Devrimci Süvarinin ardindan

Page 1

SEVGİLİ ÖMER AĞABEY - Ahmet GÜL Gece gelen telgraf dört heceden ibaretti: “VEFAT ETTİ.” İmza yok. Bu dört hece bile çok. Bakıyorum duvara: duvarda bir yara duvarda bir resim vefat edenin, elimle çizmişim. Saat bir. Saat üç. Saat beş. Polis düdükleri, saatlar… Yatağım bozulmamış. Çekmecemde kaatlar: bazıları onun el yazıları. Gece gelen telgraf dört heceden ibaret… Şafak söküyorodam geceden ibaret. Avuçlarımda ellerinin gölgesi dolaşan adam demir parmaklıklardan gördü son gündüzünü. Mahpushane doktoru örterek paltosuyla upuzun yatanın yüzünü: – Tamam! dedi.

Devrimci Süvari’nin Ardından 1


Bunu belki evvelki akşam dedi. Evvelki akşam ben…… Satıcılar geçiyor mahalleden. Bakıyorum gece gelen telgrafa. O mükemmel bir kafa mükemmel bir yürek, yumruklarıyla erkek gözleriyle çocuktu. Hudutsuz ve Allahsız bir baştı o. Yoldaştı o.. Düşmanlar kına yaksın dostlar girsin saflara. Sen gözyaşı göstermeden ağlıyacaksın gece gelen telgraflara… NAZIM HİKMET RAN Gözyaşımızı içimize akıttık... Çok erken oldu gidişin, bizi yaraladı... Zaten yaşanmaz bir konumda olan ülke büsbütün dar geliyor artık... Hani her ölüm erken ölümdür? Hani motorları maviliklere sürecektik? Hani güzel günler görecektik? Neden acele edip çekip gittin, bizi yalnız koyup buralarda? Belki yıldızlar ülkesine gitmişsindir… Belki bir narin kelebeksindir şimdi… Belki gökyüzünde bir kartal.... Dostluğunla kalıyoruz…Sevgimizle kal…

Devrimci Süvari’nin Ardından 2


İHTİLALİN SÜVARİLERİNİN ARDINDAN - Atila SARP Devrimin içinden gelen olarak gencecik yaşta Bakanlıklar’daki inşaatın üçüncü katından seyretmiştim, 21 Mayıs bastırılmasını ve “Talat'ın üç buçuk adamı idareye el koyamaz!” diyerek sürekli yapılan radyo anonslarını. Yürüyerek, Kızılay’dan Atatürk Lisesi’ne geçerken, bir parkın içinden geçerdik,yanında ise Orduevi. Köşedeki ağaçlık bir bölümde görmüştüm, dikkat çekici dalgalı saçlarıyla, daha kısa bir süre önce, ihtilalin komutanını. Anılarımda kaldı, uçakların attığı mermilerin, yeni dökülen meclis önündeki asfaltta açtığı izler. DP baskıcı rejiminin sıkıyönetiminde, Merkez Komutanlığı emrindeki askerlerin, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin şafağında açtığı mermi izlerine bu izler katılmıştı, belleğimin bir köşesinde. Öner ve Ömer kardeşler...Kısa aralıklarla tanıdım her ikisini de. Dev-Genç gelişmesine paralel kurulmuştu Dev-Lis ve Öner GÜRCAN, onun kurucu önderlerindendi. Her karşılaşmamızdaki ilişkimiz bir ağabey kardeş olarak sürdü. En uzun görüşmemiz ise “İhtilalin Süvarisi” adlı romanın yazılışı sürecinde oldu. Hastalandı Öner...Kurtarılamadı... Anısı yaşasın, Ömer GÜRCAN kardeşimizi 18 Mart 2017’de toprağa verdik. Geniş bir katılımla, babasıyla kucaklaştırdık. Bazı dostluklarda Doktor Hikmet KIVILCIMLI’nın gelecek kuşaklara yönelik sözlerini anımsarım: “Genç kuşaklar en eskilerin kalem savaşlarındaki şiddete bakıp aldanmasın. Birbirleriyle en şiddetli kalem savaşı yapanlar, ilk karşılaştıklarında kucaklaşmayı,coşkuyla sarılıp hal hatır sormayı, birlikte kahkahalar atmayı bilmişlerdir. Genç kuşaklar eski kuşakların sülale kavgalarını günümüze taşırken, onların karşılaştıklarındaki samimiyeti de göz önüne almalıdırlar.” diyor Doktor, ‘Marksizmin Kalpazanları 1’ diye hakkında broşür çıkardığı, diğer bir en eski sosyalistin 50. yazı yılına ilişkin yayınlanan kitapçığında. Her iki kardeşte de benim en çok etkilendiğim davranış bu olmuştur. Anıları yaşasın Öner ve Ömer GÜRCAN kardeşler, dört çocuğu ile helalleşip, milletin daha iyi bir yaşama kavuşması için yola çıkan “İhtilalin Süvarisi” Fethi GÜRCAN'ınyalnız evlatları olarak değil, alınan kararlara uymanın “ahde

Devrimci Süvari’nin Ardından 3


vefasını” darağacında vererek sürdüren bir babanın tertemiz bir mirasını da hakkıyla taşıyarak, hangi siyasal düşüncede olursa olsun kendilerini tanıyanların gönüllerinde taht kurmuşsıra neferleridir. Toplumumuzun en acı siyasal ve sosyal altüstlüklerini yaşayan “GÜRCAN Ailesi”nin acılarını, “ateşin düştüğü yeri yaktığı” bilinci ve bütün içtenliğimle paylaşarak, azaltmak amacıyla bunları yazdım. Benden böyle bir yazı isteyen, toprağa verilirken Ömer GÜRCAN için söylediklerini takdirle karşıladığım Mustafa Kemal GÜLTEKİN kardeşime de teşekkür ederim. SEVGİLİ DOSTUM ÖMER GÜRCAN – Ayşe KAYGUSUZ Sohbetlerimiz sırasında hep, “Ömer GÜRCAN, seni-siziçok iyi anlatırım da kendimi nasıl anlatırım bilemiyorum.”derdim; anlattıklarına, alaycı hallerine gülerek baktığımızda. Ama şimdi, seni nasıl anlatacağımı, nereden nasıl başlayacağımı bilmiyorum… Gidişini kabullenmek çok zor… Yokluğuna alışmak… Sohbetlerin tadı tuzu yok… Gerçi sen gideli, daha bir kez bir araya gelebildik. Mustafa Kemal sensiz girince kapıdan içeri, bulgur kazanı gibi kaynadı içim. Partide Gaziantep’ten gelen misafirimiz olmasa, Mustafa Kemal’in boynuna sarılıp ağlayacaktım… ‘Hani eşin Mustafa Kemal?’ dememek için zor tuttum kendimi ama yine de çayımızı içip kalkmadan masadan, söyledim söyleyeceğimi… Ah be güzel dostum!... Oysa 11 Mart Cumartesi günü hastaneye geldiğimde biraz daha iyileşmiş görünce seni, ne çok sevinmiştim. “İyi toparladın haa, çabuk iyileş, alaycı takılmalarını bile özledik.” demiştim de özlenmenin, aranıp sorulmanın hoşnutluğu bir ışıltı yakalamıştım gözlerinde. Hatta ne demiştim ayrılırken: “Ömer GÜRCAN, bu gün öpeceğim seni, bu gün iyi gördüm.” Sühendan Hanım ne çok mutlu olmuştu, sana moral veren dostlarının olmasından… Ertesi günü akşamüzeri geldiğimde yatağını boş bulunca buz gibi ter boşaltmıştım da Sema’yı aramıştım, üzüntülü ve gergin sesimle… Şunu hemen söylemeliyim Ömer GÜRCAN; ateş düştüğü yeri yakıyor. Evet, bu erken gidişine biz de çok üzülüyoruz ama ya Sema, ya Gülderen?

Devrimci Süvari’nin Ardından 4


İnsan yaşamının hiçe sayıldığı ve var olan ilişkilerin de çıkar ilişkisi üzerine kurulduğu bu dönemde böyle güzel dostumuzun aramızdan ayrılması ne çok acı ve ne çok yalnızlıktır biliyorsun değil mi Ömer GÜRCAN? Sen de zaten sırf bu yüzden kalkıp kalıp geliyordun. Gelemezsen hemen telefona sarılıp yine de Turgut KOÇAK’ın sesini duyardın… Şimdi hiçbir şey olmamış gibi mi yaşayacağız, her şey yolundaymış gibi? Özdemir ASAF diyor ki: “Sonra çekildim bir kenara, seyrettim olan biteni. Baktım; kimde ben ne kadarım, kim bende ne kadar kalmış.” Şimdi sen görüyor musun Ömer GÜRCAN, kimde ne kadar kaldığını? “Ölümün tadına bakanlar, zamanın ve insanın kıymetini iyi bilirler” derim hep. Bu sözün anlamını sen de çok iyi bilenlerdendin, biliyorum. Onun için sıkı sarılırdın sevdiklerine… Ben de, yaşarken kaybetme korkusuyla çok haksızlıkları, hakkaniyetsizlikleri kucaklayıp sineme çektim Ömer GÜRCAN. Dışarıda kararlı ve onurlu olurken, içeride yüzsüzlüğü göze alarak. Evet, ölümün tadına daha çocuk yaşlarında bakmıştın… Öyle kolay değildi yönetimin zulmüne katlanmak, bütün yaşananların içinde dengeni kaybetmeden dimdik durabilmek ve daha ileriye daha ileriye gidebilmek… Sen, rütbeli bir asker Fethi GÜRCAN’ın oğlusun; ben Çayırköyü’nden Ahmet KAYGUSUZ’un kızıyım. Bencil bir abinin -baba yerine koyduğu bir saygıkorkusuna sesini yükseltemeyen ama çobanı olduğu ağılda, kendi davarlarından gece yarısı kesip etini, temiz bir gübre çuvalına koyup köyün en yoksul ailelerinin kapısını çalıp, omuzladığı et dolu çuvalı kapının önüne bırakan ama görünmeyen Ahmet KAYGUSUZ’un… Yani her iki babanın da amacı aynı: İNSANLAR DAHA İYİ YAŞASIN diye… Çelik aldığı suyu unutur mu Ömer GÜRCAN? Çelik ki o, bizim ONURUMUZ, babalarımızdan miras kalan; suyumuzsa vicdanımız… İNSAN OLMAK başka bir şey güzel dostum… İnsan olmak… Sana dostum diyebilmek…

Devrimci Süvari’nin Ardından 5


Biz tarlaya tohum saçarken -biliyorsun benim 13 yıl köy yaşamım oldu- bazı tohumlar çakıl taşların üstüne düşerdi. Tapanla da toprağa karışmazsa açıkta kaldığı için günde kurur giderdi. Ya da toprağa düşer ama tapanlarken taşın üstüne sıçrar yine günde kaldığı için kurur giderdi. Yani her iki şekilde de bazı tohumlar boşa çıkardı. Onun için tarlanın aldığı tohum ölçeğinden bir halbur fazla tohum saçardık toprağa ki tarla boş kalmasın diye. Şimdi düşünüyorum da dostluklar, arkadaşlıklar da öyle. Sevdiğimiz, değer verdiğimiz insanlara emek vermekten korkmuyoruz. Her şeye rağmen onu iyi görmeye çalışıyor, hayatımızda kalsın istiyoruz ama o, kendini kuruyan bir tohum gibi kaldırıp atıyor dostluk tarlasından dışarı… Ah be güzel dostum! Olayları kendine özgü bir algılaman ve yorumunla dostlarının, arkadaşlarının arasında hep aranan, özlenen bir insandın. O alaycı konuşmalarının içinde bile alınacak bir ders vardı mutlaka. Mesela, “İnsan insandan nasıl soğur Ömer GÜRCAN?” desem; “biri gider soğuk suyun altına girer, soğur!” derdin, sorulan sorunun karşılığı, yanıtı bu olmadığını bildiğin halde… Bu ince, alaycı konuşmanın ardından asıl soru ve asıl cevabı vermeyi de bilirdin elbet ve öyle cevap verirdin ki bellekten silinmeyecek… Ah güzel dost, kendini bile alaya alacak değin engin bir gönlü olan insan… Dün interneti açtığımda Mustafa Kemal GÜLTEKİN’in bir paylaşımı düştü ekranıma: “Özeleştiri özgüveni, eleştiri de karşılıklı güveni geliştirir, çürümeyi önler. Bu, devlet ve kurumlar için de geçerlidir.” diye yazıyordu. Bu söylediği ne kadar doğrudur tartışılır ama benim, kendi içimdeki çatışkılarla büyüdüğüm doğrudur… Ancak büyüme sadece çatışkılarla olmuyor; bir de okumak ve okuduğunu anlamakla oluyor. Bu anlamda, büyümeme senin de katkın az değildir Ömer GÜRCAN. Az kitap getirmedin bana; bazen okuyup geri iade ettiğim, bazen de “senin olabilir” dediğin kitaplar. Bazen de okumamı önerdiğin kitaplarla çok şey kattın bilgi dağarcığıma… Teşekkür ediyorum sana güzel dost… Hayatımıza kattığın güzelliklere…

Devrimci Süvari’nin Ardından 6


Son zamanlarda moralinin bozuk olduğunu biliyorum. Dışarıdaki gidişat bizim gibi düşünen, sorgulayan ve mücadelede direnen herkesin moralini bozuyor ister istemez. Hani burada umutsuzluk demiyorum ama yine de moral bozukluğu. Bazen insanın umutla beklediği şeylerin boşa çıkması bile yetiyor bunun için. Şimdi böyle konuşurken elbet bir bildiğim var ama burada kayıt altına almaya değmez… Değiştiremediğin şeylerin anısına da dokunmamak gerekiyor öyle değil mi? Yuvarlak -oval- bir akvaryumun içinde ters yüz olan balıklar gibi, içinde bulunduğumuz kültüre bağımlı çatışarak dönüp duruyoruz. Ve bunun bilincinde olarak aynı şekilde yaşamak ne kötü ve ne çok acı verici… Kendi egomuzdan kurtulup, BİZ olmayı beceremedikçe de sürüp gidecek bu durum… Bilgi yaşamı kolaylaştırır diye düşünsek de BİZ olup içinde dönüp durduğumuz oval akvaryumu parçalayamazsak ya da akvaryumun dışına çıkamazsak bilgi de sınırlı kalıyor, yaşamı değiştirip dönüştürmek de… Sonra, sonrası, ya pişmanlık ya da enerjisi tükenmiş bir beden; ötesi, ötesi yok… “Ömer GÜRCAN bana bir mektup yaz.” desem, “bu senin işin.” derdin biliyorum. Her sohbette notlar almamı isterdin. “Bak işte bunları yaz Hanımefendi.” der, yeni yeni düşüncelere sevk ederdin beni… O aldığım notların hepsi duruyor Ömer GÜRCAN, yokluğunun sıcak acısında belki sana ulaşır diye birkaç not düştüm, ahan da bunları… Adına da mektup diyorlar galiba… Sevgili Dost Ömer GÜRCAN, yaşadığım-yaşadığımız- sürece, adını hep saygıyla ama buruk bir hüzünle, acı bir gülümsemeyle anacağız. Ancak, boğazımızda bir yumruk olacak hep, bu kadar erken gidişin… Dilimiz de varmıyor ama söyleyecek söz kalmayınca, uğurlar olsun demekten başka… Yıldızlar yoldaşın… Sevgili Ömer GÜRCAN Dost…

Devrimci Süvari’nin Ardından 7


GÜNAYDIN ÖMER ABİM - Bahar TOPRAK Birazdan çiçekli yollardan yürüyeceksin… Dikenler boynunu bükecek, incitmeyecek… Çıplak ayağınla ipeksi çimenlerden geçeceksin... Su sesleri kuş cıvıltılarını duyacaksın, hurileri dans ediyor göreceksin ırmak kenarlarında… Fethi Bey seni karşılayacak:“Hoş geldin oğul, gel hele otur şöyle yanı başıma” diyecek. “Semama, Gülderenime iyi baktın, öpeyim alnından” diyecek.“Ha bir kara kız var hani didiştiğiniz, onun içinde öpeyim alnından bir kere daha” “Hele de bakayım ne var ne yok, oradaki aciz kullar birbirileriyle halen kavga ediyorlar mı?” diyecek. Sende anlatacaksın bir bir her şeyi… “Umut bitmiş değil, güzel olacak Mezopotamya, güzel olacak Anadolum, güneş açacak her yere” diyeceksin… Sonra orada dört ayaklı kardeşlerimiz, yeryüzünün sevgi yumağı sevgisiyle insan yüreğine mutluluk aşılayan partilerimiz etrafında, şımarık şımarık koşturacaklar… Ve sen yalnız kalmayacaksın… Sevgili Ömer Abim, bir onbeşyıl daha bekleyemediniz değil mi? “Zaten çok yaşlıydı” derdim yada biraz kalp kırsaydınız; “Amaaan huysuzun tekiydi!” derdim… Ne o öyle çekip gitmeler? “İllede babama gideceğim!” demeler… Bak,buradabir Kürt ağlıyor… Gözyaşıma baktım; paytak yürüyüşlü Sema GÜRCAN ile GülderenGÜRCAN’ın gözyaşıyla aynı… Yürek sızısı aynı… Neyse, bir gün nasıl olsa görüşürüz Bol bol sohbet eder, arada bir de didişiriz… Çiçekli yollar yoldaşın olsun…

Devrimci Süvari’nin Ardından 8


ÖMER GÜRCAN ATLAR VE BEN- Bahar TOPRAK Havaların sıcak olduğu bir gün, evde pinekliyorum.Birden telefon çaldı. Telefonun diğer ucunda Ömer GÜRCAN: “Merhaba Bahar, yarın evdemisin?” Ben: “Evdeyim abi.” Ömer GÜRCAN: “İyi güzel yarın saat 1’de Şişli Etfal Hastanesi’nin önüne gel, orada spor kulübü var. Geldiğinde beni ara sana tarif edeyim kulübün yerini. Birkaç dostla bir araya geleceğiz. Sen de aramızda ol. Gecikme sakın olur mu?” Benim, “tamam abi” dememe gerek kalmadan pat, telefonu kapattı. Ben kulüp lafını duyunca -belkide öyle anladım, bilemiyorum- Ömer Abi de süvari olunca, havalara uçtum. Öyle bir sevinmişim ki sanırsın Ankara'daki Ak-Saray'ın tapusunu bana vermişler, al sen içinde otur der gibi. Atları çok sevdiğimi bildiği için bana jest yapacak, direkt atları göreceğim moduna girdim. Hayalleri bilirsiniz…Her şeyin en kalitelisini yaşatır. Bazen prenses, bazen kral olursunuz. Bazen piramitleri gezer, bazen Eyfel Kulesi’ne çıkarsınız. Bazen Alp Dağları’nda vahşi doğada özgürce koşturursunuz. Bazen Milli Piyango kazanır, fakire fukaraya hayır dağıtırsınız. Hatta bazen cennette hurilerle tanışır onlarla şakalaşır hatta saklambaç körebe falan oynarsınız. Bakmayın hayallerin bu kadar cömert davrandığına, aslında üçkâğıtçının tekidir. Ama yine de gönüllü kanarız ona. Bize yalan söylemesinden çok hoşlanırız. İşte böyle zayıf anımda hayallerim devreye girdi ve ben teslim... Elimden tuttu götürdü bir baktım taaa Uranüs Jüpiter Venüs’e kadar çıkmışım. Jüpiter'den kuş bakışı Ömer Abi’yi, Gülderen Abla’yı ve Sema Abla’yı, sözünü ettiği o birkaç dostu, bir de birkaç tane jokeyden başka kimseyi görmüyorum. Biz önce spor salonunda doyasıya spor yapıyoruz, sonra terlemişiz ya, elimizi yüzümüzü yıkıyor, Veli Efendi Hipodromu’ndaki atlara koşuyoruz.

Devrimci Süvari’nin Ardından 9


Herkes ata binmiş. Gülderen Ablada Sema Ablada ata binmiş. Ben ata binmeye kıyamadığım için binmeyi kabul etmiyorum. Ömer Abi süvaridir, usta adamdır attan düşmez diye oralı olmuyorum. Kırıtarak yürüyen küheylanların üzerinde, başında kovboy şapkası, dar paçalı ekose pantolon giymiş, saçları hafif esen rüzgârdan uçuşan Sema Abla’ya GülderenAbla’ya odaklanıp, arada bir “Sema AblaaaGülderenAblaaa, dikkat edin, düşmeyin!” diye telkinlerde bulunuyorum Susamışlardır diye de kenarda duran su tankerinden kovalar dolusu taşıyıp atlara içiriyorum. Sonra bir kenarda kıvrılıp Medine dilencisi gibi Veliefendi Hipodromu’nda atlarıyla koşuşturan heyeti izliyor, keyfini çıkarıyorum. Arada bir atlara üzülüp;“ay kıyamam, atlar yoruldu” deyip, koşar adımla kaşağı alıp yakaladığımı tımar ediyorum. Günü nasıl geçirdim hiç bilmiyorum.İki gün önceden aldığım tişörtü de rengi beyaz olduğu halde pembeymiş gibi görüyorum. Geceden tişörtü ütüledim, bayramda aldığı ayakkabıyı başucuna koyan çocuklar gibi bende başucuma kırışmasın diye bir güzel yaydım. Sabah heyecanı aynı dozda devam ediyor Ben halen Jüpiter, Uranüs, Venüs'teyim… Giyindim kuşandım dışarı fırladım.Otobüsten indim, vapura bindim.Vapurdan indim,minibüse bindim. Yollar bitmek bilmiyor… Bir ara kafama takıldı;“ya şu Ömer Abi ne kadarda mütevazı bir insan! Hipodroma gideceğimizden, atları göreceğimizden hiç söz etmedi, kibar adam ne de olsa” diyerek en üst düzeyde kendime moral veriyorum. Arada bir şoföre kızıyorum içimden, yavaş gidiyor diye. Hani Pendik'ten Şişli’ye kadar koşarak yetişeceğimi bilsem asla otobüse binmeyeceğim. Az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim nihayet ulaşmam gereken yere ulaştım.Minibüsten indim, saate baktım; geç kalmış mıyım? Saat sabahın 10’u, daha üç saat var.

Devrimci Süvari’nin Ardından 10


Karşımda duran çay bahçesinde çay içtim, mağaza vitrinleri dolaştım, banklarda oturdum. Arada bir de saat kaç oldu deyip göz ucuyla saate bakıyorum. Veee buluşma saati geldi, aman ha geç kalmamalıyım! Koşar adımla Şişli EtfalHastanesi’nin önünde durdum: “Ömer Abi, ben geldim siz neredesiniz?” Ömer GÜRCAN: Bak Bahar, hastanenin çaprazında bir çay bahçesi var oraya gel garson sana tarif eder. Ben yine o hızla çay bahçesine girdim. Garson beni karşıladı ve 10 metre ileride külüstür bir kapı gösterdi, “Ömer Bey ve misafirler oradalar.”dedi. Kapıya baktım hiç öyle sosyete spor salonun kapısına benzemiyor; ama ben teselliye kaldığım yerde devam ediyorum.“Galiba spor salonu tarihi eser, atalarımızdan kalan bir yerde faaliyet yapıyor. Muhtemelen arka kapısından da Veli Efendi Hipodromu vardır.” demeye kadar getirdim. Eski püskü kapıyı araladım, birde ne göreyim havalandırma niyetine eskimiş küçük bir pencere… 4 metrekare bir oda, yine eski püskü bir kaç sandalye, Ömer Abi ve dostlar, koyu bir sohbet… Ömer Abi gündemi değerlendiriyor; memleket meselelerini ele almış, dostlarda pür dikkat dinliyor. Ortada ne sosyete spor salonu ne Veli Efendi Hipodromu… Ne kovboy şapkalı Gülderen ne Sema… Yerinde yeller esiyor… Ve ben biçare kul… Jüpiter'den saatte bir milyon km hızla yere çakıldım… Buz gibi bir bardak suya ihtiyaç duydum, oda yok. O gün bu gündür, dereyi görmeden paçaları bir daha sıvamadım.

Devrimci Süvari’nin Ardından 11


Behiç AYSAN “ Yine eksildi bir çolpan daha göğümüzden yırtarak karanlığı giden bir süvari bu ardına bakmadan Terkisinde darağaçları katli vaciplerin idam fermanı Börklüce Mustafa’nın önderi Varidat’tanBedreddin’in veBinbaşı Fethi Bey’in peşinden akıp gidiyor kara bir geceden bir geceye dörtnala kalkmış köpük köpük ve kan ter içinde….” Yolun açık olsun Ömer Ağabeyim… Unutmayacağız… Hep sevgiyle ve saygıyla…

BİR ABİM VARDI ANKARA’DA – Can ŞENSES Ankara; sokakları, caddeleri, meydanları, her karışında anılarım, bastığım her yerde bir iz… Ankara; çocukluğum, mutluluklarım,hayallerim,kırık dökük anılarım,başarılarım,başarısızlıklarım,hüsran aşklarım…2009 senesinin 2 Temmuz günü, artık terk etmek zorunda kaldığım bir Başkent… İnsan gidiyorsa, gidebilecek cesareti kendinde bulabiliyorsa kazanıyor aslında. Yeni bir hayata adım atarken de bir anılar kalıyor geride bir de dostlar geleceğe taşıdığın. Ömer Ağabey bu dostlardandı işte; ağabeyimdi.Özel hayatımıza

Devrimci Süvari’nin Ardından 12


dair çok derin konulara girmezdik. Hal hatır sorardık. Bilirdik ama ne durumda olduğumuzu.Hissederdik sıkıntılarımızı, üstün körü geçsek de üzerinden.Çünkü Ömer Ağabey Türkiye’nin siyasal çekişmelerine, alt üstlüklere,türlü politik oyunlara karşı, haksızlıklara ve de hayata karşı soylu bir mukavemet göstermiş deneyimli bir insandı.Anlardı,hissederdi.Ayda ortalama bir sefer telefonlaşırdık; “Nasılsın Ömer Ağabey?” “Bomba gibiyim!” Ömer Gürcan ile 2007 senesinde bir vesileyle tanıştık. Süvari Dergisi’nde yazmamı istedi. Nesin Vakfı ile ilgili yazmıştım. Sonra dergi kapandı. Ancak Süvari Sitesi’nde yazılarıma devam ettim. Hep yazmaya ve araştırmaya ve sorgulamaya teşvik ederdi. 12 Eylül ile ilgili bir yazı yazmıştım Süvari’ye. Bir gün telefon etti; “Turgut Koçak ‘ı veriyorum, yazını beğenmiş.” Turgut Ağabey ile konuştuk, sonrasında Ekin Sanat Dergisi’nde düzenli yazmaya başladım. SHP deneyimini beraber yaşadık. Sonrasında onun Genel Başkan olduğu Devrimci Halk Partisi’ni kurduk. Hep birbirine paralel düşünceler, görüşler içindeydik. Sosyal medya paylaşımlarımızı takip eder, birbirimizden faydalanırdık. O hep umutlu olmayı, her daim yenilmemeyi bize aşıladı. Diyalektik düşüncenin vücut bulmuş haliydi. Ondan çok şey öğrendim. Beğendiği yazılarım için arar, tebrik ederdi. Biraz şiire, edebiyata kaçtığımda içten içe kızdığını hissederdim. Araştırmaya dönük, tarihsel arka planı olan yazılar daha çok hoşuna giderdi. Bir belge ve arşiv niteliği olan çalışmaları severdi. Ankara artık daha ıssız… Yorgun delikanlı artık yok!Başkent’e geldiğimde arayıp; “Ne olacak bu memleketin hali?’’ diyeceğim Ömer Ağabeyim yok! Süvariler atlarını sürmeye devam edecek.Biliyorum o da bir yerde şaha kaldırdığı atının üzerinde birilerine laf yetiştiriyor, tartışıyor.Birilerine ağzının payını veriyor. ‘Atlılar atlılar/atları rüzgâr kanatlılar ‘’ Erken gittin be Ömer Ağabey! Daha çok eğlenecektik.Çook eğlenecektik…

Devrimci Süvari’nin Ardından 13


Fethi SANCAR M ayın tarlaları engelleyememişti Ezerek geçti zorbaları Havan toplarına karşı göğsünü siper etmişti Muştası olmuştu devrimci gücün Etraf karardı, denizler köpürdü, dağlar korkup tir tir titredi, Tankların gıcırtısından, jetlerin, tüfeklerin gürültüsünden çok, bir tek atlının nalsesleri duyuldu dört bir yandan Özü özdü, sözü sözdü, Mertti, yiğitti, arkadaştı, kardaştı, dosttu, eşti, babaydı, yoldaştı süvarinin oğlu. Elden ele sırayla geçen bayrak yarışıydı bu, Rüzgarın fırtınaya dönmesini, bir süvarinin gidip bin süvarinin gelişini göstermişti bizlere... Gök her zaman masmavi olmalıydı, Üstümüze doğan güneş herkese eşit doğmalıydı Rüzgar ılık esmeliydi; sevgi, esenlik, kardeşlik getirmeliydi herkese C anlar bir, karınlar tok, emek aş olmalıydı bu dünyada, Alın yazısı olmamalıydı; açlık, yoksulluk, umutsuzluk

Devrimci Süvari’nin Ardından 14


N amertin, zorbanın,sömürgenin en azından suratlarına tükürmeden gitmek yoktu bu dünyadan...

FethiSANCAR Dayımla ilgili ilk hatırladığım:anneannemlere geldiğimde, dayımı uyandırmak için odasına girdiğimde gözlerini kısık kısık açıp, “Aslanım gelmiş!” deyip, beni hemencecik koynuna almasıydı. Biraz sert mizaca sahip olan Öner Dayım ve babamın aksine oldukça sevecen yumuşak kalpli olan şakacı, esprili ve biraz komik olan bu adamı kendime hep yakın hissederdim. Dayımın yanında kendimi sadece mutlu değil, güvende de hissederdim. Çünkü benim dayım beni her şeyden korurdu.

Bazen kendisiyle beraber beni de salonda ki aynanın karşısına alır “Bak Fethi, ne kadar birbirimize benziyoruz” derdi. Hoşuma giderdi bu; sevilmek ve benimsenmek. Kimin hoşuna gitmez ki? Dayımla ilgili ikinci hatırladığım ise anneannemin evinde kutlanan, dayımın çok güzel bir kızla nişanlanmasıydı. Daha 1,5-2 yaşındayken, “Dayım ne kadar ne kadar güzel kız bulmuş.” demiştim. Ama yine de âşık olduğum kadın annemdi. Ondan güzeli olamazdı. Nişan için ailecek, çoluk çocuk yaptığımız, duvarlara asılmak için hazırlanan kedi merdivenleri, şişirilen rengârenkbalonlar, içmek için hazırlanan limonatalar, kuru pastalar o zamana kadar yoluk yoluk olan ablalarım Sema ve Gülnur’un beyaz prenses kıyafetleri benim hiç unutamadığım hatıram olmuştu. Çünkü tüm tanıdıklarla çoluk çocuk, cümbür cemaat yapılan bu düğün benim hayatımda yaşadığım ilk düğündü.

Devrimci Süvari’nin Ardından 15


Bu yüzden anneannemin evinde kutlanan bu düğün, benim için çok kocaman bir şatoda geçen düğün olmuştu. Çocuk aklı işte; tüm soylular, asilzadeler,lordlar, krallar, kraliçeler bu düğündeydi o zaman. Elbette, üzerine jilet gibi oturan askeri öğrenci kıyafetleri içindeki Ömer Dayım da bu şatonun prensiydi. Sühendan Yengem de gece yarısı saat 12’de ayakkabısının tekini bırakıp kaçacak olan Kül Kedisi Sinderella’ydı. O sırada şatomuzda misafirlerin yanında kimler yoktu ki; hokkabazlar,cambazlar, sihirbazlar hepsi oradaydı. Şatomuzun içinde güneş vardı, ay vardı, yıldızlar vardı, gökkuşağı vardı, 4 mevsim vardı... Bahçesinde atlarımız, havuzunda ördeklerimiz, tavşanlarımız vardı. Elbette o zamanlar boyum henüz 1 metreyi daha geçmediği için bende bu şatonun cücesi Şamboydum. O zamanlar sık sık; Şamboöptinaydişaptiydi!.. ( Şambo annesini şap diye öperdi) Kimsenin göremediği ama benim o gün için gördüğüm Gazi Mustafa Kemal Bulvarı’ndaki bir apartman katındaki şato, işte böyle bir şatoydu. Şimdi bu şato çok eski anılarda. Bu şatoda olan eş, dost ve akrabalarımızın büyük bir kısmı artık yoklar. Yok derken sadece burada yoklar. Ama hepsi o şatonun curcunasına, ışıklarına, renklerine, kedi merdivenlerine, balonlarına geri döndüler. Bu düğünün kahramanı prens de artık o şatoda. En parlak ışıklar içinde. Sizleri çok çok özlediğinde,bir günŞambo da yanınıza gelip, hepinize kocaman şapti yapacak...Şatodakiler sizleri seviyorum...

TANIDIĞIM EN ÇOCUK BİLGE; ÖMER DAYIM - Gülce TAŞTAN Hem herkesten öğrenir, hem herkese öğretir. Hiçbir şeyi "değmez" diyerek ötelemez, herkese değer ve değdiği herkesi silkeler. Anlayamayanı çoktur, bi' kez anlayanı müptelası olur. Tanımayanlar veya tanımamakta ısrarcılar çok şey kaçırıyor; çünkü Sokrates kanlı canlı aramızda dolaşıyor. İyi ki doğdun Fethi Dedemin veEsmacık'ın armağanı, Gülderen Teyzemin başının tatlı

Devrimci Süvari’nin Ardından 16


belası, Öner Dayımın kokusu, Sema Annemin en iyi arkadaşı, rengi Celal Babamın renginin yanına en yakışanı... İyi ki benim dayımsın. ( -Dayııııı! -Ne var ayıııı? ) Yüz göz olmaya lüzum yok, bitiriyorum; seni çok seviyorum…

ZOR ADAM ÖMER GÜRCAN – Hasan YAVAŞ “ Seninle ilgili sohbetlerini, karşılıklı tartışmalarınızı, paylaşımlarınızı biliyoruz. Bir arkadaşımız bir yazın çalışması yapacak Ömer Ağabey ile ilgili, seninde bir anını yazmanı istiyoruz.” dediğinde Mustafa Kemal GÜLTEKİN, intihara meyilli olmasam bile büyük bir hüzünden çıktım o an. Ömer GÜRCAN’ın fiziksel olarak atına binip gitmesi kaldıramayacağım kadar ağır geldi. Hüzünlenmemin birinci nedeni bu… İkinci nedenim, 2015 yılının bir yaz günü, günlerden cumartesi Dev-Parti Genel Merkezi’nde toplantı saatini beklerken, Ömer Abi, katılımcı partili arkadaşlara çay demleme peşinde. Bende etrafta masada rafta bulunan birkaç kitap alıp inceliyorum, bazen de notlar alıyorum. Ömer GÜRCAN: “Ne yazıyorsun, proletarya diktatörlüğünü mü?“ “Yok, Ömer Abi ‘Kuşların Aşkı’ adlı bir çalışmam var da iyi bir kaynak kitap buldum, onun için notlar alıyorum.” Demez mi Ömer Abi; ‘’Boş ver kuşları, sen bana mektup yaz.’’!.. Ömer GÜRCAN ile hiçbir çekince duymadan tanışırsınız, paylaşırsınız. Çünkü insanın gözünün tam ortasına bakar ve o gözlerinizdeki korkuyu,çekinceyi bir bakışta siler atar ve rahatlatır karşısında olan kimseyi. Eğer siz karşısına geçer de;eskatoloji, etimoloji, determinizm, gösterge bilim… İşte o zaman naneyi yediniz demektir! Artık senin ne Türkiye’yi bilmişliğin kalır, ne devrimci öğreticiliğin, ne de proleter enternasyonalin; hepsini silip süpürür bir güzel… Ve GÜRCAN’ın karşısında iki cümle kurup konuşamazsınız. Çünkü siz konuşma hakkınızı kullanmış, sözü Ömer GÜRCAN almıştır.

Devrimci Süvari’nin Ardından 17


En iyisi siz bir kâğıt, bir kalem alın ve hızla, söylediklerini not alın. Çünkü siz birkaç kütüphane kitap okusanız bile bilgisine ulaşamaz, deneyimlerini elde edemezsiniz. “Bir çocuk doğduğu zaman erkek çocuk diyoruz. Peki dedik diye erkek mi oldu? Hayır, erkek olmuyor. Biyolojik olarak dediğiniz doğru olsa da pek çok nedene bağlı olarak daha sonra, pek çok sosyal süreçlerdeki gelişmeler neticesinde belirir.” der. Hele proleter sözü ağzınızdan çıkarsa ‘yandı keten helva’ misali, sonunuzdur artık. Ömer GÜRCAN: “Mutfakta balık et çeşitleri, un şeker meyve olması, her şeyin her malzemenin fazla olması, iyi olması senin iyi yemek yapacağın anlamına gelmez. Yemek yapmak için kabiliyetli olmak, bilgili, becerili, yetenek sahibi olmak gerekiyor.” der ve ekler, ara vermeden susturamazsınız da. Ama içten içe de ufkunuz bilgi dağarcığınız dolmaya başlar. “Sen doktorsun, öyle diyorsun Ameliyat yap ne bekliyorsun neden şikâyet ediyorsun… Mühendissen git ev yap köprü yap bina yap ne bileyim bir ihtiyaca cevap ver bildiğin yerden… Sebze nedir? Şuna lahana deyin! Turp deyin, maydanoz deyin, hıyar deyin, havuç deyin, işçi deyin, köylü deyin…“ Tabii ki Ömer GÜRCAN’ın sövgü dili de pek dillere destandır. Bilenler bilir, her ortama göre örnekleri, benzetmeleri çoktur. Lafını esirgemez. Acımasız eleştiri yeteneği vardır. Ne seni kendi kızdırır ne de kendisi kızar. Oysa yapılan sohbette ki eleştiriler bir başka zeminde konuşulsa silahlar konuşur. İlk tanıştığımız da, “öncü sınıf partisi işçi sınıfı parti “ sözümü daha bitirmeden “Ama Hasan Yavaş, sen önce erkek olduğuna inanacaksın” demez mi?!.. İşte Ömer GÜRCAN’ca cevap… GÜLE GÜLE SÜVARİ! -Hikmet ÇİÇEK "Ankara Merkez Cezaevinde hummalı bir hazırlık vardı. Her şeyin çok gizli tutulması emri ilgili birimlere ulaşmıştı... Cezaevi müdürü infaz için bir imam ile bir cellat bulmuştu... İnfaz sonunda, imama 300, cellata 500 lira

Devrimci Süvari’nin Ardından 18


ödenecekti… Üzerinde Harbiye rozetinin takılı olduğu siyah dik yakalı kazağını, gri pantolonunu giydi, yanındakilerle birlikte cezaevi müdürünün odasına kararlı adımlarla yürüdü, beyaz idam gömleğini giydi... İnfaz yerine giderken de aynı soğukkanlılık içindeydi. Darağacına doğru hızlı adımlarla yürüdü, sehpaya çıktı... Cellata; “Kendi işimi kendim görürüm” dedi ve “memleket için hayırlı olsun...” diye bağırdıktan sonra, ayağının altındaki sandalyeyi tekmeledi.... Saat 02.55'i gösteriyordu..." İHTİLALİN SÜVARİSİ Gazeteci yazar Nesrin TURHAN’ın “İhtilalin Süvarisi” kitabını okuyunca (Doğan Kitap, 2004) Ulusal Kanal için bir “Fethi GÜRCAN Belgeseli” yapma kararı vermiştim. Fethi GÜRCAN’ın çocukları Ömer, Öner ve Sema ile o günlerde tanıştım. Haziran 1964’te babası idam edildiğinde 12 yaşında olan Öner’i 10 Ağustos 2004 günü kaybettik. Şimdi de Ömer’i. Belgeselin adı da “İhtilalin Süvarisi” olmuştu. Girin YouTube’a, “İhtilalin Süvarisi” ile karşılaşacaksınız. Ömer GÜRCAN tarafından yüklenmiştir. Girin internete, “Öner Gürcan Kütüphanesi” diye yazın. Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, vs. yüzlerce e-kitapla karşılaşacaksınız. Bu zengin kütüphane Ömer’in emeğinin sonucudur. Birkaç hafta önceydi. Ömer’i aradım. Hazırlamakta olduğum bir kitap nedeniyle Sarp KURAY’la konuşmak istiyordum. ‘Ankara’ya ne zaman gelecek?’ diye soracaktım. “Hastanedeyim.” dedi. Yüksek İhtisasta yatıyor. Hemen gittim. Yoğun bakımda, yakınları dışında kimseyle görüştürülmüyor. BABASI GİBİYDİ Ömer GÜRCAN, babası gibiydi; ihtilalci ve süvari. “Getir kızını, ona binicilik dersi vereyim” demişti. Kısmet olmadı. Devrimci Halk Partisi Genel Başkanıydı. 68 kuşağındandı. ODTÜ’de elektrik-elelektronik öğrencisi olduğu yıllar için, “Çevremize baktık, kimi Maocu, kimi Sovyetciydi, biz de Doktorcu (Hikmet Kıvılcımlı) olmaya karar verdik.” derdi. Ömer GÜRCAN, babası gibi asker olmak istiyordu. TSK’ya başvurmuş ve kabul edilmişti. Ancak 15 gün sonra 'ihtilalci oğlu' diye çıkarıldı. Sonra mahkeme kararıyla tekrar döndü. 12 Mart’ta tekrar çıkarıldı. 12 Eylül’de Mamak’ta 8 ay tutuklu kaldı, TRT'den elektronik mühendisi olarak emekli oldu.

Devrimci Süvari’nin Ardından 19


İŞÇİ-KÖYLÜ GAZETESİNE ASKER YARDIMI 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Eyleminde askeri öğrenciydi Ömer GÜRCAN. Askeri öğrencilerin, İşçi-Köylü Gazetesi’ne yardım için para topladıklarını Ömer’den öğrenmiştim. Ömer GÜRCAN, 1963’te Talat AYDEMİR ve Fethi GÜRCAN ile başarılı olmayan girişime katılan Harbiyeli öğrencileri “Fethi Gürcan'ın Harbiyelileri” kitabında anlatır. Okuyun o kitabı; Osman YETKİN, Önder AYDINLI, Vahit ÖZSOY, Zihni ÇETİNER, Ümmet SARI ve Nebi BARLAS’ın anlattıklarını. Cezalandırılan 1468 Harbiyeli’yi ve neden “Harbiyeli aldanmaz” denildiğini. Neden 1963- 1964 döneminde Harp Okulunun mezun vermediğini. 69 yaşında yaşama veda eden GÜRCAN'ın cenazesi, Ankara Cebeci Asri Mezarlığı’nda, babası Fethi Gürcan’ın kucağına defnedildi. Dev- Genç’in üye ve yöneticileri, 68 kuşağından, 78 kuşağından devrimciler hep oradaydı. Güle güle kardeşim. Güle güle süvari! GÜLE GÜLE SON SÜVARİ - Hüseyin ESENTÜRK Ömer GÜRCAN; Fethi GÜRCAN’ın oğlu, Devrimcilerin Ömer Abisi, son süvari… En son atlarla çekilmiş resimlerine baktım da süvari olmak ona pek yakışmış. Belleğimize hep onun güler yüzlü, esprili halini kazımışız. Şimdi bile Ömer Abi’den söz ederken kederli bir gülümseme yapışıyor yüzümüze. Devrimci 78’liler Federasyonu kapısının zili çalacak, Ömer Abi içeri girerken; “Devrimciler ne yapıyorsunuz?” diye soracak, sarı koltuklardan birine oturup koyu bir sohbete başlayacakmışız gibi geliyor. Hatta bize takılmak için: “Devrimi nasıl yapacaksınız? Ne zaman yapacaksınız?” sorularını sorup, tepkimizi ölçmeye çalışacakmış gibi geliyor. O meşhur şapkasını ve paltosunu; bana, Ruşen’e, Nejat’a, Kamber’e giydirip resimlerimizi çekmişti. Biz zayıf olduğumuz için paltonun içinde kaybolup gittiğimizde; “bir paltonun içini bile dolduramıyorsunuz” demesine kahkahalarla gülerdik. Süvari Dergisi’ni bırakırdı derneğe, okumamız için. Kitapları da kütüphanemizde başvuru kaynağı olmuştu. Yazdıkları bizim için güvenilir bir kaynak olurdu. Çünkü araştırır, soruşturur öyle yazardı.

Devrimci Süvari’nin Ardından 20


Düşünün;19 yaşında bir delikanlının babası idam edilmiş, o yine askeriyeye girmek istemiş. Girmiş de, ancak 12 Mart faşist cuntası tarafından askeriyeden çıkarılmış. Her devrimci gibi 12 Eylül’de tutuklanıp cezaevine atılmış, faşist cuntacılarla hesabı olan bir devrimciydi. Ömer Abi mücadele etmeyi seven, insanları mücadele etmeye çağıran bir insandı. Sağlam ve dik duran bir 68’liydi. “Bizi 68'li yapan üç kavram: BAĞIMSIZLIK-DEVRİM-SOSYALİZM…Bu kavramlardan birini yitiren 68'li, 68’li değildir. Eğilip bükülmüş çürümüş bir tiptir” derdi. Bize de takılırdı; “78’liler, sakın siz eğilip bükülmeyin ha!” diye. Torunu Ilgar doğduktan sonra bir başka gülümsüyordu. Gülümsemesi hepimizin yüzüne yansımıştı. Son dönemdeki baskı, zulüm ve zorbalığa karşı, insanları “Diktaya Hayır” demeye davet ediyordu. Birde kadir kıymet bilen, fedakâr, vefalı bir dost idi. Kendisi cezaevi koşullarını iyi bildiği için, özgür olmamanın ne demek olduğunu bildiği için cezaevindeki dostlarını yoldaşlarını hiç yalnız bırakmadı. Çok şey yazılabilir, çok şey söylenebilir hakkında. Ne kadar yazsak, söylesek eksik kalır. Rana Abla için yazdığım uğurlama yazısını okuduktan sonra yazmıştı aşağıdaki yazıyı: “ESMA-RANA-AYŞE-FATMA HANIM SOFRALARI "Hani kuru fasulye, pilav ve yanına turşu ile hazırladığın o sofraları hiç unutmayacağım. Geç kaldığımda "Hüseyin niye gelmedi "diye sormalarını, İlhan Abi’nin anmalarında "sen niçin konuşmadın" diye sitemlerini hiç unutmayacağım." Hüseyin Esentürk, Rana Abla, Muzaffer İlhan Erdost'un sevgili eşi ardı sıra yazdıkları…

Devrimci Süvari’nin Ardından 21


Evet, o evlerde açılan kurulan sofralar ikramlar. Annem aklıma geldi. Ve bizim evdeki sofralar. 60’larda babamın arkadaşları ve Harbiyeliler... 70’lerde ve sonrasında ölünceye kadar Esma Hanım'ın 68’lilere, 78’lilere, hapisten çıkan 21 Mayısçılara kurulan sofralar... O günlerin Rana Hanımların -Esma Hanımların sofraları... O günlerin arka planındaki Hanımlar... O sofralar... Ne saray sofralarına, ne yeryüzü sofralarına benzer… Doğaldır… Beklentisizdir... Dili olsa da anlatsa... Her lokmada insanlığı... Her lokmada paylaşımı... Onu yaratan besleyen Rana Hanımları, Esma Hanımları... Her devrimcinin anısında o sofralar vardır. O bir Hanım, Anne, Teyze, Abla olarak devamlı olarak yaşar. O günlerin saf, tertemiz bozulmamış özlemlerini, ideallerini. O sofrayı kuran elleridir, yaşatan, umudumuzu sevgimizi inancımızı… Ne bereketli sofralardı… Bereketi yaratan; Anneler, Eşler, Teyzeler. Ablalar... Ömer GÜRCAN 19 Temmuz 2015” Daha söyleyecek sözü, büyütecek umudu vardı. Sevip koklayacak torunları, yazacak yazıları vardı. Yol göstereceği yol arkadaşları vardı. Yaşamının en verimli çağında yıldızlara doğru yolculuğa çıkması, yol arkadaşlarını yoldaşsız, bizleri Ömer Abisiz, yakınlarını eşsiz, babasız, dedesiz bırakması herkesi çok üzdü. Güle güle “Son Süvari”. Yıldızlar yoldaşın olsun. Işıklar içinde uyu. Seni Unutmayacağız!..

Devrimci Süvari’nin Ardından 22


ÖMER ABİM – İrem GÜVENER BAHAR Sana, seni anlatmak için değil bu yazı… Ansızın gittin ya hani, her zaman yaptığımız gibi ilk sana yollayamayacağım bu yazdıklarımı… “Çok güzel olmuş, şuraya şunu da eklersen daha iyi olur.” diyerek fikrini de söyleyemeyeceksin… Ama olsun; sen zaten, bendeki seni gayet iyi bilerek gittin… Biliyorsun; benim için hep çok özel ve çok değerliydin ve yine biliyorsun; ben seni hep çok sevdim… 9 Mart’ta, hastanede, elini tutup gözlerinin içine bakarak söylediğim son cümle de bu oldu zaten; “Seni seviyorum!..” Seni, başkalarına anlatmak için de değil bu yazı… Çünkü biliyorum ki hiç kimse, seni, seninle tanışmadan, seninle konuşmadan, senin o güzel yüreğini göremeden anlayamaz… Ardından yazılanları okuyan ya da hakkında konuşulanları dinleyen her yabancı; “ne güzel insanmış” derama bilemez, seni tanıyamamış olmanın ne denli büyük bir eksiklik olduğunu… Denir ya hani; ‘anlatılmaz yaşanır’ diye, işte sen de öylesin; anlatılarak anlaşılamazsın, seni yaşamak lazım… Seni, kendime yeniden anlatmak için bu yazı… Gidişinle hayatımda açılan koskocaman bir boşluğu anılarla doldurma çabası belki de. Ne mutlu bana ki ikimize ait her anı, zihnimde olduğu gibi arşivimde de saklı duruyor. Seneler öncesinin mailleri, birlikte yazdığımız yazılar, notlar, dergiler, etkinlik bildirimleri, videolar, fotoğraflar… Ben, seninle öyle çok anı biriktirdim ki… İyi ki!.. “Derneğimiz Üyeleri Tuncay ÇELEN ve Ömer GÜRCAN tarafından yazılan kitabın imza ve tanıtım kokteylini onurlandırmanızı dilerim.” yazılı davetiye mailime düştüğünde 11 sene önceydi. 11 Mart 2006’da heyecanla geldiğim 68’liler Dayanışma Derneği’nde oldu ilk karşılaşmamız. Kısa bir sohbet

Devrimci Süvari’nin Ardından 23


sonrası elimde imzalı kitabım;Hesaplaşma 68 Gençliği ve Katledilişi ile dernekten ayrılırken “İyi ki gelmişim!” demiştim, tıpkı bundan sonra sana dair her şeyin sonuna ekleyeceğim gibi; iyi ki!.. Kitabı ilgiyle okuyup bitirdikten sonraki günlerde, üyesi olduğum solbirlik mail grubunda ‘Savaşsız ve Sömürüsüz Dünyaya Yolculuk –Süvari’ isimli bir derginin tanıtımı dikkatimi çekti. Maili yollayan, dergiyi çıkaran sendin; işte yine karşılaşmıştık. Yazdığım tebrik mailine hemen cevap verdin; huyundur hiç ertelemez, hiç bekletmezsin. Ama ben bekletmiş olmalıyım ki, bana yolladığın ilk mailde, senden ilk azarımı işittim; “Bir aydır seni bekliyoruz Hatay Sokak 7/14’deyiz. Yani 68’liler Derneği’nde, büro açtık Tel: 419 99 22 bekliyoruz, ben devamlı buradayım. Tuncay’a da haber veririz gelir. Sağlıcakla kal.” Geldim, uzun uzun sohbet ettik. Net cümlelerle anlattın her şeyi ve ben, geçmişte yaşadığın, gelecek için yapmaya uğraştığın her şeyden çok etkilendim. O görüşmemizin üzerinden birkaç ay geçti, iletişimi hiç koparmadık. “Süvari Dergi için editörlük yapar mısın?” diye sorduğunda tereddütsüz kabul ettim. Her sabah, başına; “ellerinden öper” ya da “haydin kolay gelsin” yazarak yolladığın yeni yazıları düzeltirken; okuyor, yazıyor ve sürekli yeni şeyler öğreniyordum. Süvari Dergi’nin her aşamasında benim de fikrimi alarak “sana güveniyorum!” mesajını verirken, bu sayede benim de kendime olan güvenimi arttırıyordun. 2.sayının çalışmaları sırasında tanıştırdın beni, birbirinden değerli ve güzel insanlardan oluşan ailenle, kadim dostlarınla. Ablam oldular, abim oldular, kardeşlerim, arkadaşlarım oldular hepsi. Bir abi ile başlayan yolculuğuma, senin sayende her geçen gün yeni yol arkadaşları eklendi. İyi ki!.. Her zaman aynı da düşünmedik elbet. Yaşayarak, test ederek, bedel ödeyerek öğrenen sen, biz gençlerden çok daha fazla şey biliyordun. Ama hiçbir zaman “bu kesinlikle böyle, yanılıyorsun, hatalısın, sakın yapma!” demedin. “Benim bildiklerim ve yaşadıklarım bunlar, bu konuya dair al bu kitapları da oku, hatta aralarına gir, sen de gözlemle, sonra yeniden konuşalım, tartışalım.” diyerek, kenara çekildin. Dediğin gibi yaptım, sonunda da gördüm ki hep sen haklı çıktın. Ve bir gün bile;“ben sana demiştim!”

Devrimci Süvari’nin Ardından 24


demedin. Ben heyecanla ve sinirle anlatırken sana yaşadıklarımı, senin o bıyık altından muzip gülüşün yeterdi zaten anlamam için her şeyi. “İleride bizler olmayacağız tek başınıza kaldığınızda da ayakta durabilmelisiniz." demiştin ya bana, bunu da hiç unutmadım Ömer (Bey) Abim. Anılar, anılar… Hepsini yazmaya kalkışsam sayfalar yetmez… Vefalar, vefasızlıklar, kazanımlar, kayıplar, merhabalar, elvedalar, yapılanlar, yapıl(a)mayanlar; her birinin sonunda yüzünde aynı ifade, dilinde hep umudu aşılayan cümleler. Zor zamanlarda, mutlu anlarda telefonun öbür ucunda ya da beklemediğim bir şekilde yanı başımda sen, sen hep vardın... Şimdi en zoru da bu ya zaten; telefonu elime alıp da seni aradığımda “eveeet, buyurun İrem Hanım, nasılsınız bakalım sıska tavuk?” diyen sesini artık duyamayacak olmak. Sana dair her şeyde “iyi ki” diyordum ya; tek bir şeyde “keşke” dedirttin bana; “keşke gitmeseydin abim!”… “Nasıl da kayıtsız duruyorsun hayata, öldüğünden haberi yok fotoğraflarının!” demiş ya şair, varsın benim de haberim olmasın fotoğraflar gibi, olmaz mı? Duydum seni, “olmaz, çok yüz göz olduk hanımefendi, yeter!” diyorsun… O zaman lütfen sen de duy beni; öğrettiklerinle, hayatıma kattıklarınla, geride bıraktığın güzel insanlardan asla kopmadan,mücadele etmeye ve dimdik ayakta durmaya devam edeceğim. İyi ki geçtin hayatımdan Ömer Abim… Yaşadığımız ve yaşamayı umut ettiğimiz her şey için çok teşekkür ederim…

Devrimci Süvari’nin Ardından 25


ÖMER GÜRCAN’A - İsmail AKSÜT Hayatta öyle anlar yaşarsınız ki; bu yaşadıklarınızın yaşarken anı olması aklınıza hiç mi hiç gelmez. Ömer GÜRCAN veGÜRCAN Ailesi hakkında ön bilgim vardı. Bu bilgilerim, Talat AYDEMİR anılarını bilmemden geliyordu. Ömer’le karşılaşmamız 1979’lu yıllarda oldu. Ömer arkadaşın, bana sorsanız en büyük özelliği;‘bilgisini dostları ile paylaşmak, dostlarının bilgisini arttırmaktır’ derim. Ömer’in bir diğer özelliği, bilgisini ordu geleneğine göre taçlandırması, bu özelliğini hep kurmay ve kıta askerliği ile anlatmasıydı. Bir gün bu tezini aktarırken, “bizim görevimiz kıta askerini kurmaylaştırmak, kurmaylara da kıta askerlerinin davranışını anlatmak, bu davranışı her davranışında hayata geçirmek.“ dedi. Ömer ve Ömerlerde bu davranışı gördüm ve benim hayata bu pencereden bakmamı öğretti. Ömer’le Atatürkçü Düşünce Derneği’nde karşılaştık, yanında iki arkadaşı ile tartışıyordu. Tartışma benden önce başlamış olmalı ki Ömer bana, “ne diyorsun?” dediği anda ben de, “İnsan iş yaparken hem işini, hem kendini, hem de çevresini geliştirir.“ dedim. “İşteeğitim, bu kadar basit!“ dedi ve beni arkadaşlarına tanıttı. Ömer’le tek anlaşamadığım olay, Cumhurbaşkanlığı seçimi idi. Bunu tartıştık, birbirimizi ikna edemedik. Ama birbirimizle olan dostluğumuzda hiçbir değişiklik olmadı. Son hastane ziyaretimde, hasta yatağında karşılıklı birbirimize bakarken, yataktan kalkmak istedi, kalkamadı. Ama Ömer

Devrimci Süvari’nin Ardından 26


yine,düşünceleriyle, dimdik ayaktaydı; o hep ayakta, hep dik durdu… Saygı ile anıyorum.

SÜVARİ - Mehmet Özgür ERSAN ÖMER GÜRCAN'IN AZİZ HATIRASINA, SÜVARİ BİNBAŞI FETHİ GÜRCAN'A VE ESMA GÜRCAN ANNEYE... Akçakavak dik ve mağrur Yaprağından ak–pak Bakarsın karanlığa inat Ak düşmemişti Henüz annenin saçlarına Baban asıldığı zaman Ne kadar yeşildi yapraklar Yağmur bulutunun kaynağı Kurudu o gün Sessiz ağladı annen Ağlayan tüm insanlar gibi Sanki bir kurşunla annen Kalbinden aldı yara. Senin yiğit baban gelmeyecek bir daha. Meşeler gibi kökü sağlamdı annenin O tacı başında atlıyı unutturmadı size Cansız yüreğinin atışlarını duydunuz Hep annenizin sesinde Ona yakışır bir evlat oldunuz

ÖMER GÜRCAN’IN AZİZ HATIRASINA… Mehmet Özgür ERSAN / 28.03.2017 Maltepe

Devrimci Süvari’nin Ardından 27


Kim kazanır? Kim kaybeder? Kim gider pencerenin önüne? Kim söyler onun adını herkesten önce? Kim söyler devrimin türküsünü? Biri var Taşır göğü o sevdalı Kazanır. Kaybetmez. Söylemez Biri var, gözlerine sahip Cesur babasının O benim kardeşimdi Ağabeyimdi Yoldaşımdı Cesur mert süvari Kapılar kapandığından beri Sosyalizmin umudu kalmadığından beri Bir süvari Yol açan Taşır göğün taşıması gibi Sevdalı o yıllara Gençliğin 68 baharına Kazanır Kaybetmez. Söyler onun adını herkesten önce Dilimiz Koparırlar onun da başını Her darbede yılmaz söyler sözünü Her yerde

Devrimci Süvari’nin Ardından 28


Sosyalizmin adını Ağabeyimdi Yoldaşımdı Cesur mert süvari Devrimin süvarisi YENİLGİ YILLARININ UMUT VE DİRENÇ SÜVARİSİ: ÖMER GÜRCAN Mehmet Özgür ERSAN İki bin beş yılının mayıs ayının yirmisinde askerden yeni gelmişim. Sarıkamış’ın soğuk ve duru gökyüzünü yeni bırakıp, Ankara’da gürül gürül bir bahara inmişim; Esenboğa Havaalanı’na. Henüz ayaklarım yere basmıyor. Sevdiğim insanı, ailemi göreceğim; heyecan had safhada. Yalnız, solun o genel hastalığını atamamışım; bin dokuz yüz doksan dört yılının on sekiz nisanındaki gözaltından çıkışım gibi telaşlı, arkama bakıyorum sürekli ve sevdiklerim her zaman ki geldiğim yerde beklerken, alt sokaktan hemen sessizce eve geliyorum, kimse yok. Herkes yukarıdaki okulun önünde beklerken, ben aşağıdan sessizce geliyorum. Neredeler soruyorum komşuya o; hoş gelmişsin falan, oralı değilim. Sinirle öğrenip, okulun oradaki durağa yönelmişim ama nerede yine başka bir yoldan durağa ulaşıyorum; yine kimse yok. Sinirlerim iyice yıpranmış eve döndüm. Telaşla beni bekliyorlar, herkesi fırçalıyorum. Aslında, yenilmiş bir devrimcinin asker sonrası iyice yenik hali bu üzerimdeki. Kırıldı, incindi herkes; en başta sevdiğim kadın… Neyse bir hafta küstük, gitti, görüşemedik. Kızılay’da dolaşırken Turgut KOÇAK Ağabey’i görüyorum. Ayaküstü sohbet ediyoruz. Tanışmamız bin dokuz yüz doksan dörde dayanıyor. En son bin dokuz yüz doksan yedide karşılamışız, o yıllardaki uzun gözaltımda oldukça endişelenmişti. Biz, Lale Sokak’ta Kar-Ya Yayın Kooperatifi olarak İnsancıl Dergisi Ankara Temsilciliği’nden vazgeçmiş ve bir grup arkadaş Sanat Eylemi Dergisi çıkarmaya çalışıyoruz. 90’lı yılların derin seksen dokuz baharı ardından gelen sert günleri… Her gün bir operasyon, arkadaşlarımız sürekli içeride, bizde nasibimizi aldık. Üst katımızda, o yıllarda Türkiye Sosyalist İşçi Partisi komşumuzdu. Beni çay içmeye çağırmışlardı. İçeri girdim, Lenin ve Stalin beni selamladı, şaşırdım; hala bu resimleri parti binasına asan devrimci partiler var mı diye… Neyse oturduk çay içtik, konuştuk. Traşlı,

Devrimci Süvari’nin Ardından 29


kravatlı, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Parti Merkez Üyesi ciddiyetinde bir adam… Sert, net ve yavaş konuşması zaman zaman coşkuyla perçinlenen bir adam… Muhabbet arttı ve bu sert kabuğun altında şiir yazan, duygulu, babacan bir insan çıktı. Kim mi? Turgut KOÇAK…İşte dostluğumuz o gün başlamıştı. Hala saklarım; bana iki şiir kitabını imzalayıp vermişti. Neyse uzatmayalım, çok anlatılacak var da aslında. Turgut Ağabey ile ayaküstü sohbetimiz parti binalarının yeni adresi olan Konur Sokak’ta devam etti. Bir projesi vardı; dergi çıkarmak. “Ekin Sanat olacak” dedi, birlikte çalışmayı öneriyordu. Başladık birlikte çalışmaya. Sevdiğim kadını da davet ettim, biraz bana kızsa da oda gelmeye başladı ve Turgut Ağabey’inde araya girmesiyle buzlar eridi. Ekin Sanat Dergisi’nde şiirlerim çıkmaya başladıama bu sırada bir de yazı dizisi planlıyorum. ‘Anadolu’da Ütopik Sosyalizm’in Kökenleri’ yazı dizisi, solun klasik hastalığı yükselen dindar yükselişi küçümsüyor ve benim bu çalışmayı birçok kişi hafife alıyordu; “ne gereği var canım dindar yazıların” diye. Oysa o yıllarda anlıyordum ki önümüzdeki süreçte Ali Şeriati’nin tespiti gibi, ‘dine karşı din’ ile cevap verilebilirdi ve dinin katı Şeriatçı Ortodoks yapısına karşı Heteredoksi’ninkollektivist yapısının ortaya çıkarılması gerekiyordu. Bu süreçte sevdiğim insan Duygu ÇALIŞKAN ve Turgut KOÇAK sahip çıkmıştı bu düşünceme. Ve yazı dizisi, şiirlerimin yanı sıra Ekin Sanat Dergisi’nde çıkmaya başladı. Bir iki üç sayı derken ilgi de oldu. Bir gün işyerindeyim bir telefon geldi: “Ben telefonunuzu Turgut KOÇAK’tan aldım. Ekin Sanat’ta ki yazı dizinizi okudum, çok beğendim sizinle görüşmek istiyoruz.”“Kim adına?” deyince,“sizin Doktor Hikmet KIVILCIMLI’yı tanıyıp tanımadığınızı merak ediyoruz.” dedi karşıdaki ses ve ekledi: “Sarp Ağabey sizinle görüşmek istiyor.” Ben,“Sarp Ağabey kim?” dedim. “Sarp KURAY” karşılığı geldi. Yanlış bilgilerden ötürü, sert bir şekilde “Sarp KURAY ve Doktorcuları sevmem.” dedim. Bir kahkaha koptu ve ekledi: “Ben Ömer GÜRCAN” dedi,“benimle görüşün o zaman.” Bir an durdum ve “Fethi GÜRCAN’la bir ilginiz var mı?” diye sordum. “Oğluyum.” dedi. O an heyecanlanmış ve ayağa kalmışım. Hemen, nerede olduğunu sordum. 78’liler Derneği’nde olduklarını öğrendim ve yanlarına gittim. Kapıdan içeri girdim,“Ömer GÜRCAN ile görüşeceğim” dedim, gösterdiler. Yanına doğru yaklaştım, heyecanla elimi uzattım. Hemen yanında uzun boylu birisi vardı,

Devrimci Süvari’nin Ardından 30


elini uzattı; “Ben, Sarp KURAY…”, el sıkıştık.“Sen bizimle görüşmüyorsun ama biz seninle görüşelim dedik.” dedi ve espri yaptı. Babacan ve 68’li Devrimcilerin o duruşu ile elimi o kadar güzel sıkmıştı ki, mahcup oldum. Sohbet sohbeti açtı ve yanlış bildiğim tüm o bilgiler bu sohbetten sonra silindi. Bu sohbette Ömer Ağabey,‘yazılarımda Doktor Hikmet KIVILCIMLI’dan etkilendiğimi düşündüğünü’ söylemişti. Okumadığımı ve siyasi geçmişimin Doktora mesafeli olduğunu yineledim. Ömer Ağabey’in önerisi; ‘Osmanlı Tarihinin Maddesi’ ve ‘Allah-Peygamber-Kitap’ kitapları oldu ve kendisinin bunları bana hediye edeceğini söylemeyi de unutmadı. Ardında Sarp Ağabey Engels’in ‘Ütopik Bilimsel Sosyalizm ve Maurice Pianzola’nın‘Thomas Münzer ve Köylüler Savaşı’ kitaplarını önerdi. Biz 78’liler de otururken bir telefon geldi Sarp Ağabey’e; telefondaki Tuncay ÇELEN’di. Heyecanım bir kat daha artmıştı. Çünkü Tuncay ÇELEN, kendi siyasi düşüncemde kitaplarda okuduğumuz Deniz GEZMİŞ’in arkadaşı, siyasi düşüncemizin eski önderlerindendi. Neyse Tuncay Ağabey geldi ve O’nun büyük saygı ve sevgiyle Sarp Ağabey’e sarılması, benim bütün eksik, yanlış ve önyargılı düşüncelerimi sildi. Ömer GÜRCAN, Turgut KOÇAK ve ben sık sık görüşmeye başladık. Ömer Ağabey her zaman insanı şaşırtan ilginç soruları ile önceleri biraz beni şaşırtsa da sonrasında kafamdaki birçok kalıbın yıkılmasında çok etkili oldu. Zamanla Ömer Ağabey’in tüm ailesi ile tanıştım. Hepsiyle çok güzel bir dostluğum oluştu. Duygu ile evlendiğimde Ömer Ağabey, sevgili eşi Sühendan Abla, ablası Gülderen Gürcan, kız kardeşi Sema Abla ve Sema Abla’nın eşi Celal Ağabey ailecek gelmişler ve beni çok mutlu etmişlerdi. Çünkü solun en büyük hatası, siyasi mecralarda olan yoldaşlık ilişkilerini aileleri ile birlikte yaşayamaması idi. Oysa doksanlı yıllarda biz, bir işçi evine gittiğimizde tüm ailesi ile tanışırdık, bizi bağırların basarlardı. Bu GÜRCAN Ailesi, Fethi ve Esma GÜRCAN’nın mirasını iyi taşımışlar, ailecek devrimci mücadelenin içinde, üç kuşak bedel ödeyen bir aile olma olgusu ile devrimci bir mücadelenin, yaşamın belirli anlarına sıkıştırılan bir tutumdan sıyrılıp, yaşamlarının her alanına sirayet ettirmişlerdi.

Devrimci Süvari’nin Ardından 31


Ömer Ağabey’le birlikte sonraki süreçte eski eşim Duygu ÇALIŞKAN ve benimde yer aldığım Süvari Dergisi sürecinde de birlikte çok güzel yazılar ve anılar biriktirdik. Ömer GÜRCAN, Turgut KOÇAK, Mustafa Kemal GÜLTEKİN, Sarp KURAY ve Duygu ÇALIŞKAN’ın, Anadolu’nun Devrimci İsyanları (Anadolu’da Ütopik Sosyalizm’in Kökenleri) kitabımın çıkmasında büyük katkıları oldu. Kitabın tanıtım bülteninde; Sarp KURAY, Mustafa Kemal GÜLTEKİN, Ömer GÜRCAN aynen şu duyguları paylaştılar; Şeyh Bedrettin'den, Babai İsyanlarına; Ahi meclislerinden William Blake'e; Hallac-ı Mansur'dan Kathar Şövalyelerine; Hassan Sabbah'tan Hacı Bektaş'a… Anadolu'daki devrimci isyanların izleri sürülüyor… Görünüşte eşkıya, manada evliya olan halk yiğitlerinin isyanlarını yazan Sevgili Mehmet Özgür'ün zihnine, eline sağlık… -Sarp KURAYCoğrafyamızın en derinliklerinden günümüze devir daim eden isyan ve tevekkül karakterini gün yüzüne çıkaran bu değerli çalışmandan dolayı kutlarım. -Mustafa Kemal GÜLTEKİNYıllar önce yazdığı araştırmaları görüp dostluk kurduğum kardeşim Mehmet Özgür'ün çalışmalarını kitaplaştırmasına çok sevindim. -Ömer GürcanBirçok konuda ortak çalışmalar yaptık. Son dönemde Ömer GÜRCAN, Turgut KOÇAK ve ben, gündeme yönelik sohbetler ediyorduk. Ömer GÜRCAN ve Mustafa Kemal GÜLTEKİN ile Devrimci Müslümanlar İnşa Yayınları İhsan ELİAÇIK’la Gezi Olayları öncesi ve sonrası çok olumlu görüşmelerimiz oldu. Doktor’un dediği gibi; yerinden ve yerel bir sosyalizm fikrini, kendi köklerine dayanan bir devrim fikrini oluşturmamızda en azından kendi cephemden çok büyük katkıları oldu.

Devrimci Süvari’nin Ardından 32


Ömer GÜRCAN, bu süreçte yaşamımın uzunca bir alanında güzel bir dostluğa, devrimci bir yoldaşlığa dair yaptığımız bütün sohbetlerde, bildiğimi sandığım bütün kavramların yeniden sorgulanmasını sağlayan bir insan oldu. Benim için hep anılarıyla özel bir yerde kalacaktır. Ömer GÜRCAN, yurdumun devrimcilerinin yenilgi yıllarının, bin dokuz atmış üçten beri içinde bulunmuş, benim hayatıma ise iki binli yenilgi yıllarında girerek, devrim düşüncesinin umut ve direniş süvarisi olmuştur. SEVGİLİ ÖMER ABİM’E - Mine YILDIZTEKİN Bu hayat maalesef gerçekleri, başımıza gelenleri kabullenmeyle yaşanıyor. Bu yazıya başlarsam bir terk edeni daha kabullenecektim sanki. Bahaneler yarattım ertelemek için, kendi kendime. Ama sonuç, işte bu; yazıyorum… Bu bir kabullenme mi,bilemiyorum… Yürek kabul etmiyor oysa… Sevdiğimiz, değer verdiğimiz insanlar giderken, yüreğimizden bir şeyleri de onlarla göndeririz.Yine,yeniden, seninle birlikte bir şeyler gitti yüreğimden.Senin gidişinle, tekrar, yeniden insan,hayat,ölüm üzerine düşündüm.Yine beni düşünmeye zorladın yani abim; hep yaptığın gibi… Sesin şu an kulağıma geliyor; “kafayı kullanmak lazım…”, “ortak akıl önemli…” ve daha birçok, ürettirmeye yönelik zorlaman, ittirmen beni… Ve o cümlelerin sonunu “Tamam mı?”diye bitirmen. ‘Ortak aklın acısı, ortak olur’, değil mi Ömer Abim? Oluyor işte! Ortak acıyor içi, sevenlerinin... Ailece size yapılan, dayatılan kötülüklerden, zorluklardan sonra bile hayata hala gülerek bakmanız. Sizin ailece bu yaşanılan eziyetlere gülebilmeniz, senin o zor hayatı ailen ve kendin için dayanılır kılman aklımda, tamam mı Ömer Abim?Oyoğun koşuşturmalarının arasında,o üreten sorgulayan,çözüm bulan, daracık zamanlarında bize de mutlaka yer ayırman, en ufak bir sıkıntımız olduğunu öğrendiğinde telefondaki sesin; “Mustafa Kemalle size geliyoruz.” demen, kitap tavsiyelerin ve en ucuz kitabı bulacağım yerlerin adresini vermen aklımda Ömer Abim? O gülen yüzünle, gözlerinle her ortamda devrimci kişiliğinden, ideolojinden hiç ödün vermeden,sakınmadan,korkmadan, tüm içtenliğin ile acele ederek konuşman aklımda, tamam mı Ömer Abim? Birlikte olduğumuz 1 Mayıs mitinginde yanıma gelip, “burada ne duruyorsun, en

Devrimci Süvari’nin Ardından 33


eğlenceli örgütün yanına gidelim, bunlar çok ciddi.“ demen ve beni LGBT’li yoldaşların yanına götürmen aklımda… O çok sevdiğin ülkenin sana ve ailene yaşattıklarına rağmen, o hayırsız ülken için hep dimdik duran, devrimci mücadelen aklımda… Belki sen farkında bile değildin ama ne çok şey kattın hayatıma, çok şey öğrettin bana… Anıların ve öğrettiklerin bir değerli kolye benim için, hep boynumda takılı kalacak olan…Bu ülkede yaşanılanlar, dayatılan çirkinlikler bizleri sinir ederken, senin o yatıştırıcı sesinle “daha çok eğleneceğiz, çok!” demen aklımda...Sen olmayınca, muktedirlerin çaresiz aptallıkları artık eğlenceli gelmeyecek bana. ”Evlenme programlarına arada bak, ülke insanının gerçeğini gör, ona göre dil geliştir.” demiştin ya, ben o dili daha bulamadım abim…Sen sadece Semoşumun değil benim de abim oldun, farkında bile olmadan benim ailem oldunuz. Hani daha çok eğlenecektik abim? Niye bu erken gitmeler? Çok özlediğini biliyorum, seni bekleyenleri de ama çok acele ettin çok… Şanslı insanlardanım; sizi tanıdım, seni tanıdım. İyi ki tanıdım… İyi ki… Hayatıma kattıkların için, abim olduğun için, ben ölünceye kadar benim anılarımda olacağın için sana teşekkür ederim… Yüreğin, her acıya, her darbeye katlanıp savaşması gerektiğini öğrettiğin için teşekkür ederim. Hani, “şiiri çok seviyorsun, şiir de yaz.“ demiştin. Hiç denememiştim bile… Şimdi denedim işte, sen ‘yaz’ dediğin için belki de… Duygularımı şiirimsi cümlelerle bitirmek istedim… Gittiğin yerlerde gülümset Fethi GÜRCAN’ı, Esma anneyi ve Öner abiyi…Saygımla, sevgimle güle güle abim… O Süvari O Savaşçı O gülüş O alaycı bakış Şu sahile vuran hırçın dalgada Şu kuşun özgür çırpan kanadında Hala buralarda Şu bahara duran ağacın çiçeğinin alında

Devrimci Süvari’nin Ardından 34


Sevgide, onurda, gururda Başındaşapkasıyla o adam duruyor yanı başımda…

GÜRCAN ÖZCAN AİLEMİZE – Nurullah ÇİFTÇİ Salı günü telefonda haberi duyunca, bir canımızı yitirmenin üzüntüsü içindeyim. Geçen yılın bugünkü tarihi, tarihler gözümün önüne kare kare geldi…. Değerli Ağabeyimi, büyüğümü yitirmenin acısını yaşıyorum. Kahrolası zindanın dezavantajı; insan üzerine geliyor, bir şey yapamamanın hüznüyle baş başa kalıyor insan!.. Daima gönlümün, bilincimin ve yaşamımın anıyla yaşayacak, yaşayacaksınız M.Ömer Ağabeyim. Tüm Gürcan, Özcan Ailesine, Ailemize Başsağlığı diliyorum; acınız acımdır… Gülderen Ablam, Sühendan Ablam, Sema Ablam, Celal Abim ve kardeşlerim, kardeşim Hep sizi özleyeceğim, arayacağım Ömer Abim. Kanat yapıp yanına uğrayamadığım, gelemediğim için de çok çoook üzgünüm. Aklımdaydınız… Bir gün yarım kalan, fiziki Ankara karşılaşmamızı iple çekiyorum… HEP Ah Ağabeyim, Abim… Toprağınız bol, ruhunuz şad olsun. İsminiz, varlığınız benimle olacak yokluğunuzla Kalbimdesiniz. Sizi sevdim, seviyorum. Güzel insan. Daha evvelden tanıştırdığım arkadaşlarım da çok üzüldüler. Saygıyla önünüzde eğiliyorum.

Devrimci Süvari’nin Ardından 35


Ailemize de metanet diliyorum. En derin Saygılarımla L. Tipi Kapalı C.İ.K C- 19 Kepsut - Balıkesir

DUYGULARIMI, YAZIYA DÖKMEKTE ZORLANIRIM HEP…Nüvide ERTEK Ömer Gürcan Abimin vefat haberini duyduğumda inanamadım, çok üzüldüm. Mekânı cennet olsun, huzur içinde uyusun Ömer Abim. Ömer Abimi SHP'ye ilk girdiğim yıllarda, mail grubunda tanıdım. Onun sayesinde de Gürcan Ailesiyle tanıştım. Ve Gürcan Ailesi sayesinde Ankara'da birçok dostum, arkadaşım oldu. Ankara'da hiç tanıdığım yoktu. Bana evlerini açtılar, konuk ettiler, ağırladılar. GÜRCANAilesi’ni, ikinci ailem gibi bildim. Sevgili GülderenAblam, Fethi, can arkadaşım Sema, eşi Celal Bey ve kızları Gülce ve Ceyda canlarım oldu. Beni İstanbul anneleri saydılar. Farklı şehirlerde olduğumuzdan zaman zaman telefonla konuşarak onların sıcaklığını, dostluğunu yaşamak ve hissetmek istedim hep. İyi ki varsınız GÜRCANAilesi ve iyi ki dostum, arkadaşımsınız. Sevgili Ömer Abimi hep güler yüzü, nüktedanlığı ve bana bir abi ilgisini, sıcaklığını yaşatmasıyla hatırlayacağım. Ömer Abimi ve sizleri çok seviyorum. ÖMER GÜRCAN’IN ARDINDAN… “KİM DURDURABİLİR ZAMANIN KIRBACINI… Osman AKYOL- 19 Mart 2017, İstanbul

Devrimci Süvari’nin Ardından 36


17 Mart 2017 Cuma akşamı, “zaman” denilen o canavarın acımasızca kırbaçladığı atlardan biri daha düştü: İhtilalci Süvari Fethi GÜRCAN’ın oğlu Ömer GÜRCAN’ı kaybettik. Ömer GÜRCAN’ı ilk kez bir seminerde tanıdım; 18 Şubat 2012 tarihinde TSİP Genel Sekreteri Ali ÖNER’in ev sahipliğinde, Ekin Sanat Dergisinin, Kadıköy Rıhtım Caddesi Misak-ı Milli Sokak’ta bulunan İstanbul Temsilciliğinde, “Devrimci Halk Partisi (Dev-Parti) Genel Başkanı” sıfatıyla verdiği bir seminerde. Seminerin konusu, “Modernleşme Oynaşmaları Darbeler ve Darbe Anayasaları” idi. Yanlış hatırlamıyorsam o sıralar, dönemin başbakanı Erdoğan’ın kolon kanseri olduğu ve ölmesi durumunda ordunun müdahale edeceği yönünde bir söylenti dolaşıyordu ortalıkta. Sanıyorum bu yüzden böyle güncel bir konu seçmişti sevgili Ömer GÜRCAN. Yolu tam hesaplayamadığımdan biraz erken gelmiştim seminere, ön sıralardan bir koltuğa kurulup seminerin başlamasını beklemeye koyuldum. Bu esnada Ömer GÜRCAN kendi el yazısıyla tutuğu notlarını karıştırıyordu kürsüde. Bir süre sonra elindeki notları bırakıp gelenlerin arasına karıştı ve katılımcılarla koyu bir sohbete daldı. Kendisine selam veren herkesle konuşuyor, şakalaşıyordu. Nedense sert mizaçlı, çatık kaşlı biri olarak kurmuştum kafamda kendisini, ilk izlenimlerim bir hayal kırıklığı oldu diyebilirim. Tam 13.00’te başlayan seminerde “darbe” konusunu sınıfsal bir temele oturtarak anlatmayı yeğleyen Ömer GÜRCAN, çok önemli tespitlerde bulunmuştu: “Türkiye’de modernleşmenin iki yüz yıllık bir tarihi var. Bildiğiniz gibi Osmanlı Devleti toprak ilişkisi üzerine kurulmuş bir devletti. Osmanlı’dan önce göçebe yaşayan ve kolektif bir kültüre sahip olan Türk toplumu, başlarda AlevilikAhilik kültürüne daha yakınken, dirlik düzeninin başlamasıyla birlikte Sünni kültürüne kaymıştır. Henüz bu dönemde bir işçi sınıfından söz edemiyoruz elbette. İşçi ve burjuva sınıfları çok sonradan, Sanayi Devrimi’nden sonra doğdu…” “Kapitalist üretim ilişkilerini güçlendirmek, tefeci sınıfını acente haline getirmek ve işçileri daha fazla sömürmektir.” Darbelerle gelen anayasaların amacını böyle özetlemişti Ömer Gürcan. Türkiye’deki çatışma dinamiklerini ise tamamen suni olarak adlandırıyordu. “27 Mayıs Altüstlüğü;

Devrimci Süvari’nin Ardından 37


Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu ve Başbakan Adnan Menderes’i yedi. Türkiye’deki finans-kapital dışa bağımlıdır. Kürt-Türk, Alevi-Sünni çatışmaları tamamen suni çatışmalardır. Türkiye’de 82 Anayasa’sını yapan 12 Eylül cuntasından değil, asıl 24 Ocak Kararlarını alanlardan hesap sormak gerekir.” Bir dinleyicinin; “24 Ocak Kararlarıyla uluslararası tekeller Türkiye’ye yerleşti. Bülent Ecevit, 24 Ocak Kararları için, bu kararlar ancak faşizm koşullarında uygulanabilir, demişti.” şeklindeki katkısına; “Dersim katliamı, buraları (Sivas’ı) Alman madencilere açmak için yapılmıştır.” diyerek yanıt vermişti. Yine bir dinleyicinin (Ekin Sanat dergisinin o zamanki editörü Mehmet Özgür Ersan);“Taraf, Star, Zaman gibi yandaş gazeteler liberalizmi Türkiye’ye yeni bir soluk gibi pazarladılar. Maalesef Türkiye’de sınıf sorunlarıyla başlayan solun tarihi hep üst yapısal eylemlerle sonlanıyor.” şeklindeki katkısına verdiği yanıt ise tarihi nitelikteydi; “Türkiye’de sol, iktidarı hedeflemelidir. Aksi halde kapitalizmin değirmenine su taşımaktan öteye gidemez. Erdoğan’ın sınıfsal bakışı bizde de olmalıdır…” Anısı yolumuzu aydınlatsın… Kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/toplum/212864/omergurcanin-ardindan.html

ÖMER GÜRCAN’I YİTİRDİK, ÜZGÜNÜZ! - Rahmi YILDIRIM Sosyalist subay Erol Soysever’in acısı dinmeden Ömer Gürcan’ı da Devrimci Süvari’nin Ardından 38


yitirdik. Talat Aydemir ile birlikte 21-22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 girisimlerine önderlik eden ve 27 Haziran 1964'te idam edilen Süvari Binbaşı Fethi Gürcan'ın oğluydu. Babası idam edildiğinde 15 yaşındaydı. Gönlünde babasının üniformasını giymek vardı. Ortaokulu bitirince Kuleli Askeri Lisesi’ne girmek istedi, almadılar. Liseden sonra askeriye hesabına ODTÜ Elektrik Mühendisliği’ne girdi, iki hafta sonra Fethi Gürcan’ın oğlu olduğu öğrenilince atıldı, mahkeme kararıyla geri döndü. 12 Mart darbesinden sonra ordudan atıldı. Uzun yıllar TRT’de çalıştı. Binbaşı Gürcan’ın çocukları, babalarıyla aynı siyasi kaderi paylaştılar: 12 Eylül darbesinden sonra Ömer, "ordu içinde örgütlenmek" suçuyla tutuklandı, sekiz ay babasının yattığı Mamak Cezaevi’nde kaldı. Öner abisi gibi işkenceden geçirildi. Sema Gürcan Özcan yedi ay Metris Cezaevi’nde tutuklu kaldı. Gülderen Gürcan üç ay siyasi tutuklu olarak Buca Cezaevi’nde yattı. Sarp Kuray’ın yoldaşı Ömer Gürcan devrimci görüş ve duruşundan vazgeçmedi. Devrimci Süvari’nin Ardından 39


Yakın zamanda Devrimci Halk Partisi’ni kurdu, genel başkanlığını yaptı. Nihayet 69 yaşında kalp krizine yenik düştü. Ömer yoldaşı 19 Mart Pazar öğle namazından sonra Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprak ananın kucağına teslim edeceğiz. Dostumuz yoldaşımız Devrimci süvari Ömer Gürcan, Rüzgâr kanatlı atına atladı uçup gitti. Ömer’i annesine babasına, Talat Albay’a yolcu ettik. ÖMER GÜRCAN İÇİN.... Osman DÖŞEMECİ Sevgili Kardeşim Ömer hakkında yazmak kolay, çünkü bebeklikten beri sürekli aynı şehirlerde olmasak bile bağımız hiç kopmadı. Ama, yazmak zor… İnsanın kardeşinin ardından anılarını toparlayıp yazıya dökmesi acı veriyor,hüzünlendiriyor. O güler yüzünü bir daha göremeyecek, o tok ve sıcak sesini bir daha duyamayacak olmanın üzüntüsü sarıyor insanı. Ömer’le ilgili ilk anılarım Fethi Amcaların Ortaköy’deki evlerinde yaşadıklarımız oldu. Ömer, yukarı mahallenin çocuklarıyla savaş olduğunu söyleyip komşu çocuklarını da alarak yola çıkıp, yaptığımız taşlı sopalı bir kavgadan biraz hasarla eve döndüğümüzde sanırım dokuz on yaşlarındaydık. Biz babamın görevi nedeniyle Hadımköy'de oturuyorduk ve her hafta olmasa bile sık sık Ortaköy'e gidiyorduk. Fethi Amcaların evi, yakın akraba evi gibiydi bizim için. O evde yaşadıklarımız, çocukluk anılarımın büyük ve unutulmaz bir bölümünü kapsar. Evin büyükleri Fethi Amca, Esma Teyze (Esmacık), Sıdıka

Devrimci Süvari’nin Ardından 40


Teyze(Esma Teyze’nin ablası; Sıddık kadın derdi annem, kara gözlü Sıddık diye de anılırmış aile arasında) ve çocuklar aileyi oluşturuyordu. Bizim en küçüğümüz Öner kardeşimdi. Her çocuk gibi yaramazdı doğal olarak ve ceza olarak totosuna bir kaç tokat atılıyor olacak ki, Fethi Amca’nın bir Avrupa gezisinden dönerken getirdiği deri pantolonu büyüklerin konuşmalarından yanlış anlayıp Sıdıka Teyzeye;“artık bana vuramayacaksınız babam bana demir pantolon getirmiş.” demesi de anımsadıklarımdan küçük bir bölüm. Anıların arasında Gülderen Ablamın oyuncak tenceresinde bayırdan topladığı papatyaları kaynatıp bize içirmesi de var. O zamanlar bitki çayı içen belki de tek çocuklardık. Tadı hala damağımda… Sonra Ankara günleri geliyor. Ankara'da da bir sürü anı biriktirdik. Yazacaklarım doğal olarak tarih sırasına göre olmayacak. Aklımda en çok yer edenlerden bir demet sunacağım sizlere. Çoğu çocukça şeyler olacak; Ömer kardeşimi gülümseyerek anmak istedim. Aklıma ilk gelen, Fethi Amcayı MamakAskeri Hapishanesi’nde ziyaret edişimiz. Ömer bir konuşmamızda Fethi Amcayı ziyarete gideceğini söyledi, ben;“gelebilir miyim?” diye sorunca;“tabii” dedi. Hapishaneye giden belediye otobüsü Mevki Hastanesi yanından kalkıyordu. Ömer otobüste, yalnız birinci derece akrabaların ziyaretine izin verdiklerini ve benim Mustafa Dayının oğlu Osman Türker olarak içeri girebileceğimi söyledi. Yanımda öğrenci belgem vardı, onu koltuğun arasına sıkıştırıp aşağı indik. Kapıdaki görevli subay benim içeri giremeyeceğimi söyledi. Ömer, subaya;“cebinden misket çıkan çocuktan mı korkuyorsunuz?” diye bağırınca içeri girmemize izin verdiler. Fethi Amca beni görünce şaşırdı. Ömer hemen;“baba Osman, Mustafa Dayımın oğlu.”deyince yüzü aydınlandı. Ne kadar kaldığımızı, neler konuştuğumuzu anımsamıyorum. Benim için çok değerli bu ziyareti, yakın akrabalarının dışında bir tek ben, o yaşta bile mücadeleci ve atak kardeşim Ömer sayesinde gerçekleştirebildim. Ömer'ler bize ziyarete gelmişlerdi. Sanırım evdeki konuşmalardan sıkıldığımızdan dışarı dolaşmaya çıktık. Saat akşam on buçuk civarında olmalı.

Devrimci Süvari’nin Ardından 41


Sıhhiye Cihan Sokak'tan Etibank'a doğru konuşarak yürüyorduk. Karşıdan bir genç kızın hızlı adımlarla bize geldiğini gördük. Yanımıza gelen kız;“babam hasta, nöbetçi eczaneden ilaç aldım. Eve dönerken bunlar beni rahatsız etmeye başladı.” diye arkasından gelen üç dört genci gösterdi. Biz on beşon altı yaşlarında, gençlerde yirmili yaşlarındaydı. Ömer kızı arkamıza çekerek, gençlere;“utanmıyor musunuz?” diye yüksek sesle bağırdı. Onlardan birinin de “çekilin yolumuzdan!” demesine kalmadan Ömer en öndeki gence kafa attı. Bizim daha önce, teorik olarak kavgada ilk vuranın kazanacağını konuştuğumuz aklıma geldi sanırım ve ben de yanındakine bir yumruk attım. Mücadele ettik etmesine ama iyi bir dayak yedik, üstümüz başımız yırtıldı, birazda kan vardı yüzümüzde. Bu arada kız kaçtı, biz dayak yedik ama onu da kurtardık diye teselli bulmuştuk. Daha genç yaşlarda on üçon dört yaşlarındaydık sanırım, Ömer’in BMX marka bisikletiyle, ben arka selede Anıttepe’de geziyorduk ki yolumuz Maltepe Cami yanındaki yokuşa düştü. Bu arada bisiklette freni olmadığını, durmak için ayağını ön tekerleğin üstüne sokup bisikleti durdurduğunu da söylemem gerek. Yokuştan aşağıya doğru inmeye başladık. Gittikçe hızlandık. Ömer bana;“sıkı tutun fren tutmuyor!” dedi ve son hızla Sıhhiye’ye doğru uçtuk adeta.Kızılay Bahçelievler arasındaki ana yolu, fren ve korna sesleri arasında geçip, Nokta Pazaryerinin kapısında durduk. Kısa bir süre sonra, şoku atlatır atlatmaz ben Ömer'e; “yahu sen fren tutmuyor dedin ama bisiklette zaten fren yok!” dediğimde “ayağım yandı sürtünmeden, ben de çektim!” dedi, gülüştük. Yine bir gün Nokta Durağı’ndan Maltepe'ye yürürken uzun boylu bir deniz teğmeniyle selamlaştı. O çevreden çok arkadaşı olduğu için ben teğmene dikkatle bakmamıştım. Evlerine vardığımızda; “Kimdi o,biliyor musun?” diye sordu. Ben;“nereden bileyim?” deyince;“Deniz Gezmiş'ti!” dedi. O zamanlarda da Deniz,tanınmış bir devrimci gençlik lideriydi ve polis tarafından aranıyordu. Gizlenmek için denizci teğmen kılığıyla dolaşıyormuş.

Devrimci Süvari’nin Ardından 42


Ben; “Neden haber vermedin? Hiç olmazsa yüzüne bakardım.” dediğimi anımsıyorum. Aklıma hemen gelenler bunlar. Ömer’i kaybetmenin derin üzüntüsü içinde yazdıklarım, binlerce anıdan kalburüstünde kalanlar. 1980 yılından beri Bergama'da yaşıyorum. Her Ankara'ya gelişimde Ömer'le mutlaka buluşur konuşurduk. Sanırım son buluşmamız küçük kardeşimiz Sema'nın muayenehanesinde oldu. Ömer ve sendikacı bir arkadaşıyla uzun uzun sohbet etmiştik. Hastalığını geç haber aldım. Sema'yı telefonla arayarak haber alıyordum. İkinci ya da üçüncü arayışımda Sema; “Ömer Abimin yanındayım senin sesini duymak istiyor.”dedi. Sevgili Ömer yorgun bir sesle hatırımı sorup, telefonu geri verdi. Neredenbilirdim ki bu, kardeşimin sesini son duyuşum olacakmış. Ömer için söylemek istediğim son şeyler; hayatın onu erken olgunlaştırdığı, sertleştirdiğidir. Ama sevgili kardeşimin, bu sertliği yumuşak kalbi, ailesine duyduğu inanılmaz sevgi, bağlılık ve fedakârlıkla dolu bir yaşam kurarak dengelediğidir. Yaşamı boyunca onu destekleyip kişiliğinin sağlam oluşmasında büyük katkıları olan Esma Teyzemi, Mustafa Dayımı ve Gülderen Ablamı anmadan geçmek değerbilmezlik olur. O her aklıma düştüğünde içimden DÖRTNALA KOŞAN YILKI ATLARI geçecek, tozu dumana katarak. Sevgiyle dolu gönüllerimizde olacak bundan sonra.

Selçuk BENLİ O kadar çok şey sayılabilir ki yaptıkların hakkında... Bugün Sema Abla hepsini anlatmış... Gözyaşlarıyla, hıçkırıklarla, nefesimdüğümlenerekokudum.

Devrimci Süvari’nin Ardından 43


Sadecebenimaçımdanolanbirtanesinisöyleyeceğimşimdi;Benideğiştirdin! Marx'ındediğigibi;‘hayatıdeğiştirdinsen!’ Slogan solcusuolmamayıöğrettin…Tarihidoğruokumayı, devrimcininkimolduğunuöğrettin… Babanvesenmücadelenizle,zatentarihteyerinizialdınız.Bizedüşen;işimizle, olantümyeteneğimizlegeleceknesillereunutturmalarınakarşısavaşvermekveo nun, seninbilinciniaktarmak... Misyonunuyerinegetirdin. Ilgar'abıraktınyerini. Keşkebirazdahadayanabilseydin. Babanakavuşmakiçin, ÖnerAbininortadakiyerinikapmakiçinaceleetmeseydin. Birkeredahasarılsaydımsana… Çok özlüyorumabimm!...ÖmerGürcan... TalatAlbay… FethiBinbaşı… HiçtanıyamadığımÖnerAbim...Esma Anne… İHTİLALİN GÜLEÇ YÜZLÜ SÜVARİSİ ÖMER GÜRCAN – Selin SÜAR Buraya kendi hayatımdan kesitleri genellikle yazmam, ama bu kez yalnızca kişisel bir durumu değil, ülkenin belleğini oluşturan bir süvariyi satırlara taşımak istedim. 17 Mart, sıradan bir cuma günü olarak başlamıştı benim için. Günlük koşuşturmalarım, işlerim, verdiğim dersler derken akşam aldığımız bir haberle oldukça üzülmüştüm. Aile büyüğümüz, eşimin teyzesinin eşi ve onun çocukluğunu şekillendiren, ancak eşimin ona her zaman “dayı” dediği Ömer GÜRCAN artık aramızda yoktu. Ölüm böyle bir şeydi işte; bir anda gelen hiçlik ve boşluk... Eşimle haberi aldığımız an önce birbirimize baktık. Kahkahaları, hicivleri, zekâ içeren esprileri, dünyaya aldırmayan koca yürekli adam artık aramızdan ayrılmıştı. Bundan bir sene kadar önce tanımıştım Ömer Dayı’yı. Ailede önemli bir ağırlığı bulunan bu insanı yakından tanıdıkça, hayatını dinledikçe, ülkenin daha ileri gitmesi için arkadaşlarıyla birlikte mücadelelerine kulak kabarttıkça onu çok daha öncesinden tanıyamadığım için yüreğimde daima var olan ayrı bir eksiklik, yokluğunun yanına eklemlendi. Ömer Dayı’yı tanımak için önce babası Fethi GÜRCAN’ı tanımak gerek, çünkü onun yaşadıkları ve geçmişi yalnızca ailenin değil, kitlelerin de yaşamını şekillendirecekti.

Devrimci Süvari’nin Ardından 44


“Şerefinden başka ailesine bırakacak hiçbir şeyi olmayan” Binbaşı Fethi GÜRCAN, Türk siyasi tarihinde Albay Talat Aydemir ilebirlikte anılan, Milli Mücadele kahramanı, usta bir at binicisidir. Alaylı Yüzbaşı Mehmet Hamdi Bey ve Halime Hanım’ın dört çocuğundan biri olarak, 1922’de Konya’nın Ereğli ilçesinde doğmuştu. Buraya kadar her şey normal, ancak, Türk siyasi tarihine bakıldığında birçok acıyı toplumun hafızasında görmek mümkün… Dünyanın geneline yayılan ve daha özgür, daha adil, eşitlikçi ve savaş karşıtı bir yaşamın mimarlığını yapmak üzere sol ideolojiye sırtını yaslayan 68 Kuşağı’nın öncülerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın da hayatlarına son verildiği Ulucanlar Cezaevi, Fethi Gürcan’ın da idamına tanıklık etmiştir, çünkü Fethi Gürcan’ı önemli bir figür yapan, 20 Mayıs 1963 ayaklanması içerisinde yer alarak idam edilmesidir… “Ölümün karşısında ve Tanrı ile adaletin huzurunda bulunduğum şu anda, Atatürk’e övgüler yazmak için kaleme sarılan şair kadar vicdanım rahat. Uğruna can verecek adamlar bulunduğuna göre, davamızın daha güçlü olarak yaşayacağına inanıyorum.Ve diyorum ki Atatürk ölmüştür, ama var olmaya devam ediyor. Şimdi ben de öleceğim, ama Atatürk ilkeleri ölümümle çok daha yüce bir değer kazanacak.” sözleri bu gözü pek, vatanı için ülkenin kurucusunun ilkelerinden taviz vermeyen ihtilalcinin ağzından tarihe kazınmıştır. İşte bizim Ömer Dayı da bu ihtilalcinin ikinci çocuğu olarak 49’un kışında Kağızman’da dünyaya gelir. Babası idam edilen küçük Mehmet Ömer GÜRCAN’ın da hayatı hep mücadele içinde geçmiştir. Rastlantı mıdır bilinmez, ‘Babalar ve Oğullar’ın yazarı Turgenyev’in babası gibi Ömer Dayı’nın da babası bir Süvari’dir. Ömer GÜRCAN’ın hayatı aslında 1950’lerde Türkiye’de yaşayan bütün bürokrat ailelerin hayatıyla oldukça benzerlik taşır. Kısıtlı maddi imkânlarla Ankara Atatürk Lisesi’ni dereceyle bitirmiş olan genç süvari, daha sonra ODTÜ Elektrik Mühendisliği sınavına girerek mühendislik hayatına adım atar. İdealist bir mühendis olan Ömer GÜRCAN, prensiplerinden hiçbir zaman ödün vermeden yaşamış ve 68 Kuşağı’nda önemli roller üstlenmiştir. Sadece kendi dünya görüşüne sahip değil, farklı dünya görüşlerine sahip olan her

Devrimci Süvari’nin Ardından 45


bireyi içtenlikle dinleyip bugüne kadar savunduğu idealleri hiç kimseye zorla kabul ettirmeye çalışmamış biriydi. Bu yüzden zamanın sürekliliği, kimlik oluşumu ve ulusların tarih yazımı üzerine yaptığımız her konuşmamızda geçmişteki deneyimlerin, ideolojilerin, siyasi ve tarihi aktörlerin, olayların, durumların derinlemesine araştırılması gerektiğini, hatırlamanın bu temsil mekanizmalarıyla birlikte düşünülmesi gerektiğini ve bunun yeni kuşaklara objektif bir şekilde aktarılması gerektiğini belirtirdi. ‘Böyle bir tarih yazımı mümkün mü, bunun oluşabilmesi için gerekli şartlar sağlanır mı?’ sorusunun cevabı birçoğumuz için ‘büyük bir hayal’ olarak algılansa da gerçeği, hakikati, doğruyu, yanlışı mümkün mertebe en net biçimde ortaya koymak ve daha aydın bir gelecek inşa etmek için tarihimizi oluşturanların yaşamlarına göz atmakta fayda var.

ÖFFFF, NE YAPIŞKAN AİLE… Tam da bu ifade… Küçük kızım Demet’in Gürcan&Özcan ailesi için tanımı buydu. Gürcan &Özcan diyorum, kendi kendileriyle özdeş canlarımız onlar… Yapışkan aile demesi de şundan geliyor; Onlara gittiğimiz oturmalarda asla ayrılamazdık. Konu konuyu açar, sohbet sohbeti. Zaman nasıl geçer bilmediğimiz gibi, dahası olsun isterdik… Bizim kız evde bizim dönmemizi bekliyor, çünkü babasını görmeden uyuyamıyor. Yine bir gün uyumamış bekliyor ve dedi ki: Öffff, ne yapışkan aile, babamı bırakmıyorlar! Çocuk bilmiyor ki asıl biz onlara doyamıyoruz. Yaşayan tarih onlar… Eşim (Yusuf) sayesinde tanıştığım Sema ile girdik bu aileye. 18 yaşında küçük bir kız çocuğu. Kendisi küçüktü ama yaşadıkları kendinden Devrimci Süvari’nin Ardından 46


büyük. O yaştan itibaren her yaşadığına şahit olma durumuz da oldu tabii… Durum diyorum çünkü tanışmamız şans ama bu yaşanılanlar şans değil. Kader mi? Hiç değil. İz bırakanlar onlar... Canımız babamız, annemiz, teyzemiz, dayımız, abimiz ve derken şimdi de büyüğümüz Ömer abimiz… Ömer abi komikti evet, hatta hastanede yatarken bile komik… Herkesle bir anısı olur da, bizimle olmaz olur mu hiç? By-pass ameliyatı olacağı o zamanlarda kan ihtiyacına karşılık Yusuf’la beraber kan vermek üzere hastaneye gitmiştik. Yusuf’a dedi ki; Yusuf, senin kanını versinler bana, birazda alevi kanı dolaşsın damarlarımda…. Yusuf biliyor musun, beni öyle bir temizlediler ki (ameliyat öncesi tüm vücudunu traş etmişler) kadınlardan farkım kalmadı… Günlerden bir gün biz yine mezarlıktayız. Böyle başlanır mı söze, ama bizde böyle maalesef. (öyle ki, o zamanlar küçük olan torunum Ekin’e, her ölen yakınımız için “Kalbimizde yaşıyor” dediğimizden, “Kalbimiz mezarlık mı?” dedirtecek kadar) Ömer abi mezarlık işçilerini göstererek; Bak şunlar var ya ellerini ovuşturuyorlar yine bize iş çıktı diye seviniyorlar demişti. Bir keresinde de, Sema CHP’ye oy vermemem için beni uyarmıştı. Muayehaneye uğradığım günlerden birinde Ömer abiyle karşılaştık. Bana oyunu kime verdin? diye sordu. Bende CHP’ye dedim gülerek. Bu da “Kılıçdaroğlu gibi hiç yalan söyleyemiyor” dedi. Devrimci Süvari’nin Ardından 47


Ben hala yalan söyleyemiyorum biliyor musun? Ve biliyorum ki, bütün kaybettiklerinle beraber Yusuf’da seni karşılamıştır Ömer abi. Kalp ağrılı gözyaşlarımızın zamanla buruk tebessümlere dönüşmesi dileğiyle… ... ne söylense hep eksik ve ne susulsa çığlık çığlığa… GÜLE GÜLE…

Seher KARA 03/04/2017 5 NİSAN 18:24

ÖFFFF, NE YAPIŞKAN AİLE… Tam da bu ifade… Küçük kızım Demet’in Gürcan&Özcan ailesi için tanımı buydu. Gürcan &Özcan diyorum, kendi kendileriyle özdeş canlarımız onlar…

