Nişantaşı Plus Magazine

Page 1

KAPAK

1


2


nİŞANTAŞI PLUS

3


06

STEVEN MEISEL

12

Melida Rocio Simisterra sala

TOM FORD

24

HAKAN BAŞ

32

36

HAKAN HELVACIOĞLU

38

CAM SANATI

92

FİLM EKİMİ

56

FERHAT ŞİRİN

64

AUDI A3 SEDAN

96

AYLİN EROĞLU

76

WertheiM Village

İÇİNDEKİLER

18 LINO

TAGLIAPIETRA

80

4

ALİ İSİYEL

DEVON & DEVON

86

ROCK’N COKE


nİŞANTAŞI PLUS

nİŞANTAŞI PLUS KÜNYE İMTİYAZ SAHİBİ Elçin Sonakın

elcin@akinmedia.com

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Elçin Sonakın elcin@akinmedia.com

REKLAM MÜDÜRÜ Nurşah Alpar nursah@akinmedia.com

EDİTÖR Nihat Çelik

info@nisantasiplus.net

Dünya’nın stratejik oyunlarının, dönüm noktalarının, farkındalık dozajının artmaya başladığı günlerden merhaba Nişantaşı Plus okuyucuları... Yeni oluşumların yeşermeye başladığı bu dönemin, akil değil de akıl sahibi insanlarla bir şeyler yapabiliyor, paylaşabiliyor olmanın, tarihe 1. dereceden tanıklık ediyor olmanın farkındalığı üzerimizden eksik olmaksızın yolumuza tüm hızıyla devam ediyoruz.

GÖRSEL YÖNETMEN Burçin Bereketlioğlu burcin@akinmedia.com

FOTOĞRAF Aytekin Yalçın

aytekin@akinmedia.com

Bu sayıda da sizleri, hayata anlam katan insanlarla bir araya getirdik. Farklı seslerin bir araya gelmesi ile oluşan bir müzik parçası gibi; yeni, enerji dolu bir o kadar da kıymetli bu isimler hayata dair ‘şeyler’ini paylaştı bizimle ve ortaya her sayfasında bir ses duyacağınıza inandığımız bir dergi çıktı…

YAZARLAR Aykut Özdek Ceren Uzuner Çağrı Kutlu Fuat Alkan Görkem Ataç Merve Kızıldağ

İnsanlar tanıdık… Farklılaştırmadık, süslemedik, abartmadık… Olduğu gibi… İnsanoğlu var olduğundan beri yaptığı şeyi yaptık ‘sorduk’! Cevapları bir araya getirdik ve dolu dolu bir içerik çıktı ortaya…

KATKIDA BULUNANLAR Chloe İmre Emrecan Sandal Kadir Doğan

Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bu dönemden; keyifli, bir o kadar da basit detayları göz önünde bulundurarak, abartmadan “sade” bir o kadar da “kıymetli” bir sayı hazırladık sizler için.

YAYIN TÜRÜ Ücretsiz - Aylık - Süreli Yayın

Ünlü düşünürlerin sözleriyle bitirmektense şuan ki statükomuzu paylaşmayı tercih ederim(!) “Durmak yok! Yola devam…”

info@nisantasiplus.net info@akinmedia.com

İLETİŞİM

LİSANS SAHİBİ Elçin Sonakın

Akın Media Company Hüsrev Gerede Caddesi Gücüm Apt. No: 46 / 3 Teşvikiye / İstanbul

BASIM Şan Ofset Şan Ofset Matbaacılık San. ve Tic. LTD. ŞTİ. Ayazağa Mah. Kemerburgaz Cad. No:13 Şişli / İstanbul

Nişantaşı Plus, Akın Media Company lisansıyla yayınlanmaktadır. Bu dergide yer alan yazı, makale ve illüstrasyonların elektronik ortamlar da dahil olmak üzere çoğaltılması ve tüm hakları Akın Media Company’e aittir. Yazılı ön izin olmaksızın, hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun materyalin tamamının veya bir bölümünün çoğaltılması yasaktır. Bu dergi basın meslek ilkelerine uymaya özen göstermektedir.

T : +90 212 289 24 24 F : +90 212 289 07 87 info@sanofset.com www.sanofset.com

5


Steven Meisel Yazı: Ceren Uzuner

1954 Yılında doğan fotoğrafçı; normal bireylere nazaran iyi bir görme yetisine ve estetik açıdan güzel olanı ayırt edebilme yeteneğine sahiptir. Çocukluk döneminde yaşıtları oyuncaklarla oynarken o, yakın bir gelecekte Vogue ve Harper’s Bazaar Dergilerine ilham kaynağı olacak ve hayatının yönünü tamamıyla değiştirecek olan kadın figürlerini çizmektedir. Skeçlerinde, yüksek sosyeteden Gloria Guinnes ve Babe Paley gibi isimlerden ilham alsa da, annesi ve ablası da ona ilham kaynağı olmuştur. Steven Meisel, açık bir şekilde eşcinsel olduğunu dile getirmektedir.

6


nİŞANTAŞI PLUS On İKİ yaş Meisel; Twiggy, Veruschka ve Jean Shrimpton’a aşırı derecede ilgi duyuyordu. Hakkında yazanlar mankenlere olan zaafını “takıntılı derecede” olarak lanse etse de “takıntısı” onu, kendisinin bile hayal edemeyeceği yerlere getirecekti. Henüz 12 yaşındayken hiçbir çocuğun akıl edemeyeceği, akıl etse dahi cesaret edip yapamayacağı şeyler yapmaya başladı! Bu modellerin fotoğraflarını alabilmek için kız arkadaşlarını kandırıp, onları Richard Avedon’un sekreterleriymiş gibi manken ajanslarını aramaları için ikna etti. Twiggy’e olan hayranlığı ise Meisel’ı günlerce Melvin Skolosky’ın stüdyosunun önünde Twiggy’i bir kez olsun görebilmek için beklettirdi.

Başarı, şansı beraberİnde getİRİr High School of Art and Design ve Parsons The New School for Design’da eğitimini tamamladıktan sonra, Roy Haltson Frowick’in yanında illüstratör olarak çalıştı. Bu sırada yarı zamanlı olarak Parsons’da illüstrasyon dersleri de verdi. Jerry Schatzberg, Irving Penn, Richard Avedon ve Bert Stern’e hayranlık duysa da ileride hatırı sayılır fotoğrafçılar arasında yerini alacağını hiçbir zaman düşlemedi. Women’s Wear Daily’de illüstratör olarak çalışırken, Elite Model Management’den Oscar Reyes’in dikkatini çekti. Meisel şüphesiz çok yetenekliydi. Meisel’in iyi bir göze sahip olduğunu düşünen Oscar Reyes, kendi modellerini fotoğraflamasını istedi. Bu dönemden sonra Meisel’ın hayatı ikiye bölündü. Hafta içi illüstratörlük yaparken, hafta sonlarını çeşitli modelleri fotoğraflayarak geçirdi. Bir süre sonra modellik yapmak isteyen kızlar Meisel’dan Seventeen dergisine göndermeleri için fotoğraflarını çekmesini istediler. Çok geçmeden Seventeen dergisinden Meisel’a beklenmedik bir teklif geldi; “Bizimle çalışır mısın?

7


Seventeen dergisinden gelen tekliften ve çekmiş olduğu fotoğrafların yayınlanmasından sonra Meisel birçok derginin dikkatini çekmiş bulundu. Vogue US ve Vogue Italia’nin dışında sayısız derginin fotoğrafçılığını yaptı. Bu süreçten sonra birçok derginin kapak fotoğrafına da imzasını atmayı başardı. Elbette dergi fotoğrafçılığı ile sınırlı kalmayan Meisel; RIAA Diamond sertifikalı olan Madonna’nın 1948 yılında çıkardığı “Like a Virgin” ve Mariah Carey’in 1995 yılında çıkardığı “Daydream” albümlerinin kapak fotoğraflarının yanı sıra, popüler olan akla zarar sayıda single ve albümlerin kapakları için de deklanşöre bastı. Yaptığı başarılı işler arasında en çok sansasyon yaratanlar, Madonna’nın “Bad Girl”,”Fever” ve Mariah Carey’in seslendirdiği “Fantasy” singlelarının kapak fotoğrafları oldu. Moda dünyasında ise; Versace, Valentino, Dolce&Gabbana, Louis Vuitton ve Calvin Klein için fotoğrafçılık yapan Meisel, 2004ten beri Prada’nın neredeyse bütün koleksiyonlarını fotoğraflamaktadır. Aynı zamanda yakın arkadaşları olan, nadir olarak kıyafetlerini satmak için reklam kullanmasına rağmen tasarımcı Anna Sui ile ve dijital sanatçı olan Pascal Dangin ile de çalışmaktadır. Meisel, keşfedilmesinin yanı sıra, keşfetmek için doğan nadir insanlardan biri olduğunu, Linda Evangelista , Naomi Campbell , Nadège du Bospertus , Christy Turlington , Kristen McMenamy , Amber Valletta , Snejana Onopka , Iris Strubegger, fotoğraf , Lara Stone , Coco Rocha , Caroline Trentini , Liya Kebede , Karen Elson , Doutzen Kroes ve Raquel Zimmerman’ı fotoğraflayarak kanıtladı. Vogue çalışmaları sırasında saç tasarımcı olan, Oribe Canales, Garren, Orlando Pita ve Guido Palau ile çalışırken, fotoğrafladığı modellerin makyajlarından, makyaj artisti olan; François Nars, Laura Mercier, Pat McGrath ve Kevyn Aucoin sorumlu oldu.

8


nİŞANTAŞI PLUS

Herkesİn bİlİp, kİmsenİn konuşamadığı

gerçekler Steven Meisel kendi bakış açısını kullanarak, eserlerini takip eden hayranlarına olaylara başka pencerelerden de rahatlıkla bakabilmelerini sağlayabilen ender fotoğrafçılardan biridir. 2007 yılında Vogue Italia için bir akıl hastanesinde yapmış olduğu çekimde, kadınların güzelleşmek uğruna bıçak altına yatıp, meşakkatli işlemler sonucunda istedikleri sonuçları elde ettiklerini evre evre fotoğraf karelerine yansıtsa da, hiçbir kadının bu işlemler ile yetinmeyip, hep daha fazlasını istediklerini ve “güzelleşmek için yapılan ameliyatların” alışkanlık haline gelebileceğini de açıkça vurgulamıştır. Kim bilir belki Meisel dünyaya gelmemiş olsaydı, moda dünyası çok farklı top modeller ile şekillenebilirdi. Kimsenin inkar edemeyeceği bir diğer gerçek ise Steven Meisel’ın moda dünyasındaki dişli çarklardan biri olduğudur.

9


Versace, valentino, D&G, Louis Vuitton ve Calvin Klein İÇİn fotoğrafçılık yapan Meisel, 2004’ten bu yana Prada’nın neredeyse tüm koleksİyonlarını fotoğraflıyor.

Steven Meisel 10



ADVERTORIAL

Ekvatordan gelen s覺cak r羹zgar:

Melida Rocio Simisterra Sala

12


nİŞANTAŞI PLUS

Ne zaman tasarım yapmaya başladınız?

Teenage yaşlarında kendime ve çevremdeki insanlara modern ve şık kıyafetler tasarlamayla başladım. E tabi ozaman ki yaş gereği uçuk kaçık, sıra dışı modellerim oldukça favoriydi. :) Dilden dile tasarımlarım yayıldı ve 4 yıl sonra artık kendi butiğimi açmam, kendi markamı yaratmam icap etti.

Markanızı nasıl oluşturdunuz?

Yeteneğimi küçük yaşlarda fark ettim. Modaya aşıktım. Ekvatorda büyüdüm. Güney Amerika da ki çoğu ülke gibi ekvatorda oldukça fakir bir ülke. Ailemin hiçbir zaman yeterli parası olmuyordu. Bu yüzden çok istediğim moda okuluna gidemedim. Benim için hep bir tutkuydu moda. Büyük modacıların bulunduğu dergileri biriktirip, kendi beğenilerimi ve tarzımı keşfettim. Tabi ki hepsinden fazlasıyla ilham aldım. Bu şekilde olanaksızlıklar içinde kendi modamı kendim yaratmış oldum. Renkleri hissetmek, kalıplara ve modellere hayat vermek için yaratıldığımın farkına vardım. Çünkü bunlar beni o kadar mutlu ediyor ki… Çok kısa bir süre sonra çevrem tasarımlarımı tercih etmeye başladı. Tutkum mesleğim oldu. Yaklaşık 15 yıl evvel Avrupa’ya taşınma kararı aldım. Çünkü benim için en büyük modacılar oradaydı ve kariyerime geniş kitlelere ulaşarak başlamak istedim. İlk durağım Zürih oldu. 4 yıl önce Zürih’te Oykora Moda’yı kurdum. Haute Couture ve cusual olarak ayrı ayrı tasarımlar yaptım.

13


ADVERTORIAL

Türkiye’de nasıl karşılandınız peki?

8 ay önce Galata’da ilk butiğimizi açtık. Hiç reklam ve pr çalışması yapmadık. Günden güne müşterilerimiz artıyor ve onlara hizmet etmekten çok mutluluk duyuyorum. Bu süre benim Türkiye’ye alışma sürecimdi. Önümüzdeki günlerde reklam ve pr çalışmalarına başlayacağız. Bizi daha sık göreceksiniz. :) İstanbul’da çalışmak bana çok zevk veriyor. Burada farklı renkler, farklı ahenkler ve farklı tatlar var. Haliyle her şeyden, herkesten besleniyorum. Bu benim için oldukça keyifli bir deneyim aynı zamanda.

Moda tutkunları sizi nerelerde bulabilir peki?

Şuanda İstanbul ve Zürih butiklerimiz mevcut. Önümüzdeki dönemlerde Milan, Paris gibi dünya başkentlerinde büyük marka çatıları altında satışta görebileceksiniz. Bunun dışında 1 butik daha açma planımız var. Arz talep doğrultusunda 3. butiğimizin ülkesini belirleyeceğiz. Şimdilik kesin bir ülke yok.

İstanbul kadını nasıl giyiniyor?

İstanbul çok modern ve metropol bir şehir. İstanbul’da yaşayan kadınlar çok trend olabiliyor. Sade detayları ve pastel tonları tercih ediyor. Fakat Türk kadını o kadar güzel ki… Biraz daha cesaretlenip daha renkli, daha cıvıl cıvıl olmak yakışır diye düşünüyorum. 18 yaşında bir genç kıza bakıyorum hep siyah giyiyor, kahveler tercih ediyor, griler ön planda. Kırmızıları görmek istiyorum. Yeşilleri, sarıları, fuşyaları görmek istiyorum. Türk kadının ten rengine her renk gidiyor. Tabi ki sezon trendine göre bazı renkler ön planda olabiliyor. Ama Türk kadını renklerle donatmalı kendini.

14


nİŞANTAŞI PLUS

15


ADVERTORIAL İstanbul’da yapılan Fashion Week organizasyonu hakkında ne düşünüyorsunuz? Katılmayı planlıyor musunuz?

Son Fashion Week’te bulunma fırsatım oldu. Anlayamadığım bir nokta var. Diğer ülkelerde yapılan fashion week ile İstanbul Fashion Week o kadar farklı ki.. Burada ki organizasyonda ilk sırada oturanları sordum yardımcıma. O da bana saydı teker teker. Şarkıcı, oyuncu, futbolcu, spiker… Neden dedim. O da bana “Burada işler böyle yürüyor” dedi. Hayal kırıklığına uğradım. Tasarım alanında İstanbul her ülkede adından söz ettirirken nasıl böyle bir şey yapardı dedim kendi kendime. Olması gereken uluslar arası satım alımcılar yoktu. Basın mensuplarının oturması gereken yerde futbolcunun ne işi var? O zaman organizasyonun amacı nedir? Paparazzi programına içerik sağlamak mı? Yoksa ülkenin değerli tasarımcılarını alıcıya çıkarmak, tanıtmak, uluslar arası platforma taşımak mı? Benim için ciddi bir hayal kırıklığı oldu. Bu yüzden düşünmüyorum. Umarım İstanbul kendine yakışan bir moda haftası yaratır ve tüm dünya İstanbul’u izler. Çünkü hak ediyor. Burada tüm iş organizasyonu yapan şirkette. “Doğru” olanı yaptıklarında bende seve seve katılacağım.

Oykora markasının hedefleri neler?

Önümüzdeki 5 yıl içerisinde yeni butik veya exclusive ortaklıklar yapmış olmak ve uluslar arası bir marka olmak en büyük hedefimiz. Umarım Türkiye’de ki moda tutkunlarına bu “Moda’ya aşık ekvatorlu tasarımcıyı yakından tanıtmış olurum. Hayatta her şeyin tutkuyla, hoşgörüyle, içtenlikle daha güzel ve kıymetli olduğuna inanıyorum ve savunuyorum. Bunu müşterilerime yansıtabilmek, onlarla burada bir aile olmak benim için çok daha anlamlı bir hedef.

16


nİŞANTAŞI PLUS

17


MODA’NIN KIŞKIRTICI İSMİ:

TOM FORD Yazı: Merve Kızıldağ

18


nİŞANTAŞI PLUS

Kim hem 50’li yaşlarında olup hem de Tom Ford kadar etkileyici, karşı konulamaz ve çekici görünmek istemez ki? Tom Ford’un kendine has stili onu her daim bir adım onde tutsa da moda dünyasının zirvesinde kalıcı olmasını sağlayan şey elbette ki sadece bu değil. O her ne kadar başarısını çok çalışmasına bağlasa da Tom Ford’un tasarımcı kimliğinin ardındaki yaratıcılığı ve zamanı yakalayış tarzı, modadaki canlandırıcı etkisinin anlaşılmasını sağlıyor. Tom Ford canlandırıcı etkisini öncelikle 90’larda Gucci’de kullanarak hem kendi ismini duyuracak hem de Gucci’nin dünyanın en prestijli ve tanınan markalarından birine dönüşmesini sağlayacaktı. Texas’ta doğmasına rağmen çocukluğunu New Mexico’da geçiren Tom Ford o zamanlarda bile yaşıtlarından çok farklıydı. Daha 14 yaşındayken küvete su doldurup banyoda keyif yapmak isteyen Ford’u annesi acile kaldırmak zorunda kaldı. Çünkü Tom Ford küvette göz çevresine bakım yapmak için salatalık dilimlerini kullanmıştı. Fakat o güne dek salatalığa olan alerjisinden haberi yoktu.14 yaşında bir çocuğun bu merakı başta doktorlar olmak üzere herkesi çok şaşırtmışsa da bu ailesi için garip karşılanacak bir durum değildi. Çünkü Tom Ford ailesindeki hiçbir kadını hayatı boyunca makyajsız ve bakımsız görmemişti. Annesine göre bakımsız olmak, kötü giyinmek karşı tarafa yapılan bir saygısızlıktı

ve Tom Ford bunu annesinden öğrenmişti. Dolayısıyla Tom Ford’un gelecek yıllarda kendi markası altında oluşturduğu kozmetik koleksiyonunun ilhamını çocukluk yıllarından aldığını söylemek mümkün görünüyor. Tom Ford, New Mexico’dan New York’a sanat tarihi okumak için taşınmış olsa da bu onun için sadece bir geçiş dönemiydi. Çünkü zaten bir yıl sonra bu bölümün hayallerini süslemediğini anlayarak modelliğe başlayacak ve daha sonra Parsons School Of Design’a iç mimarlık okumak için gidecekti. Parsons School Of Design’da okuduğu zamanlarda Tom Ford, Studio 54 adındaki gece klubünün adeta müdavimi olmuştu. Orada cinsel yönelimini farkedecek aynı zamanda da disko çağının göz kamaştırıcı ışıklarından esinlenerek gelecekte yapacağı tasarımlar için fikirler oluşturacaktı. Okulunun son senesinden önce Paris’te bir buçuk yıl kalıp Chloé markasında stajyerlik yapan Tom Ford bu yıllarda modanın kendisi için vazgeçilmez olduğuna karar verip okuluna döndükten sonra son yılını moda okuyarak tamamladı. Tom Ford , Vogue dergisinin onu “Stiliyle dünyayı ele geçirecek insan” olarak ilan etmesini sağlayan adımların temellerini öncelikle Cathy Hardwick daha sonra Perry Ellis için çalışarak atmış olsa da Amerikalı modacıyı bugünkü ününe kavuşturan ve ikonlaştıran kesinlikle Gucci’deki başarıları olmuştur.

19


Gucci’nin Tom Ford ile geri dönüşü muhteşem olmuştu. Dünya starlarından Hollywood yıldızlarına kadar herkes Gucci’yi tercih etmeye başlamıştı. Artık sadece Gucci bir marka değil aynı zamanda elit olmanın yansımasıydı. Gucci’nin satış oranlarının ikiye katlanarak artmasıyla birlikte Gucci baş tasarımcısı Tom Ford sayesinde Yves Saint Laurent’i de kendi bünyesine kattı. Daha sonra Yves Saint Laurent’in de baş tasarımcısı olan Tom Ford böylece bir daha inmeyeceği zirveye oturmuş oldu. Moda dünyasının yanı sıra ekonomi dünyasını da fazlasıyla sarsacak olan bomba haber 2004 yılının Nisan ayında Gucci’nin altın adamı Tom Ford’un kendi isteğiyle Gucci’den tamamen ayrılmasıydı. Onun bu kararı bir çok eleştiriye maruz kalmasına neden olsa da spontane yaşamaktan hoşlanmayan Tom Ford’un planları vardı ve o ne istediğini çok iyi biliyordu: Kendi markasını kurmak! Tasarladığı ürünleri kendi markası “Tom Ford” adı altında çıkarmaya başlayan Amerikalı modacı bu sayede adını moda tarihine bir daha silinmemek üzere kazımış oldu. Günümüzde de Justin Timberlake, Gwyneth Paltrow gibi ünlüler için yaptığı özel tasarımların yanı sıra gözlükleri, parfümleri, kozmetik ürünleri ve erkek koleksiyonları ile şıklığın tanımını yeniden üretmeye devam ediyor.

20


nİŞANTAŞI PLUS

21


Tom Ford ürünlerinin şıklığının yanı sıra bu kadar konuşulmasının başka bir nedeni daha var: kışkırtıcı reklamları! Tasarımlarında olduğu kadar tasarladığı ürünlerin reklamlarında da cesur olmaktan çekinmeyen Tom Ford için çıplaklık önemli bir pazarlama stratejisi gibi görünüyor. Fakat gündelik hayatında fotoğraf vermekten çekinecek kadar utangaç olan Tom Ford spot ışıkları söz konusu olduğunda tam anlamıyla zıt bir kişiliğe bürünüyor ve en aşırı uçlar bile onun için yüzeyde kalıyor. Time dergisinin her yıl açıkladığı dünya genelindeki “en etkileyici 100 insan” listesine 2011 yılında giren tek modacı Tom Ford’du. Tabi ki onun bu listeye girmesinde en büyük etken moda dünyasında bu denli söz sahibi oluşu. Ama Tom Ford’un etkilerini yalnızca moda dünyasıyla sınırlamak neredeyse imkansız. Çünkü 2009 yılında Tom Ford’un yönetmenliğini üstlendiği “A Single Man” adlı Christopher Isherwood’un romanından uyarlanan ve Oscar’a aday göste-rilen film sinema dünyasında büyük yankı uyandırdı. Filmin görselliğinin ve işleyişinin kusursuzluğuyla hayran kitlesini genişleten Tom Ford ilk yönetmenlik denemesinde sanattaki başarısını da göstermiş oldu. Tom Ford iş hayatındaki titiz ve mükemmelliyetçi tutumunu kendi kişisel bakımı için de sergiliyor. Neredeyse her gün tartılan Tom Ford, iyi görünmenin kilit noktalarından birinin de zayıf kalmaktan geçtiğini düşünüyor. Bu yüzden de kızartma yiyeceklerden uzak duran moda dahisi iyi görünmesini sağlıklı yiyeceklere, alkol ve sigara kullanmamasına bağlıyor. Ayrıca Tom Ford’un yoğun iş temposu içinde geçen günlerinde özel hayatını ihmal ettiğini düşünmeyin. Tom Ford’un kendisinin de “harika” olarak tanımladığı 1986 yılından beri moda yazarı Richard Buckley ile devam eden bir ilişkisi var. Hatta 2012 yılında bu mutlu beraberliğe çiftin erkek bebeği de katıldı.

