summer edition
TH
IS
NIC
IS
TH
ES
HE
TO
RY A
BO
BA
UT
ND
WHAT MATTERED WAS THE JOURNEY... NOT WHERE OR WHEN TO BE...
I
S TI
_ __
__
R U O
A_
J
_
__
_
Y E N
_ __
journey issue
‘through all of this constant movement, there is an array of colorful characters, shifting landscapes, dramas, and personal development’
3
Photography: Ahmet Ferah@ Niche Creative Model: Sevil Uyar @ Erberk Istanbul Location: Kerpe İzmit
4
5
As you set out for Ithaka hope your road is a long one, full of adventure, full of discovery.
6
7
Top: Diesel 8
Laistrygonians, Cyclops, angry Poseidon-don’t be afraid of them: you’ll never find things like that on your way as long as you keep your thoughts raised high, as long as a rare excitement stirs your spirit and your body. Laistrygonians, Cyclops, wild Poseidon-you won’t encounter them unless you bring them along inside your soul, unless your soul sets them up in front of you.
9
Top: Morgan
10
11
Hope your road is a long one. May there be many summer mornings when, with what pleasure, what joy, you enter harbors you’re seeing for the first time; may you stop at Phoenician trading stations to buy fine things, mother of pearl and coral, amber and ebony, sensual perfume of every kindas many sensual perfumes as you can; and may you visit many Egyptian cities to learn and go on learning from their scholars. 12
13
Dress: Diesel
14
Keep Ithaka always in your mind. Arriving there is what you’re destined for. But don’t hurry the journey at all. 15
Better if it lasts for years, so you’re old by the time you reach the island, wealthy with all you’ve gained on the way, not expecting Ithaka to make you rich. Ithaka gave you the marvelous journey. Without her you wouldn’t have set out. She has nothing left to give you now.
Skirt: Adidas, belt: Adidas 16
18
İcra Kurulu ve İmtiyaz Sahibi: Genel Yayın Yönetmeni: Genel Müdür: Sorumlu Müdür: Genel Koordinatör: Görsel Yönetmen: Fotoğraf: Editör: Moda Editörü: Yazı İşleri Basın ve Halkla İlişkiler Hukuk Danışmanı: Çeviri Matbaa:
Sertaç Tosun Sertaç Tosun Necati Demircan Necati Demircan Magdalena Çopuroğlu Sertaç Tosun Magdalena Çopuroğlu Ahmet Ferah Nil Anıl Kerem Kaşıgür Deniz Eryüksel Deniz Eryüksel Ural Aküzüm Elif Umar Scala Basım Yayım Tanıtım San ve Tic Ltd. Şti
Niche Communication
Armağan sok. 22/7 Maçka Istanbul t:+(90) 212 2277428 info@niche-lab.com
Katkıda Bulunanlar:
Yılmaz Zenger Özlem Yalım Ezra Çetin Tuba Çetin
Executive Committee and Licensee: Executive Editor: General Manager: In Charge Manager: General Coordinator: Art Director: Visual Director Photography: Editor: Fashion Editor: Assistant Editor: Media and PR: Legal Adviser: Translation: Press House:
Sertaç Tosun Sertaç Tosun Necati Demircan Necati Demircan Magdalena Çopuroğlu Sertaç Tosun Magdalena Çopuroğlu Ahmet Ferah Nil Anıl Kerem Kaşıgür Deniz Eryüksel Deniz Eryüksel Ural Aküzüm Elif Umar Scala Basım Yayım Tanıtım San ve Tic Ltd. Şti
Niche Communication
Armağan sok. 22/7 Maçka Istanbul t:+(90) 212 2277428 info@niche-lab.com
Contributors:
Yılmaz Zenger Özlem Yalım Ezra Çetin Tuba Çetin
Sıla Ünlü: Editor Kerem Kaşıgür: Styling
OUT B A Y STOR Y A spa W e V R E 3 L , l L I EM n coo H a T b r ney S r u I u 6 o S j I H m T 3200 k
Necati Demircan: Production Sertaรง Tosun: Creative Director
Magdalena Copuroglu: Visual Director
Ahmet Ferah: Photographer
INDEX Road Tells Its Story Yol Hikayesini Anlatıyor
30
First Intensions İlk İzlenimler
74
38
Our Finja Finja’mız
76
46
Saklıkent
78
Interview: Riva Dona General Manager Röportaj: Riva Dona Genel Müdürü
48
Journeys and Tastes Yolculuklar ve Tatlar
82
What is Fun? What is Plesuare?
50
22
66
28
First Accident İlk Kaza
52
Urban Cool Special Urban Cool Özel
62
Welcome to Dona Dona’ya Hoşgeldiniz
88
98
100
Madonna Mia
Yılmaz Zenger / Journey Yılmaz Zenger / Yolculuk
Finja Nissen / A Model’s Life Finja Nissen / Bir Modelin Hayatı
Who Seeks For a Road Kendine Yol Arayan
Customized Service Kişiye Özgü Servis
In Reality, Roads Don’t Exist Yol Yoktur
102
Finja Nissen My Converse Finja Nissen Converse’lerim
164
120
Night Traveller Gece Yolcuları
128
Köprülü Kanyon
190
130
Interview: Nasuh Mahruki Röportaj: Nasuh Mahruki
196
132
Cybele Kibele
142
170
Gary ‘Nesta’ Pine
Nomadpodcast.com
Interview: Mithat Bereket Röportaj: Mithat Bereket
Run Away Kaçış
Camp Kamp
148
It’s a Journey Bu Bir Yolculuk
162
Friends Arkadaşlar
23
Special
Thanks
Miller Vespa Converse Tommy Hilfiger Goldas GAS DenizLine Riva Hotels
24
The Road‌Saw everything, lived everything and now it tells its story‌.
26
Yol... Herşeyi gördü, yaşadı ve şimdi anlatıyor hikayesini...
27
WHAT MATTERED WAS THE JOURNEY... NOT WHERE OR WHEN TO BE...
28
The Road…Saw everything, lived everything and now it tells its story….
Yol... Herşeyi gördü, yaşadı ve şimdi anlatıyor hikayesini...
Nil Anıl
Where it began or who’s idea it was, it’s probably not important….What important is, a journey is made, 6 people, 3 Vespas and a long 3200 kilometers road filled with only Miller way stories, excitements, experiences…Someday, somebody came up with the idea and said “we should do it”…The others believed in him and threw themselves into the arms of adventure without even knowing what they might encounter. Sponsors have been found, road preperations have been made…A magazine would be published: Niche Mag….The experience was going to be a road trip which would be created by fashion shoots. Journey began on a morning of one of the ordinary days in ordinary people lives. The first stop was a ship…A sea trip which would last until morning…They started their journey at sea, as old travellers did, taking deep breaths of its rich and beautiful smell. Motorcycles loaded from İstanbul to Izmir…Everything started that night, on a dinner table….Who were these 6 people? “Urban Cool” term used for them, what’s the meaning of this combination of “urban” and “cool”? City people and cool types? They are career oriented people, living their lives to their tastes, responsible, fashion conscious, self sufficient but not arrogant, people who are happy to be themselves and to listen the voice inside, people who have a passion for life. Did they know each other? Some yes, some barely…it hardly mattered, they celebrated everything they could think of, on that table, that evening, slight tipsy…And then they discovered the ship’s disco, went in, spent a little time and later they wanted to create their own music….who could interfere with their wishes? This journey was theirs and their stories had begun, to live meant to leave footprints and they knew that to live was a “moment”…it was only one of the many beautiful moments which they would remember when they looked back… they had fun until morning…and then while they were drifting in and out of sleep, an announcement heard: “our ship is about to dock Alsancak Port”…They got off the ship, 3 Vespas, 6 people, destination: Fethiye…Greyness welcomed them in Izmir – Aydın highway, a colour which they will see all along their journey...6 urban cool…all six of them lived different things, saw different things, different stories, different experiences on the same road…All of them lived and learnt during the trip…the road gave them the best possible present, as in poem, it gave them many memories and many experiences which carved into their brains and their hearts…A life style journey started with new people, new places, new roads, new routes, new cities, new towns… Fashion shoots, great exclusive hotels, models, Miller room parties, romantic dinners…
Nereden başladı ya da kim bu fikri ortaya attı, bunun bir önemi yok belkide... Önemli olan bir yolculuk yapıldı, 6 kişi, 3 Vespa, ve sadece hikayelerle, heyecanlarla, yaşanmışlıklarla dolu upuzun 3200 kilometrelik bir Miller way yol hikayesi... Bir gün biri çıktı ve dedi ki, yapmalıyız... Diğerleri ona inandı ve belkide başlarına ne geleceklerini bilmeden bir maceraya atıldılar. Sponsorlar ayarlandı, yola hazırlanıldı...Bir dergi çıkartılacaktı; Niche Mag...Moda çekimleriyle yaratılan bir yol hikayesiydi yaşanıcak olan... Normal insanların hayatlarındaki sıradan her hangi günlerden birinde bir sabah yola çıkıldı...İlk durak bir gemiydi... sabaha kadar sürecek uzunnn bir deniz yolculuğu... eski gezginlerin yaptığı gibi denizle başlandı yolculuğa, güzel kokusu içe çekilerek... Motorlar yüklendi İstanbul’dan İzmir’e doğru... O gece başladı herşey, bir yemek masasında... Kimdi bu 6 kişi? “Urban cool” deniyor onlara, nedir bu urban ve cool kelimelerinin birleşimi? şehirli ve cool tipler mi?? Onlar kariyerli, kendi zevklerine göre yaşayan, sağ duyulu, giyimine özen gösteren, kendine güvenen ama ukala olmayan, kendileri olmaktan ve içlerindeki sesi dinlemekten mutluluk duyan insanlar, tutkulular hayata karşı...Tanıyorlar mıydı birbirlerini? Kimi evet, kimi daha yeni yeni... bir şey farketmedi, o akşam o masada akıllarına gelen bütün herşeyi kutladılar, hafif çakırkeyif... Sonra geminin diskosunu keşfettiler, içeri girdiler, biraz zaman geçirdiler, sonra kendi müziklerini yapmak istediler... Kim karışabilirdiki onlara, bu yolculuk onlarındı ve hikayeleri başlamıştı, yaşamak izler bırakmak demekti, ve onlar yaşamanın “an” olduğunu biliyorlardı... İleride dönüp baktıklarında hatırlayacakları bir kaç güzel andan sadece biriydi bu...eğlendiler sabaha kadar... sonra uyur uyanıklık arasında bir anons duyuldu: “gemimiz Alsancak Limanına yaklaşmak üzeredir”...İndiler gemiden, 3 Vespa, 6 kişi, Fethiye’ye doğru... İzmir-Aydın otobanında uzun grilikle tanıştılar, yolculuk boyunca görecekleri renk... 6 urban cool... altısının da gördükleri, yaşadıkları farklı, aynı yol üzerinde farklı hikayeler, farklı deneyimler... Hepsi yaşadı, hepsi öğrendi yol boyunca... yol onlara en harika hediyeyi verdi, şiirde olduğu gibi beyinlerine, kalplerine kazınmış bir çok deneyim ve bir çok anı kattı... Yeni insanlar, yeni yerler, yeni yollar, yeni rotalar, yeni şehirler, yeni kasabalar.....Moda çekimleri, harika exclusive oteller, modeller, Miller room party’ler, romantik yemeklerle aslinda tam bir life-style journey başlamış oldu...
29
first intentions: “six crazy people in three Vespas came over”...
Photography: Ahmet Ferah Model: Finja Nissen@Erberk Istanbul Location: Sugar Beach Ölüdeniz Fethiye Styling: Kerem Kaşıgür Make Up: Magdalena Çopuroğlu
30
Top: Tommy Hilfiger 31
Top: Tommy Hilfiger
Dress: Tommy Hilfiger 33
34
never trust first impressions:) then; “a group that fits like ice&cream�...
35
Jacket: Tommy Hilfiger 36
Top: GAS Shoes: Converse Necklace: Assortie Shawl: Assortie Motorbike: Vespa 150
37
Dress: Tommy Hilfiger Necklace: Assortie 38
The first stop was Fethiye, but first Finja had to be collected from airport. Finja, the model, who came from Germany for only two days but could not give up this wonderful journey and stayed 10 days…Finja’s plane landed on time, but there were nobody around, she didn’t know what kind of people she would meet or what kind of experiences she would encounter…yes she came for the fashion shoot but what kind of adventure would be awaiting for her, she had no idea…
İlk durak Fethiye’ydi, ama öncesinde havaalanından alınması gereken Finja vardı. Almanya’dan sadece iki günlüğüne gelen, ve bu harika yolculuktan kopamayıp 10 gün kalan Finja. Finja’nın uçağı tam saatinde indi, ama ortalıkta kimse yoktu, aslında kimlerle karşılaşacağını, ya da nasıl bir deneyimin onu beklediğinden haberdar diildi...evet moda çekimleri için gelmişti ama nasıl bir macera onu bekliyordu bilmiyordu..
39
Photography: Ahmet Ferah Model: Finja Nissen@Erberk Istanbul Location: Saklıkent Fethiye Styling: Kerem Kaşıgür Make Up: Magdalena Çopuroğlu
Ertesi sabah Finja ile çekimler için Saklıkent yolu gidilir, çamura bulanmış Finja saklı kanyonun içinde...
46
Niche Band come to airport two hours late…In the distance, a girl on the steps appeared, girl looked at them, couldn’t believe her eyes probably…A taxi called right away, the trip began again, with taxi on front, Vespas at the back, following it... The most memorable moment was Finja’s look to Vespas from the back of taxi with her unbelieving eyes…Who was this Niche Band? Some kind of community which look like as if they leaped out from Jack Kerouac novels, like a beat generation youth? Vespa, as a life style vehicle, with its front decorated with designer necklaces, and Converses hanging at the back…Shootings will done, journey will be explained…The trip to hotel began…Finja asked for only three things: cola, chewing gum and Miller…When these things are around, everything is ok and Finja is happy…
Niche Band havaalanına iki saat gecikmeli olarak girdi... Merdivenlerde oturan bir kız belirdi uzakta, kız onlara baktı ve inanamadı belkide... Hemen bir taksi ayarlandi, taksi önde Vespa’lar arkada yola konuldu... Akıllarda kalan Finja’nın inanamaz gözlerle taksinin camının arkasından vespalara bakışıydı... Kimdi bu Niche Band? Bir beat generation gençliği gibi Jack Kerouac’ın romanlarından fırlamış bir gençler topluluğu mu? Bir life-style aracı olarak Vespa, önü tasarım kolyelerle süslenmiş, arkasinda Converse’ler asılı... çekimler yapılacak,yolculuk anlatılacak... Otele doğru yola konuldu... Finja’nın sadece istediği üç şey var: Cola, sakız ve Miller... Bunlar olduğunda herşey güzel ve Finja mutlu...
47
L A I C SPE ’S
NICHE
Journeys and tastes... SUGAR BEACH&HELP
Journeys and tastes... Think of a man, who has “gusto” and who travels...Who wanders around the world, synthesising the different tastes and adding his own into them....He says that he adds his soul to every recipe, hot and warm... Alp is the manager of Help restaurant in Fethiye Ölüdeniz which is located near Sugar Beach...Why “Help”? Maybe because he shows the way and helps people to discover the new tastes, one can never know...He starts to work on tastes at 9:00 A.M, he enters the kitchen and prepares the daily sauces with the cooks, every recipe belongs to him, private and confidential. He is a Mediterranean; he gets his ingredients from earth, from nature; olive oil is a must in every meal...His taste is seen in the soul of the place; colours, freshness, decoration, energy. Even in workers, it can be felt. He explains his delicious recipes with pleasure, one can not help but wonder...He talks about the places he travelled to, the things he tasted, the things he saw, the things he felt..I try to visualise it before my eyes, as if I am on a long journey; a timeless, long journey, where seasons, lands, and continents change and where I always try new tastes...Cuba, Spain, Italy, Buenos Aires...Alp doesn’t stop...He mixes world couisin with the local food...He talks about the soil now and then (The soil here is very productive...) He says the most important thing is to get himself to like the taste, and then to present the meal with his personalized sauces. Shrimp with artichoke, paella, pizza, kebaps, spicy meatball, rustic pasta, calamary..Each one of them has a different recipe and delicious... 48
Nil Anıl
Yolculuklar ve tatlar... Bir adam düşünün, ‘gusto’ ‘su olan, yolculuklar yapan... Dünyayı gezerek farklı tatları sentezleyip, içine kendinden birşeyler katan... O ruhunu kattığını söylüyor her tarife, sıcak ve ılık... Alp; Fethiye Ölüdeniz’de Sugar Beach’e 500 metre uzaklıktaki ‘Help’ restaurant’ın işletmecisi... Neden ‘Help’? Belkide insanlara yeni tatları keşfetmeleri için yardımcı oluyor, yol gösteriyor, bilinmez... Sabah 9’da başlıyor tatlarla uğraşmaya, giriyor mutfağa ve ahçılarla birlikte günlük soslarını hazırlıyor, her birinin tarifi ona özel, içinde saklı... O bir Akdenizli; topraktan, doğadan alıyor malzemesini; her yemeğinin içinde zeytinyağı... Mekanın ruhuna işlemiş her bakımdan zevki; renkler, tazelik, dekorasyon, canlılık ve hatta çalışanlarda bile hissediliyor bu... Anlatıyor zevkle, ağızları suladıracak nefislikteki tariflerini, insan merak ediyor... Gezdiği yerleri anlatıyor teker teker, tattıklarını, gördüklerini, hissettiklerini... Canladırmaya çalışıyorum gözlerimde uzun bir yolculuğa çıkmışım gibi; zamansız uzun bir yolculuk, mevsimlerin, coğrafyaların, kıtaların değiştiği ve hep yeni tatlar denediğim... Küba, İspanya, İtalya, Buenos Aires... Alp saydıkça sayıyor, durmuyor... Dünya mutfaklarını kendi yerel malzemeleri ile harmanlıyor, sunuyor... Topraktan bahsediyor arada bir...(çok verimli buraların toprakları...). Öncelikle en önemli şeyin, tadı kendine beğendirmek olduğunu söylüyor, daha sonra onun için sunmak önemli, kişiselleştirdiği kendine has sosları ile yemeği... Enginarlı karides, paella, pizza, doğrama kebap, içli köfte, rustik makarna, kalamar... Her birinin tarifi farklı ve lezzetli...
For Rustic pasta, he enters the kitchen at 9:00 A.M, he fumigates the sauce. He says that he learnt that from the mother of a friend in Italy. He created shrimp with artichoke himself, he adds a arugula and goat cheese mixture in it...His guests from Cuba admired his paella, he says that the rice is different; I boil the sea food, I cook the rice with this boiling water and a taste which will never be found in another Mediterranean country appears...He also explains that calamary has to be cooked in olive oil, the most important thing is its emulsion...Meatballs, shrimp, hellim cheese and potates with skin in same plate. I start a journey in my head feeling their tastes...Alp’s voice breaks through my thoughts... He says “generally lobster is boiled and separated from its shell or put on a grill with olive oil. I boil them in water which I put a few drops of apple vineagar, and after I take them out, I cook them with soy sauce and garlic and also prepare potatoes which I cut in triangle shapes with creme fraiche and fresh onions and after that I mixed them all together....I ask Alp, does he mind that if I write this recipes? He’s very comfortable, no of course not....He says “I am sure, nobody’s cooking will be good as mine” and smiles. There are artist who transfers what they see, what they feel, what they experience to their masterpieces..Alp is one of them, only he adds the same things to his food...He “Help” us to discover new tastes.
Rustik makarna için sabah 9’da giriyor mutfağa, sosunu tütsülemek için... Öğlen 3’e doğru hazır oluyor sos... İtalya’daki arkadaşının annesinden öğrendiğini söylüyor. Enginarlı karidesi kendi sentezlemiş, içine roka ve keçi peynirli bir karışım ekliyor... Küba’dan gelen misafirleri paella’sına hayran kalmışlar; pirinç farkı diyor; deniz mahsullerini haşlıyorum, haşladığım suya yapıyorum pilavını, ve hiçbir Akdeniz ülkesinde bulunmayacak bir tat çıkıyor ortaya... Kalamarı da zentinyağında yapmak gerektiğini anlatıyor, püf noktası; bulamacında... İçli köfte, karides, hellim peyniri ve kabuklu patates aynı tabakta... Tatlarını hissederek kafamda bir yolculuğa çıkıyorum... Alp’in sesi bölüyor düşüncelerimi... Istakozu genelde haşlayıp kabuğundan ayırıp ya zeytinyağı ile ya da grill’de yaparsın... Ben onu elma sirkesi damlattığım su içinde haşlıyorum, çıkardıktan sonra soya sosu, nar ekşisi ve sarımsak ile pembeleştirip, üçgen şeklinde kestiğim patatesleri creme fraiche ve biraz taze soğan ile çevirip, ikisini harmanlıyorum... Alp’e soruyorum; bu tarifleri yazmamda herhangi bir sakınca var mı diye? O çok rahat, hayır tabikide yok... Çünkü kimsenin yaptığı benimki kadar güzel olmayacak buna eminim diyor gülümseyerek... Sanatçılar vardır, gördüklerini, hissettiklerini, yaşadıklarını aktarırlar eserlerine, Alp de onlardan biri, yemeklerine katıyor tek fark olarak... ‘Yardım’ ediyor yeni tatları keşfetmemize... 49
WHAT
G N I T A R B LE
R WE
CE
First Accident First shoot is at Sugar Beach…It’s a distinguished place which is right in the arms of nature, hotel’s name is Blue Lagoon, owners are Erkin and Alp, they have a restaurant called “Help” just a little bit further from the hotel…Alp had travelled all around the world and having collected delicious recipes from various places, created a fusion cuisine; dinner is held at Help, and then Millers are drunk at the beach and swimming, chatting continues, stories are being told…Alp is a motorcycle lover who travelled around the world…He says that when you ride in a car, the view from the front window gives you the impression of watching around from a tv screen, but when you ride with a motorcycle, the feeling of the wind blowing on your face and everything else is more real, more experienciable… Next morning, Saklıkent trip with Finja for the shoot, Finja covered in mud in Saklı Canyon…Beach and dinner at night again… Morning, long curved roads, views, cliffs… A long greyness mixed with green and blue between Fethiye and Antalya…First accident in Patara…While slowly moving forward, motorcycle slips when transiting from asphalt to stone road…Mag and Sertaç look at each other on the ground, no harm…Keep moving… 50
İlk Kaza İlk çekimler Sugar Beach... Doğa ile iç içe ve seçkin bir yer, otelin adı Blue Lagoon, sahipleri Erkin ve Alp, otelin biraz ilerisinde “Help” adında bir restaurantlari var... Alp bütün dünyayı dolaşmış ve harika yemek tariflerini çeşitli yerlerden öğrenip, fusion bir mutfak hazılamış, akşam yemekleri Help’te yenildikten sonra, gece kumsalda Miller içilerek denize giriliyor, muhabbet ediliyor, anlatılıyor hikayeler... Alp bütün dünyayı gezmiş bir motor aşığı... arabayla giderken ön camdan görünen götüntünün aslında bir televizyon ekranından etrafı seyrediyormuş izlenimini verdiğini ama motorla giderken rüzgarı yüzünde hissetmenin ve herşeyin daha gerçek ve daha deneyimlenebilir olduğunu anlatan kişi... Ertesi sabah Finja ile çekimler için Saklıkent yolu gidilir, çamura bulanmış Finja saklı kanyonun içinde...Gece yine kumsal ve yemek... Sabah, uzun kıvrımlı yollar, manzaralar, uçurumlar... Fethiye-Antalya arası upuzun bir grilik, yeşil ve maviyle karışık... Patara’da ilk kaza... Yavaş yavaş gidilirken, asfalttan mıcırlı yola geçiş ve motor kayar...Mag ve Sertaç yerde birbirlerine bakarlar, bir şey yok... Yola devam...
