Noktürn Fanzin 2. sayı

Page 1

FANZIN-43760


NOKTÜRN FANZİN Yazar & Editörler Eryelkovan Buğra Aksoy

Görsel Tasarım Fuat Şenkaya

İletişim @nokturn.fanzin @eryelkovan @saronsham @senkayafuat nokturnfanzin1@gmail.com

2


“En ağır yükü aramıştın: İşte, kendini buldun, Şimdi de atamıyorsun kendini sırtından.” F. Nietzsche

3


Kaburga Ayini Ben bütünleştim, İçinde bulunduğum çukurla. Kafamı çıkarmak istemedim. Kurtuluş da istemedim. Ben, beni içine çeken çukuru içime çektim. -Birleşmiş sefalet zinciri.Kir, ter, kepek ve toz, Ve sırtımdaki sivilcelerle, Çiçeklerle, Ve anne özlemiyle, Bir başına bıraktığım bu çocuk, Kafasını kaldırıp dünyanın ne kadar büyük, Ve ne kadar yalnız olduğunu gördü. Bir adım ilerledim. Bulutların arasından süzülen ışık, Denizin üzerine bir sarartı oldu. Tek arzum, Bu sessizliğe nameler sokuşturmak, Yola kul olmaktı. Ama her ne olduysa durdum kaldım. İçimde tuttuğum dilekleri savurduğum ağzımdan, Arkamı yasladığım gölgeme çekildim, Adım adım. Sonra, Bu dinginlikle öyle bir nefes aldım ki, İçimde sönmüş közlerimi yaktı yeniden. Közlerim alevlendi. Ve tüm organlarımı yaktı. Hafiflemiştim. Artık süzülmeye hazırdım. Kurtuldum sanıyorudum, Küllerimle kalakaldım. Sen, o nasırlı ellerinle beni çevreledin. Beni rüzgardan korumasan, Bu kolsuz bacaksız kül yığınımla, Nereye giderdim? Saçlarımı okşadın ve gözlerimden arda kalana bakarak, Bana her yaşın ölmeye müsait olduğunu söyledin.

4


43760 ‘’Ama sen yine de genç öl. Çünkü ne kadar taze ölürsen, O kadar çiçek kazanırsın.’’ dedin. Ve artık bir anlamı kalmayana kadar öptün dudaklarımı. Küllerimden mavi alevler oluşturarak öptün beni. Her şeyi yakabilecek meziyettesin. Her şeyimi yak ve benimle yan. Artık ateşten de yakmaktan da bıkkınsın, Ama ben genç ölecekken, Sen çiçeksiz toprağa yem mi edeceksin kedini? Elma ağacına işeyen Adem’dim, Kaburgandan vereceğin hayata aç, Ve dudaklarına sarhoş. Ellerini çekiyorsun, Ellerin beni çevreliyordu. Ben yeni bir benlik kazanıyordum. Kabuğumda gözbebeği kadar bi oyuk açıp, Işığa olan yoksunluğumdan bi haber, Güneşi tanrı ilan ediyordum. Ruhumu şeytandan geri alıp, Önüne getirecektim ki, Sen çoktan ellerini benden çekip, Tırnaklarınla işlemeler oyduğun masana geri koymuştun. Oysa henüz kollarımızı ve bacaklarımızı ve kaburgamızı, Değiştirmemiştik. -Eryelkovan