22


nİŞANTAŞI PLUS

23


HAKAN BAŞ Bir başarı hikâyesi Hakan Baş, birçok gence örnek olacak girişimcilik öyküsünü Nişantaşı Plus’a anlattı. Lise yıllarında Galatasaray ve Fenerbahçe’de profesyonel yüzücü olarak başarıdan başarıya koşan Hakan Baş, eğitimini Amerika’da tamamladıktan sonra kendi işini kurma kararı aldı. Kurduğu şirketlerle genç yaşta adından söz ettirmeye başladı. Spor sayfalarında başlayan başarı hikayesi, ekonomi ve finans sayfalarına ve son günlerde yaşadığı ilişkilerle de magazin sayfalarına taştı. Maçka Residance By Armani Jatomi’de bir araya geldiğimiz Hakan Baş’a tüm bu başarılarının ayrıntılarını sorduk, genç girişimci de içtenlikle cevapladı…

Röportaj: Elçin Sonakın Fotoğraf: Aytekin Yalçın

24

Jatomi


nİŞANTAŞI PLUS

25


Karşımızda genç ve yakışıklı bir işadamı var; Hakan Baş! İyi bir kariyer yaptıktan sonra, e-ticarete girmeye nasıl karar verdiniz?

Liseyi Üsküdar Amerikan’da, Lisans eğitimini Cornell University, Yüksek Lisansı ise Yale University’de, Amerika’da, tamamladım. Lisans sonrası önce iki yıl Bank of America’da yatırım bankacılığı yaptım, sonrasındaTürkiye’ye dönerek bir yıl çalıştım yatırım bankacılığı alanında. 2008’de MBA eğitimim için Yale’e gidip 2010’da Türkiye’ye temelli döndükten sonra ise Garanti Bankası’nın Stratejik Planlama bölümünde VP olarak göreve başladım. Ancak bu görev 20 gün sürdü. 20. gün istifa edip, Peak Games’i kurduk. İnternetteki ilk tecrübem de bu oldu. Günde 12 milyon kişinin oyun oynadığı bir site haline geldi bugün. Yakın bir zamanda da stratejik bir yabancı ortağa satmayı düşünüyoruz. 2011’de Krombera adında dijital pazarlama ajansı kurduk. Orda büyük markaların dijital pazarlama ve sosyal medya işlerini yapıyoruz. Ben ayrıca e-ticaretin hızla büyüdüğü Türkiye’de, müşteri ile daha yakın temas kurabileceğimiz bir iş yapmak istiyordum E-ticarette nerde boşluk var diye baktık. İskontolu özel alışveriş sitelerinin yaptığının dışında bir şey yapmak istedik. Bugün indirim için yapılan alışveriş alışkanlığının, zamanla kolay alışverişe döneceğini düşünüyorduk. Ve bu doğrultuda Lidyana’yı kurduk.

Lidyana.com indirimli alışverişin ötesinde, kolay alışveriş olanağı sunuyor, öyle mi?

Örneğin biz, sezon ürünlerini sezon fiyatıyla satıyoruz lidyana.com’da. Ve insanlar bunu kabul ettiler. Tüm markaları bir arada bulabilme imkânı sunuyoruz. 50 markayı kapı kapı gezeceğine, hepsini bir arada görebiliyor. Örnek vermek gerekirse, kolye seçiyor kalp sembolüne basıyor, “şu fiyat aralığında” diyor hepsini ekranında görebiliyor. Dışarıda mağaza mağaza dolaşsa bile hepsini bir arada görebileceği ortam yok. Hızlı ve her şehre kargosu, ücretsiz iadesi, onarımı tüm bu avantajlar cazip hale getiriyor. Bir günde ulaşma imkânı veri-liyor… Bunun için insanlar artık ‘kolay alışveriş’ten dolayı e-ticaret yoluyla moda alışverişini tercih ediyorlar.

İlk başta dikey bir site olarak başladınız; takı ve aksesuar ile sınırlı idi. Sonra ürünler artmaya, yelpaze genişlemeye başladı; bunun ortaklık yapınızla bir ilgisi var mı?

Ortaklık yapımız çok dikkat çekti, medyada da epeyce konuşuldu bu. Lidyana.com’un yatırımcı kadrosunda geniş yelpazede isimler yer alıyor. Ortakları arasında başarılı futbolcu Arda Turan, Markafoni’nin kurucuları Sina Afra, Tolga Tatari ve Ahmet Sarı, Yemeksepeti Kurucusu Nevzat Aydın gibi internet dünyasının öncü isimlerinin yanı sıra Ulusoy Holding Yönetim Kurulu üyesi Saffet Ulusoy, Öztanık Grubu’ndan İsmet Öztanık, Raiffeisen Investment’ın Türkiye ekibinden Gökçe Kabatepe, Aydın Özol ve Oytun Özer gibi isimler ile bir araya geldik.

Kaç ortak var şimdi?

On bir ortak var. Ufaklı-büyüklü birçok stratejik ortağı içeri aldık, hepsinin farklı getirileri var. Örneğin Markafoni ortaklığının operasyon ve lojistik tarafı, tedarikçilerle anlaşmada büyük kolaylık sağlıyor. Arda Turan başarılı bir futbolcu ve dolayısıyla medyatik bir isim. Diğer isimler de iş dünyasında, kendi alanlarında çok başarılı isimler.

26


nİŞANTAŞI PLUS

Jatomi

27


Kısa zaman önce Yandex ortaklarından Ru-Net’ten yatırım aldınız?

Çok kısa zamanda iyi bir ivme kazandık. Yandex’in yatırımcısı Ru-Net’ten yatırım aldık. Sonra daha da hızlandık. Yaptığımız çalışmalar, halkla ilişkiler (pr) aktiviteleri basında daha çok yer almamızı sağladı. İnsanlar lidyana.com yazıp siteye giriyorlar, “bugün ne gelmiş” diye bakar duruma geldiler. “Yetenek Sizsiniz Türkiye” yarışmasında advertorial’ımız çıktı, çok olumlu geri dönüşler oldu. Trafik iyive artınca sadece kolye, küpe, bilezik değil; farklı ürünler de sunmamız gerektiğine karar verdik. Geçen yazdan itibaren, parfüm, makyaj malzemeleri, şimdi sandalet, bikini derken; “moda dikeyi” olarak konumlanmaya başladık. Tamamen moda üzerine olan birçok ürünü sunuyor hale geldik.

Lidyana’nın zamanlaması da çok iyi oldu? Güvenilir ürün konusunda tüketicinin

kafasındaki kuşkuları gideren bir imajınız da oldu. Bu anlamda alışveriş müşteri, Lidyana’dan aldığı ürünün güvenilirliğine, orijinali olduğuna güven duyuyor… Tabi Arda Turan’ın bu bağlamda çok faydası oldu. Arda Turan, Markafoni, Yemeksepeti ortaklığı; bu isimleri bilen insanlar bizim de potansiyel müşterilerimiz oldular. Tabi böyle farklı yelpazeden kişi ve kuruluşların ortak oluşu, müşteriye daha kolay ulaşmamızı sağladı diyebiliriz. Güvenlik sistemleri gelişti, lojistik gelişti, kargo şirketleri e-ticareti çok

Jatomi

28

iyi öğrendi. Tüm bunlar etken. Lidyana.com iyi bir imaj ve marka algısıyla yola çıkıp, bunu hizmet kalitesiyle de pekiştirince, iyi bir sonuç elde ettik.

Yolanthe Cabau ile bir işbirliğiniz oldu?

Evet, ortak bir çalışmamız oldu. Daha önceden takı tasarımı yapmış fakat seri üretime geçememiş. Saffet’tin aracılığı ile bize ulaştı, karşılıklı bir sinerji yakaladık ve Galatasaray’ın yıldız futbolcusu Wesley Sneijder’in eşi model ve oyuncu Yolanthe Cabau’nun takı tasarımları ilk kez Lidyana’da satışa sunuldu. Tamamı Yolanthe Cabau’nun el emeğiyle tasarlanan “YC Jewels” koleksiyonu, stil sahibi, trend takipçisi modaseverlerden büyük beğeni aldı. Üretimini de biz yapıyoruz. Çok kısa zamanda çok büyük bir koleksiyon çıkardı.

Gündemde yeni isimler var mı?

Bizim iş modelimiz gereği, ünlülere de yer vererek halkla ilişkiler yapan bir e-ticaret sitesiyiz. Kuruluşumuzda Burcu Esmersoy, Sinem Kobal, Şebnem Çapa ve Güliz Onursal bizim “zarafet elçileri”miz idiler. Zarafet elçileri diyoruz! Çözüm ortaklığı prensibiyle hareket ediyoruz, seçtikleri ürünler üzerinden bir işbirliği yapıyoruz. Tuba Ünsal, Derya Baykal, Özge Ulusoy, Ayşe Özyılmazel, Eda Taşpınar, Buse Terim ve Derya Şensoy ile bu prensipte çalıştık/ çalışıyoruz. Buse Terim ile çalışmaya devam ediyoruz, çok etkili gerçekten. Burcu Esmer-

soy ürünleri çok ayrı taşıyor, müşteri algısı üzerinde ayrı bir etkisi var.

Bu isimleri kim belirliyor?

Halkla ilişkiler ekibimiz, ajansımız, hep beraber oturup isimleri kimlerle çalışacağımıza karar veriyoruz. Bazı isimler var ki çok efektif, fakat sitenin algısına uygun olmayabiliyorlar. Bazı isimler var çok niş kaçabiliyor. Öte yandan iyi anlaşılıyor olabilmemiz lazım. Burcu olsun, Tuba olsun, Buse olsun işini çok iyi yapan ve gerçekten sadece fotoğraf çektirip; “işim bitti” diyen isimler değiller, birebir yapmak istediğimiz işi algılamış isimler ve bunu çok iyi yapıyorlar.

Lidyana’nın bir dönemin zarafet elçilerinden biri de Özge Ulusoy’du, son zamanlarda ise yaşadığınız ilişki ile gündemdesiniz. Nasıl gidiyor?

İyi gidiyor :)… İlk çalıştığımızda profesyonel anlamda çalışıyorduk. O dönem sadece bir tanışıklığımız vardı zaten. Daha sonra tekrar bir çalışma süreci oldu, ilişkimiz gelişti ve sonra da beraber olmaya başladık. Şimdi ilişkimiz iyi gidiyor, bir sıkıntı yok :)

Daha önce medyaya yansıma şekliniz farklı iken, yaptığınız işler, projeleriniz ile gündemdeyken; bu ilişki ile daha bir magazin gündemi yaratıyorsunuz. Bu durumdan memnun musunuz?


nİŞANTAŞI PLUS

Jatomi Önce yüzücü olarak sporcu kimliğimle medyada yer aldım. Daha sonra ekonomi ve finans sayfalarında yer almaya başladım. Özge medyatik biri ve onunla bir ilişki yaşayınca ister istemez magazin sayfalarında da yer almış oldum. Bu konu hakkında iyi ya da kötü diyeceğim bir yanı yok. Başlarda çok çok dikkat ettik, duyulmasın diye. Sonra ilişki ilerleyince ister istemez duyuldu ve magazin sayfalarında yer almak kaçınılmaz oldu!

Magazin sayfalarında söylemediğiniz şeyler de yer alabiliyor, olmayan bir şeyi varmış gibi sunabiliyorlar; bu durum sizi rahatsız etmiyor mu?

“Hakan Baş Özge Ulusoy’a evlenme teklif etti” diye yazmışlar. Özge öyle bir şey yok dediği anda bu sefer “Özge evlenme teklifini reddetti” diyecekler; onun için üstünü örter bir pozisyon almak zorunda kalıyor. Sonuçta denize girerken fotoğrafınızı çekip, altına istediklerini yazabiliyorlar. Yapacak bir şey yok sonuçta. Okuyup geçiyorum, “neden bunu yazmışlar”, “böyle bir şey yok” derdine de düşmüyorum. Okunması için biraz renklendirilmesi gerekiyor, onu yapıyorlar diye bakıyorum. Gülüp geçiyoruz; çok takılmıyorum açıkçası.

Bu arada yüzmeyi bıraktınız mı?

Galatasaray’da yüzüyordum, daha sonra Fenerbahçe’ye transfer olmuştum. 9 yaşında Galatasaray’da lisansım çıktı. 12 yaşımda milli takıma seçildim (milli oldum :). 16-17 yaşımda Türkiye rekoru kırmıştım. Fenerbahçe’nin takım kaptanıydım. Sonra milli takımda çeşitli dönemlerde kaptanlık yaptım. Sonra Amerika’ya (Cornell Üniversitesi) gittim. Derken son sınıfta bıraktım,

bıraktığımda 21 yaşımdaydım. Çok yoğun bir tempo istiyordu, ya yüzücü olacaktım ya da iş dünyasında kariyer yapacaktım. İş dünyasını seçtim.

O zaman da aklınızda e-ticaret fikri var mıydı?

Lise yıllarından beri, hep kendi işimi yapmak istiyordum. Bunun hangi alanda olacağını bilmiyordum. Eğitim ve kariyer bakımından donandıktan sonra, kendi işimi yapma düşüncesini hayata geçirmem kaçınılmaz oldu diyebilirim.

Küçükken ne olmak istiyordunuz?

Bildiğim, doktor olmak istemediğimdi. Annem, babam doktor; onların bir çağırı cihazı vardı gecenin bir vakti hastaya bakmaya gidiyorlardı. Şimdi düşündüğümde doktor da olsaydım çok rahat ilerlerdim.

Anne-babanızın bir yönlendirmesi oldu mu?

Yok, hiç olmadı. Döndüğümde, Garanti’ye girdiğimde çok mutluydular. Garanti’yi bırakıp ilk Peak Games’i kurma aşamasında tepkileri oldu tabii. Çünkü sabah tıraş olup, takım elbise giyip, kravatımı bağlayıp, şoförün kapıdan alıp götürdüğü bir işi bırakıp; bir apartmanın en alt katında “okey, tavla oynatan sosyal oyun şirketi kuruyorum” deyince; biraz panik oldular. İşin gidişatını görünce tabii, onlar da en büyük destekçilerim şimdi.

Akıl hocalarınız var mı?

olmuştur her zaman. Mehmet Ali Aydınlar’ın, Sina Afra’nın yakın desteğini alıyorum. Benden yaşça büyükler, kendi alanlarında çok başarılı kişiler olarak bana faydaları oluyor. Kritik kararlarımı almadan önce bu üç isime danışırım her zaman.

Anlaşması zor bir insan mısınız yoksa uzlaşmacı bir yapınız mı var?

İş yaşamımda, sporculuktan dolayı olsa gerek, takım oyununa çok önem veririm. Mümkün mertebe kararların ekipçe alınmasını sağlamaya çalışırım. Yani “uzlaşmacıyım” diyebilirim. Her zaman ekip halinde çalışmayı benimsiyorum. İşleyişin devamı için hiyerarşi tabii ki gerekiyor; ama kimse de kimseye patronluk yapmıyor. 50 kişilik ekibimiz dinamik bir yapı ve iyi eğitim görmüş kişilerden oluşuyor. Kimyası birbirini tutan, birlikte çalışmayı seven, takım ruhuna sahip kişilerle çalışıyoruz. Herkes işini yapınca, doğal olarak sorun da olmuyor patronluk da!

Son soru, sabah saat kaçta işe geliyorsunuz? Dokuz. İlk açıldığımızda pazar günü dahi çalışıyorduk, ama artık Pazarları çalışmıyoruz. Yani ben genelde çalışıyorum, ama en azından ekip dinleniyor. Hafta içi “sabah dokuz, akşam sonsuz” çalışıyoruz. İşe alımlarda da bunu özellikle vurguluyoruz ki, sonrasında bir sıkıntı yaşanmasın. Her kes sorumluluk sahibi olduğu için, iş birikmişse, hafta sonu dahi gelip çalışıyor.

Var birkaç tane… Babam; hayatımın her anında yanımda oldu. Öğütleriyle, yaklaşımlarıyla benim için çok belirleyici

29


ABD’li teknoloji dergisi Wired geçenlerde Avrupa’nın en “gözde” 100 internet girişimini seçti. Bu listeye girişimci Hakan Baş, kurucu ortağı olduğu iki internet sitesiyle girdi. Bunlardan biri Lidyana.com; diğeri ise Hakan Baş’ın ilk işi olan Peak Games…

Jatomi

30


31


Saydam Bir Dokunuş:

Cam Sanatı Yazı: Merve Kızıldağ

Yaklaşık 5000 yıllık bir tarihe sahip olan cam sanatı her döneminde çok değerli olmuştur. Özellikle de ilk ortaya çıktığı zamanlarda! Şarap içtiğimiz kadehten, aydınlandığımız ampüle ya da evimizi koruyan pencerelere kadar tüm hayatımız camla çevrilidir. Dolayısıyla günümüzde sürekli gelişen teknolojinin bir sonucu olarak yeni üretim biçimlerininortaya çıkmasıyla birlikte cam vazgeçilmez bir parçamız haline gelmiştir. Yaklaşık 5000 yıllık bir tarihe sahip olan cam sanatı her döneminde çok değerli olmuştur. Özellikle de ilk ortaya çıktığı zamanlarda! Şarap içtiğimiz kadehten, aydınlandığımız ampüle ya da evimizi koruyan pencerelere kadar tüm hayatımız camla çevrilidir. Dolayısıyla günümüzde sürekli gelişen teknolojinin bir sonucu olarak yeni üretim biçimlerininortaya çıkmasıyla birlikte cam vazgeçilmez bir parçamız haline gelmiştir. Elbette ki günümüz tüketim toplumlarının taleplerini karşılamak için bu gerekliydi. Fakat seri üretimin beraberinde getirdiği “tektipleşme”, farklı ve eşsiz olana ilginin artmasına neden oldu. Bu yüzden de cam sanatının büyülü dünyasının yaratıcılığı, cazibesini sürdürmeye artarak devam ediyor. Cam sanatçıları hayal dünyalarının yansımalarını teknik bilgileriyle birleştirince, ortaya çıkan eserlerin cazibesine kapılmamak zaten mümkün görünmüyor. Soğuduğunda sertleşip kırılabilen bir malzeme olan cam, ancak yüksek ısıyla akıcı kıvamında sürekli döndürülerek denetim altında tutulur ve farklı tekniklerle biçimlendirilir. Camın “erime” değil “yumuşama” noktasının olması değişik yöntemlerle şekillendirilmesine hatta üfleyerek şişirilmesine bile olanak tanır. Dolayısıyla bu süreçte en önemli belirleyicilerden biri haline dönüşen zaman, cam sanatının ayrılmaz bir parçasıdır. Çünkü önemsiz gibi görünen bir aksamada dahi eserin biçimi yok sayılarak kırılıp baştan yapılır. Bu nedenle teknik bakımından kusursuz davranmak zorunda kalan cam sanatçıları, büyük ustalar olarak kabul edilir. Cam sanatçıları cam karışımlarını kendi istedikleri camın özelliklerine göre belirlerler. Bunlar kuşkusuz yüzyıllardan beri gelen bilgi birikimleri sonucunda oluşmuştur. Çoğu insanın aklına cam sanatı denilince müzelerdeki eserler gelir. Bu hiç de şaşırılacak bir durum değildir. Çünkü yaklaşık 5000 yıllık bir tarihe sahip olan cam sanatı her döneminde çok değerli olmuştur. Özellikle de ilk ortaya çıktığı zamanlarda! Cam eserlerin bu ilk örnekleri mücevherimsi küçük görünüşleriyle adeta çarpıcı bir etki yaratmış olmalı ki çok değerli madenlerle birlikte genellikle boncuk formunda kullanılmış. Cam sanatının özellikle Mısır ve Mezopotamya bölgelerinde doğup yaygınlaşması elbette ki bir tesadüf olamaz. Çünkü Mısır ve Mezopotamya camın temel malze-mesi olan kumun ve odunun en çok bulunduğu topraklardı. Seramiğin ve camın üretim biçimlerindeki benzerlikten yola çıkarak, o dönem için Mısırlılarda gelişmiş bir seramik sırlama sanatı olduğu düşünülürse Mısırlıların seramikten cama geçişleri doğal bir süreç olarak algılanabilir. Zamanla cam eserler yaygınlaştıkça, eserlerin formları büyümüş ve şekillenmiştir.

32


nİŞANTAŞI PLUS

“Cam sanatının özellikle Mısır ve Mezopotamya bölgelerinde doğup yaygınlaşması elbette ki bir tesadüf olamaz. Çünkü Mısır ve Mezopotamya camın temel malzemesi olan, kumun ve odunun en çok bulunduğu topraklardı.” 33


Selçuklular ve Osmanlı döneminde cam sanatı Anadolu’ya ise Selçuklular ile birlikte giren cam sanatının o dönemden kalma örnekleri camın kırılgan yapısı nedeniyle ne yazık ki çok fazla değildir. Fakat bu eserler incelendiği zaman Osmanlı’nın ilk cam sanatı örnekleriyle benzerlikler taşımaktadır. Selçukluların bu anlamda Osmanlı cam sanatı üzerindeki etkilerinden bahsetmek mümkün olsa da daha sonra Osmanlı kendine özgü tarzını belirlemiştir. Çünkü sanat toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel yapısının aynasıdır ve onun içerisinde şekillenir. Dün-yadaki cam eserlere bakıldığın da birçoğunda şeffaflık ve parlaklık aranırken buradaki cam eserlere baktığımızda renklere ve süslemelere sıkça yer verildiği görülür. Ona sadelikten uzak zenginliğini veren Anadolu’nun geleneksel beğenileri ve sembolleridir. Ayrıca dönemin divan ve aşık edebiyatında camın ilham verici görüntüsü nedeniyle çok farklı yorumlanıp içeriğinin doldurulması cam sanatçılarının da yaratıcılıklarına yardımcı olmuş ve cam sanatının benimsenmesini kolaylaştırmıştır. Bu nedenle cam sanatı da Osmanlı toplumunun içerisinde bir simge olarak zamanla gelenekselleşmiştir. Cam sanatı Osmanlı’da gelenekselleşmesine rağmen cam eserler çok değerli oldukları için ya saraylarda, konaklarda ya da varlıklı sınıfın ulaşım imkanı dahilindeydi. Cam sanatının Osmanlı döneminde çok hızlı gelişim göstermesiyle birlikte cam sanatçılarının da örgütlendiği söylenebilir. Cam sanatı açısından büyük önem taşıyan bu dönemde çeşitli atölyeler kurulmuş ve özellikle de Osmanlının sınırları genişledikçe daha da yayılmıştır. Zaten günümüzde de Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camisi gibi dini yapılar incelendiğinde cam sanatının Osmanlının mimarisinde de değerli olduğunu görebiliriz. Mevlevi dervişi olan Mehmet Dede 18. yüzyılda İtalya’ya giderek cam işçiliği üzerine çalışmış ve İstanbul’a döndüğü zaman Beykoz’da kurduğu cam atölyesinde “Beykoz İşi” olarak adlandırılan eserlerle cam sanatına büyük katkılarda bulunmuştur. 19. yüzyılda ise Paşabahçe’de kurulan büyük bir atölyede “Çeşm-i bülbül” olarak adlandırılan eserlerin üretilmesi büyük ün salmıştır. Günümüzde de çekiciliğini korumaya devam ediyor. Osmanlının yaşadığı bunalımlı dönemle birlikte cam sanatı gerilemiş olsa da Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte yeniden canlanmış ve kalkınmaya başlamıştır. Özellikle bizi kötü bakış ve düşüncelerden koruduğuna inanılan nazar boncuğu yapımına Cumhuriyet döneminde başlanmıştır.

“Mevlevi dervişi olan Mehmet Dede 18. yüzyılda İtalya’ya giderek cam işçiliği üzerine çalışmış ve İstanbul’a döndüğü zaman Beykoz’da kurduğu cam atölyesinde “Beykoz İşi” olarak adlandırılan eserlerle cam sanatına büyük katkılarda bulunmuştur.”

