GENÇ YORUM DERGİSİ

Page 1

AYLIK AKTÜEL GENÇLİK DERGİSİ

YIL:13 SAYI: 148 ARALIK 2016

7

www.gencyorum.com.tr

KADARSIN


Editör

Bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirsiniz. yor u mge nc

ge nc yor u md e r gi si

Kabir kapısından ötede de dostlar lâzım “Gel, birbirimizin kıymetini bilelim Sonra ansızın birbirimizden ayrı kalmayalım Mademki inançlı kişi inançlı kişinin aynasıdır Niçin aynamızdan yüz çeviriyoruz?”

D KAPAK

er Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Dîvân-ı Kebîr’inde. Arkadaşlığın, dostluğun, kardeşliğin, yoldaşlığın, yârenliğin; adına her ne derseniz bu en az iki kişilik muhabbet inşasının bazı gereklilikleri ve bunun akabinde getirdikleri vardır. Gerçek dostluğun tanımına beyitlerinde sıkça rastladığımız Mevlânâ’nın 17 Aralık’ta vefat ettiği biliniyor. Bu vesile ile kendisini rahmetle anıyorum. Ölüm ve arkadaşlık bağlamında, enfüsî birkaç kelâm okuyacaksınız bu satırlarda. Birçok hakikati, güzelliği, nimeti yaşarken değerli bilsem de, onların gerçek kıymetlerini ancak ölüm rabıtasıyla anlayabilmişimdir hep. Geçtiğimiz günlerde yalnız yaşayan bir yakınımızın vefat haberini aldım. Kendisine bir müddet ulaşılamadıktan sonra evine gidip, ancak kapısı kırılarak vefat ettiği anlaşılmış. Eşi vefat ettiğinden beri, uzunca bir süredir yalnız yaşıyordu yenge dediğim bu kişi. Çocukken sıkça evlerine giderdik, onların çocuğu olmamıştı hiç, ama kuşları vardı hep onlara arkadaşlık eden. Son zamanlarda da sahiplendiği bir kedi yalnızlığına ortak oluyordu. Bu kişi gençliğinde güzelliği dillere destan bir kadındı. Geniş bir arkadaş çevresi, sıkça protokolde yer aldığı bir sosyal hayatı vardı. Tesettüre riayet edemese de namaz ve oruç konusunda sağlığı el verdikçe hassas davranan biriydi. Yıllar geçtikçe, yaşlandıkça

2

I

Aralık 2016

yalnızlığı arttı bu kadıncağızın. Eski çevresi, iyi gün dostları yoktu artık etrafında. Yalnız yaşıyordu epeydir ve de yalnız vefat etti. Vefat ettiğini duyunca ilk hissiyatım da yalnız vefat edişinin rikkatime dokunması olmuştu. Bediüzzaman Hazretleri, “Herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.” diyor. Bu kadıncağızın arkadaşları kabir kapısına kadar da yoktu. Bir tek ara ara hâlini hatrını sorup ilgilenen annem ve babam vardı, onla irtibatını kesmeyen ve onu merak edip evine giderek vefat ettiğini gören… Ama yalnız vefat etmişti gene de… Bütünüyle yalnızlık, insanı tüketen bir şey. Dostlara, kardeşlere ihtiyacı var insanın. Ölüm gelmeden önce eli elinde olan, ona doğruyu gösteren, düştüğünde tutup kaldıran, yanlışa sürüklendiğinde uyaran, iyi gününde de kötü gününde de yanında olan, onu hayra teşvik eden… En fedakâr arkadaş, en güzel takdir edici yoldaş, en civanmerd kardeş olan… Ölüm anında da, kabre yolcu ederken de yanında olan. Madden olamasa bile manen hep varlığını hissettiren. Ve kabrin arkasında amel defterine hayırlar yazdırarak ona yoldaşlık edecek olan. Ahiretlikleri olmalı insanın… Böyledir işte gerçek arkadaş. İhtiyacımız bunadır. Fıtratımız bunu ister. Sahte, sanal, hayâlî, salt dünyevî arkadaşlar bizim ruhumuzda yaralar açar. Belki helaketimize sebep olur. Karakterimizin zorlu taraflarını daha da sivriltir. Bizi bizden alır. Oysa bize “biz”i verecek, bizi “biz” yapacak kardeşler lâzım bize. Kabrin öte tarafında, aslî vatanımızda karşılıklı tahtlara kurulacağımız… Haydi böyle dostlardan olmak derdine düşelim, ihtiyacımız olan bize gelecek emin olun…


AralÄąk 2016

I3


İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER Sahibi Yeni Asya Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık San. ve Tic. A.Ş. adına Mehmet Kutlular Yayın Yönetmeni Şulenur Yıldırım sulenur@yeniasya.com.tr Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Recep Bozdağ

10

KAPAK Feyzbook arkadaşlığı: Risale sohbetleri Mustafa Oral

14

KAPAK Kendine dost olmak Banu Yaşar

16

KAPAK Kankalar versus bankalar Adnan Nacir

18

KAPAK Arkadaşımın sanalı gerçeği Ersin Acar

YIL: 13 • SAYI: 148 • FİYATI: ¨ 7 • ARALIK 2016 - ISSN: 2147186X

Yayın Kurulu Abdullah Eraçıkbaş İbrahim Özdabak Ahmet Dursun İsmail Tezer Mehmet Yaşar Habibe Işık Handenur Yaşar Muhammed Zorlu

22

KEYFİNCE LÜGÂT Han Duvarları - 2 Ali Hakkoymaz

26

NURLU YORUM Bediüzzaman Said Nursî

28 30

FOTO YORUM Erhan Akkaya

Kapak & Sayfa Tasarım Murat Sayan muradsayan@hotmail.com Reklam Koordinatörü Ender Küçük ender@yeniasya.com.tr Genç Yorum Reklam Müdürü Elif Alkan elifalkan@yeniasya.com.tr İrtibat ve Abone Fatih Doyuran Tel: 0212 655 88 60 / 1602 Fax: 0212 474 09 07 Danışma Hattı 0212 655 76 79 Baskı ve Cilt MATSİS Matbaa Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti. Ankara Temsilciliği Meşrutiyet Cad. Ali Bey Ap. 29/24 Bakanlıklar Ankara Tel: 0312 418 14 96 (ankara@yeniasya.com.tr)

21

KARİKATÜR İbrahim Özdabak

Almanya Temsilcisi Muhterem Uslu m_uslu@hotmail.com Adres: Zeppelinstr. 25 59229 Ahlen, Deutschland Tel: 0049 -23827668631 Faks: 0049-23827668632

www.gencyorum.com.tr genceditor@yeniasya.com.tr

Yurt İçi (yıllık) : 84 TL Yurt Dışı (yıllık) : 55 AVRO Yurt Dışı (yıllık) : 70 USD Genel Dağıtım : Yeni Asya Neşriyat Abone Dağıtım : PTT Aras Kargo

YEŞİL YORUM Diş macunu da yapabilirmişiz Handenur Yaşar

Banka Hesap No Yapı Kredi Bankası, Güneşli Metro Şubesi TL: TR35 0006 7010 0000 0071 8679 32 EURO: TR25 0006 7010 0000 0071 8723 80 Posta Çeki No: 484881 Nasıl Abone Olunur: 1.Okuyucu temsilcisine ait telefon,fax veye e-mail’e not bırakmak. 2.Yukardaki Banka veya Posta çeki hesap numarasına abone bedelini yatırarak. İlgili dekontla birlikte adınızı ve soyadınızı, açık adresinizi telefon numaranızı ve varsa e-mail adresinizi, hangi sayıdan itibaren abone olmak istediğinizi göndermeyi unutmayın!


33 34

HER TELDEN Bir uygulama, bir hikâye Edibenur Üner

35

ÇAY SAATİ Arapça’da sayılar neredeen nereye doğru gider? Büşra Bakırcı

36

ZÜREFA Fatma Şehide Nur

38 40 41 42

44

ESKİMEZ YAZI Emine Sultan Çakır

46

ÖĞRENCİ İŞİ Öğrenci işi eğlence Ayşenur Aydoğdu

48

EHL-İ TİVİT Derleyen: Seren Adıyaman

50

HERKES İÇİN SANAT Modern zamanlarda klasik Melike Nursultan Üner & Nuriye Sultan

54

ANLAMLI YORUM Farklı vilayetlerde bulunan kardeşlerimle bir hasbihâldir Şeyda Sultan Zengin

56

ZİHNİN ÇARKLARI Hayâl Caner Kutlu

60

KÜLTÜR SANAT İlknur Fatma Kemerli

62

TEKNO HABER Muhammed Zorlu

NESL-İ ÂTİ AKADEMİSİ Huriye Yücesoy KEÇELİ’NİN KİTAPLIĞI Nuriye Sultan FEYÂLİLACEB Yenecek çikolatamız varmış Şulenur Yaşar

HAYÂLNÂME Zaman öyle fedailer ister ki… Şüheda Kale


HABER YORUM

KUR’ÂN’I OKUYUNCA FUTBOLUM GELIŞTI ARSENAL’IN Arnavut asıllı Alman futbolcu Shkodran Mustafi, İslâm’ın kendisine çok şey kattığını, bu sayede daha iyi bir futbolcu olduğunu açıkladı. Sporyx’de yer alan habere göre; İngiltere’ye ilk olarak 17 yaşında, Everton takımına geldiğini ve Müslüman olduğunu söyledikten sonra yaşadığı zorlukları anlatan Mustafi şöyle konuştu: '”17 yaşındayken Everton’da takım arkadaşlarımla beraber dışarı çıktık. Herkes beni Alman sanıyordu. Bana ‘Sen Almansın, nasıl alkol almıyorsun?’ diye sordular. ‘Hayır’, dedim. ‘Ben bir Müslümanım ve alkol kullanmam.’ Ardından bana birisi neden Müslüman olduğumu sordu. Ben de ailemin Müslüman olduğunu ve Müslüman bir or-

tamda büyüdüğümü söyledim. Eve gittiğimde bunun güzel bir soru olduğunu fark ettim. Çünkü kendime hiç sormamıştım. Sadece ailenin sana öğrettiği şeyler. Ve sen neyin iyi, neyin kötü olduğunu, neden alkol kullanmaman gerektiğini ve neden domuz eti yiyemediğini sorgulamıyorsun. Ardından Kur’ân-ı Kerim okumaya karar verdim. Hep sorular sordum. Okuduktan sonra her şey daha da ilgi çekici oldu. Bana çok yardımı dokundu.'”

Sizin de Mustafi’ye Risale-i Nur gönderesiniz geldi mi? Tam da Bediüzzaman’ın bahsettiği taklidî-iman tahkikî iman mukayesesini yapmaya başlamış bir zihin. Temelleri sorgulamaya başlamış birine nasıl da ilaç gibi gelir bu kitaplar. Arsenal’in Alman futbolcusu Shkodran Mustafi

6

I

Aralık 2016


GITTIKÇE DAHA ÇOK KONUŞUYORUZ TÜRKIYE’DE geçen yılın ikinci çeyreİletişim, hatta olumlu bir tabirle ğinde, 399 dakika olan abone başına ‘müfritane irtibat’ iyi güzel hoş da, aylık ortalama mobil görüşme süresi ya bu telefon görüşmelerinin çoğu (MoU) bu yılın aynı döneminde yüzdedikodu veya malayanî muhabbetde 6,7 artışla 426 dakikaya ulaştı. lerse... Ömür sermayesinin azlığını Cepten görüşme süresinde Avruhatırda tutacak bir şeyler lazım pa’da liderliğini koruyan Türkiye, bize. Hem Peygamber Efendimien yakın takipçileri Fransa, İsveç zin tavsiyesi değil mi; az uyumak, ve Norveç ile arayı açarken, MoU az yemek ve az konuşmak... Nedeğeri 151 dakika olan Almanya’yı dir bizi bu dünya zirvelerine neredeyse üçe katladı. Anadolu çıkaran konuşma aşkı. Keşke Ajansının, Bilgi Teknolojileri ve konuşma sürelerimizin artİletişim Kurumu (BTK) verilerinması kadar insanların da den yaptığı derlemeye göre, gebirbirine yakınlığı artsa. çen yılsonu itibarıyla Türkiye’de Ama ne yazık ki, telefon yaklaşık yüzde 93,5 penetrasyon trafiği artıyor, insanlar oranına karşılık gelen toplam 73 birbirinden uzaklaşıyor, milyon 650 bin 996 mobil abone yalnızlaşıyor. Telefon bulunurken, 4,5G abone sayısı 38 kullanımında önüne gemilyon 597 bin 384’e yükseldi. çilmez bir artış olurken Toplam trafiğin dağılımına baPeygamberimizin bu kıldığında, yıllar itibarıyla mobil küçücük hadisini haarama trafik miktarı artarken, yata geçirmek daha sabit arama trafik miktarının da zorlaşıyor. Dedüştüğü görüldü. Toplam trafik mek ki bunun için, miktarı bu yılın ikinci çeyreğinde, “Ahir zamanda bir geçen yılın aynı dönemine göre yüzde sünnetime yapı6 artışla 59,3 milyar dakikadan 63 şan yüz şehidin milyar dakikaya yükseldi ve sevabını kazabu trafiğin yaklaşık yüznır” buyurmuş de 95’ini mobil trafik en güzel insan. oluşturdu.

Aralık 2016

I7


TÜRKIYE, INTERNETTE ‘ÖZGÜR OLMAYAN ÜLKE’ OLDU

MERKEZI Washington’da bulunan Özgürlük Evi Raporda Türkiye ile birlikte kategorisi düşen diğer (Freedom House), ülkelerde internetin ne kadar özgür ülke de Brezilya oldu. Brezilya da “özgür” kategoriolduğunu incelediği yıllık raporunu açıkladı. Dünya sinden “kısmen özgür” kategorisine geriledi. genelinde özgürlüklerin durumunu takip eden ÖzgürRapora göre sadece 14 ülkede ilerleme tespit edilük Evi’nin (Freedom House) “Nette Özgürlük 2016” lirken, raporda mercek altına alınan 65 ülkeden raporunda Türkiye’nin kategorisi “kısmen özgür” 34’ünde geçen yılın Haziran ayından bu yana inseviyesinden “özgür olmayan” seviyesine indirildi. ternet özgürlüğünde olumsuz bir gidişat görüldü. Raporda ülkelere, internet özgürlüğünde “0” en Dünyadaki tüm internet kullanıcılarının üçte ikiözgür, “100” en az özgür olmak üzere not veriliyor. sinden fazlasının, internet faaliyetlerini aktif şekilTürkiye “61” puanla raporda “özgür olmayan ülke” de kısıtlayan ve kullanıcıların paylaşımlarınkategorisine yerleştirilen 20 ülke arasında yer aldı. dan dolayı hapis ve kırbaç dahil sert cezalara Türkiye geçen yıl “58” puanla “kısmen özgür ülke” çarptırıldığı ülkelerde yaşadığı tahmin ediliyor. kategorisinde bulunuyordu. Raporda son 5 yıldaki gidişata bakıldığında, Türkiye’nin 2011 yılından bu yana tam 16 puan gerilemesi dikkat Bediüzzaman Hazretleri’nin, “Ekmeksiz yaşarım hürçekti. Türkiye’de internet özgürlüğüriyetsiz yaşayamam” sözlerini hatırladık bu haberle. nün son yıllarda kötüleştiğine işaret ediBaşka hakları ihlal etmediğimiz sürece özgürlük en len raporda, ‘sosyal medya platformlarının mahfuz hakkımızdır. Fikrini ifade etme hürriengellenmesi, kullanıcıların çoğunlukla hükümet yetinin olmadığı bir ortamda gelişmeden yetkililerine yönelik ya da dinle bağlantılı eleştirilesöz etmek ne mümkün. Daha ne kadar riyle alakalı suçlamalardan adlî kovuşturmaya uğgerileyeceğiz ey halkım? raması’ gibi olumsuz gelişmeler vurgulandı.

8

I

Aralık 2016


İSTANBUL ŞEHITLER IÇIN KOŞTU İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi (İBB) Spor AŞ tarafından bu yıl, “15 Temmuz Şehitleri İçin Koşuyoruz” sloganıyla Vodafone 38. İstanbul Maratonu düzenlendi. 13 Kasım’da gerçekleşen koşuya katılım yoğundu. Organizasyon kapsamında gerçekleştirilen; maraton, yarı maraton ve 10 kilometre yarışları ile 8 kilometrelik halk koşusu 15 Temmuz Şehitleri Köprüsü’nün Anadolu yakası tarafında, 15 Temmuz gecesi tanklarının trafiği kestiği noktadan başladı. “15 Temmuz Şehitleri İçin Koşuyoruz” sloganıyla düzenlenen etkinliğe çok sayıda sporcu ve vatandaş katıldı. Katılanların arasında Türk bayrağına sarılmış olarak koşan veya yürüyen pek çok vatandaş vardı.

AR L U C L YO N I D A K

Toplam 8 kilometrelik halk koşusu etabına da yine bu amaçla, “Kahramanlar Koşusu” adı verildi. Vatandaşların büyük ilgi gösterdiği 8 kilometrelik koşuda katılımcılar, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nü geçip, Dolmabahçe’de parkuru tamamladı. Şehitlerine sahip çıkan bir ülkenin vatandaşlarından kimseye zarar gelmez aslında. Ülkede birlik, beraberlik, sadakat gibi olgulara rastlamak çok sevindirici. Yalnız şunu da belirtmek isteriz ki, bu ülkenin 15 Temmuz dışında da binlerce şehitleri var. Ve birçok da darbesi... Mademki şehitlerin anısı gözetilip böyle bir karar alındı. Seneye de diğer şehitler için koşar mı İstanbul?