51
Photography: Ahmet Ferah / Assistant: Yeşim Özügeldi Model: Tanja@Erberk Istanbul Location: Bikini Beach Istanbul Styling: Sertaç Tosun Make Up: Magdalena Çopuroğlu
Jacket: ETC: Ezra & Tuba Necklace: Assortie
Jacket: ETC: Ezra & Tuba Necklace: Assortie
Jacket: ETC: Ezra & Tuba Necklace: Assortie
THIS IS
UT
ABO Y R O ST
D N A HE B
THE
NIC
Photography: Sertaรง Tosun
TH
IS
NIC
IS
TH
ES
HE
TO
RY A
BO
BA
UT
ND
Photography: Necati Demircan
?
Dress: Tommy Hilfiger
Photography: Necati Demircan 62
R WHAT
WE
G N I T A R B
E L E C
srm
e sho
After a 11 hour trip, the group reach Donna Exclusive Hotel in Antalya Boğazkent…They tiredly enter the Riva Group owned exclusive hotel which created with “the difference between good and perfect is hidden in the details” concept…Everyboy is tired, everybody is exhausted…while they wait for their rooms, one of them wonders about the night life around here, reception is questioned about this, their stuff is carried to their their rooms, and because it’s late, hotel’s public relations manager get some buffet meal prepared for them and then after the meal, to the disco right away. The tiredness of the road is a distant memory, the fun begins… Niche Band comments from Finja..first impressions: “six crazy people in three Vespas came over”… never trust first impressions, then; “a group that fits like ice & cream”….
ove
gl akin
11 saatlik yolculuğun ardından Antalya Boğazkent’teki Donna Exclusive Otel’e ulaşılır... Riva Grubuna ait “iyi ile mükemmel arasındaki fark ayrıntılarda gizlidir” fikri ile ortaya çıkmış exclusive otele yorgun bir halde girerler, herkes yorgun, herkes bitkin... Odaları beklerken içlerinden birinin aklına gece hayatı nasıl burda diye bir soru gelir, resepsiyona sorulur, odalara eşyalar bırakılır, geç olduğu için otelin halkla ilişkiler müdürü hemen açık büfe birşeyler hazırlatır ve sonra hemen disco, bütün yolun yorgunluğu unutulur, eğlence başlamıştır...
63
Dress: Tommy Hilfiger
Photography: Necati Demircan
G N I T A R B LE
R WE T A H W
CE
Next morning, first shoot is done in spa pools with Finja in hotel’s wonderful “rita vital” concept pools…Other shoot lasts for 3 days, in one of the hotel’s exclusive rooms, one of the sexiest rooms designed by architect Eren Talu: Madonna room ….Here Niche Band discuss “pleasure” and “fun” concepts, questions asked; what is pleasure, what is fun, answers are seeked….The lights reflects from room’s ceiling changes in rapid succession, red, green, blue…Finja strikes different poses in Özlem Süer costumes, she feels like a Madonna maybe…two double beds accross each other, mirrors around, glass bathroom, inside can be seen outside, vice versa, the shoot continues in jacuzzi… Traditionally, galas are organized in Riva Hotel every 15 days, dance groups, select meals from world cuisines, fireworks...Niche Band light fires in barrels at the beach at night, Finja and newcomer model Evelyn is ready for the shoots, animation group joins in the fun as well…The fun starts with Millers and continues with vodka and tequilas, everybody dances around the fire…
Sabah otelin spa havuzlarında ilk çekimler gerçekleştirilir, “riva vital” konsepti altında otelin harika havuzlarında Finja ile... Diğer bir çekim üç gün sürer, oteldeki exclusive odalardan biri olan Madonna Room’da, mimar Eren Talu’nun hazırladığı en seksi odalardan birinde...Burada Niche Band üyeleri tarafından “zevk” ve “eğlence” kavramları tartışılır, zevk nedir, eğlence nedir soruları sorulur, cevaplar aranır... Odanın tavanına yansıyan ışıkların renkleri değişir birbiri ardına, kırmızı, yeşil, mavi..... değişik pozlar verir Finja odada Özlem Suer kostümleriyle, bir Madonna gibi hisseder kendini belkide...İki çift kişilik yatak karşılıklı,etrafta aynalar, banyo camlı, içeriden dışarısı, dışarıdan içerisi gözüküyor, jakuzzi’de çekimler devam ediyor... Riva Otellerinde geleneksel olarak 15 günde bir galalar düzenleniyor, dans grupları, dünya mutfaklarından seçme yemekler, havai fişek gösterileri...Gece kumsalda ateşler yakıyor Niche Band varillerin içinde, çekimler için Finja ve yeni gelen model Evelyn hazır, animasyon grubu da katılıyor eğlenceye... Miller’larla başlayan eğlence, votka ve tekilalarla sürüyor, dans ediyor herkes ateşin etrafında...
mia
MAD ON NA
Photography: Ahmet Ferah Model: Finja Nissen @ Erberk Istanbul Location: Madoona Room Riva Dona Styling: Kerem Kaşıgür Make Up: Magdalena Çopuroğlu
Dress: Özlem Süer Jewellery: Goldas Location: Riva Dona, Madonna Room
With brown, soft hair close braided by her ears, And longing eyes half veiled by slumberous tears Like bluest water seen through mist of rain:
Dress: Ă–zlem SĂźer Jewellery: Goldas Location: Riva Dona, Madonna Room
70
Pale cheeks where on no love hath left its stain, Red underlip drawn in for fear of love, And white throat, whiter than silvered dove,
Dress: Ă–zlem SĂźer Jewellery: Goldas 71
72
Through whose wan marble creeps one purple vein. Yet, through my lips shall praise here without cease, Even to kiss her feet I am not bold, Being o’er shadowed by the wings of awe, Like Dante, when he stood with Beatrice Beneath the flaming lion’s breast, and saw The seventh crystal, and the stair of gold. Oscar Wilde
73
A journey is Standing close to one in far away And to walk away With the one left behind at least Something will come to end It’s done in the name of to reach to not happened yet Whether it’s waiting or not It’s reaching to unknown It’s our by oneselfness To make our journey attractive And also inevitable A journey is loneliness Without waking up the one left behind To be associated with the mystery of The destination To free the road from journey And then, The value of the past And the hope of the future Can be questioned.
It becomes passive As if past has never been And the future never will be When windows start to frame the journey Our looks passing through it Tries to catch The near, The far The changing The transforming Energy lines runs Up and down in waves constantly and besides that Telephone poles People, houses, roads and trees Are watched as if they’re familiar They don’t make you realize That they contain unknown lives inside Who are they, what do they do Are they in pain Are they happy Are they in a fight Did a baby say hello to life Did somebody get close to leaving It’s impossible to know, And the passanger,
74
A journey is Standing close to one in far away Uzaklara Gitmekse Yolculuk Yılmaz Zenger Uzağındakine yakın durmak, ve uzaklaşmak yolculuk. Geride kalanla en azından birşeyler sonlanır. Henüz olamamışlara uzanmak adınadır yapılan. Bekleyip beklemediği, bilinmeyene ulaşmaktır, Kendi kendimizeliğimizdir, yolculuğu çekici ve de kaçınılmaz kılan.
Yanlızlıktır yolculuk. geride bırakılana farkettirmeden, gidilmekte olanın gizemine ilişkilendirilmektir, yolu yolculuktan bağımsız kılmaktır. İşte o zaman geçmişin değeri, ve gelecekteki umut sorgulanabilir. Geçmiş hiç olmamış, gelecek hiç olmayacakmışca eylemsizleşir. Pencereler, çerçevelemeye başladığında yolculuğu, içinden geçen bakışlarımız, yakalamaya çabalar yakınları uzakları değişenleri dönüşenleri. Enerji hatları sürekli Bir aşağı bir yukarı dalgalanırcasına akar. ve yanı sıra telefon direkleri. Tanıdıkmışcasına seyredilir insanlar, evler, yollar, ağaçlar, farkettirmez
In the name of spending the time Produces ideas When looking out of that window He realizes The excuse of the journey Will not match the reality There are intervals which are impossible to fill With their gaps like definite as death As a matter of fact Journey, with its experiences as though ending in death Stops us at unknown places, Breaks, Momentary Unusual relationships In the name of local tastes Belongings becomes indistinguishable It can be determined If the journew owns us, Or we own it Where we stopped in the journey
Did longing person gave its meaning Or the person who’s been longed There are no opportunities to know When we realize that we cannot reach What we enjoy is The calm of the journey Longings lost their way Put on the right track this way And the road is spent in the wake of its light.
september 7, 2006
bilinmedik yaşamlar barındırdıklarını. Kimdir onlar, nelerdir yaptıkları, acılarımı var, mutluluklarımı, kavgalarımı. Bir bebekmi merhaba demiş yaşama, ayrılığa mı yakınlaşmış, bir diğeri, olanaksızdır bilmek. Ve bu arada yolcu vakti tüketmek adına, sürekli akıl yürütmektedir. O pencereden bakdığınca, farkeder ki gerekçesi yolculuğun, gerçeğiyle örtüşmez. kapanması olanaksız aralıklar vardır. Ölüm kadar mutlak boşluklarıyla. Aslına bakarsanız,
ölümle noktalanırcasına yaşanmışlığıyla, yolculuk, bizi bilinmedik yerlerde duraklatır. İhtiyaç molaları, anlık, alışılmadık ilişkiler, yöresel tatlar adına, ayırdedilemez kılınır aidiyetler. Yolculuğun mu bizi, bizim mi yolculuğu sahiplendiğimiz, farkedilmez. neresinde durdurulmuşuz yolculuğun, özleyen mi anlamlı kılmış onu, özlenenin mi, fırsat kalmaz bilmeye. Ulaşamayacağımızı farkettiğimiz de, tadına varılan, yolculuğun tattırdığı dinginliktir. böyle yoluna konur, yönü yitirilmiş özlemler, ve yol onun aydınlığında tüketilir. 7 eylül 2006
75
Finja Nissen
76
A models life#
Bir Modelin Hayatı#
A girl has to do what a girl has to do....... Mexico, New york, Seoul, Osaka, Milano, Hong kong, Barcelona, Munich......well sometimes i don’t know where i am and what ecaxtly i have to do.....”...should i make the catalouge shooting today in barcelona or tomorrow in athens!??? ..” It sounds strange i know and i really have to say..IT IS! I’m always in a rush, running to castings or jobs all day and at night u have to be on the hippest parties to promod them and yourself! To be a model means to have a 24/7 job......
Bir kız yapması gerekeni yapmalı… Meksika, New York, Seoul, Osaka, Milan, Hong Kong, Barselona, Münih…..bazen tam olarak nerde olduğumu ve tam olarak ne yapmam gerektiğini bilmiyorum…. “Katalog çekimini bugün Barselona’da mı yoksa yarın Atina’da mı yapıyorum?” Kulağa garip geliyor biliyorum, ve gerçekten de öyle olduğunu söylemeliyim! Her zaman bir acele içindeyim, tüm gün castinglere ya da işlere koşturup duruyorum ve geceleri de kendinizi ve onları tanıtmak için en çılgın partilerde olmanız gerekiyor. Bir model olmak haftanın yedi günü 24 saat çalışmak demek…
2:30h: “eeeeewwwww the arlam rings....i really have to change the sound!” 2:40h: I have to get up.......i’ll be fast. only a quick shower and rock n roll!” 3:00h: Sitting in the car on the way to the airport.....and trying to stay awake with loud music 3:10h: Okay music didn’t work, had to stop to get myself a big cafe latte! 4:30h: I arrived on time at the airport 4:55h: Finally a seat in the plane, I hope i’ll get some more sleep 5:30h: Well...i woke up while the stewardess chrashed with her juicebuggy on my head....I opened my eyes and the old woman next to me stated in the same secound, telling me all her family problems.... 6:40h: I arrived in munich the guys of the fotostaff allready waiting for me...I jumped in the car and got all information about this job. It’s a big watsch designer and “....where its gonna be..” on the Zugspitze!!!!??!!!!!” 9:00h: Meeting everybody at the “Zugspitze” 9:10h The other models freaking out....As they heard we have to wear bikinies in the snow, up there , for the shooting 10:00h: We are there sitting in the cot and getting our make up and dressed 11:00h:Making jokes and getting each other a little bit known..... The other models where unter anderem from chech republic, Netherlands, Canada and Germany.... 12:00h: The show begins....We had to jump posh and a grazil attitude in the snow, showing the watches and loking good..... Okay it don’t sound hard.....and then they gave us the bikinies and high heels.... 12:05h: It’s not that cold....! 12:06h:....Brrrrrr it’s sooooo cold 16:00h: I can’t really remember the last 4 hours, I am totally frozen. 16:15h: We are in a hurry...the last gondel to go down leaves in 15 minutes 16:30h We did it! 17:30h: I realized I only ate the sandwich in the plane this morning.......I’ll search for some candies in my bag 19:10h Back at the airport and ready to fly home 20:00h: Sitting in the plane....without a sitznachbarn woohooo 21:55h: The plane is landing ...Woke up and decided to sleep in a friends appartment which is closer to the airport 22:30h: Getting a message ..”when are u coming? we are allready here!” uuummmpphhhh I forgot the opening party of the color lounge...... 23:00h: I decided to show up for half an hour to gesehen werden and to unterstützen my friends 00.24h: Aahhhm a bed...not mine but a bed....I love my job and my friends with those biiiig beds “Come as you are, as you were, as I want you to be as a friend, as a friend, as an old enemy. Take your time, hurry up, the choice is yours, don’t be late. Take a rest, as a friend, as an old memory....a memory...a, memory...a, memory...a.” Nirvana
2:30: “Argghhh, alarm çalıyor. Gerçekten bu sesi değiştirmek zorundayım!” 2:40: Kalkmalıyım….Çabuk olacağım. Sadece hızlı bir duş ve rock n roll!” 3:00: Havaalanı yolunda arabada oturuyorum….ve gürültülü müzikle uyanık kalmaya çalışıyorum… 3:10: Pekala, müzik işe yaramadı, kendime büyük bir café latte almak için durmak zorunda kaldım 4:30: Havaalanına zamanında vardım 4:55: Nihayet uçakta yerimi aldım, umarım biraz daha uyuyabilirim 5:30: Hostes meyve suyu arabasını tepeme çarpınca uyandım… Gözlerimi açtım ve yanımda oturan yaşlı kadın aynı anda bana aile sorunlarını anlatmaya başladı. 6:40: Münih’e vardım, foto ekibinden insanlar beni bekliyordı. Arabaya atladım ve bu iş hakkında tüm bilgileri aldım. Büyük bir saat tasarımcısı ve yeri “Zugspitze mi?!!!!?!!! 9:00: Herkesle “zugspitze” de buluşuyorum. 9:10: Diğer modeler panik içindeler…çekim için dışarda karda, bikini giymemiz gerektiğini duymuşlar. 10:00: Odada oturuyoruz ve makyajımızı yaptırarak, giyiniyoruz 11:00:: Espriler yapıyoruz ve birbirimizi biraz tanımaya çalışıyoruz….Diğer modeller Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Kanada ve Almanya’dan. 12:00: Şov başlıyor. Karda sosyetik ve kendine güvenen bir hava ile yürüyüp, saatleri gösterecek ve iyi görüneceğiz…Pekala… Kulağa çok zor gelmiyor..Ve sonra bize bikiniler ve yüksek topukları veriyorlar 12:05:: O kadar da soğuk değil canım! 12:06: Brrrrr! Çok soğuk! 16:00: Son dört saati gerçekten hatırlayamıyorum, tamamen donmuş durumdayım. 16:15: Acelemiz var. Aşağıya inen son araba 15 dakika içinde kalkıyor 16:30: Başardık! 17:30: Bu sabah sadece uçakta bir sandviç yediğimi farkediyorum. Çantamda şeker arayacağım. 19:10: Havaalanındayım ve eve uçmaya hazırım 20:00: Uçakta oturuyorum....yanımda kimse olmadan! Yaşasın!! 21:55: Uçak iniyor…uyandım ve evi havaalanına daha yakın olan bir arkadaşımda uyumaya karar verdim. 22:30: Mesaj geliyor… “Ne zaman geliyorsun? Biz çoktan geldik!” Hmmmmh! Color salonunun açılış partisini unuttum…. 23:00h: Kendimi göstermek ve arkadaşlarımı desteklemek için partiye yarım saatliğine uğramaya karar veriyorum. 00.24h: Aaaah, bir yatak…benim değil ama yine de bir yatak… İşimi ve kocamaaaaan yataklı arkadaşlarımı seviyorum… “Olduğun gibi gel, geçmişte olduğun gibi, benim senin olmanı istediğim gibi Bir arkadaş gibi, bir arkadaş gibi, eski bir düşman gibi Acelesi yok, acele et, seçim senin, fazla geç kalma Biraz dinlen, bir arkadaş gibi, eski bir hatıra gibi, Bir hatıra, bir, hatıra, bir, hatıra, bir…” Nirvana
77
We found the General Manager of Riva Dona Riva Dona’nın Genel Müdür’ünü Bulduk Sertaç Tosun Niche: Hello, first of all, we’d like to thank you. You welcomed us here, you sponsored the project, we had a great week. Şefik Ketrez: You’re welcome, we’ve been honoured...If we could help, we’re happy. Niche: In Turkey, there are many 5 star hotel chains, now a new concept called “exclusive hotel” started, can you describe this concept to us? Şefik Ketrez: Exclusive Hotel, means that all services will be offered to guests. This means, when guests go to their rooms, their minibars will be full, softdrinks and alcoholic beverages are included. When they come down to bar, they will find any drink they want, There will no limit to the service which is being offered. We think we manage that completely. Niche: What’s different from 5 star hotels? Is there a difference in personal services? Şefik Ketrez: Of course there is a difference in personal services, first of all we have to understand “resort hotel” concept. Beach hotels apply “resort hotel” concept, as you know. For us, guest service is much more important than everything. Personnel must be trained on this subject, more services must be offered to people. In our hotels, that’s our main concern. We think and use the concept of “one personnel for one guest”. Niche: In short you call it “unconditional customer satisfaction”...Isn’t here any limit? There should be... Şefik Ketrez: Of course, but for us, our guests happiness, please take note that I don’t use the word “customer”, their happiness while they stay at our hotel is very important. I don’t want to put limits for this. Guest happiness is a priority. Niche: “All inclusive” is a concept widely used in world, and it even created a tourism outburst in Spain and Greece....It’s been also in use in Turkey for a long time. When it first came to Turkey ten years ago, you were one of the first deputy general managers. Our observations show that this concept is a bit worn out at the moment and a new concept is needed. What kind of innovations must be done so that Turkey’s tourism can move forward? Şefik Ketrez: First of all, I think “all inclusive” concept will click into place much better. And then, good and bad service providers will come out...Therefore, all hotels with “all inclusive” system will start to offer a much better service. I think, half pension and bed&breakfast concepts will also increase in Antalya. All inclusive might decrease a little bit but not so much. Because, eventually, people, especially families with kids, would like have a happy holiday in a hotel. They want to relax by pool side, without their kids running up to them asking for money for cokes or sandwiches. I don’t think this trend will ever die but it will click into place in time, quality hotels will survive, and system will get better. But I think half pension and bed & breakfast concept will increase in Antalya. 78
Niche: Merhabalar, öncelikle bizi burada konaklattınız, sponsor oldunuz projeye, teşekkür ederiz, çok harika bir 1 hafta geçirdik... Şefik Ketrez: Rica ederim, şeref verdiniz... Size yardımcı olabildikse ne mutlu bize... Niche: Türkiye’de 5 yıldızlı otel zincirleri bir sürü var, yeni ‘exclusive otel’ diye birşey başladı, bu ‘exclusive otel’ kavramını bize tanımalayabilir misiniz? Şefik Ketrez: ‘Exclusive otel’; hizmetlerin tümüyle insanların hizmetine sunulması demektir. Bu; misafir odasına gittiğinde minibarının tümüyle dolu olması, softdrink ve içkileri buna dahil. Aşağıya indiğinde kendi barımızda istediği tüm içkileri bulabilmesi, hizmete a’dan z’ye hiçbir eksiklik olmaması demektir. Biz de bunu tam anlamıyla yerine getirdiğimizi zannediyoruz. Niche: Peki bunun 5 yıldızlı otellerden farkı nedir? Kişisel hizmette bir değişiklik anlamına mı geliyor? Şefik Ketrez: Kişisel hizmette tabiki değişiklik var, öncelikle ‘resort otel’ kavramını iyi anlamak lazım. Sahil otelciliği bildiğiniz üzere ‘resort otel’ kavramı üzerinden hareket etmekte. Bizde burada öncelikle misafir hizmeti bizim için çok önemli. Personel bu konuda eğitilmeli, insanlara daha çok hizmet vermeli, bizim otellerimizde biz bunu ön planda tutuyoruz. Bir misafire bir personel kavramını önde tutuyoruz, en azından öyle düşünüyoruz bir şirket olarak. Niche: Buna kısaca ‘koşulsuz müşteri mutluluğu’ kavramını oturtuyoruz diyorsunuz... Peki bunun sınırları yok mu? Muhakkak sınırları vardır... Şefik Ketrez: Muhakkak sınırları var, ama öncelikle bizim için misafirlerimizin; dikkat edin müşteri kelimesini kullanmıyorum, misafirlerin otelde mutlu olması bizim için çok önemli. Bunun için herhangi bir sınırlama da getirmek istemiyorum, öncelikle misafir mutluluğu..., Niche: ‘All inclusive’ kavramı dünyanın bir çok yerinde kullanılan, İspanya’da, Yunanistan’da turizm patlaması yaratan bir kavram... Türkiye’de de çok ciddi bir şekilde uygulandı. Siz de bu kavram 10 yıl önce Türkiye’ye girdiğinde, uygulanmaya başladığındaki ilk genel müdür yardımcılarından biriydiniz. Bizim de gözlemlerimiz bu kavramın biraz da eskidiği, biraz yeniliklere ihtiyaç duyduğu... Ne tarz yenilikler getirilmeli de Türkiye turizmi ileriye doğru gitmeli? Şefik Ketrez: Öncelikle herşey dahil yani ‘all inclusive’, benim düşünceme göre çok daha yerine oturacak diye düşünüyorum. O zaman hizmeti yapanlar ve yapmayanlar belli edicek kendilerini... Böyle oluncada, tüm hizmet veren oteller ‘all inclusive’ kavramı ile daha güzel hizmet vereceklerini düşünüyorum. Yarım pansiyon ve bed&breakfast kavramlarının da Antalya’da artacağını düşünüyorum. ‘All inclusive’’in de biraz daha azalacağını ama çok da değil. Çünkü neticede insanlar paralarını verip otelin içinde, özellikle çocuklu aileler, mutlu bir tatil yapmak istiyorlar.