34


nİŞANTAŞI PLUS Dan-Dailey

Harvey Littletton

Camın merkezi

Venedik Murano Dominick Labino

Robert Fritz

Dünya geneline baktığımızda Avrupa ülkelerinde cam sanatının Akdeniz ülkelerine göre daha gelişmiş olduğu söylenebilir. Özellikle Venedik tarih boyunca cam sanatının en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Venedik yakınlarındaki Murano adasında devam ettirilen bu gelenek Murano camcılığı olarak adlandırılmaktadır. 19. yüzyılda kriz döneminde buradaki bazı ustalar Avrupa’nın çeşitli yerlerine yerleşmek zorunda kalmış fakat çok fazla destek alarak Murano camcılığının Osmanlı başta olmak üzere tüm dünyaya yayılmasını sağlamışlardır.

Richard Marquis

Ricky Bernstein

Günümüzde de Harvey Littletton, Dominick Labino, Robert Fritz, Marvin Lipofsky, Dan Dailey, Richard Marquis, Ricky Bernstein, Gianni Toso gibi cam ustaları cam sanatını geliştirmekte fakat bunu eskiden gelen temeller üzerinde yapıp yaşatmaktadırlar. Çağdaş sanatla birlikte farklı yorumlar da yakalayan cam sanatı, yüzyıllardır kaybolmayan etkisini sonsuz biçim zenginliğiyle, canlı tutmayı başarıyor. Ayrıca sanatsal bir ifade biçimi olarak camı heykellerinin materyali olarak kullanan sanatçılar da günden güne artmış ve cam, heykel sanatında da kendini yeniden biçimlendirmiştir. Değişen beğeniler doğrultusunda geçmişle geleceği birbirine bağlayan cam sanatının zaman yolculuğuna kapılmamak mümkün görünmüyor! Gianni Toso

Marvin Lipofsky

35


Cama nefesiyle hayat veren adam:

Lino Tagliapietra Yazı: Ceren Uzuner

Venedik asıllı cam üfleme sanatçısı olan Lino Tagliapietra 1934 yılında Rio dei Vetri’de bir apartman dairesinde doğdu. Amerika Birleşik Devletlerinde de çalışan ünlü cam ustası, geliştirdiği cam üfleme teknikleri ile uluslar arası bir değişimde sahne aldı. Nefesi ile harikalar yaratan ünlü akıl hocası Lino Tagliapietra’nın etkisi, hayat verilen yeni nesil cam işlerinde; Çin, Japonya ve Avustralya da ki cam ustaları tarafından, o’nun geliştirdiği teknikler doğrultusunda uygulanmaktadır. Tagliapietra’nın kariyerinin ve bu doğrultuda eğitiminin başlangıcı, on iki yaşındayken Archimede Seguso’da çırak olarak çalışmasıyla başlaması olarak biliniyor. Ardından Gagliano Ferro Fabrikasında su taşıması için işe alınan Tagliapietra’nın ancak iki sene sonra cam üretimine katılmasına izin verildi. Modern sanat konusunda kendi kendini eğiten cam ustası, Venedik Bienal’ine gerçekleştirdiği sanat gezilerinde; Mark Rothko, Barnett Newman ve Ellsworth Kelly gibi sanatçıların eserlerinden ilham aldı. Yirmi bir yaşına geldiğinde ise maestro ünvanı alan Tagliapietra, 1952 ve 1954 yılları arasında zorunlu olarak İtalya’da yaptığı askerlik sırasında iki seneliğine çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı. 13 Eylül 1959 tarihinde, ailesi asırlardır Venedik’te cam üretim alanında isim sahibi olan Lino Ongaro ile evlendi. Hayatının 25 yılını, hatırı sayılır derecede isim yapmış cam fabrikalarında çalışarak geçirirken bir taraftan da altında çalışan cam ustalarını eğiterek geçirdi. 70’li yıllarda renkli camlar olmamasına rağmen Lino Tagliapietra, yaptığı camları sonradan renklendirmektense, onların eşsiz olabilmesi için, üflenmeden renklendirilmesi ile ilgili çalışmalarına devam etti. Yaptığı işi sadece iş olarak görmektense, her zaman sanat ve zanaat’ı bir arada icra ettiğini savundu. 21-27 Nisan 2012 tarihleri arasında, Cam Ocağı Vakfı’nın 10. yılı için düzenlenen etkinliği çerçevesinde Türkiye’ye geldi. Birbirinden farklı 100 adet eser üreten Tagliapietra’nın asistanlıklarını Dante Marioni ve Janusz Pozniak yaptı. Yapılan eserlerin formları aynı olsa da her camın içeriğine eklenen renkler sayesinde eşsiz desenler ortaya çıktı. Yapılan bu eserler, Türkiye’nin dört bir tarafından gelen cam ustaları tarafından ilgi ile izlendi. Toplamda 6 adet ödüle sahip olan ünlü cam üfleme ustası, en son Vizyoner Ödülü’nü 2013 yılında Art Palm Beach tarafından aldı. Kendisi halen Urban Glass’da yönetim kurulunda görev almaktadır. Lino Tagliapietra’nın cama duyduğu aşk görmezden gelinemeyecek kadar büyüktür. Onun cam ile nefesinin dansı sayesinde, günümüzde cam üfleme sanatı devamlılığını sürdürmekle beraber çeşitliliğini de arttırmaktadır.

36


nİŞANTAŞI PLUS

37


ADVERTORIAL

Hakan helvacıoğlu ile Devon & Devon Çizgisi Bütünü oluşturmayan ürünler, mekân yaratamıyor... Kapalı toplumlarda tasarım, estetik, kendi kültürü ile bir şeyleri karıştırmanın çok daha ön planda olduğu tespitinde bulunan Mimar Hakan Helvacıoğlu ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Antika mobilyalardan, sanat eserlerinden hoşlanan ve bunları parça-bütün ilişkisi ile en iyi şekilde ortaya koyan Hakan Helvacıoğlu; “Bütünü oluşturmayan ürünler hakikaten mekân yaratmıyor” diyor. Çalışmaları ve düşünceleri üzerine yaptığımız bu röportajı zevkle okuyacaksınız.

Fotoğraf: Aytekin Yalçın, Engin Aydemir, Metin Kuşçu Röportaj: Elçin Sonakın

38


nİŞANTAŞI PLUS

“Yaratıcılığı yok ederseniz, zaten ben olmam, başka biri olurum. Estetik göz, yaratma dürtüsü olduktan sonra çok şey yapılabilir.”

39


ADVERTORIAL Hakan Helvacıoğlu nasıl mimar olmaya karar verdi, bu süreçle sohbetimize başlayalım isterseniz?

Çocukluktan beri kreatif bir akışkanlığım vardı. Viyana’da liseyi ‘Sahne Sanatları Bölümü’nde okudum. Bölümüm, dekor, kostüm, dans, şan, tiyatro, aksesuar, mekan… her şeyi kapsıyordu. “Resim ve heykel yapamam!” Üç boyuta odaklıyım, o zaman mimar olmaya karar verdim. İstanbul’a gelerek M.Ü.G.S.F. “İç mimarlık ve Endüstri Tasarımı” bölümüne girdim. Bir yıl sonra Endüstri Tasarımı bölümüne geçtim. Ürün tasarımı da yaptım ama hep iç mimar olarak çalışmalarımı sürdürdüm. Çok da memnunum, başka da bir şey yapamazdım…

Küçükken ne olmak istiyordunuz?

Bütün aile bireyleri doktor veya hariciyecidir, diplomattır. Doktor olmayı istemedim, hariciyeci de olamayacağıma göre. Halimden memnunum. Herşeyi yapabildiğim en güzel mesleklerden birini yapıyorum sonuçta…

Hep şuna inanırım insanın hobileri, zevkleri, iş hayatının tuzu-biberi oluyor. Hayatınızda dans, müzik, aksesuar herşey tasarımlarınıza yansıyor, değil mi? Son yıllarda bir trend var, herkes tasarımcı olmak istiyor. Herşey tasarım olmuş durumda, kağıt katlayan tasarımcı oluyor. Bu kadar basite indirgenmemeli. Aslında herşey tasarlanabilir, hem çok geniş olmalı hem de bu kadar hafife alınmamalı. Bu eğitimi aldığınız zaman her şeyi yapabiliyorsunuz. İnanılmaz bir özgürlük alanı açıyor. Bir şey yapmasan da, yapabileceğin duygusu en büyük rahatlık oluyor; monoton olmuyorsun. Birine bir şey yaptırabilmen için önce kendin en iyi olabilmelisin ki, o detayı isteyebilme durumun olsun. Bilmeden isteyemezsin. Dolayısıyla “eğitim şart!”.

Çalışma hayatınız nasıl başladı? Bugününüzün temellerini kimler, nereler oluşturdu?

“Hakan Helvacıoğlu stilini ben de algılayamıyorum, her şeyi karıştırırım ama doğrusunu yapmaya çalışırım. Yalıyı yalı gibi, apartmanı apartman gibi...”

İsim vermek istemiyorum… Yıllar önce üniversitedey-ken ikinci sınıftan itibaren çalışmaya başladım. Sadece okula gidip gelmekten çok sıkılmaya başlamıştım. Üniversite tarihinde çalışmasına müsamaha gösteri-len ender öğrencilerden biriydim. Her ne kadar üniversiteden tekniği öğreniyor olsanız da çalışmaya başladığınızda; uygulama ve gerçek dünyada nasıl çalışıldığını öğrenmeye başlıyorsunuz. O artı bir değer katıyor. Tanıdık olan Dream Design’da staj yaptım, daha sonra o dönemin en önemli mobilya-dekorasyon firmalarından birinin kapısını çaldım. 1986-87 yıllarıydı. İçeri girdim ve ben sizinle çalışmak istiyorum dedim. “Peki!” dediler. O gün bugündür çalışıyorum. 25 sene oldu! Hala görüşüyorum, eski patronlarım arkadaşlarım oldu!

İstanbul dışında çok sevdiğiniz, yaşayabilirim dediğiniz bir yer var mı?

Annem İzmirli ama… Yok! İstanbul dışında, başka bir yerde, yaşayamam her halde!

Peki işi eve taşıyor musunuz, hobileriniz, özel uğraşlarınız?

Yaşamımın yüzde 98’ini iş kapsıyor. İşim çok renkli olduğu için bir yerde sosyal dünyamı da doyuruyor. Yaptığım iş aynı zamanda özel uğraşım, hobim, zevk aldığım, mutlu olduğum bir uğraşı.

Yaşamınızın büyük bir bölümünü işle geçirdiğinize göre, fedakârlıkta bulunduğunuz şeyler olmalı, bugüne kadar nelerde fedakârlık yaptınız? Her durumda işe endekslisin bir kere. Programını, isteklerini ona göre ayarlıyorsun. Bir de ben ev ağırlıklı çalışan bir iç mimarım. Projeler çok uzun oluyor. Bir projenin 3-4 sene sürdüğü oluyor. Dolayısıyla farklı bir süreç geçiriyorsunuz. Bin tane ailen oluyor! Onların her biriyle vakit geçirdiğin zaman, tasarım işin bir kısmı ise diğer

40


nİŞANTAŞI PLUS

kısmı da insan ilişkileri oluyor. Bir de birçok projeyi aynı anda yapıyorum. Türkiye’nin durumu, ekonomik dalgalanmalar mevcut. Haliyle senkronizasyonun da kayıyor. Sürekli bir kargaşa durumu yaşanıyor. Dolayısıyla tatiller az, seyahatlerin ama cı da tamamen iş seyahati oluyor... Ev seçimi, ofis seçimi, arkadaşlıklar, giyimin, konumun, hedeflerin her şey işin yönlendirdiği bir durum oluyor. Bakıyorum arkadaşlıklar da işle ilgili. Hastalıklı bir durum ama başka türlü de olmuyor…

Bir anda mimarlığınızı çektik elinizden, ne olur?

Bir süre zorlanabilirim… Ama yaratıcılığı alamazsınız, işi alabilirsiniz! Dekorasyon yapmayacaksın, ev yapmayacaksın diyebilirsiniz. Ama yaratıcılık başka bir şey, mutlaka bir şeyleri ortaya koymak için zihniniz sizi kamçılayacaktır! Yaratıcılığı yok ederseniz, zaten ben olmam, başka biri olurum. Dolayısıyla her şeyi yapabilirim. Estetik göz, yaratma dürtüsü olduktan sonra çok şey yapılabilir.

Bu arada üzerinde çalıştığınız yeni projeler neler?

Altı senedir başka evleri yıkıp, döküp yeniden ortaya bir şeyler çıkarmaktan bıktık. Onun için mimari projeleri seçmeye başladık. Ev ağırlıklı çalıştığımızdan dolayı, uygun arazi olduğu zaman binayı da çiziyoruz müşterinin isteğine göre, peyzajını da yapıyoruz; komple proje teslim işlere ağırlık vermeye başladık. Tasarım adına her noktasında biz oluyoruz. Dolayısıyla bahçe kapısının kolundan tutun, iç çamaşırı yerleştirilecek dolabın çekme-cesine kadar her ayrıntıyı düşünüyoruz, tasarlıyoruz.

Bunlar hangileri?

Maalesef teşhir edemiyoruz, belki bir tanesini edebiliriz yakın zamanda… Bir tanesi

tarihi eser. Tüm projelerde çok detay var. Bu benim işlerimin özelliği zaten. Her proje her ev olması gerektiği gibi, doğrusu gibi. Hakan Helvacıoğlu sitilini ben algılayamıyorum, her şeyi karıştırırım ama doğrusunu yapmaya çalışırım. Yalıyı yalı gibi, apartmanı apartman gibi. Villayı villa gibi, tarihi köşkü köşk gibi… Hepsinde bir lezzet var, doğru detaylar doğru fonksiyonlar var.

Kaç kişilik ekibiniz var?

Şu an 9 kişiyiz! Büyük projeler gerçekleştirdiğimiz zamanlarda bu sayının 40 kişiyi bulduğu da oldu. Proje bazlı çalıştığımız zamanların da 3-4 sene sürdüğünü belirtmek isterim.

Butik Otel projesi düşünüyor musunuz?

Düşünüyoooorum dermişim:) Karaköy’de görüştüğümüz küçük bir proje var!

Önümüzdeki sene daha çok neler ön planda olacak? 2014’te bizi ne bekliyor?

Vintage tarz yine devam edecek. Doğal malzemeyi renkle karıştırma, eşittir bohemlik akımı var. Bir zamanlar etnik bohemlik çok modaydı, şimdi şık bohem moda! Klasik görüntüyü, kaliteli ve pahalı objeler ile bohem bir tarzda sunmak artık revaçta. Rafine bir şıklık, ara tonlar, griler, vizonlar, ama araya serpilmiş renkler ve mümkün olduğu kadar vintage. Mobilyada, ev aksesuarında, giyside, takıda, her şeyde vintage veya vintage look. Çok önemli bir detay haline geldi ve evin her yerine girecek. Niye vintage look diyoruz? Her şeyi tek tek kullanıyoruz, yemek masasına kullanılan sandalyeler bile tek tek. Çok yeni şeyler değil ama önümüzdeki dönem zirve yapacak gibi görünüyor. Her şeyin yalınını seven İskandinavlar bile bu tasarımları üretmekte. En beklenmeyen yerden çok farklı bir akım başladı. Dünya o kadar monoton ve mutsuz ki aslında; herkes kendi içindeki çiçeği açmaya, ortaya

çıkarmaya çalışıyor. O çiçek de renkli zaten… Kasvetli İskandinavya’dan aşağıya doğru renk akışı olacak. Dünya kendini mutlu kılmaya çalışıyor…

En çok kullandığınız renkler hangileri?

Gri, keten tonları severim, kahve tonları. Yaptığım mekânlarda, sonuçta mekân benim mekânım değil, mercan tonları kullanırım. Yeşiller, maviler… son yıllarda renklenmeye başladım. Çok renklendim! Lacivertler, safir renkleri kullanıyorum. Kendi evimde hayır, ama kullandığım evlerde sevildiğini görüyorum.

Dünyadaki gelişmeleri nasıl takip ediyorsunuz. Beslendiğiniz, takip ettiğiniz fuar, etkinlik, vs.?

Önceleri fuarlara çok daha fazla katılırdım. Maison&Objet Paris’e gitsem diğer sefer Milano’ya giderdim. Son dönemlerde Paris’e çok sık seyahat ediyorum işim dolayısıyla. Bu sene Maison&Objet’e gittim, Milano’ya gitmek istemedim. Bir önceki sene Milano’dan nefret etmiştim. Değişiyor, duruma göre iş yoğunluğuma göre mümkün oldukça fuarlara gidiyorum diyebilirim. Yararlı oluyor, gitmek de gerekiyor açıkçası. Bir şeyleri alıp-satan mimar kategorisinde olmadığım için, sadece esinlenmek, farkında olmak, tanımak açısından gittiğim için biraz doyduğuma da inanıyorum. Bir de artık eskisi gibi değil, Türkiye’de her şeyi bulmak mümkün. Eskiden tanımak için, almak, getirmek için gidiyordum. Ama artık her şey var Türkiye’de. Artık gözden geçirmeye, eğlenceye gidiyorsun bir anlamda. Onun için Milano’ya gitmedim bu sene, pişman oldum sonra. Çok çok güzelmiş, önceki sene felaketti oysa.

Türkiye’de bu alandaki konferanslar, kongreler, etkinlikler ne durumda?

Türkiye her şeyin suyunu çıkaran bir ülke olduğu için, tasarımı desteklerken kendi içinde

41


ADVERTORIAL

Hakan Helvacıoğlu kimdir? 1968 Köln doğumlu. 8 yaşından sonra Viyana’da Sahne Sanatları Bölümü’nde okudu. Yüksek bölüme devam etmeyip, 1984’te İstanbul’a gelerek Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İç mimarlık ve Endüstri Tasarımı bölümüne başladı. Öğrenim süresince o zamanki en iyi firmalarda çalışmaya başlayarak, uygulama ve gerçek dünyada nasıl çalışıldığını öğrenmeye başladı. Mezuniyet sonrası bir süreliğine çalışmaya ara vererek, “Renk psikolojisi ve Tasarım Stratejisi” konularında destekleyici sertifika programlarına katıldı. 25 yıldır “iç mimar ve mekân tasarımcısı” olarak farklı projeler üzerinde çalışmalarını sürdürüyor.

42


nİŞANTAŞI PLUS böldük aslında. Oysa tasarımı fuarlarla, sergilerle çok find out edemiyoruz. Galeri, modern sa-natlar enflasyonu çıktı. Fuarlar modern sanatlar üzerinden, her köşe başı bir galeri. Çoğalmasını tabii ki isteriz ama, bir kalite sembolüdür, onun da suyunu çıkardık; dolayısıyla bir sıradanlık da var. Lütfi Kırdar’daki, yılda iki kez yapılan, fuarı takip ediyorum, çok hoş. O fuar sanat ve tasarımı bir şekilde bağdaştırıyor. Diğer yapılan şeyler kermesten öteye gitmiyor açıkçası! Türkiye’deki tasarımları dünya çapında sunabilecek bir çatı yok değil mi? Türkiye’de özgün dizayn yapan Galata Tasarım Günleri gibi... Onların fuarlara katılmaması lazım zaten. Tasarım ruhlu işler yapıyorlar, özelliği o. Fuarlara katılabilecek firmalar dünya çapında ticaret yapabilecek kapasiteye, özgünlüğe sahip olmalı. Türkiye’de böyle bir firma yok maalesef. Ahmet, Mehmet Usta’nın yarattığı kopya eşyalardan ibaret! Onun için kermesten öteye gidemeyen şeyler bunlar. Dolayısıyla bunların da yurtdışından gelecek müşteriye hitap etmesi mümkün değil. Müşteri neye geliyor; iyi mimarla veyahut kendi mimarıyla İstanbul’a alışverişe geliyor. Çünkü İstanbul onlar için en yakın ve en iyi dağılım noktası, aradığı şeyi bulabileceği dünya markalarının bulunduğu bir merkez. New York’ta bile bulunmayan markaların tümü İstanbul’da var!

Evet, İstanbul en iyi merkezlerden biri. Böyle bir merkez haline gelmişken neden bunu daha iyi değerlendiremiyoruz?

İstanbul’a gelen eline listesini alıp aradığı şeyi bulup, gidebiliyor. Sistem çalışıyor. Bunun için bir fuara gerek duyulmuyor herhalde.

İstanbul’dan mimarlarla çalışmak isteyen, alışveriş yapmak isteyen kişilerle yaptığım sohbetlerden çıkardığım birşey var. Sanki alanında iyi mimarların, tasarımcıların bir arada olduğu, müşterinin gezip görebileceği, karşılaştırma imkanı bulabileceği bir platforma ihtiyaç var. İstanbul bu konuda kendini pazarlayabiliyor mu? Ya da tasarımlarımızı uluslararası platforma taşıyan kişi ya da kurumlar mevcut mu? Öyle ajanlar var, biliyor musunuz? Özellikle Çukurcuma civarlarında dolaşıp, nerede ne var buluyorlar ve bunları katalog haline getiriyorlar; götürüp Amerika’da pazarlıyorlar. Çok yakın arkadaşımlarından biliyorum.

Evet, Çukurcuma’da bu spesifik durum ortaya çıkarılabilir!

Tabii ki… Çukurcuma’yı öyle bir noktaya getirelim ki, “eskici” olmanın ötesine geçsin. Şimdi tasarım dükkanlarının çoğu orada açılıyor, çok da güzel oluyor. Aramızda anlaşalım, ufak tefek eskicileri başka noktalara kaydıralım, orası tasarımcıların eline geçsin ve orası tasarım alanı olsun.

İnsanlar oraya gitsin, dizaynla alakalı aradığı şeyi orada bulsun istiyorsunuz?

Aynen öyle… Çukurcuma nedir? Genç-yaşlı tasarımcı, dekoratör, antika malzeme her tür tasarım obje ve malzemenin bulunabileceği bir merkeze dönüşsün. Orada böyle bir potansiyel var. Bilenler Çukurcuma diyor başka bir şey demiyor!

O zaman fuar tarzı bir şeye ihtiyaç yok mu?

Tabii ki var! Tek başına Çukurcuma yarım kalıyor. Çukurcuma’yı desteklemek gerekiyor. Diğer yandan yılın belli dönemlerinde yapılacak tasarım etkinlikleri bunun tamamlayıcısı olacaktır diye düşünüyorum. Şimdi bir de Karaköy’e yöneliş var, bırakın Karaköy kalsın. Kafeleriyle, yeme-içme mekânlarıyla güzel orası. Oraya yayılınca bütün parçalanıyor diye düşünüyorum. Yayıldıkça burası yarım oluyor, orası da çeyrek! Burada bir şey yaratmak için herkesin elinden geleni yapması gerekiyor. Birçok uçtaki insanı bir araya getirmek pek mümkün olmuyor fakat ortaya çıkacak şeyin herkesin ve en önemlisi İstanbul’un yararına olacağı muhakkak.

Çukurcuma’ya tasarımcıların yönelişinin olması, aslında buranın öneminin anlaşıldığı ve herkesin bir şekilde bu yapıda olmaya çalıştığı sonucu da çıkıyor, değil mi?

Bir araya gelinerek daha çok çaba sarf edilebilir. Yapılacak daha çok şey var. Bir araya gelinecek ve plan, proje yapılacak. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) böyle bir şeye hazır. Geçen sene bu konuyu çok konuştuk. Tasarım Bienali’ni yaparlarken gündeme geldi, daha çok katılımcı olsun, herkesin kapısının önüne bir bayrak koyalım, insanlar ellerindeki haritalarla dolaşsınlar denildi. Ama şimdi “biri anyada biri konyada” o harita ne işe yarayacak. Kimse katılmadı tabii, ama yan yana olsa farklı olur. Nişantaşı Plus olarak siz de bunu yayın bence, buradaki çalışmalara katkı sunun. Çukurcuma’daki her kes de buna katkı sunmaya hazır, bunu konuşalım, maddi manevi katkı sunalım. Çünkü bu herkese yararlı bir şey.