Devrimci Süvari’nin Ardından 48


Yapışkan aile demesi de şundan geliyor; Onlara gittiğimiz oturmalarda asla ayrılamazdık. Konu konuyu açar, sohbet sohbeti. Zaman nasıl geçer bilmediğimiz gibi, dahası olsun isterdik… Bizim kız evde bizim dönmemizi bekliyor, çünkü babasını görmeden uyuyamıyor. Yine bir gün uyumamış bekliyor ve dedi ki: Öffff, ne yapışkan aile, babamı bırakmıyorlar! Çocuk bilmiyor ki asıl biz onlara doyamıyoruz. Yaşayan tarih onlar… Eşim (Yusuf) sayesinde tanıştığım Sema ile girdik bu aileye. 18 yaşında küçük bir kız çocuğu. Kendisi küçüktü ama yaşadıkları kendinden büyük. O yaştan itibaren her yaşadığına şahit olma durumuz da oldu tabii… Durum diyorum çünkü tanışmamız şans ama bu yaşanılanlar şans değil. Kader mi? Hiç değil. İz bırakanlar onlar... Canımız babamız, annemiz, teyzemiz, dayımız, abimiz ve derken şimdi de büyüğümüz Ömer abimiz… Ömer abi komikti evet, hatta hastanede yatarken bile komik… Herkesle bir anısı olur da, bizimle olmaz olur mu hiç? By-pass ameliyatı olacağı o zamanlarda kan ihtiyacına karşılık Yusuf’la beraber kan vermek üzere hastaneye gitmiştik. Yusuf’a dedi ki; Yusuf, senin kanını versinler bana, birazda alevi kanı dolaşsın damarlarımda…. Yusuf biliyor musun, beni öyle bir temizlediler ki (ameliyat öncesi tüm vücudunu traş etmişler) kadınlardan farkım kalmadı… Günlerden bir gün biz yine mezarlıktayız. Böyle başlanır mı söze, ama bizde böyle maalesef. (öyle ki, o zamanlar küçük olan torunum Ekin’e, Devrimci Süvari’nin Ardından 49


her ölen yakınımız için “Kalbimizde yaşıyor” dediğimizden, “Kalbimiz mezarlık mı?” dedirtecek kadar) Ömer abi mezarlık işçilerini göstererek; Bak şunlar var ya ellerini ovuşturuyorlar yine bize iş çıktı diye seviniyorlar demişti. Bir keresinde de, Sema CHP’ye oy vermemem için beni uyarmıştı. Muayehaneye uğradığım günlerden birinde Ömer abiyle karşılaştık. Bana oyunu kime verdin? diye sordu. Bende CHP’ye dedim gülerek. Bu da “Kılıçdaroğlu gibi hiç yalan söyleyemiyor” dedi. Ben hala yalan söyleyemiyorum biliyor musun? Ve biliyorum ki, bütün kaybettiklerinle beraber Yusuf’da seni karşılamıştır Ömer abi. Kalp ağrılı gözyaşlarımızın zamanla buruk tebessümlere dönüşmesi dileğiyle… ... ne söylense hep eksik ve ne susulsa çığlık çığlığa… GÜLE GÜLE… Seher KARA 03/04/2017 ÖNCE ÜZÜM YESEYDİN, SONRA ÖLSEYDİN BE ABİCİĞİM! - Sema GÜRCAN ÖZCAN Giden bir abinin, elimde kalan son baba parçasının ardından, içimdeki harlanıp duran yangınla ne yazılır, bilemedim…

Devrimci Süvari’nin Ardından 50


Doğum günlerimden birinde; “Bak sana hırka aldım, bunu eve götürme, hep muayenehanede kalsın, üşüyünce sırtına alırsın.” demişti. Şu an sırtımda o hırka; sen gittiğinden beri çok üşüyorum Abim!.. Babamı tanımadım, sesi nasıldı, kokusu nasıldı bilmiyorum. Cezaevinde camları tekmelermişim babamın kucağına gitmek için, hatırlamıyorum. Geceleri; “Babaaa!” diye ağlarmışım, hatırlamıyorum. Sonra 12 yaşına kadar ki çocuklara izin verilmiş, babalarına dokunmaları için. Babam idam edilmeden önce, en son Öner Abimle beni öpüp koklamış, hatırlamıyorum. İlk acımı, 2,5 yaşındayken tattım. Emekli Subay Evleri’nde otururken, sabahın erken saatlerinde kapı çalınmış, Mustafa Dayım gelmişti. Gözleri çok kızarmıştı. Annemle, ablam ona doğru koştular, üçü sarılarak çok ağladılar. Onlar ağlıyor diye ben de çok ağlamıştım. Yıllar sonra anneme; “Babamı o sabaha karşı mı asmışlardı?” diye sordum, “Çok küçüktün, sen nasıl hatırlıyorsun o günü?” diye ağlamaya başladı. Bana hep, babamın yurt dışında olduğunu, milli binici olarak yarışlara katıldığını söylediler. Evimizdeki her şey; çay tabağı, pasta tabağı, kül tablası, eşarphep at figürlüydü, halâ da öyledir. Bir yıl sonra teyzem ve iki dayım da art arda kayboldular ortadan. Nerede olduklarını sorduğumda, babamın yanına gittiklerini söylediler bana. Bu nasıl bir yerdi ki, babam dönmediği gibi, onun yanına gidenler de dönmüyordu bir türlü.

Devrimci Süvari’nin Ardından 51


Annemin saçları bembeyazdı artık. ‘Ya o da babamın yanına gider de dönmezse’ diye başladı ilk korkularım.Çünkü beraber uyuduğum annem, uykusunda hep “Fethi!” diye sayıklıyordu. Demek, o da onun yanına gitmek istiyordu. Sonraları annem beni değil, ben annemi uyutur olmuştum. Asker adımları gibi nefesimi kontrol edip, annemle aynı anda soluk alıp vermeye çalışıyordum. Eğer benden hızlı veya yavaş soluklanırsa, sabaha kadar uyuyamıyordum. Böyle böyle başladı sevdiklerimi kaybetme korkularım ve bu yaşlarıma kadar peşimi bırakmadı. Her gece, sevdiklerimi ölmüş gördüm. Belki de acılara karşı savunma refleksim böyle oluşmuştu. Yine bir sevdiğim, babamın yanına gidecek ve ben ona bir daha hiç sarılamayacaktım. O halde ben de yumruklarımı sıkıp dayanmaya hazır olmalıydım. Acıların provasını rüyalarımda yapmalıydım. Babamı tanımamıştım,ama babam bana üç tane baba parçası bırakmıştı. Bizim ailemizde, verilen emanete son nefesine kadar sahip çıkmak bir gelenek olmuştu. Manevi görevini bitirmeyen ölmüyordu. Dayım babama söz vermişti, anneme ve biz çocuklarına sahip çıkmak için. Son sözü; “Babana verdiğim sözü tuttum, anneni ona teslim ettim.” oldu ve anacığımın tam 40. gününde, aynı saatte gece 23.50’de gitti. Ablam zaten babam gittiğinden beri; bazen abla, bazen anne, bazen baba, bazen anneme koca oldu. Ne rol alacağını şaşırdı yıllarca. Anneme özel günlerinde yüzük aldı, emekli ikramiyesi ile evimize mobilya aldı. Abime mobilet aldı. Bana palto aldı. Cebimize harçlık koydu. “Babam olsa şunu yapardı anneme, bunu yapardı kardeşlerime” diye önümüzde, ardımızda didinip durdu.

Devrimci Süvari’nin Ardından 52


Ablam ve Ömer Abim erkenden evlenince, Öner Abim arkadaşım oldu. Onun arkadaşlığı -bana hissettirmeden beni koruması- sayesinde, sorunsuz yaşadım ergenliğimi ve onun öğrettiği doğrular sayesinde tercihimi yaptım. En büyük aşkımı, hayat yoldaşımı, Celalimi buldum. Babam Fethi Gürcan’ı, hem herkes seviyor, hem de adını anmaya çekiniyordu. Cezaevinden Öner Abimin ve benim koynumda çıkan belgelerle oluşan “Talat Aydemir’in Hatıraları” kitabından ve bizimle görüşmeye devam eden Harbiyelilerin anlattıklarından başka ayrıntı yoktu elimizde. İlk defa Sarp KURAY Abimiz, babamların kalkışmasını tarihsel süreçte tam yerine oturttu; babam, Kolağası Resneli Niyazi idi!.. 22 Şubat 1962, 21 Mayıs 1963 olaylarının ayrıntılarına yoğunlaştılar abilerim. Öner Abim, ‘Ben İhtilalciyim Fethi Gürcan’ kitabını yazarken, duygu yoğunluğundan iyice hastalandı. Sonra Nesrin TURHAN çıktı karşımıza. Ömer Abim, babamın savunmasını yolladı tüm yazarlara, yardım istedi. Meğer o da Cumhuriyet dönemindeki idamları araştırıyormuş. Gönüllü oldu, Nesrin de katıldı aramıza. Yaşayarak, ağlayarak empati yapmaya çalıştı. Abimlerin tanıştırdığı olayların canlı tanıklarıyla teker teker konuşup notlar aldı. Üç yıl sürdü çalışmalar ve ‘İhtilalin Süvarisi’, 14 Şubat 2004’te kitap raflarında yerini aldı. 10 Ağustos 2004’te, hem de annemin doğum gününde Öner Abim gitti. Sonradan öğrendik, meğer Nesrin’e aylar boyunca; “Acele et, ben öleceğim, kitabı görmek istiyorum.” demiş. O da görevini bitirip, öyle gitmişti. Ölmeden önce “ben annemle babamın ortasını kapıyorum, artık sizler arkadan ranza yaptırırsınız!” demişti.Kendimi bildim bileli, bizim ailede mizahın rengi hep “kara” olmuştur…

Devrimci Süvari’nin Ardından 53


Dünyam kararmıştı, kardeş acısı ne menem bir şeydi!.. Niye ağlamıştım ki anama o kadar? Annem torunlarını görmüştü. Kafamın içi samanla dolu gibiydi. Bırakın gazete okumayı, adımın Sema olduğunu bile bilmez haldeydim. Ama bu kez de Ömer Abim görevliydi. Dr. Hikmet KIVILCIMLI’nın 3 cilt “Osmanlı Tarihinin Maddesi” kitabını getirdi koydu önüme. “En kısa zamanda bu kitapları okuyup, en sade, en anlaşılır şekilde özetini çıkaracaksın, eğitim kitapçığı basacağız.” dedi.Bilgisayarın B’sini bilmeyen bana; “kadınhareketi.org sitesi kurulacak ve sen yöneteceksin.” dedi. “Anlamam!” dedim, “Anlatacağım!” dedi. “Yapamam!” dedim, “Yardım edeceğim!” dedi. “Bilmiyorum!” dedim, “Öğreteceğim!” dedi… Onun da içi yanıyor ama beni ve ablamı da yanında ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Bunu ilk hissettiğim anda, ben de yapıştım onun ellerine. Ablam da “Ekin Sanat Dergisi”ne yazı yazmaya başladı. Hacıyatmaz aile; yine birbirimize sarılıp direnmeye başlamıştık işte! Ömer Abim, bir seneyi bile bulmayan kısacık zaman diliminde, Öner Abimin yarım kalan “Ben İhtilalciyim Fethi Gürcan” kitabını tamamladı ve çoğunlukla simit yiyerek, emekli maaşından tasarruf ederek bastırdı. Kaybettiğimiz kardeşimizin kitabı hepimize moral oldu. Öner Abimin işyerinde birkaç arkadaşıyla giriştiği internet kütüphanesini zenginleştirdi ve adını “Öner Gürcan Kütüphanesi” koyarak, kardeşimizi bir kez daha ölümsüzleştirdi. Aynı zaman diliminde “Fethi Gürcan’ın Harbiyelileri”, “Hesaplaşma 68 Gençliği ve Katledilişi” kitaplarını yazdı. Üç sayı “Süvari Dergisi”ni bastırdı. Sonra “süvaridergi.org” sitesini kurdu. Bir yandan televizyon programlarına koşturuyordu.24 saat yetmiyordu artık Ömer Abime. Acılarının üzerine

Devrimci Süvari’nin Ardından 54


basmış, üretkenlik rekoru kırıp duruyordu. Çevresindeki herkesi de üretmeye zorluyordu Sarp KURAY Abimizin cezaevine girmesi, acısını ve direncini daha çok arttırdı. “Abim içerideyken, dışarıda onun düşüncelerini yaşatmamız lazım.” diye “Devrimci Halk Partisi”ni kurdu. MHP’li komşusu bile onu çok sevdiğinden parti kurucuları içinde yer aldı. 1990 yılının Ocak ayında, tam 41 yaşındayken by-pass ameliyatı olmuştu. 12 Eylül işkenceleri, tıkanmayan bir tane bile damar bırakmamıştı. Yıllardır bir yığın ilaç kullanıyordu, ama olsun… Çocuk gibi sevinçliydi. O zamanlar sağlığı daha iyi olduğu için, her gün erkenden partiyi açıyor, süpürüp, paspas yapıyor, çay demliyor, arkadaşlarıyla sohbet etmek için kapıyı gözlüyordu. “Sarp Abi çıktığında yorulmayacak, her şey hazır olacak.” diyordu. Deliler gibi kitap okur, film izler, sonra da bana okutup, izlettirirdi. Çocuklara ve hayvanlara hiç kıyamazdı. Köpek almak istememiştim. Bir cana daha bağlanmak istemiyordum; o da ölecek, arkasından ağlayacaktım. Kızdı bana; “Böyle yaşam felsefesi mi olur? Yaşamanın tadını çıkar. Ne biliyorsun, belki sen önce ölürsün, Abidin arkandan ağlar!” demişti. Dediğini yapmıştım,ama ölüm provalarının yapıldığı rüyalarıma Abidin de eklenmişti. Rüyamda Abidin’e araba çarpıyor, organları kanlar içinde dağılıyordu. Dediği gibi; abim önce gitti! Şimdi Balım, Karam ve Kırpık ağlıyor ardından… Ömer Abim, anacığımın deyimiyle “ailemizin Nasrettin Hocası”ydı. Sanki ailemizde ki matemi dağıtmakla görevliydi. Onun yanında ağlamak yoktu. Abimmmm, sensizlik içimi yakıyor, gel de güldür beni!..

Devrimci Süvari’nin Ardından 55


Ömer Abim lisede o zamanlar. Annem abime ait, pijama, eşofman ne varsa yıkamış. Yatak odalarının olduğu uzun koridordan annemin pazen geceliği ile biri geliyor ama anneme benzemiyor. Abim çıkıyor yemek masasının üstüne oynuyor, gülmekten kırılıyoruz. Lise sondaydım, annem ağır bir kalp krizi geçirmiş, Gülhane Askeri Hastanesi’nde yatıyordu. Ben de ders kitaplarımı toplamış, Ömer Abimin evinde kalmaya başlamıştım.Bütün gece ağlamaktan kızarmış gözlerimi biraz olsun güldürebilmek için, anlatmadığı fıkra kalmadı. Öyle ki artık Ömer Abimin annemin üvey çocuğu olduğuna ikna olmaya başladığımı hatırlıyorum. Sonra yattık. “Annemmm, annemi kurtarınnn!” diyen abimin haykırışlarıyla uyandım. Uykusunda sayıklıyordu. Hepimizi güldürmeye çalışırken, onun nasıl içine içine ağladığını o gün öğrendim. Ben ilkokul birde, Ömer Abim üniversite ikide. Beni her gün Hürriyet İlkokulu’na götürür, kendisi de Gençlik Caddesi’nde ODTÜ servisine binerdi. Abimin esprileri ile kahkahalar içinde okula giderdim. O zaman Sühendan Abla ile nişanlılardı. “Kızlara laf atmadan geçemem buradan Kızlar gelin şu yandan Ben korkmam Sühendan’dan Benim ismim Ömer Gürcan” Sonra da beni okuldan almaya gelir, aynı zamanda Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrencilik yapan ilkokul öğretmenimle birlikte siyaset konuşmaya dalar, yürür giderlerdi. Okul çantamla birlikte arkalarından koşarak yetişmeye çalışırdım. Kızılay Atatürk Bulvarı, yayalara kırmızı ışık yanıyor. Sühendan Abla önde, hemen arkasında onun saç kuyruğunu tutmuş Ömer Abim, beklemede. Trafik lambasının yeşile dönmesiyle “dehhh!” diye abimin bağırmasını duyuyorum. Genç nişanlılar dıgıdıkdıgıdık diye karşıya geçiyorlar. Kahkahamı bastırarak, akraba olduğum belli olmasın diye herkes gibi şaşkın bakmaya çalışıyorum onlara.

Devrimci Süvari’nin Ardından 56


Öner Abim de yanımızda, yürüyoruz. Abim, Öner Abimi işaret ederek; “Kaçırıyorsunuz, Kadir İnanır aranızda şu an!” diye bağırıyor kalabalığın ortasında. “Senin yanında yürünmez!” diye Öner Abim kaçıyor yanından. Siyah beyaz televizyonlar yeni çıkmıştı. Cumartesileri Türk Filmi yayınlanıyordu. Bizde televizyon yoktu. Her cumartesi akşamıSühendanAblaların Anıttepe Alımlı Sokak’taki evlerinde olurduk. O zamanlar, herkes uyuklasa bile İstiklal Marşı dinlenmeden televizyon kapatılmazdı. Büyükler oturduğundan, kanepelerde yer kalmaz, halının üzerine kıvrılıp uyurdum.Gözümü açtığımda Ömer Abimin kucağında Maltepe Camisi civarında olurduk. Uyku mahmurluğuna yenilip, ‘10 dakika daha taşısın beni’ diyerek, uyuyor numarası yapardım. Bu kadar net hatırladığıma göre, bu numarayı defalarca tekrarlamış olmalıyım.Keşke boynunu daha çok koklasaymışım!.. Otobüsler biletli sisteme yeni geçmişti ama biletçi koltukları halen duruyordu. Annem, abim, Sühendan Abla bir yere gidecektik. Otobüse bindik. Ömer Abim koşarak biletçi koltuğuna oturdu; “Haydi hanımlar, beyler! Paralar bozuk olsun!” diye bağırmaya başladı. Yine yapacağını yapmıştı. Yıl 1978. O zamanlar üniversite sınavlarına girmeden önce tercihlerinizi yapıyordunuz. Ömer Abimle gün boyu birbirimize girmiştik. Hatta bir tercih listesini yırtıp tekrar ÖSYM’den yenisini almıştım. Siyasal Bilgiler, Ekonomi gibi bölümlerdeydi aklım. Abimse doktor ya da diş hekimi olmamı istiyordu. Ama ben de kan görmeye dayanamıyordum. Sonunda; “yüksek puan alamayacağını biliyorsun, bahane edip kaçıyorsun!” diye beni gaza getirdi ve onun isteği oldu. Sınava ADTC Fakültesinde girdim. Sınavdan çıktığımda, Sıhhiye Köprüsü’nün ayaklarından birine sırtını yaslayarak yere oturmuş, kitap okurken buldum abimi.

Devrimci Süvari’nin Ardından 57


Sonuçları öğrendiğim gün de kurtulamamıştım elinden. Aynı günün akşamı; “Araştırdım, hazırlıkla birlikte 6 yılmış okulun. Şu gün de hazırlık atlama sınavı varmış, gireceksin.” demişti. Kolej mezunu değildim, bir de bu sınavın stresi ile uğraşmak istemiyordum. Kabul ettiremedim. Uzun tartışmalar sonucu hiç çalışmadan sınava girmeyi kabul etmiştim. Yine haklı çıkmıştı; hazırlık sınıfını atlamıştım. Bir zamanlar, evdeydi muayenehanem. Annem felç, çocuklarım küçük olduğu için mecbur kalmıştım. Oyalansın diye telefonlara bakma görevini anneme vermiştim. Ömer Abim, her gün üşenmeden sesini değiştiriyor; “Orası kebapçı dükkânı mı? Ben Tansu Çiller’in yakınıyım, Dr. Hanımın methini duydum, randevu alabilir miyim?”… Bir gün yine telefon çaldı. Annem aynı abim gibi sesini incelterek; “buyurun efendim, tabi efendim” dedikten sonra normal ses tonuyla; “hadi oradan Ömer, sen de!” dedi. İçime bir kuşku düşmüştü, aldım telefonu, hattın öbür ucunda tanımadığım bir erkek kahkahası; “Ya doktor hanım, sizden randevu alacağım diye, 15 dakikadır söyleyeceklerimin provasını yapıp öyle aradım sizi. Ama anneniz ‘hadi oradan!’ deyince ben de koptum!” dedi. Böyle durumlarda annem üzülür, kızarır, abimi arar; “hep senin yüzünden!” diye kızardı. Abimle annemin normal telefon konuşmalarında ise; “merhaba madır” “ayağını kaldır” diyoloğu rutin olmuştu. Yine bir gün bir hastam arıyor; “Merhaba ben Bahadır.” diyor, annemin cevabı ise; “Ayağını kaldır!” oluyor. Yine ben abandone oluyorum, abimse fırçasını yiyor… Ağıtın, hüznün sıradan olduğu bir ailede gözümü açmıştım ama benden önceki üç çocuklu mutlu ailenin neşe dolu hikâyeleriyle büyümüştüm. “Doğar doğmaz gözümü bir açtım, sarışın yoluk saçlı bir kız bana bakıyordu ve halâ o gün bugündür gözleri üzerimde.” diyerek ablama takılırdı.

