4 minute read

Bölüm 16 Yeni bir dünyada özgürlük arayiŞi

Roma’nın yetkisi ve inancı reddedilmiş olsa bile, törenlerinden birçoğu hala İngiliz Kilisesinin tapınmasında görülebiliyordu. Kutsal Yazıda yasaklanmayan şeylerin kendiliğinden kötü olmadığı iddia ediliyordu. Bu törenlerin yapılması, Roma ile reform kiliseleri arasındaki ayrımı daraltıyor, bunlar yoluyla katoliklerin de Protestan inancını kabul edebileceği söyleniyordu.

Başka bir sınıfın değerlendirmesi böyle değildi. Onlar törenleri, özgür kılındıkları kölelik boyunduruğu olarak görüyorlardı. Tanrı’nın, tapınma için gereken düzenlemeleri kendi Sözünde belirlediğini, bunlara herhangi bir şey eklemek ya da çıkarmak için hiçbir gerek olmadığını söylüyorlardı. Roma, Tanrı’nın yasaklamadıklarını yasaklayarak başlamış, açıkça yasakladıklarını serbest bı-rakarak son bulmuştu.

Birçokları İngiliz Kilisesinin geleneklerine putperestlik adetleri olarak bakıyor ve tapınmalarına katılamıyordu. Ne var ki kilise, arkasında sivil yönetim olduğu için ayrımcılığa izin vermiyordu. İzni olmayan grupların tapınma amacıyla toplanması hapis, sürgün ve ölümle sonuçlanıyordu.

Avlanan, ezilen ve hapse atılan Puritanlar gelecekten çok umutlu değildi. Hollanda’ya sığınmaya çalışan bazıları düşmanlarının eline düştü. Ancak sıkı dayanarak galip geldiler; sonunda dost sahillerde sığınak buldular.

Evlerini ve yaşam kaynaklarını terk etmişlerdi. Tuhaf bir diyarda garipler gibiydiler, ekmek yemek için inanılmayacak zorluklarla mücadele ediyorlardı. Ancak başıboşlukla ya da şikayetle zaman geçirmediler. Kendilerine sağlanan bereketler için Tanrı’ya teşekkür ettiler ve bozulmayan ruhsal beraberlikleriyle sevindiler.

Tanrı olayları değiştiriyor

Tanrı’nın eli onlara denizin ötesindeki bir diyarı gösteriyordu. Orada yeni bir devlet kurabilir, çocuklarını dinsel özgürlük ortamında yetiştirebilirlerdi. Zulüm ve sürgün özgürlüğün yolunu açıyordu.

İngiliz Kilisesinden ayrılmaya karar veren Puritanlar, Rab’bin bağımsız halkı olarak birleştiler, ‘O’nun tüm yollarında birlikte yürümeye’ kendilerini adadılar. Protestanlığın can alıcı ilkesi işte budur. Pilgrimler (Hıristiyan göçmenler) bu amaçla Hollanda’dan ayrılarak kendilerine Yeni Dünyada bir yuva bulmak üzere yola çıktılar. Önderleri olan John Robınson, veda konuşmasında sürgünlere şöyle seslendi: “Size Tanrı’nın ve kutsal meleklerin önünde buyuruyorum: Beni, Mesih’i izlediğimoranda izleyin. Tanrı size bir başka şekilde esinlemede bulunursa, onu da benim hizmetimi kabul ettiğiniz gibi kabul edin. Tanrı’nın kutsal sözünden öğreteceği çok daha fazla gerçek ve ışık olduğuna inanıyorum.”

“Kendimi reform kiliselerinin şu anki durumu için ağlamaktan alıkoyamıyorum. Ne yazık ki reform düzeyinin ötesine gidemediler. Lutherci’ler, Luther’in gördüğünün ötesine geçemedi, Calvinci’ler oldukları yerde duruyorlar; büyük Tanrı adamı henüz her şeyi görmemişti.Bu kişiler kendizamanlarında yananveparlayanışıklargibiydiler;amaTanrı’nın tasarısının izinden tümüyle gidemediler. Şu an yaşasaydılar, ilk aldıkları ışıktan fazlasını istiyor olacaklardı.”