Çukurcuma’daki tüm gelişmeleri, yapılması gerekenleri sayfalarımıza taşıyarak biz de bu konuda üzerimize düşeni keyifle yapabiliriz. Çünkü konu; Türkiye’nin gelişimi, tasarım sektörünün uluslararası platformda hakettiği noktaya taşınmasında hepimizin elimizi taşın altına koymamız gerektiği...

“Çukurcuma’yı desteklemek gerekiyor! Şimdi bir de Karaköy’e yöneliş var, bırakın Karaköy kalsın. Kafeleriyle, yeme-içme mekânlarıyla güzel orası. Oraya yayılınca bütün parçalanıyor diye düşünüyorum. Yayıldıkça burası yarım oluyor, orası da çeyrek!”

Yaşayan bir yeri desteklemek, onu ayakta tutmak, geliştirmek önemli. Onun için herkesin üstüne düşeni yapması gerekiyor. Bu noktada Nişantaşı Plus dergisinin katkıları bizim için çok anlamlı olacaktır.

“Dünya o kadar monoton ve mutsuz ki; herkes kendi içindeki çiçeği açmaya, ortaya çıkarmaya çalışıyor. O çiçek de renkli… Kasvetli İskandinavya’dan aşağıya doğru renk akışı olacak. Dünya kendini mutlu kılmaya çalışıyor…”

43


Devon & Devon’u tercih etme sebebiniz nedir? Stil! Türkiye gelmeden önce çalışıyordum. Ne zaman ki Türkiye’ye geldi, çok daha rahat oldu tabii. Çünkü müşteriye ikna etmek kolay oluyor. Ne kadar proje uygun olursa olsun, ikna etmek için görmek gerekiyor. Yandaş ürün seven bir grup, tamamlayıcı ürünlerle ancak kendini gösterebiliyor. Dolayısıyla burada olması çok çok önemli. Türkiye insanı biraz da görmeyi, dokunmayı, denemeyi seviyor! Dünyanın en iyi konsept tasarım mağazalarından biri Devon! Ürünü aldıktan sonra, getirilmesi, montajı, bir eksiklik olduğunda anında telafi edilmesi önemli şeyler. Çünkü lüks ürünlerde, sonrasında gereği gibi bir servis sunabilmek de işin bir parçası oluyor ve başa dönüyoruz bir tane alacağınıza beş tane alıyorsunuz.

44


nİŞANTAŞI PLUS

ve Devon & Devon Devon & Devon İtalya’nın birçok şehrinde bulunmaktadır ve ayrıca 70’ den fazla ülkeye ihracat yapmaktadır. Ürünlerin exclusive olarak sergilendiği birçok showroom vardır. Bunlar Floransa, Hamburg, Bükreş, Chengdu, İstanbul, Londra, Milano, Nice, Paris, Tel Aviv, Torina, Varşova ve Viyana’ dır.

45


46


nİŞANTAŞI PLUS

47


Ĺžapka: YSL Ceket: American Appearl Kemer: Vintage Bluz: Zara Kolye: Aqua

48


nİŞANTAŞI PLUS

Şapka: YSL Kürk: Estambulien Kemer: Vintage Mayo: Aqua Kolye: Aqua

49


Yeşil Şapka: Lanvin Kırmızı Şapka: YSL Kolye: Versace Küpe: Aida Bergsen

50


nİŞANTAŞI PLUS

51


Şapka: YSL Kürk: Estambulien

52


nİŞANTAŞI PLUS

53


54


nİŞANTAŞI PLUS

55


56


nİŞANTAŞI PLUS

FERHAT ŞİRİN ’le hayata dair... Farklı gazetecilik deneyimiyle adından söz ettiren Androjen Gazeteci Ferhat Şirin ile görüştük. Birbirinden ünlü isimlerle yaptığı röportajları ile gündem oluşturan Ferhat Şirin, çarpıcı açıklamalarda bulundu. Ferhat Şirin, sanatın birçok alanında projelerle önümüzdeki günlerde adından daha da söz ettirecek gibi. Samimi ve akılcı sorularıyla herkesin hayranlığını kazanan “Androjen Gazeteci”, cevaplarıyla da çok doğal, samimi ve akılcı olduğunu gösterdi… Röportaj: Elçin Sonakın Fotoğraf: Aytekin Yalçın

57


Öncelikle “Androjen” sözcüğünün anlamını bir de sizden dinleyebilir miyiz?

Şimdi ‘androjen’ kelimesini Google’a yazdığınız zaman karşınıza bazı tıbbi açıklamalar çıkar. Erkeklik hormonu, testosteron vs. gibi ifade edilmeye çalışılır; aslında androjen ‘cinsiyetsiz’ demek; ‘olduğu gibi’ demek. Bunun örneğini vermek gerekirse en ünlü androjen rahmetli Michael Jackson’dır. Ben androjenim, cinsiyetim yok. Ne kadınım, ne erkek, ne geyim ne homoseksüel, hiçbir cinsiyetim yok! Şunu da belirteyim, biliyorsunuz öldükten sonra, ruhun da cinsiyeti yok; meleklerin de cinsiyeti yok! Her beden ölümlü, öldükten sonra hiçbir ruhun cinsiyeti yok. Cinsiyetsizler… Ben de bu hayıtı cinsiyetsiz yaşıyorum!

Bunu kendi kendini hissederek mi keşfettiniz, yoksa yaşadığın ilişkiler mi buna itti? Bu anlamda, hayatınızda kimse yok mu?

Platonik aşklarım var :) Süpermen filminde başrolü oynayan Henry Cavill’yi çok beğeniyorum. Ama benim içimde cinsiyet yok, cinsellik yok! Cinsel istek yok, ona karşı beğeni var; cinsel bir his yok, fiziki olarak beğeniyorum. Aslına bakarsanız, aseksüel değilim; geçmişte ilişkilerim oldu tabii. Üç yıldır aseksüel bir hayat sürdürüyorum. Ben Allah’a aşığım, hem inanıyorum hem de ona güveniyorum. Bu benim için çok önemli bir aşk. Tevekkül ediyorum. Allah’ın yarattığı tüm canlıları çok seviyorum. Börtü böceği, kuşu kelebeği, çöpü çiçeği gerçekten çok seviyorum. Bu bana yetiyor.

Bu noktaya gelmenize sebep olan süreçten bahsetmek ister misiniz?

Ben artık şu olacağım, bunu yapacağım demedim. Geçmişten bugüne gelen bir hayat var ve bu hayatın içinde çok şeyler var. Çok çelişkiler var, düşünceler, yıpranmışlıklar, bilgisizlik var. Yeni yeni öğrenmeler var! İlimin çıtalarını yükselttikçe, daha ne kadar doğru hareket etmen gerektiğini anlıyorsun. Yeni öğrenmelerin yarattığı bir süreç diyebiliriz.

Ferhat Şirin bu durumda daha mı huzurlu?

Evet, çok daha huzurluyum. Kendimi yıpratmamaya çalışıyorum; okuyorum kitap hazırlığım var: “İki Kere İki Beş Eder”. Bitmek üzere, 2014’ün ilk ayları gibi raflarda yerini almasını planlıyoruz.

“Ne yaparsan yap, içinde bulunduğun durum senin bilincine, ruhuna, yaşamına bir şekilde yansıyor. Kadir İnanır’ı konuk aldıktan sonra, her şey daha da gelişti. Buradan Kadir İnanır’a da teşekkür ediyorum; onu konuk aldıktan sonra her şey çorap söküğü gibi geldi.” Şunu da sormadan edemeyeceğim, Ferhat Şirin’i en çok kadınlar mı üzdü erkekler mi?

Aslına bakarsanız, insanların hepsi beni çok üzdü! Cinsiyet ayırımı yapmadan bunu belirtmek istiyorum. Maalesef toplum olarak bir önyargı, kıskançlık, anlamadan yargılama durumu var. Kimse kimsenin mutlu olmasını istemiyor! Bırakın başarıyı, görüntüyü, giyimi kuşamı; gülmenize tahammül edemeyen bir toplumla karışı karşıyayız. ‘Neden mutlu?’ diye sorgulayabilen bir toplum. Bunu da Allah’a inançsızlık olarak görüyorum. Tanrıya inanan bir insan tüm bunları yapmaz, ona inanmanın gereğini yapar. Yani, orkidenin muhteşem görüntüsünden, kelebeğin renginden keyif alınmaz mı? Ben her şeyden keyif alıyorum; yağmurdan, kardan, fırtınadan, bunu samimi olarak söylüyorum…

58


nİŞANTAŞI PLUS

59


60


nİŞANTAŞI PLUS

61


“Öyle ya da böyle bu dünyaya damgamı vurmak istiyorum. Yaşama dair kodlarım da bu yönde. Dünya, sokaklar bir podyum ve ben bu podyumda en iyi olmak için çaba gösteriyorum.”

62


nİŞANTAŞI PLUS Türkiye’nin ilk Androjen gazetecisi olmayı nasıl başardınız, zor oldu mu?

İlk başlarda görüntüyü değiştirerek yaptım bu işi. Saçlarımı arkadan bağladım, makyaj yapmadım, doğal olmaya çalıştım. Ne yaparsan yap, içinde bulunduğun durum senin bilincine, ruhuna, yaşamına bir şekilde yansıyor. Sonra Kadir İnanır’ı konuk aldıktan sonra, her şey daha da gelişti. Buradan Kadir İnanır’a da teşekkür ediyorum; onu konuk aldıktan sonra her şey çorap söküğü gibi geldi. Biliyorsunuz, Kadir İnanır herkese kolay kolay röportaj vermez.

Androjen gazeteci olarak, misyon gazeteciliği mi yapıyorsunuz. Sorularınız oldukça ilginç karşılanıyor?

Sorularım hayatın içinden gelen, daha canlı, daha sıcak ve daha samimi. İnsanlara biraz umut vererek, sevgiyi aşılayarak, daha gerçekçi olmalarını sağlayarak, özeleştiri yapabilen yaşama dair bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Androjen kimliğimin dışında sorularım da çok farklı, kendi dünyamla ilgili soruları soruyorum. ‘Hangi takımı tutuyorsun? Kaç yaşındasın?’ gibi sorular sormuyorum. Rengârenk Kırmızı dergisi beni özgür bıraktı, ben de özgün sorularımla keyifli röportajlar yaptığıma inanıyorum. Gelen olumlu tepkiler de bunu gösteriyor.

Gazetecilik öncesinde, Ferhat Şirin ne yapıyordu?

13 yıl profesyonel olarak müzik yaptım. Hala da devam ediyor… Bestelerim var, müzik aranje ediyorum. İyi de yorumlamaya çalışıyorum. Sanatın önemli bir aşk olduğuna inanıyorum, onu ne kadar rafa kaldırmaya çalışırsanız çalışın, bu mümkün olmuyor. İşleyen bir aşk bu, beni daha da derinleştirdi… Her şeyin bir zamanı var, müziğin de zamanı geldiğinde bir albüm yapmayı düşünüyorum.

İnsan sevgisini, pozitif bakabilmeyi kendine misyon edinmiş bir insansınız. Aynı zamanda androjen ve müzik yeteneği olan bir gazetecisiniz. Siz Türkiye’deki gazetecileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Gazetecilik yapılabiliyor mu? Yapanlar da var yapmayanlar da var! Gazetecilerle ilgili konuşmaya kalkarsak, çok şeyi söylemek mümkün tabii.

Kimleri dinliyorsunuz?

Leman Sam’ı dinliyorum, çok hayranı olduğum bir sanatçı. Bir noktada benim müzik zevkimde biri de değil, ama başarılı buluyorum. Marilyn Manson dinleyen biriyim ben. Aslına bakarsanız müziğin birçok türünü dinleyen biriyim rock, blues, caz, pop, türkü vs. doğru yapılan, kulağıma, ruhuma iyi gelen her şeyi dinliyorum.

Pekiyi hangi gazetecileri beğeniyorsunuz?

Tarzı olan gazetecileri çok beğeniyor ve takdir ediyorum. Herkesin yaptığı işi yapan insanlar bana çok sıradan geliyor. Onun için tarzı olan herkesi beğeniyorum.

Ekoloji konusunda da ismini sıkça duyduğumuz birisiniz. Hatta Ferhat Şirin deyince insanların aklına organik tavrınız geliyor, neler söyleyeceksiniz?

7 yıl evvel Buğday Derneği’nin kurucusu rahmetli Victor Ananias Şişli Feriköy’deki Organik Pazar’ı kurdu. Daha sonra bu genişledi tabii. Samsun, Bursa, Kartal, Beylikdüzü derken çoğaldı. Şunu da belirtmek gerekiyor, organik tarım bir lütuf mu, hayır. Bunun özü, gerçeği zaten buydu. Bu önce kirletildi, lekelendi, kimyasal maddelerle önümüze sürüldü; şimdi de organik tarım diye bize sunuyorlar. Dünyanın ekolojik dengesi ile o kadar çok oynandı ki, kirletildi ki, ne kadar ekolojik tarım yapmak mümkün; bundan emin değilim. Yağan yağmurda asit var, kar eski kar değil, denizler, sular kirletildi. Kötünün iyisi deyip, ekolojik beslenmeye çalışıyorum. Zararın neresinden dönersek faydası var. Ayrıca, yaşam felsefemle alakalı; atalarımdan gelen bir kültürün yansıması diyebilirim. Orta Asya Moğol kökenliyim, genlerimden gelen bir doğal beslenme durumu da var. Kızılderili kökenliyim! Biliyorsunuz Kızılderililer doğal yaşamın, ekolojik doğanın en büyük savunucuları, yaşayanlarıdırlar.

Evet, Kızılderililere çok benziyorsunuz, duruşunuz, fiziki yapınız gerçekten bir Kızılderili çağrışımını, çok güçlü emarelerini taşıyorsunuz…

yaşayan bütün varlıklara saygı gösteriyorum. Bu yaşam Allah’ın bize bir lütfu. Bunun değerini bilmemiz gerekiyor. Nefsi hem terbiye hem de beslemek gerekiyor. Hem onaracaksın, hem seveceksin hem de terbiye edeceksin. Allah bizden adalet, merhamet ve sevgi istiyor. Bunu kendinde başarmış bireyin hiçbir şeyden korkmasına gerek yok. Her şeyi yapabilir… Allah, sen çalış emeğinin karşılığını vereceğim diyor.

Dünyanın acımasızlıkları sizi korkutmuyor mu? Çevre önemli bir faktör, bizim dışımızda da bir dünya var ve çok acımasız… Dünyadaki tüm canlıların hedefi olmuş olsam, Allah’a gerçek anlamda inanmış ve güvenmişim; hiçbir şeyden korkmuyorum. Bu ölümlü gezegende, suretten ibaret olan bir bedenim var ölümlü olan; ruh zaten ölümsüz. Onun için, bu bedeni de Allah bilir ne zaman alacağını. Hiçbir şeyden korkmuyorum.

İnsanlar sosyal medyadan sizi takip etmek istiyorlar fakat yoksunuz, neden?

Sosyal medya ile hiç aram yok. Facebook, Twitter kullanmıyorum, mail adresim bile yok. İyi yanların dışında, kötü amaçlar için kullanıldığını görüyorum, üzülüyorum. Şimdilik böyle, sohbet etmek isteyen bir sürü insan var biliyorum. Onlar biraz sabretsinler. Onlar için çok özel bir hazırlık yapıyorum.

Büyük büyük dedelerime, babaannelerime benziyorum. Onların biyolojik torunlarıyım, onların genlerini taşıyorum… Kökenimi biraz geç farkına vardım. Bizim akrabalarımızdan biri, asker kökenli bir albay, araştırma yapıyor ve bizim kökenlerimiz hakkında ilginç sonuçlara varıyor. Orta Asya, Moğol kökenli olduğumuzu tespit ediyor. Bu durumdan da gayet memnunum, onların yaşam felsefesini de kendime uygun bulduğum için de gayet mutluyum. Ailede, bu geni belirgin bir şekilde taşıyan tek kişi olmak da bir ayrıcalık tabii.

Sizi sevenlerinize bir sürpriziniz mi var?

Büyük hedefleri olan ve bir o kadar da mütevazı yaşayan birisiniz; bunu nasıl başarıyorsunuz?

Ben teşekkür ediyorum, başarılar diliyorum…

Evet, çok yakında bir televizyon projesi ile sevenlerimle buluşacağımı ümit ediyorum. Birkaç televizyon kanalı ile görüşmelerimiz sürüyor. O zaman bu sohbetlerimi insanlara, canlı canlı yapabilme imkânı doğacak. Moda sektöründe görüşmelerim var, bir sinema filmi projesi var. Filmde bir Androjen’i oynayacağım. Kitap, sinema, müzik, moda, gazetecilik, ekolojik tarım… her şey var, olmaya devam edecek.

Ferhat Şirin, çok teşekkürler…

Çok teşekkür ederim… Bu dünyada, evrende yaşayan bir birey olarak insanlar için çok şeyler yapmak istiyorum. Öyle ya da böyle bu dünyaya damgamı vurmak istiyorum. Yaşama dair kodlarım da bu yönde. Dünya, sokaklar bir podyum ve ben bu podyumda en iyi olmak için çaba gösteriyorum. Yaşamım da, giyim-kuşamım da, beslenme alışkanlıklarım da, insanlara bakış açım da hep farklı kodların ip uçarını taşır. İnsanları değiştiremezsiniz, böyle bir şey yok. Ama kendinizi koruyabilirsiniz. İnsanlar Ferhat Şirin’i hiç asık surat, sinirli, çatık kaşlı görmedik diyorlar. Ferhat Şirin sürekli gülümsüyor… Son üç yıldır sinir sistemimi aldırmış gibiyim… Evet, sürekli tebessümle, gülerek bakıyorum dünyaya. Yürürken gördüğüm kediye de öpücük atıyorum, uyuyan köpeğe de merhaba demeden geçemiyorum. Yanından geçtiğim ağaca mutlaka dokunmaya çalışıyorum ve dokunuyorum. Çünkü yaşamı seviyorum,

63


ADVERTORIAL

Tablonun bütünü:

Wertheim VILLAGE Yazı: Elçin Sonakın Fotoğraf: Chic Outlet Shopping

64


nİŞANTAŞI PLUS Fuar dünyasının başkenti Frankfurt’un devasa havaalanını aktarma noktası olarak kullanan, birçok Türk yolcunun haberdar olmadığı şirin bir kasabayı sayfalarımıza taşıdık: Wertheim. Frankfurt’a gidenlerin mutlaka görmesini şiddetle tavsiye ediyoruz. Almanya’nın finans, konferans ve fuar merkezi olan Frankfurt, büyüleyici bir sanat ve kültür hayatına sahip, bunlara bir dizi kaliteli müzeler ve tuhaf “Old Town”ı da dahil edebiliriz. Frankfurt’u görenler; şehrin etkileyici ve zengin yarı-kırsal alanlarla çevrili olduğu dikkatlerini çekmiştir. İşte bu yazının konusu da tam bu noktada başlıyor… Bu telaşlı, kozmopolit şehrin merkezinden yalnızca 40 dakika uzaklıktaki mesafede Wertheim Kasabası yer alıyor, bu kasaba Franconia’nın muhteşem tepeleri, üzüm bağları ve tarihi kasabaları ile komşu, görülmeye değer şirin bir kasaba. Sakin ve çok yönlü bir bölge olan Wertheim Kasabası, bu yönüyle hem şehirden gelen misafirleri hem de yurtiçi ve yurtdışından gelen turistleri kendine hayran bırakıyor. Kendine özgü yapısıyla farklı bir tarz ve atmosfere sahip olduğunu düşündüğüm bu kasabayı, mutlaka görmelisiniz. Kasabaya girer girmez, kule yapılı çatı çizgileri ile geleneksel Alman mimarisini; fistolu kiremit tarzı ise çevredeki bağların, tepelerin ve sıcak köylerin samimiyetini, hissettiriyor.

Alışveriş için...

Wertheim Kasabası 110’dan fazla tasarım satış butiğine ev sahipliği yapıyor, bu butikler önerilen perakende fiyatının yüzde 60’ına kadar indirim fırsatı sunuyorlar. Almanya’nın en tanınan ve niş moda markalarını; yerel köylerin yarı ahşap tarzdaki evlerinden esinlenmiş bir mimarideki bulvar üzerinde bulunan dükkânlarda bulmak mümkün. Modern ancak oldukça dişi ve itina ile dekore edilmiş tarzı ile tüm dünyada bilinen Alman modasının yıldızı Dorothee Schumacher’in tek butiğini “Chic Outlet Shopping”ı bu kasabada bulabilirsiniz. Diğer meşhur Alman markaları ise en-üst kalite moda için Escada, Strenesse ve Basler mevcutken, Hugo Boss ve St.Emile’den pratik iş kıyafetleri bulabilmek mümkünken; Hallhuber’den çocuk takımları, Bogner’den spor kıyafetleri, Baldessarini’nin dayanıklı, rahat ve pratik erkek giyim seçenekleri, Wolford’dan iç giyim, Aigner Outlet’den ödül çantaları ile Birkenstock’tan ünlü ergonomik ayakkabılar alabilirsiniz.

Moda için...

Kozmopolit bir müşteri topluluğuna sahip bu kasabada, Bally, Belstaff, Barbour, Versace, La Perla, Furla, Trussardi Jeans, Longchamp, Samsonite ve Tumi gibi uluslararası markaları bir arada gördüğünüzde hem heyecanlanır hem de şaşırırsınız. Spor giyim için ise Puma, Nike fabrika mağazasını, Salomon ve Quiksilver mağazalarını gezip cazip fiyatlara alışveriş yapabilmeniz mümkün.

Wertheim, 12. yüzyıldan kalma harabelerden oluşuyor; yarı ahşap evlere ve meyilli bağlara sahip görüntüsüyle; geçmişe yolculuk yaparken doğa ile iç içe bu güzellikler karşısında hayranlık duyacaksınız.

Lezzet için...

Bu arada kalabalık bir günde, Wertheim Kasabasının kozmopolit restoran seçenekle-rinden birini tercih ederek keyifli bir gün geçirmeyi de ihmal etmeyin. Keyifli gezinizde soluk almak için; örneğin otantik İtalyan pizzaları, makarna ve pasta çeşitleri için La Piazza güzel bir seçenek iken, atıştırmalık bir şeylerin yanında San Francisco Coffee Company’den içecek alabilmeniz ise başka bir seçenek olabilir. Tipik Alman yardımseverliği ise kendini her adımda gösteriyor; bunu da söylemeden geçmemiş olayım. Mesela size yardımcı olacak konusunda yetkin bir alışveriş uzmanı, kaliteli zaman geçirmek ve bölgeyi daha iyi tanımak için rehber yardımı almanız mümkün. Ve hatta köpeğiniz için özel bakım yerleri dahi bulabilmeniz mümkün!

Ve en önemlisi mutlu dönmek için…

Wertheim Kasabası’na ulaşmak oldukça kolay. Frankfurt şehir merkezinden Shopping Express otobüs bir seçenekken, Wertheim’e giden trene binip oradan ücretsiz otobüslerle ulaşım da sağlayabilirsiniz ve elbette kusursuz yollar üzerinde arabanızla da çok keyifli bir yolculuk yapmanız mümkün. Eski bir bölge olan Wertheim kasabası bu işin ekstra hediyesidir. Burası 12. yüzyıldan kalma harabelerden oluşuyor; yarı ahşap evlere ve meyilli bağlara sahip görüntüsüyle geçmişe yolculuk yaparken doğa ile iç içe bu güzellikler karşısında hayranlık duyacaksınız. Kasabaya gelen birçok turistin keşiflerini kalelerde ve Romantik Yolda sürdürdüğünü hatırlatmak isterim.

Ha unutmadan; Frankfurt’un kendisi de yenilikçi sanata, harika restoranlara ve maceracı gece hayatına sahip tabii ki!