-Can Barış

5


Kabullenişin Kısa Öyküsü Levent’le tanışmamız çok, çok öncesine dayanır – Yıldızların şehir ışıkları tarafından söndürülmediği, rüzgarların binalar tarafından kafeslenmediği ve eğlenmenin hengame yaratmaktan çok uzakta, sanki okyanus ortasındaki belirsiz bir kara parçasını döven dalgalara benzediği zamanlara – Ki bu zamanlar, kendimize katmak istediğimiz ölümsüzlüğün ilk anlarına tekabül eder – abstract (soyut) üretenince sembolize edilmiş, öznel ölümsüzlüğümüzü şiirler ve birbirinden bağımsız kelimelerle nesnelleştirmeye çalışırken tanışmıştık gerçek anlamda – Yine de günler var oluştan bu yana değin süregeleninden farksız bir biçimde doğup batıyordu – Çok nadir anlarda kendimizi bulunduğumuz ortamdan ayırıyor, çok geçmeden tekrardan şarap kokusu ve izmaritlerin is yayımıyla kuşatılmış izbe ama yeterince sessiz olunduğunda kıyıları okşayan şiire aç dalga seslerinin duyulabildiği inzivamıza dönüyorduk. Ondan bahsetmem gerekirse uzun boyu, sakalsız ve çilli suratıyla düz, hiçbir uğraşım sarfedilmeden Antonin Artaud’ya benzeyen saçlarını dillendirerek yüzeysel tasvirlere kalkışmam şüphesiz – Bir insanı, özellikle de ölümsüzlüğünü kabul edip hayatınızın her daim içinde olacağını rızanızla idrak ettiğiniz bir insanı kimsenin göremediği, görmek için çabaladığı ancak bunu başarabilecek ulvi bir olgunluk erişkinliğinden Tanrı tarafından mahrum bırakılmışlıkları yüzünden başarısız kılındıkları taraflarıyla nitelemeli – İlk olarak ölümsüzlüğünü ilan ettiği o anda gecenin zifirisinde parıldayan bir ışık gibi, Nietzsche’nin, kırbaç darbelerinden dolayı canı yanan ata sarıldığı anda ortaya çıkan his etkileşimi gibi bir his yaydı odaya, hem atın hissettiği, hem de Friedrich’in hissettiği bir bütündü, Leventin o anda yaydığı bu his ki, rüzgara karışarak dünyayı dolaşıp tüm canlılara yeni bir üstün insanın mevcudiyetini müjdeleyecekti – Sonrasındaysa yalın ayak, doğaçlama çalınan saksafona eşlik ederken sergilediği her biri birbirinden bağımsız hareketleriyle dünyanın bir sonu olmadığını anlatan, bugüne değin yazılıp çizilen bütün ‘’Dünyanın Sonu’’ başlıklı teorileri çürüten bedeni öyküsüyle Tanrı sevgisini sundu bir gece – Son olarak yere düşen her bir yaprak tanesinin kıymetine saygı göstererek yürüdü sokaklarda, merhamet denen kudretli maneviyatın gücüyle bezenmişçesine – Nice örnek, nice tasvir mevcut onu anlatabilmem adına fakat yalnızca bu üç tanesini bir araya getirdiğimde bile gözümün önüne gelen can yakıcı eşsizlik onun dünyevi kişiliğinin ruhuyla bir bütünü meydana getirip saydam bir görüntüyle yaşadığını gösteriyor bana, bu pek az kişiye nasip olur – Not defterime gizlice yazdığı veda niteliği taşıyan yazısında da bunların hepsini tekrardan anlamıştım – Yazıyı okuduğum o akşam üzerinde içtiğim sigarayı içmek için sarıyorum şimdi Hatırlamak da yaşamak kadar acı verici olabiliyor. (Muhtemelen) Titreyen elleriyle kağıda aktardığı kelimeleri tekrar okurken hiç dikkatimi çekmeyen bir şey tarafından dürtüldüğümü hissediyorum – Daha evvel üzerinde durmadığım ufak bir detayın, sürekli bahsettiği his karmaşasından yola çıkarak döşediği birkaç cümlenin hikayenin özünü anlayabilmemde bana bir hayli yardımının dokunacağını kanıksıyorum – İnzivamızdayken bana, gece alemlerine çıktığımızda orada tanıştıklarımıza bahsetmekten geri kalmadığı ‘’salt inanç’’ diyerek öne sürdüğü