Devrimci Süvari’nin Ardından 58


Bir gün koşarak annemin yanına gelmiş, ablamı şikâyet etmeye; “Güldereneşşaka bindi eşşaka!”… Halen bu yaşında dili dönmezdi bazı kelimeleri söylemeye. Bu sefer de elinde olmadan güldürürdü bizi. Ömer Abim küçükmüş, henüz okula gitmiyormuş. Ablamın 23 Nisan törenlerine katılmışlar ailecek. Özenmiş abim diğer çocuklara. Eline mikrofonu alan bir şiir okuyor, selam veriyor, ardından alkışlanıyor. O zamanlar su içme eylemine “humma” diyor. Koşmuş kapmış mikrofonu. “Atatürk’ün atı humma!” diye bağırıp, başını öne eğerek selamını vermiş. Türkçe meali; Atatürk’ün atı su içiyor… Ömer Abim yalınayak sokakta oynamayı çok severmiş. Annem ise üşütecek, ayağına bir şey batacak diye çok kızarmış. Bu yüzden annemle çok kavga ederlermiş. Ama abim çözümü bulmuş; her gün ayakkabı boyacısına, çıplak ayaklarını ayakkabı şeklinde boyatıp durmuş… Banyo yapmaktan nefret edermiş. Anadan üryan mahalleye kaçtığı çok olmuş. Tabii annem de hamam tasıyla peşinden… “Babam ve Oğlum” filmini birlikte izlemiştik. İki erkek kardeşin siyah-beyaz çocukluklarının gösterildiği sahnede iyice kopmuş, dudağını büzerek bağıra bağıra hıçkırmaya başlamıştı. Biliyordum; Öner Abimle çocukluklarını hatırladığını!.. Öner Abimden sonra Ömer Abime daha çok düşmüştüm. Hatta Ablam serzenişte bulunmuş, rüyalarım çok normalmiş gibi; “Hep Ömer’i ölmüş görüyorsun düşlerinde, onu daha çok seviyorsun.” demişti.Aslında bilmediği, babaların önce gideceği bir çocukluk şartlanması olmuştu bende. Yıllardan bir gün tatile gittiğimin ilk günü, rüyamda, sokaktaki bidona çöpçünün abimin elbiselerini, ayakkabılarını attığını görmüştüm. “Ne

Devrimci Süvari’nin Ardından 59


yapıyorsun, onlar Ömer Abimin?” dediğimde çöpçü; “sen burada tatil yap bakalım, abin Ankara’da öldü, çoktan gömüldü! ” diye cevap veriyordu. Ya da Ömer Abimi elektrik çarpmış, her tarafı yanmış, bu yüzden kimlik tespiti yapılamamış. Beni çağırıyorlar, kömür olmuş bedenine rağmen Onu tanıyorum. Dayanılmaz acıyla, hıçkırıklarla uyanırdım. Beklerdim, hep beklerdim en azından telefonla aranabilecek saat olmasını. Sabahın köründe arayınca anlardı hemen. “Bu defa nasıl geberttin beni?” diyerek gülerdi. Baktı başa çıkamıyor, bir yandan profesyonel yardım almamı sağlarken, bir yandan da kendi yöntemleriyle “çivi çiviyi söker misali” beni alıştırmaya çalışırdı: “Direnmenin faydası yok, sen en küçüğümüzsün. Sen geride kalıp direnmeye devam edeceksin. Sen beceremezsin, Gülce veteriner hekim,Gülderen’le ikimizin derisini özenle yüzsün. İçine pamuk doldur, yastık yap bizi. Televizyonun bir kenarına beni, bir kenarına Gülderen’i koy. Abidin de (köpeğimiz) gelir, arada bir yalar bizi. Yok, hepimizi bir arada istiyorsan; babamın, annemin, Öner’in kemiklerini de al, at bir akvaryuma, özleyince bakarsın!” derdi. Öner Abim gittikten sonraki ilk bayramımızda kızlarıma; “Artık tek dayınız var, başına Ömer koymanıza gerek yok, dayı deyince anlarım. Hem Öner, size kaç lira bayram harçlığı verirdi söyleyin, mağdur olmanızı istemem.” demişti. Kızlar kötü kötü bakmışlardı.Onun da yöntemi buydu; yarayı dağlayarak iyileştirmek... 2,5 sene önce bir anjiyo daha olmuştu. İthal olan stent doktorların elinde bükülmüş, alelacele yerli stent takılırken akciğer ödemi gelişmiş, bir hafta yoğun bakımda yatmıştı. Biri stentli, iki damarı kalmıştı.

Devrimci Süvari’nin Ardından 60


Artık kardeşler daha çok düşmüştük birbirimize. Her Pazar birlikte kahvaltı ediyorduk.Sağ elinin işaret ve orta parmağını ayak gibi yürüterek;“iki damarımla geldim.” derdi. Geçen Pazar, kahvaltı masasındaki yeri boş kaldı… Her gün benzer saatlerde muayenehaneye gelir, kapıyı kim açarsa açsın; “Kardeşim nerede benim?” diye bağırırdı. Kızım Gülce’nin hamile olduğunu duyunca çok sevindi. Bütün doktor randevularını takip ediyor;“yeni ultrason fotoğrafı yok mu?” diyordu. Erkek olduğunu öğrenince daha çok sevindi. Hele koymayı düşündükleri ismin anlamını öğrenince mutluluktan havalara uçtu. ILGAR: “Dizginlerinden kurtulan atın dörtnala koşması” “Düşmana ilk saldıran süvari birliği, vurucu güç” Yine hastaneye yatmadan önce muayenehaneye uğradığı bir gün, yoruldu mu acaba diye gözlerinin içine baktığımı fark edince; “Yeter artık üstüme düştüğün, ölmek için senden izin mi alacağım? Ilgar’la oyalanırsın. Hem bak Öner’e, yıllardır yayıldı annemle babamın arasına. Ona gününü göstereceğim!” demişti. Abimi, 12 Şubat 2017 akşamı acil servisten yoğun bakıma kaldırdığımız dakikalarda kapının önünde endişeyle beklerken, Celal’in yüzüme bakarak güldüğünü gördüm. “Ne oldu?” dedim. “Hatırladın mı, seni 1981 Ocak’ta bu koridorda gözaltına almışlardı?” dedi. O tarihte Öner Abim, kalp kapakçıklarından ameliyat olmuş, yoğun bakımdan servise yeni alınmıştı. Ziyaretine gittiğimde eğil diye işaret ederek, kulağıma, acayip tiplerin çevrede dolaştığını, şüphelendiğini söyledi. Avucuma iki jeton tutuşturarak, “Ömer’i ara, sakın ziyaretime gelmesin.” dedi. Koridorda koşarken, iki sivil polis durdurdu beni. “Gel bakalım Gürcan buraya!” dediler. Meğer hemşire odasına karakol kurmuşlar. Ziyarete geleni odaya tıkıyorlar. Amirlerinin

Devrimci Süvari’nin Ardından 61


telsizle emri üzerine beni gözaltına aldılar. 3-4 saat gözaltında kaldım. Benim alındığımı duyan Ömer Abim teslim olunca beni serbest bıraktılar. Piyangodan büyük ikramiye çıkarsa, bu hastaneyi satın almalıyım. Diğerleri boş olduğu zaman bile morgda hep aynı, soldan ikinci alttan üçüncü çekmeceye konulan, annem, dayım, teyzem… Abilerimin kalp ameliyatları, ablamın, Kerim Babamın anjiyoları… Yoğun bakımdayken üresi yükseldiği günlerde, söylediğini unutup, her gün aynı şeyleri söylemişti; “Bir hastayı, bir organı iyileştirmek için, sağlık emekçileri bir yandan beden gücü harcarken, bir yandan da 24 saat kafa patlatıyorlar. Diğer yandan ise bazıları, canlı bombalarla sağlam organları havaya uçuruyorlar. Ben bu çelişkiyi çözemiyorum, bu dünyayı anlamadım gitti.” Yoğun bakımda düzelir gibi olunca servise aldılar. Tesadüf bu ya, 1981 yılında Öner Abimin yoğun bakımdan servise alındığında yattığı aynı oda ve 4 kişilik odada aynı yatak!.. 5-6 gün sonra yine değerleri bozuldu, yine yoğun bakımın yolunu tuttuk. Her gün günlük gazete götürüyordum. Tabletten “İttihat ve Terakki”yi okuyordu. Yatağında, yakın gözlüğünün yanında “Börklüce” kitabı duruyordu. “Dışarıda kaçırdığım yeni bir havadis var m?ı” diye sordu bir gün. “Bizimkiler iyice tozuttu, portakal bıçaklayıp lale kesiyorlar!” dedim, güldü… Yüzünde sürekli oksijen maskesi, hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Arada maskeyi çıkarıp endişeli gözlerime bakarak; “Heyecanlanma, daha çok ilaç soluyayım diye, ben öyle nefes alıp veriyorum.” diyerek yine maskesini yüzüne takıyordu. Önce Ilgar’ı soruyordu, sonra da; “Aman Gülce bana üzülmesin, sütü azalmadı değil mi?” diyordu.

Devrimci Süvari’nin Ardından 62


Ömer Abimin doğduğu gün, büyükbabamın ölüm haber gelmiş. Bu nedenle büyükbabamın Mehmet adı, daha önce ölmüş dedemin Ömer adı konulmuş ona. Sinir olurdu; hep ölmüşlerin ismini koymuşlar bana diye. Sonra Annemin sütü kesilmiş üzüntüden. Hiç anne sütü içememiş Abim. Sokakta ne zaman bir eşek görse; “Bak sütannem geçiyor!” derdi. Hani hep derler ya, delilikle akıllılık arasında ince bir çizgi vardır diye, o çizgiyi aştığımı hissettim bir gün.Yanında refakat ederken, birden Ömer Abimin yüzü, annemin yüzü oldu. Gözümü açıp kapadım… Bu kez de Öner Abim hasta yatağından bana bakıyordu, aşina olduğum son bakışlardı bunlar. Gözyaşlarımı fark etmesin diye arkamı ona dönerek, bacaklarını ovmaya başladım. Ama bunlar da annemin şiş ayaklarıydı.Anladım, o da gitmeye hazırlanıyordu… İlkokul 5’deydim herhalde. Mustafa Dayımlara gitmiştik. Dayımın kızıyla bahçede oynarken düştüm. Üst ön dişlerimden biri kırıldı. Ertesi gün Ömer Abim götürdü beni diş hekimine. Sonra da beni muayenehanede bırakıp binanın dışına kaçtı. Dayanamamıştı!.. Ahh Abim, 5 haftadır ben senin ıstıraplarına nasıl dayanmaya çalıştım, bir bilsen! Sen nefes alamadıkça ben boğuldum… Halâ ben üzülmeyeyim diye, “Bak dövmelerime!” diye espri yaptığında mosmor kollarını, sol omzundaki kalp pili operasyonunun dikişlerini gördükçe her yerim nasıl acıdı bir bilsen! Zorla sütünü içirdiğimde benim de karnım doydu. Sen dişimin acısına dayanamamıştın ama ben doğduğumdan beri bütün canlarımın acısını hem bedenimde hem de yüreğimde hissettim hep. Her gün taradığım saçlarından arda kalanları temizlemeye kıyamadım tarağımdan. Son gün üzüm çekmiş canın, yiyemedin.

Devrimci Süvari’nin Ardından 63


Sonsuzluğa gitmeden bir buçuk saat önce, beni istedin yanına. “Şu an sana ihtiyacım var, ben çok kötüyüm.” dedin. Yanında olamadım, kurtaramadım Abimmm!.. Ömer Abim de görevini tamamlamıştı, bizleri Ilgar’a teslim etmişti. Bana da ardından di’li geçmiş bu cümleleri yazmak kalmıştı. Abimmm, gittiğinden beri senin yönteminle, ‘acımı, daha büyük acılarla dağlayarak’ tedavi etmeye çalışıyorum kendimi. İçimde ki kocaman yangını söndürebilmek için Erdal Eren'in annesi oldum bugün. Yarın Ceylan Önkol'un annesi olmayı deneyeceğim. Sonra birer birer cumartesi annelerinin, sonra da canlı bombalarla havaya uçan organların yakınlarının...Acımı söndürmeye çalışırken şanslıyım. Bu topraklarda acı bereketli... Şimdi torunum Ilgarımın, yasımızı dağıtmak için görevli olduğuna iknayım.Yoksa;“Bir canınız gitti ama ben geldim!” der gibi, ağlayan gözlerimize bakarak güler mi hiç 40 günlük bebek? (27 Mart 2017) Seni çok seven kardeşin, karan, küçüğün, kıymetlin… Son Güncelleme ( Cuma, 31 Mart 2017 ) BİR SÜVARİ’Yİ UĞURLARKEN...Şenol ÇARIK Mehmet Ömer GÜRCAN... Bir ihtilalcinin oğlu. Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat AYDEMİR ile birlikte 21-22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 ihtilal girişimlerine önderlik eden Süvari Birliği Komutanı Binbaşı Fethi GÜRCAN’ın oğlu. Babası ‘Harbiyelileri isyana teşvik ettiği’ gerekçesiyle “Anayasayı tadil ve tağyire teşebbüs” suçlamasıyla 27 Haziran 1964’de idam edildiğinde 15 yaşındadır.

Devrimci Süvari’nin Ardından 64


Talat AYDEMİR de aynı suçlamalarla 5 Temmuz 1964’de idam edilir. Ömer GÜRCAN, babasının nasıl bir asker olduğunu şöyle anlatmaktadır: “Bu olaylara babamın giriş nedeni, iktidarın babamı öğrenci gençliğin üzerine sürmesi, Ankara Siyasal Bilgiler’de ‘ateş et’ emri vermesi, babamın dinlememesi ve isyancı olması. Bizim evde her şey konuşulurdu. Babamın planı çok sadeydi, ben de dinlerdim. Yapacağı şeyde kararlıydı. Babam olmasaydı belki 27 Mayıs bastırılmış olacaktı.” “İHTİLALCİ OĞLUYUM DİYE ASKERDEN ÇIKARILDIM!”; 1966 yılında liseyi bitirir. Silahlı Kuvvetlere müracaat eder, alınır da. Fakat 15 gün sonra ‘ihtilalci oğlu’ diye çıkarılır. Sonra mahkeme kararıyla geri döner. ODTÜ Elektronik Mühendisliğini kazanır. 68 hareketinin içerisinde yer alır. O dönemi; “Babamın yaşadıklarını ben bir askeri öğrenci olarak yaşadım.” diye özetler. 12 Mart 1971 darbesinin ardından ordudan atılır. Babası gibi sivil olur. 12 Eylül 1980 darbe döneminde tutuklanır. 8 ay hapis yatar. Türkiye’de yurtseverlerin, solcuların, sosyalistlerin başına gelenler onun da başına gelir. Mücadeleyi hiç bırakmaz. Elektronik mühendisi olarak görev yaptığı TRT’den emekli olur. ‘Süvari Dergisi’nin çıkarılmasında aktif yer alır. 28 Eylül 2011’de Sarp KURAY’ın arkadaşları olarak Devrimci Halk Partisi’nin kuruluşuna önderlik eder. Yakın zamanda bayrağı Celal ÖZCAN’a devredene kadar Genel Başkan olarak görev yapar. “Fethi Gürcan’ın Harbiyelileri” adlı bir de kitap yazar. Babasının şu sözleri yer almaktadır: “Ölümün karşısında ve tanrı ile adaletin huzurunda bulunduğum şu anda, Atatürk'e övgüler yazmak için kaleme sarılan şair kadar vicdanım rahat. Uğruna can verecek adamlar bulunduğuna göre, davamızın daha güçlü olarak yaşayacağına inanıyorum. Ve diyorum ki; Atatürk ölmüştür ama var olmakta devam ediyor. Şimdi ben

Devrimci Süvari’nin Ardından 65


de öleceğim ama Atatürk ilkeleri, ölümümle çok daha yüce bir değer kazanacak.” DOĞUM GÜNÜ MESAJI: “MÜCADELEYE DEVAM...” Yaklaşık 4 yıl önce tanışmıştık. Dr. Hikmet KIVILCIMLI geleneğinden geliyordu. Tanıyanlar bilir, sıkı yurtseverdi, devrimciydi Ömer Ağabey. Açık sözlü, esprili, şendi. Hoş sohbetti. Hiciv ustasıydı aynı zamanda. Anlatmak istediklerini kendine has mizahi üslubu ile ne güzel anlatırdı. ‘Gençler’ diyordu ille de. ‘Yeni yüzler’ diyordu. Yön Radyo’daki program için aradığımda; “Bizi boşver sen, şu şu genç arkadaşlar var. Devrimci, çok iyi arkadaşlar. Onları konuk et.” demişti. Olaylara Marksist pencereden bakardı. Gerçekçiydi. En son 14 Ocak 2017 günü Ankara Kitap Fuarı’nda görüştük. Kadim dostları Mustafa Kemal GÜLTEKİN ve Ersin KAYA ile birlikte gelmişlerdi. Yorgun görünüyordu, ama yine de gelmişti. Çok mutlu olmuştum. Ne büyük bir onurdu benim için. Kendisinden de epeyce yardım aldığım “Türkiye Solunun Kısa Tarihi” çalışmamı sundum. Bir de hatıra fotoğrafları çektirdik. Sık sık telefonda görüşür, sohbet ederdik. Birçok olayı, kişiyi sorar, ulaşamadığım kişiler için yardım isterdim. Sağ olsun bir gün de sıkılmadı. Tersine hoşuna gidiyordu. Ben bir soruyorum o bana üç anlatıyordu. Yeni yeni şeyler öğreniyordum. Ama en büyük katkısı olayları analizdeki metodolojisiydi. İdeoloji, teori üzerine kafa yormamı söylüyordu… “SÜVARİLERİN TORUNU DA ILGAR OLUR ELBETTE” 7 Şubat 2017 günü torunu Ilgar dünyaya geldiğinde konuşmuştuk. Mutluluğu sesinden belliydi. Ilgar’ın anlamını sordum. Halk dilinde “dizginleri koyverilmiş atın dörtnala koşması” demekmiş. “Ee Süvarilerin torunu da Ilgar olur elbet!” diye takılmıştım. 10 Şubat 2017 günü paylaştığı doğum günü kutlamalarına teşekkür mesajında yaklaşan Referanduma gönderme yapıyordu: “Doğum günümü kutlayan tüm dostlara ve yakınlarıma teşekkürler. Mücadeleye devam...

Devrimci Süvari’nin Ardından 66


Diktaya HAYIR!” 17 Mart akşamı saat 20 sularında Mustafa Kemal GÜLTEKİN Ağabey aradı. Acı haberi verdi. Öylece kalakaldım. Bir süredir hastanede tedavi görüyordu. Kalp spazmına yenik düşmüştü Ömer Ağabey. Kısa bir süre geçti. Hafızamda ilk beliren güler yüzü oldu. Bir de konuşmaların sonuna eklediği “tamam mı?” sözü çınladı kulaklarımda. “SİZE ŞEREFİMDEN BAŞKA BİR MİRAS BIRAKAMADIĞIM İÇİN ÜZGÜNÜM” Fethi GÜRCAN, 27 Haziran 1964 gecesi Ankara Mamak Cezaevi'nde infaz kararını dinledikten sonra ailesine kısa bir mektup yazmıştı: “Canım karıcığım ve yavrularım, Size şerefimden başka bir miras bırakamadığım için üzgünüm. Bu emanetimi sonuna kadar muhafaza edeceğinizden eminim...” Ailesi Fethi GÜRCAN’ı yanıltmamıştı. Ömer Ağabey de öyle. Güle güle Süvari! Işıklar içinde uyu! Mücadeleye elbette devam! 20 MART 2017 "GÜNCEL NOTLAR" TURGUT KOÇAK (TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ TSİP GENEL BAŞKANI) Kendimi bir sürü pisliğe kapatıp, Ömer GÜRCAN'ı yitirmiş olmanın acısını yaşamam gerek ama ne mümkün! İnsan, AKP ve saray iktidarının yalanını işittikçe yerinde duramıyor. Kendisini kapatması ise olanaksız... Binali Yıldırım Erzincan'dan yalana devam diyor. 'HAYIR' oyu verenlerle terör örgütlerinin aynı olduğunu söylemekten utanıp sıkılma bile duymuyor. Recep Tayyip Erdoğan'da öyle, bunlara ram olmuş Bahçeli ekibi de… Bunlar, gözümüzün içine baka baka yalan söylemekle kalmıyorlar üstelik bir de 'Türk Tipi Başkanlık' rejimine evirilen padişahlık yönetiminin gerçekleştirilmesi için çıkarılan 18 maddelik Anayasa Değişikliğinin tek bir maddesini bile savunamıyorlar.

Devrimci Süvari’nin Ardından 67


Değerli kardeşim Ömer GÜRCAN, sana söz veriyoruz ışıkları olmayan bu karanlık yüzlülerin ampulünü de patlatıp, onları kendi karanlıklarının içine sonsuza kadar kapatacak bu defteri de böylece kapatmış olacağız. SEN RAHAT UYU!