65


Photographer: Aytekin Yalçın Designer: Styling Kadir Doğan Make Up: Chloe İmre

66


nİŞANTAŞI PLUS

67


umut 68


nİŞANTAŞI PLUS

hayal 69


heyecan 70


nİŞANTAŞI PLUS

gizem 71


suphe 72


nİŞANTAŞI PLUS

cesaret 73


isyan 74


nİŞANTAŞI PLUS

karmasa 75


Sonbaharın yaklaşması ile sanat etkinliklerinin ağırlığını hissettireceği bu dönemde dikkatimi çeken isimlerden biri de genç sanatçı;

Aylİn Eroğlu 2010 yılında resim çalışmalarına İzmir’de Seba Sanat Galerisi’nde başlayan ve 2011 yılında Bilimsel Komite Üyesi olduğu Uluslararası İzmir Sanat Bienali’ne katılan Eroğlu, aynı yıl Floransa Bienali’ne katılan Türk ressamlardan biri oldu. Resim yapmaya okul öncesi dönemde başlayan ve duygu ile düşüncelerini genelde renklerle ifade etmeyi seven sanatçı hem Floransa Bienali’ne hem de İzmir Sanat Bienali’ne katıldığı “The Integrity of Nature” isimli eserinde denizin altındaki canlılardan ilham almış. Denizin altındaki canlılar ile karadaki canlıların aslında nasıl bir bütünlük içinde olduğuna, doğadaki herşeyin ait olduğu sistem dahilinde bir bütünsellik içinde yaşadığında dikkat çekmiş.”Feeling” isimli eserinde kendi içselliğini özgürce resmederken, “Gift” adlı eserinde ise deniz altı canlılarının oluşturduğu güzelliğin bir hediye olduğunu ifade etmiş. Renklerin vurucu etkisini fırçanın yumuşak darbeleriyle birleştirerek eserlerinde ritim duygusunu anlatan sanatçı Kadın Haklarını Koruma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi olarak ‘’kadına şiddet’’ temalı resim sergisi çalışmalarına İstanbul’da devam etmektedir.

Yazı: Görkem Ataç

FEELING

76


nİŞANTAŞI PLUS

THE INTEGRITY OF NATURE

77


ADVERTORIAL

.

Incelik ve Güzellikte Bilimsel, Etkin Çözüm M Onep Nisantası’nda! Hızlı uygulanan, dinlenme, sosyal hayattan uzaklaşma gerektirmeyen, güvenli ve etkinliği kanıtlanmış güzellik ve incelme yöntemleri hakkında M –Onep Nişantaşı Kliniği’nden Dermatolog Dr. Hilal Gökalp’ten bilgi aldık. Hilal Hanım, kliniklerinde uygulanan Zeltiq, Vela, Slim Up, Thermage sistemlerinin alanlarındaki en etkin yöntemler olduğunu belirtiyor. Yazın alınan kiloları vermek, ofislere daha fit, sağlıklı dönmek ve gençleşmek için Nişantaşı M Onep’i siz de keşfedin.

ZELTIQ:

Bölgesel yağları dondurarak inceltiyor. Soğuğun zayıflatıcı etkisini bölgesel incelme yöntemi olarak kullanan Zeltiq; tek seansta ve kalıcı incelme sağlayabildiği için Amerika, Kanada ve Avrupa’da yüzlerce kişi tarafından tercih edildi. Zeltiq alanında en prestijli kurum FDA onayına da sahip. Sistem, işlem yapılan bölgeyi 4-5 dereceye kadar soğutuyor. (Yağ hücreleri soğukta yaşayamadıkları için uygulama yapıldıktan sonra yavaş yavaş eriyerek karaciğer yardımıyla vücuttan atılıyor.) Yağ hücreleri soğuk etkisiyle parçalanarak lenf dolaşımına katılıyor ve karaciğer yardımıyla vücuttan uzaklaştırılıyor. Uygulama öncesi herhangi bir hazırlığa, anestezi, krem vb. ne ihtiyaç duyulmayan Zeltiq’i her bölgeye tek seans uygulamak yetiyor. M Onep Nişantaşı Kliniği’nden Dermatolog Dr. Hilal Gökalp; “Bölgesel yağlanma sorunu yaşayan, cerrahi bir operasyondan çekinen, uygulama yapılmasını engelleyecek özel bir rahatsızlığı olmayan, diyet ya da egzersizle uygulama sonuçlarını koruyabilecek, 15 yaş üzeri erkek, kadın herkes güvenle bu sistemden yararlanabilir. Yine de mutlaka uygulama öncesi hekim kontrolünden geçmeniz şart” diyor. Sistem hamileler ve şeker hastaları için önerilmiyor. Love handle (simitler), kollar, üs ve alt karın, bacaklar, göbek, kalça, sırt (sütyen altı katmanları) uygulamanın en çok tercih edilen ve sonuç alınan bölgeleri. Uygulanan bölgeye bir saat kadar soğuk vakum uygulanırken, işlerinizi bilgisayardan takip etmeye devam edebilir, film izleyebilir, telefonda konuşabilir, kitap okuyabilirsiniz. Zeltiq uygulama süreci kadar uygulama ertesinde de konforludur. Özel bir dinlenme süresine, diyet, masaj, ya da egzersize ihtiyacınız olmaz. Seans: Her bölge için tek seans uygulanır Seans süresi: 1 saat Seans sonrası: Seans sonrası uygulama yapılan bölgede uyuşma hissi olabiliyor. Bu da işlem sonrası yapılan hafif bir masaj ile azaltılıyor. Sosyal hayattan hiçbir şekilde kopma yaşanmıyor. Seans biter bitmez günlük hayatınıza karışabiliyorsunuz. Herhangi bir iz kalmıyor, ağrı hissi yaşanmıyor.

78


nİŞANTAŞI PLUS VELA VE SLIM UP:

Selülit tedavilerinin vazgeçilmez tercihleri

VELA

Radyo frekanslı incelme teknolojisi Vela; portakal kabuğu tedavisinde ve portakal kabuğu görünümünün yok edilmesinde kullanılan en etkili yöntemlerden biridir. Elos teknolojisine dayalı olarak tasarlanan Vela, 4 sistemi bir arada kullanarak (radyo frekansı, infrared, vakum ve mekanik masaj ) tedavi edilen vücut bölge-sinde çapta küçülme ve cilt yüzeyinde daha düzgün bir görünüm sağlıyor. Portakal kabuğu görünümünü azaltan cihazlar kategorisinde FDA onaylı olan Vela, hem derin dokularda hem de cildin üst tabakalarında etki göstererek, yağ tabakalarında ve çapta ölçülebilir küçülmeler sağlıyor. Gökalp; “Tedavi, portakal kabuğu görünümünde azalma imkanı sunarken, yumuşak ve sıcak bir masaj hissi veriyor” diyor. Seans sayısı: Toplam 15 seans. Günaşırı olmak kaydıyla haftada 2 ya da 3 seans uygulanıyor. Seans süresi: 1 saat Seans sonrası: Mekanik masaj ve vakumun etkisiyle hafif bir yorgunluk hissi oluyor.

SLIM-UP

Slim-Up, kızıl ötesi ışınlarla adale çalıştırma etkisi olan bir cihazdır. Dr. Hilal Gökalp “ Slim Up’la gevşemiş kolları, bacakları toparlayabiliriz, vücut toparlama için en çok destek aldığımız yöntemlerden biri elektrotlarla kaslarını çalıştıran slim up yöntemidir. Bu yöntem kadın ya da erkek sıklıkla kullanılan bir yöntemdir ve şekillendirmeyi hızlıca gözlemlemek mümkün olmaktadır” diyor. - Karın, kalça ve bacaklardaki lokalize yağları azaltır, kasları sıkılaştırır. - Portakal kabuğu problemine somut çözümler getirir, vücudu şekillendirir. - Metabolizmayı hızlandırır, kilo kaybına yardımcı olur. - Kan ve lenf dolaşımını artırır, drenaj sağlar. Seans sayısı: Toplam 15 seans. Günaşırı olmak kaydıyla haftada 2 ya da 3 seans uygulanıyor. Seans süresi: 1 saat. Seans sonrası: Seans sonrasında bir rahatlama hissi oluyor. Günlük aktivitelere aynen kaldığı yerden devam edilebiliyor. Ancak bu sistemle kaslar çalıştırıldığı için, aynı gün içinde spor yapılması önerilmiyor.

.

.

THERMAGE ILE AMELIYATSIZ YÜZ VE VÜCUT GERME Thermage modern estetik cerrahide şu anda uygulanan yöntemler arasında tek cilt kesisi olmadan, cildi sıkılaştıran, yüz ve vücut hatlarını yenileyen ve sağlıklı bir kolajen dokusu oluşturan uygulamadır (Kollajen cildinizin yapı taşıdır). Thermage sadece kozmetik tedavide uzmanlaşmış doktorlar tarafından uygulanabilir.

Thermage uygulaması patentli bir radyo dalgasını (RF) kullanır. Bu radyo dalgasının cildi sıkılaştırdığı ve cildi yumuşak bir şekilde toparlayarak kırışıklıkları ortadan kaldırdığı yüz ve vücut hatlarını yenilediği klinik olarak kanıtlanmıştır. Thermage’in diğer cilt yenileme sistemlerine üstünlüğü tek seanslık bir tedavi olmasıdır. Diğer uygulamaların aksine iğne ve cerrahi müdahale olmadan uygulanan Thermage hızlı, kolay ve iyileşme sürecinin kısa olması ile günlük hayatınıza devam etmenize izin veren bir tedavidir. Thermage cihazı kırışıklık giderme yüz ve vücut germe için operasyonsuz tedavi olarak FDA tarafından onaylanıp belgelenmiştir. Thermage’ın mükemmel derecede bir güvenirlik raporu vardır. Dünyadaki yaklaşık Thermage uygulanan 70,000 hastanın ancak 1%’den azında minimal bir yan etki bildirilmiştir. Hastaların büyük çoğunluğu uygulamadan hemen sonra günlük yaşantılarına dönmektedirler. Bazı hastalarda ise orta derecede bir kızarıklık (güneş yanığı gibi) görülmektedir fakat kısa bir süre sonra kaybolmaktadır. Doktorunuz tarafından aksi belirtilmediği takdirde tedaviden sonra hiçbir özel bakım veya uygulama gerekmemektedir. Dr. Hilal Gökalp “Thermage seansının hemen ardından, cildinizin daha gergin, yumuşak ve daha genç göründüğünü fark edersiniz. Zamanla daha fazla gerginlik hissedersiniz” diyor. Seans sayısı: Tek seans yeterli oluyor. Seans süresi: 1.5-2 saat. Seans sonrası: Seanstan hemen sonra uygulanan bölgede sıkılaşma ve gerginlik hissediliyor. www.m-onep.com Nişantaşı Tel: (0212) 247 41 40 Etiler Tel: (0212) 352 32 33 Ameliyat uygulamaları için: www.onep.com.tr Tel: (0212) 283 92 70

79


ADVERTORIAL

Ruhunu mesleğinden besleyen adam:

ALİ İSİYEL

Bir gün çıktım ofisten geziniyorum Nişantaşı sokaklarında.. Valikonağı caddesinde biri takılıyor gözüme. Ali İsiyel.. Camın kenarın dalmış gitmiş uzaklara. Çalıyorum kapısını giriyorum içeri. Hemen orta şekerli bir Türk kahvesi söylüyorum. Kendi elleriyle yapıyor… Başlıyoruz sohbete. İletişim erozyonuydu, Türkiye’nin ekonomisiydi, kültürüydü derken farkına varıyorum meslektaşlarından ayrılan noktalarının ne denli köklü olduğu gerçeğinin… Yoğun ve yorucu bir dönemin, koyu muhabbetlerin ardından tatlı bir dedikodu yapalım dedik ve Ali İsiyel’ de bizi kırmadı. 70’lere 80’lere gittik. Neydik, ne olduk tartıştık. En önemlisi de pek çok coğrafyanın kadınını tanımış bir erkeğin gözünden biz kadınları konuştuk. Röportaj: Elçin Sonakın Fotoğraf: Aytekin Yalçın

80


nİŞANTAŞI PLUS Kuaförlük maceramız nasıl başladı?

Klasik! Severek.. 1975 yılında başladı bu tutkum. Mahallede kızların saçlarını tarıyordum. Rahmetli annem okullar tatile girince ilgimin farkına varıp beni kursa yazdırdı. Her tatili kuaförlerin yanında çalışarak geçirdim. Ardından okuluna gittim tabiî ki. 1973’te okulunu bitirdim. 1975’te çıraklığım çoktan bitmiş ve ben artık kuaför olmuştum. O yaşta bile kadınları süslemek benim için çok keyifliydi.

Keyifli ama bir yandan da oldukça zor değil mi?

Seviyorsan eğer zor diye bir şey yok. Ben buna inanmıyorum. Keşfettiğim bir şey vardı. O zamanlar imkanlar böyle değildi tabi. Kuaförden içeri giren kadını görüyorsun, bir de çıkarken.. Bu benim için inanılmaz bir deneyim olmuştu. İşte o zaman kendini daha farklı görüyor ve hissediyorsun. Bir kadın geliyor, saçını, en değerli varlığını sana emanet ediyor ve sen ona öyle bir dokunuş yapıyorsun ki kapıdan mutlu ve güzel çıkıyor. Farklı çıkıyor. Bunun hissiyatını anlatamam. Benim mutluluğumsa; kapıdan çıkan kadının mutluluğuyla paralel. Çirkin kadın gerçekten yoktur. O zamanlar bu kadar bakım yoktu. Çalışan kadın da çok yoktu. Çalışan kadın bakımlı olmak zorundadır her zaman için. Haliyle bakımlı kadın sayısı da günden güne artıyor. Şimdi de dişi kadın yok mesela. O zamanlar dişi kadın vardı. Dişiydi kadın. Şimdilerde kadın dişi değil. Çalışıyor kadın. 90’lı yıllardan sonra kadınlar erkekleşti. Çalışma hayatına girmeye başladıktan sonra erkekleştiler. Bu kadının kimliğini değiştirdi. Kimisi kadının erkeksi olmasından nemalandı. Bana sorarsan çok şey kaybetti kadın. Bence kadının dişiliğini kaybetmesi oldukça vahim bir durum. Türkiye’de kimse kadını 2. sınıfa koymuyor. Böyle bir şey yok! Kadın kendi kendine yapıyor. Sokakta 50 kadına sorsak “bana sahip çıkan erkek istiyorum” der. Diyor ki “sevgilim beni korusun, kollasın.” Neden kollasın? Erkek “nerdesin?” diye soruyor, hayatındaki kadının nerede, kiminle olduğunu merak etmesi çok normal. Sen de “çok baskıcısın!” diyip terk ediyorsun. E nasıl koruyacak seni bu adam? Bana göre değil, özgürlüğümü kısıtlıyorsun diyor ve yalnızlığı seçiyorsun. Dişilik böyle böyle ölüyor bence. 90’lardan sonra kimlik bozuldu. Bir “milenyum kadını” var benim gözümde. Yanlış anlaşılmasın. Kadınların çalışmasına karşı değilim :) Kadın artık okuyor, çalışıyor, para kazanıyor. Yeni Dünya ya kendini hazırlıyor. Ama bu bir şeylere bahane olmamalı.

Ama 90’lı yıllara göre şuanda kendine bakan kadın sayısı daha fazla değil mi? Ekonomik özgürlük, olanaklarlar günden güne artıyor sonuçta.

Bakımlı, süslü olmakla dişi olunmaz. Dişilik çok başka bir şey. Bir duruştur, tavırdır, ruh halidir. Eski dönemlerde kadın korsesiz çıkmazdı. Şimdi çık yola 20’li yaşlarda kızların yağlar belinden fışkırıyor. 2000 li yıllara kadar kadınlardan ciddi manada fikir alabiliyordum. Benim koltuğuma oturan kadın dişiydi. Anlıyordu her şeyden. Terzisine giderdi elbisesini anlatarak kendi diktirirdi. Modacı demiyorum bakın, terziye giderdi. Şimdi modacıyım diye piyasa çıkan zırtapoz adamların elbiseleri için “çok güzel, bayıldım, harika” diyor kadın. Kadın okuyor, kadın öğreniyor, kadın çalışıyor ama kadın bilmiyor “ne iyi, ne kötü?”! 2013 yılındayız. Bilinçlenmesi gerekirken daha da bilgisizleşiyor kadın, kötüye tav oluyor. Bu tıkanılmışlığın, üretken olmayışımızın bir sonucudur. Herkes birbirini kopyalıyor. O zamanlar terziler vardı. Terzi kuaförlerle çalışırdı. Bu kadın böyle saç modelleri seviyor, tarzı şu diye fikir paylaşırdık birbirimizle. Şimdi biraz efemineysen, çevrende birkaç televizyon yüzü, popüler insan varsa modacı oluyorsun. Yahu sen kim modacı olmak kim? Eskiden terziler sözde televizyon programlarında popüler olan vasıfsız sözde kadınları kapılarından içeriye bile almazlardı. O dönemin en önemli 2 büyük terzisi Yıldırım Mayruk ve Canan Yaka’nın rahmetli annesi Mualla Özbek’ti. O dönemlerde de İstanbul’da 4 büyük kuaför vardı. Ama en büyüğü tartışmasız Mahmut Coşkun’dur. Mesela Mualla Özbek Mahmut Coşkun ile çalışırdı. Ünü, büyüklüğü yalnızca İstanbul’da geçerli değildi. Tüm dünya da tanınırdı. Kimlerin saçını yaptı, kimler koltuğuna oturdu, kimleri kapıdan kovdu hepsi yazar tarihte. Müthiş bir adamdı. Gerçek sosyetenin saçlarını yapardı. Kadınlar Mahmut Bey’e danışırdı pek çok konuyu. Bilgisine, deneyimine, görgüsüne saygı duyarlardı. Kuyrukta beklerlerdi. Yılbaşı, bayram gibi özel günlerde hediye yağardı Mahmut Bey’e, pırlanta getirirlerdi. Şimdi gelen müşteri bırak hediye vermeyi, sana ödediği parayı geri alacak neredeyse! O noktaya geldik. Piyasa çok değişti. Bilinç çok değişti. Çok açık söylüyorum kapıdan müşteri girdiği zaman bana saygı duymadığını hissediyorum. Eskiden dediğim gibi sıraya girer-lerdi, artık çat kapı geliyor. Saygı hissedemediğim için bende saygı duyamıyorum. Bu kim olursa olsun. Ben esnaf değilim ki! Bizler sanatkarız. Bizim üretkenliğimiz, yaratıcılığımız var. El emeğimiz var. Kadına “sana bu renk yapacağım” diyorsun ve kadın sana güveniyor, yapıyorsun. Bu meslekte var

yalnızca bu nüans. Kasaba gittin bonfile istedin. Kasap sana “sen bence bugün kanat ye” diyemez. Biz esnaf değiliz tekrar söylüyorum. Kasaba, manava girer gibi müşteri geliyor, oturuyor “bu!” diyor artık. Hiç iç açıcı bir durum değil. Müşteri randevusuz geliyor ve diyor ki “Ali yarım saatim var, yarım saat sonra çıkmam lazım, hadi saçımı yap!” Hay hay diyorum yapıyorum. 3 gün sonra geliyor ve diyor ki “ Ali taradığın saç tutmadı! Ne kadar kötü yapmışsın 2. günü kullanamadım saçı!”. Bahsettiğim dönemde “yarım saatim var” diyen kadına servis yapılmazdı, yardımcı olamayacağım denip kapı gösterilirdi. Bizim hatamız yok mu? Tabii ki var. Aman efendim müşteri kaçmasın, aman efendim ayağı alışsın, aman efendim bilmem ne olmasın..Hayır efendim! Gitmeli! Eskiden Nişantaşı’nda 5 tane salon vardı. Bu 5 salonun hepsinin de fiyatları aynıydı. Hepsi de birbirine saygılıydı. Fiyatla değil sanatla rekabet vardı! Şimdi fönü 3 liraya çeken var. Röfleyi bilmem kaça yapan var. Rekabet el emeğini, sanatı geçti. Fiyatla yapılıyor artık! Bunu yapan benim meslektaşlarım. İş bizlerde bitiyor. Bir müşteri geliyor ve diyor ki “ben bunu şurda 5 liraya yaptırdım sen neden 8 lirasın?” ne kadar ayıp bir şey.. Gangren kaçınılmaz. Bir de işin en acımasız tarafı var bahsetmeden geçemeyeceğim. Müşteri geliyor; eşiyle kavga etmiş acısı senden çıkıyor, regl olmuş sinir törpüsü sen oluveriyorsun, 4 kere saç yapıyorsun ne istediğini bilmediği için beğenmiyor tekrar tekrar… Ya Rabbi! Müşteri her zaman haklıdır ya susuyorum, susuyorum, susuyorum. Üslup konusuna hiç girmeyeceğim bile! 20012008 yılları arasında Amerika da yaşadım ve mesleğimi icra ettim. Henüz ilk zamanları tabi daha adapte olamamışım, bir gelinin saçını yapıyorum. Hani biz burada büyük, afili, gösterişli modeller severiz ya, başladım yapmaya. Ben saçı bitirene kadar kadın çıt çıkarmadı. Bitirdikten sonra “Beyefendi çok güzel bir model yaptınız, harika bir iş çıkardınız. Fakat ben böyle biri değilim, zevkim, rengim bu değil. Bu yüzden rahat edemedim. Dümdüz bir saç yanlardan iki toka istiyorum” dedi. İstediğini yaptım ve çıkarken iki modelin de parasını ödedi çıktı. Burada kim bunu yapar? Senin sanatına saygısı var.

81


ADVERTORIAL Amerikalı bir kadınla Türk kadını arasındaki fark ne :) ? Hangisi daha çok yoruyor?

Sadece Amerika’da değil İngiltere’de de kuaförlük yaptım. Salona giren kadınlar arasında hiçbir fark yok. Dünyanın her yerinde kadın, kadındır. Konu; dişi olabilmekte. Kadın orada süslenmiyor, özgüveni var. Oranın coğrafyasının kadınıyla, benim coğrafyamın kadını arasında bir fark var. İngiliz erkeği Türk kadınına bayılır. Neden? Evcildir, ev işini sever, hamarattır, doğurgandır vs vs.. Birazcık egzotikliği vardır. Türk erkeği niçin batı kadınına daha düşkündür? Seksi geliyor çünkü. Özgürdür, özgüveni yerindedir. Haliyle kendini, çevresini ya da yaşadığı şeyi kısıtlamaz. Arada ki fark budur. Salona girdiği zaman sana inanır. İstediğini bir kere söyler ve yapmanı, bitirmeni bekler. Sen ona farklı hiçbir şey yapamazsın. Özgüveni yerindedir. Ne istediğini bilir ve yaptırır. Bir Amerikalı ya da İngiliz hiçbir zaman bir fotoğrafla gelip “bana bunu yap” dememiştir bana. Ki çok kozmopolit bir noktadaydım. New York’ta İspanyol’u, İtalyan’ı, Meksikalı’ sı, Afrikalısı.. Çeşit çeşit insan var. 7 yıl boyunca bir kere bile denk gelmedim. Mesela Yahudi kadınlarının saç yapısı, kökü vs. bizlerle çok benzerdir. Özellikle de İsrailliler. Ama kadın dişi! Çünkü giyimi, kuşamı, parfümü, tavrı, edayı her şeyi çok iyi biliyor.

Türk kadını bilmiyor mu yani?

Bilmiyor demiyorum. Türk kadınları özeniyor. Türk kadını her şeyi hep bir başkası için yapıyor. Hava atmak için yapıyor. Erkekler için yapmıyor, hemcinsleri için yapıyor. Kendisinin daha baskın olduğunu göstermek için yapıyor her şeyini; kıyafetini, saçını, ayakkabısını, çantasını. Sanırsın hayat; kadın yarışması. Hani herkes her sorunun sebebini eğitim gösterir ya, bunun eğitimle falan alakası yok. Tek sebebi özgüven eksikliği! Ama en şanlısı da Türk kadını bence. Hiçbir ırkın kadınında görmedim ben yan gözle bakanın hallaç pamuğuna çevrildiğini :) Sahiplenme duygusu en fazla Türk kadınına karşı var. Sebebi sizlersiniz. Buna ihtiyaç duyuruyorsunuz. Türk kadınları çok şımarık.

Farklı ülkelerde, birbirinden farklı ırklarda kadınlar tanıdın, birlikte çalıştın. Türk kadının bu ülkede ki statükosu hakkında ne düşünüyorsun? Malum kadın gündemimiz cinayetlerden, kadına şiddetten öteye gidemiyor.

20 yıl öncesinde bu tip vakaların görülme oranı oldukça düşüktü. Kadın artık çok sivri, sert, tavizsiz oldu. Erkek haklı demiyorum bakın. Çevremi sürekli gözlemliyorum. Kadın herkesle kavga ediyor. Anne, baba, sevgili, koca, arkadaş ayırt etmeksizin sürekli bir dik başlılık, bir sivrilik hali içerisinde kadın. Bizim erkeğimiz de kadına nasıl davranacağını bilmiyor. Kadın da erkeğe nasıl davranacağını bilmiyor. İkisi de birbirine egosunu konuşturuyor, bazen kusuyor. 2 farklı yapıdan bahsediyoruz. Birbirimizi anlamak bazen güç olabilir, bu çok olağan. Asıl öğrenmemiz gereken; birbirimize nasıl davranacağımız konusudur. Türk kadının geçmişten gelen bazı şeyleri sindirememe durumu var. Her şeye bık bık bık bık bık. Erkekler o yüzden yabancı sevgililerle kafa dinliyor. Şımarıklık yok, içten içe hesap kitap yok, dırdır yok, beğenmeme yok. Türk kadını hemen her şey bir anda olsun istiyor. İstekleri bitmiyor. Çok çabuk tüketiyorlar. Sonra da baskı başlıyor. Kadın geri kalsın demiyorum. Yanında dursun. Çok ileride olmanın ya da çok geri de olmanın hiçbir faydası yok. Kültürlüsü de böyle kültürsüzü de. 1979 yılından beri Nişantaşı’nda ikamet ediyorum. Sana şimdi hangi birini anlatayım bilemedim. En okumuşunda bile erkekle bir yarış var. “Sen öyle dedin, ben böyle dedim, sen onu yaptın, ben bunu yaptım” offff sus be kadın! diyor erkek. Erkek dırdırı sevmiyor. Sevmediği bir şeyi yaptığın için senin istediğin gibi biri de olamıyor. Yani başa döndük. Kadın erkeğe, erkek kadına nasıl davranması gerektiğini BİL Mİ YOR! Ben onunla sohbet ederken hayata dair, kendime dair çok şey keşfettim. Fikirleri, bakış açısı çok kayda değer.. Bir de saçlarım çok güzel, mutlu çıktım kapıdan. Siz de gidin bir kahvesini için, koltuğuna oturun derim Ali İsiyel’in. O tüm güler yüzlülüğü ve sıcaklığıyla sizi Valikonağı no:111’de bekliyor.

82


LIVE WELL MIND WELL

NUTRITION

FITNESS WEIGHT WELL AGE WELL BABY WELL SPA BEAUTY

Kişiye özel programlar sunan, Şehrin en yeni wellness kulübü...

facebook.com/jatomiwellness

twitter.com/jatomiwellness

83

www.mackawellness.com


ADVERTORIAL

CityBeauty Satış ve Pazarlama Müdürü Seren Edalı ile güzellik, estetik ve bakım üzerine son teknolojileri konuştuk. Röportaj: Elçin Sonakın

Neden Hypoxi?

Bölgesel yağ yakma yöntemi olan Hypoxi, basınç terapisi yöntemi ile kan dolaşımını hızlandırır. Basınç terapisini egzersiz ile birleştirir, böylece daha az zamanda, daha az efor harcayarak sadece hedeflenen problemli bölgelerde yağ yakımını sağlar. Hypoxi, vücudu şekillendiren son derece sağlıklı ve etkin bir bölgesel incelme metodudur.

Hypoxi terapisi, vücudumuzdaki bölgesel yağları nasıl azaltıyor?

Vücuttaki bütün enerji maddeleri (yağ dahil) kan ile taşınır. Metabolizma öncelikle dolaşımın hızlı olduğu yerdeki yağları yakar. Vücut, her zaman en rahat ulaşabileceği yağı ilk önce kullanır. Dolayısıyla birikmiş yağların yoğun olduğu bölgeler zor yıkılır. Ancak problemli bölgelerimiz içerdiği yağ dolayısıyla maalesef iyi bir dolaşıma sahip değildir. Bu nedenle de ne kadar spor yaparsak yapalım yağ dokusunu azaltmakta büyük güçlük çeker ve çoğunlukla başarısız oluruz. Bölgesel incelme metodu olarak açıklayabileceğimiz HYPOXI, kan dolaşımının zayıf olduğu problemli bölgelerde dolaşımı arttırır. Yapılan egzersiz ile enerji ihtiyacı artan çizgili kasların, bu enerjiyi dolaşımın desteklendiği problemli bölgelerdeki yağ asitlerinden almasını sağlar. Böylelikle problemli bölgelerde ki yağ yakımı gerçekleşmiş olur.

Ne kadar sürede Hypoxi terapisinden sonuç alabilirim? Herhangi bir diyet uygulamam gerekiyor mu?

Problemli bölgenin yoğunluğuna göre Hypoxi terapi süresi belirlenir. Kişinin sadece 1 beden incelme gibi bir hedefi varsa, 1 aylık 12 seans haftada 3 günlük program yeterli olacaktır. Daha sonra bu bedeni koruması için haftada 1 koruma şeklinde ayda 4 kez programımıza devam edebilir. Hypoxi seansı öncesinde ve sonrasında 2 saatlik zaman zarfında herhangi bir yemek tüketimi yapılmaması gerekir. Önerimiz kişilerin ağırlıklı protein yemeleri, karbonitrattan uzak durmaları. Alkol ve gazlı içecekler tüketmemeleri. Hypoxi günlerinde enerji verecek, yiyecek yemeleri kan şekerimizi yükseltip, egzersizleri daha kolay yapmamızı sağlar. Örneğin bir çay kaşığı reçel veya

1 tablet çikolata gibi. Liste halinde uyguladığımız bir rejim yok, aslında sağlıklı beslenmenin ana temellerini hatırlatıyoruz.

Hypoxi nasıl uygulanır?

İki çeşit vücut tip vardır. Biz bunları elma ve armut tipi olarak ayırıyoruz. Armut tipi kalça bölgesinde, elma ise karın bölgesinde yağlanma problemi yaşayan kişilerdir . Bayanlarda her iki bölgede de problem yaşanabiliyorken, erkeklerin %95’i ağırlıklı olarak elma tipi vücut yapısına sahiptir. Terapimizin başında 20 dakikalık sürede cilt elastikiyetini ve selülit problemini azaltmak için Dermoloji cihazı ile özel vakum terapisi yaparak vücudu harekete geçiriyoruz. Elma tipi yağlanma problemi yaşayan kişilerde 30 dakika Vacunaut olarak adlandırılan yürüme bandı egzersizi, içinde 400 adet baloncuk barındıran özel kıyafetlerle yapılıyor. Baloncukların yaptığı hareketlerle yağlı bölgenin çalışması sağlanıyor. Armut tipi yağlanma problemi yaşayan kişilerde 30 dakika Trainer L250 veya S120 bisiklet çevirme egzersizimiz sayesinde yüksek ve alçak basınç uygulaması ile yağlı bölgenin çalışmasını sağlıyoruz.

1 aylık bir zamanım yok, benim haftaya zayıflamam gerekiyor diyenler için ne gibi önerileriniz oluyor?

4 günde bir beden incelme Hypoxi Maraton Programı ile gerçekleşiyor. Ancak bu program ardında büyük disiplin barındırdığı için kişilerin 4 gününü tamamen bizimle geçirmesi gerekiyor. Maraton programı ile özel rejimde uyguluyoruz.

Bu yöntemle kaç kilo zayıflanıyor?

Hypoxi hedeflenen bölgeden yağ yakma sistemi olduğu için, ortalama 3 kilo civarında kaybedilen kiloya daha doğrusu yağ kaybına paralel olarak, 7-8 kilo vermiş gibi sadece o bölgeden çok dramatik incelmeler görülür. Fakat Hypoxi’ nin yan ısıra beslenme diyetine de dikkat eden müşterilerimiz, 8 seans sonunda (2,5 hafta sonrası) ortalama 5 ile 8 kilo arası zayıflıyor ve hedeflenen bölgesinden ortalama 4 – 5 cm incelebiliyor.

CityBeauty’lerde başka ne uygulamalar gerçekleştiriyorsunuz?

Bölgesel incelme haricinde, Babor ürünleri ile cilt bakım uygulamaları, Sothys ürünleri ile vücut bakım uygulamaları, IPL, Anthelia ile epilasyon uygulamaları, Lymphobiony L300 ile anti-aging uygulaması ve Ergoline cihazlarımızla solaryum hizmetlerimiz bulunmaktadır.

Hangi merkezde hangi cilt bakımını yaptıracağımızı nasıl belirleriz?

Kişiler kendi cildini aslında oldukça iyi tanırlar. Bizlerin analiz yaparken onları söylüyor olmamız ise kişilerin cildindeki eksikliği farkına varmasını sağlattırıyor. Her cilt tipi birbirinden farklıdır. Önemli olan uygun olan bakımı doğru şekilde uygulayıp, daha sonraki dönemlerde neler yapılmasıyla ile ilgili bilgilendirme yapılmasıdır. CityBeauty bünyesindeki estetisyenler, uzun soluklu eğitimler sonucu cilt bakımı yapabiliyorlar. Cilt bakımı süremiz ise cilt tipine göre belirlenir. 1 ile 2 saat arasında değişen uygulamalarımızda sadece yüz değil, boyun ve dekolte bakımı da gerçekleştirilir. Burada

84


nİŞANTAŞI PLUS

en önemli nokta işlem gören ciltte herhangi bir kızarık olmamasıdır. Müşterilerimiz, merkezlerimizden çıktığı zaman ışıl ışıl bir cilde sahip olurlar.

Cilt bakım uygulamalarını ne kadar sıklıkta yapmamız gerekir? Cilt tipinize göre değişen bir programdır. Akneli, kırışık veya lekeli bir cilt tipine sahipse, merkezlerimizi daha sık ziyaret etmelerini istiyoruz.

CityBeauty merkezlerinde en çok severek yaptırdığınız bakım hangisidir?

Cilt bakımlarını çok seviyorum. Periyodik olarak yaptırırım. Cilt bakımı yaptırırken muhakkak göz bakımını da alırım ki, ayırdığım süreni iyice keyfini çıkartabileyim. Böylelikle yorgun ifademin ve kırışıklıklarımın önüne geçebileyim. Vücut bakımlarında ise en çok sevdiğim, Sothys Signature Slimming Treatment. Uygulama yapılırken ısı battaniyesi ve şeffaf film sarması gerçekleşiyor. Çıktığınızda ise kıyafetiniz size bollaşmış oluyor. Kendinizi inanılmaz mutlu hissediyorsunuz.

Epilasyon’u belirtirken özellikle Anthelia, IPL diye belirttiniz. Bunun özel bir sebebi var mı?

solaryumu tavsiye ederim. Burada dikkat edilmesi gereken konu, cihazların bilinir marka olması ve cihaz içindeki ampullerin orijinal ve zamanında müdahale edilip değiştiriyor olmasıdır. Eğer ki kullandığınız cihazlarda bu işlemlerde biri eksikse maalesef bir takım söylemler doğrulanıyor. Solaryum kesinlikle güvenilir merkezlerde alınması gereken bir hizmettir.

CityBeauty, şubeleri nerelerde hizmet vermektedir? Vizyonunuz nedir?

Sonsuz müşteri memnuniyetini ilke edinen CITYBEAUTY, 13 yıllık deneyimi ve yenilenen şubeleri ile güzellik alanındaki en fazla profesyonel uygulama gerçekleştiren merkezlerdendir. Vizyonumuz profesyonel ekibimizle en iyi hizmeti, en yeni teknoloji ile müşteri memnuniyetini ön planda tutarak sunmaktır. Nişantaşı, Mecidiyeköy, Bakırköy, Caddebostan, Acıbadem, Kozyatağı, Kadıköy ve Samsun şubelerini açarak bu alanda zincir bir isim haline gelen CITYBEAUTY, gelişen müşteri portföyü ve taleplerin çoğalması beraberinde şube artışını da getirecektir. Yenilenen şubelerimizde konusunda deneyimli bir kadro gözetiminde hizmet alırken, gelişen teknolojinin tüm olanaklarından yararlanabilir, kendinizi bakımlı ve sağlıklı hissedebilir, GÜZELLİĞİNİZE GÜZELLİK KATABİLİRSİNİZ...

Epilasyon teknolojilerinden IPL jelli bir sistem. Tamamen ışık teknolojisi kullanılıyor. Cilde hiçbir zararı olmadığı gibi lekelenme veya yakma yapmıyor ayrıca beyaz tüylere bile son verebiliyor. En koyu ciltten en açık cilde kadar uygulana bilen Anthelia ile tamamen pürüzsüz bir cilde kavuşabiliyorsunuz. Anthelia, IPL sisteminin en gelişmiş teknolojisine sahiptir.

Lymphobiony nedir?

Lymphobiony, CityBeauty merkezlerimizde anti-aging uygulaması yaptığımız cihazımızdır. Cihazımızın 4 ayrı fonksiyonu vardır. Toksin atımı, peeling, sıkılaşma ve lazer. Bir seans uygulama yaklaşık 1 saat sürer ve ciltteki farklılık ilk seanstan itibaren görülür.

Solaryumun cilde zararlı olduğu söyleniyor. Bu tarz söylemler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Solaryum, kuzey ülkelerinde yaşayan kişilerin güneş ışığı eksikliğinden dolayı, D vitamini ve kemik erimesini önlemek amacı ile keşfedilmiş bir cihazdır. Daha sonra teknolojinin gelişmesiyle dünyada bronzlaşmak içinde kullanılmaya başlanmıştır. Vücuttaki D vitamini eksikliğini tamamlıyor ve kemik güçlenmesini sağlıyor. Bronzlaşmak isteyen kişiler için güneş ışığının zararlı ışınlarından kaçınmaları için

85


İLK SÜRÜŞ:

AUDI A3 SEDAN Yazı: Aykut Özdek / Macaristan - Budapeşte

Pastadaki dilimi daha da büyüyecek! Audi satışlarının %20’sine sahip A3 modeli, aileye katılan sedan karoseriyle pastadaki dilim sayısını arttıracak gibi... Audi deyince ilk akla gelen model kuşkusuz A3’tür. Böyle olması çok normal! Çünkü 1996 yılında hayatımıza giren A3, o günden bugüne tam 3,5 milyon adet satmış. Daha büyük bir rakam isterseniz, Audi’nin toplam cirosunun %25’ini A3 modeli oluşturuyor. Her ne kadar daha üst segment modelleri olsa da, A3; Audi’nin amiral gemisi diyebiliriz. 1996 yılından itibaren hiç bu kadar değişime uğramamıştı. Tamamen yeni bir altyapı ve yeni teknolojilerle bezenmişti. Bu yenilikler, onu, rakipleri karşısında daha güçlü kılmak için yapılmıştı. Volvo V40, BMW 1 Serisi ve Mercedes A

86

Serisi de hemen hemen aynı zamanlarda gün yüzüne çıkmıştı. Üç kapı, beş kapı derken Audi’nin sedan versiyonu merakla bekleniyordu ve bu merakla beklenen sedanın ilk sürüşünü yapmak için Macaristan’ın başkenti Budapeşte’ydik. Uluslararası lansmanda birçok ülkenin gazetecileri vardı. Lansmanın Macaristan’da yapılmasının en büyük sebebi, Yeni A3 Sedan’ın burada üretilecek olmasıydı. Bu üretim A’dan Z’ye bir üretimdi. Macaristan’ın Györ fabrikası Yeni A3 Sedan’dan hariç 1998’den beri de Audi TT modelinin üretimini üstleniyor. Bu fabrikada 20 yıldır motor üretimi yapılıyor. 2011 yılında 1.9 milyon adet motor üretimi yapılmış. Fabrikanın durumu bu..


nİŞANTAŞI PLUS

Peki ya yeni A3 sedan nasıl? DNA aynı ama farklılıklar çok!

Yeni A3 Sedan genel hatları ile HB kardeşine benziyor. Ön bölüm, bu benzerliğin en çok hissedildiği yer. Fakat bu durum, yanına yaklaşana kadar sürüyor. Single Frame panjur, yeni tasarlanmış LED farlar, yan aynalar ilk göze çarpan özellikler. Birçok modelde yan aynanın uzak köşesinde konumlanan şerit takip asistanı, Yeni A3 Sedan’da yan aynanın dışına ve iç kısmına konumlandırılmış. Güvenlik açısından çok daha iyi bir yerde ve takibi çok daha rahat… Tasarımda dikkat çeken bir diğer detay, çamurluklardaki ters dodikler. İçe doğru yaklaşık 2 cm girintili dodikler farklı ve şık! Kapıların altında ve kapı kolu üzerinden profil boyu devam eden kabartmalar, akıcı tasarımı simgeliyor. Bagaj kapağına entegre spoyler ise tasarımında son noktayı koyuyor. 4.456 mm’lik uzunluğu olan A3 Sedan’ın duruşu ise sanki daha küçük boyutlardaymış hissini veriyor. Tok duruşu onun güçlü görünmesine de katkı sağlıyor. İç mekana geçtiğimizde, yeni A3 ile ikiz kardeşliğini görüyoruz. Kalite konusunda kendini kanıtlamış olan iç mekanda, her şey derli toplu! Orta konsolun üzerinde istemediğiniz zaman yok olan MMI ekranına olan hayranlığımı her seferinde dile getirmişimdir zaten. Havalandırmalar yuvarlak formda ve etrafındaki krom çerçeveyi çevirerek kapatıp açabiliyorsunuz. Diz ve baş mesafesi sorunsuz. Koltuk yükseklik ayarında, bir kademe daha aradığımı söyleyebilirim. Arka koltuklardaki diz ve baş mesafesi ise orta seviyede diyebilirim. Ne çok iyi, ne çok kötü… Küçük eleştiriyi hak eden bir diğer detay ise 425 litrelik bagaj hacmi. Sportback kardeşinden 45, üç kapılı kardeşinden de 60 litre fazla olmasına rağmen, bagaj hacmiyle rakiplerine zaman zaman yenik düşecektir.

İki motor seçeneği ile Türkiye’de!

Audi A3 Sedan, ülkemize 1.4 TFSI benzinli ve 1.6 TDI olmak üzere iki farklı motor seçeneği ile sunulacak. İlk önce 2013 sonbaharında benzinli versiyonu ülkemize giriş yapacak. 2014 yılında ise dizel motor bayilerdeki yerini alacak. Türkiye’de satılacak her iki versiyonunu da kullanma şansı yakaladım. Macaristan’ın yolları ile ülkemiz yollarının benzerliği ise yorumlamak için işimizi kolaylaştıran bir detay oldu. Sıkışık trafik, bozuk zeminli asfalt ve hatta kapalı yollar yüzünden alternatif olarak tarlaların arasındaki yolları kullanarak tecrübe ettik. Özellikle bu alternatif yolumuzda zaman zaman “altı değecek” diye korkulu anlar yaşasak da sorunsuz bir şekilde ilerlediğimizi söylemeliyim. Karoserin rijitliğini de denemiş olduk. Kullandığımız her iki motor seçeneğinde de çift kavramalı otomatik şanzıman S tronic bulunuyordu ve bu şanzıman opsiyonu Türkiye’de de her iki motorda sunulacak. Bir diğer sunulacak olan özellik ise, 4 tekerden çekiş sistemli quattro seçeneği benzinli versiyonda sunulacak. Macaristan’daki sürüşümüzde bozuk yolların

da desteği ile süspansiyon sistemini daha iyi anladık. Darbelerle başarılı bir şekilde savaşan süspansiyon sistemi konfordan da taviz vermiyor. Net bir sürüş sunan A3 Sedan’ın direksiyonunun direkt çalışma prensibi genel olarak başarılı. Standart olarak sunulan Start/Stop özelliği başarılı bir şekilde çalışıyor. Durma noktasında sistem devreye giriyor ve motor stop ediyor. Normalde bu özellik, ayağınızı frenden çektiğinizde çalışır; fakat A3 Sedan’da gaza basana kadar sistem devrede kalmaya devam ediyor. “Drive Select” yani adaptif sürüş sistemi 5 farklı modda seçenek sunuyor. Adaptif Hız Sabitleyici özelliği ise önde trafik durduğu zaman otomatik olarak devre dışı kalıyor. Dalgınlık yapıp şeritten çıktığınız zaman devreye giren Aktif Şerit Takip Asistanı, direksiyona müdahale ederek yoldan çıkmanızı engelliyor. Opsiyon olarak satın alabileceğiniz Aktif Güvenlik Sistemleri’nden Pre Sense, 0 km/s’nin altındaki hızlarda, önünüzde ani fren ya da çarpışmaya yönelik bir durum gördüğü zaman, siz fren yapmıyorsanız uyarıyor ve hatta gerekirse fren yapıyor. İlk olarak ülkemize giriş yapacak olan 1.4 TFSI versiyonunun maksimum gücü 140 HP ve maksimum torku 250 Nm. Direksiyonunda en çok kaldığım 1.4 TFSI 6 ileri manuel şanzımanlı versiyonuydu. Vites geçişlerindeki netlik, sürüş kalitesini destekliyordu. Maksimum hızı 217 km/s olan bu versiyonun 0-100 km hızlanması ise 8,4 saniye. Fabrika verilerine göre, ortalama yakıt tüketimi ise 4,7 lt/100 km. Audi A3 Sedan’ın güçlü rakipleri olan Mercedes Benz CLA ile kapışacağı kesin. Henüz gelmesine daha var. Fakat VW Golf CC’nin de benzer rakibi olacak. Basın lansmanında konuşan Audi yetkililerinin ‘Satılan her iki Audi’den biri A3 olacak’ demesi, bu modele olan güvenlerinin ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor. Kişisel fikrim, A3 Sedan’ın da fazlasıyla ilgi çekeceği ve Premium kompakt sınıfta liderliğe oynayacağı şeklinde. Türkiye’deki satış fiyatı henüz belli olmadığından söyleyemiyoruz. Fakat A3 Sportback’ten 2-3 bin Euro daha pahalı olacağı tüyosunu aldık diyebilirim...

AUDI A3 SEDAN 1.4 TFSI Motor: 1395 cc benzinli turbo Maksimum güç: 140 HP – 5000 d/d Maksimum tork: 250 Nm – 1500-3500 d/d Maksimum hız: 217 km/s 0-100 km hızlanma: 8,4 saniye Şanzıman: 6 ileri manuel Ort. Tüketim: 4,7 lt/100 km Boş ağırlık: 1250 kg Dingil mesafesi: 2637 mm Fiyatı: Henüz açıklanmadı!

87


ADVERTORIAL

Rock’n Coke ‘da Ben Nİye Yoğum? Malumunuz bu yaz başında patlayan Gezi olayları, ülke tarihinde adeta bir milat oldu. Tabi olayların bir sonucu olarak da yazın gerçekleştirilecek olan bir çok etkinlik (birkaç konser dışında) iptal oldu veya ertelendi. Bir aksilik olmaz ise, Eylül’ün başında yapılacak olan Rock’n Coke, Gezi’den sonraki ilk büyük organizasyon olacak. 6-7-8 Eylül’de Hezarfen Havaalanı’nda yapılacak olan festivalde önemli isimler yer alıyor. Kurulacak olan beş ayrı sahnede, yerli ve yabancı bir çok isim, üç gün boyunca hünerlerini sergileyecek, festival katılımcılarının gözüne, kulağına ve ruhuna hitap edecekler. Yazı: Çağrı Kutlu

88


nİŞANTAŞI PLUS

Gelelim hangi sahnede kimler yer alacak: Arctic Monkeys

İlk olarak Rock’n Coke sahnesinde Arctic Monkeys var. 2002 yılında Sheffield’de kurulmuş olan grup, indie rock türünün parlak temsilcilerinden. Alex Turner (vokal), Jamie Cook (gitar), Nick O’Malley (bas gitar/yardımcı vokal) ve Matt Helders (davul/yardımcı vokal) den oluşan grubun elemanlarından dört albümü bulunuyor. İki Grammy, bir Mercury adayı olan, tam beş Brit ödülünü de kucaklayan grup, güzel bir tesadüf sonucu, beşinci stüdyo albümleri AM’i ise, Rock’n Coke konserlerinden sadece 2 gün sonra yayınlıyor. Bu albümden yepyeni şarkıların yanında, unutulmaz klasikleri ve kelimelere dökülemeyecek kadar özel sahne performanslarıyla Arctic Monkeys, Türkiye’de gerçekleştireceği bu ilk konserle, festival tarihinin unutulmazları arasına adını yazdıracak.