6


43760 v

bireyler arası güven ilişkisine göndermelerde bulunuyordu bu cümlelerde – Öncelikle annesinden başlıyor, sonra adını ilk defa duyduğum yirmi üç yaşında bir kıza bağlıyordu paragrafını. ‘’İliklerime kadar,’’ diyordu paragrafta, ‘’inancın sahte çamuruna batmışken, bunun hepten bir bataklık olduğunu biliyor, yine de kendimi bırakıyorum. Annem, ilk gücü bu bataklığımsı çamur çekiminin, sonra hayat ve sonra Mari – Yalnızca burnum ve gözlerim dışarda kalıncaya değin içine gömüldüğüm bu kahverenginin tepesinde duran yıldızsız siyahlık, artık o kadar da cezbetmiyor beni – Ya kahverenginin altında yukardakinden daha sahici ve daha görülmeye değer bir resim varsa? Dünyevi ölümsüzlüğü kendi rızamla bir şarap şişesine hapsedip Ayvalık sularına bırakıyor, ruhsal ölümsüzlüğün tadına bakmaya gidiyorum bunun için – Çünkü artık salt inanç, salt inanç olarak benliğimden bağımsız – Annem, Mari ve bu gök, artık onların yüzüne bakamayacağım kadar sahte – …, seni her zaman seven, yalnızlığının bir parçası, dostun.’’ Bu satırları okuduktan sonra telaşa kapılmak yerine sakin ve huşu içinde cam kenarındaki koltuğa oturup bir sigara sarmıştım – Sigaranın ilk dumanından itibaren içime nüfuz etmeye başlayan elem ve kederin kuvvetini anlatacak değilim, çünkü her şey için bir teşbih yolu bulunsa bile bazı duyguları örneklendirmeye çalıştığımızda onun kuvvetini azımsamış, değersizleştirmiş oluyoruz – Bundan dolayı o an içimi saran hislerin, Levent’in ölüm haberini aldığım anda hissettiklerimden farksız olduğunu söylemekle yetineceğim. Tekrardan okuduğum bu veda notunun dikkatimi çeken kısmı üzerinde yoğunlaşıyorum – Mari ismi bana ilk okuduğumda sıradan bir isim olarak gelmişti ama eğer bir şey spesifik bir biçimde belirtiliyorsa onun içinde görünenden daha fazla anlam yüklüdür – Bunu düşünmeye zorluyorum kendimi – Kağıdı elime alıyor, odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaşıyorum gecenin bir yarısı, Proust’un çocukken yapmaya çekindiği gibi, yürüyor, yürüyor, tekrar tekrar okuyorum ve sonunda Mari ve Ayvalık arasında bir bağ kuruyorum kendiliğimden, beynimi birleşim yaratması için zorlamadan, uğraşmadan, yalnızca okuyarak, fakat neden daha önce bu ismin detayına inmediğimi, benim inmemden ziyade, onun bana bundan daha etraflıca neden bahsetmediğini merak ederek - Ölümsüzlüğümüzü nesnelleştirmek uğruna penceren dışarı savurduğumuz tüm dürüst kelimelerin, artık dünyaya ait olan cümlelerin, bütün duygusal boşalımların ve manevi masturbasyonların gözle görülebilecek bir berraklıkla dillendirildiği o anlarda neden bu ismi hiç duymamıştım ve yazılan son cümlelerde yer alabilecek kadar değer görmüş bu dört harfin onun açısından önemi hakkında neden en ufak bir fikrim yoktu bunca zamandır? Zor. Yeni bir soru işaretiyle karşılaşmak ve onun cevabını artık bulamayacak olmak. Sanırım kabul etmek gerekir – İnsanlar birbirlerine farklı noktalar ve farklı hislerle yakındır - Bir insan, üç veya daha fazla kişi için ‘’en yakın’’ olarak sınıflandırılabilir, çünkü herkes birbirini farklı çizgilerle tamamlar. -Buğra Aksoy

7


Kopuş Derimi parçalayan rüzgarın kaynağına doğru çırılçıplak koşuyorum. Kollarım açık, gözlerim buğulu, dudaklarım çatlamış ve bacaklarım titriyor yorgunluktan. Zenci bir bulutun ardına gizlenmiş güneşin altında attığım her adımda, her solukta verdiğim, ruhumdan parçalar dökülüyor. Yollara saçılan parçalar yokuş aşağı yuvarlanarak kendilerini bekleyen büyük bir bok çukuruna damlıyor. Fiziksel bağlarından kopup kanalizasyona karışan ruhum buluyor hak ettiği yeri. Sıçanların, solucanların ve bokların kalabalığına karışıp var oluşun dayanağına tüm gücüyle direniyor. İstediği sonsuzluk değil, bir ‘’an’’ sadece arzuladığı. Ölmüşlerin tatlı fakat bir o kadar can yakıcı anılarından sıyrılıp beynini kemiren düşüncelerin balyozundan kurtulmak, saniyelik de olsaaçabilmek için gözlerini. Kulaklarına değin bulandığı bataklığın derinlerinde umut arıyor. Üst taraftaysa ben terliyorum hala ruhumdan bağımsız, kanalizasyondan gelen çaresiz çırpınışları duysam da rüzgarın kaynağına doğru bilinçsizce koşuyorum. -Buğra Aksoy