SOSYALİZMİN GÜLER YÜZÜ, CAN DOSTUM, 68'Lİ YİĞİT YOLDAŞIM ÖMER GÜRCAN DÖRTNAL SÜRDÜRÜYOR ATINI SONSUZLUĞA DOĞRU – Tuncay ÇELEN Bir 68’li yiğit devrimci yoldaşımızı daha sonsuzluğa uğurladık. “İhtilalın Süvarisi”, babası Fethi GÜRCAN, Sevgili Devrimci Kardeşi Dev-Lis’in öncülerinden Öner GÜRCAN'la ve özlediği tüm devrimcilerle buluşmak için ölümsüzlüğe doğru dörtnal koşturuyor atını. Uğurlar olsun sevgili yoldaşım!.. Ülkemizde devrimci olunuyor ama devrimci gibi yaşanamıyor, devrimci gibi ölünemiyor… Ömer GÜRCAN kendini bildiğinden beri, kendisini tanıdığımdan beri yaşamı boyunca devrimci olmuş ve son anına kadar devrimci duruşunu, dik duruşunu sürdürmüş yiğit arkadaşlarımızdandı. Devrimci olarak yaşadı ve devrimci olarak sonsuzluğa yürüdü. O’nun gibi devrimci olarak yaşayıp devrimci olarak hayata veda eden tüm komünistlere selam olsun!… Ömer GÜRCAN’la yollarımız 1967 yılında ODTÜ İngilizce Hazırlık Okulu’nda kesişti. Hava Kuvvetleri’nin mavi askeri üniformasıyla gördüm onu ilk kez, yüzünden hiç eksilmeyen gülümsemesiyle, esprili bir şekilde “Toplumculuk” un ne olduğunu anlatıyordu muhatabına. Çünkü ODTÜ Öğrenci Birliği seçimleri yaklaşıyordu. Askeri bir öğrencinin, üstünde üniformasıyla bir anlamda sosyalizm propagandası yapması dikkatimi çekti. Ben de yaklaştım yanlarına ve tartışmaya dâhil oldum. Hazırlığa başlar başlamaz ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’ne üye olmuştum ve Toplumcu Grubu desteliyordum. Ömer GÜRCAN’la böyle tanıştık. Konuştukça ortak yanlarımızı gördük. Kendisi de Ankara Atatürk Lisesi mezunuydu. Ben, liseden kendisini tanımıyordum; ama Ömer beni, Atatürk Lisesi Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanlığımdan, Kenan Işık, İlberORTAYLI ve Sinan Kazım ÖZÜDOĞRU ile birlikte Namık KEMAL’in‘Vatan Yahut Silistre’ adlı eserini sahneye

Devrimci Süvari’nin Ardından 68


taşımamızdan anımsıyordu. Ayrıca aynı siyasi süreçten geçerek, aynı öğretmenlerden etkilenerek sol görüşe sahip olmuştuk. Bu ortak noktalarımız bizi daha da yakınlaştırdı. Bu yaklaşım, dostluğumuzu pekiştirdi. Birbirimizi kendi dostlarımızla da tanıştırdık. Ömer beni askeri öğrencilerle, ben de onu Sosyalist Fikir Kulübü’nde önemsediğim arkadaşlarımla; örneğin Yusuf ASLAN’la, Hüseyin İNAN’la, Taylan ÖZGÜR’le ve diğer arkadaşlarımızla tanıştırdım. Ömer GÜRCAN işi daha da öteye götürerek beni bir akşam Dikimevi’nde ki, Askeri Öğrencilerin yatakhanesine götürdü. Burada ki devrimcilerle de tanıştırdı. Bu gelişmeler beni de Askeri Öğrenciliğe heveslendirdi. Konuyu ailemle görüştüğümde özellikle annem kesinlikle karşı çıktı: “Oğlum sen disipline gelemezsin, askeri öğrencilik sana göre değil. Kısa süre de atılırsın. Vazgeç bu sevdadan, bu konuda biz sana kefil olamayız.” diyerek kestirip attı. Nitekim kısa bir süre sonra Ömer GÜRCAN’ın; ordu üst yönetimi tarafından, “Fethi Gürcan’ın oğlu” olduğu gerekçesiyle bursu kesildi ve üniforması çıkartıldı. Ömer bir yılı aşkın hukuk mücadelesinin ardından Danıştay kararıyla tekrar askeri öğrenci oldu. 12 Mart 1971 darbesinin ardından ordudan atıldı. 12 Eylül 1980 darbe döneminde tutuklandı. 8 ay hapis yattı. Anlatmadan geçemeyeceğim; Ömer GÜRCAN tekrar askeri öğrenci olduktan sonra bir gün, diğer askeri öğrenci arkadaşlarıyla birlikte beni hayati tehlikeyle karşı karşıya getirebilecek bir “linç” girişiminden kurtardı. ODTÜ’de olaylı bir Öğrenci Birliği seçim süreci yaşanıyordu. Bu süreçte kontrol altında tuttuğumuz Öğrenci Birliği binasını, SDD’nin dışarıdan getirttiği bir gurupla basma girişimini birkaç arkadaşımızla birlikte püskürtmüştük. Bu olaydan iki gün sonra aynı gurup beni Kızılay’da Gima’nın önünde sıkıştırdı. Tam tartaklamaya başlayacaklardı ki, karşıdan en önde Ömer GÜRCAN’ın olduğu, askeri üniformalı yaklaşık kırk kişilik bir gurup, olayı fark etmişler ki, beni tartaklamaya başlayan grubu kuşattı ve beni ellerinden alarak, kurtardı. Bu yaşanmışlıklar aramızda ki dostluğu devrimci yoldaşlığa dönüştürdü. Bu yoldaşlık ve devrimci dayanışmamız bazı konularda ki görüş farklılıklarımıza rağmen hep sürdü.

Devrimci Süvari’nin Ardından 69


Sovyetler Birliliği’nin dağıldığı, neo-liberal dalganın insanları büyük ölçüde etkisine aldığı, neredeyse; “artık sağ sol yok, liberalizm var”, “tarihin sonu geldi; artık insanoğlunun son siyasal rejimi liberalizmdir” diye kutsandığı bir ortamda Ömer GÜRCAN’la birlikte ve tüm GÜRCAN-ÖZCAN Ailesi’nin büyük özverileriyle “Süvari Dergisi”ni çıkardık. İki solcu bir araya gelemez denilirken Ömer GÜRCAN’la bir araya gelmekten öte “Hesaplaşma-68 Gençliği ve Katledilişi” isimli 571 sayfalık kitabı birlikte kaleme aldık. Ömer’in enerjisi hiç tükenmiyordu. Dev-Lis öncülerinden kardeşi Öner’in yarım kalan “Ben İhtilalcıyım - Fethi Gürcan” kitabını tamamladı. İnternet kütüphanesini zenginleştirerek “Öner Gürcan Kütüphanesi”ni oluşturdu ve tüm devrimcilerin yararlanabilmesine olanaklı kıldı.“Fethi Gürcan’ın Harbiyelileri” kitabını yazdı. “www.süvaridergi.org” sitesini kurdu. Devrimci Halk Partisi'nin kuruluşuna önderlik etti. Eniştesi Celal ÖZCAN'a devredene kadar Genel Başkan olarak görev yaptı. Son olarak çok sevdiği yeğeni Gülce’nin yeni doğan oğlunun ismini ILGAR koydu.ILGAR: “Dizginlerinden kurtulan atın dörtnala koşması” demekti. Kendisi değil; ama ILGAR’CA koşturduğu devrimci yüreği bu koşuşturmaya dayanamadı. Ve….devrimin yiğit süvarilerinden, can yoldaşım Ömer GÜRCAN, İhtilalin Süvarisi babası Fethi GÜRCAN, Sevgili Devrimci Kardeşi Öner GÜRCAN'la ve özlediği tüm devrimcilerle buluşmak için ölümsüzlüğe doğru dörtnal koşturdu atını. Anıları hepimize örnek olsun, mücadelemize güç versin. ARKADAŞIM ÖMER GÜRCAN - Yavuz ALOGAN Ömer GÜRCAN, 1960’larda politikleşen ve etkilerini 1980’lere kadar sürdüren Devrimci Ordu Gençliği’nin son temsilcilerinden biriydi. Bir sosyalist olarak Hikmet KIVILCIMLI’nın tarih anlayışını ve Türkiye’nin iktisadi ve toplumsal gelişimine ilişkin geliştirdiği tezleri benimsemişti. Her defasında sıfırdan başlamayı göze alan bir devrimci olarak Devrimci Halk Partisi’nin kurucusu ve Genel Başkanıydı.

Devrimci Süvari’nin Ardından 70


Kendisini geç tanıdım. Son yıllarda birlikte olma ve uzun sohbetlerine katılma şansına eriştiğim en konuşkan, esprili, neşeli, arkadaş canlısı, kültürlü, bilinçli, yurtsever insanlardan biriydi. 27 Mayıs Devrimi, 22 Şubat - 21 Mayıs İhtilal girişimlerinin ayrıntıları ve TSK’nin yapısı hakkında kendisinden çok şey öğrendim. Her sohbetimizde lafı mutlaka bir yerde babasına getirmesinin içimde bir “sızı” yarattığını söyleyebilirim. O ağır travmayı irade gücüyle içselleştirdiğini, materyalist bir dünya görüşüyle yorumlayabildiğini fark ettim. Akıllı ve derinliği olan bir insandı. CHP’nin tavanı ve tabanı, Aydınlık Hareketi ve Vatan Partisi, PKK ve Kürt Hareketi gibi konularda konuşurduk. Bu konuların aşağı yukarı hiçbirinde anlaşamazdık, ancak Ömer GÜRCAN, sözleri ve yorumlarıyla insanın kafasında şimşekler çaktıran, düşünceye boyut kazandıran biriydi ve özellikle solcularda az rastlanan çok değerli bir özelliğe sahipti; karşısındakini dinlemeyi, katılmadığı görüşlere bile değer vermeyi bilirdi. Yüz yüze görüşmelerimizin dışında haftada en az iki kez uzun telefon konuşması yapardık. “Yine döktürmüşsünüz, beyefendi!” diye başlar, eleştirir, beğenir, kınar, fırçalar, irdeler, sosyal medyada bazı yazılarımı paylaşırdı. Sonra birden ses vermez oldu. Birkaç kez telefon ettim, açmadı. Sonra SMS gönderdim, ne olduğunu sordum. “Celal’e sor!” diye cevap verdi. Celal’e sordum ve yoğun bakımda olduğunu öğrendim. Ziyaret etmek için yoğun bakımdan çıkmasını bekliyor, arada bir; “Beraat ettin mi, tahliye oldun mu?” gibi SMS’ler gönderiyordum. Ömer GÜRCAN’ı Türkiye’nin genç ve yaşlı solcularının omuzlarında, Talat AYDEMİR’in yanı başında yatan babası FethiGÜRCAN’ın koynuna bıraktık. Elbette bütün sosyalistler için büyük bir kayıptır. Fakat benim için çok büyük bir kayıptır. Bu vesileyle ailesine, yoldaşlarına, arkadaşlarına bir kez daha başsağlığı diliyorum. Anısı, ÖnerGÜRCAN Kütüphanesi’nde ve yazılarında yaşayacaktır.

Devrimci Süvari’nin Ardından 71


GERÇEK HİÇBİR ZAMAN GERÇEKÇİ OLMAMIŞTIR - Yiğit TUNCAY Ölüm bizi birbirimizden ayırsa da, aynı zamanda yaşama sunulan katkıların temize çekildiği acımasız bir andır. Bu anlamda ölüm, yaşama dair bir derleniş gibidir. Ölüm de ölür o anda ve yaşama işlediğimiz her şey daha da anlam kazanır. Ömer Abi’yi kaybettiğimizi duyduğum anda, kazandıklarımızı düşünmekten kendimi alamadım. Onun içimize kadar işlediklerini temize çekmeye çalıştım. “İnsanın beş duyusu tarihin ürünüdür.” Beş duyumuza da işlemiş milyonlarca şeyin içinde Ömer Abi’nin de olgunlaştırıcı ve güzelleştirici izleri o kadar çoktu ki, saymakla bitmez. Ömer Abi bu toprakla yoğruldu, işlendi ve de yaşadıklarından süzdüklerini bize de işledi. Anadolu toprağı çok zengin ve verimlidir. Ömer Abi Anadolu toprağı gibiydi. Anadolu’nun adı her nerede geçerse geçsin, insanların yüzünde anlatmanın ne kadar zor olduğuna dair bir tebessüm oluşur. Ömer Abi’nin de adının geçtiği her yerde yüzlerden tebessüm eksik olmazdı. Oysaki Anadolu’nun yaşadıklarını düşününce; insanlığın gelişimine katkı sunan tüm acıların anavatanına ulaşmış gibi olursunuz. Yaşanan acıların altında haksızlığa başkaldırı vardır. Haksızlığa başkaldıranlara ağır bedeller ödetirler. Zorbalar meşruiyetlerini halktan aldıklarını iddia etseler de, gayrı meşrudurlar. Bu topraklar zorbaların zulmüne isyan edenlerin kanlarıyla sulanmıştır. O yüzden de verimlidir. Zulmü ürettiği kadar insanlığın en özel deneyimlerini de üretmiştir. Toprak ürettikçe olgunlaşır ve bilgeleşir. Tarih bu yoğunluğunu ve biriktirdiği tüm değerleri genetiğimize işler. Ömer Abi de bu aileden ve bu soydan gelmiştir. Onun hakkında bir şey yazmayı düşündüğümde de, onunla yaşadıklarımızdan daha çok, onun yaşadıklarından bize akıp gelenleri görmek ve dile getirmek daha doğru geldi bana. Bu, gerçeğin ötesini görmek açısından daha gerçekçiydi benim için. Onurlu bir askerin oğlu olarak zalimin zulmünü aileden yaşayarak gelen Ömer Abi, babası Binbaşı Fethi GÜRCAN’ın son savunmasının arkasında tüm acılarıyla ve güler yüzlü nöbetini tuttu.

Devrimci Süvari’nin Ardından 72


Süvari Binbaşı Fethi GÜRCAN, 1963 yılında mahkemede yaptığı savunmada şunları söyledi: “Biz haklılığımızın savunmasını modern devlet görüşünde bulmaktayız. Bu görüşe göre, devletin bir fonksiyonu ve bu fonksiyonu gerçekleştirmek içinde bir otoritesi vardır. Bu fonksiyonun gayesi halkın mutluluğunu sağlamaktır ve mutluluk sağlandığı müddetçe meşru bir devlet otoritesi var demektir. Yoksa bu otorite gökten inmemiştir. Diğer bir deyimle bir yanda devletin amacı halkın mutluluğunu sağlamak, öte yandan bu mutluluğu sağlamanın amacı da devlet otoritesidir. Bu itibarla kanunlar ve devlet müesseselerinin verdiği her türlü hukuki emirler özü itibariyle bu amaca karşı olamazlar. Aksi takdirde meşru değildirler. Siyasi partilerin mevcudiyet sebebi de, ulusal iradenin yönünden saptırılması değil, bilakis halkın gerçek kollektif menfaatlerinin aksettirilmesidir. Aksi halde halkın egemenliğinden söz edilemez. Biz haklılığımızı Türkiye’de yukarıda kısaca belirttiğimiz genel prensiplere uyulup uyulmadığına göre iddia edeceğiz ve göstereceğiz ki, Türkiye politikasını yönetenler, parlamentosu ile ve hükümeti ile halka ve gerçek halk hâkimiyetine karşıdırlar. Bizim harekâtımızın meşruluğu onların hareketlerinin gayri meşruluğundan doğmaktadır.” Binbaşı Fethi GÜRCAN emre itaatsizlik etmiştir. Bu halkın çocuklarına namluyu çevirmeyi reddeden Fethi GÜRCAN, iktidarı gayrı meşru gördüğünü ve nedenlerini ortaya koymuştur. Süvari Binbaşı bu savunmadan sonra atına binmiş ve gitmiştir. Giderken de ailesine şunları söylemiştir: "Canım Karıcığım ve yavrularım, Size şerefimden başka bir miras bırakamadığım için üzgünüm. Bu emanetimi sonsuza kadar muhafaza edeceğinizden eminim." Geriye en derin acıya bile fırsat vermeyen ağır bir miras bırakmıştır. Bu kıymetli mirası Ömer Abi hep onurla taşıdı. Bu mirası da hep anlatmaya çalıştı. Onu bu mirasın ağır yüküyle, ihtilalciliğini de o müthiş insancıllığını harmanlamasındaki ustalığıyla o kadar sevdik ki, bizden eksildiği anda büyük bir boşluk bıraktı. Dolmayacak bir boşluk. O bu toprakların çocuğuydu, bu toprakların en ağır acılarını da yaşadı. Ama bir gün olsun bu topraklardan nefret ettiğini görmedik. Acısını bu topraklara olan sevgisiyle harmanladı.

Devrimci Süvari’nin Ardından 73


Gerçek hiçbir zaman gerçekçi olmamıştır. Bu toprakların gerçekliğini görebilmek için madenci gibi olmak lazımdır. Yeryüzünün metrelerce altına inip o cevheri söküp çıkarmak gerekir. Gerçekçilik bu kadar ağır bir işçilik ister. O emeğin yüzündeki gülümsemeyi ve acıyı birbirinden ayıramazsınız. Bu cevheri görmek için gerçekçilik gerekir. Gerçek bile kendi gerçeğini gerçekçilik olmadan göremez. O yüzden Ömer Abi, Nazım Ustanın dediği gibi; “Hoca Nasreddin gibi ağlayan Bayburtlu Zihni gibi gülendi.” Sevgili Ömer Abi; ne kadar acı ki, bu toprakların gelmekte olan gençleri senden bu ustalıkları öğrenemeyecekler. Bizler de, senin bıraktığın boşluğu bu toprakların acıları ve bu topraklara olan sevgimizle doldurmaya çalışacağız. Seni çok özleyeceğiz… 3 Nisan 2017, İstanbul

Gaffar YAKINCA Ağabeyimiz, yoldaşımız Ömer Gürcan Hakk'a yürüdü. Mekânı gül bahçesi, devri daim olsun. Türk devrimcilerinin yüz akı simalardan biriydi. Anısı kalbimizde ve mücadelemizde yaşayacak. Güle güle Ömer Abi, Süvari'ye selam söyle! Devrim UYGUN Kırklara yürümüş.Aydınlatmış.Devri daim olsun. Yeri yatağı yıldızlar olsun yoldaşı menzili olsun Can Abi BAGMAN Halkın çocukları ölümsüzdür!

Devrimci Süvari’nin Ardından 74


Nurten KAM İdam edileceğini bile bile 'ben ihtilalciyim' diyebilen yiğit Fethi Gürcan'ın (süvari)'nin oğlu, askeri eğitimini yarıda kesip ODTÜ'de eğitimini tamamlayan ve hep mücadele eden Ömer Gürcan olmadı, bu kez olmadı. Gittiğin yerde huzurlu yatasın. Sevgili Gaffar Yakınca paylaştığınız resim onu ne güzel anlatıyor. İstemihan VARIŞLI Ruhu şâd olsun. Yiğit bir babanın, mert oğluydu. Abdil KALE Mamak Cezaevinde aynı koğuşta kalmıştık. Umudunu yitirmeyen iyi bir insandı. Çok üzgünüm. Salih GÖZEK Işıkları hep göğümüzde olsun! Işıklarda uyusunlar baba/oğul...

Ali Erkan GÜNERİ Bugün bir Ankara Atatürk Liseli kardeşimizi,68 kuşağından Ömer Gürcan'ı sonsuzluğa uğurladık, uğurlar olsun Süvari... Seni unutmayacağız... Duygu ÇALIŞKAN Aklımda kalan bir sözü ile babasının yanına uğurladım onu; “Bizim halkımız devrimcinin ölüsünü sever Duygu!” Sevgileri yarınlara bırakmayın, hele hele tüm fırsatlar önüne serilmişken insanlık onuru, eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık gibi değerler için son nefesine kadar dövüşenleri hiç ihmal etmeyin. Çok yoruluyorlar, yorulup gidiyorlar sonra, burada demirin tuncuna kalıyoruz... Yaşarken çok sevmiştim seni Ömer Gürcan Ağabey, hep seveceğim...

Devrimci Süvari’nin Ardından 75


Ali Haydar ÇELEBİ Seni unutmayacağız Ömer GÜRCAN Abi! Işıklar içinde uyu… 68 kuşağının devrimci ışıklarından biriydi… Işığın karanlığımıza ışık olsun! Remzi ÖZKAN Sevgili Ağabeyim,dostum, devrimci yoldaşımız Ömer Gürcan'ı kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyorum.Işıklar içinde uyu Ömer Abim,aydınlattığın yolda yürümeye devam edeceğiz.Başta ailesi olmak üzere tüm devrimci yoldaşlarımızın başı sağ olsun.

MUSTAFA KEMAL GÜLTEKİN MEZARBAŞI UĞURLAMA KONUŞMASI Aç kollarını Fethi Binbaşım, Esma Anne, Öner Kardeşim. Mehmet Ömer'in geldi! Alnının akıyla geldi! Sizlerden aldığı emaneti son nefesine kadar taşıyıp, bize onurlu, devrimci bir miras bıraktı. Süvari'nin bu devrimci mirasını bizler de son nefesimize kadar taşıyacağız. Ruhu şad olsun… HEPİMİZ DEVRİMCİYİZ! HEPİMİZ SÜVARİYİZ!

Devrimci Süvari’nin Ardından 76


Devrimci Süvari’nin Ardından 77


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.