Hurts

Yien aynı sahnede yer alacak olan Hurts, 2009 da kurulan, taze synthpop gruplarından. Theo ve Adam’dan kurulu Hurts, synthpop ve new-wave müziği yepyeni bir romantik platforma yerleştiren bu ikili, bu yıl Mart ayında yayınlanan Exile albümleriyle, aynı anda 10 ülkede Top 10 listelerinde yer aldı. Bugüne kadar V Festival, T in the Park, Sziget, Pukkelpop ve SWR3 gibi uluslararası büyük festivallerde sahne alan Hurts, Kylie Minogue ile Devotion adında bir şarkı kaydedip, Scissor Sisters ve Ellie Goulding gibi isimlerle de geniş kapsamlı turneler gerçekleştirdi.

Primal Scream

Editors

Rock’n Coke sahnesinin bir diğer önemli konuğu ise Editors. 2002 Birmingham doğumlu İngiliz grup, alternatif rock ile post-punk arasında gezinen tınılarıyla bilinmekte. Bu sene Temmuz ayında yayınlanan yeni albümleri The Weight of Your Love’un dünya turnesi kapsamında İstanbul’da olacaklar.

İskoçya menşeli Primal Scream, bir başka öne çıkan isim. 1982 yılında Glasgow’da Bobby Gillespie tarafından kurulan grup, 80’leri indie-pop dünyasında var olma savaşı ile geçirdikten sonra psychedelic ve bir adım sonra da garage rock ilhamlı bir müziğe yöneldi. Ancak onları uluslararası arenada yıldızlaştıran kuşkusuz dans ve elektronik müzik dünyasına balıklama dalmaları oldu. Mercury ödüllü Screamadelica albümleri o dönem birbirine son derece uzak olan alternatif rock ve house türleri arasında devrimci bir köprü kurmayı başardı. Grup indie hatta hard rock köklerine döndüğü Give Out But Don’t Give Up ile hayranlarını tekrar şaşırtmayı başarırken Rocks ve Jailbird o dönem MTV’nin en sık yer verdiği şarkılar arasında yer aldı. 1971 tarihli kült film Vanishing Point’e adeta yeni bir soundtrack yapmak amacı ile yarattıkları aynı adlı albüm, daha yoğun elektronik tınlayan bir müziğe yönlendiklerinin habercisi oldu. Özellikle politik sözleriyle dikkati çeken 2000 tarihli XTRMNTR, NME dergisi tarafından son 10 yılın en iyi 100 albümü arasında gösterildi. Onu izleyen Evil Heat ise, Kate Moss’un ilk kez bir vokalist olarak karşımıza çıktığı Lee Hazlewood/Nancy Sinatra klasiği Some Velvet Morning ile müzik dünyasını sarstı. 13 Mayıs’ta yayınlanan ve alternative/ psychedelic bir çizgide ilerleyen rock albümü More Light, en zor beğenen eleştirmenlerden bile neredeyse tam puan almayı başardı. Albüm daha şimdiden grubun diskografisinde ikinci Screamadelica olarak kabul ediliyor.

Prodigy

Gelelim Prodigy’ye. Aslında pek de anlatmaya gerek yok zira kurulduğu 1990 yılından itibaren, Firestarter, Smack My Bitch Up, Voodoo People ve benzeri birçok hite imza atan grup, big beat akımının öncülerinden. 25 milyondan fazla albüm satan grubun kabarık bir de ödül listesi mevcut. Onların inanılmaz sahne enerjisi, seyirci ile ilk karşılaştıkları saniyeden itibaren bulundukları ortamda adeta bir boyut değişikliği yaşanmasına sebep oluyor. The Prodigy 2012 tarihli yeni şarkısı The Day’den sonra bu kez, geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen Rock am Ring festivalinde son şarkıları Rockweiler’i ilk kez hayranlarıyla buluşturdu.

Within Temptation

Bir diğer isim Hollanda’dan Within Temptation. Prestijli müzik dergisi Q, onları artık ‘The Metal T’Pau’ olarak adlandırıyor. Müziklerinde radikal değişiklikler yapmaktan asla çekinmeyen cesur ekip, gizemli ve büyüleyici vokalistleri Sharon den Adel’in önderliğinde geçtiğimiz yıl, birlikte 15. yıllarını geride bıraktı. Bunu Antwerp’te verdikleri bir konserle kutlayan grubun, The Unforgiving adlı büyük ses getiren dünya turnesi de bu yaz dönemini Greenfield, Nova Rock, Graspop

89


ADVERTORIAL Metal Meeting, Park Live ve Bospop gibi önemli festivallerde geçirdi. Hollandalı senfonik metal/rock topluluğu, başlangıçta ‘gotik’ elementlerin ağırlıkta olduğu bir müzikle yola koyulmuştu. Zamanla farklı rock elementlerinden etkilenerek gotik dünyadan uzaklaşmaya başlayan grubun ilk albümü Enter, Hollanda yeraltı metal dünyasında dev bir hit’e dönüştükten bir süre sonra, yayınladıkları ‘Ice Queen’ şarkısı ile artık sadece kendi ülkelerinin değil, Avrupa metal dünyasının da önemli sembollerinden biri haline geldiler. Satış rakamları üzerinden dağıtılan The Conamus Exportprijs’i üst üste dört kez kazanmaları, grubun uluslararası platformdaki gücünün ispatı niteliğindeydi. Dolayısıyla The Silent Force ve The Heart of Everything’in Hollanda listelerinde zirveye yerleşmesi de kimseyi şaşırtmadı. Grubun beşinci stüdyo albümü The Unforgiving, aynı paralelde yayınlanan çizgi romanlar ve kısa filmleriyle kısa sürede kültleşti. Bugüne kadar üç milyondan fazla albüm satan grup, Belçika’da yayın yapan Q adlı radyonun gerçekleştirdiği özel bir proje ile, aralarında Bruno Mars’tan Frankie Goes to Hollywood’a kadar farklı isimlerin şarkılarının yorumlarına yer verdikleri The Q-Music Sessions adlı albümleriyle de büyük ilgi görmüştü.

Rock’n Coke Sahnesİnİn yerlİ İsİmlerİ İse şöyle: Teoman

‘‘Oh, Papatya! Yüzümün haline bak, seninle kim kalacak, ışıklar kapanınca? Benden çok uzakta...’’ 90’larda Türkçe rock müzik dinleyip bu sözleri bilmeyen kimse yoktur muhtemelen. 1996 yılından itibaren rock müziğin kuşkusuz en önemli ve bir o kadar ilginç figürlerinden biri olan Teoman, hayranlarını büyük üzüntüye boğan müziği bırakma kararından geçtiğimiz yıl vazgeçmişti. 1986 tarihli Mirage adlı grupla yola koyulan Teoman için zirve yolu 1998 tarihli ‘O’ albümü ile oldu. O dönemde neredeyse tüm radyo ve televizyonları peş peşe ele geçiren “Sus Konuşma”, “O”, “Bazı Yalanlar” ve “Gemiler” şarkıları milyonlarca kişi tarafından ezbere söyleniyordu. 2000’leri Onyedi adlı albümüyle karşılayan Teoman, yine bu albümde yer alan “Paramparça”, “17” ve “İki Yabancı” adlı şarkılarla müzik dünyasının vazgeçilmez isimleri arasında yer aldığını ispatladı. İnsanlık Halleri adlı albümü ile istikrarlı yükselişini sürdüren sanatçı, Aylin Aslım ve Şebnem Ferah ile yaptığı düetlerle de müzik listelerinin zirvesine yerleşmişti.

Jamiroquai

Vee evet, gelelim daha önce iki kere İstanbul’da konser vermiş olmasına rağmen, en merakla beklenen gruba: Jamiroquai. Her ne kadar bazıları için okunması bazen güç olsa da, yaptıkları müziği dinlemek ve sahne şovunu seyretmek bir o kadar keyifli. Jay Kay ve ekibi 20 yılı aşkın süredir funk, fusion, disco, dance ve elbette acid jazz tutkunlarını büyülemeye devam ediyor. Bizzat Jay’in Yunan efsanesi Theseus ve Minotor’dan esinlenerek 90’ların başında yarattığı Buffalo Man üzerine kurgulanan bir proje olan, Grammy ödüllü Jamiroquai, bugüne kadar dünya çapında 40 milyonun üzerinde albüm satışıyla müzik dünyasının gelmiş geçmiş en popüler topluluklarından biri olarak gösteriliyor. Grup, ismini jamsession ve Kuzey Amerika yerlileri arasında yer alan Iroquois’den alıyor. İlk single When You Gonna Learn ile eleştirmenlerin ‘soul müziğin’ yeni kurtarıcıları olarak ilan ettiği Jamiroquai, 70’ler funk çizgisini, günümüzün house ritimleri üzerine kurgulayarak, kendine has yepyeni bir sound yarattı. Space Cowboy, Cosmic Girl, Virtual Insanity, Deeper Underground ve Little L gibi sayısız unutulmaz hit şarkıya imza atan ekip, 2010 yılında yayınladıkları son albümleri Rock Dust Light Star ile de büyük ses getirdi. Gerek videoları, gerekse albümleriyle milyonlarca hayranını çılgınca eğlendirmeye devam eden Jay Kay, eşi benzeri olmayan dans figürleriyle ilk kez Rock’n Coke sahnesinde!

90

Aylin Aslım

Cesareti, samimiyeti ve gerçekliği ile Türk rock dünyasının en kendine özgü figürlerinden biri olmayı başaran Aylin Aslım, son olarak geçtiğimiz aylarda yayınladığı Zümrüdüanka adlı dördüncü stüdyo albümü ile dört yıllık suskunluğuna son verdi. 2000 yılında elektronik türünde bir albüm olan ve dönemi için devrim niteliği taşıyan Gelgit albümünü yayınlayan Aylin Aslım, daha sonra kalbinin sesine kulak vererek rock dünyasına yöneldi. Gülyabani adlı ikinci albümü hem şaşırttı hem de büyük ses getirdi. 2009 yılında piyasaya sürdüğü Canını Seven Kaçsın ise rock müzikte iddiasını koyduğu bir dönemi müjdeliyordu. Şarkılarıyla olduğu kadar sosyal sorumluluk projelerine verdiği destekle de hayranlarının kalbini kazanan Aylin Aslım, bir önceki albümünün sert havasından uzaklaştığı ve daha yumuşak bir ruh hali ile kaydettiği son albümünden çarpıcı şarkıların da yer alacağı bir konserle festival programındaki yerini alıyor.


nİŞANTAŞI PLUS Duman

Rock’n Coke izleyicisi için ayrı ve özel anlamı olan bir grup Duman. Festivalde daha önce gösterdikleri performanslar aradan yıllar geçmesine rağmen hala konuşuluyor ve internette paylaşılıyor. Hatta 2006 yılında festival kapsamında gerçekleşen konser öylesine unutulmazdı ki, hayranlarından gelen yoğun talep sonrasında yaklaşık iki yıl sonra CD ve DVD formatında yayınlandı. Türk rock müzik dünyasının kuşkusuz en kendine özgü gruplarından biri olan Duman’ın Seni Kendime Sakladım, Aman Aman, Bu Akşam, Dibine Kadar, Sarhoş ve Haberin Yok Ölüyorum gibi milyonlarca kişinin ezbere söylediği sayısız hit şarkısı bulunuyor. 1999 yılında ilk albümleri Eski Köprünün Altında’nın yayınlanmasından kısa süre sonra, adeta efsaneleşen Kaan, Ari ve Batuhan, stüdyo albümlerinin başarısını konserlerine de taşıyarak kısa zamanda ülkemizin modern rock efsaneleri arasındaki yerini aldı. Bu konserde özellikle geçtiğimiz Mart ayında İrlanda’da sadece bir günde kaydedilen ve yakında yayınlanacak son albümleri ile kendinizi çevrenizde oluşacak muhteşem enerjiye kayıtsız şartsız bırakmanızı önemle tavsiye ediyoruz.

karıştırıcı ve kahkaha dolu şarkılar yazıp söylüyor. Tüm röportaj taleplerini reddetmesiyle tanınan aykırı grup üyeleri, senelerce merakla beklenen ilk albümleri Full Faça’yı geçtiğimiz yılın son günlerinde bizzat kurdukları plak şirketi Olmadı Kaçarız etiketi ile yayınladı. Daha önce verdikleri bir konseri ‘Ay Şuram Ağrıyo’ adıyla yayınlayan grup, bir başka müthiş performansını Rock’n Coke’ta sahneleyecek.

Rebel Moves

Manga

E-akustik adını verdikleri son albümlerini yayınlayalı bir yılı geçmiş, içinde üç tanesi yeni olmak üzere tamamen akustik kayıtlar üzerine yerleştirilmiş olan bu albüm grubun kariyerinde önemli bir yere oturdu. İsimlerini Japon çizgi roman geleneğine bağlı olan bir türden alan maNga, nu metal ve hardcore bir çizgiye yerleştirdikleri grup içinde beş ayrı müzik türü ve duruşu sergileyen ilk albümleri ‘maNga’yı 2004 yılında yayınlamıştı. Ülkemizde yüz binlerce satan bu başarılı albümü izleyen Şehr-i Hüzün ise 2009 yılında müzik marketlerdeki yerini aldı. Aynı yıl MTV Avrupa Müzik Ödülleri’nde ‘Avrupa’nın En İyi Sanatçısı’ ödülünü kucaklayan ekip, 2010 yılında Eurovision şarkı yarışmasında We Could Be The Same adlı şarkıyla ikinci olmayı başardı. İçlerinden gelen sese kulak veren ve yaptıkları müziğe asla sınır koymayan maNga üyeleri, Bitti Rüya, Bir Kadın Çizeceksin, Beni Benimle Bırak ve Cevapsız Sorular gibi çok sayıda sevilen hit şarkısına da festival kapsamında gerçekleştireceği performansta yer verecek.

Rock’n Coke’u ilk yıllarından beri takip eden festivalcilerin de hatıralarında önemli bir yeri olan Rebel Moves bir kez daha gaza basmaya hazır! 2000 yılında kurulan ekip gerek sahne gerekse stüdyoda gerçekleştirdiği çılgın doğaçlama müzikleri ile dikkatleri çekmişti. Hesapsız müzik ve gelişi güzel gelen sözler... Yine de bu anlar tekrarlandıkça albümlere dönüştü. French Fries Ala Turca albümünde yer alan Sheep ve iki yıl sonra yayınlanan “Are You Satisfied?” albümünden Bandare şarkıları hem Türkiye’de hem de yurtdışında büyük gürültü kopardı. 2010 yılına kadar bir süre sessiz kalan ekip Hakan Özer, Erol Çay ve Ömer Ahunbay ile geri döndü. Sıfır kilometre albümleri ‘Kimileri Bir İleri’nin eşliğinde yepyeni sahne şovları ‘v2.013’ü izlemeye ve çılgınca eğlenmeye hazır mısınız?

Diğer sahneler ise, Coca-Cola Zero sahnesi, Party Arena, Keşif Sahnesi ve Şehir Sahnesi. Bunlardan Coca-Cola Zero sahnesinde Can Bonomo, La Roux, Maximo Park, Palma Violets, Trigger Finger, Ayyuka, The Ringo Jets, Ellie Goulding, Selah Sue, Melis Danişmend, Yasemin Mori, Oi Va Voi, Replikas ve Skindread gibi isimler yer alıyor. Party Arena’da da yine enteresan isimler var: Netsky Live, Little Boots, Klaxons, The Cribs, Juveniles, Post, Rubik, Everything Everything, Dub Fx, Alp Ersönmez Cereyanlı, Babylon Circus, Portecho, Dearhead, Kaan Düzarat, Childplay, 123 ve Gecko Chambers Live…

Büyük Ev Ablukada

İstanbul, İstanbul olalı böyle farklılık görmedi. Gizemli oldukları kadar komik, komik oldukları kadar tuhaf bir ekip olan Büyük Ev Ablukada’nın verdiği herhangi bir konsere bilet bulabilmek için günler öncesinden harekete geçmek gerek. Hem eleştirmenler hem de dinleyiciler tarafından gerçek bir fenomen olarak kabul edilen grup, yaklaşık 5 yıldır kafa

Bunlara ek olarak, Keşif Sahnesi ve Şehir Sahnesinde de kayda değer bir çok isim yer alıyor. Velhasıl isim listesi uzun ve hepsini burada saymamız pek mümkün görünmüyor. Kimler, nerede, ne zaman sahneye çıkıyor merak edenler http://www.rockncoke.com/ adresinden gerekli bilgilere ulaşabilirler. Eğer siz de Tarık Mengüç gibi “Rock’n Coke’da ben neden yoğum” demek istemiyorsanız bir yolunu bulup gitmeye bakın efendim.

91


En çok satan kİtaplar Dan Brown “Cehennem” Altın Kitaplar Baskı Sayısı:1 580 sayfa

Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon başından vurulmuş bir halde hastane odasında gözlerini açar. Ne buraya nasıl geldiğini ne de nasıl vurulduğunu hatırlamaktadır. Camdan gördüğü manzara karşısında altüst olan profesör, evinden binlerce kilometre uzakta, Floransada olduğunu anlar. Yaşadığı korkunç baş ağrısına eşlik eden tek şey; sürekli kâbuslarında gördüğü kan kırmızısı bir nehrin karşısından kendisine seslenen gümüş saçlı güzel bir kadın ve toprağa baş aşağı gömülü can çekişen bedenlerdir. Langdon gördüğü kâbusları anlamlandırmaya çalışırken kadın bir suikastçı tarafından takip edildiğini, kendine tedavi uygulayan doktorlardan biri gözlerinin önünde vurulunca anlar. Hastanede görevli diğer doktorlardan biri olan Sienna Brooksun o ölüm kalım anında yardım etmesiyle hayatta kalır. Simgebilim profesörü kendini bir anda ipuçlarını Dantenin cehenneminde bularak çözmesi gereken korkunç bir senaryonun içinde bulur. Floransanın tarih kokan dar sokaklarından Venedik’ in muazzam bazilikalarına uzanan semboller zinciri Langdonı insanlık tarihini sonsuza dek değiştirebilecek bir mekâna sürükler. Burası üç imparatorluğun merkezi olmuş, insanlık tarihi kadar eski, dünyanın incisi İstanbuldur. Ve bu şehirde ya insanlık tarihi baştan sona yeniden yazılacak ya da bunu yazacak hiç kimse kalmayacaktır... Diz çök kutsal bilgeliğin yaldızlı mouseionunda ve kulağını yere daya, dinle suyun şırıltısını. Batık sarayın derinliklerine in, orada, karanlığın içinde bekler khtonik canavar kan kırmızısı sularına gömülmüştür lagünün ki yansıtmaz yıldızları...

Zülfi Livaneli “Kardeşimin Hikayesi” Doğan Kitap Baskı sayısı:1 330 sayfa

Sakin bir balıkçı köyünde genç bir kadının cinayete kurban gitmesiyle başlar her şey. Dün-yadan elini eteğini çekmiş emekli inşaat mühendisiyle genç, güzel ve meraklı gazeteci kızın tanışmasına da bu cinayet vesile olur. Kurguyla gerçeğin karıştığı, duyguların en karanlık, en kuytu bölgelerine girildiği hikâye, daha doğrusu hikâye içinde hikâye de böylece başlar. Modern bir Binbir Gece Masalının kapıları aralanır. Ancak bu kez Şehrazad erkektir. ‘Kardeşimin Hikâyesi’ aşkın mutlulukta ulaşılacak son nokta olduğuna inananları bir kez daha düşünmeye davet eden, aşka, aşkın karmaşıklığına ve tehlikelerine dair nefes kesen bir roman. Her sayfada yeni bir gerçekliği keşfedecek, kuşku ile kesinliğin sınırlarında dolaşacaksınız. Mantıksız gibi geliyor ama o sabah uyandığımda tuhaf bir haber alacağımı biliyordum. Karadenizin lacivert dalgalarıyla baş başa kalmış olan bu ıssız köyde geçen her gün birbirinin aynısı olduğu için burada insanların heyecanla konuşacağı olaylara pek sık rastlanmazdı. O günün de ötekiler gibi sessizce akıp gitmesi gerekirdi ama galiba başka şeyler olacaktı. O mahmur sabah saatlerinde bir cinayet haberi alacağımı bilmiyordum elbette ama bir haber gelecekti. Daha yataktan çıkmamıştım, gözlerim kapalıydı, arkalarında fosforlu çizgiler bırakarak yıldırım hızıyla hareket eden mor tavşanları izliyordum.

Ayşe Kulin “Dönüş” Remzi Kitapevi Baskı sayısı:1 296 sayfa

Gerçekler acıdır; acıtır, incitir... Tam da hayatının yoluna girdiğini sandığı günlerde, önce annesinden gelen bir haber, ardından eski bir şapka kutusunda bulduğu mektuplar... Derya’nın, iki yıldır sümenaltı edilen gerçekleri bir tokat gibi öğrenmesi, onu dünyanın bir megakentinden ötekine savuracak, kaderi onu sarı bir sonbahar günü, açılıp açılmayacağını bile bilemediği bir demir kapının önüne kadar taşıyacaktır. Genç kız, acaba gizem dolu bu perdenin ardına geçebilecek midir? Öğreneceklerini kabul edebilecek, kabul etse bile sindirebilecek midir? O kapı açılırsa elbette... Dönüş; aldatmanın, aldatılmanın, affetmenin, acıtan gerçeklerin romanı.

92


nİŞANTAŞI PLUS

Aykut Küçükkaya&Emre Kongar “Gezi Direnişi: Türkiye’yi Sarsan 30 Gün” Artık hiçbirşey eskisi gibi olmayacak Cumhuriyet Kitapları Baskı Sayısı:1 192 sayfa Taksim Gezi Parkı Direnişi beklenmedik bir anda ortaya çıktı, beklenmedik bir biçimde gelişti ve beklenmedik sonuçlar verecek... Bu kitapta değerli bilim insanı Prof. Emre Kongar olayın evrensel ve ulusal boyutlarını toplumbilimsel açıdan irdeliyor. Araştırmacı gazeteciliğin başarılı ismi Aykut Küçükkaya Direniş’i gün gün belgeliyor. Gezi Direnişi, ‘Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı’ bir Türkiye’yi yaratan olayın, tweet’ler ve fotoğraflarla zenginleştirilmiş başucu belgeseli... Cumhuriyet gazetesi arşivinden çok özel fotoğraflar... Gün gün yaşananlar... Kim ne dedi Gazeteci, sanatçı ve ünlülerin tweet’leri...

George Martin “Buz ve Ateşin Şarkısı 5 Ejderhaların Dansı Kısım I” Epsilon Yayıncılık Baskı Sayısı:1 608 sayfa

Kötülüğün yükseldiği bir vakitte olaylar; kanunsuzların, rahiplerin, askerlerin, derideğiştirenlerin, asillerin ve kölelerin büyük roller oynadığı bir sahnede geçmektedir. En zorlu dans, Ejderhaların Dansı başlamaktadır. Daenerys Targaryen, toz ve ölüm dolu topraklar üzerinde hüküm sürmektedir. Tyrion Lannister, yeni müttefikler edinmiş, bilinmezlerle dolu bir serüvene çıkmıştır. Donmuş kuzeyde Jon Kar, Surun ötesinden gelen buzdan düşmanlarla ve en yakınları arasından hasımlarla karşı karşıyadır. Yedi Krallıkın akıbeti, uçurumların kenarındadır.