ER B A H L ZE Ü G N I Ç I

İSTANBUL Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisi kasım ayı toplantısının 3. birleşimi İBB’nin Saraçhane’deki binasında gerçekleşti. Şiddet, taciz veya cinayet vakalarını azaltmak için uygulaİBB Meclisi’nin CHP’li üyesi Esin Hama değişiklikleri yetmez evet. Ama kadınların güvenliği için cıalioğlu, İETT otobüslerini kullanan kadın veya tedirginliklerini azaltmaya yönelik atılmış güzel bir yolcuların belirli bir saat diliminden sonra isteadım sayılabilir. Sünnet-i seniyye doğrultusunda yadikleri noktada iniş yapabilmelerini, varacakları şayabilsek bunların hiçbirine gerek kalmayacak noktaya daha yakın mesafede inmelerini, bunun da ya… Ya da Bediüzzaman Hazretleri’nin tabikadının sokakta şiddete maruz kalma olasılığını düşüriyle; vicdanı harekete geçirerek her kalbe bir receğini düşünmekte olduklarını belirterek, konuyla ilgili polis koyma fikri en işe yarar ve sağlam önerge sunmak istediklerini söyledi. çözüm. Allah vicdanlara tesir ettirsin. Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2002–2015 yılları arasında ülkede 5 bin 406 kadın cinayeti işlendiği ifade edilen önergede, 2015’te 303 kadın cinayeti işlenirken 2016 yılının Ocak ayında 36, Şubat ayında 23 kadının öldürüldüğü kaydedildi. Aralık 2016

I9


EN OLAĞANÜSTÜ KUR’ÂN KOLEKSIYONU ABD'DE

AMERIKA’NIN Washington eyaletinde Kur’ân sergisi yapıldı. Sergiye dünyanın en büyük müze ve araştırma enstitüsü Smithsonian ev sahipliği yaptı. İstanbul’daki Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin el yazması Kur’ân-ı Kerim koleksiyonundan 64 eser, Koç Holding’in desteğiyle Smitsonian’da sergilendi. “Kur’ân-ı Kerim Sanatı: Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nden Hazineler” adını taşıyan sergi, Koç Holding ile Smithsonian Vakfı arasında 2005’te imzalanan ve Türk kültürünü dünyaya tanıtmak için işbirliğini içeren anlaşma kapsamında yapıldı. Smithsonian Müzesi’nin muhteşem bir galayla duyurduğu sergi, büyük yankı uyandırdı. ABD’nin gördüğü bu çaptaki ilk Kur’ân sanatı sergisi olma özelliğini taşıyan serginin gala gecesinde konuşan galeri direktörü Julian Raby, öyle heyecanlıydı ki, “Dünyanın en olağanüstü Kur’ân koleksiyonu burada. Tükler hazinelerini bize bağışladı. Asya

10

I

Aralık 2016

nihayet Amerika ile buluştu. Bu da milyonlarca kişinin erişimine sergi Müslüman hattat ve zana- açık olacak. Online ziyaretçiler, atkârların 1000 yıldan uzun bir ilgilerini çeken bir kaligrafik ya süre boyunca Kuzey Afrika’dan da illüstratif öğe hakkında da deAfganistan’a kadar yayılan sa- taylı bilgiye sahip olabilecek. natlarını ABD’deki ziyaretçilere sunan benzersiz bir fırYeni liderden sonra İslamofobinin ne duruma sat niteliğinde.” geleceği merak konusu. Bu haber ise İslamodemekten kendini fobiyi kırabilecek bir etkinlik. En azından alamadı. Amerikan halkı bu sergi sayesinde neye karşı fobisinin olduğunu yakından gö20 Şubat’a kadar açık rebilecek. Sergiye yolu düşenlerin kalacak sergiyi 200 bin kişisayısının fazla olması dileğiyle. nin ziyaret etmesi bekleniyor. Sergi kapsamında Kur’ân-ı Kerim el yazmaları dijital ortamda


TÜYAP BU YIL REKOR KIRDI İstanbul Kitap Fuarı bu yıl 35. kez kitapsever ve sanatseverlere kapılarını açtı. 12 Kasım Cumartesi günü başlayan fuar, 20 Kasım Pazar günü sona erdi. TÜYAP tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği iş birliğiyle düzenlenen 35. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ve gene TÜYAP tarafından düzenlenen ARTİST/26. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı’nda ziyaretçi sayısında ciddi artış görüldü. TÜYAP, fuarı ziyaret eden kitapsever ve sanatsever sayısında, geçen yıla göre yüzde 11,3 artışla 621 bin kişiyle rekor kırdı. Bu yıl 800 yayınevi ve sivil top-

lum kuruluşuyla 12 Kasım’da kapılarını açan TÜYAP’ta, fuar süresince söyleşi, panel, şiir dinletileri ve çocuk etkinlikleriyle birlikte 300 etkinlik gerçekleştirildi. Ana temanın “Felsefe ve İnsan” olduğu fuarda, çocuklara yönelik “Eğitim Hakkı”, “Farklılıklar”, “Eleştirel Okuma ve Düşünme” üzerine atölye çalışmaları gerçekleştirildi. Genç Yorum dergimizin bünyesinde bulunduğu Yeni Asya Neş-

riyat da fuarda yerini aldı. Yazar ve çizerlerini okurlarıyla buluşturan Yeni Asya Neşriyat fuarın kapanışını da yoğun bir katılımla yaptı. Yazarlardan Kâzım Güleçyüz, Mehmet Ali Kaya, Sebahattin Yaşar, İsmail Tezer, Ali Ferşadoğlu ve M. Oğuz Reha Umurca; çizerlerden de İbrahim Özdabak, Demirhan Kadıoğlu ve Hayreddin Ekmen sevenleriyle bulup sohbet etti ve kitaplarını imzaladı.

Başta Risale-i Nur Külliyatı olmak üzere dinî, siyasî, sosyal, kültürel, eğitim ve psikolojiye kadar pek çok sahada çocuk, gençlik ve aile üzerine çeşitli yayınlarıyla fuara katılan Yeni Asya Neşriyat, yayın dünyasındaki istikrarlı çizgisini sürdürüyor ve yeri doldurulmayacak bir hizmeti 10 yıllardır sürdürüyor.

Aralık 2016

I 11


Feyzbook

KAPAK

sohbetleri Mustafa Oral m u st a fa or a l7 4 @ hotma i l. com

12

I

AralÄąk 2016


E

skiden “arkadaş” deyince her daim bize arka çıkan, cenazemizde ağlayan, düğünümüzde oynayan candaş akla gelirdi. Sonra insan denilen o güzide varlık bozuldu. Arkadaş ve candaş gitti, yandaş geldi. Yandaş dediğin bugün senin, yarın başkasının yanında. Şimdilerde modern hayatın açmazlarında yalnızlaştıkça yalnızlaşıyoruz. Sıkıntılarımızı paylaşacağımız paydaş, canımıza can katacak candaş, sırlarımızı açıklayacağımız sırdaş arıyoruz. Bulamayınca, yığınla para verip psikologun başını ağrıtıyoruz. Bu işte para var, diyen arkadaş Facebook diye bir sayfa açmış. Çıkmaz sokaklara sözde duvarlar kurmuş. Yalnızlığımızı paylaştırmaya çalışmış. Arkasından Twitter, Instagram gelmiş. Şimdi ‘arkadaş’ deyince akla Facebook geliyor. Duyulmak, görünmek, okunmak, beğenilmek için arkadaşlar ekliyoruz. Bizi kimse beğenmeyince biz de “beğen”miyoruz, takipten vazgeçiyoruz veya arkadaşlıktan çıkarıyoruz. Gerçek şu ki, arkadaşlık hiç bu kadar zor, arkadaş eklemek ve arkadaşlıktan çıkarmak hiç bu kadar kolay olmadı. Hz. Mustafa (asm) dünyaya gözlerini açtığında babası yoktu. 6 yaşına geldiğinde annecağızı babasının yanına gitti. Zamanla yalnızlığı daha da derinleşti. Efkârını dağıtmak için Hira Mağarası’na giderdi. Orada bir dünya kurdu. Rabbiyle baş başa günler geçirdi. O günlerde “feyzbook” Kur’ân kalbine inmeye başladı. Bugün olsaydı belki Hira duvarına şöyle yazardı: Rabbi tarafından sevilmiş hissediyor. Rabbiyle baş başa bir gece geçireceği için çok mutlu… Hira’da kalbinin sayfasında güzel sözler, resimler paylaştı. Gökyüzünü sayfasına indirdi. Kâinata semavî hakikatleri ilan etti. Akabinde varlıklar arkadaş olarak eklemeye başladı. Zamanla sahabe denilen dostlar, arkadaşlar edindi. Sahabe ve ashâb “sahip” demektir. Hz. Mustafa (asm) ve sahabeleri birbirinin sahipleri oldular. Ebedî bir arkadaşlık kurdular.

“ “

O (asm) herkesi kendi Hira’sına çağırıyor O (asm), herkesi kendi Hira’larını kurmaya çağırdı. Her sahabe kendi Hira’sında paylaşımlarda bulundu. O (asm) hepsini ‘beğen’di, sayfasında paylaştı. Hiçbir sahabeyi arkadaşlıktan çıkarmadı. Kimseyi engellemedi. Ekleyen herkesi kabul etti. Allah’tan başka dost edinecek olsaydım Ebubekir’i seçerdim, diyen Hz. Mustafa’yı (asm) ilk önce o ekledi. Hz. Ebubekir hep ve sadece onu takip etti. Her paylaşımını beğendi. Canı pahasına paylaştı. Aradan 1400 yıl geçti. Bediüzzaman sahabe ruhunu yaşamak ve yaşatmak için kuş uçmaz, kervan geçmez Barla’ya geldi. Barla, Hira oldu. İnsanla, kâinatla yüzleşti, hâlleşti. Aziz, sıddık, fedakâr arkadaşlarının, sahabeleri hatırlatan tertemiz kalblerine ve yüzlerine baka baka Feyzbook kitabı Nur Risalelerini telif etti. Arkadaşlarından en dikkat çekeni çağın Hz. Ebubekir’i Süleyman Kervancı idi. Hz. Ebubekir her şeyini Efendimiz (asm) için terk ettiği gibi Süleyman da Üstadı için feda etti. Böylece “sıddık” unvanını kazandı. Dün sohbet halkasına Hz. Ebubekirler, Hz. Ömerler, o gün nur kervanına Süleyman Kervancılar, Mustafa Çavuşlar katıldı. Tarih bu gün asr-ı saadet ve Barla Sıddıkları’nı hayırla anıyor. İhtimal ki sahabeler olmasaydı onun (asm) adı bugünlere kadar gelmezdi. Barla Sıddıkları olmasaydı Nur Kervanı bugünlere ulaşmazdı.

Oysa bugün her zamankinden daha çok Hira ve Barla’ya ihtiyaç var.

““

Bizim Hira’mız, Barla’mız Nur sohbetleridir Bugün tembellik, korku, küskünlük gibi nedenlerle Risale derslerini ekiyoruz. “Biz kendimize yeteriz. Kendimiz okuruz.” desek de okuyamıyoruz. Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal paylaşım sitelerinde zaman öldürüyoruz. Oysa bugün her zamankinden daha çok Hira ve Barla’ya ihtiyaç var. Evet, hepimizin bir Hira’sı, bir Barla’sı olmalı. Bir Hz. Ebubekir’i (ra) ve bir Süleyman’ı olmalı. Hira’sı Aralık 2016

I 13


olanın Hz. Ebubekir’i olur. Barla’sı olanın Sıddık Süleyman’ı olur. Bizim Hira’mız, Barla’mız Nur sohbetleridir. Ebubekir’imiz, Süleyman’ımız ders arkadaşlarımızdır. Sahabelerin bir saati velilerin bir günü gibidir. Sahabe hayatının yaşandığı Nur sohbetleri velilerin bir gününe denk gelebilir. Kim bu kârlı ticareti reddedebilir? Sahabeler bütün ümmetin hasenatından hissedardır. Bir zaman Sultan herkesin havuza bir kova süt dökmesini ister. O gece herkes “ben bir kova su döksem arada kaynar.” diyerek su döker. Sabah olduğunda bakarlar ki havuz tamamen sudur. Risale sohbetleri rahmet deryasından akan nuranî sütlerdir. Sen derse gelmediğinde o nuranî kevser havuzundan bir kova süt eksik olacak. Derse gelen felekler, melekler, nuranîler, ruhanîler aç kalacak. Senin derse gelmen aşk ve şevk veriyor. İhlâs, uhuvvet ve muhabbete sevk ediyor. Sen gelmediğinde herkes zarar ediyor. Sahabeler gösterdikleri fedakârlık, gayret, ihlâs ve dostluk ile; Kur’ân, Zebur, Tevrat ve İncil’in, en çok da Hz. Mustafa’nın (asm) övgüsüne mazhar Risale-i Nur oldular. Sen sahabeliğin yaşandığı Nur derslerine geldiğinde sohbetlerine madden ve Rabbimiz, Habibi (asm), melekmanen melek-i siyânet misali ler, felekler, ruhanîler, enbiya, sahabe, evliya ve asfiyanın övHz. Ömer (ra) gibi sahabeler güsüne mazhar oluyorsun. Yetyâr ve yardımcı olarak mez mi bu güzellik sana? Seni kelle koltukta, geliyor. biri yalandan bile övse sabaha kefen boyunda yakadar dinlemez misin? şanan demlerdir. “Ashâbım yıldızlar gibidir. HangiDönüp bakar. Karsine uyarsanız yolunuzu bulursunuz.” şısındaki hiç de bize demiş Hz. Mustafa (asm). Demek ashâb ve benzememektedir. Nidost dediğin yıldız gibi olmalı. Kuşlar yollarını hayet gecenin karanlığında ses yıldızlara bakarak bulurlar. Yere değil, göğe bakyükselir: Ben Halife Ömer’im (ra). Seni komalı; semavî olana odaklanmalı. Ashâb semavîydi. rumakla vazifelendirildim. Yıldızlar gibiydi. Risaleler sahabelerin semasından Risale-i Nur sohbetlerine madden ve manen megelmektedir. Nur sohbetlerinde sahabeyi hatırlatan lek-i siyânet misali Hz. Ömer (ra) gibi sahabeler yâr semavî dostluklar kurulur. Onlarla hak yol bulunur. ve yardımcı olarak geliyor. Diyeceğim o ki: Sen derRisale dersleri bizi göklere, semaa davet eder. se gelmeseydin o gün Hz. Ömer de seni görmeye Odayı aydınlatan yıldız sahabelerin nurlarıdır. Her- gelmeyecekti. kesin bir hikâyesi olduğu gibi herkesin de bir sahaSahabelerin anıldığı Nur sohbetleri orman ve besi vardır. Risale sohbetine gelen yanında en sev- yağmur gibidir. Her ağaç bir damla yağmurdur. diği sahabeyi de getirir. Sen gelmediğinde o nuranî Ağaç ne kadar çoksa yağmur da o kadar çok yağar. semada bir yıldız eksik, bu sema ahenksiz olacak. Yağmur ne kadar çok ise ağaçlar o kadar çok olur. Bir gece Nur Talebesi Risale sohbetinden döner- Sohbete ne kadar çok insan katılırsa rahmet o kaken ayak sesleri işitir. Endişelenir. Zira o günler dar çok olur.

14

I

Aralık 2016

““

“ “


Nur sohbetleri dünya zindanında “görüş günü”dür O gün sadece yaşayanları değil, başta ahirete intikal eden Nur Talebeleri olmak üzere evliya, sahabe ve enbiyalarla görüşme saatidir. Hangimiz sahabeye verdiği randevuya gitmez? Hangimiz sahabeyi yaşatmaya çalışan bir arkadaşın sohbet davetine icabet etmez… Bazen dostluklar sıkıntılı bir sürece girebilir. Üzülme. Sahabe döneminde de ufak tefek olmuş. Fakat affederek aşk tazeler gibi arkadaşlığı tazelemişler. Küsüp derse gitmemekle arkadaşlığı biraz daha zedeliyorsun. Etme… Seni dünyaya çağıran arkadaşların var. Hâlbuki en büyük veliler sahabe derecesine çıkamadığı gibi dünyanın sultanlığına çağıran ‘kanka’n da, seni

Rabbine kulluğa çağıran dostunun yerini tutamaz. Peygamberimiz kırk sahabe ile kırk devlete meydan okumuş. Bugün insanlığın bu kadar acı çekmesi, kırk kişilik düşmanın kırk İslam devletine meydan okuması asr-ı saadetteki muhabbet, sadakat ve güvene dayalı dostluğu hayatımıza taşıy amamaktan kaynaklanıyor. Sen derse gelmedikçe arkadaşının sana duyduğu muhabbet, sadakat ve güven sarsılıyor. Farkında mısın? Evet, bugün her zamankinden daha çok Hira ve Barla’ya ihtiyaç var. Bizim Hira’mız ve Barla’mız feyzbook Risalelerin okunduğu Nur sohbetleridir. Ebubekir’imiz, Süleyman’ımız ders arkadaşlarımızdır. Facebook ve Twitter’daki dostluklar kabir kapısına kadardır. Kabre girdiğinde seni “beğen”ecek, dualarına âmin diyecek arkadaşa ihtiyacın var. Aralık 2016

I 15


KENDİNE

OLMAK

T S O D Banu Yaşar

P s i kolog & Psi koter a pi st ya s a r ba n u @ ya hoo. com

-Önce kendine dost ol... -Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum ki... -Sana dost olmasını istediğin kişi gibi davran kendine, nasıl bir dosta ihtiyacın varsa, kendine de öyle dostluk et...

İ

KAPAK

nsan eksik hisseder, ötekinin yüreğinde kendini tamamlayacak bir kelime arar. Tam bulduğunu düşündüğünde bir de bakar ki o da eksik, o da yarım, o da bir arayış içinde... Bu tamamlanma ve tam olma arzusu, huzurun sadece bu tamamlanış ile olacağı inancı, insanı bir ömür boyu aramaya iter. Her rastladığı, her fark ettiği ve her gönlüne düşen insanda bu sefer bulacağına dair inancı daha da artar. Her ne kadar tekrar tekrar hayal kırıklıkları yaşamış olsa da, hep bir yerlerde aradığı şeyin kendisini beklediğine inanır. Çevresine realist söylemlerle artık kimseye ihtiyacı olmadığı çığlıkları atsa da, herkesten sakladığı kapıların arkasına geçip, geleceğine inandığı şey için gizli gizli dua eder. Bir dost ister, hesapsız sevip, sevileceği, koruyup kollanacağı, dinleyen, anlayan ve şefkatle sarmalayan bir dost... İçindeki muzip ve muhalefet ses, ‘Ne çok şey istiyorsun?’ diye güler. İmkânsız görünen mümkünlere âşıktır insanoğlu, kendi de güler. İnişler, çıkışlar, hayal kırıklıkları... ‘Tamam, sonunda buldum’ diye başlayan, ‘bu da değilmiş, artık kimseye inanmam’ diye biten cümleler...

16

I

Aralık 2016


“ “

‘Yine mi ben, hep mi ben’ diye Öteki aynadır, o aynada iyi ve kötü kendine acımayı, sızlanmayı, tüm yanlarını görebilirsin. bir kurban rolünde hissedip Ötekinde en hoşlanmadığın kendine ağıtlar yakmayı şey, kendinde en sevmediğin, sever insan. Ağıt yakfakat bu zamana kadar hiç Değişmek ise sancılıdır, mak, kolay vazgeçilen fark etmediğin bir yönün mağduriyetinden beslenen bir şey değildir, yan kaolabilir. Ya da ötekinin ayzançları vardır, her ne bir kahraman olmaya nasında tahammül edemekadar acınası görünse diğin şey, senin kendinden benzemez, önce kendini de, sorumlukları erteler, esirgediğin, onun kendine çünkü o bir mağdur, o bir adam etmen lutfettiği bir şey olabilir... kurbandır. Her gördüğünde bilinçaltıngerekir. Bitmiş hikâyelerin bile da kendine zulmünü hatırlattıbitmemiş ağıtçıları vardır. ğı için tanımlayamasan da kötü Çünkü hikâyeyi okumaya çalışhisler duyarsın. O sıralar nefsinle en maktan daha kolaydır, daha konforçok neyin savaşını veriyorsan, ötekinin ludur kendine acımak. aynasında ona dair izler görür, aynaya ait lekeDeğişmek ise sancılıdır, mağduriyetinden besle- lermiş gibi öfkeyle onu silmeye çalışırsın. Ötekinde nen bir kahraman olmaya benzemez, önce kendini ne rahatsız ediyorsa seni, önce bunun hangi duygu adam etmen gerekir. Önce kendine dürüst olman, olduğunu sor kendine, sonra en dürüstünden sadece önce kendine sahici bir dost olman, önce kendine kendine samimi bir cevap ver, sonra da bu duygunun sendeki geçmişe dair izlerini ara. İnan bana, doğruyu söylemen gerekir. Kendine bunları ikram etmezsen, hep ötekinde bundan öte bir seyahat tanımadım ben... Önce kendine dost ol, azarlamak, aşağılamak, senararsın mutluluğu da teselli edilmeyi de... den adam olmazlar yerine, şimdi zorlanıyorsun, acı çekiyorsun, belki bir süre bu durum devam edecek, gel birlikte okuyalım bu yaşadıklarımızı, diye fısılda kulağına... Önce ona ebeveyn ol, önce ona dost ol, bunu senden başka kimseye devredemezsin... Senin yerine kimse yapamaz bunu... Dinle onu, arada sessiz sedasız bir yere oturt, kalabalıkların içinde kaybolmasına izin verme, bırak ağlasın ara sıra, hemen üstünü örtme, hatırlamasın diye gürültüler içinde oyalama, dozunda acı da çeksin, yasını da tutsun, yaşadıklarını okumasına yardım et, öğrenmesi için zaman ver, acele etme, senden alamadıklarının dilencisi olmasın başka yerlerde, sen ver gerçek ihtiyaçlarını, şımarır, kontrol edemem diye korkma, ‘çok istiyorsun biliyorum, ama böyle olmaz’ diye sınırlar da çiz ona, biraz sızlanır, ama hisseder neden bahçe duvarına ihtiyaç olduğunu... Ona kapısını açmayanların davrandığı gibi davranma.