“Tanrı’nın vaadini, O’nunla ve birbirinizle olan antlaşmayı anımsayın; Tanrı sözünden gelen ışığı ve gerçeği alın. Ancak aldığınız gerçeği, kabul etmeden önce başka ayetlerle kıyaslayıp tartın. Çünkü Hıristiyan dünyasının bu denli koyu bir Mesih-karşıtı karanlıktan çıkıp da yetkin bilginin doluluğuna hemen kavuşması mümkün değildir.”

Vicdan özgürlüğüne duydukları arzu Pilgrimlerin denizi aşmalarını, vahşi doğanın zorluklarına katlanmalarını ve büyük bir ulusun temellerini atmalarını sağladı. Ancak Pilgrimler henüz dinsel özgürlük ilkesini kavramamışlardı. Sahip olmak için bu denli çok özveride bulundukları özgürlüğü henüz başkalarına vermeye hazır değildiler. Tanrı’nın kiliseye vicdanları kontrol etme, sapkınlığını tanımlama ve cezalandırma yetkisini verdiği öğretisi, papalığın en derin yanılgılarından biriydi. Reformcular Roma’nın hoşgörüsüzlük ruhundan henüz tümüyle özgür değildiler. Papalığın Hıristiyanlığı kuşatan koyu karanlığı henüz tümüyle dağılmamıştı.

Koloniciler bir tür devlet kilisesi kurdular, sapkınlığı bastirmak için çeşitli görevliler belirlediler. Laik güç kilisenin elindeydi. Dolayısıyla kaçınılmaz sonuca - zulüm - yeniden varıldı.

Roger Williams

İlk Pilgrimler gibi Roger Williams da Yeni Dünyaya dinsel özgürlüğü yaşamak için gelmişti. Ancak o, diğerlerinin göremediği bir şeyi gördü; bu özgürlük herkese tanınması gereken bir hakti. Williams gerçeğin peşinden giden bir kişiydi; çağdaş Hıristiyanlık dünyasında vicdan özgürlüğü temeli üzerine sivil hükümet kuran ilk kişiydi.5 Williams şöyle dedi: “Halk ya da görevliler insanın insana karşı yükümlülüklerinin ne olduğunu belirleyebilirler; ama insanın Tanrı’ya karşı yükümlülüğünün ne olduğunu belirleyemezler.

Böyle yaptıklarında sınırı aşmış olurlar ve ortada hiçbir güvence kalmaz. Çünkü eğer yöneticilere böyle bir yetki verilirse, adamlar bugün bazı inançları kabul edip yarın reddedebilirler. Bazı İngiliz kralları ve kraliçeleriyle, Roma Kilisesinin papaları ve konseyleri böyle yapmışlardır.”

Kurumlaşmış kilise toplantısına katılmamak cezayla ya da hapisle sonuçlanıyordu.

Williams şöyle dedi: “Farklı bir inanca sahip insanları birlikte toplanmaya zorlamak, onların doğal haklarının çiğnenmesidir. Dinsizleri ya da isteksizleri zorla toplu tapınmaya katmak ikiyüzlülüğü teşvik etmektir. İstemeyen hiç kimse tapınmaya zorlanmamalıdır. ”7

Roger Williams saygın bir kişiydi; ama dinsel özgürlük isteğine kimse hoşgörüyle bakmadı. Tutuklanmamak için kış soğuğunda balta girmemiş ormanlara kaçıp saklanmak zorunda kaldı.

Williams şöyle anlatıyor: “On dört hafta boyunca dondurucu soğukta yaşamımı devam ettirmeye çalıştım, yiyecek ve yatacak yer bulmam çok zordu. Beni kuzgunlar besledi ve bir ağaç kovuğunda geceledim.”Williams karlı kaçışına devam etti; sonunda bir kızılderili oymağına rastladı. Onların güvenini ve sevgisini kazanması fazla uzun sürmedi.

Williams, ‘herkese, Tanrı’ya kendi inancının ışığında tapınma özgürlüğü’ tanıyan ilk devletin temelini attı.

Onun ilk küçük devleti Rhode Island, sivil ve dinsel özgürlük ilkelerinden oluşan temelleri, Amerikan Cumhuriyetinin yapıtaşları halini alana kadar gelişti ve zenginleşti.