“Fantastik edebiyat tarihinin en iyi serilerinden!” Los Angeles Times

“Edebiyat dervişi George Martin Çok yaşa!” The New York Times

“Ejderhaların Dansı, olması gerektiği gibi bir epik fantastik eser: tutku dolu, merak uyandıran, tatmin edici derecede detaylı, güzelce hayal edilmiş.” The Washington Post

“Buz ve Ateşin şarkısı sağlam bir şekilde çok satanlar listelerinde çünkü muhtemelen en iyi fantastik seri.” Detroit Free Press

Sabahattin Ali “Kürk Mantolu Madonna” Yapı Kredi Yayınları Baskı sayısı:58 160 sayfa

Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişilere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına(!) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.

93


Fİlm Ekİmİ Öncesİ Aperatİf İddialı yapımlarla geçen yaz mevsiminden sonra sinema olağan durağanlığına kavuşuyor. Film Ekimi’ne 1 ay kala sinemalar coşkulu olmasa da merak uyandıracak yapımlara yer veriyor eylül ayında. Bunlardan bazılarını sizin için derledik.. Derleyen: Fuat Alkan

“The Mortal Instruments: City of Bones”

Romandan beyazperdeye uyarlamalar devam ediyor. Twilight serisinin gişe başarısından sonra da bu tür uyarlamaları sıklıkla görmemiz kaçınılmaz. “Hercule Poirot’un dediği gibi beynimizin gri hücreleri her derde deva. Adının ‘hücre’ olduğuna bakmayın siz. Koridorları sonsuza uzanan, tek bir fikrin üzerine, saniyesinde malikaneler inşa eden bir yapı beyin denen şey. Böyle olunca her bir okuyucunun zihninde bambaşka bir şekilde canlanan kitapları filme uyarlamak, ete kemiğe büründürmek oldukça cüretkar bir girişim.

Apres Mai / Aşk Kokusu

Direnmek, devrim, gösteri gibi kelimelere iyice alıştığımız şu zamanlarda fonu sokaklar, gösteriler, polisler olan on yüzü aşk ile süslenmiş bir devrim filmi. Bizden de benzer hikayeler çıkmış hatta mürüvete vardıranlar olmuştu. Venedik film festivalinin en iyi senaryo ödüllü filmi devrim sokaklarının sertliğinden çok romantizmine vurgu yapmış. Apres Mai / Aşk Kokusu Olivier Assayas imzalı 70’ler kafasında giden bir filmi. Aşk, özgürlük, sanat ve üretim dengeleri arasında yollarını bulmaya çalışan gençlerin hali bir yer altı kültürünü işaret etse de ruh olarak kimi zaman yakalayamıyor izleyiciyi. Müziklerini sevebileceğiniz film, ‘çiçek çocuklar’ dünyasına girmeye çalışıyor . İstanbul film festivalinde de gösterilen film izleyemeyenler için yeniden bizlerle. Belki bu sefer “diren gezi” den edindiğimiz haleti ruhiyeyle daha farklı bir gözle bambaşka şeyler yakalarız. ..

Kitapları Hollywood için bu kadar çekici kılan şeylerin başında şüphesiz, satışı kolay ve hayran kitlesi hazır bir hikaye, sinemaya hali hazırda karakterle empati kurup gelmiş, film vasat bile olsa senaryoda ki boşlukları kendi kafasından tamamlayacak sadık bir izleyici kitlesi var. Olumsuz yanı ise “kitap” denen kişisel deneyime kalabalık bir kitlenin ortak beğenisini kazanmak. İşte işin bu kısmı oldukça riskli! Annesiyle yaşayan 15 yaşındaki Clary Fray. Babasını yıllar önce kaybetmiş. Bir gece yakın arkadaşı Simon ile eğlenmek için gittiği kulüpte Jace, Isabelle ve Alec’i görüyor. Üstelik bu üçünü başka hiç kimse göremiyorken… Vücutlarını saran dövmeleriyle (özel güçleri olan mühürler) olağanüstü güzellikteki bu üçlü, peşinde oldukları iblisle dövüşürken Clary de kendini kavganın ortasında buluyor. Bu andan itibaren Clary kendini büyücü, kurt adam ve vampirlerin yaşadığı “Aşağı Dünya”, diğer boyutlardan gelen iblisler ve kendilerini dengeyi korumaya adamış, meleklerin kanından gelen Nephilim’lerin (Gölge Savaşçıları) dünyasında buluyor. Tüm bunların üzerine annesi kaçırılıyor ve sebebi bilinmeyen derin bir komaya giriyor. Kısa sürede annesinin (Lena Headey) de aslında bir Nephilim olduğunu öğrenen Clary onu tekrar hayata döndürmek için bilmediği bu dünyada asıl kimliğini ve gerçek yeteneklerini bulmak için tehlikeli bir yolculuğa çıkıyor. Bunu yaparken efsanevi düşman Valentine’e (Jonathan Rhys Meyers) karşı durması ve Jace’e hissettiği duyguları da bastırması gerekiyor. “Mortal Instruments” serisini üçleme olarak kaleme alan Cassandra Claire gördüğü yoğun ilgi üzerine seriye devam etti. 5. Kitap 2014’de çıkacak.Tarsem’in Mirror Mirror’ında kendine özgü güzelliğiyle izlediğimiz Lilly Collins’i Clary rolünde izlemek için bile filmi görmeye değer.

Samsara

Baraka’yı izleyenler Samsara’da neler bulabileceğini az çok kestirebilirler. Baraka, Dead Can Dance’in müzikleri Ron Fricke’nin üstün görüntü yönetmenliği; yetenekleri ve dünyanın dört bir tarafından inanılmaz görüntüleri bir araya getirmesiyle yıllardır festivallerin favori belgesellerinden biri haline gelmiştir. Fricke, Baraka’yı tamamladığı 1992’den beri yeni bir belgesele imza atmadı. Hayatını yine dünyayı gezerek, tanık olduğu herşeyi 70 mm’lik kamerasına aldı. Filmin 40-50 dakikası uçsuz bucaksız doğa manzaraları ile adeta bir meditasyon havasında giderken kamera büyük şehre dönünce her şey değişiyor. Fricke sadece görüntü ve müziğin gücüyle modern yaşamın insanı robota dönüştürdüğünü çok güzel vurgulamış. Hayvanlara yapılan zulum, modern yaşamın gereksiz hızı, şiddet ve silah tutkusu insanın eko sistem içinde günden güne artan egosu vs. filmin diğer eleştirdiği noktalar. Fricke’nin bunlara çözümü genellikle ruhani açıdan. Özellikle doğu dinlerini öne çıkarıyor ama Hristiyanlık ve İslam’ı da es geçmiyor. İşin bu kısmına katılmak herkesin kendi görüşleri ile ilgili ama yaptığı

94


nİŞANTAŞI PLUS eleştirileri görmezden gelmemek lazım. Bu arada müziğin bu kadar ön planda olduğu bir filmde kurgunun tümüyle sessiz yapılması, müziğin bunun üstüne yazılması ilginç bir nokta.

Arınma Gecesi / The Purge

Cezası, soruşturması, kovuşturması olmayan bir suçu işler misiniz? Buna ne kadar meyillisiniz? Bizimle suçun arasına giren şey kendi ahlaki yapımımız mı yoksa kanun denen duvar mı? İşte bu soruya bir bakıma yanıt veren bir film “Arınma Gecesi”! Yeniden yapılanan Amerika’da; suçun sene de 12 saat rahatça işlenebildiği bir zaman diliminde geçiyor film. Bu ütopik yapılanma sayesinde suç oranı %1 e dek düşmüştür. İnsanlar kanun koruyucular tarafından verilen 12 saatlik zaman diliminde istedikleri gibi suç işleyebilmektedir. Polis yok! Olsa da cevap veren yok.

“Diana Spencer” ın biyografik filminin çekilmesi çokta anormal olmasa gerek. Aristokrat ve soylu bir aileden olan Diana’ nın, Galler Prensi Charles ile evlenip prenses ünvanını da almasıyla daha da renklenecek olan hayatından kesitler sunan Diana adlı filmde ana karakteri ünlü oyuncu “Naomi Watts” canlandırıyor. Filmde Diana’ nın yasak aşk yaşadığı Pakistan asıllı bir doktor olan “Hasnat Khan” ‘ ı ise efsane Lost dizisinden “Sayid Jarrah” karakterine hayat veren ”Naveen Andrews” canlandırıyor. Filmin yönetmen koltuğuna “The Invasion” (İstila) filmini de yöneten Alman asıllı yönetmen “Oliver Hirschbiegel” oturmakta. Son aylarda iyice alevlenen Lady Di öldürüldü mü yoksa sıradan bir kazaya mı kurban gittiği tartışmaları filmi daha bi merak konusu yapıyor. Yönetmenin bunu nasıl işlediği de filmi bekleyenler için başka bir merak konusu haline geliyor.

Bütün bir gece boyunca, cezalandırma endişesi olmadan, bütün vatandaşların dilediği suçu işleme hakkı vardır. Sandin ailesi, The Purge adı verilen bu gecede, evlerine sığınan birine kapılarını açar. Ancak adamın peşindeki çetenin adamı teslim alıp öldürmekten vazgeçmeye niyeti yoktur.”. Başrollerde Ethan Hawke, Lena Headey ve Adelaide Kane’in yer aldığı film konu itibariyle Sam Peckinpah’ın yönettiği Straw Dogs‘a (1971) fazlasıyla benzeyen The Purge, ‘home invasion’ alt türüne ilgi duyanları memnun edecek kapasiteye sahip görünüyor. Bir parantez de Ethan Hawke icin açalım; yüzünün en yatkın olduğu tür gerilim/korku .Sinister filminden sonra Arınma Gecesi de bu düşüncemi percinledi . Daha önce “Vigilandia” olarak duyurulan filmin ismi “The Purge” olarak değiştirildi.

Menekşe’den Önce

2 Temmuz 1993! Öncesiyle, sonrasıyla ve bugünüyle en trajik olaylardan birinin işlendiği tarih. Sivas katliamı! Üzerine çok şeyler söylendi, yazıldı ama görsel bellek başkadır. Acıyı bir başka yaşatır ve yaşatanın da Soner Yalçın olduğunu düşünecek olursak kaçırılmaması gereken bir film olduğunu söylememize gerek yoktur herhalde. Bu belgesel, bir kez daha yakın tarihimizin en kara günlerinden birine odaklanmak isteyenler için gösterime giriyor. Soner Yalçın’ın Silivri ceza evine girmeden önce başladığı belgeseli, aralarında Zeynep Altıok Akatlı, Tuğçe Tatari, Melda Okur gibi bir grup kadın tarafından tamamlanmış.

Diana

Lady Diana! Dünya prensesi, hepimizin prensesi. Belki de çocukluk masallarımıza en yakın prensesi onda biçimlendirdiğimiz için ismini her işittiğimizde bir parça hüzün duyuyoruz. En azından benim için öyle . Üzerinden yıllar geçmesine rağmen Lady Di’ nin hayatının iddialı bir filme ilham kaynağı olmaması da ilgincti . Hali hazırda zaten film gibi bir hayata sahip olan Galler Prensesi

Belgeseli en iyi içinden biri anlatır. 2 temmuz´da hayatını kaybedenlerden şair Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı´nın belgesel hakkında söyledikleri: “Benim için çok çarpıcı, çok etkileyici bir belgesel. izlerken biri kalbime bıçak sokmuş gibi hissettim. 19 yıldır taşıdığım acının bir yansımasıydı adeta. Bu belgesel, bugüne kadar yapılanlardan çok farklı. Çünkü o gün orada ne olduğu, duygusal bir açıdan ele alınıyor. Belgesel de bir yandan

95


menekşe iz sürerken, diğer yandan da tanıklar ve aileler; yani bu vahşeti birinci dereceden yaşayan kişiler ve en yakınları konuşuyor. Benim babam orada ölenler arasında yaşça en büyük olandı ama yine de eğer yaşasaydı, sanatı için çok önemli bir dönemdi. Orada çocukların, gençlerin, insanların topluca öldürüldüğü bir ortamda kişisel üzüntünüzden utanıyorsunuz tabii. Başkalarının acılarını da gördüğünüzde, bu başka bir üzüntü getiriyor beraberinde. işte bu belgeselin de insanlara benim gibi hissettireceğini düşünüyorum “. Belgesel bir kaç özel gösterimde, farklı şehirler de seyirciyle buluşmuştu.

The Family

1 sene kadar önce film kulağımıza ilk çalındığında isminin “Malavita “ olduğu duyurulmuştu. Son anda The Family ‘ye dönüstü . Bir “Luc Besson” filmi olması detaylara bakmadan filmi merak etmemi sağlıyor ,kadroda yer alan oyuncuların sinema belleğimiz de kapladığı hacim de cabası. Başrollerini Robert De Niro ,Tommy Lee Jones, Michelle Pfeiffer ‘ın paylaştığı filmden çok şey bekliyorum. Özellikle Robert De Niro’nun gitgide sıradanlaşan film seçimlerinden sonra bu film hem ona hem bize ilaç olabilir . Tonino Benacquista’nın Badfellas romanından uyarlanan filmin yapımcısı Martin Scorsese. 1995 yapımı Casino filminden bugüne bir araya gelmeyen Martin Scorsese ve Robert De Niro’yu da uzun zaman sonra bir araya getiren film; mafya geleneğine sahip Manzoni ailesinin bu geleneklerinden sıyrılıp başka bir hayata geçme isteğini anlatıyor. Tanık koruma programı ile başka bir ülkeye yollanan ailenin kimliklerinin deşifre olmasıyla başlayan trajikomik olaylar silsilesini anlatan film eylülün son haftası vizyona giriyor.

Şimdiki Zaman

Kalmak ne kadar zor buralarda.. Aşkın, dostluğun, gitmenin, kalmanın yaşamanın hakiki olamadığı bir zamandan bahsediyor Şimdiki Zaman. Kaçamadığımız sıkılmışlığın sıkışmışlığın nedenleri arasında kalanların hikayesini irdeliyor. Ne hikayenin ne de şimdiki zamanın ayakları yere basıyor. Nedenini de pek sorgulamıyoruz işte. Her şey öyle yarım, öyle olduğu gibi. Film benim için gücünü tam da bu zaaflarından alıyor. Kısa film ve belgesellerin ardından ilk uzun metraj filmi Şimdiki Zaman‘da Belmin Söylemez, geçmişle gelecek arasında sıkışıp kalmış genç bir kadının (Mina’nın) hikayesini perdeye taşıyor. Amerika’ya kaçmak isteyen, para biriktiren ve bir kafe de falcılık yapan Mina’nın hikayesi… Şimdiki Zaman, isminden müsemma tam da ‘bugün’le ilgileniyor. Bugünde sıkışıp kalmış insanlarla… Mina’da Sanem Öge‘nin kusursuz oyunculuğunun da etkisiyle, Şimdiki Zaman, ruhu dünle yarını arasında sıkışıp kalmış bir kadının kırık dökük bugününü anlatıyor. Mina gibi binlerce kadının hikayesi de gücünü sessizliğinden, durgunluğundan alan bir sinema dilinde anlam buluyor. İçinde neredeyse hiç kara mizahın olmadığı bu hikaye aklıma yine de Jarmusch’un gitmek isteyen karakterlerini de getirdi. Hiç bir şeyin değişmeyeceğini bile bile yollara düşüp gitmek isteyenlerin hesapsızlığı Mina’nın halet-i ruhaniyesinde de karşımıza çıkıyor.

One Direction: This is Us

Eylül ayında vizyona girecekler içinde belki de sinema sahiplerini en fazla sevindirecek yapım bir tv yarışsmasından dünya fenomenliğine hızla yol alan “One Direction” grubunu yarı belgesel tadında meraklılarına anlatıyor. Meksika’ dan Japonya ya, Londra’nın ünlü O2 arenasından daha pek çok yere uzanan dünya turnesi sırasında çekilmiş olan “One Direction: This is Us” performans kayıtlarını, samimi röportajlar ve kamera arkası görüntüleriyle birleştirerek, One Direction olmanın gerektirdiği yetenek, çok çalışma ve zorluklara eşsiz bir bakış açısı sunuyor. Yarı belgesel kıvamındaki filmin yönetmenliğini “Super Size Me” den tanıdığımız Morgan Spurlock yapıyor. One Direction veya çocuk yaşta şöhrete kavuşmuş isimlerin peşinden sürüklenen milyonların hikayesi beni daha çok cezp ederdi herhalde. Belli bir yaş grubuna hükmeden bu çocuk şarkıcılarla fanatikleri

96


nİŞANTAŞI PLUS arasında ki bağı irdeleyen bir belgesel kimi zaman hayrete düşüren görüntüleri anlamamızı sağlayabilirdi.Sırf bunu gözlemlemek icin bu filmi izleyeceğim gözüm perdeden çok sinema salonunda olacak..

alanında saygınlık kazandırmıştır. Ve Ed ile Lorraine, Amityville denen küçük bir yerde sezilen tehditle mücadele etmeden çok önce, hayatlarının gelmiş geçmiş en tehlikeli kötülüğüyle karşı karşıya gelmişlerdir. Çiftin çalışmalarına “The Conjuring/Korku Seansı”nın yönetmen koltuğuna oturmadan evvel de aşina olan James Wan bu konuda şunları söylüyor: “Her zaman Warren çiftinin çok büyük bir hayranı olmuşumdur. Onlara hakikaten hayranım. Teknik donanımlarla, kanıtları filme ve ses kasetlerine kaydederek modern dönem tarzındaki hayalet avcılığının öncülüğünü yapmışlardır. Böylesine çok hikaye, kitap ve filme öncülük etmiş oldukları için, araştırdıkları ailenin evi kadar kendilerinin de hikayenin odağı oldukları bir film yapmak gerçekten harikaydı.” Başrollerinde Bates Motel’in gergin bakışlı aktristi Vera Farmiga, Patrick Wilson ve Lili Taylor gibi kalburüstü oyuncuların yer aldığı filmin senaryosunu Chad ve Carey Hayes yazmış. Daha önce The Warren Files olarak duyurulan ismi daha sonra The Conjuring olarak değiştirilmiş.

Cinayet Tezi - Tesis Sobre Un Homicidio

Arjantin sinemasının Robert de Niro’su Ricardo Darin ‘in takıntılı bir hukuk profesörünü canlandırıyor. En iyi öğrencilerinden birinin cinayet işlemesiyle şoka giren profesör olayı kafasına takar ve incelemeye başlar. Bu incelemeleri onu karanlık bilinmezlere sürükler. Zeki öğrencisi ile bir tür oyuna dönüşür bu takip..Filmin diğer başrol oyuncusu Celda 211 ve Eva gibi ses getiren filmlerde endam eden genç oyuncu Alberto Ammann. Konusuyla seri katil filmlerini ve gerilim sevenlerin ilgisini çekeceğini düşündüğüm cinayet Tezi, Hollywood yapımlarından ayrılıyor. Sadece Ricardo Darin için bile izlenir.

Korku Seansı / The Conjuring

Gerçekçiliğe yaklaştıkça adrenalimizin arttığını keşfeden yapımcılar paranormal içerikli filmlere ağırlık vermeye devam ediyor. Onlardan biri de “The Conjuring”. Gerçek, kurgudan daha tuhaftır… Hatta çok daha korkutucudur. Bunu Ed Warren ve duru görü sahibi karısı Lorraine’den iyi kimse bilemez. Çünkü, paranormal fenomenler beyaz perdeye yansımadan çok önce, çiftin yaşam boyu insan olmayan güçlerle savaşarak edindikleri kişisel deneyimleri, onlara demonoloji

97


MOS RENART GALLERY CLEA BEYMEN BRASSERIA KIRINTI THE HOUSE CAFE COOkSHOP ÇIRAĞAN PALACE KEMPINSKI CENTO PER CENTO HARDAL DEN CAFE LİLU NİŞANTAŞI CITY’S NİŞANTAŞI LİMONATA CITY’S MAHALLE THE HOUSE HOTEL KALYON HOTEL MOZZARELL RISTORANTE BEBEK KORU KAHVE LOKAL NUTERAS NUPERA MUDO JATOMİ LA BRİSE LEBİ DERYA FOUR SEASONS AT THE BOSPHORUS FİLİCORİ CAFE & RESTAURANT NO SEVEN STEAK HOUSE SUNSET FRATELLI LA BUFALA NORTH SHIELD BAHÇEŞEHİR MIDTOWN HOTEL KIZKULESİ BİSTRO33 KAZANCILAR İSTANBUL MODERN SAVOY HOTEL AL JAMAL GRAND HYATT İSTANBUL FAROS WINE/DINE FİLİZLER KÖFTECİSİ DEL MARE GÖKSU MARINE ADEN HOTEL SALOON GİRİTLİ IDILICA KARUN KIRAÇ JEWELLERY SCOTCH DEDEMAN FACES İSTANBUL DUBB INDIAN RESTAURANT ELITE HOTELS V3 MOBİLYA BY OTELL LES OTTAMAN AL BUSHRA GEORGES İSTANBUL DEVELİ REINA SUADA ÇENGELKÖYBÜKÜ BOSPHORUS VILLA BOSPHORUS RESTAURANT İSKELE BALIK GÜLER OSMANLI MUTFAĞI OLYMPOS RESTAURANT HOLIDAY INN İSTANBUL AIRPORT HOTEL BOĞAZİÇİ BORSA KANDİLLİ BORSA SAVOY BALIK VICEM YATCHS CELAL AĞA KONAĞI MÜNFERİT ANGEL BLUE SOFYALI LEBLON TAÇ BALIK DEVELİ DAİ PERA LULU´S ASLAN SAAT THE MARMARA İSTANBUL CHILAI LİMAN LOKANTASI M&N CAFE OTTO SOFYALI HAPPILY EVER AFTER MARGRUP RIGATONI DREAM HILL HOTEL PEOPLE NESPRESSO LADUREE BERR HOTEL SUNSET HAPPY MOON´S TEPE NAUTILUS FOUR SEASONS İSTANBUL SÜRMELİ OTEL RIXOS CHAKRA SAPPHİRE 5.KAT BLACKKK CLUB SPORIUM ZOE TERAS BİBER BAR MİMOLETT ELIO AKMERKEZ SET KEBAP ZEN İSTANBUL CRYSTAL HOTEL NOOK CAFE AL JAMAL NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ FRAME LYCHEE RESTAURANT GEDİKLİ SHERATON MASLAK ERDEM KIRAMER KLASİS GOLF RESORT BIG CHEFS DOORS NUSR-ET ELEOS CONRAD INTERNATIONAL PICANTE TAPS BEBEK HAPPILY EVER AFTER THE MADİSON MAC BARCELO PREMIUM ERESİN TOPKAPI CIPRIANI SAİT HALİM PAŞA YALISI EURO PLAZA PAPALINA MABEYIN DELICATESSEN MÖVENPICK HOTEL CALISTA LUXURY RESORT BELEK ŞİLE GARDENS HOTEL 360 İSTANBUL KIYI ARMANI RESTAURANT ÇEMBERLİTAŞ HAMAMI NAKKAŞ KEBAP GÜNAY VOGUE ÇAPARİ AMBASSADOR BEBEK HOTEL AŞK CAFE BEBEK OTTOMAN MİM HOTEL KAŞIBEYAZ ZAZIE ADAM&EVE HOTEL HAMDİ KAFE Pİ HOME STORE SALOMANJE DOUBLETREE BY HILTON MODA LARA CANS BAR INDIGO NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ ACIBADEM HASTANESİ PAPERMOON RICHMOND HOTEL MASA KAYA RAMADA PLAZA HOTEL SUPPER CLUB TARİHİ KARAKÖY BALIKÇISI PİPA NUBLU CASITA CROWNE PLAZA İSTANBUL ASIA HILLSIDE ATAŞEHİR ATAKÖY MARİNA HOTEL W LOUNGE FRATELLİ LA BUFALA SAHAN LEGACY OTTOMAN HOTEL LEBI DERYA HARVARD CAFE SUSHICO CAMELOT BUTIQUE HOTEL 98


nİŞANTAŞI PLUS

99



nİŞANTAŞI PLUS

101


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.