““

Nasıl bir dost istiyorsan, kendine öyle bir dost ol...

Aralık 2016

I 17


KAPAK

Kankalar versus bankalar! T

eknolojinin imkânları ile birlikte uzaklar yakın, mekânlar da “online check-in” oldu. Sosyal ilişkilerimiz de bu imkânlara uygun olarak gelişti mi peki? Şöyle bir düşünelim; bir arkadaşınızla daha önce hiç bulunmadığınız ve oraya nasıl gidildiğini bilmediğiniz bir mekânda buluşacaksınız. “Ne var bunda?” demeyin, şimdi biraz daha zorlaştırıyorum durumu: cebinizde buluşulacak noktayı koordinatlarıyla ve kamera çekimleri ile gösteren bir harita ve o noktaya nasıl gidileceğini sesli komutlarla tarif eden bir navigasyon cihazınız yok! O bölgeye hangi ulaşım vasıtalarını kullanarak gidebileceğinizi öğrenebileceğiniz, otobüs saatlerine bakabileceğiniz bir uygulama yok. Otobüslerde de hangi durağa yaklaştığınızı, bir önceki ve bir sonraki durakların neler olduğunu öğrenebileceğiniz elekt-

18

I

Aralık 2016

Adnan Nacir

a d n a n n a ci r @ g ma i l. com

ronik tabelalar yok. Her şeyden önemlisi, istediğiniz anda istediğiniz kişiyle haberleşmenizi sağlayacak ve cebinizde taşınabilecek mobilitede bir cihaz da yok! Ne oldu, buluşmaktan vaz mı geçtiniz yoksa? Biliyor musunuz, çok da uzak sayılmayacak bir geçmişte insanlar bu şartlar altında buluşuyordu. İçinde bulunulan şartların ağırlığı dostlukları daha da pekiştiriyor sanki. Askerlik arkadaşlıkları meselâ, kelimenin tam anlamıyla “ölümüne”dir orada... Eskiden “dostluk” kavramını niteleyen çok fazla farklı kelime yoktu. En fazla, ideolojik yönelimlere göre değişen tabirler vardı. Yoldaş dendiğinde akla ne bileyim, bir “İvan” ya da “Vladimir” falan gelirdi. İki kutuplu soğuk savaş yıllarının bu ayrışımları her alanda kendini gösterirdi. Mesela uzaya mı çıktı birisi, ona ne deneceğine çıkış yaptığı yere göre karar verilirdi. Amerika’dan çıktıysa astronot, Rusya’dan çıktıysa kozmonot deniyordu. Hayır, aynı yere çıkmıyorlar


mıydı neticede, neydi bu farklı olma çabası? Neyse Allah’tan, bu iki ülkeden başka uzaya çıkan olmadı da sadece iki farklı isimle kaldık. İnsanlar, dertlerini dostları ile paylaşır, her konuda dostlarının yardımına ilk koşan da kendileri olurdu. Paraya sıkışılsa ilk dostlardan borç alınırdı. Dostlar birbirine kefil olurdu alışverişlerde. Sözler senet kıymetinde olur, vade gününü hatırlatmak gerekmezdi. Sevinçler de dostlarla payla şı l ı rd ı, sevinçli bir olay için ilk

kutlama dostlardan gelirdi. Bir film seyredilse, dostlara anlatılırdı. Hem de baştan sona! Gerektiğinde canlandırma ve taklit de yapılırdı anlatımda. Öyle ki, karate filmi seyredilmiş ise orada öğrenilen bir teknik yine dostlar üzerinde denenirdi. Bilgi ve iletişim teknolojileri bugün öyle bir seviyeye geldi ki en küçük bir hareketimizden bile ticarî anlam çıkarılmaya çalışılıyor. Market alışverişlerimizin istatistikleri analiz edilip, hangi saatte hangi ürün daha çok satıldıysa o ürün ön plana çıkarılıyor, gözümüzün içine sokuluyor adeta. Alışveriş merkezlerine hangi kapıdan girdiğimize bağlı olarak, oraya yakın firmaların reklam SMS ve mailleri otomatik olarak gönderiliyor. Kişisel verimiz olarak bildiğimiz bize özel bilgiler, kilolarla satılıyor neredeyse. Kilo dediysem kilobyte gelmesin aklınıza, o bilgilerin içinde olduğu disklerin kilosunu kastediyorum. İnternetten bir ürünün özellikleri veya fiyatını merak edip aratmış olabilirsiniz. Biraz sonra ilgisiz bir başka sayfada gezinti yaparken, az önce aradığınız ürünün satıldığı sayfalar çıkarılıyor önünüze. Online işlemler hayatımızda daha da yaygınlaştıkça kaçınılmaz olarak bankalarla içli dışlı olmaya başlıyoruz. Doğum tarihimiz, mülk envanterimiz ve iş zekâsı çözümleri ile ticarî anlam kazanabilecek ne kadar önemli bilgimiz varsa bankaların uhdesinde bulunabiliyor. Sorduğunuzda CRM (Customer Relationship Management - Müşteri İlişkileri Yönetimi) uygulaması olarak müşterisini daha yakından tanımaya ve ona değer vermeye yönelik bir çalışma olduğunu söylerler. Doğum günlerimizi “kankalar”dan önce kutlarlar. Ev ya da araba aradığımızı öğrenince, hemen kredi vermeyi teklif ederler. Bazen hiç istemesek bile adımıza bir kart veya kredi tanımlayıp haber verirler. “Ben istememiştim ki” dersiniz, ama “genç adamsın, cebinde bulunsun ehehe” yaklaşımındadırlar. Sahip olduğumuz şeyleri risklerden korumak için sigorta önerirler, bazen bizi o kadar düşünürler ki “sana bir şey olmasın abi” diyerek haberimiz olmadan sağlık sigortası başlatırlar. Tabiî ki sundukları bütün hizmetler karşılığında para ödersiniz ve söz konusu alacakları olduğu zaman hiç afları yoktur. Eskiden dostlarımızın deruhte ettiği pek çok hizmeti “paralı kankalar” diyebileceğimiz bankalar üstlenmişse, kendilerini “kanka”, “kanki”, “panpa”, “hacı”, “hafız”, “müdür”, “ortak” ve bilumum arttırılmış samimiyet göstergesi ile çağırdığımız dostlarımız ne yapıyor şimdi? Ne yapacaklar, sosyal medyadaki bütün paylaşımlarımızı beğeniyor ve paylaşıyorlar, hepsi bu... Aralık 2016

I 19


Arkadaşımı analı gerçeği

KAPAK

n

s

Ersin Acar m.r.e r si n a ca r @ g ma i l. com

20

I

Aralık 2016


İ

İnsan ontolojisi ve arkadaşlık ihtiyacı nsan haddizatında yalnız olmayı, yalnız kalmayı, en yalın hali ile yalnızlığı pek hazmedemez, kabullenemez. Birileri elinden tutmalı, omuz vermeli en zor anlarında, birilerine dertlerini pay edebilmeli; kimsesizliğine, yalnızlığına çare olmalı yine o birileri son tahlilde. Nazik ve nazenin yaratılan insan, bu dünyada dünyasının dizginlerini elinde tutamadığı için hadsiz düşmanlara mukabil acziyetini ortaya koyduğu gibi; ebed için yaratıldığından ve ebede has hususiyetler verildiğinden dolayı elini uzatıp yetişemediği hayallerine mukabil tam bir fakir! Ontolojik olarak aciz ve fakir olan insanın bahsi geçen arayışı da kendini tam etmek adına, yaralarına merhem bulmak umuduyla yaptığı bir gereklilik. Bu arayışta acizliğini ve fakirliğini gidermek söz konusu değilse de başka bir dünyalı aynı hâle giriftarlığı hasebiyle, yalnız kalmamaya geçici bir vücut rengi olabilir. Dolayısıyla arkadaş, dost, enis insan için bu dünyada fevkalade önem arz ediyor. Sanal dünyanın kusursuz pazarlananları Gelgelelim ihtiyaç olarak kabul ettiğimiz arkadaşlığa; -insan nüfusunun arttığından mıdır bilinmez- arkadaşlık ve arkadaş hakikati gereklilikten ziyade lüks eşya ya da diğer bir tabirle zarurî ihtiyaçtan gayr-ı zarurî bir ihtiyaç oluverdi. Ne yazık ki, arkadaşlık bu elbise ile pazarlanıyor, içinde bulunduğumuz asr-ı ahirde. Dünya bahçelerinde dikensiz gül aramanın divaneliği beşerin aklını sarıp sarmalamış desek hiç de başarısız bir benzetme olmaz. Kusur, eksiklik, hata, yanlışlar tamamlanması icab edenler olarak değil de, ihtiyarlayıp değişen zamanla birlikte, uzak durulması gerekenler sınıfına dâhil edildi. Hâlbuki insan aynaya baktığında fiziksel tam olmanın ardında birçok fiil ve hâllerinde eksikliklerinin var olduğunu bizzat görebilir. Kendi eksik yönlerini yaptığı doğru arkadaşlıklarla tamamlayabileceği gibi, arkadaşında eksik olanları tamamlamak adına, kendinden bir şeyler paylaşabilir. Şimdilerde dikensiz gül ve kusursuz arkadaş aramanın en popüler mekânları hiç şüphesiz diziler ve sanal âlemler. Ekran diye adlandırdığımız bahsi geçen dikensiz ve kusursuz alanlar, her yaşa ve her mizaca uygun mükemmel arkadaşları ya da arkadaşların var olabileceğini her daim beynimize kazır durur. Ekran, yemek yeme ihtiyacını dahi hissetmeyen kahramanların yanında, her derde deva ve her ihtiyaca cevap veren farklı modellerde arkadaşlıkları da pazarlamanın derdinde. Aralık 2016

I 21


Oysa öyle midir? Kusursuz insan bir diğer adı ile arkadaşlar var mıdır? Varsa onları nerede veyahut nerelerde bulabiliriz? Diyelim ki bulduk, peki, onlar bizi beğenirler mi? Bizimle arkadaş olmak isterler mi? Onlar kusursuz, ama ben, biz kusurluyuz, kusurlarımızı örtebilir miyiz? Peki, ya kusursuz “muş” gibi davranıp, görünebilir miyiz? Bu soruların hepsi aslında standart bir insan zekâsında olan her bir bireyin bilinçaltında döner durur. Cevapları çok merak edilir. Öncelikle şunu kabul edelim ki; dikensiz gül ve kusursuz arkadaş arayan kendisini kanlı canlı insanların yanında değil, sanal âlemlerde klavye başında ya da ekran karşısında kumanda elinde bulur. TV ekranları arkadaşın ne denli kusursuz olabilirliğini(!) gösterirken; sanal âlemler de kusursuz arkadaşların kendisinde olduğunu(!) bangır bangır bağırır durur. Uzak olmanın, uzakta kalmanın, ekran ötesinde korunaklı muhafazanın konforunu birçok “sanal âlem karakteri” tepe tepe kullanır. Kendisini olduğundan farklı gösterdiği gibi garibim bilmez ki kendisi gibi bir “sanal âlem karakteri” olan arkadaşı da, olduğundan, göründüğünden farklıdır. Bu acib durumda hemcinsler de karşı cinsler de aynı hâlden menfî manada nasibini alır. Bazıları menfî arkadaşlıklar edinirken bazıları da zaman denilen sermayenin kıymetini bilmeden beyhude, lüzumsuz, faydasız, kararsız ve en nihayetinde biçare kalarak sermayesini harcar durur.

““

tırmak gerekirse Hz. Musa’nın (as) yanında Hz. Harun (as), Hz. İsa’nın (as) yanında havarileri, Hz. Peygamberin (asm) yanında Hz. Ebubekir’ler ve sahabeler ve en nihayet Hz. Bediüzzaman’ın başlattığı iman hizmetine en başta omuz verenler ve daha nicelerinin sergüzeşt-i hayatları arkadaşlık hakikati ile alâkalı sorularımıza cevap olabilir. Bunun gibi; asr-ı ahirin hâlini nazara verirsek, daha yakın ve tesir edici bir söz etmiş olacağız. “İnsan yaşlanırken nefis gençleşir” derler; bu özel durum dünya ölçeğinde insanlık adına geçerli bir hakikat olsa gerek. Zira zaman geçtikçe dünya ihtiyarlandıkça, asr-ı ahir gelip kapıya dayandığında gördük ki; kötülüğe sevk eden nefisler pervane gibi bizleri yanına alıp götürür oldular. Düşünün ki zamanın behrinde bir kabilenin helâket sebebi olan bir günah şimdilerde kamyon kamyon işlenir durumda. Hem emmare nefislerin baskın gelmesinden, insanı ve insanlığı tesir altına almasından anlıyoruz ki; zaman ihtiyarladıkça gerçek arkadaşlıkların önemi de, değeri de bir o kadar artıyor.

Kusursuz insan bir diğer adı ile arkadaşlar var mıdır? Varsa onları nerede veyahut nerelerde bulabiliriz?

22

I

Aralık 2016

““

Gerçek arkadaş İnsan ebede müteveccih yaratıldığı için en ziyade hakikî arkadaşlıklar, elbette ebed memleketine yolculukta yardım edecek dost ve enislerden olmalıdır. Bu uzun sefer ve imtihanın dünya duraklarında ihtiyaçlarına yardım edecek ve -kitap defter açık bir imtihan olması hasebiyle- birçok soruda kopya verebilecek arkadaş ve arkadaşlıkların varlığı her zaman ideal olanıdır. Durumu daha da somutlaş-

Hülâsa İnsan ismi ile yâd edilen paha biçilemez nadide-i hilkatler, herhangi bir şeyi başarabilmek ve ihtiyaçlarını giderebilmek için arkadaşlara ve arkadaşlığa ziyadesiyle muhtaçtırlar. Bu muhtaç olma hâli, asrımızda daha da şiddetlenmiş durumda. Elbette ki hakiki arkadaşlıklar, ebede namzet olan insan için gerekiyor; lâkin gelin görün ki çakma ya da diğer bir tabirle “sanal âlem karakterleri” bu asrın tezgâhlarında zahiren kusursuz bir şekilde pazarlanır hâldeler. İmtihan dünyasının son soruları daha bir zor! Nefisleri celb eden menfî cereyanlar arkadaş denilen gerekliliği hiç mi hiç ar etmeden kullanır olmuşlar. Bize düşen zor zamanların adamı olmak, ekran ve sanal karakterlerin rengine, görüntüsüne, zahiren kusursuzluğuna aldanmadan kanlı canlı, kusurlu ve eksik de olsa kıymetli ve gerçek ve hakikatli arkadaşlığı bulmaktır.


AralÄąk 2016

I 23


KEYFİNCE LÜGÂT

24

I

Aralık 2016


DUVARLARI 2 Ali Hakkoymaz a li h a k koyma z @ g ma i l. com

“Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı. Üstünde yazılarla, hatlar karışmışlardı.” atlar dediği eski yazı. Eskimez yazı. Evet, oradaki yazıları okuyor; neler görüyor. Şiir uzayıp gidiyor. Yer yer atlayarak gidiyoruz: “Uykuya varmak için bu hazin günde erken; Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken...” Yolda insan nasıl yorulur! Babam uzun yola gider; alışveriş yapar gelirdi. Yani Kayseri’den İstanbul’a giderdi. Yollarda o evlerin ışıklarına imrenirim; girsem de bir eve yatsam veya evim burada olsa, gibi şeyler söylerdi; hatırımda kalmış. “Birden bire kıpkızıl birkaç satırla yandı; Bu dört mısra değildi sanki dört damla kandı. Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa; {Lambanın çizgilerini, duvardaki yazıları okuyor, seyrediyor.} Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa.” Kendisi mi yazdı bu dörtlüğü? Arada dörtlükler var. Yoksa gerçekten orada şair arkadaşının dörtlüğü mü; bilemiyoruz. Önemli değil, yazılmış ya: “On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan; Baba ocağından yar kucağından... Bir çiçek dermeden sevgi bağından; Huduttan hududa atılmışım ben.” Birinci Dünya

H

Savaşı değil mi? Evet, onun izleri... Sonra İkinci Dünya Savaşı... Acaba... Diyorum ki... İnsan-lık bıkmadı mı? İnsanlık bıkar da; insanlar bıkmadı mı bu savaşlardan? Nasıl olsa her savaş barışa uğramayacak mı? O zaman “ateş kes!” demeli insanlık; bütün bir çığlığıyla. Baksana “Huduttan hududa atılmışım ben” diyor. “Baba ocağından yar kucağından... Bir çiçek dermeden sevgi bağından...” Bir sefer, kucaklanmamış babası tarafından, annesi tarafından. Yollara düşmüş belki! “Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi... Gözüm imza yerinde başka ad görmedi. Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş! Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş...” Evet, hiç kalmasaydı. Devam ediyor; niye? Hudutlar internetle aşıldı. Bu iletişim araçlarıyla aşıldı falan deniliyor da; biz nedense insanî hudutlarımızı bir hâle, yola koyamadık. “Araya gitti diye içlenme baharına; Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!” Memleketi savundun ya, diyor. Hürriyet için savaştın, bu şan sana yeter. “Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk. Soğuk bir mart sabahı buz tutuyor her soluk. Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri; Arkamızda kalıyor Aralık 2016

I 25


şehrin kenar evleri. Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor, Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor. Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar. Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar. Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide; İki dağ ortasında boğulan bir geçide.” Aslında bu Han Duvarları’nda hayatı ne güzel anlatmış. Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar. Evet... Kervanlar... Bitmeyen alışverişler, gidişler, gelişler, çoğalışlar, seyrelişler, doğumlar, ölümler… Yol, hep yol dedi ya. Evet, bitmeyen bir yoldayız. “Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden; Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden: Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla; Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.” Vay be! Mevsim değişti. “Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu; Burada son fırtına son dalı kırıyordu...” Bu mısraya da bayılırım. Burada son fırtına son dalı kırıyordu... Her ân bir fırtına eser ve bir ânımız, bir dalımız kırılır, ayrılırız; bir yerden bir yere. “Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla; Savrulmaya başladı karlar etrafımızda. Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü.” Ne güzel tezat... Beyaz bir karanlığa gömdü. Evet, Sözler’de de kar için: “Kar’ı pek bâridane ve tatsız telakki ederler. Hâlbuki bu tatsız perdesi altında, öyle ulvî gayeler var ki tarif edilmez.” gibi şeyler geçiyor; aklıma geldi. Kar deyince Elhan-ı Şita, Cenap Şahabettin de hatırlanmalı. Yeri gelirse; konuşuruz bunları da. “Kar değil; gökyüzünden yağan beyaz ölümdü. Gönlümde can verirken köye varmak emeli; Arabacı haykırdı: “İşte, Araplıbeli!” Bir yere gelmişler, Araplıbeli diye bir yere... “Allah yardımcı olsun gayrı yolda kalana. Biz menzile vararak atları çektik hana.” Yine bir hana daha uğradılar. Kaç hana uğramıyoruz ki yollarda: Çocukluk hanı,

26

I

Aralık 2016

gençlik hanı... Hani şimdi; gittiler. “Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş; Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş. Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor; Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor.” Ne anlatacaklar ki... “Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri; Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.” Ocağın akislerinin duvarı çiçeklemesi, ne hoş tasvir değil mi? Sürekli değişen hayat gibi. “Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor; Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor: Gönlümü çekse de yârin hayali; Aşmaya kudretim yetmez cibali. Yolcuyum bir kuru yaprak misali; Rüzgârın önüne katılmışım ben.” Evet, hayat rüzgârında yapraklar gibi savruluşumuzu ne tatlı anlatmış. “Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı. Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı.” Bir ân bir yerde duramıyorsunuz. Hep yoldasınız. Aslında insan yolcu olduğunu yolda daha iyi anlıyor. Yerleşik hayata geçince, dört yüz çadırdan -evlenince-evleşinceahşap evlere, taş evlere geçince; sabit olduğumuzu zannediyoruz. Hâlbuki bu hâl bizim yolcu olduğumuzu unutturmamalıydı. Unutturuyor ama! Yolcu olduğumuzu unutup hancı olduğumuza karar verince; kavgalar çıkıyor. “Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde; Ben üç mevsim değişmiş görüyordum, üç günde.” Yolda, mevsimlerin değiştiğini görüyoruz. {Aslında her gün kaç mevsimin içindeyiz, onu da düşünelim.} “Uzun bir yolculuktan sonra İncesu’daydık. Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.” Tavsiye edilesi bir yorgunluk, yaşanılası bir uyku... “Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım. Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım:” {Vay be! Ölüm rüyasıyla uyanmak...} “Garibim; namıma Kerem diyorlar. Aslı’mı el almış; haram diyorlar. Hastayım; derdime verem diyorlar. Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben.” Evet, şairin adı çıktı. Ya kendisi ya da Maraşlı Satılmış Şeyhoğlu... “Satılmış” diye isim var, biliyorsunuz. Yani sonsuz varlığa kendisini satsın diye böyle bir isim koyarmış eskiler. Benim de tuhafıma gelirdi, ‘Satılmış’ diye isim mi olur diye de. Evet, olur. Satılmış, kendini ona buna değil O’na satsın diye ‘Satılmış’ ismi de konurmuş. “Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında. Korkarım; yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.” Maraşlı Şeyhoğlu’nu düşünüyor şair ve diyor ki: “Az değildir; varmadan senin gibi yurduna, Post verenler yabanın hayduduna kurduna!” Postu deldirmeden -maddi ve manevi postu deldirmedenhayatı idame ettirip hâtime verebilecek miyiz?