Özgürlük belgesi

Amerikan Özgürlük Bildirisi şöyle duyurdu: “Bütün insanların eşit yaratıldığına ve Yaratıcının onlara ellerinden alınamayacak olan haklar verdiği gerçeğine inanıyoruz. Bu hakların içinde yaşam, özgürlük ve mutluluk vardır.” Anayasa vicdan özgürlüğünün garantisidir: “Kongre bir dinin kuruluşuna ilişkin bir yasa çıkaramaz ya da özgür bir şekilde uygulanmasını yasaklayamaz.”

Anayasanın yapıcıları insanın Tanrı’yla olan ilişkisinin insan yasalarının üzerinde olduğunu ve vicdan haklarının elinden alınamayacağını tanıdılar. Bu kimsenin silip atamayacağı bir ilkeydi.10

İnsanların kendi emeklerinin meyvesini yediği ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğu bir diyarın varlığını Avrupa’da duyuldu. Binlerce kişi Yeni Dünya kıyılarına akın etti. Plymouth’a ilk çıkıştan (1620) yirmi yıl sonra New England’a binlerce Pilgrim yerleşmişti.

Topraktan emeklerinin karşılığını almanın dışında bir beklentileri yoktu. Özgürlük ülkede iyice kök salana kadar vahşi doğanın dikenlerine sabırla katlandılar, özgürlük ağacını gözyaşlarıyla suladılar ve alın teriyle emek verdiler.

Ulusal büyüklüğün en kesin güvencesi

Kutsal Kitap ilkeleri evde, okulda ve kilisede öğretiliyordu; bunun meyveleri, zeka, paklık ve karakter ve davranışta görülebiliyordu. Bir sarhoş göremez, bir küfür işitemez ya da bir dilenciyle karşılaşmazdınız.11 Kutsal Kitap ilkeleri ulusal büyüklüğün en kesin güvencelerinden biridir. Cılız koloniler kudretli devletler haline geldi. Dünya papasız bir kilisenin ve kralsız bir devletin zenginliğine tanık oldu.

Ne var ki Pilgrimlerden başka bir niyetle Amerika’ya gelenlerin sayısı da giderek artıyordu. Yalnızca dünyasal avantaj arayanların sayısı arttı.

İlk koloniciler yalnızca kilise üyelerinin oy kullanmasını ya da hükümette yer almasını öngörüyordu. Devletin paklığını korumak için böyle olması gerektiğini düşünmüşlerdi. Ama kilisenin bozulmasına neden oldu. Birçokları yürekleri değişmeden kiliseyle birleştiler. Kutsal Ruh’un yenileyen gücünden haberi bile olmayanlar ruhsal hizmette yer aldılar. Constantine’in günlerinden bu güne kiliseyi devletin yardımıyla bina etmeye çalışmak, dünyayı kiliseye yaklaştırır gibi görünse de aslında kiliseyi dünyaya yaklaştırmaktadır.

Amerika ve Avrupa’daki Protestan kiliseleri reform yolunda ilerlemeyi beceremediler. Çoğunluk Mesih’in çağındaki Yahudiler ya da Luther’in zamanındaki Papa yanlıları gibi atalarının inançlarını korudular. Yanılgılar ve batıl inançlar korundu. Reform yavaş yavaş ölmeye yüz tuttu. Luther’in zamanındaki Roma kilisesinin reforma ihtiyaç duyduğu gibi

Protestan kiliselerinin de reforma ihtiyaç duyduğu bir dönem geldi. İnsan düşünceleriyle

Tanrı Sözüne aynı oranda saygı duyuluyordu. İnsanlar Kutsal Yazıları araştırmayı göz ardı ettiler. Böylece Kutsal Kitap’ta hiçbir temeli olmayan öğretilere bağlı kaldılar.

Din kisvesi altında gurur ve müsriflik dağ gibi yükseldi. Kiliseler çürümeye başladı. Milyonları yıkıma sürükleyen gelenekler kökleşmeye başladı. Kilise kutsallara emanet edilen imanı korumak yerine bu geleneklere sarıldı.

Reformcuların, uğruna o kadar acı çektiği ilkeler işte böylece küçük düşürüldü.

This article is from: