n la rd an M ahm ut Kem al, kendisinden genel ola­ rak saygı ile söz ettiği Cevdet P a ş a n ın bu rap o rlard a Âli Paşa ve K âm il Paşa­ lar h ak kında dile getirdiği sert eleştirileri Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar adlı şaheserinde alın tılam ak la birlikte b u n la ra katılm az. A lıntılayıp ta r­ tışm adığı tek kısım , M aruzatın hem en başında yer a la n bu gulamparelik suç­ lam asıdır. 19

“Mahbûb ve bade mesleği” 18 Ahmed Cevdet Paşa, Maruzat, Yay. Haz.: Yusuf Halaçoğlu, İstanbul: Çağrı Yayınları 1980, s. 9. 19 Âli Paşanın kökeni ile ilgili sataşmalar ve hayatı ile ilgili diğer ayrıntılar için bkz. Mahmut Kemal, Osmanlı Devrinde Son Sadnazam lar (İstanbul: Maarif Matbaası, 1940), s. 4-58, özel­ likle, s. 30-37.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

273


274

Selim S. Kuru

Cevdet P a ş a n ın toplum daki erkekler arası ilişki ve tu tk u ile ilgili o lara k göz­ lem lediği, an c ak tarih in d e değil, gizli rap o rlard a dile getirdiği bu değişim in b ir yansım ası y azın dünyasında M uallim Naci (1850-1893) e tra fın d a o rta ­ ya çıkacaktır. E debiyat öğretm eni, eleştirm en ve üretk en bir gazeteci olan M uallim Naci günüm üzde tu h a f değilse de, m u h afa za k â r bir aydın olarak kabul edilir. N am ık Kem al [1840-1888] m esleğini devam ettiren aydınlar arasında, R ecaizade E krem [1847-1914] gibi b ü ro k ra t aydınların savundu­ ğu yeni yazın m odellerine k a rşı klasik O sm anlı şiirin e ilgi duym asıyla ta n ı­ n a n gazeteci’ ve ‘öğretm en b ir aydındır. R ecaizade E krem , M uallim Naci ile a ra la rın d a çık a n ü n lü a tışm a lar sırasında, “m ah b û b ve bade m esleği’ni ta ­ kip ettiğini öne sürerek N aci’yi m ahbûbperestlikle suçlar.20 Doğulu varsayı­ lan bir aydının B atılı varsayılan b ir aydın ta ra fın d a n suçlanışm da ‘m ah b û b ve bade m esle ğ in in önplana ç ık a rılışı Cevdet P a ş a n ın gözlem ini y ansıla­ m aktadır. On dokuzuncu yüzyıla k a d a r mahbûbperest seçkin aydınlar arasın d a, gulampare gibi aşağılayıcı bir terim olarak algılanm azken, bu olayda N aci’nin m ahbûb ve bade konulu şiirler yazm ası kendisinin yalnızca kayınpederinin gazetesi Tercüman-ı A h va ld en atılm asın a neden olm am ış, hakkında bazı de­ dikoduların çık m asın a da yol açm ıştır. Râsim bu konuyu üstü kapalı b ir bi­ çim de a n ıla rın d a dile getirir: “Neler söylenm iyordu neler! Fakat böyle söylenilen şeylerin çoğu yalan, iftiraydı. İşret, m ahbûb perestlik bu yalanların b aşlıcaları idi. Fakat m erhu­ m un bazı ebyat ve kıtaatı da b ir meyli m ahsus sâhibi olduğunu işrâb ediyor­ du. Meselâ ağ ızdan ağıza gezen: H asan ım etm e ibâ âl-i abâ hakkıyiçün Sana ben hayli zam an oldu abâyı yakalı beyti gibi. İh tim al ki "H aşan” “ali Aba” "abayı y a k m a k ” kelime ve terkiblerin in h a tırla rı için söylenmiş olan bu beyit, aleyhdaram elinde, dilinde bu meyli m ah su su n u isbat eden b ir hüccet gibi gezib dolaşıyordu. [...] H albuki Naci m erhum , cidden nezihül ahlâk idi. [vurgular b an a ait]”21 20 Bu olay konusunda bkz. Rasim, age., s. 186-187. 21 Rasim, age., s. 114-115: burada Ahmed Râsim’in eserini sadeleştirerek yayınlayan Kâzım Yetiş ilk mısraı ‘Hüsnüm etme..’ olarak okumuş ve mahbûb-perest kelimesini de 'kadına düşkünlük’ olarak çevirmiştir. Mahbûbperestlik kadına değil genç ve güzel oğlanlara du­ yulan cinsellik içermeyen bir aşk tutkusunun adı olarak Osmanlı bağlamında terimleş-

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Yaşanan, Söylenen ve Yazılan: Erkekler Arasında Tutkusal tlişkiler

Râsim ark ad aşı Celâl’in H a ş a n a olan tu tk u su n u sırad an b ir biçim de ak­ tarırken, N âci’ye yöneltilen eleştirileri üstü kapalı b ir biçim de geçm ekte, onu ‘tem iz ah lak lı’ b ir aydın olarak tan ıtm ak tad ır. Nâci, R âsim ’in a n ıla rın d a n da anlaşılacağı gibi, hem kendisinin hem de Celâl’in örnek aldıkları, saygı duy­ dukları b ir aydındır. Ancak yine de R asim ’in benzeri bir suçlam ayı akla geti­ rebilecek bir öyküyü ‘has’ şair a rk ad aşı söz konusu olduğunda açık b ir biçim ­ de yazıya geçirirken, Nâci h akkında, şiirlerinde eski şiirin k onularını dile ge­ tirm esinden dolayı y ürütülen mahbûbperestlik ‘b ir meyl-i m a h su su k o n u ları­ nı güçlü bir biçim de yalanlam akta, b u n u n yazın ü rü n le rin d e n kay n ak lan an bir k a ralam a olduğunu öne sürm ektedir. Acaba R âsim için Celâl ve H aşan olayı hususi b ir meyil akla getirm iyor muydu? Yoksa Celâl, ‘nezih ü ’l-ah lâk ’, yani ahlaken tem iz değil m iydi ona göre? Aslında bu alıntı H aşan a d ın ın geçtiği ikinci b ir beyti getiriyor gözleri­ m izin önüne. H üsn, yani güzellik kelim esinden b ir sıfat olarak tü re tilen bu isim her iki beyitte de bazı söz o y u n ları için k ullanılm aktadır. A ncak Celâl, ve beyti yazan kişi olduğu öne sü rü len babası H akkı Paşa söz konusu oldu­ ğunda o rta d a gerçek iki H aşan vardır. Nâci konusunda ise, R âsim böyle ger­ çek bir kişi olm adığını, beytin b ir söz oyunundan kaynaklandığını öne sü re­ rek, hocası konum undaki N âci’yi savunm aktadır. Nâci örneği b ir tü r ara d u ru m ortaya çıkarırken, erkekler a ra sın d a eşcin­ sel tutku ve ilişki anlatıları bu no k tad a bu iki beyit aracılığıyla y azınla ile­ tişim ku rm u ş oluyor. Bu beyitler on dokuzuncu yüzyılda ya Cevdet’in Ali Paşa ile K am il Paşa hakkında yaptığı y o rum larda olduğu gibi siyasal k ın a ­ m a am acıyla, ya E krem ’in N âci’ye k arşı kullandığı ‘m ahbûb ve b ad e’ m esle­ ğini sü rd ü rm e olarak yazınsal alan d ak i bir siyasal güç kavgasının o rta sın ­ da, veya R âsim ’in Celâl h ak k ın d a anlattığı m enkıbede olduğu gibi bohem bir şair olm an ın yaratabileceği sonuçları ortaya koym ak için kullanılıyordu. Bu üç d urum da, Âli ve Nâci söz konusu olduğunda gulamparelik veya meyl-i m ahsus cinselliği içerdiğinden suçlam a olarak görülm ekte, ‘âşık geçinm e’ sonucu bir erkeğe tutkuyla b a ğ la n m a ise bir su çlam ad an çok bir şairlik ko­ n um unun sim gesi olarak ele alınm aktadır.

mlş bir deyiştir. Ben bu parçayı Son Asır Türk Şairlerinde Naci maddesinde alıntılanan biçiminden değerlendirdim, bkz. Mahmut Kemal, Son Asır..., 1044. Ayrıca Naci’ye karşı mahbûbperestlik iddiaları konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Celâl Tarakçı, Muallim Naci Efendi: Hayatı ve Eserlerinin Tenkidi (Samsun, 1994), s. 173-174.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

275


276 : Selim S. Kuru

Dilde Yaşandığı Biçimiyledir... On dokuzuncu yüzyılın ikinci y arısın d a eşcinsel tu tk u y u dile getiren m en­ kıbelerin eğitim li seçkin y a z arla r tara fın d a n dile getirilen erkekler a ra ­ sı ilişkilerin anlatıldığı tek yazın tü rü olarak k aldığını savlam ıştım . Siya­ set ve basın dünyasının d ışında kalan, halkın ü rettiğ i edebi ü rü n le re b a­ kılırsa, ‘m ah b û b ’la rın C um huriyet dönem inin b a şla rın a k a d a r özellikle İsta n b u l’daki erkek çevrelerinin yazılı ve sözlü ü rü n le rin d e yer bu ld u k ları görülür.22 Fakat on dokuzuncu y üzyılın so nlarındaki siyasi ya da edebi seç­ k in yazarlar, anlatm aya devam etm işlerse de bu tü r öyküleri yazınsal eser­ lerde yazm ayı bırakm ışlardır. A slına bakacak olursak, on dokuzuncu yüzyı­ lın ikinci y a rısın d a n sonraki erken T ürk ro m a n la rın ın hem en hiçbirinde er­ kekler arası tu tk u ilişkileri konu edilm ez.23 Bu ro m an lard a, genç ve yakışıklı pek çok erkek k a h ra m a n im kânsız ya da çaresiz b ir aşkla k ad ın lara tu tulur. Erkek sevgiliye duyulan tutkuyu genel olarak en çok a n la tan klasik şiir, o d a­ ğını erkek sevgililer ve m eyhanelerden, kadın sevgililere, k a d ın la rın erkekler açısından taşıd ık la rı tehlikeler ya da kendilerinde sim geleştirilen m illiyetçi soyutlam alara kaydırm aktadır. Fakat erkeklerin kendi cinslerine duydukları tu tk u siyasi ve yazınsal çevrelere d a ir pek çok h â tıra tta hâlâ an latılm aya de­ vam eder. B u n la r Celâl h ak k ındaki alıntıya çok benzer: H erhangi b ir ç erçe­ ve içine yerleştirilm eden ya da eleştirel bir yorum da bulunulm adan, b ir kişi hakkında anlatılm ış kısa bir olgusal hikâyedir karşım ızdaki. Erkekler a ra sı tu tk u ya da cinsel ilişki m enkıbelerini de içeren ‘le ta if’ tü ­ ründen eserlerin basılm ası, eşcinsel tu tk u n u n giderek ‘Doğulu’ olm a o lara k tan ım la n a n yazınsal eylemlerle ilişkilendirilm esi b u n la rın yaygınlığını gös­ terir. 1850’lere gelindiğinde, yazınsal m enkıbeler devlet seçkinlerinin ya da aydın seçkinlerin arasındaki tu tk u n u n yazıya geçirildiği tek tü r h alin e gelir.

22 Bu konuda Reşat Ekrem Koçunun İstanbul Ansiklopedisi nde birçok destana yer verilmiştir. Bazı örnekler için bkz. “Esnaf Civanları” maddesi, c. 10 (İstanbul, 1971), 5338-5344. Ayrıca yine basın dünyasının dışından gelenekçi bir hatıratta eşcinsel tutkunun deneyimlenişinin nasıl dile getirildiği konusunda bkz., Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dedenin Hatıraları: Çok Yön­ lü Bir Sufinin Gözüyle Son Dönem Osmanlı Hayatı, Haz.: Mustafa Koç ve Eyyüp Tanrıverdi 4 cilt (İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2006), özellikle C. 1, s. 89-197. Burada 1840’larda mek­ tep anılarından bahsederken Aşçı Dede, burada eşcinsel tutku olarak adlandırdığım mecâzî aşk konusunda önemli bir söylem geliştirmektedir. 23 Ahmet Mithat Dürdane Hanım romanında Çerkez Sohbet’in Acem Ali adıyla erkek kılığına girmiş Ulviye hanıma duyduğu hislerle bocalayışını ve Acem Ali’nin kadın olduğunu anla­ dığında rahatlayışını ustalıkla anlatır. 1881 yılında basılan bu metinde Ahmet Mithat bu bahaneyle ‘mahbûb mesleğini izleyenlere verir veriştirir; Dürdane Hanım, Haz.: Kerim Çetinoğlu (İstanbul: Beyaz Balina Yayınları, 2005), s. 14-30.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Yaşanan, Söylenen ve Yazılan: Erkekler Arasında Tutkusal ilişkiler

Eşcinsel tu tk u k u rm aca a la n ın d a n çıkm akta ve belirli b ir ta rih y azım ında varlığını azalan b ir ölçüde de olsa sürdürm ektedir: D edikodu ve söylentinin kişiler üzerinden ve bu kişiler ha k k m d ak i m enkıbeler üzerinden yazıya geçi­ rildiği, kendi deyişim le, yaşam öyküsel tarihte. Bir dolu kişiden bahsederek som utlaştırm aya çalıştığım savım ı b ir kez d a h a değişik b ir açıdan vu rg u lam ak isterim : On dokuzuncu yüzyılda aynı cinsin üyesine duyulan aşk, özellikle de devlet seçkinleri ve aydın seçkinler tara fın d a n b irinci tekil kişi a n la tıla rd a dile getirilm ez olm uştu. G elgeldim , a n ıla r ve yaşam öyküsel tarih lerd e m enkıbe biçim inde yaşam aya devam et­ m işti. B unun sebebiyse toplum sal cinsiyet ayrılığının o rtad an kalkm ış ol­ masıydı. K a d ın la r geçerli aşk nesneleri olarak kam u sal alan a ve dolayısıyla yazınsal alan a ad ım atıyorlardı a rtık .24 K ad ın ların erkeklerin yazınsal aşk nesneleri o lm a la rın ın teşvik edildiği sırada, klasik yazın türlerinde eser ü re ­ ten m odern O sm anlı aydınları, on dokuzuncu y üzyılın sonlarında O sm anlı İm p a rato rlu ğ u n u n gelişme halindeki m odernist yazınsal düzeninin kendile­ rine yönelttiği sa ld ırıla r k arşısın d a bile, m ahbûblara, güzel oğlanlara odak­ lanm ayı sürdürüyordu. Öte yandan, yazın tü rle rin in dışında, ta rih y a z ım ın ­ da, erkekler a ra sı tutkusal ilişkiler b ir bağlanm a biçim inde ifade edilm eye devam ediyordu; bu yolla ya b ir kişiye d a ir bir h a k ik a t söylemi o lu ştu ru lm a ­ ya çalışılıyordu ya da özellikle m odernist algıları düzenleyen ta rih k u rg u la ­ rın a direnenler ötelenm ek isteniyordu. Cevdet P a ş a n ın Âli ve K âm il P a şa la r h akkm daki gizli raporu (b ir önceki devreye ait b ir genellem e ve kişisel suçlam a olarak), Recaizade E krem ’in M u­ allim Naci hak k m d ak i suçlam aları (yazınsal bir eğilim i cinsel b ir eğilim le özdeşleştirm e olarak) ve yayım lanan b ir a n ıla r to p lam ın ın küçük b ir p a rç a ­ sı olan Ahm et R âsim ’in M ehm ed Celâl hakkm daki m enkıbesi (bir şairlik du­ rum unun yansım ası olarak) 1860’la rd a n 1930’la ra u z a n a n b ir dönem de özel­ likle basın çevrelerinde küm elenen yazarlar açısından eşcinsel tu tk u n u n gi­ derek yazınsal a la n içinde d a r b ir yazınsal türe, sözle ilişkili b ir tü re sıkış­ m asını imliyor. E rkekler a ra sın d a eşcinsel tutku, B atılı diye adlandırageldiğim iz türlere alın m am ış ve çoğunlukla h â tırat ve yaşam öyküsel ta rih le r­ de ortaya çıkm ış ve belirli bir sın ıf içinde yaşan an b ir tu tk u olarak ele alın ­ mıştır. 24 Aslında İntibah ve Araba Sevdası romanlarında erkek kahramanların kadın aşk nesnelerine bir yazınsal serüven olarak şiirin ve okuduklarının etkisi altında sürüklenişleri bu yeni aş­ kın, acemileri olan genç Osmanlı mirasyedileri için ikircikli yapısını yansıtmaktadır.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

277


İhlal ve Belirsizlik: Hünsanın Bedeni,' İslam Hukukunun Kararsızlığı* TOLGA YALUR

Herculine Barbirie girişinde B atı toplum larını m erkeze alan Michel Fouca­ ult “doğru” b ir cinselliğe ihtiyaç duyulup duyulm adığından bahseder.2 Bir h erm afroditin "tek” ve "doğru” b ir biyolojik cinsiyete sahip olm ası istencinin oluşum u B atı’d a u z u n zam an alırken İslam iyet’e bak tığ ım ızd a klasik dönem İslam hu k u k u n d a (şeriat) bir h ü n sa n ın bedeni, cinselliği ve yaşayışı ü z e rin ­ deki söylemden b ir hünsalık epistem i oluşturulm aya çalışıldığı görülebilir. B ir epistem, k onuları sın ıflan d ırarak , konulara an lam ve değer tahsis ederek birbirleriyle ilişkilendiren belli düzenleyici ilkelerin ürünüdür. Foucault’ya göre söylemsel biçim lenm eler b ir epistem in ilkeleridir.3 Konuşm aya olanak sağlar, fikir ve kavram ları düzenler ve bilgi nesneleri üretir. B unun bir ör­ neği olarak "delilik’e bakılabilir. M odern toplum da delilik olarak k u rg u la n ­ m ış olan şey, b u n u n nasıl tan ım la n d ığ ı ve bun u n la ilgili ne yapıldığı üç a n a etkene bağlıdır: Disiplinler, yorum ve yazar.4 Epistem bağlam ında bakılın1 Hünsa: Bugün interseksüel, hermafrodit veya androjen terimleriyle ifade edilen cinsel kim­ lik çeşitliliğine Osmanlı’da ve İslam hukukunda verilen ad. İslam hukukunda hünsa ikiye ayrılarak cinsel “belirlilik” ve “belirsizlik” durumları çizilirken bu çalışmada hünsa kelime­ si bir ayrım yapılmadan kullanılıyor ancak İslam hukukunun yaptığı ayrım vurgulanıyor. * Serkan Deliceye (PhD, University of the Arts London) önerileri için teşekkür ederim. 2 Foucault, Michel, “Introduction" to Herculine Barbin, New York: Pantheon, 1980, s. vii. 3 Foucault, Michel, “Discursive Formations”, The Archeology o f Knowledge, Tavistock Publica­ tions, 1974, s. 31-39. 4 Bu çalışmada Foucault’nun dile getirdiği bu üç ana etken incelenmiyor ancak bu etkenlerin çalışmadaki temsilcileri parantez içinde belirtiliyor.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


İhlal ve Belirsizlik

ca, hünsalık üzerine yapılan ender akadem ik ç a lışm alard an biri olan, H ilâl D u m a n ın (yazar) kendini h ü n sa üzerine "son söz”lerden birini söyleme gö­ revine tayin ettiği “İslam H u k u kunda H ünsâ” m akalesinde, m odern öncesi hünsalığın İslam i söylem (yorum) tara fın d a n nasıl tasarlandığı, ta n ım la n ­ dığı ve h ü nsalık epistem inin n asıl düzenlendiği konusunda bir ta rtış m a ze­ m ini sunulur.5 “Y aradılış’a ve çiftliğe dayanan şe ria tta “istisna”, belirsiz, “er­ kek ve kadın olm a ihtim ali olan” ve m üşkil olarak geçen hünsalık, b irta k ım hukuki düzenlem elere tabi “yapısal b ir bozukluk” addedilir.6 B enim bu ça­ lışm ada yaptığım , “belirsizlik”, “bozukluk” veya "m üşkillik”in İslam h u k u ­ kunun bizatihi kendisinde olduğunu Jacques D errida’n ın hukuk üzerin e yaz­ d ıklarını m erceğe ala rak öne sürm ek olacak.7 M akalenin girişinde bizi "in sa n la rın çift yaratılm ışlığı” konusunda bil­ gilendiren D um an, bu varsayım üzerinden İslam dü şü n ü rlerin in h ü n sa bir bireyin cinsiyetini nereye koym a konusunda girdikleri ta rtışm a la rı aktarır, ancak tıbbın gelişimiyle bu "iş”in kolaylaştığını b e lirtir (disiplin). H ü n sa bi­ reylerin biyolojik cinsiyet belirsizliklerinin ilk kertede ikili kategoriler k ap sa­ m ında olm am ası D u m an a göre şe ria tta hukuki s o ru n la r ortaya çıkarır. D u­ m an bu hukuki so ru n la ra geçm eden önce, in sa n la rın kadm -erkek eksenle­ rinde; çift biyolojik cinsiyet kategorileriyle değerlendirilm esi konusunda bir dizi ayet sunar. B unu takiben kategorilerin d ışın d a olm anın İslam h u k u ­ kunda kati suretle yasaklanm ış olduğundan bahseder: “İslam ’da k a d ın ve erkek olarak y a ra tıla n her cinsin, kendilerine has özelliklerini k o ru m a ları önemle istenm iş, ayrıca her cinsin kendi fıtrî yapısını sürdürm esi, k a d ın ın erkekleşm em esi veya erkeğin kadınlaşm am ası şeklinde doğuştan getirdiği fıtrî özelliğini devam ettirm esi için gerekli ah lak î ve hukukî düzenlem eler yapılm ıştır.”8 Bu bağlam da “çifte y aratılm ışlık”ta biyolojik cinsiyetler a ra ­ sı, cinsel kim likler arası geçişkenlik hukuk ih lalid ir (violation).9 E ğer a d a ­ let, adillik h u k u k u n içinde "herkese kendine uygun düşeni, kendi hak k ı ola­

5 Duman, Hilâl, “İslam Hukukunda Hünsâ (Çift Cinsiyetliler)’’, Cumhuriyet Üniversitesi Sos­ yal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 6, S. 1, 2002, s. 295-318. http://eskiweb. cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/348.pdf (Erişim: 6 Kasım 2010) 6 Duman, agy., s. 297. 7 Derrida, Jacques, “Force of Law: The 'Mystical Foundation of Authority”’, Çev.: Mary Quaintance, Cardozo Law Review, S. 11, 1990, s. 920-1045. 8 Duman, agy., s. 296. 9 İngilizce ve Fransizcadaki violence, bu makalede bazen şiddet ve bazen ihlal anlamlarında kullanılıyor. Şiddetin hukukta tekelleşmesine işaret edilirken ihlal (violation) hünsa birey­ lerin edimlerini ve bedenlerini ilgilendiriyor.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

279


280 : Tolga Yalur

nı vermek" a n la m ın a geliyorsa, h ü n sa bir bireyin bu “herkes”i kapsadığı nı kendi varsayım ları üzerinden iddia eden huk u k u n içindeki yeri; bu yerir neye göre belirlendiği ve bu belirlem elerin geçirdiği değişiklikler; “belirlenem eyiş” gibi “so ru n lar" da İslam h u k u k u n d a incelenebilir. H ukukta ihlalin ve şiddetin (violation) bireylerin tayininde olması b ir te h likeye işaret eder. D errida hukukun şiddetli (violent), sorgulayıcı ve tartışm a' lı özelliğini sorgulam aya açarken, yapıbozum unun -a d a le t üzerine herhangi b ir söyleme, adil (just) bir edim e m üsaade m i ettiği yoksa ret m i ettiği; adale­ tin olasılığını o rta d a n m ı kaldırdığı; hukuk ve adaleti ay rıştırm ak için belli b ir ölçüt sunup sunam ayacağı gibi- “O m u/bu m u?”, "Evet/hayır?” sorularıyla şekillendirilem eyeceği üzerinden gider.10 D u m an ın çizdiği İslam hukukuna dayanarak m odern öncesi (ondokuzuncu yüzyıl öncesi) hünsalık epistem inin, bilgisinin nasıl oluşturulduğu b u rad a sorgulanarak, İslam hukukunda kim ­ lik, cinsellik ve beden politikalarının dayanaklarından biri olan “insanlar[ı] tek bir nefisten y a ra ta n ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve ka­ d ın la r” üreten ta n rı anlayışından yola çıkılabilir.11 Çizilen "kadın m ı yoksa er­ kek m i?” ikilikli so ru su n a şeriatın kendi dinam ikleriyle, söylemsel biçim lendirişiyle cevap verilemeyen durum larda, belirginleşen ikilem leri ve hukukun yapıbozum una uğrayabilirliği[ni] görebiliriz. Bu bağlam da D errid an ın hukuk üzerine yazdıkları ile D u m an ın çalışm asından p arçalan m ak suretiyle alın an m etinler üzerinden b ir incelem e/sorgulam a/yapıbozm aya işaret edeceğim.

Hünsanın Aporetik Cinselliği D erridaya göre, hu k u k u güçlendirm ek veya hukukun güçlendirilebilirliği yani güçlendirilm e' ve güç’ ta ra fın d a n sürdürülebilir b ir olasılıklar silsilesi“a priori ve başlı b a şın a belirtici olan b ir hukuk’u n olm adığına işaret eder.12 H ukukun gücü ile adaletsiz olduğu varsayılan şiddet arasın d ak i ayrım a n a ­ sıl gidilebileceği; adil veya m eşru olabilecek bir güç ile adaletsiz şiddet a ra ­ sında ne gibi fark olabileceği; h u k u k u n gücü ile - h e r zam an adaletsiz oldu­ ğ u n a k a ra r verilen- şiddet arasındaki ayrım a nasıl gidileceği gibi so ru la r so­ r a r Derrida. Bu sorulara, adalet ve hukukun birleşim ini yorum layarak işa ­ ret eder. Birleşim, her zam an yorum lanabilecek edim sel b ir güce işaret eder: “K uruluşunun ilk a n ın d a hukuku k u rm a, başlatm a, haklı çıkarm a veya yap­ 10 Derrida, agy., s. 921-23. 11 Duman, agy., s. s. 296. 12 Derrida, agy., s. s. 925.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


İhlal ve Belirsizlik

m a işlemi; başlı b a şın a ne adil ne de adaletsiz olan, h içbir adaletin ve k u ru c u ­ luğu olan öncül huku k u n garantileyem eyeceği, çelişemeyeceği veya h ü k ü m ­ süz kılam ayacağı perform atif ve yorum sal bir şiddetten ve bir güç d arb esin ­ den oluşabilir.”13 K urum sal dile ilişkin üstdil olm a iddiasında olan h e rh a n ­ gi bir söylem sessizlikle yani “m istik ”, belirsiz bir sınırla yüzleşir. O toritenin başlangıcından, k u ru lu şu n d an veya zem inleşm esinden beri hukukun konu­ m u kendinden başk a hiçbir şeye bağlı değildir. A ncak bu da başlı b a şın a ada­ letsiz ve hukuk dışı oldukları a n la m ın a gelmez. Bu noktada D errida’n ın öne­ risine göre hukuk temel olarak bozulabilir bir yapıdadır; “tarih in i oluşturan, yorum lanabilir ve dönüştürülebilir m etinsel k a tm a n la r üzerinde in şa edil­ m iş ya da n ih ai tem eli tan ım itibarıyla tem ellenm em iş olsun. H ukukun d ı­ şında veya ötesinde olan adalet diye bir şey varsa, yapısı bozulam az; yapıbozum unun bizatihi kendisi adalettir.”14 Adalet ve h u k u k arasındaki bu ayrım ­ d an D errida b ir aporia olarak ad aletin olasılığına; im kânsız olanın b ir dene­ yim olarak olasılığına geçer.15 E ğer adaletin, güçlendirilm esi gereken b ir hu­ kuk adına k u ru lm ası gerekiyorsa, hukuk, adalet a d ın a çalıştığını iddia eder. Bu zor ayrım b ir çelişkiye, çıkm aza yani aporiaya işaret eder. D erridaya göre hukukun yapıbozum u, adaletin "etiko-politiko-hukuki” sorunundan önce h u ­ kuku o rtad an k ald ırm a am acında değildir.16 Adaleti yapmak; adaletin aporetik deneyim ini test etmek, onun için bir sorum luluk varsaym aktır. H ukuku yapıbozum una uğratm ak, ayrım ı haklı çıkarm ak ve ikili karşıtlığı üstelemekten çok hukuk ve adalet arasındaki olası ilişkiyi ciddi b ir şekilde alıkoym ak­ tır. H ukuk ve adalet değişm ezcesine birbirleriyle bağlantılıdır; hukuk kendi­ ni adalet için h a z ırla r ve güçlendirilm esi zorunlu b ir hukuk adına da adaletin kendini kurm ası gerekir.17 Bu d a aporiam n bir deneyiyle olabilir. Adalet ola­ sılığının aporetik deneyim i için D errida birkaç örnek üzerinden gider. “Yasa­ n ın epokhesi ” aporiasm a göre adil olm ak ya da olm am ak ve adaleti uygula­ m ak için b irisinin özgür edim lerinden, düşüncelerinden ve k a ra rla rın d a n so­ ru m lu olm ası gerekir.18 Ancak b u d a b ir hukuka, yasaya tabi olm ak zoru n d a­ dır. Eğer karar, yasayı uygulam aktan oluşursa k a ra rın hukukla uyum lu oldu­ ğu söylenebilir am a adil olduğunu söylemek hata olur. Adil olm ak için, hükm e 13 Agy., s. 941. 14 Agy., s. 943-945. 15 Agy., s. 947. 16 Agy., s. 953. 17 Agy., s. 959-61. 18 Agy., s. 961.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

281


282

Tolga Yalur

v a ra n ın k a ra rı b ir yorum lam a edim i yoluyla bir hukuk yasasını varsaym alı, onaylam alıdır.19 H ükm e varan kişi, hukuk öncesinde hiçbir şey yokm uş ve hukuku her defasında kendisi yeniden (t)üretiyor, (b)uluyor, yazıp-çiziyorm uş gibi davranm alıdır. Bu açıdan b akınca verilen k a ra rın asla adil olmadığı; her yeni k a ra rın so ru n u d ah a çok ertelediği görülür. D u m a n ın İslam huk u k u n ­ d a h ünsa çalışm asında biyolojiye işaret ederek “yaradılış” üzerinden varsayı­ lan “ya kadın ya erkek doğm a” iddiasının geçersiz olduğu d u ru m lard a h u k u ­ ka eklenen bilgi, yasa ve hüküm leri ele alır. Şeriatta h ü n sa bir birey “çift ya­ ratılm ış olma” varsayım ına uym adığı için öncelikle “A llah’ın tak d iri’ne bı­ ra k ılır ve sonrasında -bireysel ve toplum sal hayatın h er alan ın ın kontrolüne işaret eden- nasıl “d oğru” bir cinsiyet kategorisine girebileceği; nasıl o tu ru p kalkacağı, nerede n am az kılacağı, ne yiyeceği, ne giyeceği, kimlerle evlene­ ceği gibi konularda b ir dizi hüküm , fakihin (fıkıh düşünürlerinin) kararları, kararsızlıkları, belirsizliklerden doğan endişelerle h u k u k a eklenir. H ünsa ilk kertede ikiye ayrılır: “Gayr-i M üşkil H ünsâ; her iki cinse ait cinsiyet alam et­ lerini taşım akla birlikte erkek veya k adınlık alam etleri açık olup, kolayca er­ kek veya kadın olduğuna hükm edilebilen kişidir... M üşkil Hünsâ; her iki cin­ siyet organına birlikte sahip olan fakat organların b irin in diğerine baskınlık a rz etm emesi nedeniyle kadın veya erkek olduğuna kolayca hükm edilem eyen, veya hiçbir cinsel organa sahip olm ayıp sadece id ra r yapabileceği bir deliği olan kişidir.”20 Ş eriatın hüküm leri ve k a ra r m ekanizm alarının kapsayacağı, hünsaya yönelik “d oğru” bir cinsiyeti belirlem ek için karinelere ve kişinin ikvarma da bakabilirler. K arinelerde son söz ve k a ra r peygam berlerden halife­ t

lere ve sonrasında m ezheplere göre değişir; hü n san m adalet içindeki yeri de sürekli değişir ve adaletin, hukukun tan ım la rı da değişir denebilir. M uham m ed "bu kişinin m ira sın ın id rarın ı yaptığı organ dikkate alınarak verilece­ ğ in i” ifade ederek “hünsâ-i m üşkil hakkında şayet o, kadınlık uzvuyla idrar ya­ pıyorsa kadın, erkeklik uzvuyla idrar yapıyorsa erkek olduğuna hükmedilir, di­ ğer uzuv zaid olarak yaratılmış kabul" edilm esi gerektiğini öne sürerken E bu H anife "idrarın çokluğu dikkate a lın a ra k hünsânın cinsiyeti belirlenemez... Ç ünkü bu çokluk veya azlık id ra r m ah allin in genişliği veya darlığı gibi fak­ törlerden de kaynaklanabilir” diyebilir.21 İslam hu k u k u n d a hünsa bir b ire­ yin ikrarına, kendi üzerine söz söylemesine izin verilmez; "ben erkeğim ” veya 19 Agy., s. 961. 20 Duman, agy., s. 303. 21 Agy., s. 304.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


İhlal ve Belirsizlik

“ben kadınım ” gibi sözleri dikkate alınm az. Ancak ve an cak şeriat söylem in­ de ku ru lan epistem e göre "müşkil" olduğuna k a ra r verilm esi öncesinde, yani kadın/erkek ikiliği içinde sayılabilm esi du ru m u n d a kendi beyanı dikkate alı­ nabilir. Bilinm ezlik, belirsizlik d u ru m u n d a “babasının veya vasisinin ö erkek­ tir’ veya ‘o kadındır şeklindeki sözleri esas alınır.”22 B uradaki adaletin, h u k u ­ k u n kendi yapısı içinde anlam sürekli değişirken birey “kesin”, “doğru”, “h a­ k ik i” olan bu an la m a karşı kendi bedeni üzerine b ir söz söyleyemez “çünkü belirtilerin, dolayısıyla hakikatin aksine iddiada b ulu n m u ş olur.”23 D errida’n ın sunduğu b ir diğer aporia “k a ra r verilem ez olanın haya­ l e tid ir .24 B una göre adil k a ra r asla n ih ai şeklinde değildir. K uralları öğren­ me, anlam a ve yorum lam ayla b a şla r ve devam eder. H er karar, k a ra r verile­ m ez olanın çilesinden geçer. B ir k a ra rla bu çilenin geçtiği anda ise yeni k a­ ra rın kuralı vardır; belki yeni b ir k u ral belki de yeniden keşfedilm iş, bel­ ki de vazgeçilip d a h a sonra yeniden keşfedilecek b ir k u rald ır bu. Bu neden­ le “şu anda” ve “tam am ıyla” adil değildir.25 İslam hukukundaki en dikkate değer aporia, biyolojik cinsiyete d a ir evrensel varsayım ları olan bir h u k u k u n bu varsayım larına, kategorilerine uym ayan hünsa bireyin bedeni ve b ed en i­ ni yaşayışını söylemsel ve toplum sal olarak inşa etm eye çalışırken, d a h a ay­ rın tılı bir çalışm ayla incelenebilecek b ir "belirsizlik” söylemi sunm asıdır. İs­ lam hukukunda h ü n sa n ın (müşkil) “'k a d ın ya da erkek’ olma ih tim ali’nden doğan bir "belirsizlik” endişesi için D u m a n ın m akalesinde ele aldığı k u ra l­ lara, “ih tim allilik” üzerinden verilen k a ra rla ra dikkatli bakınca fallogosantrizm in; “kadın olm a ih tim ali” an lay ışın ın hünsa bedeni ve yaşayışı ü z e rin ­ deki kararsızlık hüküm lerinde önem li rolü olduğu belirginleşir:26 “[K]adın olma ihtimali nedeniyle hünsâ-i müşkilin halife olması söz konu­ su olamayacaktır.”27 “Ceza davalarına bakma konusunda hünsâlar da, kadın olabilecekle­ ri ihtimali göz önünde bulundurularak kadın gibi kabul edilmişlerdir.”28 22 Agy., s. 305. 23 Agy., s. 305. 24 Derrida, agy., s. 963. 25 Agy., s. 963. 26 Bu bağlamda OsmanlI’daki müstakil toplumsal cinsiyet düzeninde hünsalığın nasıl bir yer­ de durduğu konusunda ‘belirsizlik’ üzerinden bir kanıya varmanın tehlikeli olabileceğini; toplumsal cinsiyet belirsizliğinin -İslam hukuku üzerinden de kısmen bakılmak suretiy­ le- İslam toplumlarındaki yerinin ‘belirsizlikten öte olabileceği de ileri sürülebilir. 27 Duman, agy., s. 306. 28 Agy., s. 306.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

283


Tolga Yalur

"Hanefi, Şafi, Maliki ve Hanbelilere göre; hünsâ-i müşkil kadın olma ih­ timalinden dolayı âkileye dahil edilmez... Hünsânın kadın olmadığı belir­ lenirse âkıleye girebilir. Eğer belirlenemezse kadın olma ihtimalinden do­ layı âkileye dahil edilmez.”29 "Kadın olma ihtimalini dikkate alarak hünsânın namazda kadınların oturması gibi oturması gerekir... [K]adın olma ihtimalinden dolayı namaz kılarken başını örtmesi gerekir.”30 “Eğer hünsâ-i müşkil olarak veya durumu belli olmadan vefat etmişse... kadınlar gibi kefenlenir.”31 "Hünsânın, kabri defin sırasında kadınlar gibi örtülür ve öyle defnedi­ lir, çünkü kadın olma ihtimali vardır.”32 "Kanaatimizce, hünsâ-i müşkilin hem kadın hem de erkek olma ihtima­ li göz önünde bulundurularak ihtiyaten kadınlar gibi tesettüre riayet et­ mesi uygun olur.”33 “Bunun gibi hünsânın, kadın olma ihtimalinden dolayı erkeklerden mahremi olan birisi beraberinde olmadan yolculuk yapması ihtiyaten caiz değildir.”34 "Gerek büluğdan önce, gerekse sonra olsun savaşta esir düşen bir hünsâ-i müşkilin, kadın olabileceği ihtimali dikkate alınarak öldürülme­ si caiz değildir."35 "Hünsâ-i müşkil zimmî olursa cizye ödeme yükümlülüğü yoktur. Çün­ kü kadın olma ihtimali vardır...”36

B ir ta ra fta k a ra r verilebilir bir kesinliğin olm adığı b ir karar, diğer ta ra fta k a ra r verilemez o lan ın kesinliği fakat k a ra r olm adan... D errida adaletin h iç­ b ir zam an h â lih a zırd a bulunm adığını; şim diyi sürekli yeniden üreten gele­ cekten ayrı olarak vusulü (to-come, avenir) olduğunu; hukuki ve siyasi bir kavram olm adığı sürece dönüşüm e, değişim e veya h u k u k u n ve siyasetin ye­ niden b u lunuşuna kılavuzluk ettiğini öne sürer.37 Aporetik içeriğini inceledi­ 29 Agy„ s. 308. 30 Agy., s. 309. 31 Agy., s. 311. 32 Agy., s. 311. 33 Agy., s. 313. 34 Agy., s. 314. 35 Agy., s. 316. 36 Agy., s. 316. 37 Derrida, agy., s. 969.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


İhlal ve Belirsizlik

ği W alter B enjam in’in “Critique of Violence” (Zur K ritik der Gewalt) m e tn in ­ de ilahi gücün yeni b ir tarihsel devir (epokhe) olarak kav ram laştırılm asın a işaret edilir.38 B u ra d a tarih , h u k u k u n “m itsel” şiddetini “ilah i” şiddetle d e ­ ğiştirerek k a ra rın oluşm asını sağlar.39 H ukuk, şiddetin kendisini bir sonuca yönelik araç olarak gördüğü için şiddeti (ihlal) çözemez; ona bağlıdır: İslam h u k u k u n u n a priori beden ta n ım la m a sı ve söylemsel biçim lendirm esi, hünsa n ın bedenine yönelik bir ih laldir (violation). H ü n sa n m bedeni de İslam h u ­ kukunu ihlal (violation) eder. Ancak huk u k u tem ellendiren ve koruyan şiddet ik tid arı da berab erin d e getirir. İk tid a r m efhum u a ltın d a da İslam hukuku, m ecburi bir şekilde şiddete (ihlal) bağlıdır. Dror Ze’evi’ye göre şeriat, cinsel itaatsizlikle ilgili herhangi bir konunun an a h a tla rın ı kadın/erkek gibi ikili karşıtlık lar e tra fın d a çizer.40 İslam h u k u k u asla tam a m e n sistem leştirilm em iştir ve belirsizliğin büyük bir bölüm ü birçok so ru n d ak i (kadın-erkek k a­ tegorileri gibi) kesin hüküm leriyle ilgili olarak kalır.41 O ndokuzuncu yüzyıl m odern hukuku öncesi İslam i söylem diliyle konuşan D u m an a göre İslam h u k u kunda h ü n sa "diğer in s a n la r’d a n yani “kadın ve erkekler”den farklı b ir yerde değildir.42 İnsanlığı kadın ve erkekliğe; kadın ve erkekliği de öncelikli olarak biyolojiye indirgeyen D um an, şeriatta çizilen “h a k ve sorum luluklara ehil olabilm ek için” in san o lm anın kâfi olduğunu b u y u ru r. Şeriatın ikili te ­ m el varsayım ına tehlike oluşturan, b u varsayım ı ihlal eden h ü n san m k ad ın / erkek eksenlerinde b ir aporia olduğu ve b u n u n da "norm alde in sa n la rın iki el, iki ayak, on parm ak , iki kulak, b ir b u ru n , bir ağız ile yaratılırken çeşitli sebeplerden dolayı bu y aratm an ın istisnası olarak b u org an lard an b irisin in eksik veya fazla veya sakat olarak yaratıldığı gibi, b ir y aratılm a olduğunun kabullenilm esi” yoluyla İslam h u k u k u n d a çeşitli düzenlem eler, eklem eler ve “ç ö z ü m le rle aşılm aya ve adaletin sağlanm asına çalışıldığı anlaşılabilir.43 A ncak İslam hukuku, “kadın/erkek yaradılışı” varsayım ını ihlal eden hünsalığı bir sonuca yönelik (kadın m ı yoksa erkek mi?) a ra ç olarak gördüğü için bu ihlali çözemez çü n k ü " y a ra tılış la “bozukluk” ve "m üşkillik” üzerinden “is tis n a la r olduğunu ileri sürerek ihlali bizatihi kendisine bağlar; hu k u k u

38 Agy., s. 990-93. 39 Agy., s. 981. 40 Ze’evi, Dror, Producing Desire: Changing Sexual Discourse in the Ottoman Middle East, 15001900, University of California Press, 2006, s. 54. 41 Ze'evi, age., s. 52. 42 Duman, agy., s. 316. 43 Agy., s. 316.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

285


286 • Tolga Yalur

koruyan ihlal, ilah i ik tid arı da beraberinde getirir, ik tid a r m efhum u altında d a hukuk, m ecburi b ir şekilde ihlale bağlıdır. H ukukun k a ra r veremezliği ve h ü n sa için adil b ir k a ra ra varabilirliği arasın d a katı b ir sın ır koym ak m üm ­ k ü n değildir, ila h i tak d iri ihlal etm ek de bir kesinlik o lara k ak tarılam az zira ih la lin cezai d u ru m u n u fark etm ek g ü ç tü r çünkü tem el varsayım olan "in­ s a n la rın çift y aratılm ışlığı” üzerinden hareket etm ek b u n u engeller.


Romantik aşklardan anaerkil ütopyalara, kültürel ayrılıkçılardan sadomazoşist cinselliğe

Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri HANDE ÖĞÜT

"iki altın baş yan yana, Bir yuvada iki kum ru gibi, Kanatlarıyla sararak birbirlerini, Yatarlar perdeli yataklarına; Bir dalda iki çiçek, Yeni düşm üş iki kar tanesi gibi... Yanak yanağa, koyun koyuna Sarmaş dolaş tek yuvada."

İki kad ın ın aşkını, kam uoyunun tepkisinden hiç korkm adan böyle betim le­ m iş C hristina R ossetti 1860’lard a yazdığı “Goblin M arket” adlı şiirinde. Viktorya dönem i İngiliz kadın şairlerin en önem lilerinden olan Rosetti, b ir b a ş ­ ka kadına duyduğu aşkı, süsleyerek, yer yer gizleyerek anlatan , aşkını a n la tı­ sın ın öznesi kılan, cinselliktense tinsel bir aşkı olum layan ve kutlayan tek k a ­ d ın sanatçı değil. A ntik Y unan’d a n günüm üze u z a n a n süreçte kadınlar, k a ­ d ın la ra cinsel, tinsel ya da bedeni ve ru h u ayırm ayan b ir bütünsellikte âşık oldular; kâh n o rm a tif bir form da k â h gizli gizli... G ünlüklerinde, otobiyog­ rafilerinde, an ıla rın d a , şiirlerinde, ro m an ların d a, hikâyelerinde, o y u n la rın ­ da a n la ttıla r aşk ların ı, yücelttiler. Ya şifreli m etinlerin ve kurgubilim in a r ­ d ın a saklanarak ya anaerkil köken m itlerin in izinde ütopyalar yaratıp doğaCogito, sayı: 65-66, 2011


288 i Hande Öğüt

ya dönerek, ilkel kostüm lerle sahneye çıkıp dianik paganizm i savunarak, ya3 erkek kılığı ve adıyla, ya tam ta m ın a kendini bularak, ortaya koyarak... Birb aşk a kadına duyulan aşk, yüce sevgi, h ayranlık ve b ağlılık en çok günlük-! lerde, anılarda, otobiyografi ve şiirlerde buldu ifadesini. Rossetti nin şiirle-i rindeki gibi doğa tasvirlerinin, lirik ve rom antik esinlerin a rd ın d a tü m gize­ miyle korunuyordu “yasak” aşk... i O ndokuzuncu yüzyıldaki benzer aşk ilişkilerini a ra ş tıra n Lillian F ad er-; m an, bu tü r ro m an tik bağlantıların, evlilik öncesi heteroseksüel aşktan k o r-; k an kad ın ların tehlikesiz bir duygusal supap düşüncesiyle diğer kad ın lara j yaklaştıkları Viktorya dönem inin b ir ü rü n ü olduğunu sandığını ancak çok ; geçmeden, onsekizinci yüzyılda da k ad m lararası aşk için “rom antik dostluk” i diye bir deyim kullanıldığını keşfettiğini belirtiyor. H er yönden soylu ve iffe t-' li sayılan bir ilişkiyi niteleyen rom antik dostluk ilişkilerinde, cinsellik, haz ve i tu tk u ön planda değildir, hatta olm ası da gerekmez. Yalnızca erkek fantezileri edebiyatında öncelikli bir cinsel olgu ve fetiş olarak karşım ıza çıkan k a d ın lar : arası cinsel aşk ve tem as, Viktorya dönem i ve sonrasında k ad ın ların ro m an ­ tik dostluklarında şu ya da bu şekilde ilişkinin bir p a rçası olabilir ya d a ol­ m ayabilir. D önem in rom antik âşıkları için lezbiyenlik cinsel bir olgu değil, iki kadının, en güçlü duygu ve sevgilerinin birbirlerine yönelik olduğu bir ilişkiyi tanım lar. Z am anı ve hayatı birlikte, üreterek, paylaşarak geçirm ek yeterlidir. B ir yandan m utluluktan havalarda uçururken, bir y an d an hayatın ve aklın gizlerinin kapısını açabilm enin a n a h ta rı olarak görülür rom antik dostluk... Bu yönüyle, cinsellikten azade geleneksel tekeşli, heteroseksüel evlilik ku­ ru m u çerçevesinde m eşrulaştırılabilir. N itekim ondokuzuncu yüzyılın son­ la rın d a “Boston evliliği” terim i, New E n g lan d ’da evli olm ayan iki kadın a ra ­ sındaki uzun vadeli, tekeşli ilişkiyi tan ım la m a k için kullanıldı. Bu evlilik, b e ra b e r yaşayan k a d ın la r arasındaki rom antik birlikteliği ifade etm ekle b ir­ likte, k ad ın ların oy hak k ı m ücadelesine, zihinsel ve ru h sa l gelişim lerine de k atk ıd a bulundu. Ç ünkü k ad ın lar a ra sı aşkın, ruhu iyileştirici, sevebilme ye­ teneği aracılığıyla in sa n ı duyarlı ve ince b ir doğaya k av u ştu ran im kânları ol­ d u ğ u n a inanılıyordu. Bedenselliğin kötülükleriyle kirlenm ediği için k a d ın ­ la rın cinselliksiz aşkı, dönem in seksten nefret eden V iktoryen toplum u için b ir ideal, hayranlık duyulacak, h a tta kıskanılacak bir olguydu şüphesiz. D o­ layısıyla uzun süreli ilişkiler ve birlikte yaşam , entelektüel, ruhsal, duygusal düzlem lerde tüm hayatı paylaşm ak, ondokuzuncu yüzyılda k ad ın lar için teş­ vik edilen bir ilişki m odeli oldu. Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

İlk fem inistlerden M argaret Fuller, aynı cins aşk ın ı heteroseksüellikten çok d ah a ü stü n görüyordu. A m erikan tran sa n d an ta liz m akım ıyla ilişkilend irilen gazeteci, eleştirm en ve kad ın h a k la rı savunucusu F u lle rin W oman in the Nineteenth Century (1845) adlı kitabı, Am erika B irleşik D evletlerindeki ilk büyük fem inist çalışm a olarak kabul edilir. B ağım sız b ir kadın k ü ltü rü n ­ den söz ederek toplum un kadına atfettiği özelliklerin ve biçtiği rollerin, k a ­ d ın la r tara fın d a n yadsınm ak yerine benim senm esi gerektiğini, çünkü b u n i­ teliklerin zaaf değil kuvvet içerdiğini b elirten Fuller, k a d ın erkek rollerinin birb irin e karşıt roller olarak ta n ım la n m a sın ı yanlış bulur. K adınlar içlerin­ deki cevheri işlemeliydiler. Ancak bu sayede insanlık yitirdiği bütü n lü ğ ü ye­ niden bulabilir, kutuplaşm ış özellikler tek ra r b ir aray a gelip b ü tü n in san ı y a ra tır ve kişiyi toplum un ona biçtiği rollere h ap so lm ak tan k u rtarab ilird i. “K adın-erkek b irliğ i” düşüncesiyle Fuller, V irginia W oolf’u n da Orlando’da şekillendirdiği "androgyny” k u ra m ın ın öncüsüydü. (S onradan bu görüş, Ur­ sula K. Le G uin’in androjen üto p y aların a esin kaynağı olacaktır.) 1840’larda günlüğüne “Bir k a d ın ın b ir kadına, b ir erkeğin bir erkeğe âşık olacabileceği ne k a d a r doğru” diye yazan Fuller, b ir kad ın ı tutkuyla sevdi­ ğini, dönem in şairlerinde sıkça görülen lirik, bukolik ve rom antik ifadeler­ le itira f eder: "Yüzü her zaman gözümün önünde parlıyor, sesi kulağımda yankılanıyor­ du; o sevgili görüntünün çevresine kümelenmişti tüm şiirsel düşünceler. Bu aşk benim için hâlâ sahip olduğum sayısız hâzinenin anahtarı, insan tabiatının pek çok karanlık köşesine ışık tutan (o simgesel taş!) yakuttu."

Maskeli anlatım ve şifreleme tekniği Eşcinsel aşkları da düzenleyen egem en yasayı, yalnızca entelektüel ve ru h ­ sal düzlemde yaşan an kadınlar arasındaki aşk ihlal edebilir. "Bayağı içgüdü­ ler karışarak kirlenm em iş, geçici çıkarları düşünm e gereksinimiyle bozulm a­ m ış”, heteroseksüel aşkın tüm hoş olm ayan yanlarından a rın m ıştır rom antik aşk; değerli ve m utluluk verici şeylerde ise bir eksiklik yoktur. Lezbiyenlik yal­ nızca cinsel birliktelik değil, kendi içinde geçerli tüm el b ir yaşam ta rz ıd ır ve lezbiyenlerin çoğunluğunun erkeklerden ayrı yaşadıkları, böylelikle toplum sal ve cinsel belirlenm işliklerden k u rtu lm u ş ilişkilere sahip oldukları düşünülür. Dönemin k adınları için bir rol-modeli oldu M argaret Fuller. Diğer kadın­ larla aşk ilişkilerinden Fuller in elde ettikleri şeyleri beklemeyi öğrenen kadın­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

289


290 : Hande Öğüt

lar, hem tutku hem de ru h sal açıdan gelişmeyi arzuladılar. George Eliot (Mary Anne Evans, 1819-1880) için yazar ve reform cu Edith Simcox ile tutkulu ilişkisi, yalnızca duygusal ve yüceltici değil, bedensel ve entelektüel olarak uyarıcı, hat­ ta varlığının temel nedeniydi. Ondokuzuncu yüzyılda erkek m ahlasıyla yazan ve biseksüel fem inizm in ilk örneklerini cesaretle ortaya koyan bir başka isim de George Sand idi. Toplumsal cinsiyet hiyerarşisinin belirlediği bir toplum da yer bulabilm ek için erkek adı kullanm akla kalm ayıp erkek kılığına da bürünen George Sand (Aurore Arm andine Lucile Dupin, 1804-1876), öncü bir “dam ned lesbian”dı. Evlenmiş, anne olmuş, onlarca erkeği kendisine esir etm iş bu tutku­ lu kadının âşıkları arasın d a pek çok kadın da vardı. K adınlardan tensel olarak hoşlanm ak bir yana, m izacının temel özelliği olan vericilik ve yüreklendiricilik ile de gönendirm işti onları Sand, rom antik dostluk ilişkilerindekine benzer şe­ kilde. Hayatı boyunca kadınlığın ve erkekliğin baskın çıktığı farklı dönemlerde gelgit yaşayan, kendinden bazen kadın, bazen erkek olarak söz eden Sand (Giz­ li G ünlük’te botanik ve psikoloji profesörü Doktor Piffoel kim liğine girer), er­ kek kılığında bir kadın transvestit, am a d ah a çok bir "cross-dresser”dır. K arşı cinsin kıyafetini, yarı zam anlı giymeyi tercih etmiştir. Pantolon giyen ilk kadın olarak tarihe geçen, smokin, kravat, pipo ve nargile ile erkeksi kılığını tüm leyen Sand, kam usal alanda bir tü r teatral etki yaratm ayı hedefler ki bu bağlam ­ da "drag king” olarak da nitelendirilebilir. Yaygın kanının aksine drag king’ler, heteroseksüel erkekler gibi görünmeye çalışan erkeksi lezbiyenler değil, "göste­ r i” amacıyla bu kılığa giren kadınlardır. Viktorya çağı îngilteresi’nde erkek kı­ lığındaki kadın eğlendiriciler geleneği kapsam ında kullanılan drag metaforuyla Butler, tabulaşm ış ve tekrarlanagelen cinsiyet rollerinin aslında özcü tem el­ lere sahip olm adığını ve yapıbozum a uğratılabileceğini gösterir. Butch (erkek­ si lezbiyen) kimlik görünüm ünün erillikle ya da travestilikle ilişkilendirilmesi, lezbiyenliğin heteroseksüellik çerçevesinde asimile edilm esinin basit ve des­ teksiz bir yorumudur. Aynı şekilde “fem m e”ler yani kadınsı lezbiyenler, kadın­ sı sahneyi çağrıştırsa da onu yerinden ederler. Butch ve fem m e kimlikte sorgu­ lan an şey, orijinal veya doğal kimlik m evhum unun ta kendisidir. Erkek giysileri, m askülen tavırları ve cinsel eğilimiyle, şiirlerinden d a h a çok ilgi çeken imgeci A m erikan şair Amy Lowell (1874-1925), lezbiyen olduğu için u z u n yıllar sa n sü re uğradı. Y aşam ının son on bir y ılını birlikte geçirdi­ ği sevgilisi Ada Russell için yazdığı ilk şiirlerde lezbiyen kim liğini fark e ttir­ m edi am a “Pictures of the Floating W orld” adlı eserinde yer alan erotik şi­ irleri, “sırrın ı” açığa çıkardı. "W hat’s O’clock” adlı kitabı ölüm ünden b ir yıl Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

so n ra 1926'da P ulitzer Ödülü ne layık görülürken, R ussell’la lezbiyen ilişki­ sini konu alan şiirleri de ölüm ünden so n ra yayım lanabildi ancak. Açık lez­ biyen şiirlerinin y anı sıra kim i şiirlerinde şifreleme tekniği k u llanan Lowell, kişilerin cinsiyetini ya değinm eyerek gizledi ya da şiirin kadın k a ra k terin i “gösterm elik” o larak erkek kim liğine soktu. Lowell’m san atın ı da hiç kuşkusuz hayatı y apılandırm ıştı dönem in diğer lezbiyen kadın şa ir ve yazarları gibi. Şiirlerindeki im geler ve şifreleme yak la­ şım ları, yazarın tecrübelerini paylaşabilen lezbiyen okuyucuya bağım lı şif­ relerdi önemli ölçüde. Lezbiyen edebiyat özgül b ir okuyucu talep ediyordu. F em inizm in ikinci dalgasına kad ar lezbiyenin çeşitliliğini ve bireysel gerçek­ leri yansıtm ak isteyen yazarlar, işledikleri konuyu şu ya da bu şekilde gizle­ m ek zorunda kaldılar. Lezbiyen tem asın ı yeterince m uğlak b ırakırlarsa, r o ­ m a n ın sadece k a d ın la r arasın d a sıra d a n bir dostluğu a n la ttığ ın ı savunabi­ lirlerdi. Kız kardeşlik sahneleri, kendisi ile öteki a ra sın d ak i sın ırların b u la n 1 m ası, tinsel dostluklar, a n a h ta r lezbiyen m ecazlardı; görsel ve duyusal m etafo rla rın özel k u lla n ım ları vardı. Lezbiyen tem ayı Amy Lowell ve G ertrude Stein gibi k a ra k terin in cinsiyetini değiştirerek, tem ayı şifrelem ek veya V irgi­ n ia W oolf u n Orlando da (1928) k u llan d ığ ın a benzer m uzip yöntem lerle per­ delem ek de m üm kündü. Ö zyaşam sal deneyim lerini k u rm a c ala ra ve k a h ra ­ m a n la rın a yansıtan, k a h ra m a n la rın ın cinsiyetlerini belirsizleştiren lezbiyen yazarlar, tu tk u ların ı kodladılar a m a m odernizm in en yaratıcı, en deneysel ve sıra dışı m etinlerini oluşturdular. Özel hayatı k a d a r yazındaki köktenci dil deneyciliğiyle efsaneye dönüşm e­ yi b a şa ra n G ertrude Stein (1874-1946), dil ve haz alan ı olarak bedeni b irb iri­ ne kenetleyerek kadm -erkek kategorilerini aşan bir k a rşı dil yarattı. B u dil, bedenin deneyim lerini yansıtırken aynı zam anda o n ları örtüyordu. Stein’ın kod kullanım ları, lezbiyen tem sillerin daim a yeni yapılara ve figürlere d a ­ yandığı gerçeğine işaret eder. G ündelik ve yalın konuşm alarla oyunlara b a ş ­ v u ran , yansım alı sözcükler k u llanan Stein, yeni sözcük yaratm ak ya da söz­ cükleri p arçalam ak gibi yöntem lere başvurm az. Sadece sözcüklerin tüm ce k u ru lu şu n d ak i bildik b ağ lan tıların ı yok eder. "Bir koltuk değneği” olarak ta ­ n ım ladığı n o ktalam a im lerinden de olabildiğince arın d ırılm ış, p a rç a la r h a ­ lindeki bu sözcük öbekleri gene sistem li bir biçimde a r t a rd a yinelenir. K en­ di yazm a sürecini "her şeyi sürekli b a şa dönerek kullan ıp sürekli bir şim diki zam an yaratm a çabası" olarak tan ım la r. G eçm işten ve gelecektense şim diki zam an, an önem lidir zira. Alice B. Toklasın Ö zyaşam öyküsuyle çizgisinden Cogito, sayı: 65-66, 2011

291


292 : Hande Öğüt

biraz sapar. Temelde kendi dil deneyciliğini yansıtsa da, d ah a önceki yapıt­ la rın tersine retro sp ek tif nitelikte, önceden hiç kullanm adığı kad ar çok nok­ tala m a im i içeren, oldukça an laşılır b ir k itap tır bu. K itaba adını veren Ali­ ce B. Toklaş, G ertrude Stein’ın yaşam arkadaşı, sekreteri, yayımcısı, aşçısı, ö m rü n ü paylaştığı aşkıdır. Stein’ın ölüm üne değin sü ren bu birliktelik, pek çok yapıtının konusunu oluşturur. Bu yapıtların çoğunda kendini lezbiyen yaşam ve lezbiyen seksten çok hoşlanan, duyarlı ve esprili b ir lezbiyen âşık o larak gösterir Stein; bu kad ar açık, cesu r ve olum lu yazabilm esinin nedeni; konuyu üstü kapalı işlemesi, kurm acayı gündelik yaşam ın detaylarıyla boğ­ m asıd ır hiç kuşkusuz. Çoğu lezbiyen y a z ar gibi o da k a ra k te rin in cinsiyetini değiştirir; kendisi için eril zam ir k ullanırken Alice’i k a rısı olarak betimler. Birbirlerine, kom ik, n a if adlarla (şişko tepe, pisi pisi) h ita p ederler. Yalnızca y ap ıtların ın çoğunu bilenlerin çözebileceği (mesela inek sözcüğünün cinsel çağrışım lı kullanıldığı) gizli bir cinsel dil icat eder Stein, yinelemelerle ve sık, sık önem li bir özne ya da yüklem i yok ederek işlediği konunun anlaşılm ası-; nı güçleştirir. Bu y apıtları anlayabilm ek için gereken bilgiye sahip olm ayan, sıra d a n okur, y azarın heteroseksüel b ir aşkı an lattığını düşünebilir ra h a t­ lıkla. Gerçi G ertrude için erkek, Alice için kadın rollerinin biçilmesi, sadece san sü re karşı önlem değildir. B eraberlikleri heteroseksüel m odele göre dü­ zenlenm iş; yazar ve san at eleştirm eni rolleriyle Stein “k o c a ’hğı, sekreter, ya­ yıncı, ev ve bahçe bakım cısı, kuaför rolleriyle Toklaş “k a rı’Tığı üstlenm iştir.

“Lezbiyen kişilik”in keşfi ve femmes damnées K adın ve erkek rollerini yeniden ü retse dah i tah ak k ü m cü bir iradeyi kabul etm eyerek, hegem onyacı fallusu a ra d a n çıkaran, böylelikle ik tidarın m esafe­ sini daraltabilen lezbiyen aşklar, sakıncasız rom antik dostlu k ların yerini al­ m aya başlayınca, "lezbiyen” de ta n ım la n ır hale geldi. 1960’ların so n ların a k a d a r "lezbiyenlerin İncili" olarak kabul edilen The Well o f Loneliness (1928) adlı rom anıyla Radclyffe Hail, saklanm ayı değil, açığa çıkm ayı dillendirdi : ilk kez. Edebiyat ve seksolojinin, “lezbiyen kişilik”i keşif ve tespit etmesiyle 1920'lerden itibaren “ötekilik” süreci oluşm aya başlam ıştı. H all'ın kitab ın ın toplum sal infial y a ra tm a nedeni, içerdiği “sevici seks” değil, lezbiyenlerin kabul görm e savını ortaya atm asıydı. İşin içine cinsel ilişki ve tensel a rz u ­ n u n da girmesiyle hoş görülecek bir ilişki m odeli olm ak tan çıkm ıştı ro m a n ­ tik dostluk... Toplum sal y aptırım lar ve içselleştirilm iş yasalar, kendini n o rm ­ la rd a n ayırdığını zanneden k a d ın lar üzerinde de o denli etkiliydi ki, n ite ­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

kim H ail bile, açılm ayı savunduğu r o ­ m an ın d a lezbiyeni b ir kurban, bir h il­ kat garibesi olarak su n m ak tan alıkoy am am ıştı kendini. B ir yandan da d o ­ ğ u ştancılık h atasın a düşen H all’a göre lezbiyen k a ra k terin m utsuz olm a n e ­ deni, yanlış bir bedende yaratılm asıydı. Yanlış bedende doğm ak, “garabet” olm ak demekti. R o m anın “doğuştan çarpıklığı” popüler biçim de işlemesi, lezbiyenliği bir patoloji, b ir kadersizlik ve "doğum hatası” o larak sunuşu en doğal dürtüleri, yeni yeni açığa çıkm a­ ya başlayan eğilim leri b ü sbütün h a sta ­ lıklı hale getirdi. Seksolojiye ve kitlesel sa n at ü rünlerine fayda sağladı. Heteroseksüel sistem in norm larıyla cinsel­ liği denetlenem eyen lezbiyen, bu b e n ­ zersizliği ile en büyük korku u n su rla ­ rın d a n biri oldu. K orku yazını, gotik ro m a n ve ucuz tic a ri film lerde yerini dehşet saçan bir ucube, kan emici b ir vam pir olarak aldı. Toplum un kendile­ riyle ilgili görüşlerini benim sem iş k a d ın y azarların eserlerinde ise iki tip ola­ ra k belirdi: hastalık lı lezbiyen ve k u rb a n lezbiyen... 1920’lerde lezbiyenler, bohem çevrelerde, am a toplum un kıyısında, k a m u ­ sal a lan d an adeta gizli yaşıyorlardı. M etropollerin şık kulüp ve salonlarında, partilerde, balolarda yeni bir im ajla g ö rü n ü r k ıldılar kendilerini: Fem m es dam nées! O nlardan en önemlisi, dönem inin, popüler erkeksi kadın im gesi­ ni tersine çevirerek son derece dişil k arak terler y a ra ta n Sidonie-Gabrielle Colette (1873-1954) idi. K ad ın ların yaşadığı aşk acılarını, kadın cinselliği­ ni, fahişeleri ve k a d ın la ra rası aşkı a n la ttığ ı rom anlarıyla entelektüel k ad ın dostluğunu ve sevgisini, m odern a n la m d a ‘lezbiyen cinselliğinin belirleyi­ cisi olan aşka’ dönüştürerek, eski Y u n a n d a n günüm üze taşıyan Colette’in ü n lü rom anı O Zevkler de anlattığı iki aristo k rat ve entelektüel kad ın ın aşkı, Sappho’nun Lesbos ad asın a k ad ar u zanır. The Pure A nd The Impure d a (Saf­ lık ve Kirlilik, 1932) ise lezbiyenlerin estet-dekadan im ajları içselleştirm eleCogito, sayı: 65-66, 2011

293


294 : Hande Öğüt

rin e ve G om orra’d a k i lezbiyeni “dehşet verici istekler, gelenekler ve konuş« m a biçimiyle” d o n a ta rak kadını ne k a d a r az tanıdığını kanıtlayan” Marcel P ro u st gibi yirm inci yüzyıl y azarlarına tah am m ü l edem ediğini açıklar Co* lette. Lezbiyen aşk ın tem elini, “acı b ir zevk” ya da fark gözetm eden herkes« le yatm ak değil, geçici cinsel tu tk u lard a n d ah a derine in en b ir bağ olduğunu saptar. Yine de bir afyon batakhanesinde geçen The Püre A nd The Impure’da lezbiyenleri, Don J u a n la r ve cinsel doyum suzlarla aynı kefeye koyarak, yık­ m aya çalıştığı tu zağ a kendi yakalanır. Yirm inci yüzyılın ilk yarısında, Pa­ ris bohem hayatının önem li isim lerinden b ir diğeri olan D juna B arnes (18921982) da, lezbiyen a şk la rın ı eserlerinde dile getirdi ancak olum suz stereotiplerden özgürleştirem edi edebiyatını. T. S. E liot’ın yazdığı önsözle dikkatleri çeken ve dönem in k ült ro m an ları a ra sın a giren Geceyi Anlat Bana (Nightvvood, 1936), lezbiyen aşk tem ası, olağandışı dil yapısı, im geci üslubu, gerçekçi betim lem elere sırt çeviren, yoğun gönderm elerle yüklü “m u ğ lak ” anlatı çatı­ sıyla lezbiyen edebiyatın özelliklerini gösteren erken örneklerden biriydi. Ne var ki lezbiyen olum suz im ajından, lezbiyen kişilik m ariz yapısından sıyrıla­ m am ıştı henüz. Bir kad ın ın , bir başka k a d ın a duyduğu aşk, “eksiksiz kedere duy u lan çılgınca tu tk u ” tanım ıyla hem trajediye gönderm e yapıyordu, hem de lezbiyenlik kad ın ın özündeki ifrit ve kötücüllük olarak duyum satılıyordu: “Benim içimde kötülük ve aşağılanmayı seven kötü bir şey var.”

Yüzyılın lezbiyen narsisizm ine ilişkin savlarını da içerir Geceyi Anlat B ana: “Erkek başka bir kişidir - kadın ise panik içinde dönerken yakalanan ken­ didir; onun ağzında kendini öpersin. Eğer onu başkası alırsa, seni senden çaldıklarını haykırırsın.”

K a d ın la r arası aşkı ro m a n ların d a tem a edinen Anais N in’in (1903-1977) ya­ z a r o larak gelişim ini belirleyen kökler, D juna B arnes’ta yatm aktadır. Lezbi­ yen aşka yaklaşım ları d a birbirilerine benzer. Nin’in k a ra k terlerin in seviş­ m esindeki lezbiyen narsisizm i anlatış biçim inde, B arnes’ın “kad ın ise kendi­ n in d ir” sözü y ankılanır: “Bedenleri birbirine dokunup, sonra ayrıldı - sanki her ikisi de bir aynaya, aynadaki kendi görüntülerine dokunmuşlardı.” Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

House o f Incest’te (1958), ensest evinin “diğer kişide yaln ızca kendim izi sev­ diğim iz yer” olduğunu söyleyen N in’in lezbiyenliğe getirdiği açıklam a da budur: "İnsanın sanki kendi göğsündeym iş gibi h u zu rla yatm ası”... Lezbi­ yen aşka m elodram atik b ir gözle b a k a n Anais N in’in b u b ak ışın ın kayna­ ğının, ondokuzuncu yüzyıl Fransız estet-dekadan y a z arla rd a sergilenen tu ­ tu m olduğunu b e lirtir Faderm an: “A hlâksız olanın o n ları büyülem esi ve ahlâksızlığın, isyan ettiklerini sa n d ık la rı burjuvazininkinden hiçbir farkı olm ayan tan ım ı.” Fransız yazar Violette Leduc u n (1907-1972) y ap ıtların d ak i yaklaşım da neredeyse aynıdır. La Bâtarde’da (1964) lezbiyen aşkı betim lerken çelişki­ ye düşer. Toplum un görüşlerini öylesine içselleştirm iştir ki Leduc, on yıllık sevgilisi H erm ine’i nazik, cöm ert ve çok sevecen diye tanım larken, Viktorya dönem inin iffet taslayıcılığm dan devraldığı bir m elodram havası içinde H erm ineTe erotik yaşam ın ı “etim in k iri” olarak niteler.

Kutuplaşmalar, lezbiyen feminizm, ayrılıkçılar 1950’lerdeki cadı avı dönem inde y eraltın a inen lezbiyenler, 1960’lara dek ABD ve Birleşik K ra llık ’ta yayım lanan pek çok lezbiyen "ucuz rom an” ve İn ­ giliz okul hikâyelerinde, ancak şifreli b ir dil k u lla n a ra k yayım cı bulabildi­ ler. 1960’ların so n la rın d a ise politik b ir güç ve toplum sal b ir hareket olarak görünürlük kazandılar. Batı dünyasında ve Güney’in pek çok m etropolün­ de, devrim ci bir atm osferde ortaya çık a n bu hareket, ikinci fem inist dalgay­ la ve 1969 Stonewall ayaklanm asının izinde oluşan eşcinsel hareketiyle sıkı b ir ilişki içinde gelişti. Ancak lezbiyen kadınlar, eşcinsel erkeklere oran la ta ­ n ın m a ve açılm a konusunda kendilerini d a h a çok dışlanm ış, öznelliklerin­ den yoksun b ırak ılm ış hissettiler. E rkeklerin egem enliğindeki eşcinsel h a re ­ k etinin kadın düşm anlığını, patriyarkal işleyişini ve fallusm erkezli hedefle­ rin i eleştirm ekte gecikm ediler. Eşcinsellik ve lezbiyenlik terim leri aynı değildir. Gey sözcüğü gibi eşcin ­ sel terim i de erkeklerle k a d ın la rın pratik lerin i aynı düzlem e yerleştirm e sa ­ kıncası taşım ak tad ır. Oysa bu pratik leri yaşayan k a d ın la r ve erkekler, p a tri­ yarkal sistem içinde yapısal olarak çok farklı yerleri işgal ederler. Bir erkek seçen b ir erkek, aynı zam anda istese de istem ese de b ir ik tid ar konum una sa ­ hip olan ya da olm uş olan birini seçm ektedir. Bu özgüllük geylere kendi ken­ dileri hak kında güçlü b ir olum lam a (gay pride) sağlar. B ir kadının bir k a d ı­ nı seçm esi çerçevesindeyse kim i kez “continuum lesbianism ” söz konusudur; Cogito, sayı: 65-66, 2011

295


296 • Hande Öğüt

cinsel ilişki olm adan y a şan a n sevgi ve ark ad aşlık ilişkisiyle bizatihi cinsel ilişkiler arasın d a net s ın ırla rın yokluğu... E şcinsel Eylemciler İttifak ı (GAA) ve E şcinsel Ö zgürlük Cephesi (EÖC) içindeki kim i erkekler, k a d ın eşcinsellere k a rşı ayrıcalık iddia edip hegem on­ ya k u rm ay a çalışırken, kim i k a d ın lar da kendi toplum sal rollerine uyum sağ­ layarak k a ra rı erkek otoritesine bıraktılar. Yanı sıra kadın hareketindeki heteroseksüel k ad ınların, EÖ C’deki lezbiyen kız kardeşlerine gösterdikleri a n ­ layış değil, kibar bir hoşgörüydü sadece. N ihayetinde fem inist eleştiri sila­ hıyla donanm ış olan lezbiyenler, hareket ile anlaşm azlık ların ı kam uya açık­ layarak F ransa’daki K ızıl Seviciler gibi kendi örgütlerini ku rd u , bir bölüm ü K ad ın K urtuluş H a re k e tin in k u ru lm asın d a ak tif rol oynadı. Proleter siyah lezbiyenler ile Birleşik Devletler’deki L atin lezbiyenler, 70’lerden başlayarak fem inizm in ve lezbiyen hareketin ırkçılığını ve sınıfsal ayrım cılığını eleştir­ diler. Siyah lezbiyenlerin m ücadelesine kısa sürede Asya ve yerli kökenli lez­ biyenler de katıldı. Lezbiyen fem inistler, k a d ın la r için bir özgürleşm e alanı ve açılım sağlayacak politik zem in y a ra tm a önerisiyle yola çık an Bilinç Yük­ seltm e G ru p ların ın (BYG), kadın dayanışm ası ve kız-kardeşlik söylemleri­ nin toplum sal b ağlam dan uzak laşarak biyolojik bir tem elle sın ırlan d ırıld ığ ı­ nı gördüler. Beyaz, o rta sın ıf ve heteroseksüel kad ın ların eğilim lerini dikka­ te alarak, sadece kendisine benzer olanla dayanışıyordu BYG’ler. Fem inizm , "öteki olarak k a d ın ’ın cinsiyetçi mitiyle savaşıyordu am a altı çizili bir "öte­ ki o larak lezbiyen" düşüncesini bırakam ıyordu. H areketin genel eğilim inin kendilerini tem sil etm elerine im kân sağlam adığını, lezbiyenliğe sahip çık­ m ak k onusunda fem inizm in çok yetersiz kaldığını dile getiren k a d ın lar - b e ­ yaz ırk a m ensup olm ayan kadınlar, lezbiyenler, işçi k a d ın la r- kendi m ücade­ lelerini örgütlem ek üzere ayrıştılar. Önem li b ir k u tuplaşm anın başlangıcıydı bu. F em inizm in kuram , lezbiyenliğin p ratik olacağı fikri, lezbiyenlerin çoğu­ nun heteroseksüel k a d ın larla aynı baskı ve itaat p a ra d ig m a ların ı kullanan, beyaz üstünlükçü kapitalist ataerkil k ü ltü rü n yapılandırdığı eşler olm aları dolayısıyla biraz zor gerçekleşecek gibi görünüyordu. İkinci dalga fem inizm den ve gey özgürlük hareketinden duyulan hoşnut­ suzluğun a rd ın d an ortaya çıkan lezbiyen fem inizm i Sheila Jeffreys, şöyle ta ­ n ım lad ı 70'lerin sonunda: K ad ın ların b irbirlerine besledikleri sevgiye d a ­ yanm ak, ayrılıkçı organizasyonlar kurm ak, lezbiyenliğin aslın d a bir seçim ve k a rşı d u ru ş meselesi olduğuna inanm ak, kişiselin özel olduğu fikrini sa­ vunm ak, h er türlü hiyerarşiyi reddetm ek ve eşitsizliği erotik hale getiren er­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

kek üstü n lü ğ ü n ü eleştirm ek. Lezbiyen fem inizm inin sözcüleri, lezbiyen k a ­ d ın la rın deneyim lediği birleşik toplum sal cinsiyet ve cinsellik baskısını v u r­ gulayarak, cinsel ayrıcalıkları sorgulam am aya eğilim li geylerden ayrıldılar. Lezbiyen kad ın ları ataerki karşısında güçlendiren en önem li faktör, k a d ın ­ la rın cinsel tercihlerinin de birbirlerine yönelmesiydi. Lezbiyen kadınlar, k a ­ d ın la rla özdeşleşir; heteroseksüel k a d ın la r ise erkeklerle özdeşleşir ve heteroseksüelliğin ku rallarıy la oynarlar: K endilerini erkekler dolayım ıyla ta n ım ­ lar ve birbirleriyle rekabet ederler. K a d ın la rın baskı a ltın a alın m asın ın te ­ m elinin heteroseksüelciliğin k urum sallaşm ası olduğunu ta rtış a n hareket içindeki lezbiyenler, p a triark a l b askının k ad ın lara zorunlu heteroseksüelliği dayattığını, heteroseksüelliğin k a d ın la rı birbirinden uzak laştırd ığ ım , lezbiyenliğin ise güçlü b ir kadın buluşm ası olduğunu dile getirdiler. K ad ın la­ rı, ev kadınlığına, ta m g ü n bebek bakıcılığına, erkeğe ekonom ik olarak b ağ ­ lı kalm aya m ahkûm eden heteroseksüel m odele şiddetle k a rşı çıkan önem li ayrılıkçılar arasın d a Charlotte Perkins G ilm an, Charlotte Bunch, R ita Mae Brow n, Adrienne Rich, M ary Daly, Audre Lorde, M arilyn Fry, Judy G rahn, Kate M illett, Jane Rule, Linda Shear, B a rb a ra Sm ith, Valerie Solanas, H ei­ di Wyss, Sheila Jeffreys, Andrea D w orkin ve Monique W ittig vardı. K adın­ la rın lezbiyen o lm aların ı ve kendilerini baskıdan tam am en özgürleştirebil­ m ek için erkeklerden tam am en ayrı yaşam aları gerektiğini düşünüyorlardı. H eteroseksüel ilişkiler, erkeklerin hegem onya kurduğu a la n la rd a n birid ir ve erkek-egem enliği beslem ektedir, o yüzden lezbiyen olm ak gerekir. Lezbiyen fem inizm , kuşkusuz çok kişisel bir seçim olm akla birlikte, yal­ nızca yaşam biçim i konusunda kisişel b ir seçim olarak görülm em elidir. Bu, aynı zam anda, seksizm e ve heteroseksizm e m eydan okuyan, politik bir se­ çim dir. Ağırlıklı olarak, fem inist hareket çerçevesinde ve onun ard ın d ak i ideolojinin bilinciyle yapılm ış bir seçim dir. Kişisel olan ın politik olduğuna, heteroseksüel ilişkiye g irm enin akla uygun olm adığına in a n a n birçok k a d ı­ na, tek olası seçim o larak görünm üştür. Lezbiyen k u ra m c ıla r Ti-Grace At­ kinson ve Charlotte B unch, lezbiyenlerin fem inizm in rad ik alleri olduğunu öne sürüyorlardı. Ti-G race Atkinson, “Fem inizm m antıklı olm ak istiyorsa cinsiyetsiz bir toplum elde etm ek için çalışm alıd ır” derken lezbiyen rad ik al­ lerle heteroseksüel fem inistler arasın d ak i düşm anca söz savaşlarının d o ru ­ ğa çıktığı 1970’lerde lezbiyenler, lezbiyenliği cinsel bir terc ih olm anın ötesin­ de, karşıkoyucu b ir tav ır olarak vurguladılar. B ertha H aris, b a b a n ın yasala­ rı d ışın d a yaşadığı için, lezbiyenin b ir yasadışı olduğunu ilan etti. New YorkCogito, sayı: 65-66, 2011

297


298 : Hande Öğüt

lu bir g rup olan R adicalesbians, lezbiyen fem inist k u ram ın ilk büyük bildiri­ sini hazırladı. “W om an Identified W om an” (1970) başlıklı b u yazı, ikinci dal­ ga rad ik a l fem inizm in en önem li k av ram ların d an birini tan ıttı: “K adın ta ­ nım lı k a d ın ”... “K a d ın la rın p a tla m a n oktasına k a d a r yoğunlaşm ış öfkesi” sözleriyle ta ­ n ım lad ık ları lezbiyenliği, salt cinsel b ir kim lik olarak k a v ran ışın d an k u rta r­ m aya ç a lışan R adicalesbians’ın m anifestosunda lezbiyen gerçekte doğal, "bi­ linçsiz” b ir fem inist, en erjisini diğer k a d ın la ra adam ış, erkeklerin terim leriy­ le adlandırılm ayı redd eden kad ın ları tanım lıyordu. K a d ın la rın kendi kim ­ liklerini birbirlerine göre, kendi gereksinim leri, deneyim leri ve algılam aları­ n a göre şekillendirm eleri gerekliydi. Ç ünkü ancak k a d ın la r birbirlerine yeni bir benlik anlayışı verebilirdi. Bu kim liği erkeklerle ilişkili o larak değil, bir­ birim ize yaptığım ız referan slarla geliştirm em iz gerekliydi. K ad ın lar birleş­ meli, kendilerini ve b irb irlerin i sevmeyi öğrenm eliydi ki erkek kastın baskı­ sın d an k u rtu la ra k o n la rd a n bağım sız ve güçlü hale gelsinler. 1969 ve 1970’te y ayım lanan m akalelerinde, lezbiyenin bağım sız kadın m odeli olarak görülm esi gerektiğini vurgulayan M artha Shelley, "Notes of a R adical Lesbian” b aşlık lı m akalesinde şöyle diyordu: "Feminist olmayan bir lezbiyen hiç görmedim. Doğuştan bir erkekten daha az akılcı ya da güçlü olduğuna inanan bir lezbiyen hiç görmedim, ‘kadının rolü’ pisliğini ağzına alan bir lezbiyen hiç görmedim.”

1970’ler ve 80’ler lezbiyen k ad ın lar a ra sın d a güçlü bir yakınlığı anlatan lez­ biyen bildungsrom anlar ile siyasi ro m a n ların altın çağı oldu. Bibliyografiler (özellikle B arbara G rier’in The Lesbian in Literature: A Bibliography’s!), otobi­ yografiler, günlükler ve ütopyalar a ltern atif bir kanon y a ratm ak isteyen lezbiyenler için b ir im kândı. Thoughts on Writing i günlük şeklinde kaleme alan S usan Griffin, toplum da ötekinin (lezbiyen veya siyah) sesinin, “şiirin sesinin an lam ı’n ın edebi fo rm u n d a yerini alıp alam ayacağını sorguladı. Lezbiyenler, d ışlan an lar olarak, ayrıcalıklı bir algıya sahiptir, G riffin b u n u eşzam anlı­ lık diye adlandırır. E debi kelimeler gerçeği yansıtm az fakat alternatif bir a n ­ lam sistem ini sağlayabilir. Şifreleme ve m askeli anlatım k u llan m a geleneğiy­ le, düzyazıyı b o z u ştu ra n biçemiyle lezbiyen edebiyat ve eleştiri, cinsiyet klişe­ lerini alaşağı ettiği k a d a r edebi söylemin no rm ların ı da alaşağı eden m etinsel stratejiler sağlar. M etinlerin ne olduğunu öğrenm ekten çok, m etinsel dilin ve Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

sözdağarcığının özgün an lam ların ın ark aplanında ne olm akta olduğunu bil­ m ek için okuruz. M etin, m arjinlerde yakalanabilen yan sözlerdir. 70’lerin sonunda lezbiyen im gesinde önem li değişiklikler olm asının n e ­ deni, lezbiyenlerin geleneksel ahlak ve ta n ım la m a la rın d ışın a çıkarak, ken­ di deneyim lerinin gerçekliği ve k a rm a şık lığ ın ın gerektirdiği gibi yazm aya b aşlam alarıdır. B unu yapm alarına o lan ak sağlayan, o n lara gerçekçi biçim ­ de yansıtılm ış lezbiyen tecrübeler için b ir okuyucu kitlesi vaat eden lezbiyenfem inist hareketin gelişmesidir. Lesbian Fiction (1981) ve Lesbian Poetry (1981) adlı kitap ların d a Elly Bulkin, lezbiyen yazının gelişim ini doğrusal b ir ta r ih olarak tan ım lar. Bu tarih, lezbiyen k ad ın la rın negatif edebi im ajının yapısöküm üyle başlar, olum lu lezbiyen rol m odellerinin övülm esine dek gi­ der ve farklılığa duy u lan ihtiyacı göz önüne serer. R adikal ve kültürel lezbiyenler egzotik, vam pir ya d a h astalık lı olarak su ­ n u lan lezbiyen im gesini altü st ederek, lezbiyenliğin sağlık ifadesi olduğunu, ku tlan m ası gerektiğini ifade ederek işe koyuldular. Lezbiyen k u rm acalard a m askelem e ve şifrelem e yaklaşım ları terk edilerek k a d ın la r arası aşkın ve lezbiyen kişiliğin olum lu su n u m ların ın gerçekleşmeye başladığı 70’lerin d ö ­ n ü m noktası hiç kuşkusuz, The Furies Collective’in ku ru cu su , yazar R ita M ae B ro w n u n ilk ro m a n ı R ubyfruit Jungle (1973) oldu. F em inizm içinde lezbiyenlik bilincinin a rttırılm a sı için elinden geleni yapan, erkek şovenizm i­ ne karşı koym ak ve kişisel yabancılaşm a duygularına son verm ek am acıyla lezbiyenleri fem inist bilinç a rttırm a g ru p la rın a çağ ıran enerjik bir aktivist, b ir ayrılıkçı lezbiyendi Brown. R om anın a n a k arakteri Molly Bolt, her açı­ d a n ü stün, çok güzel, d ö rt dörtlük bir kadındır. Dişi b ir Tom Jones ile adalet peşinde koşan bir şövalyenin bileşim i... Bu kusursuzluk, lezbiyenliğiyle b ağ ­ d a ştırılır, çünkü çevresindeki hiçbir erkekle kölece b ir ilişki kuram ayacak k a d a r iyidir. R om andaki kötü kişi, salt denem ek için lezbiyen olan kadınlar, lezbiyenliklerini gizleyen lezbiyenler, lezbiyenleri kalıplar içinde değerlendi­ ren heteroseksüellerdir. R om anın bu denli sevilip popüler olm asının nedeni, lezbiyen fem inistlere u z u n zam an d ır bekledikleri bir şeyi, kendileriyle özdeş­ leşebilecekleri, atak, cesur, her zam an haklı, güzel, yirm inci yüzyılda y aşam ­ d a ve yazında lezbiyenlere yapılan tü m hak sızlık ların in tik am ın ı alan bir k a­ rak te ri vermesidir. Edebiyattaki bu eğilim , tiyatroya d a yansır, 70’lerde birçok lezbiyen ti­ yatro kendi sahnesini ve tiyatrosunu örgütler. Lezbiyen tiyatroları belli bir oyun için bir araya gelir ve dağılırlar, sürekli ve hiyerarşik değillerdir. 1973’te Cogito, sayı: 65-66, 2011

299


300 : Hande Öğüt

M inneapolis’te kurulan, k a d ın hapishanelerindeki lezbiyen faaliyetleri konu alan P risons ve geleneksel b ir açılm a (com ing-out) anlatısı olan Cory de da­ hil olm ak üzere pek çok oyun üreten Lavender Cellar Theatre; 1976’da New York’ta k u ru la n bir lezbiyen barıyla ilgili m üzikal sahneleyen M edusa’s Re­ venge; 1974’te Georgia A tlanta’da k u ru lan hicivli parodiler ve d ram a tik skeç­ ler ü rete n Red Dyke T heatre, lezbiyen ayrılıkçılığının sözcüleri olurlar. Lez­ biyen yaşam tarzını ve eleştirisini öne ç ık a ra n oyunlar, lezbiyenliğin olum ­ lu im gelerini yaymayı am açlarken geçmişi de onarm a eğilim indedirler. Lilli­ an H eilm an tara fın d a n yazılan The Childrens Hour başta olm ak üzere anaakım oyunlarda yer a la n lezbiyen im gelerini eleştirirler. Ç ünkü bu ve benze­ ri oyunlarda lezbiyenlik, tıpkı edebiyatta olduğu gibi acılı, yenilgiye uğrayan bir deneyim olarak su n u lu r ve lezbiyen ilişki, b ir lezbiyen toplulukta değil, heteroseksüel toplum da gerçekleşir. K a d ın la r topluluğu tah ayyülü üzerine k u ru la n oyunların am acı, yeni bir dil yaratm ak ve çağdaş tiyatronun yönünü jestler aracılığıyla kökten değiş­ tirm ektir. Sahne üzerinde yerleşik ataerkil davranış k alıp ların d an arınm ış bir oyuncu modelini in şa etm e arayışı ise lezbiyen tiyatronun getirdiği en önemli yeniliktir. Sahnedeki cinsiyetsiz lezbiyen aktörün Sande Zeig ile bir­ likte öncüsü Monique W ittig’tir. Lesbian Peoples: Material for a Dictionary’de (1979), hedeflediklerinin, hayatlarına esas olacak yegâne toplum sal biçim olan lezbiyenliğin gözlerden ırak kalm ası değil, heteroseksüelliğin, yani ka­ d ın la rın ezilmesi üzerine k u ru lu politik sistem in ortad an kalkm ası olduğu­ nu açıklarlar. K ad ın ların ezilm esi üzerine k u ru lu sistemi, “ataerkiden” “heteroseksüelliğe” indirgem iş olm aları d ü şü n d ü rü cü ve çarpıcıdır. Zira bu gö­ rüşe göre heteroseksüel kadınlar, ataerkiye teslim olmuş kabul edilir. D aha önce denenm em iş b ir anlatı yapısı içindeki dönem in fem inist lezbi­ yen yazınında olayların m erkezinde hiçbir zam an lezbiyenliğin nasıl başladı­ ğına d a ir alışılmış a ç ık lam alar bulunm az. Sosyal yapıdan bağım sız bir alan ­ da tem sil edildiğinden lezbiyen karakterler, fark ediş, kabulleniş, com ing-out süreçlerini yaşamazlar. O kuyucunun lezbiyen olduğu, k a d ın la r arası aşkın erdem lerini kavradığı ve seçim i konusunda b ir iç çelişkisi olm adığı varsayıl­ m aktadır. Lezbiyen-feminist yazarlar genellikle görünüşte evrensel insan de­ neyim i olan konuları işlediğinde bile, b u n la r her zam an onun heteroseksüel bir dünyada lezbiyen o larak yaşam ından süzüldüğü için, yazd ık ların ı ancak lezbiyen-feminist okur kitlesi anlayabilir. Lezbiyen cinsel yönelim , çoğu za­ m an b ir veridir ve öykünün an a sorunuyla pek ilgili değildir. Ama kim i kez Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

k a h ra m an , fem inizm aracılığıyla lezbiyen olduğunda, b u başlangıç politik a çıd an incelenir. Vurgu, a n a k ara k te rin çoktan keşfettiği cinsel yönelim in d ı­ şında, kendini keşfetm esi üzerinedir. S h aro n Isabell’in Yesterday’s Lessons’ı (1974), E lena N achm an’ın Riverfinger V/oman’ı (1974), June A rnold’u n The Cook and the Carpenter (1973) ve Sister Gin i (1975), k a h ra m a n ın lezbiyenliği ü zerin d en kendini yeniden y aratm asın a d a ir önem li örneklerdir. Yayım lan­ dığı dönem de hayli p opüler olan M arilyn F rench’in Kadınlara M ahsusunda (1977) ise banliyöde yaşayan orta sın ıftan , iki çocuklu b ir ev kadınının, ko­ c asın ın kendisini a ld atm asın d an sonra üniversiteye devam ederek, lezbiyen b ir bilinçle yeniden do ğ u şu n a tan ık lık ederiz. Erkeksiz, b ir nebze olsun öz­ gür, k ad ın la rın b irbirlerini sevebilecekleri, anlayabilecekleri b ir alan ın açıl­ m asın a aracılık eden ro m a n d a lezbiyen kurguyla beklenm edik anda ilk k a r­ şılaşm a, lezbiyen eserlerde hayli sık görülen a n a h ta r andır. Birinci tekil şa­ hıs kurgular, lezbiyen fem inist yazının önem li bir p a rç a sıd ır ve bu tü r k u r­ gular, heteroseksüel toplum ta ra fın d a n y a ra tıla n edebi değeri olan veya ol­ m ayan, geleneksel fikirlere saldıran lezbiyen kim liğin kalıplaşm ış, korkunç fikirlerini yerle bir ederler. Edebiyat k a n o n u n u n ve fallik edebi geleneklerin fem inist b ir eleştirisi olm adan lezbiyen eleştirinin gerçekleştirilm esi zordur. E leştirm en ve rom ancı Jane Rule u n lezbiyen edebiyat geleneğini an latan ilk kitabı Lesbian lmages (1975) da önem li b ir dönüm noktası m etnidir. Fallokratik düşü n ü şü n m erkezindeki katı toplum sal cinsiyet rollerine dikkat çe­ ken R ule’a göre sorun, Yahudilik ve H ıristiyanlığın sem bol sistem leri ve kav­ ram sa l aygıtlarının eril olm asıdır. Dinsel hom ofobinin b a şk u rb a n ı lezbiyenlerdir. Lezbiyen yazının, ataerkil sın ırla m a la rd a n çık ışının izini süren Rule, edebiyat eleştirisine üç kilit bölüm le b aşlar: Kendi otobiyografisi, hom osek­ süellik ve farklı dinlerde b a stırılm a sın ın tarih i, dinsel hom ofobinin tıp ve psikiyatri tara fın d a n uygulanm ası. H er bölüm , otobiyografi ve m ektup gibi ikincil kaynaklardan alın tılarla y azarın tü m yaşam ını sunar; kendi büyü­ m esindeki cinsel tercih duyum u üzerine zekice bir a n la tım la başlar. A m a­ cı, d a h a çok lezbiyen okur/izleyiciyi im a eden “alışılm ış o k u r ya da o k a d a r alışılm ış olm ayan b ir o k u r” yaratm aktır. R u le u n otobiyografiyle başlam ası bir rastla n tı değil, o sıra la rd a birçok lezbiyen m etinde “ortay a çıkan hikâye” s ta n d a rt bir başlangıç olm uştur. Ingeborg B achm ann, O tuzuncu Yaş (1961) adlı kitab ın d ak i "Gomore’ye B ir Adım ” adlı hikâyesinde, heteroseksüel sistem i ve k a d ın ın toplum sal cin­ siyet rolünü sorgularken, lezbiyenliğin içsel tekâm ülünü de kavratır o k u ru ­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

301


302 : Hande Öğüt

na. H eteroseksüel evliliği ve lezbiyen ilişkisi arasın d a bir ikilem yaşayan ka-j din karakter, öykü boyunca o güne dek yaşadığı ilişkilerinde neler kazandı-İ ğm ı ve kaybettiğini sorgular. Lezbiyenliğin, h er türlü ahlaksızlığa sapıldı-! ğı için T anrı tara fın d a n yerle bir edilen G om ore kenti ile sem bolize edildi­ ği bu m ü th iş hikâyede evlilik, kadının dişi rolünü kabullenm esi olarak görü­ lürken lezbiyen ilişki, k a d ın ın kendi içsel dünyasını doyasıya a n lam ak ve ya­ şam ak a d ın a cinsel a la n d a toplum daki güç dengelerini cesurca altü st etm e­ sidir. B ach m an n ’m erken örneğini saym azsak 1970’lere dek b asılan ve lezbiyenliği ele alan kitaplar ya bu “sorunu” heteroseksüellere açıklam aya çalışı­ yor ya d a lezbiyen k arak terlerin heteroseksüel dünyanın gereklerine uyum gösterm e çabasını yansıtıyordu. Öyküdeki a n a çelişki daim a lezbiyenlikti. Lezbiyen-fem inist hareketle ortaya çıkm aya başlayan kitap lard a ise “sorun” hiçbir zam an lezbiyenlik değildir. Lezbiyen k a h ra m a n ın görevi, genel olarak heteroseksüel dünyaya u y u m sağlam ak değil, kendi lezbiyen yaşam ını yarat­ m aktır. N itekim birçok fem inist-lezbiyen ro m a n d a k a d ın lar kendilerini yeni b a şta n yaratırlar. Toplum u yeniden düzenlerler, çoğu kez de yeni kuralları olan b ir topluluk oluşturm ayı seçerler. A taerkil sistem o n lar için yok gibidir.

Kadın kimlikli kadın ve lezbiyen süreklilik Lezbiyen k ad ın ların ta rih in i oluşturm ak, b ağım lı lezbiyen y azın ın "gerçek” doğasını tanım lam akla, “gerçek” lezbiyen k a d ın la rın ta rih in i tanım lam ak a ra sın d ak i gerilim, lezbiyen kültürler ara sın d ak i farklılıklar, beyaz ve hete­ roseksüel ırkçılık, edebi o lara k kendini yansıtabilm e yolları, varolan eril dili yıkm ak ile ona ilişm eden yeni bir dil y aratm ak, bir lezbiyen edebiyat gelene­ ği k u rm a n ın kaçınılm az şartlarıydı. Lezbiyen edebiyata ve eleştiriye sağlam tem eller kazandıran, kadın-kim likli k a d ın la rın ta rih in in ve k a d ın la rın dost­ lu k la rın ın fem inist keşfi oldu. Nitekim lezbiyen rom anın, "kadın kim likli te rim i'n d e n kaynaklandığını öne sürdü lezbiyen yazar Valerie Miner. R adi­ kal fem inizm de heteroseksüel kadın, erkeklerle ilişkilerine öncelik verdiğin­ den "erkek kim likli k a d ın ” olarak değerlendirilirken, lezbiyen “k ad ın kim lik­ li k a d ın d ır” çünkü öncelikli ilişkileri kadınlarladır. Lezbiyen eleştiri, birkaçı özcülüğe ya d a lezbiyen kim liğin doğuştan ol­ duğu in an cın a yakın, diğerleri heteroseksüellere ya da lezbiyenlere eşit uy­ g u n lu k ta çifte bakış açısını su n an birçok yaklaşım öne sürer. A drienne Rich Vesuvius at Home: The Power o f Emily D ickinson da (1975), lezbiyen kim lik­ le, lezbiyen şiir arasın d a yakın benzerlik olduğunu iddia ederek özcü yak­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

laşım ın b ir örneğini sergiler. En önem li lezbiyen fem inist denem elerden biri olan “W hen We D ead Awaken: W riting as Re-Vision”d a (1971) görünürlük/görünm ezlik, öznel/fiziksel deneyim le sıkıca örülü yeni b ir edebi gele­ nekten söz eden R ich’in k u ram a kazan d ırd ığ ı en önem li kavram "lezbiyen sü rek lilik ”tir. Kendi a ra la rın d a k i bağları güçlendirm ek ve patriyarkal siste­ me k a rşı m ücadelede enerjilerini paylaşm ak üzere erkeklerden ve/veya karşıcinsellik sistem inden şu ya da bu şekilde sa p an bütün k a d ın la r arasın d a bir “lezbiyen süreklilik” vardır: ‘“Lezbiyen süreklilik’ terimi, kadın-kimlikli deneyimin bir çeşidini içerir. Bunu her kadının kendi yaşamı ve tarih boyunca meydana gelen oluşum­ lardan elde eder, bu kadın kimlikli deneyim sadece bir kadının cinsel açı­ dan bir başka kadınla birlikte olma arzusu değildir.”

K endilerini kadın m erkezli olarak gören ve b ir erkekle cinsel birliktelik için­ de o lm a n ın daim a kısıtlanm aya veya ö d ü n vermeye yol açacağını düşünen tüm k a d ın la rı içine a la n lezbiyen süreklilik fikrine göre, b aşk a k ad ın lara cinsel ilgi duym ayan k a d ın la r da kendilerini politik lezbiyenler olarak göre­ bilir. A ncak R ich’in bu tezi de epey ta rtışm a lıd ır. Lezbiyen özneyi çok geniş bir dişil deneyim a la n ın a konum layarak değersizleştirm e ve özcüleşm e ris ­ ki yüksektir. P atriyarkal ik tid arın m ihenk ta şla rın d a n biri olan zo ru n lu heteroseksüelliğin k a d ın la r üzerinde baskı yaratm a şekilleri üzerinde d u ra n Rich, heteroseksüellik eleştirisinde -b irç o k gey erkek aktivistinkinden farklı olarak-, gey erkeklerle lezbiyenleri homofobiye k a rşı birleştirm eyi değil, k adınları hetero-patriyarkaya k a rşı birleştirm eyi hedefler. Çünkü çağdaş cinsiyetçiliğin tem eli erkek şiddetidir. “Hom oseksüel farklılık”ı ataerkil bir yapılan­ m a o lara k anlayan F oucault’nun tersine lezbiyenlerin ayrı “fark lılık ” alan la­ rı yaratm aya ihtiyaçları olduğunu b elirten Rich, lezbiyenliği, hom oseksüelli­ ğin ikili toplum sal cinsiyeti bağlam ında değil, ataerkil baskı bağlam ında in ­ celer: “Lezbiyenlik erkeğin k ad ın a u laşm a hakkı olduğu şeklindeki ataerkil varsayım a karşı bir d iren iş eylem ini hayata geçirm ektedir.” H eteroseksüellik iki yolla zorunlu kılınır: Tarihte k a d ın la rı erkeklerle eş­ leşmeye zorlayan veya b u eşleşmeyi g aran ti altına alan sın ırla m a la r ve ka­ d ın ita a tin in erotikleştirilm esi... Lezbiyen eleştiri, heteroseksüelliği siyasi bir şekle sokarak problem ize eder. Lezbiyen kim liğin radikal fem inizm in gerekli Cogito, sayı: 65-66, 2011

303


304 : Hande Öğüt

bir p a rç a sı olduğuna in a n a ra k lezbiyen eleştirin in arzu ve fantezi gibi yapıt la rm a odak lan an Rich, “erkeksi” ve "kadınsılığın” sadece m o d ern cinsiyetçi liğin yapılanm ış zıt çiftleri olduğuna işaret ederek kadın bağ lılığ ın ın cinsel liğin yeni biçim lerini ortay a koyacağını tartışır. Fem inist eleştiri için gelecek, lezbiyen devam lılığının a ltın ı çizmek, lezbi yenliğin kültürel gizem ini anlatm aktır. A ncak lezbiyenliği c a d ıla r ve rahibe lerden, evlenm em iş k a d ın la ra ve m odern an lam d a lezbiyenlere dek uzanaı bir yelpazede tan ım layan R ich ’in bu yaklaşım ında erotizm in, hazzın belir leyiciliği ve özgüllüğü o rta d a n kalkm ıştır. Neredeyse ve kısm en aseksüel bil lezbiyenlik anlaşıyıdır bu: Yeniden sahip çıkılm ış ve politikleştirilm iş olaı fem inist “kız kardeşlik” düşüncesi... (Sadece R ich’in k u ra m ın d a değil, Shu lam ith Firestone, G ina Covina ve Audre Lorde da, erotik o lan ın sıradan ya şam d an ayrılarak sın ıflan d ırılm asın ı reddederek erotiğin, enerji veren bi: güç o lara k tüm etkinliklerle kaynaşm ası gerektiğini ileri sürerler. M ary Dab ise “K ad ın Dostluk A teşinin K ıvılcım ları” (1978) başlıklı m istik m akalesin de, k a d ın tanım lı erotik aşk ile radikal k a d ın dostluğu a ra sın d a b ir dikotom olm adığını, tersine b u n u n dostluğun önem li bir ifadesi/sergilem esi olduğu nu söyler. K adınlar a ra sın d a çok farklı biçim ve renkler alabilen enerji değil to k u şu n u n yalnızca b ir biçim idir erotik aşk.) Lezbiyen sürekliliğin h a tla rı belirlendikçe kadın açısın d an erotik de keş fedilm eye başlanır. Y alnızca bedene ya da onun bir p a rç a sın a özgün olm a yan b ir şeydir bu; yalnızca yayılan değil, aynı zam anda h er yerde bulu n an bil enerji... K adının güçlü, yaratıcı yanı, onun lezbiyen benliğidir Rich e göre: "Her kadında, kadınlık enerjisiyle harekete geçen, güçlü kadınlara doğrı çekilen, o enerjiyi ve gücü ifade eden bir edebiyat arayan şey, onun içinde ki lezbiyendir. Yaratıcı olan içimizdeki lezbiyendir, çünkü içimizdeki babı sözü dinleyen kız, yalnızca bir yük beygiridir.”

Lezbiyen k ü ltü rü incelem eye başladığım ızda, kökeninde "annelik gibi derir bir k a d ın deneyim i” olduğunu kavrayacağım ıza in a n ır Rich. Pek çok lezbi yen ş a irin sık kullandığı b ir izlektir anneye dönüş, lezbiyen m etinlerde anne labirentin m erkezinde yer alır. "Twenty-One Love Poem s”de (1977), kadın kim likli kad ın ın erotik tutkusunda, anneler ve kızlar a ra sın d ak i bağ ların ye niden üretildiğini gösterip anneliğin m itsel d u ru m u n u kutlarken, bu iki kok ayrılm a noktası anneliğin ataerki ta ra fın d a n k u ru m sa lla ştırılm a sın a saldı Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

ı ıyı kolaylaştırır. Rich, anneliğin gerçeklerinin erkekler ta ra fın d a n edebi ku­ ru m la r haline getirilerek gizlendiğine in an d ığ ı için m itler h a k k ın d a yazar. Fransız fem inizm i R ich ’in lezbiyen u z a n ım fikrine bağlı kalarak , onu cin­ sel fark lılık ve "écriture fém inine” (dişil yazın) teorileriyle ay rm tılan d ırm ış ve dişil b ir özgüllük ta rtışm a sın a dönü ştü rm ü ştü r. Luce Irigaray, k a rm a ­ şık an ne/kız ilişkisi k a lıp la rın ın lezbiyen ilişkiler ve onları bildirm ek için b ir m etafor olarak ku llan ılm asın ı önererek, lezbiyen ilişki ve a rz u la rın tem sili­ nin, eril ta n ım la ra tem el b ir başkaldırı olduğunu ifade eder. B ir başka F ran­ sız yapısöküm cü Helene Cixous’ya göre, b ir k a d ın a duyulan aşk dahil olm ak üzere dişil cinselliğin izleri, b ü tü n cinselliğin m atrisi olan anneye k ad ar u z a ­ nır. Cixous’da hayli estetize edilm iş erotiğin etkisi sonucunda lezbiyen, bir özne pozisyonu olarak belirm ez; bu konum u dolduran, dişil hom oseksüel ka­ dındır. K risteva ise b ir k a d ın ın dildeki göstergesel ifadelerini anneye, anaç olana dönüş ve söylem sellik öncesi bir eşcinselliği im lediğini öne sürer; eş­ cinsel a rz u yatırım ın a u laşm ak ancak şiirsel dil ya da d o ğ u rm a edim i gibi simgesel dahilinde onaylanan yer değiştirm eler üzerinde m üm kündür: "K adın doğurarak annesiyle tem asa geçer, kendi annesine dönüşür, ken­ di annesidir, ikisi de aynı sürekliliğin kendini farklılaştırm asından ibarettir. Böylece k adın anneliğin eşcinsel yönünü gerçekleştirm iş olur, b u da onu aynı anda hem içgüdüsel belleğine daha yakın, hem kendi psikozuna daha açık, hem de dolayısıyla toplum sal, simgesel b ağ a karşı daha değilleyici kılar.”

Mitolojik anaerkil lezbiyen ütopyalar Annelik, k ad ın ların m itte yeniden form üle etmeye başlayabileceği tek yer olarak görülür. Lezbiyen eleştirm enler sa n atsa l dönem ve hareketleri yeni­ den kavram laştırırken, pek çok lezbiyen eleştirm en de m itolojik anaerkil lez­ biyen b ir geçmişi ortaya koym aya çalışır. K ültürel fem inist teo rin in altında anaerkil bakış yani, tem elde dişil etki ve değerler aracılığıyla yönlendirilen kadın toplum u görüşü yatar. Lezbiyen kül­ türel deneyim in tam ı ta m ın a dişi bir deneyim olduğuna inandığını söyleyerek Rich, lezbiyen ayrılıkçılığın bir başka a n a önerm esini ortaya koymuştu: K a­ d ın lar erkeklerden temel olarak farklıdırlar ve onların kültürel davranışları, deneyimleri, tarihleri ve değer sistemleri de egemen olan ataerkil kültürle bağ­ daşm az. K adınlar arası aşk ilişkileri ve cinsel pratikler ise özgül bir tarihsel ve kültürel bağlam dan ayrı düşünülem ez. Çok farklı kültürlerde varolagelm iştir ve hâlâ varlığını sürdürm ektedir. Özellikle Veda öncesi H indistan yontu sana­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

305


Hande Öğüt

tı ve söylenceleri ile Lesbos A dasında Sappho’nun şiirsel ifadeleri buna tanık-: lık etm ektedir. Sappho, tarih te evrenselleşmiş tek sanatçı imgesi olarak ortayal çıkar. İmgesi, yirm inci yüzyılın ilk dönem ine ait öncü bir lezbiyen sanatçının,! o nların yaşam biçim ini dile döken yegâne kültürel mitoloji kaynağının meşru- * iyet kazanm asını sağlam ıştır. Lezbiyen k u rm acalar uzun süre Sappho’nun şi­ irlerindeki mitsel rom antik imgelerin estetik kuşatm asına, pastoral ve saray­ lı rollere ve bizzat Sappho ile ilgili gönderm elere takılıp kalır. A ncak ana akım toplum da lezbiyen hak ların ı destekleyen eşcinsel özgürlük hareketi ve lezbiyen1 fem inist hareket ortaya çıkınca, olumlu, gerçekçi lezbiyen tasvirleri ve karak-5 terler üretilm eye başlanır. T anrıça tinselliği hareketiyle ve ekofem inizmle güç- ' lü bağları olan kültürel fem inistlerin bir kesim i ise imgelemimizi şekillendiren eril m itleri, sembolleri ve inanç sistemini yapıbozum a uğratm akla işe girişir­ ler. Sally M iller G earhart, The Wanderground (1978) ve Joyce Cheney, Lesbian Land (1985) adlı ütopik rom anlarında, m etropollerin uzağında, doğanın orta­ sında yaşayan ekofeminist lezbiyen topluluklar kurguladılar. Lezbiyen kadın­ lar, kendi spiritüel dünyalarını kurm alı, yeni bir kadın dili oluşturm alı, ken­ dilerine özgü semboller ve törenler/ritüeller yaratm alıydılar. Bu eğilim, kadın­ ların âdet döngüleri ve çocuk doğurm a deneyim leri sayesinde doğaya erkek­ lerden d a h a yakın ve biyolojileri gereği d a h a m istik ve duygusal olduklarını iddia ediyordu. Catharine Stim pson, lezbiyen yaratıcılığı, nesnelere olan ilgi­ de köklenm iş görür, sessizliklerin kullanım ını, kadınların soluğuna alterna­ tif bir sözdizim i katm ak biçim inde değerlendirir. Lezbiyen fem inist eleştiriyi bir yabanilik ve ütopyacılığın belirlediğini im a eden Stimpson, organik m eta­ forlar ve canavar imgeleriyle bilim i bir arad a kullanır. Sylvia Townsend War­ ner, fantastik rom anı "The Cat’s Cradle B ook”ta (1940) kediyi lezbiyen yazı­ nında b ir m etáfora dönüştürür. K adınlar da kediler de vahşi bir içgüdüye sa­ hip bağım sız canlılardır. W arner’m lezbiyen dilbilgisi ve sözdizim i için yarat­ tığı azınlık dilleri, cadı ve kedi dilleri, insan/hayvan/ruhaninin iç içe geçme­ si lezbiyen edebiyat kim liğinin kurum sallaşm ası için gereken azınlıkla çoğun­ luk arasın d a varolan karşıtlıkları yerinden eder. Kültürel fem inist ruhaniliğin temel yazarlarından Susan Griffin, Women and Nature: The Roaring inside H erde (1978) kadınlar ve doğa arasındaki sıkı bağı dile getirip dişi cinsin ayrı­ calıklı pozisyonunu, üretken doğasını vurgular. Kendini erkeğin içsel ve dışsal hâkim iyetinden kurtardığı için lezbiyen kişilik alışılm adık biçim de yaratıcıdır. K ad ın lığ ın yeni sim gelerinin kadınlığa özgü k arşıtlıkları ifade edeceğini düşünen ayrılıkçı kültürel fem inistler, yeni sim geler ve im geler için yarı m it­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezhiyen Edebiyat ve Eleştiri

sel b ir anaerkil geçmiş ararlar. D önem in lezbiyen yazını, alegorik an latım ­ lardan, gizli kodlardan, lezbiyen köken m itlerinden, fantezilerden, imgelem ­ lerden (fallik ikameler) beslenir. T arihöncesine ait avlanm a ve et yeme tören­ lerinden kaynaklandığı düşünülen erkek k ü ltü rü n ü n tersine, k a d ın k ü ltü rü ­ nü p asifist ve ekolojik açıd an bütüncül o larak görürler. 1970’lerin kültürel ayrılık çıların d an Gina Covina, bir dizi k ültürel fem inist tem ayı gündem e ge­ tirir. "Rosy R ightbrain’s E xorcism /Invocation” başlıklı m akalesinde ayrılık­ çılığın, kadın-m erkezli k ü ltü r düşünü ifade eder. Öncelikle sol-beyine dayalı düşünm ek, son derece erildir. Sol-beyine ve sağ-ele dayalı ataerkil dünya, sağ beyine ve solaklığa dayalı ta rz la rı evrensel düzeyde sapkın olarak sınıflan­ dırm ış, öteki ilan etm iştir. Ataerkil sol-beyine dayalı işlem ta rz ın ı yıkıcı ve ölüm e yönelik b ulur Covina. Gloria A nzaldua ve Cherrie M oraga’n m birlik­ te yazd ık ları This Bridge Called My Back: Writings by Radical W omen o f Color (1981), öteki olarak a d la n d ırılm ış o lan la rın tü m ü n ü n kendini evinde hisse­ deceği solak bir dünya, ulu slararası bir fem inizm tasavvurudur. K ültürel fe­ m inist k u ram ta ra fın d a n düşlenen geleceği şöyle özetler: “Solak bir dünyanın doğmakta olduğunu görüyorum... Yüzyıllardır, en­ düstri çağından ya da belki daha da öncesinden beri, dünya hep bir zekâ, akıl, makine dünyası olageldi. Kadınlar onun içinde, muazzam sezgi güç­ lerine sahip olarak, gerçekliğin başka düzeylerini ve başka gerçekliklerini yaşayıp durdular, ancak bunu belli etmemek zorundaydılar, çünkü erkek­ ler ‘tamam sen çıldırmışsın’ diyeceklerdi. Şimdi ansızın sezgisel enerjiler yeniden belirdi ve onlar çok güçlüler."

Lezbiyen ayrılıkçılığı, ü rem e teknolojilerinde ilerlemiş, dolayısıyla insan ü re ­ m esi için erkeklere ihtiyaç duyulm ayan tam am ıy la k a d ın la rd a n oluşan toplu m ların ele alındığı lezbiyen bilim -kurgu ve ütopyasına esin kaynağı olm uş­ tur. T ü rü n ilk örneği, C harlotte Perkins G ilm an’ın Kadınlar Ülkesi (Herland, 1915) erkeklerin olm adığı, sınıfsız ve b a rış içinde yaşayan b ir k a d ın lar toplu m u n u n düşüdür. A m azon’u n dağlık bölgelerinde gizli, y alnızca kadınlar­ d an oluşm uş bir cem aat hayal eden rom an, hem hegem onik ideolojiden ko­ puşu, hem yaşanan değişim in sın ırların ı dikkat çekici biçim de belgeler. İş ­ birliği içinde yaşayan bu kadınlar, barışsever, vejetaryen, doğaya saygılı, güç­ lü, yetenekli ve annedirler. B arış ve u y u m a saygı, tüm c a n lı tü rle rin ekoloji­ sine ilgi gösteren anaerkil değerler sistem ini yansıtır. Cogito, sayı: 65-66, 2011

307


308 : Hande Öğüt

Pek çok klasikleşm iş erkek ütopyasında yok sayılan k a d ın lara yönelik cin­ siyet ayrım cılığına dikkat çeken Gilman, k a d ın la rı ele alan edebi deneme­ ler içinde fem inist öğeleri, ütopya tarzıyla açık ve bilinçli b ir şekilde işleyen ilk yazardır. Ütopik ülkesini, sınıflı-erkek egem en toplum un k a d ın tan ım ı­ na aykırı k a d ın la rd a n y a ra ta n G ilm an’ın, ü rem e n in cinsel birleşm e olmak­ sızın partenogenezle gerçekleştiği bu ütopyasında düşünce sın ırı cinsellik­ tir. Ne v ar ki bu dünyada lezbiyenliğe yer yoktur. K adınların tü m ü de tek bir anneden doğm adır; a ra la rın d a k i en küçük cinsel yakınlaşm aya, ensest yasa­ ğına k a rşı geleceğinden olsa gerek, izin verilm em iştir. 1898 yılın d a "kadın­ lara karşı sonsuz ve yoğun b ir aşk" duyduğunu açıklam asına rağm en Gil­ m an, neredeyse cinsel d ü rtü le ri tam am en o rta d a n kaldırıp aseksüel bir ka­ d ın la r topluluğu y aratarak yerleşik-sınıfsal-ataerkil düzenin ötesine gidem e­ yen bir fanteziye ind irg em iştir eserini. A naerkil geleneğin h ü k ü m sürdüğü bu ütopyada ve düşüncede k a d ın la rın din lerin in temeli, anne sevgisi; ta n rı­ ları da an n e ta n rıç a ya da annelik panteizm i olacaktır. G ilm an’ın tasv ir etti­ ği Am azon ülkesi ve özellikle "am azon” figürü, ondokuzuncu yüzyıl sonun­ da, güçlü ve özgür kad ın ın m etaforu olarak pek çok ütopyada, ro m an d a ve ku ram d a karşım ıza çıkar, k ültürel fem inizm le b erab er yeniden yükseliş gös­ terir. Lezbiyen estetiği ta n ım la m a çabalarında, lezbiyen tecrü b en in kültü­ rel y apılanm adan etkilenm e yollarını inceleyen B onnie Z im m erm an, “Exi­ ting from Patriarchy: The Lesbian Novel of Development” (1983) başlıklı m a­ kalesinde lezbiyenin güçlü, dişil rol modelleriyle birleşm iş şiddetin olm adı­ ğı inançlarla ilgilendiğini belirtir. K avim lerinin tarih in i, A m azonların m ito­ lojisini, vahşi kadın arketipini, dişil gücü ve k a d ın ın gizil enerjisini yeniden yorum layan lezbiyen yazarlar, simge haline getirilm iş am a ta rih d ışın a yer­ leştirilm iş A m azonlar örneğinin, erkek-merkezli düşünce sistem inde lezbiyenliği n asıl söylencenin k o lların a terk ettiğini gösterirler. R hode Island Fe­ m inist T heatre m, 1976 yılında sergilediği O W om en’s Piece, A m azon imgesi­ nin eril kü ltü rd en geri alın ış zaferidir adeta. T ahrik olmuş bir o rm a n kedi­ siym işçesine seyirciye doğru sürünerek ilerleyen b ir Am azon ile a ç ılır oyun. K adının elinde kalkan ve çifte-balta vardır. D izlerinin üstüne çöker ve ilkel bir çığlık atar. B ütün k a d ın la rın çağlar boyunca çınlayan ve şim di de kadın seyircilerin ru h sa l ve sezgisel güçlerini harekete geçirecek olan çığ lık tır bu... Am azon Odyssey (1974), Ti-G race Atkinson’u n radikal fem inist konum un şekillenm esinde öncülük eden m akalelerinden oluşur. K ad ın ların ezilişini sınıfsal ve ekonom ik a çılard an ele alan bu m akalelerde Atkinson, varoluş­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

çu fem inizm e yakın d u ran , am a d ah a çok ödünç alın m ış b ir düşünce ile erkek-kadın ilişkilerine yaklaşır. E ril kim lik, m etafizik yam yam lık aracılı­ ğıyla elde edilm iştir: "Erkekler şimdi işlevler veya dişiler olarak tanımlanan o bireylerin varlı­ ğını işgal ettiler, onların insan özelliklerine (yapıcı hayal güçlerine) el koy­ dular ve onların bedenlerini işgal ettiler.”

E rilliğin evrenselliğini k ırm a k için k a d ın la rın kendi m itlerin i a d la n d ırm a ­ ları gerekm ektedir ki ra d ik a l fem inizm , h â k im ataerkil k ü ltü re alternatif bir k a d ın k ü ltü rü yaratm ay ı hedefler. M ary Daly’nin Beyond God the Father: Toward a Philosophy o f W om en’s (1973) ve Gyn/Ecology: The Metaethics o f Ra­ dical Fem inism (1978) ad lı kitapları, fem in ist ru h an iliğ in in şa sın a önem li tem el teşkil eder. Yeni b ir doğruyu açık lam ak için o rta k o lara k kabul edilen ta n ım la m a la rın tersin i k u lla n a n ru h a n i kim ya geleneğine bağ lıd ır M ary Daly. A m azon gezgini m iti üzerine k u ru la n Gyn/Ecology, üç bölüm den oluşur. B irinci bölüm H ıristiyan m itlerini, dili ve o n ların kadın düşm anlığını ta ­ nım lar. İkinci bölüm, günüm üzde k ad ın a karşı uygulanan beş uluslararası şiddeti inceler: Çin’de k ız la rın ayaklarının bağlanm ası, A frika’da kadın sü n ­ neti, cadı yakm a, H in d ista n ’da k a d ın la rın ölen kocaları ile birlikte yakılm a­ sı ve jinekoloji. Ü çüncü bölüm ise m itsel altern atifin i sunar: K adınlarla öz­ deşleşm iş b ir dünya... K a d ın ın ataerkil düzeni yıkm ası yeni b ir varoluş ta r­ zı ortaya çıkaracaktır. Erkek-m erkezli ikili m antığı yeni b ir kadınsal sözdizim i ile yerinden eden Daly, jin/ekolojik görüşünü, iplik eğirm e gibi k ad ın ların geleneksel kültürel etkinliklerinden a lın m a m etaforlar ü zerin e kurgular. İp­ lik eğirm e, Daly’n in çıktığı yapıçözücü/yapıcı yolculuğun b ir m etaforuna dö­ nüşür. İplik eğirm e bilgisi sabit değildir; b ir değişme, a k ışk an lık halinde de­ vam eder, orada b u ra d a birbirine bağlı olm ayan gerçeklik kısım ları a ra sın ­ da iplikler m eydana getirir, yeni ağlar örer. Fem inist eleştirinin am acın ı erkek gücüyle anlaşm a yapm ak değil, onun yerine geçmek olarak g ören Daly’nin tem el meselesi, dildeki değişim dir. Ataerkilliğin dışında b ir dünya keşfedilm esi için kullanılan d ilin radikal biçim ­ de yıkılm ası ya da yapısının çözülm esi şa rttır. Irkçı olarak gördüğü gelenek­ sel sözlükleri, anlam bilim sel kaynaklar o larak kullansa d a alte rn a tif ve fem i­ nist b ir dil sınıflam ası ö n erir Daly; b ir dedektif titizliğiyle dile yerleşmiş er­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

309


310 : Hande Öğüt

keksi sözcükleri analiz eder, ataerkilliğin gizlediği anaerkil dildeki imge kay n a k la rın ı a ra ş tıra ra k yeni b ir tü r anlam bilim yaratır. Erkeklerce kullanılar, kelim elerin “p aylaşılan’ a n la m la rın a sald ırm ak için kad ın ın m erkezi dene yim leriyle ilgili sözcüklere odaklanır; çünkü sözcük denetim i erkek gücünün b ir n u m a ra lı yapıtaşıdır. S ta n d a rt dili p a rç a la rın a ayırm ak, “bölümünden bölüm lenm iş bölüm leri" ve o n ları eğik çizginin kadınsı devam lılığıyla yeı değiştirm ek, ad lard an fiiller yapm ak, dilbilim sel bir oyundan d a h a ötedir, eylemin önem ini vurgular. Daly bu nedenle, okuyucuyu kelime oyunlarıyla, neolojizmle, yeni fark ın d alık lara zorlayan, onu şok etm eyi am açlayan post­ m odernist b ir üslup kullanır. Gyn/Ecology’n in sonuna “şaşırtıcı sü re ç ”ten ca­ dıya k a d a r yaklaşık ikiyüz girişli özel bir indeks eklem iştir ayrıca. Bu yeni kelimeler, ataerkil toplum un sahte, som utlaşm ış im gelerini ta h rip ederek de olsa, yeni b ir farkına varm a, yeni bir dişil gerçeklik duygusu yaratm aya çalı­ şan “jin o m o rfik ” bir dil olu ştu ru r. Tarihsel o lara k olumsuz, m arjin a l ve aşa­ ğılanan k a d ın imgeleri, Daly’n in üslubunda, olum lu “kadın ta n ım lı kadın” prototiplerine, eril hegem onyaya ödün verm eyi reddeden kad ın a evrilir. Tüm k ad ın ları içlerindeki cadı/kocakarı/kızkurusu/lezbiyeni keşfetm ek üzere bu Am azon yolculuğunda kendisine katılm aya çağırarak, ataerkil güçler tara ­ fından yayılan sahte bilgiye karşı "yeni kelim eler" aracılığıyla yalnızca üye olan ların kullanabileceği b ir bilgi, bir gnosis öğretir: "Erkek yapımı mitin baz metallerini dönüştürüyoruz; sesli hale gelerek kendimizdeki ve birbirimizdeki adlandırılamaz olanı adlandırma cesare­ tini ortaya çıkarıyoruz.”

“Lezbiyen kadın değildir" Lezbiyenlik terim i, Eleştirel Feminizm S ö zlü ğ ü n ü n y a z arla rın d a n Jules Falquet’in belirttiği gibi, k a d ın la rın bireysel pratiklerini betim lem ek am a­ cıyla k u llan ılsa veya ona b u am açla sahip çıkılsa bile aynı z a m a n d a bu p ra­ tikleri so ru n sa lla ştıran b ir teorik akım lar ve toplum sal hareketler bü tü n ü ­ ne de gönderm e yapm aktadır. B ir bütün o lara k siyasal an lam d a lezbiyenlik, toplum sal düzenin zorunlu karşıcinsellik sistem in in edim sel eleştirisi ve te ­ orik olarak sorgulanm ası olarak kavranabilir. Lezbiyenlik egem en sistemi altüst eder, esaslı b ir epistem olojik kopuşu tem sil eder ve köklü b ir kültürel devrim e davetiye çıkarır. M ary Daly’nin Gyn/Ecology ile yeni b ir dil, yeni bir dişil sem bolizm , yeni bir k ü ltü rü n altern atif yollarını tan ım lad ığ ı 1978’de Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

bir b a şk a öncü lezbiyen M onique Wittig, lezbiyen hareketin ve fem inizm in tem ellerini sarsan b ir d üşüncenin yolunu açtı. Adrienne R ich’in önerdiği d a ­ ğınık lezbiyen öznelliğini reddederek, rad ik al lezbiyenlerin “m otto’su olacak d ah a net ve özel bir ta n ım getirdi: “Lezbiyen k a d ın değildir." Toplum sal cinsiyet ile heteroseksüelliğin yarattığı cinsellik arasındaki ilişkiye m eydan okuyan W ittig’e göre m adem k a d ın la r heteroseksüel toplum ­ sal düzende sabit bir yer tu tm aktadır, o halde biri eğer bu yeri işgal etm iyor­ sa o k a d ın değildir. Lezbiyen cinsiyet (kadın ve erkek) kategorilerinin ötesin­ de yer a la n tek kavram dır; çünkü a d la n d ırıla n özne (lezbiyen) ne ekonom ik ne politik ne de ideolojik olarak bir kadındır. Bu dönem de cinsiyeti toplum sal cinsiyetin inşa ettiğine d a ir k u ram lar ge­ liştirdi fem inistler. F ransa’d a 1977-1980 y ılları arasın d a O uestions Fém inistes dergisi kolektifine göre cinsiyetler basitçe biyolojik-sosyolojik kategoriler de­ ğil, erkeklerin k ad ın lar üzerindeki ik tid arın ın yarattığı sın ıfla rd ır toplum sal cinsiyetin tan ım ın ın eksenini tam da bu ik tid ar ilişkisi oluşturur. Bu akım a yakın olan politik lezbiyen eğilimler, karşıcinselliği cinsel d av ran ışlard an biri olarak değil, kad ın ların erkeklere zorunlu b ir bağım lılık ilişkisiyle tan ım la n ­ m ala rın ın tem elinde yatan sistem olarak görürler. W ittig lezbiyen d u ruştan bir politik perspektif üretir: Toplumsal cinsiyetin im a ettiği yüklerden ve cin­ sel yönelim olarak heteroseksüel işbirliğinden sıyrılm ak, bu düzenin dışında kalm ak, böylece “seks”in yıkılm asına k atkıda bulunm ak... Lesbian Peoples: Materials for a Dictionary’de (1979), lezbiyen m etinler­ de lezbiyen okurların a rad ığ ı duyarlığı ta rif eder. Lezbiyen y azarlar okurun cinselliğin farkına v arışın ı güçlendirm ek için sık sık cinsel yeterlilikleri ta ­ nım larlar. Lezbiyen y a z arla rın dili, kadın yapıları ile cinsel deneyim leri a ra ­ sında devam lı olarak y aptıkları anolojiler, eleştiri ve edebiyata yeni perspek­ tifler k azandırır. Sem bolleri ve anaerkil m itleri aşırı derecede ku llan arak u zlaşım sal türleri y ık ar W ittig, zam irlerin ve karak terlerin k arışıp kaynaş­ m asın a izin verir, m etinsellik ile cinselliğin ikizleşm esini uç boyutlara ta ­ şır. 1920’lerde başlayan dili erotize etmek, lezbiyenleştirm ek ç a b ala rın ı iler­ leten W ittig, izlediği stratejide dilbilim sel açıd an im kânsızı yaparak, Lezbi­ yen B eden’in öznesini ikiye ayırır: Böylece “Je” (Ben), sevgili ve y azar olarak ikiye bölünür: “Jle”. “The Straight M ind” (1980) başlıklı denem esinde, heteroseksüelliğin uy­ laşım a dayalı m erkeziliğini güçlendirm ek için cinselliği tan ım la y a n kurum larm , h er ilişkinin ve h e r öznenin h a rita sın ı çıkardığını y azarak lezbiyenliCogito, sayı: 65-66, 2011

311


312 : Hande Öğüt

ği, k a d ın ın b ir başka k a d ın a âşık olması şeklinde tanım layan m an tığ a mey| dan okur, “cinsiyet” ve “cinsellik” kategorilerinin karşılıklı ilişki içinde oldtfcj ğuna d ik k at çeker. Lezbiyenlik, arzu ile sınırlandırılabilecek psikolojik ya d(|| cinsel b ir kavram değildir. Lezbiyenlik diğer kad ın larla sadece biyolojik ya-i hut psikolojik deneyim lerin benzerliğine dayalı bir ortaklığı değil, evrensel' anlam da b ir adalet an lay ışın d an doğan ve tü m düşünce veya varoluş biçim­ lerinin a ltın d a yatan cinsiyet sın ıfla n d ırm asın ın yok edilm esini öngören po­ litik bir bağlılığı im a etm ektedir. Sadece A drienne R ich’i eleştirm ekle kalm ayıp M ary Daly’n in yüceltti­ ği kadın m itini, lezbiyen fem inizm i yolundan saptırm aya yarayan bir tuzak olarak gören W ittige göre, k a d ın la r ve erkekler arasında "doğal” bir ayrım olduğunu kabul edersek, ta r ih i doğallaştırır, sanki k a d ın lar ve erkekler hep' var olm uş ve hep var o lacaklarm ış gibi dav ran m ış oluruz. Ve ta rih le beraber ezilişim izi gösteren toplum sal olayları doğallaştırırız, bu da h er tü r değişi­ m i im kânsız hale getirir: "Bir sınıf olmak, bir sınıf bilincine sahip olmak için önce en çekici görü­ nümleri de dahil olmak üzere kadın mitini öldürmeliyiz.”

M onique W ittig, ikili cins ay rım ın ın heteroseksüel rejim in yeniden üretim ekonom isine hizm et eden yapay ve ideolojik b ir ayrım olduğunu düşünür. İlk ta n rıla rın dişi old u k ların ın k anıtlanm ası ya da anaeriye dönüş çabala­ rı varolan gerçeği değiştirm eyecektir. Ç ünkü anaerkillik de özünde hetero­ seksüel b ir rejim dir. B askılayan ve baskı a ltın d a tu ta n ilişkisi vardır. Ancak bu kez baskı, kadını do ğ u rm a yeteneğiyle tan ım lay arak doğallaştırılm aktadır. Oysa d oğurm a yasal b ir yetenek değil, m eşru laştırılm ış yeniden ü retim ­ dir. “B ilinçlice veya kendiliğinden, yaratıcı dişil eylem olarak k a d ın la rın ha­ yat boyu kendilerini adadığı, yüzyıllardan b eri sü rü p gelen dünyaya getir­ me zo ru n luluğundan kendim izi k u rta rm a k ta n aciz” olduğum uz sürece, ço­ cuk ü re tim in in kontrolü sadece bu ü retim in m addi a ra ç la rın ın kontrolün­ den çok d a h a öteye gidecektir. Bu kontrole sah ip olm ak için, k a d ın la r ilk önce kendilerine dayatılan “k a d ın ” k av ram ından sıyrılm alıdır. W ittig ve arkadaşları, heteroseksist düzenin yıkılm asının an cak kadınla­ rın heteroseksüelliğin d ışın a çıkm ası ve kadın olm ayı reddetm esiyle m üm kün olacağını savunarak erkeklerle sevişen k ad ın ları “sınıf işbirlikçisi” olarak gö­ rürler. Bu eleştiri oklarından payını en çok Anja M eulenbelt a lm ıştır kuşku­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezhiyen Edebiyat ve Eleştiri

suz. Fem inist, sosyalist, lezbiyen yazar Anja Meulenbelt, içten, cesu r bir dille özyaşam ım anlattığı, deneyim lerini ak tard ığ ı Utanç Bitti’de (1976) bütün ka­ d ın la rın lezbiyen olduğunu, yalnızca b a z ıla rın ın bun d an h ab eri olm adığını söylüyordu. Ancak bir erkekle ilişkisine o d ak lan an Gündelik Mutluluğa Alış­ ma, (1985) yayım landığında lezbiyen fem inist çevrelerde büyük tepkiyle kar­ şılandı, "harekete ih an et”ten başka bir şey değildi bu; büyük b ir utançtı! H eteroseksüellik, kökten b ir lezbiyen, heteroseksüelliğin bulaşm adığı bir lezbiyen için utanç verici ve yaralayıcı bir olgudur. Lezbiyenliğin içine sızdı­ ğı an d a lezbiyenlikten vazgeçilm iş dem ektir. Tek taraflı ya d a biseksüel bir kadın içinse bu k arşıtlık suçluluğu pekiştirir. “Bu d u ru m ” der Ju d ith Butler “bizi heteroseksüelliğin kom edisi üzerine, o n u n dayatılm ışlığı, gülünçlüğü üzerine düşünm ekten alıkoyan Çünkü b u b ir anlam da onu taşıdığım ız a n ­ lam ın a gelir. Kim i görüşler kim lik k av ram ın ın ik tid ar içinden kurulduğunu, örneğin b ir kad ın ın kendisine “ben lezbiyenim ” dem esinin d a h i v ar olan heteroseksüel patriark a içinden an lam lan d ırıld ığ ın a işaret ederler. Ancak ken­ dini heteroseksüellikten kökten bir d ışlam a içinde tan ım lay an b ir lezbiyenlik, kısm en ve kaçınılm az olarak lezbiyenliği de k u ran heteroseksüel inşala­ rı bizzat yeniden im lem e yetisinden kendini m a h ru m b ırakır. Böyle bir lez­ biyen strateji sonuçta B utler’ın da b elirttiği gibi zorunlu heteroseksüelliği tüm eziciliğiyle, baskıcılığıyla pekiştirm iş olur. Politik b ir seçim olan lezbiyenlik, b ir aşırılık ya d a öykünm e değildir. H om oseksüalite, heteroseksüelizm i tak lit etm ez tam tersine, lezbiyen kim likler kopya edilecek asıl/lezbiyen olan heteroseksüel nedensellik çizgisini k a rm a k arışık hale getirerek, bu şe­ kilde heteroseksüellik a d ın a asıl olm a savlarının yanılsam alı niteliğini or­ taya koyarak heteroseksüel kim likleri paniğe sokar. Lezbiyenliğin, kadın ol­ m an ın a n la m ve önem ine dönüşü tem sil etm ediğini, dişilliği k u tsam ak an la­ m ına gelm ediğini, kadınm erkezli bir d ü n y an ın işaretini verm ediğini söyle­ yen B utler’a göre, lezbiyen cinsellikte bir özgüllük bulunabileceğini ileri sür­ mek, lezbiyen cinselliğin b ir vakitler heteroseksüellikten ib aret olduğunu id­ dia etm eye m ecbur bir k a rşı sav gibidir.

Afrika mitleri ve siyah kızkardeşlik Hom ofobik gözetim a ltın d a leziyenlik n asıl m arjinalliğe, fetişizm e, ayrıksı­ lığa itilerek yalıtılıyorsa, lezbiyen fem inistlerin lezbiyenliği ve b ir lezbiyen yurdu tasav v u ru n u m erkeze alm ası da aynı çelişkiyi üretebilm e ihtim ali ta ­ şır. A naerkil ve dolayısıyla tem elde dişil b ir üslup olduğunda direnm ek, do­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

313


314 : Hande Öğüt

ğal ve toplum öncesi olarak k a d ın la ra ilişkin u z u n dönem li stereotipler ge­ tirir. Tekil b ir "écriture fém inine”, k ad ın lar a rasın d ak i dilbilim sel farkları düzleştirebilir. “Ayrılıkçı” terim in i eleştiren S onia Johnson, fem inist ayrı­ lıkçılığın kendisini nelerden ayırdığını (örneğin erkekler) ta n ım la m a riski taşıdığına işa re t eder. Erkekler kategorisini tarih se l ve toplum sal olarak za­ ten varsay m ak tad ır böyle b ir lezbiyenlik düşüncesi. Rosi B raid o tti’n in eleş­ tirisi, ay rılıkçıların kodları değil, işaretleri y ık ara k sadece sözlük düzeyinde yeniden-adlandırm a yaptıkları yönündedir. G loria Anzaldua ve C herrie Moraga This Bridge Called My B a ck’te (1981), lezbiyen deneyim lerin aynı olduğu varsayım ına ve edebi ırkçılığa saldırır. E leştirin in an a am acı, d a h a esnek bir lezbiyen edebi kim liği y aratm ak, farklı k ü ltü r ve etnisitelerden lezbiyen ka­ d ın lar a ra sın d ak i ilişkilere ve tem siliyetlere yer verm ek olm alıdır. Z ira birle­ şik, evrensel b ir lezbiyen kim liği yoktur ve lezbiyen eleştirinin de tek b ir eko­ lü olam az. Audre Lorde, B a rb a ra Smith, C herrie Moraga, Merle Woo, Pau­ la G unn Allen ve Gloria A nzaldua gibi beyaz olm ayan lezbiyenler, kad ın ha­ reketinin ve ikinci dalga fem inizm den gelen ABD merkezli rad ik al ve libe­ ral fem inist teo rin in b a rın d ırd ığ ı ırkçılığa ve heteroseksizm e k a rşı d urdu­ lar. E n a ğ ır eleştiriler özellikle siyah lezbiyenlerden geldi. A fro-A m erikan ka­ d ın lar ve C hicana’lar, fem inist meseleler o larak ele alınan konuların, sade­ ce beyaz k a d ın la rın “deneyim leriyle” belirlendiğine, ırkçılıkla ve sınıfsal ön­ yargılarla ilgili konuların es geçildiğine dikkat çektiler. Bu göz a rd ı etm e du­ rum u, "kızkardeşlik” ya da k a d ın deneyim lerinin ortaklığı kav ram ların ı sa­ dece beyaz kadınlarla sınırlıyordu. “Beyaz sayılm ayan k a d ın la r”ın (women of color) özellikle işçi sın ıfın d an yükselen m u h alif bilinci, 70’ler ve 80’ler bo­ yunca politik söylemler üretirk en “akadem i” ile de savaşm aktan geri d u rm a­ dı. Akadem i d ışında hiçbir k a d ın hareketine d a h il olm asalar da süslü itim at­ nam eleri dolayısıyla heteroseksüel akadem isyenlere daha fazla ilgi ve saygı duyulm asının, heteroseksist hiyerarşileri yeniden yapılandırdığını d ü şünü­ yordu bell hooks. (Asıl adı G loria Jean W atkins yerine, an n esin in ve an n e­ annesinin isim lerini birleştirerek türettiği bell hooks ism ini k u lla n m a k ta ­ dır.) F em inist olsun ya da olm asın, heteroseksüel k ad ın ların büyük çoğun­ luğu erkeklerle yaşadıkları özel ilişkiyle d ah a çok ala k a d a rd ır hooks’a göre. Hem hom ofobiyi sürdürüp hem de fem inist o lduklarını iddia eden kadınlar da beyaz üstü n lü k çü düşünceyi taşıyıp kızkardeşliği isteyenler k a d a r yanlış yoldaydılar ve ikiyüzlüydüler. Lisans öğrencisiyken yazmaya başladığı A in’t I a Woman: Black Women and Feminism de (1981), cinsiyetçiliğin ve ırkçılı­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

ğın tarih se l olarak siyah k a d ın la r üzerinde n asıl etkiler y arattığ ın ı, bu ikti­ d a r k a lıp la rın ın siyah kad ın lığ ı değersizleştirm e görüntülerini incelerken, beyaz-egem en-kapitalist p atriy ark a biçim lerine karşı ciddi eleştiriler geliş­ tird i bell hooks. D önem in siyah eleştirm enleri, ayrılıkçı fem inistleri, fem inizm in oriji­ nal hedeflerine ters düştükleri, eşitlik yaratm ayı öngörm ek yerine erkekle­ re boyun eğdirm ek ve in sa n düşm anlığı y a ra tm a k ana g örüşü çerçevesin­ de, kad ın m erkezli ve k a d ın hâkim iyetinde b ir toplum yaratm a çabasında ol­ dukları için yargıladılar. Siyah fem inist eleştiriyi a d la n d ıra n ve ona yön ve­ rense B a rb a ra Sm ith oldu. Önem li yazın antolojileri, eleştiri ve siyah kadın çalışm alarıyla fem inizm in eleştiri alan ın ı tek b aşın a o lu ştu ran bu önem ­ li k u ram c ın ın öncü denem esi, 1970’lerde yayım lanan The Truth That Never Hurts: Black Lesbians in Fiction in the 1980’s üç otobiyografiyi inceler. Glo­ ria Naylor’in The Woman o f Brewster Place, Alice W alker’in The Color Purp­ le ve A udre Lorde’u n Z a m i’si... Naylor’in lezbiyeni, edebiyatın hayli erken dö­ nem lerindeki m otifleri ödünç alarak bir k u rb a n m isali betim lem esini eleş­ tirirken, The Color Purple’ı b ir fabl olarak değerlendirir. Y alnızca Lorde’un Zam i’sin in tam am en siyah lezbiyenlerin tarih se l yerleşim i ve kültürüyle ilgi­ li olduğu sonucuna varır. Akadem i o rtam ın d a değeri düşen altsın ıf deneyim ini, an n esinden duy­ duğu hikâyelerle birleştirerek üslup ve y aratıcılık la “icra” eden Audre Lorde (1934-1992), lezbiyen edebiyata kazandırdığı "biyom itografi” türüyle çeşit­ li anne-kız ilişkilerini ve m itlerini, olgu (fact) ile kurm aca ara sın d ak i ikiliği b u lan ık la ştıra n fantezileri ele alır. Sözel olm ayan iletişim in, d ilin yanı sıra enerji veren büyük bir güç olduğunu d ü şü n ü r Lorde. Bu en erjinin kayna­ ğı sem iyotiktir. Şiirlerinin çoğu, anneler ve kız evlatlar a ra sın d ak i nefretten bahsederken, kendi biyom itografisi olan Zami: A New Spelling o f My Name (1982), hem annelik etiğine bağlanm ası, hem de onu sökmesiyle ayrıcalıklı bir yere sahiptir. T an rılara a d a n a n Afrikalı k adına, ölüm öncesi tak ıla n süs­ ler yerine kendi adına konuşm a hak k ın ın verilm esini isteyen Lorde, annesin­ den devraldığı kadınlık m ira sın ı haksızlığa k a rşı am a iyi b ir kız evlat olarak edebiyatla dönüştürm ek ister. Kendini, A frika-A m erika edebiyatı içinde Karayip A daları anneleri ve k ızları edebiyatı o lara k anılan geleneğe dahil ede­ rek, “siyah, fem inist, lezbiyen anne şair” kim liğini benim ser. A drienne R ich’in "siyah, kadın, evlat, lezbiyen, fem inist, anne, hayalpe­ rest, kâbusum su, yabanıl ve som şiirlerin iyileştirici bü y ü cü sü ” sözleriyle Cogito, sayı: 65-66, 2011

315


3 1 6 : Hande Öğüt

övdüğü Lorde, ırkçılığa dayalı cinsel b a stırm a la r ile cinsiyetçi bakışı, mo­ dern d ü n y an ın k adın so ru n u içine yerleştirdiği bireysel sesiyle eleştirir. Kar­ la H am m ond’la bir söyleşisinde lezbiyenliğini, tutkulu bir aktivizm in yanı sıra k a d ın la r arasın d a var olan, cinselliğin ötesinde bir aşk o larak tan ım la­ yan Lorde, lezbiyenliğin cinsellik boyutuna indirgenerek bir aşağ ılam a ve fe­ tişizm aracı haline getirilişine öfkelidir. Bu indirgem eci “seksüel terim lerle' örülü b a k ışa karşılık, lezbiyen bilincinin ciddi an lam d a b ir p a rç a sı olmasını istediği tensel b ir erotizm i ve "siyah kız k ard eşlik ” kavram ını önerir. “An O pen Letter to M ary Daly” (1984) başlık lı denem esinde, siyah ka­ d ınları savaşçı ve tan rıça o lara k betim lem ek yerine kurban olarak tan ıta r M ary Daly’ye ve Gyn/Ecology ye saldıran Lorde, A frika ta n rıç a la rın ı, beya 2 bir kadın ş a irin Eski Y unan ya da H ıristiyan ta n rıç a la rın ı bulabileceğinden daha güç verici buluyordu. E serlerini Afrika’daki mitlerle, kendi atasal yur­ du D ahom ey’in mitleriyle, “z a m a n gerilim i” dediği tekniğin üzerine yerleşti­ ren Lorde b a şta olm ak üzere pek çok siyah lezbiyen, Blues ve ru h a n ilik ile iş­ birliği y a p a ra k yeni bir d ilin keşfini araştırd ılar. Birçok siyah fem inist eleştirm en için bu eleştiri Afrika m erkezli bir ba­ kış açısını tanım lam aya dayanır, Afrika m erkezli düşüncenin B atılı düşün­ ce fo rm ların a b ir karşı çıkışı olarak işlevselleşir. A frika m erkezcilik; Afrika dinlerine, siyah toplum ların değerlerine ve diline, sözlü edebiyatın, kültürün ve toplum sal aktivitelerin k arşılık lı dayanışm asına ve özellikle de anneliğin kültürel önem ine dayanm aktadır. Lorde’u n edebi gelenek içinde yaptığı dev­ rim i izleyen Alice W alker “w om anist” (kadıncı) terim ini, fem inist terim in­ den ayrı olarak, Afrika m erkezciliğini kutlam ak ve daha geniş b ir kadınlı! resm inin ortaya çıkm asını sağlam ak için In Search o f Our M others’ Gardens. W omanist Prose (1983) adlı şiir külliyatında k u lla n ır ilk kez. Terim e duyulan ihtiyacın, ev alan ın d an çalışm a a la n ın a yönelm ek gibi sosyal değişim leri sa­ vunan özellikle beyaz k a d ın la r tara fın d a n yönlendirilen ilk fem inist h a re ­ ketlerden doğduğunu belirtir. W alker’in eleştirel bakışı, siyah eleştirm enle­ rin kendi "eleştirel öykülerini” nasıl adlandırıp kontrol edebileceklerine daiı önemli b ir örnektir. K adın im ajların ın çoğu, A frika sözlü edebiyatı ve m it­ lerden ortaya çıkm ıştır W alker’in; w om anist’in, Yorübâ tan rısı O sun ile bağ­ ları vardır. R om anları ve eleştirel m akaleleri, siyah kadın sa n atç ıla rın rolü sanatçılar, siyah toplum lar ve siyah ta rih i a ra sın d ak i bağlantı, m it ve siyah k ü ltü rü n zenginliğini farklı dilleri yan yana getirerek ortaya koyan W alker rom anı siyasi ve teorik savlarına evsahipliği yap an farklı bir m odel olara! Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

yapılandırır. The Temple o f My Familiar (1989), farklı şivelerle k o n u şan in san ­ ların a n la tıla rın ı tarih, otobiyografi ve rü y a la ra gönderm e y ap arak birleşti­ rir am a k a d ın vücudunu, lezbiyen tecrübeleri, han g i bakış açısın d an olursa olsun cinselliği gösterm eyi reddeden bir eserdir.

Lezbiyen sadomazoşizmi G eçm işten bugüne, gerek akadem ide, gerek lezbiyen fem inist topluluk ve ko­ m ünlerde, k u ram lard a, k u rm a c ala rd a en büyük so ru n sallard an biri de lez­ biyen cinselliği olm uştur hiç kuşkusuz. 70’lerde lezbiyenliğin önem li k rite­ ri değildi cinsellik. Judy G rahn, “Öcü K adın Lezbiyen” (1970) m akalesinde "Seks saplantısı olan erkekler, lezbiyenlerde seks saplantısı olduğuna in a n ı­ yorlar. Oysa tü m diğer k a d ın la r gibi lezbiyenlerin saplantısı aşk ve sadakat­ tir ” derken, N ina Sabaroff d a benzer bir söylem kullanıyordu: Bizim istedi­ ğimiz salt “iyi seks” değil, iyi dostluk, iyi iş, iyi eğitim dir...” D önem in şairlerinden E lsa Gidlovv (1898-1986) da aynı fikirdeydi. Lezbi­ yen kişiliğin güçlü bir p a rç a sın ın diğer k a d ın la ra yönelik b ağlılık ve sevgi olduğunu söylerken lezbiyenliğin kad ın lara k a rşı erotik yakınlığı içerdiğini ancak yine de birbirleriyle h içb ir zam an cinsel ilişkiye girm em iş pek çok lez­ biyen kişilikli kad ın ın olduğunu vurguluyordu. Sadece cinsel kim likler o larak algılanm am ak, fem inizm le ara ların d ak i düşünsel-tarihsel bağı zayıflatm am ak ve bu konuda konuşup heteroseksüel erkekleri “ta h rik etm em ek” için kendi a ra la rın d a bile erotik y a şan tıla rın d a n çok az b ah sed en cinsel a n la m d a m u h afazak âr fem inistler, eşcinsel ya da h e­ teroseksüel, baskı-itaat u zlaşm asın a dayalı cinsel ritüellerin uygunsuz oldu­ ğunu ve fem inist özgürlük hareketine ihanet ettiğini söylüyorlardı. Lezbiyen kad ın ın cinsel h a z la rı üzerine pek fazla söylem üretilm eyişi, kadın-erkek ayrım ı üzerinden cinsel farklılığın gözardı edilm esidir. E lin Di­ am ond cinsel farklılığın cinsiyetler arasın d ak i çatışm alar ile eşan lam lı bir ifade olarak değil de, cinselliğin kendi içindeki farklılığına olası b ir gönder­ me olarak algılanm ası gerektiğini; zira cinsel farklılığın toplum sal cinsiyet kim liğinin iki kutuplu k a rşıtlık la rın ın dengesini bozan bir u n s u r olduğunu belirtir. Lezbiyenliğin cinsel boyu tu n u olum layan b ir erotik arayışa proleter lezbiyenler sah ip çıktılar ve kökten belirlenm iş b ir lezbiyen cinsellik geliştirm e­ yi am açladılar, beli hooks’a göre “fem inist h a rek etin altını oyan asıl tu tu m ”, bütün k a d ın la rın kendilerini en çok tatm in ettiğini düşündükleri cinsel p ra ­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

317


3 1 8 : Hande Öğüt

tiği tercih etm e hak k ın a saygı duym ayı reddeden b u katı yargılardı: “İki k a d ın ın cinsel an lam d a birbirleriyle ne yapabileceğini h içbir zam an anlam ayan, b aşk a bir k a d ın ı cinsel anlam da h içbir zam an arzulam ayan am a bir k a d ın ın lezbiyen ya d a biseksüel olm ayı seçme hak k ın ı savunacak birçok k ad ın var. Aynı destek, birçok kadına ya d a in san a hitap etm eyen cin­ sel eylemler içinde bulunan lezbiyenlere ve heteroseksüel k a d ın lara da verile­ bilir. Lezbiyen sadom azoşizm inin m u h afazak âr fem inist eleştirisinin altın­ da hom ofobi yatm aktadır.” Eğer herhangi bir kadın, lezbiyenlerin kabul edilebilir sayılm ak ve hete­ roseksüel k a d ın la rın rah a t hissetm esini sağlam ak için katı ahlaki sta n d a rt­ lara uyulm ası gerektiğini düşünüyorsa hom ofobiyi sürdürüyor demektir. Kim i lezbiyenler, iki p a rtn e r arasın d ak i “ik tid a r farkı” üzerinde tem ellen­ m iş bir cinselliğe ve sadom azoşist bir lezbiyenliğe açıkça sahip çık m ak ta te­ reddüt etm ezler. Presence and Desire: Essays on Gender, Sexuallty and Perfor­ mance (1993) adlı çalışm asında Jill Dolan, süregelen pornografi k arşıtı femi­ nist söylem in erotik lezbiyen tasvirleri sansürleyişini eleştirir. Lezbiyen ka­ dın hazza u laşm ak için penetrasyona başv u rm ak sızın (örneğin sadom azo­ şist p ratikler vb) sayısız yol seçebilir. Haz ilkesini reddeden, cinselliği yalnız­ ca ürem eye yönelik bir biyolojik faaliyet addeden O rtodoks düşünceyi en çok rahatsız eden şey de cinsel ed im in hazza yönelişi, m uğlak yönü ve perform a­ tif bedensel direniş pratiklerini çoğaltm a im kânıdır. 2000’li y ıllar itibariyle pasif arzuyu yıkarak olum layan lezbiyen cinselliği edebi eserlerde ve sinem a film lerinde yer alm aya başladı. Ana akım ve politik lezbiyenliğe karşı lezbiyen sadom azoşizm i teşvik etm ek için çalışan Pat Califia ve Joan N estle’nin yanı sıra Teresa de L auretis’in kadınlar a ra sın d ak i ar­ zuyu, kadın kimliğiyle özdeşleşm iş dişil bağ o larak görmekle yetinm eyip cin­ sel boyutu da işe katarak, lezbiyen arzuyu fetişizm bağlam ında açıklayan ça­ lışm aları litera tü rü hayli sarstı. Perform ans u n su rla rın ı lezbiyen fantezinin gösterenleri olarak değerlendiren De Lauretis, lezbiyen m askelem esinde top­ lum sal cinsiyet ile perform ans arasın d a apaçık biçim de yer alan ve görünür olan boşluğa vurgu yaparak b u n u “hayalleştirm e” etkisi olarak tan ım lar. Lacancı psikanalizde dişillik m askelem esi heteroseksüel erkeklere h itap etmek­ tedir, böylelikle cinsel farklılık düzeni yeniden üretilm iş olur. De L auretis şu soruyu sorar: “Peki ya bir k a d ın maskelem e eylemiyle bir başka k a d ın a hitap ederse ne olur?” Böyle bir d u ru m d a maskeleme, egem en heteroseksüel düzen içinde telafi edilemez; çünkü k a d ın üstlendiği rolle özdeşleştirilem ez. Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

The Practice o f Love da (1994), sapkınlığı patolojik olm aktan çık ararak lezbiyen cinselliğe d air sapkın arzu ekseninde psikanalitik b ir teori gelişti­ rerek ilk kayıp, iğdiş edilm e ve fallus kavram larını, sapkınlık ve fetişizm ışı­ ğında birkez d a h a okum ayı ö n e rir De Lauretis: "Lezbiyen özne, iğdiş edilm eyi ne reddeder ne de d urum una rız a gösterir.” En b a şta kaybedilen b ir nesne için duyulan sapkın arzuyu im lem ektedir fetiş. M askülen evrendeki fetişleştirm enin çok ötesinde, lezbiyen term inolo­ jide ise fallu stan ve fallusun penise indirgenm esinden ku rtarılır, â şık la r a ra ­ sındaki farkı ve arzuyu belirleyen herhangi b ir nesne, herhangi b ir gösterge olur. Lezbiyen a rzu n u n kayıp nesnesi, yani fetişleştirilen imge dişil bedenin bizzat kendisidir. Lezbiyen fallusu, daha önce b aşk a bir kadına duyulan dişil arzuyu olum suzlayan bir gösterge olarak, z a m a n zam an penis isteği olarak algılatan şey, gerçekte kaybedilm iş, in k âr edilm iş dişil beden isteğidir. İğdiş edilme, k a d ın la rd a k i penis kaybını değil, dişil bedenin kendini kaybetm esi­ ni ve ona erişim in in de engellenm esini tan ım lar. Lezbiyen fetiş, kayıp nes­ neyi telafi ederek onu özne açısın d an mevcut ve erişilebilir bir hale dön ü ştü ­ rür. Lezbiyenlerin erotik açıdan b ir başka k a d ın ın bedenine y a tırım yapm a­ larına izin verir fetişizm. Böylece C hristina R ossetti’nin m askeli ifadesiyle; iki altın kuş yan yana, sarm aş dolaş birleşirler tek yuvada...

Kaynakça/Okuma Önerileri Sylvia Townsend Warner, The Cat’s Cradle-Book, Viking Publications, 1940. Anais Nin, House o f Incest, Swallow Press, 1958. Ti-Grace Atkinson, Amazon Odyssey, Putnam Pub Group, 1974. Jane Rule, Lesbian Images, Garden City N.Y. Doubleday, 1975. Gina Covina, The Lesbian Reader, Barn Owl Books, 1975. Sally Miller Gearhart, The Wanderground, Persephone Press, 1978. Monique Wittig/Sande Zeig, Lesbian Peoples: Material for A Dictionary, Avon Publi­ cations, 1979. Elly Bulkin, Lesbian Fiction: An Anthology, Alyson Pubns, 1981. Elly Bulkin, Lesbian Poetry: An Anthology, Persephone Press, 1981. Adrienne Rich, Compulsory Heterosexuality and Lesbian Existence, Onlywomen Press Ltd, 1981. Barbara Grier, Lesbian in Literature: A Bibliography, Naiad Press, 1981. Elsa Gidlow, Sapphic Songs: Eighteen to Eighty, Naiad Press for Druid Heights Bo­ oks, 1982. Audre Lorde, Zami: A New Spelling o f My Name-A Biomythography, The Crossing Press, 1982. Cogito, sayı: 65-66, 2011

319


320 : Hande Öğüt

Rita Mae Brown, Ruby fruit Jungle, Bantam Press, 1983. Joyce Cheney, Lesbian Land, Word Weavers, 1985. Monique Wittig, The Lesbian Body, Beacon Press, 1986. Catharine R. Stimpson, Where the Meanings Are: Feminism and Cultural Spaces, Routledge Press, 1989. Mary Daly, Gyn/Ecology: The Metaethics o f Radical Feminism, Beacon Press, 1990. Radclyffe Hall, The Well of Loneliness, Anchor Press, 1990. Bonnie Zimmerman, The Safe Sea o f Women: Lesbian Fiction 1969-1989, Beacon Press, 1991. Jill Dolan, The Feminist Spectator as Critic, University of Michigan Press, 1991. Gertrude Stein, Alice B. Toklas’in Özyaşamöyküsü, Çev.: Nesrin Kasap, Metis Yayınları, 1992. Monique Wittig, The Straight Mind, Beacon Press, 1992. Sheila Jeffreys, The Lesbian Heresy, Spinifex Press, 1993. Mary Daly, Beyond God the Father: Toward a Philosophy o f Women's Liberation, Bea­ con Press, 1993. Teresa De Lauretis, The Practice o f Love: Lesbian Sexuality and Perverse Desire, Indi­ ana University Press, 1994. Djuna Barnes, Geceyi Anlat Bana, Çev: Aslı Biçen, Ayrıntı Yayınları, 1994. Irene Reti, Valerie Jean Chase, Gloria Anzaldua, Becky Birtha, Irena Klepfisz, Ju­ dith Barrington, Garden Variety Dykes: Lesbian Traditions in Gardening, HerBooks, 1994. Jill Dolan, Presence and Desire: Essays on Gender, Sexuality, Performance (Critical Perspectives on Women and Gender), University of Michigan Press, 1994. Colette, O Zevkler, Çev: Bülent Boysan, İletişim Yayınevi, 1995. Adrienne Rich, O f Woman Born: Motherhood as Experience and Institution, W.W.Norton & Company, 1995. Lillian Faderman, Erkek Aşkının Ötesinde, Rönesanstan Günümüze Kadınlar Arasın­ da Romantik Dostluk ve Aşk, Çev.: Zülal Kılıç, Göçebe Yayınları, 1997. Mary Daly, Pure Lust: Elemental Feminist Philosophy, Women’s Press, 1998. Anja Meulenbelt, Utanç Bitti, Çev.: İlknur Îgan, Ayrıntı Yayınları, 1999. bell hooks, Ain’t I a Woman: Black Women and Feminism, South End Press, 1999. Margaret Fuller, Woman in the Nineteenth Century, Dover Publications Inc., 1999. Lillian Faderman, To Believe in Women: What Lesbians Have Done For America-A His­ tory, Mariner Books, 2000. Bonnie Zimmerman, Lesbian Histories and Cultures: An Encyclopedia, New York Garland Publishing, 2000. Audre Lorde, The Collected Poems o f Audre Lorde, W.W. Norton & Company, 2000. Colette, The Pure and The Impure, New York Review Books Classics, 2000. Susan Griffin, Woman and Nature: The Roaring Inside Her, Sierra Club Books, 2000. Barbara Smith, The Truth That Never Hurts: Writings on Race, Gender, and Freedom, Rutgers University Press, 2000. bell hooks, Feminizm Herkes İçindir, Çev.: Ece Aydın, Berna Kurt, Şirin Özgün, Aysel Yıldırım, Çitlembik Yayınları, 2002. Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri

Cherrie Moraga-Gloria Anzaldua, This Bridge Called My Back: Writings by Radical Women o f Color, Third Woman Press, 2002. Maggie Humm, Feminist Edebiyat Eleştirisi, Yay. Haz.: Gönül Bakay, Ed. Gamze Va­ rım, Çev.: Kolektif, Say Yayınları, 2002. Alice Walker, In Search o f Our Mothers Gardens: Womanist Prose, Mariner Books, 2003. Alice Walker, In Love&Trouble: Stories o f Black Women, Mariner Books, 2003. Sheila Jeffreys, Unpacking Queer Politics: A Lesbian Feminist Perspective, Polity Press, 2003. Violette Leduc, LA Batarde, Dalkey Archive Press, 2003. Alice Walker, The Color Purple, Mariner Books, 2006. Ingeborg Bachmann, Otuzuncu Yaş, Çev.: Kamuran Şipal, Yapı Kredi Yayınları, 2006. Charlotte P. Gilman, Kadınlar Ülkesi, Çev.: Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, 2007. Judith Butler, Taklit ve Toplumsal Cinsiyete Karşı Durma, Çev.: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2007. Judith Butler, Cinsiyet Belası, Çev.: Başak Ertür, Metis Yayınları, 2008. Martin Duberman, Stonewall İsyanı, Çev.: Ceren Günger, Agora Kitaplığı, 2008. Amy Lowell, Pictures o f the Floating World, BiblioBazaar Publications, 2008. Marilyn French, Kadınlara Mahsus, Çev.: Armağan İlkin, E Yayınları, 2009. Helene Hirata, Françoise Laborie, Eleştirel Feminizm Sözlüğü, Çev.: Gülnur AcarSavran, Kanat Kitap, 2009. Frederic P. Miller, Agnes F. Vandome, John McBrewster, Lesbian Feminism: Rita Mae Brown, Charlotte Bunch, Adrienne Rich, Audre Lorde, Marilyn Frye, Mary Daly, Sheila Jeffreys, Monique Wittig, Queer Theory, Alphascript Publishing, 2009. Alice Walker, The Temple o f My Familiar, Mariner Books, 2010. Christina Rossetti, Goblin Market, The Prince's Progress, and Other Poems, Qontro Classic Books, 2010. Sue-Ellen Case, Feminizm ve Tiyatro, Çev.: Ayşan Sönmez, Boğaziçi Üniversitesi Ya­ yınevi, 2010.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

321


Gelecek, Çocuk Oyunu: Queer Kuram, Özdeşleşmeme ve Ölüm Dürtüsü LEE EDELMAN

Girizgâh olarak, son zam an lard a m eydana gelen, küçük çaplı ve kam uoyunu uzun boylu m eşgul etmeyen politik bir ih tilaftan söz etm ek istiyorum . Bası­ n ın öne ç ıkardığı skandal niteliğindeki bin bir çeşit olay gündem deyken ABD y u rtta şla rın ın bu konuya kafa yorm aya istekli olm am a hakkı var. New York Times ta yayım lanan bir m akaleye göre, B aşkan ve Bayan Clinton’la ilişkili ve k âr am acı gütm eyen bir organizasyon olan Ad Council ta ra fın d a n sponsor­ luğu üstlenilen b ir dizi kam u hizm eti duyurusu “nerede siyasetin bitip kam u hizm etinin b aşlad ığ ın a d a ir bazı soruları tartışm a y a açıyor(du)”. B u tanıtıcı reklam lar her ne k ad ar kısa b ir süreliğine ve beklenm edik bir şekilde m edya­ n ın ilgisini üzerine çekm iş olsa da, söz konusu “s o r u la r ı tartışm aya açan ki­ şiler, bu sayede B aşk an ın im ajının perçinlenebileceğini ve haberler B aşk an a doğası gereği siyasi olm ayan b ir rol biçtiği sürece siyasi nüfu zu n u n güçlene­ bileceği korkusu etrafında yoğunlaşıyordu. B aşk an ı, Times m kullandığı ifa­ deyle “endişeleri olan, çalışkan b ir ebeveyn” ve kendilerini koruyam ayan ço­ cukların iyiliği için u ğraşan b ir insan olarak ta n ıtm a k la "Amerika’n ın Ço­ cukları İçin Hep Birlikte” kam panyası adına yapılan bu duyurular, C um hu­ riyetçi m edya d an ışm an ı Alex Castellanos’un korktuğu üzere, A m erikalı seç­ m enin n a z a rın d a ahlaki itib arın ın yükselm esine neden olabilirdi. Times ga­ zetesinin sayfalarında esip gürleyen Castellanos, "K arşım ıza ta m b ir baba Cogito, sayı: 65-66, 2011


Gelecek, Çocuk Oyunu: Queer Kuram, Özdeşleşmeme ve Ölüm Dürtüsü

portresi çıkarıyorlar, onu ba b a ayıcık, politika h a n e sin in direği o larak sunu­ yorlar. B aşka ne bu kad ar işine yarayabilir ki?” diye d ert yanıyordu.1 Ancak kam uya çocuklarla ilgilenen bir ebeveyn olarak sunulm asında işine en çok yarayan, bu türden b ir su num un siyasetin alan ın d an bağımsız olduğu­ na d air m utabakattır; aslında bu kam u hizm eti d uyuruları her ne k a d a r süregiden bir politik kam panyayı akla getiren (“Biz çocuklar için m ücadele veri­ yoruz. Siz k im in tarafm d asm ız?”) retorik b ir gösterişle sonuçlansa da, bu re­ toriğin am acı ta m da m eselenin yalnızca tek b ir ta ra fı olduğunu gösterm ek­ tir. Böylesi açıkça m alum u ilan eden bir tek tara flılık (tartışm asız kabul edil­ m iş bir kültürel değerin, m asum iyeti savunulm ayı bekleyen b ir çocuk figürü­ nün içine sıkıştırılm asının olum lanm ası) tam d a kam u hizm eti reklam larıyla daha uçucu olan politik ikna söylemi arasındaki ayrım ı ortaya koym akta. Bu noktada, ikisini de ezici ve tehlikeli biçimde politik kılanın tam d a bu olduğu­ nu düşündüğüm ü belirtm ek isterim : Sözünü ettiğim politiklik, m edya d an ış­ m an ın ın im a ettiği gibi tara fg ir bir m ana değil, çok daha sinsi b ir an lam ta ­ şıyor. Çocuk im gesine k arşılık gelen evrenselleştirilm iş fantezi, bizzat “poli­ tik ” olanın düşünülebildiği yapıları zorlayarak şekillendirdiği sürece politik­ tir. Çünkü, her ne kad ar uygulayıcılarının b ir kısm ı d ah a arzu edilebilir bir toplum sal düzen kurm ak u ğ ru n a radikal ara ç la ra başvursa da, politika adı verilen şey kaçınılm az olarak b ir toplum düzenini olum lam ak üzere işlemek­ tedir; toplum sal gerçekliği edim selleştirm ek u ğ ru n a çeşitli stratejiler belirle­ yip bu gerçekliği geleceğe a k ta ra ra k içindeki çocuğa m iras bırakm ayı am aç­ lar. Bu du ru m d a, "çocuklar için m ücadele” etm iyor olm ak neyi gösterm ekte­ dir? Taraf tu tm ak demek kaçınılm az olarak kişinin “çocuk’u tak ın tılı bir bi­ çimde düşlediği geleceğin ayrıcalıklı simgesi haline getiren politik b ir yapı­ n ın ta ra fın d a olm ak a n lam ın a geliyorsa, öteki " ta ra f”ı tu tm an ın yolu nedir? M akalem in ilerleyen kısm ında, hayatım ızın h er alan ın ı işgal eden çocuk m ecazını politik istikbale atfedilen evrensel b ir değer figürü o larak sunan politikayı sorgulam ak ve k a rşısın a bu tü rd e n b ir politikanın yapısal belir­ leyicilerine m uhalefet yapabilecek, d ah a b aşk a b ir deyişle m uhalefet m an tı­ ğına m u h alif olabilecek im kânsız bir queer m uhalefetlik projesi konum lan­ dırm ak istiyorum . Çelişkili görünen bu ifade, bilhassa m uhalif olm akla ta ­ n ım lan an kim liklerin tözelleştirilm esinin yanı sıra, politikanın ta rih i a n la ­ m ın kendini zam an içinde kendi olarak açığa v u rd u ğ u bir anlatıya dönüştür1 Bennet, James, “Clinton, in Ad, Lifts Image of Parent”, New York Times, 4 Mart 1997, New England Baskısı, A 18.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

323


324 ¡ Lee Edelman i

g

me fantezisine karşı bir diren iş kuvveti (queer k u ram alanındaki çalışm alar rı özü itibarıyla sapkın olan direniş) aşılam ayı am açlam aktadır. Politik is| tikbale ilişkin bu m ecburi in a n ışa direnm eye çabalarken, bu tü rd e n b ir diÎ renişin, politikaya özgü bir d av ran ış sergileyerek anlam a bir nevi diyalekt tik erişim sağlayacağına d a ir um u d u da hepten reddetm ekle am acım , polfc tikanın d aim a b ir gösterene a it olduğunu ve queer k u ram ın egem en kültürel m antığı yeniden üretm ek ü zere girişim de b u lunurken anlam lam ad ak i değir şimlerle a ra sın d a kurduğu biçim sel ilişkiyi asla gözden kaybetm em esi gerek-; tiğini vurgulam ak. Hikâye a n la tım ın ın nerede başarısızlığa u ğ rad ığ ın ı an­ latan bir hikâye olarak tanım layabileceğim iz queer kuram , bu başarısızlığın değerini ve yü k ü n ü kendi üzerin e alarak, b a n a kalırsa, anlatısal gerçekleş­ tirm e ve gerçeklik duygusunu yitirm enin [derealization] birbiriyle iç içe geç­ tiği im kânsız "öteki” tarafı işgal etm ektedir. M akalem in geri k a la n kısm ın­ da bu önerm enin anlam ve içerim lerini açıklam aya gayret edeceğim , ancak bundan evvel politika ile göstergenin politikası arasın d ak i bazı bağ lan tıların gözden geçirilm esi gerektiği kanaatindeyim . L acan’ın simgesel terim iyle adlandırdığı göstergesel ilişkiler ağı gibi, po­ litika da in sa n la r olarak deneyim lediğim iz toplum sal gerçekliğin düzlem i olarak işlev görebilir, ancak yalnızca bizi bu gerçekliği bir fantezi biçim in­ de deneyim lem ek d u ru m u n d a bıraktığı sürece: Fantezi, tam da bu türden bir biçim, b ir düzen ve bir organizasyondur; b ire r özne olarak kim liğim i­ zin istik ra rın ın ve bu kim liklerin bize ta n ın a b ilir b ir biçimde yansıtıldığı kültürel y ap ıların devam lılığının garantisidir. İn sa n deneyim inin m addi ko­ şulları aslında h er ne k ad ar farklı politik perspektiflerin sahip olduğum uz kolektif gerçekliğe isim koym a ve bu sayede gerçekliği şekillendirm e erkini elde etm ek için birbiriyle y arışm asın d an kay n ak lan an çeşitli çelişkilerin et­ kisi altında olsa da, söz konusu perspektiflerin tem sil ettiği toplum sal görüş­ ler arasın d ak i bu bitm ek bilm ez m ücadelede o rta k b ir niyeti ifade etm ekte­ dir: Kendini belirli bir fanteziye libidinal olarak karşılık gelen gerçeklik ola­ rak ku rm ak ve bu yolla gösterenin düzeninde üretilen simgesel “gerçeklik”in özündeki boşlukla travm atik b ir biçim de yüzleşm enin önüne geçmek. Di­ ğer bir ifadeyle: Muhayyel ilişkilerin, yani benliğin varoluşsal b ir tam lığın (bundan kastım , geçmişe dönük b ir şekilde konum landırılm ış ve dolayısıy­ la daha b a şta n kayıp olduğu söylenebilecek farklılaşm am ış bir mevcudiyet) keyfini sürd ü ğ ü yolundaki yanlış tanım aya (misrecognition) d a ir b ir anlayı­ şı an ım sa ta n ilişkilerin, gösterenin izni dahilinde simgesel tatm in için birbiCogito, sayı: 65-66, 2011


Gelecek, Çocuk Oyunu: Queer Kuram, Özdeşleşmeme ve Ölüm Dürtüsü

riyle m ücadele ettiği tem elin belirleyicisi, politikadır. Sadece gösterenin dolayımıyla b u m uhayyel ilişkileri dile getirebiliriz a m a b u n u da d a im a b u iliş­ kilerin gerçekleşm esini olanaksız kılan m esafeyi koyarak yapabiliriz: Tam da dilsel sistem in yapısından kaynaklanan ertelem e ve dolayım lar zinciri­ nin özünde v ar olan bir m esafedir söz konusu olan. Gösteren, sim gesel bir biçimde b ire r özne olarak k u ru lu şu m u za d a ir y ab an cılaştıran ve anlam sız bir işarettir, diğer bir deyişle, a n la m çerçevesinde tabi k ılın arak özneleştirilişim izin işaretidir; gösteren, d a im a Ö tek in in düzeninde, yani b a şk a b ir yer­ den dile getirilen b ir toplum sal ve dilsel gerçeklik düzeninde ikam et etm e­ mizi sağlayandır; gösteren, kendim izi bulm am ızı sağlıyorm uş gibi görünse de yaptığı bizi an lam a dahil etm ekten ibaret olan ve bize hiçbir z a m a n tam anlam ıyla özdeş olam ayacağım ız bir tü r vaat içeren b ir kim lik bahşedendir; çünkü biz, gösterenin özneleri o larak ancak b ire r gösteren olabiliriz: Ancak özne olarak kendim izi (bizi ikiye bölen ve b u n u n sonucunda ortaya çık a n ya­ rığı kapatm ak için) y ak alam an ın peşindeyizdir. O halde politika bu süreçle­ rin adını, toplum sal öznenin d ışa rıd a olanla özdeşleşip onu daim a ertelenen m evcudiyetinin b ir parçası halin e getirerek bütünleşm e koşullarını sağlam a alm aya çabalam ası sayesinde koym aktadır. Dolayısıyla simgesel dahilindeki politika eğer d aim a simgeselin politika­ sıysa ve geleceğin gerçekliğine yönelik ve onun a d ın a işliyorsa, gerçekleştir­ meyi um duğu vizyonun kökleri m uhayyel bir geçm iştedir. Bu, p o litikanın arzu n u n geçiciliğine, a rz u n u n kaçınılm az tarih selliğ i (anlam b etilerin in dü­ ğüm düğüm birbirine eklenip yer değiştirerek ilerlemesi; gösterenin, nafile yere de olsa, k u rd u ğ u öznenin içindeki yarığı doldurabilm e um uduyla ü re tti­ ği yoğun m etaforik yatırım noktaları) olarak adlandırabileceğim iz şeye ayak uydurduğu a n la m ın a gelmekle kalm az, aynı z a m a n d a politikanın b ir a n la ­ tıya çevirilebilm esinden, teleolojik tem silinden ö tü rü a rzu n u n geçiciliğini yansıtan b ir ad olduğunu d a gösterir. Politika, diğer bir ifadeyle, a n la tın ın kurgusal form unu ku llan arak d ışavurm a ve biçim lendirm e yoluyla libidinal pozisyonların üstbelirlenim leri ile sim geselin y o ru m lam a ve anlam -üretm e m antığınca asim ile edilem eyen d ü rtü lerin b a stırılm a sı olanaksız gücünden kaynaklanan psişik savunm alardaki tu ta rsız lık la rı sıra sıra b ire r alegoriye d ö n ü ştü rü r ya da d ah a k a rm a şık bir hale sokar. D ürtüler, an la m la m a ta ra ­ fından engellendiği için d ışarıd a, ötede k alm ak ta ısra r eden şeyin istik rara karşı tehdit o lu ştu ran gücünü b a rın d ırır. A nlam ın kaçırdığı şeyin yerini tu ­ tan dürtüler, b ü tü n aptallığı ve anlam sal kofluğuyla gösterenin gösterm e dü­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

325


326 : Lee Edelman

zeninin tem elinde indirgenem ez boşluğu m uhafaza edişi ve aynı zam anda bu boşluğu görünm ez kılm asıyla aynı yolu izler. K ısacası, politika, bize tarih olgusunu, kesintisiz olum suzlam a ve gerçekliğin yeniden inşa edilm esi yo­ luyla kendini gerçekleştirm e rü y asın ın gerçekleştiği b ir zem in olarak sunar; ancak bunu yaparken, m alzem e olarak kullandığı geleceğin aslında hayali b ir geçmişe ait olanaksız bir yer olduğunu ve bu yerde simgesel düzenin gös­ term e sistem inin özünde yer a la n ertelem e olgusunun b u lu n m adığını gizler. O halde evrensel öznenin post-K antçı dönem inin politikanın fig ü rü ola­ rak ku llan ılm asın a pek şaşm am alı, k a ra r verilem ez biçim de geçm işe u zanan istikbal figürü, yani bildiğim iz çocuk imgesi olm asına da. Philip Aries, Law­ rence Stone ve Jam es K incaid'in de ara ların d a bu lun d u ğ u birçok akadem is­ yenin ç a lışm a la rın ın da açıkça gösterdiği üzere, tarih sel bir k urgu olarak duygusallaştırılm ış kültürel özdeşleştirm eler için biçim sel b ir ardiye vazifesi gören çocuk, bizim için artık toplum sal düzenin n ih ai am acının itelos) tim sa­ li haline gelm iştir ve kutsallaştırılm ış çocuk figürü için bu düzenin daim i bir güven içinde sürdürülm esi farzdır. Ancak zorlayıcı b ir nitelikle evrenselleş­ mesiyle, bu imge, politik söylemi (asla simgesel d u ru m u n u kabul ya da bu du­ ru m a hitap etm em ize izin verilmeyen) kolektif b ir istikbal gerçekliğini peşi­ nen kabullenm eye sevk ederek disiplin altına alm aya yarar. Delacroix’m n bizi devrim ci u m u d u n cesur yeni dünyasına çağıran, çıplak memesiyle her baka­ nı ona sahip olan sütten kesilm em iş çocuğa dö n ü ştü ren ikonik Ö zgürlük im ­ gesinden Sefillerin logosunda yer alan ve m ega-m üzikalin " p o litik a sın ı ufak çapta ca n la n d ıra n aynı şekilde evrenselleştirilm iş kim sesiz çocuk resm ine, a rtık ne politikayı geleceğe d a ir b ir fantezi olm aksızın ne de geleceği çocuk figüründen bağım sız algılayabilecek durum dayız.

!

B undandır ki, örneğin P.D. Jam es, rom anı The Children o f M en d e görü­ nürde insan ırk ın ın ürem e yeteneğini tam am ıyla yitirdiği b ir geleceğin top­ lum sal etkilerini tahayyül etm e çabasına girer. R o m a n ın ın anlatıcısı biyolo­ jik talih in tersine dönm esini, ta h m in edilebileceği üzere, y irm in ci yüzyıl so^ nundaki dem okrasilerde cinsel değerlerde bir b u h ra n yaşan d ığ ı varsayımı^ n a bağlam akla kalm az -"S inem ada, televizyonda, k itap lard a, h ay atta por­ nografi ve cinsel şiddet giderek d a h a fazla ve d a h a açık b ir şekilde yer almaii ya başlam ış, b u n a karşılık B atı’d a giderek d ah a az sevişir, d a h a az çocuk ya^ p a r olm uştuk”2 şeklinde a ç ık la r- aynı zam anda fan ta zm a tik istikbal olaral^ 2 James, P. D., The Children o f Men, New York: Warner Books, 1994, s. 10.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Gelecek, Çocuk Oyunu: Queer Kuram, Özdeşleşmeme ve Ölüm Dürtüsü

çocuk a y atırım ım ızı kontrol eden ideolojik m alu m u ilam ı da dile getirir: "kendim iz için değilse de ırkım ız için gelecek k u şa k la ra d a ir bir u m u t olm a­ dan, ölüyor olsak da yaşam aya devam edeceğim izden em in olm adan” diye devam eder anlatıcı, “b ü tü n zihinsel ve duyusal h a z la r zam an z a m a n b an a kalıntıları enkazım ızın dibinde birikm iş acınası ve u n u fak olm uş b ire r kanıt gibi geliyor.”3 B urada "Çorak Ülke’ye belli belirsiz b ir gönderm ede b u lu n u r­ ken, Vivienne E liot’ın “M adem çocuk istem iyorsun, o halde niye evleniyor­ sun?” dem esi iyi bilinen bir b a şk a m ısrayı d a h a ak la getirir ve diğer ta ra fta n çocuğun işlevini o rtak gerçekliğim izin yaslandığı seküler teolojinin dayana­ ğı olarak ü re tir (seküler teoloji, hem kolektif a n la tıla rım ız ın a n la m ın ı hem de kolektif a n la m a n latılarım ızı şekillendirir). N eticede "ölüyor olsak da ya­ şam aya devam edeceğim izin” g arantisi olm a görevi sırtın a yüklenen çocuk, sanki doğası gereğiym iş gibi, ta m da doğanın lim itlerini aşm ak ü zere can ­ lı bir doğal ta a h h ü t olarak tasav v u r edildiğinde, The Children o f M e n in an ­ latıcısının ürem eye katkısı olm ayan “zihinsel ve duyusal h a z la r” d a n irkili­ şi bu d u ru m u n yol açtığı p a th o s u açığa çıkarır. B u tü rd e n keyiflerin hepsi­ ne birden yansıtm alı biçim de “acınası” bir nitelik atfedip b u n u n k a rşılığ ın ­ da “gelecek ku şa k la ra d air b ir u m u t” yokken h az peşinde koşturm ayı ho r gö­ ren ve “k a lın tıla rı enkazım ızın dibinde biriken acınası ve u n u fak olm uş bi­ rer k an ıt” benzeri pek çok ifade kullanm akla, gerçekte çocuğa d a ir fetişçi bi­ çim lendirm eleri ifşa etm ektedir. Aslında, ro m a n ın anlatısal tasav v u ru n u n ne olduğuna d a ir cevabı en iyi m etn in kendisinden alırız: O kum a yazm a bi­ len herkesin ta h m in edeceği üzere, kitabın so n u n d a çorak dünya doğum m u­ cizesiyle yeniden yeşerir. Eğer The Children o f Men in y azarı da tıpkı in sa n tü rü n e ait çocukların anne-babaları gibi hayatım ızın her alanına yayılan, kendinden hoşnut ve yanlış ta n ın m a stratejisini izleyen narsisizm in h e r daim doğum u teşvik eden (pronatalist) m istifikasyonlarına kolayca teslim olm a yoluna gidiyorsa, a n la ­ tıcısının - “hetero” olarak nitelenm eyi tam am ıyla h a k eden b ir ta v ırla - “ü re ­ me am acından tam am en u z a k la şan seksin neredeyse anlam sız, akrobatik bir eyleme d ö n ü ştü ğ ü ”nde4 ısrarcı olm asında şaşılacak ne var? B u n u n anlam ı, tabii ki, heteroseksüelliğe özgü olan ürem enin gerekliliği bahanesi sim geselin cinsel an lam lılık ve erotik ilişkisellik m ekanizm asını işleten a n la m ın ötesin­ deki d ü rtüyü görünm ez kıldıkça, cinselliğin a n lam ı tem sil etm ek üzere yaşa­ 3 Age., s. 13. 4 Age., s. 167.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

327


328 • Lee Edelman

nacağından b aşk a b ir şey değildir. Salt olasılığı d a h i heteroseksüel sekse dair g ü n gibi aşikâr hakikati ortad an kaldırm aya yeten, kültürel bir yük o larak ge­ leceği gösterm e görevini bahşettiği heteroseksüelliğin kendisini anlam lam an ın geleceğiyle döllüyorm uş gibi görünen çocuk, her-an-gerçekleşm ek-üzere gibi duran bir kim likle aram ızdaki özdeşleşm enin önem li bir parçasın ı teş­ kil eder. Simgesel anlam düzenine olan tehdidi in k â r etm ek üzere k urulu b u kimlik, bizi, tatm in i anlam olarak tatm in etmeye yetmeyecek bir an lam ın içinde aram aya yönelten bir a rz u yapısına bağlıdır; “a n lam ” an lam ına geldi­ ği kim likte var olan yarığı kap atm ak ta yetersiz kalır. Politik vizyonların, motive edici am açlarını k ültürel olarak hayatım ızın h er alan ına sinm iş bir istikbal vizyonu olarak (durm aksızın ertelenm esine rağm en) tem sil eden bir simge işlevi gören çocukla ve çocuğa dair bu tü rd en m ecburi bir özdeşleşm enin sonuçları, queer bir m uhalefet politikasının göz önünde b u lu n d u ru lm asın ı zorlaştırıyor olmalı. B u nedenle queer cinsiyetle­ rin talep etm eyi u m u t ettikleri queerlik, politika yapısının tem elini oluştu­ ra n bu d u ru m a k a rşı kararlı bir m uhalefet gösterm eleri sayesinde ortaya çı­ kacaktır; m uhalefetin hedefi, toplum sal özneyi yeniden üretm ek üzere kim ­ lik ve istikbalin izdivacıyla elde edilen simgesel k apanm aya olan fantazm atik istektir. K uşkusuz bu d u ru m u m u h afazak ârlar pek çok liberalden d a h a iyi anlar; çü n k ü m uhafazakârlık toplum sal dokuda rad ik al bir p a rç a la n m a üzerine derinlem esine bir tahayyüle sahipken liberalizm lim itsiz esnekliği dahilinde bir in an c a m u h afazak âr b ir tavırla sım sıkı sarılır. Dolayısıyla sa­ ğın söylemi sü rd ü rd ü ğ ü m ü z ve rollerini benim sediğim iz toplum sal ilişkilere içkin biçimsel m an tık la ra d air d a h a büyük bir fark ın d alık ve ısrar gösterm e eğilim indeyken, solun söylemi sim geselin, anlatısal sekansın ilerleyişi olarak gördüğü tarih le söz konusu biçim sel m an tık ların yerini değiştirerek değişi­ m i yerleşik kılm a kapasitesini d a h a iyi anlam a eğilim indedir. Örneğin, k ü rta jla ilgili süregelen b ir kam panyanın belirli bir yerde y arat­ tığı etkiye bakalım . Pek de uzak sayılm ayacak b ir sü re önce, kü rtajın yasal h a k olm asına k a rşı olanlar Cam bridge, M assachussets’te gelip geçenin bol olduğu bir köşede kiralad ık ları b ir panoya gelişim ini tam am lam ış b ir fetüsün devasa b ir resm in i asarak a ltın a şu basit ve niteliksiz ifadeyi yazm ıştı: “B u bir çocuktur; seçim değil.” B a rb a ra Johnson’ın d a a ra ların d a bulunduğu pek çok eleştirm en, fetüsü bir kişiym iş gibi su n a ra k ona hayat veren m ecaz­ la rın nasıl aynı zam an d a hem k ü rtaj karşıtı polem iklerin ortaya çıkm asına hem de bu polem iklerin güç b u lm a sın a neden olduğuna ve bu sayede pole­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Gelecek, Çocuk Oyunu: Queer Kuram, Özdeşleşmeme ve Ölüm D ürtüsü

m iği sü rd ü ren lerin ta rtışm a n ın nesnesine, yani fetüse b ir şahıs o larak h ita p etmekle m eselenin hukuki yönüne nasıl en başından b ir yanıt h a z ırla d ık la rı­ na d a ir ayrıntılı çözüm lem elerde bulundu. Ne var ki, bu retorik d u ru m a iliş­ kin bir yapısöküm den ziyade (yani, örneğin, nesneleştiren “o” zam iri ile ak­ sini im kânsız kılacak biçim de insanlaştırıcı bir etki y a ra tan "çocuk” nitele­ m esini yan y an a getirerek söylemi parçalam akla, b ir çözüm getirm e v a a d in ­ de bulunduğu kararsızlığı m uhafaza ettiğini, dolayısıyla sözceleme biçim iy­ le dile getirdiği ifadenin hakikatine şüphe d ü şü rd ü ğ ü n ü kaydetm ekten ziya­ de), sözcelem esinin, m uhtem elen kasıtlı olm am akla birlikte, açığa çık ard ığ ı ideolojik h ak ik at üzerine yoğunlaşm ak istiyorum . Eşcinsel b ir ad am ın bunu söylemesi garip gelebilir am a Cam bridge deki bu ilan pan o su n u gördüğüm de b a n a hitap ettiğini düşünerek okudum . Ne de olsa gösterge, ideolojik doğallaştırm a işinin başarıyla yerine getirildiği­ ni doğrulayan aynı m utlak ve görünm ez otoriteyi ark asın a alarak ilahi göre­ vi de ilan ediyor olabilirdi: “Verimli olun, çoğalın.” Tıpkı yalnızca belirli b ir açıdan bakıldığında görülebilen anam orfotik b ir çarpıklık gibi, bu ifadeyle aram daki öznel ilişkinin m eylinden ötü rü slogan, k ü rtaja olduğu gibi queer cinsellik pratiklerine de m uhalif olan ortak çıkarı dile getiren bir m an tık n i­ teliğine b üründü; söz konusu o rta k çıkar, 1997’de A tlanta’da bir lezbiyen b a r ile kürtaj kliniğini bom balayan radikal g ruplarca gayet iyi a n laşılm ıştır (her ne kadar m ecazi b ir kim liğin gerçeğe dönüşm esi şeklinde olsa da). İla n p a n o ­ su, sağ k an at söylem in belirgin hale getirdiği hak ik atlerin bir örneği olarak, sol kanat söylem in gizli kalm asını tercih ettiği şeyi anlam ış durum dadır: Asıl baskı, bizlere birer özne olarak hiçbir anlam lı seçenek bahşetm eyen tah a k ­ küm, kendi istikbalim izi ayrıcalık tan ın m ış b ir çocuk biçim inde kabullen­ mek zorunda bırakılışım ız, dolayısıyla şim diyi özdeşleşm elerim izin çocuğu­ na gebeymiş gibi tahayyül etm ek m ecburiyetinde oluşum uzdadır. Şim di, m e­ safeden, içsel ya rık tan ö tü rü gösterm e düzeni içinde oluşan deliği dolduracak bir anlam a gebedir ve sim geselin "anlam ” m an tığ ın a tabi kılınm am ızla ürer. Hal böyleyken, sol kürtaj lehine sağdan d a h a fazla söz alm ayacaktır; ilan panosunun tekinsiz bir biçim de ifade ettiği gibi, sol kendini tek b ir seçi­ me yaslar. Peki, o zam an k ü rta jı savunacak o lan kim ; kim ürem eye, istik­ bal tahayyüllerine ve dolayısıyla hayata k a rşı b ir d u ru ş sergileyecek? K im "çocuk’u ve b ir şekilde onu çevreleyen im lem e y a rığ ın ı birleştirm e fantezisi­ ni (içten içe kendim izi onları yerine getirm eye m ec b u r hissettiğim izi fark et­ memize engel olduğu sürece, bizi d ü rtü le rim iz in şiddetine karşı k o ru m a gö­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

329


330 : Lee Edelman

revi üstlenen fanteziyi) alaşağı edecek? Cevabın sahibi yine sağ k an attır; qu­ eer cinsel p ratiklerde örtü k gerçek m u h alif p o litikanın (kuşkusuz bizler için çok önem arz ettiğinden ö tü rü engellenen) liberal söylemde, sebatkâr görüş­ melerde, hoşgörü ya da h ak la rd a değil, queer bireylerin -h em toplum sal hem de simgesel açıd an her m a n a d a - sözleşmeyi to p ta n feshetm e kapasitelerindedir. B unun nedeni, sözleşm enin geleceğin gerçeğin geri dönüşüne, dolayı­ sıyla da ölüm d ü rtü sü n ü n a ğ ır basm asın a karşı b ir garanti olm ası üzerine dayalı olm asıdır. Tepki güçlerinden türeyen queer cinsiyetlere d air okum ala­ ra bu nedenle k u lak verm em iz, h a tta düşüncelerim izi bu okum alarla şekil­ lendirm em iz şa rttır. H er ne k a d a r dileğim iz, az so n ra A m erikan Aile Birli­ ği başkanı D onald W ildmon’in sözlerinden yapacağım alın tın ın ortay a koy­ duğu değerler sistem ini tersine çevirm ek olsa da, en iyisi bu m übalağalı laf kalabalığına fazla takılm ayıp b u n u queer m uhalefetin yönelim sizliğine d air b ir uyarı olarak alm ak: "Hom oseksüel hareketi kabul etm ek ya da b u n a kar­ şı kayıtsız kalm ak, idare biçim inin yeniden belirlenm esi ve kendim izin, ço­ cuklarım ızın, to ru n la rım ız ın b ir tan rısızlık dönem inin dibini boylam asıy­ la toplum un m ahvına sebebiyet verecektir. Bu açıdan bakıldığında, tehlike­ de olan asıl B atı M edeniyeti n in tem elidir.”5 Liberal çoğulculuğun s ta n d a rt söylem ini tek rarlam ak üzere bir kez d ah a ağzım ızı açm adan, bir defa daha bizim kinin b aşk a türlü bir aşk olduğunu am a onunkinden farklı olm adığını söylemeden, gösterm elik bir şekilde hem Doğu hem de B atı’daki m edeniyet­ lere nasıl da fevkalade katkılarda bulunduğum uz teranesine yeniden b aşv u r­ m ad an önce, d u ru p bir an dü şü n eb ilir ve Bay W ildm on’in belki de haklı ola­ bileceği sonucuna varabilir m iyiz acaba? Belki de queer kuram ın queer liği ta m da bu şekilde, ürem e üzerine k u ru lu bir istikbale d a ir sarsılm az in an cı­ m ızın tem elini ç atlatarak idare biçim ini yeniden belirlem eyi hedeflem elidir. Tabii ki lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender ebeveynlerin sayısı, k ürtaj karşıtı poster ço cu k ların ın süslediği ilan p an o ların ın boyunu çoktan aşm ış durum da. Lezbiyen, gey, biseksüel, transgender, transseksüel ya da queer ola­ ra k özdeşleşen b ir kişi, yapısı gereği gelecek d ü şü n ü n cazibesine k a rşı koyar, yeniden ürem e isteğini reddeder ya da kendini sim geselin asim ile edici m an ­ tığ ın ın d ışında veya karşısında k o n u m lan d ırır denem eyeceği gibi, bu m a n ­ tığ ın dışında durabileceğim iz herhangi bir temel de m evcut değildir. Ancak, 5 Wildmon, Donald, "Hope ’97 Tour to Counter Pro-Homosexual Philosophy in American Cul­ ture”, American Family Association Alert, htlp.V/www.cfnweb.com/headJine.htm (Erişim ta­ rihi: 25 Şubat 1997)

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Gelecek, Çocuk Oyunu: Queer Kuram, Özdeşleşmeme ve Ölüm Dürtüsü

ister m uhalif olsun ister yandaş, politika kendini h içbir zam an esas kim lik­ lere yaslam az; onun yerine kim liklerin esas özelliği olan biçimselliğe ve do­ layısıyla toplum sal kim liklerin içindeki yerinin d a im a belirli olduğu biçim ­ sel ilişkilere odaklanır. B urada queer liğin sırtın a binen yükün kaynağının m uhalif bir politik kim lik iddiası ya da şeyleştirm esinden ziyade, gösterene yapısal tabiyetim izin engellediği m uhayyel kim likleri (daim a belirsiz b ir ge­ lecekte) gerçekleştirm e fantezisini ifade eden politikaya m uhaliflik olduğu fikrini ileri sürerken, queer özneler veya queer cinsiyetler için (sanki bu yolla bir şekilde esas queer liklerini gerçekleştirm eyi başarabilirlerm iş gibi) n ih a ­ yet ve hakikaten kendileri olabilecekleri bir platform ya da konum önerisi ge­ tirm iyorum . Queer liğin tesirin in ve stratejik değerinin, bize birer özne ola­ rak yatırım yapan am a aynı z a m a n d a k arşılığında bizim de kendim izi ona yatırm am ızı bekleyen simgesel gerçekliği m ecazi an lam d a ifşa etm e kapasi­ tesinde gizli olduğu düşüncesindeyim . Sim geselin k u rg u lad ık ların ı gerçek­ lik olarak kabul edebilm em iz için bu yatırım ı yapm am ız gerekir; çü n k ü ger­ çek, yalnızca h ak ik at olduğuna inanabileceğim iz an lam figürleri içinde ya­ şayabilir ve an c ak böyle bu gerçekliği m uhafaza etm ek için kendim izi feda etmeye istekli olabiliriz. Mevcut epistem olojik idare biçim im izin bu tarih se l devrinde, çocuk, figü­ rü n yanlış ta n ın m a sın a yapılan bu zorunlu y a tırım ın figürüdür; bitm ek tü ­ kenmek bilm ez cesaretini toplayarak “zorluklara boyun eğmeyip / gül / ve de ki / Yarın, / yarın, / seni seviyorum yarın, / yalnız b ir gün u z a k ta sın ” diyen şirin Annie’ler gibi toplum sal sahnedeki yerini alır. Ve sayesinde gözlerim i­ zi dolduran gözyaşlarının bozduğu görüşle ona b ak tığım ızda p ırıl pırıl bir çocuk v a rd ır karşım ızda; N uh'un vaat ettiği gökkuşağının parıltısıyla, tıp ­ kı gökkuşağı gibi bir işlev üstlenerek bizleri şim di -y a da daha s o n ra - kopa­ cak kıyam etten koruyan bir k a lk a n a dönüşür. Ö rneğin, Jonathan Dem m e’in Kuzuların Sessizliğinde k im ilerinin homofobi o lara k algıladığı şeyi sinem a­ sal biçim de telafi ettiği Philadelphianm sonunu hatırlayın. Tıpkı b ir azizi an­ d ıran Tom H a n k s’i son olarak ölüm döşeğinde, belki de sadece yüzüne tak ı­ lı olduğu için a ltta n alta H an n ib al Lector'in o u n u tu lm az ağızlığını an ım sa­ tan oksijen m askesiyle görürüz. Ahirete intikal edip ilahi adalete hesap ver­ mek üzere olduğunu anladığım ız anda, Tom H anks aile evindedir, etrafı ço­ cuklar ve k a m e rala rın b u rn u n d ak i k a rın la rın ı u z u n uzu n göstererek vurgu­ ladığı ham ile kadınlarla çevrilidir; filmsel m etin, ham ile k a d ın la rın k a rn ın ­ daki kabarıklığın, Tom’u n bizim Philadelphia’yı izlediğim iz sinem aya benze­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

331


332 : Lee Edelman

meyen, açık saçık gey seks film lerinin gösterildiği terk edilm iş b ir sinem a­ d a ölüm üne sebebiyet verecek v irü sü kaptığı (görünm eyen) HIV pozitif a d a ­ m ın (görünm eyen) apış arasın d ak i kabarıklıkla yer değiştirdiği önerm esi­ ni yapm aktadır. Peki, film in final sekansında ölen k ah ra m an ım ız ın çocuk­ luk halini gösteren video kaydını gördüğüm üzde ak ıttığ ım ız gözyaşları yal­ n ızca bu çocuğun ileride dönüşeceği adam ı ezen hom ofobik dünyaya kar­ şı duyulan gazabın sonucu m udur yoksa aynı zam anda tıpkı böyle çocukla­ r ın büyüdüğünde başka erkeklere gönül bağlayacağı hom oseksüel dünyaya duyulan gazabın d ışavurum u m udur? Çocuk kültü, erkek ve kız ço cu k ların queer likle ilişkilendirilm esine izin vermez; çünkü queerlik, genel olarak kül­ türüm üzde, Philadelphia içinse özelde, “çocuk’u n ve çocukluğun sona erm e­ si olarak anlaşılm aktadır. Gey bir a d a m ın ölmesi de, bu nedenle, toplum sal yeniden ü retim in z a ru ri kültürel hizm etini yerine getiren çocuk fig ü rü n ü n disipline edici g ü cü n ü bir kez d a h a gösterebilm ek için m ükem m el b ir fırsat haline dönüşür. Bu öyle bir g ü çtü r ki, yetişkinler, özellikle de queer yetişkin­ ler, hayatları, k o n uşm aları ve özgürlükleri, muhayyel çocuklara saygı duym a zo ru n luluğundan ö tü rü kısıtlanm aya devam ederken h er daim k a rşıla rın d a onu bulurlar (sanki queer cinsiyetlerin, sebep oldukları toplum sal h astalık ­ la rd a n ö tü rü geleceği tehlike a ltın d a olduğu düşünülen bu çocuklara kendi­ leri gibi yetiştirm edikleri sürece sah ip o lm alarına izin varm ış gibi). Ayrıca, AIDS, K ongrenin tah sis ettiği kaynak nedeniyle günüm üze dek bu h astalık la ilişkilendirilen en etkili ism in bir za m a n la r çocuk olan Ryan W hite olm asına rağm en, çok d a h a eski bir bağlantıdan, Incil’de geçen Sodom hikâyesindeki gey’lik im asından, gey cinselliği ve istikbal vaadinin d ışın d a b ırakılm a p ra ­ tik lerinin ara sın d ak i bağdan güç alm aktadır. Gey-karşıtı kam panyasını “Ço­ cuklarım ızı K u rta ra lım ” başlığı altın d a sürdüren A nita B ryant belki bu b ağ ­ lantıyı kullanabilir. Binlerce lezbiyen ve gey erkek evlenebilmek, orduda hizm et edebilm ek, çocuk evlat edinip kendi yetiştirebilm ek için çalışırken, m ücadele verdikle­ ri bu hak ların bizden beklediği aslın d a yine çocuk m ab ed in in önünde diz çökm em izdir: Ç ocuğun fiziksel ya d a zihinsel tacize u ğ ra m a ihtim ali vardır, m üstehcen ya da yakışıksız ilişkilere şa h it olabilir, In te rn e t’te gezinirken qu­ eer cinsiyetlerle ilişkili sayfalara denk gelebilir, kütüphaneye gittiğinde k ış­ k ırtıc ı bir kitap seçebilir... Kısacası, çocuk, yetişkin a rz u su n u n zoruyla yatı­ rım yapılan biçim sel değeri, yani yetişkinlerin a rz u n u n kendisinde bulduğu aldatm acalı a n la m d an nasibini alm am ış çocuk algısını hüküm süz kılacak Cogito, sayı: 65-66, 2011


Gelecek, Çocuk Oyunu: Queer Kuram, Özdeşleşmeme ve Ölüm Dürtüsü

b ir keyif keşfedebilir; dolayısıyla çocuk, yetişkinlerin tatm in i için b ir im ge­ ye m ecbur bırak ılm ıştır, hiçbir şey istem ediğine ve dolayısıyla h içbir şeye ih ­ tiyacı olm adığına d a ir m uhayyel b ir tatm in düşüncesidir. L auren B erlant’ın Amerika Kraliçesi Washington City'de k itabının giriş bölüm ünde ik n a edici b ir tespitle ortaya koyduğu üzere: “Yetişkin y u rtta ş la r için ku ru lm u ş b ir ü l­ kenin yerini fetüs ve çocuklar için tasavvur edilm iş b ir ülke alm ış.”6 H an ­ gi açıdan b a k a rsa k bakalım , y u rtta ş olarak sahip olduğum uz serbestiyetlerden şu an aldığım ız keyfin üzerin e giderek koyulaşm akta olan b ir “ço cu k ” gölgesi düşm ektedir. Ailenin onaylam adığı ya d a onaylam am ası gereken bir "ötekilik” ile karşılaşm ad an gelişm ek gibi fan tazm atik bir özgürlüğe sahip olan, yabancı a rz u la rın geçekliğiyle çatışm adığından hiçbir z a ra r görm eyen bu “çocuk”, dehşet verici b ir şekilde hepim izi alıkoym aktave ta rih in asla b ü ­ yüm em esi gereken m ecazi b ir çocuk için geleceğe d oğru ilerlediği a n la tın ın m antığına uyum sağlayan politik söylemi belirler. Tıpkı sürekli b ir kuşat­ m a altındaym ış gibi etrafı m asum iyet duvarlarıyla örülen çocuk, queer cin­ siyetlerin queer'\\%me k atlanam ayan bir fantezinin cisim leştirilm iş halidir, çünkü aynı olanı ebedileştirerek gelecek yoluyla m uhayyel bir geçm işe geri dönm eyi vaat eder. Bu şekilde Zıomoseksüelliğin heteroseksüel dü zen in düz­ gün işleyişinin ayrılm az bir p a rçası olduğuna işaret eder: M uhalefetçe tem i­ n at altına a lın a n ve bu üretken istikbal an latısın ın içinde gerçekleşen kim li­ ğin aynılığına yapılan erotik b ir y atırım söz konusudur. Bu nedenle radikal sağ, M ichael W arner'in "heteronorm atiflik” olarak tan ım lad ığ ı şeyi m u h afa ­ za etm ek için sü rd ü rü len savaşın, “çocuk’u n geleceğini m ahvetm e am acı ta ­ şıyan fem inistler, queerler ve k ü rtaj yanlıları için ölüm kalım m ücadelesi h a ­ line dönüştüğünü iddia eder. G erçekten de, kendini T a n rın ın O rdusu (Army of God) olarak a d la n d ıra n gru b u n hazırladığı bom ba yapım ı rehberine b a k ı­ lırsa, "Ş ey tan ın çocuklarım ızı, yani T a n rın ın ço cu k ların ı öldürm e gücünü yok etm ek ve elinden sonsuza dek a lm a k ” am acıyla A tlanta’daki k ü rtaj k lini­ ği ve lezbiyen b a ra düzenlenen sa ld ırıla rın sorum luluğu, ne k a d a r doğru bi­ lem iyorum am a, gruba ait.7 Bir y andan sağ k an ad ın bu h er an fırsat kollayan sa ld ırıla rın ın a rd ın d a kök salm ış y a la n ları çürütm eye devam ederken, yine o n ların b ağıntılı h a k i­ 6 Berlant, Lauren, The Queen o f America Goes to Washington City, Durham: Duke University Press, 1997, s. 1. 7 Sack, Kevin, “Officials Look For Any Links in Bombings in Atlanta", New York Times, 2 Şu­ bat 1997, New England Baskısı, A 13.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

333


334 : Lee Edelman

katlerini de kabul edip sahiplenecek cesareti kendim izde bulabilir m iyiz aca­ ba? Queer 1er o larak acaba m uhalefet yapm anın yapısal m antığına yeterince m u h alif olm aya istekli miyiz? Politik taa h h ü d ü n d aim a toplum sal gerçekli­ ğim izi yeniden üretm ek için bir m ecra olarak k u llan ılm ası m antığına karşı çıkm aya; queer olm an ın sırtım ıza bindirdiği biçim sel y ü k ü n queerligi tem sil etm e kaygısıyla fobik bir biçim de üretilm iş olduğunu, simgesele dahil edil­ m esi im kânsız boşluğun, yani sim gesel dahilinde ölüm d ü rtü sü halinde di­ reten gerçeğin açtığı yaran ın -y a d a y a rığ ın - queer de g ö rü n ü r hale geldiği­ ni, dolayısıyla disfigürasyon vasıtasıyla sim geselin k u rg u su n u n açığa çıktığı­ n ı ve yitik bir m uhayyel birlik y akalam a fantezisinin yerle bir edildiğini ka­ bul etmeye h a z ır mıyız? Simgeseli teşkil eden figürlerin dışında yaşam aya b aş koyduğum uzdan (ya da koyabileceğim izden) değil, am a belki de b ire r fi­ g ü r olarak k u ru lu şu m u za katkıda bulunabileceğim iz olasılıkları keşfetmeye başlarsak, anlatısal m antığı içeriden bozm anın yolunu bulabiliriz. Ne de olsa, ölüm dürtüsü, yapısal donatısı belirli b ir nesneyi, belirli bir içeriği aşarak bizi harekete geçirdiğini hissettirebilecek bir m ekanik zorlantı enerjisine a tıfta bulunm aktadır. B u nesne ya da bu içerik, hiçbir zam an “o” değildir ve sahip olunduğunda h içbir zam an tam anlam ıyla tatm in etmez; çünkü direten d ü rtü d ü r ve direttiği konusunda yanlış b ir çıkarım da b u lu n ­ duğum uz şey h er neyse, bizi d ü rtü n ü n zorlantılı diretm esini geçişli olarak anlam aya yönlendiren gram atik b ir şaşırtm acad an başka bir şey değildir. Ancak, simgesel düzen dahilinde bu içeriği, bu şeyi salt bir yerdeğiştirm e şeklinde üreten, d ü rtü n ü n yapısal yetkisidir; bunu da anlatısal geçişliliğin hükm eden m antığı kapsam ında ve kendi fark lılaştırm a gücüyle alegorileştirerek yapar. Bu nedenle Lacan “eğer doğal olaylar zincirine içkin ve bu zin­ cirde örtük olan h er şey sözüm ona ölüm d ü rtü sü n e bağlı olarak değerlendirilebiliyorsa, b u n u n nedeni, o rta d a b ir gösterm e zin cirin in olm asıdır,”8 şek­ linde bir açıklam a getirm iştir. Eğer ölüm d ü rtü sü n ü n b ir ironi teorisine iliş­ k in rolünü ve yerini kavram sallaştırabilirsek, L acan’ın ölüm d ü rtü sü n e d a ir b u okum asını a n la tın ın m erkezini teşkil eden “doğal olaylar zinciri ”n in ya­ pısında var olan m ecazi ekonomi b ağlam ına da otu rtab iliriz. İroni, reto rik aygıtların en queer olanıdır, özellikle de Paul de M a n ın yorum ladığı a n la m ­ da: “İroniye ilişkin b ir teori, bir a n latı teorisinin -k aç ın ılm a z bir biçim d ebozulm asına sebep olur” önerm esiyle, b ir değişm ece tü rü olan ironi ile de8 Lacan, Jacques, The Seminar o f Jacques Lacan, Book VII: The Ethics o f Psychoanalysis. 19591960, Ed.: Jacques-Alain Miller, Çev.: Dennis Potter, New York: W. W. Norton, 1992, s. 212.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Gelecek, Çocuk Oyunu: Queer Kuram, Özdeşleşmeme ve Ölüm Dürtüsü

ğişm eceler alegorisinin tem sili ta rz ı olarak gördüğü a n la tı arasın d a b ir geri­ lim olduğunu ileri sürer. De M a n a göre anlatı, gösterene tabi olan pozisyo­ nuyla yüzleşen diyalektik bir bilinci yansıtan bir an lam alanı olarak okuya­ ra k değişmeceye sistem atik bir açıklam a getirm e çabasıdır.9 İro n in in a şın d ı­ rıcı gücü, De M an açısından L acan’ın ölüm d ü rtü sü için düşündüğüyle b en ­ zer bir anlam taşır. “K elim elerin b ir şeyi sizin söylem elerini hiç istem ediği­ niz bir şekilde söyleme biçim i v a rd ır” diyen De M an; “O rtad a bir m ekanizm a vardır, bir m etin m ekanizm ası; b a stırıla m a z bir belirlenim ve tam b ir keyfi­ yet söz konusudur ... bu m ekanizm a, gösterenin k u rd u ğ u rol düzeyinde keli­ m eleri m esken tutar, silsileler ara sın d ak i anlatısal tutarlılığ ı ve sizin de b ildi­ ğiniz gibi bir a n la tın ın tem elini teşkil eden düşünüm sel ve diyalektik m odeli bozar.”10Bu b a stırıla m a z ve keyfi m etinsel m ek an izm an ın um u rsam az şidde­ ti, tıpkı bir giyotin gibi anlatısal soykütüğün b ü tü n lü ğ ü n ü parçalay arak anlatısal "... olaylar zinciri’ni a n la m la m a alan ın a istenm eyen an la m la r ve anlam lam ayı oyuna dahil eden m ek an izm an ın anlam sızlığıyla birlikte kayde­ den basit bir “gösterm e zinciri ”ne dönüştürm e tehdidi taşır. B arbara Jo h n so n ’m farklı b ir bağlam da “bir tü r hesaba katılm am ış a rtık ­ tır ... Freud açısın d an yinelemeyi üretecek bir biçim sel üstbelirlenim , yapıbozum açısındansa dilsel yapının özünde b u lu n an ve başka hiçbir şeye k a r­ şılık gelmeyecek b ir şeyi ifade eder”11 şeklinde açıkladığı, ölüm d ü rtü sü değil de nedir? iro n i bu hesaba k atılm am ış a rtığ ın güçlerinden b irin in adı olabi­ lir; queer lik ise kesinlikle bir b aşk asın a verilen addır. O halde, queer kuram , fobik bir biçim de egem en k ü ltü r ta ra fın d a n queer fig ü rü n e yüklenen ve kül­ tü rel olarak reddedilm iş bir iro n in in , bu tü rd en b ir biçim sel (figürel) kim ­ liği, kim liğin kendisinin figürleştirilmesiyle sahiplenm eyi teklif eden kişiler­ ce tekinsiz b ir biçim de iade edildiği bir alan o larak görülm elidir. Lezbiyenlerin, biseksüellerin ve geylerin kim liklerini tüzelleştirm e arayışında olan­ lar da dahil, kim likçi (identitarian) azın lık ların eleştirel m üdahaleleri m u h a ­ lif bir görünüm e bü rü n erek büyük m ücadeleler sonucu elde ettiği toplum sal otoriteye sahip kim liğinin sim etrik im gesini k ullanıp egemen düzenle yüz­ leşerek içim izi rahatlatabilir, an cak queer k u ram ın m uhalefeti b u rad a değil, aksine m uhalifliğin m antığına m u h alif olm aktan geçer; asıl görevi d aim a uygun olanı uygunsuz hale getirm ektir. 9 de Man, Paul, Aesthetic Ideology, Ed.: Andrzej Warminski, Minneapolis: Univ. of Minnesota Press, 1996, s. 176-177. 10 Age., s. 181. 11 Johnson, Barbara, The Wake o f Destruction, Cambridge: Basil Blackwell, 1994, s. 98.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

335


336 i Lee Edelman

Dolayısıyla b u d u ru m varlık ya da oluş meselesi değildir, daha çok bize bjj türden biçimsel b ir ilişki dayatan tarih sel m om ent dahilinde bir cisimleşn* söz konusudur; a n lam ın düzeni ta ra fın d a n üretilen gerçeğin simgesele da hil edilemeyen artığı, tam da bu düzenin kaçınılm az b ir biçim de göstermek ten alıkoyduğu şeye işaret eder. A dlandırılam ayan bu artığa verilen adlar d a n biri de L acan’m “jouissance"ıdır. Zam an zam an "keyif" kelimesiyle kar şılanan “jouissance”, belirli bir nesneye fetişist biçim de iliştiği m üddetçe an lam ı çevreleyen sın ırların ötesine şiddetli bir geçiş duyusudur ve söz konusı nesne aracılığıyla tatm in fantezilerinin etrafındaki deneyim sel kimliklerim i' zi tanım layıp dondurabileceği gibi, bu türden bir fetişist şeyleştirm eden kaça bildiği m üddetçe gösterenin etrafın d a tözel kimlik, yani isim olarak organiz» olan bir simgesel gerçekliğin tutarlılığını bozma, ya da en azından bozuyor m uş gibi görünm e işlevi görebilir. Bu nedenle, jouissance deneyim inin biz* erişim sağlayabileceği adlandırılam azlığı tanım layabilecek bir başka ad dahi vardır, Lacan b u n u “adlandırılm ış olan her şeyin ardında, adlandırılam ayan vardır, şeklinde açıklar. “B unun nedeni ad lan d ırılm asın ın m üm kün olma' m asıdır; siz bu ad a ne derseniz deyin, hepsi asıl adlandırılam ayanla, yani ölümle bir kapıya açılır."12 Öyleyse ölüm dürtüsü, birbirinden çok farklı şekil­ ler ard ın a gizli olsa da, kendini jouissance’ın iki versiyonu olarak açığa çıka­ rır. Anlamın, dolayısıyla da sim geselin içerdiği yabancılaşm adan fantazm atih bir kaçışı tem sil eden jouissance, kendini, kim liklerim izin bağım lı hale gele­ ceği bir nesnenin içinde konum landırabildiği sürece, bu kim likleri bize kaç­ m am ız için yardım cı olmayı am açlayan anlam ın getirdiği kısıtlam aların ye­ niden canlandırm ası, zilleti olarak üretir. Ancak jouissance bildiğim iz sim ge­ sel gerçeklik dokusunda bir yırtık oluşturabildiği sürece, öznenin kendi ola­ ra k gördüğü nesne de dahil olm ak üzere, nesnelerin katiliğini bozar, haz il­ kesinin alanında kendini gerçekleştirm e fantezisinin ötesindeki öznenin için­ de yer alan ve özneye ait boşlukta direten ölüm d ü rtü sü n ü harekete geçirir. Bu ölüm dürtülerinden ilkiyle ilişkili olarak çocuk figürünü karşım ızda görürüz, sürekli yineleme yasasını yürürlüğe koyarken kim liğim izi toplum sal düzenin istikbaliyle özdeşleştirerek sabitler; İkincisiyle ilişkili olaraksa, que­ er figür bu düzenin kendi kaçınılm az başarısızlığıyla travm atik bir biçim de karşılaşm asını belirler. Bu karşılaşm a, geleceğe dikiş olarak, gösterenin te12 Lacan, Jacques, The Seminars o f Jacques Lacan; Book II: The Ego in Freud's Theory and in the Technique o f Psychoanalysis. 1954-1955, Çev.: Sylvana Tomaselli, New York: W. W. Nor­ ton, 1991, s.211.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Gelecek, Çocuk Oyunu: Queer Kuram, Özdeşleşmeme ve Ölüm Dürtüsü

b asının anlam daki yabancılaşm asını deneyim lediği yaraya m erhem olarak in an m ak ta olan aldatıcı bir d u ru m u yansıtm aktadır. Homographesls in giri­ şinde, “gey’in "metinsel, retorik, cinsel b ir figür olarak ” anlaşıldığını ve “‘cin­ sellik’ ya da ‘cinsel kim lik’ söylem lerinin egemen olacağı yarığı, o bağdaş­ m azlığı belirleyeceği”ni yazm ıştım ;13 şim di bu iddiam ı d ah a ileri götürerek, içinde ikam et ettiğim iz toplum sal m etnin çerçevesi içinde queer cinsiyetlerin, simgesel k arşılaşm alarda söylem inin asla farkına varam ayacağı yarığı biçim ­ lendirdiğini söylemek istiyorum . O rtada kesinlikle queerİn gösterm e siste­ m inin temelde adlan d ırm ak ta b aşarısız olduğu şeyin biçim sel göstereni ola­ rak üretilm esi söz konusudur; bu d u ru m gösterenin kendisi tara fın d a n açıl­ m ış olan dipsiz kuyuyu kapsıyor gibi görünm ekle, adlandırılam ayana ad ver­ mekle (“ibne”, “lezzo”, “queer" gibi) ve bu şekilde nesnelerin tutarlılığını tehdit eden bir nesne form unda yorum lam akla yerini sağlam laştırır. Ancak ad ve­ rilen kişilerin tarih sel olarak bu biçim sel konum landırm aya karşı sü rd ü rd ü ­ ğü haklı protestolar, bir yandan kendilerine tanınm ayan hak ve çık arların ge­ nişlem esine vesile olurken, eşzamanlı olarak sim geselin pürüzsüz tu tarlılığ ı­ nı onaylayıp an latı m antığının bizim ironim izin aşındırıcı gücünü hüküm süz kıldığını göstererek de yerini sağlam laştırır. B unun nedeni, bize uygun görü­ len biçimsel statüye karşı üretilen her ifadenin, ta rih in hikâye olduğu, b ir değişm eceden ibaret ironinin anlatısal alegorisi olduğu savını olum lam asıdır. Böylesi b ir yapının içinden bakıldığında, sim geselin yalnızca kazan ab i­ leceği düşünülebilir; am a tabii ki b u aynı zam anda yalnızca kaybedebilece­ ği gerçeğini görm ezden gelmek anlam ındadır. G österenin sarsılışı sonucun­ da gerçekliğin belirm esiyle endişe istilalarına açık hale gelen öznenin a rd ın ­ daki ayrım asla orta d a n yok edilemez. Toplumsal gerçeklik düzeni, eklem len­ m esine ilişkin yapısal m an tığ ın ın engellemekle y üküm lü olduğu şey için bir tü r biçimsel a m b a ra ihtiyaç duyar, çünkü ölüm ün sürekli etrafında kol gez­ diği çatlağı görünm ez kılm ası gerekir. Bu ölüm dürtüsüyle özdeşleşmeyi re d ­ dedip, bizleri istikbal m antığıyla özdeşleşm em em iz üzerinden hizalayan değişmeceli dili çürütm ekle, queer kategorisine girenlerim izi elinden gelebile­ cek en iyi şey, bu biçim sel yükü b ir başkasının s ırtın a ak tarm ak olacaktır. Ancak etik d a v ra n a rak bu pozisyona dahil olmayı seçm ekle ve ancak elim iz­ deki queer gücün simgesel düzeni ve bu düzenin ku rd u ğ u özneyi feshetm enin yolunu bulabileceğine in anm akla sürekli olarak gösterenin politikasını yeni13 Edelman, Lee, Homographesls: Essays in Gay Literary and Cultural Theory, New York: Routledge, 1994, s. Xv.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


338 I Lee Edelman

den üretm e gereksinim inden m uaf b ir m uhalif politik pozisyon tasavvuru ge­ rektiren bu im kânsız projenin altın a girebiliriz. Bizzat kendi açtığı yarığı saf dışı bırakm ayı hedef alan gösterenin politikası bizi -y in e çocuk üzerin d en yeniden üretm e politikasına gönderm ekten başka b ir işe yaram ayacaktır. Geçen sene Boston’da Başpapaz B ernard Law, gösteren tarafından bahşe­ dilen kim liğinin kendi adına verdiği yetkiyi yanlış anlayarak -ya da belki fazla­ sıyla iyi anlayarak- eşcinsel partneri olan belediye çalışanlarının aileyi kapsa­ yan sağlık sigortasından faydalanm asına karşı olduğunu bayat bir din safsatası eşliğinde ilan etti: “Toplum açısından çocukların korunm ası, bakım ı ve yetişti­ rilm esi vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Aynı şekilde, çocukların büyütülmesi, terbiye edilmesi ve sosyalleşmesi açısından evlilik k urum u da devlet için vaz­ geçilmez bir öneme sahiptir.”14 Eğer B aşpapaz Law, çocuk figürüne bunca yatı­ rım yaparak hayatım ıza hükm eden istikbal tahayyülüne d air bu küçücük ör­ nekle karşım ıza çıkıp o dillerine doladıkları çocukların yetişkin hallerine sağ­ lık sigortası verilm esini reddetmeyi haklı gösterebiliyorsa, eğer Başpapaz Law queer i dönüştüreceği şey pahasına çocuğun fetiş haline getirmeyi am aç edin­ m iş m üşterek jouissance’ın kepaze edilm iş m antrasının sesi olmayı görev edin­ diyse, o halde biz de bu n a cevabı sadece toplum sal düzenin ayrıcalıklı mevkilerinden yararlanm a hakkım ız için diretm ekle ya da sadece partnerim ize kar­ şı beslediğimiz diğerkam ve ebedi aşkım ızı göstermek am acıyla mem nuniyetle Haw aii ye uçup orada evlenerek veya aynı şevkle Çin yahut Guatem ala’ya uçup çocuk evlat edinerek toplum sal düzenin bütünlüğünü teyit etm e kapasitem izi ilan etmekle değil; aynı zam anda queer cinsiyet ve kim liklerin alenen açıklan­ dığı her seferde, Law ve temsil ettiği simgesel yasanın {law) kulaklarının işite­ ceği kadar net bir sesle, belki de sesim izi daha da yükselterek vermeliyiz: Top­ lum sal düzeninize de, dehşet verici bir amblem şeklinde kullanarak bize rek­ lam ını yaptığınız m ecazi çocuğa da lanet olsun; Annie’nize lanet olsun; Sefiller m üzikalindeki kim sesiz çocuğunuza lanet olsun; Net’teki zavallı m asum çocu­ ğunuza lanet olsun; Law’a da, simgesel yasaya da lanet olsun; simgesel ilişkiler ağının ve desteklemek için kullanılan geleceğin topuna lanet olsun* Yeniden üretim döngülerinin dışında kalm ayı seçen; her gün AIDS’in kom p­ likasyonlarıyla yaşayan ve bu yüzden ölenlerin yanında durm ayı seçen pek ço­ ğum uz gibi biz de, bıkıp usanm adan vaat ettiğini daim a ertesi güne öteleyen 14 Slattery, Ryan, "Cardinal Law Urges Menlno to Veto Bill Giving Benefits to City Workers’ Partners”, Boston Sunday Globe, 17 Mart 1996, s. 68. * Yazarın kullandığı “fuck” terimini “lanet olsun"la karşıladık (ed. n.)

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Gelecek, Çocuk Oyunu: Queer Kuram, Özdeşleşmeme ve Ölüm Dürtüsü

bir geleceğin a rd ın a gizlenen yalanın toplum a yutturulduğunun farkındayız. Sabrederek, çalışarak, lobi gruplarına cöm ert katkılar sağlayarak ya d a aktivist gruplara cöm ert katılım da bulunarak, politik bilgim iz ve seçimle ilişki­ li düşüncelerim izden faydalanılabileceği ortam lar oluşturarak, kendim ize ge­ lecekte bize b ir yer olacağını telkin etmeliyiz; politik m asada edineceğim iz bu yer, şu an olduğu gibi, yatağım ızdaki yerim izden ya da bardaki veya banyolar­ daki yerim izden ödün vermemize gerek kalm adan bizim olacak. Ancak böylesi bir gelecekte queer olmayacağı gibi queer le r için de herhangi bir gelecek ol­ m ayacak. Gelecek tam bir çocuk oyunu gibidir, yarıkla karşılaşm am ızı e rte ­ lemek için her günle beraber yeniden doğar. Bu boşluk, bu hiçlik, özneyi için­ de yaşadığı tül gibi ince toplum sal gerçeklik ağıyla çevreleyerek hayata katan gösterenin kurduğu hayatsız m ekanizm anın içinden tıpkı bir m ezar gibi açılır. Eğer queer in yazgısı, istikbalin tekerine çom ak sokan yazgıyı belirlemekse ve eğer bizi tanım layan jouissance, yani taşkın keyif, toplum sal düzenin kendini yeniden üretm e geleneğinin etrafında şekillenmesiyle öteki, fetişist ve kim lik teyit etm e yetkisine sahip olan jouissance’ı yok edebilirse, o halde queerWgimizin öncülüğünde ulaşabileceğim iz tek m uhalif pozisyon, bu yazgıyı belirlerken ölüm dürtüsüne verdiğimiz öneme ve çocuk kültüyle b u n u destekleyen politik kültüre ısrarla, Guy Hocquenghem ’in sözleriyle "yeni bir ‘toplum sal organizas­ yon biçimi haline gelebilecek bir gösteren”15 olm adığım ızı söyleyerek karşı çık­ m am ıza bağlıdır. Yeni bir politika, d a h a iyi bir toplum , d ah a parlak b ir gele­ cek niyeti taşım adığım ız iyice anlaşılm alı, çünkü b ü tü n bu fanteziler istikba­ li yalnızca bir yeniden üretm e biçim i olarak yorum layan gelecek form undadır ve yer değiştirmeyle geçmişi yeniden üretm eyi hedefler. B ütün b u n ların yeri­ ne, muhayyel geçm işin imgesi ya da simgesel gelecekle aram ızda bir özdeşleş­ tirm e bağı olarak çocuğu seçmemeyi seçiyoruz; özneyi gösterenin kovuğunda d u ran m ezara göm üp nihayet d ah a en başından dile getirm ekten m en edildi­ ğim iz kelimeleri telaffuz etm em izin zam anıdır: Evet, biz kürtajın savunucula­ rıyız; evet, istikbal figürü olan çocuğun ölmesi gerektiğini düşünüyoruz; evet, geleceğinizi anladık ve en az geçmiş k ad ar ölümcül olduğu fikrindeyiz; ve evet, en queer tarafım ız, içimizdeki en queer şey, bize rağm en en queer olan şey, geçişsizlikte diretm e istekliliğimiz: geleceğin burada sona erdiğinde diretm em iz. İngilizceden çeviren: Deniz Koç 15 Hocquenghem, Guy, Homosexual Desire, Çev.: Daniella Dangoor, Durham: Duke University Press, 1993, s. 138.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

339


Türkiye’de 2000’li Yıllarda Farklılık, Cinsel Kimlikler ve Kimlik Politikalarının Yönetimi' HANDE BİRKALAN-GEDİK

Giriş 1980’lere k ad ar eleştirel perspektiflere dayalı seslerin fazla duyulm adığı Türkiye’deki fem inist çalışm alar tem elinde Türkiye’de “kad ın ” konusu ge­ nel olarak "tekil” b ir kurgu dahilinde ele alınm ış, “k a d ın ” tem elli “yekpare” b ak ış açısı, fem inist düşüncenin p a rçalan m am ası adına, bazı ara ştırm a c ı­ la r tara fın d a n da "gerekli” bir adım olarak yorum lanm ıştır. "K adın” kate­ gorisinin fark lılık lar içinde ne an la m a gelebileceği konusu da -e n azın d an 1990’lara k a d a r- tartışılm am ıştır. 1990’larda çeşitlenm eye başlayan fem i­ n ist alan içinde günüm üze kad ar katedilen yol ise kayda değerdir. 1990 sonrasında ayrıca, erkeklik ve hegem onik erkeklik konulu çalışm a­ la rın sayısında12 ve niteliğindeki a rtış göz ardı edilemez. Bu çalışm alar fe­ 1 Bu yazıyı okuyarak eleştirilerini paylaşan Mehmet Tarhana ve doktora öğrencim Metehan Özkan’a teşekkür ederim. Bununla birlikte hatalar, elbette ki bana ait. 2 Türkiye’deki erkeklik konusundaki ilk kuramsal çalışmalar arasında 1990’h yıllarda ya­ pılanlar arasında, kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları konusunda önemli çalışmalara imza atan Deniz Kandiyoti’nin Müslüman toplumlarda erkeklik paradoksları üzerine yap­ tığı çalışma (Kandiyoti, Deniz, "The Paradoxes of Masculinity: Some Thoughts on Segre­ gated Societies,” Dislocating Masculinity: Comparative Ethnographies, Londra: Routledge, 1994 içinde s. 113-132) önemli bir yer tutmaktadır. Ayrıca Kandiyoti, 2000’li yılların ba­ şında medyada görünürlük kazanan transseksüelleri, “toplumsal cinsiyet ideolojisi,” özel­ likle de kadınların ikincil durumları bağlamında da değerlendirmiştir (Kandiyoti, Deniz, "Pink Card Blues: Trouble and Strife at the Crossroads of Gender”, Fragments o f Culture: The Everyday o f Modern Turkey, Der.: Deniz Kandiyoti ve Ayşe Saktanber, New Brunswick, N.J.: Rutgers University Press, 2002 içinde s. 277-293). Arus Yumulun Türkiye’deki erkek-

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Türkiye’de 2000'li Yıllarda Farklılık, Cinsel Kimlikler...

m inist bakışla erkeklik ideolojisinin eleştirisini yapm akla kalm am ış, m ili­ tarizm , şiddet, tah a k k ü m ve benzeri birçok konunun ta rtışılm a sın a yönelik olan ak ları da a rttırm ıştır. Türkiye’deki fem inist alan içinde 1990’lard a n gü­ nüm üze değin duyulm aya başlayan yeni "çoğulculuk” yaklaşım ları, içlerin­ de okunabilecek farklı kesişim a la n la rı b a rın d ırm a k ta ve fem inist ç alışm a­ lar için yeni fırsa tla r olarak k arşım ızd a durm aktadır.

Kesişimsellik ve Farklılık Ben b u rad a fem inist teorinin "kesişim ” n o k taların d an yola çıkarak, fem i­ n ist teori içinde “fark lılık ” söylem ini hangi ölçüde ve koşullarda ele a lm a ­ n ın m üm kün olabileceği konusu üzerin d e duracağım . Temel sorunsalım ise “farklılık" söylem inin fem inist teori, lezbiyen teori ve queer teori b azında ne an la m a geldiğine odaklanacak. B aşta birbirinden kopuk, h a tta birbirine zıt gibi d u ran bu a la n la rın bazı o rtak paydalarda birleştirileceğini öne sü rü y o ­ ru m . A ralarında olduğu iddia edilen ses bozukluğunun giderilm esine yöne­ lik b ir çaba olarak "kesişim sellik” konusunun bir etki sağlayacağı d ü şü n ce­ sindeyim . K ısaca belirtm ek gerekirse kesişimsellik, yani kabaca sosyal iliş­ kilerin ve sosyal kim liklerin çoğul b oyutları arasın d ak i ilişki, 1989 yılın d a K im berle Crenshaw tara fın d a n su n u lan bir kavram sal çerçevedir.3 Y azarın b elirttiği gibi, bu kavram tam am en yeni b ir olguyu işa re t etm em ekle birlikte, toplum sal cinsiyet konusunun kav şak ların ın çalışılm ası açısından önem li­ d ir ve özellikle siyah A m erikan k ad ın hareketinin de gerekli b ir bileşeni olalik durumlarını değerlendiren çalışmasına ek olarak (Yumul, Arus, “Scenes of Masculinity from Turkey”, Zeitschrift für Türkeistudien, 1999, S. 1, s. 107-117), hegemonik erkeklik ko­ nusunda anılması gereken bir başka önemli çalışma da Toplum ve Bilim in Erkeklik özel sa­ yısından verilebilir. Burada öne çıkan yazılar daha çok hegemonik erkekliğin analizlerine ve süreçlerinin belirlenmesine yöneliktir (bkz. Cengiz, Kurtuluş, Uğraş Ulaş Tol ve Önder Küçükural, "Hegemonik Erkekliğin Peşinden”, Toplum ve Bilim S. 101, 2004, s. 50-70; Onur, Hilal ve Berrin Koyuncu, '“Hegemonik”' Erkekliğin Görünmeyen Yüzü: Sosyalizasyon Sü­ recinde Erkeklik Oluşumları ve Krizleri Üzerine Düşünceler”, Toplum ve Bilim S. 101, 2004, s. 31-49. Erkeklik konusundaki çalışmalardan biri Pınar Selek’ten gelmektedir (2008, Sü­ rüne Sürüne Erkek Olmak). Alan araştırmasına dayalı, feminist bir çerçeveden gerçekleşti­ rilmiş bir başka erkeklik konulu çalışma ise Serpil Sancar’ın 2009 yılında yayımladığı Er­ keklik: İmkansız İktidar: Ailede, Piyasada ve Sokakta Erkekler’âdı. Sancar, modern kapitalist toplumlardaki egemen cinsiyet rejimlerini anlamaya yönelmiştir ve temel olarak Türkiye’de kadınların mücadelesinin neden orta sınıf, modernlik ve laiklik değerlerinin taşıyıcısı elit erkekler tarafından desteklenmediğini araştırmaktadır. Bu soruyu cevaplamaya yönelik, 200 erkekle yapılan görüşmelerde farklı erkeklik stratejilerini belirlemeye çalışmıştır. 3 Crenshaw, Kimberle, "Demarginalizing the Intersection of Race and Sex: A Black Feminist Critique of Antidiscrimination, Feminist Theory, and Antiracist Politics” The University o f Chicago Legal Forum, 1989, s. 139-167 ve Crenshaw, Kimberle, “Mapping the Margins: Intersectionality, Identity Politics, and Violence", Stanford Law Review, C. 43, S. 6, 1991, s. 1241-99.

Coglto, sayı: 65-66, 2011

341


342 : Hande Birkalan-Gedik

ra k eleştirel perspektifleri b a rın d ırm a k ta d ır.4 Bu noktada, “farklılık” ya da "çoğulculuk” perspektifine yönelik, antropolog H enrietta M oore’un vurgusu da önem taşım a k tad ır.5 Ancak, “fark lılık ” nasıl çalışılm alı ve nasıl yazılm a­ lı sorusu kolaylıkla cevaplanabilecek b ir soru değil. H angi “farklılık” u n su ru tem el alınabilir, ya da alınm alıdır? G erek “kesişim sellik” gerekse "farklılık” v u rg u su n u n işletilm esinde temel ne olm alıdır? Crenshaw ’in çalışm asıyla yaklaşık aynı yıllarda, E lizabeth Spellm an “ka­ d ın ” kategorisini sorguladığı kitabında toplum sal cinsiyetin kesiştiği b ü tü n kim likler tan ın d ığ ın d a b ü tü n k a d ın la rın seslerinin duyulabileceğini b elirt­ m iştir. D uruşu kısaca “B ununla beraber, b ü tü n k a d ın la r kadın olsalar da, h içb ir kadın sadece kad ın değildir” cümlesiyle özetlenebilir.6 Öte yanda, H en rietta Moore antropolojideki fem inist eleştirinin, disiplin içinde k a d ın ­ larla yeteri k a d a r ilgilenilm ediğinin fark ın a varılm asıyla ortaya çıktını b e­ lirtir. Bir yandan da, evlilik ve a k rab alık konularının antropolojide gelenek­ sel olarak ele a lın m a la rı itibariyle, k a d ın la r etnografik tem sillerde sürek­ li vardı. Ancak, b u ra d a “cinsiyetsiz” b ir yaklaşım ın görülm üş olması, Ang­ losakson ekolündeki birçok ara ştırm a c ı tara fın d a n eleştirilm iştir ve k a d ın ­ la rın k onum larına değin, fem inizm ve antropoloji a ra sın d ak i ilişkide yatan tem el sorunun am p irik olm a sorunu değil, tem sil so ru n u olduğu ortaya çık­ m ıştı. H enrietta M oore bu d urum u şu şekilde saptam aktadır: “Yeni 'kadınların antropolojisi’, 1970’lerin başında, antropoloji yazınında kadınların nasıl temsil edildikleri problemiyle karşılaşılmasıyla başlamış­ tır. İlk problem hızlı bir şekilde, üç katmanı ya da ‘düzeyi’ bulunan erkek taraflılığı olarak belirlenmişti. Bunlardan ilki araştırmaya kadınlar ve er­ kekler ve bu ilişkinin daha geniş bir toplumu anlamadaki önemi hakkın­ da çeşitli sanı ve beklentiler getiren antropologlar tarafından getirilen ta­ raflılıktı. [...] İkinci taraflılık, çalışılan toplumda bulunan taraflılıktı. Bir­

4 Crenshaw’in "kesişimsellik’’ önerisi aslında daha önceki dönemlerde de farklı feminist araş­ tırmacılar tarafından önerilen bir durumdur. Ancak, Crenshaw’in aynı zamanda eleştirel ırk teorisine de katkı sunan ve "kimlik politikaları” vurgusunu net bir şekilde ortaya koy­ duğu çalışması çok daha rafine önerilerle doludur. Ayrıca, beni etkileyen bir başka eser de, "kadın" kategorisinin eleştirisini yapan Diana Fuss’ın çalışmasıdır (Fuss, Diana, Essenti­ ally Speaking: Feminism, Nature, and Difference, Londra: Routledge, 1989). 5 Moore, Henrietta, “The Differences Within and Differences Between”, Gendered Anthropo­ logy, Ed. Teresa del Valle, New York: Routledge, 1973 içinde, s. 193-219. 6 Spellman, Elizabeth, Inessential Woman: Problems o f Exclusion o f Feminist Thought, Bea­ con Press, 1988, s. 187.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Türkiye’de 2000'li Yıllarda Farklılık, Cinsel Kimlikler...

çok toplumda kadınlar erkeklere boyun eğen varlıklar olarak görülüyordu ve toplumsal cinsiyet ilişkilerine ait bu görüşün de araştırma yapan antro­ pologlar tarafından iletileceği tahmin edilebilirdi. Üçüncü ve son katman ise Batı kültüründeki taraflılıktı.”7

Bu çerçeveden b ak ıldığında fem inizm in -ve fem inist an tropolojinin- a m a ­ cın ın bu üç k atm an lı taraflılığı o rta d a n kaldırm aya yönelik olduğu açık ola­ ra k görülm ektedir. K adınlarla çalışm ak, b ir yanda, tara flılığ ın giderilm e­ sinde gerekli görülm üştür. Ancak “farklı” k a d ın lar işin içine girince, d u ru m k arm aşık bir hal alm aktadır. Farklılık söylemi, “eşitlik” söylem inin y a n ın d a ne anlam a gelm ektedir? Fem inist düşüncede dışlam a nasıl oluşm uştur? Bu so ru n u n cevabına yönelik olarak, M oore, p atriy ark an ın kadını “öteki” d u ru ­ m u n a soktuğunu belirtir. Ancak, farklı bir açıdan y ak laşan -ö rn e ğ in - B ut­ ler, toplum sal cinsiyet fark lılık ların ın fallosantrik düzen içinde zıt farklılık­ la rın k u rg u lan m asın d a bir anlam ifade ettiğini b e lirtm iştir ve bir y an d an da “sex/gender" karşıtlığ ın ı gidermeye çab alam ıştır.8 F ark lılık lar ve kesişimsellik çalışm asının tem elinde toplum sal cinsiyet olgusu m u vardır? Yoksa b a ş ­ ka a la n ların da gözden geçirilm esi gerekli m idir? S oruyu biraz farklı so ra­ cak olursak, biyolojik olanla kültürel olan arasındaki farkı vurgulayan h a ­ rik a sözcüğüm üz “gender”, sorunu çözecek m idir? H âlâ “toplum sal cinsiyet” kavram ı kullanırken bile k arşısına “biyolojik” cinsiyet oturtulurken, doğa// k ü ltü r :: eril//dişil kategorilerinden ne k a d a r u zaklaşılm aktadır?9 Bu so ru ­ lar, queer teori ile fem inist ku ram ın b irb irin i d ışlam asındaki en önem li nok­ ta la ra vurgu yapm aktadır. Queer teori bize "cinsiyet tezah ü rleri” ve “cinsiyetli olm a” bağ lam ın d a bedeni, m ilitarizm i, kim liği, yoksulluğu vb ta r tış ­ m ak için de fırsa tla r sunm akta m ıdır? Yoksa, cinsiyetin politikası (yani, et­ nik, sınıfsal, ırksal farklılıkları da eleştirel olarak dikkate alarak bir an aliz yapm ak) bizi ilgilendiren en önem li nokta m ıdır? Crenshaw ’ın ırk ve toplum sal cinsiyet bağlam ında "kavşakları” ele a lış ın ­ d a n 20 yıl sonra, "bu kavram acaba Türkiye’deki fem inist çalışm alar ve öte­ 7 Moore, Henrietta, “Feminism and Anthropology: The Story of a Relationship", Feminism and Anthropology, Minneapolis: University of Minnesota Press, 1988b içinde, s. 1-2. 8 Butler, Judith, Gender Trouble: Feminism and the Subversion o f Identity, New York: Routledge, 1990. 9 Esasen “queer’e yönelen bir paradigma değişiminin de vurguladığı nokta, kimliklerin birey­ ler tarafından bilinçli olarak tarihselleştirildiği ve bu kimliklerin özcü ve doğal(laştırılan) kategorilerden farklı olduklarıdır ve bu tür yaklaşımlar özellikle "biyolojik" yaklaşımlara bir eleştiri oluşturmaktadır.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

343


344 : Hande Birkalan-Gedik

sindeki queer alan için gelecek vaat eden bir kavram o lara k kullanılabilir m i?" soru su n d an hareketle Türkiye’de k a d ın çalışm aları gündem inde fazla bulun(a)m ayan bazı a la n ları sıralam ak gerekirse: 1) Milliyetçilik, etnisite, sınıf (örneğin, K ürt kadınlar) 2) Milliyetçilik, din, sınıf (örneğin, Alevi kadınlar) 3) Cinsel kim lik, etnisite, sınıf (örneğin, LGBTT) Bu örnekler çoğaltılabileceği gibi, y u k arıd ak i n o k tala rın ortak paydası­ n ın ve hem farklılık hem de kesişim selliğin çalışm asındaki tem elin kim lik po litik aları olduğunu düşünüyorum . B uradaki ilk iki noktayı şim dilik bir b aşk a yazıya b ıra k a ra k 10 cinsiyet ve kim lik ekseninde özellikle de fem inist teori, lezbiyen teori ve queer teori ara sın d ak i ilişkiye odaklanacağım .

Feminizmlerin Ayrışması K ad ın çalışm aların ın “farklılık" konusuna yaklaşım ı konusunda da akade­ m ik oluşum lara bak ıld ığ ın d a Türkiye’deki fem inist a ra ş tırm a la rın yapılm a­ sında önem li bir adım o lu ştu ran kadın çalışm aları bölüm lerinin 1990’lard a açılm ası özellikle Türkiye’de 1970’ler ve 1980’lerde a rta n k ültürel politikala­ rın ve değişim in b ir sonucu olarak görülebilir.11 Bu dönem de aktivist k a d ın ­ la rın an d ro san trik ta ra flılık la rı ve sosyal bilim lerde epistem olojide b u lu n an dengesiz toplum sal cinsiyet dinam iklerini giderm ek için faaliyetlere girdik­ leri görülür.12 1990’lar, aynı zam anda o zam ana dek ayrılm am ış reform ist, sosyalist ve radikal fem inizm y o ru m ların ın ayrışm aya başladığı, farklı fem i­ nizm lerin daha g ö rü n ü r kılındığı bir dönem olarak k a rşım ız a çıkm ıştır. Bu çerçevede, Türkiye’de fem inizm in en belirgin çerçeveleri K em alist, M arksist ve Islam i gelenekler o lm uştur.13 Ancak lezbiyen fem inist teori bu alan için­ 10 Bu konuyu, daha geniş olarak, feminist antropoloji ile ilgili kitabımın bir bölümünde ele alı­ yorum. Bkz. Birkalan-Gedik, Hande, Feminist Antropoloji: Türkiye’den ve Dünyadan Kültürlerarası Perspektifler, Yapı Kredi Yayınları, 2011. 11 Birkalan-Gedik, Hande, "Women, Gender and Women’s Studies Programs in Muslim Coun­ tries: The Caucasus and Turkey”, Encyclopedia o f Women and Islamic Cultures, Ed. Suad Joseph, Ledien: E. J. Brill, 2005, S. 2, s. 783-785. 12 Bkz. Kandiyoti, Deniz, "Contemporary Feminist Scholarship and the Middle East Studies", Gendering the Middle East, Der.: Deniz Kandiyoti, New York: Syracuse University Press, 1996, s. 2-3. 13 1990’larm en önemli açılımı ise Türkiye’deki feminist çalışmalar içinde Kürt kadını vurgu­ lu araştırmaların yapılmaya başlanması, Kürt kadınlarına yönelik sivil toplum hareketleri­ nin oluşması ve Kürt kadınlarıyla ilgili yayıncılık yapılması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Türkiye’de 2000’li Yıllarda Farklılık, Cinsel Kimlikler...

de yoktur. Q ueer teo ri ile çalışm alar ise henüz bu düzlem de yer b u lam a m ış­ tır. B ununla beraber, heteroseksüel b ak ış açısı içinde, T ürk fem inizm i a ra ş ­ tırm a konuları açısın d an çeşitlenm iştir. 2000’li y ılların b aşın d a da bu “fark­ lılık ” ve “çeşitlilik” fikirlerini destekleyen benzer yazılar görülm ektedir. An­ cak, bu “farklılık” vu rg u su hiçbir z a m a n queer teoriyi kapsayıcı olm am ıştır.

Queer Türkiye’de 1990’la rd a önem taşıyan ve akadem i d ışın d a gelişen LGBTT h a ­ reketi sivil toplum örgütlerinin oluşum u açısından önem li bir dönüm nok­ tası yaratm ıştır. K u ru lan gruplar a ra sın d a L am bdaistanbul, Türkiye’de ilk gey ve lezbiyen dergiyi çık aran Kaos GL, Pem be Üçgen İz m ir Eşcinsel K ültür G rubu sayılabilir. 1996-1997 yılları a ra sın d a İstanbul Ekoloji P latform unda yer a la n ilk gey lezbiyen biseksüel ve tran sg en d er p ro g ra m ın ı sü rd ü rm ü ştü r.14 Ancak, bu sivil hareket birçok so ru n la karşı karşıyaydı (Türkiye’de k a ­ d ın hareketinin de önündeki en büyük engellerden b ir tan esi olan “hegemonik erkeklik” [b u n la rın açılım ları a ra sın d a ataerkillik, m illiyetçilik ve m ili­ tarizm ] k a tm a n la rın ı da saym ak gerekir); farklı cinsel kim liklere sahip bi­ reyler de alan talep etm eye başladılar. Toplum, önyargılarıyla ya bu kim lik­ lerden nefret etti ya d a onları görm ezden geldi. T araf o lan lar ise zaten, ör­ neğin a ra ştırm a la rd a ve toplantılarda, bu farklı açılım ları gündem e getir­ di. Fakat queer teori akadem iye henüz d ah a tam anlam ıyla taşın am am ışken, kadın hareketinde olduğu gibi, sivil a lan d a bir LGBTT hareketi oluşm a1990’larda, Türkiye’de kimlik politikaları ortaya çıkınca, etnik kimliğe dayalı kadın der­ nekleri de oluşmaya başlamıştır. 1990’larda Türkiye'deki feminizmin haritasında bile bu­ lunmayan Kürt kadınlarının feminist aktiviteleri görünür olmuştur. Örneğin 1997’de ku­ rulan, liyan (Hayat), Kürt kadınlarına danışmanlık yapmasına ek olarak, Kürt kadınlarını bir araya getirmeyi ve Kürt olarak politika içinde yer almaları konusunda onlara yardım­ cı olmayı hedeflemiştir. Ancak 1990'larda ortaya çıkmaya başlayan Kürt kadın kimliği ve buna bağlı gelişen Kürt feminist hareketi konusunda bir haritalandırma çalışması yapıla­ mamıştır. Yalçın-Heckman ve Van Gelder’in (Yalçın-Heckman, Lale ve Van Gelder, Pauli­ ne, "’90’larda Türkiye’de Siyasal Söylemin Dönüşümü Çerçevesinde Kürt Kadınların İmajı: Bazı Eleştirel Değerlendirmeler.” Vatan Millet, Kadınlar içinde. Tanıl Bora (çev.), Ayşegül Altınay (der.). S: 325-355. İstanbul: İletişim) çalışması; Sancar’m (Sancar, Serpil, 2001. “Türkler/Kürtler, Anneler ve Siyaset: Savaşta Çocuklarını Kaybetmiş Türk ve Kürt Anneler Üze­ rine Bir Yorum." Toplum ve Bilim (90): 22-41) çalışmaları, bu alana ilişkin kimi değinmeler içeren istisnalar olarak kabul edilebilir. 14 Birkalan-Gedik, Hande, 2007, “Economics, Education, Mobility and Space. Development: Community-Based Organizations, Turkey.” Encyclopedia o f Women and Islamic Cultures içinde. Suad Joseph (der.) Leiden: E. J. Brill, v: 4, 64-66. Birkalan-Gedik, Hande, 2007. “Eco­ nomics, Education, Mobility and Space. Development: Non-Governmental Organizations, Turkey." Encyclopedia o f Women and Islamic Cultures içinde. Suad Joseph (der.). Leiden: E. J. Brill, v: 4, 105-107.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

345


346 I Hande Birkalan-Gedik

ya b a şla d ı15 ve bu harek et politika yapan başka hareketlere de (etnik, çevre­ ci vb) destek verdi ve özellikle hom ofobi k a rşıtı b u lu şm a la r düzenlendi, ya­ y ın la r oluştu. Öte yanda, fem inist k u ra m konusunda kendine b ir alan açan "queer” teori, Türkiye'de adını iki konferansla duyurdu,16 a n cak konferans­ la r ertesinde çok fazla ta rtış m a oluşm adı. Bu açıdan bu konferansların bir ölçüde LGBTT hareketinden kopuk gerçekleştiğini söylemek m üm kün. Q ueer sözcüğünün disipliner kullanım ı açısından T ürkçede tam oturm uş b ir karşılığı da bulunm uyor. İngilizce-Türkçe sözlüklerde, d a h a çok “acayip”, “garip”, "hom oseksüel”, "sahte”, “tu h a f”, “yadırganan" gibi farklı an lam lar k arşılığ ın d a kullanılıyor. Türkçe m etinlerde ise “queer” o larak bırakılıyor.17 Ayrıca "terso” sözcüğünü “queer” yerine k u llan an bir g rup da var ve bu söz­ cüğe hom ofobi k arşıtı buluşm alardaki bazı o tu ru m la rın m etinlerinde, b a­ zen başlık olarak ra stla m a k da m üm kün. Öte yanda k u ram sa l bazda değer­ lendirildiğinde queer teori temel olarak, “n o rm a tif” olm a ve “heteroseksüellik ” durum unu; sosyalleşm e ve cinsel kim liğin etkilerini sorgulam aktadır. Ancak, Türkiye’de edindiğim izlenim ler ve bazı görüşm eler neticesinde “que­ e r” sözcüğünün k u llan ım ı konusunda iki farklı “alan” olduğu göze çarpm ak­ tadır. B ir yandan, b iraz d a h a fazla v u rg u la n a n "üst sın ıf” bağlam ında “que­ e r” sözcüğü neredeyse içi boşaltılm ış b ir a la n a d önüştürülm üş, LGBTT h a ­ reketinden bir ölçüde kopuk kalm ıştır. 15 Bu ilişki konusunda farklı fikirler bulunmaktadır. Feminizmin, özellikle 1970’lerde dil­ lendirilen ve bir savunma mekanizması olarak ifade edilebilecek biçiminde, lezbiyenlik ol­ madığı fikrine 2000’li yılların feminizmi, feministlerin lezbiyen de olabileceğini belirterek yaklaşmaktadır. Burada lezbiyenlerin ve feministlerin heteroseksüellik sorgulamaları as­ lında hem feminist teorinin, hem de queer teorinin bir ortak paydası olarak görüldüğünde sorusal “cinsellik” konusuna yönelecektir. Ancak sadece "cinsellik” konusu tek ortak pay­ da olamaz. Oysa ki vurgu “kimlik politikalarına yöneltilirse, daha verimli çalışmaların ve tartışmaların oluşabileceği görülecektir. 16 Bunlardan ilki 19-20 Nisan 2004 tarihleri arasında Boğaziçi Üniversitesinde Eleştiri ve Kül­ tür Araştırmaları yüksek Lisans Programı öğrencilerinin hazırladığı, “Queer, Türkiye ve Kimlik" başlıklı queer kuramı ve politikalarının Türkiye’deki yansımalarını ve uygulana­ bilirliğinin değerlendirildiği konferans ve 2010 yılında yine Boğaziçi Üniversitesi Eleştiri ve Kültür Araştırmaları Yüksek Lisans Programı öğrencileri tarafından hazırlanan ve 21-22 Ekim 2010 tarihleri arasında gerçekleşen “Queer, Türkiye ve Transkimlik" başlıklı konfe­ ranstır. 17 Queer teorinin ilk kullanımı literatürde genel olarak Terese deLauretis’e atfedilmektedir. Özel sayının editörlüğünü de kendisi yapmıştır (bkz. deLauretis, Terese, "Queer Theory: Lesbian and Gay Sexualities”, Differences: a Journal o f Feminist Cultural Studies, S. 3, 1991, s. iii-xviii). Queer teori eleştirel teorinin bir alanı olarak 1990’larda LBBT ve feminist çalış­ malardan beslenerek ortaya çıkmış bir alandır. Temel olarak queer teorinin alanı, cinsiyet ve cinselliğin kategorize edilme biçimleridir. Queer, kimliklerin tanımlandıkları anda de­ ğişmeyeceği fikrini redderek, süreklilik içinde değişeceğini ve yeniden yaratılacağını vur­ gular. Bunun içinde de farklı unsurların önemine dikkat çeker.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Türkiye’de 2000li Yıllarda Farklılık, Cinsel Kimlikler...

Türkiye’de bugüne değin LGBTT hareketi daha çok, “sokakta olan” ile özdeşleştirildi. A ktivistlerin başını çektiği hareketin akadem ik ta rtışm a la rı k u ram sal düzeyde oluşm adı. Özellikle ABD’de, 1980 son rasın d ak i AIDS g ü n ­ dem ini LGBTT g ru p la r aktive etm esine karşın, Türkiye’de LGBTT g ru p la r­ la ilişki 1990’lard a n so n ra başladı. Belki de Türkiye’deki a n a akım ın b a tıd a n farklı olarak queer b ir karaktere sahip olm asının nedeni 1980’lerde bir AIDS krizi yaşanm am ış olm ası, bu g ruplarla ilişkiye geçildiğinde etkinlik a la n ı o larak kesişim in d a h a düşük kalm ası ve eleştirel bir b ak ış geliştirilm esi ola­ ra k yorum lanabilir. H a tta 1990’la rın b a şla rın d a Türkiye’deki “düşük yoğun­ luklu” savaş o rta m ı da göz önünde b u lu n durulm alıdır. KaosGL’nin güncel sloganı olan “E şcinsellerin özgürleşm esi heteroseksüelleri de özgürleştirec e k tir” başlangıçta "Eşcinsellerin k u rtu lu şu heteroseksüelleri de k u rta ra ­ c a k tır” idi ve her ikisindeki “k u rtu lu ş” v u rg u su n u n d a önem i bulunuyor.18 Öte yanda, LGBTT literatüründe gözle görülür bir a rtış olm asına karşın, özellikle 1990 sonrasında aktivist a lan d a duyulm aya b a şla n a n LGBTT h a re ­ keti de ancak 2000’li yıllarda g ö rü n ü r olm aya başlam ış, fem inist alan içine de yeni girmeye b aşlam ıştır.19 Oysa ki LGBTT aktivistlerinden öğrenilecek ders, ta m da benim bu m akalede önerm eye çalıştığım b ir noktayı işaret ediyor: A m erika kaynaklı, fem inizm , lezbiyen, gey ve queer a rasın d ak i gerilim li ala18 Bu noktayı hatırlatan ve altını çizen Mehmet Tarhana teşekkür ederim. 19 El yordamıyla da olsa yapılan mülakatlar hem erkek hem de kadın homoseksüllerin ha­ yat deneyimlerini toplumsal bir bağlama taşımaktadır. Örneğin, Hocaoğlu, eşcinsel erkek­ lerle yaptığı mülakatları yayımlarken (Hocaoğlu, Murat, Eşcinsel Erkekler, İstanbul: Metis, 2002), eşcinsellik konusunu eşcinsel kadınlarla gerçekleştirilen tanıklıklarla ele alan Cenk Özbay ve Serdar Soydanın çalışması eşcinsellik olgusuna "içeriden” bir bakış açısı getir­ meyi ve eşcinsel kadınların görünürlüğünü artırmayı hedeflemektedir (Özbay, Cenk ve Ser­ dar Soydan, Eşcinsel Kadınlar: Yirmidört Tanıklık, İstanbul: Metis, 2003). Yine bu anlamda, Kaos GL’nin 2007’de hazırladığı "Feminizm ve Eşcinsellik Özel Sayısı” feminizm ile queer arasındaki ilişkiyi irdelemekte, ortaklıkların ve farklılıkların altını çizmektedir. Ertan ise erkekliğin yaşanış ve algılanış şekillerinin farklılık gösterdiğini, farklı erkeklik örüntülerinin bulunduğunu belirttiği makalesinde, Türkiye’de erkekliğin egemen söylemi ve eşcin­ sellik arasındaki ilişkiyi tartışmaktadır (Ertan, Cihan, "Hegemonic Masculinity and Ho­ mosexuality: Some Reflections on Turkey”, ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sci­ ences, C. 1, S. 4, 2008, s. 1-11). Bereket ve Adam ise gey kimlikleri ile globalleşme ve cinsel kimliklerin yayılması konusunu (Bereket, Tarık ve Barry D. Adam, "The Emergence of Gay Identities in Contemporary Turkey”, Sexualities, C. 9, S. 2, 2006, s. 131-151) ve İslam ve gey kimliği konusunu ele almışlardır (Bereket, Tarık ve Barry D. Adam, “Navigating Islam and Same-sex Liaisons among Men in Turkey”, Journal o f Homosexuality, C. 55, S. 2, 2008, s. 204-222). Türkiye dışında yayımlanan bu son iki çalışmadan başka, Hale Bolak Boratav’ın (Bolak-Boratav, Hale, “Making Sense of Heterosexuality: An Exploratory Study of Young Heterosexual Identities in Turkey”, Sex Roles, C. 54, S. 3-4, 2006, s. 213-225) Türkiye’deki 225 genç üniversite öğrencisi heteroseksüeller üzerine yaptığı araştırma, psikoloji disipli­ nine bir katkı sunmasının yanı sıra, altı çizilen sosyal bağlamın araştırılması ve bunun etnografik olarak, feminist bir perspektiften yapılmasında da önemli veriler sunmaktadır.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

347


348 : Hande Birkalan-Gedik

n ın tem elinde ağırlıklı olarak cinsellik ve cinsiyet vurgulu b ir bakış açısı var iken, Türkiye’de iki teori arasındaki alan, en azından aktivist düzlem de kim ­ lik politikalarını vurgulam aktadır. K anım ca, bu iki alan a rasın d ak i gerilimi azaltacak olan bakış noktası ise her iki teo rin in "m oral” yönüyle ilgilenm ek olacaktır. Bu şekliyle queer politika(lar), gey ve lezbiyen toplulukların konform ist olm ayan d u ru m la rın ı görünür kılm ak ve LGBTT y aşam ların ı m etalaştırm a k ta n u zak laştırm ak la da bağlantılıdır. Öte yanda, LGBTT politikaların en önem li am açlarından biri de bir norm ve cinsiyet rejim i olarak heteroseksüelliğin eleştirisini yapm aktır. Bu iki bakış açısını da taşıyacak bir queer te ­ ori aynı zam anda eleştirel ve özdüşünüm sel bir perspektif yaratacaktır. Q ueer teori ile fem inist teorinin entegrasyonu nasıl olabilir? Q ueer teori içinde özdüşünüm sel b ir bakış ve post-yapısalcı fem inist teorilere ve yakla­ şım lara eleştiri bulunm aktadır. Bu n o k tan ın d ah a da vu rg u lan m ası gerek­ tiğine inanıyorum . Q ueer teori ile fem inist teori arasın d ak i ilişkinin olumlu yönde giderilm esi için: 1) Erkek taraflılığı aynı zamanda heteronormativite, hegemonik er­ keklik demektir. Queer teorinin ana öğelerinden biri kadınlar arasındaki farklılıkların altını çizmek ve normatif ya da "zorunlu heteroseksüelliği”20 eleştirmektedir. 2) Çalışılan toplumun taraflılığı bu heteronormativiteye katkıda bulun­ maktadır. Ve sorun sadece cinsel kimlik konusunda değil, aynı zamanda cinsellik konusunda da düğümlenmektedir. 3) Bu veriler ışığında queer teori ve feminist teori arasındaki gerili­ mi gidermeye yönelik bir çaba toplumsal temelde queer çalışmaların bir "kimlik” sorunsalı olarak ele alınmasını sağlamakta bulunabilir ve insan hakları bağlamında geliştirilebilecek bir yaklaşımla çözülebilir. Bu nokta­ da kısaca queer teori ile post-sömürgeci teori arasındaki ilişkiyi de işaret etmek faydalı olacaktır.

Queer Teori ve Feminist Teori Arasında Bir Başka Mutsuz Evlilik? Anglo-Am erikan kaynaklarda, genel o lara k queer teori ile fem inist teo­ ri arasın d ak i bağdaşm az d u ru m a işaret eden yazarlar, H eidi H a rtm a n ’ın fem inizm ve M arksizm arasındaki "m utsuz evlilik” m etafo ru n d an yola 20 Rich, Adrienne, “Compulsory Heterosexuality and Lesbian Existence”, Blood, Bread, and Poetry, New York Norton, 1986 [1980] içinde, s. 23-75.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Türkiye'de 2000'li Yıllarda Farklılık, Cinsel Kimlikler...

çık m ak tad ırlar.21 H a rtm a n , tem el o lara k M arksist fem inizm e yaptığı eleşti­ ride iki alan a ra sın d ak i “evililik” olgusunu İngiltere y a saların d ak i karı-koca ilişkisine benzetir. M arksizm ve fem inizm tek tir ve o d a M arksizm 'dir. B azı lezbiyen teorisyenlere göre de lezbiyen teo ri ve fem inist teo ri ya da queer te o ­ ri ve fem inist teori b en zer “m utsuz evlilikler”dir. Jacquelyn Zita, m utsuz ev­ lilik m etafo ru n d an yola çıkarak, gey ve lezbiyen ç a lışm a la rın “queer" adı a l­ tın d a top lan m asın d an duyduğu sıkıntıyı dile getirm ektedir. Zita için p ro b ­ lem lerden ilki şu d u r ki, eşcinsel erkek akadem isyenler cinsellik d ışında b ir b aşk a tü r baskılanm ayı (ırk, toplum sal cinsiyet, sınıf ) yeteri kad ar teorize etm em işlerdir. O n lar için “hom ofobi” tem el baskı alan ıd ır. Zita’n ın ü z e rin ­ de d urduğu bir nokta da cinsiyet ko n u su n u n daha çok perform ans ve tea tra l bağ lam d a ele alın m asıd ır.22 Genel olarak, “cinsiyet/toplum sal cinsiyet” sistem i lezbiyen fem inistler için kavram sal olarak farklı sistem lerdir ve bu d u ru m “zorunlu heteroseksüellik”te görülebilir. Ancak, öte yanda, Gayle R ubin gibi queer teorisyenler için bu k av ram lar b irb irinden farklıdır ve R ubin’in vurgusu cinsel kim liklerin ve d a v ran ışların cinsel tab ak alaşm a aracılığıyla düzenlendiğidir.23 Arlene Stein’e göre, erken dönem fem inistler lezbiyenliğin hastalık olm a­ d ığ ın ı vurgulam aya önem veriyorlardı. Tıbbî söylemlere göre lezbiyenlik, va­ ro la n ın tersine döndürülm esi tem elinde “kusurlu” b ir biyolojik özellik idi. Dolayısıyla, onları b a stırm a k yerine o n la ra acım ak gerekliydi. 1980’lerde ise lezbiyen fem inizm ve lezbiyen p o litik aların farklı k onular olduğu ortaya çık­ tı. “’Q ueer” olm ak ise gey erkekler ve lezbiyen k a d ın la r için norm atif olm a­ yan, “hom oseksüel/heteroseksüel” ay rım ın ın ötesine giden ve cinsel n o rm ­ la r ta ra fın d a n dışlanm ışlığı hissedenlerin tü m ünü kapsayan bir durum du. B u nunla birlikte Stein, queer teo rin in başarısızlığını, "stil, ideoloji ve kay­ n a k la ra erişim de k a d ın la r ve erkekler arasındaki fark lılık lara eğilm em iş olm ası’nda a ra m ıştır.24 21 Hartman, Heidi, "The Unhappy Marriage of Marxism and Feminism: Towards a More Prog­ ressive Union”, Capital and Class, C. 3, S. 2, 1979, içinde, s. 1-33. 22 Zita, Jacquelyn, “Gay and Lesbian Studies: Yet Another Unhappy Marriage?”, Tilting the Tower: Lesbians Teaching Queer Subjects, Der.: Linda Garber, New York: Routledge, 1994, s. 259-60. 23 Rubin, Gayle, “Thinking Sex: Notes for a Radical Theory of the Politics of Sexuality”, Plea­ sure and Danger, Der.: Carole Vance, New York: Routledge & Kegan, Paul, 1984. 24 Stein, Arlene, “Sisters and Queers: the Decentering of Lesbian Feminism”, Gender/Sexuality Reader: Culture, History, Political Economy, Der.: Roger N. Lancaster ve Micaela Di Leonar­ do, 1992 içinde, s. 50.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

349


350 : Hande Birkalan-Gedik

Sheila Jeffreys ise en rad ik al d üşünenlerden b iridir ve esasen bü tü n lezbiyenler a d ın a konuşm ak istem ektedir. Temelde queer teo rin in ortaya çıkm a­ sıyla lezbiyenlerin o rta d a n kalkm asını b irb irin e eş d u ru m la r olarak yorum ­ lam ıştır. Jeffreys’e göre queer teori "eril” olanı doğallaştırm akta ve fem iniz­ m in k arşısın d a durduğu m ekanizm alara k a rşı bir yerde d u rm a k ta ve dolayı­ sıyla hem fem inist hem de lezbiyen teoriye z a ra r verm ektedir.25 Bu eleştirilerden görünen o ki, eleştirilerin ortak noktasında cinsellik kavram ı ön planda d u rm ak tad ır. D aha "orta yol”dan k o n u şan lar ise, kendi­ lerine hem lezbiyen hem de queer diyebilenler, queer p o litikalarını sahiplen­ m ektedir. Butler'in “biyolojik (toplum sal cinsiyet ayrım ına a ltern atif olarak “perform ativite” önerisi, Eva Sedgvvick’in cinsel tercihin k u ru g u lan m asın ın hom ofibiye karşı geliştirilen stratejilerden biri olm ası d u ru m u n u n altını çiz­ m esi26 ve Teresa de L au retis’in lezbiyen teori ile queer teoriyi bağdaştırm a çab aları b u n a örnektir. K im lik politikaları yönünü vurgulayan D iana Fuss27 ve Lisa D uggan28 gibi y a z arla r da iki k u ram sa l alanın birlikte yürüyebilece­ ğini belirtm ektedir. Ancak, Türkiye’deki d u ru m ile kıyaslandığında teorinin eleştirisinde “sınıf” v u rg u su n u n yeterince bulun m am ış olm ası da bir başka kayda değer detaydır. Q ueer teori konusunda Türkiye’deki çalışm alara b ak ıld ığ ın d a ise "de­ neyim ” fikrinden yola çık an Aksu Bora, fem inist düşünce ile eşcinsel h a­ reketi birleştici n o k tan ın toplum sal ilişkiler ve iktidar ilişkisi ile bağlantı­ lı b ir konu olduğunu belirtm ektedir,29 bu v urgu queer teori ile fem inist teo ­ ri a ra sın d a neden ve n asıl b ir ortaklık olabilir sorusuna bence çok da yerin­ de b ir cevap veriyor. Türkiye’de cinselliğin queer b a ğ la m ın d a sorgulanm a­ sı, G ülnur Acar Savran’m da belirttiği gibi, heteroseksüel cinselliğin de so­ ru n sa lla ştırılm a sın a neden olm uştur.30 K onuya heteroseksizm ve patriyarka üzerinden yaklaşm ası patriy ark an m eleştirisini yapm ası b a k ım ın d a n cin­

25 Jeffreys, Sheila, “The Queer Disappearance of Lesbians: Sexuality in the Academy”, Wom­ en’s Studies International Forum, C. 17, S. 5, 1994, s. 459-472. 26 Sedgwick, Eva Kosofsky, Epistemology o f the Closet, Berkeley: University of California Press, 1990. 27 Fuss, Diana, "Lesbian and Gay Theory: The Question of Identity Politics”, Essentially Speak­ ing: Feminism, Nature, and Difference, NY: Routledge, 1989 içinde, s. 97-112. 28 Duggan, Lisa, "Making it Perfectly Queer,” Socialist Review, C. 22, S. 1, 1992, s. 11-31. 29 Bora, Aksu, “Cinsel ve Politik Kimlikler Ortak Paydayı Sağlayabiliyor mu?”, KAOS GL Femi­ nizm ve Eşcinsellik Özel Sayısı, 2007, s. 19. 30 Acar-Savran, Gülnur, "Heteroseksizm: Patriyarkanm En Güçlü Dayanağı”, Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma, Ankara: KAOS GL, 2005, s. 151-155.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Türkiye’de 2000’li Yıllarda Farklılık, Cinsel Kimlikler...

sel kim liklerin de k im lik politikası yönünü v u rg u lam ak tad ır.31 Dolayısıyla queer teori bu nok tad a fem inist teoriye katkı sunm aktadır. B una ek olarak Ayşe D üzkan da eşcinsel hareketle k a d ın hareketi ara sın d ak i ilişkinin ge­ rek teo rik gerekse p ra tik açılardan önem ine dikkat çekerken, her iki h a re ­ ketin de patriyarkaya k arşı m ücadele ettiğini belirtm ekte, a n cak queer alanı tan ım larken, queer’in cinsellik v u rg u su n d an da farklı b ir yerde tartışm ayı k o n u m lan d ıram am ak tad ır.32 Lezbiyen a la n d a n konuşan Yasem in Ö z'ün d i­ rek t olarak hom ofobi kaynaklı yaklaşım ı, cinsellik konusunu daha ileriye taşıyam ıyor.33 Fem inist teori ile queer teori a ra sın d a o rta k birçok n o k ta b ulunm asına k a rşın aktivist a la n d a LGBTT hareketi içindeki d u ru m o k a d a r da iç açı­ sı görünm üyor. N azik Işık kadın örg ü tlerin in eşcinsel örgütleri “yok saydı­ ğ ın ı” belirtiyor. 34 H a tta 2005’te ilk kez lezbiyen ve heteroseksüel fem inist­ lerin b ir arad a toplantı yapm ış olm aları, iki hareketin kesişim i düşünüldü­ ğünde biraz geç değil mi? Ama b u n u n y a n ın d a Türkiye’deki LGBTT h arek e­ tinin, d a h a çok farklı gruplarla da hareket ettiğini görüyoruz. H rant D ink’in öldürülm esi sonrasındaki protesto, etn ik hareketlere ve çevreci hareketlere duyarlılık, beraber hareket edilm esi açısın d an önem li idi. LGBTT h arek e­ tin d en gelenler vicdani ret, anti-m ilitarizm gibi Türkiye’de gündem oluştu­ ra n ala n lard a zaten “politika” ürettiler. B u n lar “zor” alan lard ı, am a cesur­ ca davrandılar.

Sonuç B u ra d a “farklılık” ko n u su n u n yönetim inde ortaya çık an belirgin problem ­ ler olabilir: Evrensel “k a d ın ” kategorisinin dayanağı olan “aym lık”ta n ço ­ ğulcu yaklaşım ı vurgulayan "farklılık” p a rad ig m asın a geçerken, fem iniz­ m in doğal reflekslerini de sorgulam ış oluyoruz. Fem inizm in içerisindeki çe­ şitlenm eler -h an g isi olu rsa o lsu n - o rta k b ir kadın ve p a triy ark a olgusu ile ilişkili olm ak ve politika yapm ak d u ru m u n d a . Temel so ru n ise "teorik” ola­ rak yaklaşım ım ızın “fark lılık ” konusunu çalışm ada nerede konum lanaca31 Agy. 32 Düzkan, Ayşe, “Eşcinsel Genç Adam Komşusundaki Ev Kadınıyla Ne Konuşur?”, KAOS GL Feminizm ve Eşcinsellik Özel Sayısı, 2007, s. 20-21. 33 Öz, Yasemin, “Homofobiye Karşı Feminist Hareket Deneyimleri”, KAOS GL Feminizm ve Eşcinsellik Özel Sayısı, 2007, s. 24. 34 Işık, Nazik S., "Yoklarmış Gibi Yapmak”, KAOS GL Feminizm ve Eşcinsellik Özel Sayısı, 2007, s. 30.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

351


352 : Hande Birkalan-Gedik

ğı so ru su d u r ki bu soruya verilecek cevap d a kim lik p o litik aları üretm ek­ ten geçecektir. Öte yanda, “fark lılık ” konusunu çalışırken mevcut d u ru m içinde bir k am plaşm a yaratıp yaratm ayacağı da sorulabilir. B urada ben, "kesişimsellik ” fik rin e geri dönerek, kesişim selliğin dışlam ayı değil, ta m tersine birleş­ tirm eyi getireceğini b elirtm ek istiyorum . M illiyetçilik, etnisite, sınıf, ırk gibi olguları çalışırken "cinsiyetli olm a” fik rin i dışlayam ayacağım ız gibi, cinsel kim lik ve kim lik po litik aları çalışırken de saydığım k av ram ları dışlayamacağım ız kesin. Bu bileşenlerin birini diğerine tercih etm ek ya da birini di­ ğerinden ü stü n tu tm ak verim li sonuçlar sağlam ayacaktır. C renshaw ’in ver­ diği örnekte bu d a h a d a belirginleşm ektedir. Siyah k a d ın la rın hayatları ve deneyim lerine odak lan arak , o nların m a ru z kaldığı şiddet, dayak ve teca­ vüz d u ru m la rın ı değerlendirirken, fem inizm in ırk konusunu ele alm am ak­ la siyah k a d ın la rın ezilm işliğini artıra c ağ ın ı, ırkçılık konusunda da ataerkilliğin sorgulanm am ası d u ru m u n u n k a d ın la rın ezilm işliğini a rttıracağ ın ı belirtm ektedir. C renshaw için bu d u ru m politik kesişim selliği belirtm ekte­ dir. Crenhsaw, tem silî kesişim sellik konusunda ise, siyah k a d ın la rın kültürel tem sillerinin ve kültürel im gelerinin p opüler k ü ltü r ta ra fın d a n belirlendiği­ ni b e lirtir ve tem silî kesişim selliğin bu im gelerin nasıl üretild iğ in i ve b u ra ­ da h ü k ü m süren a n latılard a, siyahi k a d ın la rı m arjinalize eden ırkçı ve cin­ siyetçi tem sillerin birlikte çalıştığını belirtm ektedir. İşte bu yüzden “kadın” tem elinde tek bir eksen yeterli görünm em ektedir. Ancak b u tek boyutluluk­ tan, farklılık konusuna geçildiğinde o z a m a n heteronorm atif olm ayanı, “saf” olm ayanı, “m illi” k a d ın m odeline uym ayanı da çalışabileceğiz gibi görünü­ yor. Son olarak da, fem inist teorilerin, aynı lezbiyen ve queer teorilerde ol­ duğu gibi çeşitlendiğini de görm ek gerekecektir. Fem inist teorilerin yapm a­ sı gereken ise kendi bilgi üretim lerine o d ak lan m ak ve b u n la rı o rta k bir kim ­ lik politikası üretm ek için queer çalışm alarla, erkeklik çalışm alarıyla vb or­ tak lığ a girişm ektir.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Heteroseksizm, Homofobi ve Nefret Suçları: Sosyal Psikolojik Yaklaşım MELEK GÖREGENLİ

E şcinselliğin genel olarak d am galanan b ir kategori halin e gelmesi, heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelim lerin ayrım cılığa m a ru z kalm ası ve zo­ ru n lu heteroseksüellik gibi olgular, yirm in ci yüzyılın b ü y ü k bir bölüm ün­ de sosyal bir olgu o larak akadem ik çevrelerce, toplum sal b ir sorun olarak d a siyasal alanda göz a rd ı edilm iştir. A ncak ABD ve B atı Avrupa’da 1970’li y ıllard a gey ve lezbiyen siyasal harek etin in başlam ası ile toplum sal alanda önem li değişim ler y aşanm ış ve heteroseksüellerin eşcinsellere karşı besle­ dikleri düşm anlık çeşitli sosyal bilim a la n la rın ın ve bilim sel çalışm aların incelem e konusu halin e gelm iştir. Eşcinselliğin h astalık ya da cinsel sa p ­ m a o larak düşünülm esinden, eşcinsel k arşıtı düşm anlığın toplum sal bir so ­ ru n ve bir ayrım cılık ideolojisi olarak an laşılm asın a d oğru y aşan an toplum ­ sal değişim süreci, George W einberg’in 1 “hom ofobi” kav ram ın ı geliştirm esi ile d a h a somut, a n la şılır hale gelm iştir.2 W einberg hom ofobiyi, “heteroseksüeller açısından eşcinsellerle y ak ın laşm ak tan ya d a yakın çevresinde b u lu n ­ m a k ta n korkm a ve eşcinseller açısından d a kendilerinden nefret etm e” şek­ linde tan ım lam ıştır. 3 W einberg’in k ita b ın ın yayım lanm asından yaklaşık 30 yıl so n ra homofobi kavram ı konuşm a diline yerleşmiş, birçok temel sözlük­ te de yerini alm ış ayrıca sosyal ve d av ran ış bilim lerinde yaygın bir biçim 1 Weinberg, George, Society and the Healthy Homosexual, New York: St. Martin’s Press, 1972. 2 Herek, G.M., "Sexual Prejudice and Gender: Do Heterosexuals' Attitudes Towards Lesbians and Gay Men Differ?”, Journal o f Social Issues, C. 56, S. 2, 2000, s. 251-266. 3 Weinberg, age.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


354 : Melek Göregenli

de k u lla n ılır hale gelm iştir. 2000 yılının m ayıs ayında PsychlN FO ’da4 yapı­ lan ta ra m a sonucunda, hom ofobi a n a h ta r sözcüğünün 1.500’den fazla yayın­ da yer aldığı saptanm ıştır. Türkiye’de genel olarak hom ofobik tu tu m la r ko­ n u su n d a yapılm ış az sayıda akadem ik çalışm a olm asına k arşın , LGBTT bi­ reylere yönelik ayrım cılık ve bu ayrım cılığın sonuçlarıyla ilgili yapılm ış sis­ tem atik çalışm alar yok denecek kadar azdır. LGBTT bireylerin görünürlü­ ğü, eşitlik ve hak taleplerini merkeze a la n örgütlü m ücadeleler yükseldik­ çe, ABD ve Avrupa’dakine benzer süreçler yaşanm akta, gerek ik tid ar gerek­ se m u h afa za k â r sivil çevreler tara fın d a n k a rşı tepkiler gelişm ektedir. Bu ge­ lişm eler b ir yandan görü n ü rlü ğ ü n a rtm a sın a bağlı olarak LGBTT’lere yöne­ lik ayrım cılık ve şiddeti a rtırırk e n diğer y a n d a n akadem ik çevrelerde de ko­ nuya ilgiyi yükseltm ektedir. H om ofobi kavram ı, kavram ın, eşcinsel karşıtı tutum ve davranışların, özel, kişisel b ir korkudan kaynaklandığı ve kişisel bir hastalık olduğuna iliş­ kin m odel çerçevesinde anlaşılm ası gerektiği şeklindeki ö rtü k varsayım ları açısın d an eleştirilm iştir. B ir bireye cinsel yönelim i nedeniyle olum suz tutum geliştirilm esi olarak basitçe tanım lanabilecek cinsel önyargı kavram ı yerine bugün homofobi, kişisel b ir korku ve irrasyonel bir inanç o lm a n ın çok öte­ sinde k ü ltü r ve anlam sistemleriyle, k u ru m la r ve sosyal geleneklerle ilişkili olarak ele alınm ası gereken politik bir a la n d a oluşan g ru p la rara sı bir süre­ ce işa re t etm ektedir. Bu an lam d a bireysel ve kolektif d a v ran ışlar düzeyinde kişilerarası ilişkileri yap ılan d ıran duygu ve niyetlerin oluşturduğu, geniş bir yelpazede ortaya çıkan b ir sosyal psikolojik değişken olarak, ayrım cılık p ra­ tikleri ve şiddetle ilişkilidir; b ilg in in ik tid arı da dahil b ü tü n ik tid ar biçim ­ lerinin politika üretm e süreçleriyle de d o ğ ru d an bağları vardır. Eşcinselli­ ğe yönelik tu tu m la rın dinsel arka planları, cinsiyete dayalı ötekiler yaratm a süreçleri, heteroseksüellikten farklı cinsel yönelim leri olan in sa n la rın bazı y u rtta şlık h a k la rın ın in k â r edilmesi, konuya, toplum un politik düzenlenişiy­ le ilgili boyutlar eklem ektedir; dolayısıyla söylenebilecek h er söz kendiliğin­ den p o litik tir ve sadece eşcinsellikle ilgili olam az. K ültürel ve bireysel koşul­ lar ve süreçlere dayalı b ü tü n köklerine rağ m en pek çok sosyal psikolog, hom ofobinin ancak ırkçılık ve seksizmle b ağ lan tıları içinde anlaşılabileceğini düşünm ektedir. Homofobi, bu anlam da seksizm in önemli b ir silahıdır. Hete­ roseksüellikten farklı cinsel yönelimlere sahip in san lara k a rşı şiddet, erkek­ 4 Psikoloji alanındaki akademik araştırmalara ilişkin uluslararası veritabanı.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Heteroseksizm, Homofobi ve Nefret Suçlan: Sosyal Psikolojik Yaklaşım

liğin, b ir anlam da cinsiyetçi kullanım ıyla “in san lığ ın k o ru n m ası ve k o ntro­ lü” için b ir m ekanizm a haline gelm ektedir. Homofobi k av ram ın ın kendisi üzerinde de bazı ta rtış m a la r vardır. Bu kav ram ın olguyu bireysel ve patolo­ jiyle ilişkili hale getirdiği; kültürel, sosyal ve sonuç olarak politik boyutları­ na vurguyu azalttığı savunulm uştur.5 Sosyal psikoloji a la n ın d a cinsel ö n yargılar ve hom ofobi üzerine yapılan kim i uygulam alı ç alışm alar akadem ik ölçüm yöntem lerinin geliştirilm esini sağlayarak bu olgunun içinde b a rın d ırd ığ ı ö rtü k varsayım ların ortaya çıka­ rılm a sın ı sağlam ıştır. B u alandaki birçok çalışm a, a ra ş tırm a konusunu cin­ siyetsiz terim lerle kavram sallaştırm ıştır. Ö rneğin, “eşcinsellere ya da eşcin­ selliğe ilişkin tutum lar" gibi. A raştırm a konusunun bu şekilde genelleştiril­ mesi, b ir yandan ayrım cılığın failliğini, yani heteroseksizm i ö rtü k hale geti­ rirken, b ir yandan da lezbiyenler, biseksüeller vb farklı LGBTT g rupların ge­ nellikle önyargıların hedef aldığı ayrı hedef g ruplar o larak gey erkeklerden ayırt edilem em esine yol açm aktadır. Bu tü r bir operasyonel tan ım la m a ek­ sikliği, heteroseksüellerin farklı LGBTT g ru p la ra karşı tu tu m la rı arasındaki benzerlik ve fark lılık ların anlaşılm asını engellem ektedir. B u n u n da ötesin­ de, "eşcinsel” kavram ının, a ra ştırm a ların k atılım cıların ın zihninde "erkek­ leri” ç a ğ rıştıra n bir kavram olarak anlaşıldığı da birçok a ra ştırm a d a v u rg u ­ lan m ıştır. H eteroseksüellerin eşcinsellere k a rşı tu tu m la rın ın belirlenm esin­ de en sık kullanılan b ir başka yöntem ise, bu tu tu m la rın lezbiyenlere ve geylere k a rşı olm ak üzere ayırt edilerek değerlendirilm esidir. Bu yaklaşım aynı zam an d a heteroseksüellerin lezbiyenlere ve geylere ilişkin tu tu m la rın ın te ­ mel o larak cinsel önyargı olgusunun b ire r p arçası olduklarını, bireylerin bu iki g ru b a karşı tu tu m la rın ın yönünün ya da derecesinin farklılaşabileceği­ ni, an c ak niteliksel anlam d a benzer oldukları varsayım ını da içerm ektedir. Ayrıca biseksüel, travesti ve transseksüellere yönelik ayrım cılığın ayrı ayrı an laşılm asın ı sağlayacak pek fazla çalışm aya rastlan m am ak tad ır. Bu a la n ­ da özelikle ABD’de yapılan akadem ik ç alışm alara genel o lara k bakıldığında, cinsel önyargının, bireyin kendi cinselliğine ve toplum sal cinsiyetine yönelik tu tu m la rın a dayandığı göz önünde bulundurulduğu nda, bu tu tu m la rın lez­ biyenlere ve geylere k a rşı farklı biçim lerde ifade edilm esinin, öncelikle heteroseksüel bireyin toplum sal cinsiyet algısına bağlı olarak geliştiği öne sü rü l­ m üştür. Cinsel önyargı, bir kişinin “heteroseksüeller g ru b u n a ” dahil olduğu5 Göregenli, M., "Gruplararası ilişki ideolojisi olarak homofobi”, Uluslararası Homofobi Kar­ şıtı Buluşma, Anti-Homofobi Kitabı. KAOS-GL Yayınları, Ankara 2009, s. 8-18.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

355


356 : Melek Göregenli

nu kendine veya diğerlerine gösterirken aynı zam anda bu kişin in “eşcinsel olduğu” düşüncesinin ak la gelmesini engellem ektedir. B u n d an dolayı cinsel ö n yargının en g ü rü ltü lü ifadeleri heteroseksüellerin kendi kim likleriyle doğ* ru d a n ilişkili olan eşcinsel g ruplarına yöneltilm ektedir. B u grup, heteroseksüelin, “o gruba aitm iş gibi” algılanm ak istem ediği gruptur. H erek,6 homofobi kavram ıyla im â edilm ek istenen korkunun, daha çok heteroseksüel erkeklerin diğer erkekler ta ra fın d a n eşcinsel olarak etiketlen" m ekten korkm asını ifade ettiğini v urgulanm aktadır. Bu d u rum da, hetero­ seksüellerin lezbiyen ve geylere ilişkin tu tu m la rın d a k i fark lılık lar daha açık hale gelebilir. 1997 y ılında Am erika’n ın 48 farklı bölgesinde y aşam ak ta olan toplam 1309 yetişkinle telefon görüşm eleri yoluyla yapılan a ra ştırm a d a He­ rek 7 heteroseksüellerin lezbiyen ve geylere ilişkin tu tu m la rın ın yoğunluk açı­ sın d an farklılaştığını an cak değer ve nitelik açısından farklılaşm adığını ifa­ de etm iştir. Yazara göre yoğunluk fark ın ın heteroseksüel erkeklerin eşcinsel­ lere ilişkin tu tu m la rın ın lezbiyenlere ilişkin tu tu m la rın d a n veya heterosek­ süel k a d ın la rın hem gey hem de lezbiyenlere k arşı tu tu m la rın d a n daha düş­ m an ca olm asından kaynaklandığı düşünülebilir. Bu çalışm ada heteroseksü­ el erkeklerin tu tu m la rın ı toplum sal cinsiyete ve cinsel kim liğe göre şekillen­ dird ik leri ve bu eğilim in de lezbiyen ve geylere karşı farklı tu tu m la r gelişti­ rilm esine neden olduğu görülm üştür. H eteroseksüel k a d ın la rın ise tutum la­ rın ı d a h a çok azınlık g ru b u paradigm ası tem elinde geliştirdikleri, böylelikle de tu tu m la rın ın , eşcinsellerin gey ve lezbiyen olm asına göre değişm ediği an­ laşılm ıştır. Ancak gey ve lezbiyenlere ilişkin tu tu m la rın birbiriyle yüksek dü­ zeyde ilişkili olduğu gerçeği de unutulm am alıdır. Hom ofobi konusundaki kavram sal çerçevelerin oluşm asında çok önem ­ li k a tk ıla rı olan H erek,8 heteroseksüel erkeklerin, genel olarak LGBTT birey­ lere yönelik heteroseksüel k ad ın ların verdiklerinden çok d a h a olum suz tep­ kileri olduğunu vurgular: H erek e göre bu süreç, sosyal b ir düzlem de işle­ m ektedir; heteroseksüel erkekler, belirli d avranış örüntülerine uym aya zorla­ yan sosyal sta n d a rtla r ve a k ra n la rı ta ra fın d a n baskı altın d a tutulm aktadır. Bu sü reç psikolojik düzeyde de işlem ektedir: H eteroseksüel erkekler bu stan ­ d a rtla rı içselleştirm ekte ve erkeklik ro llerin in değerlendirilm esinde b a şarı­ 6 Herek, G.M., agy. 7 Agy. 8 Herek, G.M., ‘‘On heterosexual masculinity: Some psychial consequences of the social cons­ truction of gender and sexuality”, American Behavioral Scientist, C. 29, S. 5,1986, s. 563-577,

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Heteroseksizm, Homofobl ve Nefret Suçlan: Sosyal Psikolojik Yaklaşım

sız o lacak ları anksiyetesini y aşam aktadırlar. Bu endişenin nedeni, bir heteroseksüel erkek olarak bireyin kendilik h issini veya kim liğini kaybetm e kor­ kusudur; çünkü bir erkeğin cinsel kim liği b ir birey - in san olm aya eşittir. Heteroseksüel erkekler, kendilerini sosyal sta n d a rtla ra uym aya ve hom ofobik tu tu m la r ifade etmeye iten anksiyeteden k açınm ak için kendi erkek kim lik­ lerini gey erkeklere sa ld ıra ra k yeniden yeniden beyan etm ektedirler. H erek,9 homofobiyle ilişkilendirilebilecek b ir diğer önem li kavram olarak “kim lik" kavram ı üzerinde d urm aktadır. Kişisel kim lik, bireyin ne olduğu k a d a r ne olm adığını da içerm ektedir. K ız çocukları, m evcut k ad ın rol m o­ dellerini doğrudan, genellikle de gönüllü o lara k gözlemek aracılığıyla öğre­ nirken, erkek çocukların erkek olmayı, öncelikle kadın olm am ayı öğrenerek öğrenm eleri söz konusudur. Homofobi bu nedenle, bireyin olduğunu (heteroseksüel) onaylam a ve olm adığını (eşcinsel) ifade etm esinin altında yatan psikolojik işlevi nedeniyle heteroseksüel m askülenliğin önem li b ir bileşeni­ dir. Bu toplum sal ve psikolojik süreç, heteroseksüel erkeklerin gey erkekler­ le etkileşim de bulunm a ih tim alini de doğal olarak azaltm ak ta ve bu gibi et­ kileşim ler aracılığıyla m eydana gelebilecek hom ofobik olm ayan tu tu m deği­ şim leri yönündeki fırsa tla rı olanaksız hale getirm ekte ya da azaltm aktadır. Yazara göre, kendilik -b e n lik - ve kim lik duygusu, sosyal etkileşim ler a ra ­ cılığıyla ku ru lm ak tad ır. B ireyin fikirlerinin, in ançlarının, değerlerinin ve b a şk ala rın a yönelik tu tu m la rın ın ifadesi, kişisel kim liklerin inşasında b ü ­ yük b ir rol oynam aktadır. T utum larım ız ve fikirlerim iz, sosyal dav ran ışları­ m ızı yönlendirirken aynı zam an d a psikolojik işlevlere de sahiptir. Herek, hom ofobinin bu tü rden a n la m lı bir işleve hizm et etm esi b a k ım ın d a n en a z ın ­ dan üç açıdan heteroseksüellikle ilişkili olduğunu ileri sürer. İlk olarak, h o ­ mofobi, bireyin kendi heteroseksüel m askülenliğiyle ilişkili iç ç a tışm aların ­ dan kaynaklanan endişesini engellem enin b ir yolu olan savunucu-anlam lı bir işlev görm ektedir. Ayrıca hom ofobinin sosyal olarak da an lam lı bir iş­ levi vardır. H eteroseksüel b ir erkek gey erkeklere karşı, kendisi için önemli olan ba şk ala rın ın onayını kazanm ak ve öz-saygısım yükseltm ek am acıyla ön yargı ifade etm ektedir. Ü çüncü olarak da heteroseksüel b ir erkek, kendi b en ­ lik ve kim lik ta n ım la m a sın ı belirleyen d a h a geniş ve kapsam lı b ir toplum ­ sal ideolojinin parçası o larak hom ofobik tu tu m la r geliştirm ekte ve b u n a uy­ gun davranm aktadır. H erek, bu anlam da yaşam ın b ü tü n görünüşlerinde k a ­ 9 Herek, G.M., agy., 1986.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

357


358 : Melek Göregenli

d ın la r ve erkekler için se rt b ir davranışsal reh b e r vaat eden, h a tta emreden, m u h afa za k â r din ideolojilerini örnek gösterir. H erek e 10 göre, b u anlam lı iş­ levlerin h e r biri, bireyin kendi hom oerotik cazibesini ve "fem inen” özellikle­ rin i reddetm esine hizm et eder: Sosyal a nlam , grup sın ırların ı tan ım la m a iş­ levi görür; değer anlam lı işlev ise iyi ve kötü, yanlış ve doğru ilkelerine göre dünyayı tan ım la m a sın a yol açar. H aslam ve ark ad aşları,11 üniversite öğren­ cileriyle yaptıkları bir çalışm ada, geylere k a rşı önyargının psikolojik olarak seksizm den ve başka g ru p la ra karşı ayrım cılık tan farklı özellikler gösterdi­ ğini bulm uşlardır. Geylere karşı önyargı, seksizm ve ırk çılık tan d ah a fazla, d ah a güçlü bir biçim de özle ilişkili inançlarla birleştirilm ektedir. Çünkü eş­ cinselliğe ilişkin kültürel inançlar, bu d u ru m u n doğal bir özellik olmadığı düşüncesini beslem ekte ve dam galam a sonucunu getirm ektedir. Bazı fem inist y aklaşım larda ve eleştirel gey-lezbiyen a ra ştırm a la rın d a heteroseksizm kavram ı, h â lâ çok temel b ir kavram olarak ku llan ılsa da son dönem lerde “h eteronorm atiflik” kavram ı üzerinde d u ru lm ak tad ır. Bu kav­ ram heteroseksizm den farklı olarak psikolojik b ir zihin d u ru m u n a vurgudan çok d u ru m u n kültürel, sosyal kökenleri ve politik y an ların a v urgu yapmak üzere önerilm ektedir.12

Nefret suçu olarak homofobik ayrımcılık Pek çok am pirik çalışm an ın bulguları, ön yargı ve negatif stereotiplerin, ide­ olojilerin kutsam asıyla, d ışlan an gruplara yönelik değişen biçim ve içerikler­ de "şiddet”le hayata geçirildiğini, ayrım laşm ayı kutsayan ideolojilerin gele­ neksel değerlerle beslenen yeni bir tü r “m u h afazak ârlık ” olduğunu öngörm e­ m ize yol açm aktadır. Speer ve Potter,13 heteroseksizm ve önyargılı söylemin in sa n la rın tu tu m ve a tıfla rın ı saptam ak yoluyla a n la şılm a y a c a ğ ın ı, ideolo­ jik bir olgu olarak önyargıya dayalı söylem pratiklerinin günlük hayattaki gö­ receli o larak sabit söylemsel pratikler içinde bulunabileceğini belirtm işlerdir. Bu ideoloji, otoriterlik, m uhafazakârlık ve in sa n la r ya da g ru p la r arasında­ ki doğal hiyerarşi inancı gibi her türden ayrım cılıkla ilişkili gru p lararası bir

10 Herek, G.M., agy., 1986 11 Haslam v.d, "Are essentialist beliefs associated with préjudice?”, British journal of Social Psychology, C. 41, S. 1, 2002, s. 87-101. 12 Herdt, G. ve van der Meer T., “Homophobia and anti-gay violence: Contemporary perspecti­ ves”, Culture, Health and Sexuality, C. 5, S. 2, 2003, s. 99-101. 13 Speer, S. A. ve Potter, J., "The management of heterosexist talk: conversational resources and prejudiced daims”, Discourse and Society, C. 11, S. 4, 2000, s. 543-572.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Heteroseksizm, Homofobi ve Nefret Suçlan: Sosyal Psikolojik Yaklaşım

dünya görüşüne işaret etm ektedir. Genel olarak “sağ” olarak nitelendirilebi­ lecek dünya görüşlerinin, ayrım cılığı besleyen değerlere d a h a yakın olduğu­ nu bilsek de, bir tü r m aço-bireycilikle beslenen “m odern” yaşam a ideolojile­ rin in de yeni bir faşizm tü rü n ü n , “sem bolik faşizm ”in arka planını oluştur­ duğu ve bu dünya g ö rü şü n ü n sadece “sağ” ideolojileri kapsam adığı düşünü­ lebilir. Sosyal psikoloji yazını içinde giderek daha fazla çalışm aya konu olan, bazen b ir tü r seçkincilik ve çoğunlukla, in sa n la r ya da gru p lararası hiyerar­ şinin doğal olduğuna, bazı grupların diğerlerinden adeta doğal olarak üstün olduğuna ilişkin in an çlar -sosyal üstü n lü k yönelim i- ve adil dünya inancı vb. eğilim ler, sembolik faşizm i beslem ektedir. Sembolik faşizm in hayatlarım ıza yansım ası, ayrım cılığın ve şiddetin politik olarak m ahkûm edildiği “gelişmiş” yaşam a biçim leri içinde “norm alleştirilm iş” yeni biçimlerle yer alm aktadır. Değişen nicelik ve niteliklerle homofobik şiddeti ülkem izde, belki de am pirik olarak kanıtlanm aya ihtiyaç duyulm ayacak ölçülerde, her a n her yerde yaşı­ yoruz, ta n ık oluyoruz. Sonuç olarak gerek ABD ve Avrupa’d a yapılan pek çok çalışm ada ortaya çıkan hom ofobik ayrım cılığın şiddetle açık ilişkisi, gerekse ülkem izde LGBTT bireylere yönelik ayrım cı şiddetin vardığı düzey göz önüne alındığında, hom ofobinin şiddetin özel b ir tü rü olan nefret suçlarıyla ilişkili olarak ele alınm ası ve anlaşılm ası gereği ortaya çıkm aktadır. "N efret suçu” kavram ı ve böyle bir suç tipi, Am erika’da yükselen ırk, to p ­ lum sal cinsiyet ve cinsel yönelim konularında a rta n fark ın d alık düzeyinin bir sonucu olarak 1980’li y ılların o rta la rın a doğru ortaya çıkm ıştır. "Yan­ lılık suçu” olarak da a n ıla n nefret suçları, suçla ilgili popüler ve bilimsel söylemde giderek alışılageldik bir kategori haline gelm iştir. Bu kavram ların ceza hu k u k u terim lerine ve suç sorunu ile ilgili düşünüş biçim lerim ize dahil olm ası, nefret su çlarının varlığının ve nefret suçlarının o ra n la rın ın sıradan ya da alışılagelm iş suç ve o ran la rın d a n ayrı düşünülm esi gerekliliğinin far­ kın a varılm asını sağ lam ıştır.14 "Nefret Suçları” terim i John Conyers, B arb ara Kennelly ve M ario Biaggi’ye aittir. 1985’te “Nefret S uçları İstatistikleri H areketi” adlı b ir birdirge yayım ­ layan yazarlar, bu ta s a rı ile Adalet B a k an lığ ın d an “ırk, din ve etnik önyar­ gı” kaynaklı suçların sayısıyla ilgili istatistikleri toplam asını ve yayım lam a­ sını talep etm işlerdir. 1985’ten başlayarak ABD’de kavram ın kullanım ı, g ü n ­ lük gazetelerde de yer alm asıyla birlikte a rtış gösterm iştir. 1985’te ulusal ga14 Jacobs, J. B. & Potter, K., Hate Crimes: Criminal Law and Identity Politics, Oxford ve New York: Oxford University Press, 1998.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

359


Heteroseksizm, Homofobi ve Nefret Suçları: Sosyal Psikolojik Yaklaşım

olduğunu dile getirm iştir. N efret suçu faillerin in cinsiyetinin, k u rb an ın ka­ dın veya erkek olm asına göre istatistiksel a çıd an anlam lı düzeyde farklılaştı­ ğı görülm üştür. Bu suç g ru b u n d a kadın k atılım cıların % 91’in in en az bir er­ kek fail ve % 17’sinin en az b ir kadın ta ra fın d a n saldırıya uğradığı, erkek k a­ tılım c ıla rın ise neredeyse tü m ü n ü n diğer erkekler ta ra fın d a n saldırıya u ğ ra ­ dığı anlaşılm ıştır. K atılım cıların birçoğu eşcinsel karşıtı suçların, eşcinsel­ lerin b uluşm a yerlerine yakın n oktalarda, k u rb a n la rın tan ım a d ığ ı kişiler ta ­ ra fın d a n işlendiğini dile getirm iştir. B u n u n la beraber k atılım cılarla yapılan bu görüşm eler kam usal a la n la rın tü m ü n ü n bu tehlikeyi taşıd ığ ın ı göster­ m iştir. Ayrıca katılım cıların çoğu evlerinin, a ra b a la rın ın z a ra r gördüğünü, kişisel eşy alarının bu olaylar sırasında çalın d ığ ın ı ifade etm iştir. K urbanla­ rın b a şla rın a gelen olayları nefret suçu o lara k nitelendirirken tem el olarak 6 özelliğe dikkat ettiği görülm üştür. Bu özellikler sırasıyla: 1) F ailin olay sıra­ sındaki açık ifadeleri veya üçüncü bir ta ra fta n örneğin polisten a lm an kesin bilgiler 2) Eşcinsellerin b uluşm a n o k tala rın a yakın bir yerde olm ası 3) Diğer bağlam sal ipuçları 4) K u rb a n ın kendi ç ık a rım la rı ve önsezileri 5) Eski eşin intikam ı (sadece kadınlar) ve 6) Cinsel ilişkiyle tuzağa d ü şü rü lm e (sadece er­ kekler). Türkiye’de henüz nefret suçlarıyla ilgili benzer sistem atik çalışm a­ lar bu lu n m am ak la birlikte, LGBTT örgütlenm elerinin hak ihlallerine ilişkin rap o rlam a çalışm aları ve m edya tara m a ları, benzer bir tab lo n u n ülkem izde de yaşan d ığ ın a ilişkin ciddi ipuçları taşım ak tad ır. M edyanın nefret suçları kap sam ın d a ele alınabilecek eylemleri, haberleştirm e, k u lla n ıla n dil ve m ağ­ d u rları ya da olayı su n m a şekli, eylemi m eşru laştırm ay a ve su çu n altında ya­ ta n ayrım cılığı gizlemeye yol açabilir; sıklıkla böyle olm aktadır. Örneğin, bütünüyle nefret suçları kapsam ında görülm esi gereken travesti ve transseksüellere yönelik saldırılar, genellikle m ağ d u rların yarattığı ta h rik sonucun­ da o luşan eylemler gibi sunulm aktadır. Açık b ir saldırı ve çoğunlukla cina­ yete v a ra n suçlar, m ağ d u rların ç ık ard ık ları “olaylar” sonucunda gerçekleş­ miş, "doğal” sonuçlar o lara k ele alın m ak tad ır. Genellikle m ağdurlar, faille­ rin "hassasiyetlerine” d o k u n u r ve cezalarını bulurlar; oysa failin hassasiye­ tin in tek kaynağı ayrım cılık ideolojileridir. Bu yaklaşım , sadece şiddeti m eş­ ru la ştırm a k la kalm az, aynı zam anda kendini ifade etm e ve gerçekleştirm e hak k ın ın , bir toplum da kim lere ait bir ayrıcalık olduğunu d a ta rif eder; bu d o ğ ru d an herkesin sadece in san olm ak ba k ım ın d a n eşit olduğu ön kabulüne dayanan, çoğunu bizim de kabul ettiğim iz evrensel hukuk n o rm la rın ın çiğ­ nenm esi an lam ın a gelir. Cogito, sayı: 65-66, 2011

361


362 : Melek Göregenli

Eşcinsel karşıtı nefret suçlarıyla ilgili m edya tem sillerini inceleyen Quist & W iegand19, farklı politik ve ideolojik b akış açılarına sahip katılım cıların “M atthew S hepard”20 cinayetine ilişkin a tıfla rın ın farklılaşacağı ve bu atıf fa rk lılık la rın ın da eşcinsellik ve genel olarak nefret suçlarına ilişkin atıflarla ilişkili olacağını ileri sürm üşlerdir. Ülkemizde de medya d ilin in analiz edil­ diği ve rap orlandırıldığı ç a lışm aların b u lg u ları benzer sonuçlara işaret et­ m ektedir. K arakuş ve G öregenli21 ta ra fın d a n üniversite öğrencileriyle yaplan bir ça lışm a n ın bulguları, Türkiye’de yaygın m edyada k u lla n ıla n ve nef­ ret suçları m ağdurlarını değersizleştirm e ve sa ld ırıla rın sorum luluğunu çe­ şitli açıklam alarla k u rb a n la ra atfetm e anlayışının, üniversite öğrencileri ta ­ rafın d an da paylaşıldığını gösterm iştir. E şcinsel karşıtı suçların varlığını belgelem enin yanı sıra sosyal bilim ci­ ler aynı zam an d a bu su çların kurban üzerindeki etkilerini de anlam aya ça­ lışm aktadır. Eşcinsel karşıtı suçların psiko sosyal etkileriyle ilgili henüz çok az sayıda çalışm a olm asına k a rşın failler ve m ağ d u rlar açısından bu tü r suç­ lara eşlik eden deneyim lerin sistem atik bir biçim de tan ım la n m a sın a büyük ihtiyaç vardır. Suç, genel olarak toplum sal bir olgudur ve toplum sal olan h er şey sonuç olarak h er tü r suçla ilgili olgular açısından belirleyicidir fakat nefret suçları özel olarak, bir toplum da g ru p lar arası ilişkilerin yaşanm a biçim inden kay­ naklanan, g ruplar arası ilişkiler sonucunda oluşan şiddet konusuyla doğru­ dan ilişkilidir.22 Nefret su çların a neden olan, m ağdurlara yönelik kişisel ge­ çici öfke ya da planlı z a ra r verm e isteğinden kaynaklanan, sald ırg an ların ki­ şisel m otivasyonları değildir, m ağdurun ait olduğu gruba yönelik önyargılar, ayrım cılık ve yanlılıklardır. Dolayısıyla sadece b ir insana ya da gruba ruhsal ya da fiziksel za ra r verilm esi sonucunu doğurm az aynı zam anda saldırılara m aruz ka la n gruplara ait in san ların , kendilerini ifade etm eleri h a tta varlıkla­ rını sürdürm eleri önünde de ciddi bir tehdit ve engel oluşturur. N efret suçla­ rın a hedef olm aktan ko ru n m an ın tek yolu böylece kendiliğinden, in san ın olu­ şunu, varlık biçim ini reddetm esi, en hafifinden varoluşunu görünm ez kılm a­ 19 Quist, R. M. & Wiegand, D. M., “Attributions of hate. The Media's Casual Attributions of a Homophobic Murder”, American Behavioral Scientist, C. 46, S. 1, 2002, s. 93-107. 20 22 yaşında gey olduğu için önce kaçırılmış daha sonra dövülerek ıssız bir yerde bırakılmış­ tır. 21 Karakuş, P. & Göregenli, M., “Who Is Guilty? Undergraduate Students’ Attitudes Towards Hate Crime Based On Sexual Orientation”, IJAS Conference, 22-25 Kasim 2010, Roma. 22 Göregenli, M., "Ayrımcılığın Şiddeti: Nefret Suçları”, Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluş­ ma, Anti-Homofobi Kitabı, KaosGL Yayınları, Ankara, 2009, s. 49-55.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Heteroseksizm, Homofobi ve Nefret Suçlan: Sosyal Psikolojik Yaklaşım

ya çalışm ası haline gelir ki bu da nefret su çların ın nedeni olan ideolojik arka p lan ın esasen, toplum da belirli g rupların varlığına yönelen b ir tehdit oluştur­ duğunu gösterir. Nefret su çların ın hedeflerinin hangi g ru p la r olduğu, bu suç­ ların niteliğinin de en önem li göstergelerinden biridir. D ünyanın farklı coğ­ rafy a la rın d a saldırganların hedefleri, o toplum da hangi g ru p la rın ayrım cılı­ ğa u ğ rad ığ ın a bağlı o larak değişm ekte fakat saldırganların zihniyet yapıla­ rı, m otivasyonlarını o lu ştu ran ve besleyen böylece suçu belirsiz h a tta bazen m eşru kılan ideolojik o rta m değişm em ektedir. Bizim ülkem izde benzer ista­ tistikler olm am asına h a tta henüz bu tü r sa ld ırıla rın “nefret suçu” olarak teş­ his edilm esinde bir söz birliği bulu n m am asın a karşın, m edyada yer alan h a ­ berlerden ve insan h a k la rı örgütlerinin verilerinden hareketle, nefret suçları­ n ın m ağ d u rların ın büyük sıklıkla, cinsel yönelim leri ve etnik kökenleri nede­ niyle bu sald ırıların hedefi olduklarını söyleyebiliriz. Türkiye’de de diğer pek çok ülkede olduğu gibi, cinsel yönelim, etn ik köken, dini ya d a m ezhebe da­ yalı inançlar, daha kapsayıcı bir yaklaşım la söylersek, çoğunluğu belirleyen tektipçi ideolojik ik tidar anlayışlarının d ışın d a kalan var olm a biçim leri fark­ lı zam an lard a ve farklı biçim lerde nefret su çların ın hedefi olabilm ektedir.23

Sonuç yerine Sosyal psikoloji literatü rü , toplum u, birb irin d en bireysel ve g ruplar olarak fark lılık ları ve benzerlikleri tem elinde sistem atik olarak örgütlenm iş d in a ­ m ik b ir yapı olarak ta r if eder. Kişiler ve farklı gruplar biçim inde örgütlen­ m iş bu dinam ik yapı, ta r ih boyunca in san lığ ın gelişimi d o ğ ru ltu su n d a fark­ lılaşan form el ve form el olm ayan k u ra lla r çerçevesinde b ir a ra d a yaşam a­ n ın değişen biçimleriyle hayatiyetini sü rd ü rm ü ştü r. Sosyal psikoloji, bir bi­ lim dalı olarak, farklı yaşam a biçim leriyle örgütlenm iş to p lu m lard a grupla ra ra sı ilişkilerin, o toplum u oluştu ran tek tek bireylerin ve gru p ların ya­ şam doyu m larını en yüksek düzeye yükseltecek ve toplum sal b arışı sağlaya­ cak biçim de nasıl örgütlenebileceğinin bilgisine ulaşm aya çalışır. Genel ola­ rak sosyal bilim ler özel o larak da sosyal psikoloji litera tü rü gösterm iştir ki, toplum lar, gru p lararası ilişkilerin, fark lılık lar ve benzerlikleri algılam a bi­ çim lerine bağlı olarak, in sa n la rı birb irin d en değişm ez özelliklerle ayırm aya götüren, a ra ların d ak i sın ırla rı güçlendiren ve farklılıklar üzerinde k urgula­ n a n b ir dam galam a etk inliğinin hâkim olduğu bir tarz d a örgütlenebilirler.

23 Göregenli, M., age.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

363


364 : Melek Göregenli

Bu m ü m k ü n d ü r ve ne yazık ki bizim toplum um uzda da hali h a z ırd a egemen olan yaşam a şekli budur. Doğal olarak, bu yaşam a biçim inin sonucunda or­ taya çıkacak olan şey, giderek güçlenen bir ayrım cılık ve bireysel ya da ko­ lektif düzeyde oluşabilecek şiddet pratikleridir. Ayrımcılık, sadece ayrım cı­ lığa uğrayan kişi ve grupları m utsuz kılm aya yol açmaz; aynı zam an d a ay­ rım cılık ideolojilerinin yaygınlaşm ası yoluyla, toplum sal hayatın farklı özel­ liklere bağlı olarak üzerinde in şa edildiği hiyerarşileri güçlendirir h a tta yeni hiyerarşik yapılar yaratır. H epim iz, ait olduğum uz grupların üyeleri olarak, tek tek h er birim izin ya da g ru p larım ızın kim liğini inşa etm e sürecinde ken­ di öz’lerim ize d a ir kalıcı in a n ç la r kurgulayarak aynı türden ayrım cılıkla­ rı yeniden yeniden üreterek, birbirim izden giderek uzaklaşırız ve toplum da kim in ayrım cılığa uğrayacağını belirleyen tek ölçüt “güç" olm aya başlar. İn ­ sanlık, in sa n la rın b irarad a y aşam asının tek ölçütü, üzerinde sözbirliği sağ­ lanabilecek en rasyonel ölçüt olarak şim dilik "yasa’yı icat e tm iştir ve yasa­ ların in an d ırıcılığ ın ın ve hayata geçebilm elerinin ancak, toplum u o luşturan kişi ve g ru p la ra eşit olarak uygulanabilm eleriyle m üm kün olabileceği açık­ tır. B una k arşın , sosyal psikolojiden hareketle baktığım ızda, “yasa’n ın çiğnenm esinden d a h a tehlikeli olan, toplum sal b a rışı bozacak ve b ir toplum u o luşturan farklı in sanları y asan ın çiğnenm esinden daha m utsuz kılabilecek ve şiddeti güçlendirebilecek olan, belirli g ru p lara karşı yasanın çiğnenm esinin d ah a az "suç” oluştu rd u ğ u n a d air yaygın, paylaşılan inançlardır. Eğer bir toplum da şu ya da bu a çıd an farklı oldukları ya da kendilerine keyfi bir farklılık atfedildiği için bazı kişi ya da g ru p ların "yasa”dan eşit yararlan m a hakları ellerinden alınırsa, o n lara karşı sıra d a n in sa n la rın "yasa'ya uygun dav ran m aları nasıl beklenebilir? H eteroseksüel cinsel yönelim den farklı cin­ sel yönelime sahip in san lara - k i y u rtta ş olm ak, bireyin cinsel yönelim inden bağım sız b ir yasal k o n u m d u r- yönelik ayrım cı tu tu m la r ve hom ofobi, sadece cinsel yönelim farklılıklarına dayalı ötekiler y aratm a, dam galam a süreçleri olarak hayata geçmiyor, aynı zam anda heteroseksüellikten farklı cinsel yö­ nelim leri olan in sa n la rın bazı y u rtta şlık h a k la rın ın in k âr edilm esine yol açı­ yor. Eğitim , sağlık, b a rın m a vb. tem el h ak lara dayalı temel günlük hayat dü­ zenlemeleri için bile uzun y ıllar süren m ücadeleler verm ek gerekiyor. Bu ne­ denle hom ofobik ayrım cılığa dayalı m ağduriyetler üzerine d üşünm e ve poli­ tik hak m ücadeleleri, asla sadece heteroseksüellikten farklı cinsel yönelim le­ ri olan in sa n la rın sorunu olarak görülemez; herkes için temel so ru b ir toplu­ m un, “nasıl b ir hayat sürm ek istediği” ile ilgilidir. Cogito, sayı: 65-66, 2011


Heteroseksizm, Homofobi ve Nefret Suçlan: Sosyal Psikolojik Yaklaşım

H eteroseksizm , tah ak k ü m ü n ü , m odern eşcinseli inşa ederek sürdürm ek­ tedir. İnsanlar, kuşkusuz bedenleri üzerine, hem kendi hem b aşk aların ın bedenleri üzerine, a rz u ları, hevesleri ü zerin e hep d ü şündüler am a modernizm düşünm ekle kalm adı, öngörülebilir, dolayısıyla kontrol edilebilir insan ve toplum tahayyülünde "ideal beden” ve “ideal a r z u y u ta rif etti. B ir kim ­ lik olarak, heteroseksüel erkeksilik hem olunm ası hem de olunm am ası ge­ rekeni ta rif eder. F em inist teo rin in ve sosyal psikoloji y a z ın ın ın işaret etti­ ği gibi, toplum sal cinsiyet ve heteroseksizm , biyolojik gerçekler olm aktan zi­ yade in sa n yapım ı, değişebilir -bence katli m ü m k ü n ve vacip o la n - ideoloji­ ler o larak anlaşılm alıdır. H eteroseksist cinsiyetçilik, k a d ın la rd a n nefret, er­ keklerden nefret ve sonuç olarak kendinden nefret yoluyla edinilir; erkek ço­ cu k la r erkek olmayı öncelikle kadın olm am ayı öğrenm ek aracılığıyla öğre­ nirler. H eteroseksüelliğin norm al, doğal ve zorunlu olduğu ideolojisi heteroseksizm de ne o lu n d uğundan çok ne olunm adığını k anıtlam aya dayanır. Cinsiyetçilik ve hom ofobi ta m da bu yüzden, bireyin olduğunu (erkek ve h e ­ teroseksüel) onaylam a anlam ıyla ve bireyin olm adığını (k ad ın ve eşcinsel) hem kendisine ifade etm esinin hem de toplum a k an ıtlam asın ın en açık yolu olarak, heteroseksüel m askülenliğin tem el taşıdır. Homofobi, erkeğin kendi heteroseksüel m askülenliğiyle ilişkili iç ç a tışm a la rın ı engellem enin bir yolu olarak savunucu bir işleve hizm et eder. Cinsiyetçilik ve hom ofobi ayrıca er­ kekliğin kendini ta n ım la m a süreci içinde yaygın bir sistem ideolojisidir ve dolayısıyla toplum un in şasın d a da en önem li rolü oynar. Y aşam ın b ü tü n gö­ rün ü şlerin d e k a d ın lar ve erkekler için se rt b ir davranışsal reh b er em reden m u h afa za k â r ideolojiyi m eşru la ştırır.24 Sonuç olarak söylenebilir ki, hom ofobinin b ir gru p lararası ilişki ideoloji­ si olarak ele alınm ası, ayrım cılığı ve şiddeti an lam a sürecinde hepim ize öz­ gürleştirici bir çerçeve sağlam aktadır.

24 Göregenli, M. (2010). Zalimin zırt dediği yer. Amargi, Yaz - 17.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

365


Lezbiyen Anneler: Eşcinsel Ebeveynlik Işığında Karşı Cinsel Normatif Düzen VIRGINIE DESCOUTURES

Bu m etin, "ebeveyn em eği” olarak ad lan d ırd ığ ım konu kapsam ında, eşcin­ sel ebeveynli ailelerle, özellikle de lezbiyen annelerle ilgili doktora çalışm am ­ dan kaynaklanıyor. Öncelikle beni eşcinsel ebeveynlik (homoparentalité)1 ko­ nusunu çalışm aya iten sebeplere değineceğim . S onra da bu ça lışm a n ın bazı sonuç ve u z a n tıla rın ı paylaşacağım . Bu çalışm ayı önceleyen süreçte, genel o larak aile ve ebeveynlik sorunsa­ lıyla ilgilendim . K urum ların, ik tid ar ve tah a k k ü m ilişkilerinin sorgulanm a­ sına, d a h a genel olarak da m eşruluğun toplum sal ku llan ım ların ın sorgulan­ m asına k u ram sal bir ilgi duyuyordum . Son olarak, PACS’ın (m edeni dayanış­ m a anlaşm ası)2 ortaya çıkışıyla alevlenen ta rtış m a la r bu ilgiyi güçlendirdi. Bu siyasal kriz anına; PACS’a, yani aynı cinsiyetten beraberliklerin yasal­ laşm asına, ta ra fta r olanlar ile k arşı olanlar a ra sın d a çıkan “ta rtış m a la r” eş­ lik etm iştir. Söz konusu ta rtışm a la r, gey/lezbiyen ebeveynlerin soylarını de1 Asıl metinde yazar homoparentalité kelimesini kullanmıştır. Sözcük ebeveynlerden en az bi­ rinin eşcinsel olduğu aile hallerinde anlam bulur. Buna göre dört tip homoparentalité mev­ cuttur: İlki, karşı cinsel bir birliktelikten sonra eşcinsel bir partnerle ailenin yeniden ya­ pılandırılmasıdır. İkincisi, gey ve lezbiyenlerin ortak-ebeveynlik (coparentalité) sisteminde ilişki içinde yaşamalarıdır. Üçüncüsü evlat edinerek çocuk sahibi olmaktır. Dördüncüsü ise tıbbi yardımlarla üreyerek çocuk sahibi olmaktır, (ç.n.) Tanım için bkz. Bernard Andrieu, Gilles Boetsch, “Dictionnaire du corps", CNRS Editions, Paris, 2008, s. 168. 2 Fransızca bir kısaltma olan PACS (pacte civil de solidarité), Türkçeye medeni dayanışma an­ laşması olarak çevrilebilir. Fransa’da özellikle gey/lezbiyen birliktelikler için kanunlaştırıl­ mış bir sözleşmedir fakat çoğunlukla evli olmayan tüm çiftler tarafından kullanılmaktadır, (ç.n.)

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Anneler: Eşcinsel Ebeveynlik Işığında Karşı Cinsel N orm atif Düzen

vam ettirm elerinden duy u lan korkuları açığa çıkarm ıştır. "T a ra fta r” ya da “karşı” o lm anın yarattığı ta rtışm a la rın ötesinde, bu çalışm ada beni ilgilen­ diren şey bu ailelerin toplum sal gerçekliklerini anlayabilm ekti. B ana bu p o ­ litik ve k u ram sal ta rtış m a d a n sıyrılm ak ve şu soruyu sorm ak önem li gö­ ründü: B ir çocuğun “soyunda” aynı cinsiyetten iki kişi bulunduğunda, yani söz konusu iki kişi bu çocukla ilişkilerine irad i anlam da kendilerini ebeveyn olarak tan ım la d ık la rın d a ve ona karşı öyle davrandıklarında, b u iki kişinin olu ştu rd u k ları çift içinde ne olur biter; birliktelikleri bu n d an nasıl etkilenir? A raştırm a nesnesinin özellikle k ad ın lar olm asının sebebi, on lard a lezbiyenliğin tem sil ettiği ihlal d urum u ile k ad ın a yönelik annelik buyruğunun karşı karşıya geliyor ve birbirine m eydan okuyor olmasıdır. B unu ele alm ak bana toplum bilim sel açıdan önemli ve yeni göründü. [Toplumsal cinsiyet çer­ çevesinde çözüm lenen kad ın a yönelik annelik buyruğu, ara ştırm a c ıla rın üze­ rinde oldukça az durdukları bir konudur. Ç alışm am ın bakış açısının bu top­ lum sal olgunun anlaşılm asına da ilgi çekici b ir katkı yaptığını düşünüyorum .] Ç alışm am toplum bilim sel a ra ştırm a d a oldukça az k arşılaşılan iki konu­ yu eklem lem eyi önerir: A nnelik ve lezbiyenlik. Toplumsal açıdan lezbiyenlik, toplum sal cinsiyet norm unu, yani cinsiyetler ve cinsellikler ara sın d ak i hiye­ rarşiyi k u ra n düzeni ihlal o larak algılanır; annelik ise k a d ın la rd a n beklenen toplum sal b ir rol olarak algılanm aktadır. Dolayısıyla lezbiyen anneleri eşcin­ sellik ve annelikten yola ç ık a rak incelem ek a priori olarak çelişen iki norm üzerine düşünm ek dem ektir. Bu gözle g ö rü lü r çelişki, içinde barın d ırd ığ ı n o rm atif içerikleri açığa v urur, onları görm em izi kolaylaştırır. Ç alışm am ın am acı eril tah ak k ü m ve cinsellik kesişim inde çift ve soyu o lu ştu ran norm lar b ü tü n ü n ü norm atif düzenin sın ırın d an sorgulam aktır. F ran sa’da lezbiyen an neler üzerine yapılan ilk çalışma olm a özelliğini taşı­ yan bu tez, hayat pratiklerinde aranm ası gereken eşcinsel ebeveynlik gerçekli­ ğinin hesabını vermeyi hedefledi. Çalışm am , 48 çift kadınla yapılan kapsam ­ lı görüşm elerden yola çıkarak, anneler tara fın d a n verilen ebeveyn em eğine o d aklanm ak suretiyle, lezbiyen ebeveynliğin toplumbilimsel b ir çözüm lem e­ sini sundu. Ç alışm am da bu ailelerin m eşruluğu sorusuna o d ak lan m ak yeri­ ne, o n ların nesnel var olu şların ın bir p arçası olmayı tercih ettim . Amacım, o nların nesnel varoluşunda neyin aile k u ru m u n u ve toplum sal cinsiyetin bi­ reyler üzerindeki ağırlığını sorgulam aya olanak tanıdığını görm ekti. Bence lezbiyen ebeveynlik üzerine çalışm ak aynı zam anda şu soruyu sor­ m aktır: B uyruklar ve n o rm la r sistemi içinde lezbiyen anneler egemen model­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

367


368 : Virginie Descoutures

le nasıl uyuşm aktadırlar? Yani karşı cinsel norm atif düzende lezbiyen olundu­ ğunda nasıl an n e olunur? Ya da şu soruyu sorabiliriz: Başka b ir kad ın la birlik­ te, yani ebeveynler arasında “cinsiyet farklılığı” olm adığı d urum da değil sade­ ce, aynı zam an d a da yasal b ir statüye sahip olunm adığında nasıl an n e olunur? B unun için, Fransa’da 1-18 yaş arası ço cu k ların yetiştirildiği 24 aileden her iki k a d ın eşcinsel ebeveynle, onları anlam ayı am açlayan görüşm eler ger­ çekleştirdim . Lezbiyen bir birliktelik içinde edinilm iş çocuklara sahip, yani bir önceki k a rşı cinsel birliktelik çerçevesinin d ışında çocuk sahibi olmuş kadınlarla görüşm ek istedim . D aha önceki a ra ştırm a la rım ç o c u k la rın kar­ şı cinsel b ir birliktelikte edinildiği ailelerle ilgiliydi. Bu sefer, çiftlerin anlatı­ sının çocuklu aile hayatının “k u ru lu şu n a ” dayanm ası am acıyla, b ir yaşında ya da d a h a ufak çocukları olan ailelerle görüşm eye çalıştım . (Böylece zaten ulaşm ası zor olan bir sahaya b ir engel d ah a eklem iş oldum). Bu kişiler, yalnız bireyler değildi, birbiriyle karşılaşm ış ve b ir çifti mey­ dana getirm işlerdi Aynı cinsiyete m ensup olup, b ir ebeveynlik projesi geliş­ tirm işlerdi. Çocukları, evlat edinm e, ortak-ebeveynlik3, tan ıd ık veya tan ım a­ dık verici ile suni döllenme ya da karşı cinsel b ir ilişki yoluyla edinilm işti; bu yollarla çeşitli aile biçim leri örgütlenm işti. Anket, ebeveynlik b ağ lam ın d an (çocuğun nasıl edinildiğine bağlı ola­ rak değil), yani lezbiyen çiftlerden yola çıkılarak oluşturulm uştu. Ankete katılan la rın bakış açıların d an yola çıkılarak a priori çelişen iki düzene ait nor­ m un dikkate alınm ası söz konusudur. Bir y a n d a n hem anne hem lezbiyen ol­ m anın getirdiği bakış açısı; diğer yandan da yasal b ir statüye sahip olm adan kendini an n e olarak ta n ım la m a n ın getirdiği b ak ış açısı... Bu iki anneden her biriyle görüşm em in am acı, yaptığım çözüm lem eyi bun­ ların deneyim lerinin çeşitliliği üzerinde tem ellendirm ek değildir, ilişki için­ deki m ekanizm alarda (proje ve k a ra r m ekanizm alarında) tem ellendirm ektir. Bu yöntem bilim sel gereklilik yasal statüye sahip olmayan (“non statutaire”ola­ rak adlandırdığım ) anneler sorusunu sorabilm ek açısından çok önemlidir. Ebeveynlik b ir yandan kolayca tanım lanam az; am a öte yandan, esas ola­ rak karşı cinsel norm atif düzen bak ım ın d an tan ım lan ır. Bu kav ram ın var­ sayım larını bu ailelere d ayatm adan “lezbiyen annelerin o luşturduğu çiftler­ 3 Asıl metinde yazar coparentalite kelimesini kullanmıştır. Sözcük eşcinsel ya da karşı cin­ sel ebeveynlerin çocukları üzerindeki haklarının ve sorumluluklarının paylaşımı anlamı­ na gelir. Böylece bir çocuk çift halinde olan ya da olmayan, bekâr, evli ya da boşanmış ya da aynı cinsiyetten ebeveynleri tarafından yetiştirilebilir, (ç.n.)

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Anneler: Eşcinsel Ebeveynlik Işığında Karşı Cinsel N orm atif Düzen

de “ebeveynlik” nasıl kavranabilir? Böylece h a fta içi bir gün ve h a fta sonu bir gün olm ak üzere ebeveyn emeğini kaydettiğim defter aracılığıyla lezbiyen annelerin ebeveyn olm ak için ne “y ap tık ların ı” anlam aya çalıştım . B urada am aç, gerçekleştirilen işlerin çetelesini tu tm a k ta n ziyade, gizli kalm ış, do­ ğallaşm ış, çü n k ü örtük, yan i sözle an latılam ayan anne oluş (devenir) süreci­ ni g ö rü n ü r kılm aktır. Bu ç alışm a başlıca üç bulguyu ortaya çıkarm aktadır.

Normatif düzenin sınırında yaşayanların normallik sergilemesi Bu çalışm a, öncelikle, eşler arası ve soya dayalı ilişkilerin m ecb u ri karşı cin­ sel n o rm a tif düzen çerçevesinde k u ru ld u ğ u n a dikkat çekm ektedir. Baba so­ runu, yap ılan görüşm elerde sancıyan b ir d u ru m olarak değişik şekillerde dile getirildi: - K an ık san m ış bir psikolojiden gelen o rta k bilgi - "G erçek” ailenin ta n ım ın a atıfta b u lu n u la rak düzenin h atırlatılm ası ve biyolojik o lan ın tüm ilişki biçim lerinden ü stü n lü ğ ü - E rkeklerin nefretinden duyulan kuşku B unlar, görüşm e yaptığım ız annelerin, ebeveynlik projelerinden günlük ailevi hayatın çekip çevrilm esine, çocuk sahibi olm a tekniklerine k ad ar aile­ lerini k u rark e n geçtikleri h er etapta ald ık ları konum u etkilem ektedir. Ailece geçirilen b ir Noel günü, bir sosyal görevli, doktor, öğretm en, sos­ yolog ile görüşm e günleri, aynı cinsiyetten kişilerin oluştu rd u ğ u çiftlerin a-norm alliği ve ürem esi so ru su n u n düzenli olarak karşılaşıldığı zam anlar­ dır. " B a b a n ın gerçekte b ir karşılığ ın ın bulunm am ası, tek ebeveynli aileleri (les fam illes monoparentales) etiketlem ek için düzenli olarak gündem e geti­ rilebilm iştir ve her z am an d a getirilebilir. F akat söz konusu yokluk, bu aile­ leri bu şekilde etiketleyenlerin söylem lerinin bir parçası değildir sadece, lez­ biyen an n eler ta ra fın d a n d a içselleştirilm iştir; o n ların söylem lerinin alt m e­ tinlerinde de okunabilir; soy bağı ne şekilde ku ru lm u ş olursa olsun, o bağın kökeninde bu lu n an eşcinsellik skandalidir bu. N orm atif düzenin s ın ırın d a yaşayanların norm allik sergilem esi özellik­ le k a d ın la rın annelikle görevlendirilm esinde kendini gösterm ektedir. Bu da aslında lezbiyen anneler ta ra fın d a n çekilen acın ın sebebidir: Annelik rolünü Cogito, sayı: 65-66, 2011

369


360 : Melek Göregenli

zetelerde 11 nefret suçu m akalesi yayım lanm ış, 1990'da nefret suçuyla ilgili 511, 3 yıl sonrasında ise 1000’e u laşan yazıya yer verilm iştir.15 Gey k a rşıtı nefret su ç la rın ın yeni bir olgu olm adığını b elirten K atz,16 1624’ten b u yana A m erikan kolonilerinde erkeklerin eşcinsellik ve oğlancılık sebebiyle idam edildiklerini belirtm ektedir. Son 3 yüzyıl boyunca, lezbiyen ve gey A m erikalıların şiddetin birçok farklı biçim ine hedef old u k ların ı belir­ ten yazar, b u suç ya da sa ld ırıla r arasında “a ğ ır cezalarla hapsedilm e, kastrasyon, klitoridektom i, psikiyatrik m üdahalelere zorlam a, o rd u d an atılm a ve genel sosyal sürgün etm e, aforoz etm eyi” saym ak tadır.17 ABD’de gerçekleştirilen am pirik a ra ştırm a lar, nefret suçu k u rb an la rın ın büyük ölçüde lezbiyenler, geyler ve biseksüeller olduğunu ve bu suçların di­ ğer su çlar k a d a r yaygın b ir şekilde işlendiğini ortaya koyarak, nefret suçla­ rın ın toplum sal açıdan ciddi b ir sorun olarak ele alınm asında etkili olm uş­ lardır. N efret suçlarının m ağ d u rları ile yapılan çalışm alar hem sald ırıların ideolojik a rk a p lanının an laşılm asın d a hem de k u rb an la r üzerin d e y arattı­ ğı etkilerin ortaya ç ık arılm asın d a önemli bilgiler sağlam aktadır. A raların­ da lezbiyen, gey ve biseksüel yetişkinlerin bulun duğu toplam 450 katılım ­ cı ile yüz yüze görüşülm üş ve bu k atılım cıların cinsel yönelim leri nedeniy­ le m aru z kaldıkları nefret suçları hakkında bilgi edinilm iştir. S uçların bir­ çoğu, kam u sal alan lard a b ir veya iki yabancı kişi tara fın d a n gerçekleştirilmekle birlikte daha lokal yerlerde kom şular, iş arkadaşları ve a k ra b a la r ta ­ rafın d an gerçekleştirilen suç vakalarına da rastlan m ak tad ır. K urbanlar, su­ çun cinsel yönelim leri nedeniyle işlenip işlenm ediğine k a ra r verirken önce­ likle bağlam sal ipuçlarını kullan m ışlar ve sald ırg an ların görünür, açık be­ y an ların ı dile getirm işlerdir. K urbanlar, eşcinsel karşıtı suçları belirlem e­ de ve ra p o r etmede, bu su ç la rın çeşitliliğini sergilem ede ve suçluların ce­ zalan d ırılm asın d a polisin yanlı tu tu m la rın ın ve genel olarak cinsel yöne­ lim ler hak k ın d ak i toplum sal görüşün önem li olduğunu düşünm ektedirler.18 Suç tipi ve k u rb an ın cinsiyetinden bağım sız o larak nefret su ç la rın ın faille­ rin cinsiyetine bakıldığında büyük çoğunluğunun erkek olduğu görülm üş­ tür. K adın ve erkek k u rb a n la rın büyük çoğunluğu faillerin en az "b ir” erkek 15 Age. 16 Katz, Jack, Gay American History: Lesbians and Gay Men in the U.S.A., New York: Thomas Y. Crowell Company, 1976. 17 Akt. Herek, 1989, agy. 18 Herek, G. M. & Cogan, J.C. & Gillis, J.R., "Victim Experiences in Hate Crime Based on Se­ xual Orientation”, Journal o f Social Issues, C. 58, S. 2, 2002, s. 319-339.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


3 7 0 : Virginie Descoutures

üstlendikleri halde, toplum sal olarak tan ın m ıy o r olm ak. Annelik rolü onla­ rı kadın o lara k ortaya çıkarm az yalnızca, biraz d a eşcinsel oldukları için in­ dirgendikleri insanlık dişiliği (Judith Butler’ın m etinlerinin tü m ü n d e kullan­ dığı anlam ıyla) getirir yanısıra. “Yasal sta tü sü olm ayan a n n eler” diye ad lan d ırd ığ ım anneler, an n e "hiperdüzeltm esi” denebilecek kaygıları ve bakım (çare) pratiklerini ortaya çıkart­ m ışlardır. Eşcinsel oldukları için gerçek k a d ın la rd a n daha az kadın, çocuk­ larıyla biyolojik b ir bağları olm adığı için gerçek annelerden d a h a az an n e ol­ m aları ve b u yetersizliği dengeleyecek bir hukuki statüden de yoksun olm a­ ları, o nların sorum lu lu k ların ı iki kat a rttırır. O n ların yaşadıkları kaygılar, anneleri, anneliğin içten gelen, doğal bir bilgi olduğunu kanıtlam ak zorun­ da bırak an toplum sal yüküm lülükleri daha da g ö rü n ü r kılar. A nneler bu do­ ğal annelik bilgisini kan ıtlam ak la yüküm lü oldukları halde, tersine, günlük hayatları o n ları kuşkuyla dolu b ir öğrenm e sürecine iter. Judith B u tler’ın bireylerin, toplum sal cinsiyetlerini biyolojik cinsiyetleri üzerine yap ıştırd ık ları sürekli b ir oyunu ifşa eden b ir şey olarak sözünü etti­ ği drag yerine, bu anneler bazı zam an lard a anneliği oynarlar. B aşka yerlerde yadsınan b ir sta tü n ü n kendilerine tanın d ığ ın ı görm ek için iyi öğrenci olur­ lar, hatta iki ta ra fın da eşit ebeveynlik becerilerine sahip olduğu çift ilişki­ lerinde bile bu tanınm ayı arzu larlar. B ütün annelerin, kendilerini doğal işa­ retlerle süsleyerek ya da anneliği “annelik içgüdüsü” gibi göstererek uyum sağlam aları gereken bir rol bulunduğunu ve bu rolün de bir roller oyununa ait olduğunu lezbiyen anneler d a h a çok g örünür kılarlar. Aynı zam anda, lezbiyen anneler, yasal statüleri olsun ya da olm asın, top­ lum sal cinsiyet ve cinsellik a ra sın d ak i eklem lenm eyi sınam ış olurlar. An­ neliğin ve anneliğin ta n ın m a sın ın getirisi ve g ö tü rü şü ikili bir d u ru m yara­ tır: lezbiyen annelerin, yalnızca bütünüyle anne oldukları için değil, aynı za­ m anda da bütünüyle kadın oldukları için içinde b u lundukları a-tipik konum, bu ikiliğin fark ın a varılabilm esini sağlar. Belli b ir tarzda, annelik, o nların biyolojik cinsiyetleri ile uym ak zorunda oldukları toplum sal cinsiyetlerini yeniden b ir araya getirir. K endi aileleriyle ilişkilerinde yaşadıkları coming out4 anı, b a z ıla rın ın ailelerinden ciddi bir biçim de kopm asına sebep olm uş­ tur, anneliğe erişim k azan d ık tan sonra aile ilişkilerini yeniden kurabilm ek­ te, bu n d an so n ra seçim leri d a h a anlaşılır gibi görünebilm ektedir. 4 Coming out ifadesi kişinin eşcinselliğini kamuya açıkladığı anı belirtir, (ç.n.)

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Anneler: Eşcinsel Ebeveynlik Işığında Karşı Cinsel N orm atif Düzen

Ebeveynliğin ve norm üretiminin güncellenmesi Altını çizm em iz gerekir ki; lezbiyen annelik, evlilik ve ailevi hayatı düzenle­ yen n o rm la rın y ansım asından başka b ir şey değildir. Ama lezbiyen anneler n o rm la rın ı kullanm aya m ecb u r oldukları k a rşı cinsel n orm atif düzen çerçe­ vesinde ortaya çıkan m ekanik b ir görünüm de değillerdir; aynı zam an d a da bu düzen ü stü n d e bir etkide b ulunm aktadırlar. Bir y a n d a n bu düzeni h e r geçen gün yeniden tanım larken, sem bolik ve hukuki o lara k im kânsız olanı b ir olgu olarak m ü m k ü n k ılm aktadırlar. Böylece ebeveyn emeği, norm u gerçekleştirerek, a m a aynı anda b o z a ra k günlük hayata etki eder. Örneğin, birin ci ve ikinci çocuk arasın d a birçok anne, “cin­ siyet farkı” n o rm unun fark lı b ir değerlendirm esini yapar. S tatü lerin "ka­ rıştırılm a sı” korkusu genel olarak çocuklarla y a şan a n günlük hayat deneyi­ m i ile o rta d a n kalkar. S a h a d a n edindiğim gözlem lerim e göre; birçok ailede eğer birinci çocuk biyolojik annesine “m am an" (anne) diyorsa, diğerine “mamour" (an(a)şk)5 diyor. Genellikle, birinci ço cuğun yasal statü sü olm ayan a n ­ nesinden biyolojik olarak gelen ikinci çocuğun varlığı, a rtık g ünlük hayatta idare etm esi zorlaşan bu ayrım ı o rtad an kaldırıyor. “An(a)şk”, “a n n e ” oluyor ve nihayet h er iki anneye de “a n n e ” deniyor. K elim eler a rasın d ak i b u ayrım ın çocuk için b ir anlam ı olm am ası anneler için de, bu ayrım ı yapm aya yol açan sebepleri önem sizleştiriyor. Diğer yandan, bu d u ru m d a n o rm lar üzerine b ir eylem m eydana gelir. Bu ailelerin varoluşu, günlük h ay atta toplum un geri kalanıyla girilen ilişkile­ re, im k â n la rın yeniden tan ım la n m a sın ı sokar. Ö rneğin, eşcinsel ebeveynlik, hukuk ta ra fın d a n tan ın m ıy o r ve bu da lezbiyen annelerin h ayatında birçok sonuca yol açıyor olabilir, fak at k u ru m la n tem sil eden kişiler, ö rneğin öğret­ m enler eşcinsel ebeveynliği tanıyorlar. G örüşülen hiçbir an n e n in aile hayatı bu öğretm enler ta ra fın d a n sorgulanıp eleştirilm em işti, elbette k arşı cinsel norm ları ihtiva eden önerilerde bu lu n an öğretm enler de olduğu halde. Ço­ cukları için m erkezi önem e sahip bir toplum sallaşm a m ekânı olan okulun, o n ların aile m odellerinin sorgulandığı bir yer olm am ası, bu an n elerin hisse­ debileceği ta n ın m a ve m eşru lu k duygusunu etkiliyor. Genel olarak denilebilir ki; lezbiyen ebeveynli aileler için v ar olm a im kânı, 5 Asıl metinde yazar, anne kelimesi yerine "maman", an(a)şk kelimesi yerine de “mamour” ifa­ desini kullanmıştır. Fransızca "mamour” kelimesi "maman” (anne) ve “amour” (aşk) keli­ melerinin birleşiminden oluşturulduğu için biz de Türkçe karşılığı olarak “anaşk” kelime­ sini kullanmayı uygun gördük, (ç.n.)

Cogito, sayı: 65-66, 2011

371


372 : Virginie Descoutures

o nların günlük hayatta ta n ın m a sorunu, yaşad ık ları etiketlenm e ile huku­ ki tanınm ayla sonuçlanabilecek b ir biçim de b u n u mesele haline getirm eleri arasındaki gerilim den doğar.

Eşler arasında cinsiyet farklılığının olmaması, bireyler arasındaki toplumsal ilişkiyi (tamamıyla) ortadan kaldırmaz. İş bölüm ü konusunda, lezbiyen çiftlerin ilişkilerinde karşı cinsel çiftlerin iliş­ kilerine kıyasla d a h a fazla eşitlik beklenir. B akış açısı k arşılaştırm am olm a­ yan anketim in çerçevesi d ah ilin d e bu k arşılaştırm ay ı yapm ak im kânsızdır. Anketin so n u çların ın gösterdiği gibi, işler ayırt edilm eden k a d ın la rd a n biri ya da öteki ta ra fın d a n gerçekleştirilebilir oldukları halde, günlük hayat ör­ gütlenm esinde bazı işler çoğunlukla biri ya da diğeri tara fın d a n yerine geti­ riliyordu. E şitlikçi bir söyleme rağm en, iş paylaşım ı gerektiği k a d a r eşitlik­ çi değildi. D aha çok ev işi yapan kadınlar, genel olarak, eşlerine kıyasla daha düşük gelirli ve ev dışında, çalışm a m ekânında d a h a az veya yarı zam anlı vakit geçiren kadınlardı. Ev işlerinin paylaşım ındaki dengesizlik -e v işine kaç saat ayrıldığı, tek­ rarlanm a, ve u z m a n laşm a - hesaba katılarak belirlenir. K arşı cinsel ilişki­ lerdeki dengesizliğin içinde bu dengesizlikle de sıklıkla karşılaşılıyor olm a­ sı, iş paylaşım ının cinsiyete bağlı olduğu bir m odeli kanıtlam az. Ayrıca, kar­ şı cinsel ilişkilerdeki rollerde b u lu n an bu u zm an laşm a ve işlerin eşitsiz da­ ğılım ı çift yaşam ıyla ve çocuğun gelişiyle artıyorsa, çocuğun ya da çocukla­ rın gelişiyle ev işlerinin arttığ ı lezbiyen ilişkilerde çiftler arası iş bölüm ünde­ ki m anevra a la n ın ın karşı cinsel ilişkidekinin tersine, genişlediği görülüyor. B uradan yola çıkarak, iki sav öne sürülebilir. B ir yandan, cinsiyet farklı­ lığının ve eril tah ak k ü m ü n yokluğu, eşit olm ayan iş paylaşım ını k a d ın işle­ ri ile erkek işleri arasındaki ayrım a bağlı bir biçim de h aklılaştırm ayı o rta ­ d an k a ld ırır ve bu anlam da d a h a fazla eşitlik o lanağını destekler. Diğer yan­ dan, bu d a h a geniş m anevra alanı, ki çifti o lu ştu ra n la rın kadın o lm a la rın ­ d an ziyade an n e olm aların d an kaynaklanır, ta ra fla rın arasındaki am aç ve çıkar birliğine karşılık gelir. A lışıldığı üzere, k arşı cinsel beraberliklerde, ço­ cuğun gelişi eşitsizlikleri körükler, oysa lezbiyen annelerin d u ru m u n d a her iki eş de anneyi “oynam aya” bü y ü k ilgi duyarlar, çü n k ü onlar iki m isli “iyi anne" olm ak zorundadırlar. A slında k ad ın lara b u rolü üstlenm eyi b u y u ran toplum sal tem silin, lezbiyen an n elerin m eşruiyet eksikliği nedeniyle pekiştirildiği düşünülebilir. Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lezbiyen Anneler: Eşcinsel Ebeveynlik Işığında Karşı Cinsel Norm atif Düzen

Sonuç olarak, eşler ara sın d ak i çıkar birliği (yani m üzakere o lan a k ları­ n ın artm ası) o n ların hem iki k a d ın hem de iki a n n e olm aları o lgusuna daya­ n ır (baskıcı annelik görevlendirm esi kendisini her ikisine de dayatır). O nla­ rın şüpheli anneler olm ası ölçüsünde bu day atm an ın d a d a h a baskıcı oldu­ ğu varsayım ı yapılabilir. Lezbiyen anneler “iyi a n n e ” olduklarını, k a rşı cin­ sel annelerin ispatlam ak z o ru n d a olduğundan çok d a h a fazla isp atlam ak zo­ rundadırlar. Eşcinsellikleri ve toplum sal olarak uçta, aşağ ılan an konum ları "iyi an n e” olm a m ecburiyetlerini d a h a da ağ ırlaştırır. Eşcinsel ebeveynliğin zorluğu tam olarak şudur: Eşcinsel ebeveynlik eti­ ketlenmiş olduğu için insanın yaptığı hatalar da etiketlenir, su yüzüne çı­ kar [...] eşcinsel ebeveynlik, iki ayağı bir pabuca sokar ve bu halde bile yan­ lış adım atmamış ve atmayacak olmayı farz eder. [Nelly, Fa mille M]

Araştırmaların görüş açıları Ebeveynlik-kadınlık-eşcinsellik ko n u m ların ın yol açtığı düşünsel izlekler ol­ dukça fazladır, ancak iki görgül a ra ştırm a n ın kendi çalışm am açısın d an ta ­ m am layıcı nitelikte olacağı kanaatindeyim . Bir yandan, erkek çiftlerden oluşm uş aileler ile kadın çiftlerden oluşm uş aileler a ra sın d a bir k a rşıla ştırm a yapılabilir. B u k a rşıla ştırm a d a toplum sal cinsiyet n o rm u n u hem cinsel yönelim i hem de cinsiyet farklılığının b ulun­ m adığı b ir ebeveynliğin gerçekleştirilm esi dolayısıyla ihlal eden herkesin, erkeklerin ve kadınların, geylerin ve lezbiyenlerin ço cu k ların ın eğitim lerin­ de toplum sal cinsiyete bağlı n o rm la rı hayata aynı şekilde geçirip geçirm edi­ ği a ra ş tırm a konusu edilebilir. Böyle bir a ra ştırm a , cinsiyete aidiyetin (erkek veya kadın) eşcinsellikle b ir araya geldiğinde toplum sal cinsiyet norm uyla ilişkiyi nasıl etkilediğini görm eyi sağlayabilir. Diğer yandan, bu tez gösterdi ki; anneliğe ilişkin, doğru olanı bilmeyapm a kabiliyetine bağlılığı içeren tem siller oldukça kuvvetlidir. B enim sa­ vım a göre; annelerin ç o cu k ların a olan “bağ lılık ları” ve o n lard an ay rılm anın zorluğu, b a b a la rd a n ziyade an n elerin üzerine binen zihinsel y ü k ü n bir gös­ tergesidir. Anneler toplum sal olarak ço cu k ların d an d a h a fazla sorum lu ola­ rak a lg ılan ırlar ve kendilerini de öyle algılarlar (bu bizi anneliğin toplum sal tem sili konusuna geri döndürür). E n iyi olanı o n lar bilir, çü n k ü annedirler, ki bu da bilgiyi perform atif hale getirir: O nlar an n e oldukları için d a h a iyi bilm ek zorundadırlar. Cogito, sayı: 65-66, 2011

373


374

Virginie Descoutures

Bir başka açıdan, erkekler ço cukların b ak ım ın d a gittikçe d a h a eşitli! çi bir paylaşım talep etm ektedirler ve bazı ortak-ebeveynlikler bu tip paylaşım üzerine kurulur. A ncak tersi d u ru m la r d a m evcuttur. Bazı babij lar ortak-ebeveynlik içinde hem çocuk sahibi o lm alarım sağlayacak hem dl mesleki işlevleri dolayısıyla ta h a m m ü l edem eyeceklerini düşündükleri gün­ lük hayat y ü k ünden onları k u rta ra c a k bir düzenlem e bulurlar. "Annelik iç­ güdüsü" k a d ın la rı em zirdikleri çocuklarıyla birleşm e kaderine (un destin fu■ sionnel) m ah k û m eder. B una d ay an arak k a d ın la rın bir k a rik a tü r imgesini oluşturm ak bu k a d a r kolaysa, söz konusu imge, hem çocukların bakım ında kadınlarla eşit olm ak isteyen hem de mesleki kariyerlerini önem seyen baba­ la ra da yakıştırılabilir. Toplumsal cinsiyet ilişkilerini so ru n sa lla ştıran başka bir a ra ş tırm a da ortak-ebeveynliği seçm iş eşcinsel aileler üzerine yapılabilir. Böyle bir çalışm a, örneğin, aşk ilişkisi olm ayan ve cinsiyet farklılığıyla (ve m uhtem elen eril tahakküm le de) işaretlenen bir bağlam da ço cu k ların eğiti­ m ine bağlı ev işlerinin günlük dağ ılım ın d an bahsedebilir. B ununla birlikte iki grup aileyi karşılaştırm ayı tasarlayabiliriz. Çocuk b akım ının biyolojik ebeveynler arasın d a, anneler ve b ab alar a ra sın d a eşitçe üstlenildiği (iki h aftad a bir dönen b ir sistem) aileler ile b akım ın çoğunluk­ la anne ta ra fın d a n sağlandığı aileler (babanın b a k ım zam anı iki h a fta d a bir h a fta sonu ve tatillerin yarısı). O rtaklaşa yaşam ın eksik olm ası durum unda, bu dört “ebeveyn” (biyolojik ebeveynler ve eşcinsel ebeveynler) nasıl örgütlenirler? Böyle bir örgütlenm e­ de hangi k u ra lla r geçerlidir? D aha genel olarak, bu eşcinsel ebeveyn örgütlen­ mesi, bireyler açısından anneliğin ve babalığın a n la m ın ı içeren tem siller, ka­ dın ve erkek açısından en iyi ebeveyn pratiklerini içeren norm ların genel ka­ rakterleri ve ebeveyn em eğinin cinsel bölünm esi b ak ım ın d an neleri ifşa eder? Böyle bir yaklaşım , anneler ve b a b a la r arasın d a çocuk bakım ı çerçevesin­ de beliren prensiplerin ve gerilim lerin nasıl ortaya çıktığını gösterebilir. Bu bağlam da, "yeni ebeveynlikler’in toplum sal cinsiyet ilişkilerini yok etm edi­ ği de ortaya koyulabilir. Fransızcadan çeviren: Ayça Yılmaz & Gözde Aytem ur

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lambdaistanbul Aile Grubu (LİSTAG) Yeni Bir Aile, Yeni Bir Aktivist Dil MEHMET TARHAN

L am b d aistan b u l Aile G rubu h ak kındaki bu yazıya yukarıdaki b aşlık seçildi; çünkü b u yazıda g rubun hikâyesi iki farklı açıd an ele alınacak. İki farklı açı­ dan ele a lın m a gerekliliği de d oğrudan g ru b u n oluşum sürecinden kaynak­ lan m ak ta. B u süreçten çeşitli ala n lard a çeşitli ç ık a rım la r yapılabilir. LGBTT H ak ları aktivisti ve L am b d aistan b u l gönüllüsü olm am dolayısıyla; grubun tarihçesi, örgütlenm e deneyim inden çıkarım lar, bu deneyim in LGBTT h a re ­ ketine etkileri ve LİSTAG sürecinden doğru gelişen bir altern atif aile m ode­ li h ak k ın d a bazı no k taları ifade etm ek istiyorum . LİSTAG’m örgütlenm e sü­ recinin b ir b aşk a açıdan değerlendirm esini H a şa n M etehan Ö zkan’ın yazı­ sında bulacaksınız. Türkiye LGBTT (lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transseksüel) hareke­ ti 2000’li y ıllard a n itib aren aile çalışm aları yapm a ihtiyacı duym uş, ancak hem h a re k e tin tazeliği, hem etki a la n ın ın d arlığ ı hem de LİSTAG’m örgüt­ lenm e sürecinde d ah a ay rın tılı anlatılacağı üzere, çalışm aların odak nokta­ sı olarak belirlenen alan dolayısıyla bu ç a lışm a la r verim li ve devam lı b ir hale gelem em iştir. Yine de aile konusu Türkiye LGBTT hareketinin önem li bir gündem m addesi olagelm iştir. Ç ünkü tüm LGBTT bireylerin, dolayısıyla da harek etin "açılm a” gündem i hep canlı olm uş, bireylerin y aşam ındaki önemi dolayısıyla d a hep önem li olacaktır. L am b d aistan b u l Aile G rubu hakkında b ir tarih çe yazılacaksa, Kasım 2007’de iki L am bdaistanbul gönüllüsü (M ehm et T arhan ve Sedef Çakmak) Cogito, sayı: 65-66, 2011


376 i Mehmet Tarkan

ile bir antropoloji doktora öğrencisinin (H aşan M etehan Özkan) b ir araya gelip “İstanbul Örneğinde Üyelerinden Birinin Eşcinsel Olduğunu Öğrenen Ai­ lelerde Yaşanan Süreçler ve Sorunlara Antropolojik Bir Bakış” başlıklı tezin çalışm aları sıra sın d a ilişki k u ru la n aileler arasın d a b ir iletişim in n asıl ku­ rulabileceği ve bu ilişkinin nasıl devam lı hale getirilebileceğine d a ir ta r tış ­ m a b ir başlangıç noktası olarak görülebilir. Kişisel hikâyelerim izle iç içe ge­ çen bu tarihçeyi kısaca şöyle özetleyebiliriz: 28 Ocak 2008 tarih in d e L am bdaistanbul K ü ltü r M erkezi nde d a h a önce de L am bdaistanbul ile ilişki halinde olan bir an n e n in katılım ı ile LİSTAG’ın ilk toplantısı yapıldı. İngiltere m erkezli FFLAG1 adlı ebeveyn ö rg ü tü n ü n gey ve lezbiyenlerin aile ve ark a d a şla rın a yönelik h azırlan m ış olan bir kitapçığın h alihazırdaki b ire b ir çevirisinden hareketle bir uy arlam a yapm ak g ru b u n ilk çalışm a ala n ı olarak tespit edildi. K ısa sürede b ir gey ve bir Trans2 annesi d a h a gruba katıldı. H aftalık bir ru tin e bağlanan bu to p lan tılara N isan ayın­ d a n itibaren aylık yemekli to p la n tılar eklendi. D aha ra h a t bir havanın oldu­ ğu bu yemeklere d a h a geniş bir kesim katıldı. K ısa sü re içinde LİSTAG’a ait b ir blog oluşturuldu. H aziran 2008’de İtalya’da Avrupa’d an çok sayıda ebeveyn ö rgütünü bir araya getiren “FAM ILY MATTERS, Supporting fam ilies to prevent violence against gay and lesbian youths”3 adlı konferansa k a tıla n LİSTAG u lu sla ra rası alanda da ilk ilişkilerini kurm uş oldu. Yine 2008 H a z ira n ayında İsta n b u l'd a gerçekleştirilen 16. LGBTT O nur H aftası etkinleri kapsam ındaki O nur Y ürüyüşüne katılan LİSTAG üye­ si ebeveynler, L am bdaistanbul LGBTT D ayanışm a Derneği h ak k ın d a veri­ len kapatm a k a ra rın a karşı “Ç ocuğum a Dokunma", “Ç ocuğum un D erneğine D okunm a” gibi dövizlerle katıldılar. “Eşcinsel ve Biseksüel Bireylerin Ailele­ ri ve A rkadaşları İçin B ir R ehber” adlı kitapçık basıldı. K asım 2008’de CETAD’ın (Cinsel Eğitim Tedavi ve A raştırm a Derneği) u zm an gönüllüleri, katılım ıyla sadece aile üyelerine açık kapalı grup toplan1 Families and Friends of Lesbians and Gays: http://www.fflag.org.uk 2 Travesti ve transseksüeller için LGBTT hareketinde yaygın olarak “Trans" kelimesi kulla­ nılmaktadır. Cinsiyet geçişi sürecinin cerrahi operasyona odaklanması yerine kişinin kendi cinsiyet kimliğini tanıdığı anı odak almanın ve o andan itibaren transseksüel kimliğin ta­ nınması istenmektedir. Literatürdeki “transvestit” tanımının aksine gündelik hayatta "tra­ vesti” kelimesi henüz cinsiyet geçişi operasyonu geçirmemiş transseksüeller için kullanıl­ makta, bu ayrıma itiraz etmenin bir yolu olarak da “Trans" kelimesinin kullanılması öne­ rilmektedir. 3 Aile meseleleri, gey ve lezbiyen gençlere karşı şiddetin engellenmesi için ailelerin desteklen­ mesi.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lambdalstanbul Aile Grubu (LÎSTAG) Yeni Bir Aile, Yeni Bir aktivist Dili

tıları başladı. H alen her ayın ilk perşem besi düzenli olarak y ü rü tü le n to p ­ lan tılard a b ir uz m a n ın kolaylaştırıcılığm da aileler deneyim lerini paylaşıyor, bilgileniyor, LGBTT ebeveyni o lm an ın ötesinde, cinselliği konuşuyorlar. Mayıs 2009’d a A lm anya'da çeşitli kentlerden eşcinsel ailelerinin olu ştu r­ duğu bir örgüt olan BEFAH e.V.4 ta ra fın d a n düzenlenen ulusal çaptaki top­ lan tın ın davetlisi olarak bir su n u m yapıldı. Yine M ayıs 2009’da içim izden iki anne ve b ir b a b a n ın katılım ıyla A nkara’da 4. Uluslararası Hom ofobi Karşıtı B uluşm a etkinlikleri çerçevesinde Kaos Genç ta ra fın d a n düzenlenen LGBTT Gençler Ailelerle B uluşuyor etkinliği gerçekleştirildi. H aziran 2009’da 17. O nur H aftası etkinlikleri kapsam ında “YENİDEN DOĞAN A İLELER - Eşcinsel aileleri konuşuyor”5 adlı film in Türkiye’de ilk gösterim i 27 H aziran C um artesi günü Pera M üzesinde gerçekleştirildi. İtalya’da faaliyet gösteren AGEDO adlı eşcinsel bireylerin ailelerinden bir grup ebeveynle yapılan bu belgesel film a rd ın d a n yönetm en Claudio Cipelletti ile kısa b ir söyleşi ve film de oynayan ebeveynlerden G ianfranca Saracino ve eşi G iacinto R apino’n u n ve LİSTAG an n elerin in de katılım ıyla aile de­ neyim lerini ortaya koyan “A çılm anın Öteki Y üzü” adlı bir panel düzenlendi. 28 H aziran ’da LİSTAG ikinci defa O nur Y ürüyüşü’ne katıldı. B u defa dö­ vizler "Annenim Y anındayım ”, “B abanım Y anındayım ”, “K ardeşim in Y anın­ dayım" idi. 2010 y ılın ın N isan ayından itibaren Türkiye’n in LGBTT örgü tlerin in b u ­ lunduğu diğer kentlerinde de (A nkara, D iyarbakır, E skişehir ve İzm ir) LİS­ TAG benzeri aile g ru p ların ın o luşturulm ası için yıllık bir proje y ü rütülm ek­ te. Bu kentlere önce bir ta n ışm a ziyareti gerçekleştirerek ailelerin hem birbirleriyle hem de gönüllü yerel psikiyatrlarla ta n ışm a la rın ı sağlıyoruz. İk in ­ ci ziyaretim izde de İsta n b u l’d ak in e benzer kap alı aile to p lan tıları düzen­ liyoruz ve devam ında kentlerdeki aile ve p sik iy atrların kendi p ro g ra m la rı­ nı o lu ştu rarak b ir grup haline gelm elerini bekliyoruz. H alihazırda A nkara, E skişehir ve İzm ir için b u n u n belli bir oranda gerçekleştiğini söyleyebiliriz. 2010 LGBTT O nur H aftası “Dikkat Aile V ar” başlığı altında, a n a tem a “aile” olarak yapıldı.6 27 H aziran 2010’da yapılan O nur Y ürüyüşü’ne LİSTAG ilk kez kendi p a n k a rtı ile katıldı. 4 Bundesverband der Eltern, Freunde und Angehörigen von Homosexuellen 5 2 Volte Genitori - Pariano i genitori di lesbiche e gay 6 Lambdaistanbul tarafından basılan aynı başlıklı kitap Lambdaistanbul Kültür Merkezi’nden edinilebilir. Kitapta Onur Haftası kapsamındaki sunumlara ulaşılabilir.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

377


378

Mehmet Tarkan

Önce bir, so n ra birkaç ebeveyn ile yola çıkan LİSTAG üç yıl içinde LGBTT O nur H a fta sın ın a n a tem asına etki edecek ve kendi pankartıyla yürüyecek k ad ar gelişti. B u gelişme LGBTT H arek etin e de ciddi etkilerde bulundu. LİSTAG h er ne k ad ar ad ın d a L am bdaistanbul ibaresi b a rın d ırsa da, ta ­ m am en özerk b ir yapılanm a. Tüm örgütlenm e süreçleri, etkinlikleri, pro­ je geliştirm e ve fon bulm a gibi konularda tam am en bağım sız hareket edi­ yor. Bana k a lırsa LİSTAG’ın gelişm esinde ve kalıcı olm asında bu özerkli­ ğin ciddi bir rolü var. Ö rgütlenen ilk ebeveynler LGBTT hareketine yedekleniyorm uş hissine kapılm asın diye haftalık to p lan tılar bile L am bdaistanbul K ültür M erkezinde (LKM) değil, başka bir kafede yapılıyor. Ayrıca LKM ’de yapılacak to p lan tılard a çevredeki LGBTT bireylerin ilgisi ebeveynlerin ken­ di so runları h a k k ın d a değil d a h a çok LGBTT bireylerin açılm a problem leri hakkında kon u şm aların a neden olacaktı. Bu “deplasm an” hissi y a n ın d a en önem li risk ise LGBTT hareketinde yıllarca süren ve sürm ekte olan ta rtış ­ m alard an d am ıtılm ış dile d o ğ ru d an m aruz k a la rak “yetersizlik” hissine ka­ pılm aları idi. Ö rneğin LGBTT H areketi “cinsel te rc ih ” yerine “cinsel yöne­ lim ” kavram ını kullanıyor ve h er "tercih” dendiğinde düzeltm e refleksi ge­ liştirm iş d u ru m d a. LİSTAG'ın örgütlenm e sürecinde özellikle dikkat edilen şey, doğrudan düzeltm eler yapm ak yerine zam an içinde ta rtışa ra k ebeveyn­ lerin hangi kavram ı k u llan acak ları yönünde kendilerinin k a ra r verm esini sağlam ak oldu. Politik doğrucu b ir dili b aştan ortaya koym anın, sadece pek azının daha önceki hayatında b ir örgütlenm e deneyim i olan bu g rup için ol­ dukça itici olacağı aşikâr. Politik doğrucu dilin getirdiği bir nevi dilsizleşm eden k u rtu lm a n ın yolu alternatif b ir dil yaratm ak olm alı. Ya da her ne kad ar kullanım daki dil ile bir sorunum uz olsa ve onu dönüştürm ek gibi b ir isteği­ m iz olsa da iletişim i im kânsız k ılacak kad ar sa k atlam a k ta n kaçınılan b ir sü­ reç olarak algılanm ası gerekiyor olabilir. Politik d o ğ ru cu lu k tan kaçın ılan b ir diğer alan ise ebeveynlerin birbirleriyle ve yeni iletişim k u ran ebeveynlerle ku rd u k ları dil. LGBTT bireyler açıl­ dık tan sonra ailelerin büyük b ir kısm ında ciddi b ir şok yaşanıyor. B unu ebe­ veynlerin çevreyi, birbirini suçlam aları izliyor. E lbette toplum un büyük bir kısm ında yaygın olan “h a sta lık ” algısı da m evcut oluyor çoğunlukla. Bu du­ ru m la rd a ebeveyni doğrudan bilgi b o m b ard ım an ın a tu tm ak yerine "teskin etm e’ye öncelik veriliyor. B urada elbette "evet, h a s ta lık tır” denilm iyor fakat u zm an desteğine yönlendirinceye k a d a r bu so ru n la karşılaşan tek kişinin kendisi olm adığını h atırlatm ak tercih edilebiliyor. Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lambdaistanbul Aile Grubu (LÎSTAG) Yeni Bir Aile, Yeni Bir aktivist Dili

D idaktizm yerine kişileri so ru n la rı h ak k ın d a konuşm aya teşvik, eşitler olm a vu rg u su ve aktivistlerin m üdahaleleri yerine grubu kendi kendine bı­ rak m a n ın örgütlenm e sürecindeki başarısı elbette LGBTT H areketine, ya da en azından yaklaşık on y ıld ır LGBTT H areketi içinde yer alan b a n a çok şey öğretti. Belki LGBTT hareketinde örgütlenm elerinde güçlükler olan gruplar (örneğin Trans bireyler ya da gençlik grupları) için de bu yaklaşım pekâlâ de­ nenebilir. LÎSTAG sü recinin en önem li katkısı ise belki de "aile” kavram ı hakkında yeniden düşünm em ize yol açm asıydı. 18. LGBTT O nur H aftası kapsam ında gerçekleştirilen "Farklı b ira ra d a lık la r ve ütopyalar” başlıklı o tu ru m u n d ak i konuşm am ın b ir kısm ını alın tılam ak istiyorum . "Bizim her zaman yüzümüzü buruşturarak söylediğimiz klasik aileler bu aileler. Ama birlikte çalışırken fark ettik ki, ilkokul hayat bilgisi kitapların­ da bize öğretilen klasik ailenin toplumsal olarak hiçbir karşılığı yok, hiç öyle bir aile yok. Öyle bir aileyi varsayıyoruz ve kendi ailemizi de birçok yönüyle ona benzeterek; bütün farklılıkları, her bir bireyin farklı duruşu­ nu, farklı ilişkilenme biçimini göz ardı ettiğimizi fark ettik bu süreçte.7 “Eğer biz normal aile kavramı üzerinden hareket edersek, insan der­ ken beynimizde bir erkeğin oluşması ne kadar tehlikeliyse aile derken ka­ famızda bir model oluşturmamız da bir o kadar tehlikeli. Bu kurumlarm kesinlikle tek parça olmadığını da görmek gerekiyor. Her bir ailenin fark­ lı bir ilişkiler ağı olduğunu gözden kaçırdığımızda bu alanda politika üre­ temez hale geliyoruz. O yüzden ön kabullerimizi bir kenara bırakmamız gerekiyor. “Ailemizle mutlu bir yaşam nasıl sürebiliriz? Kendi ailemizle, diğer ai­ lelerle çalışırken fark ettik ki bir birey eşcinsel, biseksüel, travesti, transseksüel, queer, interseks artık ne derseniz, ne tür bir deneyim ya da kim­ lik olursa olsun, ortaya o hayat bilgisi kitabına uymayan bir şey koyduğun­ da orada devrimci bir karmaşa ortaya çıkıyor. Buna bekâr anneleri de ka­ tabilirsiniz, bir sürü şey girebilir. Çok bereketli bir kaos ortaya çıkıyor.”8

7 Dikkat Aile Var! 18. İstanbul LGBTT Onur Haftası Kitabı, s. 28. 8 Age., s. 28.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

379


Mehmet Tarkan

“düşüncelerimiz, kavramsal alt yapımız ne olursa olsun, tartışmaları­ mızı hangi dilde yürütüyor olursak olalım tam burada ve şu anda yaşıyo­ ruz. Bu sırada bazı ilişkilerimiz devam ediyor. Ve bu ilişkilerimizde biz kendimizden daha memnun, salt politik anlamda memnun olmak için kı­ rıcı davranmanın âlemi yok. İnsanların ihtiyaçlarını göz ardı etmenin an­ lamı yok. Radikal dürüstlükteki benim itirazım budur. İnsanları gerçek­ ten üzmeye neden olacak bir dürüstlük, bazı konularda işe yaramayabili­ yor. Bundan vazgeçmek demeyeyim de bunu genişletecek bir şey yapmak gerekiyor ve alternatifleri düşünürken kendi içimizdeki problemli alanla­ rı, aile alanındaki klasikten kaçacağız diye bir antitez oluşturacağız diye didinme, onun tamamen negatifini almanın çok doğru bir şey olduğunu düşünmüyorum.”9

Özellikle "aile” m odellem em izin a rz u edilen tekçilikten uzaklaşm asına ne­ den olm ası dolayısıyla “altern atif aile" anlayışım ızı da yeniden so rg u lam a­ m ıza neden oluyor. K aldı ki LİSTAG sürecinde bu aileler de v aroldukların­ d a n farklı ailelere dönüştüler. Ö rneğin Amargi D ergisinde yayım lanan Pı­ n a r Selek im zalı "Mayın T arlasında Yol Açıyoruz” başlıklı röportajdaki şu bölüm oldukça dikkat çekici:

"P.S.: Eda, sen b ir kadın olarak tek başına ayakta durm ayı başard ın . Şim ­ di de yeni kızın sayesinde, yani yeni dep artm an ın d a, çok şey öğrendiğini söy­ lüyorsun. Bu süreçte kadınlığına d a ir neler keşfettin? K ızın sana neler öğ­ retti?

Eda: Çok ilginç, cinselliği öğretti... P.S.: Nasıl? Eda: Şimdi, o cinsel o rg anından am eliyat olacak, kadınlaşacak... D oktora gittik. Ben sürekli soru soruyorum , kaç saat sürüyor, kaç liraya m al oluyor, kaç gün kalıyor, acı var mı, kan v ar m ı, ölüm var m ı, kalım var mı? B enim kızım diyor ki, “K litorisli m i yapıyorsunuz, klitorissiz m i yapıyorsunuz?" Ay, çok şaşırdım . B enim klitorisim nerede? Ben u n u ttu m klitorisim i... K litorisi­ m in nerede olduğunu ben bilm iyorum , unuttum .

P.S.: K litorisinizi size yeni kızınız m ı hatırlattı? Eda: Evet, cinselliği öğretti. Yani, o tam bir dişi. D işiliğin çok önem li ol­ 9 Age., s. 29.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Lambdaistanbul Aile Grubu (LİSTAG) Yeni Bir Aile, Yeni Bir aktivist Dili

duğunu, cinsel yaşam ın çok önem li olduğunu öğrendim . Sonra, dertleşm eyi, paylaşmayı... Gerçi, benim de b ir özlem im varm ış içten içten. O nları konuşu­ yoruz, a şk la rd an konuşuyoruz. Devam lı platonik aşk. Âşık oluyor, çok yoru­ luyor. “Anne şöyle böyle...” Biz h e r şeyi paylaşıyoruz. Hepim iz öyleyiz, b u ra ­ daki anneler de öyle. Biz b ir şeyleri saklam ıyoruz. Saklayanlar u tan sın . K o­ nuşa konuşa, ben de kadınlığı çocuğum dan öğrenm eye başladım .“10 Bu çarpıcı b ir örnek olm akla birlikte, genel o larak ebeveynlerin, cinsellik ve dolayım ıyla toplum sal cinsiyet hak k ın d a düşünm elerine yol açtı LİSTAG. Tam da bu nedenle LİSTAG tipi b ir örgütlenm e m odeli ve yak laşım ın ın “kla­ sik” k u ru m sal yapıları güçlendirdiği, dolayısıyla toplum sal dönüşüm nok­ tasında negatif b ir etkisinin olacağı hükm ü ciddi b ir önyargı, erken hüküm olarak görülebilir. LİSTAG b u n u n aksinin ve "alternatif aile” konusundaki düşüncelerim izi d ah a geniş b ir perspektiften beslem em iz gerekliliğinin is­ patıdır.

10 Amargi, S. 10, Güz2008: http://llstag.wordpress.com/2008/ll/14/mavin-tarlasinda-vol-aciYoruz

Cogito, sayı: 65-66, 2011

381


Araştırmacı Bir Aktivist HASAN METEHAN ÖZKAN

Yıllar önce İtalya’d a homofobi üzerine katıldığım b ir sem inerde tan ıştığ ım iki m uhteşem an n e olmasaydı, bilm iyorum bugün LİSTAG (L am bdaistanbul Aile Grubu) olur muydu? Ç ocukları eşcinsel olan ebeveynlerin İngiltere’deki örgütü FFLAG’ta n (Family and Friends of Lesbians and Gays) Jenny ve İtalya’daki ben zer ebeveynlerin ö rgütü AGEDO’d an (Associazione G enitori di Om osessuali) Paola kendi eşcinselliğim i ilk defa paylaştığım ve o z a m a n la r kendi annem e söyleyem em enin verdiği üzüntüyle om uzlarında hıçkıra hıçkıra ağladığım ilk annelerdi. Sevgili Jenny o ateşleyici soruyu sorm asaydı m uhtem elen y ıllar sonra Yeditepe Antropoloji bölüm ünde verdiğim doktora tezim in başlığı "İstanbul Ö rneğinde Üyelerinden B irin in Eşcinsel O lduğunu Ö ğrenen Ailelerde Y aşanan Süreçler Ve S o ru n lara Antropolojik B ir B akış” olm ayacaktı. “N eden Türkiye’de bizim gibi anne ve b a b a la r bir araya gelip birbirlerine destek olm uyorlar ve ço cu k ların ın y an ın d a durm uyorlar?” diye sordu Jenny. "B ilm iyorum ” dedim . "O zam an neden sen başlatm ıyorsun?” diye tam da aktivist b ir anneye y a k ışır tepkisini verdi hem en. Bu soru hiç ak lım d an çıkm adı. G ün gelip de doktora tez başlığım ı seçe­ ceğim zam an hem a ra ştırm a k ta n zevk alacağım , hem de sadece bir tez ola­ rak üniversite kütüphanesinde d u rac a k bir çalışm a değil, sahada birlikte ça­ lışacağım in sa n la rın hayatlarında fark yaratacak b ir konu istedim . Sessizleştirilenlerin sesi olabilmek, görünm eyenleri g ö rü n ü r kılm ak an lam ın d ak i bu çabam ın aslın d a fem inist antropoloji ve onun a ra ş tırm a yöntem leri (ey­ lem araştırm ası gibi) bağlam ında b ir yerlere o tu rd u ğ u n u n sonradan fark ın a Cogito, sayı: 65-66, 2011


Araştırmacı Bir Aktivist...

vardım . Diğer yandan genel o larak cinsellik, özel olarak da eşcinsellik biraz araştırm aya değer bulunm ayan, biraz da m arjinal sayılan konular a ra sın d a ­ dır. Açıkçası, başlangıçta bu başlığı tez form unun üzerine yazarken tereddüt etm edim desem yalan olur. Üstelik o zam an lar cinsel yönelim im i yakın ark a­ d aşlarım dan b aşk a kim se bilm iyordu. Zira a rtık bölüm b aşk an m d an tu tu n Sosyal Bilim ler E nstitüsü ndeki çalışan lara k ad ar herkes yönelim im e d a ir b ir kanıya sahip olacaktı... Ama işte tam da bu noktada korkuların üzerine gitmek, belki de farkında olm adan kendi içim izde büyüttüğüm üz hom ofobi ile yüzleşm ek gerekiyor. K uşkusuz ki tez d an ışm an ım Prof. Dr. H ande Birkalan Gedik ve jü ri üyelerinden Ayşe Gül Altınay’ın teşvik edici tavırları çok et­ kili oldu. S aha ark ad aşlarım d an vicdani retçi M ehm et T arhan’ın h a lih a zır­ da oğlu üzerinden L am bdaistanbul’la ilişkilenm iş Sem a anneye u laşm am ız­ la başlayan yolculuktaki desteği, d a h a güçlü hissetm em e ve bir ad ım daha atabilecek cesareti bulm am a neden oldu. Oldu am a bu durum a ra ştırm a için o kadar da h a z ır b ir zem in sağlam ıyordu. İlerleyeceğimiz yoldaki ta şla rı te ­ ker teker döşem em iz gerektiğini kısa bir süre sonra anlam aya başladım . Der­ nek üzerinden, k artopu örneklem biçim i ku llan arak ailelerine açık eşcinsel bireyler ve aile üyeleriyle yapm ayı planladığım görüşm eler için başlangıçta konuşm aya rıza gösteren kişiler bulm ak kolay olm adı. Her ne k a d a r dern e­ ğin birçok ak tif çalışanı olsa da b u n la r arasında ailesine açık bireylerin, açık olanların a ra sın d a da konuşm aya razı olan aile üyelerinin sayısı hiç de faz­ la değildi. D erinlem esine m ü lak atlarım ın sayısını arttırabilm ek için ailelerin güvenini k azanacak bir iletişim ve destek ağının varlığına ihtiyaç vardı. Bir anne, bir a n n e daha, derken b ir baba şeklinde ilerlerken grubum uzdaki kişi­ lerin sayısı ve birlikte yaptığım ız çalışm alar giderek a rtm ıştı ancak bu ağın oluşum u ve ailelerin güveninin kazanılm ası için h a rc a n a n zam an ve çaba saha çalışm am ın beklenen h ızd a ilerlem esinin önünde sınırlayıcı b ir etki ya­ pıyordu. Şüphesiz ki, çocu k ların ın cinsiyet kim liği ve cinsel yönelim i hak­ kında konuşabilm ek için ebeveynlerle kurulm ası gereken sam im iyet ve güven ilişkisi oldukça zam an alm aktaydı ve başlangıçta bu konuda taşıdığım iyim ­ serliğim in sah a sürecinde biraz törpülendiğini itira f etmeliyim. LİSTAG büyürken ve saha çalışm am a devam ederken doktora tez öğrenci­ si olm am bir yana, o zam ana k a d a r uzağında d urduğum L am bdaistanbul’un bir gönüllüsü, hem tanıştığım yeni ebeveynlerin b ir çocuğu, ço cu k ların ın bir kardeşi, kim i zam an birbirlerine söyleyem ediklerinin elçisi oluverm iştim . Bu çok kim likli ve çok şapkalı d u ru m u idare etmesi hiç de kolay değilm iş. Kim i Cogito, sayı: 65-66, 2011

383


384 : Haşan Metehan Özkan

zam an hepsini aynı an d a taşım anız, kim i zam an sadece biri olm anız gereki­ yor. Ama bazen b ir bakıyorsunuz b ir şapkayı d ah a çok sevm işsiniz ve ü stü ­ nüze yapışıverm iş, çıkarm ak istem iyorsunuz. Benim için de öyle oldu... Sanı­ rım araştırm acı kim liğim i çok gerilere attım ve kendim i “annelerim ve baba­ larım ” dediğim yeni ailem in k u cağına bırakm ayı tercih ettim . Evet aile kur­ gusal ve evet Ju d ith B utler’a gönderm eyle aile “perform atif” bir kavram . Siz yaptıkça ve ettikçe aile yeniden şekilleniyor ve ilişkiler/bağlar o zam an anlam kazanıyor. Yeni anneleriniz, bab aların ız, kardeşleriniz olabiliyor. Ve cinsel yönelim ve/veya cinsiyet kim liğinin aile içinde ortaya çıkm ası ise bir turnusol kâğıdı... Sevgilerinizin gerçekten karşılıksız olup olm adığını görebiliyor, var olduğunu düşündüğünüz ilişkilerinizin / b ağlarınızın an lam ın ı yeniden sor­ gulayabiliyorsunuz. Bu durum hem LGBTT bireyin kendisi hem de annesi, babası ve kardeşleri için geçerli... İlişkilerim ize ne a n la m la r yüklüyoruz? Ya­ k ın larım ızd an neler bekliyoruz? Kişisel ve toplum sal değerlerim izin etkisiyle sevdiklerim izin om uzlarına nasıl a ğ ır yükler bindiriyoruz? Ve bir yak ın ım ı­ zın LGBTT olduğunu öğrendiğim izde bu soruları te k ra r nasıl cevaplıyoruz? Bu durum ilişkilerim izi ve bizi nasıl dönüştürüyor, değiştiriyor? E n azından, kendi adım a konuşm ak gerekirse ben değiştim . Özellikle teze başlarken ve sahaya ilk adım ım ı attığ ım d a yaşadığım korkularım dan, çekin­ genliklerim den k urtuldum . Kendi annem le olan ilişkim izi yeniden k u rg u la­ dık. Evet ona da açıldım . Nasıl açılm azdım ki? Böyle b ir çalışm aya başlayıp onu nasıl her şeyden habersiz b ırakabilirdim ki? Bu çalışm aya annem e açıl­ m ak için m i başlam ıştım , tezim i bu am açla m ı kullanm ıştım ? Hayır. A ncak em inim ki tü m y a şan a n lar gerekli cesareti toplam am da yardım cı olm uştur. Kendim i bildim bileli en yak ın ım d a olan in sandan, annem den sak lad ı­ ğım bu gerçeği 2008’in 10 K asım ’ında, onun içten içe hissettiği şüpheleri­ n i giderm ek için ısra rla ve peş peşe sorduğu so ru la r karşısında bırakıver­ dim . Yağmurlu b ir cum artesi günü, h er h afta sonu y a n ın d a kaldığım sevgi­ lim Tarkan’a gitm ek için annem in y an ın d an ayrılm aya çalışırken o b a n a bir kafede bir şeyler ısm arlayıp, benim le sohbet etm ek için fırsat kolluyordu. S o­ n u n d a ısra rla rın a dayanam ayıp, kabul ettim : - Peki am a neden her safta sonu T arkan’da kalıyorsun? - Eee biliyorsun. Çok seviyorum onu, birlikte çok güzel vakit geçiriyoruz... - Nasıl bir sevgi bu? H er h a fta sonu Tarkan, h er h a fta sonu Tarkan... - Seviyorum işte... - Peki am a n asıl b ir sevgi bu? Cogito, sayı: 65-66, 2011


Araştırmacı Bir Aktivist...

- Annecim biliyorsun işte... Cevabını aldığında taşıyam ayacağın gerçek­ leri söyletme bana... - Dene belki anlarım ... İşte o an. İşte y ıllard ır taşıd ığ ın ız yükü indirebileceğinizi hissettiğiniz, san ırım zaten biliyor ve hissediyor ve beni anlayacak dediğiniz a n ve b ir iki kadeh içkinin a rd ın d a n dilinizin çözüldüğü an... - Ben T arkan’ı çok seviyorum. - E o zam an n o rm al bir sevgi değil bu... - E bizim ülkem izde pek o gözle bakılmıyor... Ama öyle olmuyor. Anlamıyor. Gözlerinden y aşlar dökülmeye başlıyor. D urduram ıyorum . R ahatlatam ıyorum . Ne söylesem, ne k ad ar m antıklı açık­ lam alar yapsam işe yaramıyor... B ırakam ıyorum . T arkan’a gidem iyorum . Bir­ likte eve gidiyoruz. K arşılıklı ağlaşıyoruz. Bir y an d an keşke söylemeseydim diyorsunuz, b ir yandan da üstünüzdeki yükten k u rtu lm u ş olm anın, en yakı­ nınıza, annenize a rtık yalanlar söylemeniz gerekm ediğini bilm enin m utlulu­ ğunu içten içe yaşam aya başlıyorsunuz. Ama kolay olmuyor. Bir kışı aynı evin içinde iki yabancı gibi geçirdik, psikiyatra gittik, yard ım aldık am a annem benim le konuşurken a rtık gözlerim in içine bakm ıyordu, bakam ıyordu. B en­ den iğreniyordu. Ama ben d urm adım , geri adım atm adım . Ingiltere'deki ebe­ veyn örgütü FFLAG’in bilgilendirici b ro şü rü n ü jet hızıyla Türkçeye çevirip, önüne koydum. Okumuyor, ilgilenm iyor gözüküyordu, am a ben evden çıktık­ ta n sonra okuyorm uş. Her fırsa tta T arkan’la yaptıklarım ızdan, LİSTAG al­ tında “annelerim ve bab alarım la” yaptıklarım dan bahsediyordum . Evet ken­ di annem e başka annelerden "annelerim ” diye bahsediyordum . Bilmeliydi, hayatım ın devam ettiğini, benim h âlâ aynı kişi olduğum u, eşcinsel yönelim i­ m in ise o z am an a kad ar bilm ediği b ir yanım am a sadece bir yanım olduğunu bilmeliydi. O bu anlattık larım la ilgilenm iyorm uş gibi yapıyordu. Ta ki o güne kadar... O gün, annelerim le yaptığım ız düzenli C um artesi to plantılarından birindeyken annem aradı ve ben b ir em rivaki ile telefonu Sem a anneye veri­ verdim. Sem a anne yaklaşık on beş dakikalık b ir k onuşm anın a rd ın d a n m a­ saya döndüğünde ağlıyordu. A nnem de ağlıyorm uş öbür tarafta, am a beraber bir kahve içm eyi kabul etmiş. Selm a annenin evde ben yokken annem le içti­ ği o kahvenin, ard ın d a n annem in gönderm eyip içtikleri çayın, "N’olur biraz d ah a an lat” p astaların ın , keklerinin a rd ın d an an n em açılm aya ve ra h a tla m a ­ ya başladı. Şim di a rtık düzenli LİSTAG yem eklerinin, CETAD’da (Cinsel Eği­ tim Tedavi ve A raştırm a Derneği) h er ayın ilk perşem besi yapılan paylaşım Cogito, sayı: 65-66, 2011

385


386 : Haşan Metehan Özkan

toplantılarım ızın en kıdem li annesi (75) ve sanırım gördüğü bu itibardan da a ltta n alta çok hoşlanıyor. Benim içinse birbirim ize b ir adım daha yaklaştı­ ğım ızı hissettiğim günler bunlar. A rtık yalanın, sırların, saklam aların b itti­ ği günler. Kendinizle ve çevrenizle d a h a çok barıştığınızı hissettiğiniz günler. Evet ben değiştim . İn san ın a n n esin in bile bildiği ve kabul ettiği b ir nokta­ d a eşcinsellik sak lan acak bir şey değil, tam tersine b aşk a insan lara yardım edebilecek gücü kendinde hissedebildiği b ir şeye dönüşüyor. İşte o z am an ço­ c u ğ u n u n eşcinsel olduğunu öğrenen b ir anneyle tan ışıp onun diğer anneler­ le buluşm asını sağlayıp, ayrılırken gözlerindeki rah atlam ay ı görebiliyor ve size sarılıp “S ana çok teşekkür ederim , oğlum u te k ra r k azanm am ı sağladın" cüm lesinin altın d a ezilebiliyorsunuz. Diğer yandan kendi ailenize açılm a sü­ reciniz, başka ailelerin ve ilişkilerin içinden geçişleriniz sahadaki konum u­ nuzu, yazm aya çalıştığınız m etni ve dilini de etkiliyor. A raştırm acı olarak nesnellik kaygılarından çok uzakta, kendinizin de aynı zam anda a ra ş tırm a ­ n ın bir nesnesi olduğunuzun farkında olarak, “self-reflexive" (özdüşünümsel) b ir dil geliştirm enizin gerekliliğini anlıyorsunuz... Sadece ben değil LİSTAG da değişiyor, büyüyor ve tez çalışm am ı da de­ ğiştiriyor. D aha en b aşlard a bir tra n s annesi olan P ın a r a n n en in g ru b u m u ­ za katılm asıyla LİSTAG y u rtd ışın d ak i benzerlerinden farklı olarak sadece eşcinsel bireylerin ailelerini değil tra n s bireylerin ailelerini de kapsayacak şekilde biçim lendi. LGBTT bireylerin ve ailelerinin yaşadığı süreçler kendi a ra la rın d a fark lılık lar gösterse de hom ofobik ve transfobik değer y a rg ıları­ n ın aynı hegem onik erkeklik k alıp ların d an beslendiğine in a n a ra k biz de d a ­ yanışm a ağım ızı bu çerçevede oluşturm ayı doğru bulduk. Şüphesiz ki bu d u ­ ru m d a benim de tez çalışm am ı tra n s bireylerin ailelerinin yaşadığı süreçle­ ri de kapsayacak şekilde genişletm em gerekiyordu. Tez rap o rlarım ı yazarken fark ettim ki her ne k a d a r tezim in başlığı başlangıçta eşcinsel ailelerin yaşa­ dığı süreçlere ve so ru n la ra ilişkin olsa da geçen zam an içersinde aslında ben bu tezle beraber k u ru la n LİSTAG’ın hikâyesine ve LİSTAG’lı anne b a b a la rın hikâyelerine odaklanm ışım . Bu büyük ailenin bir p a rç a sı olm uşum ve ol­ m aya devam edeceğim . H azır bir sahaya girmeyip, sa h asın ı kendi o lu ştu ran a ra ştırm a c ı bir aktivist olarak sa h ad a n kopm a şansım yok, aslında iyi ki de yok... S aha bu ç a lışm a n ın hep bir parçası olacak, ilerlemeye devam edecek, benim için a ra ş tırm a süreci bitse bile saha, yani LİSTAG devam edecek...

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Stonewall’dan Onur Yürüyüşü’ne... YENER BAYRAMOĞLU

New York’ta küçük, döküntü bir bar... Greenwich M ahallesi’nde, C hristopher S treet üzerinde yer alan bu b a rd a 27 H aziran 1969 gecesi gerçekleşenler, eş­ cinsel, biseksüel ve tra n s özgürleşm e hareketinde b ir dönüm noktası y arattı. Bu bir k ırılm a anıydı. O gece o rad a bulunanlar, heteroseksüelliğin tek m eş­ ru cinsel yönelim olduğu in an cın a ve bu inancın heteroseksüel olm ayanlar ile tra n sla r üzerindeki baskısına k a rşı yürütülen m ücadelenin yönünü değiş­ tirdiler. Başka b ir deyişle, tarih e yön verdiler. Üstelik Stonew all’da y a ş a n a n ­ la rın etkisi sadece o m ahalleyle, o şehirle ya da o ülkeyle sınırlı kalm adı. D al­ ga dalga büyüyerek, başka coğrafyalardaki trans, eşcinsel ve biseksüel birey­ lerin m ücadelelerini yüreklendirdi. Peki, Stonew all’da ne olm uştu? E ric M arcus’u n sözlü ta rih çalışm ası Ma­ king History, o gece orada o lanları anlam am ız için iyi b ir başlangıç noktası olabilir. M arcus’u n görüştüğü ta n ık la rın da dile getirdiği gibi Stonew all Inn aslında polise rüşvet vererek varlığını sürdürebilen b ir bardı. Tıpkı eşcinsel­ lerin ve tra n s bireylerin to p lan d ık ları çoğu ba rd a olduğu gibi... O y ıllard a eş­ cinsellerin ya d a tra n sla rın b a rla rd a toplanm ası illegaldi ve New York poli­ si zam an zam an bu b arları basıp m ühürlüyor, çoğunlukla da düzenli r ü ş ­ vet karşılığında b a rla rın işlem esine göz yum uyordu. Tabii bu polis b ask ın la­ rı esnasında çoğunlukla translar, on sekiz yaş altındakiler, üzerinde kim liği bulunm ayanlar ya da polisin “tekinsiz” bulduğu kişiler gözaltına alınıyordu. Bu alışageldik b ir durum du. Ancak o gece, önceki gecelerden farklı olarak b a rd a b u lu n an la r polisin bu alışageldik aşağılayıcı tav rın a karşı çıktılar. Polis h er zam an olduğu gibi Cogito, sayı: 65-66, 2011


388 ! Yener Bayramoğlu

b a rı basm ış, kap ıları kilitlem iş ve içeride b u lu n an ları teker teker aram aya başlam ıştı. S erbest b ıra k ıla n la r b a rd a n çıkıp gitm ek yerine, sokağın k ar­ şısındaki k ald ırım d a ark ad aşların ı beklem eye k a ra r verdiler. İçeridekilerin kim ileri tutuklanıyor, kim ileri de serbest kalıp karşı k ald ırım a ark ad aşla­ rın ın yanm a katılıyordu. B ardaki herkes çıkıp içeride sadece polisler k a lın ­ ca, karşı kald ırım d ak i kalabalık, b a ra bozuk p a ra la rın ı fırlatm aya başladı. M arcus’un görü ştü ğ ü tan ık la rd a n b irin in de dediği gibi, b a rın sakinleri a r­ tık bu saçm alığı sorgulam aya başlam ıştı: “Neden tü m bu saçm alığa k atlan ı­ yorduk? Neden cezalandırılıyorduk? O dandik b a rd a içm ek için o m afyaya neden dünyanın p a ra sın ı veriyor, b ir de üstüne tutuklanıyorduk?”1 M adem rüşvet istiyordu polisler, o halde o n la r d a h a fazlasını d a fırlatıyorlardı işte. B ozuk p a ra lara b ir m üddet sonra ta ş la r eklendi. B a rın pencereleri k ırılm a ­ ya başladı. İçerideki polisler paniklem iş, dışarıdaki b a r sakinleri ise cesaret­ lerini toplayıp d a h a da h ırçınlaşm ıştı. Öyle bir noktaya gelindi ki, b a r ateşe verildi. Bir m üddet so n ra takviye polis ekipleri geldiğinde kalabalık dağıldı. Ama eşcinsel, tra n s ve biseksüel bireylerin haklı isyanı o geceyle sınırlı kalm adı. Ertesi gün d ah a büyük b ir kalabalık Stonevvallun önünde toplanıp b ir önceki gece olan ları protesto etti. B arın önünde toplananlar, “Gey barla­ rı serbest b ırakın!” “Gey iyidir!” “Stonew all’un kızlarıyız / K ıvırcıktır saçları­ m ız / İç çam aşırı giyinm eyiz / M ahrem yerlerimizi gösteririz” diye slogan at­ m aya başladı. B ir sonraki gün ise beş yüz kişi toplanm ış ve polis baskınını protesto etm ek için C hristopher S treet boyunca “O nur Y ürüşü” düzenlem iş­ ti. Nitekim bu y ü rüyüş tarihteki ilk Gay Pride / C hristopher Street Day ya da Türkiye’deki adıyla ilk O nur Yürüyüşü ydü. Bu yürüyüş esnasında zam an za­ m an kalabalıkla polis arasında çatışm alar patlak veriyordu am a bu eşcinsel­ lerin cesaretini kırm ıyordu. Sonraki günlerde yürüyüşler tek rar etm iş ve sos­ yalistler, savaş karşıtı gruplarla öğrenciler de kalabalığa eklenm işti.2 Bu karşı duruş, bu sokağa çıkış ta rih te bir ilkti, ilk kez eşcinseller, bin yıl­ la rd ır süregelen ayrım cılığa karşı böylesine güçlü ve kendine güvenen b ir ey­ lem lilik gösteriyordu. B unun 60’la rın sonunda cereyan etm esi aslında ra st­ lan tı değil. N ihayetinde Stonewall isy a n ın a ortam sağlayan şey, büyük o ra n ­ d a 60 ların sonuna doğru değişen politik iklimdi. Savaş karşıtı gösteriler, öğ­ renci hareketi, siyah ve kadın özgürleşm e hareketlerinin b aşarıları, yeni so ­ lun yükselişi ister istem ez önceleri silik, ürkek bir politika izleyen eşcinsel öz­ gürleşm e hareketini de etkilem işti. Zam an, sokağa çıkm a zam anıydı. John 1 Eric Marcus, Making History, New York: Harper Collins, 1992, s. 191. 2 Leigh W. Rutledge, Gay Decades, New York: Plume, 1992, s. 3.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Stonewall’d an Onur Yürüyüşüne...

D’Em ilio’nun da belirttiği gibi, sokağa çıkm akla birlikte önceden gizli kapak­ lı y ürütülen politik alar artık herkesin gözü önünde ve d a h a etkin bir biçim de sürdürülm eye başlandı. Stonewall ise bunun, yani sokağa çıkm anın sim gesi haline geldi. Sokağa çıkan / g ö rü n ü r olan lezbiyen, gey, biseksüel ve tra n s bi­ reyler bir m ık n atıs gibi diğerlerini de çekiyor, h arek etin genişleyip serpilm e­ sini sağlıyordu.34Öyle ki bir yıl so n ra Stonew all’u a n m a am acıyla on b inler­ ce kişi New York’ta y ürüm üştü. K atılım cıların b a sm a verdikleri dem eçler­ den de anlaşılacağı üzere, “hom oseksüeller a rtık saklanm ayacaklar”dı. Atı­ lan sloganlar d a b u n u yansıtıyordu: “Out of the closets! Into the streets! ** Stonew all’u n etkileri büyüktü. Aktivistler üniversitelerdeki konferansla­ ra katılıyor, iş yerlerinde d ah a fazla görünürlük ve iş güvenliği için to p la n ­ tıla r düzenliyor, dahası papazlarla görüşüyorlardı. K ısacası, davaları konu­ sunda herkesi bilgilendiriyor, her a lan d a g ö rü n ü r oluyorlardı.5 Öte y an d an kısa bir süre içinde Am erika çapında yüzlerce dernek k u rulm uştu. ABD deki derneklerin sayısı, 50’li ve 601ı y ıllard a 50’n in altındayken, b u sayı Stonew all 3 John D'Emilio, “II. Dünya Savaşından Bu Yana San Francisco’da Eşcinsel Politikaları ve Toplulukları", Tarihten Gizlenenler. Der.: Martha J. Vicinus, Martin Bauml Duberman ve George Chauncey Jr„ Çev. Serkan Göktaş, Ankara: Phoenix Yayınevi, 2001, s. 473. 4 Rutledge, age., s. 21. (Out o f the closets! Into the streets: Saklandığınız yerlerden çıkın! Sokağa çıkın!) 5 John D’Emilio, The World Turned, Durham: Duke University Press, 2002, s. 151.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

389


390 : Yener Bayramoğlu

son rasın d a 800’ü aştı. Ayrıca sadece New York’ta değil, birçok şehirde yıllık Stonew all’u a n m a yürüyüşleri düzenleniyordu. Üstelik k u ru la n bu yeni ör­ gütler, ayrım cılığı önleyen yasaları kendi bölgelerinde çıkarm ayı b aşarıyor­ du. Polislerin keyfî tu tu k lam a la rın a , anti-sodom i y a sala rın a ve m edyadaki görünm ezliğe k a rşı güçlü stratejiler belirleniyordu.6 Stonew all’u n h a re k e t üzerinde y a ra ttığ ı güven, 70’li yıllar boyunca h ız­ lı değişim lerin gerçekleşm esini sağlam ıştı. Bu değişim ler toplum un birçok a la n ın d a olduğu gibi a n a akım m edyayı da etkiliyordu. Ö rneğin 1974 y ılın ­ d a ilk kez bir A m erikan televizyon k an alı iki erkeğin birbirlerine olan a ş­ k ın ı konu eden b ir film i, That Certain S u m m er’ı yayınlam ıştı. The N ational Gay Task Force gibi yeri geldiğinde geniş çaplı eylem ler düzenleyerek m ed­ yayı protesto eden derneklerin varlığı bu değişim sü re c in in önem li etken­ lerinden biriydi. Ü stelik bu derneklerin y ü rü ttü ğ ü k am p an y alar ses g etiri­ yor, b aşarılı oluyordu. Ö rneğin 1974 y ılında bir sağlık pro g ram ı olan Mar­ cu s Welby’nin b ir bölüm ünde eşcinseller çocuk tacizcileri ve eşcinsellik b ir h a sta lık olarak gösterilince, The N ational Gay Task Force uzu n soluklu bir kam panya y ü rü tm ü ş ve nihayetinde reklam verenler p ro g ra m d an reklam desteklerini çekm ek zoru n d a k alm ıştı.7 Tabii Stonew all so n rasın d a gelen en önem li değişim lerden biri A m erican Psychiatric A ssociation’ın 1973 yılında “M ental B o zu klukların Tanısal ve Sayısal El K itabı’n d a n eşcinselliği ç ık a r­ m ası oldu. Böylece eşcinseller a rtık bu aşağılayıcı “h a s ta lık ” yaftasın d an , resm i düzeyde de olsa kurtuldu. Öte y an d an benzer gelişm eler Avrupa’d a da cereyan ediyordu. Ülkeler eşcinselliği cezalan d ıran y a sala rı kaldırıyor ya da İsveç'te olduğu gibi cinsiyet geçişlerine olanak sağlayan yasal düzenlem ele­ re gidiyordu. Ancak tüm bu olum lu değişim ler 80’lere doğru AIDS’in patlak verm esiyle önem li bir darbe aldı. 80’lerin b aşın d a Am erika’da AIDS’e d a ir ilk bu lg u larla karşılaşıldığında, m edya bu tan ım lan am ay an ve tedavisi olm ayan yeni “ve­ b a n ın ” sebebini de hem en duyuruverm işti: "Cinsel D evrim !” New York Times Magazine de o y ıllard a yayım lanan b ir m akaleye göre u z m a n la r bu vebanın m üsebbibi olarak 70’li yıllarda A m erikan toplum undaki cinselliğe d a ir kod­ la rın değişm esini görüyordu.8 E lbette cinsel devrim in yaşandığı en önem li a la n cinsel yönelim lere d a ir algılardı. Özellikle Stonew all so n rasın d a eşcin6 Marcus, age., s. 187. 7 Fejes ve Petrich, “Invisibility, Homophobia and Heterosexism: Lesbians, Gays and the Me­ dia”, Critical Studies in Mass Communication, Aralık 1993, s. 400-401. 8 Larry Gross, Up From Invisiblity, New York: Columbia University Press, 2001, s. 94.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Stonewall’dan Onur Yürüyüşüne...

seller, d ah a önce hiç olm adığı k a d a r g ö rü n ü r olm uş ve bu yeni veba d a on­ la rın “lan eti” o lara k görülm eye b aşlanm ıştı. H a tta b u tanım sız kansere bir m üddet sonra b ir isim icat edilm işti bile: GRID- Gay Related Im m une Defi­ ciency ya da h alk arasın d a kısaca “gey vebası"... Sadece A m erika’da değil, d ü n y an ın her yerinde AIDS eşcinsellerle birlikte anılıyordu. Ö rneğin Jam es W. Jones’u n Batı Alm anya b asın ı üzerine yaptığı a ra ştırm a d a da görüleceği gibi, AIDS b a şta eşcinseller olm ak üzere toplum ­ daki diğer “ötekilerle”; seks işçileriyle, u y u şturucu bağım lılarıyla, siyahlar­ la ve hem ofili hastalarıy la birlikte gündem i işgal ediyordu. AIDS d ışarıd an , A m erika'daki geylerden toplum a yayılan bir h a sta lık olarak görülüyordu.9 Aslında Türkiye’deki durum da pek farklı değildi. Türkiye b asın ın ın d uyur­ duğu AIDS riski taşıy an lar listesinin ü st sıra la rın d a eşcinsellere ve seks işçi­ lerine ek olarak B atı’dan Türkiye’ye gelen tu ristler yer alıyordu. Ancak AIDS, o yılların m edyasında gösterildiği gibi sadece eşcinselleri ya da eşcinsellerle birlikte an ılan diğer “öteki”leri tehdit eden bir h a sta lık de­ ğildi. L arry G ross’u n da dikkat çektiği gibi, h astalığ ın başlangıçta b u şekilde anılm ası h a sta lık la m ücadelenin gecikm esine sebep olm uştu. N ihayetinde egemen düşünceye göre sadece eşcinselleri öldüren b ir “veba” çok d a önem li sayılm azdı. Am a b u n u n böyle olm adığını, tehlikenin sadece toplum un “ke­ n a rın d a k i” kesim leri etkilem ediğini, toplum un “m erkezine”, yani heteroseksüel egemen çekirdek ailelerin evlerine de “sıçradığım ” 1982 yılındaki CBS News’te yayım lanan bir haber duyurm uştu: “AIDS H its Hom e”10 AIDS k ara b u lu tu gündem e bu şekilde çöktüğünde Am erika’daki aktivistlerin ilk tepkisi, bu patlak veren yeni gündem in şişirm e bir gündem ; hızla ilerleyen eşcinsel özgürleşm e h arek etin i d urdurm aya ya da en a z ın d a n ya­ vaşlatm aya yönelik b ir karşı kam panya olduğu yönündeydi. O y ıllard a a n a akım m edyanın gündem inden hiç düşm eyen AIDS h aberlerinin hareketi ya­ vaşlatacağından korkuyorlardı ve bu korku, AIDS’le mücadeleye b aşlam ak konusunda trajik b ir biçim de o n ları yavaşlattı. A ncak AIDS’ten ölen eşcin­ sellerin sayısı hızla artıyordu ve b u d u ru m d a örgütlerin oyalanm adan kol­ ları sıvam aları gerekiyordu. N ihayetinde bu örgütler, Am erika’daki yerel ve federal yönetim lerin AIDS a ra ş tırm a la rın a d a h a fazla bütçe ay ırm aları için 70’lere o ran la çok d ah a organize ve güçlü po litik alar üretm eyi b aşard ı. Fon 9 James W. Jones, “Discourses on and of AIDS in West Germany, 1986-90”, Forbidden History, Ed. John C. Font, Chicago: The University of Chicago Press, 1992, s. 361-390. 10 Gross, age., s. 97-98. (“AIDS Hits Home": "AIDS Evlere Sıçradı")

Cogito, sayı: 65-66, 2011


392 I Yener Bayramoğlu

b u lm a çalışm aları, AIDS eğitim p ro g ram ları, lobi faaliyetleri, HIV v irü sü ­ ne yakalanm ış kişilere yönelik ayrım cılığı önleyen y asaları çıkarm a çabala­ rı derneklerin kuru m sallaşm aların ı, b a şk a b ir deyişle “profesyonelleşm eleri­ n i” sağlam ıştı. D erneklerin AIDS'le m ücadele konusunda büyük finansal ve yasal desteklere ihtiyaç duyduğu düşünüldüğünde bu kaçın ılm azd ı.11 Bir b a ­ k ım a AIDS trans, biseksüel ve eşcinsel h a k örgütlerinin u lu sal ve u lu sla ra ra ­ sı düzeyde organize olm aları ve birlikte m ücadele verm eleri yönünde bir iti­ ci güce dönüşm üştü. Ancak Paul R obinson AIDS'in, eşcinsel özgürleşm e harek etin in gidişa­ tın d a başka bir şeye d a h a sebep olduğunu öne sürüyor. R obinson AIDS sal­ gınıyla birlikte a n a ak ım eşcinsel özgürleşm e hareketinde Stonewall ru h u ­ n u n yitirildiğini söylüyor. Robinson’a göre AIDS, Stonew all’la birlikte b a ş ­ layan ve 70’ler boyunca devam eden; kökleri yeni sola ve 68 K u şağ ın a u z a ­ n a n radikal tav ırd an uzaklaşılm asm a, d a h a tutucu p o litik aların benim sen­ m esine sebep oldu. N itekim 90’lar boyunca özellikle a n a akım gey ve lezbiyen hareketinin gündem ini m eşgul eden konular, hareket içinde yeni beliren bu m u h afazak âr kesim in dert ettiği konulardı. Yeni m u h afa za k â r eşcinsel­ ler özellikle evlilik, aile, ordu ya da din gibi geleneksel yapılarda kabul gör­ me, b u yapılara dahil edilm e arzusunu taşıyor.12 N itekim 90’lı yıllardan beri a n a ak ım eşcinsel özgürleşm e harek etin in gündem ini kilitleyen bu başlık­ la rın kim ilerinde son yıllard a u laşılm ak istenilen hedefe varıldı. H ollanda 2001 yılında hem cinsler arası evliliğe olan ak tan ıy an ilk ülke oldu. Sonraki y ıllard a benzer gelişm eler içlerinde K anada, Güney A frika C um huriyeti ya da Ispanya’nın da yer aldığı çeşitli ülkelerde yaşandı. A ncak bu tü r gelişm eler ironik bir biçim de hareketin ehlileşm esine; 60’lar ın sonundaki dışa dönük p olitikalardan farklı olarak içe kap an m asın a yol açtı. T ekrar Robinson’a dönersek, bu içe kapanış, başka coğrafyalarda olup bitenlere karşı duyarsızlık, aslında m u h afa za k â r eşcinsel hareketin istedi­ ği b ir durum . Geleneksel yapılara kabul edilm eye kilitlenm iş günüm üz a n a ak ım m u h afazak âr eşcinsel hareketi, bu yapıları so rg u lam ak tan pek de yana değil. Robinson, bu n o k tad a ana akım hareketin bu içe k ap an ışın a d a ir üç tem el noktaya dikkat çekiyor. Öncelikle a n a akım hareket, sol hareketle olan h er tü rlü bağ lan tın ın koparılm asını istiyor. Ayrıca geleneksel cinsiyet rolleri11 Marcus, age., s. 405-406. 12 Paul Robinson, Queer Wars: The New Gay Right and Its Critics, Chicago: The University of Chicago Press, 2005, s. 6.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


StonewaU’dan Onur Yürüyüşüne...

n in benim senm esinden yana; yani efem ine erkekliğe ya da erkeksi kadınlığa karşı çıkıyor. Son olarak cinsel devrim i reddediyor; b u nok tad a eşcinsellerin cinsellik b ağlam ında görünür olm asına karşı çıkıyor.13 Oysa 60’la rm sonundaki Stonew all ruhu, diğer sol hareketlerle om uz om uzaydı ve diğer hareketlerle birlikte tek, yekpare b ir düşm ana k a rşı m ü ­ cadele veriyordu: Beyaz ataerkine... D önem in ö rg ü tlerinin p ro p ag an d aları­ n a baktığım ızda da, aslında günüm üzdeki tu tu cu örgütlerden farklı b ir p o ­ litika izlediklerini görürüz. Sözcük dağ arcık ları bile günü m ü zü n a n a ak ım h areketinin sözcük dağarcığından farklıydı. Street Transvestite Action Re­ volutionaries ya d a Gay Liberation Font gibi erken 70’lere dam gasına v u ra n örgütler, “Beyaz H etero A m erika’dan, “Egem en E lit”ten, “K apitalizm in Et y iy ic ile rin d e n bahsediyordu.14 G ünüm üzde ise d u ru m çok farklı... Özellikle 90’lı y ıllard a pazarlam acı­ la rın eşcinselleri önem li birer tüketici grubu olarak tanım lam asıyla birlik­ te, eşcinsel özgürleşm e hareketinde d a h a önce görülm eyen bir sürece giril­ di. A rtık büyük firm a la r örgütlere sponsorluk desteği sunuyor ve bu destek­ ler sayesinde örneğin on binlerce eşcinselin katıldığı “re n k li” Gay P ride’lar, C hristopher S treet Day’ler düzenleniyor. Elbette serm aye güçleriyle b u tü r ­ d e n b ir ilişki, b ir y andan toplum sal kabulün lezzetini ta tm a im kânı sağ lar­ ken, öte yandan h arek etin apolitikleşm e riskini de doğuruyor. B u aşam ada Antke Engel’in tespitlerinin ufuk açıcı olduğunu d ü şünüyo­ ru m . Engel geç kapitalist toplum larda yeni bir tü r toplum sal kabulden ve en­ teg rasy o n d an bahsetm ek gerektiğini söylüyor. E ngel’in projektive Integrati­ o n dediği bu yeni tü r entegrasyon biçim ine göre özellikle hom oseksüel v a ro ­ lu ş u n belli fo rm la rın ın sisteme entegre edilmesi, neoliberal p azar ve toplum iç in fayda sağlayıcı. Bu tü r bir entegrasyon, hom oseksüellerin de tıpkı heteroseksüeller gibi vergilerini ödeyen, alışveriş yapan, orduya katılan ve aile k u ru m u n u n varlığını sürdüren “iyi” v atan d aşlar olduğunu söyleyerek, hom o / h e te ro karşıtlığ ın ı o rta d a n kaldırıyor. Ancak hom o / hetero karşıtlığ ın ın o r ta d a n kaldırılm ası, heteroseksüel n o rm la rın ya d a diğer hegem onyaların so rg u la n m a sı a n la m ın a gelmiyor. Tam aksine bu k arşılık lı anlaşm a sayesin­ d e hom oseksüeller, b a şta heteroseksüel norm olm ak üzere diğer n o rm la ra e n te g re ediliyor. Engel bu noktada örneğin Alm anya’daki kim i an a akım ör­ g ü tle rin , egem en yabancı ya da İslam düşm anlığı söylem lerini yeniden ü re t­ 13 Robinson, age., s. 2. 14 Daniel Harris, The Rise and Fall o f Gay Culture, New York: Ballantine Books, 1999, s. 243.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

393


394 : Yener Bayramoğlu

tik lerin i söylüyor.15 işte tam da bu sebepten ö tü rü Ju d ith B utler’m 2010 ya­ zın d a Berlin’de düzenlenen C hristopher Street Day’de kendisine verilm ek is­ tenen ödülü reddetm esi oldukça isabetliydi. Butler, A lm anya’daki an a akım eşcinsel hareketi ırkçılık, İslam düşm anlığı, savaş çığırtkanlığı ya da transfobi konusunda politika üretm ediği gerekçesiyle eleştirm işti. A slında bu eleştiri, Stonewall u d o ğ u ran o politik bilincin yeniden çağ rı­ sı olarak da okunabilir. Elbette Stonew all sonrasında, özellikle son yirm i yıl içinde kaydedilen gelişm eler baş dön d ü rü cü bir hızda ve bu hıza kanıp fildi­ şi kulelerim izde y aşam ak bize cazip gelebilir. Birçok ülkede eşcinselliği ce­ z a la n d ıra n y asalar kaldırılıyor, ayrım cılığı önleyici y asalar çıkarılıyor, kim i ülkelerde transseksüellerin cinsiyet dönüşüm süreçleri fin an sal olarak des­ tekleniyor, açık eşcinseller devlet b aşk an ı olabiliyor, evlat edinm e ya da ev­ lenm e hakları çıkarılıyor. Ama öte y a n d a n dünyanın birçok yerinde, h a tta b u y asaların çıkarıldığı, bu büyüleyici gelişm elerin olduğu toplum larda bile heteroseksüel olm ayanlar, tra n sla r ya da sınıfsal ve etnik kökenlerinden ötü­ rü dezavantajlı konum da olan cinsel azın lık m ensupları var oluşlarından ö tü rü ayrım cılığa m aru z kalıyor, şiddete uğruyor, öldürülüyor hatta kim i co ğrafyalarda idam ediliyor. İşte bu noktada Stonew all’u doğuran o bilinci yitirm em ek, algılarım ızı hep açık tu tm a k gerekiyor.

15 Antke Engel, Bilder von Sexualität und Ökonomie, Bielefeld: transcript Verlag, 2009, s. 41.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer\ıe Sessizliğin Reddi ESRA YILDIZ

19 H aziran 2010, Berlin... B randenburg alanını doldurm uş binlerce kişi 32. O nur Günü (C hristopher Street Day) etkinlikleri çerçevesinde Judith B utler’a verilecek ödülü ve yapacağı konuşm ayı bekliyor. LBGT’leri gösteri toplum u n u n bir parçası kılan, a ra ç sa llaştıra n m üzikli gösterinin sonrasında, B erlin’de belli b ir kesim in, fark lılık lara açık olm ası açısından önem li gör­ düğü belediye b aşk an ı Klaus W owereit konuşm asını yapıyor ve bir süre son­ ra Judith B utler m ikrofona çağrılıyor. Butler homofobiyle, LBGT’lere uygu­ lan a n ayrım cı politikalarla m ücadele eden bir gru b u n kendi beyazlığı ü s tü n ­ den göçmen k arşıtı b ir söylemle ırkçı davrandığını, farklı ırktan LBGT’lere, queer bireylere k a rşı ürettiği ırkçı d u ru şu sebep göstererek, göçmen k a rşı­ tı tavırlarını eleştirerek ödülü reddettiğini söylüyor ve son yıllarda beyaz LBGT’lerin içinde yer aldığı k u ru m la rın ürettiği, b u konudaki giderek a rta n ayrım cı, dışlayıcı söylemlere dikkat çekiyor.1 B ir gün önce Rosa Luxem burg Platz’da ta rih i Volksbühne’yi tık lım tık lım dolduran b ir kalabalığa Judith Butler, özgürlük talebinin sadece toplum sal bir eylem değil, kam usal alanı dönüştürm enin, işgal etm enin b ir yolu olduğunu söylem işti. Butler, her ne k a d a r ödülü reddetm eye, Berlin’e geldikten ve k u ru m içindeki bazı grupla1 Judith Butler, “I must distance myself from this complicity with racism, including antiMuslim racism.’’, Civil Courage Prize’ Refusal Speech. Christopher Street Day, 19 Haziran 2010. fhttp://www.egs.edu/facultv/iudith-butler/articles/i-must-distance-mvself/). Erişim: Aralık 2010. Butler ödülü reddetmesinin gerekçelerini ve bu konudaki düşüncelerini Aviva Berlin'in ken­ disiyle yaptığı mülakatta da ayrıntılı olarak dile getiriyor. Bkz. “AVIVA-Interview with Ju­ dith Butler”, Zimmer, Heidingsfelder, Adler, http://www.aviva-berlin.de/aviva/content Interviews.php?id= 1427323. Erişim: Aralık 2010.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


396 : Esra Yıldız

rın ayrım cı söylem inin farkına va rd ık tan so n ra k a ra r verse de, -ço ğ u zam an yapıldığı gibi- ödülü yazılı olarak reddetm ek ya da etkinliğe katılm ayacağı­ n ı söylemek yerine b u konuda, kam usallığı dönüştürücü, kam uyu uyarıcı bir p erfo rm an s yapıyor2 ve “M üslüm an k a rşıtı ırkçılık da olm ak üzere ırkçılığın h er çeşidiyle suç o rta k lığ ın d an uzak d u rm a k zorunda” olduğunu belirtiyor. 1960’ların fem inist hareketinin önem li aktivistlerinden Angela Davis, B utler’ın ödülü reddiyle ilgili olarak, toplum da ilerici olduğu düşünülen g ru p la rın içinde bile ırkçılığın etkisi üzerine tartışm a la rd a bu tavrın bir ka­ taliz ö r etkisi yapacağını ve bu noktada sadece hom ofobik davranışlara işa­ ret etm enin değil, b u n d a n daha da önem lisi, b u n ları üreten, sebep olan, şid­ det uygulayan k u ru m la rın varlığına işa re t edilm esinin B utler’ın tavrı öze­ linde önem li olduğunu b elirtti.3 B utler’m kuru m sal eleştirisi aynı zam anda 1980’lerden, 90’la rd a n bu yana önem li ölçüde aktivizm den beslenm iş queer te o rin in bugün geldiği nokta üzerine düşünülm esini sağlayan bir tavır ola­ ra k da yorum lanabilir. Butler, queer teo rin in m iladı olarak görülen Gender Trouble (Cinsiyet Bela­ sı, 1990) kitabında, fem inist hareketin k a d ın ve erkek ikiliği tem elinde kim ­ likleri ikileştirişini, sabitleştirişini, o n ları o rta k özellikler etrafın d a sınırla­ yışını eleştirm iş, sabit kim liklere k arşı akışkan kim likler önerm iş ve yeni­ den deneyim lenecek kim likler için perform ativite kavram ına b aşvurm uştu.4 K itap B atı fem inizm inin diğer fem inizm lere kendini evrensel bir kuram ola­ ra k sunm ası ve kendisi üstünden heteroseksüelliğin b ir nevi yeniden ü re ­ tilm esinin, dayatılm asının eleştirisiydi ve Butler, heteroseksüelliğin kendini b ir norm olarak su nm asını, perform ativite üstüne yoğunlaştığı sonraki k ita ­ bı Bodies That M atter’da (Maddeleşen Bedenler, 1993) da eleştirecekti. Cinsiyet Belası kitabının yayım lanm asının a rd ın d a n kitap fem inizm , toplum sal cin­ siyet ve queer teori a la n ın d a Butler’ın kendisinin de öngörem ediği bir kabul gördü ve queer ile ilgili çalışm alarda, özellikle de Alm anya’d a başucu k itap ­ 2 Butler Volksbühne'de düzenlenen Komünizm Konferansına (Idee des Kommunismus. Phi­ losophic und Kunst, 25-27 Haziran 2010) katılmayı da -Slavoj Ziüek’in bu konudaki yoğun eleştiriler sonrasında aktarımıyla- birtakım kuramlarla ilişkili gördüğü için reddedecek ve diğer katılımcıların çok dikkat çekmediği, dinleyicilerin bu konuda eleştirilerine maruz ka­ lan Rosa Luxemburg Platz'da yapılan Komünizm Konferansı tek bir kadın konuşmacıyla, kadınların hareket içindeki varlıkları da pek tartışılmadan sonlandırılacaktı. 3 Angela Davis’s Supportive Statement after the Screening of Angela: Portrait o f a Revoluti­ onary at Hackesche Hoefe, http://nohomonationalism.blogspot.com/2010/Q6/angela-davisssupportive-statement.html. Erişim: Aralık 2010. 4 Judith Butler, Gender Trouble: Feminism and the Subversion o f Identity, New York: Routledge, 2006.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer ve Sessizliğin Reddi

la rd a n biri olarak kabul edildi. Oysa Butler, bugüne k a d a r kendisiyle yapıl­ m ış pek çok rö p o rtajd a fem inist b ir teorisyen olduğunu h er zam an v u rg u la ­ d ı5 ve kitabı çıkardığı sırada da queer teori konusunda Teresa de L auretis’in hazırladığı Differences dergisinin “Q ueer Theory” sayısının bilgisi d a h ilin ­ de olduğunu söylem işti. De Lauretis, queer i başlangıçta, lezbiyen, biseksüel ve gey gibi tan ım la m a lara , tü m kesin ay rım lara k a rşı kullanıyor, b u n la r­ la ilintili ideolojik bağ laşık lık lard an kendini ayırm ası, o n ları sorunsallaştırm ası olarak tan ım lıyordu ve queer’s tü m kesin k a v ram sallaştırm alara k a rşı gelen, onları a şan b ir an lam yüklüyordu.6 Ancak De L auretis bir süre sonra, queerin politik yapısından uzaklaşm ası, popülerleşm esi, anlam sızlaştırılm ası üzerine, queer yerine gey ve lezbiyen kelim elerini terc ih edecekti. B utler’in ya da diğer k u ram c ıla rın üstünde yoğunlaştığı, - b ir teori olm adığına yöne­ lik ta rtışm a la rın d a sü rd ü rü ld ü ğ ü - queer in ne olduğundan çok, ne olm ad ı­ ğı, değillem eler ü stü n d en kendisini in şa etmesi, hetereoseksüel, gey, lezbi­ yen, biseksüel tü m cinsel kim liklerin karşısın a kendini b ir alternatif olarak koym ası ve kim liklerin reddi olduğuydu. Fear o f a Queer Planet (Queer Geze­ gen Korkusu, 1993) kitab ın ın editörü M ichael W arner queer in kendini hetereoseksüellikten çok, “n o rm a l'e k a rşı tan ım lam ak la eleştirellik kazan acağ ı­ nı belirtiyordu. Judith B utler’in son jesti, Precarious Life (2004), Frames o f War (2010) gibi k itap ların d a yoğunlaştığı 11 Eylül sonrası savaş ve şiddet o rtam ı ve b u n u n la bağlantılı m ilitarist, göçm en karşıtı söylem in a rtm a sın a yönelik eleştirileriy­ le birlikte düşünüldüğünde, queer bireyler üzerinden, tü m "ötekilere" uygu­ la n a n dışlayıcı p o litik aların aynı d üşünm e şeklinden kaynaklandığına d a ir b ir eleştiri getirdiği, kuru m sal eleştiriyi hedef alan tavrıyla queer harek etin m ücadele ala n ın ı da genişleterek tan ım lad ığ ı söylenebilir. Butler, savaşın, m ilitarizm in sadece eşcinselleri değil, biseksüel, tran sek sü el ve queer birey­ leri de am acı için araçsallaştırabileceğini, tü m ötekilerin savaş yanlısı k im ­ seler tara fın d a n kullanılm aya çalışılabileceklerini söyleyerek, bütün dışlayı­ cı politikaların ü stü n d e tem ellendiği o rtak lık lara d ik k at çekiyordu. B utler “queer” ile olan ilişkisini -hom ofobi, göç karşıtı politikalar, kadın d ü şm an lı­ 5 Butler bunu reddetmesine gerekçe olarak queer teori içinde feminizm karşıtı söylemler ol­ duğunu ve queer teorinin cinselliğin analizini toplumsal cinsiyet analizinden ayrı olarak ele almasına katılmayışını gösteriyor. Bu konudaki erken tarihli söyleşilerden biri için bkz. "In­ terview by Peter Osborne and Lynne Segal”, Radical Philosophy, Issue. 67, Summer 1994. 6 Teresa de Lauretis (1991), "Theory: Lesbian and Gay Sexualities”, differences: a Journal o f Fe­ minist Cultural Studies, C. 3, S. 2, s. iii-xviii.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

397


398 : Esra Yıldız

ğı a ra sın d a ayrım gözetm eyerek- farklılığa karşı birlik politik aların ı olumlam ak olarak açıklam ıştı.7 Cinselliğin Tarihi kitabı, iktidara ve norm alleştirm e aygıtlarına bir d ire­ niş ve b u n u n analizi şeklinde ifade ettiği queer k u ram ı ile Michel Fouca­ ult b a şın d a n itibaren queer ku ram ın referans kişilerinden biri olm uştu. Butler’ın, F o u cau ltn u n Cinselliğin Tarihinin yayım lanm ası sırasın d a öngöre­ m ediğini öne sürerek eleştirdiği, AIDS h astalığ ın ın ortaya çıkm asının a r­ d ından, ik tidar söylem inde cinsel kim likler bir h astalık üzerinden yeniden ta n ım la n d ığ ın d a ,8 S ontag’ın da belirttiği gibi AIDS bazı bedenler için kirli­ lik m etaforu olarak kullanıldığında, queer hareketin b u n a başkaldırışı, tüm bu m ücadelenin san at ve kam usal platform u d ö n ü ştü rü şü nasıl olacaktı?

AIDS, Aktivist Sanat ve Sessizliğin Reddi 1980’li yıllarda queer hareketinde kim likler düzeyinde toplum sal kabul, öz­ g ü rlük istem i için edilen m ücadele yeni kam usal a la n la r açm ada ne ölçüde etkili olm uştu? S an atın bu konudaki d ö n ü ştü rü cü etkisi nasıldı? 1980’lerde AIDS hastalığı ortaya çıktığında özellikle hastalığın geylere özgü olduğu d ü ­ şü n cesinin toplum da yaygın olması, A m erika’da R eagan’ın, sağ politikala­ rın, K ilisen in bu konuda ahlaki n o rm ları dayatm asının d a etkisiyle özellik­ le geyler ve “norm ak’in d ışında k a la n lar yoğun toplum sal ve k u ru m sal baskı a ltın a girm iş ve bu baskı o rta m ın a sa n atç ıla r ACT-UP (AIDS Coalition to Un­ leash Power - G ücün Açığa Çıkm ası İçin AIDS Koalisyonu), G eneral Idea gibi kolektiviteler içinde, eylem leri ve bireysel olarak ürettikleriyle yeni kam usallıklar, direniş ala n ları o lu ştu rarak cevap verm işlerdi. Bu dönem de AIDS’in toplum da algılanışına, diğerlerinin hastalığ ı olarak m arjinalleştirilm esine karşı m ücadele eden sanatçılar, aktivizm den beslenen ve yirm inci yüzyılın ikinci yarısı sonrasındaki radikal a k ım la rın etkisinin de görülebileceği bir a la n d a üretim lerini verm işlerdi. H al Foster bu dönem de G ran Fury, ACT-UP gibi toplulukların y ap tık ların ı yeni-Sitüasyonist m üdahaleler olarak a d la n ­ dırıyor ve seksenlerin sonuna doğru y a şan a n sanatın b u dönüşüm ünü, Vi­ etn am Savaşı sonrası kendini politik o lan a adam ış sa n a tın yeniden d irili­ şi noktasında en önem li dönüşüm lerden biri olarak görüyordu.9 1980’lerde 7 Judith Butler'ın 18 Haziran 2010 tarihinde Volksbühne’de verdiği konferanstan. 8 Judith Butler, “Sexual Inversions’’, Foucault and The Critique o f Institutions içinde, Ed. John Caputo, Mark Yount, The Pennsylvania State University Press: USA, 1993, s. 94. 9 Hal Foster, “1987”, Art since 1900: Modernism, Antimodernism, Postmodernism içinde, Ed. Hal Foster, Rosalind Krauss, Yves Alain Bois, Londra: Thames & Hudson, 2004, s. 605-611.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer ve Sessizliğin Reddi

ve 90’lard a AIDS aktivizm i üzerine önem li yazılar yayım lam ış sanat eleştir­ m eni ve queer aktivisti Douglas Crim p sa n atın /sa n atç ın ın rolü, politik olanla ilişkili sanat ve b u dönem deki değişim konusunda önem li b ir noktaya dikkat çekiyordu; ACT-UP içinde yer alan bağım sız sanatçılar AIDS aktivizm ine d a ­ hil olarak geleneksel san at dünyası ve san at kuru m larıy la ilişkilerini "sanatı Soho’dan, sanat dünyasından çık arm a m ottosuyla” yeniden tan ım lam ışlar,10 seksenlerin neo-liberal politikaları dönem inde san atın ticarileşm esi a n la ­ m ın d a da karşı b ir tav ır alm ışlardı. 1970’lerin fem inist san atın d a “kişisel olan politiktir” söylem inin bu dönem in kad ın sa n atç ıla rın ın çalışm aların d a ön planda olm ası gibi, çoğunlukla kendi otobiyografileri ve çoğu zam an da AIDS’e yakalanm ış olan ya da ark ad aş çevrelerinde b u d u ru m u gözlemleyen ve m ücadele eden kişiler olarak kendi hayatları ü stü n d en politik alan a m ü ­ d ahale etmeye ç a lışan sanatçılar için de bu d ü stu r geçerliydi. Bu dönem in önem li aktivist to p lu luklarından G ran Fury, AIDS’e karşı ö n ­ y argıları sanatla değiştirm eye çalışan, 1988’de k urulm uş, ism inin de im ledi­ ği gibi “öfkeli” b ir topluluktu ve g rup k u ru ld u k ta n b ir süre sonra ACT-UP’ın eylem leri içinde de yer alm ıştı. 1986’daki Silence = Death (Sessizlik = Ölüm) p o ster çalışm asında topluluk N azilerin ölüm kam pına gönderdiği hom osek­ süelleri işaretlem ek için kullandığı pem be üçgeni ters çevirip siyah b ir fo­ n u n o rtasın a yerleştirm iş, pem be üçgenin altına büyük puntoyla “Silence = D eath ”, bunun a ltın a da ancak yak ın d an bakılınca görülebilecek k ad ar ufak puntoyla “Niçin R eagan hâlâ AIDS h ak k ın d a sessiz? H astalık Kontrol Mer­ kezinde, Federal İlaç Yönetiminde, V atikan’da gerçekte ne oluyor? Geyler ve lezbiyenler gözden çıkarılam az... G ücünü kullan... Oy ver... Boykot et... K en­ dini savun... K ızgınlığını, öfkeni, acın ı eyleme d ö n ü ştü r” şeklindeki sözler­ le devlet politikasını, k u ru m la n eleştiren bir yazıya yer verm işlerdi. Silen­ ce = Death, d ah a so n ra ACT-UP’ın sim gesi olarak pek çok eylemde k u llan ıl­ dı ve hem fiziksel hem de anlam sal olarak tersyüz edilm iş logodaki pem be üçgen, tarih te kullanıldığı b ağlam dan soyutlanm ış, a n la m ı tıpkı queer söz­ cüğünde olduğu gibi olum lu bir açıd an yeniden tan ım la n m a y a çalışılm ıştı. B aşlangıçta geyleri aşağılam ak için k u llan ılan queer sözcüğü gibi, Nazi Alm anyasında toplam a k am plarındaki geyleri işaretlem ek, toplum dan dışla­ m ak için k u llan ılan b ir sembol olan pem be üçgen de bu konudaki m ücade­ lenin simgesi olacaktı. 10 Douglas Crimp, "AIDS: Cultural Analysis / Cultural Activism’’, Melancholia and Moralism Essays on AIDS and Queer Politics içinde, Cambridge, Mass.: MIT Press, 2002, s. 37.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

399


400 : Esra Yıldız

Topluluğun, 1990 Venedik Bienali için ürettiği The Pope and the Penis (Papa ve Penis, 1990) isim li iki farklı p a n o d a n oluşan çalışm asın d a eleştiri okları bu kez AIDS’e k a rşı tutum uyla K ilise kurum unaydı. O rtasında ereksiyon halinde bir p enisin bulunduğu p a n o d a "Sexism re a rs its unprotected h e a d ” (cinsiyetçilik savunm asız başını kaldırıyor) yazısı yer alıyor, kiliseler­ de azizlerin ve kutsal kişilerin tasvir edildiği triptik a lta r pano şeklindeki ikinci panoda P a p a n ın fotoğrafı altın d a kilisenin AIDS h ak k ın d a söylemi ve iki yanında da G ran F u ry ’nin b u n a cevabı yer alıyordu. K ilisenin "Ger­ çek kondom da ya da tem iz iğnelerde değil. B unlar yalan... iyi ah lak iyi ilaç­ tır ” söylem ine karşılık topluluğun “ (...) K ondom ve tem iz iğne dünyanın gü­ neşin etrafın d a döndüğü nasıl kesinse kesin olarak hayat k u rta rır. AIDS'e bir v irü s sebep olur ve v irü sü n ahlakı y o k tu r” şeklindeki açıklam aları yer alıyordu. Venedik Bienali yöneticisi G iovanni C arandente çalışm ayı sanat­ la ilişkili görm ediği için çekilm esini istem iş ve bu olayla birlikte AIDS’e k ar­ şı tu tu c u tavırlar o dönem de Italyan b a sın ın ın gündem ine oturm uştu. Ba­ sın ın bu konuya dikkat çekm esi ve topluluğun basın bild irisin in a rd ın d an çalışm a güm rükten çekilm iş ve bienalde sergilenebilm işti. Topluluktan Do­ nald M offett asıl önem li olanın reklam panosunun, yani nesnenin kendisi­ n in değil, AIDS’le ilgili ta rtışm a la rın bienalin sınırları d ışın a çıkm ası oldu­ ğunu söyleyecekti.11

Bedenin Temsilinin Reddi Butler, y asalara k arşı gelen ve kardeşi Polyneikes’i devletçe yasaklanm asına rağm en gömen, yasını tu ta n Antigone m itinden yola çıkarak, AIDS söz ko­ nu su olduğunda bazı acıların, sevdiği için yas tu tm a n ın ve b u n u n toplum ­ da kab u lü n ü n m üm künlüğünü, bazı bedenlerin diğerlerine göre yaşam aya, yas tutm aya, korunm aya değer olduğunu dayatan toplum sal norm ları sorguluyordu; başlangıçta kam usal olarak yas tutulabilir görülm eyen yaşam ­ la r kam usal eylemle yas tu tu lab ilir kılın m ış ve bu d u ru m b azı ulus devletler­ de kam usal alanı değ iştirm işti.12 Seksenli yıllarda gey ve lezbiyenlerin hak­ 11 Richard Meyer, "This Is to Enrage You: Gran Fury And the Graphics of AIDS Activism”, But Is It Art? The Spirit o f Art as Activism içinde (2. Baskı), Ed. Nina Felschin, Seattle: Bay Press, 1996, s. 77. 12 “Conversation with Judith Butler I” (Derleyen: Browyn Davies), Judith Butler in conversati­ on: analyzing the texts and talk o f everyday life içinde, Ed. Bronwyn Davies, New York: Routledge, 2008, s. 7. Ayrıca bu konuda bkz. Judith Butler, Antigones Claim: Kinship Between Life And Death, New York: Columbia University Press, 2000.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer ve Sessizliğin Reddi

la rın a yönelik m ücadele ettikleri n o k tala rd a n biri de AIDS’li in san ların to p ­ lum da yok sayılm ası, çok yönlü toplum sal ayrım cılık politikalarıyla d ışla n ­ m aları, AIDS’in herkesi etkileyecek b ir h a sta lık olarak görülm ediği ve to p ­ lu m d a m arjinalleştirildiği için bu konuda devlet desteğinin olm am ası, ilaç y a rd ım ın ın yapılm am ası, bu konudaki a ra ştırm a la rın d a desteklenm em esiydi. Ronald R eagan’ın AIDS h ak k ın d a ilk halka açık konuşm asını yaptığı 31 M ayıs 1987’ye k a d a r Am erika’da y irm i binden fazla kişi AIDS’ten ölm üş­ tü ve AIDS’li in sa n la r toplum sal yap ın ın tü m k u ru m la rın c a ya yok sayılıyor­ la r ya da basında yer ald ık ların d a ölm ekte, can çekişen in sa n la r olarak ta ­ m am en aciz biçim de gösteriliyorlardı. Sevilen, yitirilen in sa n la r için yas tu t­ m ak im kânsızdı ve bu dönem de sa n a tç ıla r hastalığa y ak alan m ış yakın çev­ relerinden in sa n la rın kaybından duydukları acıyı ta m d a bu d u ru m d an yola ç ık a rak bedeni d o ğ ru d an gösterm eden, imleyerek ele alacaklardı. Felix Gonzales Torres (1957-1996) AIDS’ten ölen hayat arkadaşı R oss'un yokluğundan duyduğu hüznü, beyaz çarşaflı, çift kişilik dağ ın ık yatağının fotoğrafını New York kentinin reklam pan o ların d a sergileyerek gösterm iş­ ti (Untitled, 1991). Torres kişisel bir dürtüyle yatağından uzaklaşm ak isted i­ ğini ve sadece uyuduğu bir yer değil aynı zam anda o dönem de geceleri acı­ n ın da yeri olan yatağına, işiyle u z a k la şara k bakm aya ihtiyaç duyduğunu söylüyordu.13 Aynı cinsten birini seven kişiler için özel ya da kam usal a la ­ n ın olm adığı, özel hayata olabildiğince m üdahale edilen b ir devlet yapısında, Torres’in kam usal a la n a taşıdığı özel m ekânı 1986 y ılındaki Bowers v. H a rd ­ wick davasıyla m ahkem enin gey ve lezbiyenlerin özel y aşam ların ı denetle­ yen, cezalandırm ayı kolaylaştıran k a ra rm a da bir yanıt am acın ı taşıyordu. "İnsanlar AIDS’i düşündüklerinde, hastane yatakları, ilaçlar, iğneler ve bu tür cafcaflı imajlar geliyor akıllarına. Bu AIDS değil. Onun parçası, ama AIDS aynı zamanda ne yazık ki ayrımcılığı, ayıbı, korkuyu, umutsuzluğu ve politik baskıyı içeriyor. İnsanlar hâlâ AIDS’in bir gey hastalığı olduğu­ na inanmayı istedikleri için geylerin askerlik hizmeti yapamayacağı gerçe­ ği de AIDS’in bir parçası. AIDS’i anlamak için hastane yatağında ölen bi­ risinin fotoğrafını görmek gerekmiyor. Kimsenin bunu görmesi gerekmi­ yor, bunu önceden gördük ve daha çok göreceğiz.”14 13 Hans Ulrich Obrist, “Gonzales-Torres, Felix", Interviews içinde, (Ed. Thomas Boutoux), Mi­ lan: Charta, 2003, s. 309. 14 Nancy Spector, Felix Gonzales Torres, New York: Abrams, 1995, s. 166.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

401


402 : Esra Yıldız

Torres, 1990’larda başladığı, sergi m ek ân ın ın bir köşesine yerleştirdiği, o rta ­ lam a b ir in sanın ağ ırlığ ın a denk gelen şekerlerden oluşan enstalasyonlarınd an Untitled’ı (Portrait o f Ross in L.A, İs im s iz / R oss'un Los Angelos’taki Port­ resi, 1991), yine AIDS’ten ölen hayat ark ad aşı Ross’a ithaf etm işti. İzleyicile­ rin teker teker aldığı şekerlerle yığın, tıpkı AIDS’li bedenin yavaş yavaş tü ­ kenm esi gibi b ir süre so n ra yok oluyor, z a m a n zam an yenileniyor, ortada so­ n u ç ta çalışm a kalm ıyor ve izleyiciler sevilen b ir kimseyi kendi bedenlerinde taşıy arak tu tu lan yasa o rta k oluyorlardı. Yavaş yavaş ağızda eriyen şekerle a lm a n haz, gey ve lezbiyenlerin A m erikan toplum unun ac ıların yanında hazları denetleyen yapısına b ir eleştiri ve o n ların “s u ç u n a zo ru n lu iştirakti. Küra tö r ve sanatçı M ichael P etry’nin, 2004 yılın d a düzenlediği “H idden H isto­ riés: 20th Century Sam e Sex Male Lovers in the Visual A rts” sergisinin h azır­ lık a şam a la rın d a önerdiği Torres’in bu çalışm asının, yerel k u ru l tara fın d a n pedofili ile ilgili görülm esi, tü m hom oseksüellerin pedofilik olduğu ve pedofillerin de çocukları şekerle kandırdığı yönündeki açıklam alarla sergide yer a lm a m a sı15 hom ofobik d u ru şu n k u ru m la r içindeki varlığına 2000’li yıllar­ d a n d ü şü n d ü rü cü bir örnek oluşturuyordu. AIDS’ten pek çok ark ad aşın ı yitirm iş N an Goldin için fotoğraflarıyla bu d u ru m u ifşa etmek de özel bir anlam taşıyordu. Am erika’n ın küçük bir kasa­ b asın ın sıkıntılı atm osferinden kendini k u rta rm a k ve in tih ar eden ablası gibi olm am ak için evini terk eder Nan Goldin. Ve sonrasında devam ettiği alter­ natif okulda, Satya K om ünite O kulunda sevdiklerini sonsuza kad ar yanında taşıyabilm ek için kendi hayatından kişileri, drag queen, gey ve lezbiyenlerden oluşan arkadaş çevresini ve b urada sürd ü rd ü ğ ü alternatif hayat tarzın ı fotoğraflam aya başlar. 16 yaşından beri kendi yaşam ını fotoğraflayan Goldin’in tem el m otivasyonu hafızaya yönelik saplantılı ilgisidir. Drag queen’lerin gece yaşam ını anlattığı ism ini aynı isimli b a rd a n alan The Other Side dizisi ve a r­ dından, K urt Weil ve B ertoldt Brecht m üzikali Üç Kuruşluk Operanın bir ba­ lad ın ın ism ini verdiği, Goldin’in in sa n la rın okum asına m üsaade ettiği gör­ sel günlüğü The Ballad o f Sexual Dependecy (Cinsel Bağımlılık Baladı, 1985) gelir. Goldin’in, toplum sal cinsiyetlerini açığa v urm aktan haz alan insanla­ rın fotoğrafları olarak yorum ladığı bu kitaptaki insanlar, “gerçekten devrim ­ ci ve çem berin dışına çık tıkları için cinsiyetler savaşının gerçek galipleri”dir.16 15 Michael Petry, “Hidden Historiés: The Expérience of Curating A Male Same Sex Exhibition and The Problems Encountered", Gender, Sexuality and Muséums: A Routledge Reader için­ de, Amy K. Levin (Ed.), Roudledge: USA, 2010, s. 156. 16 The Devil's Playground / Nan Goldin, Ed. John Jenkinson, Londra: Phaidon, 2003.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer ve Sessizliğin Reddi

B ir süreden b eri B erlinische G alerie’de, Berlin dönem i fotoğrafları ser­ gilem ekte olan G oldin için Berlin, 14 yaşında evini terk eden ve o vakitten b eri kendine bir yer aray an sanatçının, hayatının en güzel yıllarım geçirdiği ve derinden bağlanacağ ı ark ad aşlık lar k urduğu bir kent olm uş. 1982’de Alf Boldt u n davetiyle B erlin’e ilk kez gelişinden sonra, AIDS’ten kaybettiği a rk a ­ d a şla rın ı geride b ıra k m ak ve AIDS h astalığ ı sırasında Boldt’u n yanında ol­ m ak için 1991’de te k ra r Berlin’e gelen Goldin, kentin a lte rn a tif m ekânlarını, yeraltı kültürünü, farklı yaşam ta rz la rın ı fotoğraflam ış. AIDS’ten ölen ve m adde bağım lısı ark a d a şla rı Berlin fotoğrafları içinde de önem li bir yer tu ­ tuyor; özellikle onu B erlin’e davet eden ve AIDS’ten ölen A rsenal program so­ ru m lu su Alf Boldt. T üm bu fotoğraflar içinde m ekâna o d ak lan an lard a yi­ tip gidenin a rd ın d a n “boşluğun” in sa n a verdiği yalnızlık duygusu ve yas çok güçlü. Goldin AIDS’ten ölen a rk ad aşları ü stüne olan farklı dönem lerdeki fo­ toğ rafların d a, AIDS’li a rk a d a şla rın ın ölüm lerine k a d a r olan hastalık sü re ­ cini, ölm ekte olan sevgiliye, hayatta k a la n diğerinin desteğini, varlığını, h a s­ ta bedenin yavaş yavaş y itirilişini gösteriyor. Kayıp duygusu, boş m ekânlarla anlatılıyor. Yokluğun estetiğinde tu tu lm a sı yasak olan yas tutuluyor. İn sa n ­ sız m ekânlar, boş yataklar, Goldin’in, m ekânları ve in sa n la rı hatırla(t)m akla ilgili obsesyonunun ve yasın önemli b ir p arçası olarak beliriyor. Goldin h astalık süresince de a rk ad aşların ı, m ağ d u rlar olarak değil, haya­ tın içinde in sa n la r o larak gösteriyor. Cinselliği, ölümü, özel hayatı bu k ad ar deşifre eden bir fotoğrafçı olarak, sanatçı için temel b ir etik kaygı da var; en güzel fotoğraflarının sergilem edikleri olduğunu, am a kendisi için dostluğun her şeyden önce geldiğini ve fo toğraflarını sergileme konusunda arkadaşla­ rın ı rencide edecek b ir şey yapm ayacağını söylüyor.17 F otoğraflardan birin d e Goldin, çağ lar ve m ekânlar, k ad ın ve erkek kim ­ likler içinde gezinen Orlando film inin O rlando’su, queer sinem anın önem li isim lerinden Derek Ja rm a n ’m çoğu film in in başrol oyuncusu Tilda Swinton’i gösteriyor. Swinton, J a rm a n ’m AIDS h astalığ ın ı geçirdiği süreçte çektiği son film i Blue da da (1994) sesiyle yer alm ıştı. Mavi bir ek ra n d a akan konuşm a­ la rd a n oluşan film in m onokrom yapısı, Ja rm a n ’m AIDS hastalığı sebebiy­ le geçirdiği görm e kaybına gönderm e yapıyor ve 80’lerde h astaları görm ez­ den gelen m edyanın, 90’larda AIDS’li in sa n la rı bu kez patolojik ve abject öz­ neler olarak su n m a sın a ve AIDS’li bedenleri söm ürm esine karşılık geliyor­ 17 Nan Goldin, "Fotografien 1984 bis 2009” (Berlinische Galerie) sergisi 20 Kasım 2010 tarih­ li sanatçı konuşmasından.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

403


404 ■ Esra Yıldız

du. J a rm a n ’ın m etninde ak tarılan , h asta bed en in acıları, h astalığ ın , tedavi­ nin etkileri üstüne konuşm alar, AIDS’li bedenle izleyicinin farklı bir empati k u rm a sın ı sağlıyordu. Torres, Goldin, J a rm a n gibi sanatçıların işlerinde AIDS’in toplum da ahlak n o rm ları içinde değerlendirilm esi, queer bedenlerin sürekli patolojikleştiril­ mesi, h astalığa ve hastalık la ilişkilendirilen insan lara karşı hem devlet hem de toplum sal olarak uygulanan ayrım cı politikalar, beden konusunda fark­ lı b ir görsel kaygının oluşum una da yol açacaktı. M edyanın bu konudaki ay­ rım cı tu tum una, devlet, Kilise ve tüm k u ru m la rın ikiyüzlü tav rın a karşılık, ACT-UP gibi gruplarda çalışm alar üreten sanatçılar, grafik d ilin in propagan­ da etkisini de k u llan arak tü m kurum lara, dışlayıcı politikalara karşı m üca­ dele verm işler, aktivizm le alternatif bir kam usal alan açm aya çalışm ışlardı.

Ve Şimdi.. Sessizlik hâlâ ölüm demek Doğup büyünen bir kentin koşullarından b aşk a bir kentin koşulları içinde yaşam ını sürdürm e, yeni b ir kentin sunduğu tü m kültürel, toplum sal kodla­ rın içinde, -B erlin’in çokkültürlülük, çokkim liklilik üstüne sunduğu sonsuz o lan ak lar üstüne yeniden d ü şü n m e - hayata d a ir yeni olasılıkları, yeni bakış açılarını, bozulan, k u ru la n , devamlı oluşum halinde olan h er şeyin yeni bir gözle değerlendirilm esini sağlıyor. F ransa, Almanya, Çin, Rusya, O rta Doğu gibi dünyanın farklı yerlerin­ den ve kültürlerinden gelen ark ad aşlarım la paylaştığım m ekânda farklılıkla­ rın kültürler, kimlikler, cinsiyetler düzeyinde nasıl inşa edildiğini ve b irbiri­ mizle diyalogun nasıl m ü m k ü n olduğunu/olacağını ve bunu nasıl sü rd ü rd ü ­ ğüm üzü anlam aya çalışıyorum . O dam a giden koridoru, diğer o d alard an ge­ len farklı dillerin m ırıltıla rı içinde her geçişim de, sanki ütopik b ir zam anın ve m ek ân ın içinde çokkültürlülük, çokkim liklilik ta rtış m a la rın ın ve fark­ lılık la rın içinde sınandığım ızı düşünüyorum . Sokağım ın b aşın d ak i Bosna H ersekli berber, sabahları onu görebildiğim z am an lard a b a n a Türkçe olarak m erhaba diyor, yem ekhanede Faslı aşçın ın pişirdiği yem ekleri yiyiyorum. B irkaç ay önce evlenen İtalyan arkadaşım Antonio buraya geldikten sonra LBGT’lere bakış açısının değiştiğini söylüyor. K entin her yerine yayılan noel şenliklerinin ve noel p a z arla rın d a n birinde d rag queenlerle çektirdiği fotoğ­ rafın ı sitesinde paylaşan arkadaşım kendisine yöneltilen so ru la rd a n sıkılın­ ca fotoğrafını kaldırıyor. B ir süre önce bazı in sa n la rın O rta Doğu kökenlile­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer ve Sessizliğin Reddi

re ırkçı davrandığını söyleyen ark ad aşım a tü m bu korkuların, d ü şm anlıkla­ rın , adı ister hom ofobi, ister islam ofobi olsun aynı d ü şü n m e şeklinden tü r e ­ diğini, farklı yaşayış, dünyayı kavrayış biçim lerine duyulan korkudan, o nları anlay am am ak tan kaynaklandığını söylem ek istiyorum . Tüm problem leriyle birlikte, çokkültürlü ve çokkim likli B erlin’de farklı yaşam biçim leri, k ü ltü r­ leri, olasılıkları ü stü n e olan ta rtış m a la r hiç durulm uyor. B utler in ödülü reddinin, ağustosun sonuna doğru çık a n ve şim dilerde vitrinlerde daha korkusuzca sergilenen S a rra z in ’in özellikle göçm enleri h e­ def a la n ırkçı D eutschland schafft sich ab (Almanya Kendini Yok Ediyor) k ita ­ b ın ın ardından, B erlin’e yazdan sonra sonbahar, eylül ayı geliyor; bir k ad ın ve b ir erkek, iki heteroseksüel farklı kim likler üstünden ta rih in yeniden ya­ zılm asını öneriyor... 1980’lerde AIDS’li hastalara, geylere k a rşı üretilen politikalarda, queer h a ­ reketi içinde m ücadele eden aktivistler ve sanatçılar özgürlük, bedenen tan ın ırlık istem lerini A m erika’da sağcı politikaların, “diğer’Teri üzerinde k u rd u ­ ğu baskıcı m ek an izm alara karşı örgütlenerek dile getirm eleri, Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesi ile toplum sal hayatın tü m kesim lerine uygulanan baskı ve şiddet politikasına k a rşı örgütlenm e ile karşılığını bulacaktı. 12 Eylül’ü n 30. yıldönüm ünün tartışıld ığ ı Berlin’de, anti-m ilitaristlerin, fem inistlerin, eşcinsellerin h a k la rın ı destekleyen P ın a r Selek kendi h ak ik ati u n u ttu ru lm a k istenen b ir toplum dan, yaralı bedenlerden ve bu bedenler üstünden ta rih in generallerin ağzından yazıldığından bahsediyor. 12 E ylüle en çok eleştiri ge­ tire n ve bu baskı o rta m ı içinde d a h a d a güçlenen fem inist hareket bugün eş­ cinsel hareketle birlikte de el ele veriyor ve b ü tü n bu ö rgütler vicdani retçiler, anti-m ilitaristler, farklı yeni direniş g ru p ları sistem i dönüştürm e ve ta r i­ hi yeniden yazm a potansiyeli taşıyor. K onuşm a sürerken birden ön sıra la r­ da fem inist aktivist E sm eray’ı görüyorum . B ir travesti, K ü rt ve fem inist ola­ ra k Esm eray’ın o g ü n B erlin’deki varlığı, “kadın k ılığında sahneye çıkan e r­ kek sanatçılara sahneye çıkm a yasağı getiren” 12 Eylül’ü n baskıcı politikala­ rı hatırlan d ığ ın d a çok m an id a r gözüküyor. Selek ve E sm eray da aslında ken­ di hayat hikâyeleri ü stü n d en 12 Eylül’ü n ve tü m dışlayıcı p o litikaların dayat­ tık la rın a karşı çıkıyorlar. Esmeray, kendi yazdığı Cadının Bohçası oy u n u n ­ da kadın, erkek, transek süel kim likler üstünden, otobiyografisiyle toplum sal baskıyı, ikiyüzlülüğü, ayrım cılığı gösteriyor. La Bocca del Lupo (Kurdun Ağzı, 2009) belgesel film inde Pietro M arcello b ir kenti, Cenova’yı, E nzo ve transeksüel M ary’nin aşkı ü stü n d en anlatıyor. Cogito, sayı: 65-66, 2011

405


406 : Esra Yıldız

İki polisi öldüren ve y irm i yıldır hapiste olan Enzo ile junki M ary hapishane­ de tan ışıy o rlar ve M ary hapisten çıktıktan sonra, Enzo çıkıncaya kadar yir­ m i yıl gibi uzu n bir sü re birbirlerine, -M a ry ’n in Penelope’n in sadakatini ha­ tırla ta n -, kasetlere o kudukları aşk m ektupları gönderiyorlar, ik tid a r ilişkile­ rin in en yoğun biçim de kendisini dayattığı b ir yerde Mary, b ir transseksüel olarak b ü tü n ötekilerin içinde daha çok baskı görüyor, işte o noktada kont­ rolü E nzo alıyor, gardiyanları, sataşan ları M ary’n in kılına bile dokunurlar­ sa nelerle karşılaşacak ları konusunda uyarıyor, hapishanenin iktidarına, er­ kekliğine, yine oldukça m aço görünüm lü E nzo onlara en sert söylemiyle, teh­ dit ederek cevap veriyor. E nzo’n u n ve M ary’n in film in itirafta bu lu n d u k ları tek bölüm ünde, Enzo, geleneksel b ir şarkıyı h atırlam asın ı ve söylem esini istiyor M ary’den. “Biz bi­ riz". Bu b ir olma, bütünleşm e aşkın iki in sa n ı birleştirici rolündeki bir olma değil sadece, iktidara, aygıtlarına, toplum un d ay attırd ık ların a karşı da bir olm a a n la m ın a geliyor. M arcello tutkulu b ir aşk hikâyesini, Cenova kentine ait arşiv görüntüleriyle h arm an lay arak b ir kenti, tercih ettiği alt kültürden iki karak terle çok incelikli b ir şekilde anlatıyor. B ir k a d ın -S elek- ve b ir erkek -M a rc e llo - ta rih in farklı öznelerle, fark­ lı bedenlerle yeniden yazılm a/anlatılm a ihtim alinden bahsediyorlar. Tarih b ask ılanm ışların, görm ezlikten gelinm işlerin ağzından yeniden yazıldığın­ da nelerin değişebileceğine dikkat çekiyorlar. S anatçı David W ojnarowicz (1954- 1992) için de sanatı, devlet eliyle oluş­ tu ru lm u ş resm i ta rih in k arşısın a imaj, m etin ve nesnelerden oluşan kendi otan tik ta rih in i k u rm a ve sunm a girişim iydi ve Nan G oldin’in de arkada­ şı olan W ojnarowicz’in çalışm aları, a rk a d a şla rın ın AIDS’ten ölüm ünden ve hastalığ a kendisinin de y ak alan m asın d an so n ra farklı b ir boyut kazanm ış­ tı. H astalığ a yak alan d ık tan sonra, h a sta lan m ış bir toplum la sözleşme yap­ tığı gerçeğini an lam asın ın da uzun sürm ediğini söylüyordu W ojnarowicz.18 N an Goldin, John W aters film lerinin yıldızı, yakın arkadaşı Cookie öldüğün­ de AIDS’ten ölen ya da v irü sü taşıyan sa n atç ıla rın katılım ıyla “Witnesses: Against O u r Vanishing” (New York Artists Space) sergisini düzenlem iş, Nati­ onal E ndow m ent of the A rts, David W ojnarow icz’in devletin ve Katolik kili­ sesinin sessizliğini eleştiren m etni sebebiyle sergiden desteğini çekm işti. As­ 18 David Wojnarowicz, "Postcards from America: X-Rays From Hell” (1988), Theories and do­ cum ents o f contemporary art içinde, Ed. Kristine Stiles and Peter Selz, University of Califor­ nia Press: USA, 1996, s. 374.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Queer ve Sessizliğin Reddi

lın d a Goldin’in, Torres’in, Ja rm a n ’ın, W ojnarowicz’in ikon kırıcı işleri çeşit­ li dönem lerde y asak lam alar ve sansürle karşılaşm ıştı. S m ithsonian N ational P ortrait G allery’de 30 E kim 2010’da açılan ve “A m erika’nın önem li b ir m üzesinde aynı cinsten aşk ü stü n e ilk önem li ser­ gi” o larak du y u ru lan “Hide/Seek: Difference and D esire in A m erican Portra itu re ”de yer alan W ojnarowicz’in A Fire in My Belly in (1987) videosu, d in ­ ci ve tu tu c u kesim lerin tepkisi ü stüne H ıristiyanlık k a rşıtı ve hom oseksüel­ likle ilgili görüntüleri sebebiyle kasım ayı sonunda sergiden kaldırıldı. Wojnarow icz videoyu AIDS’ten ölen hayat ark ad aşı Peter H u jar’a adam ıştı ve vi­ deonun bir bölüm ünde görülen ç a rm ıh a gerilm iş İsa’n ın karın calarla k a p ­ lı bedeni AIDS’e k a rşı ayrım cı tavırlarıyla tü m din ve devlet k u ra m la rın ın ikiyüzlü tavrının, AIDS’li bireyleri acıya, ölüm e terk eden politikaların eleştirisiydi. Katolik Birliği b aşkanı Bili D onohue’nun “videonun AIDS’ten ölen zavallı adam ı gösterdiği şeklindeki a rg ü m a n ın ı in an d ırıc ı bulm adığı”19 ve eğer M uham m ed’in v ücudunda k a rın c a la r gezseydi b u n u n hem en tepki to p ­ layacağı şeklindeki açıklam aları tartışm a y ı farklı b ir boyuta da çekiyor ve AIDS’in tem siline d a ir 1980’lerden, AIDS aktivizm i dönem inden bir işin ser­ giden çekilm esi b u g ü n k ü zihniyeti de gösteriyor. Tüm b u m ücadelenin a r­ d ın d a n değişen ne? 30 K asım ’daki açık lam an ın a rd ın d a n , 1 Aralık D ünya AIDS gününde W ojnarowicz’in videosu a rtık sergi m ek ân ın d a yoktu. 4 A ralık günü - k o ­ ru m a görevlileri fark ın a varıncaya k a d a r- Mike B. videoyu i-pad’den gös­ terdi, sansürlenm esini protesto etm ek için bazı sa n at k u ru m la n David W ojnarowicz’in film lerini pro g ram ın a aldı, filmde m üziği kullanılan avangard m üzisyen D aim anda Galas sa n sü re cevaben yetkililere sert b ir m ek­ tu p yazdı; Silence = Death (1990) videosundan alınm ış, sa n atç ın ın d u d a k la rı­ nı birbirine dikişlediği im ajını yüzlerine m aske yapan göstericiler k u ru m u n k a ra rın ı Sm ithsonian N ational P o rtrait Gallery’nin önünde protesto etti. Ayrımcı ideolojileriyle bireyleri, toplum sal yapıyı etkileyen k u ra m la ­ ra, o n ların zihniyetine karşı d u ra n la r b u g ü n hangi noktada? Butler’ın je s ­ tin i ve ondan bir g ü n önce yaptığı konuşm ayı hatırlayacak olursak, B ut­ ler, LBGT’lerin, queer bireylerin y asalar ta ra fın d a n suç u n s u ru teşkil edici topluluklar olarak sunulm am asm ı, özgürlüğün eşitlik ilkesi tem elinde tü m 19 Dave Itzkoff, “Video Deemed Offensive Pulled by Portrait Gallery”, New York Times, 1 Ara­ lık 2010, http://www.nvt imes.com/2010/l2/02/arts/design/02nortrait.htm I, Erişim: 5 Aralık 2010.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

407


408 I Esra Yıldız

farklı yaşam biçim lerini sü rd ü ren lerin y a salarca korunm ası gerektiğini söy­ lüyordu. Toplumda, kendini olduğu gibi ortaya koym ak elbette ki birtakım riskleri beraberinde getiriyor, ancak risk alm azsak özgürlüğüm üzü kaybede­ riz ve özgürlük egzersizi de risk alm adan olm az.20 B utler’m önerdiği gibi, Antigone’n in iddiasını günüm üzde düşünmek; onu, göçmenler, kağıtsızlar, yoksulluktan, küresel ekonom iden etkilenenler, dini a z ın lık la r gibi kırılg a n hayatları için m ücadele eden ve ik tid a rın keyfi ve sert gücüne karşı çıkan b ir savaş m uhalifi olarak düşünm eyi gerektiriyor.21 Ve Antigone’yi yeniden düşünm ek, üstü örtülenleri dillendirebilecek parrhesiastes'lerin varlığına ihtiyaç duyduğum uzu hissettiriyor. Tüm toplum a, kuru m la ra sinm iş sessizliği bozarak Antigone’n in b aşkaldırm a cesaretini kim / ler gösterecek? G ünüm üzde bile sessizlik h â lâ ölüm demek...

20 Judith Butler, agy. 21 Pierpaolo Antonello, Roberto Farneti, “Antigone’s Claim: A Conversation With Judith But­ ler”, Theory & Event, C. 12, S. 1, 2009.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Judith Butler, Berlin’deki 32. Onur Günü etkinliğinde Civil Courage Prize ödülünü reddederken.


N EW Y E A R REVOLUTION i The blossomingof London GIF

l ale HW iBtHIS 1JWAR0S. ■ .ttiWisextJAL FEMALE CQUfUS E»KjmC.1mC u(* Vhtrft ( RE»,: WHETHER B* Äliüt'KO«, FOSIt King. AKII HUAI (K!,(.«! NA! rfcN AC(. HOMOSEXUAL ttn c .u £0JP1.ES B u m , RtCOfihiSEu w I,IA( I. > , ( IKMK. IAH I Ah./ lit iSfl) iN IN „,\u ,r\h, SIR. '"URO AS 'ttlifd lS f.lciA L L'.ilJI'U.S ARE ! l n l «•; ( m ill IS Hü /ti A&A'Nii hilK ItiK U A i iln ftL t. EiA/FtES 111 t l W ifif il - MOMOSfXUUP1.ES W ll*. NO! Bf RC.NMIZeC OR CASHIERED fRO* T„(. stitVrCES AND >*'A ICE. . THAI Nu itSBlAK FRO» HER jUL* Bll.AUM 01 HER SFXUfil I TV. THAI A n AND TVf ADMU.OU M ntUKOSt.XUAi COlfU S

y '(

COME TOGETHER tx g x iw ttio f

GA* CONSC/DUSNESS

11/ t-trtftc.f HOMUSUUAi tiW PLt's. HIM U: Sli IANS WAV !« 7 fIH ’ C SOCIETY OAENU ,'iutl HOnESTcY , NOT ONLY IN ¡HID LOON TRY L’~ y '<Lti (,H WUHLD.

SOElOARdv IÜ Ai l SISTERS.

Rl&Hl AN AND ON...

T h e L e « b la n T id e m o t atexuatta fo rd o m a r

JUBAM^Sin^g “

GAY USA

JS


Her Kadın Heteroseksüel Değildir* Çifte kavrulmuş mücadelede eşcinsel ve biseksüel kadınlar BURCU ERSOY

‘Türkiye'de Iezbiyen o lm ak 'tan bahsederken, kaçınılm az o lara k ilk sözüm üz ‘görünürlük/görünm ezlik’ sorunu oluyor. Belki bir ‘so ru n ile başlam ak hoş değil a m a gerçeklerden yola çıkarak buluyoruz yolum uzu... İster bireysel b a ­ kalım ister toplum sal ve politik bir d u ru şta n hareketle, eşcinsel/biseksüel b ir k a d ın olarak yaşam pratiklerim iz bizi aynı noktada bileştiriyor. Yaşadığı­ m ız toplum , bizi, nereden nasıl baktığım ızla değil, ne' olduğum uzla ta n ım ­ lıyor. K endim izi nasıl tan ım lad ığ ım ız değil, toplum un bizi nasıl tanım ladığı belirliyor çoğunlukla deneyim lerim izi. Eşcinsel/biseksüel yönelim im iz n e ­ deniyle, eşcinsel/biseksüel erkeklerin yaşantılarıyla, k a d ın kim liğim iz n ed e­ niyle de heteroseksüel k a d ın la rın y aşantılarıyla o rtak pratiklerde buluşuyo­ ruz. Bu ortaklık, diğer ta ra fta n bak ıld ığ ın d a ise fark lılık larım ıza işaret e d i­ yor. ‘K adın olm ayan’ eşcinsel/biseksüellerden, kadınlık deneyim im izle; ‘eş­ cinsel/biseksüel olm ayan’ k a d ın la rd a n ise cinsel yönelim lerim izle ayrılıyo­ ru z, farklılaşıyoruz. B u açılım la, heteroseksist p atriark al b ir toplum un b a s ­ kısı altın d a hem k a d ın hem de k a d ın la rı seven k ad ın lar o larak neler y aşad ı­ ğım ıza, bu n u n ü zerin d en nasıl kendi sözüm üzü ürettiğim ize, nerelerde ken­ dim izi ‘görü n ü r’ kılabildiğim ize, nerelerde -b az e n bilerek isteyerek, bazen de tü m direnişim ize rağm en, am a her iki şekilde de zorunlu o la ra k - görünm ezliğe m ah k û m edildiğim ize bakabiliriz.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


412 I Burcu Ersoy

Lezbiyenler Vardır Türkiye’de lezbiyenlerin1 örgütlü bir şekilde seslerini duyurm aya başlam a­ ları, ta h m in edilebileceği gibi çok eski ta rih le re dayanmıyor. Lezbiyen söz­ c ü ğ ü n ü n kökeni M.Ö. 6. yüzyıla dayansa d a 2, sözcüğün b u to p ra k lara ge­ lişi y üzyıllar alm ış. H er ne k a d a r “sevici” sözcüğünün k u lla n ım ı daha es­ kiye dayansa da, özneleri tara fın d a n dile getirilen bir kad ın eşcinselliğin­ den, örgütlü bir varoluştan bahsederken, Türkiye’de de “lezbiyen” sözcüğü­ nün k u lla n ım ın a b akm am ız gerekir. Lezbiyenler olarak, toplum daki varlığı­ m ıza d a ir farkm dalığım ız ve birbirim izi b u lm a çabam ız, ilk o larak geylerle biraray a gelme pratiği üzerinden şekilleniyor aslında. Diyebiliriz ki, önce geyler b irb irin i buldu, so n ra lezbiyenler geyleri buldu ve geyleri b u lan lezbi­ yenler b irb irin i buldu... K endim izden başka lezbiyenler de olduğunu ancak o zam an fark ettik. Çünkü k a d ın la r cinselliklerini, cinsel yönelim lerini, aşkla­ rını, h am am lard a, p ark lard a, sinem alarda ya d a benzeri sosyalleşm e alanla­ rın d a dile getiremez; dile getirm ek ne kelime, aklına bile düşürem ezdi... Eh düşünem eyince, düşünm esine izin verilm eyince eyleyemiyor da insan, do­ ğal olarak. Erkekler kapalı kap ılar ardında, k a ra n lık la r içinde de olsa bulu­ şup hem cinslerine dönük cinsel yönelim lerini keşfederken, biz k a d ın la r cin­ selliğin c’sini edince ağzım ıza sürülecek biberlerin kâbusuyla yaşadık, yaşı­ yoruz. Ayıp, yasak, g ü n ah tı çünkü... İffetini korum uş genç k ızla r olarak, hiç­ bir şey bilm eden ilk kez gerdek gecesinde cinsellikle tan ışm am ız m akbuldü; bakire, sa f ve cahil kız olm ak nam usluluktu; kim nam ussuz olm ak isterdi ki? H âlâ da öyle aslında... Belki büyük şehirlerde d ah a m odern kılıflara bü­ rü n m ü ş sözcüklerle ifade ediliyor; am a h â lâ k a d ın ın cinsellikten bahsediyor oluşu hoş karşılanm ıyor... S o ru işaretleriyle, çeşitli im alarla ve h a tta teklifsiz cinsel ham lelerin haklı çıkarılm asıyla k arşılan ıy o r birçoklarınca... *

* Bu yazı, 2007'de Kaos GL tarafından basılan “Biliyor(mu)sun(?) Her Kadın Heteroseksüel De­ ğildir- lezbiyenler ve biseksüel kadınlar" adlı kitapçıkta yayımlanan “Türkiye'de Lezbiyenler/Biseksüel Kadınlar ve örgütlenme - Birlikte Söz Üretmek”yazım temel alınmak kaydıyla ekleme ve düzenlemelerle güncellenerek kaleme alınmıştır. 1 Yazı boyunca kimi zaman lezbiyen, kimi zaman eşcinsel ve biseksüel kadın ifadelerine yer verilecektir. Her iki şekilde de kastedilmek istenen total olarak kadınları seven kadınlardır. Bu ifade, sadece biyolojik olarak kadın cinsiyetinde doğanları değil, cinsiyet kimliğini trans olarak ifade eden eşcinsel/biseksüel cinsel yönelime sahip kadınları da kapsamaktadır. 2 M.Ö. 6. yüzyılda, Lesbos (Midilli) adasında yaşamış olan kadın şair Sappho’nun sadece ka­ dınlara şiir, dans ve müzik öğretilen okulunda dillere dolanan kadınlar arası yakın ilişki­ leri alay konusu yapan Attikalı şairler tarafından Lesboslu kadınları tanımlamak amacıyla kullanılan "Lesbienne” sözcüğü, bugüne de kadın eşcinselleri tanımlayan bir sözcük olarak gelmiştir.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Her Kadın Heteroseksüel Değildir

İşte düşüncelerinde bile cinsellik yasaklı olan biz kadınlar, aleyhlerinde kullanılacağı korkusundan ataerkil m u h afızlarca hapsedilm iş akıllarım ı­ za sızacak b ir ışık hüzm esi için kendim izi aşıp tırn a k la rım ız la tab u duvar­ ların ı kazırken; h am am lard an , p a rk la rd a n taşıp a rtık k a ra n lık ta n çıkm a­ yı gerekli gören erkek eşcinseller, eyleme geçm işti bile. B irkaç gey ark ad a­ şım ız, 1994 yılında A nkara’da bir araya gelerek Kaos GL dergisini çık arm a­ ya b a şla d ıla r ve böylece sesini duyurm ak isteyen diğerlerine de bir kapı aç­ m ış oldular. Bu arada, 1993 yazında İsta n b u l’d a da, eşcinsel o n u r etkinlikle­ ri düzenlem ek isteyen b a şk a bir grup, valilikçe engellenm elerinin ard ın d a n L am b d aistan b u l’u k u rm u ştu . Her iki ta r a fta d a tabu d u v arların ı aşıp geyleri bulm u ş birkaç lezbiyen v ardı elbet. Dergi etrafın d a gittikçe kalabalıklaşan gey popülasyonu a ra sın d a n sıyrılan lezbiyenlerin dergide yerini bulan yazı­ ları sayesinde, kendi sözüm üzü de üretm e sürecine girm iş olduk. Türkiye’n in ilk gey/lezbiyen dergisi olan Kaos GL, o y ıllard a bizim de tek iletişim aracım ızdı. B irbirim izden habersiz, kendi k ab u k larım ızı aralam ay a çalışırken, yalnız olm adığım ızı gördük; a rtık lezbiyenleri bulan lezbiyenler de vardı. Kaos GL dergisinin M art-1995 sayısında yer alan "Venüs’ü n K ızkardeşleri” başlıklı yazının giriş cüm lesi şöyle: “Şu anda okum akta olduğunuz bu m et­ ni kendilerine Venüs’ün Kızkardeşleri adım veren bir grup lezbiyen hazırladı. B itler İstanbul’da yaşayan lezbiyenler olarak kişisel çabalarla birbirimizi bul­ duk. Bizi buluşturan sebep (ki belki de sizinle de buluşturacak olan sebep) pek tabii ki kendi cinsimize duyduğum uz aşk, ancak bunun da ötesinde yaşananlar/hatta yaşanamayanlar idi." V enüs’ü n K ız k a rd e ş le ri (VKK), Lam bdaistan b u l gru b u n d an lezbiyenlerin bir araya gelerek oluşturduğu, Türkiye’nin ilk lezbiyen örgütlenm esinin sesi oldu. "Venüs’ün Kızkardeşleri’nin kuruluş amacı kendi ülkemizde yaşayan ve kendini bu şekilde tanım layan diğer kızkardeşler ile birlikte bu ağır perdeyi biraz olsun aralamak, biraz günışığı almaktır. K endim izi dile getirmeyi öncelikle biz başaramayacaksak, b u n u heteroseksüel dünyadan nasıl isteyebiliriz ki?" diyen grup, Kaos GL dergisinin 2002 OcakŞubat sayısında ‘Sessizliğin Gücü VKK’ başlıklı yazılarıyla g ru b u n fes edil­ diğini d u y u ran a kadar, dergi sayfalarından diğer lezbiyenlere sözlerini u laş­ tırdı. VKK’nin Kaos GL g ru b u ile dayanışm asını ise K aos GL Mart-1996 sa­ yısındaki ‘Kaos GL M eydanlardaydı’ yazısın ın giriş cüm lesi çok güzel özetli­ yor: “8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Ankara Tandoğan M eydanında bir m iting düzenlendi. Mitinge ilk kez eşcinseller de kattldı. Kaos GL’den ve Venüs’ün Kızkardeşleri’nden erkek ve kadın eşcinsellerin birlikte katıldığı miCogito, sayı: 65-66, 2011


414 : Burcu Ersoy i

ting, Kaos Eşcinsellerinin ilk sokak eylemi oldu. Eylem, ‘coming o u t’3 sorunum nun medyaya poz vermekle değil, hayatın içinde mücadeleyle ortadan kalkactA ğım göstermesi açısından da genel bir önem arz ediyor. Kaos GL ile Venüs'ün^ Kızkardeşleri'nin dayanışması, eşcinsellerin birliğinin önemi ve gerekliliği açt*\ sından da özel bir anlam taşıyor. ” ^ Bir diğer örgütlenm e ise A nkara’dan geldi. Dergi etrafında gerçekleştirip len toplantılarda birbirini b u lan lezbiyenler, Kaos GL içindeki varlıklarım"...Onlarca gayin arasında ‘lezbiyen adacıkları” olarak tasvir ederken, ayrı bir grup kurarak, "‘A dacıklar’birleşerek tek birada oluşturdular. Bu bütünlük, ken-i di kim liğim ize dair bütünlük hissim izi de besliyor. Bu beslenmeden ‘s apphonun\ kızları doğdu." diyor. Politikalarını açıklarken, eşcinsel erkeklerden ve heteroseksüel k a d ın la rd a n bağım sız d urm aları gereken bir nokta olduğunu belirte*! rek, “B unun anlamı fem inist harekete ve eşcinsel harekete arkamızı dönm üş ol­ mak değil, tersine tam ortadayız. Politikalarımızı geliştirirken her iki grupla da içiçeyiz, içiçe olmayı planlıyoruz" sözleriyle S a p p h o ’n u n K ız la rı (SK) feminist lezbiyen grubu olarak kendi tarihlerini yazıyorlar. B ilindik opera arya­ larını politik sözlerle yeniden söyleyen soprano Susan Nivert ve m ezzo Barb Glen adlı iki kadının oluşturduğu bir grup olan Derivative Duo ile ku ru la n ile­ tişim sayesinde, Mutiny at the Matinee ve Opera for the Masses CDlerini gön­ derm eleri ile finans kaynağı sağlayarak ve K aos GL’nin de desteğini alarak ‘L ezbiyenlik hakkında’ b ro şü rü n ü hazırlam ayı ve çoğaltarak yaygınlaştırm ayı başarm ış b ir grup Sappho’n u n Kızları. Mayıs 1998’de resm en k u ru la n grup, başlangıçta haftalık ev to plantıları ile lezbiyenlerle ve zam an zam an heteroseksüel fem inistlerle buluşm ayı sürdürürken, Kaos GL’nin m ekâna kavuşm a­ sı ile Kaos K ültür M erkezinde çalışm alarına devam etti, ta ki A ralık 2000’de kendilerini feshedene kadar. Bu süreçle birlikte, SK üyesi lezbiyenlerin bir çoğu, K aos GL içinde yer a la ra k sözlerini duyurm aya ve m ücadele içinde var­ lıklarını sürdürm eye devam etti. 2000 yılında, lezbiyen örgütlenm esinin bir diğer ism i Öte-ki Ben Lezbiyen Fem inist Oluşum, dergi projesi ile tüm lezbiyenlere çağrı yaparak sesini duyurdu. Yurt d ışınd aki kadın örgütlenm elerin­ den aldıkları finansal kaynaklarla, Öte-ki Ben Lezbiyen Fem inist Dergisi ni çıkarm ayı b aşardı ve yazıların hem Türkçe hem İngilizce olarak basıldığı iki sayı yayım ladı. Türkiye ve y u rt dışındaki k adın örgütleriyle iletişim lerini sür­ 3 Kişinin eşcinsel yönelimini saklamaktan vazgeçmesi, uygun gördüğü kişilere kendi isteğiy­ le beyan etmesi anlamındaki İngilizce "coming out of the closet”(dolaptan çıkma) ifadesi­ nin kısa söylenişidir. Türkçe olarak günümüzde “açılma" olarak da kullanılır.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Her Kadın Heteroseksüel Değildir

düren oluşum , lezbiyenlerin k a rm a örgütlenm eler içinde geylerle birlikte de­ ğil, ayrı olarak örgütlenm eleri gerektiğine in a n a n kadınlar b ir araya geldi ve LGBT k a rm a örgütlenm elerle dahi ilişkilenm eyi reddetti. B una karşın, geylerle birlikte yürüm eye devam eden lezbiyenler ve biseksüel kadınlar, LGBT h arek etin in m ücadele a la n ların d a k a rm a örgütlenm e­ ler içinde h er zam an yerini aldı. O yıllarda, K aos GL’nin yanı sıra Türkiye’de LGBT hareketi ta rih in in diğer önemli bileşeni olan ve ‘93 y ılın d an beri var­ lığını sü rd ü re n L am bdaistanbul içinde de eşcinsel/biseksüel k a d ın la r aktif olarak politika üretm eye devam etti. 2000Ti y ılların başında lezbiyenlerin ve biseksüel k a d ın la rın ak tif olarak içinde yer aldığı diğer k a rm a örgütlenm e­ ler arasın d a, Antalya G ökkuşağı, İzm ir Pem be Üçgen ve üniversiteli lezbiyen ve geylerin bir araya geldiği, yoğunlukla A nkara ve İsta n b u l’daki birçok ü n i­ versitede özerk yapılanm alarla faaliyet gösteren LeGaTo (Lezbiyen Gey Top­ luluğu) o luşum larını sayabiliriz.

Corning o u t of Internet Lezbiyenlerin/biseksüel kad ın ların , eşcinsel k a rm a örgütlenm eler içinde er­ keklere o ran la sayıca az olm ası, elbette, ataerkil toplum düzeni içinde kadı­ n ın görünm ezliğinden bağım sız düşünülem ez. K adının kam u sal alandaki ikincil konum undan kay n ak lan an bu engeli aşm an ın yolu ise b ir araya gel­ m enin yollarını arayıp b u lm a k ta n geçiyor. S.K. grubu, Kaos GL dergisi a ra ­ cılığıyla b irbirini bulurken, d ah a fazla lezbiyene ulaşm ak için internet ile­ tişim ini k u rm a n ın gerekliliğini de görm üştü. ‘99 yılında k u ru la n sapphonun k ızla rı e-grubu, S.K. g ru b u n u n feshedilm esinin a rd ın d a n isim değişik­ liği ile B ilitis4 adını a la ra k varlığını sürdürm eye devam etti. K im i zam an iki yüzü b u la n üye sayısı ile b u g ü n halen a k tif olan grup, eşcinsel/biseksüel ka­ d ın la rın iletişim kanalı olm aya devam ediyor. B irbirine yüz yüze ulaşm a im kânı olm ayan k a d ın la rın paylaşım larını sağlayabildiği, birbirinden h a ­ bersiz o lan la rın bu k an al sayesinde yüz yüze gelme pratik lerin i üretebildiği bu e-iletişim ortam ı, b u g ü n ü n internette yaşayan nesli için belki birçok b en ­ zerleri a ra sın d a sıradan bu lu n ab ilir ancak, on sene önce sa n al âlem eşcin­ sel/biseksüel k a d ın la rın çoğunluğu için tek yaşam alanıydı. Türkiye’deki lezbiyen/biseksüel kad ın ların , birbirlerini b u lm a p ratiklerinin geçm işi ve şim ­ disi, eşcinsel erkekler gibi parklar, h a m a m la r veya geceleri gidilen m ekânlar 4 M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış ve Sapphonun öğrencilerinden olduğu sanılan kadın şairin adı.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

415


416 ; Burcu Ersoy

gibi k am usal alan lara dayanm ıyor. K ad ın lar olarak, örgütlenm ek için b l araya gelemezken, ‘eşcinsel/biseksüel’ k a d ın la r olarak ortaya çıkm ak, blrbj rini b u lm ak ve kendi sözünü üretm ek için eyleme geçmek bugüne kıyaili çok d a h a zordu maalesef. A ncak internetin birbirim izi bulm a aracı olarafcj önem ini görm üş ve bu aracı en iyi şekilde k u lla n m a gayreti içindeki kadın«* lar olarak, tıpkı eve hapsedilişim iz gibi in tern ette kapalı k alm a tehlikesini de göz a rd ı etm emeliydik. S anal âlem in gittikçe popülerleşm esiyle, in te rn e t tin kendisini b ir araç olm ak tan am aç olmaya sürükleyen tu z a k la rın a düşme- 1 mek gerekliliği üzerine tartışm a y a başladık. Bu tartışm alar, sohbetlerim ize,1 dergideki yazılarım ıza yansıdı ve bu sanal birlikteliklerle yetinm eyip reelde1 b ir araya gelen az sayıda kadın, tüm iletişim ve haberleşm e a ra ç la rın ı kulla­ n a ra k örgütlenm enin, d a h a çok ve güçlü o lm an ın yollarını a ra m a ve m üca­ dele etm e kararlılığıyla yoluna devam etti.

Çifte Kavrulmuş Mücadele İlk p a ra g ra fta sunulm aya çalışılan açılım ın işaret ettiği gibi, lezbiyenler ve biseksüel kadınlar, hem eşcinsel/biseksüel’ hem de ‘kadın olm ak üzerinden dü­ şündüğüm üzde, elbette Türkiye’deki kadın hareketinden de uzak olm adı hiç­ bir zam an. S.K’nın hazırladığı ‘Lezbiyenlik H akkında’ broşü rü n d en bir alın­ tı ile bu farkındalığm on seneyi aşkın bir süre önce nasıl dile getirildiğine ku­ lak verelim: “Lezbiyenlerirı mücadeleleri için fem inizme, feministlerin de lezbiyenlere ihtiyaçları vardır. B u iki grup yanyana durmadığı sürece bir kanatla­ rı kırık olacaktır. Biz sapphonun kızları olarak kendim ize lezbiyen fem inist di­ yoruz." Aynı fem inist yaklaşım ı benim seyen K aos GL’den k a d ın la r ve Öte-ki Ben Lezbiyen Fem inist Oluşum , bu politik d u ru şu n pratikteki yansım asını, 11 Eylül ve sonrası gelişen olaylarının a rd ın d a n 25 Aralık 2001’de A nkara’da o luşturulan B arış İçin Sürekli K adın P latform unda yer alarak gösterdi. Ba­ ğım sız fem inistlerin yanı sıra fem inist gruplardan, politik k a rm a örgütler­ den, derneklerden, siyasi p artilerden k ad ın ların b ir araya gelerek oluşturdu­ ğu platform , kadın hareketi tarih in d e birçok etkinliğin önem li b ir bileşeni oldu. Eşcinsel/biseksüel k a d ın la r için bu platform da yer alm an ın ayrı bir öne­ m i ise k a d ın hareketindeki heteroseksüel k ad ın larla bir araya gelebilme p ra­ tiklerinin ortaya konm uş olm asında yatıyor. ‘Cinsel yönelim ayrım cılığı’ kav­ ram ın ın Türkiye’deki kadın hareketi literatürüne yerleşmesi, eşcinsel/bisek­ süel olm ayan kadınlar ta ra fın d a n da heteroseksizm in sorgulanm asının öne­ m inin d a h a iyi anlaşılm ası açılarından, bu beraberlikler şüphesiz çok değerCogito, sayı: 65-66, 2011


r H e r K a d ın H e te r o s e k s ü e l D e ğ ild ir

li deneyim lerdi. Kaos GL’den kadınlar, 10 Şubat 2002’de İsta n b u l’da gerçek­ leştirilen “K urtuluşum uzu Örgütleyelim K adın K o n fe ra n sın ın ‘farklılıkla­ rım ızla b ir ara d a politika yapm ak’ başlıklı atölyesine katıldı. Birçok kadın oluşum u ve çeşitli k arm a örgütlerde kadın çalışm ası yapan k ad ın ların ya­ nı sıra b ir örgütlenm eye dah il olm ayan k a d ın la rın da yoğun olarak katıldı­ ğı konferans, farklı kim likleriyle bir araya gelm iş kadınlar arasında, eşcinsel/ biseksüel kim liğim izle yer alm am ız, ataerkillik ve heteroseksizm bağlantısını ortaya koyarak so ru n larım ızın ortaklığına dikkat çekme fırsatı sağladı. Bu koferansm sonuçlarından yola çıkılarak, Kadın Tavrını Geliştirme İnisiyatifi (KATAGîyn in çağrısıyla başlayan ‘Özgür değilim ’ kam panyası, Türkiye kadın hareketi içinde k ad ın ların farklı kim likleri üzerinden söz üretm esi ve birbiri­ ne değm esi açısından çok önem li bir yere sahip. Bu kam panyanın pratik aya­ ğı olarak adlandırabileceğim iz, 6-14 Tem muz 2002 tarihlerinde gerçekleştiri­ len ‘K a d ın la r Birbirlerine D oğru Yürüyor’ organizasyonunda k a d ın la rın söz­ lerini yollarına katıp taşıyan u lak lar ara sın d a lezbiyenler ve biseksüel kadın­ lar da vardı. Türkiye’n in farklı şehirlerinden yola çıkan kadın u lakların, Kon­ ya B uluşm asında bir araya gelmesi ile so n lan d ırılan bu büyük etkinliğin An­ kara ayağını Kaos GL’den k ad ın ların üstlenm esi, heteroseksizm le m ücade­ lenin fem inist gündem e taşın m ası açısından d a kayda değer b ir adım oldu. B ir y a n d a n LGBT h arek eti içinde m ücadele veren eşcinsel ve biseksüel kadınlar, diğer yandan d a k a d ın hareketi gündem ini y ak ın d an tak ip etm e­ ye devam ediyordu. İsta n b u l’da, Amargi K adın Akadem isi içinde eşcinsel/biseksüel k a d ın la rın a k tif o lara k politika ü retm esi ve k u ru la n H eteroseksizm Atölyesi, LGBT hareketi ve k a d ın harek etin in pratik te de ilişkilenm esine b ü ­ yük katk ı sağladı ve L am b d aistan b u l’d ak i k a d ın la rın ö rg ütlülüğünü güç­ lendirdi. H em A m argi’de hem de L am b d aistan b u l’da örgütlenm iş olan lezbiyenlerin ve biseksüel k a d ın la rın , iki h a re k e tin kesişim küm esi olarak, gö­ rü n ü rlü k le rin in a rtm ası h e r iki hareketi de besledi; kadın h arek etin i hete­ roseksizm karşıtı olm aksızın fem inist b ir m ücadele olm ayacağı yönünde; LGBT harek eti de fem inist politikanın h a re k e tin pratiğe de yansım ası a n ­ lam ın d a güçlendirdi. L am b d a’ll eşcinsel/biseksüel k a d ın la rın , İsta n b u l’da birçok k a d ın gru b u n u n b ir araya gelerek oluştu rd u ğ u K ad ın Platform u ile birlikte eylem lilik gösterm esi, Lam bda’n ın m ekânında k a d ın to p la n tıları­ n ın düzenli b ir şekilde yü rü tü lm esi de eşcinsel/biseksüel k a d ın la rın karm a örgütlerinde sü rd ü rd ü k leri m ücadelede d a h a aktif rol a lm a la rın ı sağladı. İsta n b u l’d a gerçekleştirilen 8 M art M itinglerinde, L am bdalı lezbiyenler, biCogito, sayı: 65-66, 2011

417


418 : Burcu Ersoy

seksüel/travesti/transseksüel k a d ın la r a rtık kendi p an k artlarıy la seslerini duyuruyorlardı. Aynı tarihlerde, A nkara’d a b ir araya gelen fem inist k ad ın la rın oluşturdu­ ğu Ankarah Feministler g ru b u içinde Kaos GL’den kad ın ların d a yer alma­ sıyla birlikte, kadın hareketinde eşcinsel/biseksüel k ad ın ların örgütlü mü­ cadelesi a d ın a önemli a d ım la r atılm aya devam ediyordu. LGBT örgütlerin­ den k a d ın la rın , aynı zam an d a kadın örgütlenm elerinde yer alıyor olması, İsta n b u l’da Am argi ile L am b d aistan b u l’un ilişkilenm esine güç kattığı gibi, A nkara da da Kaos GL ile A nkaralı Fem inistler grubunu yak ın laştırm ış ve birlikte eylem liliğin yolunu açm ıştı. Kaos GL, LeGaTo ve İzm ir Pem be Üçgen g ru p la rın d a n kadınlar, 18-19-20 N isan 2003 tarihlerinde A nkara’da düzenlenen CEDAW (Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Yok edilmesi) Sivil Toplum F orum una k a tıla ra k lezbiyenlere yönelik ayrım cılığı an lattılar. Üç gün sü re n etkinlik süresince farklı çalışm a g ru p la rın a katılım gösterip Forum sonrası yazılan Gölge R apor’da eşcinsel/biseksüel k ad ın la rın so ru n la rın a az d a olsa değinilm esini sağlam ış oldular. Bu yıllarda, Kaos GL’den ve Öte-ki B e n d e n kadınlar, B arış İçin Sü­ rekli K ad ın Platform u bileşeni olarak, A nkara’daki 8 M art m itinglerinin ve ‘K adınlar Barış İstiyor, Barış Hem en Şim di’m itin g in in (29 H a z ira n 2003) dü­ zenleyicileri ve katılım cıları a ra sın d a yer aldı. 2004 yılında, Türk Ceza K anunu tasarısı gündem deyken, cinsel yönelim ve cinsiyet kim liği ayrım cılığının da kanun çerçevesinde suç o lara k tan ım ­ lanm ası için yürütülen kam panya da kadın örgütleri ve LGBTT örgütler bir a ra d a hareket etti ve seslerini duyurm ak için M eclise birlikte yürüdüler. Ka­ dın hareketi ve LGBTT h arek etin in ortaklaştığı anti-heteroseksist m ücadele içindeki bu tü r bir araya gelişler ve eylemler, kuşkusuz her iki harek etin bi­ leşeni olan örgütlenm eler içindeki k a d ın la rın çifte kavrulm uş m ücadelesini her z am an güçlendirici bir role sahip oldu. 2005 y ılın ın son aylarında bir ilke şahit olduk ve LGBTT örgütlenm eler için şevklendirici dernekleşme süreci, takibinde de özgürlükler a d ın a bu top­ rak lard a yaşayan herkes için u tan ç verici kapatılm a davaları serüveni, Kaos GLnin adım ıyla başlam ış oldu. Hiç kuşku yok ki kam usal alanda görünür­ lüğü, devletin resm i k u ru m la n tarafın d an -z o ra k i de olsa- tan ın ırlık la pe­ kiştirm ek çok büyük ve önem li b ir adım. M illetin yasa koyucu m eclisinin ve bu yasaları işletici adaletinin karşısında a rtık tüzel kişiliği ile baskı kuran LGBTT yapılar var ve bu her b ir LGBTT birey için güven sağlayıcı, hiç olm az­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


H e r K a d ın H e te r o s e k s ü e l D e ğ ild ir

: 419

sa um ut verici bir unsur. A ncak tabii ki ne genel olarak LGBTT bireyler ne de özelde eşcinsel/biseksüel/trans k adınlar için, görünürlüğü teşvik edici yeter bir u n s u r değil bu. Yasa değiştirm ekle olmuyor, kafaları da değiştirm ek ge­ rekiyor çünkü. Kaldı ki henüz ne Türk Ceza K a n u n u n d a ne de A nayasanın eşitlik m addesinde g örünürüz. Cinsel yönelim e (eşcinsel, biseksüel bireylere) ve cinsiyet kim liğine (trans bireylere) yönelik ayrım cılığı, ‘cinsiyet ayrım cılığı k avram ının yeterli olduğu savıyla ceza k a n u n u n a alm a gereği görm eyen zih­ niyet, çocuk kandırm aya devam ederken kim senin kendini güvende hissedip rah atlık la ortaya çıkm ası da beklenemez. Hele de bir kadın için, kâğıtta da olsa kazanılm ış ‘eşitlik’ hak k ı elinden alınarak, ‘m uhtaç’ kategorisine konm a­ ya çalışıldığını göre göre, p a triark a n ın savunucularının aşağı çektiği kadınlı­ ğının ü stü n e bir de eşcinsel/biseksüel kim liğini açık ederek ikinci kez ayrım ­ cılığa uğram ayı göğüslemeye gönüllü olm ak, iki kat m ücadele gücü bulm ak hiç kolay değil. Tek b aşın a hiç değil am a gittikçe güçlenen örgütlenm eler­ le birlikte mücadeleye d a h a çok inanm ak ve kazan ım lar sağlam ak m üm kün. A nkara’da, E ryam an Olayları diye andığım ız, sem t halk ın ın içinden transfobik nefret dolu kişilerin, E ryam an’da ikam et eden travesti ve transseksüel k adınları linç etme girişim i ile ortaya çıkan ve travesti ve transseksüel kadın­ ların evlerinden zorla çıkarılm ası ile sonuçlanan olayların a rd ın d a n 2006’da k u ru lan Pembe Hayat LGBTT Dayanışm a Derneği, ilk b aşta özellikle traves­ ti ve transseksüel k ad ın la rın uğradığı şiddet ve ayrım cılıkla m ücadele etme am acıyla faaliyetlerini sürdürdü. Üyelerinin çoğu yine travesti ve transseksü­ el k a d ın la rd a n oluşan an cak tü m LGBTT bireylerin o rtak m ücadelesine ina­ n an dernekte lezbiyen, gey, biseksüel ve tra n s bireyler birlikte örgütleniyor ve son dönem de ağırlıklı olarak nefret cinayetlerinin önlenm esi üzerine çalışı­ yorlar. İsta n b u l’da ise, İstan b u l LGBTT Sivil Toplum Girişimi, K adın Kapısı Derneği ve Voltrans Transerkek İnisiyatifi, tra n s bireylerin örgütlenm esinden bahsederken ism ini an m am ız gereken önem li oluşum lar.5 Fiziksel koşullar nedeniyle bizzat içinde olduğum için A nkara’daki örgütlenm e üzerine kim i zam an d a h a çok söz söylüyor, örneklerim i b u rad a n daha ayrıntılı verebiliyo­ rum ; ancak bu örnekler ne sadece A nkara ile sınırlı ne de belli b ir şehirdeki örgütlenm e ve eylemler sadece o şehri etkiliyor. H er bir örgütlenm e, bu ülke5 Bu yazı, lezbiyenlerin ve biseksüel kadınların LGBTT hareketi ve kadın hareketi içinde ör­ gütlenmesi üzerine yoğunlaşmış bir yazı olduğundan, tarihsel olarak trans örgütlenmesi­ nin hem koşulları hem de uğraştığı konular bağlamında ayrıca ele alınması gereken başka bir yazının konusu olduğuna inanıyorum.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


4 2 0 I B u rcu E rso y

n in her köşesine sesini duyurm aya ve karşıdan b ir ses duymaya çalışıyor. Tıp« kı 2006’d a n b eri düzenlenen U luslararası Homofobi K arşıtı B uluşm a (HKB), bu sene ilki düzenlenen "Nefret Suçları M ağduru Trans Bireyleri A nm a Bu- ; luşm ası” ve LGBTT O nur H aftası Etkinlikleri gibi. Geçen seneye k a d a r sadece Ankara’da yapılan HKB etkinlikleri, 2009’da altı şehre; geçen sene ise, Mayıs’l aşıp aylara yayılarak üniversite kam püslerindeki etkinliklerle Türkiye’n in dört bir köşesine sesini ulaştırm ayı ve gittiği yerlerdeki sesi yine olabildiğince yay­ gınlaştırm ayı başardı. H K B’n in en başından b eri vazgeçilmezi olan Lezbiyen ve Biseksüel K adın F orum u ve Fem inist Forum , anti-heteroseksist m ü­ cadele içinde kadın görünm ezliğini aşmaya yönelik çabaların konuşulduğu önemli platform lar oldu ve b u n d a n sonra da olacak. İstanbul’da gerçekleşti­ rilen O nur H aftası ise her yıl b ir öncekine oranla d ah a fazla y u rt içi ve yurt dışından konuşm acı ve katılım cılara ev sahipliği yapıyor ve O nur Yürüyüşü her sene b ir öncekini ikiye üçe katlayan kişi sayısıyla İstiklal’i kaplayan dev gökkuşağı bayrağının çevresinde m or fem inaları da kucaklıyor. O nur H aftası da, organizasyonundaki kadın em eğinin ü rü n ü olan kadın kadına atölyelerin, özel fo ru m ların ve kad ınların sesini çoğaltan ta rtış m a platform larının gücüy­ le görünürlük adına önemli y aratım ların kaynağı olmayı sürdürüyor.

Daha görünür, daha sesli.. K adın k a d ın a buluşm alarım ız, sohbetlerim iz h e r geçen gün d a h a görünür olmak, d a h a güçlü bir şekilde sesim izi du y u rm ak için hız kesm eden devam ediyordu. A şklarım ızın lanetlendiği ve m utsuz so n lara m ahkûm edildiği öy­ külerin y arattığ ı sisi kald ırm ak isteyen k a d ın la r olarak, kendi öykülerim izi yazmaya k a ra r verdik ve K aos GL’den k ad ın la rın organizasyonu ile Kadın

Kadına Öykü Yarışmasını hayata geçirdik. "Kadınların kadınlara olan aş­ kım anlatan filmler, romanlar, öyküler... Bugüne dek canavarlaştırılmış “eşcinsel/biseksüel kadın" hikâyeleri, illa ki m utsuz biten, adına aşk bile denmeyen aşklar yüzlerim izde hep bir tokat gibi patladı. Kadınları seven kadınların ha­ yatı zaten yeterince zor ve biz artık m utlu biten öyküler de okum a kararı aldık. Kurgu ya da gerçek, kendi hikâyelerimizi kendim iz anlatalım, biraz da m utlu­ luklarımızı paylaşalım istedik. Bizi görmezden gelenlere, hiçe sayanlara, duy­ gularımızın üzerinde tepinenlere inat birbirimize öykülerimizle gülüm seyelim ve kadınların yaşadığı m utlu aşkları öykülerimizle çoğaltalım, dedik.’’ Bu ni­ yetim izi paylaşarak duyurduğum uz, sadece k a d ın la rın k atılım ına açık olan ve gelenekselleştirilm esi k a ra rla ştırıla n y arışm a n ın ilk tem ası "M utlu Aşk Cogito, sayı: 65-66, 2011


H e r K a d ın H e te r o s e k s ü e l D e ğ ild ir

V ardır” oldu. 2007’de gerçekleşen ve ilklerim izi paylaştığım ız "İlk K adın İlk Adım İlk Aşk” tem alı 2. K ad ın K adına Öykü Y arışm asının a rd ın d a n üçü n ­ cü y a rışm a n ın tem asının neden Ten ve Tutku olduğunu duy u ru rk en şöyle dedik: “Ç ünkü lezbiyenlerin ve biseksüel kadınların cinselliği, ya porno sektö­ ründe çıkıyordu karşımıza ya da şiirsel, m asum ane, meleksi dokunuşlardan, sarılışlardan ibaretmiş gibi yansıtılıyordu. Ya üçlü ilişkilerde haz artırıcı bir obje olarak yer alıyorduk bu fonda ya da ‘dokunm a kelebeği’ olarak... Oysa ro­ m antik dostluklardan ibaret değildi yaşadığımız; kasıp kavuran sevişmelerimiz de vardı. A m a başkaları için, başkalarının görsel estetiği için sevişmiyorduk biz. Cinselliğimizin artık, erkeklerin hayal dünyasından çıkm a satırlarla değil, kadınların kalem inden dökülenlerle anlatılm asını istiyorduk. Cevaplarını bul­ m ak istediğimiz sorular ve yıkm a k istediğimiz tabular vardı. Ayıplanan, utan­ m am ız gerektiği iddia edilen cinselliğimiz, aşklarımız, toplum sal değerlerle yar­ gılanan, dar çerçevelere oturtm aya zorlandığımız ilişkilerimiz... İşte bu kalıpla­ rı hep birlikte kıralım, içim izden geldiği gibi yaşam anın ve b u n u paylaşm anın tadını çıkaralım istediğimiz için ‘Ten ve Tutku dedik." “M adem ki binlerce yıl­ dır cinsiyetçi bir dünyada yaşıyoruz, m adem ki bir kadının bir kadına aşkınınsevgisinin arasında başka kadınlar, erkekler, o erkeklerin sırtlarını dayadıkları kurum lar var ve m adem ki bu katı yapı kolay kolay yok olacağa benzemiyor; öy­ leyse daha uzak diyarlarda, mekânlarda ya da zamanlarda, kadın kadına yaşa­ nacak bir dünyayı, huzurun yakalanacağı o ütopik dünyayı nasıl tasavvur ede­ riz? Hayalimizdeki ilişkiyi nasıl resmederiz? Neler bekleriz sevdiğimiz kadınlar­ dan? Tabuları-önyargıları yıkm ayı ve içine sıkıştırıldığım ız çerçeveleri yırtm a­ yı nasıl bir keyfe dönüştürürüz? Başkaları için yaşamayı reddeden kadınlar, hadi, düşlerinizi satırlara dökün, paylaşın bizlerle. Ancak hayal etmeye cesaret edebildiğimiz şeyler yarın gerçeğe dönüşür.” diyerek Ütopya-m tem alı 4. yarış­ mayı duyururken, aynı za m a n d a on sene önce gerçekleşm esi sadece bir h a­ yal deyip ütopik b ulunacak b ir ü rü n ü n de m üjdesini veriyorduk. İlk üç yarış­ m an ın öykülerinin 2009 yılı içinde kitaplaştırılacağı haberi, d a h a çok kadı­ nı yazm aya teşvik etm esi u m u d u n u da taşıyordu. E n b a şın d a n beri, y arışm a n ın k azananları, HKB kapsam ında düzenlenen Lezbiyen ve Biseksüel K ad ın Forum u öncesindeki ödül töreninde buluşuyor­ lar. Belki tam bu noktada, "görünürlük” m eselesinin bir b aşk a “yüzüne” de­ ğinm ek gerekiyor. Bir yandan, öykü yarışm asın a katılım h er sene artarken, yani y a z an la r çoğalırken, diğer yandan ödü lü n ü kendi eliyle alm aya gelişler­ de de belirgin bir artış oldu. K adın K adına Öykü Yarışm ası Ö dül T öreninde, Cogito, sayı: 65-66, 2011

421


422 ¡ Burcu Ersoy

öyküsünü okuduğum uz yüzleri d a h a çok görür olduk. Tıpkı öyküsünün, ru­ m uzu yerine kendi ismiyle yayım lanm asını isteyenlerin artm ası gibi, sözle­ ri gibi yüzlerini de saklam ayanlar çoğalıyor. Tam bu noktada, bu “g örünür­ lü k ” çabasının önem li bir parçası olan “Aç Yüzünü” adıyla hayata geçirdiği­ m iz ‘Kadınları Seven Kadınlar Fotoğraf Sergisi n in 2007’deki H K B ’de ye­ rin i alışı, bizi görünm ezliğe iten perdeyi aralam ak yolunda çok değerli bir adım olarak karşım ıza çıkıyor. S erginin yaratıcısı Nevruz, bu adım ı “Lezbiyen portreleri çalışmaya yaklaşık 5 sene önce belgesel fotoğraf konseptiyle başla­ m ıştım . Elbette pek çok sorunla yüzleştikten sonra projem yarım kalm ıştı. Kar­ şılaştığım en önem li sorun, başta yüzlerini göstermeyi kabul eden lezbiyenlerin sonradan iş, aile yaşamı ya da bireysel dışavurum larını etkileyen başka du­ rumlardan dolayı projeden çekilmeleriydi. Kaos GL’y le yaptığımız toplantılar­ dan birinde hepim iz için çok önem li bir noktada buluştuk. Bizim asıl sorunu­ m uz öncelikle toplum a çekinmeden yüzüm üzü gösterebilmekti.” sözleriyle çok güzel özetliyor. Sergilenen her b ir fotoğrafta, görünm ezlik perdesini ara la ­ yan k ad ın ların p ortrelerinin y a n ın d a kendi sözleri de yer alıyor ve bu kad ın ­ la r Kaos K ültür M erkezinin duvarlarında, k arşılaştık ları k ad ın lara güç ver­ m ek ve birlikte çoğalm ak um uduyla gözlerim izin içine bakm ayı sürdürüyor. Tüm bu birikim leri, k az an ım la rı daha çok kişiyle paylaşm ak, yaygınlaş­ tırm a k ve nihayetinde dönüp bakılabilecek yazılı b ir kaynak olarak kalıcılaştırm ak am acıyla, “Biliyor(mu)sun(?) Her Kadın Heteroseksüel Değil­

dir - lezbiyenler ve biseksüel kadınlar” kitapçığı 2007’de Kaos GL yayı­ n ı olarak basıldı. Önsözünde, “Lezbiyenlerin ve biseksüel kadınların kendi ül­ kelerine dönüp bakacakları bir yol haritası çizmeye çalıştığımız bu kitapçıkla, asırlardır gizem li bir kutu sandıkları lezbiyenleri ve biseksüel kadınları merak edenlere de k u tu n u n içinde aslında çok da ‘farklı bir şey olmadığını göstermeye çalıştık. Bilm ediklerimiz, görmediklerimiz, duym adıklarım ız değil belki içinde­ kiler; ama bazen bilinmesi istenmeyen, gösterilmeyen, duym am ız engellenen­ ler... Bu yüzden ses verelim istedik. Herkesin heteroseksüel varsayıldığı bu dün­ yada, biz kim seyi ‘bir şey’ varsaymadan, herkes okusun, bir şey bulsun diye ses verdik.” satırlarıyla kendini ta n ıta n bu kitapçık, yaklaşık on sene önce bası­ lan Sappho’n u n K ız la rın ın “Lezbiyenler H akkında” b ro şü rü n ü n h a tırası ve özlemiyle ortaya çıktı aslında. A rtan görünürlüğüm üze paralel hız kesm e­ yen eylem liliklerim iz ve y aratım larım ızın çoğalm ası nedeniyle b ir on sene d a h a beklem eden yeni bir güncellenm iş kaynağa ihtiyacım ız olacak gibi gö­ rünüyor. Cogito, sayı: 65-66, 2011


H e r K a d ın H e te r o s e k s ü e l D e ğ ild ir

: 423

Bir kere, K adın K adına Öykü Yarışm ası 2007 yi geride b ırak ıp 2008’de dördüncüsü gerçekleştirilerek b ir yandan devam ederken, diğer y an d an müj­ desini verdiğim iz kitap “Aşkın L Hali” adıyla 2009 Ekim ayında basıldı. Gi­ riş yazısında da belirttiğim iz gibi, "... genel olarak kadın eşcinselliğinin kam u­ sal görünürlüğü için açtığı yola ek olarak, kadın mücadelesi veren kadınlar için de bir hom ofobi karşıtı eğitim kitapçığı gibi. Dahası bu topraklarda bir “ilk ”i gerçekleştirmenin kendisi başlı başına bir kazanım .” B aştan ayağa, organizas­ yonunda tem a la rın belirlenm esinden duyurulm asına, jü ri üyeliğinden ödül törenine ve h a tta ödüllerin h azırlan m asın a k a d a r kadın em eği olan bu va­ roluş m ücadelesinin ölüm süzleştirilm iş olm ası, herkes için b ir k azan ım diye düşünüyorum . Geçen sene, kalıplaşm ış toplum sal cinsiyet rollerinin üzerim ize yapışm ışlığına, benliğim izi ve ilişkilerim izi çerçeveler içine hapsetm esine sözü olan­ ları yazm aya davet ettiğim iz, “B ir K adın (mı) Sevdim (?)” tem alı 5.si düzen­ lenen Y arışm anın bu seneki tem ası ise “K alab alık lar arasın d a görünm ez kı­ lınm ışım ıza inat, gettoları hapsedilm eyi reddeden eşcinsel/biseksüel kadın­ lar olarak ...”: Her yerdeyiz.6 Mesela, 2009 Şubat ayında, 8. !F İstanbul ve Ankara AFM Uluslararası Ba­ ğım sız Filmler Festivali nde ve yine 2009 M ayıs ayında 12. Uçansüpürge Ulus­ lararası Kadın Filmleri Festivali’ndeydik. L am bdaistanbul gönüllüsü k ad ın ­ ların yapım cılığını üstlendiği “Beyaz Atlı Prens Boşuna Gelme” belgeseli, "Türkiye'deki eşcinsel k a d ın la rın görünürlük, tem sil ve varoluşsal so ru n la rı­ na eleştirel b ir bakış getiriyor. L am bdaistanbullu kadınlar ‘Beyaz atlı prens boşuna gelme!’ sloganını birk aç yıl önce k atıld ık ları 8 M art y ü rü y ü şü önce­ sinde türetm işler. Film e a d ın ı veren slogan, k a d ın la rın ayakta d u rm ak için k u rta rıc ı b ir erkek rolüne ihtiyacı olm adığına vurgu yapıyor.” tan ıtım ı ile U çansüpürge Film Festivali p ro g ram ın d a yer alm ıştı. L am bdalı k a d ın la r bir yandan, kendi varlıklarıyla ilgili tem sillerdeki önyargılı ifadeleri gördükçe görünürlükten korkan eşcinsel k ad ın lara "m eğer yalnız değilm işim ” duygu­ sunu vererek özgürlük yolunda güç vermeyi başarıyor; diğer y a n d a n ise lezbiyenler h a k k ın d a sahip o lu n an bu önyargılı ve kötüleyici im ajın m edya baş­ ta olm ak üzere görsel/yazınsal yapıtlar ta ra fın d a n desteklenm esine isyan ederek o n la rın gerçek olm adığını hay k ırm an ın en güzel örneklerinden biri­ ni sunuyorlar bu belgeselle. 6 Son başvuru tarihi 15 Nisan 2011 olan yarışmaya katılmak isteyen kadınlar, kaosgl.org’dan ayrıntılı bilgiye ulaşabilirler.

Cogito, sayı: 65-66, 2011


4 2 4 : B u rcu E rso y

Beyaz Atlı Prens B oşuna G elm enin !F’de gösterilişinin y an k ıları sü« rerken, A nkara’d a başkaca d a b ir heyecan içindeydi Kaos K adın. Pemto«

Mor Haftasonu’nun ev sahipliğini yapacak o lm a n ın heyecanıydı bu. “Fark» lı şehirlerden eşcinsel ve biseksüel kadınlar, 21-22 Şubat 2009 tarihlerinde A nkara da b ir araya gelip iki g ü n boyunca paylaşım ı bol saatlerde bir ara* dalığın keyfini çıkaracak ve pem besi m oru hallice sohbetler içinden b ir kay­ bolup bir kendim izi bulacağız.” diye duyuruyor ve çağırıyorlardı kadınları, Aynı zam anda, etkinliğe k atılan kadınların, sürekli iletişim de kalm ası için b ir ağ o luşturm ak, Kaos GL’n in kapasite geliştirm e eğitim leri ve yerel geylezbiyen m u h a b ir ağı o lu ştu rm a gibi karm a ç a lışm a la rın a k a d ın la rın katılı­ m ını teşvik etm ek ve kadın g ö rünürlüğünü a rtırm a k da hedefleri arasınday­ dı bu b uluşm anın. Sayısı 50 yi b u lan kadın katılım ı ile gerçekleştirilen et­ kinliğin sonunda, "meğer konuşulm ası gereken ne çok şey v arm ış” cüm le­ si ile a k ılla rd a birçok soru işareti ve plan taslağı b ıra k a n buluşm a, tan ışm a ve birlikte yap ılm ak istenenlerin çeşitliliğini görm e açısından hedefine u laş­ m ıştı. Belgeselim izi hep birlikte b ir de Pem beM or H aftasonu’nda izledik ve bu iki gü n ü n sonunda, fark lılık larım ızın d ah a çok farkında, yeni örgütlen­ m elerin ih tiy acın ın yeniden bilincinde olarak, b ir d a h a bir araya gelm e sö­ züyle ayrıldık.

Eşcinselim Varım, Lezbiyenim Yok muyum... Türkiye’de lezbiyenlerin/biseksüel k ad ın ların yaşadığı soru n ları bu sa tır­ lard a derinlem esine incelem ek m ü m k ü n değil am a, 2001’de gerçekleştirilen ‘Özgür değilim ’ kam panyasının ve K adınlar B irbirlerine Doğru Y ürüyor or­ ganizasyonunun sonucunda ortay a çıkan m etinden bizim sözüm üzü yansı­ ta n parag rafı a lın tılarsa k en a z ın d a n m anzarayı önem li oranda ortaya koy­ m uş oluruz san ırım : "Eşcinsel kadınlar olarak cinsel yönelim im izi gizlemek zorunda kalıyoruz. Kadınlara aşkım ız, lezbiyenliğimiz yok sayılıyor. Varolan tüm ilişki modelleri heteroseksüel ilişki kalıbına sıkıştırıldığından, sevgililik ilişkilerimize de cinsiyet rolleri yakıştırılmaya çalışılıyor. İlişkide bir tarafın er­ kek rolü üstlendiği yanılgısıyla erkekleştiriliyoruz. Lezbiyenliğimizi gizlemedi­ ğim iz takdirde işlerimizi kaybediyor, dayak yiyor, tecavüze uğruyor, dışlanıyor, aşağılanıyoruz. Kadın kadına sevişm e sahneleri pornografik filmlerde erkekleri tahrik etmeye yönelik fanteziler olarak sunulduğundan, toplum un geneli tara­ fından lezbiyenliğimiz salt cinsellik üzerine kurulu geçici bir heves olarak algı­ lanıyor. Kadınların kam usal alanda var olabilme güçlüklerini eşcinsel kadınlar Cogito, sayı: 65-66, 2011


Her Kadın Heteroseksüel Değildir : 425

olarak daha ağır yaşıyoruz■Toplumsallaşma gruplaşm a im kânlarından yoksu­ nuz- Boşanmalarda kadın eşcinselse kız çocuk babaya veriliyor." E n b ü y ü k psikolojik şiddet yok sayılm aktır; ‘kadın denildiğinde hetero­ seksüel kadınlar, ‘eşcinsel’ denildiğinde ise eşcinsel erkekler ak la geliyor, bizler yok sayılıyoruz. G ünüm üzde m edyanın top lu m u n bakış açısını yönlen­ dirm ede önem li bir u n su r olduğu düşünüldüğünde, lezbiyenliğin ele alınışı sayılı birkaç program ve gazete dışında, ya "ün lü lerin lezbiyenlik çılgınlığı’’ şeklinde b aşlık larla m agazinelleştiriliyor ya da "lezbiyen aşkı cinayet işletti” denilerek öldürenin değil, ölenin lanetleniyor oluşu, varlığım ızı bizzat özne­ ler olarak ortaya koym am ızın gerekliliğini b ir kez d ah a gösteriyor. A rtan gö­ rünü rlü ğ ü m ü ze paralel olarak, cinsel yönelim lerim izden dolayı m aru z kal­ dığım ız ayrım cılık ve şiddet olaylarının da g ö rü nürlüğünün a rtışı, h a k la rı­ m ızı koruyucu yasaların yokluğu nedeniyle de birleşerek m ücadele edilecek a la n ların genişliğine işaret ediyor. K im se cinsiyetçilikten, m isojeniden m uaf değil ve bu nedenle kendi karm a örgütlenm elerim iz içinde de benzer tu tu m larla karşılaşm am ızın şaşırtıcı bir yanı yok. Ataerkil heteroseksist toplum un n o rm la rın ın dışladığı ve tehlikeli u n su r ilan ettiği LGBTT örgütlenm eler içinde elbette görece d a h a farkında ve bilinçli arkadaşlarım ızla birlikte yer aldığım ız harekette dahi, "kadın" kim ­ liğimizle v ar oluşum uzu vurgulam a gereği duyuyoruz. Göz önündeki sert ka­ yalar a ra sın d an sıyrılan kum taneciklerinin b ir yandan da kendi evlerini inşa edip orad an sözünü katm ası ile sesim iz duyulur, varlığım ız yadsınm az oluyor. Üstelik bu varoluş bize güç kattığı kadar hareketim ize de ivme kazandırıyor. Bu yüzden 2008 yılında Kaos GL organizasyonu ile gerçekleştirilen “Türki­ ye’de Eşcinsel Olm ak” söyleşi dizisi içinde, b ir söyleşinin başlığı da “Türkiye’de K adın ve Eşcinsel O lm ak” idi. “İşçi, öğrenci, sanatçı, HIV+, gazeteci, Kürt, trans, lezbiyen, yoksul, mülteci, tutsak vs olm ak gibi durumlar, Türkiye’de eş­ cinsel olma hallerini nasıl şekillendiriyor? LGBT bireyler bu durum lar üzerinden kendilerini nasıl var ediyorlar ve kimliklerini nasıl kuruyorlar? ” so ru ların a ya­ nıt arayan söyleşiler arasın d a “Türkiye’de Erkek ve Eşcinsel O lm ak” başlıklı bir söyleşiye gerek yoktu; çü n k ü zaten işçi, sanatçı, Kürt, yoksul, mülteci, tut­ sak “eşcinsel”ler erkekti.. B ir de "lezbiyen” olan eşcinseller vardı.. Yani eşcin­ sellerin kadın olma hali.. B u yüzden, tıpkı LGBTT örgütlenm eler içinde ka­ dın k ad ın a buluşm alara ayrıca ihtiyaç duyulm ası gibi, eşcinsel olm a halleri içinde de k ad ın olanların ayrıca dile getirilmeye ihtiyacı vardı. Nasıl ki, yazar, doktor, hâk im denildiğinde, aksi söylenmediği sürece o kişinin erkek olduğu­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


426 : Burcu Ersoy

nu varsayıyorsanız, eşcinsel denildiğinde de o kişinin bir kadın olabileceği ak­ lınıza gelmiyor, öyle değil mi? K adın yazar, kadın doktor, kadın hâkim ve hat­ ta kadın in sa n la r var! Evet, insan-oğlu herkesi erkeklik üzerinden tan ım lad ı­ ğı sürece de "kadın” demedikçe yok sayılmaya devam edeceğiz. Öyle b ir ezber ki bu, LGBT bireyler dediğim izde dahi, L'nin öne konulm ası yetmiyor; lezbiyen sözcüğünün kadın eşcinselleri ifade ettiğini hatırlam am ıza. "Türkiye’de K adın ve Eşcinsel Olmak söyleşisi dışındaki söyleşilerde yok sayılan kadınlar da, aynı zam anda öğrenci, K ürt, işçi, mülteci, gazeteci olabiliyor, biliyor muy­ dunuz? Yani lezbiyenler, yemez içmez, işe okula gitm ez sadece kadın kadına sevişir y aratıklar değil. "Kadın Olma Halleri” söyleşileri de tam b u rad a n yola çıkılarak, "Geçen sene gerçekleştirdiğimiz Türkiye’de Eşcinsel Olmak söyleşileri kapsamında da kadınların görünür olamadığını fark ettik." tahliliyle bunu bir kez daha "ayrıca” ortaya koym ak üzere bir sene so n ra 2009 Ş ubatında haya­ ta geçirildi. Ne m utlu ki, bu söyleşi dizileri de kitaplaştırıldı ve görünürlüğün yaygınlaştırılm asında çok önemli olan bir yazılı kaynak olarak kalıcılaştırıldı.

Şimdiden sonra.. Bazen so ru n larım ızı tartışıp çözüm yollarını birlikte bulm ak, bazen de sö­ züm üzü söylem em ize engel o lanlara, yok sayanlara in at sesim izi yükseltm ek için etkinlikler organize ederek kad ın kadına b ir araya gelişlerim izi sü rd ü ­ rüyoruz. 90’lı y ıllardan 2000’li y ılların başına k a d a r devam eden, b a h a rd a A nkara’n ın ev sahipliğiyle B aharA nkara, so n b ah ard a İstan b u l’un ev sah ip ­ liğiyle G üztanbul adıyla gerçekleştirilen ‘Türkiyeli Eşcinseller B uluşm ası’, farklı şehirlerden k ad ın lar olarak b ir araya gelişlerim izin başlangıcı olm uş­ tu. Sonrasında, yu k arıd a da değindiğim gibi ‘Uluslararası Homofobi Kar­

şıtı Buluşma’ kapsam ında 17 M ayıs h aftasında A nkara’da ve “LGBTT Onur Haftası” etkinlikleri kapsam ında H a z ira n ın son h a fta sın d a İsta n b u l’da ka­ d ın kadına bulu şm alarım ıza d a h a geniş katılım la devam ediyoruz. Ayrıca, k a d ın hareketi içindeki ak tif politik ve eylemsel varlığını d a sür­ dürüyor eşcinsel/biseksüel kadınlar. B arış İçin Sürekli K adın P latfo rm u n d a başlayan eşcinsel, biseksüel, tra n s ve heteroseksüel k ad ın ların karşılık­ lı dayanışm ası, Kaos GL ve Pem be Hayat LGBTT D erneğinden k a d ın la ­ rın da bileşeni olduğu, K asım 2006’dan beri faaliyet gösteren Ankara Ka­

dın P la tfo rm u n d a sürdürülüyor. A nkara’da 2008 yılı sonundan beri v aro ­ lan Feminist(B)iz Oluşum u içinde farklı cinsel yönelim lerden fem inist ka­ dınlar, heteroseksizm karşıtı m ücadeleye bizzat fem inist pratikler üzerinden Cogito, sayı: 65-66, 2011


Her Kadın Heteroseksüel Değildir

ortaya koydukları eylemleriyle güç katıyor. İsta n b u l’da birçok fem inist ör­ gütlenm eden, k ad ın g ru b u n d an ve LGBT olu şu m d an k ad ın la rın da bileşe­ ni olduğu Feminist Kolektif aynı şekilde birlikte m ücadelenin önem li ör­ neklerinden. A nti-heteroseksist m ücadeleyi fem inist p o litik aların ın olm az­ sa olm azı sayan Amargi İsta n b u l’da ve A nkara’daki Fem inist(B)iz ile aynı zam anlardan, 2008 so n la rın d a n beri varolan Sosyalist Feminist Kolektif, Ankara, İstanbul, Adana, E sk işeh ir ve İzm ir’de eşcinsel ve biseksüel k a d ın ­ ların örgütlendiği önemli y a p ılan m alar a ra sın d a yer alıyor. Bu g ö rü n ü rlü ­ ğün sadece A nkara ve İsta n b u l’da kalm ayıp d a h a birçok şehre taşm ış olm a­ sını, büyük ölçüde o şehirlerdeki LGBTT örgütlenm elerinin v arlığına borç­ luyuz. B u n u n yanı sıra görm ek hiç zor olm asa gerek ki, fem inist b ir zem i­ nin varlığı, özellikle k a d ın la rın örgütlü m ücadelesine verdiği güçle eşcinsel/biseksüel k ad ın ların g ö rü n ü rlü ğ ü n ü n a rtm a sın d a yine çok b ü y ü k rol oy­ nuyor. B unun, A nkara ve İsta n b u l dışındaki en güzel örneğini MorEL Es­

kişehir LGBTT O luşu m u n d an kadınların, Eskişehir Demokratik Kadın Platformu içinde yer ala rak birlikte organize ettiği etkinliklerde görm e şan­ sı bulduk. Türkiye’nin ad aletin in m uzdarip olduğu bitm ek bilm ez hom ofobi hastalığı nedeniyle, yine em sal tan ım az k apatılm a davalarından biriyle uğ­ raştık ta n so n ra dernekleşen en son LGBTT derneği Siyah Pembe Üçgen’de örgütlenen k a d ın la r da, dernekleşm enin senelerce öncesinden gelen LGBTT o lu şum larındaki örgütlenm e deneyim leri ile İzm ir'd e de her k a d ın ın hetero­ seksüel olm adığını gösterm eye devam ediyor. İki sene önce k u ru la n Hevjin LGBTT Diyarbakır Oluşumu ve Adana, A ntakya ve M ersin şehirlerinden LGBTT bireylerin girişim i ile 2010 yılı b aşın d a k u ru la n Çukurova Eşcinsel

İnisiyatifi n in varlığını, eşcinsel ve biseksüel k a d ın la rın , Türkiye’n in her bir köşesinde örgütlenebileceğinin göstergesi olan, b u örneklerin farklı şehirler­ de de a rta c a ğ ın ı müjdeleyen çok değerli k a z an ım la r olarak görüyorum . A nkara’daki HKB etkinlikleri kapsam ında gerçekleştirilen Lezbiyen ve Biseksüel K ad ın Forum u, 2009 yılı başında gerçekleştirilen Pem beM or Haftsonu ve İsta n b u l’daki LGBTT O nur H aftası etkinlikleri kap sam ın d a özellik­ le de son y ıllard a gittikçe genişleyen ve içerik o larak da dolu dolu olan k a­ dın fo ru m ların d a, farklı şehirlerden gelen k a d ın la rın birlikte yü rü ttü k leri tartışm alar, bu ülkedeki eşcinsel ve biseksüel k a d ın örgütlenm esine yön ve­ riyor. Yeni ve farklı boyutlar k azan an tartışm a la rla , çiçeği b u rn u n d a örgüt­ lenm elerin tan ık lığ ın ı yapm am ız kaçınılm az. Zaten ta rtış m a la rd a n çıkan sonuç da bu yönde. Her şehrin, her bölgenin kendi dinam ikleri içinde yara­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

427


4 2 8 : B u rcu E rso y

tacağı örgütlenm elerin, b ir araya gelenlerin politik d u ru şla rın a paralel oİH rak yü rü tü len ta rtışm a la r ve sonucunda çıkan taleb in ışığında farklılaşac^f ğı da kuşku götürm ez, bence. B ugüne k a d a r deneyim lediğim iz örgütlenm e pratiklerine b akacak olursak, o rta k zem in ise yine fem inizm ve en azından ben, b u n d an so n ra da öyle olm asını um uyor ve bekliyorum . “Birim iz bile özgür değilse, hiçbirim iz özgür değiliz şiarım hep yanımızda tuttuk, kestirm e yollardan kaçındık, birbirimizi koşulsuz şartsız kabul etme• dik ama, birbirim izi anlayabileceğimiz, kendim izi ifade edebileceğimiz bir or­ tam yaratmaya çalıştık. Kelimelere dökünce çok iddialı denebilecek bir girişim belki ama, hayır öyle yaşantılam adık. Olabildiğine sakin, olabildiğine tutkulu, hem can yakıcı hem iç rahatlatıcı tartışmalar yaşadık. Onur haftası tam am la­ nıp da etkinlikleri değerlendirme aşam asına geldiğimizde bir baktık ki, beraber bir varoluş deneyim inin kapısını aralamışız bile.” diyenler, bu to p ra k lard a ye­ şerecek İLLET’in habercileri. K ad ın sözcüğünü tırn a k içinde kullanıyorlar ve “Lezbiyen, biseksüel, trans, k a d ın ve erkek olm a deneyim lerim izi anlattık, fakat bu k av ram lara sığdığım ızı söylemek yanıltıcı olacaktır.” diyerek anlat­ m aya başlıyorlar kendilerini. 2010 LGBTT O nur H aftası etkinliklerinin h a­ zırlık sürecinde b ir araya gelmeye başlayan, etkinlik süresince ve sonrasında devam eden ta rtışm a la rın ı “Ç irkin Ördek Yavrusu: B ir D önüşüm H ikâyesi” başlıklı yazıyla, fem inistyaklasim lar.org'ta paylaşan grup, cinsiyetle ve cinsi­ yetlerinin b a şk ala rı tara fın d a n dikte edilm esi ile problem i olduğunu söyle­ yerek v aroluşlarını duyuruyor. Yakın zam anda E sk işeh ir’de bir top lan tı yap­ m aların d an an lam am ız o ki, İsta n b u l sın ırlarım aşacak bir birliktelik a rz u ­ lanıyor. Bu arzuya ortak olacak çok “kadın” tanıyorum . Lezbiyenler/biseksüel k a d ın la r olarak, so ru n la rım ız ı söze dökm enin, en­ gelleri a şara k ortaya çıkıp çözüm leri için m ücadele etm enin gerekliliğine inanıyoruz ve bunu, LGBTT o luşum ları ve fem inist örgütlenm eler içinde ak­ tif rol ala rak olanaklı kılabildiğim izi görüyoruz. LGBTT örgütlenm eleri için­ de yer alan kadınlar, Türkiye’de k ad ın harek etin in bileşenleri olm ayı sü rd ü ­ rerek fem inist perspektifin olm azsa olm azlığının bilincinde, örgütlenm eleri­ ni güçlendirm ek için çalışm aya devam ediyor. Am a kim lik politikası d a h ilin ­ de am a kim lik politikasını a şan b ir zem inde örgütlenerek, birlikte söz ü ret­ m enin ve p ratik te yan yana eylem liliği gerçekleştirm enin k a n a lların ı yarat­ m ayı sü rd ü ren k a d ın la r var ve hep var olacak. G örünürlükleri k a tla n a ra k çoğalacak, söyleyecek sözleri a rta ra k hiç susm ayacak kadınlar.

Cogito, sayı: 65-66, 2011




Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri ALİ EROL

Eşcinsel yönelim li in sa n la rın en az heteroseksüel in sa n la r k a d a r çeşitlilik gösterdiklerini biliyoruz. E şcinsel yönelim her tü r dinsel, etnik, sosyokültü­ rel, mesleksel ve politik g ru p ta birbirine yakın o ra n la rd a görülüyor. B u n u n ­ la birlikte eşcinsel bireyler yaşad ık ları a la n lard a kendi eşcinsel olm a halle­ rin i kültürel, sosyal, yasal ve politik nedenlerden ö tü rü yeterince ortaya ko­ yamıyorlar. M edyanın sunduğu eşcinsel stereotipleri de toplum un farklı kesim lerin­ den farklı hayat a la n ların d an eşcinsel bireylerin ortaya çık m aların a, eşcin­ sel h allerin in g ö rü n ü r olm asına engel olabiliyor. Toplum da dam galanm ayan ve ayrım cılığa uğram ayan eşcinsel p ratikle­ rin yeterince görünm em esinden dolayı eşcinsel bireyler Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transseksüel (LGBT) topluluğun çeşitliliğini, farklı v aroluşları ve eşcinsel olm a hallerini gözlemleyemiyor, kendi gibi in sa n la ra u laşm ak ta güçlük çekebiliyor. Bu d u ru m da beraberinde eşcinsel bireylerin kendi eşcin­ sel olm a halleriyle b a rışm a la rın ı ve kendilerini pozitif bir şekilde gerçekleş­ tirm elerini ve toplum da var o lm alarını engelliyor, en iyim ser deyişle geciktirebiliyor. Türkiye’de tek tip bir eşcinsellik olm adığını biliyoruz. B ugün h â lâ kendi­ m iz olm am ızı engellemek için elinden geleni yapan, pek çoğum uzu boğan sı­ k ın tılar m evcut. Y üzüm üzü birbirim ize döndükçe, eşcinsel olm a hallerim izi paylaştıkça soluk aldığım ız a la n la rın genişlediğini gördük; soluk aldığım ız a la n lar genişledikçe d ah a çok kendim iz olduk. H em yalnız olm adığım ızı bir Cogito, sayı: 65-66, 2011


4 3 2 ; Ali E rol

kez daha gördük hem de her p ratiğ in ve halin kendi varoluşunda değerli ol­ duğunu gösterdik. Açıldıkça, kendim izi ifade edip varoluşlarım ızı ortaya koydukça eşcinsel olm a hallerim izle birlikte Türkiye toplum u da dönüşüyor. Türkiye’deki eş­ cinsel olm a h a lle rin in ortaya konm ası sadece LGBT bireylerin kendi toplulu­ ğundaki çeşitliliği görmesi ve kendi varoluşuna d a ir güven a rttırıc ı b ir etkiy­ le sınırlı kalm ıyor. Sonrasında hem sivil toplum un hem de k am u n u n demok­ ratik algısını gözden geçirm e konusunda da uyarıcı oluyor. Şair-Yazar M urathan M ungan b ir Kaos GL konferansında şöyle dem işti: “G örünür olm ak, ortaya çıkm ak, söz alm ak isteseniz de istem eseniz de bir politik m ücadele a lan ın ın p arçasıdır. K ısacası politik olm adan eşcinsel ola­ m azsınız. Sadece kendi cinsinden biriyle yatan b ir kişi olursunuz. K endi cin­ sinden biriyle y a ta n kişi olm akla yetinm ek ise sizi h er türlü b ask ılam a siste­ m inin k a rşısın d a silahsız ve savunm asız b ırakır.” B unun d o ğ ru olduğunu biliyoruz, y ıllardır yaşayarak tecrübe ettik. Türkiyeli LGBT’lerin m ücadelesi hem Türkiye toplum unu d önüştürüyor hem de bu süreçte eşcinsel olm a halleri değişip dönüşüyor ve yeniden k u ru ­ luyor. 20 yıl önce, “bu toplum da sadece heteroseksüeller yaşam ıyor, biz de varız!” diye ortaya çıkm ıştık. Açıldıkça, kendim izi ifade edip varoluşlarım ızı ortaya koydukça eşcinsel olm a hallerim izle birlikte Türkiye toplum u da dö­ nüşüyor. İşte, Türkiye’de eşcinsellerin örgütlenm e tarih i, tam da bu açılm a pratikleri ve ad ım adım y ü rü m e seyri ile ortaya çıktı ve gelişti...

Eşcinsellerin Örgütlenme Seyri Türkiye’de eşcinsellerin örgütlenm e seyri dediğim izde koca bir ta rih te n b a h ­ sedem iyoruz. B ir ta rih verm ek istediğim izde aşağı y u k arı 15-20 yıl k a d a r ge­ riye gidebiliriz. Peki, bu ne a n la m a geliyor? Türkiye’de kim nasıl a d la n d ırır­ sa a d lan d ırsın kendi cinsine dönük olan in sa n la rın b ir araya gelme, örgüt­ lenm e süreçlerinin tarih i aynı zam an d a kendilerini yaratm a ta rih i olarak okunabilir. Türkiye’de bugün b ir eşcinsel örgütlenm esinden bahsediyorsak bu örgütlenm eyi doğrudan eşcinsel bireyler kendilerini kurm a sürecinde or­ taya koydular. İki eksiği vardı eşcinsellerin. Bir, Türkiye’deki eşcinsellik algısıyla ilgili bir ortaya çıkam am a, kendi içine kapanm a hali söz konusuydu. B ir diğer ta ­ lihsizlik de örgütlenm e fikrinin Türkiye’deki sosyal politik süreçlerden dola­ yı ele alınışı ya d a negatif olarak adlandırıldığı b ir dönem de ilk a d ım la rı at­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

m aya çalıştık. 80'lerde daha doğm am ış olanlar bile bir şekilde fark ın d ad ır­ lar, 12 Eylülde birlikte Türkiye’de toplum sadece siyasi değil, sosyal h a tta kül­ türel örgütlenmeleriyle, d ah a d oğrusu iki in san ın b ir araya gelip ilişkilenm esi ve bu ilişkilenm eden sosyal, kültürel, politik h e r ne çıktı söz konusu olacak­ sa buna d a ir h er türlü şeyin ezildiği, o rtad an kaldırıldığı ve b ir d a h a ortaya çıkm asının m ü m k ü n olduğunca geciktirilm esi üzerine bir politika hayata ge­ çirildi. B unun yansım ası örgütlenm e fikrinin tam a m e n çizilmesi, in sa n la rın zihninden atılm ası, bir korku nesnesi, uzak d u ru lm ası gereken b ir şey olarak görülm esine yol açtı. Sosyolojide a n a bir konu vardır, örgütlenm e sosyolojisi, am a örgüt fikri 12 Eylül’le birlikte sadece politik hayattan değil, aynı zam an­ da akadem iden, zihin dünyasından da kovulm aya çalışıldığı için akadem i de bu n a direnem em iş, buna bir şekilde ayak uydurm ak duru m u n d a kalm ış. Sosyoloji bölüm ünde bu konuyu o rtad an kaldıram azsın, çözüm “orga­ nizasyon teo rile ri” olarak a d ın ın değiştirilm esi olmuş! Bölüm başk an ım ız bunu bize an lattığ ın d a, bölüm başkanım ız d ah il gülüm sedik am a bu acı bir gülüm sem eydi. Teorik olarak b ir konuyu ele a la n dersin ad ın ın bile akade­ m i içinde değiştirilm ek zoru n d a kalınm asının, sosyal ve politik h ay atta kar­ şılığı çok d a h a feci oldu. Partilerden, sendikalardan, bugün işte NGO ya da STK dediklerim iz o dönem için dem okratik kitle örgütlerine k a d a r h er şey o rtad an k aldırılm ıştı. Haliyle biz sıra d a n eşcinseller olarak böyle b ir sosyal, kültürel, politik at­ m osfer içinde doğduk. K endim iz eşcinsel olduğum uzu fark ettik. E lbette ki bu a d la n d ırm a la r farklı olabiliyor. Bizden beklenen b ir şey, bizi içine alm a­ ya çalışan b ir kalıp var, biz b u kalıb a uym uyoruz. Önce biz kendi kendim izin farkına varıyoruz. Farkına v a rm a süreçlerim iz içinde bulunduğum uz sos­ yal, kültürel ya da politik, ailevi h a tta dinsel, m esleki ilişkilere göre değişebi­ liyor. K im im iz “evet ben bir eşcinselim ” diye ilk cüm lesini çok ra h a t k u rab i­ liyor. K im im iz şu 3 günlük y alan dünyayı kendine zehir edebiliyor, kendi iç b arışın ı yak alam a sürecinde. K im im iz de kendi dengesini gayet ra h a t k u r­ duğu halde, dışsal bir nedenden dolayı, işyeri, y u rt, aile, sosyal a rk ad aş çev­ resi vs.den dolayı kendini yaratam ayabiliyor. Bu, beraberinde a tıla n a d ım la­ rın da n asıl şekilleneceğine yol açıyor. Türkiyeli eşcinsellerin örgütlenm e seyri öncelikle b ir araya gelme arayışla­ rı ile başladı. Tam da o aşam ada zaten ilk sorun oluşuyor; çünkü 80’lerin ikin­ ci yarısına doğru, şu anlam ı v ar 80’lerin ikinci yarısının, öznel olarak sade­ ce kendi üzerim den anlatm ıyorum , Türkiye realitesi için de geçerli. Türkiye’de Cogito, sayı: 65-66, 2011

433


4 3 4 : A li E rol

A nkara ve İstanbul m etropollerinde eşcinselliğe d a ir k urulan ilk cüm leler ya da eşcinsellik diye bir problem in olduğuna dair ilk yansım alar 80'lerin ikin­ ci yarısıyla g ö rü n ü r oluyor. Eşcinsel kadın ve erkeklerin kendisi açık olmasa, come-out diyoruz, kendileri g ö rü n ü r olam asalar da yaşadıkları so ru n la r ar­ tık ikili tekil hayatlarının dışına çıkm aya başlıyor. Sosyal hayatta b ir şekilde yansım asını buluyor. Bu yansım ayla Türkiye’de aynı zam anda böyle insanlar da, bu problem i yaşayan in san lar da var diye cüm leler kurulm aya başlanıyor. Ama k u ru lan bu cümleler d oğrudan kadın ve erkek eşcinsellerin kendileri ta ­ rafından kurulm uyor. Akademi, m edya gibi yerlerde ku ru lan cümleler. Birileri doğru am a yanlış konuşmaya başlıyor am a eşcinseller adına konuşm aya başlı­ yor. Henüz eşcinseller birer özne olarak ortaya çıkıp doğru ya da yanlış kendi duygularını, düşüncelerini, sorunlarını, taleplerini dillendirem iyorlar. Kendi sorunlarını ortaya koyamıyorlar. Bu kendi içimizde şöyle görülüyor. Yavaş ya­ vaş ya parkta ya dışlanm ış yalıtılm ış şehir o rtam larında, kentin "norm al” gö­ rülm eyen herhangi bir m ekânı olabiliyor, izole bir birahane, sinem a gibi. Kü­ çük ya da kapalı arkadaş çevreleri gibi. B urada in sa n la r birbirini buluyor, kar­ şılıklı sızlanılıyor, ağlanıyor am a ikinci bir adım atılm ıyor. İkinci adım tam da Ankara’da K aos GL ile İstanbul’da da L am bdaistanbul ile atıldı diyebilirim. Türkiye’de ilk defa sıradan genç eşcinsel bireyler, işçi, m em ur, öğrenci kendi a d la rın a kendi so ru n la rın a sahip çıkıyorlar. Yani örgütlenm e a şam a ­ sı bir şekilde böyle başladı diyebiliriz ve gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Bu­ gün b ak tığım ızda çok sıradan görülebilir. Ama o zam an radikal b ir adım dı bu. Olumlu ya da olum suz birileri hep konuşuyordu am a benim a d ım a ko­ nuşuyordu. İlk defa insanlar kendi cüm lelerini kurm aya başladılar, kadınerkek eşcinseller kendileri konuşm aya başladılar. Dolayısıyla bugün 15 yıllık hadi 20 diyelim , başlangıç noktası bu tarihe tekabül ediyor. B undan önce bir araya gelm e süreçlerinde biz şunu diyorduk, p a rtn e r bulsak da b u lam asak da ağlıyoruz. B ulam asak yalnızız ne olacak diye ağlı­ yoruz, bulursak, nerede nasıl yaşayacağız diye ağlıyoruz. Nasıl b ir ilişki ku­ racağız, nerde neyi nasıl paylaşacağız. B unların sadece m addi, fiziki sosyal o rtam lar olm am ası değil, biz ilişkilenirken b ir eşcinsel olarak, kendi cinsi­ ni arzulayan k a d ın la r ve erkekler olarak neyi nasıl şekillendireceğiz. Aslın­ da bunun da bilgisi ve tecrübesi yoktu. Çünkü önüm üzde olumlu ya d a olum ­ suz örnekler yoktu. Neler vardı? H epim izin bildiği örnekler vardı, herkesin tah m in ettiği B ülent Ersoy ve Zeki M üren örnekleri bunlar. Tam am , bu iki­ si ve benim d ışım d a başka kim se yok mu? Yalnız m ıyım ? Ama aslın d a onlaCogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

435

ra da benzem iyorduk. Bir şekilde in san lar sınırlanm ış, şüphesiz ki bu kişiler kendi hayatları özelinde realite o larak [neyse] odur ve doğ­ ru d u r a m a eşcinselliğin algısına d a ir böyle isen o zam an o n lar gibisindir çık arsam asın ın doğru ol­ m adığını bildiği için aray ışlar b ir şekilde başlam ıştı. Özellikle b ir araya gelme, ken­ dini

a d la n d ırm a

süreçlerinden

Kaos GL Arşivinden

sonra d a h a çok konuşm a a şa m a ­ sına geçildi. K onuşm a a şa m a sın ­ da şöyle b ir ikilem le karşılaşıldı. Tam am , biz b ir araya gelip so ru n larım ızı paylaşacağız peki am a ne olacak? S o runlarım ızı paylaştıktan so n ra kendi so­ ru n la rım ız a kendim iz m üdahale edebilir miyiz? Kaos GL kendim izin m üda­ hale edebileceğini söyledi. Edilebileceğini söylediği için örgütlenm e sürecine girdi. Am a o dönem y u k ard a çizdiğim 12 Eylül atm osferinden dolayı eşcin­ sel bireylerin yaklaşım ı pozitif değildi. “Ben enayi miyim, niye uğraşayım ” diyordu b azıları, bir kısm ı “b u m em leket böyle gelm iş böyle gider, hiçbir şey değişm ez”, b ir kısm ı da “ya nasıl olsa 5 yıla AB ye gireceğiz, dolayısıyla bu so­ ru n la r h allolacak” diyebiliyordu. B ütün b u n la rı eleştirm ek için paylaşm ıyo­ rum , sadece o dönem in resm ini anlatm ak için söylüyorum. B ütün b u n lar o dönem için karşılığı olan şeylerdi, hepsi, ben kabul etm em am a anlayabilir ve anlaşılabileceğini paylaşabilirim . Çünkü in sa n la rın önünde hiçbir örnek yok, dayanışacağı hiçbir şey yok, canım kan ım dediği ailesinden sosyal poli­ tik çevresine kadar... Dolayısıyla ne oldu? Türkiye’deki eşcinsellerin örgütlenm e seyri deneye yanıla do ğ ru d an eşcinsel k ad ın ve erkeklerin kendilerinin yarattığı öz b ir dene­ yim oldu. D oğrusu ile yanlışı ile bu 15-20 yıllık süreç aslında kendi eşcinselli­ ğini ku rark en aynı zam anda örgütlenm esini de kurduğu bir süreç oldu. 80 ve ikinci yarısı derken bilerek uzattım . Dolayısıyla 80’lerin ikinci y arı­ sından vazgeçtim , d ah a 90’la rın başında henüz doğm uş a rk a d a şla r bile b u ­ gün eşcinsel hareketle ilişkilenebiliyorlar. Dolayısıyla o dönem i yaşam adık­ ları için fiziken deneyim lem edikleri için sosyal politik atm osferi biraz faz­ la uzattım . Cogito, sayı: 65-66, 2011


4 36 i A li E ro l

Özellikle 80’lerin ikinci yarısı[nda] aynı zam anda 80 öncesi klasik örgüt- l lenm e ta rz la rın ın devlet zoruyla ya da yeni koşullardan dolayı fiziken orta* * d a n kalktığını biliyoruz. Ve o ta rz la rın in san ları ta tm in etm ediğini, o tarz­ la rı a rtık denem ek istem eyen in sa n la rın çoğunlukta olduğunu da biliyoruz. K a d ın la r ne diyordu; b en de erkek yoldaşlarım la aynı y ü k ü n altına girdim , çalıştım am a y ıllar geçiyor ben hep aynı kalıyorum . Niye benim sözüm hiç­ b ir şekilde ortaya çıkm ıyor? Niye ayrıca örgütlensem bile bu hep bir şekil­ de p a rtin in ya da m erkezi örgütlenm enin altında kalıyor diye k a d ın la rın sesi duyulm aya başladı. Bu, beraberinde fem inizm in telaffu zu n u getirdi. Fem i­ n izm ile birlikte k a d ın la rın kendi bağım sız öz örgütlenm elerinin ortaya çık­ m asın a yol açtı. T ürkiye’deki k ad ın varoluşu ve k ad ın çeşitliliği üzerinden h er kad ın ın kendi y aşadığı sorunu ve kendi sözünü ortaya koyabileceği yeni örgütlenm e biçim i ve ta rz la rın ın gelişm esine yol açtı. Şüphesiz ki in sa n la rın bulundu ğu sosyal, p o litik ya da k ültürel o rta m la rd a n hareketle fem inist çe­ şitlilik de ona göre şekillendi. Bir yan d a k ad ın ve erkek e şittir diyenler de olu­ yordu, bir ta ra fta k a d ın la rın radikal şekilde erkek egem enliğine karşı k u rtu ­ luş m ücadelesi verm esi gerekir diyenler de oluyordu. B ir ta ra fta tam am d a h a önceki örgütlenm elerde kadın ve erkeklerin ilişkilenm esi problem liydi, yine aynı politik bir h a tta yeni bir tanım lam ayla bir araya gelinebilir diyen fem i­ n istler de oluyordu. Dolayısıyla bu eşcinsellerin dışın d ak i yapılarda bu in sa n la rın d urduğu yere göre eşcinseller ile ilişkileri de şekilleniyordu. Ö rneğin her türlü ege­ m enlik ilişkisini so rg u lad ık ları halde zorunlu heteroseksüelliği sorgulam ı­ yorlardı. Ve üstelik de h a n i b u zorunlu heteroseksüelliğe d a ir B atı’dan yaptıkları o k u m ala rd a b u n u n bilgisine sahip oldukları halde b u n u yapm ıyorlardı. B u­ g ü n şunu gönül rah atlığ ıy la söyleyebiliriz ki Türkiye’deki fem inist hareketin erkek egemen sistem i sorgularken el atm adığı am a d a h a sonra yüzleşm ek z o ru n d a kaldığı z o ru n lu heteroseksüelliği sorgulam a süreci, doğrudan eş­ cinsellerin ve eşcinsel örgütlenm elerinin etkisiyle oldu. B urada yeni b ir aşam aya geçiyoruz. D aha önce eşcinseller kendi gibi olan in sa n la rı aradılar, buldular, dertleştiler, bazen bir araya geldiler, bazen ayrı düştüler, am a geri dönülm ez bir şekilde, 90’larm başı gibi 93-94 gibi A nka­ ra ve İstanbul da geri dönülm ez b ir şekilde resm i olm ayan, formel olm ayan b ir örgütlenm e sü recin e girdiler. İkinci b ir aşam a da a rtık kendi d ışın d a ­ ki ilişkileri ve örgütlenm eleri de etkilem eye, dönüştürm eye başladılar. E l­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


E ş c in s e l K u r tu l u ş H a r e k e tin in T ü r k iy e S e y r i

: 437

bette ki dönüşüm süreci her yapıda aynı gitm edi. Ö rneğin kadın hareketi ya da fem inist hareket çok hızlı b ir şekilde bu eksiğini tam am ladı. B ugün ka­ dın hareketi içinde ta rtışm a bitm em iş olm asına rağm en kadın hareketi ya da fem inist harek etin sam im i b ir şekilde cinsiyetçiliği, heteroseksizm i ve zo­ ru n lu heteroseksüelliği sorguladığını, eşcinsel k a d ın ve erkekleri ya da b u ­ gün d ah a geniş b ir şekilde Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti, Transseksüellerin (LGBTT) de varoluşlarını tan ıdığını, ortaklaşabildiğini görüyoruz. Ama ne oluyor, diğer yapılar örneğin sendikal yapılar çok d ah a a ğ ırd a n gidiyor. Kaos GL’yi o lu ştu ran la r içinde işçiler, m em u rlar da vardı. Sendikalarla ilişkilenm e d a h a d oğrudan olabiliyordu am a sen d ik aların değişip dönüşm esi çok d ah a zor olabiliyor. İkinci a şam a olarak form el, resm i aşam aya değinebiliriz. Eşcinsellerin örgütlenm elerinin de dahil olduğu, özellikle 68 özgürlükçü dalgası ile o rta ­ ya çıkan yapılar, b u n lara yeni toplum sal hareketler deniyor, b u n la r k u ru m ­ sallaşm ış resm i örgütlenm elere k a rşı çıkan hareketler. İster 3. D ünya ülkele­ rinde olsun, ister Batı Avrupa’d a olsun, ister eskinin deyimiyle doğu bloğun­ da olsun, m evcut örgütlenm elere karşı kendi sesini çıkaram ayan, kendi sö­ zünü söyleyemeyen, kad ın ların , eşcinsellerin, çevre politik aların a k a rşı eko­ lojik hareketin, etnik hareketlerin seslerini, sözlerini d uyuran hareketlerdi bunlar. Aynı zam an d a bir m erkeze bağlı olm ayan, d ah a çok ağ bağlantısıy­ la bir aray a gelen, tan ım la n m ış b ir sorun e tra fın d a yan yana gelen yapılan­ m alar. Dolayısıyla bu hareketler içerisinde aynı zam anda eşitlikçi b ir ilişki de söz konusu. İşte hiy erarşin in olm am ası, d ilin m ilitarist olm am ası. Sade­ ce kendi sorunuyla değil aynı zam an d a cinsiyetçi olm ayacaksın gibi b irb iri­ ni kesen so ru n la rla da kendini tanım layan yapılar. Eşcinsel harek et de aynı şekilde böyle k u ru ld u diyebiliriz. 1993’ten 2005’e k a d a r L am bdaistanbul, Kaos GL aslında b ir örgütlenm e olm akla birlikte formel, kayıtlı b ir yapısı yoktu. İn sa n la r bir araya geliyordu, sorunum uz ne, şu; ne yapacağız şunu yapacağız. K im yapacak, b u n u sen ya­ pacaksın, şu n u ben yapacağım . Nasıl eşgüdüm leşeceğiz, işte P azar toplantı­ ları yapacağız. H er şeyin k a ra rı herkese açık top lan tılard a k a ra r verilip uy­ gulanıyordu. 2005 ile birlikte ilk Kaos GL’nin tü z ü k hazırlam ası ve kayıtlı bir dernek olm ak için A nkara Valiliğine başvurm ası söz konusu oldu. B urada Türkiyeli eşcinseller yeni bir şeyle karşı karşıya kaldı. Şimdiye k a d a r ne der­ dik, Türkiye’de eşcinsellik suç değildir, yasak değildir derdik. A slında adı ko­ nulm uyordu, sistem eğer b ir şekilde kafanı ezm iyorsa görm ezden geliyordu. Cogito, sayı: 65-66, 2011


438 : A li E ro l

Ama ilk defa resm i olarak 2005'ttr eşcinsel derneği olarak kendini kaydettirm ek isteyen bir dernekle karşılaştı resm i m akam lar. Dolayısıyla ilk tepki "hukuka ve genel ah laka k a rşı”, b u n lar k u ru ­ lam az diye geldi. Ama savcılık İl­ ginç bir şekilde, “hayır devir değiş­ ti, kendine gey, lezbiyen diyen in ­ san lar var, b u n la r akadem ide kul­ Kaos GL Arşivi'nden

lanılıyor, sadece akadem ide değil

günlük dilde de kullanıldığı, a h ­ lakla sınırlandırılam ayacağı, genel a h la k ın da devirden devire toplum dan toplum a, aynı toplum içinde farklı z a m a n la rd a değişip dö n ü ştü ğ ü n ü ” söy­ ledi. Valilik de b u n a itiraz etm eyince K aos GL’nin tü z ü ğ ü ilk eşcinsel der­ neği olarak onaylandı. B unun hem en a rd ın d a n diğer g ru p la r formel sürece girm ek için başvurdu. A nkara’da ikinci b ir dernek, Pem be Hayat; ard ın d a n B u rsa’da Gökkuşağı ve İstan b u l’da, L am bdaistanbul; so n ra İzm ir’de, Siyah Pem be Üçgen. İsta n b u l’da Valilik savcılığın reddini kabul etm edi ve m a h ­ kemeye gitti. M ahkem e de kapatm a verdi. N ihayetinde Yargıtay’dan döndü. Ş unu biliyoruz ki Türkiye’nin resm i o larak yüzünü döndüğü AB sürecinde aslın d a bir eşcinsel örgütlenm esinin yasal olarak engellenm esinin m addi te ­ m elleri bulunm uyor. İlle de eşcinsel dernek kuru lab ilir gibi b ir cüm le gerek­ miyor. Türkiye’nin ta r a f olduğu u lu sla ra rası sözleşm eler söz konusu oldu­ ğunda, Yargıtay da aynı olum suz cevabı verseydi bile biliyoruz ki Avrupa İ n ­ sa n H akları M ahkem esi’nden bu k a ra r dönecek. Türkiye’de farklı dengeler söz konusu olduğu için devletin de resm i birim lerinde b u süreçle yüzleşm e­ si farklı olabiliyor. 20 yıllık süreçte K aos da Lam bda d a bugün a rtık Eskişehir, İzmir, Adana, D iyarbakır'daki o lu şu m lar ne yapıyorsa açık bir şekilde yapıyor. Şimdiye k a­ d a r b ir sorun yaşanm am ış. Dolayısıyla h er seferinde onaylam am akta direnilen tüzükteki am a ç la r bölüm ü bir şekilde hayata geçirilm iş. B ugün eşcinsel h a k la rın ın in san h a k la rı b ü tü n ü n ü n b ir parçası olduğu kabul edilebiliyor. A m a yaratılan h er alan -keşke böyle olm asaydı- d o ğ ru ­ d a n eşcinsellerin kendilerinin y arattığı a la n lar oldu. K endi öz örgütlenm e­ leri de bu şekilde oldu. H erhangi b ir yapıdaki pozitif cüm leler de eşcinselle­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

rin zoruyla oldu. Dolayısıyla 15-20 yıllık süreci düşündüğüm üzde eşcinsel­ lerin örgütlenm e seyri de olm uş bitm iş, tam a m la n m ış değil. Yeni aray ışlara m eyil eden b ir süreç. Kaos GL’n in elbette eleştirilecek bir sürü yönü v a rd ır am a bir sü rü güzelli­ ği bu toplum a taşıdı. Bu güzelliklerden bir tanesi çeşitliliklerin altını çizmekti. Örneğin A nkara’da Güvenpark var. 80’lerde ve 90’la rın ikinci yarısına k ad ar insanlar birbirini b u rad a buluyorlardı. Bugün yok çünkü devir değişti, inter­ net çıktı, in sa n la r artık kendini gizlemiyor vs. Kaos GL’n in ilk yıllarında b u ra ­ daki in sanların birbirini aram a sürecinin yansım aları ne ola ki, h an i b ir nevi antropoloji çalışm ası yapar gibi, yargılam a, dam galam a, sana uym ayabilir, orada iki insan birbirini nasıl arar, nasıl tanışır, birbiriyle tan ıştığında ne ya­ par, başına kötü bir şey gelirse ne anlam a gelir, gelirse niye kötü şeyler gelir... “Am an ta n rım Güvenpark'a m ı gidiyorsun? G üvenpark’ta m ı buluyor­ sun?” Oysa in sa n la r birbirini ya p a rk ta ya sinem ada ya h am am da buluyor diyorduk. 90’la birlikte b a r öne çıktı, eşcinsel olm ak halleri orada b a şk a bir şekilde belirlenm eye başladı. B a ra gidenler sinem aya, parka gideni eleşti­ riyordu, aşağılıyordu. Nasıl olur da b u n a hiyerarşi koyabilirsin? B ü tü n bu m ekânlar nasıl değişip dönüşüyor? H am am dediğim izde, geçm işte kalm ış b ir şeyden bahsederken, b a r dediğim izde gece hayatı olm ayan in sa n la rın bile kurabileceği 3-5 cüm le vardır. B ütün b u n la r ne anlam a geliyor? Kaos GL, dergisiyle, eylemleriyle b u n la rın resm ini çizm eye çalıştı. Biz m ücadele ediyoruz, kad ın k ad ın a ve erkek erkeğe, dolayısıyla bu to p ­ lum buna izin vermiyor. Biz ne yapacağız? Kendi varoluşum uzu ku rark en soluk alabileceğim iz alan ları genişleteceğiz, her yerde, kam püste, gü n lü k h a­ yatta, okulda, ailede am a b u n u genişletm eye çalışırken çeşitliliği de akılda tu tm ak gerekecek. Ö rneğin K aos GL dergisini ilk yıllard a çok rad ik al b u lu r­ lardı. İlk yıllard a bu bizi biraz yıp rattı da. İzolasyonla karşı karşıya kalabi­ liyorsun vs. K urduğum uz cüm lelerin radikalliği ilk kez kuruyor olm aktan, görü n ü r olm aktan. Bu d u ru m d a yeni kalıplar yaratm ayalım , diyelim ki ben inançlı olm ayabilirim am a hem eşcinsel hem dini ritüelleri yerine getiren in­ san da örgütlenm elerim izin içinde yer alabilir. B unu lafta da söylemiyorduk. Bizim bir tek hassasiyetim iz vardır. Bu örgütlenm e eşcinsel bireylerin ken­ di öz örgütlenm esi olarak bağım sız olm alı. Dolayısıyla herhangi b ir yapıya, yapılanm aya tabi olacak, onun vitrininde süs olacak b ir şeye m üsaade edil­ m edi. Kaos GL sürecinde olsun, genel olarak eşcinsel örgütlenm e sürecinde olsun, hiçbir şey dışlanm adı, bastırılm ad ı. Ş u rad a so ru n la r yaşadık h er se­ Cogito, sayı: 65-66, 2011

439


440

A li E ro l

ferinde. Diyelim ki benim eşcinselliğim le barışm a sürecim , reaksiyonlarM| fark lı olabiliyor, senin eşcinselliğinle b a rışm a sürecin, reaksiyonların f a ı | lı olabiliyor. Kendi üzerim izden k urduğum uz cüm le bazen dışlayıcı olabili yor. M isal kişi ateist ise örneğin vay, eşcinselliği şöyle gören b ir dine karşı btf cüm le nasıl k u ra rsın diyebilir. Aynı cüm leyi politika üzerinden, seks anlayi* şı üzerinden yapabilir. Tek partnerli m i çok p artnerli m i üzerinden kurabilir. H ayata dair her şey üzerine kurabilir. M üdahaleyi o rad a yapıyorduk. Bir dur, yani kendi a lan ın ı açarken başka b irin in alanını, seni dışlam ıyorsa o kadar eleştirel bir şekilde zorlam a diyebiliyorduk. Diğer ta ra fta n b u çeşitlilik belki m esleki örgütlenm elerde olabilir ama o n u n dışında Türkiye’de var olan bildik geleneksel y ap ılard a olmayabilir. Yekpare bir yapıdır. O rada çeşitliliklerin kendilerini ortaya koym alarına m üsaade edilm ez pek. Bu tam am en yeni toplum sal h areketlerin şekillendir­ diği ve ortaya koyduğu b ir şey. Eşcinsel hareket de b u n a paralel gelişti. İn sa ­ n ın olduğu her yerde eşcinseller de olabilir diyordu. Peki, bu ne anlam a geli­ yor? Aslında bir toplum da ne kad ar sosyal, kültürel, politik, mesleki in san çe­ şitliliği varsa bu aynı zam anda eşcinsel varoluşların çeşitliliğine de yansıyor. Bizim yapm am ız gereken kapalı b ir k u tu sadece tek m erkezli bir yapı olarak değil, bu çeşitliliği kapsayacak bir şekilde örgütlenm e olursa olur diyorduk, n itekim böyle de oldu. Eşcinsel örgütlenm e kendini böyle var edebildi. K aos GL’yi hem dergi hem aktivite o larak tarad ığ ım ızd a her rengi görm ek m üm kün. Bugüne k a d a r eşcinsel topluluk içinde bugün çok sıradan, n orm al gördüğüm üz ta rtış m a n ın Kaos GL üzerinden tartışm ay a açıldığını ve eşcin­ sel harekete taşın d ığ ın ı da görebiliyoruz, işte, eşcinsel ve K ürt olm ak gibi, tah ak k ü m e karşı m ücadele gibi, hiy erarşin in sorun olduğunu, cinsiyetçi di­ lin niye sorun olduğunu, niye an ti-m ilitarist olm am ız gerektiğini, m ilitariz­ m in aslında eşcinselleri hem fiziken hem dil üzerinden nasıl yaraladığını vs. b ü tü n bu başlıkları eşcinsel harekete taşıyan, gündem leştiren Kaos GL sü­ reci, örgütlenm esi oldu. Haliyle b ü tü n b u n la rı yaparken o ta rtışm a la rın öz­ neleri, alan ları üzerin d en çeşitliliği de gözetti. Kaos GL’n in gündem e ta şıd ı­ ğı b u konuların pek çoğu bugün anonim leşti. Yani diğer eşcinsel örgütleri ta ra fın d a n da sahiplenildi. Dolayısıyla K aos GL’nin attığı b ir slogan, b ir ö n e­ ri o larak kalm adı, h arek etin bir sözü oldu. K aynağın b ir önem i yok. Önem li olan sahiplenilm esi ve kendi örgütlenm e sürecinde içselleştirilm esi. H er Pazar açık toplantı yapılıyordu İstanbul ve A nkara’da. Yani yapıla­ cak işlerden ağlam a sızlanm alara k a d a r her şey orada konuşuluyordu, bazen Cogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

farklı renkler öne çıkabiliyordu. Bu, aktivitelere ve dergiye yansıyordu. Bu h er anlam da oluyordu. “Bu nasıl dergi, okuyorum okuyorum anlam ıyorum , kim yazıyor b u n u ”, b ir başkası da “bu nasıl dergi, b u k a d a r m ı ucuz olur.” diyordu. Biri entelektüel, akadem ik buluyordu, birileri fazla eğlenceli “gül­ lüm ” dolu buluyordu. Aynı yaklaşım k ü ltü r m erkezi için de geçerliydi. K aos K ültür M erkezini ilk açtığım ızda tuvaletinden pencerenin pervazına k a d a r tem iz olm asına çalışıyorduk, çü n k ü in sa n la r gün ışığında eşcinsel görm e­ m iş, gün ışığında açık bir m ekân görm em iş, işte salaş kapalı ara sokaklar­ d a n ulaşılan gizli kapaklı m ekânlar, öyle bir m ekân yapalım ki, o tu ru p k a h ­ ve çay içilebilirken birb irim izin y ü z ü n ü görebilelim, sesini duyabilelim. B iri­ m izin annesi geldiğinde "a kızım ın/oğlum un takıldığı m ekân buym uş, iyiy­ m iş” diyebilsin istiyorduk. Öyleydi de aslında. Ama b u n a rağm en birileri di­ yordu ki “am an züppe entelektüel geylerin m ekânında sıkıldım ”, bir b a şk a ­ sı ise “am an kaos k ü ltü r m erkezi mi? işte varoş ibnelerinin gittiği bir yer” d i­ yordu. B uradaki çatışm a tek b a şın a K aos GL’n in çözebileceği ç atışm alar de­ ğil. Bu çatışm a n o k tala rı alsında toplum um uzun yani kültürel, politik ve sı­ nıfsal çatışm a no k taları. Biz orada a n cak kendi gücüm üz oran ın d a m ü d a h a ­ le edebiliriz. O raya m üdahale etm ek farklı politik, sosyal, kültürel örgütlen­ m elerin y üzünü b irbirine dönm esi, dayanışm asıyla halledilebilir.

Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Yeni Bir Toplumsal Hareket Olarak Seyri Eşcinsellik, erkek veya kadın, bireyin kendi cinsinden in sa n la ra cinsel, e ro ­ tik ve duygusal açıdan yönelim idir. Eşcinselliğin yaşan ılışı ve adlandırılışı, toplum dan toplum a, farklı z a m a n la rd a farklı şekiller alm ıştır. Tarihsel bel­ geler, edebi eserler aracılığıyla a k ta rıla n bilgiler gösterm ektedir ki eşcinsel­ lik olgusu b ü tü n in sa n topluluklarında görülm ektedir. B ununla birlikte pek çok toplum da anılm ayan ve yok sayılan bu gerçek­ lik, her şeye rağ m en var olagelm iştir. Toplumsal k u ru m la rın bu gerçekliği ele alm a ve denetlem e ihtiyacı, d in ve hukuk k u ru m la rım n yanı sıra tıp ve psikiyatrinin de eşcinselliği, kendi yaklaşım ları çerçevesinde, b irta k ım sı­ n ıfla n d ırm a lar altın d a ele a lm a la rın a yol açm ıştır. B u kurum lar, kendi a la n ­ ların d an hareketle, eşcinselliği suç ve psikoseksüel b ir bozukluk/sapm a ola­ ra k değerlendirm elerine karşılık, eşcinsel bireyler, sanayileşm e ile ortaya çı­ k an toplum sal değişm eler sürecinde, büyük şehirlerde birbirlerini bulm aya başlam ışlardı. B u n u n sonucu olarak, B atılı eşcinsel bireylerden toplum sal Cogito, sayı: 65-66, 2011

441


442 : A li E rol

kuşatm aya karşı ilk kitlesel tepki 27 H a z ira n 1969’d a geldi. New York eyaleri tin d e Stonewall In n adlı b ara b ir polis baskını akabinde, eşcinsellerin karf| koyarak üç gün sü re n b ir ayaklanm a yaratm aları m odern eşcinsel hareketin m iladı oldu. Bu kıvılcım ın peşi sıra gelişen gey ve lezbiyen özgürlük hareke­ ti, d a h a önce eşcinselliği bağım sız b ir varoluş olarak yadsıyan psikiyatriden hukuka, k u ru m la rın kuşatm asını kırm aya başladı. Ö rneğin gey ve lezbiyen hareketi, 1974’te eşcinselliğin A m erikan Psikiyatri B irliğ in in (APA) akıl has­ ta lık la rı listesinden silinm esini sağladı. Açıktır ki bu önem li bir gelişmedir. Ç ünkü bu karar, eşcinselliğin, bireysel ve psikiyatrik b ir olaydan öte sosyal b ir gerçeklik olarak k abulü a n lam ın a gelmektedir. Eşcinsel K u rtu lu ş H a re k etin in ortaya çıktığı 60’lı y ıllar aynı zam anda b aşk a yeni toplum sal hareketlerin de ortaya çıkıp geliştiği dönemdi. Bu h a ­ reketlerin ortaya çıkm ası, a rtık geride kalm ış olsa da, b ir "dünya devrim i" o larak yaşanan “68” sürecinin ü rü n ü olm uştur. B ugün, geçtikleri süreç ve m evcut d u ru m la rı b ir yana, Yeni Toplum sal H areketler dendiğinde, eşcin­ sel hareketle birlikte genellikle fem inizm , barış hareketi, çevre hareketi, ye­ şil hareket, anti-nükleer hareket, ırkçılık karşıtı hareket, etnik azınlık h a re ­ keti vb... anılm akta. Yeni Toplumsal H areketler kapsam ında, söz konusu hareketler anılm ak­ la birlikte, “yeni toplum sal hareketler” kategorik nitelem esi herkes tara fın d a n kabul görmem ekte ve bir term inoloji farkı ortaya çıkm aktadır. XIX. yüzyı­ la doğru ortaya çıkan örgütlü ve kalıcı sosyal hareketlerden sonra XX. yüzyı­ lın ikinci yarısında ortaya çıkan yeni toplum sal hareketleri anlam aya çalışan çeşitli yaklaşım lar çerçevesinde, Amin, Arrighi, Frank, W allerstein (“Büyük K argaşa - Yeni Toplumsal H areketlerin K rizi”, “Sistem K arşıtı H areketler”) son iki yüzyılı bir b ü tü n olarak ele alm akla birlikte, hareket noktalarının fark­ lılığı doğrultusunda, değişik sonuçlara varıyorlar. W allerstein’in hareketlerle ilgili term inolojik belirlemesi, yeni toplum sal hareketleri de kapsayarak ve bir b ü tü n olarak, sistem -karşıtı hareketler adını alm aktadır. Arrighi, işçi hareket­ lerini tanım larken, Am in ulusal k u rtu lu ş hareketlerini tanım lam ıştır. F rank ise XIX. yüzyılda ortaya çıkm ış olan sosyal-dem okrat hareketleri, kom ünist hareketleri ve ulusal kurtuluş hareketlerini yadsım am akla birlikte, “toplum ­ sal hareket” nitelem esini yalnızca "diğer” hareketler için kullanm aktadır. XIX. yüzyılda ortaya çıkm ış geleneksel hareketlerden yeni toplum sal h a ­ reketlere kadar, son iki yüzyılda pek çok “hareket” ortaya çıkm akla birlikte, y azarlar temel istem leri d ah a dem okratik, daha eşit b ir dünya idealine d ö ­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


E ş c in s e l K u r tu lu ş H a r e k e tin in T ü rk iy e S e y ri

nük olup, bu özlem leri gerçekleştirm ek için bilinçli b ir m ücadele y ü rü te n h a ­ reketlerle ilgilenm ektedirler. T arihte ve günüm üzde pek çok örnek b u lu n ab i­ leceği gibi, söz konusu istem lere k a rşıt yönde ilerlem iş başka hareketler de olabilm ektedir. Yeni toplum sal hareketler, sistem e karşı m uhalefet anlam ında, gelenek­ sel sistem -karşıtı hareketlerin devam ı olarak görülebilse de, ortaya çıkış ve yaklaşım açısından, geleneksel sistem -karşıtı hareketlerden bir kopuş hali yaratm ıştır. E ski sol sistem -karşıtı hareketlerin reddedilm esi, Batı’d a sosyaldem okratlara karşı, Doğu’da kom ünistlere karşı, Ü çüncü D ünyada ise u lu ­ sal k u rtu lu şçu la ra karşı gelişen m ücadelelerle şekillendi. Yeni toplum sal h a ­ reketlerin reddettiği eski sol sistem -karşıtı hareketler, kendi bölgelerinde, farklı yollarla da olsa iktidara gelm işti. Fethedilm iş ik tid ar altın d a ortaya çıkan yeni toplum sal hareketler p a rti örgütlenm esini ve politik ik tid arı ele geçirm e perspektifini bilinçli o larak reddettiler. Yeni toplum sal h areketle­ rin varlığı, fiili olarak, politik p o litik an ın reddi a n la m ın a geliyordu. İk tid a ­ rı bilinçli olarak reddeden bu hareketler, bir “sosyal hareket” olarak ortaya çıktı. Yeşil H arek et’in, özellikle A lm anya örneğinde olduğu gibi so n ra p a r­ tileşip, seçim le parlam entoya girm esi, bu hareketi yalnız politik o larak de­ ğil, aynı zam an d a fiili olarak d a b ir “sosyal h arek et” olm aktan u zak laştırd ı. XIX. yüzyılda ortaya çıkm ış olan hareketler, (otorite karşıtı, haliyle devlet örgütlenm elerini o rta d a n kaldırm ayı hedefleyen a n a rşist hareketi p aranteze alırsak) devlet ik tid a rın ın fethini, ilk hedef olarak önlerine koyarlarken, yeni toplum sal hareketler, toplum sal ik tid a rı ve özerkliği ilk hedef olarak b e n im ­ siyorlar. Yeni toplum sal hareketler, işçi hareketlerini ve sosyal-dem okrat h a ­ reketleri, a rtık yeterince sistem -karşıtı olm am akla suçluyor. XIX. yüzyılın toplum sal hareketleri, emek-sermaye çelişkisinden hareket edeken, yeni toplum sal hareketler, geleneksel toplum sal hareketlerin önem ­ semediği ya da yok saydığı, d o ğ ru d an doğruya em ek-serm aye çelişkisinden kaynaklanm ayan çelişkilerden h arek et etti. Söz konusu çelişkiler, yeni to p ­ lum sal hareketler açısından gerçek çelişkilerdi ve şiddeti açısından emekserm aye çelişkisinden geri kalm azdı. Bu çelişkiler, toplum sal cinsiyet, ku­ şak, etnik kim lik, ırk, cinsellik talepleriyle içeriklendirilm iş statü g ru p la rın ı doğurdu ve h âk im statü g ru p la rın a karşı, sınıfsal kim likleri geri p lan d a bı­ rakarak, söz konusu taleplerin şekillendirdiği özgül kim likleri öne çıkardı. Eski toplum sal hareketler, ik tid arı alm ış oldukları halde, eski sistem den ko­ puş anlam ında, bu taleplere cevap verem em işlerdi. 68’li yıllarda gençlerin, Cogito, sayı: 65-66, 2011

443


444 :

A li E ro l

k a d ın la rın ve eşcinsellerin başkaldırısının, hâkim statü g ru p la rın ı (erkekler, d a h a yaşlı kuşaklar, çoğunluk...) tam b ir yenilgiye u ğ rata m a sa da gerilem e­ lerine yol açtığı aşikârdır. Yeni toplum sal h arek etler politika yapm a an lam ın d a da eski toplum sal harek etlerin pratik lerin d en farklı k a n a lla r yarattı. Bu, aynı zam anda, p a r­ ti örgütlenm esine, bürokrasiye ve hiyerarşiye b ir b a şk ald ırı olarak gelişti. Bu b aşkaldırı, yalnızca, bilinen doğu ülkelerindeki b ü ro k ra tik yapıya k a r­ şı olm ayıp aynı z a m a n d a sosyal-dem okrat hareketlerin b ü ro k ra tik ve hiye­ ra rş ik örgütlenm elerine de karşıydı. Yeni toplum sal hareketler, bu sürede özerk, katılım cı ve d o ğ ru d an eyleme dayalı y ap ılan m alar o lara k kendini o r­ taya koydu. 60’lı yıllarda, b a şta Kuzey Am erika ve B atı Avrupa’da ortaya çıkan bu, yeni toplum sal hareketler -doğal olarak Eşcinsel K urtuluş H areketi d e - za­ m an la diğer kıta ve ülkelere de yayıldı. 68’in ü rü n ü olarak bilinen ve “yeni” o larak ad lan d ırılan toplum sal hareketler, hiç de yeni sayılm az. Gerçekte “yeni” olan, söz konusu toplum sal hareketlerin, 1960’lı y ıllard a bir dalga ola­ ra k yeniden yükselm eleridir. 60’lı y ıllara k a d a r hâkim olan geleneksel h a re ­ ketlerin ilk ortaya çıktığı dönemde, yeni toplum sal hareketlerden pek çoğu m ücadele halindeydi. Fem inist, barışçı toplum sal hareketler gibi... Yine aynı dönem de anarşistler, cinsel özgürlük çerçevesinde eşcinselleri savunm uşlar­ dır. Geleneksel hareketlerin hegem onyasıyla birlikte, b u g ü n yeni toplum sal hareketler olarak ad lan dırdığım ız hareketler, ya tam am en küçülm üş ya da gölgede bırakılm ıştır. Ta ki, 68 kalkışm asına kadar...

Eşcinsel Realitesinin Türkiye’de Sahneye Çıktığı "80’li Yıllar” Seyri 68 kalkışm ası ve o n u n ü rü n ü olan Yeni Toplumsal H areketler, Türkiye’de asıl yansım asını 80’li yıllard a bu larak ortaya çıkm aya başladı. Özellikle fe­ m in izm başta olm ak üzere yeşil hareket ve eşcinsel hareket, '80 darbesiyle birlikte b ü tü n toplum sal hareketlerin bastırıld ığ ı bir dönem de, hem hayatın içinde hem de akadem ik ve düşünsel a la n d a büyük ta rtış m a la rı beraberinde getirm iştir. 12 Eylül askeri rejimi, travestí ve transsekssüellerle birlikte efem ine erkek eşcinsellere yönelik yoğun ve şiddetli b askılar uygulam ış ve heteroseksüel olm ayanları zorla g örünür a la n la rın dışına sü rm ü ştü r. Aynı d ö ­ nem de geleneksel toplum sal hareketlerin yaşadığı yenilgi de d ah a önceleri bu hareketlerin gölgesinde ya da denetim inde kalm ış diğer toplum sal h a re ­ ketlerin paradoksal b ir şekilde önünün açılm asını sağlam ıştır. K adınlar, b a ­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

ğım sız olarak kendilerini ifade etm eye başlam ıştır. Eşcinseller, sırf eşcinsel oldukları için baskı ve dışlanm aya m aru z k ald ık ların ı görm üştür. Özellik­ le ‘80 öncesinden gelen, gençlerin başkaldırısı, bu dönem de yenilm iş de olsa, tabi grupların b a şk ald ırısın ın m ü m k ü n olduğunu gösterm iştir. ‘80’li yıllar, yalnızca Türkiye’de değil, b ü tü n dünyada mevcut dengele­ rin ve egemen düşüncelerin sarsılm asın a yol açm ıştır. ‘80’li yıllarda, B atı’da yeni toplum sal hareketler açısından genel olarak b ir yenilgi ve “sosyal h a ­ reket” olarak b ir küçülm e görülm üştür. Türkiye’de ise aynı dönem gelenek­ sel hareketlerin b astırılm a sın ın b ir sonucu olarak h â k im statüleri sa rsın tı­ ya uğratm ış ve tabi statü lerin kendilerini bağım sız o lara k ifade etm e olanak­ ları y ak alam aların a yol açm ıştır. Fakat 68’le birlikte diğer bölgelerde ortaya çıkan yeni toplum sal hareketlerin küçülm esi ya da k u ru m sa lla şm a sın ın bir sonucu olarak, Türkiye’de ortaya çık a n benzeri yeni toplum sal hareketler bir talihsizlik yaşam ıştır. B atı’da ortaya çıkan yeni toplum sal hareketler, özerk­ liğe, katılım a ve do ğ ru d an eyleme dayalı olarak gelişm işti. Bu hareketlerden b a z ıların ın -yeşil h a re k e t- partileşm esi, bir sosyal h arek et olarak so n ları ol­ m uşken, Türkiye’de bu son, ortaya çıkm aya başlayan yeni toplum sal harek et­ lerin b a z ıların ın ilk adım ı oldu. Yeşil hareketin olm adığı bir o rta m d a "Ye­ şil P a rti” kuruldu! B una rağm en, ta m da yeni toplum sal hareketin tipik özel­ likleri olarak, yeşil hareketin, “çevre" hareketinden “ekoloji” hareketine ka­ d a r tam da so ru n u yaşayanlar tara fın d a n , köylerde ve m etropollerde ortaya çıkarıldığı görüldü. Türkiye’de eşcinsel hareket tartışm a la rın ın , 80’lerin ikinci yarısında b a ş­ lam akla beraber b ir hareket olarak, 90’larla ortaya çıktığını söylemek yanlış olm ayacaktır. B aşta İstanbul ve A nkara m etropollerinde eşcinseller, kendili­ ğinden bir araya gelerek, gruplar oluşturdu. Bu gruplar, kadın hareketinde de görülm üş olduğu gibi, birincil grup ile b ir sosyal hareketin ilk nüveleri olarak ortaya çıktı. Yeni toplum sal hareketlerin tipik özelliği olan doğrudan katılım ve doğrudan etkinliğin bu g ru p ların da özelliği olduğu görülm üştür. Yeni toplum sal hareketlerin, d ü n y an ın diğer bölgelerindeki m evcut du­ ru m u her ne olursa olsun, Türkiye’ye yansım ası farklı olm aktadır. Bu d u ­ ru m eşcinsel hareketi için de geçerli görülm ektedir. İçinde yaşadığım ız to p ­ lum da, barışçı, vicdani reform cu, fem inist ve heteroseksüel olm ayan y ak la­ şım lar d oğrudan ve açıkça, ik tid a rın y u m ru ğ u n u k arşısın d a bulm aktadır. Açıktır ki, az gelişm iş ülkelerde ortaya çıkan yeni toplum sal hareketlerin işi hiç de kolay olm am aktadır. B u nunla birlikte b ilin ir ki tah ak k ü m ü n olduğu Cogito, sayı: 65-66, 2011

445


446 : A li E ro l

h er toplum da, özgürlük için verilen toplum sal m ücadeleler h e r zam an o rta­ ya çıkm ıştır.

Son İnkâr Olarak Eşcinsel Realitesinin Cumhuriyet Seyri H epim iz biliriz ki d a h a ilkokuldan b aşlay arak başım ıza k ak ılan Türkiye C u m h u riy e tin in am acı B atıy ı yakalam ak, h a tta Avrupa’yı geçmektir. Va­ roluş gerekçelerini açıkça Batı d ü şm anlığı üzerine k u ra n la r bile en azın ­ d a n Avrupa’nın k ü ltü rü n e karşı çıksa da tekniğini alm a gayreti gösterm iş­ tir. Ç atışm alar rolleri değiştirirken Avrupa aşkıyla yanıp tu tu şa n la r, “m a­ dem öyle, b u y u ru n ” diyen AB k a rşısın d a sarsılabiliyor. 2000’lerin başın d a­ ki H üküm et, sanki lü tu fta bulunuyorm uş gibi “ulusal p ro g ra m ”ı ağ ırd an a l­ m ayı tercih etm iş, m erkezi ik tid arın diğer o rta k ları ise AB’n in şeytanlıkla­ rın ı sıralam a y a rışın a girm işlerdi. "K ü ltü rü kalsın, tekniği yeter” diyenle­ rin tekniği bir yana bırak ıp , bir a n önce Avrupa’n ın siyasi k ü ltü rü n e sa rıl­ m ak d u ru m d a k a ld ık la rı b ir süreçte şekillenen AKP H ü k ü m eti de söz konu­ su siyasi k ü ltü rü n tem silcisi ta ra fın d a n yeterince ilerlem em ekle, refo rm lar­ d a n u zak du rm ak la eleştiriliyor. A vrupalılaşm a sürecinde, Tanzim at a rtı ‘70 yıl’, a rtık seksen k ü su r yıl geri­ de kalırken, vatan-m illet aşkıyla yanıp tu tu şa n la rın ve halkı h alk a rağm en yö­ netm e azmiyle halkın ü stü n e çullan an ların ik tidar bölüşüm ü ve rant kavgası­ n a rağ m en Türkiye C um huriyetinden so ru n la rın gerçek ad ın ı koyması ve on­ larla yüzleşm esi bekleniyor. K arda yü rü rk en çıkan sesin m eğer “K ürt Realite­ si” olduğunu sonunda anlayan Türkiye, eşcinselliğin “3-5 ibnenin zevk-ü sefa­ sı ya da h afta sonu hobisi” olm adığını, bu to p rakların realitelerinden biri ol­ duğunu da eninde sonunda kabul edeceği b ir realite olarak sırad a bekletiyor. E şcinsel realitesi belki de son inkârdır. C um huriyet Türkiyesini sahiple­ nenlerin de onu her to n d an ve k analdan eleştirenlerin de tereddütsüz ü z e rin ­ de a n la ştık ları tek konu eşcinselliktir. C um huriyetin cinsiyeti ve cinsel yöne­ lim ine d a ir k u ru lacak b ir cüm le her z a m a n kenetlenm iş b ir heteroseksüel blok ile karşı karşıya kalm ıştır. A dlandırılm ası ve yüzleşm e dereceleri farklı olsa da konuşulm adık konu kalm adığı halde 90. Yılına yaklaşırken bile sıra ­ n ın eşcinselliğe gelem ediğini görüyoruz. C um huriyetin toplum projesinde kendine yer bulam ayan eşcinseller sos­ yal ve politik hayattan kovulm uş olsalar da kadın kadına ve erkek erkeğe aşk o rta d a n kalkm am ış ve h er dönem kendi eşcinselliğini yaratm ıştır. Son 15-20 yıldır gö rü n ü r olan eşcinsellik öncesinde kabaca iki dönem den söz edebiliriz. Cogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

B u n lard an ilki sosyal-kültürel gerçeklik ile o ry antalist efsane ve fantezi­ lerin birbirine k a rıştığ ı saray-ham am m uhabbetleri ile Osm anlı! Şark-tslam klasikleri üzerinden bazen düz b azen edebi bir anlatım la, eşcinsel v aroluşun sosyal-kültürel hay atın a d air ipu çların a ve gerçeklerine ulaşm ak m üm kün. Pekâlâ, herkes kendi fantezisine göre fesli bıyıklı veya tüysüz nazenin T ürk erkeklerinin arzı endam ettiği bir dünyada salınm ak d a isteyebilir. Türkiye’nin y ü z ü n ü B atıya döndüğü O sm anlı’n m son dönem inde, B atı’d a d in in yaptırım gücü geride kalıyor, yerine bilim ve k a n u n aracılığıyla hom ofobi kurum sallaşıyor. D aha E rb a k an doğm adan çok önce bu to p ra k lara B atı’dan “hom oseksüellik” değil a m a hom ofobi gelm işti! C um huriyet döne­ miyle birlikte de hom ofobik tu tu m ve uygulam alar politik arenada k u ru m ­ sallaşıyor. H om ofobinin k u ru m sallaşm ası eşcinselleri görünm ez kılıyor. E ş ­ cinsellik realitesi, b ü ro k ratik seçkinler arasın d an kovuluyor; sosyal, k a m u ­ sal alan lard a telaffuz edilm em eye başlanıyor. Eşcinsel, günüm üze k a d a r sü ­ ren, suçu olm ayan suçlu konum una itiliyor. G örünm ezlik ablukasıyla k u şa tı­ lan eşcinseller sosyal ve kültürel h a y a ttan tüm üyle dışlanıyor. K aran lık p a rk köşelerine, kıyıda köşede kalm ış b ir iki h am am a hapsedilen hayatlar, “a h ­ laksız”, “h asta” ve "sapkın” diye dam galanıyor. Y üzünü B atıy a dönm üş C um ­ huriyet Türkiyesi’nde, hem sosyal hem politik alan ı kaplayacak şekilde, eş­ cinsellerin p ayına düşen hom ofobi oluyor. Tüm bu dönem boyunca, eşcinsellik, d ah a doğru b ir anlatım la eşcinsel ilişki, sosyal-kültürel bir kıskaca alınıyor. Bu d u ru m ikili bir tarzı şekillen­ diriyor. Eşcinsel birey, sosyal k ültürel hayatını norm olan hetero hayata göre k uruyor/kurm ak zo ru n d a kalıyor, böylece adını koym adan gizlice eşcinsel ilişkilerini yaşıyor. Eşcinselim diye ortaya çıkm ayıp, erkeklik ve / veya k a­ d ın lık kategorisinden beklenen d av ran ışları yerine getirdiği sürece sosyal, ahlakî, dinî, siyasî k u ru m la rın şem siyelerinin altın d a kolayca kendine b ir yer bulabiliyor. O yunu k u ralların a göre oynayam adığı için veya riy ak âr vic­ d a n la rın topluca rah atlatılm ası için seçilen k u rb an niyetine, elbette köyün delisi m isali h er m ahallenin b ir “ibne’si olacaktır! Derken 12 Eylül askeri darbesi ile Türkiye’de ta ş la r yerinden oynuyor. T üm toplum sal kesim ler gibi eşcinseller ve travestiler de büyük zulüm lere m aru z kalıyorlar. İkili oynayıp kendini gizleyemeyenler, kıyıya köşeye itilip zaten dışlanm ış vaziyette olanlar m etropollerden zorla sürülüyor. B u n a p a ­ ralel özellikle travestilere yönelik b a sk ıla r kısa sürede geri tepiyor. A hlak p o ­ lisinin, devlet televizyonunun ve diğer resm i k u ru m la rın eşcinsel ve travestiCogito, sayı: 65-66, 2011

447


448 : Ali Erol

lerin hayat a lan ların d ak i çem beri baskı, zulüm ve işkence ile daraltm ası, so­ ru n u n odaklaşm asına ve d a h a da g ö rü n ü r olm asına yol açıyor. Yine askeri darbe ile sosyal kültürel ilişkiler değişikliğe uğruyor. H âliha­ zırd ak i örgütlenm eler ve b u örgütlenm elerin şekillendirdiği in san ilişkileri dönüşm ek zorunda kalıyor. D aha önce sesi çıkm ayanlar, söz hak k ın ı kulla­ nam ayanlar, hâkim ilişkilerin kıyısında, gölgesinde k a la n la r yeni sesler ve yeni açılım lar olarak sosyal hayatta b ir b ir ortaya çıkm aya başlıyor. Eşcinsel sesler de b u n lard an biri olarak gün ışığına çıkıyor, in k â r edilemeyen, ta rtış ı­ lan, konuşulan bir konu olarak eşcinsellik u z u n zam an d ır gündem de yerini alıyor. Eşcinsel dergileri, eşcinsel k ü ltü r m erkezleri, eşcinsel sem pozyum la­ rı ile 1 M ayıslarda, savaş karşıtı m itinglerde dalgalanan gökkuşağı bayrakla­ rıyla C um huriyet projesinin hedeflem esinin tersine bu toplum un sadece heteroseksüellerden oluşm adığı görülüyor. Sosyal kültürel hayatlar, ilişkiler değişirken yasalar aynı paralelde ilerle­ miyor. Meclis tarih in d e ilk kez eşcinsellere, g ö rü n ü r gerçek eşcinsellere ka­ p ıla rın ı açıyor; dinliyor a m a henüz kaale alm ıyor. C um huriyet’in ilan edildi­ ği M eclis’in çatısı a ltın d a “eşcinsel” sözü h â lâ en büyük k ü fü r niyetine telaf­ fuz ediliyor. Ayrımcılık, Türkiye’de yasal açıdan suç teşkil ediyor. Eşcinsel­ ler, cinsel yönelim ayrım cılığının da suç olarak tan ım la n m a sın ı istiyor am a talepleri karşılık bulm uyor. Eşcinsel d avranış Türkiye’de suç değil am a ça­ lışm a hayatında cinsel yönelim ayrım cılığı görünm ez b ir şiddet olarak eş­ cinsellerin k arşısına çıkıyor. Pek çok u z m a n ve klinik hâlâ kendilerine ailele­ ri veya k u ru m la n ta ra fın d a n zorla getirilen eşcinsel bireyleri "tedavi” etm e­ ye ve dönüştürm eye kalkabiliyor. Askeriye ise Türkiye’nin en güçlü ve söz sa­ hibi k u ru m u olarak zaten kimseye fikir sorm uyor ve işin en doğrusunu ken­ disin in bildiğine in an ıp yoluna devam ediyor. Eşcinsel subaylar, askeri ceza k a n u n u n u n 153. m addesine göre, "gayri tab iî m ukarenet”, nitelemesiyle işten atılıyorlar ve h a k la rın ı arayam ıyorlar. Askeri psikiyatri h â lâ 1973’ten kalan ve d ü n y an ın terk ettiği uygulam alarla, eşcinselliği, h astalık olarak görüyor. C um huriyetin em anet edildiği gençliğin de heteroseksüel olduğundan kuşku duyulmuyor. E ğitim ve öğretim alan ın d a, eşcinsel ergenlere yönelik zo runlu heteroseksüellik politikaları, eşcinsel gençlerin kişilik, kim lik ve sosyal gelişim lerini sekteye uğratabiliyor. Hom ofobik tu tu m ve uygulam alar eşcinsel gençlere yönelik zulm e dönüşebiliyor. Böylesi bir tabloya rağ m en eşcinsel g ö rünürlüğünün yükselm esi özellik­ le m etropollerde p a rk la rın ve h a m a m la rın terk edilm esini, eğlence sektörü

Cogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

üzerinden barların , kulüplerin ve benzeri m ek ân ların ön plana çıkm asını beraberinde getirdi. Yeni m ek ân ların yeni ilişkilere ve ilişkilenm e ta rz la rın a yol açm ası haliyle gecikm edi. Önceleri eşcinsellerin fiziki şiddete m aru z k al­ m ala rı ve h a tta öldürülm eleri d a h a çok birincil ilişkiler dolayımıyla b ir aile içi şiddet şeklinde yaşanırken a rtık yeni ta rz ilişkilenm eler m aru z k a lın a n fi­ ziki şiddetin şeklini de çevresini de dönüşüm e uğratıyordu. Eğlence sektörü ve periferisinde m a ru z kalın an şiddeti, yaşı ve konum u ne olursa olsun eşcin­ sel bireylerin “kolay lokm a” olarak görülm elerinden kaynaklanıp, ekonom ik tem elli bir nefret suçu olarak telakki etm ek m üm kün. Seksenli yılların ik in ­ ci yarısında polisin erkek eşcinselleri oyuna getirm e/tuzağa düşürm e ta k tik ­ lerinden farklı o larak bugün “gey c in a y e tle rin d e n söz edilebiliyor ve a ğ ır ak­ sak da olsa peşine düşülüyor. B u nunla birlikte “a ğ ır ta h rik in d irim i” ile geylerin ve tra n sla rın öldürülm esi k a n u n la r ta ra fın d a n teşvik ediliyor. Eşcinsellerin görünürlüğü şüphesiz ki eşcinsellerin yaşadıkları sosyal, kültürel, ekonom ik ve siyasi so ru n la rın da görünürlüğü a n lam ın a gelm ekte­ dir. Haliyle in k â r işe yaram am ış, a d ın ın konulm asını ve yüzleşilm eyi bekle­ yen “eşcinsel rea lite si”, heteroseksüel blokun cum huriyetle yaşıt uzlaşm ası­ n a rağm en kendini yeniden var etm iştir.

Eşcinsel Realitesinin Görünürlüğü ve Erkekliğin Seyri Türkiye toplum unda eşcinsel erkekliğin k urulum u veya tersinden kendi c in ­ sine dönük erkeklerin eşcinselliklerini k u rm a ları ve şekillendirm eleri ta m da Türkiye Eşcinsel H areketinin 15-20 yıllık kısa ta rih in in ü rü n ü oldu. Türkiye E şcinsel H a re k etin in yaratıcı örgütlenm elerinin başında gelen K aos GL’nin ortaya çıkış gerekçelerinden biri, cinsiyetsiz toplum ütopyası­ n ı hedefleyen, cinsiyetin toplum sal yönüne d a ir eylemli eleştiridir. K aos GL, tersinden ik tid ar fethi an lam ın a gelm eyecek şekilde, heteroseksüel erkek ik­ tid a rın ın yıkılm asının m üm kün olduğuna inanıyor. B u süreci, hem h e te ro ­ seksüel hem eşcinsel erkeklerin özgürleşebilm esi için birlikte dönüşüm ola­ ra k tanım lıyor. B irlikte özgürleşm enin im k ân ların ı sağlayabilecek bu dönü­ şüm için hetero erkelerin bir cinsel yönelim olan heteroseksüellikten vazgeç­ m eleri gerekm em ektedir! Erkeklik, toplum sal bir kategori olup, değişm ekte, dönüşm ekte ve sürekli yeniden k u ru lm ak tad ır. Bu süreci bizlere K adın K u rtu lu ş H areketi, aynı a n ­ lam d a k u llanacak olursak Fem inizm ve Eşcinsel K u rtu lu ş H areketi politika ve pratikleriyle gösterm iştir.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

449


450 : Ali Erol

Son 15 yıldır Türkiyeli erkek eşcinseller erkekliklerinden d a h a az kuşku duym akta ve kendilerini erkek eşcinsel ve/veya gey olarak tan ım lam aktalar. Pek çok travesti ve transseksüel sam im i gözlem lerini ve fikirlerini paylaştık­ ların d a, son 15 yıldan b u yana “dönen" ve/veya “kestiren” tv ve ts sayısında gözle görü lü r bir azalm a olduğunu söylem ektedirler. Pek çok heteroseksüel erkek, kendisine bir iktidar sunan ve/veya en azından belli b ir rant sağlayan m evcut erkeklikten yorulduğunu ve gönülsüzlüğünü d ah a fazla ve daha b e­ lirgin b ir şekilde belli etm eye başlam ıştır. Kendi cinsine dönük erkekler ve/ veya do ğ ru d an kendini eşcinsel erkek olarak ad lan d ıran erkekler arasında da farklı erkeklikler ve erkeksilikler şekillenm ektedir. Peki, var olan d u ru m bize hangi im k â n la rı sunm akta... Mevcut erkekli­ ğin direnç noktası ne... H eteroseksüel erkek ik tid arın ın tü m söylem lerine ve u y g u lam aların a rağm en m evcut E rkeklik’in yekpare olm adığını rahatlıkla söyleyebiliriz. A rtık E rkeklikten bahsetm ek yerine mevcut erkekliği besleye­ bilen erkeksiliklerden söz edebiliriz. Tabii ki bu erkeksilikler farklı kan allar­ d an akacaktır... Mevcut erkekliğin homofobiyi ürettiğini, beslediğini ve de karşılıklı homofobi üzerinden kendini kurduğunu biliyoruz. Tam da bu noktada yine bir im kân olarak tespit edebiliriz, mevcut erkeklik, yalnızca heteroseksüel olm a­ yan erkekleri baskılam ıyor. Aynı zam anda kalıba uym ayan heteroseksüel er­ kekleri de baskılam akta ve hayatlarını çekilm ez kılm aktadır. Mevcut erkek­ lik, toplum un farklı sosyokültürel, sosyoekonom ik ve sosyopolitik kesim ve or­ tam larında farklı şekillerde tan ım lanm aktadır. Haliyle bu ta n ım farklı erkek­ si pratiklerle şekillenm ektedir. Tahm in edilebileceği gibi söz konusu toplum ­ sal süreçler ister eşcinsel ister heteroseksüel olsun tüm erkekler için geçerli ol­ m aktadır. Heteroseksüel erkeklik yekpare olm adığı halde, heteroseksist zih­ niyet, eşcinsel erkekleri h â lâ “erkek” olarak görmeye yanaşm am aktadır. 80 öncesinin asi ve devrim ci -ta b ii ki hetero !- erkeğinin u z u n saçı kı­ salıyor, kestirm eyeninki ise “atkuyruğu” h a lin i alıyor... Asilik akla bile gel­ m ezken atkuyruklu u z u n saçlı bir erkek, "entel” diye d u ru m u k u rta ram ıyorsa a rk a sın d an “k a rı k ılık lı” veya “ibne” lafını yiyor... “K arı kılıklı ibne­ ler” ise aynı dönem de Zeki M üren ya d a B ülent Ersoy “g ib i” olm adan da “eşcinsel” olabileceklerini öğreniyorlar... A rkasından ko n u şu lan "o biçim ” veya “ibne’n in yerini kendi ad ın a konuşan ve eyleyen eşcinsel veya gey a lı­ yor... Eşcinsel, ayrı b ir varoluş olarak kendini ortaya koydukça hetero erkek­ ler "E rkeklik’Terini isp atlam ak için k ılık ta n kılığa girm e eziyetinden k u r­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

tuluyorlar... E şcinsel erkeği yarısı “k a d ın ” yarısı “erkek” şeklinde resm eden m edya, m asa b a şın d a çizdiği bu re sm in realiteye uy m ad ığ ın ı çabuk kabul ediyor... B ıyıktan ço k tan vazgeçm işken göğüs k ılların ı tıra ş etm enin erkek­ liğe halel getirm eyeceğini tecrübe eden hetero erkek, "farklılaşm a”d a sın ır tan ım a d ığ ın ı gösteriyor... Diğer ta r a fta n hetero erkeğin vazgeçtiği bıyık, kıl ve tüy ve h a tta m açoluğu devralan yeni erkek erkeğe varoluşlar, eşcinsellik­ ler şemsiyesi a ltın d a k i pratikleri çeşitlendiriyor... Tabii ki tü m bu süreçle­ rin aynı zam an d a sosyo-kültürel ve sosyo-ekonom ik k a n a llarla ilişkilerini de akılda tutm alıyız... Eğer ki bu değişiklikler ve farklılaşm a pratikleri b ire r “sorun” olarak gö­ rülüyorsa veya ah lak i açıdan dam galanıyorsa açıktır ki yoksulların ve a ltta n gelenlerin erkeklerinde de görülm eye b aşlanm asm dandır! Bilinir, burjuva ve zengin erkekler yaptığında görm ezlikten gelinir. D aha doğrusu alt kesim lerdeki in san lar aynı şeyleri yapm aya başlayana k a d a r ses çıkarılm ıyor. Alt kesim lerde benzer dav ran ışlar görülm eye başlandığında yaygara koparılıyor. Tabii ki bu n o k tad a egemen a h la k ın ikiyüzlülüğü kaydı düşm ek gerekecektir... Bu ikiyüzlülüğün burjuva sınıfı ta ra fın d a y a şa n a n la r güya gizlidir! H a fta sonu travestiliğinden, ‘b i’ kereden b ir şey olm aza k a d a r o cephede her şey m eşrudur. K ılıfına uydurabilirsen h er şey denenebilir ge­ risi m agazin m uhabirleri ile dan ışık lı dövüşe kalm ıştır. O nlardan b iri yaparsa m acera olur, yoksullardan b iri yaparsa sapıklık olur. O nlardan b iri yaparsa çılgınlık olur, yoksullardan b iri yaparsa so y ta rı­ lık olur. O nlardan b iri yaparsa kendini bağlar, yoksullardan biri y aparsa ge­ nel ah laka uym az.

Eşcinselliğin Türk Medyasındaki Seyri “T ürk Medyası” tabiriyle, yazılı, görsel veya işitsel u lu sal çapta yayın yapan ve yaygın m edya d a denilen m edya kastedilecektir. Türkiye’de son dönem de görsel m edya yani televizyon ağırlığını ortaya koysa d a b asın da denilen u lu ­ sal gazeteler bu a la n d a ele alınacak a n a organlar olm alı. Çoğunluğu m evcut gazete k ad ro la rın c a yayınlanan h a fta lık haber dergi­ leri ise "Türk M edyasında E şcinsellik” denildiğinde m u tlak a üzerinde d u ru l­ m ası gereken b ir m edya alanı o larak b ir alt başlık olm ayı hak eder. Medya dendiğinde ele alınabilecek b ir diğer alan ise kendini yaygın m ed­ yad an ayrı gören ve m uhalif basın o larak bilinen, gazete ve haftalık a la n ın ­ d a varolabilen k im i dergilerdir. Cogito, sayı: 65-66, 2011


452 : Ali Erol

U zun öm ürlü olm asa d a dönem dönem alternatif m edya denem elerinin olduğunu da belirtelim . K aos GL Dergisi ile birlikte, d oğrudan eşcinsellerin yayınıyla, yaygın m edyanın dışında yeni b ir a la n açılm ış oldu. T ürk m edyasının eşcinselliği sunu şu n u n ve eşcinsellerle ilişkisinin sey­ ri üç dönem le özetlenebilir. İzlediği seyir nasıl olursa olsun, b ir başka deyiş­ le nasıl ele alınıp su n u lu rsa sunulsun “eş/cinsellik”, Türk m edyasının sürek­ li k o n u ların d an biri olagelm iştir. Birinci Dönem: Flaş haber! 12 Eylül askeri d arb esin in siyasete ve toplum sal hayata b ir m üdahale dö­ nem i de olan 80’lerin b a şın ı ilk dönem olarak belirleyebiliriz. Bu dönemde T ürk m edyasında “eşcinsel", ne olduğu ta m olarak kestirilem eyen hayali bir varlıktır. H a tta bu hayali varlık, hayattan d a h a da koparm a, uzak laştırm a ve toplum un dışına a tm a gayretiyle özellikle “hom oseksüel” o larak adlandı­ rılır. K endinden m enkul h er türlü uzm an/akadem isyen de, sokaktaki vatan­ daş da, em niyet m ensubu da, halkı bilgilendirecek gazeteci de, söz birliği et­ m işçesine, “no rm al” kategorisine sokam adıkları herkesi “hom oseksüel” diye ad landırdılar. İster bıyıklı b iri isterse çoktan operasyonunu tam am lam ış bir transseksüel olsun, Türk m edyası için fark etm iyordu. Bu dönem aynı zam anda “hom oseksüel” ta b ir edilen in sa n la ra yönelik ay­ rım cılığın, baskının ve işkencenin doruğa çıktığı bir süreçti. A rtık çıkm ayan bir h a fta lık dergi (Yeni Gündem), “suçu olm ayan suçlu” diye kapak yapmıştı. Bu dönem in dergilerinde eşcinsellik, d a h a doğrusu h er tü rlü cinsellik, b ir “h a b e r” konusuydu. Ç oğunda da yaratılan, k u ru lan ve genelde “kapak” olan b ir h ab er nesnesi o larak sunuldu. B aşta “N okta” dergisi, “S okak”, “Yeni G ündem ”, biraz geriye gidersek “Yankı”, bu dönem den hatırlayabileceğim iz dergiler olarak sıralanabilir. D önem in TRT’sin in inkârı, in k â r edem ediğin­ de “psikoseksüel patoloji” ile “ahlaksızlık” zihniyetiyle h a rm a n la d ığ ı sunuşu h atırlan d ığ ın d a bu dergilerin “kap ak ” dosyaları eşcinseller için soluk alın a­ bilecek v a h a la r gibiydi. O dönem resm i ideoloji eşcinselliği poşetlenm esi ge­ reken b ir “m u zır”lık olarak görüyordu. Eşcinsellik, daha doğrusu, dönem itibariyle "hom oseksüellik”, günlük, ulusal gazetelerin ancak “3. sayfa”larm d a kendine yer buluyordu. ‘‘Cinayet, sapık cinsellik, ahlaksızlık, ters ilişki, fuhuş, dönme, çocuklara kötü örnek...” köşeleri eşcinselliğin sıkça geçtiği gazete sütunlarıydı. A slında çoğu yine bu Cogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

gazetelerin p a tro n ların c a ucuz versiyon olarak ç ık arılan ve “bulvar b asın ı” d a denilen günlük gazetelerde eşcinselliğin sunuluşu ise h er türlü “fan tezi” sın ırla rın ı zorlar nitelikteydi. H itap edilen kesim lere göre cinselliğin su n u ­ m u çeşitlenirken ö rneğin lüm penler ve işçiler için “Tan” gazetesi, p a tro n lar ve beyaz yakalılar için ise “Playboy” m edyada arzı endam ediyordu. E şcin ­ sellik de bazen sü r m anşet, bazen de d u ru m a göre o rtalığı renklendirecek b ir m alzem e oluyordu. B u dönem de aynı zam anda Batı’d a AIDS patlam ıştı ve haliyle Türk m ed­ yasına yeni m alzem e çıkm ıştı. B ugün a rtık AIDS’in b ir “eşcinsel hastalığı” ol­ m ad ığ ın ı anlayan T ürk m edyası z a m a n ın d a sınavda kaldı. H er konunun uz­ m a n ı köşe yazarları, o dönemde, “AIDS, Tanrının eşcinsellere bir laneti” te ­ kerlem esini tek ra rla m a k tan geri d u rm am ışlard ı. "N orm al” görülm eyen eşcinselliğin hab eri de n orm al sunulam azdı. İçin ­ de eşcinsellik geçen veya eşcinselliği ç a ğ rıştıra n b ir haber, okura “flaş h a ­ b e r” olarak sunulur. Cinsiyetçi ve ırkçı zihniyetlerden beslenm ekten geri d u r­ m ayan medya, eşcinsellikle ve eşcinsellerle ilgili haberlerde bu zihniyetini yeniden üretm ekte sak ın ca görmez. Yalan, yanlış, a b artı, aşağılam a, a y rım ­ cılık söz konusu “flaş h a b e r’Terin alışıldık süsleridir. Gazeteci, cehaleti o ra ­ n ın d a küstah, gücü o ran ın d a zalim dir. Ç ünkü bir h ab er nesnesi olarak “eş­ cinsellik” o rtalık m alıdır. Çünkü gazeteci için örgütsüz ve en sorunsuz a la n ­ dır. B ir eşcinsel bireyin ortaya çıkıp “düzeltme" yapam ayacağı, hakkını arayam ayacağı herkesin m alum udur. “Flaş haber" y aklaşım ı için eşcinsellik, destursuz girilebilecek, hoyratça devşirilebilecek sahipsiz bir alandır. E şcinsel ise pusuya düşürülecek, y ak a­ lanacak, üstüne atlanacak, d u ru m a göre istenildiği gibi kullanılabilecek, her tü rlü şiddete uğrayıp h a tta cinayete k u rb a n gitm iş olsa bile m agazinleştirilebilecek, henüz birey olam am ış, b a şın a geleni fazlasıyla h a k etm iş, olsa olsa b ir nesnedir. “Flaş haber" zihniyeti etik kaygı gütm ez; kendi ahlaksızlığını dam g alan ­ m ış eşcinselin hayatıyla kam ufle ederken vicdanı rah a ttır. “Flaş haber" zihniyeti pornocudur; güçsüz olduğundan em in olduğu bir eşcinselin hayatını “h a b e r” adı a ltın d a teşh ir etm ekte sak ın ca görmez. "Flaş haber" zihniyeti yoksulların kâbusu olurken, had d in i bilir, sın ırın ı ta n ır ve zenginlerle danışıklı dövüşür. “Flaş haber" zihniyeti hom ofobiktir; bilgi vermez, kitlesel cehaleti yeni­ den üretir. Cogito, sayı: 65-66, 2011


454 : Ali Erol

“Flaş haber” zihniyeti ırkçıdır; habercilikle yetinm ez, zo ru n lu heteroseksüelliği dayatır; ayrım cılığı ve şiddeti körükler. “Flaş haber" zihniyeti cinsiyetçidir; kendi kurduğu bir erkek eşcinselliği üze­ rinden kadını aşağılar ve m evcut toplum sal kadınlığı yeniden üretir. Lezbiyen varlığını in k âr eder; kadın eşcinselliğini pornografik bir u n su r olarak sunar. Türk m edyasının eşcinselliği sunu şu n u n ve eşcinsellerle ilişkisinin sey­ rinde a rtık ikinci dönem e geçebiliriz. “Flaş h a b e r” zihniyeti ilk dönem yay­ gın m edyada eşcinselliği a n a sunuş tarzı o larak egemenken, ikinci dönem de yeni k an allarla birlikte netleşm e ve ayrışm a d a beraberinde geldi. İkinci Dönem: Ortaya çıkış ancak Medyadan kaçış! B irinci dönem de eşcinsellik eşittir travestilik ve transseksüellik olarak su­ nuldu. B u d u ru m u n a n la şılır ilk nedeni ortada olanla, görünürlükle ilgiliy­ di. Travesti ve transseksüeller isteseler de v a rlık ların ı gizleyem ezlerdi. Varo­ luşları zaten kendilerini “gösterm e” üzerine kuruluyordu. İkinci neden ola­ rak m aço ve cinsiyetçi m edya eşcinselliği böyle su n arak “erkeklik”i k u rta r­ m ış oluyordu. Toplumsal h ayatta ise kendi cinsini seven bir erkek, utanılası bu d u ru m u n u saklam ası, herkesten gizlemesi ve o rtalık ta görünm em esi ge­ rektiğini bilirdi. Kendini gizleyemediği b ir aşam a d a ise “erkeklik” alanını derhal terk etm esi gerekirdi. B ir erkek b ir erkeği sevemeyeceğine göre biri­ nin “gacıv ari” yani “kadın g ib i” olm ası gerekirdi; haliyle bu d u ru m d a geriye travestilik veya transseksüellik kalıyordu. A rada b ir k ırd an ya da m etropolden “sevici” haberi okusak da, ilk dönem ­ de kad ın eşcinselliği veya lezbiyenlik bir m em leket meselesi oluşturm uyor­ du; gerektiğinde heteroseksüel erkekler için en fazla erotik/pornografik bir m alzem eden ibaretti. B aşta bahsettiğim dergilere geri dönelim : T ürk m edyasının aslın d a aynı an lam a gelm ek üzere gazetelerin "3. sayfa” cinayet ve “ahlaksız tek lif” h a ­ berleri d ışın d a söz konusu h a fta lık dergilerde eşcinsellik b ir varoluş olarak, bir hayat ta rz ı olarak da sunulm aya b aşlan m ıştı. Kendi cinsini seven Türki­ yeli genç erkekler, kendileri d ışında sadece b ir Zeki Müren b ir de Bülent Ersoy o lm adığını görmeye, m etropollerde kendileri gibi erkek seven erkekle­ ri bulm aya başlam ışlardı. S onuçta bir travesti olduğu halde “p a şa ” m aska­ ralığı ile ru h en , fiilen ve de tıbben bir k a d ın olduğu halde "hukuken” kabul edilsin ya d a edilm esin transseksüellik, eşcinselliğin ileriki aşam aları, eş­ cinsel o lm a n ın kaçınılm az sonuçları değildi. Tüm b u n ların d ışın d a eşcin­ Cogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

sellik, biseksüellik b ir b ir k apaklara k a d a r çıkıyor ve bu dergilerde sayfalar ayrılıyordu. O nlarca kez “k a p a k ” da olsa, sayfalar d a ayrılsa tü m bu “eşcinsellik" ile il­ gili haberlerde asıl özne eksikti: Eşcinselin kendisi. M ankenler ve kurgu ger­ çeği ne kad ar anlatabilirse, bu haberler de o kadar hayatın içinden oluyordu. İkinci dönemi, ortaya çıkış ancak medyadan kaçış dönem i olarak ta n ım ­ layabiliriz. Onca eşcinsellik haberinde b ir şeyler eksikti, yetm eyen ve doyur­ m ayan b ir yön vardı. B aşta İstanbul ve A nkara m etropollerinde birbirleri­ ni b u lan ve gruplar o lu ştu ran eşcinseller için bu aşam a b ir çatışm alar döne­ miydi. Çoğu eşcinsel için m em leket henüz h a z ır değildi, "ben bir eşcinselim" diye ortaya çıkm aya. N asıl olsa Avrupa B irliğine girdiğim izde her şey ken­ diliğinden düzelecekti! M edyanın ve m edyada görünm enin tek yol olduğunu düşünenler de oluyordu. Yine bazıları m edyada görünm ediği sürece gerçek olduğuna inanam ıyordu am a m edya geldiğinde de en önce kaçıyordu. H ak­ lı m edya eleştirisinin ark asın a sığınıp yüzleşilm eyen k o rk u lar nedeniyle yay­ gın m edyayı to p tan in k â ra yönelm ek de yollardan biriydi. Kaos GL: Türkiye’nin ilk gey ve lezbiyen dergisi B u dönem de çatışm ayı aşm aya yönelik doğru ve gerçekçi politika Kaos GL ta ra fın d a n hayata geçirildi. Kaos GL, m em leketin h a z ır olm asını beklemedi; "bu toplum da sadece heteroseksüeller yaşamıyor, biz de varız” diyerek ortaya çıktı. Kaos GL, so ru n la rım ız a kendim iz sahip çıkm alıyız, kendi sö zü m ü zü ya­ ra tm a lı ve d oğrudan söylemeliyiz, diyerek, Eylül 1994’te, Türkiye’n in ilk gey ve lezbiyen dergisini çıkardı. Kaos GL, H ollanda ya da D anim arka’ya kapağı a tm a n ın çözüm olm adı­ ğ ını eğer ister ve m ücadele edersek Türkiye’n in de değişeceğinin altını çizdi. Kaos GL, Türkiye’n in AB’ye girm esini beklem enin doğru olm adığını, AB ülkelerindeki gey ve lezbiyenlerin m evcut hak ve özgürlüklerini m ücadele ederek k azan d ık ların ı vurguladı. Kaos GL, sivil toplum örgütlerini zorlam anın, en azın d an kam puslarda or­ taya çıkm anın gerekli ve m üm kün olduğunu söyledi; gösterdi ve ortaya koydu. Kaos GL, eşcinsellerin özgürleşm esi ve toplum sal h a y a tta g örünür olabil­ m eleri için m edyanın tek yol olm adığını, bununla birlikte haklı m edya eleş­ tirisin d en hareketle m edyanın to p ta n in k â rın ın da d o ğ ru politika olm adığı­ nı vurguladı. Cogito, sayı: 65-66, 2011

455


456 ; Ali Erol

Kaos GL, dergiden önce, alternatif ve özgürlükçü m edya organ ların d a kendi sözünü söylemeye başlam ıştı. Yaygın m edyada ise K aos GL Dergisi üçüncü sayısıyla, ilk kez H ürriyet gazetesinde “hab er” oldu. B u h ab er gayet norm al ve doğru bir haberdi; çarpıtm ıyordu, bilgi veriyordu; aşağılam ıyordu/dalga geçmiyordu, gerçeği aktarıyordu. Gazetesiyle ve televizyonuyla yaygın m edyaya göre artık eşcinseller örgüt­ leniyorlardı am a çatışm a henüz tam olarak aşılam am ıştı. Eşcinseller b ir a ra ­ ya geliyorlardı, tek tek kendine güvenen bireyler ortaya çıkıyordu ancak bu d u ru m bir grup olarak özgüvene dönüştürülebilm iş değildi. M edya da ken­ di cephesinden süreci yanlış değerlendiriyor, günü k u rta rm a ve hab er yaka­ lam a yaklaşım ıyla eşcinsellerden kırk yıllık politikacılar gibi davranm asını bekliyordu. İkinci dönem de henüz m askeler tam olarak atılam am ıştı. B u n u n la birlik­ te "m edyadan kaçış” yerini m edya ile görüşm eye, anlatm aya ve iknaya bırak­ m ıştı. B azen “g ö rü n tü ” yoksa hab er de olm uyordu; bazen de kendilerine gey ve lezbiyen diyen eşcinsellerin kendi gru p ların ı kurdukları, kendi dergilerini ç ık ard ık ları haber veriliyordu medyada. İkinci dönem için a lte rn a tif m edya örneği olarak “Express” dergisini a n ­ m ak gerekir. B ugün eşcinsellerin haberlerini m üm kün olduğunca doğru ve düzenli a k ta ra n K ürtlerin gazetesinin za m a n ın d a yayınlam adığı Kaos GL im zalı b ir yazıya, Express dergisi sayfalarında yer verm işti. D aha sonra Exp­ ress, düzenli bir "gey ve lezbiyen sayfası” hazırladı. “C um huriyet” gazetesini de özellikle an m a k isterim . Yaygın m edyanın sı­ n ırın d a d u rsa da Türk m edyası denildiğinde en köklü ve önem li organlar­ dan biri olarak anılır. Hom ofobik bir p a rti liderinin eşcinselliği aşağılayan görüşlerine sayfalarında yer verm iştir. Eşcinsel g rupların o rta k cevabını da aynı şekilde üç gün boyunca oku rların a iletm iştir. Üçüncü Dönem: “Eşcinseliz, gerçeğiz, buradayız!” İkinci dönem in özgüven eksikliği kendini medyaya güvensizlik olarak or­ taya koyuyordu. Birinci dönem de sergilediği habercilik anlayışı ile medya zaten b ir güven telkin etm iyordu. Eşcinseller/eşcinsel g ruplar ikinci dönem ­ de m edyaya güvensizliği, kendi özgüvenlerini geliştirerek aşm aya çalıştılar. Kaos GL G rubu bu süreci kendi politik seçim ini hayata geçirerek tam am ­ ladı. “Corning O ut”un kamera karşısında “poz verm ek” olm adığının, hayatın içinde g ö rü n ü r olm anın altı çizildi. Sivil toplum örgütleriyle iletişim kuruldu. Cogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

K am puslarda rektörlük tam m asa da, gey ve lezbiyen varlığı fiilen kabul e tti­ rildi. A nkara ve İsta n b u l’da yerel radyolarda onlarca ‘‘g ey ve lezbiyen kültür programı" gerçekleştirildi. Kaos GL ile L am bdaistanbul öncülüğünde gruplara ra sı ilişkiler geliştirildi. D erginin yasal kaydını y ap tıran Kaos GL Grubu, kam usal alanda g ö rü n ü r olm ada önem li b ir adım olan gey ve lezbiyen k ü ltü r m erkezi ve kütüphanesi olarak organize ettiği Kaos K ültür M erkezi'ni açtı. A rtık Türk m edyasının eşcinselliği su n u şu n u n ve eşcinsellerle ilişkisinin seyrinde üçüncü dönem olarak a d lan d ırd ığ ım aşam aya geçebiliriz. Bu döne­ m in başlangıcının K aos GL G rubunun kendi p a n k a rtı ve bayraklarıyla 2001 yılı 1 M ayışm a katılm ası olduğunu düşünüyorum . “Eşcinseliz, gerçeğiz, bu­ radayız!”, “Zorunlu heteroseksüellik insanlık suçudur!’’, “Eşcinsellerin ku rtu ­ luşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir!” sloganlarıyla işçilerle m eydanla­ r a çık an eşcinsellerin görüntüsü, T ürk m edyası için de b ir dönüm noktası oldu. A rtık m askeler tüm üyle atılm ış h e r ta ra f için de b a h a n e kalm am ıştı. T üm televizyon k a n a lla rın d a ve gazetelerde, çoğunda ilk sayfadan ve b irin ­ ci h ab er olm uştu. B u eşcinseller m edyanın d ah a önceki “hom oseksüel’Terine benzem iyordu. M eydanlardaki işçi ve öğrencilerden gö rü n ü rd e bir fark ları yoktu am a eşcinseldiler... İkinci dönem deki “kaçm a kovalam aca’n m bu dönem de tersine döndüğü­ nü söylemek m üm kün. Bu dönemde eşcinsel grupların m edyayla ilişkisi, eş­ cinsel özgürlük m ücadelesinin doğru aktarılm ası yönünde seyretmeye b a şlı­ yor. Eşcinsel h a k la rın ın insan h ak ları olduğu kabul edilsin ya da edilm esin; hom ofobiden arın ılsın ya da arın ılm asın a rtık Türk m edyası bir b ütün olarak eşcinselliği ta rtış ır hale geldi. B aştan b eri anlatm aya ve dönem ler üzerinden gösterm eye çalıştığım gibi artık söz konusu ta rtışm a n ın nasıl evrileceğinde, eşcinsellerin/eşcinsel g rupların m ücadelelerinin de a n a etkenlerden biri ola­ cağı netlik kazanm ıştır. M edyanın hom ofobisine m aru z kalm a, m edyadan et­ kilenm enin yanı sıra medyayı etkilem enin de m üm kün olduğu görülm üştür. Belirtm ek isterim ki tanım ladığım üç dönem, Türk m edyasını belki de ge­ nel olarak medyayı düşündüğüm üzde, birbirini takip eden iç içe geçmiş bir sü­ reci anlatıyor. Medya organlarının çeşitliliğini göz önünde bulundurduğum uz­ da, tanım lanan dönem özelliklerinin birbirini takip etm e ve iç içe geçme a n la ­ m ında h er zam an karşım ıza çıktığını görebiliyoruz. M edya sonuçta içinde ya­ şadığım ız toplum un sosyal, kültürel değişim inin dışında değil. Mevcut iktidar ilişkilerinin dengeleri ve değişimi doğrudan medya alan ın a da yansıyor.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

457


458 : Ali Erol

Eşcinsel Örgütlenmelerin Hak Mücadelesi ve Dernekleşme Seyri Türkiyeli eşcinsellerin örgütlenm e seyri, K aos GL’nin, 15 Tem m uz 2005 ta ­ rihinde, "Kaos Gey ve Lezbiyen K ültürel A ra ştırm a la r ve D ayanışm a Der­ neği” adıyla resm en dernekleşm esi ile yeni ve form el bir sürece girm iş oldu. Kaos GL Derneği nin tü z ü ğ ü n ü n kabulü ve derneğin resm en onaylanm ası ile A nkara, B ursa, İstanbul ve İzm ir’deki Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Trans (LGBT) örgütlenm eleri söz konusu tüzü ğ ü n küçük değişiklik ve düzenlen­ mesiyle dernekleştiler. D ernekleşen LGBT örgütleri, lezbiyen, gey, biseksüel ev tra n s la rın özgür­ lükçü değerleri benim sem elerine, LGBT v aroluşlarını gerçekleştirm e ve ken­ dilerini yetiştirerek toplum sal barış, h u zu r ve refah ın gelişm esine bireysel, toplum sal, kültürel hayat ve davranışlarıyla k atk ıd a bulunabilm elerine des­ tek olm ayı amaçlıyor. LGBT örgütlerinin aynı zam an d a çalışm a ve m ücadele a la n la rın a işaret eden dernekleşm e am açların d an bazıları şöyle: Toplum u eşcinselliğin, diğer cinsel yönelim ler gibi bir cinsel yönelim ol­ duğu; ahlaksızlık, hastalık, suç v.s. olm adığından hareketle, eşcinsellik ve eşcinsellere d a ir aydınlatıcı, eğitici faaliyetlerde bulunm ak. Ülke genelinde LGBT h a k la rın ın kazanılm ası, korunm ası ve geliştirilm e­ si; LGBT bireylerin sosyal, k ültürel ve ekonom ik h ak ları a la n ın d a çalışm ala­ rın yaygınlaştırılm ası, yönlendirilm esi ve izlenm esi ile ilgili ç a lışm a la r yap­ m ak. Bu konudaki değerlendirm elerini ilgili k u ru m la ra iletm ek ve kam uo­ yu oluşturm ak. LGBT bireylerin, aile, eğitim , akadem i, çalışm a hayatı, askerlik, hapisha­ ne, hukuk, m edya, cinsel sağlık, ru h sağlığı gibi a lan lard a y aşad ık ları so ru n ­ lar ve m a ru z kaldıkları in sa n hakkı ihlallerine d a ir çalışm alar yapm ak. Bu konularda ilgili k u ru m la ra öneri ve u yarılard a bulunm ak, kam uoyu oluştur­ m ak için çaba göstermek. Psikiyatri ve psikoloji a la n ın d a cinsel yönelim ayrım cılığına ve hom ofobik tu tu m ve uygulam alara k a rşı çalışm alar yapm ak. Psikiyatr/Psikolog - hasta/ d a n ışa n arasındaki ilişkileri ve hasta h a k la rı ile ilgi­ li etik k u ralların tak ib in i yapmak, k u ra lla rın uygu­ lan m a sın ı izlemek, k u ra lla ra uyulm adığı d u ru m la r­ da gereği için Türkiye Psikiyatri Derneği, T ürk Psiko­ loglar Derneği ve T ürk Tabipleri Birliği nezdinde gi­ Kaos GL Arşivi’nden

Cogito, sayı: 65-66, 2011

rişim lerde bulunm ak.


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

LGBT gençlerin aile, okul idaresi, y u rt idaresi vb. k u ru m ve k u ru lu şla ­ r ın zoruyla, psikoloji ve psikiyatri k liniklerine kapatılm ası, dönüştürm e te ­ rap ileri ve / veya tedavi adı altında tıbbi, psikolojik ve p sik iy atrik m ü d ah a le ­ lere m a ru z b ıra k ılm a la rın a karşı ç a lışm a la r yapm ak. M üdahalelerin ta k i­ bini yapm ak, raporlam ak, gerektiğinde hu k u k i ve bilim sel girişim lerde b u ­ lunm ak. LGBT gençlerin d am g alan m aların a, dışlan m aların a, tec rit edilm elerine, fiziki şiddete m aru z b ırak ılm aların a, zorla tedaviye götürülm elerine, zorla evlendirilm elerine, göçe zorlanm alarına, evlerinden ve y u rtla rın d a n kovul­ m aların a; ekonomik, kültürel ve sosyal h a k la rın d a n m a h ru m b ıra k ılm ala rı­ n a k a rşı sosyal hizm et u zm an ları ile eşgüdüm lü çalışm ak. H ukuk, yasalar ve m esleki yönetm eliklerde, eşcinsellerin ve eşcinselli­ ğin suç, hastalık, ahlaksızlık, iffetsizlik, m u zır vb. şekillerde ta n ım la n m a ­ sın ın ve gösterilm esinin takibini yapm ak, m ağduriyetleri ve h ak ihlallerini izlem ek, raporlam ak. Y asalar ve m esleki yönetm elikler kap sam ın d ak i c in ­ sel yönelim ayrım cılığına ve hom ofobik tu tu m ve u y g u lam alara karşı ç a lış­ m a la r yapm ak. E ğitim p o litikalarının, m üfredatın ve ders k itap ların ın cinsel yönelim ay­ rım cılığ ın d an a rın d ırılm a sı için ç a lışm a la r yapm ak. O rtaöğretim de LGBT öğrencilere yönelik cinsel yönelim ayrım cı, hom ofobik tu tu m ve uygulam a­ la rın takibini yapm ak, bu uygulam aları raporlam ak. M illi Eğitim B akanlığı, eğitim sendikaları, psikolojik d an ışm an ve rehber öğretm enlerle birlikte ça­ lışm ak için yollar ve po litik alar geliştirm ek. Akadem ide öğrencilere verilen psikiyatri ve psikoloji öğretim inde eşcinsel cinsel yönelim inin, psiko-seksüel b ir sapm a veya patoloji şeklinde ele a lın ­ m asına, sunulm asına ve öğretilm esine k a rşı m üfredatı ve uygulam aları izle­ m ek ve gerektiğinde değerlendirm eleri ilgili k u ru m la ra iletm ek. Ç alışm a hayatında yasaların, cinsel yönelim ayrım cılığını kapsayacak şe­ kilde yeniden düzenlenm esini ve uygulanm asını takip etm ek, cinsel yönelim ayrım cı uygulam aları ra p o r etmek. LGBT işçi ve m em urları, cinsel yönelim ayrım cılığına karşı sendikal mücadeleye k atılm aları yönünde yüreklendir­ mek, m adden, m an en ve hukuken desteklem ek.

Eşcinsellerin Kurtuluşu Heteroseksüelleri de Özgürleştirecektir! Türkiyeli Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve T ran sların örgütlenm e ve özgürleşm e m ücadelelerinin seyrini tam am larken, 2001 1 Mayısı, sivil anayasa ve hom oCogito, sayı: 65-66, 2011

459


460 ; Ali Erol

fobi, transfobi ve nefrete k a rşı yürüyüş süreçlerinden üç belgeyi kayda geçi­ relim. Türkiyeli eşcinsellerin örgütlenm e ve özgürleşm e m ücadelelerinde bir dönüm noktası olan 1 Mayıs 2001’de A nkara’da a la n lara çık m aları ile hem LGBT cam ia hem toplum hem de medya açısın d an geri dönüşü olm ayan bir sürece girilm işti. “Peki ya eşcinsel işçiler?” diye soran ve elden ele dolaşan 1 M ayıs bildiri­ sinde, "Eşcinsellerin K urtu lu şu H eteroseksüelleri de Ö zgürleştirecektir!” de­ niyordu. “Bizler k a d ın la rı seven kadınlar, erkekleri seven erkekler olarak, B urada­ yız! Eşcinseliz! M ehmet ile Ayşe grev m eydanında nişanlanırken, aşklarını m ücadeleleri­ ne eklerken, o m eydanda A liyi seven Ahm et’in; Ayşe’yi seven H atice’n in oldu­ ğu hiç ak lın ıza geldi mi? Neler yaşadıklarını, hissettiklerini düşündünüz mü? Sokaklarda 'ibne’ diyerek a rd ın d a n gülünen, fık ra la ra konu edilerek aşa­ ğılanan, dayak atılan, kendini saklam ak, heteroseksüel rolü yapm ak zorun­ da kalan eşcinseller hiç u z a k ta değiller... Alışveriş yaptığınız bakkal ve pazarcının, çocuğunuzun öğretm eninin, yemeğini yediğiniz aşçının, bindiğiniz belediye otobüsünün şoförünün, okulda sıra arkadaşınızın, yanı başınızdaki iş ark ad aşın ızın eşcinsel olabi­ leceğini hiç düşündünüz mü? Bu sistem in kendini ko ru m ak için sürd ü rd ü ğ ü k a d ın la rın ve eşcinsellerin aşağ ılan m asın a ve erkekliğin yüceltilerek h ay atlarım ızın baskı a ltın d a tu tu l­ m asına suç ortaklığı yaptığınızın farkında m ısınız? K ad ın ların ikinci sınıf, eşcinsellerin ü çüncü sın ıf insan m uam elesi gör­ m esine neden olan aynı heteroseksist düzendir. K adın ark ad aşlarım ızla ya birlikte m ücadele edeceğiz ya da boşa kürek çekm eye devam edeceğiz. Evde çocuğunuz, işyerinde arkadaşınız, okulda öğrenciniz, kapitalizm e k a rşı m ü­ cadelede yoldaşınız olan EŞCİN SELİ efendinin dili ve ahlakıyla yargıladığı­ nızın fark ın d a m ısınız? Biz eşcinseller Almanya’d a N aziler ta ra fın d a n katledildik, Rusya’da Stalin ta ra fın d a n hapsedildik, Çin’de Mao ta ra fın d a n yok sayıldık... Türkiye’de uğursuz b ir ablukayla kuşatıldık.. H eteroseksizm , özgüvenim izi ve o n u ru ­ m uzu ayaklar altın a aldı, bizi maskelemeye çalıştı. Sözlerimiz, düşünceleri­ m iz ‘m u z ır’ bulundu: Poşetlendik. A rtık Yeter! Cogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

Köylerde, m etropollerde, fabrikalarda, bürolarda, sokaklarda, okullarda bir gerçek olarak varız ve h er yerdeyiz. A şkım ız ‘zevk-ü sefa’, hayatım ız b ir ‘fantezi’, kim liğim iz ‘h a fta so n u hobisi’ değil! Eşcinselliği yargılam ak ve aşağılam akla b ü tü n eşcinselleri bir yalan per­ desinin a rd ın a hapseden, okullarında z o ru n lu heteroseksüelliğe tabi tu ta ra k hayatı zehir eden, m etropollerde katleden b u sistem in sözcülüğünü ve iki­ yüzlü a h la k ın ın bekçiliğini yapm ış olm uyor m usunuz? Sizce de eşcinsellere yönelik ilan edilm em iş b ir savaş yok mu? B ü tü n etnik, kültürel ve cinsel farklılıkları yok ederek hepim izi birbirim i­ ze benzetm eye ve dolayısıyla bizi öldürm eye çalışan bu sistem e karşı bera­ ber m ücadele edelim!”

NE HASTALIK NE GÜNAH! HOMOFOBİ ve TRANSFOBİYE SON! 17 M ayıs U luslararası Homofobi K arşıtlığı Günü, cinsiyet kim liği ve cin­ sel yönelim lerle ilgili tü m fiziksel, ahlaki veya sem bolik şiddetlere karşı ey­ lem ve k arşı durm a günüdür. Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transseksüel bireyler de dostlarım ız­ la birlikte Homofobi ve Transfobiye karşı d u rm ak için U luslararası Homofo­ bi K arşıtı B uluşm anın sonunda homofobi, transfobi ve nefrete karşı yürüyor. Homofobi, Transfobi ve Nefrete K arşı Yürüyoruz! Ç ünkü H eteroseksüel olm adığım ız için öldürülm ek istem iyoruz - yaşam hakkı istiyoruz! E şcinsel ve transseksüel olduğum uz için yaşam h ak k ım ız gasp ediliyor, şiddete m aru z kalıyor, n efret cinayetlerine k u rb an gidiyoruz. Polis, eşcinsel ve transseksüellerin k atillerini bulmuyor. M ahkemeler, eşcinsel ve transsek­ süel öldürdükleri için katillerim ize ceza in d irim leri sunuyor. Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transseksüeller o larak h â lâ temel in­ san h a k la rın d a n m ah ru m u z. Eşcinsel ve transseksüel olduğum uz için ifade ve örgütlenm e hürriyetlerim iz “genel a h la k ” ablukası ile k uşatılm ış vaziyette. B askılanıyoruz, sosyal, kültürel, ekonom ik ve politik h ayata katılm am ız engelleniyor. Cinsel yönelim ve cinsiyet kim liklerim izden dolayı işe alınm ıyor; çalıştı­ ğım ız işlerden atılıyor, ayrım cı yasalarla m esleklerim izden m en ediliyoruz. Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve T ransseksüeller o lara k gerçeğiz ve bu toplum un bir parçasıyız. Cogito, sayı: 65-66, 2011

461


462 : Ali Erol

V arlığım ızı in k âr ederek bizleri sosyal ve politik hayattan kovanlara Hayır! diyoruz. Toplum sal hayatın her a la n ın a eşit katılm am ızı sağlayacak yasal güven­ ce istiyoruz! Cinsel Yönelim ve Cin­ siyet K im liği realitesinin ta n ın m a sı­ nı istiyoruz. Bu toplum da sadece heteroseksüeller yaşam ıyor; biz de va­ Kaos GL Arşivi’nden

rız! Cinsel Yönelim ve Cinsiyet K im ­

liği A yrım cılığına Hayır! N efret Cina­ yetlerine Son! Homofobi ve Transfobiye Son!

REALİTE TANINSIN! ANAYASA’NIN “EŞİTLİK” İLKESİNE “CİNSEL YÖNELİM” EKLENSİN! H âlih azırd a yürürlükteki anayasa, eşcinsel realitesini tan ım am ak tad ır. B una k arşı yıllardır, “Anayasa’nın 10. Maddesine ek: Cinsel Yönelim!” şeklinde özetlediğim iz talebim izi dillendirm ekteyiz. Çünkü eşcinseller ola­ rak gerçeğiz, toplum un bir parçasıyız, bugün olduğu gibi, y a rın yürürlüğe girecek yeni “Sivil Anayasa’n ın da ta ra fla rın d a n biri olacağız. Türkiyeli eşcinseller olarak, “Bu toplum da sadece heteroseksüeller yaşa­ mıyor; biz de varız!” çıkışıyla, cinsel yönelim ayrımcılığının o rta d a n kaldı­ rılm ası için söz hakkım ızı kullanm aya çalışıyoruz. Biliyoruz ve yaşayıp gö­ rüyoruz ki anayasada ve y a sala rd a “eşcinsel realitesi” görm ezlikten gelin­ se de “ayrımcılık” söz konusu olduğunda, lezbiyen, gey, biseksüel, travesti

ve transseksüel bireyler sırf cinsel yönelim ve cinsiyet kim liklerinden dola­ yı hayatın h e r alan ın d a d ışlan m ak ta, baskı görm ekte, eşit k atılım ları engel­ lenm ekte ve yasal güvenceden yoksun b ırakılm aktadırlar. B eklediğim izin “özel” bir düzenlem e olm ayıp “eşitlik” yanlısı ve “ayrım­

cılık” karşıtı haklı bir talep olduğunu belirtm ek isteriz. Lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transseksüel bireylere yönelik ayrım cı­ lık ve şiddet olaylarının a rta ra k devam etm esi ve tü m b u n lara karşı yasal gü­ venceden yoksun b ırakılm am ız endişelerim izi arttırıyor. Eşcinsel bireylerin, çalışma hayatındaki cinsel yönelim ayrımcılığı nedeniyle işlerinden çıkartılm ası, sırf cinsel yönelim leri nedeniyle özel ve Cogito, sayı: 65-66, 2011


Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

kam usal alanda psikolojik ve fiziksel şiddete m aruz k alm aları; travesti ve transseksüel bireylerin sırf cinsiyet kim liklerinden dolayı sosyal alandan ta ­ m am ıyla dışlan arak en tem el olan yaşama hakkına yönelik saldırılarla yok edilm e girişim leri devam etm ektedir. Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti, T ransseksüel (LGBTT) bireylerin daya­ nışm ası am acıyla k u ru la n derneklere yönelik "genel a h lak a ve hu k u k a aykırı olm a” gerekçesiyle k ap atm a davaları açılarak, LGBTT bireylerin örgütlenm e ve ifade özgürlükleri engelleniyor. H er T.C. vatandaşı gibi dem okratik, eşit­ likçi ve özgür bir yaşam isteyen LGBTT bireyler ise m evcut koşullarda hak­ la rın ın gereğince k o ru n m ad ığ ın a ta n ık olduğundan h ukuki olarak kendile­ rin i savunm aktan bile yoksun bırakılıyor. Türkiye C um h u riy etin in anayasasının tü m v a ta n d a şla rın ın insan hak­ la rın ı koruyan ve tü m ayrım cılıkları önleyen m addeleri içerecek şekilde dü­ zenlenm esini önem siyoruz. Sivil Anayasa’da, “eşitlik”i düzenleyen maddeye, “cinsiyet”in ard ın d a n

“cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” ibarelerinin eklenm esini istiyoruz.

Cogito, sayı: 65-66, 2011

463



Cogito'dan Elizabeth Grosz Zeynep Direk Judith Butler Hülya Durudoğan M organ Holmes Berfu Şeker Michel Foueault Selin Berghan Selçuk Candansayar F. Duygu Çabuk Kaya Julia Kristeva - Hülya Durudoğan

Cinsel Yönelimler ve Queer Kuram Deneysel Arzu: Queer Öznelliğini Yeniden Düşünmek Butler ve Hegel: Arzu, Tanıma ve Akrabalık Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler) Judith Butler ve Queer Etiği interseks: Tehlikeli Bir Farklılık ¡nterseksüellik ve Cinsiyetin inşası Herculine Barbin'e "Giriş" Transfeminizm Tıbbın (eş)cinselIiğe Bakışı için Bir Arkeoloji Denemesi Kadın Beyni, Erkek Beyni Varsa Eşcinsel Beyni de Var mı? Söyleşi: Gerçek Özgürlük Başlangıç Yapmaktır / La vraie liberté, c'est le commencement

Noreen O'Connor M ary Lynne ElIis Claire Colebrook Janet Afary ve Kevin B. Anderson Selim S. Kuru Tolga Yalur Hande Öğüt Lee Edelman Hande Birkalan—Gedik Melek Göregenli Virginie Descoutures M ehm et Tarhan Haşan M etehan Özkan Yener Bayramoğlu Esra Yıldız Burcu Ersoy Ali Erol

ISSN 1300-2880-65-66

Psikanalizin Anarşisi Flastamız Homofobi Queer Kuramın Olasılığı Üzerine Foueault, Toplumsal Cinsiyet ve Akdeniz ve Müslüman Toplumlarında Erkek Eşcinselliği Yaşanan, Söylenen ve Yazılan: Erkekler Arasında Tutkusal ilişkiler ihlal ve Belirsizlik: Hünsantn Bedeni, İslam Hukukunun Kararsızlığı Lezbiyen Edebiyat ve Eleştiri Gelecek, Çocuk Oyunu: Queer Kuram, Özdeşleşmeme ve Ölüm Dürtüsü Türkiye'de 2000‘lî Yıllarda Farklılık, Cinsel Kimlikler ve Kimlik Politikalarının Yönetimi Heteroseksizm, Homofobi ve Nefret Suçları: Sosyal Psikolojik Yaklaşım Lezbiyen Anneler: Eşcinsel Ebeveynlik Işığında Karşı Cinsiyet Normatif Düzen Lambdaistanbul Aile Grubu (LİSTAG) Yeni Bir Aile, Yeni Bir Aktivist Dil Araştırmacı Bir Aktivist... Stonewall'dan Onur Yürüyüşü'ne... Queerve Sessizliğin Reddi Her Kadın Heteroseksüel Değildir Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin Türkiye Seyri

Kapak görseli: Tuba Erdoğan


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.