Niche: What is the advantages of half pension? For example, one of your hotel groups, will start to operate as half pension at the end of August and it will be a very different concept hotel...Why should I choose a half pension hotel as a guest? What are the advantages? Financially, psychologically, budget wise and service wise? Şefik Ketrez: We are opening the sexiest hotel of Turkey at the end of the August. It will operate under a very different concept, under the name of Adam & Eve. Our most important thought here, to provide the best service to our guests. For me, it’s the object of half pension. Maybe not everything is included in a concept, but people can create their own concepts and can request that. When you seated on a table, and ask for a steak, our personel will be able to offer you any kind of steak from the restaurant to you. This is the meaning of Half pension. To be able to get what ever you like, whenever you like. Of course it depends on money but all inclusive system is not like that. There, you accept whatever the concept is. Niche: I’d like to ask another question regarding all inclusive... You have big rivals. There are Mediterranean countries like Greece, Spain and they are a few steps in front of us. What brought them to this point. 10 years ago, there wasn’t much of anything in Spain in the name of tourism. Greece was the same as well. How could we catch up with them and leave them a few steps behind? Şefik Ketrez: I think the exact opposite. We are ahead of them service wise, personel wise. Because we always have a hospitality, we have a service perspective. I think, this year’s decline in tourism is related to Europe’s finding their own tourists and direct them to their own countries. Our display is very important, we have to improve our display, we have to increase the quality of our image. If we do these, I believe next few years will be much better, much positive, because these people will see the service concept there, and they will think “we went to Turkey last year, let’s not come here again, let’s go to Turkey one more time”. I believe this wholeheartedly. Niche: Last question; Riva Hotels name is really a concept. We are in Riva Donna right now, we will go to Riva Diva later. Where do these names come from? Especially the name “Riva”? Manager: Riva name is a name which has been found by our boss who is a very creative person. It’s a more commonly used name in Pasific Islands. If you pay attention, all our hotels’ names end up in letter “a”. Donna, Diva, Costa, Bella. We paid specific attention to that. These “a”s will go on as a chain. Niche: We say many thanks to Riva Family... Şefik Ketrez: Welcome, we’re expecting you again..Hope to see you another time.
Çocuklarının gelip kendisinden bana para ver kola, sandviç alayım gibi düşüncelere dalmadan, para kavramını kafasına takmadan, havuz kenarında rahatça tatil yapmak istiyorlar. Bu trend’in geçeceğini pek zannetmiyorum ama zamanla oturacak, yani kaliteli oteller, kaliteli hizmet verenler oturacak ve böylece herşey dahil sisteminin daha iyi olacağını düşünmekteyim. Ama yarım pansiyon ve bed&breakfast konseptinin de Antalya’da azda olsa çoğalıcağını düşünüyorum. Niche: Yarım pansiyon konaklamanın avantajları neler? Mesela sizin otel gruplarınızdan biri bu ağustos ayının sonunda yarım pansiyon olarak faaliyete geçicek ve çok konsept bir otel olucak... Ben bir misafir olarak neden yarım pansiyon bir oteli seçmeliyim? Bunun avantajları neler? Hem maddi, hem manevi, bütçesel ve hizmet olarak? Şefik Ketrez: Eylül sonunda Türkiye’nin en seksi otelini açıyoruz. Adam&Eve adı altında, çok değişik bir konseptte çalışıcak, burada bizim en önemli düşüncemiz, insanların istedikleri hizmeti alabilmesi. Yarım pansiyonun da bana göre asıl amacı bu... İnsanlar otrudukları zaman, herşey bir konsept dahilinde değil, ama insanların istedikleri konsepti kafasında yaratabilip karşısındakinden istemesi anlamına geliyor bence. Oturduğun anda, o anda ben steak istiyorum dediğiniz anda, size steak restaurant’ından istediğiniz türde steak’i sunabilecek personelimiz. Aslında yarım pansiyonun da anlamı budur; istediğini istediği anda getirtebilme... Sonu neticede paraya dayanıyor bunun ama herşey dahil sisteminde öyle değil, konsept ne ise ondan yararlanıyorsunuz. Niche: Yine ‘all inclusive’’den yola çıkarak şunu sormak istiyorum: Büyük rakipleriniz var, Yunanistan, İspanya gibi Akdeniz ülkeleri var ve şu anda bizden birkaç adım öndeler gerçekçi olursak... Onları bu noktaya getiren ne oldu? İspanya’da bundan 10 yıl önce turizmi tartıştığımızda ortada çok parlak birşey yoktu, Yunanistan da nitekim aynı şekildeydi. Nasıl onlara yetişip, sonra birkaç adım öne geçmeyi başarabiliriz sizce? Şefik Ketrez: Ben tam tersini düşünüyorum. Hizmet olarak, personel olarak biz onlardan çok daha öndeyiz. Bizim çünkü hep bir misafirperverliğimiz var, insanlara hizmet anlayışımız var. Bu sene turizmin bu şekilde olmasının nedenleri, Avrupa’nın kendi içindekendi turistini bulup, kendi ülkelerine yönlendirmesi diye düşünüyorum. Herşeyden önce vitrinimiz de çok önemli, vitrinimizi geliştirmek, imajımızın kalitesini arttırmak, bunları yaparsak eminim bir dahaki senelerde çok daha iyi, çok daha pozitif olacağına inanıyorum, çünkü bu sene oradaki ülkelere giden insanlar oradaki hizmet anlayışını görecekler ve diyecekler ki; biz geçen sene Türkiye’deydik, biz bir daha buralara gelmeyelim, biz tekrar Türkiye’ye gidelim diyecekler. Buna gönülden inanıyorum ben... Niche: Son soru; Riva Otellerinin isimleri gerçekten konsept oluyor. Riva Donna’dayız, Riva Diva’ya geçeceğiz buradan... Bu isimler nereden geliyor, Riva ismi öncelikle, daha sonra da alt başlıklar nereden geliyor? Şefik Ketrez: Riva ismi tamamıyla patronumuzun çok yaratıcı bir insan olduğu ve bütün yaptıklarına gönülden inandığımız için, kendi bulduğu bir isim... Daha çok Pasifik adalarından gelen bir isim olarak geçiyor. Dikkat ederseniz bütün otellerimizin sonu da ‘a’ harfiyle bitiyor; Donna, Diva, Costa, Bella... Buna özellikle hep dikkat edildi. Birbirlerine zincir olarak devam ediyor bu ‘a’ ‘lar. Niche: Çok teşekkür ediyoruz Riva Ailesine... Şefik Ketrez: Hoşgeldiniz şeref verdiniz, tekrar bekliyoruz... Görüşmek üzere bir başka sefere... 79
Hirek Wrona
S
I T HA
W
N R
U O
J
Y E
- music journ
)
What does trav eling mean to me? It is one of the most im portant parts of my life. It enables me to experience ne w things, mea interesting pe t ople and get to know different cultures. As a music jour nalist specializ ing in jazz, funk, hip-hop, soul and gosp el I find my fondness for pl aces connecte d with my specialization a natural cons equence of m interests. As an y amateur histor ian I love sightseeing in countries whe re the greatest monuments ar As far as histor e located. y is concerned T urkey is the m to me. It is ho ost important me to magnific country ent and well pr of Greek and eserved monum Roman culture ents s. There you ca castles built du n find crusader ring their crus s’ ades. This is w flourished with here Byzantin its grandiose bu e Empire ildings. This is a wonderful st ate, based on where Turks se Muslim traditi t up Full of extraord on. Turkey is inary places, w fabulous! ith history pour Wonderful pe ing everywhere ople live there, . the food is sple weather. I spen ndid and I love d 2 or weeks in the Turkey with m I also love to travel around y family every vineyards, espe year. is a great oppo cially the Italia rtunity to mee n ones. It t interesting pe different appr ople as well as oaches to the learning production an Finally, there d drinking of is my homelan wine. d – Poland. Fu bearing a thou ll of monumen sand-year-old ts, history, housin geographical ar g incredible eas. We have a wonderful sea, wooded plains a green land of and soaring pe lakes, aks of Tatras w Carpathian m hich are part of assif. There ar e many things the why I travel ar to be seen ther ound Poland e, that is with Traveling lets me get some ph my family very often. ysical and men exploration an tal rest. Everla d learning are sting both part of m y life.
(Poland)
ion designer
nska – fash Gosia Baczy
ay from riod of time aw pe a ’s it e m r Journey fo some time ewhere at the g ready for a something-som al, place, gettin go w ne g in ng, hopes. approach ctation, planni pe ex ng ti ci ex ing back journey is ing, than com nn gi be w ne t mation, new Than star is the transfor y ne ur Jo . ew home an w people. w place and ne experiences, ne so spice for ney there is al often become During a jour anned, which pl un d an ed it opens new unexpect the journey – of e nc se es d a core an ing to: horizons. . Journey is go ay aw g in go is Journey n Transformatio mething new so r Looking fo Enriching what’s dear Going back to yourself Going back to
80
alist (Poland
81
WHAT IS FUN? WHAT IS PLEASURE? Photography: Ahmet Ferah Model: Evelyn @ Erberk Istanbul Location: Riva Dona Beach Styling: Kerem Kaşıgür Make Up: Magdalena Çopuroğlu
Bikini: Tommy Hilfiger Necklace: Assortie Shoe: Converse
? N U F S I T ? A E H R U W S A E L P S I T A H W 84
Bikini: Tommy Hilfiger Necklace: Assortie Shoe: Converse
86
? N U F S I T ? A E H R U W S A E L P S I T A H W 87
The person who seeks for a new road for himself, First looks at the roads travelled before him To find a road which looks like the one he want to walk on And most of the times he does but, one wonders, if that road (s) just as the road (s) he found isn’t against the road he seeks for? Wasn’t he looking for a new road? What is he doing then, on old (travelled) roads? The biggest danger for a person who seeks for a specific road is to think that he can seek it by stopping somewhere, by “looking” (even find it) - because roads are not found roads are travelled, and in places, only stopped they are found, not walked on... The first and the most important obstacle Which a person who will embark on a journey is His own settlement His own place Himself.... Oruç Aruoba
88
Kendine yeni bir yol arayan kişi, önce, kendinden önce yürünmüş yollara bir bakar -kendi yürümek isteyebileceği yola benzer bir yol bulmak için; çoğunlukla da bulurama, acaba, o bulduğu yol(lar), tam da bulduğu yol(lar) olarak, kendi aradığı yola aykırı değil mi?Yeni bir yol aramıyor muydu, arayan kişi -ne işi var öyleyse, eski(yürünmüş) yollarda?! Belirli bir yol arayan kişi için en büyük tehlike, o yolu bir yerde durarak, ‘bakarak’ arayabileceğini(hatta, bulabileceğini) sanmasıdır- çünkü yollar bulunmaz: yürünür; yerlerde ise, olsa olsa, durulur -onlar, bulunur; artık yürünmez... Yola çıkacak kişinin aşması gereken ilk ve en önemli engel, kendi yerleşikliğidir: kendi yeri -kendisidir... Oruç Aruoba
Photography: Ahmet Ferah Model: Isabel @ Erberk Istanbul Location: Çeşme İzmir Konsept: Sertaç Tosun
89
90
Top: ET C Ezra&Tuba Necklace: Goldas
Top: ET C Ezra&Tuba Necklace: Goldas
R WHAT
WE
G N I T A R B
E L E C
Photography: Ahmet Ferah Koncept and Poetry: Finja Nissen Location: Riva Diva
When Kerem goes into bathroom after the party, he comes out with great terror, alarm! He finds a tick on his body...Hotel doctor is called right away, but doctor’s answer is not very satisfactory: “I’ll come if you can pay my extra fee which is 90 Euro”… They accept, doctor comes but his answers are amateurish and not guiding in anyway, he immediately offers to call his own ambulance, even insists…Group calls Medline which they have an agreement with the sponsorship of Vespa…Hotel doctor and the ambulance driver are not very happy with that and they suddenly start an argument in the middle of lobby, security calms them down…Group goes to the hospital with Medline and the wound is dressed, there is nothing to worry about; 7-8 tick incidents every day is routine in Antalya, and contrary to news in the papers, none of them ends up in death…The next day Evelyn will be transferred to airport, hotel makes the transfer, in return of 75 Euros…
Akşam odada banyoya giren Kerem, büyük bir dehşetle çıkıyor, alarm! bir kene buluyor vücudunda... Hemen otel doktoru aranıyor, ama doktorun verdiği cevap pek memnun etmiyor: “extra ücretimi öderseniz 90 euro, ancak böyle gelebilirim”... Kabul ediliyor, doktor geliyor ama cevapları amatörce ve hiç bir şekilde yönlendirmiyor, kendi ambulansını çağırmayı teklif ediyor hemen, hatta ısrar ediyor... Grup hemen Vespa sponsorluğunda anlaşmalı oldukları Medline’ı çağırıyor... Otel doktoru ve gelen ambulans şoförü bundan rahatsız, ve birden tartışma başlatıyorlar lobby’nin ortasında, güvenlik görevlileri onları sakinleştiriyor... Hastane’ye gidiliyor Medline ile ve pansuman yapılıyor, endişelenecek bir şey yok; Antalya’da her gün 7-8 kene vakası görülüyor ve hiç biri ölümle sonuçlanmıyor, gazetelerde çıkan haberlerin aksine... Ertesi gün Evelyn havaalanına transfer edilecek, otel gerçekleştiriyor transferi, 75 euro ödeniyor karşılığında...
G N I T A R B LE
R WE T A H W
CE
96
RIVA DIVA KİŞİYE ÖZGÜ HİZMET
98
After spending six days in Donna, the group goes to another Riva Hotel: Diva…With its two towers, architectural characteristics and quality in its service concept, it clearly stands out amongst the other surrounding hotels…Personel pays group a close attention, it’s a place which is full of people “who have İstanbul manners” which group have never seen in other hotels…And every detail further emphasizes the meaning of exclusive concept, from the toothbrushes to shaving kits in the rooms. The band meets with Volkan Apaydın in the hotel, he’s a R.O.C manager, in short, he can be called as “the man who solves all the problems”…He gives a tour of the hotel; Presentation Suite is room number 1580, is in brown tones and 110 meter squares…Pink Room is pink, all pink…The group also learns that hotel’s owner lives in oval, glass flat above in the middle of hotel…The shoots are done in Pink Room, it looks like a honeymoon suit, its pink walls are decorated with Klimt reproductions…Mirror ceiling…Jacuzzi is in the middle of room, this time, model is Agnes…Hotel’s General Manager Ümit Yaşar ATALAY, is the Hilton Hotel’s ex General Manager and according to rumour; a customer, if he/she likes, can eat anywhere in the hotel, even if this place is the general manager’s room… Hotel’s f&b manager Murat KAVRAZ had worked abroad previously and he has a grand vision, hotel’s great food is devoured in a gala night again…a room party is organized in the room that night, new model Lisa joins Agnes… Next morning, there is somebody familiar at the pool, is he, is he not? Mag is Polish and she sees somebody sunbathing across, he’s the prime minister of her country, Poland Prime Minister is at the same hotel with her and sunbathing just a few meters away…
Donna’da 6 gün geçirildikten sonra, bir başka Riva Oteline gidiliyor: Diva...İki kulesi, mimari özellikleri ve hizmet anlayışındaki kalite ile diğer çevresindeki otellerden hemen ayrılıyor...Personel çok yakın ilgi gösteriyor, diğer otellerde hiç görmedikleri “İstanbul görgüsü” almış çalışanlarla dolu bir yer... Ve her detayında exclusive hizmetin nasıl bir kavram olduğunu vurguluyor; odalardaki diş fırcalarından, traş setlerine kadar... Otelde Volkan Apaydın’la tanışılıyor; o bir R.O.C manager, kısaca bütün sorunları çözen adam diyebiliriz onun için... Oteli gezdiriyor; Presentation Suite 1580 nolu oda kahverengi tonlarda, 110 metrekare... Pink Room, pembe pespembe... Otelin ortasında yukarıda oval camlı dairede otelin sahibi Talha Görgülü’nün evi olduğu öğreniliyor... Pink Room’da çekimler yapılıyor, bir balayı odası tadında, pembe duvarları Klimt reprodüksiyonları ile süslü... ayna tavanlı bir oda...Jakuzzi odanin ortasında, model bu sefer Agnes... Otelin Genel Müdürü Ümit Yaşar ATALAY, Hilton Oteli’nin eski genel müdürü, ve otelde şöyle bir hizmet var, eğer bir müşteri isterse otelin heryerinde yemek yiyebiliyor, ki bu genel müdürün odası olsa bile... Otelin f&b manager’ı Murat KAVRAZ yurtdışında çalışmış ve vizyonu çok geniş biri, otelin harika yemekleri yeniliyor, yine bir gala gecesiyle birlikte... gece odada bir oda partisi düzenleniyor, Agnes’a Lisa da katılıyor, yeni model... Ertesi sabah havuzun başında tanıdık biri, o mu değil mi? Mag Polonyalı, ve karşıda güneşlenen biri çarpıyor gözüne, kendi ülkesinin başbakanı, Polonya Başbakanı onunla aynı otelde ve birkaç metre ilerisinde güneşleniyor... 99
In Reality, Roads Don’t Exist. Yol Yoktur Aslında Özlem Yalım Photography: Özlem Yalım
In reality, roads don’t exist. They’re created by the traveler, by the one who wants to go... There is going. There is moving forward. There is returning. There are far away lands for somebody. There are people left behind. There are places and goals to reach....All of them are created by a person: and he/she names it road. Road, is a choice. It’s choosing among the alternatives. It’s plotting your course. Road is a method, is a system. They have maps....Roads are watched. They are for watching. And of course walking*. Do roads ever finish for the person who really walks, who really goes and who will never return again? I don’t think so. My roads never finish. They always turn to new places at junctions, to reach to new places...sometimes they increase in front of me....short hesitation moments...short exhaustions...but there are always new roads...next...the one after the next...or the next to that....other parallel...Life has roads. I think they are all parallels. They have no beginning, no end...there are too many....they run side by side in time. Some people go and come back from their roads. I don’t return. Maybe it’s not right but I don’t know? I don’t like it. I don’t want to see the things I have already seen. Even if they’re good... If I walked, I walked and there is always a reason for my walking...If it did not stop me. I don’t like being stopped on by way either. Road is a journey Only I understand my journeys. I think only my road is a road travelled alone. Road and journey is private and confidential. My journeys are private to me. I am not a good travelling companion. I have never been. I couldn’t have been. But people must go to journeys together. Somebody had said “people know each other when they travel together”. Either they love each other, or they don’t. Other they come together, or they leave each other. I think, being together on the road is a special feeling. I couldn’t feel that. But people who experience this should know it’s worth. Being alone in the roads is not always that easy. Travelling companion is a good thing. I long for it. Sometimes you pass something with 250 km/per hour. It’s sometimes a place, sometimes an event, sometimes a person. Sometimes you hitchhike. Somebody takes you into their car, and then leave you. Sometimes you crash, if you are going too fast, you fall apart...You have to get up. You have to continue... Road is sometimes slow, sometimes fast. It doesn’t matter. Eventually you always move forward....It’s the important thing... The person on the road should not stop. I can’t. Road sometimes thin and long**.
Yol; yoktur aslında. Giden yaratır yolu; gitmek isteyen ancak... Gitmek vardır. İlerlemek vardır. Dönmek vardır. Uzaklar vardır biri için. Geride kalanlar olur. Ulaşılacak yerler, hedefler.... bunların hepsini kişi yaratır :adına da yol der. Yol; seçmektir aslında. Alternatifler arasından seçim yapmaktır. Yolunu çizmektir. Yol; yöntemdir.metoddur. sistemdir. Haritası olur yolların...yollar izlenir.izlemek içindir. Ve yürümek* tabii. Gerçekten yürüyen, gerçekten giden ve bir daha geri dönmeyecek olan için biter mi yollar? Hiç sanmam. Benim yollarım hiç bitmez. Hep kavşaklardan yeni yerlere döner, yeni yerlere ulaşmak için.... bazen artar çoğalir önümde ....kısa kararsızlık anları.... kısa tükenişler...ama hep yenileri vardır yolların..bir sonraki, devamındaki.. yada yanındaki .. diğeri paraleli...hayatın yolları vardır. Bence paraleldir onlar hep. Bir başı ve sonu olmaz o yolların.. bir sürüdür... yanyana akar gider zaman içerisinde. Bazıları gider, yolundan geri döner,Ben gittiğim yoldan geri dönmem.belki doğru değil ama bilmem? Sevmem işte. Yeniden bildiğim şeyleri görmeyi istemem. İyi oysalar bile.. geçtiysem geçilmiştir ve geçmiş olmam için mutlaka bir sebebim vardır... durduramadıysa beni.. Yolumda iken durdurulmayı da sevmem. Yol yolculuktur. Yolculuklarımı bir ben anlarım. Galiba benim yolum yalnız gidilen bir yol. Yol ve yolculuk kişiye özeldir.benim yolculuklarım da bana özeldir. iyi bir yol arkadaşı değilimdir ben.. Olmadım. Ol-a-ma-dım hiç galiba. oysa çıkmak gerekir “ beraber yola”... insanlar birbirlerini beraber yola çıktıklarında tanırlar demişti biri.. bu yolculukta sever veya sevmezler. Birlikte olur veya terk ederler. Sanırım özel bir duygudur birlikte bir yolda olmak. Ben bunu pek hissedemedim. Oysa bunu yaşayanlar bilmeli değerini.her zaman kolay değildir yollarda yalnız yolculuk yapmak.yol arkadaşı iyidir.... özlenendir benim için. Bazen yolda saatte 250km hızla geçersin birşeylerin kıyısından. Bu bazen bir yer, bazen bir olay bazen bir kişidir. bazen otostop çekersin. Biri seni alır.. sonra bırakır..... bazen çarparsın.. hızlı isen dağılırsın......Kalkmalısın.. yoluna devam etmek için....Yol bazen yavaş bazen hızlıdır. Fark etmez. Sonuçta hep gidiyorsundur .. önemli olan da budur... yoldaki insan durmamalıdır. Ben duramam. Yol bazen ince ve uzundur** Yollar olur hep kahve fallarında. Hiç anlamam ben ama severim .. birileri baksın, anlatsın bana yollarımı.... kahvenin telvesi süzülürken nasıl çizmiş benim hayatımın yollarını diye dinlemeyi isterim hep. Aynı yollar el ayasında.... hayatımda ilk kez daha yeni, bir adam dokundu da baktı yollarıma ellerimde. Yollar beyin kıvrımlarında..beynimdeki yollar sonsuz... sürekli... o kadar yorucu ki bazen....
Roads always appear in fortune telling, in coffee cups. I don’t understand it, but I love it....I love somebody telling me my roads. I’d like to listen how the coffee in cup plotted the roads of life. The same roads are also in my palms...For the first time in my life, a man touched and looked at my roads in my hands. Roads in my brain folds. The roads in my brain are infinite...constant... sometimes it’s so tiring. Roads on the earth...they take us to unknown places. I love to travel but in winter, roads dissappear because of the snow...in summer, asphalt melts because of the heat....with a strange smell...there would be fields at the road side. I love them the most...the most I love is....taxi yellow, Van Gogh sun flowers! *** Sometimes sun sets at the most distant point in the horizon....that moment is magic...sometimes the roads get narrow, get difficult...sometimes it curls, curves...makes people sick. Roads are excitement. For me always...
Yollar toprak üstünde.... götürür bizleri bilmediğimiz veya bildiğimiz yerlere. Çok severim ben seyahat etmeyi de..kış olunca kardan yollar kaybolur....yazın asfalt erir.. tuhaf kokusu ile.... yolların kenarında tarlalar olur. Ben en çok onları severim.... en sevdiğim.... taksi sarısı van gogh ayçiçekleri!***bazen göneş batar yolun ufuktaki en uç noktasından.....çok büyülü olur o an... bazen yollar daralır, zorlaşır.. bazen kivrilir, dönemeçler.. insanı bulandırır. Yol heyecandır.benim için hep.
For some, roads are longing. They have never been for me. My name means longing. Can a person be condemned to walk on a road he/she doesn’t want to? Yes he/she can...then that road becomes a yearning. Maybe pain. If I ever had longings in my roads, it because I couldn’t stop, I couldn’t hold on...but I have no longings at the end of road....I have curiousity...I go to unknown.
Yollar kumaş dokusunda...yollar toprakta....yollar bulutlarda..... görsel bir şölendir.... eylül geldi şimdi.. kuşlar yollarda....
Roads in fabric textures....roads in earth....roads in clouds...it’s a visual ceremony....September arrived...Birds are on roads... My tears always follow a road when they running through my face. If I cry in my bed, they reach to my ear, if I am standing they wet my neck....water always plots a cours for itself.**** Eventually, road experiences become “memories”... Life is a “moment”. People hit the roads for these “moments”. And then memories are collected in the bags, they are kept. Sometimes, some of them are thrown away...because they give you pain. But people never fed up with walking on the roads...They walk to create their memories. Roads are many. Roads are long. Roads are new. Roads are unknown... But none of these never stops me to hit the roads...My journeys never end...I walk as I live...If I am in danger of stopping then I walk faster....if my road gets thinner and seems like its ending, then I create new ones. I live on the roads... It is such a great luck to be able to write this article when my favorite writer is Oruç Aruoba and my most beloved bedside book is “to walk”! Thank you Sertaç Tosun! ** I am on a long, narrow road....walking day and night...I don’t know how I am...walking day and night - Aşık Veysel *** With my love to dear Murat Aygen
Bazıları için yol özlemdir. Benim için hiç olmadı.benim adım özlem zaten. Kişi istemediği bir yolda yürümek zorunda kalır mı? Kalır... o zaman yol özlem olur. Belki acı.yollarımda özlemlerim olduysa duramamaktandır... tutamamaktandır...ama yolumun sonunda özlemlerim yoktur hiç... merak vardır daha çok...bilinmeyene giderim ben.
Göz yaşım yüzümde akarken bir yolu olur hep. Yatağımdayken ağlarsam kulağıma ulaşır.. ayakta isem boynumu ıslatır....su kendine hep bir yol çizer.**** Yollarda yaşananlar “anı” olur sonunda.... yaşam “an”dır... işte o “an”lar için düşülür yollara. Sonra anılar biriktirilir çantalarda.. saklanır. Bazen bazıları çöpe atılır.. çünkü acıtır. Ama insan bıkmaz yürümekten yollarda... anılarını yaratmaya yürür... Yollar çoktur. Yollar uzundur. Yollar yenidir. Yollar bilinmezdir.... Ama hiç birialıkoymaz beni yollara düşmekten... yolculuklarım bitmez.... yaşadıkça yürürüm....duracak gibi olsam hızlanırım.... yolum incelse, bitecek gibi olsa yenilerini yaratırım.... Ben yollarda yaşarım. •En sevdiğim yazar oruç aruoba ve en sevdigim başucu kitabım “ yürümek” iken bu yazıyı yazıyor olmam ne büyük şans! Tesekkürler sertaç tosun! ** uzun ince bir yoldayim.. gidiyorum gündüz gece.. bilmiyorum ne haldayim? Gidiyorum gunduz gece- aşık veysel *** sevgili murat aygen ‘e sevgilerimle... **** “su yolunu bulur” anonim atasözü
Photography: Ahmet Ferah Koncept and Poetry: Finja Nissen Location: Riva Diva Make Up: Magdalena Çopuroğlu
Necklace: Goldas
It’s a unwritten rule, to don’t look like a fool...
Wear the converse with all, even in winter an fall!
U, my converse, are a piece of me.. U make me feeling free, enjoying the world we see!
Shoes: Converse Necklace: Goldas Dress: GAS
World we see! We have been in a lot of places, Hanging out with different faces. The times are good or bad, Sometimes really mad!
But i wake up every day, Putting on my converse And dare to say: “I really love u! U are my muse... My awesome little converse shoes!�
WHAT IS
JOURNEY - sport f trend g & o r e n ef -ow e-advertisin n tian Ne Sebas gency adrenaliany) a l m r e e d mo here ler(G place w , esport e right x-trem an h t e c o o t the avan the car re I can smell the wind. h it w he nd ive “To dr can be free w es breaking a far away av d ay w t in s e m h d t y n m y ture a , hear a n n u with m s e r e u h h the p are t is fect feel t r h e e s e p s o t a n a e m nd Ic Where next big city a ds this is for e ien from th nd my best fr a n u s wife .” Music journey lent & a T V T M Neef “Doti” h Dorota (Poland) ent wit er ht mom ms. To ig r Manag e h t a re on of my d t place . the righ is the journey addition this n o e b ly is n h t o p “To a s n t perso nture it things what h is is r the righ t in a life adve e h t b y live ar emem take a p py after and r l the end of m til ap To be h g this journey in r u d n pe ” l thing! the rea
Monika Chojn acka Head of Production& Programmin g MTV Polska Channels Journey is a sta te of mind. It is all about ex and getting in ploring new stu spired. ff It is not abou t distance, hote l rooms, miles an on your accoun d more miles t. What is left in your head co and pieces pinn unts - those bi ed to your mem ts ory like frigde are different ki magnets. Ther nds of journeys e - going out to performing on see a new band stage ia a mus ic journey, orde a restaurant, ch r new food fro anging the ro m ute to the offic hobby. Journe e, starting a ne y is when you w break the rout new ways, new ine and discov people, new so er unds and taste But my favour s. ite journey is that one that two people in happens betw a relationship. een There is this D “World in my epeche Mode eyes” that desc song ribes this kind “Let me take of journey: you on a trip, around the wor ld and back and you won’t have to move, you just sit sti ll. Now let your mind do the w alking and let my bo dy do the talk ing, let me show yo u the world in my eyes. Now let my bo dy do the mov ing, and let my ha nds do the soot hing let me show yo u the world in my eyes and you won’t have to move, you just sit sti I love to trave ll”. l this way :-))
108
NICHE BAND
LOVED
110
111
NICHE BAND
LOVED
112
Photography: Ahmet Ferah Koncept and Poetry: Finja Nissen Location: Riva Diva Make Up: Magdalena Çopuroğlu
Necklace: Goldas Top: GAS Bikini: Tommy Hilfiger
Necklace: Goldas Top: GAS Bikini: Tommy Hilfiger
118
119
Deepa Thomas
120
I am a night traveller
121
Travel all through the night
And my bed is a sailing boat
I reach for my bed every night
124
And take a trip places far away To see new things and people. 125
G N I T A R B LE
R WE T A H W
CE
G N I T A R B LE
R WE T A H W
CE
Lisa and Agnes go back to İstanbul, new model is Isabel and route is directed towards Manavgat and 30 km after, Hotel Riva Costa…3 days will be spent there, hotel has a disco called black&white with a great design and great music, dance and fun go on at nights…shootings at day, sea, sun and roads again, on the Vespas…For the first shoot, the group go to Köprülü Kanyon with Isabel, a question on their minds: “Shall we go by land or by water?”…They go on until a certain point with Vespas, then a man appears with the oars, the rest of the trip will be done with a boat, rowing against the stream…Canyon is great, the water is icy cold, it’s a heaven on earth in that hot weather, everybody drinks the running water and cools down…Man leaves Niche Band and he agrees to return half an hour later…They have a great shooting session in an isolated corner of the Canyon, rocks and water are all around, the place can be reached only by water …Half an hour goes by, one hour goes by, neither man nor a boat is seen on the distance…Approaching to two hours, all hopes are gone and a way out is searched by climbing the rocks…Just at that moment, man with the boat appears in the distance, rowing…and a smile mixed with anger appears on everybody’s faces…Rescue!
Lisa ve Agnes İstanbul’a geri dönerler, yeni gelen model Isabel ve yeni rota Manavgat’a doğru, 30 km. sonrası, otel Riva Costa... Burada 3 gün geçirilecek, black&white adında bir disco’su var, tasarımı ve müzikleri güzel, akşamları dans ve eğlence devam ediyor... Gündüzleri çekimler, deniz, güneş ve yine yollar, Vespa’larin üstünde...İlk çekim için Isabel’le Köprülü Kanyon’a gidilir, akıllarda bir soru dolaşıyor: “Sudan mı gitmeliyiz, karadan mı?”... Belirli bir yere kadar motorlarla, daha sonra bir adam beliriyor, elinde kürekler, botla gidilecek, akıntıya karşı kürek çekilerek... Kanyon harika, su buz gibi, sıcak havada cennet gibi bir yer, suları akarken içiyor herkes serinliyor... Adam bırakıyor Niche Band’i ve yarım saat sonra geri dönmek üzere sözleşiyorlar... Kanyonun gizli bir köşesinde harika çekimler gerçekleştiriliyor, dört bir yan kayalıklar ve su, sadece su yolu ile ulaşılıyor... Yarım saat geçiyor, bir saat geçiyor, ne adam var, ne de herhangi uzaklarda gözüken bir bot... İkinci saate yaklaşırken artık umut kesiliyor ve kayalara tırmanılıp bir çıkış yolu aranmaya çalışılıyor...Tam o sırada ilerde botlu adam beliriyor, kürek çekerek... ve herkesin yüzünde kızgınlıkla karışık bir gülümseme... Kurtuluş! 129
Every Kilometer I Covered Is In TheName Of Staying At The Right Course... Nasuh Mahruki Katettiğim Her Kilometre, Doğru Yolda Kalmak Adına…
Röportaj ve Düzenleyen: Deniz ErYüksel
I love to travel. I find even the thought of traveling is exciting. Going to new places, meeting new people is a very different feeling. Since I was a child, my thoughts on this subject never changed, and it even turned to an obsession...By the time I started University, I took an interest in nature sports and therefore I found many opportunities to produce many projects which I could develop based on travel and nature. I was going to feed my sprit and mind by traveling to different cultures and also improve my body by doing sports during these travels. I believe that travelling is a serious learning process which improves me and also makes me grow. I consider the humanitarian aid travels which we make in the name of AKUT due to natural disasters and accidents, as “missions”. Sometimes we hit the road in order to help a nation, sometimes only one person. But at that point, you have to manage your feelings not to interfere with your job. Otherwise, you would need help, instead of helping others. When you travel to traumatic moments and pains of people, you need great empathy skills and you also need to learn, while you understand the pain, you must not undertake it. If, while you try to understand it, you lose your balance and undertake it on your shoulders, you cannot carry this burden and you fall down on your knees! When we complete our mission and start our journey to our home, we focus on trying to act rationally as much as possible and not thinking about the trauma we witnessed. All my life, my name has been mentioned with great missions. But even if you add the kilometres I covered to my successes, it will not be equal to even one life I rescued until now. Nothing is important more than human life. Self reliance and self respect are two of the greatest virtues of a human being can have, I think. Every peak I reach carries these two virtues with the adrenaline in my body to higher. Every success I have contributes to my self development. But in my travels, the important thing is not the peak. If you only focus on the peak, even when you reach there, you would be missing the target! Mountaineering itself is a process. I had a preparation period lasted years, for a two month journey before I climbed Everest and K2.
130
Seyahat etmeyi çok seviyorum. Yolculuk etmenin düşüncesini bile heyecan verici buluyorum. Yeni yerlere gitmek, yeni insanlarla tanışmak çok farklı bir duygu. Çocukluğumdan bu yana, bu konudaki fikrim hiç değişmedi hatta değişmek bir yana, tutku haline dönüştü... Üniversite yıllarımda doğa sporlarına yönelmemle beraber, seyahat ve doğa ekseninde geliştirebileceğim pek çok proje üretme imkanı buldum. Hem farklı kültürlere yolculuk ederek ruhumu ve zihnimi besleyebilecek, bunları gerçekleştirirken spor da yaparak bedenimi geliştirebilecektim. Yolculuk, beni geliştiren ve büyüten ciddi bir öğrenme sürecidir diye düşünüyorum. Doğal afetler ve kazalar nedeniyle AKUT çatısı altında çıktığımız insani yardım amaçlı yolculukları ise misyon olarak değerlendiriyorum. Bazen bir ulusa, bazen tek bir insana ulaşmak amaçlı çıkıyoruz yola. Ama bu noktada işe duygularınızı karıştırmamayı başarmak zorundasınız. Aksi halde yardım etmeye giderken, yardıma muhtaç hale gelirsiniz. İnsanların travmatik anlarına ve acılarına yolculuk ederken, gelişmiş bir empati yeteneğine ihtiyaç duyar, aynı zamanda da acıyı anlarken onu üstlenmemeyi öğrenirsiniz. Eğer acıyı anlamaya çalışırken dengeyi sağlayamayıp o duyguyu sahiplenirseniz, altından kalkamayacağınızın bir yükü sırtlanır, dizlerinizin üzerine çökersiniz! Üstlendiğimiz görevi tamamlayıp eve dönüş yoluna girdiğimizde de mümkün olduğunca rasyonel davranmaya ve şahit olduğumuz travmayı düşünmemeye odaklanırız. Hayatım boyunca hep büyük işlere imza attım. Ama katettiğim kilometreleri toplayıp gerçekleştirdiğim ilklere ve başarılara ekleseniz de bugüne kadar kurtarmış olduğum tek bir cana karşılık gelmez. İnsan hayatı karşısında hiçbir şeyin bir önemi olamaz... Özgüven ve özsaygı, bir insanın sahip olabileceği en büyük iki erdemdir diye düşünüyorum. Ulaştığım her zirve, bedenimdeki adrenalinle beraber bu iki erdemi de yükseğe taşıyor. Elde ettiğim her başarı, kişisel gelişimime katkıda bulunuyor. Ancak çıktığım yolculuklarda aslolan, zirvenin kendisi değildir. Sadece zirveye odaklanırsanız, ulaştığınızda bile onu ıskalamış sayılırsınız! Dağcılığın kendisi bir süreçtir. Everest ve K2’ye tırmanmadan önce, 2 ayı kapsayacak bir yolculuk için yıllar süren bir hazırlık aşaması yaşadım. İşin duygu-yoğun, coşku-yoğun kısmı sizi zirvede bekler ama koca bir yolculuğun sadece 15-20 dakikasını oluşturur.
The most intense emotion and joy part of this job waits for you at the peak but it only makes 15-20 minutes of a giant journey. Planning and preparation process is very important. It requires psychological and physical exercises. An intense research process about the project is a must. After that, traveling to different lands process comes, and that process consists of very special moments including discovering unknown places and getting to know new people which enrich your life and improves you. Following that mountain trip starts, main camp is reached. After that, camps are set, climbing preparations, body’s adaptation to higher altitude conditions, resting process and finally climbing to the peak follow each other. Peak may be reached or not, it depends on your conditions. Peak is not a goal, it’s a result. But, I have to confess that when I reach the Peak, I feel like my soul would leave my body! It’s not possible for me to describe my joy at that moment. After all of this, descent and going home stages follow. This journey is a very long process and I take great joy in every moment of it. Even when I am talking about it... In my opinion, the most pleasurable and contributing to my self development aspect of traveling is the different point of views it provides. All of us share the same point of view as a result of common values, culture and perspective within our country borders. On the other hand, the travels we make to far away lands, shows us there are other alternatives outside what we have been offered. You learn that the things you know as “universal truths” are all empty talk and they only mean something in the area you live. Your understanding of the world changes, enriches. Your questioning ability improves and you find the right way due to your accumulutations from your experiences. Now, I know that my travels are done in the name of staying on the right course I chose.
Planlama ve hazırlık aşaması çok önemlidir. Psikolojik ve fiziksel antrenmanlar gerektirir. Proje hakkında yoğun bir araştırma aşaması yaşanır. Ardından farklı coğrafyalara seyahat süreci yaşanır ki, bambaşka topraklarda yeni insanlarla tanışmayı, bilmediğiniz yerleri keşfetmeyi, yabancı kültürleri tanımayı içeren, sizi geliştiren ve yaşamınızı zenginleştiren çok özel anlardan oluşur. Ardından dağ yolculuğu aşaması gelir, ana kampa ulaşılır. Bunu; ara kampların kurulması, tırmanış hazırlıkları, vücudun yüksekliğin koşullarına adaptasyonu, dinlenme süreçleri ve sonunda zirve hamlesi takip eder. Zirveye ulaşılır veya ulaşılamaz, bu tamamen koşullarınızla alakalı bir sonuç. Zirve bir hedef değil, bir sonuçtur diyebiliriz. Ancak, itiraf etmeliyim; zirveye vardığımda, ruhum bedenimden fırlayacakmış gibi hissediyorum! O ondaki coşkumu tarif etmem mümkün değil. Tüm bunların ardından, iniş ve eve dönüş aşamaları gelir. Bu yolculuk çok uzun bir süreçtir ve ben bunun her anından tarifsiz bir keyif alıyorum. Hatta bundan bahsederken bile… Seyahat sürecinin en keyifli ve öz gelişimime katkısı olduğunu düşündüğüm yanı, sunduğu farklı bakış açıları. Hepimiz aynı ülkenin sınırları içinde, ortak değerlerin, kültürün ve anlayışın ürünü bakışa sahip kılınıyoruz. Oysa uzaklara yapılan seyahatler, sayısız açılımlar edinip, aslında sunulanın dışında da alternatiflerin varolduğunu gösteriyor size. Evrensel doğru adı altında öğretilenlerin ‘palavra’dan ibaret olduğunu, sadece sizin yaşadığınız bölge için bir anlam ifade ettiklerini algılıyorsunuz böylece. Dünyayı algılayışınız değişiyor, zenginleşiyor. Sorgulama kabiliyetiniz gelişiyor ve edindiklerinizden sentezlediklerinizle doğru yolu bulabiliyorsunuz. Anlıyorum ki çıktığım yolculuklar, seçtiğim doğru yolda kalmak adına…
131
Cybele Photography and Concept: Ahmet Ferah Model: Isabel @ Erberk Istanbul Styling: Kerem Kaşıgür Make Up: Magdalena Çopuroğlu
Necklace: Goldas Top: Özlem Süer Shoes: Converse
Doubt is her dragging anchor as she crosses and recrosses
Top: Özlem Süer
a celestial equator diving at the gut
Jewellery: Goldas Top: Özlem Süer
in her, the saint, the slut as she and all her kin were thought and so wont
Necklace: Goldas Top:GAS
they
wanted but the
and sun
were taut has other plans...
Jewellery: Goldas Top: Özlem Süer Trousers:Özlem Süer Shoes: Converse
erberk ılan
Jewellery: Goldas Top: Tommy Hilfiger
Photography: Ahmet Ferah Model: Diana @ Erberk Istanbul Styling: Sertaç Tosun Make Up: Magdalena Çopuroğlu
Top: Converse
Assortie
144
Top: ET C Ezra&Tuba Jewellery: Goldas
G N I T A R B LE
WE R T A WH
CE
146
Kybele shootings is another day, rangers from Side Municipality also join in the shoot together with Isabel…The band is on the road again, towards Olympos, they rest, get rid of their tiredness for two days… Next stop will be Marmaris, it’s a 6-7 hours trip, Diana is picked up from Dalaman Airport…A place for the shoot is being searched, a long way is travelled but no suitable place is found and group comes back under the sun, in the staggering heat, everybody is tired, time is running out on Vespas on the Marmaris Roads…Occasionally arguments break out, tension is in the air but within 15 minutes everything goes back to normal… Boncuk Beach is discovered…Photographer Ahmet waits for the sun, “we must wait, we must wait!”… 17 years old Diana strikes poses on the beach, by the sea, calm and collected.
Kybele çekimi bir başka gün, Side Belediyesi’nden atlı jandarmalar da çekime katılıyor Isabel’in yanında... Olympos’a doğru yola çıkılıyor, dinleniliyor, yorgunluklar atılıyor iki gün için... Marmaris’e gidilecek daha sonra, 6-7 saatlik yol, Dalaman Havaalanından Diana alınıyor... Çekimler için yer aranıyor, önce uzun bir yol gidiliyor ama güzel bir yer bulunamayıp geri dönülüyor güneşin altında sıcakta, herkes yorgun Vespa’ların üstünde zaman geçiyor Marmaris yollarında... tartışmalar yaşanıyor arada bir, bazen sinirler gergin ama 15 dakika içinde herkes yine eski halinde... Boncuk Beach bulunuyor...Fotoğrafçı Ahmet güneşi bekliyor, “beklemeliyiz, beklemeliyiz!”...Diana pozlar veriyor deniz kenarında kumsalda, sessiz ve sakin, 17 yaşında... 147
IT
IS
__
_ __
__
_ __
__
Y E N
R U O
A_
J
Photography: Necati Demircan
R WHAT
WE
G N I T A R B
E L E C
They experience Marmaris night life that night…Diana stays at hotel, tiredness of long day probably made her sleepy…Niche Band is ready for the fun, a beautiful night, full of dance and music…On their way back to hotel, they hear a music from one of the side streets, it must be “fasıl”, they say and go in…Rakı, appetizers and men sing at adjoining table…They experience a different night going through from Club music to Turkish Fasıl Music…
Marmaris’in gece hayatına giriliyor gece... Diana otelde kalıyor, günün yorgunluğu uykusunu getiriyor belkide...Niche Band eğlenceye hazır, güzel bir gece geçiriliyor, dans ve müzikle dolu... Otele doğru dönerlerken ara sokaklardan birinden bir müzik sesi geliyor, fasıl olmalı bu diyorlar ve giriyorlar içeri... Rakı, mezeler ve yan masada şarkı söyleyen adamlar... Club’tan fasıla değişik bir gece yaşıyorlar... 149
Photography: Ahmet Ferah Model: Diana @ Erberk Istanbul Styling: Sertaç Tosun Make Up: Magdalena Çopuroğlu
Top: ET C Ezra&Tuba Jewellery: Goldas
Top: ET C Ezra&Tuba Jewellery: Goldas
Top: ET C Ezra&Tuba Jewellery: Goldas
What Mattered Was The Journey... Not Where or When to Be...
What Mattered Was The Journey... Not Where or When to Be...
walk talk have fun dress like your friends
158
perm your hair. wear little gold jewelry with diamond chips in it. stop suddenly on the street go out on friday or saturday night.
I
S TI
_ __
__
_ __
__
_
Y E N
R U O
A_
_
J
159
hang around mid town. wear running shoes with jeans. travel in packs. buy anything that is stylish.
160
go to any restaurant maybe an italian or a sushi bar. take buses.
drive a motorbike.
IT
IS
_ __
_ __
__
_ __
__
Y E N
R U O
A
J
161
G N I T A R B LE
R WE T A H W
CE
162
Trip to Çeşme, for a Miller and fun filled 3 days...Isabel is ready at the Izmir Airport, The group arrives at Çeşme near 7 that evening…They settle in the hotel with Miller group; first Miller organization at night is Gary Pine concert in Shayna…The voice sounds familiar, who is this guy? Jamaican...Suddenly, “hold on” starts, the group thinks there is a break from the concert and dj is playing but Gary Pine is still on the stage and the group learns that he is Bob Sinclaire’s vocalist…Everybody is having fun with Millers in their hands, sings along… İsabel goes to Gary after the concert, she’s very excited…She’s flown with him from İstanbul to İzmir and she meets him, Niche Band offers him to do the shooting together…Gary is very relaxed at the shoot, everybody dances, Isabel is very happy, everybody gets into the night, tiredness forgotten…
Miller ve eğlence dolu 3 gün için Çeşme’ye yolculuk... İzmir Havaalanında Isabel hazır bekliyor, Çeşme’ye varılıyor akşam 7’ye doğru... Miller grubuyla otele yerleşiliyor, akşam ilk Miller eğlencesi, Shayna’da Gary Pine konseri...Ses tanıdık geliyor, kim bu adam?? Jamaica’lı... Birden “hold on” şarkısı çalmaya başlıyor, konsere ara verildi ve dj çalıyor şarkıyı zannediliyor ama Gary Pine hala sahnede ve öğreniliyor ki o Bob Sinclaire’in vokalisti... Eğleniyor herkes ellerinde Miller’ları, şarkıya eşlik ediyorlar... Konser sonrası Gary’nin yanına gidiliyor, Isabel çok heyecanlı... Uçakta onunla birlikte İstanbul’dan İzmir’e uçmuş ve bir anda onunla tanışıyor, ve çekimleri beraber yapmaları için bir teklif götürüyor Niche Band... Gary çok rahat, çekimlerde dans ediyor herkes, Isabel halinden memnun, herkes gecenin içine giriyor... yorgunluk unutuluyor...
163
Gary “Nesta” Pine has been the lead singer for the Wailers since 1988. This legendary band, led by Aston “Family Man” Barrett, performed and created many hits with Bob Marley during his lifetime. Alongside the Wailers, Gary has played a part in history helping to spread what is considered the most revolutionary, yet peaceful and ground- breaking music in modern history. Fans and critics alike are comfortable that Gary does not attempt to imitate Bob; rather, he brings a level of creativity and raw intensity to the stage that keeps each performance fresh – performing his original tunes “Light it Up”, “Dem Wouldn’t Live” and “ Be Wise”. Prior to performing with the Wailers, Gary was the lead singer for City Heat, one of Jamaica’s and New York City’s most popular bands. The hotel circuit in Jamaica was the training ground for the band’s young talent, grooming artists like Diana King. After emigrating to the U.S. in 1992, City Heat traveled the world touring with Super Cat, while playing an integral part in the development of New York City’s underground reggae scene. Gary quickly became known as a charismatic and crowd motivating artist. He is also loved for his unique voice, his magnetic personality, his attention-grabbing stage presence and his outstanding performances. Gary’s original releases include the political rocker “Fighting for the Right Thing” with Easy Star Records and “Dem Wouldn’t Live” with Wild Apache Records. Gary also performed “Money” on the widely acclaimed “Dub Side of the Moon”, Easy Star’s re-make of Pink Floyd’s “The Wall”. Most recently, Gary’s collaboration with French producer, Bob Sinclair on “Bob Sinclair In The House” allowed him to take a new journey into European dance music. The single “Love Generation” is currently receiving heavy radio play in Europe and has been called “an instant classic” and a “real feel-good tune”. This is just the beginning for Gary. He has been granted the extreme honor of taking the stage alongside Bob Marley’s Wailers while collaborating with some of the most talented musicians and producers in the industry. Until now, Gary has given his fans small windows into his creative potential. Now that he is tapping into untouched areas of his music, we will no doubt see more of Gary Nesta…… and he’s taking his fans along for the ride!
Gary “Nesta” Pine, 1988’den beri Wailers’ın vokalisti. Aston “Family Man” Barret tarafından yönetilen bu efsanevi grup, Bob Marley ile, şarkıcının hayatı boyunca bir çok hit şarkı yarattı ve söyledi. Wailers’ın yanı sıra, Gary, modern tarihte, en devrimsel ama buna rağmen barışçı ve sarsıcı olarak kabul edilen müziğin yayılmasında bir rol de oynadı. Hayranlar ve eleştirmenler, Gary’nin Bob’u taklit etmeye çalışmamasından dolayı çok rahatlar, bunun yerine, Gary, kendi orjinal şarkıları “Light it Up”, “Dem Wouldn’t Live” ve “Be Wise”ı çalarak, sahneye her performanslarını taze tutan bir yaratıcılık ve saf yoğunluk getiriyor Wailers’la çalışmaya başlamadan once, Gary, Jamaica ve New York şehrinin en popular gruplarından biri olan City Heat’in vokalistiydi. Jamaica’nın otel bölgesi grubun genç yetenekleri için bir nevi eğitim alanıydı, tıpkı yeni yeteneklerden Diana King gibi. 1992’de Amerika’ya göç ettikten sonra, City Heat, Super Cat ile birlikte dünya turnesine çıktı, bu sırada New York Şehri’nin yeraltı reggae sahnesinin gelişiminde çok önemli bir rol oynadı. Gary çabucak, karizmatik ve kalabalığı motive edebilen bir sanatçı olarak isim yaptı. Aynı zamanda eşsiz sesi, çekici kişiliği, dikkat çeken sahne varlığı ve muhteşem performansları için de seviliyordu. Gary’nin orjinal şarkıları Easy Star Plak Şirketiyle yaptığı politik şarkı “Fighting for The Right Thing” ve Wild Apache Plak Şirketiyle yaptığı “Dem Wouldn’t Live”i içerir. Gary aynı zamanda, Easy Star’ın Pink Floyd’un “The Wall’ının yeniden yapımı olan ve büyük beğeni kazanan “Dub Side of the Moon”unda, Money’i de seslendirdi. Son dönemlerde, Gary’nin, Fransız prodüktör Bob Sinclair ile “Bob Sinclair In The House”daki birlikteliği onun Avrupa dans müziğine yeni bir yolculuk yapmasına izin Verdi. “Love Generation” adındaki şarkı, şu anda Avrupa’da radyolarda sık sık çalınmakta ve “anında bir klasik” ve “gerçek bir kendini iyi hissetme şarkısı” olarak adlandırılmakta. Bu Gary için sadece başlangıç. Bob Marley’nin Wailers grubuyla aynı sahneye çıkma şerefini kazandı ve aynı zamanda müzik endüstrisindeki en yetenekli müzisyenler ve prodüktörler ile birlikte çalışma fırsatı buldu. Şu ana kadar, Gary hayranlarına yaratıcı potansiyelinin küçük bir kısmını sergiledi. Şimdi ise müziğiğinin dokunulmamış bölümlerine el atıyor ve hiç şüphe yok ki, Gary Nesta’yı daha fazla göreceğiz…üstelik hayranlarını da bu yolculukta yanına alacak!
GARY ‘NESTA’ PINE 164
G N I T A R B LE
WE R T A WH
CE
IN SHAYNA 165
Photography: Ahmet Ferah Model: Isabel @ Erberk Istanbul Make Up: Magdalena Çopuroğlu
Top: Tommy Hilfiger Jewellery: Goldas
GARY ‘NESTA’ PINE
166
G N I T A R B LE
R WE T A H W
CE
167
168
MAKE
IT
GRANADA
ÇESME
Second day; shootings will be done in Granada Beach Club, with Miller group’s dancer girls…Miller arranged a day organization, stands have been set up and they hand out coolness to people by sea side in that heat…Dancer Miller Girls are there as well, in Hagios Georgios Bay…Sea, sun, fun, music, Miller and great photos following each other... Place; Wind generators, symbols of the Alaçatı…3rd day…pure white…you can pick them out in the distance even before seeing the Alaçatı sign in the highway…quitely, they continue their rotation towards to space…Miller bus is ready…Dancer girls are styled with sheets and they join the shoots with Isabel…Great friendships are formed with Miller team, fun, dance and conversation continue non stop three days long and Millers are drunk in the summer heat of 40 degrees…Everybody is having a great time, memories are documented with the photographs presented to group which are put in Miller frames and taken by digital cameras of Miller Team… And Izmir…Isabel and Ahmet board the ship which was the first stop of the journey with Vespas….they will complete the shoots in the ship and get off in İstanbul…Other Niche Band members are a little bit tired after 30 days, next Miller party is in Antalya and they have 3-4 days free….With a sudden decision, they go to Marmaris right away…4 days later, they return, Miller party transferred to İstanbul from Antalya… Party is in Çubuklu, Bikini Beach…Model Tanja; is warm and chatty…Percussion group belongs to Miller…they make great music…dancer girls are very happy to see Niche Band, they dance together, shootings are completed…Sunset is magnificent at Bikini Beach…Fun continues until late hours, everybody is sad when they leave, they experienced great things together, fashion shoots, fun, Miller hours, conversations, friendships…Night ends at Bikini Beach, everybody dissappears into the dark of the night, in seperate ways…
EASY
İkinci gün; çekimler Miller grubunun dansçı kızları ile birlikte Granada Beach Club’ta...Miller bir gündüz organizasyonu hazırlamış, standlar kurulmuş, ve sıcakta deniz kenarında serinlik dağıtıyorlar insanlara...Dansçı Miller kızları da oradalar Aya Yorgi koyunda... deniz, güneş, eğlence, müzik, Miller ve harika fotoğraflar birbiri ardına... Yer; Alaçatı’nın simgesi rüzgar jenaratörleri...3. gün... bembeyaz... otobanda daha Alaçatı tabelasını görmeden onları seçiyorsunuz uzaktan... sessizce, tek başlarına dönüyorlar boşluğa doğru... Miller minibüsü orada hazır... Dansçı kızlara çarşaflarla styling yapılıyor ve Isabel’le birlikte çekime katılıyorlar... Miller ekibiyle çok iyi dostluklar kuruluyor, çekimlerde 3 gün boyunca eğleniliyor, muhabbet ediliyor, dans ediliyor ve Miller içiliyor 40 derece sıcakta... Herkes eğlenmekten memnun, Miller ekibinin dijital kamera ile çekip Miller çerçevelerine yerleştirdikleri ve hediye ettikleri fotoğraflarla anılar belgeleniyor... Ve İzmir... Isabel ve Ahmet vespalarla birlikte yolculuğun ilk durağı olan gemiye biniyorlar tekrardan... gemide çekimleri tamamlayıp inecekler İstanbul’da...Diğer Niche Band üyeleri 30 günün sonunda biraz da olsa yorgunlar, bir dahaki Miller partisi Antalya’da ve bunun için 3-4 günlük zamanları var... Hemen bir karar veriliyor, doğru Marmaris’e... 4 gün sonra, Miller partisi’nin Antalya’dan İstanbul’a alınması üzerine dönüyorlar uçakla... Parti Çubuklu’da Bikini Beach’te... Model Tanja; sıcakkanlı, konuşkan...Perküsyon grubu Miller’ın, harika müzik yapıyor, dansçı kızlar Niche Band’i görmekten mutlular, hepberaber dans ediliyor, çekimler yapılıyor... Günbatımı muazzam Bikini Beach’te... Eğlence sürüyor geç saatlere kadar, ayrılırken herkes üzgün, güzel şeyler yaşadılar beraber, çekimler, eğlenceler, Miller’lı saatler, muhabbetler, dostluklar... Bikini Beach’te gece sona eriyor, karışıyor herkes gecenin karanlığına ayrı yollardan...
169
OR
NG F I K O O L
E L P PEO
Fernando Sobron – project director (England)
Fernando Sobron – proje yönetmeni (İngiltere)
“I left London on a motorbike to travel around the world and podcast (syndicate video episodes through the Internet) when possible, episodes about the people and places I met. There are several aspects to my journey, a human and a technological side. I carry with me a video and photo camera and a laptop where I capture, edit and publish the video Podcasts. i carry out the entire production production process, from camera work to editing. It is no small feat. The process of putting together a video of for, five to ten
Londra’dan dünyayı motorsiklet üzerinde dolaşmak ve fırsat buldukça, karşılaştığım insanlar ve gittiğim yerler hakkında hazırladığım bölümleri internet üzerinden yayınlamak (podcast) için ayrıldım.
minutes is a laborious and time consuming one. The videos are captured and edited while stopped at the places I visit. This brings other logistic problems like accommodation, electricity supply and more than anything time. To that add the physical toll the long rides take on you and you’ll have a picture of the difficulties I encounter to produce the podcasts. Nevertheless, despite the difficulties to achieve any coherent video pieces, given the circumstances, the people I met, the help, support and friendship they give so readily and generously more than compensates for any trouble found. It’s the people I met, those who have offered help, and those at home supporting me, making possible this journey the ones that give a sense of purpose to the journey. They make it something different to a motorcycle adventure. Traveling alone on a motorbike has revealed much more than roads and places. It has revealed a map of people: those who met you help you generously on your way, those who only want from you a smile, a thank you and may be an e-mail or a postcard from a distant place. My map no longer shows roads and cities, now shows very dear friends. Of all sorts and of all ages, people very dear to me, whom I briefly met, happy, proud of joining my adventure giving 170 me support when tired, down or in trouble.”
Yolculuğumun bir çok yönü,, bir insancıl ve bir de teknolojik tarafı var. Video yayınlarımı kameraya alarak, kurgulayıp, yayınladığım bir laptop, bir fotoğraf makinesi ve bir video taşıyorum. Kamera işinden, kurgulamaya kadar tüm prodüksiyon sürecini ben gerçekleştiriyorum. Az buz iş değil.
Beş – 10 dakikalık bir videoyu bir araya getirmek oldukça fazla iş gerektiren ve zaman harcatan bir süreç. Videolar, ben ziyaret ettiğim yerlerde dururken çekiliyor ve editleniyor. Bu da kalacak yer, elektrik ve herşeyden çok zaman gibi lojistik problemlere yol açıyor. Buna bir de uzun yolun fiziksel yorgunluğunu ekleyin ve o zaman gözünüzde bu podcastlerin yapımında karşılaştığım güçlükleri canlandırabilirsiniz. Yine de, anlamlı video parçaları oluşturmaya çalışırken karşılaştığım güçlüklere rağmen, karşılaştığım insanlar, cömertçe ve hiç düşünmeden gösterdikleri destek, arkadaşlık ve yardım, yaşanılan her sorunu telafi ediyor. Bana yardım etmeyi öneren karşılaştığım insanlar ve evde bana destek verenler, bu yolculuğu mümkün kılanlar, bu maceraya bir amaç kazandırıyorlar. Bunu sadece bir motorsiklet macerasından farklı kılıyorlar. Bir motorsiklet üzerinde yalnız seyahat etmek, yollar ve yerlerden çok daha fazlasını ifade eder hale geldi. Bir insan haritası ortaya çıkardı: Size yolunuzda cömertçe yardım sunanlar, sizden sadece bir gülümseme, bir teşekkür ve belki de uzak bir köşeden bir e-mail ya da bir kartpostal isteyenler.
I left London on my own but now I have a feeling of traveling in the company of those who share their time with me. For each person you met that gives you trouble there are thousands ready to give you friendship and support. The humble Podcast I produce are about them and my only regret is that they do not really make them justice, to their generosity and camaraderie. www.nomadpodcast.com NEVER LET A DAGO BY! The First Epic Interactive Video-Podcast Travelogue Fascinated with the possibilities of the world’s newest wonder – ‘Cinema’ - film pioneer Dziga Vertov took to the world with his movie camera. Indefatigably cranking his kinoaparatom from cars’ roofs and motorcycles, he captured ‘life’s unawares’ and chronicled the marvels of a fast changing world. In 1929, ‘Spinning top’ (Dziga Vertov in Russian) produced the movie-manifesto and film milestone ‘The Man with a Movie Camera’ to expose the power of cinema for recording, narrating and serving society. I want to revive Vertov’s spirit and take to the world with the world’s newest wonder: Podcast.
Like Vertov, we are in the midst of a revolution; a communications and media revolution. Podcasting, along with Blogging and other new media practices, is revolutionising media distribution and production. This is the era of The Citizen Journalist, Bedroom Radio stations and TV screens the size of ravioli. I should know because I’ve just written what is probably the world-first final year dissertation about Podcasting for my Film and Media BA. Who is this revolution affecting? Is it just us and our shiny iPods, or is it reaching remote parts of the world? I’m off, on my bike to find out, armed with a computer and video camera to podcast my findings from around the world - just like Dziga would have done! I want to travel this networked, ever- shrinking planet, meet in person those that are now or soon will be at the other end of the digital stream and tell you all about them. But more importantly, I want you to come along. Visit the website, watch the podcast and above all, participate. Be more than a spectator, help decide what we visit, who to talk and which direction we take! Very soon (once all the web stuff is working, the bike’s ready and all the paperwork is stamped!), you will be invited to see and hear all about The Man with a Video Podcast.
Benim haritam artık yollar ve şehirleri değil, sevgili arkadaşlarımı gösteriyor. Her türden ve her yaştan, benim için çok değerli olan, kısaca karşılaştığım, mutlu, benim macerama katılmaktan gururlu, yorgun, moralim bozuk ya da başım dertte olduğu zaman bana destek veren insanlar. Londra’dan ayrıldığımda tek başımaydım, ama şimdi zamanlarını benimle paylaşan kişilerin varlığı bana eşlik ederken seyahat ediyormuş gibi hissediyorum. Size sorun yaratan her kişinin karşılığında, size arkadaşlık ve destek sunmaya hazır olan binlerce insan var. Ürettiğim mütevazi podcast onlar hakkında ve tek üzüntüm onlara, cömertliklerine ve dostluklarına yeterince hakkını verememesi, www.nomadpodcast.com BİR DAGO’NUN GEÇİP GİTMESİNE ASLA İZİN VERMEYİN İlk Epik İnteraktif Video-Podcast Seyahat Kataloğu Dünyanın yeni harikası “Sinema”nın yarattığı olasılıklarla büyülenen, filmin öncüsü Dziga Vertov, kamerasıyla dünyayı gezdi. Arabaların ve motosikletlerin tepesinden kinoaparotom’unu yorulmadan çevirerek, “hayatın gafil avlanmışlıklarını” yakaladı ve hızla değişen bir dünyanın harikalarını kayda geçirdi.
1929’da “Dönen Kafa” (Rusçada Dziga Vertov), topluma hizmet etmek, hikaye anlatmak ve kaydetmek açısından sinemanın gücünü göstermek adına, bir sinema manifestosu ve sinema kilometre taşı olan “The Man with a Movie Camera”yı çekti. Vertov’un ruhunu canlandırmak ve dünyayı, dünyanın en yeni harikasıyla çekmek istiyorum: Podcast Tıpkı Vertov gibi, biz de bir devrimin ortasındayız: bir iletişim ve medya devriminin. Podcasting, tıpkı Blogging ve diğer yeni medya uygulamaları gibi medya dağıtımı ve prodüksiyonunu tamamen değiştiriyor. Bu, Vatandaş Gazeteci, Yatakodası Radyo İstasyonları, ve ravioli boyutundaki TV ekranlarının dönemi. Bunu biliyorum, çünkü Film ve Medya lisans eğitimim için bitirme tezimi – belki de dünya da ilk -Podcasting üzerine yeni yazdım. Bu devrim kimi etkiliyor? Yalnızca biz ve pırıl pırıl iPodlarımızı mı ya da dünyanın uzak köşelerine de erişiyor mu? Bir bilgisayar ve bir video kamerayla dünyanın etrafında keşfettiklerimi podcast etmek için motosikletimin üzerinde yola çıkıyorum – tıpkı Dziga’nın yapacağı gibi.
171
What’s this podcasting malarkey all about then - who listens, who watches and what’s on them? Podcasts are computer audio and video files which you can watch and listen on your computer and on mobile media devices such as iPods, mp3 players, some mobile phones, handheld computers and an increasing range of other portable devices. Did you know? There are more than TWO BILLION mobile phone subscribers in the world and I’ve only just started counting internet users! Soon you are going to be very familiar with podcasts. Podcasts are like TV or Radio programmes but distributed through the internet. You can download them one by one or subscribe to them, in which case each new episode will be automatically sent to your computer. Watch them there or on your handheld device. You choose what to watch, when and where to watch it. How much does it cost? My podcast is FREE. FREE whether you subscribe or download individual episodes. To watch the program you PAY NOTHING. It’s like the telly used to be, you turn it on and there it is, only that it comes through your computer. So is the website. There’s nothing that annoys me more than those websites that tell you about great things and once you are there they ask you to pay for watching. You can subscribe through my website. It is called subscription but you don’t have to register your name or e-mail address. You just tell a program like iTunes or Juice where the podcast is and it will retrieve it for you (these programs are free as well!). Also, you can see the last episode on the website along with photos and comments from fellow internet ‘pillion passengers’. Who is paying for it? Me. (For the time being!). If you show interest, I’m sure that sponsors will follow. I’m sure once the first episode is up, you’ll be telling your friends (or better, showing them on your iPod). En-route I will auction souvenirs and will accept donations. But, remember your attention is my most valuable asset. For that, I’m well prepared. It is going to be a great adventure, a beautiful travelogue and an unprecedented shared internet experience! What’s on? The program is a mix between documentary, travelogue and television show. I will travel around the world on a motorcycle, visiting places and talking to people on the way. Where it differs with documentaries on TV, is that you can decide what to visit or which way to go. Oh! And there is always the website that will host photos, and features too. I have a planned route and some fixed stops in places of interest or on locations of outstanding beauty. I will post information about what’s there and links to travel guides and tourist information. You decide what we see! You can log on to the website and use the form there to vote for the location’s which attract your interest. I will make a video feature of the most voted for attraction on your behalf. Games! Every week I will auction a souvenir bought en-route and post it to the highest bidder from the country I’m passing at the time. A picture of the item will be shown on the website. If you win the auction I will put your name next to your souvenir’s picture on the SHOUT page. (‘Sponsors Honoured with the Ownership of Useless Trinkets’). With the proceeds, plus donations, maybe some sponsorship and other planned games and auctions, I’m sure we will be able to make it around the world together!
Bu birbirine bağlı, gittikçe küçülen gezegeni gezmek, şu anda ya da çok yakında digital akışın öbür ucunda olacak kişileri tanımak ve onlara sizden bahsetmek istiyorum. Ama daha da önemlisi, sizin de benimle gelmenizi istiyorum. Web sitesini ziyaret edin, podcast’i izleyin ve herşeyden önemlisi, katılımcı olun. Bir gözlemciden daha fazlası olun, nereyi ziyaret edeceğimize, kiminle konuşulacağına ve hangi yöne gideceğimize karar vermemizde yardımcı olun. Kısa sure sonra (web sitesi çalışıp, motor hazır olup ve kağıt işleri biter bitmez!) Video Podcast’li Adam’ı (The Man with a Video Podcast) izlemek ve hakkındaki herşeyi duymak için davet edileceksiniz. Peki nedir bu podcasting işi – kim dinliyor, kim izliyor, ve ne gösteriyor? Podcast’ler, bilgisayarınızda ve iPodlar, mp3 playerlar ve bazı cep telefonları, el bilgisayarları ve sayısı gittikçe artan diğer taşınabilir aygıtlarda seyredip dinleyebileceğiniz ve seyredebileceğiniz, ses ve video dosyaları Bunu biliyor muydunuz? Dünyada İKİ MİLYARDAN fazla cep telefonu kullanıcısı var ve internet kullanıcılarını saymaya yeni başladım! Yakında podcast çok tanıdık gelmeye başlayacak. Podcast’ler TV ya da Radyo programı gibiler ama internet üzerinden yayınlanıyorlar. Onları birer birer indirebilir ya da abone olabilirsiniz, bu durumda her yeni bölüm otomatik olarak bilgisayarınıza yollanacaktır. Onları orada ya da el aygıtınızda seyredebilirsiniz. Neyi, ne zaman ve nerde seyredeceğinize siz karar veriyorsunuz. Ne kadara mal oluyor? Podcast’im BEDAVA. Abone olsanız da, ayrı ayrı bölümleri indirseniz de BEDAVA. Programı seyretmek için HİÇ BİR ŞEY ÖDEMİYORSUNUZ. Tıpkı bir zamanlar televizyonun olduğu gibi, açıyorsunuz ve işte orada, yalnızca bilgisayarınızdan geliyor. Beni harika şeylerden bahseden ve bir kere siteye uğradığınızda, izlemeniz için para isteyen o web sitelerinden daha fazla rahatsız eden bir şey yok Web sitem aracılığı ile kayıt olabilirsiniz. Adına kayıt olmak deniyor ama isminizi ya da e-mail adresinizi kaydetmek zorunda değilsiniz. Sadece iTunes ya da Juice gibi bir programa podcast’in nerde olduğunu söylüyorsunuz ve o da sizin için onu getiriyor (Bu programlar da bedava!). Aynı zamanda, diğer internet yolcularından yorumlar ve fotoğraflarla birlikte son bölümü de web sitesinden seyredebilirsiniz. Parasını Kim ödüyor? Ben. (Şimdilik!). Eğer ilgi gösterirseniz, eminim sponsorlar görünecektir. İlk bölüm yayınlanır yayınlanmaz, arkadaşlarınıza bundan bahsedeceğinizden (ya da daha iyisi onlara iPod’unuzda izlettireceğinizden) eminim. Yolda, hatıra eşyaları için açık arttırmalar düzenleyecek ve bağışları kabul edeceğim. Ama unutmayın, sizin ilginiz benim için en değerli şey. Bunun için, hazırlıklıyım. Harika bir macera, güzel bir yolculuk kataloğu ve benzeri görülmemiş bir ortak internet deneyimi olacak! Programda ne var? Program, belgesel, seyahat kataloğu ve televizyon şovu karışımı bir şey olacak. Motosiklet üzerinde dünyayı gezecek, çeşitli yerleri ziyaret edecek ve yol üzerinde insanlarla konuşacağım. TV’deki belgesellerden farkı, sizing hangi yöne gidileceği ya da neresinin ziyaret edileceğine karar verebilecek olmanız. Ha! Tabii bir de resimleri ve diğer etkinlikleri sunacak web sitemiz var. Planlanmış bir rotam ve ilgi çekici yerlerde ya da sıradışı güzellikteki lokasyonlarda önceden belirlenmiş duraklarım var. Oralarda neler olduğu hakkında bilgi ve seyahat rehberleri ve turist bilgileri için linkler göndereceğim.
Where are we going? All over the world! Only, we are going to do it in three legs (so I can rest my rear for a while). On the first one we leave Europe, tour Asia and then return home. I will be leaving from London, crossing over to France, Belgium, Germany, Poland, the Ukraine, the Russian Federation, Kazakhstan, Uzbekistan, Tajikistan, Kyrgyzstan, Mongolia, China, Nepal, India, Pakistan, Iran, Turkey and through Southern Europe before returning home. That’s the plan. I hope I get all the visas! How long is the journey going to take? To be precise, I don’t actually know. It should take something between four to six months to Asia and back. After that my team and I will start preparations to go to America, from side to side and top to bottom! That is of course, unless you decide that we should take some other route! Africa will come last. But, let’s concentrate on the task at hand for now! How are we getting there? On a BMW F 650 GS Dakar. A torquey, tough-as-nails Dakar with a 650cc thumping single at heart. The easiest, comfiest and dependable ride on the worst of terrains and conditions. We are in talks with BMW, Arai, Wunderlich, Touratech, Rukka to kit myself and the bike properly for the challenging journey ahead. The Dakar is not a common bike. It is one of the most dependable ways to get to the end of the world and back. It has to pull its own weight, mine, my luggage, camping gear, video kit and computing equipment. Thankfully, it has a 12V electric socket to recharge camcorder and computer batteries so you will not go without your regular podcast update because of electrical socket incompatibilities. It also supplies power for an electric heated vest, (very handy when traversing the Himalayas!). If you want to know more about it and other BMW motorcycles, click on the BMW logo. I will keep web pages dedicated to the motorcycle, accessories, kit including clothing, helmet, boots, outdoor gear for camping and so on. More on this soon, because it will all depends on who is the nicest to us! Here are some of the people we are talking to and some of our sponsors. Maybe you host a website and want to put a link to the podcast or maybe you happen to be the editor of the New York Times and want to cover it as news or follow our progress. All are welcome, the more the merrier! Please get in touch. Here are the contact details and addresses. project director: Fernando Sobron Tel: 01580213588, Mobile: + uk(0)7798803307 e-mail: gzump@hotmail.co.uk
Ne göreceğinize siz karar verin. Web sitesine bağlanabilir ve oradaki formu, sizin ilginizi çeken yeri oylamak için kullanabilirsiniz. Sizin adınıza en çok oy almış yer için bir video hazırlayacağım. Oyunlar! Her hafta yolda satın alınmış bir yol hatırasını açık arttırmaya sunacağım ve o sırada geçtiğim ülkeden en yüksek teklif sahibine postalayacağım. Eşyanın bir resmi, web sitesinde gösterilecek. Eğer açık arttırmayı kazanırsanız, isminizi, kazandığınız eşyanın resminin yanına “SESLENME” (SHOUT) sayfasına (İşe yaramaz ıvır zıvırların sahipliğiyle onurlandırılmış sponsorlar – Sponsors Honoured with the Ownership of Useless Trinkets) koyacağım. Bunlarla, artı bağışlar ve belki sponsorluklarla ve diğer planlanmış oyunlar ve açık arttırmalarla, eminim birlikte dünyayı dolaşabileceğiz! Nereye gidiyoruz? Dünyanın her yerine! Ama bunu üç etapta yapacağız (Böylece ben de popomu biraz dinlendirebileceğim). İlk etapta Avrupa’dan çıkıyor, Asya’yı turluyor ve eve dönüyoruz. Londra’dan çıkarak, eve dönmeden once Fransa, Belçika, Almanya, Polonya, Ukrayna, Rusya Federasyonu, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgizistan, Moğolistan, Çin, Nepal, Hindistan, Pakistan, İran, Türkiye ve Güney Avrupa’ya uğrayacağım. Plan bu. Umarım tüm vizeleri alırım! Yolculuk ne kadar sürecek? Kesin olmak gerekirse, bilmiyorum. Asya’ya gidip dönmek, dört ila altı ay arasında bir sure almalı. Bundan sonra, ekibim ve ben, Amerika’ya gidip enine boyuna gezmek için hazırlıklara başlayacağız. Tabii eğer siz bizim başka bir rotaya gitmemize karar vermezseniz. Afrika’yı en sona bıraktık. Ama, şu anda önümüzdeki göreve konsantre olalım. Oraya nasıl gidiyoruz? Bir BMW F 650 GS Dakar ile. 650 cc motoruyla çivi gibi sağlam bir Dakar. En kötü araziler ve koşullarda en kolay, en rahat ve en güvenilir araç. BMW, Arai, Wunderlich, Touratech ve Rukka ile, önümdeki zorlu yolculukta düzenli araç kullanabilmem ve kendimi donatmam için görüşmeler yapıyoruz. Dakar sıradan bir motor değil. Dünyanın öbür ucuna gidip dönmek için en güvenilir yollardan biri. Kendi ağırlığını, benimkini, bavulumu, kamp eşyalarımı, video donanımımı ve bilgisayar ekipmanımı taşımak zorunda. Neyse ki, kamera kayıt cihazını ve bilgisayar baterilerini şarj edebilecek 12 Voltluk bir elektrik soketi var o yüzden elektrik soket uyumsuzlukları yüzünden düzenli podcast güncellemelerinden mahrum kalmayacaksınız. Aynı zamanda elektrikli bir yelek için de güç sağlıyor. (Himalayaları ziyaret ederken çok kullanışlı!). Eğer o ve diğer BMW motosikletleri hakkında daha çok bilgi almak istiyorsanız, BMW logosuna tıklayın. Web sayfalarını, motosiklet, aksesuarlar, giysi, kask, çizmeler, kamp için açık hava ekipmanı ve benzeri şeylerden oluşan donanım hakkında donatacağım. Bunun hakkında yakında daha fazla bilgi gelecek, çünkü herşey bize kimin daha iyi davranacağına bağlı! İşte bazı konuştuğumuz kişiler ve bazı sponsorlarımız. Belki bir web siteniz var ve oraya podcastin linkini koymak istiyorsunuz ya da belki New York Times’ın editörüsünüz ve bunu haber yapmak ya da ilerlememizi izlemek istiyorsunuz. Hepinizi bekliyoruz, ne kadar çok kişi, o kadar iyi! Lütfen bizimle kontağa geçin. İşte kontak bilgilerimiz ve adreslerimiz Proje yönetmeni: Fernando Sobron Tel: 01580213588, Cep: + İngiltere (0)7798803307 e-mail: gzump@hotmail.co.uk
WHAT MATTERED WAS THE JOURNEY... NOT WHERE OR WHEN TO BE...
Your Brand
Needs
to go to Niche Mexico City Project+
Niche Creative info@niche-lab.com
EAS IT HILLSIDE
TRIO
MAKE
Photography: Ahmet Ferah Model: Isabel @ Erberk Istanbul Make Up: Magdalena Çopuroğlu
Top: ET C Ezra&Tuba Jewellery: Goldas
Top: Özlem Süer Jewellery: Goldas
MAKE HILLSIDE TRIO
IT
EASY
When I cannot look at your face I look at your feet. Your feet of arched bone, your hard little feet. I know that they support you, and that your sweet weight rises upon them.
Your waist and your breasts, the doubled purple of your nipples, the sockets of your eyes that have just flown away, your wide fruit mouth, your red tresses, my little tower.
But I love your feet only because they walked upon the earth and upon the wind and upon the waters, until they found me. Pablo Neruda
EAS IT BIKINI
BEACH
MAKE
Photography: Ahmet Ferah Model: Isabel @ Erberk Istanbul Make Up: Magdalena Çopuroğlu
Top: Morgan Jewellery: Goldas
Bikini: Zeki Triko Jewellery: Goldas
184
185
186
187
There Is No End to “GOING” Gitmenin Sonu Yok Mithat Bereket
Röportaj ve Düzenleyen: Deniz ErYüksel
I never dreamed that someday I would watch “Him” who I followed days and days, who I pushed the boundaries of “obsession” concept in order to get an appointment from him, by calling at most inappropriate hours again and again, from a distance with a secret curiousity, sitting in an Ortaköy Cafe accross the street, sipping his coffee calmly. As I left the street separating us behind me, and moving forward to his table, I felt a pleasure of knowing this man who’s every minute is worth gold was waiting for me. When my journey from accross the street to his table ended, he looked up to me, and didn’t lose that “mischievous” smile all along the interview also reflecting in his eyes which greeted me with a “finally...!” expression. He talks about his childhood years in Ankara which he was a bully and put all neighbourhood on the shake. That clever, hiperactive, troublemaker, chatterbox, “willing to learn” and “won’t leave you alone until he gets his answers” child’s education journey, continues in the land which sun won’t set down, Britain, in Lancaster University, with doctorate studies on Fundamentalism, even if he’s approaching middle age and became an icon in news community. Bereket who started his educational journey in Ankara University Politic Sciences Faculty, International Relationships Department which was a very difficult stage in his education life and completed it in Stanford University, stands in front of me “huge and strong” thanks to his basketball days at National Team. I would like drown him in my questions which haunted my dreams for many nights! I would like to travel around brain of this brave war correspondent, would like to see most secluded corners of his traveler sprit. I ask him about the instinct which provokes him to hit the roads and to take the most dangerous curves around these roads; he answers: “News, of course. I live with news. News is the life’s meaning for me! And curiosity...I am a correspondent. A correspondent delivers the news. He/she see things, and comes back to tell to inform the people about what he/she has seen. Curiousity is the thing which puts me on the road, which takes me to far away places. I always acted on my curiosity since I was a little child.” Then, I understand, He enjoys living with this untamed part of his nature.
188
Günlerce peşinden koştuğum, defalarca olur olmaz saatlerde arayarak kendisinden randevu alabilmek uğruna ‘obsesyon’ kavramının sınırlarını zorladığım O’nu, birgün Ortaköy’de, caddenin hemen karşısındaki bir cafe’de sakince kahvesini yudumlarken; uzaktan, gizli bir merakla ve gözetlercesine izleyeceğimi hayal etmemiştim. Aramızdaki caddeyi ardımda bırakıp, oturduğu masaya doğru ağır ağır ilerlerken, her saniyesi altın değerinde olan bu adamın beni bekliyor olduğunu bilmenin keyfini hissettim... Caddenin karşısından, O’nun masasına olan ‘yolculuğum’ sona erdiğinde, başını kaldırıp bana doğru baktı ve ‘nihayet…!’ ifadesiyle beni karşılayan gözlerine eşlik eden o ‘muzur’ gülümsemesini, söyleşimiz boyunca kaybetmedi. Ankara’da mahalleliyi haraca kestiği çocukluk yıllarından bir solukta bahsediveriyor. O hiperaktif karakterli, haylaz, çenesi düşük, öğrenmeye meraklı ve sorularına cevap alana kadar ‘yakanızdan düşmeyen’ zeki çocuğun öğrenim hayatındaki ‘yolculuğu’, orta yaşa merdiven dayadığı ve haber dünyasının ikonlarından biri haline geldiği günümüzde bile, ‘üzerinde güneş batmayan kıta’ Britanya’da bulunan Lancester Üniversitesi’nde Fundamentalizm üzerine yaptığı doktora çalışmasıyla hala devam ediyor. Öğrenim hayatındaki zorlu istasyonlardan olan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki yolculuğunu Stanford Üniversitesi’nde tamamlamış olan Bereket, Milli Takım’da basketbol oynadığı yılların geliştirdiği cüssesi ile ‘dağ’ gibi duruyor karşımda! Gecelerdir uykularımdan çalan sorularıma boğmak istiyorum O’nu! Bu gözüpek savaş muhabirinin beyninin kıvrımlarında gezinmek, gezgin ruhunun en kuytu dehlizlerine yolculuk yapmak... O’nu yollara iten ve en tehlikeli virajları almaya kışkırtan güdüyü soruyorum; ‘haber’ elbette diyor. ‘Haberle yatıp kalkıyorum. Hayattan anladığım haberdir benim! Ve merak...Muhabirim ben. Haber veren insandır muhabir. Gidip görüp, geri dönüp gördüğünü anlatan,insanları bilgilendiren...Merak duygusu beni uzaklara sürükleyen, yolculuğa güdümleyen şey. Çocukluğumdan bu yana merak duygumla hareket ettim.’ derken anlıyorum ki O, doğasının bu ehlileşmemiş yönüyle yaşamaktan zevk alıyor. ‘Peki ya merakınızı giderdikten sonra?’ diye üsteliyorum; haberin izini sürerken yaşadıklarının, ruhunda bıraktığı izlere dokunmaya çalışıyorum.
I push with “And what happens after your curiosity is satisfied?”; I try to touch the trails which his experiences left on his soul while he’s on a news hunt. He points out the positive effects of this by saying “the satisfaction of being able to talk about whatever I pursuit and being able to see reflections of these” “But” he adds and takes a deep breath; “there is a difficult part of this, and it’s adapting to ever changing circumstances, both physically and spritually. As soon as closing a file belongs to a news journey, just as trying to digest to effects of the events, being drifted to another event broke out suddenly in totally different conditions. While living with jihadists in Afghanistan, eating only poultice, without a drop of water on your skin, your smell becoming unbearable, involving in armed conflicts in a battle front under heavy winter conditions, in order to get warm, sleeping in other people’s dirty blankets in the trenches we dig; suddenly, 3 days later, I might find myself in Washington, lying on the spotless sheets of a 5 start hotel or interviewing Mitterrand in Ellyses Palace in Paris. There have been times that when Benazir Butto was the Prime Ministers of Pakistan, I interviewed her in the morning, and I ended up in the middle of an armed conflict in Palestine, Ramallah in the same afternoon and interviewed Simon Perez in the evening. I love this life which extreme and speed is routine. This style became a daily routine with my program “Manşet”. He forms up sentences with his trademark enthusiastic and excited style. He accepts my amateruish “How do you reach those presidents who hide in their glass palaces or ivory towers” question with a smile. “Experience. I started this job carrying videotapes in 1986. Therefore, I move forward with all these accumulated knowledge of my occupation of approximately 20 years. When you manage to reach the right people around the president in right time with the right words, they give you that chance. For example: let’s say you would like to meet with Kaddafi; if you go to Libya with an interview request about the embargo 15 days before the embargo applied to Libya, you’ll manage to get the appointment which you cannot in normal conditions. Because he needs to tell. Leaders would love to use you, but it’s up to you to give them permissions for this. If you study your subject and ask the right questions, you cannot be used. And when they talk to you once, they relax and lets you communicate more easily.” He looks at my eyes as if to see if I’m aware that he’s divulging his trade secrets to me. He’s obviously happy with what he sees in my eyes.
‘Peşinden gittiğim ne varsa, onlara dair gördüklerimi anlatabiliyor olmanın keyfi ve bunların yansımasını görebilmenin tatmini’ diyerek, bunun kendisinde yarattığı pozitif titreşimlere işaret ediyor. ‘Ama…’ diyerek parantez açıyor ve derin bir soluk alıyor; bir de zorlayan kısmı var ki,o da bedensel ve ruhsal olarak hızla değişen koşullara anında ayak uydurabilmeye ayarlı yaşamak. Bir habere dair yolculuğu tamamlayıp daha dosyayı kapatır kapatmaz, olayların etkilerini henüz tam olarak sindirememişken, akabinde patlak veren bir olayın peşinden bambaşka şartların hüküm sürdüğü başka bir yolculuğa sürüklenmek…Afganistan’da 1 ay boyunca mücahitlerle sadece lapa yiyerek,teninize bir damla su değmeden,kendi kokunuza tahammül edemeyerek dağlarda sıcak çatışmaların ortasında yaşıyorken; veya ağır kış koşullarının hakim olduğu bir cephede, gece uyumak için kazdığımız hendeklerde soğuktan korunabilmek için başka insanların teninden yağlanmış battaniyelere sarınabiliyorken; 3 gün sonra, kendimi bambaşka bir haberin peşinde Washington’da 5 yıldızlı bir otelin tertemiz kokan çarşafları arasında ya da Paris’te Ellyses Sarayı’nda Mitterand ile röportaj yaparken bulabiliyorum. Bir günün sabah saatlerinde, Pakistan’da başbakan olduğu yıllarda Benazir Butto ile röportaj yapıp, aynı günün öğleden sonraki diliminde Filistin Ramallah’ta sıcak çatışmanın ortasında kalıp, akşam saatlerinde Şimon Perez ile görüştüğüm de oldu. Extremin ve hızın rutin olduğu bu hayatı seviyorum. Hal-i hazırda yapmaya devam ettiğim ‘Manşet’ programı ile gündelik bir rutin haline geldi üstelik bu tarz.’ diye devam ederken, o kendine has coşkulu ve heyecanlı stiliyle kuruyor cümleleri ardı ardına. O sırça saraylarda ya da fildişi kulelerde gizlenen devlet başkanlarının ulaşılmazlıklarını aşıp, onları nasıl ulaşılabilir kılıyorsunuz?’şeklindeki amatörce düşünülmüş sorumu gülümseyerek karşılıyor. ‘Tecrübe… 1986 yılında kaset taşıyarak başladım ben bu işe. Dolayısıyla, yaklaşık 20 yıldır temposunu artırarak sürdürdüğüm mesleğimin biriktirdikleriyle ilerliyorum. Devlet başkanının etrafında bulunan doğru insana, doğru zamanda, doğru argümanlarla ulaştığınızda size o şansı veriyorlar. Mesela; Kaddafi ile görüşmek istediğinizde, Libya’ya uygulanacak ambargodan 15 gün önce ambargo hakkında röportaj yapma talebiyle giderseniz, normal koşullarda alamayacağınız randevuyu almayı başarırsınız. Çünkü ihtiyacı vardır anlatmaya! Liderler sizi kullanmak isterler ama buna izin vermemek elinizdedir. Konunuza hakim ve dersinize iyi çalışmış şekilde gidip doğru sorularla karşılarına çıkarsınız, kendinizi kullandırmazsınız. Zaten sizi bir kez tanıdıktan sonra rahatlıyor ve daha kolay iletişim kurmanıza olanak tanıyorlar.’ dedikten sonra; meslek sırlarını paylaşıyor olduğunun farkında olup olmadığımı soruyor gözleriyle. 189
190
O.k. Then, I continue asking while I am getting closer to him: “How do you manage to survive when you end up in a middle of a bloodbath? Are the experiences you gained in your journeys to mentalities of the actors in these events, which keeps you alive?” He’s very modest as if what’s he’s doing is very ordinary, when he answers me:”If you ask wrong question in a wrong time, in a wrong place to wrong people, you play with your life! If you don’t want this to happen, you have to master your file. In time you learn to read the mood swings of people and you learn the secrets of how to approach them. Sometimes you don’t even need to ask questions, they start to talk. Especially there are some leaders who you only need to hand the microphone. If you ask me, interviewing the leaders is like a some kind of chess game. What you want to learn from them and what they want to tell you might be two very different things. At this point, you have to determine the best approach and make your move accordingly. For example, late Arafat was a very chatty person”. Suddenly a shadow appears on his face. “But his mood changed very often. In the middle of the interview, he would start to cry and scream suddenly, he would get up, kiss the Palestine flag on the wall and would sit down again. Kaddafi’s reactions can also be very extreme. He might get up in the middle of the interview and kicking cameras and dragging microphones, he might leave the room. Assasinated Israeli Prime Minister Isac Rabin didn’t like to talk. He was the kind of leader who answered the questions slowly and with one word answers.You have to be careful when you question these kind of people. Instead of the answer you expect, you might get answer about what he wants to talk about or you might get silent treatment. You have to direct provoking questions. If you would like to have genuine answers, it is important to have a good relations with them. Sometimes I encounter with approaches like “I have older sons than you” when they learn my age but during the interview I witness they raise their guards. Sometimes I have to interview very guarded people. In order to make the person in front of me talk, depending on his character or moods, I use sometimes an emotional aspect, sometimes I am being provocative, sometimes I change the format of a question many times.
Gözlerimde gördüğü yanıttan memnun. O halde, devam ediyorum O’na daha da yaklaşarak sormaya :’Kan gölünün ortasına düştüğünüzde, hayatta kalmayı nasıl başarıyorsunuz? Olayların aktörlerinin psikolojilerine yaptığınız yolculuklarda edindikleriniz midir sizi hayatta tutan?’ Çok sıradan bir şeyi başarıyormuşcasına mütevazı beni yanıtlarken..’Yanlış soruları, yanlış zamanda, yanlış yerlerde, yanlış kişilere sorarsanız; hayatınızla oynarsınız! Bunun olmaması için, dosyanıza kesinlikle hakim olmalısınız. Zamanla insanların ruh hallerini okumayı öğreniyor ve onlara nasıl yaklaşmanız gerektiğinin sırrına varıyorsunuz. Bazen soru sormanıza bile gerek kalmıyor,kendileri başlıyorlar konuşmaya, anlatmaya… Özellikle bazı ülke liderleri var ki, mikrofonu uzatmanız yeterli oluyor. Liderlerle söyleşi yapmak, bir satranç oyununa benziyor bana sorarsanız. Sizin kendisinden öğrenmek istediklerinizle, onun anlatmak istediği çok farklı iki şey olabiliyor. Bu noktada en doğru yaklaşımı belirleyip buna göre hamle yapmanız şart. Örneğin, rahmetli Arafat çok konuşkan bir insandı.’ Bir anda gölge düşüyor yüzüne…’ Ama ruh halleri çok çabuk değişirdi. Söyleşinin ortasında aniden ağlamaya bağırmaya başlar, ayağa kalkar, duvardaki Filistin bayrağını öper, sonra yerine otururdu. Kaddafi’nin tepkileri de çok uçlarda olabiliyor. Röportajın ortasında ayağa kalkıp,kameraları devirip mikrofonları sürükleyerek odayı terk edebiliyor. Son olarak bunu Amerikalı gazetecilere yapmıştı. Öldürülen İsrail Başbakanı Isac Rabin ise konuşmazdı! Sorulara ağır ve tek kelimeden oluşan yanıtlarla karşılık veren bir liderdi. Bu tip insanlara soru sorarken dikkat etmeniz gerekiyor. Beklediğiniz cevap yerine, kendilerinin bahsetmek istediği konuya dair cümlelerle veya sorunuza hiçbir yanıt alamayarak sessiz bir tavırla karşılaşabilirsiniz. Karşınızdakine, onu kışkırtacak sorular yöneltmelisiniz. Samimi cevaplar alabilmeniz konusunda, onlarla kurduğunuz ilişkinin de rolü önemli. Bazen yaşımı öğrendikten sonra ‘Benim senden büyük oğlum var’ diye başlayan sıcak yaklaşımlarla karşılanıp öyle kabul görüyor ama röportaj sırasında gardlarını yükselttiklerine şahit oluyorum. Bazen de gardını asla düşürmeyen insanlarla daha zorlu söyleşiler yapıyorum. Karşımdaki insanı konuşturabilmek için karakterine ve ruh haline bağlı olarak; bazen duygusal, bazen kışkırtarak, bazen sorunun şeklini defalarca değiştirerek yaklaşıyorum.’
While he talks about the leaders who set the course for world history as if they are family members with his modest style, my next question comes right away: “Is your secret hidden in the the right approach which acquired shape in the wake of an advanced observation and body language reading talent?” I realize he likes my question. “I discovered that body language is very important not only in this job, but in whole areas of life. After a while, your mind, puts itself on autopilot when it comes to observing the reactions of people from their body language and continuously starts to ask questions about the movements of the person in front of you. At this point you act with the clues gathered from the body language. Being able to interpret the body language correctly, acts like an agent in your journey to moods of people, and enables you to decide on right persons and right questions, therefore enables you to stay alive!”. And I continue, feeling the satisfaction of receiving the answer I expected. I question him about what he understands of “Far away” concept. Didn’t he deliver the news to us from anywhere except the Poles? For this man who chooses to turn “far away” to “near” and who chooses to stay a “traveler” always, there is no concept such as “far away”. He signed an agreement with Russians, arranging the required sponsors and is ready to travel to MIR Space Station but because of traveling in a 2 meter square capsule creates a serious risk, he seems to shelve this project “for now”.
O, dünya tarihine yön veren liderlerden değil de aile fertlerinden bahsediyormuş gibi rahat alçakgönüllü üslubuyla konuşuyorken, hemen başka bir soru soruveriyorum. ‘Gelişmiş bir gözlem ve beden dili okuma yeteneğinin ışığında şekillenen doğru yaklaşımlarda mıdır sırrınız?’ Sorumu beğendiğini gözlemliyorum. ’Body language’in sadece bu meslekte değil, hayatın bütününde ne kadar önem arzettiğini keşfettim. Bir süre sonra zihniniz, insanların tepkilerini vücutlarından takip etmek konusunda otomatiğe bağlıyor kendini ve karşınızdaki insanın, sürekli hangi hareketi ne sebeple yaptığını sorar hale geliyor. Gözler aslında gayet rahat yalan söyleyebiliyor. Bu noktada beden dilinin verdiği ipuçlarıyla hareket ediyorsunuz. Beden dillerini doğru okuyabilmek, insanların ruh hallerine yolculuk yapmanıza aracı olarak, doğru kişilere ve sorulara karar vermenizi, dolayısıyla hayatta kalmanızı sağlıyor!’ diyor. Ben de beklediğim yanıtı almanın memnuniyetiyle devam ediyorum. ‘Uzak’tan ne anladığını sorgulamaya başlıyorum. Öyle ya, Kutuplar haricinde dünyanın her köşesinden bizleri ‘haber’dar kılmadı mı O! Uzakları yakın etmeyi seçen ve hep ‘yolcu’ kalmayı seçen bu adam için uzak diye bir kavram yok! Ruslar ile gerekli sponsorları ayarlayarak bir anlaşma yapan Mithat Bereket, MIR Uzay İstasyonu’na gitmek üzere hazırlıklara başlıyor ancak 2 metrekarelik standarta sahip uzay kapsülüyle seyahat etmesi, ciddi bir hayati risk yarattığından,
As I relax and get rid of my nervousness of the first few minutes, I ask another question: “While you witness the reality of war scenes which we only see in Hollywood movies, while you struggle right in the middle of these wars to involve us in your witnessing....While angel of death is wondering around your back, while you follow the trail of the bomb dropped just behind you, what is that feeling feeds that daring move?” His answer is satisfactory again “Survival instinct! There is a news there and I have to get it quickly and get out of there...It’s the responsibility of staying alive I have against the life of my cameraman Hakan Hacıoğlu who I’ve been working with 8 years and also my life... It’s because I act with this responsibility, we never feel fear under the tear bombs, bullets or similar situations! We developed a telephatic communication between us, as a result of working together so long, we can understand each other with one look and we can move faster this way. But, of course, I am not Superman, I am a flesh and blood human. The trauma caused by what I experienced, what I witnessed reveals itself when I pray for my loved ones at night. There are times when I hit the walls and swear, crying and damning the violence and wars. Reactions cannot show themselves at that “moment”, comes out from my subconscious when I sleep. A while ago, during a plane trip when I was returning from New York, I woke up from my sleep by the hostess. When I opened my eyes, she asked me with a worried expression in her eyes “Are you o.k. Mr. Mithat?”. Then I learnt that I punched the passenger beside me when I was sleeping. One can say that I show my reactions to events and my experiences by fighting against them in the battlefront of my subconscious.” Suddenly I feel worried for him. I ask with curiousity “How long you can take this war of nerves caused by following the wars in politic arenas and battlefronts?” “There are two Mithats in my soul; one of them has a traveler’s sprit and known with his journalist identity, he’s a correspondent who’s in love with his job and is ready to hit the road right away with his fully organized travel bag in a corner....The other one is a warm hearted Antakya citizen who values his family and roots very much. Sure, I’d love to settle down, compromising my nomadic side but I’d like to do that without denying my traveling sprit which feeds with knowing different cultures, people, tastes, smells in different lands...We train successfull students in Pusula Academy which we established in Kadir Has University and we give them a chance to join our Pusula team.” I understand that when he decides to withrdaw from the “battlefront”, he would like to leave the stage to soldiers who are as brave as him. “Especially, after starting “Manşet” I started to make more daily plans, I started to take more time between my travels, I started to keep the time I spent outside of Turkey shorter. But for me there is no end to going somewhere”. I get caught up in the magic of his last sentence. I fall silent as I feel another word would destroy this magic and I decide the time “to go” has come. While he walks away, I watch his “going against all odds” steps with my eyes, knowing whichever unknown land he will be tomorrow, he will dive right into the middle of life...
Ağlayarak savaşlara ve vahşete lanet okuduğum, haykırarak küfürler savurduğum, duvarları yumrukladığım geceler oluyor. ‘An’ sırasında veremediğim tepkiler, bilinçaltımda gizlendikleri yerden, ben uyurken çıkıyorlar. Bir süre önce, New York’tan dönerken yaptığım bir uçak yolculuğu sırasında daldığım uykudan, hostes tarafından uyandırıldım. Gözlerimi açtığımda ‘Mithat Bey, iyi misiniz?’ diye endişeli gözlerle bakarak sordu. Öğrendim ki, uyku sırasında yanımda oturmakta olan yolcuya yumruk atmışım! Yaşananlara ve olaylara tepkimi, bilinçaltımdaki cephede onlara karşı savaşarak veriyorum denebilir. O’nun adına endişeleniyorum birden ’Siyasi arenalarda ve cephelerde yaşanan savaşları takip etmenin getirdiği bu ‘sinir harbi’ne daha ne kadar dayanabileceksiniz?’ diye soruveriyorum merakla... ‘Ruhumda barındırdığım iki Mithat var; birtanesi gezgin ruhlu ve maceraperest gazeteci kimliğiyle bilinen ve her türlü hayati donanıma sahip seyahat çantası bir köşede her an yola çıkmak üzere hazır bekleyen, mesleğine aşık bir muhabir…Diğeri ise, köklerine ve aile değerlerine bağlı, sıcakkanlı bir Antakyalı. Göçebe yönümden ödün vererek daha yerleşik bir hayata geçmeyi istiyorum elbette ama farklı toprakların barındırdığı kültürleri, insanları,tatları, kokuları tanıyarak beslenen gezgin ruhumu da inkar etmeden…Kadir Has Üniversitesi bünyesinde kurduğumuz Pusula Akademisi’nde başarılı öğrencilere eğitim vererek Pusula ekibimize katılmalarına olanak tanıyoruz’ Anlıyorum ki, ‘cephe’den çekilmeye karar verdiğinde , kendisi kadar yürekli haber neferlerine bırakmak istiyor meydanları. ‘Özellikle ‘Manşet’i hazırlamaya başladıktan sonra planlarımı daha günlük sınırlarda yapmaya, yolculuklarımın arasındaki zamanları daha uzun, Türkiye dışında geçirdiğim süreleri daha kısa tutmaya başladım. Ama benim için ‘gitmenin sonu yok!’. Kurduğu son cümlenin sihrine kapılıyorum. Üzerine söylenecek başkaca bir sözün, bu tılsımı bozacağı endişesiyle susuyorum ve saatin ‘gitme’ vaktini gösterdiğine karar veriyorum. O uzaklaşırken gözlerimle ‘herşeye rağmen giden’ adımlarını takip ediyorum, yarın hangi meçhul topraklarda olursa olsun, hayatın tam ortasına dalacağını bilerek….
191
I always Went... Did you ever go? Was there a time that you trusted your life on the roads? Do you know what is to dive into a new map which events put in front of you? Or to witness the history while it’s being written? Was your life based on seeing new places, meeting new people? Do you know what it means to be always a passenger? Did you ever receive nicknames like “Saint Çelebi”, “Nomadic” or “Indiana Jones?” Did you become a person who knew the life in airports, train stations or bus stations? Did you ever think of lines on the highways were the doors opening to brand new worlds? And did you ever go through that doors and experience the joy and excitement of discovering new places, new lives, new voices, new faces, or even new loves? To go constantly...To coups, elections, ceremonies, deaths, weddings or wars. In short, right into the Middle of life... Do you know how does it feel to live a constant homesickness feeling but to make every new place you go “your new home” ? What do you think? Would you like to live the rest of your life this way? sleep and food....Wherever you find them... Sometimes living on a top of a mountain without a drop of water on your skin. To feel you stink...In order not to freeze to dig a hole in the earth and to sleep there... To use an oily, filthy blanket...Sometimes to wake up to the smell of the fresh toast by room service in the luxurious hotel which you are staying. Breakfast trays with fresh blooms...The smell of spotless, white hotel sheets which reminds you of your mother, your family... What do you think, did you ever experience these? Did you ever mischievously smile or felt pleasure when your body released adrenaline in the wake of excitement and mystery of going into unknown? Do you know how complicated is turning far to near, near to far for other people? However...everything....every possible thing... How amazing is leaving traffic troubles, difficult loves, job problems, love pains, routine of daily life behind... How much it relaxes you... War and love; love and hate; sadness and joy.. Even if they are described in different words in different languages, it makes you feel safe when you know all of them mean the same everywhere... But, did you ever have difficulties to settle down because of the same life style. Did you ever dream of shrink your lover and put him/her in your pocket and carry him/her everywhere you go? And because of these roads, do you shiver, when you realize that how much you compromise of your love, family, private life? Did you ever feel that the unknown in these roads also drag your life to an unknown, to an indefiniteness? That you don’t know what will you see in your next stop? That you don’t know where will you be tomorrow? And how exciting and how beautiful all of this? And do you know how alien that mad rush in your city, the daily troubles of the people feels when you return home from these difficult travels, wars, destructions? Do you know what is “Vietnam Syndrome”? How beautiful is to go, against all odds... Can you claim that you can say “I know what is there beyond the horizon”? And because of these journeys, did your job become a hobby and your hobby become a job? Do you know what it is to live in a world sunsets or dawns never end? Did you ever manage to fit a 48 hours experience in 24 hours of your life?
What? Your answer is no? Then, what are you waiting for? We are expecting you. C’mon, hurry! Faster! Because life is too short! Live! Hold on to life by clinging it with your fingernails...Live! Live by feeling that after every travel there is a return, end every return is to face with yourselves....
In other words....always going.... Mithat Bereket.... (1/2/2005)
192
Ben Hep Gittim.... Siz hiç hep gittiniz mi? Hayatınızı yollara emanet ettiğiniz oldu mu hiç? Olayların, haberlerin önünüze serdiği yeni bir haritaya balıklama dalmak ne demektir bilir misiniz? Ya tarih yazılırken tanıklık etmek? Hayatınız yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak üzerine kuruldu mu? Her zaman, ama her zaman yolcu olmak ne demektir bilir misiniz? Size hiç “Evliya Çelebi”, “Gezgin” ya da “Indiana Jones” lakapları takıldı mı? Havalimanı, tren istasyonları veya otobüs garlarındakihayatı ezbere bilir hale geldiniz mi? Otobanlardaki kesik çizgilerin yepyeni dünyalara açılan kapılar oldugunu düşündünüz mü hiç? Ve o kapılardan girip yepyeni yerler, yepyeni hayatlar, yepyeni sesler, yepyeni yüzler; hatta yepyeni aşklar keşfetmeninkeyfini, heyecanını yaşadınız mı? Sürekli gitmek... Darbelere, seçimlere, törenlere, ölümlere, düğünlere ya da savaşlara... Kısacası, hayatın tam ortasına gitmek... Sürekli bir “gurbet” duygusuyla yaşamak ama her gittiğiniz yeni mekanı “eviniz” yapmak ne demektir hiç bilir misiniz? Ne dersiniz? Hayatınızın geri kalan kısmını böyle yaşamak ister miydiniz? Uyku ve yemek... Nerede bulursanız orada... Bazen dağ başında, 20 gün teninize bir damla su değmeden yaşamak... Koktuğunuzu hissetmek.. Soğuktan donmamak için bulunduğunuz yerde, toprağa çukur kazıp içine yatmak. Pislikten yağlanmış bir battaniyeye sarınıp uyumak.. Bazen de kaldığınız lüks oteldeki oda servisinin getirdiği kızarmış ekmek kokusuyla uyanmak.. Taze goncalı kahvaltı tepsileri.... Tertemiz, bembeyaz otel çarşaflarının annenizi, ailenizi hatırlatan o mis gibi kokusu... Ne dersiniz, hiç yaşadınız mı bunları? Bir bilinmeze doğru gitmenin gizemi ve heyecanıyla vücudunuz adrenalin salgıladığında, bunu hissedip zevk aldığınız, hatta hınzırca gülümsediğiniz oldu mu hiç? Uzakları yakın, yakınları uzak yapmak insanın nasıl kafasını karıştırır bilir misiniz? Oysa her şeyi... Ama, her şeyi.. Trafik sıkıntısını, tampon tampona aşkları, iş derdini, aşk acısını, günlük hayatın üzerinize bindirdiği monotonluğu geride bırakıp gitmek nasıl güzeldir.. İnsanı nasıl da rahatlatır... Savaş ve aşk; sevgi ve nefret; üzüntü ve sevinç... Farklı dillerde, farklı kelimelerle tarif edilse de aslında hepsinin her yerde ayni anlama geldiğini farketmek ne kadar güven verir insana... Ama, yine aynı hayat biçimi yüzünden bir yere yerleşmekte güçlük çektiğiniz oldu mu hiç? Sevgilinizi küçültüp cebinize koyarak, gittiğiniz her yere götürmeyi düşlediniz mi? Ve bu yollar yüzünden aşkınızdan, ailenizden, özel hayatınızdan neler verdiğinizi farkedince nasıl ürperir insan bilir misiniz? Aslında bu yolların içindeki bilinmezliğin, hayatınızı da bir belirsizliğe, bilinmezliğe sürüklediğini... Bir sonraki molada neyle karşılasacağınızı bilemediğinizi... Yarın nerede olup ne yapacağınızı kestiremediğinizi... Ama bütün bunların aslında ne kadar heyecan verici, ne kadar güzel olduğunu hiç hissettiniz mi? Peki ya, zorlu yolculuklardan, savaşlardan yıkılmadan döndüğünüzde, şehrinizdeki insanların günlük dertlerinin; o garip koşuşturmanın size ne kadar yabancı geldiğini farkettiniz mi? “Vietnam Sendromu” nedir bilir misiniz? Her şeye rağmen gitmek ne kadar güzeldir... Ufuk çizgisinin ötesindeki yerleri “artık biliyorum” diyebilecek hale geldiniz mi? Ve bu yolculuklar yüzünden işiniz hobiniz, hobiniz işiniz oldu mu? Gün batımlarının ya da şafak vakitlerinin hiç bitmediği bir dünyada yaşamak ne demektir bilir misiniz? Siz hiç 24 saatte, 48 saatlik bir yaşanmışlık sığdırabildiniz mi hayatınızda...
Ne, hayır mı? O zaman ne duruyorsunuz? Sizi aramıza bekliyoruz... Hadi ama çabuk olun! Acele edin! Çünkü hayat çok kısa! Yaşayın! Tırnaklarınızı hayata geçirip sıkı sıkı tutunun ona... Yaşayın! Hem de her gidişten sonra bir dönüş olduğunu ve her dönüşün aslında kendinizle yüzleşmek olduğunu hissederek..
Yani... Yani, hep giderek...
Mithat Bereket.... (1/2/2005) 193
RUN Photography: Ahmet Ferah Model: Isabel @ Erberk Istanbul
AWAY Jacket: Tommy Hilfiger Skirt: Tommy Hilfiger Shoes: Converse
RUN
196
AWAY
Jacket: ET C Ezra&Tuba
198
RUN AWAY
RUN
AWAY
C
M
Y
CM
MY
CY CMY
K
Nil Anıl
The Story of Adam & Eve have never been this provocative, this seductive...You’ll probably think that falling to earth from heaven is not such a bad idea after you have seen Adam&Eve… Adam&Eve offers you the heaven on earth under the concept of world’s sexiest hotel…Hotel is getting ready for its opening at the end of August in Antalya. It’s been planned that the hotel will transfer the Antalya tourism to…. after “Adam & Eve”…. The architect of the Kayı Group owned hotel is Eren Talu; you will feel the difference of his style in every centimetresquare of the hotel…The service quality of the hotel is unquestionable which created by “a starless hotel which will be given stars by the guests” concept….Otel which will take its place as one of the most talk about places in Turkey and also the world has been built in a 93.000 metersquare area in a pine forrest in Belek. There are 500 rooms in the hotel... 6 of the rooms are handicapped rooms, 27 are suits, and there will be 25 villas which have their own gardens and pools and which will make you feel at home.Standard rooms are 64 metersquares; there are bathtubes with colour-voice and light therapies and 106 inch screen plasma TVs, CD and DVD players in the rooms in order not to deprive the guests of anything…1000 metersquare Royal Suit is ready to welcome famous stars. There will be 4 world renowned restaurant, a 730 metersquare conference hall and a 120 metersquare business center in the hotel…There are 7 pools in the facitily and two of them are olympic size pools. The most sophisticated 4000 metersquare SPA center of the world which provides foot message from Bali girls, Russian sauna, approximately 30 therapy rooms and beauty cures is amongst the services of hotel. 1980 metersquare ball room awaits for your celebrations and your private parties as well..Hotel also will please its selected guests with its proximity to 7 professional golf area in Belek… 428 metersquare closed multi purposed sports center which can be used as amphitheatre, tennis court, basketball, voleyball, handball and mini football field and 850 metersquare kids club are designed to meet every requirements of the guests. Hotel also provides a hotel staff for every guest for 24 hours. We had a little chat with Sedef Baran, Marketing and Public Relations Director of Adam&Eve Hotel which claims to be the sexiest hotel of the world and which is planning to be opened at the end of August. 202
a room in paradise for every adam and eve a heaven on earth you’d never leave... Adem ve Havva hikayesi hiç bu kadar kışkırtıcı, baştan çıkarıcı olmamıştı... Belkide cennetten dünyaya düşmek hiç de kötü bir fikir değil diye düşüneceksiniz Adam&Eve’i gördükten sonra.. Adam&Eve dünyanın en seksi oteli konsepti altında dünyadaki cenneti sizlere sunuyor... Antalya’da Ağustos ayı sonunda açılmaya hazırlanan otelin, Antalya turizmini ‘Adam&Eve’den sonra’ ‘ya taşıması planlanıyor... Kayı Grubuna ait otelin mimarı Eren Talu; onun tarzının farklılığını otelin her santimetrekaresinde hissediceksiniz... ‘Yıldızsız otel’ kavramıyla ortaya çıkan ve herkesin deneyimledikten sonra kendi yıldızını vermesi konsepti üstüne düşünülen otelde hizmet kalitesi tartışılmaz...Türkiye’nin hatta dünyanın birkaç iddialı oteli arasında yer alacak otel Belek’te çam ormanları arasında 93.000 metrekarelik bir alanda kurulmuş. Otelde; 500 adet oda bulunmakta... 500 odanın, 6 adedi engelli odası, 27’si suit, ayrıca müstakil bahçeli ve havuzlu, kendinizi evinizde gibi hissedeceğiniz 25 adet villa bulunacak. Standart odaların büyüklüğü 64 metrekare; odalarda renk-ses ve ışık terapisi olan küvetler ve 106 ekran plazmalar,CD ve DVD oynatıcılar misafirleri hiçbirşeyden mahrum etmemek adına düşünülmüş...1000 metrekare alana sahip kral dairesi dünyaca ünlü yıldızları ağırlamaya hazır. Otelde dünyaca ünlü 4 restaurant, 730 metrekarelik konferans salonu ve 120 metrekarelik business center olacak... Tesiste 2’si olimpik olmak üzere 7 havuz yer alıyor. Balili kızların ayak masajı, Rus saunası, 30’a yakın terapi odası ve güzellik kürlerinin yer aldığı 4000 metrekarelik alana yayılan dünyanın en sofistike SPA merkezi de otelin hizmetleri arasında. Ayrıca 1980 metrekarelik balo salonu da kutlamalarınız ve özel davetleriniz için sizleri beklemekte... Belek’teki 7 profesyonel gol sahasına yakınlığı ile de seçkin misafirlerini memnun etmekten geri kalmıyor... Amfitiyatro, tenis kortu, basketbol, voleybol, hentbol ve mini futbol sahası olarak kullanılabilen toplam 428 metrekarelik kapalı, çok kullanımlı spor alanı ve 850 metrekarelik kids club misafirlerin tüm ihtiyaçlarını en ideal şekilde karşılayabilmek adına özel olarak tasarlanmış. Otelin diğer bir hizmeti ise; her misafire 24 saat boyunca ulaşabileceği bir otel görevlisinin olması... Dünyanın en seksi oteli olma iddiasında olan Adam&Eve’in Pazarlama ve Halkla İlişkiler Müdürü Sedef Baran ile kısa bir söyleşi yaptık.
INTERVIEW WİTH SEDEF BARAN Could you briefly tell us about yourself? I am a graduate of Austrian High School and Bosphorus University Management Department. I’ve been working in various positions in tourism sector since my high school days. First, I worked in sales – marketing area predominantly. In order, I worked as a Sales Marketing Director in Ramada Hotel Istanbul, Louis Vuitton Turkey Director, General Manager in Klassis Golf Club and Commmunication Director in The Ritz Carlton Istanbul. Now, I work as a Marketing and Public Relations Director for Adam & Eve Hotels for approximately seven months. Could you give us detail information about Adam&Eve which you’ve been assigned as Marketing and Public Relations Director? Adam&Eve is located in the most beautiful touristic place of Antalya; Belek. It’s holiday and life center which has been built on 100.000 meter square area, which has 1000 beds and a 293 meters coast to mediterranean sea. Standart rooms are 64 meter squares and each one of them has a 16 square meters balcony. In every room, there is a 106 cm plasma TV, a double bath tube designed for colour, voice and light therapy, a special lighting system with colour therapy which can be controlled by a remote control, vapour shower in the baths, 2 double beds and a living room suite which can be seperated in order to be used for different functions. Also, there are suit rooms which sizes vary between 128 meter squares to 1000 meter squares and villas which are 640 meter squares. In suites, there are additional bars, dinner room furnitures for partying and a double sauna. All of the villas are single storey and they have a customized garden, private pool, living rooms, saunas and bars. Hotel has a 10.000 square meter Lounge placed just in the middle according to architectural plan. There are bars, a la carte restaurants, specially designed living room furnitures and an audio and lighting system designed for months to create excitement. World’s most famous and important taste and pleasure brands come together in Adam & Eve. For example, Kobe House, which is one the Amsterdam’s most important Japanese Restaurants, will take its place here with its Sushi and tepan-yaki service. There is also a very developed wellness and spa center located on a 4500 meter square area. The most improved therapy options of the 21th century are offered to guests. Turkish bath, saunas, solarium, stone, colour, audio, balneo, oxygen, cellulite, ultrasound, aroma therapies, classic, thai, ayurveda, klang messages, vapour showers and also a pool which is 64 meters long are at guests’ services. A beauty center service is provided as well with skin care, manicure, pedicure units. 10 spa houses which are a first for Turkey, are designed as healthy life center which can be rented for one hour or 24 hours, have a private Turkish bath, sauna, private garden and pool, and provides all kind of message, therapy and care services. All food and beverage services are provided for these houses as well. For our guests who will stay at standard rooms, there are a pool, a bar which any kind of food and beverage served, a beach club with a special DJ performance, for suit and villa guests, there are customized bars, pools and also a private beach club. There are seven pools which one of them designed for activities and another one is open until 04:00 A.M. The biggest one is two times bigger than an olympic pool and 104 meters long. Night pool is one the most important things which distinguish Adam & Eve from other hotels.
SEDEF BARAN İLE RÖPORTAJ Kısaca kendinizden bahseder misiniz? Avusturya Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Yöneticilik Bölümü mezunuyum. Lise yıllarından beri turizm sektöründe çeşitli görevlerde bulundum. Özellikle ağırlıklı olarak satış-pazarlama alanında çalıştım. Sırasıyla Ramada Hotel İstanbul’da Satış Pazarlama Direktörlüğü, Louis Vuitton Türkiye Müdürlüğü, Klassis Golf Kulübü Genel Müdürlüğü ve The Ritz Carlton İstanbul İletişim Direktörlüğü görevlerinde bulundum. Yaklaşık 7 aydan bu yana, Adam&Eve Hotels Pazarlama ve Halkla İlişkiler Direktörü olarak çalışıyorum. Pazarlama ve Halkla İlişkiler Direktörlüğünü yaptığınız Adam&Eve hakkında ayrıntılı bilgi verir misiniz? Adam&Eve, Antalya’nın en güzel turizm beldesi olan Belek’te yer alıyor. 100.000 m2 alan üzerine, Akdeniz’e 293 metre sahili olan, toplam 1.000 yataklı bir yaşam ve tatil merkezi. Standart odaları 64 m2 ve her biri 16 m2 balkona sahip. Her odada 106 cm. plazma TV, odanın içinde renk, ses ve ışık terapisi için tasarlanmış iki kişilik bir küvet, tek kumandayla kontrol edilebilen özel renk terapili ışıklandırma sistemi, banyolarında buhar duşu, 2 adet 2 kişilik yatak ve farklı fonksiyonlar için kullanıma hazır parçalara ayrılabilen bir oturma grubu bulunuyor. Ayrıca, 128 m2’den 1.000 m2’ye kadar suit odaları ve 640 m2’ye kadar villaları mevcut. Suitlerde artı olarak, parti verebilmek üzere tasarlanmış barlar, yemek oturma grupları ve her birinde iki kişilik birer sauna var. Her biri tek katlı olan villaların tamamen kişiye özel tasarlanmış birer bahçesi, kendine ait özel havuzu, oturma odaları, saunaları ve barları var. Otelin mimari olarak tam ortasına yerleştirilmiş 10.000 m2 bir Lounge’ı bulunuyor. Lounge’ın içinde barlar, a la carte restaurantlar, özel olarak tasarlanmış oturma grupları ve sadece heyecan vermek için aylarca tasarlanmış bir ses ve ışık sistemi bulunuyor. Adam&Eve’de dünyanın önemli lezzet ve keyif markaları biraraya geliyor. Örneğin, Amsterdam’ın en önemli Japon restaurantlarından biri Kobe House, Sushi ve tepan-yaki servisi ile burada yer alacak. Adam&Eve’de, 4.500 m2’de konumlandırılmış ve çok gelişmiş bir wellness ve spa merkezi bulunuyor. Merkezde, 21.yüzyılın en gelişmiş terapi seçenekleri misafirlere sunuluyor. Türk hamamı, saunalar, solarium, taş, renk, ses, balneo, oksijen, selülit, ultrasound, aroma terapileri, klasik, thai, ayurveda, klang masajları ile buhar duşları ve 64 metre uzunluğunda bir kapalı havuz bulunuyor. Cilt bakımı, manikür ve pedikür üniteleri ile de aynı anda bir güzellik merkezi hizmeti sunuluyor. Türkiye’de ilk kez tasarlanmış 10 adet spa evi ise ister 1 saat ister 24 saat kiralanabilen, içinde özel birer hamam, sauna, özel bahçe ve havuz bulunan, tüm masaj, terapi ve bakım hizmetlerinin yanı sıra tüm yiyecek-içecek servislerinin de odada alınabildiği bir sağlık yaşam merkezi olarak tasarlandı. Standart odalarda konaklayacak misafirlerimiz için hemen önünde havuzu, her tür yiyecek ve içecek menüsünün servis edildiği barı, özel DJ performansı ile müziği bulunan bir beach club, suit ve villa misafirleri için tasarlanmış kendisine ait, barı ve havuzu bulunan bir de private beach club bulunuyor. Biri aktiviteler için tasarlanmış ve diğeri gece 04:00’e kadar açık toplam 7 havuz bulunuyor. Havuzların içinde en büyük olanı olimpik bir havuzun 2 katından daha fazla ve 104 metre uzunluğa sahip. Gece havuzu Adam&Eve’i diğer otellerden ayıran en önemli özelliklerden biri.
Many extraordinary activities are offered to our guests at Adam&Eve. For example, amateur piloting, tandem jumping, parasailing, climbing, model planes, model boats, trekking, cycling, horse riding, go cart, zeplin, balloon, flight simulation and offroad. Adam & Eve, besides being a many sided life center, has also a big and versatile Convention Center which will meet the requirement of seminer and congress gruoups. The lobby alone is 900 meter squares and it is equipped with most developed audio and visual systems. Convention Center has 14 meeting rooms which total area is 4500 meter squares and the biggest meeting room is 1980 meter squares. Why is the hotel’s name Adam&Eve? Adam & Eve is a life center. It’s a hotel which place great importance on human relations, which brings service quality forward in order to provide best service to its guests, in short, it’s place which makes guests comfortable as they have never been before. When we say human, the roots go to Adam and Eve. Hotel is named by Serdar Erener. This name accepted as a dedication to man and woman partnership and togetherness and we received very positive reactions from abroad and from Turkey regarding this name. Adam &Eve is also a name which supports our objects in international tourism sector. You say “Adam&Eve is ready to welcome world famous stars”. What did you do for this? Adam & Eve is a life center targeting the world. It offers an experienced never lived before with its different and special design and its advance technology concept. More than 10 PR agency works to convey this experience to Turkey and World in 43 countries. We received many positive reactions from the national and international promotional works until now. Adam&Eve is not spesifically focused on a guest group from a specific country, it’s a facility which will serve the world. This emphasizes the universality of Adam &Eve. It has been said that Adam&Eve would be opening in August. Could you give us an opening date? And do you think of organizing something special for the opening ceremony? Adam&Eve has been delivered in August by the construction company. But our object in a project which promise perfect design and perfect service is to open Adam&Eve with the promised service and quality standards. We don’t have a “open it first and then determine the service standards” concept, therefore, hotel will be opened to guests after a short trial period. First of all, a group of 4000 people Kayı Group workers will be invited as official guests and for fifteen days, both facility and service staff will be prepared. We will start to accept guests in October. We have a very big demand for Adam&Eve from abroad and Turkey. Opening ceremony is planned towards to end of year. But in this interim period there will be various social and culturel activities in the hotel. What kind of customer group which Adam & Eve will target? Adam&Eve targets the world. It’s a facility aims to service all the guests who are independent, who would like get away from “all inclusive” system, who are determined to invest in quality and the service. What are your objects as Adam&Eve? As Adam&Eve are objects are to be known as not only as a hotel but also a life and quality center, to emphasize the quality and originality, to make sure that we don’t guide guests, but let them guide us and while doing this to make things more pleasurable with our quality and to derive pleasure from what we’re doing and to support the development of tourism sector in Turkey and especially in Antalya.
Adam&Eve’de birçok sıra dışı etkinlik misafirlerin beğenisine sunuluyor. Örneğin, amatör pilotaj, tandem atlayış, parasailing, tırmanış, model uçak, model tekne, trekking, bisiklet, binicilik, go-cart, zeplin, balon, uçuş simülasyonu ve offroad etkinlikleri gerçekleştiriliyor. Adam&Eve çok yönlü bir yaşam merkezi olmasının yanı sıra seminer ve kongre gruplarına hitap edecek, büyük ve çok yönlü bir Convention Center’a da sahip. Sadece fuayesi 900 m2 olan, en gelişmiş ses ve görüntü sistemleri ile donatılmış Convention Center’da, toplam 4.500 m2’lik, en büyüğü 1.980 m2 ve kolonsuz olmak kaydı ile 14 toplantı salonu bulunuyor. Otelin adı neden Adam&Eve? Adam&Eve, bir yaşam merkezi. İnsan ilişkilerine önem veren, misafirlerine en iyi hizmeti vermek için servis kalitesini ön plana çıkaran, kısacası misafirlerin kendisini hiç hissetmediği kadar rahat hissetmesini sağlayan bir otel. İnsan dediğimiz zaman da temel, Adem ile Havva’ya dayanıyor. Otelin ismi Serdar Erener tarafından konuldu. Kadın ve erkeğin ortaklığına ve birlikteliğine ithafen bu isim daha uygun görüldü ve bugüne kadar da isimle ilgili gerek yurtiçinden gerekse yurtdışından çok olumlu eleştiriler aldık. Adam&Eve, uluslararası turizm sektöründeki hedeflerimizi destekleyen bir isim oldu. “Adam&Eve dünyaca ünlü starları ağırlamaya hazır” diyorsunuz. Bunun için neler yaptınız? Adam&Eve dünyaya hitap eden bir yaşam merkezi. Farklı ve özel tasarımı, ileri teknoloji ürünü konsepti ile bugüne kadar yaşanmamış bir deneyim sunuyor. Bu deneyimi Türkiye’ye ve dünyaya anlatmak üzere 10’un üzerinde PR ajansı ile dünya çapında fiilen 43 ülkede tanıtım gerçekleştiriliyor. Bugüne kadar yapılan ulusal ve uluslararası tanıtım çalışmalarından çok iyi olumlu tepkiler aldık. Özellikle yabancı Adam&Eve belirli bir ülkeden misafir grubuna odaklanmış değil, tüm dünyaya hizmet verecek bir tesis. Bu da Adam&Eve’in evrenselliğini vurguluyor. Adam&Eve’in Ağustos ayı içerisinde hizmete gireceği açıklanmıştı. Açılış tarihi verebilir misiniz? Ve açılış töreni için özel bir şeyler düşünüyor musunuz? Adam&Eve inşaat grubu tarafından Ağustos ayında teslim edildi. Ancak bu kadar tasarım ve kusursuz hizmet vaadi olan bir projede amaç, Adam&Eve’i vaat edilen hizmet ve kalite standardında açmak. Önce açıp sonra hizmet standartlarını belirleriz gibi bir düşünceye sahip olmadığımız için otel kısa bir deneme sürecinden sonra misafirlerin hizmetine sunulacak. Önce 4.000 kişilik KayıGroup çalışanının bir bölümü resmi misafir olarak davet edilip 15 gün boyunca hem tesis hem de hizmet ekibi hazırlanmış olacak. Ekim ayında misafir kabulüne başlayacağız. Zira gerek yurtiçinden gerekse yurtdışından Adam&Eve’e yoğun bir talep var. Açılış töreni yıl sonuna doğru planlanıyor. Ancak bu ara dönemde de otelde çeşitli sosyal ve kültürel aktiviteler gerçekleştirilecek. Adam&Eve nasıl bir müşteri grubuna hitap eden bir tesis olacak? Adam&Eve dünyaya hitap eden bir tesis. Özgürlüğüne düşkün, herşey dahil sisteminden uzaklaşmak isteyen, zevk sahibi, kaliteye ve aldığı hizmetin kalitesine yatırım yapmak konusunda kararlı misafirlerin tümüne hizmet vermek amacında olan bir tesis. Adam&Eve olarak hedefleriniz nelerdir? Adam&Eve olarak hedeflerimiz; sadece bir otel olarak değil bir yaşam ve kalite merkezi olarak konumlanmak, sadece kaliteyi ve orijinalliği vurgulamak, misafiri yönlendirmeyi değil misafirin bizi yönlendirmesini sağlamak ve bunu gerçekleştirirken yapılan işin kalitesiyle keyif vermek ve yapılan işten keyif almak, Türkiye’de ve özellikle Antalya’daki turizm sektörünün gelişimine destek olabilmek olarak sıralanabilir.
Niche Band comes back from journey, filled with treausers, a 3200 kilometers road, all the experiences took their places in their memories...Their trails are left at the places they went.... the trails which the experiences left in them....A memory in every kilometers of the road...Maybe the most beautiful part of the life is that it always moves forward, always in motion, always adding something to itself, to the person. The meaning of the past remains in the memories...Road will always continue, move forward..Niche Summer is now a nice memory...Now we have to look further, we have to search new roads...to escape, to search and to discover...Mexico City welcomes us...
Niche Band hazinelerle dolu olarak geri döner yolculuktan, 3200 kilometrelik bir yol, yaşadıkları hafızalara kazınmış... Onların bıraktıkları izler gittikleri yerlerde, onlarda bırakılanlar... Yolun her kilometresinde bir yaşanmışlık... Hayatın en güzel yanı belkide hep ileriye doğru gitmesi, hep bir değişim içinde, hep birşeyleri kendine, kişiye katarak... Geçmişin anlamı sadece anılarda kalanlarda... Yol hep devam edecek, ileriye doğru... Niche Summer güzel bir anı şimdi... Artık ileriye bakmak lazım, yeni yollar aramak için...kaçmak, aramak ve keşfetmek için... Mexico City bizi bekliyor...
WHAT MATTERED WAS THE JOURNEY... NOT WHERE OR WHEN TO BE...