Yani ölüme kadar içimizi, dışımızı deldirmeden hayatı nihayetlendirebilecek miyiz acaba? “Arabamız tutarken Erciyeş’in yolunu: ‘Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?’ Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende; Dedi: Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!” Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti; Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti. Gönlümü Maraşlı’nın yaktı kara haberi. Aradan yıllar geçti işte o günden beri; Ne zaman yolda bir han rastlasam; irkilirim; Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim. Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar! Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!

Ey garip çizgilerle dolu han duvarları! Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!” Ne han kaldı, ne duvar... Giderken beni karanlığa terk etme; o kelimeyi söyle: Allah’a ısmarladık...

(Hafta içi her gün saat 17.00’da, tekrarı 21.30’da İstanbul Bizim Radyo’da yayınlanan “Keyfince Lügât” programından deşifre edilmiştir.)

Aralık 2016

I 27


Onun nuruyla, Onun hesabıyla taşı da, ağacı da birer mûnis arkadaş hükmüne geçer, lisan-ı halle bizimle konuşabilirler ve eğlendirirler.

Dünyaya muhabbetin ise, madem Cenâb-ı Hakkın nâmınadır, o vakit, dünyanın dehşetli mevcudâtı sana ünsiyetli bir arkadaş hükmüne geçer.

Bütün kâinat arkadaşımız

H

NURLU YORUM

HAKİKAT YOLUNDA ARKADAŞLIK ayat-ı içtimaiyenin bir temel taşı; ve fıtrat-ı beşeriyenin bir hâcet-i zaruriyesi; ve aile hayatından tâ kabile ve millet ve İslâmiyet ve insaniyet hayatına kadar en lüzumlu ve kuvvetli râbıta; ve her insanın kâinatta gördüğü ve tek başına mukabele edemediği medâr-ı zarar ve hayret ve insanî ve İslâmî vazifelerin ifasına mâni maddî ve manevî esbabın tehacümatına karşı bir nokta-i istinad ve medar-ı tesellî olan dostluk ve kardeşâne cemaat ve toplanmak ve samimâne uhrevî cemiyet ve uhuvvet, hem siyasî cephesi olmadığı halde ve bilhassa hem dünya, hem din, hem âhiret saadetlerine katî vesile olarak iman ve Kur’ân dersinde hâlis bir dostluk ve hakikat yolunda bir arkadaşlık ve vatanına ve milletine zararlı şeylere karşı bir tesanüt taşıyan Risale-i Nur şakirtlerinin pek çok takdir ve tahsine şâyân ders-i imanda toplanmaları… Şualar, s. 257; Tarihçe-i Hayat, s. 364

EN FEDAKÂR ARKADAŞ... Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Lem'alar, Yirmi Birinci Lem’a, Dördüncü Düstur

TAŞI DA, AĞACI DA BİRER MÛNİS ARKADAŞ Madem Rahîm bir Hâlıkımız var; bizim için gurbet olamaz. Madem O var; bizim için her şey

var. Madem O var; melâikeleri de var. Öyleyse bu dünya boş değil; hâli dağlar, boş sahrâlar Cenâb-ı Hakkın ibâdıyla doludur. Zîşuur ibâdından başka, Onun nuruyla, Onun hesabıyla taşı da, ağacı da birer mûnis arkadaş hükmüne geçer, lisan-ı halle bizimle konuşabilirler ve eğlendirirler. Lem'alar, Yirmi Altıncı Lem’a, Altıncı Rica

*** Dünyaya muhabbetin ise, madem Cenâb-ı Hakkın nâmınadır, o vakit, dünyanın dehşetli mevcudâtı sana ünsiyetli bir arkadaş hükmüne geçer. Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas

EBEDÎ ARKADAŞLIK Refîka-i hayatına meşrû dairesinde, yani, latîf şefkatine, güzel hasletine, hüsn-ü sîretine binâen samimi muhabbet ile refîka-i hayatını da nâşizelikten, sâir günahlardan muhâfaza etmenin netice-i uhreviyesi ise, Rahîm-i Mutlak, o refîka-i hayatı hûrilerden daha güzel bir sûrette ve daha zînetli bir tarzda, daha câzibedar bir şekilde, ona dâr-ı saadette ebedî bir refîka-i hayatı ve dünyadaki eski maceraları birbirine mütelezzizâne nakletmek ve eski hâtırâtı birbirine tahattur ettirecek enîs, latîf, ebedî bir arkadaş, bir muhib ve mahbub olarak verileceğini vaad etmiştir. Elbette vaad ettiği şeyi, katî verecektir. Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas, Üçüncü İşaret

"Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. "

28

I

Aralık 2016


‫بتون ﻛﺎﺋﻨﺎت ﺁﺭﻗﺪﺍشيمز‬ ‫ِ‬ ‫ِ‬ ‫ِ‬ ‫ﺣﺎﺟﺖ ﺮﺿﻭﺭﻳﻪ‌ﻰﺳ ﻭ ﻋﺎﺋﻠﻪ ﺣﻴﺎﺗﻨﺪﻥ ﺗﺎ ﻗﺒﻴﻠﻪ ﻭ ﻣﻠّﺖ ﻭ‬ ‫ﻓﻄﺮﺕ ﺑﺮﺸﻳﻪ‌ﻧﯔ ﺑﺮ‬ ‫ﺣﻴﺎﺕ ﺇﺟﺘﺎﻤﻋﻴﻪ‌ﻧﯔ ﺑﺮ ﻤﺗﻞ ﻃﺎﻰﺷ ﻭ‬ ‫ﺇﺳﺎﻠﻣﻴﺖ ﻭ ﺇﻧﺴﺎﻧﻴﺖ ﺣﻴﺎﺗﻨﻪ ﻗﺪﺭ ﺃﯓ ﻟﺰﻭﻣﻰﻠ ﻭ ﻗ ّﻮﺗﻰﻠ ﺭﺍﺑﻄﻪ ﻭ ﻫﺮ ﺇﻧﺴﺎﻧﯔ ﻛﺎﺋﻨﺎﺗﺪﻩ ﮔﻮﺭﺩﻳﮕﻰ ﻭ ﺗﻚ ﺑﺎﺷﻨﻪ ﻣﻘﺎﺑﻠﻪ‬ ‫ﺍﻳﺪﻩ‌ﻣﺪﻳﮕﻰ ﻣﺪﺍ ِﺭ ﺮﺿﺭ ﻭ ﺣﺮﻴﺕ ﻭ ﺇﻧﺴﺎﻰﻧ ﻭ ﺇﺳﺎﻠﻣﻰ ﻭﻇﻴﻔﻪ‌ﻟﺮﯓ ﺍﻳﻔﺎﺳﻨﻪ ﻣﺎﻧﻊ ﻣﺎ ّﺩﻯ ﻭ ﻣﻌﻨﻮﻯ ﺃﺳﺒﺎﺑﯔ ﺗﻬﺎﺟﺎﻤﺗﻨﻪ‬ ‫ﻗﺎﺭﻰﺷ ﺑﺮ ﻧﻘﻄﻪٔ‌ِ ﺇﺳﺘﻨﺎﺩ ﻭ ﻣﺪﺍ ِﺭ ّ‬ ‫ﺗﺴﻠ ﺍﻭﺎﻟﻥ ﺩﻭﺳﺘﻠﻖ ﻭ ﻗﺎﺭﺩﺍﺷﺎﻧﻪ ﺟﺎﻤﻋﺖ ﻭ ﻃﻮﭘﺎﻠﻤﻧﻖ ﻭ ﺻﻤﻴﺎﻤﻧﻪ ﺍُﺧﺮﻭﻯ ﺟﻤﻌﻴﺖ ﻭ‬ ‫ِﺎﻟﺨﺎﺻﻪ ﻫﻢ ﺩﻧﻴﺎ‪ ،‬ﻫﻢ ﺩﻳﻦ‪ ،‬ﻫﻢ ﺁﺧﺮﺕ ﺳﻌﺎﺩﺗﻠﺮﻳﻨﻪ ﻗﻄﻌﻰ ﻭﺳﻴﻠﻪ‬ ‫ﺍﺧ ّﻮﺕ‪ ،‬ﻫﻢ ﺳﻴﺎﻰﺳ ﺟﺒﻬﻪ‌ﻰﺳ ﺍﻭﻤﻟﺎﺩﻳﻐﻰ ﺣﺎﻟﺪﻩ ﻭ ﺑ ّ‬ ‫ﺍﻭﺎﻟﺭﻕ ﺍﻤﻳﺎﻥ ﻭ ﻗﺮﺁﻥ ﺩﺭﺳﻨﺪﻩ ﺧﺎﻟﺺ ﺑﺮ ﺩﻭﺳﺘﻠﻖ ﻭ ﺣﻘﻴﻘﺖ ﻳﻮﻟﻨﺪﻩ ﺑﺮ ﺁﺭﻗﺪﺍﺷﻠﻖ ﻭ ﻭﻃﻨﻨﻪ ﻭ ﻣﻠّﺘﻨﻪ ﺮﺿﺭﻰﻟ ﺷﻴﻠﺮﻩ‬ ‫ﺩﺭﺱ ﺍﻤﻳﺎﻧﺪﻩ ﻃﻮﭘﺎﻠﻤﻧﺎﻟﺮﻳﻨﻪ‪،‬‬ ‫ﻗﺎﺭﻰﺷ ﺑﺮ ﺗﺴﺎﻧﺪ ﻃﺎﺷﻴﻴﺎﻥ ﺭﺳﺎﻟﻪٔ‌ِ ﻧﻮﺭ ﺷﺎﻛﺮﺩﻟﺮﻳﻨﯔ ﭘﻚ ﭼﻮﻕ ﺗﻘﺪﻳﺮ ﻭ ﺗﺤﺴﻴﻨﻪ ﺷﺎﻳﺎﻥ ِ‬ ‫شعاعلر‬ ‫***‬ ‫ﻣﺴﻠﮕﻤﺰ "ﺧﻠﻴﻠﻴﻪ" ﺍﻭﻟﺪﻳﻐﻰ ﺍﻳﭽﻮﻥ‪ ،‬ﻣﺮﺸﻤﺑﺰ "ﺧﻠّﺖ"ﺩﺭ‪ .‬ﺧﻠّﺖ ﺍﻳﺴﻪ‪ ،‬ﺃﯓ ﻳﺎﻗﻦﻴ ﺩﻭﺳﺖ ﻭ ﺃﯓ ﻓﺪﺍﻛﺎﺭ ﺁﺭﻗﺪﺍﺵ ﻭ ﺃﯓ‬ ‫ﮔﻮﺯﻝ ﺗﻘﺪﻳﺮ ﺍﻳﺪﻳﺠﻰ ﻳﻮﻟﺪﺍﺵ ﻭ ﺃﯓ ﺟﻮﺍﻤﻧﺮﺩ ﻗﺎﺭﺩﺍﺵ ﺍﻭﻤﻟﻖ ﺇﻗﺘﻀﺎ ﺍﻳﺪﺭ‪.‬‬ ‫ملعه‌ل‬ ‫***‬ ‫ﻣﺎﺩﺍﻡ ﺭﺣﻴﻢ ﺑﺮ ﺧﺎﻟﻘﻤﺰ ﻭﺍﺭ؛ ﺑﺰﻡ ﺍﻳﭽﻮﻥ ﻏﺮﺑﺖ ﺍﻭﺎﻟﻣﺎﺯ‪ .‬ﻣﺎﺩﺍﻡ ﺍﻭ ﻭﺍﺭ‪ ،‬ﺑﺰﻡ ﺍﻳﭽﻮﻥ ﻫﺮ ﻰﺷ ﻭﺍﺭ‪ .‬ﻣﺎﺩﺍﻡ ﺍﻭ ﻭﺍﺭ‪،‬‬ ‫ﺟﻨﺎﺏ ﺣﻘّﯔ ﻋﺒﺎﺩﻳﻠﻪ ﻃﻮﻟﻮﺩﺭ‪.‬‬ ‫ﻣﺎﻠﺋﻜﻪ‌ﻟﺮﻯ ﺩﻩ ﻭﺍﺭ‪ .‬ﺍﻭﻳﻠﻪ ﺍﻳﺴﻪ ﺑﻮ ﺩﻧﻴﺎ ﺑﻮﺵ ﺩﮔﻞ‪ .‬ﺧﺎﻰﻟ ﻃﺎﻏﻠﺮ‪ ،‬ﺑﻮﺵ ﺻﺤﺮﺍﻟﺮ ِ‬ ‫ﺫﻯ‌ﺷﻌﻮﺭ ﻋﺒﺎﺩﻧﺪﻥ ﺑﺎﺷﻘﻪ‪ ،‬ﺍﻭﻧﯔ ﻧﻮﺭﻳﻠﻪ‪ ،‬ﺍﻭﻧﯔ ﺣﺴﺎﺑﻴﻠﻪ ﻃﺎﻰﺷ ﺩﻩ ﺁﻏﺎﺟﻰ ﺩﻩ ﺑﺮﺭ ﻣﻮﻧﺲ ﺁﺭﻗﺪﺍﺵ ﺣﻜﻤﻨﻪ ﮔﭽﺮ؛‬ ‫ﻟﺴﺎﻥِ ﺣﺎﻝ ﺍﻳﻠﻪ ﺑﺰﻡ ﺍﻳﻠﻪ ﻗﻮﻧﻮﺷﻪ‌ﺑﻴﻠﺮﻴﻟﺮ ﻭ ﺃﮔﻠﻨﺪﻳﺮﺭﻟﺮ‪.‬‬ ‫ملعه‌لر‬ ‫***‬ ‫ﺟﻨﺎﺏ ﺣﻘّﯔ ﻧﺎﻣﻨﻪ‌ﺩﺭ‪ .‬ﺍﻭ ﻭﻗﺖ ﺩﻧﻴﺎﻧﯔ ﺩﻫﺸﺘﻰﻠ ﻣﻮﺟﻮﺩﺍﻰﺗ‪ ،‬ﺳﯖﺎ ﺍﻧﺴﻴﺘﻰﻠ ﺑﺮ ﺁﺭﻗﺪﺍﺵ‬ ‫محبتك ايسه‪ ،‬ﻣﺎﺩﺍﻡ ِ‬ ‫ﺩﻧﻴﺎيه ّ‬ ‫ﺣﻜﻤﻨﻪ ﮔﭽﺮ‪.‬‬ ‫سوزلر‬ ‫***‬ ‫ﺣﺴﻦ ﺳﺮﻴﺗﻨﻪ ﺑﻨﺎ ًﺀ ﺻﻤﻴﻤﻰ ﻣﺤ ّﺒﺖ ﺍﻳﻠﻪ‪،‬‬ ‫ﺭﻓﻴﻘﻪٔ‌ِ ﺣﻴﺎﺗﯖﻪ ﻣﺮﺸﻭﻉ ﺩﺍﺋﺮﻩ‌ﺳﻨﺪﻩ‪ ،‬ﻳﻌﻨﻰ ﻟﻄﻴﻒ ﺷﻔﻘﺘﻨﻪ‪ ،‬ﮔﻮﺯﻝ ﺧﺼﻠﺘﻨﻪ‪،‬‬ ‫ِ‬ ‫ﺭﺣﻴﻢ ﻣﻄﻠﻖ‪ ،‬ﺍﻭ ﺭﻓﻴﻘﻪٔ‌ِ‬ ‫ﺭﻓﻴﻘﻪٔ‌ِ ﺣﻴﺎﺗﯖﻰ ﺩﻩ ﻧﺎﺷﺰﻩ‌ﻟﻜﺪﻥ‪ ،‬ﺳﺎﺋﺮ ﮔﻨﺎﻫﻠﺮﺩﻥ ﻣﺤﺎﻓﻈﻪ ﺍﻳﺘﻤﻪ‌ﻧﯔ ﻧﺘﻴﺠﻪٔ‌ِ ﺍُﺧﺮﻭﻳﻪ‌ﻰﺳ ﺍﻳﺴﻪ‪ِ :‬‬ ‫ﺣﻴﺎﻰﺗ‪ ،‬ﺣﻮﺭﻳﻠﺮﺩﻥ ﺩﺍﻫﺎ ﮔﻮﺯﻝ ﺑﺮ ﺻﻮﺭﺗﺪﻩ ﻭ ﺩﺍﻫﺎ ﺯﻳﻨﺘﻰﻠ ﺑﺮ ﻃﺮﺯﺩﻩ‪ ،‬ﺩﺍﻫﺎ ﺟﺎﺫﺑﻪ‌ﺩﺍﺭ ﺑﺮ ﺷﻜﻠﺪﻩ‪ ،‬ﺍﻭﯕﺎ ﺩﺍ ِﺭ ﺳﻌﺎﺩﺗﺪﻩ‬ ‫ﺃﺑﺪﻯ ﺑﺮ ﺭﻓﻴﻘﻪٔ‌ِ ﺣﻴﺎﻰﺗ ﻭ ﺩﻧﻴﺎﺩﻩ‌ﻰﻛ ﺃﺳﻰﻜ ﻣﺎﺟﺮﺍﻟﺮﻯ ﺑﺮﺑﺮﻳﻨﻪ ﻣﺘﻠ ّﺬﺫﺍﻧﻪ ﻧﻘﻞ ﺍﻳﺘﻤﻚ ﻭ ﺃﺳﻰﻜ ﺧﺎﻃﺮﺍﻰﺗ ﺑﺮﺑﺮﻳﻨﻪ ﺗﺨﻄّﺮ‬ ‫ﻣﺤﺐ ﻭ ﻣﺤﺒﻮﺏ ﺍﻭﺎﻟﺭﻕ ﻭﻳﺮﻳﻠﻪ‌ﺟﮕﻨﻰ ﻭﻋﺪ ﺍﻳﺘﻤﺸﺪﺭ‪ .‬ﺃﻟﺒﺘﻪ ﻭﻋﺪ‬ ‫ﺍﻳﺘﺪﻳﺮﻩ‌ﺟﻚ ﺃﻧﻴﺲ‪ ،‬ﻟﻄﻴﻒ‪ ،‬ﺃﺑﺪﻯ ﺑﺮ ﺁﺭﻗﺪﺍﺵ‪ ،‬ﺑﺮ ّ‬ ‫ﺍﻳﺘﺪﻳﮕﻰ ﺷﻴﺌﻰ ﻗﻄﻌﻰ ﻭﻳﺮﻩ‌ﺟﻜﺪﺭ‪.‬‬ ‫سوزلر‬ ‫ﻣﺴﻠﮕﻤﺰ "ﺧﻠﻴﻠﻴﻪ" ﺍﻭﻟﺪﻳﻐﻰ ﺍﻳﭽﻮﻥ‪ ،‬ﻣﺮﺸﻤﺑﺰ "ﺧﻠّﺖ"ﺩﺭ‪.‬‬

‫‪I 29‬‬

‫‪Aralık 2016‬‬


FOTO YORUM

Editör’den Erhan Akkaya fotoyo rum ge nc yo r u m @ g m ail. co m

Mevlüt Gürbüz

Engin Kaya Mustafa Sait Önal

30

I

Aralık 2016


/Foto-Yorum Genç Yorum dergisi

/fotoyorumgencyorum

Samiye Dik

Sevinç Kaya

Beyza Erdoğdu Aralık 2016

I 31


YEŞİL YORUM

Diş macunu da yapabilirmişiz Handenur Yaşar

Y

h a nd e n u r ya sa r @ g ma i l. com

eşil Yorum bu ay dişlerinizi ve gülüşlerinizi beyazlatmaya başlayacak. Meraklıları bilir, ama bir kere de burda yer verelim istedim. Helal adı altında satılan ve gerçekten helal olan birçok diş macunu var piyasada, ama benim çabam biraz daha farklı. Helal yaşamaya dikkat ederken tüm kâinatla birlikte yaşamak. Zarar, hele ki yaratılmış ve hayat verilmiş şeylere zarar, helal yaşamaya uygun bir şey değil bana göre. Evde uğraşarak bir şeyler yapmak, biz bir şeyler tüketirken kâinata verdiğimiz zararı, hazır tüketime kıyasla yok hükmüne indiriyor. Mesela ben diş macunumu evimde kendim yaptığım zaman, ayrıca benim için üretilen ambalajdan ve kullanım sonrası onu kâinata bırakmaktan kendimi çekmiş oluyorum. Öncesinde bana gelene kadar belli bir üretim, taşıma, ulaşım kaynaklı karbon ayak izini de silmiş oluyorum. Fazla karbon salınımı kâinat tahribinde en ilk sırada. Tüm dünya iklimini ve dolayısıyla tüm hayat sahiplerinin dengesini alt üst diyor. Ya da diyelim ki, kâinatı düşünmekte, çevreye bir zarar vermekte bir beis görmüyorum. Kendime zarar vermemek bana yetiyor şu an için. O zaman da piyasadaki diş macunlarının zararlarından bahsedelim. Helal olanların da içeriğinde çoğu zaman yüzey aktif madde bulunabiliyor. Piyasadaki diş macunlarının içeriğinde bulunanları, kârlarını ve zararlarını listeledim bu ay sizin için. İşte sonuç: Fluorid: Diş macunlarında, dişleri aside karşı dirençli hâle getirerek çürükleri engellemeye yardımcı olan maddedir. Kas, kemik ve sinir sistemi için zehirli olduğu ve kanserle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Etiketlerde sodyum monofluorofosfat, stannous (kalay) fluorid veya sodyum fluorid adıyla geçebilir.

32

I

Aralık 2016

Aşındırıcı: Diş macunlarında ve ev temizlik ürünlerinde, kirleri yüzeylerden aşındırmak suretiyle söken, tanecikli maddelerdir. Diş macunlarında sıklıkla kalsiyum fosfat, alumina, silika hidrat; diş macunu eğer birazcık helalse kalsiyum karbonat ve/veya sodyum bikarbonat kullanılır. Sürfaktan: Sabun olmayan sürfaktanlardır. Petrokimyasal tabanlı, sürdürülebilir olmayan, sentetik ürünlerdir. Petrol endüstrisinin atıklarından üretilir. Genellikle alkilbenzensülfonatların da dahil olduğu, mekanik yıkamaya yardımcı kimyasal bileşen karışımlarıdır.

1. Dünya Savaşı sırasında, sabun yapacak hammaddelerdeki kıtlık sonucu sentetik sürfaktanlar kullanılmaya başlanmıştır. 1900’lerde deterjanlara ayrıca enzimler eklenmiştir. İçlerindeki maddelerin tümünü etiketlerinde belirtmek zorunlu değildir. Paraben: Kozmetik sanayiinde en yaygın kullanılan koruyucudur ve ticarî sır kabul edildiği için


genellikle listelenmeyen parfüm malzemelerinin içinde yer alır. Etiketlerde metilparaben, etilparaben, propilparaben, butilparaben gibi isimlerle yazılır. Dikkat edilmesi gereken diğer kimyasallar 4-hydroxyebzoic acid, propyl ester, propyl 4-hydroxybenzoate, benzoic acid ve 4-hydroxybutyl ester’dir. Şampuan, nemlendirici, tıraş kremi, temizlik jeli, deodorant ve diş macunu gibi ürünlerde bulunur. Vücuda deri yoluyla girdiği için yiyecekler gibi metabolize olmaz ve doğrudan kana karışır. Östrojeni taklit ederek meme kanseri riskini artırır. Erkekte üreme işlevlerini etkileyebilir. Bağışıklık sistemi ve organlar için zehirlidir, alerjendir, dermatitle ilişkilendirilmiştir ve hayvanlarda kansere yol açtığı kanıtlanmıştır. Parfüm: 3000’den fazla sentetik koku maddesinin içinden seçilen kombinasyonlarla yapılır. Etiketlerde “fragrance,” “perfume,” “parfum,” “aroma” gibi isimlerle yazılır. “Kokusuz” yazan bazı ürünlerde bile bulunabilir. Etiketlerde parfümü görünce o üründen uzaklaşmak gerekir, çünkü ticari sır kabul edildiği için parfümün içindeki maddeleri listelemek zorunlu değildir. Petrol türevi kokular, alerjilere, baş ağrısı ve baş dönmesine yol açabilir; solunum yollarını tahriş edebilir. Genellikle içinde yüksek miktarda ftalat bulunur. Kokuyu sabitlemek ve cilt tarafından emilimini artırmak için kullanılan ftalatlar, endokrin sistemini bozar ve meme kanseri ve doğum kusurlarıyla ilişkilendirilmiştir. Bunlar sadece benim listeleyebildiklerim. Bir de şu var tabi. Yasal olarak içeriğe %5’in altında eklenen herhangi birşeyin içindekiler listesine eklenme zorunluluğu yok. Tüm bu keşmekeş ve belirsizliklere nisbeten birçok ev yapımı diş macunu tarifi var. Ben bir çok tarif denedim en beğendiğim diş macunu ve “mouthwash” suyunu sizinle paylaşıyorum. Amacım helal gıda adı altında satılanlara meydan okumak değil, bunu hazır almak yerine kendinizin de yapabileceğini göstermek. Eminim bu size daha iyi gelecektir.

Diş macunu için: -3 ölçek beyaz kil (aktarlarda bulunuyor) -1 ölçek karbonat (sodyum bikarbonat) -Toz haline getirilmiş nane (aroması için) -Toz haline getirilmiş adaçayı (diş etlerine iyi geliyor) -Tuz (isteğe bağlı) Tüm malzemeleri cam bir kapta karıştırın ve tadını çıkarın. Beyaz kilin de özünde bir toprak olduğunu unutmayın ve diş macunu dediğimiz şeyin petrol atıklarından oluşturulduğunu düşünüp mutlu olun. Bir de karbonatın aşındırıcı olduğu için zararından söz edenler olmuştu. Aşındırıcılık indeksine internetten bakabilir ve karbonatın piyasadaki tüm diş macunlarından daha masum olduğunu görebilirsiniz. Not: Kil bulamazsanız diğer malzemeleri karıştırıp suyla macun kıvamına getirebilirsiniz.

Mouthwash için: -2 su bardağı (400 ml.) içme suyu -1 çay kaşığı kalsiyum karbonat (dişlere mineral desteği sağlar) -2 çay kaşığı deniz tuzu -1 çay kaşığı stevya tozu (bitkisel tatlandırıcı) -15 damla nane yağı -15 damla limon yağı (beyazlatır) Not: Okuduğum kaynaklarda sıvının buzdolabında saklanması tavsiye edilmiş. Koruyucu içermediği için suyun içinde zamanla bakteri üreyebilir. Soğuk bir sıvıyla ağzınızı çalkalamaktan hoşlanmıyorsanız ve dışarıda tutacaksanız, azar azar hazırlayıp 1 haftayı geçirmeden tüketmekte fayda var. Her kullanımdan once şişeyi çalkalamayı unutmayın.

Gelecek ay yeni bir yeşillikte görüşmek üzere… Aralık 2016

I 33


34


@yorumgenc @gencyorum gencyorumdergisi genceditor@yeniasya.com.tr

Selamunaleyküm Keçeli! Aralık ayı geldi, ama alacaklı gibi geldi. 2016'nın günleri bitmiş, onu almaya gelmiş. Tâ ki yeni vazifedarlara, taze bir yıla yer açılsın. Biraz da soğuk geldi, ama hoş geldi safâ geldi. Bana göre Aralık demek; soba üzerinde kestane demek. Bunun yanında battaniyeye sarılıp dergi okumak demek. Sana acayip güzel haberlerim var Keçeli! Her Keçeli'nin okuması gereken kitapları tavsiye edecek yeni bir köşemiz var artık; Keçeli'nin Kitaplığı. Sonra Öğrenci İşi bir oyunumuz var, sobada kestane yerken eğlencesiz kalma diye. O sıcak ortamda Hayalnâme 'ye dalarsan bizimle birlikte, saff-ı evvel Lütfiye Abla'nın kapısını çalarız. Nesl-i Âti Akademisi'nin yeni karakterlerini tanırken, Çay Saati''nde Arapça sayılara bakarız. Arapça demişken, dil öğrenmek için çok güzel bir site var, Her Telden köşesinde. Eskimez Yazı 'da yeni kaideleri öğrenirken, Ehl-i Tivit 'ten bir genci bulabilirsin bu kere de. Feyâlilaceb dersin bindiğin minibüste, Zürefa 'dan iktisadı öğrenince… Biraz manzum gittiğimin farkındayım, ama ne yapayım tutamadım kendimi. İlk kez bu sayfada bir giriş yazısı yazıyorum, mazur görünüz…

BÜNYE Sahibi:

Ekip Yürütmeni

Hepimizin Adına Sen

Genç Yorum Adına Ben

Yazı/Çizi İşleri: ¤¤ ¤¤ • • • •

Huriye Neslinur Müberra Nuriye Sultan Melike Nursultan Edibenur

• • • • • •

Emine Sultan Seren Beyza Merve Büşra Handenur

• • • • •

Ayşenur Şulenur Feyzanur Şüheda Burak

35


HER TELDEN

Bir uygulama, bir hikâye Edibenur Üner

Tandem Tandem, dil öğrenen insanların bir araya gelip pratik yapması için oluşturulmuş bir uygulama. Bu amaçla yapılmış pek çok uygulama arasından benim en beğendiğim bu oldu.

The Nine Nanas Her gün çevremizde olup biten üzücü olayları, kötü koşullarda yaşamak zorunda olan insanları bir aklınıza getirin. Bizzat şahit olunmadıkça unutuluyor, aklımıza geldiğinde bizi üzmekten başka bir işe yaramıyor çoğu zaman bu olaylar. “Ben ne yapabilirim ki” diye düşünürken rast geldiğim bir makaleyi anlatacağım sizlere. Aynı mahallede yaşayan ve kendilerine “Dokuz Nine” gibi çevirebileceğimiz, “Nine Nanas” diyen dokuz kadın da bir gün kendilerini insanların yaşadıkları sıkıntılardan şikâyet ederken bulmuşlar. Ne yapabileceklerini düşünüp insanlara yardım etmek için para ve market kuponları biriktirerek işe başlamışlar. Mahallede dolanıp yardıma ihtiyacı olan insanları tespit ederek anonim bir şekilde faturalarını ödeyerek, çocuklarına kıyafet alarak yardım etmişler. Her gece 4'te buluşup gün doğana kadar yardıma muhtaç insanlara göndermek üzere kek ve pastalar pişiren Nineler, bu işe 1977 yılında başlamışlar ve yaptıkları bu yardımları 30 yıl boyunca bir sır olarak saklamışlar. Hâlâ anonim olarak insanlara yardım etmeye devam ediyorlar ve artık onların özel tarifli kek ve pastaları internet üzerinden de alınabiliyor. Ufak bir çaba olarak giriştikleri iş sayesinde kendi çevrelerine 900.000 dolara yakın katkıda bulunmuşlar şimdiye kadar. Bu yapılabilecek ve dünya üzerinde haberimiz olmadan yapılan nice iyiliklerden bir örnek. Biz ne de olsa “Hiç olmazsa bir tebessümün de mi yok?” buyuran bir peygamberin ümmetiyiz. Öyleyse ufak da olsa bir şeyler yapmak gerek. Haydi, çevremize bir bakıp biraz beyin fırtınası yapalım, çokça dua etmeyi de unutmayalım :)

34

Uygulamaya kayıt olduktan sonra profiliniz incelenmek üzere sisteme gidiyor ve kısa bir süre sonra uygulamayı kullanmaya başlayabiliyorsunuz. Uygulamanın flört veya reklamcılık gibi amaçlarla kullanılmamasına önem veriliyor ve amacına uygun olmayan kullanımlar tolere edilmiyor. Profilinizi oluşturken adınız, yaşınız, öğrendiğiniz dil gibi bilgilerin yanı sıra ilgi alanlarınızı, hedeflerinizi ve nasıl insanlarla konuşmak istediğinizi giriyorsunuz ve konuşmak istediğiniz insanların yaş aralığını belirleyebiliyorsunuz. Uygulamanın en beğendiğim yanlarından biri sadece kendi cinsiyetinizden kullanıcıların size ulaşabilmesi için sınırlama koyabilmeniz. Ayrıca belli bir konu başlığı altında farklı kullanıcılarla sohbet etmenizi sağlayan özellikleri var. Benim gibi yeni bir dile başladıysanız veya eskiden bildiğiniz bir yabancı dili hatırlamak, geliştirmek istiyorsanız denemeye değer. İyi konuşmalar :)

Orijinal makale için:


Arapça'da sayılar neredeen nereye doğru gider? Büşra Bakırcı Herkese yeniden merhaba! Çay Saati sayfamıza hoş geldiniz. Bu sayfada sıklıkla, merak ettiğimiz, ama cevabını araştırmadığımız, aklımıza takılan, ama soruya dönüştüremediğimiz ya da günlük hayatta sıradan olarak benimsediğimiz, fakat oldukça enteresan olan durumlar üzerinden sorular soruyor, klavyemiz yettiğince cevaplar veriyoruz. Gelelim bu ayın sorusuna, Kuran-ı Kerim'deki sayılar niçin ters yazılmış? Bildiğimiz üzere; Arapça'da harfler, Türkçe'dekinin aksine sağdan sola doğru yazılırken, Kuran-ı Kerim'deki sayılar ise bizim kullandığımız sayılar gibi soldan sağa doğru yazılıyor. Bu işteki tersliğin sebebi nedir? Biz okurken karıştırmayalım diye mi böyle yazılmıştır? Terslik olarak algıladığımız olay, aslında rakamları okuma sistemimizin farklılığı imiş. Yani şöyle ki; biz 13 sayısını okurken önce basamak değeri daha yüksek olan 10'u, sonra basamak değeri daha küçük olan 3'ü söylüyoruz ve on üç diyoruz. Arapça'da ise sayısını okurken önce basamak değeri küçük olan 3'ü, sonra basamak değeri büyük olan 10'u söylüyorlar ve sayıya üç on (selase aşer) diyorlar. Aslında ortada bir terslik yok. Kısacası, Arapça'da yazılar da sayılar da sağdan sola doğru okunuyor.

13

Biliyor musunuz? Bu konu Google'da en çok “Kur'ân sayıları” diye aratılmış. Neden “Arapça'da sayılar” değil diye düşünmeden edemiyor insan.

37


Esselamu Aleyk! Sevgili mütefekkir okur; İnsan şu kâinata nazar ettiği zaman görüyor ki her şeyde bir nizam var. Yani her şey bir denge üzerinde yaratılmış. Güneşin doğup Fatma Şehide Nur batmasından sineğin midesine, insanın uzuvlarından varlıkların vücutlarına yerleştirilen elementlere kadar her şeyde bir denge mevcut. Öyle ki azıcık dengemiz şaşsa, hasta oluyoruz ey okur... İşte tam da bu nokta da öyle bir kelimemiz var ki, her hususta itidal üzere olmayı, lüzumundan fazla veya noksan harcamalardan kaçınmayı, yani hep denge üzerinde yaşamayı ifade ediyor. Kelimeleri kullanmaktan hayâllerimize, midemizden düşüncelerimize kadar hep İKTİSAD üzerine yaşamaktan açıyor bahsimizi... Evet, sevgili okur, iktisad; hem manevî bir şükürdür, hem bize ihsan edilmiş olan nimetlerdeki rahmete karşı bir hürmettir, hem bereket sebebidir, hem sağlık vesilesidir, hem bizi dilencilikten kurtaran bir izzet sebebidir, hem hakikî lezzeti yaşamaya bir sebeptir… Sevgili okur, iktisad çok şey, hem pek çok şeydir... (;

36 38


… Ben bu hâlet-i ruhiye içerisindeyken (bakınız bir önceki sayı), Sinek X kılıcını kuşanan bir cengâver gibi sözü yeniden eline aldı: —Kendi kelimelerini unutan bir millet kendi gibi düşünemez dostum. Kendi gibi düşünemeyen ise bir başkası olur. Yani ölür. Öyle ise, senin birinci vazifen kendi kelimelerini öğrenmektir. Evet, Sinek X'in kelimeleri bir kılıç gibi kullandığı doğruydu. O aynı zamanda bir söz ustasıydı. Demek sebebi buydu. Kelimelerini biliyor, bildiği içinde onları ustaca kullanabiliyordu. Aslında tüm bunlardan daha fazla kendi gibi yaşayabiliyordu. Nedense bir hüzün kaplamıştı içimi. Neşeyle ordan oraya uçuşan bir uç uç böceği iken bir anda kabuğuna çekilen kaplumbağa gibi oluvermiştim. Sessizliğe gömülüşümü itinayla seyreden Sinek X, sözü bir kez daha eline aldı: —Evlat, doğrul bakalım. Her şeyden önce ümidin her zaman canlı olmalı ki yürüyebilesin. Bir anda parlayıp bir anda sönmek hayra alamet değildir. Her an itidal üzerine olmalısın. İtidal üzerinde olmak, yolda giderken arabayı şerit ihlali yapmadan, bariyerlere çarptırmadan dost doğruca sürebilmek... Sanki bana bir el uzanmış, düştüğüm yerden beni usulca kaldırıp tekrar sandalyeme oturtmuş, sonra da şefkatle başımı okşamıştı. Gözlerimin yaşarmaması içten bile değildi. Ama kendimi toparlamalıydım. Ne demişti müşfik ustam, bir anda parlayıp bir anda sönmek hayra alamet değildi. Tam o sırada kafamda şimşekler çakıyor, gök gürül gürül gürlüyordu. Üstadımdan aldığım dersi kendi nefsime söyler gibi tekrar etmeye başladım istemsizce: —Denge üzerine yaşamalıyım. Aşırılıklara kaçmadan. Aşıp taşırmadan. Ne fazla duygusallık, ne de duygusuzluk. Ortada bir yerlerde, aklımla kalbimin birleştiği noktada olmalıyım… Ben böyle kendi kendime konuşa durayım, Sinek X muzip bir tebessümle sözü yine eline aldı: —Yalnız evlat dikkat et, hâlâ duygusal bağlamalardasın... İşte o da böyle bir ustaydı. Bir andan müşfik iken, bir andan da olabildiğince dalga geçebiliyordu talebesiyle. Böyle de bir çılgın üstadım olmuştu işte. Bu da eğitimin bir parçası diye kendimi teselli ediyordum. Hoş, bu hâlini de sevmiyor değildim hani. Belki de kendime benzetiyordum. Ben böyle duygulu denizlerde yüzüp dururken Sinek X ciddi moduna çoktaaan dönmüştü bile: —Evlat! Yaz bakalım, ilk kelimemiz: İKTİSAD. İktisad, lügatte “amelde itidal” demektir ki, kasıddan me'huzdur. Çünkü matlubunu iyi tanıyan bir kimse, onu hiç eğilip bükülmeden istikamet üzere kast eder. Maksudun mevzi ve mevkiini bilemeyen ise tahayyür içinde kalır. İfrat veya tefrit ile kâh sağa kâh sola bocalar, çabalar durur. İşte bu sebeple iktisad, maksada müeddi olan amel demek olmuştur. Umur-u maliyedeki iktisadın da temeli budur… Anlaşılan bu iş hiç kolay olmayacaktı. Yine de içimde artık şimşekler çakmıyor, gök gürüldemiyordu. Havam artık mutedilleşmişti…

asi@gmail.com

zurefaninzuref

39


‫أسكيمز يازى‬ Selamunaleyküüüm! Bu ay nasılsınız bakalım? Beğendiniz mi Osmanlıca'dan şiir okumayı? Bence bu sayfaya eksantrik bir hava katmıştı. Bu ay gramere bir geri dönüş yapalım, ne dersiniz? En son kaldığımız yeri hatırlayan var mı? En son “ki bağlacı, kaf-ı nunî,

‫ )ص‬ve tı (‫ )ط‬harflerini ve onların

kaf-ı farisî” konularını işlemiştik. Bu ay ise sad (

hususiyetlerini öğrenmeye başlayalım inşallah. Haydi Bismillah! Not: Aşağıdaki örneklerin Latin harfleriyle nasıl yazıldığını gencyorum.com.tr adresindeki Eskimez Yazı bölümümüzden öğrenebilirsiniz ;)

‫ ص‬ve‫ط‬

harfleri

Bildiğiniz gibi Osmanlı Elifbası’nda bazı sesleri birden fazla harf karşılar.

‫ط ت‬

Mesela 'te' sesini ve harfleri karşılayabilir. Hangi kelimede hangi harfi kullanacağımızı belirlememizi sağlayan birkaç durum vardır. Sad

‫ ص‬harfi

a) Hecelerinde a, o, u, ı sesli harflerinin bulunduğu tüm kelimelerde 's' sessizi için kullanılır.

‫صاقال‬

‫صوقاق‬

‫ايصالق‬

‫ ص‬harfi

‫صاريقىل باغريصاق‬ ‫ س‬harfi

b) Bir kelimede iki kez 's' sesi geçerse, ikinci hecedeki 's' sesi için ince olan sin kullanılır.

‫صامسون‬ 40

‫صاقىس صاقساغان صوسام‬

‫صارمسام‬


‫ ط‬harfi kalın 't' sessizi için

a) Hecelerinde a, o, u, ı sesli harflerinin bulunduğu kelimelerin hemen hepsinde 't' sessizi için tı

‫ ط‬harfi kullanılır.

‫طورشو‬

‫بالطه‬

‫طاشار‬

‫طورون‬

b) Bir kelimede iki kez 't' sesi geçerse, ikinci hecedeki 't' sesi için ince olan te kullanılır.

‫طوتام‬

‫طارىت‬

c) Kelimelere gelen eklerde

‫صارميىس‬

‫طوتوشمق‬

‫ ت‬harfi

‫طارتاقالمق طورىت‬

‫ ص‬ve ‫ ط‬harfi kullanılmaz.

‫صو بوروىس باشسز‬

‫صاتدی بولوشدی قوشدير‬ d)

‫طاقيم‬

‫ ط‬harfi sakin okunduğu durumlarda nadiren kullanılır.

‫آلسني‬

‫قالسه‬

‫اوچدی‬

‫باقديغى‬

Tı harfi kullanılmayan kelimeler

‫آتقی‬

‫آپارمتان‬

‫چاتالق‬

Tı harfi kullanılmayan kelimeler

‫آطالس‬

‫پاتليجان‬

‫نوط‬

e) İçerisinde yumuşak telaffuz veya ince harf bulunduran kelimelerde kullanılmaz. ince sesli

‫آسانسور‬

‫تريقو‬

yumuşak telaffuz

‫سارداليه‬

‫سانرتال‬

cihander.org sitesinden yararlanılmıştır.

‫ ص‬ve ‫ ط‬harfi

‫پاتاتس‬

41


Merhaba Keçeli Milletinin İnsanları! Geçen ayki sayımızdan da anlayacağınız üzere hikâyemize yeni karakterler giriyor. E hadi o zaman, kimmiş bu yeni karakterlerimiz tanıyalım! Tennur Bu kızcağızımız yarışmaya 2. sınıf A grubundan katılıyor. Kendisi okul başkan yardımcısı ve siyasî zekâsı oldukça yüksek. Aynı zamanda satranç kulübünün bir müdavimi olan Tennur, hazır cevap bir insan.

Sanem

2. sınıf B grubundan olan Sanem pek soğuk bir tip, tam bir bilgisayar kurdu. Yazılım ve robot kulübünün gözdesi kendisi. Ve gönüllü arşiv kolunda.

Fahrunnisa

Resminden de anlayacağınız üzere Fahrunnisa çok konuşan, çok gezen, yerinde duramayan kıpır kıpır bir 2. sınıf C grubu öğrencisi. Sosyal aktivite kulübü başkanı. Ama sanmayın ki bu yönettiği tek kulüp. Gezi, izcilik, fotoğraf, bahar şenliği...

42

Aynı zamanda her sınavdan en yüksek not alan bu üçlü, bizim kızların dikkatini çekmiş, hatta onları hayrete düşürmüştü. Bakalım önümüzdeki ay neler olacak?


KEÇELİ'NİN KİTAPLIĞI

Küçük Prens Nuriye Sultan

Selam Keçeliler;

“Hoşça git,” dedi tilki. “Vereceğim sır çok basit: İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.” Küçük Prens unutmamak için tekrarladı: “Gerçeğin mayası gözle görülmez.” —Arka kapak

Bundan sonra bu köşede sizlerle kitaplar üzerine iki lafın belini kıracağız. Doğruyu söylemek gerekirse ben sizin yaşınızdayken, -yanlış anlaşılmasın biraz mübalağalı konuşuyorum, oysa henüz yirmilerin başındayım- hem akıcı hem faydalı kitaplar okumak isterdim. Maalesef bu konuda “hey dostum şu kitap tam sana göre” diyerek beni yönlendiren deneyimli bir kitap kurdu olmadı. Sonuç olarak lise yıllarımda kitap seçimlerim çokça maceralıydı. Doğruyla yalanın, güzelle çirkinin aynı tezgâhta satıldığı, aynı kalemle yazıldığı şu zamanda biz ölçülü yaşamak isteyen gençler kitap seçerken ve özellikle okurken oldukça titiz davranmak zorundayız. Titiz derken evi yeni süpürmüş annelerinizi hayâlinize getirebilirsiniz. Neyse canım kardeşlerim, sizin kitap seçerken yanınızda bizleri de görmek istediğinizi duyduk, hissettik ve aceleyle bu sayfayı hazırlamaya başladık. Efendim, bu ay kitap kurtlarının birçoğunun okuduğu ya da okuma listesine koyduğu kültleşmiş “Küçük Prens”i merceğe alalım dedik. Belki içinizden “Amaaan çocuk kitabı o yiiaaa…” diyenler çıkabilir. Oysa en zor edebiyat türüdür, çocuk kitabı. Çünkü başarılı bir çocuk kitabı duru olmalı, çocuklar anlayarak ve eğlenerek okurken, büyükler de sıkılmadan hikâyeyle bağ kurabilmeli. Yani anlayacağınız herkesin okuyup, benimseyebileceği bir kitap yazmak durumundadır yazar. Antoine de Saint-Exupery de kendi küçüklüğünü konu olarak yazdığı ve bizzat resimlediği Küçük Prens'te her yaşa hitap edebilme sanatını ustalıkla icra etmiş. Öyle ki eser için “çocuk kitabı değil hayat kitabı” diyen bir okuyucu yorumu görmüştüm bir zamanlar. E anladım da biraz da içeriğinden bahsediver diyorsun bana. Başlıyorum öyleyse. Yazarımız pilotluk yaparken büyük çölde uçağı kazaya uğruyor ve arkadaşıyla (hepimizin arkadaşı) orada yolları kesişiyor. Küçük Prens ise aslında Asteroid B612 adlı gezegende yaşıyor. Ancak bir sebeple gezegeninden ayrılıp, başka gezegenleri dolaşıyor bir bir. İşte bu gezegenlerde kral, kendini beğenmiş, sarhoş, işadamı, bekçi ve coğrafyacıyla tanışıyor. En sonunda da yolu Dünya denen gezegene düşüveriyor. Sonrasında karşılaştığı “büyük” ise yazarımız oluyor hâliyle. Lakin her ne kadar alıntı yapmayacağım desem de, kendimi tutamadım ve senin için kitaptan bir pasaj bırakıyorum buraya. Elimden gelse bütün kitabı paylaşacağım; çünkü her sayfasına post-it yapıştırılası, her satırının altı çizilesi, her kelimesi not edilesi bir kitap “Küçük Prens”.

Büyükler sayılara bayılırlar. Yeni bir arkadaş edindiniz diyelim: Onun hakkında hiçbir zaman asıl sormaları gerekenleri sormazlar. “Sesi nasıl?” demezler örneğin, ya da “Hangi oyunları sever? Kelebek koleksiyonu var mı?” diye sormazlar. Onun yerine “Kaç yaşında?” derler. “Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?” Ancak bu sayılarla tanıyabileceklerini sanırlar arkadaşınızı. Eğer büyüklere, “Güzel bir ev gördüm, kırmızı tuğlalı, pencerelerinden sardunyalar sarkıyor, damında ise kumrular var.” derseniz, nasıl bir evden söz etmekte olduğunuzu bir türlü anlayamazlar. Ne zaman ki onlara, “Yüz milyonluk bir ev gördüm.” dersiniz, işte o zaman size, “Oo, ne kadar güzel bir evmiş!” derler gözlerini koca koca açıp. Tüm satırların altını çizmeye hevesliyim, ancak bu masalı iki kelimeyle hatırlıyorum ben: büyükler ve fil yutmuş boa yılanı. Küçük Prens, büyüklerin tuhaf, anlaşılamaz, saplantı haline gelmiş alışkanlıklarına hayret ediyor. Ancak şu bir gerçek ki yaş ilerledikçe hepimiz büyüklüğün bazı hastalıklarına tutuluyoruz. Bu kitap da diğer büyüklerle değil içimizdeki bazı “büyüklerle” uğraşıyor zaten. Büyümek sorun değil de Keçeli, içindeki çocuğu muhafaza ederek büyümek mesele işte. Öyleyse içindeki çocuğa sıkı sıkı sarılan büyükler olalım biz de. Unutmadan Küçük Prens'in bir de animasyonu var, nefis mi nefis. Ancak önce kitabını okumanızı tavsiye ederim.

43


FEYALİLACEB

Yenecek çikolatamız varmış Şulenur Yaşar

-Bir minibüs anısı… —Anneee, editör aradı yazıyı sordu, “aaaa hazır olmaz mı, ayıp ettin akşama gönderirim” dedim. —Ee gönder kızım ne var bunda. —Anneeee —Nee? —Yazı yok yazı. —Yok olan yazıya var mı dedin sen? —Yoo var demedim ki, olmaz mı! dedim. —Yapmışsın taktiği al sıkıştın işte, ben napayım, sen düşün. —Anneeee ne yazıcam yaa, ahh benim hayata mizahî bakan bakış açım nerdesin, gel kurtar beni! —Kızım sen iyi misin? Neredeyiz, farkında mısın? —Neredeyiz anne? Aaa ben de diyorum neden sürekli sarsılıyorum, minibüsteymişiz yaa biz. —Al kendini yaz şimdi oraya, senden âlâ mizah mı olur, bütün minibüs her ayrıntını öğrendi yani, kendinden geçtin, ne editörmüş ya!

44


O zaman minibüsçek yazalım bu yazıyı dedim etraftakilere, bu cesaretin nerden geldiğini anlamadan. Herkes ilk önce bir şaşırdı, ama gözünü sevdiğim öğrenci milleti öncülük yaptı ve 'abla bende ne hikâyeler var bak' dedi, başladı anlatmaya. Oyy dedim ya, seni verene, bu minibüse bindirene şükürler olsun, anlat ablaamm... —Annem aradı geçen gün, nerdesin dememe kalmadan 'şu an yanına yaklaşan otobüsü görüyo musun, durdur onu bin ona hemen' der demez ben atladım otobüsün önüne, frenler 'napıyosun sen' diye bağrışmalar falan, saymıyorum sana onları. Bindim otobüse, herkes hayıflanıyor, söyleniyor. Ama bizim millette vardır, tepkilerimiz kuvvetlidir. Annem durdur dedi atladım otobüsün önüne napayım. Her neyse, bindim bakıyorum bakıyorum annem yok. Aradım 'anne durdur bin demiştin, nerdesin sen?' 'Arkasındayım oğluum dedi' nefes nefese kapattı. İlerledim otobüsün arkasına doğru annem yok, yine aradım 'anne göremiyorum seni' diye, 'oğlum otobüsün arkasından koşuyorum daha binemedim ki, yok yetişemicem in sen de geri yürü' demesin mi! O an, bir düşünün o an. Daha bişey diyemiyorum abla. Bütün olaylara şahit olup bana 'deli mi bu!' diye bakan insanların arasında düşünün bir de beni. Ne şartlarda binmişim ben bu otobüse. Oyy oyyh, neyse sıra başkasına geçsin daraldım ben' der demez bir kadın 'anlatmadan geçer mi' diye bir Karadeniz türküsü patlattı, herkes duygusal bir havaya büründü falan, kaptırdık uzaklara dalarak, ritmik sallanarak gidiyoruz. Ben bir ara uyandım, dedim kendi kendime; olaya bakın ya, resmen birbirine kenetlenmiş bir minibüs olduk, az kaldı aynı minibüste buluşma günü yapıcaz yıl dönümlerimizde pilav günü gibi. Aslında birisi çıkıp, siz ne güzel bir minibüssünüz, deyip lokum falan dağıtsa ne iyi olur ya, midem kazındı diye düşünürken ben, minibüsçü sağdaki petrole çekip 'bu kadar duyguya dayanamıcam, siz ne güzel insanlarsınız' diyerek hepimize çikolata alıp gelmesin mi! Yere sofra bezi serip oturası geliyo insanın ya. Komşularla olur, evin ordaki esnaflarla olur, çocuğun okulundaki velilerle olur da hiç minibüstekilerle aile gibi olmayı duymamıştım, yaşıyoruz şu an resmen ya. Ön koltuktaki abla çocuğunu yatırıp, ayy amcaları teyzeleri biz bir bezimizi değiştirsek, diyecek diye ödüm kopuyo. Minibüste ineceği yere gelenler de bir hüzün yaşıyor bir ayrılamama falan, herkesle tek tek vedalaşıp öyle iniyor inecek olan. Böyle mutlu hüzünlü, garip karışık, aile gibi minibüste ilerlerken bir telefon: 'Ayy siz kırmızı şapkalıya mı bindiniz, tüh ya söylemeyi unuttum o çok dolandırıyor mavi şapkalıya binecektiniz.' Annem tam hayıflanacakken dedim 'yazılacak yazımız, yenecek çikolatamız varmış' olsun... Mutlu bir minibüs yazımız oldu anne. Minibüsçü de oradaydı ön koltuktaki abla da. Haydi uğurlar ola... Yaşattığı her şeyde hayırlar olan Rabbe şükürler olsun.

45


HAYALNAME

Zaman öyle fedailer ister ki… Şüheda Kale Heyy kardeşimm, baksana şu güzel manzaraya!

Yok yok, deniz manzarası felan değil ya hu bu sefer. Peki, neresi mi? Güzel soru. Ben şu an nur cemaatimin nurlu ablalarını temayül ediyorum. Hepsi de elmas kıymetinde, bazen akrabadan öte. 'Yokkk canımmm' felan değil canım. Baksan sen de göreceksin. Yani beslendiğimiz kaynak bir olunca (paranteze gerek var mıydı bilmiyorum ama açtım artık, tabi ki de Risale-i Nur). Anne-babalar bile evlatlarını aynı ortamda yetiştirip aynı şeyleri vermelerine rağmen kardeşler bir olmuyor ya. Heh, bi de cemaat kardeşliği var bunun yanında, bak bakayım dışarılarda böyle kardeşlik bulabiliyor musun? Baktın mı, bulamadın dimi? Sözler, tavırlar, hâller o kadar benziyor ki. Samimiyet, uhuvvet, muhabbet… Tebessümler havada uçuşuyor ya. Yav abartmıyorum, sen de hissetmiyor musun aynı şeyleri? Daha neler neler sıralarım da ben sana, şimdi boşver sen beni. Üstadı dinleyelim hadi. (bak yaa yine kafiyeme kuvvet!) Ne demiş Barla Lahikası'nda: “Sizler benim için çok ehemmiyetlisiniz. 'Sıddık-ı vefiy bu zamanda yoktur.' diyenlere karşı sizleri gösteriyorum.” Düşün taaa o zamanlardan vefalı insan kalmadığını söylemişler. Şimdi hâlimiz harap. Ne doğru söz, ne vefa! Hee cemaatimin güzel insanları müstesna tabii. Bu kadar mı peki? Hayır, tabi ki. Canım Üstadım her mektubuna da başlarken “Aziz, sıddık, vefâdâr, fedakâr, mübarek, masum, ahiret kardeşlerim” gibi lafızlar kullanmış, özelsiniz der gibi. Belki bir teşviktir de bilemiyorum. Yine çok yerlerde bahsediyor bu mübarek abilerimden, ablalarımdan. Yaaa, ne sandııın, ablalarımdan da bahsediyor tabii. Onları şefkat kahramanları diye vasıflandırıyor. Üstadım zamanında yaşamış bu mübarek ablalarım, “Ben efendimin göreceği dünyevi işleri de yapmaya çalışacağım.” deyip eşlerini hizmete yollamış. Hatta odun hamallığı bile yapan Zehra Ablam var. Onların yaptığı bu fedakârlıklara karşı Üstadım da “Beni sürur gözyaşları ile ağlattı.” tabirini kullanmış… E hadi, o kadar bahsetmişken bu ablalardan, seni bugün Lütfiye Ablamızın yanına götürmek istiyorum. Neresi mi? İşteee, 'Kastın neydi Moniiii' değil tabi ki, Kastamonu. Üstad yine sürgün… Abilerimiz etrafında. Peki ablalarımız? Bi evlerini ziyaret etsek de iki yudum bir şeyler mi içşek? Tabi ki çay bahane, Risale-i Nur dersleri şahane!

46


ehra

t

&Z Hacer

e m k i

H

Napıyor ki acaba şimdi? Ev işleri, malûm eşi de yok. Neyse biz kapısını tıklatalım. İşte Lütfiye abla. Aaa, napıyor ki? Arkası dönük, göremiyorum. Bindallısı değil mi o? Bindallı ne miii? Aaa çok kıymetlidir bindallı bir hanım için. Hatta o zamanda altın ve gümüşle işlenerek yapılır, çerçevelerde saklanır, evlatlara miras bırakılırmış.

e ft iy

e

ic at

H

Risale-i Nur değil mi onlar ya hu? Sanki onları bindallısıyla kaplıyor, çok değerli değil mi onlar ya? Nasıl bi fedakârlık? Ya tamam, biz anlamayız ama öyle. Tık tık tııık. Ayy sanırım birileri geldi. Neyse biz şöyle bir kenarda duralım. Aaa, onlaaaar? Pardon ya unuttum bir an seni heyecandan. Onlar, Saniye, Ulviye, Aliye ve Zehra ablalarımız; yani diğer fedakâr şefkat kahramanları. Sanırım ders yapmaya gelmişler. Böyle bir zamanda bu azim, bu gayret, bu fedakârlık, bu hizmet… Rabbim bizi de bu daireden ayırmasın inşallah. Şevk ve gayretle hizmet edebilmeyi nasip etsin.

Saniye

O kadar kavlen dua ettik. Hadi kardeş, fiili duanın başına, Risale okumaya…

Fatm

a

Asiye

Aliye

47


ÖĞRENCİ İŞİ

Öğrenci İşi Eğlence Ayşenur Aydoğdu Merhaba gençler! Öncelikle sayfamızın adı neden “Öğrenci işi”. Eskiden öğrenci yerine talebe kelimesi kullanılırdı, biliyorsunuz. “Talep eden” manasındaki bu kelimeyi “ilmi talep eden” yani “öğrenmeyi isteyen” kişiler için kullanıyorduk. Yüz küsur yıldır mekteplerde bir şeyler öğrenme işini yapan insanlara “öğrenci” deniyor. Tam da içinde bulunduğumuz eğitim sistemine uygun olarak, “öğrenme arzusuna sahip olma, bilgiye aç olma, ilmi talep etme” değil de; bir şekilde -çoğu kere de dayatmayla- sadece “öğrenen olma” durumunda olduğumuz için bu öğrenci sıfatını sapına kadar hak ediyoruz arkadaşlar!

la a g n a M

Neyse çok uzattım. Dedik ki madem öğrenciyiz, bunun gereği olarak sürekli bir şeyler öğreniyoruz; biz de kendi kendimize öğrenilecek bağzı şeyler dayatmaya karar verdik! Mesela Türk Dilbilgisi kurallarına uygun olarak şu kelimenin bağzı değil de 'bazı' şeklinde yazılması gerektiğini, dünyanın eksen eğikliğinin doğurduğu sonuçları öğreniyoruz. Ters takla atmasını, tek bilinmeyenli denklemde X'in değerini bulmasını biliyoruz. Neden öğrenci işi yemesini, gezmesini, eğlenmesini bilmeyelim? Cahil kalmayalım, birbirimizden öğrenelim! Belki öğrenmenin, hem de faydalı şeyler öğrenmenin tadını alınca sayfamızın adı da “talebe işi” olabilir. Ha, ne dersiniz?

Bin yıldır oynanan oyun: Mangala Bu ay öğrenci işi bir eğlencelikle karşınızdayız. Türk zekâ ve strateji oyunu: Mangala. Gerçekten kaç kişinin böyle bir oyundan haberdar olduğunu çok merak ediyorum. Şimdi, kankalarınızla toplaştınız, Çay Saati'ndesiniz mesela ;) 'Bir oyun oynayalım' dediniz. Aklınıza neler gelir? Zannediyorum Mangala turnuvası düzenlemek gelmez. Satranç gelir, monopoly gelir, tabu gelir, jenga gelir... Ama iddia ediyorum; hem faydaları bilimsel açıdan ispatlanmış, hem öz be öz kendi kültürümüze ait, hem de çok eğlenceli olan bu oyunu şimdiye kadar bilmediğinize çok üzüleceksiniz. Mangala'nın bütün bunlardan farkı; dağdaki çobandan, 70 yaşındaki âlime, İstanbul'da saraydaki Hanım Sultan'dan, 5 yaşındaki çocuğa kadar her yaştan ve kültürden insanın keyifle oynuyor olması. Mangala da tıpkı Satranç gibi bir savaş ve strateji oyunu. Mangala'nın neleri sembolize ettiğini, ne gibi faydaları haiz olduğunu uzun uzun anlatmayacağım, merak ederseniz aşağıdaki linkten veya basitçe Google'layarak öğrenebilirsiniz. Oyun iki kişiyle oynanıyor. Sadece 4 temel kuralı var. Sonrası tamamen strateji işi. Öncelikle bir tanıyalım.

46


Elimizde her iki Keçeli'ye ait altışar kuyu ve birer hazine ile 48 adet taş var. Oyuna başlarken bu 48 adet taşı 12 adet kuyuya 4'er tane olarak yerleştiriyoruz. Oyunda amacımız; en fazla taşı hazinemizde biriktirmek... Oyuna kura ile başlıyoruz ve oyunun sonunda en fazla taşı hazinesinde biriktiren yarışmacı seti kazanmış oluyor. Kazanan 1 puan, kaybeden 0 puan, berabere biterse iki taraf da 0,5 puan alıyor. Böylece 5 setin sonunda en fazla puanı toplayan Keçeli oyunu kazanıyor. Şimdi gelelim kurallara...

1. KURAL: Kura sonucuna göre önce başlayacak olan Keçeli, kendi kuyularından birini seçer ve oradaki taşları alır. Sonra birini aldığı kuyuya geri bırakarak, saat yönünün tersinde teker teker taşlarını dağıtır. Elindeki son taş hazinesine denk gelirse tekrar oynama hakkı kazanır. Eğer kuyulardan birinde tek taş kalmış ise, yanındaki kuyuya geçirebilir. 2. KURAL: Elindeki taşları kuyulara bırakan Keçeli, kendi hazinesine koyduktan sonra eğer hâlâ taşı varsa, rakibinin kuyularına bırakmaya devam eder. (Ama rakibinin hazinesine koymaz tabii ki!) Son taşı rakibinin kuyularından birine denk gelirse ve o kuyudaki taş sayısını çift yaparsa; o kuyudaki tüm taşlara sahip olur ve kendi hazinesine koyar. 3. KURAL: Eğer son taş kendi kuyularından birine denk gelirse ve bu kuyu boş ise; o

kuyunun karşısındaki rakip kuyuda da taş varsa, süper bir şey olur. Keçeli hem kendi boş kuyusuna koyduğu taşı, hem de karşı kuyudaki tüm taşları alıp kendi hazinesine koyar.

4. KURAL: Keçelilerden birisi kendi bölgesindeki tüm taşları bitirdiğinde oyunun seti biter. Önce bitiren Keçeli, diğer Keçelinin kalan tüm taşlarını da kendi hazinesine koyar. * Burada çok harika bir şey var. Bazen karşınızdaki keçelinin taşlarını almamanız gerekebilir; çünkü önce bitirirse sizin kalan taşlarınızı da alacaktır. Demek ki neymiş? Bazen kazanmak için rakibi yenmemek de gerekebilirmiş. Gördüğünüz gibi kurallar gayet basit. Ama iş oynamaya gelince gerçekten acayip stratejiler geliştirmeniz gerekiyor. Oyunun fabrikasyon halini satın alabilirsiniz. Ama gayet tabi, evde bulduğunuz basit şeyleri oyun materyali olarak da kullanabilirsiniz. 12 küçük 2 büyük kâse, 48 adet nohutla bir akşam eğlencesi sundum az önce size, farkında mısınız? İyi eğlenceler Keçeliler...

47


EHL-İ TİVİT

#

#

@

Bu ayki konuğumuz: @isverenbey

Derleyen: Seren Adıyaman

50


51


HERKES İÇİN SANAT

KLASIK

Modern zamanlarda Melike Nursultan Üner Nuriye Sultan

ge nc yor ums a na t@g ma il .com

52

I

Aralık 2016


Editör’den ;) Esselâmu Aleyküm Ya Kari; Sanat sayfamızı hazırlayan değerli kardeşlerimize teşekkür borcumuzu birkaç kelâm ile ödeyelim istiyorum. Her ay benim değerli okurlarım için çeşitli sanatları bu sayfalara taşıyor, ilginç, farkındalık kazandıran çok güzel örneklerle sayfalarımızı renklendiriyor, sanatlandırıyorlar. Bu gayretlerinden dolayı kendilerine çok teşekkür ediyorum. Onlar nezdinde diğer tüm dergi gönüllülerimizi de selâmlıyor, tebrik ediyor, Allah’ın kendilerinden razı olacağı işlerle daim meşgul olmalarını temenni ediyorum. Bu ayki sanatımız müzik. Müziğin pek çok türü, sayısız icracısı var. Aralarından güzel ve farklı örnekler seçmiş bizimkiler. Müzikte seçici olmak, iyi olanı almak da çok önemli, diğer her sanat kadar. Bediüzzaman, “...Beşer, hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesata da ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı.” diyor. Bizimkiler de o beşte birlik keyifli hevesat için müzik örneklerini sunuyorlar. Biz ne yapacağız peki, çirkin ve keder vereni bırakıp, güzel ve huzur verene bakacağız; fena ve fani adamların güzel ve bakî işlerinden istifade edeceğiz inşaallah. Yetimhane hüzün verenlerden kaçınacağız. Merhaba Bu adamların sanatları bize Sevgili Sessiz ne katabilir ona bakacağız. Okuyucularımız; Haydi öyleyse, keyifli dinBu ay farklı bir konuylemeleriniz olsun... Bir la karşınızdayız. Aralık de bizimkiler az sitemli sayısı için ne yazsak, diye sanki, ben diyeyim de. düşünürken dedik ki kendi kendimize, “Biz niye acaba hiç müzikten bahsetmiyoruz?” Tamam derginizle beraber albüm hediye edemiyor olabiliriz, ama bu bir engel teşkil etmemeli diyerek, severek dinlediğimiz iki grubu tanıtmaya karar verdik, belki siz de seversiniz. Biri 4 kişilik efsane bir ekip olan The Piano Guys, diğeri de çellist iki kankanın kurduğu 2CELLOS. The Piano Guys’la başlayalım.

Aralık 2016

I 53


The Piano Guys

The Piano Guys; Paul Anderson, Jon Schmidt, Steven Sharp Nelson ve Al van der Beek adlı 4 arkadaştan oluşuyor. Ekibin piyanisti Jon Schmidt, Steven Sharp Nelson da esasen çellist olmakla birlikte aşağı yukarı neye elini atsa çalabilen müthiş yetenekli bir müzisyen. Paul Anderson ve Al van der Beek çoğunlukla sahne arkası işleri yürütüyorlar; yapımcılık, mühendislik, video düzenleme, grafik gibi işlerin hepsi bu ikilide. Bu gruba baktığımda ilk gördüğüm çok başarılı bir iş bölümü oluyor. Her biri yalnızca yaptıkları işlerde değil, beraber çalışma konusunda da çok iyiler. Yüksek bir grup dinamiği olunca da ortaya cidden güzel işler çıkıyor.

54

I

Aralık 2016


Bu iki grubu sevmemizin ve seçmemizin bir sebebi var. Her ikisi de aslında çok yoğun klasik müzik eğitimi almış başarılı müzisyenler tarafından kurulmuş. Klasik müzik, adı üstünde klasiktir. Klasiğin bir geleneği, bu geleneğin şiddetli savunucuları vardır, üzerine yeni bir şey koymak, onu farklı bir fikirle harmanlamak güç iştir, cesaret ister. Klasikleşen, yerinde saymaya meyillidir. Yerinde saymayana, bozmadan değişip gelişene muhabbetimiz var, ondan alacak dersimiz var. Bu köşeyi yazarken hedeflediğimiz bir şey vardı, ara ara tekrar ediyoruz, belki köşemizi ya da dergimizi yeni keşfeden birileri vardır diye. Sanat köşesi yazıyoruz, ama herhangi bir sanatın nasıl yapıldığını anlatmıyoruz genellikle, burada bir-iki sayfada ne kadarını anlatabiliriz ki zaten, her biri derya deniz. Bizim gayemiz yeni olanı, farklı olanı, bize ilham vereni, ufkumuzu açanı bulup, anlatmak, ki “aa böyle de bir şey varmış” diye şaşıralım, hayretimizi arttıralım, etrafımızdaki güzelliklere karşı uyanık olalım. Her anlattığımız sanatı biz icra etmiyoruz, hatta çoğunu denemiyoruz bile, yapmamız da gerekmiyor. Sanatın bir amacı var, insana bir şeyler anlatmak için var sanat, bir duygu uyandırmak için var. O duygunun, fikrin peşinde koşuyoruz. Hakikati bulmada bir araç olarak görüyoruz sanatı. Hakikat herkes için, öyleyse herkes için sanat!

2CELLOS 2CELLOS’da klasik müzik eğitimi almış, oldukça yetenekli iki çellistten oluşuyor; Luka Šulić ve Stjepan Hauser. Pek çok şarkıyı çello ile yeniden yorumlayarak oldukça başarılı enstrümantal müziklere imza atan bu ikili, aldıkları klasik müzik eğitimini kendi zevkleri ile birleştirip yeni tarzlar denemekten, tabiri caizse çellonun sınırlarını zorlamaktan geri durmuyorlar. Daha çok rock müzikle klasik müziği harmanlayan eserler vererek bu iki alana da yeni bir bakış açısı getiriyorlar.

Not: Karekodları telefonunuzdaki QR kod okuyucu uygulamalara okutarak sizler için seçtiğimiz videoları izleyebilirsiniz. Aralık 2016

I 55


ANLAMLI YORUM

Farklı vilayetlerde bulunan kardeşlerimle bir hasbihaldir Şeyda Sultan Zengin s u lt a n z e n g i n 6 8 @ hotma i l. com

E

Azîz sıddık kardeşlerim; vvelâ mesleğimizde firak olmadığı; Adana, İzmir, Elazığ, Satürn, Mars gözümüzde bir olduğu kaidesince biz zahiren ayrı olsak da hakikaten beraberiz. Bu kardeşliğin firakı yok, fânî mecazî dostluklar firakı düşünsün, bize ne! Saniyen, Azîz Üstadımız Kastamonu Lâhikası’nda Hasan Âtıf Abiden bahsederken, “Cenab-ı Hak onun emsalini çoğaltsın. Bu kardeşimizi yirmi mektub yerinde, size canlı bir mektub olarak gönderdik” diyor. Ben de elimden gelse bir canlı mektup olarak yanınıza gelmeyi isterdim, ancak şimdilik bu mektupla iktifa ediniz. Salisen, aleyhimizde çalışan şeytan ve nefse karşı fevkalâde tedbir lâzımken, bazen Risale-i Nur okumalarımı eksik yapmam sebebiyle yenik düşüyorum. Hizmette zaaf meydana gelebiliyor. Bu aciz kardeşinize çok dua edin, Nurları çok okusun ki imanı artsın. Bu hizmet-i Kur’âniye’de her türlü sıkıntılara meydan okusun inşallah. Rabian, üniversitede okumam dolayısıyla kendimi muhafaza etmem zor oluyor. Ben de siz

kardeşlerimden rica ederim ki, kendi okumalarınızda ve hizmetinizde ve dualarınızda beni de niyet edin ki, şahs-ı manevînin kalesinin içine sığınabileyim. Yoksa Allah korusun cazibedar okul etkinliklerine kapılmak ihtimali var. Hamisen, Risale-i Nur eğitiminde olmanız itibariyle büyük bir lütfun içindesiniz. Zira tüm üniversitelerin fevkindedir. Terbiye-i dersane-i Nuriye’de olmak bahtiyarlığına erişen siz kardeşlerime, terbiye-i dersane-i Adana’da olarak şunu söylüyorum ki, laakal 3-4 yıl üniversitede okur gibi Medresetü’z-Zehra’da Risale-i Nur eğitimi almak, kasem ederim ki en arzuladığım şeydir. Vaktinizin kıymetini biliniz, okuyunuz, okuyunuz, okuyunuz. Son olarak sizin gibi gayretli, şevki hiç sönmez, sebatkâr, Risale-i Nur’u kendine hayat gayesi edinmiş kardeşlerim olduğu için kendimi sonsuz bahtiyar biliyorum. Cenab-ı Hakk’a yüz bin şükür olsun. (Haşiye)

Haşiye: Ekte size gönderdiğim parça (Gülmek Sana Yasak Dostum), beni bu sıralar en çok etkileyen parçadır. Dikkatle okunmasında fayda var (Haşiyecik) Haşiyecik: Bu âhirki iki meseleyi kısa kesmeye kâğıt mecbur etti. Zira mektup zarfı küçük, sığmaz :) Çukurova Üniversitesi’nde hayatı içtimaiye-i mutlakta âciz kardeşiniz Şeyda Sultan

56

I

Aralık 2016


S

Gülmek Sana Yasak Dostum

ana daha önce “Ağlama ne olur, gül artık. Gülmek senin hakkındır” demiştim. Şimdi ise “Gülmek sana yasak” diyorum. Sanma ki bu bir çelişki, sanma ki bunlar birbirine mani. Aksine bunlar birbiriyle iç içe… Gülmek, üzerine yüklenen ebedî davanın ardından gafleti anlatıyorsa, o sana yasak! Eğer ebedî davanın bayrağını bir adım ileriye götürme nimetine nail olmanın şükür ve sürûrunu temsil ediyorsa elbet, gülmek hakkındır. Ağlamak, bedbinliğe ve şevksizliğe âlem olmuşsa, ağlama! Yazıktır gözyaşlarına, eğer iman bayrağını ötelere götürmenin ızdırabı, gayrın dertlerini düşünmek faziletinin ifadesi ise ağla, hem de sel gibi gözyaşı dök! O yaşlar bir gün rahmet bulutu olup, seni gölgeler, hatta yağmur olup ab-ı hayat sunar. Sen öyle bir duygu girdabındasın ki, kurtulamazsın. Sen, gülmek ağlamak, sevmek sevilmek, konuşmak, susmak gibi zıtların belki de vefasızlıkların, kadirşinassızlıkların sahillerine uğrayan helezonik bir güzergâhın yalnız yolcususun. Senin yolunda, yalnız dikenler ve çakıllar değil, pusu kurmuş çakallar da var. Senin yolunda, maddî ve mânevî menfaatlerden öte, bir ulu gaye için, çırpınmak var. Neylersin, sen buna gönüllü talip olmuşsun! Sen kâinatı kucaklayan bir ulu ideale baş koyacak fıtratta doğmuşsun. Küçük hülyalarla nasıl avunursun? Sen, her şeyin sahibine gönül vermişsin, bir şeyde nasıl boğulursun? Sen, kendini başkasıyla mukayese edemezsin; çünkü sen farklısın! Sana bazen ağlamak yasaktır! Kan kussan kızılcık şerbeti içmiş gibi duracaksın. Sana bakıp şevk alanları üzmemek için gözyaşlarını içine gömüp, bağrına taş basacaksın. Sana, bazen gülmek yasaktır! Herkes şen şakrak iken, sende derin bir tefekkür hâli, bir ağırbaşlılık, bir vakar görülür. Belki tebessümünle iktifa edersin; çünkü sen zerre kadar zamanda kaybolmaz, asırlar ötesini düşünürsün. Gün olur, bir ulu hizmetin peşinde yalnız koşturur, türlü fedakârlıklara katlanırsın. Belki umduğunu bulamaz, belki destek beklediklerini ilgisiz görürsün. Nice zamanlar, doğru bildiğin yolda yalnız yürümeye mecbur kalırsın. Sakın sakın, sana el uzatmayan zavallılar grubunun sahte saadetlerine imrenme! Onlara kızma, adavet etme. Sadece acı! Çünkü sen farklısın dostum! Allah sana başkalarının dertleriyle dertlenme fazileti vermiş. Senin beynin enbiyalar, evliyalar, salihler, sıddıklar ve mücahidlerin mefkûresiyle doldurulmuş. O nurânî zincire bir küçük halka olmak, o ulvî kervanın peşinden koşmak, o mukaddes ayaklarına toz olmak istediğimiz dava ehlinin, bir küçük ferdi olmak arzusu vermiş; ne diye küçük düşünüp, hislerini dünya için heba edeceksin? Sen farklısın dostum, çok farklı! Ömründe seni bir kere dahi düşünmeyen, sana zerre kadar menfaati dokunmayan kişinin, imanını kurtarmak için çırpınıyorsun, onun için çalışıyor, programlar yapıyor, diller döküyorsun. Neylersin ki elinde değil, başkasını düşünmeden edemiyorsun. “Boş versene!” diyemiyorsun. “Aldırma da geç git” diyenlere kulak asmıyorsun, “Milleti sen mi kurtaracaksın?” diyenlere “Evet, ben kurtaracağım! Var mı bir diyeceğiniz?” diye haykırıyorsun. Sen gönüllü bir mahkûmsun dostum! Saniyeleri, Allah yolunda hizmetle geçen, bir çelik duvarla örmüşsün çevreni. Sen kendi mahpushaneni kendin yapmışsın, ne diye dışarıdaki aylaklara imreneceksin? Sen, seni, seninle mukayese et! Sen başkasına bakıp da “O niye böyle? Şu niye şöyle?” deme! Sen kendi kabiliyetlerini kendi duygularını, aksa-l-gayata çıkar. Sen kendinle yarış! “Bu hükümeti cumhuriyenin tek memuru ben miyim?” deyip, el etek çekme! Bu senin davandır. Unutma! Problemler küçük insanların şevkini kırar, büyük insanların azmini arttırır. Sen büyük insansın, çünkü büyük ve ebedî davaya gönül vermiş, baş koymuşsun. Sıra dağlar gibi problemlerle çevrilsen takma kafana! Bu dava büyükse, sahibi de büyük. Senin gibi ihlâslı, cevval kahramanları yalnız mı bırakır? Aralık 2016

I 57


ZİHNİN ÇARKLARI

Caner Kutlu ca ne t -k ut @ hot ma i l.com

B

e l â g a tça vech-i münasebet ve müşabehet budur: Farazâ bir adam hayâl balonuyla küreden yüksek yere uçarsa; dağların silsilelerine baksa, acaba tabaka-i türabiyeyi direkler üstüne serilip atılmış bedevi haymeler (çadırlar) gibi tahayyül ederse ve münferid dağları da bir direk üstünde kurulan bir çadıra benzetilse, acaba tabiat-ı hayâle muhalefet olur mu? Farazâ sen o silsileleri müstakil dağlar ile beraber sath-ı arza keyfiyet-i vaziyeti bir bedevi Arabın karşısında tasvir tarzında tahayyül ve tahyil edersen, şöyle: Bu silsileler A'rab-ı Bedeviyenin haymeleri gibi arz sahrasında kurulmuş ve taraf taraf da çadırlar tahallül etmiş desen... Arabların hayâlî olan üslûblarından uzak düşmüyorsun... (Muhakemat) Üstad’ın bahsettiği hayâlin yere inen gölgesi temâşâdır dersek; Arap kıyafeti giyip, bir bedevi çadırında otursa… Sadık el-Müeyyed, Afrika Sahra-i Kebîri’nde Seyahat notlarında anlatıyor: “...Ben ise bütün bu harekât ve ameliyât arasında dolaşıp her şeyi yerli yerine koydurduktan sonra çadırımın kapısına yol iskemlemi kurar, tabiatın letâfetini temaşaya koyulur, gündüzün harâretinden, yorgunluğundan vücûdumda hissettiğim rehâvet-i müz'icenin yavaş yavaş indifâ'ını (kaybolmak) duyarım. Konağımızın üç muhtelif noktasında birden ateşlerin yanması, bedevilerin kendilerine mahsûs ve ekseriyâ müessir ve latif terennümat-ı garîbânesi, yabani kır otlarının tarâvet-bahşâ râyihası (tazelik bahşeden kokusu), hele mehtâbın ancak çöl gecelerinde görülen o bî-pâyânî-i lemeânı (sonsuz par-

58

I

Aralık 2016


layışı) içinde insan bir saat evvelki sıcağı, rahatsızlığı, sıkıntıyı -sanki hiç vâki olmamış gibi- unutarak bir taze hayât-ı âzâde ile teneffüse başlar.” O zaman, hayâl, bu teneffüs içinde gerçeğin bir gölgeliğinden mi ibarettir? Ve keza, diyor Üstâd; o habbe-i kalb (zira “kalp, bir kumandan gibi, letâif askerleriyle kahramanâne maksada” yürüyebilir) için, pek çok hizmetçi vardır ki, o hâdimler kalbin hayatıyla hayat bulup inbisat ederlerse, kocaman kâinat onlara tenezzüh ve seyrangâh olur. Hattâ kalbin hâdimlerinden bulunan hayâl -meselâ- en zaîf, en kıymetsiz iken, hapiste ve zindanda kayıdlı olan sahibini bütün dünyada gezdirir, ferahlandırır. Ve şarkta namaz kılanın başını Hacer-ül Esved'in altına koydurur. Ve şehadetlerini Hacer-ül Esved’e muhafaza için tevdi ettirir. (Mesnevî-i Nuriye) Yer yüzeyi insanın hayâl denizinin bir kıyı şeridi gibidir. Hayâl balonu... Öyle ise, hayâl bir taşıt ve yakıtı olmayan bir Yer yüzeyi taşıt mıdır? Madde de (nefis) bir balon insanın hayâl gibi ve içi hayâlle dolu bir gerçeklik hissi midir? Hayâl bir görünmeyen ışık türü denizinin bir kıyı olmasın? Zaman gibi bir enerji? Hayâl ve şeridi gibidir. zaman ile mekân da genişliyor, cismaniyet gelişiyor; bir siyah taş (Hacer-ül Esved) ile Hayâl balonu... (yani cismani) şekil alan bir hayâl gerçek değil de nedir? Görünen o ki, hayâl insanın ve mahsus evrenin varlık cüzlerinden... Hayâl ile zaman birleşerek gerçekleşir, diyenlerin yanında hayâlin zamanı aşan süratini kullanmayı önerenler de bulunuyor. Bu durumda zaman, hayâlin yol aldığı bir zemin mi yoksa engel mi ya da hayâlin biçim alacağı kalıpları mı? Yani, Stefano D’anna’nın dediği “visibilia ex invisibilibus” yani “görünenler, görünmeyenlerden çıkar” mı yoksa Bediüzzaman’ın sürekli vurguladığı, “dimağda meratib var” ile hayâlin alacağı yol ile biçim ve hâl değişecek ve herkesin kendine özel uzayında hakikat yalnızca ‘itikad’ menzilinde mi açığa çıkacak… Ya da “Daire-i imkânda daha ahsen yoktur” olan sözü, İmam-ı Gazalî’ye dedirten hilkatteki kemal ve hüsne (Muhakemat) olan kanaat midir hayâlleri gerçekleştiren? Bazen insan -kendi dâhil- pek çok şeye sahip olabileceğini düşünebiliyor. Ancak tüm bunların aslında yüzde 99,99999999 oranında boşluktan oluştuğunu düşününce, hakkında kibirlendiğimiz şeyler

““

“ “

Aralık 2016

I 59


o kadar da önemliymiş gibi gelmiyor. Olay şu: Bir atomun boyutu, çevresindeki elektronların ortalama konumuna göre belirleniyor. Yani atomun büyüklüğü aslında çekirdeği ile elektronlar arasındaki boşluktan oluşuyor. Çekirdekler genellikle bu boş alanın sadece yüz binde biri kadar bir boyuta sahip oluyor. Eğer atomlar arasındaki boşluktan kurtulup sadece çekirdek ve elektrondan ibaret olsaydık, her birimiz bir toz tanesinden daha küçük bir boyutta olurduk. Tüm insanlık bir küp şeker kadar bir alana sığabilirdi. Peki, o zaman bu kadar kütle nereden geliyor? Cevap: Enerji. Temelde hepimiz proton, nötron ve elektronlardan oluşuyoruz. Atomun çekirdeğindeki proton ve nötronlar ise kuark adı verilen daha küçük parçacıklardan meydana geliyor. Bu kuarklar gluon adı verilen başka bir madde sayesinde bir arada durabiliyor. Kuarklar proton ve nötronların kütlesinin çok küçük bir yüzdesini oluştururken gluon ise tamamen kütlesiz bir madde. Pek çok bilimci, vücudumuzdaki kütlenin çoğunun, kuarklar ve bunları bağlayan gluonların kinetik enerjisinden kaynaklandığını düşünüyor. Peki, tüm evrendeki atomlar neredeyse tamamen boşluktan meydana geliyorsa herhangi birine Hakikatin dokunduğumuzda nasıl hissedebiliyoruz? O parçaları olan zaman ‘boş’ hayâller nasıl gerçekleşecek? mânâlar kalpten Bu noktada ‘boşluk’ kavramını yeniden çıktıkları vakit, suretincelemek gerekiyor. Çünkü boşluk dediğimiz şey aslında asla tamamen boş ollerden çıplak olarak muyor. Bizim boşluk olarak gözlemlehayâle girerler; diğimiz alanlar, (hayâllerimizi sürdüoradan suretleri ğümüz uzaylar) aslında dalga fonksigiyerler. yonları ve görünmez kuantum alanları ile dolu. Kuantum fiziğine göre, elektronlar da bu şekilde aynı anda atomun her yerinde bulunabiliyor ve aslında boşluk olan alanların katı bir his vermesine sebep oluyor. (Dünya Halleri) Burada ortaya çıkan, mahsus uzayımızda ‘boş’ hayâller ile bir şeyin tanımına götürecek sürecin hareketini izlememiz gereği... Tanım bir şeyin sınırının tespitinden ibarettir. Bu da etrafın tespiti ile mümkündür. Yani, bir şeyin varlığı diğer varlıkların belirlediği bir alandır. İşarettir. Telmihtir. Her bir şey bir kelimedir. Bediüzzaman’ın istediği gibi: “Hem de hakikatın etrafına bir daireyi çekmek istiyorum, tâ hakikat mahsur kalıp kaçmasın” (Muhakemat) içindir. İnsan, mahsus âleminde hayâlleri parçalar, kurgular, hareket verir. Sonra bu hayâller tasavvur (tasarım) katına geçer. Hayâlde hakîkat görülmez. Zihinden hayâller perdeli ve suretler şeklinde gelir geçer. Bu hayâl ve düşünceler çeşitli suretleri giyer ve dokur. Bu parçacıklar zihnin çarklarına yansıdığında hayâlin

60

I

Aralık 2016

““

“ “


elinde tutar, ölçmek ister. Çünkü “mantıkça, tahayyül hüküm değildir.” Hakikatin parçaları olan mânâlar kalpten çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayâle girerler; oradan suretleri giyerler. Hayâl ise, her vakit bir sebep tahtında, bir nevi suretleri nesc eder (dokunmak, yani temas… enerji ile kütle de kazanıyor, maddî his burada ortaya çıkıyor, boşluk ‘anlam’ kazanıyor). Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır; hangi mânâ geçse, ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. (Sözler) Işık ve maddenin elektromanyetik alanlarının birbirine karıştığı gizemli mikroskobik dünyada enerji değiş tokuşu yapan plazmonlar, eksitonlar ve bilinmeyen başka parçacıklar bulunmaktadır. Fizikçiler, hayâlden atom altına bu var olan parçacıklara enerji taşıyan yeni parçacıklar dizisi eklediler. Topolojik pleksitonlar (topological plexcitons) adı verilen bu yeni parçacıklar, güneş hücreleri ve nanoboyuttaki devre parçaları için enerji akışının artırılması konusunda umut vaat etmektedir. Bu parçacıklar, eksiton enerji transfer (EET) sürecinin aydınlatılması amacıyla UC San Diego, MIT ve Harvard üniversitelerinden araştırmacılar tarafından tasarlandı. Topolojik pleksitonlar, plazmon ve eksitonların konjuge edilmesi ile elde edilmekte ve EET sürecinde enerji akışının daha iyi sağlanması amaçlanmaktadır. Işık ve madde birbirleriyle etkileştiklerinde enerjilerini değiş tokuş ederler. Bu değişim, kendi bozunma oranlarından çok daha hızlı olduğu zaman, bireysel kimlikleri kaybolur ve hibrid parçacıklar olarak değerlendirilirler. Bir bakıma eksiton ve plazmonlar pleksiton formuna dönüşürler. EET, önceleri 10 nm gibi küçük mesafelerde gerçekleşmekteydi, fakat pleksitonların elde edilmesi ile bu mesafe yaklaşık bir saç telinin genişliği kadar olan 20.000 nm’ye kadar genişledi. Bu araştırmaya göre, ileride pleksitonlar, güneş hücreleri ve fotonik diğer aygıtların bileşenleri arasında enerjinin dağıtılması amacıyla kullanılabilir. (Topological plexciton energy particals- Mit) Büyük uzayda ve ‘âlemin misal-i musaggarı’ olan insanın mikro uzayındaki bu temaslarda, Bediüzzaman’ın yaşadığı şu hadîse gibi -güneş hücreleri ve fotonik aygıtlar arasındaki enerji dağılımını gözlemlerken meselâ- bir ses duyulsa, şunun gibi: “...bir zaman -küçüklüğümde- hayâlimden sordum: ‘Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?’ dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden ‘ah’ çekti. ‘Cehennem de olsa beka isterim’ dedi.” (Asa-yı Musa) Demek ki ne hayâller, ne de hiçbir şey boşluktan hiçliğe düşmek istemiyor. Peki, ne istiyor? Zamanda atlamak... Nasıl? Gelecek sayımızda inşaallah…

Aralık 2016

I 61


KÜLTÜR SANAT İlknur Fatma Kemerli i .f.nogay@ hotma i l. com

Değerli Genç Yorum Okuyucuları; “İki günü eşit olan zarardadır” buyurur Efendimiz (asm) ve dolayısıyla ilim cihetinden bakacak olursak, bir Müslüman olarak her daim ilmimizi arttırmamız gerektiği anlaşılır. Fakat bu; sadece pozitif ilimleri değil, manevî ilimleri de arttırmamız gerektiğini anlatır. Müslümanların iki türlü ilim tahsil etme yükümlülüğü vardır: farz-ı ayn ve farz-ı kifâye. Farz-ı ayn, özetle temel ilmihal ve itikad bilgileri iken, farz-ı kifâye ise toplumun ihtiyacı olan sair ilimlerdir. Bu minvalde bakılacak olursa, tanıtacağımız ilk kitabımız; bizler için farz-ı ayn olan, imandan sonra en büyük hakikat namaza ait ilimlerin temelden tafsilatına kadar anlatıldığı İnsan Yayınları’ndan Esma Sayın Ekerim’in “Namaz ve Karakter Gelişimi” adlı eseridir. Temelde bir tez çalışması olan bu kitapta, namazın ilişkili olduğu tüm kavramlar detaylı bir şekilde ele alınıp; mikro âlemden makro âleme, geçmiş zamandan gelecek zamana kadar namazın tüm etkileri ayetlerle, hadislerle ve örneklerle anlatılmıştır. Tasavvufî, psikolojik ve sosyolojik açıdan da namazın ayrıntılarıyla, bölüm bölüm değerlendirildiği bu eserde; namazdaki tüm hareketlerin, okunan dualarla beraber karakter üzerinde nasıl bir etkiye sebep olduğu anlatılmıştır. Namaz sayesinde; insanî niteliklerin ve sabır, vefa, sorumluluk gibi değerlerin namazın özenli ve dikkatli kılınması ile doğru orantılı olarak arttığının anlatıldığı son bölümde, insanlık olarak muhtaç olduğumuz birçok soruna çözümler bulunmaktadır. Her kesimin anlayabileceği ilmî bir üslupla yazılması da kitabın ayrı bir güzelliğidir. Dikkatle, altı çizilerek ve not alınarak okunan; her bölümde durup düşündüren ve kişide farkındalık oluşturan bu kitabı herkesin okuyup, kendi iç âleminde derin değerlendirmeler yapmasını Namaz ve temenni ederiz. Karakter Gelişimi

62

I

Aralık 2016


Bu ayki diğer önerimiz ise, Yeni Asya Neşriyat’tan çıkan “Hadislerden Seçmeler Serisi” derlemesi. Kütüb-i Sitte ile Camiu’s-Sağir’den faydalanılarak hazırlanan ve kolektif bir çalışma ürünü olan bu seride İlim, Dua, Sağlık, Kulluk, Ticaret, Aile, Ölüm ve Kıyamet, Ahiret Hayatı, Davranışlarımız ve Efendimiz’in (asm) Hayatı başlıkları altında 10 küçük kitap bulunuyor. Keyifle okuyacağınız, her biri birbirinden kıymetli olan bu kitaplarda, her bir hadis hayatınıza kılavuzluk edecektir. Kitaplı günler, keyifli okumalar dileriz.

Ha

eç nS e d er disl

risi e S er mel

Bir hadis: Ebu Musa el-Eş’arî rivayet ediyor: Dindar ve güzel ahlâklı bir sohbet arkadaşının durumu ile kötü bir sohbet arkadaşının durumu, misk taşıyanla körük çeken adamın durumu gibidir. Miski taşıyan ya sana hediye eder ya ondan satın alırsın veya onun güzel kokusundan istifade edersin. Körük çeken ise ya elbiseni yakar veya ondan üzerine pis bir koku siner. Buharî, Zebâih: 31; Büyu’:38; Müslim, Birr:146 Aralık 2016

I 63



YENI REKLAM MECRASI:

Mesajlaşma aplikasyonları MIRC ile başlayan mesajlaşma geleneği, son dönemde Whatsapp ile hızla yükselişini sürdürüyor. Facebook’un Mobil Messenger’ı, Snapchat, WeChat gibi uygulamalar artan mobil kullanımıyla birlikte her geçen gün yaygınlaşmaya devam ediyor. 2017 yılında bu uygulamaların sayısının ve içerisindeki reklam alanlarının artması bekleniyor. Mobil uygulamaların artması ile birlikte hızla yükselecek kullanıcı sayısı da şimdiden medya satın almacıların iştahını kabartıyor. Yakın zaman önce Snapchat’te reklam döneminin başlaması, Whatsapp’ın paralı ilanlara olan bakış açısını biraz yumuşatması bu trendin göstergeleri.

Fijital pazarlama Dünya’da bu süreç yaklaşık beş sene önce başlamış olsa da Türkiye’de fijital kavramının geçmişi henüz çok yeni. Yaklaşık 2 senedir Türkiye’de konuşulan fijital kavramı, tüketici ve marka arasında oluşan ekosistem içerisinde fiziksel ve dijital pazarlama dünyalarının bir araya gelmesinden oluşuyor. Fijital kavramı, fiziksel ile dijital deneyimleri harmanlayarak tüketiciye en doğru yoldan ve ölçümlenebilir şekilde ulaşılmasını sağlayacak yöntemlerden biri olacak.

Çocuklar için tasarlandı

Jet dedikleri bu!

Hız rekorunu kırmak için tasarlanan uçak görünümlü araba hayranlık uyandırıyor. Saatte 1600 km’ye çıkması planlanan ve İngiltere’de geliştirilen “süpersonik araç” için son hazırlıklar tamamlanıyor. Eğer söylenildiği hıza çıkarsa kara üstündeki hız rekorunu kırmış olacak. Şimdiden görüntüsü ile hafızalara kazınmış hâlde. 1997’den bugüne kadar liderdi Bir önceki rekor 1997 yılında, Nevada çölünde Andy Green tarafından kırılmıştı. Thrust SSC isimli aracıyla ses hızına ulaşan kara araçlarından biri olmuş ve ‘gelmiş geçmiş en hızlısı’ seçilmişti.

Projenin yöneticileri, oyuncak araba görünümündeki bu mühendislik harikasının aslında ‘çocuklara bilimi sevdirmek’ amacıyla tasarlandığını söylüyor. Ekim ayı içerisinde saatte 1228 km olan dünya hız rekorunu kırmayı deneyecek. Böylelikle ses hızını da geçmiş olacak. Projenin ilerleyen aşamalarında, aracın 1600 km’ye kadar çıkabileceği düşünülüyor. Bu hıza ulaşabilmek için arabada jet motoru kullanılıyor. Maliyeti ise Çin’deki bir sponsor firma üstleniyor. Aralık 2016

I 65


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.