8


43760 v

Bir Metro Durağında Kalabalığın içindeki bu yüzlerin görünümleri: Yaş, siyah bir daldaki taçyaprakları. -Ezra Pound

9


Şakayık Evi Anaç ruhlu bir kadının ellerinden okşayışlarla, Bir yerimden başlayıp, Saçlarıma dökülen okyanuslar, Küçük çaplı bir gökyüzü indiriyor gözlerime. Tüm hışırtılarla sarmaş dolaş olup, Kuşlara söylediğimiz şarkılar, Ve kuşların eşliğiyle sendelenen rüzgar; Polenler halinde seni içime dolduruyor. Azgın nehirler gibi akıp da durulmazcasına, Bu berrak, açık seçik süzülen hislerimi, Ve gözlerimde saklayamadıklarımı, Saklamak için kullanacağım, Anaç ruhlu bir kadının elleri. Kelimesi kelimesine tasfir ettiğim, Her söz, gözlerimde dolanır.

10


43760 v Ve sen; Ne kadar yakınlaşırsan, Okumak o kadar zorlaşır, Olur da bir gün okunacak hiçbir şey kalmayınca, İçindeki kitaplıkta, Tozlanacak olursam sayfalar halinde, Yaprak dökmeyen çamlıklara nazaran, İçimden bir bir dökülecek şeyler saklıyorum, Ellerinle birlikte. Ateş ile oynarsa kaybedeceğini bilen, Çevirilmekten aciz sayfalarım...

-Eryelkovan

11


Sıcak Şarap Tabanlarıma vuran ateşin diz kapaklarıma değin yaydığı kavurucu sıcaklık yükselerek göğsüme yaklaşıyor. Şakaklarımdan ve ensemden akan terler göğüs kıllarımda birleşip orada ne olduğuna bir türlü karar veremediğim bir şekil, bir resim oluşturuyor. Böyle düşünüşümün sebebi hayal gücüm mü yoksa yetersizliği mi aklımın emin olamıyorum. Düşüncelerim allak bullak, göğüs kıllarım kadar karışık beynim. Ne bir barikat kurabiliyorum engellemek için ne de kabullenip sevebiliyorum bu ateşi. -Buğra Aksoy

12


43760 v Kadınlara Bir Övgü Hiçlik kaygısının ikinci gününe uyandım. Şimdi bir Balkan rüzgarı esse yerden yere vuracak beni. Gerekmez, ben kendi başımı yararım yarmasına da, Tırmandığım bayırdan aşağı bakıp nereye geldiğimi gördüğümde fark ettim ki, Böylesine dik duruşum varsa ben de erkekliğimi bir kadının göğüslerinden emdiğim içindir. Hayat için teşekkürler. Eller, ayaklar, saçlar ve gözler için teşekkürler. Yürüyüşler, sürünüşler ve serzenişler için teşekkürler. Okşayışlar, hediyeler ve öpücükler için teşekkürler. Çorba için teşekkürler. Başımdaki, kolumdaki ve kasıklarımdaki ıslak bezler için teşekkürler. Alev alev yanıyordum güzelim, su için teşekkürler. Şiirler, resimler ve anektodlar için teşekkürler. Geldiğin için ve gittiğin ve tekrar geldiğin için teşekkürler, Artık sonsuza kadar uzaklaşabilirsin, Benim alevimi dindirmenin bir manası yok. Ben erilmiyorum, Susuzluktan ölüyorum. Sol omzumdan bir güvercin havalanıyor, Bir balkan rüzgarı gelse yolacak tüm tüylerini. İçinden çıkamadığın bir kutunun içine hapsediyorsun kendini. Ben bu oyunun doğru parçası değilim, Şimdi yere çivilendi dizlerim, Şimdi parmaklarım çarmıha gerildi, Gözlerimden de oldum, senden de. Sağ omuzumda öldü güvercin. Ey Tanrım, al hadi organlarımı, Zaten kollarımdan oldum. Ağzımla topluyorum yerdeki kadınlarımı. Güvercini geri ver, Senin başına da sıçacak değil ya! Bir Balkan rüzgarı esse koparırdı dişlerimi. Gece nasılsa yastık üstünde biter ama anlayamadım, Nasıl uzaklaştım bir an yeryüzünden? Beni saçlarımdan aleve verip sevişmelerini tütsülediler. Göz kapaklarımı diktiler kendi bağırsağımla. Kulağıma tersten okudular ezanı.

13


Kanımı damıttılar, Anne ölüyorum susuzluktan! Bir balkan rüzgarı olsam sikmiştim belanızı. Dumanlarımda boğulup küllerimde kavrulsun! Ben sizin için geberip gidecek değilim ya. Tanrım, orospularına hürmetler olsun! Sesine geldim yangının, Sesine geldim yağmurun. Dört duvar rahminde kabuslandım, Göbek bağım boynuma dolandı. Ey toprak ana! Son kez öpüyorum erozyonlu ellerinden. -Eryelkovan

14


43760 v Mürekkep I Doğmak, Beyaz bir kağıda mürekkeplercesine akmaktır. Parmağımı mürekkebe batırıp kağıdın üzerinde gezdiriyorum. Önce kafanı çizip sonra gözlerini ekliyorum, Serçe parmağımla da ağzını çiziyorum. Şimdiyse ellerini, Parmaklarımla ellerini çiziyorum, Ve parmaklarımla mürekkepten ellerini okşuyorum. Beyaz kağıtların üzerinde kara mürekkepten doğuruyorum seni, Yavrum benim, Ne de güzel parlıyorsun beyazlardan. Parmak izlerimi bulaştırdığım yüzünü dudaklarıma bastırıyorum. Dudaklarım siyah ve sen her şeye rağmen beyazsın. Bu beyazlığın uykumu kaçırıyor. Mürekkep olmak istiyorum, Çünkü her şeyi yoktan vareden tek şey mürekkeptir. İrademizle dökülüp, birbirimize doğru akıp, Bir şeyler çizmek istiyorum seninle. Bir ev, biraz çiçek belki. Yaşayacağımız yer bizim eserimiz olacak. Her gece parmaklarımı kasarak doldurduğum kağıtlardan hayat gelecek Ve Mürekkep, Seni bana getirecek, biliyorum.

15


II Ağzım yüzüm mürekkep, Çünkü dudaklarını öptüm. Sana ne kadar yaklaştıysam o kadar karardım. Tırnaklarımın arasından çıkmayan karartılar verdin bana. Gözlerimdeki en ufak kahverengini alıp götürdün. Artık geceleyin seçilemez haldeyim. Yavrum benim, Ne yaptın bana böyle? Oysa bendim, seni beyaz tutmak için parmaklarından olan. Mürekkep kusmak istiyorum. Etlerimin gözeneklerinden karanlık akıyor, Hiçbir şey masum değil artık. Ellerinin beyazlığını kıskanıyor ellerim. Sana mürekkep olmak istiyorum dedim, Çünkü bize sadece bu hayat verirdi. Güzelim benim, Ne yaptın bana böyle? İnsan ve mürekkep olmanın arafında bıraktın beni. Böyle ne çizebilirim şimdi? Tüm İsalar siyah, doğa siyah, gökyüzü siyah. Melekler öylesine ışıksız ve ellerinin beyazlığına düşkün. Damla damla mürekkep terliyorum yorganımın altında. Kadınların bacaklarını aralayıp içine mürekkep döküyorum. Mürekkep kusmak istiyorum. Gözyaşlarımı sildiğim mendillerde, Tesadüfen bir dünya yaratılsın istiyorum, Çünkü artık tüm dinler İblise tapıyor. Kafamı duvardan duvara vuruyorum, Tüm odam kararana kadar. Ellerin, asfalttan aşınmış lastiklerle, Aramızdaki cennet ve cehennem katmanlarını aşıp, İçinde mürekkeplerce eridiğim evimin kapısını çalıp, Beni temizleyene kadar. Kadar, kadar, kadar, Katran, Ve binlerce elvada öpücükleri. -Eryelkovan

16


43760 v